You are on page 1of 362

D erleyenler

AYŞE BUĞRA - KAAN AĞARTAN


21. Yüzyılda Kari Polanyi'yi Okumak
R eading K a rl P o la n y ifo r th e T w e n ty -F ir st C e n tu r y
M arket Economy as a Political Project

iletişim Yayınlan 1415 • Araştırma inceleme Dizisi 236


ISBN-13: 978-975-05-0701-4
© 2009 iletişim Yayıncılık A. Ş.
1. BASKI 2009, İstanbul

EDİTÖR Kıvanç Koçak


YAY/N SEKRETERİ Murat Bozluolcay
DİZİ KAPAK TASARIMI Ümit Kıvanç
KAPAK Suat Aysu
KAPAK FOTOĞRAFI Kari Polanyi Levitt arşivinden
UYGULAMA Haşan D eniz
DÜZELTİ Cem Tüzün
DİZİN Özgür Yıldız
BASKI ve CİLT S e n a O fse t
Liıros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi B Blok 6. Kat No. 4NB 7-9-11
Topkapı 34010 İstanbul Tel: 212.613 03 21

İletişim Y ayınlan
Binbirdirek Meydanı Sokak İletişim Han No. 7 Cağaloğlu 34122 İstanbul
Tel: 212.516 22 60-61-62 • Faks: 212.516 12 58
e-mail: ileiisim@ileiisim.com.tr • web: www.iletisim.com.tr
Derleyenler
AYŞE BUĞRA - KAAN AĞARTAN

21. Yüzyılda
Kari Polanyi’yi
Okumak
Bir Siyasi Proje Olarak
Piyasa Ekonomisi
R eading K a rl Polanyi f o r the
T w en ty -F irst C e n tu ry
M a rk e t E conom y as a Political Project

ÇEVİREN A zer Kılıç


İÇİNDEKİLER

T ablo L is t e si ..

Ö n S Ö Z / ANDREW SAYER.i ......... ,.._9

T eşekkür ........................................
Giriş /AYŞE BUĞRA ..........................................

B İR İN C İ BO LÜM
Ekonominin Toplumdan Kopması Üzerine
Düşünceler: Refah Devleti ve Ötesi ................. „.......29
1 . Finans Diktatörlüğünün Muhafazası için
Çifte Hareketin Bastırılışı
MANFRED BIENEFELD ..... ...__________ ....-31
2. 1970'ler ve Sonrası: Enflasyonun Ekonomi Politiği ve
Sosyal Demokrasinin Krizi
PAT DEVİNE _ ............... 57

3. Hafif Dönüşüm: Kari Polanyi'nin Mirasına İtiraz


HANNES LACHER .................................................................---- 77

İK İN C İ BÖLÜM
Günümüz Piyasa Ekonomilerinde Meta Efsanesi (1):
Bugün Çalışma ................... —.... 99
4 . Küresel Dönüşümde Emeğin Yeniden Metaiaşması
GUY STANDING........................................................................
5. Çalışma Hakkı, Toplumsal Dışlanma Yolu Mu?
Çalışma Hakkı Güvencesi Olarak Temel Gelir
JOSE LUIS REY PEREZ................................................................................-.......................... 139

Ü Ç Ü N C Ü BOLÜM
Günüm üz Piyasa Ekonomilerinde Meta Efsanesi (2):
Bugün B ilg i ...... — ... ......... ........... ......... ................. 161

6. Hayalî Bir Meta Olarak Bilgi:


Polanyici Bir Yaklaşımın Katkıları ve Sınırları
BOB JESSOP ....................................................... ........................................................ .1 6 3

7. Neoliberal Dünyada Bilimin Ticarileşmesi


GÜROL IRZIK— .................. ,.........-................ 187

8. Fikrî Mülkiyet: Metalaşma ve Bundan Hoşnut Olm ayanlar


VIRGINIA BROWN-KEYDER ......... .................................................................... -.211

D Ö R D Ü N C Ü BO LÜ M
D i r e n i ş v e U y u m Ö r n e k l e r i ......................................... — ..........................................2 3 5

9. Polanyi'nin Çifte Hareket Kavramı ve


Günüm üz Piyasa Toplum unda Siyaset
AYŞE BUĞRA ............................................ 237

1 0 . Doğu Asya Emek Sistemlerinde Reform:


Çin, Kore ve Tayland
FREDERIC C. DEYO - KAAN AĞARTAN................. -.261
1 1 . Zayıf Aktörlerin Sımsıkı Sarılması: Avrupa Birliği'ndeki
Küçük Ölçekteki İşletmeler Örneği Üzerinden Ekonomik
Serbestleşmeye Yönelik Toplumsal Desteği Açıklama
KEVIN YOUNG......................_ .............,.................-.................- ......................... 297

1 2 . Kurumsal Sosyal Sorumluluk ve Piyasa Toplumu:


Brezilya'da Kredi ve Bankacılık içerimi
MARIA ALEJANDRA CAPORALE MADI -
|OSE RICARDO BARBOSA GONÇALVES................................................... 317

S o n U Ç / AYŞE BUĞRA - KAAN AĞARTAN ............ 341

Ya z a r l a r .................................. ;.................... ..................... L. ------------ 349

D İZ İN .............. — ............ 3 5 3
TABLO LİSTESİ

Tablo 6.1 Toprak. Emek G ücü, Para, Bilgi ve


Meıalaşma Biçimleri............................... — .................. 179
Tablo 12.1 Ekonom ik Sektörler, Ekonom ik Büyümeye Katılım:
Brezilya, 1965-1967..... 323
Tablo 12.2 Gayri Safi Yurtiçi Hasıla, Nüfus, Emek Gelirlerinin
Dağıtımı ve Yeni İşlerin Yaratılması:
Brezilya, 1960-1980 (%)_................................ 324
Tablo 12.3 Ekonom ik Sektörler, Büyüme Oranı:
Brezilya, 1995-2002 (% )..... 326
Tablo 12.4 Sermaye Gelirleri, Emek Gelirleri ve İşsizlik:
Brezilya. 1999-2003 (% )............_ .......... 327
Tablo 12.5 Mali Sistemdeki Başlıca K urum sal Değişiklikler:
Brezilya, 2000-2005____ -............................................. 332
Tablo 12.6 Mali Sisteme İlişkin Başlıca Göstergeler:
Brezilya, Aralık 2002-Agustos 2005......... 333
Tablo 12.7 M ikrokredi Borçları: Brezilya, Aralık 2004.................. 335
Tablo 12.8 Makaslar, Serbest Kaynaklar: Brezilya, 2003-2005,
Yüzde İtibariyle Yıllık O rtalam a..................................... 336
Tablo 12.9 Faiz O ram ve Banka Kârlılığı:
Brezilya, 2003-2004 (% )............ -.......-.337
Önsöz

Kari P olanyi siyasal ik tisat ve ilgili alanlarda ilginç, az görülen


b ir k o n u m a sah ip tir: K endisi geleneksel M arksist olm am akla
berab er (böylece serm aye ve sm ıf y erin e piyasalara v u rg u ya­
par) M arksizm ’e yakın d ır; k ap italizm eleştirisin de etik sosya­
list literatü re yakındır, ancak n o rm atif b ir tartışm aya odaklan­
m ak tan ziyade söz k o n u su o lg u n u n am p irik ve tarihsel bir yo­
ru m u n u geliştirm iştir; son olarak da k apitalizm e yeni perspek­
tiflerd en b ak m ay ı sağlayacak b ir şek ild e ik tisad i an tro p o lo ji­
den faydalanm ası sayesinde h em ana akım ik tisat teorisinin pi­
yasa to p lu m u n u doğallaştırm asına karşı çıkm ada hem de ikti­
sat sosyolojisine bazı an ah tar k avram lar k azandırm ada faydalı
o lm u ştu r. Polanyi, zam ana ve m ekâna yayılm ış çok çeşitli eko­
no m ik ö rg ü tlen m e biçim lerini görebilen b ir k o n u m d a n baka­
rak çeşitli d isip lin lerd e uzm an laşm ış akadem isyen lere, M ark-
sistlere ve sosyal d em o k ratlara h itap ed eb ilm iştir. Bu n e d e n ­
le, çalışm ası b ü tü n bu k o n u la rd a n farklı da olsa, hepsiyle ko­
nu şab ilecek kadar yakın b ir m esafededir. Bu d u ru m , özellikle
de “h ayalî m etaların gelişm esi” ve “k en d i k u ralların a göre iş­
leyen piyasalar” fikrine ilişkin özgün b ir eleştiri geliştirm esine
im k ân tan ım ıştır. Söz k o n u su eleştiri geçen birkaç on yıl zar­
fında gelişen neoliberal projeye karşılık olarak tek rar gündem e

9
gelm iştir. Piyasanın, to p lu m sal ö rg ü tlen m e biçim inin en iyi ya
da stan d art biçim i olarak görülm esi ve piyasa m antığının çeşitli
k u ru m lar aracılığıyla toplum sal hayata, küreselleşen bir ölçek­
te daha da n ü fu z etm esiyle b irlik te, Polanyi’n in piyasa to p lu ­
m u eleştirisini anlayıp d eğerlendirm ek ve g ü n celleştirm ek d a­
ha da önem kazandı. Bu d o ğ ru ltu d a elinizdeki kıym etli derle­
m e önem li analizleri bir araya getiriyor: F inansal serm ayenin
o lağ an ü stü büy ü m esi; refah devletine karşı n eoliberal saldırı;
gelişm ekte o lan ü lkelerde em eğin (yeniden)m eıalaşm ası; sözü-
m ona gelişen “bilgi tem elli ek o n o m id e” fikri m ülkiyet hakları­
nın gelişm esiyle b irlik te bilginin hayalî m eta o larak değerlendi­
rilm esi; b u gelişm elerin in san ların refahı ve toplum sal k u ru m ­
lar açısından so n u çlan .
Büyük Dötıüşüm’ü n “iyi b ir k ö tü k ita p ” olarak tarif edildiği­
ni duy m u şu m d u r: İyi b ir kitap tır, çü n k ü vardığı so n u çlar ya da
verdiği ders hâlâ önem in i k o ru m ak tad ır. Ö te yandan k ö tü b ir
kitap tır da, ç ü n k ü söz k o n u su so nuçlara yönelik savlarını açık
ve sistem atik b ir şekilde sıralam az, b u n u n y erin e ço ğ u n lu k la
cesur id d ialan tekrarlayıp sadece b u iddiaları destekleyebilecek
kanıtlara işaret ederek k o n u y u “tartışm aktadır;” bu nedenle ki­
tabı ders kitabı olarak k u llan m ak zordur. Kimi tem el kavram ­
la r-m e se la piyasanın yayılm asına tepki gösteren “to p lu m ”- ta-
n ım lan n ı so ru n lu hale getirecek b ir şekilde kaba terim lerle ifa­
de ed ilm iştir. K itabın b u gibi özellikleri Polanyi uzm an ların a
şüp h esiz b irço k alan açm ıştır. Ö rneğin, Polanyi’nin [to p lu m ­
sal ilişkiler içine] “y erleşiklik (em beddedness) m etaforu”, düş-
kırıklıgı yaratan b ir sın ırlılık ve m uğlaklığa sahip. Ayrıca Po­
lanyi, kendi k u ralların a göre işleyen piyasanın yol açtığı “so s­
yal felakeı”in “ö ncelikle e k o n o m ik değil de k ü ltürel bir olgu”
o ld u ğ u n u iddia ed erk en - k i bu, şüphesiz ayrıksı, ilginç b ir k a­
n a a ttir- şaşırtıcı bir biçim de bu k ü ltü rel z a ra n n bir tü r “parça­
lan m a” o luşu d ışın d a h erh an g i b ir niteliğine egilm em ektedir.
Parçalanm a k o n u s u n d a p iy asalar ve piyasa to p lu m ların a iliş­
kin çok daha kapsam lı ve an alitik eleştirileri siyaset felsefesi ile
H obson, Taw ney, R uskin gibi etik sosyalistler ve bir kısım çağ­
daş eleştirm enlerin çalışm alarında zaten b u lm ak m ü m k ü n . Ö te

10
yandan , d ah a n o rm atif yaklaşan b u teo risy en lerin aksine, Po-
lanyi “çifte h a re k e t” gibi kavram lar ü zerin d en piyasa toplum -
larm ın tarihsel eğilim lerine ilişkin zo rlu , kapsam lı ve teoriden
h ab erd ar b ir anlatı su n m ak tad ır. Z am an zam an retorik analize
galip geliyorsa da, tem el kavram lar ile so n u ç la r m uazzam bir
başarı gösterm iştir: Söz k o n u su olan, en iyi anlam ıyla bir “b ü ­
yük an la tıd ır.” Pratikte ise çifte h areket, farklı aktörleri içeren
karm aşık b ir süreçtir; h e r iki tarafta da iç çatışm alar barındıran
sayısız biçim alabilir ve gayriihtiyari ö n em li sonuçları olabilir.
Kimi ak tö rler m etalaşm anın genişlem esini bilinçli olarak des­
tekley eb ilir ya da b u n a karşı m ücadele verebilir; d iğ erlerinin
daha sınırlı g ündem leri olabilir. Ayrıca b u kitaptaki bazı çalış­
m aların da gösterdiği gibi çoğu ak tö r çelişkili etkileri olacak bi­
çim de h arek et edebilir.
Büyük D önüşüm 'ü h er ok u y u şu m d a, Polanyi’yi takip edenle­
rin ço ğ u n lu k la gözden kaçırdığı bir şeye takılıyorum . Bu sade­
ce b ir teori değil, kapitalizm in eğilim lerinin tu tk u lu bir eleştiri­
si de ancak tam olarak neyin so ru n lu olduğu k o n u su n d a da ol­
dukça m uğlak b ir eleştiri. Polanyi’n in ek o n o m ik sosyoloji çer­
çevesindeki fik irlerin in keyfe göre seçilerek k u llanım ı -ö z e l­
likle de yansızlığı nesnellikle k arıştıran b ir k u lla n ım - m esele­
yi “yerleşikliğin” yavan b ir k ab u lü n e indirgem e tehlikesini ba­
rındırıy o r; b u kabul ek o n o m ik p ra tik le rin to plum sal ilişkiler,
n o rm la r ve gelenekleri içerm e ve kurum sallaşm ayı gerektirm e
şek lin i ö n g ö rü r, an cak eleştirisini d ep o litize edip, etik g ü cü ­
nü gözardı da eder. Bu nedenle Polanyi’n in çalışm asının politik
y ö n ü n ü vurgulayan bu kitap bilhassa m em n u n iy et verici; kitap
hem ik tid arla hem de insan refahı ü zerindeki etkileriyle ilgile­
niyor, bu ikinci v urgu da söz k o n u su çalışm anın politik y ö n ü ­
n ü n elik b o y u tu n u belirginleştiriyor.
Bu k itaba katkıda b u lu n an lar, Polanyi’yi su lan d ırm ak ya da
olduğu gibi saklam ak yerine o n u n p rojesini toparlam aya ve ge­
liştirm eye y ard ım cı oluyor; b u n u da h ü rm e tk a r b ir tefsirden
ziyade eleştirel bir şekilde yapıyorlar. G ü n ü m ü z gelişm elerini
yo ru m lam ad a Polanyi’n in çalışm asının ne k ad ar yararlı o ld u ­
ğ u n u değerlendiriyor; uygun g ördükleri yerlerde bu yaklaşım ı

11
değiştirip, ilavelerde b u lu n u y o r ve politik önem ini inceliyorlar.
Sonuç olarak, elinizdeki k itap sadece Polanyi ü zerin e b ir d erle­
m e değil, aynı zam an d a g ü n ü m ü z siyasal iktisadına ilişkin yeni
b ir dizi eleştirel analizi de su n u y o r.

ANDREW SAYER
Lancaster, Mart 2007

12
Teşekkür

Bu k ita p ta ele a lın a n tem alar, 14-16 E k im 2 0 0 5 ’de Boğaziçi


Ü niversitesi’n d e gerçekleştirilen “T o p lu m u ve Doğayı M eta Ef­
sa n e sin d e n K o ru m a k ” başlıklı O n u n c u U lu slararası Kari Po-
lanyi K onferansı’n a dayanıyor. K itapta b ir araya getirilen m aka­
lelerin ço ğ u n lu ğ u konferansta su n u la n bild iriler arasından se­
çilm iş, h ep si de katılım cıların o lu ştu rd u ğ u verim li entelektüel
atm osferd en faydalanm ıştır. Kari Polanyi-Levvitt’e açılış k o n u ş­
m ası ve G iovanni A rrighi’ye özel k o n u şm ası için m üteşekkiriz.
Boğaziçi Ü niversitesi Sosyal Politika F o ru m u üyelerine konfe­
ran sın org anizasyonuna katkıda b u lu n d u k la rı için ve üniversi­
te rek tö rü Ayşe Soysal’a desteği ve takdiriyle kon feransın başa­
rıyla gerçekleşm esinde paha biçilm ez katkısı için m innettarız.
A ynca C o n co rd ia Ü niversitesi Kari Polanyi E n stitü sü ’ne, özel­
likle de e n stitü yöneticisi M arguerite M endell’e teşekkür etm ek
istiyoruz.

Ay şe b u Gr a Ka a n Ağ a r t a n
Istanbul Binghamton

13
Giriş
A yşe B uğra

G eçen o tu z sene için d e, İkinci D ünya Savaşı so n rasın d a o lu ­


şan uluslararası düzen e m eydan o k uyan b ir dizi gelişm e görül­
dü. Bu gelişm eler sayesinde kendi k u ralların a göre işlediği var­
sayılan p iyasa ek o n o m isi, devlet m ü d ah alesi gibi su n i engel­
ler kaldırıldığında ortaya çıkan ken d iliğ in d en bir süreç gibi al­
gılanm aya başlandı. Benzer b ir şekilde siyasi irade aracılığıyla
ekonom iyi toplum sal hedeflerle u y u m lu b içim de şekillendirm e
olasılığı piyasanın m antığı tarafından sın ırlandırıldı.
A ncak b u şekilde oluşan siyasi o rtam istikrardan yoksundur.
Finansal krizler, tüm dünyada yüz m ilyonlarca insan için yok­
su llu k ve sosyal dışlanm a riski anlam ına gelen m uazzam sosyo­
ekonom ik güvensizlik, gitgide b ü yüyen çevre felaketi tehlikesi
şeklinde kendini gösteren so ru n lar ya da bilim sel bilgi uğraşının
şirk et çık a rla rın ın b o y u n d u ru ğ u n a girdiğini gösteren, h er ge­
çen gü n sayısı artan kanıtlarla ortaya çıkan so ru n ların önem ini
yadsım ak m ü m k ü n değil. Kendi k urallarına göre işleyen piyasa­
nın hayata ve in san lan n geçim kaynaklarına karşı yönelttiği teh­
ditlerle doğan siyasi gerilim ler, gerek to p lu m la n n içinde gerek
uluslararası alanda b an ş içinde birlikte yaşam a açısından büyük
önem taşıyor. A ncak b u n u değerlendirm eye ve anlam am ıza yar­
dım edecek tutarlı, analitik b ir çerçeve hâlâ m evcut değil.

15
Bu kitap, rakip teorik geleneklere kıyasla Kari Polanyi’n in kat­
kısının, g ü n ü m ü z gerçeklerim anlam landırm ak ve bunlarla baş
etm ek için daha b ü yük bir potansiyeli barındırdığı inancını yan­
sıtıyor. A ncak bu kitabın am acı m evcut dünya düzenini Polan-
yici bir perspektiften analiz etm ekle sınırlı değil; şim dilerde 20.
yüzyılın en önem li d ü şü n ü rlerin d en biri olarak görülen b ir yaza­
rın çalışm alarına ilişkin teorik bir soruşturm a sunm ak.
in san lo p lu m u n u n , piyasa m antığına siyasi iradeyi baltalaya­
cak şekilde b o y u n eğm esi, Polanyi’nin ilkel ve antik ek o n o m i­
ler ü zerin e yapılm ış an tro p o lo jik araştırm aların b u lg u larından
y ararlan arak 19. yüzyıl piyasa ekon om isini k arşılaştırm alı ta­
rihsel b ir perspektifle ele aldığı çalışm alarında m erkezî so ru n u
o lu ştu ru r. Polanyi’n in ek o n o m ik antropoloji üzerine çalışm ası
biçim selci-içeriksel tartışm asınd a önem li bir yere sahiptir. A n­
cak Polanyi sadece b ir ak adem ik figürden ibaret değildir; siya­
si gündem i olan b ir araştırm acı, karm aşık bir to p lu m d a birey­
sel ö zg ü rlü ğ ü n tem eli ile d erin d en ilgilenen, M arksist olm ayan
b ir sosyalisttir. Bu k itap ta yer alan b ü tü n yazılar, k im i zam an
çatışan yorum larıyla Polanyi’nin çalışm asının politik niteliğini
vurgu lam ak tad ır. Piyasayı kendiliğinden bir d ü zen olarak gö­
re n neoliberal anlayışın h ü k ü m sü rd ü ğ ü b ir çağda, p o litik ola­
nı ön plana taşıyan b ir m esajla kitabın farklı bölüm lerini b irb i­
rine bağlayan o rtak tem a b u d u r.

Polanyi ve siyasi bir proje olarak piyasa ekonomisi

Polanyi piyasa ekonom isinin kendiliğinden ya da doğal bir olgu


olm adığını, aksine em ek, toprak ve parayı m eta olarak gösteren
b irtakım kuru m sal değişiklikler aracılığıyla gerçekleştirilen bir
“siyasi proje” o ld u ğ u n u güçlü b ir biçim de savunm uştur. Bu k i­
tapta söz k o n u su m etalaşm a sürecinin g ün üm üzdeki d in am ik ­
leri inceleniyor. Bu incelem ede Polanyi’nin “hayalî m etalar” d e­
diği listeye toprak, em ek ve paranın yanı sıra bilgiyi de dahil et­
mesiyle elinizdeki kitap daha önceden yapılm am ış bir şey yapı­
yor. Bu girişim, “bilgi ekonom isinin" gerçeklerini dikkate alacak
bir teorik çerçeve İçinde Polanyi’n in yaklaşım ının gözden geçiril­
16
mesi için çağnda b u lunuyor; çü n k ü bilginin m etalaşm ası üretici
düzen için artık Polanyi’nin incelediği diğer “hayalî m etalardan”
daha önem li bir u n su r olarak kendini gösterm ektedir.
Polanyi’nin m eta efsanesine ilişkin analizi, o n u n teorik k at­
kısının m erk ezin i o lu ştu ran “ [to p lu m sal ilişk iler içine] yerle­
şiklik" (em beddedness) terim inin gelişm esi b ak ım ın dan önem ­
lidir. Polanyi’ye göre tü m insan to p lu m ların d a ü retim ile dağı­
tım belirli so sy o ek o n o m ik entegrasyon ilkeleri tarafından d ü ­
zenlenir; b u ilkeler yenid en dağıtım , karşılıklılık ve değişim il­
keleridir. Y eniden dağıtım , k u ru m sal b ir kalıp o larak devletin
tipik özelliği olan “m erkezleşm e" çerçevesinde işler. K arşılıklı­
lık, to p lu m sa l o larak m ecb u ri sayılan arm ağan verm eye d e n k
gelir; ak rab alık ve arkadaşlık gibi “sim etrik ” ilişkilerde ifadesi­
ni b u lu r. D eğişim için söz k o n u su olan k u ru m sa l kalıp ise piya­
sadır; piyasalar tarih boy u n ca b irb irin d en farklı b irço k to p lu m ­
da görülebilir. A ncak değişim ilkesini d iğ er ilkelerden ayrı kı­
lan bir şey vardır. Polanyi’n in de b elirttiği gibi diğ er ilkeler sa­
dece “k a ra k te ristik tir”; tek bir işleve yönelik k u ru m la r o lu ştu r­
m azlar. A krabalık ve arkadaşlık gibi to p lu m sal olarak m ecbu­
ri sayılan arm ağan verm eye dayalı sim etrik ilişkilere dayanan
g ru p lar, g ö rd ü k le ri ek o n o m ik işlevler ö n c e sin d e de var olur.
M erkezîleşm e kalıbı aracılığıyla yenid en dağıtım yapan devlet
için d e aynısı geçerlidir. Ö te y an d an piyasa kalıbı, başka to p ­
lum sa] b ir am acı ve önem i olm ayan sadece ek o n o m ik niteliğe
sahip bir k u ru m o lu ştu ru r. “S o n u çta,” d e r Polanyi,

ekonom ik sistem in piyasa tarafından kontrolünün toplum sal


düzenin b ütününü etkileyen sonuçlar vermesi de buna bağlı­
dır: Bu da. bütün toplum un piyasanın bir parçası olarak işle­
mesi anlanuna gelir. Ekonom i toplum sal ilişkiler içine yerle­
şeceğine, sosyal ilişkiler ekonom ik sistem in içine yerleşirler.
E konom ik u nsurun toplum un varoluşu açısından taşıdığı ha­
yati önem başka bir sonuca varılmasını engeller.1

1 Kari Polanyi, The Great Transformation (Boston, MA: Beacon Press, 1944). s.
57. İBüyülı Dûmlşûm-Çagımızın Siyasal ve Ekonomik Kökenleri, çev. Ayşe Buğ­
ra. 7. baskı, 2008, İletişim Yayınlan]

17
B u n u n so n u c u , h e r şey d en önce p iyasa e k o n o m isin in k u ­
ru m sal ç erçev esin in en ö n e m li ö zelliğ in d e k e n d in i gösterir:
Em ek, toprak ve p aranın m eta olarak kavram sallaştırılm ası. As­
lında hiçbiri satılm ak üzere ü retilm em iş olan sanayinin bu u n ­
su rların ın m eta olarak tanım lanm ası tam am en hayalîdir; ancak
b u hayal sayesinde piyasa to p lu m u n u n m erkezî öğeleri olarak
em ek, to p rak ve p ara piyasaları örgüılenebilm iştir. Polanyi’ye
göre b u tü r b ir e k o n o m ik ö rg ü tlen m e sü rd ü rü le m e z d i, ç ü n ­
k ü “piyasa m ekan izm asın ın , insanın ve o n u n doğal çevresinin
kad erin in , h a tla satın alm a g ü cü n ü n m iktarı ve k u llan ım ın ın ,
tek y ö n le n d iric isi o lm asın a izin v erm ek to p lu m u n yıkım ıyla
so n u çlan ırd ı.”2
P olan y i’ye g ö re in sa n to p lu m u n u n piyasa m an tığ ın a siy a­
si iradeyi baltalayacak şekilde boyun eğm esi, m eta efsanesi te­
m elinde ö rg ü tlen en b ir ek o n o m ik d ü z e n in doğal so n u c u ola­
rak g ö rü n ü r. A ncak Polanyi bu ek onom ik d ü ze n in kendiliğin­
den m eydana gelm ediğini, aksine yasam a faaliyetleri ile k u ru l­
d u ğ u n u da vurgular. Aynı sırada toprak, em ek ve p a ran ın me-
talaşm asın ın to p lu m ü z e rin d e k i yıkıcı etkisi, sın ıf ay rım la rı­
n ı aşan, farklı to p lu lu k ları aynı n o k tad a b u lu ştu ran yaygın bir
tepkiye yol açar; b u tep k i söz k o n u su hayalî m etaları piyasanın
y ö rü n g esin d en çık arm ak am acıyla k o ru y u cu d ü zenlem eler ta­
lep eder. Polanyi şöyle der:

“Yüzyıl boyunca m odem toplum un dinamiği çift yönlü bir ha­


reket tarafından yönetildi: Piyasa sürekli genişliyor am a bu ha­
reket aynı zam anda genişlemeyi belirli yönlerde kısıtlayan kar­
şı bir hareketle karşılanıyordu. Bu karşıt hareket, toplum un
korunm ası açısından hayati önem taşımakla birlikte, son tah­
lilde piyasanın kendi kurallarına göre işleyişiyle ve dolayısıyla
piyasa sistem inin kendisiyle çelişiyordu.”3

K oruyucu yasam a faaliyeti çeşitli biçim ler alm ıştır: Sosyal ya­
salar, fabrika yasaları, tarım tarifeleri, to p rak yasaları ya da para
arzının M erkez Bankası tarafından denetlenm esi gibi düzenle­

2 A.g.e., s. 73.
3 A.g.e., s. 130.

18
m eler hep birlikte piyasa ekono m isin in k en d i k urallarına göre
işleyişini zayıflatm ıştır. “T o p lu m u n piyasa m ekanizm asının ih ­
tiyaçlarına uy m ak d u ru m u n d a bırakılm asıyla, b u m ekanizm a­
n ın işleyişindeki aksak lık lar da toplum sal yapıda büyüyen ge-
rilim lere yol açm ıştır.”4 19. yüzyıl uygarlığının ç ö k ü şü bu git­
tikçe artan gerilim lerin so n u cu d u r.
B üyü k D önüşüm , “ 19. y ü zy ıl u y g arlığ ı ç ö k tü .” cüm lesiyle
başlıyor. K itabın son b ö lü m ü n d e ise Polanyi şöyle diyor: “Yüz­
yıl sü re n k ö r b ir ‘ilerlem eden’ so n ra insan ‘yaşam alanını’ yeni­
den k u ru y o r.”s Yaşam alanını y en id en kurm ay a yönelik bu ça­
ba h e r şey d en ö n ce d ev letin , y aşam ın ve g eçim b iç im lerin in
m addi k o şu lların a a k tif şekilde m û d a h il olm asıyla birlikte si­
yaset ile e k o n o m in in k u ru m sal olarak ayrılm asına son verm eyi
gerektirm iştir. G erek refah devleti uygulam aları gerek kalk ın ­
m a planlam asın d a ve sosyalist ek o n o m id e g ö rü len diğer çeşit­
li deneyler, b u n la rın hepsi geliştikleri ü lk elerin toplum sal özel­
likleri ile şekillen m iş o rtak b ir çab an ın tezah ü rleridir. Ekono­
miyi toplum sal ilişkiler içine yeniden yerleştirm eyi am açlayan
bn girişim lerde evrensel olduğu iddia edilen k âr d ü rtü sü yeri­
ne, top lu m sal ve siyasi olarak b e lirle n e n b ir çeşitlilik hü k ü m
sü rm ü ştü r.
A ncak söz k o n u su girişim ler p ek de u z u n ö m ü rlü olm am ış­
tır. 1970’lerd en bu yana ekonom iyi to p lu m u n b ü tü n ü n d e n ko­
parm aya y ö n elik b ir dizi politika, İkinci D ünya Savaşı so n ra ­
sında o lu şan ek o n o m ik düzeni teh d it etm iş ve ciddi ölçüde bu
d üzeni d ö n ü ştü rm ü ştü r. Yakın d ö n em d e y aşanan bu gelişm e­
ler sayesinde Polanyi’n in ilk listesine yeni bir hayalî m eta e k ­
lenm iştir; b u n o k tada, bilim sel faaliyetin sü rd ü rü lm e ve bu fa­
aliyetin ü rü n le rin in kullanılm a şartlarını d ö n ü ştü ren TRIPS’in
(T icaretle B ağlantılı F ikrî M ülkiyet H akları) etkisi önem lidir.
Elinizdeki k ita p la işlenen tem alar, piyasa ek o n o m isin in y en i­
den belirdiği bu bağlam da ortaya çıkm ıştır.

4 A.g.e., s. 201.
5 A g .e .,s. 249.

19
Günümüz dünya düzeninde Polanyi'yi ziyaret

G ü n ü m ü z d ü n y a d ü zen in i Polanyici b ir perspektiften analiz et­


m eye yönelik b ir girişim in [toplum sal ilişkiler] içine yerleşik­
lik kavram ının y ö n tem sel g ü çlü ğ ü n ü ve tarihsel açıdan ne ka­
d ar yerinde o ld u ğ u n u d ik k a te alm ak gerekir. Kimi önem li d ü ­
şü n ü rlerin kavram a y ö n elttiği eleştiriler göz ö n ü n e getirilirse,
b u ihtiyaç k açın ılm az o la ra k ortay a çık m ak tad ır. Ö rn e ğ in D.
N o rth ile M. G ran o v etter, P olanyi’niıı h em piyasadışı e k o n o ­
m ilerin to p lu m sal ilişkiler b ü tü n ü içine yerleşik olm a düzeyi­
ni hem de m o d ern piyasa ekono m isin in to p lu m u n b ü tü n ü n d e n
k opm asının (d isem beddedness) b o y u tu n u abarttığını çeşitli şe­
killerde sav u nm ak tad ır. Bu yazarlara göre, değişim ilişkileri pi-
yasadışı to p lum lard a d a önem li b ir yere sahipti ve güvene da­
yalı kişisel ilişkiler gibi ek o n o m ik olm ayan ilişkiler piyasa top-
lu m ların d a önem li b ir rol oynam aya devam etm iştir.6 Başka bir
bağlam da F red Block, Polanyi’nin “çifte h a rek e t” tanım ına da­
yanarak “top lu m sal ilişkiler içine h e r zam an yerleşik olan piya­
sa eko n o m isi” kavram ını geliştirm iştir; b una göre, hem piyasa­
n ın yayılması hem de bu yayılm anın toplum üzerin d ek i zararlı
etkilerine karşı koyan girişim ler önem li ö lçüde m ü d ah ale içe­
rir. Böylece P olanyi'nin tezi, ek o n o m ik faaliyetin tam am en me-
talaşm asm ı sın ırla y a n to p lu m sa l m e k a n iz m a ların g ü n ü m ü z ­
de hâlâ sü rd ü ğ ü n ü ve ek o n o m in in to p lu m u n b ü tü n ü içine her
zam an yerleşik o ld u ğ u n u öne sü rm ek için kullan ılm ak tad ır.7
Bu kitap ta yer alan yazılar, ek onom inin to p lu m u n b ü tü n ü n ­
den kopm ası fikrine odaklanm alarıyla b u tü r eleştirilere b ir ce­
vap verm ektedir. E k o n o m in in toplum sal ilişkiler b ü tü n ü n d e n
kopm ası, Polanyi için sosyolojik b ir o lg u d an ziyade siyasi bir
projeydi; b u proje, yasam a faaliyeti aracılığıyla gündem e gelen
kuru m sal değişiklikler ile gerçekleştirilm iş, liberal iktisat teori-

6 D ouglas N o rıh, “N o n -M ark cı F orm s of E conom ic O rganization'. T he C h a l­


lenge o f Karl Polanyi", Journal o f European Economic History 6 (1977), s. 7 0 3 -
716; Marc G ranoveuer, “E conom ic Action and Social Structure: T he Problem
of Em beddedness", The American Journal o f Sociology 91 (1985), s. 481-51 0.
7 F. Block, "Karl Polanyi and the W riting of The Great Transformation", Theory
and Society 32 (2003), s. 275-306.

20
sinin ö n em li b ir rol üstlendiği ideolojik b ir saldırıyla da m eşru­
laştırılm ışım İşte tam da bu noktada Polanyi’n in çalışm ası, “h a ­
raretli b ir yasam a faaliyeti” ve “d evletin idari işlevlerinin m u ­
azzam b ir şekilde artışı” - k i bu , 19. yüzyılda olduğu gibi hayalî
m etalan piyasanın yörüngesine çekm eye hizm et e d e r- sayesin­
de piyasa ek o n o m isin in yakın zam anda yenid en belirm esini in­
celem ede faydalı g örünüyor. K itap b u b ak ım d an toplum sal iliş­
kiler b ü tü n ü n d e n k opm a, hayalî m etalar ve çifte h areket gibi
Polan y i'n in bazı kav ram ların ın an alitik içeriği ü zerin e b ir in­
celem e sunm ayı; b u g ü n farklı toplum larda yaşanan ancak ben­
zer tarihsel süreçlerd en kaynaklanan ek o n o m ik , sosyal ve p o ­
litik engellerin analizinde bu kav ram lard an yararlanm a yolla­
rını ya da b u kavram ların yetersiz kalıp kalm ayacağını araştır­
mayı am açlıyor.

Kitabın ana hatları

K itabın d ö rt b ö lü m ü n d e n ilki, “E k o n o m in in T o p lu m dan K op­


m ası Ü zerine D üşünceler: Refah Devleti ve Ö tesi” üç m akale­
den oluşuyor. Bu m akaleler, İkinci D ünya Savaşı sonrası ulus­
lararası d ü z e n d e n m evcut n eo lib eıal d ö n e m e geçişi bir siyasi
p ro je n in so n u c u olarak inceliyor. Bu p ro je, to p lu m u n piyasa
d eğ işim in in bireyci m antığ ın a b o y u n eğm esini sağlayacak bir
dizi girişim e dayanm ış, aynı zam anda geleceğe ilişkin alterna­
tif sosyal projelerin niteliğini ve başarı şansını da etkilem iştir.
İlk m a k a le d e M a n fre d B ie n e fe ld , k a p ita lis t A ltın Ç ag’ın
1948-1973 yılları arasındaki nihai ifadesi olarak refah devleti­
n in, “serm ay en in m an tığ ın ın h em in san ların g üvenlik ve boş
vakit ihtiyaçlarıyla hem de istik rar ve h akkaniyete duyulan to p ­
lum sal ihtiyaçla uzlaştırılabileceğini g ö ste rd iğ in i” savunuyor.
Dolayısıyla yazar, söz k o n u su d ö n em in kapitalizm i ile devletle­
rin politik ve toplum sal olarak belirlenm iş h ed ef ve öncelikler
d o ğ ru ltu s u n d a eko no m iy i y ö n e tm e -d ü z e n lem e k ap asitesinin
sistem atik olarak tasfiye edildiği geçen o tu z yıl içerisinde orta­
ya çıkan g üncel küresel kapitalizm arasında b ir fark olduğuna
işaret ediyor. Yakın zam anda gerçekleşen bu gelişm elerin insan

21
ve çevre üzerindeki yıkıcı so n u çlarım tartışın Bienefeld, özel­
likle de Polanyi’nin k en d i k u ralların a göre şleyen piyasa eko­
nom isinin, verim li ö rg ü tlen m e m antığıyla hıgdaşm az o ld u ğ u ­
nun er ya da geç görüleceği tezini hatırlatarat paranın m etalaş-
m asınm yol açtığı k rizlere değiniyor. Bienefeld, çift yö n lü h a ­
reketin b u g ü n k ü işleyiş b içim i k o n u su n d a g elec ek a çısın d an
ise pek iyim ser olam ıyor; yazar, piyasanın yıyılmasım önleyip,
toplum ile doğa üzerin d ek i tah rib atların a soı verecek b ir karşı
hareketin er geç çıkacağından em in değil.
İkinci m akalede Pat D evine, Keynesyen nfah devletinin çö­
k ü şü n e ve neoliberal g ü n d e m in ezici b ir h âdm iyete sahip ol­
duğu İngiltere’de m evcut toplum sal düzenin yükselm esine yol
açan dağıtım kaynaklı çatışm aları etraflı b irşek ild e tartışıyor.
M akale, T h atch erizm in sosyal d e m o k ra t g in d em i değ iştirip ,
o n u n y erin e n eo lib eral zih n iy e ti koym ayı ım açlay an b ilin ç ­
li bir girişim o ld u ğ u n u söylüyor. A ynca yeri toplum sal uzlaş­
ma için ideolojik bir tem el arayışında olan 'feni İşçi Partisi’nin
serbest piyasa stratejisini uyarlayıp g ü çlen d rerek ve piyasa il­
kelerini refah devletinin m erkezine başarılı bir şekilde yerleş­
tirerek ekonom iyi to p lu m d a n k o p a rm a sü n c in d e ön em li bir
rol oynadığı belirtiliyor. D evine’in, k en d i k ıra lla n n a göre iş­
leyen piyasa ekonom isine d air Ingiltere’n in zledigi yola yöne­
lik değerlendirm esi, direniş h areketlerine yaplan sivil toplum ,
devlet ve ekonom iye ilişkin radikal d e m o k ra ik bir gü n d em et­
rafında ifade edilecek yeni b ir “tarihsel blok” k u rm a çağrısıy­
la son buluyor.
B ölüm deki son m akale olan H annes L ach c’in yazısı ise İk in ­
ci Dünya Savaşı sonrası refah kapitalizm ine iişkin y o ru m u ba­
kım ından ö nceki iki m ak aleden ayrılıyor. Lıcher’e göre savaş
sonrası ortam d a söz k o n u su olan şey b ü y ü k b ir d ö n ü şü m d e n
ziyade “serbestleştirm e ile korum acılık arasn d ak i diyalektiğin
devam ıdır.” Polanyi’nin yazılarına dayanarak “toplum sal ilişki­
ler içine yerleşik piyasalar”a yönelik bir dizi k riter saptam aya
koyulan Lacher, bu k riterlerd en h içb irin in savaş sonrası refah
k ap italizm inde yerine g etirilm ed iğ in i söylüyor. Savaş so nrası
toplum lar politik ve ek o n o m ik ö rgütlenm e konusunda laissez-

22
faire anlayışına bağlı olm asalar da, Lacher m eydana gelen deği­
şikliklerin, sadece seviye b ak ım ın d an değil bizatihi dogalan ba­
kım ın d an da, P olanyi’n in Büyük Dönüşüm’de ö n g ö rd ü ğ ü nite­
liksel değişikliklerin çok gerisinde kaldığını ileri sü rm ektedir.
Yazar, refah kapitalizm in in Polanyi’n in top lu m sal ilişkiler içine
yeniden yerleşen ek o n o m iler dediği şeyle yaygın b ir şekilde eş
tu tu lm asın ın , eleştirel sosyal k u ram cıların Polanyi’n in kendisi­
n in aslında k ö k ten karşı olduğu b ir to p lu m biçim ini "Polanyi-
ci” olarak benim sem elerine yol açtığını savu n u y o r.
“G ü n ü m ü z Piyasa E konom ilerinde M eta Efsanesi (1): Bugün
Ç alışm a” adlı ikinci b ölüm de ilk b ö lü m d e ele a lın a n bazı so ru ­
ları, özellikle de em eği yenid en m etalaştırm ayı am açlayan yasa
değişiklikleri aracılığıyla kendi k u ralların a göre işleyen bir pi­
yasa ekonom isi kurm aya çalışan b u g ü n k ü girişim leri inceliyor.
B ölüm deki ilk m akalede G uy Standing, Polanyi’n in hayalî bir
m eta olarak emeği nasıl g ö rd ü ğ ü n ü kapsam lı b ir yöntem sel de­
ğerlendirm eye tâbi tu tarak m o d ern kapitalist to p lu n ılard a sos­
yal po litik an ın yaşam ı ve geçim yollarını etkilem ede oynadığı
rolü incelem eyi am açlıyor. Bu bağlam da Standing, em eğin me-
talaşm a derecesini görece belirleyen tarihsel değişiklikleri d ik ­
kate alarak b ir kim senin sosyal gelirini o lu ştu ran farklı u n su r­
larından o lu şan teo rik b ir m odel geliştiriyor. Bu m odelin yardı­
m ıyla da şu h u su sları araştırıyor: a- İkinci D ünya Savaşı so n ra­
sı dönem d e refah devleti uygulam alarının em eğin m etalaşm ası-
nı ne şekilde sınırladığı b- Em eğin yeniden m etalaşm asm a yö­
nelik güncel eğilim lere ilişkin d en etim süreçleri c- Em eğin m e-
talaşm asının gerçekten özgürleştirici b ir biçim de sınırlandırıl­
m ası için çifte h arek etin şu an neyi d ik k a te alm ası gerektiği.
S tanding’e göre, İkinci D ünya Savaşı’n d a n so n ra “endüstriyel
vatandaşlık ” çerçevesinde em eğin m etalaşm asın m sın ırlan m a­
sı, “hayalî” b ir sınırlam adır; ç ü n k ü işçileri işverene ya da dev­
lete bağlayacak şekilde tasarlanm ış olan ü cret dışı hak lar üze­
rinden işlem iştir. Yazar, g ü n ü m ü z d e k i em eğ in y en iden m eta-
laşm a sü recin in , loplum sal ve en d ü striy el h ay atta yıkıcı etkisi
olan b ir güvensizlik çağının ö n cü sü o ld u ğ u n u söylem ekte. An­
cak d ah a yaşanabilir bir gelecek için, m etalaşm ayı hayalî bir şe­

23
kilde sın ırlan d ıran geçm iş m ek anizm aların ötesine geçip, çalış­
m anın (ki em ek ten farklı b ir şeydir) özerklik ve zanaat fikirle­
riyle olan ilişkisi çerçevesinde d ü şü n ü ld ü ğ ü gerçek b ir özg ü r­
lük alanını genişletm e yolları aranm alıdır.
Sonraki m akalede Josö Luis Rey Perez, yüksek oran lard a iş­
sizlikle so n u çlan an ek o n o m ik koşullar k arşısında so ru n lu gö­
rü n e n , b irç o k u lu sla ra ra sı h u k u k i m e tin d e yer alan çalışm a
h a k k ın ı ele alıyor. “Ç alışm a h a k k ı”, “çalışm a ö z g ü rlü ğ ü ” ve
“em eğin h a k la n ” arasında kategorik ayrım lar yapan yazar, tar­
tışm ayı özellikle “çalışm a h a k k ı” ü z e rin d e sü rd ü rü y o r. Rey’e
göre, çalışm a h a k k ın ın genişletilip, toplum sal enteg rasy o n ve
tu tu n m a aracı o larak sav un ulm ası gerekm ekledir. Sonuç ola­
rak yazar, “çalışm a h a k k ın ı” gerçekleştirm ek için en etk in yo­
lun d o ğ ru d an iş yaratılm ası ya da asgari tu tu n m a gelirleri yeri­
ne em ek piyasası d ü zg ü n bir biçim de çalışm adığında d a to p lu ­
m u n b ü tü n üyelerin in tanınm asını güvenceye alacak b ir tem el
gelir sistem i yaratılm ası o ld u ğ u n u belirtiyor.
Ü çü n cü bö lü m , “G ü n ü m ü z Piyasa E k o n om ilerinde M eta Ef­
sanesi (2): B ugün Bilgi” Polanyi’n in analizini eleştirel b ir ye­
n id e n d eğ erlen d irm ey e tâbi tu tarak , ileriye g ö tü reb ile cek şe­
kilde k o n u y u d ah a geniş bir teorik alana açıyor. B ölüm deki üç
m akale P olanyi’n in h ayalî m etalar ü zerin e yaptığı tartışm ay ı
ilk kez bilim sel bilgiye uyarlıyor. Bu çaba, hem Polanyici an a­
lize h em de fikrî m ü lk iy e t h a k la rın ın g ü n ü m ü z k ap ita liz m i­
nin niteliğ in i b e lirlem ed ek i önem i ve bilim sel cem aate atfet­
tiği rol ü zerin e sü reg elen tartışm alara ilişkin orijinal b ir pers­
p ek tif su n u y o r.
B ölüm deki “H ayalî Bir M eta O larak Bilgi: Polanyici Bir Yak­
laşım ın K atkıları ve S ın ırla rı” adlı ilk m ak aled e Bob Je sso p ,
P o lan y i’yi etraflı b ir y e n id e n o k u m ay a tâb i tu ta ra k , “k u rg u ­
sal serm aye”, “gayri m etalar” ve “yarı m etalar” gibi kavram la­
rı hayalî m etalar arasına d ah il ediyor. D aha so n ra bilgiyi bu ge­
niş analiz çerçevesinde ele alan yazar, bilgiyi m etalaştıran m e­
kanizm aları, bu m ekanizm aların g ü n ü m ü z bilgi ekonom isinde
arz ettikleri çelişki ve ikilem leri araştırm aya koyuluyor. Jessop,
b u kavram sal in celem eden elde ettiklerini em ek, to p rak ve pa­

24
raya uygulayarak ortaya kapitalist e k o n o m in in doğası üzerine
daha genel teorik so ru lar çıkarıyor.
G ü ro l Irz ık ’ın “N eolib eral D ü n y ad a Bilim in T icarileşm esi”
adlı m akalesi kapitalist bilgi ek o n o m isin in çelişkileri üzerine
tartışm ayı sü rd ü rü y o r. Irzık, ü n iv ersiteler ile özel şirketler ara­
sındaki neoliberal dönem e özgü yeni ilişki biçim lerinin bilim ­
sel araştırm ay ı hiç şü p h esiz teşvik ettiğ in i, ancak endişe veri­
ci so n u ç la rın ın d a o ld u ğ u n u belirtiyor: Em salsiz çıkar çatışm a­
ları, bilim in san ların ın araştırm aları ü zerin d e k o n tro lü yitirm e­
leri, bilim in ct/ıos’u n u n ve bilim sel araştırm an ın toplum sal fay­
dasının aşınm ası. M akale bu teh d itlerin nasıl karşılanabileceği­
ne d air de bazı ö n eriler getiriyor.
B ölüm ün so n m akalesinde ise V irginia Brow n-K eyder, TRIPS
üzerine tartışm ayı uluslararası ilişkilerin eko n o m i politiği çer­
çevesinde ele alıyor. Brow n-K eyder, g ü n ü m ü z d ü n yasında fik­
rî m ü lk iy etin servet birik im in in esas aracı o larak toprak ve fab­
rika m ü lk iy e tin in y erin i aldığını b elirtiy o r. A yrıca b u m ü lk i­
yet biçim in in özellikle de “d ü n y a n ın geri k alan tek sü p e r gü­
c ü ” olan A m erika Birleşik D evletleri için, o n u n da kalan son ih­
racat kalem leri olan yazılım , biyoteknoloji ve eğlence alanında
önem li o ld u ğ u n a d ik k at çekiyor. ABD dış politikası ile d ü n y a­
n ın geri kalan ın a dayatılan yeni fikrî m ülkiyet yasaları arasın­
daki k esişim n o k tası böylece b ilg in in m etalaşm asm a yönelik
eğilim lerin önem li bir cephesi olarak beliriyor. M akale, bu eği­
lim lere karşılık fikrî m ülkiyet yasalarına karşı gittikçe güçlenen
ve daha y ü k sek sesle dile getirilen yaygın m uhalefete de değini­
yor. Brow n-K eyder’in çalışm ası böylece ekonom iyi toplum dan
koparm aya yönelik neoliberal p ro jen in te z a h ü r ettiği belki de
en önem li alanlardan birinde ibreyi tersine çevirm e potansiye­
line sahip gerçek b ir karşı harek et için iyim ser bir açıklam ay­
la son buluyor.
T op lu m sal v aro lu şu n m etalaşm asm a yönelik m evcut eğilim ­
lere d iren m ed e başarılı olabilecek sü rd ü rü le b ilir karşı h areket­
ler m ü m k ü n m ü d ü r? K itapta y er alan b ü tü n m akalelerde fark­
lı şekillerde d ik k at çekilen bu so ru , d ö rd ü n c ü bölüm deki yazı­
ların esas k o n u su n u o lu ştu ru y o r. B ölüm deki d ö rt yazı, A vrupa

25
ve D oğu Asya’d an Brezilya’ya uzanan çeşitli coğrafi m ekânlarda
ek o n o m in in to p lu m d an k o p m a süreçlerine karşı gelişen farklı
“D ireniş ve U yum Ö rn e k le ri”n in analizini sunuyor.
G ü n ü m ü z k a p ita liz m in in düzen ley ici çerçevesi ile id eo lo ­
jik o rtam ın ı in celeyen Ayşe Buğra, b u n o k ta d a m erkezî öğe­
lerden biri olarak, “iyi y ö n etişim ” am acıyla karm aşık özel-ka-
m u ortaklıklarına yönelik sivil girişünlere yapılan vurguya işa­
ret ediyor. Yazar b u v u rg u n u n , yaşam ın ve geçim yollarının eşi
görü lm em iş b ir şekilde m etalaşm ış o ld u ğ u gerçeğini değiştir­
m eden piyasa ek o n o m isin i insan to p lu m u ile bağdaştırm a gi­
rişim lerinin b ir parçası o ld u ğ u n u savunuyor. Buğra, g ü n ü m ü z
şartları çerçevesinde P olan y i’n in çalışm asını y en id en ele ala­
rak, b u girişim lerin sın ırların ı ve p o litik so n u çların ı so rg u lu ­
yor. Yazara göre, “e k o n o m in in to p lu m d ak i y e rin i” ve dolayı­
sıyla “in san ın geçim y o lla rın ı” b elirleyen farklı so sy o e k o n o ­
m ik enteg rasy o n ilk e le rin in tarih sel olarak oynadığı role d a ­
yanan Polanyi’nin analizin in , b u ilkeler tem elinde işleyen k u ­
rum sal alanlar arasındaki sınırların artık akışkan ve m uğlak ol­
d u ğ u g ü n ü m ü z küresel bağlam ında belirli sınırlam aları olm a­
sı m uhtem el. B ununla b irlikte, yazar Polanyi’n in çalışm alarını,
özellikle de “karm aşık b ir to p lu m d a ö zg ü rlü ğ ü n ” tem eli üzeri­
ne fikirlerini, g ü n ü m ü z yönetişim rejim ine dair politik b ir de­
ğerlendirm e için güçlü b ir d ü şü n ce kaynağı olarak ele alıyor.
Bu b ö lü m ü n ik in ci m a k a le sin d e F re d e ric C. D eyo ile Ka­
an A ğartan geçen yirm i sene içinde “Asya K aplanları”nda ger­
çekleştirilen piyasa g ü d ü m lü ek o n o m ik reform ve yeniden ya­
p ılan d ırm a am açlı çeşitli deneyleri, özellikle de T ayland, G ü ­
ney Kore ve Ç in’deki Asyalı çalışm a sistem leri üzerin d e d o ğ ru ­
dan etkisi olan politikalara odaklanarak değerlendiriyor, işçile­
rin geçim ini ve ek o n o m ik güvenliğini nihai olarak tehdit eden
piyasa reform larıyla ilişkili toplum sal ve kurum sal gerilim lere
işaret eden yazarlar, Polanyi’n in 19. yüzyıl Ingilteresi’nde piya­
sanın serb estleştirilm esinin son u çların a ilişkin analiziyle para­
lellik k uruyor. M akale, reform g ü ndem leri ü zerinde etki yara­
lan aşağıdan siyasi m u h alefetin yanı sıra ulusal, bölgesel ve k ü ­
resel düzeyde e k o n o m ik ve p o litik ak tö rlerin stratejilerin i b i­

26
çim len d ire n ve çık a rla rın ı te h d it e d e n k u ru m sa l sın ırlam ala­
ra da d ik k at edilm esi gerektiğine işaret ediyor. Böylelikle çeşit­
li toplu m sal g ru p la r ve sınıflar tarafından deney im lenen çıkar
oyunları ve siyasi çatışm anın b ü y ü k ö lçüde hem tem eldeki k u ­
rum sal gerilim lerin b irer tezah ü rü olarak hem de b u gerilim le-
rin k on tro l edilip çözü ld ü ğ ü politik m ücad eleler olarak anlaşıl­
m ası gerektiği belirtiliyor.
A vrupa Birliği d ü zey in d e K ü çü k ve O rta B ü y ü k lükteki İş­
letm eleri (KOBİ) tem sil eden birk aç ç ık a r ö rg ü tü üzerine ya­
p ılm ış a m p irik b ir çalışm aya d ay a n a ra k K evin Y oung, k en d i
k u ralların a göre işleyen p iyasanın yayılm asına karşı diren m e­
si m u h tem el görü len ve zayıf sosyal k u ru m la r o larak algılanan
KOBl’lerin , ak sin e için d e b u lu n d u k la rı y o ğ u n rekabete karşı
p olitik -ek o n o m ik b ir strateji olarak neoliberal y en id en yapılan­
m an ın y o ğ u n laşm asın d an yana m ücad ele verdiklerini gösteri­
yor. Y oung, b u eğilim in tam am en ek o n o m ik b ir h esaptan kay­
n ak lan m a d ığ ın ı, b irço k k ü ç ü k firm an ın ö zg ü l to p lu m sal ö r­
g ütlenm e şek lin d en kaynaklandığım savunuyor; b u ö rg ü tlen ­
me şekli h em rek ab etin hem de d ü zen lem en in yarattığı sık ın ­
tıları, P olanyi’n in k u ru lm u ş bir süreç olarak eko n o m i anlayışı
ile kavranabilecek b ir şekilde d ö n ü ştü rü y o r. Y oung bu ö rn ek ­
le, ku ru m sal gerilim lerin siyasi eylem e d ö n ü şm e yolları üzeri­
ne Polanyici b ir analiz için ne gibi an lam lar ifade etliğine d a­
ir so ru la r soruyor.
Kevin Y oung “zayıf olanın, ko ru m a için değil de piyasa to p ­
lum u için m ücadele verdiği” b ir örneği ele alırken, Maria Ale-
ja n d ra C aporale M adi ile Jos6 R icardo Barbosa G onçalves çif­
te h arek eti o lu ştu ra n k arşıt y ö ndeki - b i r y an d a n piyasa yayı­
lırk en , diğ er y an d an bu yayılm anın d iren iş güçleri tarafından
fre n le n d iğ i- iki h arek eti b irb irin e k a rıştırm a ih tim alin e d ik ­
kat çekiyorlar. M adi ve G onçalves’in m akalesi, yakın zam anda
kalkınm acı Brezilya devletini neoliberal b ir devlete d ö n ü ştü ren
süreçlerin önem li b ir y ö n ü o larak k re d in in m etalaşm asm ı an ­
latıyor. Bu bağlam da, “k u ru m sal sosyal so ru m lu lu k ” fikri, p i­
yasa g ü d ü m ü n d e olan b ir to p lu m d a önem li b ir sosyal korum a
m ekanizm ası o larak destekleniyor. F inansal k u ra m la rın kredi

27
politikası b u m ek an izm an ın etkin olm ası beklenen alanlardan
birin i o lu ştu ru y o r; sırad an k anallar yoluyla kredi alm a ihtim ali
sınırlı olan az m ik tard a borca g ereksinim duyanlara ulaşılm a­
sı hedefleniyor. M adi ile G onçalves bu stratejin in sosyal d ışlan­
m ayla m ücadelede yetersiz kaldığını, an cak insanları tü k etici­
ler olarak para ağına sokm asıyla sosyal ilişkilerin gitgide ticari-
leşm esine katk ıd a b u lu n d u ğ u n u d ü şü n ü y o r.
K itap, g ü n ü m ü z piyasa e k o n o m isin in p o litik o rta m ın ın et­
raflı b ir incelem esiyle P olanyi’n in fik irlerin in y en id en değ er­
len d irilm esin d en elde edilen önem li n o k ta la rın altını çizerek
son buluyor. Piyasa ek o n o m isin in kendiliğinden, doğal b ir d ü ­
zen o ld u ğ u n a d a ir liberal algının etrafın d aki gizem perdesini
dağılm aya kitabın katkıda bulunacağını u m u t ediyoruz.

28
B İR İN C İ BÖ LÜ M

Ekonominin Toplum dan Kopması


Üzerine Düşünceler:
Refah Devleti ve Ötesi
Finans Diktatörlüğünün Muhafazası İçin
Çifte Hareketin Bastırılışı
M a n f r e d B ie n e f e l d

Kari Polanyi’n in insanın içinde b u lu n d u ğ u zor d u ru m a ilişkin


ö n g ö rü sü , 21. yüzy ılın teh d itleriy le k arşı k arşıya geldiğim iz
b u g ü n le rd e fevkalade an lam lı g ö rü n ü y o r. K endi k u ra lların a
göre işleyen piyasa hayalinin b ir kez d ah a k am u zih n in in d erin ­
lerinde y er etm esi ve piyasa güçlerinin uluslararası h u k u k ta ik­
tidarını gittikçe tesis etm esiyle b irlikte, bu im kânsız hayalin pe­
şinde k o ştu rm a n ın sadece b ir felaketle sonuçlanacağına ilişkin
Polanyi’n in uyarısını hatırlam am ızı sağlayacak k anıtlar çoğalı­
yor. T o p rak , em ek ve para ö zlerinde asla b irer m eta olam aya­
caklarından piyasa güçlerine gitgide d ah a d o ğ ru d an tâbi olm a­
ları in san lar, çevre ve to p lu m lar ü zerin d e devasa zararlara yol
açm aktadır. Ö te yandan b ü yüyen ek o n o m ik çelişkiler ile d en ­
gesizlikler küresel eko n o m ik sistem in iç tutarlığını da teh d it et­
m ektedir. A ncak değişim ihtiyacı gün geçtikçe daha açık bir hal
alm asına k arşın, m uhalefet güçleri b ö lü n m ü ş d u ru m d a , ortak
bir am açtan yoksunlar. Bu d u ru m d a , piyasaların am ansız, acı­
m asız g ü çle n işin d e n h o şn u t o lm ay an lar için Kari Polanyi’n in
“çifte h a re k e t” k av ram ın ın u m u t ve ilham kaynağı olarak gö­
rünm esi p ek tabii ve yerinde b ir gelişm e.
A ncak “çifte h arek etin ” her derde deva bir ilaç olm adığını h a­
tırlam ak ta fayda var. G erçek ten de Polanyi itinayla bize şu n u

31
hatırlatm ıştır: E kon o m ileri ü zerin d e etkin b ir şekilde yeniden
toplum sal d en etim k u rm a k isteyen to p lu m lar, bireyin özg ü r­
lük için d u y d u ğ u ihtiyaç ve arzu ile m o d em , karm aşık b ir to p ­
lu m u n ek onom ik faaliyetin içine yerleşip örgütleneceği çerçe­
veyi ve p aram etreleri tan ım lam a ihtiyacı arasın d a kaçınılm az
o larak belirecek tem el çatışm ayla m ücadele ed erk en , nih ay e­
tinde faşist ya da sosyalist ilkeler arasında b ir tercih yapm ak zo ­
rundadırlar. G eçm işte o ld u ğ u gibi bug ü n de zenginler ve m u k ­
tedirler, güçlerini ve im tiyazlarını daha etkin bir şekilde savu­
nabileceklerini vaat ettiğ in d en faşist çözü m ü tercih etm eye da­
ha yatkın olacaktırlar. Bu da, d em o k ratik sosyalist bir çözüm ü
d estekleyecek o la n la r için m ü cad elen in h e r zam an d ah a güç
olacağı anlam ına gelm ektedir. Ne var ki, barış içinde, insani ve
ekolojik olarak sü rd ü rü le b ilir b ir dünya hayali gerçekleştirile­
cekse, kazanılm ası gereken m ücadele b u d u r. Dolayısıyla, “çif­
te h arek et” hem b ir u m u t hem de b ir teh d it olarak gösteriyor
kendini. Bu çifte harek et, b ir y andan piyasaların yıkıcı ölçü ler­
de güçlenm esine son verm e u m u d u d u r, öte y an d an b u n u faşist
yollardan yapm a tehdididir.
A ncak “çifte h a re k e t” sadece so n u çlan b ak ım ın d an değil za­
m anlam ası b ak ım ın d an da belirsizlik arz ediyor. Polanyi, tari­
hi teleolojik b ir şekilde okum am ak ıad ır. T arihsel olarak belir­
li çelişkilerin belirli çözüm lere m eylettiğini, fakat b u n u n hızı­
nın da çö zü m ü n doğasının da ö n ceden asla tayin edilm ediğini
söylem ektedir. S o ru n lar ile şartların değişm esi d u ru m u n d a çö­
zü m ler gecikebilir ve yeni şekiller alabilir. Kısacası Polanyi bi­
ze cevabı d o ğ ru d a n v erm em ek ted ir. 20. yüzyılın o rtasın a ka-
darki tarih in etkileyici b ir y o ru m u n u su n a n Polanyi, bu tezleri­
ni ve yargılarını d ah a yakın d ö n em in tarihi ışığında incelem eye
davet etm ek led ir bizi. Bu d o ğ ru ltu d a neoliberal devrim i incele­
meyi am açlam ayan b ir m akalede özellikle de şu ihtim ale d ik k at
çekilm ektedir: D eğişm iş b ir uluslararası finansal sistem in daha
d erine yerleşip k u rum sallaşm ası, bu yeni d ü n yada çifte harek e­
tin önem li ölçüde gecikebileceğini ve hatta sosyalist b ir ç ö z ü ­
m e karşı saptırılabileceğini d ü şü n m em iz için yeterli bir g erek ­
çe su n m ak tad ır.

32
Sonuçta ortaya çıkan tez oldu k ça ciddi. Y ukarıdaki iki ihti­
m ale verilm esi gereken cevap şöyle olm alı: “Evet, bir derece­
ye kadar." E vet, sistem d ah a esn ek ve k e n d in i kolay top arla­
yacak b ir hale gelm iştir. Ve evet, sosyalist ilkeler tem elinde bir
çözüm çok d ah a güç hale gelm iştir. F akat d em o k ratik sosyalist
ya da sosyal d em o k rat bir çözüm için m ücadele verm enin artık
önem siz o ld u ğ u ya da savunu lab ilir olm adığı gibi yenilgiyi ka­
bul eden b ir so n u ca da v arılm am aktadır. Yine de aşılm ası ge­
reken en g eller ve destek len m esi gerek en hedeflere ilişkin de­
ğişen algım ızla b irlikte, b u m ü cadelenin biçim i ve hedefleri de
hiç şü phesiz değişecektir.

Ortak zemin

Bu m akalede n ih ay etin d e k üresel k ap italist sistem d e g ö rülen


bazı önem li değişikliklere o d ak lanacağım ızdan, sistem in özü­
n ü n değişm ediğini vurgulayarak başlam akta fayda var. G erçek­
ten de, kaba batlarıyla kapitalist sistem in g eçen elli yıl içerisin­
deki evrim i, Polanyi’n in kapitalizm analizin in m erkezinde ya­
tan önerm eyi yansıtıp, onaylam ıştır: Piyasa g ü çlerin in zincirle­
rinden b o şan m ış ya da to p lu m d an k o p m u ş şekilde işleyişinin,
belli b ir n o k tad an so nra insan, doğa ve en so n u n d a bizatihi ka­
pitalist e k o n o m ik rasyonel açısından so n d erece yıkıcı bir hal
alacağı önerm esini.
Bu m a k a le n in yazıldığı 2005 senesi itib ariy le k ü resel ek o ­
n o m inin y ö rü n g esin in tem elde k u su rlu ve gitgide yıkıcı o ld u ­
ğu d ah a d a belirgin. N eoliberalizm e karşı son d iren iş örnekle­
ri, 1998 finansal krizini takiben önce D oğu Asya’da, so nra Ja­
ponya ile A lm anya’d a - k i yerleşik ulusal değerleri ve öncelik­
leri d o ğ ru ltu s u n d a piyasalarını y ö n etm e k ab iliy etlerin in son
seçim lerle b irlik le radikal biçim de tasfiyesinin y o lu “nihayet"
a çılm ıştır- ve yakında Çin ile F ransa’da - b e n z e r b ir am aca yö­
nelik g ü çler b u iki ü lk ed e gün d en g ü n e g ü ç le n m e k te d ir- ö rt­
bas ediliyorken, o lu m su z eğilim lerin ilerlem esi m uhtem el.

33
Emek
İnsanlar açısından, so n u çlar güçlü ve açık. İnsanların büyük
çoğunluğu için hayat gittikçe daha zor, daha belirsiz ve daha gü­
vensiz b ir hal alıyor. E m ek hakları gelişm ekte olan dünyada sis­
tem atik b ir şekilde geri çekilirken, kayııdışı istihdam daha da
güvenilm ez biçim leriyle gelişm ekte olan d ü n y an ın önem li bir
kısm ında n o rm halini alm ış d urum da. E konom ilerini idare et­
m e kabiliyetini büy ü k ölçüde m uhafaza eden - y a da yakın za­
m ana kadar m uhafaza etm iş o la n - ülkelerin -G ü n e y Kore, Tay­
van, Japonya, A lm anya, Ç in - deneyim lerini saym azsak, küresel
gelir eşitsizliği hızla artıyor; küresel servet eşitsizliği neredey­
se tahayyül edilem ez ve m u h tem elen eşi g örülm edik boyutlar­
da; yoksulluk nispeten artıyor, bu artış dünyanın birçok yerin­
de m u tlak nitelikte; çalışm a şartları kötüleşiyor; kim i yerlerde
görülen sosyal d estek ağlarının çoğu genellikle hızla aşm ıyor.
Bunların hepsi bir araya gelince, aile ve cem aatlerde uzu n vadeli
so ru m lu lu k ların sürdürülebilm esi için gereken güvenliğe sahip
olm anın ya da kişinin işe katkısının m akul ve adil bir şekilde de­
ğerlendirilip tanınabileceği ve ödüllendirilebilecegi bir ortam da
kariyer k u ru p becerilerin geliştirilm esinin insanlar için çok da­
ha güç bir hal aldığı bir dünya beliriyor. Sonuçlar, doğum o ran ­
ları, in tih ar ve h ep sin d en önce strese ilişkin istatistiklere n ih a ­
yetinde yansıyor. Bu tü r karm aşık olgularla karşı karşıya kalın­
dığında d o ğ ru d an ned en ilişkisi kurm ak kolay olm asa da, stre­
sin, özellikle de işyeri kaynaklı stres ve depresyonun çok ciddi
so ru n lar haline geldiğini gösteren kanıtlar gittikçe artıyor.
Söz k o n u su beşeri so n u çlar, piyasa e k o n o m isin in hızlı, sü ­
re k li te k n o lo jik d eğ işim te m e lin d e v erim lilik a rtışı sö z ü n e
b ağ lan m ış u m u tla rla k a rşıla ştırıld ığ ın d a ö zellik le v ah im d ir.
1960’larda p rofesyonellerin ve vasıfsızların “boş zam an to plu­
m u ” için neredeyse h ep birlikle beslediği u m u d u n b u g ü n ü n in­
sanları tarafından anlaşılm ası g üçtür. O hio A kron’da lastik işçi­
leri 1964’te haftada d ö rt iş g ü n ü için ilk kez anlaştığında b u n u n
kısa zam anda yaygınlaşacağına dair genel b ir m utabakat vardı.
Şöyle d ü şü n ü lü y o rd u : N e de olsa işçiler kısa zam anda m addi

34
ihtiyaçlarını tatm in edebilecek hale geleceklerinden verim lilik
sayesinde elde edilecek m üstakbel kârların d ah a büyük bir pa­
yını boş zam an şeklinde kullanm ayı tercih edeceklerdi. Sonuç
olarak, d ah a kısa iş g ü n ü ve haftası, daha u z u n tatiller ve erken
em eklilik h ep si bu dünyada doğal, h atta kaçınılm az g ö rü lü y o r­
du. A ncak verim lilik büyüm esi gerçekten de olm asına ragm en,
beşeri so n u ç la r özellikle de A m erika Birleşik D evletleri ile İn­
giltere gibi piyasa güçlerinin en erk en d en ve en radikal biçim de
to plum d an k o p tu ğ u yerlerde oldukça farklı g ö rü ld ü. Ö rneğin
Birleşik D evletler’de im alat işçilerinin gerçek ücreLİeri 1973’te
o ld u ğ u n d a n b u g ü n d a h a d ü şü k o ld u ğ u gibi, b u işçiler d a h a
stresli ve güvensiz işlerde, daha az sosyal k o ru m a ve daha kötü
sosyal h izm et im kânlarıyla daha u z u n sü re çalışıyorlar. Bu tab­
lonun bazı detayları tartışılabilir, ancak yine de gerçek ile hayal
arasındaki b u belirgin karşıtlık, bize P olanyi'nin piyasa güçleri­
nin k o n tro l edilm em esi halinde insanları sırf “em ek güçlerine”
indirgeyeceği uyarısını hatırlatm alıdır.
D ünyada bu süreçlerin bastınlabildiği ya da p ek görülm edi­
ği bazı y erlerin varlığı b u so n u c u geçersiz kılm az. D oğrusu, bu
örn ek lerin ço ğ u n d a söz k o n u su a ltern atif so n u çların m ü m k ü n
olm ası, piyasa g ü çlerin in b u farklı so n u çlara izin verecek ka­
dar toplu m sal ilişkiler içine yerleşik kalm asıyla alakalıdır. Ama
neredeyse b ü tü n ö rn ek lerd e b u istisnaların d iren m e yeteneği,
u luslararası serm ay en in b u tü r “s o ru m su z ” büyüm eyi ve kâr et­
meyi engelleyen politikalara so n verilm esi y ö n ü n d ek i ısrarlı ta­
lepleri karşısın d a zayıflam aktadır. H atta b u m akale yazıldığı sı­
rada A lm anya’nın direnci kırılm aktadır. S ch ro ed er’in SPD’sinin
Blair’in A v ru p a’da d ah a esn ek b ir em ek piyasası için başlattı­
ğı seferberliğe k atılm asının ard ın d an , SPD şim d i de çoğu kim ­
se ta rafın d an A lm anya’n ın M argaret T h a tc h e r’ı o larak an ılan
Angela M erkel ö n cü lü ğ ü n d e b ir koalisyona zorlanıyor. Bu ara­
da Ja p o n y a ’d ak i so n se ç im le r piyasa g ü ç le rin in ü lk e d e hızla
güçlenm esinin ö n ü n ü açtı. Fransa’da Sarkozy’n in m uhtem elen
cu m h u rb aşk an ı olacak olm ası, b en zer b ir sürece yol açacaktır.
N e o lib e ra liz m in e m e k a ç ısın d a n s o r u n lu s o n u ç la rın d a n
belki d e en dikkaL çek icisi E k o n o m ik İşb irliğ i ve K alkınm a

35
Ö rg ü tü ’n ü n (O E C D ), G üney Kore’n in bu “gelişm iş ülkeler ku­
lü b ü n e” tam üye olm asının hem en ard ın d an yayım ladığı bir ra­
p orda görülebilir. Ç o ğunlukla çalışanların böylesi bir to p lu m ­
da nispeten iyi ücretler alm ayı ve işyerinde iyi m uam ele görm e­
yi bekleyebilm elerinden dolayı kalkınm anın önem li b ir politika
hedefi o ld u ğ u n a hâlâ in an an ları şaşkına uğratacak b ir şekilde
b u OECD raporu, G üney Kore'ye kulübe “hoş geldin” dedikten
sonra artık bir üye olarak m evcut politikalarının çoğunu, özel­
likle de em ek politikalarım -g e rç e k m aaşların ve keyfî işten çı­
karm alara karşı k o ru m a düzeyinin şu an çok yüksek olm ası n e­
d e n iy le- değiştirm esi gerektiğini açıklam aya koyuluyor.
Son olarak, neoliberal d ö n em boyunca em ek şartların ın iyi­
leştiği bazı ü lk eler de var; b u n u n ned en i, sen d ik aların ve/ve­
ya gü çlü , ses g etiren sivil to p lu m ö rg ü tle rin in d esteğ in i alan
g üçlü devletlerin, gittikçe d en etim d en çıkan piyasaların reka­
bet g ücü n d en em eği b ir nebze koruyabilm iş olm aları değildir.
İrlanda'nın şu an d a en iyi örneği olduğu b u istisnai ülk eler m ü ­
sait şartlard an yararlanabilm eyi başarm ış; iş güçlerinin büyük
ço ğ u n lu ğ u n u halen o ld u k ça iyi ü cretler ödeyen, gittikçe daha
fazla vasıflı işlere çekm elerine yetecek k adar yabancı serm ayeyi
çekebilm iştir. A ncak b u n u n n ispeten k ü ç ü k birkaç ülk ed e bel­
li bir zam an dilim i için m ü m k ü n o lm uş olm ası, tezim izi ç ü rü t­
mez; birçok ülkede, genellikle en güçlü ve en başarılı ekonom i
olarak tarif edilen Birleşik D evletlerde bile, em eğin deneyim le­
rin in böyle olm adığı gerçeğine de ters düşm ez.

Doğa

Ç evre b ak ım ın d an yakın zam anda yaşananlar da Polanyi’nin


top lu m d an ziyadesiyle kop m u ş piyasa güçlerinin doğayı genel­
likle b ir m eta olarak görm eye yatkın o ld u k la rın d a n doğa için
bir teh d it o lu ştu rd u ğ u k o rk u su n u haklı çıkarm aktadır. Büyük
ölçüde, uzm an bilim sel fikirlere dayalı vakm tarihli çok sayıda
u luslararası rap o r, zaten so ru n lu olan b ir eğilim de neoliberal
d önem le birlikte d ah a da fazla kötüleşm e yaşandığını g ö steri­
yor. Bu rap o rların uyardığı kadarıyla, birçok k ritik alanda yer­

36
y ü z ü n ü n day an m a kapasitesi şiddetle sın an m ak ta; bu, özellik­
le de iklim , o k yanus akım ları ve kaynaklara erişim de potansi­
yel olarak ço k pahalıya m al olacak, süreksiz değişiklikler m ey­
dana gelm esi riskini a rtırır nitelikte. Bu rap o rların ardındaysa
denetleyici d ü zen lem elerd en gittikçe d ah a ço k özerkleşen bir
d ü n y a y er alıyor. Bu d ü n y ad a şid d e tli rekabet k o şulları, b o r­
ca saplan m ış h ü k ü m etlerd en “d ah a fazla kazanç elde etm ek is­
teyen hırsh spekülatö rlere" k adar çeşitli ak tö rleri yeryüzıtnde-
ki ok y an u slard an elde edilecek deniz m ah su lü ile ham kereste
üretim ini ve/veya ihracatını m aksim ize etm eye teşvik etm ekte
ve im kân tanım aktadır.
E lbette b u ra d a k i bazı seb ep -so n u ç ilişk ilerin in doğası üze­
rinde de b ir m ücadele söz k o n u su d u r; şü p h esiz, insan ile doğa
arasındaki ilişki öylç g iriljtir ki b u alanda piyasa güçlerini bas­
tırm ak ya d a idare etm ek için d ah a geniş bir y er m evcut o ld u ­
ğ u n d a dahi çö zü m b u lm ak gü çtü r. A ncak bu , piyasa güçlerinin
bu haliyle n isp eten kısa vadeli d ü şü n m ey e m eyledeceği gerçe­
ğini değiştirm ez. Bu d u ru m özellikle de b o rç y ü k ü n ü n ve diğer
ekonom ik çelişkilerin tehlikeli boyu tlard a birikm esine izin ve­
rilen b ir d ü n y a d a geçeriidir; böylelikle ş a rtla r gereği ak tö rler
baskı altın d a ek onom ik kararlar alm aya z o rla n ır ki, bu da ge­
nellikle söz k o n u su kararların nispeten dar, ek o n o m ist bir g ü n ­
dem çerçevesinde ele alınacağı anlam ına gelir.
B u n la rın h iç b iri piy asa g ü ç le rin in çev rey le u y u m iç in d e
o lu m lu am a ç la r d o ğ ru ltu su n d a k u llan ılam ay acağ ı an lam ın a
gelmez. K arm aşık to p lu m la n n doğası gereği, fiyat politikası bir
toplum d a şü p h esiz hem üretim i hem de tüketim i şekillendir­
m ekledir. Bu bize m eselenin bizatihi piyasa güçleri olm adığını,
aksine b u g üçlerin hareket biçim ini y ö n len d iren çerçeve oldu­
ğ u n u h atırlatm alıd ır. A ncak neoliberal d evrim in dam gası ola­
rak piyasa g ü çlerinin aşırı güçlenm esi, şirk et çık arlarının çevre
politikası ü zerin d e gittikçe daha fazla etkide b u lunabildiği, ay­
nı zam anda da devletin düzenleyici ve y aptırım g ü c ü n ü n körel-
diği bir o rtam a yol açm ıştır. G elecekte o luşacak bir “çifte hare­
k etin ” d ik k ate alm ası gereken so ru n tam da b u d u r. Söz konusu
olan apaçık b ir şekilde am m enin trajedisidir.

37
Çevre so ru n ları, ço ğ un luk la diğer iki alanda olam ayacağı ka­
d ar uluslararası bir niteliğe sahip olm alarının da etkisiyle, b a ­
zı açılardan çözülm esi en güç so ru n la r olarak belirebilir. Bu da
dem ek o lu y or ki söz k o n u su alanda to plum ların piyasalar üze­
rin d e d enetim sağlam ası gerektiği kadar, b u n u işbirliği içinde,
kolektif b ir çerçevede yapm aları da gerekm ektedir. Bu da şü p ­
hesiz işi daha d a güç kılm aktadır. Bu bakım dan şu n u n o t d ü ş­
m ekte fayda var: Bazı şirk etler yakın zam anlarda bağlayıcı nite­
likte olan çevre d üzenlem eleri için çağrıda b u lu n d u lar, b u n u n
n ed en i olarak ise bu tü r düzenlem elerin yo k lu ğ u n d a rek ab et­
ten kaynaklanan b askılar y üzün den kendilerinin de gerekli ol­
d u ğ u n u bildikleri sınırları aşm alarıdır.
Ç evre m e v z u su n u k a p a tm a d a n ön ce, so n o la ra k o ld u k ç a
önem li b ir nok tay a d ik k a t çekm ek gerekiyor: D ünya ü z e rin ­
deki toplu m lard a toplam tüketim düzeylerini belirleyen güçle­
re, ki bu da m eseleyi piyasaların fazlasıyla serbest bırakılm ası­
na bağlıyor. Son olarak, insan faaliyetlerinin d ü n y an ın dayan­
ma kapasitesiyle uzlaştırılm ası -ö zellik le de Çin, H indistan ile
gelişm ekte olan d ü n y an ın diğer bazı yerlerinde gerçekleşen bü­
yüm eye izin v e re c e k sek - için gelişm iş d ünya halklarını boş va­
k it to p lu m u hay alin in vaat ettiğin i yapm aya ikna etm e n in ve
h atta b u n a im kân Lanımanın bir yolu b u lunm alıdır; yani, boş
zam ana o daklanm ış b ir yaşam biçimi benim sem ekten söz edi­
yoruz. Böylece tü k etim kalıpları d ah a az m ateryal-yogun hiz­
m etlere ve piyasadışı faaliyetlere yönelirken in sanlar da daha
az çalışır. N eoliberaller devletlerin insanlara onlar için neyin en
iyisi o ld u ğ u n u söylem elerin den şikâyetçi olacaklarsa da, ş ü p ­
hesiz bu tü r bir d ö n ü şü m vatandaşlarının uzun vadeli çıkarları
d o ğ ru ltu su n d a h arek et edecek devletlerin ö n c ü lü ğ ü n ü gerek­
tirecektir. Aksi halde b u d ö n ü şü m ü n piyasa güçleri sayesinde
ya da şirket ö n cü lü ğ ü n d e gerçekleşm eyeceğinden em in olabili­
riz. A ncak bu d ö n ü şü m gereklidir. Polanyi’nin bireysel özgür­
lüğün m o d ern k arm aşık toplum larda görülen kolektif ihtiyaç­
larla uzlaştırılm ası gerektiği şeklindeki yalın sap tam asının özü
bud u r. B unun için de şu ikisi arasında tercih yapm alıyız: Ç ö­
züm lerin keskin b ir şekilde kolektivisı, yabancı d ü şm anı dev­

38
letler tarafından dayatıldığı faşist rejim ler ile piyasaların ancak
dem okratik olarak belirlenen sınırlar içinde işlem eye devam e t­
tiği bir tü r dem o k ratik sosyalizm ya da sosyal dem o k rasi rejimi.

Para
Son olarak, para alanında da diğer iki alanda olduğu gibi d e­
ğişm eyen çok şey var. Burada da aşırı derecede liberalleşen pi­
yasaların tem el çelişkileri, Polanyi’n in 1920’ler ve 30’larla ilgi­
li olarak gayet açık bir şekilde tarif ettiği şeylere birçok açıdan
benzer şekillerde tezahü r çim ek ted ir. Bir kez d ah a para fiilen
kam u o to rite le rin in k o n tro lü n d e n çıkm ış, b u o to riteleri d ü n ­
ya üzerind e çokça kaotik ve m an tık dışı b ir hareket sergileyen
spekülatif finansa ellerinden geldiğince uyum sağlam ak d u ru ­
m unda bırakm ıştır. Bir kez daha döviz k u rları ek o n o m ik savaş
silahları halini alm ıştır. Bir kez d ah a idare edilem ez bir hal al­
mış borç yığınları, aynı anda birçok cephede yaratılm akta; spe­
külatörler bahse girerken hayal ettikleri, ço ğ u n lu k la hiç de ger­
çekçi olm ayan gelecek tasavvurlarını b u g ü n ü n sırtın a y ü k le ­
m ektedir. Bir kez daha, söz k o n u su b o rç la r to p lu m sal ilerle­
me taleplerini m ali so ru m lu lu k gerekçeleriyle taru m ar etm enin
aracı o lm u ştu r. Bir kez daha, b ü y ü m e o ran ları d u rg u n laşm ış,
kam u m âliyesi perişan bir hal alm ış ve ödem eler dengesindeki
açıklar büy ü m ek ted ir; buna karşılık toplum sal ve politik geri­
lim ler ise artm ak tad ır. Bu yeni gerçekliğe karşı başka bir alter­
natif olm adığı ve de istikrarsızlık, aşırılıklar ile kaynakların he­
sapsızca yanlış tahsis edilm esinin k am u çıkarına uygun görül­
mesi gerekliği gibi iddialara insanlar itiraz etm ektedir.
Kısacası, Polanyi’nin analizinin aşağı y ukarı hâlâ geçerli o l­
d u ğ u n u söylem ek için birçok n eden var. Piyasaları serbestleş­
tirm eye y ö n elik neoliberal girişim b ir "çifte h a re k e t” için ge­
rekli şartları şü p h esiz hazırlam ış, y ü k selen m u h alefet em are­
leri de bolca g ö rünm ektedir: Ç o ğunlukla Latin A m erika’da gö­
rü ld ü ğ ü ü zere sosyalist ya da sosyal d em o k rat eğilim de olanlar
kadar Birleşik D evletler ile eski D oğu Asya’nın yeni sanayileşen
ülkelerinde d ü p e d ü z faşist eğilim de olan ö rn e k le r de m evcut.

39
A ncak b u tü r b ir y o ru m yanlış olm am akla birlikte, ek sik kal­
m aktadır. G eçen elli sene zarfında m eydana gelen önem li ba­
zı değişim lere d ah a yakından bakm am ız gerekiyor; bu değişim ­
ler g ü n ü m ü z “çifte h a re k e tle rin in ” zem in ini o lu ştu ra n m addi
ve politik şartların doğasım da şüphesiz d eğiştirm iştir. Sonra­
ki bölüm de bu değişim lerin bazılarına değineceğiz; en son bö­
lüm deyse söz k o n u su gelişm elerin m evcut so ru n u anlam am ız
ve vatandaşlar olarak geleceğin “çifte h areketlerine” katılm a ça­
balarım ız açısından m u h tem el sonu çların a eğileceğiz.

Küresel kapitalizmde kritik değişimler?

K üresel k ap italizm d e m ey d an a gelen d eğ işikliklerin b ir “tü r”


d eğişikliği değil de “d e re c e ” değişikliği o ld u ğ u n u iddia e d e ­
rek başlam ak cazip g ö rü n ü y o r. A ncak bu şekilde, bu iki kav­
ram ara sın d a h e r zam an k e sk in b ir ay rım o ld u ğ u n u im a e t­
m iş o lu rd u k ; oysa gerçekte aralarındaki sın ır her zam an bu la­
nık ve belirsizdir. K apitalizm in şü phesiz tem el bir içsel m antığı
var am a aynı zam anda inşa edilm iş b ir sistem ; öyleyse bu m an ­
tık, söz k o n u su inşa sü reçlerin in doğası tarafından şekillendiri­
len biçim lerde ortaya çıkacaktır. Su bayır aşağı akar fakat n eh ­
rin akış y ö n ü g erek to p rağ ın h atları ve jeo lo jik yapısıyla, ge­
rekse insanın yaptığı seller ve yönlen d irm eler ile belirlenir; öte
yandan so n u n c u faktör olağandışı şartlar altında radikal deği­
şim e de uğrayabilir.
B una en iyi ö rn e k , kabaca 1948’d en 1973’e k ad a r g ö rü len
“A kın Çağ”ın g ü d ü m lü kapitalizm i ile geçen otuz yıl zarfında
v u k u b.ulâh' neoliberal kapitalizm in toplum sal ve insani etkileri
arasındaki olağandışı farklılıktır. A ltın Çağ dö n em in d e söz k o ­
n u su olan sadece daha hızlı b ir büyüm e ve daha fazla ü retk en
yatırım değildi; ayrıca artan verim liliğin g etirilerin in serm aye,
em ek ve diğer toplum sal çıkarlar arasında daha eşit bir şekilde
paylaşılm asıyla birlikte insani ve toplum sal gelişm e de olum lu
b ir d o ğ ru ltu d a sü rd ü rü lm ü ş tü r.1 Esasında refah devleti bu kü­

1 Küresel eşitsizlik tablosu daha az cesaretlendirici olm akla birlikle, geriye d ö ­


n üp baktığım ızda bu dönem in, gelişm ekte olan d ü n y an ın büy ü k çoğunluğu

40
resel k apitalizm biçim inin nihai ifadesidir; serm ayenin m antı­
ğının, güv en lik ve boş zam ana d u y u lan insani ihtiyaç ile istik­
rar ve hakkaniyete d uyulan toplum sal ihtiyaçla uzlaştırabilece-
ğini gösterm iştir.
Polanyici b ir p erspektiften, b u iki kapitalist d önem arasında­
ki karşıtlık şu tezi şiddetle desteklem ektedir: T oplum sal ilişki­
ler içine d ah a fazla yerleşm iş olan piyasalar, toplum sal ve insa­
ni so n u çları b ak ım ın d an toplum sal bağ lam d an n isp eten k o p ­
m uş o lan d iğ e r piyasalara kıyasla m u azzam fark lılık lara yol
açabilir. Dolayısıyla kapitalizm in so ru n u ilişkisel b ir soru n d u r:
“ya-ya da" so ru n u değil. K apitalizm in doğası önem lidir, çünkü
insani, to p lu m sal ve çevresel so n u ç la rı d eğ iştirm ek ted ir. So­
nuçta esas m eselem iz de bu olm alıdır.
D aha basitçe ifade edersek, k üresel k ap italizm in “Altın Çağ”
ile neoliberal m odelleri arasındaki tem el yapısal farklılık önce­
ki m odelde serm ayenin adresi o lm asından kaynaklanm aktadır.
Ö zü n d e b u ifade şu anlam a g elm ekledir: O z a m a n ın h u k u k i,
mali ve politik yapıları serm ayeyi belirli b ir çerçevede hareket
etm eye zo rla m ıştır ki, b u çerçevede e k o n o m ik çık arların ni­
hai b ö lü şü m ü n ü belirleyen tem el d eğişkenler -fa iz oranı, ücret
oranı ve döviz k u ru - serm aye, em ek ve devlet arasında gerçek­
leşen b ir tü r ü çlü m üzakere ile çokça ulusal düzeyde belirlen­
m ekteydi. H er ne k adar biçim leri ve b ir dereceye kadar da so ­
nuçları farklılaşsa da b u genel yapı tü m ü lkelerde bölüşüm m e­
selelerinin eskiden o ld u ğ u n d an daha fazla h akkaniyete uygun
ve tah m in ed ilebilir bir d o ğ ru ltu d a çözülebilm esini sağlam ıştır.
Bu d u ru m h em toplum sal d üzeni ve siyasi istikrarı desteklem iş,
hem de d a h a yük sek yatırını ve b ü y ü m e seviyelerini garan ti­
lem iştir.2 Bu k üresel sistem in başlıca “inşa ed ilm iş” unsurları
için so n rak i 30 senelik deneyim ine kıyasla nispeten olum lu bir donem olduğu
açıktır. Diğer yandan, çevre tablosunun oldukça so ru n lu olduğu söylenebilir;
fakat bu d u ru m , tehdidin büyüklüğünün o zam an henüz yeterince kavranm a­
m ış olm asıyla kısm en açıklanabilir. Ancak m uhtem elen şöyle bir gerçek de söz
konusu; A ltın Çag'ııı ulusal egem enlik vurgusu, uluslararası boyutu her zaman
daha fazla olan çevre sorunlarından ziyade ekonom ik büyüm e, İstikrar ve gelir
bö lü şü m ü gibi alanlardaki sorunlarla baş etm eye daha m üsaittir.
2 M aalesef b u "m odel", belirli bir Fordisı seri üretim m odeline (yani m ontaj hat­
tı) özgü olduğu imasıyla “Fordisı m odel" olarak anılır hale geldi. Daha da so-

41
-b u n la r söz k o n u su so n uçları verecek k ad ar serm ayenin “bir
adresi olm asını" g a ra n tile m iştir- erken B reıton W o o d s m o d e­
linin iki tem el özelliğidir; yani nispeten sabit, g ü d ü m lü döviz
kurları ve kısa vadeli, sp ekü latif serm aye h areketlerini dizgin­
leyecek ulusal serm aye k o n trollerin in hazır bu lu n m ası.3
Ü stelik bu sırada u lus-devletler 1920 ve 1930’ların kargaşa­
sına cevap olarak riskten kaçınan mali d en etim y ap ıla n geliş­
tirm iştir. Bu yapılar şu gibi u n su rları içenııiştir: Mali piyasanın
çeşitli k ısım ları a ra sın d a g ü v en lik d u v arları; b an k aların k re ­
di yaratm a yeteneğini denetlem eye yönelik katı b anka d ü z en ­
lem eleri ve ulusal p aranın nispeten daha yakından idare edilip

runlu bir şekilde, bu iddia bir ilen noklava taşındı ve bu m odelin artık sü rd ü ­
rülebilir olm adığı ç ü n k ü m odelin dayandığı seri üretim teknolojisinin "tüken­
diği” ve dolayısıyla m odel için kritik önem e sahip üretim artışlarının artık ger­
çekleştirilem eyeceği iddia edildi. Ne yazık ki b u “analiz”, “tükenen m odelden"
radikal b ir kopuşa ihtiyaç o ld uğunu kabul etm esi sebebiyle doğrudan neolibe-
rallenn işine yaradı. Gerçek şu ki. söz konusu m odel, küresel ek o nom inin ya­
pısal özelliklerine dayanan, politik olarak inşa edilm iş bir m odeldi hep; poli­
tik nedenlerle savunulm ası gerekenler de bu özelliklerdi. Daha küçü k çalışma
yerlerinde daha esnek bir üretim e geçişle ilişkilendirilen endüstriyel işçi sını­
fının zayıflaması olgusunun, söz konusu politik m ücadelede em eğin nispi gü­
cü n ü etkilem esi beklenebilir b ir sonuçlu, bu doğru; ancak bu etki uluslarara­
sı serm aye akışlarının serbestleştirilm esinin yol açlığı etkiden çok daha hafif­
ti. Diğer etki ise em eğin ayağının altındaki zem ini kaydırm ış, ulusal anlaşm a­
ların serm aye için bağlayıcılığım yitirm esiyle ciddi üç taraflı m üzakere olasılı­
ğı da etkin bir şekilde ballalanm ıştır.
3 Bu m odel, uluslararası serm ayenin serbest dolaşım ının ulusal hüküm etlerin
ekonom ilerini lam istihdam a dayalı büyüm e rayında tu tm ak içiıı ihtiyaç du y ­
dukları politika özerkliği ile bağdaşm az olduğu şeklindeki Keynesyen bir yak­
laşıma dayanm aktadır. Bu perspektife göre serm aye kontrolleri, gerekli asgari
ulusal politika özerkliği düzeyiyle uyum lu bir uluslararası sistem in tem el u n ­
su ru d u r. Ironik bir şekilde yıllar sonra Robert M ıındell şu görüşü için yaygın
bir destek b u lm uştur. M utıdell'e göre b ü tü n ülkeler im kânsız bir üç yönlü çe­
lişkiyle karşı karşıyadır, hepsi de üç şeye -y a n i sabit döviz kurları, bağım sız bir
para politikası ve uluslararası serm ayenin serbest a k ış ı- fazlasıyla ihtiyaç du y ­
m aktadır, ancak bunların sadece ikisine sahip olabilirler; bu d u ru m d a ü ç ü n ­
cü ise bağımlı değişken olarak piyasanın kontrolüne bırakılm ak d u ru m u n d a­
dır. Esasında bu, Keynesyen tezin anlam ı ideolojik olarak saptırılarak yeniden
söylenm esinden ibaretli; uluslararası serm ayenin serbest akışının b ü tü n ülke­
ler için sabit döviz kurları ve bağımsız para politikası ile eşit derecede önem ­
li bir politika hedefi olduğu iddiası sapm a noktasıydı. D ünyanın serbest ulus­
lararası serm aye akışlarına yönelm esiyle birlikte elbette artık bu serbesti halin­
de, Keynes in de ifade edebileceği gibi, ülkelerin ne sabit döviz ku ru n a ne de
bağımsız para politikasına sahip olabileceği açık bir hal almıştır,

42
kontrol edilm esini sağlayan güçlü m erkez! bankalar. Bu dene­
tim yapıların ın önem ve etkinliğinin en çarpıcı göstergesi bel­
ki de şu gerçek le y ansım aktadır: Birçok açıd an o ldukça k arı­
şık b ir uluslararası d önem sayılabilecek 1948 ile 1973 arasın ­
da D ünya Bankası tarafından tanım landığı şekliyle bir tane bi­
le “ciddi bankacılık krizi” görülm em iştir; öte y an dan neolibe-
ral d ö n em in 1974’ten 1992’ye kadarki erken aşam alarında, her
biri söz k o n u su to p lum için ağır m aliyetlere ve y üke yol açm ış
bu tü r en az 69 kriz g ö rü lm ü ştü r.4
M aalesef neoliberal devrim küresel kapitalizm i öyle bir şekil­
de yeniden inşa etti ki, son derece serbest bırakılm ış bir k ap i­
talizmde g ö rü len tem el özelliklerin ç o ğ u n u da yeniden üretm iş
oldu. Böylelikle piyasa g ü ç le rin d e n m ü k e m m e l u şak la r am a
bte yan d an da felaket efend iler olacağını anlayacak kadar ta­
rih bilgisi olan B reıton W oods A n ıla şm a sın ın esas m im arlarını
dehşete d ü şü recek bir d u ru m yaratılm ış oldu. Kendi kuralları­
na göre işleyen piyasa hayalini gerçekleştirm eye yönelik bu ye­
nilenm iş g irişim in sonuçları, gerek onların k o rk u ların ı gerek­
se Polaııyi’nin tarihsel g ö rü şü n ü haklı çıkardı. D oğrusu bugün
birçok açıdan piyasalar, toplum sal ilişkiler b ü tü n ü n d e n tarihte
o lduğu n d an d ah a kapsam lı bir biçim de k o p m u ş dü rü m d alar.
Böylece h e r ne k ad ar düny an ın şu an 1920’lerin belli başlı şart­
larını y en id en o lu ştu rm u ş olduğu do ğru ise de - b u şartlar ni­
hayetinde 1930 bun alım ına ve d ah a so n ra savaşa yol açm ış, di­
ğer yan d an ise Polanyi’n in Büyük Dönüşüm'de incelediği “çifte
hareketi” körüklem işti- m evcut şartlarda geleceğin “çifte hare­
ketlerin in ” gelişim ini ciddi ölçüde etkileyebilecek önem li fark­
lılıklar da g ö rülm ektedir.
B u rad a ü ç fa rk lılık ta n b a h se tm e k m ü m k ü n . İlki b ir “çif-
Le h arek e te ” ihtiyacı azaltabilecek tü rd e n , çü n k ü piyasalar ar­
tık d ah a m ak u l so n u ç la r do ğurabiliyor. D iğer ikisi ise başarı­
lı bir “çifte h a re k e t” olasılığını azaltabilecek tü rd en ; b u n u n ne­
deni ya sistenıik çelişkilerin daha iyi yönetilebilm esi ve böylece

+ Bu “hesap". 1990'larm başında Dünya Bankası tarafından gerçekleştirilen bir


çalışm adan kaynaklanıp, Joseph Sliglitz'in 1998'de H elsinki'de senelik WIDER
k o n u şm asında etraflıca tartışılm ıştır.

43
mali krizlerin siyasi krizlere d ö n ü şm e ihtim alinin d ü şü k olm a­
sı ya da m u halif güçlerin, piyasa güçlerini politik olarak tanım ­
lanm ış egem en toplum ların içine yeniden yerleştirm ek için ge­
rekli uyum ve birliği sağlam a kabiliyetlerini dizginlem enin ve­
y ah u t b astırm an ın daha da kolaylaşm ış olm ası.
Bu m akalenin geri kalan kısm ı bu üç olasılıktan sadece son
ikisine o d ak lan acak , an c a k ilk in d e sağlanacak bir gelişm enin
d iğer ikisini tartışm a ihtiyacını potansiyel olarak bertaraf ede­
ceğini kabul etm ek gerek. Buraya k ad ar yaptığım ız tartışm a gü­
n ü m ü z ü n to p lu m d an k o p m u ş piyasa so n u ç ların ın yenilenm iş
b ir “çifte h a re k e te ” h âlâ ihtiy aç d u y d u ğ u n u g ö ste rd iğ in i a n ­
latm ayı am açlıyordu. B unun ö tesin d e ise gelecekte “piyasala­
rı toplum sal çıkarlar d o ğ ru ltu su n d a y ö n e tm en in ” daha verim li
yollarını geliştirm e ihtim ali, ileride gelişebilecek “çifte h arek et­
lerin ” doğasını ve kapsam ını d ü şü n ü rk e n ele alınm ası gereken
bir soru olarak beliriyor.
Söz k o n u su soru ları ele alırken, bu m akalede esas olarak pi­
yasa güçlerinin yörü n g esin i belirlem ede gittikçe baskın bir rol
oynayan küresel m ali sistem deki değişikliklerin yol açtığı en­
gellere odaklanm ayı am açlıyoruz. Bu tartışm anın çıkış noktası­
nı, ulusal düzeyde b elirlenen politika sü reçlerinin piyasa güç­
lerini kam u çıkarı d o ğ ru ltu su n d a yönetip yönlendirebilm esine
im kân tanıyan belirli m ali düzenlem eler sayesinde A lım Çağ’ın
m ü m k ü n o ld u ğ u fikri o lu ştu ru y o r. Bu, şu anlam a da geliyor:
T o plum ların söz k o n u su piyasa güçlerini kam u çıkarı d o ğ ru l­
tu s u n d a y ö n e tm e d e g ittik ç e a rta n k ifay etsizliğ in in -s a m im i
b ir d em o k ra tik d e ğ e rle n d irm ed e neredeyse herkesçe k ın a n a ­
cak tü rd en ters so n u çların b irik im in d e g örü ld ü ğ ü g ib i- kredi
yaratm a ve tahsis g ü c ü n ü n , to p lu m u n o rtak çıkarlarını tem sil
ve k orum akla y ü k ü m lü olan kam u o to ritelerinin gittikçe k o n ­
tro lü n d en çıkm ış o lm asından kaynaklandığı dü şü n ü lm ek ted ir.
Daha önce de belirtildiği gibi bu gelişm enin tem el nedenle­
ri daha önceki örnek lerle çokça aynı. Belki de bu nedenleri en
iyi Keynes’in şu g ö rü şü n ü hatırlayarak özetleyebiliriz: Faiz o ra­
nı ekseriyetle ulusal düzeyde belirlenm ediği sürece, hiçbir u lu ­
sal to p lu m gözde “toplum sal d eneylerini” gerçekleştirebilecek

44
-y a n i bağım sız b ir ek o n o m ik ve sosyal politikaya sahip olabile­
c e k - k o n u m d a olam az.
A m acım ız b u ra d a söz k o n u su s ta n d a rt tezleri yeniden göz­
den g eçirm ek değil. A ncak artık yeni ya da farklı bir hal aldığı
söylenebilecek şeyleri d ü şü n m ey i am açlıyoruz. Dolayısıyla m a­
kalenin b u b ö lü m ü n d e g ü n ü m ü zd e gittikçe d en etim d en çıkan
piyasaların yörü n g esin i d eğiştirm e k ap asitesin e en fazla sahip
olan, birb iriy le ilişkili üç farklılığa odaklanacağız. B unlar şöy­
le sıralanabilir: T arihte ilk kez, alım gibi b ir m ctaya -d o ğ ru d a n
ya da d o la y lı- b ir bağla sm ırlan m ak sızın . neredeyse bedavaya
yaratılan kağıt p araya dayalı b ir d ü n y a ek onom isiyle baş edi­
yoruz. İkinci olarak, uluslararası m ali piyasaların işleyişi, arlık
çoğu h ü k ü m e tin şim diye k ad ar egem enlik g ü c ü n ü büyük ölçü­
de teslim ettiği b ir dizi uluslararası k u ru m tarafından destekle­
niyo r ve b u güç, söz k o n u su k u ra m la rın bağlayıcı nitelikte ve
gittikçe dav etsiz h arek et eden ulu slararası k u ral ve sözleşm e­
leri u y g u lam alan n ı ve an laşm azlıklar ü zerin d e küresel ek o n o ­
m ik rasyonalite tanım larına bağlı kalarak h ü k ü m verm elerini
gerektiriyor. Son olarak, b u g ü n ü n m ali piyasaları sınırlar ara­
sında, firm alar ile bireyler arasında ve gelecekle şim di arasında
neredeyse tasavvur edilem ez bir derecede b ö lü n m ü ş am a birbi­
rine de bağlı m ülkiyet yapılan ve risk profilleri içeriyor.
Bu y eni d ü n y a n ın an a akım m im arları besbelli ki, bu nite­
lik ve yen ilik lerin küresel ekonom iyi d a h a esnek ve yönetile-
bilir bir hale getirerek daha verim li kıldığını savunuyorlar. Bü­
yüm enin d ah a yavaş olduğu ve gelir eşitsizliklerinin arttığı ka­
b u l ediliyor an cak b u n la r geride kalan piyasa başarısızlıkları­
na bağlanıyor ki, bu da Polanyi’n in ifadeleriyle em ek, toprak ve
paranın h en ü z saf nıeıalara d ö n ü ştü rü lm ed iğ in i söylem eye va­
rıyor. Benzer b ir şekilde mali krizlerin hem ö zg ü n olduğu hem
de aşırı derecede pahalıya mal olduğu yaygın bir şekilde kabul
ediliyor fakat b u n ların “daha verim li” b ir d ü n y ad a lüzum lu be­
la oldu k ları da söyleniyor. Bu iddia tarihsel kayıtlarla halta ka­
nıtların neoklasik bir okum asıyla5 dahi bağdaşır nitelikte olma-

5 Ö nde gelen neoklasik iktisatçıların gittikçe artan bir kısm ı -K rn g m an . Bha-


gw ati, Sachs, Sıiglilz, Lanee Taylor ve d iğ erleri- mali serbestletm enin en sınır-

45
dıgm dan ö tü rü ciddiye alınabilecek gibi değil; öte yandan yine
de eleştirel, Polanyici bir p erspektiften bile dikkate alınm ası ge­
reken bir takım so ru n lara da işaret etm ektedir.
A rtık saf kâğıt paraya dayalı bir d ü n y ada yaşıyor o lu şu m u ­
zu n o lağ an ü stü b ir so n u c u oldu: D ünya tastam am likidite ile
k ap lan m ış bir halde; geçen yirm i sene boyunca da d u ru m bu
old u . A ncak k a rb o n u n o k y a n u sla r ta rafın d an em ilip k arb o n
deposu olarak m uhafaza edilm esi gibi, b u likiditenin esas kısm ı
da d ü n y a ü zerinde p atlak vererek hızla çoğalan türev piyasala­
rın ın dipsiz d e rin lik le rin e em ilerek etkisiz k ılın m a k tad ır. Bu
piyasalardaki b ü y ü m e ile ölçek tanım lanm aya direniy or am a en
geçerli tahm inlere göre bu piyasalar şu an kesinlikle çok b ü yük
ve özellikle de d o t.co m ç ö k ü şü ile Asya mali k rizin d en so nra
hızla b ü y ü m ü ş dü rü m d alar. Ve büyüm eleri akıl alm az bir şekil­
de devam ediyor. İki sene önce L ondon School of E conom ics'te
b u k o n u üzerin e bir k o n u şm a için hazırlanırken döviz türevleri
piyasasının ilk kez b ir trilyon d o la n aştığını öğrendiğim de hay­
rete d ü şm ü ştü m fakat o zam an dinleyicilere de söylediğim gibi
beni esas hayrete d ü şü re n bu piyasanın geçen altı ay içerisinde
yüzde 58 b ü y ü m ü ş olm ası ve b u n u n pek kim se tarafından fark
edilm em iş olm asıydı. A ncak bu artık sıradan bir şeye d ö n ü şlü .
Birleşik D evletler’de gayri m enkul türevleri piyasası, geçen bir­
kaç sene içinde özellikle de dot.com çö k ü şü n d e n so n ra çok d ü ­
şü k bir düzeydeyken ü lk ed ek i en önem li mali piyasalardan bi­
ri haline geldi. Ve şim di de “kredi tü revleri’’ için yeni bir piyasa
-b a n k a la r ile diğer mali k u ru lu şların k endilerini varsayılan ris­
ke karşı sigortaladıkları b ir p iy a sa - b en zer derecede olağanüs­
tü bir şekilde o rtam ın içine d o ğ ru infilak etti.

B ankalar, hedge fonlar ve benzerlerinin bu karm aşık mali


araçlan çok daha fazla kullanmaya başlamalarıyla birlikte kre­
di türevleri piyasası bu sene hızla genişledi... Bütün kredi türe­
vi sözleşm elerinin toplam farazi değeri İ 2.430 milyon dolara
erişti. 2005 H aziranfnda Ocak ayından itibaren yüzde 48 artış

Iı ncoklasik anlam ıyla bile olsa ekonom ik fayda ürettiği şeklindeki bir iddiaya
destekleyecek önem li ya da inandırıcı kanıt olm adığını dillendiren ve gittikçe
büyüyen bir koroya seslerini katm ıştır.

46
yaşandı, bir yıl öncesine kıyasla yüzde 128 artış görüldü... Da­
ha beş sene önce varlığından güç bela bahsedebilinecek sek­
törde görülen bu büyüme, küresel mali sistem de yaşanmakta
olan değişimlere dikkat çekiyor; bankacılar ve yatırım cılar bu
araçlan bilançolarını riskten arındırıp, riski hedge fonları gibi
diğer yatırımcılara devretm ek için kullanıyorlar.6

Bu faaliyetin b ir kısm ı “g erçek” ticaret faaliyetlerinde kaçı­


nılm az o larak alın an risk leri h ak ik aten u y g u n b ir şekilde d a­
ğıtabiliyor; öle yandan bu gelişm elerin b ü y ü k lü ğ ü , söz k o n u ­
su gerekçelerle m akul sayılabilecek b ir d ü zey d en çok uzakla.
G erisi esasen spek ü latif bir etk in lik ki, bu da genellikle tam da
k endisin in o luşm asına katkıda b u lu n d u ğ u b ir belirsizlik o rta ­
m ına arbitraja dayanıyor. Ne de olsa, 1997’de tam da Asya krizi
patlak verm ek üzereyken yazan m ali b ir ra p o rtö rü n ifadesiyle,
“sp ek ü latö rler için kargaşa ortam ı c e n n e ttir.”7
G ü venilir tek uluslararası m ali denetleyici olan U luslararası
Ö dem eler B an k asın d an bir görevliye geçen sene şu n u sordum :
M eşru, denetlem eye tâbi m ali k u ru m la r ile ana akım şirk etle­
rin, hileli davranışları basitçe sta n d a rt m aliyet-kâr hesaplarıy­
la gerçek leştirilen norm al b irer ticari faaliyet olarak benim se­
dikleri b ir o rtam d a, insanlar ile k u ra m la rın ö zü n d e d en e tlen ­
m eyen türev piyasalarında giriştikleri faaliyetlerin m akul yasal
veya elik sınırları düzenli bir şekilde çiğneyeceğini varsaym ak
m antıklı değil m idir? Cevap basitçe “evet, elb ette” oldu.
B ugüne k adar b u piyasaları uluslararası düzeyde bir d en e ti­
m e tâbi kılm aya yönelik tü m girişim ler ABD ile İngiltere M er­
kez Bankaları tarafından anında şiddetle engellenm iştir. En son
görülen b ir örn ek te, ABD M erkez Bankası başkanı, bu piyasala­
rın finansal piyasalar için hayati önem d e likidite yarattığı ve de­
n etim d en m u af olm adıkları d u ru m d a y ap m alan gereken işi ya­
pam ayacakları gerekçesiyle bu yöndeki talepleri büsb ü tü n ge­
ri çevirm iştir.

6 R ichard Beales, Jen n ifer H ughes ve G illian T en , "C redit Derivatives M arket
M ore than Doubles in a Year”. Financial Times, 29 Hyliil 2005, 17.
7 Brian M ilner, “For Speculators, P andem onium is Paradise", Toronto Clobe anil
Mail. 2 9 E k tm 1997, Bl.

47
“K apak h ik â y e le rin i”, yani g erçek ek o n o m id e söz k o n u su
olan bazı risklerin y önelim ini sağlayan faaliyetler haricinde bu
piyasalar ne işe yarıyor? A lışılagelm iş cevaba göre piyasa k u ­
s u rların a arb itraj ediyorlar; bu ise neredeyse hiçb ir den etim e
tâbi olm ayan oldu k ça likit ak tö rler olarak ayrıcalıklı k o n u m la ­
rı sayesinde piyasa k u su rların d an yararlandıkları anlam ına ge­
liyor. 2002’de Toronto Glove and Mail için yazan mali bir rap o r­
tö r K anada’daki faaliyetlerinin k ü çü k b ir b ö lü m ü n ü şöyle ta­
rif ediyor:

En güzel işti, iki kuşaktan türev uzm anı her gün işe geliyor,
O ttow a’m n yabancı yatırım lar üzerindeki g ü lü n ç kısıtlam a­
larından yatırım cıları kurtarm ak için yeni yollar keşfediyor,
yüklü m iktarda para yığıyor ve eve dönüyordu. Hem k u ru m ­
sal hem de bireysel müşterilerin daha az riskle daha fazla kâr
edinm esine yardımcı olm ak geçimini sağlamak için harika bir
yoldu... A ncak türevlerin böylesi karm aşık ve tam am en ya­
sal olan kullanımı federal yabancı hacim sınırlarıyla alay edip,
em eklilik planlan ile çeşitli yatının fonu türlerinde lüzum suz
masraflara yol açm ıştır.8

Oysa belli ki, b u buzdağının sadece g ö rü n en kısm ı. Bu şekil­


de arbitraja k o n u olan sadece ulusal k an u n lar değil. Ayrıca ce­
halet, zayıflık,.yeterince güçlü olm ayan ticari faaliyetler, zayıf
sendikal sözleşm eler, aşırı m iktarda (“so ru m lu lu k için d e” d i­
ye de o k u n ab ilir) fon tahsis edilen em eklilik fonları, çevre d ü ­
zenlem eleri ve elbette belirsizlik; özellikle de piyasaların k e n ­
d ilerin in o luşm asına katk ıd a b u lu n d u k la rı tü rd en bir belirsiz­
lik. Ve kim se dolan d ırılm a riskinden m u a f değil. Bu hırsızların
o n u ru yok. M esela P ro cter & G am ble 1990’ların başında para­
sın ın bir kısm ım g ö rü n ü şte bu piyasalarda yüklü m iktarda pa­
ra kazanıldığı için türevlere yatırm aya k arar verdiğinde, p ara­
sını sektö rd e uzm an kabul edilen Bankers T ru st’a teslim etm iş­
ti. Birkaç yıl boyunca u ğ ran ılan ağır kayıplardan sonra, tem inat
görevlerini yerin e g etirm ek le de başarısız olm akla suçlayarak

8 A n d rew W illis, “D eriv ativ es— B anks Lose on B udget's F o reig n In v estin g
Changes", Toronto Globe and Mail, 25 Şubat 2005.

48
Bankers T ru st’a karşı dava açtı. Dava u m u tsu z g ö rü n ü y o rd u , ta
ki Bankers T ru st’m elem anları ile m üşterileri arasındaki b ü tü n
görüşm eleri d ü zen li olarak b anda kaydettiği keşfedilene kadar.
6.500 b an t, d elil o larak m ahkem eye çıkartıld ığ ın d a b u kayıtla­
rın düzen li o larak d ah a m ü şteriler gelm eden ö n ce başlatıldığı
ortaya çıktı. Böylece d ü n y a ciddi ve saygın b ir m ali k u ru lu şu n
bu piyasaları nasıl “işlettiğini" ilk elden görebilm iş oldu. Busi­
ness W eek'te verilen detaylı haberlere de bak ın ca vaziyet o ld u k ­
ça aşikâr b ir h al aldı. Bantlara ilişkin m ah k em e k ayıtlarında yer
alan b ir cüm leyle b u d u ru m u aslında özetlem ek m ü m kün: “H i­
le o k ad ar y aygındı ki... B ankers T ru st çalışanları b ir m üşteri
kazıklam a y ö n tem in i ROF -ç a lm a fak tö rü ifadesinin İngilizce
k ısaltm ası- diye ad lan d ırıy o rd u .”9
H alihazırda canavar olarak g ö rü n en b u d ü zen b az varlık tüm
y ü k ü n ü A lm an kapitalizm inin üzerin e yıkm ak üzere. Bu sistem
yakın zam ana k ad ar neoliberal saldırıya b ir dereceye kadar di-
renebilm işti. Şim diyse b irço k u n su ru acım asız b ir saldırı altın ­
da: A lm an refah devleti, bankalarla sanayi arasındaki ilişki; se­
nelerce fiyat yerine kaliteye dayanan rek ab ette başarılı olm ası­
na im kân tanıyan old u k ça kalifiye işçileri sağlayan ü n lü insan
kaynakları geliştirm e program ların ın işleyişi ve finansm anı; ça­
lışanlara y ö n elik em eklilik fonlarının b irç o ğ u n u n m uhafazakâr
m odelde finansm anı ve sendikaların sanayi k u ru lların d a yer al­
m a hakkı. H edge fonları zafiyeti h issed ip , k am u varlıklarının
satılm ası ve eski p ra tik le rin altü st edilm esiyle o lu şacak y ü k ­
lü m iktard a m eblağa arbitraj için şim di saldırıyor. Bu fonların
m üdahil olm asıyla değişim ih tim alin in b ir im k â n a d ö n ü şm e ­
si m uhtem el, ç ü n k ü m uazzam likidite havuzlarına özgü deva­
sa bir gü cü k o n tro l ediyorlar ve b u g ü ç esk id en tahayyül edile­
m eyecek ölçü lerd ek i finansal kaldıraç kullan ab ilm e yetenekleri
ile daha da katlanıyor. Bir rapora göre hedge fonları ellerinde­
ki A lm an hisselerini yakın zam anda o k ad ar artırd ılar ki, şim di
“A lm anya’n ın en b ü y ü k şirk etlerin in öz serm ayesinin yüzde 25
k adarına sa h ip le r.” G üven verircesin e b ir fon yöneticisi hızla

9 H olland, H im m elstein ve Schiller, “C over Story: T he Bankers”, Business Week,


16 E kim 1995. 106-11.

49
ekliyor: “A lm anya sa ld ın için seçilm iş değil, sadece piyasa çev­
rimi A lm anya’da d o ğ ru işliyor.”' 0
Peki bu A lm anya için ne anlam a geliyor? Bu d u ru m d a n fay­
dalanm ayı u m u t eden ler de dâhil olm ak üzere birçok m ali uz­
m a n a g ö re , b u n u n A lm an e k o n o m ik fa a liy e tle rin d e o lu ş a ­
cak b ir d ev rim d en farkı yok. Financial Times'da yazan Gillian
T etı’in ifadesiyle:

Geçtiğimiz yıllarda çok yüklü miktarda bir alacak bankalar ve


emeklilik fonlan gibi geleneksel aktörlerden hedge fonları ku-
rum larının eline geçli... Bu değişm enin sonuçlan hâlâ to p lu ­
m un önemli bir kesimi için yeterince görünür değil; bu çokça
Avrupa’nın birkaç senedir sanayiye yayılan bir yeniden yapılan­
ma sürecinden geçmemiş olması ve hedge fonlarının reklamdan
nefret etm esinden kaynaklanıyor. Ancak yakın zam anda ger­
çekleşen yeniden yapılanmalar... geleneksel bankaların kontro­
lünden çıktı. Ve... bunun yatırımcılar, denetleyiciler ve şirketler
[çalışan insanlardan bahscdilmiyor-MABl için önemli sonuçla­
rı söz konusu... Anglo-Sakson bankerler için bu değişme tama­
men arzulanır bir şey, hatta geç kalmış. Bu değişimlerin fiilen
yaptığı şey, Avrupa şirket dünyasına daha fazla sermaye piyasa­
sı disiplini aşılamak ve dost bankaların birçok firmaya gelenek­
sel olarak yaptığı kıyağa son vermek... Ancak özellikle de Fransa
ile Almanya’dakiler olmak üzere çoğu Avrupalı politikacı ya da
şirket yöneticisi için girişken hedge fonlarının şirketlerden pay
edinmesi büyük bir endişe kaynağı. Bir hedge fonu oyuncusu
da şunu kabul ediyor: “Bu, Avrupa’da ticaretin geleneksel olarak
yapılış şekline karşı bir saldın olarak algılanıyor.”"

Y apbozun son parçasını son dö n em çalışm alar tam am lıyor;


bu çalışm alar gayet ikna edici bir şekilde gösteriyor ki, ABD m a­
li piyasalannın esas kısm ı şu an Birleşik D evletler’deki otoriteler
tarafından tehlikeli veya zor zam anlarda krizlerin ya da ani çö­

10 Jenkins ve M ilne, “Hedge F unds Hold a Q uarter of G erm any's Blue-Chips", Fi­
nancial Times, 2 Eylill 2005, 21.
11 G illian T en, “W ho O w ns Your Loan? W hy E urope's Businesses Will Face Sur­
prises if T rouble Hits". Financial Times, 29 T em m uz 2005, 11.

50
küşlerin ö n ü n e geçebilm ek için düzenli olarak m anipüle edili­
y orlar.'2 Elbette bu teyit edilm iş olsaydı ABD ekonom isinin, ya­
kınlarda sıfıra d ü şm ü ş ulusal tasarru f oranı, rek o r düzeylerde­
ki tüketici b o rçlan ve şüphesiz sü rd ü rü lem ez boyutlardaki iç ve
dış (kam u sek tö rü ) açıklara rağm en nispeten daha sakin bir şe­
kilde işleyebilm iş olm asını açıklam am ıza yardım cı olurdu.
Ö n ü m ü zd ek i tabloda küresel ölçekle etki alanı olan, ABD te­
melli b ir u luslararası m ali sistem g örüyoruz. Bu sistem toplum ­
sal gözetim d en k o p m u ş b ir halde, gittikçe d ah a fazla etkin ve
sert bir biçim de neoliberal gün d em i uyguluyor. Bu sistem şü p ­
hesiz h o şn u tsu z lu ğ u artıracak ve geleceğin “çifte h areketi” için
temel sağlayabilecek tü rd en yıkıcı ve çelişkili so n u ç la r d o ğ u ru ­
yor; an cak aynı zam anda bu sistem , çalışanlar ve gerçek d ü n ­
ya ek o n o m ilerin i d ü zen li o larak ziyaret ed en krizlerden k e n ­
di iç in d e e tk ile n m e d e n k alab ilecek o la ğ a n ü s tü b ir kap asite
de ed in m iş d u ru m d a . B irçok açıdan 1929 b u n a lım ın ı o ld u k ­
ça geride bırak m ış olan dot.com b a lo n u n u n ç ö k ü şü n ü böyle-
sine aşikâr b ir kolaylıkla atlatm a yetenekleri, şü p h esiz hayran­
lık uyandırıyor.
S istem in g eçen o n se n e le r zarfın d a g ö sterd iğ i d ik k a te d e ­
ğer esn ek liğ in in açıklam ası b u ra d a yatıyor. B üyük m ali kriz­
ler, bölgesel istikrarsızlık ile artan ölçülerde toplum sal ve beşe­
ri güvensizlik yaratm a y ö n ü n d ek i süregelen tartışılm az eğilim i­
ne karşın, bu altü st oluşların kendi içsel u y u m u n u ya da ege­
m enliğini baltalam asını, halta teh d it etm esini dahi engellem eyi
başarabilm iştir. D oğrusu bu krizler, genellikle insanları ve to p ­
lu n d a n bu sistem in h er zam an yaratm aya istekli ve kadir o ld u ­
ğu ve so n ra da yol açtığı krizlerin peşinden dağıttığı kredilere
daha bile fazla bağım lı kılm ıştır. A ncak tarih gösteriyor ki, ta­
rihin gidişatını değiştirecek “çifte h arek etler” için fırsat, genel­
likle sadece krizler m evcut sistem in işlem e kapasitesini çökert-

12 Kamı, ilk olarak Robert Bell tarafından 23 Nisan 2005 tarihinde financialsensc.
com sitesinde yayımlanan “The Invisible Hand (of the U.S. G overnm ent) in Fi­
nancial Markets" adlı m akalede sunulup iarıışılm ışıır (bkz. www.finaneialsense.
com /ediıorials/reality/2005/0403.htm l). Daha sonra Kanada'nm en saygın ve ba­
şarılı yatırım kuruluşlarından biri olan Sproit Investm cnts’ın iısı düzey persone­
li tarafından hazırlanan bir rapor ile bu ıcz desteklenip, onaylandı.

51
liginde ve b u n u n so n u c u n d a çıkan çatışm alar tarihten ders çı­
karm aya istekli in san lar tarafından içinde yeni bir d ü n y an ın ya­
ratılabileceği b ir b o şlu k yarattığında belirm ektedir.
T a rtışm a n ın b u b ö lü m e so n v erirsek , n e o lib e ra liz m in yö­
rü ngesini tersine çevirecek yeni b ir “çifte harekete" açıkça ar­
tan bir ihtiyaç olm asına rağm en, piyasa güçlerini etkin b ir to p ­
lum sal ya da d em o k ratik gözetim dışında işleyebilecek şekilde
p ek iştirm e d ü rtü s ü n ü n çoğu kişinin tah m in edebileceğinden
ve de u m d u ğ u n d a n çok daha u zun bir sü re devam ettiği k o n u ­
su n d a pek az şü p h e vardır. Mali krizler sık sık ve b ü yük m ali­
yetlerde gerçekleşm iş ise de bu habis projede önem li sapm ala­
ra yol açm am ıştır. D oğrusu, Asya m ali krizi D oğu Asya’n ın m a­
li piyasaların ın kriz ö n cesin d e olabileceğinden çok d ah a h ız­
lı ve k apsam lı b ir şek ild e serb estleştirilm esin e n ered ey se ta ­
m am en im kân tanım ıştır. Ü stelik toplum sal ilişkiler b ü tü n ü n ­
den k o p an bu piyasa güçlerinin p ekişm esinin bir süre daha de­
vam edebileceğine in an m ak m ü m k ü n ; ta ki bu projede tarihsel
b ir sapm aya izin verecek k ad ar d erin d en ve m asraflı b ir kırıl­
ma olana kadar.
Bu küresel p iram it şem ası bir gün çökecek olsa da, gerçekleş­
tiğinde m u h tem elen b u n u kutlam aya izin verem eyecek bir m a­
liyete yol açacaktır. Şüphesiz m evcut dengesizliklerin çapı öy­
lesine büyük, borç dağları öylesine m uazzam ve çevresel ile p o ­
litik so ru n la r o k ad ar şiddetli ki, ciddi krizler ve altüst oluşlar
m u h a k k a k kaçınılm az. Ü stelik içinde yaşadığım ız an d an çok
uzak bir tarihte de değil. A ncak m evcut sistem in bu tü r şokları,
cidden zayıf b ir noktay a varacak k ad ar iç tutarlılığını kaybet­
m eden içine çekm e kapasitesi de şü p h esiz bu güne k ad a r gö­
rülm em iş bir şey.

Politik sonuçlar

Büyük b ir krizi tah m in edip b u n u b ir fırsat olarak sunm aya ça­


lışm ak yenilikçi analistler ile akıivistler için her zam an kötü bir
pazarlam a stratejisi o lm u ştu r. Bu stratejinin tercih so n u cu d e­
ğil de, şartların dayatm ası olm ası işi kolaylaştırm az. Böyle bir
52
krizin m u h te m e le n bazı ü lkelerde faşizm e yol açacağını, eko­
nom ik bun alım hatta savaş getirebileceğini söyleyen bir analiz
ile karşı karşıya kaldığım ızda so ru n daha da başa çıkılm az bir
hal alıyor. Bu n o k tad a v atandaşlar ve analistler olarak bizim bu
tip bir k rizin ö n ü n e geçm ek ve potansiyel olarak “im kânsız ha­
yalim iz" -y a n i d ünya önce çok d erin ve u z u n süreli politik ve
ekonom ik b ir kriz ile d izlerinin ü zerin d e çök m ek zo ru n d a kal­
m adan başarıya ulaşm ak için bir “çifte h a re k e ti” olanaklı kılm a
h ay ali- y o lu n d a m ücadele etm ek için y o ru lm ad an çalışm am ız
gerektiği k o n u su n d a kararlı olm am ız önem li. Bu kulağa iradeci
ve naif geliyor ise bu sıfatlarla yaşam am ız gerekiyor; çü n k ü al­
ternatifler tasavvur edilem eyecek k ad ar k o rk u n ç.
Bu d u ru m d a ilk yapm am ız gereken şey başka b ir d ü n yanın
m ü m k ü n o ld u ğ u bilgisini canlı tu tm ak . Bu sadece kelim enin
her anlam ıyla daha verim li olan b ir d ü n y a değil; ayrıca her açı­
dan dah a insani ve daha a rz u la n ır b ir dü n y a. “Ö z g ü rlü k ” ke­
lim esin in , sadece b aşk aların ın yarattığı a rtı değere el koyabi­
lecek k ad ar şanslı olanlar için değil, tü m vatan d aşlar için tek­
rard an g e rç e k te n o lu m lu b ir an lam ed in eb ileceğ i b ir dünya.
Ve bu bilgiyi canlı tu tm a k için en iyi b aşlangıç noktası Kari
Polanyi’n in k ap italizm in tarih i ü zerin e su n d u ğ u “pan o ram ik
g ö rü n ü m .”
Y apm am ız gerek en ikinci şey, tarih ile k a n ıtla rın b u g ü n ü n
d e n e tim d e n çık m ış piyasaları h a k k ın d a k i id d ia ların ı d estek ­
lediğini ileri sü re n le rin foyasını b ık m a d a n , u sa n m ad an o rta ­
ya çıkarm ak. Bu k o n u d a hiç şüphesiz bir ilerlem e kaydediliyor;
bunda kan ıtların neoliberal teze son derece elverişsiz oluşu ve
“diğer taraftan ” bazı ö nde gelen kişilerin altern atif bir tasavvu­
ra d estek lerin i verm elerinin katkısı var.
Y apm am ız g erek en diğer şey, F red B lock’u n yakın z am an ­
larda y ap tığ ı uyarıyı ciddiye alm ak: K üresel k a p ita list teh d i­
din sistem ik doğası üzerine a şın bir v u rg u insanları güçsüzleş-
tirm eye y arayabilir13 ve n eo liberalizm e “b ir a lte rn a tif olm adı-

13 Fred Block. “ D econstructing Capitalism as a System ". Approaches to Varieties


o f Capitalism konulu uluslararası sem pozyum için m akale. U niversity of Man­
chester, M art 1099.

53
gı” şiarını pazarlayanların ekm eğine yag sürebilir. S o ru n u n sis-
tem ik doğasını vurgulam adaki tehlike, h er şey m ü m k ü n olm a­
dıkça hiçbir şeyin m ü m k ü n olm adığı, m erkez devrilm edikçe -
ki b u felce karşı kesin b ir re ç e te d ir- h içbir şeyin yapılam ayaca­
ğı gibi bir izlenim ine yol açabiliyor olm asıdır. İşte bu nedenle
gerekli olan sistem ik analizi, kapitalizm in inşa edilm iş doğası­
nı ve kapitalizm in so n u çların ın lam da b u inşa edilm e biçim ine
dayandığı gerçeğini vurgulayan b ir bağlam a o tu rtm a k elzem.
Bunun ö tesinde m ü cad elen in her düzeyde ilerlem esi gereki­
yor: N eoliberalizm in ilerleyişini h er alanda yavaşlatm ak ya da
durd u rm ak ; su y u n özelleştirilm esine karşı çıkm ak; söz k o n u su
değişiklikleri haklı gösterecek kanıt, halta teori bile olm adığı
m üddetçe piyasa ilkelerinin kam usal hizm et alanlarına gittik­
çe yayılm asına karşı çıkm ak; hesap verebilirligi olm ayan organ­
ların uluslararası yasaları ulusal h u k u k alanına yaym asına kar­
şı çıkm ak; özellikle m edyada olm ak üzere işletm e sahipliğinde
sürekli m erkezleşm eye karşı çıkm ak ve so rum lu kam u yayıncı­
lığı hizm etlerini desteklem ek.
A ncak n ih ay e tin d e şu ihtiy açlara özellikle d ik k at edilm esi
gerekiyor: Parayı tekrardan kam u otoritelerinin d enetim i altına
almak; kredi yaratım ının özelleştirilm esine son verm ek; dem ir
para basm a hak k ın ı -v e b u rad an kaynaklanan oldukça yüksek
k â rı- özel bankaların elinden alıp, ait olduğu yere yani devle­
te teslim etm ek ve toplum ları b ir kez daha gözde, dem okratik
olarak b elirlen m iş sosyal d en ey lerin i yapabilecek şekilde öz­
gürleştirm ek; b u n u n için de kam u çıkarı d o ğ ru ltu su n d a d en et­
lenen ve başarısı büyüm e ve kârlılık d u ru m ların a göre değil de
hızlı ve h akkaniyete uygun gerçek ek onom ik büyüm eyi asgari
m aliyette destekleyip finanse edebilm e kabiliyetine göre değer­
lendirilen mali sistem ler o lu ştu rm ak . Bu stan d ard a göre, Ang-
lo-Sakson m ali sistem leri son derece verim siz o lm u ştu r. G er­
çekten de Birleşik D ev letlerd e mali sek tö r tarafından kazanılan
tüm kârın payı 1948’teki yüzde 7 o ran ın d an yüzde 4 0 ’a çıkm ış­
tır. A ncak finans d ü n y ası g ü c ü n ü ve kârını m u n tazam b ir şe­
kilde artırırk en , gerçek ek o n o m ik b üyüm e zayıf, ü lk en in im a­
lat tem eli oldu k ça aşınm ış, çalışanların kazançları d u rg u n ya da

54
d üşüşte idi; ö te y andan gelir eşitsizliği, y o k su llu k , güvensizlik
ve b o rçlu lu k önem li ölçü d e artm ıştı.14
Belki de neoliberallere k ah ram an lan A dam Sm iıh’in şu g ö rü ­
şü n ü h atırlatm ak ta fayda var: Mali h izm etler idari b ir gider ola­
rak görülm eli ve dolayısıyla u lu su n zen ginliğinden çıkartılm a­
lıdır. Bu, tartışm a için iyi b ir zem in sağlayıp, b ir başlangıç n o k ­
tası sunabilir. H ali hazırda m ali sistem çoğu ü re tk e n sek tö rü n
u z u n vadeli çıkarlarına pek hizm et etm iyor; b u d u ru m nihaye­
tinde d ü n y a n ın tekrardan ayakları üzerine basm asını sağlayabi­
lecek geniş b ir koalisyonun zem inini oluşturabilir.
Artık b ir klişe olm uşsa da, 1944’te anlaşıldığı şekliyle erken
B retıon W o o d s siste m in in tem el u n su rla rın ı y e n id en yakala­
m aya çalışacak b ir m ücadeleye ih tiy acım ız var. Bu anlaşm a,
serm aye harek etleri ü zerin d e kalıcı ulusal k o n tro l gereği ile sa­
bit ve d e n e tle n e n b ir k u r sistem ine özel önem verm iştir; çü n k ü
anlaşm anın esas m im arları tem el olarak tam istih d am a dayalı
ek on om iler arasın d a ticareti destekleyecek b ir uluslararası mali
sistem k u rm ak la ilgileniyordu. A ncak b u şekilde böyle b ir sis­
tem in istik rarın ın sağlanabileceğine ve b u n u n egem en d em ok­
ratik to p lu m lard a insanların çıkarına işleyeceğine inanıyorlar­
dı. ABD H azinesi’nin o zam anki sekreteri olan H enry M orgen-
thau bu girişim i şöyle özetliyordu: M üzakerelerin esas konusu
uluslararası e k o n o m in in te k ra rd a n u lu sla ra ra sı sp ek ü la tö rle ­
rin pençesine düşm esini engellem ek arzu su y d u . Bir kuşak için
bu oldu k ça faydalı sonuçlarla başarıldı. A m a so n rasında b u n u n
çok u zağına d ü ştü k ; tek rard an y o lu m u za tu tu n m a n ın zam anı
şim di. Bu görev ağır gö rü n ü y o rsa, b u n u y ap m am an ın m aliyeti­
nin çok d ah a ağır o ld u ğ u n u b elirtm ek gerek.

14 Haııc borç düzeyi 1900’dctı 1925’e kadarki dönem de vergi sonrası gelirin yüz­
de 20’si k ad ar kalm ışken, sonra hızla arıara k iflas ile btıyûk b u h ran ın y ü k ­
selm esin in h em en ö ncesinde 1929'da yüzde 40 ile zirveye ulaşm ıştır. S onra
1940'da yüzde 20'ye d ü şm üş ve ardından m untazam bir yükselm e başlamıştır.
Böylccc 2000 yılından h em en ûncc yüzde 100’ûn ü stü n e çıkm ış ve o zam an­
dan beri dc yükselm ektedir. Left Business Observer, No. 97, Mayıs 2001 (der.
D oug H cnw ood).

55
_2
1970'ler ve Sonrası: Enflasyonun Ekonomi
Politiği ve Sosyal Demokrasinin Krizi*
P at D e vi ne

1970’ler, so lu n F ran sız D evrim i’n d e n b u y an a g u ru rla taşıdı­


ğı tarihsel ro lü , ö zg ü rlü k ve ilerlem en in esas taşıyıcısı ro lü n ü
kaybettiği b ir d ö n em oldu. Değişim dinam iği “yeni sağ”ın h e­
gem onyası altın d ak i bir on yıl söz k o n u su idi. İşte bu nedenle
1970’ler m ev cu t d u ru m u anlam ak için ve yeni binyılda sağdu­
yu halini alm a tehlikesi olan hâk im neoliberal ideolojiyi aşm a­
ya yönelik tartışm alar için çok önem li.
N e v ar ki, geçen yüzyılın son y a n sın d a görü len siyasal ikti­
sada ilişkin yaygın bir tarihsel bellek yitim i söz konusu. Dola­
yısıyla bu b ö lü m söz k o n u su tarihi yeniden ele geçirm eye yö­
nelik b ir alıştırm a. Ö n celik le 1945 so n rası K eynesyen sosyal
d e m o k ra t refah d ev le tin i m ü m k ü n k ılan şa rtla rd a n başlan a­
cak; 1970’le rin b ü y ü k enflasyonu etrafın d a gelişen sosyal d e­
m o krasin in krizi ve b u n u zapt etm eye y ö n elik girişim ler ince­
lenecek; T h atch ercı “yeni sag”ın tarihsel b aşarısı olarak 1945
sonrası uzlaşım n dayandığı, toplum sal g ü çlerd en oluşan tarih­
sel b lo k u n yıkım ı gösterilecek ve Yeni İşçi P artisi’n in tarihsel
m isyonu ise n eo lib eral ideolojiyi p ek iştirm e sü re c in i bu ide-

(*) Daha ûncc Lawrence & W ishart tarafından yayım lanm ıştır: “T he Political Eco­
nom y o f Inflation and the Crisis of Social D em ocracy", Soundings. 32, Bahar
2006. Y azann vc yayıncının izni ile yeniden basılm ıştır.

57
o lojiyi çağın yeni sağ d u y u su olarak tam am lam ak - C a m e ro n
M u h afazak ârların a in tik al etm iş olm ası m u h tem el bir m ira s-
şek lin d e tanım lanacak. Sol, eko lo jik sü rd ü rü leb ilirlik ve to p ­
lum sal adalete dayalı b ir ekonom i, sivil toplum ve devlet am aç­
layan, radikal d em o k ratik b ir g ündem etrafında eklem lenecek
yeni bir tarihsel blok olu ştu racak ise bu Larihi bilm en in gerekli
oldu ğ u n a işaret ed erek b ö lü m ü bitireceğiz.
Bu değerlendirm e, h em Polanyi’nin hem de G ram sci’n in gö­
rü şlerind en etkilenm iştir. Polanyi, 19. yüzyıl B riıanyası’n d a ka­
pitalist, serbest piyasa ek o n o m isin in o lu şu m u n a yol açan hare­
ketin kapitalizm in sürekli varoluşu için gerekli şa rtla n n altım
o y d u ğ u n u ve böylece to p lu m u n kendisini korum asını am açla­
yan bir karşı harekete sebep o ld u ğ u n u savunur. G ram sci ise ge­
lişm iş kapitalist ü lk elerd e h erhangi b ir tarihsel k o n jo n k tü rd e
serm ay en in h eg em o n y asın ın zo r ve rızaya dayalı b ir dengeye
yaslandığını savunur; b u dengeye göre toplum daki önem li güç­
ler çağın sağduyusu haline gelen bir ideoloji etrafında b ir ara­
ya gelerek tarihsel bir blok o lu ştu ru r. İkinci Dünya Savaşı’nd an
sonra k u ru la n sosyal d em o k rat refah devleti Polanyi’n in karşı-
h arek et kavram ın ın n ih ai n o k tası olarak y orum lanabilir; to p ­
lum , serbest piyasanın en yıkıcı tah ribatlarına karşı kendini et­
kin b ir şekilde k o ru m a d a başarılı olm u ştu r. Bu refah devletini
olanaklı kılan to p lu m sal güçler dengesi iki savaş arası dönem
ile savaş d ö n em in d en kaynaklanan b ir tarihsel blok olarak yo­
rum lanabilir.
A ncak serm aye h areketi yasalarının d en etim e tâbi tu tu lm a ­
sı, sistem in çalışm am asına yol açar; bu da bir organik krize ve
önceki tarihsel b lo k u n dağılm asına neden olur. Bu organik kri­
zin çözülm e biçim i, m eydana gelecek yeni tarihsel blokla h an ­
gi toplum sal sınıfın h eg em o n ik olacağını belirler. Bu çerçeve­
d e 1970’ler bir o rg a n ik k riz d ö n em i o larak g ö rü leb ilir; ra d i­
kal sol ile radikal sağ arasında to p lu m u n gelecekteki istikam eti
ü zerin e verilen b ir m ücadele dönem idir. S onuçta kapitalist he­
gem onya, radikal sağın zaferiyle yeniden tesis edildi; neolibe-
ral serbestleştirm e ve özelleştirm e çağı ile yeni bir tarihsel blok
k urm a ve çağ için yeni bir sağduyu o lu ştu rm a projeleri öncülü-

58
günde gerçekleşti bu. F akat kapitalist piyasanın ü stü n lü ğ ü n ü n
yeniden iddia edilm esi, hem en ard ın d a n yeni d iren iş hareketle­
rine de yol açtı. Bu d irenişler, ikinci b ir Polanyici karşı hareke­
tin başlangıcı olarak d ü şü n ü leb ilir; an cak b u sefer küresel kapi­
talizm in m ev cu t aşam asına paralel olarak, d ah a başlangıç aşa­
m asında da olsa, küresel b ir ölçekle g ö rü lü y o r b u .'

Savaş sonrası uzlaşma, hızlı büyüme ve


kaçınılmaz kriz

Savaş arası d ö n em d e görü len ve İkinci D ünya Savaşı’yla d o ru ­


ğuna yü k selen kitlesel işsizlik ile faşizm , savaş so n rası u zlaş­
m ada K eynesyen sosyal d e m o k ra t refah d e v le tin in o lu şu m u ­
na yol açtı; b u m odel d ü n y ad a değişen top lu m sal güçler d e n ­
gesini yansıtan yeni b ir tarihsel b lo k u b ir araya getirm iştir. Sa­
ğın önem li b ir kesim i faşizmi desteklem iş ve g özden dü şm ü ştü .
M üttefikler cep h e sin d e savaşın esas y ü k ü n ü Sovyeller Birliği
çekm işti ve savaştan e k o n o m ik o larak zayıflam ış fakat askerî,
politik ve m anevi olarak g üçlenm iş şekilde çıkm ıştı. Ç ok geç­
m eden Doğu A vrupa ile Ç in, k ap italizm e k ü resel b ir alterna­
tif sun m ad a bu cepheye katılacaktı. Batı A vrupa’daki k o m ünist
ve sosyal d e m o k ra t p artiler de savaş so n u c u n d a o ld ukça güç­
lenm işti. B u n u n ned en i. Kıta A vrupası’n d a b u p artilerin direni­
şe katılm ış olm aları, Britanya’d a ise İşçi P artisi’n in savaş d ö n e­
m indeki m ücad elen in ardındaki zım ni toplum sal sözleşm enin
tem sil ettiği e n erjin in m irasçısı olm asıdır.2
Refah devleti Keynesçiligi, savaş son rası uzlaşm aya şu hedef­
ler d o ğ ru ltu su n d a varm ıştır: T am istih d am ın sağlanm ası, refah
devletin in esas day an ak ların ın k u ru lm ası (sağlık, eğitim , so s­
yal h iz m e tle r, sosyal güven lik ve em ekli ay lık ları) ve verim li
bir kapitalizm için gerekli altyapıyı o lu ştu rm a d a elzem olan sa­

1 Polanyi ile Gram sci arasındaki ilişki üzerine b ir tartışm a için bkz. M. Burawoy,
“F or a Sociological M arxism: T he C om plem entary C onvergence o f A ntonio
G ram sci an d Karl Polanyi”, Politics and Society 31. no. 2 (2003), s. 193-261.
2 Savaş so n rası uzlaşm anın detaylı b ir incelem esi için bkz. P. Addison. The Road
to 1945: British Politics and the Second W orld W ar (Londra: Cape, 1975).

59
nayilerin kam ulaştırılm ası (kam u hizm etleri, eneıji, ulaşım ve
iletişim ). Britanya’d ak i belli başlı politik partileri bölen tek tar­
tışm a k o n u su dem ir-çelik sanayisinin 1951’te kam ulaştırılm ası
o lm u ştu r. Bu sanayi 1953’ıe M uhafazakârlar tarafından özelleş­
tirilm iş, 1967’de İşçi Partisi tarafından tek rar kam ulaştırılm ış­
tı. B unun h aricin d e d ah a az m erkezî k o n u lard a a y rılık lar gö­
rülse de önem li k o n u ların hepsind e partiler arası yaygın bir a n ­
laşm a m evcuttu.
1944’te gerçekleşen B retton W oods K onferansı, U luslarara­
sı Para F o n u (IM F) ile D ünya Bankası tarafından idare edile­
cek yeni b ir dünya d ü zen i k u rm u ştu r. Bu sistem sabit b ir döviz
k u ru ile olası ö dem eler dengesi soru nlarını düzeltecek bir m e­
kanizm ayı içeriyordu. A ncak Keynes’in bu düzeltm e y ü k ü n ü n
bütçe açığı ve fazlası o la n ülk elere eşit o larak paylaştırılm ası
y ö n ü n d ek i önerisi Birleşik D evletler tarafından reddedilm işti.
Bunun y erine söz k o n u su y ü k ü n açık sahibi ülkelere tam am en
d ü ştü ğ ü ve Birleşik D evletler’in o zam anki eko n o m ik hâkim i­
yeti ile çıkarlarını yansıtan bir sistem ortaya çıkm ıştı. U lusal öl­
çekte refah devleti Keynesçiligi gibi B retton W o o d s sistem i de
böylece kendi ç ö k ü şü n ü n to hu m larını içinde barındırm ıştır.
ikinci D ünya Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan bu uzlaşm a o r­
tam ı 1950’ler ile 1960’ların ilk y a n sın a k a d ar sü rm ü ştü r. Bu
uzu n b ü yüm e dönem i ya da “A ltın Çağ” M acm illan’m şu söz­
lerin d e ö lü m sü zleşm iştir: “H iç bu k a d a r iyisini g ö rm e d in iz .”
M acm illan h ak lıy d ı. T am istih d a m ile k ille ü re tim in in kille
tü k e tim i iç in g erek li tem eli o lu ştu rm a sıy la b irlik te , 1950’ler
B ritanya’da ve diğer yerlerde işçi sınıfının hayatında ciddi dö­
nüşüm lere den k d ü ştü . A ynca tam istihdam , işçi sınıfı tarafın­
da itaatin bitm esi ve artan istek lerin aşam alı gelişim i için ge­
rekli şa rtla n yaratm ıştır. Bu dönem de İngiliz kapitalizm i savaş
sonrası tarihsel b lo k u n başlıca u n su rla n n ı -serm ay e , em ek ve
siyasal s ın ıfla n - tatm in edebilm ekteydi. Ancak 1960’la n n ikin­
ci yarısıyla birlikte so ra n la r belirm eye başlam ıştır.3

3 S3vaş sonrası “Altın Cağ" Özerine bir incelem e için bkz. A. Glyn, A. Hughes,
A. Lipieız ve A. Singh, “T he Rise and Fall of the G olden Age", The Golden Age
o f Capitalism içinde, der. S. M arglin ve J. Schor (O xford: C larendon, 1990).

60
A lm anya ile J a p o n y a ’n ın k e n d ile rin i to p arlam ası ve n isp e­
ten dah a hızlı o lan b ü y ü m e oranları, b u n a sö m ü rgelikten çık­
m a süreci ve im p a ra to rlu ğ u n so n a erm esi d e eklenince, u lu s­
lararası rekab etin artm asın a yol açm ıştır. U zu n sü re d ir devam
eden tam istih d am dön em i, ulusal d ü zeyde em ek piyasasında
serm aye ile em e k arasın d ak i güç deng esin i değ iştirm işti. Ay­
nı zam anda, eski söm ü rg eler ile sanayileşm iş kapitalist ülkeler
arasındaki güç dengesi de değişm işti; b u kısm en siyasal bağım ­
sızlık h arek etlerin d en , kısm en de hızlı b ü y ü m en in ham m adde
talebi ü zerin d ek i etk isin d en kaynaklanm aktaydı. B unun so n u ­
cu. bö lü şü m ü zerin d ek i çatışm anın yoğunlaşm ası ve enflasyon
oranlarında ivm e şeklinde g ö rü lm ü ştü r. Başlıca kapitalist ülke­
lerden en zayıfı olan Britanya’da bu d u ru m a gittikçe derinleşen
bir ödem eler dengesi so ru n u eşlik etm iştir; b u n u n son u cu n d a
m eşhur d u r-k a lk politikası ile stagflasyon görülecekti.
İngiliz k ap ita liz m in in , savaş so n rası ta rih se l b lo k u n başlı­
ca u n su rla rın ı artık tatm in edem em esiyle birlikte toplum sal ve
politik krizler d ö n em i baş gösterdi. İlk tepki. M uhafazakâr h ü ­
k üm et ile başlayan ve 1964’te iktidara gelen İşçi Partisi ile de­
vam eden m o dernleşm e girişim leri şek lin d e oldu. Bu m o d ern ­
leşm e stra te jisin in başlıca üç ayağı vardı: U lusal Plan ve E n­
d üstriyel Y eniden Ö rg ü tlen m e K u ru m u ile d estek len en san a­
yi politik ası; D onovan K om isyonu ve ç a tışm a n ın yerini alan
d üzenlem elerle birlikte sanayi ilişkileri reform u; Fiyat ve G e­
lir Politikası’na yönelik çeşitli girişim ler. Bu p o litikalar, m eşru­
iyetlerini k o ru m ak ve başarılı olabilm ek am acıyla tarihsel blo­
kun başlıca u n su rların ı -İn g iliz Sanayi K onfederasyonu, Sendi­
ka K ongresi ve h ü k ü m e t- tem sil eden, özellikle de U lusal E ko­
n o m ik K alkınm a K onseyi gibi üç taraflı o rganlarca gerçekleş­
tirilm iştir.
Sonuçta Britanya’da m odernleşm e girişim i başlıca iki n ed en ­
den ö tü rü b a şa rısız o ld u . Sosyal d e m o k ra t K eynesyen refah
devletinin ekonom i politikalarının tem elinde m akroekonom ik
yönetim (ki bu, tam istihdam ın sağlanm ası ve d erinleşen öde­
m eler dengesi sorun larıy la m ücadele edebilm ek için gerekliy­
di) ile verim li b ir altyapının devlet tarafın d an sağlanm ası söz

61
konu su y d u . Bu d u ru m ek o n o m in in m ikro düzeyde kâr am aç­
lı özel serm aye tarafından işletilm esine uygun b ir o rtam su n ­
m uştur. M ikro düzeyde verim lilik, faktör ve ü rü n piyasaların­
daki kapitalistler arası serbest rekabet ile em ek piyasasında ser­
maye ile em ek arasındaki serbest toplu pazarlık sayesinde sağ­
lanacaktı. B ritanya’da sanayi p o litik ası, h ü k ü m e t ile serm aye
arasında olası çıkar çatışm alarını engelleyecek tü rd e n bir iliş­
ki olm ası nedeniyle başarısız olm u ştu r; yani politikalar ancak
serm ay en in onayıyla u y g u lan m ak d u ru m u n d a y d ı. H ü k ü m et,
politikaları kararlılıkla belirlem e k o n u su n d a ya isteksiz ya da
güçsüzdü. E ndüstriyel ilişkiler reform u ile gelir politikaları ise
em ek kesim inin serbest toplu pazarlık alanında h er tü rlü gaspa
karşı direnm esi nedeniyle başarısız kalm ıştır. Bu d u ru m em ek
harek etin in ek o n o m izm in d en kaynaklanm ıştır; em ek hareketi
ü cretler ve şartlarla m eşgul olm uş, ek o n om ik perform ans k o ­
n u su n d a hiçbir so ru m lu lu k kabul etm em iştir. Britanya’da sos­
yal dem ok rasin in krizine ö n cü lü k eden, m odernleşm e strateji­
sinin b u çifte başarısızlığı olm uştur.

Enflasyonla ilgili çatışma kuramı

K riz h e r şey d en ö n ce h ızla y ü k selen enflasy o n o ra n la rın d a


(1975 yazında yıllık enflasyon yüzde 25’e kadar çıkm ıştı) ken­
dini hissettirdi. Ayrıca kâr oran ların ın d ü şü şü n d e de etkisi ol­
d u .4 M arx’m ço k ö n ceden ifade ettiği gibi, kapitalist ü retim bi­
çimi kendine özgü bir m antığa ve hareket yasasına sahiptir; ta­
rihsel olarak bu yasanın m erkezinde ticaret d ö n güsü yer alm ış­
tır ki, bu hızlı b üyüm e ile d u rg u n lu k d ö n g ü sü n e kitlesel işsiz­
liğin, nam -ı diğer yedek sanayi o rd u su n u n , m untazam an yeni­
den yaratılm ası eşlik eder. M arx’a göre kitlesel işsizlik bir tü r
piyasa k u su ru değildi, aksine işçi sınıfını b o y u n d u ru k altında
tutm ak için bir araç sun m ası sebebiyle kapitalizm için işlevsel
b ir role sahipti. K alecki’nin de 1943’le işaret ettiği gibi, sü re k ­
li bir tam istihdam hali kapitalizm için bir so ru n teşkil ederdi,

4 Kârların düşüşüyle alakalı olarak bkz. A. Glyn ve R. Sutcliffe. British Capita­


lism, W orkers ami the Profit Squeeze (H arm ondsw onh: Penguin. 1972).

62
çü n k ü b u d u ru m d a em ek p iy asasındaki g ü ç le r den gesini d e­
ğ iştirir ve işçiler n o m in al ü cretlerin artm asın ı sağlarsa enflas-
y onist b ir baskı y aratırdı. N itek im öyle de o lm u ştu r.5 T icaret
d ö n g ü sü n ü n etk in b ir şekilde d u rd u ru lm a sı şu anlam a gelm iş­
tir: Em ek piyasasında ve işyerinde işçi sınıfını disipline sokm a­
n ın b ir aracı o larak kitlesel işsizliğin m u n ta z a m a n yaratılm a­
sı bir son b u lu p , enflasyon tedrici hız k azanm ıştır. 1970’lerde
sosyal d em o k rasin in içinde b u lu n d u ğ u krize ne tü r politikalar
cevap o larak geliştirilm eli so ru su etrafında sol h akk ında yapı­
lan tartışm alarda enflasyonun neden leri ve dolayısıyla on u n la
baş etm eye u y g u n p olitikalar hararetle tartışılm ıştır. Enflasyon­
la ilgili çatışm a k u ram ı böyle b ir bağlam da, sadece sağda değil
solda d a genel kanı halini alm akta olan h âkim parasalcı teorile­
re karşı geliştirilm iştir.
Ç atışm a k u ra m ın ın tem el yapısı şu şek ild ed ir: K eynesyen
sosyal d e m o k ra t refah devleti belli başlı d in a m ik lerin olduğu
bir d u ru m u y aratıp , yö n etm ey i am açlam ıştır. Bu d in am ik le r
için şu n la r söylenebilir: (a) Tam istih d am k o şu llarında işçiler,
verim lilik b ü y ü m esinin ü zerinde gerçek ü c re t artışı talebinde
b u lu n m a k ta n alık o n u lam am ışu r (b) K apitalist b ir ekonom ide
bu hedef, yalnız nom inal ü cretlerde artış talep ederek sağlana­
bilirdi (c) O ligopolistik piyasalarda rekabet kapitalistlerin kâr­
ları sü rd ü re b ilm e k am acıyla n om inal fiyatları artırm asını e n ­
gellem edi ve (d) Tam istihdam ı m uhafaza edebilm ek için dev­
let, yüksek ücretleri ve fiyatları desteklem ek üzere para arzını
artırm ıştır; böylelikle tam istih d am d ü zey in d e de ü rü n ü n d a­
ha yüksek fiyatlarda satılm asını sü rd ü rm ey i am açlam ıştır. A n­
cak toplam ü rü n talebi, tam istihdam halindeki ü rü n düzeyini
aşm aya devam ettiğinden ücret-fiyat sarm alı d u rm a k bir yana,
tedrici olarak hızlanm ıştır.
Yaklaşık tü m sanayileşm iş kapitalist ülkelerde farklı şekiller­
de de olsa görülen bu temel dinam iğe ek olarak, özellikle başta
Britanya olm ak üzere bazı ülkelerde başka iki u n su r daha belir­
miştir. tik olarak, hem işçiler h em de kapitalistler devletten ta-

5 M. K alecki, “Political Aspects of Pull E m ploym ent”. Political Quarterly 14, no.
4 (1943). s. 322-31.

63
lepıe bulunm uşlardır. Bu d u ru m devletin ek harcam a yapm ası­
nı gerektiriyordu, ancak devlet bu masrafı vergileri yükselterek
karşılamaya direniyordu. İşçiler, gerçek ücretlerinin kolektif kıs­
mı sayılabilecek refah devleti hizm etlerinin iyileştirilm esini ister­
ken kapitalistler ise altyapı ile sübvansiyonların iyileştirilm esin­
den yanaydılar. Böylelikle işçiler özel tüketim de artış taleplerinin
yanı sıra kolektif tüketim de de artış islemiş; kapitalistler ise özel
yatırım ve kişisel tüketim lerine ek olarak kolektif yatırım da da
artış talep etm iştir. Fakat ne işçiler ne de kapitalistler artan dev­
let harcam alarının karşı çıktıkları gibi daha fazla vergilendirm e
yöntem iyle ya da so n u çta olduğu gibi artan para arzıyla finan­
se edilm esi gerektiğini kabul etm eye hazırdı. Böylece ücret-fiyat
sarm alı, ü cret-kam u harcam alan-fiyat-vergi sarm alına dönüştü.
İkinci u n su r ise eski söm ürge ülkeler ile m erkez kapitalist ül­
keler arasındaki değişen g üçler dengesin d en kaynaklanm ıştır.
Sürekli ek onom ik büy ü m en in arzı aşacak şekilde ham m adde ta­
lebini artırm asıyla birlikte, ham m adde ü reten ülkelerin fiyatla­
rı artırm ası ve ticaret haddini kendi lehlerine çevirm esinin, do­
layısıyla da m etalarının gerçek fiyatını artırm alarının ö n ü n e ge­
çilem em iştir. Bu d u ru m m erkezî kapitalist ülkelerde ithalat fi­
yatlarının artışına neden olm uştur. Bu ise yurtiçi kullanım için
m evcut gerçek gelirin daha az olduğu anlam ına geliyordu; böy­
lelikle tam istihdam a dayalı gerçek ulusal gelirin b ö lüşüm ü üze­
rindeki çalışm a şiddetlenm iştir. Ü cret-kam u harcamaları-Fıyat-
vergi sarm alı b u n d an böyle artan ithalat fiyatları ile yurtiçi fiyat­
ları da içerm iştir. Bu sürecin en çarpıcı örneği elbette 1970’lerde
petrol fiyatlarındaki b irbirini izleyen artışlardır.6
Enflasyona ilişk in p arasalcı teo rilerin h âk im iy eti d ü ş ü n ü ­
lünce, para arzının b u d ö n em d e şüphesiz arttığını fark etm ek­
te önem var. Fakat bu artış 1970’lerin yüksek enflasyonunun te­
m el nedeni olm am ıştır. Para arzındaki artış, tam istihdam ha-

6 Enflasyonla ilgili çalışına kuram ı üzerine daha ayrım dı bir değerlendirm e için
bkz. P. Devine, “Inflation and M arxist Theory”, Marxism Today (M art 1974),
s. 7 0 -9 2 ve P. Devine, “The 'C onflict Theory of Inflation' Revisited". Political
Economy and the New Capitalism içinde, der. J. T oporow ski (Londra: Routled-
ge, 2000); ayrıca R. B urdekin ve P. Burkett, Distributional Conflict and Inflati­
on: Theoretical and Historical Perspectives (Basingstoke: M acm illan, 1996).

64
ündeki ü rü n ü n paylaşım ı için serm aye ile em ek arasındaki veri­
len m ücad elen in b ir sonucuydu. İşçilerin ü rü n le rd e n daha b ü ­
yük bir pay alm ak için n om inal ücretleri artırdığı, kapitalistle­
rin ise b u n u ö n lem ek için fiyatları artırdığı böylesi b ir m ücadele
ortam ında, tam istihdam halindeki ü rü n le r ancak para arzı artı-
rılsaydı d ah a yüksek fiyatlara sau n alınabilirdi. Dolayısıyla para
arzındaki artış tam istihdam ta a h h ü d ü n ü n gerekli bir sonucuy­
du. 1970'lerin so n u n d a bu taah h ü tten vazgeçilm esiyle birlikle
ancak para arzını kontrol etm ek m ü m k ü n olmuşLur. İşçiler ger­
çek ü rü n d e n dalıa fazla ya da bazı d u ru m lard a aynı oranda ta­
lep etm ede k en d in i zapt etm iyor ise para arzına ilişkin sınırlayı­
cı bir politika, em eği kitlesel işsizliğin kabulü ile disipline sok­
ma aracın d an ibarettir. B u n d e sb a n k in (A lm anya M erkez Ban­
kası) so n rad an A vrupa M erkez Bankası’n a devredilen, enflasyo­
nu kontrol etm e am açlı öncelikli hedefi ve Yeni İşçi Partisi’nin
İngiltere M erkez Bankası’na h ü k ü m etin k o n tro lü n d e olacak bir
d ü şü k enflasyon hedefi am acıyla “bağım sızlık” verm e kararı,
bu n lan n h er ikisi de enflasyonun işsizlikten daha ciddi bir so ­
run olduğu şeklindeki politik bir k arardan kaynaklanm aktadır.
İşsizlik, işg ü cü n ü disipline so k m an ın tek yoluysa, öyle o lsu n ­
du. Elbette bu politikanın m ü m k ü n olabilm esi için savaş so nra­
sı güçler dengesinde önem li bir değişiklik gerekliydi. 1970'lerin
sonraların d an itibaren yeni sağ neoliberalizm inin tarihsel m is­
yonu bu değişim in sağlanm ası o lm u ştu r.7

1970'ler: Sosyal demokrasinin sonu

I970’te savaş sonrası uzlaşm anın tem eli kalm am ıştı artık. Ka­
pitalizm ; tam istihdam , artan bek len tiler ve em ek hareketinin
bu tü r hedefleri kovalam a gücü gibi u n su rla r b arın d ıran Key-
nesyen refah devletini ele geçirm eye başlam ıştı. K apitalist ü re ­
tim biçim i için d ek i y en ilen m e im k ân ları g ittik çe azalıyordu.
D urgun lu k d ö n em in d e en verim siz serm aye d o n an ım ı ü zerin ­

7 Y üksek işsizlik oranlarıyla ilişkilendirilen d ü şü k büyüm e oranları tesadüfen


ham m adde talebini zayıflatan bir etkide de b u lu n m u ştu r; böylecc ticaret had­
dini h am m ad d e ürclen ülkelerin aleyhine çevirm iştir.

65
de bile bir kapışm a söz k o n u su y d u ve kitlesel işsizlik so n u c u n ­
da ü cre tle r azalm ıştı. Aynı zam anda A lm anya ile Ja p o n y a ’nın
iyileşm esi ve k ap italist gelişm e dinam iği, gittikçe daha fazla b ü ­
tü n leşen b ir k üresel ek o n o m i o lu ştu rm ak tay d ı; b u n u n so n u ­
c u n d a serm aye içindeki rek ab et de artıy ordu. 1973’te B retton
W o o d s’u n sab it k u r sistem i çö k m ü ştü . Böylesi bir tarihsel k o n ­
jo n k tü rd e sosyal d em o k rasi so n rası d ö n em için iki a lte rn a tif
yörü n g e belirm iştir: U zun süreli b ü y ü m en in k a za n ın d an üze­
rine inşa edilen, sosyalizm e geçici bir aşam a olarak ekonom ik
dem okrasi y ö n ü n d e b ir h arek et ya da 1945 sonrası k azan ın d an
tersine çeviren neoliberalizm y ö n ü n d e b ir hareket.
1970’lerde gelişen radikal bir altern atif ek o n o m ik strateji, ilk
h areket için b ir çerçeve su n m a girişim iydi. Bu yaklaşım , 1945
sonrası kapitalizm k o şu lların d a enflasyonun sınıflar ile g ru p ­
lar arasın d a b ö lü şü m sel çalışm an ın bir so n u c u o ld u ğ u n u ka­
b ul ediyordu. Söz k o n u su kesim ler ister istem ez diğer sınıf ya
da g ru p ların aleyhine olacak şekilde gerçek ü rü n d e n daha bü­
y ük b ir pay talep edebilecek kadar g ü çlüydü, ancak b u talep­
leri d iğerlerine dayatabilecek kadar güçlü değillerdi. Bu strateji
yaklaşım ı enflasyonu k o n tro l etm ek için fiyat ve gelir politika­
larının belirli şartlar altında kabul edilm esini savunuyordu. İş­
çiler verim lilik artışlarına paralel gerçek gelir artışlarını kabul
edecek idiyse, iki şey gerekliydi: İlk olarak, ü c retle r ile kârlar
arasındaki ilk b ö lü şü m k o n u su n d a anlaşılm alıydı. Zira m evcut
b ö lü ş ü m ü n b aşlan g ıç n o k ta sı o la ra k k a b u l e d ileb ilir o ld u ğ u
düşün ü lem ezd i, ik in ci olarak, gerçek ü cret artışları böylece ve­
rim lilik artışlarına bağım lı o lduğunda, em eğin verim lilik artışı
o ranlarını belirleyen k ararlara, yani yatırım ve yenilik kararla­
rına katılm ası zo ru n lu y d u . Dolayısıyla, fiyat ve gelir politikala­
rını kabul etm enin so n u cu n d a, endüstriyel dem okrasiye yöne­
liş, planlam a anlaşm aları ve n ihayetinde artan sosyal m ülkiyet
ile yönetici sınıfın ayrıcalıklarına m ü dahale söz k o n u su y d u .8
Bu radikal stratejiye sadece serm aye ve tem silcileri karşı çık­
m adı, ayrıca b ir y andan İşçi Partisi ile sendikalarda bir araya ge­

8 A lternatif ekonom ik strateji için bkz. S. A aronovitch, The Road from Thatche­
rism: The Alternative Economic Strategy (Londra: Lawrence & W ishart, 1981).

66
len sağın m elu n b ir ittifakı, diğer yan d an da ek onom ik laboriz-
m e (İşçi Partisi yandaşlığı - e.n.) dalm ış eski sol karşı çıkanlar
arasındaydı. Serbest toplu pazarlığı sav u n m ak ve gelir politika­
larına karşı çıkm ak amacıyla. K om ünist Parti ile İşçi Partisi mi­
litanlan send ik a ve sendika tem silcileri hareketi üzerindeki n ü ­
fuzlarını başarıyla kullanm ıştı. S onuçta 1975 yazında enflasyon
en y ü ksek o ra n a , y ü zde 25’e çıkm ıştı. Ş üphesiz d ö n em in İşçi
Partisi h ü k ü m etin d e, altern atif stratejinin bazı un su rlarını, özel­
likle de planlam a an laşm alannı savunan, ö n d e gelenleri arasın­
da Teknoloji Bakanı T ony Benn’in yer aldığı, azınlık bir sol grup
vardı. A ncak radikal altern atif ek onom ik stratejin in savunucu­
ları da dahil olm ak ü zere sol hâlâ esas olarak u lu sal ekonom i
çerçevesinde d ü şü n ü y o rd u ; ö dem eler dengesi so ru n ların ı zapt
etm ek için ith alat ve döviz k o n tro lü n ü sav u n u rk en , A vrupa O r­
tak Pazarı’na d a karşı çık ıy o rlard ı. S olun ik tid a r için şansını
kaybetm esini ve radikal alternatif ek o n o m ik stratejinin benim ­
senm e ihtim alin in , ne kadar k ü çü k b ir ihtim al de olsa, ortadan
kalkm asını en iyi sim geleyen olay, B ritanya’nın O rtak Pazar’da
kalıp kalm ayacağı üzerine 1975’te yapılan referan d um da "Ha­
yır” kam panyasının başarısız olm asıdır. B unun h em en ardından
Benn’in rü tb e sin in indirilm esi gündem e gelecektir.
E lbette radikal altern atif ek o n o m ik stratejisin in benim senm e
ihtim ali gerçekten ço k d ü şü k tü . B unun gerçekleşm esi için ö r­
gütlü em ek h arek etin in G ram scici b ir h eg em o n ik bilinç ile bir
ulusal d e m o k ra tik yenilenm e ve gelişm e projesi etrafında yeni
bir tarihsel b lo k o lu ştu rm a stratejisi geliştirm iş olm ası gerekir­
di. Böylesi b ir ilerici hegem onik bilinç, b ü tü n to p lu m u n lider­
liğini am açlardı; kapitalist şartlar altın d a geçerli o lan işçi sınıfı­
nın sınırlı çıkarları ve savunm acı bilincini aşıp, yeni k o n jo n k ­
türde tü m top lu m sal sın ıf ve g ru p ların acil ihtiyaçlarını karşıla­
maya yönelik p o litikaların d ö n ü ştü rü c ü b ir pro je ve söylem et­
rafında nasıl eklem lenebileceği ü z e rin e kafa yorardı. Sendikala­
rın ek on o m izm i ve tşçi Partisi’n in reform ist yapısı ise böyle bir
bilince m ey d an verm em iştir.
Sonuç itibariyle sosyal d em o k rasi so n rası d ö n e m için ik in ­
ci altern atif yörü n g e o lan neoliberalizm e sapm a d ışın d a b ir şey

67
görülm em iştir. 1975 referan d u m u n d ak i solun sem bolik yenil­
gisin d en so n ra m ilitan laborizm b u çözüm e d iren m iş; b u n u n
so n u c u n d a 1978-79 “h o şn u tsu z lu k kışı” görülm üşse de bir so­
nuca varılam am ıştır. İşçi Partisi h ü k ü m eti tam istihdam taah­
h ü d ü n d e n vazgeçip, b u n u n yerine enflasyonun k o n tro lü n ü ö n ­
celikli ek o n o m ik h ed ef olarak benim sem iştir. İşsizlik artm aya
başlam ıştır. Bu sa h n e 1980’lerin n eo lib eıal T hatch erizm i için
k u ru lm u ştu ; böylelikle m ilitan laborizm kararlılıkla yok edilip,
ikinci D ünya Savaşı so n rasın d a em ek lehine olu şan güçler d e n ­
gesindeki değişim k ö k ü n d e n tersine çevrilecekti.

Karanlık yıllar: 1980'lerve 1990'lar

Her ne kadar çoğunlukla T hatcher dönem i ile yakından ilişkilen-


dirilse de neoliberalizm yoktan var olmadı. T hatcherizm in hazır­
lığı, başta Friedrich Hayek’in çalışm alanndan etkilenen ve özel­
likle de ilk başlarda Ekonom ik İşler E nstitüsü gibi sayılan gittik­
çe artan sağcı düşünce k uruluşlan tarafından uzun bir dönem bo­
yunca yapılmıştır. Bu ideolojik saldın Hayek’in düşüncesinin iki
temel u n su ru etrafında yoğunlaşm ıştır: Devletin keyfî uygulam a­
larının özgürlüğü tehlikeye soktuğu ve bireysel özgürlüğü ko ru ­
m ak için en uygun kurum lar olarak piyasalann rolü. İkinci D ün­
ya Savaşı sonrası sosyal dem okrat refah devletinin paıernalizm i-
ne karşı radikal sağın alternatif tahayyülü bu şekildeydi. Gerçek
gelirlerin yükselm esi ve iki savaş arası dönem e dair anıların pas
tutmasıyla birlikte, in sanlann hayadan üzerinde daha fazla kon­
trol sahibi olm a ve refah devletinden daha duyarlı hizm et alma is­
teklerine paralel bir şekilde söz konusu tahayyül de artan bir yan­
kı bulm uştur. Ancak bu istekleri, radikal bir ekonom ik, sosyal ve
politik dem okrasiye geçiş ile gerçekleştirm ek yerine, hegem onik
bir neoliberal bireyciliğe eklemlemeyi am açlam ıştır.9
1970’ler ile 1980’lerin başında İngiliz siyaseti başlıca iki boyu­
ta sahip görünüyor: Sol-sag ve radikal-m uhafazakâr. Savaş so n ­

9 T h atch erist p o litikaların bir incelem esi için bkz. A. G am ble, The Free Eco­
nomy and the Strong Slate: The Politics of Thatcherism (Basingstoke: Macmillan,
1988).

68
rası sosyal d em o k rat uzlaşm a, m uhafazakâr sol ile sag arasınday­
dı. Sosyal d em okrasinin krizi bu uzlaşm anın a rtık m ü m k ü n ol­
m adığı anlam ına geliyordu. Radikal b ir değişim gerekliydi. Ra­
dikal alternatif ekonom ik strateji, soldaki bir azınlığın bu tehdi­
de karşı cevap verm e ve in san lan n artan isteklerini sol bir pers­
pektif içinde tü m to p lum u kapsayan d ah a güçlü bir dem okrasi
projesine eklem leyerek hegem onize etm e girişim iydi. G ördüğü­
m üz üzere b u girişim e, m uhafazakâr İşçi Partisi sağı ile eşit de­
recede m u h afazak âr olan ek o n o m ist m ilitan sol tarafından da
karşı çıkılm ıştır. Radikal alternatif ek o n o m ik stratejinin elbette
zayıf yönleri vardı: Devletçilik ve ü retk en lik vurgusu; yeni top­
lumsal h areketlerin (fem inist, ırkçılık karşıtı ve çevre hareketle­
ri gibi) gü n d em e taşıdığı m eselelerin yeterince farkında olunm a­
ması ve ulusal ekonom i üzerine fazlasıyla d ar b ir şekilde odak-
lanılması. Bu, cesu r b ir çaba olm akla birlikte başarısızlığa uğra­
masıyla m eydan neoliberal radikal sağa k alm ıştır.10
1980'lerin ilk yarısı m ilitan laborizm in etkili bir şekilde yıkı­
m ına tanık oldu. Bu yıkım , 1984-85’te g ö rü len m aden işçileri­
nin son b ü y ü k grevinin yenilgisiyle d o ruğuna varm ıştır. Sendika
karşıtı yasam a faaliyeti ile birlikte sendika harek etinin niteliği,
işçilerin em ek piyasasında ve işyerlerinde çıkarlarını koruyan bir
rolden üyelerine kişisel hizm etler sunan bir role geçmiştir. Sen­
dika üyeliği ciddi oranlarda d ü şm ü ştü r; b u n d a yeni m evzuatın
kısm en etkisi olduğu kadar sendikalaşm anın daha yoğun oldu­
ğu sanayileri oransız bir ölçüde etkileyen sanayisizleşm e süreci­
nin de etkisi olm uştur. 1970lerde ortalam a yüzde 3,8 civarında
olan - k i bu, 1960’lardaki oranın iki k atıy d ı- işsizlik, 1980’lerde
ortalam a yüzde 9,6'ya çıkm ıştır. Buna karşılık, 1970’lerde orta­
lama yüzde 13,9 olan enflasyon 1980’lerde ortalam a yüzde 6,4’e
d ü şm ü ş tü r.11 1970’lerde gelir p o litikaları başarısız olm uşken,
1980’ler kitlesel işsizliğin emeği disipline sokm a aracı olarak ye-

10 Bu stratejinin zayıf yönleri üzerine bir tartışm a için bkz. S. A aronovitch, “TIıc
Alternative Econom ic Strategy: Goodbye to All That?", Marxism Today 30, no.
2 (19861. s. 20-6.
11 M akaledeki tüm rakam lar Avrupa K om isyonu verilerine dayanm aktadır. Euro­
pean Economy: Annual Repon fo r 2004 (Brüksel: D irectorate-G eneral for Eco­
nom ic and Financial Affairs, 2004).

69
niden yaratıldığına şah it oldu. Bu aynı zam anda insanların ken­
dilerini vatandaşlar olarak değil de bireysel işçiler ve tüketiciler
olarak d üşünm esine yol açan bireysel bir bilincin, kolektif bilinç
ve dayanışm anın yerini alm asını sağlayan süreç için gerekli şart­
ların oluşturulm asında m erkezî bir rol oynuyordu.
T o plum daki güçler dengesini d o ğ ru d an d eğiştiren po litik a­
lara ek olarak, çağın gelişm ekte olan yeni bireyci sağ d u y u su n u
benim sem eyi teşvik ed ecek p o litik alar da m evcuttu. Serm aye
piyasası hareketleri ve ü st düzey yönelim yetkilerinin alınm ası
aracılığıyla yapılan özelleştirm eler, kam u m ü lk ü n ü özel sektö­
re çok d ü şü k fiyatlarda aktarm ış ve böylece sk andal boyutlar­
da serm aye kazancına yol açm ıştır; ancak hisse sahibi nüfu su n
o ran ım önem li m ik tard a artırm asıyla b ir halk kapitalizm i ya­
nılsam ası yaratm ayı da am açlam ıştır. Aynı zam anda en büyük
h o ld in g lerd e hisse se n e tle rin in belli ellerde yoğunlaşm ası da
şü phesiz artm aya devam ediyordu. F ak at b u n u n ideolojik bir
etkisi yine de olm adı. Benzer bir şekilde kiracılara kiraladıkları
evi satın alm a h ak k ın ın tanınm ası da m ü lk sahibi b ir dem o k ra­
si ideolojisine katkıda b u lu n m u ştu r.
Savaş son rası uzlaşm ayı ve sosyal d em okrasi dö n em in i des­
te k le y e n em eğ in ta rih se l k a z a n ım la rın ın g eri a lın m a sı için
u z u n zam an g erek li; b u g ü n d ah i b u sü reç değişik ü lk elerd e
farklı d ü z e y le rd e g e rç e k le şm iş d u ru m d a . B ritanya’d a an c ak
1990’ların başlarında değişen güç dengesi ve zayıflayan bek len ­
tiler (ve b u n a m ütekabil enflasyon oran ın da bir azalm a) pekiş­
tirilm iştir. 1.990’ların o rtasın d a enflasyon oranı, 1980’lerin o r­
talam a yüzde 6,4 o ran ın d an , yüzde 2 ile 3 oranına d ü şm üştü;
o zam andan beri de b u düzeyde kalm ıştır. 1980’lerde ortalam a
yüzde 9,6 olan işsizlik oran ı ise 1990'larda ortalam a yüzde 7,9’a
d ü şm ü ştü r. Bu o ran 2001’d en b u yana yüzde 5 civarında g ö rü l­
m ek ted ir ve enflasyonda artışa ned en olm am ıştır.
N isp eten d ü ş ü k işsizlik ve d ü ş ü k enflasyon o ra n la rın a sa­
hip b u so n d ö n em şu n u gösterm ektedir: K im ilerinin işaret e tti­
ği gibi işsizlik ile enflasyon arasında içinde b u lu n u lan d ö n em ­
den bağım sız olarak b ir ters ilişkinin o ld u ğ u n u savunm ak yan­
lış olur. Bu ilişki sosyal dem okrasi d ö n em indeki u z u n büyüm e

70
sü resin ce, o y n am aların u fak olm asın a rag m en , g erçekten gö­
rü lm üştü r. A ncak yeni neoliberalizm d ö n e m in d e değişen güç­
ler dengesi ve b u n la ilişkili olarak isteklerin azalm ası, söz ko­
nusu ilişk in in a rtık geçerli olm adığı an lam ın a gelm ektedir. Bu­
n u n la b irlik te yüzde 5 civarındaki işsizliğin 1960’larm yüzde
1,7 o ran ın d a n ve 1970’le rin 3,8 o ra n ın d a n h âlâ o ldukça y ü k ­
sek o ld u ğ u n u hatırlam ak ta fayda var. Bu ise ideolojinin gü cü ­
nü bir d ers olarak hatırlatm ak tad ır: İdeoloji yaygın olarak ka­
bul edildiği d u ru m d a davranışları şekillendirip, sınırları m ü m ­
kü n old u ğ u d ü şü n ü le n düzeylere g etirerek to p lu m d a m addi bir
güç olarak h arek et eder.
Britanya’da 1980’ler ile 1990’la n n ilk yarısında yeniden o rta­
ya çıkan ve b u g ü n Kıta A vrupası’n ın çoğu y erinde hâlâ devam
eden kitlesel işsizlik, neoliberalizm i destekleyen değişen güçler
dengesine katkıda b u lu n an tek yeni faktör değil şüphesiz. Baş­
ka üç b ü y ü k gelişm eye d e d ik k at edilm esi g erekiyor. İlk ola­
rak. küresel rekabette b ü yük bir artış yaşandı. K apitalistlerin ar­
tan ücretler ve ithalat fiyatları karşısında fiyatları artırm a kabi­
liyeti çokça aralarındaki rekabet düzeyine bağlı. İleri gelen ka­
pitalist ülkelerin ulusal hüküm etleri tarafından teşvik edilen ve
çokuluslu şirk etler tarafından hayat verilen küreselleşm e süre­
ci, ulusal ekonom i içindeki serm aye g rupları arasında bulunan
eski oligopolislik ilişkinin altını oym uştur; b u d u ru m ise d ü n ­
ya etrafında rek ab etin y o ğ u n lu ğ u n u b ü y ü k ö lçü d e artırm ıştır.
İkinci olarak, h e r ne kadar yeni ABD em peryalizm ine karşı geli­
şen bir m uhalefetin em areleri şu an g ö rü lü y o r ise de, söm ürge­
likten çıkm a süreci son u cu n d a güçler dengesinde oluşan deği­
şiklik IMF, D ünya Bankası ve D ünya T icaret Ö rg ü ıü ’n ü n (DTÖ)
Ü çüncü D ünya’ya dayattığı n eo lib eral p o litik a la r ile baltalan-
m ıştır. Son o la ra k , kitlesel işsizliğin y en id en ortaya çıkışı ve
ABD g ü d ü m lü özelleştirm e ile d üzensizleşıirm e politikalarının
hâkim iyeti, h iç olm azsa kısm en Sovyetler Birliği ile m üttefikle­
rinin önce zayıflaması son ra da çök ü şü sayesinde m ü m k ü n ol­
m u ştu r ki, böylece Birleşik D evletler şim d ilik tek sü p er güç ola­
rak, kapitalizm ise m evcut tek oyun olarak belirm iştir.

71
Yeni işçi Partisi'nin rolü:
Sosyal demokrasi için gelecek?

1980’le r savaş son rası u zlaşm an ın tem elini o lu ştu ra n tarihsel


b lo k u n h ezim ete u ğ ratıld ığ ı bir d ö n em o ld u . F ak a t bu sü reç
m asraflıydı ve artan m uhalefete yol açtı. T h a tch e r’ın seçm en ­
ler n ezd in d e g ittik çe g ö zd en düşm esi, M uhafazakâr P arti’n in
1990’da b ir saray darbesi ile o n u n yerine Jo h n M ajor’ı getirm e­
siyle sonlandı. A ncak so n rad an 1992’de b eklenm eyen b ir şekil­
de seçim lerd e galip gelm esine rağm en, M ajor geçici b ir figür
o larak g ö rü leb ilir; o n sek iz y ıllık T ory (İn g iltere’de M uhafa­
zakâr Parti destekçilerine verilen ad - e.n.) ik tid arın d an sonra
1997’de ülke artık usanm ıştı. Yeni İşçi P artisi’n in bu yeni bağ­
lam da ro lü ü zerin e ne söylenebilir? Sosyal d em o krasiye yeni
b ir şevk kattığını söylem ek ne k ad ar m ü m kün?
Yeni İşçi P artisi, n eo lib eralizm le ilişk ilen d irilen p o litik a la ­
rın kısm i bir red d in in esas varisi olarak iktidara gelm iş ise de,
T h atch erizm in çağın yeni sağduyusu h aline getirm ede b ü y ü k
bir yol kat ettiği neoliberal g ü n d em e başlangıçtan itibaren ken­
d in i tam am en adam ıştır. Bu yeni sağduyuyu devirm ek gibi b ir
am açtan ço k u zak o lan Yeni İşçi P artisi tam am ıyla farklı bir
projeye girişti. T h atch erizm eski tarihsel bloku yıkıp, yeni neo­
liberal d ö n em in tem elini atm ıştı, ancak neoliberal ilke ve poli­
tikaların genel k ab u l gören ideolojik bir tutkal o larak bir arada
tu ttu ğ u yeni b ir tarihsel b lo k kurm ayı başaram am ıştı. Yeni İşçi
Partisi’n in tarihsel m isyonu b u n u başarm ak olacaktı.12
E k o n o m ik a çıd an Yeni İşçi P artisi am a n sız b ir n e o lib eral
se rb est piyasa stra te jisi g ü tm ü ş, ş irk e t d o s tu u lu sal ve k ü re ­
sel bir o rtam yaratıp pekiştirm eyi am açlam ıştır. A ncak Yeni İş­
çi Partisi’nin neoliberalizm in in ayırt edici y ö n ü , esas olarak re­
fah devletiyle k u rd u ğ u ilişkide görülür. M uhafazakârların ka­
m u h arcam aların a ilişk in p la n la rım k ab ul ettiği ilk d ö n em d e
Yeni İşçi P artisi k am u h arcam alarım b ü y ü k ö lçü d e a rtırm ış,
yalnız b u n u katı ş a rtla r a ltın d a gerçek leştirm iştir. Bu şartları
ik tid arın aralıksız m erkezileştirilm esi, hesap verem ez nitelik-

12 Bkz. S. Hall, “N ew L abour's D ouble-Shuffle’', Soundings (Kasım 2003).

72
teki hayır k u ru lu şla rın ın ya da kâr am açlı olm ayan k u ruluşla­
rın hızla çoğalm ası ve yerel yönetim in dışlanm ası ile dayatm a­
yı am açlam ıştır.
A rlan k a m u h arcam aların ın g erek tird iğ i b ir m aliyet olarak
Yeni İşçi P a rtisi’n in ü zerin d e ısrarla d u rd u ğ u “m od ern leşm e
re fo rm la rın ın ” tem el ilkesi, k a m u s e k tö rü n ü n k a m u hizm e­
ti tem elinde işleyişinden piyasa ilkeleri tem elinde ve “hesaplı”
bir şekilde işlem esine geçiştir. Bu yaklaşım ın, özel sek tö r ile iş
adam larının, kam u sek tö rü ile kam u g ö rev lilerin d en daha ve­
rim li o ld u ğ u şek lin d e bir ideolojik dayanağı vardır. H astalar,
öğrenciler, yolcular, m üşteriler ve vatandaşlar, artık tüketiciler
olarak y en id en tanım lanır. Kamu görevlilerinin yerini iş adam ­
ları, piyasalaşm ış devlet ile devlet-dışı k u ra m la rın yöneticileri
ve toplum sal girişim ciler alır. Bu değişikliklerin ard ın d ak i ide­
olojik açıklam aya göre b ürokrasi ile m ü k tesep profesyonel çı­
karların ik tid arın a son verm e, iktidarı ü reticilerd en tüketicile­
re aktarm a ve insanlara seçenek tanıyarak o n ları yaşam ları üze­
rinde k o n tro l sahibi yapm a gibi a rzu lar sö z k o n u su d u r. T hat-
cherizm ile başlam ış olan bu dalga Yeni İşçi Partisi ile yaygın­
laştırılıp evrenselleştirilm iş ve artan k am u harcam alarıyla buna
m addi b ir tem el sağlanm ıştır.
P aternalist “dadı d ev letten ” özgürleşm e fikri -y a n i piyasa se­
çenekleri ü z e rin d e n kişinin kendi hayatı için kişisel so ru m lu ­
luk ü stle n m e si- devletin b ir b ü tü n o larak to p lu m adına, vatan­
daşlardan o lu şa n halk adın a k o lek tif h iz m e t ve dayanışm a sağ­
lam a ro lü n d e n , “in sanlara kend ilerin e yardım etm eleri için yar­
dım etm e ” ro lü n e geçişi için b ir paravan işlevi g ö rm ü ştü r. Ça­
lışm ayanların işgücüne k atılm asını teşvik eden politikalar yok­
su llu ğ u n , özellikle d e ço cu k y o k su llu ğ u n u n biraz azaltılm ası­
na yol açtı. F akat b u n a eşitsizliğin artışı eşlik etti; so n u çta şir­
ket yöneticileri de şirk et başarısına ald ırm ad an m uazzam p rim ­
ler, serm aye kazançları ve y ü k lü m iktarda tazm inata olanak ta­
nıyacak şek ild e k en d ilerin e yardım ed iy o rd u . V atandaşlık te­
m elli dayanışına ilkesinden geriye kalan, k endilerini koruyabi­
lecek hale g etirilem ey en ler için b ir g ü vence ağın ın sağlanm a­
sın d a n ib aret. Böylece Yeni İşçi Partisi b ilin çli b ir şek ild e iki

73
ayaklı bir sistem k u ru y o r. Buna göre k endilerine bakabilenler
bakacaklar; k endilerine bakam ayanlar ya da ileride bakam aya­
cak olanlar ise gönü lsü z ve bu d u ru m u tasvip etm eyen bir dev­
letin hayırseverliğiyle idare edecekler.
Yeni İşçi P artisi’n in ek o n o m ik n eoliberalizm stratejisin e ve
devletin neoliberal piyasalaştınlm asına karşı devam eden dire­
nişe ragm en, b u stra te jin in çeşitli veçh elerinin potansiyel ca­
zibesini k ü çü m sem ek h ata olur. Reform ist sosyal dem okrasiy­
le ilişkilendirilen devletçilik, p atem alizm , toplum m ü h en d isli­
ği, verim sizlik ve tüketici çıkarları karşısında üreticilere önce­
lik tanınm ası; b u n la rın h ep si gittikçe d ah a fazla gözden d ü ş­
m ek ted ir. T em sili d e m o k ra sin in işleyiş b içim i (seç m e n le rin
düzenli aralıklarla bir h ü k ü m e t seçip, son ra onu politika geliş­
tirip uygulam ası için kendi haline bırakm aları), so n u çların g it­
tikçe daha az fark yarattığı uzlaşm a dö n em inde, siyasal sü reç­
ler k o n u su n d a hayal kırıklığına ve seçim lere katılım da d ü şü ş­
lere neden oldu, in sa n la r radikal b ir değişim in gerekli o ld u ğ u ­
n u anladı. Bu b ö lü m ü n başında belirtildiği gibi 1970’lerin m ev­
cu t d u ru m u anlam ak için çok önem li olm asının nedeni, bu d ö ­
nem de gerekli değişim için dinam iğin neoliberal gü n d em tara­
fından hegem onize edilm esidir. Bu, değişim gerekli değildi an ­
lam ına gelm iyor. Yeni İşçi Partisi’nin hayatın her alanını neoli­
beral b ir d o ğ ru ltu d a piyasalaştırm asına karşı a ltern atif Eski işçi
Partisi’n in paternalist sosyal dem okrasisine geri d ö n ü ş olam az.
B unun yerine radikal dem okratikleşm eye doğru bir hareket ol­
m ası gerekm ektedir.

Yeni binyıl: Geçmişin ekonomi


politiğinin gösterdikleri

Yeni biny ıld a siyaset n eo lib eral g ü n d em in ezici ağırlığı a ltın ­


da. H er zam anki gibi direniş hareketleri ve başka bir dü n y an ın
m ü m k ü n o ld u ğ u n a d air h ay aller m evcut. Polanyici karşı h a ­
reket ilerlem ekte. Ancak ileriye b akan, radikal dem o k ratik bir
yenilenm e ve y en id en inşa pro jesi belirene kadar bu h a rek et­
ler u z u n vadede sü rd ü rü leb ilir, k ö k ten değişim am açlayan, tu ­
74
tarlı bir güç h aline gelem eyecek. G ezegenin k arşı karşıya kal­
dığı d u ru m b u n d a n daha fazla endişe verici olam azdı; küresel
kapitalizm , to p lu m sal adalet, ekolojik sü rd ü rü le b ilirlik ve ge­
rek ulu sal g erek u luslararası düzeyde h u k u k u n ü stü n lü ğ ü ile
gittikçe d a h a fazla bağdaşm az n ite lik te o ld u ğ u n u kanıtlıyor.
1970’ler ve so n ra sın ın ek o n o m i p o litiğ in d en çık artılacak baş­
lıca ders tarihsel b ir p ersp ek tif ve h eg em o n ik b ir strateji gere­
ği. G ö rd ü ğ ü m ü z gibi T h atcherizm yoktan v ar olm adı. Yeni İşçi
Partisi’n d en farklı olarak, m evcut b ir g ü n d em e uy u m sağlayıp
b u n u p ek iştirm eyi am açlam ıyordu. A ksine g ü n d e m i ve zam a­
nın sağ d u y u su n u değiştirm eyi am açlayan bilin çli b ir çaba doğ­
ru ltu su n d a dikk atli b ir şekilde hazırlanm ıştı ve bizzat b u çaba­
yı tem sil ediyordu. O ldukça başarılı bir h eg em o n ik stratejiydi.
Politikalar şü p h esiz gereklidir, an cak yeterli değildir. Politi­
kaların to p lu m d a m ev cu t ve gelişm ekle o la n sosyal güçler ile
ilişki için d e şek illen m esi gerekir. Bu, söz k o n u s u güçleri d ö ­
n ü ştü rü c ü b ir şek ild e yenid en y a p ılan d ırm ay ı am açlam alıdır
ki, böylece b u güçler sivil to p lu m , devlet ve ekonom iye ilişkin
radikal d em o k rat bir g ü n d em etrafında eklem lenebilecek yeni
bir tarihsel b lo k o lu ştu rm ak için b ir araya gelebilsinler. Böyle-
si bir b lo k u n tem el ilkeleri piyasalaşm a yerine d em o kratikleş­
me; tü k eticiler yerine vatandaşlar; bencillik y erin e dayanışm a;
yabancılaşm a yerine katılım ; ekolojik bozulm a ve artan eşitsiz­
lik yerine ekolojik sü rd ü reb ilirlik ve top lu m sal adalet olabilir.
Böylesi b ir yeni tarihsel b lo k u k u rm a k için potan siyel olarak
b ir araya gelebilecek, ö rtü şen ve kesişen, toplum sal güçler ba­
kım ından bir kıtlık söz k o n u su değil. A ncak içinde b u lu n d u ğ u ­
m uz toplu m sal-tarih sel bellek yitim i çağında eksik olan şey, ge­
çen yarım yüzyıldan çıkarılan derslere d air b ir k o lektif bilinç ve
stratejik b ir tahayyül sayesinde başka b ir d ü n y a n ın gerçeklen
m ü m k ü n o ld u ğ u n a d air bir güven gibi g ö rü n ü y o r.’3
B ugün için h eg em o n ik b ir s tra te jin in rad ik al katılım cı d e­
m okrasiye dayanm ası gerekm ektedir. G eleneksel tem sili siya­

13 1970’lerdcn itibaren sol politikalar üzerine bir incelem e için bkz. N. T hom p­
so n . Left in the Wilderness: The Political Economy of Brilish Democratic Socialism
since 1979 (C hesham : A cum en, 2002).

75
sete olan inancın yitirilm esinin yanı sıra, aynı zam anda in san ­
ların k endilerini d o ğ ru d an etkileyen ya da şiddetle önem sedik­
leri m eselelerle ilişkili olarak hayatları üzerinde k o n tro l sahibi
olm a çabalarına d air so nsuz ö rn e k le r de g örülüyor. Ç evrenin
bozulm asına karşı ve daha iyi bir yaşam kalitesi için m ücadele
veren h arek etler Ü çü n cü D ünya’n ın yoksulları k ad ar sanayileş­
m iş d ü n y an ın daha m üreffeh yaşayanları arasında da görülebi­
lir.14 K üresel ekolojik sürd ürü leb ilirlik ile küresel sosyal adale­
tin birbiri için gerekli şartlar olduğu gittikçe aşikâr bir hal alı­
yor. Aynı şekilde eşitsizlik ü reten ve sürekli eko n o m ik yayılm a
dinam iği ile h arek et eden küresel kapitalist bir sistem de ikisi­
nin de m ü m k ü n olm adığı aşikâr. H epim iz adına daha iyi b ir ya­
şam kalitesi elde etm ek için gereken değişiklikler o kadar b ü ­
yük ki, b u n la r y alnızca m ü zak ere ile varılacak b ir uzlaşm ayı
am açlayan k atılım cı b ir süreç ile g erçekleştirilebilir. Bu p e rs­
p ek tif etrafında h eg em on ik b ir stratejin in geliştirilm esi sol ile
yeşil h a re k e tle rin -g e re k li köklü d ö n ü şü m le re ilgi d u y an iki
toplum sal g ü c ü n - bir araya gelm esini gerektiriyor.

14 Bkz. J. M artinez-Alier, The Environmentalism o f the Poor-A Study o f Ecological


Conflicts and Valuation (N ortham pton, MA: Edward Elgar, 2002).

76
Hafif D ö nüşüm :
Karl Polanyi'nin M irasın a İtiraz*
H an n es Lacher

Giriş

U lusal ve u lu sla ra ra sı d ü z e n in savaş s o n ra sın d a y en iden in­


şa edilm esi, kapitalizm için yeni b ir siyasal iktisada yol açm ış­
tır. Bu d u n ım , toplum sal ilişkiler ile ek o n o m ik k u ru m ların ge­
niş kapsam lı bir şekilde yeniden ö rg ü tlen m esin i gerektirm iş ve
devlete, e k o n o m in in yönetilm esinde önem li b ir rol atfetm iştir.
Klasik liberalizm in b irço k k u ru m u n u n yerini m ü d ah ale m eka­
nizm aları alm ıştır. Refah devleti, em ek için çeşitli k o rum a araç­
larını p e k iştirip , yaygınlaştırm ıştır. E m ek piy asasının d ü z e n ­
lenm esi ve kam u hizm etlerin in sağlanm ası k o n u su n d a bu ye­
ni yaklaşım , in san ların çalışm a ve yaşam a k o şu lların ı d ö n ü ş­
türm ü ş, to p lu m u n b ü y ü k kesim leri için daha yüksek gelirlere
yol açm ış ve hem işyerinde hem de işyeri d ışın d a daha fazla gü­
venlik sağlam ıştır. Ayrıca refah devletlerinin üstlendiği d ü zen ­
leyici görevleri kolaylaştırm ak am acıyla uluslararası k u ru m lar
o lu ştu ru lm u ş, u y gun b ir k u r rejim i ve serm aye hareketleri üze­
rinde k ısıtlam alar ile bu sistem desteklenm iştir.
Böylelikle k apitalizm , h em k u ru m la n hem de birikim ve top­

(*) Yazar, Julian G erm ann’a bu m akalenin tam am lanm asındaki yardım larından
ö lilrü teşek k ü r eder.

77
lum sal m ücadele m antığı açısından önem li bir d ö n ü şü m geçir­
m iştir. A ncak b u değişikliklerin hiçbiri. Kari P olanyi’n in ek o ­
n o m in in to p lu m sal ilişk iler içine “y en id en y erleştirilm esin e”
yönelik tasav v u ru n u n kısm en olsa bile başarıldığı şeklinde yo­
ru m lan m am alıd ır.' Bu m akalede, Polanyi’nin öngördüğü büyük
dönüşüm ün asla gerçekleşm ediğini sa v u n u y o ru m . P o lanyi’n in
b öylesi b ir d ö n ü ş ü m için belirtLiği k rite rle ri cid d iy e a lm a ­
m ız h alin d e , savaş so n ra sı d ö n e m d e y a şa n an ları, h er ne k a ­
d ar önem li gelişm eler olsalar da, toplum sal ilişkiler b ü tü n ü n ­
d en k o p m u ş p iy asalan n toplum sal ilişkiler içine y en id e n y e r­
leşik hale gelm esi şek lin de kavram sallaşlırm am ız m ü m k ü n d e­
ğildir. Aşağıda Polanyi’n in piyasa ekonom isi ile piyasa to plu-
m u n u n ortaya çıkışına ilişkin görüşlerine dayanarak söz k o n u ­
su kriterleri y en id en kurm ayı am açlıyorum . A ncak b u n d a n ö n ­
ce, Polanyi’nin savaş sonrası dön em den tam olarak ne bekledi­
ğini ve so n ra sın d a “yerleşik lib eralizm ” olarak adlan d ırılacak
şey ortaya çıktığında verdiği ilk tepkiyi yeniden ele alacağız.
Polanyi, 1945’te Büyük Dönûşüm'ü yazarken zo ru n lu b ir ge­
lişme olarak d ü şü n d ü ğ ü piyasam n yeniden yerleşik hale g eti­
rilm esinin, kaçınılm az b ir so n u ç olm adığını fark etm iştir. Böy­
lesi b ir gelişm eye B irleşik D evletler’in kö k ten karşı o ld u ğ u n u
anlam aya başlar. B irleşik D evletler’de N ew Deal liberal piyasa
ütopyasına bağlılığı yerin den oynaıam am ıştı. “New Deal sana­
yi to p lu m u s o ru n u n a bağım sız -A m e rik a n - bir çözüm için bir
başlangıç noktası ve A vrupa’nın önem li bir kısm ını m ahveden
toplum sal çıkm aza karşı b ir çıkış yolu sunabilir. A ncak b u n u n
zam anı h e n ü z gelm edi.”2 Sonuçta New Deal, Polanyi’nin haya­
lini k u rd u ğ u n d a n çok d ah a farklı b ir bağım sız çözüm için te­
m el sağladı. Polanyi’n in gerekli g ördüğü gibi New Deal’in daha

1 M anfred Bienefeld, “Kari Polanyi and ıhe C ontradictions of the 1980s", Tlıe
Legacy of Kari Polanyi: M arket. State and Society at the End o f the Twentieth Cen­
tury içinde, der. M arguerite M endcll ve Daniel Salee (N ew York: St. M artin's
Press, 1991), s. 3—28; Eric H elleiner, “G reat T ransform ations: A Polanyian
Perspective on the C ontem porary Global Financial O rder", Studies in Political
Economy 48 (1995), s. 149-64.
2 Karl Polanyi, “Universal Capitalism or Regional Planning?”, London Quarterly
o f World Affairs 10, no. 3 (1945), s. 87.

78
da radikalleştirilm esinden ziyade, b u siyasetin ciddi bir şekilde
daraltılıp kısıtlandığı bir biçim i ü zerin d e uluslararasılaşm ıştır.
Küresel kapitalizm in yeniden inşası için radikal düzeyde bir ev­
renselleştirm e p ro g ram ı olarak, d em o k ratik sosyalizm ve b ö l­
gesel planlam aya (ki b u n lar Polanyi’ye göre yeni büyük d ö n ü ­
şüm ün iki tem el u n su ru olacaktı ve b u , b ir sü re için m ü m k ü n
de g ö rü n m ü ştü ) yönelik hareketi o rtad an kaldırm ıştır.
Gayet iro n ik b ir şekilde b u yeniden inşa edilm iş, laissez-faire
tarzında olm ayan liberalizm b içim inin Polanyi’n in savunduğu
ilkelere karşı kazandığı zafer, o zam an d an beri Polanyi’n in b ü ­
yük d ö n ü şü m ü ile ilişkilendirilir, hatla eş tu tu lu r oldu. B unun,
yerleşiklik k avram ının yanlış anlaşılm asından ve kavram ın ko­
rum acılık ya da “k en din i k o ru m a” kateg o risin d en niteliksel ve
doğrusu o n ıo lo jik olarak farklı o ld u ğ u n u n anlaşılm am asından
kaynaklandığını savunuyorum .

Piyasayı diriltmek: Kapitalist evrensellik ve


ABD hegemonyası

Polanyi, “E vrensel K apitalizm ya da Bölgesel P lan lam a?” ad ­


lı çok bilinm eyen b ir m akalesinde savaş sona erm eden hem en
önce küresel d u ru m u n m uhasebesini yaparak, liberal kapitaliz­
m in çöktüğü iddiasını tekrarlam ıştır. Ulusal düzeyde “dem okra­
tik sosyalizm ihtim alinin” hem kapitalizm in can dam arında hem
de Sovyetler Birligi’n d e “oldukça arttığını” d ü şünüyordu. Polan­
yi uluslararası düzeyde “bölgesel sistem lerin yan yana var oldu­
ğu” “d ü n y a ilişkilerinde yeni bir kalıcı m o d elin ” ortaya çıktığı
saptam asında b u lu n u r.3 Birleşik Krallık’tan SSCB’ye bu yeni top­
lum türlerini farklı kılan şey, dünya piyasalarının entegrasyonu­
na dayalı b ir evrenselcilik yerine b ir tü r planlam aya dayanıyor
olmaları nedeniyle ya ulusal ya da bölgesel nitelikte olm alandır.
Bu iyim ser tarife rağm en, Polanyi’n in m akalesinin genel ka­
nısı karam sardır. B unun n edeni, 1945 sonrası uluslararası eko­
n o m ik sis te m in te m e lin i o lu ş tu ra n b elg ed e g ö rü le b ilir: Ya­
ni A tlantik Şartı; deyim yerindeyse savaş so n rası “yerleşik li-
3 A.g.e.

79
b eralizm in” k u ru c u belgesi. Bu belgenin liberal d ü n y a ek o n o ­
m isini yeniden kurm ay a yönelik ta a h h ü d ü n ü n ne kad ar ciddi­
ye alınacağı k o n u su n d a em in olm ayan Polanyi, yine de uyarı­
da b u lu n m a z o ru n lu lu ğ u hisseder: “A tlantik Şartı bizi gerçek­
ten serbest piyasaları o rtad an kalktıkları yerlerde y eniden tesis
etm e ta a h h ü d ü altına sokuyorsa, b u şekilde çılgın bir m illiyet­
çiliğin yok o ld u ğ u bölgelere tek rard an girişi için kapıyı aralı­
y o r olabiliriz.”4 Birleşik Krallık b u belgeye sadık kalsaydı, Rus­
ya ile işbirliğinden kaçınm ak m ü m k ü n olabileceği gibi, en so ­
n u n d a planlı ek o n o m iler arasında bölgeler arası işbirliğinin te­
m elini yok edecek bir eylem biçim iyle uğraşm ak da söz k o n u ­
su olabilecekti. (D em okratik) sosyalizm ihtim ali ile karşı karşı­
ya gelen Britanya seçkinleri “ulusal çıkarların aksine... bölgesel
planlam a y olunda çek in m ed en ilerlem ek yerine, evrensel kapi­
talizm i restore etm eye girişebilirler.”5
A ncak bu şekilde piyasaya geri d ö n m e g ü d ü sü , esas olarak
Birleşik K rallık içerisinden kaynaklam azdı. Bölgesel planlam a­
ya tam am en karşı bir ilkeyi tem sil eden. Birleşik D evletler idi:
“ABD, 19. yüzyıl to p lu m m odeline u yuyor, B ritanya da dahil
olm ak üzere tüm diğer güçler ise yeni b ir biçim e geçiş aşam a­
sındaki başka b ir m odele d a h il.”6 Bu tez. Büyük Dönüşüm yazıl­
dıktan so n ra New D eal’ın esas itibariyle yeniden değerlendiril­
diğini gösteriyor. N ew Deal’ı “y eniden yerleştirm eye” ve p lan ­
lam aya y ö n elik genel b ir harekeLe b ağlam ak y erine, P olanyi
şim di ço k d ah a d ik k a tli g ö rü n m ek ted ir: “A m erikalılar yaşam
biçim lerini neredeyse hem fikir bir şekilde özel girişim ve işlet­
me rekabeti ile tan ım lıyorlar; tam am en klasik laissez-faire ile
tanım lam asalar da... O tu zların başında görülen Büyük B uhran
b u hayranlığa zarar verm edi, sadece laissez-faire iktisadı etra ­
fındaki a şın övgü havasını b u lan ık laştırd ı.”7
Polanyi’n in N ew D eal’a ilişkin y o ru m u n d ak i b u değişiklik,
New Deal'ın kendisinin savaş yıllannda geçirm ekte olduğu ciddi

4 A.g.e.. s. 89.
5 A.g.e., s. 91.
6 A.g.e., s. 86.
7 A.g.e., s. 87.

80
dönüşüm ü fark ettiğini gösteriyor olabilir. Brian W addell, önem ­
li çalışması The W ar Against the New Deal: W orld W ar II and Am e­
rican Democracy’de (N ew Deal’a Karşı Savaş: ik in ci Dünya Sava­
şı ve A m erikan D em okrasisi) New Deal refah devletinin başlan­
gıçta, destekleyicileri tarafından ABD to p lu m u n d ak i bitm ek bil­
m eyen b irik im ve yönetişim so ru n la rın a tam k apsam lı bir çö­
züm olarak g ö rü ld ü ğ ü n ü ortaya koyar. O na göre N ew Deal, ça­
tışmalara boğulm uş toplum u bütünleştirm ek için özel alana ait
ekonom ik karar alm a sürecinin kutsal karakterini de çiğneyerek
kam usal alanın dem okratikleştirilm esini içeren b ir geç ulus inşa
projesi olarak da algılanm ıştır. B ununla birlikte, New Deal koa­
lisyonu devlet ve sanayideki m uhafazakâr güçler tarafından sek­
teye uğratıldı; önem li reform ların ö n ü kesildi ve hatta bir kısmı
geri alındı. Ç oğu serm aye lideri ve girişim ciler tarafından destek­
lenen devlet karşıtı, laissez-faire yanlısı ek o n o m ik politikaya ve
kurum sal yapıya bir d ö n ü ş gerçekleşm edi; b u n u n yerine “ulusal
devlet için sınırlı bir Keynesyen role” geçildi.8
Polanyi’n in şü p h esiz 1945’te fark ettiği gibi b u devlet “New
Deal d ö n e m in d e inşa edilm ekte olan düzenleyici refah devle­
tinden n itelik olarak farklıydı.”9 ABD to p lu m u n u n içinde b u ­
lunduğu kriz N ew Deal’da kök salan b ir refah d evletinden ziya­
de, ulusal düzeyde m üdahaleciliği b a stın p , uluslararası düzey­
de m üdahale etm ek üzere kapasitesini g eliştiren b ir ulusal gü­
venlik devleti ile çözülm üştür. Evrensel b ir kapitalizm progra­
m ını destekleyen dış m üdahalecilik önem li bir yer tu tu y o rd u ,
çünkü savaş sonrası ek onom ik istik rar ve büy ü m e, ülke içinde
hak ve hizm etleri daha da genişleterek değil de d ü n ya piyasa­
sının yayılm ası ve en tegrasyonu ile sağlan ab ilecek ti.10 Başlan­
gıçtaki N ew D eal’ın güçlü düzenleyici çerçevesinin uluslarara-
sılaştın ln ıasın d an çok ötede, u luslararası p o litik ve ekonom ik

8 Brian W addell, The W ar Against the New Deal: World W ar II and American De­
mocracy (DeK alb, IL: N o rth ern Illinois U niversity Press. 2001), s. 138: krş.
Alain Brinkley. “The New Deal and the Idea of the State", The Rise and Fall of
the New Deal. 1930-1980 içinde, der. Steve Fraser ve Gary Gcrstle (Princeton,
NJ: P rinceton U niversity Press, 1989), s. 8 5-121.
9 W addell. W ar Against the New Deal, s. 163.
10 A .g.r..s. 142.

81
d ü zen in ABD ö n cü lü ğ ü n d e inşası başka b ir küresel stratejiye
dayanıyordu; b u strateji ü lke içinde New Deal’ı yönetişim m er­
kezinden uzaklaştırıp, ülke dışında “y u m u şak ” liberal m ü d ah a­
le m ekanizm alarını yaym ayı am açlıyordu. Bu arada ülke içinde
N ew Deal’m yenilgisini tem sil eden bu şirket d o stu Keynesyen
m odel etrafında küresel yönetişim k u ru m la n o lu ştu ru lm u ştu r.
Polanyi, Birleşik D evletler’in istisnai y ö n ü n ü , değişen to p ­
lum sal güçler dengesi yerine “A m erikalıların” liberal (am a la-
issez-faire olm ası gerekm iyor) kapitalizm e devam eden in an ç­
larına bağlam ışur. B ununla birlikte 1945’e gelindiğinde Polan­
yi, Birleşik D evletler’in altın standardı dâhil olm ak üzere piya­
sa ütopyasını yeniden canlandırm ayı am açladığı so n u c u n a var­
m ıştır. “Birleşik D evletler liberal kapitalizm in hâlâ anavatanı ve
böylesine önem li bir istisnai konum için söz ko n u su olan ütop-
yacı politik a çizgisini tek başına izleyebilecek k ad ar g ü ç lü .”"
1914 öncesi altın stan d ard ın ın im kânsız olduğu şeklindeki iti­
razı “boş laf" olarak gören Polanyi şu n u ileri sürer: “Eski stan ­
d art elbette ö lm üş b ir uygulam a ve kim se b u n u d iriltm enin ha­
yalini kurm ayacaktır... A ncak m aalesef A m erika’nın gayrel e tli­
ği şey, altın stan d ard ın ın salt bir gölgesi ya da b o ş ismi değil, bi­
lakis ö z ü d ü r.”12 Polanyi’ye göre bu stratejinin —ki b u arada 1944
T e m m u zu ’n d a B retton W o o d s A nlaşm ası ile d o lar-altın sta n ­
dardı biçim inde k a n u n la ştırılm ıştı- n ih ai am acı bölgesel plan­
lamaya ve dolayısıyla da to p lu m u n piyasa üzerindeki k o n tro lü ­
ne karşı savaşm aktı. A ncak C harles M aier’in de işaret ettiği gi­
bi, 1944 ile 1947 arasın d a “Bretton W oods an laşm alarında ve
B ritanya’ya yapılan y ard ım d a ö n g ö rü ld ü ğ ü gibi para b irim le­
rinin ve sabit döviz k u rların ın serbest çevrilebilirliği ü z erin d e­
ki vu rg u , kısm en L ondra’n ın ayrı b ir ticaret b lok u k u rm a ka­
pasitesini kısıtlam ak am acıyla tasarlanm ıştır.”13 Polanyi’nin de
ko rk tu ğ u şey oldu ve Birleşik Krallık, ABD’nin ticaret ve k u r re­

11 Polanyi. “Universal Capitalism o r Regional Planning?" 87.


12 A,g.e.,s. 90.
13 C harles S. Maier. "The Politics of Productivity: F oundations of A m erican In­
ternational E conom ic Policy after W orld W ar 11", International Organization
31, no. 4 (1977), s. 631.

82
jim lcrin i serb estleştirm e y ö n ü n d e k i b itm ek bilm eyen baskısı­
na boyun eğdi.
ABD’nin savaş sonrası straıej isi, öyleyse nihayetinde Polanyi’nin
kafasında can lan d ırd ığı b ü y ü k d ö n ü şü m ü n eşiğ in den d ü n y a ­
yı döndürm eye yönelikti. Bölgesel planlam a ve dem okratik sos­
yalizm -P o la n y i’n in büy ü k d ö n ü şü m kavram ını dayandırdığı iki
u m u t- savaştan hem en sonra ölü b ir haldeydi. B retton W oods,
Polanyi’nin um utların ın gerçekleşm esinden ziyade kapsam lı bir
şekilde yenilgiye uğram asına işaret eder. Birçok ülkede, 1930’lar
ile 1940’la n n başında düzenleyici yaklaşım ların kim i u n su rlan
varlığını sü rd ü rm ü ştü r (gerçi tek başlarına ekonom inin yeniden
yerleşik hale getirilm esinin kriterlerini karşılam aktan çok uzak­
taydılar), ancak b u n lar da piyasa tem elli yaklaşım lara tâbi u n ­
surlar haline gelm işlerdir. Böylece Polanyi’n in terim leriyle ifa­
de edersek, savaş sonrası m eydana gelen değişiklikler sadece bir
“hafif d ö n ü şü m ” olarak düşünülebilir.

"Yerleşikliğin" anlamı

Savaş sonrası to p lu m lar klasik ek o n o m ik laissez-faire kavram ı


üzerine artık açıkça dayanm asaydı, m e rk a n ıilist F ransa ya da
emperyal Ç in ’in o ld u ğ u şekilde “piyasaları olan to p lu m lar” bile
pek sayılam azdı. Piyasalar b u to p lu m lar için h e r zam ankinden
daha fazla ve d ah a radikal b ir şekilde, m erkez! b ir rol oynuyor­
du. Polanyi’n in toplum sal ilişkiler içine y erleşiklik ve bu iliş­
kilerden k o p m a ile ne kastettiğini çözersek, b u d ü zen in o n u n
um ut ve b ek len tilerin d en n ed en uzaklaştığını d ah a iyi anlam a­
ya başlayabiliriz. E k o no m in in başlangıçtaki b u k o p u şu , Sanayi
Devrimi ile b irlik te piyasa ekon o m isin e yol açan ilk büyük dö­
nü şü m ü n m uhtev asın ı o lu ştu rm u ştu r. Polanyi’ye göre geçm iş­
ten radikal b ir kırılm aya işaret eden b u b ü y ü k d ö n ü şü m ü n do­
ğası ne idi? B üyük Dönüşüm'd e toplum sal ilişkiler b ü tü n ü n d e n
“k o pm u ş” bu piyasa sistem inin b ir dizi b ağlantılı y ö n ü n ü göre­
biliriz; böylece tersinden bakarsak savaş so n rası sistem i “yerle­
şiklik” açısından incelem em ize yarayacak k riterler edinebiliriz.

83
Kâr güdüsünün merkezîliği

B ütün to p lu m la r, k a d ın la rla e rk e k le rin doğa ile etkileşim i


ü z e rin d e n m ad d i y en id en ü re tim le rin i güvenceye alm ak z o ­
ru n d a d ır. A ncak en eski to p lu m lard a bireylerin ve b ir b ü tü n
olarak to p lu m u n k en d isin i idam e etm esine im k ân tanıyan m al­
ların ü retim ve dağıtım ı özellikle ek o n o m ik g ü d ü ler ile y ö n e­
lilm ez. Bu to p lu m la rd a h em üretim i hem de dağıtım ı, b ekle­
nilen k ârlard an ziyade politik, d in î veya k ü ltü rel g ü d ü ler d ü ­
zenlem ektedir. M Bu b ak ım d an söz k o n u su “ek o n o m iler” belir­
li bir ek o n o m ik rasyonaliteye dayalı, k endini referans gösteren
etk in lik sistem leri o lu ştu rm a m ışla rd ır. D olayısıyla e k o n o m i,
to p lu m u n genel y ap ılan içine “g ö m ü lü d ü r.”
P olanyi'ye g ö re, 19. yüzyıl b a şın d a in sa n lık ile d o ğ a a r a ­
sın d ak i y e n id e n ü re tim e y ö n elik ilişk in in bu şe k ild e d ü z e n ­
len m esin d en ra d ik a l k o p u ş m ak in e çağ ın ın ih tiy a çların a ce­
vap o larak gelişm iştir. “B ü tü n to p lu m tü rleri e k o n o m ik fak-
törlerce sın ırlıd ır. T ek b aşın a 19. yüzyıl uygarlığı farklı ve ay­
rıksı b ir an la m d a e k o n o m ik ti, ç ü n k ü in san lo p lu m la rı ta ri­
h in d e yalnız n a d ire n geçerli kabul edilen b ir g ü d ü y e d a y a n ­
mayı tercih etm işti... yani k âr g ü d ü s ü .”15 K lasik siyasal ik ti­
sat ve n eo k lasik ik tisa t için k âr g ü d ü sü v erilidir, insan do ğ a­
sın d a n ya da re k a b e tin y ap ısın d an k ay n ak lan ır. P olanyi için
ise m esele aksine bu k ad ar belirli b ir b içim de ek o n o m ik olan
b ir çık arın nasıl m eydana geldiğidir. Polanyi b u n u n kad ın ve
erk e k le ri, g eçim lerin i sağlam ak için ü retim yapm a im k â n ın ­
dan m ah ru m b ırak an b ir siyasal eylem g erek tird iğ in i belirtir;
bu ise devlet ve cem aat k o ru m a sın ın bu k işilerden çekilm esi,
em ek lerin i satm ak z o ru n d a b ırak ılm aları, to p ra ğ ın satılm ası
ve p a ra n ın k u lla n ım ın ı d ü zen ley en kısıtlayıcı ö n lem le rin k a l­
d ırılm ası ile g erçek leşir. İşte b u şek ild e m antığı ve din am iğ i

14 Kari Polanyi, The Great Transformation (Boston, MA: Beacon Press, 19571, s.
46; krş. Karl Polanyi, "O ur O bsolete M arket M entality", Primitive, Archaic and
Modern Economies: Essays of Karl Polanyi içinde, der. G. D alton (G arden City,
NY: Double Day, 1968), s. 5 9 -7 7 (ilk olarak yayım landığı yer: Commentary 3,
no. 2, 1947).
15 Polanyi, Great Transformation, s. 30.

84
m odern ö n cesi ü rü n p iy asaların d an tem eld e farklı o lan piya­
sa ortay a çıkar.
19. yüzyıl b aşlarında g ö rü len b ü y ü k d ö n ü şü m böylece kâr
g ü d ü sü n ü to p lu m u n doğa ile e tk ile şim in in m e rk e z in e k o y ­
m uştur. “D ö n ü şü m , toplum üyeleri b ak ım ın d a n eylem g ü d ü ­
sü nd e b ir değişikliği ifade eder: G eçim sağlam a g ü d ü sü yeri­
ne kâr g ü d ü sü ikam e edilm elidir. B ütün işlem ler, para işlem i­
ne d ö n ü ştü rü lü r ve b u n la r da en düstriyel hay atın her alanına
b ir değişim aracın ın so k u lm asın ı g erek tirir. B ütün gelirler şu
ya da bu şeyin satılm asın d an k ay n a k la n m a lıd ır.”16 Kâr g ü d ü ­
sü n ü n m erkezî n ite lik kazanm ası salt b ir “z ih n iy e t” değişikli­
ği m eselesi değildi. T o p lu m u n bizatihi y apısında yaşanan kök­
ten b ir d ö n ü şü m ü n so n u cu y d u bu; söz k o n u su d ö n ü şü m , in­
sanları h ay atta kalabilm ek ve toplum sal k o n u m la rın ı m uhafa­
za edebilm ek için kârlı ek o n o m ik girişim ler peşin de koşm aya
ya da ü cret kazanm aya zorlam ıştır. Bu tip yapısal şartlar altında
kadınlar ile erk ek lerin doğa ile yeniden ü retim leri için giriştik­
leri etkileşim e artık rehberlik eden ilke, dolayısıyla tam am ıyla
“e k o n o m ik ” bir ilk ed ir.17 M addi yeniden ü retim faaliyeti ve sü ­
reci dayandığı değerler bak ım ın d an artık top lu m sal olarak be­
lirlenm em ek ted ir, aksine enerjisini kendi içinden alır: E kono­
m ik değerlerin sürekli artan üretim i, “in san ın doğa ile etkileşi­
m inin” öncelikli hedefini oluştu ru y o r. Eleştirel b ir perspektif­
le to p lu m u n b ü tü n ü bakım ından bu, to p lu m ile to p lu m u n ye­
niden ü re tim in in şartlarını güvence altına alm a yeteneği arası­
na artık kârlılık hesabının girm esi dem ek oluyor.
B u ra d a m e se le , sav aş s o n ra s ı d ö n e m in , k â r g ü d ü s ü n ü n
eko n o m ik faaliyetin re h b e r ilkesi olm ayı b ırak ışı çerçevesin­
de ta n ım la n m a sın ın m ü m k ü n o lu p o lm ad ığ ıd ır. Savaş so n ra ­
sı y erleşik lib e ra liz m d e n d a h a ö tesi sö z k o n u su o la m a z d ı.18
Bu d ü z en , b e k len ilen kâr h esap ların a d a y a n d ırıla n y atırım lar

16 A.g.c., s. 42.
17 Polanyi, “O u r O bsolete M arket M entality" 64; Jam es Ronald Stanfield, The
Economic Thought o f Kurl Polanyi: Lives and Livelihood (Londra: M acm illan.
1986), s. 58-60,
18 Brinkley. “N ew Deal and the Idea of the Slate” 110.

85
ü zerin d e k i özel h a k la rın y en id en sav u n u lm ası ü z e rin e k u ru l­
m u ş tu r tam da; söz k o n u su k ârlar savaş so nrası dev letler ta­
rafın d an çe k ird ek işg ü cü için b ir m ik ta r k o ru m a ve sınırlı re ­
fah k azan ım ları k arşılığ ın d a söz v erilm iştir. M aier’e göre For-
d ist p azarlığın tem elin d e “en d ü striy el o to rite n in re sto ra sy o ­
nu k arşılığ ınd a m addi istek lerin a rta n o ra n lard a tatm in ed il­
m esi” söz k o n u s u d u r .'9 Ö te y a n d a n b u n u P o lanyi’n in şu id ­
diası ile karşılaştırab iliriz: “B ireylerin g ü d ü leri sadece istisnai
d u ru m la rd a m a d d i iste k le ri ta tm in etm ey e y ö n e lik ih tiy a ç ­
lar tarafın d an belirlen ir. Bu tip b ir m o tiv asy o n u n ev renselleş­
tirileb ileceğ i v a rsa y ım ın a g ö re d ü z e n le n m iş o lan 19. yüzyıl
to p lu m u o çağa özgü b ir d u ru m d u .”20 Bu b a k ım d a n da savaş
so n rası sistem 19. yüzyıl piyasa to p lu m u n u n d evam ını tem ­
sil ediyordu.
Burada Polanyi’n in tarih sel-k ü ltü rel an tro p o lo jisin in esas iti­
ci g ü c ü n ü k en d im ize h a tırla tm a k ta fayda var: Polanyi piyasa
sistem inde asıl so ru n u n , sö m ü rü ve d ü şü k ü c re tler (h em M ark­
sist hem de sosyal d e m o k ra t p o litik p ro jeleri ilg ilen d iren bir
sorunsal) değil de, to p lu m sal ilişkilerin bozulm ası, insanlığın
ö z ü n ü n ve doğal çevresinin yıkım ı o ld u ğ u n u bize tekrar tekrar
h atırlatır.2' Polanyi’ye göre piyasa to p lu m u n u n esas başarısız­
lığı em eğin sö m ü rü lm esin d en ziyade, m etalaşan em eğin taşıyı­
cılarının arlık piyasaya eklem lenm iş olm alarıdır. “Em eği diğer
yaşam e tk in lik le rin d e n ayırıp piyasanın k a n u n la rın a tâbi k ıl­
m ak, b ü tü n organ ik varoluş biçim lerini yok etm ek ve bu n ların
yerine p arçalara ayrılm ış, bireyci b ir ö rg ü tlen m e tü rü n ü k o y ­
m ak anlam ına g eliy o rd u .”22 Piyasa to p lu m u n u n , bireyleri, çe­
şitli değerleri, çıkarları ve pazarlanam az yetenekleri olan insan­
lar olarak değil de m etalar olarak görm ekte ısrar etm esi nede­
niyle insani y ö n lerin in tam am ıyla geliştirilem em esi karşısında
in san ilişkileri b ozulm aya m ah k û m d u . Böylece Polanyi’ye gö­

19 C harles Maier, In Search o j Stability: Explanations in Historical Political Eco­


nomy (Cam bridge: Cam bridge University Press, L987), s. 184.
20 Polanyi. Great Transformation, s. 153.
21 A.g.e., s. 73.
22 A.g.e., s. 163.

86
re “to p lu m sal felaket, ek o n o m ik değil, ö n c e lik le k ü ltü re l bir
olgudur... Ö yleyse sık ça varsayıldıgı gibi e k o n o m ik sö m ü rü ­
den ziyade k u rb a n ın k ü ltü re l çev resin in p arç a la n m ası b o z u l­
m anın n e d e n id ir.”23
Bu n o k ta d a ş u n u kab u l etm em iz gerekiyor: P olanyi, k im i­
lerince id d ia e d ile n çeşitli siyasal ik tisa t y a k la şım ların a u y ­
maz. O n u n d erd i, güncel siyasal iktisat, ek o n o m ik sosyoloji ve
kurum salcı ik tisa d ın y aslandığı “kim , n e zam a n , nasıl, ne el­
de ediyor” so ru su kesinlikle değildi; d ah a y ü k sek ü cretler, sa­
tın alm a g ü cü ile m ak ro ek o n o m ik istik ra n (b ir piyasa sistem i
bağlam ında) kolaylaştırm a ve b ir kille tü k e tim to p lu m u yarat­
maya yönelik b ir siyasal proje de değildi. Savaş sonrası düzen
y u karıd ak i ta rtışm a d a n varabileceğim iz y e rle şik lik k rite rle ri­
ne de u y m u y o rd u . Polanyi’n in hiç onaylam adığı, kâr g ü d ü sü ­
n ü n m erk ezî b ir yer işgal etm esin d en k ay n ak lan an b u m ater­
yalizm, F o rd ist k itle ü retim i/tü k etim i ile b irlik te liberal kapi­
talizm in ö n cek i d ö n em lerin d e o ld u ğ u n d a n d a h a fazla bu d ü ­
zenin d e rin le rin e işlem iştir. K itlesel tü k e tim e dayalı yeni e n ­
tegrasyon biçim leri bireycilik ile ato m izm in ü stesin d en gelm ek
bir yana, b u n la n daha da kökleştirm iştir. B urada önem li birkaç
nokta ise işçiler ile vatandaşların tük eticiler o larak yen iden k u ­
rulm aları, bireyci b ir sa ğ d u y u n u n o lu ştu ru lm a sı ve kapitalist
sosyal k u ru m larm toplum sal tahayyülün sınırları olarak kabul
edilm esidir.2'’
1967-68 ö ğ re n c i isy a n la rın ın n e d e n le ri a ra s ın d a F o rd iz-
m in in sa n lık ta n çık artan yön leri b ekleneceği ü z e ıe hiç de az
yer kaplam ıyordu. Polanyi’n in “piyasa to p lu m u n a ilişkin ger­
çek eleştiri... b u rad a ek o n o m in in kişisel çıkara dayandırılm ış
olm asıdır”25 diye ısrar etm esi d o ğ ru ise bu eleştiri savaş so nra­
sı yerleşik liberalizm için de şüphesiz geçerlidir. Başka bir de­
yişle, piyasa to p lu m u n u n o lu ştu ru lm a sın d a belirleyici ham le
geçim den kâra geçiş idiyse, o zam an yeni b ü y ü k d ö n ü şü m ta-

23 A.g.c., s. 157.
24 Mark Rupert, Producing Hegemony: The Politics o f Mass Production and A m eri­
can Global Power (N ew York: Cambridge University Press, 1995), s. 6 0 ,1 0 2 .
25 Polanyi, Great Transformation, s. 249.

87
rim to p lu m larm a b ir geçişi gerektirm em ekle birlik te, k â r gü­
d ü sü n ü n ekonom ik alan daki ve to p lu m u n genelindeki m erkezî
k o n u m u n d a n u zak laştırılm asın ı şü p h esiz gerek tirird i. A ncak
1945’ten son ra b u tü r h erh an gi b ir şey gerçekleşm edi.

Toprak, emek ve paranın metalaşması

Polanyi’ye göre 19. yüzyıl uygarlığında (ve so n rasın d a) kâr


g ü d ü sü n ü n hâk im k o n u m u , toprağın, em eğin ve p aran ın me-
talaştırılm alarının bir son ucuy du . Bu süreç eşi olm ayan bir ma­
teryalist toplum a yol açm ıştır ancak ek o n o m ik ve m addi güç­
ler bu tarihsel d ö n ü şü açıklayam azlar. E konom ik davranış, m a­
dem böyle bir şey vardı, fiyatlan koyan b ir piyasanın katlanm ış
etkisini yaratam azdı. Ç ü n k ü m o d ern öncesi to p lu m ların “sos­
yal k alıp ları” b u n a izin verm ezdi. Öyleyse bu tarihsel kırılm a
nasıl oldu? Polanyi’n in d eğ erlen dirm esinin tem el u n su rla rın ı
b elirlersek, 1945’ten so n ra ikinci b ir b ü y ü k d ö n ü şü m ü n ger­
çekleşip gerçekleşm ediğine d air yapacağım ız incelem e için ge­
rekli kriterleri elde etm iş oluruz.
P olanyi’ye göre en önem li adım . Sanayi D evrim i ile atılm ış­
tır. Sanayi D evrim i, a rtık gerekli olan b ü yük ölçekli y a tırım ­
ları m ü m k ü n k ılab ilm ek için en d ü striy el ü re tim e lazım tüm
gird ilerin satılık olm asını gerek tirm işti. Bu ihtiyaca cevap ola­
rak Birleşik K rallık, 19. yüzyılın ilk o tu z yılında to p ra k ile p a­
ranın k u llan ım ı ü zerin d ek i sınırlam aları k ald ırm an ın yanı sı­
ra, em eğ in ta m a m e n m e ta la ş tın lm a s ın ı d e ste k le y e n liberal
b ir e k o n o m ik ve sosyal p o litik a benim sem iştir. Bu d ö n ü şü m ­
le b irlik le geçim , a rtık m ad di hayat için baskın bir g ü d ü ola­
m azdı. G eçim aracı o lm a y a n la r, em eğ in k u lla n ım b içim leri
ü zerin d e en azın d an başlangıçta birkaç kısıtlam aya izin veren
şartla r altın d a ü c re tle r için b u n d a n böyle çalışm ak zo ru n d a y ­
dı. Ç alışm a k ap asitesi m etalaştırılm ıştı ve h e r b ir b ireyin g e­
çim ini sağlam a yeteneği, em ek piyasasında istih d am edilebil­
m ek için rek ab et etm e yeteneğine tâbi hale gelm işti. Ö te y an ­
d an , şim di to p rak ve araçları k o n tro l ed enler, satılık m al ü re ti­
m in d e çeşitli “üretim fak tö rlerin in ” kârlı b ir şekilde birleştir-
88
inekle u ğ raşabilecek d u ru m d ay d ılar. A m a b u k im seler de, di­
ğer ü reticilerle rek ab et h alin d ek i g elirlerin i güv en ceye alm ak
için, k en d ile rin i k ârlı b ir şek ild e ü re tim d e b u lu n m a k z o ru n ­
da hissettiler.
D olayısıyla 19. yüzyıl uygarlığının ortaya çıkışı ve kâr g ü d ü ­
sü n ü n ek o n o m ik ö rg ü tlen m en in m erk ezin e yerleşm esi basitçe
laissez-faire’e d o ğ ru ideolojik b ir değişim in ü rü n ü değildi. Üs­
telik lam d a to p rak , em ek ve p aran ın m etalaştın lm ası ile k u ­
rulan b u piyasanın kendi k urallarına g ö re işlem esi, insanların
ona inanm ayı bırakm asıyla kaybolacak b ir liberal yanılsam a ya
da ideolojiden d e ibaret değildi. Ü retk en “g ird ilerin ” m etalaş-
tınlm ası ile piyasa, liberal itikadı ciddiye alan insan sayısı çok
az o ld u ğ u n d a d ah i şartlarını to p lu m a dayatabilecek bir ku ru m
olarak inşa edilm iştir. G erek k âr g ü d ü sü g erek k endi kuralla­
rına göre işleyen piyasa, toplum sal ö rg ü tle n m e n in bizatihi d o ­
ğasına ilişkin b ir d ö n ü şü m e yaslanm ıştır; böylelikle piyasa top-
lu m un u diğ er tü m to p lu m lard an ayıran tarihsel kırılm a da ger­
çekleşm iştir. Polanyi de yeni b ir d ö n ü şü m b ek len tisini tam da
bu önem sıralam asına dayandırır:

Piyasa sistemi artık prensipte dahi kendi kurallarına göre iş­


lemeyecek, çünkü bundan böyle arıek, toprak ve parayı kapsa­
mayacak. Emeğin piyasa dışına alınması rekabetçi piyasaların
kurulması kadar kökten bir dönüşüm anlamına geliyor. Üc­
ret sözleşmesi, ikincil ve yan noktalan dışında özel bir sözleş­
me olmaktan çıkıyor. Yalnız fabrikadaki koşullar, çalışma sa­
atleri ve sözleşme biçimleri değil, temel ücretin kendisi de pi­
yasanın dışında belirleniyor... Toprağın piyasa dışına çıkma­
sı, onun aile işletmesi, kooperatif, fabrika gibi belirli kurum-
larla birleşmesi ile aynı anlama gelir... Çiftliklerin özel sahip­
liği ne kadar yaygın olursa olsun toprak mülkiyeti ile ilgili
sözleşmelerin, temel konular piyasa dışına çıktığı için, yalnız­
ca yan noktalar üzerinde durması gerekir. Aynı şey temel gı­
da maddeleri ve organik hammaddeler için de geçerlidir, çün­
kü bunlarla ilgili fiyat saptamaları artık piyasaya bırakılmaz...
Bu tür önlemlerin sonucunda mülkiyetin doğası şüphesiz te­

89
mel bir değişim geçirir, çünkü artık mülkiyet hakkından kay­
naklanan gelirlerin, yalnızca istihdamı, üretimi ve toplumdaki
kaynakların kullanımını sağlamak amacıyla sınırsızca artmala­
rına gerek yoktur.26

Bu d u ru m d a b ö y lesi b ir to p lu m sa l y en id en y a p d a n m a n ın
İkinci D ünya Savaşı’n d a n so n ra , k ısm en bile olsa, g erçek ten
v ü cu t b u ld u ğ u n u k im id d ia e d e b ilir ki? E lb e tte fabrika k o ­
şulları ya da çalışm a saatleri devlet m ü d ahaleleri ile şek illen ­
di (1840’lardan beri o lduğu gibi). A ncak em ek, piyasanın dışı­
na kesinlikle alınm adı ve ü cretler çokça piyasanın içinde belir­
lendi; sözleşm eler “ik in cil” nok taların çok ötesinde de özel kal­
dı; toprak özel d en etim altında kaldı ve kullanım ı da sanayi gi­
bi özel k âr artırm a stratejilerin e tâbi tu tu ld u . Ç oğu tem el gıda
m addesi ile h am m ad d en in fiyatları, birkaç (genellikle geçici)
istisna dışında piyasa fiyatları olarak devam etti. Ve m ülkiyet:
G ö rdüğüm üz gibi, Polanyi’nin u m d u ğ u n d an çok farklı bir to p ­
lum sal içeriğe sahip olm asıyla şim di ayırt edilebilen savaş so n ­
rası u zlaşm anın n iteliği, tam olarak ü retk en m ülkiyet ve yatı­
rım k a ra rla n ü zerin d e özel denetim in yeniden ileri sü rü lm esi­
ne karşılık geliyordu. D oğrusu savaş sonrası “verim lilik siyase­
ti” kesinlikle “m ü lk iy et h ak k ın d an kaynaklanan g elirlerin ” tam
istihdam ı ve .yatınm ı sağlam ak am acıyla sınırsızca artm alarına
izin verilm esi gerektiği fikrine dayanıyordu.
M evcut şekliyle refah devleti, h e r zam an özel yatırım ların
kârlılığını artırm a kabiliyetine bağım lı kalıp b u n u n la sın ırlan ­
m ıştır. Esping-A nderson gibi refah devleti üzerine çalışan kimi
akadem isyenler refah devletin d e sosyal p o litik an ın esas am a­
cının em eğin “m etalaşm asm m nispeten sınırlandırılm ası” (Es­
ping-A nderson b u kavram ı esasen Polanyi’n in akim daki “p ro ­
leterleşm enin sın ırlandırılm ası” o lgusundan ayırt eder) olduğu­
n u iddia ediyor, ancak öte yandan bu sistem in hâlâ piyasaya da­
yalı o ld u ğ u n u da açıkça belli ediyorlar.27 Refah devleti, piyasayı
m addi yeniden ü retim in esas k u ru m u olarak kabul edecek bir
26 A.g.e., s. 2 51 -2 ; vurgu bana ait.
27 G osıa Esping-A ndersen, The Three W orlds o f Welfare Capitalism (P rinceton,
NJ: P rinceton U niversity Press. 1990).

90
şekilde piyasa sistem ine katkıda b u lu n m u ştu r ve büyüm esi (ki
bu, özel yatırım k ararlan n d an kaynaklanacak özel kârlara dair
makul b ir beklentiyi önceden varsayıyordu) sayesinde sınırlı al­
ternatif gelir biçünlerini finanse etm ek m ü m k ü n olm uştur. Pi-
yasadışı gelirler, böylelikle piyasa sistem inin büyüm esi ve özel
kâr edinilm esi şartına bağlı kalm ıştır. Son olarak kim ileri, Bret-
ton W oods rejim i altındaki serm aye hareketleri üzerine konu­
lan kısıtlam aların paranın “ulusallaştırılm asına” katkıda b u lu n ­
duğunu ileri sü rm ü ştü r; ancak şu n u da belirtm ek gerekir ki sa­
vaş sonrası to p lu m lard a “p ara ilişk isin in ” ro lü a rtm ıştır.28 Yi­
ne de refah d evletinin gerektirdiği d evlet m üdahalesi biçim le­
ri şüphesiz laissez-jaire iktisadı ile bağdaşm az. Ama zaten aşağı­
da da göreceğim iz gibi Polanyi laissez-faire’in piyasa sistem inin
özünü o lu ştu rd u ğ u n u hiçbir zam an ileri sürm em iştir.

Kendi kurallarına göre işleyen piyasa

Refah kapitalizm i sıklıkla yanlış b ir şek ild e (piyasa toplumla-


nndan ziyade) piyasalara sahip toplum lar o larak d ü şü n ü lm e k ­
tedir. Bu, P olan y i’n in yeni b ü y ü k d ö n ü şü m d e n so n ra piyasa­
ların a ru k k en d i k u ralların a göre işlem eyeceği y ö n ü n d e k i gö­
rüşüne dayan d ırılm ak tad ır. A ncak Polanyi’ye göre piyasaların
kendi k u ralların a göre işlem elerinin a rd ın d ak i n e d e n in toprak,
em ek ve p aran ın m etalaştınlm ası o ld u ğ u n u g ö rd ü k ve bu me-
talaşma 1945’ten sonra kesinlikle o rtad an kaybolm adı. Öyley­
se ekonom ide kendi k urallarına göre işlem e ifadesi ile, Polanyi
devlet m ü d ah alesin in y o k lu ğ u n d an çok d ah a farklı b ir şey kas­
tetmiş olabilir mi?
Polanyi piyasa ekonom isini şöyle tanım lar: “Sadece piyasalar
tarafından d en etlen ip , d ü zen len en ve y ö n etilen b ir ekonom ik
sistem; m alların ü retim ve d ağıtım ında d ü zen b u kendi k u ral­
larına göre işlem e ilkesine em anet ed ilir.”29 Savaş sonrası eko­

28 Daha kapsam lı b ir tartışm a için bkz. H annes Lacher, “E m bedded Liberalism,


D iscm beddcd M arkets: Reconceptualising the Pax A m ericana", New Political
Economy 4, no. 3 (1999), s. 343-60.
^9 Polanyi, Great Transformation, s. 68.

91
n o m iler şü p h e siz sadece piyasalar tarafın d an d en e tle n ip , d ü ­
zenlenm iş ve y ö nelilm iş değil. D evletler eko n o m ik düzen lem e­
de önem li bir rol oynam ış, piyasa ü zerinde bazen bir dereceye
k ad ar yön etim ve d en etim bile ü stlen m iştir. B ununla birlikte
piyasa ekonom isini k u ru c u nitelikteki em ek, toprak ve paranın
m etalaşm ası esası sonuçlandırılm adığında, piyasa işleyişi zayıf­
lamış olsa bile p ren sip te kendi k urallarına göre işlem eye devam
etm iştir. Şüphesiz bu iddia, d iğ erlerin d en de daha fazla, k e n ­
dini Polanyici ilan eden çoğu kim se tarafından kızgınlıkla kar­
şılanacaktır. Dolayısıyla ek o n o m in in piyasa tarafından d ü z en ­
lenm esinin ne anlam a geldiği ve yeniden dağıtım gibi başka bir
m ekanizm a tarafından d ü zenlenm esi için ne gerektiği gibi so ­
ru la n daha d erinlem esine araştın n am ız gerekiyor.
Bu n o k tad a piyasanın kendi k urallarına göre işlem esinin Po-
lanyi için tam olarak ne anlam a geldiğini hatırlam am ız lazım:
E konom ik faaliyet için ek o n o m ik nitelikte bir g ü d ü n ü n varlı­
ğı; bu g ü d ü , kişinin sah ip o ld u ğ u m allan artın n ay ı am açlam a­
sı sebebiyle ek o n o m ik b ir n iteliktedir.30 Bu m evcut ise “ek o n o ­
m ik g ü d ü lere dayalı ayrı ve farklı b ir k u ru m a ” yol açar.31 Pe­
ki ya ekonom i, yani insanlığın doğa ile yeniden ü retim ilişkisi,
başka ne şekilde ö rg ütlenebilirdi? Polanyi’ye göre bu, üç dav­
ranış kalıbına göre yapılabilir; bu kalıp lardan hiçbiri “ek o n o ­
m ik ” sayılam az ç ü n k ü hepsi, m al b irik im in d en ziyade başka te­
mel kaygılarla h arek et eder. Bu ilkeler karşılıklılık, y eniden da­
ğıtım ve ev idaresidir ki, piyasa sistem i so n u n c u su n a değişim i
de ekler (ya da “takas, tram pa ve ticaret”). Öyleyse bu davranış
ilkelerinden han g isin in belirli b ir tarihsel to p lu m d a hâkim ola­
cağı şeklinde b ir so m beliriyor. Polanyi’n in de işaret ettiği gi­
bi, “Bu gibi ilkeler, m evcut kuru m sal kalıplar uygulanm alarına
izin verm edikçe e tk in olam azlar. K arşılıklılık ve y en id en d a ­
ğıtım , sadece söz k o n u su to p lu m la n n örgütlenm esi simetri ve
m erkezleşm e gibi kalıpların yardım ıyla böyle bir ç ö zü m ü n şart­
larını yerine g etird ik lerin d en dolaya, yazılı kayıtlar ve ay rın tı­
lı idaren in yardım ı olm adan ekonom ik bir sistem in işlem esini

30 A.g.c., s. 46.
31 A.g.e.. s. 47.

92
sağlayabilirler.”32 Değişim ilkesine karşılık gelen k u rum sal ka­
lıp piyasadır; k en d in e yeterlilik ise ev id aresine karşılık gelir.33
Toplumsal kalıplar ile ekonom ik davranış ilkeleri arasındaki
fark, Polanyi’nin birinci ve ikinci büy ü k d ö n ü şü m lerin niteliği­
ne ilişkin görüşlerini yorum lam ak açısından b ü y ü k bir önem arz
ediyor. M erkantilist dönem de var olduğu şekliyle b u tip ticaretin
neden em ek, toprak ve paranın m etalaşm asına dayalı piyasa eko­
nom isine yol açm adığını ve açam adığını anlam am ıza yardım cı
olabilirler.34 Ç ü n k ü b u ticaret kurum sal kalıp olarak m erkezleş­
me içinde yer alm ış, bu da ticarete sadece yardım cı b ir görev tanı­
mış ve to p lu m u n m addi yeniden üretim i üzerinde kontrol sağla­
yarak kâr güdûlm esini engellemiştir. Bir to p lu m u n sosyal kalıbı,
o toplum daki ekonom ik örgütlenm enin niteliği ve ro lü n ü oluştu­
rur. Kalıba tekabül eden ekonom ik ilke hâkim ilkeyse ekonom i­
nin b ü tü n lü ğ ü n ü sağlayan o olacaktır, am a diğer ilkeler de ikin­
cil bir kon u m d a varlıklarım sürdüreceklerdir. Böylece merkezîli-
ge dayalı bir ekonom ide ekonom ik süreci düzenleyip bütünleşti­
recek olan yeniden dağılım ilkesi olacaktır (ya da olm alıdır). Bir
m iktar değişim yapılacak, ancak b u n u n anlam ı ve dinam iği pi­
yasa kalıbına dayalı bir toplum da olduğundan farklı olacaktır.35
A ncak, toplum sal kalıpla hâkim davranış ilkesi arasında bir
u y u m su z lu k o ld u ğ u tak d ird e s o ru n la r o rtay a çık acaktır. Bu­
na en iyi ö rn e k piyasa to plum larıdır, ç ü n k ü “takas ilkesi, öteki
üç ilkeyle aynı düzeyde değildir. Bağlı o ld u ğ u piyasa kalıbı, si­
m etri, m erkezleşm e ya da kendine y eterlilikten daha belirgin­
dir - piyasa kalıbının aksine diğer kalıplar sadece ‘özelliktir’ ve
yalnızca tek işlev gören k u ru m lar o lu ştu rm azlar.”36 Piyasa ka­
lıbı içinde to p lu m u n b ü tü n lü ğ ü n ü sağlayan ek o n o m ik davra­
nış ilkesi o larak değişim diğer kalıplara tek ab ü l eden ilkelerden

32 A.g.c., s. 48.
33 A.g.c., s. 4 7 -5 5 ; Karl Polanyi, The Livelihood o j Man (N ew York: A cademic
Press, 1977); daha sistem atik bir açıklam a için bkz. H annes Lachcr, “The Po­
litics o f the M arket: Re-reading Kari Polanyi”, Global Society 13. no. 3 (1999),
s. 313-26.
34 Polanyi, Great Transformation, s. 61.
35 A.g.c., s. 56.
36 A.g.c.

93
çok d ah a dışlayıcı b ir rol oynar. Y eniden dağıtım ve karşılıklı­
lık gibi ilkeler yalnızca katı sınırlar içinde varlık gösterebilirler.
Ç ü n k ü piyasa kalıbı, sadece kend in e özgü bir biçim de, belirli
b ir k u ru m a, piyasaya yol açar.

Sonuçta ekonom ik sistemin piyasa tarafından kontrolünün


toplumsal düzenin bütününü etkileyen önemli sonuçlar ver­
m esinin nedeni budur: Bu, toplum un piyasanın bir parçası
olarak işlemesinden başka bir şey değildir. Ekonomi toplum­
sal ilişkiler, içine yerleşeceği yerde, toplumsal ilişkiler ekono­
mik sistemin içine yerleşirler... Çünkü bir kez ekonomik sis­
tem belirgin dürtülere dayanan ve özel sosyal konumlara yol
açan ayrı kurumlar halinde düzenlenince, toplumun da bu sis­
temin keııdi yasalarına göre işlemesine olanak verecek biçim­
de düzenlenmesi gerekir.37

Polanyi’n in b u ra d a işaret ettiği no kta çok önem li: Bir kez p i­


yasa sistem i em ek, to p ra k ve p a ra n ın m etaiaşm ası ü ze rin d en
k u ru lu n ca, devlet ve top lu m da piyasa güçlerinin em irlerini ka­
b ul etm ek z o ru n d a kalacak ve piyasaya fiyat koym a işlevi en ­
gellenecek şekilde m üd ah ale etm ekten kaçınacaktır. Polanyi’ye
göre b u b asitçe, p o litik alanla e k o n o m ik alan ın ayrılm asın a
ilişk in , o lu m su z so n u ç la ra v arm ad an re d d e d ile b d e ce k , id eo ­
lojik b ir sav u n m a değildir. Ç ü n k ü b u m etalaşm a sü reçlerin e
n ed en olan ilk o larak p iy asan ın yararların a d a ir ideolojik bir
inanç ise de; to p lu m yapısının, insanlığın tem el sosyal ilişkile­
rinin bu d ö n ü şü m ü b ir kez gerçekleşti m i to p lu m u n m addi ye­
niden ü retim i ve üyelerinin geçimi artık varoluşsal bakım ından
o na bağım lı hale gelir. Böylece “m eta efsanesi”, yine de çok ger­
çek bir n itelik kazanm ış bir efsane, “in san ın ve doğanın kade­
rini, kendi ru tin in e göre işleyen ve kendi yasalarıyla yönetilen
bir ro b o tun o y u n u n a teslim etm iştir.”38
Şüphesiz so n u çta 1945’ten so n ra piyasaların Polanyi’n in tam
kastettiği anlam da b ü tü n ü y le kendi kurallarına göre işlem edi­
ğini belirtm em iz gerek. Polanyi’n in kendi kurallarına göre işle-

37 A.g.e., s. 57.
38 Polanyi, "O ur O bsolete M arket M entality”.

94
nıe h u su su n d a k i çeşitli tariflerinden hangisini seçtiğim ize bağlı
olarak, savaş sonrası düzen “kendi k u ralların a göre işlem e” ol­
gusuna y ak ın olm aktan ziyade daha uzak görünebilir. Ö rneğin
bu piyasaların işleyişinde fiyatların m erkezî b ir rol oynam ası­
na karşın, devletler arz ve talebin y önetilm esinde fazlasıyla yer
alm aktaydılar. B atfdaki işçilerin çoğu için, “yaşam g ereksinim ­
lerini” karşılam a yetenekleri çokça piyasaya bağlı kalm ış olm a­
sına rağm en hayatları artık ani bir tehlike ile karşı karşıya de­
ğildi. T em eli savaş so n rasın ın “verim lilik siyasetin e” dayanan
Fordist kitle tüketim k ü ltü rü , Polanyi’ye göre toplum sal bozul­
m anın nihai biçim i olan m ateryalizm in sürekliliğini ve yüksel­
m esini a rtık alttan destekliyordu.
Dolayısıyla savaş sonrası düzen saf b ir piyasa m odelinin ta­
leplerinden o ld u k ça önem li bir ölçüde ayrılır. B ununla birlikte,
Polanyi’nin kullandığı eşit düzeyde sınırlayıcı anlam ıyla ek o ­
n om inin toplum sal içine yen id en g ö m ü lü o ld u ğ u b ir toplum
ile b u n u n ço k daha az alakası vardır. Savaş so n rası bağlam da
“piyasaya sa h ip b ir to p lu m u n ” Polan y i’ye göre şa rtla rın ı d ü ­
şünelim : Büyük Dönûşüm’ü n son sayfalarında, ö n g ördüğü m e­
ta efsanesinin sona erm esine karşılık şu n a d ik k at çekiyor: “Pi­
yasa Loplum unun sona erm esi k esin lik le piyasaların yokluğu
anlam ına gelm ez. Kendi k urallarına göre işleyen ek onom ik bir
organ olm ayı top y ek û n bırakırken, b u piyasalar tüketicinin öz­
gü rlü ğ ü n ü sağlam ak, değişen talebi gösterm ek , ü reticin in ge­
lirini etkilem ek ve bir hesap verm e aracı olarak hizm et etm ek
am acıyla çeşitli şekillerde varlıklarını s ü rd ü rü rle r.”39
Bu piyasaların önem li bir farklılığı -ki bu, o n la n toplum sal ha-
yaun efendileri yerine, b ir kez daha toplum sal d o k u su n u n bir
parçası yapacak tü rd en bir farklılıktır- ürün piyasaları ile sınır­
lanacak olm alarıydı. Ü rün fiyatları arz ve talebe boyun egebiliı-
di (tarih in m o d em öncesi dönem lerinde olduğu gibi). B ununla
birlikte piyasa yeniden yerleşik hale getirilecekıiyse em ek, top­
rak ve para fiyatlarını piyasa dışında tespit etm e zorunluluğu bu
sistem için m utlak bir koşul olurdu.40 Piyasa artık kendi kuralla-

59 Polanyi. Great Transformation, s. 252.


“Kİ A.g.tr.

95
n n a göre işlemeyecek, ancak bu, h ü k ü m et m üdahalesi - b u d u ­
rum , Polanyi’nin de kitabında gösterdiği gibi 19. yüzyıl uygarlı­
ğında başlangıçtan beri görülen serbestleştirm e eğilim ine eşlik
e tm iştir- sayesinde değil de başka bir nedenle olacaktı: “ [Piya­
sa sistemi] b u ndan böyle em ek, toprak ve parayı kapsam ayacak.
Emeğin piyasa dışına alınm ası rekabetçi em ek piyasalarının k u ­
rulm ası kadar kökten bir d ö nüşüm anlam ına geliyor.”41
Böylece piyasanın a rtık tü m m ü d ah ale, düzenlem e ve işlet­
me biçim lerine b o y u n eğecek oluşu, özellikle de em ek m etalaş-
nuş k o n u m u n u s ü rd ü rd ü ğ ü ve k âr g ü d ü sü ek o n o m ik faaliye­
tin tem elini olu ştu rm ay a devam ettiği sürece kendi kurallarına
göre işlem e o lg u su n u o rtad an kaldırm az. Refah kapitalizm inde
g ö rü len piyasaları sadece “m u h aseb e a raç la rı” olarak d ü ş ü n ­
m em iz h içb ir şekilde m ü m k ü n g ö rü n m em ek ted ir. Bu n ed en ­
le piyasa sistem i, k en d i k u ralların a göre işleyişi “zayıflaşm ış”
da olsa 1945’ten so n ra yerini m uhafaza etm iştir. Bu d u ru m el­
bette yeni b ir şey değildi: Zayıflam ış piyasalar, 1870’lerd en be­
ri görülen k o rum acılığın so n u cu y d u . Bu bakım dan Polanyi’nin
1870’ten 1930’a k ad ark i d ö n em in niteliğine ilişkin g ö rü şü gi­
bi, savaş so n ra sı d ö n e m de aynı z am an d a hem se rb estleşm e
h em k o ru m a c ılık ile ş e k ille n m e k le d ir. A ncak İk in c i D ünya
Savaşı’n ın hem öncesi hem de so n rasın d a bu tü r bir k o ru m a ­
cılığın, piyasayı yen id en yerleşik hale g etirm ekten dik k atle k a ­
çınm ası g erekm ektedir. Buradaki fark b ir derece farkından zi­
yade nitel, h atta onto lo jik b ir farktır.
B urada v arılacak s o n u ç , savaş so n rası k ap ita liz m in piyasa
sistem i ile y erleşiklik arasında o rta b ir yerde durm ası değil de,
P olanyi’n in terim leriyle ifade edersek, serb estleşm e ile k o ru ­
m acılık diyalektiğini sü rd ü rm e sid ir. Savaş sonrası kapitalizm
nisp eten g en iş k apsam lı k o ru m a b içim lerin e yol a çm ıştır fa­
kat to p lu m u , piyasa sistem i içerisinde korum acılığı ayıran u ç u ­
ru m d an diğer tarafa, piyasa sistem inin y ü rü rlü k ten kaldırılm a­
sına do ğ ru h içbir şekilde harek et eu irm ed en yapm ıştır b u n u .42
Böylesi bir so n u ç şü p h esiz çok tatm in edici değil; savaş sonrası

41 A.g.c., s. 251.
42 Bu k on ud a bkz. l.achcr, “Em bedded Liberalism, Disem bcdded Markets".

96
dönüşüm , “b ü y ü k ” sayılam ayacak olm akla birlik te, “h a fif’ ola­
rak ya da ö n c e d e n gelen serb estleşm e ile k o ru m acılık ikiliği­
nin salt b ir değişm esi olarak da tam anlam ıyla kavranam az. So­
nuçta refah kapitalizm inin/işletim ci k ap italizm in tarihsel ö n e ­
mini anlam am ıza o lan ak verecek kavram sal ve tarihsel araçları
Polanyi’n in analizi sağlayabilir m i ya da ABD hegem onyasının
niteliği ve tarihsel olarak yeni sayılabilecek sosyal ve u luslara­
rası k o ru m a ile devlet m ü d a h a le sin in b ileşim in i an lam ak için
başka b ir y ö n e m i dönm eliyiz diye so rm ak zorundayız.

Sonuç

Son analizde, M aier’in de işaret ettiği gibi savaş sonrası siyasal


iktisat, “gerek bilim sel işletm e, ticari planlam a, endüstriyel iş­
birliği g erek k o rp o ra tist g ru p laşm alar aracılığıyla ü re tk e n ve­
rim liliği a rtıra ra k , A m erikan to p lu m u n u n az b u lu n u rlu k ta n /
kıtlıktan (scarcity) k ay n ak lan an sın ıf ç a tışm a la n n ı aşabilece­
ğini v u rg u la y a n ”43 fik irler ü z e rin e k u ru lm u ş tu r. 1947’ye ge­
lindiğinde, Polanyi piyasa ü to p y asın ın b u uyanışını fark etm iş
g ö rü n ü y o r. P olanyi, 1945 m ak alesin in izleg in d e devam ed e­
rek so n b ir kez d ah a y en ilen en piyasa z ih n iy e tin in eskim işli-
giııi kan ıtlam ay a çabalıyor: “Bazıları se ç k in le re ve a risto k ra ­
silere, işletm eciliğe ve şirk etlere inanıyor. T o p lu m u n b ü tü n ü ­
n ün, değ işm ed en m uhafaza etm ek istedikleri ek o n o m ik siste­
me daha y ak ın d an uyarlanm ası g erektiğini d ü şü n ü y o rlar. C e­
su r Yeni D ünya’n ın ideali b u d u r... Ö le y an d an diğerleri, tam a­
men d em o k ra tik b ir top lu m d a sanayi so ru n u n u n ü reticiler ile
tü k eticilerin bizzat k e n d i p lan lı m ü d a h a le le ri ile çözüleceği­
ne in an ıy o r.”44 A ncak işletm ecilik galip geldi. N e iro n ik ki, biz
de (ve özellikle “eleştirel” sosyal k u ram cılar) Polanyi’n in ken­
disine karşı tam da o n u n ısrarla uyardığı b ir toplum sal düzeni,
onun g ö rü şü n ü n gerçekleşm esi olarak b en im ser olduk!

+3 M aier, “Polilics of Productivity", s. 613.


Polanyi, “O u r O bsolete M arket M entality”, s. 76.

97
İKİNCİ BÖLÜM

Günüm üz Piyasa Ekonomilerinde


Meta Efsanesi (1):
Günüm üzde Çalışma
Küresel Dönüşümde Emeğin
Yeniden Metalaşması*
G uy S t a n d i n g

Giriş

20. yüzyıl endüstriyel vatandaşlığın y ükselişi ve ç ö k ü şü n e ta­


nıklık elti. Bu d ö n ü ş ü m ü n to p lu m sal ilişk ile r için e y e rle şti­
rilm esi a şa m a sı, em eğe dayalı h a k la rın ile rle m e si, b ir b a k ı­
ma em eğin m etalaşm asının sın ırlan m ası a n lam ın a g eliy o rd u .1
Yüzyılın so n çeyreğinde, b u ad lan d ırm alar n eredeyse h e r yer­
de aşınarak, en d ü striy el vatand aşlığ ın s o n u n u n geldiğine işa­
ret etti.
N asıl P o lan y i 19. y ü zy ılın laissez-faire'e sü rü k le n m e sin in
planlı o ld u ğ u n u anladıysa, b u g ü n de “neoliberalizm " çağı, k ü ­
resel ölçekte b ir piyasa to p lu m u y aratm a girişim i öyle planlıdır.
Polanyi, “to p lu m u n in san i ve doğal ö z ü n ü ” y o k edeceği için
“kendi ku ralların a göre işleyen piyasa ek o n o m isin i” sü rd ü rm e ­
nin im kânsız o ld u ğ u n u d ü şü n m ü ştü . G erçi b u , g ü çlü çıkarla­

(*) Ista n b u l K o n fcra n sı'n d a b u k o n u şm a y ı y ap m am için te şv ik e d e n P olanyi


Vakfı'na, özellikle d e Kari Polanyi-Levilt, M argarelh M itchell ve Ayşe Bugra’ya
m üteşekkirini Elbette hiçbiri burada belirtilen görüşlerden sorum lu tutulam az.
I G uy Standing, Beyond the New Paternalism: Basic Security as Equality (Londra:
Verso. 2002).
101
rın b u tü r bir “k aran lık ü to p y a”2 yaratm aya çalışm aktan vazge­
çeceği anlam ına gelm iy o rd u . A m a y ap ıtın d ak i kilit savlardan
biri, devlet o yönde ilerleyecek olursa, piyasa to p lu m u n u n aşı­
rılıklarının devletin ekonom iyi yeniden to p lu m u n içine yerleş­
tirm esine d ö n ü k tepkilere yol açm ası suretiyle b ir karşı hareke­
tin ortaya çıkacağı iddiasıdır.
Şu an d a içinde b u lu n d u ğ u m u z dönem , küresel bir hegem o-
nik k ü ltü rü n uygarlığı teh d it ettiği bir to p lu m u n b ü tü n ü n d e n
ko pukluk dönem idir. Bu dönem , finansallaşma, tük etim in stan­
dartlaşm ası, v aro lu şu u ygarlaştırm ak için gerekli b irç o k k im ­
lik biçim lerinin o rtad an kalkm ası ve ü retim teknikleri, e k o n o ­
m ik ve sosyal politikaların çakışm ası anlam ına geliyor.3 Kitabın
bu bölüm ü, m erkezinde em eğin yeniden m etalaşm asının b u lu n ­
duğu bu değişm elerin yol açtığı bir hayalet gibi üzerim izde do­
laşan krizlere dair. Bu d u ru m u tersine çevirm ek, 21. yüzyıl için
siyasetin cevap verm ek zo ru n d a olduğu bir m eydan okum a, ye­
ni d ö n ü şü m ü n ekonom iyi yeniden top lu m un içine yerleştirm e
aşam asının gerektirdiği bir görevdir. G ereken şeyin ne olduğunu
anlam ak için Polanyi’nin iki kavram ını -e m eğ in m etalaşm ası ve
hayalî m e ta - yeniden ele alm am ız gerekiyor.

Çalışma, emek ve metalaşmanın hayalî sınırlanması

Em eğin m etalaşm asına ilişkin h e r analizde, çalışma (w ork) ile


emek (labor) ve emek ile emek gücü (labor pow er) arasında ik i­
li bir ayrım yapm ak gerekir.
Y o rum cuların çoğu ilk ayrım ı görm ezden gelir. A m a h e r ça­
lışm a em ek olm adığı gibi h e r em ek de ü retic i etk in lik değil-

2 Karl Polanyi, The Great Transformation: The Political and Economic Origins of
Our Time (Boston, MA: Beacon Press. 2001 baskısı), s. 3.
3 Birçok kişi bu çakışm a g ö rü n tü sü n e karşı çıkıyor. Şüphesiz b ü tü n ülkelerin
aynı n o k tad a olduğu ya da eş “son noktalara” h areket ettiğini im a etm eden
de genel eğilim ler gösterilebilir. “K apitalizm türleri" üzerine bkz. J. R. Hol­
lingsw orth ve R. Boyer, Contemporary Capitalism: The Embeddedness o f Institu­
tions (Cam bridge: C am bridge U niversity Press, 1997); der. T. İversen, J. Pon-
tusson ve D. Soskice, Unions, Employers and Central Banks: Macroeconomic Co­
ordination and Institutional Change in Social M arket Economies (C am bridge:
C am bridge U niversity Press, 2000), vd.

102
dir. A yrım y ap ılm ad ığ ın d a, em ek o lm ayan çalışm a anlam ı tü ­
m üyle y itirilm iş o lu r, g özden yitip gider. 20. y üzyılın em ek is­
ta tistik lerin d e o lan da b u d u r. D aha ç o k say ıd a in sa n ın daha
uzun sü re yaptığı çalışm a, yani bakım iş i (care w o rk), g ö rü n ­
mez o ld u .4
İlerlem ecilerin , 20. yüzyılda sosyal d e m o k ra t h ed ef olarak
endüstriy el v atandaşlığın p eşin d en k o şark en d ü ştü k le ri h ata­
lardan b iri em eği, to p lu m sal k o ru m a, d ü zen lem e ve yeniden
dağıtım ın odağ ın a yerleştirm ek ti. M aaşlı o larak çalışıyorduy-
sanız, hastalık izni, an n elik izni, ö z ü rlü le rin yararlandığı y ar­
dım lar ve em ekliliğe hak kazan ıy o rd u n u z. A m aç, m ü m k ü n ol­
duğu kad ar çok insanı “işe" yerleştirm ekti. E m ek perform ansı
el ü stü n d e tu tu lu y o r, k o ru n u p idealize, ediliyor, ödüllendirilip
onurlan d ırılıy o rd u . Laborism canavarı ö n ü n e çıkanı ezip iler­
lerken, H a n n a h A re n d t’in k i gibi çatlak sesler d u y m azdan ge­
liniyordu. B üyük d ö n ü ş ü m ü n bu y erleştirm e aşam asın d a bir
m üstahdem to p lu m u y d u inşa edilen.
E m eğin aksine, kişinin kendi seçtiği çalışma/iş, kullanım de­
ğeri için g erçek leştirilir. A yrıca k işin in k e n d i seçtiği gelişm e
ve ta tm in hedefleri y o lu n d a kendi isteğiyle gerçekleştirdiği ça­
lışma, şü p h esiz m etalaşm ayı sın ırlam an ın esasını o lu ştu rm ak ­
tadır. K itabının so n u n d a k i n o tların d a, P olanyi etk in lik türleri
arasında b ir ayrım yapm adan çalışm a ile em ek arasın daki fark­
lıları vurgular, ilkel toplu m lard a çalışm ayı harek ete geçiren n e ­
denler ü z e rin e olan g ö rü şü n ü d estek lem ek için k u şağının an ­
tropolojik bilgeliğine başvurur; o n a göre b u n u n n edeni ne kâr
ne de e k o n o m ik kazançtır, aksine karşılıklılık, keyif, rekabet gü­
cü ve beğenilme gibi n ed en lerin b ir karışım ı söz k o n u su d u r.5

4 A ntik Y unan'da saygın ve ü retken sayılan tefe çalışm a buydu. Ç alışm a kavra­
m ın ın evrim ine d air b ir incelem e için bkz. G uy Standing, “T he Idea of W ork",
H J G reek Presidency Event’te sunulan tebliğ, “T h e F u tu re o f W ork", Atina.
O cak 2003.
5 P olanyi'nin y o ru m lan konuşm a diline özgü görülebilir. Bahçem i neden kazı-
n m ya da k uzukulağı çorbası yapm ak için tariflerle neden ugraşınm ? Polan­
yi konferansında yapacağım konuşm a m etninin kelim eleriyle niye oyalanm m ?
Bu etkinlik lerin -çalışm an ın - hiçbirinde ekonom ik kazanç düşüncesiyle hare­
ket etm em . Bunları zevk, g u ru r ya da benzeri şeyler için yapıyorum am a tica­
ri k â r için değil. Emeğin nedenlerinden ne kadar da farklı. E m ek icra ederken.

103
Ç alışm anın bir diğer özelliği, çalışan kişinin irade sahibi ol­
m ası, kendi ken d in e k arar verm e im k ân ın a ve özerkliğe sahip
olm asıdır. B unun ak sin e emek icra etm ek d u ru m u n d a k i b ir işçi
b ü yük ö lçüde ird ed en y o k su n d u r. Ya ken disine söyleneni ya­
par veya yapm aya çalışır ya da k end isin den yapm ası beklenile­
ni yapm am aya çalışır.
Polanyi, b ir piyasa to p lu m u yaratm ak için dev letin em eğin
icrasını hayatın diğ er etk in lik lerin d en ayırm ak zo ru n d a o ld u ­
ğ u n u an lam ıştı.6 “S özleşm eye dayalı olm ayan a k rab alık , m a­
halle, m eslek veya inan ç örg ü tlen m elerin in ” tasfiyesi anlam ına
gelen “sözleşm e ö zgürlüğü ilkesi” b u n a hizm et ediyordu. O y­
sa b u tü r ö rg ü tlen m eler çalışmanın gerçek bir özg ü rlü k içinde
gelişebildiği bir o rtam ı sağlam ak için gereklidir. M etalaşm a -
çalışm anın em eğe d ö n ü ştü rü lm esi- sosyal k o ru m a k u rum ları-
nın yıkım ını ve statü n ü n yerini sözleşm enin alm asını gerektirir.
Şim di emek ile em ek gücü arasın d ak i a y n m ı ele alalım . P o­
lanyi emek kavram ını kim i zam an etkinliği kim i zam an da iti­
lip kakılan insanı an latm ak için kullanm ıştır. H er ne kadar ki­
m i M ark sistler k elim eleri tam tersi an la m d a k u lla n m a k iste­
yebilirse de, emek k elim esinin em ek piyasasında zam an, e n er­
ji, efor ve beceriyi harcam a etkinliğini anlatm ak için; em ek gü­
cünün ise bir bireyin yeterlilik ve yeteneklerinin toplam ını a n ­
latm ak için k ullanılm ası m akul görün üy or. T eorik olarak, ge­
rek em ek gerek em ek gücü, h er ikisi de m etalaştınlabilir. Kö­
le iki anlam da da m etalaşıırılır; proleter, em ek g ü cü n ü n sahibi
olm aya devam eder. Bu anlam da Polanyi, Adam S m ith’in insa­
n ın çalışm aya d ü şk ü n olduğu yolundaki iddiasını kabul etm e­
m ekte haklıydı.
M etalaşm a h e r zam an için b ir derece m eselesidir, tn sa n la r
öncelikle araçsal nedenlerle çalışıyorsa ve de bu çalışm a ekono­
m ik güvensizlik içinde yapılıyorsa, em ek d aha da m etalaşır. Di­
yelim ki b ir göçm en, sözleşm esiz olarak, g ü ndelik y a h u t saat­
lik ücretlerle ve eline pek bir şey geçm eden çalıştığında alabil­

gclir kaybı, isten kovulm a, yaptırım lar, dalıa genç veya daha yetenekli işçilerin
yerim i alm ası vb. korkularla karşı karşıyayım.
6 Polanyi. Great Transformation, s. 171.

104
diğine m elalaşırk en ; aylıklı, u z u n vadeli b ir işte çalışan birisi
daha az m etalaşır. F ak at bu d u ru m d a bile, sırf “kariy er yaptığı”
işi bırak m ak ço k pahalıya m al olacağı için k en d isini neredey­
se kalıcı işe h ap setm iş olan aylıklı “şirk e t ad am ı” kısm en me-
talaşmıştır.
M etalaşm an ın tarihsel an alizin e y ard ım cı o lm a k am acıyla,
sosyal gelir kavram ını ele alm ak yararlı olacaktır. H er to p lu m ­
da, am a en ilk elin d e bile, h e r bireyin b ir gelir kaynağı vardır,
yoksa ö lü r.7 T op lam d a yetersiz veya havsalaya sığm ayacak ka­
dar büy ü k olabilir am a kim se h e p te n m ü lk sü z değildir. Çeşit­
li tü rde k ay n ak lar v a rd ır ve k ay n ak ların b ir araya gelm e biçi­
mi bir k işin in g elirin in y alnız d ü zey in i değil gen el güvenliği­
ni de belirler.8
Tem el olarak, bazıları hiç b u lu n m asa bile, h er to p lu m d a h e r
bireyin altı g elir kaynağı vardır; b u n la r b ir araya geldiklerinde
kişinin sosyal gelirini o lu ştu ru r. Bu, şöyle tanım lanabilir:

SG = KÜ + Ü + AY + ŞY + DY + Ö G

Burada SG, bireyin toplam sosyal geliridir; KÜ, kendi hesabı­


na ü re tim d ir (tü k etilebilir, takas edilebilir veya satılabilir); Û,
para cin sin d en ü c re t veya işten elde edilen gelirdir; AY, aile, ak ­
raba veya içinde b u lu n u la n yakın çevrenin sağladığı yardım la­
rın değeridir; ŞY, kişinin çalıştığı şirk etin sağladığı yardım lar­
dır; DY, devletin, çalışanlara veya şirk etler aracılığıyla çalışan­
lara ödediği sübvansiyonlar da d ah il olm ak ü zere sigorta veya
diğer tran sfer ve sosyal hizm etler olarak sağladığı yardım ların
değeridir; ÖG ise kişinin yatırım , özel sosyal k o ru m a gibi yol­
larla elde etliği özel geliridir.
SG’in yap ısın ın önem i, b ir kişinin ne ö lçüde piyasa güçleri­
ne tâbi o ld u ğ u n u gösterm esin d en ileri gelir. M etalaşm anın sı­
nırlandığı b ir d ö n em d e, Ü n ü n SG içindeki payı d ü şerken, (ye-

1 Eti basil toplum da dahi insanlar, üretim yapm alarına veya besin elde etm eleri­
ne yardım cı olan toprağa erişim sahibidirler veyahut erişim sahibi olanlardan
arm ağan ve destek alırlar.
® Bazılan kazandıklarından daha az gelir elde ederler, b u n u n nedeni vergiler de­
ğil de, aracıların erişim i kontrol etm esi ve kesinti yapm asıdır; böylece yoksul­
luklarını gizler. Kadınlar çoğunlukla bu şekilde yoksullaştırılır.

105
n id en ) m elalaşm a d ö n em in d e artar. İlk d u ru m d a, SG’n in n is­
peten güvenli u n su rları, kuru m sal m üd ahaleler so n u cu n d a aşı­
n ırk en , güvenilm eyen ve çalışm a p erform ansına bağlı u n su rla­
rı n ispeten artabilir.
SG’n in y ap ısı ü z e rin e v erilecek h e r m ü c a d e le , e k o n o m ik
g ü çlerle to p lu m u n k e n d in i y en id en ü re tm e ih tiy acı arasın d a
b ir m ücadeleyi içeren h e r d ö n ü şü m için m erkez! önem dedir.
P olanyi’nin an lattığ ı ö y k ü , piyasa m e k a n izm aların ın ve b ağ ­
lan tılı g ü v e n siz lik le rin y ayılm asına ta n ık lık eden sanayi ka­
p ita liz m in in d o ğ u şu y la ilgiliydi. Faşizm ve devlet sosyalizm i
d eh şetlerin i yaşad ığ ın d an refah d evletini piyasa m ek a n iz m a ­
larının sosyal b a k ım d a n yıkıcı olm asını engelleyecek araç ola­
rak ö ngördü.
Ulusal b ir em ek piyasası ortaya çıktığında devlet, to p lu m u n
ku ru m la n ın, ekonom i kendi kendisini yok etm eyecek biçim de
d eğiştirerek tepkisini gösterm iştir. Bir başka deyişle, em ek me-
talaşm ası geliştikçe, piyasayı en k ö tü aşırılıklardan arındıracak
ö n lem ler alın m ıştır. M etalaşm anın sın ırlan m asın ın başlangıcı
19. yüzyılın so n u n a, İngiltere’de fabrika yasalarına, Bism arck’m
o rta sınıfı Prusya d ev letin e bağlam a çabalarına ve sosyal g ü ­
ven lik d en ey lerin e k a d a r g ö tü rü leb ilirse de, bu sü re ç en çok
1940’lar, 1950’ler ve 1960’lard a, yani refah d e v letin in çeşitli
tü rleri inşa edildiğinde, ilerlem e gösterm iştir.
Refah devleti kapitalizm i veya yasal düzenleme dediğim iz d ö ­
nem , erkek em eğinin m etalaşm asının sın ırlanm ası ve e n d ü stri­
yel vatandaşlığın -y a n i endüstriyel em ek (etkinlik anlam ında)
esasına dayalı h ak lar sis te m in in - ilerlem esi anlam ına geliyor­
du. Fakat bu m etalaşm anın sın ırlanm ası gerçek değildi, çü n k ü
çalışanlar kendi refahları ve sosyal statüleri bakım ından çalış­
m a p erfo rm an sların a daha da bağım lı k ılınm ışlardı.9 M eıalaş-

9 B u n u n b e lir tis i e m e k s ö z le ş m e le r in in o l u ş tu r u lm a ş e k liy d i. B irle şik


D evletler'dc 1950'lerden beri firm alar işçileri u z u n vadeli sözleşm elerle bağ­
lam ışlardır; b u n d a ödem eyi verim lilik artışına bağlayan COLA (C ost of Li­
ving A djustm ent) sözleşm eleri kullanılıyordu. Bu, sendikaların artığın m ev­
cut bölüşıım ünû kabul ettiği anlam ına geliyor. COLA sözleşm eleri sendikala­
rın devlet yardım ları için yaptığı baskıda düşüşe yol açm ıştır. Bu sözleşm eler,
Bau Avrupa’da DY, LJ ve ŞYye kıyasla artarken, neden ABD refah kapitalizm in-

106
m anın sın ırlanm ası hayalîydi ç ü n k ü hah olarak g ö rünen şeyler
(hak o larak ad lan d ırılan lar) sadece tahsistiler. Yani belirli bir
deneyim ve dav ran ış şartıyla v eriliyordular. Ç alışırsanız, “b e­
şikten m ezara” -v e y a “ann e k arn ın d an m ezara”- yardım lardan
ve sosyal h izm etlerden yararlan ıy ord un uz. Yoksa başınız d e rt­
teydi. “Ç alıştırm a dev letin i” ilk geliştirenler İsveçlilerdir; sos­
yal d em o k ra tla r b u tu h a f olguya göz y u m d ular.
M etalaşm anm hayali sınırlanm ası d en ilebilecek şey, küresel
bir eğilim di; gerçi sanayileşen ü lk elerd e m etalaşm a da bir yan­
dan g ö rü lü y o rd u .10 M etalaşm anm sın ırlan m asın ın tanım layıcı
özelliği, devlet ve serm ayenin çalışm a perform an sı ile para cin­
sinden ü cret arasındaki bağı zayıflatm asıydı.11 Em eği asla ola­
m ayacağı b ir şeye, “hayalî b ir m eta”ya çevirm eye çalışıyorlar­
dı. E m ek “satın alm ıy o rd u ” am a fiyatı, ücret, sağlanan hizm e­
tin veya işverene m aliyetin b ir yansım ası değildi. T edavülden
kaldırm alar, çalışm aya teşviki azalttı ve etkili kaynak tahsisleri
için gerekli piyasa m ekanizm alarını çarpıttı. A m a em eğe daya­
lı refah devleti paradoksal biçim de insanları b ir işe girm iş ya da
girm eye istekli olm a d u ru m u n a daha bağım lı hale getirdi. H an­
nah A rendt’in en b üy ü k k o rk u su n u , “m ü sta h d e m to p lu m u n u ”
hayata geçirm eye yönelik bir stratejiydi b u .12
M etalaşm anm sınırlanm ası piyasa m ekanizm alarına “dayan­
m am a ” o la ra k ta n ım la n ırsa , hem refah devleti k a p ita liz m in ­
de hem de devlet sosyalizm inde 1950’lerde ve 60’larda bu yö­
ne doğ ru b ir h arek et vardı, “m aaşlar eriyor” ve şirket ile devlet

de ŞY'de DY vc Ü'ye kıyasla bir aru ş sağlandığını açıklam aya yardım cı olabilir.
ABD’deki gelişm elerle ilgili olarak bkz. N. L ichtenstein, “From C orporatism to
Collective Bargaining: O rganized Labor an d the Eclipse of Social Democracy in
the Post-W ar Era". The Rise and Fall o f the New Deal Order içinde, der. S. Fra­
ser ve G. G erstle (Princeton, NJ: Princeton U niversity Press, 1989), s. 142-44.
10 M ilyonlarca insan göçm en işçiye d ö n m ü şk en , bir kısım insana, özellikle de
dcvleı m em urlarına, zengin ülkelerdeki m ütekabil çalışanlar için standart sa­
yılanın kopyası niteliğindeki bir sosyal gelir paketi sağlanm ıştır.
11 Bir ücret alm ak için kişinin işyerinde bulunm ası (ya da b u n u yapm am ak için
m eşru b ir nedenin olm ası) zorunluydu. Sonrasında n o rm u n altında çalışıp ça­
lışm adığı sosyal geliri bakım ından sadece çok ufak bir fark yaratıyordu.
12 H. A rcndt. The Human Condition (C hicago. İL: U niversity o f C hicago Press,
1957). 1İnsanlık Durumu, çev. Bahadır Sina Şener. İletişim Y ayınlan, 4. baskı,
20091

107
yardım ları ve hizm etlerin e g eçiliyordu.13 Ama hâlâ proleterleş­
tirm e sü rü y o r, in san lar tam zam anlı, sabit gelirli çalışm aya ba­
ğım lı olm aya m ah k û m ed iliy o rd u .14 Eğer işçi olarak şirkete ve
sen d ik an ıza gönülden bağlı idiyseniz, çalışm a h ak ların ızı, b e ­
lirli bir em eklilik m aaşı, hastalık izni ve em ek yeniden ü retim
y ard ım ların ı (an alık izni, ç o cu k yardım ları vb) alırd ın ız. Bu,
b ir tü r m etalaşm an ın sm ırlanm asıydı am a gerçek ö zg ü rlü k ol­
m ak tan uzaktı.
Kısacası m etalaşm an ın hayalî sın ırlan m ası d ö n e m in i belir­
leyen şey, çalışanlara (ve onlara “bağım lı olanlara”) sosyal gü­
v en lik sağlayan yasal d ü z e n le m e le r sistem i; v ergi p o litik a sı,
sen d ik alaşm a ve ü c re t fark ların ı k o n tro l a ltın d a tu tm a k için
to p lu p azarlık ü z e rin e k u ru lu b ir y en id en dağıtım sistem i ve
katkı tem elli b ir sosyal k o ru m a sistem iydi. Polanyi’n in terim ini
yeniden kullanırsak, söz k o n u su o lan b ir A ltın Ç ağ değil, Ap­
tallar C en n eti’y d i.ıs Süreç, em eğin m etalaşm asm ın sın ırlan m a­
sının bir virajından ö b ü rü n e doğru ilerlerken, çalışm aya d ö n ü k
teşvikler gitgide k u ru d u , piyasalar bo zu ld u , sübvansiyonlar a n ­
lam ını yitirdi, işlerin ne kadarı kam u sektöründeyse, kadınlar
o k ad ar “ikincil çalışan” o lm aktan çıkıyordu (tam istihdam ef­
sanesi inanılırlığını k aybediyordu), em ek piyasasının sertlikle­
ri artıyor ve toplum sal gerilim ler m üzm inleşiyordu. Böyle de­
vam edem ezdi.

13 Emeğin m etalaşm asm ın sınırlanm asını, Esping-A ndcrson'ın sık atıfta bulun an
kitabında yaptığından d aha geniş tanım lıyorum . Esping-A nderson, “bireylerin
ya da ailelerin piyasaya k aulm alanndan bağımsız olarak, toplum sal olarak ka­
bul görebiliı bir yaşam a seviyesini sürdürebilm e derecesi" olarak tanım lam ak­
tır. G. E sping-A ndcrscn, The Three Worlds o f Welfare State Capitalism (C am b­
ridge: C am bridge U niversity Press, 1990), s. 37.
14 Sovycıler B irliğinde em eğin m etalaşm asm ın sınırlandırılm asında en ileri n o k ­
taya gidilm esi. 1 9 8 0 îerd e sistem in durm asında kısm en etkilidir. İşçiler alay
ederek şöyle bir espri yapıyorlardı: "O nlar bize ödem e yapıyorlarm ış gibi dav­
ranıyorlar, biz ise çalışıyorm uşuz gibi." Devlet em eğin m etalaşm asm ı tehlikeli
b ir biçim de sınırlar.
15 Bu, “efsanelere" sızm ıştı. B unlardan en büyüğü tam istihdam oldu ğu y olu n­
daydı; bir m ite dönüşerek birçok kişinin dönem i Altın Çağ olarak adlandırm a­
sına o lanak tanım ıştır. Oysa 1968’dc bu şekilde görünm üyordu.

108
Emeğin yeniden metaiaşması:
Sosyal gelirin parçalanması

Polanyi ş u n la n yazdığında aklında 19. yüzyıl vardı: “H er şey­


den önem lisi, insan to p lu m u ek o n o m ik sistem in b ir aksesuarı
haline g elm işti.’’16 Bu ifade pekâlâ g ü n ü m ü z için de kullanıla­
bilir. Yeni d ö n ü şü m ü n bir son rak i b ö lü m ü gözlerim izin ö n ü n ­
de cereyan ediyor, gerçi ilerici içgüdüler m etalaşm aya karşı bir
gündem i dile getirdikçe çifte hareket halin i de alıyor. Ö zellik­
le geçtiğim iz y ü zy ılın so n çey reğ in d e, fin an s serm ay esi ege­
m enlik kazandıkça, bu serm ayenin (h e r ikisi de lan G ough'dan
ödünç alınan terim leri k u llan m ak g erek irse)17 irade gücü ve y a ­
pısal gücü, 20. yüzyılın o rtasındaki o n yıllarda görü len em eğin
m etalaşm asm ın hayalî sın ırlan m asın ın gerisingeri gitm esine ve
SG’n in dağılım ını değiştirip, ağırlığın ö n celik le DY ve ŞY’den
LTye geçm esine n ed en oldu.
Bu d ö n ü ş ü m ü n b ir özelliği, d ev let ve ş irk e t y ard ım la rın ın
ve de o n ların yanı sıra büyüyen h izm etlerin aşınm asıdır. Hem
açıktan açığa hem de üsîü kapalı hak kayıpları yaşandı; bunların
ilki h a k la n zayıflatan ya da silip g ö tü ren yasa değişiklikleriyle,
İkincisi ise b u tü r y ardım lar ve hizm etlerin m ü m k ü n olm adığı
statü lerd e d ah a çok in sa n ın bulu n m asıy la gerçekleşti. Sonuç,
para cin sin d en ücrete bağım lılığın artm asıydı.
B ütü n g ru p la r y en id en m etalaşm ayı aynı ö lç ü d e yaşam adı.
Kim ileri yen id en m eialaşm am n farklı biçimlerini yaşadı.18 Bu­

16 Polanyi. Great Transformation, s. 79.


17 1. G ough, The Political Economy of the Welfare Slate (H annondsw orth: M acm il­
lan. 1979).
18 1990’larda refah devletinde yaşanan değişim lere dair kanıtların toplanmasıyla,
bazı gözlem ciler bunların sadece marjinal olduğu sonucuna vardı. Bir ianesi şu ­
nu ileri sürdü: “Refah devleti, nispi istikrar adası olarak göze çarpm aktadır." P.
Pierson. Dismantling the Welfare State? Reagan, Thatcher and the Politics o f Ret­
renchment (Cam bridge: Cambridge University Press, 1994), s. 5. Pierson refah
b ürokrasilerinin statükoyu koruduğunu ve reform önerileri üzerinde veto güç­
lerini kullandıklarını, böylcce izlenilen yolda sürekliliği sağladıklarını savunu­
yor. P. Pierson. "The New Politics of the W elfare Slate". W orld Politics 48, no.
2 (1994), s. 147. Esping-A nderson kurum sal ataletin, refah devletinin sadece
m eydan okum alara u yum sağlaması dem ek olduğunu, böylcce "üç refah rejim i­
m izin içsel m antığının kendini yeniden üretiyor g ö rü n (d ü g ü n ü )” savunm uş-

109
n u göz ö n ü n d e tu tarsak , Loplaın h arcam adan ziyade transfer­
ler ve hizm etlerin yapı ve tasarım ının değişm esinin izinden git­
m ek d ah a ö n e m lid ir.19 Bazı gözlem ciler, y en iden m etalaşm a-
n ın b ir veçhesini, yeni m ali politikaların yanı sıra, devlet yardı­
mı düzeylerin in ve asgari ücretin d ü şü rü lm esi olarak g ö rd ü .20
Ama bu aslında m etalaşm anm esasını gözden kaçırır; bu esas,
em eğin piyasa fiyatının b ir işlevi olarak k en d in i gösterm esidir
ki, asgari ü cret yeniden m etalaşm anm b ir parçası olarak pekâlâ
yükselebilirdi de. İngiltere’de Yeni İşçi P artisi h ü k ü m e tin in u lu ­
sal düzeyde geçerli b ir asgari ü cret için ilk defa h arekete geçm iş
olm ası tesadüf değildir.
Y eniden m etalaşm an m b ir başka kaynağı; ticarileşm e, dev­
let ve işverenlerden m aliyetlerin kullanıcılara aktardm ası ve te­
darik sü recin in özelleştirilm esi gibi ham lelerle sosyal hizm etle­
rin serbestleştirilm esi o lm u ştu r. Bu da işçilerin sırtına yeni m a­
liyetler y üklem iş ve ü cretlerin in b ü y ü k b ir kısm ını ü stü ö rtü lü
biçim de alıp g ö tü rm ü ştü r.
E m ek g ü c ü n ü n m etalaşm ası aynı z a m a n d a işç ile rin ç alış­
m aya bağlı pek çok g ü v en lik b içim in i kaybetm esiyle pekişti.
1980’lerde ek o n o m ik serb estleşm e y ay ılırken, birço k y o ru m ­
cu ü c re tli istih d a m ın -ö z e llik le “is tik ra rlı” iş le rin - en az ın ­
d a n san ay ileşm iş ü lk e le rd e g itg id e a z alacağ ın ı ö n g ö rd ü . Bu
“işin s o n u ” tezi, K eynesçi talep y ö n e tim in in terk edilm esi ve
arz e k o n o m isin in b e n im se n m e sin in a rd ın d a n işsizliğin a r ttı­
ğı b ir zam and a, başta A v ru p a’da o lm ak ü z ere h e r yerde p o p ü ­
lerleşti. K im ileri işsizliği “te k n o lo jik d e v rim e”, kim ileri y ü k ­

tür. G. Esping-A ndcrsen, Social Foundations o f Postindustrial Economics (O x­


ford: O xford University Press, 1999), s. 165. E sping-A nderson şu n u ileri sürer:
“Çoğu ülkede gördüğüm üz şey radikal bir değişim değil, daha ziyade 'donm uş'
bir refah devleti m anzarası." G. Esping-Andersen, “After the Golden Age? W el­
fare State D ilem m as in a Global Econom y” , W elfare States in Transition: Natio­
nal Adaptations in Global Economies içinde (Londra: Sage, 1996), s. 24.
19 Şayet büyüm e, ihtiyaç ya da lalep büyüm esinin oran ın d an d aha az ise sosyal
harcam alar sabit ya da yükseliyor olsa dahi “kısıntı" söz konusu olabilir.
20 J. Neyer ve M. Seeleib-Kaiser, Bringing the Economy Back In: Economic Globali­
zation and the Rc-commodificalion o f the Workforce (Brem en: U niversity of Bre­
m en, 1995); C. H olden, “D ccom m odification and the W orkfare State", Politi­
cal Studies Review 1, no. 3 (2003), s. 303-16.

110
sek istih d am m aliy etlerin e, k im ileri ise “E u ro sclero sis”e, ya­
ni yatırım ve iş o la n a k la rın ın y aratılm asın a k et v u ra n esn ek ­
likten u z a k em ek piyasaların a bağladı. İş o la n a k la rın ın azala­
cağı, istik ra rlı ve k o ru n a n istih d am d a ra lm a sın ı p ek iştirecek
güvencesiz işlerle em ek p iy asasın ın d a h a esn ek b ir hale gele­
ceği ö n g ö rü ld ü .
İşsizlik a rttık ç a , em eğ in “o rta d a n k a y b o lm a sın d an ” ziyade
yeniden m etalaşm asm a ta n ık o ld u ğ u n u z aşik âr.21 “İşin so n u ”
görüşü, çalışm a sü recin in ek o n o m ik sistem e u y u m gösterem e­
yeceğini varsaym akla, kapalı ekonom iye sah ip refah devletinin
küresel b ask ılar k arşısında açık ekono m ilere dönüşm eyeceğini
sanm akla h ata etm işti. A çık eko n o m i sistem in d e, eğer istihdam
m aliyetleri kim i ü lkelerde n isp eten y ü ksekse, işverenler ve o n ­
ların aracıları istih d am m aliyetlerini d ü şü rm e k için bazı adım ­
lar atar, yani o g ü n e kadar h ep SG’in b ir parçası olarak yararla­
nılan y ard ım lar ve güvencelere geri d ö n e r ve çalışanlar bunlara
erişem ezse başka ülkelere taşınm akla te h d it eder.
Olan da b u y d u zaten. H er yerde çalışanların SG’sin d e d ü şü ş­
ler oldu; d ü şü k gelirli ülkelerle rek ab et edeb ilm ek için u m u t­
suzca çırp m an zengin ülkeler yardım ları ve g erçek ücretleri d ü ­
şürdü. B unu “dibe d o ğru yarış” diye tasv ir etm e k yanlış olur;
doğrusu “geri vites” dem ek o lu rd u . P o litik fırsatçılar d a b u tü r
k esintilerin ü re ttiğ i eşitsizlik ve g ü v ensizliği m eşru la ştırm a k
için “rekab et edebilirlik” retoriğini kullandı.
Em eğin yenid en m etalaşm asm a k a tk ıd a b u lu n a n tü m deği­
şimleri gereği gibi ele alm ak m ü m k ü n değilse de, başlıca m e­
kanizm aları v u rgulam ak, ekonom iyi to p lu m a y erleştirm ek için
sosyal patlam aya yol açabilecek eşitsizlik ve güvensizlikleri sı­
nırlayacak d ü zen lem e, sosyal k o ru m a ve y e n id e n dağıtım sis­
tem lerinin gerektiğini h atırlatm ak gerekiyor.

21 G u y S ta n d in g , Global Labor F lexibility: Seeking D istributive Justice (H ar-


m cm dsw orih: Macmillan, 1999); Standing, Beyond the New Paternalism, 2002.
Çalı$ttrmaya başvurulm ası, esnekliğe geçişin tahm in edilebilir bir sonucuydu.
S tanding. “T h e Road to W orklare: Alternative to W elfare o r T hreat to O ccupa­
tion?”, International Labor Review 129, no.6 (1990), s. 677-91.

111
Gelişmekte olan küresel emek düzenleme sistemi

Y eniden m etalaşm a d ö n em i, em ek piyasası d ü ze n le m e leri­


nin o rtad an kalktığı b ir dö n em değildir. T ersine, insanlık tari­
h in d e h e r dön em d en daha fazla düzenlem e bu dön em d e kabul
edilm iştir. G erçekte, b u yasam a reform u endüstriyel v atandaş­
lık haklarını aşın d ırm ış ve çoğunlukla k o ru y u cu ve to plum dan
yana olan d ü zen lem eleri d ah a bireyci ve terfici bir kılığa sok­
m u ştu r. Em ek piyasası düzenlem eleri o rtad an k alkm am ıştır ve
kalkm ayacaktır.
En çok tartışılan reform , istih d am k o rum a güvencesinin ge­
riye götü rü lm esi o lm u ştu r. Sosyal dem o k ratlar ve sendikacılar
b u n u n la m ücadele etm iş, son ra da razı olm uşlardır. Fakat güç­
lü bir istih d am güvencesi hem anlaşm azlık d o ğ u ru c u d u r hem
de em ek g ü c ü n ü n m etalaşm asının k aynaklarından biridir. Yal­
dızlı b ir kafes y a ra ta b ilir, k işin in y ap m ak isted iğ in i y ap m ak
için harek ete geçm esinin ö n ü n d e bir k o rk u doğurabilir. Ayrıca
güvenliğin eşitlikçi olm ayan bir biçim idir, ç ü n k ü aynı zam an­
da bir azınlığın -ö z e llik le m em u rlar ve “em ek arisıo k rasin in ”-
ayrıcalığıdır. T arih boyunca çoğu işçi için, Pûlanyi’n in anladığı
gibi, istihdam güvencesi o lm am ıştır.22 Sistem e uy d u ğ u zam an,
istih d am güvencesi b ü y ü m ü ştü r. Şim diyse her şey, yasalar, im ­
tiyaz pazarlığı ve de u z u n zam an d ır em ek güvencesinin kalesi
olan kam u h izm etlerin in ticarileşm esi ve özelleşm esiyle k ü re ­
sel ölçekle terse d ö n d ü .
En g ü çlü y e n id e n d ü z e n le m e , to p lu se slerin b a stırılm a sı,
“sen d ik a la rın ıslah ed ilm e si” o lm u ştu r. H ü k ü m e tle r ve u lu s­
lararası m ali k u ru m la r grev hakkı ve ö rg ütlenm e ö zg ü rlü ğ ü n ü
sınırlan d ırd ılar; 1920’ler ve 30’larda gerçek ücretleri d ü şü rm e k
ve istihdam ı a rttırm a k için yapılanları tek rarladılar.23 O kadar
başarılı o ld u la r ki, sö zd e g ü çlerin i s ın ırla n d ırm a k için k am ­
panya yapan kim i m ali k u ru m la r ü slu p ların ı değiştirip, aslın­
da g erekenin d ah a g ü çlü b ir yönetişim o ld u ğ u n u sav u n d u lar.24

22 Polanyi, Great Transformation, s. 239.


23 A.g.e., s. 238-39.
24 Bu. devletin yeniden yapılanm asının ve küresel kapitalizm in ü st yapısının bir

112
Fakat zam an la, işçilerin çık arların ı sav u n acak o rg a n la r olm a­
dan serm ayeyi tem sil edenlerin gereğinden fazla kibirli ve fır­
satçı o ld u k la rın ı, k o n tro lsü z güçleriyle caka satab ileceklerini
ve ne isterlerse ken d ilerin e ödeyebileceklerini sand ık larım an ­
ladılar. İşçilerin p azarlık g ü c ü n ü b udam ak, ABD’n in “en iyi on
işverenf’n d en biri olarak etik etlen d ik ten h em en so n ra batarak
binlerce kişiyi y o ksullaştıran E n ro n hastalığına yol açtı.
işçilerin sesin in bastırılm ası, taşeron işçi çalıştırm an ın ve ge-
çicileştirm enin y en id en b ü yüm esine de k a tk ıd a b u lu n d u . H er
ne k ad ar b azı eşitsizlik ler k im i ay rım cılık ları o rta d a n kaldır­
mak için yasalarca sın ırlan m ışsa da, em ek piyasasın daki eşit­
sizliklerin ü zerin e b en zin d ö k tü b u gelişm e.25
Ulusal seslerin zayıflam ası, küresel em ek p iyasasının ortaya
çıkışını yansıtıyor. Y eniden d ü zen lem en in ve cılız seslerin pe­
kiştirdiği eşitsizlik biçim lerin d en biri de uluslararası göçle ilgili
olanıdır. K endilerini d ah a “açık” em ek piyasalarının, d ah a çok
da elle yapılan işlerin içinde b u lan işçiler, yakın zam ana kadar
göçmen girişine m aru z kalan ö b ü r se k tö rle r k arşısında kaybet­
ti. Buna k arşılık, çoğu yasalar ve izinlerle güçlen d irilm iş m es­
lek örgütleri y ü k sek gelirli işlere girişi k o n tro l a ltın d a tutabili­
yor. Bu d u ru m da h izm et se k tö rü n d e ü cretleri d ü şü rm ü ş, hiz­
metler orta sın ıf için d ah a u cuza y apıldığından eşitsizliği daha
da arıtırm ışur.
Y eniden m etalaşm ay a iki d ü z e n le m e d a h a k a tk ıd a b u lu n ­
m aktadır. D ü n y a, d ü zenlem en in (reg u latio n ) özelleştirilm esi­
ne m aruz kalırk en neredeyse hiç analiz edilm em işlerdir. Bir iki
Kredi D erecelendirm e K u ru m u , h ü k ü m e tle r ve şirk etlerin n e­
leri yapıp n e le ri y ap am ay acak ların ı d ik te ed eb ilm ek teler. Şa­
yet bir şirk etin işçi uygulam aları o n ların istediği gibi değilse, o

parçasıdır. Birleşik Devletler hegcm on iken, u lu s devletleri duyarlı yerel otori­


telere çeviren uluslararası ara tıla n biçim lendirebilir, bûylece ihtiyaçlarına kar­
şılık gelen y ö n etişim sistem lerini kurum sallaştırabilir.
^5 T uhaf b ir gelişm e ise sözleşmesizleşme, yani daha az işçinin resm i sözleşm eye
sahip olm ası yöm 'ınde, özellikle de gelişm ekte olan ülkelerde g örülen bir eği­
lim. Bireysel istihdam sözleşm elerini genişletm eye d air bir söylem görülse de,
bu gelişm e to p lu pazarlık ile im zalanan toplu sözleşm elerden uzaklaştlm asın-
dan kaynaklanıyor.

113
şirk etin kred i derecesini dü şürebilm ekteler. Bu da şirk etin h is­
se d eğerinin yere çakılm asına yol açarak, m eseleyi yeniden d ü ­
şünm eye teşvik etm ektedir. H ük üm etlerin başına da aynısı ge­
liyor.26 K redi D erecelen dirm e K u ru lu şlarım d an b iri bir ü lk e ­
n in em ek piyasasını “e sn e k le ştirm e k ” için y eteri k ad ar çaba
gösterm iyorsa, hazine b onolarının n o tu n u d ü şü rebiliyor ve kur
dalgalanm ası yaratabiliyor.27 Bu özel se k ıö rü n elindeki, hesa­
ba kitaba gelm eyen dü zenlem e gücü gitgide artıyor ve yeniden
m etalaşm anın em rine am ade bekliyor.
İkinci olarak, ek o n o m ik hayatın sözleşmeleştirilmesine tanık
oluyoruz. Söz k o n u su olan, daha fazla insanın yazılı sözleşm e
im zalam ası değil. Sözleşm esel z o ru n lu lu k lar sıkılaşıp, daha öl­
çü leb ilir k rite rle r getiriyor, özerklik alanım ve işlevler ile so ­
ru m lu lu k lara d air y o ru m la n daraltıp tahsis kararlarının d en eti­
m ini a rtm y o r vs. Bu, neyin sözleşm elerde yer alıp neyin alm a­
yacağını d ik te eden lerin g ü cü n ü pekiştirecektir.
Em ek ilişk ilerin in yenid en d üzenlenm esi aynı zam anda ye­
n id en m etalaşm a ü z e rin d e g üçlü b ir dolaylı etk id e b u lu n d u .
D avranışları d eğiştirm esinde, önem li olan yalnızca k işinin ça­
lışm ası gerektiği b ek lentisi değil, o bek len tiy le ilişkili olarak
yarattığı k o rk u ve güvensizliktir. Dolayısıyla işçi kendisini g ü ­
vende hissederse, işten çıkarılm a veya gelirlerinin b ir kısm ını
yitirm e k o rk u s u n u d u y d u k la rı yani güvensiz ve stresli çalış­
ma k o şu lların a m aru z kaldıkları zam anlara göre daha az m eta-
laşm ış olur.
Y eniden m etalaşm a için hayati olan da, d a h a ç o k in san ın
em ek piyasasına k atılm asının beklenm esi değil, işte b u güven­
sizlik atm osferidir. M etalaşm a, em ek piyasasına güvencesiz k a­
tılım dan kayn ak lan ır. E sping-A ndersen gibi kim ileri m etalaş-
m anın artm asın ı talep ettiğinde, gerçekte istedikleri daha faz­

26 Kredi n o lla n n ı d ü şü rm ek le tehdit ederek ve böylece senet ihracı üzerinden


para sağlam alarını güçleştirerek, KDK’lar ABD yerel h ü küm et otoritelerini ka­
m u sektörü çalışanlarına yönelik sağlık yardım larını kısm aya sevkeım iştir. The
Economist (2 T em m uz 2005), s. 74.
27 2004'te bir KDK. G üney A frika'nın kredi n o tu n u yükseltm eyi d ü şü n d ü ğ ü n ü
d u y u rm uştur. Bunun d u y u ru su bile hisse senedi fiyatlarının ve Rand'ın değe­
rin in oldukça yükselm esine yol açm ıştır.

114
la iş güvencesizliğidir. Bu ne gerçek ö z g ü rlü k tü r ne de izlene­
cek bir eşitlikçi yol.

Sosyal içerme yoluyla metalaşma

D ü z e n le m e lerin y ö n ü belliyse, y e n id e n m e ta la şm a leh in e


sosyal k o ru m a siste m le rin in “re fo rm a ” u ğ ra d ığ ın ı söy lerk en
abartm ak m ü m k ü n değil. A vrupa “sosyal m o d elin i” k o ru m ak ­
tan söz e d e n le r u y u y o r olm alı. G eçtiğim iz o tu z yılda, h ü k ü ­
m etler “refah devletin i” u n ufak etti. Kimi ülkelerde, yeni m o­
deli şim d id e n “ç alıştırm a d ev leti” diye ta n ım la m a k u ç u k ol­
maz; kim ilerindeyse, h ü k ü m e tle r devlet y ard ım larını zorlaştı­
rıp değerlerini d ü şü rd ü k ç e , sosyal p o litik alar o d o ğ ru ltu d a za­
yıflıyor.
E k o n o m ik sistem ve sın ıf y ap ısın d ak i d eğ işm eler p o litik a ­
cıları devlete dayalı sosyal k o ru m a y o llarını azaltm aya ve sis­
temi dah a piyasa d o stu kılm aya itiyor. Polanyi’n in d ö n ü şü m ü
nasıl ulusal sistem lere ulaşm ak için yerel sistem lerin çökm esi­
ne m u h taçsa, g ü n ü m ü z d e u lu slararası b a sk ıla r d a u lu sal sis­
tem leri zora so k u y o r. E m eğin yenid en m etalaşm ası, sosyal p o ­
litikaların zayıflam asıyla gitgide hızlanıyor. E m ek yeniden tica­
ret m eselesi h alin e getirildi. Şöyle b ir çığlık d u y u lu y or: İstih­
dam m aliyetlerinin en az olduğu yerlere gidin. Bu illa ücretle­
rin en d ü şü k o ld u ğ u yerler anlam ına gelm ez; ç ü n k ü em ek m a­
liyetini fiyatın yanı sıra ü retk en lik belirler. F ak at devlet ve şir­
ket yardım ları (DY ve ŞY) SG’in önem li b ir parçası olduğunda,
“rekabetçi” olm a baskısı h e r ikisinin de k esilm esine yol açm ış-
ür. Ç oğu zam an, DY ve ŞY’deki k esin tiler ü cretlerd eki yüksel­
meyle kısm en d en g elenir ve SG’deki k ü çü lm e gizlenir.
D aha şanslı o lan lar için boşlu ğ u özel sigorta d o ld u rm aktadır.
Ama sistem risk in in , ek o n o m ik belirsizliğin ve de sigortalana-
maz risk k ateg o risin d e görü len kişilerin sayısının artm ası yü­
zünden, ayrıca sigorta p rim lerin in gitgide öden em ez olm asın­
dan d a ö tü rü , çoğu in san b irik im lerin i silip sü p ü re n b ir kaza
veya m ü zm in borçla y o k su llu k u ç u ru m u n d a n aşağı d ü şen ka­
labalıkların yanı başında, u ç u ru m u n k en arın d a yaşam akta. Ki­

115
m in desteklenip k im in desteklenm eyeceğine yerel b ü ro k ra tla ­
rın k arar verdiği keyfî devlete (discretionary state) b uyrun. Kü­
reselleşen hayırseverlik eğilim ine b uyrun. E k o nom inin to p lu m ­
dan k o p tu ğ u b ir önceki dön em d e, m al sahipleri ile girişim cile­
rin yoksullara yardım gösterileriyle zam an zam an güvenlik sü-
babı gibi davran ırlark en , b u n u n m o d ern karşılığı lam bir sek ­
tördür: E konom ik bakım dan kaygılı hangi kesim lerin bağışla­
rın d an yararlanacağına, han g ilerin in yararlanm ayacağına ze n ­
gin h ay ırsev erler k a ra r veriyor. Sosyal k o ru m a sistem lerin d e
yapılan refo rm lar gitgide d ah a çok in sanın hayırseverliğe bel
bağlam asına, ço ğ u n u n dinsel k u ru m lar ve sosyal şarlatanların
eline d üşm esine n e d en oluyor.
D evlet sistem leri baskı altında. En tipik değişm eleri h atırlat­
m ak k o n u m u z b ak ım ın d an yeterli olacaktır. Evrensel sağlık si­
gortası ve kam usal evrensel sağlık hizm etleri yok olup gidiyor.
2005 itibariyle, ABD’de 48 m ilyon insan sağlık sigortası kapsa­
m ı d ışında, yani beş yıl öncesine göre artış m ilyonlarca. Bu da
işverenlerin daha fazla işçinin sigorta kapsam ı dışında kalm ası
için istihdam m aliyetlerini kısm a arzu su n u yansıtıyor, işe bağ­
lı sağlık sig o rtasın ın kapsadığı işçilerin oranı yüzde 60’a d ü ş ­
m ü ştü r. Bu k o n u d a ABD yalnız değil. G itgide daha çok Avru-
palı sağlık yardım ların d an y o k su n kalıyor. A lm anya’da, sağlık
sigortası b u lu n m ay an ların sayısı 2004’le 300.000’e çıktı, bu ra­
kam b ir ö nceki yıl 188.000 idi.28 Doğu A vrupa’da, sigorta k a p ­
sam ındaki daralm a felaket boyutlarına vardı.29 H er yerde, sağ­
lığın ö zelleştirilm esi “k u lla n ıc ı” için m aliyetlerin yükselm esi
ve erişim ile m aliyetler b a k ım ın d a n d aha b ü y ü k eşitsizlik a n ­
lam ına geliyor.
Sağlık d ah a fazla ticarileşirken, en çok dikkati çeken yine de
em ekli a ylıklarının aşın m ası old u . B elirlenm iş olan devlet ve
m esleki em ek li ay lık ları eriy o r, “Pay As You G o” (A m erikan

28 Wall Street Journal, 15 E ylül 2005. Birçok küçük firm ada işçiler sağlık ödem e­
lerini karşılayam am aktadır. Ancak her ay ûdeııem cm csi halinde haklarını kay­
bedebilirler ve bu yeniden sigortalanm aya engel teşkil edebilir. Sicil etrafa da­
ğıtılır. Ne de olsa kötü b ir ödem e sicili riskli bir işçi anlam ına gelir!
29 W . Afford, Corrosive Reform: Failing Health Systems in Eastern Europe (C enev­
re: International L abour O rganization, 2003).

116
sosyal g ü v en lik sistem in in işleyişini tan ım lam ak için k u llan ı­
lan bir kalıp - e.n.) em ekli aylıklarının erim esi işçilerin SG’deki
DY o ran ını d ü şü rü y o r ve kuşaklar arası sosyal danışm a ve kar­
şılıklılığın gerilem esin i yansıtıyor, ö z e lle ş tirile n bireysel h e ­
saplar neredeyse norm haline geliyor.
İşssizlik ya rd ım la rın ın b aşın a g e le n le r d e y e te rin c e d ik k at
çekm edi. E rken d ö n em sosyal d em o k ratlar için b u tü r yardım ­
lar em eğin m eta olm aktan çıkm asını sağlayacak b ir araçtı; işini
kaybedenlerin o n u rların ı koru m ası ve kısm i b ir rah atlık içinde
başka işler aram asını sağlardı. Sigorta yardım ı olarak, bu işsiz­
lik yardım ları k ö r talihin cilvesine m aruz k alanlara ödenir, yıl­
lar içinde ö d en m iş olan ve gerektiğinden ö n g ö rü leb ilir bir akta­
rım a olan ak sağlayan paylara karşılık gelirdi. F akat bugünlerde
program ların çoğu, sosyal m ü h en d islik araçları oluverdi. Ç oğu
ülkede, b u g ü n için katkı payı ö d e n e n b iri, g ü n ü n birinde işsiz
kalırsa eline ne k ad ar geçeceğini ve b u y ard ım ın ne k adar süre
için ödeneceğini tahm in edemez.. H içbir h ü k ü m e t kuralları es­
netm e arzu su n d a n m uaf g ö rü n m ü y o r; bu esn etm eler so n u c u n ­
da yardım ları alm ak daha zorlaşıyor, çalışanların aldığı m iktar­
lar azalıyor veya yardım alm a bir davranış şartına bağlanıyor.
Devlet gitgide d ah a karm aşık b ir g ö rü n ü m alan sosyal m ü ­
hendislik yöntem leriyle işsizleri m etalaştırm aya yöneldi: Belli
davranış tü rlerin i ö d ü llen d irm ek veya cezalandırm ak için ver­
gi indirim leri k u llan m an ın yanı sıra, h ü k ü m e tle r kendi aracı­
larının (iş b u lm a k u ru m la rm d a n çalışan lar, vaka yöneticileri
vb.) toplum sal içerm eye nasıl ulaşacaklarını da belirledi: Em ek
sü rec in in en a ltın d a b u lu n a n la rın , işsizler ve m arjinalleşm iş
“u y u m su z la rın ” tu lu m ve davranışlarını m anipüle ederek. Mo­
dern devlet artık belli b ir m esafeden yönetiy o r; y etk isin i to p ­
lum sal olarak içerilm esini istediği kişilerin davranışını yoğur­
m aktan so ru m lu aracılara devretti.30 Yeni devlet m etalaşlırıcı-
larının, işsizleri; k u su rlu , hataları ve başarısızlıkları yüzü n d en
toplum sal olarak dışlanm ış, ancak vaka yönetim i ile yardım edi­
lebilecek kim seler olarak görm eleri bekleniyor. İşsizlere iş gö­

30 Ö rneğin bkz. N. Rose, Powers of Freedom: Reframing Political Thought (C am b­


ridge: C am bridge U niversity Press. 1999).

117
rü şm elerin d e k en d ilerini nasıl takdim etm eleri, an k et form la­
rını nasıl dold u rm aları, kendilerini nasıl pazarlam aları, zam an
çizelg elerin e nasıl bağlı kalm aları gerektiği vb. öğretilm eli.3'
A k tif vatandaş olm ayı öğretm ek gerek.
Sözüm ona a ktivasyon politikaları p sik o lo jik baskı ve mali
cezalardan m ü rek k ep b ir karışım dır; dolayısıyla bu eğilim işsi­
zin “çalışan işsiz” d u ru m u n a sokulm ası olarak görülebilir. İş­
sizler m e ta la ştın lıy o r, em ek sü recin in gereklerine göre şek il­
lendiriliyor ve gön ü lsüz veya em ek yoğunlaşm asına d irenenle­
re karşı eğitim li bir teh d it haline getiriliyorlar. Yedek o rd u işle­
v in in m o d ern biçim idir bu. Ticarileşen istihdam hizm etlerinin
vaka yöneticileri, yeniden m etalaştırm a sü recin in eğitim çavuş­
larıdır. F akat k endilerine m usallat olan cinleriyle de savaşm a­
ları gerekiyor; ç ü n k ü silah arkadaşlarını yanlış y ö n lendirm ek,
k an d ırm ak , cezalan d ırm ak ve sırtlarını sıvazlam anın p sik o lo ­
jik bedeli b ü y ü k tü r.
H em en h e r yerde, özellikle gençlerin em ek g ü cü katılım ını
arttırm aya yönelik a k tif em ek piyasası politikaları için yapılan
h arcam alarda artış oldu. E sping-A ndersen’in iddiasının tersine,
yalnızca “sosyal d e m o k ra t” refah devletinde değil, her tü rd en
ülkede g ö rü ld ü b u d u ru m . Aynı şekilde yalnızca m uhafazakâr
d en ilen rejim lerd e değil h e r tü rd e n ülk ed e bak ım y ü k ü n d e n
çok d ah a fazlası aile ve yerel topluluklara aktarıldı. H er türden
ülke, sadece “liberal rejim ler” değil, em ek piyasalarının yeniden
düzenlem esine (düzen sizleştirilm esin e değil), sosyal hizm etle­
rin özelleştirilm esine ve risklerin piyasaya devredilm esine ta­
nık oldu. Sürat değişse de yön h ep aynı oldu.
A k tif em ek piyasası p o litik a sı, a rtık ABD, İn g iltere, A vus­
tralya, A vusturya, H ollanda ve D anim arka gibi pek çok ülk e­
de yer etm iş klasik b ir m etalaştırm a m ekanizm ası olan çalıştır­
m a sistem iyle iç içe geçm ektedir.32 Fransa’da ve diğer yerlerde

31 A vustralya'daki evrim i için bkz. C. M cDonald ve G. M arston, “W orkfare as


W elfare: G overning U nem ploym ent in the Advanced Liberal State", Critical
Social Theory 25, no.3 (2005), s 374-401.
32 Bu ko n u daki birçok çalışm adan biri için bkz. J. Handler, “Social C itizenship
and W orkfare in the U nited States an d W estern Europe: From S tatus to C on­
tract", Promoting Income Security as a Right: Europe and North America içinde,

118
uygulanan asgari tutunm a geliri (revenue m inim um d’insertion)
ve benzeri p ro g ram lar işsizleri ak tifleştirm e am acını g ü tm e k ­
te, ancak y eni b ir bağım lılık biçim i y aratm ak tad ırlar.33 Bu ya­
kınlarda, A lm anya’n ın “H artz IV" reform u, eğilim e d irenen az
sayıdaki ü lk ed en birin d e d ah a m eıalaşm ayı g üçlendirdi. Akıi-
vasyon, b ü tü n dün y ad a yeniden m eıalaşm anın m erkezinde b u ­
lunm aktadır.
Son olarak, p atern alistler ve “n eo lib eraller” sosyal k o n tro lü
teşvik ed erk en iyi niyetli bir im aj iletm eye yönelik kelim eler ve
ifadelerle k a m u o y u n u n d ü şü n cesin i aldatm aya çalışm aktalar.
Aktivasyon politikaları, bireyselleşm e ve sosyal sorumluluk kav­
ram larını içeren sözleşme kavram ının b ir uzantısı olarak allanıp
pullanır. “P o z itif i oynam a eğilim i de gö rü lm ek te. Refah dev-
iederini yen id en yapılandıranlar, b ü y ü k m ali bedellerle, halkın
ahlâka, d o ğ ru ve yanlış davranışa ilişkin d ü şü n celerin i değiştir­
m ek için çabalıyor.34 Şu an için b u n u dengeleyecek güçler za­
yıf. Ama böyle devam etm esi d ü şü k bir ihtim al.

Metalaşmaya yönelik yeniden dağıtım

D evlet d ü zen lem esi d ö n em in d e, özellikle a rta n o ran lı do ğ ­


ru d a n v erg ilen d irm e sayesinde, g e lir eşitsizliğ in d e k ü ç ü k b ir
azalm a o lduysa da, şu anda sü rm ek te olan d ö n ü şü m ü n sekteye
uğradığı aşam ada, gelir eşitsizliği geleneksel o larak vergi reka-
betçiliği diye m eşrulaştırılan m ali politikalarla iyice kötüleşti.
H ikâyenin ö zü iyi biliniyor. D oğrudan vergi o ra n la n kesin-
tiye uğ rad ı ve vergi ağırlığı serm ay ed en em eğe kaydırıldı. Bu

der. G uy S tanding (Londra: A nıhcm . 2005), s. 567-608.


33 der. G uy Standing, Minimum Income Schemes in Europe (Cenevre: International
L abour O rganization, 2003).
34 Başka b ir y erd e sosyal koru m an ın sekiz "krizinden" biri olarak ahlâki krize
d eğinm iştim . Vivien Schm idl’in g ö rü şü n ü benim siyorum : “T em eldeki ahlâ­
ki uy g u n lu ğ u n tanım ım değiştirm eyi de başaram adıkça, büyük ve başlangıç­
ta p o p ü ler olm ayan hiçbir refah devleti reform u orta vadede başarılı olam az.”
V. Schm idt, “Values an d Discourse in the Politics of A djustm en t”, Welfare and
W ork in the Open Economy içinde, c. 1. der. F. W . S charpf ve V. A. Schm idt.
From Vulnerability to Competitiveness (O xford: O xford University Press, 2000),
s. 231.

119
arad a, ev ren sel ve em ek tem elli h a k la rın erim esi de işçilerin
SG’lerini azalttı, yaşam stan d artların ı d ü şü rd ü ve serm aye geliri
sahiplerine kıyasla d ah a az m üreffeh kıldı, işi olanlar em eklilik
ve sağlık gibi y ard ım hakları için katkıların işverenden çalışana
kaydırılm asıyla n et gelir k esintilerine m aruz kaldı.
A ncak eşitsizlik a rtışın ın iyi b elgelenm em iş b ir kaynağı da
d evlet desteklerinin artm ası ve o ra n ın ın değişm esidir. H er ne
kadar Polanyi b u destek lerin ro lü n ü kavradıysa da, devlet tara­
fından kullan ılm a biçim leri b u g ü n ü n yeniden m etalaşm asm ın
b ir veçhesi olarak d ik k ati h ak ediyor. G eçim sın ırın ın altın d a­
ki ü cretlere izin verm ek veya kârları katlam ak, çoğu zam an ser­
m ayeye y ö n elik sübvansiyon anlam ına gelen vergi indirim leri
m o d e m sosyal m ü h en d isliğ in b ir parçasıdır.
Bu b a k ım d a n y e n id e n m etalaşm a d ö n em i, İn g ilte re ’de 19.
yüzyılın başıyla kıyaslanabilir. O d ö n em in ü n lü özelliği 1795
tarihli S peen h am lan d Yasası idi. Polanyi bu dönem i analizinin
m erk ezin e y erleştirm işti. S p een h am lan d, köy em ekçileri için
ekm ek m aliyetine dayalı olan ve k azançtan bağım sız olarak bir
geçim kaynağı, “yaşam a h ak k ı” sağlam ayı am açlayan b ir ücret
desteği getirm işti. Bu uygulam a tam anlam ıyla bir em ek piyasa­
sının ortaya çıkışını geciktirdiyse bile, e k o n o m ik yıkım a bağlı
gerilim leri d ü şü rd ü . A slında işverenler için b ir tü r destek olan,
ücretleri d ü şü k tu tan bu uygulam a, şim dilerde o lu p bitenlere
benziyor. Ü cret desteği, işçilerin pazarlık g ü cü n ü sekteye uğ­
ratacak ö n lem lerle birleştirilm işti. S p eenham land Yasası’ndan
d ah a u z u n sü re y ü rü rlü k te Lutulan B irleşm eye Karşı Yasalar,
işçilerin b irlik te eylem yapm asını engelliyordu. Ü cret desteği
ve ortaklaşa h arek etin reddedilm esi “geçim i” garantiliyor ama
em ekçilerin d a h a fazla kazanm asının da ö n ü n ü kesiyordu. Spe­
en h am lan d iki ayaklı b ir stratejin in parçasıydı: Bir yandan işçi­
lere kıt kanaat geçin m e fırsatı verilirken, b ir yandan da b u n d an
fazlasını kazanm aları engelleniyordu.
Y oksullar Yasası, em eği tam anlam ıyla m etalaştırm aya yönel­
diğinde, em ekçileri ü cretlere bağım lı hale getirdiğinde; k o ru ­
yucu fabrika yasaları ve sosyal yasalar aracılığıyla, sendikaları
ve ıslah edici siyasal h areketleri kabul etm ek suretiyle devletin.

120
"to plum u n k en d isin i k o ru m a sı” am acıyla harek ete geçm esine
yol açacak b ü y ü k acılara n eden old u .35
B u n u n m o d e rn k a rşılığ ı n e d ir p e k i? H ik â y e 1 9 5 0 ’le r ve
1 9 6 0 ’la rd a , e n d ü s triy e l v a ta n d a ş lığ ın g e lişm e siy le b a şlad ı.
SG’de m aaşın payını k ısarak ve şirk e t ile d ev let y ard ım larım
a rttırarak e sn e k lik azaldı ve e k o n o m ik b ü y ü m e ve verim lilik
artışı frenlendi. Fakat em ek g ü c ü n ü sağlam ası b ek lenen kişiler
arasında çaba ve beceri arzı için belirleyici u y aran m aaştır. ŞY
ve DY oranları artarsa, b u n u n gerekçesi istihdam ediliyor olm a­
larıdır; o halde işçilerin “idare ed eb ilecek lerin d en ” daha fazla
em ek sarf etm eleri için b ir n ed en kalır mı?
İm tiyaz pazarlığının yardım ıyla 1980’lerden beri daha esnek
em ek piyasalarına ulaşılm ası, daha d ü şü k sosyal gelirlere ve da­
ha büyük ü cret farklılıklarına yol açtı. B unlara izin veren yasa­
ların yardım ıyla, şirk e t yardım ları işçilerin elin d en alındı, d e ­
ğerleri d ü şü rü ld ü veya elde edilm eleri zorlaştırıld ı.36 Şirket yö­
netim k u ru lla rın ı en d işe le n d ire n şey m iras m aliyetler (legacy
costs) ya da “istihdam sonrası y ararlar” ve diğ er geçm iş vaatler­
dir. B unlar, GM ve F ord gibi b ü y ü k şirk etler için b ir tehdit ha­
lini aldı ve A m erikan çelik sanayisini, belli başlı A m erikan h a­
vayollarını p erişan e tti.37 İşçiler için ü cretlerin yükselm e ih ti­
mali dah a fazla gelecek kaygısı ve daha d ü şü k yaşam standardı
gerçeğini gizleyem ez.
T oplu pazarlık o lanağının sağladığı k o ru m a d a n y o k su n olan
pek çok işçi, ABD’de ve başka y erlerd e, ü c re tle rin in alçakgö­
nüllü bir geçim ve yaşam stan d ard ın ı karşılam aya pek yetm e-

35 Polanyi, Great Transformation, s. 87.


36 Birleşik Devletlcr'dc görülen bir hile de şirketlerin em eklilik ile sağlık sigor­
tası m asraflarından kaytarm alarına ve işçilerin büyük m aaş kesintilerini kabul
etm esini zorlam aya olanak veren rezil "11. b ö lü m 'd ü r. Bûylccc “bankacıların
desteğiyle işçiler üzerin de yönetim iradesinin yeniden ileri sürülm esinin bir
aracı” olm u ştu r. J. G upper, “The Danger of Rewriting C hapter 11”. Financial
Times, 13 Ekim 2005. s. 13.
37 G eneral M otors şu an bir m ilyonun ü zerin d e em ekli A m erlkalı'ya sağlık si­
gortası sunuyor. M iras m aliyetlerini kesm esi yönündeki baskının, Standard &
P oo r'un b u m aliyetler nedeniyle kredi notu n u d üşürm esinden dolayı özel d ü ­
zenleyicilerden geldiğine dikkat çekm ek lazım. The Economist, 15 Ekim 2005,
s. 73.

121
digini fark etti. Buna karşılık devlet, d estek fikrine geri döndü.
H ü k ü m etler istihdam desteklerine başvurdu; bu da özü itibariy­
le serm ayeye yapılan b ir transferdir, tü m diğer desteklem eler
gibi verim sizliğe ve gerilem eye olanak sağlar. ABD’deki Kaza­
nılm ış G elir Vergisi İndirim i (KGVİ) ü lk en in en büy ü k tra n s­
feri o ld u ğ u gibi, d ü n y an ın da en b ü y ü k istihdam destek prog­
ram ı oldu. KGVİ verim liliği d ü şü k firm alara geçim sın ırın ın al­
tında m aaş ödem e im k ân ı verm ektedir, çü n k ü m aaşın ü stü bir
vergi in d irim iy le tam am lan ır. “İstih d a m sıra sın d a ” g erçekle­
şen transferleri b en im sem ek te diğer ü lk eler gecikm ediler. Bu
tü r transferler, serm ayeye “u cu z işgücü” istihdam etm e im kânı
sağlam anın yanı sıra, b u gibi y ardım lar alm ayanlann da pazar­
lık g ü c ü n ü zayıflattı. D estekler yeniden m etalaşm a için b ir kal­
d ıraçtan başka b ir şey değildir.
KGVt ve çeşitli türevleri serm ayeye verilen m etalaştırıcı des­
teklerdir. Bir y andan em ek piyasalarının dengelerini b o z d u k la­
rı ve y oksulluğa karşı etkisiz araçlar o ldukları halde, yeniden
m etala şm a n ın kald ıracı o larak g ö rd ü k leri işlev m uazzam d ır.
Bu n edenle b ü tü n d ü n y ad a çok yayıldılar.38 F akat desteklerin
işçiler ve aileleri için yaşam m asraflarını azaltm ayı am açladığı
devlet d ü zen lem esi d ö n e m in d e n farklı olarak, b u g ü n d este k ­
lerden asıl yararlananlar, vergi ind irim leri, vergi tatilleri ve bir
dizi şirket desteği sayesinde b ü y ü k şirketlerdir.
Eşitsizliği a rttırm a d a oynadıkları rol b u n u n la da kalm ıyor.
İyi kazanan kim i işçiler, daha fazla kişiyi em eklilik g ü n leri için
para b irik tirm ey e teşvik etm ek için icat edilen vergi ve tasar­
ru f in d irim lerin d en de yararlanıyor aynı zam anda. Yeni pro g ­
ram lar arasın d a, “risk d eğ erlen d irm e te stle ri” so n u c u “sağlık
tasarru fları h e sa b ı” a ç tıra n la ra vergi avantajları sağlam ak da
var. Ü çüncü Yol’cu eski fıkralardan b iri, işçileri serm aye piya­
saların a g irm eye teşv ik ed en p ro g ra m lar ü z e rin e k u ru lu d u r.
İng iltere’deki “b eb ek b o n o la rı” gibi serm aye hib e h areketleri
vardır. B unlar piyasa toplunıuna bağlılığı teşvik etm ekle birlik­

38 International Labour O rganization Socio-Econom ic Security Program . Econo­


mic Security fo r a Better World (Cenevre: ILO, 2004, yeni baskı 2005). Bu tü r
destekler gelişm ekle olan ülkelerin GSMH'sindc önem li bir paya sahiptir.

122
te, genel gelir güvencesi veya yeniden dağıtım sağladıkları pek
söylenem ez.39
Kısacası, m ali p o litikalar geriledi ve y en id en m etalaşm anın
n ıotoru o ld u . E k o n o m in in to p lu m içine yerleşik o ld u ğ u so n
aşam ada, riskleri ve güvensizliği serm aye taşıdığı ve işçiler ise
emeğe dayalı güven lik karşılığında yön etim taleplerinden vaz­
geçm iş o ld u k la rı h alde; iç in d e b u lu n d u ğ u m u z e k o n o m in in
toplum un b ü tü n ü n d e n k o p tu ğ u bu yeni aşam ada, serm aye d a­
ha çok gelir ve güven lik k azan ırk en , işçiler gelird en daha az,
güvensizlikten daha b ü y ü k pay alm ıştır. Bu da eşitsizliğin ge­
leneksel istatistiklerle görülebileceğinden çok d ah a b ü yük bir
boyuta ulaştığı anlam ına gelm ektedir.

Metalaşmanın önündeki engellerin kaldırılması

A racıları eliyle devlet, m etalaşm anın ö n ü n d e b ir engel olabi­


lir, fakat so n u ç ta m etalaşm ayı teşvik eder oldu. A ncak ele alın­
ması g erek en ü ç tane başk a engel var: Aile, eğitim sistem i ve
m eslekler. B unların h e r biri tarihsel o larak piyasa güçlerinin ik­
tidarını sınırlay an ilişkiler üretm iştir.
Son birkaç o n yılda, aile birim lerinin sıkı b ağlan özellikle ge­
lişm ekte olan ülkelerde, em ek piyasalarının ortaya çıkışm a eşlik
eden köyden kente göçle birlikte, gevşedi. K üresel d ö n ü şü m ü n
belirleyici özelliği, uluslararası hale gelen aileler ölçeğidir. A rtık
akrabalık zinciri ve em ek ilişkileri gelişm ekle o lan ülkelerdeki
köylerden d ü n y an ın ö b ü r ucu n d a kim i birtak ım zengin ülkeler­
de çalışanlara uzanıyor; d ö rt b ir yöne havaleler de cabası. Bu tür
koşullarda aile, m etalaşm anın ö n ü n d e b ir engel olam az.
T arihsel o larak , piyasa bask ıların ın ö n ü n d e b ir engel olarak
ailenin esası b ir karşılıklı ilişkiler ağı ü re tiy o r olm asıydı. Sana­
yileşm em iş ve gelişm ekte olan ü lk elerd e, geniş aile k işin in g ü ­
cü yettiğ in d e yapabildiği k atk ılara, y etm ed iğ in d e ise bağım lı­
lığına dayalı b ir tü r sosyal sigorta b içim in i alm ıştı. Sanayileş-

59 B. A ckerm an. A. A lston, P. van Parijs vd.. Redesigning Distribution: Basic In­
come and Stakeholder G rants as Cornerstones o f a More Egalitarian Capitalism
(Londra: Verso, 2005).

123
m iş ülkelerdeki k e n d i işçi sınıfı bölgelerinde bile top lu lu k lar,
a k rab a la rın b irç o k eve d ağ ılm ış o ld u ğ u b irb iriy le ilişk ili ai­
leler şe b e k e sin d e n m ey d an a g eliy o rd u . B u n u n so n u c u , g ü ç ­
lü bir sosyal dayanışm a sistem ini yeniden ü rete n aileye daya­
lı b ir to p lu lu k tu .
Sanayileşm iş ü lkelerde ve belli b ir ölçüde gelişm ekte olan ül­
kelerde de, 20. yüzyıl refah devleti bu aileye dayalı toplulukları
tam am ladı; çü n k ü katkıları olum sal taleplerle aşağı yukarı eş­
leştirerek sosyal sigorta ilkesini resm ileştirdi. F ak at aile yapıla­
rı gevşeyince ve em ek piyasaları esnekleşince, hem resm i hem
de gayri resm î sosyal sigorta sistem leri çöktü.
H atalardan biri, yoksulluğu azaltm aya odaklanarak, em ek te­
melli h aklardan ihtiyaç tem elli destek sistem ine geçişteydi. Bu
d u ru m , aileye dayalı dayanışm ayı zay ıflatır ve k atk ı pay ları­
nı ödem eden devlet y ard ım ların d an yararlandıkları d ü şü n ü le n
azınlıklara ve göçm enlere karşı işçi sınıfının d u y d u ğ u kine kat­
kıda b u lu n u r. Yabancı düşm anlığı ve top lum sal gerilim leri kö­
rükleyen bu o lm u ştu r.40
Aile, çalışm a veya boş zam an gibi kolay tanım lara uym ayan
faaliy etlerin a la n ıd ır. A ile için d e çalışm a, k ısm e n b ir a rm a ­
ğan, k ısm en aileyi b ir arada tu tan bir dizi karşılıklı ilişkilerin
bir bileşeni, kısm en de baskı ve p atriy ark a yuvasının bir y an ­
sım asıdır. Sosyologlar ailenin de m odernleşm eyle b irlik le d ö ­
n ü ştü ğ ü n ü , p iy asad ışı sosyalleşm e m e rk e z le rin d e n esas o la­
rak ü rem eye o d ak lan m ış çekirdek b irim lere kaydığını gö ster­
di. Bu da değişim i idealize etti, ç ü n k ü p ro leterleşm e çağında,
işçi sın ıf ailesinin sosyalleşm e işlevlerini yerine getirm eye g ü ­
cü p ek yoktu.
Yine de, refah d ev letin d e ev içi çalışm anın m etalaşm asının
ö n ü n d e b irtakım engeller vardı: Ticari olm ayan kam u h izm et­
lerine ek olarak evrensel yardım lar ve aile yardım ları, işçi sını­
fı ailelerinin ücretsiz ev içi çalışm ayı desteklem esine im kân ta­
n ıy o rd u . Bu arad a, k a d ın la rın em ek g ü c ü n e k atılım ları artıı

40 G. Dcnch, K. G avron ve M. Young. The New East End: Kinship, Race and Conf­
lict (Londra: Profile, 2006). Bu önem li (alışm a, gerilim leri hak-temclli yardım ­
lara yönelm eye bağlam akla halaya düşm ekledir.

124
ve k atılım ın niteliği değişti, erk e k le rin k in e benzem eye başla­
dı (oysa erk e k le r de k en d i k atılım larının k ad ın ların k in e benze­
meye başladığını, yani güvencesiz o ld u ğ u n u g ö rm ü ştü r).
20. y ü zy ılın b ü y ü k k ısm ın d a, zen g in ü lk elerd e bile işçi sı­
n ıfın ın ç o ğ u ev içi faaliy eti y ü rü tm e y e m ec a li y o k tu . A m a
Polanyi’n in söz ettiği d ö n ü şü m ü n to p lu m içine yerleşm e aşa­
ması, refah p o litik aların ın aile h ay atın ın zenginleşm esine im ­
kân tanıd ığ ı b ir aşam aydı. Bu zenginleşm e, piy asanın ev içini
işgal etm esiyle b irlik te o rtad an kalktı. K am u yardım ve hizm et­
leri gerilerken, aileler ev içi çalışm anın y erine geçebilecek hiz­
m etleri satın alm a baskılarına m aruz kaldı.
Yarı-ev içi h izm etlerin ticarileşm esi yayılıyor. Yeni firm alar
ve çaresiz bireyler ideal ailen in geleneksel o larak yerine getir­
mesi b ek len en faaliyetler için ücretli p ak et h izm etler sunuyor.
Piyasa, ev içi çalışm ayı duygusal emeğe çev irm ek le kalm ıyor,
daha fazla faaliyet ü retiy o r, ç ü n k ü şim di a rzu lan an norm ola­
rak gösterilen p ek çok iş eskiden hiç yapılm ıyordu. Şim di ide­
alize edilen b ir ticarileşm iş n o rm yaratılıyor, oysa geçm işte yal­
nızca m uhayyel b ir norm vardı.
G itgide d ah a çok ticari hizm etin belirleyici yanı, reklam ve
baskıyla satılan duygusal em ek oldukça, iş alanı genişlem ekle
birlikte em eğin alanı daralm akta ve böylece ailenin m etalaşm a
önün de b ir engel olm a yeteneği zayıflam aktadır. K uşaklar ara­
sı karşılıklılık ilişkisi d ah a da kırılganlaşacak. Yaşam iarzı h ak ­
kında b ir fikir verdiği için, em eğin eğilim lerine p a n zeh ir olabil­
mesi için ev içi işe artık daha az alan b u lu n u y o r. Em eğe yoğ u n ­
laşmış d ah a fazla sayıda kişi, “eve iş g etirm ek ten ” ve “işe evi gö­
tü rm ek ten ” a rtık tü k en m iş d u ru m d a ve başka rahatsızlıklardan
m u starip olm aya aday.
Duygusal em eğin büyüm esiyle birlikte, ev içi işi d eğerlendir­
meye yönelik b ir dizi ticari ö lçül piyasaya akın etti. ABD’de, ki­
mi şirket yöneticilerine iş hayatın ın gerek lerin e d ah a iyi ayak
u y durabilm eleri için aile h ayatlarım nasıl etkili sürebilecekle­
rine ilişkin eğitim ler ve d eğerlendirm e raporları verildi Anne-
baba veya eş olarak p erform ans d eğ erlendirm eleri işyeri prog­
ram larına dayandırıldı. G örevlerin dışarıya havale edilm esi, ki­

125
şisel m etalaşm anm b ir parçasıdır. Bu d u ru m ailenin k en d in i ye­
n iden ü retm e yeteneğini zaafa uğratabilir, hatta m o d ern to p lu ­
m u n k en d in i yen id en ü retm e y eteneğinin zayıflam asına k atk ı­
da b u lunabilir. M etalaşm a kadınları ev içinin sıkıcı işlerinden
“k u rta rsa ” bile, p atriyarkal yapıları zayıflatm asıyla başka zo r­
balık b içim leri ü re tirk e n , sanayi sonrası dönem in geç doğum
m odeline de yol açm ak tad ır.4'
A ilenin y e n id e n y ap ılan m ası, e rk e k le rin p a triy a rk a l ahlâk
bekçiliğini ve em ek ü zerin d ek i disiplin g ücüne dair ro lü n ü za­
yıflatacaktır. F akat genç erkeklerin em ek sü recini sekteye uğ­
ratan k uralsız d avranışları, ö rn ek alacakları rol m odelleri b u ­
lunm adığı için lüm penleşm eleri, bu gidişle devletin üstesinden
gelm esi gereken b ir so ru n olacaktır.
Tarih boyunca m etalaşm an m ö n ü n d ek i ikinci bir engel, yıkı­
cı düşü n celeri beslem iş eğitim cam iasıdır. Yine de bu dönem de
“ö ğ ren m en in ” kitle halin d e m etalaşm ası k ad ar hastalıklı hiçbir
şey y o k tu r. Bu d u ru m aslında 1945’ten so n rak i yıllarda em ek­
çi eğilim in zan aatlardan türeyen geleneklere ve 19. yüzyılın ro­
m an tik geleneğe karşı zafer kazandığı anlam ına gelir.
E n telek tü ellerin işi a rtık enteleklûel emek oluyor. Ü niversi­
teler ve y ü k se k o k u lla r “pro fesy o n el a k a d e m isy e n le rin ”, ya­
n i neredeyse bir ü rü n ü retm ek için em ek sarf eden ücretli işçi­
lerin, aylıklı k esim in uslu üyeleri olm ak için ilerlem eye heves­
li veya g ö n ü lsü z sertifikalı ücretli işçilerin b u lu n d u ğ u m erkez­
ler haline geldi.
A kadem ik m etalaşm a tam am lan m ad an kalacak. F akat k ü l­
tü re d ü şm an o lan lar k apıda bekliyor. Ingiltere’de ve başka yer­
lerde, ak adem isyenler ölçülebilir, stan d artlaştırılm ış “hedefler­
le” değerlendiriliyor; (fakülteler ve üniversiteler arası “perfor­
m ans” göstergelerine ilişkin “lig tabloları” sayesinde) birbirle-
riyle tek tek ve topluca yarışm a tuzağına d ü şü rü lü y o rlar. İşle­
ri ü zerindeki k o n tro llerin i, “dinleyiciler” ve “degerlendirm eci-
ler” o rd u su n u ü zerlerine salan “idarecilere” kaptırıyorlar. Post­
m o d ern ist d ü şü n m e biçim i de araçsalcılık aracı olarak kullanı-

41 G. T herborn, Sex and Power: Family in (he World (Londra: Verso. 2004).

126
hyor.42 “H ak ik at" diye b ir şey yoksa, h e r şey “g ö recelidir” ve
duygulara, yapay hedeflere, m oda ve “ticari” fonların kaprisle­
rine hitap ed ip etm ediğiyle değerlendirilebilir. A kadem isyenle­
rin bu n a tepkisi birtakım çık tılar y aratm ak için k in ik num ara­
lar çevirm ek olabiliyor. F ak at b u , m etalaşm ayı önleyecek tü r­
den b ir strateji değil, pasif direniştir.
A kadem isyenler k en d ile rin d e n b ek len en Pavlovvari eğilimi
gösterm işlerdir. “Bağışçılara” “araştırm a projeleri” satm ak için
birbirleriyle yarışıyor ve m u tlu m esut b ir şekilde bağışçılarının
aklını çelecek “sih irli kelim eleri” arıyorlar. K im ileri karşı çık­
sa da so n u ç ta et zayıftır. K endisini en iyi m e ta la şu ra n lar “k a­
lıcı k a d ro ” ve “terfi” -y a n i klasik m etalaştırm a a ra ç la rı- alıyor
ve hem m ali hem de statü bak ım ın d an ö d ü llen d irilerek “em ek
m erito k rasisin in ” b ir parçası oluyor. K urallara göre oynam ayı
reddedenlerse, “u y u m su z” diye yaftalanarak veya “takım o y u n ­
cu su ” o lm ad ık ları ya da "geçim siz” o ld u k la rı için k o v u larak
yok olm aya adaylar. Eleştirel olm a eylem i - ta r ih boyunca yara­
tıcı ve bilim sel çalışm anın ö z ü - “p ro je” veya “m erkezi” tehlike­
ye atan b ir davranış olarak görülüyor.
Yüksek “eğ itim in ” ticarileşm esi, d ışarıd an g üçlerin bilim ve
kü ltür cam iaları üzerinde uyguladıkları kontrolü arttırd ı, özerk­
liği azaltıp v u rg u y u piyasa ö d ü llerin e taşıd ı.43 Y oksul ak ad e­
m isyen başarısızlığın, zengini ise aşırı ö v g ü n ü n tim salidir: Say­
gıyla alın tılan ır, ö d ü ller verilir, gerektiği gibi u y gun ücretlerle
çeşitli yerlere konuşm aya davet edilir ve şık k u ru m larla danış­
m anlık sözleşm eleri im zalar. Ünlü akadem isyen zam anım ızın
bir yaratığı, A ydınlanm a d ö n em lerin e özgü acı ve sefalet için­
deki entelek tü elin in bir parodisidir.
E n telek tü eli ro m an tik leştirm em ek gerek, ç ü n k ü m etalaşm a
eğilimi daim a m evcut olm u ştu r. F akat bu eğilim in üstesinden
gelm ek için ne gerektiğini ele alm ak için krizi de anlam ak gere­
kir. Polanyi olsa entelek tü ellerin “hayalî” m etalaşm asını, mali

42 F. F ured i, Where Have All the Intellectuals Gone? (Londra: C ontinuum , 2004).
43 E. H artm an n , S. H aslinger vc C. Scherrer. “L iberalisation of H igher Education
an d Training: Im plications for W orkers' Security", The Liberalisation of Social
Services içinde, der. E. Rosskam (Cenevre: 1LO, 2006).

127
serm ayenin zaferinin yarattığı d ehşet verici olaylardan biri ola­
rak yorum lardı.
Eğitim , özgürleştirici b ir deneyim olarak tasarlanır. “Röne­
san s” ru h u n a saygı duyarız. O k u lu n kitle tü k etim i ve yüksek
öğrenim alanının “beşeri serm ayeden” ibaret kalacak biçim de
daralm ası, bilginin sırf bilgi olduğu için veya “h ak ik ati” araştır­
m ak için arzu edilebileceği k o n u su n d ak i yaygın k u şk u cu lu k la
ö rtü şm ü ştü r. Bilgi a rtık hakikat arayışı olarak değil, yararlılık
arayışı olarak algılanm aktadır.
Eğitim sistem lerin d ek i değişm eler, em ek g ü c ü n ü n yeniden
m etalaşm asın a y ard ım cı o lm ak tad ır. Ö rn eğ in , dev let p arasız
o k u l ve b u rslu veya kredili y ü k sek öğren im , ü n iv ersite eğiti­
m i sağlarsa, gençler cenin h alindeki vatandaşlar olarak hayata
atılır. Eğitim neredeyse iş piyasası için ticari hazırlıktan ibaret
olu n ca, gençler k ısm en m etalaşm ış, tayin edilm iş “beşeri se r­
m ay e” değ erin i taşıyan, y ıllar boy u n ca etkili b ir d isip lin ara­
cı işlevi görecek olan öğrenci kredilerin d en ö tü rü m u h tem elen
b orçlu olarak hayata alılm aktalar.
K üreselleşm e, b ü y ü k ağlara sah ip k âr am açlı ticari şirketle­
rin p eşin e takılan k ü resel üniversiteyi üretti. En b ü y ü k A m e­
rikan üniversitesi, 239 kam püste 280 b in d e n fazla öğrencisiy­
le kâr am açlı b ir k u ru m olan P ho en ix Ü niversitesi’dir. Ç o k u ­
luslu şirk etlerin yönettiği binlerce “şirk e t üniversitesi" ile b ir­
likte diğerleri de yayılıyor. E skiden devletin alanı old u ğ u d ü şü ­
n ü le n ö ğ ren m en in niteliğ in i değiştiriyorlar. Bu tü r “ü n iv e rsi­
teler”, üniversitelerin siyasal, eleştirel d ü şü n celerd en arın d ırıl­
m ası üzerine k u ru lu d u r.44
Bu eğilim aynı zam anda “y ük sek ö ğ retim in” kayıt ü cretleriy­
le fonlanm asıyla da bağlantılı. Bu da öğrencilerin artık ü st ge­
lir veya o rta sınıflan gelm elerine, daha az hareketliliğe ve d a ­
ha çok eşitsizliğe yol açm akta. Fakat devlet ve üniv ersiteler ta­
rafın d an gelir te sp itin in a rta n k u lla n ım ın d a n ö tü rü so n u ç la r
karm aşık bir g ö rü n ü m su n u y o r. G elir tespiti, az gelirli aileler­
d en gelen k ü ç ü k b ir k esim in hareketlilik kazanm asını sağlasa
bile, güvensizlik ve borca batırdığı geçim sın ırın ın h em en üs-
+4 Bkz. “A Survey of H igher Education", The Economist. 10 Eylıil 2005, s. 14-15.

128
tündekileri ezm esiyle birlikte h e r zam an için eşitsizliğe katkı­
da b u lu n u r.
M etalaşm am n ö n ü n d e k i ü ç ü n c ü en g el, m e sle k sistem id ir:
Bu sistem ken d i kendilerin i tanım layan zan aat ve m eslek sın ır­
ları, k ü ltü rle rin i ve çıkarlarını ko ru m ak , g eliştirm ek için k u ru l­
m uş dern ek lerd en oluşur. Piyasa to p lu m u n a d o ğ ru h e r kör to­
pal ilerlem e sırasın d a tek n ik ve sosyal işb ö lü m ü n d e “gelişm e­
ler" gö rü lü r. Bu k o n u d a Polanyi’d en an cak k ısm en yararlanıla­
bilir; ç ü n k ü h erh an g i b ir d ö n ü şü m sırasın d a yaşanan m ücade­
leler veya sın ıf çatışm alan m p e k kavrayam adığı anlaşılm akta­
dır.45 A ncak zan aat ö rg ü tle rin in iş m e v z u a tın ın d a yardım ıy­
la m etalaşm ayı nasıl yavaşlattığının fark ın d ad ır; b u n la r işçile­
rin “ticaretin nesnesi olm alarım ”46 önleyerek ü re tk e n etkinlikle­
ri toplum içine yerleştirm işlerdir.
Polanyi, m etalaşm am n gerçekleşm esi için , “sözleşm eye da­
yalı olm ayan k u ru lu şla rın tasfiye edilm esi gerektiğini" de anla­
mıştır.47 Bu k u ru lu şla r, yerel veya ulusal cam iaları, k endilerine
özgü yasaları, giriş kuralları, n itelik ve d av ran ış k u ralları ve a h ­
lâkları olan m eslek ve zanaat ö rgütleridir. Bu k u ru lu şla r piya­
sanın karşısına dikilerek b ir m ücadele alanı olu rlar; b u n a karşı­
lık, bu n ların kendilerin i k o n u n a yetenekleri ellerin d en alınm a­
ya ve bu tü r ö rg ü tler yalnızca stan d artlar getirecek ve em ek d i­
siplinini p ekiştirecek yönetim sel araçlara d ö n ü ştü rü lm e y e ça­
lışılır. Bu d u ru m b ir m eslek ö rg ü tü n ü n sü regelen varlığını ba­
ğım sızlığının veya m etalaşm ayı önleyici yeten eğ in in bir işareti
olarak yorum lam ayı güçleştirir.
Bir ö n c e k i d ö n ü şü m le k arşılaşıın ld ığ m d a, içinde b u lu n d u ­
ğum uz d ö n em i belirleyen şey, sın ıf parçalanması ile zanaat ve
m esleklerin dağılıp p roleterleşm esinin kol kola gittiğidir. Mes­
lekler ü re tk e n uzm an lık alanlarıdır; k en d ilerin e ait k u rum lar,
standartlar, d e m e k le r ve p ro sed ü rler üretirler.

■*5 S. H alperin, “Dynam ics of Conflict and System Change: The Great Transforma­
tion Revisited". European Journal of International Relations 10, no. 2, (2004), s.
263-306.
Polanyi, Great Transformation, s. 73.
+7 A.g.e., s. 171.

129
S ın ıf parçalanm ası m eslek i p a rç a la n m ay la ü s t ü ste b in er.
G erçekte söz k o n u su olan, heterojenliğin, standartlaşm a ve iç­
sel farklılaşm anın artm asıdır. G eçm işte o ld u ğ u n d an daha faz­
la m esleki u n v an lar b u lu n u y o r bugün; hangi m esleği hangi n i­
teliklerin o lu ştu rd u ğ u n u uluslararası olarak belirlem eye d ö n ü k
bir stan d artlaştırm a eğilim inden de söz edilebilir.
Sm ıf-m eslek p arçalan m asın ın an ah tarı, esk in in m etalaşm a­
ya d ire n e n k u ru m la n ve d ü zen lem e, sosyal k o ru m a ve y en i­
den dağ ıtım siste m le rin d e n çıkıldığı hissidir. En ü st üç taba­
kada b u lu n a n la r -se ç k in le r, ücretliler ve u z m a n la r- kendi ge­
lecek veya k ad erlerin i, b ü y ü k b ir m eslek g ru b u n u n dayatm a-
la n n a uym ak tan k ay naklanan sosyal sigorta veya sosyal daya­
nışm aya bağım lı görm ü y o r. Kişisel varlıkları o lan, yatırım ve
zek âlan n a güvenip, k endilerini olabildiğince fırsatçı olarak ta­
nım lıyorlar. Dolayısıyla piyasanın dışındaki sta n d a rtla n belir­
leyen kuru m sal tem in aılan k o ru m ak üzere m ücadele etm eleri
pek m u h tem el değil.
M eslek cam iasın ı k o ru y a c a k b ir lid er k a d ro su olm ayınca,
m esleklerin bağım sızlık ve kültü rlerin i savunm ak için göstere­
cekleri gayret zayıf kalacaktır. A yncalıklann savunulm asını da
ro m an tik leştirm em ek gerek. Ç oğu zam an bir m esleğin kendine
özgü k ü ltü rü atalard an kalm a, yani sosyal olarak gerici ve bas­
kıcıdır. Yine de piyasa to p lu n u n u m karşısında d u ru r.
lro n ik b iç im d e , m o d e rn to p lu m u n en a ltın d a k i üç ta b a ­
ka - e s n e k işlerd e çalışan lar, işsizler ve lü m p e n ta b a k a s ı- da
ana ak ım k u ra m la rd a n k o p u k tu r. Ş irket y ardım ları veya m a­
kul devlet yardım ların a h a k kazanm aları olasılık dışıdır; şu va­
ka yöneticileri d en ilen lerin ellerine kolayca düşerler. İşleri var­
sa, h erh an g i b ir m eslek g ru b u n u n en alt basam ağında yer alır­
lar; egem en azınlığın k ira k azan çların d an m a h ru m d u rla r. Bu
n edenle o n la rın da m esleğe m etalaşm a k arşısında bir serbesti
kazandıran k u ru m sal m ekanizm aları savunm aları beklenem ez.
Ç ekirdek işçi sınıfın küresel zayıflığı ile el ele giden bu k o ­
p u k lu k en d ü striy el vatandaşlığın gelişm esine yardım cı olm uş­
tur. Z an a a tla r, ö zellik le m eslek ler şim diye k a d a r m etalaşm a
k arşısın d a h ak ları verilm em iş b ire r engeldir. Z an aat ve m es­

130
lekler b irer cam iadır. H içbir cam ianın bilgiyi eşit biçim de pay­
laşan, bilinçli olarak d em o k ratik k arar alm ayı kabul eden eşit­
lerden m ü teşek k il ideal b ir to p lu lu k o ld u ğ u söylenem ez. H ep­
si hiyerarşilerle birlikte, direniş gerek tiren baskıcı eşitsizlikler
üretir. A m a b ir anlam d a k ü ltü rü tem sil ederler; oysa piyasa tü ­
ketimi ve m e ta la n n y enid en ü re tim in i besleyenler d ışında her
türlü cam ia ve cem aati o rtad an kaldırm a eğilim indedir.

Dehşet

Hal b öyleyken b ir çifte h arek eti h an g i b ask ıların getireceğini


sorm alıyız. Polanyi geçen sefer hangi g ü cü n b u hareketi getir­
diğini g ö rd ü , insan ların “kültürel kuram ların koruyucu örtüsün­
den” m a h ru m kaldıklarını ve böylece “şiddetli sosyal dllüsl oluş-
lann kurbanı” old u k larım teşhis etti.48 Bu böyle gidem ezdi.
Yeniden m etalaşm a d ö n em i, in san ö z g ü rlü ğ ü ve eşitliğinin
ilerlemesi için m u h teşem bir dönem olm adı. Bu d ö n em e iş ba­
kım ından em eğin yoğu n laşm ası, istih d a m a bağlı stres, em ek
süresi ü zerin d ek i d en e tim in kaybolm ası ve işi k o ru m a k o n u ­
sundaki m em n u n iy etsizlik dam gasını v u rd u .
Rahatsızlığın kanıtları çağlayan gibi ü zerim ize yağıyor. Z en­
ginliğin artm ası ne d aha fazla “m u tlu lu k ” d e m e k tir n e de d a­
ha çok e k o n o m ik güvence.49 Z en g in ler “k a p ıla rın d a güvenlik
görevlilerin in b ek led iği to p lu lu k la ra ” çek ilip , k e n d ile rin d e n
m em nun servetlerin in keyfini sü re rk e n , b ir y an d an da k o ru n ­
mak için m uazzam p aralar harcıyorlar. Bu arad a, m ilyonlarca
insan neredeyse göçebeliğe, köksüzlüğe m ah k û m ediliyor. “Ya­
sadışı” göç y ü z ü n d e n , bu tü r insan ların sayısı resm î istatistikle­
rin gösterd iğ in d en ço k daha fazladır. E şitsizlikler çoğalıyor, pa­
rayla ölçülm eyen sosyal gelir b o y u tla n n ı görm ezden gelen ista-
tistiklerce gizleniyor.

48 A.g.e., s. 76.
49 International L abour O rganization Socio-Econom ic Security Program , Econo­
mic Security fo r a Better World (Cenevre: 1LO, 2004). U lusal m u tluluk derece­
lerinin eşitsizlikle te ıs ve ekonom ik güvenceyle doğru orantılı olduğunu sap­
tadık.

131
Bu p o stm o d e rn nirvananın sö zcüleri m eritokrasinin n im et­
lerini ö v ü y o r, zen g in o lan ların d ah a fazla m eziyetli o ld u k la ­
rı için zen g in leştik lerin i, y o k su lla rın ise m eziyetsiz oldukları
için y oksul k ald ık ların ı öne sü rü y o rlar. E şitsizlik kendi içinde
(p er se) k ö tü b ir şey değildir, çü n k ü zenginler b ü tü n “u lu s ’Ma
p aylaşm ak ü zere zen g in lik ü re tir; y o k su lların ise d ah a m ezi­
yetli olm ayı ö ğ ren m eleri gerek. D evlet, m eziyetli y an i “istih ­
dam ed ileb ilir” ve dolayısıyla “top lu m sal olarak b ütünleşm iş"
o lm aların a y ard ım e d erek , h ak eden yo k su llara yardım elini
uzatır.
Piyasa to p lu m u n u n tellalları kişisel ç ık a rın , bireyciliğin ve
p iy asan ın sö zü m o n a m eritokrasiyi ö d ü lle n d irm e yeteneğini
öve öve bitirem iyor. O ysa b ir kim se güvence ve kaynaklara eri­
şim o lm adan so ru m lu lu k alamaz. Piyasa to p lu m u n d a , ö b ü rle ­
rin d e n d ah a iyi yapan k azan ır ve avantajları artar; “kazanan-
hepsin i-alır” piyasaları “kaybedenler-her şeyi-kaybeder” d u ru ­
m u n a yol açıyor. E şitsizlikler, dezavantaj u çurum ları halini alı­
yor. Yeniden m etalaşm a d ö n e m in in yarattığı dehşet verici olay­
lard an b iri, b ü y ü y e n eşitsizlik ler ve kitlesel m arjinalleşm eyle
yüzleşm ek için, k u ru lu düzen in toplumsal içerme ve toplumsal
entegrasyon ü zerin e ah k am kesip sosyal dışlanma ile m ücadele
etm e gereğini h e r fırsatta tekrar etm esidir.50
H içbir AB, O EC D veya BM raporu, toplum sal entegrasyona
yönelik çabaların artm ası gerekliği v u rgulanm adan bitirilm ez.
H içbir politikacı bu k o n u d a ne kadar kaygılı o ld u ğ u n u vurgu­
lama fırsatını kaçırm az. V erilm ek istenen m esaj şu d u r: Y oksul­
lar işlevsi? ve sosyal bakım dan zayıf kaldı. D evletin o n la n yen i­
d en sistem e katm ası gerek. 19. yüzyılın m etalaşm a çağında da
b en zer çığlıklar d u y uluyordu.
D ışlanm aya ilişkin olarak ifade edilen bu kaygılar baskı re­
jim i ve kitle terapisini m eşrulaştırıyor. İnsanları uysal m ü sta h ­
d em ler yapm ak üzere sosyal p o litik an ın -d o ğ ru şeyleri yapıp
yapm adıklarını kontrol etm ek için evlerinin telefonla aranm a­
sı d â h il- yanı sıra devlet destekli k ü ltü rel k u ru m la r da to p lu m ­
sal içerm eyi a rtırm a k için kullanılıyor. K im ilerine göre b u ra ­
50 İyi bir eleştiri için bkz. F uredı, s. 20-2 5 . m uhtelif sayfalarda.

132
da insanları b ir yandan “su stu ru rk e n ”, bir yandan da kendile­
rini “başarılı” h issetm elerini sağlayacak bir gizli g ü n d em in p a r­
çası b u lu n u y o r.51
Sosyal d a y a n ışm a y la ilg ile n m e y e n p iy a sa to p lu m u n d a k i
sosyal k o ru m a sistem i, ahlâki kapana k u rb a n gider. İn san la­
ra kendi iy ilik leri ve " to p lu lu ğ u n ” iyiliği için belli b içim ler­
de d av ra n m a la rı g erek liğ i sö y le n in c e , b ir a h lâ k çağında y a ­
şam ış o lu y o ru z . Ö z g ü rlü k ve d e m o k ra si h a v a riliğ in e so y u ­
n u rk en sosyal ve e k o n o m ik p o litik a la rı şe k ille n d ire n le r a h ­
lâkçı b ir ü slu p k u llan ıy orlar. A h lâ k ile ştirm e n in yanı sıra gö­
rülen “d in se lle ştirm e ” m u taassıp b ir gevezelik ü retiy o r. Sos­
yal m ü h e n d isliğ e m ey led en b u g ev ezelik , b iz le ri p azarlan a-
bilir işçiler ve y alnızca m ak u l k ab u l ed ilen m al ve h izm etle­
ri aşırı tü k e te n m ak u l tü k e tic ile r o larak şe k ille n d irm ek üze­
re tasarlan m ıştır.
Piyasa güçleri eşitsizlik ve güvensizliği a rtırırk e n , devlet de
gerçek ö zg ü rlü ğ ü n ö n ü n d e k i d iğ e r engellere y ü z ü n ü çevirir.
“D üzen” çığlıkları “ö zgürlük" çığlıklarına galebe çalar. Bir bi­
çim iyle b u “b ild iğ im iz şekliyle refah ın s o n u ”, “çalıştırm a” ve
davranışa bağlı yard ım ları kapsar. H abis b içim iyle ise habeas
corpus’urı askıya alınm ası, yargısız hapis, anti-sosyal davranış
bozuklukları ve “v atan güvenliğine” yönelik ö n lem ler anlam ı­
na gelir ki, b u n la rın tü m ü büy ü k güçlüklerle kazanılm ış özgür­
lüklerin işini bitirir.
Yeniden m etalaşm a d em ek, d ah a u zu n em ek süresi dem ek­
tir. Bu d a ç o k u z u n geçm işi o la n b ir eğ ilim i te rsin e çevirir.
ABD’de çalışm a saatleri a rta rk e n ta tille r azaldı. A m erikalıla­
rın yıllık ortalam a tatil hakları 16 g ü n d ü r am a yalnızca 14’ü n ü
kullanırlar.52 Ç alışm a yaşında olan yetişkinler u y u m ak için d a­
ha az vak it ayırabiliyor, işten ö n ce alışveriş yap ab ilm ek, ders
çalışabilm ek veya çocuklarına bakabilm ek için d ah a erken kal­

51 Sınavda başarısız olmayı irade etm ede yeni tercih edilen terim iyi bir örnek su ­
nuyor: “E rtelenm iş başarı.”
52 Tlıe Economist. 9 A ğustos 2003. Bazı çalışm alar “boş zam an” saatlerinin arttı­
ğım iddia ederek b u n d an şü p h e etm ektedir. Ancak çalışm a süresindeki yuka­
rı d oğru kavis 1990'lann başında başlam ıştır ve em ekle ilgili etkinliklere daha
fazla zam an ayrılıyor görünm ektedir.

133
kıyorlar.53 Şu g ü n le r b ir uzasa! Batı A vrupa’da, bir ay tatil hâlâ
norm al görülüyor, ltalyanlar 42, F ransızlar 37, A lm anlar 35 ve
lngilizler 28 g ün tatil yapıyor. D irenişe rağm en k o ru m a önlem ­
lerinin icabına bakılıyor; b u n u n so n u c u n d a İyi İşçi, p a tro n u ­
na şirin gö rü n m ek veya tatil kullananları rekabette geri b ırak­
m ak için “h a k la rın d a n ” feragat etm eyi öğreniyor. Kısacası, Av­
rupalIlar küresel rakiplerini yakalam ak için em eklerini y o ğun­
laştırıyor.
A ncak y o ğ u n la şm a n ın kaygı verici y anı, m aliyeti. İn san la­
ra m eta m uam elesi yapılınca, o n la r da böyle davranıyor. “İşi­
ni elinde tu tm a ” diye araçsal b ir ahlâkı benim seyerek edilgen,
fırsatçı ve olab ileceklerin den daha az ü re tk e n oluyorlar. Buna
karşılık, işv eren ler, sta n d a rtla r, hed efler ve hesap d en etim iy ­
le b irlik te zorak i teşvikler ve baskı rejim ine bel bağlıyor. B un­
ların da m aliyeti y ü ksek. İdare, gözetlem e ve d en etlem e m a­
liyetleri y ü k se lin c e , işçiler ve aileleri için o ld u ğ u gibi firm a­
lar ve h ü k ü m e tle r için de kaygı ve stresle b ağ lan tılı m aliyet­
ler yükseliyor.
İn sa n z a y ia tı ve a rta n m a liy e tle rd e n ö tü rü stres y en id e n
m etalaşm aya karşı b ir te h d it biçim ini alıyor. Ja p o n y a ’da, ka-
roşi (k a ro s h i) - a ş ı r ı ç a lış m a k ta n ö lü m - a rtış ı g ö rü lm e k le .
A vrupa’da, sağlık sig ortacıları, gelir veya işini kaybetm ekten
k o rk tu ğ u n d a n k ü ç ü k rah a tsız lık la rın d an k u rtu lm a k için izin
alm ayıp işte kalan işçilerde görülen şimdicilih (presenteeism )
k o n u su n d a endişeli. Evde kalm adıkları için h astalık ları daha
vahim b ir hal alabiliyor.
D ünya, ABD m odeline sü rü k len irk en , olup bitenleri dehşetle
gözlem lem eliyiz. 30-50 y aşlan arasında olanlar için sağlık-ba-
kım m aliyetleri 1987 ile 2000 yılları arasında yaşlılar için olan­
dan daha fazla, yüzde 75 arttı. B unun tem el nedenleri, depres­
yon, anjiyoplasti, diyabet, hip ertan siy o n ve kas-iskelet ra h a t­
sızlıklarıydı.
M aliyetlerin b ü y ü k k ısm ın ı işçiler taşım akla b irlik te, işve­
renler de m aliyet artışıyla karşı karşıya. Telaş içindeki işveren­

53 Jo h n Jurgcnsen, “F o r M ore Americans, Life Begins at 5 a.m .". The Wall Street
Journal. 27 Marl 2006, s. 36.

134
ler zo ru n lu lu k la rd a n yan çizm ek ve k açınm ak için taktikler b u ­
luyor. Çeşitli ü lkelerde devlet, obezliği sosyal b ir teh d it olarak
ele alm aya başladı. Fakat b ir yandan pahalı teşhis am açlı takip
yayılırken, bu tü r yaşam biçim inden k ay n ak lan an hastalıkları
yayan baskılara h en ü z d ik k at edilm iş değil.
Sağlıkla ilgili so n u çlar, b ü tü n dünyayı kasıp k avuran p o p ü ­
list kurum sal sosyal sorum luluk p ro g ram ların a k atk ıda b u lu n ­
m aktadır. Bu tü r p ro g ra m la r şirk e tle rin m eşru laşm asın a y a r­
dımcı olm akla birlikte, em ek faaliyetleri ü z erin d e kalıcı etkile­
ri olm ayabiliyor, ç ü n k ü aslında gereken, em ek yoğunlaşm asına
karşı uysallığı tem inat altına alm a y öntem leri değil m etalaşm a­
ya karşı ku ru m sal b ir m uhalefettir.
Stres ve araçsallık yalnızca verim liliğin ve yaratıcılığın d ü ş­
m esine değil, kargaşa içinde b ir sabotaj o rtam ın a ve Polanyi’nin
yararsız işlerle vakit geçirme dediği sab o tajın iyi niyetli biçim i
olan tem belliğe de yol açıyor. M odern p atem alistler, en uygun
“duygusal em ek ” veya “bilgi em eğini” elde e tm en in zo r o ld u ­
ğunu biliyor. Bu tü r em ek biçim lerinde tü m çabayı gösterm edi­
ğini gizlem ek kolaydır; b u n d an dolayı “bilgi işçisi” denilen şu
m uhteşem p o stm o d ern yaratığı m otive etm eye d ö n ü k kaygılar
baş gösteriyor. Ama m otive etm e yollarını gösterm esi için tera­
pist b u y u r edilse bile, zih in d en geçen bir baltalam a eylem ini al­
gılam ak veya cezalandırm ak zordur.
H izm et işçilerine uygun duygu ve davran ışların nasıl sağla­
nacağını ö ğ retm ek için tedavi tek n ik leri geliştiriliyor. Aile ve
m eslek gibi cam iaların aşınm asıyla ald atm a yeteneği de geliş­
miştir. Bu da aracı denetim cilerin “duy g u k u ralları” veya “duy­
gularını gösterm e k u ralların ın ” belirleyici o ld u ğ u sosyal olarak
inşa edilm iş işyerlerini k urm asına olanak tanıyor. “İnsan kay­
nakları y ö n eticilerin in ” (sic) istedikleri, işçilerin duygusal sağ­
lamlığı ve işlevsel davranış biçim lerine boy u n eğmeyi içselleş-
tirm esidir. D u y gunun ticarileşm esi, hâlen iktidara karşı m u h a ­
lefeti geliştirecek biçim de yapılandırılm ası gerek en bir m ü ca­
dele alanıdır.

135
Vaat: Gerçek bir metalaşmanın sınırlanması

Sosyalizm özü itibariyle, kendi kurallarına göre işleyen piyasa­


yı bilinçli olarak dem okratik bir toplum a tâbi kılarak bu piya­
sayı aşmaya yönelik sanayi uygarlığına içkin eğilimdir.54

Yerleşik bir toplum da, uyum gösterm em e hakkının kurum sal


olarak korunm ası gerekir.55

tn sa n , m etalaşm an ın nasıl sınırlanabileceği ü zerin e d ü şü n ­


m eye, bu u y u m g ö sterm em e h ak k ın ın nasıl korunabileceğini
kendisine sorarak başlayabilir. Bu soru, “m edeni h a k ların ” ne
zam an engellenem ez o lduğu so ru su n d a n daha önem li o lm u ş­
tur. Polanyi’n in g ö rü şü gayet açık:

Bireyin, sosyal hayatın kimi alanlarında, bir şekilde yönetim


görevleri tevdi edilm iş iktidarlardan k o rk m ad an ken d i vic­
danının sesini dinlem e özgürlüğü bulunm alı. Bilim ve san at­
lar daima “edebiyat cum huriyetinin” him ayesinde bulunm alı.
Zorlama asla m utlak boyuta varmamak, “itiraz edene" başını
sokabileceği bir kovuk, hayatını sürebileceği bir “ikinci en iyi"
seçenek sunulm alı.56

Y eniden m etalaşlırılanlarm ö zg ü rlü k lerini ellerinden alm ak


için m o d e rn ah lâk çıların (Ü çü n cü Yol’cu ların , m ü şfik m u h a­
fazakârların ve bu soydan gelenlerin) kullandığı biçim iyle “so­
ru m lu lu k o lm adan h ak olm az” saçm alığının âlem i yok. O za­
m an olduğu gibi şim di de m etalaşm ayı sın ırlan d ırm an ın anah­
tarları, ö zg ü rlü ğ ü n k iy le aynıdır: Ö zerklik, ö zdenetim ve d e n ­
geli karşılıklılık ilkesi ile sosyal dayanışm anın hem gerçekleşti­
rilebilir hem de kavranabilir olduğu b ir bağlam.
Şayet d ö n ü şü m çifte harek etin kararlaştırdığı bir süreç ola­
rak gö rü lü rse, 21. yüzyılın cevabını beklediği m eydan okum a
em ek g ü c ü n ü n m etalaşm asın ın sın ırla n d ırılm asın ı başarm ak
olur. Polanyi, 19. ve 20. yüzyıllarda kendi kurallarına göre işle­
54 Polanyi, Great Transformation, s. 242.
55 A.g.e., s. 263.
56 A.g.e., s. 263.

136
yen e k o n o m ik sistem arayışının - “çifte h a re k e t”- ortaya çıkar­
dığı tehdid i betim lerk en b ir ip u cu verm ektedir: “G erçek m eta-
lara bağlı o larak piyasa ö rg ü tle n işin in genişlem esi hayalî me-
talara bağlı o larak daralm asıyla kol kola g id er.”57 E m ek, to p ­
rak ve para p iyasalannı k o n tro l etm e am acıyla gelişm ekte olan
bir k u ru m ve ö n lem ler ağı g ö rm ü ştü r. Biz de yen id en böyle bir
noktadayız.
Güvensizliğin yol açtığı korkular istikran bozuyor am a karşı bir
hareket de gelişiyor. 19. yüzyılın ortasında başlayan çifte hareke­
ti haürlayın: Ulusal em ek piyasalanna yönelişin ardından konıyu-
cu düzenlem eler isteyen baskılar ve ortak sesin -öncelikle erkek
sanayi işçilerinin, “ekm ek parasını kazananlann” ortak sesi- o n a ­
ya çıkışı görülm üştü. Bu ilerleme son kertede sınırlı ve baskıcıydı.
Geleceğin karşı hareketi evrenselci bir sesi gerektiriyor. Cevap ve­
rilmesi gereken m eydan okum alardan biri, hizm etlerin metalaştı-
gı bir bağlam da esnek işçiler ve “kadınlaştınlan” işgücü adına bir
ses geliştirm ektir. Sendikalar ve sosyal dem okrat politikalar gücü­
nü yitirirken, işçiler ve topluluklara ortaklaşa ve bireysel bir ses ve­
recek yeni k u m m lar yaratm ak elzem oluyor.
M e tala şm a n ın s ü rd ü rü le b ilir b ir şe k ild e s ın ırla n d ırılm a sı
için, P olanyi’n in sözleriyle, to p lu m ; k arşılık lılık , sosyal daya­
nışm a, ö rtü şe n to p lu lu k lar, sim etri ve m erkeziyeti koruyacak
kadar güçlü k u ru m la r ister. En azın d an iki ses ister: M eslek ah ­
lâkını güçlendirm eyi talep eden b ir ses - k i m etalaşm anın sınır­
landırılm ası için h ayati ö n e m d e d ir- ve e k o n o m ik güvenceyi
güçlendirm eyi talep eden b ir ses.
M etalaşm anın sın ırlan d ırılm ası, devletin em ek sigortası ve
ihtiyari d estek ten , sosyal, ek o n o m ik ve k ü ltü re l hakların tem i­
natı olm aya geçm esi anlam ına gelm elidir. T am ö zg ü rlü k , m a­
aşa bağım lı olm am ayı gerektirir. Bu da h e r vatandaşın bireysel
o n u ru n u sağlayacak b ir dizi evrensel vatandaşlık haklarıyla bir­
likte tem el ek o n o m ik güvenceye -y a n i bir tem el g e lire - sahip
olması gerektiği anlam ına gelir.58

57 A.g.c., s. 79.
58 ö rn e ğ in bkz. der. G uy Standing, Promoting Income Security as a Right (Londra:
A nthem Press, 2005).

137
Ü topik değil bu. E leştirenler, böyle b ir projenin m aliyetinin
karşılanabilirliği ve gerçekleştirmek için neden bulunmadığı gibi
gerekçelerle öneriyi reddetm eye yöneliyor hem en. Bu gerekçe­
lerden ilki önem siz, İkincisiyse çağım ızın stratejik varlıklarının
yen id en dağıtım gereğinin kavranm asıyla ilgili. E şitlikçi yeni­
d en dağıtım ın tem el parasal ned en leri ve kay n ak lan , serm aye
gelirinden v atandaşlık hakkı alınm asıyla sağlanm alıdır. A ynca
bizleri em ek su nm aya d ah a az bağım lı hale getirerek em ek gü­
c ü n ü n m etalaşm asını sın ırlan d ırm ak için b ir neden olarak mes-
leJ? ahlâkının g ü çlen d irilm esin i görebiliriz. İn san d ah a iyi ol­
m ak ve kendini daha iyi gerçekleştirm ek için çalışır.
Ç alışm ak v aro lu şu n önem li b ir parçası olduğu için m etalaş-
m anın sınırlandırılm ası m esleki vatandaşlığı gerektiriyor. D a­
ha fazla sayıda in san ın tam b ir ö zg ü rlü k içinde kişisel m esle­
ki profilini olu ştu racak yeteneğe sahip olm asına olanak tan ın ­
malı. İyi b ir toplum da, çalışm a kendi ken dine belirlenen başka
sahnelerle birleşim içinde aile, k o m şu ve to p lu lu k için h arca­
n an zam an ve de k işin in k en d i heyecanları için harcadığı zam a­
nın dâhil edildiği çeşitli faaliyetlerden oluşabilir. Böyle b ir to p ­
lum da, bireylerin h ak olarak bir tem el geliri olur; b u da çalış­
m an ın şim d ik in e göre d ah a b ü y ü k b ir ölçüde kişinin k en d i se­
çim i olm asına izin verir. Çalışm a kim liğim izin önem li bir par­
çasıdır. Ama vatandaşlık sevgisi (civic friendship) (philia) içi­
ne yerleştirilm eli ve ö zerklik ve zanaatkârlığı geliştirm eye yö­
n elik olm alıdır. Böyle b ir çalışm a biçim inin neleri içereceği ise
ayrı bir m akalenin ko n u su .

138
5
Çalışma Hakkı, Toplumsal Dışlanma Yolu mu?
Çalışma Hakkı Güvencesi Olarak Temel Gelir*
Jo s e L u ı s R e y P e r e z

Ünlü kitabı B üyük Dönüşüm'de Kari Polanyi şöyle der: “Em ek,
yaşamla at başı giden in san faaliyetine verilen b ir başka addır.
Satılm ak üzere değil, b ü tü n ü y le değişik ned en lerle ortaya ko­
yulur ve yaşam ın diğer yö n lerin d en ayrılam az, saklanm ası veya
işletilm esi olanağı y o k tu r.”1 O nca zam an so n ra çalışm a h ak k ı­
nın tam anlam ı sosyal h ak lar üzerine olan tartışm alarda önem ­
li bir k o n u olarak beliriyor. Refah d evletinin gelişim inde çalış­
ma h ak k ın ın oynadığı kilit rolü dikkate alırsak b u şaşırtıcı gö­
rünm ez. Refah devletinin krizi başladığında ve işsizlik oranla­
rı artıp, y ü k sek düzeylerde kaldığında, Batı ek o n o m ilerinde ça­
lışma h ak k ın a ulaşılabilirlik so rgulanm aya başlam ıştır. Bugün

(*) Bu m akalenin önceki taslakları 2 T em m uz 2005'te Budapeşte’de Society for the


A dvancem ent o f Socio-Ekonom ics'in (SASE) 17. Yıllık T oplantısı’nda "Karşı­
laştırm alı Çalışm a llak k ı" başlıklı olu ru m d a ve 16 Ekim 2005'ıe Istanbul’daki
10. U luslararası Kari Polanyi K onferansı’nda "E m eğin M etalaşm asına Karşı
Temel G elir Politikası" o tu rum unda sun u lm u ştu r. Yorum ve önerilerini pay­
laşan Philip Harvey, G uy M undlak, M artin Olclz. R ichard K. C aputo, Sascha
Lieberm ann’a ve m etn in son halini geliştiren M anos M atsaganis'e m in n etta­
rım. B ütün hatalar elbette bana ait. Özellikle de Philip Harvcy'ye bu m akalenin
İngilizce'ye çevrilm esindeki yardım ı için teşekkür etm ek istiyorum . Her türlü
y o rum u m em nuniyetle karşılarım : jlrey@ der.upcom illas.es
I Kari Polanyi, The Great Transformation. The Political and Economic Origins of
Our Time (1944; Boston, MA: Beacon Press, 1957), s. 72.

139
işsizlik, ek o n o m ilerim izin yapısal b ir u n su ru ve b u , kaçınılm az
olarak çalışm a h ak k ın ın yeniden değerlendirilm esine yol açtı.
Aynı zam an d a hâlâ çalışm a h ak k ın ı tanıyan b irç o k u lu sla­
rara sı a n laşm a m e v c u t b u lu n m a k la . İn sa n H ak ları E vrensel
Bildirgesi’n in 23. m addesi şu n u ilan eder: “H erkesin çalışm a­
ya, işini serbestçe seçm eye, adil ve elverişli çalışm a şartlarına
ve işsizlikten k o ru n m ay a hakkı v ardır.” Aynı m adde şöyle d e­
vam eder: “ [H ]erkesin h içbir fark gözetilm eksizin, eşil iş kar­
şılığında eşit ü c re te ” ve çalışan ile ailesi için “gerekirse h er tü r­
lü sosyal k o ra m a vasıtalarıyla da tam am lanan, insanlık o n u ru ­
na u y g u n bir yaşayış” sağlayan “elverişli bir ü c re te” hakkı var­
dır. Bildirge ayrıca herk esin “dinlenm eye, eğlenm eye, bilhassa
çalışm a saatlerinin m akul su re tte sınırlandırılm asına ve belirli
aralarla yapılan ü cretli tatillere h a k k ı” o ld u ğ u n u ilan eder. Ça­
lışm a hakkı, A m erikan in sa n H akları ve S orum lulu kları Bildir­
gesi; A vrupa Sosyal Şartı; E konom ik, Sosyal ve K ültürel H akla­
ra İlişkin U luslararası Sözleşm e ve şu an da bir belirsizlik için­
de olan A vrupa A nayasasını K uran A nlaşm a tarafından benzer
şartlarda tan ın ır.2
Bu y ü k ü m lü lü k le rin m ev cu t ek o n o m ik şa rtla r için d e nasıl
yorum lanm ası gerektiğini bilm ek istiyorsak m uhtem elen çalış­
m a ile o n u n an lam ın ın Polanyi için ne dem ek olduğuna bakm a­
mız gerekir. İşte o zam an çalışm a h ak k ının, Polanyi’n in de sa­
v u n d u ğ u gibi em eğin m eıalaşm asını im a eden b ir başka a n la­
m ını keşfederiz.3 Bu am açla, burada yukarıda tanım lanan yasal
m etinlerde ilan edilen y ü k ü m lü lü k lerin üç farklı h ak kategori­
sinden olu ştu ğ u n a işaret edeceğim: Çalışma hakkı, çalışm a öz­
gürlüğü ve em ek hak lan . Çalışm a hakkının bu farklı veçhelerini
b irb irin d en ayırt ederek, hakka geleneksel olarak sahip olduğu
d ü şü n ü len d en daha geniş b ir anlam atfedildiğini savunacağım .

2 Madde 11-75.1 şu hakkı tanır: “H erkesin çalışma ve serbestçe seçtiği ya da ka­


bul ettiği bir işe devam etm e hakkı vardır."
3 Polanyi'nin de belirttiği gibi, “Nerede satılacağı, ne amaçla kullanılacağı, ne ka­
dar fiyata el değiştirilm esine izin verilmesi gerektiği ve ne şekilde tükctileccği ya
da yok edileceği, m eta tarafından belirlenmez.” (Great Transformation, s. 176).

140
Ç alışm a hakkı, çalışm a ö zg ü rlü ğ ü ve e m e k hakları

Y u k arıd a a lın tıla n a n y asal m e tin le rd e ç a lış m a h a k k ı, ça lışm a


ö z g ü rlü ğ ü ve çe şitli e m ek h a k la rı h ep si b irlik le g ö r ü n ü y o r o l­
m asın a k a rş ın , k av ra m sal o la ra k b irb irle rin d e n a y ırt e d ile b ilir­
ler. E lb e tte a r a la r ın d a bazı b a ğ la n tıla r sö z k o n u s u d u r , a n c a k
h epsi ay n ı o lsay d ı yasal m e tin le rd e g ö rü le n b e lirg in fark lılığ ın
b ir a n la m ı k alm az d ı.
Çalışm a ö zg ü rlü ğ ü , insan haklarını tanıyan top lum larda te­
mel ö zg ü rlü k le rd e n b irin i o lu ştu ru r. K ölelik ile zorla çalıştır­
m anın yasaklanm ası ve devletin m üdahalesi olm adan işini seç­
me ö zg ürlü ğ ü anlam ına gelir. D olayısıyla devlete negatif b ir so ­
ru m lu lu k yü k ler, ç ü n k ü vatandaşlar profesyonel gelişim lerine
ya da iş seçim lerine engel olabilecek herh an g i b ir faaliyeti dev­
letin so n a erdirm esini talep edebilirler.
Kimi y a z a rla r ça lışm a h a k k ın ın , ç a lışm a ö z g ü rlü ğ ü n d e n
farklı b ir şey im a etm ediğini ileri sü rm e k le d ir. Bu görüş, d ü ­
şünceleriyle çalışm a hak k ın ın bazı yasal kurallard a yer alış şek­
lini etkilem iş olan kim i liberal yazarlarca dile getirilm ektedir.
Bazı liberal yazarlar çalışm a hakkı b ü y ü tü lü rse , çalışm a özgür­
lüğünün azalacağını sav u n m ak tad ır ç ü n k ü devlet sadece iş s u ­
narak ve erişim ini genişleterek çalışm a hakkını güvenceye ala­
bilir. B unu yapm ak söz k o n u su liberallerin desteklediği devlet
m odeliyle b ağdaşm adığından, çalışm a h ak k ın ı çalışm a özgür­
lüğünden farklı b ir şey değilm iş gibi y o ru m lam ak liberalizm in
gerekli b ir u n su ru olarak g ö rülm ekledir.
Ç alışm a hakkı sadece çalışm a özg ü rlü ğ ü olsaydı, sosyal bir
hak olm azdı. O yüzden farklı bir anlam aram ak gerekli g ö rü n ü ­
yor. Bu, çalışm a ö zg ü rlü ğ ü n ü n ö nem ini in k â r etm ek anlam ına
gelm iyor. Sadece çalışm a özgürlüğü ile çalışm a hakkı arasında
aynm yapm am ız gerektiği anlam ına geliyor.
Yasal m e tin le rd e sıkça b ir arad a g ö rü le n çalışm a h a k k ı ile
em ek h a k la rı a ra sın d a da b ir a y rım y a p m a k gerek. Ç alışına
hakkı, çalışm a yerindeki h aklardan farklıdır. İnsan H akları Ev­
rensel B ildirgesi'nin 23. m addesi bu h a k la n b irlik te ilan ettiği
gibi, birb irin d en ay ırm aktadır da. B unlar aynı şey olsalardı, ça­

141
lışma hakkı, işini serbestçe seçm e, adil çalışm a koşulları hakkı
ve işsizlikten k o ru n m a hakkı arasında ayrım yapan dile gerek
olmazdı. Bu “adil çalışm a k o şu lla n ” 24. m addede tan ın an d in ­
lenme, çalışm a saatlerinin sınırlan d ın lm ası, belirli aralarla ya­
pılan tatiller vb. diğ er h a k la n da içerirdi.
Ö nerilen A vrupa A nayasası’n m IV. başlığı, A vrupa iş h u k u ­
k u n u n gelişim inde çok önem li yeri olan bir g ru p em ek h ak k ı­
nı kapsam aktadır.4 Bu h a k la r adil ve elverişli çalışm a koşulla­
rını güvence altın a alm aya çalışıyor ancak sadece em ek ilişki­
sinin zaten m ev cu t o ld u ğ u d u ru m la rd a g ö rü n ü y o rlar. İşte bu
nedenle çalışm a h a k k ın d a n farklılar. Ç alışm a hakkı daha ö n ­
ce gelir ve bu em ek haklarıyla birlikte o n a bazı k o şu lla n d a ­
yatırız.
Geleneksel olarak, em ek hakları sosyal h akların m erkezinde
d ü şünülm üş ve sıklıkla eş anlam lı olarak yorum lanm ıştır. A n­
cak bugün em ek h ak ların ı sosyal h aklarla bir tu tm a k ta n vaz­
geçmek zorundayız, ç ü n k ü b u şekilde devam edeceksek kaçı­
nılm az o larak to p lu m d a em ek ilişkisi d ışın d a k alan ço k sayı­
da insanı k o ru m ad an ve sosyal h ak ların ı k u llan m a k tan m a h ­
rum bırakacağız.5
Bu tartışm ad an şu n a varabiliriz: Ç alışm a ö z g ü rlü ğ ü , em ek
hakları ve çalışm a h ak k ı farklı şeyleri korum ayı am açlayan üç
ayn hak kategorisidir. E m ek h ak la n çalışm a koşullarını k o ru ­
mayı am açlar ve em ek ilişkileri m evcut o ld u ğ u n d a ortaya çı­
kar. Çalışma özg ü rlü ğü köleliği önlem eyi ve iş seçm e ö zg ürlü­
ğünü korum ayı am açlar. Aşağıda çalışm a hak k ın ın neyi k o ru ­
mayı amaçladığı ve bu hak k ın nasıl tanım lanabileceği so ru ları­
na eğileceğim.

4 Örneğin işçilerin işletm e içinde bilgi ve danışm a hakkı, toplu pazarlık ve ey­
lem hakkı, sosyal güvenlik ve sosyal yardım hakkı.
5 Sonuç o b rak , Avrupa Anayasası Temel H aklar Şartı yeterince ileri gitm em ekte,
çünkü sosyal h ak lan em ek h aklanna indirgiyor görünm ekledir (sağlık ve eği­
tim haklan dışında). Bu bakım dan Avrupa Anayasası haklar ko n u su n d a g ü n ­
celliğini yitirm iş b ir d ü şü n c e biçim ine dayanıyor. M akalenin geri kalanında
bunu daha fazla açıklam aya çalışacağım.

142
Ç a lışm a h a k k ın ın a n la m la rı

Çalışma hak k ı, çalışm a özgü rlü ğ ü ile em ek h ak ların d an fark­


lı bir şey ise anlam ı nedir? G erçeklen neyi k o ru m ak tad ır? Bu
hak, geleneksel olarak, b ir iş edinm e hakkı olarak y o ru m lan ­
mıştır. N itek im refah d ev letin in gelişm e d ö n e m in d e, çalışm a
hakkı - b ir iş edinm e hakkı olarak anlaşıldığı k a d a n y la - tam is­
tihdam sağlam aya ilişkin poliıik ve ek onom ik hedefle özdeşleş­
mişti. Tam istihdam sayesinde güvenceye alınm ış görünüyordu.
Ancak yasal b ir p ersp ek tiften b ak ılırsa, bir iş ed in m e h a k ­
kı olarak tan ım lan d ığ ın d a çalışm a h ak k ın ı farklı şekillerde a n ­
lamak m ü m k ü n . Alexy’n in gösterdiği klasik ayrım ı takip eder­
sek, çalışm a hakkını bir kural ya da bir ilke olarak açıklayabili­
riz. İlkeler, h ü k ü m e tle ri m evcut seçenekleri de hesaba kalarak
bir h a k k ın içeriğine ulaşılm ası için e lle rin d e n gelen h e r şeyi
yapmaya zorlayan kılavuzlardır; kurallar ise acil y ü k ü m lü lü k ­
lerdir. Yerine getirilebilir ya da getirilm eyebilir am a yerine geti­
rilecekse d e aşam alı olam az.6
Çalışm a h ak k ı bir ilke olarak g ö rü ld ü ğ ü n d e, devletin iş hazır
b u lundu rm ası için belirli düzeyde çaba gösterm esi hakkı ola­
rak anlaşılır.7 Bu, h ü k ü m e tle rin işsizliği azaltm ak ve h e r va­
tandaşın b ir işe sahip olm asını sağlam ak için ellerin den geleni
yapm akla y ü k ü m lü olduğu anlam ına gelir. Bir kural olarak gö­
rüldüğün d e çalışm a hakkı daha g ü çlü d ü r, ç ü n k ü iş sahibi ola­
m adığınızda m ahkem eye gitm e olasılığını barındırır.
Bu b ak ım d an çalışm a hakkı paradoksaldır. Bu hakkı ilke ola­
rak yorum larsak, h ü k ü m etler işsizliği hep azaltm aya çalıştığın­
dan, her zam an güvenceye alın an b ir h ak tır.8 Ö te y andan bir iş

6 R. Alexy, Tcoria dc los Dereclıos FundamcıUalcs (1986; M adrid: C entro de Estu-


dios Politicos y C onstitucıonalcs, 2001).
7 A. M ontoya M elgar, “Ejercicios y garanlias de los dereehos fu n d a m e n ta ls en
m ateria laboral", Revista de Politico Social, no. 121 (1 9 7 9 ), s. 333; R. Sastre
Ibarrechc, El derecho al trabajo (M adrid: T rotta, 1996), s. 128.
® işsizliği azaltm anın yam sıra, hüküm etler kim i zam an işsizliği artıracak politi­
kalar benim sem elerine yol açabilecek başka hedefler de izleyebilm ektedir; b u ­
na karşın bu politika dengesini yasal bir perspektiften değerlendirm ek çok zor
görünüyor. H ü küm etlerin politik ya da ekonom ik bir bakış açısından yaptık­
ları politika tercihlerini inceleyebiliriz am a yasal bir bakış açısından yapılanları

143
edinm e h ak k ın ı kural9 olarak yorum larsak, güvence altına alı­
n am ay an b ir h a k tır, ç ü n k ü e k o n o m ile rim iz in tem e lin d e yer
alan b ir şeyi değiştirm iyorsak h er zam an b ir m ik tar işsizlik ola­
caktır. Dolayısıyla, b ir ilke olarak çalışm a hak k ın ın bir anlam ı
yo k tu r, ç ü n k ü h er zam an b u n a riayet edilir; bir kural olarak ise
gerçekleşm esi im kânsızdır, ç ü n k ü ekonom i belli bir m ik tar iş­
sizliğe ihtiyaç d u y u y o r görünm ektedir.
Kimi y azarlar çalışm a h ak k ın ı, devlete işsizler için iş y ara­
tıp su n m a so ru m lu lu ğ u yükleyen bir kural olarak yoru m lam ış­
tır. Söz k o n u su yazarların su n d u ğ u şekliyle b u h ak ticaret öz­
g ürlüğü ile çelişm ez ve ek o n o m in in tam am en kam ulaştırılm ası
an lam ın a g e lm e z .'0 Bu bakış açısına göre çalışm a hakkı “z o r­
la çalışm adan k o ru n m a ö zgürlüğü ve m evcut işler için rekabet
etm e fırsatından daha fazlasını içerir. A slında istihdam edilm e
h ak k ıd ır.”" Bu hak , devlete özellikle em ek piyasasında iş b u ­
lam ayanlar için iş y aratm a so ru m lu lu ğ u yüklem ek d e m e k tir.12
Kural o larak y o ru m la n d ığ ın d a çalışm a h a k k ın ın içeriğini so ­
m utlaştıracak bir y o ld u r bu.

inceleyenleyiz. Belirli bir politikanın sonucunda işsizlikle artış söz konusu ise
h ü k ü m ete bu politika tercihinden dolayı dava açılabileceği anlam ına mı gel­
m ektedir? H üküm etler gerçekten de kısa vadede işsizliğin artm asına yol aça­
bilecek politikalar benim seyebilir, am a sonuçta hepsi uzun vadede b u n u azalt­
maya çalışır. H üküm etler kasıtlı bir şekilde istihdam ı m ahvetm ez, ç ü n k ü yeni­
den seçilm eleri öncelikle buna bağlıdır
9 M. R. Alcorcön Caracuel, “Dcrecho al ırabajo, libertad professional y deber de
ırabajar", Revista dc Politico Social, no. 121 (1979), s. 20-21.
10 P. H arvey, Securing the Right to Employment: Social W elfare Policy and the
Unemployed in the United States (P rinceton? NJ: P rinceton U niversity Press.
1989); W. G ordon, “Job Assurance— the Job G uarantee Revisited", Journal of
Economic Issues 31, no. 3 (1997). s. 826-34; W . F. M itchell ve M. W ans, “The
P ath to Full E m ploym ent", Australian Economic Review 31. no. 4 (1 9 9 7 ). s.
436-44; M. F orstatcr. “Flexible Full Em ploym ent: S tructural Im plications of
D iscretionary Public Sector E m ploym ent". Journal o f Economic Issues 32, no.
2 (1998), s. 557-63; W. Q uigley, Ending Poverty as We Know It: Guaranteeing
a Right lo a Job at a Living Wage (Philadelphia, PA: T em ple U niversity Press.
2003).
11 P. Harvey. “H um an Rights and Econom ic Policy Discourse: T aking Econom ic
and Social Rights Seriously”, Columbia Human Rights Review 33, no. 2 (2002).
s. 380.
12 M. Forstatcr, “F unctional Finance and Full Em ploym ent: Lessons from Lemer
for Today", Journal of Economic Issues 33, no. 2 (1999). s. 481.

144
Bu g ö rü şü n bazı so ru n lu y an lan b u lu n m ak tad ır. D evletin ne
tip işler yaratacağını ve b u n la n n hayalî o lu p olm adıklarını so­
rabiliriz, ç ü n k ü b u işler gerçekten m evcut değilse piyasada ta­
lep edilm ezler. H ü k ü m etlerin yarattığı işler arasın d a bakım işi
de b u lu n u rd u . F ik ir şu: Hali hazırda zaten gerçekleştirilen bir
takım faaliyetleri yaym ak ve b u n la rın icraları karşılığında in ­
sanlara aylık verm ek. Böylece h ü k ü m e t iş yaratm ış o lu rd u am a
bu işler gerçek olm azdı: H ü k ü m et b u d ar çalışm a h ak k ı kavra­
mını m uhafaza etm ek am acıyla hayalî işler yaratırdı.
Ayrıca d o ğ ru d a n devlet tarafından y aratılan b u işler em ek pi­
yasasında b ir iş bulam am ış olanlar için son çare o lu rd u . Bu ise
kişileri d am g alard ı ve “d ev letin iş b u lm a k u ru m u , b u tü r b ir
dam galanm ayı ö n lem ek için kam u sek tö rü n d ek i işlerin ü c ret­
lerini artırsay d ı, özel işv eren ler de aynı şek ild e h a re k e t eder,
ücretleri artırıp em ek talebini kısarlardı. T eorik olarak b u süreç
tüm özel firm alar ticaretten çekilene k adar sü re rd i.”13 E lster’e
göre devlet yalnızca tüm ekonom iyi k am u laştırarak ya da d am ­
galanan işçilerden oluşan ikinci sınıf b ir işgücü o lu ştu ra rak ça­
lışma hakkını garanti edebilir.
Konu ü zerin e yapılan tartışm alarda, d o ğ ru d an iş y aratılm a­
sını destekleyen yazarlar E İsterin iki varsayım dan yola çıktığı­
nı söylem işlerdir: İlk olarak, “devlet özel sek tö rd e m evcut b u ­
lunan açık iş p o z isy o n la rın ın sayısına b ak m ak sızın iş arayan
herkese b u n u sağlayarak işçilerin özel sek tö rd en kam u se k tö ­
rüne göçünü d ü zen lem ek zo ru n d a kalırdı, ikin ci olarak, devlet
özel sek tö r istih d am ın d a görülebilecek ü cret artışların a uyum
sağlamaya da hazırlıklı olm ak zo ru n d a kalırdı. Aksi halde, özel
sektör işverenleri iş p rogram ından biraz d ah a y ü k sek ücretler
teklif ederek göçü d u rd u rab ilird i.”14 Bu iki varsayım dan ö tü rü
Elster yanlış so n u ca varm aktadır. Sadece özel sek tö rd e yeterin­
ce açık pozisyon olm adığında yeni iş yaratacak b ir sistem kur-

D J. Hlsıer, "İs T here (o r Should T here Be) a Right to W ork?", Democracy and the
Welfare Slate içinde, der. A. G utm ann (Princeton: Princeton University Press,
1988), s. 74.
^ P. Harvey. “T he Right to W ork an d Basic Incom e G uarantees: C om peting or
C om plem entary G oals?", X BIEN Konferansı’nda su n u la n tebliğ (Barselona,
1 9-20 Eylül, 2004).

145
mak m üm kün o lu rd u . Ayrıca güvence verilen sek tö rd ek i ücret
düzeyleri, işçileri özel sek tö rd e çalışm akla güvence verilen sek­
törde çalışmak arasında kayıtsız bırakacak kadar d ü şü k ayarla­
nabilirdi. Ancak bu cevap, güvenceli sektörde çalışanların özel
sektörün istemediği kim seler olarak algılanacağı ve b u n u n on­
ları m utlaka dam galayacağı g ö rü şü n e karşılık verm em ektedir.
Doğrudan iş y aratm a ö n e risin in ard ın d ak i g ö rü ş, çalışm anın
sadece bir hak olm adığı, aynı zam anda bir so ru m lu lu k da ol­
duğudur. Bazı yazarların bu işleri geçici b ir so ru m lu lu k olarak
yükleme ihtim alini v u rgulam alarının nedeni budur.
Doğrudan iş yaratm a, işin bir ilke olarak anlaşılm asına kar­
şı bir takım avantajlar su n m ak tad ır, çü n k ü gerçekten herkese
bir meslek sunm aktadır. Ayrıca program norm al piyasada bel­
li düzeyin altındaki işlerden daha elverişli ücretler ve çalışma
koşullan sunabilir. Aynı zam anda “işsizler daha düzenli istih­
dam edilen işçilerden daha az vasıflı olm a eğilim inde oldukla­
rından ödenen o rtalam a ü cretler ‘m ak u l’ işlerde öd en en aralı­
ğın alt ucunda y er a lır.”' 5 D olayısıyla sadece belli düzeyin al­
tındaki özel sek tö r işlerinde istihdam edilen kişiler güvence ve­
rilen işlere yönelir; özel sektörde m akul iş sahibi olanlar ise yö-
nelmezdi. Bu nedenle bu g rup için d o ğrudan iş yaratılm ası, ça­
lışma hakkı k adar em ek h a k ların ın da güvenceye alınm asına
hizmet edecektir. İş edinm e hakkım bir kural olarak d ü şü n m e­
nin imkânsız olduğu g ö rü şü n e karşılık olarak, doğ ru d an iş ya­
ratılmasını sav u n an lar işsizliğin kaçınılm az geçici işsizliğe in­
dirgenmesi gerektiğini ileri sürüyorlar; bu kaçınılm az geçici iş­
sizlik ise iş arayanlar ile açık iş pozisyonu olan işverenlerin bir­
birini bulup anlaşm alarının belirli b ir zam an alm asından kay­
naklanıyor.’6 Bu d u ru m d a hakların ın çiğnendiğini söylem eye­
ceklerdir.
Ancak bence bu g ö rü ş, iş kavram ını ve o n u n an la m ın ı de­
ğiştiriyor. İş, piyasanın değer biçtiği ve karşılığında para ve ta­

15 A.g.e.
16 P. Harvey, “Benchm arking [he Righl [o W ork". Society for [he Advancement
of Socio-Economics (SASE) 17. Yıllık Toplantısı’nda su n u lan tebliğ (B udapcr
le. Haziran 30-T cm m uz 2, 2005).

146
nınm a sağladığı çalışm a faaliyetidir. D oğrudan iş yaratılm asını
savunanlar h ü k ü m e tin piyasada yeterince iş olm adığı d u ru m ­
larda iş su n m a sı g erek tiğ in i sö y lü y o rlar a m a d a h a so n ra h ü ­
küm etler hiç d e işten ibaret sayılm ayacak başka b ir şey su n u ­
yor. B unlar, çalışm a h ak kın ın b ir iş edinm e h ak k ı olarak d ü şü ­
nülm esi h alin d e ortaya çık an so ru n u çözm ek am acıyla yaratı­
lan hayalî şeyler. Bence bu so ru n a en u y gun yan ıt, so n raki bö­
lüm de açıklam aya çalışacağım üzere çalışm aya ilişkin algımızı
genişletm ek ve çalışm anın ücretli em ek ile b ir tu tu lm asın a son
verm ekten geçiyor.

Çalışma hakkını daha geniş bir kavram olarak


savunmak - Sosyal tutunma hakkı olarak
çalışma hakkı

Belirli in sa n h a k la rın d a n k o n u ştu ğ u m u z d a , b u n u n m ü p h e m


bir terim olm ası nedeniyle öncelikle genel olarak insan hakla­
rı ile neyi kastettiğim izi açıklığa k av u ştu rm ak gerekiyor. Kafa­
m ızdaki insan h ak la n kavram ı farklılaştıkça, çalışm a h akkının
anlam ına d air de farklı görüşlere sahip olabiliriz.
Tem el h ak lar k o n u su n d a ikili b ir görüşe sahibim . Buna gö­
re, insan h ak ları özellikle de ö zg ü rlü k , eşitlik , d ay an ışm a ve
güvenlik gibi belirli ahlâki değerlerin içeriğini so m u tlaştıran ,
g erek çelen d irilm iş ah lâki talep lerd ir fakat aynı z am an d a h u ­
kuk sistem ine reh b erlik eden ve o n u n la çelişm eyen yasal m e­
tinlerden to p lan an geçerli n o rm lard ır.17 Şayet insan haklarının
bu şekilde kavram sallaştırılm asını kabul edersek çalışm a hak­
kının koru m ay ı am açladığı ahlâki değer üzerine de d ü şü n m ek
zorundayız.
R efah d e v le tin in g elişm e d ö n e m in d e , ça lışm a h a k k ı so s­
yal h ak la r a ra sın d a esas hak ti. Refah d ev le tle rin d e v atan d a ş­
lık, em ek s ta tü s ü ile tan ım lan m ıştır. E m ek iç e risin d e yer al-
mak to p lu m u n b ir üyesi olm ak için esas ve öncelik li şarttı; ay­
rıca kim liğin inşasında önem li bir u n su rd u . T o p lu m u b ir arada

17 G. Peccs-Barba, Curso de Dcrechos Fundamentales. Tcorta G eneral (M adrid:


U nıvcrsidad C arlos Ul-BOE. 1995).

147
tu tan , servetin v atandaşlar arasında dağıtım ını sağlayan ve o n ­
ları k o n tro l eden şeydi.18
Ç alışm a h ak k ı b u g ü n b u yeteneğini kaybetm iş g ö rü n ü y o r.
T oplum sal u y u m u sağlam ak yerine, em ek piyasaları to p lu m u
farklı gruplara bölüyor: İş sahibi olanlar ve olm ayanlar; aynca
iş sahibi olanlar arasında da ko ru m a standartları iyi olan işlere
sahip olanlar ve olm ayanlar. K orum a sta n d artlan iyi olan işler­
de çalışanlar arasında ise bu işi kaybetm e tehlikesiyle yaşayan­
lar ve iş güvencesine sah ip olanlar (refah devletinde b ir işin sa­
hip olduğu tüm özellikleri b u lu n d u ra n iş sahibi son g ru p ola­
rak devlet çalışanları b u n a d âhil) görülüyor. Esneklik ve hazır
bulunma m evcut em ek piyasasının iki tem el özelliği olarak be­
liriyor. Bu özellikler, piyasa taleplerine ve em ek h a k la n n ın b u ­
d an m asın a u yum sağlan m asın ı ifade ediyor. Refah d ev letin in
gelişm e d ön em in d e b ir istisna olan güvencesizlik b u g ü n sta n ­
d art iş ilişkisine d e n k geliyor.
A çıkça ortada, tam istihdam ın refah devletinin gelişm e d ö n e­
m inde h erhangi bir ayrılık olm adan toplum sal uy u m u sağladığı
doğru değil. Bazı k işilerin toplum sal tan ın m ad an m a h ru m bı­
rakılm asına yol açan istisnalar vardı; b u n u n belki de en ö n em ­
li örneği, toplum a kocalarının dolayım ı ile katılan kadınlardır.
Em ek piyasası ü zerin d en tanınam ayan g ruplara başka örnekler
de verilebilir, ancak genel olarak 1950’ler ile 1960’la n n başında
sistem in b ü y ü k ö lçüde toplum sal u yum sağladığı tezini destek ­
lem ek m ü m k ü n g ö rü n m ek ted ir.
T am istih d a m a ra c ın ın p ü rü z ü , to p lu m la rd a o rtay a çıkan
sosyal d eğ işikliklere u y u m sağlayacak şekilde gelişm em iş ol­
m asıdır. Refah devletinin krizine d air b irçok açıklam a m evcut;
söz k o n u su n ed en lerd en biri de m eşruiyet kriziydi.19 D evletin,
vatandaşların ihtiyaçlarını karşılam asıyla birlikte bu ihtiyaçlar
artm ış, daha çeşitli ve daha az h om ojen bir hal alm ıştır. Refah
devletinin k u ru m la n yeni sosyal taleplere ve karşılaştığı so ru n ­
lara cevap v erm ekte yetersizdiler. Sonuç olarak, in sanların ta­

18 D. Mcda, “New Perspectives on W ork as Value” , International Labour Review


135, no. 6 (1996), s. 637.
19 J. Haberm as, Legitimation Crisis (Londra: H einem ann E ducational, 1976).

148
leplerinin çokluğu refah devletinin ü zerin d e sosyal u y u m u sağ­
ladığı tem eli o lu ş tu ra n uzlaşm ayı k ırm asıyla b irlik le insanlar
ihtiyaçlarını k arşılam ak için daha fazla piyasaya yönelm iştir.
E m ek p iy asasın d ak i m evcut d u ru m d a h a bile k ö tü g ö rü n ­
mekte. E m ek piyasasının geçen o tuz sene zarfındaki gelişim i­
ne, güvencesizliğin artm ası, n ü fu su n farklı gruplara b ö lü n m e­
si ve ek o n o m ilerin küreselleşm e güçleri karşısında zafiyetinin
artm ası dam gasını v u rm u ştu r. Bu d u ru m em ek piyasasının bir
zam anlar o ld u ğ u gibi toplum sal u y u m aracı olm asını im kânsız
kılm aktadır, ç ü n k ü diğer n edenlerin yanı sıra tam istihdam ba­
rındıran b ir em ek piyasası b u g ü n içinde yaşadığım ız to p lu m ­
dan dah a farklı bir m odel için tasarlanm ıştır.
G ü n ü m ü z d e istih d am ın güvencesizliği ve em ek piyasasının
m evcut d u ru m u n a dayanarak, çalışm a h ak k ın ın varlığını red ­
deden kim i yazarlar var. Bu yazarların itirazı benim başta ele al­
dığım dan farklı bir insan hakları k avram ına yaslanıyor. Yuka­
rıda tan ım lan an d ü alist yaklaşım ın iki u n s u ru n a ek olarak, bu
yazarlar talebin etkinliği tem elinde ü ç ü n c ü b ir u n su ra değini­
yorlar. E ntegrai g ö rü ş20 adıyla bilinen b u yaklaşım a göre h ak ­
ların ta n ın m a sı içinde belirdikleri toplum sal gerçekliğe daya­
nıyor ve so n u ç o larak to p lu m sal u n s u rla r h a k la rın ad aletin i
ve ah lâk lılığ ın ı şartlı kılıyor. Böylece entegrai görüşe göre in ­
san hak k ı, etk ili olabilecek b ir yasal kural için d e yer alan ge-
rekçelendirilm iş b ir ahlâki taleptir ve top lu m sal b ir kıtlık/yok­
luk (scarcity) o rtam ın da yaşadığım ızdan sadece etkili olabile­
cek tahsisler tam anlam ıyla hak olarak tanınabilir, in san h ak ­
larını b u şekilde gören kimi yazarlar çalışm a h ak k ın ın bir hak
olam ayacağını, zira çalışm anın eşit ve etk in b ir şekilde dağıtıl­
masını g aran ti edem eyeceğim izi sav u n u y o rlar.21
Bu e n teg rai g ö rü şü n p arçasın ı o lu ş tu ra n , in sa n h ak la rın ın
tanınm ası için gerekli ü çü n cü u n su ra k atılm ıyorum . Etkinliğe
ilişkin m ü lah azaların , haklara yakın olan am a o n lard an farklı
bir k u ru m a a it o ld u ğ u n u d ü şü n ü y o ru m , yani güvencelere. G ü­

20 G. Peccs-Barba, Curso de Dcrechos Fundamentales.


21 G. Pcces-Barba, “El socialism o y el derecho al ırabajo” , Sisıemn, no. 97 (1990).
s. 9.

149
venceler, hak ve so ru m lu lu k la rın içeriğinin etk in kılınm asına
yarayan farklı ö n lem lerd en o lu şu r. Bence bir h ak k ı, k o ru m a ­
yı am açladığı ahlâki değerlerin g ü cü n d en dolayı tanırız. Ayrıca
o n u diğer yasal k u rallarla uyu m lu bir yasal çerçeve içine alabi­
liriz; böylece tutarlı b ir h u k u k a katkıda b u lu n u r. E tkinliğe iliş­
kin m ülahazalar b u iki u n su ra tabidir. Bir diğer deyişle bir h ak ­
k ın m evcudiyeti ile b u n u e tk in kılm a yolları ara sın d a ayrım
yapm am ız gerekir. E tkin kılm a yolları hak ların bir u n su ru ol­
m ak tan ziyade, o n la r için güvencedir ve etk inlik bu güvencele­
rin başlıca u n su ru d u r. Bir hakkın içeriğini gerçekleştirebilecek
farklı güvenceler arasından daha ek o n o m ik olanları seçm em iz
gerekir. Bu bakım dan verim lilik, güvencelerin etkinliğini karşı­
laştırm ak için b ir yol olabilir. H aklar ve so ru m lu lu k lar nispeten
sab itk en , güvenceler d ah a değişkendir, ç ü n k ü farklı bağlam la­
ra uyarlanm aları gerekir. Bu şekilde b ir güvence kavram ı ahlâk
ile h u k u k u n ekonom iye gereği gibi ü stü n görülm eleri anlam ı­
na gelir. Yani h a k la rın tanınm ası ek o n o m ik m ülahazalara da-
yanm am alıdır, ç ü n k ü h er şey b ir yana kıtlık tezleri nesnel de­
ğildir. İdeolojik tercihlere dayanırlar. Sosyal h ak la n eleştirm ek
için kıtlık tezlerine başvuranlar yalnızca k aynakların dağılılm a
şeklini savunm aktadır.
D olayısıyla etkin lik tezleri sadece h ak için belirli b ir güven­
cen in b ir d iğ erin d en d ah a iyi çalışıp çalışm adığını k o n tro l e t­
m ek için yararlıdır. Böylelikle, çalışm a hakkının anlam ını keş­
fetm ek için insan hak ların ın diğer iki u n su ru n u dikkate alm a­
m ız gerekir: H ak k ın k o ru m a y ı am açladığı ah lâk i d eğ erler ve
yasal sistem i baltalam adan h ak k ı bir yasal kural içine alm anın
m ü m k ü n o lu p olm adığı.
Ç alışm a h a k k ın ın koru m ay ı am açladığı ahlâki değerler n e ­
lerdir? Bu so ru y u cevaplayabilm ek için çalışm anın anlam ı üze­
rin d e d ü şü n m em iz gerekiyor. G enellikle çalışm anın, piyasanın
b ir aylık ya da başka b ir karşılık ile ö d ü llendirdiği faaliyetler­
d en o lu ştu ğ u d ü ş ü n ü lü r. Bu d ü şünceye göre, çalışm a piyasa­
ya dayanır; ancak piyasa istikrarlı değildir, dolayısıyla çalışm a
kavram ı da istikrarsız o lur. Ö rneğin kendi evini tem izleyen bir
ev kadını çalışıyor sayılm az, ancak aynı faaliyeti başka bir ev­

150
de yapar ve karşılığında p ara alırsa, faaliyetin kendisi aynı ol­
sa da ik in ci d u ru m k en d iliğ in d en çalışm a sayılır.22 D olayısıy­
la çalışm aya ilişkin b u kavram ın n e t b ir anlam ı y o k tu r; piyasa
kriterlerine dayanır.
Guy Standing, çalışma ile emek arasında a y n m yapm aktadır;
buna göre ilk in in İkincisine kıyasla d ah a g en iş b ir anlam ı var­
dır.23 Çalışm a, in san ların yaratıcılıklarım fiziksel güçleriyle ve
zekâlarını yetenekleriyle birleştirdikleri tü m faaliyetleri kapsar.
Ayrıca d iğ e r in sa n la rla etk ileşim i de h e r z am an içerir. Em ek
ise bu faaliyetlerden sadece bazısını, yani piyasa değeri olanla­
rı kapsar. Dolayısıyla b ü tü n em ek ö rn ek leri aynı zam anda ça­
lışm adır am a b ü tü n çalışm a ö rn ek leri em ek değildir. Ç alışm a
kavram ını piyasa kriterlerine dayandıranlayız. M esele şu ki, ge­
leneksel anlam ıyla çalışm a h ak k ın d an b ahsettiğim izde aslında
emek h a k k ın d a n bahsetm ekteyiz.
Çalışmayı em e k le n d ah a fazla b ir şey yap an özellikleri üze­
rine d ü şü n m e k gerek. Bu n o k tad a, Schw arzenbach iki ayrı ça­
lışma kavram ı tanım lıyor; İlk olarak, piyasa için ü retim i hedef­
leyen Lockeçı b ir çalışm a kavram ı ki, bu satılık b ir ü rü n yarat­
mak için gerekli tü m faaliyetleri de kapsar. İkinci olarak ise ki­
şinin başkalarının ihtiyaçlarını karşılam asına o lan ak tanıyacak
bir ilişkinin ku ru lm asın ı, yani insan ilişkilerinin yen iden ü reti­
mini am açlayan y en id en -ü retk en çalışm a k avram ı.24
Bu ikinci kavram ı takip edersek çalışm ayı, piyasa tarafından
tanınsın ya da tan ın m a sın , içinde tam am lan d ığ ı to p lu m a d e­
ğer katm a id d iasın d a olan tü m faaliyetler o larak tanım layabi­
liriz. Ç alışm a sayesinde in san lar to p lu m d a b ir k o n u m e d in ir­
ler. E m ek ise çalışm an ın sadece b ir p arçasıd ır. Ben d ah a ge­
niş bir çalışm a kavram ın d an yanayım . Kimi yazarlar b u kavra­
mı kabul ediyor, ancak em ekle tan ım lan an d ah a d a r kavram ı,

22 D. Ravenlös, El derecho a la exislcncia. La propuesta del Subsidio Universal Ga-


rantizada (Barselona: Ariel, 1999), s. 70 vd.
23 Guy Standing, Global Labour Flexibility: Seeking D istributive Justice (Londra:
MacM illan, 1999), s. 3 -9 .
2*1 S. A. S chw arzenbach, “T he Lim its of Production: Justifying G uaranteed Basic
Incom e”. Promoting Income Security as a Right: Europe and North America için­
de. der. G. S tanding (Londra: A nthem Press. 2005), s. 9 7 -1 1 4 .

151
yani ücretli çalışm ayı dışarıda bırakm akla da eleştiriyor. Geniş
kavram , ücretli çalışm ayı dışarıda bırakm ıyor; bu, çalışm a biçi­
mi kadar diğer çalışm a biçim lerini de içeriyor. Ben-Israel’in de
belirttiği gibi, “Ç alışm a sadece piyasa değeri çerçevesinde ele
alınam az.”25
Çalışmayı geniş bir anlam da kavrarsak, çalışm a h ak k ı, em ek
hakkı ya da iş ed in m e hakkı olam az; o n u n başka bir şey ifade
etm esi gerekir. Öyleyse ifade ettiği şey, insanların yaratıcılıkla­
rını, fiziksel ve psikolojik yeteneklerini kullandığı ve sayesin­
de başka insanlarla ilişkiler kurabileceği bir faaliyeti gerçekleş­
tirm e hakkıdır. Bu h ak kın ifasıyla elde edilen ahlâki değer top­
lum sal uyum , tan ın m a ve toplum a katılm a fırsatıdır. Dolayısıy­
la çalışm a hakkı dışlanm am a hakkıdır, to p lu m u n tam bir üye­
si olarak tanınm a hakk ıdır. Bir toplum a m en su p olm ak, sosyal
adaletin tem el değerlerinden biridir.26 Çalışm a h ak k ın ın amacı
bu toplum sal entegrasyon ve aidiyet değerini gerçekleştirm ek­
tir. M odem ve k arm aşık bir toplum da bireylerin sosyal sistem ­
de b ir yere sahip o lm alan gerekir ve b u yeri, geliştirdikleri faa­
liyetler sayesinde edin irler.27
R efah d e v le tin in g elişm e d ö n e m in d e çalışm a h a k k ı ve iş
ed in m e h a k k ı eş a n la m lıy d ıla r ç ü n k ü tam istih d a m a dayalı
em ek piyasası in sa n la rın sosyal olarak tu tu n m a la rın ın yoluy­
du. Sosyal tu tu n m a h ak k ın ın güvencesi em ek piyasasıydı. Bu­
g ü n lerd e b u güvence a rtık işlem iyor. E m ek piyasası ters bir et­
kiye sah ip , aksine sosyal dışlanm aya yol açıyor. Sosyal dışlan­

25 R. Bcn-lsrael, “T he Rise, Fall an d R esurrection o f Social Dignity”, Labour Law.


Human Rights am i Social Justice. Liber Am icom m o j Ruth Bcn-lsrael içinde, der
R. Bianpain (The Hague: Kluwer, 2001), s. 4.
26 B. Perrct, L a v e n ir da travail: les D em ocratic Face au ChOmage (Paris: Scuil.
1995), s. 250.
27 A. Gorz. “Revcnu m inim um et euoycnnetS. D roil au Travail vs. D roit au Reve­
n ue” , Futuribles, no. 184 (1994), s. 49-6 0 . Offe şu n a dikkat çeker: “Toplumsa!
d u ru m u ve em ek statüsünü yöneten sözleşm eye dayalı kalıplar ile piyasa ka­
lıplarını, vatandaşlık ve topluluk ilkelerine dayalı kurum sal kalıplar ile birleş­
tirerek olum suz sosyal ve politik etkisini asgariye indirecek şekilde bu d u ru ­
m u planlayabilir m iyiz ve b u n u nasıl yapabiliriz gibi tem el so ru la r devam et­
m ektedir." C. Offe, “T ow ards a New E quilibrium of C itizens Rights an d Eco­
nom ic Resources’ , Social Cohesion and the Globalizing Economy içinde. (Paris:
O ECD, 1997), s. 93.

152
m a sadece e k o n o m ik kayn ak ların y o k lu ğ u d em ek değil, aynı
zam anda to p lu lu ğ u n hayatında sosyal faaliyetlere katılm a fır­
satların ın da yitirilm esi d em ek.28
Ç alışm a h ak k ı kav ram ın ı, sosyal tu tu n m a h ak k ı olarak sa­
v u n m am ın n ed en i güvensizlik ve ü cretli istih d am ın azlığı de­
ğil. Bu k av ram ı sav u n u y o ru m ç ü n k ü iş e d in m e h ak k ı olarak
anlaşıld ığ ı şek liy le çalışm a h a k k ın ın k o ru d u ğ u ah lâk i değer
sosyal içerm eydi. Ü cretli istihdam ın azlığı, sadece bu hak için
artık iyi b ir güvence olm adığını gösterm ektedir. O yüzden yeni
güvenceler aram am ız gerekecek. Sonraki b ö lü m d e b u n u yap­
maya çalışacağım .
Bence çalışm a hak k ın ı, iş edinm e hakkı ile eş tu tan lar, hakla,
o nun güvencelerini karıştırıyorlar. Bir iş sahibi olm ak başlı ba­
şına bir ahlâki değer değildir. T o plum da tan ın m an ın bir aracı­
dır am a bu am acı başarm anın tek yolu iş değildir. Em ek piya­
sası bu hedefe ulaşam adığında b u n u b aşarm anın diğer yollarını
bulm am ız gerekiyor. Bir iş edinm eye h ak k ı o ld u ğ u n u beyan et­
m ek bir anlam ifade etm iyor; ç ü n k ü iş, b ir h ak olm ası için ge­
reken ah lâk i niteliğe sahip değil. Ü stelik çalışm a h ak k ın ı sosyal
tu tunm a h ak k ı olarak kavram ak, o n u “h ak lar sahibi olm a hak­
kı” olarak kavram ak dem ek değil; diğer hakları kullanabilecek
bir pozisyonda olm a hakkı anlam ına gelir. Sosyal tu tu n m a iş­
te bu anlam ı taşım aktadır. V atandaşlığın, em ek statü sü n e sahip
olm ak ile aynı şey olduğu refah d evletinin gelişm e dönem inde
em ek piyasasının gerçekleştirdiği şey de buydu.

Çalışma hakkını etkin kılma yolları

Ç alışm a h a k k ın ı sosyal tu tu n m a h ak k ı o la ra k kavradığım ız­


da bu h a k k ın içeriğini etkinleştirebilecek m u h tem el güvence­
ler aram am ız gerekir. Bu b ölüm de üç m u h tem el güvenceyi in ­
celeyeceğim: Y ukanda tartışıldığı gibi d o ğ ru d a n iş yaratm a, ba­

28 W . D a rity jr.. “W ho Loses from U nem ploym ent?", Journal o f Economic Issues
33, no. 2 (1999), s. 491-96; M. J. Afiön, “La contribucidn de los derechos so-
ciales al vinculo social", El vinculo social. Ciudadanta y Cosmopolilismo içinde,
der. J. De Lucas vd. (Valencia; T iranı lo Blanch, 2002), s. 277-307.

153
zı A vrupa ülkelerin d e görüld ü ğ ü şekliyle Asgari T u tu n m a G e­
lirleri (ATG) ve ak ad em in in önerdiği b ir uygulam a olarak te­
mel gelir (TG).

Doğrudan iş yaratma
Y ukarıda açıklandığı gibi, kim i yazarlar çalışm a h ak k ın ın , iş
edinm e h ak k ı an lam ın a geldiğini sav u n u yorlar ve piyasada iş
bulam ayanlar için h ü k ü m e tin iş yaratm asını öneriyorlar. Bu te­
zin katılm adığım bazı yön lerin i açıklam ıştım , özellikle de ça­
lışma h akkını kavrayış şeklini. Bence d o ğ ru dan iş yaratılm asını
sav u n an lar çalışm a h a k k ın ı o n u n güvenceleri ile karıştırıy o r­
lar ve bu İkinciyi (iş sahibi olm ayı) h akkın k en d isin in temel bir
u n su ru h alin e getiriyorlar. Bir diğer deyişle am açla aracı birbi­
rine karıştırıyorlar.
Bu kavram sal anlaşm azlığın h aricinde d o ğ ru d an iş yaratm a,
çalışm a h a k k ın ın sosyal içerm e hakkı olarak algılanm asının bir
güvencesi olabilir. D aha önce işaret ettiğim gibi, bu güven ce­
n in sakıncası d am galanm aya yol açabilecek olm asıdır, çü n k ü
so n u çta devletin su n d u ğ u kam usal işlerden yararlanan insanlar
piyasanın istem ediği insan lar olarak görülebilir. Bu d u ru m top­
lum sal entegrasyon ve u y u m u n sağlanm asına yardım cı olmaz.
Ayrıca b u tü r işlere sah ip olanların b ir m ik tar sosyal dışlanm a
ile karşı karşıya kalm ası m uhtem eldir. Bu sosyal dışlanm a ek o ­
nom ik olam az, ç ü n k ü b u güvenceyi sav u n anlar m akul aylıklar
içeren em ek h ak ların ı destekliyorlar. A ncak b u n u n yerine söz
k o n u su insan lar ve gerçekleştirdikleri faaliyetler için toplum sal
itibar, saygınlık ve tan ın m a so ru n ları olasıdır. Dolayısıyla çalış­
m a h ak k ın ı güvence altın a alan bu aracı desteklem enin bugün
için zor o ld u ğ u n u d ü şü n ü y o ru m .
D oğrudan iş yaratm a tezinde şöyle b ir tutarsızlık söz k o n u ­
su: Bu tez iş edinm e h ak k ın ı destekler ve so nra da b u gün sahip
o ld u ğ u m işler kavram ıyla, yani piyasaya dayanan b ir kavram la
u y u m lu b ir şekilde işleri tanım lar. Bu tezin sav u n u cu ları çalış­
maya ilişkin daha g en iş b ir kavram benim sem eyi istem iyor, o
y ü zd en hayali işlerin yaratılm asını öneriyorlar. Bu işler hayalî

154
çünkü piyasa tarafından yaratılm azlardı - b u n la rın hepsi de da­
ha geniş b ir çalışm a kavram ı b en im sem ek istem ed ik lerinden.
Kanımca d ah a geniş b ir çalışm a h ak k ın ı sa v u n m ak em ek h ak ­
larını red d etm ek d em ek olm uyor. Iş m evcudiyetine u yum sağ­
layan h a k la rın ö nem i k o n u su n d a d o ğ ru d a n iş yaratılm ası sa­
vunucuların a katılıyorum , ancak ifade etm eye çalıştığım üzere
bunlar çalışm a h a k k ın d a n kavram sal olarak farklı. Ü cretli iş sa­
hibi olm a h ak k ı y o k tu r; sosyal tu tu n m a h ak k ı ile işlere belirli
nitelikleri kabul ettiren b ir gru p h a k vardır.

Asgari tutunma gelirleri

A vrupa ü lk e le rin d e sosyal d ışla n m a n ın a rtışı h ü k ü m e tle ri


emek piyasasının işlem ediği d u ru m la r için ek b ir güvence ya­
ratm aya zo rlam ıştır. G enellikle Asgari T u tu n m a G eliri olarak
adlandırılan b u güvence Belçika ile Fransa’da ortaya çıkıp geliş­
miş. diğer ü lk eler tarafından da ö m e k alın m ıştır. Bu yeni araç,
geleneksel ek gelirlerin sosyal d ışlan m an ın ü stesin d en gelm e­
ye yeterli olm adığı fikrine dayanır. ATG ü ç bileşeniyle dışlan­
maya karşı m ücadele eder: N akit gelir ödem esi, acil sosyal yar­
dım (b u n la rın h er ikisi de parasal y ardım ) ve so n olarak tu tu n ­
ma sözleşm esi ya da anlaşm ası.
N akit ödem e çok yüksek değil. Belirli aralıklarla (genellikle
aylık) d o ğ ru d a n alıcıya ödenir. İnsanların yaşam larını sü rd ü r­
mek için gerekli m asrafı, yani gıda ile tem izlik m asrafını, kar­
şılayabilm elerini garantiye alıyor. G eniş b ir aile kavram ı kulla­
nılm asına rağ m en gelir bireysel değil aile tem elli. A ncak öde­
menin h esap lan m a biçim i b ü y ü k aileleri cezalan d ırıy or, ç ü n ­
kü aile ne k a d a r b ü y ü k se alınan ek para o k ad ar az oluyor. Ka­
nım ca bu m an tık sız, ç ü n k ü gıda tü k etim in d e ölçek ekonom isi
olduğunu varsayıyor, oysa g ıd an ın p erak en d e fiyatı daha fazla
m iktar satın alın d ığ ın d a azalm ıyor. Susin’in de gösterdiği gibi
Her bir ilave üyeye ayrılan pay (...) h e r b ir ü y en in g ö rü n e n ih-
hyaçları ile b irlik te b ü y ü m ez ki, b u b ak ım d an burad a gelenek­
sel olarak b ü y ü k ailelere sah ip o lan etn ik azınlıkları cezalandır­

155
m aya yönelik belirli b ir niyeti görebiliriz.”29 Yardım sadece alı­
cının ihtiyaçları sü rd ü ğ ü sürece sağlanır; b u , sosyal hizm etlile­
rin alıcıların d u ru m la rı ü zerinde önem li ölçüde k o n tro l sahibi
o ld u k la n an lam ın a gelir. Y ardım ı alan şahıs belirli aralıklarla
yardım ı hak ettiğini ya da benzer b ir şekilde geçim ini sağlam a­
da yetersiz kaldığını kanıtlam ak zo ru n d adır. Bu nedenle uygu­
lam a dam galanm aya yol açar. D oğrusu bazı insanlar p rogram ­
dan tam da b u etkisi y ü zü n d en ay rılm aktadır.30
İkinci öğe o lan acil sosyal yardım , giyim , eğitim ya da sağ­
lık alanında alıcı fazladan ve özel bir ihtiyaç duym adıkça sağ­
lanm az. Yardım alan şahıs, d u ru m u n u n uygun olup olm adığını
d eğ erlendirm ekle so ru m lu sosyal hizm etliden yardım talebin­
de bulun ab ilir. G elir sadece verilm e am acı için kullanılabilir.
Son olarak, b u iki gelir tü rü n ü n alınm ası, alıcının b ir tu tu n ­
m a anlaşm ası im zalam ası karşılığında olur. Sosyal hizm etli bu
anlaşm ada alıcının e k o n o m ik yardım alm ak istiyorsa yerine ge­
tirm ek z o ru n d a o ld u ğ u bir gru p faaliyete yer verir. A lıcının m a­
ruz kaldığı d ışla n m a n ın so m u t n ed en lerin e bağlı olarak faali­
yetler çeşitlilik gösterir. E ğilim e y ö n elik olabilir, u y u ştu ru cu
tedavi p rogram ına katılım ı içerebilir vb. Alıcı, ek o n o m ik yar­
dım alm aya devam edebilm ek için y ü k ü m lü lü k lerin i yerine ge­
tirm ek zo ru n d ad ır. Bu araç, sosyal hizm etlilere keyfî güç kulla­
nım ı için b ü y ü k b ir alan yaratır.
Ö zetle A TG , so sy al tu tu n m a h a k k ı için etk in b ir güvence
su n m a z, ç ü n k ü u y g u lam an ın am acı sosyal dışlan m a so ru n u ­
n u çözm ek değil de dışlanm ış n üfusu k o n tro l etm ektir. Yardım
alanlar ü zerinde, yardım lar için daha kişiselleştirilm iş ve doğ­
ru d an b ir başvuru işlem süreci, alıcıların bireysel düzeyde de­
netlenm esi ve k o şu lların ın sürekli değerlendirilm esi aracılığıy­
la d ah a d o ğ ru d a n b ir k o n tro l k urm ayı am açlar. U ygulam a ne
dam galanm ayı o rtad an k ald ırm ak ta ne de çalıştırm a program ­
ların d an ayrı yeni b ir sosyal yardım m odeli su n m a k ta başarılı

29 R. Susın, La regulation de la pobreza (Logrono: U niversidad de La Rioja, 201X1).


s. 326.
30 ATG, Polanyl'nin incelediği Spcenham land Yasası’na geri d ö n ü ş olarak yorum ­
lanabilir. Bkz. Great Transformation, s. 77 vd.

156
olur. Ayrıca F ransa gibi uygulam anın sen elerd ir g ö rü ldüğü ü l­
kelerde belirtilen hedeflere ulaşam adığı kanıtlanm ıştır.

Temel gelir

Siyaset felsefecileri ile sosyologlar, çalışm a h ak k ı için yeni


bir güvence su nabilecek b ir uygulam a öneriyorlar: Tem el gelir.
Bu uygulam a, h ü k ü m e tle r tarafından h e r b ir vatandaşa ve sa­
kine verilecek şartsız ve evrensel b ir gelirden oluşuyor. TG ile
refah devletinin diğer program ları arasındaki esas farklılıklar,
bu u y g u la m a n ın evrensel (h erk ese aynı m ik ta rd a p ara verili­
yor) ve şartsız (çalışm ış olup olm am anız, çalışm ak istiyor olup
olm am anız, yalnız ya da başkalarıyla b irlik te yaşıyor olup ol­
m adığınız, zengin ya da yoksul o lu p olm adığınız veya ülkenin
bu ya da o y erinde yaşadığınıza bakm aksızın verilir) olm ası.31
TG, refah prog ram larınd a tespit edilen so ru n la rın b ir kısm ına
çözüm olarak sun u lu y or: TG, y o k su llu k ve işsizlik çıkm azları­
na bir çözüm su n ar, idari bak ım d an d ah a kolay o lu r, yoksul­
luk ve dışlanm ayı ö n ler ve yeni sosyal m odeller ile aile m odel­
lerine uyarlanabilirdi.
Kanım ca TG , sosyal tu tu n m a hakkı olarak anlaşılacak bir ça­
lışma h a k k ın ın güvencesidir. Bu hak, yani to p lu lu ğ u n ak tif bir
üyesi olm a ve o n u n ta rafın d an ta n ın m a h ak k ı, v atandaşların
karar alm a sü recin e katılım ını gerçekleştirm eye çalışan gerek­
li bir sosyal hak tır. H erkese şartsız b ir gelir verm ek, bir to p lu ­
m un tüm üyelerin in tanınm asını güvenceye alm ak için iyi bir
yol, özellikle de em ek piyasası b u işlevi a rtık y erine getirem i-
yorken. A ynca TG sosyal hakların hed eflerin d en birine ulaşa­
bilir, ç ü n k ü üyelerin in en tem el ve en önem li ihtiyaçlarını gi­
derm ek için to p lu m u n piyasaya dayanm asına son verir. Bu, va­
tandaşlığın ifası için gerekli b ir şeydir. Sosyal tu tu n m a hakkı
olarak y o ru m la n d ığ ı şekliyle çalışm a h ak k ın ı güvenceye alır,
Çünkü piyasa değer verse de verm ese de in san ların faaliyetler
geliştirip b u n larla m eşgale olm asına o lanak tanır.

P. Van Parijs, Real Freedom fo r Ali. What (ij A nything) Can Justify Capitalism?
(O xford: C larendon Press, L995).

157
A ncak daha önce de belirttiğim gibi, hak lar için güvence se­
çerk en h a k k ın içeriğini g erçek leştirm eyi am açlayan tü m g ü ­
venceleri k arşılaştırıp , en etk in olanı seçm ek zo ru ndayız. Bu
b ak ım d an ATG’ye k ıy asla, T G ’n in o lu m lu b ir y ö n ü de alıcı­
ların ı d a m g a la m a m a sı, ç ü n k ü evrenselliği say esin d e zengin
ya da y o k su l fark e tm e k siz in h e rk e s p a ra a lm a k ta d ır. A yrı­
ca ATG’den daha az idari d en etim gerektirir; zira h ü k ü m etler
ödem eyi sağlar ve so n ra p aran ın nasıl kullanılacağı ya da yatı­
rım yapılacağı k o n u su n d a kararı alıcıya bırakır. T em el gelirin
am açların d an biri, h erk ese kendi yaşam biçim ini seçip geliş­
tirm e fırsatı tanım asıyla birlikte in san ların gerçek ö zg ü rlü ğ ü ­
n ü artırm ak tır, yani insanın ne isterse o n u yapabilm e özgürlü­
ğü .32 Bu bak ım d an sosyal dışlanm a so ru n u n a dah a iyi bir çö­
züm olarak g ö rü n m ek ted ir.
D oğrudan iş yaratm ayla kıyaslarsak TG, geniş anlam ıyla ça­
lışm a h a k k ın a d ah a iyi uy u m sağlam a avantajına sah ip , ç ü n ­
kü piyasa dışın d a geliştirilen birçok faaliyet için tan ın m a sağ­
lar. Ö te yandan hangi faaliyetler toplum a bir katkı olarak görü­
lebilir hangisi görülem ez tü rü n d e n listeler su n arak m ükem m e­
liyetçi bir görüş benim sem ez. TG, yaşam biçim leri k o n u sunda
liberal tarafsızlığı m uhafaza etm eye çalışır. Çalışm ayı gerekçe-
len d irm ek için piyasa kriterlerine yaslanıp sonra bu kriteri kar­
şılam ayan işler yaratm a ihtiyacı duym az.
E vrenselliğine k a rşın T G ’nin özellikle de çalışm am aya k a ­
rar veren ler arasın d a dam galam aya yol açabileceğini savunan­
lar olabilir. Bu tah m in , tem el gelire ilişkin başlıca eleştiri olan
karşılıklılık itirazına dayanm aktadır. Söz k o n u su tahm in, temel
gelir için finansm anın, em ek gelirlerinin vergilendirilm esinden
kaynaklanacağını varsayıyor. Bu şekilde, em ek piyasasında ça­
lışm ayanlar m u h te m e le n beleşçi olarak g ö rü lü r ve toplum sal
u y u m u sağlayacak yerde TG ters b ir etkiye sahip olur. Ancak
b u fin an sm an y ö n tem i T G ’ye içkin b ir özellik değil. İşçilerin
tem bel şahıslar tarafından söm ürülm esi anlam ına gelecek hiç­
b ir şey b arın d ırm a m a k ta . M esele tam am en bu uygulam a için
o lu ştu rd u ğ u m u z so m u t tasarım a dayanm aktadır. TG ’yi finanse
32 jt.g.c.

158
edecek parayı başka kaynaklardan elde ettiğim izde bu engel o r­
tadan kalkacaktır. Sonuç olarak TG , sosyal tu tu n m a hakkı ola­
rak çalışm a h ak k ı için iyi b ir güvence olarak görünm ektedir.

Sonuç

Çalışm a h ak k ın ı çalışm a ö zgürlüğü ile b ir tutam ayacağım ız gi­


bi ulusal ve uluslararası k u ralların tanıdığı em ek hakları ile de
bir tutam ay ız. Ç alışm a h a k k ın ın a n la m ın ı b ilm ek istiyorsak,
bu h ak k ın korum ayı am açladığı ahlâki değ erler üzerine d ü şü n ­
mek zo ru n d ay ız ç ü n k ü haklar yasal bir k u ral içinde yer verilen
gerekçelendirilm iş ahlâki taleplerdir. Bu h ak k ın k o ru d u ğ u ah ­
lâki değer sosyal tu tu n m a, b ir to p lu m üyeliği değeridir; o yüz­
den çalışm a hakkı sosyal tu tu n m a hakkı ile b ir sayılabilir. Ça­
lışma h ak k ın ı elde etm ek için k u llan ılab ilir araçların etkinliği
üzerine o d ak lan an tezler hak k ın varlığını y adsım ak için yeterli
değildir. Zira etkinlik üzerine m ülah azalar başka b ir uygulam a­
ya dairdir, yani güvencelere. Ç alışm a h a k k ın ı iş edinm e hakkı
ile bir tu ta n la r b u güvenceleri h akkın kendisiyle, yani araçları
am açla karıştırm aktadırlar.
Birkaç on yıllık dönem boyunca em ek piyasası çalışm a hak­
kı için b ir güvence su n d u . A ncak bu g ü v ence a rtık işlem iyor;
o yüzden y eni güvenceler aram am ız gerekiyor. ATG ve doğru­
dan iş yaraım aya kıyasla TG, bazı avantajlar sunm ak ta: Dam ga­
lamaz, top lu m sal olarak dışlananlara dayatılan b ir k o n tro l ara­
cı değildir ve sosyal tu tu n m a hakkı olarak anlaşılacak bir çalış­
ma hakkı için daha uygundur. B ütün b u fikirler Polanyi’n in ya­
zılarından yola çıkıyor, çü n k ü Polanyi em eğin m etalaşm asınm
olum suz so n u çların a işaret ed en ilk araştırm acılard an biri. Şa­
şırtıcı olan, b u n ca sene son ra tek rar bu k o n u ları k o n uşm ak zo­
ru n d a kalm am ız.

159
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Günüm üz Piyasa Ekonomilerinde


Meta Efsanesi (2):
Bugün Bilgi
6
Hayalî Bir Meta Olarak Bilgi: Polanyici
Bir Yaklaşımın Katkıları ve Sınırları
B o b Jesso p

Polanyi’n in eleştirel sosyal bilim lere en ö n e m li k atk ıların d an


biri to p rak , em ek ve p aran ın hayalî m e ta o ld u k la rı ve liberal
eğilimin b u n ları gerçek m eta olarak kabul etm esinin kapitalist
k alkınm a açısın d an önem li b ir çelişki ve k riz eğilim i kaynağı
o lu ştu rd u ğ u y ö n ü n d e k i ısrarıdır. Bu k riz eğilim i o k ad a r b ü ­
y ü k tü r ki, to p lu m so n u n d a b u k a b u lü n çevresel ve toplum sal
açıdan yıkıcı olan etkilerine karşı savaş verir. P olanyi bunları
toprak, em ek ve serm ayenin başlıca “ü retim fak törleri” sayıldı­
ğı sanayi ve finansal kapitalizm çağında yazm ıştır. A ncak g ü n ü ­
m üz kapitalizm i yaygın b ir şekilde bilgi eksenli eko n om i (ya da
BEE) o larak g ö rü lm ek ted ir. B unun n e d e n i b ilg in in en ö n e m ­
li ü retim faktörü ve ek onom ik rekabet için a n a h ta r u n su r ha­
line gelm esidir. Bu d u ru m ilginç so ru lara yol açm aktadır: Bilgi
de bir hayali m eta m ıdır; toplum sal ilişkiler b ü tü n ü n d e n ko p ­
m uş m u d u r; şayet öyleyse, bu k o p u ş ve hayalî m etalaşm a bir
“çifte h a re k e ti” de gerektirm ez mi? Bu b ö lü m d e Polanyi’n in di­
ğer hayalî m etalara ilişkin analizi sorg u lan arak söz k o n u su so­
rular tartışılm aktadır.

163
Bazı temel kavramlar
Polanyi bilgiyi hayalî bir m eta olarak incelem em ize yarayacak ba­
zı kavram lar sunm ak tad ır: İçeriksel ekonom i (substantive), bi­
çimsel ekonom i, ekonom ist m antık hatası, toplum sal ilişkiler bü­
tü n ü içine yerleşm e/kopm a/yeniden yerleşme, hayalî m eta, piyasa
toplum u ve çifte hareket. Polanyi içeriksel anlam ıyla ekonom iyi
“insanın çevresiyle ku rd u ğ u , istekleri karşılamaya yönelik m addi
kaynakların düzenli akışını sağlayan etkileşim süreci” olarak ta­
nım lar.' H er ekonom ik davranışı biçimsel olarak rasyonel ve ta­
sarruf am açlı sayan, dolayısıyla kapitalist olm ayan ekonom ilerin
özelliklerini ve dinam iklerini piyasa ekonom ilerine benzer varsa­
yan “ekonom ist m antık hatasını” eleştirir. Kapitalizm öncesi top­
lum sal oluşum larda ekonom ik faaliyetler esas olarak “ekonom ik”
nedenlerle, yani k âr güdüsüyle ya da işsizlik so n ucunda aç kalm a
k o rk u su y la2 gerçekleştirilm ez. Polanyi, öte y an d a n , g ü n ü m ü z
piyasa ekonom ilerinin kâr-amaçlı, piyasa dolaylı faaliyederin git­
tikçe artan hâkim iyeti altında olduğunu da kabul eder.
Piyasa ek o n o m ilerin in yanı sıra piyasadışı ekonom ilere de il­
gi duym ası sebebiyle P olanyi, ü retim yerine dağ ıtım ın ö rg ü t­
lenm esine odaklanır. D ö n ana ilke tanım lar: (a) Aile, m esken
ve m alik an e gibi ço k ça k en d i k en d in e y eterli b irim le rin ihti-
y açlan n ı karşılam aya yönelik otarşik ü retim e dayalı ev id are­
si (b) Benzer şek ild e d ü zen len m iş ya da ö rg ü tlen m iş g ru p lar
(m esela parçalı akrabalık g ru p la n ) arasında karşılıklılık (c) Bir
siyasal rejim e bağlı tahsis m erkezi vasıtasıyla yeniden dağıtım
(d) T oplum sal ilişkiler b ü tü n ü n d e n k o p m uş ve potansiyel ola­
rak k en d i kendini düzenleyen b ir ek o n om ide fiyatları belirle­
yen piyasalar aracılığıyla değişim .3 Polanyi, sim etri, m erkezleş-

1 Kari Polanyi, “T he E conom y as Instituted Process", The Sociology o f Economic


Life içinde, der. M ark G ranovcttcr ve R ichard Swedberg (B oulder. CO: Wcstvi-
ew , 1982), s. 2 9 - 5 1 .33'dc.
2 Karl Polanyi. The Livelihood o f Man, dcr. H arry W . Pearson (N ew York: Acade­
m ic Press, 1977). s. 5 1 -5 2 .
3 Karl Polanyi, The G reat Transformation: The Political and Economic Origins of
O ur Time (Boston. MA: Beacon. 1957), s. 4 7 -5 3 ; Livelihood, s. 3 4 -4 7 ; “Institu­
ted Process", s. 35.

164
m e ve piyasa değişim inin b ir ilkenin k o n tro lü altında b ir araya
getirilebileceğini söyler.4 T icaret, para karşılığında değişim ye­
rine karşılıklı arm ağan verm eye ya da m erkezî o larak örg ü tlen ­
m iş y en id en dağıtım a da dayanabilirdi.5
P olan y i, “Piyasa e k o n o m isi sad ece b ir p iy asa to p lu m u n d a
var olabilir... [E ]m ek, to p rak ve para d ah il olm ak üzere sanayi­
nin tü m u n su rla rın ı içerm esi g erek ir.”6 der. A ncak her ne ka­
dar b u ü ç u n s u ru n b ir fiyatı olsa d a b u n la r ya ü retilm em iştir
(toprağın, d o ğ an ın arm ağanı olm ası gibi) ya da üretilm işse bi­
le satılm ak üzere ü retilm em iştir (m esela em ek g ücü ya da deği­
şim aracı). B ununla birlikte.

Emek ve toprak serbestçe alınıp satıldığından, piyasa m eka­


nizması da onlara uyarlanm ıştır. Artık em ek için bir arz ve ta­
lep vardır. Aynca emek gücünü kullanm ak için piyasada bir fi­
yat (ücretler), toprağı kullanm ak için de başka b ir fiyat (rant)
söz konusudur. Emek ve toprak için, üretim inde yer aldıklan
gerçek m etalannkine benzer, özel piyasalar oluşur... [Ancak]
em ek, insanın sadece bir diğer adıdır, topraksa doğanın.7

T oprak , em ek ve para, piyasa ekonom isi için “kesinlikle ha­


yati ö n em d e u n su rla r” olduğu h ald e, P olanyi’n in o nları hayalî
m eta saym ası b u n e d en led ir. Polanyi’n in b e lirttiğ i gibi aslın ­
da em ek dediğim iz şey basitçe b ir insan faaliyetidir; toprak, in­
sanların doğal çevresini o lu ştu ru r, paraysa sadece b ir değer bi­
rim idir. Polanyi b irçok kez şu iki gerçeğin altın ı çizer: “ [Emek,
to p rak ve p aran ın ] satılm ak ü zere ü re tild ik le ri varsayım ı ke­
sin lik le y a n lıştır”, an cak “g erçek em ek , to p ra k ve p a ra piya­
saları b u efsan e say esin d e ö rg ü tle n ir.”8 E k o n o m in in piyasa-
dışı ilişk ile rd e n k o p u k , piyasaya dayalı ya d a piyasaya y ö n e­
lik ayrı k u ru m la r halinde örgütlen m esin i sü rd ü rm e k için to p ­
lu m u n b ü tü n ü n ü n de b ir piyasa to p lu m u olarak örgütlenm esi

4 Polanyi. “Institu ted Process", s. 37.


5 A.g.e., s. 40-45.
6 Polanyi, Great Transformation, s. 71.
7 Polanyi, Livelihood, s. 10.
8 Polanyi. Great Transformation, s. 72.

165
gerekir. Ç ü n k ü “piyasa ekonom isi ancak b ir piyasa to p lu m u n -
da işleyebilir.”9 A ncak b u üç y önlü (hayalî) m etalaşm a h ad d i­
ni aştığında, o lum suz etkilediği geniş çaptaki toplum sal güçleri
ateşlendirerek piyasa ek o n o m isin in altın ı oyar. Böylece, “piya­
sa ö rgütlenm esi gerçek m etalar bak ım ın d an genişlerken, hayalî
m etalar b ak ım ın d an sın ırla n ır.”10 E ko n o m ik liberalizm in ken­
di k u ralların a göre işleyen piyasası, insan ve doğayı korum ayı
am açlayan sosyal korum acılıkla karşı karşıya gelir. Polanyi’n in
ü n lü “çifte h arek eti” bu d u r.

Bilgi hayalî bir meta mıdır?

E nform asyon dev rim i, enform asy o n a dayalı kapitalizm ya da


BEE üzerin e olan tartışm alar çoğunlukla bilgiyi toprak, serm a­
ye, girişim , ya da em ek gibi b ir ü retim faktörü olarak ele alıyor.
Bu, tarım d an (to p rak ) sanayileşm eye (serm aye ve kol em eği)
o rad an da enform asyonalizm e (enform asyon ve iletişim tek n o ­
lojileri - y a da E lT - ve fikrî em ek) geçiş şeklinde beliren ortak
bir d ö n em lendirm eye işaret ediyor. Öyleyse şöyle bir so ru beli­
riyor: Sanayi son rası piyasa ekonom isinde bilgiye atfedilen ö n ­
celiği, Polanyi’n in sanayi to p lu m u analizi çerçevesinde bilgiyi
hayalî b ir m eta olarak d ü şü n e re k verim li b ir şekilde incelem ek
m ü m k ü n m üdür?
Üç tez belirm ektedir. Ö ncelikle, bilginin üretim i ve dolaşım ı
piyasa değişim i yerin e başka tü rlü k o ru m a altına alınabilir: Ö r­
neğin kapam a (clo su re), karşılıklılık ya da özel veya devlet h i­
m ayesinde yeniden dağıtım . Öyleyse hangi şartlar altında piya­
sa rasyonalitesinin belirip, diğer ü retim ve dolaşım biçim lerine
h âk im olm aya başladığı so ru lab ilir.11 İkinci olarak, P olanyi’yi
başka sözcü k lerle tekrarlarsak, bilgi, “enform asyon ek o n o m i­
sin d e” b ir fiyata sahiptir; ancak satılm ak üzere üretilm em iştir,
sadece [insan] d o g a[sı]n ın b ir arm ağanıdır ya da insanın b ir di­
ğ er “y ö n ü d ü r.” B ununla birlikle, “ek o n o m ik sistem , belirli gü­

9 A g .c .,s. 57.
10 A.g.e., s. 76.
11 Polanyi, “Instituted Process” , s. 37.

166
dülere dayan an ve özel bir sta tü veren ayrı k u ru m la r halinde
örgütlendiğinde to p lu m u n da bu sistem in k en d i yasalarına gö­
re işlem esine o lanak verecek şekilde dü zen len m esi gerekir.”12
Böylece, ü ç ü n c ü olarak, “enform asyon ek o n o m isi” yalnız bir
piyasa eko n o m isi ile piyasa to p lu m u n u n parçası olarak varlığı­
nı sü rd üreb ilir. Dolayısıyla enform asyon ile bilginin arz ve ta­
lepte dengeyi sağlayacak şekilde fiyatlandırılm ası gerekir.
Bu d u ru m u n b ir diğer “çifte harek eti” tetikleyeceği d ü şü n ü ­
lebilir. A ncak çeşitli alanlarda çeşitli ak tö rler tarafından deği­
şen ölçeklerdeki artan d irenişe rağm en, devletler, fikrî am m e­
yi k o ru m a k ve dolayısıyla b ilg inin san ki alt tarafı bir m etay-
mış gibi (h ep k apitalist ü retim ilişkileri içinde ü retilm iş b ir m e­
ta olm ak b ir yana) görülm esini ö nlem ek için e tk in , güçlü m ü ­
dahalelerde h e n ü z b u lu n m u ş değil. A ksine ön d e gelen kapita­
list devletlerin m üdahalesi bir ortak kaynak o larak bilgiyi, kâr
amaçlı ve piyasa dolaylı ek onom ik rekabet m antığına tâbi kıla­
cak yönde. B unun yanı sıra, serm aye bilgi b ak ım ınd an bu m an ­
tığın sın ırlarım kendisi de kabul etm ektedir; bu nedenle, bilgiyi
salt bir m eta olarak g ören yaklaşım ların çelişkilerine karşı ken­
dini sınırlam aya ve düzenlem eye çalışm aktadır. Yenilik ve en ­
formasyona ilgi duyan iktisatçılar, fikrî m ü lk iy et avukatları ve
yeni fikirler araştıran lar da ben zer şekilde bilgin in m etalaşm a-
sının sınırlarını tartışm akla m eşguller.

Metalar ve hayalî metalara devam

Bu bölüm de kısm en Polanyi’n in analizi çerçevesinde kısm en de


Marx’tan ilham la kapitalizm in daha genel b ir eleştirisi çerçeve­
sinde birkaç önem li ay n ın ü zerinde d u rm a k istiyorum . Ö nce­
likle meta, bir em ek sürecinde satılm ak üzere faal olarak üretil­
miş bir mal ya da hizm ettir. Bu böyle olm asaydı, Polanyi m etalar
ile hayalî m etalan m akul bir şekilde birb irin den ayırt edem ezdi.
Meta; köylü üretim i, k ü çü k m eta üretim i, devlet üretim i, k o o ­
peratif üretim , sosyal girişim ya da kapitalist ü retim son u cu n d a
elde edilebilir. Burada önem li olan satılm ak üzere üretilm esidir.
^ Polanyi, Greni Transformation, s. 57.

167
İkinci olarak, kapitalist meta kapitalist rekabete tâbi bir emek
sü recin d e ü retilir. Bu rek ab et hem m e tan ın ü re tim i için top­
lum sal olarak gerekli em ek zam anını, hem de m eta n ın barın­
dırdığı artık değerin o lu ştu ru lm ası için toplum sal olarak gerek­
li devir süresini azaltm aya yarayan baskılarda b u lu n u r. Böyle-
ce ü retim in ö rg ü tlen m esiy le ü retilm ek te olan ü rü n le rin meta
özelliği arasında d in am ik b ir ilişki oluşur.
Ü çü n cü olarak, hayalî meta ise m eta biçim ine sah ip tir (alınıp
satılabilir), ancak aslında satılm ak üzere üretilm em iştir. Deği­
şim değeri şekline b ü rü n m e d e n önce de var o lu r (işlenm em iş
doğa gibi) ya da el k o n u p satılm ak üzere su n u lm ad a n önce as­
lında kullanım değeri için ü retilm iştir (içeriksel, toplum sal iliş­
kilerin içine yerleşik b ir ekonom ide insan eliyle yapılan şeyler
gibi). K apitalist m etan ın aksine hayalî m eta, her şeyden önce,
piyasa güçlerinin ü retim i rasyonalize edip yatırım yapılan ser­
m ayenin devir sü resin i azaltm aya yarayan rekabetçi baskılarına
tâbi, k â r am açlı b ir em ek sürecin d e yaratılm am ıştır. Bu önem ­
li bir no k ta, ç ü n k ü to p rak , para ve em ek g ü c ü n ü basit ve/veya
kapitalist m etalar o larak değerlen d irm ek b u n ların piyasa eko­
nom isine girişleri, orada d ö n ü şü m leri ve satılm ak üzere m al ile
h izm etlerin ü re tim in e yap tık ları k atk ıların ın h a n g i şa rtla r al­
tında gerçekleştiğini gizler. Bu bak ım d an hayalî m eta, b ir fiyatı
olan am a tam bir kapitalist m eta sayılabilm esi için gerekli kri­
terlerd en b ir ya da d ah a fazlasını karşılam ayan “yarı m etalar”
arasına g irer.13
M arx ile Polanyi’n in h e r ikisi de to p rak (ya da doğa), emek
gücü ve parayı hayalî m eta olarak görür. T oprağı doğanın cö­
m ert b ir arm ağanı olarak d ü şü n ü rler; h atta M arx bilgi için de
aynısını d ü şü n ü r. Em ek g ücü ise insanın doğal yetisi olarak gö-

13 W illiam C. Schaniel ve W aller C. Neale, "Q uasi-C om m odiiies in the Firsı and
T hird W orlds” ,Journal o f Economic Issues 33, no. 1 (1999), s. 9 5 -1 1 5 . Yazarla­
ra göre tam bir m etanın, ticari piyasada fabrika benzeri yollardan satılmak üze­
re üretilm esi gerekir, s. 96. Benim yukarıda yaptığım tanım sa kapitalist reka­
betin toplum sal olarak gerekli em ek ve devir sürelerini azaltm aya yarayan etki­
sini de hesaba katm aktadır, bu faktör, zanaat ile profesyonel fikri em eği “kira­
lık çalışm anın'' biçim sel ya da gerçek tabiiyetinden ve daha da önem lisi gerçek
m eta üreten tam teşekküllü kapitalist m addi olm ayan em ek sürecinden ayırt
etm em ize yardım cı olur, (bkz. Tablo 6.1).

168
rûlür; kapitalist tarafından kâr am açlı üretilm em iştir. Em ek gü­
cü bir m eta şeklini aldığında bile (insan evrim inin en son aşa­
m alarında g ö rü len b ir sü re ç tir bu ), b u önem li ö lçü d e hem pi­
yasa hem de piyasadışı k u ru m ve p ratik lerd en o lu şan h etero ­
jen b ir o rtam d a yen id en üretilir. Son olarak, para b irim in in içe­
rikse! niteliği (doğal, m eta ya da m utem et) ne o lu rsa olsun, do­
laşıma girdiği sistem sadece k âr için işletilm ez. A ksine, para­
nın eko n o m ik işlevselliği eko n o m i dışı k u ru m la r ve y aptırım ­
lar k ad ar şahsi ve gayri şahsi güvene de önem li ö lçü de bağlıdır.
Hayalî m e ıa la n nesnel olarak verili ü retim faktörleri şeklin­
de doğallaştırm a eğilim i M arx'in da se rt b ir şekilde eleştirdiği
gibi, eko n o m ik d eğerin şartlara bağlı, tarihsel o larak özgül to p ­
lum sal ilişk iler için d ek i n itelik leri y erine şeylerin içkin, ebe­
di n itelik lerin d en kaynaklandığına d air m antıksal olarak hatalı
bir inanca yol açar.14 Bu ise h er ü retim fak tö rü n ü n to plum un
toplam g e lirin in ve/veya serv etin in d ağ ıtım ın d a k e n d in e özel
bir paya sahip o ld u ğ u fikrini m eşrulaştırır. P olanyi bu m esele­
yi şu şekilde ele alır:

[Piyasanın] kendi kurallarına göre işlemesi tüm üretim in piya­


sada satılm ak üzere yer aldığı ve bütün gelirlerin bu tü r satış­
lardan elde edildiği anlam ına gelir. Dolayısıyla, sanayinin tüm
u nsurları için piyasalar m evcuttur; m allar (hizm etler de her
zam an dahildir) kadar, emek, toprak ve para için de geçerlidir
bu. Fiyatlarıysa sırasıyla meta fiyatı, ücretler, ranı ve faiz ola­
rak adlandırılır. Bizzat bu terimler, fiyatların geliri olu ştu rd u ­
ğunu gösterir: Faiz, paranın kullanım ı için gereken fiyatür, bu
parayı sağlayacak konum da olanların gelirini oluşturur; rant,
toprağın kullanım ı için gereken fiyatur, toprak arzını sağlaya­
cak olanların gelirini oluşturur; ücretler, em ek gücünün k ul­
lanımı için gereken fiyattır, emeğini satanların gelirini oluştu­
rur; son olarak, m eta fiyatları m üteşebbis hizm etlerini satanla­
rın gelirlerine katkıda b ulunur, bu gelir aslında iki fiyat arasm-

14 Karl Marx, Capital, c. 1 (H arm ondsw orth: Penguin, 1976), s. 993 İKnpilal, o. 1,
çev. Alaattin Bilgi, Sol Yayınları, 1. baskı, 19781; D an Stlıillcr, “How to Think
about Inform ation”, The Political Economy of Information içinde, der. V. Mosco
v c j. W asko (M adison, WT. University of W isconsin Press, 1988), s. 2 7 -4 4 ,32’dc.

169
daki -ü re tile n m alların fiyatlan ile maliyetleri (bir diğer deyiş­
le m allan üretm ek için gereken fiyatlar) arasındaki- farka kar­
şılık gelen kârdır. Bu şartlar karşılandığında, tüm gelirler p i­
yasadaki satışlardan kaynaklanır; üretilen tüm m allan da satın
almaya yetecek düzeydedir.15

D oğallaştırılan ü retim faktörleri yerine to plum sal ilişkilere


o daklanm ak, Polanyi’n in tanım ladığı şekliyle piyasa ek o n o m i­
sinin genel olarak kavranm ası için önem li olduğu kadar, enfor­
m asyon, bilgi ve aklın “sanayi sonrası ek o nom ilerde” oynadığı
rol b akım ından da önem li. Bilginin ne tü r şartlar altında m eta
şeklini aldığı önem li b ir so ru d u r. Bilgi norm al şartlarda o rtak ­
laşa üretilip doğası gereği nadir sayılm azken (ekonom ik terim ­
lerle k o n u şu rsa k , re k a b e t h alin d e olm ayan bir m ald ır), bilgi­
n in m eta şeklini alm ası an cak o n u n yapay yollardan n a d ir hale
getirilm esi ve erişim inin ran t karşılığı sağlanm ası ile gerçekle­
şir. Böylece, bilgiyi doğallaştırm ak yerine, şu n u varsaym ak ge­
rekir: “E nform asyon doğası gereği değerli değildir; değerli bir
şeye d ö n ü ştü rü lm esi için kök lü b ir toplum sal yeniden d ü z e n ­
lem eye gerek v ard ır.”' 6
Bu kök lü toplum sal y en id en d ü zen lem enin başlıca ü ç özel­
liği vardır. İlk olarak, genel olarak yaratıcı em eğin organik ve
ayrılm az bir parçası olm ak yerine, bilgi tedvin edilip, kol em e­
ğ in d en k o p arılır ve m addi ü rü n le rd e n ayrıştırılır; böylece uz­
m an siste m le rin d e , a k ıllı m ak in e le rd e ya da m ad d i olm ayan
ü rü n ve hizm etlerde bağım sız b ir biçim edinebilir. İkinci ola­
rak, ek o n o m ik faaliyetlerin toplum sal bağlam larının b ü tü n ü n ­
d en k o p m asın a b en zer b ir şekilde, bilgi de toplum sal k ö k e n ­
lerinden k o p u p , eko n o m i dışı kurum sal d üzenler, işlevsel sis­
tem ler ve yaşanan d ü n y ay la b ü tü n le şir, yavaş yavaş ilerleyen
m etalaşm aya tâbi hale gelir; böylece, bilginin k u llan ım ın ı d ü ­
zenleyen esas d ü stu r, doğru/yanlış, kutsal/kutsal olm ayan, sağ­
lık/hastalık gibi ayrım lar yerine kârlı/kârlı olm ayan ayrım ıdır.
Ü çüncü olarak, bilgi artık karşılıklılık ya da yeniden dağıtım il­

15 Polanyi, “In stituted Process", s. 69.


16 Schiller, “How to T hink”, s. 32.

170
keleri ü z erin d e n kapalı ek o n o m ik birim lerd e (ev idaresi) d o ­
laşıma girm ez; k âra y ö n elik piyasalar aracılığıyla tahsis edilir.
Polanyi'nin B ü yü k D önüşüm ’de incelediği çev rilm e (e n c lo su ­
re). hareketi h er üç özellik açısından da açık b ir b en zerlik ta­
şır. Bu benzerlik, fikrî çevrilm elerin de “zen g in lerin yoksullara
karşı d ev rim in i”17 g erektirip gerektirm ediği s o ru su n a yol açar.

Hayalî metalaşmayı yeniden düşünmek

Geçmiş k u ş a k la rın o rta k ü re tim i o lan b ilg in in çev rilm esin i


desteklem ek, işçilerin zım ni bilgilerinin form elleştirilip uzm an
sistem lerle ya da akıllı m akin elerle b ü tü n le ştirild iğ i b ir sü re ­
ce tekabül eder. Fikri em eğin kol em eğinden a y n iıp , kapitaliz­
min k o n tro lü a ltın d a “kiralık bilgi işin e” d ö n ü ştü rü lm e si yo­
luyla da bilgi, hayalî o larak m etalaştırılab ilir. B urada işçilere
bir ücret öd en ir ve m addi olm ayan ü retim leri işverene ait olur.
Bu, kol em eğinin kapitalist k o n tro l altında biçim sel tâbiiyetine
benzerdir. N ihayetinde, fikrî em ek de m etalaşıp, m ad d i olm a­
yan ü rü n le rin in ağlar h alin d ek i, say ısallaştırılm ış b ir ü re tim -
tüketim sürecin e birleştirilm esiyle d o ğ ru d an kapitalist k o n tro ­
lün tâbiiyetine gireb ilir.18
Bazı şirk etlerin enform asyona dayalı, bilgi-yoğun ya da “ya­
ratıcı” olan ve m addi olm ayan mal ya da hizm etlerin ü retim in ­
de uzm anlaşm asıyla ilişkilendiğinde biçim sel ya da gerçek tâ­
biiyet piyasa ek o n o m isin in genel ö rg ü tlen m esin d e önem li d e­

r i Polanyi. Great Transformation, s. 35: krş. C hristopher R. May, The Global Poli-
ticalEconomy of Intellectual Property Rights. The New Enclosures (Londra: Rout-
ledge. 1998); Philippe Aigrain, Cause commune. L'information entre hien com-
mun el propriety (Paris: F ayard, 2005); David Harvey, The New Imperialism
(Oxford: O xford U niversity Press, 2003) I Yeni Emperyalizm, çev. H ür G üldü,
Everest Yayınlan, 20041.
18 İlki için örneğin bkz. K enneth Aoki, “C onsidering M ultiple and Overlapping
Sovereignties: Liberalism, Libertarianism , National Sovereignty, 'G lobal' Intel­
lectual P roperty, and the In ternet", Indiana Journal of Global Legal Studies 5.
no. 2 (1988), s. 443-74: İkincisi için Schiller, “How to T h in k ”; üçüncüsü için
H eather M enzies, “Challenging Capitalism in C yberspace", Capitalism and the
Information Age içinde, der. Robert W. M cChesney, Ellen M eiksins W ood ve
Jo h n F. Bellam y (N ew York: M onthly Review Press, 1998), s. 87-98; Kevin
Kelly, New Rules fo r the New Economy (Londra: F ourth Estate, 1998).

171
ğişikliklere yol açar. Şayet bu m al ya da hizm etler, piyasa eko­
nom isi için ya da d ah a genelde to plum sal olarak tanım lanan tü­
ketim stan d artların ın ö n em li bir parçası sayılan son ü rü n ya da
hizm etler için çok önem li girdiler ise k âr am açlı, piyasa dolay­
lı, kapitalist b ir ek o n o m id e b u mal ve hizm etlerin üreticilerinin
en azından o rtalam a k âr oran ın ı elde etm eleri gerekir. Aksi hal­
de bu g irdiler sağlanm az. Polanyi de b u n u im a eder:

Büıûn işlemler para işlemlerine dönüşm ektedir; bunlar da en­


düstriyel havaim her alanında bir değişim aracının kullanılm a­
sını gerektirir. Her türlü gelirin bir şeyin satışından elde edil­
m esi gerekir; kişinin gelirinin esas kaynağı ne olursa olsun,
bu n u n satıştan kaynaklandığının sayılması g erek ir.'9

Dolayısıyla nasıl ki ü cretler em ek g ü c ü n ü n kullanım ı için ge­


reken piyasa fiyatıysa, ran t da toprağın kullanım ı, faizse nakit
serm ayenin k u llan ım ı için gerek en piyasa fiyatlandır. Öyley­
se çeşitli şekillerdeki telif ü cretlerini de bilginin yarı ya da ger­
çek m eta olarak k u llan ım ı için gerek en piyasa fiyatı olarak gö­
rebiliriz. Bilginin m addi olm ayan m al ve hizm etlerin ü retim in­
de kullanılm ası iş b ö lü m ü n d e belirgin b ir işlev görüyorsa bu fi­
yatın ödenm esi gerekir; bilginin g ö rd ü ğ ü bu tip işlevler piyasa
m e k a n iz m a la rı ta ra fın d a n ö d ü lle n d irilir. “H ayalî serm ay e ”20
o larak fikrî m ü lk iy etin farklı yasal b içim leri b u lu n u r; bunlar
ideal, m addi olm ayan ya da g örünm eyen şeyler ve b u n lara m ü­
tekabil gelir akışları ü zerin d e m ülkiyet hakkı tanır. D aha gele­
neksel olan fikrî m ülkiyet h aklarına (p aten tler, ticari m arkalar,
ticari sırlar, ta sa n m h a k la n ve telif h akkı) ek o larak, yeni bi­
çim ler en fo rm asy o n ek o n o m isin e y ap ılan d iğer uzm anlaşm ış
ek o n o m ik girdileri d e kapsam aktadır: V eritabanı hakları, yarı
19 Polanyi, Great Transformation, s. 41.
20 Hayali serm aye m addi servetten bağım sız olarak dolaşım a giren (inansal ser­
vettir; sanayi kapitalizm inin maddi değer kaybına yönelik “sabit kıym etler” he­
sabının aksine finansallaşm a hâkim iyetindeki bir ekonom iye uygun “mali kıy-
m etler/borçlar” hesabını içerir. Bu du ru m , m enkul kıym etleştirm enin ve türe'
ürünlerin büyüm esiyle ilişkilidir; aynca "üretim ilişkileri” yerine “m ülkiyet ihS‘
kilerine" dayanır. Krş. Ju n ji Ishikawa, “A Social Science of C ontem porary Va­
lue-Based Accounting; Econom ic Foundations of A ccounting for Financial I»5'
trum en is”. Critical Perspectives on Accounting, c. 16 (2005). s. 115-36.

172
iletken topografyalar için korum a, b itk i y etiştiricilerinin h a k ­
lan, coğrafi k ö k en belirlileri için koru m a, perfo rm an sa ilişkin
haklar ve kopya k orum ası araçlarım alt etm eye karşı korum a.
Ancak Polanyi’n in de vurguladığı gibi piyasa ek o n o m isinin
hiçbir doğal yanı y oktur. Bu, fikri m ülkiyetin (FM ) entelektüel
yaratıcılığı sözde ö d ü llen d iren b ir gelir kategorisi olarak geliş­
mesinde özellikle aşikârdır. T arihsel olarak bilginin üretim i pi­
yasanın dışında, lonca, üniversiteler, din! k u ru m la r ya da dev­
let k u ru m la n gibi yerlerde gerçekleşm iş; him aye, itibar, ödüller
veya eko n o m ik perform ans yerine m evki ya da statüye bağlı ge­
lir ü ze rin d e n m ü k afatlan d m lm ıştır. Bell’in ilk id d ia la n n d a da
görülür bu: Bilginin serbest dolaşım ı şirketlere ü re tim için teş­
vik sun m ad ığ ın d an , bilginin b ir “toplum sal birim , ya üniversite
ya da devlet” tarafından yaratılm ası gerekir.21 Ya da Polanyi’nin
deyimiyle, “b ilim ve san allar h er zam an yayın d ü n y asın ın ve­
sayeti altın d a olm alıd ır.”22 Bu, fikri m ülkiyet h a k ların ın (FM H)
enform asyon, bilgi ve entelektüel yaratıcılığa karşılık m ükafat­
ların tem eli o larak gittikçe artan önem iyle çokça çelişir. G er­
çekten de FM H , toprak, em ek g ücü ve para ü zerin d e m ülkiyet
haklarının k u ru lm a sın d a n farklıdır; b u haklar, m addi olm ayan
mal ve hizm etler için ortalam a k âr o ran ın ı sağlam ak am acıyla
genişletilm iştir, ancak b u n u FM sah ip lerin in (b u n la r d oğrudan
bilgi işçileri olm ayabilirler de) ü rü n leri için etk in b ir talep ol­
duğu sürece y ü k sek kârlar edinm elerini sağlayan b ir yasal te­
kel k u rarak yaparlar.
Bilgi h e r zam an ek o n o m ik b ak ım d an ö n em li o lm u ştu r, özel­
likle de u z u n tek n o lo jik yenilik dalgalarıyla ilişkili b ü y ü k de­
ğişim lerde. M evcut d ö n em in yeni özellikleri şöyle sıralanabi­
lir: T eknik ve top lu m sal ü retim faktörleri g eliştirilm esine yö­
nelik bilgi ü re tim in d e b ilg in in g ittik çe d a h a fazla k ullanım ı;
toplum sal ü re tim ilişk ilerin i şek ille n d irm e d e hayalî b ir m eta
olarak bilg in in artan önem i ve to plum sal serv etin genel dağı­

mı Daniel Bell, “T h e Social F ram ew ork of the Inform ation Society". The Compu­
ter Age: A Twenty-Year View içinde, der. M ichael L. D ertouzos ve Joel Moses
(Cam bridge, MA: MIT Press, 1979), s. 163-211. 174’te.
22 Polanyi. Crcat Transformation, s. 255.

173
lım ını değiştiren b ir gelir kategorisi olarak FM ’n in artan öne­
mi. B ırakın d eğişim d e ğ e rin in , y e n id e n ü re tim i için tü k eti­
len m etaların m aliyetine eşit olm asını, b u n lard a n h içb iri bilgi-
nin gerçek bir m eta olm asını gerektirm ez. Bilgi ortaklaşa üre­
tilen bir kaynaktır. Belirli FM biçim leri kapitalist ü retim iliş­
kileri içinde kâr için ü retild iğ in d e bile bu süreç genellikle da­
ha geniş kapsam lı b ir e n telek tü el am m ed en ücretsiz girdi sağ­
lam aya dayanır. E lbette en fo rm asy o n u n m alum ö zellik lerin ­
d en dolayı m etalaşm ış b ilg in in değişim değerini ölçm ek zor­
dur. Ö rneğin rek ab et h alin d e olm ayan b ir mal olarak bilginin
kullanım değeri bu bilgi paylaşıldığında, ü rü n ve fiyatın tama­
men piyasada belirlenm esi d u ru m u n d a m ütekabil so ru n la r be­
lirm ekle birlikte, azalm az - h a lta ağ ekonom ileri sayesinde ar­
tabilir bile. Bilgi ü re tim in in karm aşıklığı, farklı şekillerde so­
m utlaşıp toplum sal sistem e yerleşm esi d e - özellikle de ağ eko­
nom isinde; b u da b ilg in in h an g i şekillerde a rtık değer ve kâr
olu şu m u n a katkıda b u lu n d u ğ u n u belirlem eyi güçleştirm ekte­
dir. T üm b u n la r doğallaştırılm ış b ir “bilgi-değer te o risin in ”23
inandırıcılığını engellem ek ted ir; ancak, M arx’in “deger-em ek
teorisine”24 b en zer b ir şekilde, bilgiye m eta m uam elesi yapıl­
m asın ın an lam ların ı d eğ e rle n d irec e k b ir “değer-bilgi teorisi­
n e” yine de m üsaade etm ektedir.

Hayalî metalar, gerçek getalar, kurgusal sermaye

Bu tezler genel o larak d o ğ ru y sa, o zam an bilgi k arm aşık bir


ekonom ik statüye sahip. Ö ncelikle, toplum da karşılıklılık ilke­
si çerçevesinde aşağı y u k arı serbestçe dolaşan ya da piyasadı-
şı m ekanizm alar (him aye gibi) aracılığıyla ü retilip dağıtılan bir
entelektüel am m e olarak bilgi b ir gayri m etadır. İkinci olarak,
entelektüel am m e piyasadışı m ekanizm alar aracılığıyla çevrilip
piyasada özel m ü lk iy et olarak dolaşım a girdiğinde basil hayalî

23 Daniel Bell, The Coming o j Post-Industrial Society (Londra: H einem ann, 1974).
s. 127.
24 Diane Elson, “T he Value Theory of Labour", Value: The Representation o f La­
bour i» Capitalism içinde (Londra: CSE Books, 1979), s. 115-80.

174
bir m eta olarak kabul edilebilir. Ü çüncü olarak, fikrî em ek ka­
pitalist sö m ü rü ilişk ilerin in biçim sel ve/veya gerçek olarak tâ­
biiyetine g ird iğ in d e ve m addi olm ayan m al ve hizm etlere dö­
n ü ştü rü ld ü ğ ü n d e em ek g ü c ü n ü n diğer biçim leri gibi bir hayalî
m eta halini alır; yarı ya da gerçek kapitalist m etalar içine yer­
leşebilir. Bu so n olasılık, bilgi ü retim in d e bilginin d üşünüm sel
k ullanım ın (yani enform asyon b ak ım ın d an zengin, bilgi yoğun
ya da satılm ak üzere üretilm iş yaratıcı m al ve hizm etler) farklı
serm ayeler arasında b arındırılan toplum sal olarak gerekli em ek
zam anını en aza indirgem eye ve ü retim leri için yatırılan serm a­
yenin top lu m sal olarak gerekli devir sü resin i azaltm aya yö n e­
lik rekabete tâbi olduğu ölçüde gerçekleşebilir. D ö rd üncü ola­
rak, enform asyon bakım ından zengin, bilgi yoğun ya da başka
türlü yaratıcı m al ve hizm etleri ü reten lere gelir akışı “tek n o lo ­
jik ran tlara ” b en zer norm al piyasa m ekanizm aları yerine FMH
sayesinde g aran tilen d iğ in d e en form asyon, bilgi ve yaratıcılığı
“hayalî serm aye” ya da h atta “k urgusal serm ay en in ” tem eli ola­
rak ele alabiliriz. “K urgusal serm aye” kategorisi k apitalizm in
soyutlam a g ü c ü n ü yansıtır; b u güç, (FM H ’de cisim leşen) fik­
rî serm ayeyi ik incil piyasalarda alınıp satılabilecek gelecekteki
beklenen gelir akışlarına indirgeyebilir.
Şayet bilgi için bu ayrım lar kabul ed ilir ise belki de Polanyi’nin
toprak, em ek g ücü ve para üzerine tezlerini de y en iden ele al­
m am ız gerekir. Bu d u ru m d a b u u n su rların da beş ayrı statüsü
olabilir: G ayri m etalar, hayalî m etalar, öteki yarı m etalar, ger­
çek m etalar ve kurgusal serm ayenin tem eli.
Ö ncelikle, gayri m eta olarak bu u n su rla r sırasıyla işlenm e­
m iş doğa, in sa n yaratıcılığı ve tabii değişim b irim in e tekabül
eder. İşlen m em iş doğa so ru n lu d eğ ild ir - in s a n em eği aracılı­
ğıyla el k o n u lu p d ö n ü ştü rü lm e d e n önce doğal dünyayı o lu ştu ­
rur; in san yaratıcılığı da so ru n lu d e ğ ild ir- insan tü rü n ü n fay­
dalı em ek h arcam asın ı sağlayan d o ğ u şta n y etisin i o lu ştu ru r;
son olarak, Polanyi’n in de gösterdiği gibi değişim birim leri p i­
yasa m ekan izm asın ın dışında eşit k u rlara göre degiştirilebilsey-
di m eta olm azdılar.25
25 Polanyi, Livelihood, s. 62-73.

175
İkinci olarak, hayal! m etalar olarak to prak, em ek ve para sı­
rasıyla şu n la rı m ey d an a g etirirdi: (a) in sa n em eği tarafından
el k o n u lu p d ö n ü ş tü rü le n ve p iyasada satılan do ğ a (b ) Piya­
sa ek o n o m isin in d ışın d a y en id en ü retilen ve em ek piyasasına
d ışarıd an katılan ü c re tli em ek (c) Satılabilir b ir değer h a z n e ­
si ve değişim aracı o larak p ara - b u d u ru m d a m eta p arala r (gü­
m üş, altın gibi); itib ari p aralar (m arka, kağıt para, banka kre­
disi) ve ticaret edileb ilir döv izler (dolar, euro, yen gibi) re k a­
b et h a lin d e o lu r. P o la n y i’n in hayalî m eta laşm a n ın s ın ırla rı­
na ilişk in an aliz! h e r zam an k i g ü c ü n ü k o ru r. P olanyi piyasa
m antığı ile doğa ve em ek g ü c ü n ü n y en iden üretim i için gere­
k en le r arasın d ak i ayrılığı vurgular; p a ra n ın d o laşım ın ın ek o ­
n o m ik d eğişim in acil g erek lerin d en a y n tu tu lm a sın ın so n u ç ­
larını araştırır.
Ü çüncü olarak, to p rak , em ek ve paraya san k i m etalarm tş gi­
bi d av ran m ak piyasa ilişk ilerin in n ak it ağıyla g ittik çe b ü tü n ­
leşm eleriyle b irlik te zam anla b ir ya da d aha fazla yarı m eta tü ­
rü n e d ö n ü şm e le rin e yol açabilirdi. E k o n o m ik g ü çlerin çeşit­
li “y a tırım ” biçim leri yoluyla bu hayalî m etalarm değişim d e­
ğerini, yani d eğ erlerin e karşı fiyatlarını a rtırm a k am acıyla for-
m el, rasyonel eylem lerde b u lu n m a yolları bu d u ru m d a tehlike
altın d a d ır. “T o p rağ ın " iyileştirilm esi (m u tla k ve diferansiyel
ran tla değişiklikler h alin d e g ö rü lü r), beceri d ü zey in in artışı ya
da em ek g ü c ü n ü n yeni vasıflar k azandırılm ası ( “beşeri serm a­
y e” olarak d ü şü n ü lü r) ya da parayı gayri m en k u llere bağlaya­
rak güvenilirliğini sağlam ak (örn eğ in W eim ar A lm anyası'nda
y üksek enflasy o n d an yeni A lm an m arkını başka b ir hayalî me-
tayla, to p ra k değeriy le d estek ley erek k u rtu lu n m a sı) gibi ö r ­
n e k le r v e rileb ilir. Bu gayri m e ta la rın ya da hayalî m etalarm
serm aye çark ların a en teg rasy o n u ve serm aye b irik im in in rek a­
betçi bask ıların a gerçek tâbiiyeti, gerçek m etalarm ış gibi m u a ­
m ele g ö rm elerin in ö n ü n ü açar; böylece, hayalî m etalarm ger­
çek m eta g ö rü n ü m ü edin m esin i sağlayan “e k o n o m ist m antık
h atası” p e k iştirilir (bkz. tablo 6.1).
D ö rd ü n cü olarak, so y u tlam an ın verdiği güç, toprağın m u t­
lak ve diferansiyel vadeli ra n t akışları olarak m en k u l kıym ete

176
d ö n ü ştü rü lm e sin e izin verip, p aran ın vadeli piyasalar ile ikin­
cil piyasalarda değiş to k u ş edilm esine im k ân tanır. E m ek gücü
bakım ından, serm ayenin m antığı so m u t em eği so y u t toplum sal
emeğe indirg er. A ncak bu , kapitalizm in doğal b ir özelliği o ld u ­
ğundan ra n tla rın m enkul kıym etlere d ö n ü ştü rü lm esi, faiz geti­
ren serm aye ya da FMH gelirleri ile ilgili d ah a u y g u n bir ben­
zetm e, beşeri serm aye olarak d ü şü n ü le n em ek gücüyle ilişkili
olarak vadeli k a z an çlan n hesabı olabilirdi. T eorik olarak neok-
lasik iktisatta b u hesaplara y er v erilm ektedir; özellikle de vade­
li kazanç eğilim i üzerine k u ru m sal h esaplarda ve işçilerin git­
tikçe kendi “beşeri serm ayelerine” yaptık ları “yatırım ın" getiri­
sini hesaplam aları gibi.

BEE'nin çelişkileri

Buraya k ad ar o lan bölü m d e P olanyi’n in hayalî m etalara ilişkin


analizini, esas savını onay lay ıp , “m e ta la r” ü z e rin e b aşk a iki
dü şünm e b içim in i de -y a n i y a n m etalar ve k u rg u sal se rm a y e-
eklem eyi ö n e re re k eleştirel b ir şek ild e ele ald ım . Bu b ö lü m ­
deyse, Polanyi’n in yanı sıra M arx’tan da faydalanarak BEE’nin
çelişkilerini in celem ek arzu su n d ay ım .26 M arx’in şu gözlem iy­
le başlam ak istiyorum : K apitalist ü re tim biçim in in h ü cre b iri­
mi m etad ır, bu da esasen m eta b içim in d e k u llan ım değeriyle
değişim değ eri arasın d a g ö rü len tem el çelişkiyle şe k ille n d iri­
lir.27 D eğişim değeri b ir m etan ın satıcı için piyasa dolayım ıy-
la edindiği parasal d eğerine, k u llan ım değeri ise m etan ın satın
alan için m ad d i ya da sem bolik faydasına işaret eder. Değişim
değeri olm asaydı m etalar satılm ak üzere ü retilm ezd i; kullanım
değeri olm asay d ı salın alın m azlard ı. M arx, b u tem el ü z e rin ­
de k ap italist ü re tim biçim in in k arm aşık d in am iğ in i d iyalektik
olarak açık lam ıştır. Bilgi ö rn eğ in d e b u çelişki b ir y andan fik­
ri am m e o larak bilgi, ö te y an d an FM o larak bilgi şek lin d e be­
lirir. Bu çelişki BEE’d e d ah a da d erin leşir, ç ü n k ü BEE bilginin,

26 Daha fazla bilgi için Bob Jcssop, The Future o f the Capitalist State (Cam bridge:
Polity. 2002).
27 Karl M arx, Capital, c. 1.

177
satılab ilir bilginin ü re tim in d e d ü şü n ü m sel uygulam asına da­
y an ır.28 Bu çelişki bilginin sta tü sü n e bağlı o larak -g a y ri meta,
hayalî m eta, diğ er yarı m eta tü rleri ve kurgusal serm ayenin te­
m eli o la ra k - farklı şekillerde tezah ü r eder. B urada beş n o k ta ­
d an bah setm ek m ü m k ü n .
İlk olarak, ö nceki k u şak lard an kalan kolektif o larak üretil­
m iş bilginin özel istim lâki yoluyla ilkel serm aye birikim i (fik­
rî m ülkiyet şeklinde) söz ko n u su d u r. Bilginin çevrilm esi çeşit­
li şek illerd e gerçekleşir: (a) B elgelenm em iş, enform el, kolek­
tif bilgi, u zm an lık ve diğer fikrî kaynaklar şeklindeki yerel, ka­
vim ya da köylü “k ü ltü rü ”ne ticari girişim ciler tarafından el ko­
n u lu p , karşılığı v erilm ed en m etalaşm ış (belgelenm iş, formel,
özel) bilgiye d ö n ü ştü rü lm e si ki, b iy o-korsanlık b u n a en bili­
n en ö rn ek olarak gösterilebilir (b) Fikrî em eğin kullandığı üre­
tim araçları ü zerin d ek i k o n tro lü n ü engellem ek -a k ıllı m akine­
ler ve u zm an sistem leri aracılığıyla form elleştirm e ve kodlaştır-
m a sayesinde yapılır b u - ve böylece kolektif em ekçinin bilgisi­
ne el koym ak ve (c) Sınırlı b ir kapsam ı olan telif h ak k ın d an da­
ha geniş kapsam lı m ülkiyet h aklarına nihayetinde geride kalan
kam usal çıkarları da aşındırarak yavaş yavaş geçilm esi.
İkinci olarak, kol em eğinin yanı sıra zihinsel em eğin de ger­
çek tâbiiyetinde “fikrî tek n o lo jin in ” rolü vardır. Bell, b u n u kol
em eğinin k apitalist kontrole tâbi k ılınm asında m akineye daya­
lı üretim le k arşılaştırır,29 Robins ile W ebster ise kolektif em ek­
çinin bilgisine el kon u lm asın d a oynadığı role işaret ederler.30
Ü çüncü olarak, yeni bilgi ile üretilm iş teknolojik ran tlann di­
namiği ve yeni bilginin (bilgi olarak ya da akıllı üretim aracı ola­
rak) um um i bir hale gelmesi halinde bu ran tlann kaybolması, do­
layısıyla da m etalarda cisim leşen toplum sal olarak gerekli emek
zam anının tanım lanm ası söz konusudur. Bu sorun, bilginin bil­
gi üretim inde düşünüm sel kullanım ıyla pekişir. Ç ünkü bu şekil'

28 M anuel Castclls, The Rise oj the Network Society (O xford: Blackwell, 2001) !•*'£
Toplumunun Yükselişi, çev. Ebru Kılıç, Bilgi Ü niversitesi Yayınlan, 2005).
29 Beli, Corning, s. 29; a.g.y., “Social F ram ew ork" 167.
30 Kevin Robins vc F rank W ebster, “Inform ation as Capital: a C ritique of Danid
Bell", The Ideology o j the Information Age içinde, der. Jennifer D. Slack ve Fred
Fcjes (N orw ood, NJ: Ablex Publishing, 1987), s. 9 5 -1 1 7 , 103’te.

178
- E
:= <y
c 3 4; .12
5 cn c '
E *o <u

.S -2 c .** S & c
=5 S 3 -İ ÎT g E
§1 E S!
1 1 £ 2
m
V» ^C M vSi -g15 1_5
o> 2 2
J £ I. •S I %
ı£ o a u. t3

02 0»
£02 ot
J2 4» 01 *2

üretilmiş yeni ilaçlar


• ^ «
R =5 5 ş i s w2
o ~
«J J3 •s *0
.S £
İl S N •—
>Ol >»
ra nj •t oı
«T0 -
4_ ■s a *c& a. -=
|S '5 I f E 02 J3 i/y
-itra
■S e “ ■o- 3 s .£ £ £ T3 C 02
02 "O
c 3 =j ç c — c o£
Toprak, Emek Gücü, Para, Bilgi ve Metalaşma Biçimleri

^ * O° (D g T3 »o>JS n> jj> £ S


Ol
O - 0 2 c
« 12 C £ o f s I
I JS w 5 a »

;= C N _
Sf «Â
2 S c a,
c £ Ol S
ra uc»
ro
•D ~02 o; *= £ a»
X £ro ra i
>» _ <y
.S .İ c £ :§ -O
TABLO 6.1

■8 *
Ili Cc
B I i
1 »• _S«J
•P 53 a,
a oı oi
İ*
5 .E
E E ._ •5? 'g 1
V2 f0 — T 3
« t 1O3l J0
ı- «üJ W
C ■S 02 tabiiyeti
*m >>İ •* cS ^ c E £D E
3 02
a S Ot — 02 • -
E S E » ;n J:a2 5
c %
.t
J0 r—
ı2 2 LU > 02 JÛ > ,D Ol £ «=

c
ra
C —

c
*3 (D
0c2 3 ,£
T3
a ’g> £ I S I -s
c p
çevrilmesi

-3 T3 O g fE |.5 *O -8 ş
:0 02
İ ^ ra 3
o 2 3 £
IO V k £ - >
-* d
m o ra o 5
«î ^İS* Iuı £> 5.
(0
•SC
-= JD
D- S.
2uy *U
1?
5 >cn 2 O
E
a; ‘S
E
£ £ i I. S iü
► o£
12 1 fi -
i3 15

179
de şirketler, bölgeler ya da üretim sistemleri üzerindeki rakiple­
rinden önde gitm eleri yönündeki baskı artar; b u n u n nedeni ye­
nilenm iş teknolojik rantlar ve artan pazar payının, olağanın üze­
rindeki kârların rekabet sonucunda kaybolması yönündeki nor­
mal eğilimini hafifletebilmesidir. Bu ayrıca, bilgi ya da enform as­
yon üzerindeki zayıf tekelleri, bunları teknoloji, standartlar, zım­
ni bilgi ya da yasal olarak kökleşm iş FMH içine yerleştirerek ko­
rum ayı am açlayan girişim leri de teşvik eder. Bu m ülahazalar, her
yeni icadın h er seferinde daha hızlı bir değer kaybına meyilli ol­
masıyla birlikte, serm ayenin bakış açısından enform asyonel dev­
rim in kendi kendini baltalayan karakterini vurgular.
FM serm aye için de çelişkiler su n m ak tad ır; ç ü n k ü h er ser­
m aye b ir y andan bilgi girdileri için b ir karşılık ödem ek istemez,
diğer y andan fikrî çıktıları için fiyat talep etm ek ister. Bu, çe­
lişkinin çok basam aklı ö rn ek lerin d e de fraktal bir şekilde gö rü ­
lür; örn eğ in M icrosoft vs. Linux. M icrosoft’un ticari yazılım ını
beta aşam asında test etm ek için h ack er to p lu lu k la rın ı kullan­
m asına karşılık L inux için katm a değerli hizm etler satan firm a­
lar yer alır. FM biçim inde beliren çatışm a da b u n u n la bağlantı­
lıdır: Bir yandan m addi olm ayan ü rü n ve hizm etlerin üretim in ­
de uzm anlaşan şirk etler için ortalam a kâr oranını, diğer yandan
da yasal bir tekel k o n u m u ü zerin d en olağanın ü stü n d e k âr elde
edilm esini potansiyel olarak garantiler.
Son olarak, BEE’n in ulusal to p lu m lar içinde ve arasında top­
lum sal eşitsizlik ve k u tu p la şm a b ak ım ın d an da b ir takım so­
nuçları vardır. Bilgi işçileri, yaratıcı sın ıf ya da pek vasfı olm a­
yan sem bolik analistler ile akıllı m akineler ve uzm an sistem ler
nedeniyle vasıfsızlaşan diğer işçiler arasındaki büyü yen ekono­
m ik farklılaşm ada b u g ö rü lm ek ted ir. Bu d u ru m , “küresel bir
yetenek savaşı" ve d ü şü k nitelikli m alların ü retim i ile bazı tü­
ketici ya da üretici h izm etlerin ted arikini m aliyetin d ü şü k ol­
d u ğ u yerlere transferiyle pekiştirilir. D aha u z u n vadede bu de­
ğ işik lik ler, k ü resel ö lçek te en fo rm asyon e k o n o m isi ü rü n leri
için talep so ru n ları da yaratabilirdi.

180
Bilgi ve devlet
E nform asyonalizm ile kapitalizm arasındaki potansiyel çelişki­
leri incelem ek BEE’de devletin rolü üzerine d ü şü n m e k için il­
ginç b ir yol su n u y o r. Ö rneğin ü retici güçlerin artan toplum sal­
laştırılm ası (d in a m ik ağ o lu ştu rm a ve ö ğ re n m e b içim lerinde
ifade edildiği üzere) toplum sal üretim ilişkilerindeki kapitalist
hâkim iyetle çatışm az mı? Serm aye, bilgi to p lu m u n u n k u ru l­
m asının ö n ü n d e b ir engel mi o lu ştu rm ak tad ır? E nform asyona­
lizm gelişen ağlar halin d ek i yönetişim biçim leriyle özel d en e­
timi aşın d ırır mı? Bu ve diğer alternatifleri bilginin m etalaşm a-
sındaki farklı d üzeyler b ak ım ın d an inceleyebiliriz.
Ö ncelikle, devletler ilkel bilgi birikim i için gerekli yasal ve
yasam a harici şartların o lu ştu ru lm asın a ya da m ülksüzleştirm e
tehlikesiyle k arşı karşıya olan yerli k ay n ak ların k o ru n m asın a
yardım cı o lu r. Bu d u ru m d a dev letler şu iki b a k ım d a n k u tu p ­
laşmaya m eyillidir: İlk olarak, am m en in k o ru n m ası ya da çev­
rilm esi (ö rn eğ in K uzey-G üney); ikinci olarak, k ü reselden yere­
le çeşitli ölçeklerde FMH ve rejim ler için en uygun biçim ler, il­
kel FM birikim i, kam usal bilginin özelleştirilm esi ve tüm bilgi
biçim lerin in m etalaştırılm asına verdikleri d estek b ak ım ından
bazı devletler diğerlerinden d ah a aktiftir; diğerleriyse fikrî am ­
meyi k o ru m a k , enform asyon to p lu m u n u destek lem ek ve to p ­
lum sal serm ayeyi geliştirm ekle daha fazla ilgilenirler. Bu n o k ­
tada devletler, gerek ülke içinde gerekse dışarıda fikrî am m eye
yerli şirk etler tarafından el k o n u lm asın ı kollam ada ve FMH ya­
salarını değiştirm ede önem li b ir rol oynarlar. E nform asyon ve
iletişim teknolojileri ü rü n leri, bilgi devrim i ve güya yaratıcı sa­
nayilerde rekabet ü stü n lü ğ ü olan ABD federal devletinin, k ü re­
sel ölçekte neoliberal bir bilgi d ev rin ıin in gelişm esinde özellik­
le önem li b ir yeri olm uştu r. T icaretle Bağlantılı Fikrî M ülkiyet
H ak lan (TRIPS) sözleşm esini desteklem esi, ikili ve çok taraflı
ticaret anlaşm aları, şart koşm alar ve FMH ile ilgili ABD çıkar-
lannı kollayan diğer baskılarda bu açık b ir şekilde görülebilir.
İkinci olarak, devletler hayalî b ir m eta olarak bilginin b arın­
dırdığı çelişkileri k o n tro l altına alm aya çalışırlar. “Yaratıcı faa­

181
liyeti teşvik etm e ihtiyacın a karşı fikrî am m eyi k o ru m a ve m u ­
hafaza etm e ih tiy acın ı d engelem eleri gerek ir.”31 “Bilgiye yatı­
rım da toplum sal bakım dan en iyi o lan p o litika” b u rad a tehlike
altın d a d ır.32 Bu ihtiyaç h e r zam an piyasa ü z erin d en belirm ez.
Ö rneğin Polanyi m erkantilist devletlerden şu şekilde bahseder:

Şansölyeleri ile imtiyaz m ahkem eleri her şey bir yana m uha­
fazakâr görünüm d ey di, yeni idare biçim inin bilim sel ru h u ­
nu tem sil ediyorlardı: Yabancı uzm anların g öçünü destekli­
yor, hevesle yeni teknikler telkin ediyor, istatistik yöntemleri
ve kusursuz rapor alışkanlıklannı benim siyor, gelenek ve gö­
renekleri küçüm süyor, zamanaştmıyla kazanılm ış haklara iti­
raz ediyor, kilisenin im tiyazlannı kısıyor ve örf h u k u k u n a al­
dırm ıyorlardı. Yenilik devrimci olm ak için yeterliyse, onlar ça­
ğın devrim cileriydiler.33

Bu gibi k o n u lara nasıl yaklaşırlarsa yaklaşsınlar b ü tü n devlet­


ler, ü zerin d e d o ğ ru d an , hiyerarşik b ir k o n tro l kurm aya çekin­
seler de bilgi ü retim in d e görülen çelişki ve ikilem leri çözm eye
çalışm ak zorundadırlar. Bu, genellikle devletin yenilik ve yayıl­
m a sistem lerini (sosyal serm aye de d ahil) desteklem esi, çeşit­
li “tek n o lo jik ö n g ö rü ” biçim leri, bilgi üretim in e diğer taraflar­
la birlikte iştirak etm e ya da anlaşarak “reh b erlik ” etm e ve uy­
gun yönetişim ötesi yapıların geliştirilm esi aracılığıyla yapılm a­
ya çalışılır.34 Böylelikle devletler farklı ölçeklerde bilgi altyapıla­
rını ve sosyal yenilik sistem lerini destekler; FMH rejim leri ve sa­
nal ortam daki faaliyetler için yeni yönetişim biçim leri geliştirir;
kille üretim i ve tü k etim i çağm a uygun evrensel arz y ü k ü m lü lü ­
ğü olan ulusal hizm et k u ru lu şların d an post-F ordist dönem e uy­
gun, esnek, farklılık gösteren, çok basam aklı yapılara geçişi teş­
vik eder; üniversitelerde yapılan araştırm aları iş dünyasının ih­
tiyaçlarıyla daha uyu m lu hale getirm ek için ve yan ü rü n le r, li-
31 A.C. Dawson, “T he Intellectual Com m ons: A Rationale for R egulation”, Pro­
metheus 16, no. 3 (1998), s. 275-89.
32 Bell, “Social F ram ew ork" 175.
33 Polanyi, Great Transformation, s. 38.
34 Dirk M essner, The Network Society (Londra: Cass, 1998); H elm ut W illke, Su­
pervision des Slaatcs (Frankfurt: S uhrkam p, 1996).

182
sanslama, o rtaklıklar, bilim parkları, sanayi p a rk la n vb. vasıta­
sıyla FM’n in idare ve işletm esi için m üdahale ederler.
Ü çüncü olarak, devletler aynca bilginin m etalaşm asını ve bilgi
ile fikri em eğin üretim e entegrasyonunu desteklerler. Bilgi işçile­
rinin eğitilm esine ve uzaktan öğrenim de dahil yaşam boyu öğre­
nime yapılan artan vurgu, devletlerin aşağı y u k a n doğrudan so­
rumlu oldukları faaliyet alanlarında EİT’n in kullanılm ası ve da­
ha genelde BEE ile enform asyon toplum u için yapılan propagan­
dada b u n u görebiliriz. Devletler özel alanda ve ü çü n cü sektörde
bu stratejileri desteklem ektedir. A ynca yeni teknolojilere (özel­
likle m ikro-elektronik) ve daha esnek üretim biçim lerine dayalı
imalat ve hizm etler alanında esnekliğe gittikçe d ah a fazla vurgu
yapılm aktadır. Böylece, post-Fordist em ek u ygulam alannın dev­
let sektörü n e ve yeni kam u-özel sektör o rtak lık lan n a taşınm ası­
na çalışılıyor. D evletlerin faal olarak desteklediği yeni teknoloji­
ler arasında şu n la r yer alıyor: Enform asyon ve iletişim teknolo­
jileri, im alat teknolojisi, nanoteknoloji, biyoıeknoloji, optoelek-
tronik, genetik m ühendisliği, deniz bilim leri ve teknolojisi, yeni
m alzem eler ve biyofarm asötikaller.
D ö rd ü n c ü olarak, devlet y en ilik için d ah a genel b ir d e ste­
ğin bir parçası olarak yeni bilgi ile geliştirilen teknolojik rant­
ların dinam iğini de ciddi b ir şekilde destekler. Bu, h er yeni ica­
dın h e r seferinde daha hızlı bir değer kaybına m eyilli olm asıy­
la birlikte serm ayenin bakış açısından enform asyonel devrim in
kendi k en d in i baltalayan k arakterini p ekiştirm eye yarar. Ancak
yine de k o n tro l edilen ekonom ik alanlarda geçici avantajlar ve
teknolojik ran tlar da elde edilir. S ü rd ü rü leb ilir ilk ham le avan­
tajları olduğu m ü d d etçe b ir bölge, ülke ya da ü ç lü (triad) için
u zun vadeli av an tajlar g ü çlenebilir. Bu strateji, J a p o n ve Do­
ğu Asya ek o n o m ilerin in büyüyen teh d itlerin e ilişkin yıllar sü ­
ren k aram sarlık tan b eri ABD hegem onyasının yeniden teyidin­
de önem li ve old u k ça belirgin b ir u n su r o lm u ştu r; A m erika’nın
güçlü b ir FM H rejim ine olan bağlılığını da açıklam ada yardım ­
cı o lu r.35 A yrıca te k n o lo jik ra n tla rın rek ab et so n u c u n d a kay­

35 Krş. Bnıce W . L ehm an, “Intellectual properly: America’s Com petitive A dvan­
tage in the 21st C entury”, Columbia Journal of W orld Business 31. no. 1 (1996),

183
bolm a eğilim ine rağm en enform asyon ek o n o m isin d ek i şirket­
ler k âr o ra n la rın ı o rtalam an ın ü zerin d e sü rd ü re c e k se , tekno­
lojik olarak d ah a az gelişm iş sektö rlerin o rtalam anın altındaki
k ârla n sağlam a alm ası gerekir. D aha az k âr eden şirk etler m ali­
yetin d ü şü k olduğu üretim alan lan n a taşınm aya ya da taşeron-
laşm aya m ecb u r edildiği ölçüde küreselleşm enin ardındaki itici
g üçlerden biri de b u d u r; küreselleşm eyle bağlantılı eşitsiz de­
ğişim ve gelişm eye doğru eğilim leri güçlendirir. Ayrıca devlet­
ler ü retk e n serm ayenin hareketliliğini desteklem e ve aksatm a­
da çoğu zam an çelişkili yöntem ler izlerler.

Marx ile Polanyi'nin ötesinde

M arx ile Polanyi’n in h er ikisi de toprak, em ek ve parayı dola­


şım sü recin d e m eta biçim ini alabilecek gayri m etalar olarak gö­
rür. Bu şekliyle, b irer fiyatları vardır; serm ayenin m antığı ger­
çekten m eialarm ış gibi m uam ele edilm elerini gerektirir. Bu gö­
rüşler b ir gayri m eta ve hayalî m eta olarak bilgiye de uyarlana­
bilir. A ncak bilgi bir y a n m eta da olabilir; ayrıca, kapitalist üre­
tim ve dolaşım da soyutlam a süreci sayesinde kurgusal serm aye
için b ir tem el sağlayabilir. D olayısıyla bu görüş de Polanyi’nin
söz k o n u su “üç ü retim fak tö rü n e” ilişkin analizinin sınırlam a-
lan m g österm ek için to p rak , em ek gücü ve paraya uyarlanabi­
lir. Ç ü n k ü b u gayri m etalara sanki g erçekten m etalarm ış gibi
davranm ak o nları piyasa g ü çlerin in m antığına tâbi kılan özel
etkilere yol açar; hatta “kurgusal serm ay enin” tem eli olm aları­
na im kân tanır.
M arx ve Polanyi m ev cu t “enform asyonel kap italizm ” ya da
“BEE” d ö n e m in d e n ziyade en d ü striy el ve finansal kapitalizm
(yanıltıcı b ir şekilde hâk im ü retim faktörleri açısından tanım ­
lan m ışlard ır) d ö n em in d e yazm ışlardır. D olayısıyla bilgiye ka­
p italist b ir m eta gibi d avram lm asınm çelişkili b o y u tların a bu­
g ü n için g erek li o la n d a n d ah a az ilgi g ö sterm işlerd ir. M arx,
özellikle de Grunclrisse'de, özel tem ellük ve değer biçm eye m ü-

s. 6-16 ve Dan Schiller, Digital Capitalism: Networking the Global M arket Sys­
tem (C am bridge, MA: MIT Press, 1999).

184
sail olm ayan s ta n d a rt bir üretim faktörü olarak “genel zekâ” ya
da bilginin önem in i Lartışırken ilginç bir şekilde b u çelişkilerin
bazı y ö n lerin i belli belirsiz tan ım la m a k ta d ır.36 D aha da ilginç
bir şekilde P olanyi’n in kardeşi M ichael, bilim sel yenilikte zım ­
ni bilginin oynadığı rol ve “bilim c u m h u riy e tin in ” karşılıklı ö r­
gütlenm esi ü zerin e önem li d eğ erlen d irm eler y aparak, bilim in
devlet planlam asına ve b ir dereceye k ad ar da kâra yönelik, pi­
yasa dolayım lı b ir m antığa tabiiyetinin yenilikler için kapasite­
yi nasıl zayıflatabileceğine, hatta engelleyebileceğine değinir.37
K apitalist b ir BEE’n in bu sınırlam alarını kabul ediyorsak do­
ğayı ve insan yaratıcılığını yeniden ahlakileştirilm iş b ir to p lu ­
m un için y erleştirm e ihtiyacını, M arx ve Polanyi gibi, kabul et­
m em iz g erek m ek ted ir. Siyasal iktisadın eleştirisi, siyasal eko­
lojiyi de içerecek şekilde genişletilm eli ve yeni bir ahlâki eko­
nom i ile birleştirilm elid ir. Bell’in ek o n o m ik le ştire n ve sosyo­
lojikleştiren m an tık lar arasında yaptığı ayrım ı göz ö n ü n d e tu ­
tarsak, bir BEE’d en bilgi eksenli b ir to p lu m a geçişi talep etm ek
cazip g ö rü n m e k le d ir. A ncak B üyük D önüşüm 'û y en id en o k u ­
yup anlattık ların ın k üresel neoliberalizm o rtam ın d a tek rar edi­
şi üzerin e d ü şü n ü rse k , gerek insanlığın bilgi b irik im ine gerek

36 Karl Marx, Grundıisse (H arm ondsw orth: P enguin), s. 703 vd [Grundrisse, çev.
Sevan N işanyan, Birikim Yayınlan, 2008). Nick D yer-W ilherford, M arx'm tezi­
ni kısaca şûyle özetler: “Sermaye, bilimsel bilgi ve toplum sal işbirliğinin güçle­
rini harekete geçirerek sonuçta kendi kuyusunu kazar... Ö ncelikle, m akineler
ve örgütlenm ede görülen ilerlemeler üretim de doğrudan em eğe duyulan ihtiya­
cı azalttığından, insanlann em ek güçlerini salm a ihtiyacı - k i bu, kapitalist d ü ­
zenin tem elini o lu ştu ru r- sistem atik olarak aşınır. Bu gelişm eler bireysel em ek
zam anı ile ö rgütlü bilim in harekete geçirdiği güçler arasında 'devasa bir oram ı-
sızlık' yaratır... İkinci olarak... teknobilim sel gelişme için gereken faaliyetin git­
tikçe artan toplum sal doğası bireysel çaba tem elinde değil de daha kapsam lı bir
işbirliği gayreti şeklinde ortaya çıkar. Bu durum , iletişim ve ulaşım ağlarının ya­
yılıp b ü tü nleşm esinin d e etkisiyle daha da açık bir hal aldığında, çalışma za­
m anının m ünferit bir m iktarının hem özel m ülkiyeti hem de b u nun için yapı­
lan ödem e toplum sal kaynakların tam kullanım ının ön ü n d e gittikçe daha fazla
konu dışı engeller olarak belirir. Otom asyon ve sosyalizasyon bir araya gelince
ücretli em ek ile özel m ülkiyeti bir yana bırakm a im kânını -v e ihtiyacını- yara­
tır.”, Cyber-Marx (U rbana. IL: University of Illinois Press, 1999). s. 484-85 [Si-
ber Marx, çev. Ali Çakıroglu, Aykırı Yayınları, 20041.
37 M ichael P o lan y i, Personal Know ledge (L ondra: R o u tled g e & K cgan Paul,
1958), s. 65, 375-76; a.g.y., Knowing and Being (Londra: Routledge & Kegan
Paul, 1969), s. 50, 56. 82,' 143-44.

185
k o lek tif iyi niyete d ay an an bilgelik eksenli bir toplum talep et­
m ek d ah a isabetli olur. A slında yanlışlıkla Cree yerlilerinin Şe­
fi Seaıtle’a atfedilen am a yine de m etalaşm anın sınırlarını gös­
teren şu bilge sözlerde b u ihtiyacı görebiliriz:

Ancak son ağaç kesildikten sonra


Ancak son nehir zehirlendikten sonra
Ancak son balık avlandıktan sonra
Ancak o zam an paranın yenilebilir olmadığını anlayacaksınız

186
7
N eolib eral D ü n yad a Bilim in T icarileşm esi*
G ürol Irzik

Giriş

Büyük Dönüşüm u n ü n lü bir pasajında Kari Polanyi şöyle der:

“Ama em ek, toprak ve para, açıkça görülebileceği gibi, m e­


ta d eğ illerd ir ; alınıp satılan her şeyin satılm ak üzere üretilm iş
olduğu yolundaki önerm e, bu unsurların d urum unda geçerli
değildir. Başka bir deyişle, am pirik m eta tanım ına göre, bun­
lar m eta değildirler. Emek, yaşamla at başı giden insan faali­
yetine verilen bir başka addır. Satılmak üzere değil, bütünüyle
değişik nedenlerle ortaya koyulur ve yaşam ın diğer yönlerin­
den ayrılmaz, saklanm ası veya işletilmesi olanağı yoktur; top­
rak yalnızca doğanın başka bir adıdır, insan tarafından ü re­
tilm em iştir; nihayet para, yalnızca satın alma gücünün kural
olarak hiçbir zaman üretilm eyen, bankacılık sistemi ve devlet
m aliyesince düzenlenen bir sim gesidir. Hiçbiri satılm ak üze­
re üretilmez. Emek, toprak ve paranın m eta tanımı bü tü n ü y ­
le hayalîdir.”'

f*) Bu m akalenin daha önceki versiyonlan 2003 D ünya Felsefe K onferansında ve


2005 10. Uluslararası Kari Polanyi Konferansı’n d a su nuldu. Değerli yorum ia-
n için S tephen Voss, Robert Nola, Dem et Yuncu ve bu kitabın editörlerine te­
şe k k ü r ederim . T ürkiye Bilimler Akadem isi’ne de desteği için m üteşekkirim .
1 Kari Polanyi, The Great Transformation (Beacon Hill: Beacon Press, 1957), s.
52, vurgu orijinal.

187
P o lan y i, 19. y ü z y ıld a g elişen k e n d i k u ra lla rın a g ö re işle­
yen p iyasanın, sanayi kapitalizm i için başlıca ü retim u n su rla­
rı olan em ek, to p ra k ve p a ra n ın m eta old u ğ u hayalî etrafında
ö rg ü tlen d iğ in i ayrıntılı b ir şekilde gösterm iştir. Bu hayal olm a­
dan , sanayi kapitalizm i de v ar olam azdı. Polanyi to p rak , emek
ve p a ran ın m etalaşm asının in san ların geçim kaynaklarını, lop-
lu m larım ve çevreyi y o k edeceğini de savunm uştu r:

“Ç ünkü sözde m eıa em ek, bu özle m etanın sahibi olan insa­


nı etkilem eksizin sağa sola taşınamaz, istenildiği gibi kullanı­
lamaz, haua kullanılm adan bırakılamaz. İnsanın em ek gücünü
kullanırken, sistem , aynı zamanda, bu etikete yapışık fiziksel,
psikolojik ve ahlâki bir birim olarak ‘insanı* da kullanm ak duru­
mundaydı. Kültürel kunım lann koruyuculuğunu yitiren insan­
lar, m aruz kaldıkları sosyal etkiler altında yok olabilir, günah,
sapıklık, cinayet ve açlığın yol açtığı şiddetli sosyal çözülmele­
rin kurbanları olarak ölüp gidebilirlerdi. Doğa ilkel unsurlara
indirgenir, çevre bozulur, nehirler kirlenir, askeri güvenlik teh­
likeye girer, yiyecek ve hammadde üretm e gücü yok olurdu."2

K apitalizm in b u g ü n yeni b ir aşam aya geçtiğine genel olarak


inan ılm ak tad ır, bu aşam a “sanayi so n rası”, “enform asyonel" ya
da “bilgi ek sen li” gibi çeşitli adlar altın da tanım lanıyor. Hâkim
varsayım u z m a n lık b ilg isin in , k ap italist e k o n o m in in bu yeni
aşam asında daha fazla olm asa da en az em ek, toprak ve para ka­
d ar önem li b ir ü retim u n su ru olduğu yö n ü n d e. U zm anlık bilgi­
si h er şeyden önce bilim sel bilgidir, ç ü n k ü esas kaynağı bilim ­
dir. Bu ise bilim sel bilginin de b ir “hayalî m etaya” d ö n ü p dön­
m ediği ve eğer d ö n d ü y se bu m etalaşm anın ne tü r so n u ç la n ol­
duğu so ru su n u g ü n d em e getirm ekledir.
Bu b ö lü m d e y u k a rıd a b a h sed ilen s o ru n la rı d ah a geniş bir
açıdan ak adem ik bilim çerçevesinde tartışm ak istiyorum . Ben­
ce bilim sel bilginin m etalaşm ası m eselesi daha b ü y ü k bir sorun
olan, b ir b ü tü n olarak bilim in ticarileşm esi ile birlikte ele alın­
m alıdır. Ö ncelikle “b ilim ” kavram ına açıklık getirip, sonra bi­
lim in ticarileşm esine yol açan teknobilim sel, ek o n o m ik ve lııı-
2 A.g.c.,s. 73.
188
kuki gelişm eleri kısaca özetleyeceğim . Bilimsel bilgi ya da b u ­
luş, p ate n t ve lisans gibi fikrî m ülkiyet h a k la n ile m eta olarak
m uhafaza edilm ektedir. A ncak bu h akların varlığı “bilgi ek o n o ­
m isinin” de ö ncesine dayanm aktadır. Bu n ed en le bilim sel bil­
gi ve b u lu ş açısından fikrî m ülkiyet rejim inin gelişim ini ve de
ikisi arasındaki değişen sınırları incelem ek y erin d e olacaktır.
T icarileşm enin b ir so n u cu olarak saygm bilim k ü ltü rü n ü n ve
özellikle de bilim in değer yapısıyla toplum sal işlevinin radikal
bir şekilde d eğişm ekte oldu ğ u n a değineceğim . A kadem ik bili­
m in ticarileşm esi ve b u n u n sak ın calı etk ileri çoğu d isip lin d e
değişen ölçülerde görülse de en çok, ABD’de uygulandığı şek­
liyle, biyotıp alan ın d a dikkati çekm ektedir. G erek b u nedenle
gerekse alan ve kapsam darlığından dolayı bu çalışm a ABD’deki
biyoup araştırm alarıyla sınırlı olacak.

Kavramsal açıklama

Bilim, bilim sel bilgi ve te k n o lo jik b u lu şa o d ak lan acağ ım d an


öncelikle b u n larla neyi k astettiğim i de açıklığa k av u şturm am
gerek. D etaylı b ir açıklam ayı gerekli g ö rü y o ru m , ç ü n k ü “b il­
gi e k o n o m isi” lite ra tü rü n d e “b ilim ” ve “bilgi” terim leri ayrım
yapılm aksızın ve de ya çok sınırlı ya da ço ğ u n lu k la çok genel
olarak ele alm ıyor.3 Ben “bilim le”, b ir eylem ve d ü şü n ce siste­
mi kadar b ir toplum sal k u ru m u da kastediyorum . Bir eylem ve
düşünce biçim i olarak bilim , h er şeyden önce d o ğ an ın m erak­
tan dolayı incelenm esidir. Bilim, bilişsel so ru n la r ve araşurm a
gündem leri; y ö ntem ler; bilişsel am açlar (özellikle bilgi, tahm in
ve açıklam a); b u am açları hedefleyen p ratik ler (gözlem , deney,
test, kayıt gibi); etos (bilim sel faaliyete reh b erlik eden bilişsel
ve etik n o rm la r) ve nihayet yine bilgi gibi son ü rü n le ri içerir.

3 Û m e k verm ek gerekirse, “bilgi ekonom isi" üzerine ilk yazan isim lerden biri
olan ün lü iktisatçı Fritz M achlup "bilgi" ile "bilimsel bilgi" arasındaki aynm ın
kendi am acına uym adığını d ü şü n ü r, F. M achlup, Tlır Production and Distribu­
tion o f Knowledge in the United Slates (Princeton: P rinceton U niversity Press,
1962), s. 16. M achlup. bilgiyi o kadar geniş kapsam lı tanım lar ki, dinsel vaaz­
lar ile kilise o k u lu dersleri bile bilgi olarak adlandırılır (n.g.e., s. 23). Dolayı­
sıyla, kiliseler bilgi üretim inin yer aldığı k u ru m lar olarak belirir!

189
Bilimsel bilgi, bilim in yöntem leri ile edinilm iş olm ası ve dola­
yısıyla d o ğ ru lu ğ u n u n kanıtlanm asıyla ya da aşağı yukarı doğru
olm asıyla salt inan ç ya da g ö rü şten ayrılır. Tem el olarak iki şe­
kilde görülür: Ö nerm esel bilgi (“G enlerin kalıtım birim leri ol­
duğunu b iliy o ru z”) ve beceri bilgisi (“G enlerin b irb irin e nasıl
bağlanacağım biliy o ru z”).4
K urum olarak bilim , b ü y ü k ölçüde özerkliğe sahip, karm a­
şık b ir toplum sal o lu şu m d u r: K endine özgü üye kabulü, itibar,
terfi, ö d ü l ve ceza sistem i vardır. Başlıca bilgi ü re tim alanları
olarak araştırm a m erkezleri, laboratuarlar, akadem iler ve özel­
likle de ü niversiteleri kapsar. Bu alanların varlığı sadece yüklü
m ik tard a paraya değil, ayrıca davranışları belirli bilişsel, etik ve
sosyal-kurum sal n o rm la r ve değerler tarafından yönlendirilen
iyi eğitilm iş çok sayıda insana (bilim in sanlan ve teknisyenler)
dayanır. Bilim, in san lan bilgilendirerek, toplum sal açıdan fay­
dalı bilgi ü re te re k ve sağlık, çevre vb. genel çıkarı ilgilendiren
k o n u lard a bağım sız ve eleştirel bir ses sağlayarak k am u çıkar-
la n n a hizm et eder; b u sayede bilim toplum sal m eşruiyet edinir.
Tem el ya da tabii bilim ler, bilim in p ratik soru n lara uygulan­
ması olan uygulam alı bilim lerden genellikle ayrılır. U ygulam a­
lı bilim ler, tekn o lo jik b u lu şlar açısından tem el b ir rol oynayan
b ir m ü h e n d islik tü rü o larak d ü şü n ü le b ilir. S onraki bölüm de
görüleceği gibi, m ü h en d islik , bilim ve teknoloji tarih in d e göre­
celi olarak yeni b ir gelişm e. T eknoloji ise hem genel olarak uy­
gulam alı bilgiye (sadece uygulam alı bilim sel bilgi olm ası gerek­
m ez), hem de araba, bilgisayar, cep telefonu gibi ü rü n le re işa­
ret eder. Dolayısıyla uygulam alı bilim , tek n o lo jin in bir alt türü
olarak görülebilir. Bu h u su sla n göz ö n ü n d e b u lu n d u ra ra k ö n ­
celikle bilim in ticarileşm esini m ü m k ü n kılan başlıca gelişm ele­
ri özetlem ek istiyorum .

4 H er iki bilgi tü rü dc bir özne (bilen) ile bir nesne (bilinen) arasındaki ilişkiyi
ifade eder. Bu nedenle, bilgi insanlardan ve onların yaratıcı em eklerinden ay­
rılam az. Bu ise kelim enin tam anlam ıyla m etalaşan şeyin bilgi değil de onun
k o d lan ab ilir enform asyonel içeriği olduğu anlam ına gelir. T artışm ayı uzun
tutm am ak için kısaca “bilginin m eıalaşm ası" olarak ifade edeceğim ; ancak bu
ifade söz konusu açıklam a doğrultusunda anlaşılm alıdır.

190
Ticarileşmeye giden yol

Yaygın k a n ın ın ak sin e, tem el b ilim ler ile tek n o lo ji çok u z u n


bir s ü re d ir b irb irin d e n ayrı k u ru m la rd ır. 19. y ü z y ılın ik in ­
ci yarısına k ad ar tekn o lo jik b u lu şlar bilim sel teo rilerd en fay­
dalanm adan g erçekleştirilm iştir; bilim insanları ile zan aatk ar­
lar farklı eğitim ler alan ve birbirleriyle p ek de etkileşim e gir­
m eyen iki ayrı to p lu lu k o lm u ştu r. T em el bilim ler ile teknoloji
arasındak i kesk in ayrım ın varlığı bilimsel bilgi ya da k e şif (m e­
sela doğa k a n u n la rı ile d o ğadaki çeşitli m ad d elerin n itelik le­
rine ilişk in ) ile teknolojik buluş (ü rü n le r ve sü reçlere ilişkin)
ara sın d a da n isp e te n belirgin b ir ay rım a işaret etm iştir. H u ­
kuksal açıd an b u d u ru m , en azın d an 19. yüzyıldan beri, tek­
nolojik b u lu şla rın aksine bilim sel bilginin patentlenem eyeceği
anlam ına gelm iştir; bilim sel bilgi kam usal m al o larak d ü şü n ü l­
m üştür. Bilimsel bilgi ayrıca re k ab etten bağm ışız g ö rü lm ü ştü r;
bir kez ü re tild i m i, ö tek ilerin tasarru fu n u b ir kayba u ğ ratm a­
dan herk es faydalanabilir, yani tü m in sanlara açık tır, kim seyi
dışarıda bırakm az. Bilimsel bilginin bu n itelik leri o n u n m eta-
laşm asını engellem iştir, ta ki bilim sel bilgi ile tek n o lo jik buluş
arasındaki a y n ın ın , tek nobilim sel, siyasal, e k o n o m ik ve yasal
gelişm eleri içeren bazı k arm aşık e tk e n le rd e n dolayı b u la n ık ­
laşm asına kadar.
Tem el b ilim ler ile teknoloji 19. yüzyılda b ilim in uyg ulam a­
lı hale gelm esiyle, yani bilim sel teo rilerd en elde ed ilen bilim ­
sel b ilg in in d o ğ ru d a n tek n o lo jik am açlar için k ullanılm asıyla
birleşm eye başlam ıştır. Sonuç olarak, bilim sel eğitim sayesin­
de b ir h a y li u z m a n la şm ış bilgi ile d o n a n m ış, m ü h e n d is ola­
rak a d la n d ırıla n yeni bir u z m a n g ru b u o rtay a çık m ıştır. 19.
yüzyılın ik in ci yarısıyla 20. yüzy ılın b aşların d a tem el bilim ci­
ler de p ra tik so ru n la rın ç ö z ü m ü n d e g ittik çe d ah a fazla yer al­
m ışlardır.
Bu evliliği iki yıkıcı tarihsel olay teşvik etm iştir: İki dünya sa­
vaşı. Ö rneğin Birinci D ünya Savaşı’nda kim yacılar kim yasal si­
lah ü retim i için seferber edilm iştir. İkinci D ünya Savaşı’nda ise
farklı d isip lin lerd en binlerce bilim insanı, m ü h e n d is ve teknis­

191
yen ü n lü “M an h attan Projesi" kapsam ında atom bom bası yap­
m a am acıyla b ir araya g etirilm işlerdir. Bu son ö rn e k bilim in
sosyal ta rih in d e iki n e d e n d e n ö tü rü bir d ö n ü m n o k ta sı o lu ş­
tu ru r: İlk o larak , h ü k ü m e tle r askerî ve siyasal am açlar açısın­
dan bilim in sah ip o ld uğ u devasa gücü fark etm iş ve so n u ç ola­
rak teknolojik yeniliklere im kân tanıyabilm esi için bilim e y ü k ­
lü m ik ta rla rd a p a ra a k ta rm ış tır. B unu, B irleşik D ev letler’de
araşıırm a-geliştirm e (Ar-Ge) h arcam alarının GSYH'deki payın­
dan izleyebiliriz: 1940’da yüzde 0,2; 1945’te yüzde 0,7; 1965’te
yüzde 3 ve 1965’teki bu en yüksek n ok tad an sonra aşağı yuka­
rı sabit b ir seviye o larak görü len 2000’deki yüzde 2,6’lık pay.
Bu o ran lar sadece yirm i senede on beş k at artışa, altm ış sene­
de ise o n üç k a t artışa işaret eder. ABD ek o n o m isin in b ü y ü k ­
lüğü d ü şü n ü ld ü ğ ü n d e bu, çok y üklü m iktarda bir paraya teka­
bül etm ek ted ir.5
İkinci olarak, bilim “b ü y ü k bilim e”, y an i çok sayıda bilim in­
san ın işb irliğ in i g e re k tire n pahalı bir faaliyete d ö n ü şm ü ştü r.
G eniş an lam d a tanım landığı şekliyle bilim insanları, h e r on beş
yılda ikiye katlan an hızlı b üyüm e oranlarıyla tü m profesyonel­
ler içinde en h ızlı gelişen g ru p tu r.6 Bu hızlı artış, gelm iş geçmiş
tüm bilim in sa n la rın ın yüzde d o k sa n ın ın b u g ü n hâlâ hayatla
olm ası gibi şaşırtıcı b ir istatistikle tezahü r etm ektedir!
Bu ş a r tla r a ltın d a b ilim e dayalı te k n o lo jile rin b ir d e y iş­
le “te k n o b ilim le re ” d e v rim c i b ir şe k ild e d ö n ü ş ü m ü k a ç ın ıl­
m azdı; h a k ik a te n de geçen birkaç on yılda bazı teknobilim ler,
özellikle de b ilg isay ar bilim i ve tekn olojisi, iletişim ve enfor­
m asyon tek n o lo jileri, g e n e tik m üh en disliği ve b iyotıp d ü n y a­
yı so n su za d e k değiştirdiler. Ç arpıcı birkaç ö rn e k verm ek ge­
rek irse, ilk k işisel bilgisayar 1976’da ü re tild i, cep telefonları
ile radyotelefon şebekeleri 1980’lerin b aşlarında geliştirildiler,
İn te rn e t ise b u n d a n sadece on beş sene önce o lu ştu ru ld u ; ilk

5 Bu rakam lar to p lam Ar-Ge yüzdelerini gösterm ektedir; ancak. Bilim ve M ü­


h en d islik E ndeksi’ne şöyle b ir bakarsak tek başına akadem ik Ar-Ge için de
benzer bir eğilim görürüz.
6 Jam es E. M cClellan vc H arold D om , Science and Technology in W orld His lory
(Baltim ore, MD: Jo h n s H opkins U niversity Press. 1999), s. 359. [Dünya Tari­
hinde Bilim vc Teknoloji, çcv. H aydar Yalçın, A rkadaş Yayınlan, 2006]

192
tüp bebek 1978’dc d o ğ d u , b ir can lın ın ilk kez başarıyla klon-
lanması (D olly a d ın d a k i k o y u n ) ise 1997’de gerçekleşti. N ere­
deyse d ü n denebilir.
ABD P aten t Yasası’n ın belirli b ir y o ru m u eşliğ in d e gelişen
tek n o b ilim lerin ö n em li b ir so n u c u d a bilim sel keşif/bilgi ile
teknolojik b u lu ş arasındaki ayrım ın belirsizleşm esi o lm uştur.
Yaşam b iç im le rin in p aıe n ıle n m e si yeni b ir şey değil. M esela
I873’de P asteu r’e m aya k ü ltü rü için ABD tarafından b ir patent
verilm iştir. A ncak bu p a te n t ferm antasyon sü recin d ek i m ikro­
organizm alara ilişk in d ir, organizm aların k en d isin e değil. Shel­
don K rim sky’n in d e belirttiği gibi, “kim se o rg an izm alar üze­
rinde, bir b u lu şta kullanılm a şekillerinden bağım sız olarak te­
kelci k o n tro l id d ia e d e m e z d i.”7 A n cak 1 9 8 0 ’d e D iam ond v.
Chalırabarty'ye ilişk in tem yiz m ah k em esi kararıyla b u d u ru m
büyük ö lçü d e d eğ işti; söz k o n u su k a ra rla h em in sa n yapım ı
canlı organizm aların hem de genetik m ateryalin k en d isinin pa-
tenilenm esinin ö n ü açıldı. Tem yiz m ahkem esi d ö rd e karşı beş
oyla, doğa yasaları, fiziksel olgular, so y u t d ü şü n c e le r ile yeni
keşfedilen m in erallerin paten denem eyeceği, fakat yapay olarak
oluşturulan m ikroorganizm aların ABD P atent Yasası 35. başlık
U.S.C Bölüm 101’e göre patentlenebileceginde k arar kıldı; ya­
sanın b u h ü k m ü n e göre, “h er kim yeni ve faydalı b ir sü reç, m a­
kine, ü rü n ya da bir m addenin bileşim ini icat ed er veya keşfe­
derse veyahut bun ları yeni ve faydalı bir şekilde geliştirirse bu
bölüm ün şartların a tâbi bir p aten t ed in eb ilir.” Böylece ham pet­
rolü çözebilen, genetik m ühendisliği ile geliştirilm iş bir bakte­
ri için o n u ü re te n süreçten bağım sız olarak p aten t verilm iştir.
Çoğu fikre göre bakteri doğada başka şekilde b u lu n m ay an fay­
dalı bir “ü r ü n ” ya da “m adde bileşim iydi.”
Bundan sadece sekiz sene sonra Birleşik D evletler Patent ve
M arka D airesi (U SPT O ) H arvard Ü n iv e rsite si’ne la b o ra tu a r­
da kanser araştırm ası için kullanılan “o n com ouse" adlı genetik
olarak değiştirilm iş canlı bir hayvan için ilk kez b ir p a te n t ver­
di. Bu. yeni bir d ö n em in başlangıcı o lm u ştu r. Yeni bin yıla gi-

7 Sheldon K rim sky, Science in the Private Interest (L anham , MD: Rovvman &r
Littlefield 2003), s. 62.

193
rerken “USPTO, altıd a b iri insan geni olan yaklaşık 6.000 gen
için p a te n t d ağ ıttı.”8 G enlerin p aten tlen m esin e izin v eren ge­
rekçe benzerdi: G enom içinde b ir geni b u lm ak ve ayrıştırm ak
zekâ ve beceri ister; doğada dizilim i belli gen b u lu n m az, çü n ­
kü yapay olarak arıtılm ası gereken lüzum suz n ü k le o tid le r içe­
rir; ayrıca potansiyel y a ra n vardır.
Hayvan ya da in san g en o m ların ın dizilim i hangi kategoriye
girer, “bilim sel keşil/bilgi” m i, “tek n o lojik b u lu ş” m u? Bu tür
bir dizilim in p aten d en m esi ne anlam a geliyor? G enlerin patent-
lenm esine izin verilm esi, keşif/bilgi ile b u luş arasındaki aynm ı
kam usal bilginin alanını daraltacak şekilde bulanıklaştırm akta-
dır. Krimsky bu h u su su etkileyici b ir biçim de şöyle açıklar:

“(USPTO’nun genleri patentlemcj karan, sonuçta her gen dizili­


mi araştırmacısını, istemeyerek normal genetik bilimini girişim­
ciliğe ve temel biyolojik bilgiyi de fikrî mülkiyet alanına sokan
bir ‘mucit’ ya da patentlenebilir bilgi kaşifi’ haline getirmiştir.’’9

T e k n o b ilim le rin o rtay a çık ıp gelişm esi, tem yiz m ah k em e­


si k a ra n , p aten ılem ed e ve eko n o m i p o litikasında g ö rü le n bu­
nu tak ip ed en gelişm eler; b u n la rın h ep si küreselleşm e olarak
adlandırılan olguyla ve yetm işlerin o rta la n n d a başlayan sözüm
ona “bilgi e k o n o m ile rin in ” k u ru lm a sıy la aynı za m an a denk
gelm iştir. C ö m ert k ârlar sağlayan icatlar geliştirm eleriyle tek-
nobilim ler, k ü reselleşen b ir piy asan ın taleplerine kolayca ce­
vap verm e p o tan siy elin e sah ip o lm u ştu r. Hiç şü p h esiz bu ne­
denle hızla ticarileşm işlerdir.
Ekonom i politikası düzeyinde b u değişikliklere Reagan yöne­
timiyle başlaulan am ansız neoliberalizm ve özelleştirm e girişim ­
leri eşlik etm iştir. Federal b ü tç e le rin in kesilm esinden korkan
Am erikan üniversiteleri özel sektörle d aha güçlü bağlar kurm a­
ya yönelm iştir. ABD’n in “bilgi ekonom isindeki” rekabet gücüııû
artıracağı u m u d u y la h ü k ü m et, b u iki kesim arasındaki işbirliği­
ni geliştirm ek için b ir dizi yasa çıkarm ışür. B unlardan en önem ­
lisi o lan 1980 tarihli Bayh-Dole Yasası, kü çü k işletm eler, ııniver-

8 A.g.c., s. 66.
9 A.g.c.. s. 69-70.

194
siteler ve diğer k âr am acı gütm eyen örgütleri işbirliği yapm aya
teşvik edip, bunlara kam u tarafından fonlanan araştırm aların so­
nuçlarını patentlem e hakkı tanım ıştır. Bu yasaya ek olarak üni-
versite-sanayi ilişkilerini geliştirm ek için seksenler boyunca bir
dizi başka yasal düzenlem e daha yapılır: 1980 Sıevenson-W yd-
ler T eknolojik Yemlik Yasası, 1981 E konom ik Düzelm e için Ver­
gi Yasası, 1984 Ticari M arka İzah Yasası, 1986 Federal Teknoloji
T ransfer Yasası vd. 1987’de Bayh-Dole Yasası b üy ü k firmaları da
kapsayacak şekilde yürütm e kararıyla değiştirilir.
Bu yasal düzenlem elerin ardındaki m antık tam am en ticaridir.
Üniversiteler ile sanayi arasında işbirliği, özellikle de ilkinden öte­
kine teknoloji transferi desteklenm iştir. Bayh-Dole Yasası’ndan
önce ABD federal h ü k ü m e tin in yaklaşık olarak 30.000 paten ­
ti vardı, ancak bunların yalnızca çok azı (kabaca yüzde 5’i) yeni
ü rüne im kân tanım ıştır. Federal hüküm etin söz konusu buluşla­
rı ticari bir kullanım a dönüştürm eye yetecek kadar kaynağı olm a­
mıştır. Yasa sayesinde üniversitelerin sanayinin işbirliği ile fede­
ral h ü k ü m etin yapam adığını yapm ası u m u t edilm iştir. Gerçekten
de üniversiteler olum lu sonuç verdi; yasanın yürürlüğe konduğu
tarihten itibaren yirmi yıldan daha az bir süre içinde üniversitele­
rin sahip olduğu patent sayısı on kat artm ış, aynı dönem de top­
lam patent sayısı ise sadece iki kat artış gösterm iştir.10
Y üklü m ik tarlard a fon karşılığında, ü niv ersiteler özel firm a­
lara b ir y an d an u zm an işgücü, lab o ratu v ar ve ekipm an sağla­
mış, bir yan d an da bilim sel araştırm aların so nu çlarına öncelikli
ya da im tiyazlı erişim hakkı ile p aten tlerin m ülkiy etini kısm en
ya da tam am en su n m u ştu r. Bir y an d an ü n iv e rsite d e k i pozis­
yonlarını m uhafaza edip üniversite idaresince destek lenen bir­
çok bilim insanı b u firm alara d anışm an, CEO (icra başkanı) ya
da ortak olm u ş, bazıları da k en di şirketlerini k u ra ra k tam anla­
m ı ile m ilyonlarca d o lar para k azan m ıştır.11 Kısaca, üniversite­
ler girişim ci olm u ştu r.

10 Sheila JasaııolT, Designs on Nature (Princeton, NJ: Princeton U niversity Press,


2005), s. 235.
11 M. Kentıy, Biotechnology: The University-Industrial Complex (N ew Heaven, CT:
Yale U niversity Press, 1986).

195
Herkesin kazançlı çıktığı bir mucize mi?

G ö rü n ü şte herk es bilim in ticarileşm esinden kârlı çıkıyor. Ü ni­


versiteler sek tö rd en cö m ert fonlar edinip tek başlarına sahip ol­
d u k ları ya da paylaştıkları p aten tler için telif ücretleri alıyor; bi­
lim insanları bu ticarileşm e sayesinde hem araştırm alarını des­
tekleyecek hem de para k azan m alan n ı sağlayacak yeni olan ak ­
lar buluyor; özel firm alar yeni icatlara serm aye yatırarak karla­
rını artırab iliy o r ve son olarak da k am u başka türlıi geliştiril­
m eyecek olan yeni ilaç ve tedavilerden yararlanabiliyor. Kısa­
cası, b ir m ucize gerçekleşm işe benziyor.
A ncak gerçek şu ki bilim in ticarileşm esinin b ü y ü k b ir m ali­
yeti var. Bilim neredeyse h er açıdan o lu m suz etkilenm ektedir.
B aşlangıçta P olanyi’d en yaptığım ız alıntıyı şöyle değiştirirsek
abartılı olm az: Bilimsel bilgi, üreticileri o lan üniv ersiteleri ve
bilim in sa n la n n ı etkilem eksizin sağa sola taşınam az, istenildiği
gibi kullanılam az, h atta k ullanılm adan bırakılam az. Bilim insa­
nının en telek tü el yaratıcı g ü c ü n ü k u llan ırken, sistem , aynı za­
m anda, b u etik ete yapışık psikolojik ve ahlâki bir birim olarak
“bilim in sa n ın ı” da k u llan m ak d u ru m u n d ad ır. Eleştirel özerk­
liğini ve toplum sal faydasını yitiren bilim , toplum sal m eşruiye­
tini yitirerek nihayet yıkım a uğrar.
Ö ncelikle araştırm a so ru n ların ı ve g ü n d em lerin i ele alalım .
G enel olarak b u n lar, teorik ilgi ve entelektüel uğraştan geçm iş
bilim sel başarılara ve k am u çıkarına k ad ar çeşitli b o y u d a n olan
karm aşık b ir sistem içinde şekillen ir ve ö n em sırasına konulur.
Bazı so ru n lar, d iğ er başka so ru n la n n çö zü m ü için kilit önem de
o lm alan ve dolayısıyla d ah a fazla en telek tüel tatm in sağlam ala-
n nedeniyle ilgili bilim to p lu lu ğ u tarafın dan diğer so ru n lard an
çok d ah a fazla ilginç b u lu n u p , b u n lara ö n celik tanınabilir. Ba­
zı s o ru n la r d a basitçe disiplinin tarih in d en m iras kalır; disipli­
nin kim liği ve gelişim i açısından elzem dir. Bazıları ise çevresel
faktörler ya da k am u sağlığı nedenleriyle daha acildir. Ö nceki
b ölü m d e ö zetlen en politikalar, üniv ersiteleri sanayi ile olan iş-
b irlik lerin d e araştırm aları p alen tlen eb ilir ve ticari açıdan k âr­
lı olana yönlen d irm ey e itiyor. Sonuç olarak araştırm a k o n u la n

196
bilim sel değer ya da sosyal fayda yerine gittikçe d ah a fazla ticari
çıkarlar tarafından biçim leniyor. Mesela açlık ve kötıı beslenm e
so n u cu n d a tü b erk ü lo zu n gelişm ekte olan ülkelerd e hızla y ü k ­
selm esine rağm en hastalık için geçen o lu z beş senede yeni bir
ilaç geliştirilm edi. N eredeyse hepsi g elişm ekte olan ülkelerde
yaşayan m ilyonlarca insanın m ustarip o ld u ğ u tropikal hastalık­
ları tedavi etm eye yönelik pek yeni araştırm a da yok. “D ünya
Sağlık Ö rg ü tü ’ne göre sağlık alanında yapılan A r-G e’n in yüzde
95 ’i esas o larak sanayileşm iş ü lk eleri ilg ilen d iren alanlara yö­
nelm iş, kalan yüzde 5 ise çok d ah a fazla n ü fu s b a rın d ıra n ge­
lişm ekte olan ülkelerin sağlık so ru n ların a ayrılm ıştır.”12 Bu il­
gisizliğin n ed en i bu alanda araştırm a y ap m an ın sadece yeterin­
ce kârlı olm am ası görünm ek ted ir. Öte y andan özel şirketlerin
varoluş n ed en leri d ü şü n ü ld ü ğ ü n d e b u şaşırtıcı değil. Şirketle­
rin asıl am acı k âr etm ektir; kam uya değil de hisse sahiplerine
karşı so ru m lu d u rla r. Kâr am açlı araştırm alar, bilim insanlarını
başka şekilde ilgilenm eyecekleri alanlara çekm ektedir. Üniver-
site-sanayi işbirliğinden doğan araştırm aların cö m ert kârlar söz
ko nusu olm adıkça acil soru n lara çözüm bulm ayı am açlam asını
beklem ek gerçekçi değil.
Bilimsel açıdan ilginç olanı ihm al etm e pahasına ticari açıdan
faydalı o lana aşırı o d aklan m an ın geleceği g ö rm ek ten uzak ol­
d u ğ u n u söylem ek gerek. Ö nem li bir bilim sel keşfin gelecekte
ne tür bir p ratik kullanım ı olacağını önceden k estirm ek çoğun­
lukla im kânsızdır. Ö rneğin E instein ü n lü görelilik teorisini ge­
liştirdiğinde k ırk yıl sonra bu teorinin n ü k leer enerjinin tem e­
lini sağlayacağına dair bir fikri yoktu. E instein sadece New ton
fiziğinin açıklayam adığı bir takım sorunları çözm eye çalışıyor­
du. O zam an ticari açıdan yararlı g ö rü n en e odaklanm ış olsaydı
asla e=m c2 fo rm ü lü n ü bulm ayabilirdi! Bilimin ilgisini özü itiba­
riyle ilginç olan soru n lard an başka yöne kaydırm ak u zu n vade­
de hem bilim sel açıdan hem pratik olarak pahalıya mal olabilir.
İkinci o la ra k , ticarileşm e ü n lü so syolog R o b ert M erto n ’un
“m o d ern b ilim in etosu" dediği b ilim in d eğer yapısını da leh-

12 W orld Bank, W orld Development Report (New York: O xford U niversity Press,
1998), s. 132.

197
dil etm ekledir. “Bilimsel etos” terim iyle M erton, bilim insanla­
rı to p lu lu ğ u n u n bilim sel araştırm a ve faaliyetlerinde izledikle­
ri k urum sal değer ve norm ları kasteder; b u n lar talim atlar, ter­
cihler ve icazet şek lin d e ifadelerini bu lur. M erlon bu n o rm la ­
ra d ö rt ö rn ek verir: E vrenselcilik, ortaklaşacılık, tarafsızlık ve
nizam i şü p h e c ilik .'3 Bu n o rm lar bilim to p lu lu ğ u n d a yaygın bir
şekilde tanınır; M erton’u n analizi de ana akım bilim felsefecile­
ri ve sosyologları tarafından çokça kabul edilir.
E vrenselcilik n o rm u n a göre, bilim sel iddialar ö nceden sap­
tanm ış nesnel k riterlere göre kabul ya da reddedilir. Bilim insa­
n ına d air etn ik kö k en , m illiyet, din, sınıf ve toplum sal cinsiyet
gibi özellikler önem sizdir.
O rtaklaşacılık, bilim sel keşif ya da bilginin o rtak sahipliğine
işaret eder. M erton şu şekilde açıklar: “Bilimin içeriksel bulgula­
rı toplum sal bir işbirliğinin ü rü n ü d ü r ve toplum a iade edilir... Bi­
limde m ülkiyet haklan bilimsel etiğin rasyoneline göre asgari d ü ­
zeye indirilir. Bilim insanın kendisine ait bir entelektüel ‘m ülki­
yet’ iddiası, kabaca ortak bilgi birikim ine katılan değerin, kurum
belli bir düzeyde verim li işliyorsa, önem ine denk gelen tanınm a
ve itibar iddiasıyla sınırlıdır.”14 M erıon’u n m antığına göre yeni bi­
limsel bilgi h er zam an eski bilginin üzerinde kurulur; bilimsel ke­
şifler açık ve özgür tartışm a ile fikir, bilgi, teknik, hatta materyal
(proteinler gibi) alışverişine çok şey borçludur. Elbette ki rekabet
vardır am a bu çokça arkadaşçadır, işbirliğini engellemez.
Tarafsızlık bilim in san ların ın kişisel çıkarlarına ya da ideo­
lojilerine hizm et edip etm ediğinden bağım sız olarak araştırm a­
larım yapm aları, b u lg u ların ı değerlendirm eleri ve bildirm eleri
gerektiği anlam ına gelir. Tarafsız hakikat arayışı, bilim insanını
çalışm asının so n u çlarım , b u n la r kişisel önyargılarına, çıkarla­
rına ya da ideolojisine ters düşse dahi, saklam aktan ya da gör­
m ezden gelm ekten alıkoyar.
Son n o rm da nizam i şü p heciliktir. Bilimciler her iddiayı bi­
limsel y ö ntem çerçevesinde m antıksal ve am p irik incelem eye

13 Robert K. N erton, The Sociology o f Science (Chicago, İL: T he University of C hi­


cago Press, 1973), s. 268-70.
14 A.g.e., s. 273.

198
tâbi tutar; konuyla ilgili tü m bilgiler elde edilene k ad ar yargı­
da b u lunm az ve eleştirel d ü şü n m e süreci d ışın d a h içbir o to ri­
teye b o y u n eğmez.
Bu d u ru m d a , ticarileşm e bilim e to su n u nasıl etkiler? Ö nce­
likle genleri, D N A 'lart, h ücre dizilerini ve genetik yapısı yete­
rince değiştirilm iş hayvanlar da dahil h e r tü rlü canlı o rganiz­
mayı, keşif ile icat arasında ilkeli bir ayrım a izin verm eyen cö­
mert b ir p aıen tlem e rejim i çerçevesinde fikri m ü lk iy et n esne­
sine çevirm ek o rtaklaşacılık n o rm u n a k arşıd ır. Bu tü r b ir re­
jim , ticari a ç ıd a n ne tü r faydalar sağ larsa sa ğ la sın , e n te le k ­
tüel o rta k p ay d alar alan ın ı d araltm a e tk isin e sa h ip tir. D aha­
sı, ortaklaşacılığın zıddı olan gizliliğin b ir hastalık gibi yayıl­
dığına dair k a n ıtla r b u lu n m ak tad ır. B u n u n nedeni ü n iversite­
lerin araştırm aları için endüstriyel destek alırken im zaladıkla­
rı pro to k o llerd e genellikle destekleyen firm anın yazılı izni ol­
m adan ü n iv ersite a raştırm acıların ın bulg u ların ı yayım lam ası­
nı engelleyen m ad d eler olm ası. New England Journal o f Medici­
ne tarafından 1995’te yapılm ış b ir çalışm aya göre ABD Ulusal
Sağlık E n stitü le ri’n d e n kaynak alan en ü stte k i elli ü n iversite­
de her d ö rt bilim ciden biri sanayi ile ilişki içerisinde; b u bilim ­
ciler, sanayiyle ilişkisi olm ayan diğerlerine kıyasla iki k at daha
fazla ticari bilgileri gizli tutm aya ya da m eslek taşların d an bilgi
saklam aya m eyilliler.15 Harvard Tıp F akültesi’n in yakın tarihli
bir araştırm ası b enzer sonu çlara varm ıştır. G enetikçilerin yüz­
de kırk yedisi, yayım lanm ış araştırm a sonuçlarıyla alakalı bil­
gi, veri ya da m ateryal taleplerinin üç sene içerisinde en az bir
defa geri çevrildiğini bildiriyor. B unların yüzd e yirm i sekizi bu
nedenle yayım lanm ış sonu çların d o ğ ru lu ğ u n u teyit ed em edik­
lerini b elirtiy o r.16
Tarafsızlık da tehlike alım da olan n o rm la rd a n biri. Bayh-Do-
le Yasası ve b en zer k a n u n la n n teşvik ettiği üniversite-sanayi iş­
birliği şekli, bilim insanlarının ilgisini açıkça p aıen tlen ebilir ve
ticari açıd an kârlı olan d o ğ ru ltu su n d a etk ilem ek led ir. B unun

15 D aniel S. G reenberg. Science, Money, and Politics (C hicago, IL. U niversity of


Chicago Press, 2001), s. 357.
lb Krimsky, Science in the Private Interest, s. 83.

199
so n u c u n d a laraf lu tm a ve “hoşa gitm eyen” v erin in gizlenm e­
si tıbbi araştırm ada ciddi so ru n la r olarak ortaya çıkıyor. Ö rne­
ğin yeni b ir ilacın etkisi karşılaştırm alı olarak test edildiğinde
o lu m su z so n u çlar n ad iren yayım lanm aktadır. Bu d u ru m d a, bir
araştırm aya göre, rak ip ilaçların etkisini karşılaştıran 107 ayrı
yayım lanm ış m akalenin hepsinde araştırm ayı destekleyen tara­
fından ü retilen ilacın daha iyi o ld u ğ u n u n savunulm ası b ir tesa­
d ü f m ü d ü r? 17 N eredeyse son su z benzer ö rnek sayılabilir. U zun
vadede gizlilik ve taraflılığın bilim sel keşif ile icatların tem e­
lini oyabilecegini söylem ek k eh an et sayılm asa gerek. Bilimde
ilerlem enin, fikir, veri ve m ateryallerin açık ve ö zgür değişim i­
ne çok şey borçlu o ld u ğ u n u bilim tarihi açık bir şekilde göster­
m ektedir. Isaac N ew ton b u n u şöyle ifade etm iştir: “D aha uzağı
görebilm işsem , bu, devlerin o m u z la n n d a yükseldiğim dendir.”
T icarileşm enin yol açtığı üçün cü soru n ise bilim in am açlan,
işlevi ve so ru m lu lu ğ u n a yönelik. Kâr etm ek ve sadece k ü çü k bir
yatırım cı gruba karşı soru m lu olm ak gibi am açlar bilim e yaban­
cıdır. Daha önce belirttiğim gibi, bir düşünce sistem i ve faaliye­
ti olarak bilim, dünyaya dair bilgi üretm ek, olaylan öngörm ek ve
açıklam ak gibi bir takım bilişsel am açlara sahiptir. Kâr, b u am aç­
lar arasında yer almaz. Tarihsel olarak b u hedeflerin izlenmesi,
biri entelektüel diğer toplum sal olm ak üzere esas olarak iki işlev
görm üştür: İnsan m erakını giderm ek ve dünyayla baş etm ek. 19.
yüzyılın ikinci y an sın dan beri bu ustalık, teknolojik açıdan fay­
dalı bilgi de üretm eye başlam ıştır. O zam an bile bilim sel bilgi as­
la satılık olm am ış, kâr amacıyla üretilm em iştir. Ta ki yakın za­
m ana kadar. Bilgi üretim in in esas alanı olarak üniversiteler, pa-
tentlenebilir ya da kârlı olm ayan bilginin de peşine düşm üştür;
kâr-am açlı örgütler olm am alan itibariyle, sadece şu ya da bu gru­
ba değil, tü m toplum a karşı sorum ludurlar.
Bu m ülahazalara dayanarak, bilim sel bilginin b u g ü n bir “ha­
yal! m etaya” d ö n ü ştü ğ ü n ü ve alınıp satılan h er şeyin s a t ı l m a k
üzere ü retilm iş o ld u ğ u varsayım ının b u örn ek te g ö rü ld ü ğ ü g>-

17 ). R Brown, “C om m unity of Science". 31. Bilim Felsefesi Yıllık K o n f e r a n s ı ndı!


su n u lan tebliğ (lnter-U nivcrsily Center, D ubrovnik, H ırvatistan, 11-15 Nisan
2005), s. 3.

200
bi tarihsel olarak yanlış o ld u ğ u n u söyleyebiliriz. Ö le yandan,
satılm ak üzere ü retilm ek bir yana genel olarak b ir ü retim sü ­
recinin ü rü n ü olm ayan toprak, em ek ve p aranın aksine, bilim ­
sel bilgi b ir dereceye kadar satılm ak üzere ü retileb ilir ve üretil­
m ektedir de. Bu n edenle “yarı m eta” kavram ı d ah a u ygun ola­
bilir (krş. Je sso p ’u n bu kitaptaki m akalesi). A ncak yine de d ik ­
katli olm am ız gerekir; her ne kadar araların d ak i m esafe daral­
tılm aktaysa da bilim sel bilgi ile icat arasında hâlâ bir ayrım m u ­
hafaza edilm ektedir.
Bilimin ticarileşm esi ü niversitelerin bilişsel ve toplum sal iş­
levlerinde yıkıcı b ir etk id e b u lu n m a k ta d ır. T o p lu m u n bilim e
gösterdiği itib ar, bilim in k en d isin d en b ek len en i yerin e g e tir­
m esi say esin d ed ir. İn san lar yaygın b ir şekilde b ilim in b u lg u ­
larına, bilim insan ların ın özellikle sağlık ve çevreye ilişkin ko­
nulardaki görü şlerin e ve bilim to p lu lu ğ u n u n bağım sız eleştirel
sesine güvenir. Gizli faaliyetlerde b u lu n a n , taraflı ve daha çok
parayla ilgilen b ir bilim insanı im ajı, b ilim in to p lu m sal sta tü ­
sü açısın d an yıkıcı etkiye sahiptir. Böylesi b ir im aj to p lu m u n
bilim in bu lg u ların a olan inancını aşın d ırıp , b ilim in toplum sal
m eşruiyetini sarsabilir.
D ö rd ü n c ü so ru n , b ilim in ö d ü llen d irm e sistem in d e görülen
değişiklikle ilgili. G eleneksel olarak, b ir b ilim cin in keşfinden
edindiği fayda parasal değil de entelektüel o lm u ştu r; M erton’un
belirttiği gibi b u fayda, “ta n ın m a ve itib arla s ın ırlıd ır.”18 Ta­
n ın m a ile itib a r ta rih b o y u n c a b ilim se l b ilg in in ü re tim in d e
önem li bir işlev gö rm ü ştü r. A ncak ticarileşm e ile birlikte ödül
şim di parasal kazanca yönelm ektedir. Sanayiden fon sağlayan,
ticari olarak kazançlı p atem ler elde ed en b ilim ciler özellikle de
üniversite idarecilerin in gözü n d e d iğ erlerin d en d ah a fazla iti­
bar sahibi o lur. D aha da acısı, diğer bilim ciler k ü çü m senip, da­
ha az “faydalı” g ö rü lü rk en , üniversite k aynaklarını (ve dolayı­
sıyla kam u k ay n ak ların ı) ü reten değil de tü k e te n olarak algı­
lanm aktadır. D eğer sistem indeki b u değişim m esleki ilişkilerin
d o k u su n a in ced en inceye zarar verm ekte ve üniversiteyi b ir iş­
letme firm asına çevirm ektedir.
18 M erıon, Sociology of Science, s. 273.

201
Son o larak , özel şirk e tle rin sp o n so rlu ğ u n d a y ü rü tü le n ye­
ni tarz üniversite araştırm aların ın , endişe verici so n u ç la n olan,
benzeri görülm em iş çıkar çatışm alan n a yol açtığını belirtm ek
gerek. G eçen yirm i yıl içinde ABD’de ç o k sayıda ön em li olay
h ab er k o n u s u o ld u . Sadece b ir ö rn e k v ereceğim , a n c a k d ik ­
katinizi çekm eye çalıştığım so ru n için oldukça tipik b ir örnek
b u .'9 F lin t Labs tiro id h o rm o n u e k sik liğ in d e n k a y n ak la n an
b ir hastalığın tedavisinde kullanılan sy n troid isim li b ir ilaç üre­
ten bir şirket. Bu şirk e tin , söz k o n u su ilaçlara y ö n elik p azar­
da kabaca 500 m ilyon dolara d e n k gelen yüzde 85’lik b ir pa­
ya sahip. D iğer şirk e tle rin artan rek ab etin d en ted irg in lik d u ­
yan F lin t Labs, ü rettik leri ilacın ra k ip lerin in k ilerd en daha iyi
o ld u ğ u n u g ö ste re c e ğ in i u m d u k la rı b ir araştırm ay ı d e ste k le ­
meye karar verir. Bu am açla 1988’de San Francisco K aliforni­
ya Ü niversitesi’n d e n P rofesör Betty D ong ve diğer idarecilerle
üniversiteye çeyrek m ilyon dolar verm ek üzere b ir anlaşm a ya­
parlar. T arafların im zaladığı p ro to k o ld e şöyle b ir açıklam am a
m addesi yer alm aktadır: “Bu araştırm ada elde edilen b ü tü n bil­
giler gizlidir ve araştırm acı tarafından sadece araştırm a çerçe­
vesinde kullanılabilir. A raştırm a süresince elde edilen bulgular
da gizlidir; F lint Labs’ın yazılı onayı olm adan yayım lanam az ya
da kam uya d u y u ru lam az.”20
A raştırm asını 1990 yılında tam am layan P rofesör D ong, ra­
kip d ö rt ilacın syn tro id ile aynı etkiye sahip olduğu so n u cu n a
varır. Flint Labs’e b u so n u c u usulünce bildirir. B unun üzerine
şirket, Profesör D ong’u n araştırm asının k u su rlu olduğu iddia­
sıyla üniversiteye şikâyette b u lu n u r. İki bağım sız incelem enin
so n u cu n d a üniversite araştırm ada hiçbir hata olm adığını bildi­
rir. B unun ard ın d an Profesör D ong bir m akale yazar ve m aka­
le saygın b ir dergi (Journal o f the American Medical Association)
tarafından yayın için kabul edilir.

19 Bu ö m e k için bkz. Krimsky, Science in the Private Interest, s. 14-18. Diğer ö r­


nekler için bkz. Krim sky'nin kitabında 2. bölüm . Benzeri örneklerin Kanada'da
da görüldüğünü belirtm ek gerek. Bunlardan en önem lisi "Olivier Vakası." Bkz.
J. T hom pson, P. Baird ve J. Dovvnie, The Olivieri Report (T oronto; Jam es Lori-
m er an d Co.. 2001).
20 A ktaran Krimsky, Science in the Private Interest, S. 15.

202
D ong’u n çalışm asın ın m ali anlam ı ço k b ü y ü k tü . D o ktorlar
reçeteye ilacın u cu z m u a d ille rin i yazsa, h a sta la r sen ed e 365
milyon d o lar ta sa rru f ederdi. Bu elb ette F lin t Labs’in k ârları­
nın çok azalacağı anlam ına da geliyordu. Şirket D ong’u n dergi­
ye m akale gönderd iğ in i öğrendiğinde p ro to k o lü n ilgili m adde­
sini hatırlatarak üniversiteyi m u h tem el zarar için dava etm ek­
le tehdit etm iştir. Sonuç olarak, Profesör D ong yayım lanm asın­
dan sadece b irk aç hafta ö n ce m akalesini geri çeker. D ong’un
makalesi iki sene so n ra yayım lanır; ancak zarar verilm iştir bile.
Bu ve benzeri ö rn ek ler birkaç noktayı açık bir şekilde göste­
riyor. Ö ncelikle, bu tü r şartlar altında araştırm acın ın çalışm ası­
nın so n u çla n ü zerin d e d enetim i kaybetm esi m uhtem el. İkinci
olarak, bilim en azından b ir süre için kam u çıkarına hizm et et­
m ekten alıkoyulabilir. Son olarak, araştırm acı ile idareciler ara­
sındaki gerilim ü n iv e rsite d e h âkim sü rm esi g erek en m esleki
dayanışm a o rtam ın a şüphesiz zarar verm ektedir.
Ü niversite araştırm asın ın sanayi-destekli yeni haliyle yarattı­
ğı çıkar çatışm alarının olu m su z so n u ç la n bu kadarla kalm ıyor.
Birçok önde gelen bilim insanı, özel firm alarda hisse sahibi ya
da CEO; bazısı kendi şirk etin i k u rm u ş bile. Ç oğu bilim insanı,
bir yandan ü n iv ersited ek i p o zisy o n u n u m uhafaza ederken di­
ğer yandan şirketlere düzenli olarak d an ışm an lık yapm akta. Bu
bilim in san ların d an , G ıda ve İlaç İdaresi (FDA) ve Çevre Ko­
rum a Dairesi (EPA) gibi düzenleyici k u ru lu şların danışm a k u ­
rul ve heyetlerin d e y er alm ası sıkça talep ediliyor. K açınılm az
olarak b u n ların bazısının inceledikleri ü rü n le rd e ve genel poli­
tika m evzu ların d a m ali çıkarlarını gözettikleri g örülüyor. USA
Today tarafın d an gerçekleştirilm iş b ir araştırm ay a göre 1998-
2000 yılları arasın d a FDA u zm an d an ışm a k u ru lu to p lan tıla­
rında çıkar çatışm ası oranı endişe verici boyutta yüksektir; in ­
celenen vakaya bağlı olarak b u oran, yüzde 33 ile 50 arasında
değişiyordu.2’ FDA’nm çık ar çatışm alarını yasaklam aya yöne­
lik düzenlem eleri olsa da, FDA’ya göre m esela bilim adam ının
Çıkarları kayda değer g örülm ediğinde ya da alan ın d a uzm anlığı
paha biçilm ez sayıldığında m eselenin tak ib in d en vazgeçildiği
D. C auchon, "FDA A dvisors Tied to Industry”. l/SA Today. 25 Eylül 2000.

203
g örülebilm ektedir. K rim sky şöyle özetler: “U zm an seçtiğiniz­
de, ya y üksek etik sta n d a rtla n ya da yük sek bilim sel standartla-
n seçersiniz; ikisini b irden seçem ezsiniz. Ö nde gelen uzm anla­
rın ticari ilişkilerinin olm ası daha m uhtem el. H eisenberg belir­
sizlik ilkesi etik ile bilim e uyarlanm ış gibi.”22
Benzer b ir so ru n da ö n d e gelen tıp dergilerini çık ar çatışma-
lan n a ilişkin p o litik aların ı gözden geçirm eye zorlam aktır. Ör­
neğin 2002 H aziran’d a N ew England Journal o f Medicine b ir ya­
zarın belirli b ir ilaç ya da tedaviyi geliştiren şirketle ya da onun
rakibiyle mali bağlantısı olm ası d u ru m u n d a söz k o n u su ilaç ya
da tedavi ü zerin e yazdığı editöryel ya d a eleştiri m akalesini ya­
yım lam am a p o litik asın d an vazgeçtiğini d u y u rd u . N eden? Çün­
kü bağım sız u z m a n neredeyse yok gibi. Dergi artık b ir yazarın
söz k o n u su bağlantısı nedeniyle senede 10.000 do lard an daha
fazla ücret alm am ası şartıyla m akaleleri k ab u l ediyor.

Hukuk ve patent siyaseti

Bu rah atsız edici s o n u ç la n d u y d u k la rın d a çoğu m eslektaşım


ü z ü n tü d u y u y o r an cak eld en b ir şey gelm eyeceğini de söyle­
m eden edem iyorlar. Bilim in ticarileşm esini ken d iliğ in d en , ka­
çınılm az ve d u rd u ru la m a z doğal b ir olgu o larak görüyorlar.
Bu bizi te k ra r Polan y i’ye getiriyor. Buraya kad ark i değerlen­
dirm em , Polanyi’n in m eta efsanesi d ü şü n cesin in bilim sel bil­
giye/keşfe çeşitli şekillerde d o ğ ru d an b ir uyarlam ası oldu. Bü­
y ü k D önüşüm 'ûn b ilim in ticarileşm esi o lg u su n u d a h a iyi an ­
lam am ıza y a rd ım c ı o la c a k b aşk a ö n e m li sa p ta m a la rı da b a­
rın d ırd ığ ın a in a n ıy o ru m . B unlar, s e rb e st piyasa e k o n o m isi­
ni y ücelten liberal ideoloji ve b u tü r b ir ek onom iyi bu ideolo­
ji tem elinde b ilinçli b ir şekilde k u ran yasam a faaliyetiyle ilgi­
li. Polanyi’n in gösterdiği ü zere, kendi ku ralların a göre işleyen
piyasa e k o n o m isi 19. yüzyıl A v ru p ası’n d a b ir tak ım ken d ili­
ğ inden, doğal, d u rd u ru la m a z güçlerin so n u c u n d a ortaya çık­
m am ıştır; ak sin e, b ir dizi yasam a faaliyeti aracılığıyla bilinç­
li b ir şekilde k u ru lm u ştu r. Bu tü r b ir e k o n o m in in kurulm ası,
22 Krim sky. Science in (he Private Interest, s. 104.

204
kaynakların d a ğ ıtım ın ın piyasanın “kendi k u ra lla rın a göre iş­
leyen’’ m ek an izm asın a b ırak ılm asın ın en iyisi o ld u ğ u n u d ü şü ­
nen bir liberal ideoloji tarafın d an y ö n len d irilm iştir. D ışarıdan
gelecek h er tü rlü (b ir diğ er deyişle siyasal) m ü d ah ale, k en d ili­
ğinden olan doğal d ü z e n i ta h rip edip d ah a fazla s o ru n y arata­
cağından b ü y ü k b ir g ü n ah o larak g ö rü lü r. Bir d iğ er deyişle, li­
beral ideoloji başlan g ıcın d an itib aren b ir p arad o k sla karşı k a r­
şıyadır: Yasal m ü d a h a le aracılığıyla k u ru lm a sın a ö n ayak o ld u ­
ğu ek o n o m iy e m ü d a h a le edilm em esi gerektiği y ö n ü n d e vaaz
verm ektedir.
Bu d e ğ e rle n d irm e n in , ABD’de b iy o -m ed ik al b ilim in ticari-
leşmesiııe o lan ak veren patentlem e ve h u k u k siyasetinin belirli
yönlerini d ah a iyi kavram am ıza im kân tanıyacağını d ü şü n ü y o ­
rum. H atırlarsak, Bayh-Dole Yasası ve sek sen lerd ek i diğ er bir
dizi yasam a faaliyeti ve p o litik an ın dayandığı m an tık bilim sel
değil, ek o n o m ik li. G ö rd ü ğü m ü z gibi am aç, küreselleşen d ü n ­
yada ABD’ye “bilgi ek o n o m isin d e” rekabet g ücü k azandırm ak
amacıyla “atıl” bilgiyi ticari açıdan faydalı hale getirm ekti. Bir
diğer deyişle, 1980 son rasın d a g ü n d em e gelen üniversite-sana-
yi işbirliği h içbir şekilde “doğal”, “k en d iliğ in d en ” ya da “kaçı­
nılm az” değildi. Ü niversiteleri şirk et fonlarına d o ğ ru çekm eyi
amaçlayan yasam a faaliyeti olm asaydı bu işbirliği olm azdı, ola­
m azdı. N eoliberal özelleştirm e ideolojisiyle b irlik te b u tip yasa­
ma faaliyetleri devam etm ektedir. Bahsi edilen ek o n o m ik ih ti­
yaç ö rtü lü siyasal tercih ten daha fazlası değildir.
Diamond v. C hakrabarty davasında tem yiz m ah k em esinin ya­
şam form ların ın p aten tlen m esin in ö n ü n ü açan önem li karan
bu d o ğ ru ltu d a değerlendirilm elidir. M ahkem e kararın ın neoli­
beral ideoloji tarafından biçim lendirildiğini iddia etm ek abar­
tılı kaçabileceği gibi, k a ra rın tıbbi a ra ştırm a d a p a te n ıle n eb i-
lir olanla olm ayana ilişkin değişen zih n iy eti y an sıttığı aşik âr­
dır. Bıı n o k ta d a yeni kapitalizm in tem ellerin i görebileceğim i­
zi d ü şü n ü y o ru m .
20. yüzyıl b o y u n ca ço ğ u n lu k la hâkim olan yaklaşım , bilim
ile m ü lk iy etin b ir arad a gitm ediği y ö n ü n d ey d i. M ülkiyet, bi­
lim sel k u ru m a k a rşıt b ir kavram o larak d ü ş ü n ü lü y o rd u . Do­

205
layısıyla çoğu b ilim ci icatların ın so n u ç la n n ı, özellikle de ka­
m u sağlığım ilgilen d ird iğ i ölçü d e, paLenllem e k o n u su n d a is­
teksizdi. S on u ç o larak b irç o k icat p a te n tlen m ed i. B unlardan
en önem li iki tanesi m an y etik rezonans g ö rü n tü lem e ile çocuk
felci aşısıdır. Aşı, ü n lü A m erikan b iy o lo g jo n a s Saik tarafından
1 9 5 0 lerd e geliştirilm işti. A şının p a te n tin in kim e ait olduğu so­
ru ld u ğ u n d a Saik şu u n u tu lm az cevabı verir: “H alk diyebiliriz.
Patent söz k o n u su değil. G üneşi patentleyebilir m isiniz?”
Bu d o ğ ru ltu d a çoğu üniversite İkinci D ünya Savaşı’na kadar
h erh an g i b ir p a te n t politik ası izlem ezken sağlık bilim lerinde
p aten t m evzusuna o lu m su z yaklaşır. Ö rneğin Yale Üniversitesi
1948’de şöyle b ir politik a benim ser: “K am u sağlığı ya da tıp ala­
n ın d a uygulanabilir herh an g i b ir keşfi ya da icadı paıentlem ek
genellikle tıbbi ve kam usal çıkarlara karşıdır ve arzu lan ır değil­
dir. A ncak b ir fakülte üyesi herhangi bir icadı ya da keşfi patent
aracılığıyla k o n tro l etm en in , kendisi ya da üniversite için bir çı­
kar söz k o n u su olm ad an , sadece k a m u n u n k o ru n m ası için ge­
rekli o ld u ğ u n u d ü şü n ü rse meseleyi D anışm a K urulu’n u n dik­
katine su n a r.” Benzer b ir şekilde H arvard Ü niversitesi 1934’te
şöyle b ild irir: “B aşkanla k u ru lu n onayı o lm ak sızın ün iv ersi­
te üyesi hiç kim se tedavi ya d a k am u sağlığıyla ilgili bir patent
o luşturam az; kam uya adanm adığı sürece üniversitenin kendisi
de b u tip p a te n t elde edem ez.” Bu zih n iyet ve o n u n şekillendir­
diği üniversite politikaları 1970’lere kadar devam etm iştir; son­
rasındaysa önem li değişiklikler gö rü lü r.23
Benzer b ir anlayış yargı sistem ine de hâk im olm u ştu r. Ö rne­
ğin 1948’te Funk Brothers Seed Co. v. Kalo Inoculan Co. olarak
b ilin en ö n e m li b ir d av ad a tem yiz m ah k em esi b a k te rin in pa­
tent lenem eyeceği h ü k m ü n ü verir. H âkim W illiam D ouglas da­
vayı ö zellerk en ço ğ u n lu ğ u n fikrini şöyle ifade eder:

“Davalının söz konusu bakterilerin her bir tü rü n ü n soyunun


birbirlerinin özelliklerine olum suz etkide bulunm adan karış-
tınlabileceği şeklindeki keşfi, bunların ket vurm am a özelliği­
nin keşfiydi. Bu doğa kanunlarının keşfinden ibaret olduğun­

23 Ö rneğin H arvard Ü niversitesi patent politikasını 1974’te değiştirm iştir.

206
dan patenılenm esi m üm kün değildi. Davalının keşfi, bakteri­
lerin doğal şanlarda olduğundan farklı bir perform ans göster­
m esine yol açm am ıştır. Davalının bakteri kom binasyonu ye­
ni ve faydalıydı ancak bir icadın ya da keşfin gerektirdiği özel­
liklere sahip değildi... Tabiat olaylarının keşfi için p atent çı­
kartılam az... Bu b ak terilerin nitelik leri, güneşin ısısı, elek­
trik, ya da m elallerin niteliği gibi tüm insanlılığa ait bilgi h a­
v uzunun bir parçasıdır. Bunlar doğa kanunlarının tezahürleri­
dir; b ü tü n insanlara açıktır, kim senin şahsi kullanım ına lah-
sis edilem ez.”24

1980’lere gelind iğ in de işler değişti. H âkim D ouglas’ın h ü k ­


m ü n d en yaklaşık o tu z sene son ra tem yiz m ahkem esi, Diamond
v. C hakrabarty davasıyla b ak terilerin belirli şartlar altında pa-
tentlenebileceğine karar verdi. Bu arada n e anayasa n e de ABD
p aten t yasaları değişm işti; yasal sistem açısından tek değişiklik
değişen zihniyetti. Bu zihniyet, tem yiz m ah k em esin in böylece
k ap sam ın ın genişlem esine yardım ettiği fikrî m ülkiyete daya­
lı yeni kapitalizm in , yaklaşm akta olan k ü reselleşm en in ru h u ­
nu yansıtıyordu.
Tem yiz m ah k em esin in Moore v. Regents o j the University of
California davasına ilişkin k ararı aynı d o ğ ru ltu d a bir diğer ö r­
nek. Seattlelı b ir m ü h en d is olan J o h n M oore’a I9 7 6 ’da saçaklı
hücreli lösem i tanısı k o n u r. UÇLA Tıp M erkezi’n d ek i doktorla­
rının tavsiyesi üzerine M oore dalağının alındığı bir am eliyat ge­
çirir. A m eliyattan birkaç sene sonra M oore iddiaya göre tedavi­
ye devam etm ek için araştırm a m erkezine çağrılır. F akat aslın­
da esas niyet d ah a fazla kan ile d o k u ö rneği alm aktır. D aha so n ­
ra M oore öğ ren ir ki, dok to rları o n u n onayı o lm ad an d o k u ların ­
dan faydalanarak tedavi yönelik b ir h ü cre dizisi geliştirm iş, b u ­
n u paten tlem ek için başvurm uş ve özel b ir şirketle h ücre dizi­
sinin ticari olarak geliştirilm esi ve elde edilecek ü rü n le r için bir
sözleşm e ü zerin d e anlaşm ıştır. M oore b u n u n ü zerin e do k to rla­
rıyla UCLA’ya tıbbi gizlilik k u ralın ın çiğnenm esi ve ona ait ola­
nın ü rü n e d ö n ü ştü rü lm esi (yani d o k u ların ın çalınm ası) n ed e­

24 F u n k B rothers Seed Co. v. Kalo Inoculam Co., 333 U. S. 127 (1948).


niyle dava açar. M oore, h ü cre dizisi ve m uhtem el k ârdan habe­
ri olm adığını b elirtirk e n , d o k u la rın ın kendi m ü lk ü o ld u ğ u n u
söyler. Bu arada UCLA’ya söz k o n u su h ücre dizisi için bir pa­
tent verilir. Asliye m ahkem esi M oore davasını d ü şü rü r. Ancak
üst m ahkem e bu kararı onam az, d o k u ların M oore’a ait o ld u ğ u ­
nu ve M oore’u n başlangıçta im zaladığı onay belgesinin sad e­
ce d o kuların çıkartılm asına izin verdiğini, ticari am açla kulla­
nılm alarına im kân tanım adığım hü k m eder. S o nunda dava Ka­
liforniya tem yiz m ahkem esine g ö tü rü lü r. 1990 yılında gizlilik
ilkesinin çiğnendiğine k arar verilir; d o k u ların ü rü n e d ö n ü ştü ­
rülmesi k o n u su n d a ise M oore’u n aleyhine karar verilir.
H ücre d izisin in M oore’u n m ü lk ü sayılam ayacağı y ö n ü n d e ­
ki m ahkem e k a ra rı açık ça D iam ond v. C hakrabarty davasına
atıfta b u lu n u r. M ahkem eye göre paten llenen h ü cre dizisi ken­
diliğinden var olan b ir organizm a değil, bir icattır; dolayısıy­
la, “M oore’u n b ed en in d en alınan h ü crelerden hem olgusal ola­
rak hem de yasal olarak farklıdır.”25 M ahkem e d ö n ü ştü rm e so­
ru m lu lu ğ u n u n g enişletilm esinin kam u politikası açısından et­
kilerini de göz ö n ü n d e b u lu n d u rm u ştu r. M oore’a v ü cu d u n u n
p arçalan için m ü lk iy et h ak k ı tan ın m ası d u ru m u n d a bilim sel
araştırm anın ciddi ö lçü d e sınırlanacağı sav u n u lu r; “insan d o ­
kusu ve hücresi içeren icatlar ticari am açla p aten tlen ip lisans-
lanabileceg in d en , m ü lk iy e t k o n u su n d a bir b elirsizlik olm ası
d u ru m u n d a şirk etlerin b ir ü rü n ü n geliştirilm esi, üretilm esi ya
da pazarlanm ası için yüklü y atın m lard a b u lunm ası m uhtem el
değil.”26 Böylece m ah k em e h er iki olası etkiye bir arada değin­
miş, k aran n ı açık lark en araşLirma için ek o n o m ik teşvik ile tica­
ri kullanım a sık sık atıfta b u lu n m u ştu r.
M utabık olan H âkim A rabian daha ileri giderek şu nları ekler:
“Davacı, kişinin k en d i d o k u su n u kâr için satm a h ak k ın ı ta­
nım am ız için talepte b u lu n m u ştu r. B ü tün uygar to p lu m lard a
en çok saygı d u y u la n ve k o ru n a n şey olan insan b ed en in i en
aşağıda yer alan ticari m etalarla eşil saym am ızı istem iştir. Bi­

25 Jo h n M oore v. T he R egents o f th e U niversity of C alifornia, 51 Cal. 3d 134


(1990).
26 A.g.e.

208
zi kutsal olanla olm ayanı karıştırm aya zorlam akladır. Çok faz­
la şey istiy o r.”27
A rabian’m in san b ed en in in p arçaların ın ticari m etalara d ö ­
n ü ştü rü lm e sin e k arşı d u y d u ğ u ah lâk i tep k i şü p h e siz a n la şı­
lır bir şey; an cak ne kendisi ne de m u ta b ık o ld u ğ u çoğunluk,
m ahkem e k ararın d ak i ayrım ı görm ez. M ahkem e M oore’a d o ­
kularından p ara kazanm ası için h a k tan ım azk en , araştırm acı­
larla özel şirk etlerin o d o k u lard an elde edilecek m ali faydadan
yararlanm asına izin verm ekte bir beis görm ez! M uhalefet eden
H âkim B ro u ssard b u so ru n u g ü n d e m e getirir: “Bu biyolojik
m alzem eleri p iy asan ın ü stü n d e tu tm a k b ir y an a ç o ğ u n lu ğ u n
görüşü, hü crelerin kaynağı olan davacının h ü crelerin değerin­
den faydalanm asını engellerken, iddiaya göre hücreleri davacı­
dan uy g u n su z yolla elde eden davalıların adli h u k u k a göre d ö ­
nü ştü rm e m e su liy e tle rin d e n azade h aksız k azan çların ın eko­
nom ik değ erin e sah ip o lu p işletm elerin e izin v e rm e k ted ir.”28
Kişinin b ed en in p arçaların d an elde edilen ticari fayda kişinin
kendisine tan ın m azk en , özel şirk etler de d ahil ü çü n cü tarafla­
ra tanınm ıştır.
Hâkim B roussard’m d ah a son ra eklediği gibi, kam usal ve bi­
limsel çıkarlar söz k o n u su o ld u ğ u n d a herh an g i b ir özel kişi ya
da varlığın in san beden in in p arçalarından k â r etm esin i yasak­
layıp, b u n la rı b ü tü n araştırm acıların k u lla n ım ın a açık b ırak ­
mak çok daha iyi o lu rd u . G erek ço ğ u n lu ğ u n k am u politikası­
na ilişkin analizi gerek b ir b ü tü n olarak yasam a, bu aşikâr ola­
sılığa karşı ilgisizdir. F ikrî m ülkiyete ilişkin başlıca m ahkem e
kararlarında ticari şirk et zihniyeti b u n d a n daha bariz olam azdı.

Bitirirken

ABD’de biy o tıb b ın hızla ticarileştiğine işaret ettim . Biyotıp pa-


lentlenebilir ve kârlı olana doğru gittikçe d ah a fazla yönelm ek­
tedir. Sadece b ir bilim sel disipline odak lan d ıy sam da, bilim in
ticarileşm esinin m ateryalist bilim , o p tik bilim , h atta bilişsel bi­
27 A.g.e.
28 A.g.e.

209
lim gibi diğer d isip lin lerd e de y ü rü rlü k te o ld u ğ u n u söyleyebi­
liriz.29 Bu sadece ABD’ye özgü b ir olgu da değil. AB ülkelerin­
de de, özellikle de İngiltere’de farklı şekillerde gözlem lenebi­
lir.30 B unun esasen neoliberal küresel d ü zen çerçevesinde geli­
şen yeni b ir olgu o ld u ğ u n u anlam am ız gerek.
Büyük Dönüşüm'de Polanyi toprak, em ek ve p aran ın metalaş-
m asm ın to p lu m ü zerin d ek i yıkıcı etkisini güçlü b ir şekilde be­
tim lem iştir. B enzer b ir sü reç bilim de de görülm ekledir. Bu sü­
reç bilim in araştırm a g ü n d em in d en değer yapısına, neredeyse
h e r y ö n ü n ü etkilem ektedir. K orkarım ki, bu süreç kendi hali­
ne bırakırsa aym b ü y ü k lü k te yıkıcı etkiye sahip olacak. Bu ne­
denle cevaplam am ız gereken so ru belli: Bilimin gelişm esini en­
gellem eden ticarileşm esini önlem ek için ne tü r p o litik alar ge­
rekm ekledir? Bu so ru y u cevapladığım ızda geri kalan işim iz ay­
n ı derecede belli olacak.

29 Sheila S laughıer ve Larry L. Leslie, Academic Capitalism (Baltim ore, MD: Johns
H opkins U niversity Press, 1997).
30 Jasanoff, Designs on Nature.

210
8^
Fikrî M ülkiyet: M etalaşm a ve
B u n d an H oşnut O lm ay an lar
V i r g i n i a B r o w n - K eyder

Fikrî mülkiyet hırsızlığını ulusal güvenliğimize karşı bir tehdit


olarak görüyoruz... Geleceğe doğru adım atarken, ekonomimiz
gittikçe daha fazla fikrî mülkiyeti koruma yeteneğimize bağımlı
olacak... bir ekonom ik felaket senaryosuyla karşı karşıyasmız.1
John Aschroft’u n yardım cısı David Israelite, 2004

Ticaret politikam ızda her şeyden önce A m erikan fikrî m ül­


kiyetini korum a kavgamız gelmekledir. Bu uğurda atılan her
adım bizim için kitle im ha silahlarına karşı savaş kadar önem ­
li bir çabadır.
Çin’deki ABD konsolosluğu görevlisi2

Ticaret hakkı, m ülkiyet hakları gibi şeyler bir dem okratik se­
çimle belirlenecek türden şeyler değildir.
ABD işgali ile Irak’ta yürürlüğe konan FM yasalan
için Grover N orquist'in yaptığı savunm adan3

F ikri m ü lk iy et (FM ) h a k la n -p a te n t, telif ve ticari m arka ya­


saları sayesinde o lu şan m ü lk iy et h a k la n - sadece ABD ekono-

1 V. Blum. “T he Strange G O P-Hollywood Alliance; Justice D epartm ent Prepares


to Jo in Fight against Digital Pirates", Legal Times, 19 T em m uz 2004.
2 A ktaran Ted F ishm an, The New York Times, 9 O cak 2005.
3 G reg Palası, “Big Business the Key lo US Strategy", People's Press (Printing So­
ciety L td.M om ing Star. 9 Kasim 2004).

211
m isi için değil, genel o larak ABD’n in u lu slararası ilişkilerinde
de b ir itici g ü ç old u . FM , “piyasa d ev letleri” d ü n y a sın ın bel­
kem iğini o lu ştu ru y o r; b u devletler, g ittik çe d ah a fazla g ö n ü l­
süz b ir d ü n y ay a ABD’n in ek o n o m ik g ücü ile d ay atılan ve g it­
tikçe genişley en se rb e st ticaret an laşm aları bağıyla b ir arada
tu tu lu y o r.
G eçen o tu z sen e zarfın d a FM, ABD h u k u k u n u n en önem li
alanlarından biri oldu. Bu gelişm e, yeni federal yasam a, temyiz
m ahkem esi kararları, ABD P aten t ve Ticari M arka D airesi’nde
(USPTO) görü len yapısal değişiklikler ve 1982’de am aca uygun
yeni b ir m ah k e m e n in k u ru lm ası (F ederal Tem yiz M ah k em e­
si ya da FTM ) so n u c u n d a oldu. FM, ticaret h u k u k u ve politi­
kasına da kaçınılm az b ir şekilde bağlanm ış oldu. Sadece geçen
on sene içerisinde, ABD diğer ülkelerin önem li b ir ço ğ u n lu ğ u ­
nu başta ABD’n in lehine olan b ir takım yasaları çıkarm aya ikna
edebildi. Bu gelişm ede, öncelikle Dünya Ticaret A nlaşm ası’nın
(DTA) T icaretle B ağlantılı F ikrî M ülkiyet H akları (TRIPS) bö­
lü m ü n d e yer alan m addeler, ard ın d a n çok sayıda ve de çok k ü l­
fetli ikili “serbest ticaret" anlaşm aları etkili oldu. Ayrıca ABD'li
şirk etle r artık m ü şte rile ri arasın d ak i yasa k o y u cu ları ve tica­
ri tem silcileri üzerin d e, “piyasa devletlerindeki” ulusal yasala­
ra u y m an ın n e d en o ld u ğ u m asrafı dahi b ertaraf etm eleri için
baskı u yguluyor. ABD T em silciler M eclisi’n in adli k u ru lu n d a
bu şöyle ifade ediliyor: “ 150 ya da d ah a fazla ü lk en in h e r bi­
rinde ayrı p ate n tle r için başvurm ak ABD şirketleri ve m ucitle­
ri için m aliyeti engelleyici nitelik te... D ü şü k m aliyetli tek bir
d ü n y a p aten ti, ABD şirketleri ile m ucitleri için dü n y a ölçeğin­
de etkin b ir p a te n t korum ası sağlam ak için uzu n vadeli en iyi
yaklaşım .” D olayısıyla uluslararası bir ö rg ü t veya h alta Birleşik
D evletler, AB ya da Ja p o n y a tarafın d an v erilen p a te n tle r için
“tam inanç ve g ü v en ” sağlanm ası ABD şirketleri için çok daha
arzu lan ır bir d u ru m . Bu tü r önlem lere ilave olarak ülke dışın­
daki yasam a faaliyeti, ABD savcılarının y u rtd ışın d a görevlendi­
rilmesi ve gittikçe tek taraflı hale gelen suçlu iade anılaşm aları
(ABD’n in en g ü venilir piyasa m üttefiki olan Birleşik K rallık’ın
bile b u n u kabul etm esi için zorlanm ası g erekm iştir, öte yandan

212
Birleşik K ralhk’taki şirk etlerin çoğu b u d u ru m d a n h o şn u tsu z ­
d u r) eşlik etm ektedir.

Nasıl oldu?

FM h u k u k u neden ve nasıl Birleşik D evletler’de ve o n u n etkisi


altında dünyada bu kadar önem li b ir k o n u haline geldi? 1960’lar-
dan önce FM h u k u k u , A m erikan h u k u k sistem inde uluslararası
ticaretle herhangi bir ilişkisi olm ayan d u rg u n bir alandı. Ç oğun­
lukla söm ürgeci ilişkiler uyarınca FM yasalarının çıkartıldığı ül­
kelerde b u yasalar pek tepki doğurm adı. Bugünse aksine bazı ya­
zarlar, ABD’nin uluslararası antlaşm alara dahil olm asının tek ne­
deni olarak kendi FM h u k u k u n u dün y an ın geri kalanına dayat­
ması old u ğ u n u söylem eye kadar vardırıyor işi.
Bu b ö lü m d e FM h u k u k u n u n B irleşik D evletler’de nasıl bu
k a d a r ö n em kazan d ığ ını ve nasıl o lu p da Birleşik D evletler’in
d ü n y an ın geri kalanını ısrarla ABD çık arların ı kabul edip k o ru ­
m aya zorlayabildiğim anlam aya çalışacağız. Birkaç ABD’li şir­
ketin, d ü n y a d ü zey in d e çok daha fazla in san p ah asına izledi­
ği b u u lu slararası strateji k arşısında elin d en b ir şey gelem eyen­
lerin, gerek B irleşik D evletler’de gerek d ışarıda, tepkisini ince-
leyip, gelecekte bizi nelerin beklediğini tah m in etm eye çalışa­
cağız.

ABD hukukunda FM kavramının genişlemesi

Yeni konu

FM h u k u k u n u n çerçevesi so n s e n e le rd e o ld u k ç a g e n işle ­
di. 1980’d e n b u yana ABD Tem yiz M ahkem esi tek başına (ya­
ni yeni yasam aya gerek duy m ad an ) canlı form lar (Diamond v.
Chahrabarty, 1980), bilgisayar program ları (Diamond v. Diehr,
1981), işletm e y öntem leri (State Street Bank & Trust Company
v. Signature Financial Group, Inc., 1998) ve cinsel olarak yeni­
den ü retilen b itk ilerin (JEM Ag Supply v. Pioneer, 2001) patent-
lenebilirliğini teyit etli. Bitki ve hayvanların, gen ve daha küçük

213
g en etik bilgi b irim lerin in , işletm e y ö n tem lerin in ve to h u m la­
rın patentlenm esi m ülkiyet h ak lan kavram ının geçen birkaç on
yılda yayıldığı en ö n em li alanları tem sil ediyor. E ntegre devre­
lerin üzerin e basılm ış tasan m lar; şarap, diğer alkollü içkiler ve
yiyeceklere ilişkin coğrafi özellikler ve en son olarak da ilaçlar
ü zerinde yapılan k lin ik denem elerden elde edilen verilere ka­
d ar bu kapsam genişletilm iştir. Hâlâ g ö rü şü lm ek te olan ulusla­
rarası b ir antlaşm a, radyo ve kablolu yayın yapanların aslında
herhangi b ir yaratıcı katkıda b u lu n m ad ık ları m alzem eler üze­
rin d e FM h ak ların ı b ir hayli genişletecek. Bu k o n u d a p ek he­
vesli olan ABD’li p a te n t h u k u k ç u su A ndrew F. K night, öykü­
lerdeki olay ö rg ü lerin in dahi paten tlen m esini önerm iştir.4 G it­
tikçe daha fazla şirk et FM haklarını kullan arak ü rü n lerin in sa­
tışın d a n elde e ttik le ri k ârd an d ah a fazla para k az an m a k tad ır
(P ricew aterhouseC oopers tarafından 2006’da yapılan b ir araş­
tırm ay a g ö re p a te n t ih lali ü z e rin e açılan d av alard a jü rile rin
h ü k m ettiğ i o rtalam a zarar m ik tarı 8 m ilyon d o la r.5 A ncak bu
rakam , h ak çiğnediğini d ü şü n m ey en fakat ABD’n in ü n lü m ah ­
kem e m asraflarından k o rk a n sanıkların açtığı ve karara bağla­
nan tartışm alı davaları dik k ate alm ıyor).

Yeni güç, daha uzun hayat


Y enilik çık a ra n k im selere, g e liştird ik leri şey le rin gelirleri
ü zerin d e sınırlı bir tekel için im tiyaz vererek, b ü rü n d ü ğ ü bü­
tü n şek illerd e FM esasın d a y en ilik ve yaratıcılığı ö d ü lle n d ir­
m ek am acıyla tasarlanm ıştır. K am u refahının artırılm ası ve bi­
lim sel, yaratıcı k ü ltü r birikim ine katkıda b u lunulm ası am acıyla
verilen b ir teşvik o larak bu sınırlı im tiyaz, geçen yüzyıl içinde
yasam a ve yargı çerçevesinde özel m ülkiyete d ö n ü ştü rü lm ü ş­
tür. D aha yakın bir zam an d a geniş kaynaklara ve FM hak ları­
na sahip şirk etlerin talebine cevap olarak siyasetçiler ile ticari

4 A ndrew K night, “K night & A ssociaıes-T he F irst and Best in S toryline Pa­
tents". K night & Associates, http://w w w .plotpatents.com
5 Jo e C rea, “C oalition L obbies for P aten t L egislation", Legal Times, 20 Eylül
2006.

214
tem silciler b u m ülkiyet hak ların ı sürekli genişleten b ir progra­
ma kendilerini adadılar.
H akların ih lalin e karşı h u k u k i çareler de genişledi. Bunlar,
m ahkem en in gerçeklen bir ihlal saptadığı n a d ir vakalarda uğ­
ranılan kayıplar için kan u n i tazm inat verilm esinden, daha cid­
di ve ço ğ u n lu k la sın ırla r arası y aşanan cezai k o v u ştu rm a lara
kadar u zan ıy o r. D evletin FM’ye sağladığı k o ru m a sadece hak
ihlalini -y a n i çoğaltm ayı ve çoğaltm aya y ö n elik m ek an izm a­
lar k u lla n m a y ı- suç olarak görm ek şek lin d e genişlem em iştir.
Ayrıca kopyalam ayı engellem ek için tasarlanm ış tek n ik m eka­
n izm aları (D RM ’ler) etkisiz b ırak m ad a k u llan ılab ilecek a raç­
ların b u lu n d u ru lm a sı ya da taşınm asına karşı da genişlem iştir
(ABD Dijital Binyıl T elif Sözleşm esi’n d e -D B T S - o ld u ğ u gibi).
Çok m u tek n ik g ö rü n ü y o r? D aha b irk aç sen e ö n ce kendi ü l­
kelerinde çalışm akta olan N orveçli bir genç ile Rus b ir bilgisa­
yar bilim cisi, film kopyalam ayı ö nlem ek am acıyla tasarlanm ış
bir W indo w s p ro g ram ın ı kırm ak ve b u n u n üzerin e k o n u şm ak ­
tan ö tü rü ABD ceza h u k u k u ta rafın d an y a k a la n d ıla r. A ncak
gerçekten bir çoğaltm a söz k onusu o ld u ğ u iddia edilm iyordu.
FM ’n in kap sam ın ın bu tü rd en bir genişlem esi diğer sektörle­
re de yansıdı. T arım sal biyo-tek p aten tleri alan ın d a, içine yer­
leştirildiği tü m b itkileri steril yapan “te rm in a to r g e n in in ” ge­
liştirilm esi ve paıen tlen m esi FM sahiplerini pahalıya gelen ya­
sal k o ru m a y ö n tem lerin e b aşv u rm a z o ru n lu lu ğ u n d a n bile fi­
ilen k u rta rd ı. Bu, b ir k işin in p a te n tin in geçerliliğini ve ihlali­
ni kanıtlam a ihtiyacını kaldırdığı gibi, korum ayı p aten t h u k u ­
k u nun ö n g ö rd ü ğ ü sü red en daha u z u n b ir d ö n em e yaymaya da
hizm et etm ektedir.
K orum a sü re le ri de a rtm ıştır. H er ne k a d a r p a te n t sü rele ­
ri 17 sen ed en 20 seneye olm ak üzere sadece biraz artırılm ışsa
da, uzatm alar geniş im k ân lar d ahilinde gerçekleştirilm ektedir.
D üzenlem e d ö n em leri, n ü fu s ü zerinde d en em e ve h atta jen erik
ilaç üreticileriyle ilişkiler gibi yeni m ülahazalar, p a te n t sü rele­
rine ilave sen eler katm aktadır. Telif h ak k ın a gelince, ABD h u ­
kuku çerçevesinde b u n u n sü resi 1975’te 28 sen e iken bugün
yazarın ö lü m ü n d e n 70 sene so nrasına kadar genişlem iştir; şir­

215
ketler içinse bu sü re 95 seneye, hatta bazı d u ru m lard a 120 se­
neye kadar çıkm ıştır.
Belki de en önem lisi, FM’yi genişleten bu yasaların etkisinin
ve gücünün d ü n y a e k o n o m isin e katılm ayı isteyen neredeyse
bütün ülkelere yayılm ış olm ası. Bu tü r yasaları çıkarm ayı red­
deden ya da u ygulam ada başarısız olan ü lkeler, ciddi zararlar
veren ticari y aptırım larla karşı karşıya b u lu y o rlar kendilerini.
2006’de ABD T icaret Tem silcisi Susan Schw ab, FM için yeter­
siz korum a su n an ülkelere karşı ticaret in dirim lerinde kesinti­
ye gidileceğini açıkladı. Y aptırım la teh d it edilen ülk eler arasın­
da Aıjantin, Brezilya, H ırvatistan, H indistan, Rom anya ve T ür­
kiye yer alm aktaydı.6
TRIPS ile elde edilen uyum lu laştırm a düzen lem elerin in so­
nuçlarından m em n u n olm ayan Birleşik D evletler, fiilen bu fo­
rum u terk edip (özellikle d e 2006’daki D oha T u ru ’n d a ticaret
görüşm elerinin, çoğu kişi tarafından tah m in edilen başarısız­
lığının ard ın d an ), ikili sözleşm eler - k i böylece hem fikir ülke­
ler arasında b ir dayanışm a olm ası im kânsızdır, h alta FM k o ru ­
masında daha sıkı şartlar d ay atılab ilir- ile tek taraflı yaptırım ­
lara yönelm iştir.
Birleşik D ev letler’de ve d ah a d a a rta n o ra n la rd a d iğ e r ü l­
kelerde, p aten t geçerliliğine ve ihlaline dair m ah k em e b u lg u ­
ları -p a te n tle rin g en ellik le rek ab ete k arşı, dolayısıyla da ge­
çersiz say ıld ığ ı 1 9 7 0 ’le rd e n ö n c e k i d ö n e m d e se y re k g ö rü ­
lü r- bugün san al b ir k esin lik s u n m a k ta d ır. Bu, g enel olarak
FM'nin, özellikle de p a te n tle rin k o ru n m a sın ı kolaylaştırm ak
amacıyla ta sa rla n m ış, y u k a rıd a b a h se d ile n F e d e ra l T em yiz
Mahkemesi’n in 1982’de k u ru lm ası kadar, sadece “açık ve ikna
edici delil” (d iğ er özel h u k u k d av aların da kanıtlan m ası gere­
ken “delilin ü s tü n lü ğ ü ” sta n d a rd ın d a n daha y ü k sek bir sta n ­
dart) ile bozulabilen yeni ve ağırlaştırılm ış bir yasal geçerlilik
varsayım ından da kaynak lan m ak tad ır. Jü rile r p a ten t davaları­
nın gittikçe k arm aşık laşan ö zellik lerin i, bu ağ ırlaştırılm ış is­
pat yükünü k u lla n a ra k b ir p aten te son verm eye yetecek kadar

6 Intellectual Property W atch, “US May Remove T rade Benefits for Developing
Countries”. 7 Ağustos 2006, httpi/Avww.ip-w atch.org

216
anlam ıyor o ld u ğ u n d a n , davacı av u k atları, davaları jü ri ö n ü n e
çıkartm ayı d ah a çok tercih etm ek ted ir. Bu gelişm e, çoğu kim ­
se tarafın dan yapısal o larak zayıf g ö rü len belirli p a ten tleri de
g ü çlendirm iştir. P aten t m üfettişleri, artan USPTO fonları ara­
cılığıyla seri şekilde p a te n t onaylam aya teşvik ed ild ik lerin d en ,
zayıf ya da k ö tü b ir şekilde d ü zen len m iş p a te n tle r d aha da yay­
gınlaşm ıştır. A ncak d ik k ate değer b ir d iğ er gelişm eye göre ise
şim d ilerd e yaygın b ir şek ild e ABD’de yen iliğ i s ın ırla n d ırd ığ ı
d ü şü n ü le n “p a te n t çalılığını” gevşetm ek am acıyla ABD patent
h u k u k u n a y önelik b ir reform girişim in d e b u varsayım ı ç ü rü t­
m ek için ö n cek i d ah a zayıf nitelik tek i isp at y ü k ü sta n d a rd ın a
dö nülm esi ön erilm iştir.

FM'nin uluslararasılaşması

Ticaretle bağlantılı FM’n in y eryüzünde kalın b ir balçık gibi ya­


yılm ası B irleşik D ev letler’de b aşlam ış, 1980Terin o rtaların d a
ABD etkisiyle AB ile Jap o n y a’nın g ü n d e m in e de girm iştir. Bu­
g ü n FM çoğ u n lu k la gelişm iş ülkelerle gelişm ekte olan ülkeler
arasında, bir yan d a ço k u lu slu şirk etlerin m ü lk iy et h a k la n , öte
yanda d ü n y a g e n e lin d e sağlık, eğilim h ak k ı, gıda egem enliği
ve güvenliği (genellikle ifade edildiği şekliyle “k alk ınm a hak­
kı”) arasında b ir m ücadele alanı olarak g ö rü lm ek ted ir. Geçen
otuz sene zarfında ABD h u k u k u n d a yaşanan gelişm elere dikkat
edersek, 21. yüzyılda yaşam ü zerinde etk iler bırakacak eğilim ­
lerin kö k en lerin i g ö rü rü z burada.
ABD p a te n tle ri 1970’lere k ad ark i d ö n e m d e tekel (ki o z a ­
m a n la r bu te rim in o lu m su z çağ rışım ları v ard ı) o larak g ö rü l­
m ekteydi; bu nedenle sınırlı tanım lanan p ate n tle r p ek verilm i­
yordu. Bu d u ru m , gerek FM h u k u k u n a gerekse rek abet ya da
anıi-trö st h u k u k u n a yansım ıştır. FM’n in rekabeti bozan niteli­
ği m ahkem elerce o k adar o lum suz görü lm ek ley d i ki, bazı eko­
nom ik faaliyet alanlarında FM’nin geçerliliğini sav u n m anın is­
tisnai bir d u ru m olduğu söylenebilir. U luslararası ticaret bakı­
m ın d an ise 1960’ların so n ların a k ad ark i d ö n e m d e FM ’yi se r­
best ticaret yanlısı bir uygulam a olarak değ erlen d irm ek anlam ­

217
sız bir çaba olurdu. FM kavram ı açıkça tekel ve Licari kısıtlam a
anlam ına geliyordu.
1970’lerin başlarında yasa k o yuculann FM ’yi arıık başka bir
bağlam da görm elerine yol açacak birkaç gelişm e yaşandı. Bu ge­
lişm eler arasında kopyalam a teknolojilerinin yayılm ası (fotoko­
pi, önce ses sonra da video kasetleri); özellikle petrol krizi ve Vi­
etnam Savaşı’nm etkisiyle ABD’de yaşanan ağır ekonom ik kriz;
ilaç ve tarım b ak ım ın d an u m u t verici bir alan olarak biyotek-
nolojinin doğuşu sayılabilir. ABD h ü k ü m etin in bilim sel araştır­
ma bütçelerini desteklem e k o n u su n d a isteği ve g ü cü n ü n gitıik-
çe azalm ası karşısında bir g rup seçkin sanayi tem silcisi (kim ile­
ri b u n u belli başlı “12 aç adam la” sınırlı g ö rm üştür) önerilerde
b u lu n m u ş; daha önceden devlet daireleri ve kam u üniversitele­
rince gerçekleştirilen araştırm a faaliyetlerini özel se k tö rü n ü st­
lenip b u yolla k âr etm esini teşvik etm ek için FM 'nin güçlendi­
rilip genişletilm esi sav u n u lm u ştu r. A raştırm a ve geliştirm enin
(Ar-Ge) “özelleştirilm esi" ile birlikte k âr d ü rtü sü , hızla bilim ­
sel sta tü n ü n (yayın vb. sayesinde elde edilen) ve A r-Ge’n in he­
defi olarak kam u y ararının ü stü n lü ğ ü ilkesinin yerini alm ıştır.
Kısaca 20. yüzyılın ilk y a n sın d a h ü k ü m sü ren A r-G e’nin ka­
m u tarafından finanse edilm esi olgusu L965’te en y ü k sek n o k ­
taya ulaşm ışken, 1980’lere gelindiğinde özel finansm an kam u
fo n lan n ı aşm ıştır. K am u fonları tarafından finanse edilen araş­
tırm a so n u ç la rın ın b ü y ü k bir ço ğ u n lu ğ u n u n m e m n u n bir alı­
cısı olan ABD sanayisi, ABD üniversitelerinde bilgisayar tekno­
lojisi ve biyoteknoloji alanında görülen ilerlem e ve icatların za­
yıflayan ekonom i için artan önem in d en cesaretlenerek federal
düzeydeki p o litikacılara olan benzersiz yakınlığı ile erişim im ­
k â n la rın d a n y ararlan m ay a başlam ıştır. Bu b ak ım d an Birleşik
D evletler’de, diğer çoğu A nglo-Sakson/örf h u k u k u n a sahip ül­
ke gibi, sanayinin çıkarları ile siyasetçiler arasında d u racak bir
“d evlet” yoktur. FM ’ye dayanan özel se k tö rü n politikacılar ve
özellikle de ticareti tem sil eden m üzak ereciler ü ze rin d e etkisi
sadece birkaç sene içerisinde önem li ölçüde artm ıştır.

218
Sanayi, FM ve ticaret

1960’lar ve 1 9 7 0 ’le rd e n itib a re n ABD iş çev releri ticaret p o ­


litik ala rın d a a k tif b ir rol o y n am ay a b a şla m ıştır. 1974 T ica ­
ret K an u n u ile F ed eral T ic a re t K o m isy o n u ’n a (F T K ), ü r ü n ­
leri ABD’n in ç ık a rla rın a za ra r veren ü lk e le re k arşı d o ğ ru d a n
yaptırım u y g u lam a y etk isi ta n ın m ıştır. 1979’da ABD T icaret
K anunu’n u n şim d ilerd e k ö tü anılan 301. b ö lü m ü “u lu slarara­
sı ticaret sözleşm elerini uygulam ak için özel tarafların önem li
kam usal adım lar alabilm elerini” sağlam ak üzere değiştirilm iş­
tir.7 Bu b ö lü m , ticaret o rtağ ın ın FM'yi k o ru y am ad ığ ı d u ru m ­
larda y aptırım u y g u lan m asın ı sağlam ak am acıyla 1984’te te k ­
rar değiştirilm iştir. Birkaç sene içerisinde FM ’ye d ay an an sana­
yiler, e k o n o m in in FM’ye daha az bağım lı olan eski sektörlerine
mal olacak b ir şekilde iş çevrelerinin lobi faaliyetlerinde zirve­
ye çıkm ıştır. 1984’te FM ’ye dayanan sanayiler için güçlü bir lo­
bi aracı olarak U luslararası F ikrî M ülkiyet İttifakı k u ru lm u ştu r.
K ü re s e lle ş m e n in ABD h â k im iy e tin d e ile rle m e s iy le b ir ­
likte, ABD ş irk e tle rin in ç ık a rla rı da ra k ip m a lla rın B irleşik
D evleıler’d en içeri girm esini en g ellem ek ten ziyade y u rtd ışın -
da kendi ü rü n le ri karşısında beliren engelleri azaltm akla daha
meşgul olm uştur. ABD ü rü n lerin in b ü y ü k ölçüde FM’ye dayan­
m ası (eğlence, yazılım , teknoloji, giysi tasarım ı vs.) nedeniyle,
“piyasa devletlerinin” bu tip ü rü n le r için de Birleşik Devletler’de
olduğu gibi kopyalam aya karşı aynı yasal ve h u k u k i k o ru m a ­
yı sağlam ası ö n em li hale g elm iştir. K ü re se lle şm e n in b ir d i­
ğer önem li ayağı olan uluslararası u cu z em eğe em salsiz erişim
de Birleşik D evletler’e yapılan ithalatların ö n ü n d e k i engellerin
azalm asında yardım cı olm uş, üretici ülkelerde FM korum asını
(dünya piyasalarına ucuz üreticiler tarafından d o ğrudan “yasal
olm ayan” ya da “izinsiz” m alların akışını engelleyebilm ek am a­
cıyla) artırm ıştır. Giysi tasan n u , b ir sek tö rü n ü retim i taşerona

7 Susan K. Sell, Private Power, Public Law: The Globalization o f Intellectual Pro­
perty Rights (N ew York: Cam bridge U niversity Press, 2003), s. 79. Sell, bahis
k o n u su d önem deki gelişm eleri çok iyi özetlem ektedir; bu bölüm ün büyük ço­
ğunluğu o n u n çabasına affolunabilir.

219
verm esiyle önem li ölçüde üretim m aliyetini azaltıp, FM sayesin­
de de tekelci fiyatlarla k ârlan n ı sürd ü rm esine ve h atta artırm ası­
na iyi bir örnektir. T icaretin genel olarak artm ası ile ABD’li pera­
kende satış sek tö rü gibi diğer sektörler de uluslararası em ek pi­
yasası sayesinde d ah a ucuza gelen m allardan yararlanm ak ama­
cıyla korum acılığın azaltılm asını talep etm eye başlam ıştır. Da­
ha önceki d ö n em d e yaygın olarak görülen ve esas im alat sektö­
rü n ü n tercih ettiği yekpare korum acılığın bu tip ekonom ik ak­
törler için b ir faydası yoktur. Kısaca geçm işte korum acılık, eko­
n o m i politikasının esas u n su ru o lm uşken (böylece ABD'de imal
edilen m allar h ü k ü m sürm ekteydi), b u g ü n ulusal sınırlar ulus­
lararası em eğe ve pazarlara A m erikan erişim ini sağlam ak am a­
cıyla açılm aya zo rlan m ak tad ır. Bu aynı zam an d a ucuza ü reti­
len am a tekel fiyatı olan m alların Birleşik D evletler'e ithalatını
da kolaylaştırm aktadır. FM, fiyatların hem Birleşik D evletler de
hem de dışarıda yüksek kalm asını sağlam a alm ış; ABD’n in hâ­
kim iyeti altındaki yeni dünya ekonom isinin tutkalı olm uştur.
ABD T icaret K a n u n u ’n d a 1974’te y ap ılan d eğ işik lik ler, yu­
karıda bahsedilen 301. bölüm ve yaptırım a dayanan diğer yasal
araçlar y ü rü rlü ğ e girm iş; 1980’lerin o rtasında ise tarım sal kim ­
yasalların k o rsa n lığ ı yapıldığı gerekçesiyle M acaristan ’a kar­
şı ilk eylem lere g irişilm iştir. 1987 y ılın d a ilaç p a te n tle ri ko­
n u su n d a h ü k ü m le ri olm ad ığ ın d an dolayı Brezilya’ya karşı ilk
kez 301. bölüm e d ay an arak m isillem e tehdidi yapılm ıştır. Yine
1987’de ilaç p aten tlerin in koru n m am ası nedeniyle M eksika’ya
karşı ilk kez GATT (1947’de k u ru lan GATT - G ü m rü k Tarifesi
ve T icaret Ü zerine G enel A n laşm a- 1995’te DTÖ ile genişletile­
ne k ad ar çoktaraflı ticaret rejim inin tek örneği o lm u ştu r) yap­
tırım ları (500 m ilyon dolar k ad ar k âr kaybına yol açan) uygu­
lanm ıştır. T am da o sıralar U ruguay GATT T u ru ’n a FM ’nin da­
hil ed ilm esinin ABD sanayisi için faydaları belirgin b ir hale gel­
m ekteydi; TRIPS kısa zam anda, ABD’n in DTA m üzakere stra­
tejisinde a n a h ta r rol oynam aya başladı. Kısaca TRIPS b ü tü n ül­
kelerin, A vrupa T o p lu lu ğ u ’n d a “u y u m sağlam a” adıyla görül­
d ü ğ ü şekilde ABD tarzı FM yasalarını y ü rü rlü ğ e koym asını zo­
ru n lu kılm ıştır.

220
Bu d ö n em d e 1912’d en beri ilk kez p aten t h u k u k u n u n ek o ­
nom ik b ü y ü m e için en az açık ve serbest rek ab et kadar önem li
olduğu resm î olarak kabul edilm iştir. Böylece denge, anti-trö st
h u k u k u n d a n b u g ü n g ö rü le n “h e r şey m u b a h ” şe k lin d e k i bir
rekabet an lay ışın a kaym ıştır. 1988’de A dalet B akanlığı belirli
lisans tü rlerin i yasaklayan an ti-trö st tü zü k lerin i iptal etm iştir.
Bu gelişm e ile FM için lisans verm e süreci a n ti-trö st incelem e­
sinden m uaf tu tu lm u ş, başka sözleşm elerde rekabete zarar ve­
receği d ü şü n ü leb ilecek h ü k ü m ler ü zerin d ek i yasakların FM li­
sanslarında görü lm esi d u ru m u n d a aynı şekilde y o ru m lan m a ­
ması garantilenm iştir.
Bu n o k ta d a n itib aren yeni uluslararası ek o n o m in in lokom o­
tifi olarak p ate n tle r cöm ert b ir şekilde dağıtılıp, sınırsız bir şe­
kilde yoru m lan acak tır. Bu ulusal d ü zeyde 1982’de b ü tü n FM
davaları için em salsiz bir dostane o rtam sağlayacak olan F ede­
ral Tem yiz M ahkem esi’nin kurulm asıyla tem in edilm iştir; ulus­
lararası alanda ise TRİPS’in h ü k ü m leri ile takip eden iki taraflı
ticaret anlaşm aları güçlü b ir FM ’yi garantilem iştir.
1970’lerd en beri tartışm a k o n u su olan b ir diğer önem li ko­
nu ise ABD FM ek o n o m isin in önem li b ir d alın ın -b iy o ıe k n o -
lo jin in - dayandığı doğal kaynaklara -g e n e tik m alzem e ile gele­
neksel b ilg ile r- erişim m eselesidir. Birleşik D evletler hiçbir za­
m an bu iki kaynak b akım ından zengin o lm am ıştır, ancak tek-
noloji-eksenli, ihracata yönelik ek o n o m in in kurulm asıyla g ü ­
venilir, aksam ayan b ir erişim çok önem kazanm ıştır. Kaynak
bak ım ınd an zengin yerlere yerleşm iş “g elen ek sel” to plum lar-
da zam an içinde gelişm iş olan doğal m addeye dayalı ilaçlar b u ­
nun sadece b ir örneği. Diğer ü lk elerin kay n ak ların d an “ödünç
alm ak” A m erikan yaşam biçim inin ayırt edici b ir özelliği olan
bo lluk b ak ım ın d an h e r zam an önem li b ir rol oynam ıştır; ancak
şim di m ülkiyet d ah a önem li olm u ştu r.
“FM zihniyetinin” gelişmesi ve biyoteknolojinin ABD ekono­
m isinde kilit bir konum edinm esiyle birlikte, çoğunlukla “G ü ­
ney” ülkelerinde yer alan bu kaynaklara güvenilir, kesintisiz eri­
şim in güvenceye alınması için bu tü r b ir “ö d ü n ç alm anın” şart­
lan da büyük ölçüde değişikliğe uğram ıştır. İlk zam anlar bu kay­

221
naklar üzerinde FM aracılığıyla hak iddia etm ek m ü m k ü n değil­
ken (çü n k ü ABD h u k u k u h en üz bu tü r kaynakları “m ülkiyet”
olarak tanım ıyordu), 1970’lerin sonlarında “insanlık m irası” -ya
da “benim olan benim dir, senin olan da b enim dir”- kavramı çık­
m ıştır. A ncak 1980’lerde p atent h u k u k u n d a yukarıda tarif edi­
len gelişm eler yaşandıktan sonra, “G üney” ülkeleri sahip olduk­
larının değerinin farkına van p “insanlık m irasının”, kaynakları­
na yönelttiği tehlikeleri görm eye başlam ışlardır. Bu tip kaynak­
lar ü zerin d e m ü lk iy et iddiasında b u lu nabilm ek için daha kar­
m aşık bir yöntem olarak FM ile tanışan “Kuzey” için de bu kav­
ram ın b ü y ü sü azalm ıştır. A ncak bu n o k ta d a n itib aren Kuzey
ile G üney’in yollan ayrılm ıştır. 1992 Rio Sözleşmesi’nin parça­
sı olan Biyolojik Ç eşitlilik Sözleşmesi (BÇS) söz konusu kaynak­
lar ile o n la n n kullanım ından elde edilen teknolojiler üzerinde­
ki h ak lan hakkaniyete uygun bir şekilde dağıtm aya çalışmıştır.
Ancak genetik m alzem e üzerinde sabit patent m ülkiyeti kavramı
K uzeye daha çekici gelm iştir. BÇS ile TRIPS arasındaki çatışma
bug ü n hâlâ h u k u k uzm anlarını meşgul etm ekledir.
Bu b ö lü m d e ele a ld ığ ım ız esas k o n u o lm a sa d a BÇS ile
TRIPS’in m ad d eleri arasın d ak i süreg elen b u çatışm ayı u n u t­
m am ız g erek iy o r. “K alkınm a h a k k ı” tezleriyle b irlik te , kay­
nak m ü lkiyeti (ve “K uzey” m ahkem elerinde bu tip b ir m ülki­
yet için m ücad ele edebilm e im kânı), yakın za m an d a Brezilya
ve H indistan gibi o rta seviyedeki ülkelerin çoğu kim senin de­
yim iyle FM egem enliğindeki ek o n o m in in yeni em peryalizm i­
ne karşı m ü cadelesinde başarılı olm asını sağlayan tem el daya­
naklard an biridir.

Piyasa devletleri, piyasa üniversiteleri

1982’de Birleşik Devletler, üniversitelerin kam u tarafından fi­


nanse edilen araştırm alardan elde edilen buluşlar üzerinde pa­
tent sahibi olm asına ve lisans ücretleri toplam asına izin veren
Bayh-D ole Yasası’nı y ü rü rlü ğ e k o y m u ştu r. Bu yasa hem ü n i­
versitelere lisans sözleşm eleri sayesinde em salsiz fonlar sağla­
mış hem de işbirliği sözleşm eleri ile araştırm alar için şirketler­
222
den yü k lü m iktarlarda kaynak çekm iştir. A ncak yasanın başka
sonuçlan daha olm uştur. Şirketlerin em rinde, ü st tabakaya yö­
nelik ü rü n lere odaklı bir araştırm a biçim i artık tem el araştırm a­
nın yerini alm aya başlam ıştır. A raştırm acılar arasında işbirliğini
sağlam ak (kim se p aten t k o n u su olabilecek b ir bilgiyi paylaşır­
ken yakalanm ak istem em ektedir) ve diğer araştırm a k u ru m lan
tarafından p aten tlen m iş araştırm a araçlarına erişm ek, üniversi­
teler için gittikçe daha fazla pahalı ve çokça da im kânsız bir hal
alm ıştır. 2002’de FTM , Madey v. D uke davasında üniversitelerin
de birer işletm e olduğuna ve patentlenm iş teknolojiyle ilgili ola­
rak deneysel araştırm a m uafiyeti için uygun görülem eyeceğine
karar verm iştir. G eleneksel olarak yayın, işbirliği ve kam u yara-
n tem elinde değerlendirilen akadem ik sta tü artık kâr, şirket re­
kabeti ve gizlilik ile ilişkilendirilm iştir. Bu sadece ABD h u k u k u ­
nun yargı alanm da değil, dün y an ın d ö rt b ir y an ın d an uluslara­
rası araştırm acıların ABD’deki piyasa ü niversitelerine çekilm e­
siyle birlikle uluslararası alanda da görülm ekledir.
D evlet lab o ra tu a rları 1986 Federal T ek n o lo ji T ransferi Ya­
sası ile b u eğilim e u y m u ştu r. Söz k o n u su yasa, “d evlet labo­
ratu arların ın p aıen tlem e ve lisanslam ada d ah a ak tif olm asını”
ve b u luşları için özel sanayiye lisans verm esini d esteklem iştir.8
1989’da U lusal R ekabet G ü cü iç in T ek n o lo ji T ran sferi Yasa­
sı, “1986 yasasında yer alan lisans verm eye ilişkin hüküm leri
sözleşm e ile çalışan ulusal labo ratu arların tü m ü n e yaym ıştır.”
1950’lerde Jo n a s Salk’u n çocuk felci aşısını p atentleyip patent-
lemeyeceği so ru su n a verdiği sıkça alın tılan an cevabının (“G ü­
neşi paten tley eb ilir m isiniz?”) ilginç gelm esi, geçen elli yılda
çok şeyin değiştiğini gösterm ekledir.

Küreselleşme için deneme çalışmaları

D iğer ülk elere FM yasalarını ilk dayatm a g irişim leri, 1980’le-


rin o rtasın d a b u gün küreselleşm e olarak andığım ız şey için bir
m odel sayılabilecek Karayip Flavzası inisiyatifini de içerm iştir.

8 Jen n ifer W ash b u rn , University, [tic.: The Corporate Corruption o f American Hig­
her Education (N ew York: Basic Books, 2005), s. 69.

223
B unun sayesinde, önce sinem a ve m ü zik alanında so n ra da ki­
tap yayıncılığında FM ile ticaret arasında resm î bir bağ olu ştu ­
ru lm u ştu r.
T icaret K an u n u 1988’de değ iştirilm iştir. 301. b ö lü m , artık
riayet etm ey en sek tö rlerin yanı sıra ticari o rta k lar için de ge­
rekli m evzuata h itap edebilm ektedir. Siyaset, sav u n m a vb.’nitı
301’in FM y a p tırım la rın ı engellem esini ö n lem ek am acıyla ti­
cari m üm essile d ah a fazla yetki verilm iştir. (İlk işgalle birlikte
Irak’a getirilen acım asız FM yasalan “sav u n m a” çıkarları ile şir­
ketlerin FM çıkarları arasında artık b ir çatışm anın söz konusu
olm adığını gösteriyor). Yine bu d ö nem de y a p tın m tehdidi için
ABD çıkarlarına zarar verildiğini gösterm e şartı kaldırılm ıştır;
yani artık h içb ir sek tö r, m evzuatım m ah zu r görd ü ğ ü bir ülk e­
ye karşı k an u n i kovuştu rm ay a girişm ek için fiili bir hasar gös­
term e gereği d u y m am ak tad ır. B enzer b ir şekilde davacılar iş­
letm elerinin iyi ve ek o n o m ik olarak yönetilen b irer yerli işlet­
m e o ld u ğ u n u gösterm ek z o ru n d a da değildir. Böylece ü retim in
y u rıd ışın a taşındığı d u ru m la rd a ABD’li sanayi çıkarları da da­
vacı olabilm ektedir.

Ve dünya sahnesine çıkış


Buraya k ad ark i b ö lü m 1995 TRIPS an laşm asının a rk a planını
o lu ştu ru y o r. Peki ya d ü n y a n ın geri k alanı ABD’n in FM ’lerini
k o ru m a sö z ü k a rşılığ ın d a ne eld e etti? D ünya g e n e lin d e FM
için u y u m laştırm a karşılığında Birleşik D evletler ile AB, geliş­
m ekte olan ü lk elerin tekstil ü rü n le rin e (ki b u n la r 1974’de M ul­
tifiber Sözleşm esi ile ABD ve A vrupa’n ın tekstil sanayilerini k o ­
ru m ak am acıyla G A TT’d an çık artılm ıştı) ve ta n m sa l ü rü n le ­
rin e (gıda, u lu slararası yerin e ulusal b ir ö n celik olarak g ö rü l­
d ü ğ ü n d e n d a h a ö n c e d e n ticari sö zleşm elere k o n u o lm a m ış­
tır) p azarlan n ı açm ayı k ararlaştırm ıştır. ABD ve AB’n in çiftlik
sü bvansiyonlarını azaltm aya dair g ü n ü m ü z “m ü zak ereleri” ve
b u n la rın tekstil ith alatım g ö n ü lsü zce kabul etm eleri o n se n e ­
d en dah a ö n cesin e d ay an an v erilm iş sö zlerin gereğidir. O za­
m an lar b u ü lk e le r gelişm ekte o lan ü lk elerden tekstil ithalatı ve
224
tarım sal ith a la t y ap m ak üzere e k o n o m ile rin i h azırlam ak için
on seneye ihtiyaç d u y d u k ların ı id d ia etm işk en , b u g ü n bu tü r
uygulam alar genellikle gelişm iş ü lk elerd en haksızca talep edi­
len yeni tavizler olarak resm edilm ektedir.
B irleşik D evletler ile AB’ye y ö n elik tek stil ith a la tı m eselesi
karm aşıklığı n ed e n iy le b u b ö lü m ü n k a p sa m ın ın d ışın d a kal­
m aktadır, a n c a k yine de şu n u hatırlam ak ta fayda var: Biyomü-
hendislik ile ü retilen fiberler (özellikle d e p a m u k ) ve tasarım a
dayalı giyim in gelişm esi (ve geçen senelerde n isp eten d üşü şü )
tekstil ticaretin in , ABD’d ek in e b en zer FM yasalarını d ü n y a ge­
neline yaym ak iç in yapılan p azarlık lard a g ö zd en çık arılabile­
cek bir şey o lm a sın ı en g ellem ek ted ir. T ek stil b u g ü n FM ’n in
küreselleşm esinde m erkezi b ir rol oynam aktadır.
Bir z a m a n la r tic a re tin ta m a m e n d ışın d a d ü ş ü n ü le n tarım ,
benzer b ir şek ild e b u g ü n FM eksenli ABD ve d ü n y a ek o n o m i­
sinde m erk ezi b ir y ere sa h ip tir. G e n e tik m ü h en d isliğ iy le ge­
liştirilip p a ten tle n e n to h u m (özellikle de soya ile m ısır), b it­
ki ve diğer tarım sal ü rü n le rd e geçen y ıllarda g ö rü le n artış ile
M onsanto gibi ü reticilerin politik/yasal n ü fu z u , FM ’ye daya­
lı ta n m ın d ü n y a ek o n o m isin in köşe taşını oluştu racağ ını gös­
term ektedir. Yakın zam ana k adar yoksul ülkelerin tarım sal ih­
racatların ın d a h a gelişm iş ü lkelere kıyasla av an tajlı olm asını
sağlayan “m ukayeseli ü stü n lü k ”, “küresel fırsatların m ü m k ü n
kılınm asına”9 bırak m ıştır yerini; b u d u ru m d a fırsatlar, zengin
ama kaynak b ak ım ın d an zayıf piyasa dev letlerin in diğer h a lk ­
ların kaynaklarını değiştirip son ra m ülkiyete d ö n ü ştü rm esi ve
tekrar onlara satm asıyla o lu ştu ru lm ak tad ır.
Bu ö rn e k le r, ticaret tak ın tılı g ü n ü m ü z d ü n y a sın d a FM ’n in
sahip olduğu yere, geçtiğim iz 25 sene zarfında katkıda bu lu n an
sayısız olaydan sadece birkaçını o lu ştu ru y o r. Burada esas belir­
leyici olan elb ette FM’n in “özel m ü lk iy et” (ve sağlık ile eğiri­
min de im tiyaz) olarak ifade edilm esidir; bu , özel m ülkiyet bi­
çim lerinin b ü tü n h ak tem elli söylem lerin tem elini o lu ştu rd u ­
ğu, iş çevrelerin in benzersiz nüfu za sahip o ld u ğ u ve dünyada

® Ari Afilalo vc D ennis P atterson, “S taıctrafı, T rade an d the O rd er of States".


Chicago Journal o f International Law 6 (Kış 2006). s. 725.

225
kaba kuvvet b ak ım ın dan şüphesiz başat güç sayılan bir ülkede
gerçekleşm iştir.
ABD’li FM’n in uluslararasılaşm ası, ABD'nin tek taraflı yasa­
m a faaliyeti, çok taraflı ve iki taraflı anlaşm alar ve so n olarak
da askerî işgal ile gerçekleşm iştir. H er bir safhada FM , ABD’nin
küreselleşm e anlayışının m erkezini o lu ştu rm u ştu r. Sonuç ola­
rak, başat oyu n cu için önem li olan tek uluslararası h u k u k u n .
FM tem elli ticaret h u k u k u o ldu ğu b ir d ü n y a belirm iştir. FM
h u k u k u n u n karm aşık ve d ü p ed ü z zalim niteliği, ABD’nin d ü n ­
ya ekonom isi - k i b una ticaret edilen m alların yanı sıra sağlık,
gıda güvenliği, eğitim gibi çoğunlukla FM ’yle girift ilişkisi olan
hizm etler de a rtık dahil e d ilm e k le - üzerindeki d enetim ini bir
süre için sağlam ıştır; ancak artık gerek Birleşik D evletler’de ge­
rekse dışarıda akın tı ters yönde akm aya başlam ıştır.

iyi bir fikrin kötüleşmesi

FM, yaratıcı zihinleri kam u yararına katkıda bulunm aya teşvik


etm ede şü p h esiz önem li b ir rol oynam aktadır. A ncak FM h u ­
k u k u n u n geçen o tu z sene zarfında o lu şturulm ası b u alçak gö­
n ü llü , kayda değer hedeflerden çok d aha fazlasını hedeflem ek­
tedir. A m m e a la n ı- k ü l türlerin ve m illetlerin ilerlem esine daya­
nak o lu ştu ran kullanılabilir fikrî k a y n ak lar- daraldığı gibi, in­
sanları d ü şü n m ey e ve yaratm aya sevk edenin sadece kâr d ü rtü ­
sü o ld u ğ u n a da in a n ır hale geldik.
G e lişm e k te o la n ü lk e le rin yanı sıra B irleşik D ev letler ile
AB’d e de FM ’de aşırılaşm aya karşı te p k iler g ö sterilm ek led ir.
Sağlık ve ilaçlara karşılanabilir erişim i hak olarak savunm a ce­
sareti g ö steren ABD vatandaşları, birçok talepten sadece biri­
ni dile g etirm ek ted ir. P atent ihlali davalarıyla karşılaşm a kor­
k u su taşıyan ü n iv e rsite le rin p a te n ıle n m iş ara ştırm a araçları­
n ın y ü k se k m aliy eti k a rşısın d a a raştırm a m alzem elerin e eri­
şim i azalm ak tad ır. A kadem ik a raştırm acıların olası patentleri
tehlikeye atm a (p a te n t elde etm ek için gereken “yeniliğe” son
vererek) ve sp o n so r şirk etleri kaybetm e kork u su y la bulguları­
nı yayınlam ada gittikçe isteksiz olm aları geçen zam an dilim in­

226
de bilim sel söylem in azalm asının ard ın d ak i fak tö rlerd en sade­
ce biridir.
Birleşik D evletler’de ve uluslararası alan d a gösterilen ö n em ­
li bir tepki ise açık kaynak h areketi olm u ştu r. Bu hareketin ka­
tılım cıları h em tekn o lo jinin hem de bilim sel yayım ların kulla­
nılabilirliğini artırm aya çalışm aktadır. Bilginin paylaşılm ası ge­
rektiğini hâlâ faal olarak savunan M İT gibi ö n em li üniversite­
ler FM karşılı h arek etlere verilen desteğin b ü y ü m esin e ya da
en azın d an gittikçe daralan am m e alanının k o ru n m asın a k atk ı­
da b u lu n m ak tad ır.
Y ukarıda b ahsedilen FM’ye dayalı sanayi koalisyonları dahi
çözülm eye başlıyor. 2006’nın başında t.eknoloji, finansal hiz­
m etler ve im alat sanayiden 45 şirket, FM h u k u k u n d a k i zararlı
gelişm elerden b ir kısm ını - b u n a p a te n i geçerliğine ilişkin var­
sayım ları çü rü tm e k için gereken ağır ispat y ü k ü de d a h il- tersi­
ne çevirm ek am acıyla Adil Patentlem e K oalisyonu’n u k u rm u ş­
tur.10 H areket eden h er şeyi ve hareket etm eyen b irço k diğeri­
ni p atentlem e eğilim i gerçekten de b irçok sanayi için Ar-Ge’yi
tehlikeli bölge haline getirm iştir. Jo e C rea’ya göre sadece ecza
sanayi “a şın p a te n t” zihniyetine sad ık kalm ıştır.

imparatorluk öç alıyor

Birleşik D evletler’in d ışın d a da sağlık, gıda egem enliği ve s ü r­


d ü rü leb ilirliğ in in h a k o larak dile getirilm esi dev fikrî m ü lk i­
yet yaratığını etkilem eye başlam akta. Birçok alanda o ld u ğu gibi
burada da 2001 yılı b ir d ö n ü m n o k tası old u . G üney Afrika’n ın,
1990’ların so n ların d a ilaç şirk etlerin in AIDS ilaçlarının kullanı­
mı k o n u su n d a y ü rü ttü ğ ü yasal girişim leri b ertaraf etm ede gös­
terdiği başarı önem li bir adım dı. Bir diğ er ön em li olay ise Birle­
şik D evletler’in şarb o n d an 14 kişinin ölm esi k arşısında zo ru n ­
lu lisans ve paralel ithalata (p aten t sah ip lerin in m u tlak g ü cü n ü
sınırlayan iki önem li yol) ilişkin yaklaşım ını hızla değiştirm e­
sidir: C ipro antibiyotiği sadece A lm an şirk eti Bayer tarafından
sun u lu y o rd u ki, o da bu ilacı Birleşik D evletler’d e piyasa fiyatı-
10 Crca, “C oalition Lobbies for Palenl Legislation".

227
na satm a cü retin i gösterm işti. Sanki b ir büyü yapıldı ve tekelci
fiyatlandırm aya karşı ahlâki tez, 14 A m erik alın ın ö lü m ü üze­
rine ABD y etk ililerin in g ö rü ş sahasına girdi. 5 Kasım 2005’te
Kongre, Tam iflu ilacının Birleşik D evletler’e m ecburi ithalatına
ve Birleşik D evletler’in z o ru n lu lisans ile üretilen ilaçları ithal
etm em e sö zü n d en (ki bu, 2001 D oha D eklarasyonu’nda ve Bir­
leşik D evletler’in b u d ek larasy o n u n h ü k ü m le rin i uygulam aya
yönelik 2003 K ararı’n d a geçiyordu) vazgeçm esine olan ak ve­
ren bir k a n u n tasarısı (HR 4392, 109. K ong.) sundu.
G üney Afrika’n ın başarısı ve H in d istan’ın p atentle ilgili son­
raki yasal dü zen lem elerin in (b u n lar H indistan’dan diğer geliş­
m ekte olan ülkelere je n e rik ilaç ve paralel ithalatların aktarım ı­
nın ö n ü n d ek i engelleri fiilen kaldıracak tü rd en d i) yarattığı teh­
dit üzerin e gelişm ekte olan ülkelerin çeşitli çabaları belli bir ba­
şarı sağlam aya başlam ıştır. 14 Kasım 2 0 0 l’de DTÖ ’n ü n Bakan­
lar K onferansı TRIPS A nılaşm ası ile Kam u Sağlığı ü zerine Doha
D eklarasyonu’n u (D oha D eklarasyonu) kabul etm iştir. Bu dek­
larasyon TRIPS’in “DTÛ üyelerinin kam u sağlığını k o rum a ve
özellikle de h erkes için ilaç erişim ini teşvik etm e h ak k ın ı des­
tekleyecek şekilde yoru m lan ıp uygulanabileceğini ve uygulan­
m ası g erektiğini” bildirm iştir. Ayrıca D oha D ek larasy o n u n u n
6. m addesi, ilaç se k tö rü n d e yetersiz im alat kapasitesi olan ya
da hiç kapasitesi olm ayan D TÖ ü y elerinin TRIPS A ntlaşm ası
çerçevesinde z o ru n lu lisanslam adan y ararlanm akla g ü çlü k ler­
le karşılaşacağını kabul etm ek led ir (ç ü n k ü zo ru n lu lisans sade­
ce ülke içi k u llan ım a yönelik üretim e izin verm ekte). Böylece
TRIPS K urulu bu so ru n a acele b ir çözüm b u lm akla görevlen­
dirildi. 30 A ğustos 2003Te DTÖ G enel Konseyi, ü lk elerin zo­
ru n lu lisans ile ihracata yönelik ü retim yapm asına izin veren 6-
Paragrafın U ygulanm asına İlişkin Kararı aldı. Bu k ararın şim ­
di TRIPS’te kalıcı b ir değ işik lik h alin e getirilm esi g erek m e k ­
te. Birleşik D evletler ile N orveç’in yoğun baskılarına karşı ge­
len K anada, zo ru n lu lisans ile ihracata yönelik ü retim d e b u lu ­
n abilm ek için gereken m evzuatı hızla yasalaştırm ışıır. Ö te yan­
dan bazı gelişm iş ü lk eler ise bu h ü k ü m çerçevesinde ilaç ithal
etm em eye k a ra r v erm iştir. G elişm ekle olan ü lk ele r açısından

228
bir diğer o lu m lu adım 2003 K aran ’m n 7. m addesidir. Bu m ad­
deyle ilaç ve veri korum aya ilişkin p a te n i yasam ası için son ta­
rih 2016’ya k ad ar uzatılm ıştır.
Aynı zam an d a C enevre m erkezli D ünya Fikri M ülkiyet Ö r­
gütü (W 1PO) içerisinde Brezilya ile A rja n tin 'in başını çektiği
“kalkınm a h a k k ı” hareketi güç kazanm aktadır. Bir diğer u lu s­
lararası ö rg ü t cep h esin d e B rezilya’n ın Ekim 2 0 0 5 ’in başında
pam uk sü b v a n siy o n la rın a son v erm em esi n ed en iy le Birleşik
Devletler’e karşı FM yaptırım larında b u lu n m a kararı - k i DTÛ
bunu yasadışı g ö rm e k te d ir- ile ilk kez FM y aptırım ları bu sü­
reçte m isillem e am acıyla kullanılm ıştır.
D ünya Sağlık Ö rg ü tü (W H O ) de tem el ilaçlara ve tanı araçla­
rına ecza p aten tleri nedeniyle güçleşen erişim im kânlarını g ü ­
venceye alm ak için h arekete geçm iştir. Başka girişim lerde de
b u lu n u lm u ştu r. H in d istan ’ın 1992 tarih li BÇS’n in - b u sözleş­
me genetik kaynakların, m enşei o lan egem en devletlerin m ül­
kü o ld u ğ u n u ş a rt k o ş a r - TRIPS’te n ö n ce g eld iğ i y o lu n d a k i
açıklam aları gelişm ekte olan ülk elerd e güçlü ve artan desteğe
sahip b ir bakış açısının örneğidir.
P aten te dayalı to h u m la rın d ü n y a ek o n o m isin d e a rtan ege­
m enliği ve geleneksel m ahsulleri FM içeriğinin yüksek olduğu
m ahsullerle değiştirm e çabası, ü lk eler tarafın d an gittikçe red­
dedilm ektedir. B unun nedeni, hem çiftçilerin ek o n o m ik sü rd ü ­
rülebilirliği ve d ü n y a gıda arzı bakım ın d an s o n u ç la n açısından
(çiftçilerin h e r sen e y e n id e n M o n san to gibi şirk e tle rd e n pa-
tentlenm iş to h u m alm ası gerekm ekte) h em de gıda arzı ile ye­
rel ekoloji açısın d an güvenlik m eselesidir. G en etik olarak de­
ğiştirilm iş (GM ) m ahsu llerin ith alatın ın yasaklanabilm esi için
(AB ve diğer yerlerde tercih edilen ihtiyarlılık ilk esin in aksine)
bilim sel olarak zararlı o ld u k ların ın k an ıtlan m asın ı şart koyan
Birleşik D evletler, b u m eseleyi b ir kez d ah a sadece b ir ticaret
m eselesi olarak gösterm eyi başarm ıştır.
G e n etik o la ra k d eğ iştirilm iş o rg a n iz m a la rın (G M O ’lar) it­
halatına karşı ulusal düzeyde k o n u lan yasaklara karşı A vrupa
A dalet D ivanı’n d a n DTÖ’ye k adar çeşitli u lu slararası arenalar­
da girişilen çabalar başarısızlıkla so n u çlan d ı. AB’n in GM O gı­

229
daların ith alatın a karşı d irenişin yasadığına dair “ihtiyatlı” yak­
laşım ı yerine D TÖ’n ü n , ABD’n in güvenliği ilgilendiren so ru n ­
ların bilim sel olarak lem ellend irilm esi an lam ın a gelen “doğa
b ilim leri” yaklaşım ı lehine verdiği Şubat 2006 tarihli karar ib­
renin y ö n ü n ü BÇS yerine DTA’dan yana çevirdi; ancak bu ka­
rarın etkileri h e n ü z kesinleşm iş değil. Her iki tarafın da bunu
“zafer” olarak sun m ası 1000 sayfalık bu kararın so n u c u n u kav­
ramayı güçleştiriyor.
A lm any a y a k ın z a m a n la rd a ABD’ye se rb e st tic a re t b ö lg e­
si o lu ştu rm a k "için (T ra n sa tla n tik S erbest T ic a re t Bölgesi ya
da TAFTA) b ir çağrı da b u lu n m u ş tu r. H iç şü p h e siz b u o lu ­
şum b irço k FM m eselesine dair ortak bir d u ru şu da beraberin­
de getirirdi fakat bu o lu şu m u n gerçekleşeceğinin h en ü z bir ga­
ran tisi yok. ABD’n in b askısına karşı AB’n in yakın tarihli İcra
Ö nergesi’nde FM ihlaline karşı z o ru n lu para cezasına yer ver­
m em esi (g erçi h ali h azırd a AB’de y in e bu d o ğ ru ltu d a ikinci
b ir girişim in o ld u ğ u n u belirtm ek gerek) ve benzer bir şekilde
u yum laştırm a am acı taşıyan Yazılım P atenti Ö nergesi’ni 2005
T em m u z ay ın d a y ü rü rlü ğ e koym am ası, AB’n in ABD’n in FM
yaklaşım ını tam am en benim sem ediğ inin b ire r kanıtı. Avrupa
Patent Sözleşm esi çerçevesinde (1992 BÇS sözleşm esinde ön­
g ö rü ld ü ğ ü üzere) yapılan dava başvurularına genetik malzeme
ile geleneksel bilginin kaynağını dahil etm eye yönelik çağrılar.
Birleşik D evletler ile AB’nin FM k o n u su n d a önem li farklılıklar
su n d u ğ u n u n b ir diğer örneği.

Onları kendi oyunlarında alt etmek

Ö te yandan, ABD’n in ve b ir dereceye kadar da AB’n in FM üze­


rin d e k i d e n e tim in in ö n ü n e geçm eye y ö n elik çab aların hepsi
b u tü r b ir k u ru m sal çerçevede gerçekleşm em iştir. Başlı başına
yükselen b ir sanayi ve ticaret gücü olan H indistan ile Ç in, ge­
lişm ekte olan ü lk elerin çıkarlarına açıkça ay k m olan ve hatıa
kim i d u ru m la rd a esas olarak verildiği yerlerde geçerliliği olan
paten tlerle m ücadelede yetkin b ir av ukat ve hâkim kuşağı ye­
tiştirm ede başarılı olm u ştu r. K ökeni H in d istan ’a dayanan belli

230
başlı b itk iler (neem , basm ati pirinci ve H int safranı) ü zerin d e­
ki p aten tlerin h ü k ü m sü z kılınm asında başarı sağlanm ıştır. Ay­
rıca yakın zam anlarda H int ilaç şirk eti R anbaxy, Pfizer’in çok
satan kolesterol ilacı L ipitor'un başlıca katkı m addesi için zayıf
düzenlenm iş p aten tin in A vusturya’da ve k ısm en de H ollanda,
Birleşik D evletler ve İngiltere’de h ü k ü m sü z sayılm asında başa­
rılı olm uştu r.
U luslararası arenada tartışm a k o n u su olan tek FM meselesi
patent m eselesi değildir. 2006 yılının Eylül ayında M ısır’ın İs­
kenderiye şe h rin d e bilgi erişim iyle ilgili m eseleler ve telif h u ­
k u k u n u n k a p sa m ın ın aşırı gen işlem esiy le y arattığ ı so ru n la r
üzerine bü y ü k b ir sem in er d ü zenlenm iştir. Bu m eseleler sade­
ce bilgi erişim ini ilgilendirm iyor; eğitim e ilişk in tem el s o ru n ­
lar ile eğilim in kalkınm a ve ek onom ik refahla oynadığı rolle de
alakalı. Burada önem li olan gelişm ekte olan ü lk elerin o rtak çı­
karlara sah ip oldu k ların ı ve ABD’n in d en etim in d e d ö n en küre­
selleşme çark ın ın b ir dişlisi olm aktan öteye geçm eleri için bir­
likle h arek e t etm eleri gerektiğini anlam ış olm asıdır.

ABD'nin karşı saldırısı

ABD’n in b u u lu slararası tavır değişikliğine cevabı p ek de hoş


olm adı. W IP O içindeki gelişm ekle olan ü lk eler lehine görülen
hareketleri rayından çıkarm aya çabalayarak tartışm anın zem i­
nini değiştirm ek b ir taktik olarak kullanıldı. Şubat 2005’te baş­
layan ve gelişm ekte olan ülkelerin çıkarlarının ö n ü n e geçebil­
m ek için stratejiler geliştirilebilm esi am acıyla bu ülkelerin da­
vet edilm ediği gizli toplantılar, Birleşik D evletler’de rağbet gö­
ren bir diğer strateji oldu.
ABD’n in dış ve iç p olitikasında k ullanılan diğ er taktikler ise
cezai y ap tırım la rı g ü çlen d irm ek ve FM m eselelerine d air k a­
m uo y u n u etkilem ek am acıyla kullanılm ıştır. İzinsiz m allan sa­
tın alm anın terörizm i desteklediği gibi idd ialar ve TRIPS’in ö n ­
gördüğü koşullardan daha fazlasını kabul etm ek istem eyen ü l­
keleri cezalan d ırm a girişim leri b u çabalara ö rn ek gösterilebi­
lir. Ayrıca Birleşik D evletler b u sene savcılannı yurtd ışm da gö­

231
revlendirm e ve “FM su ç lu la rın ın ” (iddia edilen eylem lerin ye­
rel h u k u k u çiğnem ediği ülkelerden bile) teslim ini kolaylaştır­
m aya yönelik plan ların ı açıklam ıştır. Bu d o ğ ru ltu d a ilk görev­
len d irm e O cak 2006’da C h risto p h e r Sonderby’m fikrî m ü lk i­
yet h u k u k u icra k o o rd in atö rü k o n u m u n a atanm asıyla gerçek­
leşm iştir.
Ekim 2 0 0 5 ’te AB, yaklaşan TRIPS m ü zakereleri için bir ta­
sarı su n d u . Buna göre gelişm ekte olan ü lkeler sadece FM ko­
ru m asın d a olan m alların ü retim i, dağıtım ı vesaireye karşı ya­
sa çıkartıp bu tü r girişim lere karşı güçlü cezai yaptırım lar uy­
gulam akla kalm am alı, ayrıca gelişm iş ü lk elerin m enfaati doğ­
ru ltu su n d a ih ra c a tla n n ı ve nakil halindeki m allarını denetleye­
cek m ekanizm alar da kurm alıdır. M onsanto’n u n yakın zam an­
da A rjan tin ’d e n İn g iltere’ye giren genetik olarak değiştirilm iş
soya u n u için telif ü creti alm a girişim i (ki o zam an A ıjan tin ’de
soya to h u m u kaynağına ilişkin b ir p atent söz k o n u su değildi)
gelişm ekte olan ülkelerle gelişm iş ülkelerin bu k o n u üzerinde
g ittik çe k u tu p la şm a sın ın b ir örn eğ id ir. Ş unu da u n u tm a m a k
gerek: G elişm iş ü lk e le rin özellikle de A nglo-Sakson ülkelerin
m ah k em elerin d e bu tü r suçlam alara cevap verm ek d u ru m u n ­
da kalm ak bile gelişm ekte olan ülke m erkezli bir ihracat şirke­
tinin iflas etm esine yetm ektedir.
Bu m ü c a d e le şu a n d a en y oğ u n a şam asın d a. U luslararası
FM ’yi d estek ley en tezler -ö z e llik le de k alk ın m a, yabancı ya­
tırım , y en ilik için ilh am ve araştırm aların teşvik edilm esinin,
FM yasalarını ABD’n in yasalarıyla (h atta bazen daha da fazla­
sıyla) u y u m laştırm ak ta başarısız kalan gelişm ekte olan ülkeler­
de gerçekleşm eyeceği tezi ile ahlâki gerekçeler ve FM’ye dayalı
ü rü n le r ü reten firm aların eko no m ik kaybına ilişkin diğer iddi­
a la r- dinlem eye m eraklı kim seler için FM u zm an lan tarafından
başanlı b ir şekilde d illendirilm iştir. “T icaret” ideolojisi, insan­
lığın karşı karşıya o ld u ğ u tü m s o ru n la n n ABD g ü d ü m lü tica­
ret k u ra lla n sayesinde çözülebileceği fikrî ve “h ırsızlık” ile kor­
sanlığa dayalı “terö rizm ” gibi terim ler ku llan arak FM’yi “ahlâki
bir m esele” olarak gösterm e girişim leri ciddi bir biçim de aşın­
m aya başlam ıştır.

232
B irleşik D e v le tle r’in ta m a m e n F M ’ye b ağ ım lı h a le geldiği
şüphesiz d o ğ ru . FM, Birleşik D evletler’in ü re tim i g ittik çe da­
ha fazla dışarıya aktaran bir ekonom i ü zerin d e den etim ini sü r­
d ü rm e sin i sağlayan belki de esas güç. D iğer yan d an , W1PO ve
WF10 da dahil olm ak üzere uluslararası arenada yakın zam an­
da yaşanan gelişm eler, gelişm ekte olan ülkelerin sağlık, eğitim ,
gıda egem enliği ile güvenliği savunm ada ve “insan h a k la n ” ola­
rak algılanm aya başlayan diğer alanlarda b ir hayli ilerlem e kat
ettiğini gösteriyor. K alkınm a g ü n d em i hâlâ m erkezde yer alı­
yor; tartışm a la rı b u h a re k e tte n ölü k u ru lla ra taşım a g irişim ­
leri en azın d an şim d ilik başarısız kalm ış d u ru m d a . G ö rü n d ü ­
ğü kadarıyla ABD şirk etlerin in ü lke içinde y ö n etim sürecinde,
ülke dışınd a ise ticari tem silciler ü zerin d en sah ip o ldu ğu güç
ile ülke d ışın d ak i ask erî olm ayan g ü cü arasın d ak i orantısızlı-
ğın sağladığı avantaj azalıyor. Diğer birçok alanda olduğu gibi
bu alanda da ask erî gü cü n kullanılıp kullanılm ayacağını ise he­
nüz bilm iyoruz. Birleşik D evletler’in FM d ü zen in i Irak’a dayat­
m ada başv u rd u ğ u yöntem kaide haline gelebilir ya da bu olay
ABD’n in g ü c ü n ü n zirvesini de tem sil edebilir.

233
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

D ire n iş ve U yu m Ö rn e k le ri
P olanyi'nin Çifte H areket K avram ı ve
G ü n ü m ü z Piyasa T o p lu m u n d a Siyaset
A yşe B uğra

Giriş

P olanyi’ye göre k en d i k u ra lla rın a göre işleyen b ir piyasa sis­


tem i, ek o n o m in in "sadece piyasalar tarafın d an k o n tro l edildi­
ği, d ü z en le n d iğ i ve yönlen d irild iğ i; m alların ü retim i ile dağı­
tım ının bu k e n d i k u ralların a göre işleyen m ek an izm aya b ıra ­
kıldığı b ir d ü z e n ” k u ra r.1 19. yüzyıl u y g arlığ ın ın tem el özel­
liği, P olanyi’n in “to p lu m u n in san ve doğal ö z ü n ü yok etm e­
den u z u n b ir sü re var olm ası m ü m k ü n o lm ayan d ü p ed ü z bir
ü to p y a ”2 o larak tarif ettiğ i böylesi b ir d ü z e n d ir. Bu uygarlık,
ek o n o m in in toplum sal k u ru m la r içine “y erleşik” o ld u ğu diğer
tüm insan to p lu m ların d an farklıydı.
Bu farkı tanım layan şey, piyasa değ işim in in varlığı değildi.
D eğişim tarih in farklı d ö n em lerin d e b irço k to p lu m d a m evcut
b u lu n m u ş ve in san ların geçim ini b elirlem ed e sadece yardım ­
cı bir rol oynam ıştır. İnsan geçim i b ü y ü k ölçüde “karşılıklılık”
(reciprocity) ve “y en id en d ağ ıtım ” gibi d iğ er sosy o ekonom ik
entegrasyon ilkeleri tarafından şekillenir. Farklı davranış biçim ­

1 Karl Polanyi, The Great Transformation: The Political and Economic Origins of
Our Time (Boston, MA: Beacon Press, 1947), s. 68.
2 A.g.e., s. 3.

237
leri tanım layan b u ilkeler sadece onlara eşlik eden kurum sal ka­
lıplarla birlikte ek o n o m ik faaliyete rehberlik edip yönetm ekte
etkin olabilirler. K arşılıklılık ile yeniden dağıtım söz k o n u su ise
bu kalıplar öncelikli olarak ekonom ik bir doğaya sahip olm az­
lar. Dolayısıyla genellikle akraba g ru p lan , m ahalleler, etnik ve
d in î cem aatlerde görü len karşılıklılık ilişkileri ya da devlet te­
m elli yeniden dağıtım süreçleri sosyal hedeflere uyg u n olarak
ek o n o m ik faaliyeti denetleyip düzenler. 19. yüzyıl piyasa eko­
nom isinde ise tam am en ekonom ik bir niteliğe sahip olan piyasa
değişim i ilkesi, üretim , dağıtım ve tüketim e egem en olm uştur.
Bu özelliğiyle de ek o n o m in in top lu m d an “k o p tu ğ u ” benzersiz
bir tarihsel olgu olarak belirm ektedir.
Polanyi bu biçim de şekillenen b ir to p lu m u n k u n ım sa l çer­
çevesini hazırlayan tedbirli politik m üdahaleler olm aksızın as­
la kend iliğin d en ortaya çıkam ayacağını yazar. Bir diğer deyiş­
le, ek o n o m in in to p lu m d an k o p u şu siyasi bir süreç olarak gö­
rü n m e k te d ir. Bu sü re c in doğası, P olanyi’n in en ön em li k ita ­
bı Büyük Döııüşüm’de 19. yüzyıl gelişm elerinin tarih sel bir in­
celem esi ile gösterilm ektedir. Söz k o n u su m üdahalecilik, eko­
n o m in in to p lu m d an k o p u k olduğu b ir toplum sal d ü zen “k u r­
m ak ” am acıyla top rak , em ek ve paraya ilişkin m eta efsanesinin
h ü k ü m sü rm esin i am açlam aktadır. “ [Sanayinin bu u n su rla rın ­
dan] hiçbiri satılm ak üzere ü retilm em iştir”, diye yazar Polan­
yi, “em ek, to p rak ve p aranın m eta tanım ı b ü tü n ü y le hayalîdir.
A ncak em ek , to p ra k ve p ara p iy asaları bu hayal yard ım ıy la
ö rg ü tlen m işlerd ir.”3 O na göre insan to p lu m u n u n gerçekliğiyle
bağdaşm ayan, son derece sıra dışı b ir d u ru m d u r bu.
B unun ardından, Büyük Dönüşüm insan faaliyeti, doğa ve p o ­
litik bir şekilde yaratılan satın alm a g ü cü nün m eta olarak görül­
m esinin yıkıcı so n u çların ın tasvirine yer verir. 19. yüzyılın ta­
rihsel dinam iklerini keşfetm ek için ise “çifte hareket” kavram ı­
na başvurulur. Çifte hareket, paralel bir şekilde işleyen bir yan­
dan piyasa ekonom isinin işleyişi karşısındaki engelleri ortadan
kaldırm a girişim lerini, diğer yandan da piyasa ekonom isinin in­
sanlar, doğa ve endüstriyel faaliyet bakım ından yol açtığı sonuç­
3 A.g.e., s. 72.

238
lara direnm e girişim lerini içerir. T oplum ve doğanın korunm ası­
nı am açlayan “karşı hareket” hayati b ir önem e sahipti, ancak pi­
yasa toplum u ile bağdaşm ıyordu. Bu bağdaşm azlık, kendi kural­
larına göre işleyen piyasaların m erkezî b ir yere sahip olduğu bu
sistemi nihayetinde yıkan bir dizi gerilim e yol açm ıştır.
Bugün piyasa uygarlığının yeniden dirilişine tanık oluyoruz;
piyasa ek o n o m isin i k u ru p sü rd ü rü leb ilirliğ in i sağlam ak am a­
cıyla tasarlanm ış, yeni d ü zen lem e m ekanizm alarıyla silah lan ­
m ış b ir halde d iriliyor. K endi k u ra lla rın a göre işleyen piyasa
ek onom isin in küresel etki sahası, 1980’lerin uluslararası geliş­
m elerinin tanım layıcı niteliği olarak görün ü y o r. Bu gelişm eler
özelleştirm e, düzenleyici kısıtlam aların k ald ırılm ası ve ticaret
ile serm aye akışlarının serbestleştirilm esi aracılığıyla m uazzam
bir yapısal değişim gerektirm iştir. Aynı dö n em d e, para kısıntı­
sı ve bü tçe disiplini, ü retk en faaliyetlerin gereklerine göre para­
sal ve m ali p o litik an ın kullanım ını b ü y ü k ölçüde engellem iştir.
Üretim ve dağıtım , bireysel çık arların yön len d ird iğ i kendi k u ­
rallarına göre işleyen piyasaların işleyişine bırakılacaktı.
Bu yönde atılan adım lar, kendi kurallarına göre işleyen ekono­
miyi yasama faaliyeti ile m eydana getirm ek için kaçınılm az ola­
rak önem li m ik tard a h ü k ü m e t m üdahalesi g erektirdi. Yine de
devletin geri çekilm esi ile piyasanın siyasi ideoloji ve söylem de
ilerlemesi arasında sıkı bir bağ k urulm uş oldu. Bu, “W ashington
Uzlaşm ası” dönem iydi; uluslararası m ali k u ru m lar, ekonom ile­
rini küresel piyasanın dayatm alanna göre m ali bakım dan istik­
rara kavuşturm ak ve yapısal uyum sağlam ak zo ru n d a bırakılan
gelişm ekte olan ülkeler için oyunun kurallarını dayatm aktaydı.
A ncak 1990’lard a id eo lo jik atm o sferd e ve d ü zen ley ici çer­
çevede belirg in b ir değişim yaşandı. Yeni “W ash in g to n Sonra­
sı U zlaşm a"nın m erkezî b ir öğesi olarak “iyi y ö n etişim ” kavra­
mı ortaya çıktı. Bu güncel bağlam ın önem li bir özelliği, iyi yö­
netişim in destek len m esin d e karm aşık özel-kam u ortak lıkların­
da yer alan sivil girişim lerin ro lü n e yapılan v u rg u d u r. Bugün
gözlem lediğim iz b ir dizi gelişm e, piyasaların b ir b o şlu k içinde
İşleyemeyeceği, aksine ek onom ik verim liliklerini ve toplum sal
sürdürü leb ilirlik lerin i sağlam a alm ak için ek o n o m ik olm ayan

239
b ir m ü d ah ale b içim in e ihtiyaç d u y d u k ların a d air b ir bilincin
yü k seld iğ in e işaret ediyor. B ununla b irlik te piyasa d ü nyanın
d ö rt b ir yanın d a genişlem eye devam ediyor; hayatın ve geçim
y o lların ın tü m y ö nleriyle m etalaştın lm asın a do ğ ru eğilim den
bir d ö n ü ş o ld u ğ u n a d air p e k de fazla işaret görülm üyor. Öyley­
se piyasa eko n o m isin i insan to p lu m u ile bağdaştırm aya yönelik
güncel g irişim lerin sınırlam aları ve p o litik so n u çları nelerdir?
Bu m akale, Kari Polanyi’n in k atk ısın ı güncel b ir bağlam da
y en id en ele alarak ziyaret ederek bu so ruyu cevaplam ayı am aç­
lıyor. “E k o n o m in in toplum daki y erini” ve dolayısıyla “İnsanın
G eçim Y olları”n ın 4 k o o rd in a tla rın ı b elirlem ed e farklı so syo­
ek o n o m ik en tegrasyon ilkelerinin tarihsel olarak oynadığı ro­
le d ayanan Polanyi’n in an alizinin, söz konusu ilkelerin işledi­
ği kuru m sal alan lar arasındaki sın ırların akışkan ve m uğlak bir
hal aldığı m evcut küresel ortam d a belirli sınırlam aları olabile­
ceğini d ü şü n ü y o ru m . G ü n ü m ü z dünya ekonom isini niteleyen
gelişm eler, d o ğ ru su basitçe devletin geri çekilişinden daha faz­
lasını tanım lıyor. Ayrıca devlet tem elli yeniden dağıtım alanı­
nı, h ü k ü m e t dışı ö rg ü tler ve özel sek tö r tarafından devletin sos­
yal so ru m lu lu k la rın ı paylaşm ak am acıyla üstlenilen faaliyetler­
den net b ir şekilde ayırm ayı güçleştiriyor. A ncak, Polanyi’nin
çalışm ası çifte h arek etin m evcut biçim ini şek illendiren ve ne-
oliberal d ü n y a e k o n o m isin in ötesin d ek i olasılıkları sınırlayan
bu g ü n ü m ü z yönetişim rejim inin politik so n u çların ı incelem ek
için güçlü b ir esin kaynağı olm ayı sü rd ü rü y o r.

Günümüzde piyasalar ve toplumlar

B üyük D önüşüm ’de ta rtışıla n 19. yüzyıl gelişm eleri ile kendi
k u ralların a göre işleyen piyasa ek o n o m isin in yakın zam anda
canlanm asına işaret eden gelişm eler b irb irine ne k ad ar benzi­
yor? Bu so ru y u cevaplayabilm ek için öncelikle 1980’lerde h ü ­
küm sü re n piyasa köktenciliği ile 1990'larda ortaya çıkan p o ­
litika o rtam ın ın n iteliklerini b irb irin d en ayıran göz ardı edile­

4 Polanyi’nin ölü m ü n d en sonra yayım lanan b ir kitabının adı. Karl Polanyi, Live­
lihood o f Mun. der. H. W . Pearson (New York: Academic Press, 1977).

240
meyecek belli farklılıklan kabul etm ek gerek. D ünyanın çeşit­
li yerlerindeki to p lu m lara özgü farklılıklar ne o lu rsa olsu n bu
ortam sosyal so ru m lu lu k ların , k am u otoriteleriyle girişilen çe­
şitli o rtak lık lard a yer alan devlet dışı ak tö rlere d evredilm esi sa­
yesinde u lu s-d ev leıin ro lü n ü n önem li ö lçüde değiştiği b ir yö­
netişim rejim i ile tan ım lan m ak tad ır.5 Bu yeni rejim in özellik­
leri, D ünya Bankası tarafından benim sen en p o litik a söylem ine
açıkça y an sırk en , genel o larak ek o n o m ik k alk ın m a k o n u su n ­
daki yaklaşım lara da yayılıyor. Jo se p h Stiglitz’in 1999’da yaz­
dığı üzere “k alkınm ayla ilgilenen çevrelerde olduğu gibi D ü n ­
ya Bankası’n d a da kalkınm a k o n u su n d ak i g ö rü şler değişti. Bu­
gün daha geniş hedefler ile ilgileniliyor, bu da esk in d en o ld u ­
ğundan dah a fazla araç g erektiriyor.”6
Söz k o n u su değişm e, 1980’lerde uygu lan an piyasa yönelim li
reform ların yol açtığı ek o n o m ik ve sosyal so ru n la rın fark edil­
mesiyle alakalı. Ö zellikle de kendi kuralların a göre işleyen pi­
yasanın ek o n o m ik refah ve p o litik istik rar getirm e kabiliyeti­
ne olan in an cın abartıldığı ve tedbirli politik a m üdahalesine ih­
tiyaç d u y u ld u ğ u yaygın b ir kabul g ö rü y o rd u . Böylece “yöneti­
şim ” terim i politik a söylem inde yeni b ir önem kazandı. Bazı ya­
zarlar b u n u , k alk ın m an ın politik b o y u tu n u d ik k ate alm aya yö­
nelik arta n isteğin b ir işareti olarak yorum ladı: “D evletin eko­
nom ik yön etim d e ve m ali piyasaların d ü zen len ip d en etilm esin­
deki m ü h im ro lü n ü n tanınm ası, iyi yönetişim in güçlenm esine
büyük önem v erilm esine n ed en old u . Piyasalar sadece h ü k ü ­
m etlerin sağlayabileceği yasal ve düzenleyici b ir çerçeve gerek­
tiriyor. Yani uyg u n yasal ve m ali k u ru m lar; g ü venilir m ali d ü ­
zenlem eler ve bankacılık düzenlem eleri yapan, gözelim k u ru l­
ları ve düzenleyici m ak am lar k u ran d ü zen lem eler.”7

5 Bob Jessop, “T he C hanging Governance of W elfare: Recent T rends in Prim ary


F unctions. Scale, an d Models of C oordination” , Social Policy and A d m in istra ti­
on 33, no. 4 (1999), s. 343-59.
6 Jo sep h Stiglitz, “T he W orld Bank a t the M illennium ” , T h e Econom ic Jou rn a l
109 (Kasim 1999), s. 577-97, 587.
? C arlos Sandiso, “G ood G overnance and Aid Effectiveness: T he W orld Bank
and C o n d itio n ality ", T h e G eorgetow n Public Policy Review 7, n o .l (2001), s.
1-22, 16.
241
B ütün b unlar Polanyi’n in şu dedikleri ile tam am en uyuşm ak­
tadır: “...serbest piyasalar, şeylerin kendi akışına bırakılm ası ha­
linde asla ortaya çıkam azlardı... Serbest piyasanın yolu, devam­
lı, m erkezî olarak örgütlenip kontrol edilen bir m üdahalecilik­
te m uazzam bir artış sayesinde açılm ış ve açık halde muhafaza
edilm iştir.”8 Büyük Dönüşüm'de, “yasama faaliyetlerindeki patla­
m a” ve “devletin idari işlevlerindeki m uazzam artışın” detaylı bir
şekilde tarif edildiğini görüyoruz. 19. yüzyıl boyunca tıpkı bu­
gün de olduğu gibi, piyasa ekonom isinin kendi kurallarına gö­
re işlem esine engel olabilecek her türlü m üdahaleyi bertaraf ede­
cek bir şekilde to p lu m un m addi hayatını yeniden şekillendirm e­
yi am açlayan aşın bir yasam a faaliyeti söz konusuydu.
Ancak günüm ü zd eki yönetişim kavramı çifte hareketin b ir ta­
rafından, yani piyasa ekonom isini yeniden tesis etm eyi amaçla­
yan tedbirli politika faaliyetine ilişkin tarafından biraz daha faz­
lasını ilgilendiriyor. Diğer taraf politik ve ekonom ik güç sahiple­
rinin piyasanın hükm ettiği ekonom ik bir düzende yönetilebilir-
liği tem in etm e girişim lerine ilişkindir. Piyasa reform larına top­
lumsal katılım ın teşvik edilmesi, bu girişim lerin önem li bir yö­
n ü n ü oluşturuyor. Böylece ekonom ik kalkınm a için iyi yönetişi­
m in tem in edilm esi -D ü n y a Bankası’nın 1997 D ünya Kalkınma
Raporu’nda b u n u n ilkeleri sistem atik bir şekilde ortaya konm uş­
tu r - to p lu lu k örgütlerinin güçlendirilm esini önem li ölçüde ge­
rektirir; ayrıca sivil toplum ile yerel hü küm etler arasında gelişti­
rilmiş bir işbirliğine oldukça vurgu yapılır. Bu bakım dan Dünya
Bankası yayınlarında şöyle iyi örnekler görüyoruz: Kolombiya’da
olduğu gibi yoksullara altyapı hizm etlerinin sağlanm ası için si­
vil to p lu m ile yerel h ü k ü m etler arasında işbirliği yapılm ası ya
da kam u h izm eti su n u m u için “b u tü r o rtak lık ların gayri res­
mî yerleşim lere tem izlik hizm etleri götürdüğü Karachi’de oldu­
ğu gibi özel sek tö r ile top luluk gruplarının dinam izm ini kamu
planlam asına”9 dahil eden ortaklık temelli modeller.
Sosyoekonom ik etkileşim in piyasadışı biçim lerine bu şekilde

8 Polanyi, Greni Transformation, s. 139, 140.


9 W orld Bank, W orld Development Report 1999/2000 (Oxford: Oxford U n iv e rs ity
Press, 2000), s. 122. 145.

242
başvurulm ası, kalk ın m a p o litikasına d air yeni söylem le sınırlı
değil, ayrıca Kuzey’in gelişm iş ülkelerine de yayılıyor. Bu ü lk e­
lerde “ö rgütlenm iş refah karm ası”, devlet ile sivil to p lu m ak tö r­
leri arasındaki o rtaklıkların önem li bir yeri olduğu, refah su n u ­
mu için “ak ışk an ” yollara yer verm iştir.10 Ö zellikle de liberal re­
fah rejim lerinde hayırseverlik üzerine yapılan vurgu bu yeni ge­
lişmenin önem li b ir b o y u tu n u oluşturuyor. Ö rneğin İngiltere’de
seçim kam panyasına hâkim olan ana fikir hem İşçi Partisi hem
de M uhafazakâr Parti’n in liderleri tarafından eşit derecede coş­
ku ile destekleniyor: Bu fikir, sosyal h izm etler ve yardım ların
sunum una ihtiyaç doğuran başlıca soru n ların , ü çü n c ü sektörün
şimdiye dek h ü k ü m ete verilen soru m lu lu k ların çoğunu ü stlen ­
mesi halinde etk in bir şekilde çözülebileceği şeklinde. Bu. piya­
sa ideolojisinin ö nde gelen savunucularından biri olan Margaret
Thalcher’ın “toplum diye bir şey y oktur, yalnızca bireyler ve ai­
leler vardır” dediği zam andan bu yana m uhafazakâr yaklaşımla-
n n belirli b ir değişim e uğradığını gösteriyor. Econo/nisf’teki bir
makalede de belirtildiği gibi “iradecilik ile sosyal girişim ciliğin
doğaları itibariyle devlet su n u m u n u n tehlikeli etkilerine üstün
olduğu gö rü şü (T ory lideri) C am eron’u n M argaret T h aıch er’a
verdiği şu ince cevapla aynı hisse hitap eder: T o p lu m diye bir
şey vardır; sadece devlet ile aynı şey değildir.’”11
Sosyal g irişim c iliğ in sosyal k o ru m a n ın s u n u m u n d a nasıl
devletin y erin i alabileceğini g ö steren b ir dizi ö rn e k , Bill G a­
tes gibi küresel k odam anların yaygın b ir şekilde reklam ı yapı­
lan hayırsever faaliyetlerinde görülebilir. Bu bak ım d an gerçek­
ten çarpıcı olan b ir arm ağan verm e örneği, yakın zam anlarda
m edyada geniş yankı buldu. Ö rn ek d ü n y an ın en zengin adam ­
larından biri olan W arre Buffet’a dair. Buffet, Bill G ates ile karı­
sı M elinda G ates tarafından y ü rü tü len ve gelişm ekte olan d ü n ­
yada yoksu llu k ve hastalıklarla m ücadele ve teknolojiye erişim i
artırm a alan ların d a ak tif olan 29 m ilyar dolarlık hayırsever bir

tO Ö zellikle bkz. Ingo Bode, "D isorganized W elfare Mixes: V oluntary Agencies
and New G overnance Regimes in W estern E urope” , Journal o f European Social
Policy 16, no. 4 (2006), s. 346-59.
*1 Economist, "The Fight over a Big Idea” (22-28 T em m uz 2006), s. 44.

243
k u ru lu şa 31 m ilyar d o la r bağışta b u lu n d u . Bu kaynakların res­
m î yardım olm ak ü zere n e d en h ü k ü m ete verilm ediğine ilişkin
b ir soruya Buffel’ın cevabı şöyle oldu: “Bili ve M elinda... federal
h âzineden d ah a iyi b ir iş çıkaracaklardır.”12
Cevap zam an ım ızın ru h u y la lam bir uy um içinde; bu ru h ha­
li Guardian'daki b ir m akaleyle gayet do ğ ru b ir şekilde tarif edi­
liyor: “ 19. yüzyıl k ap italizm çağıydı, 20. yüzyıl ise sosyalizm
çağı. Y irm i b irin c isi h a y ırse v e rlik çağı o lacak y a d a b iz öyle
u m u t ed iy o ru z.”13 E lbette söz k o n u su ru h hali, b ü tü n ü y le ye­
n i değil. Ö zel hayırseverliğin kam usal y ardım a ü stü n olduğuna
d air inanç liberal d ü şü n c e n in tarihsel olarak ön em li b ir u n su ­
ru olm u ştu r; bu inanç açık bir şekilde m esela T oqueville’in Me­
moirs o f Pauperism'de geliştirilm iştir.14 Polanyi de özellikle bu
inancın liberal d ü şü n ced ek i yerine W illiam T ow nsend’in konu
üzerine tu tk u y la so rd u ğ u şu soru lara atıfla değinir: “H ayırse­
verlik duyguları katı ve hem en yerine getirilm esi g ereken yasal
y ü k ü m lü lü k lerd en kayn ak lan an d uy gu lardan çok d ah a asil de­
ğil m idir?... Doğada yardım severliğin verdiği gönül rahatlığın­
dan daha güzel b ir şey olabilir m i?”15
A ncak b u gü n b u tü r duygular, belirli ku ru m sal düzenlem e­
ler tarafından desteklendikleri b ir sosyal o rtam da yer alıyorlar.
Bu kuru m sal d ü zen lem eler ortak-yönetişim çerçevesinde refah
su n u m u ü z e rin d e b elirli b ir k o n tro l sü rd ü rm e y e devam eden
devleti içeriy o r.16 H ü k ü m e tle r, g ö n ü llü faaliyetin b elirg in bir
hal aldığı süreçlerde de ö nem li bir rol o ynuyor; böylece engelli­
ler ve işsizler için eğitim program ları gibi h izm etlerin su n u m u ,
so n u n d a özel sek tö rle yakın bağları olan b irer b ü y ü k işletm eye
d ö n ü şen hayırsever k u ru m la n n a devrediliyor.17 D oğrusu, G ü­

12 Sim on Jen k ins, "The W elfare Slate is W aning. Bring on the P h ilanthropists'.
The Guardian, 28 H aziran 2006.
13 A.g.e.
14 A. d e Tocqueville, M emoir <m Pauperism, der. G. H im m elfarb (Chicago: Ivan R
Dee. 1997).
15 A ktaran Polanyi, Great Transformation, s. 118.
16 Bode, “D isorganized W elfare Mixes.”
17 Ö rneğin bkz. David H encke, “G overnm ent T u rn s C harities in to M ullim illion-
P o und Businesses", Guardian, 3 T em m uz 2006.

244
ney ü lkelerin d e o ld u ğ u kad ar Kuzey ülk elerin d e de b u g ü n de-
neyim lediğim iz şey basitçe devletin “geri çek ilişin d en ” ziyade
“biçim değ iştirm esid ir”, böylelikle siyasi güç “yayılm ış”, “ade­
mi m erkezîy etleştirilm iş” ya da özelleştirilm iştir.18 Bir zam an­
lar devlete ait sayılan so ru m lu lu k ları ü stlen m esi için g ö nüllü
sektöre gittikçe daha fazla çağrı yapılır oldu ve çeşitli biçim ler­
deki özel-kam u ortaklıkları şim diye dek devletin y en id en dağı­
tım alanı olarak d ü şü n ü le n sahalarda hızla artm ak tad ır.
B urada d ik k a t ed ilm esi g e re k e n şey şu: D ev letin im tiy az­
larının b u şe k ild e paylaşılm ası, İkinci D ü n y a Savaşı so n rası
Avrupası’n d ak i devlet tarafından yetkilendirilen resm î çıkar k u ­
ruluşlarının politika sürecinde önem li b ir katkıda b ulunabildi­
ği yen i-k o rp o ratizm orLamından farklıdır. Bugün yerel, ulusal
ve k üresel düzey lerd e önem li b ir yeri o lan özel vakıflar ya da
STK’ların, sen d ik alar gibi daha önceden devlet tarafından yetki­
lendirilm iş k u ru lu şların riayet ettikleri şekilde, tem sil ve hesap
verebilirlik k o n u su n d a net tanım lanm ış norm lara riayet ettikle­
ri pek söylenem ez. H ük ü m et dışı aktörlerin tem sil g ü cünde ya
da devletle olan ilişkilerinin niteliğini tanım layan k u rallar ko­
n u su n d a b ü y ü k ölçüde belirsizlik olabilir ve çoğunlukla da bu
belirsizlik vardır. D evlet-toplum ilişkilerinin b u akışkanlığı, bu­
n u n dem o k ratik vatandaşlık bakım ından sonuçların ı sorunsal­
laştıran N eera C h an d h o ke tarafından vurgulanm ıştır:

“En azından 20. yüzyılda bildiğim iz şekliyle dem okratik va­


tandaşlık, haklan kendi gücü üzerinde ahlâki sınırlam alar ola­

18 Bıı (erim leri kullanan yazarlar siyasi güç ve devlet faaliyeti k o n u su n d a farklı
paradigm alara dayanm aktadırlar. A ncak terim lerin hepsi birlikte m odern bü­
ro k ratik devletin stan d art form lanndan siyasi ile siyasi olm ayan arasındaki sı­
nırların bulanıklaşlıgı oluşum lara doğru önem li bir değişikliğe işaret etm ek­
tedirler. Ö zellikle bkz. Susan Strange, The Retreat o f the State: The Diffusion of
Power in the W orld Economy (Cam bridge: C am bridge University Press. 1996);
N ecra C h an d h o k e, “G overnance and Pluralisation of the State: Im plications
for Dem ocratic Practices in Asia?", G overnance in Asia: C ulture, Ethnic, Insti­
tutional Reform, an d Policy Change adlı uluslararası konferansla sunulan teb­
liğ. City U niversity o f H ong Kong, 5-7 Aralık 2002 ve Beatrice H ibou, “From
Privatising the E conom y to Privatising the State: An Analysis o f the C ontinu­
al F orm ation of the State", Privatising the State içinde (Londra: H urst & C om ­
pany, 2004), s. 1-47.

245
rak gören bir devlete bağımlı olm uştur. Dolayısıyla modern
bir devlet, sivil toplum un taleplerine duyarlı bir devletle büs­
bütün bağdaşmaz değildir. Politik baskılar karşısında çıkma­
za girmemesi için güçlü olması gerekm ektedir. Sivil toplum un
bunun tersine devletten belli bir m iktar özerk olması gerekir;
bu nitelik sivil toplum un politik bir güç elde edebilmesi, poli­
tik olarak arzulanabilir olan üzerine bir söylem geliştirebilme­
si ve devlete hesap verdirebilmesi için elzemdir.
Û tc y an d a n y ö n etişim h a k k ın d a k i yeni te o rile r devlet
ile sivil to p lu m ara sın d ak i b u ayrım ı o rtad a n kaldırm aya
eğilimlidir.”' 9

Bu yeni teorilerin, g ü n ü m ü z loplum larında g ö rülen sosyoe­


k o n o m ik entegrasyon kalıplarıyla tutarlı bir diyalog içinde gö­
rü lm esi sebebiyle değ işim ilk e sin in m ev cu t d ü n y a dü zen in e
b ü sb ü tü n hakim o ld uğ u söylenem ez. Öyleyse Polanyi’n in 19.
yüzyıl piyasa ekono m isine ilişkin teorik izahı b u g ü n ü n analizi­
ne ne şekilde faydalı olabilir?
Bir yaklaşım a göre g ü nü m üz şartlarını Polanyi’n in katkısına
referansla açıklam anın zorluğu, kop uş kavram ının analitik za­
yıflığını yansıtıyor olabilir. Douglas N o rth’u n belirttiği gibi “Fi­
yat belirleyen piyasalar, 19. yüzyıl da dahil tarih boyunca hiçbir
zam an ekonom ik karar alm a sürecine tam am en egem en olm a­
mıştır. Tarih boyunca h an e içinde, gönüllü örgütlerde ve h ü k ü ­
m etlerde kaynakların piyasa fiyatları tarafından tahsis edildiği­
ni gözlem lem iyoruz.”20 M ark G ranovetter’in bu konudaki yak­
laşımı da benzer şekilde ve “ekonom ik faaliyetin gerektiğinden
daha az ya da fazla toplum sallaştırılan izahlan” arasında yer alı­
yor. G ranovetter, sta n d a rt eko no m ik teorinin insan faaliyetini
atom lara ayrılm ış, yeterince toplum sallaşm am ış bir şekilde kav-
ram sallaştırm asına karşı eleştirel bir bakışa sahip olm akla birlik­
te Polanyici b ir d u ru şa şu nedenle itiraz etm ektedir: “Ekonom ik
davranışın yerleşiklik düzeyi, piyasadışı toplum larda içerikselci-

19 C handhoke, "G overnance and Pluralisation of the Slate”, s. 16-17.


20 Douglas N orth, “N on-M arket Form s of Econom ic Organization: The C hallen­
ge of Karl Polanyi”, Journal of European Economic History 6 (1977), s. 703-16.
709.

246
lerin iddia ettiğinden daha aşağıdadır... ve ‘m odernleşm e’ ile bir­
likle onların sandığından daha az değişm iştir.”21 Bu özel yakla­
şım, özellikle de m o d em kapitalist ekonom ilerde kişisel ilişkile­
rin ve güven ilişkilerinin önem ini vurgular.
Polanyi’n in , geleneksel olarak k ö k leşm iş ilişk ilerin ve ku-
ru m la rın piyasa çağ ın ın zirv e sin d e bile in s a n la rın ve to p lu ­
m un m addi hayatı ü zerinde etkiye sahip o ld u ğ u n u ink âr ede­
ceğini d ü şü n m e k için herhangi b ir n ed en yok. B ununla birlik­
te, Büyük Dönüşüm 'de anlatılan, ek o n o m in in 19. yüzyıl toplu-
m u n d an kopm asına ve İkinci D ünya Savaşı’n d a n so n ra yeniden
yerleşik hale getirilm esine yönelik atılan ad ım lara dair hikâye­
de karşılıklılığın rolü neredeyse hiç görülm ez. Polanyi’nin a n ­
lattığı hikâye esas olarak politik olanın ek o n o m ik oland an ay­
rım ına daird ir; dolayısıyla yeniden dağıtım ile değişim veyahut
devlet ile piyasa başrolü oynam aktadır. G ü n ü m ü zd e devlet d ı­
şı ve piyasadışı ak tö rler üzerine yapılan vurgu b ak ım ın d an kar­
şılıklılık ilk esin in old u k ça önem li olm ası Polanyi’n in anlattığı
hikâyenin m ev cu t d u ru m açısından alakasız o ld u ğ u anlam ına
mı gelm ekledir?
P o lan y i’n in k arşılık lılığ ı ih m al e tm e s in d e n b e lk i de d ah a
fazla dik k at isteyen bir şey de sosy o ek o n o m ik enteg rasyonun
farklı ilkeleri ile bu n lara karşılık gelen k u ru m sa l k alıp lan birbi­
rinden açıkça ayrı görm en in teorik olarak m ü m k ü n olduğu. Bu
bakım dan dile getirilebilecek so ru lara rağm en, g üncel y ö n eti­
şim rejim inin politik sonuçları Polanyi’nin to p lu m d an kopm uş
ekonom i ve o n u n in san ın to p lu m sal hayatıyla bağdaşm azlığı
üzerine analizi çerçevesinde değerlendirilebilir.
Polanyi’n in çalışm asında, siyasi iradeyi baltalayacak bir şe­
kilde insan to p lu m u n u n piyasanın m antığına boyun eğer hale
getirilm esi, m eta efsanesi tem elinde ö rg ü tlen m iş ek o n o m ik bir
düzenin doğal so n u cu olarak belirm ektedir. Bu bakım dan d ü n ­
ya ekonom isinde gözlem lenen güncel eğilim ler ile Polanyi’nin
incelediği 19. yüzyıl gelişm eleri arasında belirgin paralellikler
bulunm aktad ır.

21 M ark G ran o v etler, “Econom ic Action and Social S tructure: The Problem of
E m beddedness", The American Journal o f Sociology 91 (1985), s. 481-510, 482.

247
Em ek, to p ra k ve p ara piyasalarının ö rg ü tlen m esin d e g ü n ü ­
m üz to p lu m larm ın n e k ad ar yol kat ettiğini ve bu yöndeki bas­
kıların hâlâ ne k a d a r güçlü o ld u ğ u n u görm em ek gerçekten de
güç o lu rd u . Başka şeyleri görm em ek de güç: Ö rneğin esnek is­
tih d am p ra tik le rin in se n d ik a la rın da zayıflatılm asıyla birlikte
işçileri nasıl güvencesiz b ir halde so k tu ğ u n u ; tarım ın ticarileş­
m esinin nasıl da m uazzam toplum sal a ltü st oluşlara yol açtığını
ve böylece gittikçe artan sayıda insanın, düzenli iş bulm a şans­
larının neredeyse hiç olm adığı şehir varoşlarına yerleşm ek üze­
re tarım sal se k tö rü terk ettiğini;22 düzenleyici kısıtlam alara tâ­
bi olm ayan serm aye ak ışlarının, iş ve geliri koruyacak b ir şekil­
de satın alm a g ü c ü n ü k o n tro l etm e ve ü retk e n faaliyeti d ü zen­
lem e k o n u la n n d a h ü k ü m etleri nasıl g üçsüz bıraktığını. Bu ge­
lişm elere, elinizdeki d erlem en in ü ç ü n c ü b ö lü m ü n d e yer alan
m akalelerde incelendiği gibi insan bilgisinin m etalaşm asına yö­
nelik eğilim ler de eklenebilir. Bu d u ru m d a küresel serm aye ko­
d am an ların ın g ö n ü llü olarak arm ağan verm esi ya da uluslara­
rası, ulusal ve yerel düzey lerd e faaliyet g ö steren sivil toplum
k u ru lu şların ın n o rm a ld e devletin ü stlenm esi g ereken so ru m ­
lukların bazılarını paylaşm ası ve aynı zam anda faaliyetleri için
kam u tarafından sağlanan destekleri alm ası nedeniyle, Polanyi-
ci bir perspek tiften ek o n o m in in artık to p lu m u n içine yerleşik
o ld u ğ u n u d ü şü n m e k m ü m k ü n g örünm em ektedir.
A ncak g ü n ü m ü z piyasa e k o n o m isin in k u ru m sa l çerçevesi­
n in “y erleşik lik y an ılsam ası” diyebileceğim iz b ir d u ru m a yol
açacak nitelik te o ld u ğ u n u savunm ak m ü m k ü n . Bu yanılsam a,
eko n o m i ile to p lu m u n tedbirli devlet m üdahalesi ile değiştirile­
meyeceği ve değiştirilm em esi gerektiği inancını sü rd ü rü r. Yan­
sıttığı “gerçekliğin g ü c ü n ü n in k ârın a” referansla geliştirilen bu
tipik liberal in an cın etraflı bir analizini Polanyi’n in çalışm asın­
da b u lu y o ru z . Bu analizin sağladığı ö n g ö rü ler kü resel piyasa
ekon o m isin d ek i m ev cu t politik d u ru m u anlam aya yönelik gi­
rişim ler için old u k ça yararlı olabilir.

22 Bkz. Mike Davis. Plancı o f Slums (Londra: Verso. 2006).

248
İktidar gerçeği ve karmaşık bir toplumda
özgürlüğün temeli konusunda Polanyi

P olanyi’ye g ö re 19. y üzyıl to p lu m u , k e n d in e ö zg ü a n lam ve


ö rg ü tlen m e d ü nyasıyla a rtık “p o litik b ir to p lu m ” değildi. Bü­
yük Dönüşüm ’d e m erk ezî b ir yeri olan b u d ü şü n c e Polanyi’ye
göre A dam S m ith ’in çalışm asının ah lâk i ö z ü n ü , T o w n sen d ’in
Dissertation on the Poor Laws çalışm asın d a to p lu m sa l d ü z en i
analiz e d e rk e n b a şv u rd u ğ u b iyolojik k a rşıla ştırm a la rd an ayı­
ran can alıcı u ç u ru m a n azaran geliştirilir. P olanyi’n in ifade et­
tiği gibi.

Atmosferin Adam Smith’den Tow nsend’e doğru değişmesi


gerçekten çarpıcıydı. Adam Smith; Thomas Moore ve Machi-
avelli, Luther ve Calvin gibi devletin büyük mucitleri ile açı­
lan çağın kapandığını gösteriyordu. Townsend ise Ricardo ile
Hegel’in karşıt açılardan, devletin yasalanna tâbi olmaktan zi­
yade devleti kendi yasalanna tâbi kılan bir toplumun varlığını
keşfettikleri dönem olan 19. yüzyıla aitti.23

T o p lu m u siyaset alan ın d an ay n b ir şey olarak tahayyül eden


liberal d ü şü n c e n in yükselişinin m erkezî b ir k o n u m a sahip ol­
m ası S tephen W ollin tarafından da in celenm iştir. W ollin’in ve
daha so n rad an M argaret Som ers’in ifade ettik leri gibi, b u libe­
ral tahayy ü l b ü y ü k ö lçü d e b ir y an d a k e n d iliğ in d e n ve doğal
olan ile öte yan d a yapay ve keyfî olan arasın d a k u ru la n bir kar­
şıtlığı içerir.24 Liberal görüş to p lu m u n doğal olg u ların alanı ola­
rak, devletin ise insan ilişkilerinin doğal akışına yapay ve key­
fî bir şekilde m ü dahale eden ve to p lu m d ışın d a y er alan bir güç
olarak kavram sallaştırılm asına dayanır. Bu belirli g ö rü şü n ge­
lişim ine, kendiliğinden b ir d ü zen olarak to p lu m u yönelen ya­
saları anlam a çab alan eşlik etm iştir. Bu yasalar, to p lu m u çokça

23 Polanyi, Creal Transformation, s. 111.


24 S tep h en W o llin , Politics and Vision (B oston: L ittle. B row n a n d C om pany,
1960) ve M argaret Som ers, “R om ancing th e M arket, Reviling the State: Histo-
ricizing Liberalism . Privatization, and the C om peting C laim s to Civil Society”.
Citizenship. M arkets and the State içinde, der. C olin C rouch, K laus Eder ve Da­
m ian T am bini (O xford: O xford University Press, 2001), s. 23-48.

249
ekon o m ik faaliyetler b ü tü n ü n e indirgeyecek bir şekilde ekono­
m in in işleyişinde b u lu n m u ştu r.
D olayısıyla, liberal d ü ş ü n c e n in y ü k selm esiyle iki b o yutlu
b ir sü reç gözlem liyoruz: Doğal bir d ü zen olarak to p lu m poli­
tik olanın yapay alan ın dan ayrılıyor ve ek onom ik olanla eş tu­
tuluyor. Polanyi bu gelişm enin iki y ö n ü n ü şu so ru y u sorarak
b ir araya getirm iştir: “Siyasi yönetim in m üdahalesini ne çağı­
ran ne de ona tah am m ül eden bu insan to p lu lu ğ u n d a denge ve
düzeni m uhafaza eden ne o lm u ştu r? ”25 S onradan T ow nsend’in
biyolojik karşılaştırm alarının bu soruya b ir cevap su n d u ğ u n u
yazm ıştır:

Böylece iktisatçılar. Adam Smiıh’in sunduğu insani tem eller­


den vazgeçip, Tow nsend’in sunduklarını dikkate alır oldular.
M althus’un nüfus yasası ve Ricardo’nun ele aldığı azalan verim
yasası insanın doğurganlığı ile toprağı, varlığı gün yüzüne çı­
karılan yeni alanın k urucu unsurları yaptı. Ekonom ik toplum
politik devletten farklı bir şey olarak ortaya çıkmıştı.
Bu insan to plu luğ un un -k arm aşık bir to p lu m - varlığının
g ö rü n ü r olduğu koşullar 19. yüzyıl düşünce tarihi için çok
büyük bir önem e sahipti. O rtaya çıkan toplum piyasa siste­
m inden başka b ir şey olm adığından insan to p lu m u , şim di­
ye dek politik yapının parçası olduğu ahlâki dünyaya tam a­
m en yabancı olan temellere taşınm a tehlikesi ile karşı karşı­
yaydı artık.26

İçinde b u lu n d u ğ u m u z g ö n ü llü girişim ler ve hayırsever ey­


lem ler çağında g üncel gelişm elerle ortaya çıkan so ru şu şekil­
dedir: P olitik olm ayan b ir toplum , “siyasi yönelim in m ü d ah a­
lesini ne çağıran ne de ona taham m ül ed en ” bir toplum kaçınıl­
m az olarak ek o n o m ik b ir to plu m m u olm ak zo ru n d ad ır? Dev­
let m üdah alesin i içeren lerden başka yollarla ekonom i toplum
içine yerleşik hale getirilem ez m iydi?
Büyük Dönüşüm’de b u so ru en açık şekilde R obert O w en’m,
Polanyi’nin 19. yüzyıl b ilincinde “sürekli am açlanan sosyal dü-

25 Polanyi, Great Transformation, s. 115.


26 A.g.e., s. 115-16.

250
şü n c c n in e v rim i”, y ani “to p lu m u n in sa n d ü n y a sın a y en iden
dahil ed ilm e si”,27 o larak tarif ettiği şeye k atkısı ü z e rin e olan
tartışm a k ısm ın d a ele alınır. P olanyi, 19. y üzyılın b ü tü n sos­
yal d ü ş ü n ü rle ri a ra sın d a n en ço k saygı ve h ay ran lığı R obert
O w en’a d u y m u ştu r. Polanyi’ye göre O w en, “to p lu m ile devlet
arasındaki ayrım ın son derece farkındaydı: G odw in gibi devle­
te karşı önyargı beslem ek yerine, devlete sadece gerçekleştire­
bileceği şey için d ik k at etm işti; yani top lu m a y ö n elik zararı ö n ­
lemeyi am açlayan yardım cı m ü d ah ale için, to p lu m u n d ü z en ­
lenm esi (organizing) için değil.”28
O w en, Sanayi D ev rim i’n d e n so n ra o rtay a ç ık a n k arm aşık
to p lu m u n ö rg ü tlen m esi için devlete çağrıda b u lu n m am ış, a n ­
cak d e v le tin m ü d a h a le s in in to p lu m u n h a y a tta k alm ası için
son d erece b ü y ü k b ir ö n em e sah ip o ld u ğ u n u d ü ş ü n m ü ştü r.
Bu m o d ern to p lu m geleneksel ilişkilerin yıkılm asıyla şekillen­
m iştir. T o p lu m u b ir arada tu tan d avranış n o rm la rın ı o zam a­
na kadar sağlam ış olan b u ilişkilere in san lar artık bağlı değildi.
Polanyi’n in de yazdığı gibi “Sanayi D evrim i m uazzam büy ü k ­
lükle sosyal altü st o luşlara yol açıyordu ve y o k su llu k so ru n u
bu gelişm enin sadece ek onom ik b o y u tu idi. O w en, yasal m ü d a­
hale ve y ö n len d irm e b u yıkıcı güçlere karşılık verm ezse, bu sü ­
recin devam ında b ü y ü k ve kalıcı k ö tü lü k le rin ortaya çıkacağını
haklı bir şekilde söylem iştir. O n u n çağrıda b u lu n d u ğ u şey olan
to p lu m u n k en d in i ko ru m asın ın , ek o n o m ik sistem in işleyişiyle
bağdaşm az o ld u ğ u n u o sırada ön g ö rem em işti.”29
Bu gözlem iki paralel bağdaşm azlığa dayanm aktadır: Bir yan­
dan m eta efsanesine dayalı k urum sal d ü zenlem elerde g ö rü n ü r
olan e k o n o m in in k o p u k niteliği insan to p lu m u ile bağdaşık de­
ğildi. Diğer yan d an , to p lu m u k o ru m ak üzere girişilen yasam a
faaliyeti piyasa ek o n o m isiy le bağ d aşır d eğildi. D evlet m ü d a­
halesini çağıran şey piyasa sistem in in yok edici güçlerine kar­
şı to p lu m u n kend iliğ in d en tepkisiydi. A ncak devlet m üdahale­
si 20. yüzyılın ilk yarısında g ö rü len ek onom ik ve politik kriz­

27 A.g.c., s. 126.
28 A.g.c., s. 127.
29 A.g.c., s. 129.

251
lere yol açan yıkıcı gerilim ler d oğurdu. Söz k o n u su krizler ise
İkinci D ünya Savaşı so n ra sın d a y en i b ir d ü n y a d ü z e n in e ne­
den olacaktı.
Bu tarihsel y o ru m d a , p o litik h ak ların piyasa to p lu m u n d a-
ki yerine d air b ir d eğerlendirm e ö rtü k b ir şekilde yer alm akta­
dır. P olanyi’ye göre genel oy h ak k ı piyasa to p lu m u n u n geliş­
mesiyle b irlik te İngiltere’de en sistem atik ve en ısrarcı biçim ­
de ifade edilen yaygın b ir talep olm u ştu r. P olanyi’n in belirtti­
ği üzere, “E m ek piyasası işçilerin hayatlarını ne kadar gaddar
bir şekilde hırpaladıysa, işçiler de o k ad ar ısrarla oy için yayga­
ra k o p arm ıştır.”30 B un u n la birlik te, Polanyi’n in de ifade ettiği
gibi hayatları piyasa to p lu m u tarafından harap edilm ekte olan
kitlelere, tam da o to p lu m u n idaresinde söz sahibi olm a hak­
kı verildiğini görm eyi u m m ak kolay değildi. Böylece liberaller,
“b ü tü n u ygarlığın d ay an d ığ ı m ü lk iy et k u ru m u n a ”31 ölüm cül
bir darbe olacağı nedeniyle Ç artist genel oy hakkı talebine şid­
detle karşı çıkm ışlardır.
Polanyi’n in an alizin d e to p lu m u n farklı k esim lerin in kendi­
liğinden ittifakı an lam ın a gelen ve hayalî m etaların piyasanın
yörüngesinden çıkartılm asına yönelik k o ru y u cu yasam a faali­
yeti için devlete talepler su n a n karşı hareketin, b u g ü n kıyasla­
nabilir b ir şekilde g ö rü ld ü ğ ü söylenem ez. Bu, 1980 sonrası dö­
nem de piyasanın genişlem esinin h içbir direnişle karşılaşm adı­
ğı anlam ına gelm iyor. A ncak siyasi otoriteler, serbestleştirm e,
özelleştirm e ve düzensizleştirm e y ö n ü n d e atılan adım ların ge­
ri atılm asından yana o lan p o p ü ler taleplerden aynı şekilde bas­
kı görm üş değil.
Bu devlet m ü d a h a le sin e ta h a m m ü lü n aşırı d ü şü k olm asıy­
la alakasız b ir d u ru m değil. Söz k o n u su ta h am m ü lsü z lü k ne-
o lib e ra l z a m a n la rın şu p o p ü le r slo g a n ın d a k ısaca ö z e tle n ­
m iştir: “D evlet s o ru n la rım ız ın çö z ü m ü d eğ il, s o r u n u n k e n ­
d isid ir.” Bu sloganla ifade edilen d ü şü n c e P olanyi’n in Büyük
Döııüşüm’de k ap sam lı b ir şek ild e ele aldığı 19. yüzyıl piyasa
uygarlığını şe k ille n d ire n liberal d ü şü n c e lerd e n elbette hiç de

30 Â.g.e., s. 225.
31 A.g.e.

252
farklı değil. A n cak söz k o n u su iki d ö n e m a ra sın d a farklı bir
şey var. 1980 so n ra sı d ö n e m d e , d a h a ö n c e d e n lib eral k o n u ­
ma karşı m üdah aleciliğ i sav u n an so lcu lar da d âh il o lm ak ü ze­
re birço k in sa n a rtık faal b ir devleti sa v u n m a k o n u su n d a is­
teksizdir.32
P iyasan ın g en işlem esin e ilişk in sol y ak la şım d a k i bu deği­
şiklik, g ü n ü m ü z neoliberalizm ini ve ona tepkileri analiz ed er­
ken Polanyi’n in karşı harek et d ü şü n cesin i k u lla n a n belirli gi­
rişim le re y a n s ım a k ta d ır. 1986’da B u d a p e şte ’de g e rçe k leşen
ilk U luslararası Kari Polanyi K onferansı’n d a B jom H ettne şu ­
nu dile getirm işti: “H em piyasa hem devlet çö zü m lerin in öte­
sin e g eçm esiy le, k a rşılık lılık , m e v c u t k rize b ir y a n ıt o larak
g ö rü le b ilir.”33 K arşı h a re k e tin y ü k ü n ü n d e v le tte n to p lu m a
geçtiği ve piyasa e k o n o m isin in yol açtığı k rizlerle m ü cad ele­
de a rtık devlete yaslanılm ayacagı g ö rü şü , P olanyi’n in d ü şü n ­
celerinin y ak ın zam an lard a küresel e k o n o m id ek i m evcut eği­
lim leri açık lam ad a, k u llan ılm a b içim lerin in b azılarına eklem ­
lenm iş g ö rü n ü y o r.34
M evcut tarih sel k o n jo n k tü r, Polanyici so lu n b ir kısm ını da
içerecek şekilde sol tarafından paylaşılan devlete olan inançta­
ki bu kaybı açıklayabilecek b irçok u n s u r b arındırıyor. 20. yüz­
yıldaki sosyalist d eneyim lerin başarısızlığının yol açuğı politik
hayal kırıklığı bu u n su rla rd a n biri. Bir başka düzeyde ise d ü n ­
ya etrafına yayılm ış ek o n o m ik ilişkilerin devasa b oyutları, bu
ilişkileri d ü zen lem e görevinin devlet tarafından gerçekçi bir şe­
kilde üstlen em ey ecek k ad ar karm aşık g ö rü n m e sin e yol açabi­

32 Bu k o n u d a ö rn eğ in bkz. A rchon Fung ve E rik O lin W right, "D eepening De­


mocracy: In n o vations in Em pow ered Participatory G overnance” . Politics and
Society 29, no. 1 (2001), s. 5-41.
33 Bjom H ettne, “T h e C ontem porary Crisis: T he Rise o f R eciprocity”, T he Life
and W o rk o f K arl Polanyi içinde, der. Kari Polanyi-Lcvitl (M ontreal: Black Ro­
se Books. 1990), s. 2 0 8 -2 0 , 208.
34 Stephen Gill, “T heorizing the Interregnum : The Double M ovem ent and Global
Politics", International Political Econom y: U nderstanding G lobal D isorder için­
de, der. Bjom H ettne (Londra: Zed Books, 1995), s. 65-99 ve M arguerite Men­
ded, “New Social Partnerships: Crisis M anagem ent o r A N ew Social C ontra­
ct?", U rban Lives: F ragm entation and Resistance içinde, der. Vered Amit-Talai
ve Henri L ustiger-Thalcr (M ontreal: Black Rose Books. 1994), s. 71-92.

253
lir. Ancak devlete ilişkin b eklentilerin azalm ası ardındaki fak­
törler, bizzat devletin doğasında yaşanm akta olan değişiklikle­
re de bağlanabilir.
Siyasi ik tidarın “yayılm ış” ve “adem i m erkezîyetleştirilm iş”
olduğu ve yeni “y ö n etişim ” b içim lerin in y eniden dağıtım ala­
n ına ilişkin sın ırla n akışkan b ir hale getirdiği g ü n ü m ü z orta­
m ında, piyasalara karşı d iren iş b içim lerinin şikâyet ve taleple­
rini kim e y ö n len d ird ik leri k o n u su n d a daha az o d aklanm ış ol­
d u k ların ı görm ek m u h tem elen çok şaşırtıcı bir gelişm e değil.
Bu d u ru m u n b ir so n u c u politik ta a h h ü d ü n yerelleşm esi; böy-
lece yerel to p lu lu ğ u n g ü n d e lik hayatına ilişkin acil sorunlara
ve onların iyileştirilm esine y o gunlaşılm ası.35 K am u hizm etle­
rinin s u n u m u n u iyileştirm eye yönelik to p lu lu k girişim lerinin
yanı sıra, gün d elik varo lu şların ı niteleyen değerler ve altern a­
tif yaşam biçim leri aracılığıyla piyasa sistem ine m eydan o k u ­
yan belirli ağların da ö n em in in gittikçe arttığ ın a şa h it oluyo­
ruz. Bu tü r h arek etlerin ö rn ek lerin i, “yavaş gıda h a re k e ti” gi­
bi g ö n ü llü g ru p la rd a g ö reb iliy o ru z; fakat piyasa e k o n o m isi­
nin altern atif değerlere ve yaşam b içim lerine d o ğ ru lttu ğ u teh­
dide k arşı direniş, d in î ve etn ik kim lik lere dayalı cem aatlerde
de g ö rü lü y o r.36
Bu farklı diren iş biçim leri apolitik değiller. Sıklıkla m evcut
ku ram ları ve devlet ile toplum arasındaki etkileşim biçim leri­
ni değiştirm eye y ö n elik taleplerde b u lu n uyorlar. A ncak temsil
ettikleri politik eylem biçim i, başarabilecekleri değişim in kap­
sam ını sınırlayacak nitelikte. Ö rneğin “siyasetin Balkanlaştırıl-
m ası” tehlikesini b arın d ırıy o rlar ki bu şekilde in sanların siya­

35 Devlet ile sivil toplum arasında hareket halindeki sın ırlard a gelişen kentsel
topluluk hareketlerinin yeni politik önem i üzerine bir analiz için bkz. Henri
Lusıiger-Thaler, “C om m unity and Social Practices: T he C ontingency of Every­
day Life", Urban Lives: Fragm entation a n d Resistance içinde, s. 20-44. Ayrıca ye­
rel düzeyde sıradan insanların m evcut ekonom ik ve politik m ekanizm aların
yeterince hitap edem edikleri sorunlarla m ücadele edecek bir şekilde dem o k ­
ratik ku ru m lan yeniden tasarlamaya yönelik belirli girişim lerine dayalı ilerici
bir kurum sal reform m odeli üzerine değerlendirm e için bkz. Fung ve W right.
“Deepening D em ocracy”.
36 Jam es H. M ittelm an, The G lobalizing Syndrom e: T ra n sfo ım a tio n an d Resistance
(Princeton: Princeton University Press, 2000). s. 166-72.

254
si ufukları, belirli to p lu lu k ların gün d elik v a ro lu şu n u n iyileşti­
rilm esinin ö tesin d e d ah a geniş d ö n ü ştü rü c ü g ü n d em ler o lu ştu ­
rulm asını engelleyecek bir biçim de kısıtlanıyor. T o p lu lu k d ü ­
zeyinde d ahi, tem sil ve hesap verebilirlik için iyi tanım lanm ış
kurum sal b ir çerçevenin y o k lu ğ u n d a girişilen politik eylem in
tem eldeki eşitsizlikler ile nasıl m ücadele edebileceği ve daha az
güçlü olanların çıkarlarını tehlikeye atm ad an ik tid ar ilişkilerini
nasıl idare edebileceği belirsiz g ö rü n m ek ted ir.37 Bir diğer rah at­
sız edici so ru , sivil toplum k u ra m la rın ın sa v u n u c u lu k işlevi ile
devletin sosyal so ru m lu lu k ların ı ü stlen m ed e ya da paylaşm ada
yeni ö n em kazanan rolleri arasındaki olası çatışm alar nedeniy­
le beliriyor. Bir diğer deyişle, b u k u ra m la rın devletle giriştikle­
ri ortaklığın, piyasayı zap t edip k o n tro l etm eleri için kam u o to ­
riteleri ü z erin d e baskı uygulam aya devam edebilecekleri b ir ni­
telikte o lu p olm adığı sorulabilir.
B ütün b u farklı so ra n la rın ard ın d a, in san ların e k o n o m ik ge­
çim lerinin k o o rd in atların ı etkilem e kabiliyetini belirleyen seçi­
me dayalı siyasetin ö n em in d ek i genel d ü şü şü n o ld u ğ u n u söyle­
m ek m ü m k ü n . D evletin p o p ü ler taleplerin iletildiği tek iktidar
odağı olm a d u ru m u n u n sona erm esiyle birlikte siyasi dem ok­
rasinin m evcut toplum sal düzene m eydan okum ası da önem i­
ni yitirm iş oldu. Böylece Polanyi’n in Ç artist harek ele referans­
la ele aldığı piyasa ek o n o m isin in siyasi d em o k rasi ile bağdaş­
m azlığını çözm ek kolaylaştı. D oğrusu h erh an g i b ir ülkede in ­
san h a k la n ihlallerin in güçlü bir küresel tepkiyle karşılaştığı ve
birçok baskıcı rejim in yerini seçim e dayalı d em o k rasinin aldığı
m evcut küresel ortam d a insanlar uygulam ada sosyoekonom ik
düzenin doğasında b ir değişiklik yapabilecek b ir g üçten m ah­
rum kalm aya devam ediyorlar.
A ncak in sa n la r seçm en g ü c ü n d e k i bu kayba n o rm al siyasi
süreçlerin hem içinde hem de d ışında tepki gösteriyorlar. Ö r­
neğin, A vrupa Anayasası üzerine yapılan H ollanda ve Fransız
re feran d u m ların ın so n u çları seçm en lerin p o litik a süreçlerini

37 F u n g ile W righi geliştirdikleri “güçlendirilm iş m üzakereci dem okrasi" m ode­


li çerçevesinde bu tü r so ru nlar üzerine etraflı bir değerlendirm e sunm aktadır:
F u n g ve W right, “D eeping Democracy".

255
etkilem e k o n u su n d a gittikçe artan yetersizliklerine d air kaygı­
larıyla açık lan ab ilir.38 B ununla b irlik te daha tehlikeli popüler
tepki biçim leri de beklenebilirdi. Bu n edenle bazı yazarlar terö­
rist g ru p la n n G üney’in yoksul ü lk elerin d en taraftar edinm e ka­
biliyetlerini açıklam ak am acıyla seçim e dayalı siyasetin m evcut
ö lü m ü n e başvurabiliyor.39
İn san ların ih tiy açların a duyarlı ve b u n la rd a n so ru m lu aktif
bir devletin ek o n o m ik ve sosyal p olitika sü recinde m erkezî ak­
tö r olm ayı b ıraktığı b u o rtam d a Polanyi’n in sistem atik bir bi­
çim de izlediği iki so ru h atırlanm aya değer görünüyor: E kono­
m inin k u ru m sal ö rg ü tlen m esin in insanın ü retk en faaliyetinin,
d o ğ an ın ve p o litik o larak y aratılan satın alm a g ü c ü n ü n m eta
o larak g ö rü lm e sin e d ay an an b ir to p lu m d a birey ö zg ü r olabi­
lir mi? İk tid a r gerçeğinin in k âr edildiği bir ortam d a özgürlük
m ü m k ü n m ü d ü r?
P olanyi’n in h e r iki so ru y a d a cevabı o lu m su z d u r. M eta ef­
san esin e so n v erm ek am acıyla e k o n o m in in d ü zen le n m esin in
karm aşık b ir to p lu m d a ö zg ü rlü ğ ü yayıp p ek iştirm ek için tek
araç o ld u ğ u n u d ü şü n ü y o rd u . A ksi tak d ird e ö z g ü rlü k d ü şü n ­
cesi basitçe “yozlaşarak salt b ir serbest girişim sav u n u cu lu ğ u ­
na d ö n ü şe b ilird i.”40 Polanyi’ye göre serbest girişim sav u n u cu ­
luğu, özgürlüğe y ö n elik teh d id in sadece siyasi baskıyla ilişki-
lendirilm esi ile birlikte liberal d u ru ş u n tipik özelliğini o lu ştu ­
rur. Bu d u ru ş, H ayek’in düzenlem e ve planlam a ile ö rü lü “kö­
lelik y o lu ” fik rin d e açıkça g ö rü lm ek led ir; bu fikir ekonom iyi
ik tid ar ve zo rlam an ın nam evcut o ld u ğ u kendiliğinden bir d ü ­
zen olarak su n ar.
P olanyi’ye göre ik tid a r ve baskı her to p lu m için gerekli bi­
rer u n su rd u r: “T o p lu m gerçeğini kabul etm ek ik tid ar gerçeğini
kabul etm e k tir.” D oğrusu faşizm in yükselm esine yol açan esas

38 der. A nthony G iddens, Patrick Diam ond ve Roger Liddle, Giriş, Global Europe
and Social Europe (Cam bridge: Polity, 2006), s. 1-13,12.
39 Jam es Putzel. “Politics, State and the Im pulse for Social Protection: The Im p­
lications of Karl Polanyi’s Ideas for U nderstanding D evelopm ent and Crisis '.
(Tartışm a m etni serisi n o .l. Crisis States Program . D evelopm ent Studies Insti­
tute, L ondon School of Econom ics, 2002).
40 Polanyi, G reat Tran sfo rm a tio n , s. 257.

256
faktö rün lib erallerin to p lu m sal u y u m u m u h afaza e tm ek için
devlet ik tid a rın ın k u llanılm asını red d etm esin e bağlar: “Faşiz­
min zaferi liberallerin planlam a, d ü zenlem e ya da d en etim içe­
ren h er reform u engellem esiyle fiilen kaçınılm az o lm u ştu r. Ö z­
gürlüğün faşizm deki d ü p e d ü z hüsranı aslında ik tid ar ile zorla­
m anın k ö tü o ld u ğ u n u ve ö zg ü rlü k gereği b u n ların insan to plu­
luğunda yer alm am ası gerektiğini iddia ed en liberal felsefenin
kaçınılm az so n u c u idi. Böyle b ir şey m ü m k ü n değildir; karm a­
şık bir to p lu m d a b u , gözle g ö rü lü r bir hal alır.”41
H em Büyük Dönüşüm'de hem de “F aşizm in Ö z ü ”42 adlı m a­
kalesinde Polanyi p o litik m ü d a h a le n in re d d in e y aslanarak li­
berallerin to p lu m u in k âr edişini, u yuşm azlık hak k ın a alan b ı­
rakm ayacak şekilde faşistlerin to p lu m u tasdik edişi ile kıyaslar.
Polanyi hem liberalizm e hem de faşizm e bir a lte rn a tif b u lm a­
nın m ü m k ü n o ld u ğ u n a inanır; insan ö zg ü rlü ğ ü n ü n alanını ko­
ruyup genişletecek k u ra m la rın ihtiyatla tasarlanıp, yeniden ta­
sarlandığı b ir altern atiftir bu. “Kişisel özgürlüğe gelince”, diye
yazar, “m uhafazası ve aslında genişletilm esi için yeni k o ru m a ­
ları ihtiyatla yaratabileceğim iz bir dereceye k ad ar var olacaktır.
K urulu bir to p lu m d a uyuşm azlık h ak k ın ın k u ra m sa l b ir çerçe­
veyle korun m ası gerekir.”43
U y uşm azlık h ak k ı Polanyi’n in sözleriyle “ö z g ü r b ir to p lu ­
m un kalite dam gastydı.” Bu nedenle şöyle yazar:

T oplum da entegrasyona yönelik her harekele böylece özgür­


lükte b ir artışın eşlik etmesi gerekir; planlam aya yönelik hare­
ketlerin toplum da bireyin haklarının pekiştirilm esini ihtiva et­
mesi gerekir. Bireyin vazgeçilemeyecek haklan kanun önünde,
ister kişisel ister anonim olsun üstün güçlere karşı dahi, uygu-
lanabilmelidir.44

41 A.g.c.
't î Kari Polanyi, “T he Essence of Fascism", Christianity and Social Revolution için­
de, der. J. Lewis, K. Polanyi ve D. K. Kitchin (Londra: Victor Gollanz, 1937), s.
359-94.
"İ3 Polanyi, Great Tramjormation, 255.
■H A.g.e.

257
Sonuç

Polanyi karm aşık b ir to p lu m d a serbest girişim le eş tutulm adığı


sürece bireysel ö zg ü rlü ğ ü n yalnızca u lu s devlet tarafından eko­
n om ik ve toplum sal hayata yapılan tedbirli politik m üdahaleler
ile korunabileceğini d ü şü n m ü ştü r. Bu d u ru ş, her şeyden önce
ekonom i ve to p lu m u m eta efsanesiyle u y u m lu bir şekilde dü­
zenlem eyi am açlayan tedbirli girişim lerle tanım lanan ve kendi
k u rallarına göre işleyen b ir piyasa to p lu m u üzerine teorik ana­
lizinde sağlam b ir şekilde kökleşm iştir. Nasıl ki hayalî metala-
ra yönelik piyasalar yasam a faaliyeti ile düzenlenm işse, onlan
piyasanın y ö rü n g esin d en çıkarm ak için de yine yasam a faaliye­
tine ihtiyaç vardır.
B ü yü k D önüşüm 'de lib e ra lle rin ik tid a r g e rçe ğ in i in k â r et­
m ele rin e y ö n elik e le ştiri m erk ezî b ir y er k aplar. Bu eleştiri,
Polanyi’n in , to p lu m u piyasa için salt b ir eklentiye indirgeye­
cek n itelikteki, politik olanın ek o n o m ik olandan ku ru m sal ola­
rak ayrım ının yol açtığı so ru n lara dair teorik değerlendirm esi­
ne d ayanm aktadır. E k o n o m in in k u ru m sal d ü ze n in in m eta el-
sanesi ve m ü d ah ale etm em e ilkesi tem elinde tasarlandığı mo­
d ern karm aşık b ir to p lu m d a bu so n u ç kaçınılm az g ö rü n m ek ­
tedir. F akat Polanyi’n in analizi to p lu m u n bu tü r bir d u ru m a is­
ter istem ez tepki vereceğini, ancak te p k in in a h lak e n ve poli­
tik olarak arzu lan ab ilir biçim lerde olm ayabileceğini de göster­
m ektedir. D evlet m ü dahalesi hayat ile geçim yollarının k o ru n ­
m asına tedbirli bir şekilde y ö n lendirilm iş ve bireysel özgürlü­
ğ ü n g enişlem esi siste m a tik olarak engellenm iş ise so n u ç gü­
v en lik p a h a sın a d a h a fazla ö z g ü rlü k y erin e, P o lan y i’n in Bü­
y ü k D önüşüm’de su n u lan analitik çerçeve ile ele aldığı faşist de­
neyim ö rneğinde o ld u ğ u gibi “ö zgürlüğün b ü sb ü tü n h ü sran ı”
olabilir.
G ön ü llü arm ağan verm e, sivil girişim ler ve sivil to plum a iliş­
kin rom an tik görü şlere yapılan v u rg u n u n küresel ölçekte ba­
yat ile geçim y ollarının eşi görülm em iş b ir şekilde m etalaştınl-
m aları gerçeğini gizlem ek için kullanıldığı g ü n ü m ü z neolibc-
rai dünyası, liberal ik tid ar ink ârın ın so n uçlarını değerlendirip

258
b u n la ra karşı ön lem alabilm ek için h er zam an o ld u ğ u n d an çok
daha az d o n an ım lı. Böylesi b ir ortam d a P olanyi’n in çalışm ası,
in san ların , m eta efsan esinin ek o n o m ik ö rg ü tle n m e n in tem e­
lini o lu ştu rd u ğ u ve ulusal düzeydeki siyasi o to ritelerin in san ­
ların refahı için so ru m lu lu k alm adığı ya da alam adığı bir top­
lum da ö zg ü r olam ayacakları gerçeğinin güçlü b ir ifadesi olm a­
yı sü rd ü rü y o r.

259
10
D oğu A sya Em ek S istem lerin d e Reform :
Ç in , Kore ve Ta ylan d *
Frederic C. D eyo - Kaan A ğartan

Kari Polanyi, 19. yüzyıl lngilteresi’n d e serbest piyasa k urm a te­


şe b b ü sü n ü n d o ğ u rd u ğ u karışıklığı zap t edip o n a rm a k am acıy­
la to p lu m u n giriştiği “karşı h arek eti” tanım lam ıştı; biz de özel­
likle gelişm ekte olan ülkelerde yirm i sen ed ir sü rd ü rü le n ve ba­
zen de zorla dayatılan piyasa serbestleşm esi sü re c in in ardından
sosyal b a k ım d a n b ir yen id en birleşm e ve y en ilen m e sürecine
tekrar girm iş b u lunm aktayız. Bu son karşı h arek et küresel öl­
çekle yaşansa da, m u h tem elen özellikle de D oğu Asya’n ın “As­
ya K aplanları” olarak tabir edilen, hızla b ü y ü y en k apitalist ve
geçiş ekonom ileri arasında çok d ah a g ö rü n ü r ve hareketli. Geç­
tiğim iz yıllarda b u ek o n o m iler, g ü d ü m lü veya d ev let k o n tro ­
lündeki kalk ın m a m odelinden piyasa odaklı reform a ve “dışsal
S erbestleştirm e”ye (ex tern al liberalization) geçerek k endileri­
ni yeni baştan icat ettiler; bu geçişin ard ın d an , süregelen piyasa
refo rm u n u n yol açtığı gerilim ler ve karışık lık ta k ö k salan, zo r­
lu bir ek o n o m ik kriz ve toplum sal kargaşa dönem iyle karşı k ar­
şıya kaldılar.1 O rtaya çıkan bu zorlu k lara karşı, “k aplan ekono-

(*) Bu b ö lüm ü n ön cek i bir n üshası C olum bia Ü niversitesi tarafından yayım lan­
mıştır: "M arkets, W orkers, and Econom ic Reform: R econstructing East Asian
Labor System s”, Journal o f International Affairs, (G üz 2003) 57, 1: 55-8 0 . Ya­
zarların ve yayıncının izniyle yeniden basılm ıştır.
I I9 9 3 'le D ünya Bankası Dogu Asya'daki “ekonom ik m ucizelerde" kalkınm acı
devletin rehberliğinin önem li rolünü kabul etm iştir. W orld Bank, The East Asi-

261
m ileri” p e k bilinm eyen b ir bölgede yeni bir kalkınm a yolculu­
ğ una çıkm ış d ü rü m d alar.
Doğu Asya kaplan ek o no m ilerin in, küreselleşm e ve reform
g ü n d em lerin i y en id en tanım lam adaki önem i artan rolleri dü­
şü n ü lü n ce, bölgede toplum sal kalkınm a üzerine şu aralar çok
şey yazılm akta olm ası şaşırtıcı gelm iyor.2 B urada am acım ız bi­
raz farklı: Bu gelişen literatüre dayanarak, b ü tü n sosyal ekono­
m ilerin tem eli olan ve to p lu m u eko no m ik b irik im in gerekle­
ri d o ğ ru ltu su n d a y ö n len d iren em ek sistem lerini ön plana çıka­
rıp vurgulayacak b ir şekilde söz k on usu literatü rü - v e yansıttı­
ğı değişen d e n e y i- anlam lan dırıp birleştirm em ize yardım cı ola­
cak b ir analitik çerçeve sunm ak.
Bu b ö lü m özellikle T ayland, Çin ve G üney Kore’ye odakla­
n arak Doğu ve G üneydoğu Asya’da yakın zam anda deneyim le-
nen piyasa odaklı ek o n o m ik reform ve yen iden yapılanm ayı in­
celiyor.3 Bölgedeki diğer yerlerde olduğu gibi bu ülkelerde re­
form un, bir yan d an piyasa reform un un y ö n ü n ü değiştirm esi ve
yavaşlam asında, diğer yandan da b u n u n istikrarı bozan etkile­
rine karşı to p lu m u k orum aya yönelik çabaların yenilenm esin­
de görülebildiği ü zere, toplum sal ve politik sın ırların a gittik ­
çe yaklaştığını sav u n u y o ru z. Y öntem im iz, reform ile bağ lan ­
tılı toplum sal ve k u ru m sal gerilim leri tanım lam ayı amaçlıyor:
B unlar reform sürecini küresel, ulusal ve işletm e düzeylerinde
yeni yönlere çeviren gerilim ler.4

an Miracle: E conom ic G row th a nd Public Policy (New York: Oxford University


Press, 1993).
2 Kwong L. Tang, Social W elfare D evelopm ent in East A sia (Basingstoke: Palgrave
M acm illan, 2000): Ramesh Mishra, W elfare C apitalism in Southeast Asia (New
York: St. M artin’s Press, 2000).
3 Bu ü ç ülke, belirgin bir biçim de farklı politik ve ekonom ik bağlam larda piyasa
odaklı reform ların çeşitli toplum sal etkilerini ve bu reform lara karşılık olarak
geliştirilen politikaları incelem ek için seçilmiştir.
4 T artışm a, gelişm ekte olan ülkelerdeki ekonom ik reform program larını k ö k ­
lü b ir şekilde yeniden düşünm ek için bir başlangıç bağlam ına yerleştirilm eli­
dir. Bu yeniden düşünm e, büyüyen politik çekişm elerde; h ü küm et ve çok ta­
raflı k u rum lar tarafında değişen anlayışlar ve gündem lerde; sosyal ve ekono­
m ik program lar ile politikaların küresel ve ulusal düzeylerde çevrildikleri yeni
yönlerde yansım aktadır.

262
Asya emek sistemlerinde reform

İncelem em iz em ek sistem leri5 kavram ı etrafında gelişiyor: Be­


lirli em ek6 tü rleri sayesinde toplum sal o larak yeniden üretildi­
ği, k o ru n d u ğ u , seferber edildiği, piyasalar ya da diğer to p lu m ­
sal d ü zen lem eler vasıtasıyla ü retk en faaliyetlere tah sis edildi­
ği, ü retim alan ların d a idare edilip g ü d ü ld ü ğ ü ve kâr ya da a r­
tık olarak değer biçildiği kuru m sallaşm ış toplum sal sü reçler.7
Emek sistem leri yaklaşım ı, piyasa refo rm u n u n em ek k u ram la ­
rı açısından çoğu kez istikrasızlık yaralan so n u çların ı tanım la­
yıp yerlerini saptam am ıza o lanak tanım aktadır.
Piyasa reform lannın gerek kurum sal gerilim lere gerekse politik
muhalefete yol açm a şekli, belki de en güçlü biçim de Polanyi’nin
19. yüzyıl tngilıeresi’n d e piyasa serbestleşm esinin yıkıcı sosyal
sonuçları üzerine yaptığı temel çalışm asında ifade edilmiştir. Pi­
yasa ile toplum arasındaki gerilim lere dair daha yakın zam anda
yapılan çalışm alar, küreselleşm eyle bağlantılı ve en g ö rü n ü r şe­
kilde ABD hü k ü m eti, E konom ik İşbirliği ve K alkınm a Teşkila-
u (O ECD), Uluslararası Para F onu (IM F) ve biraz daha az bir tiz
sesle de Dünya Bankası tarafından desteklenip uygulanm ası için
baskı yapılan piyasa reform larının toplum sal açıdan yıkıcı, kendi­
siyle çelişen ve kalkınm a karşıtı yönlerini vurgulam ıştır.
G elişm ekte olan Asya ü lkelerindeki ek o n o m ik reform un ve
politika düzenlem elerinin yol açtığı sosyal gerilim leri değerlen­
dirirken, reform un etkilerini 1990’la n n sonlarında görülen mali
ve ekonom ik krizin etkilerinden ayırm ak gerekir. Krizin, ekono­

5 Em ek sistem i yaklaşım ı, em ek sureci teorisine dayanm akladır. Bkz. Michael


Burawoy. The Politics o f Production (N ew York: Verso, 1996). E m ek süreci te­
orisi, em eğin d ö n ü şü m ü k o nu sunda kapsam lı bir yaklaşım sunm akla birlik­
te, ü retim in ko n tro l ve istim lak süreçlerini vurgulam aktadır. E m ek sistem leri
yaklaşınu ise üretim alanım içerip, b u n u n da ötesine geçerek tü m em ek d ö n ü ­
şü m süreçleri için daha dengeli bir açıklam a sunm aktadır.
6 Burada “em ek", denetçi olm ayan çalışanların, k ü ç ü k çiftçiler ile çiftlik işçileri­
n in . kendi hesabına çalışanlar ve ücretsiz aile işçilerinin çalışm asını kapsaya­
cak b ir şekilde geniş tanım lanm aktadır.
7 B unun ü zerin e b ir tartışm a için bkz. F rederic Deyo, “Reform , G lobalisation
and Crisis: Reconstructing T hai Labour", Journal o f Industrial Relations (A us­
tralia) 42, no. 2 (2000).

263
m ik ve sosyal reform bakım ından, çelişik iki so n u cu olduğunu
düşünüyoruz. İlk olarak, ekonom ik reform un yol açtığı olum suz
etkileri ve artan ekonom ik ve sosyal kırılganlıkları krizin hem if­
şa etliği hem de kötüleştirdiği yaygın bir şekilde düşünülm üştür.
Söz k o n u su sonuçlar reform ları politize etm iş, en çok etkiledik­
leri arasında m uhalefeti kuvvetlendirm iştir, ikinci olarak, her ne
kadar kriz bazılarını reform un başlıca ilkelerini ve o n u destekle­
yen çok taraflı k u ru m lan sorgulam aya ittiyse de,8 daha yaygın ve
kalıcı etkisi, reform un daha sosyalleştirilm iş bir versiyonunun
toplum sal ve politik sürdürülebilirliğini artırm ak yönünde oldu.
Bu ise işçileri ve yerli şirketleri krizin gayet net bir şekilde maruz
bıraktığı piyasa k ın lg anlıklann a karşı koruyacak bir lakım prog-
ram lann uygulanm asını sağlam akla m ü m k ü n oldu.
Bu b ö lü m , T ayland, G ü ney Kore ve Ç in’de geçen yirm i se­
ne b o y u n ca y aşanan farklı reform den ey im lerin i, esas olarak
em ek açısın d an en fazla d o ğ ru d a n önem i olan ek o n o m ik re­
form lara o d ak lan arak k arşılaştınn ay ı am açlıyor. B urada özel­
likle de em ek piyasasının düzensizleşm esi, devlet işletm eleri­
n in özelleştirilm esi ve ticaret ile yatırım ın dışsal serbestleştiril­
m esine değiniyoruz. A ynca ilave iki reform dan da kısaca bah­
sediyoruz: Sosyal h izm etlerin piyasalaştırılıp özerk ya da özel
sek tö r su n u c u la ra devri ve kentsel tüketiciler ile tarım sal ü reti­
ciler için sübvansiyonların azalması.
Bu reform lardan ilki olan em ek piyasasını düzensizleşıirm e-
n in başlıca hedefi, em ek piyasalarını h ü k ü m e tin zorlam aları,
sendikalar ve toplum sal y ü k ü m lü lü ğ ü n dayattığı ku ru m sal ka­
tılıklardan k u rta ra ra k onların verim liliğini ve esnekliğini artır­
m ak tır. Bir ö rn e k v erm ek gerekirse, Ç in’d eki tarım reform la­
rı ve ikam et şartların ın gevşetilm esi, yeni sanayi ve h izm et iş­
lerinin o lu şm ak ta o ld u ğ u şehirlere ve kıyı alanlarına göç ede­
bilecek, harek et halinde, devasa bir em ek havuzu yaratm ıştır.9

8 Joseph Stiglitz. Globalization and üs Discontents (New York: W. W. Norton, 2002).


[Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı, çcv. Arzu Taşçıoglu-Deniz Vural, Plan B Yayınla­
rı. 2004]
9 Bkz. Mengjianjun, “Economic Structural Reform and Labor Market Formation in Chi­
na", Research Institute of Economy. Trade, and Industry (RIET1), Columns (2 Nisan
2002), htipi/Avww.rieti.go.jp/cn/colimins/a01_0037.html. Erişim tarihi: 1 Mart 2006

264
H ü k ü m e tin em ek piy asaların a ve istih d am u y g u lam alarına
yönelik d ü zen lem elerin i yum u şatm ası ile birlik te, em ek piya­
sasının d ü zen sizleştirilm esi em ek reform u için d o ğ ru d a n , po­
litika temelli b ir p rogram a d enk gelm ektedir. A ncak bu tü r bir
kurum sal düzensizleşm e, daha çok dolaylı ya da yapısal biçim ­
ler alm aktadır. Bu, şu gibi d u ru m lard a görülebilir: D evlet işlet­
m elerinin (D i) özelleştirilm esinin, işçileri devletin d ü zen lem e­
ye tâbi d ü n y a sın d a n çık artıp özel istih d am ın n isp eten d ü z e n ­
lenm eyen alan ın a d o ğ ru itm esiyle çalışm ayı geçicileşıirm esi ya
da kayıtdtşm a itm esi; artan serm aye hareketliliğinin sendikala­
rın ya da h ü k ü m e tle rin çalışm a k u ralların ı, ödem e stan d a rtla ­
rını, zo ru n lu istih d am y ard ım larım ve kıdem tazm inatını d ü ­
zenlem e g ü c ü n ü azaltm ası; em ek-yoğun, ihracat-işlem faaliyet­
lerinde hızlı b ü y ü m en in n isp eten k o ru n m ay an çalışm a alanla-
n n ı genişletm esi. Bu ve diğer şekillerde, em ek sistem leri sade­
ce e k o n o m ik g ü n d em lerle sınırlı olm ayan, aksine sosyal g ü n ­
dem ler e tra fın d a ö rg ü tle n e n k u ru m la rm k a tılık la rın d a n k ıs­
men k u rta rılır.10
T o p lu m u n , em eğ in m etalaştırılm ası g irişim in d e n k a y n ak ­
lanan sosyal ve k ü ltü re l altü st o luşlara p o litik tepkisi üzerine
Polanyi’n in d e ğ erlen d irm esin i takip ederek , eleştirel literatü r
g ü n ü m ü z piyasa reform u ü zerin e11 refo rm ların sü rd ü rü le b ilir
k urum sal sın ırların ı aslında iki önem li anlam da aştıklarını be­
lirtm ekledir. İlk olarak, reform politikaları sosyal ve politik ge-
rilim lcre yol açacak şartları yaratabilir, ç ü n k ü piyasa reform ları
to p lu m u n ihtiyaçları ile küreselleşen b ir ek o n o m in in gerekleri­
ni b irb irin d en ayırm aktadır, tkin ci olarak, reform politikaların
kendisi, em ek ile diğer ek o n o m ik faktörlerin sayesinde d ö n ü ş­
tü rü lü p kullan ıld ığ ı kuru m sallaşm ış süreçleri zayıflatıp d ü ze­
nini bozarak, piyasa verim liliğini baltalayabilir. Bu birbirine ya­
k ından d olanm ış iki m eseleye de değiniyoruz, ancak katkım ız
— <■1

10 Konu ü zerin e b ir değerlendirm e için bkz. lyanatul İslam ve Anis Chow dhury,
The Political E conom y o f East Asia: P ost-C risis D ebates (O xford: Oxford Univer­
sity Press, 2000), s. 147-48.
11 Stiglitz, G lo b a liza tio n anti Its D iscontents ; bkz. M edhi K rongkaew , “Social C on­
sequences of the East /Asian Econom ic Crisis". G lobalization and the A sia Paci­
fic E conom y içinde, der. Kyung Tae Lee (Londra: Routledge, 2002), s. 60.

265
özellikle de reform un ikinci b o y u tu n a ve devletin politik çekiş-
m e sınırları dâhilin d e b u zorlu k u ru m sal geçişi idare etm edeki
değişen ro lü n e d air o lacak.12

Reformunun sosyal ve kurumsal gerilimleri

Emeğin yeniden üretilmesi ve


korunmasında ödün verilmesi

Piyasa re fo rm ları, to p lu m sal y e n id e n ü re tim m aliyetlerini


ve piyasa riskini işveren ve devletten alıp ailelere ve cem aatle­
re aktararak, işçilerin geçim şartlarını ve ek o n o m ik güvenliği­
ni teh d it e tm e k te d ir.13 G elişm ek te o lan b irç o k ü lk ed e , özel­
likle de IM F n in b o rç yeniden yapılandırm a anlaşm alan altın ­
da, devlet sü b v an siy o n ların d a ve h izm etlerin d e reform odak­
lı k ısın tılar kentsel n ü fu su n sosyal ü cretin i b a ltalam ak tad ır.14
Em ek piyasasının düzensizleşm esinin çeşitli b içim leri15 -p o li­
tika temelli ya da y a p ısa l- toplum sal geçim in gittikçe daha faz­
la altını oym aktadır. Politika tem elli düzensizleşm e işverenle­
rin ödem e, yardım lar, iş güvencesi, em ekli aylıkları vb. k o n u ­
lardaki yasal y ü k ü m lü lü k lerin i azaltm aktadır.16 •

12 D ünya Bankası küreselleşm e ve ekonom ik kriz karşısında devletin rolünün


küçülm ekten ziyade d ö n ü ştü ğ ü n ü , hatla büyüdüğünü belirtiyor. W orld Bank,
G lobalizaıion, G row th, a n d P overty: B uilding an Inclusive W orld Econom y (New
York: Oxford University Press, 2002), s. 16.
13 D ünya Bankası nın araştırm ası ticaret serbestleşm esinin genellikle ücretlerin
düşüşüyle aynı dönem e d en k geldiğini gösteriyor. Bkz. W orld Bank. G lobali­
za tio n , G row th, and Poverty, s. 104-8.
14 Phillip M cMichael, D evelopm ent and Social Change (T h ousand Oaks, CA: Pine
Forge Press, 2000), s. 125.
15 Bu, tanım olarak istihdam ın arlan oranlarda kayıtdışılaşm asm a denk gelir.
16 iş güvenliği standartlarının yetersiz olm asının so n u cu n d a Ç in’de a n a n oran­
lardaki sanayi kazaları için bkz. Al Jazeera, "C hina's Boom T akes Toll on Sa­
fety’ , 25 Kasim 2005. G üney Kore'de de h ü k ü m et em ek esnekliğini a rtım p
em ek m aliyetlerini düşü rm ek am acıyla kurum sal yeniden yapılandırm anın bir
parçası olarak işten çıkarm aya ve geçiçi işçi çalıştırm aya yönelik kısıtlamala-
n gevşetm iştir. Bkz. Korea Tim es. “Industrial A ccidents H aunt M igrant W or­
k ers’ , 17 O cak 2005; K orea H erald, “Labor Key to Success am id Intensified
G lobal C o m p etition” , 5 H aziran 2002; Korea T im es, “Plight of N on-R egular
W orkers", 28 Aralık 2005.

266
ö te yandan, Dl’lerin özelleştirilip şirketleştirilm esi en çekiş­
meli yapısal d ü zensizleşm e biçim lerinden birini o lu ştu ru y o r ve
daha önced en k o ru n a n devlet işçilerinin ö rg ü tlü m uhalefetine
neden oluyor. Ç in ’d e devlet işletm esi refo rm u , n isp e te n daha
düşük ücret verm ekle birlikte toplu olarak “D em ir Pirinç Kâse­
si’- denilen, bir dizi iş yardım ı da sağlayan on m ilyonlarca işin
saçılmasıyla bağlantılı olm u ştu r. D ünya piyasaları için m al üre­
ten, çok sayıda d ü şü k vasıflı ve genellikle kadın işçinin istih ­
dam edildiği ihracat-işlem bölgelerinin yayılm asının da benzer
bir so n u cu o lm u ştu r. Bu bölgelerdeki b ü y ü m e form el (kayıt­
lı, yasal olarak k apsanan) se k tö rü n kapsam ını genişletir; ancak
bölgelerdeki m aliyete dayalı em ek sistem leri asgari ücret, y a r­
dım lar ve iş güvencesi su n d u ğ u k ad arıy la,'7 bu form el sektörde
çalışan işçiler b ek len en in aksine n isp eten korum asızdır.18 Doğ­
rusu bu bölgelerdeki yük sek em ek devir oranı hiç istenilm eyen
bir şey değildir, ç ü n k ü bu ücret düzeylerini d ü şü k tu tar ve da­
ha iyi istihdam k o şu lla n için baskı yaratabilecek işçi ö rg ü tleri­
nin o lu şu m u n u en g e lle r.'9
T icaretin serbestleşm esi de sosyal geçim in baltalan m asında
önemli bir rol oynam ıştır. Serbestleşm e daha ö n ceden k o ru n an
ekonom ik sek tö rlerd ek i kayıtlı sek tö r işçilerini teh d it etm ekte­
dir20 ç ü n k ü işverenler artan piyasa baskılarına; m aliyeti kısm a,
işten çıkarm a, taşero n a verm e, işi geçicileştirm e ve yardım la­
rı azaltm a yoluyla tepki gösterm ek ted ir. Birçok ö rn e k te m ev­
cut iş m evzuatının h ü k ü m e t tarafından gevşek b ir şekilde yü-
rütıılm esi, aynı m aliyeti kısarak yeni rekabetle yüzleşm e m an ­
tığı d o ğ ru ltu su n d a , b u tehdidi y o ğunlaşurm ıştır.
A ncak azalan devlet düzenlem esi ille de tüm işçiler için istih­

17 Form ol sek tö rü (ki devlet düzenlem esi ve gözetim i ile tanım lanır) sosyal koru­
m a ile bir tu tan bir eğilim var. D oğrusu devlet düzenlem esi, ihracat bölgelerin­
deki işçiler için güvencesiz istihdam koşullarım (bazen zorla) dayatabilir.
18 Ayrıca Çin ihracat-işlem bölgeleri örneğinde resm i görevliler d ış yatırım ı teş­
vik etm ek am acıyla esnek istihdam düzenlem elerini desteklem iştir.
19 Tayland'da ihracat-işlem bölgelerinin kurulmasına dair yakın dönem tartışmalar
için bkz. The N ation, "Special Economic Zones: Concern Grows over Impact” ,
U Nisan 2005.
20 W orld Bank, G lobalization. G row th, and Poverty. 24.

267
dam k o şu lların d a ö d ü n e yol açm az. D evlet düzenlem eyi orta­
d an kaldırdığında, işverenler vasıflı, çekirdek işçilerini doğru­
d an em ek piyasası rekabetinden koruyabilir; öte yandan genel­
likle m erkez! önem e sahip olm ayan faaliyetlerde gündelik, geçi­
ci ve taşerona bağlı işçilere daha fazla dayanarak b u y ü k ü telafi
etm eye çalışırlar.21 Ayrıca sayılan gittikçe artan korum asız işçi­
ler için k o ru m a ya da güvenlik ağı h ü k ü m lerin in olm am ası, gü­
vencesiz olarak algıladıklan istihdam a girm e isteklerini daha da
azaltm aktadır. Bu so ru n , özellikle de m eıalaşm alan en çok As­
ya ekonom ilerindeki hızla büyüyen ihracat-işlem sektörlerinde
belirgin olan d ü şü k vasıflı işçiler arasında g ü çlüdür.22 İşveren­
lerin, sosyal yeniden ü retim m aliyetlerini toplum a yüklem esiy­
le b irlik te aileler ve cem aatler diğer ek onom ik kaynaklara da­
yanm aya, aile ü y elerin in em ek piyasasına katılım ını destekle­
m ek am acıyla sosyal ve ailevi ağlarına yaslanm aya zorlanm ak-
tadır. Yük en fazla k ad ın ların ü stü n e d ü şm ektedir; kadınların
hem sosyal y en id en ü re tim alan ın d a başlıca tedarikçi olm aları
hem de vasıfsız geçici işçiler arasında b ü y ü k ölçüde yer almala­
rı ile birlikte d ü zen sizleşm en in d o ğ u rd u ğ u b u to plum sal geri­
lim ler de ağırlaşır.23

21 Frederic Deyo ve R ichard D oner, “Introduction: E conom ic G overnance and


Flexible P roduction in East Asia", Economic G overnance and the Challenge o f
F lexibility in Fast Asia içinde, der. Frederic Dcyo, Richard D on er ve Eric Hers-
berg (Lanham , MD: Rowman & Littlefield, 2001). Risk ve m aliyetin bağımsız
taşeronlara dışsallaştırılm ası üzerine bir değerlendirm e için bkz. Richard Ap-
pelbaum ve G. C hristerson. “Cheap Labor Strategies and E xport-O riented In­
d ustrialization: Some Lessons from the Los Angeles/East Asian Apparel Con­
nection", International J ournal o f Urban and Regional Research 21. no. 2 (1997)
22 Çin'deki büyüyen inşaat ve imalat sektörlerindeki önem li sayıdaki işçiye bazen
aylarca ücretleri ödenm iyor, böylecc işçiler ücretlerini geri alabilm ek için gös­
teriler yapm aya vc halta intiharla tehdit etm eye zorlanabiliyor.
23 W orld Bank (1998), s. 15, aktaran İslam ve C how dhury, Political Econom y o)
East A sia , s. 173. Yoksul ailelerin karşı karşıya kaldıkları güçlük ler sosyal si­
gorta program larındaki (m evcutsa) ilgili reform larla daha da kötüleştiriliyor:
piyasalaşma, sosyal hizm etlerin ihaleye çıkması ve sosyal hizm et su num unda
katkı payı gibi reform lar ile erişim vc hak kazanm a şa rtlan vatandaşlık hakkın­
dan ödeyebilm e yeteneğine geçm ektedir. Benzer bir şekilde kam u m allarının
vc hizm etlerinin devlet sorum luluğundan piyasada belirlenen fiyatlar ile piya­
sa su n u m u n a devredilm esi çoğu yoksul ailenin sosyal hizm etlere erişim ini da­
ha da azaltm aktadır.

268
Buna bir örn ek de Çin ile T ayland’da geçici ya da m evsim lik
göçmen işçilere b ü y ü k ölçüde ağırlık verilm esidir. Kırsal aileler
ve cem aatler tem elde yedek em ek kaynaklarına d ö nüşm ektedir­
ler, çünkü işg ü cü n ü n yeniden üretim i, m uhazafazası ve k o ru n ­
m asının y ü k ü n ü ü stlenm ektedirler.24 Ç in’de kıyı kesim lerinde­
ki ihracat-işlem bölgelerinde göçm en işçiler için vatandaş temel­
li sosyal hizm et ve destek hak k ın ın olm am ası b u yeniden ü re ­
tim m aliyetlerinin dışsallaştırılm ası için formel kuru m sal tem e­
li sağlam aktadır.25 işverenler sosyal ağlara ve kırsal ailelere ağır­
lıklı olarak yaslanarak hem ihracat-m ontaj faaliyetleri için gerek­
li olan birçok genç kadın işçiyi işe alabilirler, hem de bu işçilerin
işgücüne katılm asını sağlam anın ve em ekleri artık gerekm ediğin­
de onları desteklem enin maliyetini bu sayede karşılayabilirler.26
Sosyal yeniden üretim de ö d ü n verilm esinin h üküm et strateji­
lerine de etkisi vardır; hem sosyal yeniden üretim maliyetlerinin
hem de piyasa risk in in aileler ile cem aatlere gittikçe aktarılm a­
sı kurum sal soranlara neden olur. Bu sorunlardan biri ise cem a­
atlerin işçileri ve bakm akla yüküm lü o ld u k lan kimseleri ekono­
mik kriz ve ağır işsizlik dönem lerinde desteklem e kapasitelerinin
■azalmasıdır. Bu özellikle de 1997’nin sonunda, Tayland’daki m a­
li krizin ilk yılında aşikâr bir hal alm ıştır; işverenler ve hüküm et
k urum lan Bangkok’ta işten çıkarılan işçileri ülkenin kuzey ve ku­
zeydoğusundaki kırsal bölgelere, yerel cem aatlerine dönm elerine
teşvik etm iştir. Bazı örneklerde bu cem aatler geri d ö n en aile üye­
lerini artık daha fazla destekleyem em iş, böylece kentsel işsizliğin
toplumsal so ra n la n kırsal köylere aktanlm ıştır.27

24 Bkz. C hin g K. Lee, G ender a n d the South C hina M iracle (Berkeley ve Londra:
U niversity o f California Press, 1998).
25 Zhao Yaohui. “L abor M igration an d Earnings Differences: T he Case of Rural
C hina”, E conom ic D evelopm ent a n d C ultural C hange 47, no. 4 (1999), s. 767. Ay­
rıca bkz. Denise Hare, “‘Push’ versus 'P u li Factors in M igration Outflows and
Returns: D eterm inants o l Migration S tatus and Spell D uration Am ong China’s
Rural Population", Journal o f Development Studies 35. no. 3 (1999), s. 45.
26 Lee bu ag lan n Ç in'in ihracat-işlem bölgelerindeki genç “evlenm em iş kız işçi­
ler" için ö n em ini tartışır.
27 Kırsal cem aatlerin yerinden edilen işçileri yeniden desteklem e kapasiteleri ko­
n u su n d a d ah a o lu m lu b ir değerlendirm e için bkz. K rongkaew , “Social C on­
sequences of the East Asian Econom ic Crisis", s. 73, 77.

269
Emek sürecinde denetimin baltalanması

Em eğe ilişk in d ü z e n le m e lerin o rta d a n k aldırılm ası, üretim


alanında em ek d en etim lerin i ve d isiplinini, piyasa teşviklerinin
faydalan ü zerin e yapılan o lu m lu , ana akım açıklam alar tarafın­
d an n ad iren kabul edilen şekillerde baltalam aktadır. Beşeri ser­
maye yoğun ve k alkınm acı em ek sistem lerinde28 işverenler, va­
sıflı (ve n isp eten pahalı) em eğin bilgisi, kapasitesi ve yaratıcılı­
ğ ın d an yararlanm aya çalışır. B unu ise sadece gö n ü lsü z bir itaat
yerine tam so ru m lu lu k ve katılım ı sağlam ayı am açlayan teşvik­
ler tem elinde, “karşılıklı bağlılık” tem alı istihdam ilişkileri ge­
liştirerek yaparlar. Bu teşvikler iş güvencesi ve kariyer gelişimi,
kişisel ve ailevi ihtiyaçların karşılanm ası, eğitim ve kariyer ge­
lişim i için yatırım ve işlem sel karar alm a için yetkilendirm e gi­
bi y ö n tem lerin b ir bileşim ini içerebilir. Bu tü r şartla r işveren-
işçi ilişkisini artık d ah a fazla işbirliğine d a y a n d ın r ve işverenin,
işçinin refahı ve geleceğine bağlılığını yansıtır. R ekabetçi bas­
kılar bu işbirliğini baltaladığı ölçüde, işe bağlılık ve gelişimsel
yükselm e k aybolur.29
Yönetim sel otoriteye b en zer bir m eydan o kum a ise devlet iş­
letm e se k tö rü n d e yaşanm aktadır. Piyasalaşm anın baskıları pa-
ternalizm ve istihdam güvenliği şeklinde yer e.dinmiş norm atif
den etim leri aşın d ırm ak tad ır. Rekabetçi baskıların artm ası kar­
şısın d a d evlet işletm eleri, iş yard ım ların ı azaltıp k o ru n a n dü­
zenli statü d ek i işçilerin yerini aşam alı olarak sözleşm eli işçilere
ya da taşerona v ererek geleneksel istihdam yükü m lü lü k lerin in
çoğuna so n verm eye zorlan m ıştır. Asya boyunca, D l’n in piya-

28 Burada b ir yandan ru tin , standartlaşm ış ve em ek-yoğun (vs. vasıf-yoğun) üre­


tim deki “m aliyet g üdüm lü" em ek sistem leri ile diğer yandan vastfm sürekli ge­
liştirilm esi. m otivasyon ve gerek firm alar içindeki gerekse aralarındaki kritik,
m erkezî e k o n o m ik faaliyetlerde çalışanın katılım ını g erektiren “kalkınm acı"
em ek sistem leri arasında kaba am a faydalı bir aynm yapıyoruz.
29 Hagen Koo. “T he D ilem m as of E m pow ered Labor in Korea: Korean W orkers
in the Face o f Global C apitalism ”, Asian Survey 4 0, no. 2 (200 0). Bu bakım ­
dan Koo, Kore'de azalan iş güvencesiyle bağlantılı olarak o n ay a çıkan so ru n­
lara değinm ekledir. Kore’de iş güvencesi uzun bir dönem boyunca işçiler tara­
fından “kendilerini şirketlerine tam am en adam alan nın karşılığı" olarak görül­
m üştür.

270
sataşm ası ve özelleştirilm esi işçiler arasında b ü y ü k b ir m u h ale­
fete ve tepkiye yol açm ıştır. Ç in’de devlet işletm elerindeki işçi­
lerin işten çıkartılm aları devam ederken, en d ü striy el uyuşm az­
lıklar ve kayıtdışı işçilerin gösterileri b ir senede y aklaşık yüz­
de 30 arttı.30 Sendikaları ya da işçi ö rg ü tleri31 ile T ayland em ek
h a re k e tin in b irk a ç o n y ıld ır o m u rg asın ı o lu ş tu ra n Dİ işçile­
ri, özelleştirm eye karşı etk in b ir m u h alefet sergiledi. K ore’ye
gelince, m ilitan ve bağım sız Kore S endikalar K onfederasyonu
(KSK), özelleştirm en in te h d it ettiği devlet işletm elerindeki iş­
çilerden önem li m iktarda üye ve destek topluyor.
Büyüyen ihracat-işlem bölgelerine göç eden işçiler gelenek­
sel otorite kalıp ların d an b enzer şekilde ani b ir geçiş yaşam akta­
dır: M esela k ü ç ü k firm alardan ya da çiftliklerden aşina old u k ­
ları aile ya da şahsi disiplinden, b ü y ü k fabrikalardaki em ek pi­
yasalarının gayri şahsi disip lin er g ü cü n e g eçm ek teler.32 Bura­
da sonuç, işçi p ro te sto su n d a n çok, yıkıcı o ran lard a devam sız­
lık, iş devri, d ü şü k m otivasyon ve direniş şek lin d e görülüyor;
sürekli yeni işçilerin işe alınm ası ve eğitilm esinde karşılaşılan
güçlükler de cabası.
Daha k ü ç ü k yerel firm alarda hem aile işçileri h em de aile dı­
şından ücretli çalışanlar nispeten kişisel olan b ir karşılıklı bağ­
lılık sistem inde çalışabilirler. Bu sistem karşılıklı destek ve gü­
vene dayan arak , ü cretsiz aile işçiliğini sü rd ü rm e y i, ücretlerin
ödenem ediği kârsız dönem lerd e ücretli istihdam ı m uhafaza et­
meyi ve d ah a genel olarak beceri ve işletm eyi olm asa da sadaka­
ti ve bağlılığı teşvik etm eyi am açlam aktadır. Bu k ü ç ü k firm alar
daha b ü y ü k m ü şteri firm alara mal ya da h izm et sağladıkların­
da, reform so n u c u n d a yoğunlaşan rekabetçi baskılar yerel fir­
m aları iki m isli etkileyecek şekilde arz zincirlerin e aktarılabilir.

30 Bili Taylor, “Privatization, M arkets, and Industrial Relations in China", British


fount clI o f Industrial Relations 40. no. 2 (2002), s. 249-72.
31 1991'de Tayland sendikaları o zam anın askeri yönetim i altında devlet işletm e­
leri sektö rü n d e yasaklanm ıştı.
32 Bkz. D eyo'nun ihracat-işlem işçileri arasındaki piyasa tarafından disipline edi­
len “h iperproleterya" üzerine tartışm ası. Frederic Deyo, Beneath the Miracle:
Labor Subordination in the New Asian Industrialism (Berkeley, CA: University of
California Press, 1989). 6. bölüm .

271
Bu d u ru m d a yerel firm alar güç zam anlarda çalışm aları sü rd ü ­
rebilm ek için aile y ü k ü m lü lü k le rin e (adları, u ygun olarak pa-
lernalizm olarak k o n su n ya da k o n m asın ) çok daha fazla ağır­
lık verm eye zo rla n ırla r. A ncak b u lü r firm alarda karşılık lılı­
ğın sü rd ü rü lm esi, daha kârlı dönem lerd e periyodik olarak m a­
li “serm aye a rtırım ın a ” day an d ığ ın d an , ticaret serbestleşm esi,
arada sırada gerekli olan b u canlam anm ö n ü n e geçecek şekil­
de sürek li b ir rekabetçi baskı -ö z e llik le de kayıtdışı sek törde­
ki arz firm alarının alt kesim i a ra sın d a - yaratm a etkisi olabilir.
Toplum sal ilişkilerin sü re giden istism arı yerel em ek sistem le­
rini tüketirse, hem yerel firm alar hem de içine yerleştikleri ai­
leler iflas edebilir.
Reform so n u cu n d a bu çeşitli üretim halleri iki k u rum sal so­
ru n u paylaşıyor: İlki aynı zam an d a m evcut olan farklı em ek de­
netim biçim leri arasındaki n o rm atif çatışm adan kaynaklanıyor;
ik in ci k u ru m sa l s o ru n ise yeni d en etim b içim lerin e geçişten
dolayı yaşanıyor. Hem devlet sek tö rü n d ek i hem de özel sek tö r­
deki firm alar, yeni rekabetçi baskılara, g ü n d elik ve sözleşm eli
işçilere artan o ran lard a b aşvurarak kısm en karşılık veriyor. Ha­
gen Koo,33 Kore firm alarının esnekliği artırm ak am acıyla geçi­
ci ve y a n zam anlı istihdam ile taşeronla çalışm ayı büyük ölçü­
de artırdığım belirtiyor. A rtan sayılardaki d üzensiz işçilerin de-
neyim ledigi piyasa g ü d ü m ü n d e k i istihdam u y g ulam alan, aynı
firm adaki teknik, vasıflı ve denetçi işçiler ile kalıcı, yarı vasıf­
lı işçilerin yararlandığı istihdam koşullarına kıyasla apaçık, ka­
bul edilem ez b ir tezat su n u y o r. Ö zellikle de so ru n lu b ir örnek,
çoğu zam an yan yana çalışan, eşil derecede vasıllı ve kıyaslana­
bilir görevlere sahip işçilerin, içeriden çalışan mı yoksa tedarik­
çi veyahut iş b u lm a firm alarının çalışanlan m ı o ld u k la n n a gö­
re b irb irin d en son derece farklı istihdam şartlarına sahip olm a­
ları. B ölünm üş ve eşitsiz çalışm a koşulları üretim i baltalayabi­
lecek h ırçın lık lara ve çatışm alara yol açabiliyor.
İkinci olarak h em em ek piyasasının düzensizleştirilm esi hem
de D l’n in özelleştirilm esi karşılıklı y ü k ü m lü lü ğ e d air m evcut
ve b eklenen kalıp lard a b ir aşınm aya işaret ediyor. T oplum sal
33 Koo, “D ilem m as o f Em pow ered Lahor in Korea".

272
düzenlem enin, piyasaların gayri şahsi y önetişim ine b o yun eğ­
mesiyle birlikle m enfaaı, g ü ç ve sö m ü rü ; işe alım da ve ü retim
alanında y ü k ü m lü lü ğ ü n yerini alıyor. Böylece şirk e tle r ile h ü ­
k ü m etler em eğ in d ü z e n le n m e sin e ilişkin yeni b içim leri tesis
etm eye ya da sağlam laştırm aya çalışırken, işçilerin karşı çıka­
rak eski sistem in n o rm larım istem esi d u ru m u n d a felç ed er n i­
telikte bir çatışm a ve anom i ortam ıyla karşı karşıya kalabilirler.
Asya’da em eğin düzensizleşm esinin yaygın bir so n u c u , h ü k ü ­
metle bağlantılı sen d ik a federasyonları aracılığıyla, belli bir bir­
liğe yönelik ya da toplu istihdam d üzenlem elerinin artan o ran ­
larda babalan m asıd ır. Ç in’de özel sek tö rd e ve yabancı işletm e
istihdam ındaki hızlı büyüm eye karşılık Dİ sek tö rü n ü n eşitsiz ve
: çekişm eli d ü şü şü ,34 y a n resm î nitelikteki K om ünist Parti tem el­
li B ütün Ç in S en d ik alan Federasyonu (BÇSF) aracılığıyla g er­
çekleştirilen devletin d üzenlediği d en etim lerin aşam alı olarak
zayıflaması anlam ına geliyor. Benzer b ir şekilde, G üney Kore’de
hüküm etle bağlantılı K ore Sendikalan F ederasyonu’n u n (KSF)
yerini kısm en daha m ilitan sayılan KCT alm ıştır; K C T n in h ü ­
küm et d en etim in d en m u a f o luşu ise işgücü disiplinini aşm dır-
I m aktadır. H er iki d u ru m d a da korporatist sendika tem elli dene­
tim lerin kaybedilm esi işyerinde o to riten in dengesini bozm akta
ve işçiler arasında m ilitanlığı artırm aktadır.35

Kalkınmada ödün verilmesi

E k o n o m ik re fo rm u n em ek siste m le rin d e n ö d ü n v erm e ve


o nu baltalam a şek illeri, gelecekte k a lk ın m a n ın sü rd ü rü lm e si
açısından da ö n em lid ir. Em eğin toplum sal olarak yen id en ü re ­
tilm esinde g ö rü le n açık lar, sağlık ve tem el eğ itim d en iyi eği­
limli ve tek n ik olarak vasıflı işçilerin azlığına, yetersiz araştır­
m a ve geliştirm e (A r-G e) im k ân ların a k ad ar b ir dizi k alkınm a

34 Bili Taylor, Dİ refo rm u n u n eşitsiz ve genellikle sadece sem bolik nitelikte old u ­
ğ u n u belirliyor (kişisel yazışm a).
35 Kore'de em ek anlaşm azlıktan 1990'ların yansından 2 0 0 l'e kadarki dönem de
iki k atın d an d ah a fazla an m ıştır. Korea Herald, ‘ Labor Key ıo Success am id In­
tensified G lobal C om petitio n” , 5 H aziran 2002.

273
karşıtı so n u ç m eydana getirir. Benzer şekilde, karşılıklı bağlı­
lığa dayalı istihdam sistem lerinin yerini rekabetin etkisiyle pi­
yasa tem elli işyeri d isip lin in in alm ası çatışm ayı a rtın p , iletişim
ve güveni azaltarak kaliteyi ve yeniliği o lum suz yönde etkiler.36
Daha önce bahsettiğim iz gibi firm alar, düzensizleşm eye (de­
regulation) çekirdek çalışanlarım k oruyup, önem li olm ayan iş­
çileri daha savunm asız b ırak arak y an ıt verirler. Bu senaryoda
firm alar u z u n vadeli bir görüşle, beşeri serm ayeye yatırım ya­
p arak ve ö rg ü tse l b a k ım d a n y e n id e n y a p ılan a ra k re k a b e t ve
uy u m güçlerini artırırlar. Bu am açlar d o ğ ru ltu su n d a firmalar,
bazı işçilere sadakatlerin i sü rd ü rm eleri ve şirk et eğitim m asra­
fına karşılık getirilerini sağlam a alm ak için yardım lar ve olum ­
lu istihdam koşulları sunabilir; öte y an d an diğer daha az vasıf­
lı, çek ird ek sayılm ayan işçiler ise yenid en y apılanm anın yükü­
n ü çok d ah a fazla sırtlarlar. A ncak gerçekte, ticaret serbestleş­
m esinin artışı, yük sek değerli ek o n o m ik faaliyetlere geçişi des­
teklem eye çalışm ad an , y alnızca u cu z em eğe dayalı doğal bir
m ukayeseli ü s tü n lü k te n y ararlan an m aliyete dayalı stratejileri
güçlendirebilir.37 Sendikaların karşı koym a etkisinin zayıflama­
sı veya azalm ası ile birlikle em ek piyasasının düzensizleşm esi,
böylece, özellikle de k alkınm a karşıtı b ir etkiye sahip olur: Fir­
m aların g örüş u fk u n u kısaltarak ve işçiler ile örgütlere yönelik
iyileştirm eleri, hem yerel hem de uluslararası düzeydeki acil re­
kabetçi teh d itler karşısında son derece pahalı bir hale getirerek,
çekirdek işçiler arasında dahi ilerici em ek uygulam alarını bal­
talar. E m ek piyasasının düzensizleşm esi em eğin geliştirilm esi­
nin yerini m aliyet o daklı uygulam alara bırakırken, u z u n vade­
li rekabet g ü c ü n d e n ve endüstriyel kalk ın m adan da piyasa gü­
d ü m lü istih d am ilişkileri nedeniyle ö d ü n verilir. H em geçici-
leşm enin h em d e y etersiz güvenin so n u c u n d a artan işçi devir
o ranları, pahalıya gelen gelişim sel eğitim p ro g ram lan bakım ın­
dan iyice caydırıcıdır. Son olarak, tedarikçiler üzerindeki artan
36 A.g.e.
37 Burada “statik verim lilikler” , m evcut m ukayeseli ü stü n lü k m ülahazalarını gc-
çersiz kılabilecek, an cak u z u n vadeli kalkınm aya sevkedebilecck "dinam ik
verim liliklerin yerine geçer. Bkz. Deyo ve D oner, "In tro d u ctio n : E conom ic
G overnance an d Flexible P roduction", s. 6-7.

274
maliyet baskıları, özellikle de piyasa bunalım ları ya da krizleri
sırasında k ü ç ü k ve aile işletm elerinin38 başarız olm alarıyla bir­
likte esas arz zincirlerine zarar verebilir. Burada ek o n o m ik ser­
bestleşm e, p arad o k sal b ir şekilde refo rm u n sü rd ü rü lm esin i en
çok destekleyenler arasında yer alan u lu s aşırı firm aların çalış­
m alarını teh d it eder.

Toplumsal parçalanma ve
kargaşa yönünde çıkan gerilimler

Piyasa re fo rm u n u n toplum sal entegrasyon ve istik ra r açısın­


dan so n u çların ın ne olacağı d ah a kapsam lı bir so ru olarak d u r­
m akta. B urada y eterli b ir şekilde ele alınam ayacak k a d ar geniş
bir so ru bu; an cak ek o n o m ik refo rm u n to plum sal d ü zen üze­
rindeki e tk ile rin e ilişk in m ev cu t ele ştirile rd e g ö rü le n b e lir­
gin birkaç u n su ra dcginilebilir. İlk olarak elbette piyasa refor­
m unun ilk aşam aların ın yaygın b ir so n u c u o lan , b ü y ü yen to p ­
lumsal eşitsizlik g elm ek ted ir:39 piyasalara aşırı d ereced e daya­
nılm ası, zam an la v atan d aşlık tem elli h ak ların , sosyal ücretin
ve gelirin y en id en dağ ıtım ın a yönelik p o litik aların y erin i alır.
Çift yönlü k u ru m sa l em ek uygulam aları ve refo rm u n diğer ya­
pısal so n u çları da eşitsizlik kaynağıdır: M arjinalleşen gru p la-
n n dışlanm asını a rtırır; e k o n o m ik olarak avantajlı o lan g ru p ­
ların yerel sivil g irişim le rd e n geri çek ilm esin i d e ste k le r40 ve
sivil g elen e k le r ile to p lu lu k d ay an ışm asın ı b altalay an b ir d i­
zi alakalı b ö lü n m ey i artırır. H em “k a z a n a n lar” h em de dışla­
nan ya da m arjin alleştirilen “k ay b ed en ler” y ak asın d a görülen
sosyal ilgisizlik ano m iy i ve kabul edilebilir d av ran ışlar, kişisel
so ru m lu lu k ve k arşılık lı saygıya d air sivil d eğ erlerin ç ö k ü şü ­
nü destekler. T o p lu m a ek o n o m ik refo rm u n sosyal dışsallıkla-

^8 Aile firmaları üzerine yakın zam anda gerçekleştirilen bir araştırm anın sonuçla­
rı için bkz. Bangkok Post, "Fam ily-run Businesses under Stress”, 28 Şubat 2002.
39 W orld Bank, Globalization. Growth, and Poverty. 4. Bölüm, vc Islam ve Chow d-
hury, Political Economy o f East Asia, s. 196-98 T ayland’da 1980'Ierdc eşitsiz­
liğin b ü y ü d ü ğ ü n e d ik k at çekiyorlar. Ayrıca bkz. E than Kapsteiıı, Sharing the
Wealth (N ew York ve Londra: W. W . N orton, 1999), 4. bölüm .
“W Robert Reich, The Work of Nations (New York: Vintage Books, 1991), 24. bölüm.

275
rın ın ın y ü klenm esiyle b irlik te, toplum sal kargaşa g ö rü n ü r ve
acil b ir s o ru n haline gelir. Bir bakım a toplum sal kargaşa, po­
litik m u h a le fe tin k in e a lte rn a tif b ir k am u sal cevap o lu ştu ru r:
T o p lu eylem in y e rin i n o rm a tif sosyal d en etim in d ah a yaygın
b ir çö k ü şü alır.41
Ç in, b u tü r bir d u ru m için gayet yerinde bir ö rn ek teşkil et­
m ektedir. Ç in’deki Dİ reform ları so n u c u n d a devlet se k tö rü n ­
d en kovulan ve kırsal alanlardan ihracat bölgelerine göç ile ye­
rin d en o lm uş m ilyonlarca işçi barınm a, em eklilik aylığı, sağlık,
ulaşım , eğitim ve geçim için diğer destek ve güvence unsurları
için şirket, çalışm a b irim i ve ikâm et tem elli hak etm e im kânla­
rını kaybetm iştir. Bu işçiler, b ir düzenli işi,42 ikâm et için meş­
ru b ir dayanağı v ey ah u t işyeri tem elli d estek sistem lerine eri­
şim i43 olm ayan işçilerden oluşan ve sıkça “değişken k itle” ola­
rak tanım lanan kesim i genişletm iştir. Bu çoğu n lu k la denetim
dışı olan ek o n o m ik geçiş, toplum sal istikrarsızlığa ve cem aat­
lerin altü st olm asına44 n e d en olm uş; sosyal yardım lara ve des-

41 A ndrew Brown. B undil T honachaiseıavut ve Kevin Hcwison, “L abour Relati­


ons and R egulation in T hailand: T heory and Practice”, W orking P apers Scries
No. 27, Southeast Asia Research C enter, City University of H ong Kong, Tem­
m uz 2002. Brown, T honachaisetavut vc H cw ison, T ayland'da geçen senelcr
zarfında ö rgütlü em ek m ilitanlığının yerini odaksız gösterilerin ve protesto­
ların aldığına dik k at çekiyor. Ayrıca bkz. S haoguang W ang, “O penness. Dis­
tributive C onflict, an d Social Insurance: The Social an d Political Im plications
of C hin a’s W T O M em bership”, New C hallenges f o r D evelopm ent a n d Moder­
nization içinde, der. Yuc-m an Yeung (H ong Kong: C hinese U niversity Press,
2002 ).
42 Piyasa reform u ile ticaret serbestleşm esine sık sık firm aların gittikçe “çalkalan­
ması" eşlik ediyor, çün k ü rekabet gücü olm ayan firm aların yerini rekabet ğü-
cü olanlar alıyor. Böylesi bir çalkalanm a işçiler arasında daha yüksek oranlar­
da iş hareketliliğine yol açıyor. Bkz. W orld Bank. G lobalization, G row th, and
Poverty, s. 20.
43 D o roth y Solinger, “T he Im pact of the F loating P opulation on the Danwei:
Shifts in the P attern of Labor M obility C ontrol and E ntitlem ent Provision .
Drinwri: The C hanging C hinese W o rkp la ce In H istorical a n d C om parative Pers­
p ective içinde, der. Xiaobo Lu ve Elizabeth Perry' (N ew York: M. E. Sharpe.
1997), s. 195-222.
44 T he W a ll Street Jo u rn a l, “C hinese Protests Grow M ore F requent, Violent". H
Mayıs 2004. M cMichael yüksek seviyelerdeki bolluğunun hem em ek piyasala­
rının hem de kentsel toplulukların dengesini bozduğuna dikkat çekiyor. Bkz
McMichael, D evelopm ent and Social C hange, s. 201.

276
tcge farklı d erecelerd e erişebilm eleriyle g ru p la n ay ırarak, ye­
ni toplum sal b ö lü n m e le rin ve eşitsizlik lerin o rtaya çıkm asına
yol açm ışu r.45

Reformun doğurduğu gerilimlerin ele alınışı

1990’la n n so n la rın d a ek o n o m ik kriz, p o litik m uhalefet, işgü­


cü istikrarsızlığı ve toplum sal kargaşanın birikim li am a değiş­
ken d en ey im i, h e m Asya’n ın şirk e t ve h ü k ü m e t se ç k in le rin i
hem de ço k taraflı k u ru m la n n liderlerini46 reform sürecini ye­
niden d ü şü n m ey e teşvik etm iş, hızla neoliberal g ü n d em in sos­
yal ve p o litik sü rd ü rü leb ilirliğ i so ru n u n a yöneltm iştir. Ö rneğin
Çin K o m ü n ist Partisi’n in (ÇKP) başkanı H u Jin ta o , y o ksulluk
ve bölgesel eşitsizliğe b ü y ü k ilgi g ö stererek, k en d in i yoksulla­
rın sa v u n u c u su olarak su n m u ştu r.47
H ü k ü m e tle r ile şirk e t seçk in leri, Asya e k o n o m ik re fo rm u ­
nu n yol açtığı çeşitli k u ru m sal ve top lu m sal gerilim leri, özel­
likle de stratejik çıkarları ve hedefleri teh d it etm esin d en ya da
tehlikeye d ü şü rm e sin d e n ö tü rü , b elirli şe k ille rd e ele alm aya
çalışm ıştır. Bu politik cevaplardan em ekle ilgili o lan larının en
önem lileri şu n ları içeriyor: K argaşanın politik olarak zapt edil­
mesi, refo rm u n yavaşlatılm ası, a k tif em ek piyasası p olitikala­
rı, sosyal k o ru m a , em ek sü recin in yen id en d ü zen len m esi (re­
organization) ve gelişim in artm ası.48 E lbette sosyal istikrarsız­
lıkla baş etm eye çalışan bu çeşitli y ak laşım lar b irb irle rin i dı-
45 Sarah Cook, “R eadjusting Labour: E nterprise R estructuring. Social C onsequ­
ences an d Policy Responses in U rban C hina”. C h a n g in g W o rkp la ce Relations
in the Chinese E conom y içinde (Londra: M acm illan Press, 2000). A ynca bkz.
W ang S h ao g u an g , H u A ngang ve D ing Y uanzhu, "B ehind C h in a ’s W ealth
G ap”. S o u th C h in a Morning Post, 31 Ekim 2002.
46 Asya ek onom ik krizinin em ek piyasaları üzerine etkisi hakkında D ünya Ban­
kası ile U luslarası Çalışm a Û rg ü tü 'n ü n ortaklaşa projesinde görüldüğü gibi.
Bkz. G o rd o n B ctchcrm an ve Rizwanul İslam , der., E ast A sia n Labor Markets
(W ashington, D.C.: T he W orld Bank and the International L abour O rganizati­
on, 2001).
47 T he Econom ist, “Room at the T op?’ , 1 M art 2003, s. 39-40.
48 B unlardan so n üçü -e m e k piyasası politikası, sosyal korum a ve em ek süreci­
nin yeniden ö rg ü tle n m e si- em ek sistem leri üzerine çalışm am ız açısından en
alakalı olanlardır.

277
şan d a bırakacak tü rd e n değil. A şağıdaki değ erlen d irm ed e ay­
rı ayrı ele alınm aları, sadece refo rm u n d o ğ u rd u ğ u sosyal, po­
litik ve k u ru m sal gerilim leri çözm ek am acıyla geliştirilen po­
litikaların analitik olarak ayırt edilebilir b o y utlarını gösterm e­
yi am açlıyor.

Baskıcı seçenek: Gerilimleri ve kargaşayı zapt etme

P olitik m uhalefet, artan em ek m ilitanlığı ve sosyal kargaşa,


teh d it edici düzeylere vardığında h ü k ü m e tle r reform un doğur­
duğu gerilim leri zap t etm ek üzere baskıcı güçlerine başvurabi­
lirler. Bu tü r bir cevap ö rtü k olarak, dolaylı olm asa da, Ç in, Ma­
lezya ve Singapur gibi o to rite r kapitalizm “m odellerine” ve hü­
k üm etin yaygın direniş, hatta dem okratik m eydan o kum a kar­
şısında piyasa reform u p rogram larım b astırarak “çözm e” ihti­
yacına sık sık atıfta b u lu n u la ra k desteklenm ektedir.
K ore, Ç in ve T a y la n d ’da - d o ğ r u s u A sya’n ın çoğu yerinde
d e - o to rite r y ö n e tim m irası d ü ş ü n ü lü n c e , h ü k ü m e tle rin re­
form p ro g ra m la rın a k a rşı d iren işi zap t etm e k iç in zo ra baş­
v u rm a y a d e v a m e tm e le ri ş a ş ırtıc ı g ö rü n m e m e k te d ir. Kıs­
m en re fo rm u n yol açtığ ı altü st o lu şla rın e tk isi ile g erçe k le­
şen 1989’d ak i T ia n a n m e n M eydanı g ö s te rile rin d e n b u yana
Ç in ’de d e m o k ra tik refo rm lar d u rd u ru ld u . K ore’de de Ç in’de
de em ek anlaşm azlık ları ve g ö steriler âd et olarak polis m ü d a­
halesi veya şiddetiyle k arşılan ır o ld u .49 T ayland’ın önceki po­
p ü list b aşb a k a n ı T h a k sin S h in aw atra b ile dev let p ro jelerin e
m u h alif o lan lara karşı güç k u llan ılacağ ın ı ilan e tti.50 Bu ara­
da T a y la n d ’da d e v le t işle tm e le rin d e se n d ik a la r ve grev üze­
rin d ek i yasak sü rü y o r. G ü çlü b ir lite ra tü r, söz k o n u su ü lk e­
le r ile d iğ e r Asya h ü k ü m e tle rin in p o p ü list b ask ıları ve m u ­
halefeti zo rlam ak , b astırm ak , sin d irm e k ya da zap tetm e k için
b aşv u rd u ğ u yolları v u rg u lu y o r. Şüphesiz toplum sal gerilim le-
re b u tü r karşılık lar, d iğ er karşılıkları bazen d estekleyerek ba­
zen de o n ların y erini alarak politik d ü z e n in bekasında ö n em ­
49 Koo, “D ilem m as of Em pow ered Labor in Korca".
50 A.g.e.

278
li bir rol o y n am ıştır. H er h alü k ard a b u rad a esas v u rg u m u z h ü ­
küm etlerin ve şirk e tle rin , refo rm u n d o ğ u rd u ğ u k u ru m sal ge­
rilin d en b astırm ak yerin e çö zm ek için b aşv u rd u ğ u çeşitli a l­
ternatif yollar üzerin e.

Varsayılan seçenek: Reformun yavaşlatılması

G erilim lere ik in c i b ir cevap o larak h ü k ü m e tle r reform ları


yavaşlatm ayı tercih edebilir. Asya ö rneğinde en sık ö d ü n veri­
len reform lar ticaret serbestleşm esi, devlet işletm elerinin özel­
leştirilm esi, h izm etlerin ve kam u m a lla n n a y önelik sü b v an si­
yonların azaltılm ası ve tarım sal fiyat d estek lerin in k aldınlm a-
sı ile ilişkili o lm u ştu r.5' Bu tü r reform ları yavaşlatm aya ya da
tersi yöne çevirm eye yönelik h areketler, sü rek li destekleri ge­
rekli sayılan önem li kuru m sal ve uluslararası seçkinlerin çıkar
ve hedefleri ile d o ğ ru d an çalışabilm ektedir. Bu d u ru m d a h ü k ü ­
m etler, güvenlik ağlarının güçlendirilm esi ve yerli ticaret ile ta-
n m ın rekab et g ü c ü n ü n desteklenm esi gibi ulusal düzeyde ge­
rekli uy u m ların sağlanm ası am acıyla rötara ihtiyaç d u y u ld u ğ u ­
nu belirterek reform daki yavaşlam alar için kam uya karşı dav­
ranışların ı g erek çelen d irirler. D oğrusu, D ünya T icaret Ö rg ü ­
tü (D TÖ ) ve A sya-Pasifik E k o n o m ik İşbirliği F o ru m u kap sa­
m ındaki uluslararası ticaret anlaşm aları g enellikle “gelişm ek­
te” olan ü lkelere tam da bu nedenle isten ilen g ü m rü k indirim i
hedeflerine ulaşm aları için ek sü re tanır.
Ç in, T ayland ve G üney K ore, h epsi de refo rm u n hızını h a­
fifletmiştir. K ısm en toplum sal gerilim lere ve politik m uhalefe­
te yanıt olarak, D l’n in özelleştirilm esini değişen derecelerde ya­
vaşlattılar. Ayrıca özellikle dış ticaret serbestleşm esini, sosyal ve
ekonom ik etkilerinin netleşm esi ve m illiyetçiliğin yeni bir yan­
kı bulm asıyla, erteled iler.52 Ö zellikle T ayland’da k üresel d u r­

51 Tayland'da ianm sal m eıa fiyatlarını desteklem ek am acıyla hü k ü m etin satın al­
ma p rogram lan, bu tü r piyasa koşullarını bozan politikalara so n verm e yönün­
deki resm î vaatlere karşın devam etm iştir.
52 The Financial Times. “Foreign Investors Desert South-East Asia for C hina", 12
Ekim 2000.

279
gunluk ve b u n u n so n u cun da yerli iş gruplarının yabancı rekabe­
te karşı daha fazla ko ru m a talep etm eleri53 içe d ö n ü k politika yö­
n ü n d e bir eğilimi desteklem iştir. Bu eğilim, bazı tarifelerin yeni­
den konm ası ve D l’yi özelleştirm e program larında yerli yatırım­
cıların yabancılara karşı kayınlm ası y ön ü n d ek i yeni çabalar ile
ispatlanm ıştır.54
Bu varsayılan seçen ek için Ç in bir diğer örneği oluşturuyor.
A rlan toplum sal kargaşa tehdidiyle yüz yüze gelen ÇKP, işçi­
ler ile k öylüler arasında toplum sal desteği m uhafaza etm e ihti­
yacına duyarlı olu şu nedeniyle, reform prog ram ının başlıca un­
surlarını yavaşlatm ayı tercih etm iştir. Ç in’in DTÖ ile m üzake­
releri ABD’n in Ç inli çiftçilere verilen tarım sal sübvansiyonlann
önem li ö lçü d e kısılm ası taleplerini başarılı b ir şekilde y u m u ­
şatm ıştır. B ankaların, d ah a fazla işten çıkarm anın ve kapanm a­
nın ö n ü n e geçm ek am acıyla m evcut şüpheli kredi serviyelerini
sü rd ü rm esi sağlanm ış ve “aşam alı” reform , sosyal istik rar için
genellikle gerekli diye sav u n u lm u ştu r.

Aktif emek piyasası politikası:


Piyasaların çalışmasının sağlanması

Şayet em ek p iyasasının dü zensizleştirilm esinin, em eğin da­


ha verim li ve d in am ik b ir şekilde tahsisini ve yeniden tahsisi­
ni sağlayacağı varsayılıyor ise aynı a n d a hem hızlı ekonom ik
büyüm e h em de inişteki sek törlerd en çıkartılan işçilerin yeni­
d en istih d am ın ın yavaş ya da güç olm ası d u ru m u n d a bu yakla­
şım ın başarısızlığı aşik âr hale gelir. Bu, h iç b ir yerde Ç in’de ol­
d u ğ u k a d a r b ariz g ö rü n m e m e k te d ir. Ç in’de devlet işletm ele­
rindeki reform , o n m ilyonlarca işçinin işten çıkartılm asına yol
açm ış ve b u işçilerin ço ğ u n lu ğ u u z u n bir dönem b o y unca iş­
siz kalm ış ya da yeterli derecede istihdam edilm em iştir. D ün­

53 Bkz. Patlaya Mail, “G overnm ent Asked to Help C urb Influx of Chinese-M a-
ke Products". 27 Şubat 2002; Bangkok Post, “BOI says Tariff C uts M ust N ot Be
Delayed", 16 O cak 2002.
54 Ekonom ik m illiyetçilik, yeni hüküm etin başarısında doğrusu önem li bir esas
teşkil e d iy o r buna (geçici de otsa) yerel ticaret, çiftçi gruplan, öğrenciler, sen­
dikalar ve STK'lardan oluşan popülist bir koalisyon eşlik ediyor.

280
ya Bankası’m n teşviki ve yardım ı ile55 Ç in h ü k ü m e ti geçici yar­
dım. yeniden eğitim ve yeniden istihdam p ro g ra m la n tesis ede­
rek iş krizin e karşılık verm iştir. B urada özellikle ö n em li olan
şey ise h ü k ü m e tin y e n id e n istihdam m e rk e z le ri ağ ın ın , işten
çıkanları Dİ işçileri için üç seneye k ad ar b ir sü re için yeniden
eğitim ve iş b u lm a hizm etine ek olarak aylık ödem e ve yardım ­
lar yapm ası; d evam ında iş bulm a ve yerleştirm e için yardım la-
nnı sü rm ü ş olm asıdır.56 Büyüyen sek tö rlerd e işçilerin hızla ye­
niden içerilm esin in (reab so rb in g ) k arşısın d ak i en önem li k u ­
rum sal engeli çözm ek am acıyla da adım atılm ıştır: Yerel ikâm e­
te bağlı sosyal yardım p ro g ram lan . İkâm et şartlarını hafifletm e
çabalan Ç in em ek piyasalarının işlem esi için a rtık k ritik önem ­
de görülüyor. Benzer kaygılar Kore h ü k ü m e tin i de göçm en iş­
çiler için d ah a esn ek ve daha güvenli istih d am p ro g ram ı o lu ş­
turm aya itm iştir.57
E m ek p iy a sa la n n ın d isip lin e r g ü c ü işy e rle rin d e d a h a kes­
kin b ir hal alabilir. Ç in ’de özel se k tö r firm aları, işçiler arasın ­
daki d ü şü k m otivasyon, itaatsizlik ve güvenilem ezlik so runla-
n n a piyasa d isip lin in i inceltip sistem atize ed erek k ısm en k a r­
şılık verm iştir. B unun için ise parçabaşı işe göre ya da perfor­
m ansa dayalı ö dem e, g ru p verim liliği teşvikleri ve işten çıkar­
ma te h d id in e b a şv u ru lm u ştu r.58 Benzer şekilde, T ay land’daki
daha b ü yü k b irço k şirk et süreklilik (atten d an ce), verim lilik, te­
m izlik ve hatta nezaket için karm aşık ve detaylı n ak d î teşvikler
geliştirm iştir.59 M esleki eğilim de T ayland h ü k ü m e tin in yeni-
55 W orld Bank, G lobalization. G row th, a n d P overty, s. 115.
56 A ndrew R eutersw ard, "L abour M arket an d Social Benefit Policies", C hina in
the W orld E conom y içinde (Paris: OECD, 2002). A ynca bkz. May W ong, “Po­
p u lar Education an d L abour Training in C hina", Asian Labour U pdate, no. 54
(O cak-M ari 2005), hup://w \vw .as ianlabour.org/, Erişim tarihi: 1 M art 2006.
57 Korea Times, “M igrants W ant Flexible E m ploym ent System ”. 30 Aralık 2005.
58 C atherine C. H. C h iu ve Bill Taylor, “Shuchangdi jilyu: Z hongguo hexin gi-
ycneide h ezuo" [Piyasanın D isiplini: Ç in’de Ç ekirdek F irm alarda Rıza) Ha-
ixiti Siangan sandidc la u zu guaruci yu laugong zhongıse: Y a n j iu jhuansm i diliuhao
içinde | Ç in. H ong Kong ve T ayvan'da Emek İlişkileri ve Em ek Politikası: Araş­
tırm a N o tu No. 61. der. Y. S. C heng. S. Yu, K. C hang, ve B. L. Leung (H ong
Kong: Xiang gang Habcia liangan guanxi yanjiu zhongxin [H ong Kong İki Kı­
yı İlişlerini A raştırm a M erkezi], 2001).
59 Deyo ve Doner, “Introduction: Economic Governance and Flexible Production"

281
d en eğitim ve beceri k azan d ırm a çabalarının önem li bir parçası
o lm u ştu r.60 Kore h ü k ü m e ti de işsizlere ve k ü ç ü k şirketlerdeki
işçilere kişisel gelişim lerini desteklem ek am acıyla mali yardımı
artırm aya yönelik p lanları uygulam aya k o y m uştur.61

Emek sürecinin yeniden inşası

E m ek s ü re c in in y e n id e n in şa sın d a piy asaya dayanm ayan


d ö rt yaklaşım dan bahsedilebilir: İşverenler ile işçiler arasında
b ağ lılıkların p ek iştirilm esi; p iram it şek lin d e kurum sallaşm a;
çatışm a çözü m ü için yeni m ekanizm aların k u rulm ası ve hızla
değişen istihdam koşulları karşısında n o rm atif çatışm ayı azalt­
m aya yönelik çabalar. Bu alternatiflerden ilkine, yani istihdam
p ratik lerin in güven ve karşılıklı bağlılık tem elinde desteklen­
m esine, daha önce yardım lar, iş güvencesi ve çalışanların katılı­
m ın ın destek len m esin in işçilerin m otiv asy o n u nu ve ilgisini na­
sıl da artırabileceğini tartışırk en değinm iştik. Sendikaların ko­
ru y u cu ro lü n ü n azalm asının yanı sıra em ek piyasasının düzen-
sizleşm esi, genellikle firm aların kendi istihdam pratiklerini be­
lirlem esine im k ân tanıyorsa da yeni rekabetçi baskılar bu nis­
p eten p ah alı62 yaklaşım ı b ü y ü k firm alardaki vasıflı, çekirdek
işçilerle sınırlam a eğilim inde. Bu nedenle istihdam ın hüküm et
tarafından seçici b ir şekilde yen id en d üzenlenm esi, yani bir ter­
sine reform (reform reversal) gerekebilir.
H er üç ü lk e n in de h ü k ü m e tle ri, k a rşılık lı bağlılığa daya­
lı istih d am sistem lerin in başarısızlığını telafi etm ek am acıyla
em ek sistelem lerini b ir dereceye kadar yeniden düzenlem iştir.
T ayland’da geçtiğim iz sen elerd e b ü y ü k şirk etleri y ö n eten ye­
ni istihdam kuralların ı tesis etm eye yönelik b ir h areket gö rü n ­
m ü ştü r. Bu b ak ım d an en ö n em li gelişm e çalışm a saatleri, ka­
dın ve çocukların istih dam ı, tatiller ve fazla m esai, sağlık, iş gü­
venliği ve iş m üfettişliği alanlarını kapsayan 1998 tarihli E m ek

60 The Nation, “Boost for Vocational Training", 3 Şubat 2006.


61 Korea Times, “More Job T raining Program s Offered". 5 O cak 2006.
62 Pahalı olm asının nedeni em eğin esnek olmayışı ve ilgili m addi yardım lardan
kaynaklanır.

282
Koruma K anunu o lm u ştu r.63 Yabancı göçm en işçilerin istihda-
fnını düzen lem ey e y ö n elik g irişim ler de g ö rü lm ü ştü r.64 Ben­
zer şekilde Ç in’de b ü y ü k firm alarda sözleşm e tem elli istihdam ı
genişletm ek am acıyla b ü y ü k bir çaba (kısm î bir başarı sağlan­
sa da) gösterilm iştir. 1994’te yeni iş m evzuatıyla b irlik te özel
sektörde istihdam k o şu lla n daha sıkı bir şekilde d ü zen len m iş­
tir.65 K ore, b ir y a n d a n iş güven cesin in m e v c u t kap sam ı, yay­
gınlığı ve yaptırım ı, d iğ er yandan em ek piyasasını düzensizleş-
tirerek bu k o ru m aları o rtad an kaldırm aya y önelik IM F destek­
li çabaların yol açtığı sosyal çatışm an ın b ü y ü k lü ğ ü b a k ım ın ­
dan gelişm ekte olan Asya ülkeleri arasında ayrıksı b ir yere sa­
hip. M ilitan KSK E m ek F ederasy o n u ’n u n sert m uhalefetine ce­
vap olarak h ü k ü m e t, zayıflayan iş güvencesi m ev zu atının etk i­
sini azaltm ak am acıyla istihdam tem inatları ve telafi edici ö n ­
lemleri m üzakere etm ek z o ru n d a kalm ıştır.66
Em ek sü recin i istik rara kav u ştu rm ay a y ö n elik ik in ci genel
yaklaşım olan p iram it şeklinde kurum sallaşm a, işyeri d isiplini­
ni daha geniş am a ik incil m ahiyetteki aile, cem aat ağ lan ve d i­
ğer toplum sal bağlardan oluşan sosyal çevre içine y erleştirm e­
yi ya da yen id en yerleştirm eyi içerir. Piram it şekli, disiplin yü­
künü bu dışsal sosyal yapılara, o nları o lu ştu ra n k arşılıklı b a­
ğım lılık ve n o rm a tif y ü k ü m lü lü k k a lıp la n n a d ay an arak ak ta ­
rır. Ö rneğin Ç in’deki Jap o n ve diğer yabancı yatırım cılar genel­
likle personel idaresin in önem li bir kısm ım , işyerinde o to rite­
yi k urm ak için, sosyal ağlan, sen d ik alan ve politik bağlantıla-
n daha iyi kullan ab ilen yerel Ç inli yöneticilere devreder.67 Lee

63 Brow n. T ho n ach aisetav u t ve H ew ison. “Labour Relations and Regulation in


T hailand”.
64 The Nation, “Drive to Register Foreign W orkers”, 30 T em m uz 2001.
65 D ong Bauhua. “Labor Law and Reform in C hina", U luslararası Em ek Standart­
ları K onferansı, S tanford Law School, 19-21 Mayıs 2002, http ://ils.stan fo rd .
edu/conferencc/papcrs/D ong% 20B aohua.pdf, Erişim tarihi: 23 M art 2003. Ay-
n ca bkz. The Economist. “Does C hina Have 10m Slaves?” , 1 Şubat 2003.
66 K onu üzerine bir tartışm a için bkz. Koo, "Dilemmas of Em pow ered Labor in
Korea".
67 Bill Taylor, “P atterns o f C ontrol w iih in jap an ese M anufacturing Plants in C hi­
na: D oubts ab o u t Japanization in Asia ".Journal o j Management Studies 36, no.
6 (1 9 9 9 ).

283
C hing-K w an’m b ir Ç in ihracat-işlem fabrikasında genç kadın
işçiler arasındaki em ek d enetim lerine ışık tu tan çalışm ası68 pi­
ram it şekli için b ir başka ö rn ek su n m aktadır. Ü retim in zam an­
la H ong Kong’tan - k i b u ra d a işveren, yerel işçiler arasında de­
n etim in tem eli olarak karşılıklı bağlılık esasına d a y an ıy o rd u -
Ç in’in piyasa d isip lin in in h ü k ü m sü rd ü ğ ü ih racat-işlem böl­
g elerinden b irin e taşınm asıyla birlikte işveren, işe alm a ve sos­
yal disiplin k o n u su n d a kadın çabşanlardan oluşan kırsal, yere­
le dayalı sosyal ağlara başarılı bir şekilde yaslanabilm iştir. Pira­
m it şek lin in k u llan ım ın d a b ir diğer ö rn ek taşerona verm e stra­
tejilerinde görülebilir; b u stratejiler işyeri k o n tro lü n ü , kişisel­
leşm iş ve ak rab alığ a dayalı d isip lin in fabrikaya dayalı piyasa
d en etim lerin d en d ah a etkin işlediği atölyeler ile aile işletm ele­
rine d evretm ektedir.
Ü çüncü olarak, h ü k ü m e tle r ile kayıtlı sek tö r işverenleri bazı
d u ru m la rd a sen d ik a tem elli toplu sözleşm e, işveren ile m üza­
kere ve tem sil için diğer yollan tesis ederek iş ilişkilerini yeni­
den istikrara k avuşturm aya çalışm ıştır. S en dikalann desteklen­
m esi h er zam an so ru n lu olm ak tad ır, özellikle de devletin çatış­
mayı k u ru m sallaştırm ak yerine zapt etm e, denetlem e ya da et­
kisizleştirm eye y ö n elik k arşı çab alan y la karşılaşılabilir;69 an­
cak açıkça görülebileceği üzere, h ü k ü m e tin gittikçe m arjinal­
leşen BÇSF’n in alanının özel ve örgü tlenm em iş işletm elere ya­
yılm asını am açlam ası sebebiyle Ç in tercihini b u yö n d e kullan­
m ıştır.70 A ynca d ah a ö n ceden bahsettiğim iz gibi Ç in hü k ü m e­
ti, artan seviyelerdeki endüstriyel çalışm ayı azaltm anın b ir yo­
lu olarak top lu sözleşm eleri71 desteklem eyi am açlam ıştır. Ben­

68 Lee, G ender and th e S o u th C hina M iracle.


69 Bu, yaklaşım ın ne dereceye kadar öncelikle yukarıdan değil de aşağıdan bir
baskıya yanıt olarak geliştirildiğine kısm en dayanır. Bkz. Bauhu, “Labor La"'
and Reform in C hina". A ynca bkz. Islam ve C how dhury, Political Econom y of
East A sia , s. 152 ve C hina Labor W atch Press Release. “W ill Pushing Com pa­
nies to Set U p T rade LInions Really Protect W orkers' Rights?", 25 Kasım 200+.
http://w w w .chinalaborw atch.orgi,en/w cb/ articlc.php? arlicle_id=50224. Eri­
şim tarihi: İM arı 2006.
70 W a ll S treet Jo u rn a l, “C hina to Press More Firm s to U nionize", 13 Ekim 2006'
71 A ncak bir toplu pazarlık m ekanizm ası oluştu rm adan yapar bunu. Bkz. Dong.
“Labor Law an d Reform in China".

284
zer şe k ild e , K ore h ü k ü m e ti 1998’de üç taraflı b ir k o m isyon
k u rm u ştu r; böylece ek o n o m ik kriz d ö n em in d e y ü k ü n hakka­
niyete dah a u y gun b ir şekilde paylaşılm ası; ek o n o m ik yeniden
yapılanm a ve artan em ek piyasası esn ek liğ i için em ek d este­
ği k o n u su n d a m üzakere etm ek; h ü k ü m e t tem silcileri, işveren­
ler ve sen d ik alar arasında yapılacak tartışm a ve uzlaşm a aracı­
lığıyla işçilerin k o ru n m ası için yeni biçim ler geliştirilm esi (da­
ha m ilitan sen d ik alar b u n u n kısm en toplu pazarlığın yerini al­
dığını d ü ş ü n m ü ş tü r) a m açlan m ıştır.72 1999 tarih li Üç Taraflı
Anlaşma’ya göre, öğretm en ler ile m em u rlara yeni politik h a k ­
lar ve toplu pazarlık h ak la n verilm iş, işsizlerin ise sendika k u r­
m asına m üsaade ed ilm iştir.73 T ayland’da 2000 tarihli Devlet İş­
letm eleri İş İlişkileri K anunu, yasaklanan sen d ik aların yerine,
çalışanlan top lu pazarlıkta tem sil edecek yeni k u ru la n “birlik­
leri” getirerek devlet sek tö rü n d e istikrarlı iş ilişkilerini yeniden
kurm ayı am açlam aktadır.74
E m ek sü recin in yeniden inşasında d ö rd ü n c ü yaklaşım deği­
şik, birbirine benzem eyen em ek sistem leri arasındaki n o rm atif
çatışm a s o ru n u n u ele alır. İşyerinde farklı em ek sistem lerinin
bir arada m evcut b u lu n m asın ın yıkıcı çatışm alara yol açtığına
ve ç ek ird ek işçiler ile çek ird ek olm ayan işçiler arasında bilgi
paylaşm ayı ve işbirliğini engellediğine d ah a ö n ced en değinm iş­
tik. Bu çatışm a, söz k o n u su farklı em ek sistem lerin i kurum sal
olarak ayırm aya ya da en azından b ir yanda sıklıkla karşı çıkı­
lan işlevsel entegrasyon ihtiyaçları ile diğ er yanda k urum sal ay­
rım arasın d a d ah a iyi b ir denge bulm aya y önelik çabalara ne­
den olabilir. Bazı d u ru m la rd a bağdaşm az em ek sistem lerinin
birbirind en ayrılm ası, h ü k ü m e t p olitikasında k ö k salm ış olabi­
lir; göçm en işçilerle yerli işçilerin farklı m uam ele ve korum aya
tâbi olm ası b u n a örn ek gösterilebilir. K urum sal ayrım için bir
diğer ö rn ek de Ç in’de işe yerleştirm e h izm etlerinde sıradan iş­

72 B etchem ıan ve İslam, Eası Asian Labor Markets, s. 454.


73 Koo. “Dilem m as of Em pow ered Labor in Korea”.
74 Kabaca işg ü cü n ü n yüzde ü çü n e denk gelen çok d ü şü k oranlardaki sendika­
laşm a düzeyi T ayland'da etkin bir loplu pazarlık tesis etm e çabalarına gölge
d ü şü rm ek ted ir. Tlıc Nation, “So Little to C elebrate on Labour Day”, 1 Mayıs
2003.

285
çiler için em ek piyasaları ( “em ek ” piyasaları) ile teknik okul ve
üniversite m ezunlan için piyasalar (“insan k a y n a k la n ” piyasa­
ları) arasına belirgin b ir sın ır çekilm esidir.75
A ncak kurum sal ayrım çabaları en çok firm a düzeyinde be­
lirgindir; firmalarda yöneticiler em ek piyasasının kesim lere ay-
nlm asını ve istihdam şartlarında, ödem ede ve yardım lardaki il­
gili farklılıkları kurum sallaştırıp m eşrulaştırm aya çalışabilirler.
Tayland’da sözleşme işçileri ya da tedarik sağlayan firmalardan
gelen işçiler, düzenli işçiler ile çoğunlukla yan yana çalışmakta
ve farklı üniform a ya da şapka renkleri ile ayrım lar belirgin kı­
lınm aktadır.76 Bunun yanı sıra, farklı işçi kategorilerini fiziksel
olarak birbirinden ayırıp, çalışm alarını bilgisayar ağı ile yeniden
bütünleştirm eye yönelik çabalar da görülebilm ekledir. Hizmet
ve im alat görevlerinin taşerona verilm esi ya da sözleşm eli işçi
kullanılm ası farklı şekilde m ükafatlandırılan işçi gruplarının ay­
rılması için örgütsel sınırları kullanm aktadır; ancak bu gibi du­
rum larda koordinasyondan ö d ü n verilebilm ektedir.77

Sosyal korumanın geliştirilmesi

H üküm etlerin, düzensizleşen em ek piyasalarında, yerinden


edilen ya da dezavantajlı olan işçileri ne dereceye kadar telafi et­
mesi gerektiği konusu n d a tartışm alar görülüyor. Kimileri işçi­
lere yönelik korum aların, istihdam a dayalı sosyal güvenlik sis­
tem leri ve özel sektör sigorta s u n u m u aracılığıyla aşam alı ola­
rak özelleştirilm esini savunuyor. Diğer, daha fazla hak tem elli78
yaklaşım lar ise işçileri em ek piyasasının düzensizleşm esine ve
özelleşm e ile ticaret serbestleşm esinin yol açtığı toplum sal ka­
rışıklığa karşı korum ak üzere devlet tarafından örgütlenen sos­

75 Mcng, “Economic Structural Reform and Labor M arket Form ation".


76 Frederic Deyo. “C om petition, Flexibility and Industrial Ascent: T he T hai Auto
Industry". Social Reconstructions o f the World Automobile Industry içinde (New
York: St. Martin's Press: 1996), s. 149.
77 Küresel m eta zincirleri ve uluslararası taşeronlaşm a, em ek düzenlenm elerine
yönelik farklılaştırılmış sistem leri ve bağlı oldukları em ek sistem lerini ayıran
ulusal sınırlardan faydalanarak bir adım daha gitm ektedir.
78 Islam ve Chow dhury, Political Economy oj East Asia, s. 199.

286
yal güven lik ağlarında ısrar ediyor. Aslında piyasa reform u ile
sosyal hakların azalm ası arasındaki alışılm ış bağlantının aksine,
ekonom ik reform un belirli bir şekilde hızının kesilm esi gerek­
tiği böylece serbestleşm eden dolayı “kaybedenlerin”,79 bölgede­
ki birçok ülkede aslında zaten yaşandığı üzere, devam eden re­
formlara politik b ir tehdit sunm ayacağı80 da bazen ileri sürüle-
biliyor. Asya’da, bölgedeki h ü k ü m etler geleneksel olarak bu tür
bir hız kesintisinden kaçınm ıştır. Sosyal sigorta ve geçim in ko­
runm ası kam u görevlileri, devlet işletm eleri işçileri ve bazı ka­
yıtlı sektör çalışanlarıyla sınırlı olm uştur. Asgari b ir yaşam stan ­
dardı elde edem eyenlere, özellikle de ekonom ik kriz d ö n em in ­
de olm ak üzere,81 oldukça sınırlı bir güvence sağlanm aktadır.82
B ununla birlikte Asya’daki bölgesel y önetim ler sosyal k o rum a
için ağırlıklı olarak aileler ile cem aatlere dayanm ıştır.
Kayıtlı sektörde, Ç in’de piyasa reform larıyla ilişkili, Tayland
ile G üney Kore’de ise ekonom ik krizle ilişkili toplum sal h u zu r­
suzluk, işçiler için sosyal güvenlik ağları tesis etm ek üzere ye­
ni çabalara neden olm u ştu r. Çin’de, k en u e kayıtlı sek tö r işçileri
için sosyal güvenlik sisLemi ve tem el bir ulusal em eklilik progra­
mı için başlangıç adım ları,83 iflas eden işyeri tem elli sistem lerin
yerine geçm ek üzere şim dilerde;84 ayrıca bazı yerel h ü k üm etler

79 D ünya Bankası, reform un sürekliliğini sağlam ak üzere küreselleşm enin “kay­


bedenlerine" yönelik sosyal korum a ve tazm inatın önem ini vurguluyor. W orld
Bank. Globalization, G row th, a n d Poverty, s. 14.
80 Kapstein. Sh a rin g th e W ealth, s. 134; Stiglilz, Globalization a n d Its D iscontents.
81 Islam vc C how dhury, Political Economy oj East A sia , s. 230.
82 Kore bıı bakım dan b ir istisna sayılm aktadır; krizden önce bile kayıtlı sektör­
de iş güvencesi ve sosyal sigorta konusunda gelişm ekte olan Asya ülkelerinden
daha fazla garanti sağlanm ıştır.
83 P. Saunders ve E. Ping, “Social Security Development in a C ontext of Economic
Reform and Social Change: T he Case of Rural Social Insurance Program in C hi­
na", Asya Pasifik Bölgesi’nde Toplum sal D önüşüm ler konulu uluslararası konfe­
ransta su nulan tebliğ (4-6 Aralık 2000). Aynca bkz. Wei Yu, “Financing Unem p­
loyment an d Pension Insurance”. D ilem m as o f Reform in Jia n g Zem in's C hina için­
de (Londra: Lynne Reinner. 1999). Söz konusu sistem lerin b u tıır program ların
maddi maliyetini karşılayamayacak durum da olan bölgesel ve yerel yönetim lere
ademi merkezileştirilmesi ile ilgili ciddi bir sorun söz konusudur.
84 R eutcrsw ard, “L ab o u r M arket and Social Benefit Policies". A yrıca bkz. T he
Econom ist, “U rban D iscontent", 15 Haziran 2002.

287
bölgelerindeki işçileri desteklem ek am acıyla asgari ücret düzey­
lerini artık yükseltm eyi am açlıyor.85 Tayland’da önceki popülist
Thaksin h ü k ü m eti, firm alara yönelik kıdem tazm inatı şartlan ­
ın arıtırm ış, d ü şü k m aliyetli evrensel b ir sağlık program ı başlat­
m ıştır; ayrıca m evcut yardım ların yanı sıra yakın zam anda işsiz­
lik tazm inatı da içerecek şekilde sosyal güvenlik fo n u n u n kap­
sam ve m iktarı genişletilm iştir.86 Bu p ro g ram lann n e kadar et­
kin ya da sü rd ü rü leb ilir olacağı ise h enüz belli değil.87
Sosyal k o ru m a ilk elerin i d a h a açık b ir şekilde destekleyen
G üney Kore88 işçilere yönelik yeni korum alar alanında en kap­
samlı ve başarılı m odeli sunuyor. 1988’de önceki yılın etkileyi­
ci işçi isyanının ard ın d an , h ü k ü m e t en sonunda, neredeyse bü­
tün işgü cü n ü kapsam ası am açlanan ulusal bir em eklilik progra­
mı k u rd u .89 1995’te o lu ştu ru lan yeni işsizlik sigortası program ı,
1998’de k ü ç ü k firm alarda çalışanları, geçici ve yan zam anlı iş­
çileri de kapsam ak üzere genişletildi; b u değişiklik ile 1999'da
işsizlerin yüzde 12’sine yardım lar sağlanm ış o ld u .90 Sendikala-
n n istihdam a bağlı sosyal korum alar için yaptığı baskılara karşı­
lık olarak Kore h ü k ü m eti. Tem el G eçim in K orunm ası Kanunu
(TGKK) altında sosyal güvenlik ve refah kapsam ını genişletm e­
ye çalıştı; söz ko n u su k an u n işçilere yönelik birçok sağlık, işsiz­
lik, em eklilik ve işçi tazm inatı program ı için bir şem siye çerçe-

85 Ç in’de asgari ü cretler k o n u su n d a son gelişm eler için bkz. C hina Labor W at­
ch , “M inim um W age S tan d ard Raised in S h en zh en ”. Basın B ildirisi, 1 Ha­
ziran 2005 ve C hina L abor W atch, “G uangdong P rovince Raises M inim um
W age Level” , 4 Nisan 2004. hup://w w w .chınalaborw atch.org/en/w eb/arıicle.
php?artic!c_id50226. Erişim tarihi: L M art 2006.
86 The N a tio n , “So Little to Celebrate".
87 Bkz. B a n g k o k Post, “B udget C hief W ants W ealthy o u t of S chem e”, 4 Ocak
2002. Ayrıca bkz. B a ngkok Post, “Labour Leaders Dead Against Governm ent
Social Security Plan” , 2 Şubat 2002 v e B angkok Post, “Second-class Schem e for
P oor Picked”, 16 Şubat 2002. Bit p rogram lann sürdürülebilirliği hakkında da­
ha genel bir değerlendirm e için bkz. Bangkok Post, “G overnm ent G iven T hum ­
bs-Down”, 4 Şubat 2002.
88 Tang, Social Welfare D evelopm ent in Cast A sia , s. 17.
89 A.g.e.,s. 17 ve 138.
90 Betcherm an ve Islam, Cast A sian Labor M arkets, s. 9. 2005’te 200.000’den faz­
la insan işsizlik yardım ı alm ıştır K orea Tim es, “Jobless Benefit A p p l i c a n t s S ur­
pass 500.000 in 2005” , 2 O cak 2006.

288
vc sunuyor. Kore’deki d ü şü k gelirli çalışan n ü fu su n neredeyse
bir m ilyon kadarının 2008’de gelir vergisi yardım paketi şeklin­
de olm ak üzere h ü k ü m et desteği alm ası bekleniyor.91
U lu slarara sı Ç alışm a Ö rg ü lü tarafın d an ş id d e tle d estek le­
nen ve ekseriyetle işveren ler ile işçilerin ü c re t vergileriyle fi­
nanse edilen sosyal sig o rta ve em ek lilik p ro g ra m la rı, kayıtlı
sektör işçileri için bir m ik tar k o ru m a sağlıyor ise de ihtiyaçla­
rı genellikle çok d ah a büy ü k olan, çok sayıdaki kayıtdışı se k ­
tör ve kırsal kesim işçilerine erişm ekte b aşarısız k alm aktadır.92
Bu so ru n , b ü y ü k sayıda işçinin kayıtlı se k tö rd e n kayıtdışı se k ­
tör istih d am ın a geçtiği ek o n o m ik kriz d ö n e m in d e b ü y ü m e k ­
tedir. Esasen sosyal güv en lik p ro g ra m la rın ı b u k ay ıtdışı se k ­
tör işçilerini de k ısm en k uşatacak şekilde g en işletm ek m ü m ­
kün. Ç in’de y eni em eklilik planı kırsal işçileri de a rtık isteğe
bağlı olm ak üzere kapsıyor. Ü stelik Çin h ü k ü m e ti işverenleri
göçm en işçileri sig o rtalam ak ve b u n u n için gerekli tü m m as­
rafları karşılam ak la y ü k ü m lü kılan yeni d ü z e n le m e n y ü rü rlü ­
ğe k o y u y o r.93 A rlan işsizlik ile geçici, k o ru m a sız istih d am ın
yayılm asının kab u lü y le birlik te G üney Kore’n in TGKK kapsa­
mı 1999’da “atip ik " düzen siz, y a n zam anlı ve işten çıkartılan
işçiler dâhil olacak şekilde genişletilm iştir. D aha yakın bir za­
m anda ise K ore h ü k ü m e ti, üç seneden daha fazla b ir sûre için
çalıştırılm ası d u ru m u n d a sözleşm eli işçileri d ü zen li işçi olarak
istihdam etm eye şirk etleri zorlayacak ve d ü zen li olm ayan işçi­
lere aylık ya da işten çıkarm a k o n u su n d a ay rım cılık yapan iş­
verenleri p ara cezasına çarp tıracak b ir yasayı ileri s ü rd ü .94 Bir

91 Korea Times. "I M illion Poor W orkers to Gel G overnm ent Subsidies” 15T cm -
m uz 2005.
92 M acPherson (1 9 8 7 ), ak taran Tang, Social W elfare Development in Easl Asia,
154. Tayland için bkz. The Nation, ‘Inform al Economy: 23m W orkers Need
Help", 25 H aziran 2004.
93 Beijing Youth Daily, “Beijing Releases New Regulation: E m ployers M ust Give
M igrant W orkers Hospital Insurance", 12 Ağustos 2005 ve C hina Labor W at­
ch, "Rural R etirem ent Insurance Program for M igrant W orkers U nderw ay T h­
ro u g h o u t C ity”. I-abor News, http^/w w w .chinalaborw atch.org'en/w cb/artide.
php?article_id=50279. Erişim tarihi: 2 Mart 2006.
94 Korea Times, “Ruling Party to Pass Bill on N on-R egular W orkers This M onth".
30 Kasim 2005.

289
diğ er önem li adım ise göçm en işçilerin h ü k ü m e t tarafından fi­
nan se edilecek şekilde a v u k a t, eğitim ve sağlık hizm etlerine
erişim i olacak olm ası.95 T ayland’da da sosyal güvenlik kapsam ı
artık çok k ü ç ü k (genellikle kayıtdışı sek tö r) firm alara genişle­
tilm iş d u ru m d a .96
Kayıt altm daki ve düzenlem eye tâbi işyerleri için tasarlanmış
sosyal güvenlik sistem leri çerçevesinde kayıtdışı sektör işçilerini
kapsam içine alm anın zorlukları karşısında, alternatif sosyal ko­
rum aların kurulm ası ya da genişletilm esi için baskılar artıyor.97
Dünya Bankası bir dizi ihtiyaç tem elli gelir desteği program ı, ka­
m u işleri projeleri, kırsal ve k ü çü k işletme yardımı ve m ikrokıe-
di program lan ile bu so ru n a dikkat edilm esini desteklem ekte.98
Bu tü r program lar, STIClann kırsal kesim deki yoksullar arasın­
daki kooperatif girişim leri, m ikrokredi program lan ve diğer ka-
yıtdışı sektör geçim projelerini desteklem eye yönelik paralel ça-
balanyla ö rtüşüyor ve onlar üzerinde yükseliyor. Bu yukandan
ve aşağıdan çeşitli g irişim lerin kaynaşm asıyla birlikte, “sosyal
serm aye” artışı olarak kayıtdışı sektör için yeni bir sosyal koru­
m a yaklaşımı teşvik edilm iştir.99 Sosyal serm aye yaklaşım ı, baş­
langıçtaki m asraflarına rağ m en , harici aracıların ve kuru lu şla­
rın sosyal maliyeti ve riski karşılam a kabiliyetini geliştirip, dev­
letin b u alandaki başlıca u z u n vadeli sorum luluklarını yerine ge­
tirm ek ten de m u a f tu ta ra k şirk et ve reform gündem leriyle ga­
yet uy u m sağlam aktadır. Bu, D ünya Bankası100 ile Asya Kalkın­
95 Korea Times, ‘ M igrant W orkers S upport C enter O pens T hursday”, 22 Aralık
2004; Korea Times. “M edical Aid Available for M igrant W orkers. Homeless".
19 Mayıs 2005.
9 6 Bu da söz ko n usu küçük firm aların etkin b ir şekilde en azından kısm en “kayıl
altına alındığı’ anlam ına geliyor.
97 Tlıe Nation, “Poverty Reduction: T he Long Line for a Better Life”, 7 Aralık 2003-
98 W o rld Bank, Globalization, Growth, and Poverty, s. 8 7 ,1 1 4 ,1 5 0 .
99 M cM ichacl, Development and Social Change, s. 208-21. A yrıca bkz. Betcher-
m an ve Islam , East Asian Labor Markets, s. 31. T ayland'daki b u yaklaşım üze­
rine daha kapsam lı bir tartışm a için bkz. Krongkaew. “Social C onsequences of
the East Asian E conom ic Crisis”, s. 79-80.
100 D ünya B ankası g e n e llik le h ed eflem e, ih tiy aç te s p iti ve tem el şe y lerle sı­
n ırla n d ırılm ış re fa h y a rd ım ı p ro g ra m la n ile b irlik te sosyal g ü v e n lik sis­
tem lerin i d esteklem iştir. Banka’n ın Ç in gündem i kırsal ve in sa n kaynakla­
rı kalkınm ası ile kırsal alan lard a y o k sulluğun azaltılm asını g üçlü b ir şekil-

290
m a Bankası’m n 10' to p lu lu k gelişim i p ro g ra m la n , k ırsal ticaret
için m ikrokredi program lan, kendine yeterlilik projeleri, köylere
yönelik fon program ları, kam u işleri projeleri, ü rü n çeşidi zengin
tanm , kooperatifler ve kırsal kasabalar ile köyleri canlandım ıaya
yönelik diğer çabalara son dönem de verdiği güçlü desteği kısm en
açıklayabilir. G erçekten de sosyal serm aye p rogram lan ile piya­
sa reform u arasındaki tam da b u uyum , söz k onusu program la­
ra karşı eleştirel yaklaşım lara yansım aktadır: Y oksullann kendi­
lerini ekonom ik m arjinlerde idare etm esini ve böylece devlet ile
serm ayenin sosyal geçim e ilişkin so ru m lu lu k ların d an m uaf tu-
tulm alannı sağlayan yeni bir “yoksul ekonom isi” kurulm ası.102
Sosyal se n n a y e g eliştirm e yaklaşım ı için en iyi ö rn eği Tay­
land su n uyo r. B urada bir dizi d u ru m b u yaklaşım ı destekliyor:
Bir dereceye k ad ar özerk ve ek onom ik b ak ım d an sü rd ü rü le b i­
lir kırsal to p lu lu k tabanı ve kriz sonrası düzelm e için ağırlıklı
bir sosyal rol üstlenebilecek, STK’ları da içeren, yerel sosyal k u ­
rum lar ağı. T ayland h ü k ü m eti, D ünya Bankası ile Asya K alkın­
ma Bankası’n ın sosyal yaürım fonlarından y ü k lü m ik tarda yar­
dım alarak, to p lu lu k tem elli altyapı ve köy kalkınm ası projeleri
başlattı; projeler şu n la rı içeriyor: 78.000 köye to p lu kalkınm a
yardım ı; tarım sal çeşitlilik için destek (piyasa riskini azaltm ak
üzere); çiftçilere b o rç yardım ı; to p lu lu k b an k aların ın k u ru lm a­

dc vurguluyor. Bkz. W orld Bank, “C ountry Assistance Strategy of the W orld


B ank G ro u p fo r th e P eo p le's R e p u b lic o f C h in a ” . 22 O cak 2 0 0 3 , h ttp ://
w w w -w d s. w o rld b a n k .o rg /se rv le t/W D 5 _ lB a n k _ S e rv le t? p c o n t= d e ta ils& e
id = 0 0 0 0 9 4 9 4 6 _ 0 2 112804184941, Erişim tarihi: 1 M art 2006. T ayland için
bkz. W orld Bank “T hailand Social M onitor: Social Capital and Crisis", Ocak
2000, http://siteresources.w orldbank.org/lN T T H A lL A N D /R esources/S ocial-
M o n ito r/2 0 0 0 jan .p d f. Erişim tarihi: 2 M art 2006.
101 Û m eg in bkz. Asian D evelopm ent Bank, “C hina: C ountry Strategy and Prog­
ram U pdate, 2 0 0 5 -2 0 0 7 ", Eylül 2004, http://w w w .adb.org/ D ocum ents/C S-
Ps/PRC /2004/CSPU -2004.pdr, Erişim tarihi: 1 Mart 2006 ve Asian D evelop­
m en t Bank, “T hailand: C o untry Strategy an d P rogram U pdate 2 0 0 2-2004",
T e m m u z 2 0 0 1 , h ttp ://w w w .a d b .o rg /D o c u m e n ts/C S P s /T H A /2 0 0 1 / CSP_
THA _2001.pdf, Erişim tarihi: 1 Marl 2006.
102Jean-M arc F o n tan vc Eric Shragge, “T endencies, Tensions and Visions in the
Social Econom y", Social Economy: International Debates and Perspectives içinde
(M ontreal: Black Rose Books, 2000). Sosyal serm aye yaklaşım ının daha k ap ­
sam lı bir eleştirisi için bkz. Jo h n H arris, Dcpoliticizing Development (Londra:
A nthem Press, 2001).

291
sı; genişletilm iş b ir to p lu lu k orm ancılığı program ı kapsam ında
“k en d in e yeterli to p lu lu k la rın ” güçlendirilm esi103 ve m ikrokre-
di ile k ü çü k ve o rta b ü y ü k lü k tek i işletm eler (KOBİ) için ticaret
geliştirm e p ro g ram lan . Yeni k u ru la n Sosyal K alkınm a ve Beşe­
ri G üvenlik Bakanlığı b u ve diğ er benzeri program ları izlem ek­
te.104 Tayland kralı bu yaklaşım ı “kend in e yeterlilik” hareketi­
nin bir parçası olarak şiddetle desteklem iştir. En önem lisi, ön­
ceki başbakan T h ak sin ’in popülist m illiyetçi Thai-Rak-Tai hü­
kü m eti, to p lu lu k ve sosyal kalkınm ayı yasam a gü n d em in in zir­
vesine koym uştur.

Kalkınmacı seçenek: Ekonomik


rekabet gücünün geliştirilmesi

H ü k ü m etler ve firm alar, yerel firm aların, işçilerin ve çiftçile­


rin ek o n o m ik rek abet g ü c ü n ü artırarak sosyal altü st o lu şla n ve
işgücü kırılganlığını azaltm aya çalışabilir.105 Bu, eğitim in iyileş­
tirilm esi, firm alarda çalışm anın yeni biçim lerde örgütlenm esi,
k u ru m sal Ar-Ge’n in ve yeni yönetim y ö n tem lerin in desteklen­
m esi, ihracat işlem b ölgelerinden yerli firm alara geriye doğru
ted arik bağlantılarının desteklenm esi ve teknoloji yoğun sana­
yi için sosyal ve fiziksel altyapının o lu ştu rulm ası gibi yenilen­
m iş çabalar g e rek tireb ilir.106 B uradaki tartışm am ız çokça özel­
likle em eğe ilişkin politikalarla sınırlı.
G en ellik le g ö rü n e n o ki, kalkınm acı seçeneği en g ü ç lü şe­
103 T o p lu lu k o rm an program lan d ah a önceden çiftçilerin devlete ait orm an alan-
lan n d an tahliyesine yol açan p o lilik alan n kısm en iptalini içerm ektedir. Ban­
gkok Post, “A lternatives N eeded to N ational Parks: H urling Villagers Living
aro u n d Forests”, 6 O cak 2002; Bangkok Post, “Displaced F arm ers to G et Pre­
viously Allocated Land: New A pproach to Reform W elcom ed", 7 O cak 2002.
Kendine yeterlilik harekeli Tayland'ın azalan o rm an lan n ın çevresel konınm a-
sı k o n u su n da yeni b ir ilgiye yol açtı; daha önceden etkinliğini yitiren topluluk
o rm an p rogram lan arıan oranlarda resm i destek bulm uştur.
104 Bangkok Post, “T hree M ore M inistries to Jo in L ine-up", 10 O cak 2002.
105 Burada “kalkınm acı” politikalardan kastım ız, d aha yakın zam anda izlenen pi­
yasa odaklı yapısal reform politikalanndan ziyade Asya K aplanlan arasında ge­
leneksel olarak izlenen devlet gü düm lü yaklaşım lardır.
106 D ünya Bankası’n ın tercih ettiği bu seçenek üzerine tartışm a için bkz. W orld
Bank, Globalization, Growth, and Poverty, s. 14, 19-20, 101. 149.

292
kilde izleyen G üney Kore oldu; b u n u n için ise iş yaratm ak için
h ü k ü m et sü b v an siy o n ları,107 firm a tem elinde çalışm anın yeni­
den ö rg ü tlen m esi,108 eğitim ve beceri geliştirm e p ro g ram ları,109
doğrudan yabancı yatırım ın d üzenlenm esi ve d ü şü k faizli k re­
diye day alı sa n a y i p o litik a s ı110 gibi y ö n te m le re b a şv u rm u ş­
tur. T ayland, k alk ın m acı seçeneği reform ile k rizin baskıları­
na uyum sağlam ak am acıyla daha yakın b ir d ö n em de benim se­
miştir. T ayland’daki m evcut kalkm m acılıgın ö n em li b ir u n su ­
ru n u , özellikle de b ü yük yabancı m ü şteri şirk etlere sanayi te­
dariki sağlayan KOBl’leri hedefleyen b ir yardım ve d estek prog­
ram ı o lu ştu ru y o r.111
Bir bakım a T ay lan d ’ın KOBİ p rogram ı, re fo rm u n d o ğ u rd u ­
ğu hem sosyal hem de kalkınm acı gerilim leri ele alm aya çaba­
lıyor. KOBİ kalk ın m a program ların ın çoğu, özellikle de kırsal
ve k ü ç ü k işletm eleri hedefleyenler, esas o larak istihdam yaratı­
m ına ve y o k su llu k la m ücadeleye o d ak lan ıy o r.112 Bu program lar
em ek-yoğun, altyapı o lu ştu ran kam u işleri p rojeleri, kendi h e­
sabına çalışm ak için kredi program ları ve diğ er gelir ikâm e ça­
balarını içeriyor. G üney Kore’deki m ütekabil istihdam yaratm a
program ları k ad ar kapsam lı olm asalar da - k i b u ra d a kam u iş­

107 Korea Times, "G overnm ent to Subsidize Job C reation", 9 M art 2004.
108 Bkz. Sarosh K uruvilla ve C hristropher Erickson, “Change and T ransform ation
in Asian Industrial Relations", Industrial Relations 41, no. 2 (2002), s. 171-228.
109 B eıchcrm an ve İslam örneğin Kore’nin 1999 Beceri G eliştirm e Program ım ele
alıyor. Bkz. Bctchcrm an ve İslam, East Asian Labor M arkets, s. 278 ve Tang, So­
cial W elfare Development in East Asia, s. 3.
110 Alice A m sden, Asia's Next Giant (New York: O xford University Press, 1989).
Ayrıca bkz. C halm ers Jo h n so n “Political In stitu tio n s and E conom ic Perfor­
m ance: The G ovem m enl-B usiness Relationship in Japan, S outh Korea, and Ta­
iw an", The Political Economy o f the New Asian Industrialism içinde, der. Frede­
ric C. Deyo (Ithaca ve Londra: Cornell University Press, 1987), s. 136-164 ve
Korea Times, “Firm s W ill Get Subsidy for H iring W orkers". 7 T em m uz 2004.
111 D unya Bankası gııçlû bir KOBİ kalkınm a politikasını, yabancı yatırım cılara yö­
nelik sağlam b ir yerel arz tem eli sunarak iyi bir yatırım ortam ı oluşturm ak için
etk in b ir yol olarak görm ektedir. Bkz. W orld Bank, Globalization, Growth, and
Poverty, s. 156.
112K O B l’lcr T ayland'daki toplam sanayi işçilerinin yüzde 60-70 kadarına istih­
dam sağlam aktadır. Bkz. Frederic Deyo, “The New D evclopm entalism 'in Post-
C risis Asia: T he Case of T hailand's SME Sector", New Challenges fo r Develop­
ment and Modernization içinde, der. Yeung, s. 17.

293
leri projeleri 1999’da işsiz olan 1.7 m ilyon işçinin kabaca yüz­
de 76'sına istihdam sa ğ la m ıştır-1’3 Tayland’ın istihdam politika­
ları, kriz d ö n em in d e kırsal topluluklara yine de önem li b ir yar­
dım sağlam ıştır.
E m ek açısın d an , refo rm u n yol açtığı to p lum sal gerilim lere
karşı geliştirilen çeşitli cevaplara d air tartışm am ız, hüküm etle­
rin hem sosyal politikayı kalkınm a çıkarlarına uygun bir şekil­
de o luşturabileceğini hem de kalkınm ayı sosyal bakım dan fay­
dalı şekillerde sağlayabileceğini gösteren b ir dizi ö rn ek su n u ­
yor. G üney K ore, S ingapur, T ayvan ve H ong Kong’da eğitim ,
sağlık ve b arınm ada beşeri serm aye o lu şu m u , işçilerin nitelik­
lerini ve b ecerilerin i g eliştirerek kalkınm ayı destekliyor. Ay­
nı zam anda bu p o litik alar ek o n o m ik kaynaklar ile yetenekleri
geliştirip, d ah a yaygın b ir şekilde dağıtıyor; böylece büyüm eyi
paylaşılan b ir sosyal ilerlem e ile bağlıyorlar.
Ş irk etler d ü z e y in d e ise h ü k ü m e tle r ve şirk e tler, reform un
d o ğ u rd u ğ u hem kalkınm aya ilişkin hem de toplum sal nitelik­
teki gerilim leri, d ah a ö n ced en değindiğim iz kalkınm acı em ek
sistem lerini destekleyip genişleterek ele alabilirler. Bu sistem ­
lerin işçilerin yeterli ü cret ve yardım , m akul bir iş güvencesi,
hakkaniyete dayalı istih d am k o şu llan ve karşılıklı bağlılığa da­
yalı istihdam uygulam alarına sahip o ldukları yerlerde en iyi şe­
kilde işlediği genel kabul görüyor. D aha ö n ceden de bahsedil­
diği gibi bu şartlar insan k ay n ak lan ve eğilim yatırım larını, ka­
tılım cı yönetim i, çalışm an ın yenid en ö rg ü tlen m esin i ve diğer
rek ab etçi, y ü k se k d eğerli, y ü k se k ü cretli istih d am ı d e ste k le ­
yen işveren uygulam alarını teşvik edebilir. Y üksek ücretli, kal­
kınm acı em ek sistem lerin in daha iyi rekabet gücü için birçok
altern atif yold an -b a z ısı kalkınm acı, bazısı d e ğ il- sadece biri­
ni o lu ştu rd u ğ u n u elbette kabul etm ek gerek. F irm alar açısın­
dan rekabet g ücü, m aliyetin önem li ölçüde kısılm ası, tek n o lo ­
jid e ilerlem eler, firm alar arası g ru p stratejileri, em ek sü re c in ­
de piyasaların d isip lin in e daha fazla dayanılm ası ve reform un
d o ğ u rd u ğ u toplum sal ve kuru m sal gerilim leri ele alam ayacak
(hatta kötüleştirebilecek) diğer politikalar aracılığıyla elde edil-
113 Bcıcherm an vc Islam, East Asian Labor Markets, s. 20-24.

294
meye çalışılıyor. D oğrusu refo rm u n sürü k led iğ i y o ğun rekabet
şartlan sık sık top lu m sal o larak d ah a az arzu edileb ilir yollan
teşvik edebiliyor.

Sonuç

Doğu Asya’d aki çeşitli politik g irişim ler, e k o n o m ik reform un


yol açtığı toplum sal ve k u ru m sal gerilim lere ve ihtiyaçlara ar­
tan ilgiyi y a n sıtm a k ta d ır. Hiç şü p h e siz d eğ işen sosyal p o liti­
ka ve refo rm g ü n d em leri, h em işçilerin ve d iğ e r p o p ü ler sek­
tör g ru p la rın ın h em de dezav an tajlı ticaret g ru p la rın ın p o li­
tik m uhalefeti tarafından kısm en yönlendiriliyor. A rtan sosyal
kargaşa ile Ç in’in zorlam a ve geri çekilm e üzerine görece bas­
kısı arasında; G ü n ey K ore’de kayıtlı se k tö r em ek siyaseti (“ü re­
tim siyaseti”) 114 ile sosyal sigorta arasında ve T ayland’da sınıf­
lar arası, STK tem elli sosyal seferberlik (to p lu tü k etim siyase­
ti?) ile sosyal serm aye p ro g ram lan arasında n e t b ir bağlantı gö­
rülüyor.
A ncak d ah a az farkına varılan b ir şey ise e k o n o m ik ve politik
seçkinlerin çık a rla n n ı ve stratejilerini teh d it eden kuru m sal ge-
rilim lerin önem i. P olitik m uhalefet, özellikle de b u ra d a ele alı­
nan üç ülkede, ek o n o m ik zorlam a, piyasa karışıklığı, tak tik ge­
ri çekilm e ve polis baskısı gibi yöntem lerin bir bileşim i ile zapt
edilebilirken, b u m uhalefete hem paralel gelişen h em de onun
tem elini o lu ştu ran k u ru m sal gerilim ler çok daha k ö k lü bir eko­
n om ik m eydan o k u m a su n u y o r.115 E m ek sistem leri yaklaşım ı
bu gerilim lerin izini sü rü p , bağlam a y erleştirm em ize ve fark­
lı sosyal g ru p la r ile sınıflar tarafın d an nasıl deney im lendigini
anlam am ıza o lanak tanıyor. Bu bağlam da siyasal çatışm a ve çı­
karlar ile ik tid arın o y u n u , hem altta yatan kuru m sal gerilim ler
(bazen algılanan, bazen algılanm ayan) hem de bu gerilim lerin
idare edilm esine ya da çözülm esine yol açan politik çekişm eler
olarak kavranabilir. Em ek sistem lerin d ek i gelişm ek te olan sı-

114 Burawoy, The Politics of Production.


U 5 Bkz. W h ile ve G oodm an (1998) aktaran Tang. Social Welfare Development in
East Asia, s. 135.

295
kmtılara ilişkin değerlendirm em iz, özellikle de eko n o m ik kriz
dönem lerinde g ö rü n ü r o ld u k la rın d a , d ah a d e rin olan b u ku­
rumsal analiz düzeyini önerm eyi am açlıyor.
Son olarak şirk e t e litle rin in , u lu sal ve k ü resel seçk in lerin
geçmişte olduğu gibi şim di de gelişm ekte olan küresel kapita­
list düzene karşı ortaya çıkan m eydan okum aları etkin bir şe­
kilde k öreltecek sosy al re fo rm la r u y g u lu y o r olabileceklerini
düşünüyoruz. Burada ço k önem li b ir şey ise küresel düzenleyi­
ci kuruluşların sosyal ve ek o n o m ik g ü ndem leri ele alm ada ar­
tan etkisi. Özellikle"de D ünya Bankası’nın geçim güvencesi ve
sosyal istikrar k o n u su n d a ö n ceden yaptığı vurguyu tekrardan
yapması116 yakın zam ana kadar küresel piyasa reform una ayrı­
calık tanıyan tu tu m u n d a n , en azın d an biraz, vazgeçtiğine işa­
ret ediyor. Ancak bu dikkatlice sınırlanan gün d em değişikliği­
nin, nihayetinde reform p ro g ram ın ın ken d isinin sosyal ve poli­
tik sürdürülebilirliğini artırm aya yönelik yeni çabalara kök sal­
dığı gözden kaçırılm am alıdır. Bu bak ım d an ve Asya ekonom ik
krizinin ekonom ik reform a karşı ciddi b ir m eydan o kum a yö­
nelttiğine dair yaygın g ö rü şü n aksine, kriz, paradoksal b ir bi­
çimde, bu ekonom ik b ak ım d an d in am ik olan bölgede reforma
yeniden hayat verm iş olabilir.

116 Islam vc Chow dhury, Political Economy o f East Asia, s. 208 ve 224.

296
11
Zayıf Aktörlerin Sımsıkı Sarılması:
Avrupa Birliği'ndeki Küçük Ölçekteki işletmeler
Örneği Üzerinden Ekonomik Serbestleşmeye
Yönelik Toplumsal Desteği Açıklama
K evi n Y o u n g

Siyaset d ü n y a s ın ı a n a liz etm e d e en ö n e m li u n s u rla rd a n b i­


ri belirli b ir zam an için d e re k a b e t h alin d ek i siyasal projelere
yönelik to p lu m sal d estek k ay n ak ların ı anlam ay a çalışm aktır.
H arekete geçirebilecek ne tü r fikirlerin m ev cu t o ld u ğ u n u a n ­
lam ak ö n em lid ir; b u fikirlerin n ered en geldiğini ve o n lara yö­
nelik desteğ in m addi k ay n ak ların ı anlam ak ise d ah a da ö n em ­
li. F ik irle r ve siyasal p ro je le r g ö k te n zem b ille inm ez; aksine
k u ru m sal o larak yerleşik b ir bağlam da y e r alan, belirli b ir ko­
n u m d a n h arek et edip d ü şü n e n , k e n d i çık arların a y ö n elik algı­
larına b aşv u ran in san lard an kaynaklanır. Bu n o k tad a Polanyi-
ci b ir persp ek tif, analiz için faydalı b ir çerçeve s u n u y o r bize.
Bu çerçeve, ek o n o m ik liberalizm e ait radikal p ro jelerin doğa­
sına ait istikrarsızlığı an lam lan d ırm am ızd a yardım cı olm akta­
dır; söz k o n u su p ro je le r to p lu m sal ilişk iler için d ek i, rekabet
eden piyasadışı b ir m antığı ö n em sem em elerin d en ö tü rü , eko­
nom ik d ü zen lem e için ya da ek o n o m in in piyasadışı değer sis­
tem leri içine “y e n id e n y e rleştirilm esi” için çağrıda b u lu n m a ­
ya eğilim liler.
G eçen o tu z sen e zarfındaki neoliberal d eney, “k en d i k u ral­
larına göre işleyen b ir piyasa sistem i” kurm ay a y ö n elik “ütop-
yacı” girişim lerin y en id en d o ğ u şu an lam ın a gelebileceği gibi,

297
aynı zam an d a çeşitli m u h alefet biçim lerini de teşvik etm iştir.1
D ünyanın m etalaşm ası - d a h a ö n ced en M arx b u n u “gerçek tâ­
biiy et” sü reci olarak ad la n d ırm ıştır, Polanyi ise “hayalî meta-
ların” yükselişi ile ta n ım la m ış tır- eşikte bizi bekliyor. Polan-
yici b ir persp ek tiften , “piyasa to p lu m u " politik olarak savunu­
lu r gibi değil; b u n u n n e d e n i P olanyi’n in d e h atırlattığ ı (am a
b irçok kibirli p o p ü le r Polanyi y o ru m u n u n ele alm ayı u n u ttu ­
ğu) gibi gerici p o litik k ap an m a biçim lerine (Polanyi o zam an­
lar faşizm ile k o m ü n izm i d ü şü n m ü ştü r) potansiyel olarak ne­
d en olabilecek b ir karşı h arek et d o ğ u racak olm asıdır.
M cM ichael'ın b elirttiğ i gibi “20. yüzyıl so n u küreselleşm e­
siyle alakalı olarak ikinci b ir Polanyici d ö n g ü ü zerin e gerçek­
ten k ü ç ü k bir en d ü stri söz k o n u su olm u ştu r; b u rad a çok taraflı
ku ru lu şlar aracılığıyla küreselleşm e, artan önem de bir koru y u ­
cu karşı h arek et d o ğ u rm a k ta d ır.”2 H er politik araştırm ada ol­
duğu gibi, çekici b ir teo rid en faydalandığım ız vakit, b u ld u ğ u ­
m uz haliyle d ü n y a n ın so m u t ve karm aşık gerçeklerine karşı sü ­
rekli bu teoriyi test etm em iz gerekir. Polanyici b ir bakış açısın­
dan yararlan an çoğu araştırm a, neoliberal yeniden yapılanm a­
ya karşı m ücadele ö rn ek lerin i inceliyor ve böylece ö rtü k bir bi­
çim de Polanyici politik ö zn e kavram ının süregelen önem ini te­
yit ediyorken, bu çalışm a altern atif ve daha dikkatli bir yakla­
şım ı benim siyor. N eoliberal yen id en yap ılan m anın, kendisine
yönelik k arşı h are k e tle rin varlığını fiilen çö k erterek , neolibe-
ralizm den m em n u n o lm ayanların da neoliberal reform ları diz­

1 Kari Polanyi. The Great Transfomıatıan. (Bosıon. MA: Beacon Press, 1944), s 29
2 P h ilip M cM ichael. “‘A n ll-G lo b alizatio n ': P olanyian C o u n le rm o v e m e n ı or
N ot?", International Studies A ssociationîn yıllık konfcrasm dan su n u la n teb­
liğ, New O rleans, 24-27 M art 2002, s. 7. A ktaran Sandra H alperin, "Dynamics
o f Conflict an d System Change: The G reat T ransform ation Revisited", Europe­
an Journal o f International Relations 10, no. 2, (2004), s. 263-306. 298. dipnoi
4. Bu. Polanyi uyarlam alarının sulandınldıgı ya da eleştirel olm adığı anlam ı­
n a gelm iyor, bkz. H annes L acher “T he Politics o f the M arket: Rc-reading Kari
Polanyi", Global Society 13, no. 3 (1999), s. 313-26: Vicki Birchfield, “C ontes­
ting the Hegem ony o f M arket Ideology: G ram sci's ‘G ood Sense' and Polanyi's
‘D ouble M ovem ent’”. Review of International Political Economy 6, no. 1 (1999),
s. 27-54; M ichael Burawoy, “F or a Sociological Marxism: T he C om plem entary
C onvergence o f A ntonio Gram sci an d Karl Polanyi". Politics & Society 3 1. no.
2 (2001), s. 193-261.

298
ginlem ek yerine d ah a da ileri götürecek şekilde harek et etm esi­
ne yol açtığı d u ru m la rd a n bahsedilebilir m i?3
Bu b ö lü m k ü ç ü k ve o rta b ü y ü k lü k te k i işle tm e le r (K O Bt)
sektöründeki p o litik seferberliğin, gereği gibi anlaşılırsa, böy-
lesi bir paradoksal tanım a d en k geldiğini savunuyor. KOBİ sek­
tö rü n ü n AB’de d ah a neoliberal b ir düzenlem e ortam ı için ver­
diği desteğin ö zellik lerin i ve n ed en lerin i an larsak , neoliberal
siyasal iktisad ın tam am en eşsiz özelliklerinden b irin i de daha
iyi anlayabiliriz: Yani potansiyel m uhalifleri paydaşlara d ö n ü ş­
türm eye, dolayısıyla süreçtek i m uhalefeti çökertm eye yönelik
olağanüstü kapasitesi. Bir diğ er deyişle, bazı d u ru m la rd a ne-
oliberalizm den m e m n u n o lm ay an lan n , neoliberal y ap ılanm a­
yı d estekleyerek p iyasanın to p lu m d an d ah a da fazla k opm ası
için, tersi için değil, çabaladıklarını görebiliriz. Bu d in am ik sü­
reci anlam am ız, katı b ir Polanyi y o ru m u n u n aksine, beklediği­
miz halde çoğu karşı h arek etin belirm ediği neoliberal k oşullar­
da, politik öznelige ilişkin güncel ikilem i anlam am ıza yardım cı
olabilir. Burada hedefim iz neoliberal siyasal iktisadın, u ç u c u lu ­
ğ un d an ziyade p o litik istik rarın ın bir kısm ını açıklam ak. Bu te­
zin özü, çokça teorik nitelikte olm akla b irlikte, bölgesel enteg­
rasyon ve çıkar g ru b u o lu şu m u üzerine d ah a geniş kapsam lı bir
proje için gerçekleştirilen ve AB d ü zeyinde ö rg ü tlen m iş KOBİ
çıkar örgütleri ile yapılan m ülakatlara dayalı bir araştırm aya da
y aslan ıy o r.4 P o litik ö z n e lik k o n u s u n d a b elirli b ir P olanyici
okum aya karşı u yarm ak am acıyla bu özel örneği veriyoruz; an ­
cak K O Bl'lerin eğilim ini anlayabilm ek için tesis edilm iş bir sü ­
reç olarak Polanyici bir ekonom i d ü şü n cesin e yine de b aşvur­

3 Bu önem li bir so ru , çü n k ü hem politik öznelik üzerine güçlü bir Polanyici gö­
rüşün sınırlarım belirlem eye yardım cı oluyor, hem de Polanyi'den ilham alan,
benzer birçok varsayım diğer siyasal iktisat çalışm alarında da m evcut g ö rü n ü ­
yor. O m eg in bkz. E rik Ringmar, Surviving Capitalism: How we Learned to Live
with the Market and remained Almost Human (Londra: A nthem Books, 2005);
Linda McQuaig, All You Can Eat: Green Lust and the Triumph o j the New Capi­
talism (T oronto; Penguin Canada, 2002).
“t Bu araştırm anın bazı so n u çlan şurada yayım lam ıştır: Kevin Young, “How Neo-
liberalism R eproduces Itself'. Philosophy of Management 5, no. 2 (2005), s. 79-
8 8. KOBl'lerin politik özneliğinl daha kapsam lı ele alan so n u çlar daha sonra
yayım lanacak.

299
m am ız gerekiyor. Ö zellikle d e birçok k ü ç ü k firm anın toplum ­
sal ö rg ü tlen m esin in , o n ları tem sil ed en ö rg ü tlerin p o litik ba­
kım dan aldığı p o zisyonu nasıl etkileyebileceği k o n u su n a dik­
k at etm ek gerekiyor.5
Bu tartışm a iki b ö lü m altın d a ele alm ıyor, ilk bölüm b u ça­
lışm anın nesn esin i -A B ’de KOBİ s e k tö rü - inceleyip, b u n u n ye­
n id en belirm esinin ö n em in i ve dinam izm ini kuram sallaştırm a-
yı am açlıyor. Bu se k tö rü neoliberal yeniden y ap ılanm anın bazı
ters etkileri için b ir “y u ta k ” ve “risk taşıyıcı” olarak görebilece­
ğim izi savunacağım . İkinci bölüm KOBl’lere yönelik çık ar tem­
silinin ulus aşırı yapısını tarif ediyor ve AB düzeyinde b u çıkar
tem sili yapısının neoliberal y e n id e n yapılanm aya d iren m ek ye­
rine o n u y o ğ u n laştırm ay ı am açladığını gösteriyor. S onuç bö­
lüm ü, böylesi b ir d u ru m u n paradoksal niteliğini Polanyici bir
perspektiften ele alıyor. H akları b u d an an kesim içinden toplu­
m u , piyasa to p lu m u n u n tah rib atın d an koruyacak bir geri bes­
leme m ekanizm ası ortaya çıkm ış değil, aksine neoliberal yapı­
lanm ayı destekleyen ak tö rler görüyoruz.

Avrupa politik ekonomisinde KOBİ sektörü


A vrupa K o m isy o n u , b ir KOBl’n in n e le rd en m eydana geldiği
k o n u su n d a n isp eten geniş b ir tan ım benim siyor. 1996’tan be­
ri K om isyon, çalışan sayısı iki yüz elliden az ve senelik cirosu
kırk m ilyon e u ro d a n az vey ah u t senelik bilançosu toplam yir­
m i yedi m ilyon e u ro d a n az olan firm alan KOBİ olarak tanını­
lıyor.6 A ncak çoğu AB KOBÎ’sin in b u ta n ım ın ü s t eşiğine bile

5 Bkz. Karl Polanyi, “T he E conom y as an Instituted Process”. Primitive, Archa­


ic and M odem Economies: Essays o f Karl Polanyi içinde, d er. G. D alton (New
York: A nchor Books, 1968), s. 139-74.
6 Bu tanım a göre üç işletm e dizisi v a r “M ikroişleım cler" (çalışan sayısı ondan
az), “k üçü k işletm eler" (çalışan sayısı elliden az ve senelik cirosu yedi milyon
eu ro dan az veyahut bilançosu toplam beş m ilyon eurodan daha az) ve orta bü­
y üklükteki işletm eler (çalışan sayısı iki yüz elliden az ve yıllık cirosu kırk mil­
yon eurodan az veyahut bilançosu toplam yirm i yedi m ilyon eurodan az). Bu
tanım lar 1 O cak 2005’te biraz değişm iştir. Bkz. E uropean C om m ission Enter­
prise D irectorate-G eneral. The New SME Definition: User Guide and Model Dec­
laration (Brüksel: E uropean C om m ission, 2003), s. 14.

300
[yaklaşmadığını g özden kaçırm am ak lazım . AB’deki firm aların
büyük çoğ u n lu ğ u “m ik ro ” ve “k ü ç ü k ” işletm e kategorisine gir­
m ekte: AB üye devletleri arasında rakam lar ciddi o ran larda de­
ğişm ekle birlikte, AB’de KOBl’lerde çalışan sayısı ortalam a ye­
di g ö rü n ü y o r.7 A yrıca KOBl’lerin sayısı ve farklı ulusal ekono­
miler için önem i AB içinde ü lk eler arasında ciddi b ir farklılık
gösterm ekte.
KOBl’lerin istihdam , ek o n o m ik b ü yüm e ve d in am izm bakı­
m ından su n d u k ları hatırı sayılır k atkılar burad a ele alınm aya­
cak. B urada ş u n u vurgulam ak gerekiyor: KOBİ sek tö rü ekono­
mi için bir risk taşıyıcı d u ru m u n d a ve neoliberal d ö n em de ka­
pitalist y en id en y ap ılan m an ın o lu m su z etkileri için b ir yutak8
rolü görüyor. KOBİ se k tö rü n ü bu şekilde tasvir etm em iz, sağ­
lam b ir P o la n y ic i y ak laşım ın g ö stereb ileceğ i gib i, KOBt’leri
toplum u, piyasanın tahrib atların d an korum aya katılm aları için
nedenleri olabilecek ak tö rler olarak kavram am ıza yardım cı ola­
caktır.

Risk taşıyıcı olarak KOBİ sektörü

KOBİ sektörü bir bütün olarak ekonom ik açıdan d inam ik ve sağ­


lam görün se de önem li sayıda KOBİ, herh an g i b ir zam an dili­
m inde incelendiğinde, ciddi ekonom ik b u h ran yaşıyor olabilir.
Bir b ü tü n olarak bakıldığında, KOBİ sektörü g ü çlüdür; bileşim i­
ne bakıldığında (yani bireysel üyelerinin çoğuna bakılırsa) kırıl­
gandır. B ütün için doğru olan m utlaka p arç a la n için de doğru

7 “O rtalam ada b ir A vrupa işletm esi yedi kişiye istihdam sağlıyor; işletm e b ü ­
yüklüğü m ik ro işletm elerde olm ak üzere 3 ile büyük işletm elerde olm ak üzere
1000’in üzerin d e değişebiliyor. Dolayısıyla, tipik bir Avrupa firması bir m ikro
firm adır." “A vrupa Kom isyonu tarafından 2003’le yapılan b ir araştırm aya gö­
re AB 15 içindeki firm aların yüzde 92’si m ikro işletm e, yüzde 7'si k üçük b ü ­
yüklükte işletm e, yüzde f i orta büyüklükte işletm e ve yüzde 0.25’i Bl'dir (bü­
y ü k işletm e)." Bkz. E u ro p ean C om m ission E nterprise D irectorate-G eneral
(KPMG, EIM Business and Policy Research ile ortaklaşa), 2003 European Ob­
servatory o f SM Es No. 7 (Brüksel: E nterprise, 2003); E uropean C om m ission,
SMEs in Europe 2003 (Lükscm burg: E uropean C om m ission. 2004), s. 26 vc 33.
8 Burada y utak terim i, sistem den bir dinam iğin ya da enerjinin soğutulm ası ve­
y ahut uzaklaştırılm asını ima etm eyi am açlıyor.

301
değildir (bölm e yanılgısı). D oğrusu işletm e başarısızlığı ve (ye­
n id en ) d o ğ u şu AB’de o ld u k ça y ü k se k tir.9 ilg inçtir ki, Avrupa
K om isyonu’n u n , Birleşik D evletler ile yenilik ve ekonom ik es­
neklik açısından rekabet edeb ilm ek am acıyla “girişim ci” kül­
tü rü n ü yaratm aya yönelik tasavvuruyla teşvik etliği şey lam da
b u .'0 Riskin paylaşımı açısından baktığım ızda bu tür bir ekono­
mik politika stratejisi k o n u su n d a şu n u düşünebiliriz: Ekonom ik
dinam izm , kısm en ek o n o m ik riskin bireyselleştirilmesi pahası­
na elde edilm ektedir, iç piyasanın entegrasyonu ve en son on iki
yeni üye devletin AB’ye katılm ası ile yoğunlaşan ekonom ik re­
kabet so n u c u n d a , zaten kırılgan olan KOBl’Ier önceden o ld u ­
ğun d an daha fazla ekonom ik baskıya m aruz kalıyor ve önceden
o ld u ğ u n d a n d ah a fazla risk ihtiva ediyorlar. Bir sek tö r olarak
KOBİ’ler elbette hayatta kalacak. A ncak bu , bireysel KOBl’lerin
pahasına gerçekleşecek; bazıları ciddi zorluklarla karşılaşacak,
diğerleri ticari ölüm le yüzleşecek, bu arada bazı yeni KOBl’ler de
doğacak. İnatçı ve uzlaşm az “küçük burjuva” imgesi kafamızda
yer etm eye devam edecek belki; m esele şu ki, birim düzeyinde
KOBl sektörü çoğunlukla dayanıklılıktan ziyade zayıflık ve kırıl­
ganlık ile tanım lanan bir sektör olarak varlığı sürdürüyor.

9 Bkz. E uropean C om m ission, E u ro stat, E uropean Business Facts and Figures:


Data 1 9 9 8 -2 0 0 2 , (Lüksem burg: European C om m ission, 2004), s. 18.
10 Ö rneğin bkz. European C om m ission E nterprise D irectorate G eneral, S um m ary
Report: The Public D ebate Following the G reen Paper ‘E n trepreneurship in Euro­
pe", (Lüksem burg: E uropean C om m ission, 2003), s. 15. Lizbon sürecinin baş­
langıcında A vrupa K om isyonu’n u n girişim cilik konulu olan b ü yü k bir konfe­
ransı bu girişim cilik k ü ltü rü üzerine odaklanm ıştır. Bkz. E uropean Com m issi­
on E nterprise Directorate General, E ntrepreneurship fo r th e Future— F inal Re­
port (yayınlanm ış konferans tutanakları) (Lüksem burg: E uropean C om m issi­
on Press, 2001). O zam andan beri Avrupa Komisyonu ve İşletm e Genel M ü­
dürlüğü en iyi uygulam alara önem verm ek, özel çalışmalar gerçekleştirm ek ve
özel girişim ler başlatm ak gibi yollarla "girişim ci zihniyeti teşvik etm e" mese­
lesine odaklanm ıştır. Bkz. E uropean C om m ission E nterprise D irectorate-G e­
neral, Report on the Im plem entation o f the European C h a rter fo r Sm all E nterpii-
scs in the C ountries o f the W estern B alkans (Lüksem burg: E uropean C om m issi­
on, 2004), s. 8 -9 . K om isyon'un eğitim reform u üzerinden girişim ci k ü lıü r teş­
viki k o n u su n d a en iyi" uygulam alara olan ilgisinin bir değerlendirm esi için
bkz. European Com m ission E nterprise Directorate General, H elping to C reate
an Entrepreneurial C ulture: A G uide on G ood Practices in P rom oting E ntrepreneu­
rial Attitudes and S killsT h ro u g h E ducation (Lüksem burg: E uropean C om m issi­
on, 2004).

302
Polanyi’n in k ü çü k işletm eleri çifte h areketin b ir parçası ola­
rak an m ad ığ ın ı elb ette k ab u l etm ek lazım: P olanyi genellikle
“em eğe” ya da m etafizik, farklılaşm am ış b ir “to p lu m ” kavram ı­
na vurgu y ap m ıştır.” Emekçi k o n u su vesilesiyle sıkça bah set­
tiği şey, piyasanın k apris ve k u ru n tu la rın a tâbi olan varoluş ko­
şullarıydı.” T ipik b ir KOBÎ’yi, Polanyi’n in von M ises ile hicve­
derek tartışm aya çalıştığı şu paragraf ışığında d ü şü n elim . Bu­
na göre em ek piyasalarında fiyat ayarlam aları için gerekli em ek
uysallığı şu şartlard a oluşur.

[G jclirlerin aşırı istikrarsızlığı, profesyonel standartların ta­


m am en yok oluşu, ayrım yapılm adan itip kakılm aya sefilce
hazır olma, piyasanın kaprislerine büsbütün bağımlı olm a.13

Bu tasvir çoğu KOBİ’n in içinde b u lu n d u ğ u k o şu llara gayet


uygun d ü şm ek ted ir: Piyasa içindeki bu şartlard a KOBl’ler pi­
yasanın iradesine tam am en boyun eğm iş, dayatm alarına d u y ar­
lı olm aya zorlanıyor. Yoğun rekabet ortam ın d a, b irçok bireysel
KOBİ, kim i açılardan Polanyi’nin tasvirine çarpıcı bir benzerlik
sunan bir varo lu şa sahip. G elişm iş kapitalist ü lk elerde büy ü k
işletm elerdeki b irço k işçi, piyasanın “rekabetçi sın ırın a ” karşı
belli bir düzeyde yasal korum aya sah ip k en , d u ru m KOBİ çalı­
şanları için genellikle böyle değil. Bu tü r karşılaştırm aların son
derece sınırlı o ld u ğ u aşikâr, ancak varoluş şartların ın piyasanın
ku ru n tu ların a m aru z kalm ası ve onun am açlan için u y arlan m a­
sı hâlâ geçerliliğini koruyor.

11 Polanyi, bazı tarihsel olaylara ilişkin ayrıntılı değerlendirm elerinde eylem de b u ­


lunan farklı g ru p lar arasında ayrım yapm ıştır, fakat buna ek olarak, isteyen ve
eylem de b u lu n an m etafizik bir “loplum "a sıkça atıfta b u lu n d u ğ u n u not d ü ş­
mek lazım. Ayrıca sın ıf temelli politik ûznelik teorilerine yönelik eleştirilerinde
“bir bü tü n olarak toplum " kavram ını güçlü bir şekilde savunm uştur, çünkü be­
lirli sınıfların başarılarının kendilerinden daha büyük diğer gruplarla olan işbir­
liğine ve desteklerine dayandığını düşünüyordu. Bkz. Kari Polanyi. “Class In­
terests and Social Change”, Primitive, Archaic and Modern Economies.1Essays of
Karl Polanyi içinde, der. G. Dalton (N ew York: A nchor Books, 1968), s. 38-58.
12 Btı şekilde, dünyaya dayatabileceğim iz irade ile dünyanın bize dayattığı irade
arasındaki m odern ay n n ıın sonucunda beliren sosyal yabancılaşm ayı -v e bu n ­
dan kaynaklanan politik özneligi- anlam ada Marx’la birlikte aynı hü m an ist kı­
ta geleneğini takip ediyordu.
13 Polanyi, G reat T ra n sfo rm a tio n, s. 176.

303
KOBİ s e k tö rü n ü n neden b u şek ild e b ir risk taşıyıcı olarak
h arek et etm e kap asitesi o ld u ğ u n a d ik k a t etm ek lazım . Çoğu
KOBl’n in içine yerleşik o ld u ğ u to p lu lu k ile olan belirli ilişki­
lerini anlam ak bu so ru y a b ir cevap sunab ilir. KOBl’lerin (özel­
likle de ço ğ u n lu ğ u o lu ştu ra n m ik ro işletm elerin) benzersiz ka­
pasitesi, ü retim için, fiyatı piyasa d ışında belirlenm iş girdilere
dayanm a y eten ek lerin d e gizlidir. D olayısıyla KOBl’lerin meta
ü retm ek için m etalaşm am ış karşılıklı değişim ağlarına dayan­
m aları o ld u k ç a iro n ik ıir. Becholfer ile E lliot’m gö sterm iş ol­
d u ğ u gibi, aile ve yerel to p lu lu k gibi y erleşik yapılara dayan­
m ak KOBl’lere e k o n o m ik bir avantaj su n m ak tad ır: İşte “ken­
d in i y en id en v ar etm e k a p a site sin in s ırrı.” 14 A ğırlıklı olarak
yerelde b u lu n a n karşılık lılık ağları, sosyal serm ayenin “d o ld u ­
ru lm ası” ve fiyatlan d ırılm am ış girdi biçim lerine b aşv u ru lm a­
sı, KOBl’lerin b ü tç e k ısıtla m a la rın ı e sn e k le ştirm e k am acıyla
dayanabilecekleri, h e r zam an m evcut b ir tam pon işlevi görür.
Buna ek olarak, çoğu KOBl’n in aynı zam anda yönetici olan sa­
hip leri rek ab etin sık ıştırm ası h alin d e k e n d i em eklerini (çalı­
şan ların ın em ekleri b ir yana) aşırı m ik tard a k u llan m a kapasi­
tesine sahip tirler.
KOBİ se k tö rü n ü n bu özel nitelik leri, KOBİ se k tö rü n ü n ge­
lişm esini teşvik etm eyi am açlayan AB d üzeyindeki p o litik alar­
da da resm en kab u l ed ilm ekte. Ö rneğin KOBİ se k tö rü n ü n iş­
sizlik s o ru n u n a b ir çö zü m olarak d ü şü n ü lm e sin in bir nedeni,
e k o n o m ik z o rlu k d ö n e m le rin d e KOBl’le rin işçi y ığ m aların ­
d an k aynaklam aktadır; yani işveren ile işçi arasın d ak i ilişkile­
rin daha yakın o lm asın d an dolayı işten çık arm ak daha zo r gel-

14 Becholfer ile Etliol'ın y orum lan daha küçük K OBlier için özellikle aydınlatı­
cı: “İşin batm asını önlem eye yönelik mücadelede, kocalar, kanlar, çocuklar ve
sıkça daha geniş bir akraba ve arkadaş agı. işyerinin n ıtin in in içine süriıkle-
nir. İş ile evin birbirinden ya da ailenin işten aynlm ası -m o d e rn kapitalist top­
lum da çoğu insan için o ldukça bildik olan şe y - ne m ü m k ü n d ü r, ne de çoğu
d u n u n d a arzulanır. İşleri h ay aü an n ı olu ştu n ır. Kendilik algıları, ev içi gün d e­
lik ilişkiler, d ü k k ân ın , fırının ya da küçük çiftliğin ritm i ve rutiniyle şekille­
nir. G enellikle işçi, eş, oğul ya da kızlardan birisidir, ç ü n k ü k ü çü k burjuva iş­
letm elerinin bıiyük çoğunluğu aile işletm esidir." Bkz. F. Bechholfcr ve B. Elli­
o t, “The Petite Bourgeoisie in Late Capitalism ". Annual Review o f Sociology , 11
(1985). s. 199,201.

304
in ektedir.15 Böylece Polanyi’n in ekonom iyi içeriksel anlam ıy­
la -y a n i tesis ed ilm iş b ir sü reç o larak in sa n ın çevresiyle olan
e tk ileşim i- d ü şü n m e si, KOBİ s e k tö rü n ü n teşvik ed ilm esin d e
ve d o ğ ru su ö rg ü tle n m e b içim inde de zaten şeklen k abul edil­
m ektedir.

Yutak olarak KOBİ sektörü

Bir b ü tü n olarak KOBİ se k tö rü n ü n elastikiyeti, genellikle artan


esnekleşm eden doğan talepler ve devletin istih d am yaratılm a­
sıyla eko n o m ik kalkınm ayı desteklem e girişim leri ile bağlantı­
lıdır.16 Ç oğu b ağlam da KOBİ sek tö rü , serm aye y o ğ u n laşm ası­
nın kaçınılm az o larak yol açtığı a ş ın işsizlik için b ir y u tak işle­
vi görür: D olayısıyla KOBİ gelişim ini d estekleyen b irçok ülke­
de devlet politikaları, KOBİ sek tö rü aracılığıyla, yapısal işsizli­
ği kayıtlı ekonom iye ak tarm a projeleri olarak g ö rü leb ilir.17 AB
içinde, ek o n o m ik o larak m arjin alleşm iş g ru p la n k ü ç ü k g iri­
şim cilere d ö n ü ştü re re k sosyal dışlanma so n ın la rın ı idare etm e­
ye yönelik h em u lu sal d ü zeyde h em de AB d ü zey in d e devam
eden çabalar sö z k o n u su . Bazı istatistiksel çalışm alar da işsiz­
lik d ö nem leri ile k ü ç ü k işletm e se k tö rü n ü n b ü y ü m esi arasın­
da korelasyona işaret ediyor; b u da b irbiriyle ilişkili b ir yapı­

15 E uropean C om m issio n , 2003 European O b serva to ry o j SMEs, (L ükscm burg:


E uropean C om m ission, 2003), s. 26.
16 P-A. H aynes ve E. S. Hauge. “SMEs an d C o-operation", Observatory o j Europe­
an SM Es, No. 5 (Belçika: D irectorate General for E nterprise, E uropean C om ­
m ission, 2 0 0 3 ), s. 1-65, 13. Ayrıca bk 2. Z . J. Acs ve B. Yeung, “C onclusion:
Small an d M edium -Sized E nterprises in the G lobal E conom y”. Small a nd M e­
d iu m -S ize d E nterprises in th e G lobal E conom y içinde (A nn Arbor. University of
M ichigan Press, 1999).
17 Ö rneğin Rusya'da KOBİ büyüm esi başka türlü içerilem eyccck bir em ek fazla­
sı olan “büy ü k işletm elerin ve mali sistem in yeniden yapıktndınlm ası" ile açık­
ça bağlantılıdır; işsizlik genel olarak insanların "girişim ciliğe itilm esi" anlam ı­
na gelm iştir. Polonya gibi ülkelerde ve özellikle de eski Doğu Almanya’da aynı
şey g örülm üştür. Bkz. I. A strakhan ve A. C hepurenko, “Small Business in Rus­
sia: Any P rospects A fter a Decade?", Futures 35 (2003), s. 341-59, 357. Doğu
Alm anya öm egi için bkz. B. M usyck, “Institutional E ndow m ent. Localized Ca­
pabilities and the Em ergence of SMEs: From M ining to Recycling, the Case of
Freiberg (Saxony)", E n trepreneurship and Regional D evelopm ent 15 (Ekim-Ara-
lik 2003), s. 273-98, 273.

305
sal d ö n ü şü m gösteriyo r.18 D iğer çalışm alar ise “ücretli ve aylık-
lı sek tö rd e artan b elirsizlik ve istikrarsızlık y ö n ü n d ek i yaygın
algınm n işsizlerin k en d i işlerini kurm aları için b ir “itm e” faktö­
rü sağladığım b elirtiy o r.19
KOBİ se k tö rü n d e istihdam genişlem esinin ard ın d ak i önem ­
li bir n ed en in de ekonom ist/yapısal değil, aksine, “kalpsiz” işlet­
m elerde istihdam a karşı olan değer yargılarına dayalı bir kültü­
rel tercih o ld u ğ u n u kaydedebiliriz. Bu bakım dan KOBİ sektörü­
n ü n b üyüm esi, insan em eğinin m etalaşm asıyla alakalı kültürel
yabancılaşm aya b ir tepkiyi temsil etm ektedir. B üyük şirketlerde­
ki çalışm a hayatının (algıdaki ya da gerçek) yabancılaştırıcı nite­
liğinden tiksinm elerinin sonucun da, b irçok insan b ir KOBİ için
çalışm aya ya da b ir KOBİ kurm aya karar verm ektedir. Kendi he­
sabına çalışm a fikri birçok insana “kendi hedeflerini koym ak ve
bu hedeflere nasıl ulaşacaklarını belirlem ek üzere, kendi hayat­
larını k o n tro l edebilm e hissi... kişisel özerklik arzusu...” ve “de­
netim in kısıtlam alarından kurtulm a” vaatleri verm ektedir.20 Po-
lanyici terim lerle d ü şü nü rsek, bu. piyasaya karşı özerkliği artır­
mayı ve kayıth ekonom ide başka türlü bulunam ayan sosyal da­
yanışm ayı b ir m ik tar da olsa sağlam ayı am açlayan b ir harekeli
temsil ediyor, ç ü n k ü insanların küçük b ir şirkete katılarak ken­
di em eklerinin şartlarını kontrol etm eye çalıştıklarım gösteriyor.
Bu şekilde b ak ıld ığ ın d a, KOBİ sek tö rü n ü n büyüm esi, böylece
m eıalaşm adan kaçm ak ve piyasa karşısında algıladıkları kadarıy­
la özerkliklerini azam i m ertebeye çıkarm ak amacıyla bireysel dü­
zeydeki tercihlerin toplam ına işaret etm ektedir.
18 Sonuç olarak, kim ilerinin “k ü çü k burjuvazide” büyüm e olarak gördüğü şeyin,
basitçe karşı-döngüsel olarak kendi hesabına çalışm ada büyüm e olduğu savu­
nu lm u ştur. M. Linder ve J. H oughıon, "Sclf-Em ploymenl an d the Petty Bour­
geoisie: C om m ent on Steinm etz and W right". American Journal o f Sociology 94.
no. 3 (1990), s. 727-35; G. Steinm etz ve E. O. W right. “Reply to Linder and
H oughton", American Journal o f Sociology 96, no. 3 (1990), s. 736-40.
19 Bu d in am ik hak k ın d a bkz. Z. Lin. J. Yates ve G. Picol, “Rising Self-Emplov-
m en i in th e M idst o f H igh U nem ploym ent: A n E m pirical A nalysis o f
cen t D evelopm ents in C anada", Statistics Canada Business and Labour Market
Analysis No. 133 içinde (O ttaw a: Statistics C anada, 1999), s. 1-29, 12.
20 Bkz. O . U neke, “E thnicity an d Sm all Business O w nership: C o n trasts Betwe­
en Blacks an d C hinese in T oronto", W ork. Employment and Society. 10, no. 3
(1996), s. 529-48; alıntılar 533, 534 ve 535’le.

306
Böylece, b irço k n ed en d en ö tü rü KOBİ s e k tö rü n ü sadece bir
risk taşıyıcı olarak değil, ayrıca neoliberal d ö n em d e kapitalist
yeniden yapılanm anın ters etkileri için b ir yu tak olarak da gör­
mek m ü m k ü n . Peki ya bir g ru p olarak KOBPlerin p o litik öz­
nelimi? Ö yleyse KOBİ’ler k o le k tif ö rg ü tle rin d e nasıl m ü zak e­
re ediyorlar?
Polanyici o n to lo jid e , KOBİ’ler sosyal a k tö rle r o larak karşı
harekete katılabilecek potansiyel adaylar olarak d ü şü n ü leb ilir­
di şüphesiz. KOBl’lerin ek o n o m ik kırılganlığı, yoğunlaşan pi­
yasa rekab etin e karşı korunm ak (Polanyi’n in “değişim ile karşı
karşıya gelen to p lu m u n faydalı bir savunm acı d av ran ışı”2' di­
ye tanım ladığı araçsal k o ru m a tü rü n d e n d ah a fazla b ir k o ru ­
ma) için uğraşacaklarını akla getirirdi. Şüphesiz KOBİ sektörü,
Polanyi’n in tasvir ettiği şekilde, 19. yüzyıl sanayicilerinin “p i­
yasaya k arşı” değil de “insanlara karşı” h u su si m ülkiyet k o ru ­
ması talep etm elerin d e olduğu gibi, politik bir şekilde davran­
m azdı (ve davranam azdı d a ).22 Büyük ölçekli benzerleri kadar
güçlü değiller; b u n d a hiç şü p h e yok. A ncak KOBİ se k tö rü n ü n ,
piyasayı k en d i ç ık a rla rın a göre d ü z e n le m e d e, o n u piyasadı-
şı bir takım toplum sal değerler içine yeniden yerleştirm ede bir
politik çık arın ın olduğu tahm in edilebilir. B ununla birlikte AB
düzeyindeki m ü zakerelerinde tam tersi g ö rülm ektedir: G enel­
likle KOBl’ler daha fa zla neoliberal yeniden yapılanm a için lo­
bi yapm aktadır, daha az değil.

KOBİ'lere yönelik çıkar temsilinin ulus aşırı yapısı

KOBl’ler AB düzey in d e, elverişli b ir fırsat yapısı ile karşı k ar­


şıya. B ugün A v ru p a’da u lu s ü stü d ü zey d e ö rg ü tle n m e le rin in
kapsam ı, d ü n y a ta rih in d e eşi g ö rü lm e m iş b ir seviyede; K O ­
Bİ gru p ların ın AB düzeyinde politik seferberliği, b u g ü n dünya
üzerinde k ü ç ü k firm alara yönelik çıkar tem silinde en kapsam -

21 P olanyi'nin b u rad a b ü tü n bir to p lu m için değil de. belli bir kesim e yönelik
ekonom ik hesaba dayalı bir korum a için yanşan çeşitli kesim lerin çıkarlannı
kastettiğini d ü şü n ü y o ru m . Bkz. Polanyi, Great Transformation, s. 130.
22 A.g.c., s. 225.

307
h yapıyı o lu ştu ru y o r. 1990’lardan bu yana, bir dizi KOBİ gru­
bu 1992 D elors R aporu’nd an beri AB tarafından KOBİ gelişim i­
ne atfedilen a rta n ö n em e k arşılık olarak, AB d ü zey in d e etkin
bir şekilde ö rg ü tlen m iştir. Söz k o n u su ra p o r ise KOBİ gelişi­
m ini bölgesel rekabet g ü c ü n ü n sağlanm ası için stratejik bir he­
def olarak ortaya k o y m u ştu r.23 Bugün AB düzeyinde KOBİ çı­
karlarını tem sil etm eyi am açlayan yedi ayrı KOBİ g ru b u b u lu n ­
m akta. Bu örg ü tlerin n eler old uğ u ve nasıl o luştukları gibi ay­
rıntılara girm ek gereksiz, ancak şun u vurgulam akta fayda var:
KOBl’ler y o ğun b ir u lu slararası tem sil ağı sayesinde AB düze­
yinde iyi ö rg ü tlen ip tem sil edilm ekte.
AB düzeyinde ö rg ü tlen en KOBl gru p ların ın ön plana çıkm a­
sının ard ın d a çeşitli n ed en ler var. B unların hepsini bu m akale­
de tartışm ak m ü m k ü n değil. Ama şu n u belirtm ekle yetinebili­
riz: KOBl p o litik ası k o n u su n d a hevesli olan ve KOBİ camiası
ile k u ru m sal bağlar o luşturm ay a çalışan bir kom isy o n u n su n ­
du ğ u politik fırsatlara k arşılık verm işlerdir. Bu bakım dan Co­
en ile D an n eu lh er’in y o ru m la n yerindedir: “KOBl’ler, Avrupa
Birligi'ne erişim de neredeyse diğer tü m g ru p lard an daha fazla
destek g ö rm ü ş tü r.”24 A vrupa K om isyonu, İşletm e G enel M ü­
d ü rlü ğ ü ile KOBİ g ru p ları arasında kurum sal ilişkiler geliştire­
rek, KOBİ se k tö rü n ü n birçok bakım dan p o litik olarak itibarı­
nı artırm ıştır.
KOBl’lere y önelik b u çıkar tem sili yapısı AB düzeyinde na­
sıl lobi yapıyor? A vrupa entegrasyonuna ilişkin farklı görüşle­
re verilen d estek dengesinde -H o o g e ile M arks’ın deyim iyle da­
ha fazla düzenlem eye tâbi b ir kapitalizm ile daha neoliberal bir
A vrupa arasındaki d e n g e d e - KOBİ g ru p la n n ın yeri ne?25 Yuka-

23 Bkz. J. G reenw ood, "O rganized Business and the E uropean U nion" Organized
Business and the New Global Order içinde, der. Henry Jacek ve Ju stin G reenw o­
o d (New York: St. M artin’s Press, 2000), s. 90.
24 BUz. David C oen vc C harles D an n reu th cr, “D ifferentiated E uropeanization:
Large and Small Firm s in the EU Policy Process", The Polities o f Europeaniza­
tion içinde, der. Kevin F eatherstonc ve C laudio M. Radaclli (O xford: Oxford
U niversity Press, 2003), s. 253-75, 264.
25 L. Hooghe ve G. M arks, Multi-Level Governance and European Integration (New
York: Rowm an & Littlefield. 2001).

308
n d a d eğinilen özellikleri d ü şü n ü lü n c e , KOBİ s e k tö rü n ü n AB
içinde daha fazla düzenlem eye tâbi, k u ru m sal olarak “yerleşik”
bir kapitalizm i desteklem esi beklenirdi; böylece toplam ek o n o ­
m ik p erfo rm an stan g ay n hedefleri olan düzenleyici rejim ler ile
ekonom ik verim lilik talepleri belki u zlaşıın lab ilird i. A ncak so­
nuç beklendiği gibi görünm em ekte: AB d ü zey in d e ö rgütlenen
KOBİ g ru p la n , d ah a neoliberal b ir AB için o ld u k ça g ü rü ltü cü
destek çiler o larak beliriyor. KOBİ g ru p la n A vrupa devletleri
arasında vergi ve düzen lem e rekabetini can lan d ırm ak am acıyla
A vrupa enteg rasy o n sürecin i kullanm ayı şid d etle destekliyor­
lar. E m ek piyasasını düzenlem eye y ö n elik kısıtlayıcı şa rtlan n
kaldırılm asını teşvik e d en p o litik alar ve k u ru m sal y önelim ler
yaygın b ir şekilde o lu m lu ve gerekli gelişm eler olarak takdim
ediliyor. “Sosyal A vrupa” fikri ço ğ u n lu k la b ü y ü k b ir şü p h e y ­
le karşılanıyor.26 “Çoğu k ü ç ü k işletm e düzen sizleştirm eden ya­
na bir g ü n d em izliyor”, diyor bir m ü lak at katılım cısı. B ununla
birlikte “p o litik olarak d oğru olm a” kaygısı y ü z ü n d e n b u n u as­
la alenen ifade etm ezlerdi.27 Em ek piyasasının düzensizleştiril-
m esi çağrısı özellikle de KOBİ grupları arasında g ü çlü d ü r. İşve­
renin em ek piyasasının esnekleşm esi y ö n ü n d ek i talepleri üze­
rine Polanyi’n in söylediklerini hatırlarsak, b u rad a m evzu insan
em eğinin ne dereceye kad ar m etalaşabilecegidir. Bu şüphesiz,
Polanyi’n in “doğal am acı, böylesi b ir k u ru m u o rtad an kald ır­
m ak ve varlığını im kânsız hale getirm ek olan sosyal k o ru m a”28
fikrine karşıdır.
KOBİ g ru p ların ın d u ru şu ilginç bir şekilde “savunm a halin­
de saldırg an ” diye tarif edilebilecek b ir karak tere yatkın; daha
neoliberal b ir AB için verdikleri destek , b ü y ü k şirk etler zaten

26 Şunu n o ı d ü şm ekte fayda var: AB içinde neoliberalizm in desteklenm esi, sade­


ce m ülakadarda değil, ay n ca Komisyon tarafından gerçekleştirilen danışm a ra­
porlarında da belirm ektedir. 2003 tarihli bir rapora göre, KOBİ camiası emek
piyasalarının esnekleştirilm esini ve iş k an u n u n basitleştirilm esini övgüyle kar­
şılıyor. A ynca KOBl'ler için idari ve düzenleyici yüklerin azaltılm ası ciddi bir
ihtiyaç olarak g ö rü n ü y o r. Bkz. E uropean C om m ission, Sum m ary Report: The
Public Debate Following the Green Paper, s. 5, 19.
27 Anonim m ülakat.
28 Polanyi, T h e G reat T ransform ation, s. 177.

309
böylesi g ü çlü e k o n o m ik ü stü n lü k le re sa h ip o ld u ğ u n d a n , söz
k o n u su d u ru şla rın ın da gerekli olduğu gibi b ir şarta dayanıyor
genellikle. A vrupa iç piyasasında d o ğ ru d ü rü st rekabet edebil­
m ek ve başarılı olabilm ek için, KOBİ g ru p la n , hem Brüksel'den
hem de u lu sal d ü zey d e m ev cu t d üzenleyici rejim lerd en kay­
naklanan “a şın d ü zen lem e” y ü k ü n d en k u rtulm aları gerektiği­
ni savunuyor.
KOBİ g ru p la n neden neoliberal yeniden yapılanm ayı destek­
liyor g ö rü n ü y o r? Y apısalcı açıklam aya göre KOBl’ler a şın re­
kabetçi b ir e k o n o m ik o rta m d a y er a ld ık ların d an , d ü zen lem e­
n in ü stlenilm esi güç b ir m aliyet dayatıyor. Polanyi’n in “içerik-
sel ek o n o m i” g ö rü şü b u d u ru m u anlam am ız için Faydalı gö rü ­
nüyor; ç ü n k ü KOBl’lerin sosyal ilişkiler içine yerleşm e biçim i­
n in , ek o n o m ik serb estleşm e için v erd ik leri desteğe fiilen yol
açan şey o ld uğ u n a d air birtak ım işaretler var.29 KOBl’lerin içe­
rikse! eko n o m i içindeki yapısal k onum ları sıklıkla düzenleyici
ö zerk lik ten yana b ir eğilim e yol açm akta:

KOBl’lerin daha katı olm alan... çok norm al bir şey. Düzenle­
m eler kötü. Yani, genellikle düzensizleşm e iyi... KOBl’ler ge­
nellikle sadece yalnız bırakılm ak istiyor. KOBl’lerin taleple­
rinde, istedikleri şeylerde daha katı olm alannın nedeni bu.30

K atm a d e ğ e rin y ü z d e si o la ra k em ek m a liy e tle rin in p ay ı­


n ın , o rta la m a d a KOBl’le r iç in b ü y ü k işle tm elere k ıyasla d a ­
ha y ü k se k o lu şu a y d ın la tıc ı o la b ilir.3' K O B l'lerin d a h a y ü k ­

29 Polanyi'nin “içeriksel ekonom i" kavram ı ve homo economicus reddi için bkz.
G. Baum . Karl Polanyi on Ethics and Economics (M ontreal: M cG ill-Q ueen's
Press. 1996). s. 46-48. A ynca bkz. Kari Polanyi, “T he E conom y as a n Institu­
ted Process” .
30 G enel Sekreter. CEDİ. N cunkirchen. yazarla görüşm e. 24 Ağustos 2004.
31 M ikro, k ü çü k ve o rta b ü y ü klükteki KOBİ'ler için geçerli g ö rü n m ek ted ir bu.
Büyük ölçekli isletm elerde katm a değerin yüzdesi olarak ortalam a em ek mali­
yeti AB 19’d a yüzde 47 iken, KOBl'lerdc ortalam a rakam yüzde 56'dır. Dolayı­
sıyla katm a değerin yüzdesi olarak ortalam a em ek m aliyetleri KOBl'lerde bü­
yük ölçekli işletm elerden yaklaşık yüzde 19 daha yüksektir. Bu. m aıjinal fay­
daların ın yüzdesi olarak em ek m aliyetlerinin KOBl’lerdc d ah a y ü k sek old u­
ğu anlam ına gelebilir ve belki böylcce em ek m aliyetlerini artırabilecek türden
em ek piyasası düzenlem elerine d u d a k bükm elerine de katkıda b u lu n u r. Not:
Burada kullanılan rakam lar AB 19 için geçerlidir, işletm e G enel M üdürlüğü ta­

310
sek em ek m aliy etlerin e sah ip o lm asın ın n ed en leri, basitçe d a ­
ha k ü ç ü k b ir ölçek e k o n o m isin in so n u c u d eğ ild ir, aksine d a ­
ha d ü ş ü k em ek v erim liliğ id ir. Bu ise ü re tim g ird ile rin in ço ­
ğ unlukla fiyatla n d ırılm a m ış (k işin in k e n d isin in aşırı çalışm a­
sı, aile em eği) o lm asın a atfed ilir.32 Bir d iğ er deyişle, KOBl’ler
nispeten d ah a y ü k se k em ek m aliyetlerine sa h ip tir, ç ü n k ü iş­
çileri d ah a az ü re tk e n d ir. İşçilerin d ah a az ü re tk e n o lm aları­
nın ned en i ise g enellikle em eği “p iyasanın d ışın a ” çık arm ala­
rına o lan a k tan ıy an firm aların ın belirli n itelik tek i sosyal ö r ­
g ütlenm elerid ir.
Bu d u r u m , m e seley i k ısm e n a ç ık la m a y a y a rd ım e tse de
KOBİ’lerin n e d en piyasayı k en d i çık arların a u y g u n bir şekil­
de düzen lem ek istem ed ik lerin i açıklayam az. Yapılan m ü lak at­
ların nered ey se h ep sin d e neoliberalizm e verilen d estek sadece
KOBl’lerin rekabetçi piyasalar karşısında e k o n o m ik kırılganlı­
ğı açısın d an ifade edilm em ek ted ir; ayrıca b u firm aların belir­
li n itelik tek i sosyal örgütlenmeleri de n ed en o larak b elirm ekte­
dir. G ö rü şü len KOBİ g ru p ları, KOBt se k tö rü n d e k i çoğu firm a­
n ın k ü ç ü k ö lçek te o lm asın d an dolayı d ü z e n le m e n in b ir yük
ve ticaret m aliyeti a n la m ın a geldiğini sav u n u y o r. A yrıca b u ­
n u n büy ü k firm alarda o ld u ğ u n d an çok d ah a “y ak ın dan" “his­
sedildiğin i”, oysa b ü y ü k firm aların, d ah a fazla rasyonelleşm iş
ve b ü ro k ra tik b ir iş b ö lü m ü sayesinde d ü zenlem eyi daha gay­
ri şahsi ve e tk in b ir şekilde id are e d e b ild ik le rin i sa v u n u y o r­
lar. G örü şm e yapılan KOBİ g ru p la n arasın d a bu bakış çarpıcı
bir şekilde aynı g ö rü n ü y o r. AB d ü zey in d e ö rg ü tle n m iş KOBİ
g ru p ların d an en b ü y ü ğ ü olan U E A P M F n in 33 b ir tem silcisi ga­
yet güzel b ir şek ild e dile getiriyor bu bakışı:

O nlar (KOBİ sahipleri-yöneıicileri) yasam anın sonuçlarıyla


yüz yüze geliyor... CEO som ut olanla asla yüz yüze gelmez, sa­

rafından kendi yayınlannda hesaplanm ıştır. E uropean C om m ission, 2003 Eu­


ropean Observatory o f SMEs, s. 26.
32 Bkz. E uropean C om m ission, European Observatory o f SMEs, s. 27.
33 U EA PM Fnin açılım ı şöyle: “Union E ııropeenne de L'Artisanal el des Petites el
M oyennes E nterprises", yani Avrupa Z anaatkârlar, K üçük ve O rta Büyüklük­
teki İşletm eler Birliği.

311
dece bilançoda görür onu... bunun girişim cinin gündelik ha­
yatı için doğrudan etkisi vardır.34

Hem KOBl’leri h em de b ü y ü k ölçekli işletm eleri tem sil eden


“k arm a” AB ö rg ü tlerin d en tem silciler, farklı işletm e ölçekleri­
n in nasıl farklı d en ey im lerd en elde edilen perspektiflerle dü­
şü n d ü k lerin e d air gözlem lerini şu şekilde yansıtıyor:

Sorunların büyüklüğü, KOBÎ’ler için belki büyük işletm eler


için olduğundan daha farklı -dolayısıyla popülist, al sana' ta-
v ırla n - çünkü onlar için oldukça duygusal bir mesele. Şirket­
leri için ölüm kalım meselesi.35
Bence çok b asil bir şey... Bir şeyden an ın d a, kişisel ola­
rak etkileniyorsanız, o şeye daha fazla dikkat edersiniz. O ka­
dar küçük ve genellikle aile işletmesi olan firmalar, m alum u­
nuz, vergilendirm eyi doğrudan gelir vergisi olarak görüyor­
lar, kurum sal vergi değil; oysa CEO strateji d ü şü n ecek tir ve
Brüksel’deyken istediği şey, kaba ekonom ik d üşünce biçimi­
nin doğrudan Brüksel’de çözülmesi... ve Brüksel’de insanları
yönlendirm e biçim leri bu doğrultuda olacaktır.36

KOBl’lere gö re, d ü zen lem e işletm e sah ib in in -y ö n e ticisin in


formel em ek sürecinde harcadığı zam anını artıracak bir yük ge­
tirm ektedir. Som ut örnekler verecek olursak, bu daha fazla form
doldurulm ası, belki iş güvenliği düzenlem eleri k o n u su n d a daha
fazla kaynak harcanm ası, pahalıya m al olan standartlara uyulm a­
sı, belirli kotaların rapor edilmesi ve benzeri tedbirler anlam ına
gelir. KOBÎ sahiplerinin-yöneticilerinin genellikle ağır rekabetçi
ekonom ik baskı altında olm ası ve yukarıda da bahsettiğim iz gi­
bi üretim için fiyatlandırılm am ış girdilere dayanabilm eleri nede­
niyle, sonuçta kendi em ek arzlarının aşın kullanım ı, hem düzen ­
lem enin hem de rekabetçi piyasa baskısının toplu etkisiyle m û-

34 G örüşm e, E nterprise Policy and External Relations, UEAPME. Brüksel: 23 Şu­


bat 2005.
35 Kıdemli D anışm an, Dossiers in E ntrepreneurship and SMEs, UNICE, yazar ile
görüşm e, Brüksel. 24 Şubat 2005.
36 G enel S ek reter Y ardım cısı, E u ro ch am b res, y azar ile g ö rü şm e, B rüksel, 26
Ağustos 2004.

312
cadele etm ede başlıca strateji olarak sıklıkla belirebilir. Bir diğer
deyişle, ek onom ik bakım dan bir hayatta kalm a stratejisi olarak
daha fazla em eğin m etalaşm a sürecine çekildiği görülebilir. Bu,
işlerin hayatta kalm ası için “b ü k ülm e” stratejisidir.37
KOBİ sek tö rü böylece Polanyici terim lerle incelem ek için kar­
m aşık b ir toplum sal güç olarak görü nm ek tedir. KOBİ sek tö rü ­
n ü n yerleşikliği ve belirgin sosyal ö rg ü tlen m esi eşsizdir, ayrı­
ca hayatta kalm a ve risk taşıyıcısı olabilm e kabiliyeti için bunlar
gereklidir; ancak yine de AB düzeyinde ek on om ik serbestleşm e-
yi desteklem ek için politik olarak h arek et etm ektedir. KOBİ sek­
törü bir yutak işlevi görm ektedir (yani neoliberal yeniden yapı­
lanm anın kaprisleri içine akabilm ekıedir). B ununla birlikte, Po­
lanyici terim lerle, piyasa to plum u biçim in deki “k aranlık ü to p ­
yayı" gerçekliğe yaklaştıracak girişim lere güç ve m eşruiyet ka­
tan b ir siyaseti desteklem eye çalışm aktadır; piyasaya karşı sos­
yal k o ru m a am açlayan bir siyaset değil. Böylece piyasa toplu-
m u n u n sıkıntılarına birçok açıdan tepki gösteren bir sektör, en
azından AB düzeyinde piyasa to p lu m u n u n ateşli taraftan olm uş­
tur. Farklı ulusal ve yerel bağlam larda, son uç farklılaşabilir, an­
cak bu genel ö rn ek ten aynlm alar kuraldan ziyade istisna olarak
görünm ektedir. Bir bakım a zayıflar piyasanın kaprislerine diren­
mek bir yana, ona sarılm aktadır. Üstelik sım sıkı sarılm alan m u t­
laka esas olarak ideoloji kaynaklı olm uyor; daha önce bahsettiği­
m iz gibi oldukça gerçek ve som ut m addi baskılar, KOBl’leri, iz­
ledikleri tü rd e n koruyucu stratejiler gütm eye zorluyor.

Sonuç

Bu ö rn e k olay an alizi, g ü n cel p o litik ik ile m le r ü z e rin e bize,


eğer b ir şey öğretiyorsa, ne öğretiyor? Ve bu ö rn ek , neoliberal
yapılanm a k o n u s u n d a Polanyici b ir an alizin ö n em i bak ım ın ­
dan ne anlam a geliyor olabilir? Bu, tartışm aya açık b ir so ru ola­
37 P. H uang, “T he P easant Family and Rural D evelopm ent in the Yangtzi Delia,
1350-1988: A Reply to Ramon Myers” , Hie Jo urna l o f Asian Studies 50, no. 3
(A ugust 1991), s. 629-33; K. Pom eranz, The G reat D ivergence: C hina. Europe,
a nd the M a k in g o f the W o rld Econom y (Princeton: Princeton University Press,
2000), s. 98-101.

313
rak kalm alıdır; ancak KOBİ se k tö rü n ü n AB düzeyinde neolibe-
ralizm için politik b ir d estek veriyor o lu şu , neoliberal siyasal
iktisadın ö zg ünlüğü üzerine b ir şeyler söylüyor. Polanyici bir
perspektifle bu g ru p tan bekleyebileceğim iz türde bir politik öz­
ne doğm am ıştır; tam aksine bir özne söz k o n u sudur. Bu sonuç,
Polanyici bir p erspektifin başka ö rn ek ler için analizi g ü cü n ü il­
le de geçersiz kılm asa da, m etalaşm a ve piyasa to p lu m u n a karşı
b ir direniş ile b u n ları k o ru y u cu karşı h areketler ile yıkacak ya
da d ö n ü ştü recek b ir p o litik proje arasındaki nedenselliğe dik­
katli b ir şekilde yaklaşm am ız için bizi uyarm aktadır. KOBİ sek­
tö rü n ü n risk taşıyıcı ve y u tak olarak yukarıdaki tasvirleri saye­
sinde görebileceğim iz gibi, neoliberal yenid en yapılanm a, m u ­
haliflerini paydaşa d ö n ü ştü reb ilecek d in am ik b ir yeteneğe sa­
hip. Bu yeteneği açıklayabilecek p arlak bir h ipoteze göre neo­
liberal yeniden yapılanm a, riski öyle b ir şekilde bireyselleştir­
m ektedir ki sosyal k o ru m a m eseleleri ile ilişkili kolektif eylem
so ru n ları artık çok daha büyüm üş; öte y an d an eko n o m ik ser-
bestleşm enin desteklenm esi yoluyla ek faydaları desteklem ek,
ekon o m ik so ru n larla başa çıkm ada hâkim strateji olm uştur. Bu
bakım dan C erny’n in k o lek tif eylem so ru n ların ı artıran bir ge­
lişm e olarak küreselleşm e görü şü son derece y erindedir.38
N eoliberal yeniden yap ılan m ad an o lu m su z bir şekilde etki­
len en ler, o n a d iren m ey e çalışan lar ile h er zam an aynı tarafta
olm azlar. H alp erin ’in de işaret ettiği gibi, Polanyi bazen poli­
tik özneligi biraz tu h a f bir şekilde -a n tro p o m o rfik “to p lu m u n ”
p iy asan ın k a p risle rin e karşı k e n d isin i k o ru m a k için h a re k e ­
te geçm esi g ib i- tanım lam ıştır.39 A ncak b ir b ü tü n olarak “to p ­
lu m ” asla h arekete geçm ez, farklı g ru p lar harekete geçer.40 Ve

38 Bkz. P. Cerny, “G lobalization and the C hanging Logic of Colleclive Action".


International Organization 49, no. 4 (1993), s. 595-625.
39 Halperin, “Dynam ics of Conflict and System Change".
4 0 P olanyi sa v u n m a sın d a ş u n u k ab u llen m ek ted ir: “‘M eydan o k u m a ’ b ir b u ­
tu n olarak toplum a yöneliktir; ‘cevap’ ise gruplar, kesim ler ve sınıflar aracılı­
ğıyla gelir." Ayrıca geniş tabanlı sosyal öznelik üzerine olan vurgusu kısm en
grupların tam am en eko n o m ik faydacı hesaplardan dolayı p olitik olarak ha­
rek et etm edik lerini açıklam a arzu su n d a n kaynaklanm aktadır. B ununla bir­
likle P olanyi'nin çalışm asında, “piyasaya" karşı “toplum " gibi antro p o n ıo r-
lik kavram lar kullandığını öne süren bir gerilim şüphesiz m evcuttur. Û m eğin

314
bu g ru p la r b azen b e k le n m e d ik şe k ille rd e h a re k e t eder. B un­
dan so nrak i çalışm alar, b enzer nitelikteki diğ er ö rn e k lerin yu­
karıda anlatılan lara u y g u n lu ğ u n u karşılaştırabilir. Ö rn eğ in d ü ­
şü k gelirli g ru p la r arasınd a vergi isyanları ya da sanayisizleşen
şeh ir ve b ö lgelerde işçiler arasın d a neoliberal refo rm a verilen
destek. Ş üphesiz şu hedef, içinde b ir ikilem i b arın d ırıyor: Pi­
yasayı to p lu m içine y en id en yerleştirm eyi am açlayan karşı h a­
reketler, öyle b ir şekilde k o o rd in e edilecek ki, a m a ç lan n a ba­
şarıyla u laşab ilecek ve am açları sosyal açıd an gerileyici n ite ­
likte olm ayacak, y an i H aberm asçı terim lerle “yaşam dü n y ası­
nın envrenselci k ap an ışı”41 diyebileceğim iz şeyi am açlayacaklar.
Polanyi’n in faşizm de p iyasanın gerileyici b ir biçim de yeniden
yerleştirilm esi k o n u su n d a k i analizi b u b ak ım d an ç o k önem li
bir h atırlatm ad ır.42
A ncak e şit d ereced e ö n em li şey ise, p iy asan ın y ayılm asına
karşı yıkıcı b ir şekilde harek et etm esini bekleyebileceğim iz ba­
zı a k tö rlerin h iç d e böyle yapm adığını an lam ak tır. KOBİ sek ­
törü, en azından AB d ü zeyinde ö rg ütlendiği zam an , ken d isin ­
den b eklen m ey ecek tü rd e n p o litik a tercih lerin e sa h ip olu y o r
gö rü nm ekte ve b u , teorilerim izin sarf ettiği p o litik öznelik an ­
latıları ile b u ld u ğ u m u z haliyle gerçek d ü n y a n ın daha karm aşık
ve çelişkili am p irik gerçekliği arasındaki m ütekabiliyet üzerine
d ü şü n ü rk e n bizi tered d üd e uğratm alıdır.

P olanyi'nin aynı den em ed e neden işlevsel k u ru m la rm ö rtüşm esinden ö lü rü


“etkin olm ak” için “genel çıkarları" düşünm em iz gerektiği üzerine yaptığı tar­
tışm aya bakılabilir. Bkz. K. Polanyi, “Class Interest and Social C hange”, s. 40.
41 J. H aberm as. The Postnational Constellation: Political Essays (C am bridge, MA:
MIT Press, 2001).
42 Polanyi’n in çalışm asının sıkça gözden kaçırılan bu yönü ü zerin e olağanüstü
kısa bir n o t için bkz. D. Hall, “Double M ovem ent", Encyclopaedia o f Cloballza-
tion içinde, der. R. Robertson ve J, A. Scholtc (Londra: Routledge, 2006)

315
12
Kurumsal Sosyal Sorumluluk ve Piyasa Toplumu:
Brezilya'da Kredi ve Bankacılık İçerimi
M aria A lejand ra C a po ra le M adi -
| ose Ricardo Barbosa G o n çalves

Giriş

B rezilya m o d e rn le şm e sü re c in in piyasa ilişk ile rin in yayılm a­


sı ü z e rin d e k i e tk isi, şu iki h u su s h esab a a lın a ra k an laşılab i­
lir: E k o n o m in in to p lu m sa l ö rg ü tle n m e ve k ü ltü r ile ilişkiye
giriş biçim leri; e k o n o m ik ve p o litik k u ra m la rın , in san ın ge­
çim şartları b ak ım ın d an so n u ç la n .’ Brezilya’n ın ulusal k alk ın ­
m ası, B retton W o o d s d ö n em in in u lu slararası d ü z e n i çerçeve­
sin d e ilerlem iş, k u ra m la rın m o d ern leştirilm esi ve yeni birey­
sel hareketlilik b içim lerin in ortaya çık m asın ın yardım ıyla sos­
yal içerm e k o ş u lla n n ı g ü çlü b ir şekilde etk ilem iştir. 1950’ler
ile 1970’ler arasın d ak i dö n em d e, sanayileşm e ve k en tleşm e ile
bağ lan tılı so sy o e k o n o m ik d ö n ü şü m le r, g erek li ala n lara yatı­
rım y a p arak b elirli b ir en d ü striy e l b irik im m o d e lin i g ü ç le n ­
d irm e am acı g ü d e n çab aları y a n sıtm ıştır. Bu b ağ lam d a dev­
let m üdahalesi e k o n o m ik b üyüm e şartların ı destek lem iş, e k o ­
n o m ik yap ıd a n icel ve n itel d ö n ü şü m le ri ile rle tm e k am acıy­
la geleneksel ile m o d ern k u ra m sa l yapılar arasın d ak i gerilim -
leri h afifletm iştir. E k o no m ik b ü y ü m e n in to p lu m u n b ü tü n ü ­
n e faydası olacağı d ü şü n c e si, to p lu m sal içerm e için yeni ko-
1 Karl Polanyi, The Livelihood of Man (New York: A cademic Press, 1977).

317
şu llar ve bireysel h arek etlilik için yeni b ir m odel yaratm a gi­
rişim lerine yol açm ıştır. Bu ark ap lan a karşın , kalkınm a stra ­
tejisinin sosyal ve sivil b o y u tları, kam u k ay n ak ların ın Brezil­
ya eko n o m isin i can lan d ırm ak üzere seferber edilm esi çağrısın­
da b u lu n m u ştu r.
1970’lerin başın d a uluslararası yatırım krizine rağm en, eko­
n o m ik genişlem e Brezilya’nın İkinci Sanayi D evrim i’n in sana­
yileşm e m o d e lin i p e k iştirm e y e devam etm iştir. Yine de so s­
yal içerm e süreci, h etero jen gelişm iş ve sosyal hareketlilik im ­
kânları ile k âr am açlı b irikim m odeli arasındaki gerilim leri açı­
ğa çıkarm ıştır. Bir diğer deyişle, piyasa entegrasyon süreci, ge­
leneksel değ erler ile u y g u lam aların m od ern leşm e tanzim inde
varlığını sü rd ü rm e si nedeniyle kısıtlı yaşanm ıştır. Bu tarihsel
o rtam d a, m odern leşm e çabalarına toplum sal katılım ın anlam ı
yeniden tanım lanm ıştır.
1 9 80'lerin so n la rın d a piyasa en teg rasy o n k o şu lla rın d a ya­
şan an d ö n ü şü m le r, savaş sonrası yatırım m odelinin k rizin d e­
ki içsel gerilim leri açığa v u rm u ştu r: Kam u b o rçların ın s ü rd ü ­
rülebilirliği ve ulusal k ap italizm in başlıca aktörleri olarak b ü ­
y ük şirk etlerin b irikim kapasiteleri ifşa edilm işti. 1980’lerden
son ra m odern leşm e çabaları a rtık toplum sal hayatı, b ir hayali
m eta o larak paraya b o y u n eğdirm işti. S onuç olarak , ü retk en
yatırım ile m ali servet arasın d ak i gerilim ler, eko n o m ik b ü y ü ­
me sağlam ayı am açlayan ek o n o m ik p o litik aların u y g u lan m a­
sını kısıılam ıştır. Bu bağlam da, toplum sal k arşılıklı ilişkiler ve
sivil dav ran ışın yer aldığı geleneksel alan lar gittikçe altü st ol­
m u ştu r.
1990’larda fiyat istikrarı, özelleştirm e ve tüm piyasaların ser­
b estle ştirilm e sin e o d a k la n a n e k o n o m ik ö n le m le r y ü rü rlü ğ e
k o n m u ştu r. A rtan kam u borçların ın yol açtığı zo rlukların ü s­
tesinden gelm eyi am açlayan b u karşılık, uluslararası m ali d o ­
laşım lar için yeni b ir enteg rasy o n biçim i tan ım lam ıştır. N ite­
kim döviz ve yatırım k rizin in baskısını azaltm a girişim iyle b ir­
likte Brezilya devleti, sosyal ve ek o n o m ik ro lü n ü y eniden ta­
nım lam ıştır. D evlet, özel ve toplum sal servetin bileşim inde m a­
li varlıkları im tiyazlı k ılan sosy o ek o n o m ik d ö n ü şü m le r m ey­

318
dana getirm iştir. Yatırım sü recin in toplum sal b o y u tu n u yitir­
mesiyle birlikle istihdam ve sosyal içerm e, özel kararların m a­
li doğasına tâbi hale geldi. Yakın zam andaki sosyal ve ek o n o ­
m ik eğilim ler, ek o n o m ik büyüm e için bir ta a h h ü d ü n olmayışı
ile istihdam talepleri ve vatandaşlık arasındaki b ir gerilim e işa­
ret etm ektedir.
M evcut yatırım k ararlan , m ali v arlıklardaki b ü y ü m en in za­
m an ve m e k â n b o y u tu n u y en id en tan ım lad ığ ı, böylece karar
d ö n em le rin in sü re sin i kısaltan ve fiyat tespiti için o lasılıklar
yelpazesin i g e n işle te n , sp e k ü la tif m ali e tk in lik le r tarafın d an
ezici bir şekilde dayatılm aktadır. Böylesi b ir m alileştirm e o rta­
m ında, k am u b o n o ların ın getirisi, kısa vadeli y a tm m k ararlan
için akışkan b ir kazanç u fk u n u güçlendirm iştir. M ali alanın ge­
nişlem esi, ü re tk e n yatırım kapsam ını sın ırla n d ırm ış ve sosyal
içerm e için yeni perspektifler, bankacılığın içerim süreci yardı­
m ıyla şekillendirilm iştir. Resesif u y u m lar ile nitelenen ve biri­
kim m odelinin dayattığı deflasyonist para k u ralları ile y ö nlen­
dirilen m a k ro e k o n o m ik b ir zem in e karşı, piyasa e k o n o m isi­
nin genişlem esi, kredi erişim ini d ü şü k gelirli n ü fu s için m ü m ­
k ü n hale getiren b ir ortam d a mali etk in lik lerin gelişm iş esnek­
liği ile kolaylaştırılır. P aranın m etalaşm ası, b ankaların yeni rol­
ler üstlenm eye başladığı b ir sosyal alana h ü k m etm ey e eğilim ­
lidir. Böylece, şim diye dek mali alanın dışında yer alanlar için
şahsi kredilerin daha kolay erişilebilir kılınm asıyla b irlik te ban­
kacılık sistem i, piyasa ekonom isini genişletm e h arek etinde ki­
lit bir rol oynar.
G erek “k u ru m sa l so ru m lu lu k " fikri gerek o lan ak ları sın ır­
lı kesim lere kred i erişim ini sağlam ak am acıyla m ali sek törde
yapılan ku ru m sal değişiklikler, bank acılık içerim in i teşvik e t­
meye yönelik yakın zam anda görülen girişim lerdir; söz k o n u ­
su içerim özellikle de 2003’ten sonra Brezilya piyasa sistem inin
kurum sal d ü z e n in in d ö n ü şü m ü n d e vurgulan m ıştır. Ç ok taraf­
lı k u ru m la rın kılavuzları çerçevesinde, k am u sal sosyal politi­
kalar için yeni bir rol ve kapsam destek len m iş ve kurum sal so­
ru m lu lu k uygulam aları sadece ekon o m ik büyü m ey i değil, ayrı­
ca sosyal istik rarı da canlandıracak önemli, u n su rla r olarak dü-

319
şü n ü lm ü şlü r. Böylelikle hisse sahipleri, m üşteriler, çalışanlar,
arz sahipleri, to p lu lu k lar ve gelecek kuşakların h ü k ü m le ri ara­
sında “yeni sivil” ilişkiler k u ru lm u ştu r. Kendi ku ralların a gö­
re işleyen piyasaların ilerlem esini ve eko no m ik b ü yüm ede özel
a k tö rle rin m erk ezî ro lü n ü d ü ş ü n ü rs e k , to p lu m sa l k arşılık lı
ilişkiler ve “yeni sivil katılım kalıpları”, girişim cilik ve k u ru m ­
sal sosyal so ru m lu lu k gibi kavram lar ile uzlaştırılm ışım . T o p ­
lum sal m eydan o k u m alara karşı çözüm lere yeni ak tö rlerin ka­
tılım ı, küreselleşen piyasa sistem inde yeni dayanışm a biçim leri
yaratabilirdi. “T oplum sal dayanışm aya” yönelik bu yeni yakla­
şım , k ay n ak lan n tahsisinde etkin lik ve verim lilik gibi özel yö­
netim k riterlerin e ayrıcalık tanıyan asgari devlet kavram ını ta­
m am lardı.2
B ank aların k u ru m sa l s o ru m lu lu k u y g u la m a la rın ın sosyal
içerm e b a k ım ın d a n m e v c u t s o n u ç la n ele a lın d ığ ın d a , Kari
P o lan y i’n in lib eral sö y len cey e ve p iyasa to p lu m u n u n yıkıcı
g ü çlerine yönelik eleştirisi, neoliberal po litik aların geçim ko­
şulları ü zerindeki etkisini analiz etm ek için bir ilham kaynağı
su n u y o r. Piyasanın m erkezîliği şu n u gerektirir: “H içbir şeyin
piyasaların o lu şu m u n u engellem esine izin verilm em elidir; ge­
lirlerin , satışları d ışın d a b ir yolla b elirlen m esin e d e .”3 Bir d i­
ğer deyişle em ek, to p rak ve p ara m etalar olarak g ö rü n ü r ve sa­
tılm ak üzere ü retilir. M eta efsanesinin, esas örgütlem e ilkesi ol­
m asıyla birlikte, k en d i kurallarına göre işleyen piyasalar, to p lu ­
m u n ek o n o m ik ve politik alanlara kurum sal olarak b ö lü n m e­
sini talep eder; yani b ir piyasa to p lu m u n d a ekonom i, to p lu m ­
sal ilişkiler içine yerleşeceğine, toplum sal ilişkiler ek onom i içi­
ne yerleşm iştir.
Brezilya d en ey im in d e, p aran ın m etalaşm ası yakın zam anda
yaşanan ek o n o m ik ve k ü ltü re l d eğ işim lerin önem li b ir ifade­

2 Sonuç olarak sağlık, eğilim , enerji, su vb. tem el hizm etlerin su n u m u kam u ik­
tidarı, kurum sal so ru m lu lu k ve h üküm et dışı örgütler ile topluluklar gibi fark­
lı taraflar arasında çeşitli düzenlem elere yol açardı. Daha fazla detay için bkz.
W orld Bank. Making Services W ork fo r Poor People (W orld D evelopm ent Re­
port, C opublicalion of the W orld Bank and O xford University Press. 2004).
3 Karl Polanyi, The Great Transformation, 11. baskı. (Boston, MA: Beacon Press.
1971), s. 69.

320
sini su n m a k ta d ır, ç ü n k ü to p lu m sallık şa rtla rın ın piyasa ek o ­
nom isine d ah a fazla tâbi olm asını m ü m k ü n kılm aktadır: T op­
lu m sal ilişk ile r g ittik ç e d a h a fazla “e k o n o m ik s iste m in b ir
a k s e s u a rı”4 h a lin i alıy o r. B u n u n la b irlik te , P o la n y i’ye göre
piyasaların ev rim in e, to p lu m u piyasa u y g u lam aların ın etk isi­
ne karşı k o ru m ay ı am açlayan ihtiyatlar h e r zam an eşlik etm iş­
tir. H em piyasa ek o n o m isin i “k u rm ay a” h em d e to p lu m u bu­
n u n zararlı e tk ile rin d e n koru m ay a y ö n elik ted b irli m üdahale
şu n u ifade eder:

T oplum da iki örgütlem e ilkesinin faaliyeti, h e r birinin özel


kurum sal am açlar oluşturm ası, belirli toplum sal güçlerin des­
teğine sahip olmaları ve kendi özel yöntem lerini kullanmaları.
Biri ekonom ik liberalizm ilkesiydi, kendi kurallarına göre işle­
yen bir piyasa kurmayı amaçlar... öteki sosyal korum a ilkesiy­
di, üretken örgütlenm enin yanı sıra insanın ve toplum un m u­
hafazasını amaçlar.5

Brezilya m o d ern leşm e sü re c in in m ev cu t tarihsel çerçevesi,


“k u rum sal sosyal so ru m lu lu k ” fikrinin, aksi tak d ird e piyasanın
hü k m ettiğ i b ir to p lu m d a, sosyal k o ru m a için önem li bir m eka­
nizm a olarak desteklendiğini gösteriyor. Ö zellikle de mali k u ­
rulu şların - k i b u n la n n , sıradan k anallardan kred i erişim şansı
hep sınırlı o lm u ş d ü şü k gelirlilere ve az m ik tard a borç alanla­
ra kredi g ö tü rm esi b e k le n ir- kredi p o litik a la n n ın sosyal içerm e
bak ım ın d an etk in olacağı d ü şü n ü lü y o r. A ncak m ali kurum sal
yapılarda gözlenen d ö n ü şü m le r -h e m bankacılık se k tö rü mev­
zu atın d ak i hem de Brezilya bankalarının şahsi k red iler ve mik-
ro k red iler k o n u su n d a izlediği stratejilerin tanım lan m asındaki
d e ğ işik lik le r- to p lu m u korum aya hizm et etm iyor, aksine to p ­
lum sal ilişkilerin daha fazla m etalaşm asına katk ıd a b u lu nuyor.
İnsanlar, m ali se k tö rü n eko n o m ik hayata h ü k m ettiğ i bir piyasa
ekonom isin d e tü k eticiler olarak para ilişkisine yöneliyorlar. Bu
nedenle, “to p lu m u n k en d isin i k o ru m a sın ın ” b ir m ekanizm a­
sı olarak görülebilecek bankacılık sek tö rü n d ek i yeni kurum sal

-» A.g.e., s. 75.
5 A .g.c.,s. 132.

321
düzenlem eler ve uygulam alar, aslında toplum sal hayatın artan
m etalaşm ası ile sosyal dışlanm aya katk ıd a bulunuyorlar.

Sanayileşmeden malileşmeye

İkinci D ünya Savaşı’n d a n so n ra Brezilya sanayileşm e sü re c i­


ne, ulu sal k alk ın m a kavram ı dam gasını v u rm u ştu r. Buna gö­
re devlet m üd ah alesi, yapısal d ö n ü şü m leri güçlen d irm ek için
gereken yatırım m ik tarı ü z e rin d e k i kısıtlam aların üstesin d en
gelm eye o la n a k ta n ıy o rd u . Böylece özel y atırım k ırılg an lığ ı­
na karşı geliştirilen çözüm , u z u n vadeli yatırım lar ve m ali ş a n ­
ların eklem lenm esini am açlayan devlet eylem lerinin belirleyi­
ci ro lü n ü g ö sterm iştir.6 K am u bankaların ın genişlem esi ve ya­
bancı serm aye akışlarının rolü, sanayileşm e sü recinde belirle­
yici olm uştur.
1950 ile 1973 arasın d ak i d ö n em e ulusal kalkınm a fikri hâ­
kim olm u ştu . B una göre devlet m üdahalesi b u sü recin sü rd ü ­
rülebilirliğini güvence altın a alacaktı. Bu bağlam da işletm eler
stratejilerini tanım lam ış ve vatandaşlığın inşası ulusal kalk ın ­
m an ın k u ru c u b ir u n s u ru o lm u ştu r. Bu şekilde, B retton W o ­
ods d ö n em in d e Brezilya’d aki özel ek o n o m ik ak tö rlerin davra­
nışı para, m aliye ve döviz k u ru p o litik alarının K eynesyen dö­
nem e özgü politikaların uygulanm asını destekleyen bir u lusla­
rarası ortam d a g elişim inden etkilenm iştir. Sanayide devasa b ü ­
y ü k lü k te k i k am u y atırım ları, k alk ın m a sü rec in in ve m o d ern
cum h u riy etçi vatandaşlığın genişletilm esinin sosyal içerm e ol­
g u s u n u n iki v eçhesi o la ra k d ü ş ü n ü ld ü ğ ü b ir to p lu m sal bağ­
lam da d oğrulanm ıştır.
1970’lerin b aşlarında sanayileşen ek o n o m ilerin y atın ın k ri­
zi yaşadığı b ir o rtam d a, Brezilya ekonom isi genişlem eye devam
etm iş ve u luslararası m ali sistem le olan bağları, kam u yatırım
p ro jelerin in uygu lan m asın ın üzerindeki m ali k ısıılam alan n üs­

6 Brezilya'nın sanayileşm esinin özgül yanlan şu kaynaklarda bulunabilir: Maria


da C. Tavares, Da subsıituiçâo dc importaçöcs ao capiıalismo fiııanceiro (Rio de
Janeiro: Zahar, 1972); Joâo M. Cardoso de Mello, O Capitalismo Tardio (Sâo
Paulo: Brasiliense, 1982).

322
tesinden gelm ek am acıyla güçlendirilm iştir. 1965 ile 1977 ara­
sındaki dö n em d e, im alat ve sivil inşaat gibi sanayiler, Brezilya
eko n o m isin in en d in a m ik sek tö rleri arasın d ay d ı ve k red i sis­
tem inin b ü yü m esi, ev k red ilerin in genişlem esini ve dayanıklı
m alların tü k e tim in i d estek lem iştir (T ablo 12.1). E k o nom inin
daha fazla gelişm esine kısıtlam a getiren şey, gelir eşitsizlikleri­
nin toplam talep yapısı ve dolayısıyla özel yatırım kararları üze­
rindeki etkisi o lm u ştu r.7

TABLO 12.1
Ekonom ik Sektörler, Ekonom ik Büyüm eye Katılım: Brezilya, 1965-1967

Sektörler 1965-73 1973-77 Ortalama 1965-77

1.Tarım 2.5 6.4 3.9


2. Sanayi 97.5 93.6 96.1
2.1. İmalat 80.2 61.3 73.2
22. Sivil inşaat 173 32.3 22.9
Kaynaklar: Maria da C Tavares. Ciclo e crise: 0 mov/menro recente da industrializaçao brasilcira (Campi­
nas. Coieçâo Teses: lnstituto de Economla, 1978).

Sanayi to p lu m u n d a k i içerm e k o şu lla n , u z u n vadeli k alkın­


m a p e rsp e k tifle rin i en d ü striy e l istih d a m ın g en işlem esi vası­
tasıyla m ü m k ü n k ılan k u ru m sal yapı tarafın d an ö n em li ölçü ­
de etk ilen m işti (T ablo 12.2). B un u n la b irlik te bu birikim m o ­
deli parçalan m ış b ir sosyal yapının ortaya çık m asın a sebep ol­
du. Bir yan d a n k ap italist k alk ın m an ın belirli özellikleri, m addi
hayatın ü retim i ve yeniden ü re tim in d e geleneksel ve m o d ern
biçim lerin b ir arad alığ ı sayesinde ilerled i.8 D iğer y a n d a n k a­
yıt altındak i se k tö rd e istih d am ın genişlem esi aracılığıyla, sos­
yal içerm e beklen ilm esine rağm en, sanayileşm e sü reci ü ze rin ­
den kayıtdışı s e k tö rü n teşvik edilm esiyle b irlik te b u süreç sı­
nırlı yaşandı.

/ Bkz. Maria da C. Tavares, C iclo e crise: O m ovim cnto recentc da in d u strializa(öo


b r a sik ir a (C am pinas, Coleçao Teses: lnstituto dc Hconomia, 1978).
8 Karl Polanyi, Primitive, Archaic, and M a d em Econom ics; Essays o f K arl Poiunyi,
der. George D alton (Boston, MA: Beacon Press, 1971).

323
T A B L 0 12.2
Gayri Safi Yurtiçi Hasıla, Nüfus, Em ek Gelirlerinin Dağıtım ı ve Yeni İçlerin Yaratılması:
Brezilya, 1960-1980 (% )

Büyümede Nüfus Emek gelirlerin


GSYH artı} dağıtımı, dönemsel
Dönem oranları (I) oranları (1) deği}im oranlan (21 Yeni işlerin yaratılması (3)
En En Tarım Sanayi Hizmetler
yoksul zengin
%S0 %50

1960-1970 6.17 2.89 -14.37 20.S 11.9 34.6 53.5

1971-1980 8.63 2.44 -15.47 11.14 0.2 37.8 62.0


(3) Sanayi ürünü t İstihdam esnekliği
Kaynaklan (1) Banco Central do Brasll, Indlcodores EeonÖmlcos {Brasilia: 2005): (2) Jose Serra, "Clclos e
Mudanças estruturais na economia brasiteira do pös-gııerra* DesenvoMmento capitolisto no Brosil için
dç, der. Luiz G. M. Belluzzo ve Renata Coutinho (SP. Braslliense, 1984) ve (3) Edmar Bacha ve H. Klein, A
tronsiçâo incomplete: Brasildesde 1945 (RJ. Paz e Terra, 1986).

Brezilya’da k am u finansm anı m od elin in tü k etilm esi, yurtiçi


ve yurtdışı tezahürleri (yabancı borç krizi ve kam u yurtiçi borç­
larının genişlem esi) g ö rü lü r olm uş ve uzun vadeli büyüm e po­
litikaları geliştirm eye karşı so ru n lar açığa çıkarm ıştır. U zun va­
deli y atın m m odelinin krizi, endüstriyel yatırım ın altüst olması,
geleneksel se k tö rlerd ek i yatırım lar ü zerinde sınırlam alar, kur
baskısı, yüksek enflasyon ve işsizlik dem ekti.
1980’lerin so n la rın d a n beri, savaş son rası kalk ın m a m o d e­
lin in n iteliğ in i e le ştire n le r, çok taraflı k u ru lu şla rın h im aye­
si a ltın d a seslerin i y ü k seltm ey e b aşlad ılar ve kü resel piyasa­
ların e k o n o m ik b ü y ü m ey i sağlam a p o tan siyeline olan in a n ç ­
ları, p o litik a te rc ih le rin i etk iled i. W a sh in g to n U zlaşm ası’nın
k ılav u zu n u tak ip e tm e k için, Brezilya’d a yurtiçi e k o n o m ik ve
sosyal po litik alar, k ü resel ek o n o m in in ih tiy açlarına göre uyar­
landı; b u şekilde ek o n o m ik b ü y ü m e sağlam ak için te k yol ola­
rak alg ılan an k en d i k u ra lla rın a göre işleyen p iyasanın g en iş­
lem esi sağlanabilirdi. Ö zel ak tö rle rin yeni kalk ın m a p ersp ek ­
tiflerinde m erkezî k o n u m u , b ü tü n k u ru m sal d ö n ü şü m leri et­
kiledi. İşin bu a rk a p la n ın ı d ü ş ü n ü rse k , d ev letin yeni e k o n o ­
m ik rolü verim li yasal, h u k u k i ve n o rm a tif sistem ler sunarak
özel m ü lk iy et h a k la rın ın tanım lan m ası ve k o ru n m a sın ı içerir-

324
di. Piyasaların başarısızlıkları ya da y etersizlikleriyle ilgili ola­
rak, çoktaraflı k u ru lu şla r -ö z e llik le de D ünya B an k ası- devlet
eylem lerinin hedefi olm ası gereken iki alan onaylıyor: Altyapı
ve yoksullara y ö n elik m ali hizm etler de dâhil o lm ak üzere te­
mel hizm etler.
B u n u n la b irlik te ulu sal yapıyı n eo lib eral m o d ele uyarlam a
girişim leri, servetin birikim inde ve sosyal içerm e perspektifleri
üzerinde ö n em li b ir etkiye sahip oldu. K am usal m ali m odelin
k rizin in , ek o n o m ik y en id en ü retim şartları k a rşısın d a devlet
için kullanılabilir politika tercihleri b ak ım ın d an ciddi so n uçla­
rı oldu. D evletin y atırım ların gelişm esindeki ro lü n ü n yeniden
tanım lanm ası ve k am u kaynaklarının yönelim inde kam u borç­
larına ilişkin mali taah h ü tlerin ağırlığı, m evcut b irikim m ode­
linin değişen doğasını gösteriyor. A slında kam u ve sosyal yatı­
rım krizinin ü stesin d en gelinm esi, m ali likit v arlık tan tercih et­
m eye odak lan an özel b ir karar alm a sü recin in yapılandırılm a­
sını gerektirdi.
Sonuç olarak piyasa esnekliği süreci, istihdam ve gelir bakı­
m ından toplum sal yeniden üretim şartların ın yeni b ir yapılan­
m ası ile bağlantılı o lm u ştu r. Mali yatırım m an tığ ın ın m erkezî
k o n u m u , e k o n o m ik ve sosyal y e n id e n ü re tim p ersp e k tifleri
arasında gerilim lere yol açm aktadır. N itekim geçen senelerde,
kendi kuralların a göre işleyen piyasaların m evcut h arek etin in
ekonom ik istikrarsızlığa ned en olduğu yaygın b ir şekilde kabul
ediliyordu. Brezilya’da yakın zam andaki ek o n o m ik perform an­
sın gelişim i m ali m erkezîliğin sü rd ü rü le b ilir ek o n o m ik b ü y ü ­
me ihtim alini engellediğini gösterm ektedir.
M evcut m ak ro ek o n o m i politikaları, ü retk en yatırım lar ile is­
tihdam ı m uhafaza etm ek yerine fiyat istik rarın a ayrıcalık tanı­
m ıştır. Y atırım lar ve ü rü n ü n gelişim inde geçicilik d ayatan kısa
vadeli özel k ararların m antığı, ek o n o m ik b ü y ü m ed e d u r-kalk
hareketlerin i teşvik etm ek ted ir (Tablo 12.3). Ü retk en yatırım ın
hızı, endüstriyel yerine m alî serm aye b irikim ini tercih eden bir
çerçevede y av aşlam aya m eyillid ir. A yrıca e k o n o m ik açıklık,
ü re tk e n zin cirlerin yıkım ı ve endüstriyel y ap ın ın gerilem esi ile
yatırım seçen ek lerin i kısıtlam ıştır. D iğer y an d a n en tegrasyon

325
gelişm elerinin ihracının önem i ve yerli ü rü n perform ansı ulus­
lararası ek onom inin d in am ik lerin e bağım lı o lm u ştu r.

TABLO 12.3
E konom ik Sektörler, B ü y ü m e Oranı: Brezilya, 1 9 9 5 -2 0 0 2 1 % )

Ekonomik sektörler 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002

1. Tarım 4.1 3.1 -0.8 1.9 7.4 3.0 5.7 5.5

2. Sanayi 1.9 33 4.7 -1.5 -1.6 4.9 -0.3 2.6

2.1. İmalat 2.0 2.1 4.5 -3.7 -1.6 5.4 1.0 3.6

2.2. Sivil inşaat -0.4 S3 7.6 1.4 -33 3.0 -2.6 -1.8

2.3. Kamu hizmetleri için


için endüstriyel
hizmetler 7.6 6.0 5.9 3.8 2.5 4.1 -5.6 3.0

3. Hizmetler 1.3 2.3 2.6 1.1 1.9 3.7 1.9 1.6


Kaynak: lnstituto Brasileiro de Geografia e Estatfstica (IBGE), Conras Nodonois (Rio de Janeiro. 2004).
http://www.ibge.gov.br

Bu yapısal d eğişim ler o rta m ın d a işsizlikteki m uazzam artış


ve em ek ilişkilerinin esnekliği yeni toplum sal d ireniş kalıpları­
nı şekillendirm iştir. Ticari ve mali açıklık, endüstriyel birikim
alanım sınırlam ıştır; b u n a endüstriyel işlerin azalm ası, üretken
fabrikaların a ltü st o lu şu ve em eğin ö rg ü tlen m e sin d e yen i bi­
çim ler gibi kati sosyal so n u ç la r eşlik etm iştir. Ü retken ve sos­
yal y ap ıların d ö n ü ş ü m s ü re c in d e işçilerin e k o n o m ik se k tö r­
ler arasındaki dağılım ı değişm iştir: 1992 ile 2001 arasın d a ta­
rım ile sanayide işlerin azaldığı gözlenm iş, sırasıyla y ü zde 25
ve 21.1 d eğerlerinden yüzde 18.4 ve 20.4 değerlerine d ü şm ü ş­
tü r.9 İşlerin ve gelirlerin genişlem esi so n u cu n d a, hizm et sektö­
rü h em kayıtlı se k tö rd e hem d e kayıtdışı se k tö rd e b ü y ü m ü ş­
tür. Emek piyasasındaki bu tü r h areketler ayrıca kayıtlı ü cret­
li istihdam oran ın d a d ü şü ş ve kendi hesabına çalışanların sayı­
sında artış ile nitelen m iştir. Böylece bu çerçevede, kayıtlı ve ka-
yıtdışı sek tö rler arasındaki ilişkiler ve etkileşim ler, farklı şekil­

9 ln stitu to Brasileiro dc Gcografia e Estatistica (IBGE), Pesquisa National de Ant-


sofra D onU dliar, http://w w w .ibgc.gov.br (Rio de Janeiro: IBGE, 2002).

326
lerde cari gelir, kredi ve harcam a çevrim lerinde g ö rü len d ö n ü ­
şü m ler tarafın d an etkilenm iştir.
Brezilya’da geçim şartların d a g ö zlem len en m e v c u t değişik­
likler, savaş sonrası d ö n em d e tarihsel o larak k u ru lm u ş ve p e­
kiştirilm iş u lu sal k u ru m la n n belirlediği b ir zem in d e şekillen­
m iştir. 1990’ların ortaların d an itibaren em ek ile serm aye gelir­
lerinin gelişim i, yatırım ve istihdam eğilim lerindeki d ö n ü şü m ­
leri y an sıtm ak tad ır; söz k o n u su d ö n ü şü m le r sosyal dışlanm a
ile eşitsizlikleri ağırlaştırm a eğilim inde o lm u ştu r. G eçen on se­
ne zarfın d a em ek gelirlerinin gayri safi yurtiçi hasıladaki payı
d ü şm ü ş, toplam işsizlik ise politika seçen ek lerin in fiyat istik­
rarı ve ticaret ile finansın serbestleştirilm esine odaklandığı bir
o rtam da artm ıştır. Serm aye gelirlerinin bileşim i -te m e ttü le r ve
faizler- m ev cu t m ali birikim m odelinin yeniden dağıtım etkile­
rini de g ö rü n ü r k ılm ıştır (Tablo 12.4).

T A B L 0 12.4
Serm aye Gelirleri, Em ek Gelirleri ve İşsizlik: Brezilya, 1999-2003 (% )

Toplam işsizlik,
Sermaye gelirleri Sermaye gelirleri Emek geliri, ekonomik olarak,
Sene - tem ettü* - faizler* GSYH'nın% faal nüfusun %
1999 234.8 2 37 3 413 9.0

2000 1723 223.0 42.48 9.6

2001 252.5 276.5 41.74 9.4

2002 340.4 275.7 40.57 9.2

2003 323.6 251.4 39.71 9.7

(*) Taban = 1995. deflator IPCA.


Kaynak: Instituto Breslleiro de Geografia e Estatisıica (IBGE), Contas Nationals (Rio de Janeiro, 2005),
http://www.ibge.gov.br

Sonuç olarak piyasa entegrasyon süreci em ek piyasası şartla-


n n ın yeniden tanım lanm ası bağlam ında anlaşılabilir; söz k o n u ­
su şartlar altın d a d o ğ ru d an sözleşm e ilişkileri n ih ay etinde b ü ­
y ü m ü ş, sosyal k o ru m a m ekan izm aları ise k ü çü lm ey e m eylet­
m iştir. Bu sü reci d ü şü n ü rse k , m ali erişim in , o lan ak ları kısıtlı
kişilere genişletilm esi, deflasyonist p o litik alar ve d ü şü k ekono-
327
m ik büyüm e o ra n la n ile yayılm ası kısıtlanm ış olan piyasa eko­
nom isini canlandırm ayı am açlıyordu. Bu çerçevede sosyal eşit­
sizlik lerin o lu ş tu rd u ğ u b ask ılar, b an k acılık içerim sü re cin in
genişlem esi sayesinde azaltılabilirdi.

Kredi ve toplumsal hayat

Piyasa bölgesinden k ay n ak lan an gerilim ler -ü re tim in , istih d a­


m ın ve ücretlerin d ü ş ü ş ü - p olitika alanına da yayılm ıştır.10 Bre­
zilya m ali sek tö rü n d e geçen zam anda görü len kurum sal deği­
şiklikler neoliberal uy u m a ilişkin özgüllüklerin bir ifadesi ola­
rak d ü şü n ü leb ilir. Söz k o n u su süreçte işsizlik ve satın alm a g ü ­
c ü n d ek i kay ıp ların y arattığ ı to p lu m sal g erilim le rin su n d u ğ u
m eydan okum aya, gelir belgesi olm adığından m u ntazam b an ­
ka hizm etlerine erişim i olm ayan 45 m ilyon d ü şü k gelirli kişiye
kredi erişim in in sağlanm asıyla karşılık v e rilm iştir.11 Bir diğer
deyişle k en d i k u ralların a göre işleyen piyasa sistem inin yarattı­
ğı so ru n lar, yasam ada ve d ü zenlem ede bir takım değişikliklere
yol açm ıştır. A ncak bu değişiklikler, aynı zam anda d ah a fazla
mali yayılm a için gerekli şa rtla n karşılayacak yönde olm uştur.
Böylece sosyal içerm eyi artırm ayı am açlayan k u ru m sal değişik­
likler aslında mali yayılm anın gelişm esine de yardım etm iştir.
Bankacılık içerim i hedefine ulaşm ak için Brezilya h ü k ü m e ti,
kredi hacm ini artırm ak ve kredi faiz o ra n la n n ı d ü şü rm e k am a­
cıyla bankacılık sistem indeki d ü şü k rekabete dayalı yapıyı d ö ­
nü ştü rm ey e çalışm ıştır.12 1980’lerin so n ların d an itibaren, d ü ­

10 Polanyi, Greııt Trans/onnation, s. 211.


11 Federal hüküm etin gündem i yeni bir yasal kurum sallık tanım lam aya yönelik;
b u n u n kapsam ında kredi piyasası, borsa, mali sistem e erişim , em eklilik fo n ­
ları, sigortalar ve gayri m enkul finansm anı yer alıyor. Daha detaylı bilgi için,
bkz. Sccreıaria de Politica Econöm ica, Principals avanços na inıplcnıcntaçâo da
agenda dc poupança e investimento (M inislcrio da Fazenda: Brasilia, 2002).
12 H üküm et açısından, u z u n vadeli finansa yönelik gündem şu konulara ilişkin
tedbirleri içerm iştir: a) Kredi ve serm aye piyasalarının düzenlenm esi b) Banka­
cılık erişim ine yönelik esnekleştirm e c) Özel em eklilik fonlarının, sigortaların
ve k o nu l için m ortgage kredilerinin geliştirilm esi. Yeni düzenleyici ortam a iliş­
kin ö rnekler arasında şunlar sıralanabilir: K redinin m enkul kıym elleştirilm e-
si; açık şirketler için yeni yasa; yeni ödem e sistem i; em eklilik fonları ve sigor­

328
zenleyici kısıtlam aların kaldırılm ası ile fiyat stabilizasyonu ve
özelleştirm e ile uluslararasılaşm a, Brezilya m ali s e k tö rü n ü n re­
kabete dayalı özelliklerinde gözlem lenen d ö n ü şü m lere katkıda
b u lu n m u ş tu r.'3 1988’de genel b ankaların -p a ra , döviz, serm aye
ve kredi p iy asalan n d a işlem ek üzere konsolide m ali bilanço ve
tam serm aye hareketliliği ile d o n an m ış b ir ş e k ild e - kurulm ası
mali hold in g lerin yayılm asını teşvik etm iştir. 1995’in ikinci ya­
rısında b ank acılık s e k tö rü n ü n yabancı serm ayeye açılm asını,
sek tö rd e artan birleşm eler ve d evirler süreci tak ip etm iştir. O
zam andan beri Brezilya’n ın küresel m ali d ü n y ad ak i yeri, u lu s­
lararası b an k aların en bü y ü k lerin in burad ak i varlığı ve ulusla­
rarası m ali sistem in likiditesine b ir değer biçm e m ahali olarak
katkı su n an m ali entegrasyon biçim i ile anlaşılabilir.
Sonuç olarak m ali sistem de yapılan uyum lar, d ah a fazla yo­
ğ unlaşm ış, ö zelleşm iş ve uluslararasılaşm ış b ir yapıya yol aç­
m ış tır.14 B rezilya’d a b a n k a k re d isin in gayri safi y u rtiç i h a sı­

ta şirketleri için risk yönetim i ve yatırım a ilişkin yeni kuralların yanı sıra mali
sistem in elek tro n ik kanallar ve banka tem silcileri aracılığıyla esnekleştirilm e­
si ve yayılması. Bkz. W orld Bank, Brazil: Access to Financial Services. R apor no.
27773-BR. (N ew York: W orld Bank ve O xford University Press, 2004); ve Sec-
retaria de Polftica Eeonöm ica, Principals avanços na implemenla(dı) da agenda
dc poupaıi(a e in vcstim cn ıo (M inislörio da Fazenda: Brasilia, 2002).
13 Bankacılık sistem i stratejik p lanlan yeniden tanım lam ıştır. B unun içinde şu n ­
lar yer alm aktadır: Birleşm eler ve devirler; yeni gelir kaynakları aram a; piyasa­
nın kesim lere ayrılm asına yönelik stratejilerin uygulanm ası; yatırım ü rünleri­
nin (yatınm fonlan) arzı; sigortalar; em eklilik fonlan ve kazanç ü rünleri (he­
sap b o rçlan ve kredi k artlan). N itekim bankacılık se k tö rü n ü n uyum sürecin­
de teknoloji ve personele yeniden yön verilm iştir. V erim lilik stratejileri m ali­
yet indirim leri sağlam ak üzere şekillendirilm iş, bu ise yeni em ek ilişkilerine
yol açm ıştır, ç ü n k ü em ek harekeıliliginin serm aye hareketliliği ile uyum için­
de olm ası gerekm ektedir. Bkz. Jose R. B. Gonçalves ve M aria A. Caporalc Madi,
“F inancializalion an d Employability: The F u tu re of Bank W orkers' Union Mo­
vem ent in Brazil", “After 'D eregulation': The Financial System in the 21st Cen­
tu ry ”, adlı k onferansta su n u lan tebliğ. C enter for G lobal Political Econom y,
University o f Sussex, Brighton, İngiltere, 2 6 -2 8 Mayıs 2005.
14 Bankacılık sistem indeki yoğunlaşm a Real Plan’dan sonra artm ıştır. 1994'tc 243
mali k u ru lu ş vardı: En hüyûk 10'u, toplam aktiflerin yüzde 60.2’si ve toplam
m evduatların yüzde 66. 1’ine sahipti. 2002'de 180 banka vardı; bunların en bü­
yük 10’u, toplam aktiflerin yüzde 68.3’ü ve toplam m evduatların yüzde 75.7’si-
ne sahip olm u ştu r. U zun vadeli bir değerlendirm e için bkz. Jose R. B. G onçal­
ves ve Maria A. Caporale Madi, “T he Perform ance of Foreign Banks in Brazil:
International Liquidity Cycles and Financial Regulation, 1870-2000". Europe-

329
laya k a tk ısı tarih sel o la ra k y ü zd e 30’u n a ltın d a seyretm iştir.
1990’ların o rtasın d a k red in in genişlem esi, kam u ve özel b a n ­
kacılık k u ru m la n m n oynadığı ek onom ik rolde önem li b ir de­
ğişime işaret etm iştir. Ö zel b an k alar kredi piyasasında liderlere
d ö n ü şm ü ş, kam u b an k alan n ın rolü azalm ıştır.
2 0 0 0 ’d en so n ra h ü k ü m e t b a n k acılık iç e rim in d e k u ru m sal
değişiklikleri desteklem iştir; b u n u n içinse d ü şü k gelirli nüfusa
bankacılık h izm etlerin in sunulm ası aracılığıyla borç kredilerin
sözüm ona top lu m sal kesim lere yayılm ası am açlanm ıştır. H ü­
k üm etin icraatları şu n ları içerm iştir;

• Gelir belgesi olm adan açılabilecek basit banka hesaplan-


nm oluşturulm ası aracılığıyla mali k u ru lu şlan n “toplum sal''
kesim lerde faaliyetini kolaylaştınnak üzere k u ru m sal d ü ze­
nin değiştirilmesi,
• Banka temsilcilerinin sayısında artış ve sunulan hizm etle­
rin genişlemesi,
• Ü cretli işçilere ve kam u em eklilik sistem in den em ekii
olanlara yönelik depozit kredinin düzenlenm esi,
• Dayanıklı mal alınması için verilen b orçlann, fiziksel te­
m inatlarına nispeten yeni m evzuat aracılığıyla kredi riskinin
azaltılması
• D üşük gelirli nüfusa mali hizm etler sunabilecek mali ara­
cıların sayısında artış ve bu amaçla sıradan kredi kanallarına
ek olarak yeni mali aracıların-B rezilya Halk Bankası, mikrok-
redi kuruluşları, banka kooperatifleri ve kredi kooperatifleri
g ib i- kurulup desteklenmesi,
• Üretime yönelik bir m ikrokredi program ının yapılandırıl­
ması ve m ikrokredi borçlarının (esas olarak banka m evduat­
larına dayalı) yayılmasını finanse etmek üzere yeni kaynakla­
rın tanımlanması,
• Basil hesaplar ile m ikrofinans operasyonlarından alm an
işlem vergisi ve kredi rüsum unun azaltılması ve ortadan kal­
dırılması.

an Business History Association (EBHA) Konferası’nda sunulan tebliğ, K open­


hag 2006.

330
• Yeni mevzuat ve düzenlem e çerçevesi Tablo 12.5’de özet­
lenm iştir.15 Bu çerçeve bankacılık sistem indeki kurum sal sos­
yal sorum luluk uygulam alarının dayandığı yeni sosyal etkile­
şim leri kapsam aktadır. Ekonom ik ve sosyal eşitsizliklerin h ü ­
küm sürdüğü Brezilya bağlamında, m evcut m odernleşm e sü ­
reci büyük ölçüde mali kuruluşların icraatlarına bağım lı ol­
m uştur. Kredi genişlemesi sadece piyasa entegrasyon süreci ve
toplum sal yeniden üretim deki dönüşüm leri etkilemem iş, ay­
rıca savaş sonrası üretken yatırım m odellerinde görülen kriz
bağlam ında, yeni toplum sallık koşullarının yapılandırılm asına
da damgasını vurm uştur.

Brezilya bireysel bankacılık sistem indeki politikalara ve sos­


yal so ru m lu lu k ilkelerine bakarsak, şirk et im gesinin genellik­
le şirket kârlılığını topluluğa yönelik sosyal eylem le dengelem e
ihtiyacını v u rgulayan değerler -d ü rü s tlü k , b ü tü n lü k ve güçlü
bir so ru m lu lu k h issi- ile ilişkilendirildiğini g ö rü rü z .16 Bankalar,
uzu n vadede ek o n o m ik perform ansın, g ü venilir bilginin hisse­
darlarla paylaşılm asına ve yüksek kaliteli ü rü n ve hizm etlerin
sü rd ü rü lm e sin e y ö n elik g ü çlü b ir bağlılığı g erek tird iğ in i d ü ­
şünm ekledir. Ayrıca U luslararası Em ek Ö rg ü tü ve Küresel Söz­
leşme tarafından b uyrulan küresel ilkelerin, iş ayrım cılığının ve
her türlü zorla çalıştırm anın ya da çocuk em eğinin ortadan kal­

ı ş Brezilya U lusal P ara K onseyi (C o n sc lh o M o n etârio N a tio n a l) ve M erkez


Bankası’n ın aldığı tedbirler için bkz. Sccretaria de Politica Econöm ica, Princi­
pals avan(OS na im p lem cn la fâ o da agenda de poupança e investimento; ve Jose G.
A. Reis ve Silvia Valadares, “Reforma do Sistem a Pinanceiro: lm plem enıaçâo
reccnte e perspeetivas", S tr ic Estudos Econöm icos e Sociais içinde, tartışm a m et­
ni (Brezilya: Banco Interam ericano de D escnvolvim cnıo. 2004).
16 D ünya genelinde yaygın olan kurum sal sorum luluk değer ve ilkeleri bir nevi
evrensel param etreler sunuyor; bu param etreler bir girişim k ü ltü rü n ü n oluştu­
rulm ası bağlam ında daha iyi yönetim ve işletm e uygulam aları başarm ak am a­
cıyla uyulm ası gereken asgari davranış kalıplan olarak takip edilebilirdi. Sonuç
olarak kurum sal sorum luluk şu gibi unsurlara yönelik olurdu: K uram sal im ­
genin ve m ark alan n mali değerlenm esi, tüketicilerin sadakati, insan kaynak­
lan tutm a ve m uhafaza etm e kapasitesi ve aynca hissedarlar için daha yüksek
kazançlar. Daha detaylı bilgi için. bkz. O bservatörio Social, “Responsabilidade
Social Em presarial”, O bservatûrio Social cm Revista, Ano 2, no. 4. (2003); O r­
ganisation for Econom ic C ooperation an d D evelopm ent (OECD), The O ECD
G uidelines fo rM u ltin a tio n a l E nterprises (Paris: OECD, 2000).

331
TABLO 12.5
M ali Sistem deki Başlıca Kurum sal Değişiklikler; Brezilya, 2000-2005

Kurumsal özellik Yasama ve düzenlem e

Basit hesaplar C M N önergesi 3211/04 (a)

Banka temsilcileri C M N önergesi 3153/03 ve 2707/00

Depozitkredi Yasa 10820/03, kararname 4961/04 ve CM N


önergesi 2718/00

Kredi riskleri ve teminatlar C M N önergesi 3258/05, Merkez Bankası önemli;


Sirküler 3163/05 ve geçici önem no. 2 Ağustos 2001

Brezilya Halk Bankası Yasa 10738/03


(Banco Popular do Brasil)

Kooperatif bankalar C M N önergesi 3188/04 ve 2788/00

Kredi kooperatifleri Yasa 10865/04, C M N önergesi 3106/03 ve 2707/00

Mikrokredi demekleri (SCM) (b) Yasa 10194/01, C M N önergesi 2874/01 ve 3182/03

Mikrokredi özel mevduatları Yasa 10735/03,11110/05 ve CM N önergesi 3310/05

Üretime yönelik ulusal Yasa 11110/05, kararname 5288/04, C M N önergesi


mikrokredi programı 3310/05 ve CODEFAT önergesi 449/05 (c)

Borç kredilerin vergilendirilmesi Yasalar 10865/04,11110/05 ve Maliye Bakanlığı


önlemi: Portaria 244/04
(a) CMN-Ulusal Para Konseyi
(b) SCM-Mikrokredl demekleri
(c) Codefat-lşçi savunma konseyi
Kaynak: Minist/no da Fazenda. Mlcrocrddito e Microfinanços: CooperatMsmo de Oedito no Governo tu-
la (Brasilia: 2005).

dırılm asm a y ö n elik kayg ılardan ö tü rü takip edilm esi gerekir.


Burada esas olarak, söz ko n u su yönetim stratejilerinin ek o n o ­
m ik büyüm eye yol açacağı, aynı zam anda kârlılık ile insanların
ve doğanın korunm ası arasında dengeli bir ilişkinin korunacağı
dü şü n ü lü y o r. Bu hedeflere, k u ruluşlar ve h ü k ü m et dışı örgütler
ile ortaklık içinde geliştirilen projeler aracılığıyla ulaşılabilecek­
ti; aynı zam anda h ü k ü m etler ile tedarikçilerin sosyal eylem lerde
yer alm ası da söz k o n u su olacaktı. Sosyal so ru m lu lu ğ u göster­
m ek am acıyla bankalar, sosyal, çevresel ve eğitim projelerini ve
borç ihtiyaçlarına ilişkin kararları destekleyerek m ali k u ruluşla­
rın to p lu lu k içindeki ö n em ini vurgulayacaktı.
B ununla b irlikte, ban k acılık sek tö rü n d e kredi risk in in yöne-

332
tim i, bankacılık içerim inde piyasanın kesim lere ayrılm ası stra­
tejisini destek lem ek am acıyla yakın zam an d a değişikliğe uğra­
m ıştır. Sonuç olarak, borç verm e sü recin d e gelir belgesi ve ke­
fil b ak ım ın d an daha az katı şa rtla n n b en im sen m esin in etkisiy­
le, kredi işlem leri, piyasa ekonom isini genişletm iştir. 2003’ten
beri B rezilya’da b a n k a c ılık iç e rim in in sev iy esin i y ü k se ltm e ­
yi am açlayan girişim ler k am u bireysel bankacılıklarını da içer­
m iştir; C aix a E co n o m ica F ed eral (C E F ) ve B anco d o Brazil
(BB) gibi ban k alar, rekabete dayalı b ir yaklaşım la d ü şü k gelir­
li m üşteri kesim inin eklem lenm esini g ü ç le n d irm iştir.'7 Banka­
cılık erişim in e ilişkin b u stratejiy i, özel bireysel b an k alar ta­
kip etm iştir; bu b ankalar da basil hesaplar, m ik ro k redi ve şahsi
k red iler aracılığıyla piyasayı kesim lere bö lm e stratejilerini ge­
nişletm eyi am açlam ışlardır (T ablo 12.6).

TABLO 12.6
M ali Sistem e ilişkin Başlıca Göstergeler; Brezilya, A ralık 2 00 2-A ğu stos 2005

Göstergeler M utlak değişim, %

Müşteri sayısı (a) 17.8

Mevduatlar 34.0

Krediler 55.1

ö z sermaye 60.9
(a) Müşterilerin sayısı toplam zaman, tasarruf ve kısa vadeli mevduat hesabına ilişkindir.
Kaynak: Ministdrio da Fazenda. MtaocreditoeMicrofinançasiCooperativismocİeCreditonoGovemoiU'
la (Brasilia, 2005).

Bireysel b an k acılığ ın m ik ro fin a n s k esim in e g irm esin in a r­


d ın d an m ik ro k red i işlem lerinin ölçeğindeki artışa rağm en, kre­
di hacm i, federal h ü k ü m etin g erek tird iğ in d en daha az kalm ış-

17 Resmi b ir banka olan Caixa Hconûm ica Federal d ü şü k gelirli kesim lerle olan
den ey im in d en laydalanarak Mayıs 2003'lc basit banka hesaplan ile işlemlere
başlam ış. Aralık 2004Tc toplam da 2.5 m ilyon yeni hesaba ulaşm ıştır. Kamu bi-
reyscl bankası olan Banco do Brasil d ü şü k gelirli piyasaya da içerecek kesim le­
re bölm e stratejisi izlem ek am acıyla idari yapısından a y n b ir banka, Banco Po­
pular do Brasil'i. kurm u ştur. Bu piyasaya yönelik kredilerin niteliğine kel vu­
rulm ası küresel perform ansında olum suz etkilere yol açabilirdi.

333
tır.18 M ik ro k red i p o litik a la rın ın hedefi, gelir ve iş y aratım ını
am açlayarak hem tarım sal hem kentsel alandaki kayıtlı ve ka-
yıtdışı m ikro girişim ciler arasında krediyi yaym aktır. Bu süreç
küçük şehirlerde ya da m ikro bölgelerde girişim lerin gelişm e­
sine katkıda bulu n acak tır; aynı zam anda d ü şü k gelirli nüfu su n
mali hizm ed ere (b an k a hesapları, tasarruf, sigortalar) erişim i­
ni artıracaktır.
K redilerin h ed efin e d ik k a t edersek, tü k etim (ya da serbest
k u lla n ım ) için v erilen m ik ro k re d i b o rç la n , m ik ro g irişim c i­
lik için verilen k red ileri a şm ıştır (T ablo 12.7). N itekim m ik ­
rokred i söz k o n u su o ld uğ un da, sosyal hedeflere ulaşılam am ış­
tır, ç ü n k ü b ankaların kredi işlem leri kâr hedefleri ile yö n len d i­
rilm eye devam etm iştir. D oğrusu bankaların düzenlem eye tâ­
bi m ik ro k red i işlem leriyle ilgilenm ediğine dair kanıtlar b u lu n ­
m akta; bu ilgisizliğin n e d e n i ise yüksek dü zeydeki risk ve iş­
lem m aliy etlerin e k a rşın söz k o n u su m ik ro k re d ile rin d ü şü k
getirisi o ld u ğ u y ö n ü n d e k i algılarıdır. B ankacılık sistem i, g e r­
çek tem in a tın y o k lu ğ u ve m ev d u atların m aliyetinin, m ik ro k ­
redi borçları için federal h ü k ü m e t p o litik a sın ın saptadığı ay­
lık yüzde 2 faiz oranı ile yeterince karşılanm adığını d ü şü n m ü ş­
tür. Böylece, m ik ro k red i b o rçların ın genişlem esi sınırlı olm u ş­
tur; b u n u n n ed en i hem bankacılık sistem inin vurguladığı y ü k ­
se k işlem m aliyetleri ve k red i riskleri, hem de d ü şü k gelirli ke­
sim in b an k alar tarafından su n u la n ü rü n ve hizm etlerden ço ğ u ­
nu tüketm em esidir.
K redi piyasasındaki serb est kaynakların y önetim i d ü ş ü n ü l­
d ü ğ ü n d e - k i bu, 2000’lerin başında gayri safi yurtiçi hasılanın
anca yüzde 15’ine d en k g e liy o rd u - Brezilya’da m ali k u ru lu şla r
daha kısa sü red e dah a fazla kazanç sağlayabilecek kredi kesim ­
lerine o d ak lan m ıştır; böylece yatırım stratejisinin hızla değiş­
tirilm esiyle serm aye hareketliliği korunacaktı. Şahsi kredilerin
kısa vadeli olm asına, ek o n o m in in ileride gelişim i (m asraflar ve

18 20 0 4 'û n so n u n d a Brezilya ekonom isinde vadesiz m evduatların toplam hacmi


yaklaşık olarak 250 m ilyar ABD d o lan n a ulaşm ıştır; yüzde ikisi zo ru n lu olarak
m ikrokredi borçlarına yöneliktir. Ancak bireysel bankacılık federal h ü k ü m e ­
tin amaçladığı m ikrokredi hedeflerine ulaşm amıştır.

334
T A B L 0 12.7
M ikro kre d i Borçlan: Brezilya, Aratık 2004

Sözleşmelerin
Krediler (12/04 2004'te 2004'te ortalama Aylık
bakiyeleri) kredi akışı sözleşme değeri ortalama
Kredilerin y ö n ü ' binABDS) (binABDS) sayısı (binABDS) vade

Tüketim (ya da 2,342,314 3,321,980 3,678,187 903 9.9


serbest kullanım)

Mikrogirişim 216,667 889,103 360,409 2,467 7.0

Toplam 2,558,981 4,211,083 4,038,596 1,043 8.4

(*) Yüzde iki ile sınırlı aylık oranlar.


Kaynak; M inist& io da Fazenda, Mkrocrâdito e Microfinonçai no Governo Loto (Brasilia, 2005).

kârlar) ve birikm iş borçların geçerliliği k o n u su n d ak i beklenti­


lerin aniden ters d ö n m esi halinde, varlıkların tahsisini yeniden
tanım lam ak am acıyla izin verilm iştir. B unun so n u c u n d a stra ­
tejik kararlar d ah a yük sek m akas su n an şahsi b o rçlan genişlet­
m eye yö n elm iştir (T ablo 12.8). M akasların seviyesi, borç öde­
me aczi risk in i arttırm aya m eyyal m ak ro ek o n o m ik istikrarsız­
lık nedeniyle b ankacılık sek tö rü tarafından k ısm en m akul gö­
rü lm ek ted ir. A ncak ban k acılık sistem in in y o ğ u n laşm ış yapısı
ve b u n u n m akas seviyelerinin belirlenm esi ü zerin d ek i etkileri,
Brezilya’da şahsi k red ilerin fiyat katılığını anlam ak için önem ­
li g ö rünm ek ted ir.
Son Brezilya den ey im i gösteriyor ki, kısa vadeli kredi piya­
sasının bireysel b ankacılık sistem inde faiz o ran ların ın farklılaş­
tırılm ası yoluyla genişlem esi şu gibi u n su rları içerm iştir: Kredi
sözleşm elerinde ve k re d i riski yönetim in d e y en ilikler ile birlik­
te piyasayı kesim lere bölm e stratejileri; aynı hold in g e üye uz­
m anlaşm ış m ali aracılar tarafından sağlanan şahsi krediler; ve
bireysel bank acıların perakende ticaret ile o rtak lık ları.19 Ö rn e­
ğin M ayıs 2 0 0 4 ile M ayıs 2005 ara sın d a k i d ö n e m d e bireysel
bankacılık sistem i, gelecekte kazanılacak ü cretler ve em eklilik

19 Bu d av ran ış şek li yeni serm aye sta n d artları anlaşm ası ile g ü çlen d irilm iştir
(Basle Sözleşm eleri): Daha riskli olan krediler, riske uyum lu banka karlarını
etkileyebilecek provizyonları ve serm ayeyi daha fazla desteklem ek zorundadır.

335
TABLO 12.8
Makaslar, Serbest K ayn a kla n Brezilya, 2003-200S,
Yüzde İtibariyle Yıllık Ortalam a

Şahsi Kurumsal
Toplam krediler- krediler- Şahsi Kurumsal
kredi serbest serbest kredilerde kredilerde
Dönem borçlan* kaynaklar* kaynaklar* makas makas

Haziran 2003 -7.0 -7.7 14.7 58.5 14.6

Aralık 2003 -0.5 5.8 -8.6 50.8 14.4

Ocak 2004 0.3 7.0 -7.3 50.0 14.3

Haziran 2004 10.0 14.5 8.2 45.0 14.3

Aralık 2004 3.6 13.5 8.0 43.3 13.0

Ocak 2005 11.3 21.5 10.3 45.2 13.3


(*l Önceki yılın ayma kıyasla değişim.
Kaynak: Banco Central do Brasil, Relatörio Anual (Brasilia, 2003); Insituto dc Estudos para o Desenvolvi-
mento Industrial (IEDI), AnâllselEDI, Şubat 2004 ve Carta KOI no. 148,2005.

aylıkları ile tem in at altına alınm ış ve dolayısıyla daha az risk ­


li d ü şü n ü le n depozit k red iler tem elindeki şahsi kredi işlem leri­
n i artırm ıştır ve toplam şahsi krediler içindeki yüzdesi, n isp e­
ten daha d ü şü k faiz o ran ların d an dolayı yüzde 10 pozitif deği­
şim g ö sterm iştir (Tablo 12.8).
Mali erişim stratejileri, gelir bileşim inde yol açtıkları d ö n ü ­
şü m le r sayesinde b a n k acılık sistem in in ek o n o m ik olarak y e­
n id en ü retim in i d estek lem ek ted ir.20 Brezilya bireysel ban k acı­
lık sek tö rü n ü n yüksek düzeylerdeki kârlılık o ran ların ın , sa d e ­
ce kam u b onolarının kazanç o ran ına değil, ayrıca y ü ksek m a ­
kaslarla b eslenen kred i g elirlerin in p erform ansına ve ücretler
ile k o m isy o n ların genişlem esin e dayandığı ortaya ç ık m ıştır.21
K ârlılık, y ü k sek v erim s u n a n k am u b o rç la rın ın g en işlem esi­
20 Bkz. Valor Online, “A deseoberta dc um novo c m uito lucrativo ebenle”, 2006,
http7/ww\v. valoronlinc.com .br/especıais/valorgrandesgrupus/adescoberıa.aspN
21 Foundation İnstiıuıo de Pesquisas Econöm icas (FIPE) verilerinin gösterdiği­
ne göre, 1994'ıe hizm et kaynaklı gelirler toplam gelirlerin yüzde 6.25'ini o lu ş­
tu rm u ş ve 2003 so n u n d a yüzde 1 1.21'e çıkm ıştır. H izm etler sayesinde e d in i­
len gelirler personel m asraflarını karşılam ıştır. 1994 ile 2003 arasında b u ge­
lirlerin personel m asraflarına kıyasla katılım ı ortalam ada yüzde 26'dan yüzde
93.3’e gelişm iştir.

336
n e odaklı m ali b irik im m o d elin d en b ü y ü k ö lçü d e e tk ilen m iş­
tir (Tablo 12.9).
Kâra odaklı kısa vadeli şahsi kredi politikaları, devletin uzun
vadeli kalkınm a stratejileri o lu ştu rm ad a sın ırlarım g österm ek­
tedir.22 M ali erişim esnekliği am açlayan yeni k u ru m sal düzen,
büyüm eyi destekleyecek ve sosyal içerm eye k atk ıd a b u lunacak
b ir şekilde bankacılık stratejilerini değiştirem em iştir. Bu deği­
şik likler sadece m ali se k tö rü n d ah a da genişlem esine katkıda
bulunabilirdi.

TABLO 12.9
Faiz O ranı ve Banka Kârlılığı: Brezilya, 200 3-2 00 4 (% )

Banka kârlılık oranı**


Yıl Nominal faiz oranı' öz sermaye kârlılığı)

2003 23.32 18.1

2004 16.24 17.6

(*) SELIC, kamu bonoları, yıllık ortalama.


(**) 2003'te 35 mali grup içeriyor, 2004‘te 33 mali grup.
Kaynak: Banco Central do Brasil, Relatörio Anual (Brasilia, 2003); ve Indicadores Econömlcos (Brasilia,
2005); Valor Grandes Grupos (Valor online, 2005).

Paranın şahsi k red iler ve m ik ro k red i işlem leri şek lin de m e-


talaşm asının so n u c u n d a , m ali k u ru lu şla r, Brezilya’da neolibe-
ral dönem e k ad ar kalkınm acılığm tem elini n iteley en karşılıklı­
lık ve y en id en dağıtım biçim lerin in ü zerin d e piyasa değişim i­
nin hâkim iyetini k u rm u ştu r. Yakın zam anda Brezilya’da g ö rü ­
len m ikro k red i d en ey im in e ilişkin k an ıtlar, bireysel davranış­
ta e k o n o m ik g ü d ü y e d o ğ ru d ö n ü şü m le r ile g eleneksel karşı­
lık lılık ve y e n id e n dağ ıtım b içim lerin d e a ltü st o lu şlara işaret
ediyor. M ali esn ek lik çerçevesinde, m ik ro k red iler, ö nem li bir
ü re tk e n perspektife sah ip olm aksızın kayıtdışı se k tö rd e ticari
etkin lik lerin genişlem esinin yardım ıyla, piyasa odaklı hayatla
kalm a stratejilerin i beslem iştir.23

22 Şahsi kredilerin vadesi 365 günden fazla olmaz.


23 Bkz. M aria A. C aporale Madi v e jo se R. B. Gonçalvcs, "M icrocredit and M arket
Society: Challenges to Social Inclusion in the 21st C entury", “After 'Deregula-

337
Bu stra te jile r sanayileşm e d ö n em in e özgü y en id en dağıtım
p olitikalarında değişikliklere sebep o lm uştur; bu gelişm ede ka­
m u b an k aları, k red i tahsis p o litikaları, kam u yatırım ı ve so s­
yal p o litik a la r rol o y n a m ıştır.2'' A yrıca m ik ro k re d ile r, k arşı­
lıklılık ilişkilerinin y erini bireysel taleplerin alm asından ö tü rü
to plum sal bağların kaybına katkıda b u lu n u r o lm uştur. Bu dav­
ranış, aileler ve m ahalleler içinde geliştirilen karşılıklı ilişkile­
ri tehdit etm ektedir. O ysa söz k o n u su ilişkiler “.... hem üretim i
hem de ailenin geçim ini tem in etm ek ted ir.”25 Bir diğer deyişle,
p aranın m etalaşm ası ve borçlu lu ğ u n yayılm ası k o lek tif çıkarla­
rın m uhafazasını teh d it etm ek ted ir.26

Sonuçlar

P olan y i’n in s u n d u ğ u siste m ik ve k u ru m sal analiz, ço k taraf­


lı k u ru lu şlar tarafından sav u n u lan m evcut p o litikaların uygu­
lanm asında içsel gerilim leri d ah a iyi anlam am ıza olanak tan ı­
m aktadır. Piyasa bölgesinden kaynaklanan gerilim ler -g elirler,
istih d am ve h arcam alar ü z e rin d e deflasyonist b a s k ıla r- siya­
sal alana sirayet etm iştir. B unun so n u cu kuru m sal dö n ü şü m ler
b ü tü n to p lu m u kapsam aya m eyletm iş, daha fazla mali genişle­
m eye yol açm ıştır.
D o la y ısıy la m ali d ü z e n s iz le ş m e y e iliş k in a n a liz i, p a r a ­
n ın m eıalaşm asın ın top lu m sal h ay atı y en id en şekillendirdiği
Brezilya’da, k ap italizm in m evcut yayılm ası bağlam ında değer­
lendirm ek m ü m k ü n . T oplum sal ilişkilerin m etalaşm ası, g ü n ü ­
m üz Brezilya ek o n o m isin d e görü len m ali d ö n ü şü m lerin ö n e m ­
li b ir b o y u tu n u o lu ştu rm a k ta d ır. Bu d ö n ü şü m lere a rzu lan an

tion': The Financial System in the 21 sı Century" adlı konferansla sunulan teb­
liğ, C enler for Global Political Economy, University of Sussex. Brighton, Ing.il-
tre. 2 6 -2 8 Mayıs 2005.
24 Bkz. Jose R. B. G onçalves vc Maria A. C aporale M adi, "F rom In d u strializa­
tion to F inancializalion: C hanges an d C hallenges in the Process o f U rbani­
zation in Brazil, 1 9 50-2000", C anadian H istorical A ssociation (CHA) Yıllık
T oplantısı'nda sunulan tebliğ, T oronto, 1-3 Mayıs 2006.
25 Polanyi, Great Transformation, s. 48.
26 A.g.c., s. 46-^47.

338
k u ru m sa l so ru m lu lu k değerleri ile b an k acılık içerim strateji­
lerinin arasın d ak i gerilim ler eşlik etm iştir. T o p lu m d ak i karşı­
lıklı ilişkilerin k o ru n m a sın d a önem li b ir ö rg ü tley ici ilke ola­
rak su n u la n “k u ru m sal sosyal so ru m lu lu k ” fikri, aslında şa h ­
si kredileri gen işleterek piyasa ek o n o m isin in yayılm asına hiz­
m et etm ekledir.
Kredi stra te jile rin i “sosyal k esim lere” yayan k âr odaklı he­
defler, d o ğ ru su , d ü şü k gelirli g ru b u n b o rçlu lu ğ u n u artırm ış ve
mali sistem in yeniden üretim in e katkıda b u lu n m u ştu r. Böyle-
ce paran ın m etalaşm ası, karşılıklılık ve yeniden dağıtım tem e­
linde k u ru lm u ş d ah a önceki ilişkileri tehdit etm ek le ve aslın­
da, geleneksel geçim koşullarının parçalanıp dağılm asını teşvik
etm ektedir. Bir diğer deyişle k urum sal bankacılık so ru m lu lu ğ u
tem elin dek i uygulam alar, piyasa to p lu m u n u n ö rgütlenm esine
içkin olan yıkıcı etk ilerin ü stesin d en gelem em iştir. Yeni b a n ­
kacılık uygulam aları aracılığıyla sosyal içerm e girişim leri hete­
rojen nitelik tek i piyasa entegrasyon sürecini sü rd ü rü p , yoğun­
laştırm ıştır. Son bankacılık içerm e süreci, mevcuL m o dernleş­
m e sü recin in belirleyici b ir özelliği olm u ştu r; söz k o n u su süreç
gelenekleri tasfiye etm ek ve to p lu m u m eta efsanesi olarak pa­
raya tâbi kılm ak am acıyla kazanç g ü d ü sü n e dayalı değerleri pe­
kiştirm eye eğilim li olm uştur.
K u ru m sal b a n k a c ılık s o ru m lu lu k k a v ra m ı, serm ay e b iri­
kim d in am ik lerin in yeniden yapılanm asına katkıda b u lu n m ak ­
la birlikle, h u k u k u su llerin d e ve ek o n o m ik b ü y ü m e ile sosyal
içerm e im k ân ların d a n itel bir değişim i ortaya çıkarm ıştır. Daha
önceden k en ttek i sanayi işçilerinin geçim k o o rd in atların ı belir­
leyen toplum sal ilişkilerin şartların ın d eğişm esinden dolayı va­
tandaşlığın tem eli yeniden tanım lanm aktadır. Bireysel hareket­
lilik için yeni im kânlar, kişisel çıkarın başarıyla g ü d ü im esine
bağlı d ü şü n ü lü y o r; neoliberal ideoloji ise m ali kârlılığı to p lu m ­
sal fayda ile eş tu ta n b ir u zlaşm an ın g elişm esine yardım edi­
yor. Dolaşım alanını genişleten k âr odaklı b ankacılık faaliyetle­
ri, ek onom ik ve sosyal yeniden üretim im kânları arasında geri­
lim ler yaratıyor. Sonuç olarak, kred i esnekliği ile m ali sistem de
içerilm e arasındaki bağ, m eselenin çatışan farklı y ö nlerini k u ­

339
şatıyor: Y atınm ile em eğin sosyal bo y u llan tasfiye edilm eye yüz
tu tu y o r ve şahsi m ali yön etim gün delik hayata h ü km ediyor. Bu
şekilde Brezilya ban k acılık içerim in in analizi, ek o n o m in in to p ­
lu m d an k o p u şu n u n g ü n c e l tez a h ü rle rin in ve hayat ile geçim
şartların ın m etalaşm asın ın bir yansım asını su n u y o r bize. Sos­
yal so ru m lu lu k d eğ erlerin in b enim senm esi, toplum sal kesim ­
lere ayırm a stratejisi olarak m ali erişim in genişletilm esiyle kâr
am açlı hedeflerin d esteklenm esi an lam ına geliyor; bu şekilde
d ü şü k gelirli g ru b u n b o rçların ın artm asına yol açıyor. Bir diğer
deyişle, em ek gelirlerinin d ü ştü ğ ü ve istihdam k rizin in yaşan­
dığı b ir o rtam da am o rtism an ve faiz ödem eleri nedeniyle, hane
gelirlerinin m ali taah h ü tle rin in artışına.
B rezilya’n ın m ali sis te m in in yayılm a s ın ırla rın d a , p e rfo r­
m an s kıstasları ile y ö n le n d irile n b an k acılık içerim stra te jile ­
ri, to p lu m u piyasa e k o n o m isin e tâbi kılm aya eğilim li o lm u ş­
tur. N eoliberal itikada eleştirel b ir bakışla, k u ru m sal b a n k acı­
lık sosyal s o ru m lu lu k k av ram ını, genişleyen bir m ali alanda,
k red in in m etalaştınlm ası aracılığıyla piyasa ekonom isinin k u ­
rulm ası çabasının b ir parçası olarak değerlendirm ek m ü m k ü n .
D oğrusu, k u rum sal bankacılık sosyal so ru m lu lu k , 21. yüzyılda
kendi k urallarına göre işleyen piyasalar için b ir tem inat olarak
ortaya çıkm aktadır.

340
Sonuç
AYŞE BUĞRA - KAAN AĞARTAN

K endi k u ra lla rın a g ö re işley en p iy a sa la rın y a y ılm a sın ın in ­


san tü rü n ü n refahı ve gelişim i için olası tek yol olduğu, ahlâ­
ki ve m addi iyiliği için elzem olduğu şeklindeki varsayım , tek­
zip edilip çü rü tü lecek se dikkatli b ir analitik y en id en değerlen­
dirm eyi h a k etm ektedir. Polanyi’n in Büyük Dönüşımı’de yaptı­
ğı bu d u r. Polanyi, 19. yüzyılın kapitalist düzen lem elerinin ge­
rek İngiltere’de gerek başka yerlerde to p lu m u n d o k usuyla olan
u y u m su zlu ğ u n a eğilm iş, kendi k urallarına göre işleyen piyasa­
yı y üceltirk en , to p lu m u savunm ak adına yapılan siyasi m ü d a­
haleciliği de karalayan girişim lerin so ru n lu yanlarına eleştirel
bir bakışla ışık tu tm u ştu r. Polanyi’n in d ü şü n celerin d en ilham
alan elinizdeki bu kitap aynı gayeyi taşım ak ta ve g ü n ü m ü zd e
piyasa ekonom isini tesis etm eye ve b u n ed en le ortaya çıkan ka­
rışık lık ları zaptetm ey e y ö n elik hiç de k en d iliğ in d en olm ayan
siyasi girişim leri çeşitli şekilleriy le incelem ey i am açlam ak ta­
dır. 1970’lerd en bu yana “serbest piyasalara" olan inancın çeşit­
li şekillerde yenilenm esiyle birlikte d ü n y an ın birçok yerindeki
so syoekon o m ik d u ru m u yeniden d eğ erlen d irirk en Polanyi’nin
analizinin o ld u k ça yararlı o ld u ğ u n u d ü şü n ü y o ru z.
H er ne k ad ar g ü n ü m ü z uluslararası politik a o rtam ında “dev­
letin geri çekildiği” y ö n ü n d e h egem onik b ir re to rik h ü k ü m sü ­

341
rüyorsa da bu kitaptaki tü m b ö lüm ler, halihazırda şahit o ld u ­
ğum u z şeyin, devletin ek o n o m ik konu lara sistem atik m ü d ah a ­
lesi o ld u ğ u n u destek ler nitelikte; b u n u n n edeni em ek rejim le­
rin in ü zerindeki kontrole son verilm esi (ve yeniden d ü z en len ­
m esi), ticaret ve döviz k u rla rın ın liberalizasyonu ve m ülkiyet
hak ların ın k o ru n m ası için piyasanın devlete d ah a fazla gereksi­
nim duym asıdır. Bunu gizlem eye yönelik tü m çabalara rağm en
gö rü n d ü ğ ü şekliyle devlet m üdahalesi piyasanın toplum sal iliş­
k ilerin tü m ü n d e gayretli b ir m etalaştırm a girişim iyle h ü k ü m
sü rm esin e im k ân tan ım ak tad ır; so n u ç olarak to p lu m u n geçi­
m i piyasanın yasalarına tâbi kılınm aktadır. G ayet ironik bir şe­
kilde tasarlanan ek o n o m ik m odel - k i bu, piyasa güçleri d ışın ­
da bir m ü d ah ale olm aksızın, k en d i k urallarına göre işleyen p i­
yasalara d a y a n ır- an cak yoğun b ir idare ve yasam a faaliyeti ara­
cılığıyla kurulabilir.
Söz k o n u su iro n ik d u ru m Kari Polanyi’n in o k u y ucularım şa-
şırtm asa gerek. D oğrusu Büyük Döuüşünı’den alm an aşağıdaki
bö lü m bu kitap ta yer alan tü m çalışm aları tutarlı b ir m esajda
biraraya getirm ektedir:

Laissez-faire'de doğal bir şey söz konusu değildir; işler sade­


ce kendi akışına bırakılmış olsaydı serbest piyasalar asla oluşa­
mazdı... Laissez-faire devlet tarafından dayatılmıştır... Serbest
piyasaya giden yol merkezî olarak düzenlenip kontrol edilen
ve muazzam bir artış gösteren sürekli bir müdahalecilikle açıl­
mış ve muhafaza edilmiştir.'

Çağım ızın so sy o ek o n o m ik d ö n ü şü m ü n ü n b enzer b ir “p o li­


tik ” karak tere sahip olm ası bize fevkalade önem li b ir şey ola­
rak g ö rü n ü y o r. P olanyi’n in 19. yüzyıl piyasa to p lu m u bağla­
m ında siyaset ile ek o n o m in in k u ru m sal ayrım ına ilişkin anali­
zini takip ederek, piyasa ek o n o m isin in kendiliğinden b ir süreç
olm adığını, aksine em ek, top rak , para ve şim dilerde de bilginin
m eta olarak tam am en kurum sallaşm ası ile gerçekleşen “siyasi
bir p ro je” o ld u ğ u n u tek rar tek rar v urgulam ak önem li. Özelleş-

1 Karl Polanyi, The Great Transformation: The Political and Economic Origins of
Our Time (Boston, MA: Beacon Press, 1947), s. 139-40.

342
tirm e ve piyasalaştırm a ile geçen onca yıldan so n ra b u g ü n in­
san hayatının çok az b ir alanı ek o n o m ik k âr am acı g ü d en kap­
sam lı m etalaştırm a girişim lerinden etk ilen m ed en kalabilm iştir.
Bu d u ru m p a ra n ın ve em eğin yeniden m etalaşm asını am açla­
yan yasal değişikliklerde görü len nicel artışta ve b u değişiklik­
lerin siyasi ortam ı belirlem e b içim lerinde g ö rü lm ek ted ir (Bie-
nefeld. D evine ve Standing’in bu k itaptaki m akaleleri). K apita­
list dünya piyasasının ve hem Kuzey hem G üney ülk eleri ara­
sındaki gittikçe d erin leşen m etalaşm ış etkileşim in de d ik k ate
alınm ası g erek m ek ted ir (Deyo ve A ğartan, Y oung, ile Madi ve
G onçalvez’in b u k itaptaki m akaleleri). Bu b ak ım d an g ü n ü m ü z
piyasa ek o n o m isin in b u zam ana kadar k elim en in h iç b ir anla­
m ıyla m etalaşm am ış olan insan faaliyetlerinin (fikrî m ülkiyet,
bilim sel to p lu m u n çalışm aları ve diğer bilgi tü rleri gibi) büy ü k
ölçüde piyasa güçlerin e tâbi kılınm asına dayan d ığ ım göz ardı
etm em ek gerekir (Jessop, Irzık ve Brow n-K eyder’in b u k itap ta­
ki m akaleleri).
Eski kısıtlayıcı düzenlem elerin kaldırılıp yerine piyasa güç­
lerini serbest bırakacak yeni siyasi idari organların k u ru lm asın ­
da sürek li p o litik m anip ü lasy o n ile d evlet ö n c ü b ir yol oyna­
m a k ta d ır.2 Böylelikle ek o n o m in in to p lu m d a n k o p u şu bir ta­
kım ideolojik saikler eşliğinde tertip len en p o litik b ir süreçtir.
Yasama faaliyetlerindeki patlam a ve devletin piyasa ek o n o m i­
sinin ve piyasa to p lu m u n u n esas tem ellerini tesis etm eye yöne­
lik düzenleyici fonksiyonlarındaki devasa artış, piyasa sav u n u ­
cularının ideolojik gün d em i ve aktif politik faaliyetleriyle şekil­
lenm ektedir. Bu b ak ım d an , söz k o n u su süreci “insanlığın nihai
hedefine tabii ev rim i” olarak su n m ak başlı başına politik/ideo­
lojik bir d u ru şu g erektirm ektedir. G eçm işte o ld u ğ u gibi bugün
de “piyasa, to p lu m a gayri ek onom ik am açlarla piyasa örg ü tlen ­
m esini dayatan b ir h ü k ü m e tin bilinçli ve sık sık da şiddetli m ü ­
dahalesinin s o n u c u d u r."3

2 Fred Block vc M argaret Somers, "Beyond th e Econom ic Fallacy: T he Holistic


Social Science o f Karl Poianyi”, Vision and Method in Historical Sociology için­
de, der. T heda Skocpol (Cam bridge: Cam bridge U niversity Press, 1994), s. 56.
3 Poianyi, Great Trattsjormation, s. 250.

343
Bu “gayri e k o n o m ik a m a ç la rı’’ b asitçe b ir g ru p ek o n o m ik
güç sah ib i ta rafın d an ta sa rla n ıp y ü rü rlü ğ e k o n a n e k o n o m ik
strate jile r dizisi o larak g ö rm e m e k g erekir; ak sin e, piyasanın
hayatın h er alanında en önem li belirleyici faktör olarak belirdi­
ği bir to p lu m m odeli ve b ü sb ü tü n farklı bir toplum sal dü zen le­
m e biçim ini -ç e şitli politikalar, k u ru m lar ve yönetişim yapıla­
rı aracılığıyla- tesis etm eye yönelik yem saikler b ü tü n ü olarak
görm ek g erek m ek ted ir. Bu p o litik g ü d ü n ü n a rk asın d ak i ide­
oloji, reto riğ in in ak sin e, n ih ay etin d e kendi “piyasa to p lu m u -
n u ” yaratacak k en d i k urallarına göre işleyen bir piyasa ek o n o ­
m isin in egem enliği için gerekli k u ru m sal o rtam ı o lu ştu ra cak
herhangi b ir politik (ve zorlayıcı) aracı seferber etm eye tered­
d ü t etm ez. Bir diğer deyişle, siyasetten bağım sız piyasa kisve­
si altında bilinçli d evlet m üdahaleleri üzerin den g ü n ü m ü z giri­
şim leri, Polanyi'yi an ım satan bir şekilde, zam anım ızın “laissez-
/a ir e ”in in ana hatlarını çizm eye yarıyor.
P olanyi k en di k u ra lla rın a göre işleyen piyasanın toplum sal
ilişkilerden k o p m u ş b ir ek o n o m ik ortam da geçici olarak sağla­
nabileceğini olasılığını özellikle yok saym am ıştır. Ö te yandan
Polanyi, b u d u ru m u n top lu m için “k alıcı” bir hal alm ayacağı­
nı, en so n u n d a karşı h arek etin yol açtığı “g erginlikler” ve “h a­
sa rla r” so n u c u n d a to p lu m u n ç ö k ü şü n e yol açacağını g ö ster­
m iştir. Böylesi b ir o rtam ın yaratılm asında rol alan yasal ve ida­
ri çabalara d ik k ati çekm eye yönelik bir çığlıktır on u n k i. Bu tür
çabalar yıkıcı n itelik ted ir; bu sadece insanlık üzerin d e d o ğ ru ­
dan etkiye sahip olm aların dan kaynaklanm az, ayrıca to p lu m u n
sistem le bağdaşm az nitelikteki k oru yu cu ham lelerinin bizatihi
doğasıyla da alakalıdır.
Polanyi’n in b u tü r çabaların “politik ” niteliğine yaptığı v u r­
gudan yola çıkarak söz k o n u su çabaların bireysel ö zg ü rlü k ve
bir b ü tü n o larak to p lu m üzerin d ek i etk ilerini y eniden d eğ er­
lend irirsek insan faaliyeti, doğa ve p o litik olarak tayin edilen
satın alm a g ü cü n e m eta m uam elesi yapılm asının so n z am an ­
larda vuku b u lan yıkıcı so n u çlarını daha net görebiliriz. K en­
di k u ralla rın a göre işleyen piyasaların k u ru m sallaşm ası siya­
si ve k urum sal gerilim lere yol açm aktadır; bu gerilim ler yerel.

344
u lusal ve u lu slararası d ü zeylerde d ah a y o ğ u n b ir şekilde h is­
sedilm ekte ve d ü n y an ın sosyal istikrarını sarsm aktadır. Bu ba­
kım dan içinde b u lu n d u ğ u m u z anı daha iyi anlam ak için İk in ­
ci D ünya Savaşı so n rasın ın refah devleti o lg u su n u n gerek geç­
m iş ku ru m sal yapısını gerek hali h azırdaki çö zü lü ş biçim leri­
ni değ erlen d irm ek gerekm ektedir, ikinci D ünya Savaşı so n ra ­
sı d ö n em d e g ö rü le n refah devleti u y g u lam aların ın ekonom iyi
to p lu m u n içine yeniden yerleştirm ede n e k ad ar başarılı o ld u ­
ğu bu bağlam da önem li bir so ru olarak b elirm ek ted ir (bu ko­
n u d a Bienefeld ve D evine ile Lacher’in bu k itap tak i m akalele­
ri karşılaştırılabilir). Polanyi’n in “b ü y ü k d ö n ü ş ü m ” olarak ilan
ettiği savaş so n rasın d a m etalaşm ayı sınırlam aya yönelik uygu­
lam aların kendi sınırlam aları üzerine b ir tartışm a, hem d ö n e ­
m e ilişkin tarihsel analizlere katk ıd a b u lu n m ası hem de gele­
ceğe y ö n elik p o litik o lasılıklara d air so rg u lam aları nedeniyle
önem lidir. İkinci D ünya Savaşı sonrası d ö n em in kapitalizm iy­
le m evcut neoliberal d ü n y a d üzeni arasın d a bariz b ir fark b u ­
lunm ak la birlik te, bizi neoliberalizm in ötesine taşıyacak poli­
tik bir g ü n d e m i tasarlam aya y ö n elik g irişim lerin , refah kapi­
talizm inin yitik A ltın Çağ'ına yönelik bir nostaljiyle sınırlı kal­
m ası d ü şü n ü lem ez.
1980’ler piyasa reform larının toplum sal so n u çların a göz yu­
m u ld u ğ u b ir d ö n em o lm u ştu r. H ay atım ızın b elirli y an ların ı
m etalaştırm aya yönelik çabalara insan i b ir çehre k azan d ırm a­
yı am açlayan g ö rü n ü şte ideolojik olan b ir yen id en k o n u m lan ­
mayla 1990’lar piyasaya dayalı ek o n o m ik sistem in başarısızlık­
larının d ah a fazla tan ın ıp kabul edilm esine şah it oldu. Politik
ve eko n o m ik güç sahipleri, kendi k u ralların a göre işleyen piya­
sa sistem ine karşı toplum sal d iren işin kaçınılm az oluşuna b u ­
g ü n 19. yüzy ıl m u k te d irle rin d e n d ah a d u y arlı g ö rü n ü y o rlar.
D olayısıyla sistem , u lu sla ra ra sı ö rg ü tle r ö n c ü lü ğ ü n d e k i u lu ­
sal politik a tercihlerine tercüm e edilm iş girişim leri ile kendili­
ğinden d iren işlerin ekonom iyi top lu m sal b ağ lam ından kopar­
m aya yönelik çabaların ö n ü n ü kesebilecek b ir karşı hareketle
so n u çlan m asın ı engellem eye çalışm aktadır. Ç özüm devlet dışı
alanlarda aran m ak tad ır; “iyi y ö n etişim ”, “k u ru m sal sosyal so­

345
ru m lu lu k ” ya da kam u-özel sek tö r ortaklıklarına dayanan baş­
ka “sivil b ağ lantılar” gibi fikirler, piyasa ilişkilerinin önem k a ­
zanm asıyla doğan zararları telafi etm ek üzere pazarlanm aktadır
(bkz. Buğra; M adi ve G onçalvez).
Bugün, d em o k ratik sözleşm enin siyasi k u ru m la r aracılığıy­
la genel taleplerin ifade edildiği esas iktidar aracı olm ayı b ıra k ­
masıyla birlikte, siyasi d em o k rasin in m evcut toplum sal d ü z e ­
ne m eydan o kum a gücü de önem ini yitirm ektedir. Bu nedenle
“çoğ u n lu ğ u n tiranhgına k a rşı” m ücadele etm ek, “siyaseti" ye­
n id en tesis ederek “depolitizasyon politikasına" karşı diren m e­
yi g erek tirm ek ted ir; b u n u n için de p iy asanın in san ilişk ileri­
nin tek belirleyici gücü o ldu ğu yö nü nd ek i neoliberal zihniyete
karşı siyasetin yeniden g ü nd em e getirilm esi, ön em in in v u rg u ­
lanm ası ve itibarının iade edilm esi g erekm ektedir.4 Bu ise to p ­
lu m u n e k o n o m ik d e te rm in iz m e b o y un egdirilm esiyle sağla­
n an sözde “k u rtu lu ş u n u n ” hayati sonu çların ın gösterilm esi ve
“k en d i k u ralların a göre işleyen piyasaların” o lu ştu ru lm a sın ın
toplum sal gelişm enin doğal akışından ziyade siyasi b ir proje ol­
duğu gerçeğinin ifşa edilm esiyle gerçekleşebilir.
Şu anda içinde b u lu n d u ğ u m u z d u ru m çifte harek etin bu h e­
defleri k arşılayıp k arşılayam ayacağın ı d ü şü n d ü rtü y o r. B unu
yapm ak için refah devletinin çö zü lü şü n ü n ötesinde ulu slarara­
sı finansal k u ra m la rın etkisi altında d ü n y an ın çeşitli yerlerin ­
de devlet-toplum ilişkilerinin nasıl yeniden k u ru ld u ğ u n a b ak ­
m ak gerekiyor. U luslararası finansal k u ra m la rın söz k o n u su et­
kisi sadece devlet m ü d ah alesin in kapsam ını sınırlam ak şeklin­
de görü lm em ek ted ir; ayrıca, piyasa ekonom isine karşı d ire n i­
şi k o n tro l edip zap t edecek şekilde devlet m üd ah alesin in biçi­
m ini değiştirm ektedir. Bir diğer deyişle, neoliberal küreselleş­
m en in yol açtığı son d ö n em siyasi ve k u ru m sal değişiklikleri
incelem ek için çifte h arek et kavram ını yeniden d ikkate alm a­
mız gerekiyor. Bu d eğ işiklikler ek o n o m ik ve toplum sal haya­
tın m etalaşm asm ın d o ğ u rd u ğ u gerilim leri nasıl çözm eye çalışı­
yor? Söz k o n u su g erilim ler direniş eylem lerine tercüm e edili­

4 Pierre Bourdieu, Firing Back: Against the Tyranny oj the Market 2 (New York:
New Press, 2003).

346
yo r m u yoksa k en d i k urallarına göre işleyen piyasanın yayılm a­
sını destekleyip sü rd ü re n çeşitli m ekanizm alar tarafından ko n ­
trol altında mı tu tu lu y o r? Piyasa ilişkilerinin yayılm asına karşı
direnişi sınırlayan faktörler nelerdir? Bu önem li so ru lar, bugün
d ü n y an ın h e r b ir köşesinde gittikçe h ızlan an to p lu m dan kopuş
sürecine güç verm eye ve karşı çıkm aya yönelik m evcut girişim ­
ler bağlam ında cevaplanm ayı bekliyor.

347
Ya z a r l a r

KAAN AĞARTAN doktorasını New York Eyalet Üniversitesi-Bing-


ham ton (ABD) Sosyoloji Bölüm ü'nde tam am lam ıştır. H alen Pro­
vidence College ve Roger W illiams Ü niversiteleri’nde (ABD) ders
vermekte, Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika F orum u bünyesin­
de konuk araştırmacı olarak çalışmalar yapm aktadır.

MANFRED B1ENEFELD doktorasını London School of Economics’te


tam am lam ıştır. Carleton Üniversitesi (O ttow a, Kanada) School of
Public Policy and A dm inistration’da ekonom i profesörüdür.

V IRG IN IA BROWN-KEYDER h u k u k alan ın d a d o k to ra d erecesi­


ni McGill Ü niversitesi’nden (M ontreal, Kanada) almıştır. Boğaziçi
Ü niversitesi ile Sabancı Üniversitesi’nde Avrupa Çalışm alan, New
York Eyalet Üniversitesi-Binghamton’da (ABD) siyaset bilimi üze­
rine dersler veriyor.

AYŞE BUĞRA iktisat alanında doktora derecesini McGill Ü niversi­


tesi’n d en (M ontreal, Kanada) alm ıştır. Boğaziçi Ü niversitesi Sos­
yal Politika F o ru m u ’n u n k u ru cu ü yelerinden biridir. Aynı ü n i­
versitede A tatürk İlkeleri ve inkılap T arihi E nstitüsû’nde profe­
sördür.

349
PAT DEVINE öğrenim ini O xford Balliol Colege ile M anchester Ü ni­
versitesinde (İngiltere) sürdürm üştür. M anchester Üniversitesi İk­
tisat Bölümü’nde onursal araştırmacıdır.

FREDERIC C. DEYO sosyoloji alanında doktora derecesini C hica­


go Ü niversitesinden (ABD) almıştır. New York Eyalet Üniversitesi-
Binghamıon (ABD) Sosyoloji Bölümü’nde profesördür.

JO S £ RICARDO BARBOSA GONÇALVES iktisat tarihi alan ın d a


doktora derecesini Sao Paulo Üniversitesi’nden (Brezilya) almıştır.
Instiluto de Econom ia in Universidade Estadual de C am pinas’da
(UNCAMP, Brezilya) iktisat tarihi profesörüdür.

GÜROL IRZ1K doktorasını Indiana Üniversitesi (ABD) Bilim Tarihi


ve Felsefesi Bölümü’nde tamam lam ıştır. Boğaziçi Üniversitesi Fel­
sefe Bölüm ü'nde ders verm ektedir.

BOB JESSOP siyaset sosyolojisi alanında doktora derecesini Cam b­


ridge Ü niversitesi’nden (İngiltere) alm ıştır. Lancaster Ü niversite-
si’nde sosyoloji profesörü ve Institute for Advanced Studies y ö n e­
ticisidir.

HANNES LACHER uluslararası ilişkiler alanında doktora derecesi­


ni London School of Econom ics’ten (İngiltere) almıştır. Şu an York
Ûniversitesi’nde (Kanada) siyaset bilimi profesörü olarak m isafir
öğretim görevlisidir. Doğu Akdeniz Ü niversitesinde (K ıbns) ulus­
lararası ilişkiler alanında doçenttir.

MARIA ALEJANDRA CAPORALE MADI doktorasın ı U niversida­


de Estadual de Campinas’da (UNICAMP, Brezilya) tamam lam ıştır.
Instituto de Economia’da (UNICAMP) ders vermektedir.

JOSE LUIS REY PEREZ U niversidad Carlos 111 de Madrid'de (İspan­


ya) doktora adayıdır. U niversidad Pontificia Comillas’ta (M adrid)
hu k u k felsefesinde yardım cı okutm andır.

GUY STA N D IN G ik tisat alan ın d a doktora derecesini C am bridge


Üniversitesi’nden (İngiltere) alm ıştır. U luslararası Çalışm a Ûrgü-
lü’nde Sosyo-Ekonomik G üvenlik Programı’nın yöneticiliğini yap­

350
mıştır. BlEN'in (Basic Incom e European Network-Avrupa Temel Ge­
lir Ağı) eş-başkanlarından biridir. Bath Ûniversitesi’nde (İngiltere)
ekonom ik güvenlik profesörü ve M onash LJniversitesi’nde (Avus­
tralya) çalışma iktisadı profesörüdür.

KEVIN YOUNG London School of Econom ics’te (İngiltere) d okto­


ra adayıdır.

351
DİZİN

ABD P a te n t ve T ic ari M arka D airesi 205, 207, 2 1 3 -2 1 5 ,2 1 8 , 22 1 .2 2 3 ,


(USPTO) 1 9 3 ,1 9 4 , 212, 217 2 2 7 ,2 3 0 ,2 3 1 ,2 4 8 .2 7 0 ,2 8 5 , 286.
ABD P atent Yasası 193, 207, 217 3 2 8 ,3 3 1 ,3 4 2 .3 4 3
ABD Tem yiz M ahkem esi 1 9 3 ,194, hayalı b ir m eta olarak 1 0 ,2 4 .1 6 3 .
2 0 5 -2 0 8 ,2 1 2 ,2 1 3 ,2 1 6 .2 2 1 1 7 3 ,1 8 1 ,1 8 4 ,
ABD Ulusal Sağlık E nstitüleri 199 değer teorisi 174
A m erika Birleşik D evletleri 2 5 ,4 7 , -nin m etalaşm ası 1 7 ,2 5 ,1 6 7 ,1 8 1 ,
5 0 ,5 1 .5 5 .7 1 ,7 9 - 8 3 ,9 7 .1 0 6 .1 0 7 , 1 8 8 ,1 9 0
1 1 3 .1 1 4 ,1 1 6 ,1 1 8 ,1 2 1 ,1 2 2 .1 2 5 , bilgi ekonom isi 1 6 ,2 4 .2 5 ,1 8 9 .1 9 4 .2 0 5
133. 134. 1 8 1 ,1 8 3 , 189. 192-195, bilim
1 9 9 ,2 0 2 . 205, 207, 209-226, 228, uygulam alı 190
230-233, 2 6 3 ,2 8 0 ,3 3 4 ,3 3 5 .3 4 9 , tem el 191
350 bilim sel bilgi 1 5 ,2 4 .1 8 5 ,1 8 8 -1 9 1 ,
A rendı, H annah 103, 107 1 9 6 ,1 9 8 , 200, 201, 204
A vrapa Birliği (AB) 132, 210, 212, -nin m etalaşm ası 188, 200
2 1 7 ,2 2 4 , 229, 2 3 2 ,2 9 9 -3 0 1 , 304, B retton W oods 4 2 ,4 3 , 5 5 ,6 0 ,6 6 , 82,
305, 307-315 8 3 ,9 1 ,3 1 7 .3 2 2

Bayh-Dole Yasası 1 9 4 ,1 9 5 ,1 9 9 ,2 0 5 , çalışm a


222 özgürlüğü 24, 140-143, 159
Bell. D aniel 51, 1 7 3 .1 7 4 , 178,185 hakkı 2 4 ,1 3 9 -1 5 5 ,1 5 7 -1 5 9
beşeri serm aye 1 2 8 ,1 7 6 , 1 7 7 ,270, Çevre K orum a Dairesi (EPA) 203
2 7 4 ,2 9 4 çift yönlü hareket 22
bilgi 10, 1 5 ,1 6 .1 7 ,2 4 ,2 5 ,5 3 .1 3 1 ,
1 2 8 .1 3 5 ,1 4 2 ,1 6 1 .1 6 3 .1 6 4 ,1 6 6 - değişim değeri 168, 1 7 4 ,1 7 6 , 177
1 7 1 ,1 7 3 -1 7 5 ,1 7 7 -1 8 5 ,1 8 8 -1 9 1 . dem okrasi 39, 57, 6 2 .6 3 , 65-70, 72,
1 9 3 ,1 9 4 ,1 9 6 , 198-201, 202, 204, 7 4 ,7 5 ,8 1 ,1 3 3 ,2 5 5 .3 4 6

353
dcvleı işlem eleri (Dİ) 264, 265, 270, faşizm 53. 59, 106, 256, 257, 298, 315
2 7 1 .2 7 8 -2 8 0 ,2 8 5 , 287 fikri m ülkiyet (haklan) 1 0 ,1 9 , 24, 25.
doga 13, 22. 23. 25, 32, 33, 36, 3 7 ,4 0 , 167, 1 7 2 .173. 178, 181, 189, 194.
4 1 ,4 4 . 53. 5 4 .8 3 - 8 5 ,8 9 ,9 2 .9 4 , 199. 207, 209, 211, 2 1 2 ,2 1 9 , 227,
165, 166, 168, 170, 175, 176, 179, 229, 232, 343
185, 1 87-189,191. 193, 194, 206, ayrıca bkz. TRIPS
207, 238, 239, 244. 254-256, 297, finans 10, 15. 27, 31. 32, 33, 39, 47,
3 1 9 ,3 2 5 , 332, 344 49. 5 4 ,6 4 ,9 1 . 102, 109, 158. 163,
Dogu Asya 26. 33. 39, 52, 183, 261, 172, 184, 218, 222, 227, 289, 290,
262, 295 324, 327, 328, 330, 333, 346
D ünya Bankası 43. 60. 71, 2 4 1 ,2 4 2 , m ikrofinans 330, 333
261, 263, 266, 277, 287, 290-293, Fııııfe Brothers Seed Co. v. Kıılo Inocu-
296. 325 kını Co. 207
D ünya Sağlık Ö rg ü tü (W H O ) 197,
229, 233 gelir
D ünya Ticaret A nlaşm ası (DTA) 212, tem el gelir 24, 137-139, 154, 157,
220, 230 158. 350
D ünya Ticaret Ö rg ü tü (DTÖ) 71, 220, asgari tutunm a geliri (revenue mini­
228-230, 279, 280 mum d ’insertion) 119
düzenlem e 18, 21, 2 7 .3 7 , 3 8 .4 2 ,4 4 , hak olarak tem el gelir 138
4 8 ,6 1 ,8 4 , 92, 96, 103. 106, 108. gen 179. 183, 190, 192-194, 199. 213-
111-115, 118, 119, 122, 1 3 0,137, 2 1 5 ,2 2 1 .2 2 2 , 225, 2 2 9 ,2 3 0 ,
1 4 5 ,1 6 7 , 170, 195, 203, 215, 216, GATT (G um riık Tarifesi ve Ticaret
228, 239, 241. 244, 248, 251, 253, Ü zerine G enel A nlaşm a) 220. 224
256-258, 263, 2 6 5 ,2 6 7 . 268, 270. genetik olarak değiştirilm iş m ahsul­
273. 283. 289. 290. 297. 2 9 9 .3 0 7 - ler 229. 232
3 1 2 ,3 2 0 ,3 2 2 , 3 2 8 ,3 3 1 , 3 3 2 ,3 3 4 . genetik olarak değiştirilm iş organiz­
341, 343, 344 m alar 193, 229
G ıda ve İlaç İdaresi (FDA) 203
em ek gönüllü sektör (ü çü n cü scklör)183,
piyasası 24, 35. 61-63, 69. 77, 243, 245
88, 104, 106, 108, 111-114, Gram sci, A ntonio 5 8 ,6 7
118, 120, 144. 145, 148, 149. G ranovetter. Mark 2 0 .2 4 6
152, 1 5 3 .1 5 5 .1 5 7 -1 5 9 , 176,
220, 252, 264-266, 2 6 8 ,2 7 2 . Hayek, Friedrich 6 8 .2 5 6
274, 277. 280. 282, 283, 285. hayırseverlik 116, 243, 244
286, 309, 310, 3 2 6 ,3 2 7
gücü 102, 1 0 4 .1 1 0 .1 1 2 .1 1 8 , icat 1 2 2 ,1 9 3 .1 9 4 . 196, 199-201, 206.
121, 124, 128, 136, 138, 165, 2 0 8 .2 1 8 , 261
1 6 8 ,1 6 9 ,1 7 2 , 173, 175-177, insan h ak lan 1 4 0 ,1 4 1 .1 4 7 ,1 4 9 , 150,
1 7 9 ,1 8 4 .1 8 8 233, 255
hak lan 34, 140-143, 1 4 6 .148. 154. iş (bkz. çalışma)
155, 159 işçi 2 2 ,2 3 ,2 6 ,3 4 , 3 5 .4 2 .4 9 ,5 7 .5 9 -
sistem leri 261-263, 265, 267, 270, 70. 7 2 -7 5 ,8 7 .9 5 . 104, 106-108,
2 7 2 ,2 7 3 ,2 7 7 , 285. 286. 2 9 4 .2 9 5 110.112-114, 1 1 6 .1 1 7 .1 2 0 -1 2 7 .
örgütleri 331 129. 1 3 0 ,1 3 3 -1 3 5 ,1 3 7 , 142, 145,
enflasyon 5 7 ,6 1 -7 0 ,1 7 6 , 324 1 4 6 ,1 5 8 ,1 7 1 ,1 7 3 ,1 7 7 ,1 8 0 ,1 8 3 ,

354
2 4 3 .2 4 8 .2 5 2 .2 6 3 -2 7 4 . 2 7 6 ,2 8 0 - 1 8 5 .2 9 8 ,3 0 3
290. 292-295. 303, 304, 311. 315. M arksist 9, 1 6 .8 6 ,1 0 4
3 2 6 .3 3 0 , 339 M erton, R. 197. 198, 201
m eta
kalkınm acılık 2 7 ,2 6 1 . 2 7 0,2 9 2 -2 9 4 , efsanesi 1 3 ,1 7 .1 8 . 2 3 .2 4 , 94, 95.
337 1 6 1 .2 0 4 , 2 3 8 ,2 4 7 , 2 5 1 .2 5 6 .2 5 8 ,
kam u çıkarları 3 9 ,4 4 , 5 4 ,1 9 0 ,1 9 6 . 2 5 9 ,3 2 0 , 339
203 hayali 9 , 10, 16-19. 21, 24, 102.
kapitalist 2 1 .2 3 ,2 5 .3 3 ,4 1 .5 3 ,5 8 .5 9 , 127, 137,163-169. 171.174-179,
6 1 -6 7 .7 1 ,7 6 ,7 9 ,8 7 ,1 6 3 . 164.167- 1 8 4 ,1 8 8 ,2 0 0 , 252, 258, 2 9 8 ,3 1 8
1 6 9 ,1 7 1 .1 7 2 ,1 7 4 ,1 7 5 ,1 7 7 -1 7 9 , -ym ış gibi / -m sı 167
181. 184. 1 8 5 ,1 8 8 ,2 4 7 ,2 6 1 ,2 9 6 , m etalaşm a
3 0 1 .3 0 3 , 3 0 4 .3 0 7 ,3 2 3 ,3 4 1 ,3 4 3 m etalaşm anın sınırlanm ası 102,
karşı hareket 22, 25, 5 8 .5 9 .7 4 ,1 0 2 , 105-108. 136-1 3 8 .1 8 6
137, 239, 252, 253. 261. 298, 299. yeniden m etalaşm a 10, 2 3 ,1 0 1 ,
3 0 7 ,3 1 4 ,3 1 5 .3 4 4 ,3 4 5 102. 109-115, 1 1 8 -1 2 0 ,1 2 2 .1 2 3 .
karşılıklılık 17. 92, 94, 1 0 3,125, 136, 128. 131-134. 1 3 6 .3 4 3
137, 158, 1 6 4 ,1 6 6 , 170, 174,179, m ikrokredi 290-292. 321, 330, 332-
237, 238, 247, 253, 304, 337-339 335, 337, 338
keşif 191, 193, 194. 198-200 Moorc v. Regents o f the University o f
Keynes. Jo h n M aynard 42, 44, 60 California 207
K eynesyen(ler) 22, 57, 59, 60, 61, 63, m ülkiyet 10. 19, 24, 2 5 ,4 5 ,6 6 .8 9 ,
6 5 .8 1 ,8 2 .1 1 0 , 322 90, 1 6 7 ,1 7 2 -1 7 4 ,1 7 8 ,1 8 1 ,1 8 5 .
kredi 27, 28, 42, 4 4 .4 6 ,5 1 , 54, 113, 189, 1 9 4 ,1 9 5 , 198, 199, 205, 207-
1 1 4 ,1 2 1 ,1 2 8 ,1 7 6 ,1 7 9 . 280. 290, 2 0 9 ,2 1 1 ,2 1 2 ,2 1 4 , 2 1 5 ,2 1 7 , 219,
293. 319, 323, 327-340 2 2 1 .2 2 2 , 2 2 5 .2 2 7 ,2 2 9 .2 3 2 . 252,
kurum sal sosyal so ru m lu luk 27. 135, 324, 342. 343
320, 3 2 1 ,3 3 1 .3 3 9 .
k ü çü k ve o rta b ü y ü k lü k teki işletm eler neoliberalizm 3 3 ,3 5 . 5 2 -54,65-68.
(KOBİ) 27. 292, 299-315 7 1 ,7 2 ,7 4 .1 0 1 .1 8 5 , 194, 2 5 3 ,2 9 8 ,
küresel 2 9 9 .3 0 9 ,3 1 1 ,3 1 4 ,3 4 5
ek onom ik sistem 31 New Deal 7 8 ,8 0 -8 2
ekonom i 3 1 .3 3 .4 2 ,4 5 ,6 6 , 253,324 N ew ton, Isaac 1 9 7 ,2 0 0
piyasa 239. 248, 2 9 6 ,3 2 0 , 324 N orth, Douglas 20, 246
küreselleşm e 7 1 .1 2 8 , 149, 184, 194,
2 0 7 ,2 1 9 , 2 2 3 ,2 2 5 ,2 2 6 , 2 3 1 .2 6 2 , OECD 3 5 ,3 6 .1 3 2 , 15 2 ,2 6 3 , 281, 331
2 6 3 .2 6 6 , 287, 2 9 8 .3 1 4 .3 4 6 Ow en, R obert 250, 251

la iss c î/a ire 7 9 - 8 3 ,8 9 ,9 1 ,1 0 1 .3 4 2 özelleştirm e 58. 7 0 ,7 1 ,1 9 4 . 205, 239,


liberal 28, 39. 7 8 -8 0 .8 2 ,8 7 -8 9 ,1 1 8 . 2 5 2 ,2 7 1 ,2 8 0 ,3 1 8 ,3 2 9
141. 158, 163. 2 0 4 ,2 0 5 .2 4 3 . 244. özgürlük 16, 2 4 .2 6 ,3 2 ,3 8 ,5 3 , 57,
248, 249, 2 5 2 ,2 5 3 , 2 5 6 -258,320 6 8 ,9 5 ,1 0 4 .1 0 8 . 112, 115, 131.
liberalizm 7 7 -7 9 ,8 5 ,8 7 , 141,166, 133, 136. 1 37,140-144, 1 4 7 .1 5 8 ,
2 5 7 ,2 9 7 .3 2 1 159, 2 4 9 ,2 5 6 -2 5 8 . 344

M achlup, F. 189 para 16. 18, 22, 2 4 ,2 8 .3 9 , 42, 4 5 ,4 6 .


M arx. K. 62, 167-169, 1 7 4 ,1 7 7 ,1 8 4 , 48. 5 4 ,6 3 -6 5 , 82, 8 4 ,8 5 ,8 8 . 89.

355
91-96, 105, 1 0 7 ,109, 114, 122, sendikalar, hkz. em ek örgütleri
131, 137, 138 ,1 46, 151. 155-159, serbestleştirm e 2 2 ,3 9 , 58, 8 3 ,9 6 ,
163 ,1 6 5 , 168. 169, 172, 1 7 3.175- 252, 261
177, 179, 184, 186-188, 190, 192, serm aye 9, 10, 21, 24, 35, 3 6 ,4 0 -4 2 ,
195, 1 9 6 ,2 0 1 ,2 0 5 ,2 0 9 ,2 1 0 ,2 1 4 , 49, 50. 55. 58, 60-62. 65, 66, 70,
227. 228, 230, 238, 239, 248, 289, 7 1 ,7 3 .8 1 ,9 1 .1 0 7 . 109, 113. 119,
318-322, 329, 331, 332,337-339, 120, 122, 123, 128, 1 3 8 ,1 6 3 ,1 6 6 -
342, 343 168, 1 7 2 ,1 7 4 -1 8 5 ,1 9 6 , 239, 248.
piyasa 265. 270, 272, 274, 290, 291, 294,
finansal 47 29 5 .3 0 4 , 305. 322, 325, 327-329,
güçleri 3 1 .3 3 ,3 5 -3 8 ,4 3 ,4 4 ,5 2 .9 4 , 3 3 3 -3 3 5 .3 3 7 ,3 3 9
105, 123, 1 3 3 ,1 6 8,184, 342,343 sivil toplum k u ru lu ştan (STK’lar) 245,
küresel 239, 248, 2 9 6 ,3 2 4 248, 280, 290, 291, 295
em ek, hkz. em ek piyasası SmiLh, Adam 5 5 ,1 0 4 , 249, 250
reform ları 26, 242, 261-263, 265, sosyal dem okrasi 39, 57, 62, 6 3 ,6 5 -
266, 275, 276, 278, 287, 291, 296, 6 7 .6 9 , 70, 72, 74
345 sosyal dem okratlar 9, 22. 33, 39, 57-
kendi kurallarına göre işleyen 9 ,1 5 , 5 9 .6 1 .6 3 .6 8 .6 9 , 86, 103, 107,
18, 1 9 ,2 2 ,2 3 ,2 7 ,3 1 ,4 3 ,8 9 ,9 1 ,9 2 , 1 1 2,117, 118, 137
9 4 -9 6 ,1 0 1 ,1 3 6 , 166,1 6 9 ,2 0 4 , 205, sosyal dışlanm a 15. 28, 132, 152, 154-
2 37,23 9 -2 4 2 .2 5 8, 297, 320, 321, 156, 158, 3 0 5 ,3 2 2 ,3 2 7
3 2 4 ,3 2 5 ,3 2 8 , 340-342, 344-347 sosyal gelir 2 3 ,1 0 5 , 107,109, 121. 131
piyasa ekonom isi 1 5 .1 6 , 18-24, 26, sosyal haklar 139, 14 2 ,1 4 7 , 15 0 .1 5 7 ,
28. 34, 58, 7 8 ,8 3 , 9 1 -9 3 ,9 9 , 101, 287
164-168, 170-173, 176, 204, 238- sosyal içerm e 115, 1 5 3 .1 5 4 , 317-323,
242, 246. 248. 251, 253-255, 319, 3 2 5 ,3 2 8 , 3 3 7 .3 3 9
321, 3 2 4 ,3 2 8 .3 3 3 , 3 3 9 -3 4 4 ,3 4 6 sosyal korum a 2 7 ,3 5 ,1 0 4 . 105, 108,
piyasa sistem i 1 8 ,8 3 ,8 6 ,8 7 ,8 9 ,9 1 . 1 1 1 ,1 1 5 ,1 6 .1 1 9 , 1 3 0 ,1 3 3 ,1 4 0 .
9 2 ,9 4 ,9 6 .2 3 7 , 2 5 0 ,2 5 1 .2 5 4 , 297, 166. 2 4 3 ,2 6 7 , 277, 286-288, 290,
3 1 9 ,3 2 0 ,3 4 5 3 0 9 .3 1 3 .3 1 4 ,3 2 1 ,3 2 7
piyasa toplum u 9 ,1 0 ,1 8 , 2 7 .7 8 ,8 6 , sosyal yasalar 18. 120
8 7 ,8 9 .9 5 .1 0 1 ,1 0 2 , 1 0 4 ,1 2 2 ,1 2 9 , sosyalizm 39, 66. 79, 80, 83, 106, 107.
1 3 0 .1 3 2 ,1 3 3 , 164-167, 2 3 7 .2 3 9 . 13 6 ,2 4 4
252, 2 5 8 ,2 9 8 , 300, 3 1 3 ,3 1 4 .3 1 7 . Speenham land Yasası 120, 156
3 2 0 ,3 3 9 . 342-344
planlam a 1 9 ,6 6 ,6 7 ,7 9 ,9 7 .1 8 5 , 242, teknobilim 185, 188, 191-194
2 5 6 .2 5 7 teknoloji 25, 3 4 ,4 2 ,6 7 , 1 1 0 .1 6 6 ,
bölgesel 7 9 ,8 0 ,8 2 ,8 3 1 7 3 .1 7 5 .1 7 8 , 180-184.189-195,
200, 218, 219, 221-223, 227. 243,
refah devleti 10, 19, 2 1 -2 3 ,2 9 .4 0 ,4 9 , 2 9 2 ,2 9 4 ,3 2 9
5 7 -6 5 .6 8 .7 2 , 7 7 ,8 1 .9 0 ,9 1 , 106. ticaret örgütü, bkz. em ek örgütü
1 0 7 ,1 0 9 - 1 1 1 .1 1 5 ,1 1 8 ,1 1 9 .1 2 4 , toprak, bkz. çevre
139, 143, 147-149, 152, 1 5 3,157, TRIPS (Ticaretle Bağlantılı Fikri
3 4 5 .3 4 6 M ülkiyet H aklan) 19, 2 5 ,1 8 1 ,
refah kapitalizm i 2 2 ,2 3 ,9 1 ,9 6 ,9 7 , 212,216, 220-222,224, 228,
106, 345 229, 2 31,232
rekabet halinde olm ayan m al 170, 174

356
U luslararası Para Fonu (IM F) 60, 71, yenilik 4 5 ,5 2 ,6 6 ,1 6 7 .1 7 3 .1 8 2 ,1 8 3 ,
2 6 3 .2 6 6 ,2 8 3 185, 1 9 2 ,1 9 5 .2 1 4 , 2 1 7 ,2 2 6 .2 3 2 .
274, 302, 335
ütopya 7 8 ,8 2 , 9 7 ,1 0 2 . 2 3 7 ,2 9 7 ,3 1 3 yerleşiklik 10, 11, 17, 20, 7 9 .8 3 ,8 7 ,
96, 246, 248, 313
yeni em ek 329 yoksulluk 15, 34, 55, 73, 105.115,
yeniden dağıtım 1 7 ,9 2 -9 4 ,1 0 3 , 108, 122, 12 4 ,1 5 7 , 243, 251, 277, 290,
1 1 1 ,1 1 9 .1 2 3 ,1 3 0 ,1 3 8 ,1 6 4 -1 6 6 . 293
170, 179, 237, 238, 240, 245, 247, yönetişim 2 6 ,8 1 ,8 2 , 11 2 .1 1 3 ,1 8 1 ,
254, 2 7 5 ,3 2 7 ,3 3 7 -3 3 9 182, 239-242, 244, 246, 247, 254,
yeniden düzenlem e 1 1 2 ,113, 118, 170 273, 344, 345

357
İletişim'den âll&
KARL POLANYİ
■■ ■■ ■ p ^ ■■ ■■ ■■

Buyuk Donuşum
Çağımızın Siyasal ve
Ekonomik Kökenleri
Çeviren AYŞE BUĞRA • 411 sayfa

İlk kez 1944'te "vahşi kapitalizmin kalesi Amerika'da yayımlanan


Büyük Dönüşüm şu cümleyle başlar: "On dokuzuncu yüzyıl uygarlı­
ğı çöktü." Kari Polanyi'nin çöktüğünü ilan ettiği on dokuzuncu yüz­
yıl uygarlığının can damarı ve temel biçimlendiricisi, kendi kuralları­
na göre işleyen piyasaydı; emek, toprak ve parayı metalar haline ge­
tiren ve insan toplumlarını uluslararası düzeyde eşi görülmemiş bir
kurumsal tekdüzeleşme içinde kendine kayıtsız şartsız bağımlı kı­
lan piyasa sistemi... Polanyi'ye göre çöküş kaçınılmazdı, çünkü ken­
di kurallarına göre işleyen piyasa sistemi insan toplumuyla bağdaş­
ması imkânsız bir şeydi. Büyük Dönüşüm, bu bağdaşmazlığın ve ka­
çınılmaz çöküşün hikâyesi. Yani hem ekonomik liberalizmin hem de
ona karşı kaçınılmaz alternatifler olarak ortaya çıkan faşizm ve sos­
yalizmin hikâyesi... Büyük Dönüşüm1ün 80'lerde, yani Polanyi'nin
"insan doğasına aykırı" dediği piyasa toplumunun, insanlık tarihinin
son aşaması olarak bütün dünyaya dayatıldığı, ekonomik liberaliz­
mi eleştirmeye kalkanların geri kafalı cahiller ile korumacılık önlem­
lerinin sağladığı rantları elden kaçırmamaya çalışan çıkar gruplarıy­
la onlara hizmet eden popülist politikacılar olarak görüldüğü, sosya­
lizmden ise neredeyse bütünüyle ümit kesildiği bir dönemde günde­
me gelmesi ayrıca kaydadeğer.
AYŞE BUĞRA
olanyi'nin ükel ve alltik ekonomiler üzerine yapı1m1Ş

p
antropolojik araşumıaların bulgularından yararla­

narak 19. yüzyıl piyasa ekonomisini karştlaşLınnalı

tarihsel bir perspekLille ele aldığı çal ışmalarında

merkezi sorun bellidir: Toplumun. piyasa mannğına

siyasi iradeyi baltalayacak sekile.le boyun egmesi. Ancak Polanyi

sadece bir akademik figürden ibaret değilrur; siyasi gündemi olan

bir araşt1rmacı, karmaşık bir toplumda bireysel özgürlüğün temeli

ile derinden ilgilenen, Marksist olmayan bir sosyalistlir.

Polany1 piyasa ekonomisinin kendiliğinden ortaya çıkmış bir ol­

gu olmadığını, aksine emek, toprak ve parayı meta olarak göste­

ren birtakım kunnnsal değişiklikler aracılığıyla gerçekleştirilen

bir "siyasi proje" okluğunu güçlü bir biçimde savunmuştllr. İşte

bu derleme de söz konusu metalaşma sürecinin günümüzdeki

dinamiklerini inceliyor. Piyasa ekon0misinin "doğal" bir düzen

olduğuna dair liberal algının eLra(mdaki gizem pe1·desini dağıl­

maya odaklanıyor. ..

Ayşe Buğra, Man[red BieneJeld, Pal Devine, Hanııes Lather,

Guy Standing. jose Lui.s Rey Perez� Bob ]essop. Gürol Lrzık,

Virginia Brown-Keyder, Prederic C. Deyo, Kaan Ağartan, Kevin

Yoblng, Maria Alejanc.lra Caporale MadL jose Ricardo Barbosa

Gonçalves'in kapsamlı makaleleTiyle ...

ILET)ŞJM 1415

ARAŞTIRMA
iNCELEME 236

You might also like