You are on page 1of 975

Paradigma

Felsefe Sözlüğü
. .
AHMET CEVIZCI

Paradigma
İstanbul 1999
Paradigma
Felsefe Sözlütü
Ahmet Cevizci

8. Paradigma Kitabı
Felsefe Dizisi 6. Kitap

© Bu Kitabın Tüm Yayın Hakları Paradigma Yayıniarına Aittir.


Izinsiz basılamaz, çogaltılamaz. kopya edilemez.

Baskı
Engin Yayıncılık

Birinci Basım
Nisan 1996 1 Ankara
Ekin Yayınları

Ikinci Basım
Kasım 1997 1 Ankara
Ekin Yayınları

Geliştirilmişve Gözden Geçirilmiş


üçüncü Basım
Şubat 1999 1 Istanbul
Paradigma Yayınları

PARADtGMA YAYlNLARI
Cankurtaran Mah. Seyit Hasan Sok. 12/4
Sultanahmet / lSTANBUL
••

On söz
Sürekli bir sorgulama, eleştirme ve felsefe tarihi içinde ortaya konmuş
olan felsefi iddialarla bitip tükenmeyen bir hesaplaşma, felsefe prob-
lemlerine devamlı blr çözüm arayışı olarak degerlendirdigimiz felsefi
düşünmenin, Türkiye'de kritik bir zihniyetin yerleşmesinde, insanımı­
zın eleştirel ve sorgulayıcı bir tavır kazanmasında, ve nihayet bu mürn-
bit toprakların her yerinde bir hoşgörü ortamı ve mutabakata dayalı bir
söylem formunun yerleşmesinde önemli bir rol oynayabile~~gi açıktır.
Bununla birlikte, felsefenin yüzyılların birikimine dayanan kendine ait
bir terminolojiye, kendine alt bir dile sahip bulundugu ve soyut kav-
ramlarla sürdürülen bir etkinlik oldugu da unutulmamalıdır. Felsefe
konuları ve problemleri işte bu terminoloji, bu dil içerisinde işlenir ve
o, kendisinden beklenen gerçek işlevi. ancak bu süreç yaşandıktan son-
ra gerçekleştirebilir.
Türkiye'de yaklaşık 7-8 yüzyıllık önemli bir boşluk döneminin
ardından Tanzimat sonrasında gerçekleştirilen felsefe çalışmaları, bu
baglarnda önemli bir yol kat etmiş ve ülkemizde felsefi terminolojinin
yerleşmesinde önemli bir katkı saglamıştır. Yine de. entellektüel haya-
tımıza hakim olan felsefe anlayışının hemen tümüyle bir Aydınlanma
felsefesi, büyük ölçüde pozitivizm ve bir ölçüde de, pozitivizmin güdü-
münde kalan bir Marksizm olması; felsefeyle, insanları özgürleştirme
çabası içinde olmak, onları kendi başlarına düşünebilme yoluna sok-
mak yerine, kişileri hakim söyleme göre şekillendirmeye kalkışılması
bütün bu çabalara ket vurmuş ve hatta, zaman zaman felsefenin kav-
gayı, kavram kargaşasını ve kördögüşünü gizlerneye yarayan bir kal-
kan, hakim söylemleri meşrulaştırmaya yarayan bir araç gibi görüne-
bilmesine yol açmıştır.
Elinizdeki sözlük. felsefeye duyulan ihtiyacın daha da arttıgı, fel-
sefeye yönelik ilginin giderek yogunlaşmaya başladıgı günümüz Türki-
ye'sinde, felse'fi terminolojinin oturmasına, felsefe dilinin yerleşmesine,
felsefi düşünüşün gelişmesine elden geldigince katkıda bulunma
yönünde ciddi bir teşebbüs ve çaba olarak degerlendirilmelidir. Sözlü-
gün ilk iki baskısının kısa sayılabilecek bir süre içinde tükenmesi dü-
şüncelerimi dogrular, gayretlerimi delitekler nitelikte olmuştur. Sözlük
bu üçüncü baskıda, kendisine adeta bir sözlük daha eklenmek suretiyle,
oldukça gelişmiş ve bütünlük kazanmış bir çalışma haline geldi. Bu
baskıda, genel felsefe kavrayışıma uygun olarak, sözlüge felsefenin eleş­
tirel, sorgulayıcı mahiyetini daha belirgin bir biçimde açıga vuracak
maddeler ekledim~ kuşatıcı ve kucaklayıcı olma çabama uygun olarak,
tek tek bütün felsefe türlerini, felsefenin tüm dallarını, ayrım gözetme-
den, vermeye özen gösterdim. Felsefi düşünüşün tartışmacı ya da argü-
mantatif yapısını sergileyebilmek için de, Batı felsefesini Çin, Hint ve
tslam felsefesiyle, klasik felsefeyi modern ya da çagdaş felsefeyle, anali-
tik felsefeyi de Kıta Avrupası felsefesiyle zaman zaman tamamlama,
zaman zaman da çarpıştırma gayreti içinde oldum. Felsefede açıklıgın
ve dakikligin önemini vurgulayabilmek için de, tüm maddeleri sistema-
tize edip, felsefi terimierin farklı filozof, farklı felsefe türleri ya da
alanlarındaki anlamlarını ayrı ayrı ifade etme çabası içine girdim.
Teknik açıdan, metnin daha fazla genişlemesine, maliyetin art-
masına engel olmak için. sözlük sonunda yer alması gereken, çok
önemsedi!!im aktarmacılık faaliyeti içindeki tercümelere yardımcı ola-
bileceklerini sandıgım, Ingilizce, Fransızca ve Almanca diziniere yer
vermedim: bunun yerine, tanımlanan terimierin yabancı dildeki karşı­
tıklarını, parantez içinde maddelerin yanına yazdım. Yine, metinde
azımsannıaxacak bir yer işgal eden bütün Bkz..'l&ı• iptal ederek, gön-
dermeleri.J.ll. işaretiyle yaptım. Sözlü!!ümün bu haliyle, Türkiye'deki fel-
sefe el!itimine, felsefeye karşı olan büyük ilgiye, felsefi düşünüşün ge-
lişmesine ve halihazırdaki felsefe araştırmalarına daha fazla katkı ya-
pacagına inanıyorum.
Teşekküre gelince ... üzerimde erneili olan hemen herkese, en zor
günlerirnde bile bana destek verenlere, arkamda olduklarını hemen her
vesile ile hlssettirenlere şükranlarımı sunuyorum. Bunun yanında,
özellikle şöförlükten kazandıgı parayla beni okutan sevgili babam Be-
kir Cevlzcl'ye, çileli hayatını eviatiarına adamış sevgili annem Hikmet
Cevlzcl'ye derin bir mlnnettarlıkla teşekkür ediyorum. Hayatını bütü-
nüyle bana göre düzenleyen. kahrımı çeken, zor bir döneminde bile
sıkıntısını bana hissettirmemeye çalışan biricik eşim Nevin Cevizci'ye
duydugum derin minnettarlıl!ı ifade etmede ise, galiba sözcükler kirayet-
siz kalacaktır.
Aramızdaki işbirlil!inin her geçen gün biraz daha geliştilli sevgili
dostum Hüsamettln Arslan, bu üçüncü baskının hazırlanması sırasında
da, sözlügün Içeriilinden sayfa düzenine varıncaya kadar, ufuk açıcı
önerilerde bulundu, istifade edebilmem, karşılaştırma yapabilmem ve
eksik maddeleri tespit edebllmem için bana kaynak temin etti, yurt dı­
şından sözlük getirtti. Kendisine çok şey borçluyum.
Sözlügün daha birinci baskısı piyasaya çıktıl!ı andan itibaren,
kendilerini daha önceden hiç tanımadıgım pek çok kişiden, beni gurur-
landıran ve daha iyisini hazırlamaya sevkeden iltifatlar aldım. Bunla-
rın hepsi çok degerli olmakla birlikte, ikisine özel bir yer vermek ihti-
yacı hissetmekteyim. Ortadogu Teknik üniversitesi Felsefe Bölümü'nden
Abdülbaki Güçlü, bir doktora sınavı için bulundugum fakültesinde,
sözlük nedeniyle benimle tanışma arzusu sergiledi ve teşekkürlerini hiç
tereddüt etmeden, büyük bir içtenlikle ifade etti. Sözlük vesilesiyle iyi
bir dost, ciddi bir meslektaş kazandım. Yine, bir doktora sınavı için bu-
lundugum Erzurum'da, felsefe böltimünün genç üyesi Ali Utku, şahsıma
bir kez daha sözlükten dolayı derin bir yakınlık ve muhabbet gösterdi.
Sevgili Ali, bununla da kalmayarak: çeşitli yollarla, hatta telefon et-
mek suretiyle, not ettiili kimi eksik maddeleri bildirdi. Çalışmalarımı­
zın ve yollarımızın kesişecegi bir noktada buluşabilmeyl ümid ettiilim
bu Iki genç arkadaşıma da teşekkürlerimi sunuyorum.

Ahmet Cevizci
Şubat 1999 1 Bursa
Abelardus 7

Fakat bu noktada kalmayıp, buradan


genel sözcüklerin anlamdan yoksun ol-
du~u sonucunun hiçbir şekilde çıkma­
dıgını öne süren Abelardus'a göre, güç-
lük, insan zihninin soyutlama yapma,
soyutlamalar oluşturma gücüne sahip

A bulundugunu kabul etmekle çözülür.


Buna göre, insan zihni yalnızca bireyle-
rin, öme~in Platon'un ve Sokrates'in
kavramiarına sahip olmakla kalmaz,
fakat bu bireylerin çeşitli yönlerine iliş­
kin genel fikir ve kavrarnlara ulaşır.
Abdera Okulu [İng. School of Abdera, Fr. +Kavram realizmi'nden oldugu kadar,
Ecole d 'AbderaJ. İlkçag felsefesinde, atom- tnominalizmden de uzak duran Abelar-
cu tDemokritos tarafından kurulmuş dus, kavramcılıgı benimsemiştir; nite-
olan ve adını Güney Makedonya'daki kim, ona göre, bir tümelin iki şekilde
bir kentten alan okul. Abdera Okulu- varoldugu söylenebilir: 1 Tümel, ortak
nun diger önemli temsilcileri arasında bir benzerlik olarak tikellerde ya da bi-
Kios'lu Metrodoros ve Anaksarkhos sa- reylerde varolur, ve 2 tümel, zihnin dik-
yılabilir. katini söz konusu benzerlik üzerinde
Sofist tProtagoras'ın da dogdu~ kent yo~unlaştınnasının sonucunda oluştu­
olan Abdera'da kurulmuş olan okulun rulan bir kavram olarak, insan zihninde
felsefe tarihindeki önemi, kurucusu De- varolur.
mokritos tarafından savunulmuş olan Tümeller kavgası dışında inanç-akıl iliş­
atomcu görüşten kaynaklanmaktadır. kisi üzerinde de duran Abelardus, akıl­
Okulun söz konusu maddeci varlık gö- yürütme yoluyla ortaya konmanuş olan
rüşü, empirist bir bilgi görüşüyle ta- inancın yalnızca bir başlangıç olup, zor-
manuanmış ve Abdera Okulu bu çerçe- lamaya dayanmadıgını öne sürmüştür.
ve içinde, tarihte ilk kez olarak tbirindl Dolayısıyla, inancın verileri üzerinde
ve ikincil nitelikler arasında bir ayırım akl] yürütülmesi gerektigini öne süren fi-
yapmıştır. lozof, inanç ve vahiy karşısında, iradeci
Abdera Okulu'yla ilgili kaydedeger de~il de, entellektüalist bir tavır takın­
başka bir nokta da, Okulun üyelerinden mıştır. tTann'run varoldu~u sonucuna
olan Anaksarkhos'un, bir akım olarak gerçekten var olanla geçici olan arasın­
kuşkuculugtın Yunan'daki kurucusu daki karşıtlık üzerinde düşünmek ve
tPyrrhon'un ögretmeni olmuş olması­ bedenin zihne olan ba~lıhgıru genel-
dır. leştirrnek suretiyle varan Abelardus, ya-
Abelardus, Petrus. 1079-1142 yılları ara- rabnanın, iddenin keyfi bir eylemi ol-
sında yaşamış olan ünlü Ortaçag filo- mayıp, Tann'run en iyi olanı seçme
zofu. Temel eserleri Sic et Non, De unita~ zorunlulu~nu yansıtan bir eylem oldu-
et trinitate ve Diologus inter philosophum, ju- ~unu söylerken, bu konuda Augusti-
daeum et christianum'dur. nus'wı ömekçili&ni benimsemiş tir.
Mantık, ahlak ve teoloji konusundaki Yaşanunın son döneminde, daha çok
çalışma ve görüşleriyle tanınan Abe- teolojinin kapsamı içinde kalan konulan
lardus, ttümeller kavgası'nda, nomina- ele almış olan Abelardus, antik dönem
listlerle birlikte, genel kavram ya da filozoflannın erdemlerinden ve Hristi-
sözcüklerin gösterdi~i ya da karşılık yan vahyinin birçok temel ö~etisini akıl
geldi~i hiçbir tek şey bulunmadı~ını yoluyla bulmuş olmalanndan övgüyle
ve varolan herşeyin bireylerden ibaret söz ebniştir. Günah kavramıru da çö-
oldu~nu kabul etmiştir. zümleyen Abelardus, insan davraruşla-
8 acele genelleme yanlı'ı

nnın, insanı Tann'nın gözünde ne daha Arzu kandırıldıktan sonra, haz biter ve
iyi, ne daha kötü yapabilecegini, zira yeni bir arzu başlar. Arzunun başlangı­
davranışiann kendi başlarına ne iyi ne cı, arzu tatmin edilineeye kadar, acı ya
de kötü oldugunu savunmuştur. Ona da elemdir. Yaşanun esası, öyleyse acı­
göre, Tanrı katmda iyi olan niyettir ve dır, zira arzu sonsuzdur.
günah, davraıuşla degil de, insan aklı­ açık [Os. vdzılı, sarih; İng. clear; Fr. dair;
nın, yanlış oldugunu bildigi bir şeye Al. klar]. Hiçbir kuşku ve tartışmaya
nza göstermesiyle olur. Başka bir de- yer bırakmayacak kadar belirgin ve
yişle, bir eylem ya da sonuç ahiakından kesin olan algırun, metnin, anlamın
çok bir niyet ahlakı geliştiren Abelardus, özelligi; kolay anlaşılan, en iyi bir bi-
gerçek ahlaklılıgın eylemlerden çok zi- çimde kavranan söz ya da yazı.
llinde ve -yürekte oldugunu öne sürmüş­ tModem felsefe'nin kurucusu olarak
tür. bilinen tDescartes, açık sıfahru, insanın
acele genelleme yanhşı [ing. Jallııcy of hakikati kavrayabilmesini mümkün
lıa.sty generalization; Fr. erreur de la genera- kılan koşullardan biri olarak kullanır.
lisation irrijlechie] Bilimsel ya da kritik zih- Ayru rasyonalist gelenek içinde yer alan
niyete, eleştirel bir gözle degerlendirme tLeibniz de, 'tasanmlanan şeyi bana ta-
tavnna aykın düşen bir yanlış olarak, nıtmak için yeterli olan bilgiye' açık
sınırlı bilgiden, yetersiz verilerden, sonu- bilgi adını verir. Buna göre, konusunu,
cu dogrulaınaya yetmeyen öncüJlerden nesnesini tam ve ona benzeyen tüm
ya da temsil gücü yüksek olmayan bir ör- diger nesnelerden ayrılmış olarak taru-
neklemden hareketle sonuca geçmekten, marmza imkan veren kavrama özellikle
sınırlı sayıda örnekten sınırlanmaınış bir rasyonalist gelenek içinde açık kavram
genellerneye atlamaktan oluşan yanlış. adı verilmektedir. Bu baglarnda bir kav-
acı. [Os. ızdırap; İng. pain; Fr. douleur; Al. ramın açık olması, o kavramın açıklık
schmerz]. Vücuddaki herhangi bir örse- derecesini, yani o kavramın hangi kav-
lenmeye ya da yaralanmaya eşlik eden ramlarla işlem görebileceginin bilinme-
duyum ya da hoşlanılmayan duygula- si anlamına gelir. Bir önerme içerisinde
rum. Hoş olmayan fiziki durum. Haz- yüklem olarak alabilecegi özellikleri bi-
zın karşıtı duyum. linen kavram diye tanunlanan açık kav-
Hazza erişme ve acıdan kaçınmarun, ram, başka hiçbir kavramla karıştınl­
insanı harekete geçiren en temel ilkeler madan hemen tanınan kavramdır.
oldukları savunulmuştur. Acı, bundan açık ahlak [tng. open morality; Fr. moral
dolayı, insan tecrübesi ve yaşarzundaki ouveı·te]. Çagdaş Fransız filozofu Henri
olumsuz öge olarak degerlendirilir. Bu- tBergson'un, Les De~ Sources de la mo-
nunla birlikte, hazzı geçici bir şey ola- rale et de la Religion [Ahlak ve Dinin İki
rak gören tSchopenhauer gibi bazı kö- Kaynagı] adlı eserinde öne sürdügü ve
tümser filozoflara göre, acı dünyaıun katı toplumsal tabulara dayanan kapalı
en temel ve önemli boyutudur. bir ahlak anlayışının karşısına geçirdi-
Başka bir deyişle, iradeyi temele alan gi ahlak anlayışı.
Schopenhauer'a göre, irademiz, dış dün- Söz konusu ahlak anlayışı yaratıcı
yaya ilişkin bilgisi oranında, iki şeyden hamleyi temele alan, sevgi ve kutsallıgı
birini seçer: Dış dünyayı iyi bilirsek, ya- arayıp bulan kişilerin özgür, kişisel ve
şamayı, kötü bilirsek, ölmeyi seçeriz. insani ahlak görüşüne karşılık gelir.
İrademize engel olan şeylere acı ya da Böyle bir ahlak, esnek bir yapı sergile-
elem, isteyip ulaştıgımız şeylere de haz yen, degişik kişilikleri hesaba katan ve
diyoruz. Oysa, ona göre, her hareket, bu sayede, önyargıları ve görenekieri
her eylem bir ihtiyacın sonucudur. Kar- yıkarak, özgürlük yaratıcısı olan ve ev-
şılanan ihtiyaçl•u haz verir, bununla rensel bir çagrı biçimine yükseltilebilen
birlikte, bu durum her zaman geçicidir. bir ahlak olarak ortaya çıkar.
açıklama 9

Bergson'un, ancak üstl.in kişililderde, olmayan, bilim öncesi bir kavramın.


ermişlerde, kahramanlarda somutlaştı~ yani açıklanaıun, anlamı kesin ve
gını söyledigi bu ahlak, toplumsal degil aşikar olan yeni bir kavrama, yani açık­
de, kişisel bir ahlaktır. Baskı yerine öz~ layana dönüştürülmesi işlemidir; açık­
gürlüge dayanan açık ahlak, degişmez lanan, tam, upuygun ve belirli deyimler-
ve katı olnıak bir yana, esneklik ve yara~ le ifade edilemese bile, formel olmayan
tıcılık özelligine sahiptir; ilerleyici bir aydınlatma ve örnekler yardımıyla ola-
karakter taşıyan, yaşamın en genel yön- bildigince anlaşılır bir hale getirilmeli-
lerine açık olup, hayatı bütünüyle ku- dir.'
cakJayan açık ahlak, Bergson'a göre, ki~ Farldı açıklama türlerine gelince ... ! Bir
şiye özgürlük duygusu verir. şekilde baglantılı gibi görünse bile, ol-
Açık ahiakın dogal müttefigi ve des- dukça uzak ve ilgisiz gibi görünen olgu
tekçisi, tgizeıncilik'le özdeşleşen, yara· ve olaylarla ilgili problemler söz konusu
tıcı hamlenin dirimsel akışının çıktıgı oldugunda, açıklamanın, ayrı ve ilgisiz
yöne dönüşten dogup, ulaşılmazı kavra- gibi görünen bu olgu ve olayları belli bil'
ma çabasından kaynaklanan tdinamik ilişki içine sokan, aralannda bir bag
dindir. kuran aracı etkenierin keşfedilmesi ya
açıklama (Os. izah; İng. explanatiorı; Fr., da belirlenmesi suretiyle gerçekleştiril­
explanntion; Al. erklaerımg]. Bir şeyi anla- mesine aracı nedenlere işaret ederek açıkla­
şılır ve bilinir hale getirme; bir şeyin, ma adı verilir. Söz konusu açıklama tü-
yalıtlanmış, baglantısız ve havada kal~ ründe, ömegin, sese ilişkin algı, ses
mış gibi görünmemesi için, başka bir kaynagı ile sesi işiten kulak arasındaki
şey ya da şeylerle olan ilişkisini göster~ hava dalgaları aracılıgıyla açıklanır. 2
me işlemi; bir soruyu, bilinmeyen bir Bir nesne ya da daha çok bir nesne türü-
şeyi, bir olgunun, bir d ununun nedenini nün, zincirdeki bir halb olarak, bir
aynntılı bir biçimde ortaya koyma. evrim dizisi içindeki yerine işaret edil-
Buna göre, şeyler, nitelikJer, olaylar ve mesi suretiyle, onun sürekli bir gelişme
süreçler sınıflarına, nedenlerine ya da düzeni içindeki yerinin belirlenmesiyle
yasa ve düzenliliklere gönderimle açık­ açıkJanması ise, evrim dizisine i~aret ede~
larup anlaşılır hale getirilir; aynı şekil~ rek açıklama diye bilinir.
de, yasalar da, kendilerinden türetilmiş 3 Fenomenleri, bir şeyin ögelerinin, o
oldukları daha kapsayıcı yasalara gidi~ şeyin varoluşu boyunca gerçekleştirdi~
lerck açıklanabilir. gi faaliyetleri, eylemleri ve fonksiyonla-
Biraz daha teknik anlamı içinde, açJlda- rı betimlemek suretiyle açıldama tarzı­
ma, bir fenomenin ya da fenomenler na ise, fonksiyonel açıklama adı verilir. 4
öbeginin, birtakım nedensel ilişkilerden Bütüncü açıklama olarak da bilinen ve
dolayı, bir yasaya uydugunu gösterme fenomenleri, parçalarının yönlendirici,
yöntemine ya da kısaca, bir fenomeni, düzenleyici ilkesi. olan bir bütün, form
omtn nedenini ortaya çıkarma amacıyla, ya da birligin amaçlan, özellikleri, faali-
yöntemli olarak analiz etmeye karşılık yet ve fonksiyonlan aracılıgıyla açıkla­
gelir. Bu baglarnda açıklama, neden ya ma tarzına, bir bütünün parçalaruun fa-
da niçin sorusuna yanıt verme, olgula- aliyetini, söz konusu bütünün faaliyet~
rın niçin olduklan gibi olduklarını orta- leriyle açıldamaya lıolistik açıklama den-
ya koyma, anlamı yeterince açık alına­ mektedir. S Öte yandan, bir kompleks
yan bir kavram ya da terimi açık ve içindeki parçaların diger parçalar üze-
anlaşılır bir terimle aydınlatma, onun rinde mekanik bir biçimde gerçekleştir­
anlamıru aşikar hale getinne anlamına digi eylemleri betimlemekten oluşan
gelir. Nitekim, tanalilik felsefe gelene~ ve amaç ya da amaçlılık gözetmeyen
gi'nin önemli düşünürlerif\den biri olan açıklama türüne mekanistik açıklama adı
tCarnap'a göre 'açıkJama, anlamı kesin verilmektedir.
10 açaklık

6 Açıklamada organizınayı temele aları, anlam belirsizligine yer vermeyen, tar·


bir bütünün özelliklerinin bireysel par· tışılamayacak kadar kesin, net ve belir-
çalarının özelliklerinden ayrı oldugunu li olan bir şeyin özelligi. Bulanık ve ka·
savunan, bir şeye ilişkin açıklamada ranlık olanın karşıtı.
parçaların birbirleri üzerindeki karşılık· Açıklık terimini felsefe literatürüne
lı etkileşimini hesaba katmanın zorunlu sokan tDescartes olmuştur. Descartes'a
oldugunu dile getiren açıklama tarzına göre, agrıyan bir dişime ilişkin algı
ise, organizmacı açıklama adı verilir. 1 Bir açıktır, çünkü dişimin agrıdıgını farket-
nesnenin bazen, gerçekte bir üyesi oldu- meden yapamam. Aynı şekilde, 2+2=4
gu sınıfın gösterilmesi ya da belirlenme· dogrusu açık bir dogrudur, çünkü bunu
si suretiyle açıklanmasına da, sınıf göste- kabul etmemem söz konusu olamaz,
rerek açıklama adı verilir. Bu açıklama inkar edersem eger, bir düşünce yasası·
türüne göre, örnegin, belli bir bitkinin ru ihlal etmiş olurum. Nitekim, o 'açık
ne olduguyla ilgili olarak birtakım kuş· bir bilgiden, dikkatli bir zihne kendini
kular söz konusu oldugu takdirde, o ait sunan ve belli eden algı ve bilgiyi anlı­
oldu~ bitki türü belirlendigi zaman, yorum' demiştir.
tam olarak açıklanabilir. açık toplum [İng. apen society; Fr. societe
8 Bir amaca göre açrk.lamn olarak da bili- ouuerte) Çagdaş İngiliz bilim ve siyaset
nen ve belirli biyolojik fenomenler ve felsefecisi Karl +Popper'la ünlü Fransız
özellikle de insan ve insanın faaliyetleri yaşam filozofu ve metafizikçisi Henri
söz konusu oldugunda gündeme gelen Bergson'un özgür, demokratik, açık
açıklama türüne teleolojik açıkJJJmo adı ve- sözlü ve sivil topluma verdigi ad.
rilir. Teleolojik açıklama türünde, amaç Popper'a göre, açık toplum, tüm üyele-
aracılıgıyla açıklama, bir şeyi, kendisine rinin yönetime etkin bir biçimde kabla-
dogru yönelmiş oldugu hedefle, gerçek- bildikleri, iktidan elinde tu tanlan ve
leştirmek durumunda oldugu amacıyla hükümet politikalarını etkili bir biçim·
açıklama, anlaşılır kılma söz konusudur. de eleştirebildikleri toplumdur. Politi-
Amaca yönelmiş, planlanmış ya da ta- kalar her ne kadar birkaç kişi tarafın·
sarlanmış bir amacı hedef alan faaliyet dan oluşturulsa da, hemen herkesin bu
ya da etkinlik aracılıgıyla açıklama ola- politikaları eleştirip, yargılayabilecek
rak teleolojik açıklama, geçmiş ve şimdi­ durumda oldugunu savunan Popper,
yi, kendisi için çaba gösterilen, ya da açık toplum görüşü uyarınca, eleştiri­
hiUihazırdaki faaliyetin kendisi sayesin· ye yer vermeyen her tür totaliter ve bas·
de var oldugu, gelecekteki bir şey, bir kıcı ögretiye, bireylerin yeteneklerine
amaç, bir sonuç ya da hedef aracılıgtyla göre gelişebilmelerine ve yükselebilme-
açıklamaya çalışır. lerine izin vermeyen, tek sesli toplum·
Bu tür bir açıklama, şimdiyi, gelecekte- sal-siyası düzenierin kapalı hiyeraşilerine,
ki bir olayı, ondan önce olan neden ya egitimde beyin yikama ve koşullamaya,
da koşullarla açıklayan mekanist veya insan toplwnWlWl gel~ birtakım
bilimsel açıklamaya karşıt olan bir açık· ınodel ve yasalara göre önceden belirle-
lama tarzıdır. Teleolojik açıklama, buna meye çalışan tarihsel görüşlere şiddet­
göre, bir bütünü, birbirlerin~ söz konu- le karşı çıkmıştır.
su bütünün amaçlannı gerçekleştirecek, Popper'da, normal degişme süreçleri-
ihtiyaçlannı karşılayacak şekilde bag· ne yabancı olan kapalı toplumun karşı­
lanmış, uydurulmuş parçaların yapısı sında yer alan ve etkinlige, yaratıcılıga
ve faaliyetleri aracılı~yla açıklamaktan dayanan gelişme dogrultusu önceden
meydana gelir. kestirileıneyen liberaJ ve demokratik bir
açıklık [Os. sarahat; Ing. clarity; Fr. clarte). toplum modeli olarak tarumlanan açık
Kendisini bize zorla kabul ettiren, ken- toplum, tarihi iki toplum tipi ya da türü
disinin bilincine varmamızı saglayan; arasındaki bir mücadele olarak gören
. adalet ll

Bergson'da da, özgür, yaratıa, reformcu Adalet en yüce, nesnel ve mutlak bir de-
ve yerıilikçilere yar ve yüksek bir de!ıer !ıerin anlatımı olarak, insanın davranışı­
veren dinamik toplum diye tarif edilir. nı ahlakf açıdan inceleyen ve eleşiiren
Kapalı toplum ise, Bergson'da dar gö- bir düşünce, hakka ve do!ırulu!ıa saygı­
rüşlü, yerleşik örf ve Adetlerinierin yı temele alan ahlak ilkesi, do!ıruluk, dü-
hakim oldu!ıu, özgür olmayan, statik ve rüstlük, tarafsızlık, uygun ve do!ıru mu-
muhafazakar bir toplumdur. Ona göre, amele biçiminde karşınuza çıkar. Bu
açık toplumun üyelerinin ahlakf bir ev- çerçeve içinde, adalet bir kimsenin hakla-
renselcili!ıe yürekten yazıldıklan yerde, rıyla başkalarının (toplumun, halkın.
kapalı toplumun üyeleri kabile kültürü hükümetin ya da bireylerin) hakları ara-
ve ilişkilerini, mutlak bir vatanseverli!ıi sında bir uyurnun bulurunası hali, hak
benimser ler. ve hukuka uygun olma durumu, devle-
açık ve seçik düşünceler. [İng. c/ear and tin farklı, hatta karşıt çıkarları olan in-
distinct ideas; Fr. idies c/aires et distinctes]. sanlar arasında hakka uygun bir denge
tModem felsefe'nin kurucusu ünlü filo- oluşturması durumu olarak anlaşılır.
zof Ren~ tDescartes tarafından dile geti- Adalet kavramı, buradan da anlaşıla­
rilen ve gerçek bilginin temelinde yer caııı üzere, hem 1 bireysel ve hem de 2
alan do!ıru düşünce ya da ideler. toplumsal bir düzlemde ele alınabilir.
Buna göre, Descartes bir ide ya da dü- Buna göre, birinci anlamda adalet, birey-
şüncenin bir bütün olarak ve hiçbir tutar- lerin bir özelli!ıi olarak adil olma veya
sızlık alınadan kavrarunası durumunda adil davranınayı ifade eder. Bu balılam­
açık, buna karşın başka bir ide ya da dü- da adalet, insanların vicdanlarında yer
şünceyle karıştınlmaması durumunda etmiş bulunan, ondan kaynaklanan nes-
da, seçik oldu!ıunu söyler. Descartes, yal- nel bir de!ıer olmak durumundadır. Ister
nızca açık ve seçik bir biçimde kavranan toplumsal, ister ekonomik olsun, nesnel
düşüncelerin do!ıru oldu!ıunu ve seçik bir durumun de!ıi) de, bireysel bir eyle-
olmayan bir düşüncenin, idenin açık ola- min özelli!ıi olarak ortaya çıkan adalet,
bilece!ıini öne sürer. usuli adalet veya kural adaleti olarak bili-
Bununla birlikte, Descartes'a göre, bir nir.
düşünceyi, onu seçik h4le getirecek şe­ Burada adalet, bir toplumun veya du-
kilde, yeterince tam, dakik ve kesin bir rumun özelli~ olarak görülmedi!ıi için.
biçimde tanıınladı!ıımız zaman, o ayru yalnızca bireylerin eylemleri adil eylem-
zamanda açık olacaktır, zira onu tanım­ ler olarak görülebilir. Buna göre, bir
larken dile getirdi!ıimiz ayırımları, bu eylem, başkalarnun haklarını etkiledi!ıi
ayırımlar yeterince güçlü bir biçimde durumlarda, ancak ve ancak bu haklara
algılanmasaydı eııer, ortaya koyamaya- saygı göstermek suretiyle gerçekleştiril­
cakhk. Bundan dolayı, seçiklik açıklı!ıı di!ıi takdirde, adildir. Başka bir deyişle,
içerir. Örne!ıin, bir daire düşüncesi se- eylemler mülkiyet haklanru koruyan ve
çiktir, çünkü daireyi tüm di!ıer şekiller­ sözleşmelerin yapılmasında sahtek4rlık
den ayıracak şekilde tanımlayabiliriz. ve güç kullarumını yasaklayan genel ku-
Öte yandan, daireyi, ona ilişkin olarak rallarla uyumlu iseler, adildirler.
açık bir düşüneeye sahip oldu!ıumuz Nitekim, görüşleri bu yaklaşım içine
için tanımiaya biliyoruz. dahil edilebilecek olan ça!ıdaş düşünür­
adalet [Os. adalet; Ing. justice; Fr. justice; lerden F. A. Hayek'e göre, bireysel ey-
Al. gereclıtigkeit]. Bir toplumda, de!ıerle­ lemlere uygulanabilecek bir terim olan
rin, ilkelerin, ideallerin, erdemierin ci- adalet, somut sonuçlarla dej!il de, ey-
simleşmiş, somutlaşmış, hayata geçi- lemlere rehberlik eden kurallarla ilişkili­
rilmiş olması durumu. Hukesin hak dir. Bir eylemin adil olup olmadı!ıı, o
etti!ıi ödül ya da cezayla karşılaşması eylemin etkiledi!ıi tarafiara sa!ıladı!ıı
durumu. somut sonuçlara de~l de, eylemin belir-
12 adalet ilkesi

li kurallara uyarak yapılıp yapılmadı~ı­ elinde olmayan kötülüklerden dolayı,


na bakmak suretiyle be1irlenir. Hayek'in cezalandırıldıgını düşünmek, Tanrı'nın
söz konusu davranış kurallarına verdi- mutlak adaletini yadsımak olur.
gi ad, ndil davranış kurallarıdır. Bu kural- ademi merkezileştirme [İng. decentralizati-
lar soyut ve genel olup, belirli kişilere on; Fr. diceııtrnlisation]. Postmodem bir
karşı baştan olumlu veya olumsuz bir strateji olarak, merkezde etkin hiçbir güç
tavıı- takınmaz. Adil davranış kurallan- ya da varlık unsuru, baskın hiçbir haki-
nın belli başlılan ise, özel mlilkiyete kat bırakmama tavrı; özneyi, aklı, bilimi,
saygı, mülldyetin rıza ile el degiştirme­ ınoderni karakterize eden bilumum un-
si, sözleşmelere uyulması, hile ve zora sudan tahtlarından indirme, merkezi ko-
başvurulmaması gibi olumsuz kurallar- numlarından uzaklaştırma, dikkatleri
dır. İşte bu kurallara riayet eden eylem- geçmişte me(kezde olanların bastudıgı,
ler, Hayek'e göre, kim için ve nasıl bir marjinaJleştirdigi ya da ortadan kaldır­
sonuç dogurursa dogursun, adil olmak dıgı unsurlara yöneltme egilimi.
durumundadır. ad hoc. Keyfi bir biçimde ve hiçbir temeli
Buna karşın ikinci anlamda adalet, top- olmadan, olguya ilişkin bir açıklama
lumsal bir düzlemde, ve bireylerin ey- diye gündeme getirilen ve geçici olarak
lemlerinin degil de, toplumsal bir dunl- dogru kabul edilen tartışmalı bir kabul
mun özelligi olarak ortaya çıkar. Bu ya da akılyürütme için kullanılan ve
çerçeve içinde adalet, kendisini iki şekil­ 'bu amaç için' anlamına gelen Latince
de gösterir. Bunlardan birincisi olan ve deyim; varolan teorik bir çerçeveye uy-
kurallann uygulaıunasındaki tarafsızlık mayan bir dizi veriyi ya da veriler öbegi-
ve yekııesaklıgı ifade eden adalete, for- ni açıklamak amacıyla geliştirilmiş olan
mel adalet adı verilir. Buna karşın, bir varsayıım, yeni verilerle sarsılan bir ku-
toplumun, belli bir adalet ölçütüne ramı eski doğru haline geri götürmek
uygun oldugu, yani toplumdaki kaynak- amacıyla gündeme getirilen hipotezi ni-
lar ve malların dagılum önceden saptan- telemek için kullanılan terim.
mış. bir ahlaki ölçüt ya da ilkeye uygun Buna göre, ad hoc hipotez, bir kurarn
düştügü takdirde adil oldugunu söyle- karşı kanıt ya da aleyhte delillerle sar-
yen adalet anlayışına so~al adalet veya sıntıya ugradıgı veya yanlışianma du-
dağıtıcı adalet adı verilir. Söz konusu rumuna geldigi zaman, teoriyi kurtar-
adaletin temel ilkeleri ise, sırasıyla a) mak. onu eski dogru ve geçerli haline
herkese ihtiyacına göre, b) herkese de- iade etmek üzere getirilen ek hipoteze
gerine göre, c) herkese hak ettigine göre, denir. Ek hipotezin bizatihi kendi başı­
ve d) herkese yaptıgı anlaşmaya göre il- na hiçbir önem ve degeri yoktur, ondan
keleridir. salt bu özel amaç için yararlanılmıştır.
adalet ilkesi. tİslam felsefesinde, özellikle adiafora. AhJakla ilgisiz olma hali. Yunan
de bir Şii itikat mezhebi olan Mutezile'de felsefesinde, özellikle de 1Stoalılarda,
savunulan beş temel ilkeden biri. bilgi, saglık, yaşam, haz, para, toplumsal
tYazgıalıga, iyinin de kötünün de konum ve kariyer gibi, kendilerinde iyi
Tanrı'dan geldigi görüşüne karşı çıka­ ya da kötü, dogru ya da yanlış, erdemli
rak, insanın irade özgürlügüne sahip ol- ya da bozuk olmadıktan başka, iyi ya da
dugunu öne süren tMutezile'ye göre, kötü, dogru ya da yanlış bir şeye yol aç-
insan iyi işleri de, kötü işleri de, kendi mayan, yani ahiakla dogrudan bir ilgisi
özgür iradesiyle seçerek yapar; başka bulurunayan şeylere işaret etmek üzere
bir deyişle, iyilik de, kötülük de insanın kullanılan terim.
eseri olup, insan varlıgı yaptıklarından Adiaphora, söz konusu anlamına baglı
sorumludur. Aksi takdirde, Tanrı alnına olarak, tPyrhhon tarafından, insan varlı­
yazdıgı, Tanrı öyle istedigi için, insanın gı için en yüksek iyi olarak tanımlanan
kötü işler yaptıgını ve yaptıgı, fakat ve varolan şeylerin degerieriyle ilgili
Adorno. Theodor 13

olarak hiçbic ayırım yapınamayla belir- nemindeki cinsel çatışmaların ruhsal bo-
lenen zihin haline işaret etmek amacıyla zukluklara yol açııgı konusunda Freud'a
kullanılmıştır. katılmayan Adler'in psikolojisinde, insa-
a dicto ;ecundum quid ad dietum simpli- nın en temel güdüsünü meydana getiren
citer. Özel dururnlardan, özelliıli olan yetkinleşme çabasını bir üstünlük çabası
hAller için geçerli olan özelleme ya da ve dolayısıyla da eksiklik duygusunun
kurallardan genel ilkelere sıçrama yanlı­ giderilmesi olarak tanımlanır. Insanın
ş ı. Bu tür bir yanlış örne!lin, 'Meşrü gelecel';e ilişkin beklentileri taralından
müdafaa amacıyla adam öldürmek yan- güdülendi!lini ve dolayısıyla insan
lış de!lildir' öncülünden ya da sırurlan­ davranışının çocuklukta yaşanan de-
mış durumundan, 'Adam öldürmek yan- neyimler tarafından belirlenmedi!lini
lış de!lildir' genel sonucuna sıçramak öne süren Adler, insan varlı!lının yalnız­
yanlışmd~ oldu~ı gibi, koşullu, belirli ca çevre ve kalıtımın bir ürünü oldul';u
durumlarla sınırlanmış ilkelerden ya da düşüncesine karşı çıkmıştır.
özel durumlardan sınırlanmaınış genel- O işte bu çerçeve içinde, insanın miras
lemelere, genel ilkelere geçmekten mey- aldıılı yetilerin sentezini yapar ve çev-
dana gelir. reden gelen izlenimleri yorumlarken,
a dicto simpliciter ad dietum secundum biricik olan bireysel bir kişilik ve
quid. Genel ilkelerin istisnai dummlar yaşam biçimi yaratan yaratıcı bir benin
için de geçerli oldul';unu düşünme yanlı­ varlı!lından söz etmiştir. Ona göre,
şı. Örnelli n 'Hiç kimse yalan söylememe- önemli etkenleri do~n. bedensel eksik-
lidir' genel ilkesinden, 'Bir ca ni, işieyece­ lik ve ilgisizlik ya da şunartılma olan
Ili başka bir dnayel için bilgi almak yaşam biçimi, erken çocukluk dönemin-
üzere, üstüne gelirse eııer, yalan söyleme- de oluşur. Mantık. toplumsal ilgi ve
melisin!' örnellinde sergilendilli üz~ kendini aşma çabasının ruh sa!llı!lına
genel bir kural ya da ilkeyi, uygulanama- işaret etti!lini öne süren Adler, aşa!lılık
yacaııı özel bir duruma uygulamaktan duygusunun, kişinin kendi güvenligiy-
oluşan forınel olmayan yanlış. le ilgili benmerkezcil kaygusu ve başka­
adiandıncı tanım. Yeni bulunan ya da es- ları üzerinde egemenlik kurma eliilimi-
kiden beri bilindilli halde, adlandınlma­ nin ruhsal bozukluk belirtisi oldu!lunu
mış olan bir nesneye bir ad tal<Jldıktan öne sürmüştür.
sonra, bu adın neye yaradıılını belirten, Adomo, Theodor. 1903-1%9 yıllan ara-
yeni icat edilen nesneye bir anlam ka- sında yaşamış Alman düşünürii. Temel
zandıran tanım türü. eserleri arasında Negalive Dialn:tik (Oiwn-
Adler, Alfred. 1870-1937 yılları arasında suz Diyalektik], Kulturindııslrie (Kültür
yaşamış olan ünlü Avusturyalı psikolog. Endüstrisi], The Aulhorilairaıı Pusonalily
Bireysel psikoloji okulunun kurucusu (Otoriter Kişilik], Aesletischc Theorie (Es-
ve eksiklik duygusu ya da taşallılık tetik Kuranu] ve Horkheimer'Je birlikte
kompleksi deyimini ilk kez olarak orta- yazdıılı Dialekiilc der Aujklarung [Aydın­
ya koyan kişi olan Adler, insan kişiliıli­ Janmanın Diyalekti!li] adlı kitaplar bulu-
ni eksiklik ya da yetersiziilli giderip üs- nan Adomo, tFraııkiurt Okulu'nun seçkin
tünlük ya da yetkinli!le ulaşma çabasıyla bir düşünürüdür.
anlama uııraşı içinde olmuştur. Freudçu ve Marksist kurama dayanan
Yaşamı boyunca toplumsal sorunlar toplumsal-eleştirel bir analiz üzerinde
karşısında büyük bir duyarlılık göste- yo!lunlaşan, her tür otoriter yönteme
ren Adler, biyolojik ve cinsel ehnenleri karşı çıkarak. bireyi ön plana çıkartan
temele alan tFreud'dan kişiler arasında­ Adomo tarihe, aklın de!lil de, tutkulu
ki hiyerarşik, toplumsal ilişkileri ön insan do!lasının, yani akıldışılı!lın ege-
plana çıkarmak bakımından farklılık men oldu!lunu öne sürmüştür. Bir iler-
gösterir. Başka bir deyişle, çocukluk dö- leme iyimserli!line, kendini tarihin akışı
14 ad tanımı

içinde açıga vuran ve hep ileriye dogru minden kurtanlması gerektigini söyler,
giden bir projenin, bir evren planının çünkü günümüz toplumunun bütünü,
bulundugu iddiasına şiddetle karşı tümelle tikelin bir uzlaştırılması olma-
çıkan Adomo, yaşanan onca felaketin yıp, yalnızca kendini koruma içgüdü-
bu tür iddia ve iyimserliklerin temelsi7.- süyle belirlenen öznel aklın tümelliginin
ligini gösterdigini söylemiştir. tikellik üzerindeki egemenligidir.
Aklın, yani tAydmianma felsefesinin Bu ise, yalnız Alman idealist felsefesi
üzerine büyük ümitler inşa ettigi yeti- için degil, fakat, tüm degerierin (tikellik)
nin, ça~daş toplurnda kendisini kendi evrensel bir alışveriş, degiştokuş hiz-
eliyle yıktıgıru; aklın gelişmesine, ras- metine (tümellik) tabi tutuldugu, herşe­
yonelligin yerleşmesine, özellikle de bi- yi (tikellik) başka bir şeyin soyut eşde­
reyin ahlaki ilerleyişiyle maddi zenginli- gerine indirgeyen mübadale ilkeleriyle
gin artışına büyük bir güçle inanan Batı (tümellik) belirlenen kapitalizm için de
toplumlarırun, yaklaşık yüz elli yıl için- geçerlidir. İşte, olumsuz diyalektik, nite-
de aklı, toplumsal, ekonomik ve siyasal liksel bakımdan farklı olan ve özdeş ol-
gerçekligi kendi çıkarları dogrultusun- mayan varlıkları, zorla niceliksel bir öz-
da örgütleyen bir sınıfın öznel ölçütii deşlige sürükleyen eski diyalektigin
haline getirdigini söyleyen Adomo, bu tersine, birleştirmeyen ya da özdeşleş­
durumun açıklamasının insanın dogaya tirip, bütünselleştirmeyen bir diyalek-
egemen olma süreci ile insanın insana tik, analitik bir işlemdir.
egemen oluşunun aynı şey olarak gö- Esas katkısı müzikoloji alanmda olan
riilmesi, ve bu iki farklı anlayışın tek- Adamo'nun estetigi, aristokratça bir
nokra tik bir bilincin doguşuna neden mahiyet taşır. Adorno tkültür endüstri-
olması oldugunu iddia etmiştir. sine, kültürün kapitalist düzen içinde
Aklın, başlangıçtaki hedeflerinden salt bir tüketim nesnesine indirgenmesi-
uzaklaştıgını, hümanist ideallerin ya- ne şiddetle karşa çıkarken, sanatın ku-
şama geçirilmesini engelledigini, ya- rulu düzenle ilişkisini tümüyle keserek,
bancılaşma'nın temel aracı haline gel- eleştiri ve karşı çıkma görevini yerine
digini belirten Adorno'ya göre, şeyler getirmesi gerektigini öne sürer.
üzerindeki egemenlik insanlar üzerin- ad tanarnı [İng. nominal definition; Fr. d~fini­
deki egemenlige dönüşmüş ve toplum, tion nominale]. Bir şeyin tarum.ını veren
egemenlik, güç ve baskıyla bir şekilde bir nesne ya da eşya tanımından farklı
özdeşleştirilmiştir. Fakat toplum, ege- olarak, bir ad, bir sözcük ya da bir sembo-
menlikle birlikte düşiinülünce, bu kez lün anlamını açıklayan tanun türü.
entellektüel ve kültürel yaşam standart Ad tarunu dilsel bir uzlaşunın ürünü ol-
hale gelir ve tutucu bir kimlik kazanır. dugu için, ayru zamanda dilsel ya da sözel
Toplurndaki güç yogunlaşması, ona tanım diye adlandırılır. Başka bir deyiş­
göre, gelişimi sınırlamış, teknolojinin le, ad tarumında, insanlar tarafından
araçlanru, üretkenligi ve zenginligi art- daha önceden belirlenmiş bir şeyi, yeni
tırmak amacıyla ellerinde bulunduran- bir ifadeyle anlabnak, tanımlamak söz
lar, aynı araçlan halkı baskı altına konusu olur. Buna göre, 'kare', 'dört ke-
almak için kullanmışlardır. narlı şekil' diye, anlanu üzerinde daha
Bu gelişmenin eşitlik, özgürlük ve önce uzlaşmaya vamuş olan bir kavram
adalet kavramlanyla çeliştigini, gerçek ('kare'), yeni bir ifade ('dört kenarh
ilerl~menin ortadan kaybolup, bir tür ge- şekil') ile tammlarur. Öte yandan, ad ta-
rileme ve barbarlıgın gündeme geldigini nırrunda bir şey yine kendisi ile tarum-
savunan Adomo'ya göre, büliin bu landıgı için, burada bir ttotolojiye başvu­
olumsuz süreçler, ancak olumsuz diyalek- rulur. Buna göre, ad tanımlan daha çok
tikle anlaşılabilir. O, diyalektiğin Hegel'in tatolajik ve kaplamsal olan taruınlardır.
sisteminin büti.inleyid tavrı ya da yöneli- Ad tanımı bir uzlaşıma işaret eder; keyfi
Aenesidemos'un uopeleri 15

ve uzlaşıınsal oldugu için, ne kanıtlana­ 3 Duyu organlarının forklı kuruluşu. İnsan


bilir ne de çürütülebilir. Ad tarwnlarında varlıklan duyu organlannın farklı kuru-
bir uzlaşımsallık ve hatta bir keyfilik ve luşundan dolayı, aynı nesneden duyu
özgürlük bulunsa da, bu ti.ir tanımlar, organları aracılığıyla, tümüyle farklı iz-
herşeyden önce düşüroneyi kolaylaştı­ lenimler alırlar. Örneğin, tad alma duyu-
ran bir işieve sahip olduklarından. felse- su, bir nesnenin tatlı, gönne duyusu ise
fe, matematik ve bilirnde büyük önem kırmızı, doklı.nma duyusu ise düz oldu-
taşır. ğunu söyler. Hatta bazı şeyler, bir duyu-
advaytizm. tBudizme karşı olan Şankara ya hoş görünürken, bir başkasına kötü
tarafından savunuhnuş birci öğreti. görünürler. Bütün bu uyuşmaz duyum-
Dış gerçekliğin, dünya ve bireyin yal- lar karşısında, Aenesidemos'a göre, biz
nızca göreli ya da fenomenal varlık ola- nesneleri niteliklerden oluşan kompleks-
rak varolduğunu, bir görünüşten başka ler olarak düşünürüz. Bununla birlikte,
hiçbir şey olmadığını, gerçekten varo- bir nesnenin tam olarak bu niteliklere ıni,
lan tek şeyin kişisel olmayan bir mut- daha fazlası.na ya da daha azma ını
lak ya da mutlak varlık oldugunu öne sahip oldugunu bilme olanağıınız yok-
süren; ben ve dünya ikiliginin yanılma tur.
ve bilgisizlikten kaynaklandıgını dile 4 Öznetji etkileyen koşullar. Bu gerekçe
getiren görüş. ya da neden ise, algısal deneyin karakte-
Aenesidemos'un tropeleri [İng. tropes of Ae- rini belirlemede büyük bir rol oynayan
nesidemos; Fr. tropes d'Anesidenıe]. Pyrrhon öznel koşulları ifade eder. Anormal du-
tarafından kurulmuş olan Yunan kuş­
rumda olan birinin, bir hasta ya da deli-
kuculugunu M. Ö. birinci yüzyılda yeni- nin duyumları ya da algıları, normal bir
den canlandırmış ve söz konusu kuşku­ kimsenin algı ya da deneylerinden fark-
lılık gösterir. Bununla birlikte, normal
culugun teorik çerçevesiyle temellerini
ortaya koymuş olan Yunanlı düşünür durumda olaniann deneyleri de, çeşitli
Aenesidemos'un, bilginin olanaksız ol- neden ya da gerekçelerden dolayı, farklı
dugunu ortaya koyan, maddf dünyaya olabilir. Ömegin, açlık, susuzluk, yaşlı­
lık, hareket ya da hareketsizlik, korku,
ilişkin bilgirniz söz konusu oldugunda,
yargıyı askıya alma tavrını ve dolayısıy­
güven, aşk ya da nefret kişinin algısal
deneyine yogun bir biçimde etki eder.
la kuşkuculugu haklı kılan on neden, S Nesnenin konumu, uzaklıgı ve yf!ri. Al-
gerekçe ya da diyalektik kanıtlamasa için gısal deneyin içerigi, nesneyi çevreleyen
kullanılan genel terim.
koşullar tarafından da etkilenir. Aynı
Bu gerekçe ya da nedenler şu şekilde gemi uzaktan küçük ve hareketsiz, ya-
sıralanabilir: 1 H~(l'anlar arasındaki farklı­
kından büyük ve hareketli görünür.
lıklar. Buna göre, hayvanlar, kendi arala-
Fakat, algılanan nesnenin gerçek doga-
nndaki farlddık!ardan dolayı, ayru _nes- sını göz önüne serrnek açısından, bir iz-
nelerden farldı izlerumler alırlar. 2 Insan lenim ya da deneyin digeri karşı.sı.nda
varlıklan arasındaki farklılıklar. lnsanlann hiçbir üstünlü~. bizim de digeri yerine
izienim ve deneyleri. diger hayvanların şu ya da bu izlerumi seçmek için haklı
algıları.ndan çok daha güvenilir olsa bile,
bir nedenimiz yoktur. 6 Algıdan aıJnlmaz
bu kez hangi insarun izlenimlerinin daha olan kanşımlar. Nesneler duyuları, kendi
güvenilir oldugunu belirlemede aşılmaz başlarına degil de, her zaman başka bir
güçlüklerle karşılaşırız. İnsanlarm dış şeyle birlikte etkiler. Bundan dolayı,
dünyadaki varhklara ilişkin. algalan insan varhgının algtladaga ürün, nesne-
içinde bulunduklan bedensel koşullara nin saf hAliyle özdeş olmayan bir kara-
bagh oldugundan, insanlar arasında söz ş•mdır. 7 Nesnenin nice/i:; ve kompozisyo-
konusu olan fiziki ve psişik farklılıklar, nu. Şeylerin niceligi ve kompozisyonu
farklı algaların ortaya çıkaşına neden da algısal deneyin niteligini dogrudan
olurlar. bir biçimde etkiler.
16 a fortiori

8 İlişkiler. Algının tiim nesneleri, algıla­ lar bulundugunu, fakat bu buyruklar


ran özneyle ve içinde bulunduklan ko- arasından birinin temel olup, tüm di-
şullarla olan ilişkileri tarahndan etki- gerlerinin bu buyruktan çıktıgını savu-
lendigi için, nesnenin gerçek dogasmı, nan anlayışa; tek bir ahlaki buyrugun
bu ilişkilerin dışına çıkarak kavramak varoldugunu, tüm diger buyruk ya da
olanagı }'Oktur. 9 Sık ve seyrek olarak ger- degerierin kendisinden türetilrnek duru-
çekleşen oluşum/ar. Algılanan nesnenin munda oldugu bu temel buyrugun 'Sev!'
algılayan kişinin tanışık oldugu, sık sık buyrugu oldugunu öne süren aşk ya da
karşılaşılan bir nesne ya da pek bilin- sevgi ahlakına agapizııı adı verilir.
meyen ve az rastlanan bil' nesne olması Agathon. tPlaton'un felsefesinde, ahlaki iyi-
da algıyı dogrudan etkiler. 10 Yasalarm, lige ve bu çerçeve içinde en yüksek iyiye,
geleneklerin ve a/ışkaıılıklarııı etkisi. Algı­ en yüksek tİdeaya, tüm İdealann varlık
ya, özellikle de deger yargılarına, kişinin nedeni olan İyi Ideasına veıilen ad.
üyesi oldugu toplumun yasaları, gelenek Agrippa. M. S. 3. yüzyılda yaşamış olan
ve görenekieri de yogun bir biçimde etki Romalı septik filozof.
eder. Agrippa hakkında tkuşkuculugu ge-
Tüm bu gerekçeler, Aenesidemos'a göre, rekçelendiren ya da temellendiren argü-
insan varhgınm kendisinden bagımsız manları özetlemesi, t Aenesidemos tara-
bir gerçekJigin ne ve nasıl oldugunu hiç- fından ortaya konan on tropeyi beşe
bir zaman bileıneyecegini, varlıgın kav- indirgernesi dışında pek az şey bilin-
raıulamaz oldugunu karutlar. Bundan mektedir. Aynı konu hakkındaki veya
dolayı, varlık hakkında dogrulugu test aynı nesneye dair görüş farklılıkların­
edilemeyen görüşler ileri sürmememiz, dan; her öncülün tek tek kanıtlanması
hiçbir şey hakkında, onun şöyle ya da gerektigi için, kanıtlamaların sonsuzca
böyle, ~elirli türden bir şey oldugtUlu geriye gidişe yol açmasından; bir nesne-
söylemememiz gerekir. Aenesidemos'a nin, özneler arasındaki farklılıklara ve
göre, yapılacak tek şey, varhgul atom- nesnenin degişen çevresel koşuHanna
lardan ya da ateşten ya da İdealardan baglı olarak, farklı gözlemcilere farklı
oluştugunu öne süren temelsiz kuram- şekillerde görünmesinden, v. b. g., dola-
lardan sakınmak, kısır tartışmalardan yı, yalnLZca akla dayanan zorunlu bilgi-
kaçuunak ve hiçbir konuda hüküm ver- nin degil, fakat, aktüel ya da mümkün,
meyerek yargıyı askıya ahnakbr. her tür olgusal bilginin de olanaksızlıgı­
a forliori. Tikel olanın dogrulu~nu kanıt­ nı dile getirmiş olan Agrippa, tMon-
lamak için, tümelin doğrulugunu göster- taigne ve tPascal üzerinde etkili olmuş­
mekten oluşan akılyürütme. tÇıkarımın, tur.
dogrudan bir çikarım olmayıp, dolaylı ağaç biçimli düşünce [İng. tree-like tho-
oldugu durumlarda, ömegin tasımda, a uglıt; Fr. pensee arborescente).Deleuze ve
fortiori targüman, özel ya da tikel öner- Quattari'nin, botanikten başlayarak cn-
meyi kanıtlamak amacıyla, genel öner- fonnasyon bilimi ve teolojiyle felsefeye
meyi kanıtlamaya karşılık gelir. kadar Batı kültürünün hemen tüm un-
agape. 1 tPlaton'un felsefesinde, İyilik. Gü- surlarını belirledigini söyledikleri epis-
zellik gibi, ezeli-dJedi ve yetkin İdealara temoloji veye düşünce tarzına verdikle-
duyulan, zaman zaman ahlciki, manevi ri ad.
ya da tinsel bir temeli olan aşk için kulla- Gilles tDeleuze ve Felix tQuattari'ye
ıulan Yunanca terim. 2 Ortaçag Hristiyan göre, Batı düşüncesini tanımlayan iki
felsefesinde, Tanrı adına insanı ve insan temel egretilemesi vardır. Bunlardan
için Taroı'yı sevme tavn. ayna egretilemesi, gerçekligin bilinçte
Agape teriminin söz konusu anlamına yan saydam bir biçimde yansıtıldıgı ta-
bagh olarak, ahlak alaronda belirleyici savvunma tekabül eder. Ikinci egretile-
ögeler ve ilkeler olarak birtakım buyruk- me ise, zihnin gerçeklik hakkında aynı
ahliikdışı 17

tarafından saglarunış olan bilgisini sag- 2 Daha özel olarak da, içinde yaşadıgı
laın temellere (yani, köklere) oturtulmuş toplumun ve çagm törelerini, ahlak an-
sistematik ve hiyerarşik ilkelere (eşde­ layışını eleştiren, tasvir eden ve bura-
yişle, bilgi dallarınal göre düzenleyen dan hareketle insan va ahlaklı olmanın
agaç egretileınesidir. Deleuze ve Quatta- koşullarına ilişkin düşünceler gelişti­
ri'ye göre, agaç biçimli Batı kültürüne, ren denemeci, düşünür, ya da romancı.
merkezi, birleşik, kendisine şeffaf, Bu anlamda ahlakçı, genel ahlak düşün­
kendi kendisiyle özdeş, temsil eden bir cesini eleştirir, insanların maskelerini
özneye dayandırılmış büyük sistemler düşürür ve edremle kötülügün çatış­
masıru ana tema olarak seçmek sure-
inşa etme imkanı vermiştir. Agaç ben-
zeri düşüncenin agaçlarından serpilen tiyle insanın ahlaki açıdan güçsüzlügü-
yaprakları, idea, Öz, yasa, Hakikat, Ada- nü ve yetersizligini gözler önüne serme-
let, Hak ve Cagita gibi dalları vardır. yi amaçlar. Onun sistematik olmaktan
uzak olan eseri, ya inceleme (tSeneca)
Böyle bir düşüncenin en önemli temsil-
ya yergi (Horatius) ya risale (Boileau),
cileri tPlaton, tDescartes ve tKant'tır,
ya özdeyişle (La Rochefoucauld), ya de-
çünkü onlar evrenselleştirici ve özselleş­
neme (tMontaigne) şeklinde gelişir.
tirici şemalar içerisinde zamansallıgı Ahlakçının tavrı ahiakın gerçek köken-
yok eden filozoflardır. lerine ilişkin sistematik bir analiz olma-
Bu düşüncenin diger bir adı da dikey mak ve dönemiyle sınırlı kalmak bakı­
felsefe olup, alternatifi köksap veya ri- mmdan, Nietzc;he'ye özgü bir soykülü gü
zomatik düşüncedir. anlayışmdan farkWık gösterir.
ahimsa. Hint düşüncesinde geçen, ve tüm ahlakçılık [Os. alılôlcfyye; Ing. mora/isrıı;
canlıların akraba oldugu ve dolayısıyla Fr. nıara/isuıe; Al. morn/is mu s]. ı Herşeyi
bütün varlıkların canının degerli ve kut- ahlak açısından deııerlendirme, ahlaki en
sal oldugu düşüncesini temele alarak, yüksek deger ve amaç olarak alma tavrı
hayvani gıdadan ve savaştan vazgeç- ya da insanın bütün eylemlerine ahlaki
mekten meydana gelen yaralamama, bir deger yükleme ve amaç kazandırma
zarar vermeme ilkesi. kaygısını ifade eden tavır, pratik felsefe
ahlak [Os. ah/tik; İng. morality; Fr. rrıora/itı!; anlayışı. 2 Daha özel olarak da, ahlaki,
Al. rrıara/ischer, sittlichkeit] Genel anlamda, her tiir tinsel, teolojik ve varoluşsal bag-
mutlak olarak iyi oldu~ düşünülen ya lamdan bagırnsız özerk bir disiplin, mut-
da belli bir yaşam anlayışından kaynak- lak bir yargılayıcı olarak gören ögreti.
lanan davranış kuralları bütünü; bir Buna göre, ahlakçılık, insan varlıgına
kimsenin iyi niteliklerini ya da kişiligi­ büyük bir inanç besleyerek, onun dege-
ni ifade eden tutum ve davranışlar bü- rine ve yetkinleşebilirligine inanarak,
tünü, huy. İnsanların kendisine göre ya- gerçek iyinin ya da insanın en yüksek
şadıkları, kendilerine rehber aldıkları amacının, dış etkiler ve koşullar her ne
ilkeler bütiinü ya da kurallar toplamı. olursa olsun, gerçekleştirilecek ahlaki
ahlakçı [Ing. moralist; Fr. mara liste). ı Genel eylemlerle kazanılan bir y~tkinlikten
oluşıuııunu savunan anlayış olarak or-
olarak, ahlak alanında yogunlaşan filo-
zof, insan eyleminin ahiili boyutu üze- taya çıkar.
ahlakdışı [Ing. nonııwral; Fr. nannıaral].
rinde duran düşünür; ahlaki konuları ve
Yerleşik ahiald degeriere tenı düşme, bu
çagının, toplumunun ahiald degerierini
degerlerle bagdaşmama durumu veya
tartışarak, buradan belli bir senteze ulaş­
ahlak alanının tiirnüyle dışında kalan
maya çalışan kişi. Düşünce ve eylemle-
şey için kullarula n sıfat.
rinde, ahlak ilkelerine baglı kalmaya Örneğin, cansız varlıklar, otomobiller,
özen gösteren, ahlaklı olmayı herşeyin silahlar ne ahlaki, ne de ahlaksızdır. Bir
önünde tutan kimse. otomobili ya da silahı kullanan kişi, bu
18 ııhlik dnyusu

otoınobi 1i ,va da silahı ahlaksızca, kötü- dogru oldugıına ilişkin araştırmadan


lüge yok açacak bir tarzda kullanabilir. oluşan pratik felsefe.
Fakat bu şeylerin kendileri ahlakdışı Felsefenin, neyin iyi ve dogru, neyin
olmak durumundadır. Örnegin, bilim- kötü ve yanliş oldugunu; insan yaşamı­
sel bilginin de ahiakla bir ilgisi yoktur. nın amacının ne olınası gerektigini;
Bilimin sagladıgı bilgi, insan tarafından ahlaklı ve erdemli bir yaşayışın hangi
iyi ve yapıcr yönlerde kullanılabildigi ögeleri içerdigini araştıran dalına karşı­
gibi, kötülük için ve yıkıcı amaçlarla da lık gelen ahlak felsefesi, ahlak alanında
kullanılabilir ve yalıuzca, kullanılmaya geçen kavramları analiz eder, iyinin,
başladıgı andan itibaren, ahlak bir olgu dogrunun anlammı açıklayıp, bir eyle-
olarak ortaya çıkar. mi iyi ya da kötü kılan ölçütler üzerinde
ahlak duyusu [Os. /ıissi alılak; İng. moral yogunlaşır. Buradan da anlaşılacagı
scnse; Fr. seııs moral; Al. moraliselter sinn] üzere, ahlak felsefesi alanındaki araştır­
Birtakım filozofların, ahlaki eylemlerin malar, ııormatif alıldkla metaetik ya da ana-
kaynagı olan ve insanlara dogruyu yan- litik alılıik olarak ikiye ayrılır.
lıştan ayırma olanagı verip, onları dog- Bunlardan normatif ahlak, neyin ahlaki
ruya yönelecek şekilde harekete geçiren bakımdan dogru ve yanlış, iyi ve kötü
ve ahlaki yargılar oluştururken, dikka- oldugunu belirleyen ölçütler sunup, bu
te alacagıınız standartlar saglayan, do- ölçütleri haklı kılma ve temel1endirıne
guştan getirdiginüz sezgisel güç ya da işiyle ugraşır. Buna göre, filozofların
yetiye verdikleri ad. çogu öncelikle ya dogru eylem ya da en
Ahlaki yeti ögretisi olarak bilinen ve yüksek iyiyle ilgilenmişlerdir. Ahi~ fel-
insan varlıklarında, onları iyilik, yar- sefesinin temel kavramı ya da belirleyict
dımseverlik, ödev ve insan sevgisi tü- ögesi olarak dogru eylemi seçen filozof-
ründen ahlaki degeriere yöneiten ve yal- lar, dogru eylemi gerçekleştinnenin,
nızca ahlak! olgularla ilgili olan ayn bir dogru olanı şeyi yapmanın, zorunlu
duyu, güç ya da yeti bulundugunu sa- olarak iyiyi, iyi olanı da doguracagını
vunan bu görüş, ahlak alanında, ahlaki öne sürmüşlerdir. Buna karşın, dogru
özneye iyi ve kötüyle, dogru ve yanlış eylemi degil de, iyi ya da en yüksek
arasındaki farklılılıgı algılama olanagı iyiyi temel kavram yapan filozoflar,
veren bir ahlak duyusunu temele ahr. neyin iyi oldugu belirlendikten sonra,
Varlıgı ilk kez Frands tHutcheson ve dogru eylemin hemen ve otomatik ola-
David tHume tarafından öne sürülmüş rak farkedilecegini, ve hayata geçirilece-
bir yeti olarak ahlak duyusu, neyin gini savunmuşlardır. Buna göre, birinci
dogru ve neyin yanlış olduguna ilişkin yaklaşımda neyin iyi oldugu dogru
bilgiyi temellendirdikten başka, ahlaki eylem tarafından belirlenirken, ikincisin-
bilgiyle ahlaki eylem arasındaki yank ya de dogru eylem iyi ya da en iyi tarafın­
da boşlutu, ahlaki eylem için bir motif dan belirlenir.
saglamak suretiyle kapamaya yarar. Söz konusu geleneksel anlayışın ya da
ahlak felsefesi [Os. ilmi ahlak; İng. etlıics; norınatif ahlakm karşısında, ahlak fel-
Fr. ethique; Al. ethik]. Felsefenin, 'ödev', sefesinin, iyi ve dogruya ilişkin bir
'yükümlülük', 'sorumluluk', 'gerekli1ik', araştırmadan degil de, ahlak kuramla-
'erdem' gibi kavramlan analiz eden, rıyla ahlaki inançlann ifadesinde kulla-
'dogruluk' ya da 'yanlışhk'la 'iyi' ve nılan terim ve önermelerin mantıksal
kötü'yle ilgili ahlaki yargılan ele alan, analizinden meydana geldigini savu-
'ahlaki eylem'in dogasını soruşturan ve nan tmetaetik ya da +analitik yaklaşım
iyi bir yaşamın nasıl olınası gerektigini yer alır. İnsanın düşüncesi, eylemi ve
açıklamaya çalışan dalı. Temelde iyi ve dilinde ortaya çıkan ahlaki ögelerin do-
dogru gibi iki etken tarafından belirle- gası ve anlamını çözümleyen metaetik
nen ve iyi ve dogru olana, neyin iyi ve ya da analitik ahlak, ahlaki kavramıann
ahlikan tem'l ögeleri 19

anlamlanyla, ahlaki yargıları haklılan­ der Moral [Ahlakın Soykütügü} adlı ese-
dırma, temellendinne veya destekleme- rinde geliştinniştir. Nitekim, sırasıyla,
de kullanılan yöntemlerin mantıksal efendi ve köle ahlakı, günah ve suçluluk
analizinden meydana gelir. Şu halde, bilinci, ve nihayet çilecilik ideali gibi üç
ahlak felsefesi, felsefenin, bir yandan ayrı bölüınden meydana gelen kitabın
dogru ya da iyiye ilişkin bir araştırma­ ana düşüncesi, ahiakın güçsüzlük ve ye-
dan, diger yandan da ahlaki kurarn ve teneksizliklerinden dolayı yaratıcı eyle-
kavraınlara ilişldn analizden meydana me teşebbüs edemeyen, ama eylemi
gelen dalıdır. kendilerine oldugu kadar, yaratıcı kişi­
ahiakın evreleri [İng. stages of morality; Fr. lere de yasaklayan birtakım norm ve ku-
plıases de lti moralite]. Ahlakm, filozoflar rallarla güçsüzlük ve yeteneksizliklerini
tarafından önerilen gelişme aşamaları. dengelerneye çalaşanların hınç ve inti-
Rasyonellik öncesi, geleneksel ahlak ya kam duygularından dogduğu düşünce­
da grup ahlakıyla, kişisel, rasyonel ya sidir.
da refleksif bir ahlakJ belirleyen, ve var- 2 Niet::z.sc:he ve Marks'ta örneklenen bir
hgı, hem kültür tarihinde ve hem de bi- tavır olarak, varolan geleneksel ahiakın
reyin yaşamında kolaylıkla gözlenebi- temellerini kazıyıp. kendi anlayışına,
len bu evrelerin en belli başlıları şu üç kendisine özgü bir ahlaka yer açma tavn.
evreden, yani 1 bireyin gelenekgörenek ahiakın temel etmenleri [İng. basic fac-
tarafından yönlendirilmesi evresi, 2 bi- tors in morality; Fr. facteurs bases de la ıno~
reyin kendi içinden yönlendirilmesi, ralite]. Ahlak olgusunu ya da kurumunu
kendi kendisini yönlendirmesi evresi, ve oluşturarı, belirleyen temel ve vazgeçil-
nihayet, 3 özerk birey evresinden mey- mez ebnenler.
dana gelir. Bu etmenler şu şekilde sıralanabilir: ı
Buna göre, ahlak, bir kültür çerçevesi Tikel nesne ya da bireylerin belirli bir
içinde kabul görmüş, belirlenmiş ve ta- ahlaki nitelik, tödev ya da sorumluluga
nıınlanmış amaçlarla bu amaçlara nasıl sahip olduklarını ya da olmadıklaruu
ulaşılacagını ortaya koyan kurallar ifade eden belirli yargı fonnlan. 2 Söz
öbegi olarak ortaya çıkar. Bireye dışsal konusu yargılar için nedenler ortaya
olan bu amaç ve kurallar bireyi uzun bir koymanın uygun ve olarıaklı oldugu dü-
süre boyunca yönlendirdikten sonra, şüncesi. 3 Daha genel yargılarda ifade
birey onları içselleştirir, kendisine mal edilebilen ve ahlaki yargılarla bu yargı­
eder ve kendi aınaçlarıyla kuralları lar için getirilen nedenlere teınel oları ku-
haline getirir. Bundan sonra ise, birey rallar, ilkeler, idealler ve terdemler.
rasyonel ve eleştirel bir tavır geliştirip, 4 Bu yargılara, kurallara ve ideallere
kural ve amaçlarını eleştiri süzgecinden eşlik eden ve bizim onlara uygun bir
geçirir, onları nesnel bir biçimde deger- tarzda hareket etmemizi saglayan dog-
lendinnesini ögrenir. O, artık özerk bir al his ya da duygular. S Sorumlu tutul-
birey haline gelmiştir. Gerçek anlamda ma, övülme ya da ayıplanma türünden,
ahiakın başladığı yer de, işte burasıdır. belirli ödül ya da cezalar, ek motivasyon
ahiakın soykütüğü [İng. geneology of mo- kaynaklan. 6 Bütün bir yargılama, akılyü­
rals; Fr. geneologie de la moralite]. ı Ünlü rübne ve hissetme süreci boyunca be-
Alman filozofu Friedridı tNietzsche'nin, nimsenmiş olan belli bir bakJŞ açısı.
ahlak kurumunu, ahiakın bir toplumda ahiakın temel ögeleri [İng. basic elements
nasıl ortaya çıktıgını, hangi fonksiyonu of ethics; Fr. eltments bases de l'ithique].
yerine getirdigini, insanların niçin ona Ahiakın varoluŞllnun kendilerine baglı
baglanmak durumunda olduklarını gös- oldugu temel unsurlar, bir toplum ya
termek suretiyle açıklama faaliyeti için da kültür çevresinde ahiakın onsuz olu-
kullandıgı deyim. Nietzsche söz konusu namaz koşulları. Bu ögeler şöyle sıra­
yöntem ve ahlak anlayışını Geneologie lanabilir:
20 ahiiki

1 Ahlik, eylemlerimizde her zaman le, kendi arzu ve ideallerine dayanarak


birtakım alternatiflerle karşı karşıya kal- bir seçim yapamadıgı zaman, ahlAktan
dığıımı gerçeğinin kabulüyle başlar. Biz ve ahiiki eylemden söz edilemez.
dogru ya da yalan söyleyebiliriz. Söz 4 Ahlikın dördüncü temei ögesi, so-
konusu iki olanak ya da alternatif ken- runıluluktur. Sorumluluk, kişinin eylem-
disini bize, davranışımızın alternatifle- lerinin sonuçlarını üstlenebilmesi anla-
ri, eylemimizde yönelecegimiz seçenek- mına gelir. Buradan da anlaşılacagı
ler olarak sunar. Biz bu iki alternatiften üzere, ahiiki sorumluluk, seçim ögesini,
birini ya da digerini seçebiliriz ve al ter- iride özgürlügünü varsayar. Yani, ey-
natiflerin varhgına bagh olarak, eyle- lemlerine özgürce ve kendi motifleriyle
mimizi kontrol edip diledigimiz şekil­ karar vererneyen bir kimsenin, bu ey-
de ayarlayabiliriz. Oysa, cansız bir lemlerin hesabını verebilmesinden, on-
varlık ya da eşya için böyle bir şey ke- ların sonuçlarını üs tlenebilınesinden
sinlikle söz konusu olamaz, çünkü o söz edilemez. Bu anlamda bir çocugun
farklı eylem tarzlarını birbirinden ayı­ ya da akıl hastasının sorumlulugundan
ramaz. Öte yandan, cansız bir varlık, söz etmek mümkün degildir. Onlar so-
başka bir biçimde degil de, yalnızca
rumlu tutulamazlar, çünkü kendilerine
kendisine etki eden bir dış güce baglı eylemlerine özgürce, kendi tercihlerine
olarak davranışta bulunur. Şu hilde, göre karar verebilme olanagı verecek,
bir zihinsel olgunluktan yoksundurlar.
insan varlıgı, cansız bir varhgın tersi-
S Ahlikın başka bir temel ögesi de,
ne, bir eylemi kendi başına başlatma
başka insanları hesaba kabna zorunluluğu­
gücüne sahip, farklı alternatiflerin bilin-
dur. Buna göre, davramşlanmızın başka­
cinde olan biridir.
lanru nasıl etkileyece~ konusu, ahlikın
2 Ölçüp biçme, bilinçli olarak tartma.
konulannın önemli bir bölümünü meyda-
Buna göre, bir kimse bir problem ya da
na getirir. Çünkü, davranışlaranızın iyi
güçlükten kurtulabilmek için, yalan rru ve do~ olup olmadıklan, çogunlukla
yoksa gerçekleri oldugu gibi mi söyle- söz konusu davraruşlann başkalan üze-
mesi gerektigi üzerinde düşüroneye rindeki etkilerine bagh olacakbr. Nit8:im,
başladıgı zaman, alternatif davranış
birçok ahlikçı Robinson Cnısoe'nin ger-
tarzlannın lehindeki ve aleyhindeki ve- çek anlamda ahlaklı ya da ahliksız davra-
rileri ölçüp biçiyor demektir. Pratik bir nabilecegi görüşünü kabul ebnez.
bilgelige dayanan ölçüp biçme, bilinçli 6 Ölçüp biçtigimiz, 'Ne yapmahyun?'
olarak tartma, bizim gücümüz ve etki diye sordugumuz zaman, davranışımı­
alanımız içinde kalan, gelecekteki ey- zın, yalruzca başkalan üzerindeki etki-
lemleri konu alır. Ölçüp biçme, ne yap- lerini degil, fakat kendi karakterimi:ı., kendi
mamız gerektigi üzerinde düşürune, 'Ne yaşantımız ve genel amacımız üzerindeki
yapmabyun?' sorusunu yarutlama, belli etkilerini hesaba katıyoruz demektir. Bun-
bir amaca nasıl ulaşılacağı konusunu bi- dan dolayı, ahlikın en önemli ö~esi,
linçli olarak tarhna anlamuıa gelir. ahiiki eylemin öznesidir.
3Seçim ya da ir4de özgürlüğü. Ahlikı ahiiki [liıg. moral; Fr. moral; Al. sittlich].
olanaklı kılan çok önemli başka bir öge İyi. dogru di ye nitelenen, dogt-u, erdemli,
ise, seçim yapabilme, alternatifler kar- adil, v.b.g., oldugu kabul edilen insan ey-
şısında tercihte bulunabilme yetenegi- lemleri; temel degerler tarafından yön-
mizdir. Zira insan varlıklan birer maki- lendirilebilme veya başkalanN bu deger-
na olsaydılar ve insanda herşey önceden Iere göre etkileme, yargılama kapasitesi
belirlenmiş olsaydı, ahlik diye bir şey için kullanılan stlat. Ahlik kurallanna
hiç söz konusu olmayacaktı. Başka bir uygWl olan, ahlAk bakımından iyi olan
deyişle, ahiiki özne iyi ve kötü, degerli eyleme, ahlik bakunından iyi olan kişi­
ve degersiz karşısında, kendi motifleriy- nin karakterine verilen ad.
ahlaki empirizm 21

ahiald aritmetik [İng. moral arithmetic; Fr. cak bir kurallar ve ilkeler bütünü anla-
arillııuetique morale]. tYararcıhgın kuru- şıldıgı sürece, ciddi problemlere yol
cusu Jeremy tBentham'ın, 'mümkün ol- açar ve çogunluk, savunulabilir görüş­
dugu kadar çok sayıda insana, mümkün ler olmaktan çıkar. Evrensel ahlaki ego-
en yi.iksek mutlulugu saglama amacı'na izın ise, anlaşılabilir ve savunulabilir
ulaşınak için temele aldıgı haziara iliş­ bir ahlak anlayışı olabilmekle birlikte,
kin hesab bilimi; hazların yogunlugu, birtakım koşullar gerçekleştirilmedigi
süresi, niteligi ve başka insanlar üzerin- takdirde, pratik olmayan bir ögretidir.
deki etkisiyle ilgili kalkül türü. Buna göre, ahlaki egoizm, ancak ve.
ahlaki egoi.7.m [İng. egoismi Fr. ~goisme; Al ancak insanlar birbirlerinden yalıtlandık­
egoismus]. Ahlak felsefesinde, her insanııı Ian, göreli olarak küçük gruplar halinde
kendi iyiligini gözetmesi ve kendi çıkar­ yaşadıklan ve dolayısıyla, insanlar ara-
Ianna hayata geçinnesi gerektigini, ya- sındaki çkar çahşmaları en aza indir-
şamdaki en yüksek iyinin, kişinin ken- gendigi zaman, uygulanabilen bir teori
disi için olanaklı olan tüm tahninleri olabilir. Fakat bizim, kendisine yeten var-
(arzuları, istekleri, ihtiyaçları, hazları ve lıklar olrnadıgımız, göreli olarak küçük
amaçları) karşılaması ya da gerçekleştir­ topluluklar halinde yaşamayıp, başka
ınesi oldugunu, kişinin kendi tatmin, ba- insanlarla toplumsal, ekonomik ve hatta
şan ve mutlulugunun ilk, en yüksek ve ahlaki olarak karşılıklı bir bagımidık
nihai deger oldugunu, kalan tüm deger- ilişkisi içinde bulurıdugumuz, nüfusu
Ierin bundan çıkhgını savunan anlayış. giderek artan bir toplum içinde yaşadı­
Herkes için geçerli olan bir tahlak ya- gunız ve burada, kaçırulmaz olarak bir-
sası bulunmadıgı için, ahlaki eylemin takım çıkar çatışmalarının ortaya çıktıgı
sonucuna göre degerlendirilmek duru- dikkate alırursa, evrensel ahlaki egoizm
munda oldugunu, kişinin her zaman de çökme tehlikesiyle karşılaşır, ya da
kendi çıkarını, yaranna temele alarak ey- en azından, çıkar çatışmalan söz konusu
leınesi gerektigini, ahlaki bir eylemde oldugunda, çabşmaları herkesin çıkanru
belirleyid unsurun, eylemin özneye sag- koruyacak şekilde çözümleyecek bir yön-
ladıgı yarar, çıkar oldugunu öne süren temle tamamlanmak durumunda kalır.
ahlak görüşü olarak ahlaki egoizm ya ahlaki empirizm [İng. ethical enıpiricism; Fr.
da benciligin, tbencillikle özdeşleştiril­ emprl.sme ethique). Genel olarak, insanın
ıne zorunlulugu yoktur, çünkü bencillik dogal yönünden, duyularından ya da
sergileyen eylemler, pekala eylem sahi- daha çok duygularından hareket eden
binin çıkanna olmayabilir. ahlak anlayışlan için kullarolan deyim.
Üç ayn ahlaki bendlik ya da egoizmden Nitekim, duyguyu duyularm bir türevi
söz edilebilir: 1 Evrensel fllılalô egoimı, olarak görüp ahlak.lılıgı ona dayandıran
temel ilke olarak, herkesin, başkalannın tüm dogalcı ahlakiara aynı zamanda em-
çıkarlannı hiç dikkate almaksızın, her pirik ahlak anlayışları adı verilir.
zaman kendi çıkamu gözeterek eylemesi Ahlaki empirizm biraz daha özel bir
gerekb&ni öne sürer. Buna karşın, 2 bi- anJam içinde, ahlaki takılcılı~ın karşı­
reı;sel ahldki egoizm, herkesin benim çıka­ sında yer alan ve ahlaki eylemin teme-
nma göre eylemesi gerekti&ru, 3 kişisel linde bulunan ahlak kurallarının, do-
atılıiki eguiznı ise, benim, başkalannın ne guştan getirilmeyip sonradan deneyim
yapmalan, nasıl davranmalan gerekti~y­ yoluyla kazanıldıgını öne süren görüşü
le ilgili bir iddiada bulunmaksızın, kendi ifade eder. Söz konusu empirist görüş,
kişisel çıkanma hesaba katarak eylemde ya ahlaki tbireycilik şeklinde ortaya çı­
bulunmam gerekti~i öne sürer. karak, kurallann kazanılmasında bire-
Söz konusu ahlaki egoizm türlerinden, yin özgün deneyiminin önemini vurgu-
bireysel ve kişisel egoizm, ahlaktan top- lar ya da tsosyolojizm şeklini alarak,
lumsal bir ahlak, bir ahlak sisteminden kuralların elde edilmesinde ortak dene-
de, tüm insan varlıkları için geçerli ola- yimi ön plana çıkartır.
22 ahlaki epistemoloji

ahiald epistemoloji [İng. moral epistemo- mı gerçekJeştirdigimiz) yoksa ödevin


logy; Fr. epistenıologıe morule] Herkes için mi (yani bir eylemi, onu yapmanın
geçerliligi olan nesnel ahlaki dogrula- ödev, dogru olduguna inanarak mı ger-
rın olup olmadıgı, ahlaki sonuçların, çekJeştirdigimiz) sonucu oldugunu bil-
tam olarak 'dogru' diye betiınlenemese menin büyük önem taşıdıgını söyleyen
bile, nesnel olup olamayacagı soruları­ Kant'a göre, dogal egilimlerimize daya-
nı soran; ahlaki ilke ve sonuçların nasıl narak ya da kişisel çıkarı temele alarak
bilinebilecegi, ahlaki akılyürütmelerin eylemek yerine, bir ödev duygusuna da-
nasıl haklı kılınabilecegi, akıl, duygu yanarak eylemeliyiz, çünkü burada nes-
ve sezginin ahlaki düşünüş ve argü- nel bir ahlak yasasıyla bu ahlak yasasına
manlarda nasıl bir rol oynadıgı konula- duyulan öznel bir saygı dışında hiçbir
mu araştıran tepistemoloji türü. şey yoktur.
ahlaki eylem [İng. Moral actioni Fr. Action Öte yandan, tKant'a göre, bir eylem bir
morale]. Ahlak açısından degerlendirile- egilim ya da histen dolayı degil de, yal-
bilen, ahlaki birdegere uygun düşen ya nızca bir ödev duygusundcuı dolayı ger-
da ahlaki bir amac gerçekleştirmeye ça- çekleştirilmişse eger, ahlaki bir eylem
lışan, yönelimsel bir karakter taşıyan, olabilir. Zira, insanlar yalnızca etki ede-
belli bir amaca yönelmiş olan eylem. bildikleri, kendi denetimleri altında bu-
Ahlaki bir eylemin sahip olmak duru- lunan şeylerden sorumlu tutulabilirler.
munda oldugu belirli özellikler şöyle sı­ İnsan, egilimleri, duygu ve tutkulan
ralanabilir: 1 Eyleme yöneiten bir niyet üzerinde tam bir denetim saglayamaz.
ya da bir ınotifin varlıği, 2 belli bir Aynı şekilde, insanın kişisel çıkannı
eylem biçimini seçen bilinçli ve sorwnlu gözeterek birtakun sonuçlara yönelmesi
bir özne, 3 özne tarafuldan yapılan se- de kabul edilemez. Çünkü bu tür ey-
çimde, bir zorlamanın söz konusu olma- lemler insanın yüce, insani ve rasyonel
yıp, seçimin öznenin kendisi tarafından özünü ortaya çıkaramadıktan başka,
belirlenmesi, 4 iyi ya da kötü gibi ahlaki eylemlerin sonuçları da çoğu zaman in-
degerierin varlıgı, S kişinin kendisi ya sanların etki edebilecekleri alaıun dışın­
da başkalannın çıkarına olabilecek bir da kalır. Bundan dolayı, tüm insanlar
sonucun hedeflenmesi. için ahlaklı olmaktan söz edilebilecekse
İşte bu çerçeve içinde, ahlaki eylem en eger, ahlak insandaki ödev duygusuna
genel haliyle, özgür iradeye dayanan ve dayarunalıdır.
başkalannı gözeten bir eylem olarak ta- ahlaki gerekçeler kanılı [İng. argument
nımlanabilir. from moral considerations]. Ahlak felsefesi
ahlaki eylemin gerisindeki motifler. [İng. tarihinde, tNietzsche ve Sartre gibi bazı
motives behind the moral action; Fr. motives ateist düşünürlerin ahlakı ve insan öz-
dcrriere de l'action morale]. Ahlaki eylemi gürlügünün varoluşunu mümkün kıla­
doguran, ahl3ksal diye nitelenen eylem bilmek için, yani ahlaki kaygılardan ha-
türünü güdüleyen motifler, daha özel reketle, Tanrı'nın varlıgım yadsıma
olarak da, Alman filozofu Kant'ın, ahlaki tavırlarını ifade eden l<arut ya da argü-
eylemin temeline yer~~ştirilebilecegini man türü.
söyledigi üç ayn motif. Dünya tarihinin oldukça kannaşık ve
Bu motifler sırasıyla, 1 egilim, 2 kişisel problemli dönemlerinde yaşamış ve fel-
çıkar ve 3 tödev olabilir. Bir eylemin sefelerinde ahialcı ön plana çıkamuş
ahlaki degerini yargılarken, eylemin, olan Nietzsche ve Sartre, ahlak söz ko-
birtakım egilimlerin mi (bir eylemi, belli nusu oldugunda, i.nsanın Tann tarafın­
bir anda onu gerçekleştirme hissine ka- dan önceden belirlenmiş bir özü bulun-
pılarak mı gerçekleştirdigimiz), yoksa madıgnu, insanın özünü kendisinin
lcişisel çıkarın mı (eylemi, onun kendi- yarattıgını öne sürmüştür. Başka bir
ı·,lize çıkar saglayacagını hesaplayarak deyişle, bu filozoflar, insan özgürlügü-
ahlaki g~redlik 23

nün, ancak ve ancak Tann varolınadıgı göreli olduğunu, mutlak hiçbir ilke ya
zaman söz konusu olabilecegini savun- da deger bulurunadığı için, her i..nsarun
muşlardır. kendi kural ya dtı degerierini kendisinin
Buna göre, Nietzsche, Avrupa'da Tanrı belirlemesi gerektigini savunan ahlak
inancının ve bu inanca dayanan klasik görüşü.
Hristiyan ahlakının çöktüğünü iddia Tüm insanlar için, tüm zamanlar bo-
eder. O, bu durumun çok endişe verici yunca aynı ölçüde geçerli olan tek bir
bir durumoldugunun farkındadır. Nite- ahlakın ya da tek bir tahlak yasası'nın,
kim, Tann inancının çöküşüyle ilgili ahlaksal standarhn varoluşunu yadsı­
olarak, 'Dünyanın bir daha sahip olama- yan, birçok ahlak yasası, birçok standart
yacagı en kutsal ve en güçlü varlık, han- bulundugunu, bir çagda ya da belli bir
çerterimizin altında kana boyandı. Bu, yerde hüküm süren ahiakın başka bir
insanm kaldıramayacagı kadar büyük çagda ya da yerde hüküm süren
bir olaydır' demiştir. Fakat, bu durum ahlaktan oldukça farklı olabilecegini, bir
ona göre, zorunludur, çünkü insanın gü- ahiakın hüküm sürdügü çaga göreli ol-
cünün bir degeri olacaksa, insan için bir · dugunu öne süren görüş.
özgürlük ve ahlaktan söz edilebilecekse, Nesnel olarak dogru ve geçerli olan
sonsuz güce sahip olan bir varlıgın va- ahlaki hiçbir standart, evrensel hiçbir
rolmaması gerekir. Zira, sonsuz olanla deger bulunmadıgını savunan görecili-
sınırlı olan, en yetkin olanla yetkin ol- ge göre, tüm standartlar, tüm degerler
mayan, tamla eksik olan bir ve aynı öznel bir karakter taşır. İnsaniann
dünyada bannamaz. Barınırsa eger, ahiakla ilgili öznel duygulan, varolan
eksik ve sınırlı olan, köleleşir, yetkin tek ahlaki ölçüt ya da standardı meyda-
olan ve sırursız bir güce bulunana teslim na getirir.
olur, özünü ve ahlakını yaratam.az. Öy- Ahlaki göreciligin üç farklı şekli ya da
leyse, insanın kendisini özgürce yarata- türü vardır: 1 Bunlardan betirnleyici göre-
bilmesi için, Tanrı'dan vazgeçilmesi gere- dlik, olaru betimleyerek, yalruzca, farklı
kir. insan ve toplwnlann ahlaki yargılannın
Aynı tezi tSartre da savunur. insanda farklılık gösterdigini, hatta bunlann bir-
varoluş, ona göre, özden önce gelir. İn­ birleriyle çahşma içinde bulundu~u
sanın varoluşu, bu dünyaya gelmişligi dile getirir. 2 Metaetik göreci/ik ise, temel
vardır ve insan, özünü kendisi yaratır. ahlaki yargılar söz konusu oldugwtda,
Tanrı, yani bir yaratıcı var ise eger, insa- bu yargılardan biri yerine başka bir yar-
nın özü de var demektir ve bu öz varo- gıyı haklı kılmanın nesnel olarak geçerli
luştan önce gelir. Başka bir deyişle, olan rasyonel bir yolu bulunmadıgını ve
Tanrı varsa, özgürlük yok demektir ve çabşan iki Lemel yargının aynı ölçüde
insan kendi özünü oluşturma olanak ve geçerli oldugunu savunur.
gücünden yoksundur. Bu imkan ve 3 Buna karşın, normatif görecilik, betim-
~ilcün varolabilmesi için, Sartre'a göre, leyid görectügin antropolojik ya da sos-
Tanrı'nın varolmaması gerekir. yolojik bir iddiada, metaetik görecil tgin
ahlaki görecilik [İng. etlıical relativism; Fr. ise tınetaetik alanına giren bir savda bu-
relavitisme ethique]. Ahlakta ve değerler lundugu yerde, normatif bir ilke öne
bakımından rölativizm. Bireylerin ahlaki sürer: Bir birey ya da toplwn için dogru
ilke ve degerieri arasında bir çabşma bu- ya da iyi olan, içinde bulunulan durum
lundugu gözleminden hareketle, ahlaki ya da koşullar aynı olsa bile, başka bir
degerierin ve ilkelerin kişiden kişiye, birey ya da toplum için dogru ya da iyi
çagdan çaga ve toplumdan toplwna de- olamaz. Bu ilke ise, bir kimse tarafından
giştigini savunan anlayış. Ahlak alanın­ dogru ya da iyi oldugu düşünülen bir
da, mutlaklann varolmadıgını, ahiakın şeyle ilgili olarak, başka bir kimsenin
kültürlere, gruplara ve hatta bireylere onun iyi ya da dogru oldugu inancırıa ya
24 ahlaki ilke

da düşüncesine sahip olmadı~ tezine ek ek olarak, aklımız, tecrübedeki nesne ve


olarak -ki, bu betiınleyici görecili~n tezi- olaylara, sanki onları belli gözlükler ya
dir- bir toplumda, belli bir yerde ya da da lensler aracılıgıyla görüyormuşcası­
zamanda gerçekten de iyi ya da dogru na, onlarla ilgili düşünme tarziarımazı
olanın başka bir durumda, yerde ya da aktarır. Buna göre, biz, bilirnde de ahlak
zamanda iyi ya da dogru olmadıgı tezini felsefesinde de, belli bir durumda, za-
ıçerır. manda deneyimledigimiz tikel olgıılann
ahlaki ilke [Os. mebdei ahlıik; İng. moral ötesine geçen kavramları kullanırız. De-
principle; Fr. principe moral]. 'Yalan söyle- neyim, biliınde ve ahlakta, zihne daha
mek kötüdür', 'Hırsızlık kötüdür', 'Kişi geniş kapsamlı, tümel terimlerle düşün­
dürüst olmalıdır' türünden, insana yapıl­ me fırsatı verir. Bir degişme gözlemledi-
ması, gerçekleştirilmesi gereken ahiald girniz zaman, zlhnimiz bu olaya, bu de-
eylemi gösteren, insana yükümlülügü- gişmeye ek olarak, tüm degişmelerdeki
nü, ödev ve sorumlulugunu anımsatan, tnedensellik ilişkisini açıklama olanagı
ahlaki eylemlerin bilinçli olarak ya da bi- veren nedensellik kategorisini yükler.
linçsizce kendisine dayandmldıgı, ey- Aynı şekilde, pratik aklımız da, Kant'a
lemlerin kendisiyle açıklandıgı ya da yo- göre, insani ilişkilerimizde, yalnızca belli
rumlandı~ kural ya da ilke. bir anda degil, fakat her zaman nasıl
ahlaki ilkelerin bilgisi [İng. krwwledge of davrarunamız gerektigini belirleyebilir.
moral priııciples; Fr. connaisance des princi- Nasıl ki, kuramsal aklımız nedenseilikle
pes morals] tödev ahlakıyla ünlü Alman ilgili tümel ve zorunlu yargılar oluştura­
filozofu Kant'ın evrensel ve zorunlu biliyorsa, aynı şekilde pratik aklımız da
ahlaki ilkelerin bilgisinin nasıl kazanıldı­ 'ne yapmamız gerektigi'yle ilgili genel
gını açıklama tarzı. geçer, evrensel yargılar ortaya koyabilir.
Teorik bilgi ile pratik bilgi arasında bir Aklunız her ikisinde de, tüm zamanlar
koşutluk kuran tKant, ahlaki ilkelere ve durumlar için geçerli olan bir ilkeyi
ilişkin bilgimizin bilimsel ilkelere iliş­ konu almaktadır, zira bpkı fizigin yasa-
kin bilgimize bir bakıma çok benzedigi- ları gibi, ahlaki eylernin de yasası vardır.
ni öne sürmüştür. Çünkü Kant'a göre, ahlaki kültür hareketi [İng. ethical culture
'İnsan daima dogruyu söylemelidir!' movement]. insani, toplumsal ve ulusla-
şeklindeki ahlaki yargı, ilke olarak 'Her rarası tüm ilişkilerde, ahlak etkeninin
degişmenin bir nedeni vardır' şeklinde­ önemini vurgulayan, ödev duygıısunun,
ki bilimsel yargıyla aynı türdendir ya da ahlak yasasıyla insanın sonsuz deger ve
aynı zihinsel faaliyetin ürünüdür. Biz, yüceliginin herkes tarafandan geregi gibi
tüm degişmeleri gözlemlernemiş olsak aniaşılmasını amaçlayan akım ya da ha-
da, zihnimiz tüm degişmeleri düşünme reketler.
olanagı sagladıgı için, her degişmenin Terim tpozitivizm, tyararalık,. idealizm
bir nedeni olması gerektigini biliriz. Bu, ve daha özel olarak da, 19. yüzyılın sonla-
Kant'a göre, bizim teorik, kuramsal dü- nnda İngiltere'de bazı se9<,in filozoflar ta-
şünıue kapasitemizi yansıtmaktadır. Üç rafından sözü edilen amaçla kurulan der-
arh üçün altı ettigini biliyoruz ve bu bil- nekler için kullanılmış br.
giyi elmaları ya da portakallan bir araya ahlaki mutlakçıhk [İng. ethical absolu-
getirerek elde etmiyoruz. A yru şekilde, tism; Fr. afısolutisme ~tlıique]. Ahlaki de-
insanın her zaman dogruyu söylemesi gerin ezeli-ebedf ve nesnel olarak ger-
gerektigirıi sonucuna, Ali'nin, Meh- çek oldugunu, ezelf-ebedi olarak dogru
met'in eylemini gözlemledikten sonra ve geçerli olan ahlAki kural ve degerler
va muyoruz. bulundugunu ve bu degerlerle kurallar
Kan fa göre, bilgimiz her ne kadar dene- bütününün istisnasız tüm insanlar için
yimle başlasa da, tecrübeyle sınırlarunış geçerli oldugunu, yani tüm insanlar ta-
degildir. Deneyimden gelen izlenimlere rafından kabul edilmek, benimsenrnek
ahlak kanıtı 25

durumunda olan, degişmez ve mutlak geçmişte oldugu gibi, şimdi de bilgisiz-


bir yasa, standart ve ahlak bulundugu- lik içinde olabilmekle birlikte, kesinlikle
nu savunan görüş. bilgisine sahip olmak durumunda olduk-
Ahlaki tözneldligin tam karşıtı olan lan gerçek dogrular oldugu inancı, mut-
görüş, söz konusu ahlak yasasının uygu- lakçının tavrının aynlmaz bir parçasıdu.
laması ve geçerliliği bakımından dünya- Ona göre, ahlaki bakımdan dogru ya
nın belli bir bölgesi ve tarihiyle sınırlan­ da yanhş olan -bu ister özgür aşk, ister
maınış oldugunu öne sürer. Mutlakçllara kölelik, ya da ister çokeşlilik olsun-
göre, ahlaki bakımdan bugün dogru olan, tüm insanlar için, tüm zamanlar boyun-
antik Ytman ve Roma'nın egemenligi al- ca dogru ya da yanhştır. Başka bir de-
tında geçen yüzyıllarda ve hatta daha yişle, mutlakçılık, yalnızca ahlak yasa-
önce de dogru olmak durumundadır. snun bu gezegendeki tüm insanlar için
Günümüzde ahllli bakımdan yanlış ola- aynı oldugunu degil, fakat onun tüm
nın, o zaman da yanlış olması gerekir. akıllı varlıklar için geçerli oldugunu da
Ahlaki bakımdan bugün yanlış olan öne sürer. Mutlakçılıga göre, ahlak ya-
kölelik, o zaman da yanhş olmak duru- sası evreninin yapısının ayrılmaz bir
mundaydı. Bu durum, antikçagda bazı parçasıdır.
büyük düşün ür ve şahsiyetler köleligin ahlaki özne [İng. moral agent; Fr. agent
toplum için zorunlu bir koşul oldugu- moral]. Kendisine belli birtakım ahlaki
nu düşünmüş olsalar bile, geçerli olma- niteliklerin atfedilebildigi, bundan dola-
lıdır. Antikçagda köleligin meşru ol- yı, ahlaki açıdan degerlendirilebilen,
ması, yalnızca, Yunanlıların, neyin belli bir olgunluk, akıl yetisi ve duyarh-
ahlaki bakımdan dogru ve neyin yanlış ga sahip olduktan başka, özgür ve so-
oldugu konusunda bilgisizlik içinde ol- rumlu olmak durumunda olan ve ken-
duklannı gösterir. disini ahl~ki eylemle ifade eden özne.
Buna göre mutlakçı bir bakış açısını be- Dış koşullar, kendisinin dışındaki güç
nimseyen kişi, ahlaki deger ve düşün­ ve nedenler tarafından de~ de, kendi
celerin çagdan çaga ve toplumdan top- seçim ve özgür ir~desiyle belirlenen, bi-
luma degiştigini, tartışılmaz bir olgu linçli ve sorumlu varhk.
olarcık kabul eder. Biz, bugün köleligin ahlaki ve toplumsal yasalar [İng. moral
ahlaki bakımdan yanlış oldugunu düşü­ and sociallaws; Fr. lois mora/es et social es].
nürken, Yunanlılar onun dogru oldugu- İnsan davranışını düzenlemek, yönlen-
na inanmış olabilirler. Bununla birlikte, dirmek ve kontrol etmek amacıyla bir
onların bir şeyin dogru oldugunu dü- totorite, tgelenek ya da akıl tarafından
şünınüş olmaları, bir şeyi gerçekten de getirilen davranış kurallan, yasak ve
doğru yapmaz. İnsanların bir şey hak- yükümlülükler; toplumsal beraberlik,
kında ne düşünmüş olduklanndan çok, barış ve uyumu saglamak, kişisel ol-
o şeyin gerçekte ne oldugunun bir mayan ilişkileri sürdürmek, duygulan
önemi vardır. geregi gibi ifade etmek üzere, davranış
Ahl~ki mutlakçıya göre, dogru ahlaki sırasında izlemnesi gereken, evrensel
degerler öbegi her ne olursa olsun, o bir geçerliligi ya da uygulanabilirligi
tüm insanlar için, tüm zamanlar boyun- olan nesnel ve baglayıcı kurallar.
ca her zaman aym olınak durumunda- ahlak kamh [İng. moral argument for the
dır. Mutlakçının bu inancı ya da görü- existence of God; Fr. argument moral pour
şü, insanlarm ahiakla ilgili konularda l'existence de Die u]. tTeizmin temellerini,
hala ögrenecek çok şeyi oldugu inancıyla insan varlıkJannın ahlakr deneyimlerinde
tutarsızlık göstennez. Çünkü, insan tara- bulan, Tanrı'nın varoluşunu insandaki
findan yaratılmamış bir şey olarak deger duygusuyla açıklayan, Tann'nın
ahlikın nesnel oldugu, ahiakın ilkeleri- varoluşunu ahlak yoluyla kanıtlayan
nin, insanlann kendileriyle ilgili olarak, tavır, yaklaşım.
_::ı ahliksızcıhk

Tanrı'run varoluşunu kanıtlama çaba- Bw\unla birlikte, salt fikir düzeyinde ka-
sında olan diger tTanrı kanıtlan gibi id- lındıgında, ahiakın mutlulukla sonuç-
dialı olmayan ve Tann'nın varoluşunu lanınası, yalnızca bir ideden, gerçekleş­
ahlak olgusundan, insanın ahlaki dene- meyebilecek bir idealden ibaret kahr.
yiminden, ve dolayısıyla söz konusu Oysa, Kant'a göre, ahlak ile mutlulugun
deneyim ile ilgili verilerden yola çıka­ birleşmesi, insan için en yüksek iyiyi
rak kanıtlamaya çalışan; insan varlıgın­ meydana getirir. Fakat, bütün insanlar
da görülen ahlaki ve tinsel gelişmenin, bir araya gelseler bile, böyle bir iyinin
yalnızca Tanrı'nın varoluşu ışıgında gerçekleşmesini saglayamazlar, zira bu,
degerlendirebilecegini, insanda görülen onların, hatta bir bütün olarak doga dü-
ahlaki ilerlemenin ancak ve ancak bu zeninin gücünü aşar. Ahlaklilık ile mut-
gelişmenin gerisindeki itici güç ve lugun birleşmesi, Kant'a göre, yalnızca
önündeki yüksek amaç olarak Tanrı'nın evreni ahlak yasalanna göre yöneten bir
varlıgıyla açıklanabilecegini savunan Mutlak Alol'ın, yani Tanrı'nın varlıgı­
ahlak kanıtı şu kabullerden biri ya da nın tasavvur edilmesi durumunda söz
digerine dayanır: 1 Ahlaka, ahlaklılıga konusu olabilir. Bu durumda, saf pratik
temel olan vicdan sadece Tanrı'run sesi aklın ilkelerine göre, 'Tann postülası' ile
olarak açıklanabilir; 2 Ödev, dogruluk, 'Ölümsüzlük postülası'ru ortaya koyma
dürüstlük, hakkaniyet gibi ahlaki kav- zorunlulugu vardır.
ramları ancak Tanrı'nın iradesiyle açık­ ahlaksızcılık [Os. gayri alılilkiyye; İng. im-
layabiliriz. 3 Ahlaklılık baglayıcı gücü- moralisııı; Fr. imınoralisme; Al. immo-
nü Tann tarafından verilen ceza ve ralls mus]. t Ahlakçılıgın karşısında yer
ödüllerden alır. 4 Ahlaki deger ve kişi­ alan bir tavır olarak ahlak düşmanlıgı.
sel mutluluk arasında bir baglanb ol- Ahlaki ödev, ilke ve kuralların insanın
masının aklın bir talebi oldugu dikkate insanbgını öldürdügünü, insanı baskı
alınırsa, ahlaki öznelerin Tann'nın va- altında h.ltup, onu köleleştirdigini savu-
roluşunu kabul etmeleri makul, rasycr nan ve bundan dolayı, ahlaka bütünüyle
nel bir şeydir. Ahlak kanıtını ilk kez karşı çıkan, ahlaka karşı kayıtsız kalan
olarak ortaya atan kişi, ünlü Alman filo- göıüşe ya da geleneksel ahlak anlayışına
zofu tKant işte bu kabuUerden sonun- karşı koyma tavrı.
cusunu temele almıştır. ahlak türleri [İng. hjpes ofmorality; Fr. gen-
Diger Tanrı kanıtlanru, Tanrı'nın varlı­ res de moralite]. 'Kime ya da neye karşı
gını bir bilgi konusu ya da problemi ahlaklı olunur, ahlaklı davranılu?' soru-
haline getirdikleri için eleştiren Kant. suna verilen yarotlara baglı olarak, orta-
Tann'nın varlıgı inancını ahlak yoluyla ya çıkan ahlak türleri.
temellendirmeye çalışırken, en önemli Bw1a göre, dört tür ahlaktan söz edile-
güçlügün, bir yandan ahiakın özerkligini bilir: 1 Dini ahlak. İnsaıun dogüstü varlık
koruma, diger yandan da inanç ile ahlak ya da varlıklarla olan ilişkilerinde söz
arasında makul bir bag bulundugWlu konusu olan ahlak. ÖmeA'in, Yahudi ya
göstenn~ zorunJulugwlda yatbğıru dü- da Hristiyan geleneginde, On Emir 'den
şünmüştür. Buna göre, Kant kendisine ilk üçü bu tür bir ahiakın bir parçası ola-
Çlkış noktası olarak, insanın ahlaklı bir rak anlaşılır. Buna göre, bu üç emirden
varlık oldugu gerçegini almıştır. İnsan, birine karşı saygısızlık etmiş olan bir
ahlaklı olmak zorunda olan bir varlıkbr. lcimse, söz konusu ahlak kurallarına
Ona göre, insanı mutluluga layık kılan göre, bir insana karşı ahlaksız davran-
şey de ahlWılıktır. Kant, akıl dünyasın­ manuş olsa da, Tanrı'ya ahlaka aykın
da, ahliklılıkla mutlulugun birleştigi bir bir biçimde davranmış olur. 2 Dogal
sistemin varlıgıru düşünmenjn, biz in- ahlak. Bütün ilkel kültürlerde yaygın olan
sanlar için çok dogal bir hak oldugunu bir ahlak türü olarak. insanın dogayla
öne sürer. olan ilişkisinde ortaya çıkan ahlak. Bura-
Ajdukiewicz, Ka.z.imier:z 27

da, do~a, insanın refahı için de~erli olan leşıneyi hedefleyen bütün bir insan do-
bir şey olarak de~il de, ahlAka konu ola- ~asınuı de~ de, yalmzca insan akJınm
cak şekilde bir kendinde iyi olarak de- buyrugu olan ve insan varlı~ına, sonuç-
~erlendirilir. ları hiç hesaba katmadan, insan oldu~u
3 Bireysel alıliik. Bireylerin, herhangi bir için yerine getirmek durumunda oldu~u
toplumsal ya da dini ahlAk sistemine ödevleıi arum.satan bir yasadır.
ba~lı olmaksızın, kendilerine karşı olan Ahuramazda. Eski İran dini Zerdüştçü­
iliş kilerinde söz konusu olan ahlak. 4 lü~ün, kötülük ilkesi ya da Tanrı'sı
Toplumsal alılıik. Insan varb~ırun di~er in- olan Ehrimen'le sürekli bir mücadele,
sanlarla olan ilişkilerinde söz konusu ya da savaş hAli içinde olmakla birlikte,
olan ahlak. İnsanın en önemli ahlAkf dav- Zerdüştçü iyimserli~in bir ifadesi ola-
ramşları, insamn toplumsal grup oluş­ rak, sonunda mutlak bir zafer kazana-
turmasıyla ve bireylerin birbirleriyle ça- cak olan baştanrısı, iyilik ilkesi.
tişma içine girmeleriyle başladı~ı için, Zerdüştçülü~ün yüce ve yaratıcı tan-
di~erlerine göre daha çok üzerinde du- rısı olarak Ahuraınazda, bütün tanrısal
rulan ahlak budur. düzeni, sulan ve bitkileri, ışı~ı, yeryü-
ahlak yasası [Os. a/ıldlô kanı.ın; İng. moral zünü ve iyi olan herşeyi meydana geti-
law; Fr. loi morale}. Eylen'li yönlendiren, rir. Tanrısal düzenin bekçisi de olan
kendisiyle davramşın sıııırlarup düzen- Ahuramazda, bütün iyi varlılcların yer-
lendi~i, bi.ze ne aradı~ımızı ve ne yapma-
lerini belirler, insanların eylemlerini de-
ıruz gerekti~ini anunsatan kural ya da
netler.
idealler bütünü. AhlWeylemin kendisi- aile benzerliği [İng. family resenıblance; Fr.
ne tabi olmak durumunda oldu~u nesnel ressemblance Jamiliale]. Bir şeyin tanımlayı­
cı. belirleyid karakteristi~ini ya da gerçek
ve evrensel yasa. AhlAki eyleme zorunlu-
luk karakteri kazandıran genel kanun. özünü araınaktan oluşan geleneksel +ta-
rum yöntemine, öuii anlayışa karşı çı­
AhlAk yasasııu.n sırasıyla teolojik, do~al
kan ünlü ça~daş düşünür Ludwig tWitt-
ve rasyonel bir temeli olabilir. Buna göre,
genstein'm yaklaşırruru ifade ebnek için
teolojik bir ahliik yllSilSı Tanrı tarafından
kullamlan deyim. Buna göre, bir şeye, a)
buyun.ılan bir ahlak yasasıdır. Burada,
her biri birçok şey tarahndan payiaşıJan
ahlAk yasası, temeli insan do~asmda ya ve b) bazılan, her bir şey tarafından
da yasaya itaat edip etmemenin gel:irecr- sahip olunan bir dizi ~e ya da özellik sa-
~ sonuçlarda de~il de, tTann'nın do~a­
yesinde anlam aktarılır.
sıııda bulunan, Tanrı'nın irAdesinden
aitia. Yunan felsefesinde neden. Araştırı­
kaynaklanan davranış kurallan bütünü lan sonuca yol açan olaylara ilişkin me-
olarak görülür. Buna göre, ahiAklı olmak, kanik ya da bilimsel bir +açıklama sa~­
tannsal iridenin, insanlar için koydu~u layan neden. Bir şeyin nasıl oldu~u gibi
davranış kurallanna, ahlAk yasasına uy- oldu~unu anlamarruza olanak veren
makbr. neden. Varlı~a gelişin ya da oluşun ne-
Dogal bir ahlıtk yasası ise, nihai ve en denleri.
yüksek hedefi tam olarak gerçekleşmek Ajdukiewicz, Kasimierz. (1860-1963) Po-
olup, mutlulu~u amaçlayan insan do~a­ lonya'daki mantıksal-analitik gelene-
sı tarafından buyurulan, insan do~ası~ ~in, empirist yönelimleri a~ır basan,
run ifadesi olan, akıl yoluyla bilinen ve ünlü temsilcisi.
ba~layıcılı~ı kabul edilen yasa olarak Felsefi ilgileri çeşitlilik arzeden Polon·
karşımıza çıkar. Buna göre, ahlaklı yalı filozof, bir entellektüel olarak da
olmak gerçek anlamda insan olmaktir ve büyük bir etki yapmıştır. Daha ziyade
gerçekten insan olmak ise, akıllı bir hay- +mantık ve bilgi kuramı alarundald ça-
van olmakbr. hşmalanyla seçkinleşen Ajdukiew'icz,
Rıısyonel ahltik yllSilSı ise, nihai bir amacı bu alanda radikal tuzlaşuncılık ada ve-
olan, tmutlulu~u ve tam olarak gerçek- rilen bir görüşü benimsemiştir.
28 Al<ademi

O, gündelik, dogal dilimizde ne analitik yoluyla, (bilimsel çahşmanın evrensel


ve sentetik önenneler, ne de manbksal standartiann yerine getirerek ve iş ah-
çıkarım kurallanyla bilimsel hipotezler lakına uyarak), yöneticilerinin müdaha-
arasında bir ayının bulunmadıguu öne lesine maruz kalmadan, araştuma ve
sürer. Bütün bu ayınmlar, ona göre, salt tarhşma özgürlügü, akademik özgürlük
uzlaşımla iJgili bir meseledir. Yeni bilim- diye tanımlanu.
sel buluş ve keşifler söz konusu oldu- akli [Os. tikile; İng. reQSon; Fr. raison; Al.
gunda, kurallanmızı veya hipotezlerinti- vernunfl). İnsandaki soyutlama yapma,
zi gözden geçirip geçinnemek de bize ya kavrama, bagınh kurma, düşünme,
da uzlaşıma kalm1ş bir şeydir. benzerliklerin ve farklllıklann bilincine
Akademi. Yunan filozofu tPlaton tarafın­ vanna kapasitesi, Çlkarsama yapabilme
dan, M. Ö. 387 Atina'da, kentin kuzeyba- yetisi. Apaçık dogndan ya da soyut nes-
hsında yer alan ve adını kahraman Aka- neleri, özleri, tümeUeri, dogrudan ve ara-
denıos'tan alan orman içinde kurulmuş osız bir biçimde sezme melekesi; öncül-
olan ögretim ve araşhrma merkezi; tari- lerden sonuca geçmek suretiyle çıkanm
hin tanıd1gı ilk yüksek ögretim kurumu. yapma yetenegi ya da gücü. Vahiy,
Akademi'nin uzun sayılabilecek bir tari- inanç, sezgi, duygu, duyum, alg1 ve d~
hi vard1r. Buna göre, okulun yönetimin- neyden farkil olarak, salt insana özgü
de önce Platon'un ve daha sonra da olan bilme yetisi, dognı düşünme ve
Speusippos'un bulundugu dönem Eski hüküm verme yetenegi, kavram oluştur­
Akademi olarak bilinir. Milattan Önce 4. ma gücü.
ve 3. yüzy1llan kapsayan bu dönemde, İnsan, akıl teriminin söz konusu anlam-
tPhytagorasçılann okul üzerindeki etkisi lan içinde 'akılh hayvan' olarak tarum-
artmış ve Platon'un tmetafizik görüşleri laruruşhr. Buna göre, akıl, içgüdüye kar-
bir 'say1 kuramına' dayandınlarak sis- Şlt olup, insanın kendisi sayesinde
temleştirilmiştir. Yine aynı dönemde, Çlkanmlar yaptıgı, ya da do~ öncüller-
Akademi matematik ve astronominin ge- den geçerli sonuçlar Çlkardlgı yetiden
lişmesinde büyük rol oynamışhr. başka hiçbir şey degildir. Akıl yine,
Okulun yönetid.Jigini Arkesilaos'un yap- duyum, algı, imgelem, duygu ve arzuya
hgı ve daha ziyade kuşkucu bir ögreti- karşıt olarak, şu ya da bu anda ya da
nin egemen oldugu dönem ise (M.Ö. 3. yerde, neyin var oldu~ ile ilgili dogru-
yüzyıl) Orta AkıııUmi olarak bilinir. Yeni lan, çıkanmda bulunmadan sezgisel ola-
Akademi ise, MÖ. 2. ve 1 yüzyıllarda, rak kavrama yetisine karşılık gelir.
tKarneades'in önderliginde, tStoacılann Akıl yine, pratik akıl anlamında, genel
tdogruluk ölçütleriyle ilgili ögretilerine akıl gücünün bir parçası olarak, belirli
karşl çlkmışhr. Daha sonraki dönemler- eylemlerin niçin gerçekleştirilmesi ge-
de ise, Akademi Platoncu, Aristotelesçi rektigini, bu eylemlerin kendilerinden
ve Stoacı ögretileri eklektik bir tarzda bir- çıkbgı ilkeleri ya da bu eylemlerin ken-
leştirmiştir. dileri için yalnızca birer araç oldu_tu
' Öte yandan, Platon tarafından kurul- amaçlan kavrama yetisini ifade eder. Ote
muş olan Akademi'de geliştirilen felse- yandan, salt bilgiye hAkim olan, amaç ve
feye Akodemi feLsefesi diye adlandmhrken. sonuçlarla hiç ilgilenmeyen, bir fenome-
günümüzde üniversitelerde, üniveısiter nin mekanik süreç içinde gözlemlenme-
kurumlarda yapılan felsefe incelemeleri- slyle sınırll olan akla teknik akıl ad1 veri-
ne, gerçekleştirilen felsefi araştınnalara lir. Buna karşın, nesne olmayı reddeden,
a/aıdemik ftlsefo ad1 verilmektedir. varhgınl özne olarak taruyan ve varolan-
Buna karşın, üniversite veya yüksek lan varlık olmak balamından ele ahp Sl-
ögrenim kurumlanndaki araşhrmacl nı.flayan akla ontolojik akıl denir.
ya da hocalann, konu· aldıklan bilimin Akıl kavramının anlamı temelde aym
problemlerini, derslerinde ya da yayın olmakla birlikte, bu anlam kimi zaman
----------- ~ ~~------- ---- --------- ----~- ----

akıl 29

ça~ın ilgilerine ve dolayısıyla, koşulları­ Ortaça~ düşüncesinde ise, akıl inanca


na ba~h olarak farklılık gösterir. Öme- ba~ımlı, inanon hizmetindedir. insa-
~in, İlkça~'da zihinden ba~unsız varlı~ı nın do~al bir yelisi olarak aklın bir
bilen akıl, Ortaça~'da inanan hizmetinde özerkli~i olabilse bile, bu a!\cak diskürsif
olınuş; buna karşın, modem dönemde bir akıl olabilir. Nitekim, tSkolastik felse-
bilimsel düşünceyi kurmalda yükümlü fenin en büyük ve en önemli filozofu
olan akıl, bilimsel düşüncenin gelişimi­ olan Aquinaslı tThomas 'akıl yürütme-
nin bir sonucu olarak parçalanmış hale nin, kavrama nesnesi olan bir nesneden
gelmiştir~ başk~bi nesneye gitmek oldu~unu'
Sayınayı bilme ve bilme yetisi anlamına söyler. lam felsefesinde ise, hakikati,
gelen Yunanca logos sözc~ünden türeyen onu olayımsız olarak bildiren vahiyden
akıl kavramı, buna göre, llkça~da dünya- ba~ımsız olarak bilen, do~ruyu ve yaniı­
daki çoklu~u ve çeşitlili~i düzene sokan şı ayırt etme imkanı sa~layan 'do~al
ve hem de varolanı kavramaya yönelen ışık'tır/
bir insaN yctiyi ifade eder. Akıl konusun- Modem dönemde ~ akıl modernleş­
daki felsefi spekülasyon, bu nedenle İlk­ menin temelindeki yeti olarak, inançtan
ça~da varb~a dair felsefi spekülasyondan ba~ımsızdır ve onun görevi, önce bi-
aynlmazdır. Nitekim, tSokrates öncesi limsel düşünceyi, sonra da toplumsal
Yunan do~a filozoflan, herkes için bir ve düzeni kurmaktır. Dış gerçekli~i tema-
aynı olan şeyi, düşüncenin ve varlı~ın te- şa eden veya yansıtan bir güçten ziyade,
melini akıl yoluyla ortaya koymayı amaç- düzenleyici ve kurucu bir güç olarak akıl,
lamışlardır. Onlann dünyanın tutarlılıgı­ tDescartes'a göre, tüm insanlarda eşittir.
ru tutarlı bir söylernde dile getinnek Tıpkı do~runun ve bilginin ölçütü olarak
üzere, çoklu~un gerisindeki birliği, tüm akla saygı duymanın zorunlu oldu~unu
fenomenlerin biricik ve kurucu nedenini söyleyen tMalebranche gibi, tLebniz'e
aramalannın nedeni budur. göre de, inançtan bagımsız olarak özerk
Yine, tPlaton'a göre akıl, duyuların aldın gücünü hiçbir şey sarsamaz.
sa~ladı~ı de~işken ve yanıltıcı4lox4 ya tKant'ta ise, akıl, anlama yelisiyle bir-
da empirik bilgiye karşıt olan do~ru likte, iki temel entellektüel yeliyi mey-
düşüncedir. Akla dayalı bilgi, onda dış dana getirir. Bunlardan anlama yetisi,
görünüşler alarurun üstüne yükselme- kendileriyle deneye yapı kazandırdı~ı
mezi sa~layarak, bizi gerçekten varolan a priori idelere, deneyden türetileme-
tldealara götürür. İki tür akıl veya akıl­ yen, saf deneyde bulurunayan a priori
da iki tür bilgi oldu~unu söyleyen Pla- kavrarnlara do~uştan sahip olur. Oysa
ton'a göre, bunlardan birincisi özleri, akıl, anlama yelisinin tersine, mümkün
İdeaları do~rudan ve aracısız olarak bilginin sınırlan içinde kalmayıp, dene-
kavrayan sezgisel akıl ve ikincisi de ma- yin sırurlarını aşmaya, varolan herşeyi
tematiksel Idealara yönelen, dolayısıyla kapsayan kuşatıcı bir gerçekli~e ilişkin
matematiksel kanıtlamayla seçkinleşen olanaksız bir kavrayışa ulaşınaya çalı­
diskürsif akıldır. şıp, zorunlu olarak çelişkilere düşer.
Aklı kuramsal ve pratik akıl, kuramsal Bundan dolay~ Kant'a göre, akıL anlama
aklı da, etkin ve edilgin akıl olarak yelisi için neyin bilinebilir oldu~unu
ikiye ayıran t Aristoteles ise, bunlardan araşbrmakla, deneye nasıl yapı kazandı­
etkin akılın, edilgin ya da pasif akla, rıldı~ını incelemekle yetinmeli, bilginin
duyuınianan ya da algılanan nesnenin sınırlarını aşıp, a priori spekülasyonlara
duyusal formunu alma olana~ı verdi~i­ kalkışmamalıdır. tRousseau'da ise akıl,
ni söyler. Öte yandan, etkin akıl, formu, toplumsal yasalann ölçütü ve yolgösteri-
onu duyu-deneyinden soyuılamak su- dsİ olmak durumundadır. Buna karşın,
retiyle, bilinç için açık hale getirmek du- tHegel'e göre akıl. en yiiksek bilme for- _
rumundadır. mudur.
30 akılcılık

akılcılık [Os. cıkliyyım ıııezlıebi; İng. rcılio­ ınayan bu do~ruları, söz konusu do~ru­
ııcılisııı; Fr. rcılioııcılisnıe; Al.
rationalismus]. lar zihindeki do~uştan düşüncelere
Rasyonalizm. Evreni bir bütün olarak karşılık geldi~i ve gerçeklikle uyuştu­
düşünce yoluyla yoruınlaınayı, bireysel ~u için, deneyden önce ve deneyden ba-
ve lopluınsal yaşamı aklın ilkelerine ~unsız olarak bilebildi~ini belirtir. Akıl­
göre düzenlemeyi amaçlayan tavır. İma­ cılık, aynı çerçeve içinde, bilginin tek
nın ya da dinin reddedilmesi durumu, gerçek kayna~ırun akıl, ve bilimin de,
bütün bilginin bir sisteın içinde ifade temelde akıl yoluyla oluşturulmuş olan
edilebilece~i, ilke olarak herşeyin biline- tümdengelimsel bir sistem oldu~unu;
bilece~i inancı. do~rulu~un tek ve temel ölçütünün,
1 Genel bir biçimde de~erlendirildi~in­ mantıksal tutarlılıktan meydana geldi~i­
de, akılcılık, tirrasyonalizmin tersine, ni iddia eder.
akıl yoluyla kazanılan bilgiye duyulan Aynı görüş, her konuya uygulanabilir
inancı, do~aüstü kaynaklardan kazanı­ olan, tümdengelimsel, mantıksal, mate-
lan bilgi yerine, do~al roldan kazanılan matiksel ve çıkarunsal, yani rasyonel bir
bilgiye duyulan inana, duyguların ye- yöntem bulundu~unu ve bu yönternin
rine de, akla duyulan inancı ifade eden bize, her konuda uygun ve doyurucu
genel bir tavırdır. Böyle bir genel tavır açıklamalar sa~ladı~ını öne sürer. Epis-
olarak, akılcılık, yetkin örne~i bilimsel temolojik akılcılı~a göre, bilgideki ideal,
bilgi, ya da daha çok, yetkin örnekleri şeylerle ilgili olarak mutlak bir kesinli~e
matematik ve do~a bilimleri olan bilgi ulaşmak olmalıdır. Yalnızca akıldan tü-
türüne de~er verir ve akla, deneye da- retilmiş olan zorunlu ve apaçık do~ru­
yanmayan bir bilgi olamayaca~ını savu- laruı do~ru, gerçek ve kesin oldu~unun
nur. Başka bir deyişle, genel açıdan ele bilinebildi~ini, geri kalan her şeyin,
aluıdı~da, yalruzca tümevarımsal ya yanlışlanmaya açlk olup, kesinJikten
da tümdengelimsel akılyürütmenin, bize yoksun bulundu~unu öne süren akılc.­
gerçek dünya hakkında bilgi verebilece· lık, evrenin, gerçekli~in manbksal ya da
~ini savunan görüş olarak akılalık, vah- akla uygun bir biçimde düzenlenmiş bir
yin ve duygularm bilgi kayna~ı olamaya- sistem oldu~.ınu; manb~a mutlak olarak
ca~uıı öne sürdü~ü için, irrasyonalizme, hn:im olunduguıtda, evrendeki herşe­
tgizeıncili~e ve romantizme karş1t olan yin manh~ın ilkelerinden ya da yasala-
bir görüştiir. rından çıka~nabilir oldu~unun görü-
2 Akıkılık, daha özel ve deneycili~e ya lece~ini öne sürer.
da tempirizme karşıt bir ö~reti olarak 3 Epistemolojik akılcılı~a ek olarak, bir
da, duyu-algısından önce ya da üstün de spekülatif ya da meta fiziksel akılcılıktan
ve ba~unsız olan, ilk ve temel bilgi kay- söz edilebilir. Gerçekli~in ilişkisiz ve tu-
na~ı olarak aklı ön plana çıkartan ya da tarsız parçaların bir toplanundan başka
vurgulayan felsefi teoriye karşılık gelir. hiçbir şey olmadı~ı ve dolayısıyla akıl
Bu teori, yani epistemolojik akılcılık, insan tarafından kavranamayaca~ı gön1şü­
varhklarırun, soyut bir biçimde akılyü­ nün tam karşısuıda yer alan spekülatif
riitme ya da düşünme işlemiyle, varo- akılcıhk, dünyanın, parçalan birbirleri-
lan ve varolanın yapısı ve genel olarak ne mantıksal bir zorunlulukla ba~lan­
da evren hakkında, temel ve reddedile- mış, yap1sı tümüyle anlaşılabilir ve
mez kesin yanıtiara ulaşabildiklerini kavranabilir olan, rasyonel bir biçimde
öne sürer. düzenlenmiş bir bütün oldu~unu öne
Epistemolojik akılalık, yine gerçeklikle sürer.
ilgili olan bazı do~ruların gözlemden, Öte yandan akılcılık, 4 ahlak alarunda
deneyimden ba~uns1z olarak ve deney- (altldki akılcılık), neyin iyi ve do~ru,
sel yöntemler kullanılmadan bilindi~; neyin kötü ve yanlış oldu~una karar ve-
zihnin, gerçeklik hakkındaki analitik ol- rirken, duygu, gelenek, otorite ya da ar-
akıl do~ruları 31

zulara degil de, akla başvurınamız ge- dir, ve nihayet 3 insanın, bu dogrulan
rektigini öne süren görüşe; ahlak kural- anlamaya yetili olan zihninden başka,
larının kaynagı söz konusu oldugunda, aynı dogruları temele alıp seçimde bulu-
bu kuralların ve ilkelerin kaynagının, nan, bu bilgiler ışığında eylemeye istek! i
deneyim degil de, insan vicdanı oldu- ve yetili bir iradesi vardır.
gunu, insanların doguştan ve evrensel Akıl çagı düşünürleri için, her bilim,
olarak sahip oldukları bu kuralların,. yalnızca fizik, kimya, astronomi degil,
insan vicdanının ya kendiliginden oluş­ fakat iktisat, siyaset ve ahlak dahi, dog-
turdugu ya da Taıuı'dan edindigi kural- nılukJarı hemen ve aracısız olarak kav-
lar oldugunu, veya ahlak kurallarının in- ranabilecek olan önennelerden, ilk ilke-
sarun pratik aklının evrensel olarak lerden hareket etmelidir. Bilimin işi bu
geçerli olan ürünleri oldugunu; kJsacası özel önermelerden, apaçık ilk ilkelerden
ahlaki kuralların apriori kurallara karşı­ çıkarsanabilecek olan tüm teoremleri or-
lık geldigini öne süren öğretiye karşılık taya çı.kannaktır. Bilimin yetkin örnegi
gelir. doga bilimleri olup, doga bilimlerinin
Akılcılık S din alanında (dinde akrlcı­ yöntemi de ideal bilimsel yöntemi mey-
lık)ise, inancın dogrularına, vahiy ya da dana getirir. Bu yöntem her alana uygu-
başka dogaüstü yollarla degil de, salt lanabilir. Akıllı insana düşen de, doga
akıl ve diger dogal yetiler aracılıgıyla bilimlerini temele alarak, bilimin ortaya
ulaşılması gerektigini dile getiren görü- koydugu tüm bu dogrulan, oldugu gibi
şe karşılık gelir. gündelik yaşama uygulamakhr.
6 Akılcılık psikolo jide ise, örnegin Jean Pia- akıldışı [Os. gayn aleti; İng. irrational; Fr.
get'nin çocugun düşünce ve davranış ge- irrationnel; Al. irrational1. AkJa uygun ol-
lişimini araşhran ve zihnin kategorileri- mayan, akla, düşünce yasalarına karşıt
nin ancak ve ancak çocugun tecrübele- olan, saçma ve aniaşılamaz olan. Akıllı­
rinin, dünya ile kurdu~ ilişkinin ardın­ ca, rasyonel yargılara uygun bir tarzda
dan ortaya çıktıgını dile getiren tgenetik eylemerne durumu. Düzenden, aklın
psikolojinin tersine, belli algısal V'e kav- kavrayabil~ bir düzenlemeden yok·
ramsal kapasite ya da yetenekierin do- sun bulunan. Karmakarışık ya da kao-
guştan oldugu görüşüne karşılık gelir. tik bir durumda olan. Rasyonel bir açık·
Buna karşın, akılcılık 7 sosyolojide, ondo- laması ya da ifadesi olmayan.
kuzuncu yüzyıldan başlayarak, çogun- akıl doğruları [İng. trutlıs of retlSrm; Fr. ~­
luk pozitivizmle özdeşleştirilmiştir. rites de raison]. Alman rasyonalist düşü­
Öte yandan, akılcılıgın hemen her nürü tLeibniz'in felsefesinde, her yerde
zaman Batı Uygarlıgının başka toplum- ve tüm mümkün dünyalarda dognı olan
lar ve irrasyonel oldukları düşünülen il- önermelere verilen ad.
keller karşısındaki üstünlügünü vurgu- Bu tür dogrular, yahuzca tanım geregi
layan örtük deger yargılarını içerdi~ dogru olan önermeler olarak kalmazlar;
akıldan çıkarılmamalıdır. onlar, gerçek dünya, dış dünya için de
akıl çagı [İng. age of reason; Fr. age de la geçerli olan dogrulardır. Gerçeklik hak-
raison]. Felsefede, 17. yüzyılın ikinci ya- kındaki bu temel dogruları, hiçbir güç,
rısında başlayıp, 19. yüzyılın ilk yarı­ hatta Tanrı'ıun gücü bile degiştiremez.
sında dek uzanan ve her alanda aklı te- Bu temt'l akıl dogrulannın başında çe·
mele alan t Aydınlaruna çagına verilen lişmezJik ilkesi gelmektedir. Aklın dog-
bir diger ad. rulan manbk, düşünce yoluyla bilinen,
Akıl çagını belirleyen üç önemli kabul zorunlu dogrulardır, öyle ki bu dogru-
vardır: 1 Ezeli-ebedi dogruların oluştur­ Iardan birini inkar etmek çelişkiye düş·
dugu rasyonel bir düzen vardır; 2 insan ınekJe eş anlamlıdır. Leibnlz aklın dog-
zihni bu dogrulan anlamaya, bu hakikat- rularının apaçık dogrular oldugunu
Ierin bilgisine ulaşmaya fazlasıyla yetili- söyler.
32 akılyürütme

akılyürütme [Os. mu/ulJa!JJıe; İng. reııscming; akıntılar teorisi [İng. theonJ of efflııences;
Fr. raisomumıent; Al. venıunftsclıluss].
Dü- Fr. theorie de.s effluences]. İlkça~ Yunan fel·
şünceleri bilinçli, tutarlı ve amaçlı bir sefesinde, tEınpedokJes ve tDemokritos
biçimde birbirlerine ba~lama işlemi. gibi düşünürler tarafından savunulmuş
Mantıklı bir biçimde düşünme. Çıkar­ olan algı anlayışına verilen ad.
samalar yapma. Verilerden ya da veril- Bwu göre, bir algı sürecinde, algılayan
miş olan olgulardan sonuçlara geçme öznenin algı menziline giren nesne, duyu
faaliyeti. Öncül olarak alınan önerme- organJaruun gözeneklerine uygun gelen
lerden manhksal çıkanm kurallarına ve öznenin bedeninden çıkan film, suret
uygun bir tarzda sonuç çıkanna işlemi. ve akıntılarla karşılaşan akınblar, suret·
Zihnin, hazır ya da verilmiş bazı bilgi ler gönderir. İşte bu süreç. dış dünyaya
ya da önennelerden hareketle, verilmiş ilişkin bilgimizin temelini oluşturan
olmayan başka bir şeyi, belli bir sonuç duyum ve algılara neden olur.
olarak çıkardı~ı işlem. akış öğretisi [Ing. theory of .flu:r; Fr. throrie
Akılyürütmenin kökeni, do~ası ve de- de changeıııent continuel]. Presokratik filo-
~eri konusunda, bir ucunda akılyürüt­ zof Herakleitos'a atfedilen, evrenin ve
Ineyi ruhun bir yetisinin faaliyeti olarak evrende bulunan herşeyin sürekli bir de-
gören ttinselcili~in, di~er ucunda da ~işme içinde bulundu~unu, hiçbir şeyin
akliyürütmeyi beynin bir epifenomeni kalıcı ve sürekli olmayıp, akış halinde
olarak gören tmaddecili~in bakış açısı oldu~unu, bu de~işmeden dolayı 'ayıu
bulunan, bir dizi farklı görüş söz konu· nehre iki defa girilemeyecetW' belirten
s udur. teori.
Bununla birlikte, akılyürütınenin, 1 Daha çok detişme problemi i.izerinde
tümdengelimsel, 2 tümevarımsal, 3 ola- yo~unlaşmış olan tSokrates öncesi do~a
sıh ve 4 aldatıcı akılyürütme olmak filozofu tHerakleitos, evrende sürekli bir
üzere, dört farklı türünün bulundu~u; detişmenin hüküm sürdü~ünü, herşe­
akılyürütmenin, geçerlili~ine duyulan yin savaş ve çatışmanın bir sonucu ola-
ve hiçbir kuşkuyla ortadan kaldırıla­ rak ortaya ı;ıktı~uu söylemiştir. Ona
ınayan bir inancı gerektirdi~i; birtakım göre, evrende kahalık ve dura~anlık
mantıksal alışkanlık ve yöntemleri içer- yoktur; herşey detişmekte, yakarak, yı­
di~i ve hepsinden önemlisi, bazı temel karak yaşamaktadır. O, kendisinden ön-
akıl ilkelerine dayandı~ı konusunda bir ceki filozoflann boşu boşuna evrende
görüş birli~i vardır. kahalık ve süreklilik aradıklannı, oysa
Buna göre, akliyürütme bir çıkarsama evrende kahalık bulurunayıp, mutlak bir
işlemidir; daha önceden do~ru olduk- detişmenin söz konusu oldu~unu öne
ları bilinen ya da do~ru oldukları kabul sünnüştür.
edilen belirli önennelerden, onlardan Nehir akıp gitti~i için, o aynı nehre iki
çıkmakla birlikte, onlardan ayn ve fark- kez giremeyecegimizi belirtir. Evrende
lı olan başka bir do~ruya geçmektir. hiçbir nesne, nesnelerin hiçbir özelli~i
Akılyürütme, bir önermeyi, aralannda yoktur ki,- de~işmeden aynı kalsın. Her-
ortak bir ö~enin bulundu~u başka bir şey bir başka şeyin yıkımı ve ölümü sa-
önermeden ya da önermeler öbe~inden yesinde varlı~a gelmekte ve daha sonra
çıkarsamaktır. yok olup gitmektedir. Evrendeki tüm
Çıkarsama,tümdengelimsel akılyürüt­ ö~eler arasında sürekli bir çatışma ve
me söz konusu oldu~u zaman, zorunlu; savaş hali vardır ve de~işmeyen tek
tümevarunsal akılyürütme söz konusu şey, bu de~işme halinin sonucu olan
oldu~u zaman, olumsal; olasılı akılyü­ kozmik denge durumudur. Bununla
rü h ne söz konusu oldu~u zaman, olası­ birlikte, evrende hüküm süren bu akış
lı ve yarulhcı akılyürülme söz konusu ve de~işme, yasasız bir de~işme de~il­
oldu~u zaman da, yanlıştır. dir. De~işme, bir yasaya, yani logasa
akromatik 33

göre olan bir degişmedir. Herakleitos'ta dengeli.m gibi iki gücüne gereği gibi yol
logos, evreni yöneten yasa. insanın da gösterece~ düşünülen kurallar bütünü.
kendisinden pay aldıgı tanrısal Akıl an- Aklın uyacagı kurallar, Descartes'a
lamına gelir. göre, dört tanedir, ancak hepsinden daha
Herakleitos 'un t Platon'la çagdaş olan önemli olan genel kural şudur: Akıl,
tKratylos adlı izleyicisi, daha sonra bir basit ve mutlak bir biçimde açık olan bir
yandan ustasırun görüşlerinin savunu- dogrudan hareket etmeli ve yol boyunca
cultı~nu yaparken, bir yandan da usta- açıklık ve seçikligi hiç kaybetmeden
sının görüşlerinin mantıksal sonuçlannı adun adım ilerlemelidir. Diger dört kural
çıkarsaıruştır. Ona göre, sürekli bir akış şu şekilde sıralanabilir: 1 Dogru oldugu
kabul edilemez bir şeydir. Zira, Herakle- aÇJk ve seçik bir biçimde bilinmeyen hiç-
itos'un görüşü kabul edilecek olursa, bir şey dogru kabul edilmemelidir. 2 in-
evren anlaşılır olmaktan çıkar. Evren ve celenmekte olan güçlük ya da problem-
evrendeki herşey sürekli olarak degişti­ ler, uygun bir çözümün gerektirdigi
ginde, nesnelerde onlan betimlemek, şekilde, olabildigince çok parçaya bö-
açıklamak ve anlamak için gerekli olan lünmelidir. 3 Düşünceler, en basit ve
bir kalıcılık ve süreklilikten söz edile- bilinmesi en kolay nesnelerden başla­
mez. Çünkü nesneler degişirse, onları yıp, yavaş yavaş adım adım ilerleye-
adlandırmak ve betimlemek için kullam- rek, en karmaşık olanın bilgisine yükse-
lan sözcükler de degişir. Gerçekligin lecek şekilde düzenlenmelidir. 4 Kişi,
belli bir parçasım belimlerneye kalkJştı­ adımlan, her durumda tam olarak sayıp,
gıınız anda, yalnızca gerçekligin söz ko- herşeyi gözden geçirerek, hiçbir şeyin
nusu parçası ve biz degil, fakat kullandı­ unutulmamış olmasına dikkat etmelidir.
gumz sözcük.Jerin anlamları ve bizi akrasia. [Olumsuzluk gösteren Yunanca
dinleyenler de degişecektir. Bu durum- a önekiyle, güç, kudret, denetim anla-
da ise, yalnızca gerçekligi anlama ve mına gelen kratos'tan türemiş sözcükJ.
açıklama çabası olan felsefe degil, fakat İrade zayıflıgı, özdenetim yoksunlugu;
konuşma ve anlaşma olanagı da orta- yapılması gerekeni, ahlaki bakJmdan
dan kalkar. Burada yapılacak tek şey dogru veya kişinin kendi özçıkarına
susmak ve nesnelere işaret etmektir. - uygun olanı bilmelde birlikte, bunu ha-
akla uygun [Os. mukul; İng. reasonable; Fr. yata geçirmede zaafiyet gösterme.
raisonnable; Al. venıünftig]. Akhn sagla- Terim, t Aristoteles'in ahUksal bakJm-
dıgı standart ya da ölçülere uygun dan zayıf olan insanla (akrates), baştan
olan. Bir inancın, temelsiz olması, hiçbir çıkancı şeylere karşı kayabilen insan
dayanagı olmadan öne sürülmesi yeri- (enkrates) arasmda yaptıgı ayınmdan
ne, saglam bir dayanagı bulunması, türemiştir. Başka bir deyişle, terimi
kendisiyle ilgili verilerden mantık ku- felsefe literatürüne sokan Aristoteles ol-
rallanna uygun olarak çıkarsanabilir ol- muştur, zira kendisinden önce yaşamış
ması durumu. olan Sokrates gibi düşünürler, bilgiyle
Yapılan, gerçekleştirilen bir eylemin, eylem, bilmeyle yapabilme arasındaki
mantıksız ya da mantıkdışı olması ye- olasıh bir boşlugu, irA.de zayıfhgını
rine, belli bir amaca yönelik olarak ve bu kabul etmezler.
amaçla tutarlı bir biçimde yapılmış ya akromatik. Sözel olarak aktarılamayan;
da gerçekleştirilmesi durumu. halk ya da geniş kitleler için olmayıp,
ilklan idaresi için kurallar [Ing. ruJes for di- okulun sınırları içinde kalan ögretiler,
rection of reason; Fr. regles pour la dirtction özellikle de t Aristoteles'in, oldukça ileri
dt lı:ı raıSon]. tModem felsefenin kurucusu bir bilgi düzeyinde bulunan seçkin ög-
olan Fransız filozofu tDescartes tarafın­ rencileri için ayrılmış, yalnızca onların
dan belirlenen ve onun yöntem anlayışı­ anlayabilecegi türden gizli ögretiler için
nın bir parçası olarak, aklın sezgi ve tüm- kullanılan Yunanca sıfat.
34 aksiyom

aksiyom [Os. mebdei bedihi; İng. cıxiarıı; Fr. lan ilk ilkeden başka bir şey degildir.
axiome; Al. Jxioııı]. 1 Genel olarak, apa- Burada aksiyom, önerme ya da akılyü­
çık bir biçimde dogru oldugu düşünü­ rütmelerden oluşan belli kuraın ya da
len, ne kanıtlanan ne de çürütülebilen sisteme görelidir. Mantıksal anJaını
önerıne; üzerine ınanb.ksal bir sistemin içinde aksiyom, belli bir sistem ya da
kuruldugu ve ancak sistemin tutarlılı­ kuramın gelişme süreci içinde kanıt­
gmdan vazgeçilmesi durumunda, inkar lanmayan, fakat daha işin başında
edilebilen en temel ve zorunlu apaçık dogru kabul edilen ve söz konusu siste-
dogru; başka önermelerden türetileme- min parçalarını meydana getiren kanıt­
yen, fakat kendisinden başka önermele- lamalar için bir temel olaı·ak kullanılan
rin çıkarsanabild.igi ilk başlangıç nokta- bir C.nermedir. Söz konusu sistem,
sı; bütün bir kanıtlama sürecinin teme- mümkün bilgi sisteminin bütününü
lini oluşturan; fakat kendisi kanıtlana­ meydana getiren bir sistem olarak gö-
mayan önerme; formel bir sistemde, ka- rüldüğü zaman, aksiyomlar 'mutlak ilk
nıtlanınadan öne sürülen ve, tüm diger ilkeler' olarak karşımıza çıkar.
teoremlerin, sistemin çıkarun kurallan- 5 Toplumsal anlamda ise, aksiyom, gö-
na göre, benzer diger önermelerle birlik- rüşün anlamını, degerini ve önemini
te, kendisinden türetildigi temel öner- aniayabilecek yetide ve uzmanlıkta olan
me. herkes tarafından apaçık bir olgu olarak
Aksiyomlar, kendilerinden çıka~bi­ kabul edilen görüş anlamına gelir. Bu-
Jen önermelerin kanıtlanabilir olmalan rada aksiyomu belirleyen ölçüt, tüm ras-
anlanunda, kanıtlanabilir olan önermeler yonel varlıklann ya da normal, bilge in-
olarak görüleınezler. Aksiyomlara iliş­ sanların ya da uzmanların onay ya da
kin kanıtlama, onJann tutarlı ve kapsayı­ uz.taşımlarıdır.
cı bir sistemin kuruluşunda kullanılabil­ aksiyamalik yöntem [İng. aricmuıtic mer-
ıneleriyle ilişkilidir. hod; Fr. methode a:riamatique; Al. axiamatik
2 Daha özel olarak da aksiyom, episte- nıetlwde] Mantıkta, ilkel bazı terimlerden
molojik bir çerçeve içinde, dogrulugu türetilen temel önermelerden (aksiyom
apaçık olan, dogrudan ve aracısız bir ya da postülalardan) yola çıkarak, man-
biçimde kesin, nesnel olarak dogru olan tıksal tümdengeJim yoluyla, özelleştiril­
önermeyi ifade eder. Buna göre, aksiyo- miş kurallara uygun olan tümel bir siste-
m un dogrulugunu kabul eden kimse, me ulaşma süreci ya da işlemi.
aksiyomun dogru oldugu nesnel olgu- Bu terimler ve taksiyomlar keyf[ olarak
sunu sezgisel olarak bilir, dogrudan ve tanımlarup oluşturulabilecegi gibi, dog-
aracısız olarak kavrar. ruluklaruıa ilişkin bazı güveneelerin
3 Psikolojik anlamda ise, aksiyom, ki- sezgi yoluyla algılandıgı model uyarınca
şinin bir yandan kanıtlanamazcasına da bulunmuş olabilir. Aksiyomatik sis-
dogru oldugunu düşünürken, bir yan- temlerin en eski örnekleri t Aristoteles'in
dan da dogru ve zorl.Ullu olduğu konu- tasuru ve tEukJides'in geometrisid.ir. 20.
sunda sarsılmaz bir inanç beslediği öner- yüzyılın başlarında tRussell ve tWhite-
me anlamına gelir. Söz konusu anlamı head, matematigi baştan sona aksiyoma-
içinde aksiyoın, aksiyom olarak görülen tik yöntemle biçimlendirmeye çalışmış­
önerınenin dogru ve zorunlu olduguna lardır. Bilim adamlan deneysel bilimleri
sarsılmaz bir inanç besleyen özneye gö- bile bu yöntemle ele almışlardır.
relidir. Burada özne, pekala başka bir ak ve kara yanhşı [İng. wlıite and black
kimsenin yanlış olduguna inandıgı bir fallacy]. Düşüncede ve düşüncenin ifa-
önermeyi aksiyom olarak alabilir. desinde, yeterli olgusal ya da kavram-
4 Mantıksal bir anlam içinde ise, aksi- sal destek olmadan, keskin ayırımlar
yom, kendisi kanıtlanmayan, fakat ka- kullanmaktan; saglam temeller, yeterli
nıtlamalar için bir temel olarak kullanı- dayanaklar olmadan, aralannda bir or-
Alember~ 35

taya, ara kavrarnlara izin vermeyen kar- kalırken, tüın gücüyle birinciler üzerinde
şıt uçlu ayırımlar yapmaktan, ak ile yogunlaşması, kendisinde olanı, kendi
kara arasındaki gri tonları gönnezden gücü dahilinde bulwıaru gerçekleştirme·
gelmekten oluşan yanlış türü. si, olabikiigince ahlAklı ve erdemli olma-
Albertus Magnus. Derin ve çok geniş ya çalışması gerektigini öne süren tavır.
kapsamlı bilgisiyle, Ortaçagda kendisi- Tavır ilk kez olarak, kendisi oldukça
ne Doktor Universalis ünvanı verilmiş çirkin bir adam olan, fiziki yapısuu de-
olan 13. yüzyıl düşünürü. giştirmesinin insaıun elinde olmadıgını,
Zamarunın hemen her alandaki tüm bil- fakat karakterini geliştirmenin, daha
gilerini serimleyip yorumlayışıyla ün ka- ahlaklı bir insan olmanın, insarun elinde
zarumş olan Büyük Albertus, inanç ve oldugunu ve dolayısıyla, insarun, mal,
vahiy yoluyla kazanılan bilgiyle, felsefe ve mülk, şan ve şerefe hiç aldırmayarak,
bilim aracılığıyla kazanılan bilgiyi birbi- vargücüyle bu amaç için çalışması ge-
rinden ayırıruş ve bu ikisinin birbirine rektigini söyleyen tSokrates tarafından
karşıt olınadıgını söyleyerek, inanç için sergilenmiştir. Aynı tavır, tStoalılarda
bir hakikat, akıl için de ona çelişik bir ha- felsefi bir ögreti olarak ortaya çıkar.
kikat bulunınadıgmı iddia etmiştir. Alembert, Jean Le Rond d'. 18. yüzyılda
Başka bir deyişle, Tanrı'yı ilk varlık yaşamış olan Fransız ma tematikçisi ve
olarak ele alan metafizikte, Iilozofun, filozof u.
ışıgı kendisine ilk ilkeleri gösteren aklı Fransız tAydınlanmasııun ünlü Ansik-
kullandıgını, buna karşın Tanrı'yı lopedisinin tDiderot'yla birlikte editör-
vahiy yoluyla bilinen varlık olarak ele lügünü yaprruşve matematige özgün ve
alan teolojide inancın dogaüstü ışıgma önemli katkılarda bulunmuş olan
dayanıldıguu öne süren Büyük Alber- d'Alembert, bilgi alanında mutlak bir
tus, +metafizik ve tteoloji arasında ke- tduyumculugu benimsemiş, doguştan
sinlikle bir karşıtlık bulunmadıgını, bi- düşünceler ögretisini reddederek, bütün
rinin çogunluk digerini taınamladıgını fikirlerimizin duyumlardan geld.igini öne
söylemiştir. s~lrınüştür. Fakat esas pozitivist metodo-
Felsefesinde Aristotelesçi ögelerle Yeni lojisiyle ün kazanan D'Alembert, metafi-
Platoncu ögelerin bir sentezini yapan ziksel kuramlarla boş spekülasyonlann
Albertus, ömegin Tanrı'nın varoluşunu bir bilgi kaynatJ olamayacağıru, bizim
kanıtlarken, Aristoteles'in hareketten şeylerle ilgili olarak niçin sorularına bir
yola çıkan kanıtını kullanmıştır. Ona yaıut veremey~i iddia etmiştir.
göre, Tanrı ilk ilke olup, varoluşunu, Bir dış dünyanın varoluşundan bile
başka bir şeyden degil de, salt kendi- emin olamayacatımJzı dile getiren filo-
sinden alır. Özü varoluşunu içeren zofa göre, bilime düşen fenomenleri bir-
Tann'da, madde, olumsaUık ve potansi- birlerine baglayarak belimiemek ve feno-
yaliteden iz yoktur. Dünyaya aşkm olan menleri ilk ilkelerden çıkarsamakbr.
Tann'da, Büyük AJbertus'a göre, öz:neyle Bununla birlikte, bu, gözlernlenen ikincil
nesne ayırımı da söz konusu degildir. nitelikleri, daha temel olmakla birlikte,
aldırmazcılık. [İng. indifforentism; Fr. in- gözlernlenemeyen başka niteliklerden tü-
differentisme). Ahi~ felsefesinde, ahlild, retmek anlamına gelir. Bilim ve felsefe fe-
erdemli bir yaşayışı salık veren, fakat nomenler alanıyla sırurlandı~dan, bilim
bazı şeylerin insanın gücü dahilinde, in- adamı ve filozof açıldamayla ugraşmaz;
sanın akıllı ve ahiald eylemiyle degiştiri­ bilim adanu, deney temeli üzerinde, açık
lebilir oldugu yerde, birtakun başka şey­ seçik tanımlar oluşturur ve bunlardan
lerin insarun etki alaru dışında kaldıguu, manb.ksal sonuçlannı çıkarbr.
insan tarafından degiştirilemez oldugunu Bilimci bir bakış açısıyla, entellektüel
söyleyerek, insanın, ikincilere aldımıayıp, aydınlanma temeli üzerinde, toplumsal
bunlara karşı kayıtsız olur ve bagımsız ve ahl4kf ilerlemeye sonsuz bir inanç
36 aletçilik

besley-en D'Alembert, ahlaka da büyük 3 Ontolojide, V gibi bir varlık türü ol-
bir önem vermiş ve onu metafizik ve te-- masa bile, bu tür varlıklarla ilgili öner-
olojiden ayırmak için mücadele eb:niş­ ınelerin dogru olabilecegini savunan
tir. görüş. Örnegin, bir kişiye bir arzu veya
alelçilik [İng. instruıııeııtalism; Fr. instru- bir tutku atfeden önermelerin bu türden
mentalismel1 Bilim felsefesinde, tPeirce, varlıgı kanıtlanabilir içsel haller fiilen
tJames gibi pragmatistlerle tMach ve varolmasa dahi, tam anlamıyla dogru
tSchilick gibi pozitivist düşünürler ta- oldugunu öne süren bu görüş ise, dog-
rafından öne sürülen ve özellikle biJiın­ rulugu yararhlıkla özdeştiren bir ögre-
lerdeki teorilerin dogru veya yanlış ol- tidir.
madıklarını ve olamayacaklarını, fakat 4 Estetikte, bir nesnenin estetik degeri-
sadece birer alet olarak görülebilecekle- nin onun öznede estetik deneyim yarat-
rini öne süren ögreti. Dogrulugu yarar ma kapasitesinde yattıgını, nesenedeki
adına reddeden bu görüşe göre, ku- bu kapasitenin kapsamı ya da ölçüsü-
ramlar bir dizi veriden başka bir veriler nün koşullara ya da zamana bagh ol-
öbegine geçmeye imkin vererek, önde- dugunu, bir nesnenin estetik degerinin
yilerde bulunmaya yararlar. onun estetik haz veya temaşa zevki
2 Daha genel olarak da, ünlü Amerikan üretmek için bir araç olmaklıgıyla yar-
gılanması gerektigini savunan görüş.
filozofu Jolu'\ tDewey'in, düşüncenin,
Alexander, Samuel. 1859-1938 yıllan ara-
mantıgın ve bilgilerune sürecimizin do-
sında yaşamış olan İngiliz yeni-realist
gası konusunda, James'ın pragınatizmi·
filozof. Başlıca eserleri, Space, Time and
ni geliştirerek öne sürmüş oldugu felse-
Deity [MekAn, Zaman ve Tanrı] ve Bea-
fe akunı. Dewey'e göre, düşünceler,
uty and Other Forıııs of Value (Güzellik
kavramlar ve yargılar, bir şeyleri tecrü- ve Diger Deger BiçimJeri]'dur.
be etti~imiz ve gelecekteki sonuçları be- 19. yüz yılın ikinci yarısında egemen
lirlemeye çalıştıgımız zaman belli bir İngiltere'de gözlenen idealist felsefelere
işlevi ytrine getiren, işe yarayan araç-
şiddetle karşı çıkan Alexander, bilgi-
lar, aletlerdir. Önermeler araştırma sü- nin bilen özneden bagıms•z olan bir
recindeki araçlar olarak görülmelidir. Bu dünyanın bilgisi oldutunu savundugu
şekilde degerlendirildigi zaman, aletçili· için, yüzyılın başındaki realist hareke-
ge göre, önerıneler dogru ya da yanlış tin önemli bir ismi olmuştur. Fakat Ale-
olamaz. Onlar, insan tecrübesindeki olay- xander diger yeni-realistlerden, realist
lan, degişmeyi açıklamada ve yorumla- bir temel üzerine dogalcı bir metafizik
mada, insarun ihtiyaçlanm karşılamada, inşa etmek bakımından farklılık göste-
arnaçianna ulaşınasında ve gelecekle il- · rir. Başka bir deyişle, doga bilimlerinin
gili öndeyilerde başanh olmalanna verilerinden yararlanarak empiri.k bir
göre, etkjJi, güçlü ya da yararlı diye de- yoldan kurmuş oldugu metafizigiyle
ger lendirilebilir. ün kazanan Alexander, aym zamanda
Aletçilige göre, düşürune, soyut birta- dogurucu evrim görüşüyle seçkinleşir.
kım ölçütlerle degil de, bir organizma- Bu dogurucu evrim görüşü, deneyimi-
ya, yaşama savaşında, çevreye uyum mizin çeşitli yönleri üzerine refleksiya-
saglamasında ve toplumsal anlamda nun sonuru olan tarihsel bir hipotezdir.
varlıgmı sürdürmeye devam etmesinde Gerçekligi, zamanın ileriye dotru olan
yardımcı oluşuyla yargılanabilir. Yasa- yönüyle belirlenen tarihsel bir süreç, her
lar, kurarnlar ve hipotezler, ancak bir evresinde düzenli yapıların ard arda or-
güçlügü çözdükleri, insan yaşamına taya çıktıgı bir gelişme süreci olarak ta-
katkı yaptıklan sürece anlamhdırlar. sarlayan Alexander'ın evrim ögretisinde
Pratikten kopuk hiçbir düşünce, öner- zaman-mekan evrenin temel malzemesi;
me ve kurarn anlamlı degildir. tkategoriler de maddenin kaba ve sü-
alganın deiiJebilirliğiyle ilgUi kanıt 37

rekli özellikleridir. Maddeden ise ikincil içinde, sırasıyla dışımızdaki bir nesne-
nitelikler ve yaşamla zihin nitelikleri ye ba~h olan ve duyu verilerini kavra-
do~ar. Zihin konusunda idealist ve ikici mamızı sa~layan iç algılar]a, öznenin
görüşlere karşı çıkan Alexander, zihni kendi iç hallerini içebakış yoluyla kav-
fizyolojik ve nörolojik süreçlerin düzen rama olana~ı veren dış algılardan söz
kazanmış yapısı olarak tanımlarken, edilebilir.
bütün bu süreçlerin üstünde ve ötesin- algıcılık [Os. idrlikiye mezhebi; İng. percep-
de, ayrı ve saf bir zihinden söz edileme- tionism; Fr. perceptionisnı; Al. perception-
yece~ini belirtir. Zihnin do~urucu ev- nismus]. İnsan varlı~ının dış dünyayı
rim sürecinin en son ortaya çıkan ürünü do~rudan ve aracısız bir biçimde algı­
oldu~unu belirten filozofa göre, Tann layabilece~ini savunan ö~reti.
da evrenin kendisine do~ru yönelmiş Buna göre, insanın yalruzca kendi zi.h-
oldu~u nihai ve en yüksek üründü; nindeki ideleri, kendi zihin hallerini al-
yani, Tanrı ötede, ama henüz gerçekleş­ gılayabilece~ini öne si.iren Berkeleyci
memiş olan son niteliktir. Ona göre, ide- +öznel idealizmin tam karşısında yer
alistler tarafından öne siirüldü~ü şek­ alan bir görüş olaı:ak algıcılık, dış dün-
liyle bir gerçekJik derecelerinden söz yadaJd varlıkların nesnel gerçekli~ini
edilemez; zihinler yalın bir biçimde tanıyan ve bu varlıkların, insan tarafın­
başka herşeyin yanı sıra ve yanı başın­
dan, göründü~ü şekliyle de~il de, ger-
da varolurlar. çekte oldu~u şekliyle algıland1~ını öne
algı [Os. idrtilc; İng. percep tion; Fr. percep ti-
süren anlayışa karşılık gelir.
on; Al. perception]. Ça~daş psikoloji ve Yine, algıcılık, algısal yanıimalara dü-
tepistemolojide, duyusal olarak uyanl- şebildi~imiz için, algının güvenilir bir
ına sonucunda, evler, arabalar, a~açlar
bilgi kaynağı olarak görülemeyece~ini
türünden sıradan nesnelerle ilgili kav-
savunan görüşlere karşıt olarak, algı­
rayışa verilen ad. Dış dünyayı duyular
nın sa~lam ve güvenilir bir bilgi kayna-
yoluyla, iç yaşantıları ise tiçebakışla
~ı oldu~unu ve bize do~rudan do~ruya
kavrama yetisi. İnsan varlı~ının kendi-
nesnelerin kendilerini verdi~ini savu-
sini çevreleyen dış dünyadan duyu or-
ganları aracıh~ıyla edindi~i malumat.
nur.
algılar [İng. perceptions; Fr. peraptions). Algı
Söz konusu en genel anlamı içinde,
algı, insana duyu yoluyla gelen malze-
verisine, bir algı ediminde ortaya çıkan
rneye uyum ve birlik kazandıran ve do- ya da varolan şeye verilen ad. Tümelle-
layısıyla, fiziki, fizyolojik, nörolojik, du-
re, suuflara ve geneliemelere işaret eden
yumsal ve bilişsel bileşenleri olan süreci kavramlara, düşüncelere, fikir ve inanç-
ifade eder. Bu çerçeve içinde, algı, bu sü- Iara karşıt olarak, deneydeki somut bi-
recin bilincinde ya da ayırdında olma rimlere karşilık gelen bireysel nesnelere
aniamma geldi~i kadar, duyumsal veri- ve tikellere işaret eden terim.
lerin bir sentezine de karşılık gelir. Yine, Algılar, duyu verisinin eşanlamhsı ola-
algı, idrak ya da sezgisel kavrayış anla- rak kullarulmadı~ı zaman, zihnin, farkb-
mında, bir şeyin do~rulu~unun bilinci- laşmamış duyu verileı ini düzenleme iş­
ne varmayı ifade eder. lemindeki ilk adıma karşılık gelir.
Algı bir yandan duyumdan, yani yalıt­ algının de~işebilirli~iyle ilgili kanıt [İng.
lanmış duyusal nitelikleri idrakten, argument from changeabiUty of perception].
di~er yandan da, imgeleme, arumsama, Bilgiden duyusal bilgiyi anlayan kuşku­
kavram oluşturma ve akliyürütme gibi culu~un, dış dünyanın algıya dayanan
daha yüksek zihinsel süreçlerden ayırt bilgisinin irnkaJ\Sız oldu~u göstermek
edilir. Bu ba~lamda, algı, yalın duyu için kullandıgı kanıt ya da akdyürütme-
verilerinin düzenlenmesi ve yorumlan- lerden, algıdaki de~işme ö~esini ön
ması olarak tarumlanabilir. Bu çerçeve plana çıkartaruna verilen ad.
38 algının yanılabilirliğiyle ilgili kanıt

Buna göre, kanıt algının, degişen getirdigi.ni, duyu-deneyinde söz konusu


bakış açısı, içinde bulunulan ortam ve izienimler çoklugundan birlikli dünya
ışık koşulları gibi öznel _ve nesnel du- resmi ortaya çıkardıgını söyler. Bu hal,
rumlara baglı olarak içerik bakımından Kant'ı duyu deneyimizin, tecrübenin bir-
degiştigini ve söz konusu degişimin, liginin benin birligini gerektirdi~ söy-
algının insana, kendisinden bagımsız lemeye götürür, zira zihnin çeşitli işlem­
olarak varolan degişmez bir gerçekligi lerinde, fark1ı faaliyetlerinde bir birlik
dogru ve güvenilir bir biçimde vermesi- söz konusu olmazsa eger, deneye daya-
ni olanaksız hale getirdigini savunur ve nan bir bilgi olanaklı olamaz. Başka bir
buradan insanın dış dünyayı, en azın­ deyişle, bilgi, dış dünyadan gelen izle-
dan oldugu şekliyle bilmesinin söz ko- rumiere yapı kazandırmayı, duyumu,
nusu olaınayacagı sonucunu çıkarhr. imgeleıni, zihnin sentez faaliyetini ve bel-
algının yanılabilirliğiyle ilgili kanıt [İng. legi içerir.
argıınıeııt from fallibility of perception]. Yani, bir nesneyi duyumlayanın, onun
İnsan varlıgının dış dünyaya ilişkin ger- özelliklerini anunsayanm, onu zaman ve
çek bir bilgiye ulaşmasının olanaksız ol- mekan kalıplanyla nedensellik kategori-
dugunu savunan kuşkucu görüş tarafın­ si içine yerleşmenin hep aynı ben olması
dan, İlkçag felsefesinden beri kullanılan gerekir. Söz konusu duyumlama, algıla­
bir kanıt ya da argümana verilen ad. ma, anımsama, sentezden geçirme faali-
Yanılsama, sanrı türünden algı yanıl­ yetleri hep aynı bende gerçekleşmek du-
ınalannın, yanılma ya da yanılgı söz ko- rumundadır, aksi takdirde bilgiden söz
nusu oldugu sırada farkedilememesi ve edilemez, çünkü öznelerden biri yalnızca
hemen her zaman dogru, olanı oldugu duyumlara, digeri yalnızca bellege sahip
gibi gösteren algılar olarak degeriendiril- olursil, darmadağuuk izienimler çoklu-
mesi olgusundan hareket eden ve söz ko- gu hiçbir zaman birleştirilerek birlildi bir
nusu öncülden, bu durumun dogru sayı­ bütün haline getirilemez.
Jan her olgu için geçerli olabilecegi ve Duyu izienimlerini birleşt:i.Ierek,. onlar-
algısal bilginin olanaksız oldugu sonucu- dan birlikli bir bütün meydana getiren
nu çıkartan argüman ya da karut. bu bir ve aynı özneye, bizim ben diye ad-
algının transendental birliği [İng. trans- Jandırmaınız gereken bu özneye Kant al-
cendentat unity of perception; Fr. l'uniU gının transendentat birliği adUll verir. Bu
transcendentale de la perception]. Alman fi- türden bir biilik ya da ben, duyudeneyi
Jozofu Kant'ın bilgi görüşünde, benin, ya da aktüel tecrübe tarafından zorunlu
dış dünyaya ilişkin deney, tecrübe tara- kılınmakla birlikte, bizim onu dogrudan
fından zorunlu kılınan birligi. ve aracısız olarak algılayamanuzdan do-
Bilgi görüşünde, insan zihninirı yalruz- layı, Kant söz konusu ben için transen-
ca, kategorileri araalıgtyla kendilerine dental deyimini kullanır. Öyleyse, bir-
bir yapı kazandırdı~ fenomenleri bilebi- likli ve tutarlı bir dünyanın bilgisinin
Jecegini, bunun ötesine giderek şeyle­ zorunlu koşulu olarak ben düşüncesi,
rin bizza tihi kendilerini bilemeyece~, Kant'a göre, a priori bir düşüncedir. O,
duyu-deneyindeki nesnelerin insan zihni- bizim duyu-deneyinde içerilen ögeleri
nin işleyişine uydu~ için bilinebildi~ birleştirmek suretiyle, onlara bir birlik
söyleyen ve tüm empirik yasaları insan kazandırırken, kendi birligimizin de bi-
zihninin yasalarına indirgeyen tKant, lincine vardıtımızı söyler.
daha sonra benin kendisine geçmiştir. Başka bir deyişle, tutarlı ve birlikli bir
Buna göre, Kant zihnin işleyişiyle ilgili dünyanın bilinane varmamızla kendi
anali:zrnde, insan zilininin duyulara ve- birligimizin bilinane varmamız aynı za-
rilmiş olan ham ve işlenmemiş malze- manda olmaktadır. Ve, kendi benimizin
meyi, birbirleriyle baglantılı ögelerden bilincine varmamız, Kant'a göre, yine
meydana gelen tutarlı bil' bütün hAline bizim dışımızdaki nesnelere ilişkin algı-
Alma n idealizmi 39

mızda söz konusu olan yetiler aracıl.:ı;ty­ Belli eylemlerin tekrarlana tekrarlana
la olur. Başka bir deyişle, kendimize iliş­ bilinçdışı ve mekanik bir hale gelmesi-
kin bilgide de aynı araçları kullanır ve nin sonucu olan, sonradan kazanılmış
dolayısıyla kendimize de, başka herşeye davranış tai"Zı. Kişinin sürekli olarak
bakarken kullandıgınuz gözlüklerle ba- yapmak ve yineleme k suretiyle kazan-
karız. Ve nasıl ki, kendimin dışındaki dıgı davranış biçimi; bir işi, bir hareke-
şeylerin, onlara bakarken sahip oldu- ti, büyük bir çaba göstermeden deneye-
gum özel bakış açısına, kullandıgun . rek, uygulayarak yapabilme becerisi;
gözlüklere uygun gelmeyen yönlerini bi- bir toplumda var olan, süregelen davra-
lemiyorsam, aynı şekilde benimin de nış biçimi için kullanılan terim.
yalnızca söz konusu bakış açıma uyan
Alman idealizmi [İng. Gemıarı idealisııı; Al.
yönlerini bilebilirim. Yani, kendimi yal-
idealisıne alleıııande). Almanya'da 18. yüz-
nızca bir fenomen olarak bilebilirim. Ve
yılda, tKant'la başlayan ve daha sonra
ben, Kant'a göre, yalnızca, birlikli bir
tHegel, tSchelling, tFichte gibi düşü­
benin dış dünyaya ilişkin deneye daya-
nan bilgim için kaçınılmaz oldugundan nürlerle devam eden felsefe geleneği.
emin olabilirim. Alman idealist felsefe geleneğinin ilk
algoritma [İng. algorithnı; Fr. algorithrıı]. büyük düşünürü olan Kanı, gerçekligi,
Belirli verilerden hareketle belirli tür- tfenomenler dünyası ve tkendinde şey
den sonuçlara götüren bir hesaplama yı, alanı olarak ikiye bölmüş, ve diskürsif
sonlu bir dizi adımda gerçekleştirmek düşünceyi fenomenler alanıyla sınırla­
için kullarolan mekanik işlem. mak suretiyle, natüralist doga görüşüne
alıcılık [İng. receptivity; Fr. recqılivill!; Al. ve dolayısıyla tdogalalıgın içerdigi frne-
rezepliviliil). Genel olarak, pasif bir bilgi- kanizme, tyazgıalıga, tateizme, tegoizın
lenıne sürecirıin karakterine, soyut ve ya- ve thazcılıga karşı çıkmıştır.
ratıcı düşüneeye uzak ama duyu deneyi- Ona göre, duyu-deneyinin dünyasında,
ne oldukça yakın bir bilginin özelliğine yasa, yani dogal yasalar egemen olur. İn­
verilen ad. sanın eylemleri de dahil olmak üzere, her
Zihnin yaratıcı, etkin, amaçlı ya da yöne- olay nedensellik zincirindeki bir halka-
lunsel faaliyetlerden farklı, ve duyurnlar- dır. İşte bu alanın dışında bilimsel bilgi-
dan hareketle kavram oluşturma, soyut den söz edilemez; yani, tnumen ya da
kavramlarla yaratıcı düşünme faaliyetine kendinde şey bilinemez. Ama, Kanı'ta
karşıt olarak, yalnızca izlenimler, du- bilimsel bilgiden ya da bilim alanından
yumlar alına, zihinde imgeler meydana ahlak alanına geçildiginde, kendinde
getirme durumunu tanımlayan terirn. şey fikri gelişir ve numen düşüncesi bir
alımlama [İng. reCLplion; Fr. recqıliorı; Al. soyutlama olmaktan çıkarak, aktüel bir
eıııpjımg]. 1 İletişim sürecinde bir bireyin
gerçeklik haline gelir. Başlangıçta yal-
kendisine iletilrnek istenen mesajı alması.
nızca bir soyutlama olan kendinde şey
onu etkin bir biçimde yorumlayarak yeni-
ya da numen, aklın zorunlu bir idesi, in-
den üretmesi eylemi. 2 Bir kültür degeri-
sanın birligi için gerekli olan düzenleyi-
nin, bir filozofun düşüncelerinin başka
ci bir ilke olup Çlkar. Kant'a göre, tahlak
bir kültür çevresi ya da ülkede alıcı bul-
yasası bu idenin gerçekligini kanıtlar ve
ması, iyi ya da hoş karşılanması duru-
Tanrı'nın, tinsel bir varlıgın ve ölüm-
mu.
alışkanlık [Os. İtiytit; İng. habil; Fr. habi- süzlügün varoluşunu ifade eder. Şu
tude; Al. gewohnheit]. Tekrar yoluyla ka- halde, bilimsel dogrulardan daha yük-
zanılan, çok az bir düşünceyle ya da sek olan bir hakikat vardır. Bizim içi-
üzerinde hiç düşünmeden gerçekleşti­ mizdeki ahlak yasaSl duyular üstü bir
rilip ifade edilen, pek bir dirençle karşı­ dünyanın varoluşunun kesin teminatı­
laşmadan ortaya konan davranış ya da dır, fakat buraya bilimin fizikomatema-
egilimler. tik yöntemleriyle ulaşılamaz.
40 Alman maddeciliği

Bununla birlikte, Kant koşulsuz buyru- olanagı verir. Gerçekligi, Kant sonrası
gun ortaya çıkardıgı spekülatif imkanlan Alman idealist filozoflanna göre, ancak
geliştirmede tedbirli davranır. Ona göre, ve ancak kendi kendisini belirleyen
deneyin suurlaruun ötesine geçilemez, aklın ışıgında yorumladıgımız zaman
kendinde şeye kavramsal düşünen akıl­ anlayabiliriz; akıl dünyayı, yalnızca ken-
la ulaşılamaz; akıl, şimdi ve burada disi anladıgı zaman, anlayabilir. Fichte,
olana ilişkin dogrudan tecrübenin ötesi- Schelling ve Hegel, işte bu çerçeve içinde
ne geçtiginde, kaosa düşer. Kant, şu metafizigin problemlerini çözecek olan
halde, kendinde şeye götürecek bir yol disiplinin bilgi teorisi oldugunu söyler.
olarak duyguculugu ya da mistisizmi Felsefe temel ve mutlak bilimdir, her-
kabul etmez. Bununla birlikte, o felsefe- şeyi açıklayabilecek olan odur. Olgula-
sinde inanç ögesine bir yer verir. Kant'a ra ilişkin empirik bilgi gerçek bilgi de-
göre, koşulsuz buyruga, ahlak yasasma gildir; dogayı ve tarihi konu alan
duyulan inanç, bizi agnostisizmden, empirik bilimler de bilim olamaz. Bil-
maddecilikten ve determinizmden kurta- mek gerçekligin aktif, canlı, sentetik ve
ru. Ona göre, biz en yüksek gerçekligi, tinsel akışint bilmek ise eger, kendisini
ahlik yasasına inandıgım•z için biliyo- mekansalzamansal ve nedensel diziler
ruz. Ahlak yasası olmasaydı, özgürlük içindeki fenomenlerle sanulayan bir
ve ideal düzen hakkında hiçbir bilgimiz yöntem ve bilgi, bilgi olamaz. Fichte,
olmayacaktı. Ahlak yasası, ahlaksal Schelling ve Hegel bu konuda tam bir
dogrular bizi özgür kılar. uyuşma içindedir. Onlar gerçekligi bir
İşte Kant'ın felsefesinin bu yönü, felse- evrim süreci olarak degerlendirirler.
fede ondan sonra başlayan yeni bir dö- Farklılık gösterdikleri tek nokta, bir
nemin en büyük yol göstericisi olmuş­ evrim süreci olarak yorumladıklan bu
tur. Kafayla yürek arasındaki karşıtlıga gerçekligin bilgisine ulaşmak için öner-
Kant'ın getirdigi bu çözüm, ve söz ko- dikleri yöntemdir.
nusu çözümün ifade ettigi idealist bakış Alman maddeciliği [İng. gemımı materia-
açısı, Alınan felsefesinde popüler hale lism; Fr. materialisıne allemande]. Alman-
gelmiş, başlıca temsilcileri Fichte, Schel- ya'da 19. yüzyılda Ltidwig tBüclıner,
ling ve Hegel olan Kant sonrası Alman Emst tHaeckel, J. tMoleschott, H. Czolbe
idealizmmin en önemli çıkış noktasını ve Karl Vogt gibi bilim adamı-filozoflar
oluşturmuştur. tarafından savunan maddeci felsefe anla-
Söz konusu idealist filozoflar, spekülas- yışına verilen ad.
yonlannın çıkış noktası olarak akılla Almanya'da, devlet kontrolü albndaki
anlaşılabilir dünyayı, ahlak yasasının üniversitelerde okutulan resmi felsefeye,
kendisiııe işaret ettigi özgürlügü almış­ doga bilimlerinin gelişimine karşı tinsel
lardır. Gerçekten varolan, gerçek olan yaşamı, radikal reformlara karşı da va-
dünya, ideal ya da duyular üstü dünya- rolan devleti korumayı amaçlayan idea-
dır, aklın ya da tinin dünyasıdır. Bu fi- list felsefenin, gelişen doga bilimlerinin
lozoflar felsefenin tüm problemlerini, deneysel yapısını ifade etmedeki başan­
temel ilke olarak, kendi kendisini belirle- sızlıgına bir tepki olarak gelişen söz ko-
yen tinsel faaliyeti görmek suretiyle çöz- nusu anlayış, maddeci bir metafizigi,
meye çalışırlar. Onlar, bilgiyi ve tecrü- hümanist ve idealist bir ahlak anlayışıy­
beyi, dogayı ve tarihi bu tinsel faaliyet la birleştirerek, spekülatif felsefenin aşı­
aracılıgıyla açıklarlar. Fichte, Schelling rılıkianna ve teolojik sonuçlanna şiddet­
gibi idealist düşünürlere göre, ideal ilke le karşı çıkmıştır.
kategorileri düzenleyerek, kuramsal ve Başka bir deyişle, bilimler üzerine dü-
pratik aklı birleştirerek, bilgimize birlik şünmenin bir sonucu olan bu maddeci
kazandırır ve bize mekanizmle teleoloji hareket, derinlikli bir felsefe akımı oluş­
arasındaki karşıtlıgın üstesinden gelıne turamamış olsa da, oldukça etkili ol-
Althusser; Louis 41

ınuştur. Bu nedenle, 19. yüzyıl maddeci- ya da geneliernenin altına koyma, ona


ligi kapsamı içine giren bu düşünürle­ dahil etme. 3 tKant'ın felsefesinde, zih-
rin ögretileri tutarlı ve saglam bir mad- nin kavramlarından ya da genel katego-
decilikten ço~ eklektik bir düşünce ola- rilerinden birini duyusal sezgiye uygu-
rak ortaya çıkar. Buna göre, akıl ya da lama.
düşünce zaman zaman hareket. bazen ha- Althusser, Louis. Marksizme yaptıgı kat-
reketin sonucu olan, bazen de harekete zo- kılarla tanınan, 1918·1990 yıllan arasın­
runlu olarak eşlik eden bir şey olarak ta- da yaşamış, yirminci yüzyıl Marksist
rumlanmışhr. toplwn filozoflannın en özgün ve etkili-
Alman tarih okulu [İng. Gemran school of si olan çagdaş Fransız düşünürü. Başh­
lıistory; Fr. f.cole d'histoire allemande]. Kö- ca eserleri arasında Pour Marx [Marks
keni ve gelişimi açısından tHerder'e İçinL Lire le Capital [Kapital'i Okumak],
bag h olan ve seçkin temsilcileri arasın­ Unine et In Philosophie [Lenin ve Felsefe]
da, von tHumbolt ve Sybel bulunan sayılabilir.
tarih okulu. Althusser'in temel amaa tMarksizmi
İlerlemenin bir tarih kategorisi olmadı­ bir tarih bilimi olarak canlandırmak
gını dile getirerek, tarihin aklın gerçek· veya yeni baştan kurmak ve Marksist
leşme alanı oldugu düşüncesine ve do- +hümanizmin iddialannın ter.;ine, genç
layısıyla Hegelci tarihi determinizm +Marks'ın düşünceleriyle Das Kapital'de
görüşüne karşı çıkan Okul, tarih bilgisi- ortaya konan bilimsel analiz arasında ra-
nin, bir halkın kendisiyle ilgili bilincinin dikal bir kopma oldugunu göstermektir.
ne oldugunun belirlemnesi suretiyle, Başka bir deyişle, tarihe ilişkin olarak
yalruzca o halk için geçerli kılınacak bir bilimsel bir yaklaşım geliştirme amaa
bilgi oldugunu savunmuştur. Bu çerçe- güden Althusser, bu baglarnda bir yan-
ve içinde, tarihsel bilgi söz konusu oldu- dan Marksçı gelene~n kUsik metinleri-
gunda, bir halla ele almak için en uygun ni yeni ba§tan okuma, diger yandan da
modelin, onu bir organizma olarak gör- bilimin dogasma ve onun diger söylem
mek oldugunu öne süren Alman Tarih biçimlerinden nasıl farkhlaşhgına dair
Okulu, burada organizmanın temel fonk- araşhrmalann yoluna girmiştir.
siyonlannı yerine getiren organ olarak Altusser bilimi, içinde bilginin üretildi-
devletle karşılaştıgunızı söyler. gi toplumsal bir pratik olarak degerlen-
Bununla birlikte, von Hwnbolt'a göre, dirir. O bilimsel bilgiyi, bilim adamlan-
tarih araştırması, bu tür bir ulusal tarih- J'\Ul yönelim veya amaçlan tarafından
çilikle yetinmeyip, dünya tarihine insan- degil de, araşhnlacak sorulan, arana-
lık açısından egilerek, insan bakımından cak deJil türlerini, önemli addedilen
genel olanı oluşturmaya çalışmalıdır. güçlükleri belirleyen kavramlar sistemi
Bunu yapabilmek için de, tarihçinin tarafından yönetilen bir pratigin ürünü
insani olan hiçbir şeye ya bana olmarnası olarak tarumJar. tDiyalektik materyaliz-
gerekir. Zira insani olan herşey tarihsel· min öncelikle, bir epistemoloji, bir bilgi
dir; başka bir deyişle, tarih insani ve ya da bilim kuramı oldugunu öne süren
ahlaki olan tüm oluşum ve degerierin ta- ve bu çerçeve içinde, empirist bir bilgi
şıyıcısıdır. anlayışına, yani öznenin zihinden ba-
altakoyma [O. idrı2Ç; İng. subsumption; Fr. gımsız nesneyle karşılaşıp, soyutlama
subsunıption; Al. subsumption]. 1 Genel yoluyla onun özünü çıkarsadı~, özne·
olarak, olup biten bir şeyi başka bir nin nesneyi dogrudan ve araasız olarak
şeyin altına koyma ya da içine dahil bildigini dile getiren bilgi anlayışına,
etme eylemi. üretim, yani kuramsal pratik olarak bilgi
2 Daha özel olarak da, manhkta, türü anlayışıyla karşı çıkan Althusser'e göre,
cinsin, bireyi de türün, tikel bir durum söz konusu pratik, tümüyle düşünce
ya da ömegi genel bir yasarun, kuralın düzeyinde gerçekleşir.
42 Althusser, Louis

Ona göre, bilme sürecinde, sırasıyla !deolojinin etkisinden, muhtemel teca-


düş ii nce ve soyutlamalardan meydana vüzlerinden korumak oldugunu söyle-
gelen teorik bir hammadde, bütün bun- mektedir.
ları etkileyen kavramsal üretim araçlan Althusser Marks'ın tHegel'in etkisinde
ve nihayet, ürün olarak bilgi söz konusu sanıldıgı gibi çok fazla kalmadıgını,
olur. O, bu baglamda, bilimlerin kendi onun düşüncesinde 1840'lardan başla­
bünyelerindc, ürünlerinin geçerlilikleri- yarak epistemolojik bir kopma yaşandı­
ni denetleyecek içsel karutlamaları ba- gını, genç Marks'ın hümanjzminin Das
rındırmalarından dolayı, kuramsal pra- Kapila/'i yazdıgı sıralarda, bilim-öncesi
tik olarak bilgi anlayışının, bilginin teorik bir ideoloji olarak reddedildigini
geçerliligi için dış teminatlara ihtiyacı öne sürer. Marks bu olgunluk dönemin-
olınadıgını söylemiştir. Kendi ihtiyaç de, tarihi. tarihsel ınateryalizm olarak bi-
ya da gereklilikleri tarafından belirle- linen, yeni bir yaklaşımla açıklamaya ko-
nen, kendi gelişim seyrine uygun bir yulur. Bununla birlikte, Althusser'e göre,
yol izleyen ve bundan dolayı da, üstya- bu proje tamamlanmamış bir proje olup,
puun bir parçası olma}tıp, özerk olan bi- kimi eksikler içermektedir. Dolayısıyla,
limsel ya da kuramsal pratik, Althus- ona göre yapılması gereken şey, üretim
ser'in görüşüne göre, ideolojik pratikten güçleri ve ilişkileri, üretim tarzlan tipo-
oldugu kadar, politik ve ekonomik pra- lojisi, ideoloji, v.b.g., kavrarnlar üzerinde
tiklerden de ayrıdır. Bilimin diger pra- yogunlaşarak, bilimsel tarih yorumunu
tiklere göre daha özerk bir pratik türü tamamlamak veya geliştirmektir.
oldugunu öne süren Althusser'e göre, Althusser işte bu baglamda, Marksist
bilimsel pratik diger pratiklerden ayn ögretiyi belirleyen aşırı bir determil\izın
ve bagımsız bir biçimde işler. Bilimin ya da tekonomizm yaniışına düşmeyen
amacı, bilimsel prati.gin bizzat kendi bir ekonomi ve toplum modeli geliştir­
içinde olup, · o belirli türden bir bilginin miş ve 'temel-üstyapı' ilişkisini yeni baş­
üretilmesine yönelir. tan yorumlamaya koyulmuştur. Fransız
Bununla birlikte, materyalist Marksizm tyapısalcılıgından etkilenen Althusser'e
geleneginden gerçek dünyanın, bu dün- göre, insan bireyleri, onların bilinçleriyle
yaya ilişkin, tarihsel ve toplumsal bir etki nlilderinden önce ve kendilerinden
düzlemde üretilmiş, bilgiden bagımsız baSUnsız bir biçimde varolan toplwnsal
oldugu, söz konusu bilgiden önce geldi- . ilişkiler sisteminin yansımalan ve taşıyı­
gi tezini miras alan Althusser, ideoloji- asıdular. Althusser'in merkezi olmayan
nin de zihinden bagunsız olarak varolan yapılar olarak bütünler görüşüne göre,
bir gerçeklige gönderirnde bulundugu- toplumlar da, hiçbiri bir digerine indir-
nu, fakat bunu bilimden farklı bir tarzda genemeyen ve her birinin bütünü şekil­
yaptıgıru söyler. tideoloji bireysel özne- lendirirken kendi özgül katkısını ger-
lere kendilerini ve içinde yer aldıkları çekleştirdigi ideolojik, entellektüel,
toplumla olan ilişkilerini tanımanın ve ekonomik, politik pratiklerin düzen ve
tanunlamanın bir yolunu saglar. Bu ta- yapı kazanmış birleşimleridirler.
ruma ve tarumlama tarzı, Althusser'e Dönem ve evrelerin, insana kendini
göre, dogru olmayıp, pratik davranışa gerçekleştirme, insanJıga da komünizm
yol açma amaa güder. Fakat o, bunu ve özgürleşme yolunda ilerleme imkanı
hakim ideolojide, yürürlükteki hakimiyet saglayan, düzgün, dogrusal dizilişi ola-
sistemini koruyacak ve sürdilrecek şekil­ rak tarih görüşünü Marksist bir dogma,
de yapar. İnsan öznelli~n çeşitli form- tarihsici bir ideoloji diye yadsıyan Alt-
lanyla bunları yaratan sınıf ilişkilerini husser, Marks'ın olgunluk dönemi eser-
yansıtan ideolojiler, çatışan toplumsal lerinde, öznesi olmayan bir süreç olarak .
güçlerin etkisi albnda bulunmaktadır. O yer aldıgını savunur. ·.Onö göre, büyük
bu baglarnda felsefeye düşenin bilimleri tarihsel geçiş ve dönüşümler, zorunlu
aınaçlar kralhğo 43

olmayıp, olumsal degişmeler; bir top- Bununla birlikte, orta her insan için
lumsal sistemi dogrudan etkileyen çeliş­ aynı olmadıgı gibi, her eylem için de bir
kiler çoklugtınun olaganüstü yoğunlugu­ orta yoktur. Orta, koşullar degiştigi öl-
nun istisnai sonuçlandırlar. Dolayısıyla, çüde, her insana göreli olur. Omegin,
tarihin yanımızda ve bizimle oldugu yemek söz konusu oldugunda, orta, ye-
görüşünün neredeyse dini kesinligine tişkin ve güçlü bir güreşçiyle küçük bir
Marksizmde yer olmamak gerekir. çocuk için farklı olacaktır. Yine de, Aris-
Althusser, kendi tantihümanizmiyle öz- toteles'e göre, aşın uçları açık seçik ola-
nenin tademi merkezileşmesi sürecinin rak gösteren uygun ya da göreli bir orta
doruk noktasını meydana getiren postya- vardır. Buna göre, cesaret adı verilen
pısalalık ve postmodernizm yolunda erdem, korkaklık ile gereksiz ve düşün­
önemli bir kilometre taşı oluşturur. Zira, cesiz atılganlık, cömertlik. müsriflik ile
ona göre, sadece insanın kendi kendisini cimrilik, adalet ise haksızlık yapma ile
gerçekleştirme süreci olarak tarih görü- haksızlıga maruz kalma arasındaki
şünün degil, fakat toplumsal yaşamın dogru ortadır.
temeli ya da kaynagı olarak özerk birey- Öte yandan, bazı eylemler için, bir orta
sel tfail veya aktör düşüncesinin redde- hiçbir şekilde söz konusu olamaz; çünkü
dilmesi gerekmektedir. bu eylemler, dogalan geregi, kendilerin-
altıkhk [İng. subalternation; Fr. subalterna- de her zaman kötüyü ve kötülügü ba-
nndınrlar. Buna göre, kin, lursızlık, ci-
tion; Al. subalternatioıı]. Özne ve yükle mi
ayıu olan iki önermenin niteliklerinin
nayet ve zina kendinde ve kendi başına
ayıu, niceliklerinin farklı olması hali.
kötüdür.
t Aristoteles karesinde alt alta duran altküme [İng. subset; Fr. sous-enseıııble].
önermeler, yani tümel olumlu ile tikel Tüm üyeleri başka bir kümenin üyesi
olumlu ve tümel olumsuz ile tikel olum- olan, başka bir küme tarafından içerilen
suz önermeler altıktırlar. Altıkhk ilişkisi kümeye verilen ad.
amaç [Os. gdye; İng. md; Fr. fin; Al. ende].
söz konusu oldugunda, geleneksel olarak
Genel olarak, ulaşılmak istenen, bir ey-
tümel önermenin tikel önermeyi içerdigi
leme kaynak olan hedef, insaıun bilinçli
düşünülmüştür.
eylemiyle erişmek istedigi erek, reflek-
altın kural [İng. golden rule; Fr. regle d' or].
si! bir davranışı n degil de, iradi bir ey-
Ahlak felsefesinde, birçok filozof tarafın­
lemin kendisine yöneldigi sonuç, niyet.
dan temel ahlaki buyruk olarak belirle- Bir formun, bir özün nihai olarak aktü-
nen, hemen her sistemin temelinde bulu- elleştigi, gerçekleştigi hal, kendisine ek
nan kurala verilen ad. olarak daha fazla gelişme ihtiyacının
Kural hem olumsuz, hem de olumlu bir söz konusu olmadıgı durum.
biçimde, 'Başkalanna, başkalanıun sana Zihindışı bir hedefi gösteren söz konu-
yapmasııu istedigin şeyleri yap!' ve su amaç tanuruna ek olarak, bir de bir
'Sana yapılmasını istemedigin şeyleri hedefe yönelmiş eylemin son ve nihai
yapma!' diye ifade edilir. noktasııu temsil ya da ifade eden bir
altın orta [İng. golden nıean; Fr. juste mili- fikir, imge ya da sembolik bir düşünce
tu]. Aristoteles tarafından belirlenen iki olarak amaçtan söz elmek gerekir. Bura-
tür erdemden biri olan ahlaki erdemlerde, da amaç, zihinsel bir terim olarak orta ya
ahlaki eylem ve erdemin, iki aşın uç ara- çıkar ve organizmaıun içsel durumunu
sındaki orta yı bulmaktan oluştugu tezi. ifade eder.
Aristoteles'e göre, ahlaki erdemierin amaçlar krallığı [İng.t/ıe kingdam of ends].
özü, dogru ortayı bulmaktır. Bu ise, iki Kişiye yarar saglayacagı için hedefle-
aşırılık arasındaki altın ortayı bulmak- nen amaçlar, haz, şan, şeref gibi ahlaki
tan oluşur. Burada akıl, dogru düşün­ eyleme yabancı ögeler tarafından degil
meyle, bizim aşırılık ve eksiklik arasın­ de, kendi koydugu amaçlar tarafından
daki dogru orta yı bulmamızı saglar. belirlenen ve kendi başına en yüce amaç
44 amaçlılık ilkesi

olarak ortaya çıkan akıllı insan varlıkJa­ Oysa, Kant'a göre, bir başkası biz insan-
nnın evrensel bir ahlak yasası altında ları bir amacın aracı olarak gördügü, ör-
oluşturdukları birlige, tKant tarafından negin bize yalan söyledigi zaman, bizler
verilen ad. amaç olmaktan çılop, bir şey, sıradan bir
Alınan filozofu Kant, buna göre, ünlü eşya haline geliriz.
ödev ahlakında, 'her vatandaşın hem amel. İslam inancında, iş, eylem ve faali-
yasakoyucu ve hem de uyruk niteligini yete, ama daha ziyade dini vecibelere
taşıdıgı', 'hür ve akla uygun iradelerin uygun eyleme verilen ad. Bu baglamda,
meydana getirdigi toplumda, hem ya- iman temeli üzerinde, dinin buyurdugu
sakoyucu ve hem de uyruk gibi davra- ibadetleri yerine getiren eyleme salifı
nan' bireyler toplulugu için. ayrı bir amel, buna karşın kafir ve münafıklar­
cumhuriyet ya da krallık anlamında, da görülen, İslami vecibelere uygun ol-
amaçlar krallıgı deyimini kullanmıştır. mayan eyleme de fa sit amel adı verilir.
amaçlalık ilkesi [İng. the principle of fina- amicus Plalo, sed magis amica est veritas.
li h); Fr. le principe de finaliU]. tAristoteles Aristoteles tarafından söyleruniş olan bir
tarafından öne sürülmüş olan ve neden- sözün Latince ifadesi.
sellik ilkesini dengeleyen ilke. Özel olarak Aristoteles'in, genel olarak
Buna göre, Aristoteles'in teleolojik bir da bilim adamı ya da filozofun hakikat
nitelik arzeden metafizik ve doga felsefe- ya da dogrular karşısındaki tavrını; in-
sanın, temel dognılarla ilgili bir tartışma
sinde, parçaların bütüne uygunlugunu,
önceden gören ve seçen bir zekanın eseri söz konusu oldu~ zaman, hocasına bile
k~ı çıkabilecegini ifade eden söz; 'Pla-
olan düzeni, düzenden dogan uywnu ön
plana çıkartan ve dogada hiçbir şeyin ton'u severim, ancak hakikati daha çok
. ,
seven m.
boşuna olmayıp, genel bir amacın bir
parçası olarak ortaya çıktıgını dile geti-
arnoraL Ne ahlaki, ne de ahlaksız olan,
ren ilkeye amaçlıhk ilkesi adını vermiş­ yani ahlak alanının dışında kalan eylem,
tir. tutwn, kişi ya da karakter için kullanılan
sıfat. Ahlakdışı teriminin, ahlak alanı­
amaç olarak insan [İng. men as an end; Fr.
nın dışında kalan, cansız varlıklar ve
l'homme conınıe un fin]. tKant'ın, tüm in-
nesneler için kullanıldıgı yep;:le, amoral,
sanların, belirli birtakım amaçların araç-
ahlak duygusundan yoksun olan kişi
ları olarak degil de, kendi başianna birer
için kullanılır ve ahlaki ya da ahlaksız
amaç olarak degerlendirilmesi, görülme- hiçbir niteligi olmayan, ahlaka ne uyan
si gerektigini söyleyen ahlak kuralı. ne de karşıt olan, ahlakı hiçbir şekilde
Buna göre, kural insanların kendilerin- ilgilendirmeyen; ne dogru ne de yanlış
de, birtakım amaçların araçları olarak olan, ahlaki bir analize konu edilemeyen
degil de, her zaman amaç olarak deger- anlamına gelir. Arnoral terimi, örneğin
lendirilmeleri gerektigini ifade eder. akıl hastalan ya da bebekler için kulla-
Kant, bir insan varlıgında, bir kişi yeri- nılabilir. Çünkü bebekler, biz onlan
ne, bir şey, bir nesne olarak görülmeye ahlaki bakımdan eğitineeye ve onlan
karşı duran çok temelli bir öge bulun- bazı davranışları bakımından ödüllen-
dugunu söyler. Biz insanları birer kişi dirinceye ya da cezalandınncaya kadar,
haline getiren bu öge, akıl ya da akıllı­ bir ahlak duygusuna veya fLkrine sahip
lıktır ve bir kişi ya da akıllı bir varlık değildirler.
olmak, şu halde, kendi içinde, kendi amor fali. Ünlü Alman filozofu Friedrich
başına bir amaç olmaktır. Buna göre, tNietzsche tarafından kullanıldığı şekliy­
insan, bir ahlak yasasına ~bi olan, ve le, kişinin kendi kaderine gönüllü olarak
ahlaki bakımdan kendi kendisini belir- boyun eğmesi, kaderini sevmesi anlamı­
leyen ve iyi iradeyi koşulsuz olarak ya- na gelen Latince deyim. Bu, Niet:zsd\e'ye
şama geçirmek durumunda olan yüce göre, insanın büyüklü~nün, ahiiki yüce-
ve akıllı bir varlıktır. leğ:inin en önemli göstergesidir.
Anaksimenes 4-5

anakronizma [Yunan geriye, karşı anla- dan biri olup, ondan hiçbir zaman kar-
mına gelen ana önekiyle, zaman anla- şıtı çıkmaz. Başka bir deyişle, degiş­
mındaki khronos sözcüklerinin birieşi­ me, dogwn ve ölüm, büyüme ve küçül-
minden türetilmiş deyim}. Kronolojik, me, çatışma ve savaşın, bir ögenin
zamandizim sel bir yanlış. Olay ların ger- sınırlarını digerinin aleyhine olacak şe­
çek düzeniyle anlatılma, aktanlma düze- kilde genişletmesinin bir sonucu oldu-
ni arasındaki farklılık, tutarsızhk, veya gu için, suyun dogasına aykın bir yapı­
bir şeyin, bir kavram veya olayın gerçek da olan şeylerin, su içinde nasıl olup da
tarihsel baglamı dışına çıkartılması. eriyip gitmedikleri sorusuna doyurucu
Anal<sagoras. Milaltan önce 5. yüzyılda bir açıklama getirilemez. Sudan, öyleyse
yaşamış olan Yunanlı filozof. yahuzca ıslak ve soguk olan şeyler türe-
tElea Okulu'nun görüşlerinden etkile- yebilir. Oysa, dünyada, ıslak ve soguk
nen Anaksagoras, tParmenides'in ezeli- olan şeylere ek olarak, sıcak ve kuru
ebedi ve degişınez varlık ögretisiyle, olan şeyler de vardır.
dış dünyada gözlemlenen çokluk ve Suyun nitelik bakunından belirli olma-
degişmenin bir sentezini yapmaya ça- sının yarattı~ güçlükten kurtulsak bile,
lışmıştır. Bu amaçla, varhgın temeline, bu kez suyun nicelik bakımından sınır­
ariche olarak, ezeli-ebedt degişmez ve h oluşunun yarattıg1 güçlük karşımıza
nitelik bakımından aynı olan sonsuz sa- çıkar. Buna göre, su gibi nicelikçe sırur­
yıda tohumu (/torııoiemer) yerleştirmiş lı bir maddeden, sonlu bir kütleden ev-
ve herşeyi bu tohumların dagılımı ve reni meydana getiren sonsuz varlık küt-
birleşimiyle açıklamıştır. Varhgın te- lesi dogamaz. Sonsuz sayıda evren
meli, ona ~öre, başlangıçta herşeyin oldugunu öne süren Anaksimandros'ta,
herşeyde bulundugu, sonsuz sayıdaki sonsuz sayıdaki evren görüşü, sonsuz
tohumu içeren bir bütündür. miktarda maddeyi gerektirir.
Fakat Anaksagoras'a göre, madde kendi Evrende varolan tüm nitelikleri tek bir
kendisini hareket ettiremez. Maddenin, nitelige götürmenin, tüm karşıtlan tek
tohumların hareketi için bir dış güce, bir karşıta indirgemenin doyurucu ve
hareket ettirici bir nedene ihtiyaç var- dogru olmamasından dolayı, ona göre,
dır. Bu güç, akıl ya da zihin anlanuna evrenin ilk maddesi, maddi tözü, arkhe-
gelen Nous'hır. Anaksagoras varlı~ açık­ si nitelik bakımından belirsiz, nicelik
lamak için, maddr nedenlere ek olarak, bakımından sınırsız bir madde olmalı­
fail nedene ve ayrıca final nedene gerek dır. Anaksimandros, söz konusu özel-
duyuldugunu düşünür. Zira ona göre, likleri taşıyan ilk maddesine, hiçbir du-
evrende bir düzen ve uyum vardır. Bu yusal maddeyle özdeş olmayan belirsiz
düzen ve uyumdan da Nous sorumlu- bir varlık, soyut bir ilke anlamında apei-
dur. Çünkü Nous, ilk maddeleri bir ron adını verir. Onun, ilk madde olarak
amaca göre düzenlemiş, bir amaca göre nicelikçe sınırlı, nitelikçe belirli bir öge
hareket ettirmiştir. ya da maddenin seçilmesi evresini ge-
Anaksimandros. Milaltan önce 6. yüzyı­ çerek, herşeyin kendisinden türedigi
la damgasını vurmuş olan Milet Oku- belirsiz, sınırsız bir arkhe anlayışına
lu'nun, Thales'in ardından gelen, ikinci ulaşması, felsefede gerçek bir ilerleme-
filozof u. yi ifade eder.
Anaksimandros, çagdaşı ünlü filozof Anaksimenes. tMilet Okulu'nun üçüncü
Thales'in maddi töz olarak 'su' anlayışı­ ve sonuncu düşünürü. Arkhe olarak
na, suyun nicelik bakunından suuri.J, ni- hava, bugu ya da sis anlamına gelen
telik bakımından belirli oldugu gerekçe- aer'i öne sürmüştür. Aer, Anaksimenes'e
siyle karşı çıkmıştır. Buna göre, su ya göre, eşit olarak da~lun gösterdi~
da nem, çatışma ve savaşlarını açıkla­ hAliyle, görünmez abnosfer olup, yogun-
mak durumunda oldugumuz karşıtlar- laşarak bugu ve suya, daha sonra da
46 analitik

toprak ve taş benzeri kah maddelere dö- analitik ahlak [Os. tahlili ahlak; İng. analy-
nüşür. Daha az yogun oldugu zamanlar- tical et/ıics; Fr. ~thique analytique ]. Metaetik
da ise, daha sıcak hale gelip, ateş olur. olarak da adlandırılan ve kural koyucu
Başka bir deyişle, Anaksiınenes'in fel- ya da tasviri olmaktan çok, çözümleme-
sefe alanındaki yeniligi, ilk kez olarak sel olan, yani ahlak dilini analiz eden,
birlikten çokluğa geçiş süreci üzerinde, va- örnegin 'iyi' sözcügünü kullandıg1mız
rolan herşeyin havadan nasıl varlıga zaman, bu sözcükle ne anlatmak istedi-
geldigini açıklama işinde yogunlaşmış gimizi araştıran, ahlak sistemlerinin
olmasıdır. Buna göre, Anak.simenes bir- rasyonel temellerini, çeşitli ahlak düşü­
likten çokluga geçiş sürecini açıklarken, nürlerinin çıkarırnlarını ya da ınantıgı­
dudaklarımızı birbirine yaklaştınp avu- nı analiz eden, kural koymayıp, kural
cumuza üfledi&miz zaman, agzımızdan koyan ahlak sistemlerinin temellendiril-
çıkan havanın soguk, agzııruzı fazlaca ıneleri, mantıksal yapıları ve dilleriyle
açıp, avurumuza üfledigirruz zaman da, ilgilenen ahlak türü.
agzımızdan çıkan havanın sıcak olması analitik çizgi [İng. analytic tlıread; Fr. fil
gözleminden yararlanarak, sıkışma ve analytique]. Birçok düşünüre, özellikle
seyrekleşme kavramiarına başvurmuş­ de çagdaş İngiliz idealist filozoflanna
tur. göre, bütün bir felsefe gelenegini oluştu­
Yani, Anaksimenes'e göre, hava seyrek- ran iki temel çizgi ya da yaklaşımdan,
leştigi zaman, ateş, sıkıştıgı zaman da, spekülatif degil de, analitik olan, biri.
rüzgar, bulut, su ve toprak haline gelebi- Analitik çizgi ya da yaklaşun, Platon'un
lir. Bu çerçeve içinde, o, havanın seyrek- Eutlıyplıron adlı diyalogunda örneklenen,
leştigi zaman, daha sıcak hale geldigini ve bir tür analizle, felsefe problemlerine
ve böylelikle de ateş olma yoluna girdi- ilişkin kavram analiziyle belirlenir. Söz
gini, buna karşın sıkıştıgı zaman, daha konusu çizgi ya da yaklaşımın karşısın­
soguk olup katılaşma yoluna girdigini da, tPlaton'un Sokrates'in SIWunnıası adlı
düşünmüştür. Anaksimenes'teki sey- eserinde örneklenen ahlaki-dini çizgi yer
rekleşme ve sıkışma kavramlan, birlik- alır. t Analizi degil de, inancı ya da dege-
ten çokluga geçiş sürecini açıklamaya ri temele yerleştiren bu yaklaşımla anali-
yaradıktan başka, her tür niteligi niceli- tik yaklaşımı birleştiren, erdemin bilgi
ge indirgeme girişimini temsil eder. ve bilginin de iyi oldugu teziyle Sokrates
analitik [Os. tahlili; İng. ınıalytic; Fr. analyti- olmuştur.
que; Al. ariQlytisch]. 1 t Analizle ilgili olan, analilik felsefe [İng. analytical philosophy;
analizi yöntem olarak kuUanan. 2 tAris- Fr. plıilosophie analytique]. 20. yüzyılda
toteles'in mantıksal analiz teknigi. Buna özellikle İngiltere ve Amerika Birleşik
göre, onun Birinci Analitikler adlı eseri, Devletleri'nde çok etkili olan ve dil üze-
ttasıma ilişkin bir analizi, buna karşın rinde yogunlaşarak, olgulara ya da an-
ilcinci Analitikler adlı eseri de, bilimsel ya lamlara uygun düşecek en iyi ve en
da karutlanabilir olan bilginin koşuHanna dakik mantıksal formu bulmak için,
ilişkin bir analizi içerir. 3 tKant'ta bu tümeeleri ya da kavramları veya dilsel
yana, yüklemi öznesinde içerilen yargı. 4 ifadeleri analiz etme işiyle ugraşan fel-
Kant'ta, genel mantı~, aklın tüm işlev~ sefi akım; felsefenin, kendi alanı içine
lerini analiz yoluyla keşfeden dalı; ilke- giren problemleri kesin sonuçlu olarak
ler, kavramlar teorisi. Buna göre, Kant'ta çözecek biricik yönteminin felsefi analiz
kavramların analitigi, bir kavramlar ya da kavram analizi olduguna inanan
zihin teorisine, iUcelerin analitigi de, zih- çagdaş düşünce geleneı;..
nin işleyişini a priori olarak düzenleyen Analitik felsefenin temel hareket nokta-
a priori ilkeler kuramma karşılık gelir. 5 sı, felsefenin biricik konusunun dil ol-
tHegel'in Aristoteles'ten gelen fonnel dugu düşüncesidir. O tmantıkçı poziti-
mantıga verdigi ad. vizmden, felsefenin kendisinin bilgi
analitikfelsefe 47

üreımedigi, felsefe tarihinde eser vermiş önüne serrnek oldugunu savunmuştur.


düşünürlerin aslında dilin yarathgı so- Felsefeyi esas ilgilendiren şey, ona göre,
runlarla, dilden kaynaklanan problemler- sözcüklerin anlamlan ya da dille gerçek
le ugraşmış olduklan görüşünü devral- dünya arasındaki anlam ilişkisi degil de,
mıştu. Analitik felsefenin yöntem ve dillerin kendileri arasındaki karşılıklı
felsefe kavrayışının gerisinde ise, ı Fel- yapısal ilişkilerdir.
~efenin problemlerinin, analizin ortadan Buradan da anlaşılacagı üzere, Moore,
kaldırabilecegi, açıklıga kavuşturabile­ Russell, Wittgenstein, tRyle, tAyer, CM-
cegi kavramsal karışıklıkJarın, kavram nap, tQuine, tChomsky gibi düşünürler
kargaşasının bir sonucu oldugu, ve 2 tarafından temsil edilen analitik felsefe-
analizin kompleks kavram ve fikirlerin nin temel özellik ve tezleri şu şekilde sı­
basit, bileşensel ögelerini meydana çı­ ralanabilir: ı Analitik felsefe, dünya üze-
kartan oluştugu önkabulleri bulunmak- rine haklı kılınmış bilgi ve inançları bize
tadır. yalruzca gözlem ve deneyin saglayabile-
Doga bilimlerinin bulgulanıu temele cegine inandıgı için, tBacon ve tLocke'la
alan, yöntemi itibariyle büyük ölçüde başlayıp, tBe.rkeley, tHume ve tMill'le

maı:ıtıksal ve dilsel analize dayanan ana- devam eden Ingiliz empirist geleneginin
litik felsefe gelenegi içinde, B. tRussell yirminci yiizyıldaki mirasçısı olmak du-
rumundadır. Bu çerçeve içinde, bilimleri,
analitik felsefenin amacının, dilsel ola-
kurarnlarını gözlem yoluyla dogrulayan
rak yanılbcı tümeeleri mantıksal olarak
dogru olan türnce fonnJanna dönüştür­ olgusal bilimler ve yöntemleri, teoremle-
mek oldugunu öne sürerken, C. E. Moore rin verilmiş aksiyomlardan çıkarsanma­
sından meydana gelen a priori ya da for-
analitik felsefenin, dünya ile ilgili olan ol-
gulan keşfebnedigini, fakat daha çok me! bilimler olarak ikiye ayıran analitik
kavramları tanunladı~ ve açıklıga ka-
felsefe, bu şema dışında kalan felsefenin
görevinin kavramsal ya da dilsel tanaliz
vuşturdugunu savunmuştur.
oldugunu söyler.
Analitik felsefenin çok önemli bir başka
2 Analitik felsefe geJenegi, şu halde;
düşünürü olan L. tWittgenstein ise, ana-
dille dünya arasında tam bir karşılıklı­
litik felsefenin amacının, tüm kompleks
lık ilişkisi bulundugunu, dilin yapısının
ve betimleyici tümceleri, önermeleri, dil-
dünyanın yapısını yansıttıgını savW\an
sel ifadeleri temel, basit, elementer öner-
resimsel bir dil görüşü benimseyerek,
melere dönüştürmek oldugunu iddia et- dilsel ya da kavıamsaJ analizi ön plana
miştir. Bu önermeler de daha sonra,
çlkarbr. 3 Söz konusu dilsel analiz yer
gerçek dünyanın basit ve indirgenemez JuyJa, fel!:efeye tedavi edici bir işlev yük-
ögelerini gösteren nihai ve analiz edile- ı~yen analitik felsefe, idealizme ve bu
mez birimlere aymlu. Felsefe, Wittgens- arada metafizige şiddetle karşı çıkar. O,
tein'a göre, dilin sınırlannı aşamaz. sagduyuyu felsefe için sagJam bir mütte-
Felsefenin dil ile dünya arasındaki iliş­ fik olarak degerlendirip, dünyaya ilişkin
kiyi a9-klayamadıgıru ya da betimleye- bilginin ancak ve ancak bilim yoluyla
medigini, fakat yalnızca gösterebildigi- elde edilebilece~ni iddia eder.
ni savunan Wittgenstein'a göre, felsefe 4 Analitik felsefe, ideal ya da yetkin bir
kendisini, meşrü olarak neyin söylenip, dilin genel çerçevesini sagJadıgını dü-
neyin söylenemeyecegini araştırmakla şündügii mantıga özel bir önem verir.
sınırlarnalıdır. Çünkü manbk, bu anlayışa göre, bir
Söz konusu felsefe geleneginin diger dilin gerçek yapısını ortaya çıkarır.
bir etkili düşünürü olan R. tCamap ise, S Analitik felsefe, Hume çatalıru temeJe
analitik felsefenin görevinin kavramla- alan pozitivist bir felsefe anlayışına da-
rın ve dilin, özellikle de, bütünüyle for- yandıgı için, bilimci bir yaklaşımla me-
me! olan bilim. dilinin sentaksını, dilsel tafizik, ahlak ve dinin iddiaJanna kuş­
yapısını sistemli bir biçimde gözler kuyJa bakar.
48 analitik Marksizm

analitik Marksizm [İng. ımalytical Mar- su oldugunda ayru zamanda belli bir
xisnı; Fr. marxisme analytique]. Yirminci psikoterapi ya da ruhsal tedavi anlayı­
yüzyılda, +Marks tarafından öne sürül- şını ifade eder.
müş olan +tarihsel maddecilikle anali- Söz konusu psikoterapi dört evreden
tik felsefe ve bilim felsefesi'nin bir sente- meydana gelmektedir: 1 itiraf ya da
zini yapan akım ya da Marksist görüşe; annma; 2 Jung'a göre, tFreud'un katkı­
tarih ve toplumla ilgili Marksist iddia ya sını ifade eden yorumlama; 3 t Adler'in
da önenneleri yeniden ele alıp ·ifade psikoloji alanına yaptıgı katkıyı ortaya
ederken, çagdaş felsefe ve metodoloji- koyan egitim ve nihayet, 4 +Jung'un biz-
den yararlanan yak.Jaşuna verilen ad. zat kendi katkısıru dile getiren dönü-
Bu tür bir Marksizmi benimseyen felse- şüm evresi. Jung'a göre, bu evrede hasta
fecilerden, ömegin G. A. Cohen, The The- biricikligini keşfeder ve anlamın içsel
ory of History of Mar:r: A Defense [Karl kaynag, olan benle bag kurar.
Marks'm Tarih Kuramı: Bir Savunmal analitik ve sentetik aymmı [İng. disticti-
(1978) adlı eserinde, üretim güçlerindeki on between analytic and synthetic; Fr. dis-
degişimlerin tüm diger toplumsal ilişki­ tinction entre analytique et synthitique].
lerdeki degişmelerin kaynagı oldugunu Tümce, yarga ve önenne türleri arasında,
gösteren bir kurarn olarak gördügü tarihi tümce, yarga ve önennelerin dogrulukla-
ınaddecili~ analitik felsefenin sentaksıy­ rını göstermek için gereken karut ya da
la yeniden ortaya koymaya çalışmıştır. verilerin dogasına baglı olarak yapılan
analitik önerme [Os. kaziyei tahlili; Ing. ayırım.

anafytical proposition; Fr. proposition anal- Buna göre, bir türnce ya da önerme,
ytique]. Dogrulugu ya da yanhşlıgı, içer- söz konusu türnce ya da önennenin
digi terimierin tarumlarından hareketle yüklemine karşılık gelen kavram, özne
ve yalnızca mantıksal yasalar aracıhgıy­ konumunda bulunan kavrarnda içerili-
la kanıtlanan, yalnızca manhksal neden- yorsa, analitik bir dogruya karşılik
lerle zorunlu olarak dogru olan ve özne- gelir; aksi takdirde, türnce ya da yargı­
de örtük olarak içerilen anlamlan ortaya nın dogru olması durumunda, o sente-
çıkarmaya yarayan; yüklemi yeni bir tik bir dogru meydana getirir. Ayırımı
bilgi vermeyen, yüklernde düşünülen, bu şekilde ortaya koyan ünlü Alman fi-
anlatılmak istenen, söylenen şeyin özne- lozofu tKant olmuştur. Kant'ın bu ayı­
sinde zaten varoldu#lJ, öznesinin tanı­ nmına göre, 'Tüm cisimler mekanda
ınından çıktıgı zorunlu olarak dogru ya yer kaplar' önennesiyle, 'Tüm babalar
da zorunlu olarak yanlış olan; dünyaya erkektir' önermeleri, analitik önenneler-
betimleme tarzından dolayı degil de, dir. Çünkü yer kaplama ve erkekJik dü-
içerdigi sözcüklerin anlamlarından dola- şüncesi, cisim ve baba kavramında
yı dogru olan önenne türü. zaten içerilmektedir. Buna karşın, 'Baza
analitik psikoloji [İng. analytical psych~ cisimler agırdır', 'Yeşil ış ak ''geç" i gös-
logy; Fr. psychologie analytique]. 187.5-1961 terir' önenneleri sentetik önennelerdir,
yılları arasında yaşamış olan Karl Gus- zira agulık ve 'geç' düşüncesi özne ko-
tav Jung'un, kompleks psikoloji olarak numunda bulunan kavramlarda zorun-
da bilinen, ve Freud'un psikolojisi ya da lu olarak içerilmemektedir.
psikanalizinin kapsamını genişletme ça- Kant'ın bu ayırımı, (neyin içerilip neyin
basıyla belirlenen psikoloji anlayışı. içerilmedigini belirlemenin çok güç ol-
Daha genel bir çerçeve içinde, feno- masından hareketle) belirsiz oldugu;
menleri bileşensel parçalanna ya da psikolojik olup, bilgi düzeyleri farklı bi-
kendilerini meydana getiren ögelere reyler için farklı belirlemelere yol açtıgı;
ayırma yaklaşımını benimseyen psiko- ve tüm önennelerin özne-yüklem for-
loji anlayışı olarak tanımlanan analitik munda olması gerektigini varsaydıgı
psikoloji, Jung'un yaklaşımı söz konu- için, eleştirilmiştir.
analiz 49

Kant'ın ayırımındaki bu güçlükleri or- da işlemi. 2 Bir bütünü parçalarına ayır­


tadan kaldırma girişimleri, sonuçta psi- manın sonucunda ortaya çıkan şey.
kolojik bir nitelik arzeden bölme ilkeleri 3 Felsefi analiz ya da kavram analizi anla-
ya da analitik/ sentetik ayırımıru, a prio- mında, bir kavramı,
inanç veya kuramı,
ri ve a posteriari ya da mantıksal olarak bileşenlerine, önkabullerine, içerimleri-
zorunlu 1olumsal ayırımianna dönüş­ ne bakarak açıklama, açık ve anlaşılır
türen mantıksal ve epistemolojik ölçüt- hale getirme süreci, bir önermenin ya
lere götürdügü için, oldukça yararlı ol- da bir inançlar sisteminin örtük anlamı­
muştur. nı ve gizli önkabullerini açıga çıkarma
analitik yöntem [Os. usulü talıliliye; İng. işlemi. Bir problemi parçalanna ayıra­
analytical method; Fr. rııethode analytique]. rak çözme faaliyeti. Bir bütünü ınantık­
1 Bir blitünü, kendisini meydana getiren sal parçalanna ayırma. Bir kavramı
parçalara ayırarak inceleme. 2 Bir öner- ögelerine ayırarak ayrıntısıyla açıkla­
meyi, çözülecek bir problemi, karutlana- ma. 4 Bir nesneyi duyu-verileriyle ilgili
cak bir teoremi, kendilerinden çıkhgı, önerme komplekslerine indirgeme öme-
kendilerine baglı oldugu ilkelere, öner- ginde oldugu gibi, kavramlann, inançla-
ınelere geri götürme, dayandırma. nn, kuramların, v. b. g., nasıl temel bir
·Antik Yunan'da, bir teoremi ya da öner- kategori meydana getiren ögelere indir-
meyi kanıtlarken, karutlanacak önermeyi genebilecegini göstermekten oluşan in-
dogru kabul etmekten; sonra, kanıtlama­ dirgeyici analiz.
nın dogru ve kesin olabilmesi için, onun Filozofların iki temel amacından biri-
kendisinden çıktıgı başka bir dogru ara- nin metafizik, bilgi teorisi ya da ahlak
maktan ve bu süreci, dogrulu~ daha alanlarında sistemler kurmak (sentez)
önce bu süreçten bagıınsız olarak kabul oldugu dikkate alınırsa, ikinci amaçlan
edilmiş olan kesin bir önermeye ulaşın­ sentez için hazırlık yapmak, temel fikir-
caya dek sürdürmekten oluşan yöntemi leri açıklıga, aydınlıga kavuşturmaktır
ifade eden analitik yöntem, çagdaş felse- (analiz). Öte yandan, bazı filozoflar, özel-
fede, kavramsal karışıklıklann, dil ko- likle de tanalitik felsefe akımına mensup
nusundaki yanlış ve sahte kabullerin, olan düşünürler, sentezden tümüyle vaz-
dünyayla ilgili düşüncelerimizi saptır­ geçerek, felsefenin tek işinin analiz, dü-
masını önlemek lizere, töz, neden, sayı şüncelerin aydınlıga kavuşturulması,
ya da varoluş gibi genel kavramları çö- karışıklık ve anlaşmazlık yaratan güç-
zümlemekten, ve bunlaruı gerçek anlam- lüklerin açıklanması oldugunu öne sür-
larını gün ışı~ına çıkarmaktan oluşan müşlerdir.
yöntem anlamına gelmiştir. Bu çerçeve içinde degeriendirilebilecek
Buna karşın, aynı yöntem, modern bi- bir düşünür olan G. E. tMoore, felsefe-
limde, tDescartes'ın Meditations [Metafi- nin amacının, dogruluklanndan dddi
zik Dlişünceler] adlı eserinde kullandı­ olarak kuşku duyulabilecek önermelen
gı, bir şeyin, sebebten sonuca geçereesine analiz etmek oldugunu öne sürmüştür.
yöntemli bir biçimde keşfedilme ve türe- Ona göre, bir kavram ya da önermeyi
tilme yolunu gösteren ispat ya da tanıtla­ analize tabi tutmak, o kavram ya da
ma türünü ifade etmiştir. önermeyi ifade etmek için kullanılan söz-
analiz [Yunanca analysis'ten; Os. tahlil; İng. cük ya da türncenin yerine, ona tam ola-
analysis; Fr. analyse; Al. analyse]. 1 Bir rak eşdeger ve anlam bakımından daha
şeyin, bir bütünün, bir problemin, a) açık ve anlaşılır olan başka bir ifade ge-
parçaların ayrı ayrı incelenmesi, b) par· çirmekten oluşur. Moore'un gözünde
çaların birbirleriyle olan ilişkilerinin in- analiz, öyleyse, anlam bakımından ka-
celenmesi ya da c) parçaların bütünle ranlık, karmaşık ya da anlaşılmaz olan
olan ilişkisinin araştırılması amacıyla, ve dolayısıyla da açıklanmak, analiz
bileşensel ögelerine ayınlması süreci ya edilmek durumunda bulunan ifadenin
SO analiz

analiz edilen (cmalyscmdunı) olarak sol ta- Yine aynı analitik gelenek içinde yer
rafına, onu açıklayan, anlaşılır kılan yeni alan J. tWisdom da, analizden Wittgens-
ifadenin (analysis ya da analysans) ise sag tein'dakine benzer bir tür indirgeme iş­
tarafına yerleştirildigi bir eşitlik ya da lemini anlamıştır. Analizin daha az
tanımsal analizdir. teınel ve nihai olan terimleri daha temel
B. +Russell, yalnızca açıklık arayışı için- ve nihai olan teriıniere indirgemekten
de olup, sagduyunun inançlarının uza- meydana geldigini savunan Wisdoın'a
gına düşınemeyi amaçlayan Moore'dan göre, birey terimi devlet teriminden,
etidienmiş olmakla birlikte, bir metafizik duyu-verisi ve zihin hAlleri de bireyden
geliştirdigi için, aynı tanımsal analizi daha temel, ilk ve nihaidir. Analiz, işte
biraz daha farklı neden ve amaçlarla uy- bu baglamda, zihinlerle ilgili türnce ya
gulamışhr. Russell'ın uzun bir süre bo- da önermeleri zihin halleriyle, maddi
yunca matematik ve formel mantıkla nesnelerle ilgili önermeleri de duyu-
ugraştıktan sonra ınetafige geçmesi ol- verileriyle ilgili önermelere indirgemek-
gusundan hiç kuşku yok ki etkilenen ten meydana gelir.
analiz anlayışında amaç, kompleks ol- Analitik gelenegin, ya da örnegin Rus-
guları atomik bileşenlerine ayırmak, sell'ın analizin mantıgı ve analiz tek-
kompleks tüınce ya da önermeleri ken- nikleriyle ilgili görüşleri, aynı gelenek
dilerini meydana getiren ögelere böl- içinde yer almakla birlikte, biraz daha
mektir. işte bu çerçeve içinde, nesne ta- farklı bir amacın peşinde olan mantıkçı
nımını t Aristoteles 'in özcü gelenegi pozitivistler tarafından da benimsen·
içinde kazandıgı anlamdan soyup, onu miştir. Buna göre, Russell'ın gerçekligi
olgusal dünyanın çok çeşitli bileşenleri­ oldugu gibi yansıtan dogru bit metafi-
ni sayma yönünde bir girişim olarak zik geliştinneye çahştıgı yerde, mantık­
ifade ettigirniz takdirde, Russell'ın ana- çı pozitivistler metafizigin anlamsız ol-
lizle nesne tanımı oluşturmayı anladı­ dugunu savunmuşlar ve metafizikle
gını söyleyebiliriz. Nitekim, onun için doga bilimleri arasına bir sınır çizgisi
felsefenin biricik önemli problemi, ger- çekmeye çalışmışlardır.
çekligin nihai ve en yüksek bileşenleri­ Analiz burada tmetafizikten kurtul-
nin ne oldugu problemidir. manın ve bilim dilini açıkhga, aydınlı­
Analitik gelenegin etkisi en yoğun olan ga kavuştunnanın bir yoludur. Buna
filozofu tWittgenstein ise, felsefi analizi, göre, manbkçı pozitivistler, analizi, me-
kavramsal veya ontolojik bir tanımdan tafizikçilerin kullandıkları belirli terimie-
çok, bir tür indirgeme faaliyeti, dilsel bir rin ve dolayısıyla da, bu terimleri iı;t!ren
dönüşüm olarak düşünmüştür. Buna kurarnların anlamsız oldugunu göster-
göre, analiz, dilsel fonnlan her ne olursa mek için kullannuşlardır. Olgulann ve
olsun, bileşik önenneleri atomik bileşen­ kavramların metafiziksel bir anlamı ol-
lere ve bu önennelerin dogru mantıksal madı~nı savunan pozitivist düşünürler,
fonnlannı gösteren baglaçlara indirge- bu baglarnda düşünceyle dili özdeşleş­
mekten başka hiçbir şey degildir. Başka tirip, dilsel ifadelere ilişkin analizi temel
bir deyişle, analizin işlevinin bileşik amaç yapmışlardır.
önermeleri basit bileşenlerine ve bu bile- Nitekim, mantıkçı pozitivizm kapsamı
şenleri de, dünyadaki basit olgu ve öge- içinde ele alınmak durumunda olan R.
leri temsil eden, analiz edilemez sonsal tCamap'ta felsefi analiz mantıksal ana-
isim ya da birimlere ve onların birleşim­ lize, felsefe de mantık bilimine dönü-
lerine indirgemek oldugunu düşünen şür. Analizin dilin sözeükleri ve tümce-
Wi ttgenstein, analizle, dilsel bakımdan lerinin anlamlanyla hiçbir ilişkisi, dil
yanıltıcı olan ifadeleri manhksal bakım­ ile dünya arasındaki sernanlik ilişkiyle
dan dogru olan deyimiere dönüştürme­ hiçbir ilgisi bulurunadıgını söyleyen
yi anlamıştn. ünlü manbkçı pozitivist düşünür Car-
·anarşi sı

nap analizle, tümcelerin, kavramların Buna göre, analoji, X ve Y'nin a gibi


ve kurarnların mantıksal analizini anla- ortak bir özellikleri, ayrıca X'in b gibi
mamız gerektigini öne sürmüştür. ortak bir özelligi olması durumunda,
Söz konusu analitik gelenegin önemsiz Ynin de b gibi bir özelligi olacagı sonu-
bir felsefe olarak gördügü fenomenoloji- cuna varan akılyürütmedir. Başka bir
nin kurucusu Husserl'de ise, analiz, ken- deyişle, analojide, iki ayrı şeydeki ortak
disiyle nesnelerin yönelimsel olarak ku- bir özellikten hareketle, o iki şeyden bi-
ruldugu aktüel ve potansiyel sentezin rinde bulunan bir özellik ikincisine de
özsel yapısuun açıklanması ve aydınhga yüklenir; fakat, söz konusu özellig in
kavuşturulması anlamına gelmektedir. ikincisinde bulurunası zorunlulugu yok-
analiz paradoksu [İng. parado:r of analysis; tur. Benzerlik, yani ortak özelliklerin sa-
Fr. paradoxe de l'analyse]. Zaman zaman yısı artllkça, sonucun dogru olma olası­
analitik felsefe gelenegine yöneltilen Iıgı da arbnakla birlikte, analoji zorunlu
· eleştirinin bir aracı olarak kullanılan ve sonuca götüren bir akılyürütme türü de-
'Z XY ile aynıdır' türünden önenne for- gildir.
mundaki felsefi analizlerde söz konusu Öte yandan analojide, hiçbir zaman bir
olan problem ya da paradoks. genelierne söz konusu olmaz, burada
Paradoksa göre, 'Z XY ile aynıdır' for- bazı olay, olgu ya da nesnelerden başka
mwtdaki bir önerme dogruysa, bu tak- bazı olay, olgu ve nesnelere, yani tikel-
dirde Z ile XY eşanlamh olmak duru- den tikele gidilir. Bütün bunlara karşın,
mundadırlar. Eger eşanlamlıysalar, o analoji bilimin gelişmesinde oldukça
zaman önermenin ya da analizin felsefi önemli bir rol oynamışllr; dahası analoji,
araşt1rma açısından ilginç ve ögretici ol-
öme~n deneyden çok gözleme dayalı
dugu söylenemez. Fakat Z ile XY eşan­ olarak çalışan astronorni gibi doga bi-
lamlı degilseler eger, o zaman da analiz
limlerinde ve sosyoloji gjbi toplum bilim-
dogru olmaz. Bu durumda paradoks lerinde çok sık kullanılan bir yöntem du-
bize, analitik gelenek içinde felsefenin bi- rumundadır.
ricik yöntemi olarak kullanılan analizin
anangke. Yunan felsefesinde zorunluluk.
aynı anda hem ilginç ve ögretici, hem de
ı ~vrendeki akıldışı, amaçsız, yönelim-
dogru olamayaca~ göstermektedir.
siz ve denetlenemeyen öge olarak anla-
analogon rationis. Ünlü Alman düşünü­
şılan fiziksel zorunluluk; maddenin,
rü tLeibniz tarafından, hayvanlarda söz
özünde varolan bir itkiyle, biçint kazan-
konusu olan en aşagı bilinç formlarını
ifade ehnek için kullanılan ve 'akıla ben- maya, rasyonel bir güç tarafından iyi
zer' anlamına gelen Latince terim. bir amaç dogrultu.sunda tam olarak şe­
analoji [Yunanca analogia'dan; İng. anıılogy; killendirilmeye karşı koyuşu; 2 geçerli
Fr. analogie; AJ. analogie]. Başlangıçta ma- bir kategorik tasımda, sonucun öncülle-
tematiksel bir terim olarak iki şey arasın­ rinden çıkma ya da türerne tarzı, man-
daki ortaklı~ ya da karşılıklı ilişkiyi tıksal zorunluluk.
göstermiş ve oranların eşitli~ anlamına anarşi [İng. anarchy, Fr. anarchie; Al. anar-
gelmiş, fakat daha sonra, kavramlardaki chie]. ı Hükümet kontrolünün yoklugu-
ya da şeylerdeki benzeriikierin karşılaş­ nun sonucu olan politik ve toplumsal
bnlmasıru ifade etmiş olan terim. düzensizlik, kargaşa hali; hükümetsiz
Varolan şeyler arasındaki benzerlikle- kalan veya siyasi iktidarın çıkarlan
r~ özellikle de sınıf benzerligi dışında farklı hatta karşıt olan siyasal, ekono-
kahan benzerliklere, yani işlev benzerli- mik ve toplumsal güçler arasında ken-
gine,. ilişki benzerligine işaret etme iş­ disinden beklenen uzlaştırma görevini
lemine ve iki şey arasındaki benzerlik- arbk yerine getiremedigi bii toplumun
lerden yola çıkarak, onların başka siyasi durumu. 2 Kimi faaliyet alanla-
bakımlardan da benzer olacaklannı öne rında, kuralsızlıgın, yönlendirici bir il-
süren çıkarsamaya verilen ad. keden yoksunlugun veya varolan ilke-
52 anarfist bilim görÜfÜ

iere uyulmamasının senucu olarak or- molojik anarşist t._··radan, en çdgın


taya çıkan düzensizlik ve kargaşa hali. düşünceleri bile savl.ı.. '!kta sakınca
3 Kimi disiplinlerde, ömegin bilirnde görmez. Onun hiçbir programı olmadı~
birbirlerinden çok farklı, hatta karşıt il- gibi, hiçbir teoriye bagunhhgı ya tia düş­
kelerin varoluşuyla belirlenen aşm ço- manhgı yoktur. O, aklını, duygulanru,
gulculuk hali. alayı, agırbaşlı bir tavn, bilinen her yolu
Her üç anlamda da anarşinin hüküm kullanır. Hiçbir yöntemi kullanmaktan
sünnesini isteyen, anarşizmi destekle- kaçınmayan, hiçbir görüşü saçına bul·
yen, bu ögreti için mücadele veren kişi­ ınayan epistemolojik anarşizmin mu tl ak
ye ise anarşist adı verilir. olarak karşı çıktıgı tek şey, evrensel öl-
anarşist bilim görüşü [İng. aııarchistic çülerdir.
tıiew of science]. Avusturya asıllı ABD'li Feyerabend'ın 'herşey mümkündür' ya
bilim filozofu Paul tFeyerabend tarafın­ da 'ne olsa gider' ilkesiyle ifade edilebile-
dan geliştirilmiş olan bilim anlayışı. cek olan söz konusu anarşist bilim görü-
Feyerabend'ın, gerek klasik bilim görü- şü, öncelikle disiplinler baglamında ço-
şüne, gerek tyanlışlamacı bilim anlayı­ gulculuktur. Bilimin insanın çevresiyle
şına ve gerekse devrimci bilim görüşü­ başa çıkmak için buldugu birçok araç·
ne karşı çıkan bilim anlayışı, çagdaş tan, insanın geliştirdigi pek çok düşün­
bilim felsefesinin hasta oldugu tezinden me tarzından biri oldugunu öne süren
hareketle, bilimi tedavi edecek araç ola- Feyerabend, bilimin ilginç olmakla bir-
rak epistemolojik tanarşizmi kullarur. likte, bulunmaz Hint kumaşı olmadıgı­
Sırasıyla metodolojik, teorik ve disipli- nı ve dolayısıyla, putlaşhnlmamas•,
ner bir çogulculugu savunan bu bilim onun, insamn karşısında özgürlügünü
görüşü, biraz da paradoksal bir biçim- yitirdigi bir baskı arao haline getirilme·
de, Aydınlaruna sonrası ortaya çıkan mesi gerekligini söyler. Buna göre, bilim
siyasf anarşi? ·;n hareket noktasını be- tek başına b1rakılmamah, gerekti~nde
nimser. Buna göı..!, siyasi anarşizm, bili- insan, efsaneye, dine, büyüye, yani akıla
mi kendisine bir dost bilmiş, onun in- düşünce gelen~ yeryüzünde silin-
sanla dogayı dogru açıklayacagına ve o miş görmekten hoşlanacagı yollara baş­
zamaniann köhnemiş düşünce kahpla- vurmahdır. Olguların teorilerden ba-
nna, baskıcı düzenlerine karşı savaşta gımsız olmadıgıru, tam tersine olguların
saglam qüşünsel silahlar saglayacagına kurarnlar tarafından ortaya çıkanlabildi­
inanmışh. Bununla birlikte, anarşizme gini öne süren anarşist bilim görüşü,
verdigi mücadelede bir araç olma hiz- ikind olarak kurarn bakunından çogul-
meti gören bilim, 20. yüzyılda putlaştı­ culuk ister. Zira olgular ancak seçenekler
nimiŞ ve felsefeden vazgeçen bilimin yarrlunıyla ortaya Çikadabilir, haki.kate
insani kaygilan kalmamıştır. Şimdi, Fe- ise, yalnızca alternatif teorilerin çarpış­
yerabend'a göre, amaç-araç düzenini ter- masıyla ulaşılabilir.
sine çevirmenin ve hasta olan çagdaş bi- Anarşist bilim anlayışı, üçüncü olarak,
limi iyileştirip, insanfleştirmek için, çok daha önemlisi metodolajik bir ço-
araç olarak anarşizıni kullanmarun tam gulculugun gerekliligine işaret eder. Bi-
zam:Jrudır. limin degişmez, genel geçer kurallarla
Feyerabend'ın bu bilim anlayışıru, hem işledigi, işlemesi gerektigi düşüncesi­
kuşkuculuktan ve hem de siyasi anar- nin gerçekçi olmadıgını söyleyen Feye-
şizmden ayıran şey, onun bilimsel ya rabend'a göre, bilimin tek bir degişmez
da epistemolojik anarşi.zmidir. Kuşku­ yöntemi yoktur. Nitekim, bilim tarihine
cunun her görüşü kötü diye gördügü, bakılacak olursa, önemli bilimsel geliş­
bunlar hakkında bir yargı bildirmekten .melerde, bilginierin metodolajik kuralla-
sakındıgı; siyasi anarşistin birtakım ya- n çignedikleri kolaylıkla görülebilir.
şam tarzlaruu yasakladıg1 yerde, episte- Bilim adamlan mantıksal yöntem ve ar-
an·ar~ızm 53

gürnanian bırakarak, propagandaya, re- vı,


, bu kötülüklerin devlet tarafından or-
torige başvururlar. Feyerabend, işte bu tadan kaldırılamayacagını; özü itibariy-
çerçeve içinde, ömegin Calile'nin hilele- le iyi olan insanın degasının devlet ve
rinden, propaganda amaçlı çıkışlann­ kurumlar tarafından bozuldugunu, tüm
dan söz etmiş ve onun yolunu irrasyo- reformlarm deger.ıiz oldugunu, yeni bir
nel bir yol olarak degerlendirmiştir. toplumun devrim yoluyla kurulacagını,
Hak.ikate ulaşmak için çabalamanın ye- söz konusu yeni devletsiz toplumun,
terli olmadıgını, dogruya giden yolun yolgöstericisi akıl ve adalet olup, bilim-
aşikar olmasını, bunun içinse mantıksal sel deneyimden yardun gören insan ru-
yolla retorigin bir arada kullanılması ge- hunun dogal eğilimlerinden türeyecegini
rektigini farkeden bir bilgin olarak Gali- savunan anarşizm, olumsuz bir çerçeve
le, Feyerabend'a göre, yanlış kuramlan, içinde, yasaya.ya da düzene en küçük bir
kabul görınemiş olaylan çarpıtıp Koper- saygı duymayan ve toplumun yıkılması
nikus'u destekleyen veriler haline getir- yoluyla bir kaosa erişilmesi için etkin bir
miş, bilinen sonuçları gönnezden gel- biçimde çaba gOOteren inanç ya da akıma
miştir. Görülmesini istediği olguları, karşılık gelir. Söz konusu olumsuz anar-
okuyuculann sezgisine göre yeniden dü- şizm amacına ulaşmak için, araç olarak
zenleyen Calile'nin ilerlemesine, degiş­ bireysel terörizmi kullanır.
mez ve kesin bir yöntem degil de, çarpıt­ Her iki anarşizm de, insanın özgürlü-
malar olanak vermiştir. Buna göre, gü ve eşitlik idealini hiçbir ödün verme-
bilimsel gelişmenin yolu, bilginierin ku- den, mutlak bir biçimde ve her tür haki-
ramlarını oluştururken, ço~ zaman me- miyet ilişkilerini dışlayacak, devletin
todolojik kurallarm yasakladıgı işleri meşruiyetini tümüyle yadsıyacak şekil­
yapmalandır. de yorumlar. Anarşizme göre, yönetici-
anarşizm [Yoksunluk bildiren Yunanca an leri ve yönetenleri barındıran bütün po-
önekiyle kral, yönetici güç anlamına gelen litik yapılar adaletsiz olup, kaba güce
arlclae sözcüklerinin birleşiminden türeyen dayandıgı ve son çözümlemede de, in-
terim. İng. anarchisna; Fr. anarclıisme; Al sanın özgürlügü önündeki en büyük
anarchisnıus]. ı Nispeten olumlu bir çer- engel oldugu için reddeditir.
çeve içinde, insan degasının özü itiba- Buradan da anlaşılacagı üzere, 19. yüz-
riyle iyi oldugunu ve insan yaşamında yılda, P. J. Proudhon tarahndan geliştiri­
karşılaşılan kötülüklerin, temelde insan len siyasi bir görüş ya da ögreti olarak
üzerindeki kontrolden ve politik baskı­ anarşizmin türleri ya da farklı versiyon-
dan kaynaklandıgını savunan akun. Top- lan vardır. ı Bireyci anar~iım. Özgürlük-
lum içindeki politik kontrolün ve siyasi çü felsefelere dayanan, kişi için mutlak
baskının ortadan kaldınlmasmı isteyen, bir bagunsızlık durumu saglamaya çalı­
devletin insanın en büyük düşmanı ol- şırken, anarşizmin toplumsal temelini
dugunu söyleyen ve bireylerin ihtiyaçla- göz ardı eden bu anarşizm anlayışı
rını karşılamak ve ideallerini gerçekleş­ Alman düşünürü Max tStirner tarafın­
tirmek için, kendilerini bir toplurn içinde dan savunulmuştur. 2 Karşılıklılık ilkesi-
diledikli!ri şekilde düzenlemeleri gerek- ne dayanan anarşizm. Devletin ve her tür
ligini ileri süren siyasi ögreti. siyası örgütün, insan özgürlügünü orta-
Yüksek bir karmaşıklık düzeyine eriş­ dan kaldırdıgıru savunmak bakımından
miş faaliyetlerden uzaklaşılması ge- diger anarşizm anlayışlarıyla birleşen
rektigini savunan ve basit hazlarla geçi- bu anarşizm türü, insan davranışındaki
rilecek bir yaşamı öngören anarşizm, toplumsal ögelerin önemini vurguladıgı
hiççilige degil de, daha çok politik libe- için, bireyci anarşizmden aynlır. Proud-
ralizme yaklaşır. hon tarafından savunulan bu tür bir
2 Toplumsal ve ahlaki kötülüklerin kay- anarşizm, siyasi eylem ve devrimci şid­
nagırun devlet oldu~nu, bundan dola- dete karşı çıkmış, işçi örgütlerinin et-
54 angst

kinJiği ve barışçı yayılımıyla gerçekle- İçinden çıkugı hiçligi ve yöneldiSi be-


şecek toplumsal bir reform önermiş tir. lirsiz bir gelecegi derinden derine du-
3 l<ollektivizm. Mikael +Bakunin tarafın­ yumsayan insanın, geçmişle gelecek,
dan savunulan bu anarşizm ise, diger varhkla hiçlik arasında havada kalan
anarşizm türlerinden, devletin yıkalması varoluşunun belirsizligini, durumunun
ve özgür toplwnun kuruluşu sırasında, anlaşılmazligını ve hayatın saçmalıgını
yöntem olarak ihtilalci şiddetin kullaıul­ görerek yaşadıgı derin umutsuzluk ve
ması gerektigini savurunasıyla ayrılır. dolayısıyla iç sıkınhsı hali. Sonsuz bir
Üretim araçlarının ortaklaşa sahipligine evren karşısında, kişinin sonluluSunun
dayanan tkollektivizm görüşünü geliş­ yarattıgı umutsuzluk hali. Tercih, seçim
tinniş olan Bakunin, ytkma tutkusunun, söz konusu oldugunda, sorumlulugun,
aynı zamanda yaratıc bir dürtü oldugu- kararsızhgın bireyde dogurduSu iç da-
nu belirterek, varolan kurumlarm tümü- ralması.
nü birden ortadan kaldıracak bir devri- Varoluşçu felsefeye göre, 20. yüzyılda
mi savunmuştur. mekanikleşen üretim agı ve yaygınla­
4 Anarşist komünizm. Bu tür bir anarşiz­ şan kitle kültürü içinde daha eşitlikçi bir
min savunucusu olan P. +Kropotkin, üre- toplwna gidilirken, insan da giderek si-
tim araçlarnun mülkiyetinde, ortaklıgın likl~mekte ve özgürlügünü yitinnekte-
ötesinde, tam bir paylaşımı savunmuş dir. Insan toplum yaşamına doSru olan
ve insanlıgın evriminde, rekabete oranla bu kişiliksiz katılımdan ve silikleşme
işbirliginin daha büyük bir rol oynadıgı­ sürecinden, ancak kendisine dönmekle
ru öne sürerek, devletin yakılmasından sıyrılabilir. Bunun için de insanın yüregi-
sonra, merkezle hiçbir bagı olmayan ve ne tasa veya kaygılı korku salmaya gerek
ayru anda tarımla endüstriye, kent yaşa­ vardır. insanda bu korku ya da tasa, va-
nuyla kırsal yaşama, egitimle çırakhga roluşçu felsefeye göre, zaten vardJr.
dayanan bir toplum modeli önenniştir. Çünkü insan bu dünyada yapayalnızd.ır,
SAnarko-sendikalizm. Anarşizmin temeli- adeta evrene Tann tarahndan terkedil-
ne sendikaları yerleştirmekle farklllaşan miş durumdadır. Fakat o toplum yaşa­
ve ihtilild sendikacılık olarak da bilinen mi içinde eridikçe, tkille kültürü içinde
bu tür bir anarşizm, devlet yık.ıluıca,
güvence aradıkça, angst olarak tarumla-
başkaldınrun temel organJan olan sendi-
nan bu bygı dolu korkuyu hep erteler.
kalan, özgür toplumun üzerlerinde yük- İşte imanın kendisine gelmesi ve kendi-
selecegi temel birimler olarak görür. 6
sine dörunesi için, ondaki bu korkuyu
Pasifist anarşizm. Ünlü romana Leo Tols-
toy' da örneldenen bu tür bir anarşizm, dürtüp uyandınnak gerekir.
devlete, hukuga ve özel mülkiyete karşı ancien regime. Fransa'da, Ulusal Medi-
çıkarken, her türlü şiddeti reddeder. Bu-
sin 1789 devrimiyle birlikte ilinından
nunla birlikte, bu tür bir barışçı anar- önceki dönemi kapsayan siyasi, iktisadi
şizm, ahlaki bir devrimin zorunluluguna
ve toplumsal düzeni ya da rejimi ta-
nımlamak için kullanılan deyim.
inanır.
angst. Tasa, kaygı, ruhsal aa, kaygılı korku Önce, uzun bir süre boyunca sadece,
anlamana gelen Almanca terim. Özellilde 1789 Devrimiyle yıkdan krallık mutla-
tvaroluşçu felsefe açısından, şeylerin, kiyeti ve imtiyazların varh~ıyla seçkin·
nesnelerin belirsizliginin ve anlamsızh­ leşen Fransız monarşisinin siyasal ve
gının bilincine varan ve yaşamla, içinde toplumsal yapısını ve kurumlarını,
kişisel seçimin özsel oldugu ve kararia- eşitsizlikler üzerine kurulu bir toplum-
nn sol'umluluAunun şöyle ya da böyle sal düzeni ifade etmek için kullanılan
taşınmasının gerekli bulunduA-u bir ancien rigime leriminin içiemine daha
alan olarak karş• karşıya gelen varlikia- sonra bu yapıya özgü iktisadi yaşam
nn temel gerçekligi diye tanımlanan zi- tarzı ve•kültürel yapı da dahil edilmiş­
hinsel karmaşa ve tasa hAli. tir. Tarıma öncelik veren yapısı, kıtlıkla-
<lnlam SS

rı, teknik eksiklikleri, sınırlı de~işimleri duktan sonra, bu gerçek ve do~ru bil-
ve kendi ürünlerini yine kendisinin tü- giyi unu tur, bu bilgi artık onun be!le~i·
ketmesiyle belirlenen söz konusu ekono- nin derinlerinde saklı kalır. Buna göre,
mik düzen, pazar ekonomisine bütünüy- gerçek bilgi genel kavramların, bu dün-
le karşıt olan bir düzen oluşturur. yaya gelmezden (yani, her türlü duyu-
anımsama [Os. rııüplıerıı tahattur; İng. recol- deneyinden) önce kazanılmış olan bil-
iection, renıiniscence; Fr. reminiscence; Al. gisinin anımsanmasından ibarettir.
anamnese]. Hatırlaına. Kişinin belle~ini Demek ki Platon'da insan zihni do-
kullanması, bilinçli bir çabanın sonucu ~uşta, üzerine daha sonra işaretierin
olarak geçmişte olan biten bir şeyi, geç- çizildi~i boş bir levha, daha sonra ö~re­
mişinin bir parçasını oluşturan bir olay tim yoluyla doldurulan boş bir şişe de-
ya da nesneyi, belli bir bilgi ya da zihin ~ildir. Tam tersine, insan zihni do~uşta
halini bilinç yüzeyine çıkarması. doludur ve onun zihnindeki bilgiler di-
anımsama kuramı [İng. theonJ ofrecollecti- yalekti~in de yardımıyla, bir ammsaına
on; Fr. theorie de l'anamnesis] tPiaton'un süreci somında açı~a çıkar.
bilginina priori, yani deneyden önce ve anlam [Os. rııana; İng. rııeaning; Fr. sens; Al.
ba~unsız olup, tümellerin, İdeaların bil- sinn, bedeutung]. Bir şeyin gösterdi~i ya
gisi oldu~unu ifade etmek üzere geliştir­ da dile getirdi~i kavramlar bütünü. Dil-
di~i ve özellikle Menon'la Phaidon adlı di- deki göstergelerin üade etti~i şey. Bir ki-
yaloglarında öne sürdü~ü teori. şiyi bir nesneye, bir duruma gönderen
Platon için bu kuram, bilginin nesnele- ve sözcüklerle ortaya konan şey, m3na.
ri olan İdealann ayn bir dünyaya yer- Şeylerin ve olayiann delalet, işaret etti-
leştirilmesinden dolayı zorunlu olmuş­ ~i şey; açıklama, bir şeyin niçin oldu~u
tur. Başka bir deyişle, Platon'da bilgi gibi oldu~unu gösteren neden. Anlarru
genel kavramlann, yani kendisinin ide- tanımlayan belli başlı ve farklı anlam te-
alar adını verdi~i soyut gerçekliklerin orileri şöyle sıralanabilir. 1 Anlanu sem-
bilgisi oldu~una, genel kavramlar da boller, sesler, jest ve bedensel durumlar
duyu-deneyiyle bilinemedi~ine ve Pla- türünden uyaranlar ka~ısındaki davra-
ton'un ldealan zamanın ve mekanın dı­ nışsal tepkilerle özdeşleştiren, bir söz-
şında olan ezeli-ebedi ve soyut gerçeklik- cük ya da türncenin anlamını, dinleyen
ler oldu~na göre, onun bilgi anlayışında kişi üzerindeki etkisiyle açıklayan d«UTa-
temel problem, zaman ve mek3run dışın­ nışçı anlam öfretisi. 2 Sözcüklerin ya da
da olan varlıklar olarak İdealann zaman tümeelerin gerçek anlamlarını somut de·
ve mekarun içinde olan sonlu insan varlı­ neyimiere yapılan dolaylı ya da do~ru­
~ı tarafından nasıl olup da bilinebildi~i dan gönderim veya referanslardan aldık­
problemi olarak ortaya çıkar. Platon işte larw, sözcüklerin yalnızca uygulanım ya
bu problemi çözmek ve genel kavramia- da do~lanabilirlikleriylc ilgili kuralla-
nn bilgisinin a priori bir bilgi, yani akla nn deneyimden türetilebilmesi duru-
dayanan ve duyudeneyinden önce ve munda, anlamlı olduklarını dile getiren
ba~unsız olan bir bilgi oldu~unu gös- deneyimci anlam öğretisi. 3 Sözcüklerin,
termek amacıyla, bilginin anımsama ol- ancak ve ancak gönderme yaphklan,
du~unu öne sürer. atıfta bulundukları bir şey, kendilerinin
Buna göre, insan ruhu, ki Platon'da anlamlanru meydana getiren bir nesne
ruh insanı meydana getiren bileşenle· olması durumunda, anlamlı oldu~nu
rin ölümsüz olanıdır, bir beden içine savunan gönderimsel anlam öfretisi.
ginnezden önce idealar dünyasıyla ta- 4 Anlamın özel düşüncelerianizi baş­
nışmıştir. Şu halde, ölümsüz olan ruh, kalanna aktarmak için semboller kul-
bu dünyadaki varoluşundan önceki va- lanmaktan oluştu~unu dile gefiren ile-
roluşunda gerçek bilgiye sahip olmuş­ tişimsel anlam teorisi. 5 Sözcüklerin dış
hır. Insan ruhu bir beden içine hapsol- dünyadaki bir şeye karşılık geldi~ini
56 anlama yetisi

ve onların anlaınlarırun söz konusu grubu için kullanılan terim. Konuşanın


tekabüliyet ilişkisinden türedigini sa- sözleriyle dogal bir dilin söz diziıni ku-
vunan ilişkisel anlam teorisi. 6 Bir sözcü- rallarına uygun olarak bir şeyi veya ol-
gün anlamının, o sözcügü örnekler ya guyu kastetmesi, ona gönderme yap-
da anlamaya çalışırken gerçekleştiril­ ması, referanstabulunması durumu.
mesi gereken işlem veya faaliyetlerin BWla göre, bir sözü, bir dillendirimi az
toplamından ibaret oldugunu dile geti- çok belirli bir anlam içinde ve belirli bir
ren işlemsel anlam ögretisi. şeye ya da olguya gönderme yaparak
7 Bir dildeki sözcüklerin anlamlarıru, kullanmak, anlamıandırma ediminde bu-
onlara neden olan zihin halleri ve onla- lunmaktır. Öme~n, bir arkadaşuna belli
rın neden oldugu zihin halleri yoluyla bir eşyasının belirli bir yerde bulundu-
kazandıgını dile getiren nedensel anlam gunu iletmek için 'para çantan masanın
teorisi. 8 Sözcüklerin sembolik olarak dış üstünde' dedi~ zaman gerçekleştirdi­
dünyadaki bir şeyi temsil ettiklerini ya gim şey bir anlaınlandınna edimidir.
da dış dünyadaki bir şeye karşılık gel- anlam türleri [İng. types of meaning; Fr.
diklerini ve anlamlarını bu karşılıklılık genres du sens ]. Dilde geçen terimierin
veya tekabüliyetten aldı.klamu savunan ifade ettigi farklı anlamlara ilişkin sı­
tekabiiliyete dayalı anlam ögretisi. nıflamanın ortaya koydugu anlamlar.
anlamayetisi [Os. idrak; İng. understanding; Buna göre, bir türnce ya da önenne, bir
Fr. entendem~ıt; Alın. vernımft) Olayiann şey iddia ediyorsa ve bundan dolayı
mahiyetini, olaylar arasındaki ilişkileri dogru ya da yanlış olabiliyorsa, o türnce
dogrudan ve aracısız sezgi ya da yaşan­ ya da önerme bitişsel bir anlama sahiptir.
mış deneyim yoluyla bilme; algılanan Bilgi ya da mal11mat veren, verdigi bilgi-
şeye ait olmayan bir tasanın ve kavram nin dogru oldutu iddiasında olan ve ol-
için söz konusu olan idrak faaliyeti. gulan betimleyen tümeelerin aktardı~ı
Birçok filozofta geçen bir bilme meleke- anlamdan oluşan bu anlam türü, olgu-
si olarak anlama yetisi, düşünme ve bi- larla ilgili bir iddiada ya da bir betimle-
linç alanına giren bir şeyi, bir düşünce mede bulunan önermelerle aktarılan an-
faaliyeti göstermeden, düşünme çabası lamdır.
sarfetmeden, dogrudan ve aracısız ola- Bir türnce ya da önerme, bu şekilde bi-
rak kavramayı ifade eder, adun adun lişsel bir anlama sahipse, söz konusu
ilerleyen diskün;if talclyürütme yetisin- önermenin dogruluk degeri genel ola-
den farklı olarak, akli şeyleri sezgisel rak hem 1 o tümcede yer alan terimierin
olarak kavrama fakültesini tanımlar. anlamına ve hem de 2 türnce tarafından
Anlama yetisi, klAsik ve skolastik felse- atıfta bulunulan olgulara baglıdır. Bir
fede, eşyayı, varolanı aÇ1k ve seçik ola- türncenin do~luk degeri hem l'e ve
rak algılama, idrak etme yetisine karşı­ hem de 2'ye baglıysa, o türnce ya da
lık gelir. Buna karşın, anlama yetisi önermenin olgusal bir anlııma sahip oldu-
tKant ve tSchopenhauer'da, zeka anla- gu söylenir ve ona olgusal ya da sentetik
mında kullanılır, yani amacı bilgi edin- önerme adı verilir. Buna karşın, öner-
mek olan işlevler bütününü ifade eder. menin dogruluk degeri yalnızca l'e,
Oysa, ttilincin çıkmaz bir sokak oldugu- yani önerme ya da tümcede yer alan te-
nu öne süren tNietzsche'de anlama ye- rimlerin anlamına baglıysa, onun yal-
tisi, içgüdüden üstün bir yeti degildir. nızca mantıksal ya da formel bir anlamı
Ona göre, anlama yetisi bir yapım ya vardır. Bu durumda, önermeye, dogruy-
da +konstrüksiyon olup, başkaca idrak sa eger, mantıksal olarak dogt-u olan
tarzlannı göz ardı ebneye yarar. önerme ya da analitik önerme adı verilir.
. anlamiandııma edimi [İng. rhetic act]. Yaruışsa da, ona mantıksal bakımdan
Ünlü dil filozofu J. Austin'in kuramın­ yanlış olan ya da kendi kendisiyle çeli-
da geçen, ve düzsöz edimlerinin bir alt şik olan önerme adı verilir.
anomali 57

Öte yandan, bir ifade ya da tümce, onu anma [İng. nıention; Fr. ıııention]. Bir dilsel
dile getiren konuşmacırun haline ya da ifadenin, söz konusu dilsel ifade hakkın­
durumuna ilişkin olarak bir şeyler ifade da konuşanak amacıyla, tırnak içinde or-
ediyorsa, o ifade ya da türnce bildirici ya taya çıkışı ya da verilişi.
da ifade edici bir anlama sahiptir; bu tür Anma, dilsel bir ifadenin söz konusu
bir anlam, resimsel, duygusal ve iradibi- dilsel ifadenin kendisi hakkında de~l
leşenler içerebilir. de, ifadenin işaret ettigi dildışı nesne
Bir ifade ya da tümce, ifade edid anla- hakkında konuşmak amacıyla gündeme
mına ek olarak, bilişsel bir anlam taşı­
geldigi kullanmanın karşısında yer alır.
yabildigi gibi, taşımayabilir de. Bir ifade Buna göre, 1 'masa dört ayaklıdır' tüm-
ya da tümce, yalnızca ifade edici bir an- cesinde masa sözcügü dildışı bir nesne
lama sahip olmakla .}:>irlikte, bilişsel bir olan masa'dan söz etmek için kullanılır,
anlamı olan bir türnce olarak da görülür-
buna karşın 2. '"masa" dört harflidir',
se, önerme bu takdirde, gerçek degil de,
tümcesinde, 'masa' dilsel bir nesne olan
sözde bir anlamı olan türnce olarak de~er­
"masa" sözcügünün kendisinden söz
lcndirilir.
Yine, bir ifadenin ya da sözcügün gön- etmek için kullanılır. İşte bu ikinci tüm-
derme yaptıgı şeylerin toplamına, o söz- cede söz konusu olan şey, anmadır.
cügün kendileri için kullanıldıgı şeyle­ Annales Okulu [İng. Annales School; Fr.
rin meydana getirdi~ suufa, o sözcügün Ecole d' An nal es]. L. tFebevre, M. tBloch
kaplanısal aniann adı verilir. Buna karşın, ve F. Braudel gibi Fransız toplum tarih-
genel ya da sınıf sözcüklerinin işaret et- çisi ve düşünürleri tarafından, 1929 yı­
ti~i şeylere ortak olan özelliklerin, nite- lında kurulmuş olan çagdaş düşünce
liklerin toplarruna, bir kavrarrun içerdi~ okulu.
özellikler bütününe de, o sözcügün ya Marksist düşüneeye karşı olmakla bir-
da kavramın içlemsel anlamı adı verilir. likte, tMarksizmle siyasi güçlerin görü-
Öte yandan, sözcüklerin tanımlanrun, nüşteki hareketlerinin gerisinde, daha
tanımsal anlamlannı kavramanın sonu- derin ve uzun vadeli ekonomik ve top-
cu olan anlama, sözlük anlanıı adı verilir. lumsal güçler bulundugu ve bunlara
Buna karşın, bir sözcügün kendilerine ilişkin analizin, rasyonel bir tarzda eyle-
uygulanabildigi şeylerin toplamı betinı­ mek için kaçnulmaz oldugu görüşüyle,
leyici aniann oluşturur. Ve nihayet, şey­ holistik bir bilgi anlayışını paylaşmış
lerin, sözcüklerin, işaretlerin, jestlerin olan Annales Okulu düşünürleri, bir
aktrırdı~, ifade ettigi ya da uyandudı~ı bütün olarak Avrupa Uygarhgına iliş­
duygulara, tavırlara, bir şey karşısında­ kin deneysel araştırmayla tarihsel analiz
ki duygusal tavır ve tepkiler bütününe imkanını ele alan kuramsal ve metodo-
de duygusal anlam adı verilir. lojik araşhrrnala önemli katkılar yap-
anlata [liıg. naJTative; Fr. recit]. Genel olarak
mışlardır. Siyasi olayların yalın bir kro-
veya en yalın bir biçimde, bir dwuın ya
nolojisi olarak uzlaşımsal tarih anlayışına
da birtakım olaylan aktaran öykü. Daha
ş iddetle karşı çıkan Okul mensupları,
özel olarak da, tposbnodemizmde her
türlü söylem, küresel dünya görüşü için toplumsal tarihe, toplumsal yapıya ve
kullaıulan terim.
uzun süreli tarihsel egilimlere büyük bir
Postmodemistler, üstanlatılarla yerel önem vermiştir.
veya mikro aniatılar arasında bir aynm anomali [Os. garip, ac.ı2ib; lng. anomaly; Fr.
yapmışlardır. Modemi karakterize eden anamali e; Alm. abnOnııitat]. Kuralsızlık,
ve kendi do~ruluk iddiasuun geçerlili~­ alışılmış, mütat tipten aynlan şeyin ka-
ni varsayan üstanlatılan şiddetle eleşti­ rakteri; olagan bir durumdan, kuraldan
ren postmodemizın. hiçbir hakikat iddia- sapma Mli. İlkeden, kurallaşnuş ve alı­
sında bulurunayan yerel anlahlan kabul şılmış olandan, genellikten aynlma du-
edilebilir bulur. · rumu.
58 anonnal

anonnal [Os. g~1n tabir; İng. abııorrrıal; Fr. bilgi karşısında da otoriteye öncelik
anormal; Al. abnomıisdı). ı Kabul edilmiş veren Hristiyan düşünür.
olan nomıJardan ya da nonnal olandan inançla akıl arasındaki öncelik ilişkisi­
sapma, aynlma durumu. 2 Daha özel ola- nin dogru kurulması gert!ktigini öne
rak da, istatistiksel analizlerde niceliksel süren, önce akıl ve anlama çabası geldi-
sapma ve bireylerin kabul gören normal gi zaman, bunun inancın olmaması an-
davranış modellerinden aynlması hali. lamına geldigini; oysa, önce inancın
Anormalligi, ikinci anlamda, yani psi- gelmesi durumunda, aklın onu zorun-
kolojideki anlamı içinde tam olarak belir- lulukla tamamladıgını; yani, insanın
lemeye kalkıştıgımızda, normal olanla inandıgı sürece, zorunlulukla anlamaya,
anormal arasındaki sının belirlemede ögrenmeye çalıştıgını, zira, inanmayan-
önemli güçlükler bulundugunu görüyo- ların hiçbir amaca ulaşamazken, yalnızca
nız. Son zamanlarda psikolojik anormal- inananiann aniayabildiklerini söyleyen
lik üç şekilde tanımlanmıştır. I Bunlar- filozof, teoloji ya da ilahiyalın bilimsel
dan, istatistiksel taruma göre, o, belli dav- bir disiplin haline gelişine önemli ölçüde
ranış, yaşanb, özelliklerin nüfus içindeki katkı yapmış, ve tavnyla onüçüncü yüz-
göreli sık.Jıklanna ilişkin bilgiye baglıdır. yıl filozoflarına örnek olmuştur.
ll Buna karşın, toplumsal tanım, psikolo- Aziz Anselınus, felsefe tarihinde ontolo-
jik anormalligi, toplwnsal yaşamı düzen- jik kanıtıyla ün kazanıruşbr. O, bu karu-
leyen kurallan ilılal eden davranışlar bnda, 'Tanrı' ile neyi anlatmak istedigirni-
şeklinde tanunlar. lll Tıbbi tanım ise, ı.i sorar. Tann, ona göre, kendisinden
anorınalligi, kişide, görünüşteki davra- daha yetkini tasarlanamayan bir varlıktır.
ruşların gerisinde bulunan bir bozuklu- insanda, böyle bir yetldn varlık fikri ya da
~n varlıgını gözler önüne seren birta- idesi vardır. Hatta, Anselmus'a göre, bu
kım belirtiler araalıg:tyla tanımlar. fikir, Tann'run varolmadığını söyleyen
Bu baglamda, psikolojinin anormal bir budalada dahi vardır. O, işte bu nok-
insan davranaşuu konu alan dalı anormal tada, söz konusu Tann 6krinin, yalnızca
da11ranışlar psikolojisi olarak tanunJanır. zihnimizde olan bir kavram mı oldugu-
Söz konusu psikoloji türü, anormal olaru nu, yoksa zihnimizde olduktan başka,
tarumlamada söz konusu olan güçlükler- :zihnimizin dışmda bir gerçeklige de br-
den dolayı, psikopatoloji, veya sapmo ~ şılık gelip gelmediğini sorar.
lojisi olarak da biliı:ıir. Birinci alternalitin geçerli oldu~nu,
anschaung. Almancada, ı weltanschaung Tanrı'nın yalnızca zitınimizde, bir kav-.
[dünya görüşü], lebensanschaung [hayat ram olarak varoldugunu kabul edelim.
görüşü) örneklerinde oldu~ gibi, gö- Bu durumda, Aziz Anselmus'a göre,
rüş, bakış açısı, nokta-i nazar anlamına tam bir çıkmaza düşeriz, çünkü, hem
gelen sözcük. 2 Sezgi, dolayunsız idrak, ideal ve hem de reel olarak, yani hem zi-
dogrudan algı. Dogrudan ve aracısız hinde ve hem de zihnin dışmda varolan
olma özelligine sahip bulunan görü. bir şey, yalnızca zihinde, bir kavram
tKant'ın felsefesinde, zihne, zaman ve olarak varolandan kesinlikle daha yet-
me)<jn formlan araalıgıyla, duyusal mal- kin olacaktır. Oysa, tTanrı, 'kendisinden
zeme saglayan algı ya dasezgi türü. daha yetkini tasarlanamayan varlık' şek­
Anselmas, Aziz. 1033-1109 yıllan arasın­ linde tanımlanmışbr. Burada, Tanrı'ya
da yaşamış olan ve Tanrı'nın varlıg:tna zihinden ba~msız, zihin dışında bir
ilişkin tontolojik kanıtayla tanınan Hı­ varlık izafe etmezsek, bu taruma kesin-
ristiyan filozof. 'İnanmak için, cı.nlamaya likle ters düşeriz, yani manbksal bir çe-
çalışıyorum' degil de, 'Anlamak için lişki içinde kalırız. Bundan dolayı,
inanıyorum' tavrının başlahcısı olan ve 'Tanrı hem zihinde bir kavram olarak
inanç~akıl ilişkisi söz konusu oldugun- ve hem de zihin dı~mda vardır' demek
da, akıl karşısında .inanç ya da imana, zorundayız.
anti 59

ansiklopedi [İng. encyclopedia; Fr. erıcıJC­ antagonizm [İng. atntagonism; Fr. antago-
lopidie; Al. enzyklopiidie]. Denis tDiderot, nisme]. Kişiler, kurumlar, toplumsal
tD'Alembert, tVoltaire, J. J. tRousseau, grup ya da sııuflar, ögreti ya da ideoloji-
tHolbach ve tHelvetius gibi, insanın ler arasında söz konusu olan uzlaşmaz,
özü itibariyle iyi olduguna, ve uygun ko- üstesinden gelinemez çelişki ya da kar-
şullar saglandıgında, sonsuzca gelişebi­ şıtlık durumu için kullarolan terim. İki
lecegine ve hatta yetkinleşebilecegine süreç, yapı ya da organizma arasında or-
inanan Aydınlarunacı iyimser filozofla- taya çıkan ve eylemlerinin sonuçlannın
rın, 1751-1776 yıllan arasında, Fransa'da birbirlerine tümüyle karşıt olmasıyla be-
35 cilt halinde yayınladıkları ve 18. yüz- lirlenen uyuşmazlık ya da çatışma du-
yılın bütün bilimsel bilgi ve düşüncesini rumunu ifade eden sözcük.
bir bütün olarak serimlerneyi amaçlayan anti. Bir şeyin karşısında, bir şeye karşı
dev eser. olma anlamına gelen ve sözcük ya da
ansiklopedistler [Os. erbabı lctıamüsül ulüm; terimierin yapısına girerken, karşıtlık,
İng. encyclopedists; Fr. encyclopedists]. Bi- olumsuzluk, düşmanlık ya da bir şeye
limlere ve sanatlara ilişkin analitik bir karşı korunma fikrini anlatan önek.
sözlük diye betimlenen t Ansiklopedfnin Buna göre, emperyalizmin bütün biçim-
hazırlanmasına, tDiderot ve tD'Alem- lerine karşı olmaya dayanan tutum ya
bert'in editörlügü altında, katkı yapmış da ögretiye antimrperyaliznr; faşizmin her
olan Fransız yazar ve düşünürler öbegi. t:ürlüsüne karşı olma tavnna antifa.şizm;
tVoltaire ve tHelvetius'un da makalele- kapitalizme, kapitalist rejlmlere karşı ta-
rini içeren ansiklopedi, dine karşı aldı~ kınılan eleştirel ya da düşmanca tavra
eleştirel tavırla ve toplumsal ve siyasal antikapitalizm; Yahudi düşmanlıgına ise
alanda geliştirdi~ liberal görüşlerle seç- anlisemitizm adı verilmektedir.
kinleşmiştir. Bununla birlikte, Diderot, Yine psikiyatriyi meydana getiren temel
D'Alembert ve arkadaşlan, kendi çagla- ilke ve düşüncelerle pratiklere karşı ta-
ruun ileri düşüncelerini ve bilimsel bu- kınılan eleştirel tutuma antipsikiyatri adı
luşlannı sunmak adına, geçmişin bütün verilirken, realizmin çok çeşitli versiyon-
bir mirasını reddetınişlerdir. lanndan biri ya da digerini reddeden ve
Ansiklopedinin oluşumuna en büyük nesnelerin dış dünyada onlara ilişkin
katkıyı yapmış olan Diderot, eserin idelerimizden bagımsız olarak varoldu-
genel yönetimini üstlendikten başka, gunu kabul etmeyen yaklaşım ya da ög-
din, siyaset ve felsefeyle ilgili maddeleri reti antirealizm olarak tanımlarur. Bu bag-
yazmıştır. Buna karşın, genel olarak lamda, maddi nesnelerin varoluşu söz
bilgi konusunu ele alan D'Alembert geo- konusu oldugunda, idealizm; tümeller
metri, matematik ve pozitif bilimler ko- ya da soyut varlıklar söz konusu oldu-
nusunda katkı yapmıştır. gunda, nominalizm antin~alist öğretiler
Diderot'nun yakın dostu olan ünlü olarak geçer.
hekim Chevalier de Jaucourt felsefe, siya- Öte yandan, insan varlıklarının doga
set, edebiyat, savaş, despotizm ve mo- bilimlerinin konusunu oluşturan nes-
narşi gibi konularda yazmıştır. Rousse- nelerden çok farklı olduklan gerekçe-
au müzik konusunda yazmış olmakla siyle, psikoloji ve toplumsal bilimlerde,
birlikte, siyaset konusunda toplumsal farklı bir yaklaşımın benimsenmesi ge-
sözleşme kuramını öneeleyen kimi ma- rektigini, ömegin insan davranışı ve
kaleler hazırlamıştır. tMontesquieu'nün zihinsel süreçlerin fiziksel, kimyasal ya
_yalıuzca 'begeni' konusunda tek bir da biyolojik süreçlerle açıklanamayaca­
makaleyle katkı yaptıgı ansiklopedirti.n gını savunan akım ya da tavır ise anti-
diger önemli yazarlan arasında Helveti· natüralizm olarak bilinir.
us, Otarles Buffon, ünlü fizyokrat Turgot Yine, davraruşçılı~n dilbilime uygu-
ve Baron td'Holbach vardır. lanmasının sonucu olan, dilin ancak ve
60 antihümanizm

arıcak onun üretilıne veya yaratılma sü- kıcı bulur ve dolayısıyla da, özneyi
recine dahil olan dış koşullardan harf'· mahkıl:n ederler. Hümanizm, poshno-
ketle açıklanabilecek bir davranış olarak demizme göre, adalet ve eşitlik aradıgtnı
gören zihincilik karşıti ögretiye aııtimen­ iddia ehnesine karşın, liberal toplum ta-
talizm adı verilmektedir. rafından adaletsizligi ve eşitsizligi meş­
Modern öznenin tahtından indirilme- rulaştınnak için kullanılmıştır. Dahası,
sine katkıda bulunan bilimler, antibilim hümanizm Babıun üstünlügünü, kültür
diye kategorize edilir. Bu baglamda, in- emperyalizmini, onun başka kültürler
sanın doguşunu analiz ettikten sonra, üzerindeki tahakkümünü meşrulaştır­
içinde bulundugumuz posthümanist ve mak üzere kullarulmış sahtekar ve iki-
postmodem epistemik mekanda, episte- yüzlü bir ideolojidir.
molojik bir özne olarak ayru öznenin antik felsefe [İng. ancient philosophy; Fr.
ölümünü ilan eden Foucault, özneyi tah- plıilosophie antique)_ Önce Yunan kent-
tından indiren, onu dil, arzu ve bilinçdı­ devletinin, daha sonra da Roma İmpara­
şının bir etkisi olarak yorumlayan, özne- torlugunun siyasi gücü ve egemenligi al-
yi kişi-öncesi güçlerin bir epifenomeni tında, tarihsel olarak M. Ö. 7. yüzyılın
haline getiren psikanaliz. dilbilim, etnolo- sonundan başlayıp, M. S. 2. yüzyıla dek
ji ve arkeoloji gibi bilimleri antibilim süren dönemin felsefesine verilen ad.
adını vermiştir. Antik felsefe, mitolojiden ya da çoktan-
antihümanizm [İng. anti-humJJnism; Fr- rılı dinden kopuş ve dogal olayiann
anti-humanisnıe]. Genel olarak hümaniz- yine dogal nedenlerle açıklarunası gerek-
ınin her türü ya da şekline karşı eleştirel tigi inancıyla başlamış, fakat son dö-
bir tavır takınan, thümanizrnin şu ya da nemlerine dogru yeniden d ine yaklaşma
bu versiyonunu reddeden yaklaşım_ durumuna gelmiştir. En seçkin temsild-
1960'1ardan itibaren özellikle Fransa'da leri arasında Sokrates, Platon ve Aristo-
yapısakılar tarafından benimsenen bir toles gibi büyük filozoflann bulundugu
yaklaşım olarak antihümanizm, insan antik felsefede, bilimle felsefe hep bir
özgürlügünün bir yarulsama oldugunu arada olmuş, başlangıçta doga felsefesi
ifade eder. önce yapısakılar ve sonra da, ön plandayken, sonlara dogru pratik fel-
daha belirgin olarak postyapısalalar bi- sefe agırlık kazarunıştır.
reyleri sosyal ve linguistik yapılara, eko- antilogia. tSofistlerde ve özellikle de Pi-
nomik üretim tarzına ya da bilinçdışına ronrularda, her sav ya da iddianın, her
tabi kılar ve her türlü söylemden önce karutın karşısına aynı derecede kuvvetli
gelen insanın özü düşüncesinden bir ve önemli karşıt bir iddianın, karubn ge-
bütün olarak vazgeçerler. tirilebildigi düşüncesinden hareketle, çe-
tDescartes'la başlayan özne merkezli şitli sav ve iddialann zihinde bir denge-
felsefeye ve t Aydınlarunanın yılmaz sa- ye ulaşması ve her tür iddiarun ortadan
vunurulugunu yaptıgı hümanizme şid­ kalkışı durumu için kullanılan terim.
detle karşı çıkan tpostmodernizmin an- antilojizm [İng. antilogism; Fr- antilogisme).
tihümanizmi ise,. hümanizmin yalnızca İkisi dogru iken, üçüncüsünün tutarsız,
sorgulanmamış, dışsal degil de, içsel yanlış ya da çelişik oldugu görülen, tu-
olarak dogrulanmış sabit bir referans tarsız önermeler üçlüsü; öneemelerden
çerçevesine dayanarak yanıtlar bubnaya herhangi ikisinin birleşik dogrulugunun,
çalışan tsözmerkezd bir üstanlab oldu- üçüncüsünün yanlışlıgıru gerektirdi~
gunu dile getirir. Hümanizmin insani öz- üçlü önenne öbe~.
neyi merkeze koydugunu, insarun evre- C. Ladd Franklin'in tasun ilkesi, bu
nin he~eye hükmeden, he~eye karar çerçeve içinde, geçerli bir tasımın, ön-
veren ve herşeyi kontrolü albnda hıtan cülleri sonucun çelişi~yle birlikte ahn-
efendisi oldugunu ima ettigini öne süren dıgında bir antilojizm meydana getiren
posbnodernistler, hümanist felsefeyi bas- bir tasım oldugunu ifade eder. Buna
Antisthenes 61

göre, sonucu, gerçek ve geçerli sonuCll· Böyle biri, ya +Kinikler gibi, toplumun
nun bir çelişigi olarak öne sürülen akıl­ dışmda ve doga durumunda ya da top-
yürütme türüne antilojizııı adı verilir. lumun içinde, çok az sayıda birkaç nor-
Örnegin: Aristoteles bir insandır. Tüm ma uyarak yaşar. Antinoıniyan, anarşis­
;,.,_c;;mlar ölümlüdür. O halde, Aristoteles tin te~ine, toplwnun yasalarını ve siyasi
~,:• unlü degildir. yapısını yıkmaya kalkışmaz.
antinomi (Os. tesavii nalôzeyn; İng. anti- Bu baglamda, yasaların hangi davranış
twıny; Fr. antinomie; Al. antinonıie]. 1 Mo- ya da eylemlerin dogru oldugunu belir-
.~-·:-rı rnantıkta, açık seçik olarak dogru bir leyemeyecegini, neyin dogru oldugunu
ispat ya da karutlama tilrafından ortaya belirleyen tek şeyin kişinin vicdanı ol-
konan mantıksal bakımdan imkansız dugunu öne süren görüşe; insanın dini
sonuç. 2 tKant'ın Kritik der Reinen Ver- inancının toplumun hukuki ya da ahl~ki
ııunft [Saf Aklın Eleştirisi) adlı eserinin kodlarından bagışık oldugunu dile ge-
Transendentat Diyalektik bölümünde, ras- tiren anlayışa antinonıiyatıizıtı adı verilir.
yonel bir metafizigin dört tezi olarak orta- Aııtinomiyaııizııı teolojide, kurtuluş için,
ya konan, her biri ayrı ayn dogru gibi gö- ahl~k yasasının degil de, yalruzca inan-
rünmekle birlikte, her ikisi birden dogru cın gerekli oldugunu savunan ögretiyi,
olamayan iki ilke arasındaki çelişki. Tann'run inayetine mazhar olan kişinin
Buna göre, Kant, şu dört antinominin, kusursuz bir mükemmellik hali içinde
hem tezi ve hem de antitezi için saglam bulundugunu savunan ögretiye karşılık
kanıt ve argüınanlar getirilebilecegini gelir.
söylemiştir. I Evrenin zaman içinde bir Antiokhos. M. Ö. 1. yüzyılda yaşamış
başlangıcı vardır ve evren mekan bakı­ olan Yeni Akademili düşünür. Felsefi
mından sınırlıdır. Evrenin zaman içinde kariyerine bir agnostik olarak başlayan,
bir başlangıcı yoktur ve evren mekan fakat hiçbir şeyin bilinemeyecegini ya
bakımından sırursızdır. II Herşey basit da herşeyin kuşkulu oldugunu söyle-
bileşenlerden meydana gelir. Hiçbir şey mede içerilen güçlügü gördükten son-
basit bileşenlerden oluşmaz. lll Herşe­ ra, eklektik bir tavır sergileyen Antiok-
yin bir nedeni vardır. Herşeyin bir ne- hos, daha sonra tümüyle ahlak alanma
deni yoktur. IV Evreni açıklayan Zorun- dönmüştür.
lu bir Varlık vardır. Zorunlu bir Varlık antiq ua doctrina. tOrtaçag felsefesi'nde,
yoktur. tümeller tartışması söz konusu oldugun-
Bu dört ilkeden, tez olarak bilinen bi- da, tPlaton'dan miras alınan +kavram re-
rincileri, insan aklının koşullu herşey alizmini, ya da daha doğru bir deyişle ra-
için nihai ve temel bir neden (örnegin, dikal bir kavram realizmini nitelernek
bir ilk neden) bulma talebini, antitez ola- için kullanılan ve eski ögreti anlamına
rak geçen ikinciler ise, aklın tek tek her gelen deyim.
durumu başka bir şey tarafından ko- Antisthenes. M. Ö. beşind yüzyılda tKinik
şullanmış bir hal olarak görme arzusu- okulu kurmuş olan Yunanlı düşünür.
na yanıt verirler. Kant antinomilerin, çe- Hocası tSokrates'in karakter bagımsız­
lişen iki ilkeden birinin fenomenler, hgmdan etkilenen Antisthenes, karak-
digerinin de numenJer için geçerli oldu- ter bagımsızhgını, dünya nimetlerin-
gunun düşünülmesi suretiyle çözülebi- den uzak dunna tavn ve kendine yeter
lecegini öne sürer. olmayı en yüksek ideal olarak degerlen-
antinomiyan [İng. antinonıian]. Yunanca dinniştir. Onun gözünde erdem, dünya
karşı anlamına gelen anti ve yasa anla- nimetleri ve hazları karşısında bagımsız
mına gelen nonıos sözcüklerinden türetil- olmaktır. Mutluluk amacı için, erdemin
miş olan, ve toplumun kurallanyla, yasa- kendi başına fazlasıyla yeterli oldugunu
larından bagışık olmak isteyen kişiyi ve başka hiçbir şeye gerek bulunmadı­
gösteren sıfat. gtnı savunan Antisthenes'e göre, erdem
62 antitez

arzunun yoklu~u, isteklerden ba~ımsız­ Buna göre, tKant'ın Kritik deı· Reim.m Ver-
hktır. İnsanın mutlu olmak için erdem- nunft [Saf Aklın Eleştirisi) adlı eserinde
den başka hiçbir şeye gereksinim duy- ifade edilen dört antinomi bir tez ve bir
ınadı~ını, kendi kendisine yetebilınek de antitezden meydana gelir. Bunlardan
için, başka herşeyi hor gönneyi ö~ren­ tezlerin olumsuz olanıanna veya başka
ınesi gerekti~ini söyleyen Antisthenes, bir tezle celişen ve onunla birlikte bir an-
zenginlik, güzellik, ün, şan ve şeretin tinomi meydana geliren olumlamaya an-
boş birer kuruntu oldu~unu öne sür- titez adı verilir. İdealist diyalekti~in ünlü
müştür. Ona göre, bilgelik, insarun ken- düşünürü tHegel'de ise antitez, diyalek-
disini bu kuruntulardan kurtarmasm- tik sürecin, tezi inidir eden, ve tezle anti-
dan başka bir şey de~ildir. tezin kısmf doğrularını bir araya getire-
Yalnızca hazzın iyi oldu~unu yadsı­ rek, onlann her ikisini de aşan sentezin
makla kalınayıp, onun aynı zamanda en ortaya çıkışına katkı yapan ikinci evresi-
büyük kötülük oldugunu öne süren An- ne karşılık gelir. Antitez +diyalektik ma-
tisthenes bu konuda 'haz duymaktansa, teryaüzınde de, aynı şekilde de~işme ve
deli olmayı yeglerim' deın.iştir. O, hazzın gelişme sürecinin, birinci evreye karşıt
karşısına, çalışıp didinmeyi ve sıkıntı olan, ikinci evresini ifade eder. Bununla
çekıneyi koymuştur, zira yalnızca çalış­ birlikte, antitez Hegel ve Marks'ın diya-
ma, insanı erdemli kılar, insan onunla ba- lektik felsefelerinde, sadece çelişen fikir
gımsız olur. İnsanı mutlu kılan erdemi, ve önemıeler için degil, fakat birbirleriy-
hacası Sokrates'le birlikte, bilgelikte bul- le çatışan tarihsel veya toplumsal güçler
ınuş ve erdemle bilgeli~in bölünmez bir- için de kullanılır. Bu türden c;abşma ya
ligini savunmuş olan Antisthenes, erde- da çelişkiler hem tezi ve hem de antitezi
min ögrenilebilir oldu~unu söylerken özümseyen sentezde aşılır.
de, bununla bilimsel araştırmadan çok, antropoloji [Os. ilmi beşer; İng. anthrc:po-
ahlaki çalışına ve alıştırmayı, egzersiz log1J; Fr. nnthropologie; Alm. anthrapologie].
yapınayı anlamıştır. İnsanın hayvanlar dünyasındaki kökeni-
Antisthenes'in gözünde, felsefenin işi, ni ve yerini, bir birey olarak gelişimini.
'ınutlu olmak için, do~aya uygun olan
tarihsel süreç boyunca geçirdigi fizild
çabah ..·ı seçmek'ten başka hiçbir şey ve zihinsel degişimleri konu alan disip-
degildir. Antisthenes, bilgelikte buldu- lin; bir toplumsal varlık olarak i.nsaru,
gu erdemin kendi kendine yeten bir
insanın toplumsal yaşamıyla ilgili fe-
deger oldugunu söylemiştir. O, insanla-
nomenleri, zaman ve mekiln sırurlama­
rın, yaşamın temel ihtiyaç ve hazları
sı olmadan araştıran, farklı yerlerde ve
karşısında kayıtsız kalmakla yetinme-
yip, amacına ancak hazdan kaçınmakla zamanlarda ortaya çıkan ırklan, dilleri
erişebilecekleıini düşünmüştür. Kendi
ve kültürleri inceleyen bilim.
İnsan bilimleri arasında, insanı hem
güçlerinin dışındaki hiçbir şey karşı­
sında kaygılanmamaya, hiçbir şeye aldı­
fiziki ve hem de sosyo-kültürel yönleriyle
rış etmemeyi ilke edinmiş olan Antist-
ele alan tek bilim olarak antropolojinin
henes için, ihtiyaçsızlık, dünyadan yüz farklı daUan, ı bir insan dogası kuramı
çevirmek anlamına gelmiştir. geliştirme u~raşı içinde olan felsefi antro-
antitez [karşı anlamına gelen anti önekiyle poloji; 2 farklı ve çok çeşitli insan grupla-
konum, önerme anlamına gelen Yunanca rının üyeleri arasındaki fiziki farklılıklara
tlıesis'ten türeyen terim; Os. naldz.i kaziyye; dair bilimsel araştınnalardan meydana
İng. antithesis; Fr. antithese; Alın. antithe- gelen fiziki arıtrapoloji; 3 insan gruplannın
sis). ı Genel olarak, bir düşünce, yargı ve toplumlannın sosyal Adet, örf ve ku-
ya da önermenin karşıtı ya da çelişigi rumJanyla ilgili bilimsel araşhnnalar­
olan önerme. 2 Retorikte çarpıcı bir kar- dan oluşan sosyal antrapoloji; 4 kültürle~
şıtlık, çatışan iki düşüncenin dengeli re, özellikle de Batı uygarlıguun etkisi
birleşimini içeren deyim. altına girmemiş topluıniann kültürleri-
antropozofi 63

ne dair bilimsel araştırmalardan meyd2- !erinden, genellikle, dogadaki olgu ve


na gelen kültürel antropoloji olarak sınıf­ fenomenleri açıklamak için, dünyanın
lanabilir. yüksek gayelerini yerine getirmeyi amaç-
antropolojik maddecilik [İng. anthropolo- layan bir '!'aratıcırun eseri oldugu şek­
gicnl materialism; Fr. matirialism cmlhropo- lindeki bir varsayıma gerek duymadıgı­
logique ]. İnsan varhguu, insanın ahlakı ve ınızı öne süren felsefi mekanizm türer.
hatta zihinsel yapısıru, insanı ve nitelik- antropomorfizm [Os. ddemperestlik; İng.
lerini maddeye ve maddi niteliklere in- antropomorphism; Fr. arıtropomorplıisrııe;
dirgeyerek tanımlayan anlayış. Al. antropomorphismus]. İnsanbiçimdUk. 1
antropolojizm [İng. antropologism; Fr. ant- Yunanca insan anlamına gelen anthropos
ropologisme; Al. antropologismus). Insanı, ve biçim, şekil anlamına gelen morphe
doganın en üstün ürünü olarak gören, sözcüklerinden türetilmiş olan antropo-
insanın bütün temel özelliklerini dogal morfizm. genel olarak insana ait özellik-
kökenine day andırarak açıklayan ve in- lerin insan dışındaki" varlıklara yükletı- -
sanı yalruzca maddeci ve biyolojik bir mesini ifade eder,
açıdan ele alıp, doganın bir parçası ola-
2 Antropomorfizm daha özel olarak da,
rak degeriendiren felsefi görüş. Tanrı'nın, lannların ya da dogal güçle-
antropomorfik amaçlılık [İng. antropo- .rin insan şeıdlı\e ve insanın nılelır<:Ienne
marphic finalism; Fr. finalisme antropomorp- sahip oldugunu söyleyen anlayışa yada
hique). İnsanın amaçlı faaliyetinden hare- ann nın ya a anr ann, ınsanın 1
ket ederek, dünyanın bir amaca göre nıyet, ıra e, uygu ve duyumuna ben-
düzenlenmiş oldugunu öne süren, bu dü-
zer yeti ve özelliklere 5ahip olduğu inan-
zenin düşünmeye, istemeye ve irAdesini
cına karşılık gelir. Buna göre, Lmn y_a
gerçekleştirmeye yetili bir varlıgın eseri
"da tannlann, insan şeklinde oldu nu,
oldu~nu, dünyanın dot-ıüstü bir varlık
a at ınsan an a ye · ve güçlü ol-
tarafından belli bir amaç için kwuldugu
dugunu belirten antropomorfizme ilk
ya da yaratıldıgını öne süren görüş.
karşı çıkan kişi, Elealı filozof Ksenclplla-
Bu görüşün savunuculan, dogada, onun
akıllı ve gücü herşeye yeten bir varlık
nes olmuştur.
tarafından yaratıldıgı varsayımıru kabul
ehnek dıı;ında hiçbir şekilde açıklana­
mayacak olan bazı yönler bulundugu-
tavrına karşı-
nu, bir tTann ya da Yaratıcının amaçlı
etkinliginin tezahürleri olarak anlaşıl­ lık g~jr, -
mak dışında, hiçbir şekilde anlaşılama­ anlropoteizm [İng. anthropotheism; Fr.
yacak olan olgu sayısının çok fazla oldu- anthropothıiisme). Felsefede, insanın tan-
gunu dile getirirler. Bütün bir dünyayı rılaştırılması tavrı.
belli bir amaç ya da amaçlara yönelmiş antropozofi [İng. antroposophy; Fr. anthro-
olan bir varlıgın eseri olarak gören ant- posophie). Bilgeli~n ve evren e ilişkin
ropomorfik finalizm, dünyanın yaratıası doj!;ru bir kavrayıŞın anahtarnun insa-
ve yöneticisi olan bireysel bir Tann'nın nın kendisinde bulundugunu savunan
varoldugu düşüncesiyle çok yakından ögreti. İnsan zihninin tinsel alemle ilişki
ilişkilidir. kurabilme yetenegi taşıdıgını savunan
Bundan dolayı, görüş,
dogaya ilişkin felsefe. Avusturyalı bir bilim adamı ve fi-
araştumaların sonuçlanndan çok. dinle lozof olan iSteiner tarafından kurulan
yakından ilişkili olan metafiziksel egi- antropozofi, saf düşünce tarafından kav-
iimler arasında yer alır. Nitekim, dogaya ranabilen ve bütün insanlarda gizil du-
ilişkin araştırmalardan çogu zaman, ant- rumda bulunan bilgi yetileri ile ortaya çı­
ropomorfik finalizme karşıt olan bir egi- kanlabilen tinsel bir ıllemin varoldugu
lim çıkar; başka bir deyişle, doga bilim- varsayımına dayanır.
64 a-önennesi

a-önermesi [İng. a11rapositioıı]. Klasik man- kayıtsız kalmayla belirleilen sükCınet ve


tıkta, tümel olumlu kategorik önermeye ruh dinginligi halini; tam bir duygusuz-
verilen ad. 'Tüm ins.anlar ölümlüdür' luga karşılık gelen, iradesizlik ve cansız­
önerınesi, bu tür bir önermeye örnek ola- lık durwnunu taıumJar.
rak verilebilir. apeiron. İlkçag Yunan felsefesinde, evre-
apaçıklık [Os. bedlihat, sarahdt; İng. ~iden­ nin sonlu ya da sarurla olduguna inanan
ce; Fr. tuidence; Al. roidenz]. Bir şeyin en tPlaton, t Aristoteles gibi filozoflar dışın­
küçük bir kuşkuya yer barakmayacak da, evrenin suursızhguu savunan Anaksi-
şekilde, çok açak bir biçimde görülmesi. mandros, t Anaksimenes, tKsenophanes,
Hem açak ve hem de seçik olanın, dog- tMelissos ve tDemokritos gibi filozoflar-
rulugu kolaylıkla ve zihinde en küçük da geçen sanın;azhk düşüncesini ifade
bir kuşkuya yer bırakmadan bilinebilen eden Yunanca terim.
şeyin özelligi. Apeiron, aynca evrenin kendisinden
Hem bize kendisini zorla kabul ettiren, meydana geldigi ilk maddeyi, ya da ar-
zorunlu olarak bilincine vardıgımız ve keyi arayan tMilet Okulunda, suyu arke
hem de kendisini geri kalan herşeyden yapan Thales'i, su gibi nicelik bakımın­
ayardıguruz kavramın, düşüncenin öner- dan suurlı, nitelik bakımından belirli bir
menin özelligi olarak ortaya çıkan apa- maddenin dogadaki çoklugu açaklama-
çLklık, duyum yoluyla degil de, alul yo- ya yebneyecegini öne sürerek eleştiren
luyla kavranan bir şeyin ö:zellligi olmak Anaksimandros'un nicelik bakımından
durumundadır. Bu çerçeve içinde, Des- sınırsız, nitelik bakımından belirsiz an-
cartes'ta dogrulugun ölçütü yapılan apa- lamına gelen arkhesini, ilk maddesini,
çıkhga, hpkı kesinlik gibi öznel oldugu maddi nedenini ifade eder.
gerekçesiyle itiraz edilmiş ve onun dog- Apel, Karl-OUo. 20. yüzyılın son çeyre-
ruluk ölçütü yapılamayacagı söyleruniş­ ginde gelişen +söylem etiginin en önem-
tir. li temsilelerinden biri olan çagdaş Al-
apagoge. t Aristoteles manhgında, büyük man düşünürü.
öncülü kesin, fakat küçük öncülü yalnız­ Felsefesinin temelinde tKant'ın transen-
ca olasalı olan bir tasuna; bir sonucun ge- dental ve eleştirel felsefesi bulunan
çerliligini, söz konusu sonucun çelişigi­ Apel'in temel amaa, Kant'ın felsefesinin
nin dogru oldugunu kabul ederek ve degişen 20. yüzyıl koşullanna uygW'l
bundan olanaksız ya da kabul edilemez olan yeni bir versiyonunu ortaya koymak
sonuçlann çıkhgını göstererek karutla- olmuştur. Ona göre, Kant hiç kuşku yok
yan, dolaylı bir karutlama yöntemine ve- ki evrensel ve zaruri koşullarını belirle-
rilen ad. meye çalışmıştı, ama bilimin on un za-
apatheia. Genel olarak, duygusal bir tep- manından beri hızla ilerlemesi anlama
kisi ya da duyarlılıgı olmayan kişinin yetisinin kategorileriyle duyusal sezgi
karakteri için kullanılan Yunanca terim. formlannı evrensel ve zaruri koşullar
tEpikürosçularda ve tStoaWarda, haz olarak gönneyi imkansız hAle getirmiş­
ve acıya karşı kayıtsızlık. gündelik ya- tir. Bugün için yapılmasa gereken farklı,
şamdan koparak, yaşamın gerçek amaç- hatta çelişik iddialarla ortaya çıktıklan
lan üzerinde düşünmenin sonucu olan zaman, insaniann gerçek bir mutabaka-
ruh dinginligi, kişinin kendi kendisiyle ta erişmelerine olanak verecek zorunlu
ve evrenle tam olarak barışması halini ve evrensel koşullan belirlemektir. Apel
ifade eden apatheia, antik Yunan kuşkucu­ söz konusu yaklaşun degişikligine tran-
lannda, yargıya askıya alma, hiçbir konu- sendentat pragmatik adını vermiştir. Çün-
da hüküm vermeme tavnrun bir sonuru kü, onun bu yeni yaklaşımı, evrensel ve
olarak ortaya ÇJkan ve hiçbir şeye deger zorunlu önkabullere dair bir araştırma
vermemeyle, hiçbir şeyden şöyle ya da oldugu için transendental, araştırmanın
böyle etkilenmemeyle, herşeye karşı konulan olumlama, karutlama, çürütme,
Apolloncu 65

v. b. g., edirnler, korıuşıııa edim/eri oldu~u Buna göre, 1 Aristoteles'te hem form ve
için pragmatiktir. hem de içerik bakımından do~ru olan;
Apel'e göre, insanlar bir konuda birta- olan ya da olabilecek olana ilişkin bilgi-
kım do~ru sonuçlara ulaşmak amacıyla den farklı olarak, olmak zorunda olana
birbirleriyle tartışma, ortak bir araştır· ilişkin bilgiye apodeklik bilgi adı verilir.
ma içine girdikleri zaman, suasıyla 1 Bu tür bir bilgi, istisnası olmadı~ı için,
söylenenin anlamh oldu~u; 2 söylenenin tümel; aksi söylenemedi~i, söylendi~i
do~ru oldu~u, 3 söyleyenin dürüst ve iç- takdirde, çelişkiye düşüldü~ü için, zo-
tenlikli oldu~u ve 4 söylenenin normatil runlu; konusuna uygun oldu~ için
bakımdan uygun ve do~ru bir çerçeve do~ru olan bilgidir.
içinde iletildi~i iddiasmda bulunulur. Bu Yine, 2 Aristoteles'in önerme türlerini
dört iddiadan ikincisi, Apel'e göre, muta- kiplik bakımından aymrken dile getirdi·
bakata mümkün tüm rasyonel varlıklan ~i zorunlu önerme türüne; zorunlu ola-
içeren ideal koşullarda ve uzun erirnde rak do~ru olan, ya kendinden açık, do~­
ulaşdaca~ıru, yani hakikatin uzun vade- rulu~u herkes için apaçık olan, ya da
de elde edilecek evrensel bir mutabakat tüındengelimsel bir alalyürütmeyle ka-
oldu~unu bildirir, dördüncüsü ise biz in· nıtlanan önermeye apodeiktik önenne adı
sanlann başkalarayla konuşmaya başla­ verilmektedir. Bununla birlikte, burada,
dı~uruz zaman, bir kahhmcdar cemaati- apodeiktik önerme türünün zorunlulu-
nin varoluşunu varsaydı~uruzı ortaya ~undan anlaşılması gereken şey, for-
koyar. ınel/mantiksai bir zorunluluktan çok.
Apel'in söz konusu dört önkabulü, on- önermenin içeri~ine, yani önermenin
ları reddetmek kişinin kendi kendisiyle
işaret etti~i nesne ve duruma ait bir zo-
çelişmesi anlamına geldi~i için, vazge-
runluluktur. Bundan dolayıdır· ki, ça~­
ı;ilmez ve zorunlu önkabuUerdir. Söz ko-
daş çpistemolojide ve bilim felsefesinde,
nusu zorunlu önkabullerden meydana
önermelerimizin içerikleri yönünden zo-
gelen böyle bir kurarn Apel'e, bir yan-
runlu olamayacakları belirtilerek, apo-
dan yirminci yüzyilda gözlemlenen gö-
reci e~ilimlere karşı koyma, bir yandan deiktik önerme türüne radikal eleştiriler
getirilmiştir.
da Kant'a özgü tdeontolojik unsurları
a~ır basan bir söylem eti~i yolunda iz
apodosis. Mantıkta, koşullu ya da hipo·
sürme olana~ı vermiştir. tetik bir önermenin sonuç klsmı. Ayru
aphairesis. 1 t Aristoteles'te, soyutlama; türden hipotetik önermenin koşul kıs­
mına ise, Yunancada protasis adı verilir.
bir özelli~i ya da genel niteli~i ait oldu-
~u ba~lamdan soyutlayan işlem veya apolitizm [İng. apolitism; Fr. apolitisnıe).
bu işlemin ürünü olan şey için kullam- Siyasetten, siyasi sorunlardan uzak dur-
lan Yunanca terim. mayı, siyasi sorunlara de~ilse bile, bu
2 tYeni-Piatonculukta, dünyaya tümüy- sorunların çözümleriyle ilgili tartıfma­
le aşkın ve varolan herşeyden ayn ve lara, ve bu arada yönetimi ele geçirmek,
farklı oldu~u için, hiçbir insan.i' yüklemin yönetirnde temsil edilmek ve kendi çö-
kendisine uygulanamadı~ı Tann'ya, Bir zümünü dayatmak için yürütülen siyast
olana ilişkin genel bir kavrama, bir kav- mücadelelere yabancı kalmayı ilke edin-
rayışa erişmenin yöntemi olarak olum- miş kişinin tavnna verilen ad.
suzlama. Apolloncu [İng. apollorıiarı; Fr. apollonien).
apodeiktik [Os. zaruri; İng. apodictic; Fr. tNietzsche'nin Die Geburt der Tragl:idie aus
apodictique; Alm. apodiktisch). Açıkça ka- dem Geist.e der Musik [Tragedyarun do~­
rutlanabilir ya da tanıtlanabiUr olan, zo- şu] adlı eserinde, insan yaşamındaki
runlu olarak do~ru olan, mutlak olarak en temel iki e~ilim arasında kurdu~u
kesin olan önerme için kullanılan Yu· karşıth~ın, kl8sik aheng, özdenetim ve
nanca sıf at. dengeyi temsil eden unsuru.
66 apolejetik

Apollon, onun yorumuna göre, gerçek- karşısında savunr:ı.a çabası veren diı-.
te güneş tanrısıdır. Başka bir deyişle, adamı-düşünürlere apolejistler adı veril-
Nietzsche Apolion'un bir kez derine in- mektedir. Belli başlılan arasında Aziz
digimizde, hayatı yaşarunaya deger Justin, tTati.anus, t Athenagoras, İrenaeus
kılan güzellik yanılsamasını bize sunan ve tTertullianus'u verebilecegimiz Apo-
ışık tanrısı oldugunu öne sürer. Bu bag- lojistler, dünyanın akıl ve düzen izleri
laında, Apolion'un simgeledigi düş dc- sergiledigini, ve dolayısıyla, yaşam ve
ncyimine, bize bir güzellik yanılsaması varlıgın kaynagı olan, ezeli-ebedi, degiş­
sunan, acı veren bir dünyada kapana kı­ mez, iyi ve adil bir İlk Nedene işaret etti-
sılınış, sıkışıp kalmış bireye güven ve gini savunmuşlardır. Bilgelik, güç, yüce-
huzur veren deneyime Apolloncıı dene- lik ve iyiligiyle bu ilk Nedenin insan
yim adı verilir. bilgisinin ötesinde oldugunu savunan
Öte yandan, Nietzsche düzen, orantı, Apolojistler, O'nun yine de rasyonel bir
uyum, ölçü, rasyonellik ve entellektüel varlık oldugunu ve bunu dünyadaki dü-
açıklamaya yönelik egilim ve içtepiye zen ve amaçlılıgın açıga çıkardıgını öne
Apollonr:uluk aduu verir. Buna göre, Der süımüşlerdir. Apolojistlere göre, ezeli ve
Wille zur Macht [Güç İstemi]'ta Apolioncu- ebedi olan yaratılış Tanrı'nın sonsuz ve
luk sözcügü bir imgelem ve düş dünyası­ sevgisi iyiliginin eseri olup, özgür irade
ıun, bizi degişme ve oluş dünyasından sahibi insan, ilk günaha ragmen, Hristi-
uzaklaştıran güzel görünümler dünyası­ yanlıgın öngördügü bir yaşam tarzına
nın coşku içinde seyredilmesini belirtir' sürmek suretiyle, Tann'ya ulaşabilir.
diyen Nietzsche için, Apollonculuk fonn apophansis. Yunan düşüncesinin, özellik-
ya da biçimdeki ahenge yüksek bir değer le de manbgın kurucusu ve sistemleştiri­
biçen üslubu tarumlar. Başka bir deyişle, cisi tAristoteles'in kategorik önerme; an-
Apollonculuk, tDiyonsos'un tersine, oluş lamlı olup, dognıluk degeri taşayan
ve degişmenin, anlaşılmazlıgı nedeniyle, önenne; özne, yüklem ve bir bagtaçtan
gerçeklik ve coşkusuna karşı çıkarken, oluşan, ya bagırnsız bir önerme formun-
hem varoluşsal-entellektüel ve hem de es- da ya da bir tasınun sonucu olarak ortaya
tetik bir tutwnu sergileyen Tarm Apol- çıkan, bir şeyi bir şey hakkında olumla-
Ion'dan kaynaklanan tarz ya da üsluptur. yan ya da olumsuzlayan önerme için kul-
apolojelik [İng. apologetic; Fr. apologitique; landıgı terim. Apaphansis'in, olumlu ola-
Al. verteidigerıd]. 1 Genel olarak, düşman­ nma kııtapiiQSis, olumsuz olanına ise
ca, yıkıcı ve katı eleştiriye karşı savun- apophılsis ada verilmiştir.
ma. Bir ögretiyi, ona yöneltilen eleştiriler aporelik [İng. aporetic; Fr. apor~tique]. Dü-
karşı uygulanan savunma yöntemlerinin şünce ya da tartışmanın, ortaya çıkan
tümü. bir problem ya da güçlükten dolayı, so-
2 tTeolojide, inancın tannsal kökenini nuçsuz kalma durumu.
akıl yoluyla haklı kılma çabası. Dine ve Bu çerçeve içinde, tPlaton'Wl, Sokratik
dinin çeşitli dogmalarana yöneltilen iti- yöntemin uygulandıgı, çeşitli tanım de-
razları, rasyonel kaıutlarla savunma nemelerinin ardından, belli bir gelişme
tavrı. Hristiyanlıkta, bir dogmaya, akla kaydediise bile, somut bir sonuca ulaş­
hitap eden kanıtlar yoluyla savunan ve mayan, problemin çözümsüz ve sonuç-
haklı gösteren teoloji dah. Katolik ve suz kaldıgı, tarumlanmak istenen erde-
Ortodoks teoloji sistemleri içinde yer min geregi gibi tanımlanamadıgı gençlik
alan Apolojetik'i, Protestanlık reddeder dönemi diyaloglarUla aporelik diyaloglar
ve aynı Protestanlık, inanan akıl karşı­ adı verilir.
sındaki önceligini savunur. Aporetik sıfatı ayrıca, Pironculann,
Bu çerçeve içinde, Hristiyanlıgın ilk iki yani antik Yunan kuşkuculannın, her
yüzyılında ortaya çıkan ve yeni dini anla- görüş ya da ögretiyi destekleyen, dog-
şılır hale getirme ve onu pagan felsefe rulayan ve yaniaşlayan eşdegerde ka-
a priori ve a posteriari 67

nıtlar bulmalarının sonucu olarak, içine Buna göre, bir şeyi n priori olarak bil-
düştükleri kararsızlık ve ne yapacagını mek, onu dış dünyada tecrübe etmeden
bilmeme durumunu ifade etmek için de bilmektir. A priori bilginin dogrulugu
kullanılır. duyu deneyinden türetilmez, duyu de-
aporia. Antik Yunan felsefesinde, nesne- neyinden bagıınsız olarak, yalnızca akıl
nin kendisinde ya da kavramındaki bir yoluyla bilinir ve duyu deneyiyle çürü-
çelişkiden ileri gelen, çözülmesi güç bir tülemez. A priori bilgi, inkar edildigi
probleme, bir düşünce faaliyetinde söz zaman, bir çelişki ye yol açııgı için,
konusu olan aşılamaz çelişmeye veri- kesin olan bir bilgi olarak görülür.
len ad. Apriori bilgi, dogrulugu duyudeneyine
a posteriari bilgi [İng. a posteriari know- dayanan ve çelişkiye düşülmeden inkar
ledge; Fr. connaisance n posteriori). Duyu edilebilen olasılı ya da olumsal bilgi olan
deneyinden !üretilen, duyu deneyi ara- a posteriari bilgiye karşıtiırA priori bilgi
cılıgıyla kazanılan bilgiye verilen ad. hiçbir şekilde geçersiz kılınamaz olan
Buna göre, bir kimsenin bir şeyi a pos- bir bilgi oldugundan, o tüm koşullar al-
teriari olarak bilmesi, o kişinin bildigi hnda, her yerde ve her zaman geçerli
şeyi dünyanın bir parçası olarak, gerçek- olan, yani olanaklı tüm dünyalarda dog-
likle varolan bir şey olarak duyulanyla ru olan bir bilgidir.
tecrübe etmek suretiyle bilmesi demek- Öte yandan, a priori dogrulara aklın
tir. A posteriari bilginin dogruluguna ya dogruları adı verilir. A priori dogrular,
da yanlışlıgına ilke olarak duyu deneyi formel mantık ve matematikte söz konu-
yoluyla karar verilebilir. Fakat duyu de- su olan türden dogrular olup, ideler,
neyi kişiden kişiye degiştigi, yani göre- kavramlar ve anlamlar arasındaki ta-
li tutarsız, degişken oldugu ve bundan rumsal ilişkileri ifade eder. Onlar, biri
dolayı da tümüyle güvenilir olmadıgı digerinin yerine geçebilen, tanımsal ola-
için,a posteriari bilgi zorunlu ya da kesin rak özdeş ya da eşanlamlı ya da eşde­
bir bilgi olarak görülmez; a posteriari ger• tümeelere dayanan dogrulardır.A
bilgi, daha çok, çelişkiye düşülmeden priori bir türncenin dogrulugu, tümce-
reddedilebilen olasılı ya da olumsal bil- nin kendisinin ineelemnesi suretiyle,
gidir. Yani, o yalnızca akla dayandıgı ve onda içkin olan anlamların açıga çıkar­
kişinin kendi kendisiyle çelişkiye düş­ tılması yoluyla saptanabilir.
meden reddedemedigi kesin ve zorunlu A priori bilgi, biraz daha geniş bir çer-
bir bilgi türü olarak görülen apriori bilgi- çeve içinde, zorunlu, tümel, deneyi aşan,
. ye karşıthr. olanaklı tüm deneyiere uygulanabilir ol-
A posteriari bilgi, olanaklı tüm dünya- makla birlikte, deneyden türetilmerniş
larda dogru olmayıp, yalnızca varlıgın olan bilgi; deneyden türetilemeyen, fakat
belirli ve özel koşullan altında, yani be- (Kant'ta, anlama yelisinin kategorileri ör-
lirli zamanlarda ve yerlerde, tikel deney neginde oldugu gibi) gerçeklige yükle-
türleri için dogru olan bir bilgidir.A pos- nen, gerçekligi düzenleyen v.: böylelikle
teriari dogrulara, bundan dolayı olgusal gerçekligin aniaşılmasını saglayan do-
dogrular ya da duyu deneyinin dogrula- guştan bilgiye karşılık gelir.
n adı verilir. Onlann dogruluklan, du- a priori ve a posteriori. 1 önerme, kavram.
yulanıruza ve çevremizdeki dünyaya akılyürütme ve bilgi türleri arasında ya-
ilişkin deneylerimizin güvenilirligine pılan ve temelde, önermelerin dogruluk-
baglıdır. lanna ilişkin bilgiyi nasıl elde edebildigi-
a priori bilgi [Os. milrifeti kab/iye; Ing. a rniz konusuyla ilgili olan temel ayınm.
priori knowledge; Fr. connaissance apriori). Buna göre, a primi bir önerme, dogru ya
Duyu deneyine hiç başvurmadan, yal- da yanlış oldugu deneye başvurmadan,
nızca akıldan ve aklın etkinliginden tü- deneyimden önce ya da tecrübeden ba-
retilen bilgi, deneysel olma yan bilgi. gımsız olarak bilinen önermedir. Başka
68 apriorizm

bir deyişle,bütün ün parçaların;; eşit ol- na karşı, tPlaton ve tLeibniz gibi akıla­
du~u önermesi cı priori bir önermedir, lar ise, insan zihninde, ttöz, eşitlik,
çünkü, biz onun do~ru olduğunu deney- neden, aynılık ve farklılık benzeri, dene-
den ba~ımsız olarak biliriz. Eşdeyişle, yimden türetilmemiş olan ve çok büyük
bu önermede geçen terimierin ne anlama önem taşıyan bazı kavraml2r bulundu-
geldi~irti bildi~imiz zaman, onun tümel ~unu söylerler. Yine, tKant, deneyimin
olarak ve zonınJulukla do~ru oldu~unu ve sentetik a priori bilginin, ancak ve
ve hiçbir deneyin onu çürütemeyecegini ancak insan zihninde bulunan birtakım
biliriz. A postt!riori önerme ise, do~ruluk temel n priori kavraın ve kategorilerle
ya da yanlışlı~u1a, deneyime başvurula­ olanakli olabilece~ini savuıumıştur.
rak, önerınede iddia edilen şeylerin ger- · apriorizm. Genel olarak, zihnin birtakım
çekiilde nas:' oldu~una bakılarak karar düşüncelere sahip oldu~unu, ve bu du-
verilen önermed ir. rumun bir sonucu olarak da, duyudene-
2 Akılyürühneler için, deneyime ba~ım­ yinden ba~ımsız olan gerçek bir bilginin
lı olup olmamalarına veya öncüllerden olanakh oldu~unu savunan anlayış.
mi sonuca yoksa sonuçtan ını öncüilere İlkça~da tPlaton ve tPannenides, mo-
gittilderine bakılarak oluşturulan ayırun. dem felsefede ise +Descartes, +Spinoza ve
Buna göre, öncüllerden sonuca giden akıl­ +Leibniz gibi düşünürler tarafından sa-
yürübne ya da kanıtlama a priori, buna vunulan ve gerçekli~in bilgisini insana
karşın sonuçtan öncüilere giden bir akıl­ yalmzca aklın sa~lad1~ını, insan zihnin-
yürütme a postrriori bir akılyürütme­ de do~uştan düşünceler bulundu~unu,
dir.Ya da apriori bir akıl yürütme, sonu- yalruzca görünüşleri veren deneyin bilgi-
cun, matematiksel veya geometrik bir ye hiçbir katkısi olmadı~uu savunan
ispatta oldu~u gibi, öncüllerden tüm- görüş olan apriorizme göre, bilgiyi belir-
dengelimsel olarak çıkh~ı bir akılyürüt­ leyen en önemli şey, zorunluluk ve tü-
medir. Başka bir deyişle, apriori bir akıl­ melliktir. Söz konusu tümellik ve zorun-
yürü hnede, öncüller do~ru ve sonucun lulu~u ise, deney de~il de, yalnlZca akıl
bu öncüllerden çıkmasını sa~layan çı­ sa~lar. Özellikle, İlkça~ apriorizmi söz
karun kalıbı geçerliyse, sonucu do~rula­ konusu oldu~unda, apriorizmi ortaya ÇI-
ınak için deneyime hiçbir şekilde ihtiyaç karan en önemli ö~e, değişenin bilineme-
duyulmaz ve hiçbir deney onu çürüte- yece~i, bilginin nesnelerini oluşturan
mez. Buna karşın, a posteriari bir akılyü­ temel gerçeklik ya da gerçeklikJerle yal-
rütme, sonucun öncüller tarafından ne nızca aklın tanıştırd1~ı inanci olmuştur.
kadar çok destekJeni~e desteklensin, hiç- Aquinah Thomas. 1225-1274 y•llan ara-
bir şekilde zorunlu kıhıunad1~1 bir akıl­ sında yaşamlŞ olan, ünlü Hmstiyan fi-
yürütmedir. lozof. Birçok bakımdan özgün bir dü-
3 En azından akılci düşünürlere göre, şünür olan Aquinah'nın felsefesi önem-
deneyimden ba~unsız olarak oluşturu­ li ölçüde Aristoteles'in metafizi~ine da-
lan ya da do~uştan getirilen ide ya da yanır. Temel eserleri Summa contra Gen-
kavrarnlara a priori, buna karşın soyut- li/es ve Sımıma Theologiae'dir.
lama yoluyla oluşturulan kavrarnlara a Ortaça~ Hristiyan felsefesinin doruk
posteriari kavramlar ad1 verilir. A priori noktasıni gösteren Aquinash Thomas,
kavramiann ya da idelerin olup olma- öncelikle metalizikle teoloji, akılla inanç
d•~• konusu, akılcllarla empiristler ara- ya da vahiy arasında bir ayınm yapmış­
sında öneınli tartişmalara yol açm1şt1r. tu. Buna göre, yalnızca do~al aklın •şı­
+Locke ve tHume gibi empiristler, insan ~ına dayanan, inancın do~aüstü IŞI~ı
zihninde daha önce duyulardan geçme- olmadan, salt insan akl1 yoluyla bilinen
miş olan hiçbir şey bulunmad1~nı, ve ilkeleri kullanan metafizikte, filozof du-
dolay•s•yla tüm ide ve kavramlaruruzın yusal varlık.Jardan, deneyin dünyasın­
deneyden türetildiklerini savunurlar. Bu- dan hareket edip, ak1l yoluyla Tann'ya
Aquinalı Thomas 69

yükselir. Buna karşın, akh kullarunakla nurken, Aquinalı, bir formun aktüelleş­
birlikte, ilkelerini inanç ya da otorite te- mesinden çok, varlıga gelme ediminin
meli üzerinde kabul eden teolojide, Tho- önemli oldugunu öne sünnüştür. O,
mas'a göre, kendisini vahiy yoluyla gös- bir şeyin varoluşuyla özünü birbirin-
teren Tann'dan yola çıkılır ve yaratık­ den ayırır.
laruıa geçilir. Akıl yoluyla hiçbir şekilde Bilgi görüşleri: Aquinalı, bilgi konusLın­
biJinemeyen bazı hakikatierin teoloji ala- da da t Aristoteles'ten etkilenmiştir. Ona
nına özgü kaldıgını, inancın akıl tarafın­ göre, iki tür bilgi vardır. Duyusal bilgi ve
dan kabul edilmesi mümkün olmayan kavramsal ya da entellektüel bilgi. Bun-
kimi gizleri bulundugunu öne süren lardan birindsi, bireysel, maddi nesnelere
Aquinaslı, bir yandan da metafizigin ilişkin bilgidir ve nesnelerle beş duyu
özellikle Tann konusunu ele alan kısmı­ yoluyla kurulan dogrudan temasın so-
nın teoloji tarafından varsayıldıgını, ve nucudur. Maddi nesnelerle ilgili yargı­
teolojiden bagımsız bir metafizigin de lar ise, duyulann degil de, zihnin faali-
zorunlulukla yetersiz ve eksik kalacagı­ yetinin ürünüdür. Bu türden yargılarla
nı söylemiştir. kavramsal bilgiye yükseliriz. Ömegin,
Metafiziği: Thomas, metafiziginin ya da bir şeyin kırnuzı oldugunu gördügüm
düşüncesinin genel çerçevesini, Aristote- zaman, onun kırmızı oldugunu anlarırn.
les'ten aldığı form ve madde, töz/ iline k Yani, duyu algıları ve onlardan yapılan
ve potansiyel/aktüel varlık ayınmlaruu soyutlamalar yoluyla oluşturulan dü-
kullanarak kurmuştur. Potansiyel varlık­ şünceler, zihni bir kavrayış faaliyeti
la aktüel varlık arasındaki ayının, ona içine sokar. Algılardan soyutlama yoluy-
göre, bir şeyin aktüel olarak oldugu şey la oluşturulan düşüncelerin doğru olup
ile onun olmasının olanaklı oldugu şey olmadıkianna karar vermek zihnin işi­
arasındaki ayırundan oluşur. Buna göre, dir. Ama bilginin temelinde, duyu dene-
bir parça kömür belli bir zamanda aktüel yinin bulwıdugu unutulmamalıdır.
olarak siyahtır, soguk ve katıdır, buna Bununla birlikte, Aquinalı'ya göre,
karşın yakılıp kül olabildigi için, potan- Tanrı'yı bu şekilde, söz konusu bilgi
siyel olarak gri, siyah ve sıcakbr. Yine, modeline göre bilemeyiz. Tann hakkın­
bir parça kömürü, yalnızca sıcak olunca- daki bilgimizi, yalruzca olumsuz bir
ya kadar ısıtmak, onda ilineksel bir de- yoldan, Tann'run ne olmadıgını bilmek
gişme meydana getirmektir, oysa onu suretiyle kazanınz. Başka bir deyişle,
kor oluncaya kadar yakmak, kömürde sonlu varlıklar için geçerli olan biliş
tözsel bir degişmeye yol açmakhr. tarzı Tanrı'ya ilişkin bilgi söz konusu
İlineksel degişmede töz aynı kalır, töz- oldugunda, geçerli olamaz. Yaratılmış
sel degişmede ise, o başka bir ttöz bir töz söz konusu oldugunda, önce ona
haline gelir. Tözsel degişmeye uygun bir cins izafe ederiz ve böylelikle, onun
bir yapıda olan bir şey için madde teri- ne olduğunu biliriz; bundan sorıra da,
mini kullanan Thomas, Aristotelesçi hi- cinse, onu başka şeylerden ayıracak bir
lomorfik varlık anlayışıyla, yeryüzünde türsel ayınını ekleriz. Ama Tarırı söz ko-
bulunan herşeyin madde ve formdan nusu olduğunda, O tüm cinsleri aştıgı
meydana geldigini öne sürmüştür. Me- için, O'na bir cins izafe edemeyiz. Bu ise,
lekler, ona göre, cisimsel olmayan varlık­ Tann'yı normal yoldan ve olumlu terim-
lardır ve her melek kendi fonnuna sahip lerle bilemeyecegimiz anlamına gelir.
olup, diger meleklerden formuyla ayn- Teolojisi: Tanrı, ona göre, yalnızca olum-
lır. Oysa, hem madde ve hem de form- suz ve analojik terimlerle tanımlanabilir.
dan meydana gelen insan varlıklan bir- Tann dsimsel degildir, mekanda bir yer
birlerinden ınaddeleriyle, yani vücut- işgal etmez. Tanrı hareketsizdir ve do-
larıyla aynlırlar. Aristoteles, bir şeyi o layısıyla degişmezdir. Bu, Tanrı'nın
şey yapan şeyin form oldugunu savu- zaman içinde olmadıgı anlamına gelir.
70 Aquinalı Thomas

Tanrı'da potansiyel olan hiçbir şey bu- lık, Aquinalı'run insanın gerçek dogası­
lunmaz. O'nda maddenin kirinden eser nın öte dünyayla olan ilişkisi tarafından
yoktur. Tanrı maddi olmayan, sırf belirlendigi tezinden oluşur.
ruhani bir varlıkbr. O tümüyle basit bir Tanrı'nın bir yarabgı olarak insarun
varlıkbr. nihai ve en yüksek hedefi Tanrı'dır,
Diger varlıklarda varoluş bir şey,
öz ise Tann'ya ulaşmaktır. Dolayısıyla, gerçek
başka bir şeydir. Oysa Tanrı'nın özü, mutluluga ancak öte dünyada ulaşılır.
O'nun varoluşudur. tTanrı, bu dünyayı Başka bir dey;şle, Aristoteles gibi, mutçu,
hiçten yarabruşbr. Aquinalı'ya göre, teleolojik ve enteUektüalist bir ahlak an-
Tanrı tüın varlıkların kaynagı ise, varlı­ layışı geliştiren Aquinalı, nihai hedef
guı, varolan şeylerin başka bir kaynagı olan kusursuz mutluluga bu dünyada
olamaz. Tanrı bu bakımdan bir sa- ve bu dünyadaki şeylere baglanılarak
natkarla, örnegin bir heykeltraşla karşı­ ulaşılamayacagını söylemiştir. Mutlu-
laştırılamaz. Bir heykeltraş varolan luk en yüksek ve SIIUISIZ iy; olan Tann'da
malzerneye şekil verir. Oysa, yaratılış­ olmak durumundadır. Taruı'ya ilişkin
tan önce, yalnızca Tanrı vardı; bu ne- bir görüye ulaşıldıgında ancak, eksiksiz
denle varlıga gelen herşey varoluşunu bir mutluluga sahip olunabilir. Bu hede-
Tanrı'ya borçludur. Bu dünya, yaratıl­ fe ise, yalnızca akıllı varlıkJar bilgi ve
mış şey türlerinin mümkün en iyi dü- aşk yoluyla ulaşabilir. Buna göre, insan
zenlemesini içerdigi için, en iyi dünya- bu dünyada yalıuzca Taruı'nın varoldu-
dır. gunu bilir ve analoji yoluyla da, O'na iliş­
Başkabir deyişle, Aquinalı, yaradılış kin olarak yetersiz bir kavrayışa yükse-
konusunda tPlaton'un yaratıcı Tanrı'sı­ lebilir. Ancak öte dünyada, Tann'yı
run, Demiurgos'unun gerçek bir yaratıcı kendinde oldugu şekliyle bilebilir. Sonlu
olmadığını, yalruzca ezelf maddeye, yet- insa.nı, Aquinalı'ya göre, bundan başka
kin tidealan model olarak kullanarak, hiçbir şey mutlu edemez.
form kazandırdı~ru söyler. Ayru şekil­ Siyaset: Aquinalı Thomas, siyaset felse-
de, Aristoteles'in 1lk Hareket Ettiridsi de fesi alanında da Aristoteles gibi düşü­
gerçek bir yarabcı degildir, çünkü o, nür. Şu farkla ki, Aristoteles'in kent dev-
ereksel bir neden olarak zaten varolmak- letinin oluşturdugu genel çerçeve içinde
ta olaıu harekete geçirir. Buna karşın, düşündügüve insanın salt bu dünyada-
Aquinalı'nın Tanrı'sı gerçek bir yaraba- ki arnacııu dikkate aldıgı yerde, feodal
dır, hem fail ve hem de ereksel nedendir. dönemin düşünürü olan Thomas, insa-
Tanrı dünyadan bagımsız olarak varolur run dogal aınaana ek olarak, onun
ve dünyayı, kendi iyiligine karşılık gelen Tann'ya olan yönelimini de dikkate al-
yetkinliğirıi paylaşmak üzere, özgürce · rıuşbr. Bu baglamda, insanı toplumsal
yarabr. bir hayvan, devleti de dogal bir kurum
Aquinalı, ruhun ölürnsüzlügü konu- olarak gören filozof, insanın tinsel yaşa­
sunda, bpkı Aristoteles gibi, ruhun be- mıyla ilgili konular söz konusu oldu-
denin formu oldugunu söyler, fakat du- gurıda, devletin Kiliseye tabi olması ge-
yumsal ruhla entellektüel ruh arasında rektigini söylemiştir.
bir ayuun yapmaz. Ona göre, tüm insan araçsal akılcılık [İng. insiTumenta/ ratiııruı­
etkinliklerinin nedeni olan tek bir akıllı lism; Fr. rationalisme instrumental) Amaç-
ruh vardır. Bu çerçeve içinde, insaıun ların belirleıunesiyle, arnaçiann rasyona-
ruhu tüm cisimleri bilebildigi ve kendi litesi ya da geçerliligiyle degil de, salt
üzerine düşünebildigi için, insandaki belirli ya da daha önceden belirlenmiş
maddi olmayan parça olarak ölümsüz- amaçlara en iyi ve emin bir biçimde nasıl
dür. Aquinalı'nın ahlak anlayışı da ulaşılacagıyla ilgili olan, verilmiş amaç-
Aristoteles'in ahlak görüşüne berızer. lara ulaşmanın en etkili yollarının seçi-
İkisi arasındaki tek ve en önemli farklı- mi üzerinde duran takıkılık türü.
araç teorisi 71

Daha çok tFrankiurt Okulu düşünürle­ da totaliterligin doguşunu emperyaliz-


rinin tAydınlanmaya ve tmodernlige min yükselişine ve antisemitiz me, totali-
ilişkin eleştiri ve degerlendirmelerinin terligin güç kazanmasını da, geleneksel
oluşturdugu baglarnda ortaya çıkan bir ulus devletinin çözülmesine baglayan
teriın olarak araçsal akılcılık, aklı, insani görüşüne borçludur.
faaliyetin nihai ve en yüksek amaçlarına Başta kamusal alanla özel alan arasın­
deger biçilmesi sürecinde kullanan akıl­ daki sınırların yokolup gitmesi, ekono-
cılıgın taın karşısında yer alır. mik ilgi ve çıkarların hayatın tüm boyut-
araç teorisi [İng. instrunıental theory; Fr. larını tehdit etmeye başlaması problemi
tlıı!orie instrumentale]. tZihin ya da ruha olmak üzere, modern toplumun çeşitli
beden karşısında mutlak bir öncelik hastalıklarına ciddi bir teşhis ve güçlü
veren zihin görüşü. Zihnin bedenden bir analiz getiren Arendt, aynı zamanda
bagımsız olarak varolan bir töz oldugu- tarihsel tdetemıinizmin her türünü red-
nu, bedenin varlıga gelişinden önce ya deden bir eylem tfenomenolojisi üzerin-
da bedenin ölümünden sonra varolan de yogunlaşmıştır. Ona göre, insanlar
zihnin, bedeni bir araç olarak kullandı­ her ne kadar ayru türden olsalar da, bir-
gını dile getiren anlayış. birlerinden çok farklıdırlar. Bu farklılık
arbilrum liberum. Dışarıdan belirlenme- ve başkalaşma, kaçınılmaz olarak ko-
miş olan, tam tersine kendi kendisini nuşma ve eylemi onsuz olunamaz bir
belirleyen özgür iriidenin serbestçe ve- kategori haline getirir. Konuşma ve ey-
rilmiş kararı, özgürce yapılmış tercihi lemin insanın biricikliginin ortaya çıktı­
için kullanılan Latince terim. gr yapıp etmeler oldugunu öne süren
ardbileşen [İng. consequent; Fr. consequent; Arendt'e göre, konuşmadan ve eylemde
Al. konsequent]. Koşul önermesinin ikin- bulunmadan yaşanan bir hayat, sözcü-
ci bileşenine, hi potetik önermenin koşul gün tam anlamıyla hayat degit fakat
kısmı, yani 'ise' eklerninden sonra gelen daha ziyade bir insanın bütün hayatı bo-
parçası. yunca yaşadıgı bir ölümdür. Onun gö-
ardçevirme [Ing. obversion; Fr. ofromion; Al. zünde, insan ancak eylemde bulunarak
obversion]. Klasik mantıkta, belli bir öner- ve konuşarak kendisini ifade edip açık­
meden, öznesi ilk önermenin öznesiyle layabilir, ancak bu sayede öz varlıgırun
ayru, yüklemi ise ilk önerrnenin yüklemi- kişisel biricikligini dünya sahnesine çı­
nin çelişigi olup, nitelik bakınundan da, karabilir.
ilk önerrne olwnsuzsa olumlu, olumluy- Arendt eylem kategorisiyle baglantılı
sa olumsuz olan başka bir önerme elde olarak, ölüm düşüncesini ön plana çı­
etmekten oluşan dogrudan bir çıkarım kartan birçok filozofun tersine, dogum
türü. Bir önerme üzerinde gerçekleştiri­ kavramıru temele alır. Çünkü ona göre,
len ardçevirme işlemi, dört tip önermede dogmakla eylemde bulunmak ve yeni
de eşdeger bir sonuç verir. bir şeye başlamak aynı şeydir. Arendt
Arendt, Hannah. 1906-1975 yıllan arasın­ her insanın dogmuş olmak temeli üze-
da yaşanuş, Alman asıllı kadın felsefeci rinde bir başlangıç, yeryüzüne yeni
ve siyaset bilimci. Temel eserleri: The Ori- gelen oldugunu söyler. Bu baglamda,
gins of Totalitarianism [Totaliterligin Kö- dogum umut ilkesinin antropolik, biyo-
kenleriL The Hunıan Condition [İnsanlık lojik ifadesi veya gerçekligidir.
Durumu1 On Revolution [Devrim Üzeri- ugüman [Lat. argumentum; İng. argument;
ne] ve On Vi alence (Şiddete Dair). Fr. argunıent; Al. argument]. Bir tezi, bir
Çok çeşitli konulan kapsayan yapıtla­ görüşü desteklemek, dogrulamak veya
nnda, herkesin kahlınuna açık özgür güçlendirmek üzere getirilen, bir ya da
bir +kamusal alan kavramının agır bas- daha fazla sayıda öncü! ya da kabulden
hgı bir siyaset teorisi geliştiren Arendt belli bir sonucun çıkarsandıgı kanıtlama
ününü daha çok ondokuzuncu yüzyıl- tarzı ya da formu.
72 argumentum ad baculum

Bir argüman, bilimsel bir kanıtlamadan, mış oldui!;u için, yanlış oldugunu sa-
kesin olarak dogru ya da yanlış oldugu- vunına. Örnegin, şimdiye kadar hiç
nun söylenememesi bakımından farkWık kimse bir linin varoluşunu kanıtlama­
gösterir. Buna göre, bir argüman geçerli mış oldugu için, tinlerir. varolmadıgını
ya da geçersiz, güçlü veya güçsüz. olabi- ileri sürme.
lir, ama onun kesin sonuçlu olarak dogru argumentum ad judicium. Karu~ deney ve
veya yanlış oldugu söylenemez. Bir ar- araşbrmalara degil de, yalnızca insanlı­
güman söz konusu oldugwıda, onun bü- gm sagduyusuna ve insanların ortak hü-
tününden ziyade, sadece tek tek bileşen­ kümlerine dayanan akılyürütme tarzı
lerinin, öncüileri ya da sonucunun kendi olarak anlaşılan yanlış türü.
başlarına dogru ya da yanlış oldugu argumentum ad misercordiam. Latince
söylenebilir. 'acunadan yola çıkan akılyürütme' an-
argumentum ad baculum. 'Güç kullanan laıruna gelen yanlış türü.
akılyürütme ya da argüman' anlamına Söz konusu yanlış akılyürütme türün-
gelen önemli bir yanlış türü. de, yanlış, kişinin bir şeyi karşısındaki­
Söz konusu yanlış, kişinin bir konuda ne kabul ettirebilmesi için, bilgi ve bilgi
karşıtıyla tartışması, dogrulan birlikte temeli üzerinde karşılıklı olarak anlaş­
araması yerine, ona karşı güç kullanma- maya degil de, onun acıma hissinden ya-
sından ya da sopa göstermesinden olu- rarlanmaya kalkışmasından oluşur.
şur. Burada bir akılyürütme ya da politi- argumenlum ad personam. 'Kişiyi ilgi-
kayı güç kullanarak savunmaya çalışma lendiren şeye başvurarak akılyürütme'
söz konusu olup, bu tür bir tartışma ya da tartışına anlamına gelen yanlış
yaniışı daha çok diktatörlere ve gang-
türü. Söz konusu yanlış, bir şeyi kabul
sterlere özgü bir yöntem olarak karşımı­ ettirebilmek için, nesnel kanıt ve bilgile-
za çıkar. re degil de, başkalannın tercihlerine,
önyargılarına, kişisel egilimlerine mü-
argumentum ad hominem. Latince bir in-
racaat etmekten meydana gelir.
sana karşı akılyürütme anlamına gelen
argumentum ad populum. Latince 'halka
formel olmayan bir yanlış türü ya da
ya da çogunluga dayanan akılyürütme
yanlış bir tartışma veya akılyürütme
ya da tarbşma' anlamına gelen yanlış
tarzı. Söz konusu yanlış, bir kişinin gö-
türü. Söz konusu yanlış, bir tezi, bir poli-
rüşlerine, söz konusu görüşlerin niçin
tikayı, onu akıl yoluyla haklı kılmak ye-
yanlış oldugunu ortaya çıkaran kanıtlar
rine, dinleyicinin duygularına, hislerine
bularak degil de, o kişinin karakterine, başvurarak kabul ettirmeye çalışma yan-
kişiligine, niyetine ya da niteliklerine
Iışı olarak karşımıza çıkar. Bu yanlış,
saldırarak karşı çıkmaktan oluşur.
daha çok demagoga özgü olan bir yön-
argumentum ad ignoıantiam. Latince 'bil- temdir.
gisize karşı akıl yürütme' anlamına gelen argumentum ad verecundiam. Latince
formel olmayan bir yanlış türü. Söz ko- 'otorite ya da saygıya dayanan akılyü­
nusu yanlış, dinleyicinin bilgisizliginden rütme' olarak bilinen formel olmayan
yararlanarak. ona hoş masallar anlat- yanlış türü.
maktan oluşan yanlış bir yöntem ya da Söz konusu yanlış iki şekilde ortaya
akılyürütme tarzı olarak anlaşılır. çıkar: al Tartışılan ya da üzerinde duru-
Argunıeııtunı ad ignorantiam iki şekilde lan konuda, bir şeyi kabul etiirmek için,
ortaya çıkar: a) Bir şeyin, hiç kimse onun onunla ilgili saglam kanıtlar getirmek
yanlış oldugunu kanıtlamadJgt için, yerine, başka insanların, geleneklerin,
dogru oldugunu savunma. Ömet;in, bir ~detlerin ve hatta kurumların otoritesine
linin varolmadıgını şimdiye kadar hiç dayanma; b) Bir tezi, bir görüşü kabul
kimse karutlamarruş oldugu için, tinlerin ettirmek için, aynı görüşü daha önce
varoldugunu savunma; b) Bir şeyin, hiç kabul etıniş olan kimseler ya da otorite-
kimse onun do~u oldugunu karutlama- ler için duyulan saygıdan yararlanma.
Ariitippos 73

arete. Antik Yunan felsefesinde, erdem, Aristippos. M. Ö. 435-386 yılları arasında


bir şeyin yetkinli~L yaşamış olan Yunanlı düşünür. tSok-
Arete, başlangıçta ahlaksal bir belirle- rates'in ö~rencisi olan Aristippos tKirene
meden yoksun olan ve herhangi bir Okulunun kurucusu olarak bilinir. Eser-
şeyin, bu şey her ne olursa olsun, belli lerinden hiçbiri günümüze ulaşmamış
bir alandaki yetkinli~ine, mükemmeliye- olan filozof, aadan kaçman ve akla ya da
line karşılık gelen bir sözcük olarak or- ölçülülü~e dayalı do~rudan hazzı teıne­
taya çıkmıştır. Her ne ya da kim olursa le alan bir ahl3k ö~retisi geliştirrn.iştir.
olsun, kendisine uygun olan işi yapana, Aristippos'un hazcı ö~retisinin oluşu­
kendisine özgü işlevi yerine getirene, munda, tSofistlerin ve Sokrates'in etkisi
kendi uygun ve gerçek amacma erişene, olmuştur. Buna göre, Aristippos, Sofist-
Yunan'da aretesi olan, yani yetkin bir lerden kesin bilgiyi bize yalnızca du-
şey ya da erdemli insan denirdi. Örne- yumların verdi~i görüşünü almışhr.
~in, bıça~ın aretesi iyi kesmektir, çünkü Bununla birlikte, duyumlarımiZ bize ne
bıçak bu amaç için imal edilmiştir. şeylerin bizzat kendilerine ilişkin ola-
İnsan söz konusu oldu~unda, Yunan rak, ne de başka insaniann duyumları­
felsefesinde arete şu şekilde tanımlanır. na ilişkin olarak bilgi verir. Aristippos'a
Arete, insanın ya da şeyin yerine getir- göre, insaniann eylemlerinin temelinde,
mek durumunda oldu~u işleve, onun öznel duyumlar olmalıdır. Bu, kabul
amacına göre tanı~landıA"tndan, soru- edilirse, yani ah1aki eylem için gerekli
lacak soru şudur: 'Insana özgü olan fa- normu, bireysel duyumlar oluşturursa
aliyet türü nedir? İnsan varlı~ı, başka e~er, bu takdirde ahlaki eylemin amacı
varlıkların yerine getiremeyece~i hangi hoş duyumlar elde etmek olur.
işlevleri yerine getirmek durumunda- Ona göre, duyum hareketten meydana
dır?' Lısana özgü olan faaliyet türü, ha· gelir. Bu hareket yumuşaksa, yani bu
reket, büyüme, duywnlama ya da üreme harekette, kişi do~aya uygun bir duru-
de~ildir, zira bunlan .başka hayvan tür·
ma geçmişse, onda hoş bir du yum ve
leri de gerçekleştirir. Insanın aretesi, yal- bir haz duygusu meydana gelir; buna
ruzca insanda bulunan., insana özgü olan karşın, sert, fırtınalı, do~aya karşı olan
akılla ilgilidir. Zira akıl ve aklı kullanma
hareketler acıyı dqprur. Sessizlik, hare-
yalnızca insana özgü olup, onu başka
ketsizlik durumunda, ya da hareketin
hayvan türlerinden ayırır. Öyleyse, insa- pek zayıf oldu~u durumlarda ise, hiçbir
nın erdemi, akJını en yüksek düzeyde
duyum alamayiZ, haz ya da acı söz ko-
kullanmasından ve geliştirmesinden
nusu olmaz. Bu üç hareketi açıklamak
oluşur. İnsanın erdemi, bilgeliktir.
için, Aristippas yelkenli gemiye uygun
.\risteides. M. O. 3. yüzyılda yaşamış
ilk Hristiyan apolojistlerinden. bir deniz rüzgan, deniz fırbnası ve hiç
rüzgann esrnemesi örneklerini venniş­
Hırıstiyan İmam için Savunma aduu ta·
şıyan apolojisiy le tamnan Aristeides, bu
tir. Tıpkı yelkenli gemiye uygun bir
eserinde, Yunan ve Mısırlılarm tannlan- deniz rüzglrmın en iyi ve tercih edilesi
nı, Yunan ahl3k anlayışmı eleştirmiş ve
durum olması gibi, üç ayn duyum tü-
Tann'nın varoluşu için, düzen ve amaç
ründen, yalnızca haz duyumu istenme-
kamlından başka hareket kanılını öne ye de~er olan duyumdur.
sünnüştür. Buna göre, dünyadaki düze-
Bunu, Aristippos'a göre, do~anın ken·
ne bakan ve dünya ile dünyadaki herşe­ disi de kanıtlar, çünkü herkes hazZin pe-
yin başka bir şeyin etkisiyle hareket etti- şinden koşar, acıdan ise kaçar. Hazzın
~ini anlayan Aristeides, 'hareket etti· yerine aasızlı~ı koymak da yanlış olur,
renin hareket ettiri1enden daha güçlü ol~ zira hareket olmayan yerde, yalmzca bir
du~u' inanayla, dünyanın hareket ettiri· duygusuzluk durumu söz konusu olup,
cisini.n, herşeyi insan için yaratmış olan burada hazza da aaya da yer yoktur.
Tanrı oldu~u sonucuna varmıştır. Buna göre, iyi, hoş olanla ve hazla, kötü
74 aristokrasi

de hoş olmayan ve acı ile ayrudır. Yani, 2 Aristokrasinin analoji yoluyla ortaya
haz veren herşey iyi, acı veren şey de çıkan farklı kullanımlan da vardır. Ge-
kötüdür. İnsan eyleminin ve yaşamının nel olarak çeşitli sınıfların üst katınanı
en büyük amaa hazdır. aristokrasi adıyla tanımlanır. Buna gö-
aristokrasi [Os. zddegdn h8kinıiyeti; İng. re, hükümetin üst düzey görevlileri
aristocracy; Fr. aristocratie; Al. aristokratie]. devletin siyasal aristokrasisini, sanayi ve
1 Orijinal ve etimolojik anlanu içinde, en finans dünyasının en zengin patronları
iyilerin, hem düşünsel ve hem de tarih- ekonomide refalı aristokrasisini temsil
sel olarak, monarşinin ve demokrasinin eder.
karşısında yer alan, yönetimi. Aristoteles. Milattan önce 384-322 yıllan
Aristokrasi, +Platon ve t Aristoteles ta- arasında yaşaınış olan ünlü Yunanlı
rafından geliştirilmiş olan bir terimdir. bilim adamı ve filozof. Mantıgı, metafi-
Platon ve Aristoteles gerçek anlamda bir zigi, fiziği ve biyolojisiyle, modern çaga
yönetim modeli olarak, aristokrasiyi, kadar tek ve en büyük otorite olmuş
yani, ahlaksal ve entellektüel bakımdan olan düşünür.
üstün ya da en iyi olan az sayıdaki insa- Aristoteles'in temel eserleri, manhk ve
nın yönetimini önermişlerdir. Başka bir
bilgi kuramı üzerine altı incelemeden
oluşan Organon, doga felsefesini açıkla­
deyişle, Platon ve Aristoteles'te aristok-
rasi, toplumun en ahlaklı ve en aydın dıgı Gökler Üzerine, Fiz;k ve Varlıta Geli~
üstün kesimini oluşturan bir azınlıgın, ve Yokoluş Üzerinedir. Psikoloji konu-
halkın çıkarlan dogrultusundaki yöneti-
sundaki iki temel eseri, Hayvana Dairle,
rnidir.
Pawa Naturalia olan Aristoteles'in varlık
konusundaki ünlü eseri Metafiziktir. Si-
Bu tür bir yönetim biçimi, tek kişinin
yaset felsefesi alarunda Politikayı, estetik
yönetiminden (monarşi ya da tiranlık),
alaıunda, Poetika ve Retorild. yazmış olan
çogunlugun yönetiminden (demokrasi),
filozofun, ahlak alarondaki temel kitabı
bencil ya da askeri hırslan olan azınh­ Nikomakhos' a AhUlktır.
gm yönetiminden (oligarşi ya da timok- Temel ilkeleri: Aristoteles'in bir filozof
rasi) farklıdır. Bununla birlikte, toplurn- olarak en önemli özelligi, onun sagdu-
sal yaşamı yönlendirecek, yönetici üs- yuya olabildigince yakın bir düşünür
tün ve aydın insanlan belirlemek olduk- olmasıdır. Hem tPiaton'un tİdealanna
ça güç oldugundan, aristokrasi pratik ve hem de +Demokritos'un maddi atom
olarak, üstün insaniann ya da en iyile- görüşüne karşı çıkan Aristoteles, hem
rin yönetimi haline gelmiştir. Bu çevçe- ahlakf degerieri teminat alhna alacak
ve içinde, Platon, kendi ideal devletinde, bir teori ve hem de bilimsel dogruları
ahlaksal ve entellektüel bakımdan üstün ortaya koyacak bir kuram, bilime ve
olan bu insanlan belirlemek için, aynnh- ahlaka hakkını verebilmek için, atomlar
h ve uzun süreli bir egitim programı veya idealar benzeri gözle görülemez
önenniştir. Yine, en iyi kavramı deger varhklann varoluşunu öne sürı:neyecek
yargılarına göre degişen, öznel bir kav- bir teori arayışı içinde olmuştur. Onun
ram olduğundan, aristokrasiyi, oliga~ik buldugu çözüm ttöz ögretisidir. Buna
ya da timokratik yönetimlerden ayırmak göre, tözler tüm özellikler için dayanak
zorlaşır. olan nihai gerçeklik ve öznelerdir. Söz
Buna göre, aristokrasi, feodalizmde, konusu nihai gerçeklikler somut şeyler­
toplumsal statülerine bakllm.aksızın tüm dir ve somut şeyler için de Aristote-
insanların yönetimi olarak anlaşılan de- les'in gözde örnekleri biyolojik bireyler-
mokrasinin karşısında yer alan, aristok- dir. Tözler nihai gerçekliklerdir, zira
ratlann, soylulann, toplumsal statüleri tözler varolmadıgı katdirde, başka hiç-
en yüksek insaniann yönetimi olarak bir şey, tözün özellikleri olarak tümel-
geçer. ler de varolmayacakbr.
Aristoteles 75

Bu varlık ögretisiyle Aristoteles Pla- ölçüde mantık konusundaki görüşleri­


ton 'un İdealanrun, onun yanlışlıkla ·bi- ne ve biyoloji alanındaki çalışmalarına
reyler olarak gördügü tümeller oldugu- dayarur. Buna göre, mantıksal bakış
nu öne sürer. tTümeller gerçekten de açısından, 'var olmak' onun gözünde,
vardırlar, fakat onlar varoluşları için hakkında konuşulabilecek ve tam ola-
tikel nesnelere, bireysel şeylere baglıdır­ rak tanımlanabilecek bir şey olınakbr.
lar. Gerçekten varolanlar tümeller degil Buna karşın biyoloji alanındaki çalış­
de, agaçlar ve kediler benzeri, dış dünya- malan açısından, 'var olmak' dinamik bir
da karşılaştıgımız nesnelerdir. süreç, bir degişme süreci içinde olmak
Mantık: Aristoteles, mantık alarunda, anJaınuıa getir. Şu halde, 'var olmak'
mantık çalışmalarına ondokuzuncu yüz- Aristoteles için, bir şey olmak anlamına
yıla kadar temel olınuş bir manhk siste- gelir. Bundan dolayı, ona göre gerçekten
ınİ kurmuşhır. Mantıgı her türden bilgi var olan, Platon'da oldu~u gibi tümeller
edinme süreci için bir araç olarak gören degil de, bireylerdir, 'şu' diye gösterdigi-
Aristoteles'in mantıgının en önemli yö- miz belirli bir dogaya sahip olan varlık­
nü, 'belli şeyler kabul edildiginde, başka lardır. Onlar, Aristoteles'in manbkla ilgili
şeylerin onlardan zorunlulukla çıktı~' eserlerinde sözünü etti~ nicelik, nitelik,
bir konuşma olarak tanımlanan tasını­ ilişki, yer gibi kategorilerin, temel nitelik
dır. Aristoteles, bir önermedeki öznenin,
ya da yüklem1erin kendilerine yüklene-
yüklemine on farklı şekilde baglandıgını bildigi öznelerdir.
gösteren on kategoriden söz eder. Onun İşte Aristoteles, kendisine tüm kategori-
manhgı yalnızca insan zihnindeki dü-
lerin yüklendigi bu özneye 'töz' adıru
şünce faaliyetlerini betimlemekle ve dile
verir. Onda var olmak belirli türden bir
ilişkin gramatikal bir tanaliz saglamakla
töz olmaktır. Töz, aynt zamanda dina-
yetinmeyip, aktüel şeyler arasındaki iliş­
mik bir sürecin ürünü olarak ortaya
kilerle ilgili bir kuramı ifade eder.
· çıkan bireysel varhk olarak da tanımla­
Bilgi: Aristoteles'e göre, bilgi tümel ola-
nır. Bu bakımdan ele alındıgında, meta-
nın, formun bilgisidir, bu nedenle yargı­
da dile getirilebilir olan bir bilgi, formlar fizik varlı~, yani var olan tözleri ve
arasındaki özsel baglanhlara ilişkin bir
tözlerin nedenlerini, yani tözleri varlıga
kavrayıştan meydana gelir. Aristote-
getiren süreçleri konu alıp araştıran, tüm
varlıklann temelindeki temel bilimdir.
les'in gözünde bir şey hakkında dogru
bir bilgiye sahip olmak, o şeyi türler ve Aristoteles'te töz bir madde ve bir
cinsler hiyerarşisi içinde bir yere, bir tür formdan meydana gelir. O her ne kadar
ve cins içine yerleştirebiirnek ve dolayı­ maddeyle formu birbirinden ayıısa bi-
sıyla neyin onun için özsel oldugunu bi- le, dogada bizim hiçbir zaman madde-
lebilmektir; bu ise, özsel tanım yoluyla den yoksun bir formla da, formdan yok-
olur. Aristoteteles'e göre, bir şeyin özünü sun bir maddeyle de karşılaşmadıgt­
vermek, o şeyin nedenine ilişkin bir açık­ mızı belirtmeye özen gösterir. Varolan
lama ortaya koymaktır. Bundan dolayı, herşey somut bir birey olarak varolur
Aristoteles bir şeyin nedenini ortaya ve herşey maddeyle formun bir birligi
koyabildigimiz zaman, ilk elden, ger- olarak ortaya çıkar. Şu halde, töz fonn
çek bilgimiz oldu~unu söyler. Bir şeyin ve maddeden meydana gelen bileşik bir
nedenini vermek ise, o şeyin özünün ilk varlıktır. Bundan dolayı, Aristoteles'te,
ilkelerden başlayarak tanıtlanmasım içe- ayn formlardan, duyusal dünyanın dı­
rir; bilimin işlevi budur. şında olan bir ldealar dünyasından söz
Metafizik: Onda tmetafi.zik. var olanı var etmek olanakJı degildir. Form, ayn bir
olmak bakurundan ele alan, var olan bir yerde degil de, bu duyusal dünyada ve
şey olmanın ne anlama geld.igini ataştı­ tözün bileşenlerinden biri olarak varo-
ran bilimdir. Onun metafizigi çok büyük lur.
76 Aristotelesçilik

Madde ve form aynmı, Aristote!es'e ~ıınsız olarak, ve yalnızccı nesnelerin


göre, dogada varolan herşeye uygulan~ kendilerinde, bu nesneleri her ne ise o
mak durumunda olan bir aynmdır. Aris- yapan tözler olarak varoldugunu; zihni-
toteles'te bileşik tözleri meydana getiren mizin bu özleri algı yoluyla nesnelerden
ınadde ve formdan yalnızca form şeyler~ soyutladıgını; bu soyutlamanın dış ger-
deki bilinebilir ögeye karşılık gelir. Mad- çeklige ilişkin bilgimizin temelini mey-
denin, şeylerin insan zihni tarafından dana getirdigini dile getiren tümel görü-
ayırd edilemeyen, yapıdan ve belirleme- şüne, kavrarncı yaklaşırnma verilen ad.
den yoksun, bilinemez bileşeni oldugu Al'isloleles mantığı [İng. Aristotelian logic;
yerde, form insan z.ihni tarafından biline- Fr. logique AristoUlicimne}. Klasik mantık,
bilen, yani tasvir edilebilen, tanımlanabi­ özellikle Ortaçagda ögretildigi şekliyle
len, sıruilanabilen ve başkalarına aktan~ geleneksel tasırn mantıgı.
Iabilen yöndür. İnsan zihni, Aristoteles'e Aristoteles'te nihai ve en yüksek ger-
göre, duyualgısında şeylerin duyusal çeklik kategorisini meydana getiren bi-
fonnunu, buna karşın kavramsal bilgide rinci dereceden her töz, 'Piaton bir in-
de akılla anlaşılabilir olan formunu alil". sandır' önermesinde oldu~ gibi, söz
Arislotelesçilik [Os. Aristetıilisiye; İng. Aris- konusu tasırn manhgının temel ilkesine
totelianisııı; Fr. Aristotilisme; Al Aristotelis~ göre, ikinci dereceden bir tözün kaplanu
mus]. 1 Kendi düşünce ya da felsefelerin- içine girer. İkinci dereceden tözler, tür
de, Aristoteles'in ögretilerini, kavramsal adı verilen daha aşagı sınıf (insan ya da
modeli veya yöntemini benimseyen ya at) ya da özellikle cins adı verilen yük-
da kullanan düşünürlerin tavrı. sek suııf (ömegin, hayvan) arasında bir
ayırım yapan Aristoteles'e göre, 'insan
Aristotelesçili~ belirleyen temel ögeler
akıllı hayvandır' ömeginde olduttı gibi,
arasında suasıyla, onun bilginin, Pla-
her türün, cinsin türsel ayırırndan mey-
ton'da oldugu gibi, doguştan getirilen
dana gelen bir özü vardır. Aristoteles'in
fikir ve ilkelerin anımsanmasından degil
işte ttümeller arasındald bu bagınblan
de, tümelierin ve ilkelerin algılardan çı­
kullanarak geliştirmiş oldugu bir ba~­
karsarunasınm sonucu oldugu, dolayı~
blar mantıgına Aristoteles mantıgı, tasırn
sıyla, önce duyu~algısıyla başladıgı gö-
mantıgı adı verihnektedir. Bu tasırn man-
rüşü; dogaı fenomenlerin gözlemi ve
tıgına göre, öme~n tüm insanJar hay-
sınıflanmasıyla belirlenen metodolojisi;
van, ve tüm hayvanlar da canlı varbklar-
tümdengelim.sel önermeler mantı~na ya sa eger, bu takdirde tüm insanlar canlı
da tasıma verdigi öneın; amaçlı ve dü~ varlıklardır. Genel olarak söylendiginde,
zenli doga görüşüne baglı olarak, nitelik- tüm A'lar B, ve tüm B'ler C ise, bu takdir-
sel bir bilim anlayışı yer alır. Aristote~ de tüm A'lar Cdir. Aristoteles ınantıgm­
lesçi diye sınıflanabilecek düşünürler da, yine belli bir mantıksal fonna sahip
arasında, İslam dünyasından EI~Kindi,
önennelerden, yani öncüllerden. yeni
İbni Sina, İbni Bacce, İbni Rüşt; Ortaçag önenneler, yani sonuçlar çıkaısamaya ya-
Hristiyandünyasından ise, Aquinalı Th~ rayan birtakım mantıksal kurallar vardır.
mas bulunmaktadll". aritmetiksel yüklem [İng. aritlımetical
2 Aristotelesçilik, ikinci olarak Aristo- predicate; Fr. predicat arithmetique]. Oner-
les'in eserlerinin hristiyan ve müslüman meler mantıgının dognısal eklemleri,
alimierin teolojik şerhlerinden hareketle tümel ve tikel niceleyiciler, sabit ve de-
yorurnlarunasuıa dayanan Ortaçag akı­ gişken dogal sayılar ve, toplama ve
mıru ifade eder. çarpma fonksiyonları aracılıgıyla ifade
Arislolelesçi realizm [İng. Aristotelian rea- edilebilen yükleme verilen ad.
lism; Fr. rhılisme AristoUlicien]. Aristote- Arkesilaos. M. Ö. 315-241 yıllan arasmda
Jes'in ttümellerin, özlerin, soyutlamala- yaşanuş ve Krates'in ölümünden sonra,
nn, genel kavramların dış dünyada, tAkademi'nin başına. geçmiş olan Yu-
zihinden, onlara ilişkin algımızdan ba- nanlı düşünür.
ars combin~toria 77

Akademi'nin dogmatik Platoncu meta- sunda aykırı görüşlerin savunuculugu-


fizigine oldugu kadar, tStoacılıga ve nu yapan jansenist akımın 17. yüzyıl­
tEpikürosçuluga da karşı çıkmış olan daki öncü ilahiyatçısı.
Arkesilaos, tPyrrhon'unki kadar radikal Port-Royal · mantıgıyla ilgili çeviri ve
alınayan bir kuşkuculugu benimsemiş­ araştırmalanyla da tanınan Amauld,
tir. Nitekim, epoklteyi, yani hiçbir konuda Kartezyen döngü problemiru ortaya atan
hüküm vermeıne tavnnı ilk kez olarak ilk kişidir. O, Kartezyen felsefenin belli
uygulayanın Arkesilaos oldugu sanıl­ başlı izleyicilerinden olan Malebranc-
maktadır. Bildigi hiçbir şey bulunrnadı­ he'la da polemige girmekten kaçınma­
gını söyleyen tSokrates'ten fazla olarak, mış ve tLeibniz'le olan yazışmalarında,
hiçbir şey bilmedigi olgusundan bile ha- filozofun eserlerini sıkı bir eleştiriye tabi
bersiz oldugunu dile getiren Arkesilaos, tutmuştur.
özellikle Stoalıların epistemolojisini sal- Aron, Raymond. 1905-1983 yılları arasın­
dırılarının hedefi yapmışbr. da yaşamış olan ünlü Fransız sosyolog
arketip [Yun. arklıetypos; Lat. arldıetypus; Os. ve filozofu. Temel eserleri arasında
ııümunei nsli; İng. ardıehjpe; Fr. arclıehjpe; L'Opium des iııtellectuels [Aydınların Af.
Al. arclıet:yp]. Model, örnek. ı tPlaton'da, yonu], Di:c-Huit l..eçons sur la Soci~tl in-
duyusal dünyadaki şeylerin, maddi ol· dustrielle [Endüstri Toplwnu üzerine
mayan, degişmeyen ezeli-ebe-di modeli. Onsekiz Ders], Democratie et Totalitarisıııe
Yetkinlikten yoksun, gelip geçici şeylerin [Demokrasi ve Totalitarizın], lııtroducti­
kendisinden pay aldıkları, kendisine orı lı la plıilosophie de 1' Histoire [Ta-rih Fel-
göre biçimlendikleri örnek. model, ezeli sefesine Giriş] ve Etapes de la Pensee Socicr
ve ebedi ilke. tİdea. 2 Özellikle empirist
logique [Sosyolojik Düşüncenin Evreleri]
felsefede, idelerimizin upuygun olabil·
gibi kitaplar bulunan Aron, kariyerinin
meleri için, kendisine uymak durumun·
başlarında ünlü varoluşçu filozof Jean
da oldukları model.
Paul tSartre'ın yakın çalışına arkadaşı
3 tMalebranche ve tBerkeley'de Tann'-
olmuştur. Ancak, Aron daha sonra Sart·
run zihnindeki tide. 4 Dine, dini tören,
ayin ve efsaneye ilişkjn geruş kapsamlı re'la Marksistleri şiddetle eleştirıniştir.
inceleme. 5 tJung psikolojisinde, kollektif 1968 öncesi Fransa'sınınteorik yönden
bilinçdışından dagan ve efsanelerde, ma-
en önemli bakış açısının meydana geti-
sallarda, saghklı ya da nevrotik öznenin ren Marksizmi eleştirdigi için entellek-
bütün imgesel ürünlerinde ortaya çıkan tiiel çevrelerden büyük ölçüde tecrit
yapı.
edilmişbir düşünür olan Aron, politik
arkhe. Antik Yunan felsefesinde, herşe­ kurum ve süreçlerin toplumsal ve eko-
yin kendisinden varhga geldigi ilk töz, nomik ilişkilerden bagnnsız oldugunu
maddi neden ya da ilke. Ark he terimi bu göstermeye çalışmıştır. O, Fransız sos-
anlamda, Ukçag felsefesi içinde, ilk kez yolojisine şu dört konuda katkı yap-
olarak t Anaksimandros tarafından kul- mıştır: ı Çagdaş tideolojiye ilişkin bir
lanılmıştır. Ona göre, arkhe ezeli-ebe· analiz. 2 Endüstri toplumuna yönelik
didir, y;tni zaman içinde bir başlangıcı bir analiz ve inceleme. 3 Uluslararası
ve sonu yoktur, yarahlmamıştır, yok ilişkilerle ilgili bir analiz. 4 Modern po-
edilemez. Hep varolmuştur, vardır ve litik sistemlerle hareketleri konu alan
varolacaktır. incelemeler.
Arkhe, yine Yunan bilim ve felsefesin- ars combinatoria. tLeibni.z tarafından
de, ayrıca bir dizide ilk olan, kaynak, önerilmiş olan, ilkel kavramlar olarak
ilk neden ya da ilke anlamına gelir. alınan az sayıdaki basit kavramın birle-
Amauld, Antoine. 1612-1694 yıllan :ıra­ şiminden hareketle kompleks kavram-
sında yaşamış olan Fransız filozof ve lar yaratma ya da meydana getirme tek-
poleınikçi; yazgı ve özgür irade konu- nigi ya da sanatı.
18 artldeğer

Leibniz bu tekniği, tüm disipHnlerde, İşte bu çerçeve içinde, dil bağlamında


her tür çalışma ve araştırmada kendi- artzamanlı bir yaklaşım, anlamlar siste-
sinden faydalanılacak bir alet ya da yar- mindeki, bir andan, bir zamansal nokta-
dunci olarak önermiştir. O, tüm diger dan digerine dogru olan degişmeleri in-
sembollerin kendileriyle tarumlanacagı celemekten meydana gelir. Daha genel
az sayıdaki ilkel sembol içeren evrensel bir anlamda ise, bir şeyi artzamanlı bir
bir dil geliştirilmesi, söz konusu girişi­ biçimde incelemek demek, onu zaman
min daha sonra evrensel bir matematik- içinde degişen bir sistem olarak ele al-
le, evrensel bir akılyürütme sistemiyle maktır. Artzamanlı yaklaşım, bir şeyi,
tamamlanması gerekt:igini savunmuş· ömegin dili, zaman içindeki bir anda,
tur. Bu yapıldıgında, tüm konular, ona bir anlamlar sistemi olarak incelerneyi
göre, bu yeni dille araştınlacaktır. Leib· ifade eden eşzamanh bir yaklaşımın
niz bu bakış açısı ve girişimiyle, tüm di- tam karşısında yer alır.
siplinlerde söz konusu olacak bir form el· arzu [İng. desire; Fr. desir; Al. begehren]. Bir
leştirme faaliyetinin öncüsü olarak nesne tasanmıyla desteklenen egilim,
görülmüştür. yönelim. Bir şeye ulaşmak, bir şeyi
artıdeger [Os. fazlai kıymet; İng. surplus elde ebnek için duyulan yogun istek.
value; Fr. plus-value; Al. mehrwert] Mark- Belirli ve bilinçli bir faaliyet türü oldugu
sist teoride, işçinin ürettigi ürünün top- için içgüdüden yüksek, fakat kişisel ol-
lam degerinden, o ürünü ürebnek için mayan bir düşünce ya da genel birta-
harcadıgı emek gücünün degeri çıkarhl· kım ilkelerin sonucu olrnadıgı için, iridi
dıktan sonra, geri kalan deger; yani işçi· eylemden aşagı olan aktif duygu.
nin ürettigi malın degeriyle, aldıgı ücret Her duygu, zihin ya da bedende belli
arasındaki faik
bir faaliyete yol açtı~ için, arzu duygu
İşçilerin üretimini arttırmak için, farklı artı faaliyet olarak tanımlanabilir. Arzu-
yöntem ya da stratejilerin kullanılmasına nun, felsefeyi ilgilendiren en önemli
baglı olarak iki tür arbdegerden söz edi-
yönü, insanın yalruzca kendisine haz ve-
lebilir. Buna göre, harcanan z.a.maJW\ faz- reni mi arzuladıgı sorusuyla, arzu kar-
lalaştınlması suretiyle arthnlan arbdege-
şısındaki tavrın kabul mil yoksa red mi
re, mutlak artıdeger, buna karşın işçiyi
olması gerektigi sonısudur. Başka bir
aynı zaman bi riminde daha verimli ve
deyişle, temel problem, insanın dogal
üretken kılmak sureliyle yaratılan artıde­
arzunun kendi üzerindeki egemenlik ve
gere ise göreli artldeger adı verilir.
otoritesini sorgulayıp sorgulamayacagı
aıtz.a.manlılık [İng. diachrcmy; Fr. diachronir;
Al diachronie]. Dilsel olgulann zaman sorusud ur.
içindeki evrimleri bakımından ele alın­ arzu felsefesi (İng. philosophy of desire; Fr.
philosophie du dlsire]. Çagdaş dilşilnürler
dıklarında sergiledikleri özellik; bir dilin
tarihini oluşturan zaman dizisi. tDeleuze ve tGuattari'nin, arzuyu, genel
Terim, esas karşıh olan eşzamanlılıkla bir rasyonalizasyon süreci içinde, bilinç
bir anlam ifade eder. Bu iki kavramın lehine bashran modern düşüneeye karşı
ifade ettigi karşıtlık, dile ilişkin araşhr­ gelişt:irdikleri, olwnlu ve üretken bir güç
malara ivme kazandıran İsviçreli ünlü olarak degerlendirilen arzunun serbest
yapısalcı dilbilima Ferdinand de Saus- bırakılmasını, akışkanhgının ve üret·
sure olmuştur. Artzamanlılık ve +eşza­ kenliginin saglanmasını amaçlayan fel-
manlılık karşıthgı, hem dile yönelik sefeleri.
yeni bir yaklaşımı ve hem de ondoku- Geleneksel rasyonalist şernaların arzu-
zuncu yüzyil tarihseıcmgine karşı bir nun üretken akışını önlediklerini, arzu·
tepkiyi ifade eder. Buna göre, dilbilim yu istikrarlı hile getirip sabitleyen, yara·
halkların tarihini anlamada kullanılacak ha enerjinin önüne set çeken tahakküm
bir yardıma araçtan ziyade ayn ve mils- stratejileri olduklarını öne süren Deleu-
takil bir bilim olarak ele alınmalıdır. ze ve Guattari'de arzu çok büyük ölçü-
Asya tipi üretim tarzı 79

de Nietzsche'nin güç istemi kavramına olana ilişkin, zorunluluk taşımayan,


tekabül eder. Onlara göre, arzu özü iti- dogruluk ya da yanlışhgı olumsallık
bariyle olumlu, yaratıcı ve üretken sergileyen bilgi.
olup, kendisini bütünleyecek kayıp bir Astikalar. Hint düşüncesinde, 'Evet di-
nesne arayışıyla degil, fakat kendisini yenlere', yani gelenege karşı olan dü-
her daim yeni baglanb ve başlangıçlar şünce sistenıJerini ifade eden Nastikala-
bulmaya sevkeden üretken bir enerji nn karşısında yer alan, ve dolayısıyla
bolluguyla işler. Bundan dolayı, arzu- tVeda gelenegini taıuyan düşünce sis-
yu bir tür eksiklik olarak karakterize temleri. Buna göre, Astika adı tBrah-
eder tüm idealist, diyalektik ve hiççi yo- manizme dayanan ve Vedalardaki dü-
rumlara karşı çıkan Deleuze ve Quatta- şünceleri ele alıp geliştiren sistemlere
ri, arzuyu bir tür dinamik makine ola- verilen addır.
rak yorwnlar. astroloji [Os. ilmi renıil; Ing. astrologı;; Fr.
Arzu, onlara göre, nesneler ve arzula- astrologie]. Tarihsel olarak, dünyanın ev-
yan diger makinalarla baglantılar kura- renin. çevresinde gezegenlerin ve yıl­
rak. şeyleri ve gerçekJigin bizzat kendi- dızların döndügü merkezi oldugu, ve
sini üretir. Deleuze ve Guattari'nin, göksel cisimlerin hareketlerinin dünya-
arzuyu duygularumsal ve libidinal ener- da olup bitenleri etkiledi~ inancının
jinin bilinçdışı tarafından yarablan ce- bir sonucu olarak gelişen, yıldıziann
şitli türden sentezler içindeki sürekli bir dünya olaylan üzerindeki etkisini belir-
yeniden üretimi olarak yorumlayan, ar- lemeyi ve bu etkileri dikkate alarak ge-
zuyu örnegin aile yapısı içine kapahp kı­ lecegi önceden haber vermeyi amaçla-
sıtlayan, arzuyu sömürerek gelişen gele- yan kehanet sanatına verilen ad.
neksel yapı ve kurumlan gözler önüne astronomi [Os. ilmi nacum; Ing. astrononıy;
serip eleştirdikten sonra, arzuyu özsel Fr. astTonomie]. Gök cisimlerini konu
üretkenligine ve yaratıahtına iade et- edinen en eski sagın bilim. Gök cisimle-
meyi amaçlar. rinin ve bu arada evrene dagılmış olan
Asanga. M. S. S. yüzyılda, bir degilleme yıldıziann kökenini ve hareketini ince-
manbgına dayanarak, kavrarncı bir sis- leyen bilim.
tem kurmuş olan Hintli Budist düşünür. Astronomi içinde gök cisimlerinin hare-
Dogru ve gerçege, ve dolayısıyla Nirva- ketini konu alan araştırma daima gök me-
na'ya mantık işlemleriyle aşama aşama kaniti, gök cisimlerinin fiziki dogalannı
yükselebilece~ savunan Asanga'ya konu alan araştırma dalına ise, astro fizik
göre, ne yalnız somut varlıklar gerçektir, adı verilir. Yine aynı çerçeve içinde evre-
ne de varolan he~y bir hiçliktir. Hem ni bir bütün olarak ele alan araşbrma da-
nesnelerin hem de bu nesnelerin karşı­ lına koznıoloji adı verilirken, evrenin kö-
sında bulunan kişilerin, degilleme man- kenini açıklamaya çalışan araşl:mna
tıgına uygun olarak iki kez degilleme iş­ dalına ise, koznıogoni adı verilir.
leminden geçirilmesi sonucunda yine Asya tipi üretim tarzı [İng. Asiatic: nıode
olumlu bir durum elde edileeetini dile of production; Fr. mode de production asia-
getiren Asanga, işte bu durumun bir so- tique]. Marksist anlayışta, belirli bir aşa­
nucu olarak yalruzca kavramlarm gerçek mayı işaret eden üretim biçimi.
olabilecegi görü~ünü savunmuştur. Asya tipi üretim tarzı deyimini Mı­
assertorik bilgi [Ing. assertoric knuwledge; sır'dan Hindistan'a dek uzanan kuşak
Fr. conrıaiSStJnce assertorique]. Ünlü Yunan içinde yer alan Dogulu toplumlann du-
filozofu t Aristoteles'in bilgi ve bilim an- raganhgını açıklamak için kullanan
layışında, ortaya çıkabilir olana ilişkin Marks, söz konusu üretim tarzıyla Asya-
bilgiye, yani problematik bilgiye ya da tik toplumu ilkel komünal topluma daha
olmak zorunda olana ilişkin bilgiye, yani yakın bulmuşrur. Avrupa toplumlarının
apodeiktik bilgiye karşıt olarak, aktüel Yunan-Roma döneminde köleci üretim
80 aşagıhk kompleksi

tarzına geçerek bu aşamayı geride bırak­ güç olarak düşür.üldügü zaman, gir-
tıgtnı savunan tMarks'a göre, Asya tipi miştir. Aşk, bundan bagunsız olarak,
üretim tarzının temel özellikleri arasında felsefeye, ahlaksal problemler açısından
özel mülkiyelin yoklugu, sulama işle­ da konu olmuştur. İnsanın en güçlü ilki-
rinde devletin egemen olması, köylerin lerinden biri olan aşkın, akıllı bir varlık
kendi kendine yeterli olması, el zenaatla- olarak insanın düşünme ve akılyürüt­
rı ve üretim yöntemlerinin basitligi gibi me kapasitelerini gerçekleştirmek duru-
özellikler sayılmıştır. mundaysa eger, kontrol edilmesi gere-
Buna göre, çok gelişmiş bir devlet ay- ken bir güç oldugu düşünülmüştür.
gıtıyla azgelişmiş bir sivil toplumun Bab geleneginde, Platonik aşk, Hristiyan-
yetkin bir örnegi olan Asyalik toplum lıgın aşk anlayışı, Ranıantik aşk ve niha-
Batı'daki ekonomik ve toplumsal geliş­ yet Freudçu aşk olmak üzere, dört farklı
menin uzaj\ında kalmış olan bir toplum- aşk anlayışından söz edilebilir. Söz ko-
dur. Başka bir deyişle, merkezileşmiş nusu dört aşk anlayışından her biri,
devlet topluma egemen oldugu için, As- belli bir aşk türünü ön plana çıkarsa da,
yatik toplumda bu~uvazinin doguşuyla genel olarak aşk ya da aşkın dogası üze-
yakından ilişkili olan kurumlar, ömegin rine olan bir kuramdır. Ortak noktaları,
serbest pazar, özel mülkiyet, !onca kuru- aşkı, yaşamda önemli olan herşey için
mu ve burj~ıva hukuku hiç olmamıştır. bir anahtar olarnk görmeleridir.
Buradan da anlaşılacagı üzere, Marks, Aşkın konusu farklı ~yler olabilmekle
Asya tipi üretim tarzı ve dolayısıyla As- birlikte, aşkla daha çok sevgiliye, Tan-
yatik toplumda, özel mülkiyet bulunma- rı'ya duyulan aşk aniatılmak istenmiş­
dıgı için, toprak sahipligiyle topragı iş­ tir. Nitekim, tPatristik felsefenin büyük
letenler arasında sınıf çatışmasının da düşünürü Aziz t Augustinus'a göre,
olmadıgını öne sürmüştür. Dinamik bir inSan zorunlu olarak ve kaçuulmaz bir
sınıf çatışması olınadıgı için de, Marks'a biçimde sever. Insanın kendi kendisini
göre, devrim niteligindeki sosyal degiş­ aşmasından başka bir şey olmayan
me için sosyolojik bir temel bulunmaz. aşkı insan için kaçınılmaz kılan şey, in-
aşagılık kompleksi [İng. coıııplex of infe- sanın kusurlu ve eksildi bir varlık olması­
riari h;; Fr. conıple:re d'inferiorite; Al. min- dır. Aşkın, Aziz Augustinus'a göre, insa-
derwertigkeitskomple:r]. İnsanın kendisini nın hangi bakırnlardan eksikli oldugunu
başkaları karşısında eksikli kusurlu gösteren farklı nesneleri vardır. Buna
hissetınesi durumu. Kişinin kendisini göre, insan maddeyi, fiziki varlıkları,
başka bireyler karşısında aşagı görme başka insanları, ve hatta kendisini bile
duygusu. Varoluşu, az ya da çok bilinçli sevebilir. İnsan bütün bunlardan belli öl-
olarak, bedensel, ruhsal ya da toplumsal çüde doyum ve mutluluk saglayabilir,
bir aşagılık duygusunun etkisi altında zira dünyada varolan herşey, iyili~
bulunan kişinin hali. bizzat kendisi olan Tann'dan geldigi için
aşk [Os. seuda; ng. love; Fr. amour; Al. iyidir. İnsanın aşkının son ve en büyük
liebe]. İnsanı belli bir varlıga, bir nesneye nesnesi, Auguslinus'a göre, Tanrı'dır.
ya da evrensel bir degere dogru sürükle- Çünkü, insanın dogası o şekildedir ki,
yip baglayan gönül bagı. İnsan tarafın­ yalnızca sonsuz bir varlık olan Tann,
dan, temelde kendisi dışındaki en yüce ondaki sonsuzluk ihtiyaaru karşıJayabi­
varlıga, varlıklara veya güzellige duyu- lir, insana en yüksek do yum ve mutlulu-
lan yogun ve aşın sevgi. gu saglayabilir.
Bir kavram olarak aşk, felsefeye din yo- s!Am kültür çevresinde ise aşk, daha
luyla, özellikle de dünyanın varoluşu çok Tasavvuf felsefesinde ortaya çık­
Tanrı'nın yaratıcı eylemiyle açıkJandıgı mıştır. tTasavvuf anlayışına göre, Al-
ya da Yarancı, yarattıgı varlıgın bütü- lah evreni, gizli bir hazine iken tanınma­
nünü ya da bir parçasını seven en yüce yı ya da güzelligini seyretıneyi sevdigi
aşkınlık 81

için, yaratmıştır. Bundan dolayl, evre- Aşkın sıfatınm söz konusu aıtlama için-
nin yaradılış, varoluş nedeni, bilgi ve de, tecrübe alanının ötesinde kalan,
sevgidir. Bu anlayışa göre, evren mutlak deney yoluyla bilinen veya tecrübe edi-
güzellik olan Allah'ın güzelliklerini yan- len dünyanın sınırlarını aşan Tanrı, tdin
satan bir aynadır. Bu nedenle, güzele felsefesi ve tmetafizik açısından aşkın
aşık olan insan, gerçekte Allah'ın güzel- bir varlık olmak durumundadır. Aşkı­
ligine aşık olmaktadır. Mutasavvıflar, nın karşıtı içkindir. Nitekiın, Tanrı'yı ev-
bu anlayışa bagh olarak, gerçek aşkla renin dışına atmayan, evren ile varlığı
geçici aşk arasında bir ayınm yaparlar. bir kılan tpanteizmin Tann'sa içldn ol-
Geçici aşk bir güzele gönül vermek, ona mak durumundadır. Öyleyse, metafizik
vurulmaktar. Yani, bütün özlem duygu- ve teolojide, Tanrı ya da mutlak olan var-
larının tutkuyla bir kişiye yönelti.lmesi- lık, panteist bakış açısı dışında her gö-
dir. Söz konusu geçici aşk, gerçek aşk rüşte, yetkin, yani her türlü sınırlama ya
için bir köprü olma işlevi görür. Çünkü da eksikligin ötesinde olma (skolasti-
aşk, aşıgan gözünden tüm varlıklara, sizm), kavranamaz olma (tgizemcilik),
gönlünden bütün istekleri siler, boşaltır; dogadan ayrı olma (tdeizm) ve dogal
sevgiliden başka bir varlık ve istek bırak­ insana yabancı olma anlammda (dogaüs-
maz. Bu duygunun evrimiyle kişi gü- tücülük), aşkın bir varlık olarak düşü­
zelden güzellere, güzellerden güzellige, nülmektedir.
insanhga ve dünyaya geçer. Böylece, Öte yandan, bir şeyi içerden etkileyen
aşagın gözünde, sevgili yalıuzca bir içsel koşul ya da nedenlerden farkla
simge durumuna gelir. Yaradılışı, yara- olarak, bir şeydeki degişmeyi başla­
dılıştaki hikmetleri, kudreti görmeye, ya- tan, bir şeydeki degişmenin fail nedeni
radılaıu sevmekten, onda yok olmaktan olan dış koşullara aşkın neden ada veri-
yaradam sevmeye, onda yok olmaya yö- lir. Buna göre, maddi ve fonnel neden-
nelir. İşte bu yöneliş]e, kişi geçici aşktan lerin içkin nedenler oldu~u yerde, fail
gerçek aşka, Allah aşkına yönelir. ve ereksel nedenler aşkın nedenlerdir.
Düşünce tarihinde aşkı yarahcı ve
Daha özel bir anlam içinde ise, Ortaçag-
yüce bir güç olarak gören düşünürler ve da, Aristote]es'in kategorileri kapsamına
çaglar oldu~u gibi, aşka olumsuz bir sokulamayan, fakat Aristoteles'in kate-
sözle bakan düşünürler de olmuştur. gorilerini aşh~ı, onlaran ötesine geçtigi
Ornegin, tDescartes ve tSpinoza gibi, düşünülen nitelik ya da safatlara ise,
akılcı filozoflara göre, aşk bir t:utku olup,
aşkın nitelikler adı verilmiştir. Aşkın fi·
kişi aklanı kullanarak aşka dizginlemeli-
kirler listesi, res (şey), ens (varhk), aliquid
dir. tNietzsche ve tschopenhauer gibi
(bir şey), unum (bir), verum (doğru) ve
kötümser filozoflar ise, aşkı, soyunu sür-
boııum (iyi, yetkin)' dan oluşmaktadır.
dürmek amaayla insana kurulmuş olan
aşkınlık [Os. mütedli; İng. transc:endence;
hoş ve bilgece bir tuzak olarak degerlen-
dirirler. Fr. transc:endance; AJ. transzendz). Dene-
atkın [Os. mütedl; İng. transandent; Fr. yim alanııun ötesinde olma ya da kalma
transc:endant; AL transzmdent]. Genel ola- durumu. içkinliğin karşıtı olma, göz-
rak, en )iiksek, en üstün, en yüce olan, en lemlenen dünyaıun üstünde ve ötesinde
yüksek niteliklere sarup bulunan varlık; bulunma veya zihin küresinin, zihnin
deneyde verilenin ötesinde olan, deneyi içkin sanırlarının dışında kalma hali.
aşan ge~; normal, gündelik tecrübe- Buna göre, panteistin algılanabilir dün-
nin kavrayışanı aşan, bilimsel açiklama yayla özdeşleştirilen Tann'sı dünyaya
düzeyinin daima ötesinde kalan (öme- içkin iken, teistin, yaratrıuş oldugu al~
gin, AJman lilozofu tKant'ta o]anakh de- gılanabilir dünyanın dışanda olan bir
neyin ötesinde kalan, aşkındır ve dola- yarabel olarak tasarlanan Tanrı'sı aş­
yısıyla bilinemezdir) varlık alanı için kındır. Ünlü Alman düşünürü Kant,
kullamlan safat. işte bu taruma uygun olarak, içebakış
82 afkın nitelikler

yoluyla bilinen zihin hallerinin dayana- aieizm (Os. ilhad, fV!fyi iliih; İng. atlıeisnı;
gı olan gözlemlenemez bir töz olarak Fr. atheisme; Al. atheisnıus]. Tanntanunaz-
ruhun aşkın oldugunu, yani deney ala- CL1ık Yunancada olumsuzluk bildiren a
nının ötesinde kaldıgını söylemiştir. önekiyle, Tann anlanuna gelen t/ıeosun
Bununla birlikte, tKant'ın felsefesinde birleşiminden do~uş olan ve Tann'nın
aşkm terimiyle ttransendantal terimi ya da tannlann varolmadı~ inancına da-
arasında mutlak bir far.klılık ve ayınm yanan felsefe akımı. Evreni yarathgı, ev-
bulundugunu unutmamakta büyük ya- renin yasalannı koydugu, evrenc bir şe­
rar vardır. Bunlardan aşkın olan, bilgi- kilde müdahale ettigi kabu 1 edilen
nin içerigi için duyulara bagımlı olup, dogaüstü bir varlık türüne veya Yaratı­
söz konusu deneysel katkıdan yoksun cıya inanmama.
oldugu için, zihin tarafından bilineme- Kuşkucular, maddeciler ve pozitivist-
yene karşılık gelir. Oysa transendantal ler için kullanılan bir terim olan ateizm,
terimi, tüm zihinlere ort<tk olan kavram teizmin temel iddialarını kabul etme-
ve ilkelerden oluşan mantıksal çerçeve me, Tann ya da tanrılannın varlıgını
için kullanılır, öyle ki söz konusu man- kategorik bir biçimde ve kaıutlar göste-
tıksal çerçeve deneyi düzenler, ona rerek reddetme tavrına karşılık gelir.
form kazandınr ve dolayısıyla, deneyin Ateizm, daha çok, bir Tanrı inancına da-
zorunlu önkoşulu olarak, deneyden yanan teist sistemlere baglı olarak orta-
önce varolur. ya çıknuş olan bir akım ya da hareket-
aş kın nitelikler (İng. transcendental attri- tir. Yani ateizm, evreni yaratan ve onun
bııtes; Fr. attributs transcendantaux]. Or- varlıguu devam ettiren, özü itibariyle
taçag felsefesinde, t Aristoteles'in on ka- aşkın, fakat sonsuz gücü, bilgisi ve
tegorisinin kapsamına, onları aştıklan iradesi ile evrende içkin olan teist Tanrı
için dahil edilemeyen, temel nitelikJer. inancına karşı bir tepki olarak dogmuş
Buna göre, varlık, varolan herşey için olan bir düşünce hareketidir.
geçerli olan bir nitelik ya da yüklemdir. Ateizmin doguşunda ve gelişiminde,
Yine, bir şeyin var oldugunu söylemek, herşeyden önce 1 evrendeki gerçekligin
aynı zamanda onun bir oldugunu söyle- madde ve fiziki güçlerden meydana gel-
mektir; şu halde, birlik de, varlıgın, ka- digini, yaşamla bilincin çeşitli formları­
tegorileri aşan özsel bir özelJigidir. Ve nın maddenin elementlerinin çeşitli or-
tıpkı, varlıgın tüm kategorilerde bulun- ganik formlar şeklindeki bileşiminin
ması gibi, birlik te tüm tkategorilere uy- sonucu oldugunu öne süren tmaddecilik,
gulamr. Bunlar, tek bir kategoriyle sınu­ ve 2 tüm düşüncelerimizin, yalnızca du-
lanmanuşolup, bir +cins meydana ge- ywnlaruruzın bir sonuru oldugunu, bun-
tirmezler. Ömegin, insanı 'akıllı hayvan' dan dolayı duyumsal karşılıgı olmayan
diye tanımlarsak, hayvan cins, akılWık sonsuz bir Tann fikrine hiçbir zaman
da türsel ayırum olarak ortaya çıkar; bu- sahip olamayacagınuzı öne süren du-
rada, hayvanlık akıllılıga, cins türsel yumculuk çok etkili olmuştur. Ateizmin
ayınma yüklenemez, fakat varlık her doguşuna, aynca 3 Tann'nın varoluşu­
ikisine de yüklenebilir. nu, dogada bir düzen bulundugu gözle-
ataraıda. tKuşkucularda, hiçbir konuda minden ve her düzenin bir düzen verici-
hüküm vermeme, her konuda yargıyı as- nin varlıgıru gerektirdigi öncülünden
kıya alma ve varlık üzerine spekülasyon- hareketle kanıtlayan düzen kanıtına öl-
lara girişmeme sonucunda elde edilece- dürücü bir darbe indiren ve dogadaki
gine inanılan ruhsal huzur hali. düzenin, Tanrı'run eseri degil de, doga-
Ataraxia tEpikürosçular tarahndan da, daki evrimin bir sonucu oldu~nu savu-
mutlulugun en temel, en önemli wısuru, nan tevrimcilik, ve hepsinden önemlisi, 4
insan için en fazla arzu edilir olan hal modem felsefenin özneden hareket eden
olarak tanımlanır. bakış açısı, varoluşun hakikat ve dege-
Athenagora1 83

rini insaıuniçinde bulan, insanın öznel- cia bilinir.


li~ini varlı~ın hakikatinin temeli yapan athanatizm. Ruhun ölümsüzlü~üne du-
ve M utlak olana~ını ortadan kaldıran iç- yulan inanç.
kin/ik ilkesi çok büyük bir etki yapmış­ Yunancada olumsuzluk bildiren a öne-
tlr. kiyle, ölüm anlamına gelen thanatostan
Ateizm, yukanda da işaret edildi~i meydana gelmiş olan athanatizın, ruhun
üzere, pratik ve teorik ateizm olarak ikiye (bilincin, zihnin, benin, kişili~in) ölüm·
ayrılır. Bunlardan teorik ateiznı, Tanrı'nın den sonra, şurada ya da burada, şu ya
varoluşunun, Mutlak ya da Mutlak Var- da bu biçim altında varoldu~u inancına
hk olana~uu tümüyle dışlayan bir dü· dayaıunaktadır.
şünce sistemine dayalı olarak yadsın­ Athenagoras. M. S. 2. yüzyılda yaşamış
masmdan meydana gelmektedir. Pratik ve Hristiyanları ahlaksızlık ve devlete
ateizm ise, kişinin yaşamını Tann konu- itaatsizlik.le suçlayan putperestterin id-
sunu hiç gündeme getirmeden sürdür- dialarına karşı çıkmak ve Hristiyan
mesinin ve davranışlarında yalnızca inancıyla ibadet ilkelerini Yunan ve
sonlu ve dünyevr de~erleri temele alına­ Roma dünyasına yaymak için, 177 yı·
sının sonucu olan ateizmdir. Başka bir lında bir apoloji kaleme almış olan Hı­
deyişle, pratik ateizm, insanın eylemle- rıstiyan düşünür.
rinde, Tanrı'yla olan ilişkisini tümüyle Apolojisinde, Hırıstiyanlarla ilgili, daha
gözardi ebnesinden ya da Tanrı sanki önce Yahudilere de yöneltilm.iş olan
hiç varolmuyormuş gibi yaşamasından tateizm ya da putperestlerin tanrılarma
oluşur. inarunama, ziyafetlerde çocuk yeme ya
Teorik ateizm kendi içinde, olumsuz ve da yamyarnlık ve ensest ya da ak.rabayla .
olumlu teorik ateizm olarak ikiye ayrılır. cinsel ilişkide bulunma gibi suçlamalar
Buna göre, olumsuz teorik ateizm belirtik karşısında Hristiyan inancıyla Hristi-
bir biçimde ifade edildi~i zaman, Tan- yanlan savunan, ateizm ve çocuk öldür·
rı'nın varoluşu kategorik olarak ve kesin me •suçlamalanna karşı, Hrisliyanların
bir biçimde yadsuur, dünya ve insanla il- tek bir Tanrı'ya kan dökmeden ibadet et-
gili olarak, aşkın bir ilk ilkeyi ya da tikleri yarubru veren Athenagoras, Hris·
ölümsüz bir insan ruhunu zorunlu ol· tiyanın ezeli-ebedi ve tinsel bir Tarın
maktan çıkartan genel bir kavrayışa ula- inancuu akıl yoluyla ve Yunan takıl­
şılu. Buna karşın aynı ateizm örtük bir cılı~ırun kavramlanyla temellendirmeye
biçimde ifade edildi~i zaman, Tann'run çalışmıştır.
varoluşu tasdik edilse bile, Tann O'nu Bu konuda, do~rudan do~ruya tPla-
Tanrı yapan temel, özsel sıfatlanrun bi· ton'a müracaat eden düşünür, maddeye
rinden, varoluşunu olanaksız veya an- şekil veren Tann'nın maddeye aşkın ol-
lamsız kılacak şekilde, yoksun bırakılır. ması gerekti~ini, yok olup giden maddi
Olumlu teorik ateizm ise, aşkın ilk ilke- varlıkların nedeninin yok edilemez ve
nin gereklili~ini kabul etmekle birlikte, tinsel olmak durumunda olduğunu
onu, insanın içindeki düşünen öznel iddia etmiştir. O, üçleınecilik veya tes-
ö~eyle, insanın bilgiyle varlı~ı, bilgelikle lis inancı ya da dogmasuu da, ilk kez ola-
eylemi, özgürlükle zorunlulu~u özdeş­ rak akıl temeli üzerinde anlaşılır kılma
leştirmesine yol açan c:ogitoyla de~işti­ çabası vermiş, HristiyanJarın ezeli ebedi
rir. Söz konusu ateizm, insanın toptan ve yetkin bir Tanrı'ya inandı~ını söy-
özerk)i~i ve mutlak özgürlü~ünün bir lerken, Tanrı'nın üç ayrı kişili~e bürün-
gere~i olarak ortaya çıkar. Buna göre, in- mesinin çoktanncı bir inanış o)madı~ı­
sanın özgür olabilmesi ve ödevleriyle ey- nı vurgulamış olan Athenagoras, tıpki
lemlerinden sonı.n\lu tutulabilmesi için, aziz Justinus gibi, yalıuzca Hristiyan
Tann'ıun varolmaması gerekir. Bu ate- vahyi aracılı~ıyla elde edilebilen tek bir
izm, Tann'nın yerini insana verdi~i için, doğru felsefe ya da bilgelik oldu~unu
ayru zamanda antropolojik ateizm olarak öne sürmüştür.
84 Ahnan

Atman. Hint feisefcsinde, ben, ruh ya da ayrıştırıldıgı ya da böiündügü zaman,


ego olarak tanımlanan ve benligin son- ortaya çıkanlamayacagını öne süren or-
suz tözü olarak anlaşılan şey. ganizmacı anlayışın tam karşısında yer
Bireyin çeşitli organ ve yetilerinin iş­ alan atomculuk, düşünce tarihinde fel-
levlerini yerine getirmesini saglayan güç sefi atonıculuk ve bilimsel atomculuk olarak
olan Atman, tıpkı varlıgın temelinde ikiye ayrılmaktadır.
tanrısal gerçekligin, tBrahman'ın olması Bunlardan 2 felsefi ya da metafiziksel
gibi, kişin!~ tüm faaliyetlerinin temelin- atomculuk' un kökleri İlkçag felsefesine
de bulunur. Tann'nın, Brahman'ın bir kadar geri gider. Başka bir deyişle, önce
parçası olan Atman, Brahmanizme göre, Leukippos ve Demokritos, daha sonra da
ölümden sonra varlıgını sürdürdügü, tEpiküros ve Romalı tLukretius tarafın­
varoluşun baglanndan kurtuldugu için, dan savunulınuş olan ve gerçekligin
Brahman'la bii tünlcşir, biileşir. atomlardan meydana geldigini dile geti-
Başka bir deyişle, Atmanla Brahmanı ren ögretiye göre, a) maddenin en küçük
birleştiren Hint felsefesine göre, evren- bölünemez parçacıklan olan atomlar, va-
de tek bir gerçek varlık, mutlak bir öz rolan herşeyin nihai ve en yüksek bile-
olabilir. Bu varlık, bütün evren dikkate şenleri olup, yalnızca büyüklük, şekil,
alındıgında Brahınan, tek tek bireysel katılık ve hatta agırlık gibi özelliklere sa-
varlıklar söz konusu oldugu zaman ise,
hiptirler. Ezeli-ebedi olarak varolan atom-
Atmandır. Evren Brahmandır, Brahınan
lar, basit ve ayrıdırlar, başka bir şeye in-
ise, gerçekte bizim içimizdeki Atmandan dirgenemezler. Atomlar, özleri itibariyle
başka bir şey degildir.
degişmezdirler, yani onlann özsel doga-
atomculuk (Os. zerriye, cüz'i ferdiye; İng.
ları ezeli-ebedi olarak aynı kalır. Çıplak
atomism; Fr. atomisıııe; Al. atomisnıus]. 1
gözle görülemez olan atomlar, kendil~
Genel olarak kompleks ya da kannaşık
rinde renk, tat ve koku gibi öze11iklere
fenomenleri, onları sabit ve degişmez
sahip degildirler. Söz konusu ikindi nite-
parçacık ya da biriınierin toplamları ola-
likler, varolan sonsuz sayıdaki atomun
rak görmek suretiyle açıklayan, fiziki
duyu organlan üzerindeki etkisiyle mey-
dünyarun, maddi evrenin gözle görüle-
meyecek kadar küçük parçacıklardan dana gelir.
Başka bir deyişle, atomlardan meyda-
meydana geldigini savunan görüş.
Atomculuk özü itibariyle, tanalitik bir na gelen bileşik cisimlerde, gerçekten
ögreti olup, dogadaki varlıkları bütün- onlara ait olan niteliklerle, onlann bir
lerden çok, parçacıklardan meydana araya gelişlerinden ve onlan algılayan
gelen toplamlar olarak görür. Parçalan bir varhgm özel yapısından kaynakla-
bütünün nitelikleri aracılıgıyla açıkla­ nan nitelikleri, atomcu ögretiye göre,
yan tholizmin tersine, atomculuk. bütü- birbirlerinden ayırmak gerekir. Birinci-
nün gözlemlenen özellikleri.J"ıi bileşenie­ ler, atomlara gerçekten ait olan birincil
rin özellikleri ve hareketleriyle açıklar. niteliklerdir. Buna karşın, ikinciler nes-
Öte yandan, atomculuk realist bir görüş nel bir varoluşa sahip olmayan, atomla-
olup, mekanist bir evren görüşüyle bir- rm çeşitli şekillerde bir araya gelmeleri
leşir. ve bizim duyu-organlarımız üzerine
Başka bir deyişle, atomların zihnin yaptıklan etkinin sonucu, bizde varo-
öznel yapunları olmayıp, dış ya da ak- lan niteliklerdir. Bu atomcu anlayış,
tüel gerçeklikte varoldugunu savundu- maddi şeylerin birincil ve ikincil nite-
gu için realist bir ögreti olan atomculuk, likleri arasındaki farklılıgı vurgulama-
gözlemlenebilir olan tüm degişmeleri styla, 17. yüzyılın P. tGassendi ve P.
atomların hareketleriyle açıkladıgı için, Boyle gibi atomcularıyla, tLocke gibi
aynı zamanda mekanist bir görüşü yan- deneyci düşünürlerini bir anlamda ön-
sıtır. Bir bütünün dogasının, parçalanna celemi ştir.
Aufldirung 85

Sözü ııü ettigirniz bu metafiziksel atom- 6 Psikolojide tçagrışımcılık görüşün­


culuga göre, b) evrendeki her nesne ya de ifadesini bulan atomculuk, zihin
da cisimsel varlık, bileşik olan herşey hallerinin basit ve ayrı bileşenlere ayrıl­
boş mekanda dagılmış olan atomların mak suretiyle analiz edilebilecegini ve
bir birleşiminden başka hiçbir şey degil- bir zihin halinin ayrı atomik olguların,
dir. Taşlar ve sandalyeler gibi cansız nes- duyu ve izlenimlerin bir birleşiminden
nelerin yanında, canlı şeyler, hatta insan meydana geldigini savunan psikoloji
zihni de, atomlardan meydana gelmiştir. anlayışını tanımlar. Tüm zihinsel feno-
c) Metafiziksel atomculuga göre, atomla- menleri ve zihinde olup bitenlere ilişkin
rın varlı~ı, atomlann içinde hareket ede- deneyleri, psikolojik atomlar, mantıksal
cekleri boş bir mekanın varoluşunu ge- atomlar, izlenimler, duyu verileri diye
rektirir. Bundan dolayı, boşluk. atomlarla adlandırılan ve ayrı, biricik ve bagım­
aynı anlam içinde olmasa da, var olmak sız bir biçimde varolabilmeye yetili ol-
durumunda olan bir gerçekliktir. dukları, varoluşlarını açıklamak için
d) Hareket, atomlann temel bir özelügi başka hiçbir şeye ihtiyaç duymadıkları
oldu~unu söyleyen felsefi ya da metafi- düşünülen ögelerin ard arda gelişi ve
ziksel atomculuga göre, hareke~in za- birleşimleriyle açıklayan atomcu psiko·
man içinde bir başlangıcı yoktur. Atom- loji görüşü, sosyal psikolojide ise, tüm
lar boşlukta farklı hızlarla düşerler. Bu toplumsal fenomenlerin grubu meyda-
düşüş sırasında, atomların büyük olan- na getiren bireylerin etkilerinin toplaını
ları, küçük olanlara çarparak, onların olarak görülmesi gerektigini öne süren
yönlerini degiştirir. Bu durumun bir so- yaklaşımı ifade eder.
nucu olarak, sonsuz bir vurma ve çarp- 7 Atomculuk sosyoloji alanında ise, ho-
malar dizisi başlar. Çevremizde gördü- lizme ya da bütüncülüge karşı bir görüş
gümüz herşey, bu çarpmaların ürünü olarak ortaya çıkar. Buna göre, sosyoloji-
olarak meydana gelir. Söz konusu de atomculuk, toplumların en iyi bir bi-
düşme, çarpma ve birleşme olayların­
çimde, karşılıklı bir etkileşim içinde bu-
da hiçbir şekilde bir rasiantıdan söz edi- lunan bireysel birim ya da atomlardan
lemez. Tüm bunlar mekanik bir zonınlu­ meydana geldigi düşünüldügü zaman
lukla ortaya çıkarlar. anlaşılacagını sôyler; sosyolojinin top-
Felsefi atomculuktan sonra gelişmiş lumsal yapıları konu alan bir analizle
bir kuraın olan 3 bilimsel ntomculukta ise
degil de, toplumu meydana getiren bi-
tüm dikkatler, somut fenomenlere iliş·
reylere ve bireylerin eylemlerine yükle-
kin açıldama üzerinde yo~unlaşhrılır.
Atomların özellikleri, açıklarunak duru-
dikleri anlamlara ilişkin inceleınelerle
gelişip ilerleyebilecegini savunur.
munda olan fenomenlerle ilişkili olarak
belirlenir. Bu nedenle, ondokuzuncu yüz- atomik olgu [İng. atomic fact; Fr. fait ato-
nıique). Tikel bir şeydeki bir nitelikten
yılın kimyasal atom kuramı, her kimya-
sal ögenin kendi özgül atomları ve her ya da tikel şeyler arasındaki bir ilişki­
kimyasal bileşigin de kendi molekülleri den meydana gelen en basit, en temel
oldu~unu kabul eder. ve başka bir şeye indirgenemez olgu.
Atomculugun çeşitli alanlardaki uygu- Atomik bir önermeyle atomik bir olgu
lamalanna gelince ... Atomculuk, çagdaş arasında birebir bir ilişki vardır. Öme-
felsefede, 4 tRussell ve tWittgenstein ta- gin, özneler (özel isimler) terimiere (ti-
rafından, mantıksal atomculuk adı alhn- kellere), sıfatlar niteliklere ve fiiller iliş·
da, metafiziksel ve dilsel bir ögreti ola- kilere karşılık gelir..
rak öne sürülmüştür. Yine 5. atomcu Aufklirung. Alınaneada +Aydınlanma.
görüş, onyedinci yüzyılda, maddi atom- Aydınlanı na Çagı anlamına gelen Zei-
lan metafiziksel nokta ya da birimler ola- talter der Au.flcliirung ise, 18. yüzyıl Al-
rak monadlarla degiştiren tLeibniz tara- manya'sında, düşünsel bir özgürleşme
fından benimsenmiştir. ya da kurtuluş hamlesinin, özelliJ:<le
86 Augustinus

tLeibniz'den ilham alarak, gelişmesini borçludur. Madde de Tanrı tarahndan


sa~lamaya çalışan düşünce hareketini yaratılmıştır, bu yüzden madde kötü
ifade eder. Bu hareketin üç büyük tem- olamaz. Zira, Tanrı tarafından kötü hiç-
silcisi tWolff, Lessing ve tHerder'dir. bir şey yaratılmamıştır.
Hareket Romantikleri n 'Alman halkı­ Başka bir deyişle, Augustinus'a göre,
nın ulusal dehası' dedikleri şeyi hayata hiçbir şey Tanrı'nın yaratma iste~i ol-
geçirecek yeni bir tiyatro, yeni bir şiir madan varlı~a gelemeyece~i için, varo-
ve bir estetik yaratma çabası içinde ol- lan her şey bir varlı~a sahip oldu~u sü-
muştur. rece, iyi olmak durumundadır. O, dış
Augustinus, Aziz. 354-430 yılları arasın­ gerçeklikte iyilik dereceleri oldu~ için,
da yaşamış olan, ünlü Hristiyan düşü­ farklı varlık derecelerinin de olması ge-
nür. Temel eserleri: Civitas Dei !Tanrı rekti~ini öne sürer. Bundan dolayı, yok-
Devleti], Corıfessiones [ltiraflar) Epis tolae lu~a yakın olan formsuz madde bile,
[Mektuplar). Tanrı tarafından yaratılmış oldu~u için,
Teknik düzeyi oldukça yüksek olan bir iyi olmak durumundadır. Bu, dünyada
felsefe sergilemekle birlikte, 'Anlayabil- var olan kötülü~ün nedeninin, Aziz Au-
mek için, inanıyorum' anlayışıyla felse- gustinus'a göre, maddi varoluş olama-
feyi dine tabi kılmış olan Augustinus, yaca~ı anlamına gelir. İnsanın günah-
Hristiyan dininin temel ö~retilerini te- karlı~ının sorumlusu, onun içinde bu-
mellendirebilınek için, Yeni-Platoncu
lundu~u maddi koşullar olamaz.
felsefeden ve Platoncu kavramlardan
Augustinus'a göre, bütünüyle do~a du-
yararlanmıştır. inancı temele alan Au-
rumunda bulunan vahşi insan, do~al
gustinus'a göre, aklın görevi, tannsal
insan yoktur. Bunun nedeni insanın. do-
vahiy temeli üzerinde, inanç yoluyla bi-
ganın de~il de, Tann'run eseri olmasıdır.
linen şeylerin açıklanması ve aydınlı~a
İnsan, ona göre, Tann tarafından yaratıl­
kavuşturulmasıdır.
mış olmanın izlerini hep taşır. Insanın
Felsefeyi teolojiye, inana akla tabi kılan
mutlulu~un peşinden koşması, Augus-
Aziz Augustinus'a göre, Tann ezelt ve
ebedi olup, insanlık düzeyinin üstünde tinus'a göre, bir raslanb de~ldir. İnsanın
mutlulu~u araması, onun eksik ve sonlu
olan bir varlık olmak durwnundadır. O,
oluşunun bir sonucudur. Onun mutlulu-
varlı~ın kendisidir: Tann, kendisinden
~ yalnızca Tann'da bulması da bir ras-
daha mükemmel ya da yüce hiçbir şeyin
bulunmadı~ı varlıktır. Tanrı mükem- lanb olamaz. İnsanın mutlulu~u, ondaki
mel oldu~u için, aynı zamanda basittir. sevgi, özellikle de Tanrı aşkı tarahndan
Tanrı'run bilgisi, bilgeli~i, iyili~i ve belirlenir. İnsan do~al olarak sever, zira
gücü, O'nun özünü meydana getirir. sevmek insarun kendisini aşması de-
Aziz Augustinus, bundan başka içinde mektir.
yaşadı~ımız dünyadaki şeylerin Tann'- İnsanın sevmesi kaçınılmazdır; çünkü,
nın varlı~ını ve faaliyetini yansıtb~ı dü- insan eksik bir varhktır. Augustinus, in-
şüncesindedir. Tanrı'yla dünya arasmda- sanın Tanrı'yı sevecek şekilde yaratıldı­
ki bu ilişkiden dolayı. ona göre, birini bil- · ~ru söyler. Tann sonsuzdur. Şu hAlde,
rnek di~erini bilmek anlamına gelir. insanın do~ası o şekilde meydana geti-
Aziz Augustinus, Tanrı hakkında en rilmiştir ki, yalnızca Tanrı, yani sonsuz
çok bilgisi olan insarun dünyanın ve varlık, ona en yüksek doyum ve mutlu-
özellikle de insanın gerçek do~asını ve lu~u sa~layabilir. Tanrı'yı sevmek, Au-
kaderini en iyi bir biçimde bilebilece~i­ gustinus'a göre, insanın en yüksek ama-
ni savunur. Ona göre, Tanrı bu dünya- cı olan ınutlulu~un koşuludur. Çünkü,
yı hiçten yaratmıştır. Dünya, Tanrı'nın yalruzca sonsuz olan Tanrı, insandaki en
özgür eyleminin bir sonucudur. Bu temelli ihtiyaç olan sonsuzluk arzusunu
dünyadaki herşey varoluşunu Tanrı'ya tatmin edebilir.
A venarius 87

Austin, John. 19. yüzyılın en etkili ve Dilin felsefedeki önemini vurgulayan


önemli hukuk felsefecisi. Ingiliz düşü­ Austin, dilsel tanalizin felsefi problem-
nürler). tLocke ve Jeremy tBentham'dan ler için anahtar oldugunu belirtmiştir.
etkileıuniş olan Austin, hukuk ile ahlak Ona göre, gündelik dile ilişkin analiz,
arasındaki ayının ve farklılıgı açık hale insanı çevreleyen dünya ile ilgili kabul-
getirmek için, hukugun aynnttlı bir tanı­ lerimizi açıga çıkanr ve dünyaya iliş­
mını yapmış, hukugun ne oldugu ve kin kavrayışımızı güçlendirir. Austin
ne olması gerektigi sorulannı yanıtla­ bu çerçeve içinde, yapay ve yetersiz
maya çalışmıştır. buldugu, gündelik dilin karmaşıklıgı­
Yararcı bir ahlak görüşü benimsemiş na ve inceligine erişemedigini öne sür-
ve yasayla hukuk kavramlan üzerine dügü formel mantıgın dilinin kulanıl­
sistematik bir tanaliz gerçekleştirmiş masına karşı çıkmıştır.
olan Austin, tüm yasaların bir egeme- Austin'e göre, gündelik konuşma uzun
nin buyrukları oldugunu savunur. Bu- bir zaman dilimi boyunca oluşturul­
yurma, bir başkasının bir eylemi yap- muştur, ve onun içerdigi farklı sözcük-
masını veya bir eylemden sakınınasım ler ve diger ifade türleri, rasiantısal olu-
öngören, ve uymama halinde bir yaptı­ şumlar olmayıp, belli amaçlara hizmet
rım tehdidi ile desteklenen istek ifadesi-
eder. Bundan dolay~ o farklı sözcüklerin
dir. Buyurulan eylem ise, Austin'e göre, farklı kullarumlara konu olup, farklı man-
bir ödevdir. bksal ayırırnlara işaret ettigini söyler.
O üç tür ödevi birbirinden ayınr. Birinci İşte, felsefenin en temel görevi, bu ayı­
türden ödevler, en yüksek fayda ilkesini rımlan ortaya çıkannak ve daha sonra da
hayata geçiren dini ödevlerdir. Bu ödev- bunlann geleneksel felsefi problemlerle
ler, insan varlıklannın en yüksek mutlu-
bir ilişkisi olup olmadıgıru göstermektir.
lugunu isteyen Tann tarafından buyu-
Filozoflann felsefi bir probleme, proble-
rulurlar. Austin onlara, bir egemen, bir
min ilgili oldugu olgular ve özellikle de
üstün güç tarafından huyuruldukları
için, ·ödevler aduu vermekte, söz konusu dilsel olgular hakkında açıklıga kavuş­
egemen Tanrı oldugu için de, onlan dini madan yaklaşbklannı söyleyen Austin,
diye nitelemektedir. Ahlaki ödevler ise, sözcükleri ve onların felsefi problemlerle
bir toplumda hakim olan ahlaki kodlar olan ilişkisini konu alan bir araştırma­
nın ortak bir işbirligiyle gerçekleştirile­
tarafından ortaya konur. Onlar, toplum
tarafından buyuruldukları için, ödev-
bilecegini düşünmüştür.
lerdir. Buna karşın hukuki ödev ya da autarkeia. Antik Yunan'daki ahlak sis-
yasalar ise, politik bir toplumda ege- temlerinde, mutluluı?;un vazgeçilmez ön
men güç tarafından buyurulur. Yasaları koşulu ve erdemli insanın temel özelligi
ahlaki ya da dini ödevlerle bagdaşma­ olan, kişinin kendi kendisine yetmesi ya
yabilen hukugu, ahlaktan ya da ahiakın da özerk olması durumu.
temel ilkelerinden ayıran şey, yasanın Avenarius, Richard. 1843-1896 yılları ara-
politik toplumdaki egemen güç tarafin- sında yaşanuş olan Alman filozofu.
dan konulma özelligidir. tEmpiriyırkritisizm olarak bilinen bilgi
Austin, John Langshaw. 1911-1960 yılla­ teorisini geliştirmiş olan Avenarius,
n arasında yaşamış ve insan düşünce­ aşırı bir pozitivist anlayışla her tür me-
sini gündelik dili incelemek suretiyle tafizige karşı çıkmış ve bilgi olarak,
analiz etmeye kalkışmış olan ünlü In- yalnızca saf deneyde verilmiş olaıu
giliz filozofu. Temel eserleri: How to do kabul etmiştir. Avenarius'a göre,. gele-
Things with Words? (Sözcüklerle Neler neksel metafiziğin yaphgı ayınının iki
Yapılır?), Sense and Sensibilia (Anlam ve ucunu oluşturan iç deneyle dış deney,
Anlamdaşlar), Philosophical Popers (Fel- psikolojik olanla fiziksel olan ya da özel.
sefe Yazılan). duyumlarla zihinden bagımsız olarak
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - ------------------- ---------

88 avidya

varolan dünya arasında hiçbir fark ol- zihniyle bireyin bilincini, bilginin ışı­
mayıp, gerçekte yalruzca saf deney var- gıyla aydınlatma yönündeki çabalarıy­
dır. Başka bir deyişle, idealizmle mad- la seçkinleşen kültürel bir döneme, bi-
decilik arasındaki karşıtlıgı bir şekilde limsel keşif ve felsefi eleştiri çagına,
aşmayı deneyen ve bu tartışmaya son felsefi ve toplumsal harekete verilen ad.
vermenin yolunu, gerçekligi, ne tinsel ne Aydınlaruna hareketi içinde yer alan
de maddi diye nitelenebilecek fenomen- düşünürler, düşünce ve ifade özgürlü-
lere indirgeme işleminde bulan Avenari- gü, dini eleştiri, akıl ve bilimin degeri-
us, saf deneyin, yani yorumla kanşma­ ne duyulan inanç, toplumsal ilerlemey-
ınış deneyin özsel dogasıru gözler önüne le bireycilige önem verme başta olmak
serıneye çalışmıştır. üzere, bir dizi ilerici fikirin gelişimine
avidya. Budizmde, tüm yaşamın ve acı­ katkıda bulurunuşlardır, öyle ki söz ko-
ların tek nedeni olan, bagımlılık ve tut- nusu temel ve laik fikirlerin modern
saklıga, yani tutkulara, dürtülere ve do- toplumların ortaya çıkışında büyük bir
yumsuzluga yol açan ve kurtuluşu rolü olmuştur.
engelleyen bilgisizlik durumu. Aydınlaruna hareketi tBacon, tHobbes
ayaltı evren [İng. sublunary world; Fr. ve tLocke'un deneyciligiyle, ilk olarak
monde sublunaire ]. Evreni ikiye ayıran ingiltere'de başlamış ve daha sonra J.
tAristoteles'te, ayın altındaki varlık ta-. Toland ve M. Tindal'ın tdogalcılıgıyla
bakasına, ayüstü evrenin karşı kulbunu dinsel bir renk almıştır. Aydınlanma
meydana getirip, sırasıyla toprak, su, Fransa'da, başlangıçta çok fazla yapıcı
hava ve ateşten meydana gelen yeryü- olmamış, daha çok geçmişe, siyasi yapı
züne verilen ad. Bu evrendeki varlıklar, ve dinsel düzene yönelik radikal eleşti­
duyusal bir yapıda olup, varlıga gelir, rilerle gelişmiştir. Nitekim, Fransız filo-
ve daha sonra yok olup giderler. zoflan, felsefelerinin hareket noktası­
Ayaltı evrenin karşısında yer alan, ve nın, saraydaki ahlAki çürümeden ve
eter adı verilen beşinci ögeden meyda- kralın iktidarının kötüye kullanılmasın­
na gelen varlık alanına ise, Aristoteles dan aldıgını belirtmişlerdir. Burada,
ayüstü evren adını verir. Söz konusu Descartes'ın 'açık ve seçik düşünceler'
varlık alanı, güneş, ay, gezegenler ve ögretisi, tSpinoza'nın dine karşı takm-
yıldızlar türünden göksel cisimlerden dıgı eleştirel tavır, akılcı düşünce,
oluşmaktadır. Yıldızlar ve gezegenler, Bayle, tMontesquieu, tVoltaire ve Rous-
Aristoteles göre, yok edilemez olan, tan- seau'yu hazırlamıştır. Fransızların Ay-
rısal varlıklardır. Bundan dolayı, Ariste>- dınlanmaya yaptıkları başka önemli bir
teles tıpkı Platon gibi, onların yetkin bir katkı da, tAnsiklopedinin yayınlanması
hareket tarzı, yani dairesel hareket sergi- olmuştur.
ledigini savunmuştur. Söz konusu hare- Almanya'da ise, Aydınlanma hareketi
keti açıklamak için, elli beş tane kürenin Leibniz tarafından başlatılmış ve bura-
varoldugunu öne süren Aristoteles'e da 'dogal hukuk' u savunan tGrotius ve
göre, en dış küre, hiç durmaksızın yük- Thomasius gibi düşünürlerle, 'dogal
sek bir hızla dönen ve hareketini daha din' düşüncesine katkı yapmış olan
aşagı kürelere dogru ileten sabit yıldız­ tWolff, Lessing vetHerder gibi filozof-
lar küresidir. lar, Peztalozzi ve Francke gibi egitimci-
aydınlanma [Os. tenevvilr; Ing. enlighten- ler ve nihayet aklı her alanda ön plAna
ment; Fr. lesiec/e des lumieres; Al. aufkla- çıkartan Kant gibi büyük düşünürler
erung]. Avrupa'da 17. yüzyılın ikinci tarafından geliştirilmiştir.
yarısıyla, 19. yüzyılın ilk çeyregini kap- Genel olarak degerlendirildiginde, Ay-
. sayan ve önde gelen birtakım filozofla- dınlanmayı belirleyen birtakun tavır ya
rın aklı insan yaşamındaki mutlak yö- da egilimden söz edilebilir. Bunlar sıra­
netici ve yol gösterici yapma ve insan sıyla thümanizm, tdeizm veya ateizm,
aydınlllnma 89

tal<.!lcılık,
tilerlcmecilik, tiyimserlik ve bilimleri ve matematik alarondaki başan­
evrenselciliktir. Bunlardan hümanizm, lada sınırlanmış de~ildir. Bu çerçeve
Aydınlaıunada, herşeyden önce dünya- içinde, bütün bir toplumun, insan do~a­
mn, sınırlan do~a tarafından de~l de, sına ve hümanizmin de~erlerine göre,
ulusal suurlar tarafından çizilen, insani aklın ışı~ında yeniden düzenlenmesi
bir dünya oldu~u. anlarruna gelir. Dünya gerekti~i inancı, Aydınlanmarun en
Tanrı tarafından yaratılmıştır, fakat o önemli inançlarından bir başkasıdır. Bu
artık insanların elindedir. Buna göre, dönemde din bile, aklın süzgecinden ge-
dünya, insanın de~erleri, tutkulan, umut çirilir ve dinin kendisinden çok, akıl yo-
ve korkularıyla belirlenen insanf bir ev- luyla temellendirilemeyen batı! inançla-
rede bulunmaktadır. Bu evrede, insanın ra saldırılır.
evrensel olan do~asına büyük bir inanç Aydınlanmanın akılcılı~ıru tamamla-
beslenir. Temel duygulann, likirierin yan şey, sınırsız iyimserlik olmuştur.
her yerde ayru olup, ulusal, kültürel ve Bu iyimserli~n temelinde ise, evrenin
ırk bakınundan olan farklılıkların yapay tüm yönleri ve her ayrınbsıyla rasyonel
oldu~u savunulur. Aydınlanma boyun- oldu~u inana bulurunaktadır. Fizikr
ca, bir yandan farklılıklara hoşgörüyle evren rasyonel oldu~una göre, onda bir
bakılırken, bir yandan da insanın do~ası düzen vardır ve bu düzeni belirleyen
ve gerçek anlamı gün ışı~ına çıkartıl­ şey de, belli sayıdaki rasyonel ilkelerdir.
ınaya çalışılır. 'İnsanf olan hiçbir şey Insan varlı~ı akıllı bir varlık oldu~un­
bana yabana de~ldir' sözü, Aydınlan­ dan, ya da insan zilıninin kendisi de ras-
marun en önde gelen sloganlarından bi- yonel oldu~undan, o bu ilkeleri keşfet­
ridir. me ve evrendeki düzeni aniayabilme
Aydınlarunada hümanizmi tamamla- kapasitesine sahip bir varlıktır. Öte yan-
yan tavır ise tateizm veya deizmdir. dan, insan ir!desini belirleyen ö~e de
Başka bir deyişle, Aydınlanmanm he- akıl oldu~u için, insan evrenin yapısına
men tüm düşünüderi ço~unluk ateist ve düzenine ilişkin bilgisine dayanarak
ya da deist idiler. Hristiyanlıktan nefret eylemek durwnundadır. Bundan dolayı,
eden bu düşünürler, batı! inançlarla, insan varlı~ı yalnızca kendisini de~il,
ba~nazlık ve dini insanlı~ın ilerlemesi içinde yaşadı~ı toplwnsal düzeni de ge-
önündeki en büyük engel olarak gör- liştirip yetkinleştirebilir.
müşlerdir. Inanç ve eline karşı çıkarken Bu ba~lamda, Aydınlanmaya damgası­
akıl ve bilime sarılan Aydınlaruna dü- nı vuran bir d.i~er özellik, insan do~ası­
şüncesi, Tanrı'nın evrene müdahalesine nın evrenselli~ine duyulan inançtan
kesinlikle karşı çıkmış ve bilimin gerek- başka bir şey de~ild.ir. Buna göre, her-
tirdi~i kendi içinde kapalı ve düzenli bir kes aynı akla sahip oldu~ undan, herkes
sistem olarak evren görüşünü benimser- aynı rnsyonelli~ sergiledi~nden, uygun
ken, Tann'yı en iyi durumda bir seyird bir e~itim sürednden geçmiş olan her-
durumuna indirgemiştir. kes ayru do~ru sonuçlara ulaşmak du-
Akılcılık ise, Aydınlanmada insanın rwnundadır.
rasyonelli~ine, do~uştan getirdi~i aklı­ A ydınlarunaıun sonuncu ve en belirle-
na inançla belirlenir. Buna göre, akıl in- yici yönü, ilerlemeciliktir. Aydınlanma
sana matemati~in en soyut, en kanna- hareketi içinde yer alan düşünüdere
şık do~rularını anlama ve ö~rendi~i bu göre, Avrupa, bütün bir Ortaça~ boyunca
do~rulan evrene uygulama olana~ı ver- süren bir batıl ilikadlar ve ba~nazlık dö-
miştir. Aklı, yine insana, iyi planlanmış nemini geride bırakmıştır. Bu ba~nazlı­
gözlem ve deneyiere dayanarak, do~ayla ~ın yıkılışında, din karşısında kesin
ilgili sorular sorup yarutlama olana~ı bir zafer kazanan bilimin etkisi büyük
sa~lamışbr. Bununla birlikte, akla ve in- olmuştur. Modem bilim, evrenin tüm
sanın rasyonelli~ne duyulan inanç, do~a farklı görünüşlere ra~men, temelde
90 aydınlanmanın çöküşü

çok büyük, fakat oldukça basit ve dü- yaşayan işçilerin, yaşam koşulları açı­
zenli bir mekanizma olduAunu ortaya sından, feodal dönernin yoksul köylüleri-
çıkarmıştır. Bu düzenli evrenin bir par- nin çok daha gerisinde kaldıklan görtil-
çası olan insanın davranışı da, öndeyi- müştür. Yine, yeni bir akıl ve demokra ti.k
ye ve kontrole elverişli olup, insanla özgürlük çaAını başlatacaAına inanılan
içinde yaşadıAı toplum bu bilgi ışıAm­ Fransız Devrimi terörün egemenliAiyle
da sonsuzca geliştirebilir. İnsanın refa- son bulmuş ve devrimi mutlakiyetçi yö-
hı açısından büyük bir ilerleme kaydedil- netimler izlemiştir.
miş olduAuna göre, sınırsız ve sürekli bir Öte yandan, ondokuzuncu yüzyılda or-
ilerlemeyi engelleyecek hiçbir şey yok- taya çıkan insan tipi, Aydınlanmaıun
tur. insan modelinden oldukça farklı olmuş­
Avrupa'da 18. yüzyılda ortaya çıkan tur. Buna göre, Aydınlanmanın akıl tara-
felsefi ve toplumsal bir hareket olan Ay- fından yönetilen, kendine güvenli, dışa
dınlanma, 19. ve 20. yüzyıllarda, zaman dönük insan tipi yerine, ondokuzuncu
zaman yoAun bir biçimde eleştirilmiş­ yüzyılda daha çok duyguları tara.fından
tir. ÖmeAin, 19. yüzyılda, Romantikler yönlendirilen, tedirgin, yabanciaşmış ve
Aydınlanmanın aklının ruhsuz olduAu- içedönük bir insan ortaya çıkmıştır. Dos-
nu söylerken, muhafazakarlar onu çok toyevski'nin Yeraltından Notlar adlı ese-
radikal bulmuşlardır. Yine Aydınlan­ rinde tasvir ettiAi bu insan tipi, evreni an-
ma, doAa bilimlerini örnek alan bir bilgi layan, dünya vatandaşı olmayı seçmiş
ve akılcılık anlayışı geliştirdiAi için bir ins:mdan çok,. kendisini anlamakla bir
eleştiriye uAramıştır. Aynı çerçeve için- büyük zorlukları olan, degil dünyayla,
de, Aydınlaruna akılcılıAına, geleneksel salt kendisiyle bile banşamamış, kötüm-
ahlAk ve dinin hakikatlerine karşı düş­ ser bir insandır.
ma.n~a bir tavır aldıAı için karşı çıkd­ aydınlatan tecrübe [İng. lumirıous experien-
mıştır. Nihayet, y.üzyılırruzda Aydın­ ce; Fr. experience lumineuse ]. Aşkın, yüce,
laruna hareketi, bireysel ve kültürel kudretli, olaAanüstü gücü olan bir ger-
farklılıkları göz ardı ettiAi için eleştiril­ çeklikle, özellikle de Tann'yla olan doA-
miştir. rudan temasla belirlenen ve bu tür bir
· aydınlanmanın çöküşü [İng. a:ıllapse of mistik temas içinde olan kişiye sonlulu-
Enlighrmment]. Bah kültüründe, onseki- Aunu, eksikli oluşunu, baAımlılıAını,
zinci yüzyıla damgasını vuran Aydın­ yetersizliAini ve güçsüzlüAünü gösteren
lanmanın temel öAeleri olan hüman.iz- tecrübe.
min, iyimserliAin, insanın sınırsızca Bu tür bir mistik yaşantı ya da tecrü-
yetkinleşebileceAine duyulan inancın, be, söze dökülemez, aktanlamaz olup,
bilim ve teknoloji yoluyla tilerierne ül- kişiyi temas içinde olduAu aşkın ger-
küsünün, akılalık ve evrenselciliAin, çeklik, kendisi ve bütün bir varlık ala-
yaşanan toplumsal ve ekonomik koşul­ nıyla ilgili olarak temelli bir biçimde
lara baAlı olarak, önemli ölçüde erozyo- aydınlatır, başka bir kaynaktan saAla-
na uArarnası sonucunda, 19 yüzyılda namayacak bir bilgi kazandınr.
ortaya çıkan Aydınlaruna karşıtı tavır aydınlatma teorisi [İng theory'of illumina-
için kullanılan genel deyim. tion; Fr. tlu!orie de l'lclairage). Bilgi felse-
Buna göre, herşeyden önce, bilimin, fesinde, sınırlı, de~şken ve gelip geçici
maddr ve fiziki koşullarda sınırsaz bir insan varlıAının zorunlu, ezelf -e bedi ve
gelişmeye yol açacaAı umulan bir süreç de~şmez doAruları nasıl bilebildiAi so-
olarak, teknoloji alanındaki uygulaması, rusuna yanıt olarak getirilen teori. Aziz
Avrupa'da kentleşmeyi ve kentlerde t Augustinus'un genel kavramların, zo-
yoksul gecekondu semtlerinin doAuşu­ runlu doAruların bilgisini açıklama tar-
nu hızlandırmıştır. İşte bu varoşlarda zına karşılık gelen ötreti.
Ayer 91

Duyuma ve bilgiye ilişkin iyi bir anali- ınesinin ancak ve ancak, insan zihnini
zin, insarun iki farklı bilgi türüne sahip Tanrı'ya bagımlı hale getiren bir aydın­
oldugunu açıga çıkardıgını savunan latma yoluyla açıklanabilecegini öne
Aziz Augustinus, bu iki bilgi türünü sıra­ sürmüştür.
sıyla, güzel bir kız ömeginde oldugu Ayer, Alfred. 1910-1989 yılları arasında
gibi, duyularm nesneleri olan somut var- yaşamış olan ünlü İngiliz düşünür.
Iıkıann bilgisi ve güzellik gibi akılla anla- Temel eserleri arasında Language, Truth
şılabilir kavramiann ve ezelf-ebedr dog- nnd Logic [Dil, Dogruluk ve Mantık], Fo-
rulann bilgisi olarak belirler. İnsan uııdations of Emprical Knowledge [Empi-
gözleriyle maddi varlıklan görür, onla- rik Bilginin Temelleri), The Central Qu-
nn duyularla algılanan bilgisine sahip estions of Plıilosoplıy [Felsefenin Teınel
olur, öte yandan aklıyla ezeli-ebedr, de- Problemleri], The Problem of Knowledge
gişınez dogruları kavrar. Sonlu bir var- [Bilgi Problemi] gibi kitaplar bulunan
lık olan insan, nasıl olup da ezeli-ebedi Ayer, tBerkeley ve tHume'un empiriz-
dogrulan bilebilmektedir? İnsan zihni miyle tRussell ve tWittgen.stein'dan etki-
için yedi arh üçün toplarnı.run her zaman lenmiş ve tViyana Çevresi'nin mantıkçı
ve zoruıılu olarak on ettigini bilmek nasıl pozitivi.z.mi kapsamı içinde degeriendiri-
mümkün olabilmektedir? lecek görüşleri benimsemiştir. Başkcı bir
Augustinus'a göre, insan zihni ezelr ve deyişle, Viyana Üniversitesinde, mantık­
ebedi, degişmez dogruları görebilmek, çı pozitivizm üzerinde çalışmış ve önce-
kavrayabilmek için aydınlanmaya, ay- likle gerçeklik, algı, ttümevanm, bilgi,
dınlatılmaya gerek duyar. İşte, bu ay- anlam ve başka zihinlerin varoluşu tü-
dınlatmanın kaynagında Tann vardır. ründen konulan ele alınış olan Ayer, Vi-
Bu aydınlatma, insanın bilgide fiziki yana çevresinin görüşleriyle İngiliz dil·
nesnelerin deAişmesinin ve insan zihni- sel analizi arasında bir bag kurma çabası
nin sonlulugunun neden oldugu sırur­ içinde olmuştur.
lamanın üstesinden gelmesine olanak Filozof kariyerinin başlarında, bir
verir. Yani, insanın Tanrı'ya her bakun- önennenin, dogru oldugu deney yoluy-
dan muhtaç oldugunu öne süren Au· la kesin sonuçtu olarak gösterilmedikçe
gustinus'a göre, bu durum bilgi için de anlamsız oldugunu dile getiren güçlü
geçerlidir. bir dogrulanabilirlik ilkesini benimseyen
Ezelr-bedr do~ulann, genel kavramia- Ayer, bu ilkeden yararlanarak. önerme-
nn bilgisi için, bir tür aydınlanma ögre· leri, tıpkı Hume'un yaph~ gibi, man-
tisi geliştiren Augustinus'a göre, tek tek tıksal ve deneysel öneoneler diye ikiye
olgulardan ve algılardan genel dogrula- ayırmıştır. Önemteleri ne mantıksal
ra, bireysel örneklerden genel kavramla- dogrular ve ne de deneysel hipotezler
ra yükselerneyen insan, genel kavramla- olan meta.fizik, ona göre, anlamdan yok-
on, ezeli-ebedi ve degişmez dogrulann sun olan sözde bir disiplin olmak duru·
bilgisini, ancak Tanrı'run kendisini ay- mundadır. +Metafizik için geçerli olan
dınlatması sayesinde kazanabilir. . bu dumm, teoloji için de geçerli olmak
Ayru öğreti, felsefesinde, t AristoteJes'i durumundadır; Ayer'a göre, tannsal
reddederek, Augustinusçu bir çizgi iz- varhkla ilgili iddialar, yanlış bile olma-
leyen Aziz tBonaventura tarahndan da yıp, anlamdan yoksundur. Ayru şekilde
öne süriUmüştür. Buna göre, insan zih- etik ve estetikte deger yargısı içeren
ninin degişip, kuşku ve yanhşa açık önermeler de, bilgi aktaran gerçek öner-
oldugunu, insan bilgisinin konu aldıgı meler olmayıp, duygusal bir tavnn ge-
fenoınenlerin de degiştigini söyleyen nişlememesini isteyen ifadelerdir.
Aziz Bonaventura, insanın bütün bun- Karlyerinin daha sonraki döneminde,
lara karşın, birtakım kesinliklere sahip bir öneonenin dogruluk ya da yanlışlı·
olmasının, degişmez öz ve ilkeleri bil- gını belirlemek için uygun bir deneyin
92 ayırd edici özellik

gerektiğini dile getiren zayıf bir dogru- sıyla, iki şeyin yalruzca sayısal olarak
lanabilirlik ilkesine yönelen Ayer, ilke- özdeş olabilecegini dile getiren ilke. Ev-
nin söz konusu versiyonunu geçmişle il- rendeki her varlıgın, başka hiçbir şeyde
gili evrensel yasaları geçersiz kılmamak olmayan bir özellige sahip bulundugu-
için beniınsemiştir. Hatta, burada da nu, dolayısıyla evrende, birbirine tam
kalmayıp bir adıın daha ileri giden filo- olarak benzeyen, birbiriyle özdeş olan
zof, önennelerin ilke olarak haklı kıla­ iki şey bulurunadıgıru dile getiren pren-
namayacakları yerde, onların yine de sip.
reddedilmemeleri ve hiçbir haklı kılın­ Ayırd edilemezlerin özdeşligi ilkesini
manın aranmaması gerektigini ileri sür- formüle eden tLeibniz, aynı ilkeden,
müştiir. şeylerin yalnızca mekansal olarak farklı­
Ayer, zihin konusunda, bir tür nötr mo- lık göstermeleri durumunda, bu farklılı­
nizmi benimsemiş ve bir Z ı..ihin haline gm başka bir farklılıgın gerekliligine
sahip oldugunu söylemenin, kendisiyle işaret e ttigi, farklılıgın varolan şeylerin
özdeşleştigim bir B bedenine sahip ol- en önemli yönlerinden biri oldugu, bir
dugumu, ve B'nin bir halinin Z'ye neden şeyin tüm özelliklerinin zorunlu ve özsel
oldugunu söylemek anlamına geldigini oldu~, varolaniann arızi hiçbir özelligi
iddia etmiştir. Felsefenin gerçek işlevi­ olmadı~ sonuçlamu çıkartınıştır.
nin tanaliz oldugunu iddia eden ve ana- ayırım [Ing. distinction; Fr. distiııction; Al.
lizle ilgili göriişünde Locke: Berkeley, unterscheiduııg). Şeyler arasındaki fark-
Humeve Russell çizgisini izleyen Ayer'a lılıklara işaret edildigi ya da bir şeyin
göre, felsefi analiz dilsel bir analizdir. başka bir şey olmadıgı tasdik edildigi
Bu tür bir analiz, Ayer'a göre, bize bir zaman, yapılmış olan şey, ortaya çıkan
sembolü, ne onu ne onunla eşanlamlı kavramsal belirleme.
başka bir sembolü içeren tümcelerle Farklı ayınm türlerinden söz edilebi-
ifade etmek suretiyle tanımlama yollan lir. Ayırım, iki bütün ve birlikli varlık,
saglar. örnegin ayla güneş arasında yapıldıgı
ayırd edici özellik [İng. distinquishing zaman, söz konusu ayırun tam ve uygun
cluıracteristic; Fr. cııractiristique distincti- bir ayırmıdır. Buna karşın. bütün ve bir-
ve ). Bir şeyi başka şeylerden ayıran, likli bir varlılda, onun bir parçası, öme-
farklılaştıran temele, belirleyici özelli- gin bir elle bir parmak arasında bir ayı­
ge verilen ad. mn yapıldıgı zaman, söz konusu ayırım
ayırd edilemez [İng. indiscernible; Fr. in- yetersiz ve uygun olmayan bir ayırrmdır.
discmıable; Al. nichtzuunterscheidende). Öte yandan, ayırt edilmiş şeylerin nite-
Başka bir şey karşısında gözlemlenebi- liklerinde söz konusu olan farklılıldanna
lir hiçbir farkWı~ bulunmayan, ya da göre ayırt eden bir ayınm, gerçek ayırım­
birbirlerinden hiçbir şekilde aynlmayan, dır. Başka bir deyişle, gerçek ayırıında,
ayırd edilemeyen, ayırd edilmeleri için insanın bedeni ve ruhu arasında yapılan
gerekli farklı özellikleri olmayan, birbiriy- ayınmda oldugu gibi, zihnin faaliyetle-
le her bakımdan, tıpahp aynı olan, tüm rinden ayn ve ba~ız olarak, gerçek-
özellikleri ortak olan iki şey için kullanı­ likte de, niteliklerinden dolayı ayrı olan
lan sıfat. şeyler arasında bir ayırım yapılır. Soyut
ayud edilemezterin özdeşliği ilkesi [İng. ayırım ise, gerçekHkte, bir parçası olduk-
principle of identity of indiscemızbles; Fr. lan şeyden (zihnin faaliyeti ya da soyut-
principe de l'identiU des indiscenulbles). Ev- laması dışında) aynlmaz olan nitelik ya
rendeki hiçbir iki şeyin tümüyle, tam da farklıhklan, birtakım soyut ilkelere
olarak aynı olmadıgını; şeylere yakın­ göre ayırt eden ayınmdır.
dan bakıldıgında, ne kadar benzer ·gö- Ayının, daha özel olarak da, Latince
rünün;e görünsünler, onlarda kesinlikle difforentia terimiyle gösterilen bir kav-
bazı farklılıklar saptanacagıru; dolayı- ram olarak, bir türü, üyesi oldugu sınıf-
ayrıkhk 93

tan ya da cinsten ayıran özeliik.Jere veri- özelliktir. Buna göre, aynılık ve farklılık
len ad olarak karşımıza çıkar. Buna varlıgın temel kategorilerinden olup, va-
göre, ayırım, cins içinde, türü gösteren rolan her şey, varolan diger şeylere bazı
özellik ya da özellikler toplamıdır. Ayı­ bakımlardan benzerken, varolan başka
nın, türlerin dnste bulunmayan bazı herşeyden, en azından bir bakımdan
şeyleri içermesi zorunlulugu bulundu- farkJıdır. Öte yandan, ayrulık ve farklılık,
gu, aksi takdirde yalnızca cins olup, tür- iki ya da daha fazla sayıda şeyin bir par-
ler varolamayacagı ve cins tür ayırımın­ çası olup, özellikle nesneler ve ayrulıklar
dan söz edilemeyecegi için, her türün çok sayıda oldugu zaman, türler şeklinde
temel özelligi olarak ortaya çıkar. ortaya çıkan ve yasalara bir temel sagla-
Öte yandan, ayınm, uzak ve yakın ayı­ ma işlevi gören, kendisine özgü bir doga-
rım olarak ikiye ayrılır. Buna göre, türü ya sahiptir.
yakın cinsindeki ortaklarından ayıran ayrı [İng. disparate; Fr. disparate]. Tür ve
özellige yakııı ayırım, buna karşın uzak nitelik bakımından tümüyle farklı ve
cinsindeki ortaklarından ayıran özellige benzemez olma durumu.
ise, uzak ayırım adı verilir. Öte yandan, Örnegin, farklı duyuların duyumları
türü, ayıu cins içindeki diger türlerden birbirinden ayrı olmak durumundadır.
ayıran özellik ya da özellikler toplamına Mantıkta, iki kavram, birbiriyle cinstür
türsel ayırım adı verilir. ilişkisi içinde degilse, ayrı kavramlar
ayna evresi [İng. stage of mirror; Fr. stade du olarak görülür. Yine, iki şey, birbiriyle
ırıiroir; Al spiegelstufe]. Freudçu psikanali- cinstür ilişkisi içine sokulamıyorsa, bir-
zi yeniden canlandıran Fransız psikana- birinden ayn ve bagımsız olmak duru-
listi Lacan'ın, çocuk ya da özneye ben mundadır. Zira, bunlar arasında ortak
bilincine varma olanagı saglarken, ya- hiçbir şey yoktur.
bancılaşmayla öznellik arasındaki diya- ayrıkhk [İng. disjunction; Fr. disjonction;
lektigi canlandıran aşamaya verdigi ad. Al. disjunktion]. Kaplamları birbirinden
Çocugun onsekiz ayla altı yaş arasın­ ayrı olsa da, aynı yakın cinsin kaplaını
da, aynada kendi kendisini tarumasının içerisinde yer alan kavramlar arasındaki
birbirini izleyen üç ayn aşamada ger- bagıntıya ya da önermelerin birbirlerine
çekleştigini öne süren Lacan'a göre, ilk baglanması işleminde, birbirlerine tikel
aşamada aynanın önünde bir yetişkin­ evetleme ekiemi ile baglanan önermeler
le birlikte duran çocuk, aynadaki kendi arasında söz konusu olan ilişkiye veri-
göıiintüsüyle yanındakinin görünrusü- len ad.
nü birbirine kanştmr. İkinci aşamada İşte bu çerçeve içinde, klasik manhkta,
ise, görüntü fikrine sahip olan çocuk, önemıeler bagıntı yönünden sınıflandı­
aynadaki görüntüsünün gerçek olmadı­ gında, iki terim arasında bir karşılıklılık
gını anlar. Aynanın üçüncü aşamasın­ bagantısı kuran önemıeye ayrık önerme
da ise, çocuk aynadaki görüntüsünün adı verilir. Bu kar}ıhklıhk, 'veya', 'ya
gerçek olmayıp, kendi görüntüsü oldu- da' sözcükleriyle yani tikel evetleme ek-
gunu ve başkasının görüntüsünün de lemiyle ifade edilir. Bu önemıeler 'A ya
ayrı, farklı oldugunu kavrar. da B'dir' formuna sahiptirler ve iki terim
aynılık ve farklılık [İng. sanımess and dif- arasındaki karşıhkhlıgı, ayrıkhk olarak
ference; Fr. identit~ et difference]. İki ya da kurarlar. Burada her iki terirn de bir hi-
daha fazla sayıda şeyin birbiriyle aynı potezdir. Ama hipetelik önermelerde ol-
oldugu tüm durumlara ortak olan şey, dugu gibi, bu iki terim arasındaki ba~m­
bu durumlarda söz konusu olan özellik. tı, bir hipotez.sonuç bagantısı degil, bir
Farklılık ise, iki ya da daha fazla sayı­ seçeneklilik bagınhsıdır. Bundan dolayı,
da şeyin birbirlerinden farklı oldugu aynk önermeler, iki ayn seçenegi ifade
duruanlarda söz konusu olan şey ya da ederler.
94 azgelişmişlik

Klasik mantıkc;ılar bu önenneleri de me saymıştır.


basit öne rm e formu ndaki önermeler azgelişmişlik [İng. Under development;
olarak kursalar bile, aslında ayrık öner- Fr. sous dtuelcpment; Al. unterentwick-
meler, hem yapıları ve hem de seçenek lung]. Birçok Üçüncü Dünya toplumu-
bildinneleri bakımından iki ayn öner- na ya da daha dogrusu gelişmiş Bab
meye aynlabilirler. Ömegin, 'Hasan ya ülkelerinden olmayan toplurnlara özgü
da Hüseyin gelecek' önermesi tek bir yoksulluk ve ekonomik bakımdan geli-
önerme gibi göriillüyorsa da, 'Hasan ge- şememe, iktisaden durgunluk içinde
lecek' ve 'Hüseyin gelecek' gibi iki basit olma hali. Özellikle Marksist teoriyle
önermenin 'ya da' baglaoyla birleştiril­ Bagımhhk kuramma göre, merkezin
mesinden oluşan bileşik bir önermedir. periferisinde kalan bu ülkeler, istenen
Modem manhk da, bu formel özelli~ne gelişme düzeyine, agır bir sömürüye
dayanarak, aynk önenneleri, tikel evet- maruz kaldıkları için erişemeınektedir­
lerne önermesi adı altmda bileşik öner- ler.
Bachelard, Gaston 95

çürüi:ülınesi olgusu kanıtlaınaktadır.


Aklı bilimsel akla eşitleyen, rasyonali-
tenin ancak ve ancak aklın tarihsel ge-
lişmelerinden türetilebilece~ savunan
Bachelard'a göre, felsefe, aklı anlamak
için, bilim okuluna gibnek durumunda-
dır.

B O, felsefenin bilim tarihinde bulmaya ça-


lıştıgı akıl ve rasyonalitenin tarihin ken-
disindeki akıl ve trasyonaliteden daha
sabit ve tek yönlü ya da yekpare olmadı­
gıru söylemiştir. Bachelard'a göre, bilim
tarihinde keskin kopmalar vardır ve bu
Babilik. 1844 yılında, Mirza Ali Muham- kopmalar da, akıl kavrayışlanndaki fark-
med Bab tarafından kurulan ve İslarrun lılıkları ifade eder. Bundan dolay1, tam
ilkelerine dayalı bir reform tasansı ya da ve gerçek anJamı içinde bilim tarihi diye
girişimi olarak somutlaşan dini tarikat. bir şeyden söz edilemez, bunwt yerine
Babiligin en önemli iddiası peygamber- bilimsel çalışmanın farklı bölgelerinin
ligin Hz. Muhammed ile bitmedigi olup, tarihlerinden söz edilebilir. Bachelard,
kendisini bir tür mehdi olarak gören işte bu çerçeve içinde, bilimsel gelişme
Mirza bu iddiasını kendisine Tann tara- modelini epistemolojik kopma ya da kı­
fından indi.rildigini söyledigi Beyan adlı rılma, epistemolojik engel ve epistemo-
kitapta ifade etmiştir. lojik hareket gibi üç ayn kavramla ifade
Bachelard, Gaston. 1884-1962 yıllan ara- etmiştir.
sında yaşanuş olan Fransız bilim tarih- Epistemolojik kopmayı, kendisinden
çisi ve filozofu; Fransız tarih temelli sonra gelen Kuhn ve Feyerabend gibi,
bilim felsefesi geleneginin kurucusu olan iki kavramsal sistem veya iki bilimsel
düşünür. Temel eserleri: LA Formatian de kavramsaliaştirma arasındaki, onları
l'Esprit scimtifique [Bilimsel Ak1m Oluşu­ mukayese etme imkanı bU" akmayan ayn-
mu], LA Philosophie du Non [Yok Felsefe- lık olarak tanımlayan Bachelard, bilim
si], U! ~terialism Rationel [Rasyonel tarihçisinin bundan dolayı, geçmişin
Maddecilik]. bilimini incelerken, günümüz biliminin
Bachelard'ın düşünce ve ögretisi, aklın standart ve degerierini kullanamayaca-
ve rasyonalitenin dogctsını, öncelikle ve gını öne sünnüştür. Geçmişin biliminin
büyük ölçüde bilim tarihi üzerinde dü- günümüzün kavramlanyla araştınlama­
şünmek suretiyle anlama yönünde bir yacagıru, geçmişin kendi terimleriyle an-
çaba olarak degerlendirilebilir. Ona göre, laşılması ve açıklanması gerektigini dile
bilim tarihi böy1e bir işe fazlasıyla uygun getiren Bachelard'a göre, günümüz bili-
düşer, çünkü akıl en iyi bilim, bilim de minin de, o gelecekteki bilimsel gelişme­
en iyi bilim tarihi anlaşıldı~ zaman bili- ler tarafından pekala aşılabilecegi için.
nebilir. tamlık ve kusursuzlugundan söz edile-
Bachelard'ın söz konusu iki tezinden mez.
birincisi, onun aklın yapılarının soyut Bilirnde düzgün dogrusal bir gelişme
ilkelerde degil de, aklın somut uygula- bulundugu anlayı~ına, yani bilimsel
ma ve kullanımlarında belirgin hale ilerlemenin düzgün dogrusal ve birikim-
geldigi inancının bir sonucudur. İkinci sel bir gelişme süreci oldugunu savu-
tezi ise, ona göre felsefi ve a priori akıl­ nan pozitivist bilim anlayışına öldürücü
cılık ideallerinin, ömegin tDescartes ve bir darbe indirmiş olan Bachelard'a
tKant gibi düşünürlerin ideallerinin göre, bilim tarihi bir bilgi birikimi süreci
bilim tarihindeki gelişmeler tarafından degil, fakat daha önceki kavramların,
96 Bacon, Francis

yönteınlerin, kuraınlaru'\ yerine yenileıi.­ aklın birbirlerinden kesin çizgiierle ay-


nin ikame edildigi kesintili ve devrimci rılması gerekti~ni savunan Bacon, bu
bir süreç olmak durumundadır. Bilimsel ayrım gerçekleştirildiği takdirde, ve
teorinin her zaınan yaratıcı bir inşa ha- aklın gereği gibi ve sistematik bir biçim-
reketi oldugunu öne süren Bachelard'a de kullanılınası durwnunda, insan ya-
göre, bilim, birikimsel ohnak bir yana, şamını daha iyi yönünde luzla dönüş­
tarih içinde kopmalar veya ciddf kesinti- Iiirecek olan bilimsel bilgiye ulaşmarun
ler yaşar; her yeni bilimsel hareket ya da kolaylaşacagıru savurunuştur.
pratik eski epistemolojilerin, kadfrn dog- Francis Bacon bu anlamda bilgiyi güce
ruların terkedilmesini gerektirir. Hatta, eşitlemiştir. Ona göre, bilim bir ilerle-
Bachelard'a göre, bilimin ilerlemesinin me, bir gelişme sürecidir. Tarih boyunca
bilim-dışı ideolojilerle bir ınücadeleden dini, siyasi ve düşünsel nedenlerle ken-
ibaret oldugu dahi söylenebilir. disine gerekli önem verilmemiş olan bi-
Sachelard 'ın önemli bir diger yanı da, limin insanlan aydınlatma ve yönlendir-
onun düşünce ve eserlerinin, kendisin- me işlevini ön pl§na çıkannak gerek-
den sonraki Fransız düşünür ve bilim mektedir. Bilim, Bacon'a göre, sözctik-
filozofları kuşagının, özellikle de Louis lerle oynamak yerine, doganın kendi
Althusser ve Michel tFoucault'nun dü- özünü kavramaya yönelmelidir. Dogaya
şüncelerinin şekillenmesinde oldukça egemen olmanın ilk koşulu, onu kendi
etkili olınuş olmasıdll'. bütünlügü içinde bilmek, onu yöneten
Bacon, Francis. 1561-1626 yıllan arasın­ genel yasaları kavramaktır. Bu yasalan
da yaşamış olan, İngiliz empirizminin kavramanın tek yolu ise, zihindeki ön-
öncüsü ünlü İngiliz filozofu. Bacon'un yargıları temizleyip, ttümevarım yönte-
temel eserleri The Advancement of KnCTW- mini uygulamakhr.
ledge [Bilginin ilerlemesi], Ncroum Orga- Fizikten ereksel nedenleri atan Bacon'a
num Scientariıım [Yeni Organon] ve The göre, tDemokritos'un felsefesi, bu an-
Nw Atlantis [Yeni Atlantis] 'dir. lamda tPlaton ve t Aristoteles'in felsefe-
Kendisiyle başlayan, Locke ve Huıne'la sinden daha dogru ve saglam bir felsefe-
devam edip, J. S. tMill ve B. tRussell'a dir. tMetafizigin varlık olmak bakı­
dek uzanan lngiliz empirist geleneginin mından varlıga ilişkin bir araşhrma ol·
ilk büyük filozofu olan Bacon'un bakış madıgı gibi, hareket etmeyen hareket et-
açısı temelde somut, pratik ve yarara tiridyi konu alan bir araşbrma da olma-
ögelerle belirlenmiştir. Düşüncesi ge- dıguu söyleyen filozofa göre, metafizik
nelde ileriye dönük olup, insanın gele- maddf dünyanın fonnlanna, ilke ya da
neksel teorilerin ve yöntemlerin yanılsa­ yasalanna ilişkin bir araştırmadır. Söz
malanndan kurtuldugu takdirde büyük konusu araşhrmanın teorik degil de,
bir hızla ilerleyecegine olan inancından pratik amaçlı bir araştırma oldu~nu
ivıne kazanmaktadır. Eserlerinin baş­ öne süren Bacon, maddeci ve mekanist
lıklarında ve kitaplarının bölüm baş­ bir bakış açısının savunuculugunu yap-
lıklannda sık sık geçen yeni sözcügü, mıştır. O, herşeyin mekanik nedenlerin
Bacon 'un Aristotelesçi felsefe ye ve Sko- bir sonucu olarak ve yasalı bir biçimde
lastik mantıga karşı çıkışını gözler ortaya çıkb~ru söylerken, aynı zamanda
önüne serer. dogalcı bir bakış açısı sergileyip, paziti·
Bacon'un teoloji konusuna girdiği zaman vizme yaklaşmıştır.
seçtigi sözcükler bazen tHobbes ya da Bacon, Roger. 1220-1292 yılları arasında
Hume'un daha sonraki alaycı tavnru çag- yaşamış olan ünlü İngiliz bilim adamı
nştırmakla birlikte, o Hristiyanlıgın ög- ve filozofu.
retilerini özü itibariyle dogru olan ögreti- Deneysel bilim yolunda büyük çaba
ler olarak görmüştür. Skolastik anlayışa harcamış olan Bacon, çagdaş bilimin de-
karşı olan ciddi polemiginde, vahiy ve neysel yaklaşımının tarihsel bakımdan
Baconcıılıık 97

erken olgunlaşmış bir teınsilcisidir. Ayn.i ısrar etmiştir.


zamanda bir t Aristoteles hayranı olan Yine, o aynı konuda genellernelerin sı­
Bacon, Londra ve Paris'te yaşadıgı sıra­ nanmasında olumsuz örnek arayışının
larda revaçta olan hiçbir felsefi ve psi- çok büyük bir önem taşıdıgını vurgula-
kolojik ögretiye baglanmamışhr. Mate- mıştır. Şu halde, Bacon İngiliz filozofla-
matikle de çok yakından ilgilenen rının temel özelligi olan ve John Sruart
Haı:on'un, bilimlerin saglam ve kesin te- Mill'in Tlıe System of Logic [Mantık Siste-
meli oldugunu düşündügü matematik- mi] adlı eserinde doruk noktasına ula-
le ilgili görüşleri, onu Descartes'a epey şan tümevarımsal akılyürütme tarzına
yaklaştınr. Bacon'un özgünlügü, bilgi bi- yönelik ilginin de başlatıcısı olarak gö-
rikimine belirgin bir katkıda bulunmak- rülebilir.
tan çok, verimli araşhrma dallan ve de- Bacon' a, t Aydınlanma boyunca, özel-
neysel inceleme yöntemleri üzerinde likle Fransız filozoflar tarafından büyük
durmasından kaynaklanmaktadır. bir önem ve deger verilmiştir. Ansiklope-
İnsarun bilgisizliginin nedenleri üzerin- di, onun bilimler suuflamasıru benimse-
de duran Bacon, otoriteye dayanmanın, miş ve D'Alembert'in dile getirdigi biçi-
gelenegin etkisinin, önyargıların ve kişi­ miyle, onu 'deneysel fizigin zorunlu-
nin cehaletini saklayan sözde bilgeligin, lugunu ilk kez olarak ortaya koyan' filo-
insanı hakikate ulaşmaktan alıkoydugu­ zof olarak görmüştür. Francis Bacon her
nu söylemiştir. Felsefenin görevinin in- ne kadar yeni deneysel bilim anlayışa­
saru Tann'nın bilgisine götürmek ve nın ilk ve en seçkin temsilasi olsa da,
O'nun hizmetine koşmak oldugunu söy- onun tGalile gibi bilim adamı çagdaşla­
leyen Bacon, matematige özel bir önem rında uygulandıgi biçimiyle, bilimsel
vermiş ve matemangi tüm bilimlerin yöntem anlayışı yetkin olabilmenin uza-
anahtan olarak görmüştür. Zamanının gında ka~dıgını söylemek gerekir. O
bilimiyle ahlakına yogun eleştiriler· yö- matematigin yeni bilimin dili olabilme-
neltmiş olan filozof, tümevanın ve tüm- sindeki anlamı kavrayamamaş ve bilim
dengelimden meydana geldigini söyledi- adamuun yeni ve yaratıa varsayımlar
ği bilimsel yöntem konusunda önemli ortaya koyabilmesinin önemini farkede-
katkılar yapmıştır. memiştir.
Baconculuk [İng. Baconism]. İngiliz filo- 2 Bacon, Nwum Organum'un I. Kitabın­
zofu F. Bacon'un görüşlerini, özellikle da ve başka yerlerde, aynca, insanın, çe-
de onun bilginin büyük bir güç oldugu şitli felsefi bakış açılarının gerisinde
inancını ve bilginin dogaya ilişkin de- yatan ilgilerini ve psikolojik güdülerini
neysel araştırma ile elde edilecegi görü- araşbrma ve gözler önüne serme yö-
şünü savunma tavn. nündeki ilk adımı atan kişi olmuştur.
Bacon, felsefi olarak, özellikle iki ba- Onun tidoller aduu verdigi önyargılar,
kımdan önem taşır: 1 O, Nrruum Orga- yanıltıa düşünceler objektif ve dogru
num [Yeni Organon] adlı eserinin ikinci bilgi yolunda, insanın karşısına dikilen
kısmında, yalın saymadan oluşan basit en büyük engeldir. Başka bir deyişle,
tümevarımdan farklı ve yeni bir tüme- bu idol~r, kişiyi dogru ve kesin bilgiye
varım yöntemi geliştirerek, varolan ulaşmaktan ahkoyan, deneyle hiçbir
yöntem anlayışını detiştirmeye ya da baglantısı olmayan önyargılardır. Fel-
dönüştürmeye çalışmıştır. Bacon, haklı sefi ö~retilere yönelik bu özel eleştiri,
olarak, ttasımın belirledigi geleneksel onların gerisinde yatan ilgi, önkabul ve
mantı~ın deneysel açıdan yeni bir şeyi psikolojik güdüleri bu şekilde araştırıp
keşfebneye götürebilecek bir yöntem ol- gözler önüne senne tavn, daha sonra
mayıp, zaten bilinen bir şeyin sonuçlan- özellikle 18. yüzyılda özellikle tHume
nı tüındengelimsel olarak gözler önüne ve tCondillac tarafından tekrarlanmış
seren bir yardıma oldu~u konusunda ve daha da genişletilmiştir.
98 Bacon'un yöntemi

~acon'un yöntemi [İng. method of Bacon; du~unu, ikisi arasında hiçbir çelişki bu-
Fr. metlıode de Bacon]. Bütün bir Ortaça~ lunmadı~ını dile getiren ahlak görüşü.
boyunca egemen olmuş olan sınıflayıcı Aynı zamanda tdetenninist ahlak anla-
ve tümdengeliınsel bir mantık anlayışı­ yışı diye taıumlanabilecek olan ba~da­
na karşı çıkan İngiliz filozofu Francis şabilircilik, irade özgürlü~ünden yola
Bacon'un, do~aya ve do~al fenomenle- çıkan ahlak görüşlerinden farklılık gös-
re ilişkin araştırınalarda kullanılmak terir. NiteiUın, ba~daşabilircili~e göre,
üzere önerdi~i tüınevarımsal yöntem. insarun eylem düzeyinde özgür olabile-
Bilginin büyük bir güç oldu~unu, insa- ce~ini öngören tüm ahlak anlayışları ya-
nın bilgi ya da bilim yoluyla do~ayı ege- nılgı içindedir. Ba~daş.abilircilik, işte bu
menli~i altına alıp, kendi yararına dö- ba~lamda ahiakın görevinin, aslında de-
nüştürece~ini savunan Bacon'un tüme- terınine edilmiş veya belirlenmiş olan
varım yöntemi, a) tikel olaru konu alan ahlaksal yaşamın nedensel yoldan açık­
incelemelerden yapılacak çık.arımlann, lanması oldu~unu düşünür. Öme~in,
somut olgulardan bu olgularla ilgili ge- evrende herşeyin zorunlulukla ortaya
nellemelere gitmenin, ve b) hipotezlerin çıkllgıru savunan Spinoza'ya göre, özgür
gözlem ve deney yoluyla sınanmasının sıfabnı yalnızca, ölçüp biçme ve bilinçli
önemini vurgular. O, tümevamnın baş­ tercihierin sonucu olan. ve dolayısıyla
lıca kayna~ı olan deneyin, do~ru, mut- ahlaki öznenin kendisinden ~aynakla­
lak ve kesin genellernelere ulaşmak nan eylemler için kullanırsak, bu anlam-
amacına ba~lı olarak, belirli kurallar da yalnızca Tanrı'nın özgür oldu~unu
çerçevesinde yapılması gerekti~ini belir- kabul etmemiz gerekir. Bundan dolayı,
tir. Tikel bir olaydan kalkarak geniş ona göre, i.kind bir özgürlükten daha
kapsamlı genellernelere gitmenin kesin- söz etmek durumundayız; bu ba~lam­
likle yanlış oldu~unu savunan Bacon, da, anladı~ız, nedenini bildigirniz
genel bir sonuca ancak ve ancak deney olaylarla anlamadı~LiruZ, nedenini bil-
sonuçlarının toplanarak düzenlenmesiy- medi~imiz olaylar arasında bir ayının
le varılabilece~ini öne sürer. yapmanuz gerekir. İşte bu çerçeve, ve
O işte bu türden bir düzenlemeyi sa~­ özgürlü~iin insan için söz konusu olan
lamak amacıyla, tümevanma giden anlarru içinde, bizim, eylemlerimizin ne-
yolu 1 tabula prnesenline (önvarlık çizel- denleri hakkında uygun ve do~ru bir
gesi), 2 tabııla graduımı (aşama çizelge- fikre sahip oldu~umuz ölçüde, özgür ol-
si) ve 3 tabula absentiae (dı$ta bırakma du~umuz söylenebilir. Özgürlü~ün bir
çizelgesi) olarak üç hasarnağa ayırır. derecesi vardir ve Spinoza'ya göre, öz-
Söz konusu birinci aşamada, tüm olgu- gürlük zorunlulu~un bilincinde olmakla
lar do~ada görüldükleri şekliyle sapta- belirlenir.
narak sınıflanır. İkinci aşamada ise, ba~daş1k [İng. coıııpatible; Fr. compatible;
araştınlan niteliklerin bulundu~u du- Al. vereinbar]. Birlikte uyum içinde va-
rumlar, bulunmadı~ı durumlar ve nice- rolabilen şeyler; birbirine mantıksal ya
liksel de~işmelerde ortaya çıkan du- da kavramsal olarak tutarlılıkla ya da
rumlar sınıflanır. Ve nihayet, üçüncü herhangi bir tutarsızlı~a yol açmadan
ve son aşamada, araştırılan fenomene ba~lanabilen tümce, düşünce ya da an-
do~rudan ba~lanamayacak ilişkiler lamlar için kulla;ıı)an sıfat.
dışta bırakılacak, neden ile sonuç ara- Buna karşın. birlikte, uyum içinde va-
sındaki ba~lantı ortaya konur. rolamayan şeyler için kullanılan ba~­
ba~daşabilircilik [İng. compatibilisrıı; Fr. daşmaz nitelemesi kullanılır. Buna göre,
conıpatibilisrııe].
Spinoza, Hume ve Scho- aynı anda do~ru olamayan yargılar ba~­
penhauer gibi düşünürler tarafından ge- daşmaz yargılar olarak tanımlanırken,
liştirilmiş olan, özgürlü~ün, nedensellik de~erleri, yaşam ya da dünyaya bakış
ve hatta determinizınle ba~daşabilir ol- tarzlan bir araya bile gelmelerini engel-
bağımsız 99

leyecek kadar çatışan kişiler bagdaş­ pitalist dünyaya baglayan yaklaşım.


ınaz kişiler olarak gösterilebilir. Buna göre, Marksist görüş veya sosyolo-
bagdaşmazcıhk [İng. inconıpatibilism; Fr. ji, bagımlıhgı yoksul ve azgelişmiş ül-
inconıpatibilisme}. Özgürlügün determi- kelerle, zengin ve gelişmiş ülkeler ara-
nizmle, evrende hüküm süren nedensel- sında söz konusu olan bir ilişki olarak
likle bagdaşmaz oldugunu öne süren tanımlayıp, yoksul ülke ve bölgelerin az-
görüşe verilen ad. Özgürlükle nedensel- gelişmişligini, zengin ülkelerdeki kapi-
ligin bir şekilde uyuşabilecegini, öz- talist gelişmenin eseri ya da ürünü ola-
gürlügün eylemlerin nedenlerine ilişkin rak açıklar. Çevrenin ya da söz konusu
uygun fikirlerden, zorunluluga ilişkin az gelişmiş ülkelerin metropoliten mer-
bilgiden başka bir şey olmadıgını savu- kez ya da gelişmiş ülkeler tarafından
nan bagdaşabilircilik görüşüne karşı, sömürüldügünü öne süren görüş, Avru-
özgürlük kavramının determinizm ve ne- pa ve Kuzey Amerika'daki kapitalist bü-
densellikle uyuşmaz olduğunu, neden- yüme sürednin Latin Amerika, Asya ve
selligin gerçekli~ kabul edildiğinde, öz- Afrika'daki ülkeleri yoksullaştırdıgıru
gürlük kavramının çelişik bir kavram ve devam eden büyümenin az gelişmiş
haline geldigini öne süren görüş. bölgelerde daha fazla yoksulluk yarata-
bagıl özellikler [ing. consequential c~rac­ cagıru söyler.
teristics; Fr. caractbistiques conslquentiau.x} İşte bu çerçeve içinde, uluslararası ti-
Bir şeyi tanımlamada ya da sınıflama­ caret ve ekonomik gelişmenin, Adam
da özsel olmayan, onu her ne ise o yap- Smith'e kadar geri götürülebilecek olan
mayan, önemi bakımından başat ka- 'bırakınız yapsınlar' modeline eleştirel
raktere baglı olan özelliklere verilen ad. bir tepki olarak gelişen ve Batı'nın en-
Üçüncü! ya da sonuçta ortaya çıkan ni- düstri toplumlanıun ekonomik geliş­
telikler olarak da bilinen, ve başka bir mesinin üçüncü dünyanın azgelişmiş,
nitelik ya da özellige bagh olan 'iyi', denizaşırı ülkelerinden elde edilen eko-
'dogru', 'güzel' benzeri özellik ya da ni· nomik arbdegere bagh oldugunu öne
telikler için kullanılan terim. süren kurama ba~ınılılık teorisi adı veri-
Bir şey yalnızca, kendisinde bulunan lir. Özellikle Latin Amerika'da, 1960 ve
başka özellik, karakteristik ya dd nite- 70'li yıllarda ortaya çıkan teori ya da
liklerden dolayı, iyi ya da dogru olabil- yaklaşımın en önemli temsilcileri P.
diği için, bu özelliklere başat ya da Baran ve A. G. Frank olmuştur. Bagım­
temel özellikler degil de, bagıl özellikler sızlık kuramı, aynı zamanda azgeliş­
adı verilir. miş ülkelerin ileri kapitalist ülkelere
bagımidık [Os. ttibiiyet; İng. dependency; erişebilecegine inanan modernleşme
Fr. dependance; Al. dependenz]. 1 Matema- kuramlanrun iyimser iddialarına karşı
tik ve istatistikte, degişkenler arasındaki bir teori olmak durumundadır.
ilişki söz konusu oldugunda, birindeki bagımsız [Os. müstakil; İng. independeııt;
degişmelerin digerinde de degişiklikle­ Fr. independent; Al. unabhaeııgig]. Man-
re yol açmasıyla belirlenen ilişki tarzı. 2 tıksal olarak, başka bir önermeden çık­
Sosyal psikolojide, destek için başkala­ mayan; bir mantıksal sistemin çıkarım
nnın görüşlerine, inanç ve fikirlerine kurallanyla türetilemeyen; dogrulugu
aşın ölçüde güvenıne, baglaruna duru- ya da yanhşlıgı, başka bir önermenin
mu. İki kişi arasında ortaya çikan ve bi- doğrulugu ya da yanhşlıgı üzerinde
rinin, duygusal, ekonomik, fikir v. b. g., bir fark yaratmayan önerme için kulla-
bakımından digerine dayanması, gü- nılan sıfat.
venmesiyle belirlenen ilişki tarzı. Buna göre, A gibi bir önermenin kendi-
3 Üçüncü dünya ülkelerinin yeterli ve si de, olumsuzlaması da, 8 1••,8,. öner-
arzulanan ekonomik kalkınma ve geliş­ melerinin mantı.ksal bir sonuru degilse
me düzeyine erişememelerini, ileri ka- eger, A önermesinin 8 1..,8,. önermele-
100 bağıntı

rinden ba~unsız oldu~u söylenir. 2 Ahlak felseiesinde, ahl8ki problemle-


2 Ba~ımsız aynca metafizikte, varolu- cin, yalnızca daha önce bazı ahl8ki ilke-
şu için başka bir şeye ihtiyaç duyma- leri kabul etti~imiz zaman ortaya çıktı­
yan varh~ı tanımlar. 3 Yine, ba~ımsız ~ını ve onlann ancak bu ardalana ba~h
sıfatı, siyaset felsefesinde, başka bir ül- kalınarak çözülebilece~ini savunan ö~­
kenin veya ülkelerin yönetimi veya de- reti. 3 Bilim felsefesinde, 'elektron' tü-
netimi altında olmayan ülke; işlerini ründen teorik terimlerin, yalıuzca, de-
başka bir devlet organına ba~lı kalma- neysel bir tarzda test edilebiliı· olan
dan yürüten devlet organını niteler. teoremleri içeren ded üktif si$teınlerdeki
ba~ıntı [Os. münôsebet; İng. relatioıı; Fr. terimler olarak ortaya çıktı~ı zaman bir
,.elation; Al. bezielıımg]. İki ya da daha anlamı oldu~unu savunan görüş.
fazla sayıda şeyi birbiriyle ilintili, iliş­ 4 Estetikte, bir sanat eserinin bütün bir
kili kılan ba~. İki ya da daha fazla şeyi kültürel ba~lamı içerisinde anlaşılınası
belli bir biçimde düzene sokan ilişki; gerekti~ini savunan, bir sanat eserinin
birlikte alınan en az iki şey~ yüklenebi- yalnızca bütün bir kültürel ba~lamı için-
lir olan nitelik. de anlaşılabilece~ini, sanat eseriyle ilgili
Bilinç, zorunlulukla birçok nesne ya da tarihsel ve başka türden bilgilerin sanat
düşünce arasında ba~ıntı kurdu~u, her eserine ilişkin kavrayışnnızı zenginleş­
tür bilgi nesneler, çeşitli duyumlar ara- tirdi~ini öne süren sanat görüşü.
sında bir ba~ kurmaya dayandı~ı için, Bu anlayışa göre, bir sanat eserine de~er
ba~ıntı temel kategoriler arasında sayıl­ biçme, onun gerçek do~asuu kavrayabil-
mıştır. Öte yandan, ba~ıntılar, if ve dış me açısından gerekli ya da en azından
bagıntılar veya öz.sel ve anzi batzrıtılar yararlı olan etmenler şunlardır: a) Ayru
olarak ikiye ayrılır. Buna göre, şeyler sanatçı tarafından yaratılmış olan di~er
arasında kurulan ilişki, onlann do~ala­ sanat eserlerine ilişkin bilgi. b) Aynı or-
rını, onlara ilişkin kavrayışımızı do~ru­ tamda çalışmış olan başka sanatçılar ta-
dan etkilemiyorsa e~er, şeyler arasında­ rafından yaratılmış olan eseriere dair
ki ba~ıntının dışsal, arızi bir ba~ıntı bilgi. c) Sanat eserlerinin oluşumunda
oldu~u söylenebilir. Buna karşın, şey­ etkili olan dış etmenlere, örnegin Barok
lerle ilgili olan bir ba~ıntı, onların do~a­ müzi~in oluşum döneminde, müzik
sını, onlara ilişkin kavrayışımızı do~ru­ aletlerinin sınırlılıklarına ilişkin bilgi. d)
dan do~ruya etkiliyorsa, bu takdirde söz Sanatçırun yaşaıruyla ilgili bilgi. e) Sanat-
konusu ba~ıntının içsel, temel ya da çının yaşamış oldu~u ça~a dair bilgi ve
özsel bir ba~ıntı oldu~u söylenir. f) Sanatı.ı.nın amaçlarına ilişkin bilgi.
ba~laın [İng. corıtext; Fr. contexte; Al. kon- Bütün bu etmenler ve bilgiler, ba~lamcı
text]. a) Bir şeyle do~rudan bir ilişki anlayaşa göre, sanat eserine ilişkin kav-
içinde bulunan, b) o şeyin bir anlamda rayışımıza katkı yapar ve sanat eserinin
kaynagım oluşturan ve c) söz konusu gerçek de~erinin ortaya çikmasına yar-
şey karşısındaki tavırlarımızı, ona iliş­ dımcı olur.
kin bilgilerimizi etkileyen anlamlar, dü- bağlamsal tanım [İng. corıtextual definitiorı;
şünceler, önkabuller, yargılar ve pers- Fr.dqirıitiorı conte.ttual). Bir terimi
tek ba-
pektifler toplamı. şına degil de, bir diJsel ba~lam içinde,
bağiamcalık [İng. corıtextualisnr; Fr. corı­ başka şeylerle ilişkili olarak, onun an-
textualisme ]: 1 Meta6zikte, görünüşle gö- lamlı oldugu ba~lama işaret ederek ta-
rünüşlerin gerisinde bulundugu kabul nımlayan tanım türii.
edilen gerçeklik arasındaki ayınnu red- Buna karşın, 'Amca = Babanan erkek
deden, bu türden ayırunlann yalnızca kardeşi' örneginde oldu~u gibi, tanım­
yapılan araşhrmaya göreli oldutunu sa- lananın belli bir ba~lam içinde de~il de,
vunan görüş. tek başına bulundu~u tanım türüne
Barth; Karl 101

bagl;ımsal olmayaıı tnrunı adıverilir. Ba~­ !ar dizisinden, bir vicdan azabı yı~ırun­
laınsal tanımiann ba~lantı terimleri dan başka bir şey olmadı~ıru savunan
için geçerli oldu~u yerde, ba~lamsal ol- Bakuniıı, bir Tann icadı olan devletin in-
mayan tanunlar, yalnızca nitelik ya da sanı ezen en önemli güç, ezilen kitleleıin
sınıf gösteren terimler için söz konusu bilincinin kötü bir eseri olan dinin kol-
olur. lektif bir delilik, ve kilisenin de, çatısı al-
baAnazhk [İng. fanaticisnı; Fr. fiınatism]. tında ezilen kitlelerin günlük dertlerini
Ço~unluk, dini ve siyasi alanda, belli unutmaya çalıştıkları kulsal bir taverna
bir inanç, kanaat ya da ideolojiye hıt­ oldu~unu öne sürmüştür.
kuyla ba~lanma durumu. Kişiyi, bilgi- bamalip. Klasik manbkta, dördünc\.1 tasım
sizli~in, e~itiınsizli~in, güçsüzlük~ do- şeklinden bir tasun kalıbı: Tüın Pler
yumsuzluk ve hoşgörüsüzlügün bir M'dir. Tüm M'ler S'dir. O halde, bazı Sler
sonucu olarak, belli bir fikir, inanç, ya P'dir.
da ideolojiye körü körüne ba~lanmaya barbara. Klasik mantikta, birind tasım
iten tutku. şeklinden, öncülleri ve sonucu tümel
Babailik. Bab Mirza Ali Muhammed'in olumlu olan geçerli tasım kahbı: Tüm
müridi Ali Muhammed Bab tarafından Mler P'dir. Tüm Sler M'dir. O halde, tüm
kurulan, Babilikten do~muş olan mez- S'ler P'dir.
hep. baroco. Klasik mantıkta, ikinci tasım şek­
Mirza Ali Muhammed'in müjdeledi~i ünden, büyük önennesi tümel olumlu,
peygamberin kendisi olduAunu öne küçük önennesi ve sonuru tikel olumsuz
süren Muhammed Bab'ın bu mezhebi, olan tasım kalıbı. Söz konusu tasun, yet-
çeşitli dinlerle modem panteist görüş­ kin tasım şekJi olan birinci şekle indir-
lerin sentezinden meydana gelen bir genebilir olan bir tasım olup, teriındeki
toplumsal ahlak anlayışına dayalı re- B harfi, onun Barbara'ya indirgendi~ni,
formist bir ö~retidir. Tüm dinlerin gö- c harfi ise indirgemenin tarzını göster-
rün\.lşteki farklılıklarına karşın ayna, mektedir: Tüm Pler M'dir. Bazı Sler M
temel gerçekli~i ve dini hakikatleri dile de~ildir. O halde, bazı Sler P de~ildir.
getirdi~ini savunan Baharlik, ırk, din ve barok [İng. baroc; Fr. baroque]. 17. yüzyıl·
cinsiyet farklılı~ını ortadan kaldırarak; da ortaya çıkmış, üslup açısından kar-
kardeşlik yaratmayı, hoşgörüsüzlü~e maşık, hatta çelişkili, duygusal durum-
ve ba~nazh~a engel olmayı amaçla- ları ço~u kez dramatik bir yaklaşımla,
miştır. duyulara sestenecek bir biçimde anlat-
Bain, Alexander. 1818-1913 yılları arasın­ ma iste~i sergileyen sanat türü.
da yaşamış ça~daş İskoç deneyci filo- Barok sanatı anlatmak için ço~ kez
zofu ve psikologu. görkemlilik, canlılık, hareket, gerilim,
Ahlak alaronda yararc1lı~ın güçlü bir aşırı ve farklı duygusal durumlar, son-
savunucusu olan ve daha çok zihin fel- suzlu~un algıJanması, çeşitli sanatlar
sefesi alanmdaki çahşmalanyla tanı­ arasındaki kesin ayırımları yok etme
nan Bain, zihin hallerini etkileyen fiziki e~ilimi gibi tanımlar kullarulmaktadır.
koşullann araştırılması gerekti~ini öne Barok sanat, klasik sanat tarafından
sürmüştür. yanlış bir sanat türü, romantilder tara-
Bakunin, Mihail AJexandroviç. 1814- fından ise büyülü bir imgelemin ürünü
1876 yılları arasında yaşamış olan Rus olan sanat anlayışı diye tarumlanmak-
ihtilalcisi ve anarşizm olarak bilinen tadır.
siyasi hareketin kurucusu. Barth, Karl Ça~daş İsviçreli teolog. 1886-
Bakunin'in en temel amacı, siyasf iktidar 1968 yılları arasında yaşamış olan
ve ekonomik gücün ademi merkezileş­ Barth 20. yüzyılın en etkili protestan teo-
mesi ve devlet gücünün yıkliması ol- logu olup, aynı zamanda tdiyalekt.ik te-
muştur. Yaşanun kaçırulmaz bir yanılgı- olojinin kurucusudur.
102 Barthes, Roland

3arth Protestan teolojisinde HL yüzyıl­ nesnesi haline gelmiş olup, hiçbir şekil­
da başlayan ve Schleiermacher tarafın­ de masum ve tarl'fsız bir iletişim aracı
dan güçlendirilen liberal egilimlere kar- degildir. Sözcüklerin ideolojik bir belle-
ş ı, söz konusu egiliınlerin imanla aklı uz- gi vardır ve edebiyat her zaman ku-
laştırma teşebbüslerinden dolayı, olum- rumsal bir nitelik taşır. O, edebiyattan
suz bir tavır takınmış ve bu durumun başka reklamlar ve ideoloji gibi farklı
bir somıcu olarak da, dogal din anlayışı­ alanları da bir dil sistemi olarak ele alıp
nın her türünü ve teoloji yi metafizikle te- analiz etmiş ve kitle iletişim araçları ta-
mellendirıne çabalannı mahkum etmiş­ rafından benimsenen kodlarakarşı eleş­
tir. Ona göre, imanın, akılla olmadıgı tirel bir gözle bakrruştır. Barthes dilsel
gibi, kültürel ve politik konularla da bir ve diger sembolik iletişim biçimlerini
ilintisi yoktur. anlamada yeni ve alternatif bir yakla-
Ondokuzuncu yüzyılda giderek yerle- şım geliştirirken, büyük ölçüde yapı­
şen ilerleme inancının tam bir yanılsama salcılıga dayanmıştır.
oldugunu öne süren Barth, temel eseri Başka bir deyişle, tMarks, tFreud ve
olan Church DoSJnatics [Kilise Dogmala- tNietzsche'den başka tSaussure ve tLe-
rı)'te İndl'e köklü ve temelli bir dönüşlin vi-Strauss'tan etkilenen Barthes, yazann
savunuculugunu yapıruşbr. O, İndl'in niyeti veya eserin mesajından ziyade,
yeniden ve hakiki ögretimiyle caniandı­ anlamın dile getirilme tarzını ve eserin
rılmasını talep ederken, liberalizm, laik- meydana getirdigi sistemi ön plana çı­
lik, hümanizm, tarihseldlik, sosyalizm kartan yeni bir aniatı analizi üzerinde
gibi modem düşünce ve hareketleri de durmuştur. O bu baglarnda bir göster-
Indi'den sapınalar olarak degerlendirir. geler sosyolojisinin önemini vurgula-
Kilisenin görevini kurtana bir Sözün mış ve göstergebilimsel analizi dilsel
hizmetinde olmak, Tanrı ile yepyeni bir olmayan kültürel fenomenlere de uygu-
ilişkinin hakim olup, adaletin hüküm sü- lamıştır.
recegi bir insan toplulugunun yaratılma­ Saussure'ün gösterge teorisine göre şe­
sı için çalışmak olarak tanımlayan Barth, killenen dili, toplumsal ve kültürel yaşa­
kilisenin söz konusu asli ve tarihsel göre- nun yapısını anlamanın temeli olarak
vine sadık kalabilmesinin ancak ve gören Barthes, mit ya da söylencenin gü-
ancak onun iktidar lursı ve arzusundan nümüzde oynadıgı rolü analiz etmiştir.
vazgeçmesiyle mümkün oldu~nu öne Ona göre, mit, ne bir kavram, ne bir fikir
sürmüştür. ya da nesne olup, bir mesajdır. Dolayı­
Barthes, Roland. 1915-1980 yıllan arasın· sıyla o dilden (langue) ziyade, sözün (pa-
da yaşamış olan Fransız yazarı ve ede- role) bir ürünüdür. Barthes'a göre, ideo-
biyat eleştirmeni. Aynı zamanda Fran- loji çagında, ne söylendiginin büyük
sız kültürü ve toplumunun sıkı ve katı bir önemj vardı ve ideolojiyle ilgili en
bir eleştirmeni olan Barthes'in belli önemli gerçek, onun gizledigi şeyden
başlı eserleri Degre 'liro tk l'Ecriture [Ya- meydana gelmekteydi. Oysa, söylence-
zının Sıfır Noktası], Mythologies [Mitolo- lerle birlikte, söylenenin nasıl söylendigi
jiler ], Li!s Principes de lıı Sbniologie [Gös- hususu önem kazanır ve ideolojinin giz-
tergebilimin İlkeleri], CritiquL et Vmte ledigi yerde, mit tahrif eder.
[Eleştiri ve Hakikat], S/Z'dlı. basit [Os. sôde, üry6n; İng. simple; Fr. simp-
Burjuva kültürünün ürünü olan çag- . le; Al. einfach). 1 Bölünemez olanı; kar-
daş mitleri inceleyen, burjuva düzeni- maşık olmayanı; 2 bileşik olmayıp tek
nin uzlaşımlarına şiddetle karşı çıkan bir unsurdan meydana geleni; 3 analiz:i,
Barthes, tarihsel kökenieri klasik döne- uygulaması yoguQ bir zihinsel çaba ge-
me kadar geri giden hakim dil ve edebi- rektirmeyeni; 4 .ilk ya da temel olanı; S
yat anlayışına karşı da ylkıa bir tavır başka bir şeye indirgenemez olanı ta-
geliştirmiştir. Ona göre, dil edebiyatın nımlayan sıfat.
başka zihinler problemi 103

Buna göre, atomcu ö~reti.rtin ator.ıu, bö- Psikanalizin temel, anahtar terimlerin-
lünemez, parçaları alınayan bir şey ola- den biri olan bastırma, tFreud'a göre,
rak basittir. Aynı şekilde, tLeibniz'in ev- benli~i, bastırılmış arzudan kopama-
renin güç birimleri olan manadlardan maktan do~an ya da bir çatışmanın
meydana geldiğini savunan monadoloji- süriip gitmesinden kaynaklanan tedir-
sinde, manadlar, parçalanamayan basit ginli~e karşı koruyan bir savuruna me-
tözlerdir, çünkü evrendeki bileşik cisim- kanizmasıdır. Bununla birlikte, bastırıl­
]erin varolabilmesi için, basit tözlerin va- mış arzu bilinç yüzeyine çıkabilmek
rolması gerekir. için sürekli olarak baskı yapar ve bilinç
Descartes işte bu çerçeve içinde, tanıın­ yüzeyine ancak · şekil de~iştirdi~inde
lan bilinmeden birbirinden ayırt edil~ çıkar. Bastırılmış arzunun geri dönüşü­
bilen ve kendi başlarına bilgisi edinile- ne tekabül eden nevroz belirtileri hep bu
bilen ruhsal veya cisimsel ö~e ya da yolla olur. Bastırma esas histeride a~ır
özlere basit do~alar adını vermiştir. O basan bir savuruna mekanizmasıdır.
insan zihninin bir imgeye başvurmadan başkaldmyorum, öyleyse vanz [İng. 1
düşünebildi~i bilgi, kuşku ve bilgisiz-
rebel, therefare we are; Fr. je revolte, done
lik gibi düşünsel basit dotalar'ı ve şekil, nous sonmıes]. Ünlü Fransız varoluşçu
düşünürü Albert Camus'nün, aynı ülke-
yer kaplama, hareket gibi, ancak cisim-
lerde tanınıp bilinen cisimsel basit dota- nin düşünürü tDescartes'tan ve onun
'Düşünüyorum, o hAlde varun' sözün-
lar'ı ve nihayet varoluş, birlik ve süre
den esinlenerek, felsefesinin temeline
gibi, hem cisimsel ve hem de ruhsal
yerleş tirdi~i söz.
şeylere uygulanan bırma dotalar'ı birbi-
Buna göre, varoluşun saçma oldu~unu,
rinden ayırır.
bu saçmah~ın insani istek, ihtiyaç ve ide-
'Kırmızi' gibi, başka bir özelli~e indir-
allerin dünyanın akıldışı sessizlik ve il-
genemeyen, daha fazla analiz edileme-
gisizli~iyle çarpışmasından kaynaklan-
yen ve yalnızca kendisine işaret edilmek dıt'ını savunan Camus, çözüm olarak,
s\Jretiyle, tanımlanabilen ya da bilinebi- bu durumdan kaçışa ve intihara ba~lan­
len bir özelli~e basit sıfat ya da yük1em mak yerine, saçmayı teslim eden bir
adı verilir.
açıkyüreklilik ve dürüstlükle birlikte,
Nihayet, önermeler yapı bakımından başkaidırıyı önermiştir.
sııuflandı~ında, birden fazla basit öner- Başka bir deyişle, tCamus de, tıpkı
meden meydana gelen bileşik önerme- Descartes'm teagitoyu felsefesinin temel
nin tersine, bir özne, bir yükleın ve bir dayanak noktası yapması gibi, varolu-
kopula ya da ba~laçtan meydana gelen şun saçmalı~ı karşısında bireysel baş­
önerme basit önernıe olarak tanımlanır. kaldırıdan bir kollektif dayanışma bi-
Buna göre, basit önerme, bir yüklemin linci yaratma çabası vermiş ve bunun,
basit bir biçimde, yani koşulsuz olarak uzlaşımsal burjuva ahHikı ve en somut
ya da herhangi bir kayıt olmadan veya ifadesini faşist ya da komünist yöne-
önermenin terimleri arasında zorunlu timlerin toplama kamplarında bulan
bir ba~ınbyı gerektirmeksizin, bir özne ttotalitaryanizm karşısındaki tek çıkış
hakkında tasdik ya da inkAr edildi~i, yolu oldu~unu söylemiştir.
bir özne, bir yükJem ve bir kopuladan başka zihinler problemi [İng. t~ıe prob-
oluşan önermedir. lem of other minds; Fr. le problem des aut-
bashrma [lng. supression, repression; Fr. res esprits]. Kişinin, do~rudan ve aracı­
supression]. Uygun bulunmayan, iyi ad- SIZ olarak, başka hiçbir şeyi de~il de,
dedilmeyen, bireyi ruhsal sıkınhya so- yalnızca kendi bilinç içeriklerini bilebil-
kan istekleri, arzuları, anılan engelle- di~i, kendi içkin küresinin dışına çıka­
me, bilinç yüzeyinden uzaklaşurma e- madı~ı ya da en azından deney yoluyla
dimi. tecrübe edilemeyen varlıklann bilgisine
104 Bataille, George

s~hip olamadıgı kabul edildiginde, nasıl le, sanatçınınhakiki bir çileci ya da çile-
olup da kendi zihni dışındaki başka zi- keş oldugu sonucuna varmıştır. Ona
hinlerin varoldugunu bilebilecegi prob- göre, ters yönde işleyen bu çile çekme
lemi. Başka insanların da, tıpkı benim süreci, sanatçayı hemen herşeyden el
gibi düşündüklerini, acı çektiklerini ve etek çekmeye degil, fakat tüm yasakla-
Jıjssettiklerini nasıl olup da bilebilece- ra, özellikle de şehvet ve ölümü aşına­
gim sorunsalı. ya götürür.
Problemin çözümü, analoji yoluyla akıl­ batılılaşma [Os garplılaşma; İng. wester-
yürütmede bulunur. Buna göre, başka nization; Fr. occidentalisatioıı] Dünya tari-
insanlar bana birçok bakımdan benze- hinin son iki yüzyılda ortaya çıkmış
rlikleri, hepimiz aynı türün üyesi oldu- olan endüstri evresinde, Batı uygarlıgı
gumuz ve aşagı yukarı aynı şeldlde ey- dışında kalan uygarlık ya da devletle-
ledigiıniz için, bende zihinsel yaşam rin, Batı'yı son dönemde belirleyen, o-
bakımından söz konusu olaıun başka in- nu Batı yapan fikir ve teknikleri benim-
sanlarda da söz konusu olması, onlann seme yaklaşun ya da hareketlerine ve-
da benim gibi bilinçli olmaları gerekir. rilen ad.
Bataille, Georges. 1897-1962 yılları arasın­ Buna göre, Bah uygarlıgı onbeş ve
da yaşamış Fransız edebiyatçısı ve de- onaltıncı yüzyıllarda bir Rönesans ve
neme yazan. Özellikle denemeleriyle, Reform hareketi yaşamış, bunu onye-
çagdaş Fransız düşüncesinin yapıbo­ dinci yüzyılda bilimsel devrim ve onse-
zumcu ve antihümanist gelene~n için- kizinci yüzyılda da Aydınlanma hareke-
de önemli bir yer tutan düşünür. Temel ti izlemiştir. Öyle ki, bu üç yüzyıllık
eserleri: la Literature et le Mal [Edebiyat ve tarih en somut meyvasını 1789 Fransız
Kötülük], L'Experience inteneure [İç Dene- Devrimiyle, 1780'lerde İngiltere'de baş­
yim], LA Thiorie du Religion [Din Teorisi], layıp tüm Avrupa'ya yayılan Endüstri
Sur Nietzsclıe [Nietzsche Üstüne]. Devrimi'nde vermiş ve ondokuzuncu
tHegeL tNietzsche ve tHeidegger'den yüzyıl, Bab açısından bir ilerleme ve öz-.
etkilenen Bataille'an düşüncesi, bir hiç- gürlük çagı olmuştur.
çilik felsefesi . olarak tanunlanır. O Bu baglamda, yalnız Bab'yı degil, tüm
Tann'nın ölümünün, tüm içerimleriyle dünyayı derinden etkileyen bu iki bü-
birlikte, kurtuluş ihtimali ya da umuda yük devrimden özellikle Endüsbi Devri-
yer bırakmayan bir anti-entellektüalizm mi, kimi Batılı devletlere tarihte daha
ve tateizme yol açb~ru düşündügü önce bir eşi daha görülmemiş olan bir
için, Nietzsche'nin tüm degerieri tersyüz refah ve güç saglarken, Bab'yla, cografi
edilmesi veya degeraşımına ugratılma­ veya kültürel bakımdan Batılı olmayan
sı projesinin takipçisi olmuştur. Batail- devletler arasında maddi ve teknolojik
le'a göre, modem düşüncenin önemli açıdan büyük bir uçuruma yol açınışbr.
bir kısmı, toplumsal ve ekonomik yapı­ İşte Batılı olmayan devletlerin bu uçu-
lann büyük bir bölümü ve çagdaş top- rumu kapatabilmek için sergiledikleri ·
lumun pek çok rahatsızlı~, istikrarlı bir moderrı.leşme, Bab'yı özellikle son iki
özdeşligi veya anlamlı bir do~ltusu yüzyılda Batı yapan degerleri, fikir ve
olmayan Diyonisosça bir süreç ola_rak teknikleri benimseyip alma hareketleri-
varlıgın özünün yadsınmasırun bir so- ne batılılaşma adı verilmektedir.
nucudur. AkJın ilkeleri ve manbk yasa- Bununla birlikte, Batı'nın teknolojik ve
lan, insani kontrol ve bilişsel egemenlik maddi üstünlügünün, aynı zamanda
yanılsaması için gerekli olan kurgular- kültürel ve ahliki bir üstünlük arılarnma
dan başka hiçbir şey degildir. gelmedigi gibi, modem Batı'yı belirle-
Sanat ve edebiyat hakkında çokça dü- yen fikir ve teknikleri alma şeklinde ta-
şünen ve bunların toplum ve sanatçıy­ rwnladı~ız bablılaşmanın, gelenek-
la olan ilişkileri üzerinde duran Batail- sel Bab uygarlıgıru bir bütün olarak
Baudrillard, Jean 105

kabul edilmesi.ı"li
asla gerektinnedigi de ve içinde kendi ilkelerine göre eleştiren
unutulmamalıdır. Fakat bir yandan da Batılı Marksist düşünürler, Marksist ög-
batılılaşmanın yalruzca teknolojik bir retinin bir dogma olmaktan çıkması ko-
devrimden başka, toplumsal bir devri- nusunda önemli katkılar yapmışlardır.
mi de içerdigi akıldan çıkanlmamalıdır. batınilik. İslamiyette, herşeyin bir zahiri,
Bu baglamda, Batılılaşma hareketinin bir de gizli anlamı oldugunu; Kur'an'ın
temelinde bulunan bakış açısına; gele- özünü ve buyruklada yapılmaması bu-
neksel inanç, yerleşik düşünce ve ku- yunılan şeylerin bütününü bilip, zahiri-
rumlardan vazgeçip, h1kim uygarlık ola- ne gerek olmadıgını savunma tavnna
rak görülen Batı'nın düşünce, kurum ve verilen ad.
degerierini benimseyip yerleştirme mü- Evrenin ve varlıgın başlangıcı olmadı­
cadelesi içinde olma tavnna batıcılık adı gını, evrenin yokluktan çıkamayacagı­
verilir. nı, maddenin ezeli oldugunu savunan
batı Marksizmi [İng. western Marksizm; Fr. Batiniler, Peygambere ve im ama aşın
Marrisnıe occidental]. Avrupa'da 20. yüz- bir inanç besler (Gulüv) ve ahireti inkar
yılda, Marksizmi özü itibariyle dogru edip, ruh göçünü kabul ederler. Dış gö-
bir ögreti olarak görmekle birlikte, onda- rünüşün, zahirin, hakikatİn yalruzca ka-
ki pozitivist, detenninist unsurlardan ra- bugu oldugunu, bahn ya da gizli anla-
hatsızlık duyan ve Komünist Partisinin mın ise özü oldugunu dile getiren
resmi ögretisi h~line gelen Ortodoks Batıniler, dinleri görünüşteki anlamıyla
Marksizmden ayrılan kimselerin geliş­ degil de, batuıi' yönüyle anlamak gerek-
tirdikleri farklı Marksizm anlayışı. tigini ifade etmişlerdir.
Batı Marksizmi içine siyasi olarak Karl Bu ise, yalruzca diııin temel inançları­
tKautsky ve Antonio tGramsci gibi lider nı, dogmalarını, tefsir yoluyla degil de,
ya da eylemciler girer. Felsefi olarak ise, te'vil yoluyla olur. Te'vil'in anahtan,
Batı Marksizmi içinde, Louis tAlthusser, Batmilere göre, sözcüklere yüklenen bir-
Jean Paul tSartre ve hepsinden önemlisi takım gizli anlamlardır. Te'vil içinse söz-
tFrankfu,rt Okulu düşünüderi yer alır. cilideri oldugu gibi degil de, mecazi an-
Daha dogru bir deyişle, Batı Marksizmi- lamlarıyla almak gerekir. Batıniler, bu
nin ilk kuşagında Georg tLukiics, Karl yöntemleriyle, Kur'an'a istedikleri anla-
Korsch, Joseph Revai, ikind kuşagmda mı vermişler, ayetlerin dış anlamları
ise Karl tManheim, Herbert tMarcuse, içindeki gizli iç anlarru çıkarmak ama-
Lucien Goldmann ve Louis t Althusser ayla, onlan sistemlerine uygun gelecek
gibi düşünürler bulunur. şekilde te'vil yoluna etme yoluna git-
Batı Marksizmi Ortodoks Marksizm- mişlerdir.
den tEngels'i degil de, genç Hegelci Bu baglamda, dini bir metnin aşikar
tMarks'ı temele almak ve maddecilik- anlamuun ötesindeki gizil anlamiamu
ten çok tdiyalektik konusuna yönelmek açıga çıkanna amacıyla yapılan açıkla­
bakımından farkJılık gösterir. Buna ma ve yoruma batıni tejsir adı verilmek-
göre, diyalektigi Marksist ögretinin biz- tedir.
zat kendisine uygulayan bu anlayış, Baudrillard, Jean. Le Systerne des Objets
mutlak bilgiden vazgeçmiş, her tür bil- [Nesneler sistemi], La Soci~U de Ccmsom-
ginin kısmi ve göreli karakterini gözler motaion: ses Mythes et ses Strucr14ctures
önüne sermiştir. Bilgimizle kültür tari- [Tüketim toplumu: Mitleri, Yapılan],
hini meydana getiren tüm diger dünya 1' Echange symbolique et la M ort [Sembolik
görüşleri arasındaki ilişkinin diyalek- Mücadele ve Ölüm] ve De la S~duction du
tik bir ilişki oldugunu savunan Batı Consılrnateılr [Tüketicinin Ayartılması
Marksizmine göre, hiçbir dünya görü- Üzerine] adlı kitaplartn yazan olan çag-
şü tümüyle dogru veya tümüyle yanlış daş Fransız toplum bilimeisi ve düşü­
olamaz. tTarihsel ınaddedligi bu çerçe- nuru.
"106 Baudrillard, Jean

I3aşlangıçta bir Marksist olan Baudril- Saussure ve yapısalcıların tezlerinden


lard, Batı toplumunu analiz edip açıkla­ yola çıkan Baudrillard, hiçbir nesnenin
ma çabalarında. daha sonra tpostmo- digerlerinden yahtlanmış olarak varol-
dernizm dogrultusuna sapmıştır. Kapita- madıgını göstermeye çalışmıştır. Tam
list toplumun dönüşüme ugradıgmı, do- tersine, farklılaşma boyutlan, bagıntısal
layısıyla Marksist kategoriler araalıgıyla veçheleri, nesneleri anlamada büyük bir
analiz edileıneyecegini savunan Baudril- önem kazanır. Baudrillard'a göre, birçok
lard, eskiden çalışmalan ve üretmeleri is- nesne için bir yarar boyutu söz konusu
tenen bireylerden şimdi tüketmelerinin olmakla birlikte, nesneleri belirleyen en
istendigini öne sürer. önemli özellik, onların bir statü göster-
Ti.1ketiın gerçegini büyük ölçüde ihmal me, bir konum ifade etme kapasiteleridir.
ettigi için, Marksist ekonomi anlayışı Bu baglamda, nesnelerin tüketim toplu-
karşısında eleştirel bir tavır takınan Ba- munda sadece tüketilmediklerini, onlann
udrillard, tüketim toplumunda gösterge bir ihtiyacı karşılamak amacından çok,
ve sembollerin üretimi, mübadalesi ve bir statüyü ifade edebilmeleri için üretil-
tüketimini analiz etme işiyle meşgul ol- diklerini söyleyen Baudrillard, bunun
muştur. O, bu analizinin oluşturdugu ancak nesneler arasmdaki farkhlık ve
genel çerçeve içinde, üretim sanayii, nes- farklılaşma ilişkileri sayesinde mümkün
nelerin mübadalesi, iktidar ilişkileri ve olabildiğini iddia etmiştir. Ona göre, gü-
dolaysız iletişime dayanan eski modem nümüz toplumunda, ihtiyaç aşaması çok
düzenin yerini, yeni bir postmodem geride bırakılmış olup, nesneler göster-
medya, enformasyon, iletişim ve göster- geler haline gelmiştir.
ge düzeninin aldıgıru öne sürmüştür. Şu h:ilde, özne ve nesne, modem özne-
Başka bir deyişle, Baudrillard'a 'göre, nin zamandışı niteliklerinde degil, fakat
modern insan üretmede hayatından gi- sosyal ilişkilerin bilinçdışı yapısı yoluy-
derek daha az, ldşisel ihtiyaçlanru ve re- la ve sayesinde bir araya gelir. Kısacası,
fahını yaratmada ise, daha fazla zaman insan varlıklan mutluluk amacının pe-
harcamaktadır. O tüketim için, olan tüm şinde koşuyor degildirler, onlar eşitli­
potansiyelini, tüm kapasitesini hayata ge-- gi hayata geçirme arzusu ve mücadelesi
çirmelidir. Çalışma ve üretimden degil içinde hiç degildirler. Çünkü tüketim, in-
de, tüketimden haz almak. tüketim top- sanlan bir gösterge sistemi yoluyla fark-
lumunun eglence ve keyif ahlakına lılaştırmaya hizmet etmektedir. Topluın­
göre, ilk ve temel ödevdir. sal yaşamın temeli iktisadi ihtiyaç degil,
Başka bir deyişle, yeni bir nesne anla- fakat yaşam tarzı ve degerlerdir.
yışı, semiyotik nesne konsepsiyonu ge- Demek ki, Baudrillard'a göre, çagdaş
liştiren Baudrillard, analizinde dört tür toplumda tüketimin de anlamı degiş­
mantıgı birbirinden ayırır. 1 Nesnenin miştir. Liberal tkapitalizmde, nesnelerin
kullanım degerine tekabül eden pratik üretimini belirleyen şey, insanların ihti-
işlemler mantıgı; 2 degişim degerine yaçlanndan çok, kazanç istegidir. Karl
karşılık gelen eşdegerlik mantıgı; 3 tMarks'ın terimleriyle ifade edildiginde,
sembolik mübadeleye tekabi.11 eden kar- üretim, şeylerin kullanım degeri yerine,
ş ı t 1ann birlig i manhgı ve 4 gösterge de- mübadale degeri tarafından belirlenir.
gerine karşılık gelen farklılıklar ınantı­ Baudrillard'a göre, tüketim toplwnunda,
gı. Bu mantıklar, ona göre, sırasıyla bir nesne kullarum ya da ihtiyaçtan, liberal
yarar, pazar, armagan ve bir statü man- kapitalizme kıyasla, daha fazla uzaklaş­
tıgını özetler. Buna göre, nesne, birinci rruşbr. Nesnelerle ilgili tüketim, günü-
kategorinin mantıgında bir alet, ikinci- müzde nesnelerin toplumsal statüdeki
sinde eşya, üçüncüsünde sembol ve derecelenmelere karşılık gelen bir an-
dördüncüsünde de bir göstergeye dö- lamlar ya da göstergeler sistemi içindeki
nüşür. yerleriyle belirlenmektedir.
Bayle Pierre 107

Eşya ve nesnelerin büyük ölçekli, keyfi, bilgiyi kavramsal bilgiyle sırurlarken, du-
fakat tutarlı bir göstergeler sistemi mey- yusal ve algısal bilgiyi tümüyle bir kena-
dana getirdigini söyleyen Baudrillard, ra attıkları için, estetik konusunu ihınal
haritaya karşılık gelen bir şey bulunma- ettiklerini söylemiştir.
dıgıru, çagunızda ideolojinin de öldügü- Bu eksikligi yine Descartesçı felsefenin
nü, perde ve ekranın tek ontolojik ger- kavramsal çerçevesi içinde kalarak gi-
çeklik olup, televizyonun herşey ve en dermeye çalışan Baumgarten'e göre, ör-
rüksek, en yetkin nesne oldugunu iddia negin bir şiirin estetik degeri ve güzelli-
et:rniştir. O, buradan hareketle ve olduk- gi, içerdigi fikirterin açıklık derecesine
ça kötümser bir görüşle, televizyonun ve baglıdır. O, sanat eserinin estetik degeri-
kitle iletişiminin görevinin tepkiyi önle- nin, onun duyumsal sezgi yoluyla algıla­
mek, bireyi özelleştirmek, onlan görün- nan temel niteliginin açıklık ve canlıh­
tüyle gerçek arasmda bir ayınm yapabil- gıyla orantılı oldugunu iddia ederken,
menin olanaksızlaşbğı bir taklit evrenine bir yandan da estetigin konusu içine, ay-
yerleştirmek oldugunu savunmuştur. nca sanat eserlerinin yaratmak duru-
Tüketicinin reklam gibi yollarla aldatıl­ munda oldugu tepkilerle tecrübenin gir-
ınasım gözboyayıcı bir oyun ve üretim digini söylemiştir.
oldugu kadar, tüketicinin isteğini de Bayle, Pierre. 1647-1706 yılları arasında
tehdit eden bir öge olarak yorwnlayan yaşamış olan Fransız filozofu.
Baudrillard'a göre, bugün biz, çok daha Dictionnaire 1ıi5torique et critique [Tarihsel
fazla enlormasyonun, ama daha az anla- ve Eleştirel Sözlük] adlı biyografik bir
ırun bulundugu bir evrende yaşamakta­ eserin yazan olan Bayle, kadim zamanla-
yız; ona göre, enformasyon faziasma nn, Ortaçag ile modem dönemlerin
maruz kalan günümüz toplurnlannda, önemli politik tarihi kişiliklerinin, filozof
mümkün tek direniş tarzı, anlaıru red- ve teologlaruun düşüncelerini aktanr. O
detmektir. bu incelemesinde, filozoflarm görüşlerin­
Baumgarten, Alexander. 1714-1762 yılla­ de içerilen çelişkileri ortaya koyar, İlkçag­
rı arasında yaşamış olan Alman düşü­ dan kendi zamanına dek olan .filo:mflan
nürü. Temel eserleri Aesthetica acroanıa­ eleştirel bir gözle ele alır. Bu incelemenin
tica ve Metaphy"sica. kendisini her tür felsefe ve teolojiyle ilgili
Daha çok Aesthetica adlı eseriyle taru- olarak taın bir kuşkuculuga götürdügü
nan Baumgarten, bu eserinde estetik te- Bayle, felsefi akılyürütmenin evrensel bir
rimini felsefe tarihinde ilk kez olarak, te- septisizme yol açbgıru, dogaıun ise insanı
ri min çagdaş anlamına çok yakın bir körü körüne inanca zorladıgıru savun-
anlam içinde kullanmıştır. Buna göre, muştur. Rasyonel çaba ve çalışmanın de-
testetik onda, sanat ve güzellik felsefesi- gersiz oldugunu öne süren Bayle, yine de
ne karşılık gelir. Baumgarten, sanatın insanın dış dünyada varlıklann, nesnele-
hem duyumsal olan ve hem de duygu- rin varoldugu ve Tann'run aldatan bir
tarla karışmış bulunan zihinsel tasanm- varlık olmadıgı görüşünü temellendir-
lara dayandıgını ve güzelligin de basit mek için, saf inanca dayaıulınası gerekti-
ve ayn bir entellektüel düşünce olma- ~ belirtmiştir.
yıp, derinlikli ve aynnblı bir kompleks Ona göre, din sadece ve sadece iman te-
oldugunu iddia etmiştir. ıneli üzerinde kabul edilınelidir; Bayle,
17. yüzyıl akılcı düşünce geleneginin, işte bu baglamda, her tür görüşe hoşgö­
özellikle de tDescartes ve tLeibniz'in bir rü gösterilmesi gerektigini savunur. O
izleyicisi olan Baumgarten, tüm dikkat- yanlış ve sahici olınayan bir dini.n atciz-
lerini açık ve seçik .fikirlerle manbk ve me asla tercih edilmemesi gerektigini
matematikte bu fikirlere dayanılarak ge- dile getirmiştir. Öte yandan, ona göre,
liştirilen sistematik düşünce üzerinde insan davranışıru yöneten şey, akıldan
yogunlaştıran söz konusu düşünürlerin, ziyade tutkudur.
108 Beauvoir, Simone de

Beauvoir, Simone de. 1908-1986 yılları ara- O, eskiden beri varolan bu durumu, ka-
sında yaşamış, başta Le Deuximıe Sexe dının biyolojik analık göreviyle geride
[İkinci Cins] adlı kitabı olınak üzere, de- tutulmasına, erkegin dışarıya gitmesine
nemeleri, kısa öyküleri, otobiyografik ve kendisini 'lıomo Jaber' olarak gerçek-
yazılan ve romanlan yüzyıhmızda fe- leştirınesine izin verilirken, onun içsel
minist düşüncenin gelişiminde önemli olanın bekçisi yapılınasına baglar. Beau-
bir başlangıç noktası oluşturmuş olan voir, erkegin egemenli~n. sıklıkla
çagdaş Fransız kadın düşünür. iddia edildigi üzere, onun bedensel gü-
Hemen hemen bütün yaşaıru boyunca cünün bir sonucu olmaktan ziyade, ey-
birlikte oldugu tSartre'ın etkisi dolayı­ lemde bulunan özne olmasının bir sonu-
sıyla, düşünceleri varoluşçu bir çerçeve cu oldugunu düşünür. Fakat erkek,
içinde ve belli bir özgürlük kavrarru sadece ve sadece eylem yapmayan nes-
üzerinde oldukça bireyseki bir temele ne sayesinde, ve kadına göre, başka bir
dayanan Beauvoir'a göre, özgürlük asla deyişle, dışiaşma ve içselleşme ilişki­
ve asla insana Tann tarafından verilmiş sinden dolayı, ve kendisinin ötekisine
bir şey degildir. Tam tersine, özgürlük, göre böyle olabilir. Beauvoir'a göre, ka-
insanın ugruna hergün yeniden savaş­ dınlaruı verilmiş olan bu durumu kabul
mak zorunda oldugu bir imkan, onun etmemeleri gerekir. Zira ona göre, kadı­
kendisini sürekli olarak yeniden yarat- na toplumsal örf, adet ve kurumlar tara-
ması için bir fınatbr. Özgürlügü başlan­ fuıdan yüklenen bu ikincil rol, biyolojik,
gıçta olabildigince bireyseki bir açıdan ekonomik ve psikolojik yazgının yükle-
yorum1ayan ve bu baglarnda ötekilerini, di~ bir rol degildir. Yani, Beauvoir dün-
insarun kendi plaruna göre eylemesin- yaya kadın gelinmedigini, ama kadın
den başka hiçbir şey olmayan özgürlü- olundugunu söylemektedir.
gün önündeki bir engel olarak gören Be- beden [Os. vücut; İng. body; Fr. corps; Al.
auvoir, savaş deneyimlerinin ardından leib]. İnsanın zihin ya da ruhuna karşıt
ötekinin özgürlü~nü insan için bir teh- olan vücudu, organizması ya da maddi
dit olarak degil, fakat kişinin kendi öz- tözü.
gürlügünü gerçekleştirmesinin zorunlu Beden terimi özellikle, felsefe tarihinin
bir koşulu olarak degerlendirmeye baş­ en önemli ve temel problemlerinden biri
lamıştır. Buradan hiç kuşku yok ki, her olan zihin-beden ilişkisi probleminin
insanın başka insaniann özgüılügü için oluşturdugu çerçeve içinde ortaya çı­
kaygılanmak gibi ahlaki bir ödevi oldu- kar. Zihin ve bedeni bir ve aynı gerçek-
gu sonucundan başka, kadının toplum- ligin degişik yönleri olarak görecek şe­
sal durumu ve onun erkek cinsiyle olan kilde birbirleriyle özdeşleştiren ya da
ilişki leri baglarmnda önemli sonuçlar psişik olanı fiziki olandan geregi gibi
çıkar. ayıramayan her teori, hiç kuşku yok ki,
Özgürlügün temel koşulu eylem, kişi­ problemin ortaya çıkardıgı güçlükleri
nin kendi planianna göre eylemesi, gele- bir şekilde göz ardı eden bir teori ol-
cek için amaçlar saptayarak, bunu şimdi­ mak durumundadır.
de dıştaştırması ise eger, Beauvoir'a tMaddecilik de, tidealizm de bu an-
göre bu, geleneksel kadın rolü içinde ger- lamda psiko-fiziksel birciligin degişik
çekleşmemektedir. Bundan dolayı, onun biçimleri olarak görülebilir. Maddecilik
gözünde kadın özerk degil, görelidir. tinsel varlıkların gerçek varoluşunu
Başka bir deyişle, kedınlann kendilerini yadsımak ve zihni maddenin bir türevi
erkek olmadan düşünemediklerini ve. ya da fonksiyonu olarak görmek, buna
düşünülmediklerini öne süren Beauvo- karşın tinselcilik ya da idealizmin degi-
ir'a göre, erkegin özne ve mutlak oldugu şik türleri de beden ya da cisimleri bi-
yerde, kadın yalnızca erkegin eksik öteki- linç içerikleri olarak görmek suretiyle,
sidir. Öteki de, kendi ba~msız özüne gerçekte problemi şu ya da bu şekilde
sahip bir şey olarak görülemez. yoksayar lar.
be~eni 109

Fakat bu arada, zihin ve bedenin deney- renlerin görüşüyle, feministlerin kadın­


sel olarak verilmiş iki ayn töz oldugunu ların anatomileri tarafindan belirlendigi
açıkça öne süren tüm digl!r ögretiler, zi- tezine karşı çıkan görüşlerinden de söz
hinle beden arasındaki ilişki problemine etmek olanagı vardır.
doyurucu bir çözüm getirme zorunlulu- beden-özne [İng. body-subjecl; Fr. corps-
~uyla karşı karşıya kalır. Probleme bir sujet). Empirizm ile entellektüalizm, de-
yanıt getirmeye kalkışan en önemli iki terminizm ile mutlak özgürlük arnsında
teori, birbirlerine rakip ögretiler olan bir orta yol bulmayı amaçlayan Fransız
tetkileşimdlik ve paralelizmdir. filozofu M. Merleau-Ponty'nin felsefede-
Bunlardan etkileşimcilik, hem bedeni ki hareket noktasını oluşturan kavram.
ve hem de zihni, birbirlerini etkileyen ve Beden-özne, ona göre, ne saf bir nesne,
dolayısıyla birbirlerine nedensel bir bi- ne de saydam bir öznedir. O, bazı bag-
çimde baglanmış iki ayn tözsel varlık lamlarda bir nesne olarak algılanır,
olarak görür. Buna karşın, tparalelizm diger baglamlarda ise, algılayan özne-
iki tözün birbirlerine yalnızca eşlik ettik- dir. Beden-öznenin dünya ile olan ilişki
lerini savunur, fakat bunlar arasmda bir tarzı, zekıldan eski olup, tüm yargılar
karşılıklı etkileşim ve nedensel bag bu- son çözümlemede, onun dünyaya ilişkin
lundugunıı öne sürmez. yaşanmış tecrübesine dayanır. Beden-
Beden felsefi bir çerçeve dışında, yakın özne, kendisine daha önceden birtakım
zamanlarda sosyolojik bir açıdan da ele anlaınlann aktarılmış oldugu bir dün-
alınmaya başlanıruştır. Bu açıdan ele yayla karşılaşır ve ona yeni anlamlar ak-
alındıgında, beden sosyolojisi, ferninizmin, tanr.
gelişmiş toplumların nüfuslanndaki yaş­ beğeni (Os. kuVIIei zaika, meyil; İng. lasle;
lannuşlıgın, postmodem toplum teorisi- Fr. gout; Al. geschnıack). 1 Sanat eserleri-
nin doguşunun, çagdaş tüketimin insan ni, insan elinden çıkma ürünleri, birta-
bedenini ön plAna çıkartan dogasındaki kım kurallarn dayanmadan, salt duyum
değişmelerin, tibbi teknoloji ya da pra- ve deney yoluyla yargılama yetisine,
tilcteki gelişmelerin, kişinin degerini sanat eserlerindeki iyi ve güzel yönlerle
bedeninin güzelligine indirgeyen kitle eksiklik ya da kusurları ayırd edebilme
sporu ve boş zaman kültürünün bir so- yetene~ne; güzelligin insanda yarattı­
nucu olmak durumundadır. &ına göre, gı öznel duygu.
beden sosyolojisinin doguşu, pozitiviz- 2 İletişim baglarrunda, aktanlan me-
me ilişkin bir eleştirinin, ve bedeni zi- sajlardan keyif alma tavn, belli mesajla-
hinden ayırışı belli bir bilimsel yaklaşım rın olumlanması veya talep edilmesi
ya da gelenege yol açmış olan Desear- durumu. Bu baglamda, begeni, kendisi-
tes'ın mirasının reddedilmesinin sonucu ni diger be genilerin reddedilmesiyle or-
olmuştur. taya koydugu için olumsuz bir biçimde
Yüzyılımızda ikici anlayışı reddede- tanımlanır; estetik kaygı ya da mülaha-
rek, zihinsel, fiziki ve kültürel fenomen- zalardan ziyade, insaniann kendilerini
lerin karşılıklı etkileşimini savwıan tanımladıklan kimliklerle ilgilidir.
görüş ayıu zamanda, insan bedeninin Begeninin ikinci anlamı içinde, iletişim
yalnızca biyolojik olarak verilmiş bir arnçlanrun kendilerine hitap ettigi izleyi-
olgu olmakla kalmayıp, toplumsal bir cilerin iletişim araçlannın belli bir türü-
yapım oldugu, yani söylemler ve top- nü, bu araçlar tarafından sunulan ürünle-
lumsal pratikler tarafından üretildigi rin. kimlik ve kişiliklerin bir bölümünü
görüşüyle birleştirilmiştir. Bu baglam- diger lerine üstün tutması ve bunları tü-
da, tFoucault'nun yolundan giderek, kehne eylemi dışında başka yollarla da,
bedenin modem toplumlarda sonsuz örnegin tavır ve davranışlarında göster-
sayıda gözetim, disiplin ve denetim bi- mesiyle belirlenen genel egilime beğeni
çiminin hedefi haline geldigini öne sü- kültürü adı verilmektedir.
110 Bektaşilik

Bektaşilik. Hacı Bektaş Veli'nin (1209- ması ve daha sonraki sentezi tarafından
1271) düşünceleri çevresinde oluşan ta- belirlenmesi anlamında, diyalektik belir-
rikat. Senkre tist bir yapı arzeden Bekta- lenirnden söz edilebilir.
şiligin temel özellikleri arasında, en belirlenimsizcilik [Os. ldicabiyye; İng. in·
başta dört kapı ve dört inanç tasavv~ru detenninisnı; Fr. indeternıiııisıııe; Al. inde-
gelir. Bunlardan dört kapı, şeriat (Isld- temıinismus]. Endeterminizm. 1 Metafi-
111111 ve E/ıli Beyt'in yoluna uymak) tarikat zikte, evrendeki herşeyin belirlenmiş
(şeyhe bağlnnıırak), hakikat (Tann'yı tanı­ olmadıgıru, dünyada rasiantı ve özgür-
ma yolu) ve marifet (Tanrı bilgisine götüren Iüge yer bulundugunu savunan görüş.
yol) kapılan, dört inanç ise ibadet, niyaz, Bazı olayların bir nedeni olınadıgını, ne-
adak ve vuslat'tır. Bektaşilikteayrıca Te- densiz olarak ortaya çıktıgını öne süren
vella (Ehli Beyti ve 12 inıanıı sevıııek) ve metafizik ögreti olarak indeterminizm,
Teberra (Yezid ve diğt?r E/ıli Beyt düşman­ bazı olayiann genel yasa ya da ilkelerle
Iarına yiiz çevirmdc) da önem taşır. açıklanamayacagını, birtakım olayların,
Bektaşilik, şamanlıktan izler taşunası, bilgi eksikliginden degil de, evrendeki
ayrımalık yapmaması, Anadolu halkı­ raslantı, kendisellik ve kesinsizlik gibi
nın dilini kullanması, açık ilkelerden zi- ögelerden dolayı öngörülemeyecegini
yade, her düşünce ve inançta olan in- öne sürer.
sanların kendileri ne göre anlamlar çı­ 2 Ahlak felsefesinde, benin, zihin ya da
karabilecegi üstü kapalı inançlar geliştir­ bilincin, iradenin, ruhun, ahlaki kararlar
ınesi nedeniyle Anadolu'mm her yerinde adı verilen sonuçlara neden olmada
hızla yayılmış bir inanç ve ö~reti bütü- özgür oldugunu, ahlaki seçimlerin daha
nüdür. önceki fiziki ve psişik olaylar tarafın­
belirleme [İng. determinate]. Genel olarak. dan belirlerunedigini, akıllı insan varlı­
bir şeyi belirli kılma, açık ve seçik bir şe­ gının mutlak bir seçme özgürlügüne
kilde suurlama, karakterize etme. Bilgi sahip bulundugunu öne süren anlayış.
anlamında, bir olayın nedenini ortaya belinizlik (Os. nıüphemlik; İng. vagumess,
koyma, bir kavramın içiemini oluştu­ entrapy; Fr. impr~cision, Al eııthropie]. Söz-
ran öge ya özellikleri açık bir şekilde cüklerin, kavramiann adlandırdıklan ya
tanımlama ya da sınırlama. da uygulandıkları nesnelerin sınırları­
belirlenim [Ing. detennination; Fr. d~ter­ nU\ tam ve kesin olarak bilinemernesi
miııation]. Özellik ya da karakteristik. Bir durumu. Buna göre, bir sözcügün belir-
şeyin her ne ise o olması ya da bir nesne- siz olması, bu sözcügün içinde geçtigi
nin özelliklerine sahip olma durumuna bazı bildiri kipinden tümeelere herhangi
gelmesi anlammda belirleme kazanması bir dogruluk degeri verilememesi; bildi-
durumu. Nedenlerle sonuçlar veya olay- ri kipinden bir türncenin belirsiz olması
lar arasındaki zorunlu bagıntı. Evrendeki ise, bu tümceye herhangi bir dogruluk
olayiann neden sonuç ilişkilerine baglı degeri yüklenememesi anlamına gelir.
olarak ortaya çıkmasL Ünlü Alman filozofu Kant'ın. önermele-
Sonucun dış ya da fail neden tarafın­ n nitelik bakımından degerlendirirken,
dan belirlenmesinde oldugu gibi, neden- bu baglarnda olwnlu ve olwnsuz öner-
sel belirleninıden; bir orgarun fonksiyo- meye ek olarak öne sürdügü önenne tü-
nunun kısmen, bütün bir organizmanın rüne belirsiz önerme adı verilir. Belirsiz
ihtiyaçları tarafından yani parçaların önerme, ona göre, 'A B degildir' formun-
bütün tarafından belirlenmesinde oldu- daki bir önennede, B yükleminin de
gu gibi, yapısal belirlenimden; araçlann olumsuz oldugu önermedir. Belirsiz ö-
amaçlar ya da erekler tarafından belir- nermeler, yüklemi olumsuz olan, olum-
lenınesi anlamında teleolojik belirleninı­ suz önermeler olarak görülürler. Bunlar,
den; bir sürecin, onu meydana getiren anlam bakunından olumlu, fakat form
karşıt, fakat öz sel bileşenlerin iç çatış- bakımından olumsuz önerınelerdir. Ör-
- ben lll

negin, 'Canlı ölümsüz degildir' öner- Bu baglamda, yeni karşılaşılan bir du-
mesi, anlamıbakımından olumlu, fakat rumu eskiden ya da daha önce görmüş
formu bakımından olumsuz olan bir olına izlenimine dayanan bir tanıma
önermedir. Bununla birlikte, belirsizlik, güçlügü ya da yanılsaınasıyla belirle-
önennenin formuna degil de, anlamına nen, şimdiki zamanla geçmişin birbiri-
baglı bir özelliktir. ne karıştınlmasından meydana gelen
2 Öte yandan, herhangi bir sistemin bellek hastalıgına bellek karışıklığı adı
içinde varolan düzensizlik, o sistemde- verilir.
ki raslanhsallık unsurunun yüksek ol- Buna karşın, bellegin zayıflaması ya
ması durumu da belirsizlik olarak ta- da tümüyle ortadan kalkması durumu,
nımlanır. bir şeyin istenen anda anunsanmasının
belirtik tanım [ing. explicit definition; Fr. imkansız hale gelmesi, belli birtakım
defiııition explicite]. Dilde bulunan uzun şeylerin hatırda tutulmasının olanak-
bir deyim yerine, çok daha kısa bir kar- sıziaşması hali ise bellek yitimi olarak
şılık bulmak suretiyle yapılan tanım. tanımlanır.
Bu tür bir tanıma aynı zamanda, kısal­ bellum omnium contra omnes. Devletin
tıcı tanım adı verilir. ortaya çıkışından önce, doga durumun-
bellek [Os.lıafıuı; İng. nıemory; Fr. ıııbııoire; daki insanların, kendi çıkarlarını hayata
Al. gedoechtnis]. 1 Geçmişteki deneyimle- geçirmek için, birbirleriyle gerektiginde
ri, tecrübe ve yaşanblan arumsayabilme savaşa girecegini ifade ehnek üzere,
yetisi. Deney ya da tecrübeleri arumsama, +Hobbes tarafından kullanılan Latince
zihinde canlandırma ve geçmişi şimdide teriın. Devletin ortaya çıkışından önce,
koruma gücü. 2 Anımsayan öznenin, insan toplulugunun içinde bulundugu
geçmiş yaşantılarına, bilinç hallerine ya dogaı hali ifade eden deyim: Herkesin
da geçmişte algılamış oldugu nesnelere herkese karşı savaşı.
ilişkin çıkanınsal olmayan bilgisi. 3 ben [Os. nefs; İng. ego; Fr. l'ego]. Akıl sahi-
Özgün olaylar, olgu ve nesneler, imge bi öznenin, bilinçli kişinin, kendisini
ve fikirler ortada olmadıgı zaman, on- başkalarından ayırmasına ve kendisini
larla ilgili bilişi ya da malumatı zihinde öne sürmesine yarayan güç. Çogunluk
korumaktan meydana gelen fonksiyon. kişi, bilinç ve özne sözcükleriyle eşan­
4 Söz konusu ma!Omah depoladıgi, bi- lamlı olarak kullaıulan, zihin, bellek,
riktirdigi varsayılan sistem ya da yer. bilen, ego olarak da bilinen ve, degişme
Bellek, anımsayan öznenin geçmişteki boyunca varlıgını koruyup, birliginin
duygulan, bilinç hillleri, kısacası psiko- farkında olan birlik. Bir bireyin psikolo-
lojik yaşanhları ile ilgili oldugu zaman, jik özelliklerini betimlemeye ve büti.tnle-
buna içebakışsal bellek, buna karşın, meye yarayan temel degişken.
anunsayan öznenin geçmişte algt!adıgı, Farklı benlerden söz edilebilir. Buna
zihinden bagunsız nesnelerle ilgili oldu- göre, tüm zihinsel faaliyetlerin gerisinde
gu zaman ise, buna da algısal bellek adı yatan neden olan ve varoluşu, dogrudan
verilir. dogruya içebakış yoluyla bilinemeyen,
Bellegin oluşwnunda ya da arumsama fakat içebakışın içeriginden çıkarsanmak
sürednde, üç ayrı evre söz konusu olur: I durumunda olan, elle tutulamaz, gözle
Daha önce algılanmış olan nesnenin zi- görülemez, maddi olmayan, degişmez
hinde canlandırılması, bellekte bir imge varlıga ya da ruh veya tine so.f ben adı ve-
oluşturulması, ll imgenin, anımsayanın rilir.
geçmişinin bir parçasını meydana geti- Buna karşın, içebakış yoluyla algıla­
ren bir nesnenin imgesi, sureti olarak ta- nan, ve bir kişiyi niteliksel olarak başka
nınması ve lll anımsanan nesnenin psi- bir kişiden ayıran ya da ona kendi kişi­
kolojik ya da fiziki bir zaman çerçevesi sel karakterini veren işlem ve ögeleriyle
içine yerleştirilmesi. etkin, bireysel bene ise deneysel ya da
112 bencillil<

empirik ben adı verilmiştir. Bilincimizin tın yepyeni biçim ve işlevler kazanmış
birligi tarafandan önceden varsayılan öz- olmasıdır. Başka bir deyişle, mekani-
neye ise, tTarıseııdental ben denir. Ve niha- zasyon ve kitlesel üretimin kültür alaru-
yet, bilincin sezgisel olarak hissedilen ya mı da yaydışındaki ilerici potansiyeli
da algılanan birligine, içebakışın beni adı gören Benjamin, öncelikle kültürel ı?Ser­
verilmektedir. lerin veya sanat yapıtlaruun mekanik
Öte yandan bilinçli öznenin, duyum, olarak çogaltılabilirliginin, yüksek kül-
algı, düşünce, duygu, tutku türünden türün eserlerinin büyülü, ve kutsal
bilinç içeriklerini dogru dan ve aracısız halesini, onları ritüel ve gelenekten ko·
olarak tecrübe etmesi, kendi zihin halle- parmak suretiyle, yok ettigini öne sürer.
rinin bilincinde olması durumu, insa- O söz konusu gelişmeyi, şeylerin evren-
nın kendi bilincini belli bir bilginin ko· sel eşitligi düşüncesini benimseyen kit·
nusu yapması, öznenin kendisi için nes· Jelerin çagdaş yaşamda giderek artan
neleşebilmesi, kendisi hakkında nesnel önemleriyle birleştirir ve bunu potansi-
olabilmesi ya da kişinin kendisini baş­ yel olarak ilerici bir şey olarak degerlen-
kalannın görebilecegi tarzda degerlen- dirir.
direbilmesi yetenegi ben bilinci olarak Diger bir deyişle, teknolojik alandaki
tanımlanır büyük gelişmenin, sanat ve kültür için
bencillik [Os. hodk4nılık; İng. egoism; Fr. yepyeni imkanlar sagladıgını iddia eden
egoisme; Al. egoismus]. Genel olarak, ki- Benjamin, fotograf ve sinema benzeri sa-
şinin kendi benine ve kendi çikarlarına natlann kaydettigi gelişmenin, kitlelerin
düşkünlük göstermesi, başkalarını hiç katılımına açık, onlann yaranna olan bir
dikkate almadan, yalruzca kendisini ve sanatı mümkün hale getirdigini söyler.
kendi iyiligini, refahını ve mutlulugu- Ona göre, sanabn mekanik olarak çogal-
nu düşünmesi. İnsanın kendi benini ve tılabilirligi, kitlelerin sanata karşı olan
kişisel çıkarını, yaşamının mutlak ilke- tutumlannı degiştirir. Bir Picasso tablo-
si yapması. suna karşı takınılan gerici tavır, bir
Özel olarak da, İngiliz deneyci filozofu Chaplin filmine karşı ilerici bir tepkiye
tHobbes'un, insanın tüm eylemleriNn dönüşür.
'ben sevgisi' tarafından belirlendigini, Sanatın toplum için oldugunda ısrar
ve ahlaklıJıgın da insanın kendisini ko- eden düşünür, ritüel ve propagandanın
ruma içgüdüsünün bir şekli oldugunu, 1930'lar Almanya'smdaki rolüne gön·
tüm eylemlerin insanın kendisini koru- derme yaparak, sanatın özerkligi veya
ma içgüdüsünün ve kendi benine duy- sanat için sanat üzerindeki ısraran esteti-
dugu sevginin bir sonucu olarak ortaya gin faşizm taranndan politik hayata so-
çıktıgını dile getiren ögretisi. kulmasıyla tamamlandıgıru öne sürer.
Benjamin, Walter. 1892-1940 yılları ara- Bununla birlikte, Benjamin'e göre, gele·
sında yaşamış olan Alman düşünür. negin ve geçmiş kültürün özgürleştirici
Adı +Frankfurt Okulu'yla irtibatlandın­ yönlerini de unutmamak lazım gelir. Ni-
lan ve yirminci yüzyılın seçkin bir este- tekim, o bir yandan da, kapitalizmle bir-
tik teorisyeni olan Benjamin'in temel ve likte yok olup giden geçmişin kurtanl-
en ünlü eseri 'Mekanik Röprodüksiyon masını amaçlayan +tarihsel madded.ligin
Ça~da Sanat Eseri' adlı denemesidir. savunuculu~u yapmaktan hiç geri
Sanatsal üretimin maddi boyut veya durmamıştır.
yönlerine dair analizi, Benjamin'in çag- benlikçilik [Os. hodnümalık; İng. egotimı;
daş düşüneeye en önemli katkısını Fr. egotisme; Al. egotismus]. Kişinin salt
oluşturur. Ona göre, 20. yüzyılda sanat kendi çıkar, istek, arzu ve ihtiyaçlannı
alanındaki en önemli gelişme ve prob- karşılama çabasıyla belirlenmesi, benci-
lem, gelenegin çözülmesi ve buna baglı lik ya da egoizmin koydugu sınırların
olarak yokolup gitmesiyle birlikte, sana- daha ötesine geçerek, salt kendi kendi-
Bentham, Jeremy 113

siyle ilgili oiınası durumu. Öznenin, saması. Kişinin kendisini evrenin mer-
zaınan zaman sapık hazları da arala- kez:i olarak görme e~limi.
rında olmak üzere, kendisine özgü ol- ben-olmayan [Os. gayri nefs; İng. no,ı ego;
duguna inandıgı yanlarına gösterdigi Fr. notı ego] Özneden ayrı bulunan, öz-
aşırı hayranlık. nenin dışında kalan nesnelerin bütünü-
benlik teknolojisi [ing. ego tecltnology; Fr. ne verilen ad. Dünyaya ilişkin algımı­
technologie d' ego]. Ünlü çagdaş düşün ür zın en önemli bileşenlerinden biri.
Michel Foucault'nun, iktidar tarafından Alman idealist filozofu +Fichte'ye göre,
şeyleştirilerek inşa edilen öznellige ben tektir ve herşeydir. Ve ben kendi
karşı, bireylerin kendilerini bagımsızca kendisinin bilincine, ancak ben olmaya-
yaratabileceklerini ya da inşa edebilecek- na karşı koyarak varabilir. Bu çerçeve
lerini dile getiren kavramsallaştınnu. içinde, ben olmayan ben'in bilinçsiz faali-
Bireylerin kendileri veya başkalarının yetinden dogar.
yardımıyla, kendi bedenleri, ruhlan, dü- Bentham, Jeremy. 1748-1832 yılları ara-
şünceleri, hareketleri ve varoluş tarzlan sında yaşamış olan, yararcıhgın kuru-
üzerinde belli sayıda işlemi ya da etkin- cusu İngiliz filozofu. Temel eserleri: An
ligi, kendilerini, belli bir mutluluk, bilge- Introduction to the Principles of Morals
lik, yetkinlik ya da ölümsüzlük haline and Legislation [Ahlak ve Yasamanın il-
erişebilmek için, dönüştürmelerini sag- kelerine Giriş], Deontology [Deontoloji]
layacak şekilde gerçekleştirmelerine ve Science of Morality [Ahlak Bilimi].
imkan veren pratikler bütünü. Aiılak görüşü: Bentham, ahlak görüşüne
benmerkezci durum [ing. egocentric pre- temel olmak üzere bir psikoloji teorisi ge-
dicament]. Felsefe tarihinde ilk kez ola- liştirmiş ve 'dogamn insanoglunu iki
rak İngiliz empiristleri tarafından öne egemen efendinin yönetimine terketmiş'
sürülen ve bir insanın yalnızca kendi oldugu iddiasıyla ün kazanmış olan bir
deneylerinin, kendi bilinç içeriklerinin d üşünürdür. Ona göre, insan dogası
bilgisine sahip olabilecegi, kendi zihin kendi çıkamu saglayacak, hazzın peşin­
ya da bilinç hallerinin ötesine geçerek, den koşarak, acıdan kaçmacak şekilde
gerçekligin bizzat kendisini, gerçekte oluşturulmuştur. Bentham işte bu çerçe-
oldugu şekliyle dünyayı bilemeyecegi- ve içinde, eylemlerin hazzı arthnp arttır­
ni dile getiren kabul. Her tür bilginin madıkianna ve dolayısıyla aayı en aza
kendi bireysel bilincimizin bir eseri ol- indirgeyip indirgemedllderine bakılarak,
dugunu, bilincin dışında kalana ilişkin ahiald bakımdandan dogru ya da yanlış
olarak hiçbir bilginin olamayacagını diye sıruflanabilecegini savunmuştur.
öne süren görüş. Bentham söz konusu psikoloji görü-
Her birimizin kendimize özgü, yalruzca şünden hareketle, bir +haz kalkülü ge-
kendimize ait olan algısal dünyayla sı­ liştirmiştir. Bir eylemi seçmek için, söz
nırlanmış oldugumuzu, bu dünyanın konusu eylemin saglayacagı haz mikta-
ötesine geçerek. gerçek dünyarun kendi- nru temele alan haz kalkülü yöntemine
sine ulaşamayacagımızı öne süren tez. göre, hazzın niceligi, şu ögeler tarafın­
benmerkezcilik yanalsamasa [Ing. ego- dan belirlenir: Hazzın yogunlugu, süre-
centric illusion; Fr. illusion igocentrique]. si, hazzın yakınhgı, kesinligi, verimliligi
Herhangi bir benin evrenin merkezinde ve hazzın safhgı (yani, acı ya da sıkınb,
olması söz konusu olamasa bile, her üzüntü gibi duygularla kanşmamış ol-
benin kendisini evrenin merkezi ve odak ması).
noktası olarak algtlamaktan ya da dü- Bentham'ın tyararcıhgı, hazzı temele
şünmekten geri duramaması tavrına ve alsa bile, haz ahlrnna göre çok daha ge-
daha özel olarak da evrendeki herşeyin lişmiş bir ögretidir. Zira, hazcıhgın iyi-
ihtiyaçlarımızı ve arzulannuzı karşılaya­ yi hazza eşitledigi, ve hazzı yalnızca
cak şekilde düzenlenmiş oldugu yaıul- birey açısından degerlendirdigi yerde,
114 Benthamcıhk

Bentham iyiyi 'en yüksek sayıda insana, üzere hazırlanmış aygıtlar olarak deger-
en yüksek ınutlulugu saglayan şey' ola- lendirirken, din konusunda kuşkucu bir
rak tanımlamıştır. Nitekim, Benthamcı­ tavır takııunışhr. Bentham'a göre, din
lıgın en büyük sayıda insanın en yüksek ilerlemeyi engelleyen özellikle de entel-
mutlulugunu, toplumların ve bireylerin lektüel ilerlemeye set çeken bir kurum-
en yüksek ahl4ki amaa olarak gören, in- dur. Dahası, o dinin inanınayanlara karşı
sanların eylemlerinin ahlaki degerieri- düşmanlık uyandırmak ve bir kast sınıfı
nin deneysel olarak eylemlerin yararlılı­ yarahp beslemek suretiyle, topluma sa-
gıyla, yani bir eylemin mutluluk yarat- dece sıkıntı vcrdigini düşünür. İhtiyaç
ma gücü tarafından belirlendi~ni savu- duyulan şey, dini hoşgörüdür ve bunu
nan görüş olarak tanımlanır. saglayacak tek şey de, bilinemezci bir
Siyaset felsefesi: Siyaset felsefesini ahlak kuşkuruluktur. Öte yandan, dine çogun-
görüşüne dayandırmak isteyen Bent- luk yararcı bir açıdan bakan Bentharn,
ham, diger bir deyişle kişinin kendisine onun yararsız olduğunu söylemekten de
dönük hazlarla, dışa dönük hazlar ara- çekinınemiş tir.
sında bir ayırım yapmıştır. Bunlardan Benthamcılık [İng. Berıtl1amism; Fr. Bent-
birincileri salt hazla ve kişinin kendi lıamisnıe] En büyük sayıda insarun en
mutluluguyla ilgili iken, ikincileri bir yüksek düzeyde mutluluğunu, toplu-
iyilik ifadesi olup, başkalarının mutlu- mun ve insaniann en yüksek ahiiki
luguyla ilişkilidir. Bireysel mutlulukla amacı olaraköne süren J. Bentham'ın ya-
en yüksek sayıda insanın mutlulugu- rarcılıgıru tarumlayan terim.
nun bir ve aynı olmadıgırun fazlasıyla İnsanlaru1 eylemlerinin ahl~klılıgırun,
farkında olan Bentham, bencillikle top- deneysel olarak onlann, bir eylemin .
luanun iyiligi veya en yüksek sayıda in- mutluluk üretıne gücü anlanuna gelen,
sanın mutlulugu arasındaki uçurumun yararlılıgıyla belirlendigini öne süren
aşılabilmesi için, iki araçtan faydalan- Bentham'a göre, bir eylemin ahlaki de-
maya çalışmıştır. geri, son çözümlemede eylemin dogur-
Bu araçlardan birincisi, egitimdir. Ona dugu haz ya da aayla ortaya çıkar, zira
göre, insanlar egitim sayesinde zihinsel insan varlığının gerçek efendileri, en
melekelerini ve yeterliliklerini arthnr, yüksek ve tek iyi olan haz ve tek gerçek
kendilerini tam olarak gerçekleştirebil­ kötülüge karşılık gelen acıdır.
menin yollarını ögren.ir ve böylelilde benzerin benzerine neden olduğu ilkesi
de, bir kişinin akılcı yollarla elde ettigi (ing. principle of likı! causes like]. Neden-
mutlulugun başkalarına yönelik sevgi deki niteliklerin aynı zamanda sonuçta
ve hayırseverligi, ötekinin iyiligini kap- da varoldugunu, neden ve sonucun tü-
sadıgını anlayabilirler. müyle ayn ya da farklı bir yapıda ola-
Bentham'da bireyin kendisine dönük il- mayacagıru, örnegin zihnin ya da zihin-
giyi toplumsal bir ilgiyle tamamlamanın sel yaşamın, zihinsel özellikleri olma-
ikinci yolu kurumsal bir çerçeve yarat- yan bir şeyden türeyemeyecegirıi, yaşa­
mak geçer. Ona göre, insan bencil çıkar ının, canlılıgın kendi içinde canlıhgı ol-
ve zorlamalan bu sayede ve kurumsal mayan bir şeyden dogamayacagını dile
bir çerçeve içinde, toplum için yararlı getiren ilke.
amaçlara dönüştürebilir. Liberalizminen Berdyayev, Nikolai 1874-1948 yıllan ara-
önemli teorisyenlerinden biri olan Bent- sında yaşamış çagdaş Rus düşünürü.
ham, siyaset felsefesinde, güçlü bir halk Felsefede mantıksal ve rasyonel yön-
egemenliginin savWluculugunu yapmış temler yerine, sistematik olmayan, gi-
ve söz konusu egemenligin tek medisli zemli anlatım biçimlerinden yana olan
yasama orgaruyla temsilini istemiştir. O, Berdyayev, hakikatlerin, rasyonel araş­
denetim ve kuvvetler aynlıgı ilkesinin tırmarun degil de, 'tinin aşkın dünya-
tam çalışan bir tdemokrasiyi önlemek sından sızan bir ışıgın ürünü' oldukla-
Bergson, Hen ri llS

rını, insanın
büyüklügünün de, bu tin- getirdigi iı.;in, Bergson Romantik gelenek
sel dünyadan ve tannsal yaratma yete- içinde yer alır. Başka bir deyişle. diskür-
neginden pay almasından kaynaklandı­ sit düşüncenin ve dolayısıyla, tüm deter-
gını savunınuştur. ıninizıni ve tmekanizmiyle bilimin kap-
Düşüncesi daha çok dinsel bir metafi- samı ve açıklama alanınuı oldukça dar
zikten meydana gelen Berdyaev'e göre, olduguna dikkat çekmiş ve yaşam feno-
varlıguı temelinde, kendisinin ungnıııd meni, bilinç ve özgürlügün sadece ve sa-
adını verdigi, +Aristoteles'in ilk maddesi- dece dolayımsız sezgi ile anlaşılabilece­
ne benzer olan şey vardır. Ona göre, gini öne sürdügü için, Bergson aynı
ungruııd varolmamakla birlikte, varhguı zamanda yaşam felsefesinin 20. yüzyıl­
imkanı olmak anlamında varlıktan önce daki en önemli temsilcisi sayılabilir.
olmak durwrnındadır. Yalnızca potansi- Meta fiziği: Gerçekligin sezgi yoluyla bili-
yel olan varoluştan ayrı olarak, aktüel nebilecegini savundugu için ondakuzun-
varoluş belirsiz bir kaos olmadıgına cu yüzyıl Alınan düşünürü Schopenhau-
göre, saf iınkanı belirleyen, bir ilk yarah- er'a çok yaklaşan Bergson, bununla
a eylemin var olması gerekir. Berdyaev'e birlikte, bir ilerleme ö~etisi olarak evrim
göre, işte bu, Tann'ıun eylemi olmak du- teorisi.ııi çok dddiye alıp metafizigine
rwnundadır. temel yapngı için, onun kötümserligini
Bergson, Henri. 1859-1941 yıllan arasında paylaşmaz.
yaşamı~ olan çagdaş düşünür. İlk araştırmalarını zihin ve beden ara-
Temel Ilkeler: Temel eserleri arasında Es- sındaki ilişki konusuna ayıran filozof,
sais sur les Donnies immidiates de la Cons- zamanının bu konudaki gözde ögretisi
cience [Bilincin Dolayırnsız Verileri Üze- olan psiko-fizyolojik paralelizme, yani
rine Denemeler], Matiere et Mimoire her psikolojik olguya onu belirleyen fiz-
[Madde ve Bellek], Les Deux Sources de la yolojik bir olgunun karşılık geldigini
Morale et de la Religion [Ahlak ve Dinin dile getiren ögretiye şiddetle karşı çık­
İki Kaynagı] ve L'Evolution creatrice [Ya- mıştır. Bergson, bu baglarnda bellegin,
ratıcı Evrim] gibi kitaplar bulunan Berg- ve dolayısıyla zihin ya da ruhun beden-
son, Almanya'da dogup gelişmiş olan den bagımsız oldugunu ve amaçlarını
idealist yaşama felsefesinin Fransa'daki gerçekleştirebiirnek için bedeni kullan-
temsilesi olarak tanınır. Aynı zamanda, dıgını öne sürmüştür.
süreç felsefesi adı verilen felsefe türü- Yaşam düşüncesini incelerken, evrimin
nün de en önemli temsilcilerinden olan gerçekligini kabul eden, onu kesin olarak
Bergson, +pozitivizmin ya da oldukça belgelenmiş ya da karutlanmış bir teori
dar bir çerçeve içinde kalan bilimsel yo- diye gören Bergson, evrimin mekanist bir
rumların iddialarına şiddetle karşı çı­ tarzda gelişmeyip yaratıcı oldugunu
karken, insan! ve tinsel degerierin öne- iddia etmiştir. O, bu gelişme sürecinde,
mini vurgulamıştır. O, işte bu çerçeve biri içgüdü, digeri de zeka yoluyla geli-
içinde, 20. yüzyılda gelişen akla karşı şen iki çizgi bulundugunu söylemiş ve
başkaldınnın önemli öncülerinden biri bunlardan her ikisinin de, evrenin her ye-
olmak durumundadır. rinde iş başında olan yaşam atılımının
Başka bir deyişle, ondokuzuncu yüzyıl­ eseri oldugunu savuıunuşhır.
da ortaya çıkan maddecilik dirimseldlik Bilgi Görüşleri: Bilgi görüşünde, rasyo-
karşıtlıgından yogun bir biçimde etkile- nel düşüneeye güvenmeyen, kuru bir
nen Bergson, bilimin bulgulannı özü iti- takılcılık ve tbilimcilige karşı çıkıp,
bariyle bilimsel olmayan bir gerçeklik bunun yerine sezgiyi temel alan Berg-
anlayışına ulaşmak için kullanmıştır. son, bilincin her zaman bir şeyin bilinci
Metafiz:igi, +dinamizm ve sürekliligin oldugunu, bizim dogrudan ve araasız
önemini vurgaladıgı, aklın gerçekligin olarak yalnızca kendi tecrübemizi bile-
yapısını bilmeye yetili olmadıgmı dile bilecegimizi ve dolayısıyla en iyi ve en
116 Bergson, Henri

yeikin bir biçimde kendi bilinç akışımı­ gişen haller veya. özellikleri ciegişen
zı ve süreyi idrak edecegimizi belirt- şeyler degil de, degişmenin bizzat ken-
miştir. Bu ise, kavramsallaştırılabilen disi, süre ve yaşamdır. Sezgi yoluyla bi-
bir bilgi degildir; yani, bu, akıl ve ana- linen benden hareket eden Bergson, bu-
liz yoluyla degil de, ancak yaşanarak, rada kalmayıp daha sonra dünyanın
ve sezgi yoluyla bilinebilir. aynı süreden meydana geldigini iddia
Başka bir deyişle, Bergson felsefesinde etmiştir. Başka bir deyişle, gerçekligin
öncelikle, kavramsal bilgiye şiddetli bir bilimin varsaydıgı gibi, madde olmadı­
eleştiri yöneltmiştir. Kavramların sürek- gını göstermeye çalışan, doganın, bili-
li ve dinamik bir gerçekligi, onu statik min söyledigi gibi, yalnızca mekan için-
hale getirmek ve bölmek suretiyle çarpıt­ deki ınaddi cisimlerden oluşmadıgmı
tıgını öne süren Bergson, 'biricik' olan savunan Bergson, insanların mekanla
gerçeklikle ilgili hakikatierin kavramsal düşüroneye çalışhkları için, maddecili-
yolla söze dökülemez, ifade edilemez ol- ge egilimli olduklarını iddia etmiştir.
dugunu söylerken, bir yandan da bizi Oysa, zaman mekandan daha temel
gerçekligin özüne götürecek bilgi türü olup, bütün gerçekligin özü zamandır,
olarak sezgiden söz etmiştir. Bilimi red- süredir.
detmeyen, fakat bilimsel bilginin en Anlaınaınız gereken şeyin, zamanın
önemli bilgi türü olarak görülmesine bir birikim, bir büyüyüp gelişme, bir
karşı çıkan Bergson'a göre, gerçeklige
süre oldugunu belirten Bergson, bir
nüfuz eden, nesnelerle dogrudan ve ara- adıın daha ileri giderek, sürenin yalnız­
cısız bir temas kuran başka bir bilgi türü
ca akıp giden bir şey olmakla kalmay1p,
daha vardır. Bu bilgi dile getirilemez,
yaratıcı oldugunu savunur. Başka bir
söze dökülemez. Bu bilgiye, en azından
deyişle, süre görünüşün gerisindeki
bilimsel bilgi kadar önem ve deger veril-
gerçeklik, bilimlerin araşhrdıgı gözle
ınesi gerektigini öne süren Bergson, ana-
görülür empirik dönüşümlerin gerisin-
liz adıru verdi~ bilimsel, rasyonel bilgi-
nin karşısına, sözcüklerle clile getirilemez deki esas nedendir. Buna göre, türlerin
olan sezgiyi geçirmiştir. evrim geçirdigi hipotezirıi dogrulanabi-
Bergson'a göre, sezgi bize, gerçekligin len deneysel bir hipot~ olarak benimse-
şemasını degil de, bizzat kendisini bilme
yen Bergson, buradan bütün bu evrim-
olanagı verir. Şu halde, Bergson bir şeyi
sel gelişmerıir gerisindeki esas gücün,
bilmenin iki yolunu birbirinden ayırır. temel nedenin süre oldugu metafiziksel
Bu yollardan birincisi bizi bilinecek nes- tezine geçmiştir.
nenin çevresinde hareket ettirir, oysa Bergson'a göre, gerçekten varolan şey
ikincisi nesneye nüfuz etmemizi saglar. madde, cansız varhk degildir; gerçeklik
Birincisinden elde edilen bilgi, nesneyi süredir ve bunu yalnızca sezgi kavraya-
gözlemledigimiz bakış açısına baghdır; bilir. Zaman bir birikimdir. Gelecek hiç-
dolayısıyla, bu bilgi göreli bir bilgidir. bir zaman geçmişin aym olamaz, zira
Buna karşın, ikincisinde nesneyle dog~­ her adımda yeni bir birikim ortaya
dan bir temas içinde olur ve herhangi bir çıkar. O bilinçli bir varlık için var olma-
bakış açısının sınırlamalarından kurtu- nın degişmek oldugunu kabul eder,
luruz. Burada nesneyi gerçekte oldugu zira degişmek demek olgun..laşmak de-
şekliyle kavranz. Bunlardan birincisi mektir; olgunlaşmak ise, sonsuzca kendi
tanaliz. ikincisi tsezgidir. kendini yaratmak demektir. Bu, yalnızca
Sezginin bize gösterdi~ gerçeklik ne- bilinçli insan varlıgı için degil, fakat
dir? Bergson bu konuda aradıgı ipucunu bütün gerçeklik için böyledir. Bergson
kişinin kendi dogasuıa ilişkin sezgide gelişmeyi, ancak süre olarak anladıgı­
bulur. Ona göre, kendi içimize dönüp mız takdirde açıklıga kavuşabilecegi­
baktıgımızda tecrübe ettigirniz şey, de- mızı savunur.
Berkeley, George 117

Ona göre, insan işte b u yaşamda ı nad- Berkeley'e göre, kendi zihnime ya da be-
deyi yener, mekanın sınırlarının üstüne nime ilişkin olarak dogrudan bir algısal
çıkar ve içinde salt süreyi yaşar. İnsan deneye sahip olamadıgım, ama dogru-
kendisini bütün benligiyle bir işe ver- dan ve araasız olarak yalnızca zihnimin
digi zaman da aynı şeyi duyar. Geç- çeşitli niteliklerini ya da faaliyetlerini al-
miş, sürekli olarak bugüne ve gelecege gıladıgıın için, benim, kendi zihnirne ya
dogru akar. İşte, bu biricik gerçeklik da benime ilişkin bir ideye sahip oldu-
olarak süredir. Bergson'a göre, süreyi gum söylenemez. Bununla birlikte, bura-
yaşayabilmeınizin koşulu bellektir. Bel- dan yola çıkılarak zihinden ya da benden
lek zaman aralıklarını yener, geçmiş, söz ebnenin anlamsız oldugu sonucuna
şimdi olarak yaşanır. Süreyi bütünlügü varılamaz. Çünkü, sonsuz sayıda ideye
içinde yakalayıveren ise sezgidir. ek olarak, bu ideleri bilen ve algılayan
Bergsonculuk [İng. Bergsonianisııı; Fr. Berg- bir şey, algılama, isteme, imgeleme ve
sonisıne]. Henri Bergson'un düşünce çiz- arumsama gibi faaliyetlere ek olarak, bu
gisini izleyen düşünürlerin, 20. yüzyılın faaliyetleri gerçekleştiren aktif bir varlık
başlannda, Fransa'da kurmuş okulduk- vardır ki, bu da zihin ya da ruh ya da
lan metafizik okulu ya da akımı. be ndir.
Bergson'un metafizi~ benimseyen bu İdelerden insan zihninden ya da bir
okul, filozofun kendisinden başka, bilim- algı eyleminden bagımsız olarak kendi
deki krizle Amerikan +pragmatizmin- başlarına varolan şeyler olarak söz
den etkileruniş ve Bergsonun düşünce­ ehnek çelişik olsa bile, bizim birincil ni-
siyle, tdirimselcilik ve tirrasyonalizmin, teliklere ilişkin idelerimize benzeyen ni-
onun kendisinden çok daha ötelere taşı­ teliklere sahip olan nesnelerin insan zih-
ınayı amaçlamışhr. tSezgicilik ve tira- ninden bagımsız olarak varolduklan
deciligin savunuculuğunu yapan Berg- düşünülebilir. Bu düşüneeye Berkeley,
sonculann en önde gelenleri arasında bir idenin ancak başka bir ideye benze-
Maurice tBiondel, Lucien Laborthenierre yebilecegi, buna karşın bir ses ya da bir
ve Eduard Le Roy sayılabilir. şeklin başka hiçbir şeye degil de, yal-
Berkeley, George. 1685-1753 yıllan ara- nızca başka bir ses ya da başka bir
sında yaşamış olan, ve dünyada yalnız­ şekle benzeyebilecegi karşıhgını verir.
ca ruhların ve bu ruhların idelerinin va- Dahası, ona göre, biz ~ihnimizdeki ide-
roldugunu, buna karşılık maddenin lerin nesnelerin niteliklerine benzeyip
varolmadıgını öne süren İngiliz düşü­ benzemediklerini hiçbir zaman bileme-
nür. Temel eserleri: The Principles of yiz, çünkü bizim dolayunsız olarak al-
Human Knowledge [İnsan Bilgisinin lıke­ gıladıgımız herşey kendi idelerimiz
leri1 ve Three Dialogues Between Hylas and olup, idelerimizle bu idelere benzeyen
Philorıous [Hylas ilc Philonous arasında nitelikler ilke olarak birbirlerinden fark-
üç Konuşma], h olduklarından, bizim idelerimizle bu
Bilgi Görüşleri: Berkeley de, kendisin- idelere benzeyen nitelikleri birbirleriyle
den önce yaşamış olan tLocke gibi, karşılaştırma imkanımız yoktur.
bizim dogrudan ve aracısız olarak algı­ Metafiziği: Bilginin tek kaynagının algı
ladıgımız herşeyin kendi zihnimjzdeki oldugunu, algıda ise bizim yalnızca
tideler oldugunu, doguştan düşünceler kendi idelerimizi ya da duyumlanmızı
bulunmadıgını, tüm idelerimizin algısal bilebilecegirnizi öne süren epistemolojik
deneyin sonucu oldugunu, ve bilgimizin nitelikli öncüllerden yola çıkarak, yal-
duyudeneyi yoluyla sahip oldugumuz nızca idelerin ve ideleri algılayan zihin-
idelerden türedigini savunmuştur. ide- lerin varoldugu ve duyularımız üzerin-
lerden türeyen bilginin tek bir istisnası deki eylemiyle idelere neden olan mad-
vardır: Tinsel varlıklara ya da insanın denin hiçbir şekilde varolmadıgı şeklin­
kendi benine ilişkin bilgi. deki ontolojik sonuca ulaşan Berkeley,
J 18 Berkeley'in tezleri

bununla birlikte t1pkı Locke'un yapmış olarak kendimizin zihnimizde ideler


oldugu gibi, nedensel bir algı anlayışı oluşturma gücüne sahip olduğumuzu
benimseyerek, zihnimizdeki idelere ne- biliyorsak, ona göre, bu bilgi başka bir
den olan bir varlıgın, yani Tanrı'run va- tinsel varlık olarak Tanrı'nın bizim zih-
roldugunu öne sürmüştür. Başka bir nimizdeki idelere neden olmakta oldu-
deyişle, o maddenin yerine Tanrı'yı yer- gu olgusu için saglam bir temel oluştu­
leştirmiştir. rur.
Berkeley'e göre, biz algılanmızın, idele- Berkeley söz konusutmaddesizcilik
riınizin, onlar ı canlı ve açık oldukları, 2 ögretisiyle ilgili eleştirileri, ömegin in-
diger deneylerimizle uyumlu oldukları, sanlar tarafından tecrübe edilen izienim
ve 3 insan iradesinin keyfi bir eyleminin ya da idelerle özdeşleştirilmesi duru-
sonucu olmadıkları, yani insan zihnin- munda, dogamn insanların ortaya çı­
de, nedensiz ve temelsiz olarak keyfi bir kışlanndan önce varolmadıgı, ya da
biçimde yaratılmadıkları zaman, gerçek bir odanan içinin insan ona baktıgı
olduklannı kabul eder ve onları fantazi- zaman varlıga geldigi, insan ona bak-
lerden, düşsel algı ve idelerden ayınnz. maktan geri durdugu zaman yok olup
Yani, duyualgılanmız, idelerimiz bize gittigi türünden itirazları bertaraf ede-
baglı ve keyfi olmadıklan içjn, bu algı, bilmek için, şu halde, Tanrı'run evreni
duyum ve idelerin insan zihninin dışm­ varoluş hali içinde tutan herşeyi bilme
da bir nedeni olmalıdır. gücüne müracaat etmiştir. Başka bir
Başka bir deyişle, madde varolmadıgı, deyişle, o ezeli-ebedi olup, herşeyi
varolsa bile, bütünüyle olumsuz ve belir- bilen tinsel bir varlık olarak Tann'mn
siz bir biçimde tarurnlandıgından dolayı, varoluşunu kabul etmek suretiyle, dış
bizim zihnimizdeki idelere neden ola- dünyarun Tanrı tarafından tecrübe edi-
mayacak kadar pasif oldugu, ikinci ola- len ideler, izienimler toplamı olduğu­
rak ideler kendi kendilerinin ya da nu, dış dünyadaki nesnelerin Tanrı'nın
başka idelerin nedenleri olamayacagı zihninde bulundugunu, onlann bizim
ve nihayet bu gerçek ideleri insanın biz- tarafımızdan algılanmadıklara zaman,
zat kendisi yaratamayacaga için, Berke- Tanrı tarafından algılandıklanm öne
ley' e göre, zihnimizdeki bu idelere, alga- sürer.
mızdaki duyurnlara neden olan başka Berkeley'in tezleri [lng. Berkeley's theses;
bir tinsel varlı&ıt varolmasa gerekir ki, Fr. theses de Berkeley]. Ünlü İngiliz idea-
bu tinsel varlık da Tanrı' dar. list lilozofu tBerkeley'in felsefesinin te-
Bu görüşe, bizim tinsel bir varlıga, bir melinde yer alan ve felsefenin daha son-
Tanrı'ya algılarımıza, duyumlarumza, raki gelişimini oldukça etkilemiş olan
idelerimize neden olurken de, başka iki tez. Bunlar, sırasıyla ı şeylerde algı­
bir zaman da hiçbir şekilde tecrübe et- ladıgunız tüm nitelikler zihinlerimize
medigimiz söylenerek, duywnlarımaza, baglı oldugu, ve algılanamayan ve dola-
idelerimize neden olan bir Tanrı dü- yısıyla bilinemeyen, fakat varoldugu
şüncesinin, en azından niteliklerinin varsayılan töz düşüncesi kabul edile-
duyularnnız üzerindeki eylemi sonu- mez oldugu için, şeylerin yahuzca, zi-
cunda bizde algılara, idelere neden olan hinler tarafından bilindikleri ya da algı­
bir madde düşüncesi kadar keyfi oldu- landıkJarı sürece varolduğu, varolmarun
gu söylenerek itiraz edilebilir. Böyle bir algılanmak. yani zihinde bir ide olmak
itiraza karşı Berkeley, bizim tamamen oldugu teziyle, 2 dış dünyaya ilişkin
irademize baglı olarak çeşitli şeyleri çe- bilgimizin duyumsal bir bilgi oldugu,
şitli şekillerde imgeledigimiz zaman, bu bilginin her zaman idelerin bilgisi
tinsel varlık.Jarın ideler yaratmasına olup, idelerin de, dış dünyadaki tözle-
ilişkin bir tecrübeye sahip oldugumuz rin degil, fakat basit niteliklerin ideleri
yanatam verir. Ve biz, tinsel varlıklar oldugu tezidir.
Berlin, Sir İsaiah. Çagdaş ingiliz ahlAk öznenin bir ilineği adı verilir. Örne~in,
ve siyaset felsefecisi. 'Bazı yazarlar zengindirler' önermesini
Berlin, degerierin yer, zaman ve top- ele alalım. Zengin olına özelliği, yazar
lumsal koşullar tarafından belirlendigi- için özsel bir özellik, yazarı yazar kılan
ni savunan Marksist görüşe karşı çıka­ bir nitelik olmayıp, rastantısal ya da
rak, determinist ögretilere karşı tavır arızi bir özelliktir.
alrnış ve ahiakl degerlerin, ve insanın Öte yandan, yükleın özne için ö:z.sel
sorumluluguyla özgt.irlü~ünü koruma- olan bir özelli~i ifade ettiği zaman, bu
nın önemini vurgulamıştır. dört şekilde söz konusu olabilir. Buna
Bem ard, Clairvaux 1lu Aziz. 1090-1153 göre, 2 yüklem, öznenin kendisinin bir
yılları arasında yaşamış olan Hristiyan altsınıfı ya da türü oldugu sınıfı ya da
teolog. cinsi gösterebilir. Örneğin, 'Dikdörtgen-
Teoloji konularındaki yöntemi, rasyonel ler paralelogramlardır' önermesinde,
olmaktan çok mistilc bir nitelik arzeden yüklem öznenin cinsidir. İkinci olarak, 3
Aziz Bemard'a göre, Tann'yı aramanın özne tekil bir terim ve yükleın de, özne-
yolu, 'utanç verici bir merak'tan degil, bir nin bir üyesi oldugu sııufı gösterirse,
sevgi okulunda yaşamayı ögrenmekten yüklem 'Atatürk bir Türk devlet adamı­
geçer. Yüreginde sevgi taşımak, Tann'yı dır' örne~inde oldugu gibi, bir türe kar-
bilmenin ilk koşuludur. Onun ögretisi- şılık gelir. Aynı tümel, 'Bazı paralelog-
nin anahtan şu sözlerde yatar: 'Tanrı ramlar dikdörtgendir' öme~nde oldu~u
sevgisi nereden gelir? Tann'dan. Peki bu gibi, yüklem öznenin bir ah sınıfı ya da
sevgisinin ölçüsü nedir? Ölçüsüz sev- türü oldu~u zaman da kullanılır.
mek' Üçüncü olarak, 4 yüklem öznenin, öz-
beşinci töz [İng. quintessence; Fr. quintes- neyi aynı cinsin başka alt sınıflarmdan
sence; Al. quintessenz]. İlkçağ YW1an fel- ya da diger türlerinden ayıran bir özelli-
sefesinde, yeryüzündeki ya da ayalb ev- ~ini ifade edebilir. Bu durumda, 'İkizke­
rendeki cisimleri meydana getirdiği nar üçgenler iki eşit kenan olan üçgen-
kabul edilen dört ögeye, toprak, su, hava lerdir' öme~inde oldugu gibi, türsel bir
ve ateşe ek olarak, göksel dsimlerin ken- ayırırııdır. Son olarak, 5 yüklem, daha
disinden meydana geldi~i kabul edilen önceki üç özsel özellikten farklı olmak-
öge için kullarulan; fakat yeryüzünde in- la birlikte, onlardan çıkarsanabilir olan
sanlar tarafından gerçek dogası tanınma­ başka bir özsel özelligi ifade edebilir.
dı~ ya da bilinmedigi için, kendisine ad 'Eşkenar üçgenler eşit açılı üçgenlerdir'
verilmemiş olan beşinci öge. öme~inde oldu~u gibi, yükleme bu kez
Ortaçag filozoflarının, t Aristoteles'in lıassa adı verilir.
·ayüstü evrenindeki ezeli-ebedi ve degiş­ beş yol [İng. frve ways; Fr. cinq voies] Aqui-
mez göksel dsimleri adlandumak için nalı Aziz Thomas'ın Tanrı'mn varolu-
kullandıkları terim olan beşinci töz teri- şuyla ilgili beş ayn kanıtı, ya da
mi, skol~stik düşünürler tarafından, ay- Tann'rıın varoluşunu evren hakkındaki
nca do~al bir dsmin sahip oldu~u güç genel olgulardan hareketle çıkarsama yö-
ya da en yüksek öz için kullarulmıştır. nündeki beş farklı girişimi için kullam-
beş tümel [Yun. kategoroumenon; Lat. pra- lan terim.
edicabile; İng. predicables; Fr. pridicables; Aziz Thomas, Tann'rıın varoldu~nu 11
Al. pr~dicabiles]. Olumlu bir önennenin priori bir biçimde, yani yalnızca bir Tann
yükleminin öznesine ne şeldlde baglan- tarumına dayanarak kanıtlayamayaca~ı­
dı~uu gösteren, ve cins, tür, ayınm, nuzı öne sürer. Ona göre, Tann'run va-
hassa ve ilinek olarak bilinen beş terim. roluşunu kanıtlamak mümkünse eger,
Buna göre, 1 yüklem özne için özsel ol- Tann karııtlanmızın başlangıç noktası­
madıgı, öznenin özünü, ya da özünün nı, başlangıç öncüllerini oluşturacak
bir parçasım ifade ebnedigi zaman, ona bazı temel verilerimiz olmalıdır. Aqui-
120 be~ yol

nalı bu çerçeve içinde, her biri Tanrı'nın langıç noktası olmaz. Bu ohnadıganda
varoluşunu gözlemlenmiş bir olgudan ise, son sonuç, yani dünyamızın bugün-
yola çıkarak kanıtlayan beş ayn Tann kü hali de söz konusu olamaz. Öyleyse,
kanıh öne sünnüştür. doganın bugünkü hali vE: sonuçlar dizi-
1 Bunlardan birincisi ve en önemlisi, si, bir ilk neden olarak Tanrı'nın varhgı­
hareket olgusundan yola çıkan kaıutbr. nı karutlar.
Aziz Thomas, bizim bazı şeylerin hare- 3 Aquinah'nın tislam felsefesinden
ket halinde oldugunu, duyu-deneyi te- ilham alan üçüncü kanıtı ise, dogadaki
meli üzerinde, tam bir kesinlikle bildigi- varlıkların, nesnelerin varolanalan ka-
mizi söyler. Öte yandan bir şey, ancak dar, varolmamalan da olanakJı olan var-
kendisi üzerinde eylemde bulunuldugu, lıklar oldugu gözleminden yola çıkar.
potansiyel güçleri başka bir şey tarafın­ Dogal varlıklar olumsal varlıklardır,
dan aktüel hale getirildj~ zaman, hare- çünkü onlar her zaman varolmaz; dogal
ket edebilir. Thomas'a göre, hiçbir şey varlıklar yaratılmışlardır ve yok olup gi-
kendi kendisini hareket ettiremez, çünkü derler. ömcgin, bir agacın varolmadıgı
bu durum, o şeyin aynı anda, aynı ba- bir zaman vardı; o şimdi varolmaktadır
kımdan hem potansiyel ve hem de ak- ve bir gün varliktan çıkacakbr.
tüel olmasını gerektirir. Örnegin, bir Agaç için varolmama iki anlamda dü-
nesne kendi kendisini ısıtamaz ya da şünülmelidir. Öncelikle, onun hiç varlı­
sıcak yapamaz, çünkü böyle bir durum, ga gelmemjş olması söz konusudur;
onun aynı anda hem sıcak olmasını ve ikinci olarak, o bir kez varolunca, açıkbr
hem de olmamasını gerektirir. Bundan ki, belli bir süre sonra yok olup gidecek-
dolayı, hareket eden her varlıgın başka tir. Gerçeklikteki herşey yalnızca, agaç
bir varlık tarafından hareket ettirilmesi benzeri olumsal varlıklardan oluşuyor­
gerekir. sa, hiçbir şeyin varolmada~ bir zaman-
.Söz konusu hareket ettincinin de, yine dan söz ebnek olanaklıdır. Oysa, duyu
aynı nedenJe başka bir varlık tarafından deneyi bize, nesnelerin, varlıklann varol-
hareket ettirilme zorunJulugu vardır. dugunu gösterir. Bundan dolayı, varo-
Bununla birlikte, bu hareketler ve hare- lan herşey olumsal varhkJardan meyda-
ket ettinciler dizisi sonsuzca geriye gide- na gelmez. Olumsal varilkiann dışında,
mez, çünkü bir İlk Hareket Ettirici yoksa bir de zorunlu varlık olmalıdır. Zorunlu
eger, bu takdirde ikinci, üçüncü, v. b. g., varlık, var olmaması olanakh olmayan
hareket ettirici ve dolayısıyla, duyusal varlıktır ve bu Zorunlu Varlık da, Aqui-
dünyada gözleınJenen hareket de varol- naslı Thomas'a gö~ Tanrı'dır. Başka bir
maz. Bundan dolayı, Tanrı vardır; yani, deyişle, olumsal varlıklara neden olan,
gözlemlenebilir bir hareket, son çözüm- onlara varoluş veren varlık, işte bu Zo-
lemede yalnızca, kendisi hareket ebne- runJu Varlıkbr, yani Tann'dır.
yen bir Hareket Ettiridnin, yani Tan- 4 Aquinalı Thomas'ın dördüncü Tann
n'run varoluşuyla açıklanabilir. kanıb, varolan şeyler arasında bir dere-
2 Aquinah Thomas'ın ikinci kanıh, celenme bulundugu olgusundan yola
Tanrı'nın varoluşunu, şeylerin fail ne- çıkar; buna göre, bazı şeyler digerlerin-
denleri oldugu ve fail bir nedenin sonu- den daha iyidir, daha hoş, daha dogru-
rundan önce olması gerektiginden dola- dur, v. b. g. Şeyleri beUi bir özelligi sergi-
yı, hiçbir eylem ya da sonucun kendi leyip sergilememelerine göre derece-
kendisinin nederu olamayacagı gözlemi- lendirebilmek için, elimizde bir standar-
ne dayandınr. Ona göre, fail nedenler tın, bir en iyinin olması gerekir. Bazı şey­
zincirinde bir ilk neden olmalıdır. Bu ilk lerin digerlerinden daha iyi ya da daha
neden olmadıga takdirde, zincirdeki ilk kötü oldugunu, Aquinah Thomas'a göre,
adıma, daha sonraki halkaya ve daha ancak bu standardan bilgisine sahip ol-
sonraki adımlara neden olacak bir baş- dugumuz, en iyiyi bildigirniz takdirde
betimleyicilik 121

söyleyebiliriz. O, bu noktada, Aristote- kin öndeyinin bu betiınlemelere dayan-


les'in, bir cins içindeki en yükse~n ~n mak durumunda oldugunu söyleyen il-
yüksek degerin, burada en yüksek iyi- keye betimleme illcı!si adı verilir.
nin- cins içindeki tüm nesnelerin özellik- betimlemeler teorisi [lng. tlıeory of desc-
lerinin nedeni oldugu ilkesinden yarar- riptions; Fr. theorie des descriptions]. İngi­
lanmaktadır. Buna göre, iyi olan her şey liz filozofu B. tRussell tarafından geliş­
en iyinin sonucudur, zira en iyi başka tirilen ve betimlemeler ya da tasvirler
şeylt!rin iyiliginin temelini meydan geti- arasında bir ayırım yaparak, bunların
. rir. Demek ki, şeylerin varoluşlanmn, dilde, ayrı birtakım işlevler yerine ge-
iyilikJerinin ve başkaca yetkinliklerinin tirdigini öne süren kuram.
nedeni olan bir en iyi olarak Tann vardır. Buna göre, Russell bir betimlemeyle
S Aquinalı Thomas'ın beşinci kamtı, özel bir isim arasında bir ayrun yapmış­
t'Düzen ve amaç karutı' olarak bilinen tır. Betimlemeyle belirli bir mantıksal
k.arut türünün özel bir halidir. O bu ka- formu olan dilsel bir ifadeyi anlayan
mtta, dünyadaki he~eyin amaçlı bir bi- Russell'e göre, betimlemeler belirli ve
çimde, belirli amaçlara ulaşacak şekilde belirsiz betimlemeler olarak ikiye ayrılır.
eyledigi, hareket etti~ gözleminden yola Belirli bir tasvir ya da betimleme, biririk-
çıkar. Bu durum, akıllı insan varlıklan ligi ifade eden ve kendisinde geçen söz-
için oldugu kadar, taşlar ve agaçlar tü- cüklerin anlamlanndan dolayı, yalnızca
ründen, akıl ve dolayısıyla bilgiden yok- tek bir kişiye uygulanabilen, buna kar-
sun olan varlıklar için de geçerlidir. Bu şın, belirsiz betimleme ise, biriciklik sı­
varlıklarm amaçlarına, rasiantısal olarak rurlamasından bagışık olan bir ifadedir.
degil de, bir plAna uygun olarak ulaşbk­ Bu çerçeve içinde, 'İngiltere kraliçesi' be-
lan, bir plAndan dolayı, işlevlerini ev- lirli, 'bir kraliçe' ise belirsiz bir belimle-
rendeki genel düzene katkı yapacak şe­ rneye karşılık gelir.
kilde gerçekleştirdikleri açıktır. Bu plAn Betimlemelere ek olarak, özel isimler-
ve dolayısıyla evrendeki düzen de, en den de söz eden ve özel bir isimle yal-
yüksek derecede akıllı bir varlık olarak mzca tikel bir şeyi ya da kişiyi adlandı­
Tann'nm eseridir. ran bir sembolü anlayan Russell, hem
betim [Os. tasvir; İng. description; Fr. desc- özel isimlerin ve hem de betimlemelerin
ription; Al. beschreibung]. Daha önce ta- dilin kullammında, farklı, ancak çok
mmlanmış, tammı yapılnuş bir şeyin önemli roller oynadıgını savunmuştur.
tarumının, özel/ tekil bir durum için kar- Biz, ona göre, dili özel isimler aracılı­
şımıza çıkan tekran. Tekil ve somut kav- gıyla dünyaya baglarız. Özel isimler,
ramlarla yapılan tanım. Bir olayı, duygu- dilimizin dünya ve dünyadaki varlıklar­
yu tammlayan, tarif eden söz ya da yazı. dan söz ettigi konusunda bizim için bir
Somut nesnelerin, söz konusu nesneler teminat oluşturur. Oysa bctimlemeler,
sınıh için kesin bir özellik olarak ifade daha farklı bir biçimde kullarulırlar;
edilemeyecek olan belirtilerine işaret onlar, Russell'a göre, bize kendileriyle
eden tasviri. tanışmadıgımız nesnelerden söz etme
Bu baglamda, davranış bilimlerinin, olanagı verirler.
ömegin psikoloji, sosyoloji, antropoloj~ betimleyicilik [İng. descriptionism; Fr.
ekonomi gibi bilimlerin temel amacırun, descriptionism]. 1 Ahlak felsefesinde, do-
nedensel yasalar geliştirme ve açıklama galcılıgın bir türü olarak, ahiili yargıla­
yönündeki tüm girişimlerden kesinlikle rın, kural koyucu degil de, yalnızca be-
uzak durarak. gözlemlenen olaylar ara- timleyici bir anlama sahip olduklaruu ve
sındaki bagantılan temele alan sagla.m dolayısıyla tam anlamıyla ve gerçekten
ve dakik tasvir ya da betimlemelere olgusal olan tümeelerden çıkarsanmak
ulaşmak oldugunu, zira insan davranı­ suretiyle karutlanabileceklerini öne süren
şı üzerindeki kontrolle, davramşa iliş- görüş.
122 bilen

Ahlak alanında söz konusu olan bu be- tafizik türünün, yani gözden geçirici me-
timleyici bilimsel yaldaşıma, ya da bi- tafizigin karşısında yer almaktadır. Bu-
limsel veya betimlemesel yaklaşımın na göre gözden geçirici metafizik, dünya
ahlak alaruna uygulanmasırun sonucu üzerine, dış gerçeklikle ilgili düşünce­
olan ve kural koymayıp, yalruzca insan mizin aktüel yapısuu betimlemekle ye-
davranışını gözleyerek, sonuçlannı be- tinmeyip, yeni kavramsal sistemler kur-
timleyen ahlak türüne ayru zamanda be- ma işiyle meşgul olur.
timleyici ahlak adı verilir. Ahlaki deger 4 Tanım teorisinde ise, türün bir özelli-
ve ilkelere, olgusal ilke ve önermelere gi olamayan, fakat tür içindeki bireyle-
ulaştıgımız tarzda ulaşıldıgını savuna- rin kendilerine özgü kalan, ayru tür için-
rak, insanlar arasında hangi ortak ahlaki de, türün bireylerini birbirlerinden ayır­
kural, deger ya da eylemlerin bulundu- maya yarayan karakteri ya da tekil özel-
gunu, bu ilkelerin evrensel olup olmadı­ likleri ortaya koyan; başat karakteri
gını araştıran ahlak anlayışı olarak be- degil de, bagıl karakteri; özsel özelliideri
timleyici ahlak, çeşitli insanlar ya da degil de, anzi özellikleri dile getiren ta-
toplumlar tarafından benimsenen ahlaki ruma berimleyici tanım denmektedir.
inanç, görüş ve degerieri inceler, ahlak bilen [İng. knower; Fr. saveur]. Bilgi ilişki­
alanında, olması gerekeni söylemeyip, sinde, bilinen nesne ya da varlıga karşıt
yalnızca olanı araştırır. olarak, bilgilenmekte olan, bilgiye ula-
2 Öte yandan, bilim felsefesinde, doga şan tözne. Bilginin zihinsel bir faaliyetle
yasalanrun, dogada hüküm süren bir birleştirilen ve empirik bir tben ya da
zorunlulugun ifadesi olmayıp, ortaya çı­ saf birego olarak görülebilen öznesi.
kışları gözlemlenen olay ve olguların bileşik [Os. mürekkep; İng. canıplex, com-
düzenli diziliş ya da ard arda gelişlerini poımd; Fr. compose; Al. zusammeııgesetzt].
betimleyen genel ifade ya da önenneler Basitten farklı olarak iki ya da daha fazla
oldugunu savunan görüşe betimleyici sayıda unsurdan meydana gelen şeyi ta-
doğa yasası anlayışı denir. Söz konusu nımlayan sdat.
görüş, suyun 100 dereceye kadar ısıhl­ Buna göre, önenneleri yapılan bakı­
dıgı takdirde kaynadıgını dile getiren rmndan sınıfladıgımızda, basit önenne-
doga yasasının, yalnızca, dogada bu lerle birlikte degeriendinirnek durumun-
baglanbrun bir olgu olarak ortaya çıktı­ da olan önenne türüne, yani bir özne, bir
gına işaret ettigini ve salt dogada olup yüklem ve kopüladan oluşan basit öner- ,
biteni betimledigini ya da açıkladıgını meden farklı olarak, iki ya da daha fazla
dile getirir. sayıda basit ya da kategorik önenneye
3 Buna mukabil, metafizikte, çagdaş aynlabilen önenneye bileşik önmne· adı
düşünür P. F. Strawson'un, metafizikten verilir. Bileşik önenneler 've', 'ya da',
tümüyle vazgeçmemekle birlikte, ger- 'ise', 'ancak ve ancak' gibi mantıksal bag-
çeklik ya da duyusal olanın üstünde ve laçlarla birbirlerine eldenmiş basit öner-
ötesinde kalan bir dünya üzerine dogru- melerden meydana gelir.
lugu sınanamayan önenneler ortaya bileştiridier mantıga [İng. combinatory
koyma tavnna karşı çıkan ve spekülatif logic]. Matematiksel mantıgın, degişken­
metafizigin kötü ve olumsuz yönlerin- lerin tümüyle elenip, yerlerine bu mantık
den uzak dunnaya çalışan metafizik an- dalına özgü olan belirli türden fonksi-
layışına betimleyici metafizik adı verilir. yaniann geçirildigi dalı.
Böyle bir metafizik anlayışı, kendisini bilgelik [Yun. sophia; Os. hikmet; İng. wis-
töz türünden, temel ve kaçınılmaz oldu- donı; Fr. sagesse; Al weisheit]. En geniş ve
gu düşünülen çeşitli kavramların anali- en genel anlamı içinde, insanın içinde
zi işiyle sınırlamıştır. Betimleyici meta- yaşadıgı dünya ve toplumla uyumlu,
fiz.ik, tStrawson'un t Aristoteles ve kendi kendine yeten ve bilinçli bir varlık
tKant'ta ömeklendigini savundugu me- olmasını; dünyaya, kendisine, yaşama
bilgi 123

ve yaşamın nihai ve en yüksek amaçla- sunar. Ruhun, bilgi söz konusu oldu-
rına ilişkin olarak saglam bir kavrayışa gunda, Aristoteles' e göre, iki temel yelisi
sahip bulunmasını; eylemlerinde bilgi- vardır. Bunlar ise, sırasıyla duyum ve
nin belirleyici rol oynamasını; düşünüp akıldır. O duyuma ilişkin açıklamasın­
taşınarak eylemesini; eylemlerinin enine da, madde ve form ayınını yapar ve du-
boyuna düşünülmüş eylemler olmasını yuınu ya da duyu-algısıru, algılanan
öngören ideal durum ya da erdem. nesnenin, madde olmadan formunu, söz
Var olan herşeyi aklın ışıgında yargıla­ konusu duyu organıyla almak olarak ta-
yan ve yorumlayan, böyle yapngı için de, nımlar.
ortalama insaru, sıradan insanları etkile- Nasıl ki, duyum algılanan nesnenin,
yen iç çalkannlarından, tutkulardan etki- madde olmadan, algılanabilir olan for-
lenmeyip uzak kalan kişinin özelligi, er- munu almaktan oluşuyor.;a, aym şekil­
demi olarak ortaya çıkan bilgelik, yaşam de akılyürütme de akılla anlaşılabilir
tecrübelerinde, dünyadaki gündelik iliş­ olan formu almaktan meydana gelir. Al-
kiler içinde, gözlemleyen ve nüfüz ebne- gılanabilir olan duyusal fonnlar öncelik-
yi amaçlayan zihinlere görünen şeylerin le, duyuların renkler, sesler türünden
anlamına ve amacına ilişkin dogrudan özel nesneleridirler. Buna karşın, akılla
pratik kavrayışı zorwılu kılar. anlaşılabilir olan form, bir şeyin özü-
Buna göre, bilgelik, insanın herşeyden dür, o şey için söz konusu şey olmanın
önce relleksif olmasını, yani olayları ve ne anlama geldigidir ya da onun tanııru­
inançları, nedenleri ve sonuçları ışıgm­ dır. Aristoteles'e göre, her ne kadar bir
da degerlendirmesini, ölçüp biçmesini bedene baglı olmasa bile, ala! da, npkı
ve gerçek amaçlarla araçlara ilişkin ola- duyum gibi, bir yetidir ve daha yüksek
rak saglam bir kavrayışa sahip olması­ yetiler varoluşları için daha aşagı yelile-
nı gerektirir. re bagırnlıdırlar. Bundan dolayı, akılyü­
bilgi [Os. nıdlümal, nıdrifet; İng. knowledge; rütme faaliyeti varoluşu için duyualgısı­
Fr. connaissance; Al. erkenntnis]. Öznenin na baglıdır. Başka bir deyişle, bilgirniz
amaçlı yönelimi sonucunda, özneyle duyudan, yani tikel olandan başlar ve
nesne arasında kurulan ilişkinin ürünü tümel ya da genel olana yükselir.
olan şey. Bir _şeyin ayırdına ya da bilin- Bilginin tümel olanın; fonnun bilgisi
cine varma. Ogrenilen şey. Bir şeyle ak- oldugunu, bu nedenle yargıda dile geti-
tüel deney yoluyla kurulan yakınlık ya rilebilir olan bir bilginin, formlar ara-
da tamşıklık Olgu, dogru ya da ödev sındaki özsel baglantılara ilişkin bir
olarak görülen bir şeye ilişkin açık algı. kavrayıştan meydana geldigini savu-
Bilinçte bulunup da, bir şekilde haklı nan Aristoteles'in gözünde bir şey hak-
kılınan ve böylelikle dogru diye deger- kında dogru bir bilgiye sahip olmak, o
lendirilen herşey bilgi adını almak du- şeyi türler ve cinsler hiyerarşisi içinde
rumunda olup, bilgiyle ilgili problem- bir yere, bir tür ve cins içine yerleştire­
ler, ya genel olarak bilginin degasını ele bilrnek ve dolayısıyla neyin onun için
alan tepistemolojinin ya da bilen özne- özsel oldugunu bilebilmek anlamına
nin dogası üzerinde yogunlaşan tzihin gelir. Onun düşüncesinde bilgiyle, cins
felsefesinin kapsamı içinde yer alır. ve tür yoluyla sınıflama arasındaki söz
Felsefe tarihinde, filozoflar bilgiyi farklı konusu olan bu ilişki, aynı zamanda
şekillerde tammlarruşlardır. Farklı bilgi bilgiyle tanım arasındaki ilişkiyi gün-
görüşlerinden bazılarıru, burada tarih- erne getirir, zira .)ı!!stoteles'te tanım
sel bir sıra içinde şöyle örnekleyebiliriz: "ns ve tür olu la olur.
Aristoteles bilgi konusunu iki şekilde ele , yalnızca te · erın ilgisini veren ad
alır, yani'ö bir yandan insanın duyum ve tanunlanyla, şeyin kendisinin özünü
akıl gibi yetilerine ilişkin bir açıklama veren nesne tarumları arasında bir ayrım
ve öte yandan da genel bir bilim teorisi yapar. Ad tanmuyla nesne tanımı arasın-
------------------------------------ ------------------------------

124 bilgi

daki farklılık büyük ölçüde, şey1n özünü rın niçin böyle olduklarıru göstermeli-
vermenin, şeyin nedenine ilişkin bir dir. Bununla birlikte, bilimsel önermele-
açıklaınayı içerdigi olgusuna baglıdır. rin dogru olmalan için daha fazlasına
Bundan dolayı, Aristoteles bir şeyin ne- gerek duyulur. Bilimsel önermeler, Aris-
denini ortaya koyabildiğimiz zaman, ilk toteles"te zorunlu olarak dogru olmak
elden, gerçek bilgimiz oldugunu söyler. durumundadırlar ve onların dogru ol-
Bir şeyin nedenini vermek ise, o şeyin dukları karutlanabilmelidir.
özünün ilk ilkelerden başlayarak tanıt­ Aristoteles burada dikkatimizi modern
larunasını içerir; bilimin işlevi de budur. felsefe için büyük önem taşıyan bir ay-
Gerçekten de Aristoteles, İkinci Anali- rıma çekınektedir. Önerrnelerin önemli
tikler adlı eserinde, bilimsel bilginin bir bölümünün dogruluk ya da yanlış­
herşeyden önce, aynı anda hem olgu- lıkları gözlemlenebilir olgulara baglıdır.
nun kendisine baglı oldugu nedeni ve Bunların dogruluk ya da yanlışlıkları
heın de olguyla nedeni arasındaki zo- du yu! arın gözlemlenebilir olgularla ilgi-
runlu bagınııyı bilecek şekilde, tikel li olarak sagladıgı verilere dayarnlarak
olanın genel olandan ya da koşullu ola- test edilebilir. Buna karşın, önermelerin
nın nedeninden çıkarsanması anlamına başka bir bölümü de, duyu deneyinden
geldigini söyler. Başka bir deyişle, ona bagımsız olarak dogru ya da yanlıştır.
göre, olgunun, başka hiçbir olgunun İki önerrne türü arasındaki farklılık, 1
degil, fakat yalnızca söz konusu olgu- 'Şimdi yagmur yagmaktadır' ve 2 'Şim­
nun nedeni olarak, kendisine baglı ol- di yagmur ya yagmakta ya da yagma-
dugu nedeni bildigirniz zarr_ıan, bilim- maktadır' gibi iki önermeyle gösterilebi-
sel bilgiye sahip oluruz. Bu bilgi ise lir. Birinci önermenin dogruluguna göz-
tasımsal, yani tümdengelimsel bir yapı­ lem yoluyla karar verilebilir. Buna
da olan bir kanıtlamanın sonucu olan karşın, ikinci önerrnenin dojlruluguna
bir bilgidir. havanın halihazırdaki durumuna hiç
Aristoteles'e göre, bilimsel bilgi oldu- bakınaksızın karar verrnek olanaklıdır.
gundan başka türlü olamayan şeylerin Birinci türden önerrnelere biz, günümüz
bilgisi dir. Bilimsel bilgi, onun İkinci AM- epistemoloji anlayışına göre, olumsal
/ilik/er adlı eserinde dile getirdigi özel ya da empirik, buna karşın ikinci tür-
bir anlam içinde tümel olan bagınıılan den önerrnelere zorunlu ya da analitik
ortaya çıkanr. Herşeyden önce, yüklem önerrneler adıru veriyoruz.
ya da temel nitelik, konuda yer alan teri- Aristoteles, bu şekilde kesin bir a ynm
min her örneğine, hiçbir istisna olmadan yapmadıgı için, matematigi örnek ala-
ait olmalıdır. İkinci olarak, o konuya rak, matematik için geçerli olarun doga
arızi olarak degil de, özsel olarak ait ol- bilimleri, yani deneyim ve gözleme da-
malıdır, yani onun için özsel olarak yanan empirik bilimler için de geçe~li
dogru olmalıdır. Ve nihayet, o konuya olması gerekligini düşünmüştür. Buna
tam tamına kendisi olmak bakımından göre, 1 o, bir bilimin tüm önermelerinin
ait olmalıdır. Buna göre, 1 yüklemin ko:. zorunlu olarak dogru olması gerekligi-
nıınun her ömegi için datrıı oldnR;u ka:... ni savunmuştur.
nıtlandı~ı ve 2 kony. doW. oldugu ka- . Oysa, modem filozoflar zorunlu bilgi-
-nı tl anan seyin enJı:!!i§ sınıfı oldu"-' ~ nin kapsaınıru mantık ve matematikle
zama u la y W<lem, özne ile temel sırurlama egilirnindedirler. Ömegin, gü-
rutelik arasında tiımel ır atyıh va . nümüzde hiçbir fizikçi fizigin belli bir
Aristoteles'e göre, bir bilim, geometri, yasasıru, dogarun oldugundan başka
astronomi, botanik, vs, örneklerinde ol- türlü olamayan bir yasasuu ifade eden
dugu gibi, belli bir konu hakkında olan ve zorunlulukla dogru olan bir önerme
dogru önerrneler öbegidir. Onerrneler olarak görmez. Aristoteles işte bir bili-
belli olgulan dile getirmeli ve bu olgula- min tüm önerrnelerinin zorunlu olarak
bilgi 125

dogru olduguna inanırken yanılmışhr küros, duyumlarunızın dogru ve ayru


ve yaniışı da çagının, en gelişmiş bili- zamanda, yargılarımızda başvurınarruz
mi olarak mateınatigi tüm diğer bilimler gereken en yüksek ölçüt olduklarında
için bir model olarak görmesinden kay- ısrar etmiştir. Duyumlar, ona göre, ken-
naklanmıştır. dilerinin dışında bir ölçüt ve denetim
Bu yanlışın dogal bir sonucu ise, 2 mekanizması kabul etmezler.
onun bilimsel önermelerin tüınel olarak Aynı dönemde yer alan tStoalılar da,
dognı olduklanna, yani istisna kabul Epiküros'un yaptıgı gibi empirist bir
etmediklerine ilişkin inancıdır. O, bu- bilgi görüşü benimsemişlerdir. Stoalıla­
rada da yine aynı nedenle yanlışa düş­ nn epistemolojisinin temel kavramı,
mektedir. Zira, günümüzde doga bili- sezgi ya da anlık bir dogrudan kavrayış
minin önermelerinin çogu, tümel ve anlamına gelen kııtalepsis'tir. Onlar da,
zorunlu olan önermeler olarak degil de, hpkı atomcular gibi, şeylerin ruh üze-
dogru olma olasılakları çok yüksek olan rinde izienimler bıraktıgını düşünmüş­
önerrneler olarak görülmektedir. lerdir. Ruhta bir izienim alındıgı zaman,
Aristoteles'in ardından, tAkademi'nin ruh bu izlenimi, kavray10 bir onay ola-
kuşkucu filozoflarından olan Karnea- rak bilinen bir işlemle tescil etmelidir,
des'i ele aldıgırruzda, onun bir yandan fakat söz konusu kavrayış gerçekleşin­
mutlak bilginin olanaksız oldugunu sa- ceye, izienim ruha tümüyle nüfuz edin-
vunurken, bir yandan da, mutlak bilgi eeye kadar, bilgiden söz etmek olanaklı
yerine, bir olasılık teorisi geçirmeye ça- detildir.
lıştıgını görüyoruz. O, algılarla ilgili Hellenistik felsefenin başka bir düşü­
olarak üç olasılık derecesini birbirinden nürü olan tPlotinos, felsefesinde zaman
ayırmıştır: 1 Yalnızca olasılı, muhte- zaman Aristoteles düşüncesinden derle-
mel olan, 2 olasalı olduktan başka, ken- miş oldug-u kavramlan kullarmuş olsa
disiyle birlikte bulunanlar tarafından da, bilgi konusunda kesinlikle Platon'un
dogrulanan, ve 3 olasılı olan ve buna görüşünü yinelemiştir. O, bu çerçeve
ek olarak dogrulugu baglı bulundugu içinde, bedene tümüyle karşıt olan ruha,
sistem tarahndan pekiştirilen. Bu üçün- bilgiyi salt ruhun bir fonksiyonu ya da
cü derece, normal ve alışılagelmiş an- eseri olarak görebilmek amacıyla, önce-
lamı içinde, biziın bilim adını verdigi- lik ve üstünlük verir. Buna göre, ruhun,
rniz bilgi türüne karşılık gelmektedir. kendilerini algı ve bellekte gösteren
Öte yandan, duyumcu bir bilgi anlayışı temel bilgi faaliyetleri ve yebleri vardır;
benimsemiş olan tHellenistik felsefe dü- beden ve izlenimleri, ruhun bilgide kul-
şünürlerinden atomcu felsefenin savu- lanacagı araçlardan başka hiçbir şey de-
nucusu tEpiküros'a göre, her tür bilgi, gildirler. Ruhun, zihin ya da akıl olarak
ruhu meydana getiren atomlarla, dışarı­ temel fonksiyonu ve faaliyeti, üzerlerin-
dan gelen atomların çarpışmalarının bir de en yüksek ilke ya da varlıgtı:ı, yani
sonucu olarak ortaya çıkar. Buna göre, Bir'in bulundugu Formlan ya da ldeala-
atomlar duyu organlarını etkileyerek du- rı temaşa etmektir.
yumlar üretir ler. Duyu organlannın uya- Modem felsefenin kurucusu olan Des-
rılması, ruh için bir görüntü, görünüş ya cartes'a göre ise, bilgi herşeyden önce
da suretle sonuçlarur. Duyu deneyi, bu a) kesin olmalıdır. Yine bilgi, b) gerçek
şekilde oluşan görünüşün kendisi de olanın bilgisi olduktan başka, c) zorun-
duyumların yinelenmelerinin sonucu lu olmalı, yani kendisinden kuşku du-
olan bir genel kavram ya da ideye uydu- yulmamalıdır. Bilgi yalnızca, hakkında
gu zaman, ortaya çıkar. Epiküros'un asla yanlışa düşemeyecegimiz bir şey
bilgi görüşünde, yargıya en yakın olan (ya da bazı şeyler) var oldugu takdirde
şey budur ve bu, aynı zamanda yanlışın mümkündür. Tüm bilgiler, tıpkı aksi-
kaynagı olan şey olarak gösterilir. Epi- yemetik geometride tüm bilgilerin az
126 bilgi

sayıdaki ilkel ve mutlak olarak kesin yani bilincin duywnsal, algısal içerigiyle,
olan dogrudan tliretilmesine benzer bir 2 ide ya da kavramlardan, yani söz ko·
biçimde, tümdengelimsel bir işlemle nusu dogrudan ve canlı izlenimlerin,
elde edilmelidir. Descartes'ın bilgi teori· bellek ya da imgelernde bulunan soluk
si, özü itibariyle tasarıma bir bilgi kura- kopyalanndan dogdugunu öne sürer.
mıdır. Onun bilgi görüşü, bedenden ol· ldeler ise, ikiye ayrılır: a) Basit id.eler: Her
dukça farklı ve ayrı bir şey olan zihin basit ide, kendisine karşılık gelen izleni·
ya da ruhun, kendi içerikleri olarak, ger· min bir kopyasıdır, b) Kompleks ideler:
çekte fiziksel şeylerin tasanınlan olan Basit idelerin bir araya getirilineleri ve
idelere sahip olabildigi düşüncesine da- yeni birleşimler şeklinde diizenlenmele·
yaıunaktadır. ri sonucunda ortaya çıkarlar.
Modern felsefenin kurucusu Descar· tHume'a göre, idelerimizin birbirleriyle
tes'a göre, aklm kendi güç ve yetileri birleştirilmelerine yol açan özellikler üç
vardır ve onun dogası etkin olmaktır. tanedir: I Benzerlik, ll Süreklilik. lll Ne-
Akıl, söz konusu yetileri, yani sezgi ve densellik. Öte yandan, idelerimiz ya da
tüındengelim. sayesinde, soyut matema· düşüncelerimiz arasında iki ayn türden
tiksel dogrulann bilgisine ulaşabilir. ilişki söz konusudur: ı Mantık ve mate-
Akla dayanan bilgiden farklı olarak, du· matiğin, inkar edildikleri zaman, çelişki·
yusal bilgiler, ona göre, yalnızca nesne· ye düşülen, zorunJu dogrulan gibi, tü-
lerden gelen ideler aracılığıyla söz ko· müyle birbirlerine baglanan idelere baglı
nusu olabilir. Bununla birlikte, burada olan ilişkiler ve 2 gözlemlenmiş olgu-
en temel ve önemli problem, bu idelerin, larla ilgili olan ya da aktüel bagıntılara
duyulara sunulmuş olan fiziki nesnelere ilişkin tasvirlerden oluşan, çelişkiye
bir şekilde karşılık gelip gelmedigi düşülmeden ve idelerin kendilerini de·
problemidir. Bu idelerin fiziki nesnelere giştirmeksizin, degiştirilebilen ilişki­
karşılık geldigi ianemın haklı kılınması, ler.
son çözümlemede Tann'nın varoluşu­ Bilgide akılcı görüşle empirik görü-
nun ve O'nun aldatan bir varlık olmadı­ şün bir sentezini yapmış olan ünlü
gırun kanıtlarunasına baglıdır. Alman filozofu Irrunanuel tKant'a göre,
tDescartes'ın temsil etti~ akılcı bilgi bilgi deneyle ilişkili olmakla ve deney-
anlayışının karşısında yer alan deneyci den başlamakla birlikte, onun tümü de-
gelene~n temsilelerinden Locke'a göre, neyden türetilmiş de~ldir. I<ant'a göre,
bilgi duyu-deneyi yoluyla kazarulır. tecrübe edilen şey, anlaşılır olmak du-
Yani, zihinde olup da, daha önce duyu- rumundaysa eger, aklınapriori kategori-
lardan geçmemiş olan hiçbir şey yok- lerine, düşüncenin temel yapılanna uy-
hır. Tüm bilgilerimiz basit ve kompleks malıdır. A priori bilgi, deneyimi, tecrü· ·
idelerin, tasanmlarm ve bunlann arala- beyi anJaşılır hale getirir, tecrübeye, onu
rındaki ilişkilerin algılarunasından mey- imgelemin sübjektif bir ürünü olmayıp,
dana gelir. John tLocke'a göre, bilginin gerçek olmak durumundaysa eger, ken·
meydana gelişi için şu yetilere ihtiyaç dileriyle gerekJi düzenlemenin gerçek-
vardır: ı Zihne gerekli ideleri, tasanmla· leştirilecegi yapıları saglar.
n saglayan algı, 2 zihne giren tasanınla­ I<ant'a göre, insan bilgisi sınırlıdır. İn·
n saklayan bellek, 3 ideleri birbirlerin- san z.ihni, nesneleri ve olaylan gerçekte
den ayırt etme yetisi, 4 birçok ideyi oldukları şekliyle bilemez. Nesneler in·
birbirleriyle karşılaşhrm.a yetisi, 5 bir- san tarafından, yalnızca insan zihninin
çok basit ideyi birleştinne yetisi ve 6 imkanlarına, yapısına ve apriori formla-
benzer idelerdeki ortak ögeyi bulup çı­ rına göre bilinebilir. Dünyayı, zihnimi-
kartan soyutlama yetisi. zin yapısına ve sahip oldugu a priori
Yine aynı gelenek içinde yer alan Hume form.lara göre anJar ve yorumJanz. Bun-
ise, tüm bilgilerimizin ı İzlenimlerle, dan dolayı, insan bilgisi, fenomenlerle
bilgisizlik 127

smıriarunıştır.-İnsan z.ihni bu fenomen- geçen, tarihin insanlı~ın, özgürlük, mut-


leri aşmaya çalıştı~mda, zorunlu ola- luluk )'a da sınıfsız toplum benzeri bir
rak çelişkilere düşer. amaca do~ru giden ilerlemesi şeklinde
Son örne~imizi oluşturan İngiliz dü- telelolojik olarak aniaşılmaması gerekti-
şünürü J. S. tMill'e göre, bilginin en ~in gözler önüne seren soykütü~ü ya da
büyük ve en önemli kayna~ı, tümeva- jeneoloji, arkeoloji tarafından yalnızca
nınsal çıkarsamadır. Matematiksel çı­ betimlenen söylemin tarihini bir toplu-
karsaınarun kendisi bile, Mill'e göre, tü- mun güç ya da iktidar yapısırun pratik-
mevarıma dayanır. Matemati~inki gibi lerindeki de~işmelere ba~layarak açık­
soyut bir düşünce bile, deneye daya- ladı~ı için, arkeolojinin ötesine geçer.
nan ya da deneyd~n türetilmiş olan bir Başka bir deyişle, kurumları ve söy-
genellerneden meydana gelir. Onun bil- lem tarzlan ya da biçimlerini çıplak güç
gi kuramı, şeylerin, nesnelerin fenome- mücadelelerine geri götüren Foucault,
nal varlıklar olarak görülmeleri gerekti- bir topıumun iktidar yapısındaki, yani
~ini öne süren bir tür fenomenalizmle diskürsif olmayan pratiklerdeki de~iş­
belirlenmektedir. melerin, birçok tarihçi gibi, çok çeşitli
bilginin arkeolojisi [İng. arc/ıeology of ekonomik, toplumsal, siyasi ve ideolojik
knowledge; Fr. archeologie du savoir]. tFe- nedenin sonucu oldu~unu söylemiştir.
nomenoloji ve +varoluşçuluktan da etki- Bununla birlikte, bu nedenler basit, bir-
lenmiş olmakla birlikte, daha sonra bu likli ve teleolojik yönelimli bir şema
akımlardan aynlarak, tarihsel bir yön- içine yerleştirilemez.
tem geliştirmiş olan ça~daş Fransız filo- bilginin göreliliAi [ing. relativity of know-
zofu tFouc:ault'nun yöntemi. Postmoder- ledge; Fr. relativiti du savoir]. İnsan bilgi-
nizmin önemli düşünürü Foucault'nun sinin, bizim, dış dünyaya, dış dünyada
bu yöntemi, bilgiyi ya da bilgi bütünleri- varolan şeylere ilişkin olarak, onlann
ni, kurucu bilinçten daha temel bir dü- bizzat kendilerini detil de, yalnızca zi-
zeyde iş gören dilsel ve toplumsal yapı­ hinlerimizde yarattı~ etkileri bilebilme-
lar arac:ıh~ıyla analiz etmek amacıyla miz anlamında, insan zihrune göreli ol-
tasarlanmış olan bir yöntemdir. du~unu öne süren görüş. Bizim hiçbir
Düşünce ya da bilginin, gelenek ya da zaman tek bir şeyin bilgisine sahip ola-
öznelerin bilinçli üretimlerine ba~h ola- mayaca~ımızı, fakat bir şeyin bilincinde
rak süreklilik arzeden evriminin peşine oldu~umuz zaman, ayru anda ondan
düşen idealist ve hümanist yaklaşıma farklı, ama onunla ilişkili başka bir
karşı çıkan Foucault, söz konusu yönte- şeyin daha bilincinde olmak durumun-
me karşı, kesintili bir mahiyet taşıdı~ı­ da oldu~umuzu savunan ö~reti.
na inandı~ı bilgiyi mümkün kılan ko- bilgisizlik [Os. cehalet; İng. ignorance, nes-
şullara, amaç ya da içerik düzleminin cience; Fr. ignorance; Al. unwissenheit].
ardalanındaki diskwsif veya söylemsel Genel olarak, bilmeme, bilgiden yoksun
rasyonalitenin oluşumunun belirleyici bulunma hali. Bilgiden kısmen ya da
kurallaranı tanımlamaya kalkışmıştır. tümüyle yoksun olma durumu.
Bu çerçeve içinde, Foucault'nun dilsel Bilgisizlik durumu, felsefede özellikle
ürünleri nesnel bir biçimde analiz eden tSokrates'in yöntem anlayışmda, bilgi-
arkeoloji.k yöntemini soykütü~ü yönte- lenrne yolundaki ilk evre olarak de~er-
mi adını verdi~i yeni bir yöntem ile ta- . lendirilmiştir. Tek başana bilgi iddiası­
mamladı~ı söylenebilir. Buna göre, soy- nın, gerçek bilgiden yoksun olup,
kütü~ü, bilgi bütünlerini meydana birtakım ikinci elden bilgi ya da malıl­
getiren diskürsif kuralları açı~a çakar- matlarla yetinerek, bilgiye sahip oldu-
mayı amaçlayan arkeolojinin yerine geç- ~unu savunma durumunun, temelsiz bir
mez. Bununla birlikte, tarihsel ilerleme- kendini be~enrnişli~e yola açarak, bilgi-
ye ve süreklili~e duyulan inançtan vaz- yi hedefleyen her tür araştırmaya engel-
128 bilgi 5osyolojisi

ledi~ini düşünen Sokrates, 'Bildiğim bir Bilgi sosyolojisinin, bununia birlikte, en


şey var, o da hiçbir şey bilmedi~im' di- önemli düşünürü, bilgi biçimlerini sade-
yerek, tartışmalanyla insanlara biJgisiz· ce toplumsal sınıfın de~il, fakat di~ er
liklerini göstermeye çalışmıştır. bütün toplumsal konumların belirledi~i­
Bilgisizlik daha özel olarak da, tag- ni, fakat bir bakış açısına di~erinden
nostisizm için geçerli olan, T anrı'run va- daha büyük bir do~ruluk de~eri verıne­
roluşu ve do~asına ilişkin bilgiden yok- nin imkinsız oldu~unu savunan Karl
sun olma, Tann'nın varolup olmadı~ıru tMannhheim'dır. Nitekim Mannheim'ın
bilmeıne, Tanrı'nın varoluşuyla ilgili ola· bakış açısı, nesnel geçerlilik iddialarının
rak yargıyı askıya alma anlamına gelir. bir yanılsama oldu~unu, bütün bilgi id-
Örne~in, 'Tannlann ne varolduklanru, dialarının son çözümlemede sınıfların
ne de varolmadıklanru biliyorum' diyen toplumsal konumlannın yanslmaları
tProtagoras'ın tavn, söz konusu bilgisiz- veya onlann sınıf çı.karlaruun ifadelerin-
li~in tipik bir örne~i olarak görülebilir. den başka hiçbir şey olmadı~ını öne
bilgi sosyolojisi [İng. sociologıJ of knowled- süren hikim göreci e~ilime temel oluş­
ge; Fr. sociologie du snvoir]. Toplumsal turmuştur.
bir fenomen olarak görülen insan bilgi- bilgi türleri [İng. types of knowledge; Fr.
sine dair araştırma; toplumsal yaşama genres du connaissnnce]. Epistemolojinin
katılunının insanın bilgisi, düşüncesi ya da filozofların bilginin konusuna,
ve kültürü üzerindeki etkilerini araştı­ biliş tarzına, bilen kişinin yönelim ve
ran sosyoloji dalı. amacına ba~h olarak yaptı~ı ayınm için
Her ne kadar tWeber gibi düşünürler k ullanılan terim.
sözgelimi dini düşüncelerin oluşumunu Bu çerçeve içinde, filozoflar üç tür bilgi-
etkileyen maddi koşullara büyük bir yi birbirinden ayınrlar: a) Olguya ilişkin
a~rllk vermiş olsa da, bilgi sosyolojisin- bilgi ya da olgusal veya betimlemesel bilgi:
de ilk ve en önemli adun, bilginin içeri~i­ Dış dünyadaki nesne, olgu ve öznelerin,
nin toplumsal ya da ekonomik konuma do~rudan taruşıklı~a de~il de, onlarla
ba~h oldu~unu savunan tMarks tarafın­ ilgili tanım, betimleme ve doğru önerme-
dan atılmıştır. Burjuvazinin dünyaya bi- lere dayanan bilgisi. BilgimWn büyük bir
reysel rekibet ve en uygun/ güçlü olanın ço~unlu~unu meydana getiren bu tür bir
hayatta kalması ilkeleri açısından bakb.- bilgi, bir şeye, bir olguya ilişkin, dotnı­
~ı yerde, proletaryarun dünyaya daya- dan tecrübe ya da taruşıklı~a de~il de,
nışma, sömürü v. b. g., ilkeleri aÇJsın­ çı.karsama ya da imgeleme dayanan bilgi
dan, yani daha farklı bir perspektiften olmak dun.unundadır. Söz konusu bilgi
baktı~ını söyleyen Marks'a göre, bu fark- türü.ııde, bir insanın P gibi bir önenneye
lı bakış açılan do~rudan do~ruya her sı­ ilişkin bilgisinin gerek ve yeter koşullan
nıfın üretim süreci içindeki deneyimleri- olarak şu koşulla~dan söz edilmelidir: 1
nin sonucudur. P do~ru olmalıdır, ll kişi p'ye, onu içten-
Aynı Marksist gelene~in tLukacs ve likle öne sünne ya da iddia etme anla-
+Frankfurt Okulu düşünürleri tarafın­ mında, inanmalıdır, ve III kişi p'yi
dan temsil edilen daha farklı bir var- bilme konumunda olmalıdır.
yantı, bilginin içeri~inden ziyade for- b) Tanışıklık yoluyla bilgi: Bu bilgi türü,
munu ön plana çıkartmıştır. Öme~in, bir şeyle, bir yerle, bir insanla ilgili olan
Lukacs'a göre, burjuvazinin hakim oldu- ve onunla tanışmaya, ona ilişkin do~­
~ dönemin düşüncesi, formel mantıkla rudan bir tecrübeye ba~h olan bilgidir.
karakterize olur; konusunu bileşenlerine Ve nihayet, c) Neısıla ilişkin bilgi ya. da
ayıran söz konusu düşünce tarzı anali· pratik bilgi. Di~er bilgi türlerine indirge-
tiktir. Oysa Marksist düşünce, sentetik, nemeyen bu bilgi, 'nasd' sorusuna yanıt
diyalektik ve bütünselleştiricidir. getirir.
bilgi tür leri 12 9

Bunun dışında filozoflar, kendi sistem- ideatarla do~ru( ~n bir tanışıklı~a da-
lerinin amaçlarına uygun olarak daha yanan söz konusu rasyonel bilginin yön-
özel ayırımlar yapmışlardır. Öme~in, temi ise, i'öiyalektiktir. Burada, diyalek-
tPlaton dört ayn bilgi türünden söz tik İdealar: birbirleriyle hiçbir ilişkisi
eder. Bu dört bilgi türünden iki tanesi olmayan y;ı~ıtlanmış özler olarak de~il
duyusal dünya, yani de~işen, varh~a de, sistemati.ı<. bir birlik meydana getiren
gelen, yok olup giden bireysel, duyusal ö~eler olarak düşünür. Söz konusu di-
varlıkların dünyası, buna karşın kalan yalektik bilgi varsayımiara de~il de, ka-
iki tanesi de de~işınez, genel ve ezeli- tegorik ilk ilkelere dayanır ve herşeyi
ebedi varlıldaruı dünyası ile ilgilidir. tiyi Jdeasıyla ilişkili olarak düşünür.
Bunlardan 1 en önemsiz olan bilgi türü, Platon'un bu diyalektik yöntemi bir tür
Platon'un tahmin (eikasia) adını verdigi toplama ve bölme işleminden oluşmak­
bilgi türüdür. Burada söz konusu olan tadır. Buna göre, öteye beriye saçılınış

şey, gölgesi vuran bir varh~ın gölgesin- tikeller bir idea içinde toplanarak kavra-
den ashıu talunin etmektir. nır ve daha sonra idea türlere bölünür.
2 İkinci bilgi türü, duyusal nesnelerin, Demek ki, genel kavramiara ilişkin bil-
Platon'un inanç (pistis) adıru verdi~i, bil- giye götüren diyalektik yöntemde söz
gisidir. Buradaki bilginin kayna~ı duyu- konusu olan, herşeyden önce bir genel-
algısıdır ve o, tahmine göre daha güve-
leme, sonra da sınıflamadır. Platon'a
göre, ancak bu şekilde, yani yukarıya ve
nilir bir biliş tarzı olabilmekle birlikte,
aşa~ıya do~ru bir genel kavramdan di-
yine de gerçek bir bilgi olmayıp yairuz-
~erine geçmek suretiyle, kavramlanmı­
ca olasılı bir bilgidir. Onun gerçek bir
zı genelleştirerek ve özelleştirerek, bir-
bilgi olabilmesini engelleyen iki temel
leştirerek ve bölerek, sentezden geçi-
neden, Platon'a göre, herşeyden önce
rerek ve analiz ederek açık seçik ve tu-
duyuların, duyu yanılsamalarından do-
tarh düşüneeye ulaşabiliriz.
layı, hiçbir şekilde güvenilemeyecek bir
Platon'un ö~rencisi t Aristoteles, üç
bilgi kayna~ olmalan ve ikinci olarak bilgi türünden söz etmiştir. a) Teorik
da böyle bir bilginin nesneleri olan du- bilgi: Bu bilgi, metafizikte ya da ilk felse-
yusal nesnelerin de~iştikleri için biline- fede, fizikte ve matematikte söz konusu
meyece~i gerçe~idir. Zira Platon'a göre, olan türden, bizzat kendisi için istenen,
bilgi her zaman tikel de~il de, genel ola- pratik bir amaç gözetmeden, bilmek için
run ve de~işenin de~il de, de~işmez bilme tavruun ürünü olan bilgidir. b)
olanın bilgisidir. Bundan dolayı biz bu- Pratik bilgi ise, ahlak ve siyasette söz ko-
rada gcrçekliklerin de~il de, yalnızca nusu olan, yani pratik için, gerçekleştiri­
görünüşlerin bilgisine sahip oluruz. Bu lecek olan birtakım eylemler adına iste-
iki aşa~ı bilgi türü birlikte duyusal bilgi nen bilgidir. Buna karşın, c) üretici bilgi
olarak sanı ya da kanaat (do.xa) diye sı­ çeşitli zenaatlarda, mühendisliklerde
nıflanır. söz konusu olan ve, bir şey yaratmak,
Platon'a göre, 3 üçüncü bilgi türü dis- üretmek ya da meydana getirmek için
kürsif bilgi, yani duyusal varlıkları de~il istenen bilgiye karşılık gelir.
de, sayılar, do~rular, düzlemler, üçgen- Empirist bilgi anlayışının kurucusu
ler gibi matematiksel nesneleri konu olan tLocke'a göre, üç tür bilgiden söz
alan matematiksel bilgidir (dianoia). 4 edilebilir; bunlar, sırasıyla sezgi, kanıt­
Dördüncü bilgi türü, duyusal dünyayla lama ve duyumdur. Bu bilgi türlerinden
artık hiçbir ilişkisi kalmamış olan 1 sezgisel bilgi, insarun iki idenin birbirle-
nous'tur. Bu bilgi, İdealarta do~rudan bir riyle uyuşmasım ya da uyuşmamasmı,
taıuşıklı~a dayanan rasyonel bir kavra- üçüncü bir idenin işe karışması söz ko-
yışa, genel kavramların akla dayanan nusu olmadan, hemen ve do~rudan
saf bilgisidir. do~ruya, iki idenin kendisiyle algıladı-
130 bilim

gı bilgidir. Locke'un bu bilgi türüne bilgidir. Spir:oza, bu bilginin 'Tann'run


örnek olarak verdilli örnekler, siyahın yüklemlerinin fonnel özüne ilişkin
beyaz, üçgenin daire olmadıgına ilişkin uygun bir düşünceden, şeylerin özüne
bilgidir. Bu bilgi başka hiçbir şeyi degil ilişkin uygun bir bilgiye dogru ilerledi-
de, yalnızca söz konusu idelere ilişkin gini' savunur. Ona göre, felsefenin ger-
algıyı ve onların birbirleriyle karşılaşh­ çek amacı bu tür sezgisel bir bilgiye
nlmasını içerir. Locke'a göre, en yüksek sahip olmak, şeylelin belli bir zorunlulu-
kesinlik, kendisinden hiçbir şekilde Ila uyduklarını ebedi bir açıdan gör-
kuşku duyulamaz olan sezgisel bilgide mektir. Spinoza'nın bu tür bir bilgiye
elde edilir, zira bu bilgi ye hiçbir şekilde sezgi adını vermesi anlamlıdır, zira
karşı konamaz. sezgi özünde, dünyayı zorunlu baglantı­
Aslında, Locke'a göre, 2 kanıtlama da lardan oluşan bir bütün olarak görmek-
sezgiden pek fazla ayrılmaz, çünkü sez- ten başka bir şey degildir.
gide başka bir idenin işe karışması söz 2 İkinci bilgi türü ise, Spinoza'run akıl
konusu alınadan dola yımsız olarak kav- ya rasyonel bilgi adını verdigi, bilgi dere-
ranan, kanıtlamada, başka idelerin işe celenınesinde sezginin altında yer alan
karışması suretiyle, dolaylı olarak kav- bilgi türüdür. Bu bilgi, ham ve belirsiz
raıur. Fakat kanıtlamada da, sezgisel bil- deneyden türetilmiş bir bilgi olup, çok
gide ortaya çıkan aynı kesinlik ve kuş­ büyük ölçüde, bize ilkelerin bilgisini
ku duyulamazlık vardır. 3 Duyum ise, veren diskürsif düşüneeye karşılık gelir.
bize tikel şeylerin varoluşuna ilişkin Bundan dolayı, söz konusu bilgi sistem-
bilgi verir. Bununla birlikte, du yu mda leşmiş bir bilgi öbegi ya da kümesi mey-
kesinlik yoktur. dana getirir. Öte yandan, bu bilgi, her ne
Locke, duyuma sezgisel bilgiyle kanıtla­ kadar duyu-deneyinden türetilmiş olsa
manın çok daha altında bir yer vermek da, şeylerin aktüel düzenini, duyudene-
bakımından, rasyonalistlerle benzerlik yinin yansııtıgından çok daha iyi bir bi-
gösterir. Rasyonalist filozoflar için oldu- çimde yansıhr.
ğu kadar, onun için de bilgi kesin olma- 3 Spinoza'da sonuncu bilgi türü, sanı
lıdır ve bilgi ye s ezgi ya da kanıtlama diye adlandıruan duyu-deneyine karşı­
yoluyla ulaşılmalıdır. Rasyonalistlerle lık gelir. Bu tür bir bilgiden, yani duyu-
Locke arasındaki en önemli farklılık, deneyinden, dış dünyadaki nesnelere,
onun sezgi ve kanıtlamanın kendisine şeylere ilişkin olarak, onların eşyanın
dayandıgı ideleri son çözümlemede tikel genel düzeni içindeki yerlerini hiç dikka-
algılardan türeiilen idelerle sınırlamasın­ te almayan bulanık fikirler elde ederiz.
dan oluşur. Fakat, o da, tıpkı rasyona- Bu fikirler ise, gerçekiiilin tikel görü-
lisiler gibi, matematik gibi bilimlerin bil- nüşl~rini, Tann'nın sonsuz olan yük-
giınİzin önemli bir bölümünü meydana lemleriyle ilişki içinde degil de, yalnızca
getirdilline inanır; buna karşın, doga bi- bazı sonlu ve anzi yönlerden yansıtırlar.
limlerinin genel önermeleri, onun gözün- Öte yandan, Spinoza duyu-deneyinin,
de gerçekte bilgi sayılamaz. Zira bizim aklın faaliyetini gerektiren bilgi türlerin-
doga bilimlerinin konu aldıgı nesnelere den farklı olarak, pasif bir bilgi türü ol-
ilişkin idelerimiz aslına uygun degildir dugunu savunınuştur. Yine, bu bilgi
ve doga bilimlerinin önermeleri sezgisel türü yanlış olabilen bir bilgidir.
bakımdan da, kanıtlama açısından da bilim [Yunanca epistenıe, Latince scien-
kesin degildir. tia'dan; İng. science; Fr. science; AL ıoissens­
Akılcı bilgi anlayışının önemli düşü­ dıaft]. Dış dünyaya, nesnel gerçekligeve
nürlerinden olan tSpinoza, üç bilgi de- bu gerçeklikle yer alan olgulara ilişkin,
recesi bulundugunu öne sürer. Bunlar- tarafsız gözlem ve sistematik deneye da-
dan yalıuzca üçüncüsü, yani onun 1 sez- yalı zihinsel etkinliklerin ortak adı. Ama-
gi adını verdilli bilgi türü tam ve gerçek cı, konu aldıgı alanda, genel dogruların
bilimdeki"kriz 131

ya da temel yasalan."l bilgisine ulaşmak şimdilik güvenebi!ecegimiz tek gerçek


olan bilgi kümesi. Varolan şeylerin ma- bilgi kaynagı oldugunu ileri sürer ve bi-
hiyeti ve kaynagıyla aralanndaki ilişkile­ limi, başka bilgi türleri ve disiplinleri
ri konu alan akla dayalı bilgi. Belli bir ko- yok sayarak, putlaştıı·ır ya da ınutlak­
nusu olan, kabul edilmiş yöntemlere laştırır.
dayanılarak elde edilmiş organize ve ras- Bilimcilik, 1 metafiziksel bilimcilik ve 2
yonel bilgiler bütünü. metodolajik bilimcilik olarak ikiye ayrı­
a) Bizim dışımızda bir olgular dünya- lır. Bunlardan ıııetafizilcsel bilimci/ik, bili-
sının, b) bu dünyanın insan için anlaşı­ ınin, zamarunda metafizik tarafından or-
labilir olan bir dünya oldugu, ve c) taya atılan tüm problemleri çözece~ni
biziın dışımızdaki bu dünyayı bilme ve savunan görüşe karşılık gelirken, meto-
anlama çabasının degerli bir ugraş ol- dolajik bilimcilik fiziko-kimyasal bilimle-
dugu inanç ya da kabullerine dayanan rin yöntemlerinin, tüm alanlarda, özellik-
bilim, olgusal bir faaliyet olarak ortaya le de sosyal bilimler alaıunda geçerli
çıkar. Yani bilimsel önermelerin tümü, olan tek yöntem oldugunu savunan an-
ya dogrudan ya da dalaylı olarak göz- layış olarak ortaya çıkar.
lemlenebilir olan olguları dile getirir. Bilimi ön plana çıkartıp en yüksek ve
Mantıksal, nesnel, eleştirel, genelleyici gerçek bilgi türü sayan ve felsefeyi bili-
ve seçici bir faaliyet olarak ortaya çıkan me tAbi kılan bu görüş, tMach ve t Ave-
bilim ve bilimsel bilgi nedenlerin bilgisi narius gibi filozoflar tarafindan savunul-
olmak durumundadır; yani, bilim dış muştur. Bu görüşe göre, felsefi akılyü­
dünyadaki olguları betimlemekle yetin- rütme ya da argümanlann öncüileri bi-
meyip, olguların nedenlerini vererek, limsel önermelerden oluşur, dolayısıyla
onların niçin olduklan gibi olduklaruu felsefenin önermelennin ve felsefedeld ar-
belirtir. Öte yandan, bilimsel bilgi özne- gümanların do~1uk1an bilimsel öner-
lerarası geçerliligi olan bir bilgidir. Yani, melerin dogruluguna baglıdır. Söz konu-
bilimsel bilgi, insanlara harfi harfine ve su görüş, tüm yargı ya da önermelerin
gerçekten anlaşılan sözcüklerle iletilebi- ya empirik ya da anaütik oldugu kabu-
len bir bilgi türüdür. Yine, bilimsel bilgi lüyle, bilimin önermelerinin empirik
dogrulugu sınanabilir, test edilebilir önenneler oldugu kabulünün mantıksal
olan bir bilgidir. Yani, bilimsel önermele- sonucu olarak karşunıza çıkar.
rin dogruluk ya da yanhşlıklarına, ilke Bu kabuller söz konusu oldugunda, fel-
olarak, kendisini uygun koşullar içinde sefeyi analitik yargılardan meydana
bulan tüm insanlar taratmdan karar veri- gelen mantıga ilişkin araşbrmalarla sı­
lebilir. nırlamak ya da felsefi dogrularm empi-
bilimcilik [İng. scientism; Fr. scientisme; rik dogrular olduklannı söyleyerek, onu
Al. scientismus]. Bilimi, bilgi elde etme- bilime baglamak alternatifleri arasmda
nin tek yolu ya da yöntemi olarak gören bir seçim yapmak gerekir. Birçok filozof,
anlayış. Doga bilimlerirün klasik tüme- böyle bir sonucun, felsefenin bilimden
varımsal yöntemlerinin gerçek, olgusal bagımsız olan işlevleri hesaba katılma­
·bilginin olanaklı tek kaynagı oldugunu dıgı için ortaya çıktıgını söyleyerek, bi-
ve insanla toplum hakkında bilgi elde et- limci görüşe şiddetle karşı çıkmışhr.
meye çalışırken, yalnızca bilime daya- bilimdeki kriz [İng. erisis of science; Fr.
nabilecegimizi savunan görüş. erisis de la science]. tFenomenolojinin ve
XIX. yüzyılın sonlarmda ortaya çıkan tfelsefi antropolojinin bakış açısından,
pozitivist akımı belirleyen, ve bilimin bilimde, 'insanın kibrini kıran' üç bulgu
bize, nesnelerin iç yapısı üzerine bilgi ya da gelişmeyle, yani insanın dünyası­
verdigini, insan zihninin tüm ihtiyaçlan- nı evrenin merkezi olmaktan çıkaran
nı karşılamak için yeterli oldugunu sa- Kopernik astronomisi, Darwin'in insanı
vunan anlayış olarak bilimcilik, bilimin, utandıran evrim anlayışı ve dinsel-milli
132 bilim felsefesi

ve kültürel degerierin göreli oldugunu rin mantıksal yapısına ilişkin araştırma­


ortayc. koyan tarih araştınnalanyla baş­ lardan oluşur. Bilimin yöntemine ilişkin
layan ve psikoloji alanındaki modem böyle bir ar~ştırma, deneysel bilimleri
gelişmelerle, Eukleidesçi olmayan geo- oldugu kadar, rasyonel ya da sosyal bi·
metrilerin ortaya çıkışı, ve nihayet Hei- Jimleri de kapsar.
senberg'in belirsizlik ilkesiyle doruk Böyle bir araştırmanın, tarihle ilgili di-
noktasına ulaşan kriz. siplinleri, norınatif bilimleri ve tarihsel
Bu gelişmeler, bilimsel bakış açısın­ boyutlan olan antropoloji ve jeoloji gibi
dan, l:ıir krizden çok, bir gelişmeyi ve bilimleri de kapsayıp kapsamadığı,
ilerlemeyi yansıtır. Buna karşın, bütün araştırmaemın bilim tanunına ve anla-
bu gelişmeleri bir kriz olarak degerien- yışına bağlıdır. Bilimin yöntemine iliş·
diren ve bilimdeki bu krizi Avrupa top- kin bir araştırma olarak bilim felsefesi,
lumundaki çok temelli bir krizin yansı­ geleneksel mantık ve bilgi teorisinin
nıası olarak gören tyaşama felsefesi, önemli bir bölümünü içerir. Burada tü-
tfenomenoloji ve özellikle de felsefi ant- mevarım, tüındengeliın, hipotez, veri,
ropoloji, krizin, Kant sonrası Alman filo- keşif ve dogrulama gibi terimler tanım­
zoflarında gördüğümüz bilimle ilgili lanır ve açıklıga kavuşturulur. Bilim fel-
matematiksel ve mekanik bir nitelik ar- sefesinde, buna ek olarak, deney, ölçüm,
zeden determinist bir anlayışın ve on- sınıflama gibi, bilimin daha ayrıntılı,
dokuzuncu yüzyıl tmaddeciliginin ifl~­ özel ve teknik yöntemleri incelenir. Yine
sına işaret ettigini, söz konusu krizin
bilim sembolik bir sistem oldugu için,
yaşama bilimlerinin yöntemleri ve feno-
bilim felsefesinin bu alanında, genel bir
menolojinin katkısıyla aşıldıgını savun- gt>!;tergeler teorisi da önemli bir rol
muştur.
oynar.
Bundan dolayıdır ki, kültür bilimleri,
2 Öte yandan, bilim felsefesinde, bilim·
yaşama felsefesi ve fenomenolojinin
!erin temel kavramlan, önkabulleri ve
yöntemleri, olaylar arasındaki nedensel
postülaları incelenir ve bilimlerin de·
bagları ortaya çıkarmaya çalışan doga
bilimlerinden farklı olarak, olaylara ve neyse!, rasyonel ve pragmatik temelleri
açıga çıkarılır. Bilim felsefesinin bu bo·
insanın eserlerine içkin olan anlamı
açıga çıkarmayı amaçlar. Bu yöntemler,
yutu, bilim adamnun kullandıgı, fakat
eleştirel bir incelemeye tabi tutmadıgı
başka zihinleri, onların egilim ve yöne-
limlerini yorumlamayı amaçlar, insan neden, nicelik, nitelik, zaman, mekan ve
varlıklannın bilinçli ve bilinçsiz eylem- yasa gibi kavram ve kategorilere ilişkin
lerini ve kişiler arasında söz konusu bir araşhnnayı içerdiginden, tmetafi-
olan sosyal ve kül türe! ilişkilerin yapısı· zikle belli bir ilişki içinde bulunmak du·
nı araştırır. rwnundadır. Bilim felsefesinin bu boyu-
bilim felsefesi [İng. pltilosophy of science; tu, ayr_ıca bir dış dünyanın varlıgına ve
Fr. plıilosopltie de la science] Bilimin doga- doganın düzenliligine duyulan inançla-
sına ve özellikle de yöntemlerine, kav- n da eleştirel bir incelemeye tabi tutar.
ramlarına, önkabullerine ve bu arada, bi- 3 Ve bilim felsefesi, nihayet özel bilimle-
limin enteJlektüel disiplinlerin genel rin sınularını belirlemeye, bilimlerin bir-
şeması içindeki yerine ilişkin araştırma· birleriyle olan karşılıklı ilişkilerini açıga
lardan meydana gelen felsefi disiplin. çıkarınaya çalışır. Burada, bilimJere iliş­
Bilimi felsefi yöntemlerle analiz eden kin bir sıruflama yer alır. Yine, bilimin
bilim felsefesinin konusu üç ayn alana toplumsal yönü de, bu çerçeve içinde or-
bölünebilir. 1 Bilim felsefesinin alanla· taya çıkar. Bilimin belli bir kültür çevresi
rından birincisi, bilimin yöntemine ya içindeki yeri, yani bilimin yönetimlerle,
da yöntemlerine, bilimsel sembollerin iş dünyasıyla, sanatla, dinle ve ahiakla
dogasına ve bilimsel sembolik sistemle- olan ilişkileri araştınlır.
bilimin ilerleme tablosu 133

bilimin bilimi [İng. science of science; Fr. Iuyla büyük yararlar sagiar. Bilim saye-
scieııce de la scieııce]. Bilimi, manhgın, sinde teknoloji üreten insan, dünyadaki
metodolojinjn, sosyolojinin ve bilim tari- yaşantısnun ·süresini uzatabilir, temel
hininin bakJŞ açısından analiz eden ve problemlerini çözebilir, yaşamını njtelik-
betimleyen disipline ya da bilim farklı sel olarak ve manevi' bakımdan geliştire­
bakış açılanndan ele alma tavrına veri- bilir. Biliın bundan dolayı, bir topltuntm
len genel ad. itici gücüdür; toplumun üretim tarzını ve
bilimin birligi [İng. tlte un i ty of scieııce; gelişmesini belirler. Bilimin bir de, 2 en-
Fr. l'uniU de la science]. Mantıkçı poziti- tellektüel değeri vardır. Yani, bilim insa-
vistler ve özellikle de Otto Neurath ta- nın bilme istegini, merakını tatrrun eder,
rafından geliştirilen birlikli bilim ideali insana evreni anlaına olanagı saglar.
veya formel ve sosyal bilimler de dahil İnsan, bilim sayesinde dogal ve toplum-
olmak üzere, tüın bilimlerin tek bir bili- sal gerçekligi anlayabilir.
me indirgenmesi gerektigi tezi. Nihayet, bilimin 3 alılaki bir değeri var-
Mantıkçı pozitivistler tarafından Inter- dır. Buna göre, bilim, insana belli bir
national Encylopedia of Unified Science adlı dünya görüşü oluşhınna, belli ilkelere
ansiklopedide ifade edilen bu görüş, bi- göre düşürune, dünyaya bilimin sagla-
liınin birligini evrensel bir gözlem dili dıgı verilere göre bakma olanagı verir,
yoluyla ortaya koyar. Görüşe göre, tüm yani bilim, insanlara bilimsel bir zihniyet
yasalar ve teoretik önermeler böyle bir kazandınr. Bilimsel zihniyet ise, insanla-
gözlem diline çevrilebilir olmalıdır. ra dürüst ve tarafsız olmayı, karşılaşı­
Aynı birlikli bilim ideali, farklı tüm bi- lan problemleri sabırlı, aynnhlı ve uzak
limlerin temel birtakım yasalardan veya görüşlü bir biçimde ele almayı ögretir
elementer bir bilimden hareketle bir bi- ki, bwı.lar da ahlak ve erdemin en önemli
limler hiyeraJlisi içinde sıralanabilece­ özellikleri arasında yer alır. Bilimsel zih-
gi, bütün bilimlerin son çözümlemede niyetin kökleşmesi ve yaygın bir şekilde
temel bir bilime indirgenebilece~ teziy- kavrarunasırun, insaniann düşünce ve
le ifade edilir. Manhkçı pozitivistlere davranışlannda yer etmesinin, insania-
göre, bir bilimin karakteristik yasaları nn manevi bakımdan da yükselmelerine
hiyerarşide epistemolojik ve manhksal yard ıın edebilecegini savurunak, yanlış
olarak kendisinden önce gelen biJimjn sayılınaz.
yasalanyla açıklanabilir. Bilimin birligi Bilimsel zihniyetin, insanların daha er-
anlayışına göre, atomaltı fizigi atom fi- demli ve yüksek ahlaklı olmalarını sag-
zigini, atom fizigi molekül fizigini, mo- layaca~ını düşünmek boş bir hayal de-
lekül fizigi kimyayı açıklar ve bu hiye- gildir. Insan, sahip olabilecegi bilimsel
rarşik açıklama süreci biyolojiye ve zihniyet yoluyla, hem kişisel yaşayışı­
hatta iktisat ve antropolojiye kadar uza- nı ve hem de toplumsal yaşayışını bu
nır. temel üzerinde düzenleyebilir; insan,
bilimin degeri [İng. value of science; Fr. bu sayede, içinde yaşadıgı toplum için
valeur de la science}. Bilimin dogasını, calışmayı ögrenebilir.
yapısını ve işleyişini açıklamaya çalı­ bilimin ilerleme tablosu [İng. table of tire
şan görüşler farklı ve çok çeşitli ol- advaııcenreııt af kııawledge }. Devriınci bilim
makla birlikte, görüşlerin hemen çogu, anlayışının ünlü savunucusu çagdaş
fakat özellikle de modern ve pozitivist bilim felsefecisi Thoınas tKuhn'un, bi-
olan bir bakış açısı bilimin üç bakım­ limsel gelişme ya da ilerlemeyi açıkla­
dan degerli oldugunu öne sürer. mak amacıyla öne sürdügü ve bilim ön-
Buna göre, bilimin herşeyden önce 1 cesi dönem-olagan bilim-bunalunlar-
pratik bir degeri vardır. Başka bir deyiş­ devrim-yeni olagan bilim-yeni bunalım­
le, bilim bize hem bireysel ve hem de lar gibi adımlardan oluşan tabloya ver-
toplumsal yaşantımızda, teknoloji yo- digi ad.
134 bilimin ilerleme tablosu

Buna göre, her biiim dalı, kendi tarihin- lirleyen en önemli özellik, öyleyse temel-
de, bir bilim öncesi dönem yaşar. Bu ler üzerinde mutlak bir uzlaşma halidir.
dönem, tüm bilimler için söz konusu Kuhn belirli bir süre boyunca nonnal
olan bir hazırlık dönemidir. Söz konusu bilim yapan toplulugun araştırrnalan­
dönemde, bilim adamlanrun belirgin- nın, daha sonra, yavaş yavaş birtakım
leşmiş bir bakış açısı yoktur ve bu bi- anomalilerle, birtakun uyuşmazlık ve
lim dalında araştırma yapan bilim a- uygunsuzluklarla karşılaştıgıru söyler.
damları çok çeşitli yollar deneyip, çeşit­ Zaman geçtikçe, benimsenen paradigma
li yöntemler kullarurlar. Zaman geçtikçe, tarafından çözülemeyen birtakım prob-
biliın adamlarından birinin teorisi ön lemler ortaya çıkmaya başlar. Bu tür ba-
plana çıkar, yani dogadaki olgulan açık­ şansızlıkJar, Kuhn'a göre, sonunda bir
lama gücü oldukça yüksek olan ve söz paradigmarun reddine ve söz konusu
konusu bilim dalında daha ileri düzeyde paradigmayla karşılaştırılamaz olan bir
araştırmalar yapılmasına izin veren bir altemati.fin, onun yerini almasına yol
bakış açısı, bir yöntem ya da varsayım açabilecek bir dddiyet kazanabilirler.
kendini karotlar ve kabul ettirir. Kuhn, Bununla birlikte, bir bunalım ve para-
işte bu bakış açısı, teori, yöntem ya da digma degişikligine yalnızca çözüleme-
varsayıma paradigma adını verir. Bu pa- miş olan problemler yol açmaz. Kuhn'a
radigma, yeterli sayıda bilim adaıru tara- göre, yalıuzca özel birtakım koşullar
fından kabul edilince, söz konusu bilim söz konusu oldugunda, problem ya da
dalı ilk dön·emine girer ve bir bilim top- anamaliler bir paradigmaya duyulan
lulugu oluşur. Kuhn'un bilim anlayışı­ güveni tümüyle ortadan kaldırabilecek
na göre, bir bilimin oluşumundan önce bir tarzda gelişir. Bu bunalımların orta-
gelen organize edilmemiş çeşitli faali- ya çıkışında, Kuhn'a göre, aynca birta-
yetler, bu alanda çalışan bilim adamları kım toplumsal üıtiyaçlar da belirleyici
toplulugu ya da bilimsel topluluk tara- bir rol oynar.
hndan bir paradigmaya baglandıgında, Kuhn, bunalımla birlikte, bilim adamla-
yapıya kavuşur ve düzen kazanır. rında mesleki bir güvensizlik dogdu~­
Bir paradigmaya baglı olarak çalışan­ nu söyler. Olagan bilim adamlan, felsefi
lar, Kuhn'un olagan bilim aduu verdigi ve metafizik tarbşmalara girişirler.
şeyi icra ederler. Burada bilim adamlan Kendi keşiflerini, paradigmanın bakış
paradigmayı, deney sonuçlarının göster- açısından felsefi argümanlarla savunma-
digi gerçek dünyarun ilgili bazı yönleri- ya başlarlar. Paradigmaya duyulan gü-
nin hareketini açıklama ve uzlaştırma vensizlik ve onunla ilgili memnuniyet-
girişimleriyle ifade ederek geliştirir. Söz sizlik giderek artar. Bir paradigınanın
konusu olagan bilim dönemi, Kuhn'a taraftarlarının o paradigmaya güvenleri-
göre, bir bulmaca çözme dönemidir. Pa- ni kaybedecek derecede zayıflayarak te-
radigma, bilim adarnma belirli bir prob- melleri bir kez sarsıldı mı, zaman dev-
lemler öbegini, çözümleri için uygunluk- rim için olgunlaşmış demektir.
Ianna karti oldugu yöntemlerle birlikte İşte, bu bunalım dönemi içinde, çogu
annagan eder. Kuhn'a göre, olagan zaman oldukça genç, ama yaratıqlıgı
bilim adamı, kendisine baglı oldugu, te- oldukça yüksek olan bir bilim adamı
mele aldıgı paradigma karşısında eleş­ ortaya çıkar. Bu bilim adamı, ortaya
tirel bir tavır takınmamalıdır. O çabala- yeni bir teori, daha dogrusu bir para-
rını, yalnızca eleştirel bir tavır takıruna­ digma atarak, bilimsel devrimi başlatır.
mak suretiyle, paradigmarun ayrıntılı Onun ortaya koydugu yeni paradigma,
bir biçimde ifade edilmesi üzerinde yo- Kuhn'a göre, eski paradigmadan çok
gunlaştırabilir ve dogayı derinligine in- farklı ve eski paradigmayla karşılaştı­
celemek için gerekli çalışmayı gerçek- rılamaz bir paradigmadır. Bu bakış açı­
leştirebilir. Olagan bilim dönemini be- sından iki paradigma arasında bir tür
bilimin temel özelliideri 135

farkiılıılı söz Konusudur. Kuhn'a göre, rak bilimsel zilmiyet diye betiınlenir. Bi-
bunalım döneminin ardından, yeni bir limsel zihniyet, tüm bilimler için, olmaz-
paradigmanın geliştirilmesiyle başla­ sa olmaz olan bir koşuldur. Şeylerin gö-
yan bilimsel devrim, yalnızca paradig- ründükleri gibi olduklannı kabul edecek
mayı geliştiren bilim adamı tarafından kadar saf ya da ba!lımsızlık duygusun-
de!lil, bütün bir bilimsel topluluk eski dan ve kişisel teşebbüs gücünden, alışıl­
paradigmayı terkettiili ve yeni paradig- nuş klişelerden ve geleneksel düşünce­
ınayı benimsedilli zaman gerçekleşir. lerden vazgeçerneyecek kadar yoksun
bilimin temel özellikleri (İng. basic pro- olan ya da istekleri ve arzulan tarafından
perties of scieııce; Fr. cnracMristiqııes fonda- etkilenecek kadar taraflı olan bir kimse,
ıııentaux de la scieııce]. Bilimsel keşifler, elbette ki, bir bilim adamının temel özel-
pratik runaçlarla, insanlı!lın hizmetine liklerine sahip de!ıildir. Eleştirel bir gözle
sunulsa da, bilimin bizzat kendisi ya da de!ıerlendirıne ve ayırt etme, bilirnde ka-
bilim olmak bakımından bilim, aktif be- çuulmaz bir şeydir; bununla birlikte, o,
ceri ya da pratik bilgeliilin tüm biçimleri- bilim adamırun tekelinde olmayıp, ger-
nin tersine, teorik bilginin bir türüdür. çekte her tür salılam bilginin zorunlu
Bilimin bizzat kendisi, bir teknik ya da örıkoşuludur.
zenaat de!ıildir. Bilimsel deneylerin, Söz konusu tavır ve bilimsel ziluıiyet,
uygun araç ve malzemenin geliştirilmesi yalruzca bilim adamında de!lil, fakat fi-
ve kurulması esnasında, dikkate deller lozof ve tarihçide de görülebilir. Bwmn-
derecede bir teknik beceriyi gerektirdigi la birlikte, bir araşhnnaarun sergiledi!li
do!ırudur. Bilimsel bir dollruyu bulgula- bilimsel zihniyet, bir araşhnnanın so-
yan bir kiişif, ço!ıunluk aynı zamanda bi- nuçlanru bir bilim hilline getinnek için,
limsel araçlann ya da bilimsel malzeme- kendi başına hiçbir zaman yeterli ol-
nin mucididir; bununla birlikte, bilimsel maz.
keşfe götüren yolu hazırlayan teknik 2Genellik ve sistem. Bilim bireysel nes-
icatlarla, bilimsel keşiflerin temellerini nelerle ilgilenmez. O, öncelikle tiplerle,
attıılı teknik icatlar, her zaman gerçek bireysel nesne ya da olayın, yalnızca
bilim ya da saf bilimden ayırt edilebilir. kendilerinin bir örneği ya da durwnu
Saf bilim, özü itibariyle, teorik bilgiden olarak ele alındı!lı, nesne ve olay türle-
meydana gelir. ri ya da sınıflarıyla ilgilenir. Bilimin
Fakat, her tür teorik bilgi, bilim de!lil- amac, do!ıadaki düzeni yakalamakbr.
dir. Bilim, teorik bilginin belirli bir türü- Bilim, bu amaca ulaşmak için, nesne
dür. Bilginin_ bilimin kendilerinden ayırt türlerinin ortak özelliklerini, ve olayla-
edilmek durumunda oldu~, başka dal- rın genel yasalarmı ya da koşullannı
lan vardır. 'Bilim' deyimi, çogtl zaman, araştırır. Keşfedilen her yasa, ilgili nes-
fizik, kimya, botanik gibi, çok çeşitli bi- nelerin ya da olaylar sınıfının özsel do-
limlerin ortak adı olarak kullanılır. Bu ııasındaki bir liftir; ve bu türden birçok
bilimi er, kendilerini başka bilgi dallann- yasanın keşfi, düzenin ya da sistemin
dan farklılaştıran, belirli ortak özellikle- bütününe ilişkin bir kavrayışa götürür.
re sahiptir. Bu bakımdan, tarih, yani toplumsal ve
Gerçek bilimlerin ortak özellikleri şu siyasi tarih, bir bilim detildir. O da, tıpkı
şekilde sıralanabilir: 1 Eleştirel bir gözle bilim kada~, ilginç ve meşrü bir araştır­
değerlendirme ve ayırt etme. Her tür sall- madır ve bilim adamırun sergiledi!li ya-
larn bilginin zorunlu ilk koşulu, aldaha pıa imgelemi ve eleştirel kavrayışı ge-
göıiinüşler, ya da egemen fikirler ya da rektirir, fakat bilimden kesinlikle farklılık
kişinin kendi arzulan tarafindan etki- gösterir. Hatta, dikkate deller bir bilimsel
lenmeyip, çıplak olgulan belirleme ve bilgiyi gerektirse de, bilim tarihi bile, bir
bu olguların kendilerine erişebilme gü- bilim de!ıildir, bir tarihtir. Tarih, uluslar-
cüdür. Böyle bir zihinsel tavır, ortak ola- la ve kurumlarla, v.b.g., genel olarak iliş-
136 bilimiere ilişkin sınıflama

kili olan yasaları degil de, tikel uluslan ya tarafından


kesin olarak dogrularunaya
da kunıınları konu alır. Bu türden genel ya da çürütülmeye elverişli bir yapıda
yasalar, tarih degil de, bilim olan etnoloji- olmalıdır.
nin ya da antropolojinin, ya da sosyoloji- bilimiere ilişkin sınıflama [Os. tasn~fi
nin ya da psikolojinin konusunu oluştu­ ulum; İng. classification of sciences; Fr. clas-
racakJardır. sifıcatioıı des sciences]. Filozofların, çeşitli
Astronoıni ve jeoloji de, ilk bal<1şta, bilimlerin amaç, konu ya da işlev lerini
tikel nesnelerle ilgili olan bilimler gibi gö- dikkate alarak gerçekleştirdikleri sırufla­
rünebilirler; ya da onlar, yalruzca genel ma. Bilimler arasuıdaki karşılıklı bagun-
olaıu konu alan bilimlerle, yalnızca tikel- lılı~ı ortaya koyan, bilimleri inceleme
leri konu alan araştınnalar arasındaki bir konularını, yöntemlerini ya da insan ihti-
geçiş evresini temsil eden disiplinler ola- yaçlarıru teınele alarak sınıflama tavn.
rak degerlendirilebilirler. Bununla birlik- Bu tür bir suuflamarun tarihteki ilk ör-
te, astronomi ve jeoloji bile, büyük ölçüde negini veren tPlaton'a göre, gözle görü-
ya da temelde genel olanla ilgilidir. Her lür ve tikel olan, degişen ve oldu~undan
yıldız yörüngesi, gerçekte bir gezegen ya başka türlü olabilen bir şey, gerçek bilgi-
da kuynıklu yıldızın konumlarının oluş­ nin konusu olamadıgı, ve bilgi tümel,
turdugu diziyle ilgili bir yasaya uyar. degişınez, zorunlu ve akılla anlaşılabilir
Aynı şekilde, jeoloji de yeryüzü tabaka- olaıun bilgisi oldugu için, fizik, kimya,
larının çeşitli türleri arasındaki genel biyoloji ve tıp gibi bilimler gerçek bilim-
ilişkileri konu alır ve tüm kıtaların ken- ler olarak görülemez.
dilerinden geçtigi evrelerin meydana Bundan dolayı, Platon'un bilimler sıruf­
getirdigi diziyi inceler. lamasında yer alan ilk bilim aritmetiktir.
3 Eınpirik Doğrulama. Bilim, aktüel gözle- 1 Aritmetik sayırun ve sayısal ilişkilerin
me ilişkin olgularla başlar, ve geçici ve soyut bilimi olup, aribnetiAin, Platon'un
egreti tüm açıklamalamu ya da hipotez- gözünde teorik degeri, onun insan zih-
lerini, dogrudan ya da dolayJı olarak nini duyudan ve duyusal olandan kurta-
kontrol etmek için, gözlemlere döner. rarak, soyut düşüneeye geçişi saglama-
Gözlem tarafından doğrulanacak ya da sından meydana gelir. Aritmetik dakik
çürütülecek şekilde, gözlemin sınama­ ve kesin niceliksel yöntelnleriyle duyu-
sından do~dan ya da dalaylı olarak ge- algısındaki açık çelişkileri ortadan kal-
çirilemeyen bir hipotez ya da açıklama, dırır. Aritmetigin önemi, temelde onun
bilim için hiçbir deger taşunaz. Bilim, bu saf ya da soyut bir matematiksel bilim
bakundan felsefeden farklılık gösterir. olmasından meydana gelmekle birlikte,
Gözlemin yaşamsal önem taşıyan sına­ Platon aynı zamanda aıitmeti~n pratik
masından geçirilemeyen hipotezler öne degerinede dikkat çeker.
sürmek, felsefede olagan sayılan, makOI 2 Onun bilimler sıruflamasında aritme-
bir şeydir. Felsefi hipotezlerin bile tecrü- ti~ geometri izler. Bu geometri, iki ya da
beye dayandıgı, ve tecrübeyi açıldama üç boyutlu şekillerin geometrisidir, yani
amacı güttügü, do~udur; bununla bir- düzlem geometrisiyle, katılar geometri-
likte, bu, gözlem ya da belirli özel koşul­ sinden meydana gelir. Burada da, Platon
lar albnda gerçekleştirilen deney tarafın­ öncelikle geometrinin teorik değeriyle il-
dan doğrulanma ya da çürütülmeye gilense de, o geometrinin pratik degerine,
elverişli olmaktan farklı bir şeydir. Bi- mühendislik ve alan ölçümü gibi alanlar-
limsel hipotezler, yalnızca ilgili fenomen- daki pratik degerinc dikkat çekmekten
leri kapsayan, daha önceki tüm gözlemle- geri kalmaz.
ri açıklamakla kalmayıp, daha sonra 3 Geometriden sonra astronomi gelmek-
yapılan gözlemler, ya da belirli özel ko- tedir. Platon astronomiyle hareket halin-
şuUar altında gerçekleştirilen deneyler deki katı dsimleıin bilimini anlamakta-
bi limlere ilifkin sınıflama 137

dir. Fakat astrononü Platon için göksei şey yaratırken kullamlan bilgiye yönelen
cisimlerin hareketine ilişkin bilim ol- üretici bilimler diye üçe ayınr. Teorik bi-
maktan çok, göksel cisimlerin hareketini limler de, kenw içlerinde, 'teoloji' (ya da
yöneten ilkelere ilişkin bir bilimdir. Ast- metafizik), fitik ve matematik olarak üçe
ronominin esas degeri, Platon"a göre, ayrılır. Fizik. ayrı bir varoluşa sahip olan
onun insan zihnini gökyüzünde bulu- ve degişen şeyleri (yani, kendilerinde
nan cisimlerin hareketlerindeki uyuma bir hareket ve sükunet kayna~ına sahip
ve bu hareketlerin temelindeki yasalara olan 'dogal cisimleri'), matematik degiş­
yönelbnesinden ve böylelikle ezelr-ebedi mez olmakla birlikte, ayn bir varoluşa
Ideaların meydana getirdigi uyumla ilgili sahip olmayan şeyleri (yani, tözleri nite-
bir araşhrma olan diyalektige geçişi ko- leyen şeyler olarak, yalnızca sıfat cinsin-
laylaşhrmasmdan meydana gelmektedir. den bir varoluşa sahip olan sayıları ve
Bununla birlikte, Platon astronominin de mekansal şekilleri), adını bu saf tözler
pratik bir önemi oldugunu kabul eder; arasında en temel tözün Tann olması ol-
astronomi öz~llikle denizcilik sanatı ba- gusuna borçlu olan teoloji ise, hem ayn
kımından önem taşıyan bir bilimdir. bir varoluşa sahip olan ve hem de degiş­
4 Platon'un bilimiere ilişkin sınıflama­ mez olan şeyleri (yani, maddeyle en
smda bundan sonra gelen bilim, uyum- küçük bir ilişkisi olmadan varolan tözle-
lu sesler üreten cisimlerin hareketlerine ri) konu alır.
ilişkin bir çalışına olan hannonidir. Ast- İslam dünyasının en önemli filozofla-
ronomi gibi harmoni de insan zihnini nndan olan tİbnr Sina ise, bilimlerin
İdealann ezeli-ebedr uyumuna yöneiten deney ve akılyürütmeye dayandıgını
bir bilim olarak seçkinleşir. Buna göre, söylerken, bir yandan da bilimlerin ken-
harmoni müzikte örneklenen uyumun dilerine özgü konulan, öncüileri ve soru-
temel ilkelerinin biJimidir. S Bütün bu bi- lan oldugunu belirtmiştir. Tüm bilimle-
limlerin en tepesinde ise, diyalektik bulu- re ortak olan öncüller yanında, ona göre,
nur. Çünkü gerçek varlıgın birligi nice- her bilime özgü olan öncüller vardır. Bi-
liksel bir birlik, matematiksel olarak limleri bir taraftan konulannın degerine
ölçülebilen bir birlik olmadıgı için, bura- ya da önemine göre sınıflayan İbni Sina,
da insan matematikten uzaklaşarak, var- onları bir taraftan da, teorik ve pratik bi-
Iıgı varlık olarak bilmek istegiyle genel limler olarak ikiye ayırmıştır. Buna göre,
olanı bilmeye yönelir ve varlıgın bizzati- teorik bilimler arasında, fizik, matematik
hi kendisini araştırmaya başlar. Varlıgı ve teoloji (ilahiyat), pratik biJimler ara-
araştinnaya başlamak demek ise, onun sında ise, uygulamalı fizik, mekanik,
belirleyici ve ayıu zamanda genel olan sanat ve ahlak vardır.
nedeninj araşbnnak demektir. Bu ise, tModern felsefenin seçkin düşünürle­
cinslerin ve cinslerin birbirleriyle olan rinden biri olan ve bilimsel düşünceyi,
ilişkilerinin ortaya konmasayla olur. İşte, sonuçlan ya da fenomenleri nedenlerden
diyalektik bir yandan varsay1m yönte- çıkarhp bilmek ve nedenleri de gözlenen
miyle, İdeadan ideaya geçerek hiçbir sonuçlardan yapılacak dogru çıkarsama­
şeyi sorgulamadan bırakmaz, bir yandan lar yarduruyla ö~enınek olarak tanunla-
da toplama ve bölme yöntemiyle cins ve yan tHobbes'a göre, bilim ve felsefeyle
türlerin birbirleriyle olan ilişkilerinj or- ugraşmak, dogru düşünmekten başka
taya çıkararak herşeyi tanımlar. bir şey degildir. Dogru düşünmekse,
t Aristoteles'in bilimler sınıflaması ise, katmak, ayırmak. toplamak, çıkarmak,
bilimleri, 1 bilgiye bilginin bizzat kendisi kısacası saymak demektir. Buna göre,
için yönelen teorik bilimler, 2 bilgiyi dogru düşünmek. birleştirilmesi gereke-
eylem için bir kılavuz olarak amaçlayan ni birleştirmek, ayınlması gerekeni ayır­
pratik bilimler, 3 yararlı ya da güzel bir maktır. Birieşebilen ya da ayıniabilen
138 bilim olarak ahlak

ş eyler, Hobbes'a göre, cisimsel bir doga- yaptıgını göstererek, ya da genel bir ya-
dadır. Bilim ve felsefenin konusu, öyley- saya uydugunu ortaya koyarak anlaşı­
se, cisimlerdir. Cisimler de, dogal ve lır hale getinne.
yapay ohnak üzere ikiye aymldıgmdan, Söz konusu bilimsel taçıklama, teleolo-
bilimler iki ayrı başlık altında toplana- jik açıklamanın tam karşıb olan bir açık­
bilir: 1 Doga felsefesi: Mantık, ontoloji, lama tarzı olarak degerlendirilir. Bilim-
mantık ve fizik, 2 Devlet felsefesi: Ahlak sel açıklamanın temelinde, a) tümeva-
ve siyaset. rımsal ve tümdengelimsel yöntemleri
tPozitivizmin kunıcusu olan tComte kullanarak, olgulardan (empirik gözlem-
ise, ünlü üç hal yasasını bir yandan bilim lerden) hareketle, genellemeler (teoriler)
tarihine ilişkin gözlemlerle desteklerken, oluşturma, b) bu olgularla, tutarlı ve sis-
bir yandan da bu anlayışını daha sonra tematik bir genellemeler öbegi ve daha
bilimler sınıJlamasıyla tamamlamış ve önce gözlenmiş olan ilişkili olgular ara-
geliştirmiştir. Ona göre, bilimler soyut- smda bir bag kunna, c) bu olgulardan,
tan somuta dogru giderler. Bilimler bir- genellemeler bütünü için söz konusu
birlerine dayanırlar, ancak her birinde olabilen mantıksal ve empirik birtakım
söz konusu olan yasalar farklıdır. Beş sonuçlar çıkarsama, d) olgularla genel-
temel ve büyük bilimin başında, tüm bi- lerneleri dogrularna ve haklı kılma, ve
limlerin en soyutu ve en geneli olan ma- e) genellemelerden hareket edildiginde,
tematik gelir. Matematik sayıyı inceler. birtakım olguların çıkarsanabilecegini
Astronomi sayıya ek olarak, kuvvet ve ya da yeni birtakım olgulara ilişkin ola-
kütleyi konu alır. Comte'a göre, fizik ay- rak öndeyide bulunutabi lecegini göster-
nca ısı ve elektrigi inceler. Kimya orga- me süreçleri vardır.
nik hale gelmeyi, biyoloji canlı varlıklan, Bilimsel açıklama, olguları gözlemleyen,
sosyoloji ise toplumu inceler. kaydeden, sınıflayan ve dolayısıyla yal-
bilim olarak ahlak [İng. etlıics as a science; nızca nasıl sorusuna yanıt veren betimle-
Fr. etlıique comme un e science ]. tV iyana meden farklılık gösterir. Buna göre, olgu
Çevresi düşünüderinden olan dogalcı ya da olgular betimlenirken, söz konusu
M. tSchilick'in ahlAk anlayışı için kulla- olguların dışına çıkma diye bir şey söz
nılan deyim. konusu olmaz. Betimleme için, yalnızca
Degerler kişisel istek ve arzulara göreli olguyu oluş süreci içinde gözlemlemek
oldugundan, Schilick'e göre, ahlW ilke- ve sonuçlan kaydetmek yeterlidir. Buna
ler ya da boş bir ödev duygusu yoktur. karşın, olgu ya da olguları açıklarken,
Dogal olmayan bir şey olarak olması ge- bu olguların dışına çıkarak, başka ol-
reken, dogal ya da olgusal olanla açıkla­ gulara yönelme söz konusu olur. Bu ise,
nabildigi için, ahlak olgusal bir bilimdir. olgu türleri arasında ilişki kuran birta-
Her tür deger biçme, normatif degil de, kım genellemelerle, tümel önermelerle
olgusal bir yapı sergilediginden; 'değer' gerçekleşir.
ve 'iyi' saf soyutlamalar oldugundan; Buna göre, bir bilim adamı suyu 100
davranış kalıpları ve karakterler, duygu- dereceye kadar ısıtır ve bundan sonra
sal tepkilerden başka hiçbir şey olmadı­ suyun kaynadıgını ve buharlaştıgını
ğından, ahlak, ahlAk yasalanyla degil de, gözlemler. Gözlem sonuçlanru kaydetti·
motiflerle ilgili olan, davraruşa yol açan ğinde, suyun 100 derecedeki davraruşı ya
nedenleri araşbran, onların düzenini ve da durumuyla ilgili olarak bir betimleme-
sırasını belirleyen bir bilim, psikolojinin de bulunmuş olur. Fakat bilim adamı
bir dalıdır. suyun 100 derecede niçin kaynamaya
bilimsel açıklama [İng. scientific erplana- başladıgıru açıklamaya, yani nedenleri
tion; Fr. e:rplication scient~fique]. Bir şeyi, aramaya kalkıştıgında, bu gözlemlerin
yapısını ve temel süreçlerini betimleye- dışına çıkarak, sıcaklık, basınç, kayna-
rek, onun yapmakta oldugu şeyi nasıl ma noktası gibi kavrarnlara başvurur,
bilimsel determinizm 139

bu kavramlan kullanarak, açıldayıcı bir Başka bir deyişle, deneyci, gözlemcinin


genellerneye ulaşır. Buna göre, açıkla­ tersine, olgunun kendiliginden ortaya
ma, nedenleri bilinmeyen olgulann, bili- çıkmasını beklemeyip, olguyu meydana
nen olgularla, zihnin tanışık oldugu fi· getirmekle, hem zaman kaybını önler ve
kirler ve kavl'amlarla ifadesidir. Zaten hem de gözlemini kendisine en uygun
açı.l(laına da, bilimsel niteligini, olgu tür- gelen zaman ve yerde yapar. Deneyin,
lel'i arasındaki ilişkileri ortaya koyan bu çıplak gözlem karşısuıdaki en önemli
genellemelerden alır. avantajı, deney koşullan içinde, karma-
bilimsel araştırma programları metodo· şık bir fenoıneni bileşenlerine ayırarak
lojisi [İng. met/ıodology of scient~fic rese- tam anlamıyla analiz ebnenin daha kolay
ardı progranıme; Fr. metlıodologie de la olmasıdır; yine, deney söz konusu oldu-
programme de recherche scientifique}. Çag- gunda, fenomenin ortaya çıkış koşulla­
daş bilim filozofu Imre tLakatos'un, bi- rını, belirli öncül ya da koşullarla sonuç-
limsel bilgi birikiminin nasıl gerçekleş­ lar arasındaki baglanbyla ilgili olarak
tigini açıklamak iizere, geliştirmiş ol- güvenilir tümevarunsal sonuçlara ulaşa­
dugu teorik çerçeve. cak şekilde degiştirınek olanaklı olur.
Lakatos'a göre, bilim adamları teorileri- Buna göre, fenomenler ve fenomenlerin
ni ancak, alternatif teorilerin başarılan· ortaya çıkış koşulları tümüyle araştır­
run tümünü sagladıktan başka, deneysel macırun kontrolünün dışında olursa,
içerigi, yeni olguların keşfine imkAn sag- araşbrmacı bazı önemli etkenleri gözden
layacak şekilde, geniş olan ve rakip teo- kaçırabilir ve digerlerinin fonksiyonuyla
rilerin açıklayamadıgı olgulara dair açık­ ilgili olarak yanlış yargılar ortaya koya-
lamalan deneysel bakımdan destekleyen bilir.
yeni bir teori ile karşılaşbkları zaman bilimsel determinizm [İng. scientific deter-
terkederler. Bu baglamda, bilimsel geliş­ minism; Fr. detemıinisme scientifique; Al.
me, dünyaya ilişkin teorik sistemlere te· wissensduıftlich detenninismus ]. Evrensel
kabül eden araşhrma programlarının ba- nedensellik anlayışı; evrendeki her ola-
şarı veya başansızlıklarına baglıdır. yın kendisini belirleyen bir nedenin bu-
Lakatos, tüm araştırma programlarının lundugunu öne süren yaklaşım. Evren-
sorgulanmayan varsayımlanndan mey- deki fenomenlerin birbirlerine son derece
dana gelen katı çekirdekleri, tüm hipotez sikı bir biçimde, bir nedensellik ilişkisi
denemelerinin yapıldıgı ve teorinin ge- içinde baglı oldukJanru dile getiren ögre-
liştirilmesine imkan veren koruyucu ku- ti.
şak/arı ve kab çekirdegi sorgulamayı ya- Araşhrmalannda deneylere, detişmez­
saklayan negatif keşif ile meşru araştırma lige, düzenlilige ve öndeyiye baglı olan
alan ve yöntemlerini tanunlayan pozitif doga bilimlerinin kabul ebnek durumun-
keşif boyutları oldugunu söyler. da oldugu evrensel nedensellik görüşü
bilimsel deney [İng. scient~fic experimoıt; olarak bilimsel detemıWzm, doga bilim-
Fr. exp~rimoıt scientifique]. Bir gözlem bi- leri tarahndan ön görülür ve evrende hiç-
çimi, türü. Deney, doganın akışına her- bir şeyin nedensiz olmayıp, her olayın
hangi bir müdahalenin olmadıgı göz- bilimsel yöntemlerle açıga çıkanlabilecek
leınden, doganuı akışına müdahaleyi bir nedeni oldugunu dile getirir.
içermesi bakımından farklılık gösterir. Birçok bilim adamı tarafından bu du-
Gözlemcinin olup bitenleri izledigi, ara- rumun bir sonucu olarak telaffuz edilen
dıgı olguların ortaya çıkmasuıı bekledi- bilimsel determinizm anlayışı, neden-
gi yerde, deney yapan araştırmacı ol- selligin, evrende keyfilige ve özgürlüge
guların kendi akışları içinde ortaya yer ve olanak bırakmadıgıru dile getirir.
çıkışlannı bekJemeksizin, onları belli ko- Bu çerçeve içinde, 1 biyoloji bilimi ve
şullar altında yapay olarak üretme yolu- özellikle de Darwin tarafından dile ge-
na gider. tirilen ve en iyi bir biçimde dogal ayık-
14U bi timsel determinizm

!anma ögretisiyle örneklenen deterıni­ dıgını ve doiayısıyla insanınkarakteri,


nizıne biyolojik determinizm adı verilir. düşünce tarzı ve eylemlerinin üyesi ol-
Dogadaki çeşitli türlerin dünya tarihi- dugu sınıf, içinde bulundugu toplumsal
nin farklı evrelerinde evrim geçirdigini ve ekonomik koşullar tarafından belir-
ve yaşama savaşında, yalnızca içinde lendigini savunur.
bulunduklan koşullara ve çevrelerine S Yine, araştırınalarmda deneye, degiş­
en iyi bir biçimde ve en fazla uyum sag- ınezlige, düzenlilige ve öndeyiye baglı
Iayanlann ayakta kaldıgını öne süren olan fizik tarafmdan dile getirilen evren-
Darwin'e göre, dinazor benzeri son dere- sellik nedensellik görüşüne, evrende her
ce büyük ve güçlü tarih öncesi hayvan- olayın bilimsel yöntemlerle açıga çıkan­
lar, sınırlı beyin kapasitelerinden dolayı labilecek bir nedeni oldugu tezine fiziki
yok olup giderken, insan gibi güçsüz, detmııinizııı denmektedir. En ünlü temsil-
fakat daha alallı olan hayvanlar varlıkla­ cisi İngiliz bilim adamı Newton olan bu
nnı sürdürmüşlerdir. Söz konusu yaşa­ anlayış, doganın ve evrenin bütününün,
ma savaşı ve dogal ayaklaruna ögretis~nin evrensel çekim yasası türünden yasalar
evrende keyfiligeve özgürlüge kesinlikle tarafından yönetildi~ni ve evrende öz-
yer bırakmadıgını ifade eden Darwin'e gürlük diye bir şeyin bulunmadıgını
göre, çeşitli türlerin yapılannı, güçlerini öne sürer. Evrendeki gözlemlenebilir her-
ve varoluşlannı sürdürme şanslannı be- şey fiziki oldugundan, bütün bu fizilô
lirleyen doganın kendisidir ve varolania- varlıklarm maruz kaldıgı ya da meyda-
nn durumları evrim cetvelindeki yerleri- na getirdigi herşey fiziki bir yasa ya da
ne baglıdır. olayın sonucu olmak durumundadır.
2 Buna mukabil, cografi çevrenin, ör- Klasik mekanigin spz konusu kah de-
negin, iklim, kara, deniz ve nehirlerin tenninizmine göre, maddenin her parça-
bireylerin gelişmesi ve özellikle de top- agırun, zamanan belli bir anındaki konu-
lumsal gelişmede ana etken oldugunu ınunu ve momentumunu bildigirniz
öne süren sosyoloji görüşüne cografi de- takdirde, ilke olarak bu parçaakların za-
terminizm denmektedir. 3 Öte yandan, manın her anındaki durumlarını bilme
dilin dünyaya dair yorumuınuzu, dün- olanagına sahip oluruz. Klasik mekani-
yaya bakış tarzunızı belirlerligini iddia gin söz konusu katı determinizmi daha
eden determinizm türüne dilsel detmni- sonra kuantum mekaniginin gelişimiyle
nizm denmektedir. birlikte, önemli ölçüde yumuşatılmış ol-
4 Yine, ortodoks Marksizm tarafından makla birlikte, klisik mekanigin kurucu-
dile getirilen ve tarihte, yalnızca ekono- su Newton'a göre, insan varlıkları da,
mik etmenlerin belirleyici bir gücü, ne- dogalan itibariyle fizilô bir yapıda ol-
dense] bir önemi oldugunu öne süren duklarından, bu, onların da, hem ken-
bilimsel determinizm türü iktisadi deter- dilerinden ve hem de kendilerinin dı­
minizm olarak tanımlanır. İnsan varlık­ şından gelen nedenlere tibi oldukları
lannın karakterleri ve eylemlerinin anlamına gelir. Bu nedenle, insan için
içinde bulundukları ekonomik ve top- özgürlük bir yanılsamadan başka hiçbir
lumsal koşullardan etkilendigini savu- şey degildir.
nan ortodoks Marksizme göre, insan var- 6 öte yandan, insan varlıkl.aruun gene-
lıklan, tarihte hüküm süren bir sınıf tik yapısıyla ilgili olarak mutlak bir ne-
savaşı tarafından belirlenir, öyle ki bu denselligi ifade eden ve insan varlıgının
sınıf savaşı feodalizm, kapitalizm, sos- genleri söz konusu oldugunda, özgürlü-
yalizm ve komünizm gibi toplumsal ve ge ve keyfilige yer bulurunadıganı dile
ekonomik model ve evrelerin doguşuna getiren bilimsel determinizm türüne gene-
yol açar. Bu baglamda, Marks, insanın tik determinizm adı verilir.Bu anlayışa
dünyaya hangi sınıfın üyesi olarak gele- göre, bizim genlerimizi kendilerinden
cegine karar venne şansının buluıuna- miras aldıgımız anne ve babalanrnızı de-
bilimsel devrim 141

ğiştirebilme ya da seçebiiıne olana~un1.2. lerinin yaşadıklan dönemini de~iştire­


yoktur. Genler ise, do~al ve ınanevi yapı­ bilıne ya da etkileyebilme, ait oldukları
mw, yani cinsiyetimizi, zihinsel gücü· kültür çevresinden sorwnlu olabilme ola-
müzü, saç ve göz rengimizi belirledi~i na~ından yoksun buluıunaları sonucu-
için, bizim sözdi~ün gerçek anlamı için- dur. Çevresine, kültürüne, içinde yaşadı­
de özgür oldu~wnuz söylenemez. ~ı tarihi döneme etki edemeyen insan
? Bilimsel determinizmin başka bir varlıklanıun karakterleri ve eylemleri,
türü, psikanalizin yaratıcısı Freud tara- kendi kültürleriyle daha önceki kültürler
fından ifade edilen, insan varlıklannın ve tarihsel olaylar tarafından belirlenir.
0-3 yaş döneminde yaşadı~ı kompleks- Tarihin kendisi, evrende varolan ve ken-
ler, bilinçsiz yaşantılar ve toplum ve ge· disini gerçekleştirıneyc çalışan mutlak
)eneklerin zorlaınasıyla bastırılan do~al bir zihnin tezahürü oldu~undan, insan
itkiler tarafından belirlendi~i görüşü varlıklan da, bu mutlak zihnin bir sonu-
psikolojik detemıinizıııdir. Freud'un söz ko- cu ya da tezahliründen başka bir şey de-
nusu determinist ö~retisine göre, örne~in ~ildir; l:ıund<m dolayı, insan varlıkJannın
tüın erkek çocukları temelde annelerine öz~r oldukları söylenemez.
(Oedipus kompleksi), kız çocukları da 9 Insan davraıuşuıın öncelilde ve temel-
babalarına (Eiektra kompleksi) aşık olur-
de, kültürel ve toplumsal faktörler tara-
lar. Bu bilinçsiz, ancak son derece do~al fından şekillenip denetlendi~ini öne
itkiler, ensest birçok toplum tarafından süren görüşe ise kültürel determinizm adı
yasaklanmış oldu~u için, hastınlmak
verilir. Kültürel determinizm, biraz daha
durumunda olmakla birlikte, insan var- özel olarak da, kişilerin yaşamiarım
lıklarını çeşitli şekillerde etkileyip, on-
aşan, onlara aşkın olan bir şey olarak
ların gelecekteki yaşamlarını belirler.
kültürün, kültürü belli bir zamanda mey-
Buna göre, anne ve baba, kız ya da
dana getiren bireylerden ayn ve ba~ım·
erkek çocuklarını az ya da çok sevdi~i,
saz bir bilimsel araştırma konusu olarak
veya onları yanlış bir sevgi türüyle bes-
ele aluunası gerekti~ini söyleyen yakla-
ledi~i zaman, çocuklann bütün bir zi-
şımı tanımlar. 10 Nihayet, tiretim tekni-
hinsel yaşanu, nörotik olma noktasına
~inin kendine ait ve özgü bir mantı~ı
varacak kadar etkilenir. Psikolojide, hay-
oldu~unu, ve tarihsel süreç içinde top-
vanlar üzerindeki deneyleriyle 'koşullu
tepke' kavramıru geliştiren Pavlov'la lumsal kurum ve ilişkilerin en temel be-
davranışçılı~ın kurucusu Skinner da,
lirleyicisi olma işlevi gördüg-ünü öne
insan varlıklannın çeşitli dışsal etkenler süren sosyal de~işme teorisine de tekrıo­
ve güçler tarafından belirlendi~ini savun- lojik detenııinizııı adı verilir. Zaman
du~u için, psikolojik determinizm çerçe- zaman tarihsel maddedlikle kanştınl­
vesinde de~erlendirilir. makla birlikte, ondan hiç kuşku yok ki
8 Hegel tarafından ifade edilen ve tarih daha basit bir evriınd gelişme ya da de-
alanında herşeyin, tüm tarihsel olay ve ~işme teorisi olan teknolojik determi-
kurumların insan iradesinden ba~ımsız nizm, topltundaki temel ve büyük de~i­
olarak önceden belirlenmiş oldu~unu şirnlerin üretimde kullanılan araç ve
dile getiren determinizm türüne ise tarilıf tekniklerin sonucu oldu~unu öne sürer-
determinizm adı verilir. Bir tarih teorisine ken, üretim tekniklerine daı ir bilginin tari-
dayanan bu tür bir determinizm, dünya hin itid gücü oldu~unu dile getirir.
tarihinin çeşitli dönemlerini, kendisini bilimsel devrim [İng. scientific rf'Liolution;
nihai bir yetkinlik hili içinde tam olarak Fr. revolution scientiftque]. Batı'da, 1500-
gerçekleştirmek dunununda olan 'mut- 1700 yıllan arasında, özellikle astrono-
lak zihin'in tezahürleri, görünümJeri ola- mi, fizik ve tıp alanında yaşanan geniş
rak de~erlendirir. Bu görüşten çıkan kapsamlı ve sistematik bilim hareketi
sonuç, insan varlıklarının tarihin, kendi- için kullanılan deyim.
142 bilimsel empirizm

!şte bu çerçeve içinde, Kopemik Bat- A. J. tAyer, M. Boll, K. tPopper, E.


lamyus'un yer merkezli sistemini ylknuş Nagel, W. V. tQuine gibi seçkin bilim
ve gezegenleri güneşten olan uzaklıkia­ adamı ve filozoflar sayılabilir. Öte yan-
rına göre sıralarken, yeni bir sistem, yani dan, bilimsel empirizmin genel tavn ve
güneş ınerkezli sistemi kurmuştur. Yine görüşleri mantıkçı empirizmin genel
bu dönemde, Kopernik'le başlayan eleş­ tavn ve görüşleriyle tam bir uyuşma
tirel gelenek, Tycho Brahe, Kepler ve Ga- içindedir.
lile'de yerleşik hale gelmiş ve New- Buna göre, bilimsel empirizmde, man-
ton'un modem fizigiyle doruk noktasına tıkçı empirizme ek olarak ayrıca bili-
ulaşmıştır. Nitekim, üç hareket yasası min birligi fikri üzerinde durulur. Bu
ve evrensel kütleçekimi ilkesi evrensel anlayış, bilimin dilinin mantıksal bir
düzeni açıklamaya yeten modem New- birligi oldugunu savunur; bilim dallan-
ton fizigi, bilimsel devrimde motor olma nın kavramları, çok temelli bir biçimde
görevini yüklenmiştir. Kimya alanında farklı olan kavramlar olmayıp, tutarlı
da ufak tefek hareketlere tanık olan bi- tek bir sisteme ait olan benzer kavram-
limsel devrimin üçüncü sacayagı tıp ya lardır. Amaç, bilimin gelecekteki geliş­
da fizyoloji olmak durumundadır. Bu mesi açısından, sosyal bilimlerin de
alanda ise, öncülügü Galenosçu anlayışı aralannda yer aldıgı farklı bilim dalla-
yıkarak yeni bir anatomi getiren Vesalius rındaki özel yasaların kendisinden çı­
ile kan dolaşıınıru bulan William Har- karsanabilecegi, oldukça basit ama bir-
vey yapmıştır. birleriyle baglantah olan temel yasalar
Teleskop ve mikroskop gibi aletlerin ge- kümesine ulaşmaktır.
lişimiyle bilim derneklerinin kuruluşu­ Bilimsel empirizmde de, dilsel tanaliz,
nun da kendisine etki yaptıgı bilimsel tbilim felsefesinin temel yöntemi olarak
devrimde, esas, İlkçagdan gelip bütün görülür. Bununla birlikte, mantıkçı pozi-
bir Ortaçag boyunca hüküm si.iren nite- tivizmin söz konusu dil analizinin man-
liksel bilim anlayışı ve teleolojik evren tıksal boyutuna önem verdigi yerde, bi-
sisteminin yıkılarak, onlann yerlerine ni- limsel empirizm, dilin ve bilginin
celiksel bir bilim görüşüyle mekanist bir biyolojik ve toplumsal boyutlarını da he-
evren görüşünün geçirilmesi etkili ol- saba katan daha geniş kapsamlı bir ana-
muştur. lize yönelir.
Bilimsel devrimin en önemJi sonucu ise, bilimsel hümanizm [İng. scientific lıuma­
Batı kültüründe bilimin ön plana çıka­ nism; Fr. humanisme scient~fique). İnsana
rak, dünyevileşmeyi hızlandırması ve fonnasyon kazandırma işini~\ Yunan ve
Batı kültürüne onbeş onalh yüzyıldan Latin antik çagına ait edebi eserlerin ince-
beri damgasıru büyük bir güçle vuran leronesinden çok, bilimsel faaliyetten, bi-
dini geriletmesi olmuştur. limsel eserlerin incelenmesinden beklen-
bilimsel empirizm [İng. scientific empr"i- mesi gerektigini savunan ögreti.
cism; Fr. enrpirisırıe scientifique). tManhkçı bilimsel yöntem [Os. ilmi usul; İng. scien-
pozitivizm akunıyla başlayan, fakat bün- tific method; Fr. m~thode scient~que; Al.
yesi içinde başka grup ve kişilerin de yer wissenschaftlich methode). Amacı evreni
aldıgı felsefi harekete; tmanhkçı empi- anlamak ve açıklamak olan bilimin, bu
rizmle benzer görüşlere sahip olmakla amacına ulaşmak için izledigi yol.
birlikte, mantıkçı empirizm dışında Klasik görüşe göre, bilim evreni anlama
kalan öbek ve bireyleri kapsayan daha ve açıklama çabasında, olguları betimleme
geniş harekete verilen genel ad. ve açı)chıma yollanna başvurur. Öyleyse,
Aynı zamanda Bilimin Birligi Hareketi bilimsel yöntem, bilim adamlanıun or-
adı verilen bilimsel empirizmin üyeleri taklaşa olarak kullandıklan söz konusu
arasmda W. Dubislav, O. Helmer, C. G. betimleme ve açıklama yollarını kapsa-
Hempel, A. Herzberg, H. tReichenbach, yan bir süreçten başka bir şey de~Jdir.
bilimsel yöntender 143

Bu süreç birtakım adıı nlardan geçerek aynı zamanda bir dogn ynst'!sı olarak gö-
gerçekleşir. İlk, betiınleıne aşamasında, rülecektir. Buna ek olarak, araştırma ya-
araştırma konusu olan olgular ve bu ol- pılan alandaki olguları açıklamak ama-
gular arasındaki ilişkiler belirlenir, cıyla oluşturulmuş olan hipotez ya da
bunlar sınıflanar ve kaydedilir. Şu hipotezlerden olgusal olarak sınanabilir
halde, betimlemede, öncelikle bilimsel sonuçlar çıkanna ve söz konusu sonuç-
araştırmanın ilk adımı olan gözlem söz ları birtakım yeni gözlem verileri ile kar-
konusudur. Burada, araşhrmaa verileri şılaştırma işlemine de doğrulama adı
gözlemlerken ve kaydederken, olabildi- verilir.
gince önyargısız olmak durwnundadır. bilimsel yöntemler [İng. scientifc nıet/ıods;
Gözlemde, öznel algı farklılıklarını orta- Fr. ııretlıodes scieırt~fiques ]. Bilimlerde söz
dan kaldırmak, gözleme dakiklik ve gü- konusu olan araştırma tarzına, bilimsel
venilirlik kazandırmak ve araşhnnayı bilgi adı verilen gerçeklige ilişkin dogru
nesnel hale getinnek için, birtakım araç- ve nesnel bilgi kümesine götüren yol ya
lar da kullanılabilir. Bu durum, bilimsel da araçlar.
yöntemde, gözleani deneyin izledigi anla- Ge~ bir çerçeve içinde konuşuldu­
mına gelir. gunda, bu yöntemler, ikiye aynhr. Her-
1kinci aşama olan açıklama aşamasın­ şeyden önce, araştırılan fenomenleri, ve
da ise, birinci aşamada betimlenmiş bu fenoınenlerin verimli bir biçimde
olan olgular, olguların birbirleriyle olan gözlemlenebilecegi koşuUarı belirleyip,
ilişkilerini ifade eden genellemeler ve yönlendirmekten ve ölçmekten oluşan
bazı temel kavramlar aracıhgıyla daha !teknik ya da teknolojik yöntemler vardır.
açık ve anlaşılır hale getirilir. öyleyse, Bilimsel yöntemlerle çogu kez ve hemen
bilimsel yöntemde, yalnızca olgulann anımsanan, söz konusu belirleyip yön-
betimlenınesi ve sınıHarunası söz konu- lendirmeyle, ölçmekten meydana gelen,
su olmaz. Bilimsel yöntem, buna ek ola- bu teknik yöntemlerdir. Söz konusu tek-
rak olguların nedenlerine iner. Yani, bi- nik yöntemler çogu zaman farkh bilim-
limsel yöntem kullanıldıgı zaman, lerde farklı şekillerde ortaya çıkar, ve
olgular açıklanır. Bu amaçla da, hipotez birden fazla bilimin ya da birbirleriyle
ya da hipotezler oluşturulur. baglanhlı olan bir grup bilimin yöntem-
Hipotez, birinci aşamada gözlemlenen lerinin tümüne birden egemen olan bilim
olgularla ve olgular arasındaki ilişldlerle adanu sayısı çok azdır. .
ilgili geçici bir açıklama taslagıdır. Bu Öte yandan, bir de 2 mantıksal yöııtem­
açıklama taslagı, olgulan açıkJayabilınek ler, yani elde edilen verilere göre degi-
için, geçici olarak kabul edilir. Daha son- şen akılyürütme yöntemleri vardır. Bu
raki aşama, oluşturulan hipotez ya da mantıksal yöntemler teknik yöntemlerle
hipotezlerin sınarunası aşamasıdır. Bu çok yakından ilişkilidir. Bilimsel araştır­
aşamada, hipotez ya da hipotezlerin ol- ma için çok büyük bir önem taşısa ve
gular tarafından desteklenip desteklen- hatta bu araştırmalar için kaçınılmaz
medigi araştırılır. Hipotez ya da hipotez- bile olsalar, teknik yöntemler gerçekte,
lerden olgusal olarak sınanabilir sonuçlar esas itibariyle bilimin mantıksal yön-
çıkarhhr. temlerinin yardımcıları olmak duru-
Bu sınama faaliyeti sırasında,
hipotez mundadırlar.
tüm olgular tarafından dogrularursa, Başka bir deyişle, saf biliınde, bilimin
onun söz konusu alandaki tüm olguları teknjk yöntemleri genellikle kendilerin-
gerçekten açıkladıgı ortaya çıkarsa, hi- de bir amaç degildir. Onlar, ya gözlem,
potez ya da hipotezler kavramsal bir sis- ya da akılyürütme için yardımcılardır.
tem içinde ifade edilebilir; onlar, bu du- Bilimin teknik yöntemleri, zaman za-
rumda bir teori düzeyine yükselir ve bir man, ya başka türlü hiçbir şekilde göz-
ke~if olarak nitelendirilir. Öte yandan, o lenemeyen ve ölçülemeyen, ya da iyi bir
144 bilim sosyolojisi

biçimde gözlenemeyen veya dakik bir bi· katin, gerçeklikle ilgili dogrulann orta-
çirnde ölçüterneyen belirli fenornenleriıı. ya çıkabilmesi için toplurnun nasıl ör-
gözlenınesini ve ölçülmesini olanaklı gütlenmesi ve düzenlenınesi gerektigi
hale getirir. Diger zamanlarda ise, teknik sorunu üzerinde odaklaşır.
yöntemler, araştırınacıya, araştınnakta Amerikan kökenli bu klasik, nonnatif
oldugu fenornenlerin ortaya çıkış koşul­ yaklaşuna bir tepki olarak gelişen ikinci
lamu ve durwnlanru, bu fenomenler gelenek ise, bilimsel bilginin içeriginin
hakkında yalnızca rnuglak bir biçimde çok büyük ölçüde ihmal edildigi gerçe-
spekülasyonda bulurunak yerine, onlar ginden hareketle, bilimsel bilginin üreti-
hakkında kesin ve güvenilir bir biçimde minde söz konusu olan mekanizmalar
akıl yürütecek şekilde belirlerne olanagı üzerinde yogunlaşrnış ve bilim pratigi-
verir. ni betirnleyen bildik kural ve yöntemle-
Bilimin Yunan'daki başlangıcında tah- rin bilimsel araştırmanın sonucunu ya
ınini ve hayli spekülatif bir yapıda ol- da bilimsel tartışma ve ihtilafların çözü-
ması, muhtemelen, uygun teknik yön- me nasıl baglandıgını açıklamaya yet-
teıniere ve bilimsel rnalzeıneyc sahip rnedigini göstermiş olan bir yaklaşım­
olunmamasından kaynaklanmaktadır. dır. Hakikat terimini bilim sosyolojisinin
Bununla birlikte, teknik yöntemlerin ço- kendine ait terrninolojisinden atan bu
gu zaınan bir bilirnden digerine farklılık gelenegin ayırıo özelligi, bilimsel bilgi-
gösterdigi yerde, mantıksal yöntemler, nin sosyal olarak inşa edildigin öne
tüın bilimlerde az ya da çok ortaktır. Bu süren göreci bir anlayışın başlatıcısı ol-
ınantıksal yöntemler, dahası, sözcügün masıdır.

gerçek anlanu içinde bilim adamı olanlar bilinci teyleştiren görüş (İng. reifying
tarafından oldugu gibi, bilim adaıru ol- view of consciousnessJ Çagdaş varoluşçu
mayanlar tarafından da yararlarulabile- filozof tSartre'ın, tDescartes'tan başla­
cek olan biricik yönternlerdir. yıp, kendisine kadar uzanan ve zihni bir
bilim sosyolojisi [İng. sociology of science; +töz olarak gören, zihni ya da zihnin içe·
Fr. socı'ologie de la science]. Bilimsel ve riklerini şeyler olarak degerlendiren,
şeylere benzeten tüm zihin anlayışları
teknolojiyle ilgili fikir, kavram ve teori-
lerin felsefi bir mahiyeti olan diger dü- için kullandıgı genel eleştirel terirn.
şünce ve teorilerle, ama özellikle de
Bilinci şeyleştiren bu görüşlere ilişkin
itirazında, tHusserl'i tKant'ın epistemo-
sosyal kurum ve örgütlerle ya da kişile­
rin karakterleriyle olan ilişkilerini konu lojik projesini benimsedigi içineleştiren
Sartre'a göre, hem Kant ve hem de Hus-
alan sosyoloji dalı. Bilim ve teknolojinin
serl deneyimi, ttransendental bir ben,
toplwnun kurumsal boyutlarıyla, yani
yani bilincin gerisinde oldu~una inam-
iktisat, din, egitiın ve siyaset gibi ku-
lan bir şey aracılıgıyla açıklamışlardır.
rumlarla olan ilişkileri üzerinde yogun-
O, benin bu şekilde (ben ya da ruh ya
laşan disiplin.
da transendental bir güç şeklinde) bir
Bilim sosyolojisinde, günümüzde, bir- şey olarak düşünülmesinin ben le dün-
birine karşıt iki gelenek bulunmakta- ya arasındaki ilişkiyi problematik hale
dır. Bunlardan birincisi, bilimin ic:rası­
getireceğini öne sürdükten sonra, bilin-
nı, bilimsel faaliyetin sürdürülrnesini
cin bir şey olınadıgını, 'hiçbir şey' oldu-
mümkün kılan norrnatif degeı: ve ku- gunu söylemiş ve bilinci hiçlikle tanun-
rumsal düzenlerneler üzerinde yogun- lamıştır.
laşır. Kendisi, Protestanhgın yükselişi Başka bir deyişle, bilinçte tözsel hiçbir
ve demokratik ideallerin yayıhrnı da şey bulunrnadıgıru, onun yalnızca gö-
dahil olmak üzere, ınodernligin bilimin ründügü ölçüde varolma anlamında,
gelişimi üzerindeki etkilerini araştıran saf 'görünüş' oldu~nu söyleyen Sart-
Robert Merton 'un en önemli temsilcisi re'a göre, bilinç dünyadaki bir şey de-
oldugu bu gelenek, daha ziyade haki- gildir, o hiçbir şey, ya da hiçli.k.tir.
bilinebilirlik 145

bilinç [Os. ş u ur; ing. c:onscioıısness; Fr. ahlakıyla ilgili degerlendirme gücüne,
conscience; Al. bewusstsein]. Genel olarak, ödev ya da ahlak yasasının yankısa olan
insanda farkındahgın, duygw1un, algı­ içimizdeki sese ise alılaki bilinç denir.
mn ve bilginin merkezi olarak kabul edi- Buna karşın, kendi kendisiyle bilişsel
l~n yeti. Zihnin kendi içeriklerinin far- bir ilişki içinde olmayan, epistemolojik
kında oldugu, içebakış yoluyla bilinen, degil de, ontolojik bir çerçeve içinde de-
duyumlan, algılan ve anılan ihtiva eden gerlendirilen bilince refleksi{ olmayan bi-
bölümü. Öznenin kendi üzerine dönüp, linç ya da refleksiyon öncesi bilinç adı ve-
kendisini kendi düşüncesiyle kavraması, rilir.
kendine bir nesne olarak dışandan bak- Öte yandan, kendiliginden bilinç sevi-
ması durumu. Kendi içimizde ya da yesinin albnda kalan ve yalnızca yaşanı­
kendi dışımızda geçen bir şeye ilişkin lan ya da hissedilen, hiçbir bilgiyi içer-
sezgi. Bilme faaliyeti, bilinen içerik ve meyen psikolojik hale protabilinç adı
her ikisinin de ayırdu1da olma hali ara- verilirken, çok zayıf bir bilince veya, psi-
sında varolan ilişki. İnsanın kavram, kanalize göre, itilmiş arzularm meydana
imge, aa ve kıskançlık türünden aktüel getirdigi, komplekslerle dile gelen taba-
zihin halleri. İnsanın kendi beniyle ilgili na bilinçaltı adı verilir. İçebakış yoluyla
tüm yaşantılar. doğrudan ve aracısız olarak bilinerneyen
Genellikle tanımlanamaz ya da yalnız­ söz konusu zihin alanı, rastgele çagn-
ca insanın bilinçli deneyimlerine dola- şım, rüya analizi gibi tekniklerle su yü-
yımsız bir içebakışla başvurmak sure- züne çıkartıhr. Felsefede ilk kez tScho-
tiyle tanımlanabilen bir şey olarak gö- penhauer tarafından dile getirilen bilin-
rülen bilinç, iki dogrultuda analiz edil- çaltı düşüncesi, ünlü psikolog tFre-
miştir. Buna göre, bilinç edimiyle bilin- ud'un tpsikanaliz ögretisinin önemli bir
cin içerigi arasında bir ayınm yapılabilir bölümünü oluşturur.
ve bunlardan her ikisi de, bilincin ayrıl­ Buna karşın, sırurlı bir alanı olan ve
maz bileşenleri olarak görülebilir. üzerinde yogunlaştıgı nesnenin dışın­
Buna ek olarak, bilincin, sırasıyla bilgi, da hiçbir şeyi dikkate almayan bilinç dar
duygulanun ve iradi eylem olarak, üç bilinç diye tanımlanırken, bütünleri kav-
temel işlevden oluştugu ve yaşanan, rayan, nesneleri baglantılarıyla birlikte
duyumsanan şeyin dolaysız hissinden kavrayan bilince geniş bilinç adı verilir.
ibaret olan kendiliğinden Irilinç ve dolay- Nihayet, ister ahl~kr ya da ister entellek-
sız izienimin üzerine dönerek, onun ne- tüel olsun, bilincini yitirmiş olana bilinç-
denlerini, neliğini ve anlamını tahlil et- siz, bilinç alanının dışında kalanlara ise
ıneye çalışan rejleksif bilinç olmak üzere bilinçdışı adı verHir.
ikiye aynldıgı söylenebilir. Yine, bir öznenin bir bütün olarak fark
Öte yandan, standart ve yaygın bir söy- ettigi, ayırdana vardığı, idrak ettigi
lerumi temellendiren, A gibi bir kavram, fizikr ya da psişik verilerin bütünü bilinç
sözcük ya da söylenirnin b düşüncesini alanı olarak tanımlanır. Buna karşın, bi-
aktardı~ ya da ilettigi inancını herkesin linçte ortaya çıkan, söz konusu olan,
taşıması, ortak bir dili kullanan tüm in- . kendisini bilince dolaysızca sunan her
sanların bu inanca bir başkası için de türden deneyim, istek, ide ya da düşün­
sahip olması durumuna ortak bilinç adı ce içerigine; konusu dış gerçeklik olabil-
verilir. Yine, bir toplulugw1, tinsel ya da digi gibi, başka bilinç içerikleri de olabi-
manevr kişilik olarak, gerek olaylar, ge- len düşünce, yaşanh, hale bilinç içeriği
rekse hak ve ödevler alanında hissettigi denmektedir.
şeyler bütününe kollektif bilinç adı veri- bilinebilirlik [Os. malumiyet; İng. cognos-
lir. Öznenin kendi eylemlerinin ahlaki cibility; Fr. cognoscibilitt]. Bilinebilmek
degeri ya da çeşitli eylem tarzlan hak- için gerekli olan koşullara haiz bulun-
kında yargıda bulwuna gücüne, kendi ma niteli~.
14b bilinemezcilik

Bununla birlikte, anlaşılabilirlik, rasyo- masının olanaksız oldugunu dile geti-


nel bir bilgi olanagını ifade ettigi, ne al- ren felsefi ıavırlarıyla, bilimsel ve tarih-
gılanabilen, ne de imgelenebilenin, saf sel araştırmaların, kutsal kitabı, tan n sal
akıl tarafından kavranabilmesini ifade vahiy olanagını eleştirmeden kabul et-
ettigi için, bilinebilirlige göre, daha özel meyi giderek zorlaştırması ivme kazan-
bir niteliktir. dırmıştır.
bilinemezcilik [Os./ôirfaniye; İng. agnosti- Bununla birlikte, Kanı'ın da belirıtigi
cisuı; Fr. ngııosticisıııc. Al. ngnosticisınus]. gibi, bilginin mümkün olınadıgı yerde,
1869 yılında, Daıwinci evrim teorisinin inanç söz konusu olabllir-v.e.huıııian do-
savunucusu ünlü T. H. Hnxley tarafın­ layı, kişi felsefi anlamda biliııemezci olsa
dan yaratılmış bir teriın olarak bilme- da, dini bir çerçeve içinde Tanrı'nın varlı­
nie; 'bileırielnenallneTŞ1ire-t ·eaenal<ffiı gı.na inanabilir. Fakat, geleneksel biline-
ya da taVır-:--~-----· · mezciligin, Tann'nın varoldugu önerme-
Rus düşüiıür ve eylemeisi tLenin'in, fel- sini, dogrulanabilir olmasa bile, anlamlı
sefeleri temelde gerçek tmadded.lik ve bir önerme olarak gören balaş açısı, söz
tBerkeley'le başlayan idealist felsefeler konusu önermeyi dogrulanamadıgı için,
olarak ikiye ayırdıktan sonra, tHume'la aynı zamanda anlamsız bir önerme ola-
tl<ant'ın doganın, görünüşlerin gerisin- rak gören manbkçı pozitivistler tarafin-
deki gerçekligin bilinemeyecegini dile dan reddedilmiştir. Tanrı kavramının,
getiren görüşlerini bilinemezcilige örnek dinsel inanon ve genel olarak d ini söyle-
olarak verınesind_~ oldutu gibi, felsefi min kendisine özgü niteligi üzerinde
ya da metafiziksel bir bilinemezdlikten duran çagdaş tdin felsefesi, dinf ögreti-
söz etmek mümkün olmakla birlikte, bi- leri, gerçekli~ dogası hakkındaki sözde
linemezcilik temelde dini ~jr görüş ola- bilimsel ögretiler olarak görmenin sonu-
rak ortaya çıkar. Buna göJ<" g'W.\':lbi~ cunda ortaya çözülemez güçlükler çıktı­
çeve içinde, şeylerin, varolaniann . aı gı konusunda, bilinemezdlerle çogu
ve en yüksek dogalan ve dini dogmala- zaman tam bir uyuşma içindedir. Bu-
rın iddiaları yla ilgili konularda, yani fel- nunla birlikte, din felsefesi, b u durwnu,
sefenin ve dinin kapsamı içinde kalan dinf ögretilerin çok farklı bir işieve sahip
birçok konuda doyurucu bir bilgiye eriş­ oldugu gerçeginin bir ifadesi olarak de-
meniı:ı_iı:nkaıısız oldugunu, bu -g.ibi.du·-· gerlendirir.
rumlard~ yapılacak tek şeyin.Ye gerçek. - bilinemezcilil;e reddiye [İng. refutatioıı.
bilgeligin, bilim J<.onuşam.adıgı .. ~\!r~ce, rejection ofagnosticisnı; Fr. refus de l'agnos-
susn1aJc.9f~u~·ni.ı sa~rı!IIJ..\)illnem._g:ig~ ticıSnıe]. Tam olarak bilinemezciler gibi,
lik, dini bir çe_rçefe . idml~,___ t~jşt!".ım Tanrı'nın akıl yoluyla bilinemeyecegini
Tanrı'nın yarqldugu, ateistleriıvl'anrl'!)_ın kabul etmekle birlikte, bilinemezciligin
varolınadıgı tezinin tıı.rsine, Tann'nın..va, . tutarlı olmadıgını, inanma, kendi eksik-
roldugunun ya~arolmadıgı.run,. ilke ligini giderme, varoluşunu anlamian-
olarak ya da u lamada bilinemeyece- dırma ihtiyacında olan insanın ihtiyaçla-
gin,i öne ~.ü.rer:' r. ··-'-· rına uygun düşmedigini dile getiren
Kökleri tSofistlerle tSokrates'e kadar filozofların tavn için kullanılan ifade.
geri giden, Ortaçagda olwnsuz teolojiyle Bab felsefesinde bu tavır, üç filozof tara-
ifadesini bulurken, günümüzde ise en fından sergileıurıiştir. Bunlardan birincisi
çok mantıkçı pozitivistler tarafindan sa- kwnarbaz argümanıyla tPascal, inanç at-
vunulan bilinemezcilik tfideizmin tam layışıyla tKierkegaard, insandaki çok
karşısında yer alır. Düşünce tarihinin temelli inanma istegine atıfta bulunan
farklı dönemlerinde, farklı biçimler al- James'hr.
tında ortaya çıkmış olsa da, bilinemezci- biliş [İng. cognition; Fr. cognition]. Entel-
lige, Hume ve Kant'ın, insan varlıgının, lektüel bilgiyle bilme eylemini, bilme fa-
deneyimi aşan konularda bilgiye ulaş- aliyetini meydana getiren süreci; düşün-
bilişsel 147

me, kavrayış, akılyürütme türünden et- masıyla baglanblı olan yönleri için kulla-
kinlikleri, sembolleştinne, inanç, prob- nılan sıfat. · İnsan varlıklarının akıl ve
lem çözme türünden zihinsel davranış­ akıllılıgı içeren yönü için kullanılan nite-
ları gösteren şemsiye terim. En geniş leme.
anlanu içinde, yani önermesel olmayan ı Buna göre, bilişsel sıfab, öncelikle ve
kavrayışı (algı, bellek, içebakış, v. b. g.) en genel olarak, zihinsel süreçler üçleme·
oldugu kadar, bu türden bir kavrayışı sinde, bilme ya da düşünme süreci ve fa-
ifade eden önermeleri ya da yargıları da aliyetini, duygusal süreçlerden ayırd
içeren bilgi. etmek için kullanılır. 2 Sıfat ayrıca, bir
Bilme ya da biliş sürecinin tam olarak önermeyle aktarılan anlam türünü ta-
ne oldugu konusuyla, bilen zihin ve rumlamada söz konusu olur. Buna göre,
dış gerçeklik arasındaki ilişkinin ne ol- bilişsel sıfah, dogru ya da yanlış olabi-
dugu konusu filozoflar tarafından ta İlk­ len türnce ya da önennelerin sahip oldu-
çag'dan başlayarak ele alınmış, bu konu- gu anlam türünü, anlamlı olabilmekle
da farklı yaklaşımlar geliştirilmiştir. birlikte, dogru ya da yanlış oldukları
Çagdaş felsefedeki iki temel yaklaşım­ söylenemeyen buyruklardan ya da duy-
dan birind.si, düşünceyi ve akılyürütme gusal bir anlam taşıyan deyişierin anla-
sürecini açıklarken, insan zihnini geliş­ mından ayırd ebneye yarar.
miş bir bilgisayar sistemine benzeten,
3 Bilişsel nitelemesi, ayrıca araştırma
digeri ise, İsviçreli psikolog tPiaget'nin konusu bilgi olan psikoloji, epistemolo-
çalışmalanna dayanarak, özümseme ve
ji, nörofizyoloji, bilgisayar gibi bilimleri
uyarlaruna süreçlerini birbirinden ayı­ tasnif etmek için kullanılır. Nitekim, bu
ran yaklaşımdır. bilimlere, konusu bilgi olan bilimler an-
bilişçilik [İng. cognitivism; Fr. cogniti"uis-
lanunda biliş bilinıleri adı verilir. S1fat
nıe]. ı Realizıne oldukça yakın düşen bir
yine, başkaca şeyler yarunda bilgi ko·
anlam içinde, bilim ya da ahlak gibi bir
nusunu ele alan bir disiplinin bir dalıru
disiplinin konu aldıgı bir alanda, ilke ola-
tanımlamak için kullanılır. Buna göre,
rak bilinebilir veya keşfedilebilir olgular
varlıgını kısmen biliş konusuna, kıs·
bulundugunu öne süren görüş. Buna
göre, metaetik görüşler arasında, ahl!k.a men de bakış açısına borçlu olan, ve
davraruşçıhga karşıt olarak, içsel ve zi-
konu olan alanda bilinecek ahlaki olgular
bulundugunu savu.nan yaklaşuna, ahlaki hinsel süreçlerin önemini vurgulayan
bilişçilik adı verilmektedir.
psikoloji dalına bilişsel psikoloji adı ve-
2 Bilişçilik, psikolojide ise, davraruşın rilmektedir. Bilişsel psikolojinin temel
içsel terimlerle, algı, bellek, tutum ya da kabulü, bir organizmayla çevresi arasın­
karar verme gibi zihinsel süreçlerle açik- daki etkileşimin, organizmanın yalnızca
lanması gerektigini öne süren görüşe davraruşıru ya da fizyolojik durumunu
karşılık gelir. 3 Öte yandan, bilişçilik. değil, fakat ~vresi hakkındaki bilgisini
zihin felsefesinde, bilginin gerçek şeyle­ de degiştirdiği ve bu degişimin organiz-
rin yerini tutan, sinir sisteminin çok çe- marun halihazırdaki tepkisinden başka,
şitli h§lleriyle özdeşleştirilmiş sembol- çevreye olan gelecekteki yönelişini de
lerden başka bir şey olmayan zihinsel etkileyebildigi düşüncesinden meydana
unsurların işlemlerinden meydana gel- gelir. Zihinsel yaşamın bilgilenm.e sü-
digini öne süren ö~etiyi gösterir. reçleriyle ilgili boyutlannı konu alan bi-
biliş sel [İng. cogniti'Oe; Fr. cognitij]. Bilgiyle lişsel psikoloji, tarihc;el olarak duyumcu-
ilgili olaru, bilgiyi içereni; zihinsel yaşa­ luktan ve, bireysel ve toplumsal ögrerune
mın bilgilenmeyle ya da (yanlış olabile- kuramlarıyla, koşullanma ve egitilebilir-
cekleri ya da gerekli temellendinneden lik görüşünde temellenen çagrışımcı
yoksun olduklan gerekçesiyle bilgi ola- epistemolojinin bir birleşiminden dog-
rak görülmeyen) inançlann oluşturul· muştur.
148 bit

4 Yine psikolojide, fakat daha çok sosyai içinde, benin kendi bilincine bir neden
pısikolojide, algı, bellek, tuh.ıın ve karar olarak vardıgını, bizim benimizi aktüel
v~rme benzeri zihinsel sürcc;lerle sosyal somut ilişkilerde etkin bir güc; olarak
davranış arasında kurulan baglar üzerin· algıladıgıınızı veya sezdigiınizi söyle-
de odaklaşan, ve davraruşc;ılıgın tam miştir. Descartes'ın fenomenal benle
tersine, insan varlıklanrun uyaranları se- numenal ya da tözsel beni birbirine ka-
c;erken, anlamlar üretir ve dün yalanı u rışhrdıgını iddia eden filozof, burada
anlamlı hale getirirken, etkin olduklanru kalmayıp, bizde, tamalgıdan ya da fe·
vurgulayan kuramiara bitiş teorileri den- nomcnal benden ayrı olup, sürekli ve
mektedir. kalıcı tözscl bir güc; olarak ortaya çıkan
5 Buna mukabil, söz konusu özellikleri metafenomenal ya da numenal bir benin
taşımadıkları, önermelerinin bir bilgi varoluşuna inanma yönünde bir egilim
degeri taşımadıkları 5avlanan disiplin· bulundugunu söylemiştir.
ler, bitişsel olmayan, gayri·bilişsel disip- Ona göre, fenomenal ben algı ya da sez-
liııler olarak tanımlanır. Ömegin, ahlaki ginin nesnesi iken, nwnenal ben inanan
degerlerle ilgili olan, ahlaki degeriere konusunu oluşh.ırur. Bu sayede bilgiden
gönderirnde bulunan türnce ya da öner· inanç alaruna geçerek, metafiziginin sı·
nırlanru geliştiren Biran, yine de insa·
melerin, kaıutlanabilir dogrulan dile g~
nın ic; yaşamının filozofu olmaktan hiç
tinnedikleri için, tasviri, betiınlemesel bir
vazgec;ınemiştir. O, bir yandan insan
bilgi ic;ennediklerini, bilişsel bir deger ta·
aklıyla iradesinin sınırlıligını vurgular·
şımadıklarını ve dolayısıyla ne dogru ne
ken, diger yandan da insan yaşamının
de yanlış olduklarını, yalnızca türnce ya
üc; ayn düzeyinden söz etmiştir. Başka
da önermeyi kuran kişinin duygusal tep-
bir deyişle, insanın duyumsal varlık dü·
kilerini ifade ettikJetini öne süren ahlak
zeyiyle, onun özgür, düşünen, bilinçli
görüşüne bitişsel olmayan ahilik adı veri·
özne olarak yaşamına tinsel yaşamı ek·
!ir.
leyen Biran, söz konusu üçüncü yaşam
bir [Os. vatıit; İng. one; Fr. un; Al. ein]. Varo-
düzeyini belirleyen ögenin Tann'yla iliş·
lan herşeyin kendisine öykündügü, ken· ki içinde olma olgusu oldugunu ifade et·
disinden pay aldıgı ezeli--ebedi, yetkin miştir.
Form. Varolan herşeyin kendisinden tü· bir arada olabilirlik [İng. compossibility].
redigi, sudur ettigi tanrısal varlık. Tanrı, Çelişik olınayan ve bir mümkün dün-
Dünya Ruhu, Mutlak Zihin ya da Tin. yaya ait olan şeylerin birlikte olabilece-
Herşeyin varoluşunu kendisine borçlu gi düşüncesi.
oldugu, ilk varlık, ilk ilke; fenomenlerin, Metafizik imkandan, yalnızca çelişki·
görünüşlerin gerisindeki ilk temel ger· den bagışık olmayı anlayan tLeibniz'e
c;eklik. Dogasa, özü başka bir şeyin sonu· göre, varlıkların, Tanrı tarafından bili·
cu olmayan, başka bir şeyden türeme- nen, fakat hiçbir zaman gerçekleşme­
memiş, degişmez, mutlak, bagımsız ve miş ve asla da gerçekleşmeyecek olan
zorunlu varhk. sonsuz sayıda mümkün birleşimleri,
Biran, Maine de. 1766-1824 yıllan arasın­ bir arada olabilirlikleri vardır.
da yaşamış olan Fransız spiritüalist fi· bireilik [Os. ittifuidiye; İng. monisnı; Fr.
lozofu. nıonisnıe; Al. moııisnıus]. 1 Genel olarak,
Fransız felsefesinin Descartes'tan başla­ ti.kicilik veya tc;okc;ulugun tersine, konu
yarak oluşan özne çıkışlı gelenegi içinde aldı~ alanda, tek bir ilkenin veya gerçek
yer alan Biran, refleksif psikoloji olarak bir birligin varoldugunu öne sliren ögre·
metafizik anlayışının savunuculugunu ti. Bircilik, ömegin ahlAk felsefesinde,
yapmış ve metafizikten içsel fenomenle· etik davranışı belirleyen alanda, tek bir
rin bilimini ya da ic; duyunun ilkel veri· ahlaki ilke ya da tek bir temel deger ol·
lerinin bilimini anlamıştır. Bu çerçeve dugunu savunan görlişe tekabül eder.
bireilik 149

2 Evrendeki herşeyin, yalnızca Tanrı, yalıuzca i:inin varoldugunu, bütün ger-


madde, zihin, lin, enerji ya da form gibi çekligin içsel, tinsel yaşamın tezahürü
tek bir bileşenin faaliyetine indirgene- oldugunu söyleyip. gözle görülür dünya
bilecegini, ya da tek bir bileşenin faali- ile anlaşılır dünyanın birligini tin temeli
yeti aracılıgıyla açıklanabilecegini sa- üzerinde kurar. Gerçekligin fiziki dünya-
vunan ögreti; evrendeki herşeyin tek, dan meydana geldigini savunan dognlcı
nihai ve en yüksek bir kaynaktan türeti- bireilik ise, maddecilikten, psişik olaru
lebilecegini savunan yaklaşım; gerçek- fiziki olandan türetmemek, psişik olanın
ligin bir olup, onun dışında herşeyin en baştan beri maddi dünyanın en ilkel
bir yanılsama oldugu inancı. ve en küçük parçalan olarak varoldugu-
Gerçekligin bir oldugunu iddia eden, nu söylemek bakunından aynlır.
şeylerin zaman (yani, degişmeden bagı­ 3 Zihin felsefesinde, zihin ve beden ara-
şık oluşlannı) ya da mekM\ içindeki bir- sındaki ilişkiyi, zihin ve bedenin mutlak
ligini (yani, bölünemezligini) vurgulayan bir biçimde özdeş oldug-unu söyleyerek
veya şeylerin nitelik bakunından bir ol- açıklayan görüş. Burada bircilige örnek
dugunu (yani, farklılaşmamışhgını) sa- olarak, zihinsel fenomenterin fiziki feno-
vunan ögreti olarak birdlik, zihin ve menlerle; bilinç hallerinin belirli sinirsel-
beden arasındeıki ilişkiyi, zihin ve bede- fizyolojik hallerle bir ve aynı oldugunu;
nin mutlak olarak özdeş oldugunu, onla- bu özdeşligin, mantıksal degil de, empi-
nn aynı ttöziin görünüm ya da teza- rik ya da olumsal bir özdeşlik oldugu-
hürlerinden başka bir şey olmadıgını nu dile getiren maddeci zihin anlayışı,
söyleyerek açıklar. Bircili.k, 19. yüzyılda, zihnin veya duyumların, algılann, genel
karşuruza, tüm fenomenleri tek bir ilke-
olarak biJincin beyinsel süreçlerle, mer-
ye indirgeyen ya da tüm fenomenleri tek kezi sinir sistemindeki fiziko-kimyasal
bir ilkeyJe açıklamaya çalışan anlayış olaylarla bir ve aynı oldugunu savunan
anlayış olarak zihin-beden özdefliti kurn-
olarak çıkmaktadır.
mı verilebilir.
lki ayrı bircilikten söz edilebilir: Bun· 4 W. tJames, kimi yeni-realist düşü­
lardan birincisi. evrende kaç tözün va-
nürler ve B. +Russell tarabndan benim-
rolduguyla ilgili olan 2-a) tözsel birci-
senen, zihinsel ve fiziki fenomenlerin
lik'tir. Bu tür bir bircilik, birbirlerinden
aynı şekilde, kendileri ne zihinsel ne de
bagımsız olan tözlerin görünüşteki çok-
fiziki olan birtakım nihai bileşenlerden
lugunun, gerçekte tek bir tözün tezahü- hareketle kuroldugu ögretisi ise, nötr
ri1 ya da ifadesinden başka hiçbir şey
bireilik olarak tanunlanmaktadır.
olmadıgını ve yalnızca tek bir tözün va-
S Bireilik terimi daha özel bir anlam
roldugunu öne sürer. Buna karşın, bir- içinde, 19. yüzyılın sonlanna dogru sa-
dligin ikinci türü, hangi töz türlerinin dece tek bir hakikat bulundugunu öne
varoldugu konusuyla ilgili olan ve varo- süren ögretiyi tanımlamak için kullanıl­
lan tüm tözlerin tek bir türden oldugu- mıştır. tHegel ve tBradley gibi idealist
nu öne süren birciliktir. Bu tür bircilige filozoflann sistemlerini tanımlayan söz
ise, 2-b) sıfııtsal bireilik adı verilir. konusu bircilige göre, Bütüne dair bü-
Evrende yalruzca tek bir tözün varoldu- tünsel hakikatin dışında hiçbir şeyin
gunu, geri kalan herşeyin bu tek tözün dogru degildir.
tezahürleri, görünüşleri, tavır ve de~­ 6 Bireilik yine aym dönemde, modem,
şiınleri oldugunu savunan görüş olarak bilimsel dünya görüşüne uygun düşen
gerçek bircilige, yani tözsel bircilige, yal- ontoloji olarak nötr birciligi öne süren
nızca Spinoza'nın sisteminde rastlanır. Emst +Haeckel ve Wilhelm Ostwald gibi
Bwtun dışında, birdlik, yine idealisi bir- düşünürlerin, geleneksel din ve spekü-
cilik ve dotalcı bireilik olarak ikiye ayn- latif felsefeyi reddeden laik ve toplum-
lır. Özellikle tSchelling'in özdeşlik fel- sal refonn amaC'ı güden felsefi bakış açı­
sefesinde ortaya çıkan idealist bircilik, lannı tanımlamak için kullanılmıştır.
150 birey

birey {Os.fert, ~nhıs; İng. iııdiviudal; Fr. iııdi­ yüksek amacının bireyin, kişinin hakla-
Pidu; Al. individuuııı]. ı Ayrı bir birlik ya rını korumak, bagımsızlıgını güvence
da birim olarak varolan ve aktüel ya da altına almakve gelişimini hızlandırmak
kavramsal olarak, ancak ve ancak kendi- oldugunu savunan anlayış.
sine özgü kirnligi yitirmek pahasuıa bö- Esasen 18. yüzyılda, klasik ekonomi
lünebilen tck varlık. Tek tek sayılabilen, politigin yükselişiyle anlam ve önem
kendisinden ınantıksal olarak söz edilebi- kazanan bir ögreti olarak bireycilik, bi-
len varlık 2 Ayrı hıhılabilen, bagımsız reylerinin dışındaki bir gerçeklik ola-
bir varbgı olan, bireyleştirilebilen, bir rak toplumun varoluşunu . yadsıyan,
düşünce ya da türncenin öznesinin dış özgür bireylerin ekonomik alandaki
dünyadaki karşıhgı yapılabilen şey. 3 rekabetlerinin yararlı sonuçlarını vur-
Kendisini gösteren, belirleyen karakteri, gulayan, işbölümünün gelişimiyle bir-
temel özellikleri ortadan kaldırmaksızın likte, rollerde söz konusu olan çeşitlen­
bölünemeyen, bölünecek olursa da, par- meyle, bireysel farklılıklara özel bir
çalaruıa bütünün adı verilerneyen canlı önem atfeden görüştür. Bireycilige göre
insan varlıgı. devlet, bireylerin kendi amaçlarına ulaş­
Buna göre, bir taş bir birey degildir, mak için kullaıunak durumw\da olduk-
çünkü taşın bir parçası yine bir taşhr. lan bir araçhr ve hiçbir zaman kendi
Fakat bir insan bir bireydir, çünkü insan içinde bir amaç olamaz. T opltun bireysel
bölündügünde, parçalara aynldıgında, üyeleri içln varolur.
elde edilen şey bir insan degildir. Bu ne- 4 Metodolojide, sosyal araştırma ve te-
denle, felsefede birey kavramı daha çok
orinin, sadece bireylerin gerçek bir varo-
canlı varlıklar için kullanılarak, cansız
luşa sahip oldugunu varsayarak ilerle-
varlıklar söz konusu oldu~da, onlar
mesi gerektigini öne süren görüş. Ör-
bir türün örnekleri diye adlandınlır.
ne~in, sosyolojide, tüm sosyolojik aı;ık­
4 Birey kavramı, mantık alanında ise, bir
lamalann, bireylerin özellik ya da karak-
türün kapsamı içinde yer alan somut var-
teristiklerine indirgenebilir oldugunu
lıgı; yüklemlerin ya da fonksiyonların
karşıh olan şeyi gösterir.
savunan yaklaşım. Söz konusu bireyci
yaklaşım, sosyolojik açıklamalarda bi-
bireycilik [Os. ferdiyye; İng. individualism;
Fr. individualisme; Al. individualismus]. ı reylerin özelliklerin göz ardı edilecek
Genel olarak, bireylere, bireysel insan kadar önemsiz oldugunu, toplumsal ol-
varlıklarına ontolojik, mantıksal, meto- guların bagunsız bir varoluşu olup, bi-
dolajik ve aksiyolajik bir öncelik veren, reylerden bagımsız olarak araşhnlabile­
somut olan gerçekligini vurgulayan gö- cegini söyleyen holist görüşün tam kar-
rüş ya da anlayış. 2 Ontolojide, sadece şısında yer almaktadır.
bireylerin gerçek oldugunu, bü tünlerin. S Ahlaki anlamda da, ulusal adet ve ge-
kendilerini meydana getiren bileşenie­ lenekleri eleştiren, ahiili yükümlülü-
rin ve söz konusu unsurların birbirle- ~ bireyin bilincinde doguştan var ol-
riyle olan karşılıklı ilişki ve etkileşim­ dugunu, ahl:iki ödevlerin kaynagının,
Ierin üstünde ve ötesinde bagımsız toplum ya da başkaca kurumlar olma-
hiçbir gerçekligi olmadıgını öne süren yıp, bireyin kendisi oldugunu, bireyin
görüş. gelişmesinin, ahlaki yaşamın en yüksek
3 Siyaset felsefesinde, devletin birey amacı oldu~nu savunan anlayış; aksi-
için varoldugunu iddia eden, bireyin öz- yolojide, asli, temel ve hakikidegerin bir
gürlü~e büyük önem veren ve kendi- insan varlıgımn bireyselliginde, onun
sine yeten, kendi kendisini yönlendirebi- bireyselligi için özsel olan etkende, ör-
len bireyi, toplum ve devlet karşısında negin bireyin biricikliginde, kendi ken-
ön pl~na çıkartan akım; tüm siyasf örgüt disini belirleme gücünde, v. b. g., bu-
ve toplumsal oluşumların temel ve en lundugunu öne süren görüş.
birinci dereceden töz 151

6 Ekonomi alanında, serbest rekabeti, te· İşte bu baglamda, madde ya da form


şebbüs özgiirlügünü temele alan liberal ya da Tan rı benzeri bir nedene, bireyin,
an la yı ş. 1 Dini bir çerçeve içinde ise, bire- aynı türün tüm diger üyelerinden ayrıl­
yin Tanrı'yla olan ilişkisinin, devlet ya da masını saglayan ilke ya da nedene lıirey­
başka kurumlar tarafından degil de, bire- leşinı ilkesi adı verilir.
yin kendisi tarafından belirlendigini, bi- birinci dereceden töz [İng. primaıy subs-
reyin dini konularda özgürce düşünme taııce; Fr. substaııce prinıaire; Al. priıııaer
ve tartışına hakkının bulundugunu, bire- sırlıstaıız]. İlkçag Yunan felsefesinde, ö-
yin diledigi dine ya da dini topluluga gi- zellikle de tAristoteles'te, 'şu' diyerek
rebilecegini savunan ögreti. gösterdigimiz, bireysel varlık.
bireyleşim [Os. teşalllı us; İng. iıidividuati­ Bir isimle gösterilen ve bir yargı ya da
oıı; Fr. iııdividuation; Al. individuation] 1 tümcede, yüklem konumunda degil de,
Tikel ya da bireysel bir şeyin ilgili tümel her zaman özne konumunda bulunan
ya da formdan çıkması durumu; tikel ya şey için töz deyimini kullanan Aristote-
da bireysel olanın, tümel ya da genel les, birinci dereceden tözü, varolmak için
türü tarafindan belirlenmesi hiili. 2 En kendisinden başka hiçbir şeye ihtiyaç
yüksek noktasına, en üst düzeye bagtın­ duymayan, başka şeylerle göreli olarak
sız kişilikle eren gelişme süreci. 3 Nes- bagımsız bir ontolojik ilişki içinde bulu-
nelerin birbirlerinden farklılık gösteren nan somut varlık diye tanımlamıştır.
ayrı tikeller, tek başlarına varlık taşıyan Onda töz, bir madde ve formdan mey-
bireyler olmaları durumu. dana gelen somut, bileşik nesneyi, bir
Buna göre, nesnelerin oldukJan bireyler şeyin, bir özellik ya da niteligin kendi-
olarak varolmalarının hangi ilkeye göre sine yüklenebildigi, fakat kendisinin
oldugu, nesnelerin hangi ilkeye göre bi- başka bir şeye yüklenemedi~ varlıgı
reyleştigi, bir nesnenin evrenin geri kala- ifade eder.
rundan hangi ilkeye göre ayırd edildigi, Buna göre, birinci dereceden töz, kendi-
bir nesnenin başka nesnelerden ayrılma­ sine birtakım özelliklerin atfedilebildigi,
sının ne oldugu konusu, felsefede birey- belirli bir ilişki içinde bulunabilen, şu
leşim terimiyle ifade edilir. ya da bu durumda olabilen, ancak ken-
Bireyleşim konusunu ilk kez olarak ele disi bir özellik, bir ilişki, bir durum, v. b.
alan Aristoteles'e göre, varlıktaki bireyle- g., olmayan şeydir. Töze örnek olarak,
şim ilkesi maddedir. Buna göre, Ahmet somut, bireysel şeylerin dünyasındaki
ve Mehmet, Platon ve Sokrates form ba- 'şu' masa, 'şu' sandalye, 'şu' kitap, 'şu'
kınundan ayrudır, yani onlar aynı insan insan verilebilir. Tözlerden farklı olarak
formuna ya da özüne sahiptirler, fakat bir şeye yüklenebilen özellikler ve yine
Aristoteles'e göre, şekil alan form kaza- belirli nesneler, durumlar, v.b.g., arasın­
nan farklı madde sayesinde farkhlaşır, da söz konusu olabilen ilişkiler, tözün
farklı bireyler haline gelirler. tam karşısında yer alır.
Aristoteles'i birçok konuda oldugu gibi, Aristoteles ve Skolastik filozoflar, özel-
bu konuda da izleyen, Ortaçagın en liklerin, ilişkilerin, durumların, v. b. g.,
önemli düşünürü Aquinalı Thomas ise, kendinden-kaim, yani kendinden var ve
bir nesneyi bir demir, bir agaç, bir köpek kalıcı olmayışiarına karşılık, tözün ken-
yaparak, onu ait oldugu sınıfa ya da dinden var ve kalıcı oluşuna büyük bir
türe yerleştiren tümel öge olarak for- önem vermişlerdir. Ömegin, kırmızılık
mun, şu tikel tözün formu olabilrnek özelligi, bu özellige sahip olan bireysel,
için. bireyleşrnek ihtiyacında oldugunu somut bir töz dışında, kendi başına va-
söylemiştir. Aristoteles gibi hilomorfik rolamaz. O, ancak bir tözün, ömegin bir
bir varlık görüşü benimseyen +Thomas gülün bir özelligi olarak varolabilir.
da, formu bireyleştiren şeyin, madde Fakat, kırmızıilgın kendisinin bir özelli-
oldugunu söylemiştir. gi oldugu şu ya da bu gül, varoluşu
!52 birincil ve ilcincil nitelikler

için kendisincien başka bir şeye gerek gılayan öznenin içinde bulundugu ko-
duymaz ve kendi başına varolur. şullar degiştikçe degişıne gösteren ni te-
birincil ve ikincil nitelikler [Os. keyfiyatı liklerdir. Onlar bundan dolayı, nesnelere
zıitiye ve Mliye; İng. primanJ a11d secondanJ ait olmayan, dünyada, 'orada' olmayan
qııalitics; Fr. qualiU:s primaires et secondılires] niteli.klerdir. Ayrıma göre, dış dünyada-
Nesnelerin ya da maddenin nitelikleriy~ ki nesneler aktüel olarak birincil nitelikle-
le ilgili olan temel ayırım. re sahiptirler; onlar yalnızca, kendilerini
· Ayırıma göre, 1 a) hareket, sükunet, bü- algılayan öznelerde, ikincil niteliklerin
yüklük, şekil, kahlık, sayı ve yapı gibi doguşuna neden olurlar. Bundan dolayı,
nitelikler, madde ya da varlıgın birincil birincil nitelilclerin nesnede olduklan
nitelikleridir. Bu nitelikler, b) maddenin yerde, birindi niteliklerin dogurdugtı
kendisinde varolur, yani onlar, varoluş­ ikincil nitelikler algılayandan algılayana
ları için bilince, insan zihnine baglı degil- degişebilmektedir.
lerdir. Bunlar, dış dünyada bulunan şey­ Ayırım, ilk kez olarak, İlkçag Yunan
lere her ne yaparsanız yapın, bu şeylerin felsefesinde atomcu filozoflar Leukip~
yine de sahip olmaya devam edecekleri, pos ve tDemokritos tarafından öne sü-
hangi konum ya da durumda bulunur~ rülmüştür. Aynı ayının daha sonra,
!arsa bulunsunlar, kendil~rinden ayrıl~ özellikle modern bilimin doguşu sıra­
maz olan niteliklerdir. Ömegin, ya~ sında, tGalile, tNewton, +Boyle gibi
dondurun ya da odunu yakın. Onlann, bilim adamları ve düşünürler tarafın­
hiç kuşku yok ki, renkleri ve kütleleri de- dan benimsenmiştir. Bununla birlikte,
gişecek, fakat onlar yine de belli bir birincil ve ikincil nitelikler ayınmı, fel~
şekle, belli bir katıhga, belli bir agırlık ya sefede genellikle İngiliz empirist filozo~
da kütleye sahip olacaklardır. fu tlocke'un adıyla birleştirilir. Birincil
Buna karşın, 2 ikindi nitelikler, a) renk, ve ikincil nitelikler ayuuru Locke'un ar-
ses, koku gibi duyumlanan niteliklerdir dından İngiliz tempirizminin en temel
ve b) onlara, bizde, maddede varolan bi- kavramlarından biri haline gelmiş ve
ı'incil niteliklerin neden olduguna inaıu~ tBerkeley'e, tmaddesizcilik görüşüne
lır ve c) bu nitelikler, varoluşları için, giden yolda önemli bir destek sagla-
zihnin bilme, duyumlama ya da algıla~ mıştır. Nitekim, yalnızca ikincil nitelik~
ma faaliyetine baglıdırlar. Birincil nite~ lerin degil, fakat birincil niteliklerin de
likler, gerçeklikte, algılayan ya da göz- zihinde varoldugunu, yani özneye ba~
lemleyen özneden bagımsız olarak va- gımlı oldugunu öne süren Berkeley,
rolurlar. Onlar nesneldirler, yani kendi~ buradan hareketle öznel idealist bir fel-
sini algılamadıgırruz zaman bile, algıla­ sefe geliştirmiştir.
dıgunız nesneye aittirler. Oysa ikincil ni- Felsefesinde şekil. büyüklük ve hare-
telikler, yalnızca bilince, özneye baglı ket gibi birincil niteliklerle, renk, ses,
olarak varolur. Yani, onlar özneldirler. koku ve tat gibi ikincil nitelikleri birbi-
Başka bir deyişle, ikincil nitelikler yal- rinden ayıran tDescartes'ın yaptıgı ay-
nızca degişen koşullara, bedendeki de- rurun temelinde ise, birincil niteliklerin
gişmelere baglı olarak farklılık göster~ zihnin sezgisiyle bilindigi yerde, ikincil
mekle kalmayıp, belirli durumlarda niteliklerin bilgisinin duyulara baglı ol~
tüınüyle yok olup giden niteliklerdir. ması gerçegi yer alır. Öte yandan, birin~
Buna göre, ışık yoksa eger, nesneler cil niteliklere ilişkin idelerimiz açık ve
renkli olmayacaklardır. ikincil nitelikler, seçik olduklan için, nesnelerin bu nite~
nesnel varoluşu olmayan, fakat nesnenin liklerc sahip olduklarından emin olu~
bir özneyle teması sonucunda ortaya ruz, yani, bu konuda bir güvencemiz
çıkan, bir öznenin üşübnesi durumun- vardır. Bundan dolayı, birincil nitelikte~
da, hiçbir koku alamaması ömeginde ol- rin nesnel bir varoluşa sahip olduklan
dugu gibi, tümüyle özneye baglı olan, al- söylenebilir.
biyo 153

Oysa, ikincil nitetikler söz konusu ol- ınış ve yaşamda sevginin önemi büyük
du~unda, nesnelerin bu niteliklere sa- bir güçle vurgulamıştır.
hip olup olmadıkları kesin olarak biline- birlikte deAişme yönlemi [ing. method of
mez. Başka bir deyişle, ikincil nitelikler concomitant variations]. Ünlü Ingiliz em-
söz konusu oldu~unda, zihin hiçbir şe­ pirist filozofu J. S. t Mill tarafından öne-
kilde işe karışmaz; duyular, Descartes'a rilen deneysel yöntemin adımlarından
göre, yalnızca yaşamın sürdürülmesi ve biri.
korunınası amacına hizmet etti~inden Mill'in yönteminin bu adıınına göre, ol-
dolayı, ikincil niteliklere ilişkin ideleri- gulara ilişkin bir araştırma söz konusu
ınizin, nesnelerin aktüel niteliklerine oldu~unda, ilgili di~er koşullarda hiç-
karşıhk gelip gelmedikleri hususunun bir de~işme gözlenınezken, bir öncülle
pek büyük bir önemi yoktur. Birincil ni- bir sonuç aynı zamanda de~işirse, bu
telikler le ikincil nitelikler arasındaki takdirde öncülün söz konusu sonucun
başka önemli bir farklılık da, ikincil ni- nedeni oldu~u neticesine ulaşılır. Bunu
teliklerin ölçümlenemedikleri yerde, bi- sembolik olarak şöyle gösterebiliriz:
rinci) niteliklerin ölçümlenebilir olmala-
rıdır. a. b, c. d 1,. a. b, c. d 2,. a, b, c. d:v. öyleyse, d
birleşik uyuşma ve farkldık yönlemi w,x. y, zı, a, b, c, Zı, a, b, c, Z], z
[İng. the joint methode of agreement and dif-
ference}. J. S. tMill tarafından önerilen Birlikte de~işme, do~rudan ya da ters
deneysel yöntemin adımlarından biri. olabilir. Buna göre, öncü) ve sonuç bir·
Mill'in ttümevarun yönteminin bu adı­ likte artar ya da azalırsa, bu do~ru
mında, bir Henomenin ortaya çıkhtı bir oranblı, fakat, biri artarken di~eri aza-
dizi durum, belirli bir öncül dışında lırse, buna da ters orantılı de~işme adı
ortak hiçbir şeye sahip olmadı~ı, ve fe- verilir.
nomenin ortaya çıkmadı~ı benzer bir birlikteki çokluk [ing. variety in unity;
dizi durumda, söz konusu öncülün yok· Fr. diversite dans l'unite}. Bir bütünün ni-
lu~u dışında, ortak hiçbir şey bulurıma­ teliksel olarak ayrı ya da farklı olan, bü-
dı~ı zaman, öncül söz konusu fenome- tüne ya da bütünün bütünselli~ine ken-
nin nedeni olarak görülür. Bu, sembolik disine özgü bir tarzda katkıda bulunan
olarak şöyle gösterilebilir: parçaların ontolojik durumunu ifade
Pozitif grup, etmek için kullanılan terim.
biyo. Bab dillerinde, 'yaşam', 'hayat' anla-
a, b, c.
d,... b, d, (, g,... d, r, k, ı, mına gelen Yunanca 'bios'tan türeyen ve
w, x, y, z, X, z, S, t. Z, S, p, r, canlılık, yaşam bildiren önek.
Bu ba~lamda canh varliklara ilişkin
Negatif grup araşbrmalarında fiziki bilimlerin yön-
b. c, f.... b, g. k. c. ı. a, öyleyse, d temlerini kullanan bilimsel disipline, bi-
x, y, s, x, t, p, y, r. w, z yolojik süreçlere ilişkin açıklamalanyla,
biyolojik problemierin çözümünde 6zi-
birlikçilik [İng. unitarianism; Fr. unitaris- ğin ilke ve yöntemlerini kullanan bilim
uıe}. 1 tBircili~e eşde~er olan bir ö~reti dalına biyofizik; buna karşın, canh varlı­
olarak, gerçekli~in, madde ya da zihne ğın kimyasuu araştıran bilimsel disipli-
indirgenecek şekilde, bir oldu~unu sa- ne, canlıların yapısında içerilen kimya-
vunan anlayış. sal maddeleri ve yaşam boyunca ortaya
2 Daha özel olarak da, 16. yüzyılda Hris- çıkan kimyasal süreçleri konu alan bilim
tiyanlık i~de gelişen akım ya da mez- dalına biyokimya denmektedir.
hep. Teslis'i ve İsa'nın tanrdı~ln.l redde- Yine aynı ba~lamda, canlı varhklann
derek, Tann'nm bir oldu~unu öne süren yapısı ve smıllanmasıyla meşgul olan
b..ı Hristiyan mezhep, ebedi hayata inan- do~a ya da yaşam bilimleri; canla varlık-
154 bi yo-il<tidar

ian ya da fosilleri, canlıların yaşaın sü- nu alan, biyolojinin diger doga bilimle-
reçlerini, hayatın fiziko-kiınyasal yönle- riyle olan ilişkisini ve dolayısıyla biyo-
rini araştıran bilimsel disiplin; en geniş loji biliminin kavramsal, metodotojik ve
anlamı içinde, canh organizmalara ilişkin ontolojik özerkligini sorgulayan felsefe
sistematik araştırma işiyle meşgul olan, ti.irü.
canlı organizınalaruı tarihlerini, yapı ve Örnegin, biyoloji felsefesinde, canlı or-
işlevleıini, yaşaın tarzlan yla, üre me ve ganizınalardaki büyüme ve üreme tü-
gelişmelerini konu alan bilim biyoloji ründen organik faaliyetlerin ayru orga-
diye tanımlanır. nizmalardaki fiziki ve kimyasal süreç-
Öte yandan, ahlak felsefesinin, bir yan- lerle olan ilişkisi söz konusu oldugun-
dan tıbbi/biyolojik araştırınalar ve tek- da, bir yandan mekanist, diger yandan
nolojik ilerleme, öte yandan da insan da dirimselci ve organizmacı yaklaşım
hakları ve insanların gelecegi konusu gündeme gelir. Buna göre, mekanisı
dikkate alındıgında, bu ikisi arasında yaklaşıın tüın organik faaliyetlerin can-
söz konusu olan karşılıklı ilişkilerin sız varlıklann tabi oldugu yasaları ör-
sonucunda ortaya çıkan ahlaksal prob- nekledigini savunurken, dirimselci ve or-
lemleri konu alan dalına biyoetik adı ve- ganizmacı yaklaşım buna şiddetle karşı
rilınektedir. çıkar. Nitekim, tdirimselcilige göre, orga-
biyo-iktidar[İng.bio-power;Fr.bio-pouvoir]. nik bir sistem kısmen, onda mevcut bulu-
İktidar kavramının modern yorumları­ nan fiziki olmayan bir güç tarafından
na karşı çıkan tFoucault'nun önerdigi kontrol edilir.
yeni ve alternatif iktidar kavranu. Biyoloji felsefesi, işte bu baglarnda şu
Yönetici sınıflarda demir attıgını ve temel sorulara bir yaıut getirmeye çalı­
dogası geregi baskıcı oldugunu öne şır: Tümüyle biyolojinin kapsamı içinde
süren modern iktidar teorilerini redde- kalan kavramlar var mıdır? Salt biyoloji-
den, modem iktidann teorileştirilmesin­ ye özgü olan mantıksal analiz ya da
de kullanılan iki teınel modeli, hukuki ve taçıkiama modellerinden söz edilebilir
ekonomik modelleri şiddetle eleşiiren mi? Yoksa biyolojide, teleolojik ve tarih-
Foucault'nun öne sürdügü biyo-iktidar sel açıklamaya da yer olabilir mi? Biyo-
kavramı, baskıa degil de, üretken olan lojide kullanılan kavram ve yasalar fizik
bir iktidan tanımlar. Biyo-iktidar, güçleri ve kimyanın kavram ve yasalarına in-
önleme, tahrip etme ya da tabi kılına dirgenebilir mi? Biyoloji, fizik biliminde
amao güden bir iktidardan ziyade, gücü kullamlmayan tarihsel ya da teleolojik
yarabnaya, potansiyel güçleri aktüelleş­ açıklama tarzından yararlanabilir mi?
tiıme, varolan gücün gelişimini saglama- Organik sistemler tarafından sergilenen
ya ve düzenlemeye egiliınli bir iktidar- fenomenlerden bazıları inorganik sis-
dır. temlerdeki nedenseilikten farklı bir ne-
Foucault'ya göre, biyo-iktidarın ilk tarzı denselligi ömekleyebilir mi? Organiz-
veya birinci şekli, insan bedenine dair malarda ne tür bir bütün parça ilişki­
bir anatomi politikası ihtiva eden disipli- sinden söz edilebilir?
ner iktidardır. Oysa, biyo-iktidarın disip- biyolojik mekanizm [İng. biological mecha-
liner iktidann ardından ortaya çıkan nisııı; Fr. m~canisme biologique; Al. bio/o-
ikinci tarzı, bireyin degil de, türün bede- gisch mecluınisırıus]. Organik dogarun
ni üzerinde yogunlaşır. Burada artık re- olgu ve fenomenlerinin açıklanması için,
jiınler ukın yaşam ve beka müdürleri inorganik dogarun açıklanması sırasında
haline gelmiştir. söz konusu olan yasalann yeterli oldugu-
biyoloji felsefesi [İng. philosophy of bio- nu, biyolojinin tüm yasalanrun fizik ve
logy; Fr. philosophie de la biologie) Biyolo- kimyarun yasalanndan çıkarsanabilece­
jinin temel kavram ve yöntemlerini ko- gini savunan görüş.
Blondel, Maurice 155

Biyolojik ınekaı1izınin kar~;ı51!ldi.l yer tiq!l<' d~ In Vie et ri' ı me Scieııce de In Prati-


alan görüş, org~nik diinyanın olgulamıı ql!<' l Evlenı: Hayatın Eleştirisi ve Prati-
açıklamak için. inorg~nik dün yayı yö- ğin Bifiıni Üzerine Bir Deneme], L'/llusi-
neten yasaların yeterli ohnadıgmı ve oıı i:lıialistr [idealist Yanılsama], Uı Pens~e
dolayısıyla fizik ve !<imyanın yas~ları­ [Diişüncc].. Principes eUnıeninires d'une
nın biyolojik fenomenleri açıklamak için Lvgiqııe ete /n Vi~ Morale [Ahlaklı Hayatın
yeterli olınadıguu iddia rcden diriınsclci­ M~nlı~ınııı Temel İlkelcri], Lıılte poıır la
liktir. Civil'saliılll el Plıilosoplıie de la Paix [Uy-
biyoloji:ım [Os. lıayôtiyalçılık; ing. biolo- garlık için Mücadele ve Barış] .
.~isrn; Fr. 17iologisme; Al bin!agismus]. Ger- tPascal'ın düşünc~sinin gerektirdigi
çekiilli yalnızca biyoloji açısından, C<ın­ felsefc.v! yaratmayı amaçlayan Blondet
lılık bakımından ele alma, orf~anik modern felsefenin en önemli başarısı­
yaşamın kavramlarını di~er ~erı;~klik nın hareket noktası olarak özneyi alma-
~Jan)arına un;uJama, V€' fiziki, toplum- sı, bun~ karşın en önemli probleminin
sal, v. b.g., olaylan 'Jqyat'ın farklı gö- de diişiince ile varlık arasında yarahlan
rünüm ya da tezahiirleri olarak gömıe büyük boşluk ya da yarık oldugunu
tavn. Insan davranışını açıklarken vt> söı•lemiştir. Dolayısıyla, Blondel, kendi-
betiınlerken, bir temel oJJrak biyolojinin sine çıkış noktası olarak tözneyi almış
ilkelerini kullanma, sosyal gelişmeyi bi- ve diişi.inceyle varlık arasındaki boşlu­
yolojik yasalarla açıklama tavrı: gu, varlıgı düşüneeye indirgeıneyecek
Bloch, Emst. 1885-1977 yılları arasında bir tiçkinlik veya teylem felsefesiyle ka-
yaşamış ünlü Alınan düşütıür. Temel patmanın ve insanın yazgısının ne ol-
eserleri: Geist der Utopie [Ütopyan~n dugıı problemini çözmenin mücadelesi-
Ruhu], Das Priıızip Hoffııııng [uınnt Il- nt vermlştir.
kesi], Abriss der Sozia!eıı- Ulopieıı [Sosval Onun eylem felsefesi, öznenin dinarniz-
Ütopya Taslagı]. · ıninin koşullanyla tdiyalektigine ilişkin
Genç yaşta sosyalizmi beninısi:mi~ ve sisıematik bir arastırma, kendisini insa-
Georg Simmel'le Weber'in ögrendsi ol- nın düşünce ve eyleminde ifade eder gö-
muş olan Bloch, en çeık iı:ıaiıç sorwiu ve rüııı!n irAdenin n pı1oı1 yapısı üzerine
ütopya konusu üzerinde durmuştur. eleştirel bir tTefleksiyon veya aktif özne-
Ortodoks Marksizmin· baş hedeflerin- nin ahlak, bilim ve felsefede ortaya çıkan
den biri olan Bloch, ütopyaların hep va- temel yönelimi üzerine eleştirel bir dü-
roldugunu ve varolması gerekti,gmi öne şünüm ·olarak t~.nımlanabilir. Öznenin
sürmüştür. Ona göre, bir sosyal üiopya, çok dar bir çerçeve içinde alııunamasıru,
yabancılaşma olmak bir tarafa, inSaıun eylemin de bileşik insanın, ruh ve bede-
bilinçlenmesine yarduncı olan en önemli nin sentezinin yaşamı olarak görülmesi-
temel olup, ona bütünsel bir tarih görü- ni isteyen Blondel'i esas ilgilendiren şey
şü kazandırır. kişinin bellibir hedefe dogru olan yöneli-
o işte bu baglamda, 'tarihin sonunı,ın midir.
geldilli' tezine, insanlıgın mevcıit di.ıi:u­ İnsanın bu yönelimini gereti gibi ifade
munwl olwnlanmasını talep etiilli için, edebilmek için kendisine örnek olarak
bir burjuva sapkınlıgı oldugu gerekçe- ah!ak alanını seçen Blondel'e göre, öz-
siyle şiddetle karşı çıkmıştır. Blach:'un gürlük ancak dogaıunın detenninizmi-
buna karşı getirdilli alternatifbir ı>mut ;:ilil rneydana getirdilli temel üzerinde
ilkesi, daha iyi bir dünya, b,ıskJ ve ,;0- · ortaya çıkar. Başka bir deyişle, insan
mürünün olmadıgı bir dünya iınk3m"' iril.desiniiı arzu ve egilimlerin etkisi al-
içeren bir gelecek felsefesidir. tuida kaldıgını dile getiren Fransız dü-
Blondel, Maurice. 1861-1949 yıllan ara- Şütıürü, onun yine de, potansiyel son-
sında yaşamış olaıi Fransız dliş.ünür. suz.iugu içinde, 'olgusal düzeni aşıp
Temel eserleri: L' ActiOtt: Essai d'uneCri- ideal hedeflere yöne!dillini savunur. Bu
156 boc;ırdo

ise, öznenin doğanu1 tdeterm.inizminin sundaki standart el kitabı olan İsagoji


oluşturdu~ temel üzerinde özgürlügü- (Aristoteles'in Kategoriler'ine Giriş) adlı
nün bilincine varması ve dogarun deter- kitabı üzerine bir yorum y?.zmışttr. Bo-
minizminin yerine aklın ve ödevin deter- ethius'un orijinal denemeleri arasında
minizmini geçirmesi demektir. matematik, manhk ve müzik üzerine
İradenin zorunlu bir koyu tu ya da pos- olan çalışmaları bulunmaktadır. Teoloji
tiiiası olan ödevin ideal olanla gerçek ola- konusundaki çalışınaları ise, klasik
nın bir sentezine karşılık geldigi yerde, man tıgın Hristiyan ögretilere uygulan-
ahlak dışarıdan gelirilen bir baskı ya da ınası bakımından önem taşımaktadır.
suurlama yoluyla hiçbir şekilde ifade Boethius'un önemi çok büyük ölçüde,
edilemez. Blondel'e göre, ahlak öznenin onun eserleri ve çevirileriyle, Hristiyan
kendi kendini açımlayan dinamizTT)..inin Ortaçag felsefesine yöntem, ve teknik
diyalektiginde ortaya çıkar. Bununla bir- bir vokabüler kazandırmış olmasından
likte, ödev duygusu yalnızca, olgusal kaynaklanır.
olanı aşan özne aracıhgıyla ortaya çıka­ Boethius, bu baglaında, herşeyden
bilir; özne ahlaki buyrugun bilincine, önce, tümeller konusunu Ortaçag felsefe-
ancak ve ancak davranınışının temelin- sinin gündemine sokınuş olmak bakı­
deki motivi ideal olanda bulmayı ögren- muıdan önem ka:zarur. O, Skolastik felse-
digi zaman varabilir. Başka bir deyişle, fenin en önemli konulanndan birini
ahlak bilinci belli bir mei:afizigi; olgusal meydana getiren ünlü +tümeller kavgası­
ya da dogal düzenin metafiziksel ya da nı başlatan kjşidir.
ideal bir gerçeklik alanına bagh oldugu- İkinci olarak, o, özgür irade problemini
nun fark edilmesini gerektirir. dini bir çerçeve içinde ele alıp, Tann'run
Blondel, işte buradan hareketle, özne- olmuş, olan ve olacak bulunan herşeyi
nin tüm faaliyetlerinin yalnızca, aşkın bilen yetkirı bilgisiyle, irade özgürlügü-
bir tMutlak'a, iriidenin nihai ve en yük- nü ilk kez olarak dddi ve akademik bir
sek hedefini gösteren somuzluga dogru biçimde uzlaştırma çabası venniş olan
olan bir yönelim araohgıyla anlaşılabi­ bir düşünürdür. Başka bir deyişle, Bo-
lecegini savurunaya geçer. Buna göre, ethius ttümbilgi paradoksunu, yani
özne Aşkın Varlıga olan dinamik yöne- Tanrı'nın herşeyi bilmesinin, gelecege
liminin ve, Tanrı'nın gerçekligini tasdik ilişkin bilgiyi de kapsayan mutlak bilgi-
ya da inkar ebne tercihleriyle karşı kar- sinjn, insanın iride özgürlügüyle uzlaş­
şıya bulundugunun bilincinde olmak tınlamayacagıru dile getiren, gelecege
durumundadır. ilişkin bilgisinin, kudretli Tanrı'nın her-
bocardo. Üçüncü şekilden, öncülleri sıra­ şeyi bildigi ve istedigi şekliyle yaratma-
sıyla- tikel olumsuz, tümel olumlu ve sına, ve herşeyin Tann'nın bildigi ve is-
sonucu tikel olwnsuz olan tası.m kalıbı. tedigi şekilde ortaya çikmasına neden
Bu tasım da, saçmaya indirgeme yoluy- oldugunu, bunun da insanın özgürlü-
la birinci şekle indirgenir: Hiçbir M P güyle uzlaşhnlamayacagıru ortaya ko-
degildir. Tüm MLer S'dir. O halde, hiç- yan paradoksu açık ve seçik bir biçimde
bir S P degildir. ifade edip, paradoksa, nedensellik açısın­
Boethius. 480-524 yılları arasında yaşa­ dan değil de, mantıksal bir açıdan yak-
mış Romalı filozof. laşmak suretiyle çözüm getirmeye çalı­
Kral Theodrich döneminde çok üst dü- şan ilk düşünürdür. Onun paradoksla
zeyde resmi görevlerde bulunmuş ol- ilgili çözümü Ortaçag'da kJasik bir
masına karşın, daha sonraları gözden çözüm hiiline gelmiştir.
düşmüş ve idam edilmiş olan Boethius, bolşevizm [İng. bolshevismi{_ Fr. bolsheuis-
t Aristoteles'in manhkla ilgili tüm eserle- nıe]. 20. yüzyılın ilk çeyreginde, bir grup
rini Yunancadan Latinceye çevirmiş ve Rus devrimeisi ve özellikle de tLenin ta-
tPorphyrius'un Ortaçağın mantık konu- rafından geliştirilmiş olan, ve tprole-
Boole, George 157

taryanın iktidarı ele geçirmesinin, dev- sal varlıkların insanı sonsuz, yetkin,
rim için gerekli tüm nesnel koşullar ger- basit, degişınez ve zorunlu varlıga yük-
çekleşinceye dek ertelenemeyecegini; ik- seltebilecegini söyleyen Bonaventura'ya
tidarın yasal yollarla, parlamentoda göre, sonlu ve olumsal şeylerin eksik ve
çogunluk saglanarak degil de, güç yo- kusurlulugu mutlak yetkinligin varolu-
luyla ele geçirilmesini; proletarya dikta- şunu kanıtlar, zira bir şeyin eksik ve ku-
törlülügü bir kez kurulunca, bunun yal- surlu olduguna, ancak ve ancak elinizde
nızca burjuva sınıfına karşı degil, fakat bir yetkinlik standartı varsa eger, karar
ekonomik sistemin sosyalizasyonunu verilebilir.
hızlandırmak için kullanılması gerekti- Yaradılış teorisi ve ınetafizigi açısından,
gini savunan özel Marksist ögreti. Platon'un ömekçiligini dini bir çerçeve
Bolzano, Bemard. 1781-1824 yılları ara- içinde yeniden öne süren Bonaventura,
sında yaşamış Çek filozof ve matema- bilgide üç aşamalı bir model izlerken,
tikçisi. Militarizmin yol açtıgı toplumsal dış dünyadaki varlıklara ilişkin duyusal
kayıplar, savaşın gereksizligine dair dü- bilginin ardından genel olarak varlıga
şünceleri ve teoloji alanındaki rasyonel ilişkin rasyonel bilginin geldigini ve tüm
egitimlerinden dolayı üniversiteden ko- bu bilgilerin vahye dayalı bilgide doruk
vulmuş olan Bolzano, sembolik mantık noktasına ulaştıgını söylemiştir. Başka
alanındaki çalışmalarıyla ün kazanmış bir deyişle,
o insanların önce bulanık du-
ve ınantık felsefesi özellikle Husserl üze- yualgısı yoluyla tek tek nesnelerin bilgisi-
rinde büyük bir etki yapmıştır. ne ulaşhgıru, bunu cins ve türterin akla
Daha ziyadeWissenschaftleltre [Bilim Te- ve soyutlamaya dayalı bilgisinin izledi~­
orisi} adlı eseriyle tanınan Bolzano, söz ni söylemiş ve bu şemayı Aziz Augusti-
konusu eserinde 'kendinde önermeler' nus'taki bir tür +aydınlanma ögretisiyle
(satz an siclı) ögretisini açıklamış ve mo- tamamlaınışhr.
dem semantigin kimi temel kavramları­ Boole, George. 1815-1864 yılları arasında
nı ortaya koyup tanımlamıştır. yaşamış, ünlü İngiliz matematikçisi.
Bonaventura, Aziz. 1217-1274 yılları ara- Hiç üniversite ögrenimi görmemiş ol-
sında yaşamış Hristiyan düşünürü. masına karşın, yayınladıgı çalışmalar
Felsefesi çok büyük ölçüde Augus- göz önüne alınarak profesörlüge atan-
tinus'a dayanan Aziz Bonevantura, Aris- mış olan Boole, matematigin çeşitli dal-
toteles'e yönelik eleştirileriyle ün kazan- Iarına önemli katkılar yapmış olmakla
mıştır. Ona göre, Aristoteles'in temel birlikte, günümüzde esas ondokuzuncı.ı
yaniışı Platon'un İdealamu reddetmek- yüzyıl cebir mantıgının ve bu yolla da
ten oluşur. Elinde Platon'un orijinal eser- sembolik mantıgın kurucusu olarak ta-
leri bulurunayan Aziz Bonaventura, Pla- nınrnaktadır.
ton'un İdealarını tanrısal ideler, Tann'ıun Nitekim Boole tarafından, herhangi bir
zihnindeki düşünceler olarak yorumla- özel yonun dikkate aluunaksızuı, salt
mışhr. Ona göre, Aristoteles Platon'un temel düşünce yasalan üzerinde yogun-
ayrı İdealarını inkAr ettigi için, Tanrı'nın laşılarak geliştirilmiş, önermeler arasın­
inayetini inkAr etmek, dünyayı ezeli- daki ilişkileri betimleyen sembolik mate-
ebedi kabul etmek ve kişisel ölümsüztü- matiksel mantık sistemine Boole cebiri adı
gü reddetmek gibi bir dizi yanlışa düş­ verilir. Kuralları ilk kez olarak Boole tara-
müştür. fından ortaya konan bu sistem daha
Felsefeyle teoloji arasında bir ayırım sonra başka matematikçiler tarafından
yapmayan, teolojiden bagıınsız bir felse- geliştirilmiş ve kümeler teorisine uygu-
fenin başarısız olacagını savunan Bona- lanınıştır. Boole cebri günümüzde olası­
ventura, Tanrı'nın varlıgıru duyusal lık kuramı, kümeler geometrisi, dijital
dünyadan hareketle kanıtlamıştır. Ku- bilgisayarlarda kullanılan devreterin ta-
surlu, sonlu, bileşik, degişken ve olum- sanmı için büyük önem taşımaktadır.
158 Bosanquet, Bemard

Bosanquei, Bemud. 1848-1923 yıllan ara- rafından kabul edilen boşlugun varolu-
sında yaşamış İngiliz filozofu. Temel şu, Parmenides, t Aristoteles, tStoalılar,
eserleri: History of Aestlıebc [Estetigin Ta- tDescartes, tLeibniz ve tKant gibi filo-
rihi), Tlıe V alu e and the Destiny of lrıdivi­ zoflar tarafından reddedilmiştir.
dııal [Bireyin Degeri ve Kaderi), Tlıe Plıi­ boşlukların Tannsı [İng. God of tl~ gaps].
losoplıical Tlıeory of State [Devlete Dair Yaşamın ya da bilincin kaynagı gibi,
Felsefi Teori). bilim tarafından kolaylıkla ve doyurucu
Hegel'den etkilenerek, İngiltere'de He- bir biçimde açıklanamayan konularda
gelciliğin canlanmasında büyük bir rol Tann kavramına, Tanrı'nın mutlak kud-
oynayan ve Hegelciligin temel ilkelerini retine başvuran, açıklar gibi görünmek-
toplumsal ve siyasi problemlere uygula- le birlikte, ilahiyatçılara göre, teizme
ınaya çalışan Bosanquet'in felsefesinin saglam ve geçerli bir destek saglamak-
merkezinde, somut tümel ya da karşıt­ tan uzak olan görüş ve açıklamalar için
ların birligi diye tanunlanan tek bir kullarolan terim.
birey olarak Gerçeklik anlayışı bulun- Bourbaki, Nicolas. 1930'lu yıllarda, Fran-
maktadır. Kendi başına varolabilmeye sa'da bir grup matematikçinin 'çagdaş
ve bagıınsızlıga yalnızca, kendisinde ti.i- matematik ve matematikçi' anlayışını
melle somutu birleştiren söz konusu bi- simgelemek üzere seçtikleri ortak tak-
reyin yetili oldugunu savunan Bosanqu- ma ad.
et, böyle bir bireyselligin ifadesini, Söz konusu matematikçi.ler, matematigi
öncelikle kişilerde degil de, kişilerin sıkı bir mantıksal düzen içinde, birkaç
sanaUa, dinde ve toplumda kendilerini aksiyemdan yola çıkarak geliştirmenin
aşmalarında ve bütün bu tezahürlerin önemini vurgulamış ve matematikte ge-
birligi olan Mutlakta buldugunu öne leneksel ayarunlardan uzak durarak, ma-
sürmüştür. tematigi yapılarla tanımlanan parçalara
boşluk [Os. hala; İng. boşluk; Fr. vide; Al. das bölınüşlerdir. Başka bir deyişle, yapı­
leere]. İlkçag Yunan felsefesinde, atomcu- salcılıga ciddi bir destek saglayan, Ecole
lann, 'varlık' adıru verdikleri, ezeli- No111ıale Superieure'ün bu eski ögrencile-
ebedi, maddi ve bölünemez atomların ri, matematigi, Hilbert'in görüşüne göre
içinde hareket ettiklerini varsaydıkJan manbksal başlangıç noktasından ele
boş mekan. alıp, onun degişik bölümlerinin aksiyo-
İlkçag Yunan felsefesinde, tPanneni- matik yapısıru çıkarmış ve bu yapıları
des'in düşünce ve akılyürütmelerinin Elhnenls de Mathhııatiques [Matematigin
ardından, Miletiilere özgü bir birciligi Ögeleri) adlı eserlerinde kesin terimlerle
sürdürmek olanaksız hale gelince, atom- ifade: etmişlerdir.
cular arki~ bakımından bir çokçuluga Boutroux, Emile. 1845-1921 yıllan arasın­
yönelmişler ve vartıgın, maddenin en da yaşamış Fransız düşünürü. tBerg-
küçük bölünemez parçacıkları olan son ve tBlondel'in hacası olan Boutnr-
atomlardan meydana geldigini öne sür- ux'nun temel eserleri: De la Contingence
müşlerdir. Atomların hareket edebilme- des Lois tk la Nature [Doga Yasalarnun
leri ve değişmeyi dogurabilmeleri için, Zorunsuzluguna Dair], De l' Idte tk la Lo i
atomcular ayrıca, bir ilke olarak boşlugu Naurelle dans la Science et la Philosoplıie
kabul ehniş ve ona varlıkla aynı anlam [Bilim ve Felsefede Doga Yasası Kavra-
içinde var olmayan şey ya da yokluk mının Anlanu], Science et Religion dans la
adını vermişlerdir. Boşluk, her ne tür- Philosophie Contemporaiııe [Çagdaş Felse-
den olursa olsun hiçbir nitelige, hiçbir fede Bilim ve Din].
güce ve hiçbir potansiyele sahip degildir. Boutroux, mela6zik alanında, radikal
O, içinde mutlak olarak hiçbir şeyin bu- bir olumsallık ve belirsizlik anlayışı ge-
lunmadıgı, boş mekandır. Atomcular ta- liştinniş ve dogada zorunlulugun yal-
bölünmüş çizgi analojisi 159

ıuzca görünüşte var oldugunu öne sür- r:.irü, bir cinsi türlerine, türü alt-türlerine
müştür. Nitelik görüşünün niceligi te- ayırmaktan, cins-tür ilkesine dayanan sı­
anele alan görüşe baskın çıkması gerekti- nıflayıcı bir şema meydana getirmekten
~ini, aınaçlılıgın mekanik hareketin oluşur. Bölme işlemi, en yüksek, kaplam
üstünde oldugunu, neden sonuç baglan- bakımından en geniş olan cinsle başlar
tılannın ötesinde ise olumsallık ve ilerle- ve onu, bölmeyi, bireylerden oluşan bö-
menin bulundugunu öne süren Boutro- lünemez alt türe (infimae species) ulaşın­
ux, Maine de Biran'ın da etkisiyle, dinf caya dek sürdürerek, alt sınıflanna, tür-
tecrübenin psikolojik ve sosyolojik bir lerine ayırır. Bu çerçeve içinde, bir cinsi
yaklaşunla ele alınmasına şiddetle karşı alt cinslerine ya da türlerine ayıran
çıkmıştır. bölme, bir bütünü kendi bütünlügü olan
Bu çerçeve içinde, günümüz görüşüne parçalara ayıran parçalama ya da parça-
uygun olarak doga yasalannın, zorunlu lara ayırmadan ayn tutulmuştur.
degil de, olumsal karakterini gözler Bu baglaında, bölmeyi mümkün kılan
önüne seren Boutroux, doga yasalarının özellige; fiziki, psişik ya da matematik-
mutlak olarak zorunlu bir hakikate in- sel bir bütünün parçalarına aynlabihnesi
dirgenemeyecegini veya böyle bir haki- ya da bölünebilmesi özelli~e bölünebi-
katten türetilemeyecegini savunmuş ve, lirlik adı verilir. Buna göre, maddenin
insan ZÜUUrlin. birlikli ve uyumlu bir genel bir özelliği olarak bölünebilirlik,
dünya görüşüne ulaşma ihtiyacına ya- felsefede tözün en küçük parçalanna ay-
JUt verecek dinsel bir metafizige gerek nlma durumunu ifade eder. Felsefenin
bulunduguna işaret edecek şekilde, bili- başlangıandan itibaren tözün sonsuzca
min sınırlılıklarını ortaya koymaya ça- bölünebilir olup olmadıgı konusunu ele
lışmıştır. Ona göre, bilim, bize, dogru- almış olan filozoflardan maddedler, an-
dan ve araasız olarak bilemeyecegimiz tik Yunan'da fiziki atoınu, sonsuzca bölü-
gerçekliklerin uygun ve işe yarayan bir nebilir olan maddenin artık daha faıda
resim ya da tasarımını saglama görevini bölünemez olan ilk ögesi şeklinde dü-
üstlenmiş bir semboller sistemidir. Bu- ş ünmüşlerdir. Modem felsefede ise,
nunla birlikte, bu sembollerin varoluşu önce +Descartes, ardından da tLeibniz
ve özellikleri yalnızca tinin yaratıcı ve tözün sonsuzca bölünebilir oldugunu
özgür faaliyetiyle açıklanabilir. öne sünnüştür.
bölme [Os. taksim; İng. division; Fr. divisi- Öte yandan, bölme işlemi söz konusu ol-
on; Al. einteilung]. Bütünü kendisini mey- dugunda, çok sık karşılaşılan ve bütün
dana getiren parçalara ya da tür veya bi- için dogru olanın zorunlu olarak bütü-
reylere ayırma işlemi. nün tüm ya da bazı parçaları için de ge-
İki tür bütün tasadamak mümkün oldu- çerli oldu~u düşünmekten meydana
guna göre, iki ayrı bölmeden söz ehnek gelen yanlışa bölme yanlışı adı verilir.
gerekir. 1 Birinci anlamda bütün, birbi- bölünmüş çizgi analojisi. [İng. analogy of
rinden ayrı duran parçalann bir sentezi, divided ligne; Fr.analogie de la ligne di vi see].
parçalarının ya da ögelerinin özellikleri- Platon'un Devlet adlı diyalogunda, meta-
ni taşımayan, ögelerinden farklı bir fizik görüşünün ana unsurları, varlık
sentez oldugundan, burada bölme, yani dereceleri anlayışıru açıklamak üzere
bütünü parçalarına ayırma, analize kar- kullandıgı analoji.
şılık gelir. 2 İkinci anlamda bütün ise Buna göre, bir dogru alınır ve ikiye bö-
bir ögeler toplamı oldugundan, burada lünür. Bölünme sonunda elde edilen ke-
bölme, bütünü kendisini oluşturan türle- sitlerden altta olanı, içinde yaşadıgımız
re, ya da tikellere ayırma işlemi olarak ve duyu organlarıyla algıladıgımız bi-
ortaya çıkar. reysel nesnelerden oluşan duyusal dün-
Mantıksal bölme adı verilen bu bölme yayı göstermektedir. Üstte olan kesit ise,
160 Bradley, Francis

akılia anlaşılabiiir tüınei ya da özler- ikincil nitelikler aracılıgıyla açıklanabile­


den, tür ve cinslerden meydana gelen, cegi ya da gerçekligin zaman ve mekan
akılla anlaşılabilir tidealar dünyasını içindeki nesneler aracılıgıyla betimlene-
teınsil eder. Varlık bakımından, herşe­ bilecegi görüşlerinin kendi içlerinde çe-
yin ilk ömeklcrinden, arketiplerinden lişik oldugunu savunmuştur. Bu tür-
oluşan ldealar dünyası, alttaki kesitin den görüş ve açıklamalar, ona göre,
gösterdigi duyusal dünyanın varlık ne- şeylerin görünüşleri için kabul edilebil-
denidir, çünkü duyusal dlinyadaki nes- se bile, nihai ve en yüksek gerçekligin
neler, ilk ömeklerinden, arketiplerinden ne oldugu konusunda yardımcı ola-
pay alarak varlıga gelirler. mazlar. Bradley, bu türden açıklamalar
Ayıu çizgide, bölünme sonucu elde edi- yerine, 'his' adını verdigi temel bir ol-
len kesitler, çizginin başlangıçtaki bö- gudan, varolan herşeyin bütünlügünü
lünmesi sırasında gözetilen orana göre, teınel ve ilkel bir anlam içinde duyum-
yeniden ikiye bölünür. Bu durwnda samak olgusundan yola Çikar.
dört ayrı kesit elde edilir. Bu sonuncu Bu olgu, onun metafiziginin başlangıç
bölme, +Platon'un ınatematiklc sofistlik noktasıdır: His, lıer ne kadar ilk olsa da,
ve resim ve tragedya gibi sanatların on- bilgi arayışında bir aynnhyı belideyip
tolojik temelini gösterme amacına hiz- ayırt ettigi zaman dahi, herşeyi anlaşıla­
ınet etmektedir. Buna göre, matematigin bilir tek bir bütün içinde yeni baştan kur-
nesneleri, üstteki büyük kesitin ikinci mayı amaçlayan düşünce tarafından iş­
parçasında yer alır. Matematigin nesne- lenir ve geliştirilir. Kapsamı içinde kalan
leri de akılla anlaşılabilir nesnelerdir, herşeyin birbirlerine tutarhhlda baglan-
fakat İdealardan, her ideanın bir oldugu dı~ı bu tek bütün tMutlakbr. Mutlak,
yerde, çok olmalanyla ayrılırlar. Bun<ı normal, gündelik görünüşlerden ayrı ve
karşm, sofistlik, ve resim, tragedya gibi farklı bir dünya, alan de~ildir. Mutlak
sanatlar en alttakı dördüncü kesille gös- tam tam.ına bu görünüşlerdir, fakat yal-
terilir, çünkü +Sofist ve ressamın ürün- nızca birlikJi bir bütün olarak anlaşılır.
leri gerçekliginen az iki derece uzagın­ Bununla birlikte, o yalnızca görünüşle­
da olan, gölgenin gölgesi durumundaki rin dlişünülen toplarru degildir; çünkü
şeylerdir. hissin düşünceden önce olması gibi,
Böliinınliş Çizgide, varlık bakunından Mutlak'a ilişkin kavrayış da düşünce­
yukarıdan aşagıya dogru bir iniş söz nin ötesindedir, düşünceyi ve düşünce­
konusuyken, yani üst kesitler bir alttaki nin çelişkilerini aşar. Bradley'e göre, dü-
kesitin varlık nedeniyken, bilgi bakı­ şüncenin dogası, hissin bizi kendisiyle
mından yukanya dogru bir çıkış söz tanıştırdıgı birligi parçalar; buna kar-
konusudur, çünkü gerçek bilgi, değiş­ şın, sistem bu birligi yeniden saglar. Bu-
meyen, akılla anlaşılabilir varlıkların rası, onun metafizigiyle mantıgının bir-
ve gerçek nedenlerin bilgisidir. birlerini en yüksek ölçüde tamamladı~
Brad.ley, Francis. 1846-1924 yıllan arasın­ ve destekJedigi yerdir. Çünkü, metafizi-
da yaşamış olan İngiliz idealist filozofu. gi, varolan herşeyin karşılıklı bir ba-
Temel eserleri: EthiCDl Studies (Etik İncele­ gımhlık ilişkisi içinde bulundu~unu
ıneler], The Principles of Logic [Mantı~ın ortaya koyarken, mantıgı, bir nesnenin
ilkeleri], Appearence tmd Reafity:A Metaph- tüm ilişkilerinin, o nesneyi her ne ise o
ysical Essay [Görünüş ve Gerçeklik: Me- yapan özsel ilişkiler oldugunu dile ge-
tafiziksel bir Deneme]. tiren bir 'içsel bagıntılar' ögretisi öne
Özellilde Kant ve Hegel'den etldlenıniş sürer. Bradley'e göre, işte söz konusu
olan Bradley, tdiyalektik analiz yöntemi- içsel bagıntılardan yola çıkıldıt;ında,
ni, bilim ve dinden türetilmiş olan gele- kişi, bu türden tüm bagantıları hem kap-
neksel metafizik görüşlerine uygulaya- sayan, hem de aşan zorunlu sistem ola-
rak, örnegin varolan herşeyin birincil ve rak Mutlak kavramına yönelmiş olur.
Brentano, Franz. 16 ı

Brahntan. Hinduizm evrene haltim olan bası içinde olmuş olan Brentano'nun tel-
yüce ruh. Hint felsefesi geleneainde, seleye olan en önemli katkısı yönelim
hem içkin ve hem de aşkın olan, hem kavramını ortaya koyarak, bilincin yöne-
evrende ve hem de kendisinde varolan li.m.sel.liaıne işaret ebniş olmasıdır. Bilin-
en yüksek varhaa, kendisiyle birleşme­ an her zaman bir şeyin bilind olduaunu
nin nihai ve en yüksek hedef olarak ad- savunan Brentano'ya göre, psişik feno-
dedildiai dünya ruhu. menlerde zihin her zaman bir şeye
Hint felsefesinin, Atınan'la birlikte doaru yönelir, örneain bir şeyi görür;
temel kavramı olan Brahman özellikle ona göre, görülen nesne görme eylemi
Upanişadlar'da yoaun bir biçimde iş­ içinde varolup, bu çerçeve içinde iÇkin
lenmiştir. Burada bireysel ruh Atman bir nesnellik taşır.
ile özdeşleştirilmiş, Brahman'ın ise bi- Zi..h.rUn duyum ve imgelerneyi içeren
ricik evren ilkesi ve mutlak hakikat ol- algı; bilgi ya da arumsamayı içeren
duau vurgulanmıştır. Brahman'ın insa- yargı; istek ve duygularadayanan sevgi
na ve evrene, var olan herşeye hakim ya da nefret yoluyla nesnelerle baa ku-
bir ilke olduau kabul edilirken, onun rabildi~ savunan Brentano, bir yan-
nitelikleri olmadıp söylenir; o, sadece dan zamarurun deneysel psikolojisinin
olumsuz niteliklerinden tenzih edilmek bilincin kendisine özgü özelliklerini or-
suretiyle ifade edilebilir. taya çıkaramadıaını öne sürerken, bir
Brahmanizm. Eski Hindistan'da, Vedanta yandan da bilincin bilgisini, psikologun
sisteminden türeyen ve adını rahipler kendi zihin hallerine ilişkin gözlemden
sınıh Brahmanlarla kişisel olmayan türeten içebakışsal psikolojiye karşı çık­
dünya ruhu Brahman'dan alan felsefi, te- mışhr. Ona göre, içebakışsal psikoloji
olojik ve ahlaki düşünceler bütünü. Ve- fiziki olaylara ilişkin gözlemle psikolo-
daları vahiy mahsülü kutsal kitap olarak gun kendi zihin hallerine yönelik içeba-
kabul eden ve ruh göçüne yer veren söz kışı arasındaki çok temelli farklılıaı
konusu dirü' inanca göre, Brahman kavrayamaz.
bütün tanrısal güçlerin üstündeki ezeU Brentano zih.insel fenomenler söz konu-
ve ebedi Tanrı'dır. Brahman, eşyanın su olduaunda, gözlemlerne ediminin
kaynaaı olduaundan, ebedl mutluluk nesnesini zorunlu olarak çarpıtbaıru
Brahman'da yok olmaktır. söylemiş ve içebakışın güvenilirliainin,
bramantip. Öncüileri tümel oluınlu öner- dış dünyaya ilişkin bilgide olduau gibi,
melerden oluşan, sonucu ise tikel olumlu başkaları tarafından denetlenemediaini
bir önerme olan dördüncü şekilden belirtmiştir. O, işte bu baalamda, çaaı·
tasım; kendisinde geçen, m ve p ifadeleri- nın deneysel psikolojisiyle içebakışsal
ne uyarınca, öncüllerin yeri deaiştirildiai psikcılojisine alternatif olarak, zihinsel
ve sonucun düz döndürülmesi yapıldıaı fenomenlere ilişkin algıyla gözlem ara-
zaman, birinci şekle indirgenen tasım ka- sındaki bir ayınma dayanan tasvirf psi-
lıbı: Tüm Pler M'dir. Tüm Mler S'dir. kolojiyi öne sürmüştür.
Bazı Sler P' dir. Başka bir deyişle, algının psikologa
Brentano, Franz. 1838-1917 yılları arasında konusunu meydana getiren gerçeklikle-
yaşamış Alman psikolog ve filozof. re ilişitin olarak doarudan ve araosız
Temel eserleri: Psychologie wom erııpı·isc­ bir kavrayış saaiadıaıru savunan Bren-
hen Standpunkt [Empirik bir Bakış Açı­ tano, zihinsel faaliyetleri açıklarken, sk o-
sından Psikoloji], Won der Klassiftkation lastik düşünce geleneainden aldıS'J yö-
der psychischen Phiinomene (Fiziki Feno- nelimsellik ilkesini kullanmıştır. Ukeye
menlerin Sıruflandırılması Üzerine]. göre, bir nesneye yönelmiş olmaları, bir
Ruhsal olaylan, zihinde olup bitenleri içerik ya da konuya gönderm.eleri, zihin-
bilimsel bir tarzda açıklamayı amaçla- sel ya da psişik fenomenlerin ayırd edici
yan bilimsel bir psikoloji geliştirme ça~ özelliaidir. O, işte bu työnelmişlik sa-
162 Brunschwig, Leon

yesinde, zihinsel edimlerin nesnelerinin bir ve ayru gerçeklige verilen ikl ayn ad
özel statüsünü betimleme, bütün bilinç oldugunu öne sürerek panteist bir görüş
fenomenlerinin ortaya çıkışını yöneten savunmuştur.
yasalan inceleme iınkaıu bulmuştur. t Aristoteles'in ikiciligini birci bir dünya
Brentano, bu görüşleri, yeni psikolojisi anlayışına indirgeyerek bütün ttözlerin
ve yönelmişlik ilkesiyle, tHusserl ve fe· temelde bir oldugunu belirbniş olan
noınenolojisine büyük bir etki yapmış­ Bruno, din ve felsefe ilişkisi konusunda,
tır. dinin cahil insanlan egitmek ve yönet-
Brunschvig, Leon. 1869-1944 yılları ara- mek için bir araç, felsefenin ise kendile-
sında yaşamış olan çagdaş Fransız ide- rini egitebilen vE: başka!aıını yönetebi-
alist düşünürü. len seçkinlerin bir ugraşı oldugunu
Doga bilimleri gündeme geldiginde, ra- söylemiştir. Özellikle dini ve felsefi hoş­
dikal bir tmatematikçilik ile güçlü bir görü ilkesiyle liberalizmi etkilemiş olan
tuzlaşımaiıgın savunuculugunu yapan Bruno, düşünce tarihinin önemli adla-
Brunschvig, insan düşüncesinin en yük· rından biridir.
sek düzeye matematikte ulaşbgını öne Budizm. Hindistan'da, M. Ö. S. yüzyılda
sünnüştür. Bu çerçeve içinde, bilginin Siddharta Gautama, yani Buda (Aydın·
bizim için olan bir dünya inşa ettigini sa· (anmış kişi) tarafından kurulmuş olan
vunan filozof, bunun ötesinde hiçbir şey dinifelsefi akım. Herşeyin fani ve boş­
olmadıgını söylemiştir. O, bilginin öte· luktan ibaret olduguna inanan kötüm-
sinde kalan hiçbir şeye taıum geregi ula- ser ve panteist bir din.
şılamayacagını söylemiş ve dolayısıyla Budizm, başlangıçta yalnızca ahlaki
felsefenin düşüncenin eleştirisiyle sınır­ düşünceler ve bir tür yoga hayatı ya da
laıunak durumunda oldugunu dile ge- düzenli ve disiplinli bir yaşam anlayışı
tirmiştir. Buna göre, düşüncenin temel ile suurlaruruş ve daha sonra, kutsal
konusu, tinin etkinli~dir. Dolayısıyla, kast ayrımlanna, Tann'ya tapınma bi-
felsefe kendi bilincine varan entellektül çimlerine ve kurban törenlerine dayanan
bir etkinliktir. Hinduizmden aynlarak, ayru zamanda
İnsan züminin tarihi üzerine olan araş­ felsefi bir akun şeklinde gelişmiştir.
tırmalarında, tinin gelişiminin genel gö· Maddenin ebedili~ni savunan Budiıme
rünümünü ortaya çıkaran Brunschvig'e göre, varolan herşey, Tann'nın hiçbir
göre, tin, çocukluk çağı ve olgunluk dö- müdahalesi olmadan, mekanik yasalara
nemi olarak iki aşamadan geçer. idenin uygun olarak maddeden meydana gelir.
zorunlu bir gelişimine karşılık gelen bu Evrende ne van;a, bu şekilde varlıga
evrim, ileriye dogru akan bir ınnaga gelir. Ruh da, bu yasalara tabi olmak du·
benzetilebilir. tBergson'un görüşüne çok rumundadır. Başka bir deyişle, Bu-
benzeyen bu görüşüyle o, tarihin hare- dizm, varlık görüşünde bireylerin, canlı
ket edeni, dinamik olanı, hiç donmamış varlıkların ezeli-ebedi bir ruhları olma-
olanı açımladıgını öne sürmüştür. dıgını savunur. Bir Yaratıcının varolma-
Bnıno, Giordano. 1548 yılında dogmuş dıgına inanan Buda'ya göre, kötülükle
ve görüşleri yüzünden 1600 yılında ya- acının varoluşu bir yarabcıya duyula-
kılarak öldürülmüş olan İtalyan filozof, cak inancın önünde aşılmaz bir engel
astronom ve matematikçi. oluşturur.
Biliı n alanında, evrenin sonsuzlugunu Budizmin iki türü vardır: Hinayana ve
ve birden çok dünyanın varlıguu öne Mah4y4nı:ı. Bunlardan birincisi, yani eski
süren kurarru çagdaş bilime öncülük Budizm, bireyleri bu dünyanın sıkıntı
ebniş olan Bruno, varlık felsefesi alanın­ ve ıshraplarından kurtarmayı amaçlar.
da, Tanrı ve evrenin, zaman zaman her- Yani, o önce bireyin yazgısıru ve kurtu-
şeyin yaratıcı özü, zaman zaman da söz luşunu dikkate alır. Buna göre, acı çek-
konusu özün tezahürleri olarak görülen mekten kurtulmanın tek yolu, yaşam-
bur;uvaz.i 163

dan el etek çekerek, 'Nirvana'ya ulaş­ Buridan, Jez n. 1295-1356 )' tiları arasında
makla elde edilebilecek olan ahlak yet- yaşamış olan Aristotelesçi filozof ve
kinligidir. Buna karşın, Mahayana adı mantıkçı. Mekanik ve optik alanındaki
verilen yeni Budizm, bireyden çok tüm araştırmalara da katkı yapnuş olan Bu-
insanlıgı, yani bütünü dikkate alır. Bu ridan, felsefede hem aşırı Ockhamcılı­
anlayışa göre, büyük borç gerçekte tüm ga, yani tnominalizme karşı çıkmış ve
insanlıga hizmet ettikten sonra ödenmiş hem de t Aristoteles felsefesine İslam
olacaktır ve bireyin yalnızca kendisini düşünürleri tarafından yapılan ek ve
kurtarmasınm hiçbir önemi yoktur. katkıları reddetmiştir.
bulanık [Os. mültebes; İng. coııfused; Fr. Bundan'ın eşeği [İng. Buridan' s ass]. Her
confus; AL verworren 1- Kavramsal düzey- ikisi de kendisinden eşit uzaklıkta bulu-
de, açık ve anlaşılır; net ve kesin olma- nan bir ölçek yulaf ile bir kova su arasın­
ma durumu. Bir şeyin belirgin özellik- da kalıp, bunlardan herhangi birini seçe-
lerinin iyi seçilemeınesi hali. medigi için açlıktan ölen eşek öyküsü.
Örnegin, empirik kavramların potansi- irade özgürlügü problemini ele almış
yel olarak sınırsız özellikleri oldugu olan 14. yüzyıl nominalisti Jean Buri-
için, bu kavramlar karanlık kalır. Yine, dan'a atfedilen bu öykü, özgür irade an-
sözcük ya da terimierin zaman zaman layışını desteklemek için kullanılmış­
birden çok anlam taşıyabilmesinden do- tır. Buradan yola çıkılarak, bir insanın
layı ortaya çıkan anlam belirsizligi ya benzer bir durumla karşılaşLıgı takdir-
da muglaklıgı hali, bir kavrama verece- de, karşıt motiflerin dengesini, özgür
gimiz x, y ve z gibi yüklemlerin hangile- iradesinin yardımıyla aşabilecegi öne
rinin dogru, hangilerinin yanlış oldugu- sürülmüştür.
nu, deneysel ya da mantıksal işlemlerle burjuva devrimi [İng. bourgeois revoluti-
tam olarak saplanamaması dınumu, bu- on; Fr. rhlolulion bourgeoise] En yalın an-
lanıklıgı ifade eder. Zihin tarafından lamı içinde, tarihsel olarak 1789 Fransız
açık ve seçik bir biçimde aniaşılamayan Devrimi'yle özdeşleştirilen, ve, ekono-
ideler, düşünceyi ve duygulan etkile- mik etkinlikleri toprak sahibi aristokra-
mekle birlikte, zihin tarafından açıkça sinin uyguladıgı politik kontrol tarafın­
kavranamayan, idrak edilemeyen bilinç- dan önemli ölçüde engellenen burjuva
siz algılar için de ayıu çerçeve içinde bu- sınıfınm siyasi kontrolü ve iktidan ele
lanık sıfatı kullanılır. geçirme hareketi.
bulgusal [Yunanca 'keşfetmek' anlanuna Biraz daha genel bir anlam içinde, mo-
gelen 'heuriskD' dan; İng. hcuristic; Fr. heuris- dem dünyayı yaratan, Bab'da onyedi ve
tique; Al. hcuristisdı]. Kaıutlamayla degil onsekizinci yüzyıllarda sivil toplum ola-
de, keşifle ilgili olanı gösteren; yararlı bir rak bilinen ekonomik toplumu doguran
hipotez ya da bir model türiinden, kendi ve dolayısıyla sacayaklanndan birinde
içinde ne dogru ne de yanlış olan, fakat kapitalizm, ikincisinde modem devlet
bir araştırma araa olarak daha önce işe ve liberal demokrasiyle, sonuncusunda
yaramış bulunan ve belli bir dogrunun bilim bulunan genel hareket, geleneksel
ortaya konmasma, belli bir keşif ya da toplumdan modem topluma geçişi sag-
bulgunun gerçekleştirilmesine ya da bir layan çok temelli dönüşüm süreci.
probleınin çözümüne yarayan açıklayıa burjuvazi [İng. bourgeoisie; Fr. bourgeoisie]
ögeler için kullanılan sıfat. Geniş bir çerçeve içinde, modern Avru-
Dogruların, olguların ve düşüncelerin pa toplumunun, yeni kapitalist sistem-
keşfiyle ortaya konma sürecinde kulla- de girişimci olarak ortaya çıkan ve böy-
nılan yöntemleri, yararlı hipotez, model lelikle eski ekonomik sistemin egemen
ve açıklayıcı ögeleri konu alan disipline sınıfının oldugu kadar, yeni endüstri
ise, bulgubilim adı verilmektedir. düzeninin işçi sınıfının da karşısında
.>
164 Burke, Edmund

j'er alar: orta sınıfını; kapitalist topltıın­ butavcda. Hint felsefesindc, dogadaki
da, orta ya da daha çok yönetici sınıf ı nesnelerde gözlenen farklılıkların, onla-
göstermek için kullamlan terim. n meydana getiren maddf ögelerin
Biraz daha özel an.laını içinde ise, buıju­ farklı bileşimierinden meydana geldi-
vazi, ekonomik bakundan gelişmiş olan gini savunan maddeci akıın.
ülkelerde ya da endüstri toplıunlarmda, Butler, Joseph. 1692-1752 yıllan arasında
üretim araçlarıyla, bunların üretimi için yaşamış olan Ingiliz ahlAk felsefecisi.
gerekli olan hammadde ve araçlan, yani Hazcıhga, ve dogru davramşın enin·
makinalan ve fabrikalan mülkiyetlerinde de sonunda kişinin kendi ÇJkarlanyla
bulunduranların meydana getirdigi sını­ ölçülecegini ileri sı.iren anlayışa şiddet­
fı tanımlar. Buna göre, üretim araçlarının le karşı çıkan Butler, ahlak konusuna
sahibi ve ücretli emegin işverenlerinden insan dogasına ilişkin empirik araştır­
oluşan ve bu anlamıyla ekonomik olarak ma ve degerlendinneleri temele alarak
hakian sınıf olup, aym zamanda devleti yaklaşmıştır.
ve kültürel üretimi kontrolü altında bu- buyrukçuluk [İng. imperativism). Ahiakın
lunduran burjuvazi, işçi sınıfının karşı­ dilinin özü itibariyle yönlendirici, reh-
sında yer ahr ve onunla çatışma içinde berlik edici ya da buyurucu oldugunu,
bulunur. ahiakın insanlardan belli şekillerde ey-
Burke, Edmund. 1729-1797 yıllan arasın­ lemelerini, belli eylem tarzlarını sergile-
da yaşaınış olan ünlü İngiliz devlet yip, belli eylemlerden sakınmalarım is-
adamı ve filozofu. teyt::n buyruklardan oluşan bir sistem
Temel eseri Rejlcctions on tlte Revolution oldugunu öne süren ahlaki görüş.
in the Fraııce [Fransa'daki Devrim Üzerine buyruk türleri [İng. types ifimperatives; Fr.
Düşünceler] olan Burke, insanın duygu- types des imperatifs) Unlü Alman filozofu
sal ve ruhsal yaşarrurun evrenin genel Kant'm, kendi ödev ahlakına temel yapa-
düzeniyle uyum içinde oldugunu, top- cagı emirleri belirlemek amacıyla, buy-
ltun ve devletin, insarun yeteneklerinin ruklar arasında yaptıgı genel aymm.
eksiksizce geliştirilmesine imkan sagla- Buna göre, Kant, üç ayn buyruk türün-
dıgım, ortak çıkariara hizmet etti~ni sa-
den söz edebilecegimizi söyler: 1 Teknik
vunmuştur. O muhafazakAr düşünüşün
bU]Jruklar. Çeşitli sanatlarda geçen ku-
en önemli temsilcilerinden biri olup, ralların ifadesi olan bu tür buyruklar,
Fransız Devrimine şiddetle karşı çık­
bize, belirli sonuçlara ulaşmak istiyor-
mış ve İngiliz sisteminin erdemlerini sa-
sak eger, yapmamız gereken şeyleri be-
vunmuşhır. Özellikle, Devrim hareketi-
lirten buyruklardır. Buna göre, bir köye
nin rasyonalist ve idealist havasına
giden bir karayolu yapmak istiyorsak
karşı çıkan düşünür, devrimin manevi
ateşiyle, siyasi yapnun yeniden kurul-
eger, teknik buyruklar bizden belli araç-
ları ve belli malzemeleri kullanmamızı
ınasma yönelik projelerin, geleneklerin
ve geçmişten miras kalan degerierin yap- ister. Fakat, bir patika, ya da demiryolu
ranınasına ve maddi manevi kaynaklann
yapabilecegimiz, veya başka bir ulaşım
tarzından yararlanabilecegimiz için, bu
tahribine yol açtıgını söylemiştir.
Sisteme ve soyutlamaya da karşı çıkan, yolu yapma zorunlulugumuz yoktur.
somut ve belirli sorunları tedricen ve ya- 2 İnsan varirtındaki basirete, uzgörilye da-
salara uygun bir tarzda çözmekten yana ya11aıı buyruklar. Bu tür buyruklar, örne-
olan Burke, liberal ve tutucu Whig aris- gin, arkadaşlarım arasında saygın biri
tokrasisiyle oldugu kadar halk kitleleri- olmak istiyorsam eger, belli şeyleri yap-
nin taşkınlıklan ve saray entrikalanyla mamı ve söylememi isteyen buyruklar-
da mücadele etmekten geri durmamış ve dır. Bununla birlikte, saygın biri olmak
yaşadıgı dönemde İngiliz siyasi hayah- benim için bir zorunluluk degildir. Söz
nın istikrar kazanması sürecine önemli konusu buyruk türü, yani 'eger'li yargt-
katkılar saglamıştır. lar, belirli bir amaca ulaşmak için ne ya-
bütün-parça ilişkisi 165

pılması gerektigini söyleyen yargılar Çagdaş siyaset felsefesinin bürokra-


olma anlamında koşullu buynıklardır. siyle ilgili en temel sorusu, bi.irokrasi-
Sonuncu buyruk türü ise, 3 alılı71ô buyruk- den vazgeçilip vazgeçilemeyecegi soru-
Inrdan meydana gelir. Söz konusu buynık sudur. Çünkü, günümüz toplumlarında
türü, bize akıllı insan varlıkJan olarak yö- faaliyet alanlan, kurumlar ve iş bölümü
nelip, bizden her dunımda, sonucu hiç çok fazla arttıgı için, modern toplumlar
dikkate almadan, kendi içinde zorunlu giderek artan ölçü lerde bürokrallaşan
olan eylemi gerçekJeştirmemizi isteyen toplumlar haline gelmişlerdir. Bundan
buynıkJardan oluşur. Ahlaki buyrukJar, dola)•t, bazı düşünürler bürokrasinin
bize, şu ya da bu sonuca ulaşmak için • işte bu durumun sonucunda, siyasi bir
degil de, insaıü özümüz, akıllı insan varlı­ egemenlik sistemi olarak ortaya çıktıgını
guıuz özü sözü bir olmayı gerektirdigi iddia etmişlerdir. Buna göre, bürokrasi
için, her koşul altında dogruyu söyleme- artık devletin işleyişindeki vazgeçil-

miz gerektigini belirten buymklardır. Bu mez bir araç olmaktan çıkıp, egemcnli-
tür buyruklar, hiçbir koşul ve hiçbir gi elinde tutan gnıp haline gelir. Yine,
sonuç gözetmeden, kategorik olarak em- bu durum, halk egemenliginin temsilcile-
reden buyruklardu. ri olan seçilmiş mil.letveki.lleri ile atanmış
Büchner, Ludwig. 1824-1899 yıl.lan arasın­ bürokrallar arasında bir karşıtlık dogu-
da yaşamış olan maddeci Alman düşü­ rur. Bundan başka, bürokrasinin kırta­
siyeciligine, yetersizligine ve araçlarla
nürü. Dünyarun ya da doıaıun nasıl ol-
amaçları birbirine karıştıran yaklaşımı­
ması gerekti~ a priori olarak ortaya
na işaret edilmiştir.
koymaya kalloşan t Alman idealizmine
bütün [Os. kül, umıi.m; Ing. wlıole; Fr. tout;
karşı çıkan Büchner, doga biliminin fel-
Al. ganz, heil]. Tam ve eksiksiz olan; par-
sefeye ihtiyaç duymadıgını, çünkü onun
çalardan oluşan ve hiçbir parçası eksik
kendi kaynakJanndan hareketle, empirik
bulurunayan, bir birlik ya da sistem ser-
araştırmaya dayanan, genel ve maddi
gileyen şey; parçalardan meydana gel-
bir dünya resmi ortaya koyabilecegini mekJe birlikte, parçaların yalın bir topla-
söylemiştir.
mından daha fazla bir şey olan yapı; bir
Diyalektik olmayan bir tınaddeciligin parçayı etkileyen bir degişmenin diger
yılmaz savunuculugunu yapmış olan
parçalarda da degişiklige yol açınası an-
Büchner, evrene ilişkin açıklamarun lamında, parçaları arasında karşılıklı
temel ilkeleri olarak yalruzca güç ve bir bagımlılık ilişkisi bulunan nesne.
maddeyi almış, tinsel bir ruhun varolu- Bu baglamda, birbirlerinden ayrı duran
şundan hiçbir şekilde söz edileıneyece­ parçalann bir sentezi; bu anlamdaki bü-
gini dile getirmiştir. tüne totum, yani ögeler bütünü adı veri-
bürokrasi [İng. burenucracy; Fr. bureaucra- . lir. Buna karşın, aynı sınıf içinde yer alan
tie; AJ. bürokratie]. Bir toplumda tabandan tekillerin, bireylerin toplanu anianunda
yukarıya dogru çıktıkça daralan bir yapı bütüne ise, omııe, yani tekiller toplaını
içinde örgütleruniş olan, kişisel olmayan denir.
genel kurallar ve işleyiş ilkelerine göre bütün-parça ilişkisi [İng. relatioıt of wlıole­
çalışan profesyönel görevliler grubu. part; Fr. relation enlre le tout et la partieJ.
Siyasi iktidarı ellerinde tutan kişilerin Parçayla, bir bütünü ya da bir toplanu
seçilmiş olmalarına karşın, bürokrat- meydana getiren şey ya da öge, buna
lar, seçilmiş degil de, bir işi yapmaya karşın bütünle de, parçalardan meydana
memur edilmiş, bir göreve atanmış pro- gelen şey ya da yapı anlaşıldıguıda, bu
fesyönel görevlilerdir. Bürokrasiyi belir- iki şey arasında söz konusu olan ilişki.
leyen iki temel özellik, oldukça gelişmiş Bir toplam, mekanik bütün ve organik
bir işbölümü ve görevlerde uzmanlaş­ bütün olmak üzere, üç ayn bütünden
madır. söz edilebilir. Bunlardan 1 birincisinde,
166 bütün-parça ilkesi

yani toplaında, bütünü meydana getiren Bütünparça ilişkisi gündeme geldiğin·


parçalar birbirlerinden hem fonksiyonel de, yine, bütünlerin parçalara, parçala-
olarak ve heın de varlık bakımından ba- nn bütünlere oldugundan daha fazla
gıınsızdır. Bütün ise, park etmiş olan bagıınlı oldugunu savunan dogurucu
araçlann oluşturdugu park alanı öme- evrim görüşünden söz edilebilir. S. Ale·
ginde oldugu gibi, parçalanndan bagım­ xander, Lloyd Morgan veR. W. Sellars
sız olabilirken, aritınetikte sayılada ilgili gibi düşünüdere göre, yeni varlık dü-
olarak, 'bir sayı parçalannın toplamıdır' zeylerinin ortaya çıkışı, fiziki varlık dü-
dedigirniz zaman söz konusu oldugu zeyinin ardından yaşamın ya da biyolo-
gibi, bagımlı da olabilir. jik düzeyin ardından bilincin gelişi
2 Bir otomobil ya da bir saat ömeginde örneklerinde oldu~ gibi, parçalada ilgi·
oldugu gibi, mekanik bir bütünde par- li yeni düzenlemeleri içerir. Orne&n, bir
çaların önemi büyük olup, parçalar bir· hayvan, bir birey ya da bütün bir varlık
birlerine fonksiyonel olarak bagımlıy­ olarak fonksiyonlaruu gerçekleştirir; bu-
ken, birbirlerinden varlık bakımından nunla birlikte, onun bütünlügü parçala-
bagunsızdırlar. 3 Buna karşın, organik ra, organlara, hücrelere, moleküllere,
bütünde, bir insan organizmaSU\da oldu- elektronlara, v. b. g., baglıdır. Bu parça-
ltı• gibi, bütünle parçalar arasında mutlak lar olmadan hayvan varolamasa bile, gö-
bir ba~mlılık ilişkisi söz konusudur. rüşe göre, ömegin moleküller bütünden
İkisi arasında mutlak bir ba~mWık söz ba~msız olarak varolur.
konusu oldugundan, ister bütün ya da Söz konusu görüşün karşısında ise,
ister parçalarda ortaya çıkan bir degişik­ parçalarm bütüne, bütünün parçalara ol-
lik, digerinde de bir degişiklige yol açar. dugundan daha fazla bagımlı oldugunu
Ömegin, biyolojik bir organizma olarak öne süren görüş yer almaktadır. Bu
organik bir bütün, bir kol ya da bir gözü- görüş, yalnızca bütünün gerçek oldugu-
nü, vs, yitirdiginde, farklı bir bütün haline nu, evrendeki tikel bir oluşum ya da te-
gelir. zahürün gerçek dogasıru, ancak ve ancak
Parça-bütün ilişkisi söz konusu oldu-
evrenin gerçek dogasuu bilditiıniz tak·
gunda, düşünce tarihinde farklı teorile-
d.irde bilebilecegimizi savunur. Ömegin,
rin geliştirilmiş oldugunu görüyoruz. Gesialt teorisine göre, davranışları bi-
Buna göre, Leukippos, tDemokritos ve
reysel ögeleri tarafindan belirlenmeyip,
tEpiküros gibi atomcu düşünürler, bü-
tünlerin varolmadıgıru, yalnızca parçala- kendi asli dogasuun parçalan ya da sü-
nn varoldugunu öne sürmüşlerdir. Var- reçleri belirledigi bütünler vardır.
lıgı, maddenin bölünemez parçacıklan
bütün-parça ilkesi [Ing. principle of who/e
olan atomlar araalıgıyla açıklayan bu part). Bütünü, kendisini meydana geti·
düşünüdere göre, taşlar, agaçlar, hay-
ren parçaların toplamından daha fazla
vanlar, v. b. g., bir şekilde, bu parçacıkia­ bir şey olarak gören, bütünün, parçala-
nn geçici ve rasiantısal toplamlan olup, rından hiçbirinde rastlanamayan özel-
onlarm bütünlükleri yoktur. liklere sahip oldugunu savunan anlayı­
Bunun karşısında yer alan görüş ise, şı ifade eden ilke.
yalnızca büıünlerin varoldugunu, parça- Bütüne ilişkin gerçek açıklama ya da
lann olmadıgını öne süren görüştür. Or- bilginin, bütünün parçalan bilind.igi, ana-
negin, Hint Vedanta ögretisine göre, ni- liz edildigi ya da açıklandıgı zaman
hai ve en yüksek gerçeklik olan tBrah- degil de, ancak ve ancak birbirleriyle kar-
man, bir bütün olup, onun parçalan yok- şılıklı bir etkileşim içinde bulunan, ve
h.ır. Yine, t Plotinos'un Bir olan Varlıgı­ yalnızca parçalann sayılması suretiyle
nın parçalan bulunmaz. Başka bir örnek açıklanamayan fonksiyonlar ya da faali-
olarak verebilecegimiz, t Aquinaslı Tho- yetler üreten parçalarının karşılıklı iliş­
mas'ın ruh görüşü ise, ruhun basit olup, kileri ele alındıgı zaman olanaklı oldu-
parçalardan yoksun oldugunu söyler. gunu savunan görüşün temelinde yer
büyük varlık zinciri 167

alan; bir bütünün parçalannan karşılıklı la.mışhr. Söz konusu evren modeline
bir bagımlılık ilişkisi içinde bulundugu- göre, patlama ve genişleme süreci 1020
nu, parçalardan birinde meydana gelen milyar yıl kadar sürmüştür ve hala sür-
bir degişikligin, diger parçalarda ya da mektedir.
bütünün özellikleri ya da fonksiyonlann- Büyük patlama teorisi, evrenin, ilk
da da bir degişiklige yol açacagını savu- çaglarında, çok yogun, çapı Güneş'in
nan ilke. çapından 30 kat fazla, küre biçiminde
büyük adam kuramı [İng. greal man the- bir hacim içine sıkışmış olarak bulun-
ory; Fı·. tlıeorie du grand honıme]. Tarihle dugunu söyler. Patlama modeline göre,
ilgili araştırmalar söz konusu oldugun- ısı çok yüksek olup, bir milyar derece-
da, bir alandaki başarı, kazanım ve iler- nin üstündeydi ve atomlar proton, nöt-
lemelerin, öncelikle ve çok büyük ölçü- ron ve elektronlarından tümüyle soyul·
de, yaratıcı kafaların, üstün insanların muş halde bulunuyorlardı. Bu ilk de-
eseri oldugunu, tarihi büyük adamların virde, en büyük rolü, bütün uzayı dol-
durmuş olan ışınım oynamaktaydı.
yaptıguu savunan yaklaşım.
Bireylerin ya da araştırmacılann çıgır Madde atomları çok az idi ve güçlü
ışık kuantumlan ile fırlatıhyordu. Yak-
açıcı yaratıcıhklannı ön plana çıkartan
laşık bir saat sonra, ısı bir milyar dere-
söz konusu kişiseki yaklaşım, araştır­
ceye, otuz milyon yıl sonra da birkaç
macının etkisi altında kaldıgı toplum·
bin dereceye düşmüştü.
sal, kültürel ve entellektüel iklim ya da
Evrenin oluşumunu açıklayan bu mo-
koşulların önemini vurgulayan dogalcı
dele göre, patlamaıun ilk saniyelerinde
yaklaşımın tam karşısında yer alır.
sıcak gazlar oluşmaya başlamış olmak-
büyük öncül (İng. major premiss]. Katego· la birlikte, otuz milyon yıl içinde, belli
rik tasımda, büyük terimi içeren öncül. bir atom partikülü oluşmamıştı. Bu gaz-
Kategorik tasnnda, büyük terim ise bir kütle sogumasını sürdürdü ve birkaç bin
tasıında yer alan üç terimden, sonucun
dereceye düştü. İşte bu sırada atomlar
yüklemi olarak ortaya çıkan terime teka- oluşmaya başladı. Duman halinin bu
bül eder. Aristoteles büyük terime, ilk ya aıunda, toz gaz bulutlan içinde ilk ola-
da yetkin tasım şeklinde, orta terimi içe~ rak hidrojen ve helyum bulunmaktaydı.
ren, kaplarru en büyük teriın oldugu Sonra çekiın kuvvetinin etkisiyle, belirli
için, büyük terim adını vermiştir. Öte toplarumlar oluşmaya başlamıştır ki,
yandan, büyük terimin, yani sonucun bunlar galaksileri meydana getirecek
yüklemi olan terimin yer aldıgı önerme· olan gaz kütleleridir.
ye büyük önenne adı verilir. Buna göre, büyük varlık zinciri [İng. great c/ıairı of
'Tüm insanlar ölümlüdür', 'Sokrates in- being] Varolan herşeyin tek bir çizgi ya
sandır', 'O halde, Sokrates ölümlüdür' da zincir içinde sınıflanabileceAini dile
tasırnında, 'Tüm insanlar ölümlüdür' getiren tasarım.
öncülü, büyük önermedir. Hemen hemen tüm dünya görüşleri ve
büyük patlama [İng. big bang]. Evrenin bilimselteoriler, varolanlan anlamak ve
oluşuanunu açıklamada kullanılan bir insan tecrübesini anlamlandırmak için,
teori türü. geniş kapsamlı sınıflayıcı şernalara ihti-
Teoriye göre, evren günümüzden en az yaç duymuşlardır. Bu sınıflayıcı ve
on milyar yıl önce, çok yüksek sıcaklık açıklayıcı şernaların en temel ve önemli-
ve yogunluktaki bir yapıdan büyük bir lerinden birisi, geçmiş çaglardan günü-
patlama sonucu oluşmuş olup, bu yapı­ müze kadar erişen 'büyük varlık zinciri'
dan, söz konusu patlama :'ve genişleme tasarıınıdır. Bu tasanm, tüm dogal ya da
sonucunda, en hızlı hareket eden kütle- yaratılmış şeylerin, tek bir dikey çizgi
ler en dışta, daha yavaş hareket edenler ya da zindr içinde sıralanabilecegini be-
ise en içte olmak üzere, bir yayılım baş- lirtir, öyle ki bu zincirin halkalarında yu-
168 büyük varbk zinciri

kan ya dogru çıkıldıkça, her halka bir ön- terilen hayvanlarda ise, ayrıca irade ve
ceki halkarun niteliklerinden bir fazla ni· hareket yetenegi söz konusu olur. Hay-
telige sahip olur. vanların üzerinde bulunan insanlar ise,
Buna göre, kabaca, zincirin en altındaki akıl ve bilinç sergilerler. Daha üstteki
halkayla gösterilen mineraller yalruzca halkalarda ise, en azmdan İlk ve Orta-
varoluş özelligine sahiptir; bitkilerde çag'ın bakış açısından tinsel varlıklar
buna ek olarak, canlılık ya da yaşam ve nihayet en üstteki halkada ise, T ann
özelligi vardır. Bir üstteki halkayla gös· bulunur.
Camus; Albert 169

şunur. Carnpanella, tAristoteles'a karşı


çıkışa ve bilgi görüşüyle, tDescartes'a bir-
çok bakımdan öncelemiş olmasına kar-
şın, daha çok lA Citta del So~ [Güneş Ül-
kesi] adlı kitaba ve bu kitapta geliştinniş

c
oldugu ütopyasayla tammr. Diger eserle-
ri: Philosophia serısibus dmıonstrata [Duyu-
sal Olarak Kanıtlanan Felsefe] ve Atheis-
nıus Trinınphıltus [Ateiı:min yenilgisi).
Onaltıncı yüzyalın doga felsefesi hare-
keti içinde kendisine bir yer bulan Cam-
Cabanis, Pierre Jean George. Fransız panella, dogaya ilişkin, duyu-algasına
Aydınlanmasının, 1757-1808 yılları ara- dayanan deneysel araştırmanın dünya-
sında yaşamış olan ünlü düşünürü. ya ilişkin bilgimizin kaynagam meyda-
tAydınlanmarun diger düşünürleri gibi na getirdigini savunmuştur. Dogaya
bilimci ve maddeci bir yaklaşımı benim- ilişkin araştırmanın önemini, onun pra-
seyip, ilerleme düşününe sınırsız bir tik etkisinden bagımsaz olarak da vur-
inanç besleyen Cabanis, ruh ya da z.ihin gulayan Campanella'ya göre, doga canlı
diye bir şeyin olmadıgını, yalnızca için- Tann heykeli, veya Tann'run aynasa ya
de düşünce saklayan beyinden söz ede- da tezahürüdür. Bundan dolayı, Tan-
bileceğimizi öne sürmüştür. Pozitif bir n'ya ilişkin bilginin, kutsal kitap dışın­
felsefe ve pozitivist bir metodolojinin ge- daki en temel yolu, dogaya ilişkin de-
regini vurgulayan düşünür, bilim ve fel- neysel araştırmadar.
sefe alanında, tfenomenlerle sınırlanma­ Campanella, siyaset felsefesi alanında
nın kaçırulmaz bir zorunluluk oldugunu ise, yaşadı~ dönemin İtalya'sındaki bo-
ifade etmiş ve fenomenlerin gerisindeki zukluklardan yola çıkarak bir ütopik
nihai ve en yüksek nedenlerle ilgili ola- devlet anlayışa geliştirmiştir. Başka bir
rak bilinemezci bir tavır takınmıştır. deyişle, o zamanının İtalya'sındaki top-
O, ahlik konusunda, çagın icaplarına lumsal düzenin iyileştirilemeyecegine
uygun olarak, ahiakın metafiziksel ve te- inanmış ve her bakımdan mükemmel ol-
olojik önkabullerden kurtarılması gerek- duguna inandıgı yeni ve yetkin bir top-
ligini söylerken, insan yaşamının birligi lumsal düzen tasarlar.arak, toplumwl
üzerinde durmuştur. kurtuluşunun Güne~ Ülkesinin toplum-
camenes. Klasik mantıkta, öncüUerinin yer sal düzeni yaşama geçirildigi takdirde
degiştirmesi ve sonucun evrilmesi yo- mümkün olacagını savunmuştur.
luyla Celarent'e, birinci tasını şekline in- Camus, Albert. 1913-1960 yıllan arasında
dirgenebilen dördünce şekilden tasını: yaşamış olan Fransız düşünür ve ro-
Tüm Pler M'dir. Hiçbir M S degildir. O mancı. Temel eserleri: La Chute [Düşüş],
h~lde, hiçbir S P degildir. L 'Honıme Rtoolte [Başkaldıran İnsan], lA
camestres. Klasik mantıkta, ikinci şekil­ Peste [Veba].
den, büyük önermesi tümel olumlu Düşünsel gelişimi iki ayn döneme ay-
küç\1k önermesi tümel olumsuz. sonucu rılan Camus, birinci dönemde, dünyanın
da tümel olumsuz olan tasuna verilen saçmalıgı ve yaşamın anlamsızlıgı ko-
ad. Terimin başında yer alan C hadinin nuları ve dolayısıyla, +saçma kavrama
de gösterdigi gibi, Camestres birinci şe­ üzerinde, buna karşan ikinci dönemde
kilden Celarent'e indirgenebilir: Tüm Pler başkaldm konusu ve buna baglı olarak,
M'dir. Hiçbir S M depldir. O halde, hiç- dünyanın anlamsazh~ına başkaldarmak,
bir S P depldir. · toplumu detiştirmek, kötülükleri gider-
Gunpanella, T ommaso. 1568-1639 yıllan mek ve daha iyi bir düzen kunnak ama-
arasanda yaşamış olan ünlü İtalyan dü-· ayla eylemde bulurıma temalan üzerin-
170 Camus, Albert

de dunnuştur. Ona göre, dünyanın saç- şeydir. Oysa Camus'ye göre, saçma ya da
malıgına, kaçuulmaz yenilgiyi bile bile saçmalık, dogrudan dogruya Tann'nm
kötülüklere karşı çıkmak, yaşama anlam yoklugunun bir sonucudur. Din olmadı·
katmaktan başka bir şey degildir. gında, insarun istek, arzu ve idealleriyle
Felsefesi tümüyle ahl§ıki bir çizgide ge- dünya arasındaJd çatışma ve uywnsuz-
lişmiş olan Camus, felsefe tarihinin geç- luk en yüksek düzeye ulaşır. İnsanın du-
mişinde kalan spekülatif sistemlerden rumu, ona göre, aoyla ve ölümün kesinli-
hiçbirinin insan yaşamı için bir rehber giyle belirlenir.
olma rolü oynayamadıgı gibi, insanın İnsan varlıgının ınakQI ya da anlaşılır
sahip olduğu degerierin geçerliligi için bir şey olarak görüp kabul edemediği bu
de bir teminat saglayamadıgını söyle- kader ve saçmalık karşısında, Camus'ye
miştir. İnsanın daima dünyanın, insani göre, Aydınlanmanın evrensel akluun
degerler, kişisel idealleri ve dogru ve söyleyecek hiçbir şeyi yoktur. Zira,
yanlışla ilgili yargılan için bir temel sag- insan, çabalarının hemen her aşamasın­
laınasuu istedigini dile getiren filozof, da akıldışı olanla karşı karşıya gelir. O,
dünyanın insana karşı kayıtsız kalışını hep mutluluk peşinde koşar, mutluluk
anlamsızlık ya da saçmalık olarak değer­ istegini yüreğinin en derinlerinde hisse-
lendirmiştir. derken, kaçuulmaz olarak saçmayla yüz-
Ona göre, geçmişte benimsenmiş olan yüze gelir. Saçma, buna göre, insanın
ahlaki tavırlar, insani degerlerle gerçekli- istek ve ihtiyacının dünyanın akıldışı
gin dogası arasında belli bir uygunluk sessizli~ne çarpmasuun bir sonucu ola-
ya da ahenk bulundugu inancına baglı rak ortaya çıkar.
olmuştur. Buna göre, ahiili ayırunları Camus'nün bu durwn ka~ISındaki
geçerli kılan dış destekler, geçmişte din tepkisi, varoluşun saçmalıguu içtenlikle
tarafından saglarunaktaydı. Modem dö- taruyıp teslim etmenin, bizi başka bir
ı,emde, dini inancın çöküşünden sonra yaşam ve öte dünya inanandan kurta-
dogan boşlugu, ona göre, laik dinler rarak içinde bulunulan anı yaşama, gü·
doldurmuştur. Nitekim Camus tHegel zelligi hissetme ve hazzı duyumsama
ve tMarks'ın tarihsidliginin insani de- olanagı verdigini ifade eder. Başka bir
gerleri gerçeklige bir tür tarihsel gelişme deyişle, Camus'ye göre, bu saçma ya-
ögretisiyle baglama yönünde bir giri- şanhsına verilecek uygun karşılık inti-
şimden ba~ka hiçbir şey olmadıgını har olamaz. Saçmalıkla, gerilimi dogu-
öne sürer. Işte o bu çerçeve içinde, l..e ran iki kuruptan birini yok ederek baş
Mythe de Syspe [Sisyphos Efsanesi] adlı etmeyi amaçlayan intihar, insan onuru-
eserinde, bir yandan insan varlıkJannın na uygun düşmez. Öyleyse, yapılacak
amaçlı tavırlarıyla deger biçid olma rol- tek şey, saçmalığJ görüp benimseyerek,
lerini sorguya çekerken, bir yandan da ona ragmen yaşamayı deneınektir. Buna
Hege1 ve Marks 'ın tarih ögretileri türün- göre, Camus insani amaç ve eylemin
den degeri destekleyici gerçeklik yorum- metafiziksel bakundan keyfi ve temelsiz
lannın iflas ettiğini söyler. Buna göre, oldugunu görüp benimsemenin, hiççili-
deger biçid ve amaçlı bir varlık olarak gi, pasif bir umutsuzluktan çıkartıp
insanın, kendisinin bu tutwnuna destek dünyanın insana karşı olan kayıtsızlıgı
saglamayan bir dünya içindeki varolu- önünde bir başkaldmya dönüştürecegi­
şunu, Camus insanuı. durumunun saç- ni söylemiştir. Fakat o, burada da kal-
malıgı olarak tanımlar. mayıp, varoluşun saçmalıgından siyasi
Onu varoluşçu felsefe içinde, Sartre'dan bir ders çıkarmarun mücadelesini ver·
ayıran şey de işte bu saçma ögretisidir. miştir. Başka bir deyişle, faşizme oldu-
tSartre'a göre, saçma, dünyanın, bilinçı;iz gu kadar, komünizme de şiddetle karşı
varilgın özünde bulunan ve bilincin kav- çıkan Camus, varoluşun saçmalıgını
ramsallaştırmalanndan ya da olumsuzla- hedefleyen bireysel başkaldırıdan kol-
yıcı faaliyetinden önce ortaya çıkan bir lektif bir dayanışma bilinci türetmenin
canlımaddecilik 171

çabası içinde olmuştur. belli bir bakış aÇlsından, şu ya da bu


Buna göre, Camus'nün saçma olan kar- perspektiften dogru ya da yanlışb.r.
şısındaki ödün vermez bir içtenlik ve dü- Başka bir deyişle, bilim tarihinde önem-
rüstlükten başka, başkaldırıyla belirle- li ve ilginç olan, bugünün bakış açısın­
nen ahlakı, uzlaşımsal burjuva ahJakıyla dan veya günümüzün ilgi/ çıkarlarına
faşist ve komünist toplama kamplarında göre önemli ve ilginçtir. Bundan dolayı­
sergilenen totalitaryaniz.mi başlıca düş­ dır ki, yansız bir bilim tarihinden söz
manJan olarak görür. Bundan dolayı, edilemez.
Camus, amaçlarm araçları haklı kıJdıgı caniıcılık [Os. ervtilıiyye; İng. animisnı; Fr.
düşüncesine oldugu kadar, tarihin sonu- aninıisme; AJ. aninıisınus]. Zihinsel, hatta
nu gören tarih felsefelerine de şiddetle fiziki varoluşun kaynagıru, cisim ya da
karşı çıkmıştır. bedenden bagımsız veya en azuıdan
Canguilhem, Georges. 1904 dogwnJu çag- ayn olan bir enerji ya da güçte bulan an-
daş Fransız bilim filozofu. Michel Fouca- layış. Canlı ya da cansız herşeyin bir
ult'nun doktora tez daruşmaru olan Can- ruha ya da tinsel bir töze sahip bulundu-
guilhem yapısaıcı bilim tarihi anlayışanın gunu savunan ögreti.
kurucusu ve en önemli temsildsidir. 1 Antropolojide, içsel bir kendiliginden-
Evrimci bir bilim görüşünün ya da iJer- lik ya da etkinlik ilkesi olarak, herşeyde
leme olarak birikimsel bilgi anlayışının ruh bulundugunu öne süren görüşe, do-
hakim oldugu Fransa'da, o bilimsel faali- gada farklı dereceden tinJer bulundugu-
yetteki sürekliliklere oldugu kadar kesin- nu savunan akıma karşılık gelen canlıcı­
tilere de hakkını verebilecek bir bilim ta- lık, 2 biyoloji ve psikolojide, yaşamın
rihi görüşü geliştirmiştir. Onun karşı temelinin maddi bedenden çok, madde-
çıktıgı bilim yorumu ve bilim tarihi anla- sel olmayan ruh oldugu görüşünü ifade
yışı geçmişi şimdinin bir temeli ve ha- ederken, 3 metafizikte, varlıguı canlı ol-
zırlayıcısı olarak gören anlayışbr. Bu gö- . dugunu savunan teoriyle özdeşleşir.
rüşe göre, bilim bir kez tesis olunmaya Canlıcılık, 4 kozmolojide ise, evrenin
ve onun konusu belirlenmeye görsün, ve bu arada astronomiye konu olan gök
hemen hakikatın biricik teminatı. dogru- cisimlerinin ruhları oldugunu savunan
lann yegane üreticisi olup çıkar. Niteldm, ögretiye karşılık gelir. Başka bir deyiş­
onyedi ve onsekizine yüzyıllarda dogup le, caniıcılık yalnızca insan varlıklan,
kurumsallaşan bilimler ondokuz ve yir- ve insan varlıkları dışındaki hayvania-
minci yüzyıJlai'Ul bilimi için bir temel nn degil, fakat bitkilerin ve hatta canlı
olma işlevi görmüştür. olarak görmedigirniz şeylerin bile ruh-
Cangulheim bu görüşün, kendisinin ge- ları oldugunu savunan görüş olarak
riye dönüş yanılsaması adını verdigi bir karşımıza çıkar.
teınel yarulgıya dayandıgı için, bütünüy- Öte yandan, canlıcıJıguı, bir bütünün
le hatalı oldugunu öne sürer. Geçmişin içindeki parçalann, bütünün amacına
şimdi için bir temel, atlama tahtası oldu- ulaşabilmesi için, amacı koyan bütün
gunu kabul eden bu görüş, aynca şim­ tarafından diger parçalara uyduruldu-
dinin degişmez ve statik oldugunu ima gunu savunması durumunda, bu tür bir
eder. Oysa, ona göre, bilimi karakterize canlıcılıga teleolojik caniıcılık adı verilir.
eden şey, kapalılık ve süreklilik degil, canlı maddecilik [Os. heyuldyı hayvaniye
fakat daha ziyade açıklık ve süreksizlik- mezltebi; İng. hylozoism; Fr. hylozoisme; Al.
tir. Bilim sürekli olarak degiştigi için, ka- hylozoismus] Genel olarak. canlılıgın ve
palı degil de, açık bir sistem meydana yaşamın maddenin temel bir özelligi ol-
getirir. dugunu; madde ve hayatın birbirlerin-
Dahası, bilginin dışsal çevreye, harici den ayrılamayacagıru; yaşamın, ayn bir
faktörlere baglı oldugunu öne süren Can- ilke olmayıp, maddeden türedigini ya
gulheim'a göre, dogı-u ve yanlış olan, Ni- da maddenin tinsel özelliklere sahip ol-
etzsche'nin de göstermiş oldugu gibi, dugunu savunan ögreti. Her türlü hare-
172 Camap, Rudolph

ket ve degişrnenin nedenini kendisinde Catt, Edward. 1892-1982 yıllan arasında


taşıyan ttöz anlayışı. yaşamış ve tarihin bir bilim olmadıgı
Canlı maddeciliğe ilk kez olarak, 'hiç- şeklindeki görüşe şiddetle karşı çıkmış
ten hiçbir şey çıkmayacagı'nı, dolayı­ olan İngiliz tarihçi ve tarili felsefecisi.
sıyla maddenin yaratılmamış oldugu- Temel eseri, 8 altlik A History of Soviet
nu kabul eden, fakat söz konusu ezeli Russia [Sovyet Rusya'nın Tarihi)'dır.
maddeyi harekete geçirecek bir fail Carr'a göre, tarih ile doga bilimleri ara-
neden ya da hareket kaynagı söz konu- sında yapılan ayınm, sırasıyla tarihin
su olınadı~ı için, kendi degişme ilkesi- tekil, buna karşın bilimin genel olana
ni kendisinde saklayan, kendi hareketi- yöneldigi, tarihten bir de~ çıkartılama­
ni yine kendisinin açıklayacagı bir töz, yacagı, tarihin öndeyi gücünden yoksun
ark/11? arayan tMilet Okulu filozofların­ oldugu, tarihin zorunlu olarak öznellik
da ortaya çıkmıştır. sergilediği ve nihayet tarihin, bilimin
Carnap, Rudolph. 1891-1970 yıllan ara- tersine, ahlak ve dini problemleri de
sında yaşamış olan Alman asıllı ABD'li işin içine kattıgı fikirlerine dayanınak­
düşünür. tMantıkçı pozitivizm akımını tadır. Bütün bunlann temelinde ise,
geliştirmiş olan bir grup bilim adamı, fi- t Aristoteles'ten miras almış oldugu-
lozof ve matematikçinin 1920'larda kur- muz, bilimin genel, tümel olanın bilgisi
olduğu yerde, tarihin tekil ve bireysel
muş oldugu tViyana ÇeVTeSinin en seç-
kin üyelerinden biri olan Camap, manhk olaıu konu aldıgı şeklindeki yanlış ön-
yargı bulunmaktadır. Oysa, Carr'a göre,
ve bilim felsefesine, olasılık teorisiyle de
tümevanmsal çıkanm konusuna önemli tarihçi tekil olanla degil de, tekler için-
katkılar yapmıştır.
deki genelle ilgilenir, çünkü dilin kendi-
Camap, bilimlerin empirik verilerine si tarihçiyi, zorunlu olarak genelierne
mantıksal analiz yöntemini uygulamak
yapmaya götürür.
suretiyle, birleşik ya da birlikli tek bir Cassirer, Emst. 1874-1945 yıllan arasında
yaşamış olan Yeni-Kantçı Alman filozo-
bilim ortaya çıkarmanın olanaklı oldu-
fu. Temel eserleri: Philosophie der SymOO-
guna inaıumş olan bir filozoftur. O, Vi-
Iisclıen Fonnen [Sembolik Formlar Felse-
yana Çevresinin tüm diger üyeleri gibi,
fesi] ve lur Logik der Kult~TWissenschaften
tümeelerin ya da önermelerin, yalnızca
[Kültür Bilimlerinin Mantıgı Üstüne].
deneysel olarak dogrulanabildikleri tak-
Cassirer'nin yöntem olarak transenden-
dirde anlamlı olduklarını ve metafiziğin
tal yöntemi benimseyen, genel bakış
önermelerinin, bu ölçüte tabi tutuldugu açısı itibariyle de idealist olan felsefesi,
zaman, anlamsız ya da olgusal bir an- tKant'ın eleştirel felsefesinin biraz daha
lamdan yoksun olduklarının gösterilebi- farklı bir versiyonudur. Başka bir deyiş­
lecegini savunmuştur. le, Kant felsefesinden hareket eden ve
Daha çok mantık ve matematik konu- Kant'ın inzan zihnindeki a priori kav-
sunda, yaşamının ikinci yarısında da ramların dogal dünyaya şekil verme
türnevarım ve olasılıgın temelleri üze-
yollanyla ilgili temel ilkelerini genişle­
rinde çalışmış, ve empirizmi, deneysel ten Cassirer, bir kavramın çok sayıda
bilginin kanıtsal temellerine ilişkin sis- tekil örnekten, bireysel varlıktan soyut-
tematik ve mantıksal bir ögreti olarak lama yoluyla elde edildigi görüşüne
yorumlamış olan Carnap, aynı zaman· şiddetle karşı çıkmış ve tıpkı tPlaton
da mantıkçı pozitivizmin dogrulanabi- gibi, kavramın, bilgiyi düzenleyen bir
lirlik ölçütü üzerinde durmuş ve doga- araç olarak. tikellerin, bireysel nesnele-
da oldugu gibi, toplumsal ve tarihsel rin sınıflandırılabilmesi için daha önce-
alanlarda deneysel bilimlerin terim ve den var oldugunu belirtmiştir.
önermelerinin fizik dilindeki terim ve İnsanın temel etkinliginin kavramlaşbr­
önermelere indirgenebilecegini dile geti- ma, temel özelliğinin de sembolleştirme
ren fizikalist görüşü benimserniştir. oldugunu belirten Cassirer, din, sanat,
cebriye 173

dil, tarih ve biliınin, simgeler üreten ve yüce yol' dur; do~ruya inanmak, do~
ürettigi sembolleıin dünyasında yaşayan düşünmek, dogru konuşmak, dogru
insarWl meydana getirdigi sembollerden eylemek, dogru yaşamak, dogru kavra-
başka hiçbir şey olmadıklarını savw1· mak, dogruya erişmek.
muştur. üzeilikle kültür felsefesiyle seç- causa sui. Daha çok spekülatif metafizikte,
kinleşen Cassirer, sembol ve anlam iliş· ömegin akılcı filozofların metafiziklerin·
kisi üzerinde yogunlaşmıştır. O, bu de, kendi kendisinin nedeni olan, varolu-
baglamda, sembol ve anlam ilişkisinin şu, olumsal degil de, zorunlu olan varlık
kendisini iki karşıt egilimle ifade ettigini için kullanılan Latince deyim.
söylemiş ve bu egilimleri, tutucu bir ge- Deyimin, biri olumlu, digeıi olumsuz
lenek içinde ortaya çıkan duraganlaştır­ olan iki anlamı vardır. ı Olumsuz anlamı
ına ve koruma egilimiyle, evrimci bir ge- içinde causa sui, kendinden ve kendi başı­
lenek içinde ortaya çıkan, eski modelleri na varolan, mutlak anlamda ba~ımsız ve
yıkma egilimi olarak sıralamıştır. nedensiz varlıgı (yani Tann'yı) gösterir. 2
Cassirer, ömegin efsane ve ilkel dinler· Olumlu anlamı içinde ise, cau.sa su i, doga-
de, tutucu egilimin oldukça güçlü oldu- sı ya da özü varoluşunu iÇ1!ren varlık an-
gunu öne sürer. Nitekim, mitolojik açık­ lamına gelir. Buna göre, Tann kendi var-
lama şimdiyi uzak bir geçmiş araa- lıgırun temelidir ve kendi varlıgının faiJ
lıgıyla aÇlklama çabası içinde olur. Yine, nedeni olarak görülür. Yani, varoluş,
dogal dillerde, duraganlaşbrma egilimi kendi kendisinin nedeni olan varlı~n do-
veya tuturu gelenek kendisini, bir dilin, gasından zorunlu olarak Çikar.
iletişimin mümkün olabilmesi için, uy- caynacıhk. M. Ö. 6. yüzyılda, Hindis-
mak durwnunda oldugu kurallarda gös- tan'da Mahavira tarafından kurulmuş
terir. Aynı nesnelleştirme ve duraganlaş· olan din ve felsefe okuluna verilen ad.
hnna egilimi bilime de damgasını vurur- Caynacılıga göre, dünya canlı bir öz
ken, Cassirer'ye göre, bir tek sanatta, olan 'civa'yla, cansız maddelerden, aciva-
gelenegi yıkıp, yeni modeller ya da dü- dan oluşur. Civalar, ruhlar, maddeyle
zenler yarabna egili.ıni agır basar. Bunun· kirlenmiş oldu~u için, olması gerektiği
la birlikte, burada bile, gelenek tümden gibi, kusursuz ve ölümsüz olamamakta-
ortadan kalkmaz, zaten ortadan kalkması dır. Kurtuluş, ancak maddenin kirinden
demek, sanatı da mümkün kılan iletişi­ uzaklaşmakla, sıkı perhizlerle, çileci ve
min sona ennesi demektir. erdemli bir yaşam sürmekle olur. Temel
Buradan da anlaşılacagı üzere, Cassirer ilkesi, verilmemiş olanı almamak, dünya
din, bilim, sanat ve dili, organik bir birlik nimetlerinden vazgeçmek ve özellikle de,
sergileyen sürekli bir gelişmenin görü- canlı olan hiçbir şeyi öldürmernek olan
nümleri olarak degerlendirmiştir. Bu gö- Caynacılık, ruhu Nirvana'ya ulaştınnayı
rünümlerden her biri, insan bilinandeki amaçlarken, üç yol önerir: Dogru görüş,
sembolik tasarunın işlevinden başka, in- dogru bilgi ve dogru ahlak.
sanın, kültür olarak tarumlanan, kendine cebriye. İslam dünyasında. iyi ve kötünün
ait ideal dünyayı inşa etme gücünü göz- bizzat Tann'dan geldigi inananı benim-
ler önünü sermektedir. seyen ve her eylemin önceden Tann tara-
catvari arya-satyani. Buda'nın ögretisi- hndan yaratılıp, takdir edildigini dile ge·
nin özünü oluşturan dört temel hakikat tiren kelami mezhebi dile getiren terim.
için kullanılan deyim. İnsaniann bir işi, bir eylemi yapıp yap·
Buna göre, ı yaşam aadır, üzüntüdür, mamakta özgür oldugunu kabul eden
ıstıraptır. 2 Aalann, üzüntü ve sıkıntı­ ve dolayısıyla insaniann yaptıklarından
nın kaynagı, doywnsuz istekler ve tut- sorumlu oldukları fikrini savunan Kade-
kulardır. 3 Kendisini tutkulara ba~nh­ riye mezhebinin karşısında yer alan
hktan kurtaran kişi, gerçek bir kurtuluşa Cebriye mezhebine göre, iyi ve kötü
erer, doguş çarkının dışına çıkar. 4 Kur- dogrudan dogruya Allah'tan gelir; olay-
tuluşa götüren yol ise, 'sekiz basamaklı Iann ortaya çıkışı ve meydana gelişi, in-
174 celarent

sanın iradesine ba~lı de~ildir, zira her- Liberal görüş ve bireysel ahiakla cema-
şey Allah tarafından önceden, de~iş­ atçi görüş ve erdem ahlak.ı arasındaki
mezcesine belirlenmiştir. karşıtlı~ın kökeninde, bireysel özerkh-
İnsaıun ya da kulun seçme özgürlü~ü ~ ahiakın özünü meydana getirdigini
olınadı~ı için, iyi ve kötü işlerin Tann'- savunan tKant ile, Sittlic/ıkeit kavramıyla,
dan oldu~una inanan Cebriye mezhebi, bireyin bir cemaate aidiyetinin olmazsa
iki gruba aynlır. Cehm bin Sahva'nın ön- olmaz oldu~unu öne süren tHegel ara-
cülü~ünü yapb~ı ve tam cebriler olarak sındaki karşıtlık bulurunaktadır.
bilinen birinci gruba göre, insanlarda cesare. Klasik manbkta, ikinci şekilden,
irade bulunmamaktadır ve insanla can- büyük önerme ve sonucu tümel olwnsuz,
sız varlıklar arasında bu bakımdan hiç- küçük önermesi ise tümel olumlu bir
bir fark yokhır. Buna karşın, daha ılımlı önerme olan tasım kalıbı: Hiçbir P M
bir yazgıcılı~ı savunan ikinci gruba göre de~ildir. Tüm S'ler M' dir. O halde, hiçbir
ise, kulun yaptı~ı işi Taruı takdir etmek- S P de~ildir. Cesare tasım kabbl, birind
le birlikte, kul işin yapılınası için, belli şekilden celarent'e indirgenebilir.
bir çaba ve güç harcar. cesaret [İng. courage; Fr. courage; Al. mut].
celarent. Klasik mantıkta, büyük önenne Ahlak felsefesinde, kişiye bir tehlikeyi,
ve sonucu tümel olumsuz, küçük öner- söz konusu olabilecek korku tarafından
ınesi tümel olumlu olan birinci dereceden alt edilmeksizin gö~üsleme imkanı ve-
taslm şekli: Hiçbir M P değildir. Tüm ren zihin hali ya da eylem tarzı.
S'ler M'dir. O halde, hiçbir SP degildir. Yüreldilik. yi~itlik anlamına gelen cesa-
cemaatçilik [İng. conınıunitarianism; Fr. ret, bkça~ Yunan felsefesinde, bilgelik,
conınıunautarisnıe]. Liberal siyaset ve eko- adalet ve ölçülülükle birlikte, temel er-
nomi görüşünün, yararcı ahlak teorisi- demJer arasında sayllm.ışbr. Buna göre,
nin özünde varolduğunu savundu~u bi- cesur bir insan. korku duymayan ya da
reycili~i reddeden, ve sadece bireysel korkusuna hiçbir şekilde yenik düşme­
özerklik ve özgürlü~ü korumayı ve kol- yen insan olarak degil de, korkusunu
lamayı gözeten bir toplwnda yok olup kontrolü altında hıtabilen ve bir ödev
gittiklerine inandı~ı, kültürel veya ulusal duygusuyla ya da ahiili ve rasyonel bir
de~erler benzeri, kollektif bir dogaya, yargıya uygun olarak eyleyebilen kişidir.
ortak bir öze sahip de~erler ve arnaçiann ceza [Os. nıücôzsit; İng. punishment; Fr. pu-
önemini büyük bir güçle vurgulayan top- nition; Al. strafe]. Yasaları bilerek ve is-
lum teorisi, siyaset görüşü. teyerek çi~neyen, belli bir eylemiyle
Söz konusu toplum ve siyaset teorisi- suç işleyen kişiye uygulanan yaptınm.
nin ahlak görüşü, bireysel özerkli~e da- Başkalarına bir şekilde, maddi ya da
yanan bireyalik ve zaman zaman da ya- manevi zarar veren, toplwna ve top-
rarcılıgın tersine, bir terdem ahlakıdır. lwnsal hayata zararh eylemlerde· bulu-
Bununla birlikte, cemaatçili~in ahlak gö- nan kişinin, özgürlügünün elinden alın­
rüşü bir erdem ahlakıyla sınırlı kalmaz; ması, birtakım hakların klsıtlanması ve
o söz konusu erdem ahlakının ancak ve parasal kayba u~ablması suretiyle yok-
ancak, bir gelene~i olan, aynı inanç, sunluk içinde bulunması durumu.
de~er ve davranış kahplarını benimse- Bu ba~lamda, genelin iyiligi adına ko-
miş, içten, yüzyüze ilişkilerle birbirleri- nulmuş yasalan ihlal ederek,. yasa ya da
ne ba~lanan insanların meydana getir- emirlere karşı gelerek suç işleyen kişiye
dikleri cemaatlerde gelişebilece~i, insa- verilecek cezayı çeşitli şekillerde temel-
nın tam anlamlyla gerçekleşmesi için lendirmeyi, haklı k.ılmayı amaçlayan bir
gerekli olan erdemlerin, ayıncı bir ko- dizi ö~retiyi belirleyen genel teoriye, ceza
münal yaşam tarzına sahip toplumlar- kurann adı verilir.
da hayata geçirilebilece~i kabulüyle ta~ Genel ceza teorisi içinde, 1 cezarun ama-
mamlanır. clnın, suçludan, işledi~i suça, yaptıgı kö-
Chomsky, Noam 175

tülüge eşdegerde bir öc almak oldugunu oluşturulabildigi zaman mümkün olaca-


öne süren ceza anlayışı misilleyici ceza gına ve felsefenin böylelikle matematik-
anlayışı olarak bilinir. 'Göze göz, dişe sel modele ~ygun bir yapıya kavuştunı­
diş' atasözünde ifadesini bulan bu labilecegine inaruyordu. Bu durumda
orantılı ceza anlayışına göre, ceza, suç- filozoflar, ortaya attıklan iddialan, geliş­
luyu ıslah etmek için de~il de, söz ko- tirdikleri sistemleri, bu sembolik dil ve
nusu olan bir kötülük ya da adaletsizli- kalkül sayesinde denetleyebileceklerdi.
gi düzeltmek, telafi etmek için verilir; Bu iş içinse, Leibniz'e göre, felsefe kav-
zira en büyük adaletsizlik, kişinin baş­ ramlannı sembollerle göstermek, kav-
kalarına, orantılı karşılıgı ve kaybını ramsal ilişkileri de manbksal işlemlerle
görmeden zarar vermesinden, kötülük ortaya koymak yeterli olacakbr.
etmesinden oluşur. Chartres Okulu [İng. School of Chartres;
2 Cezanın amaaıun suçluyu ıslah etmek, Fr. Ecole de Cfıartre] Ortaçag felsefesinin,
suçlunun davranışıru degiştinnek ve iyi- Fransa'da, 10. yüzyılla 13. yüzyıllar ara-
leştirmek oldugLuıu, salt ceza vermek, öc sında etkin olmuş önemli okullanndan
almak için verilen cezaıun kötü ve adalet- biri. Aristotelesçi ögretilerin, Platoncu ög-
siz olup, cezanın ancak cezalandınlan ki- retilerle belli bir sentezini yapan okulun
şiye yarar sagladıgı zaman meşru oldu- en önemli düşünürleri arasında, Chart-
gunu öne süren ceza ö~etisi, ıslah edici res'lı Theodorik, Canche'lu William.
ceza anlayışı olarak kategorize edilir. 3 Chartres'lı Bernard, ve hepsinden önemli-
Buna karşın, suçluya, aynı suçu işleye­ si tSalisbury'li John sayılabilir.
cek başka insanlar üzerindeki caydıncı Chomsky, Noam. 1928 do~lu ünlü
etkisinden dolayı, ceza verilmesi gerekti- Amerikalı dilbilimci, düşünür. Temel
gini savunan ceza görüşü caydırıcı ceza eserleri: Syntactic Structures [Sözdizimsel
anlayışı olarak bilinir. Yapılar], Current lsswes in Linguistic The-
4 Nihayet, cezanın kendi içinde, özü iti- ary [Dilbilim Teorisinde Temel KonularL
bariyle kötü bir şey oldugunu, bundan Lmıguage arıd Mirıd [Dil ve Zihin], Cnrtesi-
dolayı cezarun en yüksek sayıda insanın an Linguistics [Descartesçı DilbilimL Deep
en yüksek ınutluluguna katkı yapbgı sü- Structure and Seıııantic Interpretation [Derin
rece, caydırıcı etkisinden dolayı verilebi- Yapı, Yüzeysel Yapı ve Anlamsal YorwnL
lecegini savunan ceza anlayışı; cezanın Problenıs of Krıowled ge and Freedam [Bilgi
olumlu sonuçlar üretti~ zaman meşru, ve Özgürlükle ilgili Problemler].
aksi takdirde anlamsız ve gereksiz oldu- Dili doğuştan getirilen evrensel bir ye-
gunu savunan görüş ise yararcı c~ anla- tenegin ürünü olarak gören Chomsky,
yışı olarak tanımlanır. bütün özgün katkılanyla birlikte, yapı­
characteristica dominante. Başat karaktere, salcı dilbilim gelenegi içinde yer alır.
bir şeyi her ne ise o şey yapan, belirleyen, Onun dilbilime ve modem düşüneeye
o şeye ilişkin sınıflamada temele alman olan katkılan üç başlık albnda toplana-
birindi özellige venilen Latince ad. bilir: Chomsky herşeyden önce, dilbi-
characteristica universalis. Ünlü Alman limde dikkatleri salt betirnlemesel ve
akılcı filozofu Leibniz'in felsefi bilgi ve tümevarımsal olan bir düzeyden, yani
kanıtlama için gerekli gördügü ve bir bildirimleri kataloglama düzeyinden,
bölümüyle hayata geçirebildigi sembo- dilde yaratıcı bir çığır açan üretid düze-
lik dil projesine verilen diger ad. ye, ideal beceri ve yeterlikle derin yapı
tLeibniz, felsefe dilinde bir açıklıga ka- düzeyine çekmiştir. Dil, ona göre, maddi
vuşmanın, felsefi bilgiye kesinlik kazan· söylem, ya da bir dilin pratik icrasından
dırmanın, ancak basit kavramlar için çok daha fazla bir şeydir.
basit sembollerden ve karmaşık kavram- İkinci olarak, o dili yeniden ele alıp de-
lar için de basit sembollerin birleşirnle­ gerlendirirken, dilsel beceri ve yeterlik
rinden meydana gelecek sembolik bir dil kazanmanın, dili kullanmayı ögrenme-
176 Cicero, Marcus Aurelius

nin clavranışçılann koşullamacı yakla- culuga karşı, dogrudan VE kesin olan


şnnlarıyla, uyan-tepki mekanizmalarıy­ ahlak bilincinin kuruınianna sıgmmış
la, tümevarunsal bir tarzda açıklana­ ve temel ahiliki kavram ve ilkelerin do-
mayacagını ifade etmiştir. Dili, insanlar- guştan oldugunu öne sürmüştür. O,
da doguştan getirilen bilişsel bir kapasi- aynı çerçeve içinde, erdemin mutluluk
tenin ürünü olarak Chomsky bu görü- için fazlasıyla yeterli oldugunu, kurgu-
şüyle, onyedinci yüzyıl akılolıgına çok sal ya da entellektüel degil de, pratik
yaklaşmıştır. Ona göre, dilsel özgürlük erdemin daha büyük bir deger taşıdı­
ve yaratıcılık sonradan kazarolan bir gını belirtmiştir.
şey degildir, fakat belirleyici bir kapasi- cins [İng. genus; Fr. genre; Al geı1us, gat-
te ya da yetenek olarak insanda hep var- tung ]. Alt sııuflara ya da türlere aynlabi-
dır. Dil ve insan. zihni arasında öylesine len bir nesneler sınıfı. Ayıu karaktere
derin bir bag bulunmaktadır ki, bu bag sahip olan nesnelerin, iki ya da daha
dile dair bir bilgiyi insan zihninin bilgisi- fazla alt sınıf ya da türden oluşan sınıfı.
ne götüren en önemli araç veya yol Bir şeyin özünün, ondan tür bakurun-
haline getirir. Başka bir deyişle, üretici dan farklı olan başka şeylere de ait olan
dilbilgisinin yaratıcısı olan Chomsky'ye parçası.

göre, dil insan psikolojisinin ayrılmaz Ortak özellikleri olan genel kavramlan
bir parçasım meydana getirir. gösteren cins, aynı özellige, özdeş bir
Onun üçüncü bir katkısı, kendi dilsel karaktere sahip olan nesnelerden oluşan
yeterlik ve icra, özgürlük ve pratik ayn- ve en az iki türü ya da alt sınıb buluna-
ınının, yirminci yüzyılda birçok disip- nan snu.fı. tanunlar. Buna göre, tüm renk-
lindeki, örnegin felsefe ve sosyolojideki li cisimler, ortak olarak renkli olma özel-
yapısal araştırmalar için temel ve vaz- ligine sahip bulunduklan için, renk
geçilmez bir egretileme işlevi görmesin- cinsinin içinde yer alırlar.
denkaynaklanır. Politik düşünceyle de Tümel konusunu Ortaçag felsefesine
yakından ilgilenen, dil ve siyaset ilişkisi sokan tPorphyros'a göre, cins alhnda
üzerinde duransol egilimli bir liberal türlerin sıralandıgı şeydir. İslam man-
olarak Chomsky, her siyasi düşüncenin tıkçıları açısından da, cins, gerçeklikleri
politik arenada temsilini saglamarun en farklı olanlara ilişkin olarak, 'bunlar
önemli görev oldugunu düşünmüştür. nedir?' diye sorulunca verilen cevapbr.
Cicero, Marcus Tulius. M. Ö. 106-43 yıl­ Ömegin, insan, at, kuş nedir? diye soru-
ları arasında yaşamış olan Romalı dev- lunca verilecek yarut, hayvandır yarutı
let adamı, bilgin, hatip ve yazar. olacaktır. Buna göre, hayvan 'bir cinsin
Felsefe ögreıtimini, Epikürosçu Phaed- ifadesidir.
ros, Stoacı Diodotos ve Akademi'ye Cinse içlem açısında yaklaşıldıgmda,
bagh Philon'dan almış olan Cicero'nun cinsin bir özellikler, vasıflar yıguu oldu-
önemi, Yunan düşüncesini daha sonraki gu söylenebilir. Cins, Aristoteles tarafın­
kuşaklara aktarmasından oluşur. Bilgi dan, bu çerçeve iı;lnde, birçok türe ortak
teorisi açısından, kesinlige baglanmak olan ve töz kategorisinde, onlara yüklene-
yerine olasılıklann yolunu izlemeyi yeg- bilen şey olarak tanımlanmışbr. Öte
leyen, buna karşın ahl~ alarunda, dog- yandan cins, yakuı ve uzak dns olarak
matik bir tavu sergileyip, Stoacılara ve bu ikiye aynhr; buna göre, bir türün hemen
arada Sokrates'e yönelen Gcero, Latinre- üstünde bulunan cinse yakın, digerlerine
nin felsefe dili olarak gelişmesine katla uzak cins adı verilir. Buna karşın, cins de-
yapmış ve bu arada, dinsel görüşleri açı­ recelenme bakunından ele ahndıgında,
sından daima agnostik kalnuşbr. en üstte bulunan cinse üstün cins, albnda
tKuşkuculugu çürütemeyen, fakat başka cinsin bulunmadıgı dnse aşağı
kuşkuculugun ahlak için yaraLtıgı teh- cins, ikisi arasında bulunanlara ise orta
likenin bilincine varan Cicero, kuşku- cins adı verilir.
circulus vitiosis 177

cinsel ayınıncılık [ing. sexisııı; Fr. sexis- türünü diger hayvan türlerinden ayır­
me; Al. sexismus). Bir dnsin veya bir kim- maya yarar. İşte bu sonunculara da, tür-
senin ait oldugu cinsin karşı dnsten en- sel ayınm adı verilir.
tellektüel bakımdan, ahlaken ya da dns ve tür gözetilerek yapılan tanım [İng.
biyolojik olarak üstün oldugunu düşün­ genus and diffrrentio. definilion). Tanunla-
mesi veya üstün görmesi eğilimi, dolayı­ nan şeyin ait oldugu cinse ve onu ayru
sıyla cinsler arasındaki eşitsizligi onayla- dns içindeki başka türlerden ayıran özel-
ınası, dogal karşılaması tavrı. lik ya da özelliklere işaret edilerek yapı­
Terim biraz daha özel olarak ve hemen lan tanım türü.
hemen yalnızca kadınlara karşı eşitsizli­ Bu tür bir tanım. yakın ya da uzak cin-
gi baştan kabul eden basmakalıp yargıla­ sin, ayırun ya da türsel ayırımın ortaya
ra dayalı tutumları ifade eder. Buna göre, kanmasına baglı olarak, kendi içinde tür-
cinsel ayınmalık erkeklerin kadınlardan lere ayrılır. Buna göre, 'varlık', 'canlı' ve
biyolojik olarak, ahlaken veya entellektü- 'hayvan' dnsleri arasında, 'insan'ın yakın
el bakımdan üstün olduguna inanan er- dnsi 'hayvan', uzak cinsi ise 'varlık'tır.
kegin tavndır. Yine, ayru şekilde, 'iki gözlü olmak' in-
cinssel tanun [Ing. genetic definilion; Fr. sana ait türsel bir özelliktir ve insanı 'hay-
dljirıition gtnitique). Cins-tür ilişkisi göze- van' cinsi içinde 'iki gözlü' olmayanlar-
tilerek yapılan bir içleınsel !anunda, ta- dan ayıran tüısel bir özellik oldugundan,
nımlayan ya da yüklemin, özne ya da ta-
ayınm adını alır. Bununla birlikte, 'iki
nunlanan konumundaki kavramın ait gözlü olma' özelliği, 'insan'ın pek çok
oldugu dnse işaret etıigi tanım. ömegin, hayvanla paylaştıgı bir özelliktir. Bundan
'İnsan hayvandu' tarumında, 'insan' tür,
dolayı, insanı diger 'hayvan' türlerinden
'hayvan' da dnstir.
ayıran ve yalnızca insana özgü olan özel-
cins ve ayırım [İng. genus and differentia]. likler ararız. İşte 'konuşma', 'akıllılık',
Cins, başka şey türlerine yüklenebilen
'alet yapma' gibi özellikler ikind türden
ve başka şey sınıfları için özsel olan
özellikler olup, bunlara türsel ayırun adı
özellikler toplamına, ayırım ise, yalıuz­
verilir.
ca bir sınıfın üyelerine yüklenebilen, ya
da daha çok bir türü cinsten ayıran özel- Buna göre, cins ve tür gözetilerek yapı­
lik ya da özelliklere verilen addır. lan tanım, dörde ayrılır: 1 Uzak cins ve
Bir cins kavramı alhnda yer alan her tür ayırım gözetilerek yapılan tanını ('İnsan
kavranu, türün özelliklerine sahip oldu- iki gözlü varlıktır'); 2 Uzak cins ve türsel
gu gibi, kendisini hem cinsten ayıran ayırım gözetilerek yapılan taııını ('İnsan
akıllı varlıktır'); 3 Yakın cins ve ayırım
(ayırım), hem de ayru dns içerisindeki
diger türlerden ayıran (tü~el ayının) özel- gözetilerek yapılan tanını ('İnsan iki gözlü
tiklere sahiptir. ömegin, 'Insan iki gözlü hayvandır'), 4Yakrn cins ve türsel ayırım
hayvandır' önerrnesinde, hayvan dnstir gözetilerek yapılan tanını ('İnsan akıllı
ve insan için oldugu kadar, balinalar, hayvandır'). Bu dört tanım türünden en
kuşlar, kediler ve köpekler için de kulla- iyi ve en dogrusu, hiç kuşku yok ki,
nılabilir. 'İki gözlü olma' ise, insana aiL yakın cins ve türsel ayırım gözetilerek
türsel bir özelliktir ve onu hayvan cinsi yapılan tanımdır. Digerleri en azından
içinde, iki gözlü olmayanlaı-dan ayıcır. yanıltıcı olabilir.
'İki gözlü olmak' özemgi, bundan dolayı circulus vitiosus. Vanlacak sonucu kendi-
bir ayınmdır. lerinde barındıran öncüileri içeren akıl­
Bununla birlikte, iki gözlü olma özelli- yürütmeyi, karutlanacak sonucu do~
~i, insanın pek çok hayvanla paylaştıgı kabul eden ya da varsayan karutlamayı,
bir özelliktir. Oysa, akıllı olmak, konuş­ döngüsel akılyürütıneyi, kısır döngüyü
mak ve gülrnek gibi özellikler, yalnızca ifade etmek üzere kullarolan Latince
insana özgü olan özelliklerdir ve insan teri m
178 cisim

dsim [Ing. body; Fr. corps; Al. körper]. Beş Kelanun İsa'da insana dönüşmesi, tarı­
duyu organıyla algılanabilen, elle tutu- sal nitelik ile insani niteligin temel özel-
labilen her şey; madde, maddi nesne; liklerinden ve imkanlarından hiçbir şey
bir şekli olan ve mekanda başka bir nes- yi tirmed en tanrısal kelamın kişiliginde
nenin işgal edemeyecegi bir yeri bulu- bir arada bulunması olarak cisimleşme
nan madd! töz. Yer kaplama, kütle ve gi- Hristiyanlıgın en temel inançlarından
rilmezligin en temel özellikleri oldugu biridir. Bundan dolayı, bu dogmayı akıl
elle tutula bilir, gözle görülebilir varlık. yoluyla açıklama çabası birçok Ortaçag
Bu baglamda, maddi olan, maddeden düşünürünün en önemli meşguliyetini
meydana gelen, fiziksel, fiziksel boyut- oluşturmuştur. Örnegin, Aliz Ansel-
ları olup, yer kaplayan ya da elle tutula- mus'a göre, cisimleşınenin zorunlulugu,
bilir olan için cisimsel sıfatı; buna kar- kurtarmanın zaruretinden dogar; zira,
şın, maddi olmayan, cisimden yoksun insanın suçu, Tanrı'ya karşı işlenmiş
bulunan, elle tutulamaz, gözle görüle- bir suçtur. Tann bu suçu, iyiligine rag-
mez olan, yer kaplamayan, fiziki boyut- men, şeref ve adaletinden fedakarlık et-
ları olmayan, mekanda bir yer işgal et- meden bagışlayamaz. Öte yandan, ha-
meyen içinse cisirıısel-olmayarı sıfatı kul- karet gören şerefinin intikamını, Tanrı
lanılır. İşte bu çerçeve içinde, cismi olan insanlardan alamaz, çünkü günah son-
bir şeyin şekline, cisimsel bir doganın suz büyük bir günah oldugundan son-
formuna; bir şeye, cisimsel, maddi yapı­ suz büyük bir karşılık ister.
sını ve özelliklerini kazandıran, ondaki Yani ya insanlıgı yok etmek, ya da ona
varoluş mücadelesinin kaynagı olan ya- cehennemin sonsuz azaplarını yükle-
pıya cisimsel form denir. Buna mukabil, mek gerekecektir. Ancak her iki durum-
teolojik yaradılış ögretisinde kullanılan da da, yaratmarun amacı olan, yaratık­
bir terim olarak, maddeye, ne varlıga ların mutlulugu elde edilmemiş olacak
gelirken, ne de varlıga geldikten sonra, ve yaratanın şerefi tehlikeye düşecek­
bagımlı olmayan forma cisimsel olmayan tir. Tann için, bu durumdan şerefine
form adı verilir. zarar getirmeden kurtulmanın tek bir
Bu göre cisimsel olmayan form, madde- yolu vardır: Tanrı insanın yerine bu ke-
den ve maddi nesnelerden bagunsız ola- fareti ödeyecek, yani insan olmak sure-
rak varolabilen, hatta bir zamanlar varol- tiyle insanı kurtaracaktır. Tanrı, böyle-
muş olan, fakat Tanrı tarafından, özsel likle lsa'da insan olmuş ve lsa, insanın
dogasını ya da fonn unu gerçekleştirme­ yerine azap çekmiştir.
si için, kendisini maddi bir nesne ya da 2 Cisimleşme ikinci olarak, zihnin bir
bedende ifade edecek şekilde yaratılan bedene içkin olmaklıgını ifade eder.
formu, ruh ya da tini tanımlar. Işte bu baglamda, zihnin, düşünme,
Nihayet, maddeden bagımsız olarak va- duyumsama, algılama, anımsama, akıl­
rolan, maddeyle hiçbir ilişkisi bulunma- yürühne, yargılama türünden zihinsel
yan, maddeyi hiçbir şekilde etkilemedigi faaliyet ve nitelikleri, bir beden içinde
gibi, özünün maddi bir görünüm araalı­ olmadan sergileyebilecegini dile getiren
gıyla açıga çıkmasına da ihtiyaç duyma- zihin anlayışına cisimleşmemiş zihin
yan forma, Ilk ve Ortaçag düşüncesinde, anlayışı adı verilir. Buna karşın, evre·
cisimsel olmayan safform adı verilmiştir. nin varolan herşeye içkin olan tümel bir
cisimleş me [Os. tecessüm; İng. incamati- zihnin, düzen ve degişme ilkesi olarak
on; Fr. incamation; Al. inkarnation]. 1 Tin- degerlendirilen kozmik bir zihnin ifade-
sel bir varlıgın, bir Taruı'run canlı bir ya- si oldugunu dile getiren; bir bedene
ratık görünümü kazanması, bir insan içkin olan zihnin düşünme, algılama, is-
şeklinde tecessüın etmesi. Özel olarak da teme gibi zihinsel fonksiyon ya da nite-
Hristiyanlıkta Tanrı'nın İsa Mesih kıll­ liklere sahip bulundugunu öne süren
gında cisimleşerek insanlaşması, etten zihin görüşü cisimleşmiş zihin görüşü
kemikten bir vücut görünüme girmesi. olarak bilinir.
-----------------------------------------------------··
coincidentia oppositorum 179

civitas soiis. İtalyan filozofu Campanel- ta olsa, hatta onu aldatabilen kötü bir
la'nın tasarladıil;ı ütopik devletine ver- cin de varolsa, kuşku duymakta oldu-
digi ad: Güne~ Ülkesi. gundan kuşlm duyamaz.
Hint Okyanusundaki bir adada kurul- Zira kuşku duydugu sürece, kuşku
muş olan Güneş devletinde egemen duyan bir şeyin varolması gerekir.
güç, tıpkı tPiaton'un Cumhuriyet'inde Kuşku duymak ise, bir tür düşünce faali-
oldugu gibi, bilim ve felsefedir. Devle- yetidir. Buradan 'Düşünüyorum, o halde
tin yöneticileri pratik ve teorik bakım­ varun'(cogilo, ergo suııı) sonucu çıkar. Bu-
dan çok iyi yetişmiş olan kimselerdir; nunla birlikte, bu sonuç, Descartes tara-
nitekim, devl~tin başında hem filozof fından bir akılyürübne ya da kaıutlaına
ve hem de rahip olan bir hükümdar sürednin sonucundan çok. onWl kendisi-
vardır. Devletin istikran ve saglamlıgı nin açık ve seçik bir biçimde, düşünen
için, mülkiyet ortaklıgı uygulanır, dev- bir şey (res cogitans) olarak bilindne var-
Jet cinsler arasındaki birleşme ve evli- masını saglayan dog<udan, aracısız, zo-
Jikleri bile düzenlerken, bir yandan da runlu ve kendisinden kuşku duyulamaz
bireylerin kendilerini geliştirebilmeleri bir sezginin ifadesi olarak görülmüştür.
için, çalışma günde dört saatle sınırlı cognilio approbationis. Hristiyan Orta-
tutulur. çag felsefesinde, Tann'nın yaratıkianna
Clarke, Samuel. 1675-1729 yılları arasın­ ilişkin bilgisine verilen ad.
da yaşamış, Newton'un önce ögrencisi, Ömegin, Tann'nın herşeyi, olmuş, ol-
sonra da dostu ve savunucusu olmuş makta ve olacak olan, hem iyi ve hem
olan İngiliz filozof ve ilahiyatçı. kötü herşeyi bildigini öne süren Aziz
Tanrı'run varlıgıru, 'matematiksel yön- Bonaventura'ya göre, Tanrı tüm bu şey­
teme yakın' bir yöntemle karutlamaya leri ebedi bir biçimde, tek bir ezeli-ebedi
çalışmış olan Clarke, ahilik ilkelerinin edimle bilir. Buna göre, tümüyle bağun­
matematiksel önermeler kadar kesin ol- sız bir varlık olan Tann, kendisinin dı­
dugunu, bundan dolayı inancın yardı­ şındakileri, kendisindeki örnek ideler
mı olmadan, yalnızca akıl aracılıgıyla aracılıgıyla bilir.
bilinebileceklerini öne sürmüştür. coincidentia oppositorum. Karşıtiann uz-
cogito argümanı [İng. cogito argument]. laşunı, uyuşması ya da ittifakı için kulla-
Modern felsefenin kurucusu tDescartes rula n Latince terim.
tarafından, 'ben'in varoluşunu kanıtla­ Nikolaus Cusanus tarafından kullarula n
mak üzere kullanılan ünlü akilyürütme terim, çelişkilerin sonsuzlukta ortadan
ya da argüman. kalktıgını ve Tann'run karşıtların sente-
Buna göre, özneden hareket eden mo- zi olarak anlaşılması gerekligini ifade et-
dem felsefenin kurucusu olan Descartes meye yarar. Cusalı Nikolaus tarafından
'açık ve seçik bir biçimde dogru oldugu savunulan anlayışa göre, Tanıı, yaratık­
bilironeyen hiçbir şeyin dogru kabul larda bulunan tüm ayırım ve karşıtlıkla­
edilmemesi gerektigini' bildiren kuralı­ rı aşar. Nikolaus, Tanrı'nın bu karşıtlık
na uygun olarak, tüm bilgilerinden, ve ayınmlan, kendisinde insan tarafın­
yani, duyu yoluyla kazarulmış bilgiler- dan anlaşılması mümkün olmayan bir
den, dış dünyaya ilişkin bilimsel bilgi- tarzda birleştirmek suretiyle aşhgını
den ve matematiksel dogrulara ilişkin söyler. ömegin, tüm yarabklarda bulu-
bilgisinden (duyu yarulsamalarından nan öz ve varoluş ayırımı, Tarırı'da öz ve
dolayı, uyku halini uyaruklık halinden varoluş bir oldugundan dolayı, O'nun
ayıracak bir ölçüt bulunmadıgı, kendisi- için geçerli olamaz.
ni aldatan bir kötü cin olabilecegi gerek- Cusalı Nikolaus, bununla, bizim sonlu
çesiyle) kuşku duymuştur. Bununla şeyleri daha önceden bilinen bir şeyle
birlikte, ona göre, kişi kuşku duymakta karşılaştırarak ya da ilişki içine soka-
oldugu sırada, uykuda da olsa, uyaruk rak, karşılaştırma, benzerlik ve ayrılık
180 Collingwood, Robin George

aracılı~ıyla bi!di~imizi, fakat sonsuz bir deyilere uiaşınayı amaçiayan bir disip-
varlık olarak Tanrı'nın bu yolla biline- lin de olmada~aru savunan Collingwo-
meyece~ini anlatmak istemektedir. Bu- od, 'kes yapaştır' türü tarih görüşüyle,
na göre, sonlu yarattklar için geçerli olan 'ınakas ve zamk' tarihine karşı çıkmış
yiiklemJeri Tanrı'ya izafe etmek, O'nu ve tarih felsefesini, tarihsel düşürone­
sonJu şeylere benzetrnek ve yaratıkla­ nin ve tarihsel bilginin do~asnu açıkla­
rıyla bir benzerlik ilişkisine sokmak ma yönünde bir çabayı, 'tarih nedir?'
olur. Oysa gerçekte, sonlu şeyler için sorusuna yanıt verme atılllTlt olarak
kullandı~uruz tüm sıfat ve yüklemler, görmüştür.
Tann'da, bizim için bilirunesi mümkün Collingwood'Wl kendi tarih görüşüne
olınayan bir tarzda birleşir. ve bu arada tarihin do~asına ilişkin açak-
Collingwood, Robin George. 1889-1943 lama, üç temel soruya verilecek yanıtla
yılları arasında yaşamış ünlü İngiliz li- belirlenir. Bu sorulardan ilki, 'Geçmişte
lozofu, tarih felsefecisi. Temel eserleri: ne olduğunu nastl bilebiliriz?', ikincisi
Religioıı and P/Jilosoplıy [Din ve Felsefe], 'Onun niçin oldu~unu nasıl bilebiliriz?'
Speculuııı Mentis [Zihnin Aynası], Essay ve üçüncüsü de 'Geçmişin ne oldu~unu
on Philosophical Method [Felsefi Yöntem ve niçin oldu~unu bilmemizin bizim için
Üzerine Bir Deneme], The Idea of History de~eri nedir?' sorusudur. Collingwood
[Tarih Tasarımı]. ilk soruyu, tarihin 'geçmiş olaylan tasa-
Kariyerinin ilk döneminde tarih ile fel- nınsal olarak yeniden kurmak' oldu~u­
sefeyi birbirine çok yaklaştıran ve bu nu; ikinci soruyu, tarihin 'geçmiş düşün­
dönemde, 1 insan zihninin tüm yaratıla­ celeri yeniden yarabnak'tan meydana
nnın tarihsel açıdan ele alınması gerek- geldiğini; üçüncü ve son soruyu da, tari-
ti~ini, 2 tarihe ilişkin bilginin mümkün hin de~erinin 'kendi kendimizin bilgisi'
olup, 3 tarihle felsefenin özdeş oldu~u­ olmasından oluştu~unu söyleyerek ya-
nu savunan Collingwood, daha sonra nıtlar.
felsefeyi tarihten ayırınaya çalışmıştır. Collingwood'a göre, tarihsel süreç yal-
Do~a bilimlerinin do~ru tümel hipote- nızca olaylardan oluşmaz; bu süreç
tik önermelere, tarihin ise yalnızca dün- ayru zamanda düşünceleri de içeren ve
yadaki bireylerle ilgili kategorik öner- bu nedenle içyapıları olan eylemlerden
ınelere ulaşma çabası içinde oldu~unu meydana gelmiştir. Tarihçinin asıl ara-
öne süren Collingwood'a göre, felsefe- dı~• şey, bu düşünsel yapalardır. O, bu
nin önermeleri hem kategorik ve hem görüşleri do~rultusunda, 'bütün bir
de tümel olmak durumundadır. tarih, düşünce tarihidir' kabulüne ula-
Ona göre, ister teorik ya da ister pratik şarak, tarihi düşünceyle sınırlamış ol-
olsun, her bilim soru sormaktan ve soru- maktadır. Buna göre, tarihçi keşfetme­
lan bu soruları yanıtlamaktan meydana ye çalıştı~ı düşünceleri kendi zihninde
gelir. Collingwood, bilimlerde sorulan bu yeniden yaratmalı ve geçmişe ilişkin
sonılann birtakım mutlak önkabullere kendi resmini oluştuımahdar. Bununla
dayandı~ıru söyler. Do~ruluk ya da yan- birlikte, bu resim, Collingwood'a göre,
llşlık sorulara verilecek yarutlann özelli- tarihçinin kanıtlarının tamamlanama-
W oldu~u için, mutlak önkabuller ne masa yüzünden hiçbir zaman tamamla-
do~ru ne de yanlıştır. Collingwood'a namaz. Bunun anlama ise şudur: 'Her
göre, felsefe ya da metalizi~e düşen, bir kuşak, tarihi kendi tarzayla yeniden
toplumda neyin mutlak olarak önceden yazmalıdar.'
van;ayıldı~uıı; bir dizi önkabulün başka Comte, Auguste. 1798-1857 yılları arasın­
önkabullerle nasıl yer değiştirdi~ bul- da yaşamış olan, pozitivizmin kurucu-
makbr. su Fransız lilozofu. Temel eserleri: Co-
Tarih felsefesinin, tarihsel olayların ne- urse de Plıilosophie Positive [Pozitif Fel-
deni üzerine spekülatif bir çalışma ol- sefe Dersleri], Syst~me de politique positi-
madı~ı gibi, gelece~e ilişkin do~ru ön- ve [Pozitif Politik Sistem).
Comte, Auguste 181

Kartezyen veya Aydınlanma geleneği­ Comte'a göre, bilimin tek amac1 olgu~
nin en önemli temsilcilerinden olan lar arasında varolan sabit ilişkileri be-
Comte'un temel amacı, toplumun re- lirlemek, doğa yasalarını bulmaktır. Bu
formdan geçirilmesi, toplwnun yeni baş~ amaç, yalnızca gözlem ve deney yoluyla
tan düzenlenmesi olmuştur. Bu amaç, gerçekleştirilebilir. Başka bir deyişle,
ona göre, toplwnu yöneten yasalann bil- bilim deneysel yöntemi kullanır ve bu
gisini, toplwnu konu edinen bir bilimi ge- şekilde, yani deneysel yöntemle kazanı~
rektirir. Bu bilim için ise, yeni bir bakış lan bilgi, pozitif bilgidir. Comte, insanla~
açısına, yeni b~~ felsefe anlayışına gerek rın zihniyetierinin değiştirilmesinde,
duyulur. &ı nedenle, Comte arzulad1ğ1 toplwnun yeni baştan düzenlenniesindc,
toplumsal reform ve düzenlemeyi bilim~ söz konusu pozitif bilginin kullanılması
sel temelleri olan bir felsefe, +pozitif felse- gerektiğini belil'tir. Pozitif bilgi tarihsel
fe ya da tpozitivizm üzerine inşa edil- bir evrimin sonucu olan bir bilgidir ve
miş olan bir toplum bilimi geliştirerek insan zihnirtin tarihsel olarak ulaştığı en
gerçekleştirebileceğini düşünmüştür. O, yüksek düzeyi gösterir.
pozitivizmi yalıuzca yeni bir felsefe anla- Sosyolojinin bir anlamda kurucusu ola-
YlŞı, bir düşünce tarz.ı olarak değil, fakat
rak görülen Comte, toplumsal yapinın,
toplum problemi için temelli bir çözüm bir ilerleme ortammda varlıklanru sür-
olarak öne sürmüştür. düren nitelikleri ve organlan ile kendi
başına var olduğunu söyler. Toplumun
Comte'a göre, inançların herkesçe ortak
statik yönüyle dinamik yönünü birbirin-
olarak benimserunediği, düşüncelerdeki
den ayuan Comte'a göre, toplumun sta~
anarşinin toplumda anarşiye yol açt1ğ1
tik yönü mülkiyet, dil, din gibi toplumun
bir çağda kurtuluşu sağlayacak tek
belirli durağan yönlerinden oluşur. Top-
çözüm pozitivizmdir. O, tarihin ak1şın1
lunıın statik yönü, insanın doğal yapiSI-
tersine çevirmenin ve toplwnsal birlik ve
na bağlıdir. O, toplwnun dinamik yönü-
düzeni, Fransız Devriminden önceki
nii, toplumun ilerleme gücü olarak
dini ve manevi değerlerle sağlamanın tanımlamıştır.
imkansız olduğunu savunınuştur. Eşit­
İlerleme ise, düşüncedeki ilerlemedir,
lik, insan haklan ve halkın egemenliği statik yap1dan en yiiksek ölçüde nasıl
gibi kavramiann ise metafizikle ilgili içi yararlanmamız gerektiği konusundaki
boş soyutlamalar ve dogmalar oldu~~
kavrayışııruzı geliştirmekle ilgili bir hu-
nu söyleyerek, demokrasinin yöntemle- sustur. Yoksa, ilerleme toplumun statik
rini savunanlara da karş1 çıkan ve pozi- yönünü oluşturan öğelerin değişimiyle
tivizmi, bu ~rçeve içinde genel bir zihin ilgili bir konu değildir. Örneğin, aile ku-
hali, bir araştırma nıhu olarak tanunla- rumu, insanlar metafizik evreden pozitif
yan pozitivist Auguste Comte'un söz ko- evreye geçerken değişikliğe uğramaz.
nusu felsefe anlay1ş1, insan için olumlu Fakat pozitivizmin diJwnik etkisi, ka-
ve yap1a olanın yalnızca olgulan göz~ dınlara yeni bir statü kazandirmaktan o-
lemleyerek tasvir etmek olduğunu öne luşur. Aynı şekilde, yeni düzende mül-
sürer. Onun pozitivizminin en önemli kiyetten, tek bir insanın çıkanm değil,
özelliği, doğanın yüce ve mutlak bir fakat başkalannın çıkanm da hesaba
amac1 olduğu fikrini reddetmesinden katacak bir biçimde yararlanılacakllr.
meydana gelir. Comte'un pozitivizmi, Öte yandan, bütün sistemin anahtan
ikinci olarak varhklann özünü ya da dindir; bununla birlikte, Comte'un yeni
varlıklann gizli, içsel nedenlerini bulma dini insanhğa inanmaktan oluşacaktır.
çabasından vazgeçer. Bu felsefe yalnızca Buradan da anlaşilacaği üzere, o bir tür
olgulan araştırmak, varlıklar arasındaki insanlık dini kurmaya çahşm1şt1r. Onun
sabit ilişkileri gözlemlemek gerektiğini bu yeni dini, fiyin ve törenlerine kadar,
öne sürer. Hmstiyanl1ğın bütün inançlarına bağh-
182 conatus

ctır,fakat o Tann'run yerine insanlıgı, er- bu düzeyde duyum alan bir varlık ola·
ınişlerin yerine bilginleri geçirir. Bu in· rak kendisini henüz bilemez. Onun ben-
sımlık dini, devletin yönetim şekline de ligi, bilinci, şimdilik yalruzca gül duyu-
yansıyacakbr. Arhk, Coınte'a göre, tek ımından ibarettir. Gül, heykelin yanın­
insan diye bir şey olmayacakhr. Tek dan uzaklaştırıldıgında, heykelde algı·
insan kendi kişisel çı..kanru degil de, top- lamış oldugu kokunun bir izi, bir yan·
lumun çıkarını düşünecek, onu kendi çı· kısı kalacaktır ki, bu da bellektir.
kanna üstün tutacak şekilde yetiştirile· Heykelin yanına bundan sonra bir me·
cektir. Bu topluında benciligin yerini, nekşe, bir yasemin ve pis kokan bir bitki
özgecilik alacaktır. yaklaştırılsın. Heykelin ilk ve tek duyu-
conahıs. Bilincin iradi boyutu. Felsefe lite- mu olan gül kokusu, onun için ne hoş,
ratürüne tSpinoza tarafından arınagan ne de nahoştu. Zira, ortada yalruzca tek
edilmiş olan conatus kavramı, eyleme ve bir duyum vardı, heykelin dünyası gül
daha özel olarak da kişinin kendi varlı· kokusundan ibaretti ve gül duyumuyla
~ını koruması ve sürdürmesi amacına karşılaştırılabilecek başka hiçbir şey
büyük bir güçle yönelmiş egilimler ve yoktu. Yeni çiçeklerin ortaya çıkmasıyla
güçler bütününü gösterir. birlikte, heykel bunlan, bellegin kendisi·
Condillac, Etinne Bonno de. 1715-1780 yıl· ne anımsattıgı ilk duyumla karşılaştır·
ları arasında yaşamış ve John Locke'un ma olanagı bulur. Artık heykel, bu rlu-
empirizminden etl<jlenerek duyumcu bir yumlardan bazılarını hoş, bazılarını
bilgi teorisi geliştirmiş olan Fransız dü· nahoş bulur. Yani, heykelin aldıgı rlu-
şünür. Temel eserleri: LA LAngue des Cal· yumlardan ve bu duyumların karşılaştı­
culs [Hesap DiliL LA Logique [Mantık], rılmasından terdhler, istekler, tutkular
Essai sur I'Origine des Connnissances Huma· dogar. Zira, isternek demek arzu ebnek
ines [İnsan Bilgisinin I<aynagı Üzerine demektir. Bu da, Condillac'a göre, du-
Deneme], Traiti des Sensations [Duyumlar yumlann bir sonuru olarak iridenin or·
Üzerine Bir Deneme], Traiti des Systbııes taya çıkışı anlamına gelir.
[Sistemler Üzerine Deneme]. I<arşılaşbrmadan, yani birkaç duyum-
Duyu-algılarından kaynaklanan göz- dan aynca yargı, düşünme, akılyürüt­
lemlerin, bilginin kaynagı oldugu ilke· me, soyutlama, kısacası tüm zihinsel faa-
sine dayalı bir tduyumculugu benimse· liyetler dogar. I<okulardan bazılan ona
yen Condillac tüm bilgilerin şekil de- haz, bazılan ise acı vermiştir. Şu halde,
~iştirmiş birer duyum oldu~u savun· heykel birçok duyumda sergilenen ortak
muştur. O, bilginin de ötesinde, insanda özellikler olarak, haz ve elem duygulan-
manevi olan herşeyi, insanın tüm zihin- nı belleginde saklayacakhr. Haz, gül
sel faaliyetlerini dış dünyaya ilişkin du- duywnwıda; menekşe, yasemin duyu·
yuma indirgemiş ve bu tezini kanıtlama­ ınunda ortak olan bir özellik, temel bir ni·
nın yollannı aramıştır. teliktir; elem ya da acı ise, pis kokan çürü-
Condillac, içeriden organize edilmiş müş şeylerle ilgili duyumlarda ortak
olup, bizim gibi yaşayan, fakat mermer- olan bir özelliktir. Heykel, bu ortak özel-
den kabugu dolayısıyla duyum alama- likleri baglı bulwıduklan özel durwnlar-
yan bir heykel tasarlar; bu mermer ka- dan ayırt eder; onlan ayınr, soyutlama
bugun çeşitli parçalan kaldırıldıkça, yapar ve böylelikle haz, aa, sayı, süre
heykel düşünsel ve manevi yaşama ka- gibi soyut kavramlan elde eder. Bunlar
vuşacaktır. Mermer kabukta önce, koku genel fikirlerdir.
alma orgarunı örten parça kaldırılıyor. Condillac'a göre, bu genel fikirleri açık·
Mermerden heykel, bu andan başlaya­ lamak için özel bir ~·etiye gerek yoktur.
rak yalnızca kokulan algılayabilir. Hey· Zihnin. en yüksek fonksiyonu olan sır
kelin yaruna bir gül yaklaştırıldıgında, yutlama, ruhun tüm yetilerini içeren ve
onda gülden aldı~ı izlenirnin sonucun· özetleyen duyurnun bir devamı ya da
da, bir duyum meydar;ı.a gelir. Heykel, yalnızca şekil degiştirınesidir. İç deney
credo quia absurduın est 183

ve ben, şimdiki duyumlanmızla belle- consequentia. Ortaçag mantıkçalannın


gin bize ammsattıklannın toplamından dogru bir koşul önermesine verdikleri
başka bir şey degildir. ad.
conditiones sine quibus non. Olmazsa contradictio in adjecto. 'Yuvarlak kare'
olmaz koşullara, vazgeçilmez şartlara teriminde oldugu gibi, kendi kendisiyle
verilen ad. Bunlar, yerine başkalarının çelişik olan kavramlar, kendi içinde bir
geçirilemeyecegi, kendileri olmadıgın­ çelişki içeren tanımlar için k u Ilanılan
da, bir nedenin bir sonucu dogurması­ Latince terim.
nın imkansız oldugu koşullar olarak or- eaşumculuk [İng. enthusiasm; Fr. enthoıı­
taya çıkar. siasme]. Antik Yunan'da Platon, Phy-
Condorcet, Marquis de. Aydınlanmamn tagoras ve Plotinos gibi filozoflarda, ve
1743-1794 yılları arasında yaşamış bu arada tektanrılı dinlerde görülen ve
olan ünlü düşünürü. bireyin, uzun hazırlıkJann ardından,
İnsanın yetkinleşebilecegine ve insanlı­ gizemli bir esrime, kendinden geçme ve
gm sonsuzca ilerleyebilecegine inanan coşum hali içinde Tann'ya ulaştıgını,
Condorcet, ilerlemeye duydugu bu bütün bir tanrısal hakikati sezdigini ve
inancı, Esquisse d'un Tableau Historique
gerçekligin özünü dogrudan ve aracı­
des Progres de l'Esprit Humain [İnsan sız olarak kavradıgını öne süren anla-
Zekasının ilerlemeleri Üzerine Tarihi bir
yış.
Tablo Taslagı] adlı eserinde dile getirmiş­ Couturat, Louis. 1868-1914 yıllan arasın­
tir. Ona göre, insan vahşiligin en alt ba-
da yaşamış Fransız düşünür ve mate-
samaklarından hızla yukarı dogru yük-
matikçisi.
selmiş olup, aydınlanma, erdem ve
Matematigi manbga indirgemeye ya da
mutluluk yolunda hızla ilerlemeye
en aZJhdan tRussell ve tWhitehead'in
devam etmektedir. Başka bir deyişle, söz
bu yöndeki çalışmalannı popülarize et-
konusu ilerleme sürecinde, dokuz evre-
meye çalışmış olan Couturat, tKant'ın
den geçmiş olan insan, onuncu evreye
matematik anlayışını ve tPoincar~'nin
gelmiş bulurunaktadır. Geçmişe ilişkin
'Yeni-Kantçı' matematik görüşünü, ·bu
belirlemelerden gelecekle ilgili genelieme-
lere giden Condorcet'ye göre, onuncu ev- tür bir mantıksal formalizm açısından
şiddetle eleştirmiştir.
reyi belirleyen üç egilim vardır. 1 Uluslar
creatio eıcnihilo. Hiçten yaradılış. Tek-
arasındaki eşilsizligin ortadan kaldınl­
tannlı dinlerde söz konusu olan tannsal
ması, 2 sınıflar arasındaki eşitsizli~n kal-
dırılması, ve 3 insan dogasının, her ba- yarabna anJayışı. Buna göre, Tann va-
kımdan ilerleme ve yetkinleşmeye açık rolan herşeyi yoktan varebniştir; her-
olması. şey, Tanrı'nın 'Ol!' buyruguyla varlıga
Ekonomik özgürlük, dini bakımdan gelmiştir. Söz konusu yaratma anlayışı,
hoşgörü, egitim reformu ve köleli~n hiçten hiçbir şeyin dogmayaca~na ina-
ortadan kaldırılması konularında da ça- nan Yunanlıların, ezeli-ebedi, yaratılma­
lışmış olan Condorcet, aklın egemenli· mış maddeye şekil verme olarak yarat-
gini toplum yaşamında da geçerli kıJ. ma anlayışına karşıttır.
mak istemiştir. credo quia absurdum est. Akıl ya dogru-
cansensus gentium yanhş·ı. Evrensel bir- luk karşısında, İsa'nın buyruklanna ve
lik yanbşı olarak da geçen ve bir fikir ya otoritesine duyulan güvenin sonucu
da tezin, insanların çok büyük bir ço- olan inancın önceligini ve üstünlü~ü
gunlugunun ona inandıgını ya da tüm savunan tTertullianus'un sözü: 'Saçma
insaniann onu tüm tüm zamanlar bo- oldugu için, inanıyorum'. Zaman zaman
yunca benimserligini savunarak dogru credo quia inıpossibile est ('imkansız oldu-
oldugunu iddia etmekten oluşan yanlış gu için, inanıyorum') olarak da ifade
türü. edi h niştir.
184 credo ut intelligam

credc, ut intelligam. Ortaçağ Hristiyan dü- ikincisi mantıksal bilgi ya da manhktır.


şünürü t Ansehnus'un, Tanrı'ya ilişkin Bunlardan sezginin işlevi, nesnenin tek-
antolajik kanıtının temelinde yer alan ligi ile karşı karşıya gelmenin yolunu
ünlü deyiş: 'Anlayabilmek için inaruyo- açmak, kavramın işlevi ise nesneleri sı­
rum. ' ruflandırmaktır. Kavrarnlara dayanma-
Teolojiyle felsefe arasında kesin ve yan sezgiler olabilirse de, sezgilere da-
açık bir ayınm yapmamış olan Aziz yanmayan kavramlar olamaz. Bundan
Anselmus, akıla bir tavırla, bir Hrisli- dolayı, sezgisel bilgi ya da sanat herşe­
yarun, inandıgı herşeyi, olanaklı oldu- yin temelinde bulunur. Croce'ye göre,
gu ölçüde anlamaya ve rasyonel bir bi- ikinci basamak ayrı ayrı bireyin iste-
çimde kavramaya çalışması gerekligini miyle, yani ekonomiyle bütünün ira-
söylemiştir. Bununla birlikte, onun desinden, eşdeyişle ahlaktan meydana
akılcılıgı mutlak bir akılcılık degildir. gelir. Bunlardan birincisini bir tür yarar
Başka bir deyişle, akılcılıkla, vahyi ve ilkesi belirlerken, ikincisinde belirleyici
inancı inkAr eden bir tavrı anladıgımız olan şey 'iyi'dir. Burada, genel bir iyiye
takdirde, Anselınus, inancın önceligini yönelen birey, aynı zamanda kendisi için
ve otorite olgusunu kabul ettigi ve yal- yararlı olanın peşinde koşar.
nızca bundan sonra, inancın verilerini Tarih konusunda, gerçek tarihin, döne-
anlamaya geçligi için kesinlikle bir ras- min tinsel yapısından yola çıkan ve
yonalist olamaz. linin yaratım ve oluşuyla bagdaşan
Bununla birlikte, akılcılıgı, dinin ya da şimdiki zamanın tarihi oldugunu öne
inancın gizlerini, kişinin inandıgı her- süren Croce, bir yandan tarihle ilgili yar-
şeyi kanıtlama anusu duydugu gerek- gıların bireysel oldugunu söylemiştir.
çesiyle, akıl yoluyla kanıtlamaya kalkı­ Bu tür yargılar bireysel olaru ilgilendir-
şan tavrı da kapsayacak biçimde mekle birlikte, yalruzca tümel yüklemle-
genişletirsek, Anselmus'u bir akılcı ya ri içermekle kalmaz, fakat onun kendi
da akılcılıga yaklaşan biri olarak göre- nesnesi de tümel alandır. Ömegin, ede-
biliriz. Buna göre, o önce dini ögreliye, biyat tarihini ilgilendiren şey, Schil-
inancın gizlerine inanmış ve daha son- ler'den çok, şiir sanatının kendisidir.
ra da, inandıgı bu şeyleri kanıtlamaya Bundan dolayı, tarihle felsefenin özdeş­
kalkışınıştır. leştigini öne süren Croce'ye göre, sanat,
Croce, Benedetto. 1866-1952 yılları ara- felsefe ve bilim gibi insan bireyi de, fark-
sında yaşamış olan, 20. yüzyılın ilk ya- lı ögeleri bir birlik içinde birleştiren biri-
rısının en önemli İtalyan filozofların­ cik gerçekligin, yani Tin'in geçici ugrak-
dan, estetik tarihinin en önemli düşü­ larmdan başka hiçbir şey degildir.
nürlerinden biri. Temel eserleri: Estetica Dünya, kendisinde teoriyle pratigin, öz-
come Scie1ıza dell'Espressione e Linguistica neyle nesnenin, bireysel olanla tümel
Genera/e [İfadenin Bilimi ve Genel Dilbi- olarun birleştigi Tin'dir. Nitekim Tin,
lim Olarak Estetik), Filozofia dello Spirito bir aşamanın ardından başka bir aşa­
(Tin Felsefesi], Logica [Mantık] ve Etica e maya ulaşan, bir tırmanış içindeki mut-
Politica [Etik ve Siyaset). lak, sonsuz ve ezelf-ebedf evrimin ta
Klasik Hegelci felsefenin rasyonalizmini kendisidir.
örnek alan bir tin felsefesi geliştirmiş ve cum principia negante non est disputan-
tinin tek gerçek oldugunu savunmuş dum. Mantıkta, mantıklı davranış ve
olan Croce'ye göre, tin kendisini diyalek- tartışmada, temel öncüller, başlangıç
tik bir biçimde, düşünce ve eylem olarak önermelen üzerinde kesin ve mutlak bir
iki hasarnakla gerçekleştirir. BunJardan uzlaşım olmadan, tartışma diye bir
düşünce ve eylem basamaklan da, kendi şeyin olamayacagını, ya da başlayan
içlerinde ikiye ayrılır. Buna göre, birinci bir tartışmanın sürdürülemeyecegini
basamak sezgi, sezgisel bilgi ya da sanat, dile getiren kuralın Latince ifadesi.
çağdat felsefe 185

rolan bir nesnel dünyanın varoluşunu


kabul eden bir felsefedir. Nesnelligi ye-
niden yakalamaya çalışan çagdaş felse·
fe, aynı zamanda nesnel olarak varolan
bir evrenin bilgisinin mümkün oldugu-
nu savunan bir felsefe olarak ortaya

ç çıkar.
Kabaca ve genel olarak degerlendirildi-
ginde, çagdaş felsefede tarihsel bir sıra
içinde ortaya çıkan dört ayn gelenekten
söz edilebilir: Metafiziksel gelenek, ana-
litik gelenek; fenomenolojik gelenek ve
çagdaş felsefe [İng. contemporary philo- eleştirel ya da yıkıcı gelenek. 1 Metafi-
sophy; Fr. philosophie contemporaine]. Ta- ziksel gelenek, yimıinci yüzyılda felsefe
rihsel olarak ondokuzuncu yüzyılın tarihinin son özgün metafiziksel sistem-
sonlarından başlayıp günümüze dek lerinden meydana gelen bir gelenektir.
uzanan felsefe. Bu gelenegin, felsefenin görevinin ger-
Felsefe hiçbir zaman boşlukta gelişme~ çekligin dogasıyla ilgili problemleri bir
yip, kültürün bir parçası olarak, daima çözümü kavuşturmak oldugunu savu-
çagın siyasi ve toplumsal koşullarıyla nan düşünürleri, metafiziklerinde, di-
ilişki içinde ortaya çıkbgına göre, çag- namik ve degişen bir gerçekliAi ifade
daş felsefenın de, yirmind yüzyılın ko- etmeye çalışmışlardır. Bir ayagı ondo-
şullanndan etkilenen, yirminci yüzyıla kuzuncu yüzyılda olan söz konusu me-
özgü bir bakış açısı vardır. Çagdaş fel- tafiziksel gelenegin en önemli üç temsil·
sefe içinde yer alan tüm filozoflar, arala- risi Henri tBergson, John tDewey ve
rındaki farklılıklara karşın, işte bu bag- Alfred North tWhitehead'tir. Dinamik
lamda, bir parçası oldukları modem ve degişen bir gerçekligi belli bir süreç
toplumun ilgi ve problemlerine yaıut felsefesiyle ifade eden bu üç düşünürün
vermek durumunda olmuşlardır. Şu temel kavranu evrimdir.
hilde, çagdaş felsefeyi karakterize eden 2 Çagdaş felsefenin ikinci önemli ve
birinci özellik, onun yinnind yüzyılda büyük gelenegi ise, Hobbes ve Hume'a
ortaya çıkan kimi temel durum ve olu- mil edilebilecek olan kimi felsefi kabul-
şumlardan, ömegin modem toplumun leri benimseyen düşünürlerin oluştur­
bilim karşısındaki ikirci.kli tavrından, dugu analitik gel.enelctir. Dünyanın çok
dile yönelik ilgiden, dünya savaşlannın büyük sayıda basit ögeden meydana
yaratbgı umutsuzluktan, toplumsal ko- geldigini, kompleks nesnelerin bu ögele-
şullann yaratbgı güven bunalınu ve ya- re ayrıştırılabilecegini ve bu basit varlık­
bancılaşmadan, v. b. g., yogun bir bi- larla karşılaşıldıgı zaman, onların ko-
çimde etkilenmiş olmasıdır. laylıkla tanırup anlaşılabilecegini öne
Çagdaş felsefeyi karakterize eden ikin- süren bu gelenek mensuplan, felsefenin
ci özellik, yirminci yüzyılda filozofların görevinin sentez degil de, dilsel ya da bi-
Batı felsefesine tKant'tan beri damgası­ limsel veya mantıksal analiz oldugunu
nı bulan kurmaalık veya konstrükti- öne sürer. En önemli temsilcileri arasın­
vizm ve görecilikten kaçınma çabası da George Edward +Moore, Bertrand
içine girmiş olmalarıdır. Buna göre, tRussell, Gattlob tFrege, Ludwig Witt-
Batı felsefesinde tDesca.rtes'la başlayıp, genstein, ve +Viyana Çevresi düşünürle­
Kant'la doruk noktasına ulaşan özne çı­ rini verebilecetimiz bu gelenek realist
kışlı bir felsefe anlayışının ardından, bir tavır ahp sagduyuya yaklaşırken, bir
yirminci yüzyıl felsefesi insandan ve in- yandan da bilimden tarafa saf tutup me-
sanın inançlanndan bagJmsız olarak va- tafizige şiddetle karşı çıkar.
186 çağdaş idealizm

3 Çagdaş felsefenin üçüncü gelenegi tdogalcılık olmuştur. Bununla birlikte,


ise, Alınan filozofu Edınund tHusserl ta- 19. yüzyılın son çeyreginde, doga bilim-
rafından kurulmuş olan fenomenolojik ge- lerine, özellikle de fizik ve biyolojiye,
lenektir. Bilginin olanagına biiyük bir tinsel degerieri neredeyse unutacak
güçle inanırken, Kant'ın eseri olan kons- kadar çok dayanan felsefe anlayışına
trüktivizme şiddetle karşı çıkan feno- karşı bir tepki oluşmuştur. Bu tepkiyi
menolojik gelenek, kendinde şeylerin bi- ifade edenler, doga bilimlerinde birta-
lince göründüklerini öne sürmüştür. Bu kun uzlaşımsal ve varsayımsal ögeler
çerçeve içinde bilince dönen ve bilincin bulundugunu savunan, ve bilimin, nes-
yönelimselligini bilinç üzerinde yogun- nel gerçekligin tam ve eksiksiz olarak.
laşınanın nedeni ve haklı kılınışı olarak gerçekte oldugu şekliyle yansıtılmasın­
degeriendiren fenomenolojik gelenek, dan meydana geldigi görüşüne şiddetle
aynı zaınanda realist bir tavırla, şeylerin karşı çıkan tPoincar~ ve tMach gibi fi-
karşılıklı bagımlılıgı Vf:' ilişkisi üzerinde lozof ve bilim adamlan olmuştur.
durınuştur. Analitik gelenegin Hume'a Diger bilim adamlan ve düşünürler
yakın oldugu yerde, daha çok Hegel'e ise, bu eleştirilerin bilimin degerini
yaklaşan fenomenolojik gelenegin en azaltınayıp, bilim adamının gücünü ve
öneınli temsilcileri arasında Martin yaratıcıligını tanımak ve ifade etmek
tHeidegger'le Jean Paul tSartre bulun- suretiyle, arttırdığinı belirtince, bir yan-
maktadır. dan bilimsel düşüncenin saldıı·ıları sa-
4 Çagdaş felsefenin dördüncü gelenegi vuşturulurken, bir yandan da gelişen
Fransız düşünürleri Michel Foucault ve idealist düşünce için gerekli zemin ha-
Jacques Derrida tarafından temsil edilen zırlanmıştır.
eleştirel ya da yıkıcı gelenektir. Ömegin, Buna göre, idealist çerçeve içinde ras-
özcülüge, ikicilige, Descartesçt felsefeye, yonalist e~iliınler Renouvier'in fenome-
akıl ya da lojisizıne, t Aydınlar1ına felse- nalizmi, Cohen ve Natorp'un Marbourg
fesiyle pozitivizme ve dolayısıyla bütün Okulu ve tWindelband'ın degerler fel-
bir moderniteye ilişkin olarak çok ciddi sefesi, İngiltere'de Green, Caird, Bosan-
ve keskin bir eleştiri yöneiten Derri- quet, tBradley, Fransa'da ise tLachelier
da'nın son çözümlemede özcülüge, ikici- ve Hamelin tarafından temsil edilmiştir.
lige ve akılmerkezcilige yönelik olan Gerçekligi, dogrudan ve aracısız sezgi
eleştirisi gerçekte metafizige, Bah'run tarafından kavranan mantıkdışı bir şey
bütün bir metafiziksel düşüncesine yö- olarak degerlendiren, olumsalcı ve sez-
nelik bir kritik olmak durumundadır. gici egilimleri ise, tBoutroux ve Berg-
Başka bir deyişle, Batı düşüncesinin son temsil etmiştir.
yüzyıllardan beri temelinde yer alan kav- Buna ka~ın, psikolojik bilincin verilerin-
ram ve karşıtlıkları yeni baştan eleştirel den yola Ç1kan ve bu veriler üzerine tinsel
bir bakışla degeriendiren bu gelenek, bir metafizik kuran psikolojik yaklaşun,
Bah felsefesinin temellerini sarsını ş br. en iyi ifadesini Ravaisson'da bulmuştur.
çağdaş idealizm [İng. contenıporary idea- Nihayet. iıideyi, ideal ve ahlaki bir güç
lism; Fr. idealisme contemporai n]. 19. yüz- olarak gören ir3.deci yaklaşımı ise, eylem
yılında sonlarına dogru başlayıp, 20. felsefesiyle Blondel sergilemiştir.
yüzyılın özellikle ilk yarısında agırligı­ çagırma [İng. interpellation]. İdeolojinin bi-
nı hissettiren idealizm türü. reylere hitap etmesi, bireylerin ideoloji
Doga bilimlerinin· büyük bir ilerleme tarafında inşa edilmeleri sürecine çag-
kaydettigi ondokuzuncu yüzyıla dam- daş yapısalcı Marksist düşünür Louis
gasını vuran egilim, pozitivizmden baş­ Althusser tarafından verilen ad.
layıp, maddecili~ en radikal biçimleri- İdeolojinin ve hakini sınıfın hegemon-
ne dek uzanan geniş bir çerçeve içinde, yasının sanıldıgı gibi dovudan bir ta-
ça~nşuncılık 187

hakküın yoluyla gerçekleşmediSini söy- üzere, çagrışım yasalarına göre birbirle-


leyen Althusser'e göre, ideoloji çagırma riyle birleştirildiSini savunan anlayışı
aracıhgıyla, yani bireyleri varolan üre- ifade eder. Her tür bilgiyi duyum parça-
tim ilişkileri içindeki rollerini sorgula- larından türeten ve açıklayıcı ilkesi
madan kabul edip benimseyen bir sosyal çagrışıın yasaları olan çagrışımcıhk,
kimlikle donatacak şekilde işler. tümel ve zorunlu dogruları bile ayni-
çagrışrm [Os. tedtfi; ing. QSSOciation; Fr. as- ı n az çagrışımlarla ifade eden empirist
sociatiou ]. Genel olarak. iki ya da daha bilgi anlayışı, geçmiş deneyimi bilincin
fazla öge arasındaki işlevsel bagıntıya; halihazırdaki bir nesnesiyle yeniden
bilinçteki ögelerin ya da bileşenlerin, kurmayı amaçlayan ögreti şeklinde or-
iradenin araalıgı olmadan ya da iradenin taya çıkar.
karşı koyuşuna ragmen, birbirlerine bag- Çagrışımcılıgın, iki ayrı kolu vardır.
larunaları ya da birbirleriyle birleştirilme­ Bunlardan birincisi felsefi, digeri bilim-
leriyle ilgiJi psikolojik fenomen sel bir kurarn olarak çagrışımcıhktır.
Düşüncelerin otoınatik bir biçimde, Bunlardan 1 felsefl çagrışmıcılrk, insarun
adeta kendiliginden birbirine baglanma- karmaşık zihinsel yaşamını salt deneyi-
sı durumu olarak çagrışun, idelerin, dü- me başvuroyla açıklarken, güçlü ilkele·
şüncelerin, düşünceleri ifade eden söz- re, temel çagnşım yaşalanna ihtiyaç
cüklerin ve hatta imge ve duygularm duyduklarını düşünen İngiliz empirist·
birbirlerini anırnsatacak şekilde birbirle- leri tHobbes, tLocke, tBerkeley, Hume,
rine baglı olrnas• olgusunu, bir bilinç Hartley ve tMill tarafından temsil edil-
halinin, bitişiklik, benzerlik, karşıtlık il- miştir. Buna karşın, 2 bilimsel çagrışmı­
cılık Ebbinghaus'un 1885 yilında ger-
gileriyle, kendiliginden bir ya da birçok
çekleştirdigi bellekle ilgili deneyiyle
bilinç halini uyandırması durumunu
başlamış, Pavlov'un koşullu tepke üze-
ifade eder.
çagrışımcalık [Os. tediiiye; İng. associatio-
rine alan araştırmalaoyla devarn ederek,
nism; Fr. associationnisnıe; Al. associatia- en sonwı.da, Watson'wı. kendisine daya-
nismus ]. Çagrışımı, zihinsel ya da entel- narak tdavranışçıhgı kurdugu temel
lektüel yaşamın temel ilkesi olarak durumuna gelmiştir.
Bu baglamda, benzerlik, karşıtlık, sü-
gören psikoloji teorisi.
reklilik gibi, düşüncelerin ya da bilinci
Bilgimizi yönlendiren nedensellik gibi
meydana getiren basit ögelerin kendile-
temel ilkelerin zihinde varolmadığını,
rine göre birleştirildiSi model ya da
ancak uzun bir deneyim süreci boyunca
forrnlara, zihindeld çagrışunların mey-
yerleşmiş çagrışımların ürünü oldugu
dana geliş tarzlaoyla ilgili deneysel ve
savunan görüş, daha yüksek düzeyden teorik genellernelere çagrışım yasaları
zihinsel süreçlerin göreli olarak daha adı verilir. Bu yasalardan süreklilik,
basit öğelerin birleşiminin sonucu oldu- zaman ve mekan içinde birlikte ortaya
gunu öne süren, ve bilgi görüşünde, bel- çıkan şeylerin, veya ardışıklık ilişkisi
lekte, basit ögeler arasında, çagrışımları içinde olan idelerin birbirlerine baglana·
doguran, benzerlik, karşıtlık ve sürekli- cagaru ifade eder. Buna göre, masa ve
lik gibi üç tür ilişki bulunduSunu savla- sandalye arasında sürekJilige dayalı çag-
yan Aristoteles'e dek geri götürülebile· nşımsal bir ilişki vardır. Benzerlik söz
cek felsefi ve psikolojik ögretiye tekabül konusu oldu~nda ise, bir şeyin resıni
eder. ya da fotografı aslıru, karanlik siyah ya
Buna göre, çagrışımcıhk, tüm zihin da karayı akla getirir. Buna karşın, kar·
hAllerinin izlenimler, duyu verileri ve şıthk söz konusu oldugunda, ak karayı
duyumlar gibi, biricik, basit, ayrı ve bir· çagrışhnr. Öte yandan nedensellik söz
birlerine indirgenemez ögelerden mey- konusu oldugunda, kaynamayla ısı ara·
dana geldiSini ve bu ögelerin daha kar- sında çagnşımsal bir ilişki oldugu söy-
maşık zihin hallerini meydana getirmek lenmelidir.
188 çarvakalar

çarv~. Hint felsefesinde, maddeci bir bir rol yükleyen Karl Marks'la Sinunel'in
görüş geliştirerek, her türlü duygu ve tersine, onu, saghklı bir toplumsal orga-
düşünceyi maddeye dayandırıp, ruh nizmanın nonnal degil de, patolojik bir
görüşüne karşı çıkan düşünürlere veri- hali olarak yorumlamışlardır.
len ad. Fonksiyonalist anlayıştan sonra ortaya
Atman ögretisini bir aldatmaca olarak çıkan tüm çatışma teorileri Marks ya da
gören Çarvakalar, dört ögeden oluşan Simmel'in görüşünün farklı versiyonlan
madde dışında, hiçbir şeyin varolaına­ olmak duruınundadli. Ömegin, 1960'1ı
yacagını, ruh diye bir şeyin bulunmadı­ yıllarda sistem çabşmasıyla toplumsal
gını savurunuşlar, kendilerinden önceki çahşma arasında bir ayırım yapan sosyo-
bütün bir Hint düşünce gelenegini red- log Dockwood, Marksist bir anlayış be-
dederek, dini inanca karşı çıkmış ve en nimsemiştir. Ona göre, kururnlar birbirle-
yüksek amacın, yaşamın tadını çıkar­ riyle uyum içinde olmadıklan zaman,
mak oldugunu iddia etmişlerdir. sistem çabşması ortaya çıkar; buna kar-
çabşma teorisi [İng. conjlict theory; Fr. şın, toplumsal çahşma kişiler arasında
tlı~orie du coııflit]. Toplumu meydana geti- olup, yalıuzca toplwnsal etkileşimler
ren grup ya da öbekler arasındaki içinde ortaya çıkar.
rekabete dayalı çıkar çelişkisini temele çelişik [Yun. antiphatikos; Lat. contradicto-
alan, çabşmanın toplumsal gelişme için rius; Os. miltenakız; İng. contradictory; Fr.
önemli bir işlev yerine getirdi~ dile ge- contradictoire; Al kontradiktorische]. Çe-
tiren teori. lişkiler içeren bir söylem; biri ötekinin
Çabşmanın dogası ve işleviyle ilgili ilk degillenmesi olan terimler; ikisi birden
teoriler ondokuzuncu yüzyılla yirminci aynı anda dogru ya da aynı anda yan-
yüzyılın başlarında öne sürülmüştür. lış olamayan, biri olumlu, digeri olum-
Bu alandaki ilk önemli kuram, Marks'ın suz iki önemıeden biri; zorunlu olarak,
iki sınıf arasındaki çatışmaya dayanan yani mant&ksal tanun geregi her zaman
toplwnsal çabşma modelidir. Toplu- yanhş olan önermeyi; birlikte bir evre-
mun bütününü sermaye ve emegin çı­ ni tüketen ve birbirlerini karşılıklı ola-
karlaruu temsil eden iki sınıfa bölen rak dışta bırakan iki terimi nitelernek
Marks'a göre, çatışmanın toplumu dö- için kullanılan terim.
nüştürme gibi bir işlevi vardır. Alman Buna göre, çeli~ik kavramlar, aralarında
felsefe profesörü George Simmel ise, ça- bir orta kavrama izin vermeyen kavram-
bşmanın önemini vurgulamakla birlik- lardır. ömegin, 'ak'ın çelişigi 'ak-
te, Marks'ınki gibi ikili bir model benim- olmayan'du ve 'ak' ile 'ak-olmayan' ara-
sememiş ve çatışmanın tüm toplumsal sında hiçbir orta kavram bulunamaz.
düzenlemeleri ortadan kaldıraca~1 sonu- Öte yandan, 'dört köşeli daire' örnegin-
cuna varmamıştır. Ona göre, çatışma­ de oldugu gibi, ya mantıksal bakımdan,
nın duraganlı~, toplwnsal istikrar ve yani mantık ilkelerine göre düşünüle­
dengeyi sağlamak, bireyleri korwnak meyen, ya da 'kanatlı at~ örneginde ol-
bakımından üstlendi~i çok önemli rol du~ gibi, doga yasalan bakımından
ve olumlu işlevler vardır. gerçeklikleri olmayan kavramiara da,
Çatışma konusunda, bu iki önemli ça- leendi kendisiyle çeli~ik kavramlar adı veri-
tışma teorisinden sonra yirminci yüzyıl­ lir.
da ortaya çıkan üçüncü yaklaşım, çahş­ Biri digerinin degillemesi durumunda
madan, toplumsal bütünlügün önemini olan iki önermeye; birlikte evetlerunele-
ve ortak degerierin olwnlu etkisini gün· rinin bir çelişkiye yol açtıgı önermelere
deme getiren birli.ldi bir toplum görüşü ise çeli~ik önermeler denir. Aristoteles
lehine feragat eden fonksiyonalist görüş­ karesinde, özne ve yüklemi aynı olan,
tür. Fonksiyonalistler, çab.şmaya olumlu fakat birbirlerinden hem nicelik ve heın
çevrecilik 189

de nitelik bakımından farklı olan öner- ken, bir yandan da belirli birleştirid il-
meler çelişik önenneler olarak tanımla­ keleri kabul etmek oldugunu savuna-
nır. Buna göre, 'Tüm insanlar ölümlü- rak, aşmaya çalışan görüş.
dür' önermesi ile 'Bazı insanlar ölümlü çevinne [Ing. inversion; Fr. inversion; Al. in-
degildir' önermesi çelişik önermeler- version]. Klasik mantıkta, belli bir öner-
dir. meden öznenin aynı kaldıgı, yüklemin
çelişki [Yun. antiphasis; Lat. contradictio; yerine çelişiginin geçtigi ve önermenini
Os. rcn6kuz; İng. contradiction; Fr. contra- niteliginin de, olurnluyken olumsuz,
diction; Al. kontradiktion ). Mantıkta, bir olumsuzken olwnlu hale getirildigi
ve aynı önermenin aynı anda hem tasdi- başka bir önenne elde etme işlemi.
ki ve hem de inkarına, hem evetlenınesi çevrecilik [İng. erıvironmenta/isnı; Fr. sci-
ve hem de degillenrnesine; bir önenne ence ık renvironnenıent]. 1 Genel olarak,
ile bu önermenin degillemesinden olu- çevrenin insanın faaliyetleri üzerindeki
şan kümeye verilen ad. etkisini vurgulayan felsefi ögreti, çevre-
Buna göre, mantıkta iki kavram, yargı nin insan davranışını belirlemedeki ro-
ya da önennenin birbirlerini dışta bıra­ lünü vurgulayan teori ve felsefi okul.
kan karşıolumunu ifade etmek için kul- Insanlar da içinde olmak üzere, tüm
lanılan çelişki terimi, sosyoloji ya da hayvanların yapısını ya da davranışını
toplum felsefesinde, özleri ya da doga- etkileyen bir etmen olarak fizikf, biyolo-
lan geregi bagdaşmaz olan iki toplum- jik, psikolojik ya da kültürel çevrenin
sal olgu, faaliyet, sınıf ya da durum için önemini vurgulayan anlayış. 2 Sosyal
kullanılır. Ömegin, Marksist sosyoloji- biliınlerde, uygarlık ve toplumun geliş­
ye göre, sermaye artı deger elde etmek mesinde çevre etkenlerinin önemi üze-
suretiyle emegi sömürdügü için, emek rinde duran yaklaşım.
ile sermaye arasında bir çelişki vardır. 3 Çevredlik biraz daha özel bir anlam
çelişmezlik ilkesi [Os. mebdei tendkuz; içinde, biyolojik tdetenninizme yaklaşan
İng. principle af contradiction; Fr. principe bir görüş olarak, organizmalaruı, bir iç
de la contradiction; AL widerspruchlogisig- kaynak ya da gücün sonucu olan kendili-
keitsprinzip). t Aristoteles'in ifadesiyle ginden eyleme yelili olmayıp, yalnızca
'Aynı yüklem ya da niteligin, aynı öz- dış uyaranlara yanıt ya da tepki verdik-
neye aynı bakımdan hem ait olmasının lerini savunurken. biyolojik ve kültürel
ve hem de ait olmamasının söz konusu görecitige yol açan ögretiye tekabül eder.
olamayacagını' (Metafizik 1005 b1920) Fiziki çevrenin önemini vurgulayan liz-
dile getiren temel mantıksal ilke. Aynı yografik detenninizm, heın rografi ve
ilkeye göre, aynı şeyin hem var olması hem de politik çevrenin önemini vurgu-
ve hem de varolmaması söz konusu layan jeopolitik detemıinizm gibi altbaş­
olamaz (Meta fizik 1006 a 1). lıklar altında ortaya çıkan antropolojik
Birbirleriyle çelişen iki yargı ya da öner- çevrecilik, en iyi ifadesini 'insan koşulla­
menin ikisinin birden aynı zamanda rın ürünüdür' deyişinde bulur. 4 Çevre
doı\ru olamayacagını, biri dogru ise, di- koşullannın insan üzerindeki tek yanlı
gerinin zorunlulukla yanlış oldugunu etkisini vurgulayan çevreciligin bilgi
dile getiren ilke. alanındaki karşılıgı ise, pasif bir nıh gö-
çeşitlilikteki birlik [İng. unity in diversity; rüşü ortaya koyan Peripatetik ögretiyi
Fr. unite dtıns la diversitel Ahlak alanın­ canlandıran em pirisı bilgi anlayışı, tabu-
daki mutlakçılık-görecilik karşıtlıgını, la rasa ögretisidir. 5 Çevrecilik, ahlak ve
insan varlıklarU\U\ hem benzer hem de politika alanında de, dogal çevrenin
farklı olduklannı, bizim birlige böyle bir hem bizatihi kendi başına ve hem de in-
farklılık içinde ulaşma ya çalışacagımızı, sanlık için büyük bir pratik ve ahiili
bunun yolunun ise, bir yandan olabildi- deger taşıgı görüşünü ve bu görüş e
gince özgürlüge ve çeşitlilige izin verir- dayanan hareketi ifade eder.
190 çıkarım

çıkarım (İng. deductioiJ; Fr. deductio,.ı; Al. siyle p'nin q'yu gerektirdigi olgusundan,
scltluss]. Bir tümce, yargı ya da önerme- q sonucuna geçebiliriz ki, bu da, basit çı­
nin başka bir tümce, yargı ya da öner- karım kurallarından modus ponens ola-
meden türetilmesinden, çıkarsanmasın­ rak bilinen bir çıkarım kuralıdır.
dan oluşan mantıksal ya da kavramsal çıkarsama [Lat. illatio; Os. istintciç; Ing. in-
işlem; dogru oldugu kabul edilen öncül- ference; Fr. iııftreııce]. Bir düşünceden di-
lerden elde edilen sonuç; öncüller diye gerine; düşüncede bir inançtan, öner-
nitelenen önerme ya da önennelerden, meden bir başka inanç ya da önermeye
söz konusu öncüller tarafından mantık­ geçış.

sal olarak içerilen, yeni bir önermenin tü~ Çıkarsama kendi içinde tümdengelim-
retildigi akılyürütme işlemi. sel çıkarsama ve tümevarımsal çıkarsa­
Bir çıkarun, yani öncüllerden sonuca ma olmak üzere ikiye aynlır. Buna göre,
geçiş, her zaman için temel mantık yasa- tümevanmsal çıkarsama tek tek olgular-
larına dayarup, çıkanm kurallarına göre dan genel bir sonuca gitmekten, gözleın­
yapılır. Çıkarımlar iki ana türe ayrılır: a) lenen ve araşhnlan fenomenler arasında
Tek bir öncüiden sonuca geçilen, yani belli bir türden düzen, bir sınıf karakteri,
biri öncül digeri sonuç olmak üzere, iki yasa ya da sistem bulmaktan oluşan
önerıneden oluşan doğrudan çıkarımlar. akılyürütme türüdür. Buna karşın tüm-
b) En az iki öncül ve bir sonuç önerme- dengeJimsel çıkarsama, genelden özele,
sinden kurulu olan, yani en az üç öner- tümelden yine tümele ya da tikele dogru
ıneden oluşan dalaylı çıkarımlar. gitmekten, tümevanmsal sonuçlan ya
Dogrudan çıkarunlar da, 1 Karşıolum da hipotetik kavramları uygun durum
çıkanınları ve ll E~degerlik çıkanınları ya da örneklere uygulamaktan oluşan
olarak ikiye ayrılır. Bunlardan karşıolum akılyürütme türüdür.
çıkarrınları, dört standart form kategorik çıkış noktası olarak öznellik [İng. subjec-
önerme arasındaki karşılıklı ilişkilerle tivity as a starting point; Fr. subjectivite
belirlenen çıkarımlardır. Karşıolum çı­ conmıu un point d~art) Felsefede ihsan
kanınları kendi içinde karşıtlık çıkarııııla­ zihninden bagımsız bir gerçekligin va-
n, altıklık çıkarımları ve çelişki çıkarımları roldu~nu ve insan varlıgının bu ger-
diye üçe ayrılır. Buna karşın, eşdeger­ çekli~n bilgisini akıl ya da deney yoluy-
lik çıkanmları da kendi içinde evirnre çı­ la bilebilecegini (kuşkucular dışında)
karınıları, çevirme çıkarımları ve d~irme savunan ve dolayısıyla felsefede, nesne-
çıkarımları diye üçe aynlır. den hareket eden bütün bir Dk ve Orta-
Dolaylı çıkanınlar ise, I tüın önenneleri çag felsefelerinden sonra, modern felse-
basit, kategorik önermelerden oluşan fenin hareket noktasırun özne olmasuu
kategorik tasun ve II en az bir kategorik ifade eden deyim.
önerme olmayan öncül içeren kategorik Deyim, modem felsefenin kurucusu sa-
olmayan tasunlar olarak ikiye aynlır. yılan tDescartes'ın öznelci tavrı, İngiliz
Kategorik olmayan tasuru ise, Sll'asıyla empiristleri, tKant, Mutlak Ben ya da
hipotetik tasını, ayrık önciJlliJ tasım ve iki- Tinleri, insanın beninin nesnelleştirilıne­
lenr olarak üçe ayrılır. sinden başka bir şey olmayan Alman
Bu baglamda, formel sistemlerin, bir idealist felsefeleri, tvaroluşçuluk ve, ma-
önenneler öbeginden ya da bir önerme- teryalist görüş istisnasıyla, hemen tüm
den başka bir önermeye geçmemize ola- modem felsefeler için geçerlidir.
nak veren parçasına ya da kurallanna, Modem felsefenin kurucusu olarak gö-
öncül olarak verilen önerme ya da for- rülen Descartes'ın özneyi nesnenin, epis-
müllerin içerigini belirtik hale getirmeye temolojiyi de ontolojinin önüne geçiren
yarayan kurallar bütününe ise çıkaram ve daha sonraki felsefeler tarafından
kuralları adı verilir. Ömegin, p önerme- paylaşılan söz konusu öznelci tavn, üç
çifte yön teorisi 191

ayn radikal tez ya da ö~eyi içerir: 1 Her deki hakikatierin birbirlerinden karşı·
inancın, do~ru oldu~u kanıtlanıncaya lıklı olarak ba~ımsız oldu~unu ifade
kadar, yanhş sayılması gerekti~i konu- eden yaklaşım; bir şeyin felsefede yan-
sunda ve kuşku yöntemi üzerinde ısrar lış iken, dinde do~ru olabilece~ini savu·
etme. nan anlayış.
2 Zihni tümüyle ayn bir alan olarak Çifte hakikat anlayışı, aynı zamanda,
gönne tavrı, ki bu tavır kendi kişisel bir ve aynı hakikatin felsefede başka, te-
tecrübemizin dışındaki, kendi zihin olojide başka bir biçimde ifade edilebile·
hallerimizden ba~ıınsız bir dünyayı ce~ini öne süren, felsefeyle teolojiyi bu
nasıl bilebildiğimizi, ve bilebildi~imiz sayede uzlaştıran bir yaklaşım için de
zaman da, dış dünyayı bildi~iınizi nasıl kullanılır. Cme~in, ünlü İslam düşünü­
bilebildi~nizi açıldeuna problemine yol rü tbni Rüşd'e göre, bir ve aynı hakikat
açmıştır. 3 Deneyim ve bilginin nesnelli- felsefede açık ve seçik bir biçimde ve
~ini sa~larken, yine birinci şahsın bakış akıl temeli üzerinde anlaşılır, buna kar-
açısında, birinci şahsın bakış açısından şın teolojide mecazi teriınlerle ve daha
bilgi ve deneyim üzerinde ısrar etme. çok imgeleme dayanılarak ifade edilir.
Bunlardan birina ve ikinci tavırlar, Des- çifte sonuç öğretisi [İng. double effoct the-
cartes sonrası tüm Bab fclsefesine, nesnel, ory; Fr. theorie de la double consequence].
spekülatif ve dogmatik gibi görünen me- İyi niyetle ve ahlaki kural ya da ilkelere
tafizik sistemlerine bile damgasını vur- göre gerçekleştirilmiş bir eylemin, iyi
muştur. Buna karşın, deney ve bilgimi- sonuçlar yanında, ahlaki bakımdan de·
zin nesnelli~ini, birinci şahsın bakış ~ersiz, kötü ya da kabul edilebilir olma-
açısından hareketle kanıtlama tavn, Kant yan yan etkileri veya başkaca sonuçlan
ve Kant sonrası Alman ideal i.zminde olabilece~ini dile getiren ahlak görüşü;
doruk noktasına ulaşnuştır. Buna göre, ya da, biri ahlak[ bakımdan iyi, olumlu
Kant'la birlikte, ben, felsefenin ilgi alaru- ve de~erli, di~eri kötü ve olumsuz iki
na giren herhangi bir konu olmakla kal· sonucu olan belli bir eylem tarzı söz ko-
mayıp, felsefenin tek gerçek konusu nusu oldu~unda, iyi, de~erli ve olumlu
haline geJmjştir. Ben, dünyadaki varlık­ sonucu hedefleyerek, ama olwnsuz so-
lardan herhangi biri de~ildir artık, çünkü nucun da ihtimal dahilinde oldu~unu
o, çok önemli bir anlam iı;inde, dünyayı unutmadan eylemenin do~ru ve ahlaki
yaratır; ben üzerinde düşünme, refleksi- oldu~unu dile getiren ö~reti
yonda bulunma, yahuzca kişinin kendisi- Buna göre, çok acı çeken, a~ır bir hasta-
ni bilmesi anlamına gelmez, zira kişi ken- ya acısını hafifletmek üzere, alışkanlık
disini bilirken, kendi benini tarurken, ve ba~ımhhk yaratabilece~ini unutma-
başka benleri taıur, başka ve her müm- dan, belli dozda morfin vermek ahlaki
kün benin yapısını bilir. bakımdan kesinlikle do~ru ve iyi olabi-
çifte değilleme [İng. double negation; Fr. lir.
double n~gation; Al. doppelte vemeinung]. çifte yön teorisi [İng. double aspect tlıeory;
Mantıkta, bir önermenin kendisinin de- Fr. th~orie du double aspect]. Zihin ve
~illerunesinin de~illenmesine eşit oldu- maddenin, ya da bireysel zihinlerle on-
tu ya da onun tarafından içerildi~i il- lara karşılık gelen bedenlerin, yalnızca
kesine verilen ad. tek bir tözün iki ayn yönü, tezahürü ya
Bir manlık yasası olarak düşünülen da görünümü oldu~unu iddia eden
çifte de~lleme, a) çelişmezlik yasası ile görüş; zihin ve bedenin, tek bir temel
b) üçüneünün olanaksızhtı yasasının bir gerçekli~in, örne~in yazı ile turanın
birleşiminden meydana gelmektedir. madeni bir paranın ayırd edilebilir
çifte hakikat [İng. double truth; Fr. double fakat ayrılmaz yönleri olması gibi, so-
vmtt). Felsefedeki hakikatler ile teoloji- yutlama yoluyla birbirinden ayırd edi-
192 çilecilik

lebilmekle birlikte, aktüel olarak birbi- mesi, hatta maddi olandan tümüyle vaz-
rinden ayrılmaz olan yönJeri oldugunu geçmesi gerektigini; tinsel bir ideal ya
dil~ getiren ögreti. da amac olan insanın, fiziki ve psikolo-
Tıpkı, aynı madeni paraya belli bir jik istek ve arzulanru inkar etmek ya da
perspektiften bakıldıgında, onun tura, tümüyle unutmak durumunda oldugu-
buna karşın başka bir perspektiften ba- nu ifade eden tavır.
kıldıgında, yazı yüzünün görülmesi Çogu zaman dinsel bir çerçeve içinde or-
gibi, gerçekliğe belli bir perspektiften taya çıkan ve kişisel yetkinlige erişme­
bakıldıgında, zihinle, buna karşın ikinci nin ve gerçek kurtuluşwı, bedeni bütün
bir yönden bakıldıguıda, beden ya da ci- kötülüklerin kayn~ olarak görüp kü-
simle karşılaşıldıgını, bundan dolayı çümsemekten geçti~ savunan anlayış
zihin ve bedenin. ruh ve maddenin bir olarak çiledlik, insanın bütün istek ve ar-
ve aynı gerçekligin, kendisi bilinerneyen zularından vazge~esi ve bedene ba-
ortak bir tözün yönleri, görünüm ya da gunlı olmaktan kurtulması gerektigini
tezahürleri oldu~nu savunan metafizik öne süren akmu, linsel benin ya da
anlayış olarak çifte yön kuramı modem ınanevi varlıgın güçlendirilmesi, yücel-
felsefenin kurucusu olan tDescartes'ın tilmesi için, duyumsal haziann küçüm-
zihin beden ikiciliginin yarattıgı iki ayn senınesi ya da yok sayılınası gerektigini
töz arasuıdaki etkileşimi açık.layabilme savunan ögreti tanımlar.
çabasının bir parçası olarak ifade edil- lnsanuı et ve bedene olan bagımlılık­
miştir. tan kurtuldugu, kendi kendisini inkar
Söz konusu anJayış felsefe tarihinde, . ettigi, olabildigince basit, ilkel ve yoksul
panteist görüşü yle ün kazanmış Spino· bir yaşam sürdügü ve kendisini tema-
za tarafından savunulmuştur. Desear- şaya verdigi zaman, ruhsal bakımdan
tes'ın tözsel tikiciligini özsel veya sıfat­ özgürlüge ve kurtuluşa erecegini savu-
sal ikicilige dönüştüren tSpinoza'ya nan anlayış olarak çilecilik. bir yandan
göre, insan varlıgı iki temel özden, zihin iradeyi, duyusal ya da bedensel hazza
(düşünen bir şey olarak insan) ve be- dayalı bir yaşam biçimine karşı koya-
denden (yer kaplayan bir şey olarak bilmesi yönünde egitmeyi önerirken, bir
insan) oluşur. Bu iki öz, evrenin ya da yandan da insandan, linsel yönelimleri-
evrenle özdeşleştirilen Tann'run sonsuz ne ve erdemli çabalarına karşı koyan
görünüm ya da özlerinden, insan tara- aşa~, duyusal ya da bedensel arzuları­
fından dogrudan ve araosız bir biçimde nı yadsımasını ister. 1 Ahldld çil.ecilik ve
bilinen iki tanesidir. 2 dini çilecilik olarak ikiye ayn.Ian çileci-
çilecilik [Ywıanca 'ASkhein'den; Os. zühdü gin her iki türünde de ortak olan öge,
takva; İng. ascetisrıı; Fr. ascitisme; Al. a.sce- insanın annması, din ve ahiakın bakış
tismus]. Genel olarak, bilginin, kişisel ge- açısından daha yüksek bir düzeyde bu-
lişme ve yetkinleşmenin ancak rahatlık, lunan deger ve faaliyetlerin gerçekleşti·
iyi giyim ve yemek gibi anzi ögelerin rilmesi adına, daha aşagı güç ve deger-
yadsınmasıyla, konfor ve rahat koşullar­ Ierin yok sayılması, zamanın birtakım
dan vazgeçilmesi suretiyle elde edildigi- yüce amaçlar adına yogun bir biçimde
ni savunan anlayış. Kişinin, ahlaki ba- degeriendirilmesi dir.
kımdan gelişmesi ve olgunlaşması için, Kökleri en azından M. Ö. 5. yüzyıl
iradeyi sıkı bir disiplin albna sokması Yunan düşüncesine, ruhun gerçek bilgi-
tavrı; zihinle bedeni, Tann'yla dünyayı, ye ilişkin araşhrmada engellenmeyip,
tinsel olanla maddi olanı ayn gerçeklik- özgür kalabilmesi için, insanın bedensel
ler olarak gören metafiziksel bir bakış istekleri, fizikf arzulan kesinlikle hasbr-
açısı sergileyerek, kişinin tinsel olana, ması gerekti~ savunan Platon'a kadar
Tanrı'ya ulaşması için, bedeni küçümse- geri giden çiledlik, Kant ve Schopenha-
mesi, bedensel ihtiyaçları en aza indirge- uer'dan sonra, bazı düşünürler tarafuı-
çokanlamlilık 193

dan 20. yüzyılda da ifade edilmiştir. hvşuna gitti~i yerde, çirkin bir nesne iz-
Buna göre, modern yaşamın mekanik, leyicide hazzın karşıtı olan duyguya
ticari ve teknik donanunnun insaru kö- yol açar, onda hoşa gitmeme izlenimini
leleştirdi~ini iddia eden Guardiani ve do~urur, ona itici gelir.
Arnold Gehlin gibi düşünürler, çilecili- Buna karşın, formu ön plana çıkaran
ği, insani varoluşu kurtarınanın tek yaklaşım söz konusu oldu~unda, bir
aracı olarak görmüşlerdir. Başka bir de- sanat eserinin güzel olabilmesi için, bir
yişle, teknolojinin büyük etkisinden do- birlik, sa~lam bir yapı ve düzenlemey-
layı adeta kimli~ini yitirmiş durumda le, düzgün oranhlara sahip olması ge-
olan insan, kimli~ini ve tinselli~ini yeni- rekti~i söylenmiştir. İşte bu özellikleri
den, ancak ve ancak dünyadan vazgeç- taşıyan bir eser, güzel diye nitelendiri-
mek suretiyle ele geçirebilir. lirken, söz konusu özelliklerden yoksun
Çin felsefesi [İng. Chinese philosophy; Fr. olan bir eser çirkin olarak de~erlendiril­
plıilosoplıie clıinoise]. Çin'de yaklaşık ola- miştir.
rak iki bin beşyüz yıllık bir süreç içeri- Bu ba~lamda, ister sanat eserlerinde
sinde gelişmiş olan felsefe. ortaya çıksın ya da ister çirkin olarıla
Çin felsefesi temelde dört döneme ayrı­ gündelik tecrübenin blı parçası olarak
labilir: ı Milattan önce 6. yüzyıldan baş­ karşılaşılsın, çirkinin itici, tiksindirici
layıp, 221 yılına dek süren ve Yüz Okul olmakla birlikte, zaman zaman da este-
olarak bilinen çok sayıda düşünürle bir- tik baktmdan çekimleyici bir gücü ol-
ükte, büyük Konfüçyusçuluk ve Taoizm masından ve insana temaşa temeli üze-
geleneklerini kapsayan birinci dönem. 2 rinde belli bir haz vermesinden, yani
M. Ö. 221 yılıyla M.S. 960 yıllan arasın­ çirkin olan bir şeyin hem itici ve hem
da, toplumsal ve siyasal düzlemde ege- de çekimleyici bir etki yapmasından
men olan Koniüçyusçulu~n, önce yeni- kaynaklanan paradoksa çirkin paradek-
Taoizm, daha sonra da Budizmin gölge- su adı verilmektedir.
sinde kaldı~ ikinci dönem. 3 M.S. 960- çocukçalık [İng. enfantilisın; Fr. enfantilis-
1900 yıllan arasuıda kalan ve ve Yeni Kon- ıııe J. İnsan varlı~mda, psikolojik geliş­
füçyusçulu~un egemen olduğu dönem. menin durınasUlll'l bir sonucu olarak, ço-
Ve, 4 1912 yılından başlayıp günümüze cukluk ça~ına özgü psikolojik ve zaman
kadar devam eden, başlangıçta Batı fel- zaman fizyolojik nitelik ve karakterle-
sefesinden etkilenmiş olınak.Ja birlikte, rin olgunluk ça~ında da sürüp gitme-
daha sonra kendi Yeni Konfüçyusçuluk sinden meydana gelen anorınallik, ço-
gelene~ini canlandıran, yüzyılın ortala- cukluğa özgü somatik ya da psişik
nndan başlayarak da, daha çok Mark- karakterlerin bülu~ ça~ından sonra da
sizmin etkisi altına giren ça~daş Çin fel- yeniden ortaya çıkması durumu.
sefesi. ço~ulcu idealizm [İng. pluralistic idealisnı;
çirkinlik [İng. uglyness; Fr. laideur]. Este- Fr. idealisme pluralistique]. Mutlak Bir ya
tikte, güzelli~in karşıtı olup, güzelli~in da Zihinle ilişkisi olsun ya da olmasın,
estetik de~eri temsil etti~i yerde, estetik tüm sonlu zihinlerin, birbirleriyle kar-
de~ersizli~i ifade eden kavram. şılıklı ilişki içinde bulunan özerk, biri-
Estetik alarunda, çirkinli.k,. güzellikle cik, başka bir şeye indirgenemez, tekil
birlikte, tıpkı epistemolojideki do~ru ve ve özel etkinlik merkezleri oldu~u gö-
yanlış, ahl:iktaki iyi ve kötü kavram çift- rüşü.
leri gibi, karşıt bir kavram çifti oluştu­ çokanlamlılık [Os. teaddüdü mana; İng.
rur. Çirkinlik, biri haz di~eri de form anıbiquity;
Fr. anıbiguf't~]. ı Genel olarak,
bakımından olmak üzere, iki bakış açı­ bazı sözcük ya da terimler için iki ya da
sından de~erlendirilmiştir. Hazcı bakış daha fazla anlama sahip olma, ild ya da
açısına göre, güzel bir nesnenin izley1ci daha fazla şekilde anlaşılabilme özelli-
için bir haz kayna~ı oldu~u, izleyicinin ~i.
194 çokanlamlılık yaniışı

Çokan.laınlılık daha özel olarak da, bir ge indirgenemeyecek olan, birçok varlık
sözcügün dilde birden çok görevle kul- ya da gerçeklik türünden meydana geldi-
laıulması durumunu ifade eder. Dogal gini savunan anlayış. Varolan şeylerin
dillerde yer alan sözcük.lerin büyük bir tek bir ilkeye ya da iki karşıt ilkeye indir-
kısmı bu an.lamda çok anlamlıdır, yani geronesine karşı çıkıp, bütün bir varlık
birden çok görevde kullanılır. Çok an- alanının birbirlerine indirgenemez, bir-
laınlılıgın en önemli sonucu yanlış anla- birlerinden bagımsız ve ayrı varlık ya da
ınadır. Buna göre, yanlış anlama her- ögelerden meydana geldi~ni savunan
hangi bir deyimin, içinde geçen bir ya metafizik ögreti.
da birkaç sözeligün degişik anlamlarda Çokçuluk ya da ç~lculuk, ı.a) maddeci
ya da görevlerde kuJlanılabilınesinden çokçuluk ve ı-b) tinsel çokçultık olarak
öhirü, belli bir baglarnda ne gibi bir ni- ikiye ayrılır. Bunlardan maddeci çokçı.ı­
yeti iletme amacıyla kullanılmış oldu- luk. evrenin niteliksel olarak birbirlerine
gunun anlaşılaınaınasından ileri gelir. benzemek..le birlikte, birbirlerinden geo-
Çok anlamlıiıgın semantik, sentaktik ve metrik özellikleri bakımından farklılık
pragmatik çok anlamlılık olmak üzere, gösteren atomlardan meydana geldigi sa-
üç ayn türü vardır: Bunlardan, ı SemanNk vunan atoıncu görüşte ifadesini bulur.
çok anlaıırlılık, genel teriınierin birden çok Buna karşın, tinsel çokçuluk, Leibniz'in,
bagdaşmaz anlam kuralı uyannca degi- atomlann yerini basit, nihaf, kendinden
şik nesne türlerine uygulanabilınesin­ var ve kalıcı olan tinsel varlıklar, güç ya
den, bir sözcügün bir tümcede birden da enerji birimleri olarak tasarlanan mo-
çok anlama gelecek şekilde kullanılına­ nadların aldıgı monadolojisiyle ömekle-
sından ve söz konusu anlamlardan han· rur.
gisinin kastedildigini bilmernekten mey- Evrenin birligini ve bütünlü~ünü koru-
dana gelir. yan, evreni tutarlı, tamamlanmış, kapa-
2 Sentaktik çok anlamlılık ise, bir sözcü- lı bir bütün olarak gören söz konusu
gün birden fazla kategoriye ait olmasın­ tözsel çokçuluga ek olarak, bir de yir-
dan, dilde birden çok sentaktik görevde minci yüzyılda ortaya çıkan 3 yeni çokçu-
kullanılmasından oluşur. Buna karşın, luktan söz edilebilir. Evrenin mutlak bir-
3 Pragmatik çok anlanılılık, bir genel teri- ligi düşüncesine ve tözsel bir varlık
mi kullananların söz konusu genel teri- anlayışına karşı çıkan yeni çokçuluk,
mi uygulamada aynı nesnelere uygula- evrenin sonsuz sayıda eylem, degişmc,
dıkları hiilde, bu terimin uygulanışlllı olay, olgu ve imkiniardan meydana gel-
yöneten anlam kuralları üzerinde uzla- di~ni savunurken, onu henüz tamam-
şamamalanndan meydana gelir. lanm.anuş ve dognıltusu bilinmeyen bir
çokanlamlılık yaniışı [İng. fallacy of anı­ degişme ve gelişme süreci olarak de-
biguity; Fr. erreur de l' ambigui"teJ. Fonnel gerlendirir. Yeni çokçuluk terimi, bir
olmayan ve yanlış anlarnalara yol açan yandan Herbart, Renouvier ve James'ın
bir yanlış türü olarak, bir akılyürütme sistemlerini belirtmek için kullanılırken,
ya da argümanın, yanıltıcı bir sonucun bir yandan da çeşitli ve farklı bireysel
çıkmasına neden olacak şekilde, genel- varlıkları incelemek amacı gütmekle bir-
likle birden fazla anlamı olan sözcük ya likte, evrensel yasalann ve belli bir birli-
da türnceler ihtiva etmesi durumu. gin araştınlmasını bir yana bırakan ög-
çokçuluk [Os. kesretiye; İng. pluralisnı; Fr. retiyi gösterir.
pluralisnıe; Al. pluralismus ]. ı Genel ola- Çokçuluk veya ço~lculuk, söz konusu
rak, aynıcinstenlik yerine çeşitlili~n, ay- felsefi ya da metafiziksel anianundan
nılık yerine farklılıgın, tek bir şey yerine ayrı olarak. 4 çok sayıda neden arama
çoklugun önemini vurgulayan görüş. egilimini, örnegin psikolojide, psikolojik
2 Evrenin, biriciklikleri içinde, tek bir fenomenlerin çok sayıda nedensel faktö-
(bircilik) ya da iki ayn (ikicilik) gerçekli- rün sonucu oldugunu savunan yaklaşı-
çokluğu birliğe indfrgeme 195

ını ifade ec:i.er. S Metodolojide ise çokçu- çokluktaki birlik [lng. tmitı; in Vlwietı;; Fr.
luk, her tür açıkJamarun, varolanların uniti dans la vnriete]. Bir bütün olarak dü-
çoklugunu ve farklılıgını hesaba kata- şünülmeye, kavrarunaya uygun bir ya-
cak bir açıklama olmak durumunda ol- pıda olmakJa birlikte, birbirlerinden ayrı
dugunu, açıklamada tasarruf amacıyla olan ve ayırd edilebilen çeşitli nesnele-
hiçbir zaman en basit kurarn ya da hi- rin, en azından bir bakımdan aynı ya da
poteze yönelinmemesi gerektigini ifade özdeş olmaları hali. Ontolojik özdeşlik
eder. 6 Çogulculuk, ayrıca toplum felse- ilkesi geregi birbirlerinden ayn duran ve
fesi açısından, azınlık gruplarının çok farklı olan çok sayıda nesnenin, ortak bir
çeşitli karakteristiklerinin, toplumsal özellik baglamında, mantıksal ya da
bütünlligün, daha gi.içlü olan çogunluk epistemolojik bakımdan özdeş sayılma­
tarafından teşvik edilmesi gereken, çok sı, farklı nesnelerin genel bir kavram al-
önemli boyutları oldugunu savunan gö- tında toplanınası durwnu.
rüşe karşılık gelir. çokluğu birliğe indirgeme [lng. reduction
7 Çokçuluk ahlak felsefesinde ise, of nıultiplicitı; to the u,ıity; Fr. reduction de
özsel olarak istenen tek bir iyi bulundu- la multiplicite iı l'unite]. Filozofların, özel-
gunu öne süren birci ahlak görüşüne likle de spekülatif metafizikçilerin, dış
karşıt olarak, gerçekten ve özü itibariy- dünyada gözlemledi.kleri çokluga, çok
le degerli olan, dostluk, aşk, paylaşma büyük sayıda nesne ve olaydan meydana
ve yardımseverlik türünden birçok iyi gelen çokluga ilişkin nedensel açıklama­
bultındu~unu, insanın tek bir iyinin pe- lannda, söz konusu çoklugun, gerideki
şinden gitmek yerine, birçok iyinin pe-
ya da temeldeki nihai ve en yüksek bir
şine düşmesi, olabildigince çok iyiden
nedensel faktör ya da gerçekligin sonucu
pay alması gerektigini savunan ahlak oldugunu öne sünne tavırlan için kulla-
görüşünü tanımlar.
nılan deyim.
8 Çokçuluk ya da çogulculuk, siyaset ömegirı, tPlaton birlikle çokluk arasın­
felsefesi açısından ise, yirminci yüzyıl daki söz konusu indirgeme ilişkisini, çok
başlannda lngiliz liberalleri ve sosyalist-
olanın, kendisinin +idea adını verdigi
leri tarafından geliştirilen ögretiyi ifade
birli~n, geçid ve soluk kopyası oldu~unu
eder. Söz konusu ögretiye göre, iktida-
söyleyerek çözmüştü. Buna karşın, ma-
rın, topluma devlet ya da tek bir sınıhn
teryalist atomcu filozoflar, çoklugun, yani
egemen olmaması için, çok çeşitli ku-
dogada varolan tüm nesnelerin, bir şey­
rumlara, dinf, ekonomik, mesleki. eSi-
timsel ve kültürel kurumlara yayılması den, yani maddeden meydana gelmiş ol-
ve idarenin merkezi olmaktan çıkarılma- dutunu söyleyerek, çoklu~ kendisine
sı gerekmektedir. . indirgerlikleri birli~, maddenin, atom
çok degerli mantık [Ing. many-valued ad w verdikleri k üçük ve bölünemez par-
logic; Fr. tos.ique pollvalente; Al. mehrwer- çaaklan olarak tanımlarruşlardır. Atom-
tige logik]. Üçüneünün olanaksızh~ ilke- culara göre, dogada her ne kadar sayıla­
sini bir şekilde reddederek. ikiden fazla mayacak kadar çok sayıda şey varolsa
dogruluk değerine yer veren, kendisinde bile, bunlaruı hepsi de, son çözümlemede
geçen her fonnülün ikiden fazla dogru- tek bir şey türüne, yani atomlara ya da
luk değerine sahip oldugu bir mantık sis- maddeye indirgenebilir. Öyleyse, gerçek-
temine; bazı çıkarun türlerini analiz eder- ten var olan atomlar ya da madde olup,
ken, 'dogru, yanlış ve belirsiz', 'zorunlu dış dünyadaki çokluk görünüşten başka
olarak dogru, zorunlu olarak yanlış, ve bir şey degildir.
mümkün', 'kesinlikle doğru, kesinlikle Yine, Ortaçag felsefesinde, çokluk, var-
yanlış, muhtemelen doğru, muhtemelen lıgın temeli ve kaynagı, herşeyin ken-
yanlış' ömeklerinde oldugu gibi, en az disinden çıkh~ yetkin varlık olarak
üç dogruluk degeri kullanan mantıga Tanrı'ya indirgenmiştir. Spino:za'run pan-
verilen ad. teist metafiziginde de, dış dünyada varo-
196 çok soru yaniışı

lup, deneyim yoluyla biiinen nesne ya da birtakım hayvanların tanrısallaştınlına­


varlıkların meydana gelirdigi çokluk, biri- sınınsonucu olarak ortaya çıkan, ve bir-
cik ve sonsuz töz olan Tann'ya indirgenir. den çok Tanrı'run varlıgını kabul eden
ÇokJugu birlige indirgeme tavnrun fark- ınanç.

lı örneklerini ortaya koyan bu görüşler, Çung Yung kitabı. Çin felsefesinde, ölçü,
kendi içlerinde, sırasıyla, çoklugun varol- denge ve uyum konusunu, 'altın orta'
makla birlikte, yalnızca bir görünüş ol- anlayışını metafizik bir yaklaşımla ele
dugu, buna karşın yalnızca bir olanın ka- alan; 'altın orta'nın, yalnızca ahlaki, er-
ha bir gerçeklige sahip olup, gerçekten demli ve bilgece bir eylem için belirleyi-
var oldugu teziyle, çoklugun ve görünü- ci ve yönlendirici bir ilke degil, fakat
şün ancak birlik aracılıgıyla ve sayesinde aynı zamanda kapsamlı bir varlık ilke-
anlamlı oldugu kabulünü içermektedir- si, evrendeki herşey için geçerli olan bir
ler. yasa olarak görülmesi gerektigini savu-
çok soru yaniışı [İng. fall:ıcy of many questi- nan kitab.
oııs J. Formel ya da mantıksal olmayan bir Evrendeki herşey için geçerli olan
yanlış türü olarak, hiçbir şekilde basit ol- uyumu, biz insanların kendi içimizde
mayıp, tam tersine bir dizi yanıb gerekti- de bulmamız gerektigini öne süren kita-
ren, ve kendi içinde ayn ayrı ele alırup bın, Kung ustanın torunlanndan biri ta-
yanıtianınası gereken birçok soruyu ba- rafından yazılmış oldugu söylenir.
rındıran bir soruya karşılık olarak, 'evet' çürütme [İng. refutation; Fr. refutation].Bir
ya da 'hayır' yarotlarında ısrar etmeyle kanıtlama ya da önermeyi, yanlışını ya
belirlenen yanlış. da yanlışlıgını göstererek geçersiz kılma,
çoklanrıcılık [Os. kesreti ildh; İng. polythe- yanbşlama, geçeısiz hile getirme; bir id-
isnı; Fr. polythmme].Tannsal gerçekli~n dianın, yeterince desteklenmedigini, te-
özü itibariyle, bir degil de, çok oldugunu, mellenmedigini ya da dogrutugunun
birden çok Tann'nın varoldu~u savu- hiçbir şekilde ispat edilmedigini ortaya
nan anlayış; doga güçlerinin, ölülerin, koyma.
daimidlik 197

laına giren terim, kaplamına alan terime


taın olarak dagıtılmıştır.
E önermelerinde, her iki terim de tam
olarak dagıtılmıştır; SeP, bütün bir S
sınıfının, bütün bir P sınıfının dışında
kalması anlanuna gelir. A önermelerin-

D de, özne dagıtılmış, fakat yüklem dagı­


tılmamıştır; SaP bütün bir S sınıfının
P sınıfında içerildigi, fakat, S sınıfı P sı­
nıfıyla bazen örtüşebilirken, bunun her
zaman böyle olmadıgı ve elde yeni ve-
dadaizm [İng. dadaism; Fr. dadaisme]. Bi- riler olmadıkça, iki sınıfın örtüştügü­
rinci dünya savaşının dehşetinden nün kabul edilmemesi gerektigi anlamı­
kaçıp kurtulmak üzere, İsviçre'ye yerle- na gelir. Örnegin, iki sıruhn örtüştügü,
şen bir grup şairin kurdugu, sanatta yani öznenin yükleme, yüklemin özneye
akıldışıhgı, raslantıyı, sezgi ve alaycılı­ göre tam olarak datıtılmış oldu~
gı ön plAna çıkaran edebiyat akınu. Te- 'Tüm eşkenar üçgenler eşit açılı üçgen-
mel de yıkıcı bir sanat ve düşünce akımı lerdir' önermesini, iki terimin örtüşme­
olan Dadaizm, bu terimi, salt anlamsız digi, yani öznenin yükleme göre tam
bir sözcük oldugu gerekçesiyle benimse- olarak dagıtılnuş oldugu, fakat yükle-
miştir. Başka bir deyişle, akun Fransız­ min özneye göre dagıtılmamış oldugu
cada 'tahta at' anlamına gelen 'dada' 'Tüm Danimarkalılar İskandinavyalıdır'
sözcügünü, savaşın yarattıgı umutsuz- önermesiyle karşılaşhrahm.
luktan, burjuva degerierine karşı duy- O önermelerinde, yüklem dagıtılmış,
dugu tiksintiden kaynaklanan protesto- fakat özne i::lagıtılmamıştır; SoP, S'ler-
sunu ve yerleşik · estetik degeriere den en azından bir ya da daha fazlası­
meydan okuyan sanat eserlerini anlat- nın, bütün bir P sınıfının dışında kal-
mak için kullanmıştır. dıgı anlamına gelir. 1 önermelerinde
dagıtıcı adalet [İng. distributive justice; ise, ne özne ne de yüklem dagııılmış­
Fr. justice distributive]. Herkese hak etti- tır. Kategolik önermelerde, terimierin
~ vermek biçiminde tanımlanan oran- dagıtılması konusu, öyleyse şu şekilde
tılı bir eşitlik düşüncesinin ürünü olup, özetlenebilir: Yalnızca tümel önermeler
eşitlerin eşit, eşit olmayanlann da farklı öznelerini ve yalnızca olumsuz önerme-
işlem görmesi gerekti~ni savunan adalet ler yüklemlerini dagıtırlar.
türü. Bir toplumda, mal, mülk, egitim, dagıtılma kurallan [ing. rules for distri-
imtiyaz, hak ve fırsatların, toplumun bution; Fr. regles de distribution]. Geçerli
üyelerine orantılı bir şekilde dagıtılması­ bir tasunda, orta terimin en az bir kez
na dayanan adalet anlayışı. dagıtdmış olması gerekligini ve sonuçta
dagıtıcllık [İng. distributivity; Fr. distn"bu- dagıblmış olan bir terimin, o sonucun
tion; Al. austeilung]. Klbik manb.kla, ka- öncülünde de dagıhlmış olmak duru-
tegorik bir .önermenin öznesi ile yükle- munda oldugunu ifade eden kurallar.
mi arasmda söz konusu olan belli bir daimicilik [İng. perennialism; Fr. p&petu-
ilişki. alisme]. 1 Genel olarak, insanın, toplu-
Terimin bütün bir kaplamına, yani mun ve yaşamın degişmez bazı temel
onun işl\ret ettigi bütün bir nesneler sı­ yönleri, gerçekleri bulundugunu, bu öz
ruhna aÇJk seçik olarak gönderme yapıl­ ya da yönlerin hep aynı kaldıgıru savu-
dıgı zaman, terimin dagıtılmış, aksi nan ögreti.
takdirde datıb.Jmamış oldugu söylenir. 2 Evrendeki temel gerçegin degişme
Başka bir deyişle, terimlerden biri dige- degil de, kalıcılık ve devamlılık oldu-
rini lam olarak kaplamına alıyorsa, kap- gunu belirten anlayış olarak daimicilik,
198 daimon

daha özel bir çerç~ve içinde, egitimin üçüncü şekilden tasım kalıbı. Terimin
mutlak ve degişmez bazı ilkelere, top- başındaki D harfinin de işaret ettigi gibi,
lum, yaşam ve insanla ilgili bu kalıcı darapti birinci şekilden darii'ye indirgene-
do~u ya da gerçekiere dayaıunası ge- bilir: Tiiın M'ler P'dir. Tüm M'ler S'dir. O
rektigini savunan egitim anlayışını ifa- halde, bazı S'ler P'dir.
de eder. darii. Klasik mantıkta, büyük önermesi
Daha çok Aydınlanma akılcılıgını, hü- tümel, kiiçiik önermesi ve sonucu tikel
manizm ve iyimserligini yansıtan bu an- olwnlu bir önenne olan, birinci derece-
layışa göre, insan dogası her yerde aynı den geçerli tasun kalıbı. Tiim M'ler P'dir.
oldugu için, egitimin de herkes için aynı Bazı S'ler M'dir. O halde, bazı S'ler P'dir.
olması gerekir. İnsanın degişmeyen, her Darwin, Charles. 1809-1882 yıllan arasın­
yerde aynı olan dogasıru ya da özünü da yaşamış ve canlılarda evrimin dogal
alollılıkta bulan daimicilik, egitimin ama- ayıklaruna yoluyla gerçekleştigini öne
cının insan aklının geliştirilmesi ve iyi- süren teorisiyle, bilim ve düşünce tari-
leştirilmesi oldugunu söyler. hinde adeta bir devrim yarabnış olan
Egitilmiş insan ideali olarak, içgüdüsel İngiliz doga bilimci.
dogasını yönlendiren, arzu ve iştihayı Evrim konusunda yeterli kanıt sunarak,
aklının denetimi altına alan, ve bu süreç canlıların dogal ayıklaruna yoluyla çev-
boyunca rasyonel güçlerini, bilinçli bir bi~ reye uyum sagladıguu açıklamış ve On
çimde belirlenmiş hedeflerle uyum için- tlıe Origin of Species by Means of Natural se-
de kullanan insanı alan daimicilige göre, lee tion [Türlerin Kökeni) adlı temel ese-
yaşanun taklidi degil de, ona bir hazırlık rinde geliştirdi~ görüşleriyle, zamanı­
olan egitimin görevi, temel hakikatlerin, nın bilim ve din çevrelerini derinden
evrensel dogruların bilgisinin aktanlma- etkilemiş olan Darwin, Darwlnizm ola-
sıdır. Başka bir deyişle, mesleki ögreti- rak bilinen evrim ögretisiyle Tanrı'nın
mi, çocuga beceri kazandırmayı amaç- varoluşuna dair en önemli kanıtlardan
layan bir faaliyeti hiç önemsemeyen biri olan tdüzen ve amaç kanıbrun gücü-
dilimicilige göre, çocuga kalıcı bilgiler nü yıktıgı gibi, yaradılışla ilgili dini ög-
ögretilmeli, kalıcı degerler kazandınlma­ retilere de öldürücü bir darbe indirmiş­
lıdır. tir.
Evrendeki en temel gerçegin sürekliJik Darwinizm [İng. Darwin nazariyesi; İng.
oldugunu dile getiren daimicilik geçmi- Danuinism; Fr. Darwinisme; Al. Danuinis-
şin mesajının hiç ortadan kalkmadıgını mus ]. Ünlü İngiliz biyolog ve dogabilim-
iddia edip, ögrencilere, içlerinde çaglar dsi Charles Darwin'in dogal ayıklanma,
boyu insaniann en büyük ideallerini, ba- türlerin kökeni ve insanın türeyişiyle il-
şan ve kazanımlarını ortaya koyduldan gili evrimci görüşünü, onun insan da
büyük edebiyat, felsefe, tarih ve bilim içinde olmak üzere, tüm canlı var lık tür-
eserlerinin inceletilmesinin gereklili~ni lerinin doguşunu ve gelişmesini yaşa­
öne sürer. ma savaşı ile açıklayan araşhrmalarını
daimon. İlkçag Yunan felsefesinde, bir tür ve görüşlerini tanımlayan genel terim.
Tann ya da tdnnsal güç. tPlaton'un fel- Darwin'in, organik degişimleri açıkla­
sefesinde, tannlarla insanlar arasmda mak amacıyla geliştirdigi biyolojik ev-
bulunan, tannlara insaniann niyazları­ rim teorisini teınele alan yaklaşım, L.,r,a-
nı, insanlara da tanrıların buyruklarını ru da içine alan canlı doganın evrimJe
ileten güç. Sokrates'e zaman zaman ken- oluştugunu, bu evrimin itici gücünün,
disini duyuran ve onun yanlış işler yap- yaşama kavgası ve bunun sonucu ola-
masına engel olan içsel ve ruhsal ses ya rak da, dogal ayıklaruna oldu~nu,
da varlık dogal türlerin yaratılmayıp, dogal et-
darapti. Klasik mantıkta, öncüileri tümel, kenlerle, birbirlerinden çıkarak oluş­
sonucu ise tikel olwnlu bir önerme olan muş oldugunu öne süren ögreti olarak-
davranış 199

Darwinizm, Darwin'in, evnırun üç ilke ilişki içinde bulunması dummuyla be-


ya da etkenin etkileşimine dayandıgı an- lirlenir. Bu çerçeve içinde Dasein'ı belir-
layışını tanımlar. Bu üç ilke ya da etken leyen üç temel yön vardır: 1 Olgusalhk,
sırasıyla degişiklik, kahtım ve varolma 2 varoluşsal durum ya da kişinin amaç-
savaşıdır. Bunlardan degişiklik, bütün h varhgını ve potansiyelini kavraması
canlılarda söz konusu olan serbestleştiri­ ve 3 insanın meşguliyetleri içinde ken-
ci etken; kalıtun, benzer organik formla- disini unutması ve bu durumun bir so-
rın bir kuşaktan başka bir kuşaga akta- nucu olarak da, biricik özelliklerini ve
nlmasını saglayan tutucu etken; sahici varoluşunu kaybetınesi.
varolma savaşı ise, belli bir ortamda üs- datisi. Klasik mantıkta, büyük önermesi
tünlük saglayacak degişiklikleri belirle- tümel, küçük önermesi ve sonucu tikel ·
yen, böylece de seçici bir üreme hızı ara- olumlu önerıne olan üçüncü şekilden
cıhgıyla türlerin degişime ugramasını geçerli tasım kahbı: Tüm M'ler P'dir.
saglayan etkene karşılık gelir. Bazı M'Jer S' dir. O halde, bazı S'ler P'dir.
dasein. Alınaneada 'varoluş' için kullanı· davranış [Os. tcwru hareket; İng. behaviour;
Jan ve Jafzen 'burada-olma', 'orada- Fr. comportement; Al. verhalteıı]. Bir nes-
olma' anlamına gelen terim. nenin, özellikle de canlı bir yaratıgın, bir
Terim ilk kez olarak varoluşçu Alınan organizmarun belli bir ortamdaki hare-
filozofu Karl t}aspe~ tarafından kullanıl­ ket tan:ı, canlıların çeşitli durum ve or-
mıştır. Existenz kavramını sahici, otantik tamlardaki tepkileri, bireyin içinde bu-
insan varoluşu için koruyan Jaspers, dase· Jundugu dogal ya da toplumsal ortamın
in terimini normal, gündelik anlamı için- uyaranianna tepki göstenne ya da yanıt
de sıradan varoluşu ifade etmek üzere verme biçimi için kullanılan genel terim.
kullarunıştır. Terime kendi felsefesi için- 'Davranışta niyetten söz edilebilir mi?',
de, yeni ve özel bir anlam yükleyen 'Kalp atışlan davranış olarak görülebilir
tHeidegger ise, daseinı belirli bir türden mi?', 'Sessiz düşünme davranıştan sayı­
varoluşu, insan bireylerinin varolma tar- lır mı?', 'Belli bir biçimde tasvir edilen
zını tanımlamak amacıyla kullanır. Bu bir davranış tan:ı (ömegin, kolun kaldı­
türden bir varoluşun temel ve ayırdedid nlması) başka bir biçimde betimlendigi
özelligi, onun varhgın kendisi için bir zaman (örnegin, cam kırma) da, davra-
problem oldugu, varolmanın ne anlama nış olmak durumunda mıdır?' türünden
geldigi sorusunu soran bireyin varoluşu sorular, davraıuş konusu içinde geçen
olmasıdır. sorulara örnek olarak verilebilir.
Aynı zamanda neolojizmleriyle de ün Bu baglamda, insan davranışının, psi-
kazanmış olan Heidegger dasein terimini, koterapi, uyuşturucu ya da beyin cerra-
modern dönentin insanı bilinç varhgı hisi yoluyla önemli ölçüde degişiklige
olarak merkeze koyan özne felsefesine al- ugratılması durwnuna ya da yöntemine
ternatif bir felsefenin temel kavramı ola- davranış kontrolü adı verilir. Ote yandan,
rak önenniştir. Ona göre, insan kendi kendisine paradigma olarak davranışçı­
bilincinin ekseni etrafmda dönmez; o Iıgı alan bir bakış açısından, insan dav-
herşeye kendi bilincinden hareketle raruşını bilimsel yollarla araştıran disip-
nüfuz edip, onu manipüle edebilme gü- linler; psikoloji, sosyoloji, sosyal ve
cüne sahip degildir. İnsan ya da insani kültürel antropoloji gibi bilimlerle, biyo-
varoluş olarak dasein, ancak varlık.Ja iliş­ loji, ekonomi, cografya, hukuk. psikiyat-
kisi içinde tanırup belirlenebilir. ri ve siyaset biliminin insan davranışıyla
Heidegger için, insani varoluş dünya- ilgili olan alanlarından oluşan ve insan
da-olma, insanın kendisini çevreleyen eylemlerini konu alan disiplinler davra-
nesnelerle ve içinde bulundugu toplu- nı~ bilimleri diye tanımlanır. Sosyal bi-
mun üyeleriyle, onlarla ilgilenme ve on- limler terimiyle eşanlamh bir terim ola-
lara dikkat etme anlamında, belirli bir rak kullanılan davranış bilimleri terimi,
200 davranışçılık

sosyal bilimler terimine göre, daha de- van davranışının insan varlıkianna da
neysel bir yaklaşımı ifade eder. genellenebilecegi kabulü üzerinde, hay-
davranışçılık [İng. belıaviorism; Fr. beha- vanları kullanır.
vioisme]. 1 Psikolojinin tam anlamıyla Davranışçılık, insan davranışını yöne-
empirik veya deneysel bir bilim olması ten etmenler söz konusu oldugunda, bu-
gerektigini, onun sadece ve sadece or- radan da anlaşılacagı üzere, koşullu
ganizmanuı yaptıgı ve dışavurdugu tepke fikrini geliştiren Rus araştırmaı:.ı.
şeyi araştırması gerektigini söyleyen Pavlov'un çalışmalanndan hareketle,
psikoloji teorisi ve metodolojisi; insan salt çevresel etmenleri belirleyici kabuJ
ve hayvan psikolojisini, zihin ve bilinç eden bir yaklaşımdır. Davranış çagrı­
kavramlarını tümüyle bir kenara bıra­ şım ve şu ya da bu türden koşullama
karak, davranış;a ilişkin araşhrmalarla yoluyla ögrenilir ve aynı davranış yine
sınırlayan, psikolojinin mümkün tek ko- dışandan degiştirilebilir veya yönlendi-
nusunun gözlemlenebilip, ölçülebilen rilebilir. Bir tür indirgeyici tmaddecilik
davranış oldugunu savunan çagdaş şeklinde gelişen davranışçılık, çagrı­
Amerikan psikoloji okulu. şunalık. empirizm, nesnelcilik ve do-
2 Zihinsel fenomenlerle ilgili önermele- galcılık gibi akım ve yaklaşunları da
rin davranış ve davranış egilimleriyle içeren, determinist ve materyalist bir ög-
ilgili önermelere indirgenebilecegini sa- retidir.
vunan; insani faaliyetin bilinç, yönelim · Tarihi sırasıyla, 1900-1925 yıllan arasın­
ya da anlamla ilgili öznel boyutlarını da, Thomdike ve Watson tarafından tem-
bir kıyıya atarak, salt gözlemlenebilen sil edilen klasik davranrşçılıktan; 1920-
davranış üzerinde yogunlaşan felsefi 1940 yıllan arasmda ToUrnan ve Guthrie
ögreti. gibi psikologlann öncülük yaptıgı yeni-
Bir anlamda İngiliz düşünürü T. Hob- davranışçılıktan; 1940-1950 arasında ön
bes'a kadar geri gibnekle birlikte, tam plana çıkan Clark Hull'un hipotetiko-
olarak 1910 yılında, John B. Watson ta- dedüktif davraruş teorisinden; 1960-1975
rafından kurulan davranışçılık, yüzyıl arasında ortaya çıkan Skinnercı davranış­
başlarında h!kim akım olan içebakışçı­ çılıktan ve nihayet bu tarihten günümü-
Iıga bir tepki olarak dogmuştur. Dav- ze dek süren bitişsel davranışçılrktan olu-
ranışçılık, bilince ilişkin inceleme, şan davranışçılık akımı, laboratuvar
araştırma üzerinde yogunlaşmış olan araştırmasıyla deneysel bir metodoloji-
içebakışçılıgın tersine, bilincin ve zihin ye büyük bir inanç besleyen Amerika
hallerinin kavranamayacagını öne sü- Birleşik Devletlerinin 20. yüzyıldaki
rer. İçebakışın güvenilmez oldugunu, h3kim psikoloji okuludur.
zira kişinin kendi benine' ilişkin kayıt, a) Bazı radikal davranışçılar, bir yandan
bildirim ve bilgilerin müphem ve öznel davranışın anlamını nörolojik süreçleri
olup, nesnel bir tarzda do~lanamaya­ de kapsayacak şekilde genişletirken, bir
cagını savunan davranışçılık, tmantık­ yandan da 'seçıne', 'karar verme', ve 'is-
çı pozitivizmin felsefr temel ve ilkelerine teme' gibi zihinsel bir boyutu ya da en-
dayanarak, dogrulukla ve kesin bir bi- tellektüel bir temeli olan sözcük.Jerin, hiç-
çimde bilinebilecek herşeyin duyular bir ~lde zihinsel olayların ya da zihin
yoluyla gözlemlenen şeyler, yani davra- hallerinin yerini tutınadıgıru söylerler.
nışlar oldugunu iddia eder. Başka bir Onlara göre, 'seçme', 'karar verme' ya da
deyişle, davranışçılıga göre, psikoloji- 'isteme', herkes tarahndan gözlemlene-
nin ve insana dair bilginin meşrü bilir olan davraruşın ortaya Çikışıyia
yegAne konusu gözlemlenebilir davra- veya ortaya çıkacak olan gözlemlenebilir
nışhr. Gözlem ise, en iyi bir biçimde davranış egilimJeri aracılıgıyla açıklana­
kontrollü deney yoluyla gerçekleşir. Bu bilir. Örnegin, düşünme, sessiz konuş­
tür deneylerde ise, davranışçılık, hay- mayla, gutlak hareketleri ve göz tepkile-
deAer 201

riyle açıklanır. Onlara göre, konuşma ve :>edenle toplumsal kalkınmaya katkıda


dil, oldukça karmaşık d ürlütepki sistem- bulunarak, başka bireylere yardım ede-
leri olup, gözlemlenemez zihin hallerinin rek, ve toplumsal yükümlülüklerden
varlı~nı kanıtlamak için bir temel oluş­ kendi payına düşeni yerine getirerek
turamaz. borcunu ödemesi gerektiğini belirtir.
b) Metodola jik davrarıı~çılar, zihin hal- Dayanışmacılık, bireylerin yardım der-
lerinin varoluşuna inanmakla birlikte, nekleri ve kooperatifler aracılıgıyla en
onların bilimsel araştırma konusu ala- yüksek ölçüde yardımlaşmak duru-
mayacaklarını iddia ederler. Zihin hal- munda olduklannı öne sürerken, tözge-
leri nesnel ve bilimsel bir tarzda incelene- cilikle özdeşleşir.
mez, onlara ilişkin olarak öndeyide bu- definiendum. Tanımlanan, tanımlanmak
lunulamaz. Epifenonıenal davranışçı/ar ise, durumunda olan ifade, terim ya da
davranışsal olmayan zihin hallerinin va- kavrama verilen Latince ad. Tanımla­
rolduguna, fakat onların insan davraruşı yan terimler ya da sözcükler taralından
üzerinde nedensel bir etkisi olmadıgına anlamı ortaya konan kavram.
inanırlar. · definiens. Bir şeyi tanımlamak üzere
3 Davranışçılı.k terimi, ayrıca ünlü kullanılan sözcüklere, tanımlayana ve-
antrapolog George Herberi Mead'in te- rilen Latince ad. Bir tanımın, tanımla­
orisi tanımlanırken. onun sosyal eyle- nanın anlamını ifade eden parçası.
me dönük ilgisini çagdaş psikolojideki deger [Os. lnymel; İng. value; Fr. valeur; Al.
davranışçılıktan ayırmak amacıyla kul- werl]. 1 Ahl4k ya da deger felsefesinde,
lanılır. Buna göre, sosyal davraruşçılık olgu bilincinden sonra ortaya çıkan ve
insan varlıklarnun diger hayvanlardan olguya, belli duyguları, arzuları, ilgileri,
kendilerini başkalarının yerine koyabil- amaçları, ihtiyaç ve eylemleri olan öz-
me, başkalarının tepkilerini öngörebil- neyle ilişkisi içinde, belli nitelikler yük-
me yetisiyle, sosyal yaşaırun temeli olan lemeyle belirlenen tavır; öznenin, olana,
beni inşa eden sembolik etkileşimcili~ olgu ya yükledigi nitelik.
merkezindeki dili kullaruna ve iletişim­ Buna göre, deger söz konusu oldugun-
de bulunma yeteneğiyle ayrıldığını öne da, işe mutlaka öznenin, ldşiligin kanş­
süren teoriyi !anunlar. ması gerekir; öte yandan, deger, özne-
dayanak [Os lulnıil; İn substrate, substra- nin ya da zihnin teorik bir tavır ya da
luın; Fr. substrat; substratum]. Genel ola- yönelirninden çok, pratik bir tavır ya da
rak, niteliklerin kendisine baglandıgı, yöneliminin ifadesidir ve deger, öznenin
kendisinde bulundugu temel. Degişme ilgili nesnenin kendi kişisel amacı ve ey-
boyunca varlıgını sürdüren, kalıcı temel lemleriyle olan ilişkisini ifade etmek
ya da özne. üzere, ona, diger niteliklerine ek olarak,
Dayanak, Aristoteles'te sırasıyla, for- sonradan ekiediği bir niteliktir. Deger
mun gerisindeki, temelindeki şeldl alan işte bu süreçten sonra, kendi başına ve
madde; niteliklere sahip olan somut şey nesnel bir biçimde degerli bir şey olarak
ve nihayet mantıktaki yü.kleme faaliye- görülmek suretiyle, nesnelleştirilir ve
tinin öznesi anlamına gelmiştir. nesneye yansıhlır.
dayanışmacılık [İng. so/idarisnı; Fr. solida- Deger, bir ölçüt olarak, olanla olması
risme]. Ahl4kın, siyaset, sosyoloji, hukuk gereken ayınmını içerir ve her zaman
ve iktisatın temelini dayanışmada bulan olunı/u ya da olumsuz bir şey olarak gö-
ögreti. Özellikle de, sosyoloji ve ahl4k rünür. Ote yandan, tüm degerler, deger
alanında, dayaıuşma filai üzerine kuru- biçme tarzı ve biçtigi deger dogru ol-
lan görüş veya doktrin. mayabilecegi için, tavrı zorunlu olarak
Dayanışmacılık, ilke olarak, her insa- kabul edilmek durumunda olmayan
nın uygarlıgın kendisine sagladıgı ni- deger biçici bir öz:nenin nesne ya da ol-
metlerden dolayı, dünyaya borçlanmış guyla olan ilişkisini içerdiginden, tartış­
olarak geldigini öne sürer. İnsarun, bu malı olabilir.
202 de~erden ba~1msızlık

Bu çerçeve içir.de, haz (olumlu) ve aa hangi bir unsuru. Bu baglamda, bir de-
(olwnsuz) gibi /ıazcı değerlerden, güzel gişkenle adlandınlan şeyler sınıfına;
(olumlu) ve çirkin (olumsuz) gibi estetik bir de~şkenin belirli bir yorumda kaza-
degerlerden, iyi (olumlu) ve kötü (olum- nıp, bu de~şkenin yerine geçtigi adla-
suz) gibi alılakl değerlerden, yararlı (olum- rın gösterdigi dildışı nesnelerden olu-
hı) ve yararsız (olumsuz) gibi yararcı de- şan kümeyedeğer alanı adı verilir.
ğerlerden, sevap (olumlu) ve günah 3 Dilbilimde, dilsel bir öğe ya da biri-
(olumsuz) gibi dini değerlerden, ve niha- min dil sistemi içindeki farklı konumu-
yet dogru (olumlu) ve yanlış (olumsuz) na baglı olarak ortaya çıkan anlamı. Sa-
gibi ınantıksnl değerlerden söz edilebilir. ussure'ün dilbiliminde önemli bir yer
Öte yandan, bir şeyin arzu edilen so- tutan bu anlayışa göre, dilsel bir ögenin
ı:ıuçları üretmek bakımından sahip ol- degerini belirleyebilmek için, o ögenin
dugu degere, istenen bir sonuca ulaş­ kendisiyle ayru düzlemde bulunan veya
ınada araç işlevi gören bir şeyin sergi- yer alan diger ögelerle kurdugu karşıt­
ledigi degere, araçsal ya da pragmatik lık ba~ntılanru dikkate alma zorunlu-
değer adı verilirken, bir şeyin bizzatihi Iugu vardır.
kendisinden dolayı sahip oldugu, kendi 4 İktisatta, mübadale edilebilir, satıla­
içinde ve kendi başına sergiledigi dege- bilir bir eşya ya da nesnenin k.arşıhgı,
re asli değer denir. özellikle de onun parasal veya maddi
Yine, bir şeyin en yüksek sayıda insan olarak belirlenen ederi. Bir mal, hizmet
için en yüksek mutluluga katkıda bu- ya da işe izafe edilen göreli anlam ve
lundugu sürece degerli oldugunu savu- önem.
nan anlayış yararcı değer anlayışı olarak Bu çerçeve içinde, bir mal, eşya veya
bilinirken, iyilik, güzellik. dogruluk gibi hizmetin başka mal, eşya veya hizmet
değerlerin, insandan ba~ olarak edinme imkanı saglayan degeri; bir
varoldugunu, kişiden kişiye, kültürden nesne ya da eşyanın başka bir eşya ile
kültüre degişmeyen nesnel gerçeklikle~ degiştirilmesi baglamında taş ı d ı g ı
re karşılık geldigini savunan görüşe deger miibadale değeri diye tanımlanır.
nesnelci değer anlayışı adı verilir. Buna karşuı, mal ve eşyaların ihtiyaçlan
Buna karşın, iyilik, dogruluk ve güzel- karşılama özelliklerinden dogan deger-
lik gibi degerierin nesnel bir gerçeklikle- lerine, bir eşyanın tüketim veya başka
ri bulunmadıgını, kişisel duygulardan, bir malın üretilmesi baglamında sahip
tavır ve gerçeklik yorumlarından başka oldugu degere kullanım değeri adı verilir
hiçbir şey olrnadıgını dile getiren deger degerden bagımsızlık [İng. value fret-
görüşüne öznelci değer görüşü, ve niha- dom]. Bir disiplinin ya da bilimin salt çıp­
yet degerierin bir kültürden digerine lak olgularla ilgili olması, deger bakı­
farklılık gösterdigini, degerlerin, kişinin mından nötr ya da yansız olma hili;
çevresi, kültürü ve mizacı tarafından be- bilimsel araşhrmanın salt kendi başına
lirlenen kişisel ve toplumsal tercihlere bir nesnenin, eşya, eylem ya da duru-
göreli oldugunu öne süren deger anlayı­ mun ahlaken iyi, kötü veya ahiakla iliş­
şına da göreci değer anlayışı olarak ta- kisiz olup olmadığını belirleyememesi
nımlanmaktadır. durumu. Bilimsel araşbnnaıun belimle-
Ayıu çerçeve içinde, dünyada neyin ıneler, ar;ık.Jamalar saglayabilecegi, ön-
gerçekten ve kendi başına iyi, arzu edi- deyilerde bulunabilecegi, fakat deger
lir ve önemli oldugunu ele alan ögreti- yargısı üretemeyecegi tezi.
ye; degerieri önem derecelerine göre Degerden bagımsızlık düşüncesi söz
ayırarak suuflayan felsefe dalına değer konusu oldugunda, birbirinden farklı üç
teorisi adı verilir. görüş gündeme gelir. Birind görüş, 1
2 Mantıkta, bir degişkenin belli bir nesnelligin ve dolayısıyla degerden ba-
yorum alhnda oluşandeger alanın her- gımsızhk ve yansızhgın bilimin olmazsa
değer hiyerarşisi 203

olmaz koşulu olciugunu öne süren pozi- ve gerçektir. Aziz Augustinus'ta varlık
tivist görüştür. Olguları konu alan bili- hiyerarşisinin en tepesinde, Platon'un
min nesnel, oysa deger ve deger yargı­ İyi ideasına benzer bir biçimde, Tanrı
larının öznel oldugunu, söz konusu bulunur. Fiziki nesneler bu hiyerarşinin
öznelligin bilirnin nesnelligine ve kamu- en altında bir yerlerde bulunur; insan
sallıgına zarar verdigini dile getiren po- ruhu ise, bu ikisi arasında kalır. Buna
zitivist göri.iş, bilim adamının araşhrma­ karşın, melekler, insan ruhunun üzerin-
larının her aşamasında kişisel egilim, de, Tanrı'ıun altında bir yer işgal eder.
tavır, önyargı ve tercihlerinden soyun- değer felsefesi. [İng. ariology; Fr. a:riolo-
muş olacagı beklentisiyle birlikte, sosyal gie; Al. axiologie]. Degerin dogasına, öl-
bilimler başta olmak üzere, tüm bilimle- çütlerine ve metafiziksel statüsüne iliş­
rin degerden bagımsız oldugunu öne kin araştırmalardan meydana gelen
sürer. Doga bilimlerinin yöntemlerinin deger teorisi.
sosyal bilimler alanında da kullamlması Aksiyolojinin problemleri dört başlık
gerektigini savunan bu görüş, örnegin altında toplanabilir: 1 Degerin degası­
sosyolojiyi de, manbksal olarak degerle mn ya da özünün ne oldugu problemi. 2
ilgili hiçbir içerimi olmayan bulguları Deger tipleri sorunu. Buna göre, bazı
kaydetmekle ugraşan, tümüyle teknik degerler kendinde, kendi başına ve biz-
nitelikte bir etkinlik olarak görür. zat kendileri için istenir, buna karşın di-
Bunun tam karşısında yer alan görüş gerleri söz konusu temel degeriere götü-
ise, 2 toplumsal veya sosyolojik analizin ren araçlar oldukları için istenir.
her aşamasııun ahlaki ve politik kabul 3 Degerin ölçütü problemi. Degerieri
ya da içerimlerle dolu oldugunu, sosyo· belirleme, ölçme ya da sınama standart-
lojinin kendisinin ideolojik bir disipline lanıruz hem psikolojik faktörler hem de
tekabül ettigini öne süren Marksist gÖ- mantıksal ögelerden etkilenir. Nitekim,
rüştür. 3 Buna karşın, söz konusu iki uç bazı filozoflar standartı, elde edilen haz-
arasında, özel olarak sosyolojinin, genel zın niceliginde ( t Aristippos) bulurken,
olarak da sosyal bilimlerin ahlak, siyaset bazıları uyum, tutarlılık ve bü tünlükte
ve degerlerle iç içe geçmiş bulundugu- (tPlaton, tHegel) bulmuşlardır. 4 Dege-
nu, ama araştırma alanlannın seçimin- rin metafiziksel statüsünün ne oldugu
de degerler işe kanşsa bile, araştırma­ problemi.
nın tarafsız bir biçimde sürdürülmesi, Degerin metafiziksel statüsünün ne ol-
sonuçların yansız bir şekilde takdim dugu problemi gündeme geldigi zaman,
edilmesi gerektigini öne süren farldı gö- üç ayn tavırdan söz edilebilir: a) Dege-
rüşler bulunur. rin insana baglı ve göreli oldugunu sa-
degere dayalı varlık hiyerarşisi [İng. axi- vunan öznelcilik, b) degerlerin, mantıksal
ological hierarchy of reJJiity; Fr. hierarchie özler oldugunu, fakat gerçekte varoluş­
a:riologique de la realite]. tPiaton'da, ama sal bir statülerinin bulunrnadıguu savu-
özellilde de Aziz t Auguslinus'ta söz ko- nan mantıksJI nesnelcilik ve c) degerierin
nusu olan, ve varlıkları asli ve temel de- metafiziksel gerçeki igin nesnel ve aktif
gerlerine göre den~celeyen, düzenleyen bileşenleri oldugunu savunan metafizik-
hiyerarşik varlık görüşü. sel nesnelcilı'k.
Birdeger hiyerarşisini bir gerçekJik hi- değer hiyerarşisi [İng. lıierarchy of values;
yerarşisi hAline getiren ve dolayısıyla Fr. lıiearchie des valeurs ]. Nesnel bir varo-
varlık derecelerinden söz eden bu varlık luşu, insandan bagımsız bir gerçekligi
anlayışına göre, bir şey daha degerli ol- oldugu savunulan ahlaki degerierin ni-
dugu, daha yüksek bir degere sahip ol- telik ve niceliklerine, önem ve yogun-
duğu sürece, varlık hiyerarşisinde daha luklanna baglı olarak belli bir derece-
yüksekte bir yerlerde bulunur. Başka bir lenme, ya da sıralanma içinde olması
deyişle, daha yüksek olan daha degerli durumu için kullanılan deyim.
204 değerleme

Böyle bir deger hiyerarşisi geliştiren fi- ön plana çıkartan görüşünü ifade eden
lozoflardan biri olan Max +Scheler, de- terim.
gerlerin, önce niceliksel temeller üzerin- deger perspektivizmi [İng. value perspec-
de, sırasıyla a) süre, b) kapsam ve tivism]. Degerierin temelde mutlak ve
bölünebilirlik, c) temel olma ve d) doyu- degişmez oldugunu, fakat aynı deger-
rnun derinligi ölçütleriyle I duyumsal lerin, onlara ilişkin bilgimizin göreli ol-
degerler olarak ve sonra da, daha çok ni- ması anlamında rölatif olduklarını sa-
teliksel farklılıklardan dolayı, Il yaşam­ vunan anlayış.
sal degerler, III tinsel degerler ve IV Farklı toplwn ya da tabakaların farklı
dinsel degerler diye, aşagıdan yukarıya aluiki degeriere sahip olması ya da fark-
dogru sıralandıgını öne sürmüştür. lı uygulamalar sergilemesinin, değerle­
degerierne [İng. valuation; Fr. ~valuation; rin toplurnlara göreli olduğu anlamına
Al. bwertuııg, sclıiitzung ]. 1 Manhkta, degil de, toplumların mutlak ve değiş­
bir önenne kümesinin her ögesine bir mez degeriere farklı pencere ya da pers-
dogruluk degerinin verilmesi işlemi. pektiflerden bakhğı arılanuna geldigini
2 Ahlak felsefesinde, bir olay, durum, öne süren bir yaklaşun olarak deger
ya da nesnenin iyi, kötü veya ahiakla tperspektivizm.i, göreli olarun degerler
ilişkisiz oldugunu söyleme, ona bir kıy­ degil, fakat degeriere ilişkin bilgimiz ol-
met takdir etme, ahlaki eylemler için bir dugunu savunur. Bu yaklaşıma göre,
de~er yargısı üretme. eger insanın degeriere Tanrı'nın bakış
3 Iktisatta, bir nesne, eşya, gerçek bir açısından yaklaşabilmesi söz konusu ol-
özellik veya bir hizmete ekonomik bir saydı, o degerieri doğru perspektiften ve
deger yükleme. Bu baglamda, degerin mutlak deierler olarak görecekti.
kaynagı veya en temel belirleyicisinin, degilleme [Ing. negation; Fr. n~gation; Al.
üretim esnasında harcanan emek oldu- verneinung]. Bir önermenin inkarı.
gunu söyleyen deger teorisine emet.in Mantıkta her önermenin tek bir degil-
değeri teorisi, degerin biricik ölçUsüRün lemesi oldugu ve p gibi bir önermenin
son birimden elde edilen yarar anlaınln­ degillemesini olumsuzlamanın, gerçek-
da marjinal fayda oldugunu öne süren te p'yi olumlamak anlamına geldigi
deger teorisine ise marjitıal değer teorisi kabul edilir. Bundan dolayı, bir öner-
adı verilmektedir. Nihayet, bir nesne ya meyle onun degillemesinin çelişik ol-
da eşyanın degerinin biricik ölçüsünün duklan söylenmektedir.
söz konusu eşyanın üretiminde kullaru- Bu baglamda, dogru bir önenneden
lan üretim faktörlerinin toplam maliyeti yanlış bir önermeyi, yanlış bir önerme-
oldugunu dile geliren deger teorisi ise, den de dogru bir önermeyi elde eden
maliyet değer teorisi olarak tarumlarur. birli ekleme değilierne ekiemi adı veril-
değerlerin tersyüz edilmesi [İng. transva- mektedir.
luation of values; Fr. transvalUDtion des va- degilleme manhga [İng. logic of negation;
leurs ]. tNietzsche'nin geleneksel deger- Fr. logique de n~gation]. Acılarla dolu bir
Ieri önce aşındırarak sonra da atarak, yaşam sürecinin temel nedenini bilgi-
yeni degerler öne sürme tavn, insania- sizlikte bulan, saplanhlann, kör inançla-
nn geleneksel degeriere ve toplumun nn, önyargJiann, türlü türlü tutkulann,
muhafazakarlıgına başkaldırarak, yeni yaşam çarkına bagımlılıgın, hep ayru
degerlerle ortaya çıkması gerektigi dü- kökten türedigini, yaşamın ne olduğu­
şüncesi için kullanılan deyim. nu görememekten, tutkuları luşkırtan
Onun zayıflıgı, köle ruhunu, edilgenliği bilgisizlikten kaynaklandığuu savunan
yücelten geleneksel Hristiyan ahlakına tBudizmde, bilgisizligin örtüsünü kal-
karşı çıkarak, insarun kendi kendisini dırmak ve tNirvana'ya erişme yolunu
olumJamasını, kendi kendisini gerçek- kurmak amaayla geliştirilen mantak
leştirmesini amaç bilen yaratıcı ahiakl türü.
değişme 205

Öme~in, bu ınantı~uı bir parçasım de~işme [Os. tebeddül, telımroii.l; İng. chan-
oluşturan 'Varlığın sekiz katlı değillemne ge; Fr. changement; Al. TH:Tiinderung, amde-
yöııtemi'nde, yaşamın çeşitli gerçekleri rung]. Duyumsal ve içebak1şsal deneyi-
nihar ve en yüksek gerçek açısından sı­ ınimizin en belirgin, temel ve öz.sel
nandı~ı zaman, 'Ne do~um var, ne yönlerinden biri; varolanların başka bir
ölüm; ne sürekli bir oluş var ne yok şekle ya da duruma girmeleri süreci.
oluş; ne birlik var ne çokluk; ne geliş var De~işme kavramı sırasıyla, zaman
ne gidiş' sonucuna ulaşılır. Başka bir içinde ard arda gelişi; de~işme boyunca
deyişle, de~illeme mantı~t söz konusu kendi kendisiyle göreli olarak aynı
oldu~unda, günlük yaşamın temel do~­ kalan bir şey ya da tözü; bu tözün sahip
ruları yadsınarak, en yüce gerçe~in her oldu~u özellikler bakımından sergiledi-
türlü nitelemenin ötesinde oldu~u belir- ~i farklılıkları ve belli bir yön ya da
tilir. do~rultuyu içerir.
değişim felsefesi [İng. plıilosaphy af chan- De~işıne problemini felsefe tarihinde ilk
ge; Fr. philasaphie du changement] Aristo- kez olarak ele alan düşünür Herakleitos
olmuştur; o, ça~daşı Parrnenides'in 'De-
teles'in felsefesinde oldu~u gibi, de~iş­
ıne olgusunu dünyamızın temel bir gişıne, çelişik oldu~u için, im.l<..insızdır
şeklindeki tezine karşı, 'De~işme çelişik­
olgusu olarak kabul eden ve de~işme
konusunu uygun bir kavramsal çerçe- tir, btmdan dolayı da, çelişki, yani karşıt­
veyle açıklamaya, anlaşılır hile getirme- larm. birli~t gerçeldigin özünü meydana
ye çalışan felsefe türü. getirir' diye düşünmüştür. Filozof, 'Aynı
tHerakleitos'un, tMarl<.s ya da Berg- nehre iki defa giremeyiz' demiş ve detiş­
son'un felsefelerinde oldu~u gibi, dura- menin bir nitelikte, karşıbna dönüşme
şeklinde oldutunu savunmuştur. Şu
~an bir gerçeklik, statik bir varlık anla·
halde, Herakleitos, Parmenides'in dura·
yışını tiimüyle reddeden, de~işmeyi
~an ve de~işmez varlı~ına karşı, nitelik-
evrenin tek kalıcı ve sürekli ilkesi ola-
sel de~işme olarak oluşun gerçekli~ini
rak görüp, temel gerçeldik yapan felse- öne sürmüştür.
fe türü için kullanılan deyim. Aynı nehre iki kez girilemeyece~ini öne
de~itken [Os. nıütelıaırııil; İng. variable;
süren tHerakJeitos'un görüşlerinin savu-
Fr. variable; Al. variable, veriinderlich]. 1 nuculu~unu yapmış olan ünlü Kraty-
Mantıkta, temel yorum altında, belli bir
los'a göre ise, aym nehre, yalnız nehrin
şeyin de~il de, belli bir şeyler sınıfının
kendisi de~il, fakat nehre giren de de~iş­
adı olan sembol; belli bir yoruma göre, miş olaca~ı için, bir kez bile girilemez.
belli bir nesneyi göstermeyip, yerine Ustası Herakleitos'un de~işme anlayışı­
geçti~i adların gösterdi~i nesnelerden nı genişleten Kratylos'un bu aşırı de-
oluşan kümeyi de~er alanı olarak kaza- ~işme görüşü, nesnelerin de~işmesiy­
nan simge. Bir ba~ıntı ya da fonksiyon- le birlikte, nesneleri tasvir etmek için
da, gerekb~i zaman belirli sabit terimle· kullanılan betimlemeler ve dil geçersiz
rin yerine geçirilen belirsiz terim, de~i­ hAle gelece~inden dolayı. konuşmayı
şebilen nic~lik. imkansız hale getirir. Bundan dolayı, ko-
2 Metodolojide ise, bir deney söz konu- nuşmak yerine, yalruzca nesnelere işa­
su oldu~unda, deneysel bir durumu ret ebnekle yetiruneliyiz.
oluşturan etkenler, başlangıç koşulları­ EleaWarın görüşlerinden etkilenen Em-
nın etkisine ba~h olarak ortaya çıkan so- pedokles ve Anaksagoras, bir yandan
nuçla, gözlemlenen sonucun ortaya çıkı­ da de~işme olgusu ve çoklu~u kabul
şında etkisi aranan başlangıç koşulları etmiştir. Onlara göre, dış dünyadaki
olarak ikiye ayrıldı~ırıda, sonucu belir- gözle görülür çoklu~un kendilerinden
leyen etkenlere bağımsız değişken, sonu- do~du~u ö~eler niteliksel bakundan
ca ise bağımlı değişken adı veriür. farklılık gösterir ve evrendeki herşey bu
206 değişme

ögelerin hareketlerinden, onların çeşitli bilmesi için, bir şekilde degiştirilmesiyle


birleşiınlerinden meydana gelir. Şu olur. Madde şiındi başka bir şekil ya da
halde, söz konusu iki filozof, evrendeki form kazanmış olsa dahi, geride yatan
niteliksel degişmeyi reddetmiş ya da de- dayanak olarak aynı kalır. Buna göre, bir
gişıneyi, Parmenides'in varlıgının özel- meşe palamurlu meşe agacı haline gel-
liklerini taşıyan ögelerin yer degiştirme diginde, form bakımından gerçek bir
hareketine indirgeıniştir. degişıne söz konusuyken, madde bakı­
Degişme problemini ayrıntılı bir bi- mından gerçek ve kalıcı bir ögenin var-
çimde el~ alan ve felsefesinin en önemli lıgından söz edilir.
pro bleıni haline getiren filozof, degiş­ Aristoteles'e göre, bazı degişmeler dış
ınenin ezeli-ebedi oldugunu, evrenin güçlerin, fail nedenlerin yaratıa faaliyeti
zorunlu ve tartışılmaz bir olgusuna kar- sonucunda ortaya çıkarken, degişmele­
şılık geldigini kabul eden tAristoteles rin çogunda böyle bir dış nedene gerek
olmuştur. O her tür hareket ya da de- duyulmaz. Onun dogal olmayan, zorla
gişme için, kinesis terimini kullanarak, gerçekleşen bir degişme olarak niteledi-
degişınede şu temel ögelerin söz konu- gi birinci türden degişmeler, bir şey do-
su oldugunu savunmuştur: 1 Degişme ganın nonnal akışına müdahale ettigi
boyunca varolmaya devam eden ya da zaman ortaya çıkar. Buna göre, ömegin,
degişınekte olan madde, dayanak ya da bir agaç bir sıraya dönüştürülebilir,
töz. 2 Belli bir formdan yoksunluk. 3 De- fakat bu normal ve dogal bir gelişme de-
gişıne boyunca ya da sırasında ortaya gildir. Bu türden bir değişme süreci, yal-
çıkan bir form. Buna göre, tüm degiş­ nızca bir insan varlıgı sahneye çıktıgı ve
ıneler, bir formla, daha önce sahip olma- olayların normal akışını degiştirdigi
dıgı bir forınu kazanan bir maddeden zaman söz konusu olur. Buna karşın,
meydana gelir. her yerde ve özellikle de biyoloji alarun-
Aristoteles·e göre, çevremizde gördü- da söz konusu olan dogal degişmede,
güınüz şeyler sürekli olarak degişmek­ bir dış müdahale söz konusu olmaz.
tedirler. Bundan dolayı, degişme dış Nesne, kendi başına btrakıldı~nda
dünyaya ilişkin tecrübemizin en temel dogal olarak degişir ve yeni formlar ya
olgularından biridir. Aristoteles için, da şekiller kazanır. Tohumlar bitki ve
degişme, nicelik ve nitelik bakunından agaç haline gelir, köpek yavrulan birer
degişmeye, harekete ek olarak, varlıga köpek olur ve gezegenler kendi yörünge-
geliş, büyüme, çürüme ve yok oluş an- lerinde hareket eder.
lamlanna gelir. Aristoteles'e göre, bütün bu dogal de-
Öte yandan, bu degişınelerden bazıları gişmeler, amaçlı degişmelerdir. Nesne-
dogaldır, bazıları ise insanın yaratıcı fa- ler, kendilerinde var olan potansiyel
aliyetinin bir sonucu olarak ortaya çıkar. güçlere göre degişirler, kendi dogala-
Varolan şeyler sürekli olarak yeni form rında söz konusu olan degişebilme
kazanmakta, yeni canlılar dünyaya gel- imkanlarına göre gerçekleşirler. Köpek
mekte ve insan tarafından evler, heykel- yavrulan sonuçta hiçbir zaman bir kedi
ler, v. b. g., yapılmaktadır. Degişme sü- olup çıkamazlar, gezegenler kendi yö-
reci yeni bir form kazanmayı içerir. Her rüngelerini asla degiştirmezler. Bu,
degişmede aynı kalan bir şey, yani Aristoteles'e göre, her nesnenin ulaşma­
ınadde ve ayrıca degişen bir şey, yani ya çalıştıgı nihai bir formu, kendi geliş­
form vardır. Başlangıçtaki nesne başka me süredne müdahale edilmedigi tak-
bir şey olabilme potansiyeline sahiptir. dirde, söz konusu formu gerçekleştirme
Degişıne, buna göre, potansiyel güçle- yönünde dogal bir egilimi bulundugu
rin aktüelleşmesi ya da gerçekleşmesi için, böyledir.
sürecidir. Bu ise maddenin, o başka bir Her tür kendisine özgü, gö~eli bir nihai
şekle sahip olan bir madde haline gele- aınaca sahip oldugundan, türlere göreli
değişme tÜrleri 207

amaçlar bize türleri birbirlerinden ayır­ çagdaş bir düşünür olar. F. tBradley'e
ma ve tanımlama olanagı verirler. Buna kadar, bu ınodel aynı kalmıştır.
göre, taşlar dünyarun merkezine ulaş­ tSpinoza gibi düşünürler, Tanrı"nın
maya çalışırlar, m eşe palamuılan m eşe degişmezliginin ya da doganın ezeli-
agaçları olma çabası içindedirler, köpek ebedi düzenin mutlak bir determinizmi
yavruları birer köpek, buna karşın in- gerektirdigini düşünmüş, ama feno-
sanlar da akıllı ve toplumsal varlıklar menal düzeyde, degişmeyi inkar etme-
olınaya çalışırlar. Bu niçin böyledir? mişlerdir-. Kant-sonrası idealist bireilik
Aristoteles, bu soruyu tüm degişmele­ de aynı egilimi sürdürür. Söz konusu
rin ortak bir yönüne işaret ederek yaıut­ idealist anlayış, Kanı'ın zamanı, akılla
laınaya çalışır. anlaşılabir dünya için geçerli olmayan,
Her degişme, ona göre, başka bir fonn yalnızca fenoınenlere uygulanabilen bir
ya da hale ulaşma yönündeki bir çaba- duyarlık formu olarak degerlendinne-
dır. Ve degişme, degişen nesne başka sinden etkilenmiştir. Bu durum, oluş
bir form alabilme potansiyeline saltip ol- ve etkinligin önemini vurgulayan Fich-
dugu sürece devam eder. Bir madde ve te'nin 'Mutlak Ego'sunun zamanın dı­
bir fonndan meydana gelen her bileşik şında olmasını iyi bir biçimde açıklar.
nesne degişmeyi sürdürebilir, çünkü o Aynı şey, gerçekligin tarihsel niteligi-
maddi bir şey oldugu sürece, başka ve ne işaret eden ve Herakleitos'la uyuş­
yeni formlar alma potansiyeline sahip tugunu her fırsatta belirten Hegel için
olan bir varlıkbr. Her nesne, kendi türü- de geçerlidir; O da, Mutlak ide'nin za-
ne göreli olan forma ulaşmaya çalışır­ mandışı oldugu konusunda ısrar eder.
ken, maddi nedeninden dolayı, yine de Zamansal görünüşlerle fenomenlerin
başka fonnlar alabilir. Aristoteles'e göre,
zamandışı temeli arasındaki ayru ayı­
mutlak bir degişmezlik haline ulaşabi­
run, zamanın ve degişmenin çelişik ol-
len nesne kendisinde potansiyel olan hiç-
dugunu ve dolayısıyla gerçek olmadı­
bir şey bulunmayan, dolayısıyla madde-
gını savunan Bradley'de devam eder.
den yoksun olan bir varlıktır. Yani, var
değişmenin inkarı [İng. denia/ of c/ıange;
olan her şey için söz konusu olan ortak,
en yüksek ve nihai amaca, tam bir Fr. dinegation du clumgenıent]. Degişme ve
sükllnet ve mutlak bir degişmezlik çok.lugun varoluşunu, ilk ilkenin birligi
haline ulaşabilen nesneler yalıuzca, ken- ve duraganlıgı adına, yadsuna tavrı.
dilerinde maddi hiçbir yön bulunmayan tElea okulu filozoflarına göre, ilk ilke
varlıktır ve bir olan bu varlık, bütün
ve saf fonndan meydana gelen nesneler
olacaktır. mekanı doldunnaktadır. Bundan dola-

Degişme problemi, modern felsefede yı, yokluk ya da boşluk varolamaz. De-


duragan bir bireilik çerçevesi içinde ele gişme olanaksızdır, zira degişme, var-
alınmıştır. Buna göre, ilk kez olarak Pla- lıgın var olmayan ya da yokluk haline
ton tarafından kurulan, biri degişmez, gelmesini gerektirir ki, bu da çelişik ol-
ezeli-ebedi gerçeklik, digeri ise degişen, dugu için kabul edilemez.
zamansal görünüşler dünyasından olu- de~işme türleri [İng. types of clıange; Fr.
·şan iki dünyalı metafizik, yalnızca Orta- genres du clıangement). Degişme konu-
çag felsefesinde degil, fakat ınodem fel- sunu ilk defa ayrıntılı bir biçimde ele
sefede de korurun uştur. Buna göre, alan ünlü Yunan filozof u tAristoteles'in
Ortaçagın Tanrı'sının aşkı.n ezeli-ebedi- yaptıgı sınıflamaya göre, şu degişme
liginin yerini, degişmeden, Panneni- türlerinden söz edilebilir:
des'in Bir olan varlıgı, Platon'un İdeaları, 1 Niteliksel deli~me. Bir nesnenin nite-
Aristoteles'in Tann'sı ve Plotinos'un Bir'i lilclerinde, özelliklerinde ya da sıfatla­
kadar bagışık olan, kişisel olmayan içkin rında söz konusu olan degişme. 2 Me-
bir doga düzeni almıştır. G. tBruno'dan, kdn-zanıan bakımından degişme. Nesnele-
208 değişmez

rin konumlarında, yerlerinde söz konu- gibi kaldıklanru öne sürer. .


su olan degişme, yer degiştirme hare· degşindlik [Os. tagayyürcülük; Ing. muta-
keti olarak da tanımlanır. 3 Niceliksel de- lionism; Fr. mutotionisme; Al. mutationis-
gişme. Bir şeyin sayısal bakımdan mus]. Türterin evrimini ani sıçrama,
farklılaşması, artması, azalması, büyü- veya degşinimlerle, yani bir organizma-
mesi ya da kiiçülmesi. da, ortaya çıkar çıkmaz soyaçekimsellik
4 Töz bakımından degişnıe. Bir doganın, kazanan ani degişimlerle açıklayan bi-
bir formun, bir özün ya da potansiyel yolojik ve felsefi görüş.
olarak varolan bir şeyin aktüelleşmesi, Hollandalı bilgin De Vries tarafından
varolan bir şey haline gelmesi. Tözsel geliştirilen bu görüş, çevresel etkilerle
degişme, kendi içinde iki türe ayrılır: a) oluşan degişikligin bireysel oldugunu,
Dogum ya da birşeyin varlıga gelişi, b) oysa soyaçekimsel degişmelerin, bir-
Ölüm ya da tam olarak aktüelleşmiş ve denbire ortaya çıkan, sert ve süreksiz et-
gelişmiş olan varhgın yok olup gidişi. kilerden meydana geldigini dile getirir.
degişmez [İng constant; Fr. constante; Al deha [Os. hasisei mümeyyi:H; İng. genius;
bestiindig ). Manhkta, bir yorum altında, Fr. g~nie; Al genialitaet]. Çok zeki, ola-
ister bir birey, ister bir özellik ya da ister ganüstü işler başaracak kadar üstün
bir bagıntı olsun, belli bir şey için kulla· yetenekli olan kişinin, birtakım buluş
rulan bir ada karşılık gelen sembol. ve icatlan gerçekleştirecek şekilde ya-
degişmezlik ilkesi [İng. principle of inı­ ratıcı düşüneeye ve zihin gücüne sahip
ınuability; Fr. principe de l'irnnıutabilite] olan insanın; kendisine yarahcı bir eser
Felsefede, gerçekten varolarun, ya varlı­ ortaya koyma olanagı veren üstün has-
gm zorunlu bir koşulu ya da bilginin Ietleri bulunan adamın vasfı, büyük ya-
bir geregi olarak, degişmez, sabit oldu- ratıcı yetenegi.
gunu dile getiren ilke. Dehaya, yani gerçekleşmiş başarılarta
Buna göre, tElea Okulu varolanlarm ha- kendisini gösteren olaganüstü büyük
reketsiz ve degişmez oldugunu öne sü- yaratıcı yetenege sahip kişi olarak dahi-
rerken, temele dcgişmezlik ilkesini al- nin eşsiz katkısı genellikle bei\i bir alan-
mışhr. Platon ise, degişmezligi, yetkin da ortaya çıkar, bunurıla birlikte dahile-
varlıklar olarak tİdealarda ve İyi ldeasın­ rin daha önceki gelişmelerini konu alan
da bulmuştur. Aynı şekilde, mutlak var- araştumalar onlann genel zekA düzey-
lıgı, dogal varlık alanının dışına atan lerinin oldukça yüksek oldugunu gös-
Yeni-Platoncular Bir'i, yani mutlak varlı­ termiştir.
gı faaliyet ve degişmeden bagışık tutar- dehıiyyiln. İsl~mda, Dehriye görüşüne
lar. Tek tannlı dinler ise, Tann'run degiş­ baglanmış, yani maddeci bir varlık an·
mezligini öne sürerken, söz konusu layışı, yalnızca duyularla algılanabilen
degişmezligi etkin ve yaraha bir degiş­ maddr dünyanın gerçek oldugu görü-
mezlik olarak degerlendirmişlerdir. şünü benimsemiş düşünürler toplulu-
Degişmezlik baglamında, yaratımcı­ gu.
hkla eşanlamlı, tevrimcilige karşıt bir Gerçekten varolanın sadece madde ol-
tavır olarak, türterin degişmez oldugu- dugunu, ruhun ve Tann'nın varolma-
nu, canlı varlıkların şimdi nasılsalar, her dıgını savunan bu okulun en ünlü tem-
zaman öyle oldugunu dile getiren teoriye silcisi İbni Ravendi (Öl. 910)'dir. Evre-
degişmeılik teorisi adı verilmektedir. Bu nin yaratılmamış olup, ezelf oldugunu
teorinin en ateşli savunucula.nndan olan iddia eden bu maddeci görüşe göre,
Linneus, tüm canlılarm, başlangıçta maddeden ayrı ve ba~msız bir ruh, ev-
Taruı tarafından, bugün nasılsalar, o şe­ renden ayrı, bilinçli ve irAde sahibi bir
kilde yaratıldı.klarıru, bütün canlı varlık­ yaratıcı yoktur. Okul bilgi konusunda
ların kendileri için gerekli olan herşeyi ise, empirist bir bakış açısıyla tüm bil-
karşılayacak durumda olduklannı· ve gilerin kaynagında duyuların b'ulundu-
türterin degişmez olup, yarattidıkian gunu iddia etmiştir.
Deleu.ze, Gilles 209

deizm [İng. deisnı; Fr. d~isme; Al. deisınu.s] Buradan d2 anlaşılacagı gibi, söz ko-
Yaradanedık Yetkin bir kişisel varlık nusu anlayış, peygamberlere ve diniere
olarak Tanrı'run varlıgma duyulan inanç; gerek olmadıgını öne sürmekte ve bir
İngiltere ve Fransa'da 16 .. yüzyLlın ikinci tür 'dogal din' düşüncesini benimseyip
yansında ortaya çıkan ve dini yaşantının savunmaktadır. +Voltaire ve tRousseau
Romantik hareket tarafından önemli bir tarafından da savunulan bu Tanrı anla-
dönüşüme ugratıldıgı 19. yüzyıla kadar yışı, hoşgörü, dünyevileşme ve laisiz-
süren eleştirel din hareketi. t Akıl çagm~ min gelişiminde etkili olmuştur.
da anlaşıldıgı şekliyle dogal teoloji ve Deleuze, Gilles. 1925 dogumlu ünlü
rasyonel bir ahHikın, dinin tek mümkün postyapısalcı Fransız düşünürü. Temel
içerigini meydana getirdigi görüşü ola- eserleri: Spinoza et le Probleme de l'Exp-
rak deizm vahyi, vahyin bildirdigi ression [Spinoz.a ve ifade Problemi], Ni-
Tanrı'yı ve dini inkar ederek, yalııızca etz.sche et la Plıilosopllie [Nietzsche ve
akıl yoluyla kavranan bir Tann'run va- Felsefe], A Thousand Pleatus [Bin Yayla],
roluşuna inanır. Difftrence et Repetition [Farklılık ve Tek-
Zihnin dogal güçleriyle tanrısal haki- rar] ve Felix Quattari ile birlikte yazdıgı
kate ulaşılabilecegini, bu gerçegin salt Anti-Oedipus.
inanca dayanan vahyedilmiş bir dogru Geleneksel felsefenin tüm temel kate-
olarak kabul edilmek ihtiyacında olma- gorilerini, birlik, özdeşlik, hiyerarşi, öz-
dıgını ve Tanrı'nın yalnızca varlık ba- nellik ve temsil gibi kavramları yıkan
kınundan degil, fakat etkinlik balomın­ büyük bir filozof ve politik bir militan
dan da doganın üstünde ve tümüyle olarak tarumlanmışhr, Deleuze. Nite-
dışında oldugunu ileri sürmesiyle te- kim, ci Nietzsche araştırmalarından ha-
izmden aynlan deizınin temelinde, ev- reketle ve Foucault'nun izinden giderek,
rene müdahale ebneyen bir Tanrı anla- tahakkümün eşi benzeri görülmedik
yışı ve t Aydınlanmanın dogal bir tarihi bir aşaması olarak tanımladıgı
sonucu olarak akıl ile bilime gösterilen modemligi sorgulamış ve, bir yandan
büyük güven yer alır. Başka bir deyişle, öznelerin kültür, dil ve fizyolojinin ara-
teizmden vahye inanç beslerneyi gerekti- cılıgı olmadan dünyayı. düşüncede
ren ögretileri kabul etmernek bakımın­ gerçekte oldugu şekliyle yansıtabile­
dan farklılık gösteren, deizmin dotu- ceklerini veya temsil edebileceklerini
şunda, akla beslenen inanca, bilime öne süren realist görüşlere saldınrken,
duyulan güvene ek olarak, dini çabşma­ bir yandan da bilinçli varoluş ve temsil
lar ve akılla imanı uzlaştarma çabaların­ şemalan karşısında bedene ve onun
da karşılaşılan aşılmaz güçlükler etkili güçlerine ayrıcalık tanıyan bir yaşama
olmuştur. felsefesi ya da arzu politikasının savu-
Deizm, şu temel tezleri ve tavırlan içe- nuculugunu yapmıştır.
~ir: 1 Tanrı, ilk neden olarak evreni var- Deleuze'ün söz konusu stratejisi, temel
Iıga getirmiştir. 2 Tann, evreni yöneten eseri olan Farklılık ve Tekrar'da ortaya
degişmez yasaları da yaratmıştır. 3 koydugu iki felsefe türü, dikey felsefey-
Tanrı yaradılışa, yarattığı evrene hiçbir le yatay felsefe arasındaki ayrıma daya-
şekilde tiçkin olmayıp, hpkı bir saatçi- nır. Bu eserinde, Platon ve Kant felsefe-
nin, saatini imal edip, kurduktan sonra, lerinin temelindeki yaniışı ortaya koya-
saatiyle bir ilişkisinin kalmaması gibi, rak yapıbozuma ugratmaya katkışan
evrene aşkındır. Evrene müdahale et- Deleuze'e göre, dikey felsefe hiyerarşik
mez: 4 Alol, vahiyle uyum içindedir, ya bir gerçeklik anlayışına, öz-görünüş ay-
da vahiy akla uygun olmalıdır. S. Dinin rımına dayanan düşünce olup, aynılıgı
kutsa.l kitabı, aklın ışıgında analiz edil- ve degişmezligi kutsar. Gerçekligi bir ilk
meli ve mistik ögelere ve mucizelere yer kökenden türeten bu düşünce tarzırun
verilmemelidir. temel kategorileri birlik, özdeşlik, özne,
210 Deıniurgos

fail ve nedendir. Deleuze'e göre, söz ko- la yaratıldıgıru iddia eder. Bu, ilk bakış­
nusu dikey felsefeye agaç-benzeri hiye- ta dünyaya ilişkin dinamik bir yorum
rarşik bir düşünce yapısı egemen ol- gibi görtinınekle birlikte, son çözümle-
muştur. mede farklılıkların daha temel bir birlik
Dikey felsefeyi, gerçekligi kendi kendile- altında özetlendigi, çelişk.ilerin hep
riyle aynı kalan degişmez idealar ve on- daha yüksek bir sentez peşinden koştu­
ların kopyalan fenomenler olarak ikiye gtı ve hareketin nihai bir duraganlık ve
ayıran, ve fenomenJeri idealar dünyasını ölümle sonuçlandıgı teolojik bir bakış­
tehdit eden gölgeler olarak yorumlayan tan daha fazla hiçbir şey degildir. Bilim-
tPlaton'da, ve öznenin özdeşligini ve sel soyutlamalarda kaybolmuş ve bir
nesnenin duyusal temsilini anlama yetisi- özdeşlik mantıgının batagına gömül-
nin n p,.iori yetileriyle müınkiin kılan müş olan diyalektik, Deleuze'e göre,
transendental felsefesiyle Kant'ta teşhis gerçekJigi güç istemi yoluyla oluşturan
edip gözler önüne sercn Gilles Deleuze, ince ve gizli farkJılaşına mekanizmaları
Freud'un Oedipus kompleksinin de aynı karşısında kör oldugu için, özdeşlige
düşünce ve yaklaşımı cisimleştirdigi dayalı klasik dikey felsefenin bir devamı
inancındadır. Ona göre, Oedipus komp- olmak dunnnundadır.
leksi de hiyerarşik ve agaç-benzeri dü- Ona göre, dikey felsefenin yerini yatay
şüncenin agır hakimiyeti altındadu, felsefenin, özdeşlik ve temsilin yerini
çünkü Oedipus ilkesi, indirgemeci bir de farklılık ve tekrarın almasının artık
yaklaşımla, kaçınılmaz olarak bir ilk zamanı gelmiştir. Bu felsefe, tıpkı Ni-
olay ya da travmaya götürür. Aynı şekil­ etzsche'de oldugu gibi, diger felsefeler-
de, eksiklige dayandınlan arzu teorisini le arasına mesafe koyan bir felsefedir.
de reddeden Deleuze'e göre, Freud için, Yatay felsefe, herşeyin aynı düzeyde
özneyle nesne arasındaki ayının imkanı, bir ve tekdüze oldugu bir aynılık düze-
bastırma düşüncesine baglıdır. Basbrma yine götürmez, fakat farklılıkların istik-
çocugun anneden ayrılış ve sembolik rarsızlıgına sevkeder. Başka bir deyiş­
düzene, babanın ve hukugun düzenine le, yatay felsefenin konu aldıgı alan,
giriş sürecinde ortaya çıkar. Deleuze söz karşılaştırma imkanının oldukça prob-
konusu baba ya da özdeşlik olarak lematik hale geldigi radikal farklılıgın
köken düşüncesini reddeder. Çünkü sözde düzenidir. Bu felsefe, dahası aynı
onun gözünde, arzuyla tanunlanan birey veya özdeş olana dayanan temsili dü-
ile hukuk tarafından tanunlanan kollek- şüncenin yaptıgı gibi, özdeşlikJer ara-
tivite arasında hiçbir ayınm yoktur. Sa- sındaki sınırların pekişmesine çalış­
dece sosyal arzu vardır ve arzu hareket maz, fakat tam tersine, bütün sınır ve
halinde olup, duruma baglı farkh unsur- engeHerin yerle bir edilmesi için müca-
lardan meydana gelir. Arzu Oedipusçu dele eder. Klasik ve gündelik düşünce­
temsil tiyatrosundan ziyade, makineye nin bürokratik hiyerarşisini yıkan bu
benzer. Onu en iyi bir tür dinamik maki- felsefeye göre, nesnel bir iyi yoktur, sa-
ne olarak teorileştirmek söz konusu ola- dece öznel degerler, daha dogrusu de-
bilir. Deleuze'ün arzulayan makina dü- gerler ve dolayisıyla farklılıklar vardır.
şüncesi, arzunun tüm toplumsal ve Çünkü bu felsefede görünüşlerin geri-
tarihsel gerçekligi yaratbğıru ve sosyal sinde ayn bir gerçeklik yoktur.
altyapının aynlmaz bir parçası oldugu- Demiurgos. Ünlü Yunan filozofu Platon'-
nu ifade eder. un, kozmolojisini ortaya koyduguTima-
Deleuze'ün yapıbozumu ya da yıkıc eos adlı diyalogunda, fiziki ya da maddi
eleştirisinden diyalektik düşünce de pa- dünyayı yaratmış olan Tanrı ya da
yını almıştır. Ona göre, Hegel ve Mark- tannsal güç.
sist diyalektik sözde, gerçekligin karşıt Bununla birlikte, Demiurgos, fiziksel
fenomenlerin antagonistik inşası yoluy- dünyayı hiçten varlıga getiren yaratıc
demokrasi paradoksu 211

bir ilke ya da güç degildir. Demiurgos, Dogrudan demokrasi olarak bilinen ve si-
duyusal dünyayı, kaotik ve şekil almaya yasal karar alma hakkının, çogunluk yö-
direnç gösteren maddeye, ezeli-ebedt, nelimi usülleri çerçevesinde hareket
degişmez, yetkin ve ideal Formlara ba- eden bütün yurttaşlar toplulugu tarafın­
karak şekil vermek suretiyle yaratmış­ dan kullaruldıgı yönetim tarzı ya da mo-
tır. Heın akılla anlaşılabilir dünyaıun ve deli olarak demokrasi, antik Yunan'da,
hem de maddi dünyanın dışında olan Atina'da dogınuştur. Bununla birlikte,
bir T ann olarak Demiurgos, ona idealar nüfus arhşırun bir sonucu olarak ve bil-
dünyasnun özelliklerini, akılla anlaşıla­ gideki uzmaniaşmadan dolayı, dogru-
bilir dünyanın Formlanru yüklemek su- dan demokrasiyi belirleyen koşullan ve
retiyle, düzenden yoksun belirsiz mad- yurttaşların siyasi karar sürecine katılı­
deye düzen ve form kazandınr. mı, modern devletlerin siyasal yapıların­
Demiurgos'un bu faaliyeti, sonuçta du- da gerçekleşlirilemez olmuştur.
yusal dünyada İdeaların ya da İdeaların Bundan dolayı, modem demokrasi tem-
gölgelerinin ortaya çıkışına yol açar. sili demokrasi olarak bilinen ve yurttaşla­
Kare, üçgen, ağırlık, beyazlık, vs., İdea­ rın aynı hakkı kişisel olarak degil, seç-
ların maddi dünyada ortaya çıkan gö- tikleri, yurttaşiara karşı sorumlu olan
rüntüleridir, soluk kopyalarıdır ve onlar temsilciler aracılıgıyla kullandıkları yö-
maddi dünyaya, sahip oldugu düzen netim tarzı ya da biçimi, veya liberal ya
ve belirliligi kazandırar, temel ögelerdir. da anayasal demokrasi olarak bilinen,
Buna göre, maddi dünya sahip oldugu bütün yurttaşiann Uade ve dini inanç
düzen ve belirliligi herşeyden önce ide- özgürlüğü gibi baz:ı bireysel ve toplu
alar dünyasına ve İdealann yapısını haklarını güvence altına almak üzere,
maddeye aktaran Demiurgos'un faaliye- çogunluk iktidannın belirli anayasal kı­
tine borçludur. sıtlamalar çerçevesi içinde uygulandı~
demokrasi [Yun. demokratia; İng. democ- yönetim modeli olarak gelişmiştir. Bu
racy; Fr. democratie; Al. demokratie]. Hal- baglamda, tüm yurttaşların önemli ka-
kın yönetimi, halkın kendi kendisini yö- rarlara et kin bir biçimde katılması anla-
nebnesi anlanuna gelen siyasi yönetim ınında dogrudan olan demokrasiye, lcsı­
biçimi. Genel olarak, temsil, çogunlugun tılımcı demokrasi ad1 verilir.
yönetimi, partiler arası karşıtlık ve ya- demokrasi paradoksu [Ing. paradox of de-
rışma, alternatif hükümet şansı, kont- mocraty; Fr. paradoxe de la dı!mocratie].
rol, azınlık haklarına saygı gibi temel Tarihte ilk kez olarak ünlü Fransız düşü­
kavram ve düşüncelerle belirlenen poli- nürü Jean Jacques tRousseau taraiuıdan
tik sistem. ifade edilmiş olan ve hemen herkes tara-
Genel ifadesini, yöneticilerin yönetilen- fından kabul edilen öncüllerden çelişik
ler tarafından seçilmesi düşüncesinde, bir sonuç çıkarsayan paradoks.
yönetimle halk arasındaki ilişkilerin ni- Rousseau tarafından dile getirilen para-
teliginde, yurttaşlar arasında ekonomik doks, şu adımlardan oluşmaktadır: 1
bakımdan büyük farklılıkların olmama- Demokratik tercihierin meşrCılu~a
sı gerektigi görüşünde bulan, bireylerin inanıyorsam eger, çogunJuk tarafından
do~uştan getirilen, sonradan saglanan, seçilen bir politikanın uygulanması ge-
'ırk ya da mezhebe dayalı ayncahkları rekir. 2 A ve B gibi iki bagdaşmaz politi-
olmaması gerektigini savunan, kısacası ka söz konusudur. 3 A politikasuun uy-
bir eşitlik fikri, yani toplumdaki iktidar gulanması, buna karşın B politikasının
sisteminin, insanlar arasındaki farklılık­ uygulanmaması gerektigine inanıyo­
lara göre degil de, benzeriikiere dayan~ rwn ve dolayısıyla oyumu A politikası·
ması gerektiği tezi üzerine yükselen yö- nın lehinde kullaruyorum. Fakat, 4 ço-
netim tarzı. Eşitlik ilkesine dayalı gunluk B'nin lehinde oy kullanıyor. Bu
yaşam biçimi. alternatiflerden 1 ve 4'e göre, 8 politika-
212 demokratik sosyalizm

sının uygulanması, 2 ve 3'e göre ise, B mayıncaya kadar sürdürolmesini amaç-


politikasınm uygulanmaması gerektigi- ladıgı yerde, demokratik sosyalizm
ne inanıyorum. Bu çelişik sonuç, para- meşn.ı yönetim sürecini takip eder; kur-
doksa göre, yalnızca, demokratik deger- şun yerine oy pusulası ile saglanan ikti-
Iere baglılıgımın, beni çelişik inançlan dara talip, iktidarnun kaderini halkın
savunmak durumunda bıraktıgı anla- hür seçimlerle verilmiş karanna bırakır.
muıa gelir. Yine, ihtilalci komünizmin kişisel tüke-
Aynı paradoks, yirminci yüzyılda, tim mallarının mülkiyet biçimleri dışın­
kendi toplum görüşünü ifade ederken, da kalan herşeyin kamu mülkiyetinde
ünlü bilim ve siyaset felsefecisi tPopper olması ilkesine dogmatik bir baglılık ser-
tarafından somutlaştınlarak yeniden giledigi yerde, demokratik sosyalizm
ifade edilmiştir. Buna göre, Popper, de- kamu mülkiyetinin özel mülkiyete üstün
ınokrasiden yalnızca hükümetlerin yö- oldugu dogmasına pek önem vennez.
netilenlerin çogunlugu tarafından seçil- Komünistin, iletişim araçları, egitim
melerini anlamamak gerektigini savu- ve propaganda kapitalist statükonun ta-
nur, çünkü demokrasiden yalnızca bu rafını tuttugu için, yurttaşları kapitalist
anlaşılırsa eger, ortaya demokrasi para- sistemin işe yaramaz bir burjuva dikta-
daksu çıkar. Zira, Popper'a göre, burada, törlügü oldugu konusunda ikna etme-
çogunlugun, özgür kurumlara inaruna- nin beyhude oldugunu savundugu
yan ve iş başına gelince bu türden ku- yerde, demokratik sosyalist, yurttaşları
rumlan çogunluk yıkan faşist bir parti- kapitalizmin işe yaramaz ve adaletsiz
ye ya da Komünist Partisine oy venne bir sistem olduguna ikna etmeyi bekJe-
olasılıgı her zaman söz konusudur. yecek sabırlı bir kişidir. Zira demokra-
Kendisini çogunluk oyuyla hükümet tik sosyalistlere göre, bireylerin özgür-
alternatifine baglamış olan bir kimse lügü ekonominin sosyaliLlsyonundan
böyle bir durumda, çözümsüz bir para- daha önemlidir.
doksa düşer. Faşist partinin ya da Ko- Buradan da anlaşılacagı üzere, demok-
munist partisinin başa geçmesini engel- rasinin üstün degerinin, mülkiyetten zi-
lemek ilkelerine aykln hareket etmek yade özgürlükte yattıgını gören demok-
anlanuna gelir, ama onlar iktidara gelin- ratik sosyalizm ihtilalci komünizmden
ce de, demokrasiye son vereceklerdir. farklı olarak otorite karşıtıdır. Komü-
demokratik sosyalizm [ing. democratic nistin gözünde, ister demokratik ya da
socialism; Fr. sodalisme d~nıocratique; Al. ister faşist, bütün kapitalist sistemler bir
demokratise he sozialisınus ]. Sosyalizmi he- burjuva diktatörlügünden başka bir şey
deflemekle birlikte, ihtilalci komünizm- degildir; komünistler bundan dolayı de-
den, meşru yönetim sürecini sadakatle mokratik sosyalizmin bakiş açısıyla ku-
takip etmek ve liberal kapitalizmden sos-- rumlannı diktatörlük gerçegini gizlerne-
yalizme banş içinde geçişi amaçlarken, yen yapmacık oluşumlar ve ikiyüzlülük
bireyin özgürlügünü herşeyin üzerinde olarak görürler. Bu bakış açısından ka-
tutmak bakımından farklılık gösteren pitalizm bir kez diktatörlükl.e özdeşleş­
anti-kapitalist felsefe ve hareket. tirildigi zaman, degişmenin tek aracuun
Evrimci bir düşünce ve anlayışı cisim- ihtilal, komünizan bir şiddet oldugu
leştiren demokratik ya da liberal sosya- mantıksal bir sonuç olarak ortaya çıkar.
lizm, en iyi bir biçimde ihtilalci ya da Oysa demokratik sosyalizm, di.ktatöryal
Marksist tkomünizmle olan farklılıklan­ ve demokratik kapitalizm arasmda bir
na işaret etmek suretiyle açıklanabilir. ayının yapar. Ona göre, diktatöryal kapi-
Buna göre, ihtilalci koınünizmin kapita- talizm içinden barışçı yolla degiştirile­
lizmi ihtilalci bir yolla devinneyi, prole- me:zse de, bunu demokratik kapitalizmde
tarya diktatörlügünün hakimiyetini ka- yapmak mümkündür. Dolayısıyla, de-
pitalist tideolojiden en küçük bir iz kal- mokratik sosyalist büyük a~rhkla kapi-
deneyim 213

talist karakterde işleyen kapitalist eko- leri meydana getirirler. Buna karşın,
nomiden sosyalist nitelikteki bir ekono- düz yüzeyli olan atomlar, duyulara hoş
miye barışçı yolla geçişi amaçlar. bir biçimde etki yapan cisimleri oluştu­
Buna göre, komünizm kapitalizm, ihti- rurlar.
lal ve komünist diktatörlük gibi üç mut- De Morgan yasaları [İng. De Morgan 's
lakla düşünürken, demokratik sosya- laws; Fr. lois de De Morgan]. Mantık ko-
lizın üç göreli kavrama dayanır: Çıkış nusunda cebirsel yaklaşımın öncülü-
noktası olarak agırlıgı kapitalist olan günü yapmış olan Augustus De Mor-
bir ekonomL aşamalı bir geçiş dönemi gan'ın (1806-1871) kendi adını taşıyan
olarak uzun bir refonn süreci ve muhte- yasaları. 1 -[p v q] = -p& q, 2 -[p & q]
mel bir hedef olarak da agırlıkla sosya- = -p V -q
listleşmiş bir ekonomi. deneyim [Ing. experience; Fr. expbience;
Demokritos. Solcrates öncesi doga felsefe- Al. erfalırııng]. Genel olarak özneyle dış
sinde, atomcu okulun Leukippos'la bir- dünyadaki varlıklar arasındaki bagıntı
likte kurucusu olan ünlü filozof. ya da karşılıklı etkiye, ne salt öznel, ne
Varolan herşeyi sonsuz sayıda atoma de salt nesnel olan bir şey olarak, canlı
ayımuş olan Demokritos'a göre, atomlar organizma ile çevresi arasındaki ilişki.
sıra ile birleşerek ve aynlarak bireysel Buna göre, deneyim bu iki unsur arasın­
varlıklann meydana gelmesine ya da yok daki karşılıklı bir etkileşme işlemidir.
olmasına neden olurlar. Sonsuz sayıdaki Bu çerçeve içinde deneyimleyen zihin,
bu atomlar maddenin bölünemez parça- herhangi ya da sıradan bir şey olmayıp,
cıklarUla karşılık gelmektedir. Atomlar, etkin, seçici ve araştırıcı bir varlıktır. öi:e
kimyasal nitelik bakınundan birbirlerinin yandan deneyunde, dış dünya, üzerinde
ayrulan olup, onların aralarında yalnızca soruşturma yapılan, etkin bir biçimde iş­
şekil ve büyüklük bakurundan fark var- lenen bir dünyadır.
dır. Atomlar, Demokıitos'a göre, hareket- Farklı alaniann veya çok çeşitli nesne-
lerini kendilerinin dışındaki bir güçten lerin varlıgı dikkate alındıgında, este-
degil de, kendi özlerinden alırlar. Atom- tik, ahllli, diru"', v. b. g., deneyimlerden
lan harekete geçiren kuvvet, atomlara zo- söz edilebilir. Söz konusu deneyimlere
runlulukla etki yapar. Bundan dolayı, ev- neden olan, deneyimin konusunu oluş­
rende bir amaç ya da raslanh yoktur. ttıran gerçekligin zihindeki, herkes tara-
Demokritos'a göre, varolan herşeyin te- fından gözlemlenebilir olmayan, yairuz-
melinde, atomlardan başka bir ilke daha ca algılayan ömeye açık olan yansısına
vardır: Boşluk. Çünkü, hareketin varol- deneyim içerigi denmektedir.
dugunu söylemek, boşlugun varlıgıru Buna mukabil, bilim alaıu söz konusu
kabul etmeyi gerektirir. Boşluk içinde sü- oldugunda, deneyim, bilimsel yöntemin
rekli hareket, atomları bir kasırga hAlinde önemli bir adımı olarak anlaşılan ve
sürükler. Bu ise, eniann büyüklük ve ~ belli bir gözlem tekniginin bilinçli ve sis-
killerine göre birleşmeleri sonucunu do- tematik bir biçimde kullamlmasından
t;urur, zira kimyasal bakımdan birbirleri- oluşan faaliyet olarak deneye tekabül
nin aynı olan atomlar, birbirlerini ne eder. Burada deney, bilimsel bir dogru-
çeker, ne de iterler. ya ulaşmak, bir yasayı dogrulamak, bir
Dogal olarak yukarıdan aşagıya dogru hipotezi karollamak amacıyla yapılan
düşen atomlar, mekarun en alhnda top- işlemdir.
larurlar; buna karşın, en ince atomlar İşte bu baglamda, matematik ve man-
havayı oluştururlar. Yüzeyleri düzgün tık gibi formel bilimlerin tersine, dene-
olmayan, sarp, igneli ve çengelli atomlar ye dayanan bilimlere, doga bilimleri
vardır. Bu sonuncu türden atomlar da veya olgusal bilimiere deney bilimleri
birbirlerine takılarak, ekşi ve acı dsim- ya da deneysel bilimler adı verilir.
214 deneyimcilik

deneyin1cilik [Os. tecrübiyye; Ing. experi- deye biçim verebileceği, düzen kazandı­
eııtialism; Fr. experieııtialisııı]. Dojı;rudan, rabilecejı;i bir yapı ya da mekanizma ya
soınul deneyimin tek bilgi kaynajı;ı ve da yetenekler bütünüyle donahlmıştır.
bilginin dojı;rulujı;unu sınayıp, dejı;erini Ömejı;in, insan varlıjı;ı rnek§ nda varolan
belirlemenin tek yönlemi oldujı;unu sa- şeyler olarak renkli cisimleri görür. Bu-
vunan akım. rada renkli dsim ham madde, mekAnda
Entellektüalizmin karşısında yer alan yer alına özellijı;i ise, ham maddeye
ve aklın yeni bir bilgi meydana gelire- insan tarafından eklenen formdur. Aynı
bilmesini, bilgiye sezgi yoluyla ulaşıla­ şekilde zaman, nicelik, neden gibi şeyle­
bilınesini kabul etmeyen, özellikle de ri de nesneye ekleyen bilen ve etkin bir
dış dünya üzerine olan bütün bilgilerin rol oynayan öznedir.
algı ve deneyden geldijı;ini öne süren Bununla birlikte, I<anl'a göre, bazı yeti
bilgi öjı;relisi. ve yeteneklerle donatılmış olan, onlar-
deneyim-dışı bilgiye ilişkin kuşkucu­ dan başkasına sahip olamayan özne,
luk [Ing.seplicism conc.erning non-serısible ancak mümkün deneyimde algılayabile­
knowledge]. I<uşkuculujı;un belli bir türü cejı;i şeylerin bilgisine sahip olabilir.
olarak, bilginin son çözümlemede dene- Bilgi, bir yönüyle dış dünyadan gelen
yime da yanmak durumunda oldujı;unu, ham madde ya da malzemeden, bir yö-
deneyime dayanmayan bilginin söz ko- nüyle de insanın bu ham maddeye yap-
nusu olamayacajı;ıru, bu tür bir bilgi söz lıjı;ı katkı, gelirdijı;i yorumdan oluşu­
konusu oldujı;u takdirde, bunun anlam- yorsa, insan kendisine deneyimde ve-
sız ve temelsiz oldujı;unu, ona kuşkuyla rilmemiş olan ham ·maddeyi yaralama-
bakılması gereklijı;ini savunan anlayış. yacajı;ı ve kendi gücünü aşamayacal';ı
Bu tür bir kuşkuculujı;un felsefe tari- için, lecrübl malzemenin olmadıjı;ı yer-
hindeki en seçkin temsilcilerinden biri, de, bilgi olamaz.
Alman filozofu ti<anl'tir. O, bilgi konu- Bu ise, insanın gerçeklijı;i yalnızca
sunda, bilinçli deneyimin gereklirdijı;i kendi bilinçli deneyimine yansıdıjı;ı şek­
koşulların neler oldujı;unu sormuş ve liyle bilebildijı;i, ,gerçeklijı;in bizzat ken-
bizim deneyimde, yalnızca renkler, ses- disi bakırnından ne oldujı;unu bilemedi-
ler ve kokulara işaret elmedijı;imizi be- l';i anlamına gelir. Tanrı ve ölümsüzlük
lirtmiştir. I<anl'a göre, biz deneyimdeki gibi gerçekler, her türlü mümkün deneyi-
şeylere, belli bir düzen ve birleşim için- min dışında kaldıjı;ı için, bilginin konusu
de, şeldl almış, form kazanmış varlık­ olamaz. Insan deneyimdışı bir yapıda
lar olarak işaret ederiz. Öyleyse, dene- olan şeyler, tecrübeye konu olamayan
yim adı verilen şey, insan varlıjı;ırun varlıklar, yani gerçeklijı;in kendisi üzeri-
dış dünyadan aldıjı;ı malzerneye ilişkin ne akıl yürütme çabalarına girişir giriş­
bir yorumdan ba~a hiçbir şey dejı;ildir. mez, aynı ölçüde akla uygun görünen
Bu yorumda, insan varlıjı;ı bu malzeme- kanıtlarla birbirlerine tümüyle çelişik
yi düzenlemek üzere belli bir yapıfl kul- olan görüşleri savunma durumuna
lanır. düşer. öyleyse, deneyimdışı bir bilgi-
Buna göte, dış dünyayı algılayan kişi­ den söz edilemez.
nin, pasif bir biçimde aldıjı;ı şey, deneyi- deneyimin temel analojileri [Ing. analogies
min malzerneŞi ya da ham maddesidir. of erperimce; Fr. analogies de l'e:rperimce].
İnsanın bWla ekledijı;i, dolayısıyla asıl de' · ti<ant'ınKritik der Reinen Vernunft adlı
neyimi mümkün kılan şey, bu malzeme- temel eserinde ortaya koydujı;u üç a prio-
nin alacal';ı biçim, form ya da düzendir. ri ilke.
Bundan dolayı, algılayan kişi, alguun Sırasıyla 1 tüm değişmelerin temelin-
düzen kazanmasıru sal';layan etlınleri de- de, gerisinde kalıa bir şey bulunmakta-
neye katar. Başka bir deyişle, algılayan dır; 2 her olayın bir nedeni vardır; ve 3
kişi, kendisine algıda sunulan ham ma d- varolan şeyler mekanda birlikte, etkile-
derin yapı 215

şim içinde olan şeyler olarak algılanır­ sında eşya ve hizmet alışverişinde söz
lar diye bilinen bu ilkeler her tür empirik konusu olan ve aritmetik eşitlige daya-
bilgi tarafından öngörülmek anıarnmda nan +adalet türü.
temel ve a prioridirler. Kant söz konusu Eyleme karşı eylem, mala karşı eşdeger
ilkelere, özellik ya da niteliklerin algısın­ fiyat, zarara karşı eşit tazminat biçimin-
dan bu niteliklere dayanak olan töze, bir de tanımlanan bu adalete, alı~veri~ adaleti
olaydan onun nedenine dogru yapılan de denir. Söz konusu adalet anlayışının
çıkarım analojiye benzedigi için, analoji- temelinde bulunan aritmetik eşitlik dü-
ler adını vermiştir. şüncesi, herkese eşit bir pay verilmesini
deneysel psikoloji [İng. experinıental psy- öngördügü için, eşitligin bozulmasına
clıology; Fr. psyclıologie experimentale ]. 1 neden olur. Başka bir deyişle, güçlüyle
Genel bir çerçeve içinde, doga bilimleri güçsüzü eşit görmek ve her ikisini de
tarafından geliştirilmiş olan deneysel aynı muameleye tabi tutmak, eşitsizlik ve
yöntemlerin psikolojiye uygularunası. adaletsizlikten başka hiçbir şey degildir.
2 Deneysel psikoloji terimi, daha dar bir deontik mantık [ing. deantic logique; Fr.
anlam içinde, psikolojinin, gelişim psiko- logique deoııtique]. Yükümlülük, sorumlu-
lojisi, anormal davraruşlar psikolojisi, luk, yasak, meşruluk, buyurolma ve izin
karşılaşbnnalı psikoloji, sosyal psikoloji, verilebilirlik türünden ahiakla ilgili temel
egitim psikolojisi ve uygulamalı psikolo- kavramları içeren öneraneler arasındaki
jiden ayrı olarak, normal, yetişkin insan mantıksal bagıntılan araşhran, ödevle il-
bireyleri üzerinde gerçekleştirilen labo- gili olan ya da ödev bildiren temel terim-
ratuvar araşhrmalarından oluşan dalı­ lerden yola çıkıp fonnet sistemler kuran,
nı; psikolojide laboratuvar deneyini ön bu formel sistemlerin yarathgı problem-
plana çıkartan, açıklamaları ve teorileri leıi konu alan manhk dalı.
deneyle dogrulamayı, deney yoluyla ge- deontoloji [Os. ilmi Vt:ZJ5if; İng. deontology;
liştirmeyi amaçlayan tavn tanunlar. Fr. deontologie; Al. deontologie]. Ahlakın,
deniz savaşı [İng. seafighl; Fr combat naval]. ahlaki ödevin dogasmı ve eylemlerin
Gelecegin olumsallıgı olarak da bilinen dogrulugunu konu alan, bir ödev ve
ve ilk kez t Aristoteles tarafından ortaya ahlaki yükümlülük teorisinden meyda-
konan problem. na gelen dalı; yerine getirilmesi gereken
Yarın, bir deniz savaşının ya olacagı ya ödevleri konu alan disiplin. Ödevi
da olrnayacagı şeklinde ( p ,... -p ) ifade ahiakın temeli olarak gören, bazı eylem-
edildiginde, ınantıksal form açısından lerin, sonuçlarına bakılmaksızın, ahlaki
zorunlu olmakla birlikte, kendi nedeni bakımdan yapılması gereken eylemler
tarafından ortaya konmanuş olan ve do- oldugunu iddia eden ahlak anlayışı.
layısıyla gerçekleşebilen ya da gerçekleş­ Bu ahlak anlayışı, ahlaki eylemde belir-
meyebilen, kısacası zorunluluk taşıma­ leyici ögenin sonuç oldugunu öne süren
yan olgu. A.ristoteles'ten sonra, olwnsal bütün teleolojik ahlak anlayışlannın, so-
gelecek problemi Ortaçag düşünüderi ta- nuççu ahlak ögretilerinin tam karşısında
rafından ele alı.nmışhr. Nitekim, Ortaçag- yer alır. Deontolojinin en önemli dalı, he-
da, gerçekleşmesi de, gerçekleşmemesi kimin hastaJanna, meslektaşianna karşı
de mümkün olan olaylar, olumsal gelecek davranışlaruu, ödev ve sorwnluluklan-
çerçevesi içinde degerlendirilmiştir. nı ele alan tıbbi deontolojidir.
denkleştirici adalet [İng. comnıutative derin yapı [İng. deep structure; Fr. structu-
justice; Fr. justice conımutative). Bireyler re profonde). Ünlü Amerikalı dilbilimci
arasındaki eşitlik düşüncesiyle ilişkili Noam tChomsky'nin üretici dilbilgisin-
olan, toplum içindeki bireylerin birbir- de, dilin sonsuz sayıda cümle üretilme-
leriyle olan ilişkilerini eşitlik, ve dü- sini mümkün kılan temel mekanjzması­
rüstlük içinde düzenlemeyi amaçlayan na, alt düzlemdeki soyut düzenine
adalet anlayışı. Özellikle bireyler ara- verdigi ad.
216 Derrida, Jacques

Chomsky'nin söz konusu yaklaşımı ya babası Saussure'den yola çıkan Derrida,


da kavramsallaşhrımına göre, bir dilde tözcülüge, tiki.cilige, Descartesçı felse-
tümeelerin yapısı, biri yüzeysel, digeri feye, akli ya da mantıkmerkezcilige, Ay-
derin olmak üzerinde, iki yapı ya da dü~ dınlaıuna felsefesiyle pozitivizme ve do-
zeyde ortaya çıkar. Bunlardan yüzeysel layısıyla bütün bir moderniteye ilişkin
yapı, dilin aktüelleşmiş düzeyini teınsil olarak çok ciddi ve keskin bir eleştiri
edip, türncenin konuşmada veya yazıda gerçekleştirir. Onun son çözümlemede
ortaya çıktıgı şekliyle sözdizimi yönün- özcülüge, ikidlige ve akılmerkezcilige
den organizasyonuna tekabül eder. Bu- yönelik olan eleştirisi gerçekte metafizi-
na karşın, türncenin alt düzlemdeki so- ge, Batı'ıun metafiziksel düşüncesine
yut düzenine karşılık gelen derin yapı yönelik bir eleştiridir.
dilin potansiyeüni, imk§nlar düzlemini Öte yandan, onun thümanizme karşı
taıumlar. olan eleştirisi ya da sergilediği antihü-
Oerrida, Jacques. 1930 yılında dogmuş manizm, saf bilince, Kartezyen egoya,
olan ünlü Fransız postyapısaka filozo~ +Husserl'in yönehrnselügine dönük bir
hi. Temel eserleri arasmda L 'Ecriture et eleştiri olarak da anlaşalmak durumun-
la D~fference (Yazı ve Farklılık], Uı Voir dadır. Dernda'ya göre, özne bir mevcu-
et la Phbıomene [Ses ve Fenomen], La diyet, özerk ve bagımsız bir varlık, bir
Dissaııination [Sirayet], Marges de la Phi- merkez, dünyanın veya dilin özü ya da
losophie [Felsefenin imkanları], Positions kaynak degildir; ben, bilinç ya da ego co-
[Konumlar], De Socrate ll Frued et au-delil gito, dilin fonksiyonudur. Buradan da
[Sokrates'ten Freud ve ÖtesineL De la anlaşılacagı üzere, Derrida Batı düşün­
Grammatologie [Gramatolojiye Dair], cesindeki bilinç dil/ anlam ilişkisini ter-
L'Archeologie du Frivole [Boş Şeylerin sine çevirir. Ona göre, bir merkez olarak
Arkeolojisi] gibi kitaplaı; bulunan Derri- özne, tedricen ve tarihsel olarak dilin
da, Kıta Avrupası felsefe gelenegine kullanımayla oluşur; bu nedenle, Oerri-
bagh felsefeci ya da eleştirmenler tara- da, bpkı Heiddegger gibi, dilin varlıgın
fından yüzyıhmızın dahi filozofu ola- evi, varhgın ik§met ettigi yer oldugunu
rak görülür. Felsefeyi, 'deülige en yakın öne sürer. Ben dilin bir sonucudur.
noktada deli olmanın zihinsel acısına O sözmerkezci gelenegin yazı karşısın­
panzehir olarak verilen yatıştıncı ilaç da, konuşma ya da söze öncelik verme-
diye tanııniayan filozof, Bah felsefesiyle sine şiddetle karşı çıkar. Zira, böyle ya-
derinlemesine hesaplaşmış, ondaki çe- pıldıgı takdirde, sözün dil dışındaki bir
lişki ve çıkmazları göstermek suretiyle, saf varlıkla, bir özle baglanhsım kur-
felsefeyi yeniden yaratıcı kılma müca- mak kolay olur. Fakat sözün önceligi
delesi içinde olmuştur. reddedilirse, böyle bir alternatif ortadan
Derrida, çalışmalannda logos'un akıl kaldmlmış olacaktır. Dernda'ya gi;)re,
şeklinde yorumlanmasının sonucu olan Bah metafiziginin büyük düşü ve yarul-
logosantrik ya da akılmerkezci felsefe- gısı, anlamın aşkın bir gösterilene gön-
ye şiddetle karşı çıkar. O, bu gelenegin derme yapbgı, sezgisel olarak kavnnan
tam karşısında bulunan ve logos'u söz hazır bir dil dışı gerçeklige atıfta bulun-
ya da dil olarak yorumlamaıun sonucu dugu kabulünden oluşur. Dernda'ya
olan dilmerkeze felsefe gelenegi içinde göre, anlam sorunu, gönderimle ilgili
yer alır. Bununla birükte, bagh buliın­ bir konu olmaktan çok. göstergelerle il-
dugu felsefi gelenegin sesmerkezciligi gili bir sorundur. Dil dışında, nesneler-
dildışı aşkın bir varhgın mevcudiyeti- de, İdealarda, özlerde ya da zihinsel im-
ne kapı araladıgı için, o da Oerrida'mn gelerde anlam yoktur; anlam yalnızca
keskin eleştirisinden kurtulamamıştır. dilin fonksiyonu olmak durumundadır.
Daha dar bir anlam ve çerçeve içinde, Başka bir deyişle, dilin anlamı onun
tNietzsche, Heidegger ve yapısalcılıgın kendi dışında bir şeyi temsil etmesin-
Derrida, j11cques 217

den dogmaz. Derrida'nın bu düşüncesi, gu olgusuna dikkat çekmiştir. Eksiklik,


Kant'ın dilin bir temsil aracı oldugu dü- Rousseau'ya göre, dogarun genel bir
şüncesine yönelik bir saldından başka özelligi olmasa da, en önemli yönlerin-
hiçbir şey degildir. den biridir. Derrida buradan hareketle,
Derrida bu noktaya, Batı felsefesine kendine yeten, kendi kendisiyle özdeş
ilişkin eleştirel bir degerlendinnenin ar- dogarun ayru zamanda bir eksiklik ihti-
dından, bu felsefenin özdeşlik mantıgı­ va ettigini öne sürer. Doga ancak eksik-
na baglı oldugu tespitiyle varmış tır. lik kategorisiyle tamamlarursa kendine
Ona göre, Batı felsefesi Aristoteles tara- yeten olabilir. Aksi takdirde, özdeşlik
fından formüle edilmiş olan özdeşlik, mantıgı uyarınca bir çelişkiye düşülür.
çelişmezlik ve üçüneünün imkAnsızlıgı Söz konusu özdeşligin mutlak ya ~a saf
gibi üç temel düşünce yasasına daya- olmamaklıgı kaçuulmaz bir şeydir ve
rur. Bu yasalar sadece mantLksal tutarlı­ Dernda'ya göre, bu durum ya da ilke
Iıgı varsaymakla kalmazlar, fakat bir herşey için geçerlidir. Her basit köken,
yandan da, kendilerinin gönderirnde bu- imkanırun ya da varoluşunun bir geregi
lundukları veya yansıtbklan özsel bir olarak, kök olmayan bir şeyi içerir ya da
gerçekligin, bir kökenin varoldugunu gerektirir. İnsan varlıklan kendilerini ve
ima ederler. Mantıksal tutarlılı~ sagla- dünyayı bilebilmek için, bilincin dolayı­
ma alıp korumak için, bu kökenin, söz mına, dilin aynasına ihtiyaç duyarlar;
konusu özsel gerçekligin basit, yani çe- fakat saflıga, özdeşlige halel getiren,
lişldden bagışık olması, homojen, yani kannaşıklıga yol açan bir dolayımdan
aynı tözden veya bircinsten olması gere- ya da aynadan vazgeçilmesi gerekmek-
kir. Yine aynı nedenle bu özsel gerçekli- tedir. Onlar hem bilgiyi müınkün kıl­
gin, kendi kendisiyle aynı kalması, yani maktadırlar, hem de, özdeşlik manbgı
bir dolayımdan ayrı ve bagımsız olması uyarınca, onların bilgi sürecinde yer al-
gerekir, kökenle bilinç arasında bir yarı­ mamalan gerekmektedir. Yer aldiklan
gm bulwunaması için de, onun kendi zaman da, tıpkı fenomenolojide oldu~u
kendisinin bilincinde olma zorunlulugu gibi, bilinç, öznellik ve dil bir tür kendi
vardır. kendisiyle özdeş mevcudiyete eşdeger
Bu yasalar buna ek olarak, saflıga ve hale gelir. Derrida'ya göre, bu çelişki,
özdeşlige zarar veren bütün unsurlan, özdeşlige dayanan, ve dolayısıyla fark-
yani karmaşıklıgı, dolayımı ve farklılı­ lılıgı dışlayan Batı metafizi~ni bir çık­
gı dışta bırakır. Bu dışlama süreci, maz sokak içinde bırakmışbr.
Derrida'ya göre, oldukça genel bir me- Derrida'nın buradan çıkabilmek, öz-
tafiziksel düzeyde, Batı düşüncesini deşlik felsefesinin yerine bir farkldık
kururnsallaştıran, duyusal/ akılla anla- felsefesi ikame edebilmek için, yapısal­
şılabilir, içsel/ dışsal, kurgu /hakikat, cılı~ın kurucusu Saussure'den yola çı­
doga 1kültür, konuşma 1yazı benzeri karak geliştirdigi tdifferance kavramına
karşıtlıklar düzeyinde gerçekleşir. Ya- dayanır. Hem farklılık ve hem de ertele-
pıbozwn adını verdigi yöntemiyle bu me, sonraya bırakma anlamianna geldi-
karşıtlıkların imtiyazlı bölgelerini göz- gi için bilinçli olarak muglaklaştınlan
ler önüne seren Derrida, işte bu noktada differance sözcügü, kendileri olmadan ne
tRousseau 'nun doga konsepsiyonuna dilin, ne de düşüncenin tanımlanabile­
baş vurmuştur. cegi farklılıklara işaret eder. Dijftrance
Doganın sesine kulak vermek gerekti- ikincileyin, tanımlama veya açıklama­
gini, zira doganın kendi kendisiyle nın, tarumlanan ya da açıklanan şeyin
özdeş olup, kendine yeten bir doluluk kendisine degil de, onun diger metinle-
sergiledigini söyleyen Rousseau, bazen re yaptıgı gönderimlere baglı oldu~unu
de, yeni dogan çocu~unu sütü olmadıgı ifade eder. İlkeye göre, anlam zamanla
için emziremeyen anne ömeginde oldu- degişir ve anianun atfedilmesi sonsuza
tu gibi, dogada bir şeylerin eksik oldu- kadar ertelenir.
------------------------- ------------------

218 Descartes, Rene

Dernda'ya göre, dil farklılıklara ve kar- Descarles, Rene. 1591-1650 yılları arasın­
şıtiıkiara dayalı bir göstergeler sistemi da yaşamış, modern felsefenin kurucu-
ya da oyunudur. Bu baglamda, bir gös- su olarak ün kazarunış Fransız filozof.
tergeyi gösterge yapan şey, onun temel, Temel eserleri: Regulae ad Directionenı In-
özsel, saf, özerk bir varlıga gönderirnde geiiii [Aklın İdaresi İçin Kurallar], Princi-
bulunması degil de, başka göstergeler- pia Plıilosoplıiae [Felsefenin ilkeleri], Dis-
den olan farklılıgıdır. Dernda'ya göre, cours de le Mithade [Yöntem Üzerine
göstergeler anlamlannı, onlan birbirleri- Konuşma), Miditatiot!S Mitaphysiques
ne baglayan bir karşıtlıklar agından [Metafizik Düşünceler].
alırlar. Dilin özü olmadıgı gibi, görün- Temeller. Yeni bir doga ve insan anlayı­
meyen bir temeli de yoktur ve dil, bir şının ortaya çıkııgı, araştırma yöntem-
dış dünyaya de~il de, kendisine gönde- lerinin yeni baştan oluşturuldugu bir
rirnde bulunur. Farklılıklardan meyda- çagda, bilimiere bir temel kazandınnayı,
na gelen bir yapı olarak dilde, sese iliş­ ve ruhla bedeni, tinsel olanla fiziki olanı,
kin bir öz de yoktur. geleneksel dini ögretilerle de yeni bilim
O, kendisinden çok etleilenmiş oldugu görüşünü uzlaşbrmaya çalışmış ve ça-
Nietzsche'yle tam bir uyum içinde, gının bilimlerini yeni baştan inşa etme-
şunu öne sürer: 'Anlam farklılıklar sis- yi kendisine bir amaç olarak belirlemiş
teminin ürünüdür ve bu durumda, anla- olan Descartes, yetkin bilgi modeli ola-
mın yorumu kendinde şeyin temsili ola- rak gördügü matematigi örnek almış ve
rak hakikatin açımlanmasını içermez. amaa için mutlak olarak kesin olup,
Tersine diL diger insaniann yorumu ko- kendisinden hiçbir şekilde kuşku duyu-
nusunda mümkün yeni uzlaşma yolları lamayan bir başlangıç noktası bulmaya
ortaya koyan bir özgür yorumlama oyu- çalışmıştır.
nunun aralıksız şifre çözme süreani içe- Matematikten etkilenmiş, felsefede de,
rir.' Ona göre, dilden önce varolan ve dil matematikteki gibi, saglam bir yönteme
aracılıgıyla nesnel bir tarzda tanunlanan
ve saglam temellere sahip olabilirsek,
bir nesnel olgular kolleksiyonundan söz felsefenin kapsamı içine giren konularda
ebnek olanaklı degildir. Derrida, dilin da kesin bilgilere sahip olacagımızı sa-
dışında hiçbir şey olmadıgını, herşeyin
vunmuş olan Descartes'ın felsefesinin
metin ve metinde oldugunu öne sürer: iki temel yönü vardır. Bunlardan birind-
'Metnin dışında hiçbir şey yoktur.'
Derrida'ya göre, yorumun amaa haki- si yogun bir biçimde bireysel olan bakış
açısıdır. Metafizik Düşünceler adlı eserin-
kale ulaşmak de~ldiı; hakikat ya da
de, Descartes, hep 'ben' diyerek konu-
dogrular dondurulmuş söz şekil ya da
şur; ögretilerini sistematik bir biçimde
figürleridir. O, yorumun hakikale götür-
medigini söyler; yorum daha fazla yoru- serimiemek yerine, kuşkudan kesinlige
ma, tarih daha fazla tarihe, yazı daha dogru bir seyahat yapar. Bu çerçeve için-
fazla yazıya götürür. Dernda, nihai ve de, dış dünyadan, varlıktan degil de,
degişmez bir yorumun olamayacagını
özneden yola çıkışı Descartes'ı tmodem
savunur. Anlam baglamsal olup, oyu- felsefenin kurucusu yapnuşhr. İkinci
nun dilsel kural ya da uzlaşımlarından önemli yönü ise, felsefeyi yeni baştan
dogar. Bu nedenle, dil bizde, içimizde ele alma ve kurma arzusudur, ki o bura-
ikAmet etmez, biz dil içinde ikamet ede- da, zamaıunın yeni yöntemlerinden ve
riz Bab metafizigi özdeşligi ve dolayı­ bilimsel bulgularından etkilenmiştir.
sıyla özdeşlige dayanan manhgı merke- Metafiziji: Bilgi g.örüaünde akılcı olan
ze ya da temele yerleştirmiştir; oysa Q_escartes, insan aklırun iki temel yelisi
temel olan farklılıkktir, retorik mantiktan ya da gücü biilundugunusöyler. Bun-
önce gelir. Mantik retorigin türevi olmak lardan birinci,si +sezgi dileri t±iimden. •
durumundadır, çünkü anlamı belirleyen gelirııdiı. Sezgi insan zihninde hiçbir
dilin kullanunıdır. kuşkuya yer bırakmayan ve son derece
Descartes, Rene 219

açıkolan bir kavrayış faaliyetidir. Sezgi, Descartes, daha sonra da bu sonuçta,


Descartes'a · özel bir kendisini bu önennenin hiçbir kuşkuya
yer bırakmayacak şelsilde dotru oldu~u
ya da do~nı bir sonuca konusunda ikna eden ö~enin ne oldu~u­
ulaşb~ımızı bildirir. fl.klın ilsinci gücü nu bulmaya çalışrruşhr. Ona göre, bu
olan tümdengeJim ise, tam bir kesinlik!? sonucu kesin olarak do~ru kılan ö~e,
bilinim do~lardan yapıJan zorunlu çı- kendisinin önermede iddia edilen şeye
karımdıt:' - ilişkin 'açık ve seçik' algısıdır. Demek ki,
Matematik, Descartes'a göstermiştir Isi,
insan zihni birtak.Jm do~rulan açık ve
açık ve seçik olarak algılanan bir şeyin
yanlış olabilmesi imkansızdır.
seçik olarak kavrayabilmektedir (sezgi). Descartes kuşku süreciyle kendilerin-
Ve yine, insan zihni bildi~i bazı do~ru­ den kuşku duydu~u tüm eski inançları­
lardan hareket edip düzenli bir şekilde nı eledikten ve kuşku duymak suretiyle,
ilerleyerek, bu do~rulardan henüz bil- düşünen bir varlık olarak kendi varolu-
medi~i başka do~ruları türetebilmekte- şunu kaıutladıktan, böylelikle de siste-
dir (tümdengelim). Buna göre, biz sez- minin temel başlangıç do~rusunu bul-
giyle bazı do~rulan açık ve seçik olarak duktan ve bu arada, bir önermeyi do~ru
ve do~rudan kavrarız. Tümdengelirnde kılan ölçütün açık ve seçiklik oldu~unu
ise, Descartes'a göre, bu do~rulardan belirledikten sonra, aynı ölçütü kullana-
kalkarak başka do~rulara bir süreçle, rak bilincinin dışına çıkmaya ve yeni
zihnin sürekli ve kesintiye u~ramayan dotrular bulmaya geçmiştir. Buna göre,
bir hareketiyle ulaşınz. onun zihninde bulunan açık ve seçik
Descartes, daha sonra aklın bu iki düşüncelerden biri de yetkinlik düşün­
gibi cı:sidir. Duyu-deneyinden türetilen dü-
şünceler açık ve seçik olmadı~ına,
do~al dünyada yetkin olan bir şeyle
karşılaşılamayaca~ına ve bu düşünce­
olan başlangıç do~rusu!la ulaşa.­
yi, kusurlu bir varlık oı;:sarun ken-
bilmek için de, o do~ru olduğu açık ve disi' yarafarnayacağına ö_ yetkinlik
seçik bir biçimde bilinmeyen hi_)bir şeyi
düşiincesini. insan zihnine kendisi de
do~ru kabul ebnemek gerekti~ bildi-
ren kural uyarınca, herşeyden kuşku · yetkin olan~ varlık venniştir. Bu l,et-
k.in varlık, Thnn'dır. İnsan zihiiineki
duymaya, yanlış ya da kuşkulu oldu-
yetkinlik düşüncesini ona kendisi de
gu~ıu;ve yanlış ya da kuşkuf~ .?Im.~s~~ yetkin olan Tann venniş ise, nedende
ni filühtemel oldugunu duşundu~u
herşeyi reddetmeye karar vermiştir.
sonuç kadaı gcıçe!Eiik oldııı'Pından, bu-
Kuşkuyu son sınırına kadar götüren
radan Tanrı'run varoldu~u sonucu
çıkar. Descartes'a göre, insan, şu halde,
Descartes, bu süreç sonunda, kuşku rlu-
yabilmesi için, öncelikle varolması ge- kendi varoluşunun ve Tanrı'ıun varo-
rekti~i sonucuna vanruştır. Ona göre,
luşunun bilgisine sahip olabilir.
istisnasız herşeyden kuşku duyan bir
İnsan matematikte de açık ve seçik dü-
insan, kuşku duymakta oldu~undan şüncelere sahiptir, dolayısıyla matema-
kuşku duyamaz, zira kuşku duyarken, tiksel bilgiye sahip olabilir. Acaba insan
kuşku diye bir şeyin varoldu~unu, do- bu sırurların ötesine geçerek, başka bil-
layısıyla kuşku duyan 'ben'inin varol- gilere sahip olabilir mi? Descartes'a gö-
du~unu açık ve seçik olarak bilir. Nite- re, açık seçik düşünceler arasında, dış
lsim, o 'Düşünüyorum, öyleyse vanm' dünyadaki fiziki varlıklarla ilgili ola-
sonucuna varmış ve böylelikle düşünen rak, yalıuzca bu varlıklann matematik-
bir varlık olarak kendi varoluşunu ka- sel özellikleriyle ilgili düşünceler var-
nıtlarken, çıkış noktası özne olan mo- dır. Bir dsmi düşündü~ümüz zaman,
dem felsefeye yön vermiştir. onun hakkında açık ve seçik bir düşün-
220 Descartes, Rene

ceye sahip olabilirsek eger, açık ve seçik meyle özdeqtir. Maddenin özü ise, yer
düşünce, yalnızca o cismi belli bir şekli, kaplama ya da uzaındır. Bu çerçeve için-
belli bir konumu ve belli bir hacmi olan de, maddenin şekil ya da hareketi, yer
bir şey olarak düşürunenin sonucu olan kaplama olmadan düşünülemez. Bura-
bir düşünce olabilir. Dış dünya ve bu dan da anlaşılacagı üzere, Descartes
dünyada bulunan nesneler söz konusu maddi ya da cisimsel töz açısından, geo-
oldugu sürece, sahip olabilecegimiz metrik bir varlık anlayışı geliştirmiştir.
açık ve seçik düşünceler, bu nesnelerin Descartes'ın bu varlık görüşü, gelişen
matematiksel özellikleriyle ilgili olan bilime fazlasıyla uygun düşmekle bir-
düşüncelerdir. Bununla birlikte, bu dü- likte, madde ve ruhtan, ya da beden ve
şünceler bize eniann 'varolduklarını' zihinden meydana gelen bileşik bir
söyleme imkAnı bırakmaz. varlık olan insan söz konusu oldugun-
Descartes'a göre, nesnelerin var olup ol- da, büyük bir güçlüge yol açar. Varlık
madıklarını dogrudan dogruya düşün­ alanı madde ve ruh diye kesin çizgilerle
celerden nesnelerin kendilerine giderek birbirinden a yınldıgı için, eskiden bir-
kanıtlayamıyorsak, eniann varoluşunu likli ve bütünlüklü tek bir töz olan in-
delaylı bir yoldan kanıtlayabiliriz. Buna sandan, şimdi aralarında ortak hiçbir
göre, insanda bir yandan dış dünyadaki nokta bulunmayan iki töz çıkar.
nesnelerle ilgili düşünceler, ve bir yan- Buna göre, Descartes, bir yandan açık­
dan da fiziki bir dünyanın varolduguna lık ve seçiklik ölçütünü uygulayarak,
inanma e~limi var ise, söz konusu dü- madde ve ruh, beden ve zihin arasında­
şünce, duyum ve izlenimlerin nedeni sı­ ki gerçek farklılık ve ayınını vurgulama
rasıyla insanın kendisi, Tanrı ve dış ve hatta ikisini de tam ve bagımsız !öz-
dünyadaki nesnelerin bizzat kendileri ler olarak düşürunek durumunda kal-
olabilir. O bunlardan birinci alternatifi, mıştır. Ama aralannda ortak hiçbir yön
insanda kendi deneyimini, izienimlerini bulurunadıgı için yer kaplamayan fakat
diledigi gibi oluşturabilme gücü bulun- düşünen tinsel töz, düşünemeyen, fakat
madıgını söyleyerek eler. yer kaplayan maddf tözü, maddi töz ya
İkinci olasılık, dış dünya ve bu dünya- da beden de tinsel töz ya da zihni etkile-
daki varlıklar varolmadıgı hAlde, insan- yemez
daki izlenimleri ve düşünceleri Tanrı­ öte yandan, gündelik deneyimin,
'nın yaratmış olması olasılıgıdır. Descar- ruhun beden, bedenin de ruh tarahndan
tes, daha önce Tann'run insanlan aldat- etkilendigini, ve bu ikisinin bir anlamda
madıgını göstermiş oldugu için, ikinci bir birlik meydana getirdigini ortaya
ihtimali de eler. Bu durumda, geriye tek koyan olguları vardır. Descartes burada,
bir olasılık kalır: Insan zihnindeki dış karşılıklı tetkileşimciligi savunup, be-
dünyayla ve bu dünyadaki varlıklarla il- denle tzihin arasındaki etkileşimin bey-
gili ide ya da düşüncelerin nedeni, dün- nin arkasında bir yerde, kozalaksı bezde
yanın bizzat kendisidir, bu dünyadaki gerçekleştigini söyler. Başka bir deyiş­
varlıklardır. le, o zihinle beden arasındaki ilişki yi bir
Descartes'a göre, !özün her zam~ gemiyle onu yüzdüren kaptan arasında
özünü mefdaM geEireR'Ve dıgir Riteıij(.­ geçen ilişkiye benzer bir ilişki olarak ta-
lerin kendisine baglı oldugu temel bir siırlamıştır.
niteligi vardır, .!!una göre, bir tözün, Bilgi görüşleri: Descartes bilgi görüşün­
tüın diger niteliklerinin kendisini var- de. gercek bir akılcı, hatta apriorist ve
saydıgı, temel, onsuz olunamaz niteligi doğu~cı~r. Tasarunsal bir algı kura-
hangisidir? Öyle ki, tözle ananiteligi ara- rnı benimsedikten ve algılanın her ne
sında bir ayırım yapılamasın. Descar- ise, zihinde oldugunu söyledikten son-
tes'a göre, ruhun, tinsel tözün ananiteligi ra, ideleri, fikir ya da düşünceleri, dı­
düşünme olup, ruh her zaman düşün- şardan gelen olgıısal ideler (ideae adven-
Descartesi;ılık 221

titine), zihin tarahndan, imgeleme daya- Descartes'a gö~sana mutluhLic veren


narak oluşturulan ide "il da duşüneeler " şeyler iki türlüdür. Bunlardan birincisi,
(ideae foctitiae) ve dogustan ıı;etirilen dü- bil e , erdem ve ö .. lülük ibi salt bize
şün~e~ (jdeae innateae) olarak üçe ayı­ baglı o an şeylerdir; ı ncısi şan, şeref
rır. unlardan açık ve seçik olan, bizi 'Ye ~ngwllk gibi, dogı u~an dogruya
bilgiye götüren ideler, yalnızca doguş­ bize~ag7 olmayan şeyler
en meydana
tan düşüncelerdir. gelir. Tüm gücümüzil bırınciler üzerinde
Yanlış problemi söz konusu oldugun- yogunlaştırmamız gerekligini söyleyen
da ise, Descartes, insanda yanlışa neden Descartes, bu yolda kendilerine uyma-
olabilecek iki yeti oldu nu sö Iemlştir: nın bize yarar inandıgı üç
Anla v a e. Anlama yelisi- kural
nın kapsam bakımından sınırlı oldugu,
yalnızca açık ve seçik olanla suurlanını­
şoldugu yerde, irade kapsam bakımın­
dan sınırsız bir güçtür. Buna göre, insan
iradeyi sınırlayamamakta, tam tersine
onu tam olarak anlamadıgı eyleri tas-
dilee zorlayarak genişletmektedir. Anla-
ma yelisinin görevi kavramak, dogruyu
yanlıştan ayırmaktır. Oysa, irade dog- tenıen1ey•e çalışması gerekir.
ruluk ve yanlışlık konusuna kayıtsız Descartesçı [Ing. Cartesian drcle; Fr.
olup, anlama yelisinin suurlaruu aşar. cercle Descartes meta6ziginde
Bundan dolayı, irade, anlama yelisinin bulundugu, Fransız düşünürü Antcine
açık ve seçik olarak kavrayamadıgı şey­ Amauld taralından öne sürülen döngü-
leri olumladıtı için, yanlışın neden sel argüman. Buna göre, Descartes Meta-
olur. fizik Düşünceler adlı eserinde, bizim açık
Ahl8k görüşleri: Ahlak alanında, önce ve seçik bir biçimde, hiçbir ku kuya yer
inSanın özgur oldugunu göstermeye ça- bırakmaksızın algıladı~, idrak etti-
lışan Destattes, daha çok geçici bir girniz bir şeyin dogrulugundan, Tann
ahlak bir dunm:l ahJakı önerm.iştir. Bu varoldugu için, emin olabilecegimizi öne
çerçeve içinde, o insanın, talihini yenme- sürer. Fakat aynı Descartes yine aynı ese-
ye kalkışmaktansa, _Q..ncelikle kendisine rinde, kendisini açık ve seçik olarak
egemen olmaya çalışması gerektiğini, idrak ettigirniz için, Tanrı'nın varoldu-
kişirVn, yaşarnı boyunca anfama yelis.i gundan kesinlikle emin olabilecegimizi
ve kavraa'şını geliştinneye çalışarak, iddia eder ki, bu aşikar bir döngüsellik-
dünya .d.::zeninj defjstirmeye kalkış­ ten başka bir şey degildir.
mak yerine, kendi istek ve arzularını de- Descartesçılık [İng. Cartesianisnı; Fr. Car-
giştirme çabası vermesmin iyi oldugu- li!sianisnıe;Al. Cartesienisnıus]. 1 İlk ve
nu sö~mi~tir. Ahlaki seçim olgusu genel anlamı içinde, tDescartes'ın ölü-
üzerinde duran Descartes, burada neyin münden sonraki yüzyıl içinde ortaya
bizim gücümüz dahilinde olup, neyin çıkan ve kendi sistemlerini kurup geliş­
olmadıgını anlamanın büyük bir önem tirirken, Descartes'ın felsefesini tüm ay-
arzettigini söylemiştir. Ona göre, biz, nntılarıyla kabul etmek yerine, onun
gücümüz sınırları içinde kalan şeyleri temel kabülleriyle metodolojisini kulla-
gördükten sonra, gerçekten iyi olanla nan filozofların tavır ve sistemieTini ta-
kötü olanı birbirinden ayırmalı ve iyi ol- nımlarken kullanılan terim.
duguna hükmettigimiz şeyleri gerçek- Descartes'ın bütün bir insan bilgisini
leştirmeye çalışmalı yız. rasyonel ve tümdengelirnsel bir sistem
Başka bir deyişle, insanın yaşamda~ içinde yeni baştan kurmaktan oluşan
amacının mutluluk oldugunu söyleyen temel amacını aynen paylaşan bu filo-
--------------------------------------

222 Descartes•ın merdiveni

zoflar, iüın do~al fenoınenleri, biyolo- Buna göre, bilgi iddialogının temjnab
jik, fiziki, psikolojik ve kimyasal tüm olan Tann'nın varoluŞunu iki ayn ka-
olaylan niceliksel ve matematiksel ilke nıtla gösteren Descartes, böylelikle önce
ve yasalara göre açıklayacak geniş kap- Ozil~ bir bakış açısından tanrısal bir
samlı bir bilim kurma çabası içinde ol- perspek_tile y.ükselmiş ve daha SQ1U'a da,
muşlardır. dış dünyarun bilgisine ye avnı anlama
2 Descartesçılık, ikinci bir anlam içinde gelmek üzere, dış dünyaya iruniştir. -
ise, Descartes'ın felsefesini tümüyle desmos. Ba~. Yunancadan gelen bu terim
do~ru bir felsefe olarak de~erlendiren, Hristiyan Ortaça~ felsefesinde, özellikle
onun sistemini anlahp, açıklamaya ve de John Scottus Erigena'da, bitkilerle bü-
böylelikle yaymaya çalışan kimselerin yüme ve beslenme, hayvanlarla duyum
tavırlarını anlatmak için kullanılmıştır. ve duygu yetilerini, buna karşın melek-
Yukanda birinci kategoride yer alan lerle de anlama yetisini paylaşmak su-
isiınierin özgün filozofları gösterdi~i retiyle, kendisinde hem maddf ve hem
yerde, burada Henri Regnier, Henri Le de tinsel dünyayı birleştiren ve bundan
Roy, Balthasar Bekker, Pierre Sylvain dolayı, maddi dünyayı tinsel dünyaya
Regis, Jacques Rohault, Antcine Arna- ba~layan insan varlıtı için kullanılan
uld ve Pierre Nicole gibi ikinci sıruf dü- ter im.
şünürler yer alır. determinist ahlak [İng. determinist ethics;
3 Biraz daha genel bir anlam içinde, Des- Fr. ı!thique dı!temıiniste]. irade özgürlü-
cartes'tan yola çıkıp, Aydınlanma ve po- ~ünden yola çıkan ahlak anlayışlann­
zitivizm aracılı~ıyla yüzyılımızda ana- dan farklılık gösteren ve tba~daşabilir­
litik felsefeye kadar uzanan düşünce cilik olarak da bilinen ahlak anlayışı.
gelene~ine Descartesçı ya da Kartezyen
İnsanın eylem düzeyinde özgür olabile-
gelenek adı verilmektedir. Bu gelenek ce~ini düşünen görüşlerin yanıldı~ını
Descartes'ın zihin /beden ya da özne/
savunan ve dolayısıyla, ahlaka düşe­
nesne dikotomisinden hareketle, ontelo- nin, gerçekte belirlenmiş bir alan olan
jik açıdan realist ve do~alcı bir tavn be- ahlaksal yaşamın nedensel yoldan a-
nimserken, pragmatist ve evrenseki bir çıklanması olduğunu dile getiren ahlak
yaklaşımla do~a bilimlerinin genel
görüşü.
geçer, kesin ve de~işmez yöntemini te-
· tSpinoza, tSchopenhauer gibi metafi-
mele alıp, yasa ya da kural koyuculu~u
ziksel bir determinizrn.in ve dolayısıyla
benimser. Kartezyen gelenek, öte yan-
dan do~a, insan ve toplum konusunda determinist bir ahlak anlayışının savu-
nuculu~unu yapmış olan filozoflara ek
determinist ve mekanisı bir anlayışı sa-
vunup, bilimin amacının açıklama ya da olarak öme~in, bir tür biyolojisi ahlak
anlayışıru benimsemiş olan, iSpencer'-
daha ziyade nedensel açıklama oldu~u-
ın gözünde ahlaklılık, biyolojik yaşa­
nu dile getirir. .
Descartes'ın merdiveni [Ing. Desaırtes' mın yüksek ve farklılaşnuş bir biçimi
ladder; Fr. ı!chelle de Descartes]. Yöntemsel ya da görünümüne, do~al ya~amın belli
kuşku ile zihin olarak kendi varoluşu­ bir uzantısına karşılık gelir. Öte yandan
nu ka an, falitxi..ıŞkusi:irea ıçın­ tMarks'a göre de ahlaklılık, üretim iliş­
de, Tanrı'nın ken ısııu a atabilece~ini kilerinin belirlediği toplum yaşamında
belirten Descartes'ın, tekbencilikten kUr- hakim sınıf ya da güçlerin dün ya görüş­
tulabilmek, öznel bir bak1ş açısının üs- lerine veya ideolojilerine göre tanımlanan
tüne yükselebilınek için, Tanrı'nın varo- iyi ve kötü kavramlanyla yönlendirilen
luşunu, ve dolayısıyla O'nun aldatan insan eyleminde ortaya çıkar. Dolayısıy­
bir varlık olmadı~ıru göstermek, yani la, insan eylern.in.in oldu~u kadar, ahlaki
kendi varoluşundan Tanrı'run varolu- yaşamın da bir özerkli~i olmayıp, o ege-
şuna yükselrnek zorunda kaldı~ını dile men sıruftn ideolojisine göre belirlenen
· getiren deyim. _ veya yönlenen bir yaşamdır.
1 •
detenninizm 223

Her tür insani ilişkinin belirleyicisinin, Kah deterministlere göre, insanların


altyapıyı meydana getiren maddi üre- hiçbir etkide bulunamadıkları, onların
tim biçimleri oldugunu öne süren Karl denetimleri dışında kalan belirli neden-
Marks'a göre, bu üretim biçimleri insa- ler, insan varlıklarının oldukları gibi ol-
nın ve toplumun ahlaki yaşam şeklini malarını ve bu arada eylemlerini belirle-
ve degerierini belirler. Bu nedenle ahlak, miştir. Başka bir deyişle, onlar, insan
altyapı belirlenen üstyapnun bir parçası varlıklannın hiçbir şeyi degiştiremeye­
olarak sıntf tideolojilerine göre yorum- ceklerini söylemekten çok, insaniann
laıunak durumundadır. şeyler üzerinde etkide, eylemde bulun-
determinizm [Os. iciibiye, znrıırlye; İng. ma tarzlarLrUn kişisel yapı ve ınizaçlan­
delerminism; Fr. detenııinisme; Al. cfeter- run sonucu oldu~..ınu, söz konusu yapı
miııis!11us]. Evrende olup biten herşeyin ve mizaçiarın ise insanların etki edeınc­
bir nedensellik baglantası içinde gerçek- dikleri etmenler ve koşullar tarafından
leştigini, fiziksel evrendeki ve dolayı­
belirlendigini öne sürerler. Katı deterıni­
sıyla da insarun tarihindeki tüm olgu nistler, buna göre, her olayın, her eylem
ve olayların mutlak olarak nedenlerine ve her sonucun, kısacası herşeyin bir ne-
baglı oldugunu ve nedenleri tarafından
deni varsa, bu takdirde, insarun düşün­
koşullandıt;Jnı savunan anlayış. Evren-
celeri, duygulan, arzulan, seçimleri ve
deki her sonucun, her olayın gerçekte kararlan da dahil olmak üzere, herşeyin
belirlenmiş oldugunu iddia ederler.
bir nedeni ya da nedenleri bulundugu
Katı deterministler buna ek olarak,
görüşü; doganın nedensel yasalara tabi
insan varlıklarının hiçbir şekilde etkide
oldugu ve evrende hiçbir şeyin neden-
bulunamadıkları nedenler tarafından be-
siz olmadıgı düşüncesi.
lirlenmiş olan bir dünyaya geldikleri, ge-
Buna göre, sırasıyla, a) hiçten hiçbir
netik yapılanna seçerek ve isteyerek
şeyin çıkmayacagı ya da hiçbir şeyin
sahip olmadıkları ve içinde bulundukla-
mutlak olarak yok olup gitmeyece~ il- n durumlar ve fiziksel olaylarla başka
kesiyle, b) hiçbir şeyin koşulsuz bir bi- insaniann eylemlerine baglı oldugu için,
çimde ve düzensiz olarak ortaya çıka­ bizim özgür oldugumuzwt hiçbir zaman
mayacagı ilkesinden meydana gelen bir
söylenemeyecegini belirtir.
görüş olarak determinizm, herşeyin 2 Yunıu~k determinizm ise, evrensel bir
kendisinin dışındaki başka bir şey tara- nedenselligin geçerli oldugunu kabul et-
fından yasalara göre belirlendigini iddia mekle birlikte, katı determinizmden fark-
eder. lı olarak, bu nedenselligin bir bölümünün
İki ayn determinizmden söz edilebilir: insandan kaynaklandıgıru, dolayısıyla
1 Her olayın bir nedeni bulundugunu, insan için belli bir özgürlü~ün mümkün
bundan dolayı özgürlük ya da irade öz- oldugunu savwtur. Bwta göre, irısanlar,
gürlügü diye bir şeyin olamayacagını akıl ve iradeleriyle bazı eylemlerine iste-
savunan katı determinizm. Bu anlayış, ta- yerek neden olurlar, bundan dolayı, in-
rihte ya da insan yaşamında söz konu- sanlann belli bir özgürlükleri vardır.
su olan nedenleri yeterince geriye gide- Yumuşak determinizmin burada sözü-
rek araştırdıgımız takdirde, insanın nü ettigi özgürlük, sınırlı bir özgürlük-
denetimi dışında kalan, insaJWl üzerle- tür. Bu anlayışa göre, hiç k.imse tam ola-
rinde hiçbir etkisi bulunmayan temel rak özgür de~ldir; insanlar, kendi
nedenleri bulabilecegimizi öne sürer. Bu arzularına göre, keyfi olarak eyleyemez-
tür bir kah determinizm, yazgıcılıga ler. ömegin, biz kendimizi başka var-
çok yaklaşmakla birlikte, yazgıcılı.ktan, lıklar h~line getiremeyiz ya da oksijensiz
insanların gelecegi degiştiremeyecekle­ yaşayamayız. Özgürlük vardır, ama ev-
rini öne sünnemek bakımından farklılık rensel nedensellik içinde ve söz konusu
gösterir. nedenseliikten dolayı vardır.
224 deu:r ex mathina

deus ex machina. Makinadan Tanrı diye ma otoritesine sahip bir ayn bir kurum-
ifade edilebilecek olan ve bir güçlügü, lar kümesi. Demokrasilerde hükümet-
bir problemi çözmek için, yapay ve ge- lerin gelip gittikleri dikkate alınırsa, salt
reksiz bir biçimde, Tann ya da dogal ol- hükümete eşdeger olmadıgı gibi, ikti-
mayan bir nedenin gündeme getirilmesi sat, okullar, toplum örgütleri benzeri
tavrı ve özellikle de gündeme getirilen örgütlü ve sürekli kurum ve davranış
güç için kullanılan ve eleştirel bir anla- pratiklerinin bütün bir alanı olarak sivil
mı olan terim. topluma da karşıt olan bütünsel politik
Buna göre, deus ex nıaclıina deyimi, özel- sistem.
likle felsefede, bir güçlü!lü ya da proble- Devletin varlıgı için zorunlu olan öge-
mi çözmek üzere, hiç gerelli olmadı!!;~ ler, sırasıyla insan toplulugu, ülke ya da
halde, gündem ya da problem dışı kişi, toprak bütünlü!lü ve egemenliktir.lnsan
kavram, şey ya da nedenlere başvurma ögesi, belirli bir toprak parçası üzerinde
tavrı söz konusu oldugunda, açıklayıcı yaşayan ve devleti kuran insan toplulu-
nedenin işlevsizligine, açıklayıcı olama- gudur. Söz konusu insan toplulugunun
yışma işaret etmektedir. üzerinde yaşadıgı toprak parçasına ise
deus sive natura. Spinoza tarahndan sa- ülke denir. Bu toprak parçası dogal ya
v unulan panteist görüşte, Tanrı'yla do- da yapay (bir anlaşma ile çizilmiş) sı­
ganın özdeşli!lini dile getiren Latince rurlarla, komşulardan aynlır. Buna kar-
deyim: Tanrı ya da Doga. şın, egemenlik, devletin hukuki düzenini
deuterai ousiai. Aristoteles felsefesinde, belirleyen en yüksek otorite ve üstün
ikinci dereceden tözlere, türlere, başka iradedir.
bir deyişle, birinci dereceden tözleri şu
Bu baglamda, başka hiçbir devlet ile
ya da bu türden kılan özlere verilen Yu-
bagımlılık ilişkisi içinde olmayan dev-
nanca ad.
lete egemen devlet, çoıunluk zorla kabul
devirme [Lat. contrapositio; Ing. contraposi-
.ettirilen bir bagunlılik ilişkisi nedeniyle
tion; Fr. coııtraposition; Al. corılraposition].
başka bir devletin buyrugu altındaki
Klasik mantıkta, belli bir önermeden, öz-
devlete yarı egemen devlet; hukukun üs-
nesi o önermenin yükleı:ninin çelişiili
olan yeni bir önerme elde etmekten mey- tünlü!lü ilkesine her koşul altında baglı
dana gelen do!ırudan çıkanın türü. kalan devlete hukuk devleti; kendini hu-
Yarı devirme ilk önermenin öznesiyle
kukun üstünlü!lü ilkesiyle baglamayan
ayru olan yeni bir önermeyle, tanı devirme devlete polis devleti; salt güvenlik, sa-
ise, yeni bir önermenin ilk önerırienin vunma ve adalet gibi klasik görevlerini
öznesinin çelişi!!;i olan yüklemiy le so- yerine getirmekle yetinip, iktisadi ve
nuçlanır. Ister yan, ister tam olsun, de- toplumsal yaşamda etkin bir rol oyna-
virme işlemi, yalnızca ilk ya da orijinal mayan devlete jandanna devleti; klasik
önerme, bir A ya da O önermesi oldu~ işlevlerinin ötesinde, toplumsal eşitsiz­
zaman, eşdeger bir önerme verir. flk likleri azaltmak amacıyla, iktisadi ve
önerme bir E önermesi oldugu zaman sosyal hayata etkin bir biçimde katılan
ise, klasik mantikçılar devirmenin, devir- devlete sosyal devlet; belli bir ideoloji
me işlemi ilk önermenin niceli~nin tü- adına bireysel ve toplumsal faaliyet
melden likele dönüştürülmesi işlemiyle alanları üzerinde mutlak ve bütünsel
tamamlanması durumunda, eşdeger bir bir denetim ve baskı uygulayan devlete
önerme verecegini belirtirler. İlk ya da totaliter devlet; iktisadi ve siyasi liberaliz-
.orijinal önerme, bir I önermesi oldugu min bütün ilke ve unsurlanna riayet
zaman ise sonuç çıkmaz, yani eşdeger eden devlete ise liberal devlet adı veril-·
bir önerme elde edilemez. mektedir. Nihayet, dini bir hareket ya
devlet [Ing. state; Fr. ~tat; Al. staat). Top- da otoriteyle hiçbir bagı olmayan devle-
lumu yöneten kurallar ve yasalar yar at- te ise, laik devlet denir.
devletÇilik 225

Modern devlet düşüncesine baktıgı­ yaklaşabilecegimizi söylenebilir. Ege-


ınızda, onun Avrupa'da onyedi ve onse- menlik söz konusu oldugunda, iki ayn
kizinci yüzyillarda görülen mutlakiyetçi yaklaşimın ortaya ç1ktıg1nı görüyoruz.
devletlerin ardandan ortaya çıktıgım 1 Bunlardan birinci yaklaşım, onaltıncı
görüyoruz. Başka bir deyişle, modern yüzyilda Bodin ve onyedinci yüzyilda
devlet düşüncesi, mutlakiyetçi devletle- da Hobbes tarafandan sergilenmiş ohm
re ilişkin deneyimler üzerinde düşün­ mutlak egemenlik görüşünde ifadesini
menin ve bu devletlerin otoritesine bulur. Ömegin, İngiliz düşünürü Tho-
karşı verilen mücadelenin bir sonucu mas tHobbes'a göre, devletin egemenli-
olmak durumundadır. Modern devlet ginin ilke olarak sının olamaz ve devlet
düşüncesi, işte bu baglarnda Batı'da ki- kendisinin dışmda bir şeyle haklı kllı­
liseyle devlet ve devletle halk arasında namaz. 2 Buna karşm, ikinci yaklaşun,
yaşanan büyük kavga ve mücadeleler- Locke, Montesquieu, Spinoza ve Kant ta-
dan sonra dogabilmiştir. Buna göre, rafından benimsenen ve devletin ege-
modem devlet hem bagımsız ve hem menligine bir sınır koyan yaklaşımd1r.
de laik olan kamusal bir güçtür. Mo- Bu anlay1ş, bag1ms1z bir kamusal güç
dem devlet, öncelikle tüm diger top- olarak modem devletin statüsünü veya
lumsal güçlerden ve kral ya da devlet onun en yüksek otorite olma iddiasinı
memurlarından bağımsız olmak duru- sorgulamaz. Fakat devletin, sivil toplum
mundadır. Sarayla özdeşleştirilmek ve içindeki kurumlardan yalnızca biri oldu-
kralın mülkiyetinde olan bir şey olarak gunu ve dolay1sıyla, devletin bireyler
görülmek yerine, modern devlet kral- üzerinde tahakküm kuramayacaguu
dan bagıms1zd1r. Devlet, ikinci olarak ifade eder. Her bireyin, kökeni toplum-
otorite veya işlevinin Tann'dan türeti- sallık öncesinde bulunan birtakım dogal
lememesi veya yüksek bir amaçtan Çl- hakları oldugunu ve bu haklara, bireyle-
karsanamamasl anlammda laiktir. Bu, rin yapt1g1 sözleşme sonucunda oluşan
modem devletin eylemlerinin dini ilke- devlet tarafından zarar ver:ilemeyecegini
ler yoluyla tasdik edilip hakhlandırıla­ dile getiren bu ikinci yaklaşım, daha
mayacagl anlarnma gelir. Şu hAlde, mo- çok devletin iktidanna nasıl suur çekile-
dem devlet insan tarafından salt insarü bilecegi konusu üzerinde yogunlaşu.
amaçlarla yarat1lm1ş olup, onun varlıgı Öte yandan, devletin gücünün sivil top-
yine ayn1 amaçlarla devam ettirilir. lumla olan ilişkisi söz konusu oldugu
Bu baglamda, modem devletin iki zaman da, iki temel tav1r ortaya Çikar.
temel ideye dayand1gını söyleyebiliriz: Liberalizm içindeki farklı görüşleri
O, herşeyden önce, belli bir toprak par- ifade eden ·bu tavırlardan birincisi, dev-
çasandaki tüm diger güç ya da iktidar letin sivil toplwna tAbi olmasi gerektigi-
odaklarının güç kullanınuru engelleyen ni dile getiren tav1r ya da yaklaşımdır.
merkezileşmiş bir güçtür. Onun iktida- Buna karşın, ikincisi devleti, sivil toplu-
n, bürokrasi, yarg1 ve askeriye gibi kalı­ ınu içennekle birlikte, onu aşan ve onun
cı ve sürekli kurumlar yoluyla hayata zararlı etkileriyle mücadele eden bir
geçirilir. Modem devlet, ikincileyin, bir alan olarak degerlendirir.
anlaşma ya da sözleşmeye, onu yöne- devletçilik [İng. etatism; Fr. etatisme; Al
tenlerle onun tarafandan yönetilenler etatismusl. Devleti tüm toplumsal görev-
arasındaki belli bir ilişkiye dayanır. lerin düzenleyicisi olarak gören, özellik-
Bu aç1dan bakıldıgmda, modem devlet lı:! de ekonomide devletin ekonomiye
teorisine, bireyin devletle olan ilişkisiyle müdahalesini ve piyasa mal ve hizmetle-
ilgilenen egemenlik konusundan başka, rini dogrudan bir biçimde üretmesini
devletin gücünün sivil toplumla nas1l öngören anlayış. Özel çıkarlan merkezi
bir ilişki içinde olması gerektigi proble- olarak örgütlemenin üretimi arthracag1
minin oluşturdugu genel baglam içinde inancana dayalı olarak, devletin görevle-
226 devlet dini

rinin yaygınlaştırılmasını ve ekonomi Devlet felsefesi tarihinde, devlet şu şe­


alanına müdahalesini öngören görüş. killerde anlaşılmıştır: 1 Doğal bir kıırum
Sanayi ve ticaret kuruluşlarının, eg-i- veya organizma alarak. Bu yaklaşımın
tim, kültür, saghk faaliyetlerinin devle- klasik temsilcisi tPlaton'dur. O, devleti
tin elinde toplanmasını ögütleyen ve büyük ölçekli bir insan ya da organizma,
devletin haklarıyla, yetki ve soruınlu­ bireyin bir devanu olarak görür ve bu
htklarını, bireyin haklarının aleyhine durumun bir sonucu olarak da, sırasıyla
olacak şekilde genişleten ögreti. akıl, can ve iştihadan oluşan üç parçalı
devlet dini [İng. state religion; Fr. religioıı ruh anlayışını aynen devlete yansıtır.
d'etat]. Devleti dünyadaki ilahi düşün­ Buna göre, o devletin temelirıi insan do-
gasında bulmaktadır.
ce, Tanrı'nın bu dünyadaki yürüyüşü
kabul ederken, insarun bütün tinsel ger- 2 Devletin, yönetirnde bulunanlardan
çekli~ini devletten aldıgmı savunan
ayn olan, fakat yöneticilerin karar ve eh-
liyetleri yle gelişmesine katkıda bulun-
ünlü 19. yüzyıl Alman filozofu Hegel'in dukları bir kurumlar ve lıizrnetler sistemi
din anlayışı. oldugunu dile getiren Aristotelesçi dev-
Devleti özgürlügün gerçekleşmesi ola- let anlayışı. Bu çerçeve içinde, Aristo-
rak taıumlayan tHegel'e göre, birey hiç- teles'te, devletin asıl amacı, yurttaşların
bir şey, devlet herşeydir. Devletin apa- maddi bakımdan refaha ulaşmaları,
çık, mevcut vakıa oldu~unu ve etik ama daha çok ahlaki bakımdan geliş­
hayatı gerçekleştirdigini, insanoglunun meleri ve olgunlaşmalandır. Devlet, bu
sahip bulundugu degere haiz herşeyin aınaç için vardır. Yani, ona göre, devlet
Devlet aracılıgıyla sahip olunan şeyler yönetimleri kendi başianna iyi ya da
oldugunu öne süren Hegel için, devlet kötii degildir, ancak söz konusu aınao
dünyada varolan ilahi düşünceden gerçekleştirebilmesine göre, iyi ya da
başka hiçbir şey deg-ildir. Bu ba~lamda, kötü devlet vardır.
· Hegel, her insan varlı~ında, siyasi otori- 3Yapma bir varlık ve araç olarak devlet.
tenin müdahalesinden bagışık olan bir Klasik temsilcigini tRousseau, tHobbes
vicdan alanı bulundugunu ve devletin ve tLocke'ttn yaphgı bu anlayışa göre,
insan bireyinin nihar ve en yüksek kay- insan mutlak bir özgürlük durumu için-
naklarıyla nefsini tamamen emınemesi de varolamaz. Mutlak bir özgürlük du-
gerektigi şeklindeki Musevi ve Hristi- rumunda, insanı dışandan belirleyen ve
yan tektanncdıgının temel felsefi ilkesi- sırurlayan hiçbir güç olamayacagından,
ni reddeder. Devletin gerçekleşmiş akıl her insan neyin iyi olduguna kendisi
ve ruh, yeryüzündeki ilahi düşünce ol- karar verir ve kendi çıkarlarını hayata
ması nedeniyle, Hegel'e göre, devletin geçinneye çalışır. Bu ise, tam bir çıkar
çatışmaıuna, hatta insanlar arasında bir
yasası nesnel ruhun dışavurumudur ve
savaşa yol açar. Fakat böyle bir durum,
'yalnızca yasaya itaat eden kişi özgür-
dür.' İnsanın gerçek özgürlügü devletin tüm insanlara zarar vereceginden, in-
ve yasanın rasyonelligine boyun epek- sanlar bir araya gelerek, aralarında bir
sözleşme yaparlar. İnsanlar toplum söz-
ten ve kendisini onunla özdeşleşlirmek­ leşmesi adı verilen bir uzlaşma ve an-
ten ibarettir. laşmaya dayanarak, ortak iradelerini
devlet felsefesi [İng. philosophy of state; temsil edecek bir gücü, kendileri için
Fr. philosrıphie de l'etat). tSiyaset felsefe- hakem ve yönetici olarak tayin ederler.
sinin bir daluu meydana getiren ve top- Buradan da anJaşılacagı gibi, söz konu-
lumsal yaşamla devletin doguşunu, dcr su anlayışta devletin dogal bir temeli
gasını ve anlamını araştıran, insanlarla yoktur. Bu yaklaşımda devlet, insanları
insanların içinde yer aldıkları siyasi ör- birbirlerine karşı koruyacak ve kendile-
gü tlenıneler arasındaki ilişkileri incelc- rini geliştirmelerine imkan verecek bir
yen felsefe dalı. araç olarak ortaya çıkar.
devrim 227

4 Devleti, kendi irade, ehliyet, yetene- miş gibi görünen egitim, basın, hukuk,
gi, ve amaçları olup, bir üniversiteye sendika, kilise gibi kurumlar, açık ya da
benzetilebilecek cisimleşmiş bir kişi, örtük, dogrudan ya da dolayımlı bir bi-
dünyadaki ilahi düşünce, milli bir ruh çimde, devlet kurumları olarak işgö­
olarak gören Hegelci devlet anlayışı. Dev- rürler. Ve hakim sınıfın, yani burjuvazi-
letin içerigini milli ruhun meydana ge- nin (veya proletaryanın) egemenligini
tirdigini öne süren Hegel'e göre, milli sürdürmesini güvence altına alarak, ka-
ruh, din, hukuk, bilim, sanat, sanayi gibi pitalist üretim ilişkilerinin ve devlet ik-
türlü özel alanlara aynhr. tidarının pekişmesine hizmet ederler.
5 Devletin, devleti kontrol edenlerin, Althusser buradan yalnızca, tek bir so-
gücii elinde bulunduraniann çıkar ve nucun çıktı~nı öne sürmüştür: Ya bur-
tercihlerinden hareketle politikalar üre- juvazi ya da proletarya diktatörlügü.
ten bir tür yönetim makinası oldugunu, devrim (Os. ihtilal; İng. revolution; Fr. re-
toplumdaki egemen sınıfın Çikarlarına volution; Al. revolution, umwalzu11g ]. Ge-
hizmet ettigini dile getiren Marksist dev- nel olarak, yerleşik toplum düzenini,
let görüşü. Söz konusu anlayışa göre, devlet ve toplum yapısını tümüyle de-
devlet sınıfiara bölünmüş olan topluma giştiren, köklü, hızlı ve kapsamlı dönü-
sıkı sıkıya baglıdır. Bu çerçeve içinde şüm.
devlet, sosyal mücadeleyi, sınıf savaşını Devrim, İlkçagda, Yunanlı ve Romalı
yavaşlatan, ona engel olan, ekonomik düşünürlerde, bir yönetim biçimi ya da
bakımdan üstün durumda olan, üretim bir dizi yöneticinin belli bir ardışıklık
araçlanna sahip bulunan sınıfın baskı ilişkisi içinde digerinin yerini aldıgı
aracıdır. siyasi degişmeyi ifade etmiştir. Bu dö-
devletin ideolojik aygıtları [İng. ideologi- nemde siyasi yaşam, döndükçe bazıları­
cal state apparatus; Fr. appareil ideologique na otorite ve yönetme hakkı verirken,
de l'etat]. Marksist Fransız düşünürü bazılannın mahvma sebep olan bir talih
Louis t Althusser'in egitim, kilise, kitle çarkı olarak düşünülmekteydi. İnsanın
iletişim araçları, sendikalar ve hukuk durumu ve yetenekleriyle ilgili olarak
gibi, normalde devlet denetimimjn dı­ kötümser bir bakış açısı benimseyen İlk
şında kahp, özel alana dahil olmakla ve Ortaçag düşüncesine göre, insanı bu
birlikte, devletin degerierini aktarma, dünyada ve gelecekte bekleyen bir Altın
onun iktidannı pekiştirme ve böylelikle Çag yoktur. Dolayısıyla, siyasi alanda
de düzeni koruyarak, kapitalist üretim gerçekleşen degişim ve dönüşüm ola-
ilişkilerini sürdürme işlevi gören ku- rak devrimin hiçbir degeri yoktur. Bu
rumları tanımlamak için kullandıgı türden siyasi degişiklikler kaçınılmaz
deyim. olmakla birlikte, geçmişte kalmış bir
Althusser'e göre, bir devletin, biri bas- Altın Çagdan, insanın yitirilmiş yetkin-
kıcı, digeri de ideolojik olmak üzere, iki liginden her seferinde biraz daha uzak-
tür aygıtı vardır. Bunlardan baskıcı laşmayı ifade eder.
devlet aygıtı bir tane olup, kendisini Modem devrim düşüncesi, işte siyasi
şiddet yoluyla hayata geçirirken, ideo- yaşamı aynı sabit düzen içinde dönen
lojik aygıtiann bir çoguııugu söz konu- bir talih çarkı olarak gören bu anlayışın
sudw ve bunlar tideoloji yoluyla fonk- yıkılmasından sonra ortaya çıkar. Artık
siyon gösterirler. Bu, Althusser'e göre, devrim, ayru sabit düzen içinde dönen
tkamusal alanla özel alan arasındaki çarkın yörüngesinin dışına sıçramayı,
ayınm gerçek bir ayımn olmadıgı için, önceden belirlenmiş bir yörüngeden ka-
böyledir. Nitekim, bu ayırun gerçek ve çışı ifade etmeye başlar. Nitekim, mo-
mutlak bir ayınrn olmayıp, burjuva hu- dem dönemde talih çarkının yerini, bir
kukuna özgü içsel ve göstermelik bir tepeye dogru büyük bir güçle itildikten
ayınrn oldugu içindir ki, özel alana ait- sonra, tekrar gerisin geriye düşmek ye-
22S devrimci bilim anlayış•

rine, ileriye doj;ru yuvarlanan dev bir degişmeyi ifade eder. Marks'a göre, an-
taş alır. Zira bu dönemde, tarih artık titeze karşılık gelen üretim güçleri, gi-
sürekJi bir süreç olarak degil degil de, derek eskiyen üretim ilişkileri (tez) bag-
süreksiz olan bir şey olarak algılanır; laınında gelişir. Toplwnsal bir devrime,
enerjisi yüksek, iradesi iyi olan insarun bu çerçeve içinde, üretim ilişkilerini üre-
sııursızca ilerleyebilecegine, onun geli- tim güçleriyle uyumlu hale getirmek
şip yetkinleşebilmesinin mümkün ol- için ihtiyaç duyulur.
duğuna inanılır. Başka bir deyişle, devriıne ilişkin açık­
1 Işte bu çerçeve içinde, devrim, kalıcı lama siyasi, ekonomik ve sosyolojik et-
ve çok temelli bir degişimi gündeme ge- kenlere dayanabil.r:ıekle birlikte, devrim
tiren, toplumsal düzeni temelden degiş­ konusundaki Marksist yaklaşım, feoda-
tirdigi için, siyasi alanın dışında da lizmden kapitalizme geçişte oldugu gi-
büyük etkileri olan siyasi bir eylem ola- bi, bir üretim tarzının başka bir üretim
rak aniaşılmak durumundadır. Yavaş tarzıyla degiştirilmesi durumuna ifade
yavaş gerçekleşen bir süreç olan evrim- eder. Buna göre, Marksist yaklaşım,
den farklı olarak, toplum yapısı ve devrimde, toplumsal sınıflar arasındaki
siyasi düzende aniden gerçekleştirilen, çatışmaların öneıniyle, üretim tarzı için-
temelli degişim ve dönüşüm, toplumsal de, üretim güçleriyle ilişkileri arasında­
yapıda gerçekleşen topyekün degişme ki çelişkiyi vurgular.
olarak devrim, yönetimdeki siyasi degi- 3 Devrim, nihayet, daha özel bir anlam
şikliklerin kendisinin yalnızca bir teza- içinde, entellektüel disiplinlerde, bilim-
hürü ya da yansıması oldugu temelli de, felsefede, sanat ve ideolojide, yerleş­
degişimi ifade eder. Söz konusu temelli, miş ve gelenekselleşmiş olanın yerine
topyekün ve yapısal degişmeden dolayı yenisini koyma eylem ya da hareketini
devrim, başkaldırı ya da isyandan da ifade eder.
ayırt edilmelidir, çünkü başkaldırı da, devrimci bilim anlayaşa [İng. rf!lıolutio­
ömegin belli bir krala bir birey olarak nanJ view of science; Fr. vue revolutionnaire
meydana okuyup, onu degiştinneye ça- de la science]. Ünlü Amerikalı bilim felse-
lışma söz konusuyken, devrimde kişi­ fecisi tKuhn'un, klasik bilim felsefeleri-
sel otoriteye meydan okumaya ek ola- nin evrimci bilim görüşüne; bilimin ta·
rak, krallık kunımunun bizzat kendisini rihsel süreç içinde artarak gelişen
ortadan kaldınn.a söz konusudur. Bir kümülatif bir bilgi oldugu, bilimsel iler-
isyan ya da başkaldın bir kralı tahttan leme sürecinin hep artan, ileriye dogru
indirebilii, ama bir devrim toplumsal gelişen, eskinin dogrulanna yeni dogru-
düzeni toptan ve temel li bir biçimde dö- lar katan bir süreç oldugu, bilimin düz-
nüşüme ugratır. gün dogrusal bir ilerleme süred sergile-
2 Öte yandan, devrim, diyalektik ve ta- digi tezine karşı geliştirdigi alternatif
rihsel maddeci görüşte özel bir anlam bilim anlayışı.
kazanmıştır. Buna göre, 2·a) devrim, Kuhn'un söz konusu devrimci bilim
diyalektik süreçte, antitezden senteze görüşüne göre, bilimsel bilgi düzgün
dogru giden hareket, yani olumsuzla- bir dogru boyunca ilerlemez, birikimsel
manın olumsuzlarunası anlamına gelir, bir süreç izlemez. Devrimci bilim anla-
çünkü sentez, şimdi niteliksel olarak yışı, bilirnde sapma ve zikzakların söz
yeni bir temel üzerinde oluşturulan konusu oldugunu, ve devrim sözcügüy-
yeni bir tezdir. le ifade edilebilen bürük gelişmeler ya-
Yine aynı Marksist terminoloji içinde, şandıgını savunur. Bilim sürekli olarak
fakat bu kez 2·b) toplumsal anlama için- ilerleyen, bir önceki aşaması bir sonraki
de devrim, üretimi belirleyen ilişkiler­ aşamasına katılan dogrusal bir gelişme
deki niteliksel bir degişmeyi, örnegin göstermez, paradigmal bir gelişme ser-
feodalizmden kapitalizme dogru olan giler. Yani, bir çerçeve içinde önce dış
Dewey, John 229

sınırlara ulaşıiır, aına sonradan bu çerçe- Bu yogun ve derin düşünce, çevremiz-


venin yerini bir başkası alır. Başka bir deki birtakım degişiklikler sonucunda,
deyişle, Kuhn'un bilim görüşüne göre, gelecekteki eylem ve davranış biçimi-
olagan bilim döneminin ardından, ano- mizle ilgili bir kuşkuya, tereddüte düş­
maliler, nonnal yoldan açıklanamayan tügüınüz zaman karşılaştıgımız bir so-
uyuşmazlık ve uygunsuzluklar arttıgı runla birlikte ortaya çıkar. Buna göre,
zaman, yürürlükteki paradigmarun yeri- yogun ve derin düşünce, arınanda yo-
ne başka bir paradigmanın geçirilmesiy- lunu kaybetmiş bir adam için, ormanın
le birUkte, bilirnde bir devrim gerçekleşir. dışına çıkma sorunu ile bilim adaını
Dewey, John. 1859-1952 yılları arasında için, insanın dokusunun niçin canlılıgı­
yaşamış olan ve aletçilik olarak bilinen nı kaybettigi, denizde neden gelgit ha-
felsefe akımının kurucusu ünlü Ameri- reketlerinin meydana geldigi problemi
kan filozof ve egitim kuramcısı. Char- ile karşılaştıgı anda ortaya çıkar. Birin-
les Sanders Peirce ve William James'ın ci durumda günlük bir çevre, ikinci du-
görüşlerinin bir sentezini yapmış olan rumda ise bilimsel bir çevre ile karşı
Dewey, pragmatizmi, mantıksal ve karşıya gelişimiz söz konusudur.
ahlaki bir analiz teorisi olarak geliştir­ Ormandaki adanun üzerinde kararsız
miştir. Temel eserleri: Problenıs of Man olduğu eyleın, onun ormandan çıkması
[İnsanın Soruıı.lan], Studies in Logical The- sonucunu doguracak olan bir yola gir-
ory [Mantık Teorisiyle ilgili Araştınna­ mesi olayıdır. Bilim adaırurun üzerinde
lar], Freedam and Culture [Özgürlük ve kararsız oldugu eylem ise, olayları nasıl
Kültür], Hunıım Nature aııd Condııct [İnsa­ önceden kestirecegi ve bunun için uy-
nın Dogası ve Davranışı], Huw we gulaması gereken gözlemlerle ilgilidir.
Think? [Nasıl Düşünüyoruz?]. Bilgi dogru tasarım ya da varsayımlar­
Temel ilgi/er: Felsefeye, doga bilimlerinin dan ibaret olan bir şeydir ve b':'rada, ta-
ve sanabn temel tezlerine dair fikirleri, sarım ya da varsayımlar, kendileriyle
sosyal ve kültürel kurumlarla ilgili gö- araştırmamızın kaynagını oluşturan
rüşleri açıklıga kavuşhırma, insan yaşa­ problemin çözümünü araştırdıgımız
mııu ve toplumunu etkileyen inançları birer araç işlevi görürler. Dewey'nin tcr-
analiz etme görevini yükleyen Dewey, minolojisine göre, onlar bir amaca ulaş­
dogayı ve bilen insan zilınini birbirinden mak için kullandıgımız araçlardır. Bu
ayıran geleneksel bilgi anlayışına karşı amaç ise, bilgidir ya da problematik bir
çıkmış, deneyemin çözülecek problemle- durumun çözümüdür. Söz konusu tasa-
ri ortaya koydugunu, pasif bir varlık ol- rım ve varsayunlar, özel ve belirli bir
mamak durumunda olan insanın dogayı anlam içinde, pratik geçerliligi olan var-
degiştirme ve dönüştürmeyi ögrendigi- sayımlar, kendileri sayesinde somut
ni savurunuştur. problemierin çözüme kavuşturuldugu
Bilgi görüşleri: Buna göre, Dewey insan araçlar du.
zihnini, doganın bir parçası, bir bölü- Din Konusundaki Görüşleri: Dewey, söz
mü gibi düşünür. Dolayısıyla bilgi, konusu aktif, eylemde bulunan insan
onda, dünyanın dönüşü, bir çocugun düşüncesini ve yaratıcı bir etkinlik ola-
doguşu, yemek yeme gibi, herhangi rak bilgi anlayışını, din görüşü ve egi-
dogal bir etkinlik olarak ortaya çıkar. tim felsefe~ine de yansıtmıştır. Dewey'e
insanla ilgili dogal bir olay oldugu için, göre, geleneksel din anlayışı, degişmez
bilgi, insan deneyimi içinde yer almak- dogmalar ve ahlak kurallanna inanç,
tadır. Dewey'e göre, insan deneyiminde insan zihnini kendisine kabul ettirilen bir
bilgi edinme eylemi, yalnızca düşün­ görüşe baglama. ve hapsetmeyle eşan­
meye başladıgımız anda degil, fakat lamlıdu. Bu tür bir inanç. insaıun hayal
yogun ve derin bir biçimde düşürune­ gücünün bir görüş edinme çabasını orta-
ye başladıgımız anda başlar. dan kaldınr.
2.30 dharma

Oysa gerçek bir görüş, düşünce özgür- şey, bu oluşun yasasıdu ki, söz konusu
Iügü ve bagunsızlık gerektirir. Dinin yasaya da, Budizmde yine dlıanııa adı
dogmalarırun, açıkça dogaüstücü olma- verilir. Etki tepki yasası olarak dharma,
salar bile, tdogalcılıga aykın olmalan dünyadaki varlıklan ve olaylan oldugu
çok muhtemeldir. Din ve dindarlık bu ol- kadar, davranışlanmızı da düzenler.
mamalıdır. Dindarlık, ona göre, doganın, Böylelikle, bu yasa bir tür ahlak yasasına
her türlü idealin kendisinden çıktıgı kay- dönüşerek, erdemli davraruşlara dayalı
nak ve o olmaksızın, amaçlar peşinde bir toplum düzeninin temelini oluşturur.
koşmaıun başanya ulaşamayacagı ko- dharma-cakra-pravartana. Buda'nın ög-
şullar oldugunu anlamaktan dogar. rencilerine verdigi ilk din ögüdü. Terim
Egitimle ilgili Görüşleri: Dewey'e göre, tdört temel dogruyla, tsekiz yolu içine
eğitim süreci çocugun ilgi alaniarım dik- alır.
kate almalı ve bunlann üzerine kunıl­ dışa saçiima [İng. explasion; Fr. explosion].
malıdır. Bu süreç, çocugun sınıf içi de- Postmodem düşünür Baudrillard'ın,
neyiminde, düşünme ile iş yapma postmoderni karakterize eden içe patla-
etkinliklerinin karşılıklı etkileşimine ma öncesi, modemi karakterize eden bir
imkan saglamalıdır. Okul küçük bir top- süreç olarak tanımladıgı egilim. Mo-
luluk gibi örgütlenmelidir; ögretmen dem dönemde, başta bilim ve teknoloji
belli bir ders ve okuma dizisini gerçek- olmak üzere, malların üretimirün, dün-
leştirmek için ögrenciyi görevlendiren yayı sömürgeleştiren kapitalizmin, ula-
bir ustabaşı degil, ögrencilerle birlikte şım ve üretim tarzlannın, adeta büyük
çalışan bir rehber olmalıdır. Egitimin bir patlamayla, ologanüstü büyük bir
hedefi, çocugun varlıgırun her yönü ile hızla yayılımı, dallanıp hudaklanma
gelişmesidir. egiliın ve süreci.
dharma. Budist ögretide, birleşerek var- dışavurum [İng. expression; Fr. ex'pression;
lıgı meydana getiren nihai ve en küçük Al. ausdruck] Ruhsal olay ve yaşantıla­
parçaaklara verilen ad. rın, belirli gösterge, sembol ve betimle-
Bu anlayışa göre, sonsuz sayıda dharnıa melerle dışlaştırılması, ifade edilmesi;
vardır ve d/ıamıalar cansız parçaaklardır. Husserl'de, bir düşüıune ediminin noe-
Budizınde, canlı ve cansız tüm yaratıkla­ ınatik ve nesnel anlamını somutlaştı­
rın, daglann, taşiann bu türden küçücük, ran ve gösteren bir sembol.
cansız dharnıalann bir araya gelmesiyle dışavurumculuk [İng. expressionism; Fr.
oluşıugu kabul edilir. Varlık, Budizme e.rpressionisme]. tEstetikte, sanatçırun ya-
göre, küçücük dhannalardan oluşmuş bir ratma sürecinin temelde, dışavurumsal
görüntüdür. Dlumna, sürekli ve kalıa bir bir eylem ve sanatçının izlenimlerini,
şey degildir; oluşan, sonra yeniden yok duygularını, sezgilerini ve tavırlarını
olan kısa süreli bir görüntüdür. açıga çıkannasından ve gözler önüne ser-
Evrende, kalıcı, sürekli bir varlık bulun- mesinden oluşan bir süreç oldugunu sa-
madıgıru, yalruzca, sürekli bir çevrim, vwıanakım.
dhamıaların aralıksız bir oluş ve yokoluş Sanatın temelinin, bir nesne ya da
süred bulundugunu öne süren Budist ög- üründen çok, sanat eserini yaratanın tec-
retiye göre, dhrmnarun oluş ve yokoluş rübeleri ve hisleri oldugunu öne süren
süred, rasgele ve gelişigüzel olmayıp, bir anlayış olarak dışavurumculuk, sanat
neden sonuç ilişkisine baglıd~. Her dhar- eserinin degerinin, söz konusu yaratıc
ma, kendisinden önceki başka dlurmıala­ nıhun tazeligi, bireyselliği, özgünlügü
nn oluşturdugu koşullar ve ortam içinde ve içtenligi tarafından belii"Iendigini, sa-
bir kurala bagh olarak ortaya çıkar. Etki natçının gerçeklige baglı kalmak, izleyi-
tepki yasası uyannca, herşey birbirine ci ya da dinleyicisinin hoşuna gitmek
kaçmdmaz bir ilişkiler agıyla baglan- gibi bir sorumlulugu bulunmadıgııu
rıuşhr. Bu süreç içinde kalıcı olan tek öne sürer.
dışsalcılık Bl

Yirminci yüzyılın başlangıcında, izle- rine baglanan şeyler, birbirlerinin tü-


nimcilige bir tepki olarak dogan dışa­ müyle dışında olup, birbirlerinden tü-
vurumculuk, dış dünyanın insan üze- müyle farklıdır. Örnegin, bir masa ve
rindeki etkisini belirtmek yerine, dış bir insan birbirinden farklıdır ve onlar
dünyanın ifadesini sanatçının kendi du- arasındaki bagmtı, söz konusu farklılık­
)'arhgına uydurmaya çalışan, dünyanın tan meydana gelir. İnsanın masadan
sanatçı duyarlıgma uydugu şekilde olan farklılıgı, ne insanın ne de masa-
canlandınlmasını teınele alan ve anla- nın bir parçasıdır. Buna karşın, 2-b)
tım yogun.luguna öneın veren sanat akı­ ılı ml ı dışsal cı/ık, birbirlerine baglanan
mına karşılık gelir. şeylerin, birbirlerine benzer olmaktan
dış dünya [Os. harici alem; lng. extemnl çok, birbirlerinden farklı oldugunu sa-
world; Fr. monde aterieur; Al. ausserrwelt]. vunur. Görüş, şeyler arasındaki bagın­
Genel olarak, içebakışla kavranan yaşan­ tıların, onları birleştirmekten çok, bir-
b ve zihin hallerine, bilince karşıt olarak, birlerinden ayırdıginı ya da onları bir
aktüel ya da mümkün duyualgısıyla araya getirmekten çok, birbirlerinden
kavranan nesnelerin, olgu ve ulaylann, ayrı tuttugunu dile getirir.
ideal bir çerçeve içinde öngörülen bü- 2 Metodolojide, bir konuyu, bir disipli-
tünlügü. İnsan zihninin dışında, insan ni, kendi iç dinamikleri ya da mekaniz-
zihninden bagımsız olarak varolan nes- maları yoluyla degil de, onu etkileyen
nelerin, fenomenlerin, olaylann, nesne- ya da belirleyen dışsal faktör, içinde
ler arasındaki ilişk,jlerin ve etkileşimie­ bulundugu kültürel baglam aracılıgıy­
rin oluşturdugu bütün. la ele alan yaklaşım.
Dı~ dürıya problemi ise, felsefede, sobah Ömegin, bilim söz konusu oldugunda,
bir odada otururken, sahip oldugu tek dışsalcı yaklaşım, bilimi rasyonel bir faa-
kesinligin, cisimsel olmayan, biricik bi- liyet olarak degeriendiren ve onu yine bi-
lincin varoluşuyla ilgili kesinlik oldu- limle açıklayan içsel yaklaşunın tersine,
gunu, yalnızca 'Düşünüyorum, o halde bilimin irrasyonel yanı üzerinde durup,
vanm' diyebildigini belirten tDescartes bilimi, içinde gelişti& ve etkisi alhnda
tarafından orta}'a ahlan probleme kar- kaldıgı kültürel baglamı içinde ele alır.
şılık gelir. İnsanın kendi bilincinden Başka bir deyişle, bilimsel gelişmenin
hareketle, bilinçten kendisinin dışında­ kendi iç manbgı üzerinde yogunlaşmak
ki varhga nasıl geçebilecegini, onun yerine, bilimsel gelişmeyi toplumsal,
kendisinin dışındaki şeyleri ve insanla- ekonomik, siyasi ya da dini koşullara
n içeren bir dünyayı bilip bilemeyece- baglayan dışsalcı yaklaşım, böyle bir gi-
gini, bilirse eger, nasıl bilebilecegini rişim iç1nde psikoloji ya da sosyal bilim-
gösteıme problemini ifade eder. lerin tekniklerini kullanır. Böyle bir yak-
dışiaştırma [İng. externalisation; Fr. laşımın en önemli temsilcileri, T. Kuhn,
exteriorisation; Al. veriiusserlichung ]. Zih- P. Feyerabend ve M. Hesse'dir.
nin, duyumları, dış dünyadaki gerçek 3 Dogruluk teorisinde, dünyanın zihin-
nesneler olarak görme egilimi. Duyu ve- den bagımsız nesnelerden meydana
rilerinin dış dünyaya yansıtılması eyle- geldigini, dogrulugun ise, bizim bu nes-
mı. nelerle ilgili düşünce ya da yargıları­
dış salcıhk [Lıg. externalism; Fr. externa- mızla onların kendileri ve çeşitli halleri
lisme]. ı Metafizikte, bagıntıların şeyle­ arasındaki bir tekabüliyete dayandıgıru
ri, birbirlerini tümüyle dışiayacak şe­ öne süren anlayış. 4 Epistemolojide, ki-
kilde, birbirlerinden ayırdıgını söyle- şinin inancını haklılandaran ve temel-
yen görüş. lendiren şeyin salt içsel haller oldugu-
Biri aşın, digeri de ılunh olan iki ayn nu öne süren içselciligin tersine, inancın
dışsalcıhktan söz edilebilinir. Bunlar- sahibi olan kişinin içsel halleri dışında­
dan 1-a) a~ırı dı~salcılıja göre, birbirle- ki faktörlerin hesaba kahlması gerekti-
232 dıtsallık

gini, bilgi için önemli ol2n şeyin dognı didaktik [ing. didactics; Fr. didnctique; Al.
inancın güvenilir bir süreçle oluşturul­ di daklik ]. 1 Ogretime ilişkin ya da ögre-
ması oldugunu öne süren nedensel bilgi tim amaçlı anlamına gelen sıfat. Egiti-
teorisi görüşü. min, egitim ve ögretim yöntemlerini
5 Zihin felsefesinde, zihin hallerinin konu alan dalı, ders verme taktigi ya da
mahiyel;nin bireyin dışındaki millahaza sanatı, ögretim yöntemlerine ilişkin in-
ya da etkenlere, ömegin çevreyle ilgili celeme.
o lgulara baglı oldugunu öne süren öl';re- 2 Daha özel olarak da, teoloji ve dinde,
ti. 6 Ahlak felsefesinde, ahlaki inançların dini ögretinin temellerini, temel ilkele-
kendi içlerinde güdüleyici bir boyutu ol- rini konu alan egitim türü.
madıgını öne süren görüş. Diderot, Denis. 1713-1784 yılları arasın­
dışsallık [İng. exteriority; Fr. exteriorite; da yaşamış ve uzun yıllar Aydınlan­
Al. A11esserlichkeit]. Sagduyu verealist bir manın temel eserlerinden biri olan An-
episteınoloji tarafından, nesnelere yükle- siklopedinin editörlügünü yapmış olan
nen, insan zihninin dışında, insan zihnin- ünlü Fransız filozofu.
den bagımsız olma özelligi. Varlık konusunda dogaya ilişkin ola-
dianoia. Genel olarak tanımlandıgında, rak maddeci bir yorum getirmiş ve du-
llkçag Yunan felsefesinde, düşünme e- yumcu bir bilgi görüşünü savunarak,
dimi ya da yetisi. dış dünyaya ilişkin bilgide duyuların
Dianoia tPiaton'da, doxa, yani inanç, rolünü vurgulamış olan Diderot, bilim-
sanı ya da kanaat ile noesis, yani gerçek sel araştırmada gözlemi ön plAna çıkar­
sezgisel bilgi arasında kalan tdiskürsif mış ve dogada tek bir nedensel ilkenin
bilgi anlamına gelirken, Aristoteles'te, iş başında oldugunu iddia ederek de-
kavramlar arasındaki farklılıkları yaka- neysel bilimin kaçınılmaz oldugunu sa-
layan, bu farklılıkları birleşimlerde ve vunmuştur.
ilişkilerde görebilen entellektüel faali- Onun varlık görüşü, yaşadıgı döne-
yeti ifade eder. min dogalcılanyla fizyologlarının araş­
t Aristoteles'te dianoia, sırasıyla bizzati- tırmalarına dayanır; buna göre, Dide-
hi kendisi için istenen bilgi türleri ola- rot'da maddeyi, çok yapılı, canlı bir
rak tlıeoria ve episteme'ye, telchne (bir şey varlıga yakın bir bütün olarak tasarla-
meydana getirmek için kullanılan bilgi- yan maddeci bir bireilik söz konusudur.
ye) ve phronesis'e (eyleme yönelen bilgi) Maddi bir yapıda olan töz, moleküllere
ayrılır. Dianoia, bundan başka, mantık bölünebilir olan farklı ögelerden meyda-
üzerine olan eserlerinde, Aristoteles ta- na gelmiştir. Maddenin hücreli bir yapısı
rafından tasımsal takılyürübne anla- oldugunu, tüm canlı varlık türlerinin bir-
mında kullanılıqıştır. takını gelişme evrelerinden geçtil';ini öne
dietum de omni et nullo. Klasik mantık­ süren Diderot, ayru zamanda Darwin'in
ta, Barbara ve Celarent tasımlarının te- evrim teorisinin öncülügünü yapmıştır.
melinde bulunan ve Aristoteles'e atfedi- Dideroı. siyaset felsefesi açısından tam
len 'Ya hep ya hiç kuralı'. bir mutlakiyet düşmanı olmuş ve bir
Bütün bir sınıf ya da tür hakkında tas- dizi reform planlamışbr; din konuswıda
dik edilen (ya da inkAr edilen) şeyin, bir ise, önce deizmden kuşkuculuga ve daha
parça için de tasdik edilebilir (ya da inkAr sonra da ateizme yönelmiştir. O, ahlak
edilebilir) oldugwıu; bir cinsle bulunan görüşünü iki büyük 'dogal içgüdü' iize-
bir özelligin, o cinsin bütün terimlerinde rine, mutluluk ve yardımseverlik üzerine
bulunmak durumunda oldugwıu; bir kurarak, ateizmle erdemi bagdaştırmaya
dnste bulunmayan bir özelligin, o cinsin çalışrruşbr. Akla oldugu kadar içgüdüle-
diger terimlerinde de bulunamayacagı­ re de dayanan bu ahlak anlayışı, onun
nı; bir özelligin, cirıse ait tilrlerin ya hep- sanat anlayışını da temellendirir. Ona
sinde olacagıoı ya da hiçbirinde olama- göre, sanatın görevi, 'erdemi sevdinnek,
yacagınıma dile getiren kural. insanı ahlaki zaaflardan kurtannak'br.
dikey düŞünce 2.33

differance. Fransız postyapısalcı düşü­ miş oldugu Fransızca terim: Dilin anla-
nürü Jacques tDerrida'ıun, ylkmaya ya nuyla ilgili çatışmaya tekabül eden farklı­
da aşmaya kalkışb~ı Batı metafizi~inin lık, dil oyunlan veya farklı söylem fornı­
temelinde bulundu~una inandı~ı öz- lan arasındaki mukayese edilemezlik
deşlik ve mevcudiyet düşüncesini karı­ noktalan, bir dil oyununda bir oyuncu-
şıklık içine itmek amacıyla, Saussure'le nun sesinin kısılması durumu, imkansız
yapısalcı dilbilim üzerine olan araşb.r­ olsa bile, rasyonel bir çözüm talebinde
malarının ışı~ında, 1968 yılında geliş­ bulunan çatışmalar.
tinniş oldu~u kavram. Farklı dil oyunlannın bulundu~unu
Saussure dili en genel şekliyle, pozitif öne süren Lyotard'a göre, bu dil oyunla-
terimleri olmayan bir farklılıklar sistemi rı mukayese kabul etmeyen pratiklerdir.
olarak tanımlarruştı. Denida'ya göre, bu Bununla birlikte, bu dil oyunları ya da
çok önemli dil tanımının tüm içerimleri, söylem formlarının birlikte varoluşu
ne Saussure'ün kendisi, ne de daha son- zorunlulukla ihtilAfa, çatışma ve tartış­
raki postyapısalcılar tarafından yeterin- maya yol açar. Lyotard, işte bu ba~lam­
ce farkedilebilmiştir. Pozitif terimi ol- da hem kapitalizmin modem enfonnas-
mayan farklılık, dildeki bu boyutun yon teknolojisinden yararlanarak farklı
algılanmadan kaldı~ı ve dolayısıyla söylemleri birömekleştirdi~ini, farklılık
kavramsallaştırılımaz oldu~u anlamına ve çatışmaları gözden kaçırdı~ını ve
gelir. İşte Denida bu saptamadan hare- hem de bizim bu farklılıkları teşhis edi-
ketle, farklılı~ın, mümkün hale getirdi~ şimizin kapitalizme direnme anlamına
Bab metafiziksel düşüncesinin kapsamı geldi~ni söyler.
dışında kalanın prototipi, veya yetkin differentia specifica. Türsel ayının, yani
ifadesi oldu~u sonucuna ulaşır. bir türü aynı dns içindeki di~er türler-
Gündelik yaşamda insanlar, hiç kuşku den ayıran temel, özsel özellik için kul-
yok ki, farklılık ya da farklılıklardan söz lamlan Latince terim. Örne~in, insanı
ederler. Öme~n, biz belli nitelikleri olan aynı cins içindeki di~er hayvan türle-
A'nın başka niteliklere sahip B'den farklı rinden ayıran öz.sel özellik akılhlıktır.
oldu~unu söyleriz. Bunu söylerken de, Buna göre, akıllılık, insanın türsel ayı­
istenildi~i takdirde, bu farklılı~ı meyda- nmını, yani d~fferentia spec~ficasıru mey-
na getiren nitelikleri saymaya hazır oldu- dana getirir.
~umuzu beyan ederiz. Fakat bu farklılı­ dikaiosyne. tPlaton'da, bütün bir toplum
~a pozitif terim yüklemek, onu pozitif düzenin adil olması durumu, adalet er-
terimlerle kavramsallaşbrmak ve tarum- demi, özellikle de filozof krallarda söz
laınakhr. Bununla birlikte, bu, Saussu- konusu olan bir tür içsel do~ruluk du-
re'ün sözünü etti~i pozitif terimlerden yuııu, neyin yapılıp neyin yapılmaması
yoksun, kavramsallaştırılabilir olmayan gerekti~ini otomatik olarak bilme hali
farklılık de~ldir. Derrida işte differance'ı, için kullanılan terim.
özdeşlik düzenine dahil edilemeyen Platon'un insan ve ruh anlayışında,
kavramsallaşbrılamaz farklılı~ı sa~du­ bütünlüklü, birlikli ve üstteki parçanın
yunun kavramsallaşbrılabilir olan fark- koydu~u ilkelere uyan üç parçalı bir
lılı~ından ayırd edebilmek için uydur- ruhun, parçaları arasında tam bir uyu-
muştur. Farklılık bir özdeşlik olmadı~ı rnun ve düzenin olması hali.
gibi, iki özdeşlik arasındaki farklılık da dikey düşünce [İng. vertical thought; Fr.
de~ildir. Farklılık ertelenen ve yayılan, pensle verticale]. Fransız düşünürler Gil-
anlanu mümkün kılan bir farklılıktır. les Deleuze ve Felix Quattari'nin klAsik
differend [Ing. differend]. Postmodemiz- Batı felsefesini karakterize ettiklerine
min en önemli düşünürlerinden biri inandıkları, özdeşli~i temel alan 'a~aç
olan Lyotard'ın dil oyunları, dilin anla- benzeri' hiyerarşik düşünce yapısı için
mı, söylem formlan ba~lanunda geliştir- kullandıklan deyim.
dikkat

Teınel kategorileri birlik, özdeşlik, özne, di! [Os. li san; İng. laııgııage; Fr. langage; Al.
nesne, fail, nedensellik, temsil olan bu spraclıe ]. Belirli ve standart anlamlan
düşünce özellikle a~aç e~retilemesine olan sözcüklerden ve bir iletişim yönte·
dayanıp, gerçek1i~i bir ilk kökten türetir, ıni olarak kullanılan konuşma formla-
dikey bir düzlemde hiyerarşik bir yapı­ rından meydana gelen yapı ya da
lanmayı yansıtır. Deleuze ve Quattari'ye bütün. Birbirleriyle karşılıklı olarak, sis-
göre, özellikle Platon, Descartes ve Kant tematik bir ilişki içinde bulunan ve söz·
felsefelerinde aşikar hale gelen bu felse· cük düzeyinde uzlaşım yoluyla oluşan
fenin alternatifi, Nietzsche'yle başla· bir anlama sahip olan birimlerden mey-
ınış olan ve kendileriyle devam etti~i­ dana gelen sistem.
ne inandaklan farkldık felsefesesi ya da Duygulan, düşünceleri, seçimleri açık·
yatay düşüncedir. . ça göstermeyi mümkün kılan her türlü
dikkat [Os. sarft zilıin; Ing. attention; Fr. işaret sistemi olarak dil, bilinç içerikleri·
attention; Al. aufmerksanıkeit]. Zihnin faa- ni, duyguları, arzuları, düşünceleri tu-
liyetinin, tüm di~er nesneleri dışlayarak.
tarlı bir anlam çerçevesi ya da modeli
belli bir nesne ya da olay üzerinde yo-
~unlaştınlması. Düşünce, algı ve kav-
içinde ifade ebne yolu ya da yöntemini
tanımlar.
rayış türünden zihinsel yetileri, başka
uyaranları tümüyle bir kenara atarak,
dilbilim (İng. linguistics; Fr. linguistics; Al.
yalnızca belli uyaranlar üzerinde yo- linguistik, sprachwissensclwft). Dili bir sem·
~unlaştırma gücü. boller sistemi olarak gören ve dilin niteli-
Birçok nesne arasından belli bir nesne· ~ini, yapısuu, ö~elerini ve dilin geçirdiAi
ye, çevredeki birçok uyaran arasından dönüşümleri inceleyen bilim dalı.
yalruzca küçlik bir uyaran kümesine Dilin yazılı metinlere yansıyan tarihsel
od.aklanmakla belirlenen seçicilik özelli· gelişimiyle ilgilenen filolojiden farklılık
~i, dikkatin en temel özelli~idir. Dikka· gösteren dilbilim, dili ı belli bir zaman-
tin, biri irddi dikkat, di~eri ise iradi olma- daki durumuyla, 2 geçirdi~i evrim açı­
yan, kendiiilinden dikkat olmak üzere, iki sından inceler ve dilin yapıs1yla ilgili
türü vardır. Birincisinde, özne, bir nes· genel bir teori oluşturmayı ya da dille-
neyi daha iyi algılamak, mantıksal bir rin incelenmesi için genel bir teorik çer-
ilişkiyi daha iyi kavramak amaoyla, çeve oluşturmayı amaçlar.
yani belli bir niyetle, belli bir çaba sergi· dilci felsefe [İng. linguistic plıilosophy; Fr.
leyerek, belli bir şey üzerinde yo~unla­ philosoplıie linguistique]. Felsefe problem-
şır. İkincisinde ise, özne tarafında özel lerini dilin çeşitli kullanımlarını incele-
bir çabanın ve amacın varlı~ından söz yerek çözmeyi amaçlayan felsefi tavır;
edilemez; burada belli bir nesne, belli bir felsefi problemJerin özünü ve yapısını,
uyaran kümesi yenili~iyle, ilginçli~iyle, gündelik dili analiz etti&miz zaman
özgünlü~üyle öznenin dikkalini çeker.
daha iyi anlayabilec~ savunan an·
dikotomi [Yun. diklwtomia; İng. dichotonıy; layış, dilin gündelik kullanımlarına uy·
Fr. dichotomie]. ı Genel olarak, şeylerin,
mayan antabmlan anlamsız sayma yön-
nesnelerin, özelliklerin birbirlerinden
çok temelli bir biçimde ve birbirlerine temi.
indirgenemezcesine farklı oldukları dü- Dilin, dış dünya ile resimsel bir ilişki
şünülen iki temel parçaya bölünmesi. 2
içinde olmadı~ı gibi, birebir bir tekabü·
Özel olarak da mantıkta, türsel ayınını liyet içinde de bulunmadı~ını; insan-
dikkate alarak, şeyleri cins ve türe göre dan ba~aınsız olarak varolan olgulara
bölme ya da cins ve tür ilişkisi içinde sı­ ad verme eylemi sırasında oluşturul­
nıflama işlemi. Cinsin, her adunda, nes· muş anlamlar sistemi olmadı~mı öne
nelerin belli bir türsel ayıruna sahip süren dilci felsefeye göre, dil çok özel ve
olup olmamalanna göre, türlere bölün- gelişmiş bir araç olup, çeşitli görevleri
dü~ü bir bölme tarzı. olan sözcüklerle türnceler anlamlarını
dilde reform 235

kullanıldıkları baglamlardan alırlar. Bu c!egil de, gerçeklikle dogrudan ve aracl-


nedenle dilci felsefeye göre, sözcüklerin sız bir temastır, zira dil ya da dilsel
ve tümeelerin anlamlarının, sözcüklerin ifade, bize yalnızca görünüşü, az ya da
kullanımını belirleyen kural, alışkanlık çok çarpıtılmış perspektifleri verir. Bu-
ve uzlaşımlar baglamında ele alınması na karşın, 2 filozofların çok büyük bir
gerekir. çogunlugu, dille ilgili hoşnutsuzlukları­
Başka bir deyişle, yalnızca gözle görü~ na ragınen, dilden vazgeçmeye kalkış­
le ni aniatma ya çalışan dilin dogası ge- mamıştır. Bununla birlikte, bu filozoflar
regi, sembollerin, gündelik kullanımla­ zaman zaman dilden yakınarak, dildeki
rın ötesine geçmenin imk~nsız ol- eksiklik ve kusurları giderecek adımlar
duğunu, dili kullanarak, dilin ötesine atmaya çalışmış, yani dilde bir reform
geçmenin metafizik yapmaktan başka yapma işiyle meşgul olmuşlardır.
bir şey olmadıgını savunan dilci felse- Dilde bir reforrna giden bu filozoflar
fe, felsefenin geleneksel problemlerinin, iki gruba ayrılırlar: 2-a) Birinci grupta,
gerçeklikte bir temeli olmayan, fakat nonnal dilin, gündelik dil ve konuşma­
dilsel karışıklık ve yaniışiara dayanan nın felsefi amaçlar için son derece
sözel ya da sözde problemler oldugunu uygun oldugunu, yanlışın ya da prob-
iddia etmiştir. Bize dünya hakkında bi- lemin gündelik dilden uzaklaşmaktan
limsel ya da metafiziksel bir bilgi vere- ya da ayrılmaktan kaynaklandıgıl)ı sa-
meyen felsefenin görevinin kavramsal vunan filozoflar yer alır. Bu tür bir tav-
analiz ve kavramiann anlamlarını açık­ rm, Locke'a dek uzanan çok çeşitli ör-
lıga kavuşturmak oldugunu öne süren nekleri vardır. Fakat, bu tavır esas
ve tWisdom, tR yle ve tWittgenstein ta- çagıınızda bir felsefe akunınm, gündelik
rahndan savunulan dilci felsefe anlayı­ dil felsefesinin temeli yapılmıştır. Başka
şı, böylelikle felsefe problemlerini tüm- bir deyişle, bu tavır en güçlü ifadesini
den ortadan kaldırmayı amaçlar. Wittgenstein'ın ikinci dönem eserlerinde
dilde reform [İng. reform in the langıırıge; bulur.
Fr. reform dans le langage]. Dil filozofun Buna göre, tWittgenstein felsefenin
en temel aracı oldugu, felsefe de diger hemen hemen tüm problemlerinin fil~
disipliniere kıyasla çok daha yogun bir zoflann 'bilmek', 'görmek', 'özgürlük' ve
biçimde sözel bir etkinlik olarak ortaya 'neden' gibi terimleri yanlış kullanınalan
çıktıgı, ve sözel tartışma filozofun dü- olgusundan kaynaklandıgını savwunuş­
şüncelerini sınamadan geçirdigi labora- tur. Filozoflar, bu terimlerin alışılmış,
tuvara tekabül ettigi için, filozofların normal kullanım ve anlamlanndan, yer-
dildeki çok anlamlılık ve belirsizlik tü- lerine makul bir şey geçirmeksizin, uzak-
ründen eksik ve kusurlara karşı duyarlı laşmışlar ve böylelikle, başka insaniann
olması ve bu kusurları gidermek, · dili ne düşündüklerini ve ne hissettiklerini
geliştirmek için programlar önermesi bilip bilemeyece~, fiziki nesneleri
tavrını ifade etmek üzere kullanılan görüp göremediğimiz, bir insaıun bir
genel terim. şeyi özgürce yapıp yapamayacagı türün-
Buna göre, filozofların dille ilgili yakın­ den konularda aşılmaz güçlükler içine
ınalan iki farklı şekilde ortaya çlkmış­ düşmüşlerdir. Ona göre, filozofun göre-
tır. Bunlardan 1 ilkine göre, tPlotinos ve vi bir terapistin görevinden hiç farklı de-
tBergson örneginde oldugu gibi mistik gildir. Filozof, bizim hangi adımlardan
bir sezginin savunuculugunu yapan fi- geçerek anlamsızlıga düştügümüzü gös-
lozoflar, dilin hakikatin ifade edilmesi termeli, bizi sözcüklerin normal, alışıl­
bakımından yetersiz oldugunu öne sür- mış bilinen anlamianna geri götürmeli-
müşlerdir. Bu düşünürlere göre, haki- dir.
kate errnenin, mutlak gerçeklige ulaş­ Öte yandan, 2-b) bazı filozoflar da, söz
manın yolu rasyonel düşünce ve dil konusu gündelik dil filozoflarından
236 dilde temel etkenler

farklı olarak, esas güçlügün nonnal olduğu kabul edilen dil felsefesiyle ilgi-
dilin belirsizliginden, çok anlamlılıgın­ li araştırmalar pu sorulara yanıt getir-
dan, her zaman bir baglama baglı ve meye çalışır:(Sembolizmin en genel
göreli oluşundan ve açık olmayışından
dolayı, felsefi amaçlar için uygun olma-
-
özellikleri nelerdir? Dilin kendisi nasıl
tanımlanmak durumundadır?
·--·--· --··--._
Dilin
ması gerçeginde yaıııgını savunmuş­ özü nedir? Iletişim nei:lir? Iletişim ya
lardır. Bu grup filozoflar arasında ise, da anlam iletişimi nasıl mümkündür?
tLeibniz, tRussell ve tCarnap gibi filo- Bir dilsel ifadenin belli bir anlamı olma-
zoflar yer alır. Sözü edilen filozoflar, sı ne ifade eder? Anlam nedir? Kaç tür
bundan dolayı, felsefi amaçlar için, söz anlam vardır? Çeşitli dillerin, ömegin
konusu eksiklik ve kusurların olmadıgı din dilinin, şiir dilinin, bilim dilinin,
bir dil geliştirmeyi temel görevleri ola- matematik dilinin, mirniklerin ya da
rak görmüşlerdir. bilgisayar dilinin belirleyid özellikleri
dilde temel etkenler [İng. basic facteurs in nelerdir? Dille bilgi, dille sezgisel kav-
language; Fr. facteurs bases dans le langa- rayış arasında nasıl bir ilişki vardır?
ge ]. İletişim ya da bildirişmenin dil ara- Dille gerçeklik, kavramla kavramsallaş­
cılıgıyla gerçekleşebilınesi için, bir bil- tınlan arasında nasıl bir ilişki bulunur?
dirişme baglamında işe karışan et- Dil hangi amaçlarla ve nasıl kullanılır?
kenler. Dil yetkinleştirilebilir mi? Dili yetkin-
Bu etkenler, sırasıyla 1 dili kullananlar, leştirmenin yollan nelerdir? Yetkin for-
2 göstergeler ve 3 göstergelerin dil dışı me! diller nasıl kurulur?
karşılıkları ya da işaret ettikleri nesne- Dil felsefesinin esas gelişimini yaşadıgı
lerdir. Buna göre, her dilde, ya da her bil- 20. yüzyılda, üç mihenk taşı veya ana ge-
dirişme baglamında, gösterge ve dildışı lişme dogrultusu birbirinden ayırd edile-
karşılık etkenlerinden başka, işe, gös- bilir: 1 Bunlardan birincisi Witıgenste­
tergeyi kullanan ve yorumlayanlar da in'ın çalışmaları ve filozofun ilk temel
karışır. Başka bir deyişle, bir gösterge, eseri Tractatus Logico-P/ıilosoplıicus'un ya-
hem karşılıgı oldugu dildışı bir nesne- yınlanması ile başlayıp, Russell ve Car-
nin, hem de onu bu nesnenin karşılıgı nap yoluyla Qııine ve ögrendsi David-
olarak anlayan ya da yorumlayan bir k;- son'a kadar uzanan dogrultudur. Ludwig
şinin, yani kullananın varlıgını şart Wittgenstein'ınTraclalus'ta geliştirmiş ol-
koşar. Buna göre, dili kullanan kişi, dugu anianun resim teorisi görüşünden
maksat ve niyetlerini, düşünce, inanç, yola çıkan söz konusu gelişme ve incele-
duygu ve arzularını, başkalarına göster- me dogrultusu, bir önermenin dogruluk
geler yardımıyla iletir. koşullan problemi ve anlam 1dogruluk
dil felsefesi [Os. felsefei lisdn; Ing. philo- ilişkisi olmuştur. Söz konusu yaklaşunın
sophy of language; Fr. philosophie d u lan- en önemli sonucu, onun anianun dogrula-
gage ]. Felsefenin, dili tüm boyutlan için- nabilirligi görüşüne gölürmesi ve dolayı­
de kavramsal bir analize tAbi tutan, sıyla da, analitik ve sentetik önermelerle
insanın dili kullanma etkinligi üzerinde normatif deger biçiri önermeler, olgu ve
yogunlaşan dalı. Dilin dogası,nı, köke- deger arasındaki ayrımı pekiştirmiş ol-
nini, yapısını ve anlam problemini fel- masıdır.
sefi analiz yöntemiyle ele alan bagımsız 2 Dil felsefesindeki ikinci ana dogrul-
araştırma alanı. tun un başında da, ikinci temel eseri
Dil felsefesi, göreli olarak yeni bir disip- olan Philosophical lnvestigations [Felsefi
lin ve bagımsız bir felsefe dalı olmakla Soruşturmalar ]'da, eski anlarnın resim
birlikte, geçmişte de filozoflar dil konu- teorisinden kullanımsal anlam kuramı­
suna egilmişler ve temelde dilin köke- na geçen Wittgenstein bulunut. Onun
niyle, dogası üzerinde dunnuşlardır. kaynaklıgı ettigi bu yeni yaklaşımın
Kurucusunun Alexander von tHumbolt kapsamı içinde J. L. Austin, P. Grice, P.
dil oyunu 2.37

F. Strawson ve f. Searle gibi düşünürler saglanz. Bu çerçeve içinde, dilin görev-


yer almaktadır. Daha ziyade dilsel kulla- leri, Searle'ün söz edimi teorisinden ba-
nunla ilgili problemler üzerinde duran gımsız olarak 1 bildirme görevi ve 2 bil-
söz konusu filozoflar, dünya ile dil ara- dirsel olmayan görev olarak iki başlık
sındaki ilişki konusunu tümden bir ke- albnda toplanabilir. Bunlardan bildirme
nara atmarnakla birlikte, esas anlam ile görevi, dilin inanç, tahmin ya da bilgile-
kullanım ilişkisini ele almış ve dilsel rimizi iletmek amaayla kuJianılmasın­
davranışın mahiyetini açıklamaya çalış­ dan oluşur. Bu, dilin temel görevi olup,
mışlardır. Söz konusu yaklaşurun temel dogru ya da yanlış degerini alabilen de-
kavramı 'söz edimi' kavranudır. yimlerle, yani önermelerle gerçekleşir.
3 Dil felsefesi gelenegi içindeki üçüncü Dilin bildirsel olmayan görevleri ise,
ana dogrultu N. tChomsky'nin temsilci- dörde ayrılır: 2-a) Daha çok ünlemlerin
ligini yaptıgı yaklaşımla belirlenir. Kul- üzerine aldıgı, herhangi bir duygusal
lanunsal anlam teorisinden ve dilin tepki ya da tavrımızı dışavurma göre-
amacının bildirişim oldugu düşünce­ vine dilin belirtme görevi adı verilir.
sinden vazgeçen Chomsky'nin dil anla- Buna karşın, 2-b) dilin, en çok emir ki-
yışının temelinde 'insanın sentaktik bir pinden cümlelerle, insan davranışlarını
hayvan oldugu' görüşü bulunmaktadır. etkilemek amacıyla kullanılması ise,
Chomsky'nin benimsedigi bu sentaktik dilin yaptırma görevini meydana getirir.
anlam teorisine göre, diHn özü sözdizi- Öte yandan, 2-d dilin 'Günaydın!', 'Na-
minden meydana gelir. Bu anlayış dilin sılsınız?', 'Rica ederim' gibi deyimlerle,
özünün sözdizimi oldugunu söylerken, insanlar arasındaki toplumsal ilişkileri
sentaks formunun insanda programlı başlatmaya, kolaylaştırmaya, yerine
olarak bulundu~nu ve dolayısıyla dil göre güçlendirme ya da yüreklendirme-
felsefesinin inceleme alanının bununla ye yarayan görevine ise, dilin törensel
sınırlanması gerektigini ifade eder. görevi adı verilir.
dil fenomenolojisi [İng. phenomcnology of Nihayet, d) dilin, 'söz vermek', 'yeınin
language; Fr. phenomenologie du langage]. etmek', 'kabul etmek', 'onaylamak' gibi
Diü fenomenler açısından incelerneyi deyimlerle ifade edilen ve dil araalı­
deneyen felsefe türü. gıy1a başkalarına herhangi bir istegimi-
Buna göre, çagdaş dil filozofu J. Aus- zi yaptırmaya çalıştıgımız görevine,
tin'in olgulara, fenomenlere ya da ger- dilin eylemsel görevi adı verilir.
çekligin deneyim ya tecrübesine eriş­ dillendinne edimi [İng. phatic act; Fr. acte
mek için izledigi yot gündelik dildi. phatique]. Ünlü çagdaş dil filozofu Aus-
Dolayısıyla, Austin felsefe yapma tarzı­ tin'in kuramında geçen düzsöz edimle-
na, 'dilsel çözümleme' yerine 'dil feno- rinin üç alt grubundan biri. Bir dilin söz-
menolojisi' adını vermeyi yeglemiştir. lügünde yer alan sesbütünlerini tonlama
dilin görevleri [İng. functions of language; yaparak ve o dilin gramerine, dil bilgisi
Fr. fonctions du langage]. Herhangi bir kurallarına uygun olarak sözcelemek,
düşüncenin, niyetin açıga vurulması, söz haline getirmek filli. Burada söyle-
dolayısıyla bir zihinden başka bir zihne nen şeye 'dillendirim' adı verilir. Dillen-
aktarılması amaana hizmet eden bir dirme edimi, anlamiandırma ediminden
işaretler sistemi olarak taıumlanan dilin farklı olarak, söylenen ile belirli bir şeye
yerine getirmek durumunda oldugu gönderirnde bulunmak gibi bir koşulu
fonksiyonlar. ıçermez.

Buna göre, dil yardımıyla inanç, dü- dil oyunu [İng. language game; Fr. jeu du
şünce, tasarı, dilek ve isteklerimizi baş­ langage]. Ünlü çagdaş düşünür Ludwig
kalanna ilettigirniz ya da bildirdigirniz tWittgenstein'ın ikinci dönem felsefesi-
gibi, bazı duygularımızı açıga vurur, nin en önemli kavrarru: Dilin farklı kural-
belli isteklerimizin yerine getirilmesini larla yönetilen ve farklı yaşam tarzıarına
dilsel analiz

bağlı olarak gelişen tavla, briç, basketbol lar ile ilgili bir soru kalmaz, çünkü dün-
benzeri farkJı oyunlar toplulu~na ben- ya ile ilgili olarak sorulabilecek tüm so-
zer bir biçimde kavramsallaştınlması. ruları özel bilimler sorup, yanıtlar.
Dili kullanma ile oyun oynama arasında O halde, sorular insan düşüncesiyle il·
bir analoji kuran Wittgenstein, bizim dav- gili olabilir. Bununla birlikte, düşünce
ranışıınızı her ikisinde de bir dizi kural dünyanın bir parçası olarak degerlen-
ya da uzlaşımın yönettigini dile getirir. dirilirse, bu takdirde düşüncenin de bir
Bu kurallar bizim hangi adımları atıp, bilimi olur, düşüncenin nasıl ve hangi
hangilerini atamayacaguruzı, hangi hare- etkenlerle ortaya çıktıgını araştıran, dü-
ketlerin başanlı, hangilerinin başarısız şüncenin oluşumunu açiklamaya çalı­
oldugunu ortaya koyar. Dilde ifade edi- şan bir bilim söz konusu olur. Öyleyse,
len her sözcük, kurulan her tümce, belli düşünce ile ilgili olarak sorulabilecek
bil' oyunda gerçekleştirilen her hareket, sorular, düşüncenin yorumu ile ilgili
Wittgenstein'a göre, bu ister dil olsun, sorular olmalıdır.
ister gerçek oyun olsun, yalruzca ilgili Düşüneeye ilişkin yorum, bir düşün·
oyunun kuralları ışıguıda yargılanabilir. ceye ilişkin analizden, şu ya da bu dü·
Buna göre, dil oyunJan farklı kural ve uz- şünceyle anlatmak istedigiıniz şeyin
laşnnlarla yönetilen dilsel pratiklerdir. belirlenmesinden oluştugu için, bilim-
Bu pratiJder, dilin, öykü anlatrna, bilim sel bir problem degildir. Düşünceyle il-
ve felsefe benzeri özgül !<.ullanım türle· gili bir analiz, buna göre, ya düşünceyi
rinde ve özgül toplumsal baglamlarda ifade etmek için kullanılan sözcükleri
gerçekleşir. Wittgenstein'ın bakış açısın­ ya da düşünceyi meydana getiren kav-
dan dil oyunları kavramı, kUisik felsefe- ramları konu alan bir analiz olacaktır.
nin problemlerinden büyük bir ço~u­ Demek ki, felsefenin temel problemi,
Aıınun, bir dil oyunundaki hareket ya da anJam problemidir.
adımlaru1, diger bir dil oyunun kuralla- Felsefeye düşen görev, teriınlerimizin ya
nyla yargılamanın sonucu oldugunu da terimlerle ifade edilen kavramlan ana-
gözler önüne senneye yarar. liz etmektir. Buna göre, bir filozpf 'kişi
Onun ikinci döneminin en önemli eseri nedir?' diye bir soru sordugu :zaman, ne
olan Philosophical lnvestigations [Felsefi belli bir insanla ilgili dogrulan, ne de
Soruşturmalar]'da ortaya konan dil o- genel olarak insanlıkla ilgili bilimsel dog-
yunu kavramı, aynı zamanda dilin göre- rulan bilmek ister. O yalnızt-.a bir kişi ol-
liligi ve evrenselleştirilemeyen boyutu- manın ne oldugunu, bir şeyi öm~n bir
nu ortaya koyarken, Tractatus'ta ifade hayvan degil de, bir kişi yapan şeyin ne
edilen dil görüşünün ya da dilin sadece oldugunu ögreıuneyi amaçlar. Buna göre,
tek bir oyunu oynamak, yani olguları o kişi sözcügünün ne anlama geldi~ so-
resmetmek için kullanıldıgı kabulünün rusunu sormaktadır.
yanlışligını ortaya koyar: Genel bir dil dilsel tan1m [İng. verbal definition; Fr. dt-
teorisi projesi imkansiZ bir projedir. finiton verbale ]. Bir terim ya da kavra-
dilsel analiz [ing. linguistic analysis; Fr. mın, başka araç ya da yollarla degil de,
analyse linguistique]. 20. yüzyılda ortaya dille tanımlandıgı, anlam bakımından
çıkan dil temelli felsefe anlayışının yak- tanımlanan terimin anlamına eşdeger
laşım ve yöntemi. olan sözcükler öbegi ya da bir türnce
Söz konusu yaklaşımın temelinde verildigi zaman söz konusu olan tanım
şöyle bir düşünce çizgisi vardır: Felsefi türü.
problem ve sorular, bilimsel faaliyetin Dilthey, Wilhelm. 1833· 1911 yıllan ara-
ardından, olguları konu alan araştırma­ sında yaşamış ve insan bilimlerinin
lar sona erdigi zaman ortaya çıkar. Bu metodolojisine önemli katkılar yapmış
araştırmalardan sonra, geriye sorulacak olan Alman filozofu. Temel eserleri: Ein-
ne kalır? Dünya ile dış dünyadaki olgu- leitung in die Geisteswissenschaften [Tin
Dilthey, Wilhelm 239

Bilimlerine Giriş], Der Au jbau der Gesc- ken. bir yandan da tarihsel bilimlerin,
hiclltlichen Welt in den Geisteswissensc.:haf doga bilimlerine öykünme, doga bilimle-
tm [Tin Bilimlerinde Tarihsel Çerçeve- rinin ınetodolojisine sahip olma egilirnine
nin Kuruluşu]. şiddetle karşı çıkan Dilthey, insan bilim-
Doga biliminin başanlan karşısında, lerini yorumlayıcı bilimler şeklinde ta-
insan bilimlerindeki gelişmeyi açıklaya­ nımlayarak, kendi ayakları üzerine
bilmek için tarihselcilikJe yaşam felsefe- oturtmaya çalışmıştır. Buna göre, o Al-
sinden kimi ögeleri bir araya getinniş manya'da beşeri bilimler le, doga bilimleri
olan Dilthey, tarihin insan yaşamını an- akmuru uzlaştırma, bu iki bilim türünün
lamada anahtar oldugu inancıyla, insan birbirlerine aykırı yönlerini göstenne ça-
bireylerinin ve toplwnların ancak tarih- bası vermiştir.
sel bir çerçeve içinde anlaşılabilecegini Dilthey'e göre, açıklamayı amaçlayıp,
öne sürmüş ve dolayısıyla, temelde tari- genel olarak yeni yasaları ya da bagın­
he ilişkin araştırınayla bu araştınnanın hiarı bulmaya çalışan doga bilimleri
uygun yöntemleri üzerinde durınuştur. analize, açıklamaya (erklare11) yönelmiş­
tPozitivizınin doga bilimlerinin yön- lerdir. Oysa insan bilimleri anlamaya,
teınierini insana ve onun yaşamına da kavramaya önem veren bilimler olup,
uygu lama girişiminin insanın varoluşu­ genel degil de, bireysel olanla ugraşır­
nun temel, özsel yönlerini çarpıth~nı lar. İnsan bilimleri, beşeri bilimler bu
savunan Dilthey, bununla birlikte doga anlamda senteze yönelmiş olan, yo-
biliminin sergiledigi nesnellik, rasyona- rumlayıcı bilimlerdir.
lite ve pekinlige hiçbir şekilde karşı çık­ Doga bilimlerinin kendilerine dış dün-
mamıştır. Onun yapmaya çalıştıgı şey yada ortaya çıkan olaylan konu yap tıkla­
daha çok, bilimsel nesnelligi insan yaşa­ n yerde, insan bilimleri, Dilthey'a göre,
mının taınhğuu ve bütünlüğünü takdir bütünüyle orijinal olan iç yaşantıları ele
edecek bir anlayışla uzlaştırmak, bir alır. Dilthey, doga bilimlerinin nesnel
tarih yorumu ve insan bilimleri anlayı­ dünyası ile insan bilimlerinin konusu
şıyla, tarihselcilere, yaşam filozoflarUla olan yaşantı gerçekligi arasındaki büyük
ve Romantiklere hak ettikleri degeri ver- aynlıgın, araşhnna yöntemleri bakımın­
mek olmuştur. dan da bir farkhhga yol aı;acagını söyle-
Kant'tan ve İngiliz eınpirizminden etki- miştir. Onun deyişiyle, 'dogayı açıkla­
lenmiş olan Dilthey, duyumJan ve dü- nz, ruhsal olaylan ise anlanz.'
şünceyi oldugu kadar, iradeyi de hesaba Bu şekilde, insan bilimlerinin büyük
katan bir bilgi kuranu üzerinde dunnuş önemini vurgulayan Dilthey, bu bilimle-
ve bir yandan metafizigin bir dünya gö- rin temeli olarak, anlamaya dayanan
rüşü geliştirme ve ifade etme bakımın­ kendi psikolojisini öne sürmüştür. Onun
dan önemini vurgularken, bir yandan da önerdigi bu psikoloji anlayışına göre,
metafiziksel spekülasyonu, deneysel te- başkalarının ruhsal eylemlerini, onlarla
meller üzerinde var gücüyle eleştinniş­ 'birlikte-duyarak', onların 'içine girerek'
tir. İnsana ve toplwna ilişkin araştinna­ ve bu eylemleri 'sonradan gerçekleştire­
lan teınele alan, insanı değişkenligi ve rek' kendi eylemlerimiz haline dönüştü­
tarihsel olwnsalhgı içinde kavrayan bir rüıüz. Dilthey'a göre, biz ancak insanın
yaşama felsefesi geliştiren Dilthey, canla ruhsal yaşantılarını anlayabilir, duyum-
deneyim, ifade ve anlama arasındaki iliş­ sayabiliriz; bundan dolayıdır ki, yalnızca
kilere yönelmiş ve zihnin, dillerde, edebi- insan yaşamının geçtigi tarihte 'kendi
yatta ve tarihte nasıl tezahür ettigini anla- evirnizde' gibiyizdir, oysa dogada hep
manın önemini vurgulamıştır. yabancı kahrız.
Başka bir deyişle, bir yandan zihin ya Dilthey, bireyi tek başına degil de, her
da yaşamın başka bir şeye indirgene- zaman çevresiyle birlikte degerlendir-
meyecek olan niteliklerine hakkını verir- miştir. O, insanın özünün yalnızca içe-
240 dimaris

bakışla kavranamayacagını, insanın ne al insan varoluşunun kaynagı, b) insa-


oldugunu bilme işinin bütün bir tarihi nın dogasuun ve yazgısının kaynagı ve
bilmeyi gerektirdigini öne sürmüştür. c) insanın degerler cetvelinin belirleyici-
Demek ki, tarihin degeri, insanın kendi- si ve gündelik yaşamındaki yol gösteri-
sini tarih içinde tanımasından kaynak- CİSİ olarak Tann kavramıyla yanıtlayan
lanmaktadır. Insanın ne oldugunu, bize inanç sistemidir. Buradan da anlaşılaca­
ancak tarih gösterir. Insanın ne oldugu- W üzere, din anlayı.şlan ya da _c;l!n ta-
na ilişkin bir kavrayış, Dilthey'a göre, nımları dolaüstücülül\e ek olarak insani
asla tamamlanmış olamaz, çünkü tari- id~~'!'e!e ~~~ı içeqr. Bu çerçeve
hin kendisi tamamlanmış degildir. içinde ain, fiecşeyi yaratan ve koRI&p]
dimaris. Klasik mantıkta, büyük önennesi e,Qen ilahi ve aşkın bjr gerçekliAe inan•--.
tikel, küçük önermesi tümel olumluyken, rak ibadet etmekten ve insaniann kendi-
sonucu da tikel olwnlu olan dördüncü
şekilden tasım kalıbı: Bazı P'ler M'dir.
Tüın M'ler S'dir. O hlllde, bazı S'ler P'dir.
din [Lat. religio; Ing. religioıı; Fr. religion; dyııamic Fr. re-
Al. religioıı]. Insan varlı ligioıı dyı•an•iqıue). Fransız filozofu Henri
tecrübelerinin 1üÇ!erne yutuy a ı Bergson'un (Ls Deux Sources de la Morale
soru ra, lirli özellild~e~n!_"QO~~iL[ii~ et de la Religioıı [Ahlak ve Dinin İki Kay-
kavramı la anı e e I an · n nagı] adlı eserinde, yapmacık ve katı
sısteıni. Doğaüstü bir tannsal güç ya da buldugu statik dini n karşısına geçirdi-
varlılda ilgili inançlann, bu varlıga yöne- gi, kendiliginden, dogal ve canlı din.
lik manevi egilimlerin ve Tann'ya yapı­ dinamizm [Os. felsefei kuVI!aııiye; Ing. dy-
lan ibadetin oluşturdugu bütün. ııamisrıı; Fr. dyııamisme; Al. dyııamisrııus].
Insaniann fiziki açıdan belli bir güven- Maddeyi §bl bir şey olarak gören, mad-
sizlik duygusu yaşadıklan ve oldukça deye ilişkin açıklamasında kütle ya da
güçsüz varlıklar olduklan, insanların hareket kavramını kullanan mekanizme
hastalıklara yakalandıklan, kazalara ug- karşıt bir biçimde, açıklayıcı kavram
radıkları, açlık, savaş ve ölümle ka~ı­ olarak güç kavramını )<.ullanan, madde-
laştıklan gerçegi karşısında, ortaya, in- de harekete indirgenemeyen birtakım
sanın fiziksel varoluşunu tehdit eden bu güçler bulundugunu, maddenin temel
felaketlerden kendilerini nasıl koruyabi- özelliginin güç oldugunu savunan fel-
lecekleri sorusu çıkmıştır; ayıu durum, sefi akım. Doganın tüm fenomenlerinin,
insan varoluşunun anlamı konusunda madde de dahil olmak üzere, güç ya da
da 'insanın bu dünyadaki varoluşu kısa, enerjinin tezahürleri oldugunu savunan
problemlerle ve hastalıklarladÖlu, gü~ · gerçeklik görüşü.
venlikten oksun bir aşam oldu Dinarnizmin l.ıkçagdaki en önemli tem-
kad a o un olan bir va- silcisi, fonnun maddeye içkin oldugunu
rolu mudur Yokı;a yayında. hayabı söyleyen Aristoteles'tir; buna karşın, di-
önemli ve ama .lı h:!le etiren derin bir namizınin modem felsefedeki en önemli
a am mı vardır. soru arını dog-urmuş­ temsilcisi, maddeye ruh ve düşünce gibi
tur; ve nı ayet, insanın yaşamı ve dene- güçler yükleyen tLeibniz'dir.
yimleriyle ilgili üçüncü husus, ahl:ıkr din felsefesi [Ing. plıilosophy of religioıı;
ödev duygusuyla ilgili oldu ı insan Fr. philosophie de la religioıı]. Felsefenin,
u a am a en ısıne iledi "m iste- dinin özünü, ilkelerini, din tanıınlanı\ı,
ı er i a malı mı ı m? Başkala- çeşitli Tann kavramlarını, Tanrı, insan
rının da dilediklerinı yapınaşı ister ve evren ilişkisini, Tann tanımlannı,
miyim?' sorusunu sorrnuştur.J Tanrı'nın varoluşuyla ilgili kanıtlama­
Din, işte insan yaşamının çok temelli lan, inanç, akıl, vahiy ve dogmarun an-
bu üç yönünü ve bunlarla ilgili sorulan, lamlarıyla karşılıklı ilişkilerini, dini
dini eleŞtiri 241

tecrübenin do~asını, de~erini ve geçer- rak içerir. 2 Kozmolojik kanıt ise, do~ada
lili~ini, ruhun ölümsüzlü~ünü, din- gözlenen nedenselJik i]işkisi sonsuz bir
devlet ilişkileriyle, din-felsefe ve din- dizi biçiminde geriye götürülemeyece~i
bilim ilişkilerini konu alan dalı. için, evrenin kendisine neden olunmamış
Din felsefesi, dini veTann'yı konu alan bir ilk nedeni olması gerekti~ini söyler. 3
başka bir disiplin olan teolojiden farklılık Düzen ve amaç kanatına göre ise, evren-
gösterir. Teoloji de, Tann'nın varlı~ını, deki kusursuz düzen ancak kusursuz bir
temel niteliklerini, Tann'run evrenle, ya- düzen vericinin e;eri olabilir.
ratılmış varlıklarla olan ilişkisini açıkla­ Din felsefesinin di~er önemli problemle-
maya ve temeJlendirmeye çalışır. Bu- ri ise, özgürlük, kişisel özdeşlik, ölüm-
nunla birlikte, teoloji, bu temellendirme süzlük,. ve kötülük problemi olarak sıra­
ve açıklama faaliyetinde, do~rudan do~­ lanabilir. Bunlardan öme~in özgürlük
ruya inanca dayanır, inancın sınırlan dı­ problemi, insanın, gücü herşeye yeten ve
şına çıkmaz. Teoloji Tann'mn varlı~ını herşeyi bilen bir Tann karşısında, nasıl
ve niteliklerini, Tann'run evrenle olan olup ta özgür oldu~unun söylenebiJece~i
ilişkilerini açıklarken, dindeki kutsal ki- problemi olarak karşuruza çıkar.
taba, peygamberin bildirdi~i mesajiara dini eleşiiri [İng. religious criticisnr; Fr.
ve din alimlerinin yorumlanna dayanır. critique de la religion]. Dinin salt bir insan
Bu çerçeve içinde, teolojinin en önemli icadı oldu~unu ve dolayısıyla tanrısal
amacı, dini açıklamak ve temellendir- ya da do~aüstü bir temeli bulurunadı~ı­
mek suretiyle, inananların inançlanru nı gösteren eleştiri.
güçlendirmektir. Yani, teoloji, dinin ve Bu tür bir eleştiri birçok ateist düşünür
dini' inançların yanında olur ve dini yar- tarafından ortaya konmuş olmakla bir-
gılan hiçbir şekilde sorgulamaz. likte, eleştirinin tarihte bilinen ilk örne-
Oysa, din felsefesi, inanç karşısında ~ine, Yunan Aydınlanma ça~ında Solist-
akla öncelik verir; dinin temel inançları­ lerde rastlanır. Sofistlerin söz konusu
nı kabul eder, fakat onları mantıksal bir eleştirisi, Yunan dinine yönelik olmakla
analize tabi tutar. Yine, din felsefesi, din birlikte, genel olarak dinin temellerini
karşısında eleştirel ve nesnel bir tavır sarsmayı amaçlayan bir eleştiri olarak or-
alır. Din felsefesi, elinin temel ilke ve taya çıkmıştır. Protagoras'ın agnostisiz-
inançlannı sorgulamakla birlikte, bunu rniyle başlayan bu süreç, Prodikos'un
inananların inançlarını güçlendinnek dini rasyonelleştirme çabasıyla gelişmiş
için yapmadı~ı gibi, onların inançlanru ve nihayet tKritias'ın, dini, insamn kültü-
zayıfla tmak için de yapmaz. Başka bir rel bir icadı olarak gören bakış açısıyla
deyişle, felsefe, dini açıklar ve temellen- doruk noktasına ulaşmışhr.
dirirken, kendisine özgü yöntemleri ve Buna göre, M. Ö. 5. yüzyılda Protago-
araçları kullanıp, din karşısında eleşti­ ras'ın Tann'nın varoluşu ve özellikle-
rel bir tavır takınır. riyle ilgili bilginin olanaksız oldu~unu
Din felsefesinin en önemli problemi ifade eden bilinemezcili~inin ardından,
Tanrı'nın, yani aşkın ve mutJak bir ger- Prodikos dine psikolojik bir temel ver-
çekli~in varoluşunun kanıtlanmasıdır. miş ve dini insan varlıklarının duyduk-
Tanrı'nın varoluşunu akılyürütme yo- ları korku ve minnettarlı~a dayandır­
luyla kanıtlamak üzere, din felsefesi çer- mıştır. İnsanların önce besleyici ve
çevesi içinde üç ayn kanıt öne sürül- yararlı olan şeylerin tanrısal old u~una
müştür. Bunlar sırasıyla ontolojik kanıt, inandıkJarını, kendilerine yararlı olan
kozmolojik kanıt ve düzen kanıtıdır. herşeyi kişileştirilmiş tanralara atfet-
Ontolojik kanata göre, 1 Tanrı kavramı­ meye başladıkianna söyleyen Prodikos,
nın varlı~ı, Tanrı'nın varlı~ını kanıt]a­ güvenlik içinde olmayan insan varlıkla­
mak için kendi başına yeterlidir, zira bu rının varoluşlarını devam ettirmelerine
kavram varolma özelJi~ini zorunlu ola- katkıda bulunan herşeyi dinin temeli
242 dini determinizm

olarak görmüştür. Prodikos'un dine Buna göre, Tanrı benim iyi biri olup,
gösterdi~i sahte ba~lılı~ı, kısa bir süre do~ru bir yaşam sürmeme karar ver-
sonra bütün bir dini, iıısanları suç işie­ mişse e~er, ben iyi bir yaşam sürece~im
mekten alıkoyınayı, onların yüreklerine ve cennete gidece~im demektir; öte yan-
korku saimayı amaçlayan bilge bir kişi­ dan, O, benim günahkar biri olup, kötü
nin icadı oldu~unu söyleyen Kritias bir yaşam sürmeme karar vennişse
türnden ortadan kaldırmıştır. e~er, bu, benim kötü biri olup, cehenıle­
İnsanlık tarihinin başlangıcını 1 Yasa me gidece~m anlamına gelir. Herşey,
öncesi dönem, 2 Yasa sonrası dönem diye mutlak bir gücü oıan do~aüstü tinsel bir
ikiye ayıran l<ritias'a göre, yasa öncesi varlık tarafında!ı programlaruruş, dü-
dönemde, insan yaşamı kaba kuvvetin zenlenıniş oldu~u için, insanın söyleye-
kölesidir; bu dönemde erdemJi insan için cek ya da yapacak hiçbir şeyi yoktur.
hiçbir ödül, kötü ve aşa~ılık insan içinse dini tecrübe kanıtı [İng. religious experien-
hiçbir ceza bulunmamaktadır. Bundan ce argument for tlıe existence of God]. Do-
sonra adaletin egemen güç ve zorba, ya- ~ayı konu alan gözlemlerden yola çıkan
sayı ihlil etmenin de onun kölesi olması ilk neden kanıhyla, düzen ve amaç ka-
için, insanlar ödül ve ceza veren yasalar nıtından, do~a ya da dış dünya yerine,
geliştinnişlerdir. Söz konusu yasa sonra- inanan bir varlık olarak insandan hare-
sı dönemde, cebir kullanarak suç işlernek ket etmek bakunından farklılık gösteren
yasalar tarafından yasak.lanınca, l<ritias'a ve inanç sahibi insanın Tanrı'yla ilişki
göre, bu kez kötüler gizli gizli suç işleme­ içinde olma, Tann'ya yaklaşma, Tann'-
ye başlamışlardır. yla birleşme, bireysel varh~ının tanrısal
varlıkta yok olına deneyiminden, insan
Bir toplumun yaşamı için kabul edile-
varh~ının yaşadı~ı vecd hAlinden hare-
mez olan bu olwnsuz durumu ortadan
kaldınnak için, akıllı ve bilge bir adam,
ketle, Tann'nın varoldu~u sonucunu çı­
ölümsüz bir yaşam süren, herşeyi gören, kartan kanıt.
İnsan, dini bir tecrübe geçirebilmek için,
işiten ve bilen, herşeyi düşünen, ölüm-
lüler arasında söylenen herşeyi duyan daha işin başında inanan biri olmak du-
nununda oldu~u ve kanıt belli bir inanç
bir Tanrı düşüncesi yaratmış ve ölümlü
derecesinden daha üst düzeydeki başka
insanları ezeli-ebedi Tann'ya ya da tann-
bir inanç derecesine gitti~i için, dini tec-
lara inanmalan ya da onlardan korkma-
rübe kanJtl aynı zamanda 'Tann'dan yine
ları için ikna ebniştir. Buna göre, din hoş
Tanrı'ya giden bir kanıt' olarak de~er­
bir yalandan, insaniann kültürel bir ica- lendirilmiştir. Dini tecrübe, 1 do~rudan
dından başka hiçbir şey de~ildir.
do~ruya yaşanan, aracısız ve ani bir de-
dini determinizm [İng. religious detenni- neyim, 2 tahlil edilemeyen bir bütün ol-
nism; Fr. deternıinisme religieux]. Tektan- du~u; 3 öznel bir yaşantıya karşılık
rılı dinlerde, Tann'ya izafe edilen sıfat­
gelip, varoluşsal bir içe kapanma, 4
Iarın sonucu olan herşeyin de~iştirile­
başka bir kimseye anlahlamaz ve aktan-
ınezcesine belirlenmiş oldu~u inancı.
lamaz bir şey ve nihayet 5 kişiye özel bir
Bu sıfatlar, mutlak güç (Tann'nın gü- tecrübe oldu~u için, birçok düşünür, bir
cünün herşeye yetmesi) ve mutlak bilgi insanın dini deneyiminin, o i.nsanm'di.ni"
(Tanrı'nın herşeyi bilmesi)dir. Buna diye adlandırdı~1 bir tecrübe geçirmiş ol-
göre, Tann, evreni ve insanlar da dahil masından başka hiçbir şeye kanıt teşkil
olmak üzere, evrendeki herşeyi yarat- etıneyece~in.i savunmuş ve dini tecrübe
mıştır; O'nun gücü herşeye yeter ve O, kanıbnın gerÇI'!k anlamda bir Tann kanıtı
olmuş, olmakta ve olacak olan herşeyi olmadı~ın1 ifade ebniştir.
bilir. Bu anlayışta, Tanrı'nın söz konu- dinleyen [İng. heıırer; Fr. audireur; Al.
su sıfatlarından dolayı, dünya tarihin- hörer]. İletişim süreci içinde, karşısında
deki herşeyin O'nun tarafından bilindi- bulunup, konuşan kişiyi anlamak sure-
~i ve belirlendi~i düşünülür. tiyle, iletişimin amacına ulaşınasım ve
Diogenes 243

sonuçiaıunasını saglayan, konuşan ki- elinde fenerle dolaşarak, dürüst bir


şinin bir söz, sözeelem veya söylenim adam aradıgı söylenir. Atina'da gelenek-
yoluyla zihninde belli bir fikir ya da dü- çilige karşı bir tavır alan Diogenes, top-
şüncenin doguşuna yol açtıgı birey. lumdaki yapaylıklara ve uzlaşımsal de-
din psikolojisi [İng. psychology of religion; gerlere meydana okumuş ve, her tür
Fr. psyclrologie de la religion). İnsanın zi- yerleşik kuralın insanın dogallıgına ay-
hinsel faaliyetleriyle, normal davranışı­ kın düştügüne inandıgı için, toplumun
nı, din konusuyla ilişkili olarak ele alan tüm yerleşik kurallarına karşı çıkmayı,
psikoloji türü. Dini tecrübeyi zonınlu­ uzlaşımsal ölçü ve inanışların çogunun
lukla kabul etınedigi gibi, red de etme- boş oldugunu gösterrneyi ve insanlan
yen, fakat dini, onunla insan psikolojisi yalın ve dogal bir yaşam biçimine çagır­
arasında bir bag kurarak analiz eden mayı amaçlamıştır.
psikoloji dalı. Ona göre, sade bir yaşam tarzı, sadelik-
Dine insan psikolojisi açısından yakla- ten başka, örgütlenmiş, dolayısıyla uzla-
şarak, anlam kazandırmaya çalışan di- şımsal toplumların görenek ve yasalaruu
siplin; Tanrı'ya, dogaüstü varlıklara du- da önemsememek aniamma gelir. Dioge-
yulan inancın yarathgı heyecan ve duy- nes, dogaya aykırı bir kurum olan ailenin
gulan, dini inancın oluşumunu ve ko- yerini, kadıniann ve erkeklerin tek bir
eşe baglı olmadıgı, çocukların ise bütün
ruıunasıru saglayan etkenleri konu alan
psikoloji dalı olarak din psikolojisinin en toplumun sorumlulugunda bulundugu
büyük öncüsü, hiç kuşku yok ki, dini dogal bir durumun alması gerekligini sa-
vwunuştur. Diogenes yoksulluk i9nde
inancı hastalıklı bir yanılsama olarak de-
yaşadıgı, halka açık yerlerde yahp kalk-
gerlendiren tpsikanalizin kurucusu ün-
ııgı ve yiyecegini dilenerek topladıgı
lü Sigmund +Freud'dur.
halde, herkesin aynı şekilde yaşaması
din sosyolojisi [İng. sociology of religion;
gerektigini savunmamışbr. Onun tek
Fr. sociologie de la religion). Dini daha
amacı, kişinin en kısıtlı yaşam koşulla­
çok sosyal bir kurum olarak ele alan,
nnda bile, mutlu ve bagunsız olabilecegi-
dinin toplumsal işlevlerini açıklamaya
ni göstermek olmuştur.
çalışan, dini inançlar tarafından etkile-
Diogenes'in savundugu yaşam tarzının
nen insan grupları ya da toplumların ilk ilkesi kendine yetme, yani kişinin,
davranışianna inceleyen disiplin. Dini
mutluluk için gerekli herşeyi kendi için-
inancın bir toplum içinde yaşayan çe-
de taşıyabilmesi ilkesidir. İkinci ilke olan
şitli gruplan nasıl etkiledigini, dinden
'utarunazlık', kendi başına zararsız olan
etkilenen insan öbeklerinin siyasf, ikti- bazı eylemlerin hiçbir şekilde yapılama­
sadi ve kültürel davranışianna araştı­ yacagını öne süren uzlaşunları uroursa-
np belirlemeye çalışan sosyoloji dalı. mamak anlamına gelir. Bu ilkeden yola
Din sosyolojisinin öncüleri, dinin top- çıkarak yerleşik davranış kalıplarına
lumsal yaşama anlam kazandırma rolü- uymadıgı için, kendi açısından sade ve
nü vurgulayan Max tWeber'Je, toplum- dogal, toplumsal degerler açısındansa
sal zümrenin dini törenler aracıhgıyla sefil denebilecek bir yaşam dürdügü
kendi kimli~ni ve degerierini periyodik için, Diogenes'e kinik rlenmiştir.
olarak onayiayıp öne sürdügünü savu- Onun üçüncü ilkesi, yozlugu ve kendi-
nan Emile +Durkheim'dir. ni begenmişligi açıga vurmaktan ve in-
Diogenes. 412-320 yıllan arasında yaşa­ sanlan yenilenmeye yönelbnekten asla
mış olan, ve kendine yebne ile sadelik çekinmernek anlamında 'sözünü sakın­
ilkelerine dayanan Kinik yaşam biçimi- mazhk'hr. Diogenes'in dördüncü ilkesi-
nin öncülerinden çileci düşün ür. ne göre, ahlakf yetkinlige ancak yön-
Hakkında dogrulugu kuşkulu pek çok temli egitimle, iradenin gücünü sınayan
öykü anlahlan Kinik Diogenes hakkın­ pratik egzen;izlerle ulaşmak mümkün
da, onun gündüzleri Atina sokaklarında olabilir.
244 dirimsel güç

dirimsel güç [Os. luıyati kuvvet; İng. vital araasız bir biçimde kavrayan sezgisel
force; Fr. force vitale]. Canlı fenomenlerde düşüneeye karşıt olarak, ilkelerden so-
ortaya çıktıktan başka; yaşamın, canlı­ nuca geçen, bir dizi çıkanın yoluyla
lıgın kaynagı, nedeni olup, tüm diger oluşan düşünce için kullanılan sıfat.
enerji türlerinden farklılık gösteren ve Buna göre, öncüllerden bir sonuca
fiziki olmadıgına inanılan güç ya da dogru gitme işlemine diskürsif akılyürüt­
enerji türü. me adı verilir. Buna karşın, sezgisel biliş
dirimselcilik [Os./ıayatiyc mezhebi; İng. vi- tarzından farklı olarak, do1ayunsız bir
talism; Fr. vitalisme; Al. vitalismus]. Genel kavrayış yerine, çıkarım ya da çıkarıın­
olarak, canlı organizmaların faaliyetleri- larla elde edilen bilgi türüne, nesnesine
nin evrendeki tüm diger fiziki güçler- dolaylı yoldan, öncüller aracılıgıyla ve
den farklı olan yaratıcı bir gücün, canlı­ birtaklm ugraklardan geçerek ulaşan
lık ilkesinin ya da diriansel bir gücün bilgi tarzına diskiirs~fbilgi denir.
eseri oldugunu savunan anlayış. dissoi logoi. Antik Yunan'da, göreliligin
Canlılıgın, canlı süreçlerin, canlı be- herşey için ve her alanda geçerli oldu-
denlerin sadece maddi bileşimleri, fizi- gunu göstermek amacıyla oluşturul­
ko-kimyasal öge ve süreçlerle açıklana­ muş, her konunun ve her problemin iki
ınayacagını öne süren ve canlı dog~yla ayrı yanı olduguna işaret eden çift ta-
cansız doga, organik fenomenlerle inor- raflı sözler, iki yönlü akılylirütıneler.
ganik fenomenler arasında mutlak ve divinasyon [İng. divination; Fr. divinati-
kesin bir ayırımın bulundugunu dile ge- oıı]. Deneysel bilimle beslenen aklın,
tiren dirimselcilik, rnekanizmin tam kar- henüz bilinmeyen, doyurucu bir bilgiye
şısında yer alır. Canlı doga ile cansız sahip olunmayan konularda, varolan
doga arasında bir ayının yapmayan ve bilgi ve verileri dikkatle degerlendire-
canlı varlıkların da kesinlikle fizikokim- rek, belli bir yargıya ulaşma yöntemi.
yasal yasalara tabi oldugunu öne süren Divinasyon ikinci bir anlam içinde, de-
ınekanistlerin, bir açıkJamanın gerçek neysel bilimin yeterince gelişmedigi ya
dogasının ne ve nasıl olması gerektigiy- da bilimsel bilgiye pek deger vermeyen
le ilgili metafizik ya da epistemolojik ka- toplumlarda, bilinmeyen konularla ilgi-
bullerin etkisi altında kaldıgını öne li olarak, bir yargıya tanrısal esin ya da
süren dirimseldlige göre, canlı bir varh- dogaüstü güçler yardımıyla ulaşma an-
gm faaliyetleri, fonksiyonlan, canlı var- layışını ifade eder ve, bu ikinci anlamı
lıkta varolan bir güç, ilke ya da enerjinin içinde, kahinlige karşılık gelir.
tezahürleridir. Canlı varlıklarm faaliyet- diyalektik [İng. dialectic; Fr. dialectique;
lerinde ifadesini bulan bu güç, fiziki bir Al. dialectisch). Yunanca tartışma sanatı
güç degildir; elle tutulamayan, gözle gö- anlarnma gelen dialektike tekiane'den tü-
rülemeyen bu güç, dirimseldlige göre, reyen bir terim olarak, genelde akılyü­
cansız ögelerin, fizikokimyasal süreçle- rütme yoluyla araştırma ve dogrulara
rin bir bileşimine indirgenemeyecek ulaşma yöntemi.
olan canlı varlıklara birtakım özellikler, Diyalektik, degişik dönemlerde ve de-
cansız varlıklarda görülmeyen birtakım gişik filozoflarda farklı bir anlam kazan-
nitelikler kazandırır. mış oldugu için, yukarıdaki genel diya-
disamis. Klasik manhkta, büyük önermesi lektik tanımı, örnegin Hegel ve Marx'ın
ve sonucu tikel olumlu, küçük önermesi diyalektik anlayışını kapsamaz. Bu
ise tümel olumlu olan, üçüncü şekilden durum dikkate ahndıgında, 1 diyalektik
tasım kalıbı. Bazı M'ler P'dir. Tüm M1er herşeyden önce, bir tez ya da görüşü,
S'dir. O hilde, bazı S'ler P'dir. onun mantıksal sonuçlarını incelemek
diskürsif [İng. discursive; Fr. discursif; Al. yoluyla çürübne yöntemi anlamına gelir.
discıırsiv]. Gidimli. Mantıksal sonuçları Yine diyalekl::i.k, 2 sofistik akılyürütmeyi,
ya da vargıları, ilkelerde, dogrudan ve cinsleri türlere bölmeyi ya da cinsleri tür-
diyalektik 245

lerine ayırarak mantıksal bir biçimde mesi degil de, kişiye gerçek bilgiye eri-
analiz etıne yöntemini gösterir. şebilınesi, araştırma yoluna girebi!mesi
Bundan başka diyalektik, 3 en genel ve için, bilgisiz oldugunu göstennektir. Di-
soyut fikirleri, tikel örnek ya da hipotez- yalektik tSokrates'te, yine şeylerin nes-
lerden hareket edip bu fikirlere götüren ne ya da öz tarumlanna ulaşmayı amaç-
bir akılyürühne süreciyle araşbnna yön- layan araştırma yöntemini, şeyleri sı­
temi olarak ortaya çıkar. Diyalektik, 4 nıflarına, dogalanna ya da türlerine
daha olumsuz bir anJam içinde, yalruza~ göre ayırma yöntemi.Jıi ifade eder.
olasılı olan ya da genel olarak kabul edil- Sokrates'in ögrencisi olan ve diyalektigi
miş bulunan öncüileri kullanarak akılyü­ insan tarafından yaratılmış tüm sanatla-
rütıneyi ya da tartışma yöntemini ifade rın en üstünü ve önemlisi olarak gören
eder. Bu çerçeve içinde, 5 diyalektik ya- tPlaton'da, üç farklı diyalektik anlayışı
nılsama mantıgının, aklın deneyime söz konusudur. I En yüksek felsefi yön-
aşkın nesneleri konu alırken, deneyimin tem olarak degerlendirilen diyalektigin
sınırlannı aştıgı zaman düştügü çelişki­ temelinde, Sokrates'ten miras alınan soru
lerin gözler önüne serilmesi suretiyle, ve yanıt olarak diyalektik, uygun soru ve
eleştirilmesi anlamına gelir. Ve son ola- yaıutlarla tartışma teknigi olarak diya-
rak 6 diyalektik, düşüncenin ve gerçekli- lektik anlayışı vardır. Diyalektigin konu-
gin bir tezle antitezden, söz konusu iki su da her zaman aynıdır; onda filozof, di-
karşıtın bir sentezine varmak suretiyle yalektigi kullanarak, var olan her şeyin
gelişmesini gösteren varlık ve düşünce degişmez özünü arar. II Orta dönem di-
yasası olarak ortaya çıkar. yaloglannda ise, diyalektik hipotezler-
İşte bu genel çerçeve içinde, diyalekti- den yola' çıkarak akılyürütme anlaıruna
gin farklı filozoflar için ifade ettigi farklı gelir. III Buna karşın,. yaşlılık dönemi
anlamlan kısaca ele alacak olursak. .. diyaloglarında, diyalektik, bir yöntem
t Aristoteles'e göre, bir yöntem olarak di- olarak bölme teknigine dönüşür. Pla-
yalektigi bulan filozof olan Zenon'da di- ton'un yaşlılık dönemi diyaloglannda
yalektik, saçmaya indirgeme şeklinde görülen söz konusu diyalektik ya da
gerçekleşen akılyürütmeye karşılık gelir. bölme anlayışı, bölünemez olan ve altın­
Buna göre, tZenon diyalektik yöntemini da yalnızca bireylerin bulundugu bir
kullanarak, bir karşıhn tezini ya da inan- türün tarumına ulaşıncaya dek, cinsleri
anı, onun kabulünden ya mantıksal bir türlerine bölmekten meydana gelmekte-
çelişki ya da kabul edilemez bir sonuç dir.
çıkhgıru göstererek çüriitür. Elea Okulu- Aristoteles'e gelince, o diyalektigi, ke-
nWl karşısında yer alan Herakleitos'ta sin ve zorunlu sonuçlara götüren bir
ise, diyalektik evrende hüküm süren ve akılyürütme olarak olmasa bile, yararlı
kendisinden dolayı varolan herşeyin olan bir akılyürütme tarzı olarak gör-
kendi karşıtma dönüştügü degişme sü- müştür. Ona göre, öncüileri genel ola-
recini, karşıtiann birligini ve bunu ifade rak hemen herkes tarafından ya da ço-
eden çelişki mantıgıru ifade eder. gunluk veya filozoflar tarafından kabul
Oysa, diyalektik Sokrates'te, soru yarut edilen bir akılyürühne, diyalektik bir
yoluyla tartışma teknigine; Sokrates'in akılyürütmedir; buna karşın, öncüileri
tartışmak üzere karşısına g~çen kişiye yalnızca olasılı görünen bir akılyürütme
uyguladıgı ve o kişinin verdigi tanımla­ ise, eristik akılyürütmedir. Aristoteles,
rm mantıksal sonuçlamu çıkartmasın­ diyalektigi bilimin yöntemi olarak gör-
dan ya da tanımiann çelişkilerini gös- mez, çünkü biz bilimsel bilgide, dogru
termesinden oluşan çürütme yöntemine ve apaçık olan öncüllerden hareket eden
karşılık gelir. Söz konusu çürütme yön- geçerli akılyürütme olarak tanıtlamayı
teminde amaç, Sofistlerin yaptıgı gibi, kullaru.nz. Bununla birlikte, onun tara-
bir tartışmada kişinin karşıtını alt et- fından 'bir olasılık mantıgı' olarak de-
246 diyalektik idealizm

gerlendirilen diyalektik, üç bakımından, Söz konusu okulun tınaddecili~i, onte-


yani entellektüel egitim ya da zihin jim- lojik olarak, maddenin ya da doganın
nastigi olarak, başka insanlarla, onlar veya gözleınlenebilir dünyanın kendi ba-
rarafından kabul edilen öncüllerin oluş­ şına gerçek oldugu; gerçekligini dogaüs-
turdugu temel üzerinde yapılan tartış­ tü ya da aşkın bir kaynaktan almadıgı
malar için ve bilimlerin karutlanamaz ilk gibi, insan zihnine de bagunlı olmadı~
ilkelerini incelemek bakımından önem teziyle belirlenir. Realist oldugu kadar,
taşır. her tür tildc:iligin evrim sürecinin sonuç-
Modem felsefede diyalektigi ilk kez larının çarpıblmasmdan başka bir şey
olarak kullanmış olan Kant'ta diyalek- olmadıgnu öne sürdügü için, aynı za-
tik, deneyimin sınırlarnun ötesine giden manda birci ve evrimc:i olan diyalektik
transendental yargıların yanlışını ya da maddecilige göre, madde, zihinden za-
çelişkilerini gösteren mantık türü anla- mansal olarak da, mantıksal olarak da
ınına gelir. Hegel'de ise, diyalektik bir önce gelir; öte yandan, haz alan ve aa
düşünce ya da gerçek bir şeyi önce zo- duyan, düşünen ve bir şeylere deger
runlu olarak karşıtına (ya da çelişigine) biçen, zihin maddeye indirgenemez.
dönüştüren ve daha sonra da onların Diyalektik materyalizm, maddenin, ta-
her ikisini birden içeren bir senteze (ya rihsel gelişmenin seyri içinde, parçala-
da birlige) götüren sürece karşılık gelir. rmdan bazılarının zaman geçtikçe, baş­
Buna göre, diyalektik, hem düşüncede langıçta sahip oldugu niteliklere indir-
ve hem de varlıktaki çelişkilerin karşıo­ genemez olan yeni birtakım nitelikler
lumu aracılıgıyla, bilgide ve varlıkta tarafından zenginleştirilmek suretiyle
daha yüksek bir düzeye götüren degiş­ şekil degiştirdigini savunur. Kendisin-
me sürecine, yani sırasıyla varolan bir de yalnızca fiziko-kimyasal süreçlerin
şey ya da düşünce (tez), onun karşıtı ortaya çıkhgı başlangıçtaki ölü kütle,
ya da çelişi~i (antitez) ve nihayet onla- bu süreçlerin yüksek bir karmaşıklık
nn karşılıklı eylem ve etkileşimlerinin düzeyine ulaştıgı belli bazı parçaların­
sonucu olup, daha sonra başka bir diya- da, birden fiziko-kimyasal niteliklere
lektik hareketin temeli olan birlik (sen- indirgenemeyen yeni bir nitelik, yani
tez) gibi üç ögeyi içeren zorunlu degiş­ yaşaın kazanır. İlk organizmalar, işte
me sürecine karşılık ~elir. bu şekilde ortaya çıkmıştır.
diyalektik idealizm [Ing. dialectical idea- Canlı maddenin bundan sonraki geliş­
lism; Fr. id~alisme dialectique]. +Marks ve me seyri içinde, onda ortaya çıkan fiziko-
tEngels'in, ide, düşünce, tinsel bir ger- kimyasal ve biyolojik süreçler yeterince
çeklik ya da tanrısal iradenin maddf yüksek bir evrim düzeyine ulaştıgı
gerç.::_klikten, gerçeklikteki maddi varhk zaman, onda bir kez daha yeni bir nitelik
ya da nesnelerden mantıksal olarak ortaya çıkar. Madde, diyalektik maddeci
önce geldi~ öncül ya da tezini, tez, anti- görüşe göre, şimdi bilinç kazanınışbr;
tez ve sentezden oluşan diyalektik yön- onda, artık zihinsel yaşam başlar. Fakat,
temle ifade eden ya da geliştiren bir fel- zihinsel yaşam, ne fiziko-kimyasal süreç-
sefe anlayışına verdikleri ad. Bu tür bir lere ne de biyolojik süreçlere indirgenebi-
felsefeye örnek, tHegel'in felsefesidir. lir; o, bu süreçlere bağımlı olup, onlar ta-
diyalektik maddecilik [İng. dialectical rafından koşullansa bile, söz konusu
materialism; Fr. materialisme dialectique; süreçlerden niteliksel olarak farklı bir
Al. dialektiseher materialismus]. tMarx ve şeydir. Maddenin, gelişme süreci içinde,
+Engels tarafından kur.ulan ve daha daha önceden sahip olunan nitelik.Jerin
sonra başta +Lenin olmak üzere, birçok bir birieşimine inJirgenemeyen yeni ni-
düşünür tarafından geliştirilen felsefe telikler kazarunası, diyalektik materyaliz-
okulu ya da söz konusu okulun ontolo- me göre, aşamalı bir evrim yoluyla degil
ji ve epistemoloji görüşü. de, ani bir sıçramayla olur.
diyalektik psikoloji 247

İşte bu antolajik anlayış, kuraının sa- tHegel'in idealist, +Marx ve Engels'in


vunurulan tarafından diyalektikle bir- ise maddi bir temel üzerinde geliştirdi­
Jeştirildigi için, ona diyalektik materya- ~ bu mantık, söz konusu filozoflara
Jizın adı verilir. Bu diyalektik varlık göre, yalnızca düşüncenin degil, fakat
görüşünün temel yasaları ise şunJardır: gerçekligin de gelişme yasasıdır. Buna
Karşıtların birligi ve savaşı, niceliksel göre, diyalektik mantıgın temelini oluş­
degişimlerin niteliksel degişimlere dö- turan karşıtların birligi ve savaşımı ya-
nüşümü ve olumsuzlamaıun olumsuz- sası, dogadaki ve insan toplumundaki
lanması yasası. Bu yasalar tarafından gelişme süreçlerinin dinamizmiyle ilgi-
belirlenen diyalektik bakış açısı, dogayı lenir. Bu yasa, birbirleriyle savaşun
statik bir biçimde, sabit ve degişmez bir halinde bulunan güçlerin ya da karşıt
şey olarak degeriendiren bakış açılann­ hallerin oluş süreci içinde, daima birlik-
dan farklı olarak, dogarun kendi oluş te varoldugunu iddia eder. Bu karşıtla­
ve degişme süreci içinde düşünülmesi­ rın savaşunından, birbirleriyle savaş1m
ni, araşhrılan fenomenlerin diger feno- halindeki karş1tlann her ikisinden de
menlerden yalıtlanmayıp, oruann diger farklı olan üçüncü bir hal dogar. Ancak
fenomenlerle olan tüm ilişkilerinin dik- bu üçüncü hal bile, kalıcı bir biçimde,
kate alınmasını ister. sürekli olarak varolmaz. Onu destekle-
Diyalektik maddeciligin bilgi görüşü, yen güçler, karşıt güçleri harekete geçi-
bilginin nesnesinin insan zihninden ba- rir, buradan karşıtiann yeni bir savaşı­
gunsız olarak varolduguna inanır. Bilgi- mı daha ortaya çıkar ve bu sonsuzca
nin kaynagı probleminde, bilginin du- sürüp gider.
yu-deneyine dayandıgını savunur. Du- Karşıtiann birligi ve savaşımı yasası,
yu-deneyi, bu akıma göre, bagunsız bir Hegel'in tez, antitez ve sentezden olu-
maddf dünyanın varoldugunu gözler şan üç evre yasasına karşılık gelir. Bu-
önüne serer. Diyalektik maddeciligin sa- radan da anlaşılacagı üzere, karşıtiann
vunucuları, dünya ve toplum hakkında­ birligi ve savaşımı yasasında, her oluş
ki dogrulann empirik bilimsel yöntem- sürecinde karşıt güçlerin savaşının va-
lerle bulunabilecegini savunmaları ve roldugu şeklindeki gözleme ek olarak,
dünya hakkında, duyu-deneyine dayan- oluş sürecinde yalnız karşıt degil, fakat
mayan bir bilginin iınUrunı yadsımala­ çelişik hallerin de bir arada bulundugu
rı bakımından pozitivisttirler. görüşü içerilir. Bundan dolayı, diyalek-
diyalektik manlık [İng. dialect"ical logic; tik manhgın savunuculugunu yapanlar,
Fr. logique dialectiqııe; Al. dialektiseher logik]. bakış açılamu formel mantıgın belirli
Üç temel düşünce yasasını inkAr eden, yasalanna ve özellikle de çelişmezlik
ve şeylerin degişme ve gelişme süreçle- yasasına tam bir karşltllkla belirlemiş­
rini ortaya koymayı amaçlayan bir oluş lerdir.
manhgı geliştiren Hegel, Marx ve Engels diyalektik psikoloji [lng. dialectiaıl psycho-
gibi filozoflann mantık sistem1erini ta- logy; Fr. psychologie düılectique; Al dialek-
nımlayan deyim. tiselter psychologie]. Gelişim psikolojisi-
Bu manbk anlayışına göre, gerçekligin nin, çabşma ve degişmenin yaşamın en
özünde +çelişki vardu. Çelişki temel ka- temel ilkeleri oldugunu; gelişmenin, ço-
tegori olup, gelişmeyi ifade eden tüm cugun biliş sistemiyle, gerçeklik arasın­
diger ilke ve kategorileri ihtiva eder. daki çok temeiJi çatışmalann zorunJu-
Aynı şeyin hem var olmasının ve hem lukla yol açbgı dönüşümler dizisinden
de var olmamasının, ya da belirli bir şey ibaret bulundugunu; insanın çevresini,
hem olup hem de olmamasının müm- kendisini degiştiren eylemle dönüştür­
kün oldugunu savunan diyalektik man- dügünü; kendi emegi ve eylemi, kallı­
hga göre, çelişki bütün gelişmenin itici laştıgı direnç ve yol açtıgı çelişkiler yo-
gücünü ve kaynagını oluşhmır. luyla gelişligini dile getiren dalı.
248 diyalog

diyalog [İng. dialogue; Fr. dialogue; Al. dia- en şaşırtıcıve en acunasız sorunlanyla
logj. İki ya da daha fazla kişi arasında yaşamın kabul edilmesi, en yüce yara-
geçen felsefi tartışma. Felsefi tez ve ta- tılarını feda ederek tükenmek bilmez
vırlan, yazarın düş gücünün ürünü o- do~urganlı~ından haz duyan yaşama
lan konuşmalar aracılı~ıyla karşı kar- iradesi olarak tarumladıgı anlayışa Di-
şıya getiren, kurgusu özel olarak oluş­ yonisosçuluk denmektedir.
turulmuş anlatım tarzı. diyorizm [İng. diorism; Fr. diorisme]. Pla-
Bir yazım biçimi olarak diyalog tarzı­ ton'da tbölme, t Aristoteles'te ayırım,
nın felsefe alarondaki yaratıcısı, felsefe- tanım anlamına gelen, günümüzde ise,
sinin ana ilkelerini, felsefi tez ve düşün­ matematikte, bir problemin çözümü için
celerini, tartışmaya temel oluşturan gerekli şartların ortaya konuşuyla ilgili
dramatik bir dummun ve karakterlerin olan terim.
önem kazandıgı karşılıklı tartışma dizi [İng. series; Fr. serie; Al. reihe, serie]. ı
şeklinde ifade eden ve diyalogu aynı Matematikte, birbirlerini belli bir kurala
zamanda ba~ımsız bir edebiyat ya da göre izleyen, belli bir ölçüte göre birbir-
sanat yaratısı düzeyine yükselten ldşi, lerinin ardından gelen şeylerin meyda-
ünlü Yunan düşünürü Platon olmuş­ na getirdigi bütün.
tur. Onun, yalruzca bir felsefe başyapıtı 2 Felsefede veya tSartre'ın varoluşçu­
olarak degil, fakat bir edebiyat yapıtı lugunda, bireylerin zamansal ve rasian-
olarak da de~erlendirilmek durumunda tısal yapilar içindeki toplam, tecrit edil-
olan yirmi dört diyalogu vardır. Pla- miş bireylerden meydana gelen çok.Juk.
ton'un söz konusu diyaloglan, gençlik Critique de la Rııison dialectique (Diyalek-
diyaloglan, olgunluk ça~ diyaloglan ve tik Aklın Eleştirisi] adlı eserinde, farklı
yaşlılık dönemi diyaloglan olarak üçe kalabalık ya da topluluk türlerini dizi
aynlır. diye betimleyen Sartre, diziyi bu bag-
Diyonisos ruhu [İng. Dionysimt spirit]. Ni- lamda grupla karşılaştırır. Buna göre,
etzsdte'nin Die Geburt dı:r Tragöd~ (Tra- dizilerin, diziye özgü ilişkilerin, biiey-
gedyanın doguşu] adlı eserinde uyum, leri birbirlerine, ömegin otobüs dura-
düzen ve ölçünün ifadesi ApoUonca olan- ~ında oldugu gibi, yabancılaşnuş ey-
la karşıtlaştııara~ insan varlıklannda va- lemlerle şeyler olarak bagladıgı; radyo
roldu~nu söyledigiyaşama istegi ve gü- yayırunın pasif ve yalıtlanmış dinleyi-
cünün dinamik ve tutkulu dışavurumu cilerini delaylı bir birlikteli~e zorladı~ı;
olarak tanımladı~ hil, insanın kendisini pasaj ya da çarşı pazarın bir arada alış­
esrime ya da sarhoşluk hali içinde içtepi veriş yapmakta olanlan alabildigine
ve jtblımlarma bırakması dunımu. zayıf bir irtibat içine soktugu yerde,
tNietzsche, yine, öznel olan he11eyin, grup içindeki bireyler karşılıklılık ve
eksiksiz bir kendinden geçme içinde işbirligi ilişkileri baglamında, daya-
kayboldugu esrime deneyimine, evren- nışmaya ve kollektif eyleme muktedir
sel ahengi bir an için de olsa kavrama- hile gelirler.
mızı saglayan deneyime Diyonisos dene- docta ignorantia. İnsanın yarabasına
yimi admı verir. Ote yandan, Nietzsche veya Tann'ya ilişkin bilgisini ifade
aynca, Batı insanının büyüsüne kapıldı­ etmek için kullanılan Latince terim: Ca-
gı Hristiyan ahlaki kültürüne, bu dün- hilin bilgisi ya da alimce bilgisizlik.
yaya ait duyumsal insan v.aroluşunun Terim, Tann'yı görünüşlerin dünyasın­
yerilmesine dayanan Hristiyanlık dini- dan gören insaniann kaçınılmaz olarak
ne, karşı geliştirdigi kendi felsefesine olumsuz bir öge içeren, Tann'ya ilişkin ·
Dionysos felsefesi adıru verir. bilgileri için kullanılmışbr. Tann hak-
Bu ba~lamda, onun Der Will zur Mıu:ht kındaki bilgUnizi yalnlZCa olumsuz bir
[Güç İsternil adlı eserinde, yaşamdaki yoldan, Tann'nın ne olmadıgıru bilmek
do~urganlık.Ja bollugun benimsenmesi, · suretiyle kazandı~mızı söyleyen Aqui-
dogmatizm 249

nah tThomas da, her bakımdan sınırlı 2 Dogmatik sözcügü, epistemoloji açı­
bir varlık olarak insanın, yetkin ve son- sından, bilginin imkansız oldugunu
suz bir varlık olarak Tann'yı ancak sı­ iddia eden kuşkucu bakış açısı karşısın­
nırlı bir çerçeve içinde, eksikli olarak bi- da, bilginin kaynagı tarbşmasına hiç gir-
lebilecegi.n.i söyler. meden, bilginin kesinlikle mümkün ol-
dogma [Yun. dogma; Os. nass; Ing. dognıa; duguna inanan kişiyi gösterir. 3 Terim,
Fr. dogme; Al. dogma]. ı En genel olarak, daha özel olarak da, Alman filozofu
sıkı sıkıya, büyük bir güçle inanılan, Kant'ın, evrenin, deneyimeve gözleme
otoriteye dayandıktan başka, olgular- hiç başvurmadan, birkaç apaçık ilke-
dan ve diger deneysel desteklerden ba- den yapılan çıkaronlarla bilinebilecegi-
gımsız olarak kabul edilen şeyler için
ni; insan varh.ldaruun tecrübeyi aşabile­
kullanılan terim. Dini bir çerçeve içinde,
cegini ve şeylerin gerçek dogasıyla ilgili
tannsal bir otoriteye dayanan ve inUr dogrulara, duyu-deneyinden bagımsız
etmenin sapkınlıkla eşanlamlı oldugu olarak ulaşabilecegini savunan metafi-
degiştirilemez ve sorgulanmadan be-
zikçi ya da filozoflar için, biraz da pejora-
nimsenen temel inançlar, temel işlevleri
tif bir biçimde kullandıgı nitelemeye kar-
Tanrı'nın kendisini insana gösterdigi ve
şılık gelir.
bildirdigi vahyin anlamını kavramsal
terimlerle açıklamak olan dini ögretiler. dogmatizm [Os. ikt~~~niyye; İng. dogmatism;
Dini otorite tarafından tanımlanan ve en Fr. dogmatisme; Al. dogmarismus). ı Genel
temel dini kurum tarafından destekle- olarak, kimi ögrelilere en küçük bir eleş­
nen doktrinler. tiriye izin vermeden, rasyonel ve man-
2 Dogma, söz konusu anlamdan hareket- tıksal kaıutlar yerine, salt duygulara
le, büyük bir düşünürün otoritesine daya- veya kişisel egilimlere dayanarak körü
nılarak kabul edilen ilke önenne olarak körüne inaruna, onlan sorgusuz süalsiz
da tanımlanır. Buna göre, bir felsefe oku· bir biçimde benimseme. Bir düşünce,
lunda, dogrulugu sınanmadan kabul edil- bir iddia ya da bir teoriye ilişkin bir in·
miş olarak, dogru diye öne sürülen, dog- celemeyi reddetme ve düşünce, iddia ya
ruluğundan asla kuşkulanılmayan görüş da teorinin, her tür eleştiri ve sorgula-
ya da ögretilere de dognuı adı verilir. 3 madan bagımsız olarak, otorite temeli
Antik felsefede, göreli degil de, mutlak ve üzerinde dogru oldugunu ileri sünne
. nihar bir dogruluk iddiasında olan aksi· tavnna karşılık gelen dogmatizmin en
yom, maksim, ilke de, dogma olarak ta- belirgin örneklerine, dini otorite ve
nımlaruruştır. inanç tarafından yaratılmış olan sistem-
dogmatik [Os. ikaani; İng. dogmatist; Fr. lere baglanma tavrında rastlanır. Haki-
dogmatique; Al. dogmatisch). 1 Genel ola- kati verdigi ileri sürülen vahiyle ilgili
rak, belli birtakım ilkeleri, tezleri, dü- olarak da soruşturma açılamaz. Genel
şünce, teori ve ideolojileri mutlak ola-
olarak kutsal kitaplar ve metinler, tea-
rak dogru ve her zaman geçerli diye loglar tarafından geliştirilmiş olan dog-
kabul eden, görüşlerini kesin ve tarbş­
malar da sonışturulamaz.
maya yer vermez bir biçimde öne süren
kimsenin tutumu için kullanılan sıfat. 2 Epistemolojide, kuşkuculug,.m tam
karşıb olan ve insan zihninin varlıgın
Dogmatik buna göre, bir görüş ya da
ögretiyi, mutlak bir kendine güven ve kendisinin ve varlı~ ilk nedenlerinin
otoriteyle öne süren, en küçük bir kuş­ nesnel bilgisine sahip olabileaii iddiası­
kuya yer bırakmazken, başka insania- nı, her türlü eleştirel düşünceden önce
nn görüşlerine en küçük bir deger ver- kabul etti~ ilkelerin bir geregi olarak be-
meyen insan anlamına gelir. Buna göre, nimseyen yaklaşımı ifade eden görüş.
dogmatik kişi, hoşgörüsü.z, dar kafalı, Bu anlamda dogmalizm, varlıgın bizzat
eleştiri ve kuşkuya tahammülsüz olan kendisini bildiğimizi, cismin birincil nite-
kişiyi gösterir. liklerini gerçekte oldugu şekliyle algıla-
250 doia

dı~zı, temel ilkelerin, zorunlu dogru- doga [Yun. plıysis; Os. tabiat; ing. nature;
lann yalnızca zihin ve düşüncenin degil, Fr. nature; Al. na tur]. 1 Bir organizma-
fakat varlıgın da yasası oldugunu kabul nın doguştan getirdigi ya da miras aldı­
eder. Alınan filozofu Kant, işte bu bag- gı varsayılan özellik ya da karakteristik-
lamda, dogmatizmi, 'bilgiye sahip oldu- lerinin bütünü. 2 Doga ikinci olarak, bir
gunu öne süren, ancak bu iddiasmın da- insanın ya da bireyin, karakteristik dav-
yandıgı yöntem ve ilkelerin eleştirel bir raruş tarzlaruu, temel nitelik ve tutum-
incelemesini yapınayan bakış açısı' ola- larını ifade eder. Buradan hareketle, bir
rak tanıınlamıştır. şeyin, onu her ne ise o şey yapan özü-
tKuşkuculukla dogmatizm arasındaki ne, özsel özelliklerine de, o şeyin doga-
bu karşıtlıgın, bilgi iddiaları bütününü sı denir.
eskiyen parça ve l;ıölgelerinin de~iştiril­ 3 Doga, üçüncü olarak maddi evreni
mesi ve tamir edilmesi suretiyle yüzdü- gösterir. Buna göre, doga, zaman ve
rülen bir gemiye benzeten yanılabilirci­ mekan içinde bulunan şeylerin oluştur·
likle bilgi iddialan bütününü saglam dugu sisteme; olayların, güçlerin ve fe-
temellere ihtiyaç duyan bir yapıya ben- nomenlcrin, bilebildigimiz evreni mey-
zeten tteınelcilik arasındaki karşıtlıgı dana getiren, kompleksine doga adı
ifade ettigi söylenir. verilir. İşte bu çerçeve içinde, doga, in·
3 Bilim ya da bilim felsefesinde, bilim- sandan ayrı ve insanın etkisinden ba·
gımsız olarak varolaru, sanata karşıt
sel araştırma sırasında gerçekleştirilen
olanı, öznel olana karşıt olarak nesnel
keşiflerin, üretilen teorilerin, kullanılan
yöntemlerin sonuçta elde edilen bilgile- olan gerçekligi ifade eder. Doga, öme-
gin, Aristoteles'te, insan tarafından mey-
rin bagtamlarından soyutlanarak, sor-
dana getirilmiş şeyleri gösteren teklı­
gusuz süalsizce evrensel geçerlilige sa-
ne'den farklı olarak physis'le gösterilen
hip hakikatlar olarak algılanması ya da ve insan tarafından varlıga getirilmemiş
bilimin mutlaklaştırılması tavn. varlıklardan oluşan bütünü, kendisin-
4 Metafizikte, aklın mutlak ve degiş­ deki hiçbir şeyin amaçsız olmadıgı, ev-
ınez bir degeri oldugu, varlıga dair
rensel bir düzen ya da amaç sergileyen
kesin hakikatiere erişebilecegi kabulüy- teleolojik sistemi ifade eder.
le, birtakım a priori ilkelerden, apaçık ol- do~a bilimleri [Os. tabii ilimler; İng. natu-
duklarına inanılan baza temel ve degiş­
ral sciences; Fr. sciences ruıturelles]. Orga-
mez inançlardan hareketle ve spekülatif nize ve sistemli bilginin, varlıgın mad-
yöntemleri kullanarak, varltkla ilgili di boyutunu konu alan dalı. Me}<jn ya
genel sonuçlar çıkarma tavn. da maddi evren içindeki varlıkları, olay
5 Dogmati:zm terimi, yine metafizikte, ve olgulan konu alan ve dogal olayia-
tFichte ve tSchopenhauer gibi diger nn yasalarını ya da yasahlıklannı araş­
Kant-sonrasl filozoflar tarafandan ger- bran bilimler.
çekligin bilinçten bagunsız oldugu ve Nedensellik ilkesine, yani ayru koşul­
deneyimin, tecrübenin temelini meyda- lar altında hep aynı sonuçların ortaya
na getirdigi ilkesini taruınlamak için kul- çıkacaAt ilkesine dayanan doga bilimleri
lanılıruştır. Bu görüşe göre, bilgi, ger- deneysel yöntemi temele alır. Doga kav-
çeklik, pasif ve ahcı insan zihni üzerine ramı oldukça geniş kapsamlı ve degiş­
etki yaptıgı zaman oluşur. Fichte bu an- ken bir kavram oldu~u ve her zaman
lamda dogma tizm.i, ahlild deger ve ide- birtaku:n metafizik kabullere bagh bu-
allerimize temel saglayan biricik görüş lundugu için, doga bilimlerinin kapsamı
olarak. gerçekli~, tecrübenin temeli içinde hangi bilimlerin yer aldıgı, zaman
olan etkin ve bilinçli ,ego oldugu görüşü· zaman tarhşma konusu olmuştur.
ne tekabül eden transendentat idea.lizm- Buna göre, doga İlkçag ile Ortaçag bo·
le karşı karşıya getirir. yunca geleneksel olarak teolojinin do·
doğa felsefesi 251

gaüsi:ü alanıyla karşı karşıya getiri!~ liştinnişlerdir. Buna karşın, Yeni Pla-
miştir. Bununla birlikte, Yakınçag'da toncular, bu alanda tümüyle soyut dü~
ve çagdaş düşüncede doga bilimleriyle şünceler ileri sürmüşlerdir. Ortaçag'da,
sosyal bilimler arasında bir ayırım ya~ dogarun bilimsel açıdan incelenmesi bü~
pılmıştır. En önemli doga bilimleri ara~ yük ölçüde ilunal edilmiştir. Bu çagın
sında fizik, kimya, biyoloji, astronomi felsefesi, Aristotelesçiligin, Platonculu-
ve jeoloji sayılabilir. ~ ve Hristiyan metafiziginin bir kan-
dogacılık [Os. tabiatperestlik mezhebi; İng. şımından ibarettir.
naturism; fr. naturisme; Al. naturismus]. 2 Rönesans döneminde ve doga bilim-
Davranış, beslenme ve yaşam biçimin- lerinin bir süre sonra kaydedecegi hızlı
de tek yol gösterici olarak dogayı kabul gelişmenin hemen öncesinde, Telesio,
etme egilimi. teampanella ve tSruno gibi düşünürle­
Dogayı aşan, yaratıa bir nedenin var- rin, dogayı, tabiat alanını Tanrı'dan ba-
lıgını inkiir eden, doganın kendinden ğımsız bir biçimde, kendi içinde kapalı
varoldugunu öne sürüp, dogayı temel bir sistem olarak görmüş ve böylelikle
alan, dogayı kutsayan ve her tür ölçüyü de felsefeleriyle modem bilimin teorik
dogada bulan ögretilerin genel adı. ve ontolojik temellerini hazırlamışlar~
doga felsefesi [Os. tabi at felsefesi; İng. phi- dır. Zaman zaman panteist bir anlayışı
losoplıy of nature; Fr. philosophie de la na- ön plana çıkartan bu doga felsefelerin-
ture; Al. philosophie der natur, naturephi- den bir süre sonra Francis tBacon, insan
losophie]. Tarihsel bir çerçeve içinde, 1 bilgisinin ve eyleminin dogaya dayan-
öncelikle Antikçagda veya Hellenik dö- ması ve doga üzerinde temellenmesi ge~
nemde, M. ö. 6. ve 5, yüzyıliann salt do- rektigini belirtmiştir. Bacon, bu konuda
gayı konu alan felsefesi., sonra da Yunan şunlan söylemiştir: 'Doganın hizmet~
ve Hristiyan Avrupa'da, genel metafizik k.in ve yorumcusu olan insano~lu, de-
sistemlerin dogaya ilişkin açıklamadan ney ve düşünme yoluyla doga düzeni~
meydana gelen dallan. Buna göre, felse- nin sırlannı anladı~ı ölçüde, eylemde
fe başlangıçta bir doga felsefesi niteligi bulunabilir ve bilgi edinebilir.' 'Dogaya
taşnruştır. Söz konusu doga felsefesi, egemen olmarun koşulu, ona boyun eg~
İyonya'da duyumcu, Yu-nan yanmada- mektir.'
sında akılcı bir özellik kazanmıştır. 3 Doga felsefesi, yine +Romantizmin
tSokrates, insanın bu dünyadaki yaşa­ pozitivist bilim eleştirisinin doganın
mı açısından çok büyük bir önem taşı­ modern bilimin yabancı kaldıgı feno~
madıgı gerekçesiyle, bu doga felsefesine menlerini konu alan spekülatif teorileş~
karşı çıkarak, felsefenin merkezine insa- tirme etkinligini tanımlar. En önemli
nı geçirmiştir. Bundan dolayı, Sakra- temsilcileri tSchelling ve tGoethe olan
tes'in ögrencilerinden birçogu da, hpkı bu felsefe, modern bilime hakim olan
Sokrates gibi, fiziki bilimlerin alarunda mekanist doga tasarımına, dogayı an~
felsefe yapmaktan kaçınmışlardır. Pla~ lamdan yoksun cansız bir madde alemi
ton da doga felsefesiyle ilgilenmiş ol- olarak gören anlayışa şiddetle karşı çı~
makla birlikte, onun doga felsefesi bütü- karken, dogayı şiirle bezenmiş anlamlı
nüyle metafizik bir nitelik arzeder. bir varlık alanı olarak görmüş ve onda-
t Aristoteles ise, akıldan yardım gören ki anlamlı buldugu unsurları bulup çı~
gözlemlere dayanan bagımsız bir fizik kartma çabası vermişlerdir. Söz konu~
bilimi kurmaya çalışmıştır. su doga felsefesi konsepsiyonuna göre,
Daha sonra, Hellenistik dönemde, tEpi- dogaı fenomenler bizim, arzu ettigirniz
küros tDemokritos'un atomcu mekanist takdirde anlayabilece~miz birtakım
görüşünü, tStoacılar ise tHerakleitos'un mesajlar aktaran bir dil meydana geti-
dinamik doga anlayışını canlandırıp ge- rir. Bu dili anlamak, dogarun fenomen~
252 dcğa filozofları

lerine nüfuz etmek, gözlem ve deney 16. yüzyılm ilk yarısında,


yeni kıta ve
yoluyla degil, fakat sezgiyle mümkün toprakların keşfiyle, deniz ticareti ve Re-
olur. Zira dogarun fenomenleri insana formasyon hareketinin bir sonucu ola-
yabancı fenomenler olmayıp, hayatla rak, Avrupa'da dogaya karşı yoğun bir
dogrudan bir ilişkisi olan fenomenler, ilgi uyanmıştır. Bu dönemde, dini teınel­
zihnin dışavurumlandar. İşte bu an- l~ri olan Ortaçag takılcıhgına ve Aristo-
lamda doga felsefesi, dogamn bilimin feles otoritesine karşı tavır alınmış ve
kavrayaınadıgı için yabancı kaldıgı un- fenomenleri gözlem ve deney yoluyla
surlarını, yönlerini açıga çıkaran teori- araştırınaıun önemine deginil..miştir.
ler geliştirme faaliyetini ifade eder. Dogaya yönelik bu ilgi önce astronomi-
4 Doga felsefesi terimi, yine, fakat bu de, Kopemik, Galile ve Kepler'in önemli
kez sistematik olarak, genel ve teorik bulgulanyla semeresini vermiştir. Bu-
bir çerçeve içinde, bir gerçeklik olarak nunla birlikte, söz konusu bilim adamla-
doganın temel yön ve boyutlarına iliş­ rının temsil ettigi bilimsel gözlem ve
kin araştırmadan meydana gelen ve araştırma ruhu, henüz yeterince olgun-
kendi içinde fizik felsefesi ve biyoloji felse- laşmadan, zaman zaman felsefi spekü-
fesi olarak ikiye ayıran felsefe dalına te- lasyonla kanşmıştır. İşte doga filozofla-
kabül eder. rı terimi, söz konusu dönemin dogaya
Dogal gerçekligin en temel ve en yönelmiş olan bilim adamı-filozoflannı
önemli yönlerini ele alan bu disiplinden göstermektedir. Bu filozof-bilim adamla-
hareketle, bir bütün olarak gerçekligin n arasında en önemli üç tanesi, Bemardi-
kendisi, insanın dünya görüşü, antro- no Telesio, Giordano Bruno ve Tomaso
polojisi ve ahiSkıyla ilgili sonuçlar çıka­ Caınpanella'dır.
nldigı için, doga felsefesi, yalruz ku- doga hali [Os. tabiat hıUi; İng. stDte of natu-
ramsal ya da felse.fl açıdan degil, faka re; Fr. ~tat ·de nature; Al. naturezstand].
pratik bakımdan da büyük önemi olan Modem sivil topluma ilişkin görüşlerin
bir disiplindir. temelinde yer alan ve çogunluk sivil
Başka bir deyişle, bir gerçeklik olarak toplumu temellendirmek için kullamlan
doganuı aktüel yön ya da boyutlarıyla ve insanın, hiçbir siyasi örgüt ya da yö-
ilgili araştırmalardan meydana gelen netimin olmadı~ı zamanki durumunu
felsefe türü olarak doga felsefesi, fizik dile getiren ya da insanın toplum dışın­
felsefesiyle biyoloji felsefesinden mey- da, bozulmamış bir halde olma duru-
dana gelmektedir. Doga felsefesi bu muna işaret eden fikir.
baglamda, insanın dogal kuruluşuyla Doga hali kavranu, onyedinci ve onse-
çevresine ilişkin saglam bir kavrayışın kizinci yüzyıl filozoflan tarafından,
onun inanç ve tavırlarıru önemli ölçüde sivil toplum anlayışının karşıtı olan
koşulladıgı inancıyla, dogaya ilişkin bir kavram olarak görülmüş ve insarun
araştırmalardan, zaman zaman belli bir devlet ya da siyasi bir düzen olmadııı
metafizik, artı bir dünya görüşü, antro- zaman durumunun ne olabilecegini,
poloji ve etik için, kaçınılmaz olan kimi söz konusu doga halinin uygarlık tara-
sonuçlar çıkartmaya çalışır. fından ne ölçüde degiştirildi~i ya da
doga filozoflan [İng. nature philosophers; bozuldugunu açıklama sürecinde, bir
Fr. philosophes de nature]. Felsefi araşor­ ölçüt ya da temel olarak alınmıştır.
ma ya da spekülasyonlarının konusu Başka bir deyişle, toplumlar yarahi-
doga olan Sakrates-öncesi filozof ya da maZdan önce varolmuş olan bir hali,
fizyologlarla, fiziksel olgulara ve süreç- toplumsaliaşma öncesi yaşanan bir du-
lere ilişkin araştırmaJim yeniden can- rumu betimleyen doga hlli düşüncesi,
landıran Rönesans filozoflan için kulla- dogal düzeni toplumsal düzenle, dogal
rolan deyim. ya da fiziki insaru toplumsal insanla
doğa hali 253

karşıtlaşhnnak ve insan toplumlarının anarşi ve kaos halinden daha beter ve


do~asını ya da özünü topluıniarın biz- aşa~ılık bir hal olınadı~ı için, bu du-
zat kendilerinin işleyişi tarafından sa~­ rumdan her ne pahasına olursa olsun
lanan ölçütlerden ba~ıınsız olarak açık­ kurtulmak istediklerini öne sürmüştür.
layıp yorumlamak amacıyla tarihsel bir Bununla birlikte, do~a halinde çatış­
delil veya analitik bir araç olarak kulla- manın kaçınılmaz oldu~u görüşüne,
ntlmıştır. onun tümüyle yanlış bir insan do~ası
İşte bu çerçeve içinde, do~al düzen ço- konsepsiyonuna dayandı~ı gerekçesiyle
~unluk Tanrı tarafından yaratılrruş bir itiraz edilmiştir. Bireylerin do~al bencil-
düzen olarak görülmüş ve dolayısıyla li~iyle açgözlülü~ünü varsayan Hobbes,
onun insan tarafından kurulmuş olan yalnızca m1,ıtlaka yakın güçlerle donan-
düzenlerden çok daha meşru oldu~una mış bir hliküındarın düzen getirebilece-
inanılıruşhr. Do~a hali düşüncesiyle ~i ve herkesin başka herkesle olan sava-
ifade edilen do~al düzenin Tann tara- şını önleyebilece~i sonucunu çıkartır ve
fından yaratılmış oldu~u yerde, top- politik otoriteyi, biricik alternatifi kaos
lum, belirli do~al ihtiyaç, istek ve arzu- oldu~u için meşrulaştırır. Oysa, kimi
ları olan bireyler tarafından yarahlmış düşünürlere göre, do~al ya da vahşi in-
olan bir düzene karşılık gelir. Do~a hali sanı tasvir ederken, Hobbes toplum için-
düşüncesi, işte bu temel üzerinde, insa- deki insanı betimler~ Hırs, kibir, açgöz-
nın, ahlak ya da siyaset alanındaki, tüm lülük do~al insanın niteliklerinden
toplwnsal çaba ve girişimlerinin kendi- ziyade, toplumun ürünüdür.
siyle ölçüldü~ü bir standart meydana ge- Bundan dolayı, insanın do~asının özü
tirdikten başka, bize toplumların nasıl itibariyle iyi ve yardımsever olup, iş­
varlı~a geldikleri, devletlerin nasıl ku- birli~ine açık durumda bulundu~unu
ruldukları sorularını yanıtlamanın en savlayan Jean Jacques +Rousseau gibi
önemli yollarından birini sa~lar. Buna düşünürler, do~a halini kaybedilmiş
göre, do~a hali düşüncesi, insan varlı­ bir cennet, geride kalmış bir altın ça~
~ının do~al haklan olan eşitlik ve özgür- ve 'soylu vahşi'nin, uygarlık tarafın­
lü~ü temellendiren tarihsel bir delil ola- dan bozulmamış dünyası olarak gör-
rak kullanılabildi~i gibi, devletle devletin müşlerdir. Nitekim tPufendorf. do~a
tüm toplumsal ilişkileri denetleme hak- durumunda yaşadıkları söylenen in-
kının zorunlulu~unu gösteren bir kanıt sanların, birbirlerinin boyundunı~unda
olarak da kullanılmıştır. olmadıklan gibi, ortak bir efendiye de
Filozoflarut beniınsedikleri insan do~a­ ba~lı olmayan ve birbirlerine kötülük
sı imgelerine ba~lı olarak. do~a halini de iyilik de etmeyen insanlar oldukları­
farklı şekillerde betimleyen görüşler or- nı söylemiştir. Pufendorfa göre, insan-
taya çıkmıştır. Örne~in. insanut insanın lar, do~a halinde, özleri gere~i, eşit ve
kurdu oldu~unu söylerken, onun özü özgürdür ler.
itibariyle kendi çıkan peşinde koşan Herşeye ra~men, do~a halinin niteli~i ·
bencil bir varlık oldu~unu iddia eden konusunda farklılık gösteren tüm gö-
Thomas tHobbes, bireyler arasmdaki rüşlerin ortak paydası, insan varlıkları­
çıkar ve güç mücadelesini vurgularken, nın do~al eşitli~ine duyulan inançtır.
do~a halini herkesin herkesle savaş için- İşte bu inanç, sivil toplum görüşleriyle
de bulundu~ bir hal olarak tanımla­ tüm liberal ö~retilerin temelinde yer
mıştır. Başka bir deyişle, do~a duru- alır. Buna göre, tüm insanlar, aynı
ınunun, herkesin herkesle savaş içinde insani sıfat ya da özelliklere sahip ol-
bulundu~u bir duruma, tam bir anarşi mak, aynı fiziki çevreyle karşı karşıya
ve genel savaş haline karşılık geldi~ini bulunmak, aynı kendi varlı~U'\1 koru-
söyleyen Thomas Hobbes, insanların, bu yup sürdürme içgüdüsünü sergilemek,
254 doğal

koşul1arını iyileştirme düri:üsüne sahip dugunu savunınuşlardır. Bu iki düşü­


olmak bakımından, aynı insan dogası­ nüre göre, dinin temel inançlarını bize
nı paylaşıyorlarsa eger, bu takdirde akıl gösterir, çünkü bu inançlar bizim
toplumun da dogal bir temeli vardar dogamızda, aklımızda yerleşiktirler.
demektir ve tüm toplumsal düzenleme- Bu temel inançlar ve dogrular şunlar·
ler arkaplandaki dogal yasa ve düzene dır: Bir Tann vardır; O'na inanmak,
uygun hale getirilmelidir. saygı göstermek ve tapınmak gerekir.
dogal [Os. tabii; İng. tllltııral; Fr. naturel; Al Tanrı'ya karşı bu saygı davranışı, er·
natürliclı]. 1 Dogaüstü olana karşlt olarak demli olmayı saglar.
bu dünyaya, dogaya ait ve özgü olan; 2 IV Öte yandan, bizzat insan dogasın­
Mistik olana, dogaüstü kaynaklara veya dan kaynaklanan, doguştan getirilen ve
vahye dayanarun tersine, insan akluun bir insan varlıgı olma olgusu tarafından
eseri olan; 3 İnsan elinden çıkmış, insan öngörülen haklar ve özgürlükler ise,
tarafından yarahlnuş olarun tersine, doğal haklar diye tanımlanır. Bu haklar,
dogrudan dogmya dogadan gelen, ken- zaman ve mekana baglı olmadan, her
diliginden oluşan; 4 Uzlaşuna karşıt zaman için var ve geçerli olan haklardır.
olarak, doguştan ya da dogadan getiri- Dogal haklar, bazı dönemlerde, pozitif
len; S Sivil ya da sosyal ve politik olarak, hukukun etkisi albnda ikinci planda
insanın kendisine, fiziki yapısına ait ve kaldıysalar da, İkinci Dünya Savaşı sı·
özgü olan; 6 Zihinsel olana karşıt olarak, rasında ve savaştan sonra, baskıcı re-
insanın dışındaki fiziki dogaıun bir par- jimlerin insan kişiligini ortadan kaldır­
çası olan; 7 Arızi olanın tersine, bir şeyin ma ve yok etme çabalan karşısında
özünün aynlmaz bir parçası olan için yeniden büyük önem kazanmışlardır.
kullanılan sıfat. Bu çerçeve içinde, dogal haklar, devre-
İşte bu genel çerçeve içinde, yapay an- dilmesi ve vazgeçilmesi mümkün olma·
laınlılık dışmda kalan anlam türlerine, yan temel hak ve özgürlükler olarak be-
hayvansal iletişim ve dogal işaretlerde­ lirir. Söz konusu temel hak ve özgür·
ki anlamlılıga I doğal anlamlılık adı ve- lüklerin, dogal hakiann en belli başlıla­
rilir. ll Formel ya da yapma dillerden n, yaşam, özgürlük, eşitlik, mutlu 1ol-
farklı olan, bir cemaat ya da toplum ta- ma, çalışma, mülkiyet, fırsat eşitligi,
rafından fiilen kullamlan dil, tarihsel yasa karşısında eşit muameleye tabi
dil anlamında, doğal dil diye tanımla­ olma haklarıdır.
nır. lll Tann'yla kurulan dogrudan ya V Manhkta, 1934 yılında Alman man-
da dolaylı iletişime baglı olan vahiy tıkçısı Gerhard Getzen'in aksiyarnlara
dini veya dogaüstü teolojiye karşıt ola- başvunnad.an, salt çıkarım kurallarına
rak, akıl yoluyla oluşturulabilen veya dayanarak oluşturdu~u mantıksal çı·
insanda doguştan varoldugu düşünü­ karım yöntemine ise doğal türetim meto-
len inançlar bütününe doğal din; ve bu- du ada verilmektedir. Formel manhk
nunla aynı anlama gelmek üzere, insa- sistemleri olan dogal türetim sistemleri
nın salt kendi aklına dayanarak ve Hilbert, Peano ve tRussell gibi mantık·
makul olasılıkların meydana getirdigi çılar tarafından geliştirilen, az sayıda
genel bir çerçeveden hareketle, kendi aksiyoma ve birtakım çıkanın kuralla-
Tann'sını ve evren teorisini oluşturabi­ nna sahip aksiyomatik sistemlerden,
lecegi öncülüne dayanan teolojiye de aksiyarnlara ihtiyaç duymamak bakı­
doğal teoloji adı verilmektedir. Bu tür mından farklılık gösterirler.
bir din anlayışının en ünlü temsilcileri VI Öte yandan, duyusal dünyaya ait
olan Jean tBodin ve Herbert, nitekim olan, deneyimlenen dünyanın bir par·
aklı dogal bir ışık olarak gönnüş ve çası veya üyesi olan nesneye doğal
dinin, vahyin degil de, aklın ürünü ol- nesne, özellige de doğal özellik adı veri-
doAal bir kurum olarah devlet 255

lir. VII Buna karşın, yeşil gibi dogaı yavru verdigi halde, türlerin ço~nda
bir gerçekligi olmayan, nesneler gibi birey sayısı aşagı yukarı sabittir. Bu, bi-
dış dünyada varolmayan, Tanrı tara- reylerin çoSUnun embriyondan yetiş­
fından verilmiş olma anlamında doga- kin duruma gelinceye kadar, yaşamın
üstü olmayan özellik ise doğal olmayan bir aşamasında yok olup gittikleri anla·
özellik diye tanımlanır. Böyle bir özellik, mına gelir. Öyleyse, içinde bulundugu
duyum ya da içebakış yoluyla veya varoluş şartlarında, yaşadıgı çevresel
başka bilişse! yetilerle bilinemez, yal- koşullara en iyi şekilde uyum saglayan
nızca sezgi aracılıgıyla kavranabilir. bireyler daha uzun yaşar, daha çok ve
Sezgici bir ahlak anlayışını benimseyen daha saglıkh döller verir. Ana babaları­
filozofların sözünü ettigi bu tür dogal nın kalıtsal özenikleriyle donatılmış
alınayan sezgisel özellikler dogrudan, olan gelecek kuşakJar da, kendilerinden
aracısız, betimlenemez özellikler olup, önceki kuşagın uyum yetenegini korur
başka özelliklerle birleştirilir. ya da geliştirir.
VIII Epistemolojide ise, dış dünyanın dogal bir kurum olarak devlet [İng. state
gerçek varoluşuyla ilgili olarak kuşku as a ıı.atural instution; Fr. etat coımne uıt
duyulamaz bir bilgi ve kanıt elde ehne organisıııe]. Devleti büyük ölçekli bir
söz konusu oldugunda, duyum ve algı­ insan ya da organizma olarak gören
ya kesinlikle güvenilebilece~ini savu- tPiaton'un, devleti insan dogasına da·
nan anlayış, doğal realizm olarak bilin- yandıran görüşü.
mektedir. İlk kez olarak T. tReid tara- Bu anlayışa göre, devlet bireyin doga-
fından formüle edilen ve gerçekligin zi- sından türer, zira birey, mantıksal ola-
hinden bagımsız olmadığını öne süren rak devletten önce gelir. Ve bu baglam-
töznel idealizıne şiddetle karşı çıkan da, devlet insan degasının yapısını
bu anlayış, sagduyu felsefesi diye de yansıttı~ı için, dogal bir kurumdur. Pla-
tanımlanmaktadır. ton'a göre, devletin kökeninde insanın
do~al ayaklanma [Os. ıstıfô.i tabii; İng. na- ekonomik ihtiyaçlan vardır. İnsaniann
tural selection; Fr. serection ııaturelle; Al. birçok ihtiyacı oldugu ve hiçbir insan
naturauswahij Yaşama savaşında, daha kendine yeter olmadıgı için, Platon'un
az uyum saglayan, daha az yetenekli bi- ideal devletindeki birinci sıruf, bir iş bö·
reylerin elenerek, daha iyi uyum sagla- !ümüyle, insanların ihtiyaç duyduklan
yanların, daha yetenekli olaniann hayat· çeşitli ürünleri üreten sanatk~rlar, üreti-
ta kalması durumu. Evrimi dogadaki ciler ya da tüccarlar sınıbdır.
koşullara daha iyi uyum saglayabilme- Bu sınıfta bulunan insanlar, daha çok
nin sonucu olarak gören ve akraba tür- maddeye düşkünlük gösteren, bedensel
lerde bulunmayan özel uyum mekaniz- tatminierin ve eşyanın peşinden koşan
malarıyla donatılmış türlerin çevre insanlardır. Bu insanların erdemi ölçü-
koşullarına daha iyi uyum saglayacagı­ lülüktür. İdeal devletteki ikinci sıruf,
nı, ve dolayısıyla yaşamlaruu sürdürme devletin sınırlarıru düşmanlardan ko·
şansının daha yüksek olacagını savunan ruyan askerlerle, iç güvenli~i saglayan
tDarwin'in, dogada hüküm süren ve ya· bekçilerden oluşur. Askerler ve bekçi·
şama savaşında en başarılı olanların, ler, kendilerinde cesaret ögesi agır
varoluş koşullarına en iyi şekilde uyum basan insanlardır. Bu insanlann erdemi
saglayanlann ayakta kalmasını saglayan ise, Platon'a göre, cesaret olmak duru·
sürece verdigi ad. mundadır. Buna karşın, ideal devletteki
Darwinizmin temelini oluşturan dogal üçüncü sınıf, çok uzun süreli ve olduk-
ayıklanma şu temel ilkeye dayanır: ça aynntılı bir egitimden geçmiş olan
Canhlann büyük bir bölümü çok fazla yöneticilerden meydana gelir. Bunlar
sayıda döl, yumurta, tohum ya da kendilerinde manevi haziara düşkünlü-
256 doğalc1lık

gün, akıl gücünün, merak ve anlama is- dogal oldugunu, varolan herşeyin do-
teginin ön pl§na çıktıgı bilgelerdir, filo- ganın bir parçasını meydana getirdigini
zofJardır. Söz konusu yöneticilerin er- savunan anlayış.
demi ise, bilgeliktir. 1 Bilimsel açıklamanın kapsamı dışın­
Platon'un bu üç sınıflı toplum anlayışı, da kalan bazı varlık ya da olayların va-
onun üç parçalı ruh görüşüne dayan- roldugu görüşüne karşı çıkan akım
maktadır. Buna göre, ruhun en alttaki olarak dogalalık, bilinebilen tüm evre-
parçası işlihadır. Bu parça, ruhu bedene, nin, dogal nesnelerden, yani dogal ne-
bedensel arzulara yöneiten parçadır. denlerin eylemiyle varlıga gelen ve yok
İdeal devletteki üretidler, tüccarlar ve ze- olup giden nesnelerden oluşrugunu,
naatkarlar sırubna karşılık gelen bu par- her dogal nesnenin, mekan ve zaman
çanın erdemi, temel işlevi aşınya kaç- içinde, dogal nedenlerin sonucu olarak
mama, ölçülü olmadır. İkinci parça ise, varoldugunu öne sürer.
can ya da cesarettir. Ruhun, devletteki Evrenin, do~al nesnelere ek olarak,
bekçi ve askerler sınıhna karşılık gelen dogaı olmayan bir nesne türü de içerebi-
bu parçasırun görevi iştihanın aşın arzu lecegini, fakat, dogal nesnelerin gözlem-
ve isteklerine direnmek, cesaret göster- lenebilir davranışları üzerinde dogru-
mek ve iştiha ile akıl arasmda çıkabile­ dan etkisi olmadıkça, dogal olmayan
cek çalışmalarda aklın sözünü dinle- nesnelerin varoluşunu kabul etmeme-
mektir. Buna karşın, ruhun en üstteki miz gerektigini belirten dogalalıga
parçası, devletteki filozof-yöneticiler sıru­
göre, dogal bir nede~ başka bir dogal
fına karşılık gelen akıldır. Aklın görevi
nesnede bir degişmeye yol açan dogal
bilmek, anlamak, ruhun diger parçalan-
bir nesne olup, her nesne dogal nedenle-
na yol göstermektir. Ruhun bu parçası­ rin etkisiyle varlıga gelir, varh~m sür-
nın erdemi ise, bilgeliktir.
dürür ve daha sonra yok olup gider.
Platon'a göre, ruhun parçaları arasın­
Dogal düzen ya da dogaıun. yalruzca
da bir uyum oldugu, hiçbir parça
tüm dogal nesnelerin bir toplanu olarak
başka bir parçanın görevine, işlevine
düşünülmesi, dogarun, dogal nesnelere
karışmayıp, kendi görevini geregi gibi
ek olarak, dogal süreçleri de kapsayan
yerine getirdigi zaman, böyle bir ruh
dengeli ve sonuçta ortaya çıkan insan bir sistem olarak görülmesi serektigini
da saglıklı ve adil bir insan olur. Platon söyleyen dogalcıhk, dogarun, ilke ola-
bu görüşünü aynen devlete yansıtır. rak her bir parçasıyla anlaşılabilir olan
Buna göre, her sınıfın, başka sınıfların bir sistem meydana getirdi~i, ama bir
işine müdahale etmek yerine, kendi gö- bütün olarak aÇiklanmasının imkansız
revini layıkıyla yerine getirdigi bir dev- oldugunu söyler. ·
let adil bir devlettir. Böyle bir devlet, Başka bir deyişle, dogaya ilişkin bü-
tıpkı bireyde yol gösteren güç akıl ol- tünsel bir açıklamanın, dogal bir nedene
dugu zaman, bireyin iyi ve esenlikli ol- işaret etmeyi gerektirdigini, oysa bir
ması gibi, devlet de özellikle felsefenin bütün olarak ele alman doganın dışında
gücü hissedildigi, bilge yöneticiler top- dogal bir neden bulunmadı~ savunan
lum için uygun ve yararlı projeler üre- dogalcılıga göre, doga bilimsel ya da
tip uygulamaya soktukları, genelin re- dogal yöntemle araşhrılmalıdır. Dogal
fahını sagladıkları zaman, ideal, yetkin ya da bilimsel yöntem ise, a) dogal süreç-
ve adil bir devlet olur. leri, söz konusu süreçlerden sorumlu
dogalcılık [Os. tabıiyyan mezhebi; İng. na- olan dogal nedenleri belirlemek sureliyle
turalism; Fr. naturalisme; Al. naturismus]. açıklamayı ve b) bir açıklamayı, söz ko-
Varolan ya da olup biten herşeyin, nusu açıklamanın dogru olması duru-
doga bilimlerinde örneklenen yöntem- munda geçerli olacak olan sonuçlarla test
ler tarafından açıklanabilme anlamında, ebneyi içerir.
doğ.ılcılık 257

Dogamn anlaşılabilir oldugunu, dogal +Husserl gibi düşünürlerin anti-ps!ko-


süreçlerin düzgün ve düzenli süreçler ol- lojizmine karşıt olan bu anlayışa göre,
dugunu savunan dogalcılıga göre, insan bilgi teorisi zihnin bir parçası haline
varlıkları da, tıpkı dogal nesneler gibi, gelen duyusal verilerle ortaya çıkan bi-
doga yasalanna t4bi olduklarından, in- lişsel ürünler arasındaki ilişkiyi konu
sanlann zihinsel ve toplumsal yaşarruru alan deneysel bir araştırmadır. Dogalcı­
meydana gebren dogal süreçler de dogal hk, yine epistemolojide, ama biraz daha
yöntemle araştırılmalıdır. Bilim adaınia­ genel bir çerçeve içinde, bir ucu ak.Jlcı­
rı ve filozofların, her zaman dogal ya da hkta, diger ucu da tpozitivizmde olan
bilimsel yöntemi kullarup, dogal açıkla­ bir dogru boyunca dizilen, ve ortak bir
malar geliştirmeleri, dogal olmayan tüm biçimde bilgiyi dogal nesne, olay ve sü-
açıklamaları, ilke olarak dogal açıklama­ reçlerin bilgisiyle sırurlayan bilgi görüş­
larla degiştirıneleri gerektigini savunan lerini tanunlamaya yarar.
dogalcılıga göre, akıl dogal yöntemin 4 Zihin felsefesinde ise, dogalcıh~
sürekli bir biçimde uygulanması olup, tfizikalizmle özdeşleştirmek mümkün-
doga bilimleri aklın en iyi ifadesidir. dür. Bu baglarnda dogalalı.k, bir tür
Belli bir anda dünyaya ilişkin olarak tmaddeciligi ifade ederken, zihne dair
sahip olunan bilginjn, bilimin bize o söylemin, zihin halleriyle ilgili önerme-
anda dünya hakkında söylediklerinin terin zihinsel terimler ihtiva etmeyen
toplamı oldugunu savunan dogalo an- önerınelere indirgenmesi gerektigi gö-
layışa göre, bilim dışında başka bir rüşünden oluşur.
bilgi kaynagımız olmadıgıru söylemek, 5 Dogalohgın, ahlak alarunda, ahlaki
insan varlıklarnun yalıuzca bilimi terne- eylem ve degerler söz konusu oldugun-
le alarak dogayla temas içinde olmaları da geçerli olan türüne ise ahftiki doğalcılık
gerektigini söylemek anlamına gelmez, adı verilir. Dünya hakkındaki olgularla,
çünkü dünyayı ya da dogayı tecrübe et· insaniann bu dünyada nasıl davranma-
ınenin farklı yollan vardır. lan gerektigiyle ilgili deger yargılan ara-
Evrenin ahlaki bir boyutu, ahlaki bir sında kesin ve mutlak bir suur çizgisi bu-
karakteri olmadıgını, insanın da, doga- lunmad.Jgıru savunan ahlaki dogalcılık,
nın ayrılmaz bir parçası olup, dogal bi- ahlaki yargı ya da deger biçrnelerin
limlerin yöntemleriyle açıklanabilecegi­ dogal fenomenlerle ilgili olgulan içerdi-
ni savunan dogalcıhgın kapsamı içine gini öne sürer. Ahiakın empirik bir disip-
birçok ögreti girer. Dogalcı ögretilerin lin ya da dogal veya toplumsal bir bilim
ortak yönü, metafizik bak.Jrndan her oldugunu, ahlaki kavram ve terimierin
zaman tek bir töz öne sürmeleri ve doga doga bilimlerinin kavram ve terimlerine
sistemi içinde teleolojik ögelere yer ver· indirgenebilecegini savunan dogalahga
memeleridir. göre, bir eylemin do~rulugunu ya da
2 Dogalcılık mantıkta, psikolojizme yanlışlıgını belirlemek için, söz konusu
özdeş olan bir ögretidir. Bu baglarnda eylem tarafından haz elde edilip edilme-
dogalohk ya da tpsikolojizm, manbk digi, hedeflenen amaçlara ulaşılıp ula-
yasalannın a priori olmadıgı, bu yasala- şılmadıgı, eylemin birlik ve uyuma yol
rın geçerliliginin zihnine ilişkin empirik açıp açmadıgı olgularuu hesaba katmak
ya da tecrübi olgulara dayandıgını öne gere~ vardır.
sürer. 3 Epistemolojide ise dogalcılık, a) 6 Öte yandan, nonnatif ahlakta hangi
bilgiyi dogal nesne, olay ve süreçlerin davraruşın ahlaken dogru oldugunu be-
bilgisiyle sınırlayan, b) bilgi teorisinin a lirlemenin tek yolunun insan, toplwn ve
priori bir disiplin olmayıp, deneysel bili- biyoloji benzeri bilimlerdeki empirik
min bir parçası oldugunu öne süren gö- araştırmadan geçligini savunan dogalcı­
rüşe karşılık gelir. tKant, +Frege ve lık, tmetaetikte, ahlaki yargıların,
25A doğaler yanlış

Huıne'dan beri bilinen olgu/deger ayın­ dogalcı yanlış [ing. ııaturalistic fallacy;
mına ragınen, olgusal dogru ya da öner- Fr. erreur naturalistiqe]. 1 Ahlaki ya da
melerden türetilebilecegini iddia eden, ahlak alanına giren tümeeleri olgusal
ahlaki kavramların dogal olgu ya da tümcelere, yani dogal olaylarla ilgili
özelliklere indirgeıunek suretiyle analiz tümeelere indirgeme yanlışına; ahlak
edilebilecegini öne süren görüşe tekabül alaıuna giren, ahiakla ilgili olan tümce-
eder. leri ahiakla ilgileri olmayan tümeeler-
7 Dogalcılık toplum bilimleri alanında den çıkarsaına ya da türetme hatası.
ise, sosyolojinin bir bilim oldugunu 2 Dogalcı yanlış, daha özel olarak da,
veya olabilecegini, ancak bunun sosyo- ahlaki teriınieri ahlaki olmayan terimler-
logların doga bilimlerinin deney, tüme- le, olgusal terimlerle taıumlama yanlışı­
vanm, öndeyi, istatistiksel analiz gibi na karşılık gelir. Ahlaki bir deger ola-
yöntemlerini ku Harunası yla ın ümkün rak iyiyi, yani dogal olmayan bir şeyi,
hale gelebilecegini dile getiren anlayışı dogal bir şey, örnegin haz ya da insanın
ifade eder. 8 Dogalcılık din felsefesinde kendi kendisini gerçekleştirmesi aracılı­
de, vahye dayalı dini ve mucizeleri red- gıyla tanımlama şeklinde ortaya çıkan
dederek, aklın eseri olan bir dini savun- yanlış, dogal yanlışa bir örnek olarak
ma, dini akla ve insan dogasına dayan- verilebilir.
dırma tavn olarak dogal din anlayışına Burada yanlış olan şey, iyi, hazla ya da
tekabül etmektedir. Bu baglamda, do- kişinin kendi kendisini gerçeldeştirmesi
galcı bir Tanrı anlayışı geliştiren görü- olarak tanımladıktan sonra, haz ya da
şe teolojik dogalcılık adı verilir. Teolo;ik kişinin kendi kendisini gerçekleştirme­
dogalcıhk, a) neyin gerçekten varoldu- sinin niçin iyi oldugu sorusunu sorma-
gunu bilmenin biricik yönteminin doga nın hala anlamlı olmasıdır. Bu nedenle,
bilimleri tarafından geliştirilen metod· iyiyi hazla tanımlamak ya da özdeşleş­
lar oldugu, ve b) bu yöntemlerin uygu- tirmek, döngüsel bir tanım yapmak ya
lanması durumunda, gerçekligin bile- da iyiyi hiç tanımlamamak demektir,
şenlerinin fiz.ikj bir yapıda veya fizild çünkü böyle bir tanım, kanıtlamaya ça-
şeylere bagımlı oldugunun ortaya çıka­ lıştıgı şeyi, yani yalnızca hazzm i yi ol-
cagından hareketle, Tanrı'nın tinsel dugunu degil, fakat iyinin haz oldugu-
veya fiziki şeylerden bagımsız oldugu- nu da varsayar.
nu dile getiren dogaüstücülügün redde- dogal haklar öğretisi [İng. doctrine of na-
dilmesi gerektigini veya Tanrı kavrarro- tural rights; Fr. doctrine des droits natu-
nın dogalcılıkla tutarlı bir biçimde yeni rels]. 17. ve 18. yüz yıllarda, İngiltere,
baştan inşa edilmesi gerektigini savu- Fransa ve Amerika'da, özellikle de güç·
nur. Tann, buna göre, dogal dünyadaki lü bir orta sınıfın doguşu ve gelişmesi­
bir süreç veya insan imgeleminin mah- nin bir sonuru olarak ortaya çıkan, ve
sülü olan ideal amaçlarm bir birliği ola- bireysel insan varhklannın, yaşama,
bilir. ibadet, düşünce, konuşma, yayın öz-
9 Estetik alanında ise, dogalolık, sana- gürlügü, yasa karşısında eşitlik, mül-
tın gerçek konusunun doga oldugunu, kiyet, mutlu olma hakkı türünden birta-
sanatçayı ilgilendiren tek şeyin fiziksel kım vazgeçilemez, degiştirilemez, orta-
çevrenin özelliklerini ve davranışını dan kaldırılamaz, bir başkasına devre-
gözlemlemek ve kaydetmekten ibaret dilemez temel haklara sahip oldugunu
bulundugunu savunan görüşe karşılık savunan ögreti
gelir. 10 Dogalolık, nihayet hukuk felse- doğal hukuk [Os. hukuku tabiiye; İng. nı~­
f~inde, hukuki pozitivizme karşıt bir turallaw; Fr. droit ntJturel; Al. natıirrecht].
biçimde, dogal hukuk teorisini ve söz Hukugtı bir bütün olarak haklı kılan ve
konusu teoriye baglaruna tavnnı tanım­ her tür hukuk sisteminden önce gelen a
lar. priori öge, her tür hukugun ideal kayna-
doAanın düzenliliği ilkesi 259

gı ve bu idealden türeyen pozitif hukl!- içinde ahlaken gelişmesine ve daha iyi


gu sınama ölçü tü, degişen kurallar ve bir insan haline gelmesine iınkan veren
yasalar karşısındaki degişmez hukuk davranış tarzını buyurur. Bu dogal
kuralları bütünü olarak, insan ya da top- hukuk teorisi, Ortaçag Hristiyan dü-
lumun ö:zsel, temel, asli dogasında te- şüncesinde, doganın amaçlı yapısını
mellenen, ve uzlaşundan, toplum tara- tanrısal iradenin bir ifadesi ve tezahürü
fından sonradan koyulan yasalar ve olarak gören, Tann'nın davranışımızın
başka kurumsal degerierden bagımsız dogaya uygun olmasını buyurdugunu
olan hukuk. dile getiren teolojik bir görüşle birleşir.
Filozoflar ve hukukçular tarafından, 2 İkinci dogal hukuk kuraını türü, kuru-
tüm insanlara ya da insanlıga ortak ol- cu babalan fCrotius ve +Pufendorf olan
dugu söylenen genel adalet sistemi, modem görüştür. Bu görüşün te-mel
dogru ve adil davranışın genel olarak tezlerinin başında +Locke'un 1690'da,
kabul görmüş ilkelerinden meydana tRousseau'nun ise 1762'de formüle ettigi,
gelen sistem olarak dogal hukuk, pozi- tüm insaniann doguştan eşit ve özgür
tif hukugun karşısında, daha dogrusu olduklan kabulü yer alır. Bu görüşte,
temelinde yer alır. Kurallannın dogal tıpkı uluslararası hukukta, uluslann ba-
olduguna ve yalnızca akıl tarafından gımsız ve egemen devletler olarak göriii-
keşfedildigine inanılan hukuk sistemi meleri ve buna uygun bir muameleye
olarak dogaı hukugu ön plana çıkartan t!bi tutulmalan gibi, bireyler de dogalan
ögretilere ilk kez olarak İlkçag Yunan itibariyle müstakil ve bagunsız varlıklar
felsefesinde rastlanmakla birlikte, bu olarak görülür, onların bütünlüklerine ve
ögretiler Rönesans'tan başlayarak, libe- özgürlüklerine saygı gösterilmesi istenir.
ral siyaset anlayışını destekleyen kanıt Buna göre, bir eylem insanın doguştan
olarak kullanılmışlardır. getirdigi kendi bireysel alanına ve kaza-
Hukugun, her toplumun kendi koydu- nılmış haklanna saygı gösterdigi takdir-
gu yasalardan farklı olarak evrensel bir de dogrudur. Burada dogal hukuk, önce-
geçerliligi oldugunu, uzlaşıma, örf ve likle tek tek her insaNn bütünlügüne,
!detlere dayanmadı&ru öne süren müstakil varhgına ve özgürlügüne saygı
dogal hukuk anlayışının, biri klasik di- gösterilmesini ister.
geri de modem olmak üzere, iki ayn doğanın düzenliliği ilkesi [İng. principle
türü ya da versiyonu vardır. Bunlardan of the uniformity of nature; Fr. principe
1 aynı zamanda teleolojik bir dogal d' un~formite de la nature]. Tümevarunın
hukuk anlayışı olarak tanımlanan birin- temelinde yer alan ve dolayısıyla, tüme-
cisi t Aristoteles'e kadar geri gider. Bu varırnın geçerliligi ve bilimin işleyişi
anlayış doga/uzlaşım karşıtlıgına da- için olmazsa olmaz olan temel ilke, gele-
yanarken, doga yasası ya da dogal hu- cegin de geçmiş gibi olacagını dile geti-
ku~ın belli bir canlı varlık türüne özgü ren prensıp.
amaç ya da hedefleri koydugunu belir- Tekil gözlem öneranelerinden tümel
tir. Bu amaçlar, söz konusu klasik dogaı önermelere giden tümevanmsal akılyü­
hukuk görüşüne göre, ahenkli bir sis- rütme ya da yöntemin öncüileri en azın­
tem meydana getirir, öyle ki insan ey- dan zamansal olarak, sadece geçmiş ve
lemleri, insan tarafından getirilmiş olan şimdiyi kapsadıgı için, sınırlıdır. Oysa,
uzlaşım ve yasalar, ancak doganın tümevarımın sonucu, sınırlanmamış
amaçlarına uygun düştügü takdirde bir genelierne olarak, öncüllerin kapsa-
dogru ve adil olabilirler. İnsan toplum- mını aşar ve geçmişle şimdinin yanın­
sal bir hayvan olduguna göre, doganın da, gelecegi de ihtiva eder. Dolayısıyla,
yasası ve dogal hukuk toplumsal hayab tümevanırun öncüileri sonucu çok muh-
mümkün kılan ve bireyin bu yaşam temel kılmakla birlikte, onu kesinleşti-
260 doğaüstü

remez, manbksal olarak geçerli ve mut- ını içine girmedigine dikkat edilmelidir.
lak hale getiremez. Tümevarunm geçer- Çünkü canlıcılıkta, kendisini dogal nes-
li olabilmesi, bu nedenle, gelecegin de nelerin içinde gösteren büyülü güçlere
geçmiş gibi olacagı inancuu, dogarun ya da ruhlara duyulan inanç söz konu-
düzenliligi ilkesini gerektirir. sudur.
Bununla birlikte, ilk kez olarak ünlü İn­ Öte yandan, dogaüstücülügün yalın bir
giliz empirist düşünürü tHwne'un da biçimde tteizmle ya da bir Tanrı ya da
işaret ettigi gibi, gelecegin de geçmiş tannlara inanma ile eşanlamh olan bir
gibi olacagı inana, gelecegi henüz yaşa­ sözcük olarak da kullanılınaması gere-
mamış oldugumuz için, deneyimde te- kir. Çünkü Tann sözcügü zaman zaman
mellendirilemez. Bu ise, tümevaonun dogaüstücü olmayan bir anlamda da
rasyonel olarak temellendirilemeyecegi kullanılmış br. Yine, dogaüstücülük dini
anlamına gelir. Nitekim, çagdaş bilim fi- fikirleri akim süzgecinden geçiren akıl­
lozofu tPopper söz konusu inanan lınan cılıga ya da deizme karşıt olarak, vahiy
kapsamı içine girdi~ öne sürerek, tü- gerçegini kabul eder ve akim, vahiy yo-
mevarunın temellendirilemeyecegi ger- luyla desteklendigi takdirde, gelişip yet-
çeginden hareketle, tyanl•şlamaa bilim kinleşecegine inanır.
görüşünü benimsemiştir. doğanın ve tarihin diyalektiği [İng. dia-
doğaüstü [Os. f~kattabia; İng. supenıatu­ lectics of ntJture and history; Fr. dialectique
ral; Fr. surnaturel; Al. iibernatürlich]. Ev- de lıl nature et l'histoire]. Diyalektik mad-
renden güç, deger ve gerçeklik bakı­ deci görüş tarafından, sırasıyla, insani
mından çok daha üstün olduguna, olmayan düzendeki, doga ya da maddi
evrenin üstünde ve ötesinde bulundu- varlık alanındaki çelişkilerin gelişimini
~na, evrenin etkin güçlerini ve yasala- ifade eden diyalektikle, zaman içinde
rını aştıgına, evreni belli bir şekilde ve insani ilişkilerdeki çelişkilerin gelişi­
belli ölçüler içinde denetledigine ve ni- me karşılık gelen diyalektigin birligi.
hayet evreni hiçten yaratmış olduguna Maddeci düşünürler arasındaki en
inanılan varlık, ya da varlık alanı için önemli tartışma, her iki diyalektigin de
kullanır an sıfat. aynı tarzda gelişip gelişmedigi tartış­
doğaüstücülük [Os. mtifrukattabiiye; İng. masıdır. Bu düşünürlerin önemli bir bö-
supenıaturalisnı; Fr. supenıaturalisnıus; AJ. lümü, tarihin diyalekti~nin, söz konusu
supranaturalismııs]. Maddi ya da dogal diyalektik bir şekilde insan bilincini
varlık alarorun üstünde ve ötesinde olan içerdigi için, doganın diyalektiginden
bir varlık ya da varlık alanma ya da niteliksel olarak farklı oldugunu savu-
aşkın bir Tanr•'ya, başka bir dünyada nur.
varolan ve evrenden bütünüyle farklı doğa yasaları [Os. kanunu tabii; İng. laws
olan bir dogaüstü güce duyulan inanç; of nature; Fr. lois naturelles]. Dogada,
evrenin ötesinde, evrendeki olaylara mü- fiziki dünyada, fenomenler arasında
dahale eden, evrendeki olayiann seyrini söz konusu olan düzenlilikleri ve belli
değiştiren güçler bulundugu inancı; en bir zonınlulugu ifade eden ilkeler.
geniş anlamı içinde, doga dedigirniz Buna göre, doga yasalan olaylar, feno-
şeyden herhangi bir bakımdan daha menler arasındaki zorunlu bagıntdan
üstün ya da daha yüce bir varlıgın (ya ifade eder, öyle ki bu bagıntılar olayları,
da varlıkların) bulundugunu kabul eden fenomenleri kaçırulmazcasına birbirine
görüş. baglayarı ve onlan, başka şekilde degil
Dogaüstücülügü bu şekilde tarumladı­ de, oldukları gibi olmak durumunda bı­
gımız zaman, daha çok ilkel topluluklar rakan bagıntılardır. Dogal olaylar ve fe-
tarafından kabul edilen bir görüş olarak nomenler arasında hüküm süren ve
tcanlıcılıgın, dogaüstücülügün kapsa- doga yasalan tarafından betimlenen bu
do~laınacılık 261

tür bir fiziki zorunluluk, bütün bir d~a bir türnce ya da önermeyi, dogrulugu-
alanının indirgenemez ve temel bir bo- nu tahkik etmek amacıyla, bilimsel ola-
yutudur. rak test etıne, sınama işlemi.
do~rudan bilgi [İng. direct knowledge; Fr. Biri dogrudan, digeri do/aylı olmak üzere,
connaissaııce directe]. Nesnelerin, dış ild tür dogrulamadan söz edebiliriz:
dünyada varolan şeylerin, imge ya da Buna göre, bir önerme dogrudan den~
düşüncelerin aracılı~ı olmadan bilindi- yim yoluyla algılanabilen bir şeye kar-
~i, bilginin dış dünyadaki bir nesneyle şılık geliyorsa, dogrudan ve dolaysız
başlayıp, yine o nesneyle bitti~i bilgi olarak dogrulanır. Fakat bilimsel bilgi-
türüne verilen ad. miz, zaman zaman deney yoluyla göz-
Kişinin do~rudan ve aracısız olarak, lemlenemeyen şeylerle de ilgili olabilir.
kendi zihin haBerini, bilinç içeriklerini Bu, özellikle insan tarafından algılana­
de~il de, nesnelerin, varlıklann bizzati- mayan elektromanyetik dalgalar, elekt-
hi kendilerini bildi~i bilgi türü olarak ron ve protonlarla ilgili olan fizik teraile-
tanımlanan do~rudan bilgi görüşü her ri için geçerlidir.
türden tasarımcı bilgi anlayışının tam İşte burada söz konusu olan dalaylı
karşısında yer alır. dogrulamada, teori birtakım gözlem v~
do~rudan çıkar.un [İng. immediale infe- rilerine, temel önermelere indirgenerek
rence; Fr. inference immtdiate]. Bir sonu- yeni baştan do~ulanJr. Buna göre,
cun tek bir öncüiden çıktı~ı, tek bir ön- elektrik akırrunın bir dogru boyunca ak-
cülden sonuca geçilen, yani biri öncü!, ııgını öne süren önerme, algılanamaz
di~eri sonuç olmak üzere, yalnızca ild olan elektronlann tel boyunca akmakta
önermeden oluşan çıkarım türü. oluşlannı gerektirecek şekilde anlaşıl­
Klasik mantıkçılar, dogrudan çıkanm­ mamalıdır. Bu önermedaha temel birta-
ları ikiye ayırırlar: 1 Kar~ıolum çıkarım­ kım önermelere, dogrudan gözlem veri-
ları. Söz konusu çıkarımlar, bir önerme- lerine indirgenebilir. Bu takdirde, aynı
nin dogrulugu ya da yanlışlıgını, aynı önerme !elin uygun koşullardaki duru-
özne ve yükleme sahip olan başka bir mundan dolayı, belirli özgül ve algılana­
önermenin dogruluk ya da yanlışlıgın­ bilir fenomenlerin ortaya çıktıguu dile
dan çıkartır. Karşıolum çıkarımlan, al getirir ve önerme bu fenomenler aracılı­
kar~ ıllık çıkarımlarını, bl altıklık çıkarım­ gıyla dogrulanabilir. Yani, önerme, ör-
larını ve c) çelişki çıkarımiarını kapsar. negin !elin uçlarırun bir ampermetreye
2 Bir önermeyi, öznesi ya da yüklemi baglanması durumunda, arnpermetre-
ya da her ikisi birden farklı, ancak ona nin ibresinin yer degiştirecegini, !elin
eşdeger olan başka bir önermeden çı­ uçlannın bir elektroliz çözeltisine batı­
karsayan çıkanm türü olarak eşdegerlik nlması durumunda, elektrolizle ilgili fe-
çıkarımlan Bunlar ise, al I!Virme, bl çe- nomenlerin ortaya çıkaca~, suyun ısı­
virme ve c) di!Virme çıkanmlarıru kapsar. sını ölçmemiz durumunda ise, ısının
do~ru davranış yasası. Budizmin kuru- yükseldigini görecegimizi öne sürer.
cusu Buda'nın dogru ve erdemli bir ya- do~rulamacılık [Ing. verificationism; Fr.
şama ve kurtuluşa götürecek tek yol vtrificationisme]. tViyana Çevresi düşü­
olarak gördüğü davranış tarzuu belirle- nürleri tarahndan ileri sürülen, temelin-
yen 'Öldürme!', 'Verilmeyeni alma!', de dogrulanabilirlik ilkesi bulundugu
'Yalan söyleme!', 'İçki içme!' ve 'Beline ve felsefi problemleri anlamla ilgili
hakim ol!' gibi beş yasak. problemler olarak degerlendirip, felse-
do~rulama [Os. tahkik; İng. verification; fenin temel amacının felsefeden kurtul-
Fr. vtrification; Al. bestiitigung]. Bir tüm- mak oldugunu savunan görüş, tavır ya
cenin ya da önermenin dogrulugunu da akım. Bir anlam görüşü, anlarru be-
deneysel yöntemlerle belirleme işlemi; lirleyen unsur ya da unsurlara dair bir
262 doğrul;ınabilirlik ilkesi

teori olarak, bir cümle ya da önermenin mayan metafizigin olanaksız oldugunu


anlamının onun dogrulanına yöntem kanıtlar. Söz konusu filozoflar buradan
ya da yöntemlerinden meydana geldigi hareketle, dünya hakkında dogru bilgi-
görüşü. ye, yalnızca deneysel bilimlerle sahip
Fiziki nesnelerle ilgili önerınelerin tek olabilecegimiz sonucuna varmışlardır.
dayanagı ve dogrularuna kaynaguun, ilkenin iki farklı uygulaması ya da ver-
deneyle ilgili başka türnce ya da öner- siyonu vardır. Bunlardan 1 güçlü dogru-
ınelerin dogrulugu, yani fiziki nesnelerle lama olarak bilinen birincisi, bir tümce-
ilgili önermeleriınle anlatmak istedigim nin ancak ve ancak deneysel olarak
şey oldugunu öne süren dogrulamacı­ dogrulanabildigi takdirde, anlamlı oldu-
lık, bu çerçeve içinde 'fiziki nesnenin gunu söyler. Buna karşın, 2 zayıf dogru-
kendisi', 'deneyimin ötesindeki varlık' laıııa olarak bilinen ikincisi, bir türncenin
gibi deyimierin anlamsız oldu~nu be- ilke olarak, deneysel bir biçimde dogru-
lirtir. Aynı zamanda davraruşçı ve indir- lanabilmesi durumunda anlamlı oldu-
gemeci bir tavır sergileyen dogrulamaa- gunu ifade eder.
hga göre, bu tür deyimler, dili kendi doğruluğun göreliliği [İng. relativity of
mantıgına uygun olarak kullandıgımız trııtlı; Fr. relativite de la veriM') tSofistler,
takdirde anlamsızlıgt ortaya çıkacak, özellikle de tProtogoras tarafından sa-
yok olup gidecek felsefi icad ya da uy- vunulan ve nesnel dogrulann olmadı­
durmalardır. Bu anlayışa göre, felsefe gını, tüm dogrulann özne ya da kişile­
kendi problemlerini kendisi yarabr; bu re göreli oldugunu dile getiren ilke.
problemler, onların hiçbir şekilde prob- Sofistlerin bu göreci anlayışına göre, bir
lem olmadıgı gösterildigi zaman çözü- kimseye dogru görünen, bir kimse için
lür. dogru oldugu söylenen şey, o kimse için
doğnılanabilirlik ilkesi [İng. principle of gerçekten do~dur ve hiç kimsenin kal-
verıfiability; Fr. principe de verifiabilite]. kıp, o kimsenin yanıldıgını söyleyeme
Mantıkçı pozitivistlerin, bir türncenin hakkı yoktur. Daha sonra tPlaton'un da
anlamlı olabilmesi için, ya analitik ol- gösterditi gibi, dogrulugwı göreliligi an-
ması ya da deneysel olarak dogrulana- layışuun en önemli sonucu, onun herke-
bilir olması gerektigini savunan ünlü si kendi bilgeliginin ölçüsü yapıp, Sofis-
ilke ya da ögretisi. tin ögretmenlik iddiasıni temelsiz
İlkeye göre, bir tümcenin, bilişsel, ol- kılmasıdır.
gusal ya da betimsel bir anlama sahip doğruluk [İng. truth; Fr. vtrite; Al. rictig-
olabilmesi için, onun en azından ilke keit]. Bir önerme, inanç, düşünce ya da
olarak deneyim yoluyla, empirik göz- kanaatinybazı temellere ya da ölçütlere
lemlere referansla doğru ya da yanhş göre veya baglı olarak sahip oldugu
oldugu gösterilebilen bir türnce olması doğru olma özelligi.
gerekir. Manhkçı pozitivistler işte bu Dogruluk. farklı alanlarda ve farklı an-
çerçeve içinde, geleneksel felsefenin layışlara baglı olarak, farklı şekillerde
önerme ya da tezlerinden büyük bir ço- tanımlanmıştır. Bu çerçeve içinde, belli
gunlugunun, dogrulanabilirlik ilkesine başlı dogruluk anlayışları şöyle sırala­
göre, bitişsel olarak anlamsız olması ge- nabilir:
rektigini belirtmişlerdir. Geleneksel fel- 1Tekabüliyetle belirlenen dogruluk anlayı­
sefenin tezlerinden büyük bir çogunlu- ş ı: En fazla kabul gören bu dogruluk
~. tWittgenstein'a göre, yanlış degil, anlayışına göre, bir düşüncenin, öner-
fakat anlamsız tü~celerdir. Bundan do- menin ya da iddiarun dogrulugu, onun
layı, dogrulanabilirlik ilkesi, mantıkçı gerçeklikle uyuşmasından, betimlediti
pozitivistlere göre, önermelen deney yo- gerçeklige tekabül etmesinden meydana
luyla dogrulanamadıgı gibi, yanlışlana- gelir. Buna göre, bir önerme, onun işa-
doğurucu evrim 263

ret cttigi, kendisine karşılık geldig! şey lerde anlaşılmıştır. Ömegin, Descartes
varoldugu takdirde, dogrudur. Örnegin, apaçıklıgı, bir iddianın ilgili oldugu
'Ahmet çalışına odamda oturuyor' tüm- durum ve olguların 'açık ve seçik' bir
cesi, Ahmet'in odamda oturması gözlem- biçimde sunuluşuna indirgemiştir.
lenmiş olgusuna karşılık geldigi takdir- Buna karşın, Yeni-Kantçı Baden Okulu-
de dogrudur. Bu dogruluk anlayışı, nun temsilcisi Alman filozofu Rickert, bir
temelde, olgusal bilimlerde söz konusu iddianın bize apaçık göründügü zaman,
olan dogruluk anlayışıdır. onun kendisini bize, bir yükümlülük ola-
2 Tutarlılık olarak dogruluk: Söz konusu rak hissettigirniz bir zorunlulukla kabul
dogruluk anlayışı ise, dogrulugu, dü- ettirdigine işaret etmiştir. Buna göre, bir
şüncelerin ve iddiaların, gerçeklikle değil iddia onu kabul etmemiz gerektigi duy-
de, kendi aralarındaki uyuşması olarak gusuna kapıldıgırruz zaman, apaçıkbr
tanımlar. Buna göre, bir iddianın dogru- ve dolayısıyla dogrudur.
lugunu, onun kabul edilmesi ya da redde- 5 Tümel uyuşma olarak dogruluk. Bu an-
dilmesi gerektigini belirleyen ölçüt, söz layışa göre ise, bir inanç, bir yargı ya
konusu iddianın daha önce kabul edil- da önerme ilgili herkes onun dogrulu-
miş olan başka iddialarla uyuşmasıdır. gu üzerinde uyuşuyorsa eger, önerme
Uyuşma da, bir iddianın diger iddialarla ile ilgili genel bir mutabakata varıyorsa
çelişmemesinden ve sistemin geri kala- eger, dogrudur.
ruyla uyumlu olmasmdan meydana gel- doğruluk çizelgesi (İng. truth table; Fr.
mektedir. tableau de vmU). Bileşik bir önennenin,
3 Pragmatizmin dogruluk anlayışı: Bura- kendisini meydana getiren bileşensel
daki dogruluk anlayışında, bir iddiarun önermelerin mümkün tüm dogruluk
ya önermenin dogrulugu, onun yararlılı­ degerierine karşılık aldıgı dogruluk
~ıyla özdeşleştirilir. Yüzyılımızda ünlü de~erini gösteren tablo.
Amerikan filozofu William tJames tara- DoAu psikolojisi [İng. oriental psyclrology;
fından geliştirilen pragmatizme göre, Fr. psyclıologie orientale). Doguda, yaııi
entellektüel fonksiyonlanrruz, örnegin Hindistan (Budizm), Çin (Taoizm) ve Ja-
kanaatlerimiz pratik faaliyetlerimizden ponya'da (Zen Budizm) bulunan çeşitli
bagımsız olmayıp, kanaatlerimiz eylemi- tinsel ve gizemci geleneklerin kavrayış
mizi etkiler, ona yön verir, eylemi gerçek- ve tekniklerini çagdaş psikolojinin kendi
leştiren kişiye, onu düşündügü amacına mekanizmasıyla diline dönüştürme yö-
ulaşhı·acak yollan ve araçları gösterir. nündekj girişimlere, Dogu'nun insanla
Kanaatlerimizin eylemlerimiz üzerindeki ilgili bilgeligini Batı psikolojisinin kav-
bu etkisi, eylemi başarılı ve etkili bir ramsal çerçevesi içinde ifade etme çaba-
eylem haline getiriyorsa, yani bize dü- Ianna verilen genel ad.
şündü~ümüz amaçlara ulaşma olanagı doğurucu evrim [İng. emergent evolution;
veriyorsa, kanaat dogrudur. Fr. ivolution bnergente). Yeryüzündeki
4 Apaçıklık olarak dogruluk. tDescartes yaşam biçimlerinin evrimini konu alan,
başta olmak üzere, bir grup filozof da, evrendeki evrim sürecinin genel çizgile-
dogrulugun ölçütünü apaçıklıkta bul- rini ifade etmeyi ve evrimin, kendisini
muştur. Buna göre, apaçıklık bir iddia- meydana getiren ögelerde bulunmayan
yı bizim için kendisinden kuşku duyu- yeni özelliklerin ortaya çıkışıyla oluştu­
lamaz bir iddia yapmakla kalmaz, fakat gunu öne süren evrim teorisi.
ayru zamanda bizi, onu anlayan herke- Yeni realist düşünürler Lloyd Morgan
sin iddiayı kabul ebnek zorunda kalaca- ve Samuel t Alexander taraf ın dan öne
gı hususunda temin eder. Bundan dola- sürülen dogurucu evrim teorisi, C. Dar-
yı, bir iddia apaçıksa eger, dogrudur. win tarafından geliştirilmiş olan evrim
Bununla birlikte apaçıklık, farklı şekil- teorisinden süreksizlik, düzey, yenilik
264 doıuştancıhk

ve yaratıcı ilerleını: benzeri temel ka v- temel kavram, ilk do~ru veya ilkelerin
ram ve kategorileriyle farklılık gösterir. zihinde, ya tam ve eksiksiz bir biçimde
Buna göre, do~rucu evrimin süreksizli- oluşmuş olarak ya da gün ışı~ına
~i, yaşam forıniarı arasındaki de~işim­ çıkıp formüle edilebilmeleri için, dene-
lerin süreklili~ini vurgulayan Darwind yimin katkısına gerek duyacak şekilde,
evrimin tedrici olarak, aşama aşama do~uştan oldu~unu savunan felsefe te-
gerçekleşme özelli~inden mutlak olarak orisi olarak aniaşılmak durumundadır.
farklıdır. Evrimin sonuru olan olaylar, Do~uştancılara göre, idelerimizden,
bu anlayışa göre, daha önceki olaylarla kavram, inanç ve ilkelerimizden bazıla­
bir süreklilik içinde değildir. İlk kez ola- rı, zihinleriınizin, duyularımızın ve içe-
rak ortaya çıkan yenilik, evrimin sonucu bakışın sa~ladı~ı malzemeden ba~ım­
olan yeni bir form, aniden varlı~a gelir. sız olarak, başka hiçbir ideye de~il de,
Daha önceki düzeylerden do~muş bir- yalnızca bu idelere, başka hiçbir inanca
takım varlık düzeyleri oldu~unu öne de~il de, yalruzca bu inançlara, v .b.g.,
süren do~urucu evrim görüşü, bir yan- ulaşmak zorunda olacak şekilde kurul-
dan da evrim sürecinin daha önce hiçbir muş olmaları anlamında, do~uştandır.
şekilde varolmamış olan yeni varilklar Söz konusu anlayışa göre, duyuların
do~urdu~unu belirtir. Evrim sürecinin ya da duyu-deneyinin, düşüncelerimi­
bu yeni varlıkları ya da varh~ın yeni zin, kavram, inanç ve ilkelerimizin en
do~muş olan bu boyutları, do~urucu azından bazılarının içeriğine hiçbir kat-
evrim anlayışına göre, bileşensel ö~ele­ kıları yoktur. Duyulann ya da duyu-
rine indirgenemedi~i gibi, öngörülemez deneyinin rolü, insan zihninin organi-
de. Yaşam, zihin, bilinç, duyum türün- zasyonunda potansiyel olarak içerilen
den yenilikler yarahcı bir ilerlemenin bi- belirli düşünce ve kavramiann serbest
rikimsel yönleridir. bırakılması ya da gün ışı~ına çıkanl­
Her yeni nitelik, parçalarının toplamı masıyla sınırlıdır.
olarak görül.memeli, bütünsel olarak ele Do~uştancılı~a karşı çıkan en önemli
alınmalıdır, zira do~ururu evrim görü- düşünür, İngiliz deneyci filozof tLocke
şüne göre, sonuçta, nedende içerilenden olmuştur. Ona göre, do~uştancılar en
her zaman daha fazla bir şeyler vardır. azından özdeşlik, çelişmezlik ve üçün-
Her varlık düzeyinde küçük birikimsel cü hAlin olanaksızlı~ı gibi manhksal il-
ilerlemeler olmakla birlikte, herşeyi ku- kelerin ve bu arada ahl.llksal prensipie-
şatan yetkin bir bütüne do~ru olan rin do~uştan olduklarını savunurlar.
genel bir evrimden söz edilebilir. Do~uştancıların bu ilkelerin do~uştan
do~uştancıhk [Os. fıtriye; Ing. innatism; olduklannı savunma gerekçeleri ise,
Fr. inneisme; Al. nativismus]. 1 Genel ola- hem mantıksal ve hem de ahlaksal ilke-
rak, belirli insani özelliklerin sonradan lerin tüm insanlar tarafından onaylillllp,
kazanılmış olmayıp, do~uştan getiril- onlann herkes için apaçık olmalarıdır.
di~ini öne süren anlayış. 2 Daha özel Locke'a göre, bu ilkelerin do~uştan ol-
olarak da epistemolojide, bilgimizin en du~unu gösteren en küçük bir kanıt
azından bir bölümünün ya da bilgi için yoktur ve bu mantıksal ilkelerin herkes
temel oluşturan kavram, ilke ve fikirle- için apaçık olduklarını düşünmek saç-
rin do~uştan oldu~unu, insan zi}ıninin madır. Bu ilkeler, öme~in çocuklar ve
dış dünyaya ilişkin deneyim ve göz- budalalar için hiçbir şekilde açık de~il­
lemden elde edilemeyecek, soyutlama dirler. Ahlaki ilkelerin do~uştan olduk-
yoluyla kazandamayacak ilke, kavram lannı savunmanın ise hiçbir temeli yok-
ve düşüncelerle dünyaya geldi~ini sa- tur, zira insanlık tarihine kısa bir bakış,
vunan ö~reti. bu ilke ve kurallann do~uştan olmayıp,
Buna göre, do~uştancıhk ide ya da uzlaşım yoluyla sonradan kazanıldı~ı-
dolaylı 265

nı ve yalnız çagdan çaga ve toplumda..• deneyini aşan nesnelerin apriori bilgisi-


topluma degil, kişiden kişiye de degiş­ ne dayanır. Doguştan düşünce ya da
tigini gösterecektir. ide le re inananlar, işte insarun bu nesne
Locke, tPlaton ve tDescartes gibi do- ve ilkelere ilişkin kavrayış ve bilgisini
guştanı:ılann, bizim doguştan dogrula- açıklayabilmek için, onların doguştan
ra bu dogrulann farkında, bilinande ol- oldugu tezini öne sürerler.
madan sahip oldugu_muzu dile getiren doktrin [Os. akide; İng. doctrine; Fr. doctri-
görüşlerinin de temelsiz oldugunu savu- ne; Al. lelıre]. ögreti. Savunulan ve ög-
nur. Do~uştan olan, fakat bizim kendile- retilen bir ögretim ya da ilke; dini, fel-
rinin bilincinde olmadıgımız bu dogrula- seff ya da siyasf bir sistem veya ögre-
nn biziın entellektüel yaşamınuza hiçbir timdeki inanç ve kavramiann bütünü;
katkısı olamaz. Olınadıgı için de, onla- bir konu ile ilgili fikirler toplamı; bir
rın doguştan olduklarını söylemekle, düşünür ya da filozofun düşünceleri­
sonradan kazanılmış olduklarını söyle- nin bütünü.
mek arasında hiçbir fark yokhır. Buna göre, doktrin, otorite temeli üze-
3 Noam tChomsky tarafından öne sü- rinde öne sürülen, empirik destegi, ka-
rülen ve insan varlıklannın birtakım rutlaması oldugu söylenmekle birlikte,
temel dilsel yapılan doguştan getirdigi- çogunluk halihazırdaki verilerin ötesi-
ni öne süren görüş. 4 Birtakım entellek- ne geçen, ve dolayısıyla saglam deney-
tüel egilim veya davranış yönelimleri- sel dayanaklan olmayabilen fikirler bü-
nin genetik olarak miras almdıklaruu ve tününü ifade eder.
dolayısıyla da doguştan olduklarını dolayh [Os. bilvasıta; İng. indirect; Fr. in-
iddia eden ögreti. direct; Al. indirekt]. Aracısız degil de,
doğuştan düşünceler [İng. innate ideas; aracılı olan, nesnesine, konusuna ço-
Fr. idles innles]. Deneyimden, duyu- ~unlukla bir aracıyla ulaşan şey için
deneyinden hiçbir şekilde elde edile- kullanılan sıfat.
meyen, fakat zihinde daha önceden beri Diyalektik bir süreç içinde veya bir
varolan, insan ruhunda yerleşik olarak akılyürütmede, iki öge arasında bir bag
bulunan ide, bilgi, kavram ve inançlar. kurulması sonucunu veren süreç dola-
Bilgiye temel olan kimi genel ilkelerin, yım olarak tanımlandıgında, bir dü-
zihinde, apaçık dogrular olarak, do- şünce, gerçeklik ya da unsuru bir üçün-
guştan bulunması. Zihinde potansiyel cü şey aracıhgıyla bir başka düşünce,
olarak doguştan varolan ve belirli ko- gerçeklik ya da unsura götüren işlem
şullar altında bilinç yüzeyine çıkan dü- ya da süreç dolayımlı bir süreç olarak
şünce, kavram ve ilkeler. Zihinde belli tanunlanır.
bir şekilde düşünme egilimi ya da yat- İşte bu baglamda, dış dünyaya iliş­
kınhgı olarak varolan ideler, düşünce kin bir bilginin imkansız oldugunu sa-
ve fikirler. vunan kuşkutulann argümanlanndan
Ömegin, tDescartes 'doguştan ideler'- çıkan bir tez olarak, insanın dış dünya-
le, insanın birtakım düşünceleri dünya- yı dogrudan ve aracısız olarak algılaya­
ya hazır bir biçimde getinniş oldugunu mayacagını, algımızın içeriginin dış
anlatmak istemez; Descartes, buniın ye- dünyanın kendisi olamayacagını, insa-
rine, insanda, bu gibi düşünceleri, fikir nın dış dünyayı bir görüntüsü aracıh­
ve inançları geliştirmek için, doguştan gıyla dolayımlı olarak kavrayabilecegi-
bir yatkınlık bulundugunu anlatmak ni dile getiren algı anlayışına dalaylı
ister. Tüm farklı versiyonlan içinde do- algı adı verilir.
guştan düşünceler anlayışı, son çö- Yine, bir sonucun iki ya da daha fazla
zümlemede, ya gerçekligin temelinde önenneden çıktıgı, iki ya da daha fazla
bulunan tümel ilkelerin, ya da duyu- öncü! ile bir sonuçtan oluşan çıkarun-
266 dolorizm

lar dolay;ı çıkarmı diye tanımlanır. Do- dönemleştirme [İng. periodisation; Fr. pe-
laylı çıkarım fcategorik tasım ve kategorik riodisation). Tarihsel ve sosyolojik araş­
olmaymı tasım olarak ikiye ayrılır. Kate- tırınaların, ya da daha dogru bir deyiş­
gorik olmayan tasım ise, sırasıyla hipo- le, bu alanlarda çalışan ve düşünen
tetik tasım, ayrık önciillü tnsıın ve ikilem araştırınacı ya da düşünürlerin olay di-
olarak üçe ayrılır. zilerini, çog un luk bir ölçüt e dayanarak,
Öte yandan, geçerli bir çıkanmda, ön- ardışık dönem ya da evrelere ayırmala­
cüllerle sonucun tutarlı bir bütün oluş­ n işlem veya sınıflama faaliyetleri.
turdugu; bir çıkanmda, öncüllerle sonu- Ömegin, Claude tSaint-Siınon'a göre,
cun tutarlı olması durwnunda, aynı insan toplumunun tarihi, kendilerine
öncüllerle sonucun degillerunesinin tu- ayrı düşünce tarzlarının karşılık geldi-
tarsız, yani çelişik olması gerektigi dü- gi üç ayrı evreden meydana gelmekte-
şüncesinden hareketle, A gibi bir öner- dir: Çoktanncılık ve kölelik; teizın ve
meyi, A'nın degillemesinin, kabul edil- feodalizm; ve nihayet, tpozitivizm ve
miş BJt B2, ... Bn önermeleriyle birlikte, bir tendüstriyalizm. Pozitivizmin kurucu-
çelişkiye yol açhgını göstererek kanıtla­ su olan tComte'a göre ise, insanlık tari-
yan argümana, dotaylı ispat adı verilir. hi, her birine ayn bir toplumsal yapının
dolorizm [İng. dolorisnı; Fr. dolorisıne]. Ya- karşılık geldigi üç ayrı evreden geçe-
şamdaki, hazza karşıt olumsuz duyum rek ilerlemektedir: Teolojik, metafizik
ya da öge olarak acı ya da elemin insa- ve nihayet pozitif evre.
na fiziki ve ınanevi bakundan bir güç Buna karşın, tMarks'ın tarihsel mad-
ve direnç kazandırdıgı gibi, insan varlı­ decilik görüşünde ifadesini bulan tarih
gını arındırdıgını ve zenginleştirdigini teorisi, insanlık tarihini köleci toplum,
savunan görüş. feodalizm, +kapitalizm, +sosyalizm ve
domuz felsefesi [İng. pig pihilosophy; Fr. +komünizm gibi beş ayrı döneme ayır­
plıilosoplıie de porc]. Ahlik felsefesinde,
mıştır. Söz konusu tarih teorisi tarafın­
insanın bedensel yanını ön plana çıkar­
dan benimsenen dönem.Jeştinnenin öl-
tan hazcı felsefeler, özellikle de nicelik- çütü, hakim üretim tarzındaki degiş­
sel ya da egoist thazolık için kullanılan mclerdir.
deyim. Günümüzde, sosyologlar, elektronik i-
Deyim, hazzı yaşamın tek amacı yap-
letişimin gelişiminin toplumda devriın­
tıgı, mutlulugun duyumsal keyifler-
sel bir degişime, yani postendüstriyel
den, şu anlık hazlardan meydana gel-
digini söyledigi, bu durumun da tinsel topluma dogru bir geçişe yol açtıgını
savunurken, tarih filozofları da, insanlık
ya da entellektüel degerleri, kültürel
bakımdan rafine olmayı hiç dikkate al-
tarihinin bir amac, do~ltusu ya da
anlamı olup olmadıgı konusunda hiçbir
mama sonucuna yol açtıgl için, hazcılı­
uzlaşma bulunmadıgı için, bizim bu-
gın insan varlıgını hayvanla ya da do-
muzla bir tuttugunu ima eden deyim. gün tarih sonrası bir dönemde bulundu-
doxa. tPlaton'da, nesneleri idealar olan guınuzu öne sürmüşlerdir.
epistenre ya da bilgiyle kıyaslandıguıda, döngüsellik [İng. circularity; Fr. circula-
daha aşagı bir biliş türüne karşılık gelen riti]. Bir düşünce ya da tanımın kendi
saru ya da kanaat. kendisini tekrarlaması veya başladıgı
Doxa'nın nesneleri, beş duyu yoluyla yere geri dönüp gelmesi, bir akılyünlt­
algılanabilir olan, degişen bireysel var- menin kanıtlarunak durumunda olan so-
lıklardır. Platon'a göre, degişen bir şey nucu önceden dogru kabul etmesi, kanıt
bilinemeyecegi ve bilgi de her zaman olarak öne sürülenin gerçekte temelien-
tümelin bilgisi olmak durumunda oldu- dirilmeden varsayılması durumu.
gu için, degişken, duyusal varlıklan Bu baglamda, yanlış ya da yanıltıcı
konu alan do:ra gerçek anlamda bir bilgi bir tanım türü olarak, tanımlanan bir
olamaz. terimi ya da özne konumundaki bir
dört neden öğrE!tisi 267

sözcügü, tarwnlayan konumunda bulu- dugunu aç!klayan dört temel nedenle il-
nan ifadeler arasında geçen ve aynı anla- gili öğretisine, ünlü nedensellik anlayışı.
ma gelen başka sözcük ya da sözcüklerle Aristoteles'in ögretisinde ifade edilen
tanımlayan tanuna; eşanlamlı terimlerle nedenler şunlardır: 1 Maddi ııedeıı. Bir
yapılan tarife; tarumlayanla tanımlana­ şeyin kendisinden varlıga geldigi mad-
nın karşılıklı olarak yer degiştirebildigi, de ya da dayanak, kendisinde degişme
tanımlanan için ayru anlam ya da anlam- ya da degişmelerin ortaya çıktıgı töz. 2
ların getirildigi tanım türüne döngüsel Fomıel neden. Bir şeyin degişme süreci
tanrın denir. sonunda aldıgı şekil, kazandıgı form.
Buna karşın, bir tümce, önerme ya da Oluş sürecinde sergilenen öz, bir şeyin
tezi, kendisi söz konusu tümce, önenne özsel özelliği.
ya da tezle desteklenen başka bir tez ya 3 Fail neden. Bir şeyde degişmeyi başla­
da tümceyle temellendirmekten oluşan tan, degişmeyi ortaya çıkaran hareket
yanlışa; sonucu, geçerliligi aynı sonuca ya da degişme kaynagı. 4 Ereksel neden.
baglı olan bir kabule dayanan boş akıl­ Bir varlıktaki degişmenin kendisi için ol-
yürütme türüne döngüsel akıl yürii tm e dugu şey, degişmenin yöneldigi hedef
yaniışı adı verilir. ya da amaç. Bu dört neden, Aristoteles'e
dönüştürme [İng. transfornıation; Fr. trans- göre, bir şeyin, bir varlıgın, başka her-
fonııation; Al. transfornıation; umvand-
hangi bir şey olmak yerine, niçin ve
lung]. Klasik manhkta, dört standart nasıl oldugu gibi oldugunu açıklar.
form kategorik önenne formunda degi- Dört neden, birlikte deterlendirildigin-
şiklik yapma, bu dört önermeden her bi-
de, Aristoteles'te söz konusu olan teleolo-
rinin öznesinin ya da yükleminin yerini
jik nedenselligi meydana getirir. Aristote-
veya önennenin niteligini degiştirerek
les'e göre, biz bir şeyi, onunla ilgili dört
yeni bir önerme elde etme işlemi.
hususu, a) onun kendisinden yapddıgı
Söz konusu dönüştürme işlemi sıra­
şeyi (maddi neden), b) onun şeklini ya
sında, önermenin ilk hili ile degiştiril­
miş hali arasında bir eşdeğerlik olması
da özünü (formel neden), c) onu mey-
zorunlulugu vardır. Evirme, çevirme dana getiren ya da yaratan şeyi (fail
ve devirme olmak üzere, üç tür dönüş­ neden) ve d) onun nihai halini bildigi-
türme işleminden söz edilebilir. rniz zaman, anlar ve biliriz. Söz konusu
dönüşürncülük [Os. lstih4liye; İng. trans- dört neden, Aristoteles'e göre, ayru şekil­
fornıism; Fr. transformisme; Al. transfor-
de hem dogada (physis'te, yani insanlar
misnıııs]. Biyolojik türlerin sabit ve de- tarafından yaratılmamış olan dogal var-
gişmez olmadıgım, fakat yavaş yavaş lıklarda) ve hem de sanatta (tekhne'de,
kaybolan daha önceki türlerden çıktıgı­ yani insan tarafından yaratılmış olan
m, bitki ve hayvanların bulundukları şeylerde) ortaya çıkar.
ortama uyarak degiştiklerini savunan Buna göre, bir heykeltraşın bir Zeus
görüş. Canlı varlıkların bir dönüşüme heykeli yaptıgım düşünelim. Heykelin
ugradıklarım, bu dönüşümlerin türün kendisinden yapılmış oldugu menner
yavaş yavaş gelişmesinin ya da genler ya da tunç, onun maddi nedenidir. Mer-
ve kromozomlarda ortaya çıkan ani mer ya da tunca şekil veren Zeus fonnu
degşinimlerlerin sonucu oldugunu öne ise, heykelin forınel nedenidir; bu fonn,
süren ögreti. mermer ya da tunca yüklenen ide ola-
dört neden ögretisi [Os. ileti erbaa; İng. rak, önce heykeltraşın zihninde varolur.
doctrint! of four causes; Fr. doctrine des quat- Öte yandan, fail neden, sanatkar tarafm-
res cıru.ses ]. Bilimsel bilginin nedenlerin dan belirli bir süre boyunca kullanılan
bilgisi oldugunu savunan ünlü İlkçag çekiç ve keskidir. Ereksel neden ise, so-
Yunan fi.Jozofu t Aristoteles'in, varlıkla­ nuçt~ ortaya çıkan, tamamlaruruş ürün-
r,n ya da bir şeyin niçin oldu~ gibi ol- dür.
268 dört öge

insarı elinden çıkma nesnelerde, sa.i"\at· telik arzeden ve mdaina khole'yle phleg-
sal yaratmada, Aristoteles'in dört nedeni, ma diye adlandırılan kara safra ve irinli
aşk.Jn bir teleolojik açıklama saglar. illihap ya da balgamdır.
Başka bir deyişle, sanatk!r yarattıgı ve dört türlü yanıt yöntemi. Budist ögreti
kendisine şekil verdigi ürünün dışında çerçevesi içinde, M. S. 2. yüzyılda Na-
olduktan başka, sanatkar tarafından nes- garjuna tarafından geliştirilen degille-
neye verilen form, nesneden ayn olarak, me mantıgının bir parçasını oluşturan
nesneye aşkın bir biçimde, önce sa- yönteın.
natkarın zihninde varolur. Sanatk!r, zih- Yönteme göre, 'evet' ya da 'hayır' yanı­
nindeki bir plan ya da düşünceye, h bekleyen bir soruya ya tam bir 'evet',
uygun bir fiziksel ortamda, nesnel ger- ya tam bir 'hayır', ya koşullara baglana-
çeklik kazandırır. Dogal varlıklarda ise, rak duruma göre, 'bu şekildeyse evet,
dört neden, içkin bir teleolojik açıklama şu şartla hayır' ya da son olarak 'ne
saglar. Çünkü, geliştirilen ya da gerçek- evet ne hayır' yarotlarından birinin ve-
leştirilen form, maddeye ayrılmazcasına rilmesi gerekir. Yanıtların en yüce ger-
baghdır. Başka bir deyişle, dogada çek açısından hep 'ne evet ne hayır'
maddeyle form birbirinden aynlmaz. şeklinde olması gerekligini savunan
Aristoteles'in söz konusu dört nedeni, Nagarjuna'ya göre, bu, temel gerçekligin
dogada, 1 tüm fenomenler arasında bir her türlü niteleme ve kavrayışın ötesin-
süreklilik ve karşılıklı bagımlılık ilişki­ de oldugu anlamına gelir.
siyle, 2 maddeden başlayıp, bitkilere, Duhem, Pierre Maurice Marie. 1861-1916
hayvaniara ve nihayet insanlara uzanan yılları arasında yaşamış olan Fransız
hiyerarşik bir yapılanma ve·sıralanma matematikçi, fizikçi ve felsefeci. Temel
bulundugunu varsayar. eseri: Syst~me du Monde, Histoire des
dört öge (Os. anasırı erbaa; ing. four ele- Doctrines Cosmologiques de Platon aCoper-
ments; Fr. quatres elbııeııts]. Yunan filo- nic (Dünya Sistemi, Platon'dan Koper-
zofları tarafından evrenin temel bile- nik'e Kozmolojik Doktrinler Tarihi].
şenleri ya da maddeleri olarak görülen Evrimci metafizik teorilerine dayalı
toprak, hava, su ve ateş. modern bir bilim tarihi anlayışı öne
Söz konusu dört basit temel ögeden süren Duhem, teorin1n bilimdeki rolü-
her biri, iki nitelige sahiptir. Buna göre, nün yeni olgulari açıklamaktan çok, ba-
toprak soguk ve kuru, hava sıcak ve gınhları sistemleştirrnek oldugunu sa-
aslak, ateş sıcak ve kuru, su soguk ve vunmuştur. Başka bir deyişle, formel
ıslakhr. Yunanlı filozoflara göre, ortak bir bilimsel teori anlayışı geliştirmiş
nitelikleri olan ögeler birbirlerine dönü- olan Duhem, bilimsel bir teorinin, bize
şebilir. Örnegin, her ikisi de sogukluk deneyimin gelecekteki seyrini önceden
niteligine sahip oldugu için, su topraga kestirme olanagı veren yararh bir kal-
dönüşebilir. Dört öge ögretisi, fiziki kül oldugunu, fakat ögelerinin dış
dünyanın ilişkin açıklanmada, yakla- dünyada hiçbir şeye karşılık gelmedi-
şık olarakonyedinci yüzyıla kadar kul- gini ya da hiçbir şeye gönderirnde bu-
lanılmıştır. lunmadıgını iddia etmiştir.
dört sıvı teorisi [İng. theory of four humo- Temel amacı, fizikle metafi:zik arasın­
urs; Fr. tlreorie des quatres humeu~]. Ünlü daki teorik ayrıhgı açık ve anlaşılır kıl­
Yunanlı tıp bilgini Galenos'un, insan sag- mak olan Duhem'e göre, metafizikçi
lıgıru aralarındaki dengeye bagladıgı açıklamayla ilgilenir, varlıgı açıklama
dört vücut sıvısını temele alan teorisi. çabası verir. Buna göre, metafizikçi çıp­
Bu dört vücut sıvısından ikisi, kan ve lak gerçekligin kendisini görebilmek
saha gibi gerçekten varolan ik.i sıvı, için, gerçekligi, onu kuşatan görünüş­
buna karşın ikisi de, varsayunsal bir ni- lerden soymaya çalışır. Duyusal görü-
duygu 269

nüşlerin gerisinde, onlardan ayrı bir bakımından farklılık gösteren antiteo-


gcrçekli~in olup olmadı~ı sorusunu yal- rik ahlak; ahlaki bir problemin dogru
nızca metafizik sorar. çözlimünün, genel bir ahlak yasasının
Fizik söz konusu oldu~unda, Duhem'e buyruklarının uygularunasına degil de,
göre, fenomenler, fenomenal görünüş­ içinde bulunulan duruma baglı oldugu
ler varola~l herşeyi meydana getirir. görüşü diye tanımlanabilecek olan
Bundan dolayı, bir fizik teorisi açıkla­ durum ahlakı, genel ilkelerin varlıgını
mayı amaçlamaz. O az sayıdaki birkaç yadsayarak, her ahlaki problem ve du-
ilkeden türetilmiş olup, yalın bir biçim- rumu, ortaya çıktaga zaman ve durum
de, tam olarak ve deneysel yasalar şek­ içinde, di~er durumlardan yalıtlannuş
linde temsil etmeyi amaçlayan ve mate- olarak ele almanın önemi üzerinde
matiksel önermelerden meydana gelen durur.
bir sistemdir. Bir fizik teorisi, bundan duyarlık [Os. kuvuei hissiye; İng. sensibility;
başka deneysel yasaları sııuflamaya Fr. sensibilite; Al. sensibilitaet]. ı İnsanın
yarar. , duyusal izlenimler, duywnlar alma ka-
O, bu çerçeve içinde bildigirniz şeyin pasitesi. 2 Zihnin duygusal faaliyet ve
fenomenler arasındaki ilişkiler oldu~u fonksiyonuyla ilgili olan yönü, duygu-
konusunda ısrarlı olmuştur. Bununla laruna ve heyecanlarunayla ilgili olan bo-
birlikte, ona göre, bizim, gözlemlenmiş yutu. 3 Duyu organlanıun, izlenimleri
ilişkilerin, bizdeki duyusal görünüşler­ kaydelıne gücü ya da yetisi.
den ayn olarak, nesnel bir temeli oldu- İzlenimler biz insaniann ya bazı şeyle­
gu, şeylerdeki bir şeye karşılık geldi~i ri idrak etmemize neden olur ya da haz
duygusundan kurtulabilmemiz olanak- veya acı verir, ya da her ikisini birden
lı de~ildir. Fakat bu, do~al inançla ilgili dogurur. Duyarlık bu çerçeve içinde, sı­
bir konu olup, fizigin kendi içinde ka- rasıyla duyumları, egilim, duygu ve
nıtlanabilecek olan bir şey degildir. tutkulan, haz ve aoya içerir. Duyarlık
durum [Os. hal; İng. state; Fr. etat; Al. zus- tKant'ta, insana duyumlar alabilme ola-
tand]. ı Genel olarak, bir şeyin içinde naga veren güç ya da yeti anlamına
bulundugu hal, belli bir varlıgı belirle- gelir. Söz konusu güç etkin olan ve yapa
yen koşullar. İnsanın toplum içindeki kazandıran anlamayetisi ya da akıldan
yeri. 2 Daha özel olarak da, varoluşçu farkla olarak pasiftti ya da ahcadar.
felsefede insan varlı~ı.run yeryüzündeki duygu [Os. his; İng. sentiment; Fr. sentirnent;
ilk halini, yan.i herhangi bir bilgi, reflek- Al gefühl]. Duydu~umuz, duyumsada~a­
siyon ve bilinçli düşüroneden önceki mız herşey; özellikle de tüm tutkulanma-
hal.ini gösteren terim. Kişinin takındı~a zın, hafif veya ortalama şiddetteki heye-
tutuma karşıt olan haL canlanmız.ın, aşk, sevgi gibi genel
Bu baglamda, insaru içinde bulunulan, hallerimizin, genel ve içgi.idüsel e~ilimle­
her an için karşılaşılan durwnlann be- rimizin genel ada. Haz ve elem duyma
lirledi~ini öne süren görüşe durumculuk hilleriyle ilişkili olma durumu içjnse,
ada verilir. Durumculugun ahlak felsefe- duygusal safata kullanır.
sindeki karşalı~a bir insarun eylemleri- Bu çerçeve içinde, erdemJerin belli bir
nin. ahlakırun, genel geçer ve de~işmez motife uygun olarak eyleme e~ilimlerine
kurallar tarafından degil de, içinde bu- karşılik geldigini öne süren Aristoteles,
lunulan durum ve koşullar tarafından erdemin kazanalma yolunun duyguların
belirlendigini savunan ahlak anlayışa etitiminden geçtigini öne sürmüştür. O,
olarak durum ahlakıdar. Eylem yararo- erdemin kazanılmasının ayru zamanda
lı~uı.a benzemekle birlikte, ondan insan duyguların egitimiyle ilgili bir konu ol-
davranışına yol gösterecek hiç olmazsa du~unu, bizim korku, kızgınlık gibi
birkaç ahiald ilke oldu~nu yadsunak duygulardan kurtulmaya çalışmak yeri-
2?0 duygucu ahlak anlayışa

ne, kendimizi dogru kişiye, uygun du- sisteın içinde, birtakım çıkarımtarlaka-
rumda, haklı nedenle uygun miktarda nıtlanamayacagım ve d) deney ve göz-
kızgınlık duymak baklımndan e~tme­ lem gibi yollarla eınpirik olarak test edi·
miz gerektigini söylemiştir. leıneyecegini öne süren bir tavır olarak
Yine duygu baglamında, apriorizmin duygucu anlayış, ahlAki sözcük ve tüm-
yalmzca bilgiyle ilgili bir teriın olarak eelerin 1 başkalarının eylemlerini etkile-
kullanılmasına, deneyimden bagımsız mek, 2 duygu, his ve tavırları ifade et-
düşünme yöntemi olarak görülmesine mek ve 3 benzer duyguları uyandırmak
karşı çıkan ünlü Alınan düşünürü Max işlevini yerine getirdigini iddia eder.
Scheler'in degerieri duyugusal sezgi yo- Söz konusu anlayışa göre, ahiakın kap-
luyla bilmeyi temele alan görüşüne samı içine giren bütün türnce ve öner-
duygu apriorizmi adı verilir. Scheler'i, meler, özü itibariyle tümceyi kuran kişi­
J<ant'ın akıl apriorizminden uzaklaştı­ nin, başkalarını kendi tavrını paylaşma
rarak Husserl'in fenomenolojisine yak- konusunda ikııa etme girişiınierinden
laştıran bu görüşe göre, cı priori yalnız­ başka hiçbir şey degildir. Buna göre, ör-
ca akla özgü bir şey olmayıp, bizim negin, 'l<ürtaj kötü ya da ahlaksızca bir-
duygusal yaşantımız, yani sevme, nef- şeydir' derken, yalruzca kürtaj karşısın­
ret etıne türünden her tür duygulanma da duydugumuz rahatsızlık ve tiksintiyi
yetene~miz için de geçerlidir. tScheler, ifade etmiyoruz, fakat başkalarını da
söz konusu apriorizmi, ahlak alanında bizim kürtaj karşısındaki tavrımızı pay-
sergiler. Başka bir deyişle, Pascal'ın, laşmalan içiıı ikna etmeye çalışıyoruz.
'yüregin, zihrıin bilınedigi kendi neden- Böyle bir ahlak anlayışına yöneltilen
leri vardır' deyişini ahlak alanına uygu- en önemli eleştiri, onun aklı ve mantık­
layan filozof, yüregin, tıpkı aklın kendi- sal düşünceyi ahlak alanının dışına at-
ne ait bir alanı, saf bilgi ve manbk alaru masından ve ahlaksal argümanlan pro-
olması gibi, kendine ait bir ahlaki deger- pagandadan ayıracak hiçbir ölçüte
ler alanı oldugunu savunmuştur. Nasıl sahip olmamasından meydana gelir.
ki, akıl bilimsel ya da mantıksal ilkeleri duyguda,Iık (Os. tecnzüp, inciziip; İng.
biliyorsa, yürek te, ınantıksal degerleri, symphaty; Fr. sympathie; Al. mitgefohl]
akıldışı bir yoldan, zihnin katkısı olma- İki insanı, iki kişiyi birbirine çeken, bir-
dan, duygusal sezgi yoluyla bilir. biriııe baglayan dogal egitim, iki kişi
duygucu ahlik anlayışı (Os. ahlakı ilıti­ arasındaki dogal uyum ve kaynaşma
sasiye; İng. enıotive theoty of etlıics; Fr. için kullanılan terim.
srntimentalisme]. Ahl!kın akla dayan- Başkasının halinden anlama, başkası­
madıgını, ahlAki ilke ya da önermele- nın duygularma, sevinç ve özellikle de
rin, onları ortaya koyan insanların bir üzüntülerine katılma durumu. Çok de-
kişi ya da varlıga karşı olan begeni, il- rinligine bilinmeyen, ayrıntılı olarak ta-
gisizlik ya da nefretini ifade ettigini ve nırunayan bir kişiye karşa duyulan ve
başka insanlarda da aynı duyguları do- mantaksal açıklaması olmayan dogal
gurınak fonksiyonWlu yerine getirdigi- yakınhk. Bir başkası için, tıpkı kendi-
ni savunan ahlak görüşü. miz için oldugu şekilde davrarunak du-
Ahlaki bilginin olgusal, kavramsal, rumu.
ınantıksal ya da bilimsel bilgiden kesin- Bu baglamda, ahlaki degerler cetveli-
likle farklı oldugunu; iyi ve kötü, dogru nin varhgmı, duygudaşhk fikri üzerine
ve yanlış gibi deger bildiren sözcükle- kuran, yani ahlaki degerierin sıralanışı­
rin, '-m eli'; '-rnek gerekir' gibi ödev bil- nı her bireyin kendi benzerine karşı
diren deyimlerin, a) şeylerin nitelikle- hissettigi içgüdüsel duygudaşlık üze-
riyle ilgili olmadıgını, b) dogru ya da rinde temellendirmeye çahşan Max
yanlış olamayacaganı, c) mantıksal bir tScheler'in, eylemlerin ahlakiligini baş-
duyum 271

ka insanlarda uyandırdıg; duygudaşlık şın, zamanı algılamamıza veya sezinle-


derecesine baglayan +Htune ve Adam ıneınize imkan saglayan duyu türü ya
tSmith'in ahlak görüşüne duygudaşlık da duyarlık fonksiyonuna yine Kant'ta
ahlakı denmektedir. iç duyu adı verilmiştir.
duygulanım [Os. teesüriyet; İng. affection; Öte yandan, Aristoteles ve Ortaçag filo-
Fr. affoctioıı; Al. affektion]. Her türden te- zoflannda, ayrı ayn duyulardan gelen
esüri duyarlık ya da duygusallık hali. izlenimleri bagdaştıran, farklı duyula-
Duygulanıın, günlük dilde, akıl ya da rın algılanna ortak olan ögeleri algıla­
bilinç alanına giren şeylere karşıt ola- yan duyuya; ruhun özel duyulann veri-
rak, gönül alanına giren herşeyi, belli lerini ayırma ve birbirleriyle karşılaş­
bir edilginlik niteligi sergileyen duygu- tırma gücüne baglı bulunan, hareket,
ları gösterir. Duygulanım, basit ve kar- sayı, şekil ve büyüklük türünden özel
maşık duygutanım olarak ikiye ayrılır. duyularca algılanamayan ortak duyulur
Bunlardan basit duygulanım, hoşlanma veya duyusallan algılayabilen parçasına
ya da hoşlanmama hallerinden meyda- ortak duyu adı verilmiştir.
na gelir. Kanıraşık duygulanını ise, dü- Bir duyuyla ilgili duyum, veri ya da iz-
zenleyici bir rol oynayan duygulardan, lenimleri algılayan organa duyu-organı
düzen bozucu bir yapısı olan heyecan- denmektedir. Yine, bu baglamda, duyu
lardan ve tutkulardan oluşur. organlaruun fonksiyonianna baglı olan,
duyu [Os. hasse; İng. sense; Fr. sens; Al. riclı­ duyu organlannın faaliyetleriyle ilişkili
tug, seite]. Görme, işitme, dokunma, tat olan analiz edilemez zihin hali ya da
ve koku alma yetilerine ya da organlan· edimine duyu algısı adı verilir. Yine,
na veya bir insan organizmasının kendi- duyu organlan üzerinde gerçekleşen,
sinin dışuıda, zaman ve mekan içinde dış dünya kaynaklı etkilenimlerin içeri-
bulunan fiziki ya da kim yasal nitelikli gine; algıya temel olan malzeme ya da
ögelere ilişkin bilgi edinmesini saglayan veriye duyu~eneyi denmektedir.
psiko-fizyolojik fonksiyonlar bütünü; bir duyu-algısının göreliliği [İng. relativihj of
canlı ya da insan varlıgınuı dış dünya- sense-perception]. Duyu algısının nesnel
daki fiziki veya kimyasal nitelikli ögeleri degil de, öznel olup; 1 aynı şeyin zaman
ve degişimleri, iç dünyadaki oluşumla­ zaman aynı kişiye farklı görürunesin-
rı, özelleşmiş birtakım yapıların uyarıl­ den, 2 aynı şeyin zaman zaman farklı
ması yoluyla algılaınası. kişilere farklı görünınesinden, 3 renk,
Filozoflar, t Aristoteles' ten başlayarak, ses, koku gibi duyurolanan niteliklerin,
duyularm özel ya da kendilerine özgü algıladıgımız nesnelerde varolmaya de-
nesneleri bulundugunu savurunuşlar­ vam eden sürekli ve kalıcı nitelikler ol-
dır. Buna göre, görme duyusunun nes- mayıp, duyu organlarıınızın yapılarına
nesi renkler, koku alma duyusunun göreli olan nitelikler ya da görünüşler
nesnesi seslerdir, v. b. g. Öte yandan bir olmasından dolayı, 4 algının ortaya çıkı­
duyu, nesnesini duyumlarken, hiçbir şı için belli bir zamanın geçmesinden,
zaman yanılmaz. Yine, bir duyu nesne- ve bu süre içinde de algılananan nesne-
sini yorumlayarak ya da çıkarsama yo- nin degişmesinden ve bundan ötürü de,
luyla bilmez, fakat dogrudan algılar. algıladıgımız şeyin algıladıgımız nes-
Filozoflar, aynca duyuyu, duyu organ- neye benzer olmamasından dolayı, kişi­
larının uyarıldıgı dünyayı temele ala- nin içinde bulundugu koşullara ve kişi­
rak ya da daha ziyade zaman ve mekan lere baglı ohnası.
baglamında ikiye ayırmı5lardır. Örne- duyum [Os. ilısas, hissiyatı cismaniye; İng.
gin, +Kant'ta, insan varlıgının mekan seıısation; Fr. sensation; Al. empfindung].
içindeki nesneleri tasariamasına imkan Duyu organlarını harekete geçiren bir
veren duyu türü ya da duyarlık fonksi- dış uyaranın sinirler yoluyla sinir mer-
yonuna dış duyu adı verilir. Buna kar- kezine iletilmesi sonucunda meydana
272 duyuınculuk

gelen dolayımsız zihinsel i.irün. Bir du- :nolojide, bilginin kaynagında duyu-
yu orgaııının, duyu siniri veya beyinde- rnun bulundugunu, tüm bilgilerimizin
ki bir duyu bölgesinin uyanlmasından duyurnlara indirgenip, son çözümleme-
kaynaklanan somut, bilinçli deneyimi. de duyumlardan türetilebilecegini, dış
Dış dünyayı idrak etme yolu olan dünyayı betimlemek amacı güden tüm-
duyum, insanda oldugu gibi, hayvanda celerin, duyumlar arasındaki ilişkilerle
da bulunur. Sinir sisteminin genel ku- ilgili tümeelere aynlarak analiz edilebi-
rallarına ve sinirlerin özel gücüne göre lecegini, ve bilginin yalnızca duyuıniara
oluşur. Duyumla genellikle duyumla- gidilerek dogrulanabilecegini savunan
ma süreci kadar, duyumlanan nesne de akım olarak modern duyumculugun
aniatılmak istenir. Özellikle empirist ya kurucusu, ingiliz düşünürü Thomas
da duyumcu düşünürler, duyumların, tHobbes'tur. Fransız düşünürü tCon-
fakat esas zihinsel hayatımızı kuran dillac ise, akımm iyi bir temsildsİ olarak
temel duyumlann gayri iradi, yargıdan görülür.
bagımsız, yorumdan muaf, yanlış ya 3 İnsan zihnini, bütün içeri~ duyu-
da yanlışa açık olmayan müstakil veya lardan türeten, edilgin bir alıo olarak
atomik birimler olduklannı öne sürer- gören duyumculuk, psikolojide, lüm
ler. zihin içeriklerini birlikli duyurnlara in-
duyumculuk [Os. hassiye mezhebi; İng. sen- dirgemeye çalışan, duyumla gelen mal-
sationalism; Fr. sensualism; Al. sensualis- zemeden lüreyen bilgiyi çagrışım yasa-
larıyla açıklayan tçagnşuncılıkla birle-
mus]. 1 Genel olarak. tüm bilgilerimizin
şir. Duyumculuk gerçeklige ilişkin bir
duyumlardan türediAUU; bir başka şeye
ögreti olarak degerlendirildigi zaman
indirgenemezcesine, gerçekten ve en
da, tfenomenalizm olarak karşımıza
yüksek bir biçimde varolan, başka her- çıkar ve duyularımıza görünen dışında
şeyin kendisine indirgenebildigi tek
hiçbir şeyin bilinemeyecegini öne sü-
şeyin duyum oldugunu savunan görüş.
rer.
Bütün zihin hlllerinin, tüm bilinç içerik- Duywnculukta, insanın dış dünyayla
lerinin, birleşimya da çagrışım yoluyla olan bilgi ilişkisi, yalnızca uyaranın
duyumdan türedigini, duyumlarımızm alınması ve uyaranlara duyularla veri-
inançlarınuzın biricik kaynagı ve daya-
len yanıtlardan oluşur. Duywnculuk,
nagı oldugunu, dünya ile ilgili bütün insanın soyutlayıo ve imgelemle ilgili
önermelerin hiçbir anlam kaybı olma- yeteneklerinin kalkısmı hiçbir şekilde
dan duyumlada ilgili önermelere indir· dikkate almaz. Burada bilgi, bize dışarı­
genebilecegini savunan ögreti. dan gelen şeylerin edilgin bir biçimde
Olgusal bilginin algmm sonucu oldu- alınmasından ibarettir ve her türlü zi-
gu kabulü ve yalnızca duyumlarm ya hinsel faaliyet, önem bakurundan ikici
da duyu-izlenimlerinin algılandıgı tezi plana atılır ve yalnızca duyumlan dü-
üzerinde, duyumlar dışında başka hiç- zenleme aracı olur. Zalen düşünme de
bir şeyin varoldugunun söylenemeye- bir tür duyum olarak degerlendirilir.
cegini öne süren ögreti olarak duyum- 4 Duyumculuk, ahiili ve estetik anlam-
culuk, bilginin yalnızca dış deneyden da, yaşanun nihai ve en yüksek amacıy­
türedigini savunarak, iç deneyi tümüy- la, güzelligin özünün hazdan ve son çö-
le yadsır. zümlemede, duyulann sagladıgı haz-
2 Duyumculuk, duyumlar nesnel bir dan ibaret oldugunu dile getiren ögreti-
gerçekligin yansunaları olarak görüldü- ye karşıilk gelir.
gü zaman, tmaddecilikle, buna karşın duyusal [İng. sensible; Fr. sensible; AL
temellerinde ne oldugu bilinmeyen zi- sinnlich, empfindlich, gifühlvoll]. Bir du-
hin halleri olarak degerlendirildiginde yuyla algılanabilen, duyuya çarpan, al-
de, +öznel idea1izmle sonuçlanır. Episte- gının nesnesi olan herşey. Akıl yoluyla
duyu-verisi teorisi 273

anlaşılabilir oları ide, ilke ya da tümel- algılanabilir


formu potansiyel olarak ala·
lerden farklı olarak, yalnızca duyutarla bilir durwnda bulunan göz, 'bu beyaz
algılanabilen nitelikler. Bilincin olgula- rengi' alır ve algdanabilir olan form ile
rına, zihin hallerine karşıt olarak, dış algılayan organ, algı eylemi sırasında bir
dünyada gözlemlenen fenomenler için olup Ç'lkar.
kullanılan sıfat. duyu-verisi [İng. sense-datunı]. Duyumla-
Duyusal sıfatının söz konusu anlamı rın özel, do~rudan, de~iştirilemez, dü-
içinde, tKant'ta, duyularımıza sunul- zeltilemez ve başka bir şeye indirgene-
muş olan duyusal, fakat yapıdan yok- mez olan içeri~i. Algırun do~rudan ve
sun ham malzemeye; rihnin, a priori aracısız nesnesi olan özel izienim ya da
kavramları araah~ıyla, algılar şeklinde görünüş.
düzenleyip yapı kazandırdı~ı izlenirn- Epistemolojide, duyu-verisi terimi, fel-
ler bütününe; deneyin, zihin tara&ndan sefede eskidenberi kullanılan ide, izle-
düz.enlenmezden önce, ayrı ve ba~lanh­ nim, tasanm, duyum gibi terimlerim
sız birimler olarak görülen veri ve du- genel bir karşllı~ı olarak düşünülmüş
yumsal bileşenlerine; sesler, renkler, tat ve bu terimlere, nötr oldu~u gerekçesiyle
ya da kokular türünden duyu verilerine tercih edilmiştir. Buradan da anlaşdaca­
duyusal çokluk adı verilmiştir. ~ı üzere, algı söz konusu oldu~unda, fel-
Yine aynı anlam içinde, tPlaton'un iki sefede duyu-verisiyle maddi nesne ara-
dünyalı mel:afizi~nde, hem varlıktan, sında bir ayınm yapılır. 1 Öncelikle,
yani İdealardan ve hem de yokluktan masalar, kitaplar, taşlar ve agaçlar tü-
pay aldı~ı için, hem var ve hem de yok ründen fiziksel nesne ya da tözler ve bit-
olan, de~işen, varh~a gelen, daha sonra kiler, hayvardar ve insanlar gibi canlı or-
yok olup giden ve duyularla algılanan ganizmalar vardır. Bunlar için kullamlan
ortak terim, maddi nesne terimidir.
bireylerin ya da 'şu' diye gösterdiğimiz
2 Maddf nesnelere ek olarak, renkler,
somut varlıkların duyu yoluyla algtla-
nan dünyası, Kant'ta duyu deneyine sesler ve kokular gibi, bize algıda do~­
rudan ve aracısız bir biçimde verilen
konu olan dünya, fenomenler dünyası
duyu-verileri vardır. Bu ayıı;ım temeli
duyusal dünya diye kategorize edilir.
üzerinde, maddi nesnelerin insanın dı­
Öte yandan, Aristoteles ve izleyicileri şında, fiziksel mekan içinde bir yerde
tarafından Yunanca aistlzete terimiyle
bulundukları ve aynı anda farklı kişiler
gösterilen ve duyularla ayırd edilebilen, tarafından gözlemlenebilir oldugu yer-
duyulann konusu olan form duyusal de, duyu-verilerinin kişisel olup, dış
form olarak bilinir. Duyuma ilişkin açık­ dünyada fiziki bir varoluşa sahip bu-
lamasında, madde ve form aynrru
lunmadı~ı söylenmelidir.
yapan ve duyumu algılanan nesnenin, Duyu-verilerinin daha çok kişisel olup,
madde olmadan fonnunu, ilgili duyu or- maddf nesnelerden ayn oldugu kabul
garuyla almak olarak tarumlayan Aristo- edildigi takdirde, algı konusunda gün-
teles, bunu, bir yüzü~ün, yüzü~ün ken- deme gelen en eski ve en temel problem,
disinden yapılmış oldu~u altın ya da duyu-verileriyle maddi nesneler arasın­
gümüşü de~il de, baskısını ya da şekli­ daki ilişkiyi açıklama güçlü~üyle, do~­
ni, formunu alan bir mum öme~iyle rudan ve aracısız olarak yalnızca duyu-
açıklamıştır. Buna göre, bir şey gördü- verilerini algıladı~ımız için, maddf nes-
gümüz zaman, göz nesnenin, maddesini neleri nasil olup da bilebildi~imizi açık­
de~l de, algılanabilir olan formunu alır. lama problemidir.
Aristoteles'in bu anlayışına göre, duyu- duyu-verisi teorisi [İng. sense-datum the-
rnun birincil nesneleri, renkler, sesler, ory]. Duyu-verisiyle gerçek nesneyi bir-
kokular ve benzerleridir. Her duyunun birinden ayıran bir ikicilik temeli üze-
kendisine karşılık gelen nesneleri var- rinde yükselen ve insanın, algıda do~­
dır. Beyaz bir şey gördügü.müz zaman, rudan ve aracısız olarak tecrübe etti~i
274 dünya görüşü

şeylerin, nesnelerin bizatihi kendileri öne süren görüştür.


degil de, duyu-verileri oldugunu öne dünya görüşü [İng. world-view; Fr. vision
süren görüş. du monde]. Bir bireyin, ya da bir grup in-
Dogrudan ve araasız olarak görülen sanın evren, Tann, insanlık, gelecek, ve
nesnelerin, varolan duyu-verileri oldu- benzeri konularda sahip oldugu inanç-
gunu, söz konusu duyu-verilerinin de, lar, düşünceler, tavırlar ve degerler bü-
fu:ik1 dünyadaki gerçek nesnelerden ay- tününe; bizi çevreleyen dünya ve içinde
nlmak durumunda oldugunu öne süren yaşadıgımız toplumla ilgili felsefi, sos-
bu görüşe göre, insanın gördügü ay, yopolilik, estetik, bilimsel görüşlerin
gerçek aydan en azından büyüklük ola- toplamına verilen genel ad.
rak farklı, fakat bir yandan da onunla Kişinin, yaşaıru ve evreni konu alan, ve
ilişkilidir. Bu ikisi arasında nasıl bir kendisine ilişkilerini ve faaliyetlerini dü-
ilişkinin bulundugu, duyu-verilerinin zenleme ve at;tklama olanagı veren kuşa­
kamusal nesneler olmayıp, öznel ögeler tıcı ve geniş kapsamlı bakış açısı olarak
oldugu dikkate alınırsa, öznel duyu- dünya görüşü, bir toplumsal sınıf, grup,
verilerinden hareketle nesnel gerçeklik kuşak ya da dini topluluga özgü olup,
hakkında bir bilgi elde edilip edileme- ona dünyaya belli bir açıdan bakma ola-
yecegi, duyu-verisi teorisinin en önemli nagt veren inançlar bütünü olmak duru-
güçlüklerini meydana getirir. mundadır.
Başka bir deyişle, maddi nesneler do-
Bir dünya görüşü kişinin bilinçli çaba-
layımlı bir biçimde algalanırlar, yani on-
larının, çalışma ve araşbnnalannın so-
lara ilişkin algı, bilince dogrudan bir bi- nucu olarak benimsenebildigi gibi, bir
çimde verilen duyu-verilerini konu alan koşullanma sürednin sonucunda da olu-
bir yorumdan yapılacak çıkarsamayı şabilir. İşte bu baglarnda dünya görüşü,
içerir. Maddi nesnelerle, duyu-verileri
kişinin dünyaya bakbğı ve dünyayı yo-
kesinlik bakımından karşılaştınldıgm­ nımladıgt genel pencereye, genel pers-
da, kişinin duyu-verilerinin kesinlikle
peklife karşılık gelmektedir.
bilincinde oldugu, fakat maddi nesne-
lerle ilgili olarak hiçbir zaman bir kesin- dünya içindeki varlık [İng. being in the
lige 'ulaşamayacagı kabul edilir. Öme- world; Fr. itre dans le ruonde]. Varoluşçu
felsefede~ insanın a) biyolojik ve fiziki,
gin, tHume gibi bazı filozoflar, duyu-
verilerinden maddi nesneleri çıkarsama b) insani ve toplwnsal, ve nihayet c) ki-
şisel ögeler içeren varoluşu, insanın
yönündeki bir girişim söz konusu oldu-
gunda, kuşkucu bir tavır alırken, Locke anın gerçekligini meydana getiren dog-
gibi filozoflar, duyu-verilerinin nedenle- ruda.n ve kaçuulmaz fenomenler tarafın­
ri olarak maddi nesnelerin varoluşunu dan ortaya konan bütünlügü için kulla-
çıkarsamanın makul oldugunu düşün­ nılan terim.
müş, tBerkeley gibi fenomenalist düşü­ Dünyadaki varlık terimi, varoluşçu fel-
nürler ise, maddi nesnelerin, aktüel ya sefede, nesneler alemi olarak dünyadan
da mümkün duyu-verilerinden meyda- kopuk, dünya ile sadece araçsal bir
na geldigini iddia ebnişlerdir. bilme ilişkisi içinde bulunan modem
Günümüzde, söz konusu duyu-verisi Kartezyen özne kavramına bir alternatif
teorilerinin tam karşısında, ünlü İngiliz olarak getirilmiştir. İnsanı dünyanın
filozofu G. Ryle'ın duyu~verisi diye bir Kartezyen bene benzer ayn ve tecrit
şeyin olmadıgını öne süren görüşü yer edilmiş bir gözlemcisi, tecrübenin ayn
almaktadır. Ryle'ın görüşünden daha az ve soyut bir taşıyıcısı ve düzenleyidsi
radikal olan başka bir görüş ise, duyu- olarak düşünmenin imkansız oldugunu
verilerinin var oldu~u kabul etmekle öne süren varoluşçu gelenekte, insan
birlikte, onlann dogrudan ve aracısaz dünya içinde konumlanmış olan, dün-
olarak algıladıgı.nuz tek şey olmadıgını yadan ayınlmaz varlıktır.
dünyevileşme 275

dünyanın ötesindeki varlık [İng. being zerini yaratabilir. Evrendeki şeyler bir
beyand the world]. Varoluşçu felsefede, düzen sergilemekte olup, yaşam ve bil-
insaıun, varoluşunun sınırlı ve anlık ger- giye sahiptirler. Öyleyse, evrendeki var-
çekliklerinin ötesine geçme olana~ı ve lıklara yaşam ve düzen veren, evrene
dolayısıyla, sorumlulu~u bulundu~unu içkin bir Dünya Ruhu vardır.
ifade eden fikir. Bu imkanları gerçekleşti­ dünyevileşme [İng. secularisatjo,ı; Fr.
rememe, varoluşçulu~a göre, suçluluk secularisation, lai"cisation ]. Dini inançlarla
duygusuna yol açar. uygulamaları, yalmz kişisel de~il, fakat
dünya ruhu [Os. tileııı ruhu; İng. world soul; toplumsal karar alma ve eylemde yol
Fr. ame du monde]. Varolan herşeydeki göstericiler olarak de~erlendirmeme
yaşam ve düzenden sorumlu oldu~u tavrı ya da süreci; dini düşünce, uygula-
varsayılan, evrene içkin neden. Bireysel ma, inanç ve kuralların toplumsal anlam
insan ruhuyla analoji kurularak, bireysel ve önemini yitirmesi süreci; kentli top-
insan ruhunun beden üzerindeki etkile- lum yapısıyla endüstri toplumunun ger-
yici, düzenleyid, denetleyici gücünden çekleşme sürecinde ortaya çıkan top-
ve yaşam kayna~ı olmasından hareket- lumsal de~işmelerin sonucu olan genel
le varlı~ı öne sürülen etkin tinsel güç. durum.
tPlaton'da, Plütarkhos'ta, Stoa felsefesi Toplumun modernizasyonunun do~ur­
ve Yeni-Platonculukta ortaya çıkan söz du~u bir süreç ya da hal olarak dün-
konusu Dünya Ruhu, gözle görüleme- yevileşme, herşeyden önce, dinin, top-
yen, cisimsel olmayan tanrısal bir var- lumsal anlam ve öneminin çok büyük
lıktır. Duyu yoluyla algılanan fenomen- ölçekli oldu~u, bir 'altın ça~ı'nın geç-
ler ya da görünüşler dünyasıyla, bu mişte yaşandı~ım kabul eder; fakat bir
dünyanuı üstünde ve ötesindeki akılla yandan da, bu ça~ın artık geride kaldı­
anlaşılabilir idealar dünyası arasmda ~ öne sürüp, modern toplumda, ras-
bir köprü görevi gören Dünya Ruhu, ör- yonel, laik ve kişisel inancın karakter ve
ne~in Yeni-Platonculukta, aynı zaman- önemini vurgular.
da insan ruhunun kendisinden çıktı~ı Dünyevileşme, siyasi ve felsefi temel-
kaynak olma işlevini gerçekleştirir. leri olmakla birlikte, insana, belli bir
Ayru Dünya Ruhu, Orta Platonculu~un yaşam biçimi ve eylem anlayışı sunma-
önemli düşünürü Plütarkhos'ta kötülük yı amaçladı~ı için, özü itibariyle ahlaki,
problemini açıklayacak bir ilke olarak fakat sundu~u yaşam tarzı ve eylem
öne sürülmüştür. Buna göre, Tanrı'yı, anlayışında, Tanrı düşüncesine, ölüm-
bu dünyadaki kötülü~ün yaratıası ola- süzlük fikrine ya da öte dünya kavramı­
rak gönnek istemeyen Plütarkhos, ikici na başvurmadı~ı, dini hiçbir şekilde
bir anlayışın sonucu olarak, Dünya Ru- işe karıştırmadı~ı için, dinden ba~ım­
hunu, Tanrı'mn karşısına, dünyadaki sız olmak durwnunda olan bir hareketi
kötülü~ün sorumlusu olan neden ya da ifade eder.
ilke olarak getirmiştir. Genel bir hareket ya da düşünce ola-
tPlütarkhos'un görüşü bir kenara bıra­ rak dünyevileşme, insanın her bakım­
kılacak olursa, Dünya Ruhu'nun varolu- dan gelişip iyileşmesinin koşullarını,
şu için di~er filozoflar tarafından öne yakın ve kolaylıkla elde edilebilir oldu-
sürülen argümanırun ana çizgileri şöyle ~u için, maddi araçlarda bulurken, kişi­
özetlenebilir: Ruh yalnızca yaşamın ye her alanda yol gösterecek bilgi türü
de~il, fakat düzen ve bilginin de kayna- olarak tecrübi bilgiye de~er verir, ve do-
~ıdır. Yaşam, düzen ve bilgiden yoksun layısıyla, deneyim yoluyla bilinebilir ol-
olan bir şeyin, yaşam, düzen ve bilgiye madı~ı için, öte dünya fikrine karşı ka-
sahip olan bir şeyi yarattı~ı düşünüle­ yıtsız kalır.
mez, çünkü bir şey ancak ve ancak ben- Dünyevileşme düşüncesi, hareket ya
276 dü~

da süreci, şu halde, deneyim yoluyla ka- Dü~üncenin kendisi söz konusu oldu-
rutlanabilir tavırlar olmadıklan için, tte- t;unda, farklı düşünce türlerinden söz
izmden de tateizmden de uzak durduk- edilebilir. Buna göre, 1 yalnızca içsel
tan başka, dini i~e hiç karıştırmadan, uyaranların etkisiyle belirlenen, sözcük
yalnızca akla dayanarak sa~lam, tutarlı öncesi bir süreç olarak düşünce. Söz konu-
ve insanı mutlulu~a götürecek bir ahlak su düşünce türünün en önemli özelli~i
gelişiirilebilece~ini kabul eder, kişilerin onun ço~unluk bilinçli olmaınasıdır. Bu
ahlaka ve dini konulara ilişkin inanç ve tür bir düşünce sözcüklere dökülmemiş
araştırmalarında, en az bilimsel araştır­ ve simgeselleşmemiştir. Örne~in, belli
mada oldukları kadar özgür olmaları bir iste~in insanı bdskı altında bırakma­
gerekti~i savunur. sı sözcüklere dökülemez. Söz konusu
Din ve dünya işlerinin birbirinden ay- düşünce türünde, karşıtlar bir arada
rılması anlamında dün yevileşmenin, bulunabilir; yani, böyle bir düşünce
politik ya da siyasi alandaki özel hali, la- mantık kurallanna uymaz, zaman ve
iklik olarak bilinir. Laiklik işte bu çerçe- yer tanımaz, neden sonuç ba~ıntısı taşı­
ve içinde, si yasetle dinin, devletle kilise maz ve gerçeklikle ba~ıntılı olmayan bir
ya da diyanetin birbirinden aynlması, biçimde gelişebilir.
siyasi otoritenin yönetti~i insaniann i- 2 Yine aynı ba~lamda, ço~unluk kişi­
nancına müdahale etmemesi anlamına nin istek ve fantazilerine ba~lı olarak,
gelir. dış koşullar ya da yer, zaman, neden-
düş [Os. rüya, haylll; Ing. dream; Fr. reve; sellik ba~ıntıları dikkate alınmadan ge-
Al. lraum]. Uyku sırasında ciluşan, bi- lişen düşüneeye ise, 'içe yönelik düşün­
lincin ve iradenin denetiminden bütü- ce' adı verilir. Bu tür bir düşüncenin en
nüyle ba~ımsız bir biçimde oluşan ruh- tipik öme~i, uyaranlara herhangi bir
sal hayaller. denetim uygulanmadan, düşüncelerin
Imgelemin en pasif yönünü ortaya k<r ansızın kendilendi~inden anımsandı~ı,
yan düşle, her tür imge, bir organın et- serbest ça~nşımdır. Fantezi sırasında
kisiyle meydana gelen bir algının çevre- kişi gerçeklikle ba~ıru koparabilir.
sinde birleşir. Düşte, imgelerin birbiri 3 Oysa, gerçnclik ilkesine baglı olarak geli-
ardısıra gelişi, birleştirme yasalanna şen düşilnce türü, dış nesnelerin gerçek-
ba~lıdır. Düş konusu, bilinçalbnın anali- li~ini dikkate alır, söze dökülür ve dilin
zine büyük bir önem veren psikanalizde kurallanyla mantık kurallanna uyar.
ön plana çıkar. Psikanaliz bu ba~lamda, Ola~an yaşam koşulları altında uyum
düşlerin, insanlara ço~u zaman saçma sa~lamaya yönelik bir işlevi vardır. 4
ve anlamsız gelen görünüşteki içeri~iy­ Öte yandan, mantıksal ilkelere uygun
le, bilinçaltındaki gerekçeyi dile getiren olmayan düşünce tarzına manlık önre;i
gizli içeri~ini birbirinden ayınr. düşünce adı verilir.
düşünce [Os. fikir; İng. thought; Fr. pen- 5 Manhksal düşünce, yaşanan tecrübele-
see; Al. gedanke, denken]. İnsana özgü rin sonuçlan arasında ba~ kurmayı
olan düşünme faaliyetinin, iç ya da dış amaçlayan akılyürütmenin yönlendiril-
uyaranlara yanıt olarak gelişen düşün­ miş ve yapılandınlmış biçimidir. Böyle
me ediminin ürününe; i!lsanın zihinsel bir düşünce nesnel olup, dışa yönelik-
faaliyetleri ile dış uyararılar arasında tir. 6 Realisl düşilnce ise, düşüncelerin
kurdu~u ba~lanbnın sonucu olan şey. bir amaç do~rultusunda bir araya geti-
Kişinin bir konu üzerindeki yargısı, rilmesi ve düzenlenmesine yönelik man-
bir nesnenin fikirlerle oluşturulmuş tıkh düşüncedir. Nesneler, kavramlar
soyut tasanmı; bilinçli insan varlı~ınm ya da bilgi kaynaklan arasında ba~
kavramları birbirine ba~lamasını ve kurma, de~erlendirme, yargılama, prob-
yeni bilgilere ulaşmasını mümkün kı­ leın çözme, yeni çözümler bulma gibi
lan işlemler, süreçler bütünü. de~işik şekiller alabilir.
düzeltilemez 277

düşünce dene)i [ing. tlıought e::cperinreııt). mümkün dünyalar için, varolsun ya da


Laboratuvarda, pratikte degil de, salt olmasın, her nesne için dogru olan
düşünce düzeyinde gerçekleşen, araş­ önermeler olduklan düşünülmüştür.
tinnacıya görüşte veya teoride ufak düşünme [İng. thinking; Fr. penser]. Kişi­
tefek degişikler yaphga takdirde, ortaya nin ögrenme süreci içinde kazandıgı
çakabilecek mümkün sonuçlan gönne kavramlar, kullandıga imgeler, düşün­
olanaga saglayan spekülatif deney. Bir ce ve hareketler, sözcük ve terimler gibi
hipotezi, hayaif bir durum tasadamak simgeler aracılığıyla gerçekleştirilen zi·
ve bu durumda ona ne olacagıru ölçüp hinsel faaliyet; çıkarsama, akılyürütme,
biçrnek sureti.yle test etme teknigi. anımsama, kuşku duyma, isteme, his-
düşünce yasalan [İng. laws of thought; Fr. sebne, anlama, kavrama gibi, bilinçli
lois de l' esprit; Al. denkgesetze). Gelenek- bir biçimde gerçekleştirdigirniz zihin-
sel olarak, özdeşlik, çelişmezlik ve sel faaliyetlerin herhangi biri; karşılaş­
üçüneünün olanaksızhga yasalanru kap- tırmalar yapma, analiz, sentez, baglantı
sayan genel şemsiye terim .. kunna ve kavram gibi işlemlerden olu-
Söz konusu üç düşünce yasasa, felsefe şan zihinsel süreç.
tarihinde farkh şekillerde ya da farkh Söz konusu zihinsel faaliyet, iki degi-
yaklaşımlarla yorumlanmaştır. Bunlar- şik tarzda ve amaçla ortaya çıkar. a)
dan birincisi, 1 betimlemesel (tasviri) İnsan varlikları var olanın, vakıa olanın,
yaklaşıı:n ya da metafiziksel yorumdur. var olmak durumunda olanın bilgisine
Buna göre, düşünce yasalan a) varhgm ulaşmak amacıyla oldugu kadar, b) ne
varhk olmak bakamandan dogasuu, b) yapıp ne yapmayacağı konusunda bir
tüm bilimiere ortak olan konu ya da ilk karara vannak amacıyla da düşünebilir.
ilkeleri, c) düşünme ya da akılyürütme Bu iki düşünme tarzandan birincisine
faaliyetini betimleyen yasalardar. Başka bilimsel tema~a, ikincisine ise dü~ünüp
bir deyişle, düşünce yasaları, gerçekli- tıırtmıl adı verilir. Birincisi bir sonuçla ta-
gin temel yönlerini betimlemeleri anla- mamlanır ve kendisini daha çok bilim-
mmda ontolojik bakımdan gerçek olan sel bilgide gösterir, buna karşan ikincisi-
yasalardır. Söz konusu metafizik yoru- ni bir karar izler ve o, kendisini eylemle
mun en önemli temsilcisi, hiç kuşku ifade eder. Yine, birinci türden düşün­
yok ki İlkçag Yunan düşüncesinin en mede söz konusu olan akılyüriibne ku-
büyük düşünürü olan t Aristoteles'tir. ramsal, buna karşan ikincisinde söz ko-
2 Buna karşın, ikinci yaklaşım, düşün­ nusu olan akılyürütme pratik bir nitelik
ce yasalanru düzenleyici ya da kural ko- arzeder.
yucu yasalar olarak görür. DLizenleyici düzanlam [lrig. derıotQtion; Fr. denotation;
yasalar olarak düşünce yasalan, dogru Al denotation). 1 Bir terimin kendilerine
düşünme ya da akılyürübnenin mutlak yüklenebildi~ özneler toplamı; bir kav-
ya da uzlaşunsal standartlanru i1ade rarnan kaplamı, gösterenin belirttigi nes-
eden kurallar olarak anlaşılmışhr. Buna neler sınıfı.
göre, düşünce yasalan, kendileri olma- 2 Bir göstergenin, bir terim ya da kav-
dan tutarh bir düşünme faaliyetinin söz ranun, yananlanuna karşıt olarak, ilk
konusu olamaması anlamında, bilişsel anlamı; bir dilsel birimin mantıksal, bi-
olarak zorunlu olan ve çalınmsal olma- lişsel ve nesnel anlama. Bundan dolayı,
yan bir bilgi olmak durumundadır. yananlamın edebi söyleme egemen ol-
3 Ve nihayet, düşünce yasalan, formel dugu yerde, düzanlam bilimsel söyle-
açadan yonımlanmışlardar. Buna göre, me hikim olan anlam türüdür. ·
fonnel yasalar olarak düşünce yasalara- düzeltilemez [İng. incorrgible; Fr. incorri-
nın, içeriklerinden bagamsız olarak ve gible]. Düzeltilmeye elverişli olmayan,
fonnlarından dolayı dogru olan, tüm dogrulugu kesin ve degişmez olan, ken·
278 düzen

disini yaniışlayacak bir kanıhn bulun- dış gerçeklikteki düzenlilikleri betimle-


madıjı;ı şey ya da önerme türü. Mutlak yen bilimsel yasaların, gerçeklikteki dü-
ve kesin bir biçimde dojı;ru olan, başka zen ya da düzenlilikleri 1 olayların bir-
bir sınama gerektirmeyen ve dojı;rudan likte varoluşuyla, 2 olayların ard arda
dojı;ruya ve kesin sonuçlu bir biçimde gelişi veya bir dizi içindeki ardışıklı­
dojı;rulanan yargı ya da önerme. jı;ıyla ve 3 olaylar arasındaki (neden-
Bu genel çerçeve içinde, yalnızca mev- sonuç bajı;lantısı) dejı;işmez bajı;lantılar­
cut bilinç içeriklerini betimleyen, kişi­ la açıkladıjı;ıru savunan bilimsel yasa
nin kendi iç dün yası yla ilgili olan, görüşü.
kendi yaşantılarını tasvir eden önerme- düzen ve amaç kanıtı [İng. teleogical ar-
lerin düzeltilemez oldujı;u söylenebilir. gumerıt for the e:rı:istence of God; Fr. th~olo­
düzen [Os. nizaııı; Ing. order; Fr. ordre; Al. gical argunıent pour l'existence de Dieu].
or·dııung, be.fe hi]. Birçok öjı;e arasında, çe- Din felsefesinde, düzen verici bir yetkin
şitli açılardan (zaman, mekAn, mantık, varlık olarak Tanrı'run varoluşunu ev-
estetik, ahlak, varlık, v.b.g., bakımın­ rendeki düzenden yola çıkmak suretiy-
dan) kurulan ahenkli bajı;lanh; belirli le gösteren empirik kanıt.
bir metodolejik ya da mantıksal plan Kanıta göre, dojı;a, yalnızca bir rasian-
gerektiren sistemden farklı olarak, bir tisal olaylar bütünü, salt bir rasiantilar
şeye ilişkin formel ya da düzgün dü- toplamı dejı;ildir, düzenli bir varlık ala-
zenleme; bir şeyin bir hiyerarşi ya da nıdır. Gezegenler yöriingelerinde, dü-
dizi içindeki yeri. zenli bir biçimde hareket etmektedir.
Yaşam, olanaklı oldujı;u her yerde, hay-
Toprajı;a ekilen bitkiler düzenli bir bi-
vanların alışkanlıklannda, insan toplu-
çimde gelişmekte ve karmaşık yapılara
munun geleneklerinde, uzlaşım ve yasa- dönüşmektedirler. Dojı;ada herşey bir
larında görülebilecejı;i üzere, belli ölçüler
ömejı;e uyar, yasa ıarahndan yönetilir.
içinde düzen yaratmak durumundadır. Başka bir deyişle, kanıla göre, bu dev
Dojı;al fenomenler söz konusu oldul;un-
dojı;a düzeni, söz konusu ahenk ve dü-
da, insan düzen yaratmamakla birlikte,
zenlilijı;i kendi kendisine kazanmış ola-
düzeni arayabilir ve düzeni keşfetıneye
maz. Bu düzen salt bir rasiantının sonu-
çalışabilir. Bilimin temelinde, insanın bu
çabası ve arayışı vardır.
cu olarak da meydana gelmiş olamaz.
Dojı;adaki düzen, varlıjı;ırun nedeni olan
Yaşamın bir yardımcısı olarak düzene
duyulan ihtiyaç, insanı her yerde düzen bir zekayı gerektirmektedir. Bir model
aramaya yöneltıniştir. Insan bu çabasın­ ya da bir yapırun varlığı, amacı bu ya-
da başarılı olursa, herşey iyi ve hoş pıyı meydana getirmek olan bir ressam,
olup, yolunda gider. Fakat insan olgular mimar ya da sanalkAnn varlıjı;ını kabul
arasında düzen bulmayı başaramazsa, etmemizi zorunlu hale getirir.
beklentisini dejı;iştirir ya da ondan tü- Düzen ve amaç ka rutı, yine çevremize,
müyle vazgeçer ve dikkati, orada düzen içinde yaşadijı;ııruz dünyaya baktıjı;ı­
bulmak umuduyla, başka olgulara çevi- mız takdirde, herşeyin kendi fonksiyo-
rir. Gerçekten de, yetkin olmayan bir nunu yerine getirecek şekilde, en ince
dünyarun düzensizlijı;i karşısında, yet- ayrıntısına kadar düzenlenmiş ve ayar-
kin bir düzen ihtiyao öylesine derinden lanrruş oldujı;unu görecejı;imizi bildirir.
hissedilmiştir ki, tPiaton gibi filozoflar Varolan herşey kendisinin bir amaca
ve başka idealist düşünürler, içinde ya- göre düzenlenmiş oldujı;unu dojı;rular.
şadıjı;ımız dünyanın üstünde ve ötesin- Işte bu durum, bir Yarahanın varolu-
de olan ideal ve aşkın bir dünya tasarla- şunu karutlar.
mışlardır. Bu karutı öne sürenler, dojı;aya ve do-
düzenlilikler olarak yasalar [İng. scienti- jı;adaki şeylere ilişkin en üstünkörii bir
fic laws as reııularities]. Fiziki dünyayı, incelemenin bile, her varlıjı;ın belli bir
düzsöz edimi 279

işlevi yerine getirdi~ini göstermek için kurulan analojinin zayıf bir analoji oldu-
fazlasıyla yeterli oldu~unu belirtirler. ~unu savunmuşlardır. Onlar, ikinci ola-
Canlı ya da cansız her şeyin, ve do~a­ rak, do~adaki düzenin, do~ada bulunan
nın bütününün de belli bir amacı vardır. bitki ve hayvaniann çevrelerine uyum
Fakat evrendeki her varlı~ın, bilinçli ola- sa~layarak, belli bir işlevi yerine getire-
rak kendi kendisine gerçekleştirece~i bir cek şekilde düzen kazanmalarının, alui-
işlevi seçmiş oldu~unu varsaymak, ina- lı ve gücü herşeye yeten bir Yaratıcı ye-
nılmaz bir şeydir. Bundan dolayı, var- rine, Darwin'in evrim görüşüyle açıkla­
lıklann yerine getirecekleri işlevin, onla- nabilece~ini öne sürerler.
n yaratan yüce bir varlık tarafından Tarafsız bir gözle de~erlendirildi~inde,
tasarlanıp onlara verildi~ini varsaymak Darwin'in evrim teorisinin Tanrı'nın va-
gerekir. roluşunu çürüttü~ünü söylemek, elbet-
Karota göre, örne~in insanın gözünü te ki, olanaksızdır. ·Bununla birlikte,
inceleyecek olursak ~er, ondaki çok Darwin'in evrim teorisi.rün, aynı sonucu,
küçük parçacıkların, gözün gönne işle­ yani do~adaki düzen ve amaçlılığı,
vini yerine getirebilmesi için, nasıl bir düzen kanıtına göre bu sonucun nedeni
araya getirilmiş ve düzenlenmiş oldu- olan Tann'dan hiç söz etmeden açıkla­
~unu görebiliriz. Bu kanıtı öne sürenler, yabildi~i için, kanıtın gücünü ve geçerli-
göz gibi do~al nesnelerin karmaşıklı~ı li~ini azalttı~ı öne sürülmüştür.
ve en yüksek derecedeki yeterlili~, Nihayet, düzen karutuun temelde
tüm varlıkların Tanrı tarafından yarabl- kabul edilse bile, oldukça sınırlı oldu~u­
ınış ve düzenlenmiş olmasına bir kanıt na işaret edilmiştir. Buna göre, kanıt
oldu~unu belirtirler. Çünkü, hiçbir do~­ do~adaki düzenin sorumlusu olarak tek
al nesne kendisine düzen veremez. bir Tann'run varoldu~unu kanıtlaya­
Düzen, her zaman akıllı bit düzen veri- maz, denmiştir. Bu düzenden, düzenin
cinin varoluşunu gerektirir. Çelik parça- dışındaki yaratıcı bir güç sorumlu olsa
lanru gelişgüzel olarak bir araya getire- bile, bu, manb.ksal olarak tek bir
lim. Bu parçalar asla, zamanı gösterme Tann'nın varoluşunu gerektirmez. Do-
amacına hizmet edecek şekilde, kendi ~adaki düzenin sorumlusu olan birden
başına bir saat haline gelemez. Kum, fazla sayıda Tann'dan, karub eleştiren­
tu~la, demir ve çimentoyu rastgele bir Iere göre, söz edilebilir.
araya getirelim. Onlar hiçbir zaman Yine, kanıt Tann'nın gücünün herşeye
kendi başianna bir ev Mline gelemez. yetti~ zorunlulukla kanıtlayamaz,
Kum, tu~la, demir ve çimentoyu, insanla- denmiştir. Çünkü, gözdeki düzen ve
rın barınma ihtiyacuu karşılamak, belli gözün işlevinden sorumlu olan bir
bir amaca hizmet üzere, ancak bir mü- Tanrı'nın varoldu~u kabul edilse de,
hendis düzenli bir şekilde bir araya geti- çok sayıda insanda rastlanan görme bo-
rebilir. Onlara düzeni, yalnızca akıllı bir zukluk ve özürleri, ileriki yaşlarda orta-
insan varlı~ı verebilir. Aynı şekilde, ev- ya çıkan katarakt benzeri göz hastalıkla­
rendeki düzen ve evrendeki her nesnenin n, Tanrı'run gücünü sınırlar. Düzen
bir amacı yerine getirecek şekilde düzen- kanıhru eleştirenler, son olarak, do~ada
lenmesi, bir saat imalatçısından, bir mü- ya da dünyada varolan kötülüklerin, fe-
hendisten çok daha akıllı bir düzen verid laketledn, dünyadaki düzenin sorumlu-
olarak Tanrı'nın varoluşunu kanıtlar. su olan Tanrı'nın iyili~ine de gölge dü-
Düzen kanıtma karşı çıkanlar, kanıtın şürdü~ünü belirtmişlerdir.
dayandı~ı analojinin, yani do~al nesne- düzsöz edimi [İng. locutionary act]. Ünlü
ler ile, bir amaca göre düzenlenmiş ya İngiliz dil felsefecisi t Austin'in sınıfla­
da imal edilmiş saat ya da ev benzeri masında yer alan ve a~ızdan anlamlı
insan elinden çıkma nesneler arasında sözler çıkannaktan oluşan edim; belli bir

280 dynamis

anlamı ve dış karşıhgı olan bir türnce seslendinne, dillendimıe ve anlmıılandımıa


oluşturmak suretiyle gerçekleştirilen fiil. edimleridir.
Austin'e göre, bir şey söylemek, bir dynamis. İlkçag Yunan felsefesinde, de-
düzsöz edimi gerçekleştirmekle aym gişmeye neden olma, bir degişmeyi
şeydir; başka bir deyişle, bir düzsöz başlatma güç, kuvvet ya da enerjisi; bir
edimi gerçekleştirmeksizin bir söylemek şeyin belli bir degişime yol açma, oldu-
mümkün degildir. Öte yandan bir düz- gundan başka bir şey olma potansiyeli;
söz edimi, üç alt edimin bir birlikteli~n­ bir şeyin faaliyetini başka bir şeye ak-
den meydana gelir. Bunlar da sırasıyla, tanna kudreti.
edimsel 281

da'nın çalışmalarıyla yeni bir anlam ve


bakış açısı kazanmıştır. Felsefi söylemi
başat söylem olarak görmenin büyük
bir yanılgı oldugunu söyleyen Derri-
da'ya göre, bütün metinler, filozofların
metinleri kadar, şair ve romancıların

E metinleri de edebi bir forma sahiptir ve


aniann içerikleri, anlatım araçlan tara-
fından belirlenir. Bundan dolayı, 'ede-
biyatta felsefe' kadar, 'felsefede de ede-
biyat' vardır.
edebiyat felsefesi [İng. philosophy of litera- edim psikolojisi [İng. psychology of act;
ture; Fr. philosophie de la literature]. Edebi- Fr. psyclıologie de 1' acte]. Franz Brentano
yatı konu alan, bir söylem biçimi olarak tarafından kurulmuş olan ve bir zihin-
edebi söylemin mahiyetini ortaya çıkar­ sel edimin karakteriyle içerigi arasında­
maya çalışan, felsefeyle edebiyat ilişki­ ki ayırun.a büyük bir önem atfeden fel-
lerini araştıran felsefe disiplini. sefi ve psikolojik sistem.
Edebiyat felsefesinin öncüleri hiç kuşku tBrentano'nun, psikolojinin konusunun
yok ki, diyaloglan aynı zamanda birer zihnin bilinçli içerigi oldugunu öne
sanat yapıh olan, felsefi düşüncelerini süren tWundt psikolojisinin tam karşı­
edebi bir dille aktarmaya seçen Platon'la, sında yer alan psikolojisi, empiri.k verile-
Poetika adını taşıyan eserinde, edebiya- rin temel kaynagı olarak zihnin edimleri
tın antolajik temellerini ve genel felsefi
ya da zihinsel süreçler üzerinde yogun-
sistem içindeki yerini tartışan Aristote-
laşmıştır.
les'tir. Bununla birlikte, felsefi eserlerin-
edimsel [Os. bilfiil; İng. aclual; Fr. actuel;
de edebiyata yer vermek için mücadele
Al. Aktuell]. Aktüel. Gerçekdışı olana
etmiş olan Kierkegaard, Schopenhauer,
karşıt olarak, gerçek ya da olgusal
Nietzsche, Heidegger ve Sartre gibi filo-
zoflarla, edebiyah diger sanatlada birlik- olan. Mümkün ya da gizil olana karşıt
te felsefenin temeline yerleştiren Roman- olarak, olanaklarııu, imkanlarını, gizil-
tikler edebiyat felsefesinin en önemli gücünü gerçekleştirmiş bir şeyin du-
isimleri olarak geçer. rumu. Eylem içinde, fiil hillinde olarun,
.Edebiyat felsefe ilişkileri söz konusu gerçekleşmekte bulunarun özelligi.
Aynı baglamda, yalruzca form kazan-
oldugunda, herşeyden önce felsefe ve
edebiyat ayn ve özü itibariyle birbirle- ma, şekil alabilme gücüne sahip olma-
rinden bagımsız olan özerk disiplinler ya karşıt olarak, form kazanmış, biçim-
olarak görülmüştür. Edebiyat felsefesi, lenmiş, gerçekleşmiş olma durumuna,
işte b u baglamda, felsefeyi edebiyattan maddeye karşıt olarak forma; varoluş
ayıran ölçütler üzerinde yoğunlaşırken, ya da gerçeklige; olgusal olaylar bütünü-
bazen ikisinin birbirinden konularıyla, ne e~imsellik adı verilir. Edimsellik, Hus-
bazen yöntemleri bakunından, zaman serl' de, saf imkana karşıt olarak, zaman
zaman da ürettikleri sonuçlari~ farklılık ve rnekaıtiçindeki bireysel varhgı tanun-
gösterdigi söylenmiştir. Yine, edebiyat lar.
felsefesi, edebi metinlerde felsefi d_egeri Yine, bir şeyin gerçekleşmesi, kendi-
olan unsurlan, felsefi içerikli fikirleri sinde varolan potansiyeli hayata geçir-
teşhis edip ortaya çıkarmaya, bu dü- mesi, form kazanması sürecine edim5el-
şüncelerin açımlanmasında kullanılan leşme denmektedir.Edimsellik, bir şeyin
anlatım araçlannı belirlemeye çalışır. gizil gücünün, kuvvesinin zaman içinde
Edebiyat felsefesi yakın zamanlarda, hayata geçirilmesi sonunda, o şeyin
özellikle Fransız filozofu Jacques Derri- kendisinde gizil hiçbir öge içenneyip ta-
282 edimselcilik

mamlanmış, tümüyle gerçekleşmiş ol- mitleştirerek üzerinde çok durdugunu


ması durwnudur. Teoloji ve metafizikte, söyledigi 'evetleme'nin karşısına koy-
Mutlak Varlık ya da Tanrı, bu çerçeve dugu sözce, sözeelem türü.
içinde, kendisinde gerçekleşecek potan- A us lin, kendi çözümlemelerinde evet-
siyel hiçbir öge içermeyen, tümüyle, leıne terimini kullanmaktan kaÇ1llMak
tam olarak ve yetkin bir biçimde gerçek- amacıyla, bir olgu durumunu betimle-
leşmiş saf form, aktüel varlık olarak ta- yen söylenim ya da sözcelemlere göz-
nımlanır. leıııleyici sözeelemler adını vermiştir.
edimselcilik [İng. actııalisııı; Fr. actualis- İşte edimsel sözcelemler, gözlemJeyici-
ıııe]. 1 Aktüel, edimsel olanın, fiilen va- lerin aksine, dogru ya da yanlış olma-
rolanın gerçekten varoldugunu, fakat yan sözcelemlerdir. Dogrulama ilkesine
salt mümkün, olumsal olanın hiçbir şe­ kayıtsız kalan bu sözcelemlere örnek
kilde varolmadıgını öne süren metafi- olarak, 'Seninle yann saat ikide buluş­
zik ögreti. 2 Bir eylemin ahl~ki dogru- maya söz veriyorum' türncesi verilebilir.
luguna karar verirken dikkate alınacak Konuşan bu sözcelemiyle mutlak olarak
hiçbir ölçütün, eylemin muhtemel, bek- kesin bir saptama yapmamakta, fakat
lenen sonuçları degil de, fiili sonuçlan başarılı ya da başansız bir fiil gerçek-
oldugunu öne süren ahlak görüşü. leştirmektedir.
edimsel dil [İng. perfomıative langauge; Fr. edimsöz edimi [İng. illocutionary act; Fr.
langue performative]. 'Söz veriyorum', acte illocutionaire]. Söyleyerek, konuşma
'davranışımdan dolayı özür diliyorum'
eyleminde bulunurken yapılabilecek o-
türünden anlamını agızdan çıkarbldıgı lan eylem ya da faaliyet; düpedüz bir
anda, söylenme ediminden alan; yapı ba- şey söylemek dışında, bir şey söylerken
kınlından bir bildirime benzemek)e bir-
gerçekleştiritmiş olan edim ya da fiil.
likte, olgulan, dış dünyada olup bitenle-
Buna göre, konuşan, türnce kuran, söy-
ri betimlemeyen; dolayasıyla, dogru ya
leyen birey konuşmayı, söyleme edimi-
da yanlış degil de, başarılı ya da başarı­
ni, bu edimin kendisini aşan bir amaçla
sız olabilen eylemsel nitelikli dil.
yapıyorsa, söz konusu konuşma ya da
edimsel/potansiyel sonsuzluk [İng. actu-
al/potential infinite]. Sonsuzca bölünebi- söyleme edimiyle birlikte, söyleyerek ya-
pılan bir edim de gerçekleştirilebilir. Or-
len, sayı bakımından ya da kapladıgt
yer itibariyle sonsuz olan fiziki bir nesne negin, 'Bu oda tozlu ve havasız' gibi bir
bulunmadıgını savunan, bir dogrunun
önenneyle, belli bir söyleme edimine ek
sonsuz sayıda bölünemez birime bölü- olarak astımlı bir kişi uyanlmak istenir-
nebilmesini kabul etmeyen Aristote- se, gerçekleştirilen edim, edimsöz edimi,
les'in yaptıgı ayırım. yani söyleyerek yapılmış bir edim ola-
Buna göre, bir dogru sonsuz sayıda bi- caktır. Bununla birlikte, söyleme edimini
rime, edimsel ya da aktüel olarak degil aşan amaan, dinieyende korku ya da
de, yalnızca teorik ya da potansiyel ola- üzüntü türünden olumsuz bir sonuç ya-
rak, yani düşüncede bölünebilir. Aktü- rabnaması, söyleyerek yapılan edimin
el olarak sonsuz olan bir sınıf yoktur; varolan uzlaşımlar çerçevesinde yapıl­
üyeleri sonc;uzca çogalan, fakat tamam- ması ve söyleme edimini aşan amaan
larunış bir bütünlüge hiçbir zaman ula- dinleyen tarafından tanınması ya da bi-
şamayan sınıflardan söz edilebilir. Bir lirunesi zorunluluğu vardır.
sınıf, bu anlamda, yani potansiyel ola- Edimsöz ~ terimine anlam felsefe-
rak sonsuzdur, fakat aktüel olarak asla sinde yer veren Austin, bu tür edimler-
sonsuz olamaz. den olan söylenim ya da sözı:elem)erin
edimsel sözeelem [İng. performative utte- belirli bir edimsöz gücü taşıdıgtnı söy-
rance; Fr. enonc~ perfomıative]. Ünlü dil lemiştir. Örnegin, 'bu tutumunuzu kım­
filozofu J. tAustin'in klasik felsefenin yorum' sözeeleminin edimsöz gücü 'kı-
eğilim 283

nama'dır. Konuşan böyle derken, ayru efendi-köle diyalekti~i [İng. master-slaı•e


anda bir kınama fiilinde bulunur. Aus- dial ec tic]. Alman filozofu tHegel'in 19.
tin, edimsöz edimlerini beş başlık cılhn­ yüzyıl ahlakıyla siyasi düşüncesini çok
da toplaıruşhr; bunlar sırasıyla, 'karar derinden etkileyen görüşü.
belirticiler', 'kullanım belirticiler', 'yük- Saf özne kavramından hareket eden, saf
leyiciler', 'davranış belirtidler' ve 'se- öznenin kendi dışına iştiha ya da arzuy-
rimleyicileı, dir. la çıkttğuu, ben bilinci kazandıktan
edimsöz gücü [İng. illocutionary force; Fr. sonra, başkasıyla 'ölüm kalım mücadele-
force illocutionaire]. Ünlü çagdaş dil filo- si' içine girdigini söyleyen Hegel'e göre,
zofları ). tAustin ve J. tSearle'in ögretile- taraflardan biri, bu çerçeve içinde digerini
rinde, belli bir iletişim ortamında, edim- köleleştirir ve digerinin emegini gaspe-
söz veya söyleyerek yapma fiilini der. Bu emek, işgücü sayesinde efendi,
belirleyen niyet ya da bu fiilin yapılabil­ arzularuu, iştihayı tabnin eder; bununla
me degerine; bir söylerıim ya da sözeeie- birlikte, boş zaman iradeyi körletir,
ınin anlamından ve göndergesinden ayn dünya özneye karşı koyan bir nesne ol-
olarak taşıdıgı üçüncü bir degere veri- maktan çıkar ve boş zaman aylaklıga dö-
len ad. nüşür. Hegel'e göre, böyle bir durumda,
İngilizcede binlerce edimsöz gücti taşı­ efendinin kendine bak1şı zarar görür; o,
yan fiil bulundugunu belirten Austin, hiçbir deger üretemezken, kölesine bir
bir şey söylerken aynı anda bir şey ger- araç olarak yaklaşır.
çekleştirdigirniz tüm söylenim ya da Diyalektik ilişkiye, bir de köle tarafın­
sözcelemlerin böylesi bir güç ile söylen- dan bakan Hegel, kölenin iradesinin
digini öne sürer. Edimsöz gücü olan fiil- zindre vurulmuş bile olsa, ortadan kal-
Iere örnek olarak uyarmak, kınamak, dınlamadlgını, kölenin efendinin ay-
bildirrn.ek, bahse girrn.ek, söz vermek. laklıgı oranında özgürlük kazandıgını
vaat etmek, sahk vermek. ithaf ebnek, belirtir. Çatışma, ilişkinin diyalektigi,
özür dilemek, vazgeçmek gibi fiiller ve- her iki taraf ta, Hegel'e göre, biribirini
rilebilir. İşte türncenin taşıdıgı edimsöz bir araç olarak degil de, bir amaç olarak
gücünü gösteren bu ifade ya da füllere, görmeye başladıgında, her iki taraf ta
edimsöz fiilieri adı verilir. digerinin iradesinin gerçekligini, dige-
efendi ahiakL Alman filozofu Friedrich rinin özerkligini, tanıyıp kabul ettigin-
Nietzsche'nin köle ahlakıyla birlikte va- de çözülür.
roldugunu söylediAi ve tercihini kendi- egoist hazcıhk [İng. egoistic hedonism; Fr.
sinden yana kullandıg1 güç ya da güçlü- hedonisme egoistique]. Her insanın, özge-
nün ahlakı. ci egilimlerini, sorumluluklannı bir ya-
Söz konusu iki ahiakın tarihteki en açık na buakarak, yalnızca kendi kişisel haz-
iki örnegi, tNietzsche'nin efendi olarak lanyla ilgilerunesi, kendini tümüyle du-
gördügü Romalının ahlakıyla, köle diye yumsal keyiflere bırakması gerektigini
gördügü Yahudinin ahlakıdır. Efendi savunan görüş.
ahlakı, güçlünün, aristokrabn ahlakıdır. Böyle bir görüş, tarihsel olarak Kirene-
Burada, aristokrat kendisini degerieri be- li ateist filozof Theodoros tarafından sa-
lirleyen, degerieri yaratan kişi olarak vunulmuşhır.
görür. Gerçekte, efendi ahlakı bir ahlak eğilim [İng. dispasition; Fr. inclina!ion; Al.
bile değildir, zira efendinin, Nietz.sche'ye dispasition]. Bir şeyde,
bir nesnede po-
göre, kendisine tabi olacagı, boyun ege- tansiyel olarak buhınan nitelik Bir cismi
cegi hiçbir yasa, ilke ya da kural yoktur. herhangi bir nesneye dogru harekete ge-
Güç hakk1 belirledigi için, ahlak, efendi- çiren güç ya da etki.
ye degil de, itaat etmek durumunda olan İnsanın etkinligini, çogunluk haz sagla-
köleye yakışır. yan amaçlara dogru yöneiten güç. Varo-
284 eğitim

lan bir şeyde, o şeyin durumunu de~iş­ çeve içinde eğitim tarihinde ön plana
lirmeye yönelik potansiyel. İnsan var· çıkan belli başlı e~itim teorileri şöyle
h~ında, gerçekleşmesi için kimi şartla­ sıralanabilir:
rın varoluşunım zorunlu oldu~u, belli ı tPlaton'un, siyaset ve toplum anlayı­
bir davraruşta buluruna potansiyeli, yö· şına temel yaptı~ı ve görünüşlerin bil·
nelimi. İnsanlan belli davranışlara yö· gisi.ne, ö~retmen tarafından aktarılan
nelten duygu ve güç. Bazı şeylere, bazı malümatlar de~il de, ezeli-ebedf İdeala­
kimselere duyulan yakuıhk. rın bilgisine dayanıp, duyusal dünya-
e~itim (Os. terbiye; İng. education; Fr. educ:a- dan akılla anlaşılabilir gerçekliklerin
tion; Al. erziehung). ı Bir toplumun küllü· dünyasına yükselişle belirlenen e~itim
rünün, yani de~er yargıları ile bilgi ve anlayışı. Hiyerarşik toplum yapısında
beceri birikiminin yeni kuşaklara akta- yönetim görevini e~itim süreci içinde en
rılması süreci; bu sürecin okul benzeri başarılı olup, İdealann bilgisine yü.kse-
kurumlarda gerçekleştirilmesi faaliyeti. lenlere veren 6lozot e~itim sürednde
2 Kişinin kendisini bir bütün olarak ge.r- en az başarılı olanlann toplumdaki en
çekleştinnesine, insan varlı~ının bütün düşük ve en aşa~ı işleri üstlenmesi ge-
gizil güçlerini hayata geçinnesine iın.k.1n rekli~ini savunurken, takıkıh~ı lemele
veren süreç. Kişinin, insan.Jı~ın özellikle almış ve, toplumdaki de~işik sınıf ya
tinsel mirasını özümsernesi yoluyla, top- da grupları birbirlerinden ayınp düzen-
lum de~erlerine ve kabul görmüş yaşam leme işini e~itime yüklemiştir.
tarziarına sa~lı.klı bir biçimde intibakını 2 Ortaça~, en iyi ifadesini 13. yüzyalda
temin eden süreç. Aquinash tThomas'da bulan ve inanç ile
3 Daha özel olarak da, kişinin belli bir akh uzlaşhran e~itim anlayışı. Akıl ile
alanda iyi yetişmesini veya onun belli inancı ba~daşhran, rasyonel düşünce­
bir yetisi ya da melekesinin birtakım nin ahlaki erdem ve yetkinlik arayışıyla
araç ya da yöntemlerle gelişmesini sa~­ disiplin albna alınması gerekti~ini dile
layan etkinlik. getiren bu ~itim anlayışı, zihinsel disip·
e~itim felsefesi [İng. philosophy of educati- linle kişinin ba~unsızh~ıru koruyarak,
on; Fr. philosophie de l'education]. Felsefe· ö~renmede kendi yolunu bulabilmesinin
nin, e~itim.in imkiru, do~ası, amaçları önemini vurgulamıştır.
ve yöntemleri ile ilgili problemleri, fel· 3 17. yüzyılda, İngiliz empirist düşünü·
sefeye özgü yöntemlerle konu alan dah. rü Locke tarafından ifade edilen modem
E~ilimin olanaklı olup olmadı~ı, e~iti· e~itim anlayışı. Locke'un İngilizlerin ge·
min bir ideoloji ya da ö~reli aktarmak· leneksel e~itilmiş insan ya da beyefendi
tan ba~unsız olup olmadı~ı, e~itimde idealine, yükselen burjuvazinin benim-
bir ö~retmene gerek duyulup duyulma- seyebilece~i bir biçim kazandırmaktan
dı~ı, e~itimde temel amacın bilgi aktar· oluşan bu e~itim anlayışı, e~itimde de-
mak mı, yoksa bilgilenme yetene~i ka· neyim ve algıların a~ırlı~ını vurgula-
?..andırmak mı oldu~u, e~itimin olgulan yan bir anlayışbr. Bu tutum ise, açıktır
mı konu alması gerekli~i, bilgiyi amaç· ki, giderek güçlenen kuşkucu, prati~e
layan e~itimin eyleme yönelen e~itim­ dönük, yeni burjuva sınıfı ile yeni bili·
den farklılık gösterip göstermedi~i ben- min e~ilimlerini yansıtmaktadır.
zeri soruları yanıtlamaya çalışan felsefe 4 tAydınlanmarun, 16. yüzyılda en iyi
da h. bir biçimde t Ansiklopedistlerde ifade·
Felsefi yöntemlerin e~itim problemi ya sini bulan akılcı, nesnel, bilimci ya da
da konusuna uygulanmasının sonucu bilimsel aklı yaşamın tüm alanlarına
olup, e~itim alanında geçen kavramia- uygulamaya hazır, yöntem ba.l.<.&m.ından
nn eleştirel analizinden meydana gelen dogmatist e~itim anlayışı oldukça etki·
e~ilim felsefesi, e~ilim tarihiyle yakın· li olmakla birlikte, yo~un da bir tepki
dan ilişkili olan bir disiplindir. Bu çer- toplamıştır.
eğitim sosyoloj"isi 285

S Yine, ıs. yüzyılda, roınaniik dogalcılı­ egitim anlayışının karşısında ise, varo-
gın, Aydınlarunaıun akılcıve nesnelci luşçu egitim anlayışı yer almaktadır.
tavrına bir tepki olarak gelişen ve Rous- İnsanı nesnel yöntemlerle incelenip sı­
seau tarahndan ifade edilen egitim anla- ruflandınlacak, belirli kategorilere yer-
yışı. Ayduılarunayla birlikte temel ve leştirilecek bir nesne gibi gören yakla-
egemen de gerler haline gelen akılcılık, bi- şırnlara karşı çıkan varoluşçu görüş,
linçli düşünme, kendini denetleme, kar- insana, yaşamını varoluşsal kararlarla
maşıklık ve nesnelligin karşısında ro- şekillendirme, degerierini somut bir bi-
mantizmin sezgisel kendiligindenliğini, çimde yaratma ve sorumluluk alma ola-
ve bu arada özgürlük, yalınlık ve öznelli- nagı verecek bir egitim verilmesi gerek-
gi savunan Rousseau, söz konusu egitim tigini savunur.
anlayışında, çoctıgun uygarlı~ın getirdi- egitim psikolojisi [İng. psyc/ıology of edıı­
gi yozlaşmalardan korunması, onun hep cntiotı; Fr. psychologie de r education]. 1
saglıkh olan dogal dürtülerinin besien- Genel olarak, uygulamalı psikolojinin
ınesi gerektigini söylemiştir. ögrenmeye ilişkin çalışmalarla, prob-
6 +Marks tarafından ifade edilen ve in- lem çözme, ölçme gibi konularla ilgili
sanın gelişiminde esas olan ögenin ger- olan dalı; çocukların egitimi, gelişimi
çek toplumsallık oldugı,.ınu öne süren ve yetişmesinde rol oynayan ögrenme
egitim anlayışı. Bireysel özgürlügün süreçlerini ve bu süreçte karşılaşılan
toplumsal otoriteyi gerek tirdigini sa vu- psikolojik sorunları inceleyen disiplin.
nan Marks'ın bu anlayışının egitilmiş 2 Da ha özel olarak da, ögrenme ve ög-
insan ideali, sorumsuz birey olmayıp, retme süreçlerini anlamayı amaçlayan
+kapitalizmin yarattıgı yabancılaşmayı akademik psikolojiyle, kişinin ö~enme
aşarak toplumsal ilişkiler aracılıgıyla yetenegini tam olarak gerçekleştirmesi­
özgürleşmiş insandır. ni engelleyen handikapları teşhis edip
7 Yirminci yüzyılda daha çok Ameri- ortadan kaldırmayı amaçlayan uygula-
ka'da gelişen ve William James'la John malı psikolojinin bir sentezini yapan
Dewey tarafından savunulan pragma- psikoloji türü.
tist egitim anlayışı. Düşünen insanın egitim sosyolojisi [İng. sociology of educa-
inanç ve davranışlarının gelenek ve gö- tiotı; Fr. sociologie de l'education]. Egitim
renekler tarafından de~) de, problemleri kurumlarını ve okullaşmayla modern
çözmenin tek yolu olan bilimsel yöntem endüstri toplumlarında okuilaşma sis-
tarafından belirlenmesi gerektigini savu- temlerini, okul ile toplumsal yapı ara-
nan bu egitim anlayışına göre, egitimde sındaki ilişkileri konu alan, egitim ku-
konular çocugun toplumsal tecrübeleri rumunun toplumun diger büyük ku-
üzerinde düşünmesine katkıda buluna- rumsal düzenleriyle, yani iktisat, politi-
cak faaliyetleri içeren konular olmalıdır. ka, din, v. b. g., ile olan ilişkilerini sos-
8 20. yüzyılda etkili olan başka bir egi- yolojinin yöntemleri ve bakış açısıyla
tim anlayışı ise, tdavranışçılıgın egitim ele alan sosyoloji dalı.
görüşüdür. Söz konusu egitim anlayışı, E~tim sosyolojisinin günümüzdeki
insaru özgür bir özne olarak gören, gele- araşbrmalan, egitimin öncelikle, yeni-
neksel egitim anlayışianna karşı çıka­ den üretilecek bir kültürü, bir bilgi ve be-
rak, önceden planlanmış, toplumsal he- ceriyi aktarmak, sonra da ekonomik ve
deflere en küçük bir sapma göstermeden toplumsal kalkınmaya katkıda bulun-
ulaşacak şekilde programlanmış bir mak gibi iki ayn ve birbiriyle çelişen iş­
insan y1ratmak amacıyla, insan davranı­ levi oldugunu ortaya koyar. Son zaman-
şının bilimsel bilgi yoluyla yönlendiril- larda, özellikle ~timin söz konusu iki
mesi idealini ortaya atrruştır. işlevi baglamında yapılan eleştirel çalış­
9 Davranışçılıgın söz konusu bilimsel malann temel tezi, okul e~timinin ege-
286 eğretileme

men sıru.flar tarafında::ı saptanmış olan eidola. tDemokritos ve tEpiküros tarafm-


toplumsal ve kültürel koşulların yeniden dan savunulan atomcu doga anlayışın­
üretilmesine yarduncı oldugu, ve yine da, fiziki nesnelerden akan ve bilginin
egitimin hakim kültürün kurumsallaş­ kaynagmda bulunan duyumlar ve algı­
masına ve toplumsal tabakalaşmanın pe- ları oluşturacak şekilde duyu organları­
kişınesinde önemli bir rol oynadıgıdır. m uyaran ve harekete geçiren parçacık
eğretileme [Os. mecaz; İng. nıetapllor; Fr. öbekleri. Sanatta, aktüel olarak varolan
metaplıore; Al. nıetapllor ]. 'Bir yerden bir şeylerin insan tarafından yaratılmış
yere taşıma' anlarnma gelen Yunanca olan suretleri, bir heykelde oldugu gibi,
'nıetapherein' den egretileme, özellikle bir şeyin özelliklerinden birçogunu yan-
şiir dilinin temelini meydana getiren sıtan ya da taklit eden bir kopya.
söz sanatını tanımlar. Buna göre, egre- eidos. Platon'un, görünüşler dünyasının
tileıne, nitelikleri ya da anlamı belli bir üstünde ayrı bir dünya meydana geti-
gerçeklik düzeyinden bir başkasına ta- ren akılla anlaşılabilir idealar ya da
şımak, bilineni bilinmeyene aktannak Formlar için kullandıgı Yunanca terim.
suretiyle gerçekleşen; bir benzerlige eigenwelt. Almancada benin kendi dün-
işaret etmekten başlayıp bir çagrışı.m­ yası anlarnma gelen, fakat varoluşçu
lar yumagı meydana getirmeye kadar felsefede benin, her kişinin kendi ken-
genişleyebilen söz sanatıdır. disiyle olan ilişkisini tanımlamak için
ehrimen. Zerdüştçülügün ifade ettigi kullamlan terim.
mutlak ik.icilikte, iyilik ilkesi ya da Tan- Kendi başına, aynı baglarnda geçen
rısı olan Ahuramazda ile sürekli bir mü- diger terimlerden yahUanmış olarak ele
cadele ya da savaş hali içinde bulunan ahndıgında pek bir anlam taşımayan ei-
kötülük ilkesi ya da Tanrısı. genwelt terimi, kişinin başka kişilerle,
e h li sünnet. İnanan esaslannı, İslaıni-yetin çagdaşlanyla olan ilişkilerini gösteren
ilk ve temel kaynagı olan Kuran'ın ve Mitwelt, ve kişinin çevresiyle olan iliş­
sonra da Peygamberin söylediği ve yapb- kisini gösteren Umwelt'le birli:lcre kulla-
gı şeylerin ruhuna ve anlamına sadık ka- nıldıgı zaman, varoluşçu felsefenin
larak ifade eden fıkıh ve kelam akımlanru temel üçlülerinden birinin öğesi olarak
nitelernek için kullanılan terim. anlam ve deger kazanır.
Eşariye, Maturidiye ve Selefiye gibi Einstein, Albert. 1879-1955 yıllan arasın­
mezheplerden meydana gelen ehl-i sün- da yaşamış olan Alman asıllı A.B.D.'li
net, bir yandan Kuran'la sünnetin hü- fizik çi.
kümlerini, bu kaynaklann ruhuna ve üs- Yirminci yüzyılın başlannda geliştir­
lubuna ters düşen yollarla degiştirerek digi kurarnlarayla ilk kez olarak kütle
yorumlamaktan kaçınmışhr. Ehl-i sün- ile enerjinin eşdegerligini kanıtlamış
net bilginleri diger yandan da, Yunan olan Einstein, zaman, mekAn ve kütle-
felsefesini ya da rasyonalizmini temele çekimi üzerine tümüyle yeni düşünme
alarak İslamın akidelerine ikind derece- tarzlan önermiştir. Einstein, özel ve
de önem veren, evrenin yarabhşı, Yara- genel rölativite kuramlanyla, yalruzca
tıcı'nın sıfatlan, ruhun ölümsüzlügü Newton fiziginden degil, fakat Euklei-.
gibi konularda İslam inancına aykuı gö- des geometrisinden de kopuşu simge-
rüşler öne süren filozofları, kaderi ve leyen büyük bir bilim adamıdır.
şefaati kabul etıneyen Mutezile'yi eleşti­ ekberiye. İslam düşünürü Muhyiddin
rip, onları ehl-i sünnetin dışmda (ehJ-i İbn Arabrnin tasavvuf felsefesine, vah-
bidat) saymışlardır. det-i vücud anlayışına verilen ad.
eidetik. Bir şeyin belirleyici özelligini ya Bir tür idealist panteizmi ya da panen-
da özünü ifade eden düşünce ya da teizmi savunmuş olan Arabi, varlıgm
imge için kullanılan sıfat. birligini öne sürer. Ona göre, varolan
eksik 287

herşey Allah'an birliginden ibarettir. ekonomizm [İng. economisııı; Fr. econo-


Evren, sonsuz olan tannsal imkanlarm rrıisme]. Toplum ve siyasi tarihe ilişkin
bir zuhuru ya da ortaya çıkışUldan açıklamada, diger faktörleri büyük ölçü-
başka bir şey degildir. Başka bir deyiş­ de göz ardı ederek, tümüyle ekonomik
le, evren ile Allah'ın birligini savurunak gelişmeleri vurgulama, ön pl.ina çıkar­
yerine, gerçek varhgın yalnızca sonsuz ma anlayışı. Her tür toplumsal, siyasi ve
bir imkanlar alaru oldugunu, Allah'an kültürel faaliyeti ekonomik temel yoluy-
varhgmdan ibaret bulundugunu öne la açıklayan, üstyapman kendisinin ba-
süren Arabi'ye göre, evren Allah'ın orta- gımsız bir anlamı olabilmesini kabul et-
ya çıkışı ve tecellisi olarak varolur. Bun- meyen indirgemeci görüş.
dan dolayı, gözle görülen ve düşünülen Genelde, tMarks'm tarihsel maddecili-
bütün varlıkların kökü olan gizli varlık gini ifade ebnek için kullanılan ekono-
ne akıl, ne de duyular yoluyla bilinebi- mizm terimi, ideolojik mücadelenin
lir. Evren, gerçek varlıgın geçici bir göl- önemini vurgulayan Marks, tEngels ve
gesidir. İnsan, şu h~lde varhgı bilemez, tGramsci tarahndan, işçilerin, siyasi
ancak ve ancak kendisini, nefsini bilebi- mücadeleyi siyasi partilere bırakarak,
lir; Allah'ı ise, yalnızca kendisini bildigi yalnızca dogrudan ekonomik çıkarları

için bilebilir. için .mücadele etmeleri gerektigi şeklin­


eklem [Os. mantıki ameliye; İng. connective; deki sendika anlayışını, sosyalizmin
yalnızca ekonomik egilim ve yönelimle-
Fr. connecteur; Al. junktor]. Belli sayıda
rin gelişimine bagh olarak neredeyse
önermeden yeni bir önerme kurmaya
kendiliginden ortaya çıkan bir evrimin
yarayan deyim. Bir ya da daha fazla de-
sonucu olacagını savunan hareketi ifade
gişmez ya da formdan, yeni bir de~ş­
etmek için kullanılmıştır.
mez ya da form meydana getirmek için
eksik [İng. inconıplete; Fr. incoıııplet; Al. un-
kullanılan sembol.
vollstandig]. Bir bölümü, unsuru, parçası
Söz konusu degişmez ya da formlar, olmayan, tamamlanmamış; bir şeyden
önermesel degişmezler ya da önerme yoksun bulunan için kullanılan sıfat.
formlan oldugu zaman, eklem, önerme Bu baglamda, oldukça sınırlı sayıda
ekiemi diye geçer. Önerme eklemlerine gözlemden hareketle, nedensel bir iliş­
örnek olarak degilleme, tümel evetleme, kiyi ifade eden tümel bir önermeye
tikel evetleme, koşul ve karşılıklı koşul ulaşma işlemine eksik tümevanm adı
eklemleri verilebilir. verilir. Türnevarım konusunu ilk kez
eklemleme [İng. articulation; Fr. articulati- olarak, metodolojisinde ele alan Aristo-
on; Al. artikulation]. 1 Dilde, akcigerler- teles, birkaç duruın ya da örnekten ha-
den gelen havarun belli birtakım ko- reketle tümel bir sonuca ulaşan eksik
numlara sokularak, ses yolunun kimi tümevavanmın daha çok hatip tarafın­
bölgelerde daralması ya da kapanması dan kullanıldıgmı öne sürmüştür.
yoluyla sesler meydana getirip agızdan Alman manhk ve matematik felsefecisi
çıkarma. 2 Daha özel olarak da, iki fank- tFrege tarahndan ortaya konan deyim
h öge ya da unsurun belirli özgül koşul­ türüne, kendilerinin dogrudan bir gön-
lar altında birbirlerine baglanmasma, dergesi ya da bir referansı olmamakla
birbirleriyle temas kurmasına iın.kin birlikte, içinde yer aldıklan tümceye bir
veren ilişki türü ya da tarzı. anlam, ve anlamı aracıhgıyla da bir refe-
Bu anlamda eklemlemenjn en önemli rans kazandırmaya katkıda bulunan de-
özelligi, onun yasa benzeri zorunlu, yimlere eksik deyimler denir. Bu deyim-
ebedi ve degişmez bir ilişki ya da bag Ierin eksik olmalannın nedeni, onlann
olmayıp, belirli birtakım süreçlerle des- dogrudangönderimleri bul urunamasıdır.
tenmesi ve sürekli olarak yenilenmesi Eksik deyimiere örnek olarak 'iyidir', 'kö-
gereken bir bag olmasıdır. tüdür' benzeri yüklemler verilebilir.
288 eksik önemıeli ı .. ım

Öte yandan, bilim felsefesinde, ne ka- ket ve süreci betimleyecek bir dilin özü
rutlanabilir ne de çürütülebilir bir for- itibariyle çelişik oldutunu ortaya koyan
mül içeren teorinin temel özelli~iıtin paradokslarıyla savunmuştur.
eksiidilik oldu~u söylenir. elenkhos. İlkça~ Yunan felsefesinde, iti-
eksik önermeli tasım [İng. enthynıeıne; raz edilen bir önermenin çelişi~ini orta-
Fr. entlıynıeıne; Al. enthynıeııı]. Öncülle- ya koyan tasım veya çürütme; daha
rinden biri ya da sonucu saklı tutula- özel olarak da, tSokrates'in karşısında­
rak, yani öncüllerinden biri ya da di~eri ki tartışmacılara uyguladı~ı çürütme
dile getirilmeden yapılan tasım türü. yöntemi.
Eksik öner me li tasım, üç a yn gruba Kişinin kendi çabasıyla kazarunadı~ı,
aynlır. Buna göre, tasıının ilk öncülü kendisine mal etmedi~i bir bilginin
saklı tutuldu~unda, buna birinci sıradan bilgi olmadı~ına inanan Sokrates, in-
eksik öııerırıeli tasını, buna karşın tası­ sanlara, sa~dan soldan derledikleri
ının ikinci öncülü saklı h.ıtuldu~unda, malfıınatlarla yetinmek yerine, bir şeyi
buna ikinci sıradan eksik önemıeli tasını, gerçekten ö~renmek üzere, bir bilgi
ve nihayet tasıının sonuru saklı tutul- araştırmasına girişmeleri için, gerçekte
du~unda, buna da üçüncü sıradan eksik bilgisiz olduklarıru göstermeye çalış­
önerme/i tasını adı verilir. mıştır. Sokrates, bu amaçla tartışmala­
ekzoterik [Dışan anlamına gelen Yunan- rında, hiçbir yeıti görüş ve ö~reti ileri
ca 'eksoterikos'tan; İng. exoteric; Fr. exoll- sürmeyip, karşısındaki kişinin görüşle­
rique; Al. exoterisch]. Ezoterik de~il de, rini alınış ve uygun sorularla bu yarut
herkese açık olan. Gizli olup, yalruzca ve görüşlerin içerdi~i çelişkilere işaret
seçkin ve iistün yetenekli birkaç kişiye ederek, onun yarul)aruu çürütmüş ve
ayrılmış olmak yerine, halk tarafından, ona bilgisizli~ini ı~_österrıtişlir.
herkesçe anlaşılabilir olan. eleştirel ak ıkılık [Ing. eritiClll rationolisnı;
Düşüncelerin, inanç ve ö~retilerin uz- Fr. rationalisıııe critique]. 1. Bir rasyona-
man olmayan sıradan insanların anlaya- Iisı olmakla birlikte, tSpinoza, tDes-
ca~ı şekilde sunuluşuyla ilgili olan. cartes ve tleibniz'in felsefede matema-
t Aristoteles'in okulun dışındaki insan- tiksel yöntemleri benimseyen. insan zih-
lar için yazılmış, kolayca anlaşılacak ninin gerçekli~i rasyonel analiz yoluyla
eserlerine işaret eden sıfat. bilebilece~ini savunan klasik akılalı~ı­
Elea Okulu (İng. Elealics; Fr. Ecole t!Uat- na karşı çıkan Alman filozofu tKant'ın
ique]. İlkça~ Yunan felsefesinde, tParme- akılcılı~ı.
nides tarafından, Güney İtalya'da bulu- Felsefenin matematiksel yöntemi kulla-
nan Elea kentinde kurulmuş olan okul, nabilece~ini savunan filozofun yarol-
ya da varlı~ın birli~ini ve de~işmezli~i­ makta oldu~unu dile getiren Kanı, önce
ni savunan Pannenides'le, izleyicilerinin aklın güçlerini analiz ederek, onun neyi
görüşlerine verilen ad. bilip neyi bilemeyece~iıti araştırmış ve
Elea Okulunun görüşü mutlak bir bir- insan zihninin gerçekli~i oldu~u şekliy­
alikle belirlenir. Var olan birdir, hare- le de~il de, kendisine göründügü şek­
ketsizdir, yaratılmamışhr, yok edilemez liyle bilebilece~i sonucuna vannıştır.
ve de~işmezdir. Hiçten hiçbir şey do~­ 2 Eleştirel akılcılık deyimi, aynı za-
mayaca~ına göre, o varlı~a gelmiş de- manda tPopper'ın bilimsel bilginin
~ildir. Bir olan de~işmez de, zira onun do~rulaına yoluyla ve birikerek de~il
de~işınesi, var olanın var olmayan de, sınama yarulma ve dolayısıyla eleş­
haline gelmesi demektir. Bundan dola- tiriye dayanan bir yanlışlama yoluyla
yı, evrende, görünüşteki çoklu~a kar- ilerledi~ini savunan ve klAsik pozitiviz-
şın, gerçekte bütünü kaplayan tek bir min akılcılı~ını ve do~rulamacılı~ını
maddi varlık vardır. tZenon hocasırun dogmatik bulan bakış açısı ve yaklaşı­
söz konusu bircili~ini, de~işmeyi, hare- mı için kullarulır. Tıpkı Kani'ta oldu~u
eleftirel metafiıik 289

gibi, burada da eleştirel akılcılık, empi- nesnelerin zihnin kalıpianna uydugunu


rizmden ziyade, dogmatik bir akılcılıga ve dolayısıyla insanın ancak ve ancak
karşıttır. Popper'ın söz konusu eleştirel kendi yarattıgı fenomenleri bilebilecegi-
akılcılıgına göre, bilgiye yönelik araşbr­ ni savunan Kant'ın bilgi teorisine, o fel-
ma mümkün olmakla birlikte, yöntemi sefesine önce eleştirel bir analizle, insa-
itibariyle farklılık gösterir. Bilimsel bil- ıun neyi bilip neyi bilemeyecegine
ginin yolu, hipotez işlevi görecek cesur ilişkin bir araştırınayla başladıgı için
tahminler yapmaktan ve daha sonra bu bu ad verilir.
tahminleri dddl ve sıkı bir sınamaya eleştirel metafizik [İng. critica/ ınetaph­
tabi tutmaktan geçer. ysics; Fr. metaphysique critique]. İngiliz fi-
eleştirel bireilik [İng. critica/ monism; Fr. lozofu tHwne'la ünlü Alman düşünüri.i
ınonisıne critique; AL kritisch ınonismus]. tKant'ın geleneksel metafizige şiddetle
1 Ontolojide, gerçekli~ sayıca bir oldu- karşı çıkan, spekülatif metafizik karşı­
gunu ve birligin görünüşteki çoklugu sında eleştirel bir tavır takınan anla-
aştıgını ve kucakladıgını savunan ger- yışları için kullanılan deyim.
çeklik görüşü. İnsanın gerçeklige iliş­ Buna göre, Kant metafizikçinin günde-
kin deneyimlerinde içerilen çok sayıda lik tecrübeye uygulanan veya gündelik
ögeye karşın, gerçekligin özü itibariyle deneyimden türetilmiş kavramlar kul-
bir oldugunu savunan metafiziksel anla- landı~nı, ve metafizik yaparken söz ko-
yış. nusu kavramiann tecrübl temellerini
2 Eleştirel bircilik, epistemolojik bir çer- adeta unuttugunu öne sürer. Ona göre,
çeve içinde ve bilgi ilişkisi söz konusu klasik ınetafizigin yaptıgı şey, yani bil-
oldugunda, özne ya da algılayan bire- gimizi, deneyim alanı için geçerli olanı
yin, nesnel olarak varolan ve algılanan deneyimle hiçbir ilişkisi bulunmayan
nesneyle bir oldugunu, öznenin nesneye bir alana taşımak suretiyle, arttınna yö-
onda bulunmayan nitelikler kattıgını sa- nünde bir girişim meşru olmadıgı gibi,
vunan görüşü ifade eder. sonuçsuz ve anlamsız olmak durumun-
eleştirel dogalcıhk [İng. critica/ naturn- dadır. Kant'ın eleştirel metafiziginin
lism; Fr. naturalisıne critique; Al. kritisch söz konusu olumsuz boyutu geleneksel
nntıırnlismus]. Dogalcı bakış açısını ko- metafizigin olanaksız oldugunu, dene-
nıınakla birlikte, tümüyle mekanik ya yim ögesinden yoksun olan kendinde
da maddeci bir gerçeklik yorumu nun şeyin bilinemeyecegini ortaya koymak-
yetersiz oldugunu, gerçekligin zilıin, tan meydana gelir.
yaşam ve deger türünden yüksek dü- Bununla birlikte, onun metafiziginin
zeylerinin yalnızca hareket halindeki bir de olumlu tarafı vardır; çünkü, o
maddeyle açıklarup yonımlanamayaca­ ahlaka metafiziksel bir temel saglamak
gını savunan ve daha yüksek ürün ve isterken, bilinemez oldugunu söyledigi
degeriere ilişkin saglam bir açıklama ve nihai ve en yüksek gerçeklik olarak
yorum için evrim fikrine dayanan do- kendinde şeye olwnlu bir rol verir:
galcılık anlayışına verilen ad. Ahiakın buyruklarının otoriter kaynagı
eleştirel idealizm [İng. critica/ idealism; olma rolü.
Fr. idealisme critique; Al. kritische idealis- Aynı şey, tarihsel olarak Kant'tan önce
mu.s]. Epistemoloji veya bilgi konusun- gelen Hume için de g~rlidir. Locke ve
da, empirizmle akılcıilgın bir sentezini Berkeley'den miras aldıgı empirist anla-
yapan ünlü Alman filozofu tKant'ın yışın sonucunda, bizim zihinden ba-
kendi bilgi teorisine, bu bilgi teorisinin gımsız nesneleri degil de, zihindeki ide-
fenomenal düzeyde sergiledigi idealiz- leri, duyum ve duygulann geçid izle-
me verdigi ad. nimlerini bilebileceğimizi gören Hume,
Bilgi anlayışında özneden yola çıkan, bu temel üzerinde sürekli olarak varolan
öznenin nesneleri yansıtbgını degil de, ve birbirlerini karşılıklı olarak etkileyen
:290 eleftirel pozitivizm

maddi şeylerle insanlardan meydana rak.J giderme amacı taşıyan teorik bir et-
gelen dış dünya resmimizin rasyonel kinlik olmayıp, en az eylem ilkesini ha-
olarak temellendirilip haklı kılınamaya­ yata geçiren ve organizmarun çevresine
ca~ını öne sürmüştür. Ruhun, Tann'nın daha iyi bir biçimde uyum sa~lamasıru
varoluşu kanıtlanamadı~ı gibi, dış dün- amaçlayan bir etkinliktir.
yaıun varoluşunu da karutlaınak müm- eleştirel realizm [Os. lıakikiyei tenkidiye;
kün de~ildir; bu da, Hume'un eleştirel İng. critical realisnı; Fr. realisme critique;
metafizi~inin, geleneksel a pn'ori metafizi- Al. kritische realismus]. İnsan zihninden,
~e tavır alan olumsuz boyutudur. Fakat, insarun algı ya da kavrayişından ba-
o da burada kalmaz, imgeleme olumlu ~ıınsız olan nesnel bir dünyanın varol-
bir rol yükleyerek. bizim onun sayesinde du~unu kabul eden, fakat bilme ilişki­
dış dünyanın varoluşuna inandı~ımızı sinde he~eyin nesnel oldu~unu öne
savunur. sürmenin önemli birtakım güçlükler
eleştirel positivizm [İng. critical positi- içerdi~ini vurgulayarak, naif bir rea-
vism; Fr. positivisme critique; Al. kritische lizmden aynlan bilgi görüşü.
pozitivismus ]. 19. yüzyılın sonlarına Sa~duyunun, zihinden ba~ımsız fiziki
do~ru E. tMach veR. tAvenarius tarafın­ şeyler dünyasına duydu~u inancı ko-
dan öne sürülmüş ve daha sonra ünlü ruyan, fakat fizikf nesne ya da şeylerin
Rus devrimeisi tLenin tarafından idealiz- bize, algısal durumlarda do~rudan
me yol açb~ı gerekçesiyle şiddetle eleşti­ do~ruya ve homojen olarak sunulmadı­
rilmiş olan pozitivizm türü.
~ını dile getiren görüş olarak eleştirel
Di~er pozitivistler için oldu~u gibi,
realizm, tarihsel bakımdan tidealizmin
Mach gibi eleştirel pozitivistler için de,
ardmdan gelir. Buna göre, eleştirel rea-
tek gerçekli~i meydana getiren olgular,
lizm idealizmin, bir şeyin algılandı~ı
birbirlerine ba~h olan ve birbiriyle belli
z.aman, zihnin bir nesnesi ya da zihin
ilişkiler içinde bulunan, göreli olarak
için bir nesne haliıle geldi~i görüşünü
dura~an duyum öbekleridir. Daha do~­
kabul etmekle birlikte, buradan, bir
ru bir deyişle, duyumlar, hem fiziki ci-
şeyin algılanına dışında, zihinden ba-
simlerin ve hem de algılann ya da benin
~unsız bir varoluşa sahip olmadı~ı so-
kuruluşunda veya oluşumunda işe ka-
rışan temel ve basit ö~elerdir. Eleştirel
nucunun çıkmadı~ını dile getirir.
pozitivistlere göre, söz konusu ö~eler, eleştirel sosyoloji [İng. critiaıl sociologit;
fiziki ya da psişik olmamaları anlamın­ Fr. sociologie critique]. Çok büyük ölçüde
da, nötr olan ö~elerdir. Eleştirel poziti- Frankfurt Okulu'ndan esinlenmiş olan
vizmde, işte bundan dolayı, fiziki olanla ça~daş sosyoloji anlayışı.
psişik olan arasında tözsel bir farklılık tFonksiyonalizm ve benzeri geleneksel
kalmaz, zira bir şey, bu bakış açısından sosyoloji teoiilerini. bunlann kapitalist
bir duyumlar ya da tikel tecrübeler ö~ toplumlardaki kuruıniann ve uygulama-
~inden başka hiçbir şey de~ildir ve o lann savunulmasına hizmet etmekten
şeye ilişkin düşünce de, söz konusu başka bir şey yapmadı~ı gerekçesiyle
duyumlar öbe~inin algılanmasından karşı çıkan eleştirel sosyoloji, kendi işle­
ibarettir. vini, ça~daş kurwnlann formel de~erle­
Eleştirel pozitivizmin gözünde bilim ve ri ve hedefleriyle aktüel uygulamalar
genel olarak bilgi, yabuzca organizma- arasındaki uyuşmazlı~ı gözler önüne
run, sonsuz bir duyumlar kütlesiyle serrnek olarak tanımlamıştır.
başa çıkmak, bu kütleyi anlamlandır­ eleştirel teori [İng. critical theory; Fr.
mak ve bu duyumlann ışı~ında, kendi theorie c:ritique; Al. kritische theorie] Yir-
varlı~ını koruyup sürdürecek şekilde minci yüzyıl düşüncesinde, tFrankfurt
eylemek için kullandı~ı bir araçtır. Okuluyla birleştirilen toplumsal analiz
Bilim, bu bakış açısından temaşa ve me- tarzı.
eleştirel teori 291

Tüın kapalı sistemleri eleştiri yoluyla birinci karşıtlıgında temelinde bulun-


çözmeyi ya da yıkınayı amaçlayan eleş­ maktadır, aracılıgıyla ifade edilebilir.
tirel teori, eleştirinin daha çok tHe- Buna göre, pozitivizmin bilginin duyu-
gel'deki versiyonundan yola çıkrruş ve deneyinin sonucu oldugunu dile getiren
dolayısıyla da, eleştirinin öncelikle öze- tempirizminin tersine, eleştirel teori
leştiri şeklinde gerçekleşmesi gerektigi belli bir akılcılıgın ifadesi olmak duru-
inancını hayata geçirmeye çalışmışhr. mundadır. Eleştirel teorisyenler, bilgi-
Eleştirel teorinin tAdorno, tHorkhei- mizin ve ortak insanlıgımızLn kayna-
mer, +Marruse, +Habermas gibi sahiple- gında, her birimizin rasyonel varlıklar
ri, insanın toplumsal eleştiri yoluyla, olmamız olgusunun bulundugunu öne
baskılardan kurtulup özgürleşmesine sürerler. Hegel gerçek olanın rasyonel
katkıda bulunan her felsefi görüşe sıcak oldugunu söylemişti. Eleştirel teoriyi
bakınakla birlikte, daha çok Marksist bir benimseyen Frankfurt Okulu düşünüle­
çerçeve içinde kalrnışlardır. Söz konusu ri ise, gerçek olanın rasyonel olması ge-
eleştirel düşünürler, öncelikle toplurn- rekti~ni öne sürer. Rasyonalite ise,
sal çıkarlann, çatışma ve çelişkilerin eleştirel teorinin bakış açısından, for-
düşüncede nasıl ifade edildigi ve baskı mel mantıktan ziyade, te2 ve antitezle-
sistemlerinde nasıl üretildiğiyle ilgilen- rin özümlenip, çelişkilerin yeni sentez-
mişlerdir. Iere dönüştügü diyalektik bir düşüıune
Baskıcı sistemlere ilişkin incelemenin sürecini ifade eder.
tahakküm ve baskının kökleri konusun- Böyle bir rasyonalite anlayışını, savu-
da uyanışa yol açacagını, ideolojileri ge- nucularının çok deger buldukları bir
riletip bilinçlenmeyi luzlandıracagıru ütopik düşünce tarzıyla bir araya geti-
öne süren eleştirel teorisyenler, kapita- ren eleştirel teori, buradan rasyonel bir
lizmin oldukça hızlı ve temelli bir biçim- toplum idealine veya ütopyasına yönel-
de degişmesinden dolayı, Marks'ın on- miştir. Madem ki bizler, insan varlıkları
dokuzuncu yüzyıl kapitalizmiyle ilgili olmamız hasebiyle, rasyonel düşünme
eleştirisinin meydana getirdigi genel yetenegine sahip bulunma.ktayız, öyley-
çerçeve içinde kalmarun imkansız oldu- se rasyonel bir toplum, tüm üyelerinin
gunu savunmuşlardır. Bundan dolayı, çevrelerini yaratmak ve dönüşüme ug-
Marksizmin çagdaş koşulların ışıgı al- ratmak için varolduklan, söz konusu ya-
bnda yenilerunesinin ya da yeniden ku- ratma ve dönüştiinne sürecine fiilen ve
rulmasının gerekliligini savunan Frank- bir bütün olarak kabldıkları bir toplum
hırt Okulu düşünürleri, felsefenin yeri- olmalıdır. İşte bu yaklaşım, eleştirel te-
ne bilimi ve devrimci pratigi geçiren or- oriyi benimseyenlere, varolan Batılı ka-
todoks Marksizmden çok temelli bir bi- pitalist toplumlann eleştirisinde kulla-
çimde aynlarak, felsefeyi ön plina çı­ nılacak temel ölçütü saglar: Batılı mo-
kartmışlar ve Lukacs'ın, Marks'ın kendi dem kapitalist toplum, kimi toplumsal
eleştirel yönteminin, onun ögretisinin kesimleri ekonomik ve politik katılırnın
içeriginden çok daha büyük bir önem dışında bırakan, veya birtakım toplum-
taşıdıgı görüşünü benimseyerek, K. sal grupları sistematik bir tarzda tahak-
Marks'ın eleştirel yöntemini 'eleştirel küm altına alıp güçsüzleştiren irrasyo-
kuram' şeklinde yorumlayıp uygula- nel bir toplumdur. Söz konusu standart,
mışlardır. eleştirel teorinin en önemli savwıucula­
Eleştirel teori, en iyi bir biçimde, orto- nndan biri olan Jürgen Habermas'ta
doks Marksizmle olan söz konusu fark- farklı bir modelle dönüşüme ugrar.
lılıgına ek olarak, zaman zaman negatif Rasyonel düşünme yetisine sahip var-
felsefe diye nitelendirilen tpozitivizmin lıklar olmamız olguswıdan degil de, h~
ilkeleriyle olan karşıtlik, ki bu karşıtlık pimizin semboUer veya bir dili kullan-
292 eleştirel teori

ınam;,z olgusundan yola çıkan filozofun düşünürlerine göre, eleştirel teori, Ay-
ütopyası ise, nitekim hiç kimsenin söy- dınlanma biliminin veya pozitivizmin
lem dışına itilınediği, tüm bireylerin tek yanlı akılcılıgırun sınırlı kaynakla-
gerçek bilgiye erişip, kamusal tartışma­ rından daha fazlasına ihtiyaç duyar; sa-
ya etkin bir biçimde katılabildikleri bir nata, ütopik düşünceye, fantazi ve iınge­
ideal konuşma durumudur. leme işte bunun için, eşdeyişle insanın
Eleştirel teorinin akılcılıgı ile poziti- bastırılnuş güçlerinin, varolan toplum-
vizmin empirizıni arasındaki karşıtlık, sal düzen tarafından ilunal edilmiş po-
aynı zamanda bir eleştirel teori 1ge- tansiyellerinin su yüzüne çıkarılması için
leneksel teori karşıtlıgı olarak da ifade ihtiyaç vardır.
edilebilir. Geleneksel teoriyi, a) empirist Eleştirel teori, ütopik düşünce gelene-
bir bilim anlayışını uygun, yeterli ve ğinden koparak, pozitivizınin olumsuz
dogru bir bilim görüşü olarak gören ve etkisi albnda kalan ortodoks Marksizmi
b) her tür bilginin doğa biliınleriyle, de, yani Marks'ın düşüncelerinin poziti-
özde aynı bilişsel yapıya sahip olması, vist bir yaklaşımla fosilleştirilmesi veya
ve dolayısıyla da, doğa bilimlerinin dondurulması işlemini de şiddetle
yönteminin insan ve toplum bilimlerine eleştirir. Buna göre, eleştirel teorisyen-
de uygulanması gerektigini savunan bir ler, determinist bir toplum biliminin ka-
teori olarak tanımlayan eleştirel kuram, pitalizmin temel yasalarını saptayacagı
bu teoriye karşı toplumsal alanla insa- ve onun gelecekteki çöküşünü tahmin
nın dünyasında, doga alanında oldugu edebilecegi anlayışının, Doğudaki Sta-
gibi, ezeli-ebedi ve degişmez hakikat- linizınin ve Batı'da da Stalinizme sadık
ler için verili bir temel olmadıg-ım öne komünist partilerin büyük yanlışlan­
sürer. Rasyonel bir topulurnun veya ras- nın en önemli kaynagı oldugu şeklin­
yonel bir toplumsal varoluşun henüz deki sert ve a~ır eleştiriyi çekinmeden
varolmadıgını savunan eleştirel teoris- dile getirmişlerdir. Başka bir deyişle,
yenler böyle bir toplumu eleştirel teori- Frankfurt Okulunun eleştirel kuraını
nin amacı yaparken, erişilmesi gereken benimseyen mensupianna göre, tarihsel
hedefi gösterirler. Buna uygun olarak, maddeciligin bilimsel statüsü, ya da po-
geleneksel teorinin sözde çıkar gözet- zitivizm kaynaklı bilimsellik iddiası,
medigi, dogru bilgiye ulaşmak dışında parti liderleriyle entellektüellerini eleş­
bir amaç taşımadıgı yerde, eleştirel tiriden korumuştur. Teorinin sözde bi-
teori önce geleneksel teorinin olumsuz limselligi, ahlaki ya da siyasi konulan
sonucunu gösterir, yani doga bilimleri- teorik ya da teknik uzmanlıkJa ilgili ko-
nin yönteminin insana ve insanla doğ­ nulara dönüştürmek suretiyle, Bolşevik
rudan dogruya ilgili olan konulara uy- partinin demokratik merkeziyetçiligini
gulanmasının insarun potansiyel güçle- haklı kılmıştır. Kararlar, sıradan işçiler
riyle özgürhigünün yttdsınmasından ya da köylüler tarafından degil de,
başka bir şey olmadıgını ortaya koyar Marksist teori çok ayrıntılı olarak ve de-
ve sonra da, kendi en temel ilgisini dile rinlemesine bilenler tarahndan ahrunah-
getirir: İnsanın özgürleşimi. dır. Şu halde, Sovyet Marksizmindeki
Bundan dolayı, eleştirel teori, yü.klendi- bürokratik otoriteryanizmi doguran şey,
gi varolan yapıları eleştirme görevine Frankfurt Okulu düşünürlerine göre,
ek olarak, insanın özgürleşimi için radi- Marks'ın kendisinden ziyade, pozitiviz-
kal bir toplumsal degişıneyi başlatma min kendisidir.
aınaa güder. Buna göre, eleştirel teori, Ortodoks Marksizmin geleneksel eko-
insanın, varolan toplumsal düzenin ih- nomik açıklama modellerinden veya
mal ettigi potansiyellerini ortaya çıkar­ ekonomik determinizminden uzakla-
mak durumundadır. Frankfurt Okulu şan eleştirel teori, bir yandan bir ideo-
ele~tiricilik 293

loji ve siyaset eleştirisi geliştirirken, bir degeriendirirken, bir yandan da metafi-


yandan araçsal akılcılıkla modem Batı zikçilerin tdogmatizmine, varlıkla ilgili
toplumlarında güçlenen totaliter haki- temelsiz spekülasyonlarına karşı çık­
miyet tarzını analiz etmiştir. Aydınlan­ mıştır. Bundan dolayı, onun felsefesine
ma ve pozitivizmle ınodemlige ilişkin eleştirel felsefe adı verilir, çünkü bu fel-
degerlendirme ve eleştirilerinde çok sefe öncelikle insan aklının güçlerine,
büyük ölçüde, ünlü sosyolog Weber'in belli başlı yetilerine ilişkin bir analiz-
toplumun rasyonalizasyonuyla ilgili gö- den oluşur.
rüşlerine dayanan eleştirel teorisyenler, Kendisinden önceki metafizikçilerin en
bu baglaında bürokrasi ve kapitalizmin yüksek varlıgın dogasıyla başka varlık­
tek yanlı bir akılr.ılıgı, araçsal akılcılıgı lar hakkında, kendilerini dogrudan ve
temsil cttigini öne sürmüşlerdir. Eleşti­ araasız tecrübenin ötesine götüren tar-
rel teorisyenlere göre, bürokrasi ve ka- tışmalara girdikleri yerde, Kant, bu çer-
pitalizm toplumu, saptanmış olan belir- çeve içinde, öncelikle insan aklının ken-
li amaçlara en iyi ve saglam bir biçimde disine bu türden tartışmalara girme
ulaşma olanagı verecek araçların seçi- olanagı verecek yetilere sahip olup ol-
miyle ilgilenen formel akılcılık açısın­ madıgı şeklindeki eleştirel soruyu ya-
dan rasyonalize eder. Ve toplumun bu nıtlamaya çalışmıştır. Kant'ın da tespit
açıdan rasyonalizasyonu, eleştirel teori- etmiş oldugu gibi, geleneksel anlamda
nin savunucularına göre, birtakım irras- metafizik, şeylerin, yani dünyanın,
yonel sonuçların ortaya çıkışını engel- Tann'nın ve ruhun gerçek dogalan, ev-
leyemez. Dahası araçsal akıl dünyayı ve renin başı sonu konusunda, yalnızca
başka insanları konu alır ve degerlendi- aklı kullanarak bir bilgi elde ehneye ça-
rirken, onları nasıl sömürebilecegimiz lışan temel felsefi disiplin olarak deger-
sorusunu temele koyar. Olgu/ de ger ay- Iendirilmiştir.
rınunı benimserken, degeriere bilgi ve Metafizikte böyle bir bilgiye yalnızca
yaşamda son derece önemsiz bir rol akıl yoluyla ulaşılmaya çalışılır, çünkü
verir. Modem toplurnlara özgü söz ko- duyularm tanıklıgına dayanan empirik
nusu düşünme tarzı, totaliter yönetim bilgi hem, gerçek anlamda bilginin en
tarzı ve tahakküm arzusuyla yakından önemli özelligi olan, kesinlikten yoksun-
ilişkilidir. dur ve hem de bize, şeylerin kendileri-
Bu açıdan ele alındıgında, eleştirel te- nin temel dogalarına, bunlar duyular ta-
orinin esas hedefinin araçsal akılcıhk, rafından algılanamayan konular olduk-
ve özellikle de doga bilimlerinin gerçek lan için, nüfUz etme olanagı verınez.
bilginin tek geçerli türü olma iddiası Bundan dolayı, Kant kendi eleştirel
dır. Bundan dolayı, eleştirel teori, son bakış açısından, metafizikçilerin, insa-
çözümlemede bilimin ve kapitalizmin nın, kendisine duyu-deneyinde verilme-
temellerine ilişkin bir eleştiri ve analiz yen bir şeyi yalnızca aklıyla bilip bile-
olmak durumundadır. meyecegini araştırınazdan önce, ı;istem
eleştiricilik [Os. tenkidiyye ıııezlıebi; İng. kurmaya kalkışmalarını son derece te-
criticisnı; Fr. criticisıııe; Al. kritizisıııus]. melsiz ve aptalca bir şey olarak görür.
Alman düşünürü Kant'ın felsefesinde, Bu kavrayışın bir sonucu olarak, o felse-
aklın ve bilginin dogasını konu alan fesinde, aklunızın bilgi edirunek için gi-
araştırmaya ve insanın bilgi yetisini riştigi çabayı, deneylerimizin nereden
sorgulama tavrına verilen ad. geldigini, neleri bilmemizin olanaklı ol-
Hem kuşkuculuktan ve hem de dog- dugunu teınel problemler olarak ele
ınatizmden sakınmak isteyen tKant, bir alır.
yandan tHume'un birçok görüşünü Şu halde, Kant'ın felsefesi öncelikle bil-
paylaşmakla birlikte, onun kuşkuculu­ ginin incelenmesi ve eleştirisiyle başlar.
gunu kabul edilemez bir tavır olarak Buna göre, eleştirel felsefe, insan aklı-
294 eleftiri çağı

nın güçlerine ve bilgiye ilişkin bir ana- eieştiri yönelimli bili~er [İng. cıitiaılly
lizden ve insanın neyi bilip neyi bileme- oriented sciences]. Frankfurt Okulu düşü­
yeceginin belirlenmesinden oluşur. nürlerinden Jürgen tHabermas'ın empi-
eleştiri çagı [İng. age of critique; Fr. age de rik-ana litik bilimlerle tarihsel-hermeneu-
la ciritique]. 1 llkçag Yunan felsefesinde, tik bilimlerden ayrı ve bagımsız olarak
iki yüzyıllık bir doga felsefesinin ardın­ varoluşlannı saptadıgı veya ayrı bir
dan. insan felsefesine geçişle birlikte, bilim kategorisi olarak vazgeçilmez ol-
tSofistlerin, o zamana dek hiçbir şekilde duklannı düşündügü bilimler.
sorgulanmamış olan kurumlara, toplu- Bilimleri üç farklı kategoriye ayıran Ha-
mun siyasi ve hukuksal temellerine ve bermas'a göre, birinci bilgi türü dogal bi-
dine yönelttikleri eleştiriyle belirlenen limsel bilgidir. Onun emek ve iletişim
dönem; insan felsefesinin ardından baş­ kategorizasyonu baglamında anlaşıl­
layan ve tPlaton'la Aristoteles'in daha mak durumunda olan bu bilgi türü, e-
önceki doga ve insan felsefelerini sorgu- megin pragmatik düzleminde ortaya çı­
layan eleştirici felsefelerinden oluşan kar. Aydınlanmarun araçsal akılcılıgını
sistematik dönem için kullanılan terim. cisimleştiren bu bilgi türü, amaçlı rasyo-
Felsefi düşüncenin M. Ö. dördüncü nel eylemde temellenir. Empirik-analitik
yüzyılda ulaştıgı düzeyde, Platon ve bilimler şeklinde gelişen söz konusu bi-
t Aristoteles insanın bilgiye ulaşırken limsel bilgi, nesnel olup dış gerçekligin
kullandıgı yetilerin güvenilirliklerini ve kontrolünü amaçlayan bir teknik. ilgi/
yeterliliklerini sorgulamaya başlamış­ çıkarla düzenlenir ve bilimin teknoloji
lardır. Bilgimiz gerçekte neye dayan- şeklindeki uygulamasını ihtiva eder. Bu
maktadır? Bilgimizin temelinde duyular bilimler gerçekligi bizatihi gerçeklik ola-
mı, yoksa akıl mı vardır? Duyularımı­ rak degil de, temelde kontrol amaçlı bir
zın bizi gerçeklikle ilişkiye sokabilece- bilişsel çıkar açısından betimler.
ginden emin olabilir miyiz? Zihinsel Habennas'a göre, ikinci bilgi ya da bi-
işlem ve faaliyetlerimiz saglam ve güve- lim türü tarihsel-hermeneutik bilimler-
nilir mi? Platon ve Aristoteles'in felsefe- dir. Nesnelliklerinin temelini pragmatik
leri işe öncelikle bu sorulan yanıtiaya­ iletişim baglanunda bulan bu bilimler
rak başlar. metinlerin, ifade ve bildirimierin ya da
2 Eleştiri çagı, daha özel olarak da mo- anlamlı sembollerin yorumuyla ilgile-
dem felsefede, 17. yüzyılda İngiliz em- nirler. Tarih, edebiyat eleştirisi gibi bi-
piristi tLocke'la başlayan ve 18. yüzyıl­ limlerden meydana gelen bu bilimler,
da tKant'a dek uzanan donerne karşılık eylem yönelimini ortak gelenekler için-
gelir. Bu dönemde yer alan filozoflardan de mümkün kllan yorumlar saglamak
özellikle tHume ve Kant, geleneksel me- suretiyle, anlama ya da daha ziyade in-
tafizige kuşkuyla bakarak, insanın bilgi sanların birbirlerini karşılıklı olarak an-
güçlerini analiz etmeye ve insanın neyi lamalan amacına dönük bir ilgi/ çıkara
bilip neyi bilemeyecegini belirlemeye ça- hizmet eder. Bu bilimler, empirik-ana-
lışmışlardır. Ömegin, Hume felsefenin litik bilimlerin tam tersine, nesnelerle
en önemli işlevinin, insanın kavrayış araçsal bir ilişkiyi degil de, özneler ara-
gücünü aşan konularla ilgili boş ve an- sında karşılıklı bir anlama ilişkisini
lamsız spekülasyonlara son vermek ol- gündeme getirir.
dugunu diişünmüştür. Felsefenin onun Birinci bilgi türünün olwnsuz sonuçla-
gözünde olumsuz bir işlevi vardır ve nna, ikincisinin de eksiklerine dikkat
bu işlev de, çok büyük ölçüde metafi- çeken Habermas, üçüncü bilgi türünü,
zikçilerin iddialarını eleştiri süzgecin- yani eleştiri yönelimli bilimleri söz ko-
den geçirmekten ve insan bilgisinin sı­ nusu olumsuzluk ve eksikligin yarath-
nırlarını göstermekteıroluşur. gı boşlugun bir sonucu olarak öne sür-
Empedokles 295

müştür. Özgürleştirıneye dönük bir nüyle seçkinleşirken, Menedemos çok


ilgi 1çıkara hizmet eden bu bilimlere, o büyük ölçüde ahiakla ilgileıuniş ve er·
tikel bildirimierin nedensel baglanuyla demle bilgeli~n birligini savurunuştur.
ilgilerune, söylemi tahrif eden ideolojik EI-Kindi, Ebu Yusuf Yak'ub bin İshak.
formlan açıga çıkarma görevi verir. 801-872 yılları arasmda yaşamış ve fel-
Eleştiri yönelimli bilimiere model ola· sefesinde, Platon, Aristoteles ve Ploti-
rak psikanalizi veren Habermas, ideal~ nos·un görüşlerinin bir sentezini yap-
jiyi belirli toplumsal gruplann çıkaria­ mış olan İslam filozofu.
nna hizmet eden ve diger gruplara, Felsefenin yönteminin karutlama, ka-
kendilerinin aleyhine dahi olsa, dayab- nıtlamanın hedefinin de maddeye biçim
lan düşünce ve deger sistemleri olarak kazandıran özleri bilmek, felsefenin
tanımlar. İşte eleştiri yönelimli bilimle- amacının ise Tanrı'ya erişmek oldugu-
rin görevi, ona göre, bu ideolojileri ve nu öne süren El-Kindrye göre, felsefi
onların koruyup sürdürdükleri hakimi- bilginin ilk basamagı akılyürütmedir.
yet ilişkilerinj açıga çıkarmak, onları İnsanın akliyürütme yoluyla adım ad un
bu konuda bilinçlendirmektir. basitten bileşige ve en yetkjn olana
eleyici [İng. elinıinative; Fr. eliminatoire]. dogru yükseldigini öne süren filozof,
Bir kategori ya da bir varlık türünü yok varhga akılcı bir açıdan yaklaştıgı için,
sayan, başka bir kategori ya da varlık Tann'nın özüne ait sıfatlan inkar etmiş­
türüne indirgeyen akım, yaklaş1m veya tir. Tann'ıun sıfatlannın ancak olumsuz
disiplin için kullaruJan sıfat. bir biçimde bilinebilecegini savunan El-
Bu baglamda, yads1yıcı maddecilik Kindrye göre, Tann mutlak Bir'dir.
olarak da bilinen, veTann kavramıyla Mutlak varlık olması nedeniyle, Mutlak
ruh kavramı türünden maddi olmayan Bir'in şekli, niteligi, niceligi, maddesi
şeylerin kavramlarıni, bunlarm bir an- yoktur ve O göreli bir varlık de~ldir.
lami olmadıgmı veya d1ş dünyada bir empati [İng. emphaty; Fr. emplıatie]. Kişi­
karş1lıgı bulunmad1gını söyleyerek, nin başka bir kişinin istek ve duyguları­
sistemden elemeye ya da tümüyle yad- ru anlayabilmesi, başka bir kjmsenin
sunaya çalışan maddeci tavıra eleyici halini kavrayabilmesi durumu. Kişinin
maddecilik adı verilir. kendisini başka bir bilincin yerine koya-
Aynı baglam.da, bir önerme ya da hipo· rak, söz konusu bilincin duygulannı, is-
tezin dognııugunu, ona rakjp önerme teklerini ve düşüncelerini, onun bu ya-
ya da hipotezlerin yanlışlıgını göstere· şantılarıru o anda tecrübe etmeksizin,
rek güçlendirme ya da destekleme işle­ aniayabilmesi yetenegi. Kişinin, kendi
mine eleyici tümevarun derunektedir. zihninde ya da içinde, başka bir kişinin
Elis-Eretriya Okulu [İng. Sc/ıool of Elis- rolünü kabul edip, benimsernesi hali.
Eretria; Fr. Ecole d'Elis-Eretria]. M. Ö. 4. Empedokles. Sokrates öncesi doga felse-
yüzyılda, tSokrates'in ögrencisi Elis'li fesinin son dönem filozoflarından.
Phaidon taratmdan kurulmuş ve daha Evrende gerçekte yalnızca toprak, su,
sonra Menedemos taratmdan Erebi- hava ve ateş gibi dört ögenin varoldu-
ya'ya taşmmış olan Okul. gunu, bu ögelerin ezeli ve ebedi oldu-
Eserlerinden hiçbiri günümüze ulaşma­ gunu savunan Empedokles'e göre, geri
mış olan Okuila ilgili bilgileri, daha çok kalan herşey, evrendeki tüm 4iger var-
Diogenes'le Cicero'nun eserlerinden der- lıklar, bu dört ögenin degişen oranlar-
lemekteyiz. Okulun, SokrateS'in izleyici- daki birleşmesinden meydana gelir.
si olan temsildleri, daha çok ahl1kla ilgi- Empedokles'in yeniligi, bu dört öge-
li problemler üzerinde durmuşlardır. nin dışmda olup, onlarm hareketlerin-
tElis-Eretriya Okulu düşünüderinden den sorumlu olan aşk ve nefret gibi iki
Phaidon daha ziyade diyalektikçi yö- güç öne sürmüş olmasıdır. Aşk ve nef-
296 emperyalizm

reti fiziki çekme ve itme etkileri uygula- da politik nedenlerle analiz eder. Bl~
)'an dogal güçler olarak öne sürmüş yaklaşıma göre, emperyalizm, politik
olan filozofa göre, nefret, etkisiyle her bakımdan hakiıp devlet ya da devletle-
ögenin kendisini, diger ögelerden ayır­ rin güçsüzleri, büyük çogunlugu ikti-
maya çalıştıgı; aşk ise, bileşik yaratık­ sadi olmayan nedenlerle ve farklı me-
lar meydana getirmek için, bir ögeyi kanizmalarla siyasi hiikimiyeti altına
diger ögeyle kanştıran güçtür. almaya çalıştıkları tarihsel bir feno-
emperyalizm [İng. imperialisrn; Fr. mendir.
iıııperialism; Al. iıııpeıialismus]. Gelişmiş empirik [Yunanca 'empeirikos'tan; Os. tec-
ülkelerin zayıf ya da az gelişmiş ülke- riibi; İng. empirical; Fr. euıpirique; Al. em-
leri ekonomik, politik ve kültürel ba- pirisciJ]. DeneyimseL ı Deneye, gözle-
knndan baskı altında tutınası, onları me, olgulara ve duyuma dayanan,
hakimiyeti altına alması süreci ya da iş­ somut durumlarla, gerçek olaylarla ilgi-
lemi. li olan; 2 rasyonel olmama, salt aklila il-
Napolyon'un siyasi ve askeri özlemleri- gili bulunanın dışında kalma; 3 tecrü-
ni ifade etmek üzere kullanılmaya baş­ beyle, hem genel deney, ve hem de
layan emperyalizm terimi, Avrupa'nın kişisel deneyimle ilgili olma hali; 4
1870'li yıllarda başlayan yaynlmacılı­ Kimi işlemlerin bir teoriden bagımsız
gıyla daha anlamlı hSle gelmiştir. Em- olarak, herhangi bir teori dikkate alın­
peryalizmi ya da emperyalist süreci madan gerçekleştirilmesi durumu için
açıklayan üç farklı teori vardır. Bunlar- kullanılan sıfat.
dan birinci ve en eskisi, emperyalizmi Bu çerçeve içinde, ahlakta amacın, ni-
iktisadi terimlerle Marksist görüştür. hai ve en yüksek hedefin, insarun ken-
Emperyalizmi kapitalizmin en yüksek disi ya da daha çok aklı ve iradesi tara-
aşaması olarak gören ve onun temeline fından degil de, arzu, istek, haz ve duy-
iktisadi sömürüyü koyan söz konusu gulanyla belirlenip, dış koşullara bagh
Marksist görüşe göre, emperyalizmde, oldugunu savunan ve mutlulugu, ahia-
ı üretimin artması ve sermayenin yo- ld eylemin sonsal, en yüksek hedefi ola-
gunlaşması, 2 banka sermSyesi ile sana- rak gören ahl~k sistemleri empirik ah-
yi sermayesinin kaynaşması ve bu mali lak kategorisi içine girer. Buna göre, bü-
sermaye temeli üzerinde mali bir oligar- tün hazcı ve mutlulukçu ahlak anlayış­
şinin meydana gelmesi, 3 mal ihracatı ları, enıpirik ahlak kategorisi içine girer.
yerine, serm~ye ihracatının özel bir Buna karşın, insan zihninden bagım­
önem kazanması, 4 dünyayı paylaşan sız bir gerçeklik bulundugunu, bu ger-
kapitalist birliklerin önem kazarunası ve çekligin, İdea ya da kavram cinsinden
S dünya topraklarırun büyük kapitalist varlıklardan degil de, duyu-deneyi yo-
devletler tarafından paylaşımı söz ko- luyla bilinen, ve 'şu' diye gösterilen bi-
nusu olur. reysel varlıklardan oluştugunu savu-
Emperyalizmi liberal görüşten hare- nan görüşe ise empirik realizm adı veril-
ketle açıklayan yaklaşım ise, onu em- mektedir. Empirik realizm, gerçekten
peryalist toplumlardaki kapitalizm ve varolaniann teaübe yoluyla bilinen
endüstrileşane öncesi bir sosyal tabaka- varlıklar, yani tikeller, bireysel şeyler
mn varoluşuyla açıklar. Topraga baglı olduklarını, cinslerle, türlerin soyutla-
ve askeri bir aristokrasiyle özdeşleştiri­ ınalardan başka hiçbir şey olmadıkları­
bilecek olan bu tabakarun, atalara özgü nı öne sürer.
idealleri ve toplumsal konumudur ki, empiriyo-kritisizm [İng. empirio-criticism;
toplumu modern kapitalist toplumun Fr. empirio-criticisme]. Epistemoloji ala-
çıkarına olmayan bir şeye zorlar. Üçün- nında söz konusu olan empirik ve pozi-
cü görüş ise emperyalizmi, stratejik ya tivist yaklaşım.
empirizm 297

Empiriyo-krii:isizın, Richard A venarius daha sonra bellekte birtakım tasarunla-


ve Emst tMach tarafmdan geliştirilmiş, rın türetildigini ve türetilen bu tasarnn-
fakat daha sonra V. I. +Lenin tarafmdan ların çeşitli şekillerde birleş tirilmeleri
sert bir biçimde eleştirilmiştir. tAve- ve işlenmelerinin kompleks düşüncele­
narius'un geliştirdigi bu sistem yalnızca re götürdügünü, kısacası zihinde daha
saf deneyimden meydana gelir. Sistem- önce duyularda bulunmamış olan hiç-
den her türlü metafizik ek ve kalıntılan bir şey bulunmadıgını savunan görüş
ayıklayan Avenarius'a göre, bilimsel bil- olarak empirizm, bilginin ya da en azın­
gi yalnızca özel ve bagıntılı bir bilgi dan varolanlara ilişkin bilginin veya
olup, bilimsel teoriler kullanım degeri salt kavramlar arasındaki mantıksal iliş­
olan araçlardan başka hiçbir şey degil- kilerle ilgili bilgi dışında kalan bilgile-
.
dir. Avenarius'un aoriorizrrun her türü- rin a priori olamayacagını, tümel ve zo-
ne karşı olan deneyime dayalı sistemi, runlu dogruların, yalnız geçmiş ve
fiziksel olanla psişik olan, nesneyle öz- şimdi için degil, fakat gelecek için de
ne ve varlıkla bilinç arasında bir ayının geçerli olan tümel bir bilginin söz konu-
ve farklılık bulunmadıgını öne sürer. su olmadıgını, bilginin doguştan geti-
empirizm [Os tecrübiye; İng. erııpiricisrn; rilmedigini, dogrulu~n ölçütünün apa-
Fr. eıııpirisrııe; Al. empirisrııus ]. Özellik.Je, çıklık olaınayacagını ve tüm bilgiler için
deneysel bilimin onaltıncı yüzyıldan iti- zorunlu olan birtakım önkabuller bu-
baren kazandıgı önem ve kaydettigi ba- lunmadıgını kabul eder.
şarıların bir sonucu olarak, F. +Bacon, T. Empirizm, yine idelerin, kavramların
tHobbes, J. tLocke, G. tBerkeley ve D. ya da tümelierin kaynagı konusunda,
tHume gibi İngiliz düşünürleri tarafın­ onların temelde ve öncelikle deneyim-
dan savunulan, tüm bilgilerin deneyime, den türetildigini savunan görüşü dile
duyu algısına dayandıgı görüşü. getirir. Bir kavramın geçerli bir kavram
t Akılcılıga, tdoguştancılıga ve aprio- olarak görülmek durumundaysa eger,
rizme karşıt bir görüş olan empirizm, deneysel kökenini açıga vurmak duru-
hem bir teori ve hem de bir yöntem ola- munda oldugunu öne süren empirizm,
rak karşımıza çıkar. Bir teori olarak em- tümelierin ya da kavramların anlamla-
pirizm, bilginin kaynagının deneyim ol- rıyla ilgili olarak, onlann anlamlarının
dugunu öne sürerken, yöntem olarak deney içerigine yapılan gönderimler-
empirizm, bilgiye ulaşmak istiyorsak den oluştugunu öne sürer.
eger, deneyimi kullanmanın, deneysel Empirizm, bilginin sınırlan konusun-
araşbrmanın önemini vurgular, dene- da, insana algıda başka hiçbir şeyin
yim yoluyla veri toplayarak. verileri de- degil de, yalnızca izlenimlerinin ve
gerlendirmenin, gözlemden başlayan kendi duyu deneylerinin verildigini, in-
tümevarımsal akılyürütmenin gereklili- sanın bilgide kendi içkin küresini aşa­
gine işaret eder. rak, nesnelerin bizzat kendilerine ulaşa­
Buna göre, bir teori olarak empirizm, mayacaguu, ikincil niteliklerin ötesine
bilginin kaynagı probleminde, bilginin geçerek. nesnelerin birincil niteliklerine
olanaklı tek kaynagmın deneyim oldu- erişemeyecegini savunur. Empirizm, bu
gunu, deneyimden bagunsız bir bilgi- çerçeve içinde, insanın kendi zihin küre-
nin söz konusu olamayacagını savunan sinin dışındakileri bilebilse de, bu bilgi-
akıma karşılık gelir. Bu çerçeve içinde, nin daima kesinlikten yoksun olacagını
insan zihninin, doguşta üzerine kendi iddia eder. Empirizm, nihayet yöntem
işaretlerini yazdıgı boş bir levha oldu- bakunından, analiz ya da salt düşün­
gunu, zihin üzerine yapılan işaretierin meyi bir kenara bırakarak, dogrudan
başlangıçta birer izlenirnden başka hiç- gözlem ya da dolaysız deneyime daya-
bir şey olmadıgını, bu izienimlerden nır; diskürsif, tümdengelimsel, speküla-
298 endüstri devrimi

tif, transendentat ya da diyalektik işlem rilmiştir. Çünkü ahlaki ilkelerin, akılcı­


ya da yöntemlerin yerine, deneyim yön- Iann savundul<ları gibi, apaçık olma-
temini ya da sistemli tümevarımı kulla- dıklarına inandıkları için, ahiakın mut-
nan yaktaşıını benimser. luluk ürehne gücüyle haklı kllındığını
Empirizm söz konusu bilgi ve yöntem öne sürmek, empiristler için doğal bir
anlayışı dışında, bir anlam teorisiyle durumdur.
belli bir varlık ve bilim görüşünü içerir. endüstri devrimi [İng. industrial rf!Voluti-
Empirizınin anlam teorisine göre, söz- on; Fr. revolu tion industrielle]. Batı uy-
cükler, örnegin töz sözcüğü, bu sözcükle- garlığında, kabaca 1780 ve 1820 yıllan
rin kullaıucılan tarafından tecrübe ettik- arasında kalan tarihsel döneme ve bir
leri ya da algıladıkJarı şeylere (örneğin, dizi teknik buluşun, buhar makinesi ve
tahta parçalarına) bağlandığı zaman an- lokomotifin icadının üretim sürecinde,
laşılabilir. Öte yandan empirizme göre, insan gücü ve emeğinin yerini mekanik
dünya aralannda yalnızca raslanbsal bağ enerjinin almasına olanak veren süreci
bulunan zonınluluklann değil, düzenli- başlıittıgı döneme verilen ad.
likterin bir arada tuttuğu, fakat aşkın bir endüstri toplumu [İng. industrial society;
nedenle ilişkileri bulunmayan nesneler- Fr. societe industrielle]. Endüstri devrimi
den ve durumlardan meydana gelen bir sonrasında ortaya çıkan endüstrileşme­
bütündür. Yine empirizme göre, bilim, nin yarathğt toplum modeli.
salt olgular arasındaki bağmbları incele- Böyle bir toplum türünün temel özel-
yip, gözlemtenmiş düzenliliklere daya- likleri şöyle sıralanabilir: 1 Ortak bir dil
narak öndeyide bulunur. ve kültür birliğini yaşayan ulus devlet-
Empirizm, bu genel felsefi ya da epist~ lerinin doğuşu; 2 geçim ekonomisinin
molojik anlamına ek olarak, özel bilim- ortadan kalkışıyla birlikte, üretimin ti-
lerde biraz daha farklı bir anlam taşır. carlleşmesi; 3 makine üretiminin ha-
Örneğin, sosyolojide empirizm, test edil- kim üretim şekli olması ve üretimin,
memiş teorik spekülasyondan sakınan, küçük işletmelerde değil de, fabrikada
teori yerine niceliksel ve deneysel verile- gerçekleşmesi; 4 tanmla uğraşan insan
re öneın veren yaklaşuru ifade eder. Bu- sayısının, nüfus içindeki oranının düş­
nunla birlikte, bu anlayış, bir yandan te- mesi; S toplumun kentleşmesi; 6 kitle
orinin önemini küçümsediği, öte yandan kültürünün yükselişi; 7 siyasetin kitle
sağlam ve güvenilir veriler toplamanın partileri etrafında örgüttenişi ve niha-
içerdiği teknik ve kuramsal güçlükleri yet, 8 bilimin yaşamın tüm alanlarına
göz ardı ettiği için eleştirilıniştir. ve özellikle de üretim sürecine uygulan-
Öte yandan, empirizmin ahlak alarun- ması, toplumsal yaşamın aşamalı ve
daki yansımasının önce ahlak duyusu sürekli olarak rasyonalizasyonu.
öğretisi, sonra da yararalık olduğunu Ço~nluk ya da her zaman kitle toplu-
söyleyebiliriz. Başka bir deyişle, empi- ınuyla özdeşleştirilen ya da birleştirilen
rik bilgi görüşlerine uyan bir ahlak öğ­ endüstri toplumuna Bab'da kapitalizm,
retisi geliştinne çabası içine giren empi- Doğu'da ise sosyalizm örnek verilmiştir.
ristler, ahlaki ideterin içsel deneyi~den Başka bir deyişle, toplum bilimciler
türetildiğini öne sünnüşlerdir. Örne- hem kapitalizm ve hem de sosyalizmi
ğin, Hume'a göre, bir eylemin yanlışlı­ endüstri toplumu olarak değerlendirir­
ğını gözlemlemek yerine, hissederiz. Bu ken, Marksistler, endüstıi toplumunu
bakış açısı, onsekizinci yüzyıl empiriz- kapitalizme özgü bir toplum modeli ola-
minde, insan varlığının tek ödevinin rak görmüşlerdir.
kendisi ve eyleminden etkilecek herkes Öte yandan, endüstri toplumu, top-
için olabildiğince çok mutluluk üretmek lumdaki temel, merkezi ilkenin teorik
oldugunu savunan yararcılıkla birleşti- bilgi olduğu, ekonomide hizmet sektö-
Engels, Friedrich 299

rünün a~ır bastı~ı, toplumsal yapıda olına kapasitesi. Tüm fenomenlerin va-
ise, teknik işlerle u~raşan profesyönel- roluşlan için kendisine ba~lı olduklan
lerle entellektüellerin yeni bir sınıf temel fiziksel gerçeklik
meydana getirip, ön plana çı.ktı~ı pos- enerjizm [Os. kudret nazariyesi; İng. ener-
tendüstriyel toplumla karşı karşıya ge- gisın; Fr. iııergitisme]. 119. yüzyılın son-
tirilmiştir. larında, Ostwald ve Mach gibi bazı
endüstriyalizm (İng. industrialisnı; Fr. iıı­ do~a bilimcileri ve düşünürler tarann-
dustrialisnıe; Al. industrialisnıus ]. i İnsa­ dan savunulan, yalruzca fenomen1erin
run bilgisinde ve do~a üzerinde ege- varoldu~unu, töz ve madde gibi terim-
menlik kurma sürecinde, makine üretim lerin, enerji alışverişi açısından hiçbir
sanatlannın ya da tekni~inin kazarul- anlam taşımadı~ım dile getirerek, tüm
ması ve mekanik güç kullanımımn ö~­ do~al fenomenleri, maddi yönü bulun-
renilmesiyle belirlenen evre; 2 maddi mayan enerjideki de~işmelerle açıkla­
ilerlemedeki belli bir aşama; ekonomik yan görüş.
gelişme ve toplumsal kalkınmanın en- 2 Enerji.zm, ahlak alananda ise, niyet ye-
düstrileşme yoluyla olaca~ını savuna- rine eylemi ön plana çıkaran ve do~ru
ca~ını öne süren görüş. eylemin, kişinin kendi normal yeti ve
Buna göre, cansız güç kaynaklarının, kapasitelerini tam olarak hayata geçir-
üretimi mekanikleşörmek amaoyla, üre- mesinden oluştu~unu, ahUlkl eylemin
tim sürecine uygulanmasının ardından amacının, mutluluk ya da haz de~il de,
ortaya çıkan ekonomik büyümeye en- kişinin kendisini tam olarak gerçekleş­
düstrileşme adı verilir. Bu süreç, en- tirmesi oldu~unu, en yüksek iyinin faa-
düstrileşme öncesi toplum yapısına hyet oldu~unu savunan ahlak anlayışi­
göre, iş bölümünü, kapitalistle işçi ara- m ifade eder.
sındaki yeni üretim i lişkilerini 1 kentleş­ enformasyon toplumu [İng. information
meyle endüstrinin co~rafi olarak mer- society; Fr. societe de l'infomıation]. Bilgi-
kezileşmesini, v. b. g., 'içerir. Başlangıçta nin en temel ürün, en de~erli kaynak ol-
kapitalist toplumlarda gözlenen bir geliş­ du~u, işgücünün önemli bir bölümü-
me olarak ortaya çıkan endüstrileşme sü- nün enformasyon endüstrisinde çalı­
reci, günümüzde tek bir ekonomik siste- şanlardan meydana geldi~i toplum mo-
min sınırlanm aşmış durumdadır. deli.
energeia. Aristoteles'in felsefesinde, kendi Yüzyılımızın son on yılında kendini
özüne, edimselli~ine, entelekyasına tam iyice gösteren enformasyon toplumu-
olarak sahip olan bir şeyin varoluş tarzı, nun üç gelişme evresinden geçtiği söy-
potansiyel olanı aktüel olana dönüştü­ lenmektedir. Birinci evre ondokuzuncu
ren güç. Saf edim. Potansiyaliteden, gizil yüzyılın ortalannda başlamış ve iletişi­
güçten tümüyle yoksun bulunan varlik. min elekt:ritikasyonuyla karakterize ol-
Buna göre, evrenin eze)j oldu~unu öne muştur. İkinci evre ise, yüzyılın ortala-
süren Aristoteles, kendisinde potansiyel rında enformasyonun toplumun mer-
hiçbir yön bulunmayan, kendisi de~iş­ keziJ!de bulundu~u kabulüyle ifade edi-
meden değişmeye neden olan bir hk Ha- lir. Üçüncü evre ise, enformasyon sis-
reket Et~d olması gerektipu savun- temle~inin birbirleriyle, ulusal sırurlan
muştur. Işte bu Varlık, saf aktüalite, saf aşan sistemlerle ve di~er toplumsal diz-
edim, energeiadır, ve saf edim olduAtı için gelerle büt(inleşmesini anlatır.
de, maddi olmayan bir varhktır, çünkü Engels, Friedrich. 1820-1895 yallan ara-
madde, potansiyaliteye, de~iştirilmeye, sında yaşamış ve hayatı ~oyunca Karl
eyleme maruz kalmaya işaret eder. Marks'ın çalışma arkadaşı olmuş olan
enerji [Os. htn~e; İng. energy; Fr. energie; düşünür. Marksist ö~retiye önemli ölçü-
Al. energie). Bir de~işme meydana geti- de katkı yapmış ve ortak ö~retilerinde,
rebilme, hareket etme ve eyleme neden do~a bilimi, milletler sorunu, askerlik ve
300 en iyi ilkesi

uluslararası ilişkileri uzmanlık konuları şın yalnızca bilgisizlikten kaynaklandı­


olarak üstlenmiş olan Engels'in temel gı' düşüncesinden hareketle oluştur­
eserleri, Marks'la birlikte yazrruş oldugu dugu, ve varolan herşeyin, kendisi için
Die Heilige Familit [Kutsal Aile],Die De- en iyi olanı gerçekleştirecek şekilde ey-
utsclıe ldeologie [Alman İdeolojisi], Mnııi­ ledigini, kendi iyisine ulaşma yönünde
fest der Komıııımistischen Partei [Komü- içsel bir egilime sahip bulundugunu,
nist Manifesto ], ve kendi başına kaleme evrendeki herşeyin, rasyonel bir plana
aldıgı Anti-Diihring, Ludwig Feuerbach göre, hem kendisi ve hem de bütün için
und der Au.sgang der Klassischen Deuts- en iyi olacak şekilde düzenlendigini
dıen Plıilosoplıie [Ludwig Feuerbach ve dile getiren ilkesi.
Klasik Alman felsefesinin sonu} ve Dia- enkrasia. tPlaton ve t Aristoteles'in,
lektik der Nalur [Doganın Diyalekti- iradenin akıldışı egilimlere karşı koya-
gi)'dur. rak, dogru ya da iyi olanı seçebilme,
Engels, Ludwig Feuerbach adlı kitabın­ hayata geçirebilme gücü için kullandık­
da, filozoflan idealistler ve maddeciler lan Yunanca terim.
diye ikiye ayırmış, bunlardan ideahst- ens. 1 Felsefede, terimin en genel anlanu
lerin madde karşısında zihnin, madde- içinde varlık; olabildigince az özeHigi
cilerin ise zihin karşısında maddenin olan, en az belirleme almış olan varlık;
önceligini savunduklarını belirtmiştir. yani, varlık olmak bakunından varlık. 2
Buna karşın, Doganın Diyalektigi'nde, Telojide, özü ve varoluşu özdeş olan
bilimsel düşüncenin diyalektik bir yapı­ Tanrı.
da oldugunu, bilirnin daha önce felsefe- Buna göre, Ortaçagda, varoluşu başka
nin kapsamı içinde kalan birçok konuyu bir §eye baglı olan, başka bir şeyin ne-
kendi kapsamına dahil ettigini savunan densel faaliyetinin eseri olup, başka bir
Engels, gerçekligin dogasıyla ilgili spe- şey tarafından belirlenmiş, koşullan­
külasyon anlamında felsefenin, Hegel'le mış ya da yaratılmış olan, varoluşu zo-
birlikte sona erdigini ve yalnızca dü- runlu degil de, olumsal olan varlıga ens
şünce ve düşüncenin yasalanyla ilgili ab alio; buna karşın, bizzatihi varhga,
bir teori anlamında felsefeye yer kaldı­ kendinden ve kendi başına varlıga, va·
gını öne sürmüştür. roluşu başka bir şeye baglı olmayan,
Marks'm ölümünden sonra, ondan özü varoluşunu içeren zorunlu varlıga,
biraz aynlarak, hukuk ve ideoloji gibi yani Tanrı'ya etıs a se adı verilmiştir.
üstyapısal ögelerin ekonomik temel kar~ Kendi kudretinden dolayı, kendinden
şısında belli bir bagımsızlıgı oldugunu ve kendi başına varolan, kalıcı olup var-
ve zaman zaman temeli belirledigini Iıgı başka bir kaynaktan türetilemeyen
söyleyen Engels, diyalektik maddecilik nihaf ve en yüksek varlık olarak en a
olarak tanınan ögretiyi geliştirmiş olan senin özü varolmaktır ve onun varoluşu
kişidir. tMarksizmi dogal bir bilimsel da özüdür. Aynı varlıga, Descartes 'en
temel üzerinde geliştirmeye çalışmış yetkin varlık' anlanuna ens perfectissurıı
olan Engels, tDarwin'den çok etkilen- adını vermiştir.
miş ve toplumsal gelişmenin evrim il- Ortaçag'da Tanrı için, zihinden bagım­
kelerine uygun bir tarzda geliştigini sa- sız, gerçek varlık anlamında ens reale de-
vurunuştur. yimi de kullanılmıştır. Kant ise, Tann'yı,
en i yi ilkesi [İng. principle of tlıe best; Fr. en gerçek varlık, tüm gerçekliklerin ve
principe du meilleur]. tPlaton'un, Sakra- bütün yetkicilik özelliklerinin mutlak sa-
tes'in 'tüm insanlarm her zaman iyi ya hibi olan varlık anlamında ens realissunı
da iyi olanı seçtikleri' (kötü oldugunu diye tanımlamıştır.
düşündükleri bir şeyin peşinden asla Yine, Ortaçagda, İlkçag doga felsefesi-
gitmedikleri) ve 'kötülük ya da yanh- nin önemli düşünüderinden olan Elea
entellektüel 301

okulunun kurucusu Pannenides'in ezeli- gur.u öne süren felsefe anlayışı; insan
ebedi, degişmez, yaratilmamış ve yok zihninin daha soyut ve daha kavramsal
edilemez varlıgma, bir olan gerçekligi- bir düzeyde gerçekleşen bilişsel yeti ya
ne erzs Pannenideuın denmiştir. Yine bu da parçasıru her alanda temele alan, ön
felsefede, 'akıllı varlık' anianunda insan plana çıkaran yaklaşım; varolan herşe·
için ens rationis adı kullanılmıştir. Ens yin, en azından ilke olarak fikirlere,
ı-ationis, ayrıca, insan zihni tarafından yani zihinsel gerçekiere indirgenebile-
yaraulmış olan bir nesne ya da entite, cegini savunan anlayış; tüm psikolojik
'üçgen daire' örneginde oldugu gibi, olayları fikir, düşünce ve yargılara bag-
insan zihni tarafından düşünülüp oluş· layan felsefe gör(işü.
turulmakJa birlikte, dış gerçeklikte te· 2 Epistemolojide, bilgiyi tümüyle saf
meli olmayan, gerçekleşmesi olanaksız akıldan türeten ögretiyi ifade eden ve
bir şeyi veya insan zihni tarafından, dış dolayısıyla, akılcılıkla bu çerçeve içinde
gerçeklikteki temeline dayanılarak oluş­ özdeş olan entellektüalizm, akJın bilgj·
turuhnuş mantıksal bir nesneyi tanım­ nin tek ya da biricik kaynagı oldugunu,
lamak için kullanılmıştir. akla dayanan bilginin dış dünyadan
entelekya. Aristoteles'in felsefesinde, özü duyular aracılıgıyla alınan izienimler-
tam olarak gerçekleşmiş olan bir şeyin den bagımsız oldugunu öne sürdügü
varlık tarzı, formu ya da özü; potansi- için, duyumculugun tam karşısında yer
yaliteye karşıt olarak edimsellik. alan bir görüştür.
Henüz tamamlanmamış, fakat gerçek· 3 Entellektüalizır, psikolojide ise, psi-
leşme yolunda olan edirne energeia kolojik olay ve durumlarda yalnızca ta-
adıru verirken, yetkinlik ya da olgunlu· sarımı bulan yaklaşıma karşılık gelir. 4
ga ulaşmış edirne entelekya adını veren Buna karşın, ahlak alanında, entellek-
tAristoteles ruhu, organik bir cisim ya tüalizm, ilk kez olarak Sokrates tarafın­
da vücudun ilk entelekyası olarak tanım· dan savunulan ve iradeyi, duygu, arzu
laıruş, bununla da, bedenin aktif oldu· ve egilimleri hiç dikkate almadan, bilgi-
gu, etkin ya da hareketli oldugu zaman nin kendi başına eylemi belirlemek için
yapabildigi şeyleri anlatmak istemiştir. yeterli oldugunu iddia eden ögretiyi
Ildnci entelekya ise, bütün bu şeyleri ak· anlatır.
tüel olarak yapmaktan oluşur. Bununla 5 Teoloji alanında ise, entellektüalizm,
birlikte, entelekytının Aristoteles'te, genel dinin kaynagı ve dogasıyla ilgili prob-
mi yoksa tikel mi oldugu, yani canlı her lemlerde, irAdeyi, duygulan, arzuları
hayvan ya da bireyin kendi entelekyasına tümüyle göz ardı ederek, yalnızca dü-
mı, yoksa yalnızca türünün entelekı;ası­ şünceyi ön plana çıkartan yaklaşımın
na mı sahip oldugu pek açık degildir. adı olmak durumundadır.
Monadlarda yetkinlik bulundugunu, entellektüel [Os. müneuuer; İng. intellectu-
eylemlerinin kaynagı olan bir yeterlilik al; Fr. intellectuel; Al. intellektuell]. Gele-
bulundugunu dile getiren Leibniz'in m- neksel anlamı içinde, düşünsel düşün­
telekyayı monadlara uyguladıgı yerde, sel veya zihinsel etkinlige yönelmiş,
dirimsekiler entelekya ya da enteleşi ile bilgili, degerlendirme ve eleştiri gücü
dirimsel gücü, yaşam kaynagı ya da yüksek, topluma öncülük etme misyo-
canlılık ilkesini anlamışlardır. nu yüklenmiş aydın, çagdaş varoluşçu
entelleklüalizm [Os. zihniye; İng. intellec- filozof tCamus'nün deyimiyle 'zihni
tualisnı; Fr. intellectualisnre; Al. intellektu- kendi kendisini gözleyen kişi'.
alismus]. 1 Genel olarak, zihni, bilginin Rönesanstan itibaren, yaklaşık 19. yüz-
ve eylemin tek gerçek ilkesi olarak gören yıla kadar Avrupa'da entellektüeller,
ögreti, zihinsel fenomenlerin duygular aralannda başta filozof ve bilim adam-
ve irade karşısında önce ve üstün oldu- ları olmak üzere, yüksek kültür ürünle-
302 entelleldüel yükseliş

rini ve de~erlerini yaratan insaniar ola- deyişle, Plotinos, ruha, ahla.ki gelişme
rak görülmüştür. Bu dönem boyunca, ve yükselişi yakın, kayna~ı olan Tan-
göreli bir ba~ımsızlı~a sahip olan ve rı'yla birleşmeyi de nihai ve en yüksek
toplum içinde çok önemli ve saygıde~er hedef olarak gösterir. Söz konusu yükse-
bir konum işgal eden entellektüeller, ge- liş sürecinde, ahlaki ö~e ya da praksis,
lene~e ba~lı toplurnlara yeni fikirler ve hpkı Aristoteles'te oldu~u gibi, teorik
yeni bilgiler sokmak suretiyle, tarihin ya da entellektüel ö~eye veya theariaya
akışını de~iştiren üstün insanlar olarak tabidir.
de~erlendirilmiştir. Fakat özellikle 19. Plotinos'un savundu~na göre, ruhun
yüzyılın ikinci yarısından itibaren, en- entellektüel yükselişinin birinci evresi,
tellektüeller Batı'da itibar ve popülarite Eros'un etkisi albnda gerçekleşen laıthar­
kaybına u~ramışlardır. Bu itibar ve po- sis'ten, saflaşma ya da annma sürecin-
pülarite kaybının en öneınli nedeni de, den meydana gelir. Burada ruh, bedenin
hiç kuşku yok ki demokrasi, .kitle kültü- egemenli~inden ve duyulann etkisinden
rünün yükselişi ve bürokratizasyon sü- sıyrılmaya, en önemlisi phronesis olan
reçleridir. temel erdemleri gerçekleştirmeye çalı­
Önce dünya tarihinin akışını de~iştir­ şır. İkinci evrede ise, ruh duyu algısının
me, sonra da yüksek kültür yarahna üstüne yükselir; Nous'a do~ru dönerek,
gücünü yitiren entellektüeller, 20. yüz- bilim ve felsefeyle meşgul olur.
yılla birlikte, yavaş yavaş hakim ideo- Buna karşın, üçüncü evrede, bireysel
lojileri eleştirme yeteneklerini de yitir- ruh, diskürsif bilgiyi aşarak, Nous'la bir-
meye başlayarak, ya önemli ölçüde leşme durumuna gelir. Ruh, bu son ev-
marjinalleşmişler veya kaçınılmaz ola- rede bile, ben-bilincini konıdu~undan,
rak, ba~ıınsızlıklarını yitirip, kamusal bütün bu evreler, nihai ve en yüksek
alanın veya yönetim kuruınlarırun ma- evre olan Tann'yla birleşme ya da do~­
aşlı dünyasına dahil olmak durumun- rudan temas için bir hazırlıktan başka
da kalınışlardır. bir şey de~ildir ve Tann'ya yükselişin
entellektüel yükseliş [İng. intellectua/ as- kaçınılmaz adınılanru meydana getirir.
cent; Fr. asceıısion intellectuelle]. Yeni- e-öner m esi [İng. e-proposition]. Klasik
Platoncu felsefede, bireysel insan ruhu mantıkta, tümel olumsuz kategorik öner-
için gösterilen Tanrı'yla birleşme ama- meye verilen ad. Örn~in, 'Hiçbir insan
cına temel oluşturan, bilgisel ya da en- dört ayaklı de~ldir.'
tellektüel gelişme süreci. epifenomen [Ing. epiplıenomenon; Fr.
Bireysel insan ruhunun, Tann'dan türe- ephiphenonıbıe; Al. begleiterscheinung].
yen Dünya ya da Evren ruhundan zuhur Bir sürece eşlik eden, ayıu sürecin daha
etti~ini ve dolayısıyla, tıpkı Dünya sonraki gelişiminde hiçbir rolü bulun-
Ruhu gibi, bir yönüyle aşa~ıya, yani mayan, sürece özsel hiçbir katkısı olma-
maddeye, bir yönüyle de yukarıya, yani yan ikincil ö~e ya da yan ürün; başka
en yüksek gerçeklik olan Tann'ya yönel- bir olayla birlikte varolsa, başka bir sü-
di~ini söyleyen Ploti.nos'a göre, ruh, üç rece eşlik etse de, o olayın ortaya çıkı­
parçadan meydana gelir. Bu üçünden en şında veya o sürecin oluşumunda hiç-
yükse~ini meydana getiren parçada bir katkısı bulunmayan olay.
maddenin izi bulunrnadı~ı için. o insan- Epifenomene en iyi örnek, yalnızca,
daki tanrısal parçadır. uyku sırasında söz konusu olan biyo-
Bununla birlikte, o bileşik insan varlı­ kimyasal ve nörolojik olaylara eşlik
~ını meydana getirmek üzere, bir beden eden düşlerdir. Aynı çerçeve içinde,
içine hapsoldu~ndan, madde tarafın­ epifenomenin, bilinci dünyanın maddi
dan kirletilıniş durumdadır. İşte, ann- içeri~inin pasif bir yansıması olarak
ma (katharsis) ihtiyacı, bu dunımun bir açıklama işinde kullanıldı~ını söyleye-
sonucu olarak ortaya çıkar. Başk~ bir biliriz.
Epiktetos'un iki temel kuralı 303

epifenomenalizm [İng. epiplıenamımalism; Epiki:ei:os. 55-135 yılları arasında yaşa­


Fr. epiphcnamenalisıne]. Zihin-beden iliş­ mış Stoalı filozof ve ahlakçı.
kisi konusunda, 19. yüzyılın sonlarına Azad edilmiş bir köle olan Epikte-
dogru, karşılıklı etkileşim ve parale- tos'un tStoacılıgının temelinde, özgür-
lizm ögretilerine alternatif olarak öne lük, tanrısal kayra, insanlık ve ahlak dü-
sürülen teori; bilinci, beyindeki molekül şüncesi bulunur. Kendisine bilge kişi
hareketlerinin bir epifenomeni ya da olarak tSokrates'le tDiogenes'i örnek
yan ürünü olarak gören ve tüm zihinsel almış olan Epiktetos, temelde ahlak ile
olayların fiziksel olaylarm sonuçlan ol- ilgilenmiş ve gerçek egitimin, bütünüy-
duklannı, dolayısıyla fiziksel olaylara le bireye ait olan tek şeyin bireyin
da başka zihinsel olaylara da neden ola- iradesi ya da amacı oldugunu kavra-
mayacaklarını savunan ögreti. maktan başka bir şey olmadı~ını iddia
Epifenomenalizm, fiziki süreçlerin, be- etmiştir. İnsan, ona göre, iradeden ba-
densel olaylarm zihinsel olay ve süreçle- gunsız olan iyi ya da kötü hiçbir şey bu-
re yol açınakla birlikte, zihinsel olayiann lunmadıguu ögrenmeli ve olayları ön-
ne başka zihinsel süreçlere, ne de fiziki görmeye ya da yönlendinneye kalkış­
olaylara neden oldugunu, zihnin bedeni mayıp, yalnızca onlan anlama çabası
herhangi bir şekilde etkileyemedigini göstermelidir.
savunur. Fizyolojik fenomenlerin zihin- İnsanın kendisinin dışındaki şeylere
sel fenomenleri etkiledigini, zihinsel fe- düşkünlük göstenne, yani kölelikle,
nomenlerin kendi aralarında birbirlerine ahlaki amacıru hayata geçinne, eşdeyiş­
nedensel ilişkilerle baglı olmadıgını ve le özgürlük arasında bir tercihte bulun-
zihinsel fenomenlerin yalnızca fizyolojik ması gerektigini savunan Epiktetos'a
fenomenlerin yan ürünleri, donuk yansı­ göre, bir insana başka bir insan zarar
maları oldugunu ileri süren görüş ola- vermez, ona yalnızca kendisi zarar vere-
rak epifenomenalizm, elimi hareket et- bilir. Akademik tarhşma ve teoriyi hor
tirmezden önce, elimi hareket ettirme gören Epiktetos'un mesajı, Stoalıların
istegi ya da düşüncesinin söz konusu birçogu gibi, entellektüellere, yönetici sı­
olmadıgıru, bu tür bir istek ya da dü- rufa degil de, ortalama insana yönelmiş­
şüncenin bir yanılsama oldugunu, eli- tir.
min hareketinin fiziki bir eylemden Siyaset alanında, Epiktetos, insaru,
başka hiçbir şey olmadı~ıru, ve dolayı­ Tanrı'dan başka insanları da içeren
sıyla tüm zihinsel süreçlerin fiziki olay- büyük bir sistemin üyesi olarak gör-
ların sonucu oldu~unu iddia eder. müştür. Ona göre, her insan öncelikle,
Zihin-beden ilişkisiyle ilgili olarak, epi- kendi toplumunun bir yurttaşıdır. Ama
fenomenalist görüş çerçevesi içinde, şu o, bir yandan da, ·tannlann ve tüm in-
analojiler örnek olarak verilebilir: Tıpkı sanların oluşturdugu daha büyük bir
cismin, kendi gölgesinin nedeni olması toplulugun üyesidir. Kent devleti bu
ve gölgenin ne cisim üzerinde ne de toplulugun yalnızca kötü bir kopyası­
başka gölgeler üzerinde nedensel hiçbir dır. İnsanlar akıllı yanlarıyla, Tann'run
etkisinin bulunmaması gibi, bilince çocukJarıdırlar ve kendilerinde tannsal
neden olan da beyindir ve bilincin beyin ögeler taşırlar. Bundan dolayı, insanlar,
üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Lokomoti- Epiktetos'a göre, kentlerini ve yaşamla­
fin buhar meydana getinnesi, fakat bu- rını Tanrı'nın iradesine göre yönetmeye
hann lokomotife neden olamaması gibi, çalışmalıdır.
beden de, kaynagıyla nedensel bir bag- Epiktetos'un iki temel kuralı [İng. Epic-
lanb içinde bulunmayan bilind dogu- tetus' twa basic rules; Fr. deur regles bases
rur. Görüşün en önemli güçlü~ü, irAde d'Epictete]. Stoacı Epiktetos'un ahlak fel-
özgürlügünü olanaksız hale getirmesi- sefesinin temelinde bulunan iki kural:
dir. 'iradenin dışında, iyi ya da kötü olan
304 Epiküros

hiçbir şey bulunmadıgını kabul etıne­ Epiküros. M. Ö. 341-270 yıllan arasında


ıniz gerekir' ve 'Olayları öngörü p yön- yaşamış ve felsefesi, Hellenistik döne-
lendirmeye çalışmak yerine, onları yal- min diger ögretileri gibi, daha çok ahlak
nızca bilgelikle kabul etmeliyiz'. agırlıklı bir sistem kurmuş olan Yunan-
Epiktetos'a göre, insan için iyi olan tek lı düşünür.
şey iradedir ve en önemli erdem bilge- Epiküros, varlık görüşünde Milattan
liktir. Bilgelik ise, insanın kendisini do- önce beşinci yüzyılda tDemokritos ve
ganın ayrılmaz bir parçası olarak görme- tLeukkipos tarafından kurulmuş olan
siyle ve doganın seyrine ayak uydur- atomcu ögretiyi benimsemiştir. Ona
masıyla elde edilir. İnsan kendisini dün- göre, gerçekten var olan herşey, son çö-
yanın gidişinden sıyırıp ayıramadıgına zümlemede iki ve yalnızca iki türden
göre, yapılacak en iyi iş dünyanın gidi- şeye indirgenebilir: Atomlar ve boşluk.
şini oldugu gibi benimsemektir. İnsan O, var olan dsimlerin iki türden oldugu-
dogal düzene boyun eger.;e, dünyanın nu öne sürer. Bunlar, bileşik dsimler ve
gidişini oldu~ gibi benimserse, kendi- söz konusu bileşik cisimlerin kendilerin-
sini gereksiz sıkınh ve tedirginliklerden den meydana geldigi birimler olarak
kurtarır. atomlardır. Epiküros, işte bu çerçeve
Epiktetos'un bu anlayışına göre, insan içinde, bileşik olmayan cisimlerin, yani
bir dramdaki aktöre benzer. Dünya ve atomların, bileşik asimler dagıldıgı
dünyarun tarihiyle ilgili bu dramda, zaman yok olarak hiçlige gitmemek ve
insan yalnızca bir oyuncudur. Oyuncu tam tersine varolmaya devam etmek du-
oynayacagı rolü seçemez, dekora, oyu- rumundaysa eger, bölünemez ve degiş­
nun kendisine etkide bulunamaz. Tanrı mez olması gerektigini iddia etmiştir.
ya da akıl ilkesidir ki, her insanın bu Bundan başka atomlar dogaları itiba-
tarih içinde ne olacagını belirler. Dünya riyle katı ve bölünemez olmalıdır. Şu
sahnesinde bir tiyatro eserindeki oyun- halde, Epiküros'a göre, evrenin temelin-
cuya benzeyen insan, hiçbir etkide bulu- de bölünemez olan atomlar vardır. O,
namayacagı şeyler karşısında kayıtsız aynca, evrenin kendisi sırurlanmamış
kalmak durumundadır. Onun kontrol oldugundan, evrendeki atomlann sayısı
edebilecegi tek bir şey vardır: Kendi ve boş mekanın kendisinin de sınırsız
tavrı ve tutkulan. oldugunu söylemiştir. Yine, bölünemez
O, bir başkasına daha iyi bir rol verildi- olma atomlann temel bir özeUigidir. Bir
~i için kıskançlık duymamalı, makyajı atom varlıga gelmiş olamayacagı gibi,
yapan bumunu çirkin gösterdigi için, yok olup gibnez de. O degişmez, nice-
kendisini aşagılanmış hissetmemelidir. lik bakımından artmaz ve azalmaz.
Yani, insan kendisine ne verilmişse Atom homojen bir birimdir. Atomlann
onunla yetiruneli, erişemeyecegi, sahip bundan başka büyüklük, şekil ve agır­
olamayacagı şeyler için, açlık, kıskanç­ lık gibi özellikleri de vardır. Epiküros,
lık duymamalıdır. Bütün bu duygular atomlann büyüklük ve şekil bakımın­
onu mutsuz kdar. Öyleyse, yapılması dan birbirlerinden farklı olabilmelerine
gereken şey, akla uygun olmayan duy- karşı çıkar, çünkü atomların farklı bü-
gular, tutkular karşısında, kişinin güçlü yüklük ve şekiliere sahip olabilmeleri,
olması, bagtmsızlıgını kazanmasıdır. onlan sonsuzca küçük ve algılanamaz
Bu bagunsızlıga giden yol ise, bilgelik- olan birimler olmaktan çıkarır.
ten geçer. İnsan kendisini bu olumsuz Bununla birlikte, Epiküros'a göre,
duygulardan kurtarabilirse, yani duygu- atomlar birbirlerinden agırlık bakımın­
suzluk haline ulaşabilirse, bilge insana dan farklılaşırlar. O, atomlann boşluk­
özgü olan huzur ve mutluluga kavuşa­ ta aşagtya dogru düşmeleri ve yukarı­
bilir. Zira, yalruzca bilge insan rolünün ya dogru yükselmeye direnç göster-
ne oldugunu bilebilir. melerinin, ancak agırlık özelligiyle açık-
Epiküros 305

lanabilecegini savurunuştur. Başka bir sonuru olarak ortaya çıkar. Buna göre,
deyişle, agırlıgı olmayan bir cisim hare- atomlann belli bir andaki konumlan,
ket etmeyeceginden, evrendeki degiş­ hızlan ve onlann hangi yönde hareket
me ve bileşik cisimlerin hareket ebne ol- ettigi bilinirse, gelecekte neierin olacagı
gusunu açıklayabilmek için, Epiküros'a tam bir kesinlik ve dakiktikle bilinebilir.
göre, agırlıgı atomlann başka bir zo- Epiküros ise, bu görüşe karşı, atomla-
runlu özelligi olarak kabul etmek gerek- rın yalnızca aşagıya dogru hareket etti-
mektedir. gini degil, fakat aynı zamanda normal
Buradan da anlaşılacagı gibi, Epikü- yollanndan küçük bir sapma göstererek
ros'un metafiziginin atomlar ve boşluk­ hareket ettigini söyler. Böyle bir sapma
tan sonraki üçüncü temel kategorisi, ha- ortaya çıktıgı zaman ise, tüm atomlann
reket ya da degişmedir. Atomlar her yönleri degişir ve dolayısıyla her şey
zaman aşagıya dogru hareket etmiştir belirlenmiş olamaz. Bununla birlikte,
ve gelecekte de aşagıya dogru hareket sapmanın bir nedeni yoktur, bundan do-
edecektir. Bununla birlikte, Epiküros'un layı gelecekteki olayların seyri önceden
atomların hareketine ilişkin açıklaması, bilin em ez.
atomcu görüşün kurucusu olan Demok- Şu halde, Epiküros'un evren görüşün­
ritos'un açıklamasından farklılık göste- de raslantıya da yer vardır. O, evrenin
rir. Bunun da nedeni, Hellenistik felsefe- mutlak anlamda belirlenmiş bir evren
de pratik felsefenin, diri kaygılann ve olmadıgını öne sünnekle birlikte, evren-
ahiakın ön plana çıkmasıdır. Epiküros, deki herşeyin maddi bir yapıda oldugu
insanda irade ve seçme özgürlügüne konusunda Demokritos'la uyuşur. Buna
açık kapı bırakmak için, Demokritos'un göre, ruh ve Tanrı da dahil olmak üzere,
mutlak anJamda determinist bir evren evrendeki herşey maddi bir yapıdadır.
görüşünden belli ölçüler içinde uzak Cisimler gibi ruhlar ya da zihinler de,
dunn uştur. madd[ nesnelerden başka hiçbir şey de-
Demokritos'un görüşünde, atomlar gildir. Zihin cisimden, ruh atom u adı
boşlukta yukarıdan aşagıya dogru verilen özel bir türden atomlardan mey-
farklı hızla hareket eder. Atomların hız­ dana gelmiş olması balamından farklı­
lanndaki farklılık ise, onların farklı agır­ lık gösterir. Ruh atomlan maddi cisimle-
Iıkiara sahip olmalanndan kaynaklarur. ri oluşturan sıradan atomlardan, daha
Atomlar boşlukta farklı luzlarla hareket ince ve küresel olmak bakımından farklı
ettiklerinden, birbirleriyle çarpışır. Bu olan atomlardır. Epiküros'un görüşün­
çarpışmalar ise, tıpkı bilardo toplannın de, düşünce türünden zihinsel olaylar
birbirleriyle çarpışmalarına benzer. Bu da ruh atomlannın çarpışmalanyla
çarpışmalar sonucunda atomlar birbir- açıklanır.
lerinin yönlerini degiştirirler. Her çar- Atomlann bir çarpışması duyu orgaru-
pışma evrende yeni bir düzenlemeye ve nı harekete geçirdigi zaman, bu durum
yeni bileşik cisimlerin doguşuna yol ruh atomlarını hareket ettirir ve düşün­
açar. Evrende duyularımız aracılı~yla ce bu durumun sonucunda ortaya çıkar.
tecrübe ettigirniz tüm degişme ve olu- Epiküros'a göre, canlı bir varlık ile can-
şumlar atomların söz konusu çarpışma­ sız bir cisim arasındaki tek farklılık can-
lannın ve bu çarpışmalara gösterilen sız varlıklarda ruh atomlannın bulun-
zindrleme tepkilerin sonucunda ortaya madıgı yerde, canlı varlıklann ruh
çıkar. atomlanna sahip olmasıdır. Canlı bir
Demokritos'un evren görüşü, mutlak varlık, bir insan öldügü zaman, ruh
anlamda determinist bir evren görüşü­ atornlan, atomların söz konusu caniıyı
dür. Başka bir deyişle, onun görüşüne meydana geliren düzeninden aynlıp
göre, evrenin belli bir andaki hali evre- gider ve geride yalnızca cisimsel atom-
nin bundan bir önceki halinin zorunlu lar kalır.
306 Epikürosçu Okul

Epikürosçu Okul [İng. Epicureaıı Sclıool; karşılayabilecek olan insandır.


Bu ihti-
Fr. Ecole d'Epicur]. Hellenistik felsefenin yaçlan karşılandıgı zaman, onun ruh
en önemli düşünürlerinden biri olan hali dengededir. Böyle biri ruhsal sü-
Epiküros tarafından M. S. 306 yılında kCınete ulaşmışhr. Bilge insanın ekmek
Atina'da kurulmuş felsefe okulu. ve sudan oluşan ögünü, ona bir ahçının
Bilgi teroisi bakımından duyumcu, var- çok lezzetli yemeklerinden daha çok
lık görüşü bakımından da atomcu ya da mutluluk verir. Zira bilge insan, yalnız­
maddeci bir bakış açısı benimsemiş ca az tüketmeyi degil, daha önemlisi, az
olan Epikürosçu okul, ahl~k konusunda şeyle yetinmeyi ögreruniştir. Şu halde,
ise hazcı bir görüş geliştirmiştir. Başka insan dogasının aradıgı en yüksek haz,
bir deyişle, Hellenistik dönemin diger ruhsal denge, ruhsal sükünettir. Bu h~le
okulları gibi, ahlakı ön plana çıkartmış ise, Epikürosçuluga göre, korkulardan
Epikürosçu görüş ya da Okula göre, ve aalardan kurtuldugumuz, hazlar
insan yaşamının amacı mutluluk olup, arasında önem derecelerine göre bir ön-
mutlu bir yaşamın başlangıcı da sonu celik sırası belirledigirniz ve merak ile
da hazdır. ögrerune isteklerimizi tatmin etmeye ça-
Muth.dugu hazza eşitleyen Epiküros- hşogırruz zaman ulaşırız. Demek ki,
çuluga göre, haz herşeyden önce acının önemli olan anlamak. ögrenmek ve bil-
yokluguyla belirlenir; öte yandan, tüm mektir, yani insanın ruhsal ihtiyaçlarını
hazlar aynı degerde de~ldir. Epiküros, karşılamasıdır.
hazları doguran üç tür arzu bulundugu- episteme. 1 İlkçag Yunan felsefesinde,
nu söyler. Bazı arzular, yiyecek ve içe- sanı, kanaat ya da inanç anlamına gelen
cek örneginde oldugu gibi, hem dogal doksadan farklı olarak, dogru bilgi, bi-
ve hem de zorunludur, buna karşın, di- limsel ya da sistematik bilgi, ilk ilkeler-
gerleri, bazı .cinsel arzularda oldugu den hareketle kanıtlanabilir olan zaruri
s.ibi, dogaldJI ancak zorunlu degildir. bilgi için kullanılan terim. Episteme ör-
Uçüncü türden arzular ise, zenginlik ya negin tPlaton'da, empirik bilgiden fark-
da lüks istegi gibi, ne dogal ne de zo- lı olarak, kendi içinde diskürsif bilgiyle
runlu olan hazlardır. Bunlar bedensel (dianonia) İdealara ilişkin dogrudan
haziara yol açarlar. Epiküros, bedensel kavrayışı (nous) içeren, deneyimden ba-
keyifleri küçümsemernek ya da yok say- gunsız, dogru, ezeli-ebedi ve zorunlu a
mamakla birlikte, bu türden haziara priori bilgiye karşılık gelir.
düşkün_lük göstermenin dogal ve dogru 2 Episteme ayrıca Michel tFoucault ta-
olmadıgını ve kişiyi mutsuzluk ve rafından oldukça farklı bir anlamla, be-
acıya götürecegini savunur. lirli bir toplumsal ve entellektüel ortam
Bedensel hazlar, ona göre, hiçbir ya da baglarnda düşünülebilecek veya
zaman tam olarak tatmin edilemez; be- söylenebilecek olanı belirleyen tarihsel
densel hazların peşinde koşan insanlar, düşünce yapılan için kullanılmıştır.
bu yüzden hep doywnsuz kalır ve sü- Diger bir deyişle, bir episteme zamana
rekli olarak aa çekerler. Buna göre, bir ve kültüre baglı olan bir söylem çerçeve-
insan hep daha çok şey isterse, böyle si meydana getirir. Foucault'ya göre, bu
biri halihazırdaki durumundan hoşnut­ baglarnda Rönesans döneminde episteme
suzluk duyup, huzursuz olur. İnsanı berızerlik arayışından oluşuyordu. On-
mutlu kılan, makıli ve sade alışkanlık­ yedinci yüzyılda ise, aranan şey farklı­
lardır, peşinden koşacagımız ve sakı­ lık ve karşıtlıklar olmuştur. Foucault
nacagımız şeyleri ölçebilen akıldır. daha sonra evrim teorisirun h~kim epis-
Öyleyse, Epikürosçulukta, temel erdem teme haline geldigini söyler. Modem
bilgeliktir, çünkü bilge insan, kendi do- epistenıe ise, bir insani özne kavramının
gasının ihtiyaç duydu~ en azı belirle- ve insan bilimlerinin doguşuna yol aç-
yebilecek ve bu ihtiyaçlan kolaylıkla mıştır.
epistemolojik 307

epistemik genellik [İng. epistenıic pııbli­ iki farklı yorumu oldu~unugörüyoruz.


city ]. İçrekli~e, yani kişiye özgü olup, İnsan varlı~ının, bilen öznenin bilgi sü-
başkalarına aktarılamayan bilgiye kar- recinde, yalnızca kendi öznel duyu-
şıt olarak, genel ve herkese açık olan, verilerini bilebilece~ini, kendi zihninin,
yani aktarılabilen, paylaşılabilen, test kendi içkin küresinin dışına çıkamaya­
edilebilen, birçok insan tarafından do~­ ca~ını kabul eden yaklaşım olan içkiıı
rulanabilen bilginin, birçok insan tara- epistemolojik idealizmle, bilen öznenin
fından do~rudan ve aracısız olarak bili- bilme faaliyetinde, kendi içkin küresinin
nen nesnelere ilişkin bilginin özelli~i. ötesine geçip, nesnenin bizzat kendisine
epistemoloji [İng. f!Pistemology; Fr. epis- ulaşabilece~ini savunan içkin epistemolo-
temologie; Al. ıuissenschaftslehre ]. Felsefe- jik realizm, bilginin sınırlarıyla ilgili
nin, bilişsel süreçlerin oluşumlarından problemin birinci yorumu içinde kalır.
ziyade, bilgiyi genel olarak ele alan, bil- Buna karşın, problemin, gerçekten va-
giyle ilgili problemleri araştıran, bilgi- rolan nesnelerin bilginin kendilerine
nin kayna~ıru, do~asını, do~rulu~unu, nüfuz edebilece~i nesneler olup olınadı­
sınırlarını inceleyen dalı. tı ya da bilginin yalnızca düşüncenin
Epistemolojinin kapsanu içinde kalan gerçekte varolmayan konstrüksiyonla-
klasik problemler dört temel başlık al- rıyla ilgili olup olamayaca~ı konusu
hnda toplanabilir: IBilginin imkanı prob- üzerinde duran ikjnci yorwnunda ise,
lemi. Bu problem içinde, bilginin hiçbir gerçekten varolan nesnelerin bilginin
şekilde mümkün olmadı~ını savunan kendilerine nüfuz ederneyeceği ya da
kuşkucu yaklaşım ile bilginin kesinlik- ulaşamayaca~ı nesneler oldu~unu ve
le olanaklı oldu~unu savunan yakla- bilginin yalnızca fenomenlerle, düşün­
şım yer alır. cenin kendi konstrüksiyonlanyla ilgili
2 Bilginin dogrutugu problemi. Bilginin oldu~unu savunan yaklaşıma transen-
do~rulu~unun, düşünce ya da öner- dentat epistemolojik idealizm, buna karşın
mey)e gerçeklik arasındaki bir tekabüli- bilgirün gerçekten varolan nesnelere,
yetten oluştu~unu savunan do~ruluk gerçekli~in kendisine ulaşabi!ece~ini sa-
anlayışı; bilginin do~rulu~unun dü- vunan yaklaşıma ise, epistemolojik reıı­
şünceler ya da bilgiler arasındaki tutar- lizm adı verilir.
lılıktan oluştu~unu savunan dotruluk epistemolojik [İng. epistenıologic; Fr.
anlayışı; bilginin do~rulu~unun bilgi- epistemplogique]. 1 Bilgiye ilişkin, bilgi
nin apaçıklı~uıdan meydana geldi~ini teorisi ya da bilgi felsefesiyle ilgili olan;
savunan anlayış ve bilginin do~rulu~u­ 2 Olgunun, nesnenin, varlı~ın, dış dün-
nun yararlılı~ıyla, belli bir amaca hiz- yanın kendisiyle de~il de, varlı~ın bilgi-
met etmesiyle belirlendi~ini savunan sine dair olan; 3 varh~ın bilinme tarzı,
do~luk anlayışı bu çerçeve içinde de- dış dünyanın bilgisi, algısı üzerine olan
~erlendirilir. için kullanılan sıfat.
3 Bilginin kaytıafı problemi. Bilginin Bu ba~lamda, bilinen ya da tecrübe
kayna~ında yalruzca aklın bulundu~u­ edilen, duyumlanan, algılanan, kavra-
nu savunan, yetkin bilgi öme~i olarak nan nesne ya da şeye; bilgiden bat:Jmsız
matemati~i gören takılcılıkla, bilginin olarak varolan gerçek ve ontolojik nes-
kaynagtnda yalnızca algının, deneyi- neye karşıt olarak, ister dogru, ister ya-
min bulundu~unu savunan ve bilgi ör- ıulhcı olsun, her tür bilgiye konu olan
ne~i olarak da do~a bilimlerini gören nesneye epistemolojik nesne adı verilir.
tempirizm, bu çerçeve içinde de~erlen­ Yine, insan bilgisinin bilen insan ziluıi­
dirilmek durumunda olan temel görüş­ ne, insan vücudunun ve duyu organları­
lerdir. nın içinde bulundu~u koşullara göreli
Öte yandan, 4 bilginin sınırlan problemi. oldu~unu, ba~lı bulundu~u öne sü-
söz konusu oldu~unda, bu problemin ren anlayışa, bilen insan zihninden ba-
308 epistemolojik engel

~ıınsız gerçekliklerin nesnel bilgisi diye epistemolojik engelterin en önemli kay-


bir şeyin söz konusu olmadıgını öne nagı sagduyudur. Epistemolojik engel,
süren ve çogunluk öznelci bir bilgi teo- düşünceyi statikleştirerek degişmeyi
riyle birleşen görüşe epistemolojik göreci- ve yeniligi önler.
lik denmektedir. Onun epistemolojik engel kavranunı
Öte yandan, bilgide insan zihninden kendisiyle dengeledigi kavram, episte-
bagımsız bir gerçekligin varoluşunu molojik hareket ya da edimdir. Buna
yadsıyan, nesnelerin varoluşunu onla- göre, epistemolojik engel ya da engelle-
rm insan tarafından algılaıunalanna ya rin, eski düşüncelerin, köhnemiş dü-
da bilimnelerine indirgeyen gö~ş; nes- şünce kalıplarının e-tkisi yoluyla bilim-
nenin, bir özne olmadan varolamayaca- sel gelişmenin önüne geçtigi yerde,
gını savunan felsefi akım ise epistemolo- epistemolojik engelleri ortadan kaldır­
jik idealizm olarak bilinir. ma teşebbüsleri olarak epistemolojik
Zihnin kendisi, zihin halleri ve içerikle- edimler, bilim adamının dehasuun, bi-
ri dışında, hiçbir şeyin bilinemeyecegi- limsel gelişmenin seyrine beklenmedik
ni, bilgi sürecinde insanın kendi zihnini, şekilde ivme kazandıran, atılım ya da
içkin küresini aşamayacagmı, zihne sıçraınalannı ifade eder.
ilişkin bilginin, başka herhangi bir şeye epistemolojik kopma [İng. epistemological
ilişkin bilginin kuruluşu ya da ortaya break; Fr. coupure epistimologique]. Çag-
çıkışı için tek kaynak oldugunu, her tür daş Fransız bilim tarihçisi ve filozofu
bilginin bir zihin içerigi olarak varoldu- Bachelard'm, bilimsel bilginin sagduyu-
gunu ve nesnenin bir özne olmadan va- dan ayrıhşıyla, farklı bilimsel kavram-
rolamayacagını savunan akım olarak sallaştırmalara karşılık gelen bilimsel
epistemolojik idealizm, zihin dışı tüm teorilerin mukayese edilemezligini dile
varlıkların yalnızca noetik nesneler ol- getirmek için kullandıgı teriın. Bache-
duklannı, bir zihin tarafından algılan­ lard, bilimsel bilginin, ayn bir bilişsel
ınış ya da düşünülmüş olma ilişkisi alan meydana getiren bilimin sagduyu
dışında hiçbir varoluşları olmadıgmı düzeyinden aynhp, yeni bir düzeyde
öne sürer. ortaya ÇLktıguu ve hatta sagduyunun
epistemolojik engel [İng. epistemologic tecrübe ve inançlanyla çeliştigini söy-
obstacle; Fr. obstacle 4Jistenıologique ]. Çag- ler. Başka bir deyişle, bilim sagduyu-
daş Fransız filozofu tBachelard'm epis- dan ya da gündelik deneyden, onun
temolojik kopma tezinin temeline yer- nesnelerini, onların gündelik deneyde
leştirdigi ve epistemolojik kopmayı görülemeyen özellik ve ilişkilerini açıga
engelleyen ögelere işaret etmek amacıy­ çıkaran yeni kategoriler içine yerleştir­
la kullandıgı terim. mek suretiyle kopar.
Bachelard'a göre, epistemolojik engel, Epistemolojik kopma, ikinci olarak, iki
bir teoriden digerine geçişi, ilerlemeyi bilimsel teori ya da bilimsel teorileştir­
engelleyen bilimsel bir kavram, görüş me arasında ortaya çıkar. Bachelard'ın
ya da yöntemdir. O, epistemolojik en- bu konuda verdigi örneklerin başında
gellerin geçmiş ya da daha önceki dü- göreiilikle kuantum teorileri gelmekte-
şünce tarzlarmm, araştırma ya da ge- dir. Ona göre, epistemolojik bir kopma-
lişmenin yolunu tıkayan kalantılan ya yol açan teoriler, yalnızca yeni doga
oldugunu söyler. Örnegin, Aristotelesçi kavrayışlannın doguşuna degil, fakat
bilimin atomcu teorilerin onsekizinci kökten bir biçimde farklılık gösteren
yüzyıldaki gelişmesinin önünde, ilkel yeni bilimsel yöntem anlayışlarının or-
sagduyunun canhahguun da mekanist taya çıkışına işaret eder. Şu halde, bi-
fizigin ortaya çıkışmda bir engel oluş­ limsel kopma ya da kopuş, bilimsel bil-
turdugunu öne süren Bachelard'a göre, ginin sagduyunun inanç ve tecrübe-
epistemoloji olaralt metafizik 309

lerinden ayrılması, ve iki farklıkavram- ınında, sentetikiirler. Buna ek olarak,


saliaştırma ya da algılama tarzı dogdu- metafiziksel ilkeler 3 matematiksel olma-
gu zaman söz konusu olur. yan ilkelerdir. Kant, tLeibniz ve lojisist-
epistemoloji olarak metafizik [ing. ıııe­ lerin tersine, ınateınatigin önermeleri-
~aplıysics as epistemology; Fr. nıetaphysique nin, matematiksel aksiyoın ve teorem-
conıme episteıııologie). Alınan filozofu lerin sentetik a prioı·i önermeler oldukla-
tKant'ın varlıgı varlık olmak bakmun- rını düşünür. Bununla birlikte, o, tıpkı
dan degil de, bilinebilir olınak, insan bil- Aristoteles'in yaptıgı gibi, metafiziksel
gisinin nesnesi olmak bakunından ele önermeleri, ınatematigin önermelerin-
alan metafizik anlayışına verilen ad. den ayırmak ister. Bundan dolayı, Kant-
t Aristoteles'ten önce ya da sonra gelen 'a göre, metafizigin temel görevi, a) ma-
birçok büyük düşünür, onun 'insan var- tematiksel sentetik a priori önermelerle
lıgının, varlıgın bizzat kendisine nüfuz matematiksel alınayan sentetik a priori
edebilecegi' kabülünü paylaşınakla bir- önermelen ortaya çıkararak, bunları bir-
likte, zaman zaman varlıkla düşünce ya birlerinden ayırmak ve b) bilgi için kaçı­
da algı arasındaki ilişkinin oldukça nılmaz olan sentetik a priori önermelerin
problemli olan bir ilişki oldugu düşü­ zorunlulugunu göstermektir.
nülınüştür. Gerçekten de, varlıkla dü- İşte, Aristoteles'te söz konusu olan 'on-
şünce arasındaki bu ilişkinin degasının toloji olarak metafizik'i epistemoloji ola-
ne oldugu problemi. epistemolojinin rak metafizige dönüştüren yaklaşım,
ontolojinin önüne geçtigi modern felse- Kant'ın sentetik a priori önermelerle ilgi-
fenin en önemli problemlerinden biri li bu yaklaşıınıdır. Kant bu çerçeve için-
haline gelmiştir. İşte Kant, söz konusu de, A 'sezginin nesnelerin dogasına uy-
problemi çözme girişiminin bir parçası ması durumunda, insanın nesne hak-
olarak, varlık olmak bak.ımmdan varlık kında apriori bir bilgiye sahip oluşu ol-
üzerine olan dogruları degil de, bilinen gusunun açıklanamayacagını, bu açık­
ya da bilinebilir olmak bakunından var- lamanın ancak ve ancak duyurnun nes-
lık hakkındaki mutlak dogrulan ortaya nesinin insandaki sezgi yetisine uydugu
koyacak yeni bir metafizik anlayışına kabul edildigi takdirde olanaklı' oldu-
ulaşmıştır. gunu iddia eder.
Kant, metafizigin ilkelerinin tüm bilim- Yine, B 'insan, bilgide, söz konusu sez-
ler için ortak oldugu ve onların özel bi- giler bilgi düzeyine yükselrnek duru-
limlerin ilkelerinden özü itibariyle farklı munda oldugundan, sezgilerle yetine-
oldugu konusunda, Aristoteles'le aynı meyecegi, fakat onları, tasanınların
fikri paylaşır. Ona göre, metafizigin il- nesnesi olan bir şeye baglamak duru-
keleri, 1 her tür deneyimden ve hatta munda oldugu için, burada da iki alter-
duyulann izlenimlerinden bile bagımsız natif söz konusu olur: Ya kendilerivle
olma anlamındaa prioridiı:. Kant, neden- nesneleri belirledigirniz kavramlar nes-
sellik kavramının herhangi bir duyu- nelere uyacaktır (ki bu durumda da, in-
izlenimini betimlemedigi konusunda, sanın a priori bir bilgiye sahip olabilme-
tHuıne'la uyuşur. Buna göre, bir duyu- si hususu açıklanamaz) ya da nesne-
izlenimini betimleyen hiçbir önerme lerin kavramlarımıza uydukları kabul
mantıksal olarak nedensellik ilkesini ge- edilecektir.'
rektirmez. Nedensellik ilkesi, bu bag- A Kant'ın matematik felsefesinin temel
lamda a prioridir. tezini meydana getirir. Buna göre, geo-
2 Metafiziksel önermeler, çelişmezlik metri ve aritmetigin aksiyomlanrun sen-
yasasının ya da manbk yasalannın söz tetik a priori karakteri, bu aksiyomların, ·
konusu ilkelerin dogrulugunu beJirie- algıların, duyumsal içerigini degil de,
mek bakımından yeterli olmaması anla- fonnel yapısını betimledigi teziyle
310 epokhe

açıklanır. Kant, bu yapıyı, Euklidesçi kategorilerin nesnellik kazandırma işle­


mekana ve Newtoncu zamana ilişkin saf vini ifade eden metafiziksel ilkeleri de
sezgiyle özdeşleştirir. B ise, A ile birlik- ortaya koydugunu savunmuştur. Ona
te, Kant'ın bilinen ya da bilinebilir olmak göre, bu metafiziksel ilkeler, tıpkı Euk-
bakımından varhgın temel algısal ve leides geometrisiyle aritmetigin aksi-
kavramsal yapısının bilimi olarak, epis- yomlarırun nesnel deneyin cı priori algı­
temolojik metafizik anlayışwn temel sal, mekansal ve zamansal yapısım
düşüncesini meydana getirir. belirlemesi gibi, nesnel deneyimin kav-
Buna göre, Kant'ın deyişiyle 'izleniın­ ramsal yapısını belirler. Matematiksel
ier çoklugu'na kavramları uygulamak, önermelerle, matematiksel olmayan sen-
onu kavramların oluşturdugu çerçeve tetik a priori önermeler, böylelikle bili-
içine oturtmak ya bu çoklugu betimle- nen ya da bilinebilir bir şey olarak varh-
mek ya da onu yorumlamak ve düzenle- gm formel yapısını oluşturmaktadır.
mek anlamına gelir. izienimler çoklugu- epokhe. Antik Yunan felsefesinde, kuş­
nu kavramsal bir çerçeve içine oturbnak, kucular tarafından savunulan, hiçbir ko-
izlenimleri nesneler şeklinde düzenle- nuda nihai ve kesin bir yargı beyan et-
mek olduguna göre, kavramlar nesnele- meyip, bir yandan araştırmaya devam
re degil de, nesneler kavrarnlara uymak ederken, bir yandan da yargıyı askıya
durumundadır. İnsan zihninin kendile- alma, hüküm vermeme tavrı.
rini kullanarak izienimler çoklugunu Epokhe, daha genel olarak da, insan var-
nesneler şeklinde düzenledigi bu kav- lıgtnın görünüşlerin ötesine geçerek,
rarnlara Kant a priori kavramlar adını gerçekligin kendisine ulaşamayacagıru
verir. Bu kavramiann kullanılması, basit öne sürmek suretiyle, ruh dinginli~ne
izienimler çoklugunu nesneler haline ve kesinlige ulaşmak amacının bir par-
getirir, salt öznel olan bir deneyimi, nes- çası olarak, bilgiyi bütünüyle reddebne
nel bir tecrübeye dönüştürür. tavrını ifade eder.
O, bu cı priori kavramlann, kendisinin Erasmus, Diderius. 1466-1536 yıllan ara-
kategoriler adım verdigi on iki temel sında yaşamış olan, Kuzey Avrupa Rö-
kavramdan türetilebildigini savunur. nesansının önemli ustası ve klasik ede-
Her kategori, izienimler çokluguna uy- biyat araştırmacısı, hümanist bilgin ve
gulandıgı zaman öznel bir tecrübeyi ilahiyatçı.
nesnel bir deneyim haline getiren a pri- Dogmatik bir skolastisizme karşı cep-
ori bir kavramdır. Buna göre, dogru bir he alan ve Hristiyanlıgı, yalnızca bir
metafiziksel önerme ileri sürmek mate- kurtuluş dini olarak degil de, insan ak-
matiksel olmayan, sentetik a priori bir lına güven duymaya dayanan bir gönül
önerme ileri sürmektir ve bir kategori- dini olarak görmek isteyen Erasmus, bir
nin öznel bir tecrübeye uygulanabilir yandan Reformcuların dogmatik teoloji-
oldugunu iddia etmek ise, onun öznel sine karşı çıkarken, bir yandan da eser-
izienimler çoklugunun nesnel bir şey leriyle, zihinleri Reformasyon'un dü-
olabilmesi için gerek ve yeter bir koşul şüncelerine hazırlamıştır.
oldugunu belirtrnekten başka bir şey Erastusçuluk. Laik otoritenin kilise kar-
degildir. şısında her konuda üstünlügü ve önce-
Bu baglamda, dogru bir metafiziksel ligi oldugu inancı. Vatandaşları aynı
ilke, yani sentetik a priori bir önerme, dine bagh toplumlarda, dini ya da dün-
onun yalıuzca öznel bir tecrübe olanın yevi tüm suçlan cezalandırma hakkı ve
nesnel bir deneyime dönüştürülmesi görevinin devlette olması gerektigi tezi.
için zorunlu bir koşul oldugunu belirt- erdem [Os. fazilet; İng. virtue; Fr. ver tu; Al.
mek suretiyle haklı k~lınabilir. Kant, eigrnschaft, vennögen]. Ahlaki bakımdan
yalnızca kategorilerin· tüketici bir listesi- her zaman ve sürekli olarak iyi olma
ni yapınakla yetimneyip, söz konusu egilimi, iyi ve dogru eylemlerde bulun-
erdem ahlaka 311

maya yatkın olma durumu. İnsan varh- dianoetik ya da entellektüel erdeınler


~ına en zengin, en gerekli ve dolgun en yüksek erdemlerdir, çünkü, 1 insa-
anlanunı veren ahlaki niteliklerin topla- ıun en yüksek yetisi olan akla ve aklın
mı. İnsan iradesinin gerekti~i takdirde da en yüksek faaliyeti olan tefekkür ya
büyük özverilerde bulunmak ve ciddi da kuramsal temaşaya dayamrlar.
engelleri aşmak pahasına, ahlaki iyili~i 2 Yine, bu tür bir etkinlik, herhangi bir
amaçlama, iyilik u~runa hareket etme bedensel faaliyetten çok daha uzun
gücü. sürer. 3 Öte yandan, filozof, kendisine
Erdem terimini felsefeye sokan, her en fazla yeten kişidir. Dolayısıyla, onun
varlı~ın kendine özgü fonksiyonWlu en entellektüel faaliyeti ve erdemleri her-
iyi bir biçimde yerine getirme anlamına şeyden önce gelir. Ve nihayet, 4 bu tür
gelen YWlanca arete sözcü~ünü insan ve etkinlik ve erdemler, başka bir amaç
insanın etkinlikleri için kullanan tsok- için de~il, biz..at1hi kendileri için istenir-
rates olmuştur. Bu ba~lamda Sokrates'e ler.
göre, erdem insana kendisine özgü ve tModern felsefede de, erdem, İlkça~
uygun olam gerçekleştirme ve kendisi- felsefesinin meydana getirditJ söz ko-
ni gerçekleştirme imkim veren yetkin- nusu genel çerçeve içinde, insani bir
liktir. Sokrates'in ö~rencisi tPlaton da, özellik, insana özgü yetkinlik olarak an-
ruhu üç parçaya böldükten sonra, erde- laşılmıştır. Orne~in, tSpinoza'ya göre,
mi, her bir parçamn kendi işlevini en insanla ilgili bir nitelik olarak erdem,
iyi bir biçimde yerine getinnesi haline salt insanın kendi do~asına özgü yasa-
eşitlemiştir. Oç parçanın ayn ayn er- larla aniaşılıp bilinebilecek birtakım
demleri bilgelik, cesaret ve ölçülülük şeyleri hayata geçirme gücüne sahip in-
olup, bunlar gerçekleştikten sonra, üç samn özü ya da do~asıdır. Erdem
parçadan meydana gelen bütünün ahlAkına karşıt bir tödev ahlakının sa-
ahenk içinde olması hali de, adalet er- vunucusu olan tKant ise, erdemi insa-
deınine tekabül eder. Söz konusu dört nın içinde buiWlabilece~i her tür ahlaki
erdem, Yunan kültürünün laırdinal e:r- durum, çeşitli ahlaki durumlar içinde
demleri olarak bilinir. mücadele veren ahlaki niyet olarak ta-
Erdem ahlakının düşünce tarihindeki mmlamışhr.
en önemli temsilcisi olan t Aristoteles ise, erdem ahlikı [İng. virtue ethics; Fr. ethique
erdemleri ahlaki ve dianoetik erdemler de la vertu]. Erdem kavramının, iyi ka-
olarak ikiye ayımuşbr. Bunlardan ada- rakterin merkezi bir rol oynadı~ı ahlak
let, cesaret, ölçülülük, cömertlik, dostluk anlayışı ya da görüşü.
gibi ahlıiki erdemter iki aşırı uç arasındaki İnsana özgü yetkinlik. ahlaki bakım­
do~ru ortayı bulmaktan meydana gelen dan iyi olan bir karakteri şekillendiren
erdemlerdir. Buna karşın, bilgelik ben- ahlaki nitelik olarak erdem kavramııu
zeri diarıottik. e:rdenıler entellektüel faaliye- temele alan erdem eti~i ya da ahlakı,
te ba~lı olan ve şeylerin niçin olduklan ahlaki kural ya da yasaları temele alan,_
gibi olduklannı anlamak ve keşfetmekle ödeve dayalı ahlak teorilerinin tam kar-
belirlenen erdemlerdir. şıtı olan bir ahlak anlayışıdır. Felsefe-
Bu erdemler, teorik bilgelik ya da sop- de en azından tAristoteles'ten beri va-
hia ile belirlenen erdemler olup, konu rolan söz konusu karşıtlı~uı adı; ahlak
olarak en yüksek nesnelere yönelmiş­ felsefesinde 1970'lerden itibaren kon-
lerdir. Metafizi~in konularını ele alan, muştur. Bu tarihten başlayarak. ;ahlak
do~a bilimleri ve matematikle u~raş­ terimi ödevi, niyeti, ahlak yasasinı te-
manın sonucu olan bu erdemler, Aris- mele alan ahlak anlayışları için kullam-
toteles'e göre, ahlaki erdemlerden daha lırken, erdemi ve ahlaki bakımdan Ayi
üstündürler, çünkü gerçek mutlulu~ olan karakteri temele alan ahlAk teorile-
meydana getirirler. Başka bir deyişle, ri için etik terimi kullamlmaya başlan-
312 ereksel nedenler öğretisi

mıştır. Erdem ahlakının en önemli tem- ca en uç noktalara kadar taşınmıştır.


silcisi Aristoteles, buna karşıt ödevci Bu çerçeve içinde, Sofistlerin, daha iyi
ahl~k anlayışının en önemli temsilcisi olanın kötü, daha kötü olanın iyi görün-
de tKant'tır. mesini, kötünün iyi ve yanJışın dogt-u
ereksel nedenler ögretisi [İng. doctrine of karşısında baskın çıkmasını saglayacak
.final causes; Fr. doctrine des caı.ses finales]. türden akılyürühne ya da tarhşma tek-
t Aristoteles ve tLeibniz tarafından sa- niklerine mantık tarihinde eristik diya-
vunulan, dünyadaki şeylerin ve olayla- lektik adı verilmiştir.
rın en iyi bir biçimde, ancak kendisine erkekmerkezcilik [İng. androcentrism; Fr.
yönelinen bir amaç, erek ya da ereksel androcentrisme]. Erkekmerkezli, erkegi
nedene başvurmak suretiyle açıklana­ temele alan, erkegin ilgilerini, çıkarlan­
bilecegi görüşü .. nı ve bakış açısım ön plana çıkartan
Erigena, Johannes Scottus. Düşünce ve anlayış, felsefe.
eserleriyle Yunan felsefesini ve Yeni Erkekmerkezcilik terimi, özellikle gü-
Platoncu felsefeyi Hristiyan inanoyla nümüzde öne çıkan feminist felsefede
bagdaştırmaya çahşmı' olan Ortaçag önem kazanmıştır. Nitekim, Doeuff,
düşünürü. İrigaray ve Kristeva gibi feminist düşü­
Erigena, temel eseri olan 'Doganın Bö- nürler modern Batı'mn felsefe ve bili-
liirııleri üzerine' adlı eseriyle varolanlan, minin eril bir felsefe, erkekmerkezci bir
ı Yaratan ve yaratılmamış olan (yani, bilim olarak tammlarlar. Kadını erke-
varolan herşeyin kaynagı olarak Tanrı), gin yoklugu ya da eksik ve aşagı öteki-
2 Yaratılmış ve yaratan (yani, tanrısal si olarak, erkege göre tarumlayan söz
ideler), 3 Yaratmayan ve yaratılmış konusu feminist filozoflardan Le Doe-
olan (yani, Tanrı dışındaki tüm varlık­ uff'e göre, ömegin, Bacon'un modem
lar), 4 yaratmayan ve yarahlmamış olan bilim projesi amir bilim ve kadınsı
diye sınıflamıştır. Birinci ve dördüncü doga arasındaki ilişki yoluyla tammla-
özellikler ve varlıklar, başlangıç ve son mr.
olarak Tanrı'da toplanmış iken, üçün- eros. ı Yunan mitolojisinde, aşk tannsı.
cüsü yaratılmış varlıklann varoluş biçi- 2 İlk kaostan dogan yaratıc tannlardan
mini yansıtır. Yaratıkların Tanrı'ya dö- ve dünyanın temel ögelerinden birine,
nüşü, Erigena'ya göre, gün§ıh işlemek­ tSokrates ve tPlaton'da, ne tann ne de
ten kaçmak ve kurtuhnakl.a ve ölümden insan olup, tannlarla insan arasında bu-
sonraki düJ'!yaya girişi~ başlar. lunan, aradaki mekanı doldurup, bütü-
eristik [Yun. eristike; Ing. eristic; Fr. nü kendisinde birleştiren ve insanların
eristique; Al. eristik). Tartışmayı, belli onun sayesinde bir tür tannsallıktan ve
bir konuda dogru sonuçlara veya bilgi- ölümsüzlükten pay aldıklan yaratıcı
ye ulaşmanın aracı olarak degil de, güce verilen ad.
kendi içinde bir amaç olarak gören ar- 3 Yunan felsefesinde, eros aynı zaman-
güman; karutlama biçimi ve özel tartış­ da, güzellige duyulan aşk; duyumsal
ma teknikleriyle, tartışmak için tartış­ ve cinsel cazibe; fiziksel aşk için kulla-
ma amacı güden düşünce alış verişi; mlmıştır.
kurnazlıga dayanan ustalıklı, ama alda- erotetik [İng. erotetik; Fr. hoth~tique). So-
tıcı akılyürütme biçimi. ru yamt yoluyla tartışma anlamında
Söz konusu kanıtlamalarda, form ola- bazı diyalektik türleri için kullanılan,
rak diyalektik bir akılyürübne uygulan- sorularla, sorgulamayla, soru sorrnayla
makla birlikte, kullanılan dolaylı çürüt- ilgili olmayı dile getiren terim. Sorulara
me teknikleriyle, felsefi tartışmalar ilişkin mantıksal analizle, sorulardan
retorik egzersizlerine indirgenir. Safist- yararlanarak kanıt toplama ya da ötı"e­
ler tarah.ndan kullanılan eristik. daha tim yöntemiyle baglantıh olarak kulla-
sonra Megara Okuluna baglı filozoflar- mlan deyim.
esse est pereipi 313

esir [Ing. aitlıer; Fr. tllıer). İlkçag doga bili- de, varolmak yıı ıılgılarunış olmak ya
ıninde, toprak, hava, su ve ateşe ek ola- da algılayan bir kimse olmaktır. Berke-
rak var lıj!;ı kabul edilen beşinci ögeye, ley'in görüşüne göre, gerçeklik yalnızca
yaklaşık yüz yıl öncesine kadar, mekanı idelerden değil, fakat bu ideleri algıla­
doldurdugu varsayılan esnek madde ya yan tinsel var lıklardan meydana gelir.
da ortam. Berkeley'i dış dünyadaki varlıkların
Buna göre, 19. yüzyılın neredeyse varoluşunu insan zihnindeki idelere in-
sonlarına kadar, fizikçiler havanın ses dirgeıneye ve bu tür bir maddesizcilige
dalgalannı iletmesine benzer bir biçim- götüren en önemli adım, onun birincil
de, esirin de elektromanyetik dalgaları niteliklere ilişkin idelere farklı, ikincil
ilettigine inanmışlardı. Esirin agırlıgı niteliklere ilişkin idelere ise daha farklı
olmayan, saydam, sürtünmesiz, kimya- bir açıklama getirilmesine karşı çıkma­
sal ya da fiziksel olarak varlıgı saplana- sından oluşur. Berkeley, bundan sonra
mayan ve tüm maddeleri geçiren bir bir adun daha atarak, zihnimizdeki ide-
ortam oldugu kabul edilmekteydi. Mo- Iere karşılık gelen ve zihinlerimizden
dern fizikte, ışıgın ve maddenin yapısı bagımsız olarak varolan bir şey bulun-
daha iyi anlaşılınca, esir kavramının duğunu kabul etmek için hiçbir neden
yerini, mekanik bir ortama indirgene- bulurunadıgıru iddia eder. Buna göre, o
meyen maddi alan kavramı almıştır. tLocke'un birincil niteliklerle ikincil ni-
eskatoloji [İng. eschatology; Fr. eschatolo- telikler arasında yaptıgı ayınma karşı
gie; Al. esclıatologie]. Teolojinin, ölümü, çıkarak, birincil niteliklerin nesnenin
insanın ölümden soruaki yazgısıru, cen- kendisinde, buna karşın ikincil nitelik-
net ve cehennemi, tarihin son anıru ve lerin öznenin kendisinde var olmaları­
dünyanın sonunu konu alan dalı. İnsa­ nın söz konusu olmadıgını söyler.
nın akibetine, ölümden sonraki hayatına Locke renk, tat gibi ikincil nitelikler söz
ve dünyanın nihai akibetine ilişkin dini konusu nitelikleri algılayan kişinin du-
kuram. Örnegin, ilmi ahiret olarak bili- rumuna ya da içinde bulundugu koşul­
nen İsl!m eskatolojisi, insanlara ahirette lara baglı olarak degiştiği için, ikincil
olup bitenleri, ahirette geçen olaylan ög- niteliklerin bizde var oldugunu öne sür-
retir. müş, buna karşın şekil, kütle, hareket
esse. Varlıktan, varlık durumundan farldı ve yer kaplama gibi birincil niteliklerin,
olarak, var olma eylemi, bir özün aktif insandan bagımsız olarak şeylerin ken-
ifadesi için kullanılan Latince terim. dilerinde varoldugunu savurunuşhı.
esse est percipi. tBerkeley'in, şeyler ya Berkeley ise, i.lçindl nitelikler için söz
da nesneler için 'varolmanın algılaruruş konusu olan şeyin birincil nitelikler için
olmak' anlamına geldigini, nesne ya da de geçerli oldugunu belirtir; öme~n, al-
şeylerin yalnızca, onlan algılayan tinsel gılanan şekiller, biz onların çevresinde
varlıkların zihinlerinde basit idelerden hareket ettikçe degiştigi gibi, hareket
meydana gelen kompleksler olarak va- eden cisimlerin hızlarıyla ilgili yargıları­
rolduklannı öne süren idealist tezi. rruz da, hareket eden cisimlere olan
Berkeley"in söz konusu görüşünü an- uzaklıgımıza göre, degişir.
latmak için, yalnız başına tidealizm te- Öte yandan, Berkeley'e göre, bizim bi-
rimi, insan zihnindeki idelerden başka rinci! niteliklere, ömegin yer kaplama-
hiçbir şeyin varolmadıgını dile getirdi- ya, şekle, hareket ve sükilnete ilişkin
gi için, yanıltıcıdır. Zira, onun görüşün­ idelerirniz, tıpkı ikincil niteliklere, renk-
de, algı sürecinde algılanan idelere ek lere, sesiere ve kokulara ilişkin ideleri-
olarak, söz konusu ideleri algılayan var- miz gibi ve onlardan daha az olmamak
Iıkiann var olması gerekir. Öyleyse, 'va- üzere, birer idedir. Şu halde, Locke'un
rolmak algılanmış olmaktır' (esse esi savundugu gibi, bizim dolayımsız ola-
perci pi) tezi, tam olar ak if ade edildigin- rak yalnızca kendi idelerimizi tecrübe
314 essentia

ettigirniz dogruysa, her ikj durumda deyişle, onlar şeylere ilişkin bilgimizin
da, yani birincil nitelikler söz konusu ol- şeylerin ideleriyle sınırlanmış oldugu-
dugu zaman da, ikjncil nitelikler günde- nu kabul ederler, fakat şeylerde onlara
me geldiginde de, bizim, bu niteliklere ilişkin olarak sahip oldugumuz ideler-
ilişkjn idelerimizin zihinlerimizden ba- den daha fazla birtakım niteliklerin bu-
gtmsız olarak varolan şeylerin aktüel lunup bulunmadıgı, zihnimizdeki ide-
niteliklerine karşılık geldigini düşün­ lerin kaynagırun ne oldugu konusunda
mek için geçerli bir nedenimiz yoktur. sessiz kalırlar.
Locke'w1 birincil nitehklerle ikjncil ni- Berkeley ise bu noktada kalmayıp,
telikler arasındaki bu aynmı geçersiz bizim dogrudan ve araasız olarak yal-
h§le gelince, Berkeley insan zihninden nızca kendi idelerimizi algdadıgımız,
bagunsız bir maddenin varoluşu için bilgimizin bu idelerin bilgisi oldu~u
artık hiçbir neden kalmadıgıru söyler. epistemolojik tezinden, yalnızca idele-
Buna göre, biz dogrudan ve aracısız rin ve bu ideleri algılayan zihinlerin ve
olarak yalnızca kendi idelerimizi algıla­ tinsel varlıkların varoldugu, maddecile-
rız. Bize, aktüel algıda duyularımızla rin mutlak bir biçimde ve insandan ba-
evleri, agaçlan, nehirleri ve kuzulan al- gımsız olarak varoldugunu savunduk-
gıladıgımız söylense de, biz duyuları­ lan maddenin varolmadıgı ontolojik
mızia kendi idelerimiz ya da duyumla- sonucunu çıkartır. Çünkü Berkeley'e
rnnız dışında başka hiçbir şeyi göre, biz maddeyi ya da maddi tözü
algılamayız . .İdelerimiz ya da duyumla- hiçbir zaman dogrudan ve araasız ola-
rıınız ise zihinlerimiz dışında başka rak algdamıyoruz; maddenin varoluşu,
hiçbir yerde varolamaz. Buradan çıkan bizim dogrudan ve araasız olarak algı­
sonuç da evlerin, agaçlann, nehirlerin ladıgımlz herhangi bir şeyde mantıksal
ve kuzulann zihinlerimizde bulunduk- olarak içerilmedigine, ya da dogrudan
ları ve yalnızca zilıinlerimizde varol- ve aracısız olarak algıladıgımız herhan-
duklarıdır. gi bir şey tarafından mantıksal olarak
Aslında ulaşhgı ontolojik sonuç bir kı~ gerektirilmedigine göre, maddenin ve
yıya bırakılacak olursa, Berkeley'in bu- dolayısıyla dış dünyadaki varlıkların
radakj öncülleri, ki bu öncüller ~emelde insan zihninden bagunsız bir biçimde,
epistemolojik bir niteliği olan öncüller~ kendi başına varoldu~unu kabul etmek
dir, modern filozofların hemen hemen için hiçbir nedenimiz yoktur.
çogu tarafından kabul edilir. Başka bir essentia. Varoluş anlamına gelen existen-
deyişle, birçok modem filozof Berke- tia terimine karşıt olarak öz ya da mahi-
ley'in tLocke'a karşı olan itirazında yet, bir şeyi her ne ise o şey yapan şey
haklı oldugunu düşünür; Locke'un söy- özellik anlamına gelen Latince terim.
ledigi gibi, biz kendi idelerimiz ya da estetik. [Os. bediiyat; İng. aesthetics; Fr.
duyumlanmız dışında başka hiçbir estlıetique; Al. aesthetik]. Sanat ya da gü-
şeyi tecrübe edemiyorsak, bu takdirde zellik alanında söz konusu olan degerie-
tecrübemizde, idelerimizin· ya da du- ri konu alan felsefi disiplin; felsefenin
yumlanıruzın insan zihninden bagım­ güzeli ya da güzelligi konu alan, iyi, çir-
sız olarak varolan maddi şeylerin du- kin, hoş, yüce, trajik gibi güzellikle ya-
yulanmız üzerindeki eyleminin sonucu kından ilişkili olan kavramlan araştı­
oldugu kabülünü haklı kılacak hiçbir ran, dogal nesne ya da insan yaratısı
ş~y bulunmadıgı kabul edilmelidir. olan ürunlerde sergilenen güzelliklerle
Modem filozoflar bununla birlikte, bu ilgili yargı ve yaşantılarımızda söz ko-
noktada dururlar ve idelerimiz ve zihin- nusu olan degerleri, tavırları, haz ve
lerimiz dışmda başka hiçbir şeyin va- tadlan analiz eden dalı; estetik nesnele-
rolmadıgını öne sürmezler. Başka bir re, estetik tecrübenin nesnelerine yöne-""
estetik 315

len temaşada söz konusu olan problem- rektiği hususudur. Çünkü sanat eseri ya-
Ierin çözümü ve kavramiann analiziyle ratmak ya da sanat eserlerinden estetik
ilgili olan felsefi disiplin. haz almak. deneysel bir estetik bilimi ya
Yunanca'da ilk, temel duyum anlamı­ da estetige yönelik felsefi bir yakJaşıın
na gelen aisthesis'Je, varolan şeyler kar- oluşturabilmek için, kesinlikle yeterli de-
şısında, duyumlan, duyguları ve sezgi- gildir. Öte yandan, estetik yalıuzca sanat
leri yoluyla duyarlı olan kişi anlamına eserlerinde yaratılan güzellik yerine, gü-
gelen aisthetikos'tan türeyen ve felsefe- zelligi bir bütün olarak ele alır.
nin, mantık, metafizik, bilgi teorisi ve Estetik alanmda, estetik deneyimin ma-
ahlak gibi dallannın yanmda başka bir hiyeti, güzel sanatlar ve güzelligin ken-
teınel bir disiplini olan estetik, ayn ve disi söz konusu oldugunda, farklı yakla-
bagunsız bir disiplin ve araşbrma alanı şımlardan söz edilebilir. Bu farkh yak-
olarak A. G. Baumgarten tarabndan ku- laşımların başında ise, hazcı aıılayış gel-
rulmuştur. Estetigin güzellige yöneldi- mektedir. Estetik deneyimi ayn bir haz
gini söyleyen Baumgarten'den sonra, es- ya da duyum türü olarak gören, estetik
tetik daha da gelişmiş ve güzelligin degerin, kimi temel özellikleriyle, başka
felsefesi olarak ortaya çıkmışbr. Esteti- degerierden aynldıgtnı savunup, estetik
gin gelişiminde çok etkili olmuş olan degeri, bir şeyi, bir amacın aracı olarak
başka bir düşünür de, ünlü Alman filo- degil de, biz:z.at kendisinden dolayı be-
zofu I. Kanftır. O, estetik bilincini, genel genme olarak tanııniayan ve estetik de-
olarak insan deneyimindeki anlamlı ve gerlerin pratik degederden, dogrudan
birlikli bir öge olarak degerlendirmiştir. ve araasız olmak bakımından farklılık
Ona göre, estetik yargı, dogamızın teo- gösterdigini iddia eden hazcı anlayış,
rik ve pratik yönlerini birbirine bagla- kendi içinde bilimsel yaklaşım ve bilimsel
yan, doga dünyasıyla özgürlük dünyası­ olmayan hazcı yaklaşımlar olarak ikiye ay-
nı uzlaştıran temeli meydana getirir. nlır. Bu.nlardan temelde psikoloji bilimi-
Estetikte söz konusu olan belli başlı so- ne dayandığı için, bilimsel diye nitele-
rular şunlardır: Güzellik ne anlama nen hazcı anlayış içine, Santayana'run
gelir? Güzel diye niteledigirniz bir şeyi estetik kuraııııyla, katharsis anlayışı ve
güzel kılan etmenler nelerdir ve bu et- Gestaltçılıgııı estetik görüşü girer.
menler, öznede mi yoksa nesnede mi Bilimsel olmayan hazcı estetik anlayışı
bulunur? Birtakım estetik standartlar ise, Kant'ın estetik teorisinde ifadesini
var mıdır? Estetik diye nitelenen müsta- bulmaktadır. Estetik degerin bir tür
kil bir tecrübe türünden söz edilebilir hazda tezahür ettigini, bu hazzın ise
mi? Sanat eserlerinin dogayla ilişkisi özel bir haz türü oldu~unu öne süren
nedir? Sanata karşı olan estetik tepki ile Kant'a göre, güzellige erişebilmek için,
dogaya karşı olan estetik tepki arasında hazzın 1 çıkar gözetmeyen, 2 evrensel,
ne fark vardır? Güzelük, iyilik, dogru- 3 belli bir tarz ya da biçimde zorunlu
luk gibi degerlerde, hangi ortak ve fark- olup, son olarak da 4 amaçlılık etkisi ya
h özelliklerden söz edilebilir? Bir nesne da fikri yaratmak durumunda olan bir
ya da esere güzel diye deger biçerken, haz olması gerekir.
bizi etkileyen ölçütler bilinçli mi, yoksa Estetikte, hazla kendisinden haz alınan
bilinç dışı ölçütler midir? duyumsal malzeme ya da estetik nesne
Bütün bu belirlemeler dışında, estetikJe arasında bir ayırım yapıldı~a göre,
ilgili olarak söyleıunes.i gereken başka şimdiye kadar sözü edilen haza yakla-
bir h':.tsus da, felsefi ya da bilimsel bir di- şunların haz ögesi üzerinde yogunlaştı­
siplin olarak estetigin, her ne kadar sa- gı yerde, diger yakJaşunlar kendisinden
natlan da konu alsa bile, sanat ya da estetik bir haz alman malzeme veya
sanat felsefesiyle kanştırıbnaması ge- sanat eseri üzerinde yogunlaşır. Bu yak-
316 estetik birlik

laşımların başında, bağlaıııcı yaktaş ı m esteHk birlik [İng. aesthetic r.m.ity; Fr. uııite
gelmektedir. Kendisinden haz alınan esthetique; Al. aestlıetisdı eiıılıeit]. Estetik
malzemenin niteliginin, sezgi yoluyla degeri olan bir nesnenin özneye du-
kavranan niteligin önemini vurgulayan yumsal bir tarzda sunuluşunun hemen
baglarncı yaklaşımın en önemli temsil- ardından, öznede yarattıgı etkinin biri-
cileri Henri tBergson ve B. t Croce'dir. cikligi.
Aynı çerçeve içinde degeriendirilebile- estetikçilik [İng. aestheticism; Fr. estheti-
cek olan diger bir yaklaşım ise, Ameri- cisıne] 1 Felsefi temelleri, 18. yüzyilda
kan filozofu J. tDewey'in organiznıacı es- estetik ölçütlerin, ahlAk ya da yararldık
tetik ~örüşildür. Söz konusu anlayışa karşısında mutlak bir özerklige sahip
göre, estetik obje ya da sanat eseri orga- oldugunu savunan ünlü Alman filozofu
nik bir bütün içindeki her öge ya da ay- Kant tarafından atılan, ve estetik dene-
rıntının başka ayrıntılara aynlmazcasına yiminin, güzellik yaşantısının insanın
baglandıgı bir yapı olmak durumunda- sahip olabilecegi en yüksek deneyim
dır. Dolayısıyla, organik bir biçimde formu ve yaşanb oldugunu, tüm diger
yapı kazanmış olan sanat eserlerinde, deneyimlerin estetik deneyim için yal-
her aynntı kendi işlevini, bütüne katla nızca bir araç olacagını, ahiakın şu ya
yapacak bir biçimde gerçekleştirir. da bu şekilde sanatın kölesi oldugunu,
Bu baglarnda ele alınabilecek olan bir ahlaki davranışın degil de, estetik ya-
diger estetik yaklaşım, kökleri t Platon şantının, insan yaşamındaki en yüksek
ve t Aristoteles'te bulunan form cu yakla- iyi oldugunu savunan görüş.
ş ı nı dır. Söz konusu filozoflardan, öme- 2 Sanat için sanat (L' Art po ur 1'art) görü-
gin Aristoteles'e göre, sanatçı bireysel şünde ifadesini bulan ve sanabn temel,
varlıkları, fiziki tikelleri degil de, bu asli bir degere sahip bulundugunu ve
nesnelerin kendisinden pay aldığı tü- başka amaç ve işlevlere göre degil de,
mel form ya da özü taklit etmelidir. bizatihi kendi içinde ve kendi başına de-
Öyle ki. bu sayede sanat, tarihin statü- gerlendiri)mesi gerektigini öne süren
süne degil de, bilimin statüsüne eşde­ sanat görüşü. Sanat eserlerinin yalnızca
ger bir konuma yükselir. estetik ölçülerle degeriendirilmesi ve
Kendisinden haz alınan duyumsal mal- yargtlarunası gerekti~, sanat eserleri-
zeme üzerinde yogunlaşan estetik ku- nin degeriyle ahlaki, siyasi ya da dini
ramlar içinde, aynca R. Collingwood- deger arasında hiçbir ilişki bu)unmadı­
'un, sanatı içten duygu ve yaşantıların gını iddia eden, yaşamda estetik deger-
cisimleşmesi ve dolayısıyla, bilimlerle Ierin başka her degerden önce geldigini
pratik yaşamın kavramsal ve sözel ileti- savunan görüş olarak estetikçilik. este-
şimiyle aynı düzeyde bulunan bir duy- tik nesnelerle haziann kendine yeten
gusal iletişim ortamı olarak gören dışa­ a)aıu içine kapanıp, estetik olmayan nes-
vurumcu anlayış yer almaktadır. nelerin gerçek dünyasından kopma tav-
tPlotinos, tSchopenhauer ve tBradley nru ifade eder. Estetik nesne ve hazlar-
tarafından temsil edilen ve estetik dene- dan oluşan ayn ve özerk bir estetik alan
yimde, güzelligin dogada ve sanat eser- bulundugunu öne süren tavır olarak es-
lerinde bulundugu hissedilen banş ve tetikçi.lik, sanatı ön plana çıkarbrken,
birlik sembollerinde oldugunu dile ge- onun fizyoloji ve psikolojiye indirgene-
tiren gizerııci teori de, ikinci kategori içi- meyecegini savunur.
ne dahil edilebilirken, tanalitik felsefe 3 Daha öze) olarak da, olgusal alandan
geleneginin daha çok güzellik kavramı ayn ve bagımslz bir alan olarak esteti-
üzerinde duran dilsel yaklaşırtııru, tüm gin kendi dünyasına kapanmak yerine,
yaklaşımların dışmda ve ü!;tünde tut- estetigi gerçekligin tümünü kapsayacak
mak gerekmektedir. şekilde genişletme tavrı. Burada, sanat
estetik tavır 317

başta olmak üzere, dil ya da metin veya Başka bir deyiş!e, estetik nesne, maddr
söylem, insani tecrübenin ilk ve esas ola- nesne ve ereksel nesne olarak ikiye ay-
rak ortaya çıktıgı alan haline getirilip, rılmak suretiyle çözümlenebilir. Bunlar-
sanata ya da dile, gerçekligi yansıtmak dan maddi nesnenin insan zihninden tü-
yerine, onu yeni baştan kurmak ya da müyle bagımsız oldugu yerde, ereksel
yaratmak görevi verilir. Ömegin, varlı­ nesne zihnin içinde olup, estetik özne ya
gın ve dünyanın yalnızca estetik bir fe- da ahmlayıcuun nesneye yükledigi an-
nomen olar-ak haklı k1hnabilecegini söy- lamdır.
leyen ünlü Alman düşünürü Friedrich estetik özne [İng. aestlıetic subject; Fr. sujet
tNietzsche'ye göre, şeyler ve olgular esthetique; Al. cıestlıetisch subjekt]. Nesne-
Orpheos'a benzemek durumunda olan nin taşıyıcısı oldugu güzellik degerini
yoruıncu tarafından yaratılır. Yine, sa- algılayan, ondan etkilenmeden geçeme-
natın ontolojik bakımdan yaratıcı potan- yen, belli bir güzellik duyusuna, estetik
siyelini vurgulayan ünlü varoluşçu dü- begeniye sahip olan bilinçli insan varlı·
şünür Martin tHeidegger'e göre, sanat, gı. Estetik temaşa zevki almak, sanat
dünyaları varlıga getiren güçtür. Nite- yapıtı üretmek ve kıymet takdir etmek,
kim, Heidegger karlyerinin daha ilerilci güzel ve çirkin gibi begeni yargılarında
yıllarında, söz konusu dünya yaratma bulunmak, ancak belirli varlıklara özgü
gücünü, sanattan başka dili de tanımla­ bir yeti olduguna göre, sanat eserinden
yacak şekilde genişletmiştir. veya dogal bir manzara ya da güzellik-
Aynı estetikçi tavn sergileyen çagdaş ten estetik tat alan bilinçli insan varlıgı.
Fransız filozofu M. tFoucault'ya göre, Bu şekilde tanımlanan estetik öznenin
dil ve söylem de, npk1 sanabn ve sanat en önemli özelligi, estetik nesneden
eserinin kendisi gibi, kendi gerçekligini daima ayn olmasıdır. Estetik özne ken-
yarabr. Ve nihayet, J. tDerrida'ya göre disini, izledigi ya da dinlediAi şeyden
de, herşey metin olup, onun dışında ayırır ve onunla kendisi arasına daima
hiçbir şey var degildir. bir mesafe bırak1r.
estetik nesne [İng. aesthetic object; Fr. objet estetik tavır [İng. aesthetic attitude; Fr. atti-
esth~tique; Al. aesthetisch objekt). Güzellik tude esthetique; Al. aesthetisch standpunkt).
degerinin taşıyıcısı olan, ve estetik bir İnsanın, belli bir estetik degere sahip
begeniye sahip bulunan insanın kendi- nesne ya da sanat eserlerine, sanatm bi-
sine yöneldigi nesne. zatüıi kendisine, onun asli deger ve algı­
Bununla birlikte, bu nesne, estetik öz- sal niteliklerine kıymet takdir edecek ve
nenin dikkatine, fiziki bir nesne olarak sonuçta estetik bir yaşantı içinde olacak
degil de, fenomenal bir nesne olarak şelcilde yaklaşma imkanı veren, duruş
konu olur. Buna göre, bir resim boyalar- ya da zihin hali.
dan, bir müzik parçası seslerden, bir Estetik tavnn belirleyici birtakım özel-
heykel bronzdan, şiir de sözcüklerden liklerinin başında 1 hiç kuşku yok ki,
meydana gelir ve bu saydıklanmızdan çıkarsız oluş gelir. Söz konusu çıkarsız­
hepsi de, en azından bir yönüyle fiziki lık unsunı, estetik tavn hem ahliik ve
nesnelerdir. Fakat, öznenin estetik yöne- hem de bilimden ayırmaya yarar. Buna
li.m.in.in, estetik dikkatinin konusu olan göre, ahllkf eylemlerde pratik bir çıkar
nesne, fiziki bir şey deAil de, fiziki bir ögesi söz konusu olup, evrensel sayılan
şeymiş gibi görünen fenomenal nesne- bir eylem ölçüsü herkese benimsefilrnek
nin anlamı, onun ifade ettigi şeydir. istenir. Bilim ise, nesneleri denetim altı­
Buna göre, bir resimde yöneldigirniz na almak. onlan insanın hizmetine koş­
şey, renk kjmyası olmayıp, renklerin mak ister. Oysa estetik tavır veya ya-
birleşimi, senfonide ise, dikkatimize şantıda estetik özne ya da ahmlayıcı,
konu olan şey, ses fizigi olmayıp, sesle- estetik nesneyi başka bir amaca hizmet
rin uyumudur. edecek bir araç olarak görmez.
318 estetik yargı

2 Öte yandan estetik tavırda, fenome- ç!mde ayrılmış olan anlamlar ya da eş­
nal dünyaya yönelik bir ilgi söz konusu- seslilige imkan veren yalan anlamlar
dur. Başka bir deyişle, estetik nesne olabilir.
duyular araahgıyla deneyimlenir; yani eşanlamh [İng. sy11onymou.s; Fr. synoııyme;
o, duyusal olup, görülür, işitilir veya zi- Al. synonym]. Anlamları tümüyle aynı,
hinde duyusal şekliyle canlandınlır; ve ya da birbirlerine çok yakın olan sözcük
insana duyusal özellik ya da nitelikle- ya da terimler; iki ya da daha fazla sayı­
riyle haz verir. 3 Estetik tavuda, aynca da göstergenin ayıu anlama gelme, ayn
bir anlam arayışı vardır. Yani, estetik gösterenierin ayru gösterileri belirtme
nesne bir yandan da düşünülen, temaşa özelli~ için kullarolan sıfat.
edilen bir objedir. O insanı sadece duyu- e şarilik. Ebu'l Hasan Ali bin İsmail el-
lara hoş geldigi için degil, bir anlam Eş' ari tarafından sistemleştirilm iş olan
içerdigi, bir deger taşıdıgı için ilgilendi- ve Si.1nniler arasında yaygın olan üç
nr. mezhebten birine verilen ad.
4 Yine, estetik tavır gayri-bilişsel bir I<aynagında kelam bulunan Eşarilik,
tutum olup, alımlayıcı estetik nesneye Mutezile ve Selefiye gibi iki ka"llt mez-
bilgilenmek, varolan bilgilerini artbr- hep arasında yer alır. Mutezile'de oldu-
mak için degil, fakat estetik bir temaşa gu gibi, aklı mutlak bir ölçüt olarak
zevki elde etmek için yönelir. 5 Öte kabul ebneyen, Selefilerin de Kuran'ın
yandan, kişisel olmayan bir tavır ola- lafzıyla yazı ve işaretlerini birbirinden
rak estetik yaşantıda, bir tekrar unsuru ayırmad1klanm savunan Eşan1ik mez-
vardır. İlgi ve yönelimlerimizden birço- hebine göre, insan aklı sınırlidır, duyu-
gunun, tatmin edildikten sonra unutul- lar ise yanılhcıdır. İnsan gerçekligin
dugu yerde, estetik ilgi özü itibariyle özüne, hakikate kesinlikten yoksun olan
dayurulamaz bir ilgi oldugu için, onda bu araçlarla ulaşamaz. İnsan aklını
tekrar söz konusu olur. aşan tanrısal hakikat, akıl yoluyla hiçbir
estetik yargı [İng. aesthetic judgement; Fr. zaman çözümlenemez, bilinemez.
esthetique jugenıent; Al. aesthetisch urteil]. Bundan dolayı, geriye kalan tek yol
Estetik bir nesneye estetik bir tavırla imandır, zira iman, kaynagını vahiyden
yaklaşan, belli bir estetik begeniye, bir alan ve en küçük bir kuşkuya yer bırak­
güzellik duyusuna sahip öznenin, söz mayan, kesin ve şaşmaz bir iJkedir. Bu
konusu nesneye biçtigi degerin ifadesi nedenle, iman herşeyi açıga çıkartan
olan, bu nesnenin güzel ya da hoş ol- yüce ve şaşmaz ışıktır. Akıl ise, ancak
dugu yönündeki yargı. imanın yardımcısı olabilir, imanı des-
esthesis. Yunancada, kavramsal, yargısal teklemeye yarayabilir. Eşarilige göre,
ve yorumsal ögeler içermeyen saf duygu Allah mutlak faildir; varolan herşeyin,
ya da duyum; duyumsal düzeyde, saf her olayın yaratıcısıdır. Bu nedenle,
duyu verisinden oluşan malzeme. hayır da şer de, iyilik ve kötülük de
eşadlı [İng. lıomonymous; Fr. honıonynıe; Allah 'ta ndır.
Al. lıomonyrn]. Başka bir adla aynı form Bununla birlikte, Eşarilik, insan özgür-
ya da sese sahip olan, fakat anlam bakı­ lügüne yer vererek, insanın yapıp ettik-
mından farklılık gösteren, gösterilenleri lerinden sorumlu oldugunu savunur.
ayrı, ama gösterenleri özdeş olan söz- Mutezile insarun iyiyi ve kötüyü seçebi-
cükler; aynı şekilde telaffuz edilen ya lecegini savunur, Cebriler de herşeye
da okunan fakat farklı etimolojileri ve takdiri ilahiye baglarken, Eşarilik'te,
dolayısıyla farklı anlaınlan olan ifade- cüzi irade sahibi insan özgür ve yapbk-
ler için kullanılan sıfat. lanndan, eylemlerinden sorwnlu olan
Eşadlılık baglamında geçen söz konu- bir varlık olarak ortaya çıkar. Bununla
su farklı anlamlar, ya çok belirgin bir bi- birlikte, insanın eylemini yaratan, Eşa-
e~itlik 319

rilige göre, insanın kendisi degil de, eşdegerlik çıkanmları [İng. eductions; Fr.
külli irade sahibi Allah'tır. Eşarilik mez- iductions]. Klasik mantıkta, dört standart
hebinin en kuvvetli temsikileri arasın­ form kategorik önerme kalıbında yapı­
da, Eş'arrden soroa, İmam Bakillani, i- lan bazı degişikliklerin sonucu olarak,
mam Cüveyni ve imam Gazali sayılabi­ önennenin ilk hali ile degiştirilmiş hali
lir. arasında söz konusu olan eşdegerlige
eşbiçimlilik [Ing. isomorphisnı; Fr. iso- baglı bulunan dogrudan çıkanmlar.
ınorphisnıe; Al. isomorplıie]. Biçim, form, Eşdegerlik çıkanmları, evirme, çevir-
model ve düzen bakımından aynı du- me ve devirme çıkarımları olarak üçe
rumda olan ya da yapısal bir benzerlik ayrılır.
sergileyen iki şey için kullanılan terim. eşitlik [Os. ıniisıiudt; İng. eqıuılity; Fr.
Bir şeyin yapısıyla başka bir şeyin ya- igaliU; Al. gleichheit, gleichung]. Ahlaki
pısı arasında, tam bir benzerlik, hatta ve toplumsal bir ideal olarak, insaniann
bire bir karşılıklılıgın bulunması duru- birbirleriyle, aynı insan dogasına sahip
mu. Matematik ve mantıkta, öğeleri olmak bakunından, aynı konum ve de-
arasında bire bir tekabüliyetİn bulun- gerde olmaları hali. İnsanların birbirle-
dugu, ve aralarında, birinin ögeleri için riyle eşdegerde oldugunu, bundan do-
geçerli olan bir bagınbnın, digerinin layı insanlar arasında ayınm gözetil-
karşılık gelen ögeleri için de geçerli ol- ıneınesi serektigini dile getiren ilke.
ması anlamında, bagıntı özdeşligi bu-
Eşitlik, Ilkçag Yunan felsefesinde, Yu-
lunan iki sistem arasındaki ilişkiye ve- nanlı-barbar, özgür yurttaş-köle ayn-
rilen ad. ınma karşın, bir akla sahip olmanın in-
eşdegerlik [ing. equivalence; Fr. equina-
sanı dış dünyadan ayırdıgı, bundan
lence; Al. iiquivalenz]. İki önermenin
dolayı bir insanın akıl yürüten parçası­
dogruluk degerierinin ayıu olması du-
nın başka bir insanın akıl yürüten par-
rumu; aynı dogruluk degerine sahip
çasıyla aynı oldugu ve insanlann, hay-
olan ya da mantıksal olarak birbirlerini
vanlar olarak degil de, insanlar olarak
içeren iki türnce ya da önerme arasında
bir ve aynı oldugu düşüncesini ifade
söz konusu olan ilişki.
Buna göre, birbirleriyle olan ilişkileri, eder. Ortaçagda ise, eşitlik dünyadaki
eşitsizligin Tanrı'nın varolan şeyler
birinin ancak ve ancak digerinin dogru
olması durumunda dogru oluşuyla be-
için tasarladıgı düzenin bir parçası ol-
lirlenen iki önerme; yani aynı dogruluk dugu, kadın ya da erkek, köle ya da
degerine sahip olan, yani biri dogruysa, özgür, tüm insanlann, maddi ya da
digeri de dogru, biri yanlışsa, digeri de fiziki bakımdan farklı olabilseler de,
yanlış olan iki önenne e~defer önemıe­ tinsel bakımdan eşit, yüce Tanrı karşı­
ler olarak tanımlanır. sında bir ve aynı oldukları düşüncesiy­
Bu özellikleri olan önermelerin, maddi le belirlenir.
bakımdan eşdeger oldukları söylenir. Modem çagda, içerigi biraz daha zen-
öte yandan, eşdeger terimi birbirlerini ginleşen bir kavram haline gelen eşitlik,
karşılıklı olarak içeren önermeler için sırasıyla, tüm insaniann farklı yetenek
kullanılır. Buna göre, birbirlerini içeren ve kapasitelerle dünyaya geldigi, bun-
önermeler eşdeger ve anlarnca özdeştir­ dan dolayı her insana kendinde olanı
ler. Ve nihayet, farklı dogruluk degerie- tam olarak gün ışıgına çıkartması, ken-
rine sahip olabilmeleri olanaksız olan disini tam anlamıyla gerçekleştirmesi
iki önermenin birbirlerine karşı olan için imkan tanınması gerektigini dile ge-
durumu dile getirilirken de, eşdeger te- tiren fırsat eşitliği düşüncesini; temelin-
rimi kullanılır. Söz konusu durumda de, insan varlıgının yüceligine duyulan
olan önennelerin mantıksal olarak eş­ saygının, insan varlıklarının her zaman,
deger oldukları söylenir. bir araç olarak degil de, bir amaç olarak
320 eşitlikçilil(

görülıneleıi gerekUgini ifade eden alılaki Söz konusu özellik ya da yeti, nıh, akıl,
ilke bulunan, tüm insanlarm yasa karşı­ aa çekme, ahlik duygusu ya da aynı
smda eşit olması gerektigi düşüncesini; Tann tarafından yarablmış olma özelli-
'bir insan, bir oy' ilkesiyle belirlenen, ve gi olabilir. Hukukta ve siyasette, haklan
iJı.sanlar her ne kadar politik bilgi ya da ya da imkAnlan bakımından insanlar
bilgelik bakımından farklılık gösterebil- arasmda ayırun gözetilmemesini, var
seler bile, insan olma olgusunda, insana olan ayırıınların giderilmesini öngören
yönetirnde sesinin olması hakkını veren ilke olarak eşitlikçilik, her bireyin içinde
mutlak bir şeyler bulundu~, ya da bulundugu maddi koşullardan bagım­
kendisi için neyin iyi oldugunu en iyi iJı.. sız olarak, aynı degeri taşıdı~nı varsa-
sanın kendisi bilse de, bir seçimde ço- yar, fakat doguştan ya da sonradan ka-
~nlugun, seçilecek en bilgece politikayı zanılmış farklı bireysel yetenek ve
tespit edebilecegi düşüncesiyle şekille­ nitelikJeri birbirleriyle eş tutmaz.
nen, siyasi eşitlik ilkesini; toplwnu mey- eş seslilik [İng. homophony; Fr. hornophonie;
dana getiren bireyler ve tabakalar arasm- Al. homophonie). Bir dilde, yazdışları ya
da bir ayırım gözetilmemesi gerekti~ da okunuşları aynı olup da, anlamları
belirten ve ekonomik eşitlik düşünce­ farkJı olan sözcüklerin sergiledigi özel-

siyle desteklenen toplumsal eşitlik dü- lik.


şüncesini; tüm ırkiann aynı degerde ol-
eşzaman.hhk [İng. synchronycity; Fr.
synclıronisme). Bir şeyin ya da olgunun,
dugunu, bir ırk.ın digerinden üstün
tutu lmaması gerekligini savunan, ırk zaman içerisindeki de~şiminden ba-
gunsız olarak, belli bir noktadaki duru-
eşitiili ilkesini; kadm ve erkeklerin, in-
muyla ele alınması hclli. Daha özel ola-
sana özgü tüm faaliyetleri gerçekleştir­
rak da, dilin kendine özgü orijinal yapı­
mek bakıcru.ndan aynı düzeyde bulun-
sının belirli bir dönemde, onun zaman
dugunu ve dolayısıyla kadınlara da
içinde geçirmiş oldugu evrimden ba-
sanat, edebiyat, iş ve yönetim alanlann- gımsız bir biçimde ele almdı~ dil du-
da erkeklerle aynı fırsatların tanınması rumu.
gerektigini öne süren kadın-erkek eşitiili Buna göre, zaman içinde sınırları belir-
düşüncesini ve nihayet, yoksullugun en
leruniş bir dil durumunu ele alan incele-
aza indirgenerek, tüm insanlara maddt me ya da araşhrmaya eşzamanlı inceleme
refahtan, yetenek ve ihtiyaçlarına göre ya da yaklaşım adı verilir. Eşzamanlı­
pay verilmesi gerektigini dile getiren lık veya eşzamanlı yaklaşım, bu terimi
ekonomik eşitlik ilkesini ifade eder. dilbilime kazandımuş olan İsviçreli ün-
Eşitlik manhk alanında ise, iki kavram lü dilbilirnci Perdinand de +Saussure'e
ya da sınıfın tam tarnma aynı kaplama göre, dilde veya anlamlar sistemindeki
sahip olması durumunu gösterir. evrim ya da değişmeleri inceleyen tart-
eşitlikçilik [İng. equalitarianism; Fr. igali- zmanlı yaklaşmıdan farkJılık gösterir;
tari anisıııe]. Genel olarak, tüm insania- hatta iki yaklaşım ya da bakiş açısı ara-
nn eşit oldukları ve özgürlükleri, hak- sındaki farklıilk mutlak, mukayese veya
lan, degerieri ve elde edecekleri brsat- uzlaşma kabul etmez bir farklılıktır.
lar bakımından eşit muamele ve kabul Dahası, eşzamanlı veya betimsel yak-
görmeleri gerektigini savunan görüş. laşun zorunlu olarak artzamanlı veya
Tüın insaniann toplumsal ve siyasal (ve tarihsel yakJaşımdan zamansal ve man-
bazen ekonomik) olarak eşit oldukJan bksal olarak önce gelir, zira eşzamanlı
inancı. Bütün insanlarda bulunan ortak sistemler olmadan artzamanlı gelişme­
bir özelligin ya da yetinin, insanlar ara- lerden söz ebnek hiçbir şekilde müm-
smda bir ayınm gözetilmemesini, in- kün olmaz. Gerçekten de, her artzaman-
sanlarm aynı muameleye tibi tutulma- lılık olgusu, birbiri ardısıra gelen eşza­
lannı gerektirdigi görüşü. manlılıklar şeklinde ele alınabilir.
eudaimonia 321

Öte yandan e~ zamanlı bir incelE!menin cükler çıkararak gerçekleştirilen edim-


önemli bir yapısal ilkeyi ihtiva ettigini ler. Söyleme ediminin, anlamlı türnceler
unutmamak gerei:Or. Bu ilke ise şudur: kurınakla gerçekleştirilen fiilin dinleyen
Eşzamanlı bir yaklaşımla incelenen dil, kişi üzerinde oluşturdugu etkiyi, sözü
tüm unsurlan birbirlerine göre tanırn­ söyleyen, konuşan kişiye baglayan ey-
landıgı için, işleyişi tarihsel faktör ya lem; konuşan kimsenin bir türnce kurar-
da dildışı gözlemlere başvurulmadan, ken, bilerek ya da bilmeyerek karşısın­
bizatihi kendi içinde ve kendi başına daki kişinin duygu ve düşüncelerinde
açıklanabilen yapılı bir sistemdir. meydana getirdigi etki
etkileşimeilik [İng. interactionisnı; Fr. in- Buna göre, sözleriyle kendisini dinle-
teractionisnıe]. Zihin ve bedenin, birbi- yen kişide üzüntü, sevinç, gülme, kız­
rinden tümüyle farklı, birbirine hiçbir gınlık türünden etkilere yol açan kişi,
ş ekilde indirgenemez iki ayn töz oldu- kendisini dinleyen kişiyi üzmek, sevin-
gunu; tözlerden her birinin, yani hem dirmek, güldürmek. kızdırmak gibi söy-
zihnin ve hem de bedenin, digerini ne- lemenin sonucu olarak yapılan edim ya
dense( olarak olarak etkiledigin.i; zihin- da eylemleri gerçekleştirmiştir.
sel ve bedensel, tinsel ve fiziki olaylar etnometodoloji [halk, insanlar anlamına
arasında nedensel bir etkileşim bulun- gelen Yunanca ethnos ile nıetodoloji te-
dugunu savunan göıiiş. rimlerinin birleşimden; İng. ethnonıetho­
Buna göre, heyecan, endişe, korku, ge- dology; Fr. ethnonıethodologie]. İnsanla­
rilim türünden zihin hAllerinin ülser, nn, gündelik hayatlan içinde, tam
kalp atışının hızlanması, vücut ısısının olarak bilincine varmadan kendilikle-
artması türünden bedensel durumlara rinden kullandıklan yöntemlerin ya da
yol açması örneklerinde oldugu gibi, eylem kurallarının bilimi, sosyal sınıf­
hem zihnin bedeni ve, vücuttaki bir larm, toplumsal kümelerin üyeleri ola-
yara ya da kafaya inen bir darbenin ba- rak biz insanların sosyal gerçekligi
şagrısı ya da bilinç kaybına yol açması nasıl anlamlandırdıklarının bilgisi.
örneklerinde oldugu gibi, hem de bede- Etnometodoloji, bilimsel metodoloji-
nin zihni dogrudan etkiledigini öne den, rasyonel yöntem kurallanndan zi-
süren ögreti olarak etkileşimcilik, İlk ve yade, insaniann gündelik hayabna yön
Ortaçag felsefesinde birlikli bir töz ola- veren kurallan vurgulamak bakınundan
rak görülen insan varlıgını birbirine in- farklılık gösterir. Bilim de dahil olmak
dirgenemez töze ayıran Descartes tara- üzere, hemen herşeyde önemli olan yal-
fından geliştirilmiştir. nızca soyut rasyonel yöntemler ya da
etkileyici tanım [İng. persıuısive definition; kurallar degil, bilimadamlarının ve in-
Fr. definition persuasroe]. Retorige özgü sanlann gündelik hayatlarına, araştırma
tanım olarak da bilinen ve amac, bilgi faaliyetlerine yön veren kurallardır. Et-
vermek, açıklamak, aydınlıga kavuştur­ noınetodoloji, sosyal bilimlere, toplum-
mak degil de, dogrudan doÇuya insan- daki sıradan insaniann pratigini oldugu
lan etkilemek olan; bir sözetigün anla- kadar, bilim adamları pratigini de açık­
mını, başkalarının tutumlannı, duygu- lamayı deneyen bir teorik çerçeve sun-
larını ve tavırlarını etkilemek için, duy- mak açısından önemli bir anlayış ya da
gusal bir tarzda, duygu yükü oldukça ekol meydana getirir.
agır basan sözcüklerleifade eden. tarwn eudaimonia. Mutluluk. İlkçag Yunan fel-
türü. sefesinde, herşeyin insanın kişisel dai-
etkisöz edimi [İng. perl.ocutionary act; Fr. mon'uyla, yani yazgısı ya da dogasıyla
acte perlocutionnaire]. ilma etmek. söz uyum içinde oldugu, kişinin alınyazısı
vermek türünden söz edimleri; bir şey­ ya da dogasmm iyi düzenlenmiş, yapı
ler söyleyerek, agızdan birtakım söz- ve dengesinin de olması gerektigi gibi
322 Eukleides geometrisi
.
oldujlu, kişinin dojlası gerejli olmak zo- 1 Aynı şeye eşit olan şeyler, birbirleri-
nında oldujlu gibi olmuş oldujlu haL ne de eşittir. 2 Eşit şeylere eşit şeyler
Genel olarak, iyi-olma hali. Kişinin ihti- eklenirse, oluşan bütünler birbirlerine
yaçlarını karşılaınasının, dojlasını ger- eşittir. 3 Eşit şeylerden eşit şeyler çı­
çekleştirmesinin dojlal bir sonucu ola- karılırsa, kalanlar da birbirine eşittir. 4
rak ortaya çıkan durum. İnsanın nihai Birbirleriyle çakışan şeyler, birbirlerine
ve en yüksek hedefi olan kendini tam eşittir. S Bütiin parçadan daha büyük-
olarak gerçekleştirme ve mutluluk hali. tür.
Yunan felsefesinde bu mutluluk haline Eukleides, eserinde aksiyemiardan
nasıl ulaşılabilecejli konusunda farklı sonra da, postülalaruu verir. Postüla,
görüşler öne sürülmüştür. tSokrates'le Eukleides geometrisinde, ispat edilmek-
başlayıp, tPlaton vet Ar isıotel es boyun- sizin dojlru kabul edilen ve bir bilim da-
ca gelişen birinci çizgi, bir tür entellek- lına özgü olan önerıneyi taıumlar. Onun
tüalizmle belirlenip, mutlulujla, kişinin postiiiaları şunlardır: 1 İki nokta arasını
kendisine ve varlıjla ilişkin bilgisine birleştiren en kısa yol dojlrudur. 2 Do-
bajllı olan bilgelik ve benzeri erdemler le jlnı, dojlru olarak sonsuza kadar uzatı­
erişilebilecejlini savunurken, tDemokri- labilir. 3 Bir noktaya eşit uzaklıkta bulu-
tos'la başlayıp tSofistler ve t Aristip- nan noktaların geometrik yeri, çember-
pes'la birlikte, +Epiküros'a uzanan ikind dir. 4 Bütün dik açılar birbirlerine
çizgi, mutlulujla hazla ulaşılabilecejlini eşittir. S İki dojlru bir üçüncü dojlru ta-
savunmuştur. rafından kesilir.;e, bu iki dojlru, içte
Eukleides geometrisi [İng. Euc/idean _geo- meydana gelen açıların toplamının 180
rııetry; Fr. geometri e Euc/ideenne ]. M O. 4. dereceden küçük oldujlu tarafta, kesi-
yüzyılda yaşamış olan ünlü Yunanlı şir. Bütün bu aksiyem ve postülaların
mateınatikçi Eukleides'in Eleınanilir adlı temelinde ise, Eukleides'in açıkça ifade
eserinde ortaya koymuş oldujlu aksi- etmedijli şu üç kabul bulunmaktadır: 1
yem ve genel kabullere dayanan geomet- mekan üç boyutludur. Il Mekan sonsuz-
rı. dur ve lll Mekan homojendir.
Bu geometrinin büyük önemi, geometri Eukleides'in 'paralel postülası' adı ile
kon us un daki içerijlinden çok, Euklei- tanınan beşinci postülası matematik ta-
des'in bu geemeiriyi gelişti<irken kul- rihinde önemli bir yer tutar. Bu postüla
landıjlı yöntemden kaynaklanmaktadır. daha sonraki matematikçiler tarafından
Aksiyemalik tümdengelimsel yöntem anlaşılamamış ve bir teorem gibi ispat-
olarak adlandırılan bu yöntem, mate- lanmaya çalışılmıştır. 19. yüzyıla ka-
matijlin tüm dijler dallarındaki araştır­ dar, bu postülanın is patı ya da daha ba-
malarda, uzun yüzyıllar boyunca vazge- sit başka bir postüla ile degiştirilmesi
çilmez bir model olarak görülmüştür. için pek çok matematikçi çaba harca-
Buna göre, Eukleides Eleınanlar adlı ese- mıştır. Paralel postülası ispat edilmeye
rinin başında tanımlar, aksiyemlar ve çalışılırken, onun yerine başka ifade
posttilalar vermiş ve daha sonra bunla- tarzianna dayanmakla birlikte, paralel
ra dayanarak, yüzlerce teorem ispatla- postülasırun eşdejleri olan başka pestü-
mıştır. Kitapta yer alan tanımlar, nokta, lalar geçirilmeye çalışılmış ve bu du-
çizgi, yüzey, dojlru, ve açı gibi geomet- rum Eukleidesçi-olmayan geometrilerin
rik kavramların tanımlarıdır (örnejlin, dojluşunu hazırlamıştır.
nokta, parçası olmayan nesne; çizgi, ge- Eukleidesçi-olmayan geometriler [İng.
nişlijli olmayan uzunluk; dojlru, üze- non-Euc/idean geometries; Fr. gtometries
rindeki noktalara göre düzgün yayılmış non-Euc/ideennes]. Eukleides'in paralel
çizgi şeklinde tanımlanır). Eukleides, ta- postülası yerine başka postüla ya da
nıınlardan sonra, beş aksiyemunu sıra­ aksiyemların geçirilmesiyle oluşan ge-
lar. Eukleides'in aksiyemları şunlardır: ometrilere verilen ad.
evrenselcilik 323

Buna göre, söz konusu posl iilaıun yeri- evirme [Yun. aııtistroplıe; Lat. cormersio;
ne, 'bir noktadan, verilen bir dogruya en ing. coııversior1; Fr. coııversioıt; Al. umkefı­
az iki paralel çizilebilir' aksiyomu nun rııng). Klasik manbkta, belli bir önerme-
geçirilmesiyle, Nicolai I. Labotchevski den, söz konusu önermenin niteligini
tarafından kurulmuş olan geometriye ve niceligini bozmaksızın, öznesi ilk
aynı zamanda hiperbalik geometri adı ve- önermenin yüklemi, yüklemi de ilk
rilir. Buna karşın, bir noktadan, verilen önermenin öznesi olan başka bir öner-
bir dogruya hiçbir paralel çizilemeyece- me elde etmekten oluşan dogrudan çı­
~ kabul eden, yani paralellik kavra- karun türü.
mından vazgeçen ve Eukleides'in i.kinci Evirme işlemi ya da çıkarıını, yalnızca
postülası olan 'sonlu bir dogru istenildi- ilk ya da orijinal önerme bir E ya 1 öner-
gi kadar uzatıla bilir' postülasını da dog- ınesi oldugu zaman eşdeger bir önerme
runun sonlu bir uzunlugu oldugu, verir. Klasik mantıkçılar, A önermesinin,
başka bir deyişle dogrunun bir tür ka- evirme işlemi, ilk önermenin niceligin-
palı egri oldugu biçiminde degiştiren de tümelden tikele dogru gerçekleşen
ve Bernhard Riemann tarafından kurul- bir dönüşümle tamamlandıgı takdirde,
muş olan geometriye ise, eliplik geometri eşdeger bir önerme verdi~ni savunur-
adı verilir. lar. Buna karşın, O önermesinin evrigi
Eukleidesçi geometri ile Eukleidesçi- olmaz; yani, evirme çıkanmında SoP ka-
olmayan hiperbalik ve eliptik geometri- hbı geçersizdir.
lerden hangisinin gerçek dünyayı mate- evren [Os. dlem, kdinat; lng. universe; Fr.
matiksel olarak en dogru bir biçimde uniTJers; Al. weltall, universunı]. Varolmuş
betiınledigini saptamak olanaksız oldu- olan, varolan ve varolacak olan herşey.
gu gibi, böyle bir soruyu sormak da çok Bütün bir dogal dünya. Gözlemlenen ya
anlamlı sayılmaz. Bundan dolayı, mate- da varoldu~na inanılan madde ve ener-
. matikçiler tek dogru geometri kavra- jinin tümünü birden içeren fiziki sistem.
mından vazgeçmek ve aynı derecede Yıldızlan, gezegenleri, yeryüzünü, gaz
geçerli ve tutarlı olan degişik geometri- ve bulutları, v.b.g. kapsayan, maddeyle
lerio varolabilecegi görüşünü kabullen- dolu ınekarun bütünü. Tıkellerden ve tü-
mek zorunda kalmışlardır. Yine, Eukle- mellerden meydana gelen bütün. Kendi-
idesçi olmayan geometrilerin ortaya sine aşkın olan Tann dışında, varolan
çıkışı baglamında, matematiksel sis- herşeyi kapsayan sistem.
temlerin, keşfedilmeyi bekleyen dogal evrensel [Os. külli; lng. universal; Fr. uni-
olgulardan ibaret olmadıgı, bu sistem- versel; Al. allgemein, universal]. Evrensel
lerin, tutarlı bir aksiyom ve postiiialar düzen, evrensel zonınluluk deyimlerin-
kümesi seçilip, bunlardan türetilebile- de oldugu gibi, evrenin bütününe yayı­
cek teoremlerin incelerunesiyle yaratıla­ lan, evrenin bütünü ve evrendeki her-
bilecegi anlaşılmıştır. şey için geçerli olan. Hiçbir istisna ka-
Evhemerosçuluk [İng. Euhemerism; Fr. bul etmeyen.
Evhemerisme; Al. Evhemerismus]. Mitolo- Buna göre, bir düşünce, ilgili tüm in-
jik varlıklar ve olaylar için gerçek bir ta- sanlann, onun dogrulugunu teslim et-
rihsel dayanak arama gelenegini yerleş­ mesi anlamında evrenseldir.
tirmiş olan Yunanlı ınitoloji yazarı Eu- evrensekilik [Os. külliye; lng. universa-
emeros'un tavrının genelleştirilmesin­ lism; Fr. universalisme; Al. universalis-
den oluşan ve Tann'lann, insanların ya- mus]. 1 Genel olarak, geçerliligin ve
ratısı oldugunu, insaniann büyük kişi­ dogrulugun ölçütü olarak tüm insanla-
lere duydukları saygıyı giderek Tannlık rın onayını temele alan, tüm insaniann
katına çıkardıklarını ve çeşitli Tannlar onayı dışında hiçbir otorite kabul etme-
yarattıklarını öne süren anlayış. yen görüş.
124 evrensellettirilebilirlik

2 Ahlaki açıdan, hazzın asli ve çok te- sonra benim aleyhime dogurabilecegi
melli bir degere sahip oldugu, ve hazza sonuçlara katianma zorlugu bir yana,
sahip olan kişiden kişiye degişmedigi kitabı çaldıgım zaman, bundan başka­
ilkesini teınele alarak, her bireyin tüm lan kesinlikle zarar görecektir. Bu ey-
insanlarm iyilik, mutluluk ve refahuu lem başkalarına zarar verıneye ek ola-
amaçlaması gerektigini öne süren ahlaki rak, herkes ihtiyacı olanı çalmaya kalkı­
ögreti. 3 Teolojide, hiçbir ulus, halk ya şırsa, toplumsal yaşam altüst olur.
da ır kın, T<ııırı'nın koruma ve kayrasına Buna karşın, küçüklere, çocuklara iş-
mazhar olmak bakımından, ayrıcalıgı kence yapmamak gerekligini ifade
olınadıgını, Tanrı'nın tüm halkların ba- eden bir ilke, kesinlikle evrenselleştiri­
bası oldugunu, kurtuluşa ermek bakı­ lebilir olan bir ilkedir. Çünkü bu ilkeyi
ınından tüm insaniann aynı ve eşit ol- hayata geçirmek, herkes için hem ola-
dugunu öne süren görüş. Tektanrılı naklı hem de arzu edilir bir şeydir.
dinlerin cehennemin ebediligi görüşüne Bundan dolayı, küçük çocuklara işken­
karşı, herkesin Tanrı'nın inayeline maz- ce edenler, ahlaksızca eyleyen insanlar
har olacagını ve bütün insanların iyilik- olacaklardır. Kanı evrenselleştirilebil­
sever Tanrı tarafından kurtarılacagını me ilkesinin bu çerçeve içinde, birçok
savunan akım. insanda varolan, neyin dogru ve neyin
evrenselleştirilebilirlik [İng. princip/e of yanlış olduguyla ilgili sezgileri anlaşı­
universalizabilihj; Fr. principe de /'univer- lır hale getirip temellendirdigini dü-
sa/isation]. tKant'ın felsefesinde, ahlak- şünmüştür.
lılıgın, ahlaklı olmanın temel ilkesi. Bununla birlikte, eylemlerin maksimle-
Aynı zamanda koşulsuz buyruk olarak rini evrenselleştirmenin ahlaki eylemle-
da geçen evrenselleştirilebilirlik ilkesi, ri ahlaksız eylemlerden ayınna imkanı
'Başkalarının sana yapmalarını istedigi vermedigine işaret edilerek, söz konu-
şeyleri yapmalısın!' diyen altın kuralın su evrenselleştirilebilirlik ilkesi, başta
Kanı'taki ver si yon udur: 'Yalruzca, aynı tHegel olmak üzere birçok filozof tara-
zamanda evrensel bir yasa haline gel- fından eleştirilıniştir. Buna göre, ev-
mesini isteyebilecegin maksime göre renselleştirilebilirlik ilkesi kendi içinde
ey le!' tutarlı, ama ahlaken kötü bir fail olana-
Ilkeyi olumsuz bir ölçüt olarak kulla- gını dışta bırakmaz. Çünkü her eylem,
nan Kanı, bu ilkeyi hayata geçiremeyen hatta en ahlaksız eylem bile, maksimi
bir eylemin ahlaki bakımdan iyi ve çelişki ye düşülmeden evrenselleştirile­
dogru bir eylem olmadıgını öne sür- cek tarzda tanımlanabilir.
müştür. Başka bir deyişle, Kanı bir ey- evrensizeilik (Yunanca olumsuzluk bil-
lemin ahlaki bir eylem olabilmesi için, diren a öneki ve evren anlamına gelen
söz konusu eylemin gerisinde yatan casmos'tan türemiş terim, İng. acosmism;
maksim ya da ilkenin herkes için geçerli Fr. acosmisme; Al. akosmismus) Varlık ve
olan evrensel bir ilke olması gerekligini gerçekligin nihai ve en yüksek dogası y-
belirtir. Insan burada kendisini bir istis- la ilgili bir ögreti olarak, deneyim yo-
na olarak görınemeli, başkalanna ve luyla bilinen şekliyle, evrenin yalnızca
kendisine tarafsız bir gözle bakabilmeli- bir görünüş ya da bir yanılsama oldu-
dir. gunu savunan akım; fiziki bir dış dün-
Ömegin, bir kitaba ihtiyaom var, fakat yanın varolmadıgııu, insan tarafından
kitabı alacak param yok. Varsayalım ki, deneyimlendigi ve bilindigi şekliyle
kitabı ya yaıumdaki arkadaşımdan ya evrenin, kendi içinde hiçbir gerçekligi
da kitapçıdan çalmaya karar veriyorum. olmadıgını, fakat evrenin gerisinde
Bu eylemin kendisine dayandıgı mak- yatan gerçek bir varlıga baglı oldut;u-
sim ya da ilke, evrenselleştirilebilir olan nu, bu varlıgın bir tezahürü ya da gö-
bir ilke degildir. Çünkü ilkenin daha rünüşü oldut;unu öne süren görüş.
evrimcilik 325

Evrensizeilik terimi, felsefe tarihinde rini ortaya koymak olan yönteme evrim
iBegel tarafından tek töz Tanrı'yla do- yönlemi adı verilmektedir.
gayı özdeşleştiren tSpinoza felsefesini Düzen, degişme ve ilerlemeyi içeren
taıuınlaınak için kullanılmıştır. Hegel, evrim kavramı canlı organizma için kul-
Spinoza'nın bireysel şeylerin varoluşu­ lanıldıgında, mütasyon ve dogaı ayık­
nu yadsıdıgını ve varolan herşeyin lanma yoluyla gerçekleşen degişimi
Tanrı'dan ibaret oldugunu iddia ettigi- ifade eder. Işte buradan hareketle, bir
ni düşündügü için, bu terimi kullan- organizmanın gelişimiyle insan toplu-
mıştır, ama Hegel'in bu Spinoza yoru- munun gelişimi arasında bir analoji ku-
mu epeyce tartışma !ıdır. rulmuş ve başta; tSaint-Simon, tComte,
evrim [Os. tekdmül; İng. evolution; Fr. tSpencer ve tMarks gibi düşünürler bir
lvolution; AI. evolution, entwickelung]. Bir toplumsal evrimden sözebnişlerdir.
şeyin, bir degişim ve gelişimler dizisi, evrimci [İng. evolutioııan;; Fr. tvolutioıı­
derece derece gerçekleşen bir degişme ııiste]. Evrim ögretisini benimsemiş, sos-
süreci içinde, daha kompleks, daha fark- yal yapılarda ve siyasi rejimlerde tedricl
lı bir organizma ya da organizasyona ve ılımlı degişiklik ya da reform tarafta-
dogru gelişmesi, dönüşmesi. Bir şeyin rı olan kişi, disiplin ve yaklaşımlan ta-
potansiyelinin belli bir sonuç, hedef ya rumlayan sıfat.
da amaç yönünde gelişmesi. Degişme Bu çerçeve içinde, ahlak duyusunu
ya da oluş türlerinden biri olarak, agır açıklamada, temel ahlald" standart ve öl-
agır, yavaş yavaş, farkına bile vanlma- çütleri belirlemede, evrim ögretisinin
dan gerçekleşen degişim. büyük bir rol oynadıgı ahilik anlayışına
Biyolojide, canlı varlıkların yeryüzü- evrimd ahlak adı verilir. C. tDarwin, H.
nün tarihi boyunca geçirdikleri dönü- tSpencer ve F.tNietzsche tarafından öne
şümlerin tümü. Canlı varlıklar ve dogal süıiilen bu tür bir ahlak göıiişü, evrim
çevreleri söz konusu oldugunda, canlı­ ögretisine dayaıur, ahlaki ilkeleri insa-
lara ve kalıntıları na ilişkin empirik göz- ıun fiziki dogasına ve mekanigin yasala-
lemden çıkan bir sonuç olarak, basitten rına day andırarak açıklamayı dener.
karmaşıga, homojenlikten heterojenlige evrimcilik [Os. tekdmüliye; lng. evolutio-
geçiş süreci. nism; Fr. tvolutionisme; Al. evolutionis-
İşte bu baglamda, biyolojide çeşitli nıus]. Çogu zaman ilerlemeye duyulan
hayvan ve bitki türlerinin daha önceki inançla birlikte ortaya çıkan ve evrimin,
zamanlarda yaşamış hayvan ve bitki evrendeki en temel degişme tarzı oldu-
türlerinden türediklerini ve bu türler gunu savunan görüş. Evrim düşüncesi,
arasındaki farklılıkların kuşaklar bo- yani tüm tezahürleri ve görünüşleri
şunca ve uzun bir zaman dilimi içinde, içinde evrenin ve yaşamın, tüm boyutla-
aşama aşama geçirilen degişikliklerden rıyla doganın, bir gelişme sürecinin
kaynaklandıgını öne süren teoriye, tüm ürünü oldugu düşüncesi üzerine kuru-
hayvan ve bitki türlerinin birbirlerinden lan sistem; tannsal düzen ve yaratılış
türediklerini ve bundan dolayı, canlılar düşüncesinden farklı olarak, türlerin çe-
dünyasmda bir kesinti ya da kopukluk şitliligini, evrende hüküm süren del';i-
olmadıgını savunan kurama evrim teorisi şim, dönüşüm, çevre koşullarına u-
denmektedir. yum saglama ve gelişmenin sonucu ola-
Buna mukabil, yalıuzca bir gelişme sü- rak gören ögreti, çeşitli hayvan türleri-
recinin ürünleri olarak görülen olgu sı­ nin evrim yoluyla dönüşüme ugradıkla­
ruflarına ilişkin araştırmada kullanılan rını öne süren kuram.
ve esas işlevi, 1 gelişme sürecinin temel Evrimcilik düşüncesi, sanıldıgının ak-
adım ya da evrelerini gösterrnek ve 2 ge- sine, llkçag felsefesine dek geri gider.
lişme sürecinde yer alan evreleri meyda- Dünyanın gelişmesini canlı bir varlıgın
na getiren çeşitli degişmelerin nedenle- gelişmesine benzet en Yunanlılar, _Yaşa-
326 evrimci pozitivizm

ının ve varlıgın kökünü suda bular.. ratması (creatio ex nilıilo) inancına kar-
tThales örneginde oldugu gibi, bütün şıt olarak, hiçten hiçbir şeyin çıkmaya­
varlık türlerinin ya tek bir varlıktan, ya cagı görüşü.
da su, hava veya tEmpedokles'in dört Görüşün ilk ve en seçkin örneklerine,
ögesi gibi, sayıca sınırlı varlıklardan tü· tSokrates öncesi doga filozoflarında
remiş oldugunu düşünmüşlerdir. Ev- rastlanır. Bu filozoflar, hiçten hiçbir
rende türlerin sürekliligi ilkesini benim- şeyin çıkmayacagı görüşünü bir önka-
seyen Yunan düşüncesinde, tAristote- bul olarak temele almak suretiyle, ilk
les'in sistemi de, varlıklarda salt madde- maddelerinin, yaratılmamış, ezeli-ebedi
den düşünce yetkinligine geçişi ifade olarak varolan bir töz oldugunu savun-
etmek isteyen bir tür evrimcilik olarak ınuşlardır.
ortaya çıkar. experimentia est optima renım megist-
evrimci pozitivizm [İng. evoluJionary po- ra. tBacon'dan başlayarak gelişen ve
sitivisııı; Fr. positivisnıe evalutioniste). Po- Claude Bemard'da en yüksek düzeye
zitivizınin, bilginin deneyime dayandı­ ulaşan ve otorite yöntemine, gerçeklikte
gı, olguları konu aldıgı ve özel bilimler hiçbir temeli olmayan akla dayalı spekü-
tarahndan tüketildigi tezlerini koru- lasyonlara karşı çıkan, araştırmada a
makla birlikte, sosyal pozitivizmde ol- priori olarak akılyürütme yerine, dogaya
dugu gibi, topluma ya da tarihe de~:il gidip deney yapınayı öneren deneysel
de, fizik ve biyoloji ye yönelen ya da da- yöntemin Latince ifadesi: Deney, en iyi
yanan pozitivist anlayış. ögreticidir.
Herben tSpencer tarahndan savunulan experimentum crucis. Birden fazla hipo-
bu tür bir pozitivizm, bir ilk nebuladan tez arasından hangisinin dogru oldu-
başlayıp, uygarlıgın en yüksek ürünle- gunu kesin sonuçlu olarak gösteren
rine dek uzanan sürekli ve dogrusal bir deney için Francis tBacon tarahndan
ilerleme olarak evrensel bir evrim dü- kullanılan Latince terim.
şüncesine dayanır. Spencer bu tür bir eylem [Os. fiil, amel; İng. Fr. action; Al. tat,
evrim sürecinin gerçekligin tüm alanla- handlung, wirkung]. Bir şey yapma, bir
rında hüküm sürdü~nü ve bu farklı işlemi gerçekleştirme, bir etkinlikte bu-
evrimierin temel özelliklerini ortaya çı­ lunma, bir işlevi yerine getirme. Bir şey
karacak ayrı bilim.let bulundugunu sa- üzerine etkide bulunma. Bir iş, davra-
vurunuştur. Bu bakış açısından felsefe, nış ya da olayla sonuçlanan, güç ya da
evrim sürecine ilişkin en genel bilgiyi enerji uygulama durumu.
saglayan disiplindir. Zaman zaman cansız varlıklar için de
Evrimci pozitivizm, ttinselcilikten ol- kullanalmakla birlikte, eyJem sözcügü,
dugu kadar, tmaddecilikten de uzak hareket ve davranıştan ayJrd edilerek,
olan bir felsefedir. Buna göre, Spencer, temelde ve öncelikle bilinçli ve amaçlı
evrim sürecinin hem madde ve hareket, öznelerin yapıp ebneleri için kullanılma­
hem de tinsellik ve bilinç açısından yo- lıdır. Aristoteles eylemi, yani bir insanın
rumlanabilecegini öne sürmüştür. yaptıgı, gerçekleş tirdigi şeyi (poiesis),
ex falso quodlibet. Yanlıştan, mantıksal onun başına gelen şeyden, aldıgı etki-
olarak çelişik olan bir önermeden her den (yani, pathos'tan) ayırmıştır.
türlü sonucun çıktıguu ya da çıkabildi­ Eylemle ilgili olarak, felsefenin kapsa-
gi mantıksal ilkesinin Latince ifadesi. mı içine giren üç temel problemden söz
exclusi tertii principium. Ortaçagda, edilebilir: 1 Eylemin nasıl tanunlanabile-
mantıksal düşürunenin temel ilkelerin- ceği problemi; bu problem, irade özgür-
den olan üçüneünün olanaksızlıgı ilke- lügü problemi kapsamına girer. 2 Eyle-
sine verilen Latince ad. me deger biçme problemi, ki sorumlu-
ex nihilo nihil fit. Özellikle dinlerde söz luk konusu içine girer ve nihayet 3 Eyle-
konusu olan Tanrı'nın varlıgı hiçten ya- min nasıl açıklanabilecegi problemi.
eylem yararcıhğı 327

eylemcilik [ing. aclivisrıı; Fr. C!Ctiı•isrııe; Al. bi felsefeler için kullarulan terim.
activismus]. Genel olarak, gerçek dogru- 2 Eylem felsefesi daha özel olarak da,
lara ve yapıcı bir toplumsal degişmeye Fransız filozofu +Biondel'in, düşünce­
götüren tek yolun, spekülasyon ya da nin eylemle· ilişkisi söz konusu oldu-
gerçeklikten kopuk teoriler üretmek de- gunda, tentellektüalizm ve pragmatizm
ğil de, eylem oldugunu savunan inanç. karşıt uçlanm birbirine yak.laşhrmaya
Daha özel olarak da, etldnligin (degiş­ çalışan idealist ve iradeci felsefesini ifa-
me, süreç ve eylemin) gerçekJigin özsel de eder. İnsanoglunun iradi eylemiyle
ve zorunlu bir parçası oldugunu öne olayları aştıgım savunan Blondel'e gö-
süren metafizik ögreti, ya da etkinligi, re, eylem ya da aksiyonda, biz insan
özellilde de tinsel etkinligi, gerçekligin varlıklannı etkileyen, ve kendi kendi-
özü olarak gören felsefi teori. mizle tutarlı kalmamız koşuluyla, ken-
eylem deontolojizmi [lng. act deontological disini bize zorla kabul ettirip, dini inan-
theories; Fr. deontologisnıe de 1' acte]. Ey- ca kadar götürebilecek bir varlıgın ilkesi
lemlerin ya da insanlarm ahlaki olup ol- vardır.
madı.ldarına karar verme sürecinin, eyle- Buna göre, eylem felsefesini öznenin
min sonuçlarından tümüyle bagımsız dinamizminin diyalektigine ilişkin sis-
oldugunu, eylemlerin yalnızca ah-l~kr tematik bir araşhrma olarak tammla-
bakımdan dogru olup olmamalarına, ki- yan, eylemi insanın kendi kendini açım­
şilerin ise yahuzca iyi olup olmamalan- layan dinamizminin bir tezahürü olarak
na bakılarak yargılarunası gerektigini gören Blondel'e göre, insamn tüm etkin-
savunan genel deontolojist ahlak anlayı­ likleri yalmzca mutlak bir Varlıga, aş­
şının, genel ahiald kurallar ya da ilkeler kın bir Tanrı'ya dogru olan yönelim sa-
bulunmadıgını, fakat yalnızca, kendile- yesinde anlaşılabilir. Buradan da anla-
riyle ilgili olarak genellernelere gideme- şılacagı üzere, eylem felsefesini bir ken-
yecegimiz, tikel eylemler, durwnlar ve dini aşma felsefesi olarak kuran ve o-
insanlar bulundugunu, kişinin her ayn nun içerdigi manevi degere büyük bir
durwna, eylemin sonuçlanru hiç dikka- önem atfeden Blondel, bu felsefeyi Tan-
te almadan, bireysel olarak yaklaşması rı'ya götürecek bir yol, determjnizm ile
ve söz konusu koşul ya da durumda, özgürlük arasmda bir uygunluk ve son-
hangi eylemi, hangi davramş tarzını suzlukta bir birlik bulmanın araa olarak
seçmenin ahlaki bakımdan dogru olaca- görmüştür.
gma karar vererek eylemesi gerektigini eylem yararcılığı [İng. act utilitarianisnı;
savunan türü. Fr. utilitarianisnıe de l'acte]. Herkesin,
Eylem deontolojizmi, ahlaki öznenin, eylemden etkilenecek tüm insanlara en
evrensel bir ahlak yasasımn yoklugun- yüksek iyiligi saglayacak eylemi ger-
da neyin dogru olduguna, eylem sıra­ çekleştirmesi gerekligini öne süren ya-
smda bireysel olarak karar vermesi ge- rarcı ahlak anlayışı.
rektigini ve bireyin, hangi eylemin Bu anlayış, ahl8ki eylemin ortaya çıktı­
ahlaki bakımdan dogru olacagıyla ilgili gı durumlarla, bireylerin her seferinde
karanmn, onun tecrübelerine, duygula- farklılık göstermesinden dolayı, herkes
nna ve özellikle de sezgilerine dayandı~ için geçerli olabilecek evrensel bir ahlak
gım söyledigi için, çogunluk ahlaki sezgi- yasası kabul etmez ve dolayısıyla, ey-
cilikle bileşir. lem için ahlaki kurallar oluşturmanın
eylem felsefesi [Os. haretet felsefesi; İng. gerekliligine inanmaz. Buna göre, her
philosophy of action; Fr. philosophie de l'ac- birey içinde bulundugu durwnu iyi
tion]. 1 Genel olarak, spekülasyonu, dü- ölçüp biçmeli ve yalnızca kendisi · için
şünceyi ve teoriyi degil de, eylemi degil, eyleminden etkilenecek herkes
temel alan, eylemin önemini vurgulayan için, en iyi, en yararlı sonuçları üretecek
+pragmatizm, taletçilik. +hümanizm gi- eylemi gerçekleştirmelidir.
328 ezeli-ebedi

Eyleı!l yararcrhgını savunanlara göre, naksız hale getirdigi eleştirisidir.


ahlaki özne, içinde bulundugu durwnu ezeli-ebedi [İng. etenwl; Fr. etemite]. Zama-
ölçüp biçerken, belli bir durumda ve nın bitirnsiz olması, sonunun gebnemesi
belli bir zamanda, ömegin yalan söyle- durumu. Bütünüyle zamandışı olma
memenin ya da gerçekleri oldugu gibi hali. Zamanı içerme, fakat zamanı, bir
ifade etınenin dogru bir şey olup olma- anlamda aşma durumu. Ezeli-ebedilik
dıgına karar vermelidir. Bu anlayJşa zamanın karşısında olup, ezeli-ebedi
göre, insanların çok büyük bir çogunlu- olan, zaman içinde olmayanı, zaman için-
~un, doğruyu söylemenin kesinlikle de başlangıcı ve sonu olmayanı gösterir.
iyi ve ahlaki oldu~na inanmalarının Varhga gelen herşeyin, her türlü sonlu
pek bir önemi yoktur; bundan dolayı, varlıgırt zaman içinde varoldugu yerde,
eylem yararcılıgında, adam öldünneye, ezeli-ebedi varlık. varhga gelmeyen, ya-
yalan söylemeye ya da hırsızlıga karşı rablmamış ve yok edilemez olan, önce
olan hiçbir degişmez, mutlak kural yok- ve sonra kabul ebneyen, bir bütün olarak
tur, çünkü eylem yararcılıgı eylemin zamanın dışında olan varlıkbr.
gerçel<Jeştigi durumlar kadar, eylemi Ezeli-ebedi kavr.lJl\1 ilk kez olarak
gerçekleştiren bireylerin de farklı oldu- Yunan felsefesinde ortaya çıkmıştır. Bu
gwı.a inanır. Bu nedenle, genelde ahJ.ikJ felsefeye göre, Krcmos ya da zaman yara-
olmadıgı düşünülen tüm ahJ.iki eylem- tılmış degildir, zamanın başlangJcı ve
ler, ey le m yararasına göre, pekila ah- sonu yoktur. Varolan herşey zaman için-
laki olabilir. de, ezelden ebede dogru alap gider.
Eylem yararcılıgına yönellllen en Ezeli ve ebedi olana yabancı olan insan
önemli itiraz, hangi sonuçlann başkala­ varlıgı, ancak bu ezel ile ebed arasında
rı için iyi olac:agını belirlemenin oldukça kalan zaman süresinin anlannı bilebilir.
güç, hatta neredeyse olanaksız olması­ ezoterik Ong. esot.eric; Fr. esotirique; Al.
dır. Zira bir kimse için iyi olabilen bir esoterisch]. Kamuya açık olmayan, herke-
sonuç, bir başkası için iyi olmayabilir. sin anlaması için yazılmamış, yalnızca
Eylem yararcılıgına yöneltilen daha bir kurum ya da bir okulda, bir mezhep-
önemli bir eleştiri ise,_ teorinin, eylem sı­ te veya belli bir alanda, oldukça ileri bir
rasınd~ dikkate alınacak ya da uyula- düzeye ulaşmış kişiler için saklanmış,
cak hiçbir kural bırakmadıgı için, insan- yalnızca onlar tarafından anlaşılabilir
ların ve özellikle de genç insanların olan gizli inanç, ideoloji ya da öıretiler
ahlaki bakımdan egitilebilmelerini ola- için kullanılan terim.
Parabi 329

etl<i ya da güçleri ifade eder. Buna göre,


fail nedenle açıklama, agacın, çevredeki
çeşitli şeyler, ömegin, onun dokusuna
nüfuz eden çeşitli maddeler ya da top-
rak, v. b. g., dışarıdan onu belirli şekil­
lerde sürdügü ya da ittigi için, büyüdü-

F gü şekilde büyüdügünü söyler.


Farabi. 870-950 yılları arasında yaşamış
olan İslam düşünürü.
Sistemi Aristoteles mantıgına dayanan
akılcı bir metafizikten oluşan, Aristote-
fabyanizm [Os. Fabyen cemiyeti; İng. Fabi· les'in sistemini Plotinos'un görüşleri
anism; Fr. Fabianisme; Al Fabianismus). yardımıyla, İslam inancı ile uzlaşhrma­
Bir grup İngiliz sosyalisti tarafından ge· ya çalışan Farabi, Tanrı'nın varoluşunu
liştirilen ve kapitalizm içinde bö3:şlayıp kanıtlarken, Aristoteles'in akılyürütme
+sosyalizme dek süren gelişmenin sü- çizgisini takip etmiştir. Ona göre, bu
rekliligini savunan ögreti. dünyadaki nesneler hareket ebnekte,
Fabyanizın, tMarksizmin sosyalizmin degişmektedirler. Dünyadaki nesneler
doguşunu, işçi sınıhrun giderek artan hareketlerini bir ilk Hareket Ettiriciden
sefaletiyle temellenen bir devrime bagla- almak durumundadır. Bu ilk Hareket
dığı yerde, işçilerin 19. yüzyılda, yoksul- Ettirio ise, Tanrı'dır.
laşmadıklarıru, tam tersine ekonomik Farabi, varlık anlayışında, mümkün ya
durumlarnun iyileştigini ve gelecekte da olumsal varlıklar adını verdigi nes-
daha da iyileşecegirti savunmuş ve 19. neler ile Tannarasındaki farklılık ve ay-
yüzyılın toplumsal reformlanru sosyaliz- rılıgı, mümkün varlıklarm Tann'dan,
min, kapitalist toplum çerçevesi içindeki ilk varlıktan sudur ettiklerini söyleyerek
başlangıcı olarak degerlendirmiştir. Bu· açıklamaya ve temellendinneye çalışır.
radan da anlaşılacagı üzere, Fabyanizm, Faribfye göre, ilk varlık, Tanrı, varlık
devrim yoluyla de~l de, aşamalı olarak taşkını yoluyla evrendeki bütün varlık
gerçekleşecek bir sosyalizmin savunuru- düzertini 'dogal bir zorunlulukla' mey-
su olmuştur. dana getirir. Evren Tann'run degerine
fail [İng. agmcy; Fr. agent; Al. tatigkeit] hiçbir şey kabnaz. Yetkin bir varlık olan
Belli bir otorite ya da iktidara, eylemde Tanrı'nın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.
·bulunma gücüne ya da nedensel etkiye, Taruı'yla evren arasındaki ilişkiyi, evre-
toplumsal ilişkiler sistemi üzerinde ey- nin Tann'dan sudQr, türilin yoluyla ve
lemde bulunma kudretine sahip olan zorunlulukla çıkb~ını söyleyerek açık­
kimse, birey. layan Faribfye göre, evren aynı zaman-
Fail terimi felsefe ve sosyolojide, yapıya da Tanrı'nın sonsuz cömertliginin bir
karşıt ve eylemle de eşanlamlı olarak, sonucudur. Tanrı, Faribrnin sisteminde
yapısala teorilerin determinizminin ter- herşeydir. Taruı seven, sevilen ve sevgi-
sine, insan özünün belirlenmemiş özünü dir. O bilen, bilinen ve bilgidir.
vurgulamak Ülere kullarulu. Tanrı herşey oldugı.ina ve hiçbir şeye
fail nedenle açıklama [İng. apiımation ihtiyaç duymadıgına göre, Farabi bu
with ejfiı:imt l'.lluses; Fr. explanıJtion avec ca- noktada, mümkün varlıkların varoluş­
uses efficients]. Aristoteles'in maddi açık­ ları için, Tann'nın yalnızca kendisini
lamaya, formel ve teleolojik açıklamaya konu alan bilme faaliyetine başvurur.
ek olarak getirdigi dördüncü açıklama Buna göre, yaratıklar, Taruı'ya en yakın
türü. 'akıllar' halinde Tann'dan çıkıp varlıga
Bu tür bir açıklama, bir şeyin do~u­ gelirler. Onun sudii.r, türüm anlayışına
şuna ya da varlıgına katkı yapan dış göre, Tanrı'ıun kendi tözünü bilmesin-
330 farklılık metafizi~i

den birinci akıl dogar; bu aklın Tann'yı İşte, bu, insan için ölümsüzlükle eşan­
bilmesinden ise, ikinci akıl türer. Böyle- laınlıdır.Bu yol Tanrı'ya yöneliş, Tann'ya
likle, ortaya sırasıyla 10 akıl çıkar; onun- varış yoludur. Bu ise, insanın tadabilece-
cu akıl, etkin akıldır (aklı faal). Birinci ~ en yüksek mutluluktur.
aklın varlıgı, Tanrı dolayısıyla zorunlu, Farabi'ye göre, etkin akıl'a yönelmek
ama kendi özünde mümkündür; ilk akıl, durumunda olan şanslı insanlar filozof-
kendini bu niteligiyle bildigi için, onun · lar, bilim adamlan, peygamber ya da
ınaddesinden birinci gök katı, formun- gerçek yönetici ve sanatçılardır. Demek
dan da (suretinden de) o gök katının ru- ki, dogrulara ulaşan filozof ve bilim
hu sudQr eder. Böylelikle on akıldan her adanu, iyilikler meydana getiren gerçek
birinin karşılıgı olarak bir gök katı yönetici, güzellikler yaratan sanatçı, ona
türer. Madde de Tann'dan sudQr etmiş­ göre, birbirlerinden çok farklı olmayan
tir. Belirsizlik demek olan madde, Tan- insanlardır. Filozof ve bilim adaını ger-
rı'ya en uzak olan varlıktır. çegi ve dogruyu, bilimsel yöntemle
Etkin Akıl insan ruhunun da nedenidir. tanır. Yani, o etkin akıl'a kendi yolun-
insan anlayışında, FarAbi insanın ruh ve dan giderek vanr. Peygamber ve gerçek
bedenden meydana geldigini söyler. Be- yönetici gerçegi ve dogruyu, vahiy yo-
denin yetkinligi ruhtan, ruhun yetkinligi luyla bilir. Yani, o da etkin akıl'a kendi
ise akıldan kaynaklanmaktadır. Ruhun yolundan giderek ulaşır. Far~bf'nin bu
başlıca görevleri eylem, anlama ve algı­
düşüncesine göre, bilim, din ve felsefe,
lamadır. Ona göre, bitkisel, hayvani ve
birbirlerini ortadan kaldırmak yerine,
insani olmak üzere, üç tür ruh vardır. birbirlerini tamamlayan disiplinlerdir.
Bitkisel ruhun görevi, bireyin yetişme ve Onlar yalnızca aynı gerçege ve dogruya,
gelişmesi ile soyun sürdürülmesi, hay-
etkin akıl'a ulaşmanın farklı yollandır­
vansal ruhun görevi iyinin alınıp kötü-
lar.
den uzak durulması, iıısanf ruhun göre-
farkhhk melafizii\i [İng. nıetaphysics of
vi ise güzelin ve yararlının seçilmesidir.
d~fference; Fr. metaphysique du differeııce].
Farabi ahlak anlayışında, insanın akıl
yoluyla iyi ve kötüyü ayırt edebilecegi- Kimi postyapısalcı Fransız düşünürle­
ni savunur. İnsan için amaç mutluluk, rinin Batı'nın yüzlerce yıllık özdeşlik
en büyük erdem de bilgeliktir. FarAbrye ya da mevcudiyet metafizigine yerine
göre, en yüksek iyi olan mutluluk, etkin ikame etme teşebbüsü içinde oldukları,
akıl ile birleşrnek yoluyla gerçekleşir. 'farklıhgı temel varlık kategorisi olarak

Zira, insan kendisini anlamak için evre- gören,' metafizik anlayışı.


ni anlamak, evreni anlamak için de ev- Özdeşlik m€!tafizigini, kendi kendile-
renin amaCinı kavramak durumunda- riyle bir ve aynı kalan, ezeli-ebedi, de-
du. Evrenin esas ve en yüksek amacını gişmez idealan en temel gerçeklik ya-
anlamak, insan için gerçek mutluluk- parken, empirik gerçekligi nihai ve en
tur. İnsanın kendisini ve evrenin amacı­ yüksek gerçeklik olarak İdealardan olan
nı anlamaya kalkışması ise, bilim ve fel- farkhhklanyla tanımlayan tPlaton'la
sefe yapmakla ilgili bir şeydir. Insan başlatan tDeleuze ve tDerrida gibi dü-
aklının en yüksek düzeyde yetkinleş­ şünürler, tNietzsche, tHeidegger ve
leşmesi, insan aklını Etkin Akıl'a yak- Freud'dan hareketle, özdeşlik ve aynılı­
laştınr. gı, birincil degil de, ikincil ve türetimsel
Etkin akıl insan aklının yönelebilecegi kılan bir farklılık metafizigi geliştirmiş­
en yüksek hedeftir. Etkin akıl'a ulaş­ lerdir. Söz konusu metafizigin ilk ve
mak, bu dünyada Gerçek, Dogru, İyi ve temel terimi farklılıktır. Derrida, bu
Güzeli ortaya çLkaran felsefe, bilim ve baglarnda farklılıkları yaratan hareketi
sanatla ugraşmak yoluyla olur. Böyle- tanımlamak üzere differance terimini bul-
likle, insan ruhunu temizler, saflaştırır. muştur.
faJiz·m 331

farklılık politikası [İng. politics of di!fr- benzer olmakla birlikte, b;rinde (pozitif
rence; Fr. politique de la difference]. Öteki- durum) belirli öncü( ve aynı zamanda
nin varlıi\ını ve özgüllüi\ünü reddeden, sonuç var iken, digerinde (negatif
kadını erkei\in yoklui\u ve eksikli öteki- durum) her ikisi de yoksa, buradan ha-
si olarak olumsuz bir biçimde tanunlar- reketle söz konusu öncülle sonucun bir-
ken, Batılı olmayan boylan yoksayan birlerine neden ve sonuç olarak bagla-
veya onlann far klılıklannı tanımayıp, nacagı, aynı sonucun her zaman aynı
dii\er kültürleri Bab uygarlıi\ınuı adi nedeni izleyecegi neticesi çıkartılır.
yansımaları diye dei\ersizleştiren Avru- Bunu sembolik olarak şöyle gösterebili-
pa veya erkekmerkezci yaklaşıma kar- r .ız:
şı, postmodernizm ve feminizm tarafın­
dan geliştirilen ve öteki'nin farklılıi\ıru, a, b, c, d,...... a, b, c ..... öyleyse, d
özgünlük ve özgüllüi\ünü oluınlamaya w,x,y~z, w,x,y, z
dayanan yaklaşım ya da strateji.
Böyle bir strateji, herşeyden önce Batı faşizm [İng. fascism; Fr. fascisme; Al. fascis-
düşüncesinin özdeşlii\e, neredeyse fark- mus]. 1 Birinci dünya savaşını izleyen
lılıi\ı yoksaymak pahasına, imtiyazlı bir yıllardaki toplumsal ve ekonomik krizie-
yer verdii\ini öne sürer. Bu tavnn teme- rin sonucu olan milliyetçi ve otoriter po-
linde ise, ayru Batı düşüncesinde Pla- litik harekete, saldırgan bir ulusçulugu,
ton'dan beri hakim olan bir 'mevcudiyet tutkulu bir demokrasi karşıtlıgıyla bir-
metafizii\i' yer almaktadır. Fakat farklı­ leştiren ve üstün güçleri olan bir üderle
lıi\ı kutsayan bu yeni ve postmodemisi seçkin bir grubun yönetirnde bulwunası­
yaklaşıma göre, fazlasıyla problematik ru isteyen siyasi yönetim modeli.
olan şey, bulunuş metafizigi ve dolayı­ tFichte'nin milliyetçiligine, Cariyle'ın
sıyla da, özdeşlik lehinde bir tercihin, seçkinciligi ve Nietzsche'nin üstün insan
kaçınılmaz olarak birtakım toplumsal düşüncesiyle George Sarel'in görüşleri­
ve pratik boyutlan olmasıdır. O cinsel ne dayandıgı için, bir teoriden ziyade
ya da ırksal farklılıkları göremez. Göre- bir inanca karşılık gelen faşizm, milli-
medigi gibi, kendisiyle bir ve ayru ol- yetçilik, komünizmden duyulan nefret,
mayaru, kendisinden farklı olanı dogal- demokratik siyasete karşı güvensizlik-
lıkla ya yoksayar, ya da kendisine ten başka, tek partili bir devlete duyu-
benzetir veya kendisine tabi kılıp baskı lan baglılıkla karizmatik lideriere du yu-
altında tutar. lan inancı içerir.
farklılıktaki aynılık ilkesi [İng. prirıciple Faşizmin iki temel ögesi vardır: Bun-
of iderıtity in d!ffrrence; Fr. prirıcipe de lardan birinci unsur, milletin en yüksek
/'identitt! dans la difftrence]. Şeylerin birbir- deger oldugu inancından oluşur. Mille-
leriyle olan tüm farklılıkianna karşın, tin gücü, refah ve mutlulugunun, onu
evrendeki bir şeyin başka bir şeyle en meydana getiren bireylerin istek ve ihti-
azından bir bakundan (ömegin, varol- yaçları karşısında, mutlak bir önceligi
ma, mekanda bir yer işgal etıne, zaman vardır. Millete hizmet etmek, ve gerekti-
içinde varolma bakımuıdan) özdeş oldu- gi zaman, onun için ölmek, bireyin en
i\unu, hiçbir iki şeyin her yönden farklı büyük ödevidir. İkinci olarak, etkili ve
olarnayacağuu dile getiren ilke. güçlü bir millet, bireylerin iradelerinin,
farklılık yönlemi [İng. method of dijfererı­ üstün bir liderde cisimleşen, somutla-
ce; Fr. methode de la dijftrerıce]. İngiliz fi- ---- birlii\idir. Liderin, inançlanndan ve
şan
lozofu J. S. Mill'in önerdigi deneysel ya kararlanndan uzaklaşıp, ayrılmarun
da türnev anınsal yöntemin bir adımı. olanaksız oldui\u partisi, toplumsal ya-
Buna göre, iki ayrı olaylar ya da feno- şarrun tüm boyutlannı kontrol altında
menler öbegi birbirlerine her bakımdan tu lmalıdır.
332 felapton

2 Öte yandan, iaşizm, ekonomik bir ve yüreklerine sokulan en yüce degerdir.


açıdan ve Marksist terminoloji içinde, Sanayide de otorite, ernekle sermaye ara-
siyasi iktidar yolunu işçi sımfına kapa- sındaki serbest pazarlıgın yerini alar.
tan burjuvazinin diktatoryası olarak da Otoritenin önemini vurgulayan faşizm,
tammlanabilir. yalnızca emretrnek isteyenleri degil,
Faşizm, bir yönetim biçimi ya da mo- fakat itaat ebnek özlemi duyanlan da
deli oldugu kadar, aym zamanda bir cezbeder. Her toplumda, kendi başına
yaşam tarzı, daha dogrusu bir mizaç düşünüp, karar ve sorumluluk almak
ya da bakış açısıdır. Buna göre, faşist yerine, birinin peşinden gibnek ve ona
bakış açısının en belirgin özelligi irras- boyun eğmek isteyenler vardır ve faşiz­
yonalizındir. Batı'nın rasyonel gelenegi- min yayılmasındaki başlıca psikolojik
ne şiddetle muhalefet eden faşizmin psi- koşullardan biri özgürlükten kaçıştır.
kolojisinde, kuşkucu, eleştirel düşünce Uluslararası alanda ise, ırkçılık ve em-
yerine, fanatizm egemen olur. Bünyesin- peryalizm eşitsizlik ve şiddetin iki
de banndırdı~ bu irrasyonalizın nede- temel faşist ilkesini ifade eder. Tıpkı
niyle, faşizmin (ırk, parti dogması, lide- millet içinde lider ya da elitin geri kalan-
rin karizması veya kişili~ benzeri) tabu lara üstün olması ve iradesini onlara
konulan vardır. şiddet yoluyla kabul ettirebilınesi gibi,
Faşizm yine insaniann eşit oldugu fik- elit ulusun digerlerine üstün oldugu
rini redderler ve eşitsizligi bir olgu ola- kabul edilerek, onlan yönetme yetkisine
rak kabul etmekle kalmayıp, bir ideal sahip bulundugu düşünülür. Faşizm,
haline getirir. Öte yandan, faşist yakla- bu baglamda, uluslar arasında eşitlik
şım ya da davramşın yasasının şiddet oldugu ilkesine dayanan uluslarası teş­
oldugu akıldan çıkarılmamalıdır. lrras- kilatlara ve bu arada dünya banşına
yonalizmi ve davranışın evrensel ola- karşıdır.
rak kabul gönnüş standartlannı reddet- felapton. Klasik manbkta, büyük öner-
mesi nedeniyle, faşizm amaca giden mesi tümel olumsuz, küçük önermesi
yolda her araa mübah sayar. Yine, aynı tümel olumlu, sonuru ise tikel olumsuz
nedenle, faşizm bireyi devlete kurban olan, ve başındaki f harfinin de göster-
eder. Başka bir deyişle, faşist anlayışta digi gibi, birinci şekilden ferio'ya indir-
devlet amaç, birey de araçbr. Buradan genebilen üçüncü şekilden tasım kah-
da anlaşılacagı üzere, faşist devlet bı. Hiçbir M P degildir. Tüm M'ler S'-
kendi dışında hiçbir degerler bütünü ya dir. O hAlde, hiçbir SP degildir.
da toplumsal birlik tarumayacak derece- felek. Eskiden, dokuz tabakadan oluştu­
de totaliterdir. gu, ve her katında birer gezegen bu-
Eşitsizlik ve şiddetin faşizan kabulü, lundugu kabul edilen gökyüzü katla-
dogal olarak yönetimin hem teorik ve rından her biri.
hem de pratik olarak bir elitin elinde ola- felsefe [İng. plıilosophy; Fr. philosophie; Al.
cagı sonucunu dogurur. Faşist anlayışa philosophie]. Yunanca 'seviyorum, peşin­
göre, bazı insanlar yönetmek, digerleri den koşuyorum, arıyorum' aniamma
de itaat etmek için doğmuşlardır. Fa- gelen plıileo ve 'bilgi, bilgelik' anlamına
şizm, sadece bir sistem, bir yönetim gelen sophia sözcüklerinden türeyen te-
tarzı olmakla kalmayıp, aynı zamanda rimin işaret ettigi entellektüel faaliyet
bir yaşama tarzı oldugu için, toplumsal ve disiplin.
etkinligin hemen tüm alanlannda, tarhş­ Buna göre, felsefe Yunanlılar için, 'bil-
madan ziyade, otoriteyi kuUarur. Faşizm gelik sevgisi' ya da 'hikmet arayışı' an-
bu baglarnda anti-feministtir ve aile için- lanuna gelmiştir. Başlangıçtaki bu öz-
de güçlü bir baba otoritesini destekler, gün anlama göre, her türden bilimsel
Okullarda disiplin, çocukların kafalanna araştırmacıya filozof adı verilmiştir. İlk
felse"fe 333

zamanlarda, tüm bilim ve disiplinleri sorular hakkında belirli bir türden dü-
içeren felsefe, daha sonra kendisinden şünme faaliyetidir. Felsefeyi tüm diger
ayrılan tüm diger bilim ve disiplinler~ disiplinlerden ayıran en önemli özelligi,
den, konusu ve yöntemiyle aynlır. Buna felsefenin bu türden sorular üzerinde
göre, felsefenin konusu 'nihai ve en düşünürken, mantıksal argüman ya da
yüksek şeyler', genel olarak varlık, bir akılyürütmeye dayarunasıdır. Buna
bütün olarak evrenin kendisini ya da in~ göre, filozoflar, bu mantıksal akılyürüt­
sanın eylemlerini, yaşamını ve yazgısı­ meleri ya kendileri yaratırlar ya da baş­
nı en temelli bir biçimde etkileyen şey­ kalarının akılyürütmelerini eleştirirler.
lerdir. Varlıgı bir yönüyle ya da beJii bir Filozoflar, aynı zamanda bu akılyürüt­
bakımdan ele alan bilimlerden farklı ola- melerin temelinde bulunan kavramlan
rak, felsefe, varlıgı bir bütün olarak ele analiz eder ve açıklıga kavuştururlar.
aldıgı, varlıgı varlık olmak bakımından Filozoflar, insan yaşamını ilgilendiren
inceledigi, olaıu betimleyen bilimlerden herşey hakkında akıl yürütebilir, herşe­
farklı olarak olması gerekene yöneldigi yi felsefi bir problem konusu yapabilir-
için, konularına uygun düşen yöntem ler. Filozoflar, örnegin bizim apaçık ve
ya da yöntemleri kullanır. dogru olduklarına inandıgunız inanç la~
Buna göre, felsefenin konuları arasında rımızı sorguya çekerler. Yaşamın anla-
yer alan şeyler, duyuların ya da duyu- mıru meydana getirdigini söyledigirniz
sal kavrayışın çok ötesinde kaldı~ için, temel sorular üzerinde dururlar. Dinle,
felsefe duyuları kullaıunaktan özenle Tanrı'nın varoluşuyla, dogru ve yanlış­
kaçırur. Felsefe saf düşünceye, refleksi~
la, dışdünyanın varoluşuyla, bilginin
yona dayanır ve a priori bir araşbrma­ kaynagı ve sırurlanyla, bilimle, sanatla
dır. Buna göre, felsefe bir kavram anali-
ve daha birçok konuyla iJgili sorular
zinden oluşur ya da kavramsal analiz
üzerinde akıl yürütüp, bu sorulara ge-
temeli üzerinde yükselir. Öte yandan,
nel geçer ve nesnel yanıtlar getirmeye
felsefe ulaşhgı sonuçlan kanıtlamak
çalışırlar.
için, belirli ve kesin birtakım işlem ya
İnsaniann çogu, temel inançlarını sor-
da yöntemler kullanmaz.
gulamaz. Ömegin, insan öldürmenin
Öte yandan, bilim dünyada yer alan
şeyleri betimlerken, felsefe onlan sınıf­
niçin yanlış oldugu, insanıann niçin
lar. Bilim bilgi verirken, felsefe bilginin vergi vermeleri gerektiği, ortalama insan
tarafından üzerinde pek fazla düşünül­
ne oldugunu, neyi ve nasıl bilebile~­
memiş olan sorulardu. Kim ve ne kadar
mizi araşhnr. Öyleyse, felsefe varolan
şeylerle ilgili olarak akla dayalı bir açık­
vergi ödemelidir? Vergi ödemenin amaa
lama saglar; bilimlerin ayn ayn ele aldı~ nedir? Bunlardan her biri felsefi bir soru-
olgu sınıflanıun tümünü birden açıkla­ dur ve bizi hemen adaletin ne oldugu
yacak en genel ilkelere ulaşmaya çalışır. konusuna götürür. Aynı şekilde, 'İnsan
Bu anlamda felsefe, varlıgın ilk ilkeleri- öldürmek niçin yanhşb.r?', 'İnsan öldür-
nin bilimidir. Özel bilimlerden kazaru- mek her durumda ve her koşul altında
lan tüm bilgilerin eleştirisini ve siste- yanlış nudır?' soruları da, felsefi soru-
matizasyonunu gerçekleştiren en genel lardır. Felsefe, işte bu türden sorular
bilim, bilimlerin bilim.idir. Ve nihayet, üzerinde düşünmenin sonucu olan bil-
felsefe insanın yaşamını, degerierini ve gelik ya da disiplindir.
amaçlanru sorgulayan, bu alanda insan felsefede geometrik yöntem [İng. geo-
yaşanwun ve eylemlerinin kendilerine metrical method in philosophy; Fr. metlıode
dayanaca~ genel ilkelerin bilgisidir. geometrique dans la philosophie]. Felsetele-
Felsefe bir faaliyet. bir düşünce faaliye- rin, felsefi ögretilerin ifade edilip açık­
tidir. İnsanın soru sorabilme yeteneğine lanması sırasında kullanılan aksiyoma-
dayanır ve bu baglamda, o belirli türden tik yöntem.
334 felsefenin değeri

Felsefede geometrik yöntemi kullanan maktan, gerçekligi temaşa etmekten


filozof, Eukleides geometrisini, nesnel ve haz alır. Bu hazza yabancı olan insanlar
rasyonel bir araştırmanın gerçek modeli bile, onun nitelik yönünden birçok haz-
ya da yetkin örnegi olarak gören Spinoza dan çok daha üstün oldugunu teslim et-
olınuşhlr. Zorunlu olarak doğru oldugu mekten geri kalınamışlardır. Demek ki,
bilinen aksiyomlardan ve aksiyemlarda felsefe herşeyden önce insana haz verir.
kullanılan kavramiann anlamlarını açık­ İnsan varlıguıuı bir beden kadar biı·
layan tanımlardan hareket ettigine ve bir ~uha da sahip oldugunu, insanın gerçek
dizi ınanbksal adımla, kendilerinden tti- amacına yalruzca bedensel isteklerini
retilmiş oldugu aksiyomlar kadar kesin karşılamakla kalmayıp, ruhsal ihtiyaç-
ve dogru olan teoremlere dogru ilerledi- larını da giderdigi zaman ulaşabilecegi­
gine inandıgı geometrik yöntemi Etica ni unu tmazsak, bu durum daha açık
[Ahlak] adlı eserinde uygulayan Spino- hale gelir. lnsaıun ruhsal ihtiyaçlannın
za, gerçekligin tasvirinde kullanılmak en başında ise, merakını giderme, ög-
durumunda olan temel kavramların tanı­ renıne, evreni ve kendisini anlama, şu
ırundan hareketle, yalnızca iddialı bir dünyada geçen yaşamını anlamlandır­
metafizigin önermelerini degil, fakat in- ma istegi vardır. Bu istegi ise, yalnızca
saıun ahlaki davraıuşıyla ilgili kural ve felsefe karşılayabilir.
ilkeleri de kanıtlamaya çalışmıştır. ,. Felsefe, şu halde, bireysel düzlemde,
Geometrik yönteme deger veren başka bireyin yaşamında önemli birtakım iş­
bir düşünür ise, geometrik aksiyomla- levler gerçekleştirir. Çünkü, felsefe her-
nn açık ve seçi.kligini, bütün bilgilerin şeyden önce insan olarak varoluşumu­
dogruıugunun ölçütü h~line getiren zun anlamıyla ilgili bazı temel sorulan
tDescartes olmuştur. ele alır. İnsanlar, yaşamlannda zaman
felsefenin değeri [İng. value of philosophy; zaman 'Niçin bu dünyadayım?', 'Yaşa­
Fr. valeur de la philosophie). Felsefenin çok mımızın bir amacı var mı?', 'Bir şeyi
çeşitli fonksiyonlannın bir sonucu ola- dogru ya da yanlış kılan nedir?', 'Zihin
rak önem kazanıp degerli olması duru- bedenden farklı mıdır?', 'Ölümden
mu. sonra insana ne olur?' türünden felsefi
Felsefe sözcügünü işitir işitmez birçok sorular sorarlar. İçimizden her birinin
insarun ilk tepkisi, biraz da alaycı bir bu felsefi sorular üzerinde düşünme­
dille felsefenin hiçbir işe yaramadıgını sinde, varoluşumuzu anlamiandırnak
söylemek olur. Felsefeden maddi deger- açısından büyük yarar vardır. Nitekim
Ierin ve zenginliklerin meydana getiril- Sokrates incelenmemiş, sorguya çekil-
mesine, maddi anlamda refahm oluştu­ memiş bir yaşamın yaşanmaya deger
rulmasına do~udan dogruya katkıda olmadı~ru söylemiştir.
bulunması, elbette beklenemez. Fakat, İnsan, vahşilerden farklı olarak akdlı
maddi zenginlik ve refahın insan tarafın­ bir varlıktır
ve bu özelligi dolayısıyla
dan bir de~er cetvelinin en tepesine yer- yaşamını birtakım ilkelere, temel ka-
leştirilen bir şey olmadıgı unuhllmama- bullere dayandırır. Yaşamm kendisine
lıdır. Zira, insanlar maddi bakımdan dayandıgı ilkeleri, temel kabulleri hiç
refahı ve maddi degerieri bizatih i kendi- sorgulamadan gerçekleştirilen bir varo-
leri için degil de, mutluluga götüren luş sıradan ve temelsiz bir varoluştur
yolda birer araç oldukları için isterler. · ve böyle bir yaşam sürmek, hiç servis-
Bu baglamda, felsefe de, mutluluk ten geçirilmemiş bir arabayı kullaruna-
amacı için bir araç olabilir. Nitekim, her ya benzer. Arabanın şimdiye kadar
insan maddi zenginliklere sahip olmak- freni hiç bozulmamış, tekeri patlama-
tan haz duymaz, bazıları da düşünmek­ mış, yagı bitmemiş ve de motoru sag-
ten, insan yaşamının anlamını araştır- lam olabilir. Fakat bu, onun gelecekte
felsefenin disipli.nleri 335

de herbakımdan iyi ve saglam olacagı da bir yönetim biçimi olarak demokrasi-


anlamına gelmez. Benzer şelcilde, insa- nin gelişmesine ve işleyişine önemli
nın yaşamını kendilerine dayandırdıgı katkılar yapar. Zira, demokrasi en iyi bir
ilke ve kabuller gerçekten de saglam ve biçimde, insanlar eleştirel bir bakış açı­
dogru olabilir, bununla birlikte, bu ilke sına sahip olduklan, iyiyle kötüyü, ger-
ve kabullerin saglam ve dogru oldukla- çek ve saglam akılyürütmeyle demagoji-
n, ancak ve ancak bu kabuller felsefe yi birbirinden ayırabildikleri zaman;
yardımıyla bir eleştiri süzgecinden ge- tüm iddialar için delil ve dayanaklar
çirildikten, enine boyuna irdelendikten aramayı, olan biteni farklı yönlerden gö-
sonra bilinebilir. rebilıneyi, daha iyi ve dogru olmak için
Felsefe, bundan dolayı bu dünyadaki kendilerini ve başkalamu sorgulayabil-
yaşamıınızda, yolumuzu kaybehneme- meyi ögrendiklerinde; ve bagnaz olma-
mizi saglayan, bizi gereği gibi yönlen- yıp, önyargısız ve hoşgörülü olabildik-
diren en önemli araçtır. Unlü çagdaş fi- leri zaman, yürür. İnsanlara bu temel
lozof Ludwig tWittgenstein insaıun bu alışkanlıkları ve erdemleri kazandıra­
dünyadaki durumunu bir şişe içindeki cak ve onları geliştirecek olan da yairuz-
sinegin durumuna benzetıniştir. Witt- ca felsefedir, felsefibir bakış açısıdır.
genstein'a göre, şişenin içine sıkışmış Yine toplumsal düzlemde, felsefenin
olan sinek şişeden dışarı çıkmak ister, onun adını hiç işitmemiş olanların ya-
fakat bunu nasıl başarabilecegini bil- şamlan üzerinde bile dogrudan bir etki
mez. İşte, felsefenin işlevi ve amacı si- yaphgı unutulmamalıdır. Felsefe, do-
nege şişeden nasıl çıkacagını göster- laylı yoldan yazılı eserler, medya ve
mektir. Wittgenstein'in yapmış oldugu sözlü gelenek aracıhgıyla dünyaya iliş­
benzetmeye göre, biz insan varlıkları kin bakış açamızı etkiler. Ömegin, Hris-
bu dünyadaki yaşamamız sırasında, tiyanlıgın ve İshimiyetin bir din olarak
zaman zaman kendimizi kapana losb- biçiınlenmesinde felsefenin çok büyük
rılınış hisseder ve yolumuzu bulmakta bir rolü olmuşhır. Aynı şekilde, siyaset
güçlük çekeriz. İşte felsefe, biz insan alanında felsefi kavram ve fikirlerin et-
varlıklaruun kapana kıstırılmışlık duy- kisinin büyük oldugunu söylemek gere-
gusundan kurtulmamızı saglamak su- kir. Öme&n, Amerikan Anayasası çok
retiyle, yönümüzü bulmamıza yardun büyük ölçüde İngiliz filozofu John
eder. tLocke'un siyaset konusundaki fikirleri-
Felsefe, bundan başka, insana birçok nin sonucudur ve Jean Jacques Rousse-
konuda dogru ve açık seçik düşünebil­ au'nun düşünceleri de Fransız Devrimi-
meyi ögretir. Felsefi düşüncenin yön- nin doguşunda k üçü msenmeyecek bir
temleri, insana hemen her konuda akıl rol oynamıştır. Yine, Karl tMarx ve Fri-
yürütebilmesi için gerekli temelleri ha- edrich tEngels'in düşünceleri dünyada
zırlar. Böyle bir düşünce türü, insanın son elli altmış yıl içinde kurulmuş olan
bir probleme birçok yönden bakabilme- sosyalist yönetim biçimlerinin gerekli
sini, sorunlara önyargısız yaklaşabil­ fikri temellerini saglamışhr.
mesini, hiçbir şeyi mutlaklaştınnayıp, felsefenin disiplinleri [İng. ln-anches of
herşeyi eleştiri süzgecinden geçirebil- philosoplıy; Fr. fn'anches de la plıilosophie].
mesini saglar. Felsefeyi meydana getiren, felsefeyi be-
Felsefe, genel bir düzlemde veya top- lirleyen temel disiplinler, felsefenin alt
lumsal platformda da çok önemli hiz- dallan.
metler saglar. Günümüzde, kimi eksik- İnsan yaşamında birçok işi ve işlevi
lerine karşın, demokrasinin en iyi birden gerçekleştiren felsefenin söz ko-
yönetim biçimi oldugu hemen herkesçe nusu çok işlevlili~ne dikkat çekmek
kabul edilmektedir. Felsefe, bu baglam- için, tWittgenstein felsefeyi bir alet ku-
336 felsefe tarihi

tusuna benzetmiştir. Tıpkı farklı aletler 4 Dördüncü olarak, zaman zaman yeni
içeren bir alet kutusunu birçok farklı kavrayışlar kazandı~ımız, neyi bilip
işte kullanmamız gibi, felsefe de, aynı neyi bilmedi~imiz, neye do~ru dedi~i­
anda birçok işlevi yerine getirir. miz ve neleri bilip neleri bilemeyece~i­
ı Felsefenin birçok farklı iş ve işlevi miz üzerinde düşündü~ümüz olur. Bu
gerçekleştirmesi, insanın ve insan yaşa­ konularda ise, bize bilgi felsefesi ya da
ınırun zenginli~inin, onw1 gündelik ya- epistemoloji yardım eder.
şamının do~urdu~u problemierin ve S Son olarak, gerçekten var ve birincil
tecrübelerin karmaşıklı~ının bir sonu- olanın ne oldu~u, varlık bakımından
cudur. Bundan dolayı, felsefenin birinci neyin geçid, neyin kalıcı oldu~u konu-
işi, bize nasıl eyleıneıniz gerekti~i ko- sunda meraka düştü~ümüz olur. Bu
nusunda yardım etmektir. Biz insanlar konuda ise, varlık felsefesinin yardımın­
kendi kişisel yaşaınlarımızda do~ruyu dan faydalarurız. Işte sözünü etti~imiz
yanlıştan, iyiyi kötüden, ahlaksal olanı bu beş temel alan felsefenin konulannı
ahlakr olmayandan ayırmak ve yapma- meydana getirir ve felsefeye bir giriş
mız gereken şey ile yapmamamız gere- sa~lar: Varlık, bilgi, din, toplum ve
ken şey arasında mutlak bir ayırun or- de~ er.
taya koymak isteriz. Aynı şekilde, en Mantık ise, söz konusu disiplinleri
iyi ve en mutlu bir yaşamın neden mey- meydana çıkaran düşünce tarzının ku·
dana geldi~ini merak eder, mutlulu~a rallarıru koymak bakımından tüm fel-
erişmek için çabalarız. İşte, bize konu- sefe disiplinlerinin temelinde yer alan
da yardun edecek olan felsefe disiplini, disiplin olarak ortaya çıkar.
alılak felsefesidir. felsefe tarihi [Os. tıırilı-ifelsefe; İng. history
2 Öte yandan, zorunlu olarak bir top- of philosaphy; Fr. histoire de lıl philosophie;
lum içinde yaşadı~ımıza ve başka in- AL geschichte der philosophie]. Geçmişte
sanlarla ilişki içinde bulundu~umuza yaşamış olan filozoflann düşüncelerini
göre, hayatımızın niteli~i kaçımlmaz ya da geçmişin felsefi sistemlerini incele-
bir şekilde başkalarının davranışların­ yen tarih ya da daha ziyade felsefe dalı.
dan etkilenir. Bu ba~lamda, belli bir yö- Felsefe tarihi, genel bir anlayış çerçe-
netim biçiminin oluşturdu~u temel üze- vesi içinde, İlk ve Ortaça~ felsefesi, mo-
rinde, bireyleri barış ve işbirli~i içinde dem felsefe ve ça~daş felsefe olarak
olan bir toplum için birtakım kural ve dörde aynlır. Bu ba~lamda, her ça~ın
genel yasaların gerekli oldu~unu farke· felsefesini çok derinden etkilemiş olan
deriz. Bize bu konuda yardun eden fel- bir temel etkenin oldu~u söylenmelidir.
sefe ise, siyaset felsefesidir. Söz konusu Bu etken, öme~in Ortaça~ felsefesi söz
felsefe türü, farklı yönetim l:arzlarını, konusu oldu~unda din, modern felsefe
hangi yönetim biçiminin di~erlerinden söz konusu olduğunda ise bilimdir.
daha iyi oldu~unu ve yasalann temelle- Hiçbir filozof boşlukta düşünmedi~i
rini araştırır. ve bir filozofun görüşleri, ı daha önce-
3 Nihayet, düşüncemiz genişleyip, ki felsefelerin, 2 filozofun içinde bulun-
kendimizin ve içinde yaşadı~ımız top- du~u tarihsel ve toplumsal koşullann
lumun sınırlannı aştı~ımızda, bu kez v~ nihayet 3 filozofun mizacının ve ki·
evreni, bu dünyadaki yaşamıınızı, bu şili~inin belirlediği etkilerin bir sentezi
yaşamdan sonrasını, evreni ve bu dün- oldu~u için, felsefe tarihi yazunında, a)
yadaki varoluşumuzun bir Tanrı'yla manhksal, b) toplumsal ve c) bireysel
olan ilişkisini ele alır ve din felsefesin- etmenler aynı ölçüde dikkate alınmalı­
den yardım isteriz. Felsefenin bu dalı, dır. Buna göre, felsefe tarihçisi, bir filo·
buradan da anlaşılaca~ı gibi, Tann'nın zofun kendisinden önce yaşarmş olan
varoluşu, insanın bu evrendeki yazgısı filozoflann görüşlerinden ne ölçüde et-
gibi konulan ele alır. kilendi~ini anlamaya ve anlatmaya ça-
felsefi antropoloji 337

lı şmaiıdır. İkinci olarak, filozofun gö- ve etki alanı içinde kaldı~ı kabulüyle,
rüşlerinin toplumsal ve kültürel koşul­ insana ilişkin araştırınalara bir anlam
lardan ne ölçüde etkilendigini bilmeli- ve düzen kazandırmanın mücadelesini
dir. Felsefe tarihçisi, üçüncü olarak, venr.
felsefi görüşlertn olagandışı bazı özgür İşte bu çerçeve içinde, felsefi antropolo-
kafalar tarafından yaratıldıgını ve yara- ji, fenomenolojik yöntemden de yararlan-
tıcılarının kişiliklerinin izlerini taşıdıgı­ mak Sllretiyle, insanın özsel niteliklerine
rı.ı hiç aklidan çıkannaksızın, bir felsefi ve potansiyel güçlerine ilişkin olarak
görüş ya da ögretinin ele alınan filozo- yeni ve saglam bir. kavrayışa ulaşınaya
fun kişiligini ne ölçi.ide yansıtbgını an- çalışan, insamn kendisini anlama ve öz-
lamaya çalışmalıdır. gürleştinne çabasını temele alan bili.msel
felsefi antropoloji [İng. pl1ilosopltical ant- bir disiplin oluşturmayı amaçlayan bir
lıropology; Fr. arıtlıropolo gie pltilosophi que]. felsefe türü olmak durwnundadır.
insanın özüyle ilgili problemleri konu Felsefi antropolojinin temeJ özellik ve
alan felsefi biliın, somut yaşamı ve ger- tezleri şöyle s1ralanabilir: 1 Biraz da on-
çekJikteki yeri itibariyle, insarun özü ve dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkan epis-
özi.inün kuruluşuyla ilgili ögreti. temolojik anarşiyi, insana ilişkin bir
Felsefi antropoloji, bilimlerin sagladıgı kavrayışa ulaşmada, degerierin önceli-
bilgileri, birlikli bir insan idesinde bir- gini vurgulamak suretiyle ortadan kal-
leştirmeye, insan bilimleri ile doga bi- dırma aınac1 gühnüş olan felsefi antro-
hmleri arasanda bir bag kurmaya çah- poloji, bilimin ve bilimsel faaliyetin
şır; bilimlerden elde ettigi bilgilerden kaçırulmaz oldugunu öne sürmekJe bir-
de yararlanarak, kendi felseff analiz ve likte, felsefi refleksiyenun bilimden hem
açıklaınalarıyla, insan varlıgırun özünü önce ve hem de sonra gelmesi gerektigi-
kavramaya ve insan varlıgının anlaınuu ni belirtir: O, bilimlerden elde edilen so-
metafizik açıdan yonunlamaya çalışır. nuçlar bütününü, insarun gerçek özüne
Yüzyılın başlarında, daha dogrusu uyduracak şekilde düzenlemelidir.
1920'lerde Almanya'da ortaya çıkınış 2 Felsefi antropoloji açısından insan bir
olan ve bilimlerin insanın dogası ve du- bütün olup hiçbir şekilde parçalanamaz;
rumuyla ilgili bulgularını felsefi olarak dolayısıyla, felsefi antropoloji, insanı
yorumlayan felsefe anlayışı, ve insanı dogal bir varhk, evrim sürecinin ürünü
her ne ise o yapan ve onu tüm diger olan bir varlık olarak degll, fakat sosyo-
varlıklardan ayıran temel nitelikler üze- kültürel bir varlık, kültürün ürünü ve
rinde yogunlaşan disiplin olarak felsefi kültür yaratan bir varlık olarak deger-
antropoloji, insanın dogaı imkan ve sı­ lendirir. 3 Felsefi antropoloji, insana ken-
nırlamalarını ele alan fizyolojik antro- disinin insanlıgını ortadan kaldıran,
polojiyle, insanın güçlerint ve ne yapa- onun insanhgmın tarunması sürecinde
bilecegini ele alan pragmatik fizyolojiyi bir engel oluşturan güçlere baskın çıka­
birleştirir ve insanı hem bir yarabk ve bilmesi için yardıma olur. O, bu bag-
hem de kültürel degerierin yarahası lamda, 20. yüzyılın totaliter sistemleri-
olan bir varlık olarak degerlendirir. ne, bireyin kişisel karakterini yok eden
Başka bir deyişle, antropolojinin onse- İtalyan faşizmine, Sovyetler'deki Stali-
kizinci yüzyılda, fiziki ve kültürel antr~ nizme ve Almanya'daki Nazizme karşı
poloji olarak dallara ayrılmasının sonu- bir tepki olarak gelişmiştir.
cu olan parçalarun1şlıgl gidermek ama- 4 Felsefi antropoloji, temaşayı teınele
cıyla ortaya Çikan felsefi antropoloji, in- alan spekülatif bir tavrın ifadesi olmadı­
sana ilişkin araşhrmaya bir düzen ve gı için, onun somut insanın gerçekligini
anlam yükJenmedigi zaman, insan bi- vurgulaması insanın salt refleksif bilinç-
limlerinin insanın özünü ya da insanlı­ le tanımlanamayacagı anlamına gelir.
gını unuhıp, doga bilimlerinin denetimi İnsanın somut gerçekligi, bu baglarnda
338 felsefi dütünce

onun bedensel varoluşuna oldugu felsefi düşünce [İng. plıilosuplıical thought;


kadar, başka bireylerle olan dayanışma­ Fr. peıısı!e philosoplıique]. En genel anlamı
sına da işaret eder. S Felsefi' antropoloji- içinde, soru sormanın sonucu olan ve
de, bireysel insan varlıgı aynı zamanda, insanla, insan yaşamıyla ilgili problem-
temel degerierin öznesi olarak görülür. lere karşı ilginin gelişmesiyle başlayan
O, bu degerieri yaratmaz, fakat onları, düşünce türü.
içinde yaşadıgı dünyadaki çeşitli etkile- Buna göre, felsefe zor ve çözülemeyen
rin bir sonucu olarak, alır. Bu degerierin yaşam problemleriyle karşılaşmaktan,
insan üzerinde, insan varlıgı onlara bag- bu problemlerle ugraşmaktan korkına­
landıgı ölçüde, otoritesi vardır. yan bir yaklaşım, düşünsel bir tavır
6 Felsefi antiopoloji, ontolojik özlerden olmak durumundadır. Felsefe insan ya-
hiç söz etmeden, somut insanın canlı şamının anlamıyla, varlık, bilgi ve de-
deneyiminin felsefesi olmayı amaçladı­ gerle ilgili sorulara bir yanıt getirmeye,
gı, insanın insani dünyadaki varoluşu bu konularda ortaya çıkan problemleri
içinde anlaşılınası gerektigini vurgula- çözümlerneye çalışırken, işe sıfırdan
dıgı, insanın küçük ölçekli ya da yeryü- başlamayıp, belli bir bilgi birikimine
züne düşmüş bir Tann olmadıgını sa- sahip olundugunu varsayarak çözüm
vundugu için, akılcı bir tontolojiye, bir getirmeye çalışır. Çünkü insanların ya-
varlık felsefesine karşı çıkar. şamlarında neyin önemli oldugunu de-
7 Felsefi antropoloji, insan benini çarpı­ gerlendirebilmeleri için, hayatla ilgili
tan, onun için bir tehdit oluşturan tüm bazı deneyimlere sahip olmalan gere-
indirgemeci teorilere karşı da tavır alır. kir. Demek ki, felsefe insan yaşamının
Bu baglamda, tMarksizme ve psikanali- anlamıyla ilgili sorulara yanıt verirken,
ze oldugu kadar, yapısalcılıga da karşı başka bilgi türleri tarafından saglanan
çıkan felsefi anl:ropoloji, son çözümleme- bilgilerden yararlanarak, genel, bütün-
de her insan varlıgının kendi varoluşu­ cül ve kuşatıcı yanıtlar getinneye çalı­
nun sorumlulugunu üstleıunesi gerekti- şır.

gini söyler. +Yabancılaşma yönünde, Bununla birlikte, felsefeyi felsefe yapan


insanın kişisel tarihini degiştirebilecek şey, insan yaşamının anlamıyla ilgili so-
tehlikeler söz konusu olsa bile, bunlar rulara yanıt vennekten çok. sorular sor-
insanı bir bütün olarak belirleyemezler. mak, problem görebilm.ektir. Zira, insan
8 Benin kendini areıma ve bulmayla il- için önemli olan, yalnızca felsefe okumak
gili özgür, metafiziksel tercihinin önceli- ve felsefeyi bilmek de~ildir, felsefe yap-
gine işaret eden felsefi antropoloji, kişi­ maktır, felsefi davranabiJınektir. Felsefe
sel yaşamın başka bir şeye indirgene- yapmak ise, felsefi hissetmeyi ve felsefi
mez gizemi üzerinde durur. 9 Bu çerçe- düşünıneyi gerektirir. Felsefe yapmak
ve içinde, hümanist düşüncenin, hem varlıgı ve bilgiyi bir bütün, insan yaşa­
radikal bir akllcılıgın aşırılıkianna ve nuyla ilgili olay ve problemleri çok bo-
hem de doga bilimleriyle insan bilimle- yutlu olarak gönnek ve her yönüyle kav-
rinin insan kişiligini tehdit eden deter- ramaya çalışmak anlamına gelir.
minist egitimlerine karşı çıkan, modem Felsefi düşünce, araştırmaya ve eleşti­
versiyonu şeklinde degeriendirilebile- rel bir tavıra dayanan bir düşüncedir.
cek olan felsefi antropoloji, bir düşünce Yani, felsefi düşünce, kendisine veri
okulu meydana getirmez, fakat çagdaş olarak aldıgı her tür malzemeyi akJın
düşüncedeki çeşitli egilimlere ortak eleştirici süzgecinden geçirir. Herşeyi
olan ve, örnegin tHusserl, tScheler, Hei- oldugu gibi kabul eden, merak etmeyen
degger, tJaspers, tMarcel, tBerdyayev, ve kendisine sunulanla yetinen bir insan
tJames gibi düşünürlerin sergiledigi bir için felsefe söz konusu olamaz. Felsefi
yönelime karşılık gelir. düşünce, şeylerin niçin oldukları gibi
felsefi yöntemler 339

olduklannı merak eden, hayatı bütün felsefi mantık [İng. plrilosophical logic; Fr.
boyutlarıyla görmeyi, yaşamın bütün logic philosophique]. Forınel mantıkta
boyutlannı göz önünde bulundurmayı kullanılan kavramları inceleyen, çeşitli
bilen, açık ve sorgulayan bir zihnin ürü- mantık sistemlerinin mekanigiyle meş­
nüdür. gul olmak yerine, genel olarak geçerli
Felsefi düşünce, akıl temelli soruştur­ akılyürütmeyi konu alan, akılyürütme
ma ve refleksif bir düşünme yöntemi- türleri, geçerlilik ve ınantıksal zorunlu-
nin sonucu olan bir düşüncedir. Felsefe- luk üzerinde çalışan mantık.
de söz konusu olan düşünce, kendi felsefi psikoloji [İng. plıilosophical psyclıo­
üzerine dönmüş olan ve kendisini konu logy; Fr. psyclıologie philosoplıique]. De-
alan bir düşüncedir. Buna göre, felsefe- neysel ya da bilimsel psikolojiden fark.Jı
ci dogrudaıı dogruya doga, tarih, top- olarak, zihin ve bilinçle ilgili olmakla
lum üzerinde eleştirici bir bakış açısıy­ birlikte, göreli olarak epistemolojik ve
la düşünebilecegi gibi, çeşitli bilimler metafiziksel bir temeli bulunan ve daha
tarafından saglanan malzeme üzerine spekülatif ve tarbşmaya açık bir nitelik
de düşünebilir. Yine, o bir problemi yal- arzeden konulan ele alan psikoloji dalı.
nızca bir bakış açısından, bir bakımdan Felsefi psikolojinin ele aldıgı belli başh
ele alan diger disiplinlerin, bilgi türleri- konular şunlardır: 1 Zihinle bilinç ara-
nin tersine, bir problemi bütün yönleriy- smdaki ilişki, 2 genel olarak zihnin ya-
le ele alınayı içerir. pısı, 3 egonWl ya da benin dogası, 4
Felsefi düşünce, ayrıca çözümleyici ve zihin beden ilişkisi, 5 irade özgürlügü,
kurucu bir düşüncedir. Yani, felsefi dü- 6 psikolojinin kullanacagı yöntemler.
şüncenin analiz ve sentez gibi işlevleri felsefi yöntemler [ing. philosophical met-
söz konusudur. Analiz söz konusu ol- hods; Fr. metlıodes philosophiques]. Felsefi
duğunda, filozof, kendisinin de içinde düşünen, düşünme çabası içinde olan
bulundugu ve bir parçasını teşkil ettigi bireyler tarafından kullamlan yöntem-
dünyayı anlamak ve kavramak için ken- ler.
disine sunulan her türlü bilgi, deney, · Her bireyin bir felsefesi, ya da daha çok
algı ve sezgi sonuçlanndan oluşan dü- belirli felsefi konularla ilgili olan inançla-
şünceyi analiz eder, açıkhga kavuştu­ n vardır. Ömegin, hemen herkes, aşkla,
rur. Fakat filozof, bununJa yetinmez, iyi bir yaşamın ne olduguyla, paranın
yani dünyayı parçalanmış bir hAlde bı­ degeriyle, kişinin ailesine ve ülkesine
rakmaz; analize koşut olan başka bir karşı olan sorumluluklanyla, bir yöne-
düşünme tarzı ile, üzerinde düşünül­ timin temel görevleriyle ilgili olarak
müş, çözümlenmiş, aydınhga kavuştu­ birtakım inançlara sahiptir. Bu inançlar
rulmuş malzemeden hareketle dünyayı ya çok basit ya da sofistike, degişken
yeniden inşa eder, bir birlik ve bütünlü- ya da degişmez olabilir. İşte, kişinin
ge kavuşturur. söz konusu inançlan oluştururken kuJ-
Nihayet, felsefi düşünce evrenseldir, landıgı yöntemlere, benimsedigi yakla-
çünkü insan yaşantısına giren herşey şırnlara genel olarak felsefi yöntemler
felsefeye konu oluşturabilir. En basit bir adı verilir.
algı ögesinden (örnegin, dokundugum Geleneksel bakış açısına göre, kişinin
masanın sertlig i) en karmaşık bir d ü- felsefi problemlerle karşı karşıya kal-
şünıne sistemine (ömegin, Einstein'm dıgı zaman, kullandıgı yöntem, sergile-
genel rölativite teorisi) kadar her şey fel- digi yaklaşım, o kişinin inançlarını,
scfeye inceleme konusu olabilir. Öte yan- probleme verdiği yanıtlan çok büyük
dan, felsefede söz konusu olan insan ya- ölçüde belirler.
şanhsı, şu ya da bu insanın degil, genel Ömegin, ünJü Amerikan filozofu Peir-
olarak insanın yaşantısıdır. ce'a göre, felsefi problemler söz konusu
340 feminist

oldt!~unda, şu dört temel yaklaş!m ya tesisine hizmet ettikleri için reddedilme-


da yöntem benimsenebilir: ı Bağlaırma leri gerekligini savunan yeni bilgi teorisi
yöntemi: Bu yaklaşıma göre, kişi din, feminist epistemoloji diye tanımlanır.
politika, ırk, ekonomi, cinsellik, aile Toplumu anlamak ve onunla ilgili
gibi konularda, temel inançlarını çevre- dogru teorilere ve saglam analizlere
sine ya da kişisel ilişkilerine dayanarak ulaşmak için, topluma kadının bakış
belirler. 2 Otorite yöntemi: Kişi burada, açısından, dişilin perspektifinden yöne-
inançlarını bir otoriteye dayanarak, bir linınesi gerek ngini, zira dişinin bilen le
kişi, bir kurum ya da bir devlete göre bilinen, benle öteki, zihinle beden, öz-
oluşturur. Bu yaklaşımda kişi, otorite neyle nesne ara.o;ında daha az ayının
olarak belirledigi kişi ya da kurumun yaptıgını, ve dolayısıyla, bastırılmış ve
ifade ettigi şeylerin kesinlikle dogru ol- tabi kılı.runış bir grup olarak kadınların,
duguna inanır. sosyal gerçekligin dogru bir yonunu ve
t Peirce'a göre, felsefede söz konusu temsiline erişmek açısından, kontrol
olan üçüncü yöntem, 3. a priori yöntem aınacırun gözlerini kör ettigi erkeklerden
ya da sezgi yöntemidir. Bu yöntemi kul- daha iyi bir konumda bulunduklanru
lananlar temel felsefi inançlarına duyu- öne süren yöntem teorisine ise fenıinist
deneyinden bagıınsız olarak, yani sezgi metodoloji adı verilmektedir.
yoluyla ulaşır. Peirce, bir yöntem ola- Öte yandan, rasyonaliteyi erillige, duy-
rak, sözünü ettigirniz üç yöntemi de gusalhgı ise dişillige eşitledigine, kadı­
reddetmiştir. Buna karşın, ünlü Fran- nı erkegin yoklugu, eksik ötekisi olarak
sız filozofu tBergson, kendimize ya da tanımladıgına inanılan bütün bir Bah
benimize ilişkin bilgiye yalnızca sezgi felsefesi gelenegine şiddetle karşı ko-
yoluyla sahip olabilecegimizi savunur. yarken, ontolojik tikiciligin her türünü
Ona göre, gerçeklige ilişkin bilgiyi de, reddeden; kadınların niçin bashrıldıkla­
bize yalnızca sezgi saglar. nnı açıklarken, hakiki anlama ve açıkla­
Peirce'ın kendisi, felsefenin temel yön- manın bastınlanın, tahakkl1m altına alı­
temi olarak, 4 bilimsel yöntemi benimse- nanın sesine kulak vermekle mümkün
ıniştir. Cohen ve NageJ tarafından da olacagını savunan; kısacası kadının
savunulan bu yöntem, felsefi problem- ilgi/ çıkarlanı u, kiınligini, konu ve du-
Ierin çözümü ve olguların açıklanınası yarlılıklannı ciddi ye alan, kadına özgü
için, hipotezler oluşturmayı, hipotezle- varlık, düşünıne ve eyleme tarzlarının
ri gözlem ve deney yoluyla test etmeyi, degerini ve önemini vurgulayan felsefe
alternatif hipotezler arasında dogru se- türü feminist felsefe diye tanunlanır.
çimlerde bulunabilmek için birtakım öl- feminizm [İng. feminisrn; Fr. f~minisme;
çütlere sahip olmayı içerir. Al. feminismus]. Kökleri 19. yüzyılda bu-
feminist [İng. feminist; Fr . .{eministe; Al. fe- lunmakla birlikte, daha ziyade 1960'1ı
minist]. ı Bir ögreti olarak feminizmi yıllarda gelişen, ve kadınlar için erkek-
benimseyen kişi; 2 Feminizmi meydana lerle eşit sosyal ve politik haklar talep
getiren tezlerin önemli bir bölümünü eden hareket veya ögreti. Feminizm, er-
kabul eden veya somutlaştıran etkinlik keklerin kadınlar üzerindeki, bir işbölü­
veya yaklaşun için kullanılan niteleme. müyle sonuçlanan cinsel farklılıklardan
Bu baglamda, 1980'li yıllarda, özellikle kaynaklanmış, tahakküm ve sömürl1sü-
Fransa'da feminist düşünürler tarafın­ nün oldukça uzun bir tarihi oldugunu
dan geliştirilen epistemoloji türü; bir öne sürerken, en ıhmlı düzeyde dnsel
teori ya da bilgi iddiasının geçerliliginin ayınmahgın son bulmasını ister, fırsat
onun kimin tarafından öne sürüldügü- eşitligi talebinde bulunur.
ne baglı oldugunu, geleneksel hakikat, Feminizm, özellikle ikinci kuşagıyla
nesnellik ve degerden ba~msızlık kav- birlikte daha felsefi unsurlar kazandık­
ram ve ideallerinin erkek egemeni iginin ça, kadınlar tarafından algılanan sosyal
fenomenalizm 341

eşitsizliklerisorgulamadan daha fazla bir lemlenmeye, deney yoluyla bilinmeye


şeyler yapmaya, gitgide daha yogun bir elverişli olan. Görünüş, yani görünen
teorik çerçeve kazanınaya başlamıştır. şey; yani, gözleme açık olan algılanabi­
Bu çerçeve içinde feıninizm, kadınlan lir değişim ya da oluşum. Kısacası,
erkeklerle ilişki içinde, kaçarulmaz ola- insan varlıklarına göründügü, onlar ta-
rak oldukça dezavantajlı bir konuma rafından algılandıgı şekliyle nitelik,
yerleştiren hayli derinlere kök salmış ilişki, durum, olay, v. b. g.
ideolojik yapılara yönelir. Örnegin, Ba- Fenomenleri bilme, tecrübe etme faali-
tının politik kurumlarını hakhlandır­ yetine deneyim adı verildigi ve dene-
mada oldukça önemli bir yer işgal eden yim de, dış deneyiın ya da duyuıniama
toplumsal sözleşme ögretisi bu tür ide- ve iç deneyim ya da bilinç, içebakış ola-
olojik yapılardan biridir. Bu düzlemde, rak ikiye ayrıldıgı için, duyusal feno-
bilinç ya da benin öznelligin merkezi menlerden ve bilinçli fenomenlerden
olmadıgını gösteren Lacan'cı psikanali- söz edilebilir. Buna göre, duyusal feno-
zin vukuflarından ilham alan femi- men fiziki bir oluşum, bir olgu, varlıgı
nizm, dil, felsefe ve hukuktaki toplum- saptanan olaydır. Bilinçli frnomen ise, ki-
sal cinsiyet egiliın ve yönelimlerini şinin ayırdında oldugu içsel deneydir.
sorgular. Dolayısıyla feminizm bu aşa­ Fenomen, İlkçag Yunan felsefesinde,
mada, feminizmin sosyal eşitlik tale- akıl tarafından kavranan gerçek nesne-
biyle ortaya çıkan ilk düzeyinden farklı nin tersine, duyularla idrak edilen ya da
olarak, kadınların sadece erkekler gibi kavranan nesne, duyusal görünüş anla-
olmayı amaçlarnamalan gerektigini mına gelir. Kant'ta ise, fenomen, müm-
öne sürer. Kadınları bekleyen görev, kün deneyimin sınırlan dışında kalan
özü itibariyle dişil olan yeni bir dil, ve bundan dolayı da teorik olarak bili-
hukuk ve felsefe geliştirme mücadelesi nemez olan nunıen'in tersine, fonn ve
içinde olmaktır. Kadını sözde erkegin düzeni duyarlıgın sentetik fonnlanna
eksik ve aşagı ötekisi olarak tanımla­ ve anlama yetisinin a priori kategorileri-
yan bir düşünce gelenegine ıneydan ne baglı olup, varoluşu özneden ba-
okuyan feminizm, o halde daha radikal gımsız olmayan, dolayısıyla özne tara-
bir düzeyde, dil, toplum ve kültürün er- fından belirlenen varlık, özne tarafın­
kegin perspektifinden, eril çıkar ve ar- dan kurulan nesneyi ifade eder.
zuların evrenselleştirilmesi temeli üze- fenomenalizm [İng. phenomenalisrıı; for.
rinde inşa edildigine ve kadının tam ve phenomenalisııı; Alın. phiinomenalismus).
gerçek temsile yeni bir toplumsal inşa Bilginin fenomenlerin bilgisiyle sınırlı
temeli üzerinde ulaşılabilecegine inan- oldugunu; fenomenlerin, nesnelere iliş­
dıgı için, toplumsal dokunun yeni baş­ kin duyu verilerinden hareketle kuru-
tan düzenlenmesini ister. lan mantıksal yapılardan başka hiçbir
Feminizm, son çözümlemede en azın­ şey olmadıklannı; yalnızca, bilinçte or-
dan kurumlaşmış bir iktidar ilişkisi taya çıktıgı şekliyle duyu-deneylerinin,
olarak gördügü şeye saldırdıgı için, bilince göründükleri şekliyle fenomen-
genel yönelimi itibariyle bir sol hareket lerin bilinebileceğirti; gerçekligin kendi-
olarak tanımlanır. sinin, bilinçten bagımsız olan varlıgın,
fenomen [Yunanca 'görünüş' anlamına kendinde şeylerin hiçbir şekilde biline-
gelen phainomenon'dan; İng. phenomenon; meyecegini; dış dünya hakkında bilebi-
Fr. phlnomene; Al. phiinomen). Genel ola- lecegimiz herşeyin bize duyu-deneyi ile
rak, algırun nesnesi, algılanan ya da bi- aktarılan verilerden ibaret . oldugunu
lince görünen şey, gözlemlenebilir olan öne süren empirist bilgi görüşü.
olay ya da olgu. Insan varlıklanna, dog- Bilgi ve anlama yetisinin görünüşlerle,
rudan ve aracısız deneyde, tecrübede yani nesne ve olayiann algılanma tarzla-
görünen şey. Gözlemlenebilir olan, göz- nyla sınırlanmış oldugunu savunan fe-
342 fenomenler dünyası

nomenalizm, görünüşlerin üstünde ya şey ya da varlıklardan meydana gelen


da ötesindeki bir gerçekJigin bilineme- duyusal dünya.
yecegini öne sürer. Başka bir deyişle, tPlaton'da akıl yoluyla bilinebilir olan
fenomenalizm, insan varlıkJan kadar, fi- tldealar dünyasından farklı olarak,
ziki nesnelerin de, gözlemlenebilir özel- duyu yoluyla algılanabilir olan ve sü-
liklerinin toplamından daha fazla hiçbir ı·ekli bir degişme içerisinde bulunan gö-
şey olmadıklannı, bildigirniz şeylerin, rünüşler dünyasını tanımlayan feno-
bilincin faaliyetine baglı bulundukları­ menler dünyası, +Kant'ta bilinemez olan
nı, bilincin dışındaki fiziki bir nesnenin kendinde şeyden, gerçekte oldugu şek­
gerçekliginin, onun bir insan tarafından liyle dünyadan farklı olarak, görünüşler
algılanmış olmasına dayandıgını iddia dünyasına, insan tarafından bilindigi
eder. şekliyle dünyaya karşılık gelir.
Buna göre, fenomenalizm, epistemoloji- fenomenoloji [İng. plıenoıııeııology; Fr.
de, bilginin, fiziki fenomenler veya algı­ plıenombıoCogie; Al. plliinomenologie]. Genel
ıun nesneleriyle, içebakışın nesnelerinin olarak fenomenlerin bilimi, özel olarak
bilgisi oldugunu, bilginin, dış dünyaya, da çagdaş Alman filozofu Edmund Hus-
ve içebakış yoluyla zihin hallerimize ve serl tarafından kurulmuş olan, bilincin
zihinsel faaliyetierimize ilişkin olarak çok çeşitli forınlarıyla, dini, estetik,.
algılanabilen şeylerle sırurlanmış bu- ahlaki ve duyusal her tür dogrudan de-
lundugunu savunarak, buradan, gerçek- neyiınini analiz edip betimleyen felsefe
li~in, mümkün deneyimlerin toplamın­ anlayışı ya da yaklaşımı.
dan başka bir şey olmadıgı, maddenin 1 Felsefe tarihinde ilk kez olarak
duyumu olanaklı kılan şey oldugu, Alman düşünürü J. Lambert tarafın­
maddi nesnelerin aktüel ya da mümkün dan, onun Neues Organon adlı eserinde
duyu-verisi öbeklerine karşılık geldigi kullarulan fenomenoloji terimi, başlan­
ve bundan dolayı, fiziki dünyarun aktü- gıçta bir görünüşler kuramı, bir feno-
el ya da mümkün duyu verilerinden ba- menler teorisi anlamına gelmiştir. Kita-
gıınsız olarak varoldugunun söylene- bının diger üç bölümünde sırasıyla
meyecegi ontolojik sonucunu çıkarhr. düşünce yasalarını ele alıp, bir dogru-
Fiziki dünyanın, algılayan kişinin ola- luk kuramıyla bir anlam teorisi gelişti­
naklı ya da aktüel duyu-verilerinden ren Lambert dördüncü bölümde, feno-
ayrı olarak varolamayacagını ileri süren ınenolojiyi duyusal tecrübeye ilişkin
fenomenalizme göre, fiziki nesneler algı araştırma anlamında kullanırken, şey­
ya da daha ziyade duyu-verilerine daya- lerin bize nasıl göründüklerine dair bir
nan mantıksal yapılardır. Maddi nesne- teori geliştirmiştir.
lere ilişkin önermeler, gerçek ya da ola- 2 Fenomenoloji, çok kısa bir süre sonra
naklı duyumlara, duyu-verilerine ve tKant'ta tasarımlar arasındaki ilişkiye
fenomenlere ilişkin önermelere indirge- dair bir incelemeye tekabül ederken,
nebilir. Daha dogrusu, fenomenalizme tHegel'de ise tinin bireysel duyumdan
göre, biz her ne kadar dolayımsız mutlak bilgiye dek olan yükselişinin
d u yu-verilerinin dışında veya ötesin- resmeden etkinligi tanımlamıştır.
de, maddi nesneler benzeri şeylerin va- 3 Fenomenolojinin Husserl'deki anla-
roldugunu varsayma egilirninde olsak mına giden yoldaki en önemli ugragı
bile, maddi varlıklarla ilgili inanç ve meydana getiren Brentano'da da terim,
önermelerimiz, sadece ve sadece duyu- fenomenlere dair bir analiz ya da be-
verileriyle ilgili inanç ya ?a yargılara in- timlemeyi ifade eder. Nitekim, o feno-
dirgenebildigi takdird~, anlamlı olur. menolojiyi, tecrübemizde dolayıınsız
fenomenler dünyası (irig. plıenomenal olarak verilenin ötesine giden araştır­
world; Fr. monde phtnomenal]. Genel ola- ma türüyle karşı karşıya getirmiştir .
. rak, duyu yoluyla gözlemlenebilir olan +Brentano'da Husserl fenomenolojisine
fenomenolojik yanlış 343

geçişi engelleyen en önemli husus, yalnızca özlerin örnekleri ya da özelle-


onun 'yönelınişlik' probleınatigini salt melerini konu alan bilimsel araştırma
psikolojik bir düzlemde ele alınış olma- ve deneyim tarafından keşfedilemez.
sıdır. Oysa, Husserl yönelmişlik sorun- Bu özler, yalnızca onları sezgi yoluyla
salını önce epistemolojik, sonra da tran- kavrayabilen bilinç tarafından açıga çı­
sendental bir düzlemde ele alır ve onu karılabilir.
cogito'nun yöneldigi fenomenal dünya- Fakat, Husserl'e göre, insan zihni birta-
yı keşfetmek için kullanır. kım arızi ve rasiantısal ögelerle, ya da
4 Günümüzde bilinen· felsefe anlayışı olumsal olana ilişkin inançlada dolu-
ve yöntemi olarak fenomenoloji, Hus- dur. Öyleyse, bu özlere; olwnsal olanla
serl'in araştınna ve eserlerinden çıkar. ilgili bu inançlan paranteze alarak yak-
İşte burada fenoınenoloji, deneyim ya laşabilir ve söz konusu paranteze alma
da tecrübemizi, kökenierinden ve gelişi­ sürecinden sonra, saf bilinçte kalanları
rninden ayrı, ve tarihçi, sosyolog ya da araşhrabiliriz. Buna göre, fenomenoloji
psikologların sundugu nedensel açıkla­ anlamı, esas konusu olarak öne sürer.
ınalardan bagıınsız olarak, gerçekte ol- Bununla birlikte, bu anlam, dilde yatan
dugu şekliyle ve dolayımsız bir larzda anlam degil, fakat daha çok yaşamın
betimleme teşebbüsüne karşılık gelir. anlamıdır. Öte yandan, söz konusu fe-
Felsefenin olgusal bir bilim olmadıgını, nomenolojik yaklaşım, fenomenolojik
ınantık ve matematigin formel sistemle- indirgeme teknigiyle gerçekleşir.
riyle, doga bilimlerinin yöntemlerinden 5 Yirminci yüzyılda varoluşçu filozof-
farklı yöntem ve bulgulara sahip bulun- lardan birçogu da, sözgelimi Sartre ve
du~nu, empirik bilimlerin önkabulle- Merleau-Ponty de fenomenolojiyi Hus-
rinden bagımsız oldugunu savunan ve serl'deki anlamıyla almış ve onu aynı
fenoınenolojinin, 'görünüşlerin bilimi' do~ultuda ele alıp geliştirmiştir. Örne-
şeklindeki lafzi anlamından yola çıkan gin, ilk döneminde Husserl'in düşünce­
Hus!>erl, göründüg-ü şekliyle dünyayı sini kendi tarzında sürdüren Sartre fe-
anlamarun felsefi faaliyetin çok önemli nomenolojiyi, transendental bilinç yapı­
bir parçası oldugunu, zira yaşamda larına ilişkin, bu yapıların özlerinin sez-
deger taşıyan birçok şeyin, örnegin iyi- gisine dayanan, bir betimleme olarak ta-
ligin, güzelligin ve aşkın fenomen ya da nımlaımştır. Merleau-Ponty'ye göre ise,
görünüşlere dayandıgını, fakat görü- fenomenoloji bizi dünyaya baglayan
nüşler, kendilerini· gözleınleyen bir öz- ilişkinin bilincine varma ve dünyanın
neye baglı olduklan için, felsefenin ilk gerçekligini kavramanın biricik al'acı­
ve esas konusunun görünüşler oimi'l- dır: 'Fenomenolojinin en önemli başarı­
yıp, bilincin kendisi oldugunu savun- sı, aşırı öznellik ile aşırı nesnelligi,
muş ve felsefenin temel amacının bilin- dünya ya da rasyonalite kavramı içinde
cin, öznenin bakış açısından görülen, birleştirmiş olmasıdır. Hakiki felsefe,
içeriklerine ilişkin bir araştirmayı haya- dünyayı yeni baştan görmeyi ögren-
ta geçirmek oldugunu belirtmiştir. ınektir; fenomenolojinin görevi, dünya-
Felsefe bilince ilişkin bir araştırmayla run gizeıniyle bilincin gizini açıga çıkar­
başlasa da, Husserl'e göre, bu araştır­ ınaktan başka bir şey degildir.'
mayla son bulmaz. Tam tersine, felsefe- fenomenolojik yanlış [İng. phenomenolo-
nin şeylerin özlerini anlamak, kavra- gical phallaCl;; Fr. erreur pJıı!noıııtnologique].
mak gibi çok daha önemli bir amacı Şeylerin nasıl göründügünü, koktugu-
vardır. Ona göre, biz dünyayı, her kav- nu tasvir ettigirniz zaınan, tasvir etti~­
ram bir özü sundugu ya da ifade etti~ miz şeyin, nesne ya da olayların, içi-
ve biz de dünyayı kavramlanmızın al- mizde bulunan sinemadaki aktüel nite-
tına yerleştirebildigimiz için, anlayabil- likleri oldugunu kabul etmekten olu-
mekteyiz. Bununla birlikte, bu özler, şan yanlış türü.
344 fenomenolojinin evreleri

fenomenolojinin evreleri [İng. pluıses of kabul etmekle birlikte, dili içinde insan
plıenoınenology; Fr. phases de la phiızome­ varlıgınm oluşturuldug-tı ya da kurul-
ııologie]. İnsan zihninin köklerini görünü- dugu en temel ve en önemli ortam ola-
ş\ln yapısında, anlama ediminin özünü rak görür.
deneye ilişkin düzenlernede keşfetmeye feodalizm [İng. feudalism; Fr. JOOdalisnıe;
çalışan felsefi disiplin olarak fenomeno- Al. feudalisıııus]. Batı Avrupa'da ortaya
lojinin tarihsel gelişimi içinde ortaya çıkıp Ortaçag boyunca egemen olmuş
çıkan evreler. olan tanma dayalı üretim tarzıyla belir-
Bu şekilde, daha çok zihne ya da bilin- lenen ekonomik sistem ve toplum türü.
ce ilişkin bir araştırma olarak tanımla­ Marksist tenninolojide, kölelige daya-
nan fenomenoloji, çağdaş felsefedeki iki nan ekonomik sistemi izleyip, kapita-
temel akımdan, tanalitik felsefeyle yapı­ lizmden önce gelen ve derebeylerin ege-
salcılıktan çok belirgin bir anlam içinde menligi ve serElik düzeniyle belirlenen
farklılık gösterir. Buna göre, fenomeno- ekonomik ve toplumsal sistem.
loji, felsefi problemierin çözümüne Söz konusu sistemde, merkez[ iktidar
giden yolu dille kavramiara ilişkin çö- ya da devlet gücü oldukça zayıf olup,
zümlemede, dilin mantıksal yapısında hükümdann gücü soylulann yerel gücü
bulan analitik felsefeden ve bilginin olu- tarafından smırlanm1ştır: Aynı şekilde
şumuyla düzenlenmesinde başat rolü merkezi bir pazar ekonomisinden de
bilinçli deneyimden önce gelen bilinçsiz yoksun olan feodal toplumda, toplum-
ilkelere veren yapısalcıhktan, önceligi sal birlik ve uyum, kan bagı ya da eko-
anlama ve anlam verme edi.minin bizzat nominin kurallarına degil de, kişisel
kendisine vermek bakınundan aynhr. ilişkiler sistemine dayanır.
İnsan zihninin anlamı kavrama, keşfet­ ferio. Klasik man_tıkta, büyük önermesi
me kapasitesinin form.el manbktan da tümel olumsuz, küçük önermesi tikel
bilgiyi düzenleyen yapılardan da çok olumlu, sonucu tikel olumsuz olan bi-
daha temel oldugunu öne süren feno- rinci şekilden tasım kahbı. Hiçbir M P
menoloji Alman filozofu Edmund Hus- degildir. Tüm S'ler M'dir. O halde, bazı
serl tarafından kurulmuş olup, sırasıyla S'ler P degildir.
transendental fenomenoloji, varoluşçu ferison. Klasik mantıkta, büyük önermesi
fenomenoloji ve hermeneutik fenomeno- tümel olumsuz, küçük önennesi tikel
loji olmak üzere, üç ayrı aşama ya da olumlu, sonucu tikel olumsuz olan üçün-
evreden geçmiştir. Bunlardan transen- cü şekilden tasım kalıbı. Söz konusu
dental fenomenoloji, fenomenolojinin, tasım kahbı, terimin başındaki /har .finin
bilginin deneyim ya da tecrübedeki de işaret ettigi gibi, birinci şekilden
özsel temellerine ilişkin bir araştırma­ ferio'ya indirgenir. S harfinin de gösterdi-
dan meydana gelen ilk evresidir. Bura- ~ üzere, indirgeme küçük önenneyi
da dogal tavrın gündelik dünyası pa- konu alan basit evinne yoluyla gerçekle-
ranteze alınır ve zihnin özsel temeline şir: Hiçbir M P degildir. Bazı M'ler S' dir.
dönülür. O halde, bazı S'ler P degildir.
Buna karşın, hem Husserl'in ikinci dö- fesapo. Klasik mantıkta, büyük önermesi
neminde ve hem de ömegin Heidegger tümel olumsuz, küçük önermesi tümel
ve tSartre'da örneklenen varoluşsal fe- olumlu, sonucu ise, tikel olumsuz olan
nomenoloji, tLebenswelt'e yönelir, Le- dördüncü şekilden tasım kalıbı: Hiçbir
benswelt ya da gündelik dünya içinde PM degildir. Tüm M'ler S'dir. O halde,
ortaya çıkan varhgın dogası üzerinde bazı S'ler P degildir.
durur. Buna karşın, tGadamer ve tRi- festino. Klasik mantıkta, büyük önermesi
ccrur tarafından örneklenen henneneu- tümel olumsuz, küçük önermesi tikel
tik fenomenoloji, varlıgın önceligini olumsuz, sonucu ise tikel olumsuz olan
Feuerbach, ludwig 345

ikinci şekilden tasıın kalıbı. F harfi tası­ sandan bagımsız bir varlıgı oldugu gö-
rnın birinci şekildenferio'ya indirgendi- rüşünün, bu çerçeve içinde, vahiy ve
gini, s harfi ise indirgemenin büyük kutsal nesnelere inanmaya yol açtığıru
önermenin evriginin alınması suretiyle öne süren Feuerbach, teolojiyi antropo-
gerçekleştirildigini göstermektedir. Hiç- lojiye indirgemiştir. Ona göre, insan
bir P M degildir. Bazı S'ler M'dir. O hal- kendisinde görmek istedigi, bununla
de, S P degildir. birlikte görmeyi başaramadıgı nitelikle-
fetişizm [İng. fetichism; Fr. fetichisme; Al. ri, hayali bir varlıga yansıtmakta, bunu
fetischismus]. 1 Genel olarak, dogaüstü yaptıgı için de, kendisini söz konusu
bir gücii ve etkisi, büyülü ya da aşkın varlık karşısında küçül terek, öz benli-
güçleri olduguna inanılan tapınma ob- ginden sogwnakta ve kendisine yaban-
jesine tapan dini uygulamaların bütü- cılaşmaktadır.
nü. 2 Daha özel olarak da, insan elinden Feuerbach'ın din konusundaki bu gö-
çıkma ürünlerin, insanın yaratılannın rüşleri, birçok bakımdan önemli olup,
bagımsız bir varoluşa sahipmiş gibi t Aydınlanma düşünürlerinin birço-
görünüp yaratıcı üzerinde, bilinçli ya gundan daha ileridedir. Dinin yanlış
da bilinçsiz olarak, belli bir baskı uygu- olsa bile, bunundinin degersiz oldugu-
laması durumu. 3 Psikanaliz açısından, nu göstermedigini savunan Feuerbach,
belirli nesnelerden görme ya da dokun- onun kökünde insarun ihtiyaç ve arzu-
ma duyusu yoluyla doyum elde etmeye lanrun bulundugunu söylemiştir. Di-
çalışmaktan oluşan cinsel sapıklık. nin bu açıdan çözümlenip, ondaki mis-
Feuerbach, Ludwig. 1804-1872 yılları tik ögelerin ayıklanmasının, insana ya-
arasında yaşamış ve Marks üzerindeki bancılaşmış yenlerini yeniden kazan-
etkisiyle ün kazanmış olan Alınan dıracagını ve ona ihtiyaçlanm, ya-
maddeci filozofu. 19. yüzyıl Alman ma- nılsamayla de~ de, gerçek bir biçimde
teryalizminin ilk düşünürü olan Feuer- karşılamasının yollarını ögretecegini
bach'an temel eserleri Kritik der hegelisc- savunan Feuerbach, Geleceğin Felsefesi
lten PhiiO'SOphie [Hegel Felsefesinin E- adlı eserinde, felsefenin de, söz konusu
leştirisi), Grundziitze der Philosophie der dini eleştiri sayesinde gelişebilecegini
Zukunft [Gelecegin Felsefesinin İ]kele­ öne sürmüştür.
ri), Das Wesen des Christentums [Hristi- Başka bir deyişle, çagımn spekülatif
yanlıgın Özü)'tur. felsefesini, felsefenin bilimle olan dogaı
Felsefesi, bir thüınanizm ve dogalcılık ittifakıru bozup, onu dinin etkisi altın­
şeklinde gelişen, dine ilişkin eleştirisi, da sokmasından dolayı şiddetle eleşti-.
insanlıkla ilgili dogrulann bilinçsizce ren Feuerbach, Hegel'in felsefeyle dini
yansıtılmasını ifade eden Feurbach, fel- uzlaştırmasının, felsefeyi teolojiye dö-
sefeye önce tHegel'in nesnel idealizmi- nüştürdügünü söylemiştir. Teoloji, ne
ni benimseyerek başlamış, fakat daha din ne de felsefe olup, ona göre, din
sonra ttinselcilik/ maddecilik karşatlı­ karşısında tercih edilebilir de degildir.
gında, tmaddeciligin tarafında olmuş­ Din, insan ve insanhkla ilgili çarpıtıl­
tur. maş dogrulan içeren gerçek öz ya da
Dinin gerçek ya da antropolojik özünü içerik iken, teoloji yanlış öz ya da dinin
çözümleme çabası içine giren Feuer- yanlış şeklidir ve dine kıyasla, insan
bach, Tann'nın, insarun içedönük doga- açısından çok daha büyük bir yabancı­
sının dışadönük karşdıgı ya da yansı­ laşmayı içerir.
ması oldugunu iddia etmiştir. O, Bundan dolayı, felsefe, evreni soyut
Tanrı'ya yüklenen çeşitli sıfatları tarb- kavram ve fikirlerden hareketle yeni
şarak, bu niteliklerin, insan dogasırun baştan, sistematik bir biçimde kurma
farkla ihtiyaçlanrun karşılıgı ve ifadesi çabasında, dine öykünmemeli, bunun
oldugunu savunmuştur. Tanrı'nın in- yerine eleştirel olup, maddeci bir bakış
::ı4b Feyerabend, Paul

açısın: somutlaştmnalıdır. Çünki.i ide- bend, bilimleri, 'tek insanın mutlulu-


alizm, Fcucrbach'a göre, soyut kavram gu'nu, ya da 'gelişimi'ni ölçüt alarak
ve evrensel fikirleriyle, dine çok yakla- incelemek gerektigini söylemiş ve bu
şır. O, bu açıdan, tıpkı eınpiristler gibi, çerçeve içinde iki temel soru sormuş­
felsefenin başlangicının sonlu, belirli tur: Bilim nedir?, bilimi bu denli üstün
ve aktüel olanda olduguna inanmıştır. ve yüce kılan şey nedir?
Bununla birlikte, Feuerbach, kendisin- Birinci soru söz konusu oldugunda, bi-
den önceki deneycilerin, tekyanlılıgına limin ilerleme tarzını, ulaştıgı sonuçları
düşmeme çabası vermiştir. ele alan Feyerabend, bilimi başka disip-
Buna göre, im;an izlenimlerinin pasif linlerden ayıran ölçütleri tartışır. O bu
bir alıcısı degildir, tam tersine deneyin baglamda, klasik bilim görüşünü, dev-
kllruluşuna etkin ve üretici bir biçimde rimci bilim anlayışını, Popper'ın yanlış­
katılır. Bll katıhm ise. tKant'ta oldugu lamacı bilim anlayışını şiddetli bir bi-
~ibi, transendental bir egonun etkinli- çimde eleştirmiş, degişmez yöntem ve
ginden çok, kişinin bir bütün olarak bilimsel rasyonalite üzerinde ısrar eden,
kendisidir; bilgide söz konusu olan, ki- kendi yanlışlannı ortaya koyup, bunla-
şinin, anlayış ve akh oldugu kadar, çı­ rm kabul görmesi için savaşan Neopo-
karlan, tutkulan, umut ve korkulan da zitivistlerin akıllarınm kıt oldugunu
içeren pratik faaliyetidir. Bilginin du- söylemiştir.
yumsal, fiziki bir varlıgın bilgisi oldu- Temel disiplinler bakımından, bilimi
gunu, başka insanlarla olan ilişkileri dengeleyecek, tbilimcili!li önleyecek, bir
içerdigini, tarih içinde bir yere yerleş­ çogu lculuktan başka, teorik bir plüra-
miş toplum ve kültürlerce taşınıp akta- lizmle ınetodolojik bir çogulculugun sa-
ııldığını, pratik ve sosyal oldugunu dile vunuculugunu yapan Feyerabend, ikinci
getiren Feuerbach, insanlıgın ancak ve soru söz konusu oldugunda, bilimin geç-
ancak dini ve spekülatif felsefeyi aştıgı mişte otoriteye, batıl itikatlara karşı ve-
zaman, problemlerini, yanılsama içinde rilen savaşın ön saflannda yer aldıgt, in-
degil de, ciddi ve gerçekçi bir biçimde sanlıgın köhnemiş ve katı düşünce
ele alabilecegini öne sürmüştür. biçimlerinden kurtuluşlannı bilime borç-
Bu ise, liberal bir siyaset anlayışıyla i':' oldugu yanıtını vermiştir.
doga bilimlerinin kapsamlı bir biçimde Insanlar, ona göre, dini inançlar karşı­
uygulanışını birleştirmek suretiyle olur. sında kazanmış olduklan entellektüel
Buna göre, insan doga bilimleri yoluyla özgürlüklerini bilime borçlu oldukları,
teknolojisini geliştirecek, hastalıklarla, ve bilim 17. ve 18. yüzyılda bir kurtu-
dogal felaketlerle daha iyi bir biçimde luş aracı oldu~ için, modern toplum-
mücadele edip fiziki varoluşunu güven- larda bilime çok yersiz bir biçimde yük-
ce altına alırken, liberal bir siyaset ise, sek bir statü bahşedilmiştir. Bilimin
Avrupa devletlerinin kurwnlaruu mo- modern insan üzerinde, Hristiyanlıgın
demize edecek, ve demokratik refonnlan Ortaçag insanı üzerinde kurdugu nüfu-
saglayacaktır. za benzer bir statü kazandıgını savu-
Feyerabend, Paul. Bilim alarundaki epis- nan Feyerabend, putlaştırılan bilimin
temolojik anarşizm görüşüyle bi.iyük insarun gözündeki yüksek statüsünü
ün kazanmış olan çagdaş ya da post- kurumlaşmış bir baskı sayesinde koru-
modern biliın felsefecisi. Temel eserleri: dugunu belirtir.
Agaiıısl Metlıcıd [Yönteme Hayır], Scien- Bilimin dogasında özel bir şeyler bu-
ce in a Frt!e Society [Özgür bir Topluında lundugu düşüncesini ve bilimde, nes-
Bilim], Farırwell lo Reason [Akla Veda] nel bir yöntemin bulundugu tezini red-
ve Plıilosoplı ical Papers [Felsefe Yazıları]. deden Feyerabend, bu çerçeve içinde
Anarşist bilim görüşü olarak bilinen metodolajik bir çogulculugu benimse-
bi li ın kuramını geliştirmiş olan Feyera- ıniştir. O, söz konusu metodolajik ço-
ı:idıte, Jolfann :.147

Suicuiuğu, 'ti.iın koşullar altında, ve in- satilıi mi.irsülc, sccld'i zcrayi, istishab
sanın ~elişiminin tüm aşaınalannda, gibi ikincil kaynaklara da yönelir. Bun-
savunulabilecck olan tek bir ilke vardır; lardan icmrı, tslaın bilginlerinin bir ko-
bu ilke ise, herşeyin n1i.iınküıı oldugu nudaki görüş birliği; kıyııs ise, bir
ilkesidir' görüşüyle ifade eden ideolojik hükmü, benzerli~i doiayısıyla başka bir
bir ço~ı.ılculukla destekiemiş ve dolayı­ konuya uygulama anlamına gelir. fsti/ı­
sıyla, bilime yüksek bir epistemolorik srıu açlk kıyası bırakıp, gizli kıyasa baş­
statü yüklenmesini kabul etmemiştir. vurına oiarak ortaya çıkarken, mesalilıi
Buna göre, Feyerabend, bilimin dcger mi irscle açık bir hü kmi.i n bulunınadıgı
ve stt~tüsünüıı ancak ve ancak bilim konularda, toplum yararını gözetmek
ciddi rakiplerle karşı karşıya kaldıgı şeklinde anlaşılır. Öte yandan, sedd'i ze-
zaman, eleştirel bir r,özle değcl'lendiri­ nıyi kötülü~e giden yolları kapatmak;
lebilece~ini savunur. Bu ise, ona göre, istisiıalı işe, bir şeyin de~işmiş oldu~u­
yalnızca bilimi degil de, dini, dinin de- mı ortaya koyan bir kanıt sum1ltıncaya
ğişik k olla n nı, gizemciligi, büyü yü ög- kadar, eski durumun geçerli oldu~unu
reten bir eğitim sisteminin kunılınasıy­ kablll etmek anlamına gelmektedir.
la olanaklı olabilir. Feyerabend, bu tür Ça~daş hukuktan çok daha ayrıntılı
bir egitim sisteminin, bireye, benims~­ olan, dünyevi işler yanında, ahiretlt? il-
yecegi ideolojiyi özgürce seçme olana- gili işleri de düzenleyip ahiakla ilgili
gını saglayacagını öne sürer. Öte yan- konulım da ele alan fıkıh, yedi ana dala
dan, bu durum, Feyerabend'a göre, ayrılır: !badete ilişkin konuları düzenle-
bilimin de lehine olacakhr, çünkü bilim yen ilmdrıf; ortakhk, mülkiyet, borçlar ve
adamları, kendi disiplinlerine itibar miras gibi konuları ele alan muaıııelat;
gösterilmesini beklemek yerine, bilimi evlcnme, boşanma ve aile haklarayla il-
cazip kılmak için daha çok çalışmak ve gili problemleri konu alan rılrvali şnl1siye;
mücadele etmek durumunda l<alacak- kamu hukukundan oluşan, birey-devlet
lardır. ilişkilerini düzenleyen si!Jaseti şeriye
feyz. İslam felsefesinde, evrenin Tanrı'­ ceza gerektiren suçları konu alan ııkubfll;
dan, derece derece ve sürekli olarak çı­ İslam devletinin başka devletlerle olan
kışına, türeyişine verilen ad. ilişkilerini düzenleyen siyer ve ahlak ve
İslam düşüncesine Yeni-Platoncu felse- görgü kur~llannı ele alan adab.
feden geçen feyz inancına göre, Tann va- fırsatçılık [Ing. opportıınism; Fr. opportrı­
rolan herşeyin tek kaynagı olup, feyz ııisme]. Davranış ya da eylemin, birta-
söz konusu yüce varlık olan Tann'dan kım degişmez ilkeler tarafından degil
başlayarak en aşagıdaki varlıga kadar de, içinde bulunulan koşullar tarafın­
uzanan sürekli bir oluş, yaratılıştır. dan biçimlenmesine ya da belirlenmesi-
Tann'nın özlinün yaratıcı oldugunu, ne izin verme tavrı; olan ile olması gere-
Tanrı'ru.n özünü herşeyi kuşattıgını dile ken, olguyla deger arasındaki ayırımı
getiren feyz inancına göre, Tanrı'nın özü hiç dikkate almadan ya da olması ,;ere-
sıfatları ile belirir. Söz konusu beliriş, keni bilinçli bir biçimde göz ardı ederek,
varlık haline gelen bir oluştur; buna uygun farsatlardan, kişisel çıkar sagla-
göre, feyz evrenin bütününde gerçekleş­ ma amacıyla, yararlanmaya çalışma egi-
meye karşılık gelir. limi ya da kesin ve degişmez ilkeleri ol-
fıkıh. Temel kaynakları Kur'an ve sün- mayan, hi'ıl ve koşullara göre, kendisine
net olan lslam hukukuna verilen ad. en elverişli görünen fikirleri ve kararları
Fıkıhın amacı, yasa koymaktan çok, benimseyen kişinin tutumu.
ana kaynaklara, yani Kur'an ve sünnete Fichte, Johann. 1762-1814 yılları arasmda
uygun hükmü araştırınaktır. Fıkıh, ana yaşamış olan ünlü Alman düşünürü.
kaynaklara dayanarak uygun hükmü Temel eserleri: WisseıJScha ftslelı,.e (Bilim
oluştururken, icma, kıyas, istihsan, me- Teorisi), V ersııclı iiher die Tnınscenteıtdrıl
348 Fichte, Johann

Plıilosoplıie [Transendental Felsefe Üzeri- nz. Ödevin özgürlüğe ulaşma buyruğu


ne Deneme], Dns System der· Sittenlehre gerçekleştirilebilir olmasaydı eğer, dün-
[Ahlak Ogretisi Sistemi] Grıındlage des yanın hiçbir anlamı olmazdı.
Naturreclıts [Dogal Hukugun Temeli]. İşte bu, Fichte'nin ahlaki ideaJizmidir,
Fichte'nin felsefedeki en önemli kavra- yani ahlaki inanca dayanan dünya görü-
yışı, temel çıkış noktası kendi özgür- şüdür. Ona göre, teorik akla dayanarak
lük anlayışıdır. Ona göre, irade ya da özgür ve kendisiili belirleyen bir varlı­
ben, temel gerçeklik olup, özgürdür, g-tn birincilligini kanıtlayamayız, fakat
kendi kendisini belirleyen faaliyettir. böyle bir varlık, ahlaki dogamızın ge-
Ben ya da irade dışında herşey ölü ve reklerini yerine getirdigi ve yaşamımıza
pasif bir varoluşu gösterir; yalnızca anlam, deger kazandardığı için, onu
kendi kendisini belirleyen tinsel bir faa- nihai ve en yüksek ilke olarak kabul ede-
liyet gerçektir. İradenin kendisi, yaşam riz. Ahlaki bir karar felsefe için temeldir
ve akıl, bilgi ve eylem ilkcsidir, her tür ve birinin felsefedeki seçimi, onun ne tür
ilerleme ve uygarlıgın harekete geçirici bir insan olduguna baghdır. Ahlaki ide-
gücüdür; bilginin dayandıgı temel, teo- ali olmayan insan, kendisini dogadak.i
rik düşüncenin birleştirici ilkesidir. Şu makine düzeninden kurtaramayan in-
halde, felsefede yapılacak ilk iş, böyle sandır. O tecrübe etmedigi bir şeyi -bir
bir faaliyetin niteligine, hem teorik ve kişi olma özgürlügünü- bilmeyen ve
hem de pratik aklın koşullanna, ilke ve ona birdeger vermeyen bir insandır.
önkabullerine ilişkin olarak aynntılı Fichte tüm gerçekligi bene dayandınr.
bir açıklama sunmaktır. Ben herşey, temel gerçeklik olduguna
Fichte, Kant'ın ahlak felsefesinden esin- göre, onun dışında hiçbir şey yoktur;
lenmiştir. O, anlama yetisinin yetersiz zihin dışı bir nesne olmak anlanunda,
oldugu konusunda, Kant'la aynı fikri bir kendinde şeyden söz edilemez. idea-
paylaşır. Canlı gerçekligi, diskürsif dü- lizm problemi öyleyse, yalnızca öznel
şüncenin zamansal, mekansal ve neden- gibi görünen bir şeye bizim nasıl olup ta
sel düşürune kalıplarıyla kavrayamayız. nesnel bir gerçeklik yükleyebildiğimiz
Bu bize, ancak yüzeyi verir. Gerçeklige problemidir. Fichte'ye göre, kendi kendi-
yalıuzca sezgi yoluyla varabiliriz. Bu en- sini faaliyete geçiren aktif ilkenin doga-
tellektüel sezgi sayesinde, evrensel bir sında, kendi kendisini sınırlamak vardır;
amacın bilincine vanr, nedensellik zinci- o, varolurken kendi kendisini sınırlar.
rinin dışına çıkanz. Bu sırurlamayı, ömegin kırmızı, tatlı,
Ahlak yasasının ve özgürlügün kabu- soğuk duyumlarında yaşarım. Duyusal
lü, ki iradeyi gerektirir, bizim ya~nu­ nitelikler kendilerini bana zorla kabul et-
nuza deger kazandınr. Bizim dünyayı tirir ve böylelikle beni sınırlar.
evrensel bir amacın, özgürlügü gerçek- Dogmatistler bu türden duyumlan, bir
leştirme amacının bir aracı olarak gör- şeyin, zihin dışı bagımsız bir kendinde
memizi ve böylelikle kendimizi bu ama- şeyin etkileri olarak açıklamaktadır.
cın kör araçları olmaktan çıkarıp, bu Fichte duyurnun zihne aşkın olan bir
amacın bilinçli yardımcıları haline gel- nesne kavramıyla açıklanabilmesine
memizi saglar. Duyu algısı yoluyla ka- karşı çıkar. Nesnel dünya, 'ben' tara-
zanılan bilgi ise, özgürlüge ulaşmak fından, kendisi için meydana getirilir.
için pratik bir araçtan başka bir şey de- Başka bir deyişle, zihin bilincin saf bir
gildir. Bu bilgi, bizi iradenin gerçekleşe­ biçimde öznel olan etkilerini ve degi-
bilmesi için gerekli olan dirençle karşı­ şimlerini mekana yansıtır. Fenomenal
laştırır. Biz çaba göstermeden özgür dünya, duyumlar ve benin zorunlu
olamayız, dolayısıyla kendisiyle çarpı­ edimleri için varolmasaydı eger, Fich-
şacak, savaşacak ve kendisinin üstesin- te'ye göre, biz onu hiçbir zaman meyda-
den gelecek bir dünyaya ihtiyaç duya- na getiremezdik. Bizim duyumlarımıza
Fichte, Johann 349

nesnel olarak nelerin yol açtıgını biz sin, o her bireysel bilinçte hüküm süren
bilmiyoruz. Bununla birlikte, bu feno- evrensel bir rasyonelite ya da akıldır.
menal dünyaya ilişkin bilgimizin nes· Benim kişisel benim dışında, fenome-
nel bir geçerliliği olmadıgı anlarnma nal dünyaya karşı hpkı benim gibi tepki
gelmez. Duyusal dünya, bir yaıulsama veren ve Mutlak Egoyu temsil eden
olmak yerine, gerçekten vardır. Bu dün- başka rasyonel varlıklar vardır. Ayru
yayı oldugu gibi kabul etmek, onu an- evrensel akıl ilkesi tüm benlerde aktif
lamaya çalışmak ve ona karşı ve onun durumdadır. Şu halde, evrensel ben,
üzerinde eylemde bulunmak... Fich- Mutlak Ego, bireysel benierin kendisinin
te'ye göre, temel ilke budur. Bildigirniz ürünleri ya d.a tezahürleri oldugu, tek
herşey benin kendisini öne sürdt.igü ve gerçekliktir.
kendisini benolmayanla sınırladıgıdır. Fakat Fichte söz konusu evrensel ilkeyi,
Ona göre, iyi tanımlanmış sınırlarıyla maddi ya da tinsel bakımdan. statik bir
bilgi alarwun, şeylerin ahlaki düzenin- töz olarak düşünmez. O, kendisini bi-
de gerçekleştirrnek durumunda oldugu reysel benlerde ifade eden canh akıldır
belli bir ilke vardır. Akıl yoluyla kavra- ve kendi kendisini belirleyen tinsel bir
dıgımız herşeyin bir gerçekligi vardır süreçtir. Bu evrensel akıl ilkesi, zorunlu
ve bizi ilgilendiren tek gerçeklik budur. düşünce yasalarının oldugu kadar, bi-
Bu, bizim için varolan tek gerçekliktir. reylerin duyumsal ya da fenomenal ya-
Dünya ödevlerimizin, ideallerimizin mal- şamlannın da ortak temelidir. Bizde ya-
zemesidir. Dünya ahlaki ideallerimizi şayan, düşünen ve eyleyen, işte bu
gerçekleştirmek için bir araçhr; bizim evrensel yaşam ve akıldır. Fichte zihin
ahlaki ideallerimiz için bir araç olup, bir dışı dünyanın varoluşunu yadsımaz,
temel meydana getirdigine göre, onun çünkü onun mutlak idealizmi bir tür
gerçek ya da görünüş olması. bizim için trealizmle tamamlanır. Bununla birlik-
bir şey değiştirınez. Kendi kendisini ha- te, gerçek dünya zamansal-mek~nsal­
rekete geçiren aktif bir güç olarak ben, nedensel bir bütün içinde düzen kazan-
kendisine karşı duracagı, kendisiyle mış şeylerden oluşan bir dünya degil-
mücadele edecegi, içinde kendi varlı~­ dir. Bu mekansal-zamansal düzen mut-
nın ve özgürlügünün bilincine varacagı lak ilkenin insan bilincinde açıga
bir dünyaya ihtiyaç duyar. vurulmasından başka bir şey de~ildir
Buraya kadar söylenenler, bir tür öznel ve önce bireysel bilinç, sonra da Mutlak
tidealizmi ifade eder. Fakat Fichte, ego Ego için varolur. Biz evrensel doga ya da
ya da ben ile, bireysel beni degil de, saf akıl tarafından yarahlmış olan varlıkla­
egoyu, saf aktivite ya da faaliyeti, ev- nz. Evrensel rasyonellik ilkesi, bizde dü-
rensel aklı kabul ettigi için, onun idea- şünür ve bilinç yüzeyine çikar.
lizmi nesnel idealizmdir. Mutlak Ego Bundan dolayı, doga tGeist olmalıdır.
ya da Ben ile bireysellik onun gözünde Bu evrensel ve sınırlanmamış yaşam il-
farkh kavramlardır. Saf Ben kişisel ben- kesi sonsuz sayıdaki bireysel bende
den mantıksal olarak önce gelir. Saf farklılaşır, yeniden ortaya çıkar. O, son·
Ego, bireysel benin koşulu, manhksal suz oldugundan, kendi bilincine sonlu
temelidir. Fakat Fichte mantıksal önce- bir biçimde, yani başka sonlu benlerle
likle yetinmez. Mutlak Ben, tüm kişile­ olan karşıtlıgı tarafından sınırlanmış
rin ya da bireyin üzerindeki gerçeklik- olan bireysel bende varır. Evrensel akıl
tir. O tüm kişilerde ortak olan evrensel ve yaşam ilkesi sonsuz oldugundan,
aktif akıldır. Bireysel ben onu, isterse kendisini sonlu bireysel benlerde tükete-
eger, kavrayabilir. mez. Bundan dolayı, o benleri sonsuzca
Bu Mutlak Ben, Fichte'de Tann olarak yaratmak durumundadır; işte o, kendi
da tarumlanır. Bu evrensel ilkeye ister bilincine bu bireyleşıne süreci içinde
Mutlak Ben ya da ister Tann adı veril- vanr. Mutlak ben, bireysel benleri bilinç-
·-o
.ı :ı rrcino, Marsilio

siz otarak y~ratır, benier ist! yaratıhşla­ bir t..:~rcihtc bulı..ınm;, özglirllif;ü vardır.
nndan lıabersizdirler. Evrensel amacın sıradan araçlan olmayı
Evrensel yaşama süreci ya da saf faali- ya da bu amacın bilincinde olarak, iyi-
yeti, Fichte'ye ı;öre, amaçsız bir faaliyet nin hizmetindeki gönüllü amaçlar olma-
olarak görmek hiçbir şekilde söz konu- yı seçebiliriz. ·
su olamaz. O ahlaki bir hedefe yönelmc- Bu ba~Jamda özgürlük, irildenin ani bir
ınişse el\er, anlamsız olacaktır. Fich- sıçrayışı. özgür ve açıklanamaz bir ter-
Le'ye göre, kendisini insanda ve dol\ada, cihtir. Fichte, insaniann iyi ya da kötü
bende ve ben olmayanda ifade eden olabildikleri sonucuna varır. iyi olanı,
•vnı Mutlak Bendir. Dol\al dünyadaki vani evrensel ahiald amacın gönüllü
olaylar ve bi rey,el benierin eylemleri, en araçları olınayı seçmişlerse iyidirler,
yüksek ahlaki amacın gözle görülür ifa- buna karşın duyu dünyasındaki maki-
deleridir. llununla birlikte. bireysel ben- nanın bir dişlisi olınayı seçmişlerse, kö-
ler iradenin cvlcmleriylc, kendilerini ti.ldi.irlcr ve ona göre~ yalnızca iyi olan
gözle göriiliir olan düzenin üstüne yük- ölümsüzlül\e hak kazanabiliL Fichte
scltip, duyusal olmayanın bilgisine ula- karşı koyma ve ahlaki çatışmanın hiç-
şırlar ve bövlelikle de kendilerini evren- bir zaman tam olarak ortadan kaldınla­
sel ahlaki amaçla özdeşleştirirler. Mut- mayacal\ına inanır. Ahl§ki amaç hiçbir
lak ben, Fichte'ye göre, bireysel varlık zaman tam olarak gerçekleştirilemez.
ya da bende, eyleme yöndten bir güç, Ahlaki yaşam kendisine hiçbir zaman
ahlaki bir amaç ve ödev bilinci olarak tam olarak erişilemeyecek olan bir iyi ye
vardır, bireysel varlığa, duyu dünyası­ do~ru &ürekli bir ilerlemedir. Ahlaki iyi,
nın karşıtlı~ının üstesinden gelmesini, bir defada erişiiecek olan statik bir amaç
özgürlük idealini şu ya da bu şekilde de~ildir.
gerçekleştirmesini buyurur. Fidno, Marsilio. 1433-1499 yılları arasın­
Biz bireysel benler olarak, kendimizde- da yaşamış olan İtalyan Yeni Platoncu
ki saf faaliyetin bilincine vardı~ımız, düşünür.
ahlakj amacıınızı gerçekleştirmeye ça- Platonculu~u, 15. yüzyılın din karşıtı
lıştı~ıınız zaman, evrenin anlamını ha- Aristotelesçili~inden korunmanın bir
yata geçirmeye, Mutlak Egomın amacını yolu, tPiaton'un düşüncesini de ruhun
gerçekleştirme)'e çalışıyoruz demektir. en soylu ifadesi olarak gören Ficino, Pla-
Başka bir deyişle, Fich te"ye göre, birey- ton'tııı felsefesine Rönesans'ın bakış açı­
sel benin kendisinde bilincine vardı~ı sını katmış olan bir düşünürdür. Ru-
amaç, mutlak benin sesi, aynı mutlak hun ölümsüzlü~ü üzerine bir dizi kanıt
benin kendisini şeylerin dünyasında öne süren Ficino, insanın evrenin merke·
ifade etme aınacıdır. Biz dol\amızın, bizi zinde oldu~unu savunmuş ve insan ya-
yapmaya, gerçekleştinneye yönelttigi şamını da, ruhun Tanrı'ya do~ru bir
şeyi gerçekleştirebiliriz, çünkü aynı ev- yükselişi olarak yorumlamıştır. O, Pla-
rensel ben ya da bilinç bir yandan bizi ton'un ve Hristiyanlı~ın sevgi anlayışla­
eyleme yöneltirkcn, bir yandan da dış rının benzer oldu~unu iddia ederek,
dünyadaki uygun de~işmeleri hazırlar. insan sevgisinin ve dostlu~unun en yük-
Böyle bir çerçeve içinde, bireysel ben sek biçiminin, ruhun Tanrı'ya olan sev-
için özgürlükten söz edilebilir mi? gisi üzerine kurulu bir paylaşma duy-
Bireysel ben, Fichte'ye göre, teorik açı­ gusundan kaynak.landı~ını belirtmiştir.
dan duyu algısının ve düşüncenin yasa- fideizm [Os. imıiniyye; lng. fideism; Fr.
lanyla, pratik açıdan ise evrensel amaçla fidt!isnıe; Al. glaubcrısplıilosoplıie). Inancı­
sınırlanmıştır. Bununla birlikte, insan lık. Temel dini dogma ve ö~retilerin akıl
için düşünme ya da düşünmeme ara- yoluyla kanıtlanamayaca~ını, fakat yal-
sında bir seçim yapma, evrensel amacı nızca inanç, iman yoluyla kabul edilebi-
kendi amacı yapıp yapınama arasında lece~ini savunan anlayış. Dini hakika-
filozof-kul :.sı

tin, akla ya da akılyürütmeye dE:gil de, filoloji [İng.plıiliJio~y; Fr. plıilo:ı:ısie; Al. ııJıi­
inanca dayandığını savunan görüş. Bir lologie 1. ı Eski kültürleri bu kül türlerden
bilgi kaynagı olarak inancın, akıl ya da kalan yazılı belgelere dayanarak incelc-
bilimden üstiin oldugunu iddia eden, yen bilim. 2 Eski zaman ya da kültürler-
aklın ve bilimin degerini yadsıyan, yad- den kalan yazına eserleriı~ kritik eclisyo-
sımadıgı zaman ise, inanca tabi olınası nunu yapma sanatı veya yöntemi. 3 Dil
ve inancı desteklemesi gerektigini savu- ve edebiyat incelemelerinden oluşan
nan ögreti. bilim dalı; bir dili, o dildeki yazılı ınetin­
Fideizmin iki türü vardır: ı Dinin özü- lerin eleştirel analizine dayanarak ince~
nün, temel ögretisinin felsefi ve rasyonel leyen disiplin.
ölçütler açısından çok fazla anlamlı ol- Dilbilimle edebiyat tarihi arasındaki sı­
madıgından ve 'saçma oldugu için, ina- ıurda veya orta noktada yer alan filoloji-
nıyorum' tezinden hareketle, dini haki- nin konusu, her üç anlamda da yazılı me-
katierin akla dayanan dogrulara karşıt tinlerdir. Rönesans dönemi hümanistleri
oldugunu, bu tür dogrulara rasyonel fa- tarafından kurulan filoloji, özellikle 18 ve
aliyetlerle ulaşılaınayacagını savunan 19. yüzyıllardaki çalışmalarla gelişmiş
görüş olarak aşırı fideizın birinci türü ve onun konusu 20. yüzyılın hemen baş­
meydana getirir. Fideizmin, dini dogru- lannda, hem sınırlanmış ve hem de be-
lann bilgisine ancak inanç ya da daha lirleme kazanmıştır. Buna göre, filoloji
çok mistik bir tecrübeyle erişilebilecegi­ yazılı metnin tarihinin belirlenmesi, met-
ni savunan bu aşın versiyonu, zaman nin çözümlenmesi, iç eleştirisi ve yonım­
zaman kuşkucu argüınanlardan da ya- laıunası faaliyetlerinden oluşan bir disip-
rarlanarak, aklın kesin hiçbir dogruya lin olmak duruınwtdadır.
erişemeyecegini belirtir, Kierkegaard'da
filozof [Os. Feyla.of, İng. Philosoplıer; Fr.
oldugu gibi, gerçekte saçma ya da akla
Plıilosoplıe; Al. Plıilosoplı]. Eserlerinin 13.
ayk.ın olan ögretilerin inanç yoluyla
yüzyıldan başlayarak, Arapça ve Yu-
kabul edilmesini ister.
nanca'dan Latinceye tercüme edilme-
2 Ölçülü fideizm ise, kesinligin, akla de~!
siyle birlikte, Ortaçag Hristiyan dünya-
de, inanca dayandıgını savunmak yerine,
sında tanınınaya başlayan Aristoteles'e
be1li dini dogrulann ifadesi ve kabulü
Ortaçag Avrupa'sında, araştırınacı ve
açısından, inanem temel olup, akıldan
düşünürler tarafından verilen ad.
önce geldigini, fakat akılyürütme ve de-
filozof-kral (İng. philosoplıer-kiııg; Fr. p/ıilo­
neysel ara~tırmanın büsbütün degersiz
sop/ıe-roi]. Yaşadıgı dönemin, hocası
olmayıp, söz konusu dini hakikatierin
anlaşılması ve açıklanmasında önemli
tSokrates'i haksız yere ölüme götüren
bir rol oynadıgıru öne sürer. Buna göre, siyasi düzeninin bozulup yozlaştıgını
Tann'run varoluşuyla ilgili rasyonel ka- savunan tPlaton'un, toplumlar için kur-
tuluşun, ancak ve ancak filozofların kral
ıutlar, inanca dayanılarak kabul edilmiş
olanı yorumlayan metafizik sistemler, ya da kraliann filozof olmasıyla müm-
dinin dogası ve inananlar üzerindeki et- kün olduğu inancını dile getiren deyim.
kisiyle ilgili tarihsel ve psikolojik araştır­ Onun bir seçkinler aristokrasisi olarak
malar, daha önce inanç yoluyla kabul betimlenebilecek olan siyasi sisteminde,
edilmiş olan şeyleri dogrulamak ve yönetici suııfın üyesi olan bilge kişi.
haklı kılmak için kullanılabilir. Başka Bireyle devlet arasında bir analoji
bir deyişle, fideizmin, t Aziz Augusti- kuran ve üç parçalı ruh anlayışını
nus ya da tPascal'da rastlanan bu liunlı aynen devlete yansıtan Platon, tıpkı bi-
versiyonu, inançla aklı karşı karşıya ge- reyde, erdemi bilgelik olan aklın ege-
tirmez ve akla, inanç yoluyla kabul edil- men ve yönlendirici güç olması gibi,
mek durumunda olanı formüle etme, devlette de otorite ya da yönetici sınıfın
açıkhga kavuşturma ya da aydınlatma bilgelerden, filozoflardan oluşması ge-
görevi yükler. rektigini öne sürmüştür. Başka bir de-
352 finalizm

yişle, Platon bir yandan yöneticilerin kanizınin karşısında yer alan finalizm,
kendi kişisel çıkarlarından çok, halkın dünyarun bir amaca göre düzenlendigini
iyiligini ve refahını düşünmeleri için, iddia eder. Finalizmin, biri dış, digeri iç
onlara mülkiyet edinme yasa~ koyar, olmak üzere iki türü vardır.
yani yönetim kademesinde siyasi güçle Bunlardan, ı dış finalizme göre, bütün
ekonomik gücü birbirinden ayırırken, bir varlık ve olaylar, evrende, genel bir
yandan da, yine genelin iyiligi için, bil- plan, düzen ve uyumu gerçekleştirmek
geligin gücünü siyasi güçle birleştirme­ amacıyla varlıga gelir. 2lç fincılizme göre
ye çalışmıştır. ise, canlı varlıklarda her organın belirli
Ona göre, otoritenin ve yol göstericilik bir amacı, belirli bir dogrulhıya yönel-
hakkının yalnızca bilgi ve uzmanlıkta miş bir hedefi vardır ve organlar arasın­
olması son derece dogal bir şeydir. Bu da tam ve kusursuz bir uyum bulunur.
baglamda, devletin yöneticisi, gerçek bir fizik [İng. physics; Fr. physique]. Antik
otorite olabilmek, gerekli yol göstericili- Yunan felsefesinde ve özellikle de Stoah-
gi yapabilmek için, gerekli yeti ve bilgi- larda, mantık ve ahiakla birlikte, felsefe-
lere sahip olmalıdır. Platon'a göre, birey- nin üç dalını meydana getiren disiplin-
de düzensizlik, ölçüsüzhik ve kannaşa lerden biri. Descartes'ta kökü metafizik
yaratan şey, ruhun daha aşagı parçala- olan bilgi agacının gövdesi. Günümüz-
rının isteklerinin belirleyici olması, söz
de gözlemlenebilir evrenin temel bile-
şenleri arasındaki etkileşimleri ve mad-
konusu istek, iştiha gibi ögelerin aklın
kontrolü dışında kalmalarıdır. denin yapısına ilişkin temel problemleri
konu alan bilim. Mikroskopik ya da
Ayıu şey, bir devlette, yönetim bilgisi,
makroskopik cisimlerin hareketleriyle il-
genel amaçlara ilişkin bir bilgisi olma-
gili fenomenlerin ölçülmesi, hesaplan-
yan ve çok daha önemlisi bilgelikten
ması ve önceden do~ tahmin edilme-
yoksun olup, maddeye düşkünlük gös-
siyle ugraşan disiplin.
teren insanlaruı, yönetilecek yerde yö- fizikalizm [Os. tabiiyatçılrk; İng. physica-
netmeye kalkıştıklan, devletteki akıl lisrtı; Fr. physicalisme; Al. physicalismus ].
gücünün denetimine girmeye direnç ı Bilim felsefesinde, mantıkçı pozitivist-
gösterdikleri zaman, devlet için de söz ler, kimi Viyana Çevresi düşünürleri,
konusu olur. Kısacası, hem devlette hem ama özellikle de terimi 1931 yılında fel-
de bireyde, akıl yönetici olmalıdır. Dev- sefi terminolojiye annagan eden Otto
letteki bu akıl ögesi, filozof-kraldır. Filo- Neurath tarafından savunulan, bilimin
zof-kral, uygun yetilere sahip olan, buna dilinin maddi, fiziki nesnelere gönde-
ek olarak matematiksel bilimlerde ve fel- rirnde bulunan ve tüm temel yüklemleri
sefe alanında yaklaşık elli yaşına kadar fiziki bir nitelik arzeden bir dil oldugu
süren uzun bir egitimden geçmiş olan görüşü. Bilim dilinde yer alan her be-
ideal yöneticidir. timleyici terimin şeylerin gözlemlenebi-
finalizm [Os. mezhebi gdiyyun; İng. fina- lir özelliklerini gösteren terimlerle bag-
lism; Fr. finalisme; Al. finalismus]. Erek- Iantıiı olduğunu öne süren görüş olarak
selcilik. Fiziki dünyadaki tüm olaylarda fizikalizm, herhangi bir bilimin dilinin,
bir amacın bulundugunu, dogada hiç- yalnızca olayiann deneysel olarak göz-
bir şeyin boşuna olmayıp, her varlık lemlenebilir ve sınanabilir özelliklerini
ve olayın bir amaca göre meydana gel- gösteren terimleri ve kavramları içeren
digini, dogada bir amaçlıhk, ereklilik bir dile dönüştürülebilir olduğunu ya
bulundugunu savunan akım. da dönüştürülmesi gerektigini, tüm bi-
Dünyadaki tüm fenomenlerin akışının limsel önennelerin fizik biliminin ya da
bir mekanizm içinde ortaya çıktagını, ve fizild bilimlerin terminolojisiyle ifade
dolayısıyla amaçlı bir düşüncenin ya da edilmek durumunda oldugunu savunan
planın sonucu olmadığını savunan me- teoriye tekabül eder.
fiziki 353

indirgemeci bir görüş olarak fizikalizın, Bu deyimierin anlamları farklı bile olsa,
tMach, tSchilick ve tAyer gibi mantıkçı onlar tam olarak aynı şeyi ya da olayı
pozitivistler tarafından benimsenen ve tasvir ederler. Biz jnsanlardan çogu, bu
temel yüklemlerle önermelerin salt şeyi göstermek için, 'masa düşüncesi'
duyu-verileriyle ilgili önerıneler oldugu- deyimini kullansak bile, tür özdeşligi te-
nu öne süren tfenomenalizmden farklı­ orisine göre, bir bilim adamı, en azından
lık gösterir. ilke olarak, beycin bu düşünceden
2 Metafizikte, klasik tmaddeciliğin mo- başka bir şey olmayan haline ilişkin bir
dem ya da çagdaş versiyonu olarak, va- analiz gerçekleştirecektir. Dahası, bu te-
rolan herşeyin fizik bilimlerinin temel oriyi savunanlara göre, bu türden tüm
saydıgı şey ya da nesnelerden meydana düşünceler, gerçekte, beynin aynı tür-
geldigi ve temel fiziki unsur ya da nes- den halleridir.
nelerin davranışını yöneten yasa ve dü- 2 Örnek özdeşliği teorisi. Bu teori de,
zenlilikler dışında ve onlardan bagun- tıpkı h.ir özdeşligi teorisi gibi, tüm dü-
sız hiçbir yasa olmadıgı görüşü. şüncelerin beynin halleriyle özdeş ol-
3 Zihin felsefesinde, zihinsel özellikle- dugunu öne sürer. Bununla birlikte,
rin fiziki özellikler tarafından belirlen- örnek özdeşligi teorisi, aynı türden dü-
digi görüşünü ifade eden fizikalizm, şüncelerin tümünün birden beynin
zihin-beden ilişkisi konusunda ise, zi- aynı türden halleriyle özdeş olmasının
hinsel olayiann tam olarak fiziki olay- gerekmedigini belirtir. Teori, örnegi
lar, çogu zaman da beyindeki olay ve türün bireysel üyesi olarak tammlar-
süreçler aracılıgıyla açıklanabilecegini ken, belirli bir düşünce türünün birey-
savunan görüşe karşılık gelir. Fizika- sel üyelerinin zorunlulukla aynı türden
lizm, birbirine indirgenemez iki ayrı tö- fiziki haller olmadıgını söyler.
zün varoldugunu savunan zihin-beden fizikçiler [İng. physicians; Fr. physicien-
ikiciliginden farklı olarak, birci bir ög- nes]. M. Ö. 6. yüzyılda, Thales tarafın­
retidir; yalnızca tek bir tözün, fiziki bir dan kurulmuş olan Milet Okulu filozof-
yapı arzeden tözün, yani beynin varol- larına verilen ad.
dugunu öne sürer. Zihinsel bir olayın Söz konusu filozoflara bu ad, onlar do-
fiziki bir dille tasvir edilebilecegini be- gayı, yani physisi konu ald1klan, doga-
lirtir ve bilim adamlarınm çalışmaları­ ya ilişkin araştırmalarında akıl yanında
nı bu alana yöneltmeye çalışır. gö:demi kullandıkları ve physisi açıkla­
Fizikalizmin iki ayn türü vardır: a) Tür- mak için, ortak olarak herşeyin kendi-
sel özdeşlik kuramı. Bu tür bir tizilc.aliz.m, sinden çıktıgı maddi bir varlık olarak
zihinsel olayiann fiziki olaylarla özdeş arkhe aradıklan için verilmiştir. Bununla
oldugunu öne sürer. Buna göre, ömegin birlikte, araşhnnalannda uygun teknik
'masa'yla ilgili bir düşünce, yalnızca yöntemlerden ve bilimsel malzemeden
beynin belli bir halidir. Beyinin bu hali yoksun olmalan nedeniyle, söz konusu
söz konusu dogu zaman, bunu masayla fizikçilerin bilim ya da felsefeleri, tah-
ilgili bir düşüneeye sahip olmak olarak mini ve oldukça spekülatif bir yapı ser-
betimleyebiliriz. Şu halde, belirli bir tür- gilemiştir.
den tüm fiziki haller, aynı zamanda be- fizi~ [İng. physical; Fr. physique; Al. na-
lirli bir türden zihin halleridir. Tıpkı 'su' turphysisch, physikalisch]. Doganın ya da
ve 'H 20'nun aynı maddeyi göstermesi, evrenin bir parçası olan bir varlık ya da
birinin halk arasında, buna karşın dige- nesneyi; maddi bir şeyi; zaman ve
rinin bilimsel çevrelerde kullanılması, mekan içinde ortaya çıkan bir şey olarak
birincisinin aynı maddenin ıslaklıgmı, analiz edilebilen ve insan zilminden ba-
oysa digerinin kimyasal bileşimini ifade gımsız bir biçimde varolan bir şey ya da
etmesi gibi, 'masayla ilgili düşünce' ile nesneyi gösteren sıia t.
'beyinin belli bir hali' tam olarak aynı Buna göre, fiziki sıfatı, öncelikle m ad-
şeyi gösterir. denin, enerjinin, v. b. g., özellikleriyle il-
354 fiziki idealizm

gili olaru, buradan teşmil ya da anlam ge- fizyokratlar [İng. pltysiocrflts; Fr. plıysioc­
nişlemesi yoluyla doganın maddi yönle- mtes]. 18. yüzyılda ortaya çıkan, ve
rini ve nihayet insan bedenini gösterir. zenginligin tek ve en büyük kaynagı­
Bu baglamda, fiziki olgu ve olaylar ara- nın toprak ve tarım oldugunu savunan
sında varolan nedensel ilişkiye, insan iktisadi ögretiye veıilen ad.
zihninden bagımsız olarak varolan fiziki Fransız iktisatçısı F. Quesnay tarafından
nesneler arasında söz konusu olan ne- kurulan Fizyokratlar Okulu, Tanrı'nın
densellik ilişkisi fiziki nedensellik adı veri- ir~desini yansıtan dogal düztme önem
lir. Fiziki bir şeyde, ya da fiziki nesneler vermiştir. Bu düzende zenginligin tek
arasında ortaya çıkan degişme, hareket kaynagı tarım ol;:ırak belirlenir, çünkü
ya da faaliyete isefiziki olay derunektedir. bütün bir ülke halkının yaşamını borçlu
Buna mukabil, hareket edebilen, degişe­ oldugu temel maddeleri üreten yalnızca
bilen, hareket ettirilebilen, degiştirilebi­ tarı.mdır; oysa, sanayi ve ticaretin yaptı­
len üç boyutlu nesne ya da varlık fiziki gı şey, tarım tarafından üretilen bu
şey diye tanımlanır. maddeleri dönüştürrr.ek ve bir yerden
fiziki idealizm [İng. plıysicfll idefllisnı; Fr. bir yere taşımaktır.
idealisme plıysique]. Rus düşünür ve li- fizyolojik idealizm [İng. plıysiologic idea-
deri tLenin'in, 20. yüzyıldaki bilimsel lism; Fr. idiali sıııe plıysiologiqe; Al. plıysio­
gelişmeler ve görelilik teorisiyle birlikte, logisclı idealismus]. 19. yüzyılın ortaların­
fizigin bazı nesnelerinin incelenmesinde da, bazı biyolog ve hekimler tara-hndan
görsel ögelerin ve gözlem gücünün gi- kurulan ve duyumları gerçek dünyanın
derek azalmasından dolayı, bu bilim da- yansımaları ya da suretleri olarak degil
lında nesnelerin soyut, matematiksel te- de, yalnızca bir sembolü olarak gören,
rimler kullarularak tasvir edildigi, renk tayfının, sesin kıvarrunın, koku ve
geriye yalnızca matematiksel denklem- tadla ilgili ayınmlann yalnızca duyu or-
lerin kaldıgı ve modern fizigin dünyayı, ganlannın yapısal özellikleri tarafından
gerçekligi a priori matematigin yardı­ belirlendigini dile getiren akım.
rruyla betimleyen öznenin özellikleriyle fizyolojik okul [İng. Physiologic School;
açıklamaya çalışttgı inancına bagh ola- Fr. Ecole physiologique]. Temsilciligini H.
rak, çagdaş fizigi nitelernek için kullan- von Helmholtz'la F. A. Lange'in yaptıgı
dıgı terim. Yeni-Kantçı Okul.
fiziko-teoloji [İng. physico-tlıeology; Fr. Bunlardan Alınan bilim adanu Helm-
plıysico-thtologie]. Onyedinci ve onseki- holtz, bilimsel çalışmalanndan hareketle,
zinci yüzyıllarda, doganın aşik~r amaç- duyu-organlanmızı etkileyen bilinmez
Iılıgından söz eden görüşler için kulla- nesnelerin işaretleri olarak degerlendir-
nılan genel tanunlama. digi duyusal niteliklerin öznelligiyle ilgili
Bu baglamda, tKant, Tanrı'nın varolu- bir teori geliştirmiş ve bu ögretiyi,
şuna ilişkin delilleri konu alan sınıfla­ mekAnın kendisinin dahi bedensel kuru-
masını oluşhıran kanıtlama türlerinden luşumuza baglı oldugu tezini de içere-
birine; yalruzca, bir evrenin varoldugu cek şekilde genişletmiştir.
olgusundan ya da salt Tann kavrarmn- Alternatif mekanlar ve geometriler ol-
dan yola çıkan kanıtlardan farklı bir bi- dugunu, bu geometrilerden hiçbirinin
çimde, Tanrı'nın varoluşunu, öncü) ola- dünyanın gerçek yapısını yansıtmadı­
rak aldıgı, evrenle ilgili olgulardan gını savunan Helmholtz, Kant'ın Eukle-
(ömegin, evrende söz konusu olan dü- ides geometrisinin biricikligiyle ilgili gö-
zenden) ve empirik gözlemden hareketle rüşünden vazgeçmekle birlikte, kendi
ispatlamaya çalışan kanıtlama türüne fi- mek~n teorisinin Kant'ın ögretisine ve
ziko-teleolojik kanıtlama adını vermiş­ matematik, fizik ve fizyolojideki mo-
tir. dern gelişmelere uygun düştügünü be-
fonksiyıınalizm 355

lirtmiştir. Hclrnholtz, bilinçsiz çıkarım­ gini öne sürerken, maddi olmayan dünya
larla ilgili görüşünde ise, Kant'ın algı­ ve özün ötesindeki varlık ögretisinden
nın yargıyı içerdigi görüşünü benimse- dolayı, Platon'u övmeye devam etmiştir.
miştir. Ona göre, bilinçsizce yapılan Justinus, aynca Platon'un fail· nedeni
çıkarımiann temelinde a priori neden- olan Deıniurgos'u aynı adla kullanmış,
sellik ilkesi vardır, ki bu ilke bize du- ölümden sonraki ödül ve ceza söz konu-
yumlarımız için bilironeyen nedenler su oldugunda, Hristiyanlıkla Platon'un
gösterme olanagı verir. ögretisi arasındaki benzerl.iklere işaret et- L
Görüşlerini, Helmholtz gibi, insan fiz- miştir. Bununla yeti.nıneyip, Sokrates'le
yolojisine dayandıran Lange ise, duyu- Hz. lsa'run durumu arasında bir koşut­
sal dünyanın insan organizması ile bilin- luk kuran Aziz Justinus'a göre, nasıl ki
meyen bir gerçeklik arasındaki kar- insanları dogru yola getirmeye çalışan
şılıklı etkileşimin bir ürünü oldugunu Sokrates'e, dinsizlik suçlaması yöneltil-
savunmuştur. Deneyim dünyası bu kar- diyse, İsa da, ateizm suçlamasına ınuha­
şılıklı etkileşim tarafından belirlenir, tap olmuştur.
organizmanın kendisi ise, psikoloji ve fo bi [İng. plıobia; Fr. plıobie; Al. phobie ]. Belir-
fizyoloji yoluyla anlaşılmalıdır. Lan- li nesne, durum ya da kimseler karşısın­
ge'a göre, nedensellik, bizimkisi gibi ku- da duyulan, yersiz, temelsiz, manbkdışı,
rulmuş bir zihin için geçerli olan temel ancak önlenemez korkuya verilen ad.
düşünce tarzıdır, ve düşüncenin işlem­ tonem. [İng. phoneme; Fr. phoneme; AJ. plw-
leri ve ilkelerinin fizyolojik bir temeli nenı]. Sesbirim. Bir dogal dilde, bir dizi
vardır. Gerçeklikle ilgili olarak, maddeci ayıncı özellikle belirlenen en küçük,
bir bakış açısı benimseyen Lange, söz müstakil, kesintili öge. Fonem, bir dilde
konusu katı gerçeklik anlayışının, insa- anlamı degişik iki bildirimi ayırt etme-
nın kendi yaratısı olan ideal bir dünya ye yarayan ses unsurlan bulundugu gö-
ile tamamlanması gerektigini öne sür- rüşünün sonucu olan, kendi başına an-
müştür. lamdan yoksun unsuru gösterir.
flatus vocis. Ortaçagınünlü ttümeller kav- fonksiyon [İng. function; Fr. fonction; Al.
gasında, tkavram realizrnine oldugu funktion]. İşlev. Bir nesnenin, bir şeyin ya
kadar, kavramcılıga da karşı çıkan nomi- da bir kişinin ait oldu~ bütün ya da bir
nalistlerin, tümellerin. genel kavramıann sistem içindeki kendine özgü faaliyeti.
gerçekligi olmadıgı, onlann 'yalnızca Bir şeyin, ait oldugu sınıfa özgü olan
agızdan çıkan bir ses' olduklannı dile ge- tarzda eylemde bulunma yetisi ya da
tirirken kullandıklan Latince terim. gücü. Bir organın, parçalan birbirine ba-
Flavius Justinus. 100-164 yıliları arasında gımh bir bütün içinde oynadıgı kendisi·
yaşamış Hristiyan Apolojisti. Felsefenin, ne özgü ve belirleyici, karakteristik rol.
Tann'run insana sundugu, onu Tanrı yo- Bir şeyin kendisine özgü dogal eylemi.
luna sokan, en degerli arm.agan oldugu- Aralarında bagunWık ya da karşılıklılık
nu savunan Aziz Justinus, felsefede, ilişkisi bulunan düzenli nesne kümeleri
tPlaton'un maddi olmayan gerçeklikler arasındaki ilişkileri ifade eden kavram.
olarak tİdealar ögretisinden çok etkilen- Matematigin temel kavramlarından
miş, bu çerçeve içinde Tanrı'ya, İyi İdea­ olan fonksiyon, Frege'nin kavramlarla
sına ilişkin açık bir görüye ulaşmayı fonksiyonlar arasındaki benzerlikle ilgi-
beklerken, birden Yunan felsefesinin ye- li ısrarlarından sonra, mantıkta da uy-
tersizligi nedeniyle Hristiyanhga dön- gulama alanı bulmuştur.
müştür. Aziz Justinus, bu dönüşün ar- fonksiyonalizm [İng. fimctionalisnı; Fr.
dından, Tanrı'ya ilişkin saglam, kesin ve fonctionnalisme ]. İşlevselcilik. 1 Genel
emin bilgiye, dogru felsefeye, ancak vah- olarak, bilimsel açıklama ve yorumun
yin kabul edilmesi suretiyle ulaşılabilece- temel aracı olarak, yapı yerine işlev ya
356 fonksiyonel

da fonksiyonu ön plana çıkartan; bilim- ni dile getiren anlayış. 7 Mimari ve ta-


sel düşünceyi zamansal bir perspektif sarımda, form un her zaman bir fonksi-
içine oturtan; terim ve tözlerin yerine, yonu yansıtması gerektigini, tasarımın
bagantı ve etkinlikleri, sürekli bir form salt, tasarımianan nesne ya da yapırun
yerine, dönüşümü geçiren; asli ve de- fonksiyonunu dikkate alınası gerektigi-
gişınez öze karşı, oluş ve gelişmenin, ni öne süren yaklaşım.
statik bir düzene karşı, dinamik bir fonksiyonel [İng. fımctional; Fr. foıı ction-
ınod elin, degişınez ögelerin forınel bir net; Al. fımktional]. Fonksiyonla ilgili
bileşimine karşı da, çatışma ve bütün- olan, işlevi ön plana çıkarankişi, disip ya
leıune süreçlerinin önemini vurgulayan da yaklaşım için kullanılan S!İat.
yaklaşım. Buna göre, bir şeye dair fonksiyonel
2 Sosyal biliınlerde, bir toplwnsal açıklama, o şeyin istikrarana ve süreklili-
kurum ya da pratige dair açıklamada, gine katkıda bulundugu bir bütün ya da
onun kökenini de~) de, yerine getirdigi yapının bir parçası, aynlmaz bir bileşe­
işlevini, o kurum ya da pratigin, bir par- ni oldugunu göstermekten oluşur.
çası oldugu daha büyük bir sosyal bütü- Yine, bir şeyi, özellikle de canh bir var-
nün işleyişine, gelişimine ya da bekası­ Iıgı gerçekleştirdigi işlev ya da fonksi-
na yaptığı katkıyı teınele alan ögreti. yonlarla, yerine getirmek durumunda
3 Psikolojide, tutwn ve davranışiann oldugu görevlerle tanımlayan tanım tü-
öncelikle yerine getirdikleri fonksiyonla rüne fonksiyonel tanım adı verir. Çünkü
belirlendigini, zihne ve davraruşa ilişkin fonskiyonel tanım, hakem gibi, başkan
analizin temelinde, içerik yerine, fonksi- gibi, ögrenci gibi, filozof ya da yönetici
yon veya yararın bulwunası gerektigini gibi, beUi bir fonksiyonu yerine getirmek
savunan anlayış; davranışlarla zihinsel durumunda olan insanlar için söz konu-
fenomenlerin yalnızca organizinanın bi- su olan ve onlan kendilerine özgü özel-
yolojik ya da toplumsal çevreye uyarlan- likleriyle degil de, fonksiyon ya da gö-
revleriyle ve başka şey ya da insanlarla
ma stratejileri olarak açıklanabilecegini
olan ilişkileriyle tanımlar.
öne süren ö~eti. 4 Zihin felsefesinde, bir
Yine, kişinin, dünyaya ilişkin bilgisi-
zihin halini her ne ise o (bir aa deneyimi,
nin, ona daha önceden bilinmeyen şey­
yeme içme arzusu) yapan şeyin sergiledi-
lerle ilgili olarak geçerli bir sonuca
gi fonksiyonel rol oldugunu öne süren,
ulaşma olanagı veren tümdengelimsel
zihin hallerini fonksiyonel durwnlar ola- ar gürnan akılyürütme türüne fonksiyonel
rak gören ögreti.
a~.ılyurütme adı verilir.
5 Sosyolojide, toplwnun her ögesinin Ote yandan, kendi kendisini yönlendi-
belli bir fonksiyonunun bulundugunu, ren, düzenleyen ve koruyan birim ya
toplwnu meydana getiren bu ögelerin da sistem; aralannda karşılıklı bir etki-
karşılıklı bir etkileşim ve baglantı için-
leşim bulunan parçalann, sisteme fonk-
de oldugunu savunan, tıpkı kalbin fonk- siyonunu gerçekleştirmesi için katkı
siyon ya da işlevinin kan dolaşımını yaptıgı, onun düzenli bir sistem olarak
saglamak olması gibi, bir organizma faaliyetini sürdürmesini sagladıgı orga-
olan toplumda, kurumlann bütün için nik ya da birlikli bütün fonksiyonel birlik
ve bütün adına gerçekleştirecek işlev ya olarak tanımlanır. Teleolojik birlik anla-
da fonksiyonlan oldu~nu öne süren an- rnma da gelen fonksiyonel birlik, bir
layış; toplumu, dengesi çok çeşitli bile- bütün ya da yapının, öge ya da parçala-
şenlerinin bütünleşmesine bagh bir sis- rının gelişigüzel bir biçimde bir araya
tem olarak gören yaklaşım. gelişinden degil de, söz konusu parça-
6 Dilbilimde, tüm dilsel ögelerin, ken- larm son çözümlemede bütünü ya da
disi de yerine getirdigi iletişim fonksi- yapıyı meydana getirecek şekilde işle­
yonuyla varolan bir dil sistemi içindeki melerinden, fonksiyanda bulunmala-
fonksiyonlanyla anlaşılması gerektigi- nndan oluşan birlik anlamına gelir.
lormel 357

fonksiyonel psikoloji [İng.jimcliona! psydıu­ insan zilull mitolojik açıklaınalara baş­


logy; Fr. psychologie foııctionelle; Al. Jwıktio­ vurmak durumunda kalmıştır. Oysa
ııal psychologie]. lsteme, düşünme, algıla­ modern dünyada pozitif bilgi çok arttı~ı
ma ya da duyumlama türünden bilinç için, bilimsel açıklama mitolojik açıkla­
halleri ya da faaliyetlerinin, fiziki bir maıun yerini almıştır.
çevre ile etkileşim içinde bulunan bir or- fordizm [İng. fordism; Fr.fordisme]. ı Ame-
ganizmanın faaliyet ya da işlemleri ol- rikan otomobil üreticisi Henry Ford tara-
du~unu; canlı organizmaya, çevresine fından geliştirilen ve işin verimini mal-
uyum sa~lama, çevresini bilme, kontrol ların standartlaştınlması ve yeni bir iş
altına alma ve varlı~ını sürdürme olana- organizasyonuyla arttırınayı amaçla-
~· veren bu işlem ve faaliyetlere tözsel yan sınai örgütlenme ve faaliyet tarzı.
bir varoluş yüklenmemesi gerekti~ini Bu ba~lamda, Fordizm için üretimde
savunan psikoloji anlayışı. önemli olan şey, olabildi~ince çok par-
Bilinci meydana getiren şey, söz konu- çanın standartlaştırılarak, büyük seri-
su psikoloji anlayışına göre, bir ruh, ler halinde üretilmesini sa~laınaktır.
zihin ya da yetiler olmayıp, çevresiyle İşin, ardışık işlemlerle büyük üretim
etkileşim içinde bulunan fiziki ve biyo- biriınieri tarzında düzenlenmesi ve bu
lojik bir varlık olarak düşünülen insan işlemlerin de en yüksek derecede stan-
varlı~ının çeşitli fonksiyonlarıdır.
dartlaştırılması gerekir.
Fontenelle, Bernard le Bovier de. Fransız 2 Fordizm, terimi daha genel olarak da,
Aydınlanmasının ı657-ı757 yılları ara- modem topluma özgü kütlesel üretim,
sında yaşamış olan ünlü düşünürü.
yükselen tüketim standartları, artan dış
Kartezyen fizi~i benimseyen Fontenel- ticaret, refah devleti gibi fenomenleri
le, büyük ününü bilimsel düşünceleri
kapsayan bir deyim olarak kullanılır.
popülerleştirip geniş halk kitlelerine
form [Os. şekil, suret; İng. fomı; Fr. for me;
sunma çabasından kazanmıştır. Bilgi gö-
rüşü bakurundan empirist olan, tüm dü-
Al. form]. ı Bir şeyin şekli ya da yapısı.
2 Bundan biraz daha özel ve felsefi bir
şünceleriınizin son ı;özümlemede duyu-
anlam içinde, bir şeyin özü, bir şeyi her
verilerine indirgenebilece~ini savunan
Fontenelle, bilimsel düşünceleri yay- ne ise o şey yapan şey. 3 Ve nihayet es-
manın dışında, dini hakikatlerle ilgili
tetikte, içeri~e karşıt olan şey, bir este-
konularda kuşkuculu~un gelişip pe- tik nesnenin duyularla algılanan görü-
nüş şekli.
kişmesine da katkıda bulunınuştur.
Buna göre, Fontenelle, Histoires des Orac- Formu gözle görülebilir şekil, do~a ya
les [Muc:izelerin Tarihi] ve De I'Origine da tür olarak tanımlayan ünlü llkça~
des Fab/es [Masalların Kökeni] adlı kitap- düşünürü tPiaton'da form, nesnelerden

larında, söylence ya da masalların insan ayrı ve ba~ımsızdır. Formaaynı zaman-


imgeleminin eseri ve oyunu oldu~ gö- da Idea da diyen Platon'a göre, f formu-
rüşüne karşı çıkmış ve onların, feno- nu bilmek, Fnin do~asını anlamaktır.
menleri açıklama arzusunun sonucu, Bu ba~lamda, Adalet Formunu bilen
insan zekasının eseri oldu~unu söyle- kişi, yalnızca hangi eylemlerin adil ol-
miştir. İlkça~lardaki insan zihniyle mo- duklaruu de~il, fakat onların niçin adil
dem insanın akJının özde farklı olmadı­ olduklarını da bilir. t Aristoteles'te ise,
~ını savunan filozof, hem ilkel ve hem form öz, maddede bulunup da, onu her
de modern insanın fenomenleri açıkla­ ne ise o şey yapan şey, ona şekil veren
maya, bilinmeyeni bilinene indirgerneye yapı, bir şeyi anJaşılır hale getiren ve
çalışh~ını söylemiştir. Onların arasın­ akıl tarafından kavranan ilke olarak ta-
daki farklılık Fontenelle'e göre, şundan nımlanır.
meydana gelmektedir: Eski ça~larda po- Platon'un tüm Formların nesnelerden
zitif bilgiden pek söz edilemeyece~i için, ayrı oldu~u ve ba~ımsız bir varoluşa
358 fonn

sahip bulunduğu görüşüne karşı çıkan şekli olan belli bir türden madde parça-
Aristoteles'e göre, bagımsız bir biçimde sı olarak et tanımı, akıllı hayvan olarak
varolanlar yalruzca tözlerdir ve tözler de insan tanımı akılla anlaşılabilir olan
madde ve formdan meydana gelir. Bu forma, aklın nesnelerine örnektir.
iki tözden yalnızca form, nesnelerdeki Öte yandan, 2 maddesiz forma basit
bilinebilir ögeye karşılık gelmektedir. form adı verilir. 3 Bir şeyin, varoluşu
Maddenin insan zihııi tarafından ayırt için özsel olmayan; onu her ne ise o
edilemeyen, yapıdan ve belirlemeden yapan öze, özsel forma kıyasla ikincil ve
yoksun bileşen oldugu yerde, Aristot- dolayısıyla bağımlı olan forma ilineksel
les'e göre, form insan ziluıi tarafından fonu denir. Buna göre, bir insa.run özsel
bilinebilen, yani tasvir edilebilen, tanım· formu, özü akıl, akıllılıktır. Fakat onun
lanabilen, sınıflanabilen yön ya da bile- bir komedyen degil de, mühendis olma·
şendir. Bu çerçeve içinde form, belirsiz sı ilineksel, arızi formudur. Bu form, her
olan maddeyi belirleyerek, onu belirli ne kadar ikincil olsa da, mühendis ola-
bir nesne haline getiren, söz konusu nes- bilmek için, öncelikle akıllı olma, akıl
neyi, başka bir şey degil de, her ne ise o sahibi olma zorunlulugu bulundugun-
şey yapan belirleme ilkesidir, özdür, dan, özsel forma baglıdır. 4 Kendinden
özelliktir. var ve kalıcı olan, maddeden ayn olarak
Buna karşın, ünlü Alman filozofu tm- varolabilen form; hiçbir şekilde cisimsel
manuel tKant'ta form, zihne, insan var- ya da maddi olmayan form; maddeden,
lı~na duyu-deneyinde duyumsal sez- ve dolayısıyla eylemde bulunmak ve
giyle verilen ham duyumu, duyusal varolmak için, maddeyle bir şekilde
çoklugu, anlamlı algılar ve yargılar şek­ ilişkili olma zorunlulugundan bagışık
linde birlik.Ji hile getirme ve kategorize olan, bireyleşimi olmayan form ise Iceu-
etme olanagı saglayan a priori öge ola- dinden kaim fonu diye tanımlanır.
rak ortaya çıkar. Bir şey, zihin tarafın­ 5 Buna karşın, maddesiz bir biçimde
dan saglanan form ya da yapı olmadı­ varolamayan, varolabilmek ve bir form
gında, anlamsızdır. Kant'ın .deyişiyle, olarak aktif olabilmek için, maddeye ih-
içeriksiz olan form boş ve formsuz içe- tiyaç duyan forma ise, maddi fonu denir.
rik de kördür. 6 Öte yandan, matematiksel bilginin ko-
Çeşitli form türleri söz konusu oldu- nusu, matematiksel soyutlamanın sonu-
gunda, 1 yalnızca akıl tarafından, rasyo- cu olan forına matematiksel form adı ve-
nel düşünce kavranan forma, akılla a,da- rilmektedir. 7 Felsefi anlamda form; bir
şılabilir (intelligible) fomı adı verilir. tözü ya da töz türünü meydana getiren
Akılla anlaşılabilir formu, bir şeyin akılla anlaşılabilir yapı, temel özellik,
özü, o şey için söz konusu şey olmanın metafiziksel form olarak tarumlarur.
ne anlama geldigini belirleyen öge ya da 8 Maddeden soyutlanmış ya da yalıt­
onun tarunu olarak belirleyen Aristote- laruruş, maddeden tümüyle bagımsız
les'in bu konuda verdigi örnek ettir. olan form, yine metafiziksel fomı diye kav-
Duyum etin sıcaklık, sogukluk, katılık, ramsallaştınlır. 9 Bütün bir türe ortak
yumuşaklık türünden algılanabilir olan olan, türün tüm üyelerince paylaşılan
niteliklerini ayırt etmekle birlikte, et ol- forma ortak form denmektedir. 10 Öte
manın ne olduguna biz başka bir yeliy- yandan, bir şeyin her ne ise o olarak va-
le, yani akılla hüküm veririz. Başka bir rolmasını, o şeyin başka bir şey degil
deyişle, biz duyu yoluyla etin algdana- de, her ne ise o olmasını saglayan, bir sü-
bilir olan duyusal formunu alır, nitelik- rece, oluş süred içindeki yapısını, mode-
lerini algılarız, buna karşın akıl sayesin- liru kazandıran forma; belirsiz olan mad-
de, etin tanımını verir, özünü ifade deye, amaçsız olan degişmeye, belli bir
ederiz. Sesler, renkler nesnulerin algıla· türden faaliyet, düzen ve amaç kazandı·
nabilir olan formlanysalar eger, belli bir ran forma; bir şeyin, bize, ait oldugu sı-
fo[JJ'Iel 359

ıufı, türü ya da aileyi belirleme ve onu ne uygun bir eylem olup olınadıgını be-
başka şeylerden ayırd etme olanagı lirleyen şeyin, öznenin iradesinin, içerigi
veren yönüne, özelligine ise özsel fonu degil de, formu oldugunu öne süren
adı verilmektedir. ll Bir şeye sonra- ahlak ögretisi. 7 Sosyolojide, toplumsal
dan, sanat yoluyla kazandınlmış form yaşamın (örnegin, ailelerden, egitim, si-
ise yapay form diye tanımlanır. yaset, sanayi, v. b. g.den meydana ge-
formalizm [Os. suriye. şekl.iye; İng. fomıa­ len) içerigini, toplumsal yaşamı şekil­
lism; Fr. fonııalisme; Al. formalismus]. 1 lendiren, onun temelini oluşturan 'çatış­
Genel olarak, açıklama ya da deger biç- ma' benzeri formlardan veya yapılardan
menin anlamlı ya da nihai temeli olarak ayıran ve böylelikle de toplumsal ilişki­
formun (ilkelerin, yasalann) önemini lerin temel biçimlerini yakalayarak top-
vurgulayan, form fikrine madde fikrinin lumsal yaşamın bir geometrisini meyda-
çok daha üstünde bir yer veren, içerik- na getinneye çalışan sosyoloji anlayışı.
ten çok, düzenleme, tutarlılık ve fonnel 8 Edebiyatta, eseri, felsefi. toplumsal
ilkelerin gelişimi üzerınde duran sistem veya psikolojik yapılara erişmeyi sagla-
ya da anlayış. yacak bir araç olarak görmek yerine, bi-
2 Metafizikte, doganın anlaşılabilirliği­ zatihi kendi başına bir deger olarak de-
ni forma veya düşünce yasalarına bag- gerlendirip, onu içkin olarak yorum-
layan ögreti. 3 Sanat alarunda, formu layan, edebi form ve üslüplara, edebiya-
içerikten yahUayarak sanat eserlerinde tın salt kendisine özgü olana dair incele-
formun özerklik, bagıınsızlık ve önceli- rneyi ön plana çıkartan yaklaşım. 9 Ede-
gini vurgulayan akım, içerigi degil de, biyat eleştirisinde, Roman Jakobsan'dan
formun önemini vurgulayan anlayış. esinlenen ve öznel yorumdan sakırur­
Buna göre, sanatta formalizm, sanatın ken, aniatı teknikleri, metnin fonetik ve
toplumsal düşüncelerle, ihtiyaçlarla hi'=- semantik boyutları arasındaki ilişkiler
bir ilgisinin bulunmadıgıru, yalnızca bi- ve onun çeşitli yapısal özellikleri üze-
çimle ilgili oldugunu öne süren sanat rinde odaklaşan metinsel analiz ve eleş­
görüşünü ifade eder. tiri yöntemi.
4 Bilimsel hakikatin, her türle deneyim- formel [Os. suri, şekli; lng. format; Fr. for-
den bagımsız olarak, bir yorumlama sis- mel; Al. format]. 1 Özel konu ya da içe-
teminin yasalarına ve kurallanna baglı rikten bagımsız olarak geçerli olan, yal-
oldugunu öne süren görüş. S Matema- ıuzca mantıksal bir anlamı bulunan; 2
tikte, D. Hilbert'in öncülük ettigi, mate- maddeyi ya da somut gerçekligi soyut-
matik için gerekli olan tek şeyin, mate- layarak, gerçekligin yalruzca fonnunu
matigin fonnelleştirilmesi ve meydana ya da yapısını göz önüne alan yakla-
getirilen sistemin tutarlı oldugunun ka- şım; 3 salt forınla ilgili olan; 4 olgulan,
rutlanması oldugu görüşü. Söz konusu maddi gerçekleri dikkate almayan tavır;
formalist anlayış, matematigin, sayılar S amaçlarla, nihai hedeflerle degil de,
ya da sıruflar benzeri soyut nesneler salt araçlarla ve süreçlerle ilgili olan yak-
hakkında degil de, ögeleri, kendileriyle laşım için kullarolan sıfat.
birtakım degişmez kurallara göre işlem Buna göre, t Aristoteles'in maddi açıkla­
yapılacak semboller ya da anlamsız te- maya altematif olarak getirdigi açıklama
rimler olan, fonnel sistemlerden oluştu­ tarzına, bir şeyi formuyla, onu her ne ise
gunu savunan görüşe; matematigin o şey yapan öz ya da formel nedenle
temel problemlerini, formel aksiyomatik açıklama şekline fonnet açıklama adı veri-
konstrüksiyonlada çözmeye çalışan ma- lir. Söz konusu açıklama, örnegin aga-
tematik akımına karşılık gelmektedir. cın, kendi fonnundan dolayı, o filanca
6 AhlAk felsefesinde, bir eylemin ah- tarzda yapılanmış oldugu için, büyüdü-
likın gereklerine, ahl!khlıgın talepleri- gü şekilde, büyüdügünü söyler.
360 fonnel ahlak

Bu baglamda, ele alınan sırufın, tanım­ dır. Matematik ve mantıgın formel bi-
lanan kavramın tüm üye ya da örnekle- limler olarak görülmesinin ikinci nede-
rinin, ortak olarak paylaştıkları, ve o ni, bu bilimlerin içerikle ilgili olmama-
sınıf ya da kavramı başka sınıf ya da landır. Bize dış dünyadaki varlıklarla il-
kavramlardan ayırmaya yarayan özni- gili bilgi vermeyen matematikçi ve man-
tdik ya da karakteristiklerinin belirle- tıkçının görevi, kendisine herhangi bir
nip ifade edilmesinden oluşan tanım önerme verildiginde, bu önermeden
türüne fomıel tam m denir. hangi zorunlu sonuçların çıkhgını araş­
Öte yandan, pazar ve iktisadr eyleme tırmaktır. Zira, formel bilimler belli şey­
dair açıklamasında, Max Weber tarafın­ lerin (tarwnlann, aksiyomların) dogru
dan kişisel olmayan niceliksel kalkülün kabul edilmesi durumunda, belli sonuç-
kapsamayla ilgili olan, daha sonra da lann, onlardan zorunlu olarak çıktıgı
başkaları tarafından, amaçları hesaba dedüktif sistemlerdir.
katmadan, araçların ve süreçlerin he- formel bir sistemin yapası [İng. structure
saplanmasında söz konusu olan akılcı­ of a fCTnnal system; Fr. structure d'un
lık türüne fornıel rasyonalite adı veril- systeme formel]. Formel bir sistemin, 1 te-
miştir. rimler arasında ilişki kurma sırasında
formel ahlak [lng. forınal etlıics; Fr. ethiqıre başvurulan bir işlem olarak tanımlama
fomıelle; Al. fcirmlich etlıik]. Evrensel ve 2 önerme ya da formüller arasındaki
ahlak kurallannın, tüm insanların, ey- mantıksal ilişkileri belirtik h:ile getir-
lemlerinin doguracagı sonuçları hiç dik- mek, aksiyomlann dogru kabul edilme-
kate almadan, uymakla yükümlü olduk- si durumunda, başka hangi önerme ya
ları kurallar oldugunu; dogru ahlaki da formülleri daha dogru kabul etme-
seçim ve eylemlerin temelinde her ne miz gerektigini göstermek için başvuru­
kadar iyilik, yardımseverlik, aşk, dost- lan işlem olarak çıkanm ya da kaıutla­
luk ve uzgörü gibi motif ve standartlar ma gibi iki temel işlemden, 3 sistemin
olsa da, en yüksek motif ve standarbn, vokabülerini oluşturan, a) sisteme ta-
bir ödev duygusu, evrensel ahUik kura- rumlanmadan dahil edilen ilkel terim-
lına ya da yasasına uyma yükümlülügü lerle, b) ilkel terimiere dayarnlarak be-
oldugunu savunan ahlak anlayışı. lirtik bir biçimde tarumlanan türetilmiş
Buna göre, formel ahlak bir eylemin terimlerden, 4 a) sistemde ispatlanmak-
degeri ya da dogrulugunun, eylemin sızın kabul edilen önermeler olarak ak-
sonuçlanna degil de, onun ne tür bir siyom ya da postülalarla, b) sisteme is-
eylem olduguna baglı oldugunu ileri patlanarak dahil edilen teoremlerden,
süren anlayışa karşılık gelir. Söz konu- ve nihayet 5 sistemi meydana getiren
su ahlak, Kant'ın ahlakı türünden, insan önerme ya da formüllerin, rastgele
varlıgının ödevlerini belirlemede söz terim dizilerinden ibaret olmayıp, sen-
konusu olan temel ilkelerin tümüyle for- taks yönünden kurallara uygun tamde-
anel oldugu ahlak kuramıru belirtir. yimler oldugunu belirlemek ya da de-
formel bilimler [İng. for'llel sciences; Fr. netlemek için kendilerine başvurulan
sciences formelles; Al. formlich wissens- kurallardan oluşan yapısı.
chaften]. Matematik ve mantık gibi, ko- formel dil [İng. fonnal language; Fr. langue
nuları gerçekte varolmayan ideal ya da formeli e; Al. formlich sprache]. Bilimsel te-
tasarımsal varlıklardan oluşan bilimler. orileri ve yasalan, ve mantık ve mate-
Buna göre, formel bilimlerden olan matigin dili benzeri dilleri sembolleştir­
. mantıgın konusu kavramların, önerme- rnek üzere, özel birtakım kavramsal
lerin ve akılyürütmelerin yapı ve özel- kurallarla mantık kurallarına göre oluş­
liklerinden meydana gelirken, matema- turulan ve belirli bi[ amaa tam olarak,
tigin konusu, tasarımsal ya da ideal kesin ve tutarlı bir biçimde gerçekleştir­
şeyler olan sayılar ve şekiller dünyası- mek için kullanılan dil.
formel örterme 361

Fonnel bir dilin kurucu ö~eler! şunlar~ rı olarak formel olmayan yanlışlarüç
dır: a) Sembolizm, b) söz konusu sem~ başlık altında sıruflanabilir: ı Bunlar-
balierin birbirlerine nasıl ba~lanaca~ını dan birincisi olan maddi yanlışlar çıkan­
belirleyen sentaktik kurallar ya da inşa IlUn içeri~iyle, çıkarunm gönderiınde
teknikleri, c) dilin terimlerine yüklenen bulundu~u olgularla ilgili olan yanlış­
anlamları saptama ve yorumlama olana- lardır. Söz konusu yanlış türü, kendi
~ı veren semantik kurallar, d) tümden- içinde, ulaştı~ı sonuçlar için, gerekli ol-
getimsel amaçlı çıkarım kuralları türün- gusal deste~i, veri ya da kanıtı sa~laya~
den mantıksal kurallar. Ve nihayet, e) mayan çıkarımlarda söz konusu olan
de~işkenleri, de~işmezleri ve noktala- yanlışlar olarak kanıtlama yanlışlan ve
ma işaretlerini, v. b. g., de içeren terim~ varılan sonuçla ilgisi olmayan ve bun~
ler. dan dolayı, sonucun do~rulu~unu gös-
formel mantık [İng. forınDI logic; Fr. logi~ teremeyen çıkanmla~ için geçerli olan
que formeli e; Al . .formlich logik]. Mantı~ın yanlışlar olarak ilgisizlik yanlışları diye
esas konusu olan tutarlılık ve geçerlili~ iki alt kategoriye aynlır.
~in, mantıksal olmayan deyimierin içe- 2 İkinci yanlış türü, çıkarı.mlarda, bir
ıi~ine de~il de, yalnızca formuna ba~lı sözcü~ün birden fazla anlamda kulla~
oldu~unu vurgulamak üzere, manb~a nılmasından, anlam belirsizlig-i ya da
verilen bir ad. bularuklı~ından, açıklık yoksunlu~un­
Buna göre, formel mantık önermelerin dan, dilsel tutarsızlık ya da döngüsellik-
ve tümdengelimsel akılyürütmenin ya~ lerden kaynaklanan yanlışlar olarak dil~
pısını, incelenen önermelerin içeriklerini
sel yanlışlardan meydana gelir. 3 »
bir kıyıya bırakıp, onları yalnızca form nuncu formel olmayan yanlış türü ise,
bakımından, biçimsel açıdan de~erlen­
duygulara yönelmekten dotan yanlışlardan
diren bir yöntemle araştıran mantık tü~ meydana gelir. Bu yanlış türü, kişilerin
önyargı..lanna, duygusal e~ilimlerine da-
rünü ifade eder.
yanan, insaniann korkularına, suçluluk
Buna karşın, ı manb.ksal bir forma tam
duygularma yönelen, bir akılyürütme­
olarak uymayan, uysa bile do~rulu~u
nin sonucu için gerekli tasdiki almak
bu forma ba~lı olmayan, 2 akılyürütrne~
üzere, korkutan ya da iknaya başvuran
de kullanılan formlarm geçerlili~inden
çıkarımlarda söz konusu olan yanlışlar­
çok, terimierin anlamianna dayanan ve
dır.
3 formdan çok başka de~erlendirmele~ formel önerme [İng. formal proposition;
re, örne~in deneysel verilere ba~lı ola- Fr. proposition formelle]. Önermeler epis~
rak do~ru ya da yanlış olabilen çıka~ temolojik de~erleri yönünden sınıflan~
runları konu alan mantı~a ise .formel
dı~ında, karşıtı olgusal ya da içeriksel
olmayan mantık adı verilmektedir. önermelerle birlikte bir çift. oluşturan
formel olmayan yanlış [İng. infomıal phal- önerme türüne verilen ad.
lacy; Fr. erreur infonnelle] Mantıksal ya da Buna göre, formel bir önerme do~ruluk
formel veya tümdengelimsel çıkarımdan de~erini gözlem, deney gibi yol ve yön-
çok tümevarımsal akılyürütmede söz ko- temlere başvurmadan, yani önermenin
nusu olan yanlış türü. bildirdi~i şeyi empirik olarak denetle-
Buna göre, formel olmayan yanlış, so- meden, yalnızca formuna bakarak anla~
nucu gere~i gibi desteklenmt!yen ya da yabilece~imiz önermedir. Örne~in, 'Ki~
do~rulanmayan bir argüman ya da çı­ tap kitaptır' önermesinin do~rulu~, bu
karsanan sonuca zorunlulukla götür~ önerme bir şeyin kendi kendisiyle öz~
meyen akılyürütmede söz konusu olan deşli~ini ifade etti~i için, mantıksal ola~
yanlışı, herhangi bir akılyürütmede ge- rak önermenin formundan çıkanlabilir.
çerlilik kurallarına uymama durumunu Yani, bu önerme, özdeşlik önermesi for-
ifade eder. Biçim ya da formla deg:il de, munda bir önerme oldu~u için, :z,onınlu
içerikle ilgili olan akılyürütme yanlışla~ olarak do~rudur.
l62 formel söylem

Buna karşın, 'Kitap kitap degildir' Buna göre, formel yanlış sonucun ön-
önennesi, çelişmezlik ilkesi geregi bir cüllerden zorunlulukla r;ıkmadıgı argü-
şey hem kendisi ve hem de başka bir manlarda ortaya çıkan yanlışa, geçersiz
şey olaınayacagmdan, zorunlu olarak çıkanına tekabül eder. Başka bir deyiş­
yanlıştır. Formel önerm.elere aynı za- le, formel yanlış, dogru bir çıkanın ku-
manda, mantıksal önerıneler, empirik ralına uyar görünmekle birlikte, ömegin
alınayan önermeler, apriori önermeler, hipotetik bir önermede, sonucu olum-
analitik önermeler ve totolojiler adı ve- suziamak için, koşulun ya da önbileşe­
rilir. nin degillenınesinde oldugu gibi, dogru
formel söylem [İng. formal mode; Fr. mode bir çıkanm kuralına uymayan, yanlış
formeiJ. 'Sarı bir nitelik sözcügüdür' ya kurulmuş bir çıkanma, bir çıkarun ku-
da 'Sarı bir sıfattır' örneklerinde oldu- ralını ya da bir mantık yasasını ihl~l et-
gu gibi, nesneler degil de, nesneleri mekten oluşan mantıksal fonn yanlışı­
gösteren sözcükler hakkında olan ko- na karşılık gelir.
nuşma tarzına verilen ad. formel yanlış türleri [İng. types of fonnal
Buna karşın, 'Sarı bir niteliktir' türün- plıallacıJ; Fr. geTires de l'erreur fonııelle].
Mantık kurallanna uymamanın sonucu
den, nesnelerin bizzat kendileri hakkın­
da, nesnelerin nitelikleri üzerine olan olan belli başlı formel yanlış türleri
şöyle sıralanabilir: 1 Tümel olumlu öner-
türnceler ise, maddi söylemi meydana ge-
tirirler. Fonnel söylemi ön pl~na çıkar­ meyle (SaP) tümel olumsuz önermenin
(SoP) evrigi olmamasına, bu önennelerin
tan filozoflar metafizige karşı çıkıp, töz,
evrikleri alındıgında sonucun yanlış çık­
nitelik türünden metafizik kavramlar-
masına ragmen, SaP'ın evrigini alarak,
dan ve dolayısıyla metafizigin kendisin-
onu PaS'a, SaP'un evrigini alarak, onu
den, bu türden terimleri içeren tümeele-
PoS'a dönüştürmekten oluşan kuraldışı
ri dil hakkında olan tümeelere dönüş­
evirme yanlışı.
türdügümüz, yani fonnel bir söyleme 2 Üç lerimli bir tasım görüntüsü ver-
geçtigirniz takdirde kurtulabilecegi.mizi melde birlikte, bu durumun yalnızca gö-
savunmuşlardır.
rünüşte kaldıgı bir tasunda, çokanlamlı
formel ve maddi birlik [İng. fonnal and bir orta terim kullarunanın sonucu olan,
material unity; Fr. unite formelle et mater- dört terim kullanma yanlışı. 3 Orta teri·
ielle ]. Bir bireye biı~ey olmak bakımın­ ınin . dagıtılmamış oldugu bir tasıın
dan ait olan ve bireyden, düşüncede meydana ·getirmekten oluşan dağı tılma­
bile soyutlanamayan birlik türü. rııış orta terim yanlışı.
Söz konusu birlik, bireyin maddi birli- 4 Bir tasımda, büyük terim büyük öncül-
gine karşılık gelir. Buna göre, Platon'un de dagıhlmadıgı zaman. tümel bir sonuç
maddi birligi, onu Platon olarak meyda- çıkannaktan ve dolayısıyla büyük terimi
na getiren, filozofun bireyselligini oluş­ dagıtmaktan oluşan kuraldışı büyük terim
turan şeydir. Buna karşın, fonnel bir- yanlışı. S Bir tasımda, küçük terim küçük
lik, bir bireye, onun bireyselliginden öncülde dagıblmadıt9 zaman, tümel bir
ayırd edilebilecek şekilde ait olan birlik- sonuç çıkannaktan ve dolayısıyla küçük
tir. Bu çerçeve içinde, Platon'un. insanlı­ terimi dagıtmaktan oluşan kuraldışı
gı, ondan ayrı olarak düşünülebildigi küçük terim yanlışı.
için, Platon\ın forınel birligini meydana 6 Hipotetik tasonda büyük öncülün
getirir. ardbileşeninin evetlenmesi, ön bileşe­
form el yanlış [İng. formal phııllacy; Fr. er- nin evetlenmesini zorunlu kılmadıgı,
reur formelle]. Tümevarımsal degil de, evetlenenin koşul degil de, koşula baglı
salt tümdengelimsel çıkarımlarda söz olan önerme oldugu halde, ardbileşeni
konusu olan yanlış türü, yani geçersiz evetlemekten oluşan ardbileşeni roetleme
bir akılyürütme. yanlışı.
Foucault, Michel 363

Foucault, Michel. 1926-1984 yılları arasın­ hizmet eder. Başka bir deyişle, içinde
da yaşamış, ve yapısalcılıkla tarihsel bulunulan an ve konjonktür tarihsel ola-
süreklilik düşüncesine karşı çıkarak, in- rak araştırılacak konulan ve problemle·
sanın sonu düşüncesini savurunuş olan ri dikte eder.
çagdaş Fransız düşünürü. Felsefesi, Ni- Şimdi tarihçinin konularını, ilgi alanla-
etzsche'nin güç isterrti kavramıyla Hei- rını belirliyorsa eger, Foucault'ya göre,
degger'in dile agırlık veren felsefesinin buradan geçmişin kaçınılmaz bir biçim-
izlerini taşıyan Foucault'nun temel eser- de bir sonuç olarak bugün ya da şimdi­
leri Les Mots et /es C/ıoses [Sözcükler ve ye getiren bir neden oldugu ortaya çıkar.
Şeyler], Ardıeologie dıı Snvoir [Bilginin Idealist bir tarih anlayışı ve kesintililikle-
Arkeolojisi], Histoire de la Folie a /'age ri gözden kaybettiren bir sürekliliğin
clnssique, Folie eJ Dernisoıı [Klasik Çagda baskın çıkması, durumu daha da agır­
Deliliğin Hikayesi, Delilik ve Bilinç Bo· laştırır. Sonuç, geçmişin şimdinin ilgi
zuklugu], La Nnissnnce de In Cliııique, ııııe ve çıkarlarına baglı olarak tahrif edilme-
Ardıiologie du Regard nu!dical [Klinigin sidir. Foucault'ya göre, şimdinin sürekli
Doguşu: Tıbbi Bakışın bir Arkeolojisi), bir dönüşüm içinde bulundugu dikkate
Surueiller et Puııir; Naissaııce de In Prisoıı alınırsa, yapılması gereken geçmişi sü-
[Gözaltında tutma ve Cezalandırma; ha- rekli olarak yeni baştan ele alıp deger-
pishanenin Doguşu] ve Histoire de le Se- lendirmektir. Geçmişin tarihini yazmak,
xııalite [Cinselligin Tarihi]. onu yeniden başka bir ışık altında de-
Yorumcular, geleneksel kategori ve gerlendirmektir. Kısacası, geçmiş yeni
kavraınsallaştırıınları reddederek, tari- olgulann ve verilerin ışıgında yeni an-
he anlam izafe etmenin nafile bir çaba ve lamlar kazanır. Foucault bu durumun,
haklılandırılamayacak bir şey oldugunu geçmişle şimdi arasındaki basit bir ne-
söyleyen Foucault'nun düşüncesinin üç densellik ilişkisini imkansız hale getirdi-
ayn döneme ayrıldıgını öne sürerler: 1 llini düşünür.
1960'lı yılların bilgi sistemleri üzerinde Tarih bir anlamda hep şimdinin tarihi
yogtınlaşan arkcolojik bakışlı dönemi. 2 olduguna göre, geçmiş asla kendi teriın­
Iktidar tipleri üzerinde yogunlaşan ve leriyle anlaşılaınaz. Onun söz konusu
soykütü!lü yöntemiyle belirlenen 70'li şimdi konsepsiyonu ve geçmişin sürek-
dönem. 3 1980'li yılların tbenlik teknolo- li olarak yeniden degeriendirilmesi ge-
jileri, etik ve özgürlük üzerinde odakla- rektiği görüşü, arkeolajik yöntemi ve
şan dönemi. soykütügü anlayışıyla yakından ilişki­
Kendi içinde ilgileri ve konuları bakı­ lidir. Soykütügünü mevcut ilgi ve çıkar­
mından farklılık gösterseler dahi, bu üç ların ışığında yazılmış tarih olarak ta-
döneme ve bu arada Foucault'nun tüm nımlayan Foucault, modem disipliner
eserlerine damgasını vuran birbirleriyle ve norınalleştirici pratiklerin doguşu­
ilişkili birtakım temel kavramlar vardır. mı teorileştirebilmek için, soykütügüy-
Bunların en başında da arkeoloji, soy- le, kültürel ve gündelik hayatin bütün
kütügü, epistemoloji, kesint:ililik, tekno- cephelerini politize etmiştir. Nietzcheci
lojik ve şimdi gibi kavramlar yer alır. soykütüklerin izinden giden filozof, bi-
Tarihte kendi içinde özsel bir öneme linmeyen, unutulmuş, dışianmış ve
haiz hiçbir alan ya da problem bulunma- marjinal söylemlerin tarihlerini yazına­
dıgını, sadece ınaddl çıkar, alan ya da ya çalışmış, oyun dışı bırakılmış söy-
bölgeler bulundugunu öne süren Fouca- lemlerin canlandırılması çagrısında bu-
ult'ya göre, tarihçi objesine, şimdinin lunmuştur.
perspektifinden, şu anın konjonktürün- Tarihsel araştırma yöntemine 'arkeolo-
den yaklaşır. Tarih, şu halde her zaman ji' adını verrrtiş olan Foucault, degiş­
şimdinin bakış açısından yazılır; o şim­ mez yapıları yakalamak yerine, yabuzca
dinin ihtiyaçlarına, ilgi ve çıkarlarına aktüel durumları ve anlamın geçirdiıli
364 Franl<furt Ol<ulu

dönüşümleri betimlemekle yetinmek sonuçlan bakımından degil, çok daha


gerektigini bildirmiştir. İnsan bilimle- önemlisi, bilgiyi güç ilişkileri dışında
rindeki parçalanımşhga dikkat çeken, düşünmek olanaksız oldugu için güç·
ve daha ilk eserlerinden başlayarak ku- tür.
şatıa ve kapsayıCJ bir insanlık kavramı­ Ona göre, tarih, çabşmayla kavganın
nın imkaruyla ilgili kuşkularını ifade tarihidir; başka bir deyişle, toplum, var-
eden Foucault, evrensel ve degişmez lıguu ancak çatışma ve kavga temelinde
anlamları tasvir etme yönündeki gele- sürdürür. Foucault'ya göre, işte bundan
neksel çabaların sonuçsuz kaldıg1 bir in- dolayıdır ki, toplumsal ya da insani
sanlık durumunu anlatmaya çalışmış­ eylem taktik ve stratejik olmak duru·
br. Foucault'ya göre, akıl ve delilik mundadır. Doganın boşluktan nefret et-
arasındaki ayırım bile sürekli bir ayının tigi genel kuralının toplumsal dünya
olmanın çok uzagındadır ve toplumda- için de geçerli oldugunu SÖyleyen filo·
ki güç ilişkileriyle çok yakından ilişkili­ zof. bilgiyle gücün bir araya geldigi
dir. yerin söylem oldugunu söyler. Toplum
Foucault bu çerçeve içinde, başka filo- bir söylemler evrenidir. Toplumda, söy-
zof ve .sosyologların, toplumun yerleşik lemlerin üretimi, aynı anda hem kontrol
kurumlarıru incelemek suretiyle, rasyo· altında tutulur ve hem de belli say1da
nalite ve süreklilik yanılsamasını koru· üretici arasındaki bir rol dagıbnuyla
maya çalıştikları yerde, insani faaliye· gerçekleşir. Söylem veya söylemiere ha-
tin son çözümlemedeki anlamsızlıgını yatiyet kazandıran şey, hakikat istegi,
aç1ga vuran amaçsız ve degişken davra- dognıluk hıtkusudur. Foucault'ya göre,
nış ve pratigi incelemeye çalışmıştır. hakikat istegi, yaşamı tarudıktan başka,
Ciddi anlam düşüncesini reddetmekle, kontrol albnda tutan bir bilgi formudur.
anlamlara, iler lerneye karşı ç1kmakla Hakikat isteginin, ideal hakikat görünü-
birlikte, tarihe inanan Foucault, insanh- mü alhnda yeniden ortaya çıkmak
gm teknolojiden dolayı büyük bir tehli- üzere, kendisini tafrif ettigini söyleyen
ke içinde oldugunu savunmuştur. Foucault'ya göre, söylem, son çözümle-
Bir yandan da, sosyal biHmlerin do~­ mede bir gizleme, örtbas etme formun-
şuyla sosyal bilimlerin toplumdaki konu- dan başka bir şey degildir.
munu aÇJklama çabası içinde olmuş olan Frankfuıt Okulu [İng. Frankfurt School; Fr.
Foucault'ya göre, sosyal bilimler topluma Ecole de Frankfurt; Al. Frankfurter Schule].
yön venne ve toplumu kontrol albna 1923 yılında, Frankiw'kt'ta kurulan; 1933
alma ihtiyaana cevap olarak ortaya Çik- yılında Almanya'dan sürgün edildikten
mışlardır. Foucault işte bu çerçeve iÇin- sonra. Amerika'ya yerleşen, fakat daha
de; sosyal bilimleri yönetim teknolojileri sonra, 1950'li yıliann başında, Frank-
olarak gönnüş ve toplumun matemati- furt'ta yeniden kunılan Sosyal Araşbr­
zasyonunu amaçlayan ve istatistigi temele ma Ensititüsü çevresinde toplanan kimi
alan bu bmmlerin teknolojik manbgınm önemli düşünürlerin meydana getirdigi
egemenlik kunna manb~dan başka bir çagdaş akım ya da harekete verilen ad.
şey olmadıgını savunmuŞtur. Okulun önemli üyeleri arasında, ünlü
Gaston Bachelard'ın yaratmış oldugu bir filozof, sosyolog ve sosyal psikolog
bir bilim tarihi ve felsefesi geleneginden olan Max tHorkheimer, ünlü bir filo·
gelen Foucault, bu baglarnda bilgi güç zof, sosyolog ve müzikolog olan Theo·
ilişkisi üzerinde durmuş ve Kartezyen dor t Adomo, bir psikanalist ve sosyal
düşünce geleneginin geçerli bilginin psikolog olan Erich +Fromm, büyük bir
güçten ba~sız oldugu ve olması ge- düşünür olan Herbert tMarcuse, tarun-
rektigi görüşüne büyük bir darbe indir- mış bir siyaset bilimeisi olan Franz Ne-
miştir. Bilgi güçtür; fakat bilgi, yalnızca uman, bir denemed ve edebiyat eleştir·
Frankfurt Okulu 365

ıneni olan Walter +Benjamin ve n1hayet bilecegini ileri sürmüşlerdir. Frankfurt


önemli bir sosyolog ve filozof olan Jür· Okulu düşünürleri, bundan başka,
gen tHabermas bulunmaktadır. Çag· Marksistlerin karşı karşıya kaldıkları
daş Marksist hareketlerin en önemlile- problemierin çözümünde, Weber ve
riıtin başında gelen Frankfurt Okulu· Freud gibi düşünürlerin düşünce ve te·
nun görüşleri, Eleştirel Teori başhgıy­ arilerinin çok önemli ipuçları sagladıgı­
la ifade edilir. nı düşünmüş ve Marksist toplum teori-
Frankfurt Okulunun ortaya çıkışında, sını tvaroluşçuluk ve tpsikanalizle
Batı Avrupa'daki sol işçi sınıfı hareket· tamamlama yoluna gibnişlerdir.
lerinin, Birinci Dünya Savaşını takip Fran.kfurt Okulu mensupları aynca,
eden yıllardaki agır yenilgisi, Avru- tkültür ve tmodernizmle ilgili problem-
pa'daki sol hareketlerin Moskova'nın ler üzerinde yogunlaşmışlar ve bu bag-
denetimi altına giren hareketler şeklin· lamda, kapitalist toplumun temel ilkesi
de gelişmesi, Rus Devriminin Staliniz· olan araçsal akılcıhga karşı tavır al·
me dönüşmesi, ve njhayet faşizm ve na- mışlardır. Modern toplumda, bürokra-
zizmin yü.kselişi oldukça etldli olmuştur. sinin ve örgütlülügün yayılması sonu-
Bu çerçeve içinde degerlendirildiginde, cu, araçsal aklın, eş de 1 işle toplumsal
tMarksizmden etkilenen, Marks'ın idea- yaşamın, araçları, önceden belirlenmiş
list yanıyla, Hegelci diyalektigi ön piSna hedefler dogrultusunda verimli olarak
çıkartmaya çalışan Frankfurt Okulu, kullanmaya yönelik ilginin yayılması
sosyalizmin, tarihin planının ya da ge- suretiyle daha çok rasyonelleştigini dile
lişme seyrinin zorunlu ve kaçınılmaz getiren Eleştirel Teori savunuculan,
bir parçası oldugu görüşüyle, dogru ekonominin de~) de, kültürün önemini
toplumsal eylemin, yalruzca dogru parti vurgulamış ve müzik, edebiyat, ve este-
çizgisinde olması gerektigi görüşünün tik alanında önemli çalışmalar yapmış­
yanlışhgının sosyolojik ve felsefi düz- lardır.
lemdeki ifadesi olarak degerlendirilebi- Frankfurt Okulu, tüm bu düşünceleri
lir. nedeniyle, yani klAsik Marksizmi, eko-
Buna göre, Frankfurt Okuluna mensup nomik determinizmini eleştinnek sure-
olan düşünürler, herşeyden önce klS- tiyle, dönüşüme ugrattıgı, Marksist te-
sik Marksizmdeki ekonomik detenni- orideki kimi boşlukları, sosyoloji ve
nizmi, ekonomizm ve kaba maddeciligi psikolojiden ödünç aldıgı birtakım öge-
şiddetle eleştinnişlerdir. Başka bir de- lerle kapathgı ve nihayet kapitalist top-
yişle, Frankfurt Okulu düşünürleri, lumda, işçi sınıbnın mücadelesi yoluy-
Marks'ın ekonomi politige yaptıgı kat· la gerçekleşecek devrimsel bir degişim
kıyı önemsemekle birlikte, söz konusu olanagını yadsıdıgı için, revizyonist bir
görüş ve katkının günümüz toplumu- hareket olarak görülür.
nu anlamak bakımından yetersiz kaldı­ FransiZ maddeciliği [İng. French materia-
gını savunmuşlardır. lism; Fr. nıaterialisme français; Al. franzö-
Yine, günümüzün ileri kapitalizmini sisch materialismus). Fransa'da 18. yüzyıl­
analiz edip eleştiri süzgecinden geçiren da, tl..amettrie, tDiderot. td'Alembert,
Frankfurt Okulu düşünürleri, genel gö· tHelvet:i.us, 1lüıy ve tCabanis gibi dü-
rüşlerine uygun bir epistemoloji gelişti­ şünürler tarafından savunulan madded
rerek, bir yandan bilginin tarihsel olarak varlık anlayışı için kullarulan deyim.
koşullandıgı ya da belirlendigi görüşü­ Söz konusu varlık anlayışı, maddenin
nü korurken, diger yandan da bu bilgiye tek gerçeklik oldugunu öne sürerek,
ilişkin dogruluk iddialarnun toplumsal ruhla Tanrı'nın varoluşunu yadsımış
veya sınıfsal çıkarlardan ba~msız ola- ve mekanik ve detennine bir dünya
rak rasyonel bir biçimde degerlendirile- resmi çizmiştir.
366 Frcgc, Gotllob

Frege, Gottlob. Mantık ve matematik aritmetik. Frege'yc göre, analitik bir di-
alanındaki çok önemli ve çı~ır açıcı ça- siplindir.
lışmalanyla tanınan (1nlü Alman man- Frege'nin dil l_eorisi [İng. Frege' s tlıeon1 of
tıkçısı ve mantık feJsefecisi. 1848-1925 language; Fr. tlıeorie de la lmıgııe de Frege].
yılları arasında yaşamış olan Frege'nin Ünlü Alman mantıkçı ve matematikçisi
temel eserleri: Grımdlageır der Aritlııııetik Frege'nin, 1 anlamın iki boyunı oldugu-
[Aritmetigin Temelleri), über Sinn und nu, bir terimle terimierin anlamlı her bir-
Bedeııtwıg [Anlam ve Kaplam Üstüne}. leşiminin heın bir anlamı ve hem de gön-
Onun ınantık alaıundaki en büyük kat- derimi, referansı bulundugunu; anlamın
kısı, bir nicelik teorisi icad etmekten, refcransı belirledigini, 2 tekil bir terimin
yani geçerJili~i, 'ı üm' ya da 'bazı' gibi de- gönderiminin bir nesne, buna karşın bir
yimlerc baglı olan çıkarımları sembol- tümcenin referansının belli bir dognıluk
leştirıne ve ifade etmeyle ilgili bir kurarn degeri oldugunu, 3 bir türncenin anlarıu­
geliştirmekten oluşur. Başka bir deyiş­ nın türnceyle ifade edilen düşünce olup,
le, bir niceleme mantıgı geliş tirınek su- 4 gerçek anlam biriminin türnce oldu~­
retiyle modern manhgı kurmuş olan nu; bir terimin anlamı ve gönderiminin
Frege, aynı zamanda manbk felsefesi yalnızca türnce baglaırunda gerçekleşti­
diye bilinen modem felsefi disiplinin de gini, 5 ti.imcelerin, ayru zamanda kendile-
kurucusu olarak tarurur. rini meydana getiren terimlerden kurul-
Huna göre, mantıgı psikolojik bir yak- dugunu, her terimin türncenin dogruluk
laşımla ele alan empirist gelenekten ve d~gerine somut bir katkıda bulundugu-
onu zaman zaman epistemolojinin bir nu dile getiren dil kuramı.
parçası olarak de~erlendiren Deseartes- fresison. Klasik manhkta, büyük önerme-
çı gelenekten bagımsız olarak, mantıgı si tümel olwnsuz, küçük önermesi tikel
felsefr bir tarzda ele alan disiplini kuran olumlu ve sonucu da tikel olumsuz olan
Frege, isim, türnce ve yüklem gibi kav- dördüncü şekilden tasım kahbı. Söz ko-
ramları büyük bir dikkat ve titizlikle nusu tasımı kalıbı, basit evirme yoluyla
araştırmış ve fonksiyonla kanıtlama tü- birinci şekildenferio'ya indirgenir: Hiçbir
ründen matematiksel kavramlan gün- P M degildir. Bazı M'ler S'dir. O halde,
delik dilin geleneksel özne ve yüklem bazı S'ler P degildir.
deyimlerine uygulamıştır. Freud, Sigmund. 1856-1939 yılları arasın­
Matematik felsefesi alanında da çok da yaşamış ve ünlü psikanaliz ögretisi-
önemli çalışmalar yapmış olan Frege, ni geliştirmiş olan tanırunış Avusturya-
bu alanda herşeyden önce kendisinden lı hekim ve psikolog. Temel eserleri: Zur
önceki düşünürlerin ve çagdaşlarının Psyclınpatlıologie des Alltagslebens [Günde-
sayılann ve matematiksel dogrulann lik Yaşamın Psikopatolojisi], Die Traıım­
dogasıyla ilgili görüşlerine hücum et- deuturıg [Rüyalar ve Yorumlan], über
miştir. Buna göre, tKant matematigin Psychoanalyse [Psi.kanaliz Üzerine Beş
dogrulannın sentetik a priori oldukları­ Ders], Toteırı und Tabu [Totem ve Tabu],
nı, bu dogruların bilgisinin, analiz ya da Zur Einftilırung des Narzissmus [Narsisiz-
deneye degil de, sezgiye baglı oldugu- min İncelenınesine Giriş], Unbehagen in
nu öne sürmüştür. Bunun tam tersi bir der Kultur [Uygarlıgın Huzursuzlugu],
görüş geliştiren tMill'e göre ise, mate- J~its des Lu.stprinzips [Haz İlkesinin
matiksel dogrular a posteriori, empirik Ötesinde], Der Man Moses und die monot-
genellemelerdir. Her iki görüşe de karşı lıeistische Religion [Musa ve Tektanncı­
çıkan ·Frege, aritmetigin doğrulannın lık].
hiçbir şekilde sentetik olmadıklannı, a Öncelikle hipnoz üzerinde çalışmış
priori olmadıktan başka, a posteriari de olan Freud, daha sonra hastayı uygun
olınadıklannı öne sürmüştür. A priori yollarla tedavi etmenin yollanru aramış
sezgiye dayanan geometrinin tersine, ve böylelikle de, serbest çagnşım yönte-
Freud, Sigİnund 367

miyle hastanın aklından geçen herşeyi alarak analiz eder. İnsan varlığı, ona
eksiksizce aniatınası ilkesine dayanan göre, bir l'andan sevmek ve işbirliği
psikanalizi geliştirmiştir. Başka biı· de- yapmak, yardımlaşmak, diger yandan
yişle, psikoloji teorileri daha önce kafa- da saldırmak ve yıkmak itkisine sahip-
!iiında bul u nan düşüncelerden ziyade, tir. O bunlardan birincisine Eros adını
nörolo.iist ve pskiyatr olarak yaşadıgı verirken, bunun dışavurumunun sevgi
deneyimlere dayanan Freud'un çıgır yoluyla oldugunu söyler. Erotik dürtü-
açıcı katkısı, insan zihnindeki bilinçalh- nün amacı bir şeyi bir şeye baglaınak,
nın süreçleri ve mekanizmasını keşfet­ daha büyük bütünlere ulaşmaktır. Oysa
mesiyle ilgilidir. Nitekim, bilinçalbnuı ikinci dürtü, yani ölüm içgüdüsü saldır­
gözler önüne serilmesine dayanan bir ınak, çözmek, yıkmak ister ve ölüm ar-
teknik ve genel bir psikoloji teorisi olarak zusuyla doludur. Freud, işte bu bag-
gelişen psikanaliz, bilincimizden uzak- lamda, uygarlıgın kendi varlıgını bir
laşmış olan, bilinç yüzeyinde olmayan kimsenin ailesi için besledigi sevgiyi
içeriklerin birtakım yollar Ja, ömegin rü- başkaları, toplum ve son çözümlemede
yalarla, günlük yaşantıdaki önemsiz ey- de devlet için duydugu daha geniş dost-
lemlere ortaya çı.kabilecegi varsayımına luk ve sadakate yöneltınesine borçlu ol-
dayarunaktadır. dugunu gösterir. Demek ki, uygarlıgın
Freud klinik çalişınalarında nevrozlula- gelişimi ve ilerlemesi, insaıun içindeki
rın baskı ve çatışmalaruu incelerken, bu yardımlaşma ve saldırgan dürtüle~in
çahşmaların nevrotiklere özgü olmadı­ sürekli çatışmasının bir sonucudur. In-
sanın tatminsizlik ve çatışmalaruun ise,
gıru, bunların aynı zamanda normal,
saghkh ve iyi uyumlu kişilerin de bir kendine ve başkalarına yönelik saldır­
karakteristigi oldugunu ve nevrozların gan tavırlara dönüştügünü un utmamak
sözcüg;in geleneksel anlamıyla patolo- gerekir.
jik degtt fakat psikolojik stres ve gergin- Freud'a göre, buradan çtkan sonuç
açıktır: Uygarlık özü itibariyle insarun
liklerin etkisiz ve çarpıhlmış al yolları
oldugunu keşfetmiştir. O, dil kaymala- içgüdülerini uysallaştırma ve evcilleş­
tinne süreci olup, bu sürecin gelecekteki
nnın, bildik isim ve olayları unuhnarun,
evresinin nasıl olacagı bilirunemektedir.
günlük yaşamda nonnal insanların
Çagının akılcıhgının ve iyimserliginin
başkaca alışılmadık davranışlarının
son derece zayıf temellere dayandıgııu
bir hata eseri olmadıgıru gözler önüne gösteren Freud'a göre rasyonalizm, in-
sermiştir. Bütün bunlar, Freud'a göre,
sanın bilinçaltında pusuya yatmış bir
bireyin onlan gizleme ve bastırma çaba- irrasyonalizmin mahiyeti yeterince bi-
larına karşın yüzeye çıkan düşüncele­
linıneyen kudreti tarafından tehdit edil-
rin emareleridir. mektedir. Nitekim, o bir yandan uygar
Bilinçaltının ve bu arada cinsel dürtü-
toplum insanın insana olan düşınanh­
terin etkisini saptayan Freud, inandıgı gından dogan çözülme tarafından sü-
psikolojik nedensellik ilkesi uyarınca, rekli olarak tehdit edilmektedir' derken,
yetişkinlerdeki nevrotik çatışmaların
bir yandan da kişisel ve toplu saldır­
kaynagıru çocukluk deneyimlerinde ara-
ganlıgın, özel mülkiyetin kaldınlmasıy­
mıştır. O bu çalışmaların ışıgında, nev- la birlikte, yok olup gidecegi şeklindeki
rotiklerle çocuklann ve bu arada ilkel in- komünist teze şiddetle karşı çıkmiştır.
sanların zihinsel süreçlerinde birtakun O, daha 1930 yılında, Sovyetler Birli·
benzerlikler saptamış ve buradan hare- gi'nde özel mülkiyelin ilgasıyla birlikte
ketle kimi genellernelere ve modem uy- bir sevgi ve yardimlaşma çagının açıl­
garlıkla ilgili birtakım sonuçlara ulaş­ mayacaglru; tam tersine, burjuva sınıfı­
mıştır. nın ortadan kaldınlmasının ardından
Freud modern uygarlıgı insanın içgti- zulmün sona ermeyecegini, Ruslann
düsel hayatındaki iki temel tipi teınele saldırgan egilimlerini dış dünyaya yö-
368 Freudçu Marksizm

neltecek.Jerini söyl~iştir. Yine, Freud'a dı~ında, Marcuse hiç kuşku yok ki biraz
göre, insan varlıklan do~a güçlerine öy- daha şanslıdır. Görüşleri 1960'lı yılların
lesine boyun e~dirmişlerdir ki, bütün ö~renci olaylarında, gerek Almanya'da
insan ırkmın yok oluşu başlı başına bir ve gerekse Amerika Birleşik Devletlerirı­
ihtimal haline gelmiştir. de sempatiyle karşıianmış olan Marcu-
Freudçu Marksizm [İng. Freudian Mar.rism; se, dürtülerin bastınlmasuun uygarlığın
Fr. Marrisnıe Freudien]. Batı Marksizmi zorunlu bir koşulu oldu~unu, fakat gü-
gelene~i içinde, psikanaliz ile Marksiz- nümüzde bu bastıımanın kendine özgü
minde bir sentezini yapan, ya da ziyade tekniklerinden dolayı daha hafif bir ma-
Marksist toplum teorisini Freudçu dü- hiyet kazandıtım söylemiştir.
şünceye dayandıran görüş. fütürizm [İng. futurism; Fr. Juturisme; Al.
Söz konusu görüş ya da yaklaşımı tem- futurismus]. Öncelikle estetik bir anlamı
sil eden en önemli iki düşünür Wilhelm olmakla birlikte, aynı zamanda ahlaki ve
Reich ve Herbert tMarcuse'tür. Bunlar- siyasi bir anlam da taşıyan ve eski for-
dan Oedipus kompleksinin evrenselli~i­ müllere, ahlaka, kitaplıklara ve tutucuia-
ni reddeden Reich, nevrozlann do~­ nn iyi ve güzel buldu~u herşeye sırt çe-
şunda kapitalizmin rolünü araştırmış virerek, kuvvetin, hızın, gelecete do~ru
ve psikanalizin kapitalist toplumun bas- atılımın, endüstriyel gelişmenin önemi-
. kıcı ideolojisinin bir eleştirisi oldugunu ne işaret eden; savaşın, tehlikenin, ma-
göstermeye çalışmıştır. Söz konusu gö- kinenin, başkaldırı ve şiddetin türküsü-
rüşleri nedeniyle sadece Komünist Parti- nü ça~ınnanın hem bireyler ve hem de
si'nden de~il, Uluslararası Psikanaliz halklar için gerekli oldu~unu savunan
Deme~'nden de atılan Reich'Ia kıyaslan- akl m.
Gadamer, Hans-Georg 369

yalnı2ca tarih, estetik deger b!çmeyle,


hukuki yorum gibi faaliyet ve disiplinle-
rin degil, fakat aynı zamanda ve daha
çok, bilincin ve dünyaıruz oiarak dünya~
nın ya da varlıgı.n kategorileridir.
Yöntemli bilimlerin ya da doga bilim~

G lerinin sırurlıhgını gösterıneyi amaçla~


yan Gadamer, yöntem düşüncesinin
fizik ve kimya gibi bilimlerde önemli
bir rol oynadıgını, fakat onun insan bi~
limlerindeki anlama ya da yorwn faali~
Gadamer, Hans~Georg. Temelde dil ve yetini hiçbir şekilde açıklayaınayacagı~
yorum konusunu ele alrruş, doga bilim~ nı, yöntemsel olmayan bu bilimlerin
lerinin metodolojisine karşı, hermeneu~ hakikate, yalmzca yöntemsel nesnellik
tik üzerinde ısrar etmiş olan çagdaş Al~ iddialarından vazgeçip, insanın anlama
man filozofu. Temel eserleri: Hegels Dia- yetisine dayanmak suretiyle erişebile~
lektik [Hegel'in Diyalektigi], Die Begriff~ ceklerini öne sürmüştür. O, işte bu çer~
sgeeschichte und die Sprache der Philosophie çeve içinde, yöntemli doga bilimlerinin
[Kavramların Tarihi ve Felsefenin Dili],
temelinin de, insandaki bu anlama ka~
Wahrheit und Methode [Hakikat ve Yön~ pasitesinde bulundugunu savunurken,
tem]. yöntem dogmatizmine karşı çıkmlştır.
tDHthey'ın anlama temeli üzerinde
Çözüm, hermeneutikte, anlamın öznel
yükselen epistemolojik hermeneu tigin~ ve tarihsel temelinde aranmalıdır.
den aynlarak. ontolojik bir hermeneutik Hermeneutik bagıamında, dogruluk
geliştirmiş olan Gadamer, anlamayı, in~
problemini ele alan Gadamer, bu konu~
sarun bir nesnenin ya da konunun üs~
da tKant'tan beri iki temel yaklaşımın
tündc ve karşısındaki öznel bir faaliye~
tinden çok. bir varlık tarzı olarak deg~ ortaya çıktıgını görmüştür. Bunlardan
erlendirmiştir. Başka bir deyişle, o, Dilt~
birincisi, Kant, tHusserl ve tFrege gibi
düşünürler tarafından savunulan, pers~
hey'ın yapb~ gibi, insan bilimlerinin
kendine özgü metodolojisi olarak herme~ pektillerden bagunsız nesnel ve zaman~
neutikten çok. insanın ya da tarihsel va~ dışı bir hakikatin varoldugu görüşüdür.
roluşun dogasıru açımlayacak anahtar Bunun karşısında ise, Gadamer'e göre,
olarak hermeneuti.kle ilgilenmiştir. Zira, tNietz.sche'nin, tarih boyunca, kültürden
ona göre, insan bilirnlerinde söz konusu kültüre degişen do~lar çoklu~, pers-
olan anlama ve yorum, biz insan varlık~ pektifler bulunduğu. fakat mutlak ve de~
lannın hep içinde oldugumuz bir faali~ gişmez bir do~nun bulu.nmadı~ gö-
yetin en a'ilk ifadesidir. rüşü yer almaktadır. Bu görüşlerden
Başka bir deyişle, anlama, tarihsel bir nesnelci bir bakış açısuu yansıtan birin·
çerçeve içinde varolan_bilinçli insanların dsini dogmatik, göreli bir dogruluk an1a-
kendilerini dünyaya baglamalarm en yışuu yansıtan ikincisini de sorumsuz
temel yolu, dünyayla kurduklan ilişki~ ve keyfi bir görüş olarak degeriendiren
nin en açık ifadesidir. Buna göre, anla~ Gadamer, söz konusu görüşlerin eksikle-
manın, epistemolojik bir anlamdan çok, rini giderecek yeni bir ögreti ortaya koy-
ontolojik bir anlamı vardır. Buradan da maya çahşnuşhr.
anlaşılacagı üzere, Gadamer dogal bi~ O, bu çerçeve içinde özne ve nesneyi
limsel aklın evrensel ge~rlilik iddiaları~ birbirinden ayırmanın güçlilldere yol aç~
na, daha az evrensel olmayan ontolojik tıgına, kişinin kendisini, zamandlşı
bir hermeneuti.kle yanıt vermiştir. Çün~ dogrulara ulaşma görüntüsü altında, ta-
kü ona göre, hermeneuti~n kategorileri, rihsellikten koparma gayretinin bir ya~
370 Galilei, Galileo

misamadan başka bir şey oimadı~ına do~al yerine ulaşma e~ilimiyle açıkJa­
işaret etmiş ve insan olarak durumumu- nabilece~i varsayımını reddeden Gali-
zun özü itibariyle tarihsel oldutunu be- lei, bunun yerine matematiksel varsa-
lirtmiştir. İçinde bulundu~umuz ba~­ yımlarını test etmek için gözlemlemiş,
lamdan kurtulamayız; bununla birlikte, tartmış, ölçmüş ve hesaplamıştır. Ma-
bu durum birbirlerine indirgenemez ve temati~in evrenin yapısını ve yasaları­
birbirleriyle uyuşmaz bir yorumlar çok- nı ortaya çıkardı~ına inanan Galilei,
lu~tına yol açmaz. Biz insanlar tarihsel rr.atematiğin evreni anlamak için temel
bir durumu, bir dünyayı paylaşıyoruz; anahtar oldu~unu iddia etmişHr.
Gadamer, bizim bu tarihsel ba~lamda, Gassendi, Pierre. 1592-1655 yıllan arasm-
çeşitli yorumlarıınızı karşılaştırıp zıt­ da yaşamış olan Fransız düşünür, ma-
laştırarak, onları, tüm farklılıklarına
kar- tematikçi ve bilim adamı. Kendisinden
şın, bir potada eritebilece~iınizi söyler. sonraki felsefi ve bilimsel spekülasyonla
Ona göre, hermeneuti~in nihai ve en tavır i.izerinde oldukça etkili olmuş olan
yüksek amacı, kendisini yavaş yavaş Gassendi, eski İlkça~ atoınculu~umı
insanlık olarak görmeye başlayan bir canlandınnıştır. Temel eserleri: Exercita-
insan toplulu~unda dayanışma bilinci- tiones paradoxiacae ndversııs Aristotelaeos
ni yeniden uyandumaktır. Demek ki, [Aristotelesçilere Karşı Paradoksal Tez-
insan yaşamının pratik boyutlannı vur- ler], Syntagnıa Pfıilosophiae Epicuri [Epi-
gulayan, yalnızca soyut ve bilimsel olanı küros Felsefesinin Özeti].
reddeden, geleneksel yöntemlere ve oto- Felsefeyi, Hellenistik dönemde Epikü-
riteye karşı çıkan Gadamer, tarih bilin- ros'un yaptı~ ı gibi, mantık, fizik ve ahlak
cinin ve toplumsal ba~lamın kaçınıl­ felsefesi olarak üçe ayıran Gassendi,
mazlı~ı vurgulamış; nesnelcili~in kabul önce Descartesçı do~uştan düşünceler
edilemez oldu~unu söylerken, görecili- anlayışına karşı çıkmış ve bilginin esas
~in tek alternatif olmadı~ını beliraneye kayna~ının duyular ve tümevanın oldu-
özen göstermiş ve evrensel bir konsen- ~unu öne sürerek, empirist bir bakış
süsün olanaklı oldu~unu göstermeye ça- açısı benimsemiştir. Matematikçili~inin
lışmıştır. de etkisiyle, tümdengelimden hiç vaz-
Galilei, Galileo. 1564-1642 yıllan arasın­ geçınemiş olan Gassendi, felsefi atomcu-
da yaşamış olan ünlü İtalyan matema- lu~u geleneksel maddi yorumundan sı­
tikçi, astronom ve fizikçi. yumış ve onu, matematikle mekani~in
Deneysel yöntemin kurucusu olarak bi- kendisine uygulanabilece~ bir şekle bü-
linen Galilei, kütleçekimi ve hareket ko- ründürınüştür.
nusundaki öncü çalışmalan ve deneyle Bundan dolayı, onun ruhun ve Tan-
matematiksel analizi birleştirmesi nede- rı'nın varoluşunu öne sürüp, ruhun
niyle, aynı zamanda deneysel fizi~in ve ölümsüzlü~ünü kanıtlaması bir tutarsız­
modem mekani~in de kurucusu olarak lık meydana getirmez. Nitekim, do~an.ın
kabul edilir. Galilei'nin en önemli başa­ ve ruhla beyin arasındaki karşılıklı etki-
rısı, t Aristoteles'in mantıksal, sözel, ne- leşimin mekanik bir tarzda açıklanınası
denleri bulmayı amaçlayan niteliksel gerekti~ini iddia eden Gassendi, teleo1o-
yaklaşıınına karşı, matematiksel akılcı­ ji.k kanıtın belli bir versiyonunu öne sü-
lı~ı ve niceliksel yaklaşımı yerleştirmiş rerken, do~adaki uyurnun Tann'nın var-
olmasıdır. Galilei'nin temel ilkesi ölç- lı~uun bir kanıtı olduSUnu söylemiştir.
mek ve niceliksel olarak belirlemek ol- O, ahlak felsefesi alanında da çok etkili
muştur. olmuş ve bu ba~lamda, en yüksek iyi-
Aristoteles'in evrende her dsınin şey­ nin, tıpkı Epiküros'un iddia etti~i gibi,
lerin do~al düzeni içinde belli bir yeri ruh sükunetinde aranması gerekti~ini
oldu~u ve hareketin, her dsmin kendi söylemiştir. Ona göre, ruhun esenli~i ve
geçerlilik 371

bedensel aonın yok1ugunu ifade eden nın, Gaz;ili'ye göre, bizi Tanrı'nın mutlak
mutluluga, insan, dünyada ancak bir öl- ve suursız bilgisini ve nihayet Tann'yı
çüde ulaşabilir. inkara götürür. Tanrı'yı akılla açıklama­
Gazalt Eleştirel bakış açısı ve kuşku ya çalışmanın sonucu, Tann'yı inkar et-
yöntemi ile felsefe ve din arasında kesin mektir. Neden-sonuç araştırması da
ve mutlak bir aynm. yaparak. felsefeye Tann'run iradesini inkar etme sonucu ve-
karşı çıkmış olan ünlü İslam filozofu. rebilir; ona göre, Tann'run iradesi dışın­
Yirmi yaşından başlayarak, gerçek bil- da, doga yasalarından söz edilemez.
giye ulaşmak için çok çaba harcayan Felsefeye karşı çıkan Gazali, tasavvufa
Gazali, bütün dini ve felsefi ögretileri in- yönelir, mutlak ve gerçek kesinligi bura-
celedikten sonra, her türlü insan bilgisin- da bulur. Başka bir deyişle, Gazaifnin
den kuşku duyma noktasına gelmiştir. bilimiere ve felsefeye karşı çıkışı, ona
O daha sonra, tkuşkuculugu aşarak ta- yalnızca tasavvuf yolunu açık bırak­
savvuf, Tann'ya sevgi, aşk ile ulaşma mıştır. Bununla birlikte, Gazali'nin Eel-
yoluna yönelmiştir. seleye yönelttigi eleştirilerle, akıl ve
Onun bilim ve felsefe eleştirisi, duyu- inanç arasında mutlak bir ayrılık bulun-
ların kişiyi aldatabilecegi tespitiyle dugunu söylemesi filozofun önemini
başlar. Bununla birlikte, Gazali yalnız artbnr. O akla dayalı bir metafizik kur-
duyulardan degil, zihinden de kuşkula­ manın olanaksız oldugunu gösterdigi
nır. O, buna göre, insaru çelişik yargıla­ için, İslam filozoflannın en moderni ve
ra götüren zihinden, kendisine güven Batıya en yakın filozof haline gelmiştir.
vermeyen akıldan şüphe eder. Gerçek Gazali Ortaçagın ir&dedleri ve nomina-
oldugunu sandıgımız uyanıklık hali listleri gibi, bilim ve felsefeye yönelttigi
dahi, ona göre, aslında bir düşten fark- eleştirilerin sonunda, mistik bir felsefe-
sız olmayabilir. GazAli'nin analizinden ye ulaşmıştır.
matematik, mantık ve doga bilimleri de Gazali'ye göre, ruhun Tann'yla birligi-
payını alır. Matematik çok basit ve açık ne giden yolda en önemli hazırlık ah-
yöntemlerle kanıtlamaya yöneldigi için, laktır. Ruhun Tann'yla birleşmesi ise,
doganın karmaşıklıgını ve akılla açık­ dinin en yüce kısmıdır. Gazali birçok
lanması imkansız yönlerini inkar etmek eserinde, biri dış dünyaya çevrilmiş
zorundadır. olan normal 'fiziki göz', digeri ise ma-
Gazali, Tahafüt ül-fol65ife [Filozoflarm nevi işlere çevrilmiş olan 'manevi göz'
Tutarsızhgı] adlı eserinde, filozollara da (kalp gözü) olmak üzere, iki göz, iki tür
en az yirmi kadar konuda hücum etmiş­ ak1l kabul eder. Buna göre, o inancın te-
tir. Öme~, filozoflar evrenin yoktan va- meli olarak, bilimleri ve felsefeyi kuran
roluşunu inkar etmektedirler; onlar, ayn- akıldan tümüyle farklı olan ikinci bir
ca ruhwı ölümünden sonra bedenle akıl kabul etmektedir.
yeniden birleşebilecegini kabul etmezler. Bu akıl insanı evrenin gerçek nedenine,
Bu, Gazalrye göre, dinin temel inançla- yani Tann'ya götüren kalp gözüdür. Ev-
nyla hiçbir şekilde uzlaşbnlamaz. Yine, ren, ona göre, Tann tarahndan yoktan var
filozollann evrenin bir yarahası ve nede- edilmiştir; bu yaradıbş, Tann'run özgür
ni oldugunu kanıtlamak için ileri sürdük- iradesi ile olmuştur. Evrenin Tann'run
leri kanıtlar, fiziki bir nitelik arzeder. Bu özgür iradesi ile yaratılnuş oldu~ ger-
ilkelerden yola çıkılU"sa, ister istemez çeği, ancak bu ikinci akıl, yani insanın
inan~ızhga vanlır. İkinci olarak, filozof- 'manevi gözü'yle bilinebilir. GazaU'ye
Iann sistemlerinde Tann'run yalnızca göre, insan, temelde Tann'yı bildigi için,
cinsleri ve türleri, doga yasalaruu bildigi, tüm diğer yarabklarm üstündedir.
buna karşm somut olaylan, bireysel şey­ geçerlilik [Os. mer'iyet; İng. validity; Fr.
leri bilmedigi kabul edilir. Böyle bir ayı- validiti; Al. gültiglceit]. Bir akılyürübne-
de, sonucun ör.cül ya da öncüllerden zo· Bu baglamda, zamanın, henüz olma-
runlulukJa çıkması durumu; bir çıka· mış, fakat olacak, ortaya çıkacak, ger-
runda, öncülleri dogru kılan bütün yo- çekleşecek olan tüm olaylan kapsayan
rumlarda, sonurun da dogru olması parçası; içinde bulundugumuz şu an-
hali. Buna göre, geçerlilik, bir akılyürüt­ dan, şimdiden sonra ortaya çıkacak
ınede, akılyürütmenin öncüllerinin dog- olan zaman, henüz gelmemiş, yaşan­
ru, sonurunun yanlış ya da öncüllerinin mamış zaman dilimi de gelecek olarak
yanlış, sonurunun dogru olamaması, ifade edilir.
öncüller dogru oldugu takdirde, sonu- geist. Alman felsefesinde, nihaf gerçekli-
run da zorunluhıkla dogru olması du- ge ve varolan herşeyin kaynagı olan
rumunu ifade eder tinsel ilkeye verilen ad. Dogada ve insa-
Mantık açısından, geçeriilikle dogru- run dünyasında, kendi potansiyel güç-
luk arasında hiçbir ilişki yoktur. Zira lerini aktüelleştinnek ve kendi bilinç ve
dogrulugun önermelerin içerigiyle ilgi- özgürlügüne ulaşmak üzere, diyalektik
li oldugu yerde, geçerlilik, akılyürüt­ bir yürüyüş gerçekleştiren tinsel güç,
anenin formuna ait, akılyürütmenin for- yaraba ilke, ruh ya da tin.
ınuyla ilgili bir özelliktir. Öte yandan, tHegel'e göre, kendisirıi dogada ve
bir akılyürütmede, öncü! ya da öncülle- insan aklında ifade eden Geist, dünya ta-
rin sonucu zorunlu kılarnamasına geçer- rihi boyunca bir evrim süreci içinde ol-
sizlik adı verilir. muştur. O bu evrim sürecinin sonunda,
İşte bu baglamda, sonucun öncüllerden aşkın, kendi kendisine yeten, kendi ken-
kesinlikle çıktıgı bir argüınan, çıkanın disinin mutlak olarak bilmeinde olan,
ya da akılyürübne için geçerli nitelemesi tam anlarruyla bagunsız bir varlık olma-
kullarulırken, sonucu öneüllerden zorun- ya çalışmaktadır. Söz konusu evrim sü-
lu ve kesin olarak çıkmayan, öncüDeri reci, Geist'ın tam olarak rasyonel ve anla-
sonuru kesin bir biçimde, inkar edileme- şılır bir varlık haline gelme çabasından
mecesine destekleyemeyen veya dogru- başka bir şey degildir.
layamayan, sonurunun olumsuzlanması­ geisteswissenschaften. Tin bilimleri; Al-
run bir çelişki yaratmadıgı çıkarım ya mancada, tarih, psikoloji, sosyoloji, ant-
argümana geçersiz çıkanm denir. ropoloji, siyaset bilimi ve ekonomi gibi,
geçişi i [İng. transitive; Fr. transit if; Al. lran- insanı, toplumu ve tarihi araştıran di-
sitiv). 1 Matematik ve mantıkta, X ile Y siplinlere; doga bilimlerinin yöntemle-
arasında geçerli olan bir bagıntının, Y ile rinden kökten bir biçimde farklılık gös-
Z arasında da geçerli olması durumunda teren yöntemleri kullanan disiplinler
oluşan genel bagantıyı tarumlamak için olarak insan bilimlerine verilen ad.
kulanan niteleme. Geçişli bağınbrun en Buna göre, sözü edilen insan bilimleriyle
bilinen örnekleri arasmda, aritmetiksel sosyal bilimlerde, onsekizinci yüzyılda
eşitlik, büyüklük, küçüklük, önermeler kaydedilen büyük gelişmeler, yansıması­
arasındaki mantiksai içernıe ve eşdeger­ m, Hegel'in insanın dogasının, toplumsal
lik bagınblan sayılabilir. kunırnlann ve sanat, din, felsefe türün-
2 Dilbilgisinde, belirtili ya da belirtisiz den yüksek kültür ürünlerinin, maddi
nesneler alan fiilin özelligi. dünyarun üstünde olan özerk bir dünya
geçmiş [Os. mazi; İng. past; Fr. passe]. Geri- oluşhırdu~nu ifade eden Tin felsefesin-
de kalan, şu arun öncesinde bulunan, de bulmuş, yüzyıJın sonunda ise, doga
olmuş bitmiş olayiann yer aldıgı zaman ve tin alanlannın,. birbirlerinden tümüyle
dilimi. İçinde bulunulan zaman kesitirı­ farklı olan alanlar olduklan ve farklı
den önce gerçekleşmiş, bitmiş, yaşan­ yöntemleri zorunlu kıldıklan hemen her·
mış tüm olaylan içeren dönem. Tarihi kes tarallndan kabul edilmişti. işte
oluşturan olaylar, olgular bütünü. böyle bir gelişmenin sonucu olan anla-
gelenekçilik 373

yış, tarih, psikoloji ve sosyoloji gibi Tin program, yöntem, ölçme, öğrenci-öğ­
bilimlerinin kişilerin, kurumlann ve retmen ilişkileri açısından çagdaş egiti-
olayların biricikligini ve bireyselligini me ter.; düşen, ögt"encinin degil de ögret-
anlama olanagı veren anlama yöntemi- menin etldn oldu~ egitim anlayış ı gele-
ni gerektirdigini ifade eder. neksel eğitim olarak tanımlanır.
gelenek [Os. anane; İng. tradition; Fr. tradi- gelenekçilik [O. ananeviyye; İng. traditio-
tion; Al. uberlieferıı, überliefrnmg]. Gerçek nalism; Fr. traditionalismc; Al. traditionalis-
ya da hayali bir geçmişle olan süreklili- mus]. 1 Genel olarak, gelenege dayanan
gm önemini ima ederken, belirli eylem inanç sistemine, gelenekler yoluyla akta-
normlanru kutsayan ve öğreten pratik rılan adet ve düşünce tarziarına. baglı­
veya uygulamalar bütünü. Bir toplulu- hkla belirlenen tavır; geleneksel ve yer-
gun, mevcut toplumsal yapısını ve leşik veya kurumsallaşmış olanı yeni
deger sistemini çok büyük sarsınhlar ya- ve modern olana tercih etme tutumu; ge-
şamadan koruyup devam ettirmek ama- leneksel degerierin korunup yaşatılması
ayla, kendinden önceki kuşak.Jardan gerekti~ savunan yaklaşım.
devraldı~ belli bir dönüşüme ugratarak 2 Özellikle Alman düşünürü Hans
sonraki nesillere aktardıgı, başta inanç- Georg tGadamer'de doruk noktasına
lar, düşünüşler ve kıın&mlar olmak çıkan henneneutik yaklaşunda, her tür
üzere, her tür sosyal pratik. anlama ediininin öz.sel ve aynlmaz bile-
Bu çerçeve içinde, bir toplumun gele- şeni olarak gelenetin önemini vurgula-
nekleriyle ilgili olanı; gelenege eski alış­ ma tavn. Buna göre, Gadamer kendi her-
kaniıkiara dayanan şeyi; modem dünya-
meneutik görüşünde, geçmişle bugün
ya degil de, kadim dünyaya ait olanı
arasında arasında süregelen bir diyalog
tanımlamak için geleneksel nitelemesi kul-
ya da geçmiş ve şimdi arasındaki diya-
lanılır. Buna göre, kentli, kapitalist, mo-
lektik olarak gelenegin önemini büyük
dern endüstri toplumunun tam zıddı
bir güçle vurgular. Çünkü, ona göre,
olan toplum türüne geleneksel toplum adı
eserleri veya metinleri anlama denilen
verilmektedir. Bir toplwnun aktüel varo-
şey, bugünün ufkuyla geçmişin ya da
luşunun temelinde oldugu kadar, gele-
ceginin inşasında da hareket noktası gelenegin ufku arasındaki bir diyalektik
tarzında gelişir. Bu ilişki diyalektik bir
kabul edilen geçmiş yaşantı, tecrübe ve
ilişkidir, zira gelenek sadece hermeneu-
alışkanlıkların meydana getirdigi nor-
matil nnsurlara geleneksel değer derunek- tik süredn edilgen bir nesnesi olmayıp,
tedir. Öte yandan, iktidarın meşruiyeti­ daha ziyade bir diyalog, bugünü anla-
nin, elde ediliş tarzı ve degişiminin maya imkln veren bir yarduncıdır.
geçmişteki uygulamalara baglı kılındıgı
3 Biraz daha özel bir çerçeve içinde, Hris-
otorite tarzı geleneksel otorite diye tanım­ tiyan teolojisinde, insarun vahiy dışında
lanır. bir yolla, Tann'yı tanımasına ve Tanrı'nın
Buna karşın,
tFrege, tRussell gibi çag- varoluşunu kanıtlamasına imkan bulun-
daş mantık ve matematikçiler tarafın­ madıt;ını ifade eden ögt"eti.
dan kuntlan modern mantıktan önceki 4 19. yüzyıl Fransız felsefesinde, öncelik-
tAristoteles mantıgına; aynı zamanda le Joseph de Maistre tarafından savunu-
klasik mantık olarak da bilinen katego- lan, hakikatin özellikle de dini hakikat-
rik tasarn ya da sınıflar mantıgına; özne Ierin bir birey tarafından asla · keş­
ve yüklernden oluşan kategorik öner- fedilmeyip, sadece gelenek içinde bulun-
melerden, sonuçlarm hangi kural ya da dugu görüşü. Hakikatin, tarihin akışı
işlemlere göre kesinlik ve zorunlulukla içinde yavaş yavaş geliştigi ve dilde ci-
çıktıgını araştıran formel mantıga ise, simleştigi için, bireyüstü olup, gelenegin-
geleneksel mantak adı verilmiştir. Yine den kopmuş bireyler tarafından keşfedi­
aynı anlam içinde, söz gelimi egitimde, lemeyecegi, kavranamayacagı anlayı~ı.
374 geleneksel teori

geleneksel teori iing. tr adi tional theory; gemeinschaft ve gesellschaft. Ünlü sos-
Fr. tfıeorie traditioııelle]. ı Genel olarak, yolog Ferdinarıd Tönnies'in Alınaneada
kadim bir dünya görüşünün, eski bir cemaat ve cemiyet anlamına gelen
evren anlayışının, dünyayı açıklamak, temel toplum birimleri için kullandıgı
anlaşılır kılmak için kullanılan, geniş terimler.
kapsamlı ve kuşatıcı teorisi. Ömegin, Dogal irade ve rasyonel irade ayınmı­
Platon ve Aristoteles'le başlayıp, bütün na dayanan söz konusu cemaat-cemiyet
Ortaçag boyunca hakim olan teleolojik ayırımmda, cemaate hakiın olan unsur-
dünya görüşü veya açıklama tarzı, mo- lar kan bagı, komşuluk, arkadaşlık, ak-
dern bilimin maddi ve mekanik dünya i'abalıktır. Başka bir deyişle, aile, akra-
konsepsiyonuyla kıyaslandıgmda, gele- balık sistemleri, klanlar ve dini ce-
neksel bir teori olarak görülür. maatlerin kendisine örnek olarak verile-
2 Geleneksel teori, daha özel olarak da, bilecegi genıeinschaft ya da cemaatte,
modern doga bilimlerinin, modem bilim dürtüleri, bilinçdışı güdüleri, duygusal
ve felsefede pozitivizmfempirizm şek­ istekleri ve duyguların kendiliginden
linde ifade edilen açık ya da örtük dünya dışavurumunu kapsamına alan dogal
görüşünü ifade eder. Doga bilimlerinin irade çok etkilidir. Burada ilişkiler senli
yöntemlerini insan ve toplum bilimlerine benli, yüzyüze, içten ve süreklidir; ce-
de teşmil eden söz konusu dünya görü- maate hakim olan özellik birlik ve da-
şü, a) etkin insan varlıgına mekanik bir yanışma olup, onda bireylerin siyasi,
determinizm şeması içerisinde, çıplak ticari amaçlara hizmet etmeyen rolleri
olgu ve nesne olarak yaklaşır. b) Dünya- duygusal agırhklıdır.
yı yalnızca deneyimde dolayunsız ola- Buna karşın, cemiyet, rasyonel ir~de­
rak verilen şekliyle idrak etti~ için, ÖZ nin eseri olup, kendisi için degil de, bir
ve görünüş arasında bir ayırun yapmaz amaç için varolur. Kentleşme, endüstri-
ve nihayet, c) olgu ve deger arasında yel hayat, toplumsal hareketlilik, ayrı­
mutlak bir ayının yaparak, bilgiyi insarü cinstenlik gibi unsur ve özelliklerle ka-
ihtiyaç ve taleplerden ayınr. rakterize olan gesellschaft, gayrişahsi
Geleneksel teorinin karşısında, onu yu- ilişkilerin, kişisel çıkariann ön planda
kandaki terimlerle eleştiren ve insanı, olduğu toplumsal birimdir. Gesellschaft
toplumu özgürleştirici bir iJgiyle hare- tipi ilişkilere örnek olarak, modem yö-
ket eden 'eleştirel teori' bulurunaktadır. netimlerin bürokrasisi, ordular ve en-
gelitimbilim [İng. science of development; düstri örgütleri verilebilir.
Fr. science du dlveloppenıent]. Modern Töruıies'in Avrupa'nın modemleştiril­
dünyadaki gelişme sürecini hızlandı­ mesiyle ilgili tezine göre, birincisinden
ran ve kolaylaşhran teknik, bilimsel, ik- ikincisine dogru geçiş bir rasyonalizas-
tisadi ve toplumsal nedenlerle, bu ne- yon süreciyle olur.
denlerin yol açbgı etkileri konu alan, genel [Os. umumi; İng. general; Fr. gmbal;
olandan hareketle, gelecekle ilgili ola- Al. allgemein]. ı Şeyler veya varlıklar
rak bütünsel bir görüş elde etmeye çalı­ bütününe uygulanabilen; 2 herhangi bir
şan pratik bilim. şeyler bütününün tüm ögelerini ilgilen-
gelişim psikolojisi [İng. psychology of de- diren; 3 olgulann, nesnelerin ya da bi-
velopment; Fr. psychologie du dtveloppe- reylerin büyük bir çoğunluguna uygu-
ment ]. İnsanın yaşa göre degişen davra- lanan; 4 istisnalar ya da özel durumları
nışlarını, davranışta yaşam boyu, özel- hesaba katmadan bütünüyle ele alınan
likle de çocukluk, ergenJik ve gençlik şey için kullanılan sıfat.
dönemitlde ortaya çıkan degişmeleri ve Buna göre, tek olup, ayrı duran varlık­
buniann nedenlerini araştıran, yaşam ların ortak özelliklerinden hareketle
boyu süren degişme süreci ile iJgili olan oluşturulan kavrama genel kavram adı
psikoloji dalı. verilir. Düşünebildigimiz herşeyin, ön-
genelirade 375

ce bir tek halinde tasarlanabildigi, elim- !erin ya da bireylerden meydana gelen


deki şu kitabın bir teklik gösterdigi, gruplann eylemlerini başlatan, yönlen-
onun kendisi dışındaki herşeyden ayrı diren ve eylem tarzlarıyla ilgili kararları
durdugu ve onlarla özdeş olmadıgı veren, özerk ve egemen kişilik ya da
dikkate alındıgında, kendi kendisiyle güç. Her bir insanın iradesini yansıtmak
özdeş olup, başka herşeyden ayrı olan ya da ifade ebnekle birlikte, insanların
varlıkları gösteren kavram tekil kavram- iradelerine aşkın olan ve bütünün iyili-
dır. Buna karşın, tek olanlar arasında gini gözeten siyasi bilinç. Bir toplumu
ortak özellikleri bakımından bir özdeş­ meydana getiren insanlar arasında söz
lik kurdugumuz, ömegin kitaplan bir konusu olan, ahlaki, siyasi, toplumsal ve
grup ya da mantıktaki adlarıyla bir cins ekonomik deger ve amaçlarla ilgili
ya da sınıf altında topladıgımız ve aynı görüş birligi. Toplumdaki insanlar ara-
özellikleri paylaşan kitapları, özellikleri sında varolan ve siyasi ve ahlaki karar-
bakımından özdeş saydı~ımızda, elde ların temelini oluşturan genel ve nesnel
edilen kavrama genel kavram olarak ta- uzlaşım.
rumlanır. Yine, aynı anlam içinde bir- Genel irade terimini felsefe ya da poli-
den fazla bireye uygulanabilir olan bir tik felsefe literatürüne annagan eden
terime genel terim adı verilir. ünlü Fransız düşünürü Jean Jacques Ro-
Bu baglamda, ilke olarak tek tek her usseau olmuştur. Devletin varoluşunun
birey için için geçerli olacak en genel bil- tanrısal hak veya gelenek yoluyla haklı
gileri ortaya koymayı amaçlayan psiko- kalırunasına oldugu kadar, tHobbes ve
loji türüne genel psikoloji adı verilir. Öte tlocke tarafından savunuldugu şekliy­
yandan, çeşitli dillerin ortak özellikleri- le, devletin bir aygıt ya da alet oldugu-
. ni, işleyiş ve gelişme koşullarını araş­ nu öne süren mekanistik devlet anlayı­
tıran, dilsel oluşwnlann genel · görü- şına da şiddetle karşı çıkan Rousseau,
nümlerini inceleyen dilbilim dalı genel Platoncu düşüneeye uygun organizma-
dilbilim olarak geçer. Genel dilbilim teri- cı ya da organik devlet teorisini benim-
mi, özel dillerin çeşitlilik ve farklılıklan­ semiş ve genel irade kavramıyla devleti
nı aşarak, dili bizatihi kendi içinde ve ahlaki bir temele oturtmaya çalışmıştır.
kendisi için inceleyip, onun yasalarını O işte bu baglarnda genel iradeyi yurt-
ortaya çıkarması gereken bir disipline taşların kalbindeki ahlaki tutum olarak
duyulan ihtiyacı vurgulayan Ferdinand tanımlamış ve yönetimin bekasında
de tSaussure tarafından yaratılmıştır. ahlakın yerini tutacak hiçbir şey bıilun­
Aynı baglamda, XVII ve XVIII. yüzyıl­ madıgıru öne sürmüştür.
larda tPort-Royal teorisyenlerinin baş­ Onda genel iradenin nitelik ya da ma-
lattıgı, tüm dillerde geçerli olan ilkeleri hiyetini belirleyen iki temel öge vardır.
ortaya koymaya yönelik harekete genel Bunlardan biTineisi 1 külli iradenin ge-
dilbilgisi adı verilir. Düşünceyi yansıtan nelin çıkarıru ve iyiligini amaçlaması­
dilin yargılan dile getirdigi ve çeşitli dır. Genel iradenin konu ya da amacına
dillerdeki farklı gerçekleşmelerin evren- gönderirnde bulunan birinci ögeden ba-
sel mantık şernalarına uygun oldugu il- gımsız olan 2 ikinci unsur, onun kaynak
kesini kendilerine çıkış noktası yapan ya da kökenine atıfta bulunken, genel
Port-Royalalar, genel dilbilgisinde bü- irAdenin herkesten gelmesi ve herkese
tün dillere ortak olan ilke ya da tüıne lle- uygularunası gerektigini bildirir.
ri incelerneyi amaçlanuşlardır. Buradan da anlaşılacagı üzere, Rousse-
genel irade [Os. ir8dei uıııumiyye; İng. ge- au genel iradeyi herkesin iradesinden
neral will; Fr. volont~ generale]. Halkın (volont~ de tous) ayırmaya dikkat eder.
iradesi; genelin, çogunlu~un çıkarını Başka bir deyişle, genel iradenin herke-
gözeten egemen güç. Toplwn ya da dev- sin iradesiyle karıştınlmaması gerekti-
letin sahip oldugu, o toplumdaki birey- gini söyleyen Ona göre, genel irade sa-
376 genelierne

dece genelin iyiligini, kamunun çıkarını geııetisch).


1 Bir şeyin doguşuyla, olu-
hesaba katar, oysa herkesin iradesi özel şumuyla ilgili olan; 2 bir şeyin kökeni
çıkarı dikkate alır ve cüzf ya da tikel ve gelişimiyle ilgilenen; 3 genler veya
ir~delerin bir toplamından başka hiçbir kahtım kapsamı içinde kalan ile ilgili
şey degildir. Bireylerin ya da yurttaşın olarak kullaıulan sıfat.
tikel ir~delerinden özümsenen genel Bu baglamda, bir gelişme sürecinin
ir~denin yanılmaz oldugu yerde, herke- söz konusu oldugu alanlarda kullanılan
sin iradesi yanılabilir. İradenin genelligi~ ve temel işlevi, zamanı ölçüt alarak, fe-
nin insanın iç nitelikleri ve iyilikleri tü- nomenler arasındaki bagıntıları sapta-
ründen salt bir sayı meselesi olmadıgııu mak ve daha aşagı formlardan daha
belirlen Rousseau'ya göre, halk iyiyi yüksek formlara geçişi incelemek olan
ir~de edebilir, ama neyin iyi oldugunu yönteme genetik yöntem adı verilir. Ge-
her zaman anlaınayabilir. Özellikle bö- netik yöntem, buna göre, gelişimin baş­
lünmeler bagımsız yurllaşı, ortak iyiyi langıç şartlarını, gelişmenin başlıca
teşhiste zorluklar içinde bırakabilir. aşama ya da evrelerini ve gelişmenin
genelierne [Latince sııuf, dns anlamına temel egilirn ya da çizgisini belirleme
gelen 'gen us' lan; Os. tômim, istikra; İng. çabası gösteren bir yöntem türüdür.
gımeralization; Fr. gıinera/isation; Al. veral/- Genetik yöntem, mantık ve matema-
gemeirung]. 1 Genel olarak, nesnelerin, tikte, aksiyemalik yöntemin tam karşıtı
olayların ya da fenomenlerin bütün bir olan yöntemi ifade eder. Başta Hilbert
sınıfı için geçerli olan bir yargı oluştur­ olmak üzere, birçok mantık ve matema-
ma ya da karar verme işlemi. tikçinin ön plana çıkardıgı bu yöntem ı
2 Daha özel olarak da, çok sayıda nes- sayısı kavramından başlayarak, saya
nede varolan ortak karakter ya da özel- saya 2, 3, 4... gibi tam, rasyonel ve pozi-
liklerden hareketle, bu karakteristikleri tif sayılara varır; başka bir deyişle, bu
tek bir kavram altında toplama imkaıu yöntemde, genel sayı kavramı, basit bir
veren mantıksal işlem. 3 Sınırlı sayıda kavram olan ı sayısı kavramının ardı­
bireyde gözlemlenmiş olanı söz konusu şık genişletilmelerinden dogar.
bireylerin de içinde yer aldıklan bütün Buna karşın, yetişkinleri n zihinsel ya-
bir sııufa yayma süreci, onun sırufın pılarını açıklayabilmek amaoyla çocu-
tüm üyeleri için geçerli oldugunu öne gun zihinsel gelişmesini inceleyen psi-
sürmetavn. koloji türüne genetik psikoloji adı
4· Bir sınıfa, başka bir sınıf için geçerli verilmektedir. Yine ayıu çerçeve içinde,
oldugu gözlemlenen şeyi, iki sınıf ara- ünlü Fransız psikologu Jean tPiaget ve
sındaki kimi benzeriikiere dayanarak izleyicileri tarafından geliştirilen, ve ço-
yayma, teşınil etme işlemi. S Bu tür iş­ cukların kavramları, bilgiyle birtakım
lemlerin, yani başta tümevarımsal ol- zihinsel yetenekleri nasıl kazandıklanıu
mak üzere, analoji, v.b.g., türünden.akıl­ araştıran ve bundan dolayı, felsefeden
yürütınelerin sonucu olan genel kav" çok, psikolojinin kapsamı içinde kalan
ram, fikir veya kavrayış. epistemoloji türü genetik epistemoloji diye
6 Olayiann veya olguların sergiledigi tanımlanır. Piaget'nin söz konusu episte-
düzenlilik ya da ilişkileri ortaya koyan molojisi, bilginin giderek artan ölçüde
tümel, külli öner me. Böyle bir önerme, düzenlenme ve kişinin çevresine uygu-
ilişki ya da düzenliligin ilgili olaylar sı­ lanma anlamında geliştigini; bu geliş­
nıfının tüm üyeleri için geçerli oldugu- me sürecinin, doguştan düşüncelere
nu öne sürdügünden, aynı zamanda sı­ dayarımayıp, bireyin aktif katılırruru ve
nırlanmamı~ genelierne olarak bilinir. kurgulamasını gerektirdigini; ve bunun
genetik [Yunanca dogurmak anlamına da karşılaşılan çelişkileri aşma çabası­
gelen 'genan' dan gelen sıfat; Os. tekev- nın bir sonucu olarak ortaya çıktıguu
vüni, kevn~ İng. geneti c; Fr. g~nıitique; Al. dile getirir.
gerçeklerime 377

Yüıe epistemoloji alanında, yani bilgi- nün, ondan tilr bakımından farklılık
nin kaynagı, ya da oluşumpyla ilgili gösteren başka şeylere de ait olan, par-
olarak, tPlaton, tDescartes ve tLeibniz çasına; 2 bir ve aynı karaktere sahip
gibi düşünürler tarafından savunui- olan ve iki ya da daha fazla sayıda alt
muş olan, gerçek bilginin doguştan ol- sınıf veya türden meydana gelen nesne-
dugu görüşüne genetik akılcılık adı veri- ler sınıfına verilen ad.
lir. Genetik akılcıhk, kavramlarımızın, Genusun 2. anlamı söz konusu oldugun-
yargılarımızın ve düşüncelerimizin zi- da, sıruflayıcı bir şemanın, en yüksek
hinde nasıl oluştugu problemi söz ko- cinsine, kendisinden daha yüksek bir cin-
nusu oldugunda, zihinde doguştan dü- sin üyesi ya da türü, başka bir suufın alt
şüncelerin varlıgına, insan varlıgının sınıfı olmayan, en geniş kaplamlı cinse
temel kavram ve ilkeleri doguştan ge- sumıııum genus denmektedir. Ömegin,
tirdigine inanan; duyuların, düşüncele­ varlık kendi içinde canlı, cansız, nesne,
rimizin ve inahçlarunızın en azından cisirn, bitki, organizma, hayvan, v.b.g.,
bazılarının içerigi üzerinde hiçbir kat- smıflarını içeren en yüksek cinstir.
kısı olmadıgını, duyuların rolünün in- Aynı tenninoloji içinde, yakın cinse
san zihninele örtük olarak bulunan kav- genus proximum adı verilir. Buna göre,
ram, ilke ve düşüncelerin anımsanma­ varlık ya da canlı cinsi insanın uzak
sına, bilinç yüzeyine çıkartılmasına ara- cinsi iken, hayvan, bir tür olarak insaru
cılık etmekle sınırlı oldugunu savunan ve diger hayvan türlerini içeren dns ola-
görüş diye bilinir. rak, onun yakın cinsidir.
· Buna karşın, söz konusu genetik akıl­ gerçek [Os. fiili, vdki; İng. real; Fr. reel; Al.
cılıgın karşıtı olan görüş, insan zihni- real, wirklich]. ı İdeal, koşullu, potansi-
nin doguştan hiçbir şey getirmedigini, yel ya da olanaklı olana karşıt olarak,
zihnin doguşta boş bir levha oldugu- aktüel, somut,. olgusal ve zihinden ba-
nu, herşeyin duyular, izienimler tara- gımsız bir varoluşa sahip olan; 2 kur-
fından saglanan malzemeden türedigini gusal, yanıltıcı, gerçek olmayan, yapay,
savunan bilgi ögretisi genetik empirizrıı fantazi ya da imgesel olana karşıt ola-
olarak geçer. Locke, Berkeley ve Hume rak, algıdan ya da zihinden bagımsız
gibi düşünürler tarafından savunulan bir biçimde varolan, 3 tözsel ya da nes-
bu görüşe göre, insan zihni, üzerine nel bir varoluşa sahip olan, 4 geçmiş
kendi işaretlerini yazdıgı boş bir levha- ya da gelecekte, veya teorik bir yapım
dır; başlangıçta birer izlenirnden başka olarak degil de, şimdi aktüel olarak va-
hiçbir şey olmayan bu işaretlerden, rolan için kullanılan niteleme.
daha sonra bellekte, onlann tasarunlar1 Bu baglamda, dogada, tarumlarunızdan
türetilir, bu tasarımların çeşitli şekiller­ bagamsız olarak nesnel bir biçimde var
de birleştirilmeleri ve ineelikle işlenme­ ya da verilmiş olan bir kavramlar ya da
lerinden ise, kompleks düşünceler mey- tümeller öbegine, bir nesnenin sahip ol-
dana gelir. dugu onsuz olunamaz niteliklerin nede-
Buna mukabil, bir şeyin kökeninin ya da nini ortaya koyan yapıya gerçek öz denir.
kaynagının, o kökenden türeyen şeyle gerçeklenme [İng. confirmation; Fr. confir-
özeleş oldugunu düşünmekten ve dola- rnation; Al. konfirmation]. Bir hipoteze, il-
yısıyla, bu şeyin kaynagı bilinmedigi ya gili veriler tarafından saglanan somut
da kuşkulu oldugu için, reddedilmesi ge- destek. Tam, mutlak ve kesin bir dogru-
rektigini iddia etmekten oluşan yanlış tü- lama degil de, kısmen dogrulama.
rüne genetür yanlış adı verilmektedir. Bilinen her X'in Y oldugu olgusu, tüm
genus. İlkçag Yunan felsefesinde, ya da X'lerin Y oldugu hipotezinin dogru olma
daha dogru bir deyişle, t Aristoteles'in olasdıtuu güçlendirir, fakat onu, henüz
mantagında, cinse, yani ı bir şeyin özü- gözlemlenmemiş olan bir X'in Y olma-
378 gerçeklik

ması, ve dolayısıyla d2 sınırlarunamış bir parçasını oluşturd'!.lgunu düşündü­


geneliernenin yanlış olması olanaklı ol- gü Tanrı, ruh ve ideal nesneleri de içe-
du~ için, kesin sonuçlu olarak dogrula- recek şekilde kullanılmaktadır.
maz. BWla göre, gerçekleıune, ya1mz gerçeküstücülük [Os. mafevkathakikiye; ing.
geçmiş ve şimdiyi degil, fakat henüz sıırrealisnı; Fr. surrealisme ]. İki dünya sa-
gözlemlenmemiş olan bir gelecegi de vaşı arasmda ortaya çıkmış olan ve nor-
kapsayan 'Tüm ku~lar beyazdır' türün- mal bilince sunulmuş sıradan nesnelerin
den sınırlarunanuş genellerneleri tam ve yapay dünyasının gerisinde gerçek bir
kesin sonuçlu bir biçimde doğrulamak dünyanın varoldugunu savunarak, bu
olanaksız oldu~ için, bu türden tümel gerçek dünyaya ulaşmaya çalışan sanat
önermelerin, bilimsel yasa, hipotez ve hareketi.
kavramların yalnızca belli ölçüler içinde, Genellikle bilinçdışı otomatizme daya-
kısınen dogrulanabilmesi durumunu nan teknikleri benimseyerek, yerleşmiş
ifade eder. degerlerle bagını koparan, manhksal,
Bu baglamda, tümel önermelerin, bi- ahlaki ve toplumsal her tür kahplaşma
limsel yasa ve hipotezlerin deney tara- ve düzene karşı çıkan, rüyanın, içgüdü-
fından kesin olarak çürütülemeyecegi nün, arzunun ve başkaldınrun üstün bir
gibi, dogrulanamayacagını da düşünen güç oldu~nu savunarak, geleneksel de-
manbkçı pozitivizm tarafından öne sü- gerleri yıkmaya ya da aşmaya çalışan
rülen ve sınırlarunamış genellernelerin sanat hareketi.
yalnızca kısmi olarak do~rulanabilec~ gerek koşul [İng. necessary condition; Fr.
~ dile getiren genellemelerin, bilimsel condition neussaire]. Yoklugunda belli
hipotez ya da teorilerin deney yoluyla bir olayın ort_aya çıkamayacagı ya da
az ya da çok gerçeklenebilecegini, onlar- belli bir şeyin varolamayacagı koşul.
dan çıkarsanan sonuçlann doğru olması Buna göre, A koşulu, olmadıgı zaman,
durumunda, gerçeklenme oranlarının B'nin olamayaca~, ortaya çıkamayacagı
artacagıru öne süren anlayışa gerçek- bir koşul ise eger, bu takdirde A B'nin ·
lerone ilkesi adJ verilir. gerek koşuludur. Başka bir deyişle, va-
gerçeklik [Os. ayanı mevcudat; İng. realitı;; rolmadıgı takdirde, belli bir olaym orta-
Fr. r~alite; Al. realitaet]. 1 En genel arnarnı ya çıkamayaca~ı koşulu ifade eden
içinde, dış dünyada nesnel bir varoluşa gerek koşul teriminin kullanımı, öner-
sahip olan varlık, varolanların tümü, va- meler arasında varolan manbksal ilişki­
rolan şeylerin bütünü; bilinçten, bilen leri de içerecek şekilde genişletildigin­
insan zilminden ba~ımsız olarak varo- de, A gibi bir önermenin do~ulugunun,
lan herşey. B gibi başka bir önermenin dogrulugu-
2 Daha dar ve özel bir anlam içinde, nun, B A'yı içerdi~ takdirde, gerek ko-
gerçekük fiziki evrenin dogrudan ya da şulu oldugu söylenebilir.
dolayh olarak ölçümlenebilir olan yön- Buna mukabil, A'nın ancak ve ancak B
lerini ifade eder. Bu anlamda gerçeklik ortaya çıktı~ zaman ortaya çıktı~,
nesnel olup, kamusal ve güvenilir bir B'nin de yine ancak ve ancak A varol-
biçim~e analiz edilebilenle sınırlanmış­ dugu zaman varolacagı koşula gerek. ve
tır. 3 Gerçeklik, anlam genişlemesi yo- yeter koşul denir.
luyla, aynca, yerçekimi, dogal ayıklan­ gerektirme [İng. entailment]. Biri digerin-
ma ve ki_şilik türünden, mantıksal den türetilebilir olan iki önerme arasın­
tümevanın ya da teorik analiz yoluyla da söz konusu olan iüşki.
oluşturabilir yapımiarı da kapsayacak gestalt. Düzenli, organize bütün, form
biçimde kullanılır. 4 Ve nihayet, gerçek- anlamına gelen Almanca terim. Metafi-
lik terimi, bireyin gerçekten varoldu~u­ zikte, organizma türünden, düzenli et-
na inandı~ ve gerçek varlığın ayrılmaz kinlik içinde bulunan parçalan olan,
Geulincx, Arnold 379

fakat parçalannın yalın bir toplamın­ ter1i olınadıgının, bilgiyi mümkün k.Jian
dan daha fazla bir şey olup, parçaları­ bu üç koşulun (dogruluk, inanma ve
na dogrudan etki edebilen ve parçaları­ inancı haklı kılma koşullarının) gerekli
nın karşılıklı etkileşim ve etkinliginin olsa bile, yeterli olamayacagının karşıt
üstünde ve ötesinde tözsel bir varoluşa örneklerle gösterilmesinden meydana
sahip bulunan birlikli bütün. Metafizik- gelmektedir.
sel olmayan bir anlam içinde, bir algı­ Geulincx, Arnold. 1625-1669 yılları ara-
nın sergilediği bütünlük duygusu. smda yaşamış olup, tokkasyonalizmin
Bu bağlamda, çevreınizin, temel, ayrı tMalebranche'le birlikte kuruculugunu
ve başka bir şeye indirgenemez izle- yapan ünlü Descartesçı ve Fransız dü-
nimlerden kurulmak yerine, bileşensel şünür.
parçalarına ayrıiabilen düzenli bütün- Descartes'ın bütün bir varlık alımuu
lerden oluştugunu, bilincimizin de ay- madde ve ruh, beden ve zihin olarak
nı yapıyı sergiledigini savunan felsefe kesin çizgilerle ikiye ayırmasından, bir-
anlayışına gestalt felsefesi adı verilir. likli, bütünlüklü tek bir töz olan insan-
geslall psikolojisi [İng. gestalt psychology; dan, aralarutda ortak hiçbir nokta bulun-
Fr. gestal(isnıe; Al. gestalttheorie]. Alman- mayan iki töz çıkarbp, iki töz arasında
ya'da 1910'lu yıllarda kurulan ve du- mantıksal bakımdan imkinsız olan iliş­
yumcu ve çağrışuncı bir psikoloji anla- kiyi, biraz da yapay bir biçimde etkile-
yışına, tüm yaşanmış tecrübeleri atom- şimeilikle açıklamasından sonra, Des-
cu bir yaklaşımla, paıçalar halinde ele cartesçı filozof! ar için iki alternatif söz
alarak çözümleme egilimi sergileyen konusu olmuştu: 1 Etkileşim olgusunu
çagrışımcı ve yapısaıcı okullara karşı kabul ebnek ve daha sonra da, Descar-
çıkıp, çağrışım fikri yerine gestalt ya da tes'ı bu etkileşimin nasıl ortaya çıktıgııu
organize, düzenli bütün kavrauunı geçi- açıklama güçJügü içinde bırakan teorile-
ren psikoloji anlayışı. Parçalarut bütün- ri, kozalaksı bez anlayışıru yeniden ele
den önce varolmadı~ıu ve niteliklerini almak ve 2 Descartes'ın düalist bakış
bütünün yapısından aldı~ı savunan açasını benimsemekle birlikte, etkileşimi
psikoloji görüşü. yadsımak.
Gettier problemi [İng. Gettier problem; Fr. Bunlardan ikind alternatifi seçen Geu-
Gettier probleme]. Çagdaş epistemoloji, linoc, bu baglamda, her tür faaliyet ya
ve analitik felsefe gelenegi içinde, gele- da gerçek nedensellikte, eylemi başla­
neksel bilgi anlayışanın yetersizligiyle tan, eyleme neden olan güç ya da özne-
ilgili olarak E. L. Gettier tarahndan or- nin, eylemde bulundugunu ve nasıl ey-
taya konan problem. ledigini bilmek wrunda oldugu tezini,
Buna göre, bilgi konuswtda, klasik an- kendisine öncül yapmıştir. Ona göre,
layış, bilen özne O'nün, P gibi bir öner- işte bu öncülden, maddi bir şeyin ne
meyi bilebilmesi için, üç koşula, sırasıy­ başka bir şey, ne de tinsel bir töz üze-
la do~ruluk, inanma ve inancın haklı rinde etkide bulunan, eylem başlatan
kılınması koşullarırun saglanmasına ih- bir güç olamayacagı sonucu çıkar.
tiyaç vardır. Bunlardan birinci koşula, Çünkü, maddi bir nesne bilinçten yok-
dogruluk koşuluna göre, P önermesinin sun oldugu için. eylemde bulundugunu
dogru olması gerekir. Sonra, özne, öner- ve nasıl eyledigini bilemez. Buradan tin-
menin dogruluguna inanacak, yani sel bir töz olarak benim de, ne başka be-
. önermenin dile getirdigi deneysel olgu- denler, ne de kendi benim üzerinde etki-
yu içselleştirecek ve nihayet, üçüncü de, eylemde bulunamayacagıın s~nucu
olarak inananı temellendirecektir. çıkar. Çünkü, ona göre, ben bu sonuçla-
İşte Gettier problemi, üç adımlı stan- nn nasıl meydana geldigini bilmiyo-
dart bilgi analizinin bilgi konusunda ye- rum. Başka bir deyişle, ben, bedenim-
380 girilmezlik

deki degişme ve hareketlerin meydana sizlik bulutunu koyması.


gelişi sırasında, neden ya da aktör degil Buna göre, yalruzca duyusal varlıkları
de, seyirdyim. Ayıu şekilde, bilinç ala- bilecek bir yapıda olan, dahası söz ko-
mm içinde ortaya çıkan sonuçların, yani nusu duyusal ve maddi varlıklarm tü-
duyum ve algtlarm bilindndeyim, fakat müyle gerçek olmayıp, yalnızca maddi
bu sonuçlan doguran, bedenim ya da olmayan bir gerçekligin simge ya da gö-
benim dışımda olan başka bir şey de· rünüşleri oldugunu gören ruh, tam bir
gildir. gerilim hali içinde kalır. Ruhu, tannsal
Bununla birlikte, karşıhkh etkileşim kaynagına çekimlerken, maddi varlık­
yadsmdıgı zaman, iradi veya :z:ihinsel lardan uzaklaştıran bu gerilim ruhta
olaylarm bedendeki hareketler tarafın­ bir umutsuzlugun doguşuna yol açar,
dan, bedendeki degişmelerin de bilinç- Tann'nın bir karanlık bulutuyla çevre-
teki algı ve duyumlar tarafından za- lenmesine neden olur. Söz konusu ka-
mansal olarak izlendigini nastl açık­ ranhgın nedeni ise, dogal olarak Tan-
lanz? Geulincx, bunun açıklamasının, rı'nın veya tannsal özün aşkınlıgı ve
benim iradi eylemimin bir ara neden, sonsuzlugu, insanın sını.rlılıgı ve bilme
Tanrı'nın benim bedenimde bir degiş· gücünün sınırhhgıdır.
me meydana getirmesi için bir vesile, bir gizemcilik [Os. mezhebi btitıniyye; ing.
araç olması oldu~nu söyler. Aym şe­ mysticism; Fr. mysticisme; Al. mystizis-
kilde, bedenimdeki fiziki bir olay, mus). Yalnızca düşüncede verilmiş ola-
Tanrı'nın bilincimdeki psişik bir olayı nı, dogrudan ve araasaz sezgi yoluyla
yaratması için bir ara neden ya da vesi- gerçek kılma çabası, eşdeyişle akıl te-
ledir. Geulincx'e göre, beden ve ruh, hiç- meli olmayan muglak ve belirsiz spekü-
. biridigeri üzerinde eylemde bulunama- lasyonlar ortaya koyma tavn. Nihai ve
yan, fakat, Tanrı hareketlerini sürekli en yüksek gerçekliAe ilişkin bilginin,
olarak ayar ladıgı için, tam zamana gös- normal duywnsal ya da bitişsel süreçle-
teren, iki saate benzer. rin dışmda kalan yollarla kazanıldıgını
girilmezlik [ing. inpenetrability]. Cisimsel öne süren, eşdeyişle, gerçekligin dogası­
bir varlıgı olan varbklann, maddi nes- nın normal deneysel ya da rasyonel yol-
nelerin temel ve belirleyici özelliklerin- larla tecrübe edilemez, aniaşılamaz ve
den biri olarak, mekarida bir nesnenin ifade edilemez olduAunu, bundan dolayı
işgal ettigi yere başka bir nesnenin gire- gerçeklikle ilgili kesin bilgi ve nihai' haki-
memesi, iki ayn nesnenin, mekan içinde kate, deneyim ya da akıl yoluyla degil
aynı yerde olamaması durumu. Bir nes- de, yaliuzca mistik, gizemli bir tecrübe
nenin başka bir nesnenin gözeneklerine ya da aktidışı bir mistik sezgi yoluyla
girebilmek ya da boşlukianna nüfuz ulaşılabilecegini öne süren anlayış.
edebilmek, onu parçalara ayırabilmekle Dogru bilgiye alal, akılyürübne yoluyla
birlikte, o nesnenin bulundugu yerde degil de, sezgi yoluyla ulaşılabilecegini
olamaması hali. savunan görüş.
gizemciligin doguşu [ing. birth of mysti- Tanrı'dan bir parça olan ya da kendi-
cism; Fr. genesed u mysticisi me]. İnsan zih- sinde tanrısal bir ateş ya da kıvılcım
ninin yalnızca maddi ve duyusal varlık­ içeren insan ruhunun, uzun bir süre bo-
lan bilebilecegini, tinsel bi.r gerçeklik yunca çile çektikten ve hazırlık yaptık­
olarak Tanrı'nın bilgisine hiçbir şekilde tan sonra, bir, ezeli-ebedi, degişmez ve
erişemeyecegini savunan bakış açısi­ varolan herşeyin yaratıcısı olan tinsel
nın, insana fevkindeki irrasyonel bir bir güç olarak Tanrı'yla dogrudan bir
bitiş tarzının ya da gizemcUiAin temeli- temas içine girebilecegini, mistik bir
ne, bu dunımu, yani ruhun içine düştü· birlik hali içinde Tanrı'ya erişebilecegi­
gü karanlık halini, içinde kaldıgı bilgi- ni savunan ögTeti.
gizleme y;ınlışı 381

gizemli tecrübe [İng. mystical experience; biçimde dinle yaptı~ı ittifakın eseri
Fr. experience nıystique). insanın, Pla- olan spekülatif tidealizme uyguladı~ı
ton'un ldealar dünyası benzeri daha gizemsizleştirmedir. Tanrı'nın gerçekte
yüksek bir gerçeklik alanıyla, veya Tan- varolınadı~ını, tannsal variı~ın birey-
n'yla, uzun bir hazırlık ve çile çekme dö- sel insanın sınırlılıklarından arındırılan
neminin ardından, çok kısa bir süre için, nesnelleştirilmiş insan do~ası oldu~u­
do~rudan ve araosız bir temas içinde nu söyleyen Feuerbach, insanın yaban-
olma ya da birleşme yaşantısı. Benin va- cılaşmış yetilerini kendine yeniden tam
rolan herşeyle özdeşleşmesi durumu. olarak yalnızca Tanrı kavramının gi-
Gizemli, mistik tecrübe mutlak bir ger- zemsizleştirilrnesi suretiyle mal edebile-
çeklik veya Tanrı'yla, temaşaya daya- ce~ine, onun ihtiyaçlarının gerçek bir
nan do~rudan ve araasız bir temas ya tatminine sadece dinin gerçek özünü or-
da birleşme olabilece~i gibi, Tann'nın, taya koyacak bir. gizemsizleştirme yo-
ınistik tecrübeyi yaşayan insanın varlı­ luyla kavuşabilece~ini söylemiştir.
ğına bir bütün olarak nüfuz etmesi duy- Söz konusu anlamı içinde gizemsizleş­
gusundan da oluşabilir. Bununla birlik- tirme, tNietzsche ve postmodemistlerin
te, gizemli tecrübenin en önemli özelli~i, soykütü~ü yöntemi ba~lamında da or-
onun kişiye özel, yaşanan, fakat anlab- taya çıkar. Felsefeyi eleştirel bir faaliyet
lamayan, yo~un ve biricik olan bir tecrü- olarak de~erlendiren postmodemistler,
be olmasıdır. Mistik tecrübe, onu yaşa­ nitekim, Nietzsche'nin izini sürerek, ta·
yan kişiyi aydınlatan, ona kurtuluşunu bulan yıkar, modem öznellik teorisinin
sa~layan, kişinin tümüyle pasif oldu- oluşturdu~u gizem bulutlarını da~ıtır.
~u, kişinin başına her an her yerde ge- Öme~in, felsefenin en olumlu anında
lebilecek, onun de~erlerini, yaşantısını, eleştiri oldu~unu öne süren +Deleuze,
bütün bir bakış tarzını de~iştirecek bir onun gizemi bozma yönünde bir leşeb­
tecrübedir. büsten başka bir şey olmadı~ını söyle-
Kısmi ya da mutlak birleşme şeklinde miştir.
gerçekleşen iki ayn mistik tecrübeden 2 Gizemsizleştirme ikind ve daha özel
söz edilebilir. Mutlak bir birleşme söz olarak da, Protestan teologu Rudolph
konusu oldu~nda, insan ruhu mutlak Bultınann (1884-1976) tarafından benim~
ve yüksek bir gerçeklikle, varolan her- senmiş olan, Kitabı Mukaddes'in ihtiva
şeyle ya da Tanrı'yla birleşir ve tam etti~i ·mitolojik unsurlardan arındınla­
olarak özdeşleşir; burada, benle ben- rak yorumlarunası yöntemini tanımlar.
olmayan, kul ile Tanrı ayırımı ortadan Söylence ya da mitosu 'aşkınlı~ın insan
kalkar. Buna karşın, kısmi birleşmede, hayatına girişi' olarak yorumlayan ve
mistik tecrübeyi yaşayan kişi, varolan imanın özünün geleneko;el dogmarun
herşeyle ya da Tanrı'yla do~rudan ve rasyonel olarak özümsenebilir olmayan
aracısız bir temas içinde olur, onunla unsurlarından tümüyle ba~ımsız oldu-
ancak kısmen birleşir ki, burada özne ~unu öne süren Bultmann, mitolojiniıı
nesne, ben ben-olmayan, kul· Tanrı ayı­ dolayımsız bildirimierin yeten;iz kaldı~ı
rımlan varolmaya devam eder. dönemlerde bir aniabm tekni~i olarak
gizemsizleştirme [İng. denıythologize; Fr. kullanıldı~ını, dolayısıyla insana düşen
dbııythologiser]. 1 Genel olarak, din( ya görevin mitolojik söylemler içerisinde
da siyasi bir ö~retiyi, tarihsel bir görü- vurgulanmaya çalışılan mesajların orta-
şü, bir disiplini içerdi~i mistik ögeler- ya çıkanlması oldu~unu söylemiştir.
den arındırarak, yeni baştan yorumla- gizleme yaniışı [İng. phallacy of red her-
ma. Bu tür bir gizemsizleştirmeye en iyi ring). Bir argüman, kanıtlama ya da
örnek 19. yüzyıl Alman düşünürü L. teze ilişkin eleştiriyi, dikkatleri başka
+Feuerbach'ın Tanrı kavramına veya bir konuya çevirerek göz ardı etmekten
dine, ve, ona göre, felsefenin yanlış bir oluşan gayn fonnel yanlış türü.
382 gnoseoloji

gnoseoloji (Os. meplıası mdrifei; İng. gnose- gnostikler [Yun. gnostikoi; Os. İrfaniyyuıı;
ologtj; Fr. gnoseologie; Al. gnoseologie]. Bil- İng. Gnostics; Fr. Gnostiques; Al. Gnosti-
giyi, insan v arlı~arun bilişsel faaliyetle- ker]. Hristiyanh~ın iJk dönemlerinde söz
rini, genel olarak konu alan disiplin. konusu olan, ve özü itibariyle, kadın ve
Antik Yunan'da, epistemoloji terimiyle erkeklerin kendilerinde tanrısal bir kavıl­
eş anlamlı bir biçimde kullarulan gn~ cun taşıdıklarını, fakat kaderin, do~um
loji terimi, bilginin kayna~a, sımrlan, do- ve ölümün hüküm sürdü~ü bir dünyaya
~asa ve geçerlili~iyle iJgili olan ve özel bi- düşmüş olduklanm, insanlardaki bu ka-
limlerin kabullerin.i, temel kavramiamu vılcımın ezoterik bir bilgi sayesinde ye-
ve yöntemlerini konu alan metodolojiden niden canlandınlaca~ıru ve böylelikle de
farkhlak gösteren bilgi teorisini tanımlar. insanın Tann'ya yeniden ulaşaca~ıru sa-
gnosis. Antik Yunan'da, genel olarak bilgi vunan tarikatiann üyelerine verilen ad.
anlarnma gelen, fakat Milattan sonra bi- Buna göre, Hristiyan ö~retiyi, esl:d
ainci ve ikinci yüzyalda, belli bir mezhep Do~u dinleriyle tYeni-Platonculuk ve
ya da tarikatta oldukça ileri bir düzeye tPhytagorasçıhkla kaynaştıran felsefi-
gelmiş seçkin müminlerin önemli dini dini okulun üyelerine Gnostikler adı ve-
ve felsefi do~rulara ilişl:dn batani bilgisi- rilmiştir. GnostikJer, türümü ön plana çı­
ni gösteren terim. kartıp, dünya ile Tann arasmda mutlak
gnostisizm [İng. gnostisicism; Fr. gnosticis- bir ikilik kurarken, maddeyi ve insan be-
me; Al. gnosisticismus]. Bir din çerçevesi denini kötülerler. Dolayısıyla, ahlak ala-
içinde, özellikle de Hristiyanlıkta ortaya nında, ya aşarı bir çilecili~i ya da tam bir
çıkan ve inanç yerine bilgiyi (gnosis) ge- ahlaksızh~ savunurlar.
çiren ö~reti. İnanç yerine geçirdi~ bilgi- gnothi seauton. 'Kendini bil!' anlamana
de, araştırmaya dayalı bir bilgelik yeri- gelen Yunanca söz.
ne, hakikale yönelik dolay1msaz bir Delphoi tapanagı.ıtda yazalı olan bu
görüyle şekillenen bir bilgeli~in savu- sözü, tSokrates ahlik anlayışanın temeli-
nucusu olan, Tann'nın, kişiye Tann'yla ne yerJeştinniştir. Bir yandan, tam bir öl-
birleşme ve Tanrı'nın do~asanı, özünü çülülü~ savunan Sokrates, bu çer~ve
kavrama olana~ı veren gizemli bir ay- içinde kişinin ahlaki bakımdan gelişebil­
dınlanmanm sonucu olarak, tam anla- mesi ve kendisini gerçekleştirmesi için,
mıyla bilinebilece~ini savunan, ve dola- önce kendisini tanıması, kendisine karşı
yısıyla Kilise'den aynlarak kişisel ve dürüst olmasa gerekti~ini belirtmiş ve
gizemli bir bilgiyi resmi dinin dogmala- bu tür bir bilgiyi, kişinin kendisine, dün-
nndan üstün sayan anlayış. yaya, toplum ve de~erlere yönelik biJge-
Hristiyanlıkta, sapkın bir ö~reti olarak li~inin temeline yerleştirmiştir.
ortaya çıkan gnostisizm, Hristiyan inan- Gorgias. M. Ö. 5. yüzyılda yaşamış olan
cıyla ilgili ö~eleri, Yunan felsefesinin te- önemli Sofist düşünür. Yokluk Üstüne ve
olojiyle ilgili görüşlerini ve Do~u'dan Helen' e ÖVgü adlı eserlerin sahibi olan
gelen unsurlarla birleştirerek, bir Tann, Gorgias, kendisini bir görecilikle sınırJa­
yaradılış ve kötülük ö~retisi geliştir­ mayarak, gerçek bir hiççili~in savunucu-
miştir. Tıpkı Manişeizmde oldu~u gibi, su olmuştur.
bir ucu Tann'da, di~er ucu maddede Hiçbir de~erin varolmadı~uu, insanla-
olan ikici bir görüşün savunucusu olan ra ikna yoluyla herşeyin kabul ettirilebi-
Gnostisizm, ikisi arasındaki boşlu~u bir lece~, zira insaniann bilgiden yoksun
dizi türümle veya Tann'yla madde ara- olduklarını söyleyen Gorgias, ikna sana-
sında yer alan ara varlıklarla kapatmaya tına, sözün terbiye edilip geliştirilmesi­
çahşmışhr. Gnostisizmde, türüm süre- ne büyük bir önem vermiştir. Ona göre,
cini, Tann'ya kurtuluş yoluyla dönüş ikna sanatı, konuşma, inanç ve düşün­
tamamlar. Kurtuluşu sa~layan en ö- ceyle ilgili olan tüm di~er sanatiann
nemli şey ise, çileciliktir. kendisine dayandı~ı temel sanattır. İn-
görecilik 383

sanlar bilgisiz oldukları için, Gorgias, al- reli oldugunu öne süren rölativizm tü-
danmayla dogruluk arasında büyük bir rüne 3 alı16ki görecilik adı verilir. Ahlaki
fark olmadıgını belirtmiştir. Olmadıgı göreciligin bir türü, tüm ahlak ilkeleri-
için de, ona göre, dogru söz ya da akıl­ nin bir kültür ya da toplumun uzlaşım­
yürütmeyle yanlış söz ya da akılyürüt­ lan baglamında geçerlilik kazandıgını
me arasında degil, fakat yalnızca başa­ öne süren 3-a) uzlaşımcılıktır. Buna kar-
rılı, doyurucu, ikna edici akılyürütme şın, ahlaki görectligin bir diger versiyo-
ve tartışmayla kısır söz ve tarhşma ata- nu olan 3-b) öznelcilik, ahlaki bir ilkenin
sında ayırım yapabiliriz. Logosun, sözün geçerliligini belirleyen şeyin bireysel
büyük bir gücü oldugunu öne süren tercihler oldugunu savunur.
Gorgias, bir yandan da sözün bu gücü- Söz konusu ahlaki görecilik, sırasıyla
nün, aydınlatan ve bilgi veren bir güç I ahlaken dogru ve yanlış oldugu dü-
olmayıp, dalgalandıran ve etkileyen bir şünülen şeyin toplumdan topluma de-
güç oldugunu söylemiştir. giştigini ve dolayısıyla, tüm toplumlar
gönül. Tasavvufta, tinsel degerierin bu- tarafından kabul edilen tek bir ahlaki
lundugu yere, Tann'nın, geçici varlıkla­ ilke bulunmadıgını dile getiren çeşitli­
rın etkilerinden sıynlmış, geçici aşklar­ lik tezine ve ll tüm ahiald ilkelerin ge-
dan uzaklaşarak gerçek aşka erişmiş çerliliklerini gördükleri külh.irel kabul-
kimselere göründügü makama, gerçek den aldıklarını dile getiren bağınılılık
sevgilinin kendisine yurt edindigi son- tezine dayanır.
suzluk ülkesine verilen ad. 4 Epistemolojik ya da bitişsel görecilik
görecilik [İng. relativisnı; Fr. relativisnıe; ise, evrensel bilgi ya da hakikat ölçütle-
Al. relativismus]. Kişiden kişiye degiş­ ri olmadıguıı, dogru olan ya da kabul
meyen nesnel bir hakikat, herkes için edilenin yerel kültürlere, tarihsel veya
geçerli olan mutlak do~lar buluruna- sosyo-politik ilgilere içsel ve dolayısıy­
dıgını, hakikatin ya da dogruların bi- la göreli olan ölçüllerin bir fonksiyonu
reylere, çaglara ve toplurnlara göreli ol- oldugunu iddia eder. Başka bir deyiş­
dugunu savunan anlayış; kişiden kişi­ le, epistemolojik görerilik bilim felsefe-
ye, çagdan çaga, toplumdan topluma sinde, bir teori ya da empirik inançlar
degişmeyen birtakım dogrular, evren- kümesinin digerinden daha iyi ya da
sel hakikatler bulundugunu reddeden dogru oldugu yargısına varma imkanı
tavır. Mutlak veya degişmez ya da ev- verecek, evrensel geçerliligi olan bilim-
rensel standart ya da ölçütlerin bulun- sel bir metodolojinin olmadıgıru öne
madıgını öne süren yaklaşım; bir teori- sürer.
nin, kendisinin dışında ve kendisinden Nitekim, tKuhn ve tFeyerabend gibi
bagımsız olan dogruluk ölçütleri sagla- göreciler, bilimsel teorilerin birbirleriyle
yamaması durumu. mukayese edilemez olduklarını savu-
Bir kimsenin görüşünün başka bir nurlar. Söz konusu filozoflardan Kuhn,
Itimsenin görüşü kadar iyi ya da dogru The Structure of Scient~fic Revolutions [Bi-
oldugunu öne süren görecilik. bireyler limsel Devrimierin Yapısı) adlı eserin-
arasındaki farkhhklarla ilgili bir ögreti de, bilimsel düşüncenin her zaman, tar-
oldugu zaman, 1 bireyci görecilik; top- tışmanın terimlerini tanımladıgı için,
lumlar arasındaki farklılıkJarla ilgili bir haklı kıhnamayan, temellendirileme-
ögreti oldugu zaman, 2 sosyal görecilik yen teorik bir paradigmanın benimsen-
adını alır. Bununla birlikte, biri ahlaki, mesini içerdi~ni söyler. Bir teoriden di-
digeri de epistemolojik olmak üzere, te- gerine dogru olan degişmenin,. özü
melde iki ayn görecilik türü vardu. itibariyle rasyonel olmayan bir degiş­
Bunlardan evrensel olarak geçerli ahlaki me oldugunu öne süren Kuhn, bilimsel
ilkeler bulunmadıgını, tüm ahlaki ilke- paradigmalann birinden digerine geçi-
lerin kültürlere ve bireysel tercihlere gö- şin, açıklanabilmekle birlikte, metodo-
384 göreli

lojik yönden haklı kılınıp teınellendiri­ İnsan z:ilminden ya da özneden ba~ım­


lemeyece~ini savunur. sız olarak varolan nesnenin koşullara
göreli [Yunanca pros ti; Os. izllfi; İng. relati- göre de~işen algdanabilirli~i. Nesnenin
ve; Fr. relatif; Al. relativ, l7eZiiglic:h]. Bir iliş­ tümüyle perspektif yasalanna göre belir-
ki içinde varolan, başka şeylere ba~lı lenen şekli. Görüntü anlamında, gerçek-
olan, sadece bir ba~mh sayesinde varola- li~in, tasanmlar, ideler, duyu-deney-leri ·
bilen şeyler için kullanılan sıfat. BWlunla ve algı içeriklerinden oluşan, zihindeki
birlikte, varolan herşeyin ilişkileri, bir- yansısı. Gerçekliğin, algılayan öznenin
takım ba~ıntılar sayesinde varoldu~u durumuna, içinde bulundu~u koşullara
dikkate alınırsa, bunun biricik istisnası, göre, kayna~ım zihinde daha iyi ya da
koşullu olmayan, başka herşeyden ba- daha kötü ifade edebilen yansısı. Kendi-
~ımsız olarak varolan, başka hiçbir sinden çıkb~ı gerçekli~e az ya da çok
şeyle ilişki içinde bulunmayan mutlak benzedi~i düşünülen duyu içeri~i.
varlık olarak Tanrı'dır. görünüş-gerçeklik ayıramı [İng. distincti-
Göreli teriminin 'varoluşlan başka şey­ on between appearence and reality; Fr. dis-
lere ba~lı ya da başka şeylerle ilgili olan tinction entre l 'apparence et realite]. Şeyle­
şeyler' için kullanıldı~ını söyleyen Aris- rin, tüm ilişkilerinden ba~ımsız olarak,
toteles'e göre, öme~in 'en büyük, başka kendilerinde ve kendi başlarına sergile-
şeylerden daha büyük oldu~u için, varo-
dikleri varlık tarzı (gerçeklik) ile bilen,
luşu bir başka şey hakkında söylenene
algılayan ya da gözlemleyen özneye gö-
dayanan bir şeydir'. Modem felsefenin rünme tarzı arasında yapılan ayrun.
kurucusu Descartes ve panteizmi Dcs- Ayırım, görünüşlerine ilişkin bilgi-
cartes'ın töz tanımından çıkan tSpinoza
mizden ba~ımsız olarak varolan bazı
ise, kendi kavramlarmda başka kavram- şeyler (belli bir gerçeklik) bulundu~u
ları ihtiva eden şeylerin göreli olduklan-
düşüncesiyle, bu şeylerin kendilerinde
nı öne sürmüşlerdir.
ne oldu~unu (gerçekli~in bizzat kendi-
görünmez. el [İng. iırvisible hand; Fr. main
sini) hiçbir zaman bilemeyece~imiz ve-
invisible). Adam Smith'in The Wealth of
ya ancak akıl yoluyla kavrayabilece~i­
Nations [Ulusların ZenginH~i] adh kita-
ıniz ya da şeylerin kendileri hakkında
bından çıkan ve bireylerin iktisadi ha-
(gerçekli~in kendisiyle ilgili olarak) yal-
yatta ekonomik kazanç amacıyla kendi
nızca pek az bir şey bilebilece~imiz gö-
çıkarlan için mücadele verirken, eylem-
rüşünden oluşur.
lerinin bir güç sayesinde, toplumun
genel çıkarına, refaluna bulunacak şe­ Salt felsefe ya da metafizi~e özgü bir
kilde gerçekleşti~i ve gelişti~i olgusu- ayınm olmayıp, bilim tarafından da kul-
na gönderiınde bulunan deyim. laıulan görünüş-gerçeklik ayınmında, fi-
Buna göre, toplumu meydana getiren lozoflar tarafından herşeyden önce, gö-
bireylerin iktisadi eylemleri, onlar salt rünüşün aldahcı, yanılbo oldu~u yerde,
kendi kişisel çıkarlarinı düşündükleri gerçekli~in asıl, hakiki oldu~u savunul-
zaman dahi, devletin engellemesi ve muştur. İkinci olarak, gerçeklik, filozof-
müdahalesiyle karşılaşılmadı~ı süre- lara göre, görünüşlerin türetilmiş olduk-
ce, toplumun yaranna, genelin refah ve ları, başka bir şeye bulundukları yerde,
zenginli~i için çalışır. temeldir, kendi kendisine ba~lı olup,
görünüş [Os. zaJıir; Al. appearence; Fr. appa- kendi kendisine yetendir. Üçüncü olarak
rence; Al. schein). Görülen şey ya da ken- görünüşlerin, kendi başianna alınıp,
disini bilince do~rudan ve araasız bir bi- kendi içinde d~erlendirild.iklerinde an-
çimde sunan duyu içeriği. Gerçeklikte, lamdan yoksun ve bütünüyle aldabcı ol-
dış dünyada varolan nesnenin farklı dukları yerde, gerçeklik tümüyle anlaşı­
nesnel koşullara göre de~işmekle birlik- lır olma ve görünüşlere anlam verme
te, yine nesnel olan de~işik görünüşleri. özelli~i taşır.
gösterge 385

Ayuıının tarihi felsefenin tarihi kadar Görünüş-gerçeklik ayırımı, Marksist


eski olmakla, ayırım en azından antik felsefede, kapitalist toplumun görünü-
Yunan filozofları tParmenides ve tHe- şünün gerisindeki, bu görünüşün teme-
rakleitos'a kadar geri gitmekle birlikte, linde bulunan gerçeklige ulaşmanın
onunla ilgili en saglam kanıtlardan biri- yöntemi olarak kullanılmıştır. Bu yönte-
si, modem felsefenin kurucusu tDes- me göre, göriinüş gerçekligi gizlemekte
cartes'ın balmumu kanıtıdır. Descartes'a olup, gizledigi o gerçeklik tarafından
göre, balmumunun şekli, rengi, hacmi açıklarur. Bununla birlikte, görünüş, bir-
ve kokusu, yani duyu yoluyla algılana­ çok bakımdan tatmin ve ikna edici oldu-
bilir olan nitelikleri vardır. Bununla bir- gu için, bir anlamda gerçektir de.
likte, mumu ateşe yaklaştırdıgımız gösteren [İng. sign~fier; Fr. signifiant; Al.
zaman, onun her yönden degiştigini, signifikant]. Gösterilenle birlikte bir gös-
mumun, tüm bu degişmelere karşın, terge meydana getiren ses ya da sesler
yine de var olmaya devam ettigini görü- bütünü, göstergenin maddi boyurunu
rüz. oluşturan imge. Hep maddi bir varlık,
Descartes, buradan hareketle, duyusal yani duyu-organlarıyla algılanabilir bir
niteliklerin varolaniann degasının bir şey olan gösteren ünlü dilbilimci Saus-
parçası olmadık.Jannı, ancak yalnızca sure'ün ifadesiyle, sadece süre içinde
görünüş kategorisini oluşturduklarını gerçekleştigi, özelliklerini süreden aldı­
söyler. Duyusal nitelikler, tözün aynı gı ve yayılım gösterdigi için, çizgiseldir.
töz olarak kalıp, kendileri bakmundan göstererek yapılan tanım [İng. ostenslve
degiştigi özsel olmayan özellikler, ya defition; Fr. difinition ostensitıe]. Herhan-
da arazlardır. Fiziki nesnelerin özü, yani gi bir kavram ya da terimi, onun algıla­
görünüşün gerisindeki gerçeklik ise, nabilir bir ömegini göstererek tanımla­
mekanda yer kaplamadır. Başka bir de- yan tanım türü.
yişle, maddi töz özü itibariyle yer kap- Buna göre, algısal kökenli temel kav-
lar v~ onun yayılımları çeşitli degişik­ ramlan dilsel yoldan tanımlamak kolay
likler sergiler. Bu, yer kaplamanın fiziki ya da olanaklı olmadıgı için, bir rengi,
gerçekligi meydana getirdigi anlamına ömegin sanyı öbür renklerden ayırarak
gelir ve geometri bilimi de bu sonucu tanımlayabilme, san renkli bir şeyi gös-
dogrular. termeyi gerektirir. Söz konusu tanım
Descartes'ın söz konusu argümanı, türü, tam dilsel degil de, yan-dilsel
tlocke'un birincil ve ikincil nitelikler ara- olan bir tanım türü olarak ortaya çıkar.
sındaki ayınmıyla görünüşle gerçeklik gösterge [İng. sign; Fr. signe; Alın. zeic-
arasındaki ayınnu ortaya koyan başka hm ]. 1 Genel olarak, kendi dışındaki bir
akılcı yaklaşımlar için temel oluştur­ şeyi gösteren, kendisinden bagımsız bir
muşhır. Rasyonalist, algının göreliligini, gerçekligi yansıtan her tür varlık, nesne,
degişkenligini ve tutarsızlıgıru gösteren olay, olgu. Bir faaliyeti, bir oluşum ya
kanıtlar kullanarak, gerçeklige yalnızca da anlamı onu anlayan birine gösteren,
aklın erişebileceğini gösterir. Nitekim bir bagantının yerine duran şey.
tleibniz, aynı çerçeve içinde, manadlar- Buna göre. bir gösterge bpkı kırmızı
dan meydana gelen gerçek dünyanın, renginin, trafik dilinde 'dur' anlamına
zaman ve mekan içinde olmadıgını, göz- gelmesi gibi. be Ili bir şeyi gösterecek,
lemledi~ türden nedensel ilişkiler belli bir anlamı ifade edecek şekilde dü-
sergilemedigini ortaya koymuştur. Ona zenlendiği ya da ayarlandıgı zaman,
göre, görünüş, yani zaman ve mekan buna uzltışnnsal gösterge adı verilir. Başka
içinde yer alan gözle görünür dünya, bir deyişle, bir gösterge insanlaruı aynı
manadlardan oluşan gerçek dünyayla, anlam, düşünce ya da nesneyi göstermek
yani görünüşün gerisindeki gerçeklikle üzere, başka bir işareti kullanabilme ola-
açıklanabilir. nagına sahip olmalan anlamında uzla-
386 gösterilen

şımsaldır. Göstergeyle, gösterge tarafın­ ~österilen [İng. sign(~·ed; Fr. sign~fie; Al.
dan gösterilen, işaretin yerine durdugu ~ıgıt~fikat).Göstereni e birlikte, gösterge-
· şey arasındaki ilişkinin, insan tarafından yi oluşturan içerik; göstergenin maddi
uzlaşıma dayalı olarak kurulmuş yapay degil de, kavramsal boyutu; göstereni
bir ilişki olmayıp, (bulutlann yagmurun, anlama ya da yorumlama faaliyetinde
duınarun yangmın, vücud ateşinin de kullanılan kavram, göstergenin gönde-
hastahgın eınaresi alınası gibi) gözlemle- rirnde bulundugu zihinsel içerik.
nebilen do~al ya da nedensel bir düzeni Göttingen Okulu [İng. Göttinge11 Sclıool;
ortaya koyan bir tasvir olması durumun- t.cole de Göttingen). tKant'ın felsefesin-
da, söz konusu işarete doğal gösterge adı den yola çıkan Leonard Nelson tarafın­
verilir. dan kurulan Yeni-Kantçı felsefe okulu.
Öte yandan, bir gösterge gösterdigi Deneyimin, tecrübenin temel ilkelerini
şeye benziyorsa, gösterdigi şeyle açık keşfetıneye çalışan Nelson, tpsikolo-
bir benzerlik sergiliyorsa, bu gösterge- jizmden ve tkuşkuculuktan kaçınabii­
ye terıısili gösterge, buna karşın, anlamı, rnek için, psikolojik içebakış yöntemini
göstergeyi kullananın özelliklerin~ ve kullanmış ve bu ilkelerin, psikolojik
göstergenin kullanıldıgı baglama göre- degil de, Kantçı anlamda metafiziksel il-
li, bagh olan göstergeye ise, durumsal keler oldugunu öne sürmüştür.
gösterge adı verilir. gözden geçirici metafizil< [İng. revisionan1
2 Daha özel olarak da, dilsel bir göste- nıetaphysics; Al. metaphysique rhıisioııiste).
renle gösterilenin birleşiminden dagan Çagdaş İngiliz mantıkçısı P. F. Straw-
birim. Dili bir göstergeler sistemi olarak son'un, Descartes, Leibniz ve Berkeley
düşün d ü~müzde, anlamın temel biri- gibi filozofların eserlerinde ömeklendi~­
mi olan şey, im, işaret. ne inandı~ metafizik türüne verdigi ad.
Gösterge terimi zorunlulukla bir bagın­ Bu tür bir metafizik, ona göre, dünya
tıyı gündeme getirdigi için, dilsel göster- ile ilgili düşüncelerimizin aktüel yapı­
genin mahiyeti en iyi, onu emare ya da suu tasvir etmenin ötesine geçmeyen
dogal göstergeden ve sembolden ayır­ tbetimleyici metafizikten fazla olarak,
mak, onun hndisini meydana getiren daha iyi bir yapı ortaya koymaya çalı­
bagıntının özgüllügünü ortaya koymak ş an bir m~tafizik türüdür.
suretiyle açıklanabilir. Buna göre, dilsel gözlem [Os. müşahade, rasat; İng. observati-
gösterge, örnegin yagmurun emaresi on; Fr. observation; Al. beobachtung]. Nes-
olan bulut veya ateşi gösteren duman neleri ve olayları, onların niteliklerini ve
olarak dogal göstergeden v~ya barışın somut ilişkilerini saptama, kendi zihin-
simgesi olan güvercin olarak sembolden sel deneyimlerimizin, iç yaşantılanmı­
farklılık gösterir, çünkü dogal gösterge- Zin dogrudan bir biçimde bilincinde
nin işleyişi ardışıklık, sembolün işleyi­ olma edimi, olgu toplama işlemi Bilim-
şi de benzerlik bagıntısına dayanırken, de, doga koşullarına müdahalenin söz
dilsel göstergeyi meydana getiren baguıh konusu oldugu deneyden önce gelen
uzlaşımsaldır. Kullanımı bir bildirişim evre için kullanılan terim.
amaana baglı olan göstergeyi, İsviçreli Gözlemde, iki ögeyi, yani algı verileriy-
ünlü dilbilimci Ferdinand de tSaussure, le, yorumlama faaliyetini birbirinden
birbirinden ayrılması imk§ınsız olan iki ayırt etmek gerekir. Yorumlamayı belir-
yüzü, bir işitsel imge (gösteren) ve bir leyen temel koşullar ise, geçmiş yaşan­
kavram (gösterilen) ihtiva eden bir şey tımızı oluşturan kavramlar, bakış açıla­
olarak tarumlar. Yine dilsel gösterge, dil n, inançlar, bilgi ve varsayımlardır.
sisteminin diger göstergeleriyle olan Bundan dolayı, kavramsal düşünceden,
ilişkilerinden bagımsız olarak ele alına­ öznel ögelerden tümüyle anruıuş, yal-
maz; bu anlamda gösterge, diger göster- nızca duyu verilerini kapsayan yalın bir
gelerin olmadıgı şeydir. gözlemden söz etmek oldukça güçtür.
Gramsci, Antonio 387

Su çerçeve içinde, gözlemin bilimsel sınırlamnaınlş genellemeler, tümel öner-


de~erini belirleyen iki temel ölçüt, gü- meler için temel oluşturan önennelere
venilirlik ve geçerliliktir. Buna göre, gözlem önermeleri adı verilir.
gözleınde en önemli noktalarm başın­ gözlemleyici sözeelem [İng. constative ut·
da, gözlemcinin olgulara yaklaşırken terance; Fr. ~nonc~ constatif]. Ünlü ça~daş
birtakım kişisel saplantı, gizli ya da dil filozofu J. t Austin'e göre, bir 'şey du-
üstü örtük, önyargı ya da inançlarm et- rumu'nu betimleyen, olgular üzerine bir
kisinde kalmamasıdır. Güvenilirli~in bilişi veya malumahn dile getirilmesi
başka bir ölçütü de, gözlemin tekrarla- olan sözeelem ya da söylenimler. Bunlar
nabilir olması ve tekrarlandı~ı zaman, do~ruluk de~eri alan, yani do~ru ya da
tutarlı kalmasıdır. Buna göre, güvenilir yanlış de~eri alan sözcelemlerdir.
bir gözlem aşa~ı yukarı aynı koşullar gözlemsizlik yaniışı [İng. phallacy of in·
altında daima aynı sonuçları veren bir sufficient obseroation; Fr. erreur de robser-
gözlemdir. Gözlemin güvcnilirli~ini be- vation insuffisante]. Araştırılan konuyla
lirleyen başka bir ölçüt ise, gözlemin do~rudan ilgisi bulunan, ve araştırma­
fazla hata payı içermemesidir. nın sonucunu doğrudan etkileyecek
Buna karşın gözlemin geçerlili~i, göz- olan bir olguyu görmemekten ya da he·
lemin belli bir amaca yönelik olmasıyla, saba katmamaktan oluşan önemli bir
bir sorunun yanıtlanınasma, bir proble- formel olmayan yanlış türü.
min çözümüne ya da bir hipotezin test Gramsci, Antonio. 1891-1937 yılları ara-
edilmesine hizmet etmesi olgusuyla be- suıda yaşamış olan ünlü İtalyan düşü­
lirlenir. Gelişigüzel yapılan, belli bir nür. Temel eserleri: İl Materialismo storico
amaca yönelik olmayan gözlemler, gü- e la Filosofia di Benedetto Croce [Tarihsel
venilir olsalar bile, geçerli olmaktan Maddecilik ve Bendetto Croce'nin Felse-
uzak olan gözlemlerdir. fesi], G!i intellettuali e l'Organizzazione
Öte yandan, fenomen1erin.. gözlemci ta- della Cullura [EnteUektüeUer ve Kültü-
rafından denetlenemeyen, kontrol ötesi rün OrganizasyonuL Note sul Madıiııvel·
koşullarda gerçekleştirilen gözlemi çıp­ li, solla politica e solla stato nwderno (Mac-
lak gözlem olarak bilinir. Buna karşuı, fe- hiavelli, Politika ve Modem Devlet
nomenler, araşb.rmaaıun denetleyebildi· Üzerine Deneme) ve hapishanede kale-
~i ya da müdahale edebildi~ koşullarda me almış oldu~u Quaderııi del Careere
gözlemlendi~i zaman, bw1a gözlem de~il [Hapishane Defterleri].
de, deney adı verilir. Çıplak gözlem, teles- Bab Marsizmi gelene~i içinde yer alan
kop, mikroskop türünden bilimsel araçla- Gramsci, Marksizmi bir siyaset ya da
nn kullanılması, gözlem için uygun yer praksis felsefesi olarak yeni baştan inşa
ve zamanın seçilmesi suretiyle geliştirile­ etme çabası içinde olmuştur. O, bu ba~­
bilir; bununla birlikte, kulJanılan hiçbir lamda, Marks'ın ekonomik determiniz-
bilimsel araç, araşb.rılan fenomenin göz- mini reddetti~ için, tarihsel maddecili~in
Iemi için çekilen zahmetler, gözlernlenen belirledi~ bir Marksizm anlayışından bi-
fenomen ve fenomenin ortaya Çikış ko- limsel bir ekonomi ve toplum felsefesi
şulları aktüel olarak etkilenmedi~, de- olarak Marksizme yönelm.iştir.
~iştirilmedi~i ve kontrol edilmedi~i sü· Klasik Marksist felsefeyi tCroce'den
rece, gözlemi temel karakter itibariyle ö~endi~i tHegeleilik ve ttarihselcilikle
deney haline getiremez. zenginleştiren Gramsci'ye göre, felsefe,
Bu ba~lamda, dünyarun durumuyla, toplumsal bir etkinlik olup, kültürel
dünyadaki olay, olgu ve fenomenlerle il- normlar ve de~erler evreninden, sa~du­
gili olan, önyargwsız bir gözlemcinin d~­ yu olarak herkes tarafuıdan paylaşılan
rudan do~ruya duyu-organlaruu kuiJan- dünya görüşünden başka bir şey de-
masıyla elde edilen, ve do~rulanabilen ~ildir. Bundan dolayı, ona göre, tüm
388 Gregorius

felsefeler somut olup, bir yer, bir zaman saydılar eger, Hristiyanlıkla Yunan fel-
ve bir halka aittir. Gramsci felsefeyi bu sefesi arasında hiçbir fark olmayacagını
şekilde kavrayıp tasarlarken, Marksiz- öne süren Aziz Gregorius'a göre, yine
min toplumun siyasi ve kültürel üstya- de inancın akılla hiçbir ilişkisi bulun-
pısını belirleyen temel ya da altyapı ola- madıgı düşünülmemelidir, çünkü inan-
rak ekonomi anlayışına karşı çıkmıştır. cın rasyonel bir temeli vardır. Inancın
Onun gözünde, sagduyunun dönüşü­ üstünlügü kabul edilirken, felsefenin
mü ve yeni felsefi perspektifierin gün- yardım ve hizmetinden asla vazgeçil-
deme gelişi olarak siyaset, tarihsel de- memesi gerekligini belirten Aziz Grego-
gişınede bagunsız bir ögeyi gösterir. rius'a göre, ahlal<., doga felsefesi, mantık
Gramsci'nin, bununla birlikte esas kat- ve matematik, hakikat tapınagının süs-
kısı hegemonya kavramıyla ilgili çözüm- leri olmakla kalmayıp, erdem ve bilgeli-
lemesinde yatar. tHegemanya kavramı­ ge önemli katkıda bulunur.
nı, belli bir grubun bir birlik oluşturma, Onun 'insan' sözcügünün öncelikle
diger gruplar üzerinde tahakküm kurma tümel, ikinci olarak da bireysel insana
savaşı olarak tanımlayan filozof, yöneti- uygulanmak durumunda oldugunu
ci sınıfların tahakkümünün zor kullan- ifade eden ögretisi de bu baglamda, Gre-
ma ya da dogrudan kontrol dışında, ve gorius'un inancın gizlerini daha anlaşılır
bunlardan çok daha etkili bir biçimde, kılma çabasının bir parçası olarak deger-
bagıınlı kümelerin rızasıyla saglandıgı­
lendirilmelidir. Başka bir deyişle, tümel-
nı öne sürmüştür. O ilgili rızayı sagla-
ler konusunda, tıpkı Platon gibi, realist,
yan aygıtiara hegemonik aygıtlar adını
hatta hiperrealist bir görüş benimseyen
vermişve bu aygıtlar yoluyla hakim ide-
Aziz Gregorius'a göre, biri göksel, ideal,
olojinin geçerli ve dogal bir söylem hale
ya da tümel olan insan, digeri ise tikel
geldiğini belirtmiştir.
ve duyu-deneyinin konusu olan insan
Buradan hareketle, bir proletarya hege-
olmak üzere, iki ayn insanı birbirinden
monyası anlayışı geliştiren Gramsci'ye
ayırmak gerekir.
göre, proletaryanın iktidanru uygulaya-
Bunlardan ideal olan birincisi, Tan-
bilmesi için en elverişli koşullar, bu sı­
nıfın aynı zamanda hem yönetici ve
n'run zihninde, cinsel belirlemeden yok-
hem de hakim sınıf olmasıyla gerçekle- sun, vetidea olarak varolan insan ya da
şebilir. Bunun içinse entellektüel ve etik
insan varlıgıdır; buna karşın, du yu yo-
yönetimin devlet egemenilginden önce luyla algılanan ikincisi, ideal insanın,
gelmesi gerekmektedir. Gramsci, prole- cinsel belirleme almış bir ifadesi, tümel
taryanın söz konusu amacı gerçekleşti­ insarun tek tek birçok insanda kısmen
rebilmek için sınıflararası bir ittifak kur- gerçekleşen tezahür ya da ifadesidir.
ması gerekligine inanır. Hem iktisadi, Bunlardan gerçekten var olan birincisi
hem de entellektüel bir düzlemde oluş­ olup, ikinci birincisinin bir tezahür, suret
turulacak bu tarihsel blokun temelinde, ya da yansıması olarak varolur.
ona göre, komünist parti yer almalı ve Grolius, Hugo. 1583-1645 yılları arasın­
öncülük etmelidir. da yaşamış ve dogal hukuk ögretisiyle
Gregorius. 3:35 ve 395 yıllan arasında ya- ün kazanmış olan ünlü Hcllandalı dü-
şamışve inancın önceligini ve üstünlü- şünür.
günü teslim etmekle birlikte, bir yandan Hukuk alanında, tDescartes metafizilli
da inancın rasyonel bir temeli oldugu- ve epistemolojisiyle modem düşünce
nu, akılla temeliendirilmesi ve destek- açısından ne kadar önemliyse, o kadar
lenmesi gerekligini belirhniş olan Hris- önemli olan Grotius, Descartes'ın bilgi
tiyan düşünür. alanında gerçekleştirdilli şeyi, hukuk
Inancın gizlerinin, felsefi ya da bilimsel alanında yapmıştır. Başka bir deyişle,
sonuçlar olmadıgını, zaten olmuş ol- nasıl ki modern felsefenin kurucusu
Guattari, Felix 389

olan Descartes, kuşku yoluyla bilgiyi te- grup [1ng. group; Fr. groupe; Ai. gruppe].
olojik-skolastik tasalluttan kurtararak Birkaç ya da birçok benzer nesneden
özneden yola çıktıysa, aynı şekilde Gro- oluşan bir toplam.
tius da hukugu, Tanrı iradesi karşısın­ Buna göre, sayısal çokluk ya da nice-
da bagımsız ve nesnel bir kurum olarak lik, bir grubun özsel, belirleyici bir yö-
öne sürmüştür. nüdür. Grubu bu çerçeve içinde, suuf
Buna göre, dogal hukuk yanlısı bir dü- ya da türden ayırmak büyük bir önem
şünür olarak Grotius, hukuku insan do- taşır. Bilimsel anlamı içinde, bir sınıf
gasuun bir ürünü olarak görmüştür. ya da tür, onu başka nesne ti,irlerinden
Laik dogal hukuk anlayışının kurucusu ayıran belirli niteliklere ya da karakte-
olan filozof, Ortaçagın teolojik renkli ristiklere sahip oldugu için, sınıf ya da
dogal hukuk konsepsiyonundan oldugu tür diye adlandınlır. Türler söz konusu
kadar, Ilkçagın dogal hukuk görüşün­ oldugunda, yalnızca sayı ya da nicelik
den de ayrılmış ve dogal hukuku, insan pek dikkate alınmaz. Bir sınıf ya da tür
dogasından çıksa bile, aynı zamanda hakkında öne sürülmüş olan bir iddia,
belli bir uygarlık düzeyine erişen ulus- niteliklerin söz konusu birleşimi ve do-
lar tarafından kabul edilmiş kurallar layısıyla, bu niteliklere sahip olan her
olarak ele almıştır. bir şey hakkında öne sürülmüştür.
Başka bir deyişle, Grotius'un felsefeye Guattari, Felix. Çagdaş ünlü Fransız psi-
olan en büyük katkısı, yurttaşlar ve yö- kanalist, Freudçu-Marksist düşünür. LıJ
neticiler için oldugu kadar, Tann için Revolution mo/eculaire [Moleküler Dev-
de baglayıcılıgı olan, akıl yoluyla belir- rim] L'Inconscimt Machinique [Makine
lenip ortaya kanabilir kurallar öbegi Bilinçdışı] gibi eserlerin yazan olan Qu-
olarak dogal hukugun savunuculugu- attari, esas tDeleuze'le birlikte yaptıgı
nu yapmaktan meydana gelir. Bundan ortak araştırmalarla ve onun1a beraber
dolayı, onun hukuku dinden bagımsız kaleme almış oldugu Anti-Oedipe, RhizD-
kılıp, insan dogasına ilişkin dogru ve me [Köksap] ve Mille Plateaux [Bin Yayla]
saglam bir kavrayışla belirlenen bir te- adlı eserlerle arulmaktadır.
mele oturtma çabası vermiş oldugu Genelde postyapısalcı ve posbnodem
söylenebilir. bir gelenek içinde yer almakla birlikte,
Ona göre, dogal hukuk, dogru aklın, bir varolan yapı, halihazırdaki statüko kar-
eylemin, insanın rasyonel özüne, akıllı şısında her türden teslimiyelin ve uz-
dogasına uygun olup olmamasma göre, laşmacılıgın paradigması olarak gördü-
ahlaki bakımdan aşagı ya da zorunlu bir ~ bir postmodem durum düşüncesine
eylem olduguna işaret eden buyrukla- şiddetle muhalefet eden biridir, Guatta-
rından meydana gelir. Eylem, Tanrı ta- ri. O modemligi her ne kadar eleştirse,
rafından salt bu nedenden dolayı, yani belli bir ilerleme fikrinin iflas ettigi k~
insanın akıllı özüne uygun düşüp düş­ nusunda diger postmodemistlerle hem-
memesine baglı olarak emredilir ya da fikir olsa da, modem politik degerieri
yasaklanır. Bu türden bir eylem. bizzat onaylamaktan geri durmaz ve demokra-
Tanrı onu buyurdugu için, ahlaki bakım­ sinin yeniden icade edilmesi ça~ısında
dan gerçekleştirmekle yükümlü oldugu- bulunur.
muz bir eylem değildir; tam tersine, o Başka bir deyişle, modernile eleştiri­
ahiili bakımdan gerçekleştirmekle yü- sinin merkezinde bir bilgi ve rasyonali-
kümlü oldugumuz bir eylem oldu~­ te eleştirisinden ziyade, kapitalist top-
muz için Tann tarafından emredilmiştir. lumun eleştirisi bulunan Guattari, bu
Yani Grotius'a göre, iki artı ikinin dört et- baglamda, büyük ölçüde Marksizme ve
memesini, özü itibariyle kötü olan bir Freud'un görüşlerine yaslanmıştır. O
davranışın kötü olmamasuu, Tann bile rasyonel, kurucu özne düşüncesini red-
saglayaınaz. detmiş ve dinamik bir bilinçdışı lehine,
390 güç ahl.ikı

bilinçli beni ya da benliği tahrip etme ça- gerekjr' diyen Nietzsche, bumınla evre-
bası içinde olmuştur. Bu baglamda, psi- nin mekanik düzeninde bulunan ve bu
kanaliz teorisi, psişik bastırma kavramı, düzen ortadan kaldınlmadan vok edile-
ve aile ile faşizmin analizi üzerinde meyecek olan temelli bir özelligi kastet-
odaklaşan Guattari, Deleuze'le birlikte, tigini söylemiştir. Evrende güçlü olma
arzunun üretkenligini vurgulayan, arzu- isteğinin hüküm sürdügünü, güç istemi
yu güçsüzleştirerek hareketsiz kılma ça- ilkesinin evrenin her yerinde iş başında
bası içindeki toplumsal güçleri mahkum oldugunu öne süren filozof, aynı ilkeyi
eden bir arzu felsefesi geliştirmiştir. insana da uygulamış ve güç istemini
Bwıunla birlikte, Guattari, söz konusu ikinci olarak, insan eylemlerinin kendisi-
arzu felsefesinden önce, psikanalizin post- ne tabi veya bagh kılındıgı itki olarak
ınodern muadili olarak düşünülen bir şi­ tanımlaı nı ştır.
zoanalizle, modem düşüncenin özne 1 Nietzsche'ye göre, insan varhgındaki
nesne, gerçeklik/ fantezi, dirimseldlik/ temel ilke, insaniann daha fazla güç elde
mekanizm benz_eri geleneksel ikili karşıt­ etmek için yaşamlanru zaman zaman
hklanru yapıbozuma ugratnuştır. Bu tehlikeye atmalan olgusunun da ifade et-
çerçeve içinde akılcı temsil ve yorum şe­ tigi gibi, yaşama isteginden çok, güç iste-
malanru, arzuyu sabitleyen ve yaratıcı midir. Savaşta zafer kazanma, rekAbette
enerjinin önüne set çeken tahakkümcü üstün olına, başkalanru etkileme, sanat-
veya basbrmaa dayabnalar olarak yo- sal yaratun, fılozofun evreni entellektüel
rumladıktan sonra modem temsil ve öz- bakımdan fethetmesi, söz konusu güç
nellik teorilerinden kopan Guattari, arzu- istemini gözler önüne seren birkaç ör-
nun bütün sosyal ve tarihsel gerçekliti nektir. İnsanlar, Nietzsche'ye göre, daha
yarattıgıru ve toplumsal altyapınm en güçlü olmak için, bilerek ve isteyerek
önemli parçası oldu~nu dile getiren bir birtakım hazlardan kaçıp, birtakım ao-
arzu felsefesi üzerinde çalışmıştır. lara katlarurlar. ifadesini yarabcı faali-
güç ahlak ı [İng. ethics of power; Fr. ethique yette bulan güç, tüm insaniann peşin­
de pouvoir]. Alman filozofu Friedrid1 den koştuklan en yüksek mutlulugu
+Nietzsche'nin, üstünlügü, güç ve yara~ saglar. Mutluluk haz dolu saatierin yo-
hcılıgı temele alan, üstinsana götürmeyi gunlugundan degil de, gerçek bir güce
amaçlayan evriınci ahlakı. Batı kültürü- sahip olmaktan ve bu gücü yarahcı bir
nü Yahudi-Hristiyan geleneginin ahiili biçimde hayata geçirmekten oluşur.
içeriginden kopartan Nietzsche'nin, in- gündelik dil [İng. ordinaıy language; Fr.
sanın yüceligini bireycilikte bulan, güç, langue rourante]. Belli bir alaru ya da di-
güç istemi ve yaratta ahlakm özüne yer- siplini helirleyen ve ögrenilmesi için belli
leştiren ahlak anlayışı, +efendi ahlakı bir uzmanhgı gerektiren biüm diline ya
için kullarolan alternatif deyim. da tekıtik bir dile, bir okul ya da tarikabn
güç istemi [ing. will to power; Fr. vouloir üyeleri için anlamı olan ezoterik bir dile
de pouvair; Al. wille zur macht]. Ünlü karşıt olarak, herkes tarafından anlaşı­
Alman düşünürü tNietzsche'nin felse- lan, insaniann gi.1nlük yaşanhlannda
fesinin fizik baglamında kullanılan güç duygulanru, düşüncelerini, ihtiyaçlarmı
kavramının metafiziksel muadili olan ifade etmek için kullandıklan, dış ger-
temel kavramı. çeklige uygun düşen dil.
Der Wille Zur Macht [Güç istemi] adlı gündelik dil felsefesi [lng. ordinıı1y langu-
eserinde 'Fizikçilerimizin Tann ve evre- age philosophy]. Felsefenin ancak ve ancak
ni yaratmada kullandıklan bu güç kav- gündelik dilde geçen sözcülderin anlam-
ramı, başka bir şeyle daha tamamlan- lanrun, yapı ve kökenierinin analiz edil-
mak durumundadır; yani ona, benim mesi suretiyle gelişebilecegini. felsefenin
güç istemi diyecegim şeyi de eklemek anlamsız ve sonuçsuz spekülasyonlar-
güzel sanatlar 391

dan, yalnızca gündelik dilin felsefi çerçe- güvensizlik yaniışı [İng. fallacy of lu ,ıuo­
vesinin ve gerçeklikle ilgili önkabülleri- que}. Bir insanın eylemlerinin savundu-
nin araştı nhnası yoluyla kurtarılar ak, gu düşüncel.erle tutarlı olmadıgını gös-
problemlerinin çözülebilecegini savunan teren deliller bulmaktan, bir kişinin
felsefe anlayışı. görüşlerinin daha önceki inançlarayla
Geleneksel felsefe anlayışına ve metafi- çeliştiginı ve bundan dolayı, o kişiye
zige karşı çıkarak, gündelik dilin felsefi güvenilınemesi ya da onun görüşünün
amaçlar için fazlasıyla uygun oldugunu, reddedilmesi gerekligini iddia etmek-
bu dilin özi.i itibariyle dogru olan bir ten oluşan yanlış türü.
gerçeklik göıiişiine dayandıgını, çözü- güzellik [İng. bc.:auty; Fr. beaute; Al. sclıön­
lemez felsefi probleınlerin, gündelik dil- heit]. Bir nesnenin, öznede haz ya da es-
den uzaklaşıp, temeli olmayan metafi- tetik begeni duygusuna yol açan temel
ziksel bir dil yaratmaktan, gündelik bir özelligi. Görme ve işitme duyuları
dilde geçen sözcükleri yanlış kullarup, aracdıgıyla begenilen, hoşa giden ve
anlamlann1 çarpitmaktan kaynaklandı­ hayranlık uyandıran biçim ve ölçülerin
guu savunan görüş. meydana getirdigi uyumlu ve düzenli
gündelik yaşamın estetizasyonu [İng. bütün. Orantı, yetkinlik, basitlik, birlik
aestlıetici:zation of evcryday life; Fr. aestheti·
ve ölçü yoluyla, duyuların ya da zihnin
hoşuna giden, insanda estetik bir bege-
cisation de la vie ordinaire}. Postmodern.li-
gi belirleyen bir durwn ya da daha çok ni duygusu yaratan şey.
İnsan elinden çıkma ürünlerde oldugu
tez olarak, sanatla gündelik yaşam ara-
sındaki aynm ya da bölüzunenin yok
kadar, dogada da varolan bir nitelik ola-
olup gittigini, sanatla günlük yaşam ara- rak güzelligin ne oldugu, filozoflar ara-
sında çokça tartaşılan bir konu olmuş­
sındaki duvarın yıkıldıgıru dile getiren
tur. Antik çagda Yunanlı düşünürler,
tez.
güzelligin tanamlanabilecegini savunup,
Tez iki anlama gelmekte, veya iki fark- onu düzen, birlik, uyum, oran, ölçü ve
lı duruma işa!et etmektedir: 1 Sanatçı­
iyilik gibi niteliklerin bir birieşimine in-
lar gündelik yaşantının sıradan nesne- dirgerken, bazı modern düşünürler gü-
lerine yönelip, onları sanatın konusu zelligin tanımlanamayacagıriı savun-
yapmaktadırlar. 2 İnsanlar, kılık kıya­ muşdır.
fet, görünüm ve ev döşemelerinde tu- İlk ve Ortaçag düşüncesi, güzelligi
tarh bir stil ya da biçimi hedeflernek su- nesnel bir nilelik olarak degerlendirir ve
retiyle, gündelik yaşamiarım genel bir güzelligi de, diger nitelikleri nasıl algıh­
estetik projenin temel parçası haline ge- yorsak, o şekilde algıladıgımız• savu-
tirmektedirler. nurken, modem felsefede güzellik daha
güneş merkezli kurarn [İng. heliocentric çok öznel bir aç1dan degerlendirilmiş­
tl1e0nJ; Fr. thtorie heliocertrique). Antik· tir. Buna göre, güzellik, mutlak degil de,
çagda, Aristarkhos tarafından ortaya göreli bir kavramdır; güzellik, şeylere
koıunuş olmakla birlikte, temelde Po- belli bir biçimde bakış tarzımızm sonu-
lonyalı ünlü astronom Kopernik tarafin· cu olup, kişinin du)'gulanyla, özellikle
dan geliştirilen ve dünyanın evrenin de begeni duygusuyla ilgili bir konu-
merkezinde oldugunu ve hem kendi ek- dur. Bu çerçeve içinde, güzellik bilincin
seni ve hem de güneşin çevresinde dön- tasaramsal bir içerigine yönelik. çakar
dügünü dile getiren astronomi teorisi. gütmeyen ve bir begeni duygusu ya da
Bununla birlikte, Kopemik'in sistemi te- hazla tamamlanan temaşadan başka bir
anele alınarak yapılan daha sonraki ça- >.. şey degildir.
lışmalarla, güneşin bütün evrenin degil güzel sanatlar [İng. fine arts; Fr. beaux
de, yalnızca güneş sisteminin merkezi arts]. İlk ve temel işlevleri, iktisadi ya
oldugu kanıtlanmıştır. da pratik degeri hiç dikkate almadan,
392 güzel sanatlar

salt estetik bir tecrübe, çıkar gözetme- içeren sanatlardır. Öme~in, opera, aynı
yen bir güzellik deneyimi meydana ge- anda müzikten, sözcüklerden ve görsel
tirmek, izleyicide estetik tepkiler üret- ö~elerden oluşan bir sanattır.
mek olan sanatlar. Güzel sanatların karşısında yer alan
Güzel sanatlar, 1 görsel saJ'ZQtlar, 2 işitsel sanatlar, mekanik sanatlardır. Mekanik
sanatlar, 3 senıbolik sanatlar ve 4 karına sa- sanatlar tarafından üretilen nesnelerin
natlar olarak sıruflanır. Bunlardan gönıel tümü (öme~in, belli bir markası olan
sanatlar, göze hitap eden, görsel algılarla bir araba), ikincil bir işlevi yerine getir-
belirlenen sanaUardır. Bunlar resim, hey- me açısından, estetik bir tarzda görüle-
keltraşlık, mimari gibi sanatlardır. İşit­ bilmekle birlikte, öncelikle insan yaşa­
sel sanatlar ise, ses sanatlarmdan meyda- mmda söz konusu olan belli bir amaca
na gelir. Buna karşın, sembolik sanatlar, hizmet eder. Yani, mekanik sanatların
şür ve roman gibi sanatlardır. Karma sa- ürünleri, estetik olmayan bir işlev yeri-
natlar ise, ayru anda farklı sanat türlerini ne getirirler.
Habermas, Jürgen 393

sı içinde olmuş olan Habermas, tarihse!


maddeciligin yeni baştan inşa edilebil-
mesi imk.anı üzerinde de durmuş, fakat
onun hem pozitivizmini, hem de ekono-
mik determinizmini şiddetle eleştir­
ınişlir. Jurgen Habermas da, tFrankfurt
Okulu'nun di~er üyelei'inin, öme~n

H Theodor t Adomo ve Herbert Marcu-


se'ün yaph~ı gibi, modem endüstri top-
lumlarında, araçsal aklın hakimiyeti ko-
nusuyla ilgilenmiştir. Bilindi~i üzere,
araçsal akıl araçlarla amaçlar arasındaki
Habermas, Jürgen. Hermeneutik alanın­ ilişkiye ele alır, bununla birlikte, amaç-
daki görüş ve tartışmalarıyla tarunan Iann belirlenmesi konusunu kapsamı
ça~daş Alman düşünürü. tFrankfurt dışında bırakır. Habermas'a göre, bir-
Okulunun önemli temsilcilerinden biri çok filozof için, aklın tek türü budur.
olan Habermas'ın temel eserleri arasın­ Hemen hepsi, amaçlardan çok araçlarm
da Theorie und Praxis [Teori ve Pratik], rasyonelliği üzerinde durmuştur. Bu tür
Tekhnik und Wissenschaft als İdeologie görüşler, siyasetin 'bilimselleştirilme­
[İdeoloji Olarak Teknik ve Bilim], Kultur si'ni teşvik ehniş ve siyasi problemler
und Kritik [Kültür ve Eleştiri), Struktur- teknik denetimle ilgili problemlere in-
wandel der Offentichkeit: Untersuchııngen dirgen.irken, toplumsal hedeflere ilişkin
zu einer Kategorieder biirgerlichen Gesells- kamusal tartışma ve görüşme alanı
chaft [Kamusal Alanın Yapısal Dönüşü­ tümden unutulmuştur. Babnın toplum
mü: Burjuva Toplumunun Bir Kategori- teorilerini, indirgemecilikten kurtulama-
si Üzerine Araşhrmalar], Erlcmntis und dıgı ve geçerli bir iletişim ve rasyonalite
İn teresse [Bilgi ve insani Çıkar/ İlgiler ], görüşü geliştiremedi~i için şiddetle
Zur Logik der Sozialwissenschııften [Sosyal eleştiren Habermas, bu ba~lamda dik-
Bilimlerin Manh~ı Üzerine], Legitimati- katleri özne-nesne arasındaki ilişkiden
ons Probleme im Spiitkapitalismus [Geç uzaklaştınp, öznelerarası iletişim süre-
Kapitalizmde Meşruiyet Problemi], The- cine çevirmiştir. Bundan dolayı, onun
orie des Komunikativen Handeins [İleti­ epistemoloji alanındaki en önemli katkı­
şimsel Eylem Teorisi] gibi kitaplar bu- sı, toplumun varoluşunun, iki davranış
lwunaktadır. tarzına, ernekle (araçsal davranışla) top-
Hegel ve Marks'ın sadık bir izleyidsi lumsal etkileşime (iletişimsel eyleme)
olan Habermas, felsefede yalnızca teo- ba~lı oldu~unu öne sürmesinden mey-
rik konuların ele alınmasına şidd~tle dana gelir.·
karşı çıkmış ve bunun yerine insani Bunlar, Habermas'a göre, ayn insani
praksisi, insan yaşamının pratik yönle- çıkarların temelini oluşturur, öyle ki bu
rini geçirmeye çalışmıştır. O, hermene- çıkarlar da kategorik bir biçimde farklı­
uti~in baı;ka ünlü bir savunucusu olan lık gösteren bilgi türlerinin meydaria ge-
tGadamer gibi, yaşamda ortaya çıkan lişini hazırlar. Yani, araçsal ya da strate-
çeşitli anlamlan serimlemekle yetinme- jik davranıştan farklı olarak iletişimsel
yip, yorumun eleştirel fonksiyonu üze- bir eylemin, insaniann başka insanlara,
rinde durmuş; belli anlamlan ve ku- olan ya da olması gereken konusunda
. rwnları reddedip,_ di~erlerini savunacak açıklamalar yaptı~ı yerde gündeme gel-
temel bir dayanak noktası bulma çabası di~ini söyleyen Habermas'a göre, baş­
vermiştir. kalarını anlamaya .ve bilinçdışı itkileri
Başka bir deyişle, Marksist gelene~i gözler önüne senneye yönelen herme-
eleştirel bir tarzda degerlendinne çaba- neutik ve benzeri eleştirel araşbrma
194 hadis

tarzları, iietişimseleylemden dogar ve Haeckel, Ernst. 1834-1919 yıllaı·ı arasın­


araçsal eylemin sonucu olup, nesnel sü- da yaşamış olan Alman bilgin ve dü-
reçlerin denetimiyle, onlara ilişkin ön- şünürü.
deyiyi amaçlayan empirik-analitik araş­ tDarwin'in evrim kuramından etkilen-
hnnaya indirgenemez. miş olan Haeckel, dogal ayıklanmanın,
Bununla birlikte, Habennas gözler doganın kanıtlanmaya ihtiyaç duyma-
önüne serilmek durumunda olan an- yan matematiksel bir zorunlulugu oldu-
lamları çarpıtan ve gizleyen çeşitli top- gunu dile getirmiştir. Olgularla spekü-
lumsal ve pratik etkenler üzerinde dur- lasyon, bilim ile felsefe arasında keskin
dugu için, Gadamer'in hermeneutigin bir ayının yapılmasına karşı çıkan Ha-
evrenselligiyle ilgili· iddialannı zaman eckel, gerçek bilimin, doga felsefesinden
zaman kuşkuyla karşılamak durumun- başka bir şey olmadıgını öne sürmüş­
da kalmıştır. Ona göre, dünyaınızda tür. Bu tür bir felsefe, ona göre, birci bir
iletişim ve yorum sistematik bir şekilde felsefe olmak durumundadır, zira gök-
çarpıtılmaktadır. Bu çarpıtmanın büyük sel cisimlerden bitkilere ve insan bilinci-
bir bölümü ise, onun 'bilimciJik' olarak ne kadar herşey madde ve aynı neden-
görüp eleştirdigi, bilim ve teknolojiye sellik yasasıyla açıklanabilir.
abartılı bir önem atfetme tavnndan kay- Maddeci bir bakış açısı benimseyen
nakJanmaktadır. Habennas, bundan do- Haeckel'e göre, varolan herşeyin teme-
layı zamanının çok büyük bir bölümü- linde tek bir töz vardır; bu tek tözün de
nü bu çarpıtıcı etkiyi teşhis edip madde ve güç ya da ene~i gibi iki özsel
eleştirme ve bize dünyadaki varoluşu­ özelligi bulunmaktadır. Haeckel, söz ko-
muzu daha saglam ve doyurucu bir bi- nusu tmaddeciligine karşın, Tanrı'dan
çimde an]ama olanagı verecek yorum vazgeçmemiş ve panteist bir bakış açısı
ve iletişim tarzlarını dile getirme işine benimseyerek, Tanrı'ıun evrene içkin ve
ayırmıştır. evren]e bir oldu~nu öne sürmüştür.
hadis. Hz. Muhammed'in degişik olay- hak [İng. right; Fr. droit; Al. recht]. Insan
lar ve problemler karşısında inananları varlıgına, bir kimseye varolan yasalarla,
aydınlatmak, Kuran'ın bazı ~yetlerini evrensel beyannameler ya da en azın­
daha açık bir dille ifade etmek için söy- dan sözlü bir gelenekle tanınan belli şe­
ledigi sözler bütünü. killerde hareket etme özgürlü~ü, yetkisi
Dini bir bilim olarak hadis, bu çerçeve ya da olana~ı. İnsana Tann, kral, yasa,
içinde, Peygamberin sözleri ile davra- toplumsal bilinç ya da gelenek gibi bir
nışlarını, eylemlerini aktaran bilgileri otorite kayna~ı tarafından verilen, des-
derleyen, bu bilgileri yazılı bir biçimde tekJenen, kutsanan yetki, özgürlük ya
düzenleyip sınıflandırarak inceleyen da ayrıcalık. Bireylere toplumsal ilişki­
bilim dalına karşılık gelir. Zira, Ku- ler ve ahl!ki bakunından tanınan davra-
ran'da Hz. Muhammed'in kişiligi müs- nış özgürlügü.
lümanlara örnek olarak gösterildigi için, Hak biraz daha özel olarak da, top-
onun yolunu izleınek, Allah'ın sevgi ve lumsal bir çerçeve içinde, hukukf düze-
bagtşını kazanmanın önkoşulu sayıl­ nin, insan açısından korunmaya deger
mış ve bu durum müslümanlar arasın­ çıkarları koruyabilmek amacıyla insan-
da inanç, ahlak, ibadet gibi konularda lara tanıdıgı yetki şeklinde tanımlana­
Kuran'dan sonra hadisleri ikinct kaynak bilir.
olarak benimsernelerine yol açmıştır. Hak kavramını açıkJayan üç ayrı ögt"e-
Buna göre, hadis Hz. Muhammed'in tiden söz edilebilir. Bunlardan 1 birinci-
sözlerini toplar, sınıflandım ve Peygam- si olan ir6de teorisine göre, hak, hukuki
bere atfedildigi halde, gerçekte ona ait düzenin insana tarudıgı irade gücüdür.
olmayan hadisleri belirlemenin yöntemi- İlcinctsi olan 2 çıkar teorisine göre ise,
ni geliştirir. hak hukukf düzenin korudu~u çıkar-
hakikat refimi 395

dan başka bir şey değildir. Bu iki teori- Haklara, son olarak, kişinin belirli
nin eksiklerini gidererek bir sentezini yaşam alanlarının gizli tutulması amacı­
yapmış olan 3 karnıa teori açısından ise na hizmet eden ve onun ınaddr ve
hak, hukuki düzenin kişiye, sahip oldu- ınanevi varlıgıyla ilgili olup, bu varlıgın
gu çıkarı koruması için tanıdığı irade geliştirilınesini hedefleyen kişisel haklan
gücüdür. örnek verebiliriz. Bu haklarm belli başlı­
Haklar çeşitli şekillerde sınıflanabilir. ları arasında konut dokunıılmazlığı. ha-
Her tür sınıflamanın başında gelecek berleşme özgürlügü, özel yaşamın gizli-
hak türü, dogal hakla belirlenir. Buna ligi, yerleşme ve seyahat özgürlügü, din
göre, dogrudan dogruya insan degasın­ ve vicdan, düşünce ve ifade, bilim ve
dan çıkan ve bir insan varlıgı olma olgu- sanat özgürlügü verilebilir.
su tarafından öngörülen hak ve özgür- hakikat [Ing. trutlı; Fr. verite; Al. walırlıe­
lüklere dogal haklar adı verilir. Bunlar, it). 1 En genel anlamı içinde, dini, bilim-
her zaman ve her yerde geçerli olan hak- sel, ahlaki, v. b. g., hakikatler baglamın­
lardır. Dogal haklar, bir başkasına dev- da, bir bilgi alanı ya da disiplinin konu
redilemeyecek ve hiçbir şekilde vazgeçi- aldıgı varlık alanıyla ilgili teınel dogru-
lemeyecek hak ve özgürlükler olarak lar bütünü.
anlaşılır. Bu hakların en belli başlıları, 2 Özel olarak, zaman zaman gerçeklik,
yaşam, özgürlük, eşitlik, muılu olma,
zaınan zaman da dogruluk anlamında
çalışma gibi haklardır." kullanılmakla birlikte, gerçekte bir şeyin
Öte yandan, kabul edilmiş standartiara kendi özü içinde örtüsünü açarak vukua
uydugu, Tanrı'nın isteklerine uygun gelmesi ve insanın bunun farkında olma-
düştügü, ideallerimi..zi somutlaştırdıgı; sı duruınu.Varlıgın gizinden çıkarak ola-
başkalarnun çıkarlarına zarar vermedi-
gelmesi ve insanın bunun bilincinde ol-
ti; ve nihayet, kendilerinin ahlaki deger- ması hali.
Ieriyle ilgili saglam kanıtlar bulundugu 3 Hakikat daha özel olarak da, tasavvuf-
için, belli eylem ya da faaliyetleri gerçek- ta, dört makamdan üçüncüsüne karşılık
leştirme hakkına, alrlltki hak adı verilir.
gelir ve halcilaıt ehli adı altinda, Tann'nın
Üçüncü olarak, kişinin siyasi iktidann gerçek özünü bilenleri, gerçekten varola-
kullanımına katılma amacına yönelik
nın yalnızaı Tann olduguna inanarak,
seçıne, seçilme, siyasi parti kurma, ve
kendiniTann yoluna verenleri, Tann'nın
partilere girme, siyasi iktidan eleştirme,
sımna erenleri gösterir.
sansüre ya da kovuşturmaya ugrama-
hakikat rejimi [Ing. truth regime; Fr.
ma gibi haklanna, siyasi haklar adı veri-
ıigime du vhite]. Fransız düşünürü Fou-
lir. Buna karşın, bir toplumun yurttaş­
lanna, o toplwnun hukuki,ya da yasa- cault'nun her toplumwı hakikatle ilgili
koyucu güçleriyle verilen haklara, vatan- bir genel politikası, yani dogru diye
daşlık hakları adı verilmektedir. Öte yan- kabul edip fonksiyonel hale getirdilli
dan, iyi bir etitirn, saglık, meslek sahibi söylem tipleri, insana dogruyla yanlış
olına, uygwı bir yaşam standardına önermeleri birbirinden ayırma olanagı
ulaşma, baskı altında tutulmama, fırsat saglayan mekanizmaları ve örnekleri,
eşitligi gibi, bireylere toplum tarafından degerieri halUkale ulaşma hedefine göre
saglanan temel hak ya da ideallere insan ayarlanmış teknik ve prosedürleri oldu-
hakları adı verilmek durumundadır. gu, her toplurnda dogru sayılan şeyi
Yine, hukuki sistemi, itharnlara karşı söylemekle yükümlü olanlara belli bir
savunma, başkalamu suçlama, başka­ statü verildilli görüşünü ifade ederken
ları karşısında korunına, yasalan de- kullandıgı terirn.
giştirme gibi işlerde kullanma, bütün Bilginin bu hakikat rejimi açısından ele
bu konularda yasa karşısında eşit mua- alınmak durwnunda oldugunu, hakika-
meleye tabi olma türünden haklara ise lin iktidann hiçbir şekilde dışında ol-
hukuki haklar adını vermemiz gerekir. madıgını öne süren Michel Foucault'ya
396 haklılandırma

göre, hakikatin bir ekonoıni politigi var- bilgi anlayışının en teınel kavraınıdır.
dır. Söz konusu ekonomi politigi belirle- Zira söz konusu gelenege mensup olan
yen beş temel özellik bulunmaktadır. bilgi teorisyenJeri, bilgiyi, birlikte sag-
Bu özelliklerin başında, hakikatin bi- lanmak durumunda olan üç gerek ve
limsel söylem formunda ifade edilip, yeter koşulla taıumlarlar ki, bunlardan
onu üreten kurumlarda merkezileştigi birisi, dogruluk ve inanma koşuluna ek
gerçegi gelmektedir. Yine hakikat, sü- olarak, hakhlandırma, haklı kılma ko-
rekli bir ekonomik ve politik teşvike şuludur.
konu olduktan başka, sınusız bir yayıl­ Söz konusu bilgi anlayışına göre, bili-
ma egilimi sergiler ve tüketim objesi nen şey, bir önerme, olgulada ilgili de-
olur. Ve yine hakikat, Foucault'ya göre, neysel bir önerme olup, Ö öznesinin P
egemen birkaç büyük ekonomik ve poli- önermesini bilebilmesi için, öncelikle
tik aygıbn, örnegin üniversite, ordu ve önennenin dogru olması, ikincileyin öz-
medyanın politik tartışma ve top! umsal nenin P'ye inanması ve son olarak da, Ö
planda karşı karşıya gelmeleriyle ilgili öznesinin P önermesine olan inancıru
bir sorun ya da konudur. haklılandırması, temellendirmesi, gerek-
Bu baglamda, bilginin üretildigi toplu- çelendirmesi, P'ye ilişkin psikolojik du-
mun bir güç ilişkileri evreni oldugunu rumuna epistemik bir nitelik yüklernesi
öne süren ve dolayısıyla, gücü episte- gerekir.
Hakhlandırma teorileri, yani bilen öz-
mik strateji olarak tanımlayan Foucault,
gücün söylenmesi, yapılması gereken nenin dogru önermeye olan inancını na-
sıl ve ne şekilde gerekçelendirdigi ya
şeyi engelledigini ve söylenebilecek
şeyi seçtigini öne sürmüştür. Başka bir
da temellendirdigiyle ilgili olan teoriler,
deyişle, bilgi güç ilişkisi düzenleyici
temelde içselci ve dışsakı teoriler ola-
rak ikiye aynhrlar; bunlardan içselci teo-
türden bir ilişki olup, pratikte görillebi-
lir. Ona göre, bilgi, güç kullarunu olma-
rilere göre, öznenin inancuıın haklılan­
dınlması, herhangi bir dış yardım ol-
dan, tammlanmamış, belirsiz ve form-
madan salt öznenin kendi içsel, zihinsel
suz bir şeydir. Bilgi, politik ekonomi,
süreçleri, bilinç halleri ile olur.
söylem formasyonu ve politik teknoloji
Buna ka~ın, dışsalcı teori/er, bilen özne-
olup, bilmek de yargıda bulunma ve ege- nin dogro olan önermeye olan inancı,
menlik altına alma gücünü kullanmakbr.
salt öznenin kendi içsel mekanizmalany-
Bundan dolayı, Foucault'ya göre; güç ol- la haklılandınlamayacagıru ifade ederler.
madan bilgi, bilgi olmadan da güç ola- Çünkü, inancın haklılandınlmasında,
maz. Bilgi güç. güç te bilgidir. vazgeçilmez bir önemi ve işlevi olan öge-
haklılandırma [Ing. justification, 'Pindicati-
ler, bilen öznenin dışından gelir. Bu öge
on; Fr. justification; Al. rechtfortigung]. 1 ya da faktörler ise, ömegin inanç oluştur­
Genel olarak, haklı kılma, temellendir- ma süreçlerinin güvenilirligi, kendisine
me. Bir iddiayı, bir sonucu, bir önermeyi inarolan önermenin sahip oldugu dogru-
ya da belli bir davraruş tarzını, yeterli luk degeridir. Güvenillilik ve olasılık gibi
nedenler, tatmin edici deliller ve saglam faktörler ise, açı.kbr ki, dışsal ögeler
dayanaklar göstererek savunma, destek- olup, inana haklı çıkancı ve temellendi-
leme. rici bir işlevi gerçekleştirirler.
2 Mantıkta, bir çıkarım ya da akılyü­ hareket [İng. motion; Fr. mouvenıent; Al. be-
rütmenin öncüllerinin sonuç için man- wegung, gemütsbewegung]. Genel olarak,
tıksal bir kanıt meydana getirdigini gös- bir cismin mekln içinde yer degiştirme­
terme işlemi, kanıtlama. · si. Cisimlerin me~~n içindeki, birbirleri-
3 Haklılandınna, özellikl~ çagdaş epis- ne göreli olan konum ya da durumlan-
temolojinin en önemli problemlerinden nın degişmesi. SükQnete, hareketsizlige
biri olarak ortaya çıkar. Buna göre, hak- karşıt olarak, nesnelerin· yerlerinin de-
hlandırma, ömegin analitik felsefenin gişmesi süreci.
hareket etmeyen hareket ettirici 397

Buradan yola çıkılarak, her tür degiş­ gelişme süreci yoluyla, Hareket etme-
meye hareket adı verilmiştir. Buna göre, yen hareket ettirici'nin degişmezligine
hareket nicelik, nitelik, biçim, arbna, ve yetkinligine yaklaşmaya çalışır. Ev-
azalma bakımından degişmeden başka rendeki herşey Hareket etmeyen hare-
bir şey degildir. Hareket, öncelikle, ken- ket Ettirici için söz konusu olan yetkin
diliğinden harela!t ve dış bir güciln eseri saf fonn olma halini sever ve bu saf
olaıı hareket olarak ikiye ayrılır. Bunlar- fonn haline ulaşmaya çalışır.
dan birincisi, hareket kaynagının, hare- Aristoteles'e göre, dünyanın hiç sonu
ket eden şeyin, dışında degil de, kendi gelmeyen bir degişme ve hareketler di-
içinde olmasını, buna karşın ikincisi, bir zisi içinde akıp gibnesini ve oldugu
şeyin, kendi dışındaki bir güç ya da et- gibi olmasını saglayan şey, bu sevgi ya
lOnin sonucu olarak hareket etmesini da aşktır. Yetkin bir varlık olan Hare-
ifade eder. öte yandan, kendisinin dı­ ket etmeyen hareket ettirici dünyadaki
şındaki bir hareket aracılıgıyla, başka söz ·konusu oluşumun gerçekleşmesi
bir harekete gönderimle anlaşdan hare- için hiçbir şey yapmaz. O, yalnızca va-
kc~C? ise, göreli hareket adı verilir. rolmak suretiyle, başka herşeyi, kendi-
Hareket, sosyal bilim.Jerde, belli bir sinde söz konusu olan yetkinlik ve de-
alanda belli bir degişikligin yapılması­ gişmezlige ulaşmaya çalışması için
nı isteyen bireylerin ya kendi başianna yönlendirir ve harekete geçirir.
ya da belli kişilerin önderligiyle ger- Degişmenin potansiyel olan maddeden
çekleştirdikleri toplu gösteriye, belli bir aktüel bir şey olarak bir forma dogru ol-
sonuca erişmek isteyenlerin örgütlü dugunu düşünen t Aristoteles, aynı za-
topluluguna karşılık gelir. manda aktüel olanın potansiyel olandan
hareket etmeyen hareket ettirici [Os. önce geldi~ni ve potansiyel olandan ak-

muharTiki gayri müteharrik; İng. unmoved tüel bir şeyin varlıga gelebilmesi içi_n,
mover; Fr. moteur immobile]. Aristote- herşeyden önce aktüel olan bir şeyin
les'in doga ya da evrene aşkın olan yet- var olması gerektigini öne sürer. Bun-
kin Tanrı'sına, varolan herşeyin ereksel dan dolayı, herşeyin degişme süreci
nedenine verilen ad. içinde yer aldıgı ve dolayısıyla degiş­
Aristoteles'in Hareket ebneyen hareket mek ve gelişmek için potansiyel güçlere
etti.rici adını verdigi varlık, saf fonndan sahip oldugu bir dünyada, Aristoteles
meydana gelir ve her tür de~şmenin potansiyel şeylerden oluşan bir dünya-
amaa ya da ereksel nedenidir. O saf nın varoluşunu açık.layabilmek için, po-
formdur ve onun maddi hiçbir yönü yok- tansiyel ya da yok olup giden şeylerin
tur. Hareket ebneyen hareket ettiricide üstünde olan aktüel bir şeyin varoluşu­
madde söz konusu olsa, o belli birtakun nu kabul etmenin zorwılu oldugu sonu-
potansiyel güçlere sahip olan ve dolayı­ cuna varmıştır.İşte bu aktüel varlık Ha-
sıyla en azından bir bakımdan degişı:!bi­ reket etmeyen hareket ettiricidir.
lecek olan bir varlık olacakhr. Hareketin kendisi, hareketin başladıgı
O'nda maddi bir yön bulunmadıgı ve bir zamana geri götürülebilse de, Hare-
O bütünüyle aktüel olan bir varlık oldu- ket etmeyen hareket ettirici, Aristoteles
gu için, hareket ebnez ve degişmez. Bu- için bir ilk hareket ettirici anlamına gel-
nunla birlikte, o başka herşeyin kendisi mez. Söz konusu aktüel ve yetkin var-
gibi olmayı, kendisine benzerneyi istedi- lık, saf form olarak Hareket etmeyen
gi varlık oldugu için, Hareket etmeyen hareket ettirici, Ortaçag'ın teolojisinde
hareket ettirici evrendeki tüm diger nes- ortaya çıkan yaratıcı Tanrı anlamına da
nelerin ereksel nedenidir. Çünkü taşlar­ gelmez. Aristoteles potansiyel olanla
dan, bitkilerden, hayvanlardan ve in- aktüel olan arasındaki ayrunına daya·
sanlardan gök cisimlerine kadar, evren- narak, hareket ya da degişmeyi açıkla­
deki herşey kendi dogal degişme ve yabilmenin tek yolunun aktüel olan bir
398 Harivannan

şeyin potansiyel olan bir şeyden man- şmenin yolunu degilleme mantıgında
tıksal olarak önce geldigini kabul etmek- bulmuştur. Ona göre, ne benlik ya da
ten geçtigini düşürunüştür. Degişme ruhlar, ne yaratılmış nesneler ve ne .de
olgusu, ona göre, aktüel bir şeyin, ken- bunlarla ilgili kavramlar gerçektir. Bwl-
disinde maddi ve potansiyel hiçbir şey lann tümü birden, bir hiçten başka bir
bulunmayacak şekilde, katışıksız ola- şey degildir.
rak aktüel olan bir şeyin varoluşunu zo- Hartmann, Nicolai. 1BB::~ı950 yılları a-
runlu kılar. rasında yaşamış olan ünlü Alman spe-
Ote yandan, bu Hareket etmeyen har~ külatif ınetafizikçisi. Temel eserleri: Die
ket ettirici, bir güç uygulaına ya da bir Philosoplıie des deutschen İdealismus [Al-
irade sergilemek anlamında bir fail man ldealizminin Felsefesi], Neue Wege
neden degildir. Çünkü güç uygulamak der Ontologie [Ontolojinin Yeni DallarıL
ya da iradi' bir eylemde bulunmak po- Grıındzüge einer Metapysik der Erkmntnis
tansiyel olan yönlere işaret eder. Hare- [Bir Bilgi Metafiziginin Temelleri], Phi-
ket etmeyen hareket ettirici evrende losophie der Natur [Doga Felsefesi], Ethik
olup biten herşey karşısında degişme­ [Etik].
den aynı kalır. O, evrendeki olaylardan Temeller: Bilgi ve varlık ögretisi dışında,
etldlenmez, evrene müdahale etınez. O, insan ve insani degerieri ön plana çıkar­
evrende olup bitenlere etki etse, degası­ tan ahlak anlayışıyla da, 20. yüzyıl felse-
na aykın olarak, hareket eden ve degi- fesinin en önemli düşünürlerinden biri
şen bir varlık haline gelecektir. O, yal- olan Hartınann Bab felsefesi geleneginin,
nızca kendi kendisini düşünen saf Descartes'tan beri, düşünen özneden ha-
formdur. Hareket etmeyen hareket etti- reket ettigini ve bunun da büyük bir .yan-
rici, harekete fiziki temas ya da eylem lış oldugunu savurunuştur. Ona göre,
yoluyla neden olmaz. O şeyleri, bir ide- bagtmsız bir gerçeklige ilişkin bir kavra-
alin insan varlıklarU\1 harekete geçirdigi yış, bene ilişkin kavrayış kadar dognı­
tarzda hareket ettirir. Bu varlık, her tür dan ve aracısızdu. Hartmann, bu bag-
degişmeden bagıınsız olarak varolur. lamda tüm felsefi problemierin ontolojik
Aristoteles'in Tanrı anlayışı, Ortaçag nitelikte problemler oldugunu söylemiş­
Hristiyan felsefesi yle İslam felsefesinin tir; onlar, bize verilen varlık türünü anl~­
şekillenmesinde oldukça etkili olmuş­ ma yönündeki girişimlerdir.
tur. Kendisi hareket etmeyen bu İlk ha- Bilgi Görüşleri: Harhnann'a göre, bilgi,
reket ettirici, Aristoteles'in Tann'sıdır. O her zaman bir nesnenin kavrarunasıdır;
yetkindir, ezeli-ebedidir, de~mezdir Bu kavrayış da nesnelerin kendiligin-
ve potansiyel olmak degişmeye açık den bizim bilincimize düşmesiyle degil
olmak anlamına geldigi için, tümüyle de, tam tersine düşünen varlık olarak
aktüel bir varlıktır. Akıl, bir kişi ya da öznenin kendisini aşıp nesneleri kavra-
insan olmanın özü oldugu için, O aynı masıyla gerçekleşir. Bu ise, bir tasanm
zamanda bir kişidir, bununla birlikte, yoluyla olur. Bilgi, nesnenin bilinçteki
O'nun düşüncesi, düşüncenin kendisi- yansıması olan tasanmlar yoluyla ger-
ne ilişkin bir düşüncedir. Tanrı, varo- çekleşir. Harbnann'a göre, tasarun her
lan herşeye ilişkin yetkin bilgisiyle, en ne kadar bilginin nesnesi ile var olsa
yüksek ölçüde mutludur. Aristoteles'in da, nesnenin kendisi, bilgi söz konusu
Tanrı'sı, evrendeki harekete, fiziki bir olmadıgı Z!lman bile var olmaya devam
anlamda degil de, evrenin ereksel nede- eder. Bundan dolayı, Hartmann ontolo-
ni olmak bakımından neden olur. jinin bilgi teorisine degil, fakat bilgi ku-
Harivarman. M. S. 250-350 yıllan arasın­ ramının ontolojiye dayandıgını savun-
da yaşamış olan Hintli Budist düşü­ muştur. Çünkü ona göre, nesnenin bil-
nür. 'Hiçlik ögretisi'ni geliştirmiş olan gisinin söz konusu olabilmesi için, önce
Harivarman sisteminde Nirvana'ya eri- nesnenin var olınası gerekir.
Hartınann, Nkolai 399

Hartmann'a göre, bilgiden başka, doı­ Hartmann'a göre, bu dört varlık tabaka-
rudan yaşanmış hallerimiz, karar ver- sı birbirlerinden kopuk olmadıkları gibi,
mek, çalışmak gibi faaliyetlerimiz ve ge- birbirleri içine geçmiş de değildir. Taba-
lece~e yönelik çabalarmuz da bizden kalar arasındaki ilişki zaman, mekan,
ba~ımsız bir gerçekli~ var oldu~nu nitelik. nicelik, büyüme, gelişme, yaratı·
ortaya koyar. Tüm bu hallerde, faaliyet- cılık ve özgürlük gibi kategoriler aracdı­
lerde ve çabalarda ortak olan yön, bir ~ıyla kurulur. İlk varlık tabakasında yal-
şeyin, özneden ba~ımsız bir varlı~ın bir ruzca zaman ve mekan gibi kategoriler
özneye karşı koyuşudur. Bundan dola- söz konusu olu rken, ikinci tabakada ay n-
yı, nesneleri taıudı~ımız zaman, onları ca biiyüme ve gelişme etkili olur. Her
tam olarak taıudı~ınuzı ve bildi~imizi varlık tabakasında bir önceki tabakaya
düşünmemeliyiz. Duyu-algılan bize yal- yeni kategori ve özellikler eklendi~i
ruzca nesnelerin ön yüzünü gösterir ve için, üçüncü varlık tabakasında ikinci
bilinenle bilinmeyen arasında bir karşı­ tabakadaki kategorilere yaratıcılık ekle-
koyma sının kalır. Bu durum, yahuzca nir. Buna karşm, dördüncü tabakada,
bir nesneler alaruru aydınlatıp, tüm geri büyüme, gelişme ve yaratıch~a ek ola-
kalanları karanlıkta bırakan bir lambaya rak özgürlük vardır. Harbnann'a göre,
benzetilebilir. ınanevi varlık tabakası en özgür, ama en
Bilgide amacımız, bu sının aşarak, nes- güçsüz olan varlıklardan meydana gelir.
neyi tam olarak tarumaktır. Bununla bir- Tabakalar arasında birinciden dördüncü-
likte, Harbnann insanın bu sının hiçbir ye do~ru bir özgürleşme, dördüncü ta-
zaman aşamayacağını savunur. Bu bilme bakadan birind tabakaya do~ru da bir
çabam.ızda, hemen son bir bilinebilirlik güçlenme ilişkisi vardır.
sınınna ulaşırız; bu sınırın ötesinde bili- Öte yandan, bir varlık kendi içinde bir-
nemez ve akıldışı olan başlar. Şu hAlde, çok varlık tabakasını birleştirebilir. Ör-
her bilgi çabasını kaçırulmaz olarak dur- ne~in, insan kendisinde dört tabakay1
duran akıldışı bir kahntı daima kalacak- bir araya getirir. Buna göre, insanda ilk
tır. Raslanb, alınyazısı gibi akıldışı olan
iki tabakaya ek olarak, bilinçli varlık ve
ö~eler, Hartmann'a göre, kaldırılıp atıla·
manevi varlık tabakaları bir araya gelir.
m az. Bu varlık tabakaları birbirleri üzerine
Ontolojisi:Harbnann'm ontolojisine göre, bir evin katları gibi sıralaruruşlardır.
gerçek varlık ve ideal varlık olmak üzere, Zemin katın üst kata ihtiyacı yoktur,
iki ayn varlık alanı vardır. Gerçek varlık
ama zemin kat olmadan üst katlar ola-
alaru ise, üç ayn varlık tabakası ya da
maz. Şu hAlde, aşaıı katlar tek başlan­
katmanından oluşur: inorganik tabaka,
na var olabilirler, anc;oık üst katlar aşa~ı
organik tabaka ve ruhlu varlık tabakası.
katlar olmadan var olamazlar. Her var-
inorganik tabakada cansız maddeler yer
lık tabakasının kendisine göre bir yasası
alır ve bu alan genellikle fiziğin konusu-
vardır, her tabaka kendisine göre bir ye;
na girer.
Organik tabakada ise, canlı varlıklar nilik getirmiştir. Her varlık tabakası,
dayandığı tabakaya göre, yeni bir şey
bulunur ve bu alan biyolojinin konusu-
nu meydana getirir. Psikolojinin alanına ortaya koymuştur. Bir üst tabaka bir alt-
giren üçüncü tabakada ise, bilinçli var- taki tabakaya ba~lıdır, ama onun tara-
lıklar ve onların ürünleri, insanın yarat- fından belirlenmiş de~ildir. Bir üst ta-
tı~ı tüm eserler, insarun tüm somut ba- bakaıun getirdi~i yeni ö~e ile bir alt
şanlan yer alır. Buna karşın ideal tabaka üzerinde bir gücü vardır. Yüksek
varlık alanında, tek bir varlık tabakası tabaka kendisine temel olan aşa~ı taba·
vardır. Bu varlık tabakası da tinsel var- kaya göre özgürdür.
lık tabakasıdır. Felsefenin konusu olan Etik: Demek ki, varlı~ın inorganik, or-
bu tabakayı oluşturan varlıklar, insan ganik, psişik ve tinsel diye farklılık
ve de~erleridir. gösteren dört ana tabakasının hepsinde
400 hassa

birden geçerli olan yasa ve kategoriler hatalı nedenseım, yaniışı [İng. fallacy of
yamnda, yalnızca bazı tabakalar için post lıoc ergo propter hoc). Zaman içinde
geçerli olup di~erleri için geçerli olma~ ardışıklı~ı gerçek nedensellik olarak
yan yasa ve kategoriler de vardır. Örne- görmekten, bir şeyin, salt zaınan içinde
~in zaman kategorisi tüm tabakalar için ondan önce geldi~i için, başka bir şeyin
geçerli iken, nedensellik yasası tinsel ta- nedeni oldu~unu düşünmekten oluşan
bakada geçerli de~ildir. Nitekim, tin ta- gayri formel yanhş türü.
bakasmda, do~adaki nedenselli~e ben- Yine aynı ba~lamda, bir nedenin, belli
zemeyen başka bir belirlenim vardır; bir sonucun, gerçekte olmadı~z halde,
buradald nedensellik, insan burada de- nedeni oldu~una inanmaktan oluşan
~erlere göre eyledi~i için, ereksel bir yanlış hatalı neden verme yaniışı ola-
nedenselliktir. rak tanımlanır.
De~erlerin başka bir varlık alanına ait hayali düşman yaniışı [ing. fallacy of
oldu~unu söyleyen Harbnann'a göre, in- staw man). Bir karşıhn düşüncesini ya
sanı ah.laki varlık yapan şey de, bu erek- da bakış açısını, kolayca çüıiitülebilme­
sel nedenselliktir. Ona göre, insan ancak si için, oldu~undan zayıf göstermekten
bu sayede, do~al ya da toplumsaJ düze- ya da hatta çarpıtmaktan oluşan gayn
ne, sırurlı da olsa bir yön verebilir. İnsan Iorm.el yanhş.
bu olana~ı kullandı~ı sürece, do~al ne- hayvan nıhu [İng. animal 5UUl; Fr. time ani-
densellikten ereksel belirlemme geçip öz- male). Hayvanlarda varoldu~una ve iman
gürleşir. Onda özgürlük bir imkan, insa- ruhuna benzer oldu~una inanılan ruh.
nın gerçekleştirmesi gereken bir şey Yalnızca insaniann ruhu oldu~unu sa-
olup, salt akıl varh~ının bir özelli~i de· vunan Descartesçı görüşe bir tepki ola-
~ildir. Özgürlü~ün bir bütün olarak insa- rak gelişen hayvan ruhu ö~retisi, hay-
r:&n de~erler alanında gerçekleştirdi~i bir
van davranışının fiziki terimlerle açık­
lanamayaca~ıru, hayvan davraruşırun
şey oldu~unu öne süren Harbnann'a
göre, insan de~erler karşısında bir seçme ancak insan ruhuna benzer bir ruhun va-
roluşuyla açıklanabilir oldu~unu öne
ve karar verme olanağina -sahip oldu~u
sürmüştür.
gibi, bu imkiru kullanıp kullanmamak
bakıırundan da serbesttir. İnsan bu ola-
Hayyatiye. 9. yüzyılın ikinci yansırıda
Ebu'I-Hüseyin Abdurrahman el-Hay-
na~ı kullanmadı~ında, do~al varlık ola-
rak kalırken, karar verip seçmeye, de~e­ yat'm sistemleştirdi~i Mutezile ö~retisi.
Hayyatiye görüşüne göre, Tanrı var
ri gerçekleştirmeye başladı~ı anda
olan bir şey olmakla birlikte, onun özü
özgür olur. De~eri yeryüzü gerçekli~i
bilinemez. Varlıkları yaratılmalannd~n
içine çekebilen ve onlan bu dünyada ger- önce de bilen Taruı'nın gücü bilgisiyle
çekleştirebilen insan, Harbnann'a göre,
aynı ölçüdedir. Lütufta bulunmak zo-
ezelr-ebedi, de~işmez de~erleri bu dün- runda olmayan yüce Tanrı'nın, bunun-
yaya sokan bir kapıdır, dünyaya anlam la birlikte kulları yükümlü kılması
veren varlık olmak durumundadır. lütfu gerekli hile getirmiştir.
hassa. Bir türe ait olan ve zorunlu olarak haz [Yun. hedcme; Os. keyf; İng. pleasure; Fr.
ayınma ba~h bulunup, ayırırnı meyda-
plaisir; Al. vergnügen). Hoşa giden bir
na getiren özelliklerden çıkarsanabilir şeyin yarattı~, uyandırdı~ı duygu. Acı­
olan özsel özellik. Hassa, Porphyros'a run karşısında yer alan ve psikolojik bir
göre, 1 Türün bazı bireylerine ait olan olgu olarak, hoşumuza giden ve bizi
hassa, 2 türü.n bütün bireylerine ait olan çeken bir şeye sahip olmaktan do~an
hassa, 3 türü.n bireylerine belli bir anda tatlı ve keyif verid duyum. Bir arz.unun,
ait olan hassa, 4 türün tüm bireylerine ait iste~in tatmin edilmesinin ya da ihtiyaan
olmakla birlikte daimi olmayan hassa karşılanmasının sonucu olan d uygu.
olmak üzere, dört ayn hassa şeklinde or- iradi bir terdhin hayata geçirilmesinden
taya çıkar. kaynaklanan hoşnutluk duygusu.
haz kalkülü 401

hazcı [İng. lıedonist; Fr. lıtdoııiste]. Hayatta konusu mutluluk amacına acıdan kaçı­
peşine düşülecek biricik iyinin haz ol- nıp haz elde etmekle ulaşabilece~imizi,
du~unu savunan, bu ilkeyi benimseyen, bundan dolayı hazzın yaşamdaki en
hazzı, ama özellikle duyumsal hazzı en yüksek iyi oldu~unu, her eylemin hazza
yüksek de~er yapan bakış açısı, disip- yönelmesi gerekti~ini, insan eylemleri-
lin ya da yaklaşım için kullanılan sıfat. nin ahlaki de~erinin hazza yol açıp aç-
Bu ba~lamda, güzelli~i, görme ve işit­ maınalanyla belirlendi~ini savunur.
me duyusuyla elde edilen hazza, oyun- Ahlaki hazcdı.k, tüm eyleınlerin, başka
dan alınan hazza, kısacası duyumsal insanların hazlan ya da durumları tehli-
hazza indirgeyen estetik anlayışa lıazcı keye düşse bile, kişinin acıdan kaçınıp,
estetik adı verilir. kendini hazzuu sa~lama alma arzusuyla
Buna karşın, yaşamda peşinden gidi- güdülenmesi gerekti~ini savw1du~unda,
lecek tek şeyin haz oldu~unu, fakat egoist hazcılık adını alır; buna karşm, bi-
hazcılıgm nihaf ve en yüksek amaorun reyin, kendi hazzuu oldu~u kadar, gene-
gerçekleştirilemez bir amaç oldu~wt:u, lin, ço~unlu~un hazzıru, refah ve iyili~i­
insaniann büyük ço~unlu~unwt hazla ni gözetmesi gerekti~ini öne sürdügü
dolu bir yaşam geçiremedi~ini, refah ve zaman, yararcılık olarak anlaşılır.
zenginli~in insaıu acıdan ba~ışık tuta- Öte yandan, hazcı bir ö~reti, Aristip-
madı~, dolayısıyla, amacın ve nihai pes öme~inde oldu~u gibi, hazlar ara-
sında bir aynm yapmaz, belli bir haz tü-
hedefin, hazdan ziyade, acıdan uzak
olmak oldu~unu öne süren ahlak anlayı­ rünü başka bir haz türünden üstün
şı hıızcı kötümserlik diye tanımlanır. Böyle
tutmaz ve önemli olan tek şeyin olabil-
di~ince çok haz elde etmek oldu~unu
bii ahlak görüşü, tarihsel olarak Kirene
Okulunun son üyelerinden biri olan He- vurgularsa, bu tür bir hazcılı~a niceliksel
hazcılık adı verilir; buna karşın, hazcı
gesias tarafından savunulmuştur.
ö~reti, Epiküros örne~inde oldu~u gibi,
hazcılık [Os. lezzetiye, zevkperestlik; İng.
hazlar arasında bir ayınm yaparak, ör-
hedonisnı; Fr. htdonisme; Al. hedonismus].
negin okuma, ö~renme ve anlamayla il-
Yaşamda gerçekten ve bizzat kendisi
gili olan manevi hazların maddi ya da
için istenen tek şeyin, ahlak alanındaki
bedensel hazlardan daha önemli oldu-
en yüksek de~er, nihai ve en yüksek ~unu savunursa, bu tür bir hazcılık da,
iyinin haz oldu~unu savunan ö~reti. niteliksel hazcılık olarak taıumlanır.
Hazcılık. ahlaki hazalık ve psikolojik
haz kalkülü [İng. hedonistic calcul; Fr. cal-
hazcılık olmak üzere ikiye aynlır. Bun-
cu{ hedonistique].Hazcı ahlak anlayışı
lardan, 1 olması gerekeni de~il de, olanı tarafından geliştirilmiş olan ve bir ey-
belimierne iddiasında olan psikolojik haz- lemle ilgili tercihte, eylemin sa~layaca­
cılık, tüm insan eylemlerinin haz elde
~ı haz miktarının ölçü alınması gerekti-
etme arzusuyla güdülendi~ini, insania- ~ini öne süren ilke.
nn do~al olarak acıdan kaçıp hazza yö- Haz kalkülü düşüncesi ilk kez olarak,
neldiklerini belirterek, her insanın yal- t Aristippas 'un tniceliksel hazcılığına
nızca kendi hazzı ya da mutlulu~unu karşı, niteliksel bir hazcılı~ı benimsemiş
gözetti~irıi, herkesin elde etti~i haz mik- olan tEpiküros tarafından savunulmuş­
tarını en yüksek düzeye çıkarmak istedi- tur. Insanın kendisini karşısına çıkan ilk
~ini savunur. hazza teslim etmemesi gerekti~ini dile
2 t Aristippos, tEpiküros, tlocke, Hob- getiren Epiküros'a göre, hazla dolu mutlu
bes, tHume, tBentham ve tMill gibi dü- bir yaşam bir summetresis uygulamasıru,
şünürler tarafından savunulmuş olan yani bir hesap ve ölçme sanatını gerekti-
alıltiki hazcılık ise, mutlulu~u yaşamın rir. İnsan gerçek mutlulu~a ulaşabilmek
ve ahiakın nihai ve en . yüksek amacı için, şimdiki hazlarla gelecekteki acılar
yaptı~ı için, empirik bir ahlak görüşü arasmda bir denge kurmalı, türlü türlü
olarak ortaya çıkar. Ahlaki hazcllık,. söz haz ve aolarla ilgili bir hesap yapmalıdır.
402 haz uzmanı

Haz kalkülünü daha gelişmiş bir çerçe- Niteliksel hazahgı uyarınca, haziann
ve içjnde ifade eden yararcı Bentham'a birbirlerinden yalnızca nicelik bakımın­
göre ise, her birey acıdan kaçınıp, haz dan degil, nitelik bakımından da farkJr-
elde ebneyi aınaçlar. Bununla birlikte, lık gösterdigini, daha az miktarda fakat
hazlar ve acılar birbirlerinden mutlak bir daha degerli bir hazzın, çok büyük mik-
biçimde farldılık gösterdiklerinden, fark- tarda degersiz ya da daha aşagı deger-
h degeriere sahiptirler. tBentham bu çer- de bir hazza tercih edilmesi gerektigini
çeve içjnde, matematiksel bir dakiklige savunan Mill'e göre, bu tercihin ölçütü,
erişmek amacıyla, haz ya da acı birimle- her iki hazla da, yani hem duyumsal ve
rinden söz etmiş ve böylelikle, eylemde hem de entellektüel hazlarla tanışmışo­
bulunmazdan önce, bu birimlerin deger- lan varlık, eşdeyişle hem duyumsal ve
Ierini hesaplayabilecegimizi dile getir- hem de entellektüel boyutu olan insan
miştir. Söz konusu haz birimlerinin de- varhgı olmalıdır. Şu halde, haz konu-
geri, kendi başlarına degerlendirildigi sunda ölçüt, domuz degil de, insan var-
zaman, Bentham'a göre, bunlar az ya da Jıgı, bilge insan ya da Sokrates olacak-
çok, haı:zın yogunluguna, süresine, ke- tır, çünkü o, haz konusunda uzmandır
sinligine ve yak.ınJıgına bagh olaG!klar- ve o tatmin olmuş, tam doyuma ulaş­
dır. Bundan sonra, hazzı kendi başına mış bir domuz olmaktansa, acı çeken,
degil de, sonuçlan açısından ele aldıgı­ mutsuz, fakat düşünen, ölçüp biçen bir
ınız zaınan, bu kez hazzın verimlili~, insan olmayı tercih edecektir.
yani aynı türden başka duyumlarca, eş­ hedonik [İng. hedonics ]. Ahllik.ın, ödevin
deyişle yeni hazlarca izlenme şansı, ve hazla olan ilişkisini konu alan dalı ya
hazzın safhgı, yani onu acının degil de, da türü.
hazzın takip etmesi olasılıgı türünden Hegel, Georg Wilhelm Friedrich. Büyük
başka etkenler hesaba katılmalıdır. Haz bir sistem kurarak, Kant'ın irnkinsız ol-
kalkülünde hesaba katılması gereken ye- dugunu söyledigi şeyi gerçekleştirmiş,
dinci ve sonuncu öge, Bentham'a göre, yani rasyonel bir metafizik kunnuş olan
hazzın kapsamıdır, yani onun etkiledigi ünlü Alman filozofu. 1770-1831 yılları
insan sayısıdır. arasında yaşamış olan Hegel'in temel
Bentham, bu son noktadan hareketle eserleri: Phiinomenologie des Geistes [Tinin
en yüksek sayıda insan için en yüksek Fenomenolojisi],Wissenscha.ft der Logik
mutluluk ilkesine ulaşmıştır. Başka bir [Mantık Bilimi), Enzyklopadie der Philo-
deyişle, bir eylem en yüksek sayıda sophischen Wissenschaften im Grundrisse
insan için en yüksek miktarda haz sagh- [Felsefi Bilimler Ansiklopedisi], Grundli-
yorsa, bu eylem, Bentham'a göre, ahiakl nien der Philosophie des Rechts [Hukuk
bakımdan iyi olan bir eylemdir. Söz ko- Felsefesinin ilkeleri].
nusu haz kalkülünden de anlaşıldıgı Metafiziği: Alman idealizminin kurucu-
gibi, Bentham temelde, hazzın niteligini su olan t Kant, aklın kendisinin a priori
degil de, niceliksel yönünü dikkate al- kategorileri ve bilginin formlannı, ka-
mıştır. Ona göre, ayru miktarda hazza hplannı sagladıgı için, bilginin müm-
yol açan tüm eylemler aynı ölçüde iyi kün oldugunu söylemişti. O bilginin,
ve degerlidir. bu a priori kahplanrun insandan, içeri-
haz uzmanı [İng. hedonic expert; Fr. spe- ginin ise dış dünyadan, insanın dışın­
cialiste on hedonisme]. Bentham'ın nice- daki gerçeklikten geldigini savunmuş­
liksel hazcıhgına karşı çıkan, bu tür bir tu. Buna göre, insan zihni, bilgiye a
hazcıh~ın insan varhgını domuzla ay- priori, deneyden bagunsız olan fonnlan,
ru düzeye getirdigini belirten Mill'in kategorileri saglar, bu formlann malze-
entellektüel yetileri, kültürel de~erleri mesi, içeri~i ise insandan bagımsızdır,
olan insan varhgını haz ölçütü yapbgı­ dışandan gelir. Hegel, işte bu noktada
nı gösteren deyim. bilginin formlan kadar içeriginin de zih-
Hegel, Georg Wilhelm Frie.dri~h 403

nin eseri, ürüıı.ü olması gerekti~ini sa- onun tdiyalektik adın~


verdi~i üçlü
vunur. Demek ki, bilginin tüm ö~eleri adımlardan oluşan hareketlerle de~işir
zihnin eseridir. ve gelişir. İşte dünya, varlık, kültür ve
Hegel'e göre, insan, bilgide kendisinin uygarlık dedi~iıniz herşey, Mutlak Zih-
dışında olan, kendisinin yaratmadı~ı nin üçlü adııniardan oluşan diyalektik
ve insandan ba~ımsız olan bir dünyayı hareketlerinden meydana gelir. Evren,
tecrübe etmektedir. Bu do~al dünya bü- kendisinde mutlak Aklın amaçlan ya da
U.inüyle zihnin eseridir, fakat biz insan- hedeflerininin gerçekleşti~i bir evrim
ların zihinlerinin eseri değildir; bilgimi- sürecidir.
zin nesneleri bizim zihinlerimiz tarafın· Hegel'in bu anlayışı, teleolojik ya da
dan yaratılmamışhr. Bundan Hegel'e organik bir anlayışhr. Evrimde en
göre, şu sonuç çıkar: Bu dünya, bu dün· önemli şey, başlangıçta varolandan zi-
yay1 meydana getire.nye bjlgimizin ko- yade, sonuçta ortaya çıkandır. Hakikat
nusu· olan nesneler~ sonlu bireyin, insa- bütündedir, ama bütün yalnızca evrim
nın zihninden başka bir zihnin eseri süreci tamamlandı~ında gerçekleşir.
olmalıdır. Bilginin nesneleri ve dolayi- Mutlak olan özü itibariyle bir sonuç, bir
sıyla bütün bir evren mutlak bir özne- taınaınJanmadır. Felsefe, buna göre, so-
nin, mutlak bir Zihin, Akıl ya da Tinin nuçlarla ilgilenir; o, bir evrenin başka
ürünüdür. Hegel'in Tin, Geist, İde, Mut- bir evreden nasıl zorunlu olarak çıktı~ı­
lak, Mutlak Zihin adını verdi~i bu tinsel nı göstermek durumundadır. Bu hare-
varbk, tüm bireysel, sonlu insan ruhları­ ket do~ada ve hatta tarihte bilinçsiz ola~
nın dışındaki nesnel bir varlık olup, rak gerçekleşir. Hegel'e göre, düşünür
Tanrı'dan başka bir şey de~ildir. Hegel, bu sürecin bilincinde olabilir; o bu süre-
Mutlak Zihnin, Geist'in özüne, insan ci betimleyebilir. Düşünür evrenin anla-
aklı tarafından nüfuz edildi~ine inarur, mını bildi~i, evrensel dinamik aklın ka-
çünkü Mutlak Zihin, insan aklının işle­ tegorilerini, işlemlerini yakaladı~• za-
yişinde oldu~u kadar, do~ada da açı~a man, en yüksek bilgi düzeyine yükselir.
çıkar. Filozofun zihnindeki kavramların diya-
Yani, Geist kendisini Hegel'e göre, do- lektik evrimi, dünyanın nesnel evrimiy-
~ada ve insan aklında ifade eder. Ona le çakışu; öznel düşüncenin evrimi ve
göre, gerçekli~n tümü yalnızca bir ide, kategorileri, evrenin kategorileriyle bir
Mutlak ya da Nesnel Akıl, bir Mutlak ve aynıdır. Düşünce ve varlık özdeştir.
Tin aracılı~ıyla anlaşılabilir. Bu Mutlak Yöntem: Mutlak varlı~ın bilgi ya da
AkıL dünya tarihi boyunca bir evrim düşünce süreciyle do~al süreci kapsa-
süreci içinde olmuştur. Mutlak Akıl aş­ yan gelişme süreci, Hegel'e göre, diya-
kın, kendi kendisine yeten, kendi kendi- lektik yoluyla gerçekleşir. Diyalektik,
sinin mutlak olarak bilincinde olan, tam hem düşünmenin hem de bütün varlı­
olarak ba~ımsız bir varlık olmaya çalış­ ~ın gelişme biçimidir. Düşünme de
maktadu. Söz konusu evrim süreci, mut- varhk da hep karşıtiann içinden geçe-
lak Aklın tam olarak rasyonel ve anlaşı­ rek, karşitları uzlaştırarak gelişir. Fel-
lır bir varlık h~line gelme çabasıdır. sefenin görevi şeylerin do~asını anla-
Düşünce ile varlı~ın, manhk ile meta- mak, şeylerin do~asının, varoluşunun,
fizi~in bir ve ayru gerçekli~in iki farklı özünün ve amacının ne oldu~unu bil-
yüzü oldu~unu söyleyen Hegel'de Mut- dirınek ise e~er, felsefenin yöntemi bu
lak Zihin statik bir varlık de~il, fakat di- amaca uygun bir yöntem olmak duru-
naınik bir süreçtir. Bu Mutlak Zilıin, mundadır. Yöntem, evrendeki rasyonel
dünyadan ayn bir varlık de~il, fakat süreci yeniden yaratıp ifade etmelidir.
özel bir bakış açısından görüldü~ünde, Bu amaca ise, Hegel'e göre, gizemli bir
dünyadır. Hegel'in dinamik bir süreç biçimde, dahinin sezgileriyle veya daha
olarak betiınledi~i bu mutlak varlık, özel bir yolla ulaşılamaz.
404 Hegel, Georg Wilhelm Friedrich

Hcgel felsefenin, tKant'ın da be1irtmiş izin vermektir. Bu süreç tam olarak ve


oldugu gibi, kavramsal bilgi oldugunu geregi gibi gerçekleştirildiginde, dün-
öne sürer. Fakat biz gerçekligi soyut yadaki süreçle bir ve aynı olan bir sü-
kavramlarla tüketemeyiz; zira gerçeklik. reçtir. Hegel'e göre, Mutlak'ın, Geist'in
soyut kavramların geregi gibi yansıta­ diyalektik hareketinin birinci adımında
ınayacagı, hareket halindeki dinamik O, kendisindedir. Burada Geist, henüz
bir süreçtir. Çünkü gerçeklik olumsuzla- bir imkanlar ü}kesidir. O, kuvve halinde
ınalarla, çelişkilerle ve karşıtlıklarla do- olan giicünü henüz gerçekleştirmemiş­
ludur. Bir şeyi gerçekte oldugu şekliyle tir (Tez). Bununla birlikte, onun kendisi-
anlatabilmek için, Hegel'e göre, onun ni bilmesi, tanunası için, G~ist'in kendi-
hakkındaki tüın dogruları ifade etme- sine bir gerçeklik kazandırması gerekir.
miz, onun tüm çelişkilerini belirtmemiz Geist, Mutlak Zihin bu amaçla kendisi-
ve bu çelişkilerin nasıl uzlaştınldıgını ni ilk olarak dogada gerçekleştirir (Anti-
göstermemiz gerekir. Bu ise, diyalektik tez). Doga, dünya dedigirniz şey, He-
yöntemle olur. gel'e göre, karşıtlaşmış, farklılaşmış
Buna göre, düşünce diyalektik olarak hale gelen mutlak varlıktır. Soyut ve
ilerlediginde, en basit, en soyut ve içerik farklılaşmamış halde bulunan lde'nin
bakımından en boş olan kavramlardan tek tek varlıklar haline gelerek kendi dı­
daha kompleks, daha somut ve daha şında bir varlık haline dönüşmesidir.
zengin kavrarnlara dogru ilerler. He- O, şimdi kendisinden başka bir şey
gel'in diyalektik yöntem admı verdigi olmuş, özüne aykırı düşmüştür. Geist,
bu yönteme göre, biz işe soyut ve tümel Mutlak Zihin dogada kendisine yaban-
bir kavramla başlanz (tez); bu kavram cılaşmış, kendi özü ile çelişik bir duru-
bir çelişki ye yol açar (anti tez); birbirleri- ma düşmüştür. Bu çelişki, diyalektik
ne çelişik olan bu iki fikir, ilk iki kavra- sürecin üçüncü basamagında, k ültür
mın bir birligini ifade eden üçüncü bir dünyasında ortadan kalkar (Sentez). Bu-
kavramda uzlaştırıhr (sentez). Yeni kav- nunla da, Geist yeniden kendini bulur,
ram da yeni birtakım problem ve çeliş­ kendine döner, ancak o, bu kez bilincine
kilere yol açar, öyle ki bunların da baş­ tam olarak varmış, özgürlüge kavuş­
ka kavramlarda çözümlenmesi gerekir. muş durumdadır. Çünkü, Geist'in yasa-
Diyalektik süreç, bundan dolayı kendi- sı, dogal dünyada zorunluluk, buna
sinde tüın karşıtlıkların hem barındıgı karşın kültür dünyasında özgürlüktür.
ve hem de çözüldügü, nihar ve en yük- Kültür felsefesi: Geist, kendisini kültür
sek kavrama ulaşılıncaya kadar sürer. dünyasında diyalektigin üçlü hareketi
Bununla birlikte, tek bir kavram, en geregince, Sübjektif Geist (Öznel Rult),
yüksek kavram bile olsa, bütün bir ger- Objektif Geist (Nesnel rult) ve Mutlak
çekligi göstermez. Tüm kavramlar yal- Geist (Mutlak Rult) olarak açar. Buna gö-
ruzca kısmi dogrulardır. Bilgi bütün bir re, subjektif Geist en alt düzeyinden en
kavramlar sisteminden meydana gelir. üst düzeyine kadar insan ruhunu mey-
Dogruluk ve bilgi, tıpkı rasyonel ger- dana getirir. Geist, kendisine yönelmiş
çekligin kendisi gibi, canlı bir mantıksal özgür bir varlık, kendisini bilip tanıyan
süreçtir. Buna göre, bir düşünce zorun- bagı.m.sız bir gerçeklik haline gelmek
lu olarak başka bir düşünceden çıkar; için, dogadan yavaş yavaş sıyrıhr. O,
bir düşünce, başka bir düşünce meyda· henüz gelişmemiş bir ruh halindedir ve
na getirmek üzere kendisiyle birleşece­ bu haliyle antropoloji biliminin araşhr­
gi düşüncede, bir çelişkiye yol açar. Di- ma ve inceleme konusu olur. Ruhun
yalektik hareket düşüncenin ınantıksal henüz dogadan tümüyle sıyrılamadıgı
olarak kendi kendisi açmasıdır. bu aşamada, ona karşılık gelen kavra-
Hegel'e göre, filozofun yapması gere- yış biçimi duyumdur. Ruh, daha sonra-
ken şey, düşüncenin tanımlanan şekil­ ki aşamada 'duygu' ya ya da hissetme-
de kendi mantıksal akışıru izlemesine ye geçer. Hissetmenin en gelişmiş ve
Heidegger, Martin 405

lamaınianmış şekli 'kendini hisset- Hegelcilik üç ana başlık altında ifade


me' dir ve bu, bilince giden bir ara basa- edilebilir: 1 Rozenkranz, Fischer ve Zel-
mak tır. Bilinç, böylelikle duyum, algı ve ler tarafından temsil edilen birinci akım,
anlayış aşamalanndan geçerek kendini yani ortodoks Hegelcilik, Hegelci görü-
özgür bir Ben (Ruh, Zihin) olarak tanır. şü hiçbir değişiklige ugratınadan ay-
O, bundan sonra başka benleri de tarur nen sürdürür.
ve kabul eder. Böylelikle, Geist kendisini 2 Yeni-Hegeleilik olarak bilinen ve bir
Nesnel Ruh olarak gerçekieştirir ve orta- yandan Hegel'in idealizmini sürdürür-
ya ahlaklılık ve Devlet çıkar. Bu durum ken, bir yandan da devleti en yüce amaç
benin kendi içinde kalmaktan kurtularak olarak gören Croce: Kroner ve Liebert'in
genel kurallara ve öznellikten nesnellige temsil ettigi yaklaşım. 3 Hegel'in diya-
yükselmesi demektir. Böylece, herkes lektik yöntemini ve oluş kavramını be-
için geçerli olan, herkesi kavrayan nesnel nimserken, idealizmini yadsıyan, Feuer-
Ruh ortaya çıkmış olur. Tarih dedigi- bach ve Marks'ın yaptıgı gibi dini,
rniz şey, Hegel'e göre, halklarda beliren Stirner'ın yaplig ı gibi yerleşik kurumla-
Ruhun gelişmesinden başka bir şey de- n eleşiiren sol Hegelcilik.
gildir. Tarihin belli bir anında, belli bir hegemonya [Ing. hegenıony; Fr. hegemonie;
halk, Ruhun gelişmesini üzerine alır. Al. hegenıonie]. Bir toplumda hakim sınıf
Ruhun hukuk, devlet, ahlak ve tarih ala- ya da yönetici sırufın iktidanıu dogal ve
nındaki bu ne·nelleşmesi boyunca ken- meşru göstermesi, kendi sınıfsal çıkarla­
dine dönmesi, kendini tanıması, mutlak rını evrensel çıkarlar olarak ifade elmesi
Ruhun bilincine varması söz konusudur. durumu.
Özel isteklerin, tutkulann ve egilimlerin Marks'ın tarihsel maddeciliginde ortaya
alanında, herkes için geçerli nesnel ilke- çıkan hegemonya kavraıru esas Antonio
. leri ortaya koyarak, onları hukuk, ahlak, Gramsci'nin çalışmalarıyla daha büyük
devlet şeklinde kabul eden Ruh, bütün bir önem ve anlam kazanmıştır. Burjuva
koşullardan sıyrılarak kendini taruma- hegemonyasının en önemli aracının sivil
ya, kendi özünü farketmeye başlar. Böy- toplum oldugunu öne süren Gramset'ye
lelikle, Mutlak Ruh haline gelir. göre, hakim sırufların tahakkümü, güç
Mutlak Ruh da üç adımlı bir hareketle kullarunu ya da do~dan kontrolden
gerçekleşir. Onun birinci aşaması sanat ziyade, bagımlı sınıf ya da kümelerin n-
(tez), ikinci aşaması ise dindir (antitez). zasıyla saglanır. Hakim sınıf alternatif
Buna karşın, onun üçüncü aşaması fel- bakışları, farklı söylemleri dışlar ya da
sefedir (sentez). Felsefe, Hegel'e göre, marjinelleştirirken, belli düşünce ve ba-
hem sanatm hem de dinin aşılması ve kışlar üretip, onlan yerleşik hale getirir.
eniann içlerinde taşıdıkları hakikatİn Heidegger, Martin. 1889-1976 yıllan ara-
daha üst bir düzeyde kavrarunasıdır. Fel- sında yaşamış ve +varoluşçuluk, post-
sefe, Geist'ı, mutlak varlık olarak kavrar yapısalalık, tpostmodemizm, +Frank-
ve onu hem maddt olmayan bir düşün­ furt Okulu ve yapıbozumculuk üzerinde
ce, hem de elle tutulup gözle görülebilen çok kalıcı etkiler bırakmış olan ünlü
bütün varlıkların birligi olarak kavrar. Alınan düşünürü, Birçok bakımdan çok
Hegelcilik [İng. Hegetianisnı; Fr. Hegelia- etkili bir düşünür olan Heidegger'in
nisme ]. He gel'in ve ögrencilerinin geliş­ temel eserleri: Überden Hıımanisıııus [İn­
tirdilli ögreti. Hegelci düşünce gelene- sanlık Üzerine], EirıfüJırung in die Metaph-
Ilinin, filozofun bakış açısı, metafizik ysik [Metafizige Giriş], Was ist das, die
görüşü ve diyalektik anlayışının, meta- Plıilosophie? [Felsefe Nedir?L İ dentiliii und
fizik, estetik, siyaset, toplum teorisi, teır Difforenz [Özdeşlik ve Farklılık], Zeit.und
loji ve din felsefesi o;ılanında, Hegel'den Sein [Varlık ve Zaman].
sonra yaşamış olan çeşitli düşünür ve Bab felsefesinde varlık konusunun Pla-
araştırmacı tarafından benimsenmesi ton'dan beri unutulmuş oldugunu, oysa
sureliyle sürdürülmesi. varlıgın birincil ve temel konu olup,
406 Heidegger, Martin

episternolojinin ikincil oldu~unu savWlan ~ımsız nesnelerin nedensel ilişkilerin­


Heidegger, bu çerçeve içinde, felsefenin den söz etmek anlamlıdır. Bu bilimsel
temel probleminin varlık problemi de~il ontolojinin ayrıcalık1ı bir yere oturması,
de, bilgi problemi oldu~ınu, tecrübe edi- Heidegger'e göre, Batı kültürünün tek
len şeyle, ona yükl edi~imiz önem ya da gerçek bilgi türü olarak bilime ve dolayı­
deAer arasında mutlak bir ayının yapıla­ sıyla bilimsel yönteme itibar etmesi so-
bilece~ini savWlan Yeni-Kantçılıkla İngiliz nucunu do~urmuştur. Öyleyse, bilimsel
empirizminin yaruldı~uu öne sünnüştür. aklın egemenli~ine karşı çıkabilmek
O, Hegel ve Sartre'da geçen, nesnelerin için, öncelikle Bab metafizi~nin temel
kendinde-varh~ına ve bilinçli öznenin kabullerini yıkmak gerekmektedir.
kendisi için varh~ma, dünya içindeki O, bilimsel aklın ontolojisiyle yakından
varlık, ölüm karşısındaki varlık, başka­ ilgili bir problernin de, öznenin konumu
larıyla ilişki içinde varlık kategorilerini problemi oldu~unu savunmuştur. Bu
eklemiştir. Başka bir deyişle, kendisini problem, Heidegger'e göre, ontoteolojik
belirleyen temel konunun, insan konusu töz anlayışı içinde hep gündeme gelmiş
de~il de, varlık meselesi oldugunu dile olsa da, en açık ve belirgin bir biçimde
getiren Heidegger,varlık konusuna, yani Descartes'ın zillin beden ikidli~inde or-
Sein'a, insani gerçeklik açısından, yani taya çıkar. Yer kaplayan maddi cisimle-
Dasein bakımından yaklaşmış ve insan- rin mekanik dünyasıyla, yer kaplama-
la ilgili tüm çözümlemelerin, varlık hak- yan, fakat düşünen zihin arasmda nasıl
kında bilgi edinebilmemizi sa~Iadıpru olup da ilişki kurulabilece~ bir prob-
be li rtmiştir. lem olarak kaışuruza çıkarken, birinci
Epistemolojin.in de~il de, ontolojin.in alan için geçerli olan bilimsel yöntem,
temel oldu~unu öne süren Heidegger, ondan tümüyle ayn bir alan olan zihne,
bilimsel akıl ve teknolojinin Batı kültü- insana uygulanamaz. Bununla birlikte,
rüne çok zarar veren yo~un etkisinden, insan bilimlerinin henneneutik metodo-
Batı metafiziksel düşüncesinin sorumlu lojisi de, Heidegger'e göre, de~erler alanı
oldu~unu düşürunüştür. Söz konusu için doyurucu bir temel sa~layamaz. Ta-
metafizi~in temelinde ise, onun ontoteo- ıihselcilik, Husserl'in de göstermiş oldu-
lojik töz dedi~i şeyle belirlenen bir var- ~u gibi, kuşkuculu~a ve h.iççili~e, bilim-
lık anlayışı bulunmaktadır. Heidegger'e cilikten daha iyi karşı koyamaz.
göre, Bab metafizi~inin temelinde, tüm Heidegger'e göre, tKierkegaard'ın öz-
di~er varlıklann nedensel olarak kendi- nel hakikati ve ttarihselcili~i ön plana çı­
sine ba~h oldu~u, tüm de~erlerin teme- kartan yaklaşımları önem taşımakla bir-
linde bulunan, ve dolayısıyla hem açı.k· likte, yeterli de~ildir. Bu kez, gere~in­
layıcı ve hem de haklı kılıcı bir anlam den fazla önem kazanan, pozitivizmin
içinde ilk olan varlık ya da varlıkların ya da bilimsel aklın nesnelcili~ine
var olması gerekti~i kanaatidir. Filozof- karşı, töznelciliktir. Bilimsel aklın kav-
lar, işte bu kanaatle, mutlak bir biçimde rayışını ve töz kategorisini yıkmak için,
koşulsuz olan varlık ya da varlıklar ara- nesnelli~in karşısına ya da yaruna öz-
mışlardır. nelli~i oturtmak. öznelli~in önemini vur-
Heidegger, Batı kültürünün onun ken- gulamak yetmez. Zira, Heidegger'e göre,
disine karşı tavır aldı~ı bilimsel aklı­ nesnelcilik kadar öznelcilik de, Bab dü-
nın, bütün bu girişimlerin başarısızh­ şüncesindeki çarpıklık ya da hastalı~ı­
~ının bir sonucu olarak ortaya çıktı~ını nın emarelerindendir. Dolayısıyla, daha
söylemiştir. Bununla birlikte, ona göre, geriye, genel olarak Varlı~ın ne oldu~u
bilimsel akıl da söz konusu temel meta- sorusuna gitmek gerekmektedir.
fiziksel inancı korur: Mutlak ya da ko- Heidegger, Varlık problemine bir yaıut
şulsuz bir biçimde gerçek olan şeylerin getirmeye çalışırken, antik olanla tarih-
nedensel temellerinden, zihinden ba- sel olanı, nesnel ya da olgusal olanla
Heidegger, Martin 407

öznel olanı mdaştırmaya çalışır. Ona Varlık ııe Zaman adlı


eserinde, herşey­
göre, yaşama ilişkin dogru ve saglam den önce bir sal şeyler teorisi geliştiren
bir kavrayış, ontik olana ilişkin, bilim Heidegger, modern felsefenin kişiyle
öncesi gündelik bilgiyle doga bilimleri- şey arasındaki ayırımını benimsemiş­
nin sagladıgı bilgi yi içeren olgusal bilgi- tir. Buna göre, şeylerkullanılmaya hazır
ınize ek yapmaktan oluşmaz. Yaşama durumdadır; biz insan varlıkları, dün-
ilişkin saglam bir kavrayış, yaşamı an- ya yı bu çerçeve içinde, düşünen özneler
lama, ancak on lik olanla tarihsel olanı bir olarak karşısında durdugumuz fiziki
ilk ve temel birlikte bir araya getirmek bir nesne olarak görmeyiz. Özne bilen
suretiyle elde edilebilir. Martin Heideg- ve düşünen bir özne olmaktan çok, ön-
ger, işte bu amaca ulaşmak için, bir celikle dünyadaki kullanılınaya hazır
şeyin var olmasırun ne anlama geldi~ şeyleri aletler olarak kullanan varlıktır.
belirleme çabası içinde olmuştur. fşte, Aynı eserinde, bir kişiler ve kişisel iliş­
t...ı soruya o, Varlık sorusu adını vermiş­ kiler kuramı geliştiren Heidegger'de, bi-
tir. Bu soru, ona varlıga ilişkin araştır­ linçli özneye özgü varlık tarzun göste-
manın ontik ve tarihsel boyutlaruu ren Dasein, nesnelerle olan ilişkisi dı­
uygun bir biçimde birbirine baglama ola- şında, kendi türünden başka varlıkların
nagt verdigi için büyük bir önem taşı­ varoluşunu tasdik eder. Dasein, ona
maktadır. Zira varlık düşüncesi, ona göre, tüm diger varlıklardan farklıdır.
göre hem ontik olanı ve hem de tarihsel Kendisini seyirci gözüyle izleyemez,
olanı kucaklar. kendisini yalın bir şey olarak göremez.
O, bu baglamda, 'var olmanın ne anla- Dasein kendisini düşünür, kendi kendi-
ma geldigi' sorusunu yanıtlarken, Varlık siyle ilgili sorular sorar; o, dünyadaki
sorusunun en iyi bir biçimde, insan var- varoluşunun mahiyetiyle ilgilenir. O,
lıklannın bakış açısından sorulması ge- saf faaliyettir. Onun temel sorulan, 'Var-
rektigini söyler. Zira insan varlıgı yalnız­ lık nedir?', 'Ben neyim?' sorulandır.
ca var olmaz; o, ne olduguna ilişkin bir Heidegger'e göre, Dasein kendisi ola-
kavrayışa sahiptir. Onun insan varoluşu bildigi, sahici olabildigi kadar, kendisi-
için kullandığı terim, Daseindır. Aynı ne yabancılaşabilir de. Onun sahici,
noktaya, yani Varlıgın, insan varoluşun­ yani kendisi olması, içten ve kendisine
dan hareketle açımlanması stratejisine karşı dürüst olması, yaşamla ve kendi-
başka bir perspektiften daha hareket siyle ilgili seçimleri özgürce, tutkuyla,
edildigi zaman da ulaşılabilir. Şöyle ki; herhangi bir rasyonelleştirme etkinligi
Heidegger'e göre, varlık problemi kıs­ olmadan yapması anlamına gelir. Dase-
men, dünyada bir açıklama olmadan asılı in'ın yabancılaşması, içten ve dürüst ol-
duran şeylerin bırakılmışlıgtndan kay- mayan bir tarzda yaşaması ise, kişinin
naklanır. Dünyanın dışında zorunlu bir kalabalıklar içinde yaşaması, kendi ka-
varlıgın olmadıgını, dünyadaki olumsal- rarlanru kendisinin verememesi ve var-
lıgı ortadan kaldıracak bir Tanrı'dan söz lıkla ilgili sorular soramamasıdır.
edilemeyecegini, her birimizin söz konu- Başkalan yla olan ilişkiler de, otantik
su olumsallıkla başetmeyi ögrenmemiz olabildigi gibi, olmaya da bilir. Buna
gerekligini belirten Heidegger, anlamı, göre, bu ilişkiler, başka insanları varlık
olwnsallıgın kendisinde bulmak duru- problemini gizlemek ve dolayısıyla, ne
munda oldugumuzu söyler. Varlık prob- oldugwnu belirlemekle ilgili sorumlu-
lemi, Heidegger'e göre, bizim için ancak luktan kaçınmak için kullandıgun za-
bundan sonra yanıtianmış olacaktır. Şu man, sahici olmayan ilişkiler şeklinde
hAlde, varlık problemi bizim dünyadaki ortaya çıkar. Aynı şey, Heidegger'e
varlık tarzımızia ilgili olan bir problem- göre, başkalarının bizim yaşamımızı
dir; biz, varlık problemini yalnızca belli yönlendirmelerine izin verdigirniz za-
bir biçimde var olmakla çözebiliriz. man da söz konusu olur.
408 Heidelberg Okulu

Dasein'ı ilgilendiren en önemli şey, şu Heidelberg Okulu [İng. Heidellıerg Sclıo­


haide kendi kimligi, kendisinin ne oldu- ol; Fr. Ecole d' Heidelberg]. Alman d üşü­
gudur. Bu, Dasein'm ontolojik karakteri- nürleri tWindelband ve tRickert tara-
dir. Öte yandan, Dasein'la ilgili olarak fından kurulmuş olan ve aynı zaman~
üç ayn varoluşsal yapıdan söz edilebi- da Baden Okulu olarak da bilinen Yeni-
lir: Existııns, olgusallık ve düşmüşlük. Kantçı felsefe okulu.
Existatıs eylemle, kişinin kendisini öne Adı geçen filozoflardan, zamanının en
sürmesiyle, temelli bir seçimle gerçekle- seçkin tarih felsefecilerinden biri olan
şir. Yani, kişinin kendisini öne sürebil- Windelband, epistemolojik nitelikli bir
mesi, seçimler yapabilmesi durumuna, problemin gerçekte deger felsefesiyle il-
Heidegger Dasein'ın Existımsı adım ve- gili bir problem oldugunu iddia eden
rir. O, burada, yaşamı boyunca akınhya ögretisiyle ün kazanmışhr. Ona göre,
kapılıp giden insanıann sözde varolu- bir yargı, bir nesneye, bir kendinde şeye
şuna karşı, gerçekten varolmak için bi- karşılık geldigi zaman degil de, onu
reysel seçimin önemini vurgulayan Ki- kabul etmemiz gerektigi hissine kapıldı­
erkegaard'dan yararlanmaktadır. gırruz, ona inanmanın bir yükümlülük
Buna karşın, kişinin gündelik rutin oldugunu düşündügümüz zaman dog-
içinde kaybolması egilimine, Heidegger rudur.
'düşmüşlük' adını verir. Bu, kişinin Rickert ise, dört ayrı varlık alanı arasın~
kendisini gündelik kaygılar, düşüncenin da yapmış oldugu ayınmla ün kazan-
hiç söz konusu olmadıgı sıradan meşga­ mıştır. Bu ayırıma göre, herşeyden
leler içinde kaybehnesi halidir. Buna önce bilginin nesneleri, bilimin duyusal
göre, biz insanlar kendimizi seçimleri- dünyası vardır. İkinci olarak, algı yoluy-
rn.izle tanımiasak bile, her istedi~mizi la degil de, anlama yetisi yoluyla bildi-
seçemeyiz. Bu, bizim Dasein'ın, Heideg- ~z, duyumsal olmayan nesnelerin
ger'in olgusallık adını verdi~, başka bir akılla anlaşılabilir dünyası gelir. Bu
varoluşsal yapısı tarafından sınırlandı­ dünya, tarih, sanat, ahlAk ve kurumlar
gımız anlamına gelir; buna göre, insan türünden kültürel nesnelerden meydana
varlı.klan, kendileri için daha önceden gelir. Rickert'e göre, hem kültürel nesne-
birtakım ödevlerin belirlendigi bir dün~ ler ve hem de doga, nesneleştirilemeyen
yada yaşamaktadırlar. bir özneyi gerektirir. İşte bu üçüncü var-
Heidegger'de, söz konusu üç yapıya _ lık alanı~, o 'fizik öncesi olan' diye ta-
zamanın üç boyutu karşılık gelir. Buna mmlar ki, bu alan Kant'ın transendental
göre, Existans gelecegi, olgusallık geç- benine ve Hegel'in öznel tinine karşılık
mişi, düşmüşlük ise şimdiyi gösterir. gelmektedir. Dördüncü alan ise, inancın
Zaman önem kazarunca, zorunlu olarak nesnesini meydana getiren metafiziksel
ölüm gündeme gelir. Demek ki, varlık alandır.
sanısunu ortaya atmak, varlıgın anla~ Hellenik felsefe [İng. Hellenic philosophy;
mını kavramak için, insan olmanın çe- Fr. philosophie hellbıique ]. M.Ö. altıncı
şitli tarzlarını, yapaylıgı, bırakılmışlı­ yüzyılın başlanndan, M. Ö. 323 yılına
gı, dünya içindeki varlıgı ve tarihselligi dek sürmüş olan Yunan felsefesine veri-
çözümlernek anlamına gelir. len ad.
Heidegger, işte varoluşwt bu temel k"-- Felsefe, felsefenin doguşu için, yüksek
tegorilerini, Husserl'den aldıgı fenome- bir refah düzeyiyle merak olmak üzere,
nolojik yöntemi kullanarak, endişe, tasa, iki koşul arayan Aristoteles'in yorumu-
boguntu ve ölüm korkusu t:üıünden duy- na uygun olarak, çeşitli yolların kesişti­
gularda belirdigi şekliyle in~ler. Ona ~ bir kavşakta bulunan ve özellikle ti-
gtire, özellikle iç sıkınhsı, bunalun ya da caret yoluyla zenginleşmiş olan Milet
boguntu, içinde bütün şeylerin hiçli~ kentinde başlamışhr. Kişinin merak
ortaya çıktıgı bir varolma tarzıdır. duyması, kendisine sunulanla yetinme-
Hellenil< felsefe 409

yip, şeylerin
niçin olduklan gibi olduk- Il /;ısan Dzeriııe Felsefe. Yunan felsefe-
larını anlamaya çalışması gerektigini sinde, M. O. V. yüzyılın ortalarıyla bir-
söyleyen ikinci koşul da Miletli filozof- likte, doga felsefesinin yerini, pratik fel-
larda varolmuştur. Miletliler Dotu dü- sefe olarak da tarumlanan, insan üzerine
şüncesinden etkilenmiş olsalar da, Yu- felsefe almıştır. Bu dönemde filozoflar,
nan mitolojisinin swtdugu açıklamayla düşüncelerini insanın kendisiyle yaşa­
yetinmemiş, varlıkların niçin oldukları mına yöne) tınişlerdir. Bundan dolayı,
gibi olmaları gerektigini anlamaya ve bu tür bir felsefe, insanın kendisiyle, do-
açıklamaya çalışmışlardır. gası, degerieri ve yetileriyle, onun do-
Bundan dolayıdır ki, felsefe, felsefi dü- gadaki yeriyle ilgili olan, insanın başka
şünüş öncesindeki insanın yaptıgı gibi, insanlarla olan ilişkilerini konu alan bir
görmek ya da inanınakla ilgili bir konu felsefedir. İnsan üzerine olan bu felsefe-
degildir. Felsefe merak etmekle, düşün­ nin temelinde yer alan motif, doga felse-
mekle, kısacası akıl ile ilgili bir konu, fesinde oldugu gibi, saf merak olmayıp,
gözle görülen varlıkların meydana ge- insan yaşamnun ve insanın eylemleri-
tirdigi çoklugun gerisinde gizli olan bir- nin nasıl iyileştirilip, geliştirilebilecegi­
ligi, görünüşün arkasındaki gerçekligi ni bulma şeklinde ortaya çıkan pratik
aramakla ilgili bir faaliyet olarak ortaya bir motiftir.
çıkıp gelişmiştir. Daha önceki düşün­ Hellenik felsefedeki bu degişimin top-
cenin dini düşünceyle ve pratik ihliyaç- lumsal, siyasi ve felsefi nedenleri vardır.
larla karıştıg, yerde, Hellen.ik felsefe Buna göre, bu çagda felsefenin merkezi
daha çok dinf ya da mitolojik düşünce­ olan Atina'nın toplumsal yapısı bozul-
den kopuşun sonucunda, yalnızca in- muş, kent, göz kamaştırıcı bir refah dö-
san aklına dayanan bagımsız bir dü- neminin ardmdan, M. O. 431 yılında,
şünce faaliyeti olarak başlamıştır. otuz yıl sonraki yıkdışını hazırlayan,
Hellenik felsefe, üç döneme ayrılabilir. uzun ve zorlu bir savaşa girmiştir. Sa-
1 Doga Felsefesi. Bu dönemde yer alan fi- vaş yenilgisinin ardmdan, Atina, bir de
lozoflar, felsefenin üç temel konusu olan veba salgının tüm dehşetini yaşamış­
varl~ bilgi ve degerden birindsini, yani tır. Bundan dolayı, Atina artık yüksek
varlık konusunu ele almışlar, varlıktaki bir refah düzeyi olan bir kent olmaktan
degişmeyi, varlı~n nedenlerini, doga- çıkarak, insan yaşamıyla ilgili problem-
daki çoklugun kendisinden türedi~ bir- Ierin kendilerini çok daha derinden his-
li~, yani tariche konusunu araştınnışlar­ settirdigi bir kent olup çıkmıştır.
dır. Doga felsefesi dört okul ya da Öte yandan. Yunan felsefesinde, felse-
problem çerçevesi i9nde ele alınabilir: a) fenin merkezi olan Atina aynı zamanda,
tThales, t Anaksimandros ve Anaksime- yurttaşiann yöneticilerini seçmekle kal-
nes'ten oluşan maddeci, birci Milet mayıp, kendilerinin de siyasal yaşama
Okulu. b) Matematiksel çalışmalanyla etkin bir biçimde kablabilecekleri küçük
seçkinleşen ve felsefede, fonnu, yapı ve bir demokrasiydi. İşte bu durum, siya-
·işlevi ön plana çıkartan Phytagorasçı sal yaşamın gerisinde yatan ilkeler ve
Okul. c) Daha çok birlikten çokluga ge9ş kişinin siyasal yaşamda başanlı olma-
ve dolayısıyla, degişme problemi üzerin- suu saglayacak sanatlar haklanda daha
de durmuş olan Herakleitos ve Parme- çok şey ögrenme arzusunu güçlendir-
nides. d) Dünyadaki apaçık degişme miştir. Yine, doga felsefesinin, ortalama
olgusunu Pannenides'in varlıkla ilgili insanın bakış açısından iflas etmiş ol-
görüşleriyle uzlaştınnaya çalışmış ve dugunu söylemek gerekir. Başka bir de-
bu çerçeve içinde, varlıgın temeline bir- yişle, ortalama aydının bakış açısın­
den çok arkhe yerleştirmiş olan çokçu fi- dan, doga filozoflarının aynı konuda
lozoflar. Empedokles, Anaksagoras ve karşıt görüşlere ulaşmalarından dola-
t Atomcular. yı, doga felsefesi hepten anlamsız ve ge-
410 Hellenistik felsefe

reksiz hale gelıniştil'. Bu tür bir felsefe- den varlık görüşüyle Epiküros felsefesi,
nin iki temsilcisi vardır: tSofistler ve daha agır basan ve döneme çok büyük
tSokrates. ölçüde damgasını vuran felsefe olmuş­
lll Sistematik Dönem. Hellenik felsefe- tur. Amaçlı bir evren anlayı~nyla en
nin son dönemi, eleştirici bir felsefeden yüksek insani iyi olarak, aklın dogru ve
oluşan sistematik dönemdir. Yunan fel- yerinde faaliyetine duyulan inanç ise, en
sefi düşüncesinin ulaştıgı bu düzeyde, güçlü ifadesini Stoacılarda bulmuştur.
tPlaton ve t Aristoteles, insanın bilgiye Stoacıların görüştel'inde somutlaşan bu
ulaşırken kullandıgı güç ve yetilerin gü- amaçlı evren görüşü, son çözümlemede
venilirlik ve yeterliliklerini sorgulamaya tSokrates'ten miras alınan bir görüş ola-
başlarruşı:u. Bilgimiz, gerçekte neye da- rak, Epiküros'w1 mekanist varlık görü-
yanmaktadır? Bilgilerimiz duyularımıza şüne taban tabana zıttır.
ını, yoksa aklımıza mı dayanmaktadır? Bu dönemde ortaya çıkan başka bir fel-
Duyularunızın bizi gerçeklikle ilişkiye sefe okulu da, dogmatik olduklan ge-
sokabileceginden emin olabilir miyiz? rekçesiyle tüm felsefelere ve özellikle de
Zihinsel faaliyet ve işlemlerimiz güveni- Stoac felsefeye gösterilen tepkiyle seç-
lir mi? kinleşen, kuşkuculuk olmuştur. Niha-
Bu dönemin iki büyük filozofu olan yet dönemin sonlanna do~ru, Poseidoi-
Platon ve Aristoteles, felsefelerinde, ken- nos, Panaetios ve Antiokhos, Stoa fel-
dilerine dışdünya hakkında düşünme sefesini Platon ve Aristotelesçi ögretiler-
ve spekülasyonda bulunma izni vermez- le birleştirmeye çalışmıştır.
den önce, yetilerimiz, zihinsel faaliyetle- Hellenistik felsefenin en önemli özelli-
rimiz ve işlemlerimizi çözümlernek ve gi, bu felsefenin konulanıu mantık, fizik
sınamadan geçirmek gerektigi inancıy­ ve ahlak şekJinde düzenlemesidir. Man-
la, işe bu soruları sorarak başlamışlar­ bk, Aristoteles' ten miras alınan bir tavır­
dır. Yine, aynı dönemde, Yunan felsefe- la, bilgi teorisini de kapsayacak şekilde,
sinin ilk iki döneminde, doga ve insan dogru bilgiye ulaşmanın yöntemi ve fel-
konularında elde edilen bilgiden de ya- sefenin vazgeçilmez aracı olarak görül-
rarlanan Platon ve Aristoteles, tarihin ta- müştür. Nitekim, bu anlayışın bir sonu-
nıdıgı ilk ve en büyük felsefe sistemleri- cu olarak, özellikle Stoaolar mantık
ni kurmuşlardır. Bu dönem, nihayet, alaruna çok önemli katkılar yapmışlar­
bilimsel araştırmayla felsefe faaliyeti- dır. Ayru şekilde, fizik de arka planda
nin, egitim ve ögretimin kurumsal bir kalıp, yalnızca ahlak için bir temel ve
nitelik kazandıgı dönem olmuştur. Bu hazırlık olma fonksiyonunu yerine getir-
çagda, egitim ve araştırma faaliyeti için, miştir. Bundan dolayı, bu dönemde fi-
Platon Akademi'yi, Aristoteles de Lise'yi lozoflar, fizik ya da varlık alanında
kurmuş ve faaliyetlerini burada sürdür- yeni teoriler geliştirmek yerine, Sokra-
müşlerdir. tes öncesi doga filozoflarının görüşleri­
Hellenistik felsefe [İng. Hellmistic philo- ni aynen benimsemişlerdir. Bu baglam-
saphy; Fr. philosoplıie hellenistique ]. Kent da, Stoalılann tHerakleitos'un fizigini,
devletinin sona erdigi M. Ö. 323 yılıyla Epiküros'un ise tDemokritos'un atomcu
Hellenistik çagın son büyük imparator- görüşünü pek büyük bir degişiklik yap-
lugunun Roma'nın bir parçası oldugu madan benimsedigini söylemekte yarar
M.Ö. 30 yılı arasındaki dönemin felse- vardır.
fesine verilen ad. Hellenistik felsefede ön plana çıkan ça-
Bu dönemde yer alan dört büyük felse- lışma alanı ya da disiplin, ahlak olmuş­
fe okulu sırasıyla, t Akademi, Peripate- tur. Bunun nedeni, bireyin amacına
tik okul, tEpikürosçu ve tStoacı okul- ulaştıgı, iyi bir yaşam sürdügü, kendi-
d ur. Bu dört okuldan, hazcı ahlakı ve sini her bakımdan evinde gibi hissettigi
Tanrı'nın evrene müdahalesini redde- kent devletinin yakılması, kent devleti-
Herakleitos 411

nin yerini alar. imparatorl ukla birlikte, gunu öne süren Helv~tius'a göre, bu de-
bilinen dünyanın sınırlarının genişle­ gerler temel istek olan haz sevgisi veya
mesi ve bireylerin kaçınılmaz bir biçim- arzusunun dönüşümleri olmak duru-
de dünyaya, topluma ve kendilerine ya- mundadır.
banolaşması, yalnız ve başıboş kalma- Yararcı ahlak anlayışnun ilk büyük ön-
sıdır. cüsü olan Helv~tius, egitim görüşleriyle
13öylesi bir toplum düzeninde, felsefe- çok etkili olmuştur. O egitime büyük bir
den beklenebilecek tek şey, ilgisini birey önem vermiş ve bizi, her ne isek o yapa-
üzerinde yogunlaştırması, bireyin felse- nın egitim oldugunu söylemiştir. Bu-
feden bekledigi yol göstericilik görevini nunla birlikte, iyi bir egitimin önünde
yerine getirmesidir. Bu dönemde, felsefe- ciddi engeller vard1r. Bu engellerin ba-
nin herkesçe kabul görmüş amacı, insanı şında ise, din ve batı] inançlar gelmekte-
mutlu bir yaşama ulaştırmak, bireye dir. Gerçekten varolanın yalnızca maddi
güven ve bilgelik kazandırarak, onun ya- nesneler oldugunu, bilginin dış dünya-
şadıgı yabancılaşma ve yolunu kaybet- daki maddi nesnelerin duyularıınwn
mişlik duygusunu aşmasını saglamaktır. üzerindeki etkisinin bir sonucu olarak
İşte bw\dan dolayı, Hellenistik dönemin duyumlardan meydana geldi~ni savu-
en büyük ve en önemli iki sisteııti olan nan Helv~tius, Tanrı'nın varoluşu konu-
Epikürosçulukla Stoacılık kişisel bir sunda tateizmi benimsemiştir.
ahlak üzerinde yogwılaş:ıuşlar, siyasi ya hen. Antik Yunan felsefesinde, ömegin
da toplumsal düzenle ilgili problemlere tParmenides'te Bir olana; herşeyi içeren,
pek az önem verınişlerdir. Bir tinsel ba- fakat kendisi başka bir şeyde içerilme-
gunsızlık ve kendi kendine yetme ideali~ yen; varlıgın, degişmenin kaynagı olan,
ni ön pl~na çıkartan iki akımın da ahlakı, herşeyden bagunsız ilk varlık, nihai ve
fiziklerinin katkısız tmaddeciligini yan- en yüksek gerçeklige; duyuların göster-
sıtacak şekilde dogalcı ve 'bu dünyaa', digi görünüşlerin gerisindeki, akıl yo-
yani içinde yaşadıgımız dünyayla, bu luyla bilinen, varlıga gelmemiş ve yok
dünyadaki yaşam ve degeri temele alan edilemez olan, ezeli -ebedi degişmez rea-
bir ahlak anlayışıdır. liteye verilen Yunanca ad.
Helvetius, Claude Adrien. Aydınlanma­ Herakleitos. Pannenides'in duragan ve
run önemli düşünürlerinden biri olup, degişmez varlıgına karş1, niteliksel de-
t Ansiklopedinin hazırlanmasına katkı gişme olarak oluşun gerçekligini öne
yapmış olan Fransız filozofu. süren Yunan filozofu.
Helv~tius, insan zihninin tüm entellek- Bilgi bakımından, eınpirik ya da duyu-
tüel güçlerini, Condillac'ınkine benzer bir sal bilgiye hiç deger vermeyen Heraklei-
indirgeyici analizle, duyum ya da duyu- tos, gözlerin ve kulakların kötü tamklar
algısına indirgeme teşebbüsüyle ün ka- oldugunu öne sürerek, rasyonalizmin
zannuştu. Başka bir deyişle, insanın savunuculugunu yapıruştu. Çok şey
duyu düzeyini aşan yetilere sahip oldu- bilmeye, ansiklopedik bir bilgiye karşı
gu görüşünü yanlış bir teori olarak nite- çıkan filozof, çok şey bilmenin akıllı ol-
leyen Helv~tius'a göre, ömegin yarg1y1 mayı ögretmedigini söylemiştir. Siyasi
ele alalım. Yargılamak, bireysel ideler alanda, demokrasi karşıtı egiliınlerini,
arasındaki benzerlikleri ve farkWıkları al- çogunluk geniş halk yıgınlanna karşı
gılamaktan başka hiçbir şey degildir. duydugu nefretle birleştiren ve 'bir ki-
Aynı indirgeyici analizi. ahl~k alaruna da şinin, yetkin biriyse eger, kendisi için,
uygulayan filozofa göre, insan davraruşı­ on bin kişiden daha degerli oldu~nu'
nın evrensel temelini ben-sevgisi meyda- söyleyen Herakleitos'un metafiziginin
na getirmekte olup, ben sevgisi haz elde en önemli tezi, hiç kuşku yok ki, çatış­
etme amaona yönelmiştir. Tüm degerle- ma ve savaşın herşeyin babas1 oldugu
rin. hatta güç arzusunun bile ikind.l oldu- düşüncesidir. Ona göre, karşıtların sa-
412 Herder

vaşı, varlık ya da oluşun tek


en ·o~e müştür. Nehir alap gittigi için, o aynı
önemli koşuludur. Zira bu savaş olma- nehre iki kez giremeyecegimizi belirtir.
saydı, hiçbir şey varolmayacaktı. Bun- Evrende hiçbir nesne, nesnelerin hiçbir
dan dolayı, varlıklann doguş ya da var- özelligi yoktur ki, degişmeden aynı kal-
lıga gelişi, birbirlerine karşıt olan ve sın. Herşey bir başka şeyin yıkımı ve
dolayısıyla birbirlerini varlıkta tutan ölümü sayesinde varlıga gelmekte ve
karşıtların çatışmasına baglıdır. daha sonra yok olup gitmektedir. Ev-
Onun varlık ögretisinin ikinci tezi ise, rendeki tüm ögeler arasında sürekli bir
herşeyin birli~ni ortaya koyar. Birlik, çatışma ve savaş hali vardır ve degiş­
tıpkı İyonyalı düşünürlerde oldugu meyen tek şey, bu degişme halinin so-
gibi, evrenin ilk maddesinden, evrende- nucu olan kozmik denge durumudur.
ki herşeyin kendisinden dogdugu mad- Herder, D. G. Gerçek bir tarih felsefesinin
di tözden meydana gelir. Bu birligi ateş­ bir anlamda kurucusu sayılabilecek
te bulan Herakleitos'a göre, ateş, öme- olan 19. yüzyıl Alınan düşünürü. Temel
gin yogunlaştıgı zaman, nemli hale eserleri: ldeen zur Philosophie der Gesc-
gelir ve basınç altında suya dönüşür. Su hichte des ~ensclıeit [İnsanlıgın Tarihinin
dondugu zaman ise, toprak olup çıkar. Felsefesi Uzerine Düşünceler] ve Briefe
Onun ilk madde olarak ateşi seçmesi, zur Be forderung der Humanitat [İnsanlı­
daha çok ondaki oluşu, degişme ve bir- gın llerlernesi Üzerine Mektuplar].
likten çokluga geçiş süredni en iyi, ya- Tarihte, belirleyici ögenin genel olarak
karak ve yıkarak yaşayan ateş ifade et- insan degil de, şu ya da bu türden insa-
tigi için önem taşır. nın genel özellikleri oldu~nu savunan
Herakleitos birligin oldugu kadar, çok- ve bu iddiasıyla da, aynı zamanda antro-
lugun da hakkını veren bir filozoftur. polojinin babası olarak görülen Herder,
Başka bir deyişle, o monist bir filozof ol- organik bir dogal evrim görüşü geliştir­
duğu kadar, ayıuzamanda bir çokluk fi- m.iştir. Bu anlayışa göre, doga da tarih
lozofudur. Onun çokluk filozofu olması­ de, sürekli olarak dönüşen, yani oluş
ru mümkün kılan şey ise, oluşu ön hali içinde olan varlık alanlandır. Tarih,
plana çıkartmış olmasıdır. Herakleitos'a dogarun bir alanı olmakla birlikte, tarih-
göre, çokluk ya da karşıtlar olmaksıı.ın, sel olaylar, dogal olaylar gibi, kesin bir
varlık ya da oluş olamaz. O, bir yandan yasalılık ve nedensellik taşımaz. Zira, ta-
da çoklugun birlige dayandıgıru. söyle- rihi belirleyen ön önemli öge, genellik
miştir. Bundan dolayı, çokluk olmadan de~l de, bireyselliktir. Tarihte yasalar
birlik, birlik olmadan da çokluk olamaz. aramaktan vazgeçilmelidir, çünkü her ta-
Evren, ayru zamanda hem bir ve hem de rihsel olay bir kez ortaya çıkan bir ger-
çoktur; bu da, oluşla ifade edilir. çeklik olmak durumundadır.
Herakleitos, birlikten çokluga geçiş ve Herder'in bu tarih görüşünün gerisin-
oluş sürecini, ateşle ve dolayısıyla akış de, onun insanlığuruzın özsel aracı ol-
düşüncesivle ifade etmiştir. Bu onun du~nu savundugu dile ilişkin görüşü
varlık görüşünün üçüncü temel tezini yer alır. Bellek, düşünce ve bilincin te-
meydana getirmektedir. Şeylerin sürekli melinde bulunan dil, insanın, hayvanın
akışı, herşeyin akmakta oluşu, evrenle içgüdüleriyle kıyaslandıgında, ortaya
ilgili en önemli dogrudur. Ona göre, ev- çıkan güçsüzlügfinü telafi eder. Hayva-
rende kahalık ve duraganlık yokhır; nın içgüdüsel tepkilerinin kesinligi ve
herşey de~şmekte, yakarak, yıkarak degişmezliginin yerine, insana daha
yaşamaktadır. büyük bir özgürlük ve başkalanyla iş­
Herakleitos kendisinden önceki filozof- birli~ yapma olanagı verir. Insan dü-
Iann boşu boşuna evrende kalıcılık ve şüncesinin ve bilincinin temel aracı
süreklilik aradıklanru, oysa evrende ka- olan dilin, bu çerçeve içinde, düşünceyi
lıcılık bulunmayıp, mutlak bir degiş­ mümkün kılan ve düşünceden hiçbir
menin söz konusu oldugunu öne sür- şekilde ayrılmaz olan şey olduğu söy-
hermeneutik 413

lenebilir. felsefi bir anlam kazandırınış ve hecıne­


Herder'e göre, farklı diller farklı dü- neutigin tinsel bilimlerin yöntemi oldu-
şünme ve hissetme tarzlarına, farklı dü- gunu savun...,uştur.
şünce ve d uygulara karşılık gelir. Dilin, Tinsel bilin ueri ya da insan bilimlerini
Herder'de oynadıgı, insan düşüncesini yaşama kavramından hareket eden
ve kültürüyle ilgili kurucu rol, Aydın­ anlam bilimleri olarak tanımlayan Dili-
lanmanın hümanizmine ve insanın, çag- hey, bu bilimlerin, yazılı metinleri önce
dan çaga ve toplumdan topluma degiş­ filolojik bir anlam eleştirisinden geçir-
meyen evrensel bir özü oldugu tezine mek, daha sonra da sözcüklerin belli bir
ters düşer. Aydınlanma düşüncesinin dönem ya da çagda söz konusu olan an-
şiddetli birkaç eleştirmeninden biri lamlarını ortaya çıkarmak durtununda
olan Herder, ayrı halkların özgül tarih- oldugunu öne sürmüştür. Çünkü, belli
lerinin önemini vurgulamış ve Aydın­ bir dönemi ve kültürü anlamak için ya-
lanınanın tevrenselciliginc karşı, ondo- zılı yapıtların lalzi ya da görünüşteki
kuzuncu yüzyılın en önemli gücü ha- anlamını ortaya çıkarmak, yeterli ol-
line gelecek milli yetçiligi esinlemiştir. maz;ayrıca, sözcüklerin belli bir dönem
hermeneutil< [ing. hemıeneutics; Fr. lıer­ ya da çagm sahip oldugu tinsel yaşam
mı!neutique; Al. lıenııeneutik]. Ç~el ola- altında kazandıkları anlamı da gün ışı­
rak insanın eylemlerinin, sözlerinin, ya- · gına çıkartmak gerekir; Dilthey'a göre,
rathgı ürünlenri ve trurümıaiüı anlanill'ü__ _
bu yapıldıgı zaman ancak, söz konusu
kavrain!i.. ve yoıınıdama saiüib-:-tg. yüz' anlamlar sayesinde o dönem ya da çaga
yılda, pozitiv~.g~ij.~fYÇ[ri!em. aı:ı!ayı- egemen olan tinsellik kavranabilir. Bu
şma ve doga bilimlerinin yöntemini anlamlan açıga çıkaracak olan yöntem
iiıSiiii liilfıi\lennde de kullanma tavrına
de, bir tür anlama ve yorumlama sanatı
karşı, tarih i':_e_.Sö$yo~oJC~bi insan bilim- olarak, henneneutiktir.
lerinin konusu olan ınsan varlıgırun Dogaya ilişkin araştırma ile insan ey-
temel özelli~den dolayı, farklı bir yön- lemine ilişkin araştırma arasında çok
teı::ı:ıe ihtiyaç .d.ı.l)~dug),l anlayışırun sonu-
temelli bir farklılık bulundugunu, insan
ru ola n yorum teorisi. eyleminin özel bir analiz yöntemine ihti-
Teolojik bir kökeiıl. uzun bir tarihi olan yaç duydugunu savunan Dilthey, bu
ve telseleye tDilthey tarafından kazandı­
rılan henneneutik terimi ilk kez olarak
çerçeve içinde, iki ayrı yöntem ortaya
koymuştur. Bunlardan birincisinde, bir
Yunan'da kullanılmışhr. Buna göre,
Antik Yunan'da, tanrılarm sözleri ve me- eylemin, kitabın ya da bir tablonun ya-
ratıcısının yorumcuyla olan ilişkisi üze-
sajları insanlara, tannların habercisi olan
Hermes tarafından iletildigi ve Hermes rinde yogunlaşılır. Buna göre, izleyici
taralından aktanlan bu sözlerde tannlar,
ya da yorumcu, kendisini yaratıcnun
insan yaşamı hakkında, insanların göre- yerine koyarak anlar. Anlama, gerek ya-
ratıcı gerekse yarumcu ya da izleyicinin
medikleri şeyleri de 'söz kalıbı' içinde
aktardıkları, fakat bu sözlerin yalnızca ortak bir insanlıgı payiaşmasından
lafzi anlamlarıyla dümdüz anlaşılmayıp, veya her ikisinin de ayıu Tinin tezahür-
açıklanmalan ve yorurrılanmaları gerek- leri olmasından dolayı, mümkündür.
Dilthey'ın önerdilli ikinci yöntemde ise,
Iilli için, ta.nrılann.şö.<:lı!.rini-JLOıumlama
faaliııetine.hermeı:ıııYtik adı-verilmiştir bireylerin kişisel özellikleri ya da karak-
Hermeneutik teriminin söz konusu tea- teristikleri bir kenara bırakılır. Bunun
lojik anlamı Ortaçagda da korunmuş yerine hermeneutik, insan eylemini, ona
ve terim, Hristiyan teolojisinin kutsal anlam veren daha geniş bir bütünle
kitaptaki tinsel hakikati aniayıp yorum- ilişki içinde anlar. Buna göre, örnegin
lama işiyle meşgul olan kısmı için kul- bir tablo, o tablonun içinde üretildigi
lanılmışhr. Bundan sonra, Dilthey, F. toplumun dünya görüşü dikkate alına­
tSchleiermacher'in de etkisiyle, terime rak anlaşılır.
414 hermer:eutik döngü

Dilthey'den sonra, H. G. tGadaıner de, rin veya sınıfsal çıkariann yansıtıınları


insanın kendine özgü bir oyun mekanı, olabileceklerini gözler önüne serrnekten
bir anlamlar dünyası içinde yaşadıgı ve meydana gelen kuşku hernrmeııtigidir.
bu mekanın da yalnızca refleksiyonlu bir Soykütügü yaklaşımıyla özdeşleştirile­
anlama yoluyla bilinebilecegi ve çagla- bilecek olan bu tür bir hermeneutigin
rm, kültürlerin, sırufların ve toplumlann, temsilcileri tNietzsche, +Freud ve tFou-
ancak bir çagm ya da toplumun dildeki cault'dur.
sözlere verdigi ortak anlamlarla şekille­ Üçüncü herrneneutik türü ise, 3 Frank-
nen yaşam biçimleri aracılıgıyla anlaşı­ furt Okulu düşünürlerinden jürgen Ha-
labilece~i kabulleriyle, felsefi hermeneu- bermas'ın temsilciligini yaptıgı eleştirel
tigi söz konusu yaşam biçimlerinin hermeneutiktir. Kökü onsekizinci yüzyıla
bütünlOgüne ve bu bütünlügü saglayan kadar uzanan bir tideoloji eleştirisi ge-
şeylere ulaşmayı amaçlayan anlama ve lenegini devarn ettiren söz konusu her-
yonımiama yöntemi olarak tammlanuş­ rneneutik türü, varolan toplumsal, poli-
tır. tik ve kültürel koşullan, bir tür gizem-
Hermeneu tik, doga bilimlerinin yönte- sizleştirme etkinligine eşdeger olan yo-
minin kullanımını insan bilimlerini de rumlarla eleştirıneyi amaçlar.
kapsayacak şekilde yaymaya çalışan, Öte yandan, herıneneul:ik aynı zaman-
sosyal bilimlerde insan eylemine çeşitli da 4 bir tür ontolojiye veya ontolojik
türden toplumsal yapılann neden oldu- araştırma tarzına tekabül eder. Bu an-
gunu dile getiren pozitivizme yönelik lamda, özellikle Heidegger felsefesini
genel eleştirinin bir parçasuu meydana karakterize etmeye fazla uygun düşen
getirir. Başka bir deyişle, hermeneutik hermeneutik terimi, anlamlara nüfuz et-
1 bilimsel yöntemin ilke olarak, bilgi meye yel:ili olan, kendileri için dünyanın,
amacı güden bütün araştırma alanların­ duyu-algılarınm bir toplamı olmaktan
da kullarulabilecegi, daha dogrusu kul- ziyade, öncelikle ve temelde arılamaya
lanılınası gerektigini, 2 doga bilimlerin konu olan bir varlık alanı oldugu varhk-
yönteminin, metod konusunda gerçek lara özgü varoluş türünü açıga çıkarma­
bir paradigma oluşturdugunu veya yı amaçlayan bir teoriyi, bir varlık görü-
ideal bilimsel yönteme tekabül ettigini, şünü ifade eder.
3 olguların nedensel olarak açıklanması Hermeneutik veya hermeneutik anali-
gerektigini ve nedensel açıklamanın da zin en önemli güçlügü, hermeneutik
bireysel olgu ve durumlan genel yasala- yöntem uygulandığı zaman elde edilen
rın altına yerleştirmekten meydana gel- yorumlarm nasıl geçerli kılınacagı prob-
digini öne süren pozitivist yaklaşıma lemi olmuştur. Buna göre, bir metnin ya
k.arşı oluşan bir tepkinin ürünüdür. da eylemin anlamına ilişkin bir yorum,
Ikisi hermeneutik gelenegin önemli en azındandigeri kadar iyi olmalıdır. Bu
isimlerinden biri olan Paul tRicCEur, di- güçlügün çözümü, bir bütünle bütünün
geri de K-0. tApel'le J. tHabermas ta- parçaları arasındaki karşılıklı ilişkide
rafından açımlanan üç tür hermeneutik- arannuştır. Böyle bir çözümün en önde
ten söz edilebilir. 1 Bunlardan birincisi, gelen savunucusu, henneneutiğin parça-
yüzeyde olanın gerisine gizlenmiş ör· yı bütün, bütünü de parça aracılıgıyla
tük mesaja nüfuz etmek amacıyla, iletil- anlamak durumunda oldugunu söyle-
miş olana kulak vermekten, ona baglan- yen Gadamer'dir.
maktan meydana gelen gelenek hermene- hermeneutik döngü [İng. hermeneutical
utitidir. Bu tür bir hermeneutigin bili- circle; Fr. cercle lrinııeneutique]. Herme-
nen en iyi temsilcisi Gadamer'dir. 2 İkin­ neutik yorum ya da anlama yönteminin
cisi ise, iletilmiş olana kuşkuyla bak- kapsamı içinde ortaya çıkan ve bütünü
maktan, metinterin ve insani eylemlerin anlamadan, bütünü meydana getiren
göründü.kleri kadar masum olmadıkla­ bileşenlerin, bileşenlere ilişkin saglam
nnı, onlann gizli itkilerin, sakh dürtüle- bir kavrayışa ulaşmadan da bütünün
heyecan 415

anlaşılamayacagmı dile getirip, yonı­ sıfat. Tanrı'nın herşeyle temelli bir iliş­
mu olanaksız kılan ünlü döngü. ki içinde bulundugunu ve varolan her-
Aynı sözcük ya da hatta aynı tümeelerin şeyin fail nedeni olarak ortaya çıktıgını
farklı baglamlarda farklı anlamlar taşı­ dile getiren sıfatı.
dıklannı, dolayısıyla bu sözcük ya da heterojen [İng. heterogeııeous; Fr. hetero-
tümeelerin anlamlarırun, iı;lnde geçtilderi geııe; Al. /ıeterogen, ungleidıartig]. 1 Bir
baglama ya da yer aldıklan bütüne iliş­ şeyin birbirine benzemez parça ya da
kin bir kavrayışa ulaşmadan bilinemeye- niteliklere sahip olması, ayn türden öge-
ceklerini, bütünlerin ya da metinlerin ise, lerden oluşması durumu. 2 Mantıkta,
ancak ve ancak onu meydana getiren bile- birbirleriyle cins-tür, içiem-kaplam iliş­
şenler anlaşıldıgı zaman kavranabilece- kisi içinde olmayan kavramların özelli-
gini ve dolayısıyla bütünle parçaların gi.
karşılıklı bir bagımlılık içinde oldugunu Bu çerçeve içinde, ~eylerin, birbirleri-
dile getiren hermeneutik döngü, daha zi- ne ne kadar benzer olursa olsun, kendi-
yade kötümser bir bakış açısı iı;lnde ge- lerinde ayrı türden, farklı parça ya da
çerli olup, nesnel olarak geçerli yorumla- niteliklere sahip oldugunu öne süren
rın olanaksızligını dile getirir. bir ögretiye, heterojenile anlayışı adı ve-
Bu konuda daha iyimser olanlardan rilir.
tDilthey, tam ve yetkjn bir yoruma ula- heterolojik [İng. heterological]. Kendi ken-
şılamasa bile, döngünün aşılarak, her disine uygulanamayan, kendi kendisi
seferinde biraz daha gelişen ve düzelen iı;ln geçerli olmayan, kendi kendisini ta-
yorumlara, daha saglam kavrayışiara ruınlamayan anlamına gelen sılat. Öme-
ulaşmamn mümkün oldugunu savun- gin, Yunanlı sözcügü, Yunanca bir isim
muştur. Onun söz konusu inancınm te- olmadı~, 'tek heceli' sıfatı kendi iı;lnde
melinde ise, degişen dil, kültür ve kişi­ çok heceli oldugu için, heterolojik terim-
liklerin gerisinde, ortak bir insanlıgın ler olmak duruınundadır.
bulundu~ kabulü vardır. Buna karşın, kendi kendisine uygula-
hermeneutik fenomenoloji [İng. hermeneu- nabilen, kendi kendisini tarumlayan,
tical phenomenoloji; Fr. phenomenologie kendi kendisi için geçerli olana lwmolojik
ltenneneut"ique]. tHusserl tarafmdan ku- denir. Ömegin, çok heceli terimi, kendisi
rulmuş olan tfenomenolojinin, transen- de çok heceli bir terim oldugu iı;jn, h<r
dental fenomenolojiyle varoluşsal feno- molojik bir terim olmak durumundadır.
menolojiden sonra ortaya çıkan ve Al- hexis. Bir şeyin davranışını, bir insan
manya'da Gadamer'le, Fransa'da ise Paul varlıgının, faaliyet ve eylemlerini dog-
tR.iaEur taranndan temsil edilen üçüncü rudan etkileyen ve degiştirilmesi kolay
türü ya da evresi. olmayan egilim ve alışkanlıkları için
Henneneutik fenoınenoloji, bilindn öne- kullanılan Yunanca sözcük.
mini vurgulamak ve varlıgm önceligi dü- heyecan [Os. teesür, infial; İng. eınotion; Fr.
şüncesini korumakla birlikte, insan varlı­ emotion; Al. a.ffekt, gemütsbewegung ]. Bi-
gının iı;inde kuroldugu ya da lincin analiz edilemeyen, başka bir şeye
oluşturuldugu temel ve en önemli ortam indirgenemeyen, yalnızca yaşanmak su-
olarak dili ön plana çıkarbr. Bu anJayışa retiyle bilinebilen bir niteligi olarak, iç
göre, özneler arası geçerliligi olan dil, bi- ve dış uyaranların etkisiyle ortaya çıkan
reyin bilincinin temel koşulu oldu~ iı;in, güçlü duygusal tepki. İnsanın duygula-
onun bilincinden önce gelmek durumun- rında meydana gelen şiddetleıune .
dadır. Organizmada içten ya da dışandan
her yerde olma [İng. omnipresence; Fr. om- gelen ani degişikliklerle birlikte ortaya
nipresence; Al. allgegenwart]. Tann'mn çıkan, hoş ya da tatsız bilinç hali. Heye-
her zaman her yerde, her şeyde tümüy- cana yol açan degişikligin ani ve bek-
le mevcut oldugunu, ve etkisinin her- lenmedik olması durumunda, sarsıntı­
şeyde hissedildigini dile getiren ilahi lara yol açabilen duygu. Organizmanın,
416 hiççilik

sınır sistemının bekleronedik degişiın ayrilır. a) Edilgin /ıiççilik, hiçbir degerin


v;, uyaranlara,daınarlarda genişleme ve varolınadıgını kabul etmekten, degerie-
büzülme, kalp atışının hızlanması, agız rin yokluguyla ve varlıgın amaç.sızlı­
kurulugu gibi yollarla tepki vermesi du- gıyla yüz yüze gelmekten meydana
rumu. Ir~di olmayan, fakat her koşulda gelir. bl Etkin hiççi/ik ise, kendilerine
bilinebilen güçlü duygu. artık daha fazla inanılmayan degerierin
hiççilik (İng. nihilisııı; Fr. nihilisnıe; Al. nihi- tümden yıkılınası yönünde bir girişim­
lismus]. 1 Genel olarak, Tanrı'nın varolu- de bulunmaktan meydana gelir.
şunu, ruhun ölümsüzlügünü, irAdenin 5 Buna karşın, siyaset alanında hiççi-
özerkligini, aklın otoritesini, degerierin lik, her tür toplumsal düzenin kötü o-
nesnelligini, bilginin imkanını, tarihin lup, yıkılması gerekligini öne süren,
mutlu sonunu yadsıma türünden bir red- egemen bireyin özgürlügü adına, otori-
diye dışında, bir de umutsuzluk, düş kı­ tenin zorbahgına karşı çıkan tavırda
nklıgı duygusu ihtiva eden görüş. Genel ifadesini bulur.
bir psikolojik ya da felsefi hal olarak hiççi- hiçlik [İng. nothingness; Fr. nianl; Al. nichls,
li.k, tüm ahlaki, dini, siyasi ve toplumsal niclıtseiendes]. Genel olarak, degersiz
de gerden yoksun olma, varlık/ yokluk, olma, varolmama, yokluktan çıkma_ Hiç-
gerçeklik/ gerçekdışılı k, dogru/ yanlış, lik daha özel olarak da varoluşçu felsefe-
bilgi/kanaat türünden tüm ayınroları de, özellikle de Jean Paul Sartre'da kendi-
yadsuna dwumu ve tavrını ifade eder. si için varhgı, kendinde varlıktan ayıran
2 Epistemolojide, gerçek ve nesnel bir temel özelligi tanımlar.
dogru olamayacagı, bilinebilir olan hiç- Bilince, bilindn temel problemi dünya-
bir şey bulunmadıgı, bilginin bir yanıl­ yı bilmekten ziyade, kendisi olmasın­
samadan başka hiçbir şey olmadıgı, dan dolayı, kendisi için varlık adını ve-
her tür bilginin degersiz, göreli ve an- ren +Sartre'a göre, temel problem bilin-
lamsız oldugu, hiçbir şeyin bilinemeye-
cin hiçlikten meydana gelmesidir. Bi-
cegi, bilginin olanaksız oldugu inano. linç, Descartes'ta oldugu gibi, bir töz de-
3 Metafizik anlamda ise, hiççilik, bir tür gildir; Kanı'ta oldugu şekilde, belli bir
tanntanıınazlıkla birlikte, bazı çevreler-
transendental faaliyete de karşılık gel-
de Tanrı inancının çöküşünün bir sonu- mez. Bilincin hiçbir şey oldugu yerde,
cu olarak, evrenin anlamsız ve amaçsız
Sartre'a göre, dünya zengindir, şeylerle
oldugu, insan yaşarrunın ve insaıun faa-
doludur. Bilinç en yüksek ölçüde boştur
liyetlerinin hiçbir degeri ya da anlarru ol-
ınadıgı, kendisi için yaşamaya deger
ve onun hiçbir içeriği yoktur_ O herhan-
hiçbir şey bulurunadıgı görüşünü ifade gi bir türden nesne degildir, dolayısıyla
fiziki yasalara da t§bi degildir.
eder.
Şu halde, bilinç kendinde varlıktan
4 Hiççilik, ahl~k alanında da, gelenek-
sel ahiakın ilke ve yükümlülüklerini hiçlige sahip oluşuyla aynlır. İnsanog­
yadsıyarak, her türlü genel ilke ve dege- lu, varlıgın hiçleştirilmesinden başka
ri sorgulayan, ahlak! norm ya da deger bir şey degildir; varlık-olmayana ka-
ölçülerinin rasyonel olarak haklı kılına­ rışmış olan bilincin nitelikleri birtakım

mayacagını, ahlAki degerierin akıl yo- olumsuzluklarla belirlenir. Bilinçli bir


luyla da, sezgiyle de, yasanın otoritesiy- varlık olarak insan 'ne degilse odur, ne
le de temellendirilemeyecegini, degerie- ise o degildir.' Onun özgürlügü de işte
rin anlamsız ve akıldışı olup, ya keyfi bu olumsuzlu~a dayanır.
davranışların ya da akla dayanmayan hileli tanım [Ing. loaded defınition; Fr.
duyguların ve toplumsal koşullanmaia­ dı!fınilion chargı!e]. Yüklü tarum olarak da
nn ifadeleri oldugunu öne süren anlayı­ bilinen ve bir kavram, terim ya da sözcü-
şa karşılık gelir. gün anlamını önyargılı ve taraflı bir bi-
Metafiziksel veya ahlaki anlamda hiççi- çimde, genellikle propaganda amacıyla
lik, etldn ve edilgin hiççilik olarak ikiye ifade eden tanım türü.
-----·-·---c-----

hiper-gerçeklik 417

hilomorfizm [İng. hyleırıorphism; Fr. hyM- farklılıklara, tanrıların çeşitliligine rag-


morplıisırıe; Al. hylemoıphismus]. Evrenin, ınen, dlıarına kavrarru üzerinde bir birlik
evrendeki her bireysel nesnenin, her saglamıştır.
yerde birlikte varolan, biri dillerinden Hint felsefesinin ya da Hint dini ve fel-
kesinlikle ayrılmayan madde ve fonn- sefi geleneklerinin oluşturduğu bütünü
dan meydana geldiliini savunan metafi- tanımlayan Hinduizmin temel literatü-
zik ögreti. rü M. O. 1500-800 yılları arasında ait
Aristoteles'in savunuculugunu yapltllı, olan Vedalada daha sonraki döneınier­
ve maddenin varoldugu yerde formun, de derlenen Brahmanalar, Upanişadlar
formun varoldugu yerde de maddenin ve çeşitli destanlardan meydana gelir.
olacagını bir görüş olarak hilomorfizm, İnanç sistemi veya Tanrı düşüncesi de,
maddenin formdan, formun da madde- ateizmden başlayıp, teizm ve panteiz-
den, gerçeklikle degil de, ancak soyutla- me, monoteizm ve politeizme kadar
ma yoluyla aynlabilecegini savunur ve uzanır.

yönlendirid, düzenleyici, harekete geçi- hiper- [İng. hyper; Fr. hyper]. Batı dillerin-
rici ve şekil verici ilke olarak formun, de en üstün, en yüksek, en üstte olmak-
maddeye yapı kazandırdıgını belirtir. lık bildiren ön ek.
Başka bir deyişle, hilomorfizm, tikel Buna göre, klasik mekan anlayışının
varlıklarda, bireysel tözlerde, maddenin geçersizligini, bugün yeni bir mekan ta-
degişen bileşen oldugunu, form olma- sarunının söz konusu oldugunu dile ge-
dan tözsel ya da bireysel bir varoluşa tirin terim hiper-mekandır. Nitekim,
sahip olunamayacaguu, fonnun ise de- postmodemizm, modem dönemde ge-
gişme boyunca aynı kalan öge olarak, liştirilen mekan kavramlannın anlamsız
varoluştaki sürekliiiiii sagladıgını ileri oldugunu ortaya koymak üzere, hiper-
süren metafizik anlayışa karşılık gelir. mekan terimini kullanır. Modem varsa-
hiloteizm [İng. hyletheism; Fr. hyWhbsme; yunlara dayanan mekanın var olmadıgı­
Al. hyletheisrııııs). Maddeyle Tann'yı öz- nı veya eylemediliini ifade eden hiper-
deşleştirdilli ya da Tanrı'yla maddeyi mekan terimine göre, mekarua birlikte,
birleştirdilli için, tpanteizm ya da mad- mekansal engeller de kalkrruş olup, her-
decilikle eşanlamlı olarak kullanılan şey cografl bir akış içindedir.
ter im. Öte yandan, sözcüklerden başka söz-
hinayana. Buda 'nın gerçek ögretisine ol- leri, görüntü, klip ve bilgisa yar prog-
dukça yakın olan ve Buda'yı büyük bir ram ve gösterilerini de ihtiva eden gü-
ögretmen ve din kurucusu olarak tanı­ nümüzün yeni ve en üstün metnine
yan, ancak onu Tanrı katına yükseltme- hiper-metin adı verilir.
yen Budist ögreti türüne verilmiş olan hiper-gerçeklik [İng. hyper-reality; Fr.
ve 'küçük taşıt' anlamına gelen ad. lıyper-r~aliti]. Ünlü Fransız düşünürü
Hint felsefesi [İng. lndian philosophy; Fr. Baudrillard'ın gerçekiiilin çöktügünü ve
philosophie indienne]. Milattan önce 2000 gerçekiiilin bugün sadece, en üst gerçek-
yılında başlayıp, Hint maddeciligi, Bu- lik olarak, yanılsama, taklit ya da simu-
dizm ve Caynacılık gibi heteredoks sis- lasyondan ibaret oldugunu dile getiren
temler dışta bırakıldıgında, esas Veda- kavramsallaştırırru. Hiper-gerçeklik kav-
cılık ve Brahmanizm gibi gelenege ramı modelin, temsil ettiili varsayılan
baglı sistemler le temsil edilen düşünce gerçeklikten çok daha gerçek oldugunu
sistemi. ifade eder. Başka bir deyişle, burada
1 Biçirnleyici, 2 gerçekçi ve dogakı, 3 kullanılan hiper- öneki gerçeıı;n bir mo-
birci ve gizemci, ve nihayet 4 tektanncı dele göre üretilmesiyle ortaya çıkan
diye sınıflanabilecek dört ayn dönem- yeni gerçekligin. gerçeklikten daha ger-
den geçen Hint düşünce gelenegi, tarih çek oldugunu dile getir, modellerin ger-
boyunca okulların etkisiyle ortaya çıkan çekligin yerini alması halini anlatır. Ba-
-----·-·-------

418 hipotetik ikicilik

udrillard'a göre, hiper-gerçeklik bir du-


rum, kökeni, kaynagı veya gerçeklijli ol-
mayan bir gerçejlin ınodelidir; hiper-
mekanın yaln!zca
u un , e sefenin ·
v i~aiarım1ar

den eri, nederıle. sonı.u;liv ~rsa-


ol-
ne- -
gerçek de, gerçeklikten bajlımsız olarak ina faaliyetin; i?FŞıhk id\Ltiflteııe­
yeniden üretilmiş olan bir şeydir. Baş­ süren Hobbes, yaşadıgı süre içinde,
ka bir deyişle, onun televizyonu biricik biri entellektüel, dijleri siyası olan iki
antolajik gerçeklik haline getiren söz ko- devrime taruklık etmiştir. Bu devrim-
nusu kavramsallaşbnmı, günümüzde, lerden siyasi olanı, yani mutlak manar-
gerçek ile düşsel/iıngeselin, somut ya şinin parlamenter demokrasinin temsili
da gerçekten var olan ile sanalın birbiri- kurumlaoyla sımrlanması söz konusu
ne karıştıjlını ve estetik büyüleeimin oldugunda, Hobbes tam bir karşı dev-
her yerde hüküm sürdügünü ortaya rimcidir. Buna karşın entellektüel dev-
koyar. rim, yani Ortaçagın taıınmerkezli ve
hipotetik ikicilik [İng. hypothetical dua- Aristotelesçi dünya görüşünün bırakı­
lisnı; Fr. dualisnıe hypothetique]. ı İkicili­ larak, yeni doga biliınleriyle, mekanik
jlin, zihin ve dış dünya ikiciliginden açıklaınarun ve deneysel yöntemin be-
oluşan türü. 2 Episteınolojide, dış dün- nimsenmesi söz konusu olduğunda, o
yanın yalnızca çıkanm yoluyla bilindi- taın bir devrimcidir.
llini savunan görüş. n ve erekli politik kuruıniann
hipotez [Yun. hupothesis; İng. hypothesis; insan doğasıy a ı gı ı gerçe ya da olgu-
Fr. hypothese; Al. lıypotlıese ]. ı Genel ola- lardan, insan dogasıyla ilgililm olgula-
rak, bir ilke, kabul, tahmin, koşul ve ön- rm da evrenın aagasıyla iljli s'sıılar
cüle, yol gösterici düşünce. 2 Mantıkta, ı:lan çikarsanacağı birlikli bir bilim
koşullu bir önermenin koşul kısmı, ön göru~ü geliştirmeyi amaçlaıRış elan
bileşeni. H"obes da fel~fesinde, tıpkı bir rasyo-
3 Bilim ya da metodolojide, gözlemle- nalist gibi, geometrinin yöntemini be-
neo olgularla ve olgular arasındaki iliş­ nimsemistir, zira geometri, ona göre,
kilerle ilgili açıklama taslagı ya da be- kesin, a priori birkaç ilkeden çıkarsana­
lirli olgulara ilişkin geçici bir açıklama bilir olup, bilgi veren sonuçlardan, öner-
işlevi gören önerme ya da kabul. Olgu- melerden meydana gelmektedir. Felse-
ları açıklama gücüne sahip görünen ve feyle bilim arasında bir ayınm yapma-
deney yoluyla smanmaya elverişli bir yan, felsefesi, bilimsel yöntemin kapsa-
yapıda olup, ilgili olgular ya da veriler mını kişilere ilişkin araştırmayla siya-
tarafından desteklenebildijli gibi, red seti de içine alacak şekilde genişletmek­
de edilen öner me. ten meydana gelen Hobbes, her prob-
6 Ayrıca, teşmil yoluyla da, bir proble- lemin ilke olarak doga bilimlerinin yön-
mi çözmek için benimsenen strateji. temleriyle çözülebilecejline inandıgı.
Hobbes, Thomas. 1588-1679 yılları arasın­ doga bilimlerinin yöntem ve araştırma­
da yaşamış ve daha çok siyaset felsefesi larının kişileri ve si yaseti açıklamak
alanındaki görüşleriyle ün kazanmış için de kullarulabilecejlini savundugu
olan Ingiliz düşünür. Temel eserleri: De için pozitivist bir düşün ür olmak duru-
Corpore Politico [Politik Toplum Üzerine], mundadır.
De Civc [Yurttaşlık Üzerine], De Corpore ta zi i: Hobbes, zihin konusunda
[Cisimler ÜzerineL De Honıine [İnsanlar deneyd ve madded bir tavn benimse-
Üzerine], Elerııenta Philosophiae [Felsefe- miştir. Zihindeki düşüncelerin d uyuma
nin Unsurlan] ve Leviathan. baglı oldugunu, duyum olmadıjlında
Ieıııe!J&r: Bilt;inin_k,!y_Q~l!;ı ve sonuçları üşüncenin de olamayacagını savunan
itibariyle deneysel oldygynu, tüm bilgi- ilozofa göre, ide ya da düşünceler,
lerimizin ~~linde duyuınlann':' dyyıı-. antıksal olarak fiziki nesnelere de ba-
deneyinın bulunduğunu, zaman V-f ımlıdır. Başka bir deyişle, ide ya da
Ho b bes, Thomao 419

düşünceyle nesne arasındaki nedensel dörL elt


kullanm<ı.\<1~.!'-~~v~ alına gibi
ilişkiye duyumlar aracılık eder. Nesne- amacı vardır. Dilae ısımlerin,
özellikle
> duyum -> düşünce arasındaki ilişki de cins isimlerio temel oldugunu öne
geçişli bir ilişki oldugu için, nesne ya süren Hobbes, .tümeller problemi söz
da maddenin düşüneeye neden oldugu- konusu oldugunda, neminalist bir tavır
nu öne süren Hobbes'a göre, bu durum, almıştır.
var olan_.hııı:şııy mad.de ıi'>sinden oldu- Tümeller problemini, genelligin neden
gu için, bir beden-zihin ikiciliğine yol meydana geldigi, cins ve tür denilen
açmaz~ Başka bir deyişle, o, .ontolojik şeylerin varolup olmadıgı problemi
anlamda, zihnin duyumlarm ve idele- olarak gören filozofa göre, cins isimler
rin; duyu!!)- ve idelerin ise hareket dışında ve ötesinde, zihinden bagımsız
halindeki madrleniA üstüftd&-ve ötesin- olarak varolan bir genellikten söz edile-
de hiçblrŞey--;)lmadıgını öne sürmüş­ mez. Başka bir deyişle, dildışı gerçek-
tür. lil;.te varolan bir genellikten, tür ve cins-
Buradan hareketle, metafiziginde, ger- lerden sözedilemeyeceğini öne süren
çekten var olanın, yalnızca hareket Hobbes'a- -göre, gerçekten var oıa;;ıar;-­
halindeki madde ya da cisim oldugunu, yalruzca bireyler, tek tek nesnelerdjr .•
mekan içinde, gerçek bir cisimler dün- Gei'ielligi nesneler arasında benzerlikler
yasının varoldugunu, cisimsel olmayan bulunması olgusuna baglayan ve dola-
töz düşüncesinin kendi içinde çelişik yısıyla bizim bu gerçek benzerliklerden
olup, bu türden töz ya da !özlerin hiçbir dolayı, bir nesne kümesini ortak bir
şekilde varolmadıgını öne süren Hob- adla adlandırdıgunızı savunan filozofa
bes'a göre, cisim yer kaplama ve şekil göre, dört tür anlamlı isim ve dolayısı y-
özellikieri olmadan varolamaz. Ona la dil vardır: 1 Dış dünyadaki bir nes-
göre, hareket, renk, kahlık türünden neye karşılık gelip, onun ne oldugunu
tüm diger nitelikler sürekli olarak kay- anlamamız da bulunacak ınadde
bolur ve sonra yeniden ortaya çıkar. Bu- isimleri ( dili . 2 Örnegin, uzunluk
nunla birlikte, hareketin nasıl basladı~ı isminde o ugu gibi, isim şeklinde or-
sorusunun felsefe ve filozoflar tarafın­ taya çıkıp, maddenin bir özelliginden
dan · yanıtlanamayac~ını, bu sorııy;ı çıkarhlacak olan soyut isimler {uiiklcıı,ı
aiLÇak, 1 anca da;iOJı ;;larak, Tanrı;;;: dili) 3 Renk ya da işitme örneginde ol-
luyla hi• yanıt verilehileceğini savunan dugu gibi, bedenierin fonksiyon ya da
Hı:_bbes'a göre, T~n':m kendisi de, ci- özelliklerini dile getirecek olan_duyum
simsel bir yarlıktı4 _ ç!ili. 4 Örnegin tümel ya da özel gibi,
Dil felsefeşi: Dil konusunda ise, Hobbes, dilde geçen bir ismin ismi olan isimler
dilin, dış nesnelerin hareketiyle başla­ Jüst dil).
y!!_n nedensel zincir~~ halk sı oldu- Tüm aniamlı sözlerin bu dört kategori-
~u; dış nesnelerj;dUjll,ma. duyum- den birine girmek durwnunda oldugu-
lann E!işiinceye neden oldufi;unıı ye , nu söyleyen Hobbes, felsefi bir jargon
düşüncelerin de dilde jfade edildij!ini , yaratan düşünüdere şiddetle karşı çık­
öne siiı:müştür. İnsan varlıklarında, dü- mış ve tanımlanamaya fiziki nesnelere
şünceyi degiştirebildigini savundugu ilişkin algıya indirgenemeyen bir sözcü-
dilin, y_azı ve konıışma..olarak iki şekil­ gün anlamlı olmadıgını öne sürerken,
de varoldugunu belirten Hobbes, bun- yirminci yüzyıl pozitivizmini öncele-
lardan düşünceyi kaydetmeyi yara~an miştir. O, akılyürütmenin toplama ve
yazıda belleğin genişlemesinin söz o- çıkarmadan ibaret oldugunu ve dolayı­
nusu oldugunu söylemiştif: iletişime sıyla arihnetik modeline göre anlaşıl­
yarayan konuşmarun, ona göre. neden- ması gerekligini söylemiştir. Mantıkçı­
sel Jl!şkileri kaydetme, bilgi akla rm~, ıun, bir olumlamada bulunmak üzere,
arzu ve istekleri bildirme, .@zcükleri iki ismi birleştirdigini, bir tasım için iki
20 Holbarh, Baron Henri d'

oluınlaınayı, bir kanıtlama için de, bir- le yarathkları bıı yapay insan, bu ejder-
çok tasıını bir araya getirdiliini öne ha, onları temsil edip, yönetecektir.
süren Hobbes'a göre, mantık, isimleri O, bu yüce egemen gücün, söz konusu
farklı birleşimler içinde, toplayıp çıkar­ ejderhanın, insanların yaptıklan sözleş­
maktan ibarettir. meyle baglanmış olmadıgını söylemiş­
.Bilgi Görüş/eri:.Eınpjrist bir bilgi görü- tir. Toplum'!_karşı biçbir yükümlülü~
şün,!_ ~ahip. olan Hobbes.. felsefenin ne- o,ill\J!yan _ejderha ya da d$vletin cok ~
denlerden hareketle sonuçları, sonuçlar- geniş yetkileri va<e;lır. Gerek _hukuk,
daR harekgtle ci& nedeRleFi ı:ıltarbp bil-..:. g~k din, gerekşe mülkiyet. kısacası
ek anlamına geldigini öne sürmü tü herşey sınırsız y!!tkilerle bi>zenmiş by
Bil~ u yu- ney ın en ilkelere (ana- üstün gilce baglı olmak dyrıımıındadır. _
liz) ya aa ılk il:tceleı den, eıı genel onet- Hobbes'a göre. hukııknR tek bir kaynaıı .
ıneler en sonu ara sen ez o ı er- v.ardır, bu kaynak da, egemen ye üstün
le tiren filozo gücün iradesidjr. Mülkiyet de, egPil!_,en
sonuçların ve olguların birbirlerine olan gücün verdilli !?ir ödüREien başka bir
baglılıgının bilgisi oldugunu söylemiş­ §_ey degildir. Buna göre, sözleşmeden
tir. Büyük bir bölümüyle, nedensel iliş­ önce, herkesin herşey üzerinde hakkı
kilerin bilgisinden meydana gelen bi!iın, vardı, ama gücü gücüne yeteneydi. İşte
ona göre, aynı anda hem tümevanmsal mülkiyet güvenligini getiren devlet, ge-
ve hem de tümdengeliınsel yöntemleri re-ı<tigi zaman, mülkiyeti dıiedıgı gıbı
kullanır. diiz;enleyebilir. Ü!:!_a göre, devlet olma-
Politik Felsefesi: Siy~t felsefesinde, dan, miilkixetin anlamı yoktur.
karşı devriınci bir tavrı hpnjmse!ien, Aynı durum, din için de geçerlidir. In-
yeni yeni ortaya cıkı~ bü~ük bir hız)a s~~"' aynı_ anda iki efendiye birden
gelişen bur·uvaz· · Jaraftnı tutmayan liızmet edemeyece~inı soyleVÇn ttötı­
_ u alandaki büyük ününü söz- - - bes, iç barışı iiirdürebilmenjn tek yolu-
leşmed devlet anla ı ı la mutl 'k ·- n:n":n:vlet başkarunın aynı zamanda
darı sa lam ır temele oturlmasından \s!!i'!f'nin de baskanı olıriası, dlö! de de-
aTmıştır. Ba ka bir deyişle, Hobbes'ta netimi alhnda tutması oldugunu söyle-
mut a iktid alların Ta ' ·al- mijtir.
dıkları yetkiye de~ de, dogrudan dog- Holbach, Paui·Henri Baron d'. Yeni ve
ruya bireylerin ç rlanna dayandınl- özgün bir düşünce geliştirmemiş ol-
mıştır. • makla birlikte, Lamettrie tarafından ku-
Hcf.'ihes'ra devlet insanlaRA keri:IF.:JRa-:- rulınuş olan Fransız tmaddeciligini da-
'
lar!_ için sözleşmeyle meydana geliril- ha ayrıntılı ve kesin bir sistem haline
miş xapııy bir yaratık olup, onun sixa-- getirmeye çalışmış olan filozof. 1723-
set felsefesindeki çıkış noktası dogaı 1789 yılları arasında yaşamış olan Hol-
insandır. Insanların dogal yaşama hll- bach'ın temel eseri Systimıe de In Nature
lindeyken, altın çagda yaşamayıp, ce- [Doga Sistemi]' dir.
hennem hayati içinde olduklannı savu- Holbacb, gerçekten varolarun canlı, ha-
nan, bu dönemde eşit ve özgür olan in- reket halindeki madde oldugunu, mad-
sanların birbirleriyle sürekli bir savaş deyle ruhun bir ve aynı şeye karşılık
içinde olduklannı öne süren filozof, geldigini öne sürmüştür. Madde ve ha-
böyle bir durumda gelişme ve uygarlı­ reket, evrenin temelini meydana getirir.
gm ilerlemesinin beklenemeyecegini Maddi doga, ona göre, cansız ve hare-
söylemiştir. Buradan çıkısm tek yolu, ketsiz bir şey olsaydı, bu takdirde Tann
insaniann bir sozleşmeyle kendi sınır- gibi, ruh gibi manevi tözlere başvurmak
• s•z özgiir)üklerine $D vermeleri, Slr kaçırulmaz olurdu. Fakat doga kımılda­
üçüncü lehine haklanndan vıız~melc-~­ madan duran, cansız ve hareketsiz bir
r.idir Hobbes'a göre, eniann sözleşmey- şey degildir; hareket maddenin en
holizm 421

temel niteligidir. Madde ve hareket ev- !erin analizi yoluyla aniaşılaınayacagıru


renin temelidir. İnsan da duymak, dü- savunan anlayış, yaklaşım ve ögreti.
şünmek ve eylemde bulunmak özüne Söz konusu genel anlamı içinde, holizm,
sahip olan maddeden meydana gelmiş­ taıomculuga, tbireycilige ve tindirge-
tir. Evrende mutlak ve degişmez yasa- mecilige karşıt bir görüş olmak duru-
lar hüküm sürer; bundan dolayı, doga- mundadır.
daki her varlık ve olay, belli dogal 2 Metafizikte, tmekanizme ve materya-
nedenlerin sonucu olarak ortaya çıkar. lizme karşıt bir biçimd~, dogal bütünle-
Holbach'a göre, insan bilgisizliginden rin, evrendeki maddi alınayan bütünle-
ve güçsüzlü~ünden dolayı, dogal nede- yici bir dinamik ilkenin eyleminden ve-
ni bulamadıgı her seferinde, işin içine ya etkisinden dolayı, parçalanrun veya
Tanrı ve ruhu karıştırmıştır. Başka bir bileşenlerinin yalın toplamından daha
deyişle, insanlar, başlarına gelen ve ne- fazla bir şey oldugunu savunan ögreti.
denlerini bilip anJayamadıklan fel~­ 3 Bilim felsefesinde, kabul ya da red
ketleri tannsal bir varlıga baglamış, edilenin, dogrulanan veya çürütülenin,
bunları Tann'nın yaptıgına inannuştır. tek tek hipotezler degil de, bütün bir
Bu da, Holbach'a göre, ilkel insanın teori oldugunu öne süren görüş veya
dogal olaylan, cinler ve periler yoluyla yaklaşım. 4 Biyolojideveya biyoloji fel-
açıklamasından miras kalmış olan bir sefesinde, tmekanizm ve tdirimselci-
şeydir. Ruhla ilgili olarak, onun beynin lige karşıt bir görüş olarak, yaşamın
bir niteligi olmasından başka hiçbir şey organizmarun dinamik sisteminden
bilmiyoruz. Ona göre, beyin bu niteligi- meydana geldigini öne süren ögreti.
ni canlı varlıklara özgü olan bir düzen- Buna göre, biyolojide holizm, canlı do-
leme sayesinde kazanmıştır. gayla ilgili olarak, ögeleri ya da ele-
Bu düzenleme sayesinde, canlı varlıga mentleri yöneten yasalann bilgisinin,
aluıan cansız, duygusuz madde, cansız bu elementlerden meydana gelen bü-
olmaktan çıkar ve duyum niteligi kaza- tünleri yöneten yasalan çıkarsamak için
nır. İnsan orgaııizmasına alııup ÖZÜfille- yeterli olmadıgını, kompleks bütünleri
nen su, süt ve ekmekte de, bu hep böyle anlamak için, bütünlerin elementleriyle
olur. Düşünce ona göre, bir molekül ha- ilgili yasalara indirgenemeyen özel ya-
reketidir ve tıpkı beslenmeye, büyüme- salara başvurmak gerektigini, dahası
ye temel olan hareketler türündendir. bu özel yasalara ilişkin bilgiye, yalnız
Ruh, kendisini etkileyip hareket ettiren bütünü açıklamak için degil de, ele-
maddi nedenlerden dolayı degişir. mentlerin davranışını açıklamak için
holizm [Bütün anlarnma gelen Yunanca de gerek duyuldugunu iddia eden anla-
holostan; İng. holism; Fr. holisme]. 1 Bü- yışa karşılık gelir.
tüncülük. Genel olarak, canlıyla cansız, 5 Genel olarak sosyal bilimlerde, bu bi-
organikle inorganik faaliyet arasında limlerin gerçek konusunun bireysel öz-
gerçek, temel ve indirgenemez bir fark- nelere indirgenmesi mümkün olmayan
lılık bulundugunu; canlı, organik bü- sistemler ve yapılar oldugunu savunan
tünleri meydana getiren parçaların bü- yaklaşım. İnsan bireylerinden meydana
tün içinde, bütünün dışuıda oldugun- gelen topluluk ve toplumsal gruplan da
dan daha farklı bir biçimde fonksiyon bütünler olarak gören, bu grupların
gösterdiklerini; bir fenarneni anlamak davranışının bireysel organizmaları yö-
için, onu bütünlügü içinde, yani onwı neten yasalara indirgenemez yasalara
bir parçası oldugu bütünü anlamak ge- göre ortaya çıkbguıı savunan sosyal ho-
rektigini; ve dolayısıyla bütünün her lizm~ söz konusu gruplarda, bireylerin
zaman ögelerinin yalın toplamından ya da organizmaların toplamından da-
daha fazla bir şey olup, kannaşık bir fe- ha fazla bir şey bulur ve gruplarda, san-
nomenin, salt onu meydana getiren öge- ki kendi özel yaşamianna ve yasalarına
422 homeomeri

sahip olan daha yüksek düzeyden birey- homeomeri. t Anaksagoras'ta, evrenin


ler görür. kendisinden meydana geldigi, sonsuz-
6 Daha özel olarak da, sosyolojide, top- ca bölünebilen, fakat yine de aynı tür-
lumsal grup ve kurumlann veya bizzat den olmaya devam eden temel ögelere,
toplumun kendisinin ayrı ve kendisine evrenin yapa taşlarına verilen ad.
özgü bir bütünselligi oldugunu ve onun Bütün ve parçanın aynı türden oldu-
salt bireysel bileşenlerinin incelenmesi gunu savunan Anaksagoras'a göre, do-
suretiyle anlaşılamayaca~nı öne süren gada varolan organik ya da inorganik
görüş. Toplumsal bir araştırmanın ko- maddeleri bölüp ayrıştırdıgımız za-
nusunun, bireysel eylemler degil de, bü- man, kendileriyle karşdaşacagunız
tünler olması gerektigini savunan ve şeyler, kendilerinden hareket ettigirniz
tComte, +Durkheim ve tLevy-Strauss bütünlerden farklı şeyler degil de, on-
gibi düşünürler tarafından benjmsenen larla aynı türden şeyler ya da parçalar
yaklaşım, toplwnların bütünl~r olarak olacakhr. Yani, etin, kanın, suyun, taşın
görülmesi gerektigini, zira birer bütün en son parçalan yine et, kan, su ve taş
olacaktır. Varolan şeylerin hem sayı ba-
olarak toplumlann, bireylerin özellik ya
kımından, ve hem de küçüklük baka-
da karakteristiklerinden türetilemeyen
mından sonsuz oldugunu, herhangi bir
özelliklere sahip oldugunu ve dolayısay­
şeyde, bütün diger şeyler bulunduktan
la analizin, bireylerin davranışlanndan
başka, bu şeyin her bir parçasında, son-
degil de, büyük ölçekli kurumlarla bu
suz küçük parçasmda da diger bütün
kurumlar arasındaki ilişkilerden başla­
şeylerin bulundugunu savunan Anak-
ınasa gerektigini söyler.
sagoras, bunu 'Herşeyde herşeyden bir
7 Psikolojide, ögeler üzerinde degil de,
parça vardır' sözüyle ifade eder ve bu
bütünler ya da Gestalt üzerinde yogun-
parçalara homeomeri admı verir. Homeo-
laşan psikoloji anlayış. 8 Siyaset felsefe-
meri, t Aristoteles'te ise, bir bütünün,
sinde, tbireyciligin karşısmda yer alan parçalara aynldıgı zaman, diger parça-
kollektivizmle eşanlamh olan yaklaşım lara benzerneye devam eden parçalan
ve görüş. 9 Dil felsefesinde, tQuine, Da- anlamına gelir.
vidson ve Putnam gibi düşünürler tara- hominizm [İng. hominism; Fr. hominisme;
hndan benimsenen, bir terim ya da cüm- Al. hominismus). Alman düşünürleri ta-
lenin anlamının dildeki diger terim ya rafından pratik hümanizm ya da psiko-
da tümeelere bagh oldugu görüşü. Ni- lojizm akarnma verilen ad.
tekim, temsil baglammda, bir sembolün homo. Latincede insan anlamına gelen
anlammm, onu içeren bütün bir temsil- terim. Canlı varlıkların bilimsel ya da
ler sistemine baglı oldugunu; bir dilsel biyolojik snuflamasında günümüz insa-
ifadenin sadece bir dil baglammda an- nının üyesi oldugu cinsin ada.
lam taşayabilecegini, bir hipetezin sade- İnsanın mahiyetini, farklı yönleriyle
ce bir teori içinde veya baglamında an- yeteneklerini tanımlamak üzere, homo
lamlı olabilecegini öne süren görü~e se- teriminin yer aldıgı birtakım tamlama-
mantik holizm adı verilmektedir. lar oluşturulmuştur. Buna göre, homo
10 Çevre etiginde, bütün bir ekasiste- cinsinin geçirdigi evrim üç ardaşık türe
min gerçek bir birlik meydana getirdi- ayrıldıgmda, güncel insanın, bilen insa-
gini, onun tüm parçalarnun birbirlerine nm yer aldıgı türe lıomo sapiens ada veri-
bagımh oldugunu ve dolayısıyla, insa- lir. Buna karşın, alet yapan insana homo
nın kendisini bu birligin üstüne çıkar­ faber adı verilirken, toplum sözleşmesi
masman yanhş olup, bütün için zararh yapmamış dogal insan homo naturalis
sonuçlara yol açtıganı, insarun kendi- diye tanamlarur.
siyle çıkarlarının ayrıcalıklı bir yeri ola- Yine, elindeki imkanlardan en yüksek
yacagını öne süren görüş. tatmini saglamaya çalışan, yani iktisad-
hukuğun işlevi 423

hi düşünen insana fıomo economicııs, bir Hsün Tse. M. Ö. 395 ve 288 yıllan arasın­
toplum içinde yaşan, sosyalleşmiş in- da yaşamış ve insanın dogası konu-
sana fıomo socius adı verilir. sunda, çagdaşı Mensiyüs'ün tam tersi
homo homini lupus est. İlk kez olarak görüşler ileri sürmüş olan Çinli düşü­
Romalı ozan Plautus tarafmdan kulla- nür.
nılmış olmakla birlikte, İngiliz filozofu insanın doguştan kötü oldugunu, iyi-
tHobbes tarafından, insanların hakla- liginin bir yapmacıktan başka bir şey
nndan bir kısmını toplumsal bir sözleş­ olmadıgını savunan Hsün Tse, diger
meyle egemen bir yöneticiye devrebne- Çinli düşünürlerin dogaya pek önem
lerinden ve devletin kurulmasından vermeyip, tüm dikkatleri insanın kendi
önceki dunımlanıu, insanların kendi çı­ içine yöneltme tavır ve kendi iç doga-
karlanru hayata geçirmek için her yola mızı dinleme öı:ıerilerine karşıt olarak,
başvurma tavırlannı ifade etmek üzere dogaya egemen olmaıun önemine işa­
yeniden ortaya çıkanlan ve insanın, in- ret etmiş, dogarun kendi amaçlarımız
sanın kurdu oldugu anlamına gelen La- için sömürülmesini istemiştir.
tince deyim. hudiis. Islam felsefesinde, evrenin ve
homojen[İng. hoınogeneous; Fr. JJomogene]. içinde yer alan tüm varlıklann, ezeli ol-
ı Genel olarak, bir şeyin kendi içinde mayıp, sonradan yaratılmış oldugunu
benzer parça ya da niteliklere, tür bakı­ dile getiren görüş için kullanılan terim.
mından özdeş ögelere sahip olması du- Buna göre, ezeli olmama ve sonradan
rumu. 2 Manhkta, aralarında bir cins- yaratılmış olma durumuna hudüs; hu-
tür, içiem-kaplam ilişkisi bulunan kav- düs sonucu ortaya çıkan varlıga da ha-
ramiann özelligi. dis adı verilir. Yine aynı çerçeve içinde,
Bu çerçeve içinde, şeylerin, kendi içle- evren hadis, Tannda kadimdir.
rinde, birbirlerine ne kadar benzemez hudiis kanıtı. Tanrı'nın varoluşuyla ilgi-
görünürse görünsün, benzer nitelikleri li kozmolojik karuhn, yani evrenin va-
olan, aynı türden parçalardan oluştu­ roluşundan Tanrı'ya giden kanıtın
gunu savunan görüşe homojenite anlayı­ lsl~m dünyasındaki, Gazali tarafından
~ ı adı verilir. öne sürülmüş olan, versiyonu.
homo mensura teorisi [İng. lıomo nıensura Kanıt, şu şekilde ifade edilmiştir: ı
theonJJ. tProtagoras'ın 'Insan herşeyin, Her hidisin, yani yok iken var olan bir
varolan şeylerin varolduklanrun, varol- şeyin hudtls bulması, eşdeyişle sonra-
mayan şeylerin de varolmadıklarımn, dan varlıga gelmiş olması için bir ne-
ölçüsüdür' sözünde ifadesini bulan ölçü dene ihtiyaç vardır. 2 Evren hadistir,
insan görüşü. İnsanı varlıgm, bilginin ve yani yok iken varolmuştur. 3 Bu neden-
degerin ölçüsü yapan göreci ve öznelci le, onun varlıga gelişinin bir nedeni ol-
anlayış. ması gerekir, ki bu neden de Tann'dır.
homoteizm [İng. fıonıotheisnı; Fr. ho· hukuAun işlevi [İng. function of law; Fr.
moth~isnıe]. Tanrı'ylainsan arasında bag fonction du droit]. Hukukçu ve hukuk
kuran, Tanrı tasannuna insan varligın­ felsefecilerine göre, hukugun gerçek-
dan yola çıkarak ulaşan antropomor- leştirmek durumunda oldugu üç işlev
fiznlle eşanlamlı olan terim. vardır: ı Egemen gücün istedigi ve be-
hoşgörü [Os. nıüsamaha; İng. tolerance; Fr. lirledigi nihai bir durum ya da hedefe
toMrance; Al. toleration]. Başkalarının ulaşmak. ömegin, sosyalist hukuk sis-
kendimizden farklı olan düşürune tarzı­ temlerinde, hukuk çogunluk sosyalist
nı ve yaşam biçimini anlayışla karşıla­ toplum amacı için bir araçtan başka bir
ma tavrı; karşımızdakilere, paylaşma­ şey degildir.
dıgımız görüş, fikir ve duygulan 2 Hukugun ikinci işlevi, insanlar ara-
özgürce dile getinne olanagı tanımaya sında bir çatışma oldugu her yerde,
dayanan anlayış. adalet dagıtmaktır. 3 Hukugun üçüncü
424 hukuk felsefesi

ve sonı..ıncu işlevi, insanların yurttaşla­ gören +totalitaryanizm yer alır. Buna


rayla ilgili beklentilerine makül sınırlar karşın, hukugun dogası söz konusu ol-
koyarak,toplumsal çabşmaları çözmek- dugunda, biri dogal hukuk, digeri pozi-
tir. tif hukuk olmak üzere, iki ayn hukugun
hukuk felsefesi [Os. felsefri hukuk; İng. gündeme geldigi hukuk felsefesinde, en
philosophy of law; Fr. philosophie de droit; azından üç farklı yaklaşımdan söz edi-
Ahn. rechtsphilosophie]. Hukugun ve lebilir.
hukuk sistemlerinin dogasıru analiz Bunlardan birindsi, 1 analitik hukuk fel-
eden, hukuld otoritenin temelini araştı­ sefesidir. Buna göre, hukuk felsefesi,
ran, hukuki kararlan belirleyen ahlaki hukukJ bir sistemin aksiyomlanıu göz-
ölçüye deger biçen, insan ilişkilerinin ler önüne serer, terimlerini tanımlar ve
day~ndıgı temelleri karşılıklı haklar ve nihayet, hukuki bir sistemi kendi içinde
yükümlülükler açısından ele alan felsefe tutarlı bir sistem olarak görme olanagı
dalı. Temel kavraıru, bireylerin birbirle- veren yöntemleri ifade eder. Hak, ödev,
riyle ve devletle olan ilişkilerini düzen- hukugun kaynaklan gibi terimleri ana-
leyen hukuk sistemlerini belirleyen hak liz edip açıklayan analitik yaklaşım,
kavramı olan felsefi disiplin. Adil bir Batı felsefesinde ünlü İngiliz düşünürü
hukuk sisteminin nasıl ohnası gerektigi Jeremy tBentham'la başlamış ve John
sorusuna doyurucu bir yarut getirmeye t Austin'le devam etmiştir. Analitik
çalışan felsefi disiplin; hukugun özünü, hukuk felsefesi çogunluk hukukJ pozi.ti-
otoritesini, toplumdaki rol ve işlevini vizmle, yani hukukla ahlak arasında, zo-
anlamaya katkıda bulunacak kavram ve runlu degil de, yalnızca tarihsel bir bag
teorilerin oluşturulmasını amaçlayan bulundugunu savunan ögretiyle birleş­
felsefe türü. tirilir.
Hukuk alaru, hukukr sistemler üzerine 2 Hukuk felsefesindeki ikind yaklaşım,
inşa edilen bir üst disiplin olarak hukuk bir hukuki sistemi dogal hukuga uygun-
felsefesi, etik ya da siyaset felsefesi gibi lugu açısından degeriendiren eleştirel
disiplinlerin katkılarından ya da sonuç- yaklaşımdır. Buna göre, ahlaki ve hukuki
lanndan yararlandıgı için, epistemoloji, nonnların toplumdan toplwna, çagdan
metafizik, bilim felsefesi ya da manbk çaga degişmesi olgusu, hukuk filozofla-
gibi ayn ve bagımsız bir felsefe disiplini nnı, bu nonnlan yargılamak için gerekli
olarak görülmez. Tek tek hukuki sistem- olan, evrensel olarak geçerli degişmez
lere ilişkin bilginin kendilerini yarutla- normlar aramak durumunda bırakmış­
mak için hiçbir şekilde yeterli olmadıgı hr. Bu normlar, bilindiği üzere, insan
soruları ele alıp tartışan ve yarotlayan dogasında, yani dogal hukukta bulun-
hukuk felsefesinin belli başlı sorulan muştur.
şunlardır: 'Hukuk nedir?', 'Hukuk ah- Başka bir deyişle, Skolastik düşünür­
lak ve adaletten nasıl farklılık göste- ler, özellikle de Aquinaslı +Thomas tara-
rir?', 'Hukukla ahlak arasmda nasıl bir hndan, t Aristoteles'in metafi.zigine ve
ilişki vardır?', 'Toplwnsal ve ekonomik Hristiyan teolojisine dayarnlarak gelişti­
koşullar hukuku nasıl etkiler ve hukuk rilen dogal hukuk ö~etisi, hukuk felse-
tarafından nasıl etkilenir?', 'Yasalara iyi fesi alanındaki eleştirel yaklaşunın te-
ya da kötü diye deger biçme olanagı melini meydana getirir. Bu anlayışa
veren degişmez ilkeler var mıdır?' göre, insan davranışını yönlendirmekle
Hukuk felsefesi içinde, birey ve hukuk birlikte, insan tarafından yaratılmamJŞ
ilişkisi söz konusu oldugunda, bir uçta olup, alal yoluyla belirlenebilir veya.
bireye agırlık veren ve hiçbir hukukJ ayırd edilebilir olan sabit ilkeler vardır
düzenleme tanımayan tanarşizm, diger ve bu ilkeler, insan elinden çıkma tüm
uçta' ise, bireyin varolan hukuk sistemi- hukukları kendisiyle yargılayacaguruz
ne mutlak bir biçimde boyun egişini ön- bir dogal hukuk sistemi meydana geti-
Huu>e, David 425

rir. İşte eleştirel yaklaşım çerçevesi İngiliz empirizı:rünin temel tezlerini ko-
içinde, bazı düşün ür ya da teorisyenler rudugu için son çözümlemede kuşku­
dogal hukuga uyarnama ya da uygun culuga düşmekten kurtulamamıştır.
olarnamanın bir hukuk sistemini geçer- Bi';?mGiir.ü~IPri: Bizim yainızca, kendi
siz kıldıgını savunurken, digerleri dog- zih mizde ogrudan ve araasız olarak
al hukugu, bir hukuki geçerlilik ölçü- tecrübe ettigimizi ideleri, duyum ve iz-
tünden çok, yalnızca bir eleştiri stan- lenimleri bilebilecegimizi, bilgide kendi
darh olarak görürler. zihnimizin ötesine geçemedigimizi ve
Hukuk felsefesi içinde gündeme gelen bundan dolayı herhangi bir şeyin insan
bir diger yaklaşım ya da araştırma tarzı zihninden bagunsız olarak varoldugu-
da, 3 sosyolojik yaklaşınıdır. Burada bir nu söyleyemeyecegimizi belirten Hume,
yandan hukugun tutum ve davranışlar, insan zihnini bilgi bakımından analiz et-
çevre ve iktidar üzerindeki etkisi, diger tigi Uman, ınsan zihiünın fumlçenkle-
yandan da toplumsal fenomenlerle eko- rinin bize du lar ve dene tarafından
nomik güçlerin hukuga yapbt;J etki sa anan ma zeme e indir nebilecegi-
araştırılır. Hukuk felsefesinin kapsamı nrğôrmüştür; bu ma zem
içine giren sosyolojik araşhrmalarda, dan başka ç ır şey det;il<!_ir.
normatif degil de, daha çok betimsel bir Ontı göre, zihriin algılan iki şekilde,
y.aklaşım söz konusu olur; bu alandaki yani izienimler ya da güçlü al&lar ve
en önemli öjı;reti, hukugun toplumsal ve ide lef ya da zayif algılar şeklinde orta-
ekonomik güçler tarafından belirlendigi- )'3 Çikllr. Bır şeyi gördüğümüz, hjşşetti­
ni öne süren MaFksist ögretidir. ~imiz_, sevdiA&iz, işitti~brriz ya da
hulül. İslam düşüncesinde, özellikle de arzu ~ttieimiz z~~~l:ga gibi, ba;ı­
tasavvufta, Tann'nın insan biçiminde Jangıçtaki özgünalgL b~:enimdir.
ortaya çıkması için kullanılan terirn. :;ızlen.imler, o~~=t\i-

~;~il~z==~~~~
Hulill anlayışına göre, evrenin biricik
yaratıcısı olan Tanrı, gücünün sınırsız­
lıgı dolayısıyla, bütün bir varlık alanını
kuşatır ve kendisini mutlak iradesinin • ere sa ·p oluruz ve bu ideler öz ·· -
ürünü olan her varlık türünde gösterir. y , a az canlı ve so-
Başka bir deyişle, Tann'nın iradesi her 1$.furlar0flwne'a göre, ideterimizin bir--
göründügü ve varlık türleri içinde en bırleriyle belirli ilişkiler içinde olması,
yüce varlık insan oldugu için, Tann in- birbirlerine belirli şekillerde baglanma-
sand~ ortaya çıkar, dile gelir. lan bir raslanh degildir. O, ideleriınizi
Hume, David. 1711-1776 yıllan arasında belirli bazı bakımlardan bjrhirlerine
yaşanuş olan ünlü Ingiliz filozofu. Te- baglay an birtakım birleştirici ba!\(ar bu-
mel eserleri: A Treatise of Human Nature lurı.aut;unu söyler, ,Buna göre, idelerde
[İnsan Dogası Üzerine Bir DenemeL Arı belirli bazı n.iteliklı;:r bulundugu zaman,
Erıquiry amcemirıg Humarı Urıderstarıdirıg bu jdeler bjdljderine baglanırla!. Bu ni-
[İnsanın Anlama Vetisi Üzerine Bir » telikler, Hwne'a göre, benzerlik, zama11
ruşturma), Political Discourses [Politik ya da mekan baEi!i\ından \urek)ilik ve
Konuşmalar), The Natural History Religi- neden-sonuç olmak üzere üç tanedir.
orı [Dinin Dogal Tarihi), Arı Erıqı.ıinJ Can- Klaslk Ingılli empırızminin üçüncü ve
ceming the Prirıciples of Morals [Ahiakın sonuncu düşünürü olan Hwne, bunlar-
İlkeleri Üzerine Araştuma). dan neden-sonuç baglanbsının bilgi-
,.Ii7rıeller· Insan zihninde olup bitenlere mizde, öz.ı:llikle de dış djjnyaya iliskin
Newton'un deneysel yöntemini uygula- ~ilgirnizde çok temelli ve öneıııli hjr ı;r
yarak, yeni bir insan bilimi kurmayı ve tuttuğUnu düşünür. Ona göre, n~­
geliştirmeyi öneren Hum e,· tüm iyi ni- sellik ilkesi tüm bilgilerimi · rli ·-
yetine ve yüksek amaçlarına ragmen, ginı a ı oldugu temeli
426 Hume, David

oluşturur. Nedensellik idesine karşılık iki özelligL değişmezlik ve hıtarlıhktır.


gelen bir izienim bulunmadıgını, ~ Buna göre, pencereyi açıp dışarı baktı­
nızca öznel alı kanlıklarımı anan Ilun zaman, gözlerimin önündeki man-
nedenselli--en ı -ini zarayı meydana getiren varlıklarda, bir
savuna Hume, bu durumun insanın sÜreklilik ve degişmezlik vardır. Örne-
kendi zihninin dışında k"lan şeylerle ( llin, dışarıda, evler, arabalar ve agaçlar
ilgili bilgisinin geçerliligini ortadan kal- görüyorum. Daha sonra, odaya dönüp
dırdıgını, insanın kendi zihninin dışın­ ) bir süre otı.ıruyorum. Bunun ardından
da kalan bir şeyi bilemeyecegi sonucu- yeniden camdan dışarıya baktıgımda,
nu teyid eıtigini savunmuştur. yine aynı manzarayı görürüm. İşte, izle-
Nedensellik eleştirisi, Hume'u aynı za- \ nimlerimin içeriklerindeki bu süreklilik
manda, cisimlerin ya da nesnelerin in- , vf/ degişmezlik, evlerin, arabaların ve
san zihninin dışında, insandan bagım­ ~açların, ben onları düşüneyim ya da
sız ve sürekli bir varoluşa sahip oldu- ~Üşünmeyeyim, varoldugu sonucuna
gunu söylemenin haklı ve makUl bir te- göhirür. Aynı şekilde, odadan çıkma­
meli bulunmadıgı düşüncesini savun- dan önce, sobaya bir odun alayım, biraz
ınaya götürür. Buna göre, deneyim ve sonra odaya yeniden döndügüm za-
gündelik yaşantılarımız, bizim dışı­ man, edunun neredeyse kül oldugunu
mızda bizden ba~msız şeylerin, nesne- görürüın. Ateşte çok büyük bir degişik­
lerin varoldugunu ortaya koyar. Bunun- lik olmuş olsa da, ben benzer koşullar
la birlikte, Hume'a göre, ideterimizin altında, daima bu türden bir degişmey
izlenimlerin cansız ve soluk kopyalan le karşıtaşmaya alışmışımdır. Hume'a
oldugu tezi ciddiye alınıp kabul edilir- göre, bizim dışımızdaki nesnelerin de-
se, bu takdirde buradan çıkan sonuç, gişmelerinde söz konusu olan tutarlılık,
bildigirniz herşeyin kendi izlenimleri- izlenimlerimizin içerillini meydana geti-
mizden ibaret oldugu sonucudur. İzle­ ren varlıkların degişmezligi ve sürekli-
niınler ise, biziın içimizdeki öznel hiiller ligi, bizi nesnelerin bizim dışımızda ve
olup, bizim dışmuzdaki bir gerçekiiilin bizden batımsız bir varoluşa sahip ol-
varoluşunu hiçbir şekilde kanıtlamaz. maya devam ettiğini inanmaya sevke-
Öte yandan, bir şeyi algıladıgımız der. Bununla birlikte~ume'a göre,
zaman da, zihnimizde yalnızca bir izie- l'asyonel bir karutlama olmayıp, yalnız­
nim vardır ve bu izlerum kendisinin bir ca bir inan;tır.
izlenimi oldugu nesneden ilke olarak D)Ş dü:::ytda maddenin varolu-
farklıdır. Dolayısıyla, bizim algıda ya şunun ras lır kanıılamaya dayan-
da bilgide izlenimlerin ya da bu izle- dınlamayacaguu dile getiren Hume,
nimlerden dogmuş olan ideterin ötesine aynı şeyin ruhya da ben ıçın de geçerli
geçerek, nesnelerin bizzat kendilerine oldugunu savunur. Kendi zihJline dö-
ulaşma olanagımız yoktur. Nesnelerin nüp baktıgı zaman, birçok izlenim, ide
bizzat kendilerine ulaşmadıgımız için ve zihnin bu ideleri birbirlerine bagla-
de, onların varoluşlanyla ilgili olarak yan işlemleriyle karşılaşan filozof, va-
hiçbir şey söyleyemeyiz. roluşu her tür düşünme faaliyetinde
Hume'a göre,~:: :ş:.:da, bizden tasdik edilen bir bene ilişkin bir izienim
bagımsız olan seylf>rin. nesnelerin va- ya da ide bulunmadı~nı söyler. Kendi-
roldugu inanaL akla dayanan bir kaoıt­ sine ne oldugunu sordugu zaman, bu
ramanm dep;il de. yalnızca i>Rgele>Rimi- soruya verilecek tek uygun yarut, Hu-
zrn bır eseridir. Başka bir deyişle, imge- me'a göre, kendisinin, izlenimlerinin ve
leıfiımız izlenimlerimizin iki temel özel- idelerinin toplamından meydana geldi-
liginin bilıncııleVardikÇ!I, bizi dış dün- lli şeklinde olmalıdır.
yadiillirlakiiri varllkJarın bulunduguna Böyle bir görüş, George tBerkeley'in
inanmaya sü~kler. İzleni~ maddi töz kavramıyla ilgili olarak lda-
Hume'cu duyguda~lık 427

sik Ingiliz eınpirızınının ilk düşünürü birinin di~erinden zamansal bakımdan


olan tLocke'a yöneltti~i ve Huıne'un da önce oluşunu ya da iki şeyin aynı za-
ona yladı~ı itirazları n, tinsel ya da zihin- manda ortaya ~ıkışını gösteren çok sa-
sel olanı da kapsayacak şekilde genişle­ yıdaki gözlemden çıkardı~unız do~­
tilmesinin bir sonucu olarak ortaya ruysa, evreni, evrenin nedeni oldu~u
çıkar. Zihinsel ya da tinsel tözün yoklu- düşünülen bir şeyle olan ilişkisi içinde
~unda, Hume için, izienimler ya da ide- hiçbir zaman tecrübe etmedi~imize gö-
ler ya da bynlardan olyşan toplam dı­ re, evrene nasıl olur da kendisini hiçbir
şında, kişinin kimliğini belirleyecek._ şekilde tecrübe edemedi~imiz bir ne-
on~ kendisiyle özdeşleştirileceği bi[. den atfedebiliriz? Burada bir analoji ku-
şey yoktu~, Ben için, kirnli~ini zaman rulması problemin çözümü için bir kat-
içrnde koruyan sürekli bir varoluş söz kı oluşturmaz, çünkü Hume göre, ku-
konusu olamaz. Dayjd Hııııu1'uı:t gözÜ:n .. sursuz işleyen bir saat ile evren arasın­
de zihin, cesitli algıların ya da izlenim- da kurulan analoji tam ve do~ru bir ana-
lerin ard arda ortaya çıktı~ı bir tiyatro- loji de~ildir. Evren akıllı bir düzen
dur, fakat bu izienim ya da ıdeİe~­ vericinin eseri olmak yerine, peUia can-
dayanak olan bir töz değildir, yani sız süreçlerin, kör güçlerin ürünü olan
bizim oyunun oynandıgı satlrie hakkın­ bir şey olarak düşünülebilir.
da en küçük bir Hkrimız olam:ız. Ben ile Öte yandan, evrenin nedeni, insan zih-
anlatırmak istenen şey, belli bır töz türü nine benzer olan düzen verici bir zihin
ise, ona göre, bu töz duyurnun sonucu ya da tinsel bir varlık olsa bile, böyle
olan izler\imlerden tü ti emez. bir varlı~a birtakım ahiald özellikler
Töz ı esı ize duyulanmızla aktarılıyor­ yüklerımesinin, Humea göre, hiç gere@
sa e~er, duyulanmızdan hangisiyle ve ne yol<tur. Hume, Tanrı'nın varoluşu ko-
şekilde aktarılmaktadır? O, Hume'a nusunu bu şekilde ele alıp analiz ede-
göre, gözlerimiz tarafından algılanıyor­ rek, burada da kesin sonuçlu bir bilgiye
sa e~cr, bu takdirde bir töz ya da bir da- ulaşmanın söz konusu o lama y aca~ını
yanak de~il de, bir renk olmak zorun- gösterir. Ona _göre, evrenin varolusu
dadır; fakat kulaklarımız tarafından ernpiri.k bir olgudur ye bu olgudap,
algılanıyorsa, bu durumda da bir ses ol- duyu deneyi yoluyla tecrübe edilmeye
ınahdır. Bundan dolayı, !özden de~il hiçbir şekilde elverişli olmayan bir var-
de, yalnızca niteliklerin bir toplamın­ lık olarak Tann'nın varoluşu hiçbir şe­
dan söz edilebilir. kilc,!e Çll<arlılamaz, . '
Hume'un insanın bilgide dyyy deneyj- Humecu d uygudaşhk [Ing. Hunıeaıı
ı,:ı!ıt ötesine geçeııleyece~ ye l<endj zih- synıphaty]. Ünlü Ingiliz filozofu David
niıı,rkkilerin dısında bir şeyi bilerneye- Hume'un, ahlakın, ahlaki eylemin te-
ce i eklindeki tezi onu do allıkla melinde rasyonel bir motivasyonun bu-
Tan_!ı'run varolusuyla ilgili olarak a lundu~u görüşüne karşı, ahlaki moti-
kuşkucu bir tavıra sürükler. Ona göre, vasyonun temelinde duyguciaşlık bu-
Tann'run varoluşunu kanıtlama yönün- lundu~unu öne süren görüşünü tanım­
deki çabalarm çogu, nedery_:;ellik düşün­ lamak için kullanılan deyim.
cesine_ğayanmakta olyp, Tann'run evree Bir duygu ya da tutkunun nesnesini ta-
ni bir amaç gözeterek yarathğ:ını dile rumlayabilen akıl ve akılyürühnenin
getirir ve Tann'nın bu evrendeki düze- ahlak için gerekli motivasyonu sa~laya­
nin nedeni y~ da kaynağı oldutynu or- madı~ını savunan Hume'a göre, insaru
taya koyar. Işte, bu noktada Hume'un yalruzca duygulan, tutkuları harekete
nedenseilikle ilgili eleştirisi bir kez daha geçirebilir. Buna göre, ahlAki yaşamın
öne'!lli hiı:.[!ll oyruır. merkezinde, akıl de~il de, duygular,
Ona göre, bizim neden idesini iki şey tutkular vardır. Ahlak için gerekli moti-
arasındaki süreklili~i, ya da iki şeyden vasyonu sa~layan tutkulann, kişisel çı-
428 Hume çalalı

kara ve duygudaşlıga dayanan tutkular dan oluşur, öyle ki bunların dogruluk-


olarak ikiye ayrıldıgın söyleyen Hume'a lannı belirleyebilmek için dış dünyaya
göre, bu duygulardan güçlü olanlar, hiç gitmemiz gerekmez, zaten bunlar salt
kuşku yok ki, birincilerdir. Biz insan ideler arasındaki bagıntılarla sıru.rlıdır.
varlıkları amacımazı gerçekleştirmeye, Buna karşın, ikincisi, yani olgusal bilgi
çıkariarımazı hayata geçirmeye çalışır, söz konusu oldugunda, bu alandaki
bize engel olanlarla mücadele ederiz. dogruları bize pozitif bilimler saglar. Bu
Bununla birlikte, Hume'a göre, insan iki kategoriden biri ya da digerine gir-
yüreginin tüm içerigi bundan ibaret ola- meyen herşey, geleneksel felsefe ya da
maz, oldugu takdirde, geriye yalnızca metafizik, ahlak ve din de dahil olmak
insan için gerçek bir zavallılık kalır. üzere, Hume'a göre, saçma ya da anlam-
İnsanın dünyasına çıkar gözetmeyen sızdır ve bir şekilde çöpe atılmalıdır.
bir merakla baktıgımızda, bir tarih kita- Hume'un söz konusu tezi, daha sonra,
bı ya da bir trajedi okuduguınuz za- özellikle pozitivizm ve yeni pozitivizm-
man, kişisel çıkara dayanan tutkular, de, metafizigin, anlamsız oldugu, safsa-
ortak dogarruzda temellenen duygu- tadan başka bir şey içermedigi gerekçe-
daşhga dayanan tutkularla dengelenir, siyle, bir disiplin olarak bir kıyıya
insan bencilligi aşarak, özgecilige ula- atılmasında kullanılmışbr. Çünkü, me-
şır. Şu halde, Hume'da ahlakırı temeli tafizigin önermeleri, ne fizik ve kimya
duygudaşlıktan, kişisel çıkarları aşa­ türünden pozitif bilimlerde oldugu gibi,
rak, başka insanları anlamaktan, insan olgularla ilgilidir, ne mantık ve matema-
toplumuna tarafsız gözle bakabilmekten tik gibi, ideler arasındaki bagınhlarla il-
oluşur. gilidir. Yine, Hume'un bu tezi modem
Hıtme ·çatall"{lng. Hume's fork; Fr. forche analitik felsefede, felsefenin görevinin
de Hume). Ünlü İngiliz empirist filozofu sınırlanması sonucunu do~rmuştur.
Hume'un, zihindeki idelerin, düşünce­ Buna göre, felsefenin görevi analitik bir
lerin kökenini araştınrken, idelerin iki görev olup, felsefeye düşen kavramları
başlık altında sınıflandınlmalan gerekti- ciddi ve dikkatli bir "içimde analiz et-
giyle ilgili tezini ifade eden deyim. mektir.
Buna göre, David Hume, bir ide ya da Husserl, Edmund. Çagunızda fenomeno-
daha çok ideler bütünü söz konusu ol- loji olarak bilinen çagdaş felsefe okulu-
dugunda, söz konusu bütüne eleştirel nun kurucusu olan ünlü Alman filozof.
&ir gözle baktıgımız zaman, iki temel 1859 yılında, Moravya'da dünyaya gel-
soru sormamız gerekligini söylemiştir. miş olan Husserl, önce matematik tahsil
Birinci soru, bu idelerin olgularla mı il- etmiş ve daha yirmi üç yaşındayken,
gili oldugu sorusudur, ki bu durumda ünlü bir matematikçinin asistaru olmuş­
onlar gözlem ve deneyime dayanacak- tur. O, daha sonra psikoloji alanına da
b.r. İkinci soru ise, 'onlann, matematik yönelmiş, bu alandaki çalışmalarının
ya da mantıkta oldugu gibi, ideler ara- da etkisiyle, yeni ve orijinal bir ögreti
sındaki bagıntılarla mı ilgili oldugu' meydana. getirmiştir. Temel eserleri:
sorusudur. Her iki soruya da olumsuz Logische Untersuchungen [Mantık Araş­
bir yanıt verilmesi durumunda, Hume tırmalan], Philosaphie der Arithmetik
bizden bu ideleri, safsata ve yanılsama­ [Aritmetik Felsefesi], Cartesianische Me-
dan başka bir şey içermedikleri gerek- ditationen [Kartezyen Düşünceler], For-
çesiyle, ateşe atmamızı söyler. male und Trarızsmdentale Logik [Formel
Başka bir deyişle, Hume'a göre, insan ve Transendentat Manb.kL l<risis der
aklının konu aldıgı herşey, ideler ara- Europaisehen wissnısdıaften und die Tranz-
sındaki bagıntılarla olgusal araştırmala­ sendentııle Phiinomenologie [Avrupa Bilim-
ra indirgenebilir. Bunlardan birincisi, lerinin Krizi ve Transendentat Fenome-
matematigin ve manhgın dogruların- noloji].
Hu!l!lerl, Edmund 429

Temeller: Bilimsel aklın, pozitivist düşü­ !inen içeri~in nesnelli~i arasındaki iliş­
nüşün, ahlaki ve kültürel de~er alaruru kiyi araştırm.ıştır. Bununla birlikte, bi-
da kapsayan yayılmacılı~ına, pozitivizm linçten ya da özneden yola çıkarken
ve do~alcılı~ın do~a bilimlerinden hare- Husserl, psikolojizm bata~ına düşmek­
ketle oluşturdu~u bir de~er ve yaşama ten de ısrarla sakınrnıştır. O, aritmeti-
felsefesine karşı çıkmış olan Husserl, ~in do~rulannın psikolojik sayma sü-
'tin'in do~al dünyanın nesneleriyle aynı reçleri ya da işlemleriyle ilgili empirik
tür ya da düzeyden bir varlık olmadı~ı­ genellemeler olmadı~ına, oldu~u tak-
ru ve dolayısıyla, do~a bilimlerinde ge- dirde, bu süreçlerin do~allıkla kişiden
çerli olan aym açıklama kategorilerine kişiye, toplumdan topluma ve ça~dan
tabi tutulamayaca~uu savwunuştur. ça~a farklılık gösterece~ine inanır. Zo-
Husserl'in do~alcılı~a bu kadar şid­ runlu do~rulan bilinçteki ça~nşımlara,
detle karşı çıkmasına neden olan şey, empirik genellernelere indirgemek ola-
tdo~alcılı~ın içerdi~i tkuşkuculuk ve naklı de~ildir; böyle bir şey yapılırsa,
göreciliktir. Bu ba~lamda Hegel ve Dilt- herşeyden vazgeçerek, psikoloji ve ant-
hey'ın başarısız oldu~unu öne süren fi- ropolojiyle yelinmek gerekir.
lozof, görecilikle baş etmenin tek yolu- Husserl buna göre, tıpkı Descartes ve
nun kuşkuculu~u (paranteze almayı) Kant'm yaptı~ı gibi, inançlarımızdan
veya Aydınlanma akılcılı~ının eleştirel bazılannın bilgi adını almaya hak kaza-
tavruıı benimsernek oldu~unu söyle- nabilmesi için, yalnızca do~ru olmakla
miştir. kalmayıp, di~erlerine temel olacak şe­
Başka bir deyişle, kesin ve dalcik bir kilde zorunlu olmas1 gerekti~ine inan-
felsefenin her türlü önkabulden ba~ışık mıştır. Bundan dolayı, bilincin dışına
olması ve hpkı Descartes'la Kant'ın yap- çıkmamak gerekir. Bilincin dışma çık­
tı~ gibi, özne ya da bilinçten hareket et- mak, kendinde şeylerle deneyimin nes-
mesi gerekti~ini belirten Husserl'e göre, neleri arasında bir ayınm yapmak, kuş­
mutlak, bilinçte olmak durumundadır. kuculu~u davet etmektir. Öte yandan,
Felsefede tKant ve Fichte'nin mirasçısı, bilince, psikolojinin yaph~ı gibi, ça~rı­
+Descartes'ın izleyicisi olmak dururnun- şımcı bir bakış açısından yönelmek de
da olan Husserl, mutlaklann felsefe sah- tpsikolojizme yol açmakhr. Öyleyse, ya-
nesinden uzaklaşmasının, yalnız felsefe pılması gereken şey, deneyime ilişkin
için de~il, fakat uygarlık için de gerçek yeni ve nesnenin bilincin dışında ger-
bir kriz do~urdu~u inancındadır. Hus- çekten varolup varolmadı~ına bakrnak-
serl'e göre, kuşkuculuk, işte bu duru- sızm geçerli olacak bir tasvir sunmaktır.
mun bir sonucudur. Nietzsche'nin göre- Husserl, bu çerçeve içinde bilincin apa-
cili~i ve Dilthey'ın tarihselcili~idir ki. bu çıklı~ına dayanır. Onun kurdu~u feno-
kuşkuculu~u ortadan kaldıramadıktan menoloji, nesnel do~ruya ulaşmak
başka, onun pekişmesine hizmet etmiş­ amacıyla, öznelli~e dönüşten meydana
lerdir. Felsefenin bilim adamlan ve em- gelir. Hakikat bilinçte, bende bulunmak
piristler tarafından reddedilmesi de, a- durumundadır, başka hiçbir yerde de-
çık bir başansızlık itirafından başka bir ~1. Buna göre, fenomenoloji, deneyi-
şey de~ildir. Bundan dolayı, Husserl fe- min, tecrübenin zorunlu ve tümel do~­
nomenolojisiyle, felsefeye bilimsellik sta- rularını çıkarsamak ve tasvir etmek
tüsü kazandırmayı, Avrupa düşüncesini amacıyla, bilincin özsel yapılaruun in-
akıl yoluna sokmayı amaçlar. celenmesinden oluşur. Fenomenolojik
Fenomenoloji: Buna göre, transendental tasvirin amacı, deneyimde verilen özle-
bir filozof olarak Husserl, her tür bilgi- re ya da İdealara ulaşmak, deneyimin
nin nesne kuran öznelli~in başaniann­ çeşitli olgularının ve teorilerinin göreli-
da temellendi~ini öne sünnüş ve yaşa­ li~inin ötesine geçerek. do~rudan ve
mı boyunca, bilmenin öznelli~i ile bi- aracısız sezgide verilen yönlerini yaka-
430 Husserl, Edmund

!amaktır. Husserl, Kant ve tHegel'den turdugu bir başka dünya daha vardır.
farklı olarak, derlüksiyon ya da diyalek- İşte, İdealar, şeylerin özleri bu dünyayı
tige degn de, apaçıklıga; duyularm a- oluşturur.
çıklıgına degil de, bilincin dogrudan ve Onun şeylerin özleri deyimiyle dile ge-
aracısız olarak sezilen apaçıklıgma yö- tirdi~ ideal varlıklar, hemen hemen Pla-
nelir. ton'un İdealarına karşılık gelir. Belirli
Başka bir deyişle, ona göre, nesne bir türün öme~ olarak belli bir şeyin
kuran öznellik olarak bilincin dogasını özü, tam olarak bu türün kendisidir.
anlamak için, bize dünyayı özsel yönle- Buna göre, yazı yazarken şimdi par-
riyle bilme imkanı verecek olan saf ya maklannun arasmda tuttu~um bir nes-
da transendental bilinç alaruna girme- nenin, yani kalemin özü 'kalem' türü-
miz gerekmektedir. Bilinci fenomenolo- dür. Masarnı kaplayan kırmızı örtüye
jik bir biçimde ya da saf fenomen olarak baktıgım zaman, duyulanmla bu somut
veya göründügü şekliyle incelemek du- şeyi algılarım, ancak aynı zamanda zih-
rumunda oldugwnuzu söyleyen Hus- nim de kırmızılı~m özünün neden mey-
serl'e göre, fenomenoloji, gözlemden çok, dana geldi~n bilincine vanr. Edmund
algıyı içermekte olup, bilinç akışmm bi- Husserl'e göre, insan zihni burada kır­
reysel bileşenlerini gözleınez, fakat zi- mızılıgın özünün bilincine vanrken,
hinsel fenomenlerin özünü sezgi yoluy- yine deneyim söz konusudur. Bununla
la kavrar. birlikte, bu deneyim beş duyu araclı­
Husserl işte, bu çerçeve içinde, sözcük- gıyla gerçekleşen duyu deneyi degildir.
lerin anlamını açıklayan sözel ve anali- Burada söz konusu olan deney zihinsel
tik nitelikteki bir bilgiden daha fazla bir bir deneyimdir.
şey olan her tür bilginin deneyime, tec- Yani, insan zihni kırmızıhgm özünün
rübeye dayanmak zorunda oldugunu bilincine varırken, bu özü dogt-udan ve
savunmuştur. Buna göre, sözel ve anali- aracısız olarak kavrar. Bu deneyim tü-
tik bir bilgi, kavramiann analizine da- ründe, şeylerin özleri, bize hpkı duyu
yandı~ı ve deneyime dayanmadıgı için, deneyindeki dogal cisimler gibi, do~­
bize yeni bir bilgi vermez. Bundan dola- dan ve aracısız olarak verilir. Husserl,
yı, söz konusu analitik nitelikteki bilgi- şeylerin özlerini tecrübe ettigirniz bu
nin dışmda kalan her tür bilgi deneyi- deneyim türüne özlere ilişkin sezgi adı­
me dayanmalıdır. Bununla birlikte, o, nı verir. Ona göre, biz özlere ilişkin bu
deneyimi empiristlerden biraz daha ge- sezgi arach~ıyla, kesin ve kuşku duyu-
niş bir çerçeve içinde anlar. Deneyim- lamaz önermelere, sonuçlara ulaşınz.
den söz ettikleri zaman, empiristler ya Husserl'e göre, matemati~n nesneleri,
fiziksel nesnelerin tecrübe edildi~i duyu aksiyemları da aynı şekilde bilinir. Ma-
deneyini ya da zihinsel fenomenlerin tematigin aksiyomlan, yalnızca sayılar
tecrübe edildigi içebakışı düşünürler. ve diger matematiksel nesneler hakkın­
Husserl ise, başka bir deneyim türü da, sezgiler arach~yla kazanılmış bil-
daha oldugunu savunur. Bu deneyim ginin dilsel ifadeleridir. 'Do~al sayı',
türünde, fiziksel dünyarun da, zihinsel 'nokta', 'doğru çizgi', 'düzlem' gibi ifa-
dünyanın da kapsanu içinde yer alma- deler, duyu deneyiyle teaübe edilebilir
yan belirli varlıklar, bize dogrudan ve olan gerçek nesnelerin adları de~ldir.
aracısız bir biçimde verilir. Duyu dene- Bu ifadeler, bize Husserl'in özlere iliş­
yindeki dogal nesnelerle, içebakışta söz kin sezgi adını verdi~i söz konusu de-
konusu olan zihinsel fenomenler, birlik- neyim biçimi içinde dogrudan ve aracı­
te, zaman içinde var olan gerçek varlık­ sız olarak verilen ideal nesnelerin
larm dünyasını meydana getirir. Hus- adlandırlar. Husserl'e göre, özlere iliş­
serl'e göre, bu gerçek dünyadan başka, kin bu sezgi araahgıyla, biz matemati-
ezeli-ebedi olan ideal varlıkların oluş- gin kendisine konu aldıgı ideal varlıkla-
hümanizm 431

nn beHrli özelliklerini, ilişkilerini, v. b. cu akılclhktan kurtarabilmek için, zo-


g., bilme durumuna geliriz. runlulukla vermesi gereken bir ödün-
Öze ilişkin sezgi, Husserl'in paranteze dür.
alma adını verdi~i bir dizi fenomenolojik Öte yandan, varoluşçulu~un ateizme
tekni~in ardından gelir. Ona göre, ideal dayandırılan türüne veya ateist düşü­
özler alanı duyularla algılanan tüm nes- nürler tarafından geliştirilmiş olan ve
nelerin ötesinde bulunur. Bununla birlik- evrenin kendi içinde anlaşılmaz oldu-
te, onlar asla havada, boşlukta kalan ~unu, mantıksal bir düzen ya da plana
şeyler değillerdir. İdeal özler de duyusal uymadı~ını, gücü herşeye yeten, iyilik-
yaşantılara dayanır. Ancak bu yaşantı­ sever bir Tanrı ya da yaratıcı tarafından
lar, birçok raslanhlar ve arızi niteliklerle varh~a getirilmedi~ini ya da düzenlen-
yüklü olduklarından, özlere yükselebil- medi~ini, hiçbir şeyde bir zorunluluk
ınek için, onlan bir yana bırakmak ya da bulunmadı~ını, evrendeki herşeyin
'parantez içine almak zorundayız. ınüınkün ya da olumsal oldu~unu, ger-
Husserl'e göre, felsefe bir bilimdir. Fel- çekli~in bir anlamı, düzeni ve açıklama­
sefe zihne verilmiş olan özlerin tCtsvir sı olmadı~ını, her tür düzen, anlam ve
edilmesinin bilimidir. Şu halde, Hus- açıklamanın insan bilincinin eseri oldu-
serl'in felsefesinde en önemli nokta, zih- ~unu, gerçekli~in, anlaşılmaz oldu~u
ne verilmiş olan varlı~ın özünü algda- için, bir sisteme indirgenemeyeceğini,
maktır. Bunun için de fenomenolojik
~hlakl de~erlerin insan bilinci dışmda
yöntem kullanılarak, varlı~ın özünü
varolmadı~ını, nesnel bir ahlak düzeni
meydana getirmeyen somut özellikler
bulunmadı~ını, ahiakın ve de~erlerin
ayıklanır. Varh~ın somut özellikleri pa-
insanın yarabsı oldu~unu savunan ö~­
rantez içine alınmak suretiyle ayıklanm·
retiye hümanist varoluşçuluk denir.
ca, onun bireysel yanı ortadan kaldınl­
hümanizm [İng. beştriyete ibidel mezhebi;
ınış olur. Bu ise onun özüne varılması
İng. humanism; Fr. hımıanisme; Al. huma-
anlamına gelir.
hümanist [Ing. lıuıııanist; Fr. hımıaniste]. nismus]. Genel olarak, akılh insan varlı­
gıru tek ve en yüksek de~er kayna~ı ola-
Hümanizmi benimsemiş, dolayısıyla
insanı, insani ilgi ve çıkarları temele
rak gören, bireyin yarabcı ve ahlaki
gelişiminin, rasyonel ve anlamlı bir bi-
alan kişi, disiplin ya da yaklaşım için
kullanılan sıfat. çimde, do~aüstü alana hiç başvurma­
Bu ba~lamda, A. Maslow, C. Rogers, A. dan, do~al yoldan gerçekleştirilebilece­
Adler gibi psikologlar tarafından, psika- &ni belirten, ve bu çerçeve içinde,
nalizle tdavranışçıh~ın mekanik açıkla­ insanın do~all•~ını, özgürlü~ünü ve et-
masına bir alternatif olarak geliştirilen kinli~ini ön plana çıkartan felsefi akım.
ve psikolojiyi, kendini geliştinne, bilgi, İnsanın kendisinin ve ilgi/ çıkariann çok
anlayış, estetik gibi daha yüksek motif- temel bir öneme haiz oldu~unu savunan
Jere yönelen bir bilim olarak gören yak- yaklaşım.
laşıma hümanist psikoloji denir. Özünde, tateizme ya da tagnostisizme
Buna mukabil, İnançla aklı, inanc• akd dayanan ve dini ya da dini inancı dışla­
için kabul edilebilir hale getirerek. bir- yan bir ahlakı savunan yaşam görüşü
birleriyle uyumlu kılmaya, uzlaştırma­ olarak hümanizm, insan varlıklarının
ya çalışan teoloji türüne hümanist teoloji kendi içinde bir de~er taşıdıklarını, in-
adı verilir. Bu anlayışa göre, inanç, akla sanla ilgili tüm di~er hak ve de~erlerin
saçma geldi~i için, özgün şekli içinde temelinde, insarun insan olarak de~eri­
korunamıyo~a, özgün haliyle akıl ölçü- ne duyulan sayg•nın bulundu~unu öne
lerine sı~dınlamıyorsa, akla aykırı ö~e­ süren; 1 insandan umudunu kesen, in-
Jerinden anndırılması, dogmatik dinin san yaşamına herhangi bir anlam yük-
kendisini kuşkuculuktan ya da kuşku- lemeyen, insanı yalnızca Tanrı'nın ina-
432 hyle

yetiyle kurtulabilecek degersiz ve sıra­ hümanizmlere örnek olarak verilebilir.


dan bir varlık olarilk gören, 2 insan bi- Bununla birlikte, yine içinde bulundu-
linciyle ilgili görüşünde, determinist ya gumuz yüzyılda, 1970'lerden başlaya­
da indirgerneo olan her düşünce siste- rak, yapısaıcılann ve yapıbozumcuların
mine şiddetle karşı çıkan anlayışı veya eserlerinde güçlü bir hümanizm eleştiri­
tavrı ifade etmek durumundadır. si felsefenin gündeme gelmeye başla­
Kökenieri antik Yunan düşüncesine, in- mıştır. Kendi kendini belirlemeye, se-
sanı felsefi düşüncenin merkezi geçiren çimleriyle toplum üzerinde veya tarihin
Sokrates'e, 'insan herşeyin ölçüsüdür' akışında ciddi degişim veya farklılıklar
diyen Protagoras'a kadar geri giden, ama yarata bilmeye muktedir özerk insan var-
esas Rönesans döneminde, Tann'dan hgı konsepsiyonuyla belirlenen hüma-
uzaklaşan dikkatin insana yönelmesiyle nizm, Levi-Strauss, Althusser ve Fouca-
ortaya çıklp, ilerlemed Ayduılaruna ve ult gibi düşünürlerin eserleriyle, bu
modemist hareketle gelişen hümanizır\. dönemde agır bir yara almıştır. Zira bu
20. yüzyılda ise, İngilizce konuşan dün- düşünürler toplumsal, ekonomik ve psi-
yada, ateizm ya da laik bir akılahkla kolojik yapıların etkileri üzerinde dur-
eşanlamh bir terim haline gelmiştir. muş ve bu etkilerin bireylerin eylemleri-
Buna karşın, kıta Avrupa'sında hüma- ni nasıl etkileyip belirlediklerini gözler
nizm, insanla dogaıun geri kalanı arasm- önüne sermiştir. Bilinç nedensel ya da
daki ontolojik farkhhgt temele alan ve yapısal olarak belirlenmiş olup, bireyin
topluma, tarihe, kültüre ilişJOn açıklama­ kendi kendisini belirlemesi bir yanılsa­
da, önceligi insana veren felsefeleri gös- madan başka bir şey degildir. Birey bir
terir. oyuncu degil, yaşam adı verilen oyun-
Hümanistler, bu çerçeve içinde, insan da bir piyondur. İşte yapısaıcı ve post-
varlıklarına özgü, onların ürünlerini, bu yapısaıcı düşünürlerin, bireyleri ekono-
ürün ister tarihsel bir olay, ister ekono- mik yapılara, üretim tarzına ya da
mik sistem ya da ister edebi bir eser bilinçdışına tabi kılan ya da her tür söy-
olsun, standart bilimsel açıklamayla bir- lem ve kültürel sistemden önce gelen
leştirilen nesnel ve indirgemeci analizler 'insanın anlamı' fikrini yapıbozuma ug-
tarafından açıklanabilmesini imkan-sız ratan bu görüşleri, antihümanizm olarak
kılan, birtakım nitelik ve yetiler bulun- sınıflanmaktadır.
dugunu savunmuşlardır. İşte a) varo- hyle. Bir şeyin kendisinden yapıldıgı
luşçulugım, insanı ve insan bilincini ön madde, dayanak için kullanılan Yunan-
plana çıkartan ve insanın evreni, ya da ca terim. Aristoteles'te, varolan şeylerin
insanın öznelliginin meydana getirdigi ortak maddesi. Kendisine fonn verilin-
evren dışında başka bir evren bulun- ceye, kendisinde varolan form aktüelle-
madıguıı iddia eden felsefeleriyle; b) in- şinceye kadar, ayıncı hiçbir özelligi bu-
sanın ezeli-ebedi dogruları temaşa etme lunmayan madde ya da dayanak
ve aşkın bir gerçeklikle dogrudan bir hypokeimenon. Aristoteles'te, hyle teri-
ilişki içine girebilme gücüne sahip ol- miyle eşanlaınh olarak kullanılan ve
duguna inanan personalizm; c) insanı bir şeyin kendisinden yapıldıgı, kendi-
herşeyin ölçüsü yapan insan merkezli sinden meydana geldigi madde ya da
görüşünden dolayı, pragmatizm; d) Lu- dayanaga karşılık gelen terim. Degiş­
kacsz'ın genel yabancılaşma ve şeyleş­ menin ilk ve temel koşulu olup, sürekli
tirme sürecini, insanlıgın yitiri1mesi ola- bir varoluşu bulunan ve bireysel tözler-
rnk degeriendiren görüşü; yabancılaşma de formdan ayrılmaz olan madde. Man-
üzerinde odaklaşan genç Marks'la irti- tıkta, başka bir şey taranndan varsayı­
batlandırılan Marksist hümanizm, çagdaş lan şey anlamına gelen terim.
ırkçılık 433

Ama, ıJu·,Uı empirizme göre, fonnel


kavramlar, sözcüklerle şeylerin ilişkileri
çerçevesi içinde tanımlanan semantik
kavramlar olmayıp, sadece ide ya da dü-
şünceler arasındaki ilişkilerle ilgili olan
salt tanımlayıa nitelikte kavramlardır.
Buradan çıkan bir sonuç ise, mantıksal

I ve matematiksel önermel~rin dogruluk-


lannın, deneyimden önce ortaya konan
anlamlar arasmdak.i ilişkiler tarafmdan
belirlendigi sonucudur. Bize dünya hak-
kında bilgi veren tüm önermelerin tec-
alımlı apriorizm [İng. moderate apriorism; rübl oldukları, deneyime dayandıklan
Fr. aprorisme modere]. Bilgide aklın katkı­ yerde, ıJunlı empiristlere göre, manbk
sını temele almakla, bilgideki en önemli ve matematikte varolan formel kavram-
ögenin aklın deneyden bagımsız faali- larla, onlardan meydana gelen önerme-
yeti oldugunu öne sürmekle birlikte, de- ler dünya hakkında bir şey söylemedi-
neyimin rolünü de yadsunayan görüş. gi, salt deneyimden bagımsız olarak
Deney yoluyla temellenmeyen, deneye belirlenen anlamlar arasındaki ilişkilere
baglı olarak haklı kılınamayan sentetik dayandık-lan için, a priori ve zorunlu-
apriori önennelerin varoldugunu ve ger- durlar.
çek bilginin bu tür önermelerden oluş­ Ilımlı empirizme göre, a priori önerme-
tugunu savunan bilgi anlayuş. leri, mantık ve matematigin önermeleri
ıhmlı empirizm [İng. moderate empiricism; tüketir. Söz konusu formel bilimler dı­
Fr. emprisme modere]. Bilginin kaynagın­ şında kalan olgusal bilimler ya da ger-

da deneyimin oldugunu öne sürmekle çek anlamda bilim, tümüyle deneysel


birlikte, matematigin aksiyomlannın bir mahiyet arzeder. Buna karşın, meta-
bile deneyime dayanan iddialar oldugu- fizik ve ahiakın önermeleri ya gizli toto-
nu savunan radikal empirizmden, ken- lojiler ya da sözde önermelerdir.
ırkçılık [İng. racism; Fr. racisrne]. Bir hal-
dilerine mantık ve matematikte bir yer
kın, bir grup insanın diger halk ya da in-
bulan a priori, yani deneyime dayanma-
sanlardan farkh olmakla kalmayıp, aynı
yan kavram, sav, iddia ve önennelerin
zamanda digerlerinden 6zikse.J, entellek-
varolduguna inanmak bakınundan fark-
tüel ya da ahlaki bakundan daha iyi, daha
lılık gösteren empirizm türü.
güçlü, daha yüksek ya da daha yaraba ol-
Radikal empiristlerin formel kavramla- dugunu, bu üstünlügün atalardan miras
rı deneysel olarak yorumlama çabaları­
alm.ınış olan biyolojik farklılıklardan
nın beyhudeligini gören alımlı empi-
kaynaklandıgını savunan anlayış. Bir-
rizm, özellik]e matematikteki fonnel birlerinden ayrılan çeşitli insan ırkları
kavramların apriori kavramlar olduğu­
bulundugunu, bu ırklar arasında eşit­
nu, .fakat Tann, töz, neden gibi kavram- lik bulunmadıgını, üstün ırkiann aşagı
Iann a priori olamayacagıru öne sürer. ırkiara hükmetmesi gerektigini öne
Başka bir deyişle, matematigin dene- süren inanç.
yimden gelecek destege gerek duyma- Buna göre, daha yüksek ırk ya da halkla-
yan a priori bir disiplin oldugunu belir- rm daha aşagı ırk ya da haJklar üzerinde
tirler. Saf matematik, terimleri empirik egemenlik kurma, hatta onlan köleleştir­
bir anlama sahip olmadıgı için, iddiala- me hakkına sahip oldugunu, bundan do-
nnın bir zaman gelip de deney tarafın­ layı ırklarm ya da halkların birbirleriyle
dan çürütüleceginden çekinmesi gerek- kanşmaması gerektigini, ırk ya da halk-
meyen, rasyonel bir disiplindir. lar arasında söz konusu olabilecek c:iı\sel
434 ıslah edici adalet

ilişki ve evli1ik1erin daha üstün ve yüksek karşuruza çıkar.


ırk ya da halklarm bozulmasına yol açaca- ıslah edici adalet [İng. rehabilative theory
gıru savunan görüş olarak ırkçılık, zaman of punishnıet1t; Fr. theorie de la punition
zaman başka arklardan insaniann daha rehabilitative]. Cezanın, ceza vermiş ol·
aşagı düzeyden dogasıyla ilgili tuhım mak için degil de, benzer eylem ve suç-
ve inançlarla belirlenen önyargı, zaman ların yeniden ortaya çikmaması için,
zaınan da, kişilere ırkıanna bakılarak. suç işlemiş olan kişinin karakterini ve
ekonomik. toplumsal, hukuki ve egitimsel bu arada çevresini degiştinnek amacıy­
açıdan farklı muamele edilmesi gerektigi- la verilmesi gerekligini savunan adalet
ni savunan sosyal ve siyasi ögreti şeklinde anlayışı.
İbni Haldun 435

!emek için, insan topJuınuna etki eden


olguJaruı nedenlerini aramak gerektigi-
ni belirtmiştir. Temel ve açıldayıcı ilke-
yi insan toplumunun şekil degiştirme­
sinde arayan İbni Haldun, insan top-
e lumunun öz oldugunu ve bu özün ili-

I neklerinin türlü toplum kategorilerini


meydana getirdigini öne sürmüştür.
İbni Haldun'a göre, 1 bilimler ve sanat-
lar insanı hayvanlardan ayıran en temel
özelliklerdir. 2 İnsanların tek başlarına
varolarnama ve dolayısıyla birlikte yaşa­
ibda. İslam felsefesinde, mutlak hiçlik ya ma ihtiyaç)arından, devJet ve hükümdar-
da yokluktan yaratma eylemi için kulla- lık dogmuştur. 3 Mekanik sanatlar, gıda­
nılan terim. İbda, hepsi de nedenin sc:r yı bölme zorun)ulugunun sonucudur. 4
nuç karşısındaki zamansal önceligini Topluma bagJılıktan işbirligi zorun)ulu-
varsayan halk, tekvin ve ihdas terimlerin- gu dogmuştur. Toplumsal yaşam, işte
den ayırd edilmelidir. Buna göre, ibda'- bu durumun bir sonucudur.
da, nedenin sonuca önceJigi yoktur, İnsan, İbni HaJdun'a göre, yaşadıgı top-
fakat yaJruzca öz bakurundan bir önce- Jwn içinde birçok alışkanlık kazanır.
Jik vardır. Bunlar, onun gene) niteliklerini yarabr.
Öte yandan, ibda ister zaman, ister ister Başka bir deyişle, insanın özü, kazandıgı
hareket ya da ister madde açısından alışkMUıklara baglı olarak biçimlenir.
olsun, bir ara güç ya da varlık olmadan İbni Haldun'un. sosyoloji alarunda dene-
varoluş vermeyi gösterdigi için, o di- yiine dayanan. insan dogasının sonradan
gerJerinden daha üst düzeyde bir yarat- kazarulıruş oldugunu dile getiren bu gö-
ınaya karşılık gelir. Yine, örnegin halk'- rüşü düşünce tarihinde oldukça özgün
uı dogal varlıkların yaratılışı için kulla- sayılabilecek bir görüştür. O, toplwnun
nıldıgı yerde, ibda akılların yaradılışı y- temelinde oldugunu söyledi~ dayanış­
la sınırlı olmak durumundadır. maya ü~ aymr. Buna göre, g~belerde
İbni Haldun. 1~32-1406 yılJan arasında birJigi saglayan temel ilke o)an kan ba~,
yaşamış ünlü Islam tarihçisi ve düşü­ kentlerde toplumsal baglıhk şeklinde or-
nürü. Temel eseri Mukmldime olan İbni taya çıkar. Buna karşın insanlar arasında,
Haldun, bir tarihçi olarak, deneyime, daha çok duyguJara dayanan ~d ve
göz)eme dayanan, konusu kültür varlık­ köksüz bir dayaruşma vardır. Dayaruş­
Jan ve toplumsal yaşam o)an, toplumun marun en gelişmiş şekli, toplumu devle-
geçimini, kültür aşama)arım, iç yapısı­ te dayalı bir org~yona götürüt.
nı, geçirdigi degişim ve dönemleri in- Devletle toplum arasındaki ba~ ona
celeyen bilim olarak tanımJadıgı tarih göre, maddeyle form arasındaki ilişkiye
biJiminde, önemli bir kilometre taşı benzer. Nasıl ki madde fonndan, form
oluşturur. da maddeden ayn olarak varolamazsa,
İnsanın alışkanlıklannın, doguştan aynı şekilde devlet ve toplumdan biri-
getinneyip, sonradan kazandıklanrun nin o)madıgı yerde, digeri de olamaz.
ifadesi oldugunu, aynı şekilde toplum- Bundan dolayı, toplumda başlayan da-
lann ve kavim)erin bir karakteri varsa, gılma devlete, devletteki dagıJma toplu-
bu karakterin de onların alışkanlıkları ma yayılır. Devlet, yapısı geregi bir or-
ve kazandıklarırun eseri oldugunu ve ganizmaya benzer; küçük birimlerin bir
dolayısıyla, geleneklerin, adet)erin in- araya gelişiyle dogar, ilk çocukluk ve
san dogasını degiştirdi~ni savunan gençJik çaglaruıı yaşadıktan sonra, ol-
İbni Haldun, toplumu ve uygarlıgı ince- gunluk dönemine erişir. Devletin en
436 İbni Rü~t

güçlü dönemini gösteren bu ça~dan m Adstoteles felsefesine şerhler, yo-


sonra gelen yaşlılık döneminde, kaçuul- rumlar yazarak geçirmiş olan ünlü
maz olarak çözülme ve da~ılma başlar. Islam filozofu.
lbni Haldun, kökünü tarih, co~ fya, ik- O felsefesinde hem İbni Sina'nın Aristo-
tisat ve psikolojiden alan bu delenninisı telesçili~ini devam ettirmiş ve hem de,
devlet ve tarih görüşünü, tavırlar ya da bir yandan onu Islami akidelerle u-
aşamalar teorisiyle ifade etmiştir. yumlu hale getirme teşebbüslerine karşı
Devleti do~uştan çöküşe götüren bu koyarken, bir yandan da İbni Sina'run
aşamalar, ona göre beşe ayrılmak duru- Aristotelesçili~ini Platonik ö~elerden
mundadır: 1 Toplumsal dayanışmadan arındırmaya çalışmıştır.
do~an zafer tavrı. 2 Yönetimin tek elde Felsefenin temel konusunun varlık ol-
toplanması ve dolayısıyla baskıyla belir- du~unu, felsefenin var olanı, genel bir
lenen istibdat tavrı. 3 Toplumun barış bütünlük içinde insana verileni incele-
ve mutluluk içinde yaşamasıyla belirle- meye, açıklamaya çalıştı~ını savunan
nen fera~ tavrı. 4 Devlet yönetimini elin- lbni Rüşt, bütün varlık türlerinin en te-
de bulunduranlarda, kurnınlar ve ailede pesinde bulunan yüce bir varlık olarak
çözülmenin başladı~ı, çöküş aşaması. 5 Tanrı'ya yalnızca var olandan, beş duyu
!sraf aşaması. ile algılarup akıl ilkeleri ile açıklanan
İbni Meymun. 1135-1204 yılları arasında varlıklardan yola çıkarak gidebilecegi-
yaşamış Musevi düşün ür. mizi belirtmiştir. Felsefe, varlık kavramı
Musevili~i Aristoteles felsefesiyle u-
altında toplanan bütün nesneleri konu
yumlu hAle getirmeye çalışmış olan İbni edinen disiplindir. Felsefe teolojiden bu
Meymun, metafizi~in en yüksek insani nedenle önce gelir. Bununla birlikte, fel-
faaliyet türü oldu~unu, fakat onun her- sefe ve teolojiden her birinin kendisine
. kese açık olmadı~ını söylemiştir. özgü bir fonksiyonu vardır.
Tanrı'nın ve dünyarun do~asına ilişkin
İbni R!lşd'e göre, Tann evveni yöneten
sa~lam ve gerçek bir kavrayışa, yalnızca
engin güçtür. O, sınırsız bir iradedir. Bü-
felsefenin erişebilecegini. öne süren İbni tünü düzenleyen güç, O'ndan çikar.
Meymun, Tann'run varoluşunu tümüyle Tanrı zorunlu varlıkbr. Evrenin başlan­
Aristoteles'in koydu~u ilkelere dayana- gıa olan Tann, evrendeki tüm varlıkia­
rak karutlamışhr.
nn kendisinden sudür etti~i yüce kay-
Düşüncesinin temelinde Aristotelesçi
nakbr. Bununla birlikte, Tann, ancak 'ilk
felsefe olsa da, İbni Meymun Tann kav-
akıl' araolı~ıylaevreni yönetir ve evren,
rayışında Aristoteles'ten aynlır. Zira
Tanrı'dan sudfu eden, türeyen b u ilk
mutlak birlik ve yetkinlik olarak Tanrı
akıl aracılı~ıyla Tanrı ile birleşir. Bu ilk
düşüncesi, O'nu olumlu terimlerle be-
akıl, evrenin yarabiışı konusunda ilk ve
timlemeyi olanaksız hAle getirir. Tann,
ona göre, yalnızca olumsuz terimlerle, tek araodır. tık akıl, yıldızları yöneten
yani yetkinli~in yadsınması suretiyle ta- güçlerin do~du~u kaynakhr. Birer canlı
varlık olan yıldızlar, ilk aklın yönetimi
rumlanabilir. Buna göre, insan aklına
büyük bir inanç besleyen İbni Meymun altında beiii dairelerde dönerler. Yıldız­

bir yandan da aklın sınırlılı~ının bilin- ların döndügü bu dairelerin de ayn ayn
cinde olmuştur. Ayru şekilde, evrende- akıllan vardır. Birbirleri ardısıra gelen
ki herşeyin bilim yoluyla keşfedilebile­ bu akıllar birbirlerine ba~larurlar. Her
cek bir amacı oldu~unu öne süren lbni akıl, kendisinden bir önceki akıldan
Meymun, bir yandan da dünyanın ama- sudür etmiştir, çıkmıştır. Bütün akıllar
orun belirlenemeyecegini belirtmiştir. basamak basamak ilk akıldan do~du~u
İbni Rüşt. Endülüs'te Kurtuba kentinde için, ilk akıl evrende olup biten herşeyi
c;lo~muş ve gençli~inde felsefe, mate- bilir. Buna karşın, ilk ya da etkin akıl
matik, fıkıh, hp ve kel3m çalışıp, uzun Tann'ya en yakın varlık oldu~u, onun-
yıllar hekimlik yaptıktan sonra, zamaru- la birleşmiş durumda bulundu~u için,
lbni Sina 437

Tanrı onun araalı~ıyla ancak genel ters düşen konularda İbni Rüşt'ü ve do-
geçer olan tümelleri bilir. layısıyla Aristoteles'i izlemeleri duru-
İbni Rüşd, bütün insan akıllannın öz mu.
bakımından bir ve ayru oldu~nu söyler, İbni Rüştçülü~ün en önemli ö~retisi,
çünkü tüm akıllar ayru kaynaktan, yani tüm insanlarda tek bir rasyonel ruhun
ilk akıldan sudür etmişlerdir. O, psikolo- bulundu~u görüşüdür. Bu görüşe göre,
jisinde, ilk aklın, bütün insan akıllanru yalruza etkin akıl de~il, fakat edilgin
kuşatan genel bir akıl niteli~i taşıdı~mı akıl da tüm tnsanlarda bir ve ayıudır. Bu
söyler. Bu yüzden, tüm insanlı~an aklı ol- anlayışın mantıksal sonuru ise, ruhun
du~u söylenebilecek genel bir aklın varh- ölümsüzlü~ünün yadsınmasıdır. İbni
~ından söz edilmelidir. Evrende sonsuz Rüştçülü~ü belirleyen ikinci ö~reti, dün-
ve ölümsüz olan bir 'ebedi akıl' vardır. yanın hiçten yaratıldı~ söyleyen Hris-
Bütün insanh~ı kapsayan bir 'ebedi akıl' tiyan inancına karşı, dünyanın ezeli ol-
olduguna göre, insanlık da ebedidir, du~ tezidir. İbni Rüştçülük, üçüncü
ölümsüzdür. İbin Rüşd şu halde, insanın olarak, determinist bir anlayış be~
bilgisini tek bir akla, ebedi olan Elkin yip, Tann'nın evrene müdahalesine karşı
Akıl'a yerleştirmiş ve ruhun ölümsüzlü- çıkar.
~üne kesin olarak karşı çlkmışhr. İnsan İbni Sina. İslam dünyasının 98~1037 yıl­
öldükten sonra, bedenle ilgili bütün ları arasmda yaşamış olan ünlü, bilgin
aşa~ı varlıklar yok olup gider, yalnızca ve filozofu.
tüm insanlarda ortak olan Etkin Akıl Gençli~inde geometri, mantık, fıkıh,
kalır. Etkin Akıl tek oldu~u için ezeli- fizik, kel!m ve hp alanlarında çalışmış,
ebedidir, ölümstizdür. daha onalh yaşında uzman hekim dü-
Ahlak anlayışında, insanın kendi özü zeyine yükselmiştir. Çok sayıda eser
gere~i ba3Jmsız oldu~nu söyleyen, in- yazmış olan İbni Sina'nın en önemli
sanın bu bakımdan kesin bir özgürlü~ü eserleri arasında, hp konusunda Kanun
bulundu~nu savunan İbni Rüşt, bir fi' t tıb; felsefe alanında Kittibü 'ş şifa; fel-
yandan da insanın, dış olaylar ve kendi- sefe sistemi üzerinde sonradan yaph~ı
sinin dışındaki oluşumlar dikkate alın­ de~işikliklerden söz eden Kitabü'l işarat
dı~ında, ba~ımlı oldu~unu, birtakım vet'tenbihat; psikolojiyle ilgili olan Kitab
koşulların etkisi altında kaldı~ belirt- ün-nefis bulunur. Eserleri birçok kez La-
miştir. İnsan kendi iç varlı~ı bakımın­ tinceye çevrilmiş olan İbni Sina'nın fel-
dan özgür, kendisinin dışandaki geliş­ sefesi, Yunan filozoflan Aristoteles ve
meler bakımından özgür de~dir, do~al Plotinos'un etkilerinin yanı sıra, kendi
ve tanrısal yasalann yönetimi altında­ özgün ve önemli katkılannı gözler
dır. Buradan, insanın iki ayn sınır ara- önüne serer.
sında kaldı~ı sonucu çıkar. O, bir 'ir!de İbni SinA'nın ögt-etileri arasında, yaratı­
varlı~ı' olarak kendi eylemlerinden so- lış ö~retisi özellikle önem taşır. O, bu
rumludur, kendi tercihi albnda gerçek- konuda, özellikle 13. yüzyılda çokça tar-
leştirdi~i tüm eylemlerinden dolayı so- tışılmış olan şu teoriyi ileri sünnüştür:
rumluluk duygusu taşır. Kendi elinde Varlı~a gelen herşeyin bir nedeni olma-
olmayan, dıştan gelen etkilerden dolayı, sı gerekir. Varlı~a gelmek için bir nede-
sorumlu de~ildir. ne gerek duyan \'arlıklara, o mümkün
İbni Rüştçülük [İng. Averroism; Fr. Aver- varlılcJar adını verir. Kendisi de müm-
roisme]. Esas etkisi İslam dünyasmda kün bir varlık olan bir nedene, ondan
de~il de, Avrupa'da olan İbni Rüşt'in önce gelen bir neden yol açmış olmalı­
Aristoteles yorumunun Hristiyan Orta- dır. Bununla birlikte, bu nedenler dizisi
ça~ felsefesinde, onüçüncü yüzyılda çok sonsuz bir dizi meydana getirmez. Bun-
etkili olmasının bir sonuru olarak, birta- dan dolayı, varlı~ mümkün de~il de,
kım düşünürlerin ruhun ölümsüzlü~ü, zorunlu olan, var oluşunu bir nedenden
evrenin ezelfli~i gibi, Hristiyan inanona de~il de, kendisinden alan bir ilk neden
138 iç bağıntılar öğretisi

var olmalıdır. Bu ilk neden, vıicibü '1 ioınatik olarak gerçekleşmez. Yani, in-
vücüd, yani zorunlu varlık olan Tan- saıun var olmasıyla var olmaması eşit
rı'dır. Tanrı'run zaman içinde bir baş­ derecede mümkündür. Onun özü ger-
langıcı yoktur; O, ezeli-ebedidir. Tanrı çekleşebilir de gerçekleşmeyebilir de.
tam ve gerçek varlıguu her zaman ser- Ona varoluş veren, onun özünün ger-
giler. O, her zaman fiil halinde oldugu çekleşmesini saglayan varlık Tanrı'dır.
için. hep yaratmıştır. Yaratılış, İbni Si- Insan zihninin özü bilmektir, ancak
nA'ya göre, hem zorunlu ve hem de insan her zaman biliyor degildir. İnsan
ezeli-ebedidir. aklı, bilebilmeye yetilidir, fakat insanın
Tann, Ibni Sina'ya göre, mutlak olarak bilme tarzı yalnızca mümkündür. İnsan
birdir. Bir olandan ise yalnızca bir çıkar. zihni gerçekte herhangi bir bilgi olına­
Bu durumda evrendeki varlıkları açık­ dan, ancak bilebilme gücüyle bezenmiş
lamak nasıl mümkün olabilir? İbni Sina, olarak yaratılmıştır. İbni Sina bilgi an-
burada Plotinos'un sudür, türüm ögreti- layışında, insan zihninde bilginin varo-
sinden yararlanarak, Tanrı'dan çıkan ilk luşu için iki ögenin zorunlu oldugunu
birligin, ilk Akıl oldugunu söyler. Tıpkı belirtir: 1 Duyusal nesneleri algılama­
Plotinos gibi, onun gözünde de düşün­ mızı saglayan duyular ve 2 algıladıgı­
mek ile yaratmak bir ve aynı şeydir. mız bu nesnelerin suret ya da imgeleri-
Onun sisteminde Tanrı'dan başlayan ni bellekte saklama gücü ve soyutlama
sudür ya da türüm sürecinde, yukan yoluyla nesnelerdeki özü ya da tümel
düzeyden varlıkların düşünülmesi da- ögeyi yakalama yetisi. Fakat bu soyut-
ha aşagı düzeyden varlıkların yaratıl­ lama, İbni Sina'ya göre insan z.ihrU tara-
ması anlamına gelir. Buna göre, tüm fından gerçekleştirilmeyip, Etkin.Aklın
varlıklann en tepesinde bulunan Tann'- bir eseridir. Etkin Akıl bilgi sahibi ola-
nın kendi kendisini düşünmesi, Tanrı'­ bilmesi için, insan zihnini aydınlatır. O,
dan Ilk Akıl'ın sudllr etmesine yol açar. bundan dolayı insarun yaratıası ve
Ilk Akıl'ın kendi nedenini, yani Tann'yı buna ek olarak, insan bilgisindeki aktif
düşünmesi İlk Akıl'dan sonra gelen güçtür. Demek ki, tüm insanlarda hep-
Akıl'ın doguşuna neden olur. sinin birden pay aldıgı tek bir Etkin
Buna karşın, İlk Akıl'ın kendi kendisi- Akıl vardır.
ni düşünmesi hem ikinci nefs'e ve hem iç bağıntılar öğretisi [Ing. doctrine of in-
de o nefs'in canlandırdıgı bir kürenin ternal relalions; Fr. doclrine des relations
(Jeleğin) suduruna yol açar. Bu sudür sü- iııtemes]. Bir şeyin başka şeylerle olan
reci on akıl ve dokuz nefs ile dokuz fele- bagıntılarından dolayı, her ne ise o ol-
gin doguşuna kadar devam eder. Son dugunu; evrendeki tüm olayiann geri
akıl Etkin Akıl'dır. Etkin Akıl bu dünya- kalan tüm diger olaylarla nedensel bir
daki varlıklann maddi ögelerini ve in- bag içinde bulundugunu; bundan dola-
sanların ruhlarıru yaratan varlıktır. Et- yı, evrendeki bir olaya ilişkin olarak
kin Akıl ayru zamanda insaniann ruhla- dogru bilgi elde edebilmek için, onun
rına ya da zihinlerine bilgi için gerekli üzerinde etkide bulunan tüm nedenle-
olan form ve kategorileri aktanr. rin bilgisine sahip olmak gerekligini sa-
İbni Sina, bir insarun z.ihninin bir baş­ vunan görüş.
langıcı oldugu için, insarun mümkün içebakış [İng. iıılrospeclioıı; Fr. i11trospecti-
bir varlık oldugunu söyler. İnsan, ayru orı; Al. selbslbeobachlung]. Zihnin kendi
zamanda mümkün olan bir akla sahip- içine dönmesi, benin kendi kendisinin
tir. lbni Sina, yaratıklarda iki farklı öge bilincinde olması. Bilincin kendi üzerine
bulundugunu söyleyerek.. burada özle dönerek, kendi hallerini ve edimlerini
varoluş arasında bir ayınm yapar. İnsa­ gözlemesi, kendi kendini gözleme tabi
nın özü varoluşundan ayrıdır; bundan tutması. Benin, zihnin dikkatini kendi
dolayı, insarun özü kendiliginden ve o- içine, zihinsel süreçlere ve zihin halleri-
içkin 439

ne yöneltınesi ve onları, dış olgu ve Buna göre, içe göçme, anlamm medya-
olaylardan, zihin diye ayırması. Bilinç da, medya ve toplwnsalın da kitlelerde
hallerini ve gerçekleştik.Jeri anda, zihin- kaybolması, bütün sırurlann yok olup
sel işlemleri dogrudan dogruya gözle- gitmesi ve böylelikle de herşeyin deger-
rnek veya tahkik etmekten oluşan göz- sizleşip anlamsıziaşması sürecini tanım­
lem türü. İnsanın kendi eylemlerini ve lar. Medyada sürekli bir mesaj bombar-
onlann benle olan bagmhsını takip et- dunamna tabi tutulan, eglence, reklam
mesi; bu haller ister dış uyaranların so- ve politika akışı içinde şaşkına çevrilen,
nucu ya da ister zihnin kendi bagımsız sürekli olarak tüketmeye davet edilen
faaliyetleri olsun, kendi zihin hallerinin kitleler, herşeye kayıtsız hAle gelirken,
gözlemcisi olması. bütün anlamların, ima ve kışkırtmalann
İnsanın entellektüel ve ahlaki gelişimi­ infilak edip içe göçtügü sessiz bir yıgına
nin en önemli ögesi ve dogada yalnızca dönüşürler. Bundan sonra artık ne sos-
insana özgü bir güç ve alışkanlık olan yolojiy ne de politikaya yer vardır.
içebakış olmasaydı eger, insan, kendi içgüdü [Os. insiyıik; İng. instinct; Fr. ins-
gelişme sürecinde aktif bir rol oynaya- tinct; Al. instinkt]. Canlı organizmanm
mayan, fakat yalnızca, kendi dışındaki belirli dış etkeniere karşı gösterdigi tep-
olaylıuın pasif bir izleyicisi, ve çevresi-
kiler bütününe, canlı varlıgın dış uya-
nin rasl.antısal ve gelişigüzel bir ürünü ranlar karşısmda sergiledigi dogal dav-
ranış tarzı. Bireysel ihtiyaçlara ya da
olan bir varlık olurdu. İşte bu çerçeve
içinde, içebakış, insanın çevresi karşı­ türün amaana uygun olarak düzenlen-
miş hareketleri otomatik olarak gerçek-
sındaki kısmi bagımsızlıgını ve kendi
leştirmeyi saglayan dogal dürtü.
düşünceleriyle ilgilerini kontrol etme
ögrenilmiş ya da sonradan kazanıl­
gücünü gösterir.
mış olmayıp, doguştan getirilen ya da
Bu baglamda, psikolojide kullanılan, ve
miras alınmış olan, alışılagelmiş, dogal
tdavraruşçılıguı nesnel yöntemine kar-
davranış tarzı. Uygun iç ve dış uyaran-
şıt olarak, büyük ölçüde içebakışsal göz-
lar söz konusu oldugunda, canlı orga-
leme dayanan, yani benin kendisini, nizmarun, belirli bir tarzda eyleme yö-
zihirı hallerini ve zihinsel faaliyetleri
nündeki, iradi olmayan, aklın süzgecin-
konu alan gözleıni kullanan yönteme içe- den geçirilmemiş egilimi.
bakış yöntemi adı verilir. içkin [Os. milndemiç; İng. immanen.t; Fr.
Aynı anlam içinde, içebakışın psikoloji inımanen.t; Al. immanen.t]. Aşkın olana,
için mutlak bir biçimde zorunlu olan bir dışarıda ya da ötede olmaya karşıt ola-
yöntem oldugunu ve hatta psikolojinin rak, içte ya da içeride olan; bir varlıgın
yalnızca ve tümüyle içebakış yöntemini yap!Sında bulunan; bir dış etkenden
kullanması gerektigini savunan yakla- de~) de, bu varlıgm kendi dogasmdan
şım; dikkatli ve sistematik bir tarzda kaynaklanan; geçici olanm tersine, bir
gerçekleştirilecek içebakış yöntemine şeyde gerçekten, fiilen var olan için kul-
dayanan psikoloji anlayışı içebakışçrlık lanılan sıfat.
diye karakterize edilir. 1 Bu baglamda, geleneksel teizmin,
içe göçme [İng. implosion; Fr. implosion]. Tann'yı aşkın bir varlık olarak gördü-
Postmodern düşünür tBaudrillard'ın gü, yani onu dünyanm bir parçası ola-
postmodem dünyada çok çeşitli olgula- rak ele almadıgı yerde, panteizm Tann'-
no ilgili olduklan düzlemlerde, nicesel yı evrene içkin bir varlık olarak düşü­
yeginlik kazandıktan sonra infilak ebnek nür, onun dünyaya içkin oldut;unu öne
suretiyle, hem kendilerini ve hem de in- sürer. Niteldın, tdeizmin evreni yaratan
sanların onlarla ilgili düşünce ve varsa- aşkın ve yabancı bir Tann fikrine karşı
yunlannı yok ebne durwnJan ve egilim- ç1karak, Tann ile evrenin, yaraha ile ya-
leri için kullandı~ terim. ratılmış olan doganın bir ve ayru oldu-
440 içicin epistemolojik idealizm

ğunu savunan pan~eizme aynı zamanda na çıkamayıp, kendisine aşkın olan bir
içkincilik adı verilmektedir. 2 Tanrı'nın, gerçekligi bilemeyecegini, kendi zihin-
mevcudiyet ve faaliyetiyle, dünyaya sel deneyi olmayan bir şeyi bilmeye ye-
içkin, fakat özü itibariyle, dünyaya aş­ tili olmadıgını, bilinen nesnenin 'bilinç
kın oldugunu öne süren teist görüşe içerigi' haline gelmek suretiyle bilindi-
ise, içkin teizm denir. 3 Aynı şekilde di- gini savunan ve dolayısıyla, nesnelerin,
namizm de, içkinci bir ögreti olarak, güç varlıkların varoluşunu bir insan tarafın­
ya da kuvvetin varlıga içkin oldugunu dan algılarunış olmalarma indirgeyen
belirtir; varlıgı kuvvetle özdeşleştiren görüş. Görüşün klasik temsilcileri İngi­
bir görüştür. liz eınpirist filozofları G. tBerkeley ve
4 Ote yandan, bir şeyi etkileyen, bir D. +Hume'dur.
şeydeki degişmeyi başlatan dış koşul­ Buna göre, bizim duyumsal algı süre-
lardan farklı olarak, bir şeydeki degiş­ cinde zihindışı nesnelerle, yani içkin ol-
meyi doguran içsel koşullara, bir bütün mayan, zihne aşkın nesnelerle tanıştı­
olarak içkin neden adı verilmektedir. Bu- gımız kabulünü eleştirel bir biçimde
na göre, maddi ve formel nedenler var- analiz eden, dış dünyadaki cisimlerin
lıgın içkin nedenleridir. Aynı şekilde, zihinden bagımsız olmadıkJannı, du-
insan varlıgındaki, onun eylemlerinin yumsal algının tek nesnesinin, kişinin
nedeni olan irAde de, bu türden bir iç- kendi izlenimi, belli bir deney, belli bir
kin neden olarak tanımlanır. içkin ürün oldugunu öne süren Berke-
S Nesnelerde onların özü olarak varo- ley'e göre, asimler bilen öznenin izle-
lan tümele ise, içkin tümel adı verilir. nimlerinden ya da izienim kompleksle-
Tümel olan olanın, zihinden bagımsız rinden daha fazla hiçbir şey degildir.
olduktan başka, bireylerden de ayn ol- Izienimler de tözsel olarak varolan şey­
ler olmadıgı, bir izlenim, bilen öznenin
dugunu öne süren radikal kavram rea-
lizmine ya da tPlaton'un aşkın tümel deneyimi, zihin hali oldugu ve ancak
anlayışına karşı, Aristoteles tarafından
bir özneyle ilişki içinde varolabildigi
için, zihinden bagunsız cisimlerin varo-
öne sürülen ve tümellerin, tikellerden
luşundan söz edilemez.
ayrı olarak degil de, tikellerde, onlann
Cisimler, yani agaçlar, evler, masalar,
özü olarak varoldugunu dile getiren v. b. g., yalnızca izienim kompleksleri
tümel görüşü içkin tümel anlayışi olarak oldugundan, Berkeley'in felsefesinde,
bilinmektedir. Başka bir deyişle, kendi- onların varoluşu bir kimsenin onlan
si için nesnel bir tümelin söz konusu ol- tecrübe etmesi olgusuna indirgenir. Ci-
madıgıru, fakat zihindeki öznel kavram
simler tözler .degil, ancak zihin hilleri,
için varolan şeylerde nesnel pir temelin izienimler ya da izienim kompleksleri-
söz konusu oldugunu savunan t Aris- dir. Yani, onların varoluşu, özneye
toteles'in bu görüşüne göre, tümel 'at' baglı olup, öznenin onlan algılamasına
öznel bir kavramdır, fakat onun, tikel irca edilir. Berkeley'in bu idealizmi, belli
atlara şekil veren tözsel formlarda nes- bir bilgi anlayışına, yani insanın yalnız
nel bir temeli vardır. ve yalnızca kendi zihin hillerini, bilinç
6 Öte yandan bilim felsefesinde, bi.r te- içerikJerini, ide, izienim ya da tasanmla-
oriyi kendi kabullerine dayanarak eleş­ nnı bilebilecegi kabulüne dayandı~
tirme veya degerlendinne tavrına da için, epistemolojik bir idealiz:ıit diye ta-
içkin eleftiri denmektedir. nunlanır.
içkin epistemolojik idealizm [İng. imma- içkinlik [Os. indimac; lng. imrttQnence; Fr.
nent epistemological idealism; Fr. idealisme immane nce; AJ. immanenz]. İçkin, var, ka-
q,isttlnologique immanent]. BiJgi söz ko- ho ya da sürekli olma durumu; amaçla-
nusu · oldu~nda, bilen öznenin kendi nn, hedeflerin öznenin kendi içinde bu-
suurlanrun ötesine geçemeyecegini, in- lunması hali; parçası üzerine etki yapan
sanın bilgide kendi içkin küresinin dışı- bir nedenin niteligi.
içlem ve kapl;o"Ttın ters orantılılığı kuralı 441

1 İçkinlik. AL-nan düşünürü tKant'ta özelliklerden meydana geldi~!, bl! öz.sel


tecrübi olmayan ya da aşkın olana karşıt özellikleri sözü edilen terim ya da kav-
olarak deneyimsel olanı, duyu organlan ramın tanımında sıralayan uzmanlar
ile tecrübe edilebilir olaıu ifade eder. 2 arasındaki bir uzlaşma ya da fikir birli-
Modem metafizik ve teolojide ise, içkin- ~iyle ilgili bir konudur. İşte, bir terim
lik, Tanrı'nın dünyada olması, evrenden ya da kavramın tarununda geçen özsel
ayn olmaması anlanuna gelir. özellikler bütününe uzlaşınısal içlem adı
3 Öte yandan, 19. yüzyılda Almanya'da, verilir.
felsefesinde İngiliz empirizmi, Kant ve Bununla birlikte, bir terim, o teriınin
tFichte'nin felsefelerinin bir sentezini uzlaşımsal içiemini meydana getiren
yapmış, ve varolan herşeyin yalnızca özelliklerle tam olarak çakışınayan özel-
düşüncenin nesnesi oldu~nu, varola- likleri hahrlatıyorsa, bu sonuncu özellik-
mn bilince içkiri bulundu~unu, nesnenin lerin teriınin terimin özne/ içiemini mey-
özneyle aynlmazcasına ilişkili oldu~unu dana getirdi~i söylenir. Öte yandan, bir
öne sürmüş olan Wilhelm Schuppe'nin nesneler sınıfının aktüel olarak sahip ol-
felsefesine içkinlik felsefesi adı verilir. Bi- du~u, fakat bizim bazılarını bilmedi~i­
linçten yoksun bir kendinde-şey fikrini miz tüm özellikleri gündeme geldi~in­
reddeden Schuppe, gerçek olanı Ben ve de, bu kez kuUanrnaınız gereken teriın
benin nesnelerinin aynlmaz birli~i ola- nesnel iç/emdir.
rak düşünülen bilinçle özdeşleştirmiş­ Yine aynı ba~larnda, ınantıksal bakım­
tir. dan 'A B'dir' formunda olan, tanıınianan
4 Öte yandan, dilbilimde, araştırmacı­ şeyin, terim ya da kavramın özellik ya
nın dilin işleyişini ve gelişimini, tari- da özelliklerini ifade eden ve daima cins-
he, filolojiye, psikolojiye, v. b. g., baş­ tür ilişkisi gözetilerek yapılan tarum tü-
vurmadan, kendi içinde incelemesi ge- rüne içlemsel tanım adı verilir.
rekti~ini söyleyen yaklaşım veya araş­ içlem ve kapiamın ters orantıhlı~ı ku·
tırma ilkesine içkinlik ilkesi adı veril- ralı [İng. law of int~erse variation; Fr. /oi
mektedir. de la variation inverse]. Bir kavram ya da
içlem [Os. tazammun; İng. intension; Fr. terimin kapiarnı ço~alınca içleminin, iç·
intension, comprehensicm; Al. intension]. lemi ço~alınca da kaplamnun azaldı~ı­
Bir terimin işaret etti~i, hatırlattı~ı nı dile getiren kural.
ortak özellikler, terimin ya da kavramın Örneğin. 'üçgen' kavramı, tüm üçgen
anlamı. Bir sözcük ya da kavramın kap- türlerini kapsar; bununla birlikte, 'üçgen'
Iarnı içine giren tüm şeylere ya da nes- kavramına 'eşkenar' belirlemesini ya da
nelere ortak olan özelliklerin, nitelikle- özelli~ni eklersek, bu takdirde, dik üç·
rin toplamı. genleri, ikizkenar üçgenleri, v. b. g., dışta
Buna göre, bir kavramın, bu kavrarnda bıraktı~ı için, kapiarnı her ne kadar
bulunan ya da bulunabilecek özellikler- 'üçgen' kavramından daha dar olsa da,
den başka bir şey olmayan içiemini be- bildirdi~ özellik bakımından daha zen-
lirlemek demek, söz konusu kavramın gin olan 'eşkenar üçgen' kavramıru elde
anlamını belirlemek demektir. Bir nes- ederiz.
neler sınıfının sahip oldu~u özellik ya Fakat, daha fazla sayıda özellik de~l de,
da niteliklerden bazıları, o sırufın özü- daha _fa~la sayıda üçgen gösteren bir
nü meydana getiren, söz konusu sınıf terim elde etmek istersek,. bu durumda
için özsel olan özellikler olarak görülür, ilk kavramımıza bir belirleme getirme iş­
öyle ki bu özelliklerin herhangi birin- lemimWien vazgeçmeliyiz. Buna gö-re,
den yoksun olma bir nesnenjn ilgili sını­ tüm üç kenarlı şekiliere işaret etmek isti-
fın üyesi olmamasına, bu sınıfın dışın­ yorsak eter, 'eşkenar' niteli~ini çeker ve
da kalmasına neden olur. Bu özsel kaplamı daha geniş olan 'üçgen' kavra-
özelliklerin tam olarak ne oldu~u, hangi mını elde ederiz. Aynı şekilde, 'varlık'
442 içreklik

kavramı, canlıyı, hayvanı, insanı ve in- lindigi takdirde, söz konusu epistemolo-
sanın alt-türlerini kapsadığı için, kapla- jik anlam içinde içrek olmak duru-
mı en geniş olan kavramdır. İşte, var- mundadır. Buna göre, tüm düşünceleri­
lık, canlı, hayvan, insan ve insanın alt- miz, bu düşüncelerin gerçekte ne oldu-
türlerinden meydana gelen bu hiyerarşi­ ~ başkaları tarafından, söyledigirniz
de, nasıl ki yukarı dogru çıktıkça, kap- şeylerden çıkarsanabilmek.Je birlikte, iç-
laın genişliyor, fakat içlem yoksullaşı­ rektir.
yorsa, aşagıya do~u indikçe de, kaplam içselcilik [Os. dahiliyye; İng. internalisnı;
daralır, fakat içlem, yani kavramın gös- Fr. intmıalisnıe]. 1 Metafizikte, bagınh­
terdigi özellikler bütünü zenginleşir. ların, şeyleri, benzerlikleri bir şekilde
Buna göre, kapiarnı en zengin kavram her birinin dogasının, özünün bir par-
olan 'varlık' kavramı, aynı zamanda iç- çası olacak şekilde birleştirdigini savu-
lemi en yoksul olan kavramdır. 'İnsan' nan görüş. Söz konusu içselciligin, aşırı
kavramı ise, hem kendi özelliklerine ve ve ıhmlı içselcilik olmak üzere, iki ayrı
hem de hayvan, canlı ve varlık olmanın türü vardır. Bunlardan 1-a) aşırı içselcili-
özelliklerine sahip olduğu için, her ne ğe göre, birbirlerine baglanan şeyler bir-
kadar kaplam bakımından yoksul olsa birlerine benzer ya da birbirleriyle öz-
da, içlem bakımından en zengin olan deştirler. Bunlar, tek bir bütün olan
kavramdır. evrenin parçalan olup, ondan aynlmaz-
Bununla birlikte, içlemle kaplamuı ters lar. Bagmtlların şeyleri birleştirdigini
orantılılıgı kuralının geçerliligini za- savunan bu anlayışa göre, iki şey birbi-
man zaman ortadan kaldıran istisnai rine baglandıgı zaman, onlar aynı ba-
durumlar vardır. Örnegin, 'eşkenar üç- gıntıyı paylaşırlar. Görüşe göre, öme-
gen' kavramına 'eşit açılı' olma özelli- gin bir kişi ve bir masan, görünüşte
gini ya da belirlemesini eklersek eger, farklı olsalar bile, ~nlarda tezahür eden,
terimin içiemi zenginleşse bile, kaplanu kendisini onlar araclıgıyla ifade eden
aynı kalır. evrenin temel parçaları olmak duru-
içrekHk [İng. privacy; Fr. intiınite; Al. zu- mundadırlar. Onlar, salt evreni farklı
rückgezogmheit, privateleben]. Epistemo- şekillerde ifade ettikleri ya da göster-
lojide, başka hiç kimse taratmdan bili- dikleri için, farklı görünürler.
nemeyip, yalnızca tek bir kişi tarafın­ Öte yandan, 1-b) ılmılı iç;elcilik, birbir-
dan bilinme ya da bilinebilir olma duru- lerine baglanan şeylerin, birbirlerinden
munu ifade eden terim. Birden çok kişi­ farklı olmaktan çok, birbirlerine benzer
nin deneyine, gözlemine açık olmama olduklarını ifade eder. Buna göre, şey­
durumu. Kişiye özel bilgi. Bilincin kişi­ ler arasındaki baguıb.lar, onla n ayır­
ye özel olan içerigi, başkalan tarafın­ maktan çok birleştirir ya da ayn hıt­
dan bilinemeyen, fakat yalnızca söz ko- maktan çok bir araya getirir.
nusu içerigin içebakış yoluyla bilincin- 2 Metodolojide, bir konuyu batıJnsız
de olan kişi tarafından bilinen bilinç ve özerk bir alan olarak görüp, ona dış­
içerigi, zihin hali. Bir kişinin kendi haz- sal olan faktörleri hiç hesaba katrnadan,
ları, acılan, duygu ve düşünceleriyle il- kendi iç dinamikleri ve temel özellikle-
gili, başka insanlara açık olmayan, dog- riyle açıklama tavrı. Ömegin bilim fel-
rudan ve aracsız bilgisi. sefesinde çok geçerli olan böyle bir yak-
Buna göre, bir kişinin bilinç ak.ışınm laşım, bilimin rasyonel yanını vurgular;
bir parçası olan, ve yalnızca o kişi tara- içselci yaklaşım olarak bilinen bu tavır,
fından içebakışsal olarak farkına varı­ bir yandan bilimin rasyonel bir faaliyet
lan ya da bilinen düşünce ve duygular oldugunu Öl}e sürerken, bir yandan da
içrektir. Bir şey, şu halde, yalnızca tek bilimi, tüm diger disiplin ya da faaliyet-
bir kişi tarafından, bir çıkarsama yapıl­ lerden ayırır ve onu toplumun diger
madan, dogrudan ve aracısız olarak bi- sektörlerinden özerk bir alan olarak gö-
ide 44.3

rür. Buna göre, içselci yaklaşım, bilim ona sahip olmak için geçerli gerekçe ya
felsefesinde, bilimsel gelişmeleri ekono- da nedenleri oldugu bir inançtır.
mik, toplumsal, siyasi ya da dinsel ko- S Zihin felsefesinde, bir zihin halinin
~ullara baglamak yerine, bir bilimin mahiyetine salt bireyin kendisiyle veya
kendi iç mantıgı üzerinde yogunlaşır; zihniyle ilgili, eşdeyişle içsel mülahaza-
bilimsel gelişmeyle ilgili h.irn veri ya da lardan hareketle karar verilebilecegini
olguları, bilimin dogasıyla ilgili genelle- söyleyen görüş. Böyle bir görüşün en iyi
rnelere deger biçrnek için kullamr. ömegi, tDescartes'ın zihin görüşüdür.
Başka bir deyişle, bilimi içinde gelişti­ Bu görüşe göre, ben şimdi sahip oldu-
gi ve etkisi altında kaldıgı kültürel bag- gwn zihin hallerinin ayrularına, inançla-
laın içinde ele alan dışsalcı yaklaşımın nma, algılaruna tekabül edecek bir dış
tam karşısında yer alan bu yaklaşım, dünya olmasa da, sahip olabilirim.
bilimi, kendi iç mekanizmalarayla, eşde­ 6 Ve nihayet, ahlak felsefesinde, kişi­
yişle bilimin bizzat kendisiyle aÇJklar. nin neyin ahlaken do~u ve neyin yan-
Buradan da anlaşılacagı üzere, bu yak- hş olduguna dair görüşü veya inancıy­
laşım türünün kullandıgı malzeme, bi- la kendi güdülenmesi arasmda içsel bir
limin inceleıne altındaki döneminde baglantı bulundugunu savunan ögreti.
kullamlan ders kitapları, bilimsel metin- ide [İng. idea; Fr. idte; Al. vorstellung ]. 1
ler ve bilim dergileridir. Bu yaklaşunın Modem felsefede, tümüyle zihinsel ya
en ünlü temsilcilerinin başında, yanlış­ da öznel bir ilke olarak, insan zihninin
lamacı bilim görüşünün savunucusu ya da bilincinin içerikleri ya da içerikle-
çagdaş bilim felsefecisi Karl R. tPopper rinden bazıları. 2 Bir duyu verisi söz ko-
gelmektedir. nusu oldugu ı.arnan, deneyim ya da
3 Buna ek olarak, yine metodolojide; duyguda, kendini zihne dogrudan ve
dünyarun zihinden bagımsız nesneler- aracısız olarak sunan bilinç içerigi. Du-
den meydana geldigini ve dogrulugun yu deneyi ya da algırun, algılama faali-
söz konusu nesnelere ilişkin olarak dü- yetinin, bir zihin ya da ruha baglı olan
şündükleriıniz ve söylediklerimizle nes- içerigi. Duyu izlenimleri, duyu-verileri,
neler arasındaki tekabüliyetten meyda- dogrudan deneyi meydana getiren te-
na geldigini öne süren metafiziksel mel ögeler. 3 Bir bilinç içerigi olan her-
realizmin. tersine, dogruluk standartları­ şey, bir şeyin sureti, zihinsel imgesi ya
mn bir araştırma alamnın kapsamı için- da zihindeki resmi. Bir şeyin zihindeki
de anlamlı ve geçerli oldugunu belirten tasarımı. Bir şeye ilişkin ·zihinsel imge
görüş. H. Putnam tarahndan savunulan ya da resim. Bir sözcügün dogurdugu
bu görüşe göre, dünya ve dünyadaki öznel çagrışımlar.
varlıklarla ilgili sorular, sadece ve sade- 4 Genel bir fikir, düşünce, zihinsel izie-
ce, bir teori ya da betimlemenin meyda- nim ya da kavram. Düşünce, kavram ya
na getirdigi genel çerçeve içinde anlamlı da deney yoluyla tecrübe edilemeyen
olabilir. Dolayısıyla, dogruluk tekabüli- bir şeyin tasarımı. S Savunulan bir ka-
yeHen ziyade, inançlanmızla tecrübele- naat, kabul ya da inanç. 6 Refleksiyonda
rimizin, kendi inançlanmızla da başka­ bulundugu zaman, zihinde olan,. zihnin
lannın inançlannın birbirleriyle tutarlı çeşitli faaliyetlerinden sonra korudugu,
olmasına dayanır. kendi içinde buldugu ya da daha basit
4 Epistemolojide, bir kişinin inancını idelerden hareketle kurdugu şey. 7 Dü-
haklılandaran ya da temeliendiren şe­ şünce ya da anlarnan en küçük birimi,
yin tümüyle iç;el haller oldugunu, bir inanç ya da iddiaların temel bileşeni.
inanca temeliendiren ve do~ulayan şe­ İşte bu çerçeve içinde, tDescartes'ta bil-
yin ömegin bir algı veya düşünce oldu- ginin dogrudan ve araasaz nesnesi ola-
gunu öne süren ögreti. Bu anlayışa rak duyum içerigi, kavram ve düşünce,
göre, haklı kılınmış bir inanç, kişinin insan zihninin öznel, mantıksal kavram-
-------------------------------------------------- -------------------
444 idea

lan anlamına gelen ide, İngiliz empirist- ilişkilerin idealan ve nihayet iyilik, gü-
lerinden tHobbes 'ta, insan zihninden ba- zellik gibi de-gerlerin İdeaları yer alır.
gımsız nesnelerin duyu-organlan üzerin- Platon'da ldealar, zaman ve mekan
deki etkisinin sonucunda, beyinde ortaya içinde bulunan somut, tikel nesnelerden
çıkan görünüş ya da suret anlamı taşı­ ayrı olarak, kendilerine ait bir soyut var-
mıştır. lıklar evreninde var olurlar. Yani, onlar
ide, yine, tLocke'ta, zihnin bilincinde zamanın ve mekanın dışında olup, ayrı
oldugu, üzeı;nde yogunlaşııgı, bir tasa- bir idealar evreni meydana getirirler.
rım olarak sahip bulundugu zihinsel idealar, gerçeklik ve de ger derecesi ba-
öge ya da içerigi, tasarun, algı ya da kımından, tikel varlıklann çok yükse-
duyuın içerigini; tBerkeley'de, duyu- gindedirler; bir başka deyişle, ldealar
deneyinin ya da algılama eyleminin içe- somut varlıkların, tikel nesnelerin ken-
rigini, varoluşu bir zihne baglı bulunan dilerinin yalnızca görünüşleri oldugu
zihin içeriklerini, zihne bagıınlı bir var- mutlak gerçekliklerdir. Bir Idea, somut
lık tarzına sahip olan algılan; Hume'da varlıgın, tikel nesnenin kendisinin bir
ise, duyu-izlenimlerinin bellekte sakla- kopyası oldugu model ya da ilk örnek-
nan daha az canb ve daha az yogun tir.
kopyaya da suretini gösterir. ldealar bilen insanın zihninden bagun-
tCondillac'ta dış dünyadaki bir nesne- sız olarak var olan gerçekliklerdir. On-
ye baglanan duyum, tHolbach'ta bir lar, Platon'a göre, Tanrı'nın zihninde
duyum ya da algıya neden olan bir nes- var olan düşünceler degildir ler. ldealar
nenin zihindeki imgesi olarak tarumla- mekarun dışında oldugu kadar, zama-
nan ide, tKant'ta ise aklın, kendisine run da dışında olan varlıklar oldukları
karşılık gelen bir nesnenin gösterileme- için, aynı zamanda yaratılmamış, yok
yecegi, zorunlu, fonnel ve düzenleyici edilemez, de~şmez ve ezeli-ebecli olan
bir fikir ya da kavramı olarak karşımı­ ger~erdir. ldealar birbirleriyle man-
za çıkar. lde, modern psikolojide de, hksal bir ilişki içinde olup, en yüksek
ide, gerisinde bir beyin halinin bulun- Ideadan aşagıya dogru bölünemez türle-
dugu, bir şekilde deneyden türeiilen re dek inen bir hiyera~i meydana geti-
zihinsel olay ya da tasarımı ifade eder. rirler. Bu hiyerarşinin en tepesinde ise
Idea. Antik Yunan felsefesinde, ve özel- Iyi ldeası vardır.
likle de Platon'da, ezeli-edebi doga, ya Platon'dan sonra, Hellenistik felsefe
da öz, dogru ve kesin bilginin nesnesi, dönemi içinde daha farklı bir anlam ka-
Tanrı'nın zihnindeki içerik; duyulan- zanan Idea, tStoalılarda insan zihninde-
ınızla algıladıgımız şeylerin, nesnele- ki sınıf kavramlarıyla özdeşleştirilir­
rin yetkin ilk örnegi anlamına gelen ken, tYeni-Platoncular'da, şeylerin koz-
teri m. mik Zihin'de varoldugu dü~ünülen ilk
Platon öncesi Yunan felsefesinde, form, örneklerinin adı olmuştur. Idea, Orta-
şekil, doga, sınıf ya da tür anlamı taşı­ çag felsefesinde ise, Tann'nın zihninde
yan idea, Platon'la birlikte yeni bir ezeli ebedi olarak varolan kaim ilk-
anlam kazanmıştır. ·ldeayı ezeli-ebedf örnek anlamına gelmiştir.
doga ya da öz, dogru ve kesin bilginin ideal [Os. mef*ı1re; Ing. ideııl; Fr. idJal; AL
degişmez nesnesi, duyularıınızia algıla­ ideal). 1 Yalnızca düşüncede mevcut
dıgımız şeylerin yetkin ilk ömegi ola- olup, gerçeklikle bulunmayan şey. 2 Tü-
rak tanımlayan Platon' da, idealar genel rünün yetkin ömegi olan şey, kopya
ve soyut kavrarnlara karşılık gelen nes- edilecek, kendisine öykünülecek model.
nel varlıklardır. Bu idealar arasında in- 3 Aktüel olanın kendisine göre yargıla­
san, ev, agaç gibi şeylerin suuflanrun nacagı standart. Aktüel olanın.. kendisi-
İdeaları, yeşillik, yuvarlaklık gibi nite- ni hayata geçirdigi, gerçekleşlirdigi öl-
liklerin ldealan, eşitlik, benzerlik gibi çüde anlam ve deger kazandı~ stan-
idealist pozitivizm 445

dart, norm. 4 Arzu ya da istemenin he- ya ya da sureileri olmak dummunday-


defi olan yetkin nesne. Karakter ve ey- salar eger, hareketsiz olmalan gerekir;
lem bakımından, olana karşı olması ge- oysa onlar hareket halindedirler. Peki,
rekeni gösteren ölçüt. 5 Degerler alanın­ onlar hareketlerini nereden almaktadır­
da, dürüstlük, adalet ideali türünden, lar?
mutlak yetkinligi içinde düşünülen ve Platon'un en iyi ögrencisi Aristoteles'e
söz konusu degere karşı duyarlı olan göre, ldealar teorisi imkansız bir teoridir;
herkesi kendine çeken şey. buna göre, ldealar duyusal nesnelerin
Bu baglamda, filozof ya da düşünürle­ özünü ve temel gerçekligini meydana ge-
rin, varolan düzen karşısındaki hoşnut­ tirmektedir. Fakat, duyusal nesnelerden
suzluklarının bir sonucu olarak tasarla- ayrı olarak var olan bu nesneler, yani lde-
dıklan düzene; olması gerekene yöne- alar nasıl olup da duyusal varlıklarm öz-
len teorisyenlerin, birtakım ilkeleri te- lerini içerir. Onların arasındaki ilişki tam
mele alarak, insanların tam olarak geli- olarak nedir? Platon'un söz konusu ilişki
şebileceklerini, gerçek bir refah ve mut- için kullandıgı 'pay alma' ya da 'öykün-
luluga ulaşabileceklerini düşündükleri me' gibi meGızlar, Aristoteles'e göre, boş
toplum düzenine, gerçeklikle degil de, sözlerden başka hiçbir şey degildir.
sadece düşüncede varolan düzen anla- idealist [Os. riıefküreci; İng. idealist; Fr.
mında, ideal düzen adı verilir. Nitekim, idea/iste]. 1 En yalın bir biçimde bagla-
düşünürler böyle bir toplum düzenini nacak ideal ya da idealleri olan kişi, 2
belirleyen ölçütler olarak özgürlük, eşit­ idealizmin şu ya da bu türünü benimse-
lik ve adalet ilkelerini, birtakım idealleri yen yaklaşun, akım ya da kişi için kul-
temele almışlardır lanılan niteleme.
ldealar leorishıin eleştirisi [İng. critique Buna göre, toplumsal gelişmenin be-
of tlıe. tlıeory of ldeas; Fr. critique de la t/ıeorie lirleyici ve itici gücü olarak, fikirleri,
des ldees]. Platon'un varlıgı ve bilgiyi idealleri, mutlak bir Zihin ya Aklı, in-
açıklamak için öne sürdügü, insan zih- sanların bilincini, soyut bir İdeyi gören,
ninden bagunsız ve bireysel varlıklar ya toplumların ve tarihin gelişimini ya
da aşkın tümel gerçeklikler olarak İdea­ mutlak bir ide veya evrensel akıl ile ya
larla ilgili teorisine, aşkın tümel anlayı­ da seçkin kişiliklerin faaliyetiyle açıkla­
şına karşı çıkıp, içkin tümel anlayışına yan tarih anlayışına idealist tarih an/ayı­
geçen ögrendsi Aristoteles tarafından ~ ı adı verilir.
yöneltilen eleştiri. idealist pozitivizm [İng. idea/istic positi-
Aristoteles, hocası Platon'un ldealar te- vism; Fr. positivisme idea/iste]. Bilginin
orisini, temelde yararsız ve imkansız bir özü itibariyle tecrübi oldugunu, felsefe-
kurarn oldugu gerekçesiyle eleştirmiş­ ye düşenin, fenomenal görünüşlerin
tir. Buna göre, ldealar açıklamada tasar- gerisinde gizli özler aramak degil de,
ruf saglamak bir yana, varolanlan hiçbir deneyim dünyasındaki düzenlilikleri ve
şekilde açıklamazlar. Onlar, yalnızca yasalılıkları bulmak oldugunu söyleyen
varolaniann sayısını gereksizce arttınr­ pozilivizmin, deneyin, algının nesnele-
lar. ldealar, varolan şeylerin bilgisini rinin dogasıyla ilgili tartışmada ortaya
açıklamadıklan gibi, şeylerin hareketini çıkan bir türü.
açıklamada da bir işe yaramazlar. Buna Bu tür bir pozitivist arılayışa göre, algı­
göre, şeylerin ldealardan dolayı varol- run nesneleri, insan zihninden bagımsız
dukları kabul edilse bile, ldealar şeyle­ nesneler degil de, yalnızca öznel izle-
rin hareketlerini ve varlıga gelişleriyle nimlerimizin içerikleri, başka bir deyiş­
yok oluşlarını nasıl açıklayabilirler? le kendi zihin hallerimizdir. Bu türden
Ideaların kendileri degişmez ve hare- bir pozitivizm için, bilgi, izlenimlerimi-
ketsiz oldugu için Aristoteles'e göre, bu zin ve kendi zihin h§llerimizin meydana
dünyadaki nesnelerin de, Ideaların kop- getirdigi dünyanın bilgisidir.
ıl46 idealist realizm

iciealist realizm [İng. idea/istic realisııı; Fr. den ayrı ve bagımsız bir varoluşa sahip
realisıııe idealistique]. İdealizmle realiz- olmadıgını savunan ve dolayısıyla, rea-
mi, biri insan zihninden bagımsız bir lizmin tam karşısında yer alan bir akıın
gerçekligin varoluşunu kabul etmedi- olarak epistemolojik idealizm, ilk kez onse-
gi, digeri ise kabul etti~ için bir araya kizinci yüzyılda, ünlü İngiliz empirist
getirmek ilk bakışta bir çelişki gibi gö- düşünürü George tBerkeley tarafından
rünebilmekle birlikte, insan zihninden ifade edilmiştir.
bagımsız bir gerçekligin varoldugunu Fiziki nesnelerin varoluşlarını onların
kabul eden, bilginin konusu ya da objc- algılanmış olmalarına eşitleyen ya da
sinin, biz insan varlıklannın dışında nesnelerin yalnızca ideler olarak varol-
oldugunu savunan, fakat bu gerçekligi dugunu öne süren George Berkeley bu
idea .va da kavram cinsinden tanımla- tezinde, fiziki nesnelerin, onların kendi-
yan, ya da eni, boyu, derinligi olmayan lerine izafe ettigirniz niteliklere ilişkin
tinsel bir güç ya da ilkeyle özdeşleşti­ duyu deneyimizden ayn ve bagımsız
ren tavır için kullanılan deyim. olarak varoldugunu söyleyemeyecegi-
idealizm [İng. idealisnı; Fr. idialisme; Al. ıniz, tecrübe edemedigirniz ya da algıla­
idcalismus]. 1 En genel ve gündelik anla- yaınadığuruz fiziki nesneleri bilemeye-
mı içinde, yüksek ahlaki amaçlara bag- cegimiz önetil ya da kanıtlanru kullan-
laruna, zihnin tasarun, ide ve ideallerini mıştır. İçkin epistemolojik idealizm ola-
ınaddi, tecrübi gerçekligin tam karşısı­ rak da tarumlanan görüşünde, zihinden
na geçirme ve onlara, insanın degerler bagımsız nesnelerin onları algılayacak
cetvelinde başat bir rol ve konum yük- hiç kimse bulunmadıgı zaman da, varo-
leme tavrı; ideallerin, maddi ve dene- lur görünmeleriyle ilgili güçlügü ise, İn­
yimsel gerçekJigin sırurlama, eksik ve giliz filozofu Berkeley onlann Tann ta-
kusurlarından bagımsız olduktan baş­
rafından algdandıgını, Tann'nın zih-
ka, yetkin ve mutlak olanı hedefleyen ninde varoldugunu söyleyerek aşmaya
yönelimler olmalanndan dolayı, yetkin çalışmıştır.
olanın önceligini ve üstünlügünü vur-
Dış gerçekligi bir anlamda öznenin
gulama yaklaşımı.
zihnine tabi kıldı~ için, aynı zamandan
2 idealizm, daha özel ve teknik bir
öznel idealizm olarak da geçen epistemo-
anlam içinde, insanın gerçeklige ya da
lojik idealizmin önemli bir diger savu-
deneyime ilişkin yorumunda ideal ya da
nucusu da ünlü Alman filozofu lnuna-
tinsel olana öncelik veren, dünya ya da
nuel tKant olmuştur. Kant'm idealizmi
gerçekligin özü itibariyle tin olarak va-
roldugunu, soyutlama ve yasalann du- de, bilgi kuramma dayarur. Buna göre,
yumsal şeylerden daha temel ve gerçek zamansal ya da mekansal olan herşeyin
yalnızca görünüş oldugunu savunan
olduğunu, gerçekli~n zihinden bagım­
sız olmadıgıru savunan ögretiye karşı­
Kant, şeylere ilişkin a priori bilgimizi,
lık gelir. tKuşkurulu~.m. tpozitivizm
ancak ve ancak zihnimizin onlara uya-
cakları bir yapı kazandırması suretiyle
ve tateizmin tam ka~ısında yer alan bir
ögreti olarak idealizm, gerçekten varola- açıklayabilecegimizi belirtmiştir. Zihni-
nın zihin ve zihindeki ideler olup, ger- miz, kendi içinde bir yapısı olan gerçek-
çekligin bilen insan zihninden bagımsız ligin kendisine degil de, yapıdan yok-
olmadıgıru öne süren epistemolojik idea- sun olan görünüşlere düzen ve yapı
lizm ve gerçekligin tin ya ide cinsinden kazandırabilir. Kant'a göre, bu görü-
oldugunu öne süren metafiziksel idea- nüşler, yalruzca aktüel ya da mümkün
lizm olarak ikiye aynlır. deneyimin nesneleri olarak varolabilir;
2-a) Bunlardan, varlıgın zihinden ba- aksi takdirde bize hiçbir şekilde görüne-
gımsız olmadı~ını, bireysel varlıkların meyecekleri, tecrübenin nesnesi olama-
ya da fiz.ikr nesnelerin, onJan algılayan yacaklan için, onların zihnin koşulları­
ya da onların bilincinde olan bir zihin- na uymalan gerekir.
ideal realizm 447

Kant'ın görünüş ya da fenomenlerin, olmak yerine, herşeyi kucaklayan tecrü-


insan zihninden bagımsız olmadıgını, besiyle Mutlak'a baglı oldugu düşünü­
bir anlamda insan zihni tarahndan yara- lür. Evren bundan dolayı, biriikti ve ras-
tıldıgını öne süren bu idealizmi, ona yonel bir bütündür.
göre, bilime hiçbir şekilde zarar ver- Önce Fichte, Schelling. ve Hegel, daha
mez. Tam tersine, bilimi kuşkuculuktan sonra da, tBradley, Mc Taggart ve Joyce
kurtarabilmenin tek yolu budur. Bilim gibi düşünürler tarahndan savunulan
bize, elbette hakikati verir, fakat bu yal- ve ınaddeciligin tam karşısında yer alan
nızca görünüş ya da fenomenlerle ilgili metafiziksel idealizm, sırasıyla, somut
hakikattir. Bilimin işlevinin gerçeklikle tümel adı altında, bireysellikle tümelli-
ilgili tüm hakikati vermek oldugunu söy- gin birleşiınini, şimdi olanla ezeli-ebedi
lersek eger, kesinlikle yanılgıya düşeriz, olanın karşıtlıgını, dogruluk kuraını
aklııruz antinemiler içinde sürüklenir. bakımından tutarlılıgı, diyalektik yönte-
Görünüşlerin gerisindeki gerçeklikle ya mi, zihnin bilgi ve varlık alanındaki
da kendinde şeylerle ilgili hakikatierin merkezüigini vurgular.
bilimi olarak metafu.igin imkansız oldu- 3 Öte yandan, ahlaki realizmin karşı­
gunu söyleyen ve bu açıdan kendisini sında olan ve, ahl~ki ilkelerin varoluşu­
deneyci bir realist, fakat transendental nu, _ya da eylem kurallanyla, bir deger-
bir idealist olarak tanımlayan Kant bu- ler cetvelinin varlıgını kabul eden, tü-
nunla, yaklaşık olara(ç, bazı yirminci mel ya da evrensel olanın tikel ya da
yüzyıl düşünürlerinin, fiziki nesnelerle somut durum, tinsel ya da zihinsel ola-
ilgili önennelerin dogru olmakla birlikte, nın da salt duyumsal ya da maddi olan
duyu-verilerimiz aracdıgıyla analiz edil- karşısında deger bakımından bir önce-
mek durumunda olduklannı söyledikle- ligi oldugunu öne süren bakış açısına
ri zaman anlabnak istedikleri şeyi kastet- ahlaki idealizm adı verilir. Ahlaki idea-
miştir. lizm psikolojik ya da dogal zorunluluk
Berkeley ve Kanfın 18. yüzyıldaki karşısında ahlAki özgürlügün önemine
öznel idealizmlerini, 19. yüzyılın ilk ya- deginir, opportünist ya da gerçekçi ola-
rısında, 2-b) Kant'tan etkilenen Johann na degil de, doktriner olana, pratik ola-
tFichte, Friedrich tSchelling ve Georg na degil de, ütopik olana, bencillige
Wilhelm tHegel'in metafiziksel idealizm- degil de, özgecilige deger verir
leri izlemiştir. Kant'ın felsefesinde, red- 4 Estetikte, güzel sanatiann nihai ve en
dedilecek ilk şeyin bilinemez oldugu yüksek amacının, ldeaların, ezeli-ebedi
söylenen çelişik kendinde şey kavra- özlerin yetkinligini cisimleştinnek, ha-
mından meydana geldigini öne süren yata geçirmek ya da yansıtmak oldugu-
söz konusu Alman idealistleri, kendin- nu savunan görüş. Kaba olgunun aynen
de şey kavramından vazgeçince, dog- yansıtılması ya da ifade edilmesine
matik ve nesnel bir idealizm içine düş­ karşı çıkan estetik idealizm, duygunun
ınüşlerdir. Fichte, Schelling ve Hegel'in ve idealizasyonun; soyut duyguyu, ilkel
işte bu çerçeve içinde gelişen mutlak sezgiyi, yapı ya da salt rengi ön plana
idealizmteri, gerçek] igin son çözümleme· çıkaran sanat anlayışından farklı olarak
de ve en yüksek ölçüde tinsel oldugu- da, sanatta bilişsel içerigin önemini vur-
nun bilinebilecegini, fakat tinin kendisi· gular.
ni yalnızca nesnel, maddi bir ögeyle ideal reali.zm [İng. ideal realisrn; Fr. rtal-
ilişki içinde gerçekleştirebilecegini, ve isrne ideal]. ı Epistemolojik bakımdan
maddenin salt bundan dolayı varoldu- idealizmi savunan, yani gerçek olanı
gunu öne sürer. Nesne özneyi, metafi- ide cinsinden bilinç içeriklerine indirge-
ziksel bakımdan önce olan özne de nes- yen, metafizik bakımdan da, gerçek ola-
neyi gerektirir. Bu görüşte gerçekligin, nın, ideal olanın cisimleşmesi oldugu-
sonlu zihinlerden ayn bir zihne baglı nu öne süren görüş.
448 ideal yararcılık

2 Daha özel olarak da, realizınle, şey­ da toplumsal bir sınıfa özgü inançlar
lerin varoluş tarzının mekanik koşul­ bütünü; bir toplumsal durumu yansı­
lar tarafından belirlenmesini, idealizm- tan düşünceler dizgesi; insanların ken-
le ise, şeylerin bir plana göre, ideal bir di varoluş koşulları ve ilişkilerinden
amaç ya da düzeni gerçekleştirmek için do~an yaşam tarzlarıyla ilgili tasarıın­
ortaya çıkışını anlayan 19. yüzyıl Al- ların tüınü.
man düşünürü R. H Lotze'nin felsefesi 1 Başlangıçta, bir ideler ve fikirler bili-
için kullanılan tanımlama. Lotze'ye gö- mi, idelerin kökenleriyle aralarındaki
re, evrendeki rnekanizmin tüm yasala- ilişkilere dair empirik bir araştırma ola-
rı, evrensel ruhun iradesinin bir ifade- rak tarumlanmış olan ideoloji, 18. yüzyı­
sinden, Tanrı'nın gerçekleşme koşulla­ lın son]annda, Destutt de Tracy tarafın­
rından başka hiçbir şey de~ildir. dan, kimi ideologların düşünceleriyle
ideal yararcılık [İng. ideal utilitarianism; bu düşüncelerin kayna~ını incelerneyi
Fr. utilitarisıııe ideal}. Yararcllı~ın hazcı amaçlayan felsefe sistemi anlamına ge-
kökenine karşı çıkan H. Rashdall'ın, yine lecek şekilde yorumlanmıştır. Bu an-
teleolojik bir karakter taşıyan yarara ö~­ lamda, yani idelerin ve fikirlerin bilimi,
retisi. düşüncelerin kayna~ına, dildeki ifade-
Ahlak konusunda düşünen filozofu lerine ve akılyürütmede bir araya geliş­
bekleyen en önemli görevin, bir eylemin lerine ilişkin inceleme ve araşbrma an-
ahlaki mi yoksa ahlaksız rru oldu~unu lamında ideoloji, öznel ve nesnel ideoloji
belirleyecek ahlaki bir ölçüt bulmak ol- olarak ikiye ayrılnuşbr. Bunlardan nes-
du~unu savunan Rashdall için, do~ru nel ideoloji, duyumsal varlık olarak in-
eylem en iyi sonuçlan üreten bir eylem- sanla dış dünyadaki şeyler arasında bir
dir. Öte yandan, iyi, haz ya da mutluluk- ba~ kuran, ve insan düşüncesinin kay-
tan aynlmaz olmakla birlikte, bir bütün na~ını dış dünyadaki nesnelerde bulan
olarak alınan sonuçlarla ölçülebilir. Bu anlayıştır. Buna karşın, öznel ideoloji,
sonuçlar ise, haz kalkülüyle de~il de, sı>­ düşünen öznenin kendi içine kapanan
nuçlan bir bütün olarak hesaba katan, biline üzerinde yo~unlaşır.
sonuçlara dair kalkülle ölçülebilir. 2 İdeoloji kavramı, 19. yüzyıldan itiba-
Buna göre, eylemler, yalnız eylemin ren söz konusu bilimsellik statüsünü yi-
sahibi için de~il, fakat başka insanlar tirerek, rasyonel düşünce ve açık seçik
ve insanlık için üretti~i iyiye ve getirdi- algının önündeki, başkalaruun, özellik-
~i ideale ba~lı olarak iyi ya da kötü ola- le de politik hasımların düşüncelerini
bilirler. Burada, do~ru eylemi belirle- olumsuz etkiledi~i ve çarpıth~ı düşü­
yen şey, iyinin kendisidir. Benzer bir nülen bir tür engel olarak yorumlanma-
görüş, G. E. tMoore tarafından da sa- ya başlanmıştır. Burada ideoloji, etkisi
vunulmuştur. altına aldı~ı insaniann düşüncelerinde
idem per idem. Fonnel olarak yetkin ol- sürekli olarak ve sistematik bir tarzda
makla birlikte, bir şeyin kendisi oldu- hatalı bakış ve yorumlara yol açan tah-
~unu bildiren özdeşlik bilgisi dışında rif edici faktörü gösterir. Söz konusu
yeni bir bilgi vermeyen eşsözler, 'kitap anlamı içinde ideoloji, yanlış ya da tah-
kitaptır', 'kare karedir' türünden totolo- rif edilmiş fikirler, inançlar bütününe;
jiler için geçerli olan, bir şeyi yine ken- bir toplumda hakim sınıfın fikirler dün-
disiyle tanunlama tavrı için kullanılan yasında yarath~ı, somut gerçeklikten
Latince deyim. kopuk olup, toplumdaki egemen sınıfa
ideoloji fOs. fikriyyat; lng. ideology; Fr. ezilen sınıf üzerindeki iktisadi egemen-
idoologie; Al. ideologie]. Genel olarak si- li~ini pekiştinne imkina veren fikirler
yasi ya da toplumsal bir ö~reti meyda- toplamına tekabül eder. Hakim ideoloji
na getiren ve siyasi ve toplumsal eylemi olarak da bilinen bu ideolojinin yapb~ı
yönlendiren düşünce, inanç ve görüş­ olumsuz etkiyi Marks, 'insanların ve in-
ler sistemi; bir topluma, bir döneme ya sanlar arasındaki ilişkilerin bir canu~ra
idio-psikolojik ilhlik 449

obscııra'daki (karanlık odadaki) gibi ba- de~işimlerin bir sonucu olarak önem
şaşa~ı görünmesine yol açan' olumsuz ve de~erlerini, insanları harekete geçi-
bir etki diye tanımlamıştır. rebilme kapasitelerini yitirdiklerini öne
3 İdeoloji, nihayet ve özde, kollektif bir süren tez.
davranış tarzınan temeli olarak, muha- Söz konusu teze göre, eski sa~ ve sol
iazakarlık, liberalizm, sosyalizm benze- görüş ya da ideolojiler, ideolojilerin so-
ri, ayn politik bakış açılarıyla birleşen nununu imleyen bir de~er aşunına veya
ve siyasi bir ö~retiyi meydana getiren kaybına u~ramışlardır, çünkü 1 herşey­
genel fikirler sistemini ifade eder. den önce bu ideolojilerin savaşı, ekono-
ideoloji çağı [İng. age of ideology; Fr. age mik depresyonu, politik baskıyı önleye-
de l'ideologie]. Felsefe tarihinde 19. yüz- bilme gücüne ve kapasitesine sahip
yıla verilen ad. olmadıkları ortaya çıkmıştır. 2 İdeoloji­
İdeoloji ça~ı deyiminin tam olarak, ne ler, refah devleti terimiyle özetlenebile-
anlama geldi~ini ifade edebilmek için, cek olan de~işimlerin kapitalist toplum-
ideolojiyi fenomenlerle, özellikle de larda yaratb~ı de~işimlerin bir sonucu
toplumsal yaşamın fenomenleriyle ilgi- olarak, öme~in siyaset alanında işçi sı­
li bir düşünce sistemi olarak ya da bir nafırun demokratik kahhmından, ekono-
sınıf veya bir bireye özgü düşünme mik alanda refah düzeyinin artışı ve
tarzı diye tanamlayabiliriz. Tarumın bi- daha adil bir bölüşümden dolayı da,
rinci bölümü fenomenler, özellikle de anlamını yitirmişlerdir. Bundan böyle,
toplumsal fenomenler üzerine olan te- ideolojilerc, büyük ölçekli de~işimlere
ori ya da teorilere işaret eder. İşte, en- ihtiyaç kalmamışhr, ihtiyaç duyulan
düstri ça~ında, toplumu ve toplumsal şey sadece, demokratik bir düzen içinde
düzeni reformdan geçirmek amacı gerçekleşecek küçük ölçekli de~işme­
güden tSaint-Simon'un ve tComte'un lerdir.
teorileri bu çerçeve içinde de~erlendiri­ ideolojistler [İng. ideologist; Fr. ideolo-
lebilir. gistes]. 19. yüzyılda, düşüncelerin kay-
Öte yandan, tarunun ikind bölümü, bir na~ına, dildeki ifadelerine ve akılyürüt­
teoriden ziyade, bir birey ya da toplum- medeki birleşimlerine ilişkin bir araş­
sal katmana özgü düşünme taızı ya da tırma gerçekleştiren Destutt de Tracy,
tavırlar sistemini dile getirir. K. Marx'ın, Cabanis ve Comte de Volney gibi dü-
F. Nietzsche'nin ve nihayet W. James'in şünürlere verilen ortak ad.
felsefeleri, bu bakış açısından ele alına­ idio·psikolojik ahlak [İng. idiopsyclıologi­
biHr. İşte, bu türden geniş kapsamlı ve cal ethics; Fr. ethique idio-psychologique].
eyleme yönelik toplum anlayışlan, en- Sezgici bir düşün ür olan J. Martine-
düstri alanındaki gelişmelerin bir sonu- au'nun, ahlaki sezgicili~ini, kendine ait
cu olarak, özellikle bu ça~da yaygınlaş­ bir gerçekli~i oldu~una inandı~ı ahJcild
mış oldu~u içindir ki, 19. yüzyıla bilince dayandıran kendi ahJik anlayışı­
ideoloji ça~ı adı verilir. Sözünü etti~imiz na verdi~i ad. Deyim, ahiakın bir bireyin
bu görüşler, do~ru ya da yanlış önerme- kendisine özgü psikolojik ya da tinsel ki-
leri de~il de, bir birey ya da grubun ger- şilik özellikleriyle ilgili bir konu oldu-
çekli~e bakış tarzına ortaya koyan öznel ~unu ifade etmektedir. Ona göre, ahlAki
görüş ya da yorumlardır. bakımdan do~ru ya da yanlış olan, so-
ideolojinin sonu tezi [İng. end of ideology nuçlardan bağımsız olarak, ahiiki bilinç
thesis; Fr. these de.fin de l'ideologie]. Dani- yetisiyle sezilir.
el Beli ve Seymour M. Lipset gibi Ameri· Ahl!kın, özü itibariyle, eylemlerden
kah sosyologlar tarafından geliştirilen, çok, bir insarun iyi yönelimleri, do~ası
geleneksel sa~ ve sol ideolojilerin, ondo- ve motifleriyle ilgili oldu~unu öne süren
kuzuncu yüzyılın liberalizm v~ sosya- Martineau, ahiakın yalnızca insanlar için
lizm gibi büyük politik ideolojilerinin, anlamlı oldu~ öncülünden yola çık­
ekonomik ve siyasi alandaki vakıa ve mışbr. Do~ru ve yanlış, iyi ve kötü, yal-
450 idoller

nızcainsanlarda ve insanlar için varolur; Buna göre, bir biliş türü olarak idrakı
şeyler degil de, salt insanlar ahlaklıdır. belirleyen en önemli özellik, onun nesne-
Kendi içinde ahlaklı olan, şu ya da bu sinin bireysel bir varlık olduktan başka,
eylemin gerçekleştirilmesi degil, fakat ya dış duyunun, duyu organlarumı
söz konusu eylemi başlatan kişidlı. Ey- (idrak el-his) ya da iç duyunun (hayal) so·
lemlerin ahiakından söz ebnek mümkün nucu olmasıdır.
degildir, yalnızca kişilerin ahiakından ignoramus et ignorabimus. İnsanın bilgi-
söz edilebilir. Ahiakın özü, şu halde, ey- sizligine, insan bilgisinin sınırlılıgına,
lemde ya da yapmada degil de, olmada mutlak bir bilgi ve kesinlige ulaşmanın
bulunmaktadır. insan için iJnkan;;ızlıgına işaret eden
i do ller [ing. idols; Fr. idoles ]. Ünlü İngiliz Latince deyim. Alman fizyologu Du
filozofu Francis tBacon'un, bilimsel bil- Bois-Raymond tarafından kullanılan ve
ginin tek gerçek yöntemi olarak gördü- insan varlıkları olarak, şimdi oldugu
gü tüınevanm yönteminin geregi gibi gibi, gelecekte de bilemeyece~ feno-
kullanılmasını engelleyen, bilimsel a- menler bulundugunu, evrenin, insan ta-
raşbrmayı imkansız kılan önyargılara, rafından ne şimdi ne de gelecekte nüfuz
temelsiz kanaat ve sanılaraya da putla- edilebilecek olan gizleri oldugunu dile
ra; bilim ve felsefedeki yaniışiann teme· getiren ifade: Bilmiyoruz ve bilmeyece·
li, kaynagı olarak görülen önyargılarla giz.
kuruntulara verdigi ad. ihvanü's-Safa. ll. yüzyılda, Zeyd b.
Bu idoller dört başlık altında toplana- Rufi'a tarafırıdan, müslümanlar arasın­
bilir: 1 Soy idolleri: Bunlar insan dega- da doga bilimlerine dayanan bir felsefe
sında yerleşik olan önyargılardır. Bu anlayışı oluşturarak, bilimsel bir zihni-
idellerden dolayı, biz nesneleri kendi- yetin yaygınlaşmasını saglamak, ve
mize benzetir, kendi korku ve tedirgin- böylelikle de dini hoşgörüsüzlük ve
liklerimizi dogaya aktarırız. Dolayısıy­ bagnazlıgı önlemek amacıyla kurul-
la da, dogayı gerçekte oldugu gibi kav- muş olan, dini, siyasi ve felsefi cemiye-
rayamayız. te verilen ad.
2 Magara idolleri: Bu idolleri doguran Yanlış inançlarla, sapkın inançlada bo-
şey, insan soyu degil de, tek tek insa- zulmuş olduguna inandıklan şeriatı,
nin kendi yapısıdır. Her insanın kendi- doga felsefesi ve bilimsel bir zihniyetle
sine göre yetenekleri, yetişmesi ve çev- temizleyerek, şeriahn ve bu arada dinin
resi vardır. Kimileri nesnelerin aynlık­ gerçek özünü açıga çıkannayı amaçla-
ları, kimileri benzerlikleri üzerinde du- yan bu cemiyetin üyeleri aynı zamanda,
rur, kimileri eskiyi, kimileri yeniyi Islam ansiklopedistleri olarak da bilinir.
sever. Zamanlannın bütün bilimleriyle dinle-
3 Çarşı idolleri: Bu idoller sözlerin dü- rini ve felsefi görüşlerini sı risalede top-
şüncelerimiz üzerindeki etkilerinden layan İhvanü's Safa okulu, kendi sistem-
dogar. Çünkü geçmiş çagların görüşle­ lerinde ünlü t Aristoteles'in manbgını,
ri dilde kalıplaşmış olup, bu dil kalıp­ tPythagorasçılann matematigini, Pla-
ları bi~im için birer önyargı olmuştur. ton'la tPlotinos'un met~fizigini, Sakra-
4 Tiyatro idolleri: Bunlar eski kuramlara, tes'in ahlakıru ve tFarabi'nin din felsefe-
oteritelere inanmaktan dogan önyargı· sini bir araya getirdikleri için, seçm.eci
lar, kuruntulardır. Bu idoller yüzünden bir bakış açısını ifade eder. Varlık görü-
eski ünlülerin yanılgılan yayılarak, her- şünde, bir tür sudQr ya da türüm anlayı­
kes için ortak yanılgılar haline gelir. şına dayanan İhvanü's Safa, bütün var-
idrak. İslam felsefesinde, bireysel ya da Iıkiann tek bir varlıkfan, yani Tann'dan
tikel nesnele[e ilişkin bireysel deneyim, çıktıgını; varlıgın her tabakasırun, en
tecrübe ya da kavrayış için kullanılan aşagı dereresine kadar, nurunu O'ndan
terim. aldı~; evrenin güzelligiyle düzeninin,
ikicilik 451

varolan herşeyin kaynagı olan ZorwıJu karımsal olmayan biliş türlerinde, bil-
Varlık'an varoluşunun kanıtı oldugunu me faaliyetinin, bilen zihinde bulunan
savunur. içerik ya da veriyle (duyu-verisi, bellek
iki basamakh kavrayış. l<Jasik Vedanta imgesi, v. b. g.,) bilinen gerçek nesne (al-
sisteminin kurucusu olan Şankara'nın gılanan ya da aıumsanan şey) gibi, bir-
sözünü ettigi ettigi farklı kavrayış tarzı birlerine hiçbir şekilde indirgenemeyen
ya da modellerine verilen ad. iki ayn öge içerdigini savunan görüşe
Kavrayışan bir aşagıya dogru, bir de ka~ılık gelir.
yukarı dogru olan iki tarzı oldugunu Evrende birbirlerine indirgenemez ve
belirten Şankara'ya göre, bu kavrayış­ dogalan itibariyle farklı olan iki ayn
lardan duyusal bilgiye dayalı olan birin- şey bulundugunu savunan ögreti ola-
cisinde, varlık ve Tann farklı şekillerde, rak ikiciligin, şu halde farklı türlerin-
binbir biçim altında görülür. Çokluga den söz edilebilir: 2 tPlaton'un bir ya-
götüren ve yalnızca görünüşü veren bu nıyla bilginin nesnesi olan ezelf-ebedi
tür bir kavrayış aslında dogal bir kavra- tldealardan, diger yaroyla da varlıga
yış tır. Bununla birlikte, bazı insanlar, gelen, degişen ve yok olup giden ve
bu kavrayışı bir şekilde aşarak, yukan- kendileriyle ilgili olarak yalnızca birta-
ya, varlıgan gerçek özüne dogru yükse- kım sanalara sahip olabilecegimiz birey-
lebilir. Bu yolda kişi, aldatıcı 'maya' gö- sel varlıkJardan, görünüşlerden oluşan;
ri.intüsünün ardanda hiçbir nitelemeye Kant'an bir yanıyla numenler, diger ya-
sıgmayan, akalla kavranamayan tSrah- nıyla da fenomenler dünyasından mey-
man'ın bulundugunu sezer. Gerçek dana gelen veya Leibniz'in aktüel dünya
bilge, tüm görünüşlerin gerisindeki ve ile mümkün dünyayı kapsayan ögretile-
ötesindeki birli~ sezerek gerçege sıganır ri metafiziksel ikicilik kapsamına girer.
ve gerçe~n sezgisel bilgisine ulaşır. 3 Zihin felsefesinde, ruh ve maddeyi,
ikicilik [Os. sunaiye; ing. dualism; Fr. dua- daha dogru bir deyişle, zihin ve bedeni
lisme; Al. dualismus]. 1 Genel olarak, her- iki ayn gerçeklik ya da töz olarak gören
hangi bir alanda birbirinden bagunsız, görüş zihin-bede11 ikiciliği ya da psiko-
birbirine indirgenemez iki töz ya da ilke fiziksel ikicilik diye bilinir. Zihin ve bede-
kabul ebne tavn; metafizikte, gerçekli- nin ayn, fakat aralaranda etkileşim bu-
gin, örnegin dogaüstü bir varlıkla dogal lunan tözler olarak görülmesi duru-
varlık, Tann ve evren, nıh ve madde, munda, buna etkileşirnci ikicilik; zihin ve
gözle görülür dünya ile akılla anlaşıla­ bedenin, aralarında dogrudan bir ilişki
bilir dünya, düşünen töz ve maddi töz, bulunmayan, farklı tezahürler olarak
aktüel gerçeldik ve mümkün ger~ görülmesi durumunda ise, bu ikicilige
fenomene} gerçeklikle numenal gerçek- paralel ikicilik adı verilmektedir.
lik türünden, baga..msız ve birbirine in- 4 Olguyla deger, olgusal önermelerle
dirgenemez iki ayn töz ya da alandan deger yargılan arasında mutlak bir
meydana geldigini savunan görüş ya da farklılık bulundugunu, birinin digerine
akım. indirgenemeyecegi ve digerinden türe-
Zihinlerin bedenlerden ayn ve bagım­ tilemeyecegini öne süren ahlak görüşü­
sız olduklanru, insan varlıklarının yal- ahlalcl ikicilik olarak geçer. Ahlaki ikici-
nızca maddi parçacakların bir toplamın­ lik, haz ya da Tanrı veya mutluluk gibi
dan oluşmadıguu, zihin ve bedenin, tek bir iyi veya en yüksek iyi oldugunu
özsel nitelikleri birbirinden her bakım­ öne süren birci ahlAktan, ve ömegin haz
dan farklı olan iki ayn, bagımsız ve bir- dışında, bilgi, güzellik, aşk ve dostluk
birine indirgenemez töz oldugunu savu- gibi birçok iyi bulundutunu savunan
nan ve zihin-beden ikiciliği olarak bilinen ahlikf çogulculuktan farklı olarak, me-
ögretiyi tanımlayan ikicilik, bilgi felsefe- sela iyilik ve dogruluk gibi iki temel iyi
sinde ise, algı ve anımsama türünden çı- oldugunu, ya da kötüyle birlikte varolan
452 iki gerçek öğretisi

bir iy! bulundugunu, iyinin kötüden ay- me olan tasun türü .


nlmaz oldugunu iddia eder. S Algı, bel- İkilem, küçük öncülün, büyük öncülün
lek türünden çıkarımsal olmayan biliş hipotetik önermelerinin önbileşenlerini
tarzlarında, zihnin dogrudan ve aracıs12 evetlernesi durumunda yapıcı; buna
olarak bildigi duyu verisi, bellek imgesi karşın, küçük öncülün, büyük öncülün
türünden bilinç içerigiyle, bilinen gerçek hipotetik önermelerinin ardbileşenleri­
nesne, algılanan ya da arumsanan şey ni degillemesi durumunda yıkıcı ikilem
gibi, iki ayn ögenin varlıgına işaret olarak ortaya çıkar.
eden, yani algının dolayımsız nesnesiy- Öte yandan, yapıa ikilemler (büyük
le, çıkarsama yoluyla bilinen maddf nes- öncülün önbileşen!erinin farklı, ardbile-
neler arasında bir ayırım yapan ikicilige şenlerinin aynı oldugu) basit yapıcı iki-
ibe epistemolojik ikicilik adı verilir. lemler ve (büyük öncülün hipotetik öner-
6 Buna karşın, evrende iki büyük ve melerinin hem önbileşenlerinin ve hem
karşıt Tann, iyi ve kötü gibi birbirne in- de ardbileşenlerinin farklı oldugu) kar-
dirgenemez karşıt ilke, dogum ve ölüm maşık yapıcı ikilemler olarak ikiye ayrı­
gibi iki evre bulundutunu öne süren ög- lır. Yıkıcı ikilemler ise, (büyük öncülün
retiye dini ikicilik denmektedir. ardbileşenlerinin farklı, önbi leşenieri­
iki gerçek öğretisi. Budizmde öne sürü- nin aynı oldutu) basit yıkıcı ikilemler ve
len degilleme mantıguun önemli bir bö- (büyük öncülün hipotetik önermelerinin
lümünü ifade eden ve M. S. 2. yüzyılda hem ön ve hem de ardbileşenlerinin
Nagarjuna tarafından geliştirilmiş olan farklı oldutu) karmaşık yıkıcı ikilemler
ögretiye verilen ad. olarak ikiye ayrılır.
Bu anlayışa göre, bir tez inceden ince- 2 Mantık alanı dışında ise, ikilem, ki-
ye gözden geçirilmemişse, ilk bakışta şinin birbirleriyle hiçbir şekilde uyuş­
dogruymuş gibi görünebilir, ancak mayan, hatta bi~irlerini zorunlu olarak
daha yüksek bir açıdan ele alındıgında, dışta bırakan, dolayısıyla birini ya da
bunun dogru olmadıgı anlaşılır. Aynı digerini seçmenin hiçbir şekilde tabnin
tezin iki farklı düzeyden ele alınması, edici olmadıgı eylem almaşıklanyla
böylelikle A :... aşagı dogru ve B= yük- karşı karşıya kalması durumunu ya da
sek dogru şeklinde iki bakış açısına olgusunu ifade eder. Bu çerçeve içinde
yol açar. Degilleme mantıgına göre, biri alıla/ci ikilem, birini seçmenin belli bir
digerini degilleyen bu iki bakış açısı ahlaki kurallar öbegini, öbürünü seçme-
AB şeklinde birleştirilerek bir senteze nin ise diger kurallar öbegini ihlal
ugrar; bir bütün, daha yüksek bir etmek anlamına geldigi alternatif eylem
dogru olarak ele alınırsa ve buna, bu tarzları karşısında kalmasıdır. Örnegiıı
kez daha da yüksek bir açıdan bakıla­ kendisinden iyileşme olanagı olmayan
cak olursa, dogru oldugu sanılan bu ve sürekli acı çeken hastasının daha
yeni düşüncenin de tümüyle dogru ol- fazla aa çekmeyip hiç obnazsa huzur
madıgı ortaya çıkar. Bu durum AB = içinde ölınesi için, ona aktif ()tanazi uy·
Aşagı dogru, C = yüksek dogru; ABC = gulaması istenen hekim, ahlaki bir iki-
aşagı dogru, D = yüksek dogru şeklin­ lemiçine düşmüş kişidir. Toplumsal iki-
de ifade edilir. Böylelikle, degilleme lenı ise, kişinin kendi kişisel çıkarı ile,
mantıgı temele alınarak, aşama aşama, üyesi oldugu toplumun genel çıkan
gittikçe daha yüksek ve daha temel arasında bir denge kuramaması duru-
dogrulara ve nihayet nihai ve en yük- munu ifade eder.
sek hakikat e ulaşılır. ikili [Yun. duodilws; Os. zülcanibeyn; İng.
ikilem [Os. kıyası mukassim; İng. dilemruı; dyadic; Fr. dyadique; Al. dyadisch]. Bir bü-
Fr. dilemme; Al. dilemna]. 1 Mantıkta, tünün ögeleri olan iki birimi bir arada
büyük öncülü iki hipotetik önermenin düşüıune, birbirini karşılıklı olarak
birlikte evetlenmesinden oluşan bileşik dışlayan iki parçayı bir araya getirme
bir önerme, küçük öncülü ise ayrık öner- tavrı için kullanılan sıfat.
ikincil 453

Buna göre, gerçekliğin hem bir ve hem Buna göre, birinci dereceden tözü, ör-
de çok, hem değişken ve hem de de- nelıin bireysel insan Sokrates'i içeren
!ıişmez, hem dinamik ve hem de statik, insan türü ve hayvan dnsi, ikinci derece-
hem aynı ve hem de farklı oldu!ıunu den tözlerdir. Şu hlllde, bireysel şeyle­
öne sürmek, ikili düşünce tarzı için iyi rin kendilerinin üyeleri olduklan ikinci
bir örnektir. dereceden !özler, kendilerine yüklendik-
ikili karşıtlık [İng. binan; opposilion; Fr. leri birinci dereceden !özler olmadan va-
opposilon biıınire] Yapısalctlık ve postya- rolamamalan, mantıksal ve ontolojik ba-
pısalcılı!'!ın, klasik düşüncedeki karşıt­ kımdan birinci dereceden tözlere balılı
ları, yani mevcudiyet/ yokluk, eri! 1 olmaları anlamında ikincildirler.
dişi!, zorunlu/mümkün, söz/dil, gös- İkinci dereceden tözler, birin d derece-
teren 1gösterilen, mekan/zaman, özne/ den tözlere mantıksal ve ontolojik ba-
nesne, do!ıru 1yanlış, içsel 1dışsal, alt- kımdan ba!ıımlı olmakla birlikte, Aris-
yapı/ üstyapı gibi birbirlerine bir şekil­ toteles'te bilimin konusu, de!ıişen bi-
de zıt olan unsurlardan meydana gelen reysel varlıklar deliii de, türler oldu!ıu
kavram çiftlerini tanımlamak için kul- için, epistemolojik bakımdan önce ol-
landı!ıı kategori. mak durumundadır.
Yapısalcılık açısından ikili karşıtlı!ıın ikincil [Os. ltili; İng. secorıdary; Fr. sicoııdaire;
önemi, akımın anlamın ikili karşıtlıkla El. sekundiir]. Belli bir alanda ilk ya da ol-
belirlendiliini öne sürmesinden meyda- mayan, fakat epistemolojik, ontolojik
na gelir. Nitekim, tSaussure'e göre, gös- veya mantıksal bakımdan sonra gelen,
terge ya da sözcüklerin anlanu onların ilk olana tabi olan şey ya da şeyler için
diller sözcüklerle olan karşıtlı!ııyla be- kullanılan sıfat.
lirlenir. Olabilecek olan en aşırı anlam Bu ba!ılamda, İlk Neden olarak bilinen
farklılı!ıını ifade eden ikili karşıtlıklar, Tanrı'nın dışında kalan ve evrende or-
anlamiandırma sistemlerinin ürünleri taya çıkan nedenlere ikincil nedenler adı
oldukları için, do!ıal de!ıil, kültürel öge- verilmiştir. Buna göre, ikincil nedenler
lerdir. onaltıncı yüzyılın sonlarından başlaya­
İkili karşıtlı!ıın, postyapısalcılık açı­ rak, laik düşünürlerin, evrenin do!ıru­
sından önemi ise, onun bir de analiz ka- dan do!ıruya Tanrı'nın eseri olmakla
tegorisi olmasından kaynaklanır. Orne- birlikte, bu durumun evrende ortaya
!ıin, tDerrida'ya göre, biz, Batı metafi- çıkan tikel olayiann nedenlerini arama-
zi!ıinin düşüncemizde devam ettiren mıza engel olmadı!ıı, ikincil nedenlere
bu karşıtlıklarla düşünmeye alışmı­ ilişkin araştırmanın tannsal nedensel-
şızdır. Dahası, bir ikili karşıtlıkta bir lille zarar vermeyece!ıi, tam tersine
terimin örtük olarak ya da bilinçaltında Tann'nın eserinin daha iyi anlaşılması­
dillerinden üstün oldu!ıu, ona hakim na olanak verece!ıi düşüncesiyle önemi
oldu!ıu kabul edilir. Filozofa düşen, artan, ön plana çıkan nedenler olmak
söz konusu karşıt terimlerden her biri- durumundadırlar.
nin sadece dilleriyle birlikte, dilleri ile Yine, aynı anlam içinde, do!ırudan ve
ilişki içinde varolabilece!ıini göstermek aracısız bir biçimde gözlemlenemeyen
ve böylelikle de bu hiyerarşik yapıları elektron benzeri nesnelerle ilgili olduk-
ve hllkimiyet ilişkilerini ortaya koyup, lan için, kendilerine basit tümevarımla
yapıbozuma uıırahnaktır. ulaştiamayan ya dado!ırulanamaı(anhi­
ikinci dereceden töz [İng. secondılry sub- potezlere götüren ~evarıma; basit tü-
lance; Fr. substance sicondaire]. Başka bir mevanmın sonucu· olmayan hipotezleri
şeyden dolayı var olan, var olmak için dolırulayan tümevanın türüyle, kendi
birinci dereceden tözlere ihtiyaç duyan, öncülleride tümevarımsal bir akılyürüt­
birer tür ve cins olarak birinci dereceden menin sonucu olan türnevarım türiLne
tözleri içeren tözlere verilen ad. ikincil tıımeııarım adı verilir.
454 iki yanlışın bir doğru ettiğini düşünme yaniışı

iki yanlışınbir do~ru etti~ini düşünme kullanımıyla ilgilidir. Bu ba~lamda,


yanhşı [İng, phallacıJ of two wrongs make klasik iktidar analizi toplumsal yaşamın
a rigfıt]. İki yaniışı rasiantısal olarak bir özelliklerine karar vermenin kim tara-
do~runun izledi~i durumlara işaret et- fından ve hangi amaçlarla saptanabile-
mekten oluşan yanlış türü. ce~ini saptamak amacıyla ilkeler düze-
iktidar [Os. kudret, idare; İng. puwer; Fr. po- yinde gelişmiş ve iktidarın meşrufyeti
uvoir; Al. vemıögen, fi'ihigkeit, recht, vernıö­ problemi ele aluurken, sorun çıkar soru-
gen]. 1 Genel olarak, eylemde bulunma, nu olarak vazedilmiştir. Bu durumda
bir şeyler yapabilme do~al gücü ya da iktidar, genel çıkarı sa~lamak için siyasi
yetene~i. 2 Etkide ya da eylemde bu- olarak kurulan organları tarumlar. Söz
lunma imkanı veren hukuki, siyasi ya konusu yaklaşım, hukuki, siyasi ve
da ahiald güç. Formel olarak, A'run temsille ilgilenen bir yaklaşım olup, ik-
B'yi, B'nin yapmayı tercih etmedi~i bir tidarı yasaklar ve çıkarlar çerçevesinde
şeyi yapınaya zorlama gücü ya da kud- ele alırken, iktidann bastıncı fonksiyo-
reti. 3 Devlet yönetimini elinde bulun- nunu öne çıkarır.
duranların, bir toplumu yönetenlerin Buna karşın, ikinci düzey analizini ik-
siyasi, hukuki ve fiili gücü. 4 Yönetenle- tidann fonksiyonel niteli~i üzerinde yo-
rin, yönetme yetkisini elinde bulundu- ~unlaştırır, bir sosyo-ekonomik yapıda
ranların kendileri, hükümet. bireyleri toplumla bütünleştirmeye ve
Bir toplumun varoldu~u her yerde, programlamaya yarayan iktidar uygu-
yönetici bir gücün, siyasi bir iktidarın lama yöntemleri üzerinde yo~unlaşır.
varoluşu do~al ve anlaşdır bir şeydir. Söz konusu düzey, yaklaşım ya da ana-
İnsanlık bu durumu ya da olayı, siyasi liz türü iktidann ço~ulcu görünümüne
meşruiyet veya egemenlik teorileri yo- a~ırlık verirken, iktidan belirli kurum-
luyla her zaman haklılandırmaya ve larla sınırlanmış bir şey olarak de~il
do~al h~linden toplum sözleşmesi yo- de, aile, okul, ordu, v. b. g., sosyal bi-
luyla toplum haline geçişle açıklamaya rimleri meydana getiren hiyerarşik iliş­
çalışmış veya Marksizmin yaptı~ı gibi, kilerin her aşamasında uygulanan yay-
bunu bir sınıfın iktisadr egemenli~inin gın bir şey olarak görür. Hal böyle
bir yansıması olarak de~erlendirmiştir. olunca da, iktidan çıkar, yasak ve baskı
Öte yandan, iktidarın tarih içinde çok çerçevesi içinde kavramak yerine, onu
büyük bir dönem boyunca monarşik iktidar mekanizmalarını yaratabilecek-
bir yapı arzetti~, tek elde toplanmış ol- leri olumlu etkiler dizisi içine yerleştir­
du~u bilinir. Modern dönemde, mutla- mek suretiyle anlamak gerekir. Bu ikin-
kiyetçili~e karşı verilen uzun süreli ci yaklaşımın günümüzdeki en önemli
mücadelelerin ardından, iktidarın çok temsilcisi ünlü Fransız düşünürü Mic-
çeşitli işlevleri, onun kötüye kullanıl­ hel +Foucault'dur.
masııu önlemek maksadıyla, birbirinden iktidar/bilgi [İng. power/knowledge; Fr. po-
ayrılmıştır. Kuvvetler ayrılıgı olarak bili- uvoir/connaisance]. +Pozitivizmin yansız
nen bu ilkeye göre, yasama kuvveti ya- ve nesnel bilgi anlayışına oldu~u ka-
saları yapar, yürübne organı (hükümet) dar, +Marksizmin özgürleştirici bilgi
yasaları uygular, yargı da yasaların uy- konsepsiyonuna da karşı çıkan Michel
gulanmasındann kaynaklanan anlaş­ Foucault'nun bilginin iktidar rejimlerin-
mazlıkları çözer. den aynlınaz oldu~u dile getiren kav-
Siyasi düşüncenin tarihi, bugün iktidar ramı.

gerçe~inin birbirlerini tamamlayan iki Foucault'nun modem akılla onun adı­


farklı düzeyde ele alınabilece~ini ortaya na geliştirilmiş olan özgürleşim şerna­
koymaktadır. Bunlardan birincisi, farklı larından duyulan postmodern kuşku­
sosyal güçler arasında göreli bir denge nun bir tezahürü olan iktidar/bilgi kav-
sa~layan önlemlerin tümü, yetkilerin ramı, Nietzscheci bir kavram olup, ik-
ilerleme.cillk 455

ticlada bilginin ayrılmaz ya da bir ve rak aynı zamanda yurttaşlık haklarıyla


aynı şey oldugunu dile getirir. Başka insan haklarırun güçlenip gelişmesi so-
bir deyişle, Foucault da, tıpkı Nietzs- nucunu doguracagı, egitim bakımdan
che gibi, bilgi ya da hakikat isteginin gelişmeye yol açacagı savunulmuştur.
çok daha temelde bulunan bir güç iste- Bütün bunlar çogunluk gerçekleşmek­
minin tezahürü oldugunu düşünmüş­ le birlikte, yirminci yüzyılda ortaya
tür. Dolayısıyla, onun söz konusu kav- çıkan dünya savaşları, faşist ve totali-
ramı, bilginin her zaman belli bir ter yönetimler ilerlemeye duyulan inan-
iktidar ya da güç ilişkileri şebekesinin ca önemli ölçüde zarar vermiştir. Bu-
göreli ve sorgulanabilir ifadesi oldugu- gün ilerlemeye inananlann, ilerlemeyi
nu ortaya koyar. Bilgi, iktidar ilişkileri­ temele alan teorilerin yanıtlamak duru-
nin bir ürünüdür. munda oldugu temel sorular şunlardır:
Dahası, iktidar /bilgi kavramına göre, ı İlerlemeden hangi toplumsal gruplar
güç kullanımı bilgiyi gerektirir, güç kul- yararlaıunaktadır?, 2 Neyin ilerleme ol-
lanımına bilgi aygıtlarının üretimi eşlik duguna kim karar verecektir?, ve niha-
eder. Bilgi, Foucault'ya göre, kendi var- yet 3 İlerleme adına nelerden vazgeçile-
lık ya da imkan koşullarının iktidar cektir?
ilişkilerini içermesi anlamında, politik- ilerlemecilik [Os. terakkiperoerlik; İng. prog-
tir. ressivism; Fr. progr~ssivisnıe]. ı Genel ola-
iktidar seçkinleri [İng. puwer elite; Fr. elite rak. evrenin ana gerçeginin devamlılık
de pouvoir]. Ünlü Amerikalı sosyolog ve kalıcılık degil de, degişme oldugu
Wright Mills'in modem Amerikan top- inancıyla, herşeyde bir gelişme ve ilerle-
lumunda iktidarı elinde bulunduran, me aramak eğilimi. Siyasi ve toplumsal
siyasi )iderler, endüstri patronlan ve açıdan ilerlemeyi, toplumsal koşulları
askeri liderleri tanımlamak için kullan- iyileştinneyi ve söz konusu iyileştirme­
dıgı terim. Bu üçlü küme, iktidarlannın nin gerçek bir toplumsal adalete yol aça-
temeli saisadi olmadıgı için. yönetici ca~ru savunan görüş.
sınıf olmaktan ziyade, bir iktidar seçkin- 2 Daha dar bir çerçeve içinde ise, ilerle-
leri kümesi oluşturur. mecili.k, iyimser bir felsefenin ifadesi
ilahiyat İslam düşüncesinde, din ve il~ olarak. ilerlemeye inanan, insanlıgın gi-
varlıgı, yani Allah'ın varlıgını ve sıfat­ derek daha fazla ve yetkin bir bilgiye
Iarını konu alan disipline verilen ad. Al- ve mutluluga ulaşacagını savunan gö-
lah'ın sıfatlanm, varoluşunu, Allah ile rilşü ifade eder.
diger varlı.klann ilişkilerini konu edi- tBacon'la başlayan, tDescartes, tKant
nen İslSrrii bilim. ve tVoltaire'le sürüp, tComte, +Darwin
ilerleme [Os. terakki; İng. progress; Fr. ve tMarks'ta en yüksek düzeye erişen
progres; Al. fortschritt]. Onsekizina yüz- bir tavır olarak ilerlemecilik, insan bilgi-
yılda, ama daha çok ve özel olarak on- sinin giderek gelişecegini, insanın do-
dokuzuncu yüzyılda tarumlanan, ve gaya egemen olup, evrenin giz!erine
aklın, bilimsel bilgiyle teknolojinin top- nüfuz edebilecegini dile getirir. llerle-
lum alanındaki tezahür ya da yansıma­ med bakış açısını, güce dayanan ilişki­
sını ifade eden terim. lerin yerini hukuki ilişkilerin alacagı ve
Buna göre, ilerleme ondokuzunru yüz- bu durumun uluslararası bir banşı do-
yıldan itibaren endüstrileşmeye eşitlen­ guracagı düşüncesiyle ifade eden
miştir. Bu dönemde, teknolojik geliş­ tKant'tan sonra, Comte üç evre yasasıy­
menin maddi refah açısından önemli la, insanJıgın, teolojik ve metafizik evre-
gelişmeler saglayacagı, saghk standart- nin ardından, pozitif evrede endüstriyel
lannın yükselişine yol açıp, insan yaşa­ bir toplum düzenine kavuştugunu söy-
mını uzatacagı düşünülmüştür. Yine lemiş ve bilgiyle kültürün insanlıga ay-
endüstrileşme ve ilerlemenin haklı ola- dınlık getirdigini savunmuştur. Marks'-
456 iletişim

ın insan toplumlarırun köleci, feodal_ şanlar 'kimin kime, neyi, hangi araç ve
kapitalist, sosyalist ve komunist döneın­ sonuçlarla aktardıgı?' sorusu üzerinde
lerden geçerek ilerledigini öne süren gö- dururlar. Farklı yer ya da düzeylerdt!,
rüşünün yanı sıra, Darwin de biyolojik örnegin bireyler, toplumsal gruplar ara-
bir ilerleme yasası ortaya atmıştır. sında, veya bir toplum içinde, ya da
3 İlerlemecilik egitim felsefesinde ise, toplumlar arasında ortaya çıkan iletişi­
d~iıniciligin karşısında yer alan ve egi- min farklı düzeylerdeki çeşitli yönleri-
timin, ezeli ebedi dogruların aktarılma­ ni farklı disiplinler ele alır. Omegin
sı süreci olarak degil de, deneyimin sü- sosyoloji, iletişim sürecini daha yüksek
rekli bir yeniden inşası olarak anlaşıl­ ve karmaşık bir düzeyde ele alır ve ile-
ması gerekligini savunan akıma karşı­ tişimi anlam dolaşımı olarak degerlen-
lık gelmektedir. Egitimin yaşamın ken- dirir.
disi olup, çocugun yetişkin hayatında Söz konusu anlam dolaşımı ya da sir-
karşılaşması muhtemel deneyimlere külasyonunu anlayabilmenin bir yolu
dognı yöneliilmesi gerekligini savunan semiyotiktir, yani işaret ya da göster-
bu egitim anlayışına göre, ögrenme ço- gelerin anlam kazanma biçimlerine iliş­
cugun ilgileriyle ilişkili glmalıdır. Baş­ kin araştırmadır. Yine sosyoloji, mo-
ka bir deyişle, çocuk merkezli okul kav- dem toplumlarda iletişiinin kurumlar
ramını savunan, problem çözme yoluy- tarafından düzenlendigi gerçegine dik-
la ögrerunenin önemini vurgulayan ile- kat çekerek, özellikle kitle iletişim araç-
rici egitim anlayışına göre, anlamlı ları sayesinde, Helişimin birkaç kişiden
bilgi, kendisiyle bir şey yapılabilen bilgi çok sayıda insana dogru oldugunu söy-
oldugundan, onun deneyimle birleşti­ ler ve aktarılan mesajların dogası, bag-
rilmesi gerekir. lamı, içsel yapısı ve degeri üzerinde
iletişim [Ing. communication; Fr. commu- durur.
nication; Al. konımunikation]. Zihinler ya Yalnızca insan varlıklarına özgü olan,
da benler arasında kurulan ve düşün­ hayvanlar arasında oldugu gibi, kendili-
ce, mesaj, niyet ve anlamların bir zihin- ginden ya da otomatik olarak degil de,
den digerine aktarılmasını saglayan et- niyetli olan, rasyonel bir temeli bulunan
.kileşiın; belirli bir düşünce, mesaj ya ve uzlaşıma dayanan iletişim türüne
da bilinç içeriginin, söz, konuşma ya insani iletişim adı verilir.
da söylenimler türünden fiziki araçlar- Işte bu baglamda, belli bir düzeni olan
la, bir insandan, kişi ya da zihinden bir iletişim akışı içinde birbirlerine bagla-
başkasına aktarılması süreci. nan bireyler kümesine iletişim şebekesi;
Iletişim, niyetli ya da niyetsiz olduk- içinde Helişimin gerçekleştigi fiziki,
tan başka uzlaşımsal ya da uzlaşımdı­ sosyal, psikolojik ve zamansal çevreye
şı olabilir. Yine, konuşma, yazı, mimik iletişim baglamı; iletişimi kişisel bakım­
ve bedensel tavır yoluyla gerçekleşen dan etkili, sosyal açıdan da uygun bir
ve duyulann araalık yaptıgı normal biçimde gerçekleştirebilme yetenegine
iletişime ek olarak, zihinler arasında te- iletişim ehliyeti ya da yeterli/ili; bireyin
lepati yoluyl3 kurulan dogrudan temas kişiler arası ilişkilerde kullandıgı ileti-
anlamında iletişimden de söz edilebilir. şim biçimine iletişim tarzı adı verilir.
İletişimin üçüncü türü ise, elektronik Işte iletişimle ilgili bütün bu olgulan
araçlarla, kitle iletişim araçlarıyla ger- ele alan, iletişimi olgusal bir düzeyde
çekleştirilen iletişim şeklidir. inceleyen bilim de iletişim bilimi olarak
Düşünce içeriklerinin sözle, çeşitli ile- tanımlanır.
tişim araçlarıyla kişiden başka kişile­ iletişim teorisi [İng. communication theory;
rin zihinlerine aktanlması, mesajların · Fr. thiorie de la communication; Al. kom-
bir taraftan digerine iletilmesi olarak ta- munikaiton theorie]. Iletişimi analiz edip
nımladıgımız iletişim konusunda çalı- açıklayan; iletişime, olgusal bir düzey-
ileti~imsel eylem 45i

den ziyade, olması gereken açısından iletişimsel eylem Jing. comıııımicativeac-


yaklaşan teori tarzı. tioıı; Fr. actioıı commuııicative; A 1. com-
Bu tür bir iletişim teorisinin günümüz- munikative action]. Habermas'ın eylem
de bilinen en iyi örnegi, hiç kuşku yok kategorizasyonunda, iş ya da emekten
ki Frankfurt Okulu teorisyenlerinden sonra gelen temel insani etkinlik türü.
Jürgen Habermas'ın iletişim teorisidir. Üç ayn dünyayı, yani dogal bir nesne-
Okul'un eleştirel teorisini yeniden can- ler ve olaylar dünyasıyla, özneler arasın­
landınnaya, onu ontolojik ve epistem<r da meşru kişisel beklentilerden oluşan
lojik olarak temellendirmeye katkışan bir sosyal dünyayı ve kendi arzulan, is-
Habermas eleştiriyi, iletişim insan top- tekleri, inanç ve niyetlerinin meydana
lumunun zorunlu bir koşulu oldugu getirdigi öznel dünyayı birbirinden
için, bir iletişim teorisinde temellendir- ayırd edebilme yetenegine sahip insanın
miştir. İletişim teorisiyle Aydınlanma eylemlerini iki temel başlık albnda top-
ve pozitivizmin araçsal akılcılıgının çok layan Jürgen Habermas, bunlardan bi-
çeşitli tezahürleriiıden aşikar bir biçim- rincisini, özde baglı oldugu Marksist
de farklı olan iletişimsel bir rasyonalite anlayışa uygun olarak, bütün amaçlı­
anlayışı geliştiren; dil aracına yaslan- rasyonel eylem şekillerini kapsayacak
mayan, para ve iktidar gibi araçları zor- biçimde emek diye ifade ebniştir. Buna
layıo ve bashncı bir tarzda kullanan ve göre, insaıun birind dünyayla ilişki kur-
dolayısıyla, yaşama dünyasını tahak- masını, onu kendi dünyasıyla sosyal
kümü alhnda tutan kapitalist ekonomik dünyarun ilgi/ çıkarianna uygun bir bi-
düzenin iletişim modeline karşı, özne- çimde dönüştürmesini saglayan eylem
lerarası bir yaşama dünyasının özgürle- türü emektir. Tanımlanmış amaçlan be-
şimi için dile, iletişime ve ideal söz du-
lirli koşullar alhnda gerçekleştirme ola-
rumunu yaratacak bir özsel akılalıga rak emek ya da amaçlı-rasyonel eylem,
dönüşün gerekliligini vurgulayan Ha-
kendi içinde araçsal eylem ve stratejik
bermas'a göre, her iletişim eylemi zım­ eylem olarak ikiye ayrılır. Bunlardan
nen dört ayrı geçerlilik iddiasında bu- araçsal eylem, dış gerçekligin, nesneler
lunmayı ihtiva eder. Bu geçerlilik iddia-
ve olaylar dünyasının etkin bir biçimde
lan, anlaşılır olması gereken dilin, ahla-
denetlenmesi ölçütüne göre uygun diye
ki ilişkileri içeren bir öznelerarası alan-
nitelenen araçlan düzenleyen eylemdir.
la, dış gerçeklik ve konuşmacının-ken­
Stratejik eylem ise, mümkün alternatif
di duygulan, inançlan ve niyetlerinin iç
seçimleri dogru degerlendirmeye baglı
dogasıyla ilgilenir.
olup, hesaplamarun sonucudur. Burada,
Buna göre, 1 araçsal eylemde, ya da
empirik söylem baglamında verimlilik söz konusu olan rasyonalite türü, Ha-
iddiasında bulunulur. 2 Betimleyici söz
bermas'a göre, doga bilimleri ve tekn<r
ediminde, ve teorik bir düzlemde, dog- lojide somutlaşan hesaplayıcı, klasik
ruluk iddiasında bulunmak söz konusu rasyonalitedir.
olur. Bilişsel bir boyut içinde konumla- Habennas'a göre, insan ikinci olarak, bir
nan bu ilk iki iddia türü, daha ziyade yaşama dünyasında, içinde kendisinin

Aydınlarunanın araçsal akılcı..lıgıru ka- başka insanlada birlikte yaşamak duru-


rakterize eder. Habermas'ın ayıncı kat- munda oldugu bir öznelerarası alanda ·
kısım ifade eden 3 düzeyde, ifade edid eylel'flde bulunur. Söz konusu eyme], ile-
bir çerçeve içinde, duygusal ve estetik tişimsel eylem olup, etkileşim kategorisi
açıklamalar gündeme gelir. Burada içinde or!aya çıkar. Emegin bir nesneler
temel deger, dogruJuk degil, fakat sahi- dünyası üzerindeki araçsal kontrol ilişki­
cilik ve içtenliktir. 4 Ahiiki bir düzey- sini içerdi~ yerde, o iletişimsel eylemi
de, pratik bir söylem içinde, normlar ve özneler arasındaki karşılıklı anlama öl-
degerler ışıgında, haklılık iddiasında çütüne göre tanımlar. Emegin teknik ku-
bulunulur. ral1ann nesneler dünyasına uygulanma-
458 ilgisiz sonuç yanhfl

sından meydana geldi~i yerde, iletişim­ masa da, varoluşu sırasında sahip olabi-
~~ eylem ahlaki nonnlara baglı olmak lecegi ya da olmayabilece~i bir niteli~i­
durumundadır. O, davranış baglamın­ ni; o şeyin özünü ya da do~asını boz-
da, karşılıklı beklentileri tarumlayan, ve madan, özsel, zorunlu diye tanımlanan
eylemde bulunan asgari iki özne tarafın­ özelliklerine zarar vermeksizin ortadan
dan anlaşı.Jması ve kabul edilmesi gere- kaldınlabilecek ya da soyutlanabilecek
ken ba~layıct mutabakat normlan tara- bir niteligini ifade eder.
fından yönetilir. Deger ve normlann ilk [Os. mebde, mebadf; Lat. arclteus; lng.
sahasında ortaya çıkan iletişimsel eylem arche, ftrst; Fr. archee, premier; Al archae-
alanı, Habermas'ın Aydınlanmanın for- us ]. ı Zamansal olarak, belli bir zaman
ınel rasyonalitesine alternatif olarak ge- dizisinde en eski olan, kendisinden önce
tirdigi iletişimsel ya da özsel rasyonalite- gelen hiçbir şey bulunmayanşey; 2
yi tanımlar. mantıksal açıdan, başka terimler aracı­
ilgisiz sonuç yanhşı [İng. follacy of irrele- lı~ıyla tanımlanmayan, başka önerme-
vaııt conclusion; Fr. erreur de la conclusion lerden türetilmemiş olan, başka ilkele-
lıors de propos). Karutlanmak durumun- rin sonucu olmayan, bir çıkarıırun ba-
da olan husus ya da tezi de~il de, şına yerleştirilen genel önerme; 3 deger
başka bir tezi kanıtlayan, kanıtlanacak açısından türünün yetkin örnegi olan
tezi ne kanıtlayan ne de çürüten akliyü- şey; 4 epistemolojik bakımdan temel ve
rütmeyle belirlenen ve ignaratio elenchii apaçık olan do~ru için kullanılan terim.
olarak bilinen gayrı formel yanlı~ türü. Ilk sıfatı, buna göre, bir analizde, bir
ilinek [Yun. sumbebekos; Os. draz; Ing. ac- önerme ya da sonuçtan hareketle geriye·
cident; Fr. accident; Al. accidens, akzidens]. doğru giden bir çözümlemede, kendisi-
ı Gene) olarak, bagımsız ya da kendin- ne en son ulaşılan önenne ya da dogru-
den kaim bir varoluşu olmayan, ancak yu; bilgi düzeninde ise, tüm bilgilerimi-
ve ancak bir tözde varolabilen özellik zin temelinde bulunan, dotroluğu ve
ya da nitelik. 2 Aristoteles mantagında, açıkhgıyla kendisini zihne, hiçbir kuş­
bir töze yüklenen, fakat o tözün varolu- kuya yer bırakmayacak şekilde zorla
şu için, zorunlu, özsel olmayan özellik, kabul ettiren ve kendisinden türetifen
sıfat, araz, ilinti. 3 Zorunlu ya da sürek- başka önermelerin dogrulugunun temi-
li olmaksızın ortaya çıkabilen özellik; natı olan dogru ya da ilkeyi gösterir.
şeyde ortaya çıkan, fakat ne tanım, ne 5 Varlık açısından ise, ilk deyimi, ken-
türsel ayınm ne de dns olan ve şeyin dinde başka varlık ya da gerçekliklerin
diger nitelik ya da sı.fatlarıyla zorunlu varlık nedenini içeren, ya da başka var-
bir ilişkisi bulurunayan nitelik; bir ve lıkların fail ya da ereksel nedeni olan
ayru bireyde, bulunabilen ya da bulun- varlık için kullanılır.
mayabilen özellik; öznede, öznenin yo- Bu baglamda, nesneleri, olayları veya
koluşu ya da ortadan kalkışı sonucunu kişileri kategorize etmeye veya sınıfla­
dogurmaksızın, mevcut ya da yok ola- maya yarayan, kişi, nesne ya da olaylar
bilen nitelik. kümesinin en iyi ömegine ilkörnek adı
Bu baglamda, ilinek aynı zamanda, bir verilir. Öte yandan, ekiemierne ve fark-
ş eyin gerçek dogası için özsel olmayan, lılaşma pratikleri türünden tüm dilsel
o şeyin her ne ise o olması için k.endisi- işlemlerin modeli olan yaZI türüne,
ne ihtiyaç duymadıgı, kendi özsel doga- hem yazıli ve hem de sözlü dili temel-
sından çıkarsanamayan nitelik olarak ili- lendiren imkana ilkyazı denmektedir.
neksel özellik diye tanımlanır. Bu.na göre, ilkçal idealizmi [İng. ancient greek idea-
ilineksel özellik, bir şeyin, onun belli bir lism; Fr. id~alisme antique; Al. klassiker ide-
sınıfın üyesi olması için zarurf olmayan alismus). ldealist düşünce geleneginin
herhangi bir özelligini, bir şeyin, söz ko- başlahcısı olan antik Yunan düşünürü
nusu şeyin özünün, dogasının zorunlu tPlaton'un metafizigiyle belirlenen idea-
olarak dışında kalmak durumunda ol- lizm türü.
-ilke 459

Platon felsefesine özgü idealizm, ünlü şeyi açıklayan, şey leri n özsel özellikle-
Yunan filozofunun İdealara insan :r.ih· rini, karakteristiklerini veren temele il-
ninden ayn ve bagunsız bir gerçeklik ke denir.
yüklemesinden, ve bu tİdealan, duyu- Buna karşın, 2 ilke, mantıkta, her tür
larla algılanan empirik dünyadan ayn, akılyürütmenin kendisine dayanmak,
akılla anlaşılabilir bir dünyada toplama- kendisine uygun olmak durumunda ol-
smdan oluşur. Bu İdealar, insan zihni- dugu düşünce yasasını; kendisinden
nin ürünü olmayan, düşünen öznelerin başka önermelerin çıkarsandıg1 genel
degişme ve yanlışlanndan bagmısız önenneyi; bir çıkarımda, ç1kanmın ba-
olan, fakat dış dünyada varolan şeyler­ şına yerleştirilen ve kendisi başka öner-
den ve insanlardan önce gelen, dış dün- melerden çıkarsanmamış olan önerme-
yada varolan ~ylerin kendilerine göre yi ifade eder. ilke, 3 bilimde, bir bilimi
~killendigi yetkin ve degişmez model· yönlendirici ve organize edici bir işlevi
ler, ilkömekler, özlerdir. Platon'wı bütün olan ve söz konusu bilimdeki araştırma
bir İlkçag ve Ortaçag idealizmini etkile- ve gelişmenin kendisine tabi ve bagh ol-
yen idealizmi, şu halde, nesnel ve aşkın dugu önerme ya da dogruya; fenomen-
bir idealizm olmak durumundadır. leri açıklama faaliyetinde, vazgeçilmez
Platon'un siyaset ve toplum felsefesi bir temel olarak ortaya çıkan genel öner-
de, söz konusu özcü ve idealist gerçek- me, yasa, kural ya da do~uya; 4 ahlak
lik anlayışıyla birleşir. Başka bir deyiş­ alanında ise, eylemde temele alınan pra-
le, İdeaları tümel ve aşkın özler olarak tik kural, eylemi belirleyen, eylemin
gören Platoncu idealizm, ideal devlete, kendisinin sonucu oldugu norma karşi­
bireylerin degişken, gelip geçici ve fark- lık gelir.
lı çıkarlarının üstünde, aşkın ve yetkin Bir ilke, mantıksal anlamda kendisin-
bir varoluş yükleyen siyaset felsefesiyle den başka önermelerin çıktlgı genel bir
tamamlanır. Bu idealist anlayış, toplum önerme, eylemin kendisinden türedigi
ve devletin varlıgında, bireysel degerie- ahl~kf kural ya da norm olarak, daha
ri tanımaz, bireyin haklarından pek söz genel ilkelerin bir sonucu ya da bir dizi
etmez, çünkü tümel, yetkin, aşkın ve tarhşma ya da teorik akılyürütmenin
ideal olan, bireyden önce gelir. nihai ifadesi olabilir. İşte bu çerçeve
Söz konusu idealizm, şu h~lde, zihin- içinde, kendisi başka ilke ya da akılyü­
den bagımsız bir varlık olmadıgını, var- rütmelerin bir sonucu olmayan ilkeye,
lıgın zihne tabi oldugunu söyleyen ve ilk ilke adı verilir. Buna göre, il ilkeler
devleti degil de, bireyi ön plana çıkartan bir sistemin temelinde bulunan ve siste-
tmodem idealizmden, zihinden bagun- min varlıgı ve tutarhlıgının kendisine
sız bir gerçekJik kabul etmek. fakat bu ba~lı oldugu apaçık yasa, neden ve ku-
gerçekligi, Idea ya da kavram cinsinden rallan; şeylerin, her ne ise o olmasıru
tanımlamak ve devleti ön plana çıkartıp, saglayan temel yasalan; varlıgın, onto·
bireyi devlete tibi kılmak bakımından lojinin kategorileri ya da postülalarıru,
farklılık gösterir. her tür bilginin temelinde bulunan ev-
ilke [Os. umde, esas, kaidei esasiye; İng. prin- rensel dogruları tanımlar. Öte yandan,
ciple; Fr. principe; Al. prinzip]. Zamansal, davranışımıza ya-·da araşbrmamıza
mantıksal, epistemolojik ya da ontolojik yön vermek, düzen kazandırmak için
düzende ilk olan. kuUanılan bir ilkeye ise, yönlendirici ilke
Buna göre, 1 ontolojik anlamda bir şe­ denilmektedir.
yin kökeni ya da kaynagı, nihaf ve en · Bilimden, bilimsel araştırmadaki belir-
yüksek nedeni olan şeye; bir bileşik leyici bir ilke olarak nedensellik ilkesi-
cismi meydana getiren, mutlak ya da ni, ahl~k alanından da, ahlaki yaşamı
göreli olarak basit olan öge, birtakım belirleyen koşulsuz buyrugu kendisine
sonuçları ya da etkileri olan güce; bir örnek olarak verebilecegimiz düzenleyici
460 ilkelcilik

ilke, aktüel olarak dogru kabul edilen, erdem bakımından gelişmeye çalışma
kanıtlanamamakla birlikte, pratik ya da ödevi gibi ödevler yer alır.
kuramsal bakımdan deger taşıyan bir ilk felsefe [Yun. prote philosophia; Os. felse-
ideal olarak olarak degerlendirilmeli~ fi ula; İng. ftrst philosoplıy; Fr. philosoplzie
dir. Yine, fonnel mantıgın ilkelerine, prenıitre ]. t Aristoteles'in, varlık olmak
tüm akılyürütmelerin kendilerine da~ bakımından varlıguı kendisini, varlıgın
yandıgı apaçık, temel dogrulara da ras~ nedenlerini, ilk ilkelerini ve öz.sel özel-
yonel ilkeler adı verilir. liklerini, her tür varoluşun genel ve kalı­
ilkelcilik [Os iptiddiyye; İng. primitivisnı; cı özelliklerini konu alan, degişınez ve
Fr. primitivisme; Al. primitivismus]. İlkel aşkın varlıgı araştıran ve günümüzün
yaşam ve toplum biçimine yüksek bir metafizik ve ontoloji anlayışıyla, teoloji-
deger biçen ve uygarlıgın katkılamu sine yakın olan disipline verdigi ad.
göz ardı ederek, ilkel yaşam tarzını ve ilk hareket ettirici [lng. prime nıover; Fr.
insandaki ilkel saflık ve basitligi özleyen prenıier nroteur]. Aristoteles metafizigin-
anlayış; uygarlık tarihini başlangıçtaki de, evrendeki tüm hareketin, kendisi
saf ve kusursuz bir duruınun bozulması hareket etmeyen kaynagına, ereksel ne-
olarak gören, kurtuluşun ancak saf, den olmak anlamında, evrendeki hare-
basit ve ilkel bir yaşama geri dönülme~ keti başlatan dogaüstü güce verilen ad.
siyle söz konusu olabilecegini savunan Evrendeki hareketin başlatıcısı olduk~
görüş. tan başka, söz konusu hareketin koru-
İlkelcilik bu çerçeve içinde, kronolojik yucu ya da idame ettiricisi olan, kendisi
ilkelcilik ve kültürel ilkelcilik olarak olmadıgında evrende hiçbir hareket ya
ikiye aynlır. Bunlardan 1 kronolojik ilkel~ da degişmenin olamayacagı hareket
cilik tarihin en iyi döneminin, ilk ve en kaynagı.
eski dönem oldugu inancıyla belirlenir~ İlk kez olarak Aristoteles taranndan
ken, 2 kültürel ilkelcilik, uygarlıgın kaza- ortaya atılmış, tektanrılı tüm dinlerin
nım ve başarılarının kötü oldugu ve filozof ve ilahiyatçılan taranndan geliş~
insanhga kötülük ve mutsuz getirdigi tirilmiş olan İlk Hareket Ettirici düşün~
inancından oluşur. cesi, Aquinalı tThomas'ın beş yolunda~
ilk elden ödevler [İng. prinıa Jacie duties; ki birinci kanıtakarşılık gelmektedir.
Fr. devoirs a premiere vue ]. İngiliz düşü­ ilk madde [Os. heyuldyı ula; İng. prime mat-
nürü David tRoss'un, Kant'ın ödev ah- ter; Fr. premiere nıat~re ]. Tümüyle gizil
l§kından ve koşulsuz buyruk anlayı­ bir biçimde,. potansiyel olarak varolan,
şından hareketle geliştirdigi ahi:Hd ö- her tür özellikten yoksun bulunan daya-
devler bütünü. nak. Tüm fiziki nesnelerde aynı olan ve
Buna göre, ahliikf bakundan apaçık aktif güç ya da ilkeler tarafından şekille­
olan, kabul ebne zorunlulugu duydugu- nen madde. Hiçbir yerde tek başına va-
muz, mutlak ödevler olma egiliıni sergi- rolmayan, bundan dolayı, bir soyutlama-
leyeı:ı ve kendileriyle çatışan başka bir nın sonucu olan ve ancak madde ve
ilk elden ödev olmadıgı takdirde, mut- fonndan meydana gelen bireysel şeyle­
lak ödevler olarak görülmek durumun- rin dogasındaki bir öge olarak varolan
da olan ödevlere, ilk elden ödevler adı dayanak.
verilir. Ross'un ilk elden ödevleri araSJn- ilk neden [Os. illeti Qld; İng. ftrst cause; Fr.
da, verilen sözü tutma, özür dilerne ya cause prenıiere ]. Evrenin varoluşunu ken~
da yapılan bir yaniışı tel§fi etme, baş­ disine borçlu oldugu, evrenin dışında
kalannın şahsınuza yönelik iyilikleri olan fail neden. Sonucun doguşuna ger-
karşısında şükran duyma, başkalanna çekten katkıda bulunmakla birlikte, so-
kötülük yapmaktan her durumda ka- nucun dışında, sonuca aşkın olan, ken~
çınma, adil olup, herkese hakettigi dege- disi evrenin nedeni olmakla birlikte,
ri venne ve yetenek, iyilik, karakter ve kendisinin nedeni bulunmayan neden.
ilk neden kimatı 461

Evrenin varoluşunun temel ve başlangıç olup bi ten her olayı nedenini göstere-
nedeni olmakla birlikte, kendisi bir nede- rek açıklamaya çalışıyorsak, aynı şekil­
nin sonucu olmayan ilk varlık Evren va- de bir bütün olarak do~anın kendisini
rolmadı~ı zaman, nedensel faaliyetiyle de açıklamamız gerekir, çi.ınkü varlı~a
evreni yarabnış olan, ya da evren statik gelen herşeyin bir nedeni vardır ve hiç-
bir biçimde, hiçbir neden sonuç ilişkisi bir şey nedensiz de~ildir. Bir şey, belli
söz konusu olmadan varoldu~unda, ev- bir sonuç, ancak ve ancak kendisinden
rendeki nedenselli~i başlatan Tanrı. ınantıksal ve kavramsal bak1mdan önce
İlk nedenin aktif bir güce, sınırsız bir olan bir nedenle açıklanabilece~ine gö-
kudrete sahip oldu~u kabul edilir; buna re, do~a da ancak ontolojik olarak ken-
göre, ilk neden eseri olan evrenden ba- disinden önce olan 'do~aüstü bir var-
~ımsız olup, ondan do~ası bakımından lık'la, yani Tanrı'yla açıklanabilir.
da önce gelir. Buradaki nedensellik, za- Yine, ayru çerçeve içinde, her olayın bir
man içinde ardışıklıktan farklı bir ne- nedeni olması gerekti~ini ve herhangi
densellik olarak ortaya çıkar, çünkü ge- bir şeyin kendi kendine varlı~a geldi~i­
leneksel felsefede ilk nedenin eserinden, ni söylemenin bir çelişkiden başka hiç-
zamansal olarak de~il de, mantıksal ola- bir şey olmadı~ıru belirtmemiz gerekir.
rak önce oldu~u kabul edilir. Her neden daha önceki bir nedenin so-
Evrende söz konusu olan ve bilim tara- nucudur ve bu, her bir önceki nedenle
fından araştırılan tüm ikincil nedenler- ilgili olarak, bu şekilde geriye do~ru
den çok daha derin ve temelli bir anlam gitmek zorundadır. Fakat bu nedenler
içinde neden olan söz konusu ilk neden, dizisi sonsuzca geriye gidemeyeceğin­
Tanrı olarak tanunlanır. İlk neden ola- den, nedenler dizisinin bir başlangıcının
rak Tanrı, evrende ortaya çıkan tüm olınası gerekir. Öyleyse, olaylar dizisinin
varlık ve ikincil nedenlerin temeli oldu- başlatıcısı olan, ancak kendisi bir neden
~undan, O'nun var olmadı~ını düşün­ tarafından meydana getirilmemiş olan
mek olanaklı de~ildir. İlk neden kendin- bir ilk nedenin var olması gerekir. Karu-
den var ve kalıcı olan Varlık'br, çünkü ta göre, bu nedenler dizisi do~aya, ilk
ilk neden'in kendisine neden oldu~unu neden de Tann'ya karşılık gelir.
söylemek do~ru ve uygun bir konuşma lik neden kanıtı, herşeyden önce çeli-
tarzı de~ildir; O, kendi kendisinin yeter şik oldu~u gerekçesiyle eleştirilmiştir.
nedenidir. Eleştiriye göre, kanıt herşeye başka bir
ilk neden kanıtı [İng.jirst cause argument; şey tarafından neden olundu~u kabu-
Fr. argument tk c~ premiere]. Tanrı'nın lüyle başlamakta, fakat daha sonra,
varoluşunu, evrenin varoldu~u olgu- Tann'nın ilk neden, nedeni olmayan
sundan ve nedensellik ilkesinden hare- neden oldu~unu öne sürerek kendi ken-
ketle kanıtlamaya çalışan kanıta veri- disiyle çelişmektedir. Buna göre, karut
len ad. ayru anda hem, kendisine neden olun-
Kozmolojik kanıt olarak da adlandırı­ mamış bir neden olamayaca~ını ve
lan bu kanıt, dünyaya ilişkin do~rudan hem de Tann gibi, bir neden tarafından
gözleme dayanan ve bundan dolayı em- meydana getirilemeyen bir ilk neden bu-
pirik bir karut olarak adlandırılan 'Dü- lundu~unu öne sürmektedir. Başka bir
zen ve amaç kanıtı'ndan f;uklı olarak, deyişle, kanıt her nedenden önce başka
yalnızca evrenin varoldu~u empirik ol- bir nedenin gelmesinin zorunlu oldu~u­
gusuna dayanır. nu söyledi~i halde, ilk nedeni niçin bu
İlk neden kanıtma göre, do~anın için- kuralın dışında tuttu~unun yeterli bir
de ortaya çıkan fizyolojik, biyolojik, v. açıklamasım verememektedir. Bu kura-
b. g., olaylara ek olarak, do~arun kendi- lın yalnızca do~al olaylar için geçerli ol-
si de bir açıklamaya gerek duyar. Yani, du~unu söylemek ise, problemi çözme-
nasıl ki do~adaki her varlı~ı, do~ada den bırakmak demektir.
462 ımge

İkinci olarak, kanıtın sonuçlar ve ne- yim ya da tecrübeleri nesnelleştinne


denler dizisinin sonsuzca geriye gitme- yetenegi.
sinin mümkün olmadıgım, nedenler di- Daha önceki algllan zihinde canlandır­
zisinin bir başlangıcı olması gerektigini maktan oluşan yineleyici imgelem, temel
varsaydıgı, yani bir varsayıma dayandı­ ya da özgün imgeleri ya da imge içerik-
gı için, bir kanıt olmadıgı söylenmiştir. lerini yeni birleşimler şeklinde bir araya
Başka bir deyişle söz konusu itiraz, bir getirme faaliyetine karşılık gelen yarah-
nedenler dizisinin bir başlangıcı olma- cı imgelemden farkldık gösterir. Yaratıcı
sının hiç de zorunlu olmadıgmı dile ge- imgelem de yine, zihinde kendi kendine
tirir. Nitekim, matematik ilk terimi ol- ve kontrolsüzce fantazi oluşturma gücü
mayan bir dizi kavramının, hiç olmazsa ve bilim ya da felsefe alarunda, bir plana
tutarlı bir şey oldugunu göstermiştir. göre, kontrollü bir şekilde gerçekleşen
Üçüncü olarak, kamtm herşeye ragmen imgeleme yetisi olarak ikiye aynhr.
kabul edilmesi durumunda, onun herşe­ imkan kamh [İng. proof from necessary
ye gücü yeten bir Tanrı'nın varoluşuna versus possible being]. Tanrı'nın varolu-
işaret etmekle birlikte, Tanrı'nın herşeyi şunu kanıtlayan kozmaJojik kanıtın ya
bilme ya da mutlak olarak iyi olma gibi da İlk Neden kanıtının bir türü.
özellikleri hakkında hiçbir şey söyleme- Kanıta göre, evrendeki varliklar, varol-
digi belirtilmiştir. malan kadar, varolmamalan da müm-
imge (Os. suret, sureti akliyye; İng. image; kün olan varhklardır. Bu türden varlık­
Fr. image; Al. vorstellung]. Dış dünyada- lar, varolmalan kadar yok olmaları da
ki nesnelerin zihinsel resim, kopya ya da imkin dahilinde olan, yokluklaruu dü-
tasarımı; gerçek ya da gerçekdışı bir şünmenin bir çelişki yaratmadıgı müm-
şey ya da olgunun zihindeki tasannu; kün ya da olumsal varlıklardır, zira onlar
varolan şeylerin, zihinde oluşan sureti; her zaman var degildirler, varhga gelir
resimsel niteligi olan tasanm; z:ihnin, du- ve yokolup giderler. Buna göre, müm-
yusal bir niteli~, ya da dış dünyada va- kün varhk ya kendi kendisinin nedenidir
rolan bir şeyin kopyasıru, duyusal uya- ya da onu varhga getiren başka nedenler
raniann yoklugunda meydana getirmesi vardır. Fakat, karuta göre, mümkün var-
sürednin ürünü olan zihinsel nesne. Iıgm kendi kendisine neden oldugu söy·
Zihinde bir imgenin oluşması, algı so- lenem~ çünkü böyle bir durumda, o va-
nucunda olabilecegi gibi, daha sonra bir rolmak bakınundan kendi kendisinin
algıyı düşünmek, çagnştırmak, bir şeyi nedeni olacakbr ki, bu kesinlikle saçma-
imgelernde kurmak yoluyla da olabilir. dır. Bundan dolayı, mümkün varhk va-
imgenin söz konusu anlamı içinde, du- rolmak için, kendisinin dışında bir nede-
yusal imgelerde somutlaşmayan, imge- ne ihtiyaç duyar.
lere dayanmayan ve tümüyle soyut İmkan karutma göre, mümkün varhga
olan düşünce tarzına ya da kavramsal neden olan varhgm kendisi ise, ya yine
anlamlara imgesiz düşünme adı verilir. mümkün bir varlık ya da zorunlu bir
imgelem [Os. muhayyile; İng. imagination; varlık olmak durumundadır. Neden olan
Fr. inragination; Al. einbildungskraft]. Ha- varhgut mümkün bir varlık olması duru-
yalgücü, muhayyile. Zihinde, imge ya munda, onun da başka mümkün varilk-
da suretler oluşturma, algısal olmayan Iara ihtiyac olur. Bununla birlikte, karuta
imge içeriklerini kurma yetisi, bu imge, göre, bu zintir sonsuza de~n sürüp gide-
suret ya da tasarımları, dış dünyadaki mez. Bu nedenle, varhk veıen nedenin
karşılıklarından bagımsız olarak, yeni zorunlu bir neden olması gerekir. Karuta
birleşimler halinde, bir araya getirme göre, bu, varolan herşeyin sadece m üm-
gücü. Algllan imgeler, tasarımlar şek­ kün varlıklardan meydana gelmedigi
linde canlandırma, degiştirme ve yeni anlamına gelir. Mümkün varilkların dı­
yapılar içinde düzenleme yetisi. Dene- şında, bir de zorun.lu varlık olmalıdır.
ınanç 463

Zorunlu varlık, va:rolman1asımümkün Üç tür inançtan söz edilebilir: ! Bildi-


olınayan varlıktır ve bu Zorunlu Varlık ğiııden şaşmama olarak inaııç: İnanılan
ta, Tanrı'dır. şeyin karşıtı hakkında kanıtlar oldugu
Kanıt ilk kez, varolanları mümkün var- halde, aynı şeye inanmaya devam et-
lık ve Zorunlu Varlık diye ikiye ayıran mekten oluşur. Buna göre, insanın daha
ve Zorunlu Varlıgı, özü varoluşunu içe- önceden kazanmış oldugu görüşlerine
ren Varhk olarak tanımlayan tFarabi ta- baglanınayı sürdürmesi, duygusal açı­
rafından öne sürülmüş, daha sonra da dan kuşkularla rahatının kaçmasından
tİbni Sina tarafından geliştirilmiştir. ya da sahip oldugu görüşlerin dogru
Batı'da ise, kanıt Aquinalı tThomas ta- olmadıgın gösteren yeni verilerin ışı­
rafından ortaya konmuştur. gında düşünme alışkanlıklarını yeni-

imsak. İ~lamda, kötü davranışlardan sa- den gözden geçirme ihtiyacı ile karşı
kınma; Kur'an ve hadislerde geçen ço- karşıya gelmesine kıyasla, daha büyük
kanlamlı sözleri yorumlamaktan kaçın­ bir rahatlık saglar. Bu nedenle, böyle bir
ma tavrına verilen ad. tavır sergileyen insan, yeni kanıtiara
inanç [Os. itikat, iman; İng. belief, faitlı; Fr. tam bir kuşkuyla ve hatta düşmanca
croyance; Al. glauben]. 1 Genel olarak, bakarak, yalnızca daha önceden kazan-
mış oldugu görüşleriyle uyuşan gö-
bir şeyin ya da kimsenin varlıgına, bir
rüşleri kabul eder. Yeni veri ve kanıtlar­
iddianın dogrutuguna inanma, biri için
güven besleme durumu. 2 Dini bir çer- la karşılaşınca, onları oldugu gibi
yorumlamayı reddeder. İnandıgı şeyin
çeve içinde, evreni yaratan ve yasaları­
aleyhinde kanıtlar oldugu halde inan-
nı koyan bir Tanrı'nın varoluşunu ve
ma, bundan dolayı, kanıtlardan kaçma
vahyi tartışılmaz kabul etme tavrı. 3
ile birlikte yürür.
İnanç, felsefedeki özel anlamı içinde
ll inanma istegi olarak inanç: Bir görüşü
ise, dogruluguyla ilgili olarak kesin so-
benimsemeye kalkıştıguruz zaman, ge-
nuçlu kanıtların, saglam verilerin bu- nellikte ortada üç alternatif vardır. Gö-
lunmadıgı, fakat yine de dogrulug-u le-
rüşü destekleyen kanıtlar varsa, ona
hinde belirli dayanakların söz konusu inanmamız gerekir. Eldeki kanıtlar gö-
oldugu ö gibi bir önennenin dogru ol- rüşün dogru olmadıgmı gösteriyorsa
dugunu düşünme ya da savunmaya, eger, bu kez görüşten vazgeçmemiz söz
kesin bilgiden daha zayıf olmakla bir- konusu olur. Nihayet, ortada görüşü ne
likte, temelsiz sanıdan çok daha güçlü destekleyen ne de yalanlayan kanıt yok-
olan bilgi parçasına karşılık gelir. sa, bu kez eleştirel bir tavır takınmamız
Buna göre, ö önermesini bilmenin, ö ve kuşku durumunda kalmamız iyi
önermesinin dogrulugunu gerektirdigi, olur. İşte burada söz konusu olan inanç,
yani yanlış bilgiden söz edilemeyecegi kanıtiara ragmen degil de, üçüncü şıkta
yerde, ö önermesine inanma ile ö öner- söz konusu olan bir seçim olarak, yani
~esinin aktüel olarak yanlış olması bir ortada kanıtlar olmadıgı için, inanma
tutarsızlık yaratmaz, yani inanç yanlış arzusuna baglı olarak inanmadır.
da olabilir. İnanç, yargının öznel tarafı Çünkü insanlar kuşku durumundan
olarak da tanımlanabilir. İnanç, dogru- hoşlanmazlar. Bu çerçeve içinde Arneri-
lugu için saglam dayanakların, rasyo- kan filozofu tlames, özellikle din ve
nel temelierin pek söz konusu olmadıgı ahlak alanında, Tanrı'nın varolup olma-
bir önenneyi dogru kabul etme tavrı­ dıgı, insan ruhunun ölümsüz olup ol-
dır. Bu çerçeve içinde, ilk ilkelere ya da madıgı konusunda ne leyhte ne de
aksiyernlara inandı~mız yerde, bu ilk aleyhte hiçbir bilimsel kanıt olmadıgı
ilkelerden ya da aksiyemiardan man- için, insanlarm Tann'nın varolduguna
tıksal olarak çıkarsanmış olan önerme- ve ruhun ölümsüz olduguna inanma ar-
leri bildi~miz söylenebilir. zusu ve haklan oldug-unu söylemiştir.
464 inanç felsefesi

Sonuncu inanç türü ise, lll dmeıJirııe da- kında şu y2 da bu yolla hiçbir şey bil-
yalı beklenti olarak inaııçtır. Burada ise, medikleri konulara ilişkin bir kanaati
inanç karuta dayanarak inaruna anlanuna seçtiklerinde, bu kanaatin, onların diru
gelir. Bu tür bir inanç, geçmişte dogru ol· ve ahlaki arzuları ile uyuşan bir nitelik-
dugu görülen şeyin gelecekte de kanıtlar te olacagını öne sürmüştür. Ona göre,
tarafından desteldenmeye devam edece- inaruna hakkıru inanma arzusu belirler.
gi umut ve beklentisini içerir. Tanrı'run varolup olmadıgı, insan ruhu-
inanç felsefesi [Os. felsefei itikat; İng. fa i tlı nun ölümsüz olup olmadıgı konusunda,
philosoplıy; Fr. plıilosophie de foi]. Ahlak ne leyhte ne de aleyhte hiçbir bilimsel
ve dinin postüla ya da dogmalarını güç- kanıt yoktur. Bununla birlikte, insanlar
lendinneyi amaçlayan, temel hakikat ya bir Tann'nın varolduguna ve insan ru-
da dogrulu~u dogrudan ve aracsız kav- hunun ölümsüz olduguna inanma hak-
rayışa dayandıran; felsefenin görevinin kına sahiptir, zira bu inançlar, insanın en
dini inancı açıklayıp anlamlandınnak ol- temel ve en derin arzulanna karşılık ge-
dugunu öne süren; ve dolayısıyla, akıl­ lirler. Onlar olmasa, ahlaki ölçütlerimiz,
dan çok inanca dayanan felsefe türü. umutlarun12 ve arzularmuz çöker. Bun-
Daha çok gizemcilikle eşanlamlı olarak dan dolayı, insan dogasırun bu temel ih-
kullanılan inanç felsefesi, akla güven- tiyaç ve arzusuna kesinlikle saygı göster-
meyen, akli karşısında inanca öncelik mek gerekir.
veren, kesinlige giden yolda araç olarak inayet [Yun. pronoia; İng. prouidmce; Fr. pro-
insan ruhunun başka fonksiyonianna vidence; Al voTSehung]. Tann'mn, aşkla
deger veren, hakikatin kaynagrnın sez- baglandıgı dünyada olup biten herşeyi
gide, duyguda veya belli bir mistik gö- önceden bilmesi ve yönelmesi; insanlan
rüde oldugunu öne süren bir felsefedir. kurtuluşa ya da selamete eriştirrnek için,
inanç mantıgı [İng. logic of faith; Fr. logi- onlara yapmış oldugu yardım, gösterdi-
que de la foi]. Ortaçag felsefesinde, kimi gi lütuf.
düşünürler tarafından öne sürülen ve İnsanın içlni aydınlatan, onu kuşkudan
inancın, dogaı ya da klasik manhktan kurtaran ve insanlara dogru yolu göste-
üstün olan, kendisine özgü bir mantıgı ren tanrısal ışık olarak inayet, Tanrı ta-
oldugunu savunan görüş. rahndan insanlara yapılan manevi yar-
Teizmin Tanrı kanıtlanrun ispatlayıo dundır. Buna göre, insan Tanrı'nın izni,
bir gücü olmadıgıru dile getiren, yal- istegi olmadan, hiçbir şey yapamaz;
nızca analitik önermelerin mutlak bir Tann'run izni olmadan, yine evrende
biçimde kesin oldugunu öne süren; ve yer alan hiçbir varlık kıpırdayamaz. Şu
dolayısıyla, geleneksel Tanrı kanıtlann­ hiilde, varlık kavranunın kapsamına
da kullanılan nedensellik ilkesinin anali- giren herşey Tanrı buyruguna baglıdır,
tik bir önenne olmaması nedeniyle, Tanrı'nın iznine tibidir.
Tanrı kanıtlarının olasılı argümanlar ol- Bu çerçeve içinde, Tann insanlar ara·
maktan öteye gidemedigini savlayan bu sında kendine yakın bulduklanna bazı
manbk anlayışına göre, felsefeden çok tannsal ihsanlarda bulunur. İşte, inayet,
daha üstün olan dogmatik teoloji alanın­ insanan gönlüne uyarıcı bir aşık olarak
da kullanılan inanç manhgı, klasik man- dagan bu ihsanlar, insanı kurtuluşa er-
tıgın özdeşlik ilkesini aşar. diren söz konusu taruısal yardun ya da
inanma arzusu [İng. will to believe]. Ame- lütfu tarumlar.
rikan filozofu William tJames'ın, insan- indirgeme [Geri götünne anlanuna gelen
larda varoldugunu belirttigi en derin Latince reducere'den gelen fiil; Os. irCJJ;
arzu türü. İng. reduction; Fr. r~uction; Al. reduktion].
İnsanların kuşku durumundan hoşlan­ 1 Genel olarak, bir şeyi, kendisine özel
madıklarıru, bir şeye inanmayı tercih et- ya da ayncalıkh bir konum atfedilen
tiklerini belirten James, insaniann hak- başka bir şeye geri götünne ya da o
indirgemecilik 465

şeye aracılıgıyla açıklama. Buna göre, gı veya önkabul olmadan, bizatilıi ol-
amaç A'ları açıklamak oldugunda, A'la- dukları gibi görebilme imkanı veren iş­
rın, kendilerine, örnegin ontolojik, veya leme ya da yöntemekarşılık gelir. Söz
mantıksal ya da ontolojik bir öncelikleri konusu indirgeme özün bizatihi kendin-
oldugu için imtiyazlı bir ya da statü ve- de ve kendi başına sezilmesine imkan
rilen B'lerden başka bir şey o!madıgı veren eidelik indir geme ve olgulardan
söylenir. transendentat öznelligin bizatihi kendi-
Bu çerçeve içinde, a) nesneler nesnele- sine götüren transendenlaf indirgeıne ola-
re, olaylar olaylara veya özellikler özel- rak ikiye ayrılmaktadır.
liklere indirgenebilir. lndirgemenin bu- indirgemecilik [Ing. reductionisnı; Fr. re-
radaki karşılıgı özdeşleştirmedir. b) İn­ ductionisnıe) 1 Genel olarak, karmaşık
dirgemenin ikinci anlamı, bir teorinin fenomenterin en iyi bir biçimde, bu fe-
başka bir teori aracılıgıyla açıklanması­ nomenleri temel, ilkel ögelerine ayıran
nı, anlaşılır hale getirilmesini ifade bir bileşen analiziyle anlaşılabilecegi­
eder. Söz konusu anlanu içinde indirge- ni; dogaya ilişkin daha derin bir kavra-
menin gerçekleşebilmesi için, açıklanan yışa, ancak ve ancak belli bir düzeyde
teorinin kendisine indirgendiıli teorinin gerçekleştirilen her analizin daha derin
digerine kıyasla, epistemolojik bakım­ ve ileri bir düzeye götürütmesi duru-
dan daha temel ya da basit, konu aldıgı munda ulaşılabileoegini öne süren ve
nesnelerin de ontolojik bakımdan daha dolayısıyla, açıklanmak istenen feno-
ilksel olması gerekir. Bu tür bir indirge- men ya da fenomenleri ilkel ögelerine
rneye teorik indirgeme adı verilmekte- irca eden taV1r; daha karmaşık ve yük-
dir. c) Öte yandan, bir grup veya belli sek düzeyden fenomenleri daha basit
bir alanla ilgili önermenin başka bir ve aşagı düzeyden fenomenler aracılı­
grup önermeye indirgenmesine anlam- gıyla açıklayan bir öjlretinin yaklaşımı;
sal indirgeıne denir. Bu tür bir indirge- çok farklı ve çeşitli fenomenleri ilk ya
me, ömegin toplumsal olgularla ilgili da temel bir açıklayıcı ilkeye geri götür-
önermeler bireylere dair önermelere me stratejisi.
veya zihin halleriyle ilgili önermeler Bu çerçeve içinde, karmaşık ve anlaşıl­
davranışa dair önermelere indirgendi- ması güç olan bir şeyi daha az karma-
Ili zaman gerçekleşir. d) Nihayet, belli şık olana indirgeyerek açıklama tavnnı
bir reng;n belli bir dalga boyundaki ifade eden indirgemecilik, aynca, bir
ışıga indirgenmesi örneginde oldugu hukuk sistemini, bu sistemin tarumladı­
gibi, indirgenen ile onun kendisine in- gı hak ve ödevleri hiç dikkate almadan
dirgendigi şey arasında nedensel bir salt güç ilişkilerine indirgeyerek açıkla­
ilişki kuruldugunda, bu tür bir indirge- mada, cinselligi, ilişkiye g;renlerin
rneye nedensel indirgenıe adı verilir. duygu ve düşüncelerini hiç hesaba kal-
2 lndirgeme ikinci olarak ve biraz madan, biyolojik bir fonksiyon olarak
daha teknik, mantıksal anlam içinde, tanımlamada oldugu gibi, ' ... den başka
t Aristoteles'in tası m manhjlında, ikinci hiçbir şey degildir' ifadesiyle somutla-
ve üçüncü şekilden tasunların kanıt­ şan, dünyayı bir önyargının, önceden
lanmasında kullanılan işlem ya da yön- varılmış bir sonucun bakış açısından
temi ifade eder. Buna göre, ikinci ve basitleştimıe arzusunu yansıtan, fakat
üçüncü şekilden tasımlar, geçerli ol- felsefi olmayan tavır, açıklama türü için
dukları daha baştan varsayılan birinci kullanılır.
şekilden tasımiara indirgenmek sure- 2 Metafizikte, herşeyin, nihaf, en yük-
tiyle karutlanır. lndirgeme burada, dog- sek, zorunlu ve en gerçek diye tanımla­
rudan ya da delaylı olabilir. 3 tfeno- nan tek bir şeye (ömegin, belli bir töze,
menolojinin kurucusu tHusserl'de ise oluşa, maddeye, Tanrı'ya, ruha ya da
indirgeme, şeyleri, herhangi bir önyar- ldeaya) indirgenebilecegi inancı ya da
466 indirgeme yanhşı

tavrına meta fiziksel indirgemecilik dP.nir. 3 tanımlanır. 7 İndirgemecilik, sosyolojide


Öte yandan, genel olarak insan davranı­ ise, grup, sınıf ya da topltunsal bütünlere
şını, kendi davranışları da cans1z mad- ahi yapan, gönderirnde bulunan tüm
denin davranışıni yöneten fizik yasala- kavram ya da terimlerin ilke olarak bi-
rı arac1hgıyla açiklanabilen daha aşag1 reysel aktörlerin davranışiarına ilişkin
türden hayvanların davranışiarına in- betimleme ya da tasvirlerle ifade edilebi-
dirgeme tavrına, veya insan bilimlerin- lecegini savunan ve metodolajik bireycilik
de toplumsal ya da kültürel fenomenleri olarak tanımlanan görüş şeklinde karşi­
biyolojik terimiere indirgeme veya grup mıza çıkar.
davranışlarında gözlemlenen farkhhk- indirgeme yanlışı. Karmaşık bir bütünün
ları biyolojik özelliklere irca ehne yakla- parçalanndan ya da kendisini doguran
Şiınına biyolojik indirgemecilik ad1 verilir. nedenlerden başka hiçbir şey olmadıgl­
Bu tür bir indirgemedligin en iyi öme- na, söz konusu parça ya da nedenlerle
gin sosyal tDarwinizmdir. özdeş olduguna, karmaşik bir biitiinün,
4 Bilimde, belli bir bilimi, örnegin psi- parçalanna ya da nedenlerine ilişkin bir
kolojiyi, başka bir bilime, ömegin fizyo- betim ya da tasvirle tam olarak açıklana­
lojiye indirgeme ve söz konusu ikinci bilecegine inanma; bir fenarneni açikla-
bilime dayandınp, onunla açiklamaya, diktan sonra, fenomene ilişkin açikla-
bilim felsefesinde ise, bütün bilim dalla- manın, fenomenin kendisinden daha
nnın tek bir metodolojiye, tüm feno-
gerçek oldugunu düşünme yanhşma
menlere uygulanabilir olan ilkeleri içe- verilen ad.
ren tek bir bilime indirgenebilecegi gö- indirgeyici analiz [İng. reductive analysis;
rüşüne ise mantıksal indirgemecilik adı
Fr. analyse reductive]. Felsefede, bir şeyi,
verilir. Söz konusu indirgemecilige gö-
ömegin bilgiyi veya insanın kendisini
re, birbirleriyle dogrudan bir ilişkileri
açıklarken, onu, oluşumunun temelinde
yokmuş gibi görünen ayrı ve farkli bi-
limlerin bile, birbirleriyle belli bir ilişki­ yer alan ilk ögelere indirgeyerek açıkla­
ma tarzı.
si vardır. Bundan dolay1, tüm bilimler
birbirlerine ve son çözümlemede de fizi- Bu tür bir analize en i yi örnek, Fransız
ge indirgenebilir. filozofu tCondillac'm, insanı herşeyiyle,
Daha yüzeysel veya ikincil bir bilimin duyurnlara indirgeyen, onun tüm zihin-
yasalarmi daha temel bir bilimin yasa- sel ve iradi yaşantısını duyumlardan tü-
larma indirgemekten oluşan mantiksal reten, yani insanın tüm psişik yaşanhsl­
nı dış dünyadaki nesnelerin neden
indirgemeciligin en önemli ömegi bü-
tün bilimlerin yasalarının ilke olarak fi- oldugu duyurnlara irca eden ve insanın
zigin ya da mikrofizigin yasalanna -ın­ tij,m zihinsel faaliyetlerini bu temel üze-
dirgenebilecegini ya-da fizi.ğin yasalan riıle yeniden kuran analizidir.
yoluyla ifade edilebilecegini dile geti- inı:lirgeyici maddecilik [İng. reductive ma-
ren ögreti olarakfiziki indirgemeciliktir. S terialism; Fr. nıııterialisme rlductij]. Bilinç
İndirgemecilik, zihin felsefesinde ise, ve insan zihni de dahil olmak üzere, ev-
karşımıza öz.deşlik tezi ya da merkezi hdl rendeki herşeyin maddeye indirgenebi-
kuramı olarak bilinen ve zihinsel tüm lece~ ve hareket halindeki maddeyle
yetilerin beyindeki olaylar ya da beyin aç1klanabilecegiru öne süren görüş.
hAlleri arac1hgıyla açıklanabilecegini Çözümleyici maddecilik olarak da bili-
öne süren zihin ögretisi olarak çıkar. nen bu görüş, maddf olmayan şeylerle
6 Buna karşm, ekonomik ilişkiler bütü- ilgili kavramlari madde kavram1yla çö-
nün toplumsal ve politik yaşamı bir zümlemeyi amaçlar.
bütün olarak belirledit;ini savunan klAsik in esse. Varlik halinde, aktüel olarak va-
Marksizmin üstyapiyı temele indirgeme rolan, varoluş halinde bulunan şey için
stratejisi ekonomik inclirgemecilik olarak kullanılan Latince terim.
----------------- -------------c------------

insanmerkezci hüuıaniz:m 467.

in facto. Olmuş, bitmiş, tamamlanmış, in!an! kamil. Tasavvuf düşüncesinde, en


tümüyle aktüelleşmiş ya da gerçekleş­ yüce basamaga erişmiş, kemale ermiş,
miş, somut bir ürün olarak ortaya çık­ tinsel bakımdan olgunluk katına ulaş­
mış, zihinde degil de, dış gerçeklikle mış; bütün bir varlık alanının kendisin-
olan şey için kullanılan Latince terim. de dile geldiliini kavrayan; kendi geçici
in fieri. Oluş süreci içinde bulunan, ta- varlıgından sı yrılarak Tanrı'da sonsuz-
maınlandıgı, tümüyle gerçekleştiili za- Iuga varan kimse.
man, olacagı şey dogrultusunda -geli- Tasavvuf inancında, kamil insan çok
şen varlık için kullanılan Latince terim çeşitli sıfatlarla tanımlanır. Buna göre,
in inlelleclu. Dış dünyada, zihinden ba- o Allah'ın sureti, Allah da onun ruhu
gımsız olarak varolabilme olasılıgı da gibidir. Öte yandan, o evrenin ruhu, ev-
bulunmakla birlikte, temelde ve öncelik- ren de onun sfıretidir. Bundan dolayı­
le zihinde, bir düşünce ya da kavram dır ki, tasavvufta, alem insan-i kübrıl de-
olarak varolan şey için kullaıulan Latin- nilmiştir. Allah'ın yeryüzündeki halife-
ce terim. si olması itibariyle, O'nun bütün isim
İngiliz empirislleri [İng.Brilish eırıpricists; ve sıfatiarına mazhar olan ve varlıgın
Fr. enıpristes anglais]. Bilgi bakımından esas merlebelerini kendinde topla yan
deneyci bir görüşü benimseyen ve var- insan olarak kamil insan, göz bebegine
Iıgı insanın algısına baglı kılan Locke, benzer, kendisi dışında herşeyi görür.
Berkeley ve Hume'la, onların genel ba- Allah'ın zat, sıfat ve isimlerirun aynası
kış açılarını paylaşan Mill, Ayer, Rus-
olan kamil insarun huyu, suyu, bilgisi
sell gibi daha sonraki İngiliz düşün ür le- de iyidir.
ri için kullamlan geleneksel terim. insanın yetkinleşebiiirliği inancı [Ing.
insan doğası [iı:ıg. human nature; Fr. natıı­ belief in the perfoctibility of of man; Fr. cra-
re humaine]. 1 Insanın, kazaıulıruş degil yance en p~ectionnabilite de l'hoııııııe].
de, içgüdüsel olan, doguştan getirdilli İnsan varlıgının sonsuzca gelişebilece­
yapısı, insan varlıgııun özgün kurulu-
gine, onun ahlaki ve toplumsal duyarlı­
ş u. 2 Fiziki, ama daha çok sosyal güçle-
Iıgıyla davranışlarını sınırsızca gelişti­
re karşıt olarak, algı, yargı, bellek, arzu
rebilecegine, bireysel ve toplumsal po-
gibi güçlerle taıumlanan, kendi içinde
tansiyel güçlerini tam olarak gerçekleş­
boş ve formdan yoksun olup, dış etkj-
tirebilecegine, söz konusu gelişme ve
lerle biçimlenebilen, fakat son çözümle-
ilerleme sürecinin ileriye ya da yukarıya
mede yarattıgı büyük kurumsal ürün ve
degerlerle, yani dil, din, hukuk, devlet, dogru olan sürekli bir evrim sürecinden
sanat, bilim ve felsefe gibi eserlerle an- meydana geldigine duyulan inanç.
lamlandırılmak durumunda olan yapı.
insanmerkezci hümanizm [İng. anthropo-
İnsan eylemi ve bilincinin temelinde centric hunıanism; Fr. hunıanisme anthrop&-
yer aldıgı varsayılan temel ve belirleyici centrique; Al. anthropocentrisch hunıanis­
özellikler bütünü olarak insan dogasıru mus]. Çagdaş Fransız düşünürü Jacques
meydana getiren temel özellik ya da un- Maritain'in (1882-1973) 'taruunerkezci
surlann ne oldugu, hep bir tarhşma ko- hümanizm' olarak bilinen kendi görü-
nusu oluşturmuştur. Nitekim, tHob- şüyle karşı çıktıgı modern ve laik hüma-
bes, tDarwin vetFreud gibi düşünürler ruzme verdilli ad.
insan dogasııun bencil ve çıkarcı unsur- Bu hümanizm, Descartes, Locke ve Ro-
lan üzerinde yogunlaşırken, tComte, usseau'nun ortaya koydugu insan anla-
tRousseau ve tMarks gibi filozoflar in- yışına dayaıur. Buna göre, insan günah-
san dogasını belirleyen başat özellikle- sız, dogal dinin ürünü oldugu için,
rin işbirligi ve digerkamlık oldugunu Tanrı'nın inayetine, vahiy ve mucizelere
iddia etmişlerdir Buna karşın, poslya- ihtiyaç duymayan bir insandır. Marita-
pısala ve postmodemistler insan doga- in'e göre, Locke ve Rousseau gibi düşü­
sı fikrini reddederler. nürlerle dogal din hareketinden başka,
468 insanmerkezcilil'

Jaikleşme sürecinden de etldlenen ve insan yaşamının üç düzeyi [İng. three le-


Tann'yı yok sayıp, yerine do~ayı geçiren vels of the life of life of nıaıı; Fr. trois nivea-
insarunerkezci hümanizm, tmaddedlik ux de la vie de l'hoınme]. 19. yüzyıl Fran-
ve tpozitivizmin bir ürünü olmak duru- sız filozofu Maine de +Biran ile insan
mundadır. O, mutlak do~ruların olma- için, estetik, ahlaki ve dini varoluş olmak
dı~ını savunurken, insaıu tannlaştlr­ üzere üç ayn varoluşun söz konusu ol-
ınış, kötülü~ evrim sürecmdelci geçici du~unu öne süren Danimarkah filozof
bir evre olarak de~erlendirntiştir. Sören +Kierkagaard'ın, insan varlı~ı açt-
İnsarunerkezd hümanizmin laik insanı, sından üç ayn yaşam tarzı arasında bir
Maritain'e gör~, yaşamın kendisine son- seçme yapma olana~ı bulundu~unu
suz bir de~er verip, ona adeta tapınış­ ifade eden görüşleri için kullanılan genel
Llr; özgürlü~e inanmakJa birlikte, özgür terim.
iradeyi temele alamamış; makineye köle- Bu filozof! ardan, öme~in insan aldı ve
lik içinde eşitliğe inanırken, adaleti unut- iradesinin başka bir kaynaktan yardım
muş, kardeş sevgisinden yoksun olarak görmediğinde, yetersiz ve sınırlı oldu-
demokrasinin peşine düşmüştür. Bu tür ~unu savunan Maine de Biran'a göre,
bir hümanizmin, ça~daş dünyadaki so- insan varlı~ı için birinci yaşam düzeyi.
nucu, Maritain'e göre, Marksizm ve bir hayvan ya da duyuınsal bir varlık
Alman nasyonalizmidir. Bundan dolayı, olarak yaşamayla belirlenir. Bu düzey-
onun gelişiminde aynca Marx, Darwin, de, insan tümüyle edilgen olup, kendisi-
Freud ve Nietzsche'nin büyük katkısı ol- ni hayvani do~asına, etin istek ve tutku-
muştur.
larına teslim etmiş durumdadır.
insanmerkezcilik [Os. lilbeşeriyye; İng. ant-
tkinci yaşam düzeyinde ise, insan bi-
ltropocentrism; Fr. anthropocentrisme; Al.
lincin yaşamıru, düşünen ve özgür bir
anthropocentrismus ]. 1nsarU merkeze alan;
biçimde eyleyen bilinçli özneninhayatı­
insanlı~ı evrenin merkezine yerleştiren,
nı sürer. Burada, kişisel ve kendine
insan varlıklarının ilgi ve çıkarlarına özel
bir önem atfeden görüş ya da yaklaşım. yeter bir varoluş söz konusudur. Buna
karşın, üçüncü yaşam düzeyinde, insan
İnsanı dünyanın merkezi, bütün yaradı­
Jışın nihai hedefi yapıp, herşeyin kendi-
kendisini Tann'ya teslim eder, mutlak
sine tabi oldu~u nihai ve en yüksek amaç bir edilgenlik hali içinde, Tann'nın etki-
olarak gören, örne~in, güneşin insanın si altında, Tanrı aşkıyla tinsel bir yaşa­
mı gerçekleştirir.
aydınlanması ve ısınması, bitki ve hay-
vaniann da insanın beslenmesi için va- in se. Ortaça~da, Tann'yla ilişkili olarak
roldutunu savunan anlayışı ifade eden kullanılan ve 'kendinde' anlamına ge-len

bir terim olarak insanmerkezdlik, Yunan- Latince terim. Buna göre, Tann, herşeyin
ca insan anlamına gelen anthropos ve kendinde oldu~u, kendinde bulundu~u,
merkez anlamına gelen knttron sözcülde- ezeli ebedi, nihaf ve en yüksek, kaim var-
rinden türetilmiştir. Buna göre, insan- lıkbr.
merkezrilik. insaıun d~erlerinin evrenin inşacılık [İng. constructivism; Fr. conslnıc­
işleyişi için gerekli temeli oluşturdu~u­ tivisrne; Al. construktivismus]. 1 Episte-
nu ve evrenin de bu de~erleri destekle- molojide, bilginin elde etti~imiz, kazan-
di~ini öne sürerek, gerçekli~in, yalnız­ dı~ımız bir şey de~il de, üretti~imiz bir
ca öznel insan tecrübesinin formlanrun şey oldu~u; bilgide veya herhangi bir
oluşhırdu~u temel üzerinde açıklanabi­ disiplinde araştırma konusu olan nes-
lecetıni belirtir. nelerin, dış dünyada insan ziluıinden
Geleneksel felsefi ya da dini görüşlerle ba~ımsız olarak varolan ve keşfedilme­
İlkça~lann biliminde rastlanan bu gö- yi bekleyen nesneler de~ il de, yapımlar,
rüş, Rönesans'la birlikte yok olup git- insan zihni tarahndan meydana getiri-
miştir. · len konstrüksiyonlar oldu~u görüşü.
irade 469

2 Mateınatikte, maternatigin konusunu ~vrenin bütününü kuşatan, olanı, ola-


meydana getiren nesnelere, ancak ve cagı, varlık kavramı içine giren herşeyi
ancak onları ideal bir tarzda inşa ehne bilen sınırsız ve yaratılmamış Tanrı
veya kurma olanagı verecek etkin ve ve- iradesine külli irdde adı verilir. Külli
rimli bir yöntem bulundugu takdirde irade, kendi özünden başka bir varlıgı
nüfuz edilebilecegini öne süren ögreti. gerektirmeyen, yalnız kendi kendiyle
3 Sosyolojide, sosyal yaşamın toplumsal varolan iradeye karşılık gelir. Yine aynı
olarak yaratılmış veya inşa edilmiş baglamda, Tanrı'nın buyrugunu ya da
özünü ön plana çıkartan, toplumun insan iradesini ifade eden buyruk ya da
varlıkları tarafından etkin ve yarahcı bir iradeye ise, irtide-i.ilahiye adı verilir.
biçiınde oluşturuldugunu, sosyal dünya- İrade farklı filozoflarda aşagı yukarı
run, verili bir şey olmayıp, bireyler ve aynı genel çerçeve içinde, özgürlügün
toplumsal gruplar tarahndan inşa edildi- temelini meydana getiren isteme yelisi
gini savunan görüş. 4 Psikolojide, dün- olarak tarumlanmışhr. iradeyi ruhun
yaya dair bilgimizi şekillendirip oluş­ bir şeyin dogru ya da yanlış oldugunu
turan bilişsel yapıların çevre ile özne tasdik ya da inkir etme, olumlama ya
arasındaki karşılıklı etkileşim yoluyla da yadsıma yelisi diye tanunlayan tspi-
gelişti~i iddia eden görüş. noza'dan sonra, ömegin tKant'a göre,
i-önermesi [İng. i-proposition]. Klasik irade, nitekim pratik kavram ve kuralla-
mantıkta, dört tür kategorik önenneden ra göre eyleyen isteme yetisidir. tHegel
tikel olumlu önermeye verilen ad. de isteme yelisi olarak özgür iradeyi
'Bazı insanlar ölümlüdür' önermesi, hukuk alanının temeline yerleştinniş,
söz konusu İ önermesine, tikel olumlu tNietzsche ise iradeyi insana iki yaşam
önermeye örnek olarak verilebilir. tarzı ve ahlak anlayışı arasında seçim
ipse dixit. Önce Phytagorasçılar ya da yapma imkanı veren en önemli güç ola-
Phytagoras'ın ardılları tarafından, bir rak tarumlamıştır.
tarhşmada, bir fikir ya da görüşü, daha Öte yandan, iradenin anlama yetisi ve
çok bir saygının ifadesi ve kesinligin ya bilgiyle nasıl bir ilişkisi bulundugu ko-
da dogrulu~n güvencesi olarak hocala- nusu da, filozofları çokça meşgul etmiş
rına izafe etmek üzere kullanılan ve olan bir konudur. Örnegin, Descartes'a
'odedi' anlamına gelen Latince deyim. göre, anlama yelisiyle irade arasında,
Deyiın daha sonra, bir otoriteye körü anlama yelisinin önceligiyle belirlenen
körüne inaruna ya da riayet etme tavrını bir ilişki vardır. Anlama yetisi kişiye
göstermek için kullanılmıştır. seçebilecegi alternatifleri gösterir; irade
irade [İng. will; Fr. TJolorıte; Al. wille, willkür, ise, anlama yetisinin gösterdigi alterna-
willenskraft). Eylemlerimizi, arzu, niyet tifleri olurnlar ya da olumsuzlar, tasdik
ve amaçlarunıza göre, kontrol albnda tu- ya da inkar eder. Buna karşın, ikisi ara-
tabilme ve belirleme gücü; kişinin belli smda bir ayırıın yapmamış olan Spino-
eylem ya da eylemleri gerçekleştirmede za, anlama yelisinin açık seçik bir dü-
sergiledigi kararlılık; belli bir durum şünceye sahip olması durumunda, ira-
karşısında, gerçekleştirilecek olan eyle- denin bunu kabul etmemesinin olanak-
mi, herhangi bir dış zorlama ya da zo- sız oldugunu belirtmiştir.
runluluk olmakslZIJ\, karariaştırma ve İnsan iradesinin anlama yelisiyle degil
uygulama gücü; eyleme neden olan, ey- de, insan varlıgırun duygusal boyutuy-
lemi başlatabilen yeti. la olan ilişkisi söz konusu oldugunda,
İslam düşüncesinde, Tanrı tarafından iradenin kendisinden beklenen disiplin
yaratılmış olan insanın sınırlı, sonlu ve kararlılı~ sergileyememesi durumu
iradesine cüzi iriide adı verilir. Söz ko- irtfde zayıflıgı olarak tarumlanır. Bu b~g­
nusu irade, insanla Tanrı arasında bag lamda, irade' zayıflıgı insanın, birtakım
kuran tanrısal bir özdür. Buna karşın, yüksek ahlikf ve manevi degeriere ulaş-
470 iradeci lik

ma yolunda, fiziki arzulanru kontrol cihi olamayacagıru, fakat insan bilinci-


edemeınesini; bedensel isteklerini, birta- nin, özü itibariyle yönelimsel ve yaraho
kım ahlaki ve rasyonel ilkelere dayana- oldugu için, dünyaya bir kez geldikten
rak denetleyememesini; iyiye, dogruya sonra, özünü ve özgürlügünü kurabile-
ve ohnası gerekene ilişkin bilgiyle diz- cegini savunur.
ginlenıneyen, kontrol altına alınamayan iradecilik [Os. irddiyye mezhebi; İng. volon-
istek ve arzular arasında bir çabşma ol- torisııı; Fr. volontorisme; Al. volontoris-
dugu zaman, kötü olanı isteme ve seç- nıus]. 1 Genel olarak, dogeıyı ve insan
mesini ifade eder. tecrübesinin çeşitli yönlerini, aklı bir kı­
Yine, aynı baglamda, insan iradesinin, yıya bırakarak, tümüyle irade kavramı­
ün, şan, şeref, haz ve mutluluk gibi nın ışıgmda yorumlayan görüş ya da
şeyler tarafından. hiç etkilenmeyip, ah- felsefi akım; entellektüel yaşamda, dü-
lakın rasyonel ve evrensel ilkeleri, yasa- şünme ve bilgilenıne sürecinde ya 'da
ları ve ödevlerine uyma yükümlülügüy- davranışla ilgili kararlarda iradenin öne-
le belirlenmesi durumu; iradenin dış mini vurgulayan tavır. İnsan iradesinin
koşu Uar tarafından belirlenmeyip, ken- akıldan üstün oldugunu ve dolayısıyla
di yasasını kendisinin koyması hali de toplumsal, psikolojik, v. b. g., sınırlama
irddenin özerkliği diye tanunlanır. Öme- ve koşullamaları aşabilecegini öne
gin Kant'a göre, insan özerkligini, ancak süren görüş olarak iradedlik, hem teorik
akla uygun hareket etmek suretiyle, ira- ve hem de pratik hayatta, bilgilenme sü-
denin kendi kendisi için koyduğu yasa- recinde veya eylemle ilgili kararlara
ya itaat etmesiyle kazanabilir. ulaşmada iradeyi temele alır, iradeyi
Aynı koşullar söz konusu oldugunda, temel yeti ya da meleke olarak ön plana
insanlann, diledikleri takdirde, eyledik- çıkarhr.
lerinden başka türlü eyleyebileceklerini 2 Ahlak alanında, ahlaki kararlara
dile getiren ögretiye; insan varlıklan­ ulaşmada ve ahlaki degerieri oluştur­
nın, tümüyle belirlenmiş olmayıp, için- mada tek ve belirleyici ögenin irade ol-
de bulundukları maddi, ekonomik, bi- dugunu, insan iradesinin, bilinç, akıl ve
yolojik, fiziki ve tarihsel koşulları aşa­ sezgi gibi deger kaynaklan ve ölçütler-
bileceklerini savunan, insan için koşul­ den kesinlikle üstün oldugunu ve insan-
lanmışlıgı ve belirlerunişligi kabul et- daki diger güç ve yetileri yönetmesi ve
meyen görüşe; ahlaki öznenin, dış uya- yönlendirmesi gerektigini iddia eden
ranlar tarafından belirlenmeyip, kendi- ögreti. Böyle bir görüş alıldki iradeci/ik
sini bilinç yaşantılarıyla anlayışına; i- olarak tanımlarunaktadır.
radenin başka bir şey veya dış koşul­ 3 Neyin ahlaken iyi ya da kötü oldugu-
lar tarafından belirlenmeyip, kendi ken- nu belirleyen biricik şeyin Tanrı'nın
disini belirlemesi anlamında özgür ol- iradesi ya da istemi oldugunu söyleyen
dugunu ileri süren yaklaşıma irdde görüş. Aynı zamanda teolojik alıldkl pozi-
özgiirliiğii teorisi adı verilir. tivizm diye tanımlanan bu görüş, teolojik
İnsan iradesinin fizyolojik, nörolojik, ahldki iradeci/ik olarak geçer.
psikolojik, biyolojik. ekonomik ve tarih- 4 İnsan aklı ya da diyalektigin teolojik
sel koşulların üstünde oldugunu, kendi konularda yetersiz ve degersiz oldugu-
kendisini özgürce belirleyebilecegini nu, mantık yasalannın, ancak Tann'run
iddia eden görüş olarak irade özgürlü- iradesinin işe karışmasından dolayı ge-
gü teorisi, evrende, insanın dünyasında çerli hale geldi~, dini inancın yalnızca
sınırlı bir belirlenmişlik oldugunu, bir iradi bir eylem olan inancın kendisiyle
insanın dünyaya gelmişse, gelmemezlik haklı kılınabilecegi.ni, dinin kaynagmda
yapamayacagını, insanın nasıl, hangi iradenin bulundugunu savunan anlayış.
dönemde ve hangi anne babanın çocugu Teolojik irddecilik olarak tanımlanan bu
olarak dünyaya gelecegiyle ilgili bir ter- görüş, ahiakın nihai ve en yüksek kay-
irade özgürlüAü problemi 471

nagının, insan aklı ya da tannsal akıl İnsanın kararı, insandan bagırnsız ne-
degil de, Tann'nın ir~desi oldugunu, be- denlerin ve koşulların ürünüyse eger,
lirli eylemlerin Tanrı tarafından yasak- bu durumun, insanların ayru koşullar
lanmış oldugu için gün~h, belirli ey- söz konusu oldugunda, pek~la başka
lemlerin Tanrı tarafından huyurulmuş türlü davranabilecekleri inancıyla nasıl
oldugu için sevap ve degerli oldugunu bagdaştırılabilecegi problemi olarak ta-
öne sürer. nımlanan ir~de özgürlügü problemi, di-
S Metafizikte, ir~denin ·yalnızca insan ni bir çerçeve içinde, herşeye kadir olan
davranışuıı ve a~kı anlamak için degil, ve gelecek de dahil olmak üzere herşeyi
fakat gerçeklik bakımından da ilk ve bilen bir Tanrı'nın varolması, insaniann
temel oldugunu, nihai ve en yüksek ger- yapıp edecekleri herşeyi alınlarına yaz-
çekligin ir~deden başka bir şey olmadıgıp mış olması durumunda, bunun, nasıl
nı, bütün bir fenomenler dünyasının yal- olup da insanın özgilrlügü ve soruınlu­
ruzca ir~denin bir tezahilrı:i ya da ifadesi Iuguyla, gün~h düşüncesiyle uzlaştuı­
oldugunu savunan ögreti. Metafizik labilecegi, insanların nasıl olup da öz-
irtidecilik olarak bilinen bu görüş, ir~denin gür olduklannın söylenebilecegi proble-
insan tecrilbesindeki ve evrende hüküm mi olarak karşımıza çıkar.
süren tüm degişmelerdeki ilk ve en belir- Örnegin, İsl~m düşüncesinde, insarun
leyici güç oldugunu, bir güç olarak tasar- Tanrı karşısında rüzg~ra tutulmuş bir
lanan ir~denin de~şmelerin kaynagı ol- yapraktan başka hiçbir şey olmadıgını,
dugunu, söz konusu ir~denin amaçsız, insan ir~desinin özgürlükten yoksun
kendiliginden, varolan he~eye içkin olan bulundugunu savunan Cebriye adlı yaz-
kör bir güç oldugunu iddia eder. gıa mezhepten sonra, Mutezile mezhebi,
6 Hukuk felsefesinde, bir kişi için insan ir~desinin özgUr, insanların da
ahl~ki ve hukuld yilkümlülüklerin sa· kendi eylemlerinin mutlak faili ya da
dece ir~di bir kararla, kişi tarafından yaratıcisı olduklarını öne sürmüştür.
verilmiş ir~di bir sözle başlayabilecegi Bu görüşe göre, insan özgür bir varlık­
görüşü. 7 Yine hukuk ve siyaset felsefe- br, çilnkü eger kötülükte tanrısal ir~­
sinde, hukuki pozitivizm olarak da bili- denin etkisi söz konusu olsaydı, bu tak-
nen ve devletin yasalarının egemen güç dirde ya Tanrı'nın insanlan eylemlerin-
ya da yasakoyucunun ir~desini yansı­ den sorumlu tutmaması ya da Tann'nın
tıp, baglayıcı güçlerini bu kaynaktan al- haksızlık yaptıgının, insana karşı ada-
dıgını savunan ögreti. letsiz davrandıgının kabul edilmesi ge-
irade özgürlüğü problemi [İng. problem of rekecekti. İki alternatif te kabul edile-
free will; Fr. probl~me de la volont~ li bre]. mez oldugundan, insanların eylemlerini
F"lzikf, biyolojik, tarihsel, ekonomik, cog- kendi özgür ir~deleriyle seçtiklerini söy-
rafi ve metafizik detecminizrnin geçerlili- lemek gerekir. Tann kusursuz adaleti
gi kabul edildiginde, insanın tüm ey- geregi, insanları seçmekte özgür bırakh­
lemlerinin kendisinin etkileyemedigi ve gı eylemlerinden sorumlu tutar.
degiştiremedigi koşullar tarafından be- Söz konusu iki uç arasında kalan ve
lirlenmiş olması durumunda, günlük ya- ehli sünnet diye bilinen ılımlı mezhep
şamda çok sık sözü edilen sorumluluk, ise, ayru anda hem külli veya tannsal
suç, kendi kendini belirleme, ideallerin ir~denin varlıgını ve hem de insanın
peşinden gitme ve özgürlük türünden kendi eylemlerini seçmede özgür oldu-
kavramiann nasıl anlamlandınlabilece­ gunu kabul etmiştir. Ehli sünnet içinde
giyle ilgili olan problem; insanın her ey- yer alan iki mezhepten gerek Eşari­
lemi, insandan bağıffisız bir nedenselli- ye'nin kurucusu el-Eşari ve gerekse Ma·
gin eseriyse eger, bu durumun insandaki turidiye'nin kurucusu el-Maturidi, insap
özgürlük duygusu ve bilinayle nasıl uz- ni eylemleri zorunlu davranışlar ve ihti-
laştırılabilecegi problemi. yari eylemler diye ikiye ayırırken, birin-
472 iradi

· cilerin iraeli olmadıkJanru, oysa ikincile- hiçten yaratmıştır. Dahası, Tanrı dün-
rin iradi olduklarını vurgular. Refleks, yayı zorunlulukla degil de, özgürce ya-
titreme benzeri zorunlu davranışların ratmıştır; evren, iyiden ve iyilik ama-
tümüyle irade dışı olmasına karşılık, cıyla çıkmıştır.
deger yargılarma konu olan eylemler irfan. İslam felsefesi ya da düşüncesinde,
iradi seçimin sonucu olan eylemlerdir. Tann'yı ve Tanrı'nın sıfatiamu bilmeye
İnsan için özgürlük daha ziyade, bu iki yarayan tüm yollar için kullanılan terim.
eylem l"ürü arasındaki farklılıgın bilin- Bu yollar, iki başlık altmda toplanır: ı
cinde olmaktan meydana gelir. Bilim adamlanna, bilginiere özgü olan
iradi [İng. voluntary; Fr. volontaire]. ı Ge- ve sonuçtan nedene, eylemden sıfata ve
nel olarak iradeyle ilgili olan; 2 zorla- sıfattan öze geçmeye yarayan istidl§l ya
ınanın eseri olmayıp, iradeye baglı bu- da çıkarım yolu. 2 Evliyaya özgü olan,
lunan, istemli olan, isteyerek yapılan i- ve gönülü temizlemekten ve gönülden
çin kullanılan niteleme. madde ve dünya sevgisini atmaktan
Bu baglamda, ömegin iradeden kay- oluşan iç temizligi yolu. İrfan, tasavvuf
nakJanan, iradenin sonucu olan eylem geleneginde, ayrıca kişinin 'kendisini
tarzına; öznenin gerçek arzu, istek ve ni- bilmesi' olarak tanımlanır.
yetlerine aykın bir biçimde gerçekleşen irfaniye. Batı ya da Hristiyan düşünce ge-
ve dıştan gelen bir zorlamanın eseri lenegindeki gnostisizmin İslam dünya-
olan eylem tarzından farklı olarak,. arzu, sındaki versiyonu; kişinin tannsal dün-
istek, düşünce ya da motif türünden yarun tüm gizleri hakkında tam ve
içsel bir olay ya da belli bir bilinç Mlinin gerçek bir bilgiye sahip olabilecegini öne
yol açtıgı, niyetli, amaçlı ve kendi kendi- süren din görüşü.
sini belirleyen eyleme iriidi ~lem adı ve- irrasyonalim [İng. irrationalism; Fr. irrati-
rilir. Bilerek isteyerek yapılan ve başka onalisme; Al. irrationalismus]. Aydınlan­
türlü de gerçekleştirilebilecegi halde, ma ve 19. yüzyıl takılcılıgının, dünya-
eylemi gerçekleştiren kişinin seçmiş ol- . run rasyonel ya da uyumlu bir bütün
dugu tarzda yapılan ve kişiye sorumlu- oldugu, insan aklının bu uyumlu bütü-
luk yükleyen iıidi eylem her zaman bir nü kavramaya yetili oldugu, dünyanın
yargı, bir karar tarafından başlatılır. yapı ve işleyişini açıga çıkaracak olan,
lreneos. 126 yılında dogup, 202 yılmda başkalarına aktarılabilir ve ögretilebilir
din şehitligi mertebesine yükselmiş o- olan yöntemler bulundugu, insan top-
lan Hristiyan apolojisti. lumunun gelişmesinde, bu yöntemlerle
Gnostikler için kaleme aldıgı Sapkınlara kazanılan bilgiden yararlanılabilecegi,
Karşı adlı eserinde, varolan he~yi ya- insarun özü itibariyle makCil ve ilerle-
rat~ olan tek bir Tann'nm var oldu~­ meye açık bir varlık oldugu ve insanın
nu, gökyüzü ve yeryüzünün tek bir Yara- potansiyel güçlerinin, bilgisizliginin or-
heısının bulundugunu öne süren Aziz tadan kaldırılması ve adalet ilkelerine
ireneos, Tann'nın varoluşunu karutlar- dayanan kuruıniann yaratılması ı;ure­
ken, düzen ve amaç kanıbndan başka, tiyle hayata geçirilebilecegi görüşlerine
ortak onay kanıbndan yararlanmışbr. karşı çıkan felsefi tavır.
Ortaçag felsefesini meydana getiren Düşünce tarihinde ortaya çıkmış olan
kimi konulan ilk kez olarak ortaya ko- üç ayrı irrasyonalizmden söz edilebilir:
yan Aziz İreneos, yaratma konusunu ele Bunlardan birincisi olan ı ontolojilc irras-
alan ilk Kilise babasıdır. Buna göre, yonalizm özellikle ünlü Alman filozofu
Tanrı, dünyayı, tgnostiklerin t Anaksa- tSchopenhauer tarafından öne sürül-
goras, tEmpedokles, tPlaton ve tAristo- müştür. Buna göre, söz konusu ontelo-
teles gibi Yunan düşünüderinden hare- jik irrasyonalizm, dünyanın bir anlam
ketle iddia ettikleri gibi, ezeli olan mad- ya da amaçtan yoksun oldugunu, dün-
deye şekil vermek suretiyle degil de, yanın iyi bir teleolojik ilke tarafından
lskoç Aydınlanması 473

yönetilmedigini, belirli rasyonel katego- durumunun saçmahgına işaret eden Ki-


rilerin cisiınleşmesi olmadıgını, dünya- erkegaard ve hiç kuşku yok ki, Nietzs-
nın merkezinde akla ve degere karşıt che'dir.
olan, bilinçdışı kör bir gücün, yani ira- iiTealizm [İng. irrealism; Fr. irrealisme]. 1
denin bulundugunu savunur. Nesnel bir gerçeklik, zihinden bagımsız
2 Epistemolojik irrasyonaliznı ise, gerçek- bir varlık düşüncesini reddeden akım
ligin anlamdan yoksun oldugu tezine veya tavır. Nesnel gerçeklik düşüncesi­
koşut olarak, doganın bilimsel yöntem- ni yadsıyan çok sayıda akun olmakla
lerle kavranamayacagını, gerçeklige an- birlikte, irrealizm teriminin bu anlamda
cak ve ancak sezgi yoluyla nüfuz edile- kullanımı oldukça yeni olmak duru-
bilecegini dile getirir. Akıl yoluyla kaza- mundadır.
nılan bilginin şematik, soyut ve yetersiz 2 Belli bir nesne ya da özellik türünün
oldugunu, nesnelerle dogrudan ve ya- gerçek oldugunu, gerçekten varoldugu-
km bir temas kuramadıgııu, gerçekligin nu öne süren görüşü yadsıyan teori. Bu
özünü veremedigini savunan epistemo- baglamda, ahldki irrealiznı ahlak[ özellik
lojik irrasyonalizm, rasyonel bilginin ye- ya da niteliklerin varoluşunu veya ger-
rine tam ve kesin olduguna inandıgı ve çekligini yadsır.
akıl dışındaki başka yollardan kazanıl­ isbatü'l bari. İslam felsefesinde Tanrı ya
mış bir bilgiyi geçirmeye çalışır. da Yaratıcırun varoluşunu karutlama fa-
Sonuncu irrasyonalizm türü ise, 3 alılrVct aliyeti için kullarolan deyim.
irrasyonaliznıdir. Bu görüş, kendilerini İslam düşünürleri bu konuda, eşdeyiş­
yabancı ve anlamdan yoksun bir dünya- le Tann'run varoluşunu ispatlama söz
da bulan insan varlıklanrun, şu aru ya konusu oldugunda, Bab'daki düşünür­
da şimdiyi yaşamalan, içgüdü ya da tut· lerle tam bir uyum içinde üç ayn Tanrı
kulanna uygun bir hayat sü.rdünneleri, karutıru, yani kozrnolojik kaıutı, teleolo-
gerektiginde anarşik davranışlara kal- jik kanıtı ve ontolojik kanıtı kullanmış­
kışmaları, çıkar gözehneyen bir sanat fa- lardır. Bununla birlikte, İslam filozoflan,
aliyeti içinde olmaları gerektigini, kısa­ daha çok kozmolojik kanıh kullanıp, bu
cası akıldışı ve anlamdan yoksun bir karubn farklı versiyonlanru öne sür-
dünyaya verilecek en akıllıca tepkinin, müşlerdir.
akıldışı bir biçimde eylemek oldugunu lskenderiye Okulu [İng. Alaımdrian Scho-
iddia eder. İnsan davranışuun akıl tara- ol; Fr. Ecol.e d' Ala.cmdrie]. Milattan sonra
fından yönlendirilınedigini ya da yön- üçüncü yüzyılın başlannda kurulup,
lendirilmemek durumunda oldugunu kentin Araplann eline geçti& 642 yılına
savunan ahlaki irrasyonalizmin. insan dek olan dönemde, İskenderiye'de orta-
davranışının, aklın yönetimi ve yolgös- ya çıkan ve seçmeci, gizemd e&limler
teric:iligi altında olmadıgıru öne süren sergileyen felsefe okulu.
şekline, 3-a) betimkyici irrasyonalizm adı Plotinos'un hocası olan Ammonyas
verilir. Bu tür bir anlayışa en iyi örnek, Sakkas tarahndan kurulmuş olan okula
insanın inancını, düşüncesini ve eyle- datla çok Yeni-Piatoncu felsefe egemen
mini belirleyen etmenlerin bilinçsiz ve olmuşt1;1r.
akıldışı etmenler oldugunu öne süren lskoç Aydınlanması [İng. Scottish enligh-
Freud'dur. tenment]. Avrupa'da 18; yüzyılda yaşa­
Buna karşın, insan davranışırun akıl nan genel t Aydınlaruna hareketinin, is-
tarafından yönlendirilınemesi gerektigi~ koçya'da, biraz da bu ülkede 1707 ve
ni savunan ahlaki irrasyonalizm türü 1830 yıllan arasında gerçekleşen ekono-
ise, 3-b) normatif irrasyonalizm olarak bi- mik gelişmenin sonucu olarak ortaya
linir. Bu tür bir anlayışın en ünlü tem- çıkan yansiması. Söz konusu Aydınlan­
silcileri ise, duygu ve dogal içgüdünün ma hareketinin en önemli iki temsilcisi,
önemini vurgulayan tRousseau, insarun David tHwne ve Adam tSmith'tir. Kuş-
474 İslam felsefesi

kucu bir empirizmi benimseyen bu ha- (Tanrı'nın birligi), Tanrı'nın sıfatları, ka-
reket, teleolojik bir görüşten vazgeçe- za ve kader, ahiret, ruhun ölümsüzlü~1,
rek, Descartesçı doga anlayışının man- ölümden sonra diriliş gibi konu ları işle­
tıksal sonuçlarını çıkarsamışhr. miştir.İslam görüşlerini savunmayı ana
Buna göre, İskoç Aydınlanması, dini ilke edinen kelam, Kuran'ın ayetlerine
vahiy ve felsefi spekülasyon karşısında anlam vermek, Kuran'ı anlamak, temel-
gözlem ve deneyimin önemini vurgula- lendirmek, her türlü İslam dışı inançla
mış, ahiakın gelişimiyle göreciligin ya- mücadele etmek ve İslaınla ilgili anJaş­
rattıgı güçlüklerin üstesinden gelmede mazlıkları çözmek amacı gütmüştür.
toplumsal degişmenin ve toplumsal or- İslam felsefesinin doguşunda, ayrıca
ganizasyonun kaçııulmazlıgına işaret İslamiyelin Şam ve Bagdat'ta, putperest-
etmiştir. Endüstrileşme sürecinin toplu- lik ve Hristiyanlıkla yüzyüze gelişi ve
ma maddi bir yarar sagladıgını savu- bu durumun yol açtıgı gerginlik, Taruı'­
nan hareket, bununla birlikte toplumsal nın evrendeki mutlak kudreti ve bunun.
i1erlemenin bireyin mutluluguna zorun- insanın eylemlerinden sorumlu oluşuyla
lulukla katkı yaptıgı düşüncesinden sa- olan ilgisinin ortaya çıkardıgı ahlaki
kınmıştır. problemler ve nihayet, İslam yaşam gö-
İslam felsefesi [İng. İslaıııic philosophy; Fr. rüşünün birligini koruma zorunlulugu
plıilosopfıie islamique; Al. lslamisch plıilo­ problemi etkili olmuştur. Bu karmaşık
soplıie]. Kaynaklarını Hint, İran ve Yu- problemlere ilişkin tartışma, İslamın
nan Uygarlıklarından alan ve İslam Uy- kendi sınırlan içinde yedinci yüzyılın
garlıgına mensup olan ülkelerde, özellik- ortalannda başlamıştır. Bu problemie-
le 8. ve 12. yüzyıllar arasında gerçekleş­ rin çözümü, tartışmaların bir sonuca
tirilmiş olan her türlü felsefi faaliyete baglanması için, Kuran, Hadis, Kelam ve
verilen ortak ad. Tefsire ek olarak, felsefi kavram ve yön-
İslam felsefesi, İlkçag Yunan felsefesiyle temlere gerek duyulmuştur. Söz konusu
Hristiyan Ortaçag ve özellikle de mo- kavram ve yöntemleri ise, İslam felsefesi-
dem Avrupa felsefesi arasında bir köp- ne, İlkçag Yunan felsefesi saglamıştır.
rü olma işlevi yerine getirmiştir. Birçok İslam filozoflan İlkçag felsefesini, önce
düşünürün katkı yaptıgı İslam felsefesi- tek elden, M.S. DI. yüzyılda İskenderi­
nin doguşunda, herşeyden önce müs- ye'de do~uş ve sonradan Bahya göç-
lümanların bu dünyadaki yaşamlarını müş olan Yeni-Platoncu +Piotinos'un e-
düzenleyen ve kurala baglayan, ahiret serlerinden ögrerunişlerdir. İslam filo-
alemi için de rehber olan Kuran'ın indi- zofları, Plotinos araolıgıyla, Yunan ve
riimiş olınası etkili olmuştur. Kuran'ın Latin felsefelerini tarumışlardır. Daha
bu niteligi, Kuran'ın yazılması, okunma- sonra da, o zamanlar bilinen bütün İlk­
sı, anlaşılması, yabancı dilleri, dinleri ve çag filozoflarını kendi dillerinde oku-
uluslan araştırma, Tann ve evren üzeri- mak için, Yunanca ögrenmişler ve Yu-
ne bilgi edinme sonucunu dogurmuş­ nanlı filozofların eserlerini Arapçaya
tur. çevirmişlerdir.
Yine, Kuran'ı okumak ve anlamaktan Buna göre, islam felsefesinin ilk kayna-
dogan düşünce ayrılıkiarına sımsıkı gı Yunan filozoflandır. İslam felsefesi-
bagh olan kelamın kaynagında da Ku- nin ikinci büyük kaynagı ise, Hint, İran,
ran, ve Hz. Muhammed'in degişik olay- ~ezopotamya ve Mısır'dır. İran ve
lar ve problemler karşısında inananları Hint'ten gelen dinle kanşık felsefi eser-
aydutlatmak, Kuran'ın bazı ayetlerini ler, Hint'ten gelen Brahman ve Buda
daha açık bir dille anJatmak için söyledi- dinleri, Rig-veda, Kelile ve Dimne gibi
gi sözler bütünü oluşturan hadisler var- dini-ahlaki eserler, İran'dan gelen Zer-
dır. Hicretin ilk yüzyıluun soruarına düşt ve Mazdaizm dinleri ile Zend-
dogru ortaya çıkan kelam, itikat, tevhid Avesta gibi yan dini yan ahlaki eserler,
Islam felsefesi 475

lvlezopotaınya'dan asıronoınİ ve mate- !angıcı vardır ve o er geç yok olacaktır.


matik, Mısır'dan zamanın tıpla ilgili Tanrı'dan türemiştir, yani evren Tan-
kültür ürünleri yeni gelişmekte olan rı'run sonsuz bir 'zuhur' alarudır. Evre-
Islam düşüncesi için önemli bir kaynak nin yetkinligi Tanrı'run yüceligini, yara-
olmuştur. tıcı gücünün enginligini gösterir. Tanrı
Islam felsefesi, genel nitelikleri itibariy- 'kadim' oldugundan yaratılan evren
le kavrama bir nitelik arzeder ve dene- 'hadis'tir, yani sonradan varolmuştur.
yimden çok d üşünceye, du yu verileri Tanrı'nın ilahiiradesi geregi, yaratış ey-
yerine akıl ilkeleriyle mantık kurallarına lemi, kaçınılmaz bir zorunluluk olarak
dayanır ve içinde yaşanılan dünya yeri- ortaya çıkar. Başka bir deyişle, Tan-
ne, ölümden sonraki dünya ile ilgilenir. rı'nın varlıgı yaratmayı, ve dolayısıyla
İşledil!i konuları Kuran'dan, hadisler- evreni gerekli kılar.
den, fslam dininin ortaya koydugu te- İslam felsefesi, evrenin yaratılışıyla il-
mel inançlardan seçen İslam felsefesinin gili olarak, üç ayrı görüş öne sürer: 1
gerçek amacı felsefeyle, özellikle Platon, Yaratma eylemi bir kez olmuştur. Tanrı
Aristoteles ve Plotinos'un felsefeleriyle her olayı yeniden yaratmaz. 2 Evren, sü-
dinin ilkelerini uzlaştırmak, dinle felse- rekli bir yaratılma eylemi içindedir, her
oluş, sonradan ortaya çıkan her olay,
fe arasında içten bir baglantı kurmak,
dinin konularını felsefe görüşleriyle yeni baştan ve Tanrı tarafından yaratıl­
uzlaştırmak olmuştur. İslam felsefesi maktadır. Yaratma bir kez olup biten bir
şey olmayıp, süreklidir. 3 Evren kadim-
inanca dayanan bir felsefe olup, onun
birleştirici, inançla akıl arasındaki ayrı­
dir, yaratılmamıştır, dolayısıyla Tanrı
lıgı, dinin lehine olacak şekilde giderici
ile eş zamanlıdır. Tanrı ile bir oluş
akımı içindedir. Evrenin kendi yasaları,
bir niteligi vardır. Insanı da konu edin-
mekle birlikte, etkilendigi Platon felsefe- kendi kuralları vardır. Her olay kendi
sine uygun olarak, insaru maddi yanın­ özü geregi, bagımsız bir kurala göre or-
taya çıkar.
dan sıyırır ve insanın gerçek bileşeni
İslam felsefesi genel olarak ruhun.. in-
olarak, yalnızca ruhu görür.
sandan önce yaratılmış oldugunu, ve
İslam felsefesinin belli başlı konuları
bedene sonradan girdigini savunur.
arasında, herşeyden önce Tann vardır.
Ruh. bedende bagırnsız bir töz olarak
Başka bir deyişle, Islam felsefesinin ko-
varolur. İnsan öldügü zaman ölmez. Ö-
nuları, en yüce vadık olan Tanrı'dan baş­
lüm, yalnızca ruhun bedenden ayrılma­
layarak, insana ve maddeye kadar inen sı, geldigi tannsal kaynaga geri dönme-
bir varlıklar dizisinden oluşur. Varlık sidir. İnsan varlıgı, ruhun özünü bile-
türlerinin en yüksek noktasında Tanrı mez, yalruzca ruhun dışa vuran ey-
vardır. Tann, özü bakımından bütün ola-
lemlerini düşünür ve yorumlar. Ruhun
rak bilinemez olan varlıktır; Tann'run maadeyle en küçük bir ilgisi yoktur. In-
'zat'ı aklın. bilgi gücünün, anlama yetisi·
sanda bilmeyi, düşünmeyi, canlılıgı,
nin sırurlarını kesinlikle aşar. Tanrı'nın insan efarak eylemde bulunmayı sagla-
'zat'ı bilinemese de, nitelikleri araştır­
yan ruhtur. Insan varlıgının ikinci bile-
ma konusu olabilir. Buna göre, Tanrı şeni, ruhtan sonra yaratılmış ve geçici
'kadim' etir, tüm varlık türlerinden önce- olan, yok olup giden bedendir.lslam fel-
dir. Onun başlangıcı ve sonu yoktur; sefesinin tüm düşünürlerine göre, bede-
Tanrı en olgun, en yetkin varlıktır. Yara- nin duyular adı verilen degişik nitelikte
tıodır, ezeli ve ebedidir. Tanrı herşeyi yetenekleri vardır. Bununla birlikte, du-
bilir, hefleyi görür ve herşeyi duyar. yular yalnızca ruhun yardımıyla iş gö-
O'nun bütün bu nitelikleri, ilahi sıfatları rebilir. Bedene canlılık veren ruh, duyu-
ancak, akıl yoluyla anlaşılabilir. Iann çalışmasını, algı gücünün geliş­
Evren, Islam felsefesine göre, Tanrı'nın mesini saglar. Insanda, Tanrı'run ona
eseridir, yaratılmıştır. Evrenin bir baş- verdigö bir ctizi irade vardır.
476 islami bilimler

Akıl ve irade gibi yetiler, insana İslam felsefesinin başlıca akımları şun­
Tanrı'nın birer armagaru olup, tanrısal lardır: I Platon ve Aristoteies'ten etkilen-
bir yapı sergilerler. İnsan aklının üç ayrı ıniş olan akılcılar ya da El-Kindr, Farabi
başansı vardır: 1 İnanmak, 2 bilmek ve ve İbni Sina'dan oluşan Meşşallcr. ll
3 düşünmek. İnsan taşıdıgı bu güçler İbni Bacce ve İbni Rüşd'den oluşan ve
yüzünden inanan, inanmayı bilen bir Meşşai felsefesinin Endülüs'teki deva-
varlı.kbr. İnsan 'özgür irade'nin taşıyıcı­ mı olarak nitelenebilecek akım. lll Mu-
sı oldugundan, eylemlerinden dolayı, tezile filozoflan, Nasiruddin Tus'i, Şerif
Tanrı karşısında sorumludur. Tanrı, ev- Curcani gibi filozoflardan oluşan akılcı
reni yarattıktan sonra, insanı tüm ey- din felsefesi. IV Maddiyun ya da dehri-
lemlerinde bagımsaz bırakmıştır. Eylem yun veya eski Anadolu'nun dogaa ve
bagımsız bir 'irade'nin yönetimi altında atomcu filozoflanna dayanan, onlann
ortaya çaktıgı için, gerçek fail olan in- yolundan giden, dünyanın ya da mad-
sanda sorumluluk vardır. Bu nedenle, denin gerçek oldugunu, varlık kavramı
insan Tanrı kat.ın.da, 'yaphklarınm hesa- albnda toplanan herşeyin maddeden
bını vermek' zorundadır. türedi~ni, evrenin yarahlmadıgıru ileri
İslam felsefesinde, filozoflar bu konuda süren, maddenin daşında kalan herşeyi
ooye ayrılmaktadırlar. Bir grup filozoia reddeden madded ve deneyciler.
göre, her 'fiilin mutlak faili Tann oldu- V Tüm dogrulann ancak sezgi yoluyla
gundan', insan yaptıklanndan ya da ey- bilinebilecegini, sezginin akJı, deneyi,
lemlerinden sorumlu degildir. Çünkü, duyu verilerini her zaman aştıgıru sa-
'herşey Tann'dan gelir', insaıun 'irade'si vunan İşrakiyun. Şahabettin Suhreverdi
kendi elinde degildir, ve insan bagunsız ve İbni Tufeyl gibi filozoflarca temsil
bir varlık olmadıgı için, sorumlulugu edilen bu akım, daha çok Yeni-Platon-
da yoktur. Buna karşın, ikinci grup filo- culuk, mazdeizm ve Platon'un o zaman-
zofa göre, insan tüm davranış ve eylem- lar bilinen eserlerinin etkisinde kalrruş
lerinde 'bagunsız'dır. Tanrı herşeyi bil- ve felsefeyle tasavvuf arasmda bir orta
digi için, 'bagımsız' bir 'irade'si olan yol bulmaya çalışmtştır. VI Aşkı, ilahi
i.İ1sarun ne yapacagmı da önceden bilir. sevgiyi her şeyin üstünde gören, haki-
'Takdir', yapılacak olaniann 'önceden' kate ancak aşk ile ulaşalabilecegini sa-
bilinmesi yüzündendir. Tanrı 'takdir et- vunan tasavvuf felsefesi. VII Meşşai
tigi için, insan eylemde bulunmaz', insa- felsefesiyle Kelamın çatışmasını temsil
nın nasıl eylemde bulunup davranacagı eden Gazaif ve VIII İbni Haldun gibi ba-
'önceden' Tanrı tarafından bilindigi için, gımsız filozoflar.
'takdir' edilmiştir. 'Takdir', gerçekleşti­ islami bilimler [İng. islamic sciences; Fr.
rilecek olan davranışın sırurlandınlınası scienus islamiques]. Bilimleri dünyevl bi-
degil, bilinmesi sonucudur. Bu bakun- limler ve dini bilimler diye ikiye ayıran,
dan insan tüm eylemlerinden sorumlu- dünyevi bilimlerin yeryüzünü, yeryü-
dur. zünde yaşayan canlı ve cansız varlıkJan,
İslam felsefesine göre, bu dünya geçid- dogal olay lan, gök dsimlerini ve gökteki
dir. Ruh, geldigiyerde dönecektir, onun olaylan her yönüyle konu aldıpnı dile
için sonsuz yaşam imkarn vardır. Her getiren İslamiyette, dini bilimler.
insanın, dünyadaki eylemlerine göre, öte Söz konusu dini bilimler tefsir, hadis,
dünyada görecegi bir ka~Şılık vardır. hkıh ve kelamdır. Bunlardan tefsir,
İyilik yapanlar, hayır işleyenler mutlu- Kur'an'an metnini ele alarak gizli anlam-
luk, kötülük yapanlar da ceza görecektir- Ian ortaya çıhnnaya çalışır. Hadis ise,
ler. Tanrı adil oldu~u için, her işin, her Peygamber'in sözleri ile eylemlerin ak-
eylemin karşılıgıru verecektir. İnsan, taran bilgileri derleyen ve sınıflandara­
özgür iradesi ile 'hayr' ve 'şer' den birini rak inceleyen bilime karşıhk gelirken,
seçmek zorundadır. fıkıh Kuran ve hadislerdeki yasal hü-
işlemsel kurallar olarak yasa görüşü 4n

küınleri temele alan İslam hukukudur. aşırı ih tisaslaşmayı ifade etmek ıçın
Buna karşılık, kelam İslam inancının il- kullanmıştır. O, her bir işçinin işin bir
kelerini akıl temeline oturtmaya, açıkla­ bölümünü aynı anda yaptı~ı işbölümü­
ınayı amaçlayan bilimdir. nü eme~in verimlili~ini arttırdı~ı, aynı
ispat [İng. proof; Fr. preuve; Al. beweis, basit işi sonsuzca tekrarlayacak olan iş­
probe]. Hem mantıksal ilişkiye dayanan çinin maharet ve becerisini yükseltece~i,
kanıtlama ve hem da nedensel ilişkiye v. b. g., gerekçesiyle savunmuştur.
dayanan tanıtlaına için kullanılan genel İşbölümüne, toplumsal çatışınaya yol
bir terim olarak, bir dogrunun do~rulu­ açtı~ı, sınıfsal eşitsizlik, özel mülkiyet
~unu gösterme ya da bir olgunun belli ve yabancılaşmanın kayna~ı oldu~u ve
bir nedensel ilişkinin ifadesi, genel bir insani yaratıcılı~ı yok etti~i gerekçesiyle
yasanın özel hAli oldu~unu ortaya başlangıçta karşı çıkan +Marks, daha
koyına işlemi. , sonra sınıf ve işbölümünün ayrı feno-
isliare [İng. allegory; Fr. alMgorie; A 1. alle- menler oldu~nu söyleyerek, işbölümü­
gorie]. Somut sembolizm. ı Benzetmede, nün endüstri toplumunun bir gere~i ol-
benzetıneyi meydana getiren iki ö~eden,
dugunu ve sosyalist toplwnda da devaın
benzeyen ve benzetilenden birinin söy- edece~ini söylemiştir.
lemnemesi ile yapılan e~retileme türü. 2 İşbölümünün ikinci türü, 2 toplumsal
Görünüşteki anlamına ek olarak, bir de
işbölümü olup, bir bütün olarak toplum-
ahla.kr, politik veya manevf bir mesaj ak- daki farkhlaşınayı gösterir. Sosyolojinin
tarma amaa güden öykü, anlatı. kurucusu olarak görülen +Comte, işte bu
istidlal. İslam düşüncesinde genel olarak çerçeve içinde, işbölümünün, bireyler
akılyürütmeye, fakat daha özel olarak
arasındaki karşılık ba~unlıhk ilişkilerini
da somut olgu ya da sonuçlardan onla-
arthrmak suretiyle toplumsal dayanış­
rm nedenlerini çıkarsayan akılyürütme
maya arttınrken, bir yandan da toplum-
tarzı.
da bölümneye yol açabilece~ni söyle-
Bu ba~lamda, aynı İslam mantı~ ya da
miştir. İşbölümünün üçüncü türü ise, 3
düşüncesinde tümevanma, yani tikel
işin kadın ve erkek cinsine göre bölüm-
dunun ya da örneklere ilişkin gözlem
yoluyla genel ya da tümel bir sonuca lenmesinden, rollerle faaliyetlerin kadın
ulaşma işlemine istikra adı verilir. Aynı
ve erkeklere göre farki ılaştınlmasından
oluşur.
gelenekte, gerçek ya da bilimsel türneva-
rım için gerekli olan koşullan sa~lama­ i~lemsel tanım [İng. operational definition;
yan eksik tümevanma ise, istikra 'ün nakıs Fr. d~finition op~rationnel]. Bir terim ya da
adı verilmiştir. sözcü~ü, o terim ya da sözcü~ün sem-
iş bölümü [Os. taksimi am81; İng. division bolik olarak içerdi~i ve yerine getirildi-
of labor; Fr. di'Dision du travail; Al. arbeits- ~inde, onun anlamı olma işlevi gören
teilung]. Üretimin, emek ya da işin tek- işlemler, faaliyetler ya da eylemler ara-
nik, toplumsal ve cinsel bir çerçeve için- cıh~ıyla tanımlayan, tanımlanan şeyi
de bölümlerunesi ya da farklılaşması meydana getiren işlemleri temele alan
durumu. tanım türü.
Buna göre, iş bölümü deyimi üç farklı işlemsel kurallar olarak yasa görüşü [İng.
şekilde kullanılmıştır. Bunlardan birin- laws as procedural rules]. Fizikidünyada-
cisi, ı işin teknik bir çerçeve içinde bö- ki düzenlilikleri betimledi~ine inanılan
lünmesi olup, do~rudan do~ruya üre- bilimsel yasaların, birtakım olaylardan
tim sürecine işaret eder. Onsekizinci başka olaylan, ya da olaylarla ilgili öner-
yüzyıl iktisatçısı A. +Smith terimi, üre- melerden di~er olaylarla ilgili önermelen
tim sürecindeki uzmanlaşmayı, işi ayrı çıkarsamayı olanaklı kılan kurallardan
işçiler tarafından gerçekleştirilen sınırlı başka hiçbir şey olmadı~ını savunan bi-
işlemlere bölme tavnnın sonucu olan limsel yasa görüşü. ·
478 işlerlik

işlerlik [İng. peıfonnativity; Fr. performati- temel istek ya da arzularla ilgili olan
vite]. Tüın yargılarm sonuca, pragmatik parçası.

işleyişe, verimlilige, etkinlige, başarı ittihad. İslam felsefesinde birlik, birleş·


ve kapasiteye bakılarak verilmesi gerek- me için kuJianılan terim.
tigini söyleyen modern ölçüt. Buna göre, bir çiftin terim ya da parça-
Bu baglamda, en az girdiyle en yüksek larıyla diger çiftin terim ya da parçalan
çıktıyı saglama, en az emek ya da mali- arasındaki oran ayruysa, buna İslam fel-
yetle ınüınkün en yüksek faydayı, etkin- sefesinde bagınb yoluyla birlik anlamı­
ligi saglama ve böylelikle de hakikati et· na gelecek şekilde, ittilıad ft'l iı:ııfe adı
kinlige eşitleme ilkesine işlerlik ilkesi adı verilmiştir. Buna karşın, at ve insanın
verilir. aynı hayvan cinsinin üyesi olması örne-
iş~akiye. 12. yüzyılda yaşamış olan ginde oldugu gibi, iki ya da daha fazla
Islam düşünürü Şehabettin Sühreverdi şeyin aynı cinsin üyesi olması duru·
taratmdan kurulmuş olan ve temel ög- munda, buna da cins yoluyla birlik anla·
retileri açısından seçıneci bir nitelik ar- ınında ittihad ji'l cins adı verilmiştir.
zeden felsefe sistemi. Yine iki ya da daha fazla şeyin ortak
Kaynagmı Aristoteles'ten alan, insaru bir özellige sahip olmaları durumunda,
bir akıl varlıgı olarak görüp, mantıksal oluşan birlige, İslam felsefesinde, özel-
akıly.iirütme yoluyla gerçekligin özüne lik yoluyla birlik anlamında ittihad fi'l
nüfuz edebilecegini, duyutarla gelen hassa, iki ya da daha fazla şeyin aynı
malzemenin aklm kurallarına göre bi- miktardan olması durumunda, ortaya
çiınlendigi zaman, genel geçerliligi olan çıkan birlige nicelik bakımmdan birlik
bir bilgiye erişebilecegini savunan Meş­ anlammda ittihad fi'l kemm adı veril-
şai Okuluna karşı çıkan İşrakiye, akim miştir. Buna mukabil, iki şey aynı nite·
insanı belli bir sırura kadar götürdügü- Hge sahip olursa eger, ortaya çıkan bir-
nü, akhn yalnızca bir ölçü olup, kavra- lik ittihad fi'l keyf, buna karşın iki ya da
ma gücünün suurh oldugunu, genel ge- daha fazla şeyin ayru türün üyesi olma-
çerligi olan dogruların akim ötesinde sı durwnunda oluşan birlik ise, tür yo-
kaldıguu savunarak, onun yerine sezgi- luyla birük anlamında ittiluJd fi'l nev
yi geçirir. Buna göre, gerçekligin özüne adını almıştır. Nihayet, iki ya da daha
ulaşmanın, ilahi hakikatleri kavramarun fazla yüklemin bir önermede aynı özne-
tek yolu sezgidir. ye yüklenmesi durumunda meydana
Evrende yer alan tüm varlıklann aydın­ gelen birlige, İslam felsefesinde ittihad
lık ve karanlık gibi iki ayn nitelik taşıdı­ fi'l mevzuu adı verilmiştir.
gını, evrendeki bu ışık ve aydınlığın itlci [İng. drive; Fr. bt!$0in, instinct). Kalıcı
kaynaguun Tann oldugunu savunan Iş­ organik güdülerunelere, insan davraıu­
rakiye anlayışına göre, Tanrı nurül envar- şını hareket geçiren, düzenleyen koşul­
dar, yani nu.rlann nurudur. Varlık ya da lara, insanı hiçbir bilinçli çaba gerektir-
varoluş Tann'dan,. nuriann nurundan meden eyleme iten güçlere verilen ad.
aşagı dogru gerçekleşen bir türümün so· Örnek olarak yeme, içme, uywna, yo-
nucu olarak ortaya çıkar. Varlık açısın· rulunca dinlerune, dinienince faaliyete
dan, zorunlu olan tek varlık,. Tann'dır; geçmeyi verebileceğimiz itlciler meta bo·
yalnızca O, kendi kendisiyle vardır. Geri Uzmanın içinde bulundugu koşullara
kalan he11ey Tann'y.a işaret ebnekte baglı oldugundan, tüm toplumlardaki
olup, O'nu gerektirir. l.nsa.n, söz konusu insanlara ve bu arada birçok hayvana
bu nuru, sezgi yoluyla kavrar. . ortakhr.
iştiha [İng. appetite; Fr. a~tit). Insan ru- iyi [İng. good; Fr. bien; Al. gut]. Arzunun,
hunun, insanın bir bütün olarak varlıgı­ degerin nesnesi olan, rasyonel iradenin
nı sürdürebitmesi için şu ya da bu ölçü- degerli buldutıJ, irade tarafından iste·
ler içinde tabnin etmek durumunda nen, arzu edilen şey. İnsan iradesinin
oldugu, yeme, içme, cinsellik türünden akla dayalı bir seçim sonucunda deger
. iyi <09

verdigi, ihtiyaçlanmızı karşılayan, öz- Bununla birlikte, iyi, zorunlu olarak, in-
lemlerimize uygun düşen şey. Kendi- sanların ihtiyaç duyduklarını ve dolayı­
mizi bir insan varlıgı olarak tam anla- sıyla da arzu ettiklerini düşündükleri
mıyla gerçekleştirmeınize hizmet eden, şey degildir. İnsanlar, Sokrates'e göre,
ait oldugumuz topluluk için yararlı ve gerçek ihtiyaçlannın neler oldugu konu-
degerli olan şey. sunda yanılgıya düşebilider ve gerçekte
Farklı tyi türlerinden söz edilebilir: 1 eksikligini duymadıklan bir şeyin, ken-
Buna göre, bir şey, kendisindeki temel dileri için nötr ya da hatta zararlı olan
bir özelhkten, onu degerli ya da arzu bir şeyin peşinden koşabilirler. İyi, in-
edilir bir şey olarak görmemize imkan sanların kendisine ihtiyaç duyduklaruıı
veren özsel bir nitelikten dolayı iyi oldu- düşündükleri şey olmayıp, bil incinde
gunda, asli olarak bizzat kendi başına olsunlar ya da olmasınlar, dogaları gere-
iyidir. Bu anlamda iyi, kendinde ve ken- . gi, gerçekten ihtiyaç duydukları, insan-
disi için arzu edilen ya da deger verilen lara dogal olarak ait olan ve kendisine
şeydir, bizzat k~ndisinden dolayı amaç- sahip oldukları takdirde, insanları ta-
lanan hedeftir (asli iyi). mamlayacak olan bir şeydir.
2 İkinci olarak, bir şey, kendisi için ve Şu halde, Sokrates için iyiyi belirleyen
kendisinden dolayı degil de, dogurdu- şey, uzlaşım degil de, insan dogasıdır.
gu yararlı sonuçlardan dolayı iyidir. O Buna göre, iyi, insanın dogasıru gerçek-
başka bir şey için arzu edilir, ona başka leştirip, onu tamamlayan şeydir ve
bir şey adına deger verilir (arızi iyi). 3 insan degasının tamamlanması, insanın
Yine, bir şey, başka bir iyinin elde edil- kendisine ·özgü potansiyelin gerçekleş­
mesine vesile oldugu için iyidir (araçsal mesi, ona göre, insan yaşamının dogal
iyi).__ hedefidir. Bu hedef ise, mutluluktur. Bu
4 Ote yandan, gerçek anlamda iyi olan çerçeve içinde iyi, yararlı, hayırlı, kişi­
bir bütün ya da faaliyette oynadıgı rol- nin öz çıkanna uygun olan, insanın do-
den, arzu edilen bir şeye dogru gelişen gasını tamamlayıp gerçekleştirerek, in-
bir süreçteki rolünden dolayı iyi olan
sanı mutlu kılan şeydir.
şeylerden söz edilebilir (katkı yapan iyi).
t Aristoteles ise, iyiyi, bir şeyin yerine
S Ve nihayet, bir şey hem asli olarak ve
getirmek durumunda oldugu kendi
hem de arızi olarak iyi olabilir, yani
özel işleviyle tanımlamıştır. Buna göre,
hem kendisi için ve hem de başka bir
bir çekiç, çekiçlerden beklenen işi tam
şey adına, dogurdugu yararlı sonuçlar-
dan dolayı istenir. olarak yerine getiriyorsa eger, iyi bir çe-
Felsefe tarihinde tSokrates, iyiyi mutlu- kiçtir. Iyi bir marangoz, marangoz ola-
lukla özdeşleştirmiştir. O, iyiyi yararlı rak fonksiyonunu, işini en iyi bir biçim-
olanla özdeşleştirdikten sonra, yararlı de yapan sanatkardır. Bununla birlikte,
insanın işi ya da meslegiylc, bir insan
olanı insanın ihtiyaç duydutu, eksikligi-
ni yaşadıgı, insanm bir parçası olan ve olarak etkinligi, insan olmak bakımın­
şimdiye dek tatmin olmadıgı yönlerde
dan sahip olmak durumunda bulundu-
ve eksikli ve ihtiyaç içinde olduttı alan- gu fonksiyon arasında bir ayının yap-
larda, insanı tamamlayan ve gerçekleşti­ mak gerekir.
ren şey olarak tanımlar. Sokrates'e göre, Bundan dolayı, Aristoteles için iyi bir
bir kimsenin ihtiyaç duymadıgı bir şey, hekim olmakla, iyi bir insan olmak aynı
onun için iyi degildir. İnsandaki ihtiyaç- şey degildir. Bir insan iyi bir hekim ola-
lar, istekler ve arzular olmasaydı, dünya- bilir, fakat iyi bir insan olmayabilir ya da
daki hiçbir şey insan için iyi alamayacak- iyi bir insan olabilir, ama iyi bir hekjm
b. Bundan dolayı, Sokrates'te iyi eksiklik olmayabilir. Burada iki ayrı işlev, yani
ve yoksunlugun karşıt kutbuna karşılık onun bir hekim olarak işlevi ya da etkin-
gelir. Buna göre, iyi arzu edilen, eksikli~ ligi yle bir insan olarak işlevi ve etkinligi
duyulan şeydir. söz konusudur.
480 İyi ldeası

Aristoteles'e gör~, insarun yönelmek du- kötülüge baskın çıktıgı ya da çıkacagı


rumunda oldugu iyiyi belirlemek için, görüşü. Varolan herşeyi en iyi, en olum-
insan dogasının ayıncı işlevi ya da faali- lu, en umut verici perspektiften görme,
yetini belirlemek gerekir. Ona göre, iyi degerlendirme tavrı; dünyamızın müm-
insan, bir insan olarak işlevini yerine ge- kün dünyaların en iyisi oldugunu, en
tiren insandır. Bu işlev de, insan ruhu- iyisi olmasa bile, çok yüksek düzeyde iyi
nun faaliyetidir, insanın özünü tam ola- ve iyilik içerdigini, dünyanın gelecekte
rak gerçekleştinnesi, akli yetilerini en daha iyi olacagını, yaşamın iyi ve insa-
yüksek ölçüde geliştirmesidir. İyi, insa- nın geleceginin parlak oldugunu, insan-
nın arzu, istek ve söz konusu arzulann ların kendilerinde ve toplumda söz ko-
tatmin edilmesinin sonucu olan hazlarla nusu olan kötülügü denetleyip engel
ilgili bir şey degildir, çünkü arzular insa- olabilece~ini savunan düşünce tarzı.
nın akıllı, özsel dogasına dayarunazlar. Dünyadaki kötülerle kötülüklerin va-
İyi ldeası [İng. Idea of Good; Fr. Id~e du roluşunu yadsunamakla birlikte, dün-
Bien]. +Piaton'un tüm İdealann üstünde yanın çok kötü ya da mümkün dünya-
olan, İdeaların varlık ve gerçekliginden ların en kötüsü olmadıgını ya da dün-
sorumlu olan ldeaya verdigi ad. yamızın mümkün dünyaların en iyisi ol-
Platon'un Güneşle, Güneşin bu dünya- dugunu, insarun geleceginin karanlık ol-
daki varlıklar için oynadıgı rolle analoji madıgını, yaşanun kendisinin iyi olup,
kurarak anlabnaya çalışbgı İyi İdeası, her haliyle yaşanmaya deger oldugunu
ayru zamanda bilginin de ötesinde oldu- savunan bakış açısı.
gu için, akıl yoluyla, kavramsal bilgiyle izienim [İng. inıpression; Fr. impression;
bilinemez; uzun bir felsefe faaliyetinin ar- Al. eindruck). Dış dünyanın, gerçekligin
dından, bilimlerde ve diyalektikte uz- duyu organlaruruz üzerindeki etkisinin,
manlaşhktan sonra, bir tür sezgiyle biJi- zihindeki yansısı.
nebilinebilir. Yorumlanmamış, dogrudan ve aracı­
iyili~i buyurma, köttilü~ü önleme ilkesi. sız olan bilinç verisi. Dış gerçekligin,
Mutezile'nin temel ilkelerinden biri. dış dünyadaki bir durum ya da olayın
Buna göre, inananlar, mürninler ahlaki insanda bırakhgı etki. Bilinçte ortaya
bir tarzda eyleyerek, gücü yettigince kö- çıkan ve çıkarun ya da yorumun sonucu
tülügü önlemeye, ahllk ilkelerine uy- olmayan duyu-verisi. Dış dünyaya iliş­
gun bir düzenin yaratıası ve koruyucu- kin bilgimizin temelinde bulunan dogru-
su olmaya çalışmalıdırlar. dan, başka bir şeye indirgenemez ilkel
iyilik ilkesi [İng. pr"inciple of good,ıess]. deneyim.
Ahiiki sıfa h herşeyden önce iyi ya da izlenimcilik [İng. impressionism; Fr. imp-
dogru anlamına gelditi için, her ahlak sis- ressionisme; Al. impressionismus]. Sanat
teminin ilk ve temel ilkesi olan ve biz in- alanında, varlıkların ve nesnelerin sta-
sanlardan ideal olarak, iyiligi artbnnamı­ tik ve kavramsal yanını degil de, insan
zı ya da güçlendinnemizi, hiçbir kötülüge zihninde yarattıgı geçici izlenimleri,
neden olmamam.Jzı ve kötülüklerin orta- olayların degişkenligini yakalamayı a-
ya çıkışına engel olmanuzı isteyen ilke. maçlayan genel egilirn. Bir düşünce ya
iyimserlik [İng. optinıism; Fr. optimisme; da görüntünün insanda uyandırdıgı iz-
Al. optinıismus] İyinin ve iyiligin bir lenimleri yansıtmayı amaçlayan sanat
bütün olarak ve uzun vadede kötü ve akımı.
james, William 481

nın yaşamını şimdi ve yakın ge!ecekte


dogrudan etkileyen güç ve eyleme
önem vermiştir. Ona göre, dünyanın
bitip tamamlanmış olan hiçbir yaru yok-
hlr; dünya, onun varlık anlayışına göre,
hiçbir tür içermez ve sürekli bir oluşum
içindedir. Dünya biricik bir varlıktan

J degil, bireylerden, bireysel varlıklardan


oluşur.
James'a göre, tpragınatizın yalnızca bir
yöntemdir. Bir yöntem olarak pragma-
tizm, insan yaşamının bir amacı oldu-
gunu öne sürer. Dünya ve insan üzerine
James, William. 1842 yılında New York'- yeni bilgi ve yorum gebnne iddiasında
ta dogmuş olan ünlü Amerikalı filozof. olan birbirlerine rakip teoriler, yalnızca
Temel eserleri: Pragmatism [Pragma- insan yaşamının amacına göre deger-
tizm), The Meaning of Trutlı [Hakikatin lendirilmelidir. Ona göre, düııya üzerine
Anlamı], The Varieti es of Religous Experi- olan bir teori, insan yaşanuyla ilgili bir-
ence [Dini Deneyimin Çeşitleri]. çok konuyu gözardı ederek kesin sonuç-
Pragmatizmi: Amerika'daki ilk psikoloji lu yanıtiara ulaşıyon;a eger, reddedil-
laboratuvarını oluşturmuş olan James,
melidir. Böyle bir teori kaçmılmaz olarak
dogrulugu ve gerçeklig1 tek yanlı ola- dogmatik bir ögretidir. Pragmatizmin,
rak yalnızca eylemlerin sonuçları ile de-
James'a göre, hiçbir dogması, mutlak hiç-
gerlendiren pragmatizm akımının ku-
bir ögretisi yoktur. O, yaşamın kesin ve
rucusudur. Bu akıma göre, gerçeklik ve
kanıtlanmış olgulannı ön plana çıkara­
dogruluk insanın bakış açısından, zi-
rak, yalruzca yaşamı ölçü alır.
hinsel kanaatlerinden ve dolayısıyla ey-
Bilgi Teorisi: Mutlak ve degişmez bir
lemlerinden bagımsız degildir. Bundan
dolayı, gerçeklik eylemlerin sonuçları,
sonuç öne sürmeyen James, düşüncede
başarıları ve yararlılıklarıyla degerlen-
kendisine hareket noktası olarak sonucu
alır. James'a göre, bilimde, felsefede, teo-
dirilmelidir.
James bir düşüncenin nereden ve nasıl 1ojide hiçbir tanun ya da fonnül kesin,
türediA'ini ya da onun öncüllerinin neler nihaf ve degişmez degildir. İnsan ve
oldugunu sonnak yerine, bu düşünce­ dünyayı konu alan teorilerin anlamlan,
nin sonuçlarını incelemiştir. Onun gö- sadece onların problemleri çözme kapa-
zünde pragmatizm. ilk nesnelerden, il- sitesinde aranmalıdır. Eger, bir teori ya
kelerden, kategorilerden öteye, son da fonnül bir problem çözemiyor, pratik
nesnelere, ürünlere, sonuçlara ve olayla- yaşam için şöyle ya da böyle, şu ya da
ra yönelmek tir. James'a göre, kendisin- bu şekilde bir farklılık yaratmıyorsa, o
den önceki klasik felsefe 'nesne nedir?' teori ya da formülden vazgeçilmelidir.
diye soruyor ve kendisini önemsiz şey­ James'a göre, düşüncenin, teorinin an-
lerde kaybediyord u. Danvin'in evrim te- lamı söz konusu teori ya da düşüncenin
orisi, 'varlıgın kaynagı nedir?' diye so- işe yararlılıgıyla belirlenir. O, yararlıkla
ruyor ve kendisini yıldızlar yıgınında da, yalnızca bireyin maddi ihtiyaçları­
yitiriyordu. nın karşılanmasını degil, aynı zamanda
Oysa, pragmatizm, 'sonuçlar nelerdir?' insanın ve toplumun gelişmesine katkı­
diye sormakta ve düşüncenin yüzünü, da bulunan herşeyi anlahnak ister. Bu
eylem ve gelecege yönelbnektedir. Ni- anlamda din, James'a göre, tümüyle
tekim James, yaşamı dogrudan ilgilen- dogrudur ve din konusunda, dinin ser
diren somut olgulara, eylemlere, insa- nuçlarına bakarak yargıda bulunmak
482 Jameson, Frederic

gerekir. O, dirıin metafizik bir d.e~ere ifadesi de tmode!"ruzmdir. Metalaşma


sahip olup olmadı~uu bilmediğini söy· dinamiklerini sosyal ve kişisel hayatın
ler. Fakat din, James'a göre, her durum- tüm alanianna yayan, çok uluslu kapita-
da yararlı bir varsayımdır. lizmin bütün enformasyon ve bilgilerin
O, bilgi teorisi bakımından empiristtir; bilinçdışı kürelerine sızmış oldu~u geç
yani bilginin kaynağında duyu deneyi- kapitalizmin kültürel ifadesi ise posbno-
nin bulW\du~unu öne sürer. Ona göre, demizmdir.
bilgi, duyu algısının akıl yoluyla işlen­ Jaspers, ıuıt. 1~ 1969 yıllan arasında ya-
mesinden başka hiçbir şey de~ildir ve şamış olan varoluşçu Alman filozofu.
söz konusu işleme faaliyeti için karşı­ Felsefeye tıp alanından, psikopatoloji
laştırma ve ayırdetme yetilerinden faz- yoluyla geçmiş olan Jaspers, bilimsel bir
lasına gerek duyulmaz. Eşyayı, nesnele- disiplinde yetişmemiş ya da bilimsel
ri anlamak, onlann ne olduklarını merak ve ilgilerini canlı tutmayı başara­
bilmek demektir. BW\u ise, ruhun cisim- mayan bir filozofun kaçınılmaz olarak
Jerle, gerçeklikle ilk ve dolaysız teması birtakım yaniışiara düşece~ini öne sür-
olan canlı deneyim, tecrübe sa~lar. Saf müştür. Ona göre, yanlışların en büyü-
olarak bilgi denilen ürün sonradan gelir ~ü, ya tDescartes'ın yaptı~ı gibi, bilim
ve bu canlı temas üzerine kurulur. Bilgi, ve felsefenin özdeş oldu~unu düşün­
ruhun deneyim üzerine, beş duyu yo- mek ya da tHusserl'in yaptı~ı gibi, fel-
luyla sa~lanan verilere göre yaph~ı bir sefenin bilime dönüşebilece~ini düşün­
çalışmanın ürünüdür. mektir. O, bilim kisvesi altında belli bir
Jameson, Frederic. Marksizm veya Mark- dünya görüşü öne sürdükleri gerekçe-
sist eleştiriyle postmodernizm arasında siyle tMarks ve tFreud'a da şiddetle
ba~ kuran, tpostmodernizm ve postya- karşı çıJ<mıştır. tDarwin'e de nesnel bir
pısalcıh~ın katkılarıyla zenginleştiril­ biçimde ve hoşgörüyle yaklaşamayan
miş bir Marksist kültür teorisi gelişti­ Jaspers'e göre, felsefe tek tek bilimlerin
ren ça~daş düşünür. Temel eserleri: bir toplamı de~ildir. Çünkü bilimlerin
Marxism and Form [Marksizm ve Biçim], nesnel oldu~u yerde, felsefe öznel ve ki-
The Prison House of Langage [Dil Hapis~ şiseldir. Yine bilimlerin nesnelere yönel-
hanesi], The Political Unconscious [Poli- di~i, zorunlu olaıun bilgisinin peşine
tik Bilinçdışı]. düştü~ü yerde, felsefe insana ve insarun
Postmodem bir ça~ı belirleyen en eylemlerinin kayna~ına yönelir ve zo-
önemli de~işimleri, yüksek kültürle runlulu~u aşıp özgürlü~e götürür. Öte
aşa~ı kültür arasındaki katı ayrımın yandan bilim bilgiyi korurken, felsefe
çökmesi, modernist eserlerin eleştirel yeni hakikatiere ulaşmak için, bilimin
boyutlarını yitirmeleri, kültürün nere- do~rularını kırar. Felsefeyi sanattan da
deyse bütünüyle metalaşması, hem ta- ayıran Jaspers'e göre, sanat insana duy-
rihsel bir geçmiş ve hem de farklı bir gusal bir evren sW\ar, insanın bu dünya-
gelecek duygusunu silen bir mevrudi- ya daha iyi katlanması için, dünyaya
yetçili~in varoluşu olarak teşhis eden yeni şekiller verir. Felsefe ise, bu dünya-
Jameson, postmodemi kapitalist toplu- yı tüm kötülük ve çirkinlikleriyle insana
mun gelişimindeki bir aşama, postmo- sunmaya çalış1r.
demizmi geç kapitalizmin hflkim kültü- tNiet:zsche'den ve tKierkegaard'Ql psi-
rel mantı~ olarak yorumlamıştır. kolojisinden esinlenen Jaspers, insanın
Başka bir deyişle, Jameson'a göre, kapi- dünya karşısındaki mümkün tutumlan-
talizmin her aşamasına ~alık gelen ru, bireyin ölüm, savaş, de~işme ve suç
bir kültürel fonn vard1r. Piyasa kapitaliz- gibi durumlar karşısında vermek duru-
minin hflkim kültürel ifadesi sanatsal munda oldu~u kar.ıırlan analiz eden, eg-
realizm, tekelci kapitalizmin kültürel zistans ya da varoluş problemini akıl
Jaspers, Karl 483

aracıh~ıyla çözümteyecek bir varoluş Jaspers'in sözünü etti~i ölüm, dsimse!


felsefesi geliştirmiştir. Varoluşla, insa~ ölüm olmayıp, insanın kendisini gerçek·
nın yaşadı~ı ve dolayısıyla nesnelleşti~ leştirme sırasında hiçbir olana~ın kal-
rilemeyen acı çekme, suçluluk ve ölüm madı~ını gördü~ü zaman yaşadı~ı 'va-
gibi durumlarla sınırianan ve açı~a vu~ roluşsal ölüın' dür. Ote yandan, gerçek
rulan insanlık halini anlayan ]aspers'e bir varoluş düzeyine yükselrneye çalı­
göre, bu nihai durumlar bilimsel düşün­ şan, egzistans olınaya başlayan insan acı
cede gözden kaçırılır, ya da birtakım pa- çeken insandır. Normal insanın, Dase-
radoks ve antinomilerle ifade edilir. in'daki insanın acıdan kaçıp kitleye sı~ın­
Oysa bu tecrübeler, empirik bene ilişkin dı~ı yerde, egzistans olmaya başlayan in-
bilgimizin e~retili~ini ve dünyasal varo- sanın çekti~i acı, yaşamına kendisi için
luşumuzun güvenilmezli~ini gösterir. bir içerik kazandırma çabasuun sonucu
Bir toplum içinde yaşayan insanın, bu olan bir acıdır. Dahası, egzistans olmaya
haliyle yerine başkalarını ikame edebi· başlayan insan için, başkalarının da
lece~i bir atom durumuna düştü~ünü aynı şeyi yapmasını önlemek bir suç ol-
savunan Jaspers, toplumda başkalanyla du~u gibi, onların egzistans olmaları için
aynı durwnda bulunan insanın özgür hiçbir şey yapmamak da bir suçtur. Öy-
olmadı~mı söyler. Gerek kilise, gerekse leyse, gerçek bir varoluş düzeyine yük·
partinin insanları özgür d~il de, eşit selmek, egzistans olabilrnek sorumlu ol-
yapmaya çalışb~ııu söyleyen filozof, ger· maktan geçer.
çek varoluşunu yaşayamayan insanın Egzistans olabilmek, bütün bu güçlüklere
başkalan tarafından kurulmuş olan bu ra~men mümkün müdür? İnsanı sınırla­
çadırdan çıkabilmesi, kabuğunu yutabil· yan başkaları hep oldu~u için, o tek ba-
mesi için üç zorunlu koşul bulundu~unu şına egzistans olamaz. Bir inanç ahlikı
söyler. Bunlar da sırasıyla, yal.ru.il.ık,. cesa- geliştiren Jaspers, insanın varoluşunu
ret ve savaştır. Kitlesel duygudaşlık için· gerçekleştirebilmesi için, bilimi aşarak
de sevgiyi kaybeden insan, yalnız olabil· 'mutlak', ya da 'Tann'ya gitmesi gerekli-
melidir. Bu yalnızlık, ona göre, sonunda pni söylemiştir. Varoluşunu bu yolla
bizi yeniden başkalarına özlem duymaya kuran insan, ona göre, ahlaksal bakırn­
götürebilecektir. Bununla birlikte, önc:e dan do~ru olanı da bulmuş olur. Bunun-
yalnJzlık ve başkalannı özleme paradok- la birlikte, bu do~nınun, nesnel olmayıp,
sunu cesaretle yaşama zonınlulu~u bu· yalnızca ona ait oldu~u unutulmamalı­
lunmaktadır. Bu iki koşulu gerçekleşti· dır. Dolayısıyla varoluşsal yaşam, tarih-
ren insanın savaşaca~ı üç şey vardır: sel bir oluşum olup, onun belli anlara
Ölüm, aa çekme ve suç. ba~lı olan do~rulan olabilir.
484 Kabala

Buna göre, kaçınılmazhk, mantıksal ka-


çınılmazlık ve olumsal kaçınılmazlık ola-
rak ikiye aynhr. Mantıksal zorunluluk
anlamına gelen mantaksal kaçınılmaz­
lıkta, b'nin a'dan kaçınılmaz olarak çıktı­
~~ söylenirse, bu, b'nin a'dan zorunluluk-

K la türedi~i, b'nin a'nın zorunlu sonucu


oldu~u anlamına gelir. Olumsal kaçınıl­
mazlık ise, bilimsel determinizm ya da
metafizik veya dini yazgıcıhk anlarrun-
da, bir olaym, bir durumun, onu önleye-
cek, ortaya çıkışıru engelleyecek tüm
kabala. Genel olarak, gizemci Yahudi ge· çaba ve girişimiere karşın ortaya çıkışı­
lene~ine, daha özel olarak da ezoterik na işaret eder.
Tanrı ve evren ö~retisine verilen ad. kaderiye. Her hareketin, her eylemin önce-
Buna göre, kökleri eski ça~lara daya- den Tann tarafmdan yarahldı~ıru, takdir
nan Yahudi gjzemcili~i, pratik bir yönü edildigini ileri süren Cebriye anlayışına
de olmakla birlikte, temelde kozmogoni karşı çıkan ve insanın yaptı~ işlerin ya-
ve Tann'mn do~asıyla ilgili olmuştur. rabcısı oldu~u, özgür bir ir~deye .sahip
Ortaça~'da ise, spekülatif Kabala ile fel- oldu~u görüşünü benimseyen Isl~m

sefe arasında, örne~in İbni Cabir'de mezhebi.


açıklıkla görülen sıkı bir ba~lantı var-
Bu mezhebe göre, Tann insana akıl ile
dır. Kabalistler için Tanrı özü itibariyle
birlikte bir yapabilme gücü (kader) ver-
miş ve onu özgür bırakmıştır; bundan
bilinemezdir; O'na yahn bir biçimde
dolayı, kul her eyleminden sorumludur.
'Sonsuzluk' adı verilir. Kabala anlayı·
şında, Sonsuz olanla sonlu dünya ara-
Kaderiye mezhebine göre, Tann yalnız­
sındaki büyük uçurum bir dizi türümle
ca iyi yarahnış olup, kötü .i~s~n ya d_a
şeytarun eseridir. Insan bu ıkısınden bı­
kapatılır; o, ancak bu sayede belli ölçü-
rini seçmede bütünüyle özgürdür. Bu-
ler içinde bilinir hile gelir. Buna göre,
nunla birlikte, bu durum Tann'-run insa-
Tanrı dünyadaki eylemi yoluyla biline-
nın her davranışını önceden bilmedi~i
bilir.
anlamına gelmez.
kabul [İng. assumption; Fr. assomption; Al.
kakos. Yunancada, çirkin, kötü, de~ersiz,
vorassetzung, annahme]. Do~ru oldu~u­ zavallı ve talihsiz anlamına gelen sıfat.
na, herkes için apaçık oldu~una inanı­ Kakos'un karşıtı ise dış görünüş ya da
lan genel fikir, ilke ya da saymtılar. biçim, şekil bakımından güzel olmayı,
Kabullerin çeşitli türleri vardır: Bun- ahlaklı, erdemli ve yetkin olmayı ifade
lardan örne~in aksiyom, ne kanıtlanan eden kalas sıfatıdır.
ne de çürütülebilen, fakat herkes tara- kalıcı [İng. permanent; Fr. permanent].
fından apaçık ve do~ru oldu~una ina- Gec;ip giden ve süreksiz olmaya karşıt
nılan bir kabuldür. Buna karşın postü- olarak, hep var ve sürekli olanın d uru·
la, herkes taranndan apaçık bir ilke ve mu. Gerçekli~in hiç ortadan kalkmaya-
do~nı olarak görülmese bile, belli bir cak, hep varolacak olan bir boyutu,
teorinin sırurları içinde, do~rudan do~­ yönü ya da parçası için kullanılan ~ıfat.
ruya sınanabilir bir sonuca götürdü~ü Öme~in, mekan, Ortaça~ felsefesınde,
için benimsenen bir kabuldür. bu anlamda kalıcı bir şey ya da nitelik
kaçınılmazlık [İng. inevitability; Fr. in~i­ olarak de~erlendiri.lmiştir. .
tabilite]. Bir önerqıenin başka bir öner- kalıntılar yöntemi [Ing. method of resıdu­
meden zorunlu olarak çıkması ya da bir es; Fr. methode des resi du s]. J. S. tM ili ta-
olayın, durumun belli bir gelişmenin so- rafından önerilen deneysel yöntemin
nucu olarak ortaya çıkması durumu. bir adımı.
kal venizm 485

Buna göre, kompleks bir sonucun bir leri içeren bir sistem sagladıgından,
parçası, sonucun oluşmasmda etkili böyle bir kalkül geliştirildikten sonra,
olmuş oldugu bilinen, ve sonuçlarının söz konusu içeriksiz yapıyı, belli bir içe-
dogası daha önceki araştırmalar saye- rige uygulamak ve sayılar evrenindeki
sinde anlaşılan belirli öncüllerle açıkla­ ilişkileri denetlernek mümkün hale gel-
nabildigi takdirde, kompleks sonurun miştir.
kalan kısmı, etkili olan neden ya da ne- Söz konusu kalkül düşüncesi daha
denlerin geri kalanuun bir sonucu ol- sonra en önemli ifadesini mantık alarun-
malıdır. Bunu sembolik olarak şöyle da bulmuştur. Bu türden bir işlem sis-
gösterebiliriz: temi ya da kalkülün mantık içinde ve
mantıksal ilişkiler için de oluşturulabi­
a, b, c, d,..... a, b, c, öyleyse, d lecegi fikrinden hareket eden mantıkçı­
w,x, y,z, w,x,y, z lar, sayılar evreninde degil de, önerme-
ler evreninde kullarulacak bir işaret,
kahtım-çevre karşıtlıga [İng. heredity· sembol ve kurallar bütünü olarak man-
environment controversy; Fr. conh·overse tıksal bir kalkül geliştirmişlerdir. Buna
de l'h~redite-environment]. Doguştancı­ göre, mantık alaruru bir önenneler evre-
lık ve empirizm arasındaki karşıtlıkla ni olarak degeriendiren ve önermeleri
eşanlamlı olan ve bir organizmanın, içerikleri ile degil de, birer gösterge ya
özellikle de insan organizmasUlUI olu- da harfle, başka bir deyişle sembollerle
şumunda deneyimin, çevrenin, ögren- gösteren mantıkçı)ar, önenneler arasın­
menin katkısıyla kalıtımın, doganın, daki ilişkileri, sembollerle gösterilen bazı
doguştan getirilen ya da mir~s alınan gösterge ve kurallara göre, bir yapma dil
genetik yapının katkısının ne olduguy- içerisinde fonnülleştinnişlerdir. Mantık­
la ilgili tartışma. çılar tarafından geliştirilen mantıksal kal-
kalkül [İng. calculation; Fr. calcul]. Hesap- kül, önenneler arasındaki fonnel ilişkile­
lamada başvurulan işaret ve kurallar rin bilinane vannarmza iınkAn veren bir
sistemi; manhksal problemleri çözmek hesap cetveli, bir işlem çizelgesi görünü-
için geliştirilen formel sistem. Bir konu- mü almıştır. Mantıksal kalkül, şu halde,
daki akılyürübneyi yöneten iJkeler bütü- önermeler arasındaki ilişkileri göstenne-
nü için kullanılan deyim. Çıkarım kural- mize, karutlamarruza ve söz konusu for-
lanna ve mantıksal işlem yöntemlerine mel ilişkileri denetlernemize imkan sag-
göre, semboller kullanılarak çıkanm layan, içerikten yoksun, fonnel bir işaret,
yapılan formel işlem. sembol ve kurallar toplulugudur.
Buna göre, cebirsel kalkül, aritmetiksel kalvenizm. 1509-1564 yıllan arasında ya-
işl~mleri kendisine temele almak ve şamış olan J. Calvin tarafından kuru-
onu bir model olarak kullanmak sure- lan ve Katolik mezhebinden, kutsal ki-
tiyle geliştirdigirniz bir soyut semboller tabı Hristiyanlıgın tek kaynagı ve ilkesi
toplulugu ve bir yapma dildir. Burada, olarak gördügü için farklılık gösteren
örnegin 3 ile 2'nin toplamlannm karesi- dini ögreti.
nin 25 edece~ni göstermek için, (a+bP= Calvin'in ögretisinde, Tanrı varolan ve
a 2+2ab+b 1 gibi bir cebir kuralını ve for- olup biten herşeyin merkezi olup,
mülünü uygulamak fazlasıyla yeterli- Tanrı'nın iradesi herşeye yayılmıştır.
dir. Bu formül, yalnız 3 ve 2 sayıları için lns.arun kendisine mutlak ve kesin bir
degil, fakat herhangi iki sayının toplam- biçimde bagunlı oldugu tanrısal doga-
larnun kareleri için, ve dolayısıyla sayı­ run her yerde mevcud oldugunu savu-
lardan ba~msız olarak geçerlidir. Ce- nan Calvin, kullannın Tanrı'ya sürekli
birsel kalkül, içerikten ya da sayılardan olarak ifade etmek durumunda oldukla-
bagırnsız olarak tüm sayılar evreni için rı bir saygı ve minnet borçlan oldugunu
başvunnamız gereken işaretleri ve harf- belirtir.
186 kamusal

kamusal [İng. public; Fr. publique; Al. Aristoteles'in cie ölümlü oldugunu dile
staiitliclı). Özel, kişisel ya da mahrem getirmek, kanıtlamaya bir örnek olarak
olana karşıt olarak kamuyla, meslekler verilebilir.
veya siyasi alanla ilgili olan için kulla- Kanıtlama ayıu çerçeve içinde, bir öner-
nılan niteleme. menin dojlrulugunu, onun başka bir
Bu bajllamda, bir bütün olarak toplu- önermenin zorunlu sonuru oldugunu, ya
mun çıkannı, bireylerin ya da grupların da daha önce dogru oldugu kabul edilen
bencil çıkarlarından ayırd etmek için k;ı­ önermeler öbejlinin mantıksal vargısı ol-
musal çıkar deyimi kullanılır. Buna göre, dugunu gösterme işlemine karşılık
bir toplumun tüm üyelerinin, statüye, gelir. Kanıtlama, tümdengelimsel man-
zenginlige veya konuma bakmaksızın tıkta her zaman bir zorunlulugu ifade
paylaşlıkları ortak bir hedef, politika ya eder, zira kanıtlamada öncüller dojlru ol-
da amaca kamusal çık;ır adı verilir. duktan sonra, sonucun dogru olması bir
Yine, liberal politik düzenin feodal dü- zorunluluktur. Öte yandan, mantıksal
zenin yerini aldıgı sırada oluşmuş olan, bir ilişkiye dayanan kanıtlama, neden-
yurttaş ya da bireylerin toplulukla ilgili sel ilişkiye dayanan ve bundan dolayı
sorunları ve konular üzerinde tartışma, zorunluluktan çok olumsallık taşıyan
fikir beyan etme imkAnı buldukları, ttarutlamadan farklılık gösterir.
sosyo-politik sorunların çözülmesinde kanon [İng. canon; Fr. aınon; Al. kanon).
kişilerin dejlerler, erek ve normlar üze- Mantıksal ve bilimsel yöntemlerin ken-
rinde mutabakata varma ve katkı yapma disine tabi olmak durumunda olduı;tı
şansına sahip oldukları estetik/ebedi temel ve önemli bir kural, ilke ya da
eleştiıi veya politik muhalefet alanı kl>- ölçüt. Belli bir alanda geçerliligi olan
nıusal alan olarak tanunlaıur. Sivil top- kural ve ilkeler toplamı.
lumla devlet arasındaki bir alan olarak Normatif bilimlerde, Iemele konacak,
kamusal alan, burjuva toplumunun ihti- ölçü alınacak norm, izlenecek model ya
yaçlanıu devlete ileten ilerici, eleştirel ve da pratik kural. Öte yandan, belli bir
kültür tarbşan bir alan biçiminde geliş­ sistem ortaya koymaya yarayan kural-
miştir. lar bütününe ise k;ınonik adı verilir.
kanaat [İng. opinion; Fr. opinion). 1 Rasyo- Kant, Immanuel. 1724-1804 yılları ara-
nel bir temeli olmakla birlikte, kendisin- sında yaşamış olan ünlü Alman filozo-
den kuşku duymaıun mümkün oldugu fu. Temel eserleri: Kritik der Reinen Ver-
bir önerme ya da hipotez. Kişisel gö- nunft [Saf Aklın Eleştirisi), Kritik der
rüşlere dayanan inanç. 2 Bir uzman ta- Pratischen Vernunft [Pratik Aklın Eleşti­
rafından verilen hüküm ya da yargı. 3 risi) ve Kritik der Urttilkraft [Yargı Gü-
Saglam delil ya da dayanakları olmayan cünün Eleştirisi).
fikir, görüş, sanı. 4 Dejlişen fenomenie- Temeller. Modern felsefenin gelişim
rin kesinlikten yoksun duyusal bilgisi. seyrine uygun olarak epistemolojiyi ön
Sanı. Kişinin dojlru olup olmadıjimdan plana çıkartrııış alan Kant, öncelikle
eınin olmadan benimsedilli görüş tarzı. tHume'dan etkilenmiştir. _Kendi deyı:
5 Otoriteye ve güvene dayalı olarak be- şi)!k Hume onu dogmatik uykusundan
nimsenmiş düşünce. uyandıran, spekülatif felsefe alanındakf
kanıtlama. [İng. argumentation; Fr. argu- araşbrmalarına yeni bir yön veren filo-
mentation). Yalnızca manbjla ve özellikle zof olmuştur. Oıe yandan, o Desear-
de salt mantıga ait bir deyim olarak. en tes'ın akılcılı~ının da eirı~kım olurnlÜ
az bir ortak terime sahip olan iki öner- yö_nler içercli~jni saptamış ve zihniıni­
me arasında, bu terimlerin içiemleri ve zin, matemalikle ugra tı ı zamanki işle­
kaplamları yönünden kurulan mantık­ yi arzı ]!~mda adeta &üyülenmiş­
sal ilişkiye verilen ad. Buna göre, tüm tir. Kanı. bundan başka asıl, onyedinci
insanların ölümlü olmalarından dolayı, ve onsekizinci yüzyıllarda göz kamaştı-
Kant, Immarıuel 487

ncı gelişıneler kaydeden bilimden, .ii_zel- Bail,~.Jm.. deyişle,. o felsef~~ki ilk ve


likle de fizikten etkileıuniştir. Kanı'ın temel rnisyonun.ıın _bilimi temeileiidır­
göztiiide'bilim, öncüileri kesin olan ve mek, daha sonra da ahiakın ve dinin ras-
yöntemleri, ancak Hume'unk.i ~bi felsefi y.onelliğjni savUP.ıUak oldu~a inan-
bir kuşkuculuk benimsendigl zaman, mı.ştır. Bununia birlikte, bu hiç te kolay
sorg111aniibilen evrensel bir disiplindir. bir iş değildir, çi\Dkü bilim ye din yiiz-_
Bir bilim adamı, Kant'a göre, bir yandan yıllardır
birbirlerine karşı aman&ız hi,r
kendisinden önceki bilim adamlarının mücadele içiİıde-Ölmuşlar ve bilim, djnjıı
ulaştığı sonuçları kabul eder; yine, bir Qtoritesi karşısında mutlak bir zafer ka-
bilim adamı kabul ettiği bu sonuçlara zanma yoluna girmiştiı'. _Bu zafer, Kant:a
ek olarak, yeni araştırmalara giriştiği göre, bilimin bakı a 'ısından i ı ve
zaman, deneysel yöntemler kullaıur. olu u olmakla birlikte a v
Bilim yansızdır ve nesneldir. b açısın an tam bir felakettir._
Öte yandan bilimin, özellikle de New- Bılırnin ilinin müdahaleleri karşısında
ton tarafından geliştirilen modern fizi- özerl<ligını kazanması hiç kuşku yok ki
ğin çok başanlı sonuçlar doğurmuş iyi bir şeydir, fakat bu, bilimsel alınayan
olan yöntemi, Kant'a göre, rasyonalizrni tüm.....inançlaniı, din ve abiAkın temelsiz- .
de empirizmi de aşarak gelişmiştir. lgmesi ve anlamsız1asması anlamına
Başka bir deyişle, fizik bilimi, rasyona- geliyorsa. bilimin zaferi, insanlık aQŞın­
liz · ulaştığı söı'tu lan da.· empinz- dan, dinin bakış ags•ndan gerçek bjr fe- ·
min ulaştı ı sonu ları da yanlışlayarak l~ttir. Kapı. öyleyse, yalnızca din,
gelişimini sürdürme t ır. una gere, bilim ve ahlakı temellendirmek duru-
kendisine en sağlam bilgi modeli olarak ınuıu.ta kalmamış. fakat rasyonel bir
düşünülen matematiği örnek alan ras-
varlık olınarun
ne anlama geldigini gös-
yonalizm, şeylerin bizatihi kendilerine "'terme durumunda kalmışhr. O, işte bu
yönelmeden, şeylerin kendileriyle bir amacı &erçekleştjlihilmek için hem
temas kunnadan, yalnızca düşünceleri tDescartes'ın rasyooalizminden ve hem
birbirlerine bağlamakla yetinip, şeylerin de Hwne'un em irizminden önemli ör-
kendileriyle ilgili olarak a pıiori sonuçla- u " ö eleri transen 1 iste-
ra ulaşır. Oysa fizik, matematiği de kul-
'1,!0 ojik idealizm diye bilinen kendi bilgi
lanarak şeylerin bizzatihi kendilerine
kuramU]ı geliştirmiş. yükselen bilirnin
yönelmekte, şeylerin kendileriyle, ras-
yonalizm tarafından kurulamayan te- felsefi temellerini gösterdikten sonra, öz-
ması, başarılı bir biçimde kurmaktadır.
gürlük ve ödev düşüncesine dayanarak'
Kant'a göre. İngjljz fjlozafıı Hume'un 'ttristiyan _a;hHikllU savuruna çabası ver-
mi,Jir. _
empitizıni, belirli bir nede~de~ : : : :
aynı sonucun çıt<acaginı hiçbı
Bilgi Görüşleri: Düşüncesinde rasyona-
lisi felsefeyle empirist felsefenin bir sen-
kesin olarak bilemeye~~!: ~vun-
mak ::5:~le v=Pilgiıinlarak
tezini yapan lırunanuel K,ant, bilgide
kuşkJ 4la emıştır. Oysa,
hem deneyimin ve hem de aklın katkı­
çok başarılı sonuçlar elde etmiş olan sinın kacınılmaz oldutunu öne sjjrmijş·
fizik bilimi hemen tiimiiyle n~<~llik t:Qr. O, ilk olara en basit bir deneyimin,
ilkeune dayaıunaktadır. KaniJı];j)ağ­ duyu izlenimlerinin bile a

lizm tarafından da, temr,!rizm =-


lam a, kendisine düşen işin, rasyona-

dan efa açıklarup temeıiendirileı;;e;en


bilimi, özellikle de fizik bil~ni temel-
yi
, n r ıı;e~!l.Jill
ra an ve mümkün kılan bir ögeyi
içerdigini göstermiştir. Söz konusu a pri-
ori ögelere karşılık gelen zaman ve
"'""""'=

lenilirmek, bifımsel bir biçimde düşün­ mekina, deneyin transendental koşulla-


düğü zaman, ınsan zihninin naSil işle­ n adını veren Kanı, böylelikle Hume'un
diğini bı:lmak oldugunu düşünmüş-
..
tur. - matematiksel bilimlerin tümü yle anali-
tik bir yapıda olduğu görüşüne karşı,
488 Kanı, Immanuel

ınateınatigin mekan ve sayıyla ilgili yar- dünyaya ilişkinyorumumuzun temel


gılarının sentetik dogasını ortaya koya- bileşenlerini meydana getirir. Deneyim-
bilme imkanı bulabilmiştir. de söz kon~ olan çokluk, Kant'a ~öre,
· zihnin bizim taraızdan nicelik, niieljk_ ba·
gmtı, töz gibi belirli de i mez formlar
ya a a~amlar aracılı la e
dirilir ya da yargılanır. negin, nıcelik­
le ilgili bir yargı sözl<onusu oldugunda,
zihnimizde bir ya da çok olan vardır.
Nitelikle ilgili bir yargı öne sürdügü-
müz zaman, ya olumlu ya da olumsuz
bir önerme ortaya koyarız. Bagıntıyla il-
nın ve gili bir yargıda bulundugumuz zaman
rnekandır Buna göre, ise, ya neden ile sonucu ya da özne ile
lulukla zaman ve mekan olan yüklem bagıntısını düşünürüz.
şeyler olarak algılanz. birlikte, Bütün bu düşünme tarzları, Kant'a
zaman ve mekan duyu-deneyinden türe- göre, zihnin duyu-deneyinden gelen
tilmiş ideler, izienimler ya da kavramlar malzemeyi birleştirme, bu malzemeyi
değildirler. Zaman ve mekanla, Kant'a sentezden geçirme ya da söz konusu
göre, _9.ıı~rudan ve araasız olarak sez&!_- malzerneye bir birlik kazandırma faali-
depşılaşıhr Bunlar sezginin a priorı, yetinin temel bil~eridir. Ve biz bu
yani her türlü deneyimden önce gelen ve sentez faaliyetiyle de duyu izlenimleri-
her tür deneyin onsuz olunamaz koşulla­ nin çoklugundan, yani sonsuz sayıdaki
n olan kalkilandlilar,. Yani, bunlar duyu- darmadagınık izlenimden, tek bir tutar-
deneyinde nesneleri her zaman kendi- lı dünya resmi elde ederiz.
leri aracılıgıyla algılama.kta oldugumuz Kant'a göre, duyu deneyinin kapsamı
gözlüklerdir. O zaman ye meMnJa ilgili içine giren her nesne, bu kategorilerden
bu ögretisine transendentat estetjk adını birine ya da digerine uymak durumun-
verdikten sonra; transendental analitige, dadır. Zira anlama yetisi, insan zihni bu
kategoriler ögretisine geçmiş ve tıpkı, kategorilere uymayan bir şeyi hiçbir şe­
duyarlık ya da deneyimin a priori algı kilde konu alamaz, alsa bile anlayamaz.
formları içermesi gibi, dogaya ilişkin Görünüşlerin, fenomenlerin bir şekilde
araştırma ve bilginin de bagıntı, töz ve anlaşılabilmeleri için, onlara anlama ye-
nedensellik türünden a priori ilkeleri içer- tisinin kategorileri araalıgıyla bir yapı
digini göstermiştir. kazandırılması gerekmektedir. Anlama
En sıradan düşüncede bile, sistematik yelisinin kategorilerine uymayan bir şey
olmayan bir tarzda varolan bu kategori- insan zihni tarafından bilinemez. Kant'a
ler, matematiksel~mekanik bir doga bili- göre, duyu-deneyimiz belirli bir yapı ve
minin temel ögeleri olarak ortaya çıkar bir birlik sergilemektedir. İşte duyu-
ve rasyonel bir doga kavrayışını müm- deneyinin sergiledigi bu yapı ve birlik,
kün hAle getirir. Başka bir deyişle, dil: ancak ve ancak görünüşleri kendi kate-
şüncenin ya da insan zihninin duyu- gorilerine göre düzenleyen anlama yeli-
deneyiriden ge1en malzerneye bır bitliK sinin faaliyetiyle açıklanabilir.
kazandırması veya söz konusu malze- Bununla birlikte, kategoriler düşünce­
meyi bir sentezden geçinnesiyle i!gili" nin ya da bilginin öznel koşullan olduk-
-uıaıı belirli kategorilerin bulundu'"mı larından, burada bunlann nasıl olup da
ifade eden Kant'a göri, zil'lk söz konu- nesnel bir geçerlilige sahip olabildigi,
su sentez ya da birleştirme faaliyetini yani nesnelere ilişkin bilgimizi mümkün
çeşitli yargılar ortaya koymak suretiyle kılan koşullan saglayabildikleri sorusu
gerçekleştirir, öyle ki bu yargılar bizim ortaya· çıkar. Kant'a göre, a priori kav-
Kanı, lmmanuel 489

ramlar olarak kategorilerin nesnel geçer- Bu, bizden ba~ımsız olarak var olan,
lili~i, insaıun nesnelere ilişkin duyu- ancak bizim kendisini yalnızca bize gö-
deneyinin yalnızca bu kategoriler saye- ründü~ü ve bizim taralunızdan düzen-
sinde mümkün olabilmesi olgusuna da- lendi~i şekliyle bilebildi~imiz bir dış
yanır. Duyu-deneyinin bir nesnesi, yal- gerçekli~in varoldu~u anlamına gelir.
nızca bu kategorilerle düşünülebilir. Bir Böyle bir gerçeklik bizim bilgimizi arttır­
nesneyle ilgili bir düşünce, onunla ilgili maz, fakat bize bilgimizin sınır lannı gös-
tüm yargılar ve dolayısıyla ona ilişkin terir.
bilgi, yalnızca kategorilerin sa~ladı~ı Immanuel Kanı bu ö~retisiyle bilimsel
kavramsal çerçeve içinde olanaklıdır. bilginin olanaklı old u~unu göstererek,
İnsan zihninin yalnızca, kategorileri Newton fizigini temellendirir, fakat var-
aracılı~ıyla kendilerine bir yapı kazan- lı~ın genel ilkeleri, Tann'nın varoluşu,
dırdı~ı fenomenleri bilebilece~ini, ruhun ölümsüzlü~ü gibi konuları ele
bunun ötesine giderek şeylerin bizatihi alan geleneksel metafizi~i olanaksız
kendilerini bilemeyece~ini, duyu dene- hale getirir. Çünkü, metafizik alanında,
yindeki nesnelerin insan zihninin işle­ ruh, Tanrı, evren kavramlarını düşün­
yişine uydu~u için bilinebildiklerini dü~ümüz zaman, burada duyu-deneyi
söyleyen ve tüm empirik yasaları insan taralından sa~lanan malzeme bulunmaz.
zihninin yasalarına indirgeyen Kanı'ın Bilginin iki temel ö~esinden biri olan
bu bilgi anlayışının en önemli sonuçla- deney, tecrübe ö~esi metafizik alarunda
n, mutlak bir determinizm, bil ·nin sı­ söz konusu olmadı~ için, akıl burada
nır !ılı ve me a ızi in imkan antinornilere düşer. Öyleyse, metafiz.ik
ilgili sonuçlardır. Bilgimiz i · bak1mdan alanında bilimsel bilgi olanaklı degildir.
sınırlıdır. Bilgi, herşeyden önce duıu-· A&l4t!_; Bununla birlikte, Kanı görü-
deııeyinin diinyasıyla sınırlanm1Stır, nüş-gerseklik ya da fenoınen-mılf\en
Bilgirniz ikinci olarak, algılama ve dü- ayırımını insan varlı~ına uygulayarak,
funme yetilerimizin deneyimin ham ahlak imkiiruru kurtarır. Zira, ona göre,
malzemesini isierne ve düzenleme tarz:' insanın bir fenomen. bir de numen tara-
larıxla sınır la nmıştır. Kanı elbette ki,· lı vardır. Yani, insanın biri duyusat di-
bize görünen dünyanın nihai ve en yük- ~er! akılla aniasılabilir olan iki farklı
sek gerçeklik olmadı~ından kuşku boyutu vardır. Duyusal yönüyle ele
duymaz. Nitekim, o fenomenal gerçeklik- alındı~ında, insan do~adaki mekaniz-
le, yani bizim duyular aracıhtJyla tec- marıw...bir parçasıdır. Başka bir deyişle,
rübe etti~imjz dünya ile numenal gerçek- insan fiziki e~ilimleriyle, içgüdüleriyle
li( yani d~sal olmayag ye akılla fenomeılier dünyasırun bir öğesidir.
anlaşılabilir olan dün;ya arasında !Ur Buna karşın, insan kendisini hayvandan
aynın vapmıstır.Bir şey algılanmadı~ı 3)l.LtM alclıyla, fenamenler dünyasının üs-
zaiiian nedir? Şeyin bizzatihi kendisi ne tüne yülc!?Plir. aklı şayesinde, nedenselli-
anlama gelir? giıı, doğal zgnınlnhı~ın hüküm sürdü~i
Metafizigi: Biz algılamadı~ımız şeyleri .dünyanın ötesine ~gp özg;üt olur. B'!Şka
elbette ki bilemeyiz. Bizim bildi~imiz bir de~işle, metafiziğin ancak pratik akıl
şeyler numenler, şeylerin kendileri alanın a, ahlaki iradenin kesin kanaatle-_
değil de, fenomenlerdir, şeylerin görü- riyle müınküti olabileceğini savunan ve
nüşleddir. Bizim biidi~ilniz nesneler rlu- dene)'İIT!deki a priori_ö~eyi çıkarsama
yular aracılı~ıyla algılanan nesnelerdir. yöntemini. ahlak alanında ahlaki yargıla­
Biz buna ek olarak, duyusal dünyarun ra da uygulayan Kanı, önce ahiili yargı­
bizim zihnimiz taralından yarablmadı~ı­ ları psikolojik bir açıdan de~erlendirrniş
nı biliyoruz. Zihin, bu dünyayı yarat- ve sonra kategorik buyrukla, yani fonnel
mak yerine, şeylerin kendilerinden !ü- olarak koşulsuz olma özeUigiyle, ahlak
retilmiş olan ideleri ona yüklemektedir. alanındakiapriori ö~eyi yakalamıştır.
490 Kanıçı idealizm

Ona göre, kategorik buyrugun, yani kayderlemeyen Kopemik, yıldızların


ins~ insaıı olduj!;ıı için belli şeyleri yerlerinde sabit durduklarını ve göz-
yap · te en ahlak yasasının, iyi leıncinin eniann çevresinde döndügü-
iraden · nınması, ınsanın u ı nü kabul eıtigi zaman başarılı olabilece-
gerçek kişiliğini ve insan varlıklarını gi inancına kapılmış ve bu kabulüyle
kişiler olarak birbirlerine ba~layan hal- gökteki cisiınlerin hareketlerini açıkla­
kayı ôluşturur.:'_Pratık ve ahiili temeller ma çabasında gerçekten de başarılı ol-
üzerinde gelişen bir metafizik öne süren muştur. Kopernik'in durumuyla kendi
Kant',!!J felsefesinde, bu ikinci alan, teo- problemi arasında bir analoji kuran
rik aklın zorunlulukla belirlenen duyu- Kanı, şimdiye kadar tüm bilgilerimizin
sal dünyasından sonra, pratik aklın öz- konu aldıgı nesnelere uyduklarının var-
gürlükle belirlenen akılla anlaşılabilir sayıldıgını söyler.
dünyası olarak ortaya çıkar. Akılla anla- Bununla birlikte, nesnelere ilişkin bilgi-
şılabilir özgürlük dünyasının fiziki ve ınizi, nesneler hakkında yeni birtakım
dogal dünyayla olan ilişkisinin ne oldu- şeyleri a priori bir biçimde ortaya koy-
gu sorusu ise, Kant'ı her iki dünyayı da mak suretiyle arttırma yönündeki çaba-
uyumlu kılan bir tanrısal düzen postüla- larımız, ona göre, söz konusu varsayım
sıyla, ölümsüzlük postülasına ·götürür temele alındıgı için, şimdiye kadar hep
ki, bu postülalar da ifadesini Tanrı dü- başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bundan
şüncesinde bulmaktadır. dolayı, Kant'a göre, şimdi yeni bir dene-
Kanıçı idealizm [İng. Kaniian idealism; Fr. me yapınanın, ve bilginin nesnelere
id~alisme Kantien]. tKant'ın, bir yandan degil de, nesnelerin bilgiye uyduklarını
dünyayı idelerden hareket ederek ku- · öne sürmenin tam zamanıdır. Çünkü
rarken, yani zihnin pasif alıcı olmayıp, bilgide sezginin nesnelere uymak zorun-
düzenini dogaya yüklerligini öne sürer- da oldugu kabul ediliıııe, nesneler hak-
ken, bir yandan da aynı dün yanın ger- kında a priori bir bilgiye sahip olrnarnız
çek ve iyi oldugunu süren idealizmi. olgusu açıklanamaz. Nesneler hakkın­
Kanı'ın Koperrıik devrimi [Ing. Kani' s c~ daki bilgimizi açıklamak için, Kant'a
pernical revolution]. Bilimsel bilginin, sen- göre, nesnelerin insandaki sezgi yetisine
tetik a priori önermelerin realist bir tavır uyduklarını kabul etme zorunlulugu
ve zihnin nesnelerine uydugu varsayı­ vardır.
mıyla hiçbir şekilde açıklanamayacagını Bununla Kanı hiç kuşku yok ki, insan
düşünen ve a priori, yani tümel olan, yal- zihniıtin bilgide konu aldıgı nesneleri ge-
nızca geçmiş ve şimdi için degil, gele- lişigüzel yarabnal<ta oldugunu söylemek
cek için de geçerli olan bilgiyi açıklamak istemez; o, bununla zihnin doguştan dü-
üzere, zihinle nesneleri arasındaki ilişki şüncelere sahip oldugunu da anlatmak
için yeni bir varsayım bulmak zorunda arzusunda degildir. Onun felsefe alanın­
kalan Kant'ın, ünlü astronom Koper- da gerçekleştirdigi devrim, daha çok
nik'ten etkilenerek gerçekleştirdigi, nes- insan zihninin tecrübe ettigi, algıladıgı
nelerin zihne ve zihnin işlemlerine ya da nesnelere bir şey kattıgını söylemekten
faaliyetlerine u ydugu teziyle belirlenen oluşur. Kanı bilgimizin deneyden başla­
devrime verilen ad. dıgı konusunda David Hume'la tam bir
Kanı, bu türden bir çözüme uzun dene- uyuşma içindedir, fakat o, Hume'un tam
melerin ardından ve Kopernik'in bilim- tersine, insan zihninin tecrübe ettigi nes-
sel çalışmalanndan kendisi için bir ders nelere bir şey katan, duyu yoluyla gelen
çıkartarak varmıştır. Kant'a göre, gökte- malzerneye bir form, bir çerçeve kazandı­
ki cisimlerin hareketlerini, bu cisimlerin ran aktif bir güçJ)Idugunu öne sürer.
onları gözlemleyen kişinin çevresinde İnsan zihni, ona göre, öyle yapılan­
döndükleri varsayımını temel.e alarak mıştır ki, kendi biliş tarzını nesnelere
açıklama çabasında yeterince ilerleme aktarır, nesnelerin kendi biliş tarzına
kapitalizm 491

uymasmı sa~lar. İnsan zihni do~ası ge- viren kapah ahlak toplum taratmdan
regi, deneyiınlerimizi aktif bir biçimde uygulanan bir baskıya dayanır. Söz ko·
düzenler. Başka bir deyişle, düşünme nusu ahlikta, bireyin kesin ve mutlak
faaliyeti yalnızca, duyular aracılı~•yla bir özgürlü~ü olmayıp, o eylemlerini
birtakım izienimler almayı de~il, fakat otomalik bir biçimde ve içgüdüsel ola-
ayiu zamanda tecrübe etti~imiz şeyler rak gerçekleştirir. Başka bir deyişle, ka-
hakkında yargılar oluşturmayı içerir. palı ahlakta birey, toplumun bekasını
Tıpkı renkli gözlükler takan bir kimse- sa~lamak, toplumsal uyumu sa~lamak
nin herşeyi gözlüklerinin rengiyle gör- için geliştirilmiş olan gelenek ve göre·
mesi gibi, düşünce yetisine sahip olan neklere, ödev ve kurallara kayitsız ko-
her insan varh~ı, şeyleri kaçınılmaz bir şulsuz itaat eder.
biçimde kendi zihninin do~al yapısana Kişidışı olan bu ahlak, üç bakundan
göre düşünür. kapalı olan bir ahlaktır: Bir, toplumsal
kaos [Yun. khQOS; İng. chaos; Fr. chııos; Al. alışkanlıklan korumayı amaçlar; iki,
chaos]. İlk maddenin, evrendeki düzen- bireysel olanla toplumsal olanı ba~daş­
den önce söz konusu olan, düzensiz, tırmayı hedefler, ve nihayet üç, o her
karınakanşık, şekilden yoksun ve ayı­ zaman bir toplumun ahlakıdır. Tüm in-
nmlaşmamış hili. Dünyanın yaradıh­ sanlık için geçerli olmayan bu ahiakın
şından önce, bütün maddt ö~elerin için- evrensel bir yönü yoktur.
de bulundu~u kanş1klık, kargaşalık. Kapalı ahilkın do~al müttefi~i, söy-
Evrendeki egem·en gücün yasa ve düzen lence yaratma gücüyle sapmaları önle-
de~il de, raslanb oldu~u durum. yen, bize ölümün kaçınılmazh~ını gös-
Yunan felsefesinde, evrenin, bütün bir tererek, toplumun hakiamu korumaya
evrene yasalılık ve düzen getiren rasyo- ve desteklemeye yarayan statik dindir ..
nel ilkelerin varolmadı~ı bir zamanda)ı;j kapitalizm [İng. capitalisnı; Fr. capitalisme;
durumu. Tüm ö~elerin, düzenleyici bir Al capitalismus}. En genel anlanu içinde,
güç tarafından, bir düzenin temel parça- sermayenin, en temel üretim aracı oldu-
~ ekonomik sistem veya üretim tarzı
ları haline getirilmezden önceki, içiçe
geçmiş ve karmakanşık olma hAli. An-
tçin kullanılan genel terim.
laşılamayan, kontrol edilemeyen hAl,
Bir üretim tarzı ya da ekonomik sistem
durum, oluşum. olarak kapitalizmi belirleyen en temel
kapala ahlak [İng. closed morality; Fr. mo- özellikler şöyle sıralanabilir: 1 Üretim
araçlarının özel mülkiyeti ve denetimi.
rale fermee]. Ça~daş Fransız filozofu H.
2 Ekonomik faaliyetin kar elde etmek
Bergson'un Les Deux Sources de la Morale
amacıyla yapılması veya özel karın te-
et de la Religion [Ahlak ve Dinin İki Kay- şebbüs faaliyetinde başlıca saik olması.
na~ı] adlı eserinde sözünü etti~i, katı
3 Söz konusu ekonomik faaliyeti düzen-
toplumsal tabulara dayanan ahlik anla- leyen bir pazann varh~ı.
yışi.
4 .~arın, sermaye sahiplerine ait olması.
Metafizik görüşünde, zamanla mekan, S Urelidlerin, kullanmak amacıyla değil
süreyle madde arasında bir aymm yap- de, sabnak amaoyla ürebnek durumun-
tıktan sonra, bu ayırum bilgi teorisinde
da olmalan. 6 D~şim biriminin belli bir
sezgi ve analiz, din felsefesinde statik zaman karşılı~ı par~Sıill ücret olması. 7
din dinamik din aymmı olarak koruyan SiStemdeki temel de~işim araorun para
Bergson, onu ahl!k görüşünde açık olup, 8 üretim sürecinin üretim araçlan-
ahlik ve kapalı ahlak arasındaki bir ayı­ na sahip bulunan kapitalist ya da onun
rım şeklinde ifade etmiştir. adına yönetidsi tarafından denetlenmesi.
Sürenin, yaratacı gücün kendisini ahlak 9 Sermaye bi.riktminde borç/krec:ti kulla-
alanında açık ahlak şeklinde ifade etti- nılırken, mali kararlar üzerinde tam bir
~ini söyleyen Bergson'a göre, yaşamın denetimin bulunması, ve nihayet, 10 ser-
hemen tüm genel fenomenlerine yüz çe- mayedarlar arasında rekAbet.
492 kaplam

Kökeni, feodalizm içinde tüccar serma- Öte ycndan, 'insan başlı at' türünden,
yenin ve dış ticaretin büyümesi olgusu- anlamı olan, fakat herhangi bir şeye
na geri götürülen kapitaHzmin birinci delalet etmeyen, gerçekte varolan her-
evresi, onbeşinci yüzyıl ile onsekizinci hangi bir şeyi göstermeyen sözcüklerin
yüzyıl arasında kalan Jjsgri senıuzye roY_f- ya da terimierin kaplarnma boş kaplam
si olarak bilinir. Buna karşın, ikinci evre adı verilir.
olaıundüst.ı:iyel nıı:~. Sanayi Devrimi adı kaplamsal [İng. ertensional; Fr. erlension-
ile bilinen, ve enerji kullanan makinala- nel]. Bir problem söz konusu oldu~un­
rın ortaya çıkışı ve gelişimiyle başla­ da, dikkati önermelerin anlamı üzerinde
yan evredir. Kapitalizmin gelişiminde de~il de, do~ruluk fonksiyonu üzerinde
bundan sonra gelen evre, tekelci kapita-. yo~unlaştıran yaklaşım için kullanılan
lizm olup, bu evrenin başlangıç tarihi, sıf at.
ikinci saM;ıı_i devrimimA ger~k!eş~ Bu ba~lamda, her önermenin ya sıra­
-~~~~r~~la~k~:~~~~ ~nüd;r.:~a;t!;~J~~ 7 dan bir olgusal önerme, yani manbksal
--ıeapıtalizm aynı zamanaa, belli bir top-
llımsal adalet ö~retisiyle bireysel haklar
r bakımdan basit bir önerme ya da bu tür-
den önermelerin do~ruluk fonksiyonu
oldu~unu öne süren ö~etiye; içlemsel
anlayışını içeren bir ideoloji olarak gö- her önermenin kaplamsal bir önermeye
rülmüştür. Buna göre, kapitalizm ideolo- dönüştürülebilece~ini ya da içlemselli-
jisi, gelir ve refah düzeyiyle ilgili eşitsiz­ ~in kaplamsallı~a indirgenebilece~ini
Hklerin, bireylerin ekonomik faaliyetlere savunan teoriye lcapiJJmsallık tezi adı ve-
yaptıklan farklı katkılann toplumsal ba- rilir.
kımdan adil olan karşılıkları oldu~unu
Buna mukabil, tanımlayanın ya da
savunur. Söz konusu ideoloji, kapitıilist yüklemin, tanımlanan ya da özne konu-
toplumun varoluşu ve sa~~llık~~lı~~~~~!::: mundaki kavramın kaplamını ifade et-
için, belli birtakım hak ve ö ti~i, ortaya koydu~ tanım türüne kap-
gerekli oldu~unu iddia lamsal tanlDl denmektedir.
devletin karakter [Os. seciye; İng. character; Fr. ca-
racter; Al. clıarakter). ı Öncelikle, bir şeyi
başka bir şeyden ayıran özellik. ananite-
lik 2 Genelierne yoluyla da, bir insanın.
altına almak
bir kişinin, davranış, alışkanlık, güç ve
kaplam [Os. şümül; Lat. erlensio; İng. e:ı:­ beceriler, de~er ve düşünce tarzı türün-
tensioıı; Al. umfang). Bir sözcü~ün uygu-
den temel ö~elerden meydana gelen özel-
landı~ı şeyler toplamı, bir deyimin dile
liklerinin, onu başka insanlardan farklı­
laşbran bütünü.
getirdi~i nesne ya da nesneler kümesi,
bir kavramın kapsadı~ı, içine aldığı, be- Bireyleri birbirlerinden ayıran psişik
lirttitl, gösterdi~i konu ve nesneler top- özellikler toplamı, kişinin söz konusu
lamı.
özellikleri yaratan, göreli olarak de~iş­
Örnetın, 'adam' cins isminin kaplanu, mez yapısı ya da mizacı olarak karak-
iki ayaklı olmak, akıllı olmak, erkeklitl ter, bir bireyin kişili~ini meydana geti-
olmak, v. b. g., özelHklere sahip olan ren; davranış tarzlarını, tepkilerini be-
bütün insanlardır. Kaplam, d nyaya lirleyen kalıcı duygusal niteliklerin top-
bakış tarzımıza, dünyaya yükledi~imiz lamını, bir kişinin p da toplulu~un
anlama işaret eden ve niteHklerle, özel- psikolojik ya da tinsel ayıncı özellikle-
liklerle, karakteristiklerle ilgili olan iç- rinin meydana getirdi~i bütünü dile ge-
lemden farklı olarak, nesnel dünyaya tirir.
işaret eder ve sınıfla•la ilgilidir. Ote Bu ba~'Iamda, farklı karakter tiplerinin
yandan, kaplamla içlem · arasında ters sınıflanmasıyla u~raşan, farklı karak-
bir ilişki vardır. terlerin ortak özelliklerini ifade eden,
karşıla~tırmalı felsefe 493

karakter tiplerinin bilgisini saglayan ve Öte yandan, ünlü Fransız düşünürü Fo-
karakter egitiminin temelinde yer alan ucault'nun bakış açısından ve tüm söy-
bilime karakteroloji adı verilmiştir. Çe· lemlerin iktidarlar tarafından üretildigi
şitli karakterlerin çözümlerunesi ve tas- tezi temcle alındıgında, en azından
viriyle ugraşan La Bruyere ve La Roc· hakim söylemin etkilerini hertaraf ede-
hefoucauld gibi akılcı filozofların ça- cek, onu etkisizleştirme amacı güden
lışmalarına dayanan karakterolojiye bu söyleme karşısöylem derunektedir. Başka
ad, onu kişisel karakterleri ve bunların bir deyişle, karşısöylem, geçmişin baskı
oluşuınuyla ilgili psikolojik belirleınele· alıında tutma ve mücadele biçimlerinin
ri konu alan bilim olarak tanımlayan popüler bellegine sahip çıkarak politik
Wilhelm tWundt tarafından verilmiştir. direniş için bir manivela, ihtiyaçlarla ta-
karar mantı~ı [İng. logic of decisioıı; Fr. lo- leplerin ifadesi için yeni bir araç sagla-
gique de d~cision]. Konusu, belirli tercih- yan söylem türüdür.
leri, kişilerin belli zamanlarda, belli du- karşı kültür [İng. counter-culture; Fr. cont-
rumlarda seçecekleri en uygun ve en re-culture]. Geleneksel davramş tarzına,
elverişli davranış biçimlerini belirle· geleneksel degerlere, kısacası varolan
yen kurallar olan mantık dalı. yerleşik kültüre karşı çıkıp, ona bir al-
Karneades. Yeni Akademi'nin kurucusu ternatif oluşturan yeni, fakat yeterli
olan Yunanlı filozof. topluinsal temelden yoksun olan kültür
M. Ö. 214-129 yılları arasında yaşamış türü.
olan Kameades, bilginin olanaksız oldu- Karşı kültür deyimi, radikal öğrenciler,
gunu ve hiçbir dogruluk ölçütü bulun- hippiler ve kimi entellektüeller, 1960'lı
madıgını dile getirirken kuşkucu bir yılların sonlarına dogru, siyaset, iş ve
bakış açısı benimsemiştir. Hiçbir şey aile yaşamı konusunda, uzlaşımsal bir
bilemeyecegimizi, her kanıtlama, kendi- çerçeve içinde kabul görmüş degerlerle
leri kanıtlarunak durumunda olan önka- davranış kalıplarına ters düşen görüş
bullere dayandıgı için, hiçbir şeyi kanıt­ ya da teoriler geliştirdikleri ~an popü-
layamayacagımızı öne süren filozof, ler hale gelmiştir. Karşı kültür herşey­
tStoacı felsefeyi ve onlann Tann'mn va- den önce geleneksel ve uzlaşunsal aile
roluşuyla ilgili kanıtlanm şiddetle yaşamının engelleyici ve bastırıcı yönle-
eleştirmiştir. O, mutlak bir kuşkuculu­ rine karşı çıkışı, insanlara kendi hayatia-
gu benim.semenin, yargıyı tümüyle as- rım yaşarnalanna izin venne konusunda
kıya almanın olanaksız oldugunu bildi- ısrarlı olmayı, çok çeşitli türden uyuştu­
gi için bir olasılık kuramı geliştinniştir. rucuyla tanışıklık içinde olmayı ve cin-
karşı [İng. counter; Fr. ronfTe] Önüne gel- sel özgürlü~ün erdemlerinin savunucu-
digi sözcüklerin anlamına, içerdigi kav- !ugunu yapmayı içerir.
rama zıd olan, ona karşı çıkan anlam- karşılaştırmalı felsefe [Os. mukayeseli
larda bileşik sözcükler meydana getiren felsefe; lng.comparative philosophy; Fr. phi-
öne k. losophie comparative; Al. vergleichend phi-
Bu ba~lamda, örnegin bir ihtilale karşı losophie]. Yalnızca büyük uygarlıkların
koyan koyan, bir devrimin sonuçlarLru felsefelerini degil, fakat aynı zamanda
ortadan kaldınnayı amaçlayan siyasi ve bu felsefeler arasındaki benzerlikleri,
sosyal harekete karşıdevn·nr adı verilmek- ortak noktaları ve farkJılLkJarı konu alan
tedir. Yine aynı çerçeve içinde, modern felsefe türü.
bilinçli öznenin yarahmı olan disipliniere Karşılaştırmalı felsefe, Batı Felsefesi,
karşı, öznenin tahtından indirilmesinin Çin felsefesi, Hint felsefesi, İslam felse-
ardından ve dili arzuyla bilinçdışuun bir fesi, Afrika felsefesi gibi farkh felsefele-
etkisi olarak yorumlayan bakış açısın­ ri konu alıp, bunlar arasındaki benzer-
dan, arkeoloji ya da soykütü~ü, psikana- likleri oldugu kadar, farklı kavrayışları
liz ve dilbilim karşıdisiplinler olarak ka- da gözler önüne seren felsefeye karşılık
tegorize edilir. gelir.
494 karşılaştirma yöntemi

karşılaştırma y5ntemi [Os. mııkayt>.se tikel olumlu ve O ('Bazı S' ler P de~ildir')
usulü; İng. comparative metlıod; Fr. rntt- da tikel olumsuz önermeyi ifade eder.
/ıode compcırative ]. Karşılaştırmalı filolo- Buna göre, kareni n sol üst köşesinde
ji, karşılaştırmalı psikoloji, karşılaştır­ bulunan A ile sa~ üst köşesinde bulu-
malı anatomi, karşılaştırmalı fizyoloji, nan E üst karşıtlar olarak tarumlarur. Ka-
karşılaştırmalı din gibi disiplinlerin renin sol alt köşesinde bulunan İ ile sa~
yöntemine; yalruzca biyolojik fenomen- alt köşesinde bulunan O da alt karşıtlar
terin de~il, fakat kültürel fenomenterin olarak bilinir. Üst karşıtlardan her ikisi
de incelenmesi ve açıklanmasında kul- birden do~ru olamaz, fakat ikisi ayru
lanılan, ve fenomenler arasındaki ben- anda yanlış olabilir. Alt karşıtlardan,
zerliklerle aynlıklan inceleyerek genel yani i ve O'dan ikisi birden do~ru olabi-
sonuçlara ulaşmaya çalışan yönteme lir, fakat ikisi ayna anda yanlış olamaz.
verilen ad. Karşılaştırma yöntemi, pozi- A ve O, E ile İ karede, çelişik önermeler
tivizınin kurucusu A. Comte ve Alman olarak geçer. Buna göre, A ve O'dan, E
kültür tarihçisi W. von Humbolt tarafın­ ve İ'den her ikisi birden ayru anda
dan geliştirilmiştir. do~ru olamaz; biri do~ru olursa, di~eri
Bu çerçeve içinde psikolojinin, arala- zorunlu olarak yanlıştır.
rında insan da olmak üzere, hayvan Ayru karede, A ile l ve E ile O da altık
türleri arasındaki benzerlikleri ve fark- önmneler olarak taruınlaıur. Altıkhk iliş­
lılıkları konu alan ve söz konusu ben- kisi, A ile i ve E ile O arasında oldu~u
zerlik ve farklılıkları türün biyolojisi ve zaman, buna üst içerme, i ile A ve O ile
yaşam biçimi açısından inceleyen dalı­ E arasında oldu~u zaman da, buna alt
na karşıt aştırmalı psikoloji adı verilir. içerme adı adı verilir. Üst içennede,
karşılıklı koşul ekiemi [İng. biconditio- A'nın do~ru oldu~u bilindi~i zaman, İ,
nal; Fr. inıplicateur reciproque; Al. koimpli- E'nin do~ru olduğu bilindi~i zaman ise,
kator ]. 'Ancak ve ancak ... ise' diye oku- O zorunlu olarak do~rudur. Buna kar-
nan ve ana bileşenlerinin aynı do~ruluk şın, A'nın ya da E'nin yanlış oldu~u bi-
de~erini taşıması durumunda do~ru linirse, i ve O'dan her biri do~ru ya da
olan bileşik önerıneyi meydana getiren yanlış olabilir. Alt içennede ise, İ'nin ve
önerme eklemi. O'nun do~ru oldu~u bilini~, A ile
karşılıklı özgecilik [İng. mutual altru- E'den her biri do~ru ya da yanhş olabi-
ism; Fr. altruisme nıutuel]. Hemen tüm lir. Buna karşın, fnin ve O'nun yanhş
kültürlerde görülen alhn kuralı, yani oldu~u bilinirse, A ve E zorunlu olarak
'başkalannın sana yapmasım isteyece- yanlıştır.
~in şeyleri yap!' kuralım tammlamak karşıörnek yöntemi [İng. method of coun- '
için kullanılan deyim. terexample; Fr. methode de contreexemple].
karşıolum karesi [Ing. square of opposition; Bir şeyi, bir tezi, bir önenneyi. onu yalan-
Fr. carri d'opposition]. t~istoteles manb- layan, yaniışiayan ya da ona bir şekilde
ğının dört standart kategorik önennesini karşıt olan bir örnek bularak çürütme
birbirleriyle mantıksal ilişki içine sokan yöntemine, örne~ 'Tüm kuğular beyaz-
kareye verilen ad. dır' önennesini, siyah olan yalruzca tek
Söz konusu dört standart önerme, La- bir ku~u bularak yanlışlama faaliyeti.
tince 'tasdik ediyorum', 'onaylıyorum' Yöntem, mantık alarunda, belli bir akıl­
anlamına gelen Latince AffinnO'dan tü- yürütme formunun geçerli olmadı~mı
retilen A ve O, 'ink:ir ediyorum', 'onay- göstermek için kullanılır. Buna göre, bir
lamıyorum' anlamına gelen nEgatlo'dan akılyürütme formunun geçerli oldu~u­
türetilen E ve i harfleriyle· gösterilen nu söylemek, söz konusu formun, öncül-
önennelerdir. Bunlardan A ('Tüm S'ler leri do~ru olan tüm örneklerinin, sonuç-
P'dir) tümel olumlu, E ('Hiçbir SP de~il­ larının da do~ oldu~unu ifade etmek
dir') tümel olumsuz, i ('Bazı S'ler P'dir') anlamına gelir. İşte, söz konusu akılyü-
kategori 495

rühne formund<m, önetilleri do~ru fakat ve zihin, aşk ve nefret, çekim ve itim gibi
sonucu yanlış olan tek bir örnek bul- güçlere, birbirlerinin tam karşısında yer
mak, karşıörnek yönteminin mantık ala- alan, birbirlerinden tür bakımından fark-
nındaki uygulamasını oluşturur. lılık gösteren, bütünüyle zıt nitelikler
karşıt [Os. zıt, nakiz; Yun. enan tios; Lat. sergileyen, aralarında karşılıklı bir iliş­
coııtrarius; İng. contrary; Fr. contraire; Al. kinin olmadı~ı ö~e ya da güçlere karşıt­
kontra·r]. 1 Nicelik bakımından aynı ol- lar adı verilir.
makla birlikte, nitelik bakunından fark- Buna karşın, felsefi psikolojide, sıcak
lı olan, yani biri olumlu iken, di~eri ve so~uk, aydınlık ve karanlık, yüksek
olumsuz olan ve her ikisi birden do~ru ve alçak gibi, farklı ve karşıt niteliklerin
olarQayan, fakat her ikisi birden yanlış bilinçte birbirini ça~rıştırdı~ını, karşıt­
olabilen önermeler için kullanılan sıfat. lardan birinin kendi karşı hnı gündeme
2 Terimler söz konusu oldu~unda ise, getirdi~ini dile getiren yasa karşıtlık
karşıtlık, t Aristoteles'in kavramlar ara- yasası olarak tanunlanır.
sında varoldu~unu söyledi~i dört tür kategorematik terimler [İng. categorema-
karşıolumdan birine karşılık gelir. Buna tic ternıs; Fr. termes categorematiques]. Or-
göre, karşıt terimler, aynı cins içinde bir- taça~ın ünlü naminalist düşünürü Willi-
birlerinden en yüksek farklılıkla ayınlan am'ın tanımiayarak sinkategorematik
terimlerdir. Karşıt terirn çiftleri, şu terimierin karşısına koydu~u dilsel bi-.
halde, aynı cins ya da karşıt alt-cinsler rimler; kategorik önermede yer alan te-
içinde yer alırlar ya da kendileri karşıt rimler. Bunlar, yalnız başına alındıkları
alt-cinslerdir. Fakat töz kategorisi, töz zaman da anlam taşıyan terirnlerdir.
karşıtların öznesi oldu~undan, karşıt kategori ['Tasdik etmek' anlamına gelen
kabul ebnez; aynı şekilde, nia!lik kate- Yunanca 'laıtegorein'den; Lat. priEdica-
gorisine giren terimler göreli oldu~un­ mentum; ing. CQtego,y; Fr. catigorie; Al. ka-
dan, nicelik kategorisinde de karşıtlar­ tegorie). 1 Bir yükleme türü, bir yüklemin
dan söz edilemez. özneye izafe edilme tarzı. Bu anlamda
Öte yandan, iyi-kötü, ak-kara, karşıt kategori, insan düşüncesinin nihai ve en
terirn çifti örneklerinde oldu~u gibi, ara- temel bölme ya da türlerini gösterir. 2
lannda bir orta kavrama izin veren kar- Aynı zamanda, varlık türleri. Kategori-
şıt terimler de vardır. Şu halde, karşıt ler, bu anlamda varlı~ın nihai ve bölü-
iki kavram, bir di~erinin olumsuzu olan nemez türlerini ifade ederler. 3 İlk iki ta-
iki kavramdır. Karşıt kavramlar, her- nımın bir sentezi olarak, kavramsal
hangi· bir konu ya da nesne hakkında analiz ya da sıruflama bakulWldan, va-
aynı zamanda tasdik edilemeyen, evet- rolan şeyler arasında ayınm yapma
lenemeyen kavramlar olarak karşımıza imkanı veren sınıf, bölme ya da cins.
çıkar. Buna göre, ak ile kara karşıttır, Ayru cinsten verilerin, ortak özellikler
ama çelişik de~ildir. Çünkü bir şeyin ak taşıdıkları için, öbeklenrnesine imkan
de~ilse, kara, kara de~ilse, ak olması zo- veren sınıflama tarzı. 4 Bir felsefe siste-
runlu de~ildir. Karşıt kavramlar, bu ne- minin temelinde bulunan ana ilke, ide,
denle aralannda hep bir orta kavrama fikir ya da kavram.
izin verirler. Örne~in, ak ve kara gibi iki Buna göre, kategori, bilgiyi mümkün
karşıt kavram arasında 'gri' gibi bir orta kılan ve a) başka sınıf, form ya da kate-
kavram bulunur. gorilerle birlikte bulunsa bile, onlarla
3 Metafizikte alanında ise, evrende iş ortak hiçbir şeye sahip olmadı~ı için,
başında olup, de~işmek ya da de~işme­ başka bir sınıf, form ya da kategoriye
ye neden olmak suretiyle gerçekli~ini ka- indirgenememek, b) daha yüksek bir sı­
nıtlayan hareket ve sükunet, varlık ve nıfın üyesi olarak görülememek, c) bilgi-
yokluk, kuru ve ıslak, sıcak ve so~uk, mizin içeri~ine form ya da yapı kazan-
ateş ve su, karanlık ve aydınlık, madde dırmak ve d) anlamlı iletişimin temeli
496 kategori

olmak anlamında biricik olan, ıtihai ve çekiikierin görünüşlerini, ya da feno-


en yüksek kavram olmak durumunda- menleri bilebilecegimizi savunan Al-
dır. ınan filozofu Kant'ta, nihai ve indirge-
Kategori konusunu ilk kez olarak ele nemez yüklem türleri olarak kategori-
alan ve kategoriyi nihai ve en yüksek ler, 'varlık tarzları'nı degil de, yalnızca
yükleın türü olarak tannnlayan Aristote- nihai ve en yüksek 'kavrayış tarzları­
les'te kategori, varolanların kendilerine nı', gerçekligi idrak etme, kavrama bi-
yüklenen veya izafe edilen sıfat ya da çimlerimizi ifade eder. Bu kategoriler,
özelliklerle sıruflanabilecegi inancının anlama yetisine, deneyimde verilmiş
bir sonucu olan genel kavrama karşılık olaru algılayıp, kavraması için gerekli
gelir. 'Tüın', 'bazı', 'degildir', 'veya' tü- yapıyı saglayan apriori kavram ve kate-
ründen ınantıksal deyimler dışında gorilerdir. Onda kategoriler, şu halde,
kalan ve başka bir deyime baglanma- anlama yetisinin temel kavramiarına
mış tüm deyimierin on ayn sınıfa ayrıl­ karşılık gelmektedir.
dıgını öne süren t Aristoteles, işte bu Kategorilerin, numenler dünyasuu hiç-
genel çerçeve içinde töz, nitelik, nicelik, bir zaman bilemedigimiz için, gerçekli-
ilişki, yer, zaman, konum, durum, etki gin kendisini betiınlemedigini ya da ta-
ve edilgi başlıklarıyla on kategoriden nımlamadıgını, fakat kategorilerin de-
oluşan bir liste ortaya koymuştur. neyimin zorunlu koşulları oldugunu,
Yunan filozofu bu kategorileri, nihai ve bilgi ve deneyimin kategorileri öngördü-
en yüksek kavrayış tarzları olarak gör- günü, onların deneyimden elde edilme-
müş ve kategorilerin nihai varlık tarzla- yip, deneyde saglanan kaba malzerneye
rını ifade ettigini savurunuştur. yüklendigini, deneyimi aşan kategorile-
Söz konusu varlık tarzları şeylerle ka- rin a priori oldugunu savunan tKant, ka-
nştırılınamalıdır; çünkü Aristoteles'te, tegorileri, düşünce her zaman önerme-
bir şey ya da töz olmak yalnızca bir var- lerle ifade edildigi ve bundan dolayı
lık tarzıdır ve tüm diger varlık tar2ları temel önerme türleri kategorilere karşı­
ancak ve ancak bir tözde varolabilir. Ör- lık gelmek durumunda oldugu için,
ne~n, Sokrates hakkında, onun M. Ö. 5. önerme formlarından çıkatsamıştır.
yüzyalda (Zaman), Atina'da (Yer) yaşa­ Başka bir deyişle, Aristoteles'ten sonra
mış, felsefe ögretmiş (Etki), yeni Tann- yeni bir kategori anlayışı geliştiren
lar icat etmekle suçlanmış (Ed ilgi), birçok Alman filozofu Kant, kategori konusu-
dostu olan (ilişki) bir adam (Töz) oldugu nun birleşik olmayan deyimler bagla-
söylenebilir. Bu 10 kategori, Aristoteles nunda degil de, yargılardan hareketle
tarafından, başka bir kategoriye indirge- ele alınması gerektigini öne sürmüştür.
nemez olma anlamında, nihai ve en yük- Buna göre, yargı ya da önemıelerin nice-
sek olan kavl'ilmlar olarak degerlendiril- lik baglamında tümel, tikel, tekil; nitelik
miştir. Buna göre, 'mavi' bir renk, renk baglamında olumlu, olumsuz, sonsuz;
de bir 'nitelik' olarak ifade edilebilir, bagıntı söz konusu oldugunda, katego-
fakat 'nitelik' başka bir terim aracılıgıyla rik, hipotetik, ayrık; kiplik bakırnından
ifade edilem~z ya da açıklanamaz. ise problematik, assertorik ve apodeiktik
Aristoteles'in söz konusu kategori an- olmak üzere on i.ki ayrı türden oldugu-
layışının en önemli başarısı, onun töz- nu dile getiren Alman düşünürü, bu on
ler, yani degişme boyunca sayısal ola- iki yargı türüne on iki kategorinin karşı­
rak bir ve aynı kalan şeylerle ilinekleri; lık geldigini savunmuştur.
özsel yüklemeyle ilineksel yüklemeyi Aristoteles'in söz konusu kategori an-
birbirinden ayırmış olmasıdır. layışıyla Kant'ın kategori anlayışı, ara-
Biz insanların gerçekligin bizzat ken- daki tüm farklılıklara ragmen, şu iki
disine, numenlere ilişkin bir bilgimiz noktada uyuşur: 1 Kategoriler dünya
olamayacagını, bizim yalnızca bu ger- hakkında olan bilişsel söylemin, içeri-
kategorik önermelerin niceliği 497

gini dcgil de, form unu ternın eder; n r:ıi gönderme yapıldıgı hususunu dik-
Kategoriler, Aristott!les mantıgının te- knte almazsak), bu takdirde kategorik
melinde b ulu nan töz.-ilinek a\rırı:mm önermelerin genel yapısı, S'nin öznenin,
'
(özne-yüklem manh~ını) varsayar. P'nin ise yüklemin yerini tutması koşu­
Kategori konusu Kant'tan sonra dönü- luyla,·s P'dir', ve 'SP degildir' formül-
şüme ugrayıp, özellikle Hcgd'den bnş­ leriyle ifade edilebilir.
layarak, bir felsefe sistemindeki temel kategoril( önermelerin niceliği (İng. qu-
kavram ya da ilke anlamına gelmiştir. antity ııf cntegorical proposition; Fr. quan-
Kategori kavramı ömegin, an <ı litik fd- titr de la propositon cat~gorique]. Katego-
sefede, daha ziyade ft!lsefi çürü tım::, rik ön~rıncnin tümel ya da tikel olması
yanlışlama amaçlı argümanlarda kull~.­ dıırumu için kullarulan deyim.
nılmıştır. Söz konusu kategcri anl<ıy~­ Buna gtirc, kategorik önemıeler birbir-
şına göre, '7 bir çif sayıd!r' önermesi, 7 lı.::rinden yalruzca yüklemin özne hak-
sayısı yanlış sınıfa sokuldugu için, sa- kında tasdik edilme şekli bakımından
dece yanlış olan bir önermedir. Oysa '7 de~il, fakat aynı zamanda yüklemin
sayısı ye§ildir' önermesi, snd~ce yanlış hakkında tasdik edildigi öznenin kapla-
olmakla kalmaz, fakat bir de kategori mı bakımından da birbirlerinden ayrı­
yanlışını ifade eder. lırlar. Örncgin, 'Dünya bir gezegendir'
kategorik [İng. categoric; Fr. c:atdgoriqııe:; öncrmesinde, özne tek bir nesnedir; bu-
Al. katcgorisch]. 1 Hipotetik olınayım, na karşıhk, 'Tüm gezegenler eliptik yö-
koşulsuz olan; 2 sınırlaması olmayan, rüngelerde hareket ederler' ya da 'Hiç~
istisnası bulunmayan; 3 zorunlu cılan, bir gezegen harekı:ıtsiz degildir' öner-
bir yükümlülük getiren, istege baglı bı.ı­ melerinde, özne bir sııııfya da türdür ve
lunınayan için kullanılan sı fat. önermedeki iddia, onun herhangi bir ve
kategorik önerme (İng. caiegoricol proposi- her bir üyesi için geçerlidir. 'Bazı yıldiz­
tioıı; fr. propositioıı cnte,~orique; Al. kotego- lar parlaktır (ya da parlak degildir)'
risc/ı proposition]. En iyi biliı~en, en basit önermesinde, özne belin;izdir, yani en
önerme türü olarak, bir yüklemin basic azından bir nesne hakkında iddiada bu-
bir biçimde, bir özne hakkmda olumlan- lunuimuş olabilecegi gibi, iddia birkaç
dıgı, tasdik edildigi, ya da oltunsuzlan- .va da bircok. nesne hakkında olabilir. Bu
dıgı, inkar edildigi önerane türü; 'basit farklılıklar niceliksel farklılıklar olup,
bir biçimde' ifadesi, koşulsuZ bir biçim- yukarıdaki önermclcrden birincisi gibi
de, }'a da herhangi bir kayıt olmadan, olan önerınelerin trkil, ikincisi ve üçün-
veya öneranenin terimleri arasındaki zo- cüsü gibi olan öneranelerin genel, buna
runlu bir bagantıyı gerektirrneksizin ari- karşın sonuncusu gibi olan önermelerin
larnma geldiginc göre, basit bir biçi.!ı1de tikr.l öncrıneler oldukları sövlenir.
'
özne, yüklcm ve kopuladan meydan·a Kategorik önermelerin niceligi söz ko-
gelen önernıe türü. nusu oldugunda, şu hususlara dikkat
'Dlinya bir gezcgendir', 'Dünya dü:l de- etmek biiyük önem taşır: Kendisi hak-
~ildir', 'Tüm gezegenler eliptik bir yö- kında iddiada bulunulan özne, tek bir
rünge üzerinde hareket ederler', 'Hiçbir nesneden değil. fakat bir gruptan oluştu­
gezegen hareketsiz de~ildir' 1 'Ba7J yıl­ ğu zaınan bile, grup bir grup olarak. yani
dızlar parlaktu', 'Baz1 gezegenler parlak koınplt!ks bir nesne olarak ele alındı~
degildir' önermeleri kategorik önermeye süreCi~, cnerme tekil bir önenne olarak
örnek olarak verilebilir. 13u önerme:leri, kalm2yc.:. devam eder. ömegin, 'Süley-
terimierin özel karakterlerinden ve öznt!· maniye Kütüphanesi binlerce kitap ve ri-
nin niceli~den soyutlarsak (yani, özıw saleden oluşur' önermesi tekil bir öner-
konumunda bulunan kavramın kapla- medir1 çiinkü, her ne kadar özne çok
mını meydana getiren nesnelerden biri- fazla sayıda kitaptan meydana gelse de,
ne mi, bazısına rru yoksa tümüne birden özneyi meydana getiren parça ya da ka-
498 kategorik önemtelerin niteliği

lemlerden hepsi, bir grup ya da bir top- zegenler parlak degildir', 'Hiçbir geze-
lam meydana getirerek şekilde görül- gen hareketsiz degildir' önermeleri de,
müştür. Aynı durum, 'Bütün büyük ge- olumsuz önermelerdir.
zegenler sa yıca sekiz tane dir' önermesi kategorik tasım [İng. categorical syllogism;
için de geçerlidir. Burada da, özne bir Fr. syllogisrııe categorique; Al. kategorisch
grup olarak görülür ve yüklem, ayn syllogisnıus]. Kategorik önermelerle ifade
ayn gezegenlerden her biri hakkında edilen; biri büyük, biri küçük iki öncülle
degil de, bir grup olmak bakımmdan bir sonuçtan meydana gelen; küçük,
grup hakkında tasdik edilir. büyük ve orta terim diye adlandırılan,
Tekil ve genel önermeler, tikel önerme- üç terim içeren; bu üç ter.mden, orta
lerin tam tersine, belirli ya da belirlen- terim olarak bilinen birisinin yalruzca
miş önermelerdir. Tikel önenne ise, ka- öncüllerde, buna karşın diger ikisinin
çınılmaz olarak belirsiz ya da belir- sonuç önermesinde yer aldıgı; birlikte
lenmemiştir. Örnegin, varsayalım ki, alınan öncüllerinin sonucu içerdigi ya da
'Bazı yıldızlar parlakhr' önermesinin zorunlu kıldıgı geçerli tümdengelimsel
dogru oldugunu biliyorum; ben yalnız­ çıkanm.
ca buradan kalkarak, görecegim ya da Klasik mantıkta, 256 mümkün tasım
hakkında bir şeyler duyacagım bun- formuna tasım kurallaruun uygulanma-
sı sonucunda 24 adet geçerli !asım
dan sonraki ilk yıldızın· parlak olup ol-
mayacagını bilemem. Işte bu, tikel
formu elde edilmiştir. Bu 24 adet geçerli
tasım formundan 9'una zayıf , IS'ine ise
önermelerde söz konusu olan belirsizlik
ve kesinsizlik ögesidir. Fakat hem genel kuvvetli tasım adı verilmiştir. Buna
önermeler, hem de tekil önermeler, bu göre, aynı sonucun, tümel bir önerme
belirsizlik ve kesinsizlik ögesinden ba- olan öncülllerden biri albgıyla degişti­
rildigi zaman bile elde edildigi bir tasım
gışıktırlar. Bundan dolayı, onlar genel-
likle tümel önermeler olarak sınıflanır­ kuvvetli tasım, oysa öncüileri tümel bir
lar --onlar iddia ettikleri şeyi, özne- önermeye işaret eden, fakat sonucu söz
konusu tümel önermenin altıgı olan bir
lerinin, belirsiz bir parçası için degil de,
tasım zayıf tasını olarak bilinir. Tasım
(bu özne ister tekil, ister sayılamaz
konusunu ilk kez olarak ele alıp sistem-
olsun) tüm kapiarnı için iddia ederler. leştiren tAristoteles, 15 kuvvetli tasıını
kategorik önermelerin niteliAi [İng. qua- da kendi içinde yetkin tasım ve yetkin
lity of categorical proposition; Fr. qualiM de olmayan ttasım olarak ikiye ayırmıştır.
la propositon aıM gorique]. Kategorik öner- kategori yaniışı [Ing. category ıııistake; Fr.
menin olumlu ya da olumsuz olması du- erreur de caMgorie]. Farklı kategorilere
rumu. girdikleri için, anlamlan arasmda hiçbir
Buna göre, kategorik önermelerde, yük- bagmtının bulurunadıgı sözcükleri, sen-
lem bazı durumlarda özne hakkında Iaks ya da sözdizimi kurallanna uygun
olumlandıgına, buna karşm digerlerin- düşse bile, bir anlam ifade ebneyen,
de olumsuzlandıgma göre, söz konusu hatta saçma olan bir tümcede bir araya
olumlama ile olumsuzlama ya da öner- . getirmekten oluşan yanlış; bir kategori-
menin olumlu ya da olumsuz olması du- nin kapsamı içinde kalan olguları, başka
rumu, önermenin niteligini meydana ge- bir kategoriye özgü deyimlerle ifade
tirir. Yüklemin özne hakkmda tasdik etmetavn.
edilmesine ya da inkar edilmesine göre, katharsis. Annma, boşaltın. Kişinin estetik
her önerme ya olumludur ya da olum- deneyim ve yaşantılar yoluyla olumsuz
suzdur. Buna göre, 'Dünya bir gezegen- duygularından, özellikle de yıkıa tutku-
dir', 'Bazı yıldızlar parlaktır', 'Tüm ge- lanndan kurtulması durumu; sanatın öz-
zegenler eliplik yörüngeler üzerinde nede uyandırdıgı acıma ve korku duygu-
hareket ederler' önermeleri, olumlu; buna lanyla, ruhu tutkulardan temizlernesi
karşılık, 'Dün ya düz degildir', 'Bazı ge- süred için kullanılan Yunanca teriın.
kavram 499

Sanatın amaemın ayıu zamanda ahlaki vaştan bir zeka savaşına dönüştürme
bir amaç oldugunu öne süren Aristote- yöntemidir. Demokrasi, daha yüksek
les'e göre, sanat, estetik bir hoşlanma bir yaşam tarzının kendisiyle gerçek-
duygusundan çok, ürettigi ahlaki değer­ leştirilebilecegi tek ve yegane yöntem-
le belirlenir; bu ahlakideger ise, katharsis- dir ve sosyalizmin ilan ettigi şey mede-
te, yani anrunada nesnelleşir. Buna göre, nileşmiş insanların haklarıdır.' Onun
sanatm görevi, insanda estetik bir haz ya- sosyalizme, ve sosyalizm hedefine var-
ratmak degil de, ahlaki bir haz dogur- mak için demokrasiye olan inancını pe-
ınakl:lr. Bu ahlaki haz da, ruhwnuzun kiştiren başka bir etken de, Nazi dene-
olumsuz duygu ve tutkulardan arınma­ yimi olmuştur. Kautsy nazizm benzeri
smdan, ruhwnuzun temizlenmesinden rejimleri yıkmak için ihtilalci yöntemle-
aldıgumz keyiften meydana gelir. rin kullamlabilecegini kabul etmekle
kathenoteizm [İng. bthenotheism]. Varo- birlikte, anayasal yönetimin bir kez ku-
luşuna inanılan birçok tanrıdan her bi- rulmasından sonra, sosyalizm yolunda
rine yıl içinde belli bir dönem boyunca yalnızca ve tamamen demokratik araç-
tapılması durumu; her tanrımn, temel ların kuUanılacagma inanır.
ve karmaşık bir gerçekligin sayısız yön Kautsky, komünizme yönelik eleştirisi
ya da boyutlarmdan birini simgeledigi söz konusu oldugunda, komürust parti-
inancı. leri, siyasi degil de, askerf teşkilatlara
kavimcilik [İng. ethnocentricism; Fr. ethno- benzetir. Bu tür partiler kendi liderleri-
centrisme]. 1 Genel olarak, bir halk. ka- ni ve sloganlarını seçmez, bunun yerine
vim ya da bir grup insanın, kendi halk liderlerini üstlerinden alırlar. Komüniz-
ya da kavimlerinin, kendi deger, din, mi yalan ve aldabnacaya dayalı bir
ırk, kültür ya da dillerinin digerlerinden
'köle ekonomisi' sistemi olarak görür-
daha üstün oldutu inancı; 2 biraz daha ken, komünist diktatörlügün, varoldu-
özel olarak da, teknik ve bilimsel bakım­ gu sürece, modern işçi sınıfmm kurtu-
dan güçlü ve sömürgeci olup, ırkçı ön- luş mücadelesi için ciddi bir tehdit ve
yargilarla körleşmiş Batı Uygarlığınan büyük bir tahribat oluşturd ugunu sa-
kendi üstünlügüne inanırken, diger uy- vunur.
garlıkları küçümsernesi ve kendi üstün-
kavram [Os. mefhum; Ing. conc.ept; Fr. con-
lük iddiasım güçlendirecek malzemeler cept; AI. begrı'jj). Bir şeyin, bir nesnenin
bulmaya çalışması tavn. zihindeki ve zihne ait tasarınu; soyut dü-
Böyle bir tavra antropoloji içinde, Levi- .
şünme faaliyetinde kullanılan ve belli bir
Straus, bilim felsefesi ve kültürel prob-
lemler baglammda ise, Paul Feyerabend somutluk ya da soyutluk derecesi sergi-
tarafından şiddetle karşı çıkılmıştır.
leyen bir düşünce, fikir ya da ide.
Kautsky, Karl. 1854-1938 yillan arasında Soyutlama yoluyla elde edilen zihinsel
yaşamış olan ünlü Avusturyalı de-
tasavvur olarak kavram, ortak özellikle-
mokratik sosyalist teorisyen. ri paylaşan bir nesneler kompleksinin
Sosyalizm yolunda demokrasiye sun- veya söz konusu nesnelerin paylaştıgı
sıkı sarılan Kautsky, ihtilalci komüniz- ortak özellik ya da niteliklerin psikolo-
me yönelik şiddetli eleştirileriyle ün jik ya da zihinsel tasarımına karşılık
kazanmıştır. Ona göre, demokrasi bur- gelir. Başka bir deyişle, bir terimin an-
juva egemenligi ve hegemonyasmm bir lamı ve dolayısıyla düşüncenin, bir te-
şekli degildir. Burjuvazi aslında mülki- rimin konuşma ya da söylemin en
yet koşuluna baglı sınırlı bir oy hakkı­ küçük birimi olması gibi, en küçük ve
na inandıgı için, evrensel oy hakkının en temel birimi olan kavram, bir sınıfın
uygulanır hale gelmesi, Kautsky'run gö- üyeleri ya da sınıfın kendisi için kulla-
zünde, işçi sınıfının başarısıdır. Onun nılan isim; betimleyic:i bir özellik ya da
gözünde 'demokrasi evrensel oy hak- bagıntıya gönderirnde bulunan bir
kıyla, sınıf mücadelesini sille tokat sa- terim olmak durumundadır.
500 kavrama

Tıpla türnce oluşturmak için terimlerin lamlan kavramlardan meydana geldi~i


bir araya getirilmesi gibi, kavramlar da, için, teorinin çok temelli bir parçasını
önermeler oluşturmak ya da tam ve ek- oluşturur.
siksiz düşünceler meydana getirmek kavrama [İng. corıaroe; Fr. coru:evoir]. Zihin
için bir araya getirilir. Bir kavram kazan- yoluyla idrak ehne faaliyeti, anlama,
mak, onu ifade eden terimin anlanuru pUinlama; soyutlamalan resimsel hiçbir
ö~renmektir. Buna göre, kavram düşü­ şey kullanmadan anlama süreci; bir
nülebilen, ve zihne bir şeyi başka bir şeyin anlamını çözme, onu do~rudan ve
şeyden ayırmaya olanak veren şey ya aracısız olarak algılama işlemi.
da tasarımı, nesnelerin ya da olayların kavramcıhk [Os ıııcflıumiyye; İng. concep-
ortak özelliklerini kapsayan ve ortak bir tualism; Fr. conceptualisme; Al. Konzeptu-
ad alhnda toplayan genel tasavvuru, alisnı us]. Konseptüalizm. Tüm e llerin,
kendisini gösteren terim.Je aniatılmak is- genel soyut kavramların tikel şeylerde
tenen genel fikri, kimi sözcüklerle dile onların özleri olarak varoldu~unu, asla
getirilen ve deneyim kökenli oldu~u öne onlardan ayrı olarak varolmadığını,
sürülen, çeşitli soyutluk düzeylerindeki fakat zihnin özleri, tümelleri tikel şey­
zihinsel içerikleri ifade etmektedir. lerden soyutladı~ını, onlar için isimler
Kavram, bir şeyin tekil izlenimine, o ve semboller yarath~ını savunan kav-
şeyin imgesine de~il de, o şeyin tasarı­ ram görüşü.
mını gösteren şeye karşılık gelir. Buna Varolan herşeyin bireysel oldu~unu
göre, insan bir şeyin tekli~ini, onu başka iddia eden kavramcıhk, genelli~in hem
he~eyden ayıran biricikli~ini tasarlaya- deneyimin ve hem de dilin çok temel
bildikten başka, tek ve biricik olanlara bir yönü oldu~unu vurgulayarak, kav-
ortak olan özellikler yardunıyla, ayıu tek ramların zihin tarafından nasıl oluştu­
ve biricik olanlar için geçerli olan bir ge- ruldugu ve deneyimin tikel verilerin-
nellik de tasarlayabilir. Kavram denilince den hareketle oluşturulan kavramların
de anlaşılması gereken işte bu ikinci ta- nasıl olup da genel olabildi~i sorusunu
sarımdır. Kavram, bir sözcüğe yüklen- yanıtlamaya çalışmıştır. Buna göre, tü-
miş, bir sözdikte toplanmış bir bilgiyi meller, tikellere, bireysel nesnelere iliş­
ifade eder. Buna göre, epistemolojik açı­ kin duyu-deneyi sonucunda, bireysel
dan kavram, işaret etti~i şey ya da nesne varlıklar tarafından paylaşılan ortak
hakkındaki bilgimiz arthkça, hacmi dur- niteli~in zihin tarafından soyutlanması
madan genişleyen bir depo niteliğinde­ suretiyle oluşturulan kavramlar, ideler-
dir. Bu bakımndan kavram, dilde hiçbir dir. Tümeller, bir dile, bireysel nesnele-
zaman tam olarak ifadesini bulamayan re ilişkin duyu deneyinden sonra dahil
bir potansiyaliteye sahiptir. edilen kavramlar olarak varolur ve tü-
Öte yandan, kavram, tek başına oldu- meilerin bilgisine, kavramsallaştırılan
~u, yani bir önenne içerisinde özne ve bir deneyimden önce, asla sahip oluna-
yüklem olarak yer almadı~ı sürece, maz.
do~ru ya da yanlış, olumlu ya da olum- Kavramcılı~ın felsefe tarihindeki ilk ve
suz olamaz. Buna göre, do~ruluk ve en önemli temsilcisi tAristoteles't:ir. Rea-
yanlışlık, kavramların de~il de, öner- list bir bakış açısına sahip olmakla bir-
melerin bir özelli~idir. Kavramın tek ba- likte, t Platon'u tümelleri, hem bireysel
şına yerini! getirece~i hiçbir işlevi yok- tözler ve hem de özellikler olarak gör-
tur; onun işlevi, ancak ve ancak önerme dü~ü için eleştiren Aristoteles'e göre,
içerisinde belli olur. tümeller insan zihninden ba~ımsız bir
Öte yandan, bilimlerde kavram, bir te- varoluşa sahiptir. Bu realist bakış açı­
oriden daha aşa~ı bir soyutlama düze- sında~ tümeller, onlan bilecek insan
yinde bulunmakla birlikte, teoriler kul- zihninin varolmaması durumunda da,
kavrayış 501

varoiur. Bwmnla birlikte, tüıneller, ge- nm gerçekligin yapısı oldugunl.i, gerçek-


neller dış dünyadaki şeylerden, birey- ligi anlamanın düşünceyi ya da kavram-
sel ve somut nesnelerden ayn olarak va- ları anlamak oldugunu belirtmiştir.
rolmaz. Yani, tümeller tikellerden ayn kavram realizmi [İng. realism; Fr. rıiıılisnıe;
olarak varolan tözler degillerdir. Tümel- Fr. rea/isnıus]. Tümellerin, genel kavram-
ler, bireysel nesnelerde, tikellerde varo- Iann insan zihninden ve insanın bilgi-
lur. sinden bagımsız bir biçimde varoldugu-
Bu durumun istisnalan, madde, Tann nu, tümellerin, onların bilincine vara-
ve insanın en tanrısal parçası olan akıl­ cak, bilgisine sahip olacak zihinlerin hiç
dır. Bir tümel, somut ve bireysel tözün, varolmaması durumw1da bile varola-
bir tikelin, diger bireysel tözlerle, likel- caklannı savunan görüşü.
lerle paylaştıgı yönü ya da özelligidir. Bu görüşün en büyük ve en ünlü tem-
T tümeli, tüın l'lere ortak olan özelliktir. silcisi, ünlü Yunan filozofu tPiaton'dur.
Zihin tümelierin bilgisine, Aristoteles'e Platon'a göre, tümeller insan zihninden
göre, somut ve bireysel tözlerdeki ortak bagunsız bir varoluşa sahiptir. İdeal,
özelligin kavramını, deneyim ya da tec- ezeli-i!bedi ve yetkin varlıklar olarak tti-
rübedeki nesne ya da şeylerden soyut- meller ya da ldealar somut ve bireysel
lamak suretiyle elde eder. Aristoteles, şeylerden oluşan duyusal dünyadan
işte bu soyutlama sürecine, sezgisel lü- ay n bir biçimde varolur. Söz konusu tti-
mevarıın adını vermiştir. meller veya İdealar, yalıuzaı ayn ve ba-
kavram formasyon u [İng. cancept fonnati- gunsız tözler degil, fakat aynı zamanda
on; Fr. concept formation]. Başka özellikle- yetkin ve ideal modeller, ilkömeklerdir.
ri bakımından farklılık göstermekle, on- Buna göre, tümeller, duyusal dünya-
tolojik bakımdan kendi kendileriyle aynı daki bireysel şeyler tarafından hiçbir
olup başka herşeyden farklı olmakla bir- zaman tam olarak kop ya ya da taklit
likte, mantıksal bakımdan özdeş olan, edilemeyen, tam anlamıyla örneklene-
yani ortak bir niteligi paylaşan nesne ve meyen ideal varlıklardır. Platon'a göre,
olay kümeleriyle dolu olan dünyamızda, gerçekten varolan tümellerle kıyaslan­
nesne ve olay kümelerinin söz konusu dıgında, tikeller, ancak tümellerden
ortak niteligini bulup çıkarma, yakalayıp pay almak suretiyle_ varlıga gelir.
soyutlama işlemi. kavramsal çerçeve [Ing. canceptual sche-
kavram olarak varlık anlayışı [Ing. tlıe­ me; Fr. sch~me conceptuel]. Bir toplum ya
ory ~f being as concept; Fr. thiorie de /'itre da toplulugun inançlarının, kabulleri-
conınıe concept]. Aynı yasalara göre geli- nin, bilim ve ahlakının, gelenekleri ve
şen düşünceyle gerçeklik arasında bir dünyaya bakış tarzının bir şekilde bir
ayırım gözetmeyen ünlü Alınan idelist araya gelişiyle genel ve kuşatıcı bir
filozofu tHegel tarafından geliştirilen teori gibi ortaya çıkan ve o topluluktaki
varlık anlayışı. bireylere empirik ve ahlaki deneyimle-
Hegel bir tutarlılık kuramı benimsemiş, rini açıklama ve yorumlama olanağı
düşünceyle düşünce olmayan bir şeyi veren bütün.
karşılaştırmanın olanaksız oldugunu kavrayış [Ing. conception; Fr. conception].
dile getirirken, kavramlanmızı kendi- Üyelerini degil de, suuhn bizzat kendisi-
mizden bagunsız bir gerçeklikle karşı­ ni, parçalanru degil de, parçaların oluş­
laştırmanın söz konusu olamayacat;ını ıurdugu bütünü, tikel görünüşleri yeri-
ifade etmiştir. Bunun yerine, kavramları­ ne, bireyin bizzat kendisini bilmede söz
mızın kendilerini açımladıguu ve bu su- konusu olan, degişme ortamındaki ay-
retle kavramlarla betimlenen gerçekligi rulıgı yakalayan ve belli bir genelierne
meydana getirdigini savunan Hegel, var- ve soyutlamayı içeren biliş türü.
hk görüşünde, gerçekligin kavramlar ta- Bir şeyin anlarruru yakalama, ne oldu-
rafından belirlendigini, dünyanın yapısı- gunu bilme; özel ve tikel durumlan
502 kaygı

genel ve soyut açıklamalara ya da sınıf­ mış olduklarını, bilinçli insan varlıgı­


Iara baglama, genel ve soyut ilkeleri nın da aynı durumda bulundugunu
özel durumlara uygulama ve göreli ola- dile getiren tHeidegger için, en önemli
rak daha az bilineni daha iyi bilinenle problem, olumsal varlık probiemidir. O,
karşılaşhrma faaliyetinin sonuru olan olumsal varlık problemini çözmek için,
bilme etkinligi olarak tanımlanmak du- zorunlu varlık ya da Tann düşüncesine
rumunda olan kavrayış, bir sözün ya müracaat etmek yerine, bizim olumsallı­
da akılyürütmenin anlamını, bir şeyin gm kendisinde bir anlam bulmamız ge-
neligini, neden-sonuç ya da amaç-araç rektigini, varlık probleminin ancak bun-
ilişkilerini zihin araalıgıyla yakalamayı dan sonra çözülmüş olacagını söyler.
ifade eder. Başka bir deyişle, Heidegger'e göre,
kaygı [İng. aıuiety; Fr. aıuiete; Al. sorge]. varlık problemi varoluşla ilgili bir prob-
Endişeyle kanşık tasa; bir istegin ama- lem olup, problemi, yalnızca belli bir bi-
cına ulaşmayacak gibi göründügü du- çimde var olmakla çözebiliriz. Varlıgın
rumlarda ortaya çıkan tedirginlik hali. anlamuu, birtakım kanıt ya da teoriler-
Kaygının korkudan en önemli farklılı­ de degil de, varolma tarzında bulacagı­
gı., korkuda her zaman kendisinden mızı söyleyen Heidegger'in varlık görü-
korkulan bir nesnenin, kişi ya da ola- şü şu ögelerden oluşur:
yın varoldugu yerde, kaygının çogun- 1 Şeyler teorisi. Kişiyle nesne ya da şey
luk bir nesnesi olmaması, kendisine yol arasUldaki geleneksel ayuuru kullanan
açan somut bir nesne ya da durumun Heidegger, öncelikle şeylerle kişi ara-
bulunmamasıdır. sındaki ilişkinin bir bilgi ilişkisi degil
Varoluşçu felsefede ise, kaygı, içinde de, pratik bir ilişki oldugunu belirtmiş
yaşadıgımız dünyanın anlamsızlığırun, ve bu çerçeve içinde, şeylerin en önem-
tamamlanmamışlıgının, kaotik, düzen li özelliklerinin kullanılmaya hazır ol-
ve amaçtan yoksunlugunun farkına var- maklık oldugunu öne sürerek, şeylerin
manın sonucu olan duyguyu ifade eder. kendilerine göründügü insanlar tarafın­
Bununla birlikte, örnegin Heidegger'de dan nasıl anlaşıldıgını betimleyen fe-
kayguun son derece önemli bir anlamı nOmenolojik bir ögreti ortaya koymuş­
vardır. Kaygı, onda Daseina potansiyeli- tur. 2 Onun varlık ögretisinin ikinci
ni tam olarak killanmadıgıru arumsata- adımı, bir kişiler teorisidir. Buna göre,
nan bir barometre görevi görür. Bu kı; kişi, kendi türünden başka varlıklan
nuda o şunlan söyler: 'Kaygı, Dasein'ı tanıyan ve onları başka şeylerden ayı­
dünyanın içindeki sindirilırüşli.k duru- ran bilinçli varlıkbr. 3 Benim varlık
mundan geri getirir. Kaygı bireyselleşti­ problemini giz.lemek ve ne oldugumla
rir. Bu bireyselleşme Dasein'ı kendine ge- ilgili sorumluluklardan kaçınmak için,
tirir ve ona yapmaakhgm ve sahiciligin başka kişileri kullandıgım, başkaları­
kendi varlık imldnlan oldugunu söyler. nın beni yönlendirm~ine izin verdigim
·Vicdanın bu çagnsı, Dasein'ı, Varlığı ptr zaman ortaya ÇJkan sahici olmayan iliş­
tansiyel bir kendi-olmaya davet eder bir kileri temele alan kişisel ilişkiler teorisi. 4
yakarış niteligindedir.' Olumsallıgın ve dünyadan ayrılışımın
kaygıya dayalı varlık anlayışı [İng. an- bilincine varmanın sonucu olan kaygı
xioııs theory of being]. Ünlü Alman filozo- teorisi. Ve nihayet, S kaygının nasıl aşı­
fu Heidegger'in insandan hareket eden, lacagını ortaya koyan bir teori.
insarun yaşadıgı kaygıyı, korkulu kay- kazanılmış [Ing. acquis; Fr. acquis]. Do-
gıyı, endişe ve iç daralmasını temele guştan, içgüdüsel ya da kalıtsal olana
alan varlık görüşü için kullanılan ta- karşıt olarak, sonradan elde edilmiş,
nımlama ya da deyim. bir çaba ya da etkinligin sonucu olarak
Dünyadaki şeylerin, varolanlann, hiç- saglanıruş şeyler, nitelikler ya da ba~a­
bir açıklama olmadan, dünyaya fırlatıl- rılar için kullanılan sıfat.
kendi 503

kazüistik (İng. causistry]. Genel ilkelerin Hicretin ilk yüzyılının sonlarına dog'ru
varlıgını yadsıyarak her durumun ken- ortaya çıkan keliim, itikat, tevhid,
di içinde degeriendirilmesi gerekligini Tanrı'nın sıfatlan, kaza ve kader, ahiret,
savunan durum ahiakından farklı ola- ruhun ölümsüzlügü, ölümden sonra di-
rak, ahlaki ilkelerin özel durumlara uy- riliş gibi konuları işlemiştir. Zamanla
gulanmasından oluşan ahlak türü. İslam görüşlerini savurunayı ana ilke
Dogru ya da yanlış davranışla ilgili edinen kel§m, Kuran'ın ayetlerine an-
problemleri konu alan sanat ya da ögreti lam vermek, O'nu anlamak, temellendir-
olarak tanuruanan kazüistik, belli bir mek, her türlü Islam dışı inançla müca-
davranış tarzı içinde çeşitli ahlak kural- dele etmek ve lslamla ilgili anlaşmazlık­
larının çatışması durumunda, nasıl ları çözmek amacı gütrnüştür. Yara-
davranılması gerekligini belirleme ihti- tılanı yaratanı göstermesi bakırnından
yacı ve zorunlulugundan dogmuş olup, ele alan keliiın, Tann'run özünü ve nite-
genel ahlaki ilkeleri özel durumlara uy- liklerini, yaratan-yaratılan ilişkisini de
gulamak suretiyle geliştirmeye çalışan incel er.
bir araştırma olarak ortaya çıkar. Başka kendi [İng. self; Fr. sPi; Al. selbsl]. Özneyi
bir deyişle, amacı tartışmalı, sorgulana- pekiştirmede kullanılan, bir eylemin
bilir faaliyetleri haklı kılmak olan kazü- kendisine olan gönderimini dile getiren
istik, genel davranış kurallanna gerçek sı fat.
ve saglam istisnalar bularak gelişen Buna göre, özne söz konusu oldugun-
ahlak anlayışı olmak durumundadır. da, kendi deyimi, kendisini nesne, yani
keff. İsl§mda, özellikle de Selefiye mez- ben olarak ortaya koyup ifade ettikten
hebinde Kur' an. ve hadislerde geçen ço- sonra, bu ifadeden hareketle yine kendi
kanlamlı sözlerin anlamını düşünmek­ kendisine dönen ve bu şekilde somut
ten kaçınma tavrına verilen ad. bir gerçeklik kazanan özneyi ifade eder.
ketam. Birtakım kanıtiara başvurarak, Terim tNietzsche'de, organizmayı dü-
temel dini hükümleri açıklayan, sistem- zenleyeı:ı!_?ir!}'.i!ı._!ıakild_Ç)~f!~_ru ta:O::
leştiren ve savunan; İslam inancuun il- ·-nunıamaktadır. Bu baglamda, bir özne-
kelerini akıl temeline oturtma yı, açıkla­ nin ve-g:ellerolarak §_rva_;lıgıli,j;!iEiı
mayı amaçlayan disiplin. bir·şey degil de, ken~isi olmasını sag-
Dinde geçen temel kavramları konu . ·la yan hal, durum veya nitelige kendilik
alan, İslam mezheplerinin kurucularını adı verilmektedir.
ve dogmalaruu, felsefi okullann görüş­ Öte yandan, ahl§k alanında, keyfüige,
lerini, paganizmi ve metafizik problem- gelişigüzellik ve yasasızlıga ~n veren
leri inceleyen disiplin olarak kelam, belirlenirnsizcilikle, herşeyin mutlak bir
Allah'ın özünden ve sıfatlanndan, pey- biçimde belirlenmiş oldugunu savunan
gamberlikte ilgili konulardan, varlıkia­ determinizm arasında kalan bir alternatif
nn hallerinden, başlangıç ve sonlann- olarak, kişinin, özgür irAdesiyle kendi se-
dan söz eder. Kesin birtakım kanıtlar çimlerini yapabilmesi, dış koşul, etki ve
ortaya koyarak ve bu arada ka11ıt gö- nedenleri aşarak. hedeflerini özgürce be-
rüştekileıin itiraz ve kuşkularını gide- lirleyebilmesi dunımucıa, kişinin, kendi-
rerek, dini inançları temeUendinneye ve sini başka türlü davranmaya zorlayan iç
kanıtlamaya çalışır. ve dış güçlere karşıt olarak, özgür se-
Maddeci görüşler, Hristiyanlık ve ls- çimlerde bulunabilmesi ya da tercihlerini
lam inançlanndan birini ya da hepsini özgürce kontrol edebilmesi haline kendi
birden reddeden görüşler karşısında, kendini belirleme denmektedir. Kişinin ey-
İslamiyelin savurunasını yapma amao- lemlerinin, kendi dışındaki güçler, kişi­
nın bir parçası olarak ortaya ç.kmış nin denetleyemedigi aşkın nedenlerin
olan dini -felsefi disiplin olarak ketamın degil de, kendi özgür iradesinin sonuru
kaynagında Kuran ve hadisler vardır. olması durumu olarak tarumlanan kendi
504 kendili~indenlik

kendiili belirleme ilkesi, siyaset alanında, başka herşeyin varoluşu için kendisine
lıir ulusun kendi problemlerini kendi ihtiyaç duydugu, dogasını, özsel olma-
iradesiyle çözebilmesi, kend.i kaderini, yan karakteristiklerini sergilemeden tam
dış müdahalelere maruz kalmadan be- olarak ifade eden şeyin durumu. Kendi-
lirleyebilmesi halini anlatır. ligindenlik terimi bu çerçeve içinde, ge-
Yine, ayru baglamda, insarun ahlak ala- leneksel olarak Tanrı için kullarulmıştır.
nında, kendi potansiyel güçlerini tam 2 Bir neden, bir etki, zorlama ya da
olarak gerçekleştirmekten oluşan en baskl olmadan, iradenin kontrolü dışın­
yüksek hedefe giden yolda, her eylemiy- da gerçekleşen eylem, davranış ya da
le kendisini aşıırak hedefe biraz daha oluşum için kullanılan sıfat.
yaklaşınası durumuna kendini aşma adı Bu baglamda, Bakunin ve Rosa Luxem-
verilmektedir. Ke.ndini aşma, epistemo- burg gibi sosyalist teorisyenler tarafın­
lojide, benin, ya da düşünce, bilinç ve dan geliştirilmiş olan, devrim hareketin
zihnin, dogrudan ve aracısız zilı..in halle- kendi örgütlenme ve gelişme biçimleri-
ri, eylemleri ya da işlemlerinin ötesine ni, geleneksel işçi örgütlerinin katkısı
geçmesi anlamında, kendi bilincinde ol- olmadan da, kendi i~elligi ve diyalekti-
masını ifade eder. gi içinde, kendi başına bulabilecegini
Buna ek olarak, yine özne söz konusu savunan görüşe de kendiliğindenlik adı
oldugunda, bir ve aynı kişinin birbirle- verilmektedir.
riyle çelişen iki önermenin ikisini birden kendinde/ kendisi için [İng. in itselflfor it-
olumlamasına, buna karşın yargılama self, Fr. en soi/pour soi; Al. an sich/for
eylemi veya önenne söz konusu oldu- sich].Felsefede, bir şeyin kendi başına,
gunda, kendi kendisiyle çelişen türnce kendi içinde, yani bilinçten bagımsız ola-
ya da kavrama, temel anlamını hem rak ne olduguyla, bir bilinçle ilişkisi için-
olumlayan ve hem de değilleyen öneone- de ne oldutu arasındaki karşıtlı~ ifade
ye kendi kendisiyle Çt!lişme denmektedir. eden önemli bir ayırım.
Buna göre, bileşenlerinden ya da iddiası­ Ayınm kendinde şeyle bizim için olan,
nın yapısından dolayı, kendi kendisini bizim tarafımızdan belirlenen şey ara-
yanlışlayan, kendisine dogru ya da ge- sındaki bir ayırım olarak, ilk kez tKant
çerli olma olanagı bırakmayan önerme tarafından ortaya konmuştur. Buna
türüne kendisini çürüten önerme denir. göre, kendinde şeyin Almanca karşılı­
Ömegin Yalancı Paradoksunda, tüm Gi- gı olan ding an sich, Kant'ta mümkün
ritlilerin yalancı oldugunu söyleyen Gi- deneyimin ötesinde kalan, bilinan ken-
ritlinin önermesi kendi kendisini çürü- disine erişemedigi ve dolayısıyla da bi-
ten bir önermedir, çünkü dogru oldugu linemez olan vcırhgı gösterir. İnsan ta-
kabul edildigi zaman bile, yanlış oldu- rafından bilinemeyen, aşkın ve insan
~ ortaya Ç1kar. zihninden bagımsız gerçeklik olarak
Nihayet, fenomenoloji gelenegi içinde, kendinde varlık, göreli veya bilince
özellikle de Alexis Meinong tarafından, göre degil de, mutlak ve bagımsız var-
tüm zihin hallerinin ortak özelligi ola- h~ tanımlar. Kendinde varlıgın karşı­
rak gösterilen, bir zihin halinin düşün­ tı, bilincin bir fonksiyonu olan, zihin ta-
cemizde dolayımsız bir tarzda mevcut rafından belirlenen, yani bizim için var
olabilme niteligine kendi kendini sunma olan, eşdeyişle algılandıgı ve bilindigi
özelligi adı verilir. şekliyle varlıktır, fenomendir.
kendiliğindenlik [İng. aseity; Fr. aseite). 1 Kendinde /kendisi için ayuunı, kendin-
Kendinden, kendi başına ve kendisi için de terimini tez anlamında ve bilinçsiz
varolma durumu. Başka herşeyden tam olaru, buna karşın kendisi içini de anti-
olarak ve mutlak bir biçimde bagunsız tez anlamında ve bilinçli olanı veya bi-
olan, varolmak için kendisinden başka linci olanı ifade etmek için kullanan
hiçbir şeye ihtiyaç duymayan, fakat Hegel tarafından geliştirilmiştir. Te-
kendinde~varhk 505

riınlerin tHegel'deki anlamından yola Bununla birlikte, onun aradıgı, ulaş­


çıkan tMarks ise, aynmı varlık ve bilinç- maya çahştıgı varlık yalnızca, bilinçten
ten, kendi felsefesinin temel ontolojik yoksun olan kendinde varlık değildir. O
gerçekligine tekabül eden sınıfa taşımış­ kendisini, yani kendisi için varhgı koru-
br. Buna göre, Marksist görüşte, ekono- mak ister. Bundan dolayı, insanın, var-
mik fonksiyonuna göre tanımlanan sını­ lık ve bilincin birleştigi bir varlık olarak
fa, ayru konum, çıkar ve statü ye sahip kendinde-kendisi için varlık olma ideal
insaniann belli bir üretim ve mülkiyet projesini gerçekleştirmeye çalıştıgını
sistemi içindeki yerine kendinde sınıf adı söyleyebiliriz. Kendinde-kendisi için
verilirken, insanların kendi veya sınıfsal varlık ise, Tanrı'ya karşılık geldigi için,
konumlanru algılama tarzianna ya da insanda en temel arzu olarak, Tanrı ol-
sınıf bilinçlerine kendisi için sınıf denmek- ma arzusu vardır.
tedir. Fakat, Tanrı düşüncesi, tSartre açısın­
Kant'tan ziyade Hegelci ve Marksçı bu dan çelişik bir düşüncedir, zira bilinç
teıne Iden etkilenen 20. yüzyıl felsefesi tam tarnma varlıgın olumsuzlanması­
kendinde/kendisi için ayırunını, dogası dır. Sartre, buradan kötümser bir sonuç
geregi veya özü itibariyle kendisi için ol- çıkarsar ve insanın bütün çabasının
dugu söylenen, nedensellik yasasına tabi beyhude oldugunu söyler. Onun uçu-
olmayıp özgür olan bilinçle, sadece ken- şu, ideal projenin gerçekleştirilmesiyle
dinde ve salt dışsal belirlenime, dogal dcgil de, ölümle son bulur.
nedensellik yasasına tabi olan nesne ola- kendinde varlık [İng. being in itsdf; Fr.
rak bir şey arasındaki karşıtlıgı ifade itre en soi]. Varoluşçu felsefenin kurucu-
etmek için kullanmıştır. Ömegin, Merle- su Sartre'ın, dış dünyada varolan cansız
au-Ponty kendindeyi, kendisi için diye şeyler, nasılsa öyle olan somut varlıklar
tanımlanan insanh~ın tersine, dogayı ve bu arada, bpkı cansız nesneler gibi,
dile getiren genel bir kategori olarak kul- pasif olup etkinlikten kaçınan, sorumlu-
lanır. Kendinde /kendisi için ayırımı, luk yüklenmeyen insan varlıklan için
tHeidegger ve tSartre'da söz konusu kullandıgı terim.
nesne bilinç karşıtlıgına ek olarak. öz- Buna göre, kendinde varlık, farklılaş­
nenin özgürlügünü yadsıyan kötü niye- mamış, hiçbir özelligi olmayan, kaba
tini ve sahici olmamaklıgııu ifade etmik varoluştur. O, zamandışı olup, degiş­
için kullanılmıştır. mezdir; ne edilgenlik, ne de etkinliktir.
kendinde-kendisi için varlık [İng. being Ne zorunlu ne de mümkün olan, hem
in itself-for itself, Fr. etre en soi-pour soi]. olumsuzlamanın ve hem de olumlama-
Ünlü Fransız düşünürü ateist jean Paul nın aynı derecede ötesinde olan ken-
Sartre'ın varoluşçu felsefesinde, bilin- dinde varlık. saf oluınsallıktır.
cin ve varlıgın birleştigi Tann'yı göste- Kendinde-varlık deyimi, Sarbe'ın varo-
ren terim. luşçu felsefesinde ikinci olarak insanın,
Kcildisi için varlıkla bilind, kendinde her eylemde özgür seçimin, özgür bir
varlıkla da bilinçten yoksun, her ne ise o iradenin ürünü olan karariann söz konu-
olan olumsal varlıgı tanımlayan Sartre, su oldugunu görmezden gelerek, bir
daha sonra bu iki kavrama kendinde- nesne, varolan sıradan bir şey gibi dav-
kendisi için varlıgı eklerken, kendisi için ranması durumu için kullanılır. Buna
varlıgın, yani bilinçli insan varlıgırun göre, kişi, kendisine ve başkalarına karşı
geçmişten gelecege, olmuş oldugu var- olan sorumlulugundan ve dolayısıyla
lıktan imkanlara, olacagı varlıga doğru bezginlikten, boguntudan,. sıkınb ve iç
bir uçuş oldugunu söylemiştir. Şu halde, daralmasından kaçuunak için, kendisini
kendisi için varlık olarak insan varlıklan aldatarak. dünyadaki herhangi bir şey,
varlıga dogru bir uçuş olmak durumun- cansız bir nesne gibi oldu~ zaman, ken-
dadır. dinde varlık haline gelir.
506 kendini aldatma

kendini aldatma [İng. self-deceptioıı] Va- Söz konusu ahlak anlayışına göre, ger-
roluşçu Sartre'ın felsefesinde, kişinin, çek ben, aktüelleşme, gerçekleşme ihti-
öznenin seçme özgürlügüne sahip ol- yacnda olan ideal bir bendir. Birey ya
dugunu kabul etmemesi ya da kendisi- da ben, yetkinlige ancak potansiyel güç-
ne seçme şansı, tercihte bulunma hakkı lerinin gerçekleşmesi yoluyla ulaşabilir;
tanımaması ve böylelikle de karar ver- o, yalnızca bu sayede, gerçek kişiligini
menin, seçmenin kendisine yükledigi iç kazanabilir. Birey için en yüksek iyinin,
sıkıntısından, boguntudan kaçınması ahlak alanındaki nihai hedefin tüm po-
durumuna verilen ad. tansiyel güçlerin, duygusal ve entellek-
Kendini aldatmayı, kişinin, kendi ken- tüel bütün imkanlarm tam anlamıyla
disini öne sürememesi, kendisi hakkın­ gelişmesi ve gerçekleşmesi oldugunu
da dogru olanı kabul etmemesi ve böy- dile getiren bu ahlak anlayışına göre,
lelikle kendisine karşı dürüst olama- insan söz konusu hedefe yalnızca, kişili­
ması hali olarak taıuınlayan varoluşçu­ gini meydana getiren çeşitli yönlerin bir
lugun kurucusu Sartre, kendini aldatan bütün olarak ve aklın ışıgında düzen-
kişinin kendisine gereken degeri vere- lenınesi suretiyle ve başkalanyla ilişki
medigini, kendisine güvenenemedigini, içinde ulaşılabilir.
varoluşuna deger ve anlam yükleyeme- kendisi için varbk [Ing. being for itself;
digi için, varolan şeyler arasında her- Fr. €tre pour soi}. Çagdaş varoluşçu dü-
hangi bir şey olup çıktıgını öne sürer. şün ür tSartre'ın, öncelikle bilinç için
Belli bir durum karşısında neyi seçece- kullandıgı deyim.
giınize ancak bizim karar verdigiınizi, Buna göre, bilinci ruh ya da :rihin ya da
hiçbir şey yapmamayı seçmenin de as- transendental ben olarak şeyleştiren,
lında yine bir seçim oldugunu söyleyen dünyadaki bir şey şeklinde gösteren gö-
Sartre'a göre, kişi yaph~ı seçimin hesa- rüşlere, bilincin yönelimselliğini hiç dik-
bını vermek zorundadır. Seçerken, kişi kate almayan anlayışhua karşı, bilincin
yalnızca kendi yaşamını belirlemiş yönelimselligini vurgulayan Sartre, bi-
olmaz. Fakat aynı zamanda bu seçimi- lincin yalnızca kendisine göründüğünü,
nin temelini oluşturan ilkeleri ve deger- yalnızca kendisine konu oldugunu dile
Ieri de belirlemiş, ileri sürmüş olur. g~tirmiştir.
Sartre'a göre, ahiald ideal ve degerler, Kendisi için-varlık, öyleyse, töze, ger-
yalnızca kişinin özgürlügü üzerinde te- çek varlıga karşılık gelen kendinde var-
mellenebilir. İnsanın özgürlüge mah- lıktan, fenomene karşılık gelen başkası
küm oluşunu ve sorumlulugunu farke- için varlıktan farklı olarak, kendi yaşa­
dişi, 'bo~ntu'ya, bir 'iç daralması'na mına yön verme, kendi yaşanesına
yol açar. Söz konusu 'iç sıkıntısı' Sartre'a düzen ve anlam kazandırma sürecinde,
göre, insan varlıgırun en temel duygula- özgürce seçimde bulunan ve eylemleri-
nndan biridir. nin hem kendisi ve hem de başkalan
kendini gerçekleştirme ah.lakı [ing. ethics için ortaya çıkaraca~ sonuçlan sorum-
of self realization; Fr tthique de la rtalisation de lulukla hesaba katan kişi, bilinçli, so-
soi]. t Platon, t Aristoteles, T. H. tGreen, rumlu ve özgür birey için söz konusu
F. tBradley gibi filozoflar tarafından sa- olan varoluş tarzını ifade eder.
vunulan ve bir birey için en yüksek iyi Sartre'ın varoluşçu felsefesine göre, in-
ya da ahlaki idealin, doguştan getirilen sanlar, varlık tarzları kendinde varlık­
potansiyeller ve, özel kapasite ve yete- tan oluşan şeylerden farklı olarak etldn
neklerle birlikte, gerçek doga ya da be- ve yarabcıdırlar. Şeyler, her ne ise odur,
ninin aktüelleşmesi, gerçekleşmesi ol- oysa insan her zaman oldugundan
dugunu dile getiren sonuççu ahlak başka türlü olabilir. Kendisi için varlık
anlayışı. olarak nitelenen insan önceden belirlen-
kesintililik 507

miş degildir; o, önceden belirlenmiş bir Yine, iki tür önermenin, yani akıl dog-
öze göre yaşamak yerine, eyledikçe rularını ifade eden önermelerle, do gr u-
özünü kendi yaratır. Insan, kendisi için dan ve aracısız deneyi betimleyen öner-
varlıktır, özgürdür ve sorumludur. Da- ınelerin kesin oldugu söylenebilir. Öte
hası, insan kendisiyle şeyler arasındaki yandan, kesin olan şeyler sınıfı, bilinen
karşıtlıgın, başka insanlarla olan ilişki­ şeylerin bir alt sınıfı ve bilgi de zorun-
. lerinin, seçme ve oldugundan başka lu olarak dogru olmak durumunda ol-
türlü olabilme gücünün bilincindedir. dugu için, dogruluk bilgi ve özellikle
kesinlik [Ing. certaiııh;; Fr. certitı<de; Al. de kesinlik için temel bir ölçüttür.
gewisslıeit]. Bir önerme ya da inancın kesinsizlik ilkesi [İng. principle of ımcer­
dogruluguna sarsılmaz bir inanç besle- tainh;; Fr. principe de l'incertitı<de]. Ünlü
me durumu; mutlak, kesin ve zorunlu Alman fizikçi Werner Heisenberg tara-
bir dogruya ulaşıldıgında, bir önerme fından ortaya atılmış olan, bir dsınin
saglam ve geçerli nedenlere dayanıla­ belirli bir andaki konumu ile momentu-
rak tasdik edildiili zaman söz konusu munun (yani, kütlesiyle luzının çarpı­
olan zihin hali. mııun) aynı anda ve kesin degerieri e bi-
Bir zihin hali ya da önermelerin bagınıı­ linemeyecegini öne süren ilke.
sal bir özelliili olarak kesinlik, bir inanç, Bu ilkeye göre, elekıran gibi küçük par-
çacıkların, ayru anda hem yerini ve hem
dogru ya da önerınenin kuşku götürmez
oluşunu gösterir. Başka bir deyişle, kar-
de hızıru belirlemek olanaklı degildir.
şıtı bilgisizlik degil de, kuşku olan ke-
Söz konusu belirsizlik, deney araçlarının
sinlik, bir dogruyu hiçbir kayıt, koşul ya yeterince duyarlı olmamasından kaynak-
lanmamaktadır. Elekıronu görmek için,
da sırurlama olmadan olumlama veya
kısa dalga boylu ışınlar kullanılır, fakat
tasdik etmeyle belirlenir. Kesinlik bir
enerjisi yüksek olan bu ışınlar, elekırona
zihin hali oldugu için, son çözümlemede
çarpınca onun hızıru de~ştirir ve böyle-
zorunlu olarak öznel olmak birlikte, öz-
likli elekıronun yeri saptarurken, luzı be-
nenin, tüm insanlar için geçerli olan ne-
lirlenernez. Düşük eneıjili uzun dalga
denlere dayandıramadı~ ve dolayısıyla
boylan kullanıldıgında ise, elekıronun
başkalarına aktaramadıgı kesinlige öznel
luzı etkilenmez. ancak bu kez de, onun
kesinlik adı verilir.
yeri tam olarak saptanamaz.
Aynı zamanda psikolojik kesinlik olarak
Heisenberg tarafından ortaya konan
da bilinen bu kesinligin karşısında, hiç- bu ilkenin, doga bilimlerinin temelinde
bir kişisel degerlendirme ya da koşula yer alan determinizmin reddini gerek-
baglı olmayan, kendisini aynı nedenler-
tirdilli öne sürülmüştür.
den d ola yı herkese kabul ettiren bir ke- kesintililik [İng. di<eoıılinuily; Fr. discon-
sinlik türü olarak nesnel kesinlik yer alır. tinı<itı!]. Şeylerin, bir tarihsel çagdan di-
Buna karşın, önermenin ya da dogru- geri ne geçişte, artık aynı tarzda algı­
nun tartışılmaz, mutlak ve kuşku gö- larunaması, tasvir edilmemesi, ifade
türmez oluşuyla belirlenen bu kesinli- edilmemesi, nitelcndirilmemesi, sınıf­
ge aynı zamanda ınantıksal kesinlik adı Iandıniması ve ayıu tarzda bilinmeme-
verilir. Bu ikinci tür kesiniiilin karşıtı, si olgusunu anlatan terim.
kuşkudan çok, olasılıktır. Terimi esas kullanan kişi olarak Fou-
Öte yandan, bir düşünce, bir önerme, cault, kesintiiiliilin mutlak bir degişim
bir ilke dogrudan ve aracısız bir biçim- degil, önceden varolan episteme ya da
de apaçık bir şey, mutlak ve zorunlu bir bilginin yeniden dagılınu, bu episteme-
dogru olarak kavrandıgı zaman, buna nin ögelerinin yeniden şekillerıimi ol-
sezgisel kesinlik, fakat başka düşünce ya dugunu söyler.
da önermeler aracılıgıyla kavrandıgı Khrysippos. Stoa Okulunun, M. Ö. 280-
zaman, buiıa da diskürsifkesinlik adı veri- 207 yıllan arasında yaşamış olan üçün-
lir. cü başkanı. tArkesilaos başkanlıgında-
508 Kıta Avrupası felsefesi

ki kuşkucu tAkademi'den Stoacılıga genel bir dünya görüşüdüzeyine yük-


döıunüş olan Khrysippos, Stoacı ögreti- selmiştir. Ayıu pozitivist ge~enek, 20.
yi büyük bir güç ve şevkle işleyip sa- yüzyılın başlarında, Frege ve Russell'ın
vunınasıyla ün kazanınışhr. mantık alanındaki çıgır açıcı çalışmala­
Kıta Avrupası felsefesi [İng. continental rıyla analitik felsefe gelenegini dogur-
philosoplıy; Fr. philosoplıie continentale]. 1 muştur. Bütün bu gelenegin bilim ve
En genel anlamı içinde, Avrupa felsefesiy- mantıgı, bilim ve dil felsefesini ön plana
le eşanlaınlı bir terim olarak, Yunan'la çıkardıklan ve metafizige ve ahlaka
başlayıp, Fransa merkezli Ortaçag felsefe- karşı olumsuz bir tavır takındıklan
si aracıhgıyla günümüze dek ulaşan, ve yerde, Kıta Avrupası filozofları poziti-
Do~ felsefesinin dışında kalan felsefeye vizın, Aydınlanma ve modernlik dü-
verilen ad. şüncesi karşısında kuşkucu bir tavır ta-
2 Kıta Avrupası felsefesi, ikinci olarak, kınmış ve metafizikle ahlaka büyük bir
modem felsefede, Descartes'la başlayıp, önem vermişlerdir.
Spinoza ve Leibniz'le süren ve, Hobbes, Kierkegaard, Sören. 1813-1855 yılları
Bacon, Locke, Berkeley ve Hume'la tem- arasında yaşamış olup, varoluşçu fel-
sil edilen empirist felsefenin karşısında sefenin öncüsü olarak tanınan Dani-
yer alan rasyonalist felsefeyi gösterir. Bu markah filozof. Temel eserleri: Enten-
felsefe, Ada Avrupa'sında, yani İngiltere Eller [Ya/Ya Da], Forprens Dagbog [Baş­
ve İskoçya'da gelişen empirist felsefeden tan Çıkancının Güncesi], Fnjgt og Bae-
farklı olarak, başta Fransa ve Almanya ven [Korku ve Titreme], Sygdommen Til
olmak üzere, kıta Avrupa'sında geliş­ Döden [Umutsuzluk Üzerine İnceleme].
miştir. Aydınlan~nın geliştirdigi doga bilim-
3 Kıta Avrupası felsefesi üçüncü ve çok lerini örnek alan bilgi ve akılcılık anlayı­
daha özel anlamı içinde, önce Ada Av- şına şiddetle karşı çıkan Kierkegaard,
rupası ve daha sonra da, Amerika'da ge- Aydınlanmanın nesnelligi vurgularken,
lişen empirizm ve pozitivizm agırhkh geleneksel din ve ahiakın hakikatlerine
analitik felsefe geleneginin karşısında karşı aldıgı düşmanca tavırdan rahatsız
yer alıp, Aydınlaruna düşüncesine kar- olarak, öznel hakikatin önemini vurgula-
şıthkla belirlenen felsefe gelenegini gös- mışhr. He gel gibi, inanç ve aklı, hüma-
terir. Söz konusu felsefe gelenegi içinde, nist ·bir teolojiyle daha yüksek bir düz-
Hegel, Marks, Kierkegaard, Nietzsche, lemde uzlaştırmaya çalışmak yerine,
Husserl, Heidegger, Sartre, Gadamer, inançla aklın uzlaşmaz oldugunu savu-
Habennas, Derrida, Foucault, Lyotard nan ve inançla akıl arasındaki yangı
ve Baudrillard gibi düşünürlerle, bu dü- daha da genişleten Kierkegaard, fideizm
şünürler tarafından temsil edilen idea- yoluna girmiştir.·
lizm, Marksizm, eleştirel kuram, varo- Başka bir deyişle, rasyonalist bilgi gö-
luşçuluk, henneneutik, fenomenoloji, rüşüne karşı çıkan, nesnel bilgi ideali-
yapısalcıhk, postmodemizm, postyapı­ nin içsel yaşama, bireyin öznel deneyi-
salcıhk gibi aklm ve kurarnlar yer al- mine kör oldugunu savunan, onun in-
maktadır. san yaşamını anlamaya hiçbir katkısı
Buna göre, Kıta Avrupası felsefesinin olmadıgını söyleyen Kierkegaard'a gö-
yukarıda sözünü ettigirniz ikinci anla- re, rasyonalist sistemler gerçekligin tü-
mı cografi bir temele dayanırken, üçün- münü bir düşünce sistemi içine sıkışh­
cü anlamı felsefi tavır ve alternatifiere nr, herşeyi akla indirger; akıl dışındaki
dayanır. Nitekim, Bacon'la başlayan ögeleri ve hepsinden önemlisi varoluşu
empirist ve bilgiyi bir güç olarak gören unutur. Varoluş terimini Kierkegaard
pozitivist felsefe, Hume'la lngiltere'de, insan için kullanır, zira var olmak belirli
Comte'la Fransa'da doruk noktasına bir birey olmak, çabalayan, alternatifleri
ulaşmış ve Aydınlanma felsefesiyle hesaba katan, seçen, karar veren bir
l<ierkegaard, Sören 509

birey olmak anlamına gelir. Aklı, toplu- bir rasyonel kanıt olmadı~ını savunan
mu, v.b. g., ön plana çıkartan bir felsefe Kierkegaard, dini ya da ahlaki do~rular­
kişiselli~i, kişisellik ilkesi olan varoluşu, la ilgili kesinli~in, insan varlıklarında
insanın varoluşunu meydana getiren söz konusu olan kesinsizlik ö~esini orta-
ö~eleri hiç dikkate almaz. Oysa gerçek dan kaldırırken, özgürlü~ü de yok ede-
felsefe ancak varoluş felsefesi olabilir, ce~ini öne sürer. Öte yandan, rasyonel
yani felsefe derinden derine kişisel bir kanıt, bize do~ru yaşamakta oldu~u­
özellik taşımalıdır. Felsefe genel olana muzu entellektüel olarak gösterse bile,
de~il, özel olana, nesnel degil de öznel bizi hiçbir zaman öznel olarak ikna ede-
olana yönelmelidir. mez. Bundan dolayı, onun gözünde ke-
Kierkegaard'a göre, insan yaşamı, so- sinsizlik ya da belirsizlik, öznel hakikat
yut düşüneeye göre çok daha önemli- açısından bir kusur olmak bir yana,
dir. Dahası, genel felsefr problemlerin, onun özünü meydana getirir. Kesinsiz-
soyut düşüncelerin insanın en önemli lik, insan yaşamı açısından en önemli
anlarında hiçbir yardunı oimaz. Ona olan şeyin, seçme özgürlü~ümüzün
göre, insan yaşamının en önemli anları, do~al bir sonucudur.
bireyin bir özne olarak kendisinin bilin- Kierkegaard'a göre, kesinsizlik özgür-
cine vardı~ı kişisel anlardır. Bu kişisel lü~ü içerir. Bizim, teorik kesinli~e ula-
ve öznel ö~eler, yalnızca nesnel ö~eleri, şamasak bile, hakikati arama gibi bir so-
tüm insanlarda ortak olan nitelikleri rumlulu~umuz vardır. O, insanın, şu
dikkate alan rasyonel düşünce tarafın­ ya da bu biçimde yaşamak, ve seçimi-
dan açıklanamaz. Oysa, her insarun, her nin sonuçlarıyla birlikte yaşamak duru-
kişinin biricik varoluşunu meydana ge- munda oldu~u için, seçimde bulurunak-
tiren bu öznelliktir. Tanınmaya ve açık­ tan başka bir alternatifi bulunm.adı~ını
lanmaya muhtaç olan budur. söyler. Bir seçimde bulunmamak da,
İnsan için önemli olanın kişili~in geliş­ daha az bilinçli bir seçim olsa bile, bir
tirilmesi oldu~unu savunurken, Kierke- terdhtir. Ona göre, biz, özgürlü~ümü­
gaard insan varoluşunu, varoluş halini zün farkından olmadı~uruz zaman bile,
betimleyip, insanın ne oldu~uyla ne ol- sorumluyuz. İşte, insandaki endişe ve
ması gerekti~ arasında bir aynm yapar. tasanın, korku ve yılgınlı~ın kayna~ın­
Ona göre, insanın yaşamında insanın da bu durum, yani özgürlük ve sorum-
özünden varoluşuna do~ru bir hareket lulu~umuz vardır.
vardır. Hristiyan dininde bu harekete Kierkegaard'da aralannda çok yakın
ilişkin geleneksel açıklama günah kav- bir ilişki bulunan korku ve özgürlük
ramından oluşur. Kierkegaard'a göre kavramlan, ikici bir metafizi~i yansıtır.
de, insanın özü Tanrı'yla, sonsuz olan Başka bir deyişle, onda insan varlıkla­
yüce varlıkla ilişkiyi gerektirir. İnsanın rı, hayvansal olanla tanrısal olanın, son-
varoluş hali, onun özünden uzaklaşma­ luyla sonsuzun bir kanşımını ifade
sının, yani Tann'ya yabancılaşmasuun eder. Buna göre, insan varlı~ı zamansal
bir sonucudur. Bundan dolayı, insanın bu olanla ebedi olanın, sonluyla sonsuzun,
dünyadaki yaşamı, 'korku'yla, 'yılgın­ tinle maddenin, özgürlükle zorunlulu-
lık'la ve insanın sonlulu~dan duydu~u ~un bir sentezidir. Özgürlük imkarn tin-
'sıkınh'yla doludur. Bir insanın eylemleri, sel do~amıza ba~lıdır. Fakat insan var-
onu Tann'dan daha da uzaklaşhnr.;a, lıklarının bir de hayvani do~alan var-
onun yabanalaşması ve umutsuzlu~ dır. Bu nedenle, insan özgürlü~ü,
daha da artar. hep bir çatışma ve korku olarak yaşar.
Akıl yoluyla kanıtlanabilecek ahlAki bir İşte insan varh~anın en temel seçimi,
sistem ya da din olamayaca~ını, ahlAk özgürlü~ünü benimseyip, hayata geçir-
ya da din içinde, bize belli bir biçimde me ya da özgürlükten kaçışhr. Kierke-
yaşamamız gerekti~ini gösterecek, hiç- gaard, özgürlükten kaçışı, 19. yüzyıl
510 Kinikler

toplumunun, burjuva ahialanın en temel gından, inançlarından ne pahasına olur-


özelliği olarak ifade eder. İnsanlar uzla- sa olsun ödün vermeyişinden, Antisthe-
~ımsal davranış tarziarına uymakla, or- nes'in hocalanndan olan Gorgias'ın ElF
talama olana sıgınmaktadırlar. Ölümün aa eristik manııgmdan, Hippias ve Eu-
kaçınılınazlıgı gerçeğiyle yüzyüze gel- ripides'in 'dogaya dönüş' düşüncesin­
mek yerine, gelip geçici hazların sagladı­ den etkilenmişlerdir.
gı tatminle yetinip, unulmayı ve yılgınh­ Bununla birlikte, Sokrates'in karakter
ğı seçmektedirler. bagımsızlıgının, dünya nimetlerinden
Kierkegaard, bu durumu ve çıkış yo- ve insanların övgülerinden uzak duru-
lunu, estetik varoluş tarzı, ahlaki varır şunun, yalnızca gerçek bilgelif;in çok
luş evresi ve nihayet dini varoluş tar- daha yüksek iyiligine ulaşmak için ol·
zından meydana gelen üç ayrı varoluş dut; u gerçegini göremeyen Kiniki er, ka-
evresiyle göstermeye çalışmıştır. Ona rakter bagımsızlıgı, dünya nimetlerin-
göre, her insan gerçekleştirmek duru- den uzak durma tavrı ve kendine yeter
munda oldugu bir öze sahiptir. Bu öz olmayı en yüksek ideal olarak deger·
ise, insanın Tanrı'yla ilişki içinde olma- lendinnişlerdir. Kinikiere göre erdem,
sı olgusu tarafından belirlenir. Insan bu dünya nimetleri ve hazları karşısında
dünyadaki yaşamı sırasında, üç varo- bagımsız olmaktır. Bu ise, Sokrates'in
luş tarzından her birinde olabilir. yaşamının. vazgeçme ve kendi kendine
Fakat insanırun yaşadıgı yabancılaş­ yetmeden oluşan olumsuz yönünün
ma, umutsuzluk ve suç duygusu, insana olumlu bir amaç ya da ideal Mline geti-
bu varoluş tarzlannın niteligini ve bun- rilmesinden oluşur.
lar arasındaki farklılıkları ögretir. Kier- Yine, Sokrates'in ahlaki bilginin önemini
kegaard'a göre, insarun yaşadıgı bu vurgulamasuu, Antisthenes ve diger Ki-
olumsuz duygular, ona bazı varoluş nikler başka her tür bilgiyi küçüm.seye-
tarzlarının digerlerinden daha saglaın ve cek, hatta yoksayacak kadar abartıruş·
gerçek oldugunu gösterir. Saglam ve ger- ]ardır. Kinikiere göre, mutluluk amaa
çek bir varoluş tarzına ulaşmak ise, akıl­ için, erdem kendi başına fazlasıyla ye-
la degil de, inançla ilgili bir konudur. terlidir ve başka hiçbir şeye gerek yok-
kinesis.Yunanlıların başta mekansal, za- tur. Erdem arzunun yoklugu, istekler-
mansal, niteliksel ve biyolojik degişme den bagımsızlıktır. Erdem, insana uyan
olmak üzere, her tür hareket ve degiş­ ve dünyada olup bitenlerin degişmele­
me için kullandıkları Yunanca terim. rinden bagımsız kalan biricik şey oldu-
Aristoteles bu baglamda, niteliksel de- gundan, yalnızca en yüksek degil, fakat
gişıne, niceliksel degişme ve yer de· biricik degerdir, mutluluga götürecek
giştirme hareketi olarak üç farklı de· tek yoldur. tAntisthenes ve diger Kinik-
gişmeden söz etmiştir. ler, erdemin dışında, insanların deger
Kinikler [Os. kelbjyyıin; İı:ıg Cyııics: Fr .. verdikleri hiçbir şeye saygı beslememc-
Cyniques ]. llkçag Yunan felsefesinde, mişlerdir. Onlara göre, erdemden başka
tSokrates'in ögrencilerinden olup yeni iyi olmadıgı gibi, erdemsiziikten başka
bir ahlak görüşü ya da yaşam biçimi kötü de yoktur.
geliştiren Antisthenes ve Diogenes gibi Insanı mutlu kılan erdemi, bilgelikte
düşünürlerin meydana getirdi~i okul bulan Kinikler, erdemin öğrenilebilir ol-
ya da felsefe topluluguna verilel}_~c:L _r dugunu söylerken de, bununla bilimsel
Bilimsel bilg! ve kültüre pek bir d~er araştırmadan çok, ahlaki çalışına ve
v~nne~Q,_I:ıil~ni a:FiTAJ<a 'ID)f 'lölaii Ki~ alıştırmayı, egzersiz yapmayı anlamış­
ni_i5Jer, .. bilimsel .a'iaŞ11röıiiTann.~nleme . lardır. Antisthenes'in gözünde, felsefe-
ulaşm,.'!...§Yı:eı:inde .. Yii_~nızca bir araç ol- nin işi, 'mutlu olmak için, dogaya uy-
dugunu sav~rıı.ı:ı_\_IŞI'!,rqii. Jtlıllil<o~eH: · gun olan çabalan seçmek'ten başka hiç-
lerinde, Sokrates 'in karakter bagunsızlı- bir şey degildir. Kinikler, bilgelikte bul-
kipler mahhğı 511

duldan erdemi :ı kendi kendine yeten bir yardım teklifini geri çevinniştir. Bu
deger oldugunu söylemiş, yaşaman davranışıyla da, o insanlar arasında,
temel ihtiyaç ve hazları karşısında ka- yalnızca erdemli olmakla kötü olmaıun
yıtsız kalmakla yetinmeyip, amaçlanna öneın taşıdıgını, geri kalan tüm ayırım­
ancak hazdan kaçnunakla erişebilecek­ laran önemsiz ve anlamsız oldugunu an-
lerini düşünmüşlerdir. latmak istemiştir. Dış durumların pek
Kendi güçlerinin dışında kalan hiçbir bir önemi yoktur; bilge kişi, kölelik için-
şey karşısında kaygılanmamayı, hiçbir de bile özgürdür.
şeye aldırış etmemeyi ilke edinmiş olan kip (Os. lıtil, tavır; Lat. ıııodus; İng. nıode;
Kinikler için, ihtiyaçsızlık, dünyadan Fr. mode; Al. rııodus). Tarz, tavır, varlık
yüz çevirmek, anlamına gelmiştir. Yok- durumu. Bir şeyin varolma, ortaya
sulluk içinde yaşayan Diogenes, insaıun çıkına ya da sunulma tarzı. Bir şeyin
eti pişirmeden yiyebilecegini, ateşten zorunlu, aktüel ya da olanaklı olması
bile vazgeçebilecegini göstermeye çalış­ dunımu. Bir şeyin belli bir andaki var-
mıştır. lık duruınu. Bir şeyin varoluş halinde
Buna göre, Kinik okulun temel ilkesi, kendini gösteren düzenieniş biçiıni. Saf
dogaya uygun yaşamak, yapay olan varlıgı tikelleştiren ya da bireyleştiren
tüm ihtiyaç ve degerieri ortadan kaldır­ varoluş formu. Niteliklerin birleştiritme
mak, en teınel ve basit ihtiyaçlan karşı­ tarzı. Bir şeyin anlaşılma, bilinme şekli.
lamakla yetinip, ihtiyaçsızlıga borçlu Bir şeyin, onu o şey, ve başka şeyler­
olunan mutluluk ve bagımsızlıgı yaşa­ den ayn bir şey olarak tanımamaza ola-
mak olmuştur. Kinikler, buna alışmak nak veren formu. Bir şeyin bir nitelik,
için de, kişinin kendisini maddi ve sıfat ya da özellige sahip olma şekli ya
manevi bakımdan sıkıntıya sokması ge- da tarzı.
rekti~ine inanmışlardır. Kişi, onlara kipler mantığı [İng. nıodallogic; Fr. logi-
göre, düşmanlarının yaptıgı kötülükle- que ınodale; Al. modalitaetenlogik]. Öner-
re bile boyun egmelidir, zira düşmanın meler arasında, kipliklerinin sonucu
yaptıgı şey, insanan kendisini tanunası­ olan çıkarımsal ilişkileri konu alan man-
na hizmet eder. tık dalı. Konusu1Tiantıksal kipler olmak-
Kinikler başka insanların ahlaki ba- la birlikte, her zaman manbksal kiplerle
kımdan iyi diye degerlendirdikleri ve sımrlanmayan, öncüllerinden en az biri
ödev olarak gördükleri şeylere de pek kipsel bir önerme olan çıkarunlan konu
aldırış etmemişlerdir. Bilge kişinin, alan mantık türü olarak kipler manbgı,
her tür baglılık karşısanda özgür kala- zorunluluk ve imkan türünden kavram-
bilmesi için, onlara göre, başkalarıyla lan konu alıp, bir şeyin zorunlu mu,
hiçbir baglantı kurmaması gerekir; hiç yoksa mümkün mü oldugunu dile geti-
kimseye baglanmamak için, kişi kendi ren kipsel önermeler arasındaki ilişkile­
ruhsal ihtiyaçları bakımından da kendi ri araştırır.
kendine yetebilmelidir. Kinikiere göre, Söz konusu mantık türü, zorunluluk,
kişinin kendi mutluluguna, kendi gü- iınkan ve imkansızlık türünden kavram-
cünün dışında hiçbir şey etki yapma- ları tutarh bir sembolik sistem içinde
malıdır. Bilge kişi için, aile kadar, yurt- formelleştiren ve teınel ilkeleri arasında
taşlık da kayıtsız kalınacak bir şeydir. 'Bir şey zorunluysa eger, mümkün de
Hatta tDiogenes kölelige bile pek aldı­ olmalıdır', 'Bir şey zorunluysa, imkan-
rış etmemiştir. sız degildir', 'Bir şey imkansızsa eger,
Ona göre, gerçekten özgür olan insan bu takdirde zorunlu olarak yanlıştır',
köle, gerçekten köle olan da özgür ola- 'Bir şey zorunlu olarak yanlışsa, bu tak-
maz. Kinik Diogenes, kendisinin köle dirde imkansızdır', 'Bir şey, zorunlu
olarak satıldıgı bir sırada, onu kölelik- olarak dogru olan bir şeyin manbksal
ten kurtarmaya isteyen bir dostunun sonucu olması durumunda, zorunlu ola-
512 kiplik

rak dogrudur', 'Zorunlu olan bir şey, kipsel önermeler [İng. moda/ sentence; Fr.
hem aktüel ve hem de mümkündür' il- proposition nıodale; Al. moda/ aııssage]. Ka-
keleri nin yer aldıgı bir manbk olarak tegorik önerınelerden farklı olarak, yal-
karşımıza çıkar. ıuzca yüklem (P) ile özne (S) arasındaki
kiplik [İng. modality; Fr. modalilt!; Al. mo- belli bir ilişki yi dile getirmekle kalma-
da/itiit]. Modalite. Bir ifade ya da tümce- yıp, özneyle yüklem arasındaki söz ko-
nin, ilişkili başka bir türnce ya da öner- nusu ilişkiyle ilgili iddianın niteligi, da-
menin ne şekilde, nasıl ya da ne tarzda yanagı konusunda da bilgi veren öner-
dogru oldugunu belirtinesi durumu. me türü.
!Gplik, duyusal, mantıksal, zamansal, Apodeiktik, assertorik ve problematik
deontik ve episteınik kiplik olmak üzere olmak üzere, üç ayn kipsel önermeden
beşe ayrılır. Bunlardan 1 dı.ıy145a/ kip/ik, söz edilebilir. Bunlardan apodeiktik öner-
dış dünyadaki nesneleri algılama, yani me, S'nin P olması gerektigini, ya da
görme, işitme tarzlanmızdan oluşur. S'nin P olamayacagını ifade eden öner-
2 Mantıksal kiplik ise, bir şeyin dogru medir. Apodeiktik önerme, buna göre, S
olma zorunlulugu, olumsallıgı, imidin ve P terimleri arasındaki zorunlu bagın­
ya da imkansızlıgına karşılık gelir. b ya duyulan sarsılmaz inana ifade
Buna göre, ö gibi bir önermenin, mantık­ eder. 'Eşkenar üçgenler eşit açılı üçgen-
sal bakımdan zorunlu olarak dogru ol- ler olmak durumundadır' ya da 'Dik
dugu ya da onun dogrulugunun müm- üçgen eşit açılı üçgen olamaz' önerme-
kün ya da olumsal oldugu veya ö öner- leri, apodeiktik önermeye örnek olarak
mesinin dogru olmasııun manbksal ola- verilebilir. Söz konusu önerme türü,
rak imkansız oldugu söylendigi takdir- önermeyi kuran kişi S'nin P oldugunu
de, bu, ö önermesine manbksal bir kip- kanıtlayabilecegi duygusuna kapıldıgı
lik yüklendigi anlamına gelir. zaman kullanılır.
3 Öte yandan, bir önermenin geçmişte Buna karşın, prob/enıatik önemıe, S P
ya da şimdi dogru oldugwıu ya da ilişkisiyle ilgili olarak, birtakım verilerin
onun gelecekte veya hep dogru olacagı­ oldugu, fakat eldeki bu verilerin yeterli
nı söylemek, o önermenin zamansal kipli- sayılamayacagı, dolayısıyla bir kesinsiz-
gini dile getirir. Buna karşın, 4 bir eyle- lik ögesinin söz konusu oldugu durum-
min ahlaki bakımdan yapmakla yüküm- larda kullanılır. 'Yarın, yagınur yagabi-
lü oldugumuz bir eylem mi, yoksa yal- lir' ya da 'Ahmet işini kaybedebilir'
nızca meşru veya yasaklanmış bir önermeleri, söz konusu önerme türüne
eylem mi oldugunu ifade eden, dolayı­ örnek olarak verilebilir.
sıyla yükümlü olmayı, meşruluk ya da Assertarik önemıe ise, ilk bakışta tümüy-
izin verilmişligi, veya yasagı, yasaklılı­ le kategorik önermeye benzer, faka ı nor-
gı dile getiren terimler, ödevle ilgili malde, üzerinde pek düşünülmeden
olma anlarıunda deanlik kipliği meydana ifade edilmiş kategorik önermenin, belli
getirir. bir itiraz ya da meydan okuma karşısın­
ö Epistemik kiplik ise, bir önermenin da yeniden öne sürülmesinden oluşur.
dogru oldugunu bilmeyi, bilmemeyi ya 'Astrologlar gelecekteki olaylan ç~
da dogru olınadıgını bilmeyi dile geti- zaman önceden d~ tahmin ediyorlar'
ren bir kiplik olarak ortaya çıkar. önermesi ilk bakışta sıradan bir katego-
Bu baglamda, kiplik bildiren önermele- rik önennedir. Bu önermeyi ifade eden
re, yani zorunluluk, olumsallık. imkan- birine, 'Onlar bunu nasıl yapıyorlar?'
sızlık, yükümlülük, meşruluk ya da ya- diye bir soru yöneltilirse, ve aynı kişi
saklılıgı ifade eden 'zorunlu', 'yükümlü', 'Bilmiyorum, fakat onlar bunu aktüel
'-meli', '-malı', 'gerekir' türünden ifade olarak, ya da hep yapıyorlar' derse, öner-
ya da terimiere kipsel terimler denir. me assertorik bir önermeye dönüşür.
kişi 513

Kirene hazcıhğı (lng. cyrenaic hedo11isııı; yalruzca bunun için degerlidir. Buna
Fr. lıedonisnıe cyrenaique]. Kirene Okulu- göre, bilgi yaşamın nimetlerini bize
nwt hazzın tek iyi oldugunu, fakat haz- dogru bir biçimde kullarunayı ögrettigin-
lar arasmda bir ayanın yapmayıp, anhk den, bizi önyargı ve kuruntulardan kur-
haziara yönelen haza görüşünü, diger tardığından; bizi gelecegi isternekten ve
hazcı görüşlerden, örnegin Epiküros'un geçmişe baglanmaktan korudugu · ve
niteliksel hazcıhgından ayırd ebnek için bizde kendi kendimizin bilincine vanna
kullanılan deyim. özgürlügü yarattıgından dolayı, bilgelik,
Kireneliler [Os. kayrevdniyye mezhebi; İng. haz içinde geçecek uyumlu bir yaşama
Cyrenaics; Fr. Cyrenaiques]. M.Ö. 4. yüz- varmak için en önemli araçtır. Kireneille-
yılan başlarında, Yunanistan'ın Kuzey re göre, bilgi insanda aynca bir güven
Afrika'daki sömürgelerinden olan Kire- duygusu yarabr. İnsaıun dış dünyayla
ne'de kurulan ve bireyin hazzını ahliikf olan baglan ne kadar güçlü olursa olsun,
eylemin biricik ölçütü yapan okulun bilge kişi bütün bu durumlarda mutlu-
kurucusu Aristippos'la, temsilcileri He- luk içinde yaşar. Çünkü bilginin, bilgisi
gesias, Arulikeris ve Theodoros'un mey- olan kişiye, bilgeye kazandırdıgı güven,
dana getirdigi topluluk, okul. onu dış dünyaya kapılmaktan kurtarir
Kirenelilerin hazcı ahlak anlayışı, muh- ve ona hem çe~ine ve hem de içinde
temelen tProtagoras'tan almış oldukla- bulundugu koşullara egemen olma yete-
n, bireyin kendi duyumlannın bilgisiyle negi kazandırır.
sınırlanmış oldugu genel görüşüyle ya- Kinikler gibi, Kireneliler de, insanın
kından ilişkilidir. Buna göre, bir insan d ün ya karşısında özgür kalabilmesini
şeylerin, kendilerinde ne oldugunu ya amaçlamışlardır. Bununla birlikte, IG-
da başkalarına nasıl göründügünü niklerin, söz konusu bagunsızhk ve içsel
degil de, yalruzca kendisine nasıl görün- özgürlük halini, insarun dünya nimetle-
dügünü bilebilir. İşte bu anlayış, l(jre- rine yüz çevirmesinde bulduklan yerde,
nelilere hazlar arasında niteliksel yön- Kireneliler bu durwna dünya nimetle-
den bir ayırım yapma olanagı rinden akıllıca pay ahndıgında erişile­
bırakınamışhr. Onlara göre, biricik ya- cegini düşünmüşlerdir. Buna göre,
şama bilgeligi, içinde bulunulan anda Aristippos'la onun izinden yürüyeniann
tad alma sanabndan meydana gelir. Ki- ideali, her zaman yaşamdan tad alması­
reneliler, hazzın nereden geldigi, hazzı m bilen bilge kişi, herşeyi en iyi yönün-
doguran şeyin ne oldugu konusunun den ele alan, herşeyden yararlanmayı
hiçbir önemi olmadı~nı söylerler. Her bilen, fakal kendini hiçbir zaman zevk
haz, haz olmak bakımından iyidir ve çe- içinde kaybebneyen, tutkulanna ege-
şitli haz türleri arasında bu ballımdan men olmasım bilip, olmazı elde etmeye
hiçbir fark yoktur; kendi başına alındı­ asla kalkışmayan kişi olmuştur.
~mda her haz digerine eşittir; her haz, kişi [Os. şahıs; İng. person; Fr. personne;
başka herhangi bir haz kadar iyidir. Al. person]. Kadın ya da erkek farkı gö-
Hatta, Kireneli filozoflar hazzı şimdiki zetilmeksizin, somut birey; kendisine
ana bagladıklan için, maddi haziara hem bedensel karakteristikler ve hem
manevi hazlardan daha fazla deger ver- de zihinsel özellikler yüklenebilen öge
mek durumunda kalmışlardır, çünkü ya da yapıya; bedensel ve zihinsel ey-
manevi hazlarda işe geçmiş ve gelecek- lemlerin, faaliyet sırasındaki birligine,
le ilgili ögeler karışırken, maddi hazları bir insan varhgının vücut şekline, dış
doguran duyumlar, şu arun duyumla- görünüşüne, insanın gerçek, temel,
rıyla sınırlanmışlardır. özsel benine verilen ad.
Kirenelilere göre, insan mutluluga ancak Bu baglamda, benin, zihnin, bilincin,
bilginin yarduıuyla ulaşabilir. Bilgi, işte belli bir zaman dilimi boyunca, kendi
514 kişilik

kendisiyle aym olması durumuna; de- lirleyen fizyolojik yapı ya da bünye ol-
gişen koşullar, yaşam süresince degi- dugu söylenebilir.
şen bedensel ve zihinsel nitelikJer ve bi- Belli başlı kişilik kuramları, kökü Hip-
rikimlerin yanı sıra, sürekli ve kalıcı bir pokratese'e kadar geri giden ve bireyin
kişiligin, ben ya da kişinin kendi ken- kendisini meydana getiren temel ögele-
disiyle aynı oluşuna kişinin özdeşligi te- rin belli bir dengesini yansıttıgını savu-
orisi adı verilir. nan tip teorisi; kişiligin karakteristik dü-
Kişiyi o kişi, beni her kim ise o yapan şünme, davranma, hissetme, tepki ver-
ve onu başka kişi ya da benlerden ayı­ me, v. b. g., tarzlarının bir toplamı ya
ran özellik ya da özellikler bütünüyle da özeti oldugunu dile getirf'il iz teorisi;
belirlenen kişisel özdeşiikle en önemli kişiligin zaman içinde gelişip, bireyde-
probleın, kişinin kendisiyle aynı kalışı­ ki bütünlügü yansıttıgını savunan psi-
nın koşullarını bulma problemi olarak kanalitik teori; kişiligin uyaranlara belli
ortaya çıkar. Bu çerçeve içinde, filozof- biçimlerde verilen tepkilerin sonucu ol-
lar kişinin özdeşliginin temel koşulu­ dugunu öne süren toplunısal öğrenme te-
nu bellekte bulmuşlardır. orisi; kişiligin, bireyin özelliklerinden
Öte yandan, dış dünyaya, nesnel ger- çok, içinde bulunulan durumların özel-
çeklige, özellikle de cansız dünyaya ki- liklerini yansıttıgını savunan durumcu
şisel nitelikler atfetme; "soyut bir sözcük teori olarak sıralanabilir.
ile çeşitli somut görüntüler arasında bir kitiliksizletme [İng. depersoruılization; Fr.
benzetme yapma egilimine; mitolojide de personalisation]. Varoluşçu felsefede,
oldugu gibi, cansız nesnelere kişisel benlik yitimini ya da kişisel kimligi
özellikler yükleme tavrına kişileştirme kaybetme durumunu; kişinin böyle bir
denir. durwnu tam olarak hissedişini; insanın
yaşadıgı, büyük bir bilgi bankasındaki
kişilik [Os. şahsiyet; İng. personality; Fr.
küçük ve önemSiz bir harf. bir sayı; ma-
personalite; Al. persönlichkeit]. 1 Gözlemin
kinadaki herhangi bir vida, insanhgıru
diger nesnelerinden ayrı bir şey olarak,
kaybetmiş sosyal bir makine haline ge-
bene ilişkin öznel bilinçlilik; kendi beni-
lişine ilişkin, duyguyu; kişinin dış
nin bilincinde olan kişinin psikolojik ba-
gerçeklikle olan bagını ve temasını kay-
kımdan söz konusu olan bireyselli~. 2
bettigi hissini tanımlamak için kullaıu­
Bir kişinin temel ve genel davraruş tarzı;
lan terim.
bireyin davraruşının, bireye bir toplum kitisel idealizm [İng. personal idealism;
içinde anlam veren, deger kazandıran ve Fr. idealisme personnel]. Her tür yararcı
onu toplumdaki diger bireylerden farklı­ ya da mutçu görüş ve degerlendirmele-
laştıran yönlerinin toplamı. 3 Bireysel
ri ödeve ya da belli bir kültürün nesnel
insan organizmasırun davraruşının, onu ideaHerine tabi kılan ve zihnin, deter-
diger organizmalardan farkhlaştıran minizm ve maddecilik karşısında mut-
yönlerinin bütünü. Fizyolojik ve psikolo- lak bir üstünlügü ve önceligi oldugunu
jik tepki sistemlerinin beUi bir andaki bü- vurgulayan yaşam görüşü; somut ger-
tünlügü olarak anlaşılan insan varlıgı. çekligi kişisel benlikle, ben bilincine
Buna göre, kişilik kavramı, insan var- sahip olan bilinçli varlıkJa özdeşleşti­
lıgının davranışlarını açıklamak için ren anlayış.
geliştirilmiş teorik bir yapıdır. İnsan kitisel realizm [İng. personal realism; Fr.
varlıgının ya da bir~yin gözlemlenen realisme personnel]. Gerçekten varolanın
tavırlanndan ve yeteneklerinden türeti- kişilik olduğunu, kişiligin varolan her-
len kişiligin, belirleyici ögeleri yetenek- şeyin varoluşu ve sürekliligi için ger-
ler ve zeUdır. Mizacın ise, kişiligin bi- çek bir temel oluşturdugunu savunan,
yolojik çerçevesini oluşturan, büyük k.işiligin tecrübe edilen bir olgu olarak
ölçüde kalıtımla geçip, bireyin somut analiz edilemez ve gerçekçi karakterini
bir durum karşısındaki tepkilerini be- vurgulayan görüş.
klasik 515

Buna mukabil, i-nesnel ideaiizın olarak +Horkheimer'i..n gözünde kitle toplumu,


da bilinen ve antolajik gerçekligi, özün- insanların edilgen, ilgisiz, atomize var-
de, bilinçli olmayan tinsel bir ilkeyle, bi- lıklar haline geldikleri, geleneksel bagla-
linçsiz bir psişik güçle, saf Egoyla, bi- rından, dinsel kimliklerinden kopanl-
linçdışı iradeyle, kişisel olmayan man- dıkları, kitle iletişim araçlarının tek
tıksal bir varlık ya da saf bilinçle özdeş­ yönlü baskısı altında yalnızlaşhkları, te-
leştiren varlık görüşüne kişisel olma- peden tahakküme imkan veren bir top-
yan realizm adı verilir. Bu görüş, birin- lum biçimidir.
cisinden, gerçekten varolanın bireysel Kitle toplumu, kapitalizmin bir ürünü
kişilik degil de, nesnel bir ınanevi ilke olup, sanayileşme, kentleşme ve mo-
oldugunu söylemek bakımından farklı­ dernleşme süreçleriyle ortaya çıkmış­
lık gösterir. tır. Bütün bu süreçler, bireyler arasın­
kişiye yönelen eylem [İng. agent directer daki farklılıkların ortadan kalkmasına,
action]. Bir bireyin akıllı bir varlık ola- bireylerin özgürlüklerini yitirmelerine,
rak gördügü başka bir bireyde belli bir onlann birbirlerinden yalıtlanm.alanna,
etki yaratmayı amaçlayan eylemi. bireylerin birbirlerine daha benzer hale
kitle toplumu [İng. nıass society; Fr. masse- gelmelerine neden olmuştur.
societe) Bab tipi toplumlan, özellikle de Kitle toplumunun kültürel alandaki ifa-
ABD'yi tanunlamak için kullanılan terim. desi ise, kitle kültürüdür. Başka bir de-
Kitle toplumu kavramı, öncelikle bü- yişle, kitle toplumunda kitleyi oluştu­
yük ölçekli sanayileşmeyi, büyük kent- ran bireylerin hemen hemen tamamı
leşme hareketlerini ve işbölümünde okuryazar olsa da, onlar klasik egitim-
yüksek düzeyde uzmanlaşmayla yöne- den yoksun kaldıklan için, sıradan veya
timi bir bütün olarak bürokratikleşmiş düşük düzeyde, ve hiçbir zaman seçici
bir toplumsal ortamı ifade eder. olmayan begenilere sahip olurlar. Kitle
Kitle toplumu terimini kullanan yazar toplumunda, yüksek kültürle aşagı kül-
ve düşünürler, çogunluk bireyin toplu- tür arasındaki sınır çizgisi yok olur
muyla olan ilişkisi üzerinde yogunlaşır­ veya daha dogru bir deyişle, yüksek
ken, bireyin modern toplumda sahip ol- kültürün yerine, hem yüksek kültürü ve
dugu özgürlük derecesini, bireyin hem de geleneksel toplumların halk kül-
toplwnsal çevresini nasıl algılayıp, ona türünü yok eden ve aleladiligi, uyumlu-
ne şekilde deger biçtigini incelerler. Bu lugu, edilgenligi ve kaçışı teşvik eden
baglamda, biri insandaki özgürlük kay- bir kitle kültürü gelişir.
bına, artan vasatilik ve yanılsamayla bir- klasik [İng. classic; Fr. classique; Al. klas-
likte yabanedaşmaya dikkat çeken, dige- sische]. 1 Latincede, toplumun en yüksek
ri ise geleneksel baglann ortadan katmanını meydana getiren zengin, seç-
kalkışının insana yeni avantajlar sagla- kin ve soylu ldmseler için kullamlan cias-
dıgıru dile getiren iki ayrı ve karşıt sirus terimi, teşmil yoluyla başka alanla-
görliş varolmakla birlikte, genel kanaat ra da uygulandıgında, en genel anlanu
kitle toplumunu eleştirel bir gözle de- içinde, yüksek ve kalıcı bir degere sahip
gerlendirir. Sözgelimi, Gasset ve Heideg- olan yapıt, tarz, yaklaşım, görüş, bilim
ger gibi, terimi ilk kez olarak kullanan için kullarolan sıfat. 2 Klasik sıfab, her
düşünüdere göre, kitle toplwnu, özgür- ne kadar aşılnuş olsa da, otoriter bir ni-
lüklerini çok büyük ölçüde yitirmiş, ge- telik taşıyan, sürekli bir degere sahip
leneksel kültürün uygarlaştıncı etkisiyle· ürün, başarı veya kazanunın mahiyetini
aydınlanmamış, basmakalıp degerieri ifade ebnek için kullanılır.
benimsernek zorunda kalan yabancılaş­ 3 O, yine, antik Yunan ve Latin kültü-
nuş, ilkel, kültürsüz, alelade insanlardan rüne ait olan, Yunan ve Latin kültürü-
oluşan bir yıgındır. Frankfurt Okulu dü- nün aynlmaz bir parçasını meydana
şünürlerinden Theadar t Adorno ve getiren deger, eser veya yaklaşımı ta-
516 klasik akılcılık

rumiarnaya yarar. 4 Klasik sıfaiı, aynca klasik doAruluk görüşü [Ing. classicalt/ıe­
modern Avrupa kültüründe, onbeş ve ory of truth; Fr. th~orie clasique de vbit~].
on yedinci. yüzyıllar arasında, güzel sa- Dogrulugu, düşüncemizin gerçeklikle
natların, sana tçılann ve onların, bu uyuşması, düşüncemize bir dış gerçek-
çagın ön plana çıkardıgı estetik nitelik- ligin tekabül etmesi ya da karşılık gel-
leri taşıyan ve Yunan-Roma dönemi es- mesi olarak tanımlayan ve sagduyunun
tetiginin tercihlerini yansıtan eserleri dogruluk anlayışına çok yakın düşen
için, barok ve romantik terimine karşıt dogruluk görüşü.
olarak, kullanılan bir deyimdir. Realist bir bakış açısıru gerektiren ve
S Klasik sıfatı, bundan başka ikinci de- ayru zamanda tekdbüliyet teorisi olarak
recede bir önem taşıyan yeni, modern da bilinen söz konusu dogruluk anla yı­
bir şeyin tersine, köklü bir gelenegi şı, bununla birlikte, birtakım eleştirilere
olan yapılar, ürünler için kullanılır. 6 maruz kalnuştır. Eleştiriler temelde kav-
Yine, bir kültür ya da uygarlığın sanat ramlarla nesneler, önermelerle olgular,
bakınundan olan evriminde, teknik ka- görüşlerle olaylar, düşünceyle gerçek-
lite, takıkılık ve ahengi bir araya geti- lik arasındaki 'uyuşma' ya da 'tekabüli-
ren tarihsel dönem de klasik sıfatıyla yet'le tam olarak ne anlatılm3k istendiği
tanımlanır. 7 Klasik nitelemesi, nihayet,
sorusuna baglıdır. Klasik tekabüliyet te-
kendi türünde temele alınarak, kaynak orisini savunanlara göre, düşüncenin
gösterilebilecek kadar önemli, ünlü, de-
gerçeklikle uyuşması, hiç kuşku yok ki,
ger li olan yaklaşun, yazar veya eser düşüncenin kendisinin, betimledigi ger-
için kullanılır. çıiklikle özdeş alınası anlanuna gelmez.
klasik akılcılık [İng. classiaıl rationalism;
Onlara göre, düşüncenin ·gerçeklikle
Fr. rationalisme classique; Al. klassisch rati-
uyuşması, gerçeklige tekabül etmesi, dü-
onalismus]. 1 Modem felsefede, tKant
şüncenin gerçek bir şeyin bir benzeri,
öncesi takılalık; klasik felsefede, Pla-
gerçekligin bir yansıması olmasından
ton, t Aristoteles, Aquinaslı Thomas gibi
meydana gelir.
düşünürlerle 17. yüzyıl akılcılıgının üç
temel düşünürü olan tDescartes, Spino- Fakat tekabüliyet kuramına karşı çı­
za ve tLeibniz'in akılcılıgı. kan filozoflara, 'düşüncenin gerçeklikle
uyuşması' şeklindeki bu dogruluk yo-
Bu filozofların ya da klasik akılalıgın
en önemli tezi, insan zihninin dış ger- rumu, saçma bir fikir olarak görünmüş­
çekligi rasyonel analiz yoluyla bilebile- tür. Klasik dogruluk anlayışına karşı
çıkan filozoflar, düşüncenin kendisin-
cegi düşüncesidir. Klasik akJlcılıga
göre, insan aklı ile bilginin konusu olan den oldukça farklı olan bir şeyin benze-
gerçeklik arasında tam bir uyıun vardır. ri olabilmesinin anlaşılır olınadıgını
KlAsik akılcılık, bilgiyi dış koşullardan savunmuşlar, dolayısıyla, zamandan
başkalanndan tecrit edilmiş öznede, başka hiçbir boyutu alınayan düşünce­
insan aklında temellendirir ve dolayısıy­ nin aynı zamanda mekansal olan bir
la özneye ve yardım görmemiş insan şeyin benzeri ola ma yacagını söylemiş­
aklına büyük bir inanç besler. Yine, bu lerdir. Buna göre, 'düşünce bir masaya
görüşe göre, gerçekligin bilgisinde tec- nasıl benzeyebilir?' Ote yandan, yalnız­
rübenin hiçbir rolü yoktur. Ote yandan, ca zaman boyutu dikkate alındıgında
klasik akılalık, insanın gerçekligin bilgi- bile, bir düşüncenin dogru olması için,
sine hiç koşulsuz olarak rasyonel analiz onun kendisiyle ilgili oldugu gerçeklige
yoluyla ulaşabilecegine büyük bir güçle benzer olması gerekmez. Bir düşünce
inandıgı için, dogmatiktir. Bu nedenle gerçeklige benzemese bile, yine de
klAsik akılcılık, bu tür bir rasyonalizrni dogru bir düşünce olabilir.
dogmatik bulan Kanı'ın eleştirel akJlcılı­ Klasik dogruluk anlayışıru savunanlar,
gının karşısında yer alır. bu eleştiriler karşısında, gerçeklige ben-
klasik hümanizm 517

zemek durumunda olamn, düşünce işle· idealist filozoflar, klasik do~ruluk a..;ıla­
mi ya da faaliyetinin kendisi olmayıp, yışına işte tam olarak bu noktada karşı
düşüncenin içeri~i oldu~unu belirtmiş­ çıkarlar. Onlar kitabı, tüm ilişkilerinden
lerdir. Fakat onları eleştirenleri, bu dü- yahtlanmış bir nesne olarak kavrayışı­
zeltme bile, tatmin ehnemiştir. Klasik mızın yetersiz, kısmi ve hatta yanlış ya
do~ruluk anlayışına karşı çıkanlar, ben- da yanıltıcı bir kavrayış oldu~unu öne
zerlik kavramının hiçbir şekilde açık bir sürerler. idealist filozoflara göre, kitap
kavram olınadı~ıru belirtirler. Benzerlik ilişkilerinden yalı tlanamaz; o herşey­
teınel özelliklerin kısmt özdeşli~inden den ayrı ve ba~ımsız bir biçimde varo-
oluşuyarsa e~er, iki ayrı şeyi benzer lan bir şey olarak görülemez. Kitap va-
şeyler olarak niteleyebilmek için, bunla- roluşu için, içlerinden bazılarını bilme-
rın özelliklerinden acaba ne kadarının di~miz başka nesnelerle olan ilişkileri­
ortak olması gerekir? ne ba~Iı ise, ve bu durumun bir sonucu
Bununla birlikte, özellikle idealist filo- olarak, kitabın kendisini tam ve kesin
zoflann klasik do~ruluk anlayışını bıra­ olarak, gerçekte oldu~u biçimiyle bilmi-
kıp, yeni bir do~ruluk anlayışına ulaş­ yorsak, yargımwn kendisine tekabül et·
malanna yol açan çok daha temel bir ti~i ya da karşılık geldi~ olguyu da
neden vardır. Buna göre, 'Masarrun üze- tam olarak bilemeyiz. idealist filozoflar,
işte bu sonuncu gerekçeden hareketle,
rinde siyah bir kitap vardır' önermesini
ifade etti~imde, herkes benim, önümde, kHisik do~ruluk anlayışından vazgeç-
mişler ve bunun yerine başka do~ruluk
masanın üzerinde bir nesne, yani bir
görüşleri geliştirmişlerdir.
kitap bulundu~unu, ve bu nesnenin
siyah renkte oJdu~unu öne sürmek iste- klasik fizik [ing. classical physics; Fr. phy-
di~imi kabul edecek ve yine herkes
sique classique]. Fizi~in, görelilik ve ku-
önermenin, önümde söz konusu öner- antum mekani~iyle ilgili ça~daş geliş­
melerden önce belirlenmiş olan alanı.
menin ileri sürdü~ü gibi bir nesne bu-
lunması koşulu albnda, do~ru olaca~ı
Buna göre, klasik fizik. Newton meka-
ni~i, elektromanyetizm, termedinamik
konusunda da fikir birli~i içinde olacak-
ve istatistiksel mekanikten oluşur.
hr. Bir yargı, düşünce ya da önermenin
Klasik fizik söz konusu oldu~unda, iki
do~rulu~unun, onun gerçeklikle uyuş­
noktanın altının çizilmesinde büyük
masından oluştu~unu söyleyen görüş,
yarar vardır: 1 Klasik fizi~i oluşturan
şu halde, insandaki algılara insan zih·
bu dört büyük teori, modem bulgular
ninden ba~ımsız nesnelerin neden oldu· tarafından yanlışlanmamıştır; tam ter-
~unu dile getiren realist bir algı teorisini
sine, bu teorilerin açık seçik olarak ve
gerektirir. iyi bir biçimde tanımlanmış ı<oşullar al-
Yine bu görüş, kitap türünden nesne- tında yaklaşık olarak geçerli oldukları
lerin var olmalannı, onların siyah ol- ortaya çıkmıştır. 2 Hem kavramsal te-
dukları söylendi~i zaman, anlamlı bir mellerine ilişkin çalışmalar ve hem de
biçimde betimlenebilmelerini ve benim uygulamalarıyla ilgili gelişmeler açısın­
bu kitapları duyularunla do~rudan ve dan, klasik fizik canlı ve gelişen bir alan
aracısız olarak kavrayabilmemi gerekti- olarak varlı~ını sürdürmektedir.
rir. Söz konusu do~ruluk anlayışı, ayn- klasik hümanizm [İng. classical huma-
ca kitabın öncelikle benim onu kavrama nism; Fr. humanisme classique]. Rönesans-
faaliyetimden ba~ımsız olarak ve bun- la birlikte ortaya çıkan ve Yunan kültü-
dan sonra da, evrendeki tüm di~er şey­ rünü temele alıp, insanda, insanlı~ı ve
lerle ve evrenin kendisiyle olan ilişkile­ insani hasletleri geliştirmenin, ona sa~­
rinden ayn olarak, her ne ise o lam. bir formasyon kazandırmanın en
oldu~unu kabul eder. Yani, tekabüliyet iyi yolunun Latin ve Yunan antik ça~ına
teorisi, iç ya da asır ba~ıntılar aksiye- ait edebi eserlerin incelenmesi oldu~u­
munu reddeder. nu ileri süren görüş.
518 klasik tan1m öğretisi

klasik tanım ögretisi [İng. classical tlıeory bir yetkinlige ve uyuın, düzen, oranb ve
of defıııitioıı; Fr. thlorie classiqııe de ölçülülük için duyulan yogun bir arzu-
definitoıı]. +Platon ve tAristoteles gibi fi· ya dayanan bir mizacı yansıtan tavır.
lozoflar tarafından öne sürülen ve özeti 2 Daha özel olarak da, dogruluk ve do-
bir görüşe dayanan tanım anlayışı. gallık kaygısıyla, olaganüstü olandan
Bu tanım görüşüne göre, tek tek somut ve dolayısıyla kişisel lirizmden duyu-
nesneler birtakım dogaı türlere aynlır­ lan nefretle, hemen yalnızca ahiiki ince-
lar, öyle ki her bir nesnenin ait oldugu lemeye yönelmeyle, imgelem ve duygu-
tür ya da sınıf, belirli ve kesin çizgilerle, lulugun akıl yoluyla düzene sokulması,
öteki nesne türlerinden ayırd edilebilir. çeşitli türlere egemen olan kurallara uy·
Başka bir deyişle her nesneyi, her ne ise ma ve açıklık, uyum peşinden koşma
o nesne, ve belli bir nesne türünün üyesi tavnyla seçkinleşen edebiyat akımı.
yapan bir öz vardır. Tanım, işte bu özü Klement. Gerçek adı Titus Flavius Kle-
ortaya koyar. mens olup, 150-219 yılları arasında ya-
Bu tanım anlayışına göre, tanımlar şamış Hırıstiyan düşünürü.
dogru ya da yanlış, tam ya da eksik Akh inanca, felsefeyi dine tabi kılan,
olabilir. Nesnelerin özünü oldugu gibi ve daha sonra St. Augustinus ve St. An-
yansıtabilen ya da kavramlar arasında­ selmus'ta ön plana çıkacak olan credo,
ki özdeşlik baglantılannı eksiksiz bir ut intelligaın tavnnın ilk ömegini gözler
biçimde dile getirebilen tanımlar dog- önüne seren Klement'i daha önceki Kili-
nıdur. Söz konusu tanım anlayışına se Babalarından ayaran en önemli hu-
göre, tanımlar bize, kavramiann bilgisi- sus, onun Yunan felsefesine duydugu
ni Vı:!rir. Bu bilgi şu ya da bu şekilde, sevgi ve hayranhktır. Ona göre, felsefe,
her insanın zihninin derinliklerinde giz- tümüyle tanrısal bir ürün olup, bilgeligi
lidir; her insanın zihninde örtük olarak tüm kavim ve uluslar için parlayan
bulunan bu bilgiyi, yalnızca kendilerine Tann'nm inayetinin bir iyiligidir. Kle-
filozof adını verdigimiz, özel bir dü- ment, felsefe ile ilgili tüm bu olumlu
şünıne yetenegi olan insanlar belirtik
degerlendirmelerine karşan, Yunan fel-
hale getirebilirler. İşte bu bilgi, tüm bil- sefesini Hristiyanlık için bir hazırlık,
gilerimizin temelini oluşturur. Yunan dünyasının vahye dayalı din
Söz konusu klctsik tanım anlayışının en
için egitilmesi olarak görmüştür. Felse-
önemli güçlügü, birtakım nesnelerin bu
fe, onun gözünde, yalnızca Hırıstiyan­
yolla tanımlanamamasından oluşur. Ör-
lık için bir hazırlık degil, fakat Hırasti­
negin, 'mavi', 'sert', 'sıcak', 'ac' gibi basit
yanlıgın aniaşılmasına katkıda buluna-
ya da çözümlenemez nitelikleri gösteren
terimler bu yoldan tanımlanamaz. Aynı cak bir yardımcıdır.
şekilde, modem bilirnde büyük bir yer
O, öte yandan,· negatif teolojinin, via
negativanın ilk öinegini vermiştir. Baş­
hJtan fonksiyon ve bag:&nh terimlerini de
bu şekilde tanımlamak olanaklı degildir. ka bir deyişle, Klement'e göre, biz
Klasik tanım yöntemiyle tarumJanması Tann'nm ne oldugunu hiçbir zaman bi-
olanaklı olmayan başka bir sözcük kü-
lemeyiz, fakat yalnızca onun ne oldu-
mesi de, mantıksal degişmezler denilen gunu bilebiliriz.
've', 'veya', 'ise', 'degil', 'bazı' türünden klinik psikoloji [İng. elinical psychology;
sözcüklerdir. Klasik manbkçılar, dil-dışı Fr. psychologie clinique]. Normalden sap-
bir nesneyi göstermeyen ve dolayısıyla mış, ya da anormal insan davranışını,
terim karakterinde olmayan sözcükleri, teşhis, sınıflama, tedavi, önleme ve
tanımlamanın tümüyle dışında buak- araştırma baglamında, daha çok tıbbi
mışlardır .. bir temel üzerinde ele alan psikoloji
klasisizm (ing. classicism; Fr. classidsme). dalı. Davranış ya da zihinsel bozukluk-
1 Genel olarak, duyguların aklın rehber- lara olan insanlara, çevrelerine uyum
ligi altında tutulmasının sonucu olan saglamalara ve kendilerini geregi gibi
komünizm 519

ifadE etmeleri için, yardımcı olmaya ya- si, ö~renci, memur) farklı bireylerin, be-
rayan bilgi bütünü, psikoloji türü. lirli bir amaç, bir işlev (egitim) çerçevesi
kodlama [Ing. coding; Fr. mi se en code, co- içinde bir araya gelerek oluşturduklan
dification]. 1 Genel olarak, gerçekli~in bir grup ya da küme olmayı ifade eder.
çok farklı unsurlarını, genel bir anlaşı­ Gruba ya da kümeye göre anlam kaza-
lırlık saglamak, gerçekli~i düşüncede nan, grup ya da küme içinde yer alan
yansıtmak veya tahrif ehnek amacıyla, bireylerin özelliklerini grup ya da kü-
belli bir adla tasnif etme, genel bir şe ma ıneye göre belirten kavrarnlara ise, üleş­
içinde bir yerlere yerleştirme. 2 Daha liriııısel kavramlar adı verilir. Öme~in,
özel olarak da, alan araştırmasında, 'asker' kavramı, ancak 'ordu mensubu'
gözlemleri, ölçme kolaylı~ı sa~lamak, olmakla anlam kazanan, böyle bir kav-
niceliksel analize imkan vermek ama- ramdır.
cıyla, onlara birer sembol ya da sayı kollektivizm [İng. collectivism; Fr. collecti-
yiikleyerek, kavram ve ka tegorilere dö- visme; Al. kollektivi sm us]. Bireycili~in
nüştürme işlemi. tam karşısında yer alan, ve 19. yüzyıl
Bu ba~lamda, kodlananlan, etiket ya da liberalizminden uzaklaşarak, genel bir
kategorilerinden azad etme, onlann, sosyal gelişme çizgisi, ekonomik bir re-
kendilerini kavramsallaştıran yabancı form programı, insanlık için üiopik bir
anlam yüklerinden ba~ımsız, gerçek an- düzen ve, sosyalizm, komünizm, sendi-
laınlannı ortaya çıkarma işlemine ise /ct}. kalizm ve bolşevizmde oldu~u gibi,
daçımı adı verilir. otoriteye dayalı bir toplumsal denetim
koinai einai. Platon'da ve Stoa felsefesin- mekanizması geljştiren ortaklaşaalık
de, tüm insanlara ortak olan fikirler; iyi- düşüncesine; üretiffi- araçlarının bölge-
lik, kötülük, güzellik türünden, tüm in- sel, ulusal ya da evrensel düzeyde or-
sanlara ortak olan, do~uştan getirilen, taklaşa kullanılmasını amaçlayan ikti-
do~al olan ya da bireye sonradan top- sat sistemine verilen ad.
lum tarafından-aktarılan ortak kavram komünizm [Os. iştirakiyye; İng. corıımu~
ya da fikirler için kullanılan terim. nisnı; Fr. communisnıe; Al. konımunis­
kollektif [Ing. collective; Fr. ciıllectif; Al. mus ). Sırasıyla, ütopik, akılcı ve pasifisı
kollektiv, gesanımt]. Belirsiz sayıda bireye bir ö~reti olarak do~a hali öl!;retisine,
ortak olanı; bir sınıfın, öbek ya da kü- insanlık tarihini iyi ve kötü, ruh ve
menin üyelerini tek bir birim olarak madde, aydınlık ve karanlık arasındaki
görme tavnnın sonucu olan, ve sonlu bir savaş olarak yorumlayıp, özel mül-
sayıda bireye ortak olup, grubun bir kiyelin insanı bu dünyaya çekti~ini ve
özclli~i olan şeyi göstermek üzere kul- tmaddecili~e yönelıti~ini savunan, al-
lanılan sıfaı. Genelin eşanlamlısı olma- ternatif olarak da herşeyden el etek
yıp, bireysel olana karşıt olanı tanımla­ çekmeyi ve çilecili~ öneren Manişeiz­
yan terim. me, sınıf savaşını uygarlı~ın itici gücü
Buna göre, bir sınıf oluşturmayan bir olarak gören +Marksizme, ya da üretim
grup ya da kümeyi, di~er grup ya da kü- güçlerinin yükselişi ve gelişmesiyle il-
meden ayırmaya yarayan kavramiara gili ekonomi anlayışına ve dolayısıyla,
kollektif kavramlar adı verilir. Öme~, ortaklaşa mülkiyet düşüncesine ve sı­
üniversite, meclis, ordu, aile gibi kavram- nıfsız· toplum idealine dayanan toplum
lar bir kollektiflik bildirirler. Kollektif modeline, bu düşünce ve idealle ba~­
kavramlar, farklı özelliklere sahip tekil lanblı ideoloji.
şeylerin kümeye ait bir özelli~i paylaş­ · Üretim araçlannın toplumsal ortaklı~a
malan dikkate alınarak oluşturulan kav- dayalı oldu~ u ve özel mülkiyelin varol-
ramlardır. Öme~in, 'üniversite', kişisel madı~ı böyle bir toplum, Marksist ter-
özellikleri, konum ve statüleri (dekan, minolojide, proletarya diktatörlü~üyle
rektör, ö~retim üyesi, araştırma görevli- belirlenen bir geçiş döneminin ardın-
520 konformizm

dan ve sosyalizmin hazırlık evresinden kim, Taoizm.in tdo~alcılı~ının nihilist


sonra ortaya çıkar. Marksist anlayışa bir yapı sergiledi~i yerde, Konfüçyus,
göre, tam anlamıyla komünist bir top- bir yandan tannlara ve ruhlara tapmaya
lumda, devlet ortadan kalkarak, el e- devam ederken, bir yandan da agnostik
me~iyle entellektüel faaliyet, kent yaşa­ bir tavır içinde olmuştur.
mıyla kırsal yaşam arasındaki tüm fark- Lao Tzu'nun her tür yönetim modelini
lılıklar yok olacak, insanın yabanedaş­ mahkQm etti~i yerde, Konfüçyus yal-
ınası son bulacak, onun yaratıcı-üretici nızca kötü yönetimin karşısında olmuş
gücünün gelişimine sınır çekilmeyecek ve yönetim sanatının temel ve do~ru il-
ve toplumsal ilişkiler 'herkese yetene~i­ kelerini belirlemeye koyulmuştur. Yi-
ne ve eme~ine göre' prensibiyle düzenle- ne, Lao Tzu, birtakım kötülüklere yol
necektir. açtı~ı gerekçesiyle, uygarlık ve bilgiden
Ö~reti düzeyi dışında ÇLkılıp, uygula- vazgeçerken, Konfüçyus yalnızca soyut
ma söz konusu konusu oldu~unda, bu düşüneeye karşı çıkmış, fakat ö~ren­
ideallerin modem toplumlarda gerçek- me ve e~itimin önemini vurgulamıştır.
leştirHip gerçekleştirilemedi~i hususu, Öte yandan, Lao Tzu'nun oldukça bi-
hep büyük bir tartışma konusu olmuş­ reyci olmasına karşın, Konfüçyus ahlak
h.ır. Zira komunist ülkelerin ço~unda, felsefesini insan ilişkileri -baba o~ul,
şu ya da bu ölçüde özel mülkiyet ol- karı ve koca, yaşlılarla gençler, dostlar
muş, bürokrasinin ayrıcalıklarıyla belir- ve hükümdarla uyrukJan arasındaki
lenen sınıfsal bir sistem ortaya Çtkmış­ ilişkiler- üzerine kurmuştur.
br. Do~u Avrupa'yla Sovyetler Birli~n­ Ona göre, gerçekten erdemli olan kişi,
deki komünist yönetimlerin dramatik dünyaya tümüyle sırt çevinniş çileci
bir tarzda çöküşü ise, ekonomik bor- bir aydın de~il de, aydın, bilgili, insan-
cun, halk deste~inden yoksun olmanın, lan ve dünyayı tanıyan, her zaman
siyas[ ve ekonomik reformların yapıla­ 'Altın Orta' da durmasını bilen bir bil-
mamasuun, ve nihayet ordunun deste- g edir. Eski Çin'in tarihi, kurumları ve
~ini çekmesinin bir sonucu olmuştur. gelenekleri ile ilgili belge ve kayıtlann
konformizm [İng. confonnism; Fr. confor- korunarak, bunlar üzerinde çalışmanın
ıııisme]. İlke olarak ya da uygulamada, önemine işaret etti~i için, Çin tarihinin
çevresinde kabul görmüş veya egemen babası sayılan Konfüçyus resmi bir din
durumda olan davranış modellerine, kunnamış, fakat evlatların anne baba-
düşünce tarziarına uyan kimsenin ·ha- lanna ve atalarına duyaca~ı saygıyla
reket tarzı. Toplumun de~er yargıları­ belirlenen bir din anlayışının temelleri-
na, geleneklerine saygL duyma, onlara ni atmışhr.
karşı çık-mama, onlarla barışık olarak Kopemikus, Nikolaos. 1473-1543 yılları
yaşama tavn ya da e~ilimi. arasında yaşamış olan, modern astro-
Konfüçyusçuluk. M. Ö. 551-479 yıllan nominin kurucusu ünlü Polanya'lı ast-
arasında yaşamış, ve insan davranı­ ronom.
şıyla ilgili bir dizi kural geliştirmeye Batlamyus'un yer merkezli sistemine
çalışmış olan Çin bilgesi Konlüçyus ve karşı çıkan Kopemikus, Eukleides'in
izleyid.lerinin ö~reti.leJine verilen ad. ça~daşı Aristarkos tarafından geliştiril­
İnsana ve günlük yaşama dönük bir fel- miş olan güneş merkezli sistemi canlan-
sefe olan ve insaniann bolluk içinde iyi dınnış ve böylelikle de, bilimsel düşün­
bir yaşam sünnelerini sa~lamayı amaç- cenin do~uşu ve gelişmesinde gerçek
layan KonfüÇ)'\lS\Ulukta, tutarlı ve genel bir dönüm noktası oluşturmuştur. Dün-
geçer bir metafizik ve manbk ortaya yanın küresel oldu~u ve düzgün bir
konmamıştır. Öte yandan, Konfüç- hareketle güneşin çevresinde döndü~ü­
yus'un düşüncesi, Çin'de Taoist düşün­ nü matematiksel olarak kanıtlamak ama-
ce gelene~inden kopuşu simgeler. Nite- ayla Phytagoras'ın sisteminden yarar-
koşullu 521

lanınışolan Kopernikus, keşfinin içerdi- ını yer alır;


genel siyasi konular onun
~i, yeryüzünün ve dolayısıyla insanın için fazlasıyla karmaşık oldu~u halde,
evrenin merkezinde olınadı~ı sonucun- o kendi işi ve mesle~iyle ilgili konuları
dan dolayı, özellikle dinsel çevrelerden iyi bilir.
gelen yo~un bir muhalefetle karşılaş­ kosmos. Canli, iyi ve düzenli bir bütün
mıştır. olarak evren. Düzen, tamlık ve güzellik
kopula [İng. copula; Fr. copule; Al. kopula]. fikirlerini birleştiren ve aym zamanda
Klasik manhkta, kategorik bir önerme- evren anlamına gelen Yunanca terim.
nin öznesiyle yüklemini birbirine ba~la­ Evrenin düzeni. Tek, birlikli bir bütün
yan terim. ya da sistem olarak evrenin kendisi.
Kopulanın işlevinin ne oldu~u konu- Evrenle insan arasmda bir analoji
su, tParmenides'ten başlayarak, yalnız­ kuran Yunanlı filozof Phytagoras'a gö-
ca manbk tarihini de~il, fakat felsefe ta- re, tıpkı evrenin düzenli bir bütün olma-
rihini de kaplamış olan tarbşmalara sı gibi, biz insanlar da, küçük çapta birer
neden olmuştur. Buna göre, 'Sandalye kosmosuz. Biz insanlar evrenin, makro-
vardır' önermesinde oldu~u gibi, kopu- kosmosun yapısal ilkelerini kendilerin-
Ianın, he,·şeyden önce bir şeyin va- de yineleyen organ.izmalarız. Bundan
roldu~unu ifade eden ontolojik bir işle­ dolayı, bilim yaptı~ımız ya da evrenin
vi vardır. Bu çerçeve içinde kopula, ger- yapısal ilkeleri üzerinde çalışb~ımız
çekten varolanlara oldu~u kadar, yal- zaman, kendimizdeki biçim ve düzen il-
mzca düşünülmüş ya da hayal edilmiş kelerini geliştirir ve daha olumlu ve dü-
olan varliklara da gönderirnde buluna- zenli varhklar haline geliriz.
bilir. Kopulamn mantık açısından işlevi koşul ekiemi [Os. tazammun; İng. conditi-
ise, bir önermede kendi başlarına ayn onal, inıplication; Fr. implic.ateur; Al. kondi-
duran iki terim arasmda bir ba~ kur- tionalaussage]. Yalmzca önbileşeni do~­
mak, özne ve yüklem arasındaki bir ba- ru, ardbileşeni yanlış oldu~u za-man
~ıntıyı bildirmektir. yanlış olup, tüm di~er alternatiflerde
korporatizm [İng. corporatisnı; Fr. corpora- do~ru olan bileşik önermeyi oluşturan
tisnıe; Al. korporatisnıus]. Gerek bireycili- ve 'ise' terimiyle ifade edilip, -> işare­
~e ve gerekse kollektivizme karşı olan, tiyle gösterilen önerme ekiemi.
toplumu ilgilendiren önemli iktisadi ve koşullu [İng.hypolhetical; Fr. hypotlıttique;
siyasi kararların alinmasında, yalnızca Al. hpothetisch]. Mutlak, koşulsuz, ba-
devlet kontrolündeki kurum ve örgütle- ~ımsız de~il de, varoluşu, oluşumu,
rin etkili oldu~u, bireylerin karar alma do~rulu~u veya geçerlili~i için bir ko-
sürecine sadece bu örgütler aracılı~ıyla şula ba~lı olan için kullamlan sıfat.
ve sınırlı bir oranda katılabildi~i top- Buna göre, belirli bir amaca ulaşmak
lumsal örgütlenme tarzı. için ne yapılması gerekti~ini söyleyen
Korporatif sistemde, ekonomi ya da ik- buyruk türüne koşullu buyruk adı veri-
tisadi' hayat, devlet kontrolündeki emek lir. Hep bir koşula ba~lı olan, bir amaca
ve sermaye birlikleriyle örgütlenir. ulaşmak için yerine getirilmesi gereken
Gerek emek ve gerekse sermaye dikta- koşulları gösteren, fakat söz konusu
töryal tek parti devletinin yardım ve kı­ amaca ulaşmak istemeyenleri ilgilendir-
Iavuzlu~unda ortak çıkarlar adına meyebilece~i için, tümel ve zorunlu ol-
ahenk içinde çalışırlar. Korpora tizmin mayan emir çeşidi olarak koşullu buy-
temelinde, iktidardaki elit dışında, in- ruk, 'şöyle bir sonuca varmak istersen,
sanm bir yurttaş yeterlili~i içinde, ken- şu şekilde davranmalısın!' der.
disini siyasi bakımdan dışa vurmaması Buna karşın, ölümsüzlü~ün insan do-
gerekti~i, fakat kendisini siyaseten top- ~asmda bulunmayıp, insarun özünün
lumsal ya da ekonomik bir grubun bir parçası olmadı~, fakat bireyin bu
üyesi olarak ifade edebilece~i varsayı- dünyadaki yaşamına· ve gayretlerine
522 koşullu tasım

baglı oldugunu savunan inanç, aniayıp mak istersen, şu şekilde davranmah-


şa koşullu ölümsüzlük adı verilir. Koşul­ sın!' diyen, fakat söz konusu sonuca
lu ölümsüzlük, insanın ölümsüzlüge varmak istemeyenleri ilgilendinneyece-
aday oldugunu, ölümsüzlük sayesinde gi için, koşullu olan ve her zaman bir
Tanrı'yla birleştigini, ama bu ölümsüz- sonucu gözeten koşullu buyruktan fark-
lüRün dogal olmayıp, iyi ve erdemli bir lılık gösterir. Koşulsuz buyruk terimini
yaşayışa bag lı oldugunu bildirir. ahilik felsefesine kazandıran Kant'a
Buna karşın, ana ekiemi -> (ise) olan göre, koşulsuz buyrugun hep aynı anla-
bileşik önermeye, bir koşul bildiren ve ma gelen üç farklı ifadesi vardır: ı
bu koşulun yerine gelmesi durumunda 'Genel bir yasa olmasını isteyecegin bir
geçerli olacak bir duruınu betimleyen kurala göre davran!', 2 'Öyle davran ki,
önermeye koşullu önerme denir. senin iraden kendisini, herkes için ge-
koşullu tasım [Os. şartlı kıyas; İng. hypo- çerli olacak kurallar getiren bir yasa ko-
tfıetical syllogism; Fr. syllogisme hypothe- yucu gibi görebilsin!', 3 'Her zaman
tique; Al. hypthotisch syllogismus]. Büyük insan onuruna saygı gösterecek ve in-
öncülü hipotetik önerme ya da koşul sanlıgı kendinde ve başkalarında bir
önermesi olup, ikind öncülü büyük araç olarak degil de, bir amaç olarak gö-
öncül durumundaki koşul önermesinin recek şekilde davran!'
önbileşenini ya da ardbileşenini evetle- kozalaksı bez [İng. pineal gland; Fr. glande
yen ya da degilleyen tasım türü. pin~le}. Ünlü Yunan hekimi Galenos ve
Büyük öncüldeki koşul önermesinin ı tmodem felsefenin kurucusu ünlü Ren~
önbileşeninin evetlenmesinden, 2 önbi- +Descartes'ta geçen ve beyindeki, zihinle
leşeninin degillenmesinden, 3 ardbile- beden arasındaki ilişkinin ortaya Çlkb.gı
şeninin evetlenmesinden ve nihayet 4 yer olarak tasarlanan bölge.
ardbileşeninin degillenmesinden mey- Buna göre, Galenos beynin merkezine
dana gelen, dört ayrı koşullu tasırn for- çok yakın olan bir bölgeye _kozalaksı
mu vardır. bez adını vermiş ve onun işlevinin dü-
koşulsuz buyruk [İng. categoric imperati- şüncelerin akışını düzenlemek oldu-
-oe; Fr. imp~ratif hypothetique; Al. katego- gunu savunmuştu. İnsanın, bir beden
rischer imperativ]. Kant'ın ahlAk anlayı­ ve bir ruhtan meydana gelmekle birlik-
şında, dış etkiler ve koşullar tarahn- te, birlikli ve bütünlüklü tek bir töz ol-
dan belirlerunek yerine, kendi kendileri- dugunu dile getiren bütün bir İlkçag ile
ni belirleyen akıllı varlıkların nihai ve Ortaçag düşüncesinden sonra, modem
en yüksek ahlak yasası; tüm ahlaki ey- felsefenin kurucusu olan Descartes, es-
lemlerin nihai, rasyonel temeli, dayana- kiden tek bir töz olan insanı adeta par-
g~ olduguna inanılan mutlak ve zorunlu çalamış ve ondan beden ve zihin gibi
yasa. iki ayrı töz çıkarmıştır. Söz konusu iki
Koşula baglı olmayan, istisna kabul et- tözden her birini ortak hiçbir yönü bu-
meyen ve tüm insanlar için geçerli olan lunmayan özler le ifade eden· Descartes,
ahl~ki buyruk, yasa olarak koşulsuz bununla birlikte tetkileşimcili~ benim-
buyruk, insanlaru:ı arzulanna, istekleri- semiş ve iki töz arasındaki ilişkinin ko-
ne baglı olmayan, eylemin muhtemel zalaksı bezde gerçekleştigini iddia et-
sonuçlarını hiç dikkate almadan emre· miştir.
den, insanlardan, salt akıllı ve yüce var- kozmogoni [Os. kiyaniyet; İng. cosmogony;
lıklar olduklan için, belli şeyleri yapma- Fr. cosmogonie; Al. kosmogoııie]. Gök ci-
larını isteyen ve insanlarm eylemlerine simlerinin ve bu cisimlerin oluşturdugu
bir zorunluluk karakteri yükleyen sistemlerin kökenini ve gelişimini ince-
ahlaki buyruk şeklinde ortaya çıkar. leyen astronomi dalı. Evrenin kökeniyle
Koşulsuz buyruk,. mutlak bir geçerlili- ilgili olan ve söylence şeklinde veya
gi bulurunayan, 'şöyle bir sonuca ulaş- spekülatif ya da bilimsel bir tarzda ifade
kozmopolitaniı.m 523

edilen teori, evrenin kaynagına ilişkin olgu oldugunu ve yalnızca Tanrı'nın va-
araştırma dalı. Göksel cisimlerin ve roluşuyla açıklanabilecegini öne süre-
gökyüzü sistemlerinin kökenini ve ge- rek, evrenin varoldugu olgusundan
lişmesini ele alan astronomi dalı. Tanrı'nın varoldugu sonucunu çıkarsa­
Kozmogoninin temel ilkeleri, astrono- yan kanıt.
minin diger dallarıyla, fizi.k ve jeoloji kozmopolitanizm [Os. cilıdııilik, cilıangirt­
gibi bilim dallarının sagladıgı veriler- lik; İng. cosmopolitanisnı; Fr. kosmopolitis-
den çıkar. me; Al. kosmopolitismus]. Siyasi anlam-
kozmoloji [Os. k~niyat; L1g. cosmology; da, Yunan kent devletinden sonra,
Fr. cosınologie; Al. kosnıologie). Evrenbi- Büyük İskender'in Asya'ya uzanan fe-
lim. Bir fenomenler toplamı olarak gö- tihleriyle ve Roma İmparatorlugunun
rülen evreni, bilimsel verilerle metafi- tarih sahnesine çıkışıyla belirlenen Hel-
ziksel spekülasyonu bir araya getirerek lenistik dönemde söz konusu olan bir
konu alan felsefe dalı. anlayış olarak, bireyin anayurduna
Buna göre, kozmoloji Alınan filozofu duydu~u baglılık ve muhabbetin yeri-
Christian tWolff'tan itibaren metafizigin ne, daha büyük ve daha yüce bir yurt
bir dalı olarak olarak ele alınmış; ve me- olarak düşünülen bütün bir dünyaya
tafizigin, evrenin başı ve sonu, zaman duyulan baglılık ve muhabbeti geçir-
ve f!lek~n, zorunluluk ve olumsallık, sü- ınesi gerektigi anlayışı.
reklilik ve de~şme türünden ge~el kav- Kendilerini belli bir ülkenin yurttaşı
ram ve konulan inceleyen dalı olarak olarak degil de, dünya yurttaşı olarak
görülmüştür. Hatta bu anlamda kozmo- gören Stoalıların ahlak anlayışını belir-
loji zaman zaman spekülatif felsefeyle leyen bir görüş olarak kozmopolita-
özdeşleştirilmiştir. Kozmoloji ikinci nizm, insanların birligi ve eşitligi
olarak, fiziki evrenin yapısını, kayna~ı­ adına, onları yurtseverlik duygulannı
nı, özelliklerini ve gelişimini, evreni yö- ve ulusal kültürü reddetmeye davet
neten genel yasaları, gözlem yoluyla ve eder. Vatan tarumamaktan, insanların
bilimsel metodolojiyi kullanarak araştı­ ayrı uluslara bölünmesinin insanların
ran astronomi dalına karşılık gelir. Bu- kardeşli~i düşüncesine aykm oldugu-
rada gözlem temeli üzerinde araştırma nu savunmaktan oluşan görüş olarak
yapan astronomla teorik fizikçi, bir kozmopolitanizm, dünya vatandaşlıgı
bütün olarak fizikf evrenin temel özellik- düşüncesini ön plana çıkartır.
leri hakkında kurarnlar ve açıklamalar Kozmopolitanizmi ilk kez olarak savu-
geliştirir. Bunlardan birinc.isine rasyonel nan tStoacılara göre, her insan dogal
kozmoloji adı verilirken, ikincisine bilim- olarak toplumsal bir varilk olup, bir top-
sel kozmolo ji adı verilmektedir. İkincisini lum içinde yaşamak aklın bir buyrugu-
birincisinden ayıran en önemli husus, dur. Bununla birlikte, akıl tüm insanlar-
astronom ve teorik fizikçinin gözlem yo- daki, onlan birbirlerine baglayan ortak
luyla saglanan bulgular tarafmdan öne- özsel ögedir. Bu nedenle, tüm insanlar
rilen ve test edilen evren modelleri inşa için geçerli olan tek bir yasa vard1r ve
etme çabasıdır. insanlıgın devletlere bölünmesi kadar
kozmalajik kanıt [İng. kosmological argu- saçma bir şey olamaz. Bilge insan, şu
ment; Fr. argument cosmologique]. İlk ya da bu devletin de~il de, dünyarun
neden kanıtı olarak da bilinen ve evre- vatandaşıdır.
njn herhangi bir yönü ya da genel bir Zaman zaman enternasyonalizm ve
karakteristiginden degil de, bir evrenin tevrenselcilikle birleşen kozmopolita-
varoldugu olgusundan yola çıkan, bu nizm, Marksist terminolojide, dünya iş­
olgunun, kendisiyle başka şeylerin çilerinin birli~ini, ekonomide ise ulusla-
açıklanabilecegi nihai bir açıklama kay- rası finans ve ticaretin, ulusal ekono-
nagı olmayıp, aç1klanmaya muhtaç bir miye karşı, paranın vatanı olmadıg1 te-
524 kozmoteizm

zini ve dünya devletleri arasındaki eko- lannm, ezilenlerin, zayıf ve kölelerin,


nomik bagımlılık düşüncesini ifade kendilerinden hiçbir zaman emin ola-
eder. mayan sıradan insaniann ahlakıdır. Böy
kozmoteizm [ing. cosmolheism; Fr. cos- le bir ahlak sisteminde, 'iyi' sıfatı, duy-
nıothı!isme). tPanteizm için kullamlan gudaşlık, el uzatma, sıcak kalplilik,
diger bir terim. Tann'yı doganın dışın­ sabır, gayret, alçakgönüllülük ve dost-
daki tinsel bir varlık, dogaüstü bir güç luk türünden acı çekenleri rahatlatma
olarak degil de, dogaya içkin bir varlık ve yatıştırma işlevi gören nitelikler için
olarak gören, başka bir deyişle, Tanrı'yı kullanılan bir semboldür. Başka bir de-
kosmosla, yani maddi dünya ya da ev-· yişle, köle ahlakı, Nietzsche'ye göre,
renle özdeşleştiren akım. iyiyi, zayıf ve güçsüzlere yararlı olanla
köksap bilgisi [ing. rlıizomatic 1/wııght; özdeşleştiren yarar ahlakıdır.
Fr. penst!e rhizomatiqııe]. Gilles tDeleuze kötü [ing. bad; Fr. maııvais; Al. schlecht]. 1
ve Felix tQuattari'nin Bab düşüncesinin Amaca uygun olmayan, kusurlu ve ye-
ikili karşıtlık mantıgını yapıbozuma tersiz olan, korku ve endişe verici olan;
ugratmak amacıyla geliştirdikleri, fel- zarar, acı ve rahatsızlık veren şey, 2 za-
sefi agaçlan ve bunlann ilk ilkelerini kö- rarlı etkide bulunan; 3 ahlaki bakım­
künden söküp atan düşünce tarzı. dan, iyinin karşısında yer alıp, yanlış
Agaç benzeri düşüneeye alternatif bir ya da kabul edilemez olan şey; 4 mut-
düşünce tarzı olarak tasanmlanan söz luluga, ideallere, amaçlara ulaşmayı
konusu düşünce köklerin ve temelierin engelleyen durum veya oluşum için
kökünü kazıyan, birlikleri bozan ve iki- kullanılan niteleme.
likleri alaşatı eden, kökleri ve dallan Bu baglarnda dogadan gelen, ya da bi-
dagıtmaya çalışan, çogullaştumayı de- linçli insan eyleminin sonucu olan ve
neyen bir düşünce tarzıdır. Bu düşünce insan varlıgına bu dünyadaki yaşamın­
Bab felsefesinin dışladıgı ilkeleri onay- da büyük zarar veren durum, oluşum
lar, gerçekligi dinamik ve heterojen bir ya da şeye ise daha genel bir çerçeve
varlık alanı olarak görür. içinde kötülük adı verilir.
Bu tür bir düşünce hem teori ve hem Bu çerçeve içinde üç ayn kötülükten
de pratikte mücadele etmeye yarar. O, söz edilebilir: Insanın eseri olmayan, in-
teoride BablUn totalleştirici felsefe bi- sanın bu dünyadaki yaşamı sırasında
çimlerini yapıbozuma ugratır. Pratikte karşılaştıgı, deprem, sel, toprak kay-
ise, agaçbiçimli bir kurum olarak, nüfus, ması, salgın hastalık ve açlık türünden
sermaye, meta akışı benzeri her türden insan yaşamına son ya da büyük bir
akışı kontrol altına almaya çalışan dev- zarar veren dogal ya da metafiziksel kö-
lete, her hareketi disipline etme ugraşı tülük. Söz konusu kötülük, volkan pat-
içinde olan polis ve bürokratik örgütlere laması gibi, ölüme, hatta kitlesel ölüme
muhalefet edebilmek için gerekli destegi yol açan, fakat, nedeni insan olan ahlaki
saglar. kötülükten farklı olarak, dogadan kay-
köle ahl.ikı [Ing. slave nıorality; Fr. morale naklanan, dogal oluşumların sonucu
de 1'esclave). tNieızsche'nin, ezilen ve olan kötülük olarak ortaya çıkar.
sindirilenleri denetleyen, ve onları, ken- Ahl6/<1 kötülük olarak bilinen ve soykı­
dilerini ezen ve sindirenlerderı. gerçekte nrn, işkence, cinayet türünden, bilinçli
daha üstün oldukları konusunda ikna insan eyleminin sonucu olan, insarun in-
eden, insanlarda degişmeye karşı bir saru öldürmesinin sonucu olan, yani in-
korku yaratıp, ödevi, eşitligi, itaat etme- sanın ahlAkf ödevlerine karşı gelmesin-
yi ve gelenekselligi putlaştıran ahlAk den dogan kötülük, ikinci kötülük
sistemine verdigi ad. türüdür. Üçüncü kötü ya da kötülük
Böyle bir ahlak, Nietzsche'ye göre, top- türü ise, acıyla belirlenen fiziki kötülük-
lumun göreli olarak daha aşagı unsur- tür.
kötülük problemiyle ilgili çözümler 525

İkicili~in, karşısına iyili~i yerleştirdi­ sını istemez. Buna göre, herşeyi bilen,
~i kötülük söz konusu oldu~unda, gücü herşeye yeten ve nutlak olarak
iyimser, ilerlemeci ve evrim ci görüşler iyi olan bir Tanrı'nın varoluşuyla bu
kötülü~ü, daha az kötüye ya da iyili~e dünyadaki kötülükler hiçbir şekilde
giden yolda zorunlu bir evre olarak ba~daştırılamaz.
görür ve kötülü~ün yavaş yavaş orta- Nitekim, ünlü İngiliz filozofu David
dan kalkaca~ını öne sürerken, kötüın­ tHume, bu uyuşmazlı~ı şu şekilde,
ser görüşler kötülü~ün ebedi oldu~unu taın bir açıklıkla ifade etmiştir: a) Tanrı
ve iyilik karşısında kesinlikle a~ır bas- kötülü~ü önlemek istiyor da, gücü mü
tı~ını öne sürer. yetmiyor? Öyleyse, Tanrı, herşeye gücü
kötülük problemi [İng. problem of evi/; Fr. yeten bir varlık de~il de, güçsüz bir var-
probleme du mauvaisJ. Tann tarafından lıktır. b) Yoksa, Tanrı'nın bu kötülükleri
yaratılmış oldu~u kabul edilen dünya- engellemeye gücü yetiyor da, önlemek
ınazda varoldu~u ve Tanrı'nın varolu- mi istemiyor? O halde, Tann, mutlak
şuna ya da en azından temel özellikleri- olarak iyi olan bir varlık de~il de, kötü
ne zarar verdi~i veya gölge düşürdü~ü niyetli bir varlıktır. c) Fakat, Tanrı hem
düşünülen kötülüklerle ilgili problem. güçlü ve heın de kötülü~ü ortadan kal-
Buna göre, içinde yaşadı~ımız bu dün- dırınak niyetinde olan yetkin bir varlık
yada kötü olan bazı şeylerin ve kötülük- ise, nasıl oluyor da bunca kötülük varo-
lerin varoldu~u herhalde pek yadsma- labiliyor?
ınaz. Nazilerin yapmış oldu~u soy- kötülük problemiyle ilgili çözümler
kırun, Bosna'daki katliam, buna en güzel [İng. attempted solutions of tlıe problem of
iki örnektir. Bu dünyada, insan varlıklan evil]. Daha çok tateizm tarafından Tan·
çeşitli nedenlerle başka insanlara kötü- rı'run varoluşunun aleyhine bir kanıt
lük etmekte, onlara işkence yapmakta, olarak öne sürülen kötülük problemi
acı vermekte ve hatta yaşamlarını sona karşısında, dünyada varolan kötülü~ün
erdirmektedirler. Bu bilinçli bir kötülük- Tanrı'nın varoluşuna ve sıfatianna göl·
tür ve karşunıza ahlaki bir problem ola- ge düşürmeyecek şekilde açıklanması­
rak çıkar. nı amaçlayan çözümler.
Bir de do~al felaketler dedi~imiz ve Bu çerçeve içinde, üç ayrı çözümden
yine kötü diye niteledi~irniz şeyler var- söz edilmiştir. Bu çözümlerden birinci-
dır; depremler, salgın hastalıklar ve açlık si, 1 azizierin ve iyiliğin varoluşunu terne-
da, şöyle ya da böyle insanların yaşam· le alU'. Söz konusu çözüme göre, bu
larma son verebilen ve bundan dolayı dünyada kötülü~ün varoluşu, daha
kötü diye nitelenen do~al oluşumlardır. yüksek ve olwnlu ahlaki de~erlere yol
Söz konusu do~al kötülükleri do~al ne- açtı~ı için haklı kılınabilir. Kötülük, hiç
denlerle açıklamaya kalkışsak bile, bu kuşku yok ki,. iyi bir şey de~ildir.
kadar kötülü~ün karşısında, insanın Fakat, kötülük, iyili~e katkı yapan bir
nasıl olup da mutlak olarak iyi olan bir şey olarak görülebilir. Buna göre, yok-
Tann'nın varoluşuna ciddi ciddi inanabi- sulluk hiç varolmasa, insaniann yoksul-
lece~i yaıut bekleyen bir soru olarak lara yardım etme gibi ahlaki bakımdan
kalır. iyi olan eylemleri temelsiz kalır. Birta-
Ateistler bu durwnu Tanrı'nın varol- kım yüce insanlann, kendilerine adeta
ınadı~ının bir kanıtı olarak görmüşler­ boş vererek, yoksullann ve güçsüzlerin
dir. Zira, herşeyi bilen bir Tanrı, bu yardımına koşmaları ve böylelikle yüce
dünyada birtakım kötülüklerin varol- ve yetkin insanlar haline gelmeleri,
du~unu da bilir; herşeye gücü yeten bir ancak yoksullann ve güçsüzlerin varh·
Tanrı, bu kötülüklerin ortaya çıkmasına ğ1yla anlam kazanır. Kötülerin ve kötü·
engel olabilir ve mutlak olarak iyi olan lüklerin olmadı~ı yerde, iyilerin ve iyi·
bir Tanrı, bu kötülüklerin ortaya çıkma· liklerin varoluşu hiçbir anlam ifade
526 kötümserlik

etmez. Evet, dünyamızda savaşlar, iş­ sahip olmasaydık e~er, bizim makina-
kence ve toplu kıyımlar vardır, ama lardan, robotlardan hiçbir farkunız ol-
kahramanlar ve azizler, ancak bunlar- mayacaktı. Şu halde, bizim kötü olanı
dan dolayı ortaya çıkabilir. Bundan do- seçmemiz ve yapmamız, dünyada kö-
layı, kötülü~iin varoluşu, Tanrı'nın tülü~ün ortaya çıkışı, insanların özgür
yoklu~unu kanıtlayan bir argüman ol- iradeye sahip olmalannın zorunlu bir
maktan çok, iyili~i temeliendiren ve iyi- sonucudur. Aksi takdirde, özgür irade-
li~e katkı yapan bir şey olarak anlaşıl­ den söz edilemez.
malıdır. Bu yaklaşımı benimseyenler, içindeki
İkinci çözüm denemesi ise, 2 sanatsal insanların, kendilerini zaman zaman
analoji düşüncesine dayanır. Başka bir kötü olana yöneiten özgür bir iradeye
deyişle, söz konusu çözüm, dünya ile sahip oldukları bir dünyanın, insan ey-
sanat eseri arasında bir analoji kurar. leminin önceden belirlendi~i, insanla-
Nasıl ki, bir müzik eseri, uyumlu bir rın yalnızca iyi eylemleri yapacak şe­
bütün oluştunnakla birlikte, arada, da- kilde programlandı~ı bir dünyaya
ha sonra uyum! u hale getirilen u- tercih edilmesi gerekti~ini belirtirler.
yumsuz notalar içerirse, nasıl ki güzel Gerçekten de, tüm eylemlerimiz önce·
bir resmin kendi içinde gölgeler ve den belirlenmiş olsa, bizim eylemleri-
zaman zaman karanlık bölgeler bulu- mizi ahlaki bakımdan iyi olan eylemler
nursa, aynı şekilde düny"' da, içindeki olarak niteleme imkanımız kalmaz,
birtakun kötülüklere ra~men, bir bütün çünkü ahl~kf iyilik, yalruzca irade öz-
olarak uyumlu, düzenli, güzel ve iyi bir gürlü~üyle olanaklıdır.
dünyadır. kötümserlik [İng. bedbinlik; İng. pessinrism;
Bu dünyadaki kötülükler, dünyanın Fr. pessinıisme; Al. pessinrismus]. 1 Genel
iyili~ine ve güzelli~ine gölge düşür­ olarak, yalnızca kötüyü ve kötülü~ü
mez, tam tersine dünyanın bütününde- gören, herşeyde kötülü~ün baskın çıktı­
ki iyili~e ve güzelli~e katkı yapar. ~ını savunan, varolan herşeyi acuna,
Alman filozofu tLeibniz'in 'dünyamızın üzüntü, umutsuzluk duygulanyla, an-
mümkün dünyalar içindeki, en iyi ve en lamsızlık, saçmalık, acı ve ölüm düşün­
yetkin dünya oldu~u' şeklindeki görü- celeriyle de~erlendiren bakış açısı; dün-
şü de, bu çerçeve içinde de~erlendiril­ yanın bir amaca göre düzenlenmedi~ini,
melidir. Bu dünyadaki kötülükler, onun yani onun şu ya da bu iyinin ve iyili~in
en yetkin dünya olmasına zarar vennez. gerçekleşmesine engel olacak bir yapıda
Zaten, tümüyle yetkin ve iyi bir dünya oldu~unu iddia eden, saçmanıl\ anlam-
hiçbir şekilde söz konusu olamaz. Tü- sızlı~ın, umutsuzlu~un, acı ve ölümün
müyle yetkin ve iyi bir dün}·a beklemek yaşamın temel ve vazgeçilmez ö~eleri
anlamlı bir şey de~ildir, çünkü bu, oldu~nu savunan düşünce tarzı.
Tann'nın sonsuz iyili~ini ve yetkinli~ini 2 l<ötümserlik, antropolojik ya da psi-
tekrarlaması, yani kendisine eş koşma­ kolojik bir anlam içinde, insanın kişisel
sı anlamına gelir. Fakat böyle bir şey tecrübesinde ya da genel olarak insani
söz konusu olamaz, çünkü Tann mutlak tecrübede; fiziki bir bakış açısından da,
olarak birdir ve sonsuzca yetkin ve iyi- fiziki dünyada; evrensel bir anlamda
dir. ise, bir bütün olarak evrende, iyinin ve
Üçüncü çözüm ise, 3 özgür irade fikrini iyili~in de~il de, kötünün ve kötülü~ün
temele alır. Bu üçüncü yaklaşuna göre, egemen oldu~unu öne süren tavırdan
Tanrı insan varlıklarına özgürlük ver- oluşur. Öte yandan, kötümserlik tarih-
miştir. Yani, insanlarda, onlara ne yap- sel bir açıdan da, kültürel dönemlerin
maları gerekti~iyle ilgili olarak tercihte ya da tarihi belirleyen güç ve kurumla-
bulunma imkanı veren bir irade vardır. rın kötü oldu~unu öne süren bakış açı­
Biz insan varlıklan özgür bir iradeye sını ifade eder.
kötü ve düzensiz aşk 527

3 Kötümserlik, ahlak alanında, şeyleri tası dogmuş olmaktır. İnsan yaşamı


kara ve olumsuz görme tavnna ek ola- büyük bir hatadır.
rak, yaşamın, degiştirilemez ve düzelti- Aynı şey, iı1sanın dogasını meydana
lemezcesine kötü oldugu, insanı, insanın getiren özgürlügü saçmaya, bulantıya,
içinde bulundugu koşullan ve dünyayı anlamsıza indirgeyen Sartre'ın felsefesi
iyileştirıneye yönelik tüm eylem ve faali- için de geçerlidir. Ona göre, insan yalrıız
yetlerin, varolan kötülügü kalıcı hale ge- ve özgürdür. Fakat bu özgürlük, ölüme
tirmekten ve arttırmaktan başka hiçbir benzer. Zira, özgürlük bir insanı baglar
işe yaramadıguu, insanın gerçek ödevi- ve özgürlüge baglarunış, mahkum bir
nin, insanlıgın her geçen gün yokoluşu­ insan, belirlenmiş bir insandır; başka
nu görmeye tahammül ebnek, dayanma- bir deyişle, seçı nekten başka bir seçimi
ya çalışmak oldugunu savunan ahlak ya da alternatifi yoktur. O seçmek, se-
ögretisine karşılık gelir. çimde bulurul\ak zorundadır. Seçmek
4 Metafiziksel bir açıdan ele ahndıgın­ insan için, bir zorunluluktur; bu ise, in-
da, kötüınserlik, Platon ve Aristoteles'te sanın özgürl_~günün kölesi oldugu ania-
rastlanan, insanın gelişip yetkinleşebi­ nuna gelir. Ozgürlügün kendisi bir saç-
lecegine duyulan inançla, evrende bir malıktır.
düzen ve amaçlılık, bir varlık ve iyilik kötü ve düzensiz aşk [İng. bad and rııau­
hiyerarşisi bulma tavrına karşıt olarak, vnis loue]. İnsanın Tanrı dışındaki var-
lıkları, özellikle de maddeyi sevmesi,
tSchopenhauer'in ömekJedigi dünyanın
Tanrı'yı unutarak başka insanlara kalı­
ve yaşamın kötü oldugu inancını ifade
cı bir baglıhkla aşık olması durumu.
eder. Bu çerçeve içinde, kötümserlik,
yoklugun varlıga göre, daha iyi ve ter- Ortaçag Hristiyan düşünürü Aziz Au-
cih edilebilir oldugunu, yaşamın acı ve gustinus'a göre, kaçuulmaz bir biçimde
umutsuzlukla eşdeger olup, yaşamdaki tamamlarunak, belli ihtiyaçlanru karşı­
tüm durumların mutsuzluk, acı ve ya- lamak ve bu nedenle sevmek durumun-
nılsamayla dolu oldugunu, yanılsama,
da olan insanın aşkının belli nesneleri
vardır. İnsanın aşkına konu olan bu
kesinsizlik, acı, umutsuzluk ve ölümün
varlıklar arasında, yalnızca 1 madde ve
yaşamın ayrılmaz bir parçasını meyda-
fiziki nesneler, 2 başka insanlar ve ~
na getirdigini, dünyamızın mümkün kendisi degil, fakat aynı zamanda ve
dünyaların en kötüsü olup, dünyada
hepsinden çok 4 Tanrı vardır. Bu varlık­
kötü hiçbir şey bulurunadıgıru, dünya- lardan her biri, aşkı sırasında insanın
dan daha kötü hiçbir şeyin yaratılama­ ihtiyaçlannın belli bir bölümünü karşı­
yacagını, dünyamızın akıldışı kör bir
lar ve insana belli bir doyum ve mutlu-
iradenin ifadesi oldugunu savunur. luk saglar. Bununla birlikte, aşkın bu
kötümserlik felsefesi [Os. bedbinlik felse- objelerinden hiçbiri digerinin yerine ge-
fesi; İng. philosophy of pessimism; Fr. philo- çemez ve asla kendisinden beklenenden
sophie de pessimisme). Evrenin saçma, an- daha fazlasını saglayamaz. Örne~n,
lamsız ve aloldışı oldugunu, kör bir
hiçbir maddr zenginlik, insana duyulan
gücün etkisi altında bulundugunu öne sevginin ve bir insanla kurulan saglam
süren Arthur Schopenhauer, Jean Paul bir dostlugun yerini tut am az. Aziz t Au-
tSartre ve Albert tCamus gibi düşü­ gustinus'a göre, sonlu bir varlık olan in-
nürlerin felsefesine verilen ad. sanın dogası o şekildedir ki, ona en
Örnegin, Schopenhauer'a göre, insan yüksek ve gerçek doyum ve mutlulugu
derin istek ve arzuyla yetersiz doyum yalnızca sonsuz varlık olan Tanrı sagla-
arasında sürekli olarak geüp gider. Sü- yabilir. Tann'yı sevmek. insanın mutlu-
rekli olarak isteyen, arzu eden insan, hiç- lugu için vazgeçilemez bir şeydir,
bir zaman tam olarak doyuma ulaşmaz. çünkü insana özgü bir ihtiyaç olan son-
Bundan dolayı, acı sürekli olup, haz ge- suzluk ihtiyacını yalnızca sonsuz bir
çicidir. Ona göre, insanın en büyük ha- varlık olarak Tann karşılayabilir.
528 Ksenophanes

Aşkın farklı, ancak meşru objeleri bir- dos'un, ~nsanlar arasında ne kadar ayıp
birlerinin yerini alamaz, biri digerinden ve kusur varsa, hepsini tannlara yükle-
bek.Jeneni saglayamaz; buna göre, sonlu miş olduklannı', 'insanların, tanrıların
bir nesne ya da insan, sonsuz bir varlık kendileri gibi dogmuş olduklannı ve
olarak Tann'nın yerine geçirilemez. onlann kendilerininkine benzeyen elbi-
Maddf varlıklar, başka insanlar ve kendi- seleri, sesleri ve şekilleri oldugunu dü-
si, insanın aşkının meşru objeleri olabil- şündüklerini' söyler.
mekle birlikte, insanın bunlardan birine Buradan da anlaşılacagı üzere, ~
duydugu aşk. insan bu varlıklan gerçek nophanes Yunan mitolojisinde, Home-
ve nihai bir mutluluga erişmek amacıyla ros ve Hesiodos'ta rastlanan antrop(T
sevdigi zaınan, Aziz Augustinus'a göre, morfizme karşı çıkmıştır. İnsanların
kötü ve düzensiz bir aşk haline gelir. Şu tanrıları kendi imgelerine göre düşün­
halde, düzensiz aşk, aşkın Tann dışın­ meleri, kendi imgelerini nesnelleştirme­
daki nesnelerinin herhangi birinden, leri, tanrısal gerçekligin çarpıtılmasıyla
onun gerçekte verebileceginden ya da sonuçlanmıştır. Ksenophanes'in bu gö-
saglayabileceginden daha fazlasuu ümid rüşünün gerisinde, farklı toplum ya da
etmekten oluşur. halkiann farklı Tann anlayışına sahip
Düzensiz aşk kötü bir şey olup, insan oldugu gözlemi bulunmaktadır.
davranışında birtakım bozukluklara Popüler ya da mitolojik Tanrı anlayışı­
neden olur, insandakibire yol açar.Aziz nı, antropomorfik bir Tanrı görüşünü,
Augustinus'un görüşüne göre, bütün çoktanrıcılı~ şiddetle eleştirdikten
bu bozukluk ve düzensizlüderin teme- sonra, pozitif bir Tann ögretisi ileri
linde ise, insanın kendi kendisine yeter süren Ksenophanes, bu çerçeve içinde,
oldugu inancı vardır. Oysa, ona göre, 'Tannlar ve insanlar arasında en büyük
insan eksikli bir varlık olup, ne fiziki ba- olan, insanlara ne şekil, ne de büyüklük
kıından, ne duygusal bakımdan, ne de bakımından benzeyen, tek bir Tanrı'dan
tinsel olarak kendisinden yeten biridir. söz etmiştir. Buna göre, tannsal gerçek-
Ksenophanes. M. Ö. 570-475 yıllan ar- lik. sanıldıgı gibi, çok degil de, tektir.
sında yaşamış olan Yunanlı filozof. Ksenophanes Tann'nın birligini, O'nun
Ksenophanes, daha çok tEiea Okulu- en büyük, yani en yetkin varlık oluşu­
nun çoklugu inkar edip, birligi savunan nun manttksal bir sonucu olarak gör-
metafizigini, din felsefesi alanına uygu- müştür. Tann'nın en büyük varlık olu-
layışıyla, çoktanncı bir din anlayışına şu ya da yetkinligi, yine O'nun hareket-
ve antropomorfik bir Tann anlayışına siz ya da degişmez olmasını gerektirir.
karşı çıkarak öne sürdügü kişisel ol- Tann yaratılmamış ve yok edilemez
mayan, tek bir Tann anlayışıyla ün ka- olan Varlık'tır; O, ezeli ve ebedidir. Tan-
zanmıştır. n, aynca herşeyi bilen, herşeyi gören
ilgisi doga felsefesine, kozmolojik me- Varlık'br.
selelere degil de, insan ve toplum sorun- Kuhn, Thomas. Klasik, pozitivist bilim
Ianna yönelen, içinde yaşadıgı Yunan görüşüpe şiddetle karşı çıkan Ameri-
toplumuyla kültürünün temel kavram- kalı çagdaş bilim felsefecisi. Temel eser-
larını ve degerierini eleştiren Ksenop- leri: Tire Stnıcture Of Scientific Reuoluti-
hanes'in Tanrı konusundaki spekülas- ons [Bilimsel Devrimierin Yapısı], The
yonu, kendi içinde iki evreyi içerir. Copernicean Revolution [Kopemik Devri-
Birinci evrede, onun Homeros ve Hesio- mi) ve E.ssmtial Tension [Temel Gerilim].
dosçu antropomorfik çoktanncılıga yö- Geleneksel bilim yorumunun tarihsel
nelttigi eleştiriler yer alır. Bu evre, onun temelleri olmadıgını savunan Kuhn, bi-
Tanrı konusundaki olumsuz eleştirile­ limsel ilerlemenin ihtilalci yapısını vur-
rinden meydana gelmektedir. Buna gı.ılayan, bilimsel devrimin belli bir ku·
göre, Ksenophanes 'Homeros ve Hesio- ramsal yapının terkedilerek, yerine yeni
kumarbaz argüm.anı 529

bir yapının yerleştirilmesinden oluştu­ !emleri çözebilme yetene:ı;i, basitlik, v.


gunu, bilimsel ilerlemede bilim üreten b. g.,dir. Bir paradigmanın mevcut
bilimsel toplulugun sosyolojik özellikle- diger paradigma karşısında üstünlügü-
rinin önemli bir rol oynadıgını savunan nü gösterecek mantıksal bir kanıtın bu-
yeni bir görüş ortaya atmıştır. O söz ko- lunamamasının ikinci nedeni, rakip pa-
nusu bilim ve bilimsel ilerleme görüşü­ radigmaların savunucularının farklı
nü, bilimin ilerleme tarzı konulu tablo- standart metafizik ilke ve kabullere
sunda açıklamıştır. Bu tablo, bilim baglı olmalarıdır. Rakip paradigmala-
öncesi dönem, olagan bilim, bunalunlar, rın adamları, dün yayı farklı şekillerde
devrim, yeni olagan bilim, yeni buna- görürler, dünyayı farklı dillerle tanım­
lımlar gibi temel ögelerden oluşur. larlar.
Buna göre, her bilim dalı, kendi tarihin- Kuhn, bilimsel bir teorinin ya da para-
de, bir bilim öncesi dönem yaşar. Sonra digmanın digerinden daha iyi oldugunu
bilim adamlanndan birinin teorisi ken- söylememize olanak saglayacak nesnel
disini kabul ettirir. Kuhn, işte bu teori, hiçbir ölçütün bulunmadıgını, rakip pa-
yöntem ya da varsayuna paradigma radigmalar arasında yapılan bir tercihin,
adını verir. Paradigmaya baglı olarak birbirlerine karşıt yaşam tarzlıın arasın­
çalışanlar, Kuhn'un olagan bilim dedigi daki bir tercüı oldu~ u, ilgili bilim top-
şeyi icra ederler. Ona göre, olagan bilim lulu~un ~sından di\)ıa yüksek bir
döneminde, paradigma tarafından çözü- ölçütün buh.ııtiiiadıgını söyleyen göreci
lemeyen b_irtakım anomaliler, problem- bakış açısına, bilirnin gerçekligin özünü
ler ortaya çıkar ve bilim bir bunalıin dö- ifade ettigi, birbiri ardısıra gelen para-
. nemi içine girer_ .Bu bunalun dönemi digmalar tarahndan dünyaya atfedilen
içinde, genç bir bilim adarru, ortaya yeni mahiyet ve niteliklerin, gerçekte dünya-
bir teori, daha dogrusu bir paradigma da varolan şeylere karşılık geldigi dü-
atarak, bilimsel devrimi başlatır. şüncesini reddebne egililT!ine karşın, bi-
Onun ortaya koydugtı yeni paradigma, lirnde ilerleme oldugunu, bilimdeki bu
Kuhn'a göre, eski paradigmadan çok gelişmenin ani sıçrama ve atılunlarla
farklı ve eski paradigmayla karşılaştırı­ gerçekleştigini savunur. İlerlemenin öl-
lamaz bir paradigmadır. Bu bakış açısın­ çütü ise, terdh edilen paradigmanın
dan iki paradigma-arasında bir. tiir farldı­ problem çözme yetenegidir.
lıgı söz konusudur. Yine, .farklı türden kumarbaz argümanı [İng. gambler's argu-
paradigmalar, farklı soruları meşru sa- nıent; Fr. argument du joueur]. Fransız fi-
yarlar. Kuhn, bu baglamda, rakip para- lozofu tPascal'ın, teistlerin Tanrı'nın va-
digmaları savunanların, farklı dünya- roluşunu ispata çalışan kan.ıtlarıyla,
larda yaşadıkları gibi bir duyguya ateistlerin Tann'run varolmadıgını gös-
kapıldıklarını söyler. Kuhn, bilim adam- termeye çalışan kanıtlarından farklı ola-
lannın baglılıklarının bir paradigmadan, rak, Tanrı'nın varoluşunun da yoklugu-
ondan farldı olan alternatif bir paradig- nun da kanıtlanamayacagını öne süren,
ma lehinde degişmesini, din degiştirme­ fakat bu durum karşısında benimsene-
ye benzetm.iştir. Zira bir paradigmanın bilecek en iyi çözümün, tıpkı iyi bir ku-
digeri karşısında üstünlügünü kanıtla­ marbazın kendisine en fazla kazandıra­
yacak ve böylelikle rasyonel bilim ada- cak şeye oynaması gibi, Tanrı'nın varol-
mını degişmeye zorlayacak salt mantık­ duguna inanmak oldugunu belirten gö-
sal bir kanıt yoktur. rüşü ve akılyürütmesine verilen ad.
Kanıtın bulunmamasının nedeni, bir Buna göre, Pascal, agnostigin tavruun
bilim adamının, bir bilimsel teorinin de- temelsiz ve agnostigin kendisine yarar
geri yle ilgili yargısının çok çeşitli fak- saglamayan bir tavır oldugunu ve Tan-
törleri içermesidir. Bu faktörler ise, etkili rı'nın varoluşu konusunda, insanın, akıl­
toplumsal ihtiyaçlar, belirli hirden prob- lı bir kumarbazın rulet masası karşısın-
530 kumarbaz yaniışı

daki tavnna benzer bir tavır takınması likli olması gereken bir konuda, onu sa-
gerektigini söyler. Pascal burada bir bili- mimiyetsiz ve yalnızca kendi çıkarını
nemezcinin bakış açısından hareket et- gözeten bir varlık haline getirdigi söy-
mektedir. Bilinemezci, Tann'nın varolma lenerek itiraz edilmiştir.
olasılıgının bulunduguna inanınakla bir- kumarbaz yaniışı (ing. fallacy of gambler;
likte, elimizdeki karutlar, ona göre, bu Fr. erreur du joueur ). Olasılık teorisinde,
konuda kesin bir karara varmak için ye- her olay ya da oluşumun bir öncekin-
terli degildir. den bagunsız oldugu kabuh.nü redde-
Onun karşısında yer alan ateist ise, derek, ömegin madeni bir paranın on
Tanrı'nın varolınadıgını gösteren kesin kez tura geldikten sonra, onbirineide
sonuçlu kanıtlar bulundugunu öne sü- yazı gelecegin..i iddia etmekten oluşan
rer. Pascal'a göre, insan Tanrı'run. varo~ yanlış türü.
lup olmadıgını kesin olarak bilemiyor- kural deontolojizmi [ing. rule deontologi~
sa, iyi bir kumarbaz gibi hareket etmeli cal theories). Eylemlerin ya da insanların
ve Tanrı'nın varoluşu konusunda, kay~ ahlaki olup olmadlklarına karar verir-
bı olabildigince az tutarak. mümkün en ken, eylemlerin sonuçlarına hiç bakılma­
büyük kazancı elde etmeye çalışmalı­ ması gerektigini, eylemlerin ve kişilerin
dır. Pascal'a göre, bu, Tann'run varoldu~ sonuçtan bagıınsız olan daha yüksek bir
guna inanınakla mümkün olur. ahlaki ölçüte göre degerlendirilmek du~
Tanrı'nın varoluşu ve bizim bu durum rumunda olduklarını ve eylemlerin, yal-
karşısındaki seçimimizle ilgili olarak nızca ahlaki bakımdan dogru olup olma-
dört alternatif söz konusudur. Alterna~ dıgına, kişilerin ise, ahiald bakımdan iyi
tifler şöyledir: 1 Tanrı'run varolduguna olup olmadıklanna bakılarak yargılan­
karar verir ve kazanm;ak, (yani, Tanrı ması gerektigini öne süren deontolojik
gerçekten de var ise eger), insan başka ahlak anlayışının, ahlaki eylemde uyula-
hiçbir şeyle kıyaslanamayacak bir ödül cak birtakım ahlaki kurallar bulundu-
eder. Bu ödül ise, ebedi yaşamdır. 2 gunu, söz konusu kurallar bütününün
Tann'run varolduguna karar verir, fakat ahiakın tek temeli oldugunu savunan
Tann'nın varolmadıgı ortaya çıkarsa, türü.
bu takdirde kaybetmişiz demektir; bu- Kural deontolojizmi, eylem sırasında
nunla birlikte, kaybı.mız, ebedi yaşam uyulacak genel geçer kurallar olmadı­
ödülüyle kıyaslandıgında, çok büyük gını, dolayısıyla neyin dogru oldugu-
olmaz. Kaybınuz, birtakım dünyevi haz- na, eylem sırasında ahlaki özne tarafın­
lardan uzak kalmakla, bazı degerli saat- dan karar verilecegini ve eylemin bu
leri ibadet için geçirmekle sınırlı kalır. karara göre gerçekleştirilecegini savu-
3 Tanrı'nın varolınadıgına karar ver- nan +eylem deontolojizminden farklı
mişsek ve kazanmışsak (yani, Tann'run olarak, dogru ahlaki buyruklara karşı­
gerçekten de varolmadıgı ortaya çıkmış­ lık gelen kurallar bulundugunu öne
sa), bu takdirde, yaşanhmızı bir yanılsa­ sürer. Buna göre, ahlaki olan, bireyin
ma olmadan sürdürecegiz demektir. 4 ahlaki eyleminde, sonucun ne olacagı­
Tanrı'nın varolmadıgtna karar vermiş­ na hiç bakmadan, bu kurallara uyması,
sek ve kaybetmişsek (yani, Tann'run ger- eylemleriyle ahlaki kuralları hayata ge-
çekte varoldugu ortaya çıkarsa), ebedi çirmesidir.
yaşam ödülünü kaybetti~z gibi, belld Kural deontolojizmi çerçevesi içinde,
Tann · tarafından cezalandınlma tehlike- ahlaki eylemde uyulacak, hayata geçiri-
siyle de karşı karşıya kalabiliriz. lecek bu kurallann nasıl koyuldugu ya
Pascal'ın bu argümaruna, insanın inan- da oluşturulduguna baglı olarak, iki
maya karar veremeyecegi, inanmanın ahlak teorisi yer alır. Bunlardan birinci-
rasyonel bir temel üzerine oturtulama- si, Batı Hristiyan geleneginde ortaya
yacagı, bu argümanın, insanın en içten- çıkan irdhi buyruk teorisi ya da tüm tek-
---------------------------------------------

kural yararcılığı 531

tanrılı dinlerde söz konusu olan dini kural yararcılıgı [ing. ntle-utilitarinnism;
a/ıldktır. Bu tür ahlaklarda, eylemlerde Fr. regle-utilitarisnıe). Koşullar ve birey-
uyulacak kuralları Allah veya Tanrı ya ler her seferinde degiştigi için, evrensel
da dogaüstü bir varlık koyar ve bu ku- bir ahlak yasası ya da ahlaki ilke kabul
rallar insanlara Tanrı'nın elçileri aracılı­ etmeyip, ahiiliöznenin eylemden etkile-
gıyla bildirilir. necek herkese en yüksek yarar ya da iyi-
İkincisi ise, ünlü Alman filozofu ligi saglayacak şekilde eylemesi gerek-
Kanı'ın tödev ahlıikı olarak bilinen kura- tigini savunan eylem yararcılıgının
mıdır. Burada ise, ahlaki kurallar, doga- dogurdugu problemlere bir çözüm ola-
üstü bir varlıga ya da empirik verilere rak önerilen, ve her irısarun, ilgili herkese
dayarnlarak degil de, mantık ve mate- en yüksek iyilik ya da yaran saglayacak
matikte söz konusu olan mantıksal akıl­ ahiili ilke ve kurallara uyması gerekligi-
yürütme yoluyla ortaya konur. tKant'a ni öne süren yararcılık anlayışı.
göre, bu tür bir mutlak ahlak kuralı her- Kural yararcılıgı, insanların ortak dene-
şeyden önce, mantıksal bakımdan tutar- yimlerinden hareketle ve insan eylemle-
lı olmalı, yani kendi kendisiyle çelişme­ riyle ahlak üzerine enine boyuna düşün­
meli ve ikinci olarak evrenselleşti­ menin bir sonucu olarak. kendilerine
rilebilmeli, yani herkes ya da akıllı tüm uyuldugu, hayata geçirildikleri zaman,
insan varlıklan için geçerli olmalıdır. tüm insanlara en yüksek iyiligi saglaya-
kuralkoyuculuk [İng. prescriptivism; Fr. cak birtalwn ahlaki kurallar oluşturmaya
prescriptivisıııe). ı Ahlaki yargıların öz- çalışınışbr. Kural yararcıları, ömegin,
de eyleme yol gösterici bir vasfı oldu- ahlaki özneler ve eylemin gerçekleşılgi
gunu öne süren görüş. durumlar her seferinde farklılık gösterdi-
Görüşün savunucusu olan çagdaş dü- gi için, insan öldürüp öldürmernek ge-
şünür R. M. Hare'a göre, kurduğumuz rektigine, her eylemde, her farklı durum-
önerme ya da tümceler, biri betimleyici, da yeni baştan karar verip, öyle eylemek
digeri de dej\er biçici olmak üzere, iki gerekligini savunan eylem yararcılıP;ın­
ayrı ve farklı anlam türüne sahiptirler. .dan farklı olarak, 'Meşrü müdafaa dışın­
Deger biçici ya da kıymet takdir edici da, hiç kimseyi öldürme!' kuraluu geliş­
yargı ya da önermeler, kuralkoyucu gö- tirmişlerdir. Kural yararaları, bu kuralı
rüşe göre, ahlaki eyleme yol açma, eyle- ortaya koyarken, meşru müdafaa dışın­
me rehberlik etme özelligi sergiler. Bu da adam öldünnenin, eylemden etkilene-
yargı ya da önenneler, eyleme yol açma rek tüm insanlar için, hem kısa ve hem
gücüne sahip diger yargı ve önermeler- de uzun vadede, kötü sonuçlar getirece-
den, ayıu zamanda evrenselleştirilebilir gini kabul etmişlerdir.
olmak bakunından farldılık gösterirler. Kural yararcıları, kural tarumayan ve
Buna göre, belli bir konu hakkında ahlaki öznenin içinde bulundugu duru-
ahlaki bir hüküm verdigim zaman, ayıu mu ölçüp biçerek öyle eylemesi gerekli-
yargının benzer tüm durumlar için de gini savunan eylem yararcılannın tersi-
geçerli oldugu sonucuna vanrım. ne, tüm insan varlıkları ve tüm durum-
2 Kural koyuculuk, bilim felsefesi ala- lar için geçerli olacak ahlaki kurallar
nında ise, betimleyici doga yasası anla- koymayı haklı kılan yeterince benzer
yışından farklı olarak, doga yasalarını, motifler, eylem ve durumlar bulundu-
cisimlerin davraruşını yöneten, cisimle- gunu düşünürler. Kural yararcısına gö-
ri olduklan gibi olmaya zorlayan, cisim- re, ahlaki öznelere yol gösterecek kural-
lerin davranışı için kural koyan, cisim- lar oluşturmadan ve böylelikle, toplum-
lerin kendilerine uymak durumunda da ahlaki bir düzen kurmaya kalkışma­
oldugu ilkeler, cisimleşmiş güçler ola- dan, ahlaki eylemleri bireylere ve onla-
rak yorumlayan görüşe karşılık gel- rın kararlarına bırakmak, aptalca oldu-
mektedir. gu kadar tehlikeli bir şeydir.
532 kurguc:uluk

Kural ya;;arcılıgına yöneltilen en ö- sından ve kendi bilgisel ç~karlan açısın­


nemli eleştiri, insan varlıklannın ken- dan inşa edip sınıflayan; toplum söz-
dilerinin, onların ilgi, çıkar ve amaçları­ leşmesi ile toplumu ya da sivil toplum
nın ve ahlaki eylemin gerçekleştigi du- alanını kuran; degerleri, olgu 1deger
rumların olanca farklılığı dikkate alın­ ayırunı temeli üzerinde, onların nesnel
dıgında, bütün bu farklılıkları kucakla- dünyada bir temeli olınadıgını söyleye-
yacak ve en büyük sayıda insarun en rek, yine kendisinden hareketle yaratan
yüksek ınutlulugunu her zaman ve ger- özne.
çekten saglayacak kurııllar oluşturma­ Öznenin ademi merkezileşmesi süreci
nın oldukça güç olduguna işaret eder. içinde, kurucu özne anlayışına, onun
Kural yararcıları bu güçlükten hare- bir söylence oldugu gerekçesiyle, karşı
ketle, hiçbir şekilde ihl81 edilemez olan çıkan çok sayıda düşünür olmakla bir-
birinci dereceden kurallarla, göreli ola- likte, ona esas, kuran degil de, tam tersi-
rak daha az önemli olan ikinci derece- ne kurulan özneden eden Michel Fouca-
den kurallar arasında bir ayırım yap- ult tavır almıştır. Verili, tüm toplumsal
maya çalışmışlardır. Bununla birlikte, ilişki ve işlemlerden önce gelen degiş­
bu gelişme de sözü edilen güçlügü her- mez bir insan özü düşüncesini redde-
taraf etmeye yetmez. Örnegin, en teınel den Foucault, kurucu öznenin tahrip
ahlaki kural olan 'Meşru müdafaa dı­ edilmesi çagrısında bulunurken, kurucu
şında, hiçbir zaman adam öldürme!' özneden vazgeçmenin ve öznenin bizzat
kuralı bile, tüm insan ve tüm durumlar kendisinden kwtulmarun bir zorunlu-
için geçerli olabilecek evrensel bir kural luk oldugunu söylemiştir. Öznenin ku-
olabilir mi? Böyle bir kural, kürtaj ya da ruluşunu tarihsel bir ~rçeve içinde
ötanazi için de geçerli olabilir mi? açıklayabilen bir analize ulaşmarun ge-
kurguculuk [İng- ftctionalism; Fr . .fictiona- re~ini vurgulayan Foucault'ya göre, ku-
lisme]. 1 Pragmatizm ya da aletçiligin rucu özne düşüncesi, öznelerin iktidar
aşırı bir versiyonu olan, ve doga bilim- ilişkileri içerisinde üretildikleri veya
lerindeki, matematik, felsefe, ahlak ve inşa edildikleri çok çeşitli kurumsal böl-
dindeki kavram, ilke ve hatta teorilerin, gelerin eleştirel bir incelemeden geçiril-
nesnel bir dogruluk ve geçerlilikleri ol- mesini engelleyen hümanist bir tür gi-
mamakla birlikte, eylem bakımından zemlileştirmeden başka hiçbir şey
yararlı olan saf kurgular, basit fiksiyon- degildir. Ona göre, arbk yapılması gere-
lar oldugunu savunan görüş. ken şey, özneyi yaraha rolünden soy-
2 Daha özel olarak da, çagdaş Alman mak ve onu söylemin karmaşık ve de-
düşünürü Vaihinger'in degerlerin, ideal- gişken bir fonksiyonu olarak analiz
lerin, bilimsel kavram ve teorilerin kendi etmektir.
kendileriyle tutarlı ve dolayısıyla, kendi kuşku [Fr. şüphe; İng. doubt; Fr. doute;
içlerinde dogru olup, nesnel bir temelden Al. zweifeil]. inancın olumsuzlarunası,
yoksun olsalar da, yararlı ve hatta kaçı­ bir önermenin lehinde ya da aleyhinde
nılmaz kurgular oldugunu öne süren gö- olumlu bir sonuca ulaşmamış olma du-
rüşü. 3 Kipler manh~ında, mümkün rumu. Bir şeyin dogrulu~uyla ilgili ola-
dünyalardan söz eden bir söylemin, ger- rak tereddüt içinde olma, kesin karar
çekten varolan bir ·dünyalar çokluguna veremerne durumu. Bir iddianın dogru-
gönderirnde bulunan bir söylem olarak lu~una inanmama egilimi. Çelişik öner-
de~il, fakat salt yararlı bir kurgu olarak meler arasında duraksama durumu.
görülmesi gerekti~i görüşü. tkna olmama ve dolayısıyla hüküm ver-
kurucu özne [İng. constitutive subject; Fr. meme, yargıyı askıya alma hali.
sujet constitut~f). Modem dönemde, salt Kuşku, teorik kuşku ve degerlerle il-
kendi bilinenden hareketle bilgiyi kuran; gili kuşku olarak ikiye ayrıldıgından,
nesneler alemini kendi öznel bakış açı- kuşkunun konusu, duyu verilerinin ta-
kuşkucufuk 533

nıklıgı ve teorilerin dogruluguyla, este- İkinci kuşkuculuk türü ise, 2 ahldki kuş­
tik ve ahlaki degerlerle ilgili yargıları­ kuculuktur. Bu tür bir kuşkuculuk, ger-
mızın geçerliligi olabilir. çekligin dogasıyla ilgili felsefi ögretiler
kuşkuculuk [İng. scepticism; Fr. scepticis- için söz konusu ol~ tavrı ahlak alanına
nıe; Al. skeptizismus].lnsan zihninin bilgi- da yansıtır ve tüm ahiili ilkelerin göre-
de kesin ve pozitif dogrulara ulaşamaya­ liliginden hareketle olasılıgın, ihtimali-
cagını, kesin ve dogru bilginin mümkün yelin yaşamdaki en büyük yolgösterici
olmadıgırtı ve insanın görünüşlerin öte- oldugu sonucuna ulaşır. Ahlaki kuşku­
sine geçerek gerçekligin kendisine ula- culuk, bundan dolayı, en temel ilke ola-
mayacagını öne süren görüş, bilgi rak hoşgörü yü benimser. Sonuncu kuş­
imkanımızın sınırlı oldugunu savunan kuculuk türüne karşılık gelen 3 dini
ögreti. Daha genel olarak da, belli bir kuşkuculuk ise, aklın dinin dogrularına,
dogruya ulaşmadan önce, kuşku duy- tanrısal dogrulara ulaşmak bakımın­
marun zorunlu ve kaçııulmaz oldugunu dan çok yetersiz oldugunu savunur ve
savunan anlayış. dinde vahyi ve kalp gözünü ön plana çı­
kartır.
tDogmatizmin tam karşısında yer alan
bir ögreti olarak kuşkuculuk, bir şekliy­ Bu çerçeve içinde, tPhyrhon, tTimon,
le ilkece bilinemez olan şeyler ya da tAenesidemos, Sextus tEmprikos gibi
aşırı kuşkucular dışında kalınakla bir-
nesneler bulundugunu öne sürer, başka
bir şekliyle de, bazı şeylerin bilgisine likte, düşüncelerinin bir yönüyle belli
bir kuşkuculugu ifade eden düşünür­
ancak belli birtakım güçlüklerle ve kimi
ler arasından şu örnekler seçilebilir:
tedbirlerin sonucu olarak ulaşabilecegi­
İlkçag Yunan filozoflarından tGorgias,
mizi savlar. Bundan dolayı, kuşkuculu­
zaman zaman 'hiççilik' olarak da adlan-
gun çeşitli şekilleri birbirlerinden, ya
dmlan bir kuşkuculuttın savunucusu
güvenilirlikleri sorgulanan araştırma olmuştur. O, bir yandan hiçbir şeyin
yöntemleri, ya da bilinebilirlikleri kuş­ varoldutıJnun söylenemeyecegini öne
kulu olan nesne türlerine göndenne ya- sürerken, bir yandan da bilginin imkan-
pıldıgı zaman, ayrılır.
sız oldugunu ifade etmiştir. Buna göre,
Bir de, yöntem ya da bilinen nesne ba- ı hiçbir şey var degildir, 2 bir şey va-
kımından degil de, ilgili alan bakırnın­ rolsa bile, bilinemez, 3 bir şey varolsa
dan farklılık gösteren kuşkuculuk türle- ve bilinebilse bile, bu bilgi başkalanna
ri vardır. Buna göre, farklı farklı aktarılamaz. Bir dinleyicinin, konuşma­
alanlarda ortaya çıkan en az üç ayrı cının agzından çıkan sözleri işibnek su-
kuşkuculuktan söz edilebilir: ı Bunlar- retiyle, konuşmacının düşündügü aynı
dan birincisi, felsefi kuşkuculuktur. İnsa­ şeyl.,ri düşünebilmesi olanaklı degil-
nın duyularının ve aklının yetersizligin- dir, zira Gorgias'a göre, aynı şey aynı
den d ola yı, gerçekligin bilgisine eri- anda farklı yerlerde, yani farklı insan-
şemeyecegini savunan bir görüş olan larda olamaz, olabilse bile, onlara farklı
felsefi kuşkuculuk, dogmatik sistemlere insanlar olduklan için. farklı görünür.·
bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Kuş­ Bwtdan dolayı, yalruzca bilgi degil, ko-
kuculuk bu çerçeve içinde, dogmatik fel- nuşma ve iletişim de imkinsızdır.
sefe okullannın Öncüllerini, temel tezle- Gerçeklige ilişkin bilgiden söz edile-
rini ve yöntemlerini eleştirmiş ve bu meyecegini, herşeyin sürekli bir akış ve
okullann birbirlerine karşıt görüşler degişme içinde bulunmasından dolayı,
geliştirdigini göstermiştir. Kuşkuculuk varolanlarla ilgili olarak belli bir anda
bu baglamda, insanın gerçekligin doga- ortaya konan bir önerme ya da betimle-
sıyla ilgili spekülasyonlardan vazgeçe- menin kısa bir süre sonra, dogru olmak-
rek, yargıyı askıya alması gerekligini tan çıkacaguu savwtan tKratylos da
savunur. aynı şekilde, yalruz dış dünyayı mey-
534 kuşkuculuk

dana getiren varlıkların de~il, fakat muhtemel inançların temele aluunası


bilgi aktarmak için kullamlan dilin, bu gerekti~ini savunmuştur.
arada konuşmacının, anlam ve düşün­ Aslında mutlak bir kuşkucu olmayan,
celerin de de~işti~ini ve bu durumun kuşkuyu bir araç olarak kullarunak sure-
yalnız bilgiyi de~il, fakat konuşmayı da tiyle, birtakım temel do~rulara ulaşmak
olanaksız hile getirdi~ini belirtmiştir. isteyen tDescartes, kendisine neyi açık
tHerakleitos'un de~işmeyle ilgili gö- ve seçik olarak bilebilece~i, neyi her
rüşlerini benimsemiş olan Kratylos, bu türlü kuşkunW'I ötesinde, mutlak olarak.
durumun bir sonucu olarak konuşmak­ ve kesin bir biçimde bilebilece~i ve mut-
tan tümüyle vazgeçmiş ve varolan şey­ lak bir do~ruya ulaştı~ı zaman, bu kesin
lere işaret etmekle yetiruniştir. bilgiden. başka hangi bilgilerin türetile-
Hiçbir şekilde kuşkucu olmayan, fel- bilece~i soruları.ru sormuşhır. Mutlak ve
sefi görüşlerini ve faaliyetini, Sofistlerin kesin bir bilgiye ulaşmak, bilgi için sa~­
tgörecili~ine ve kuşkuculu~una karşı lam bir temel bulabilmek amacıyla, Des-
tavır alarak şekillendirmiş olan Sokra- cartes kuşku yöntemini tam bir titizlikle
tes, yine de, felsefi tartışmalannda kul- uygulamıştır. O, bu çerçeve içinde, açık
landı~ı çüriitme yöntemi ve 'Bildi~im ve seçik bir do~ruya ulaşıncaya dek,
bir şey var, o da hiç bir şey bilmedi~im­ tüm bilgi ve inançlarını kuşkuyla karşi­
dir' teziyle, belli bir kuşkuculu~u ifade lamış ve kendilerinden kuşku duymak
etmiştir. Kuşkuculu~a en fazla karşı için, uzak ya da yakın, potansiyel ya da
çıkmış olan filozofların başında gelen aktüel bir nedenin bulundu~u tüm inanç
tPlaton ise, iki dünyah metafizi~i ve ve bilgilerini bir kenara atmışhr. Buna
inanç ile bilgi arasında yaptı~ı ayırunıy­ göre, duyu-deneyi ile ilgili problemler,
la, bir yandan do~ru bilgiye yalnızca bütün yaşantımızın bir düş, bildiğimjz
akıl yoluyla ulaşılabilece~ini savunur- herşeyin bir düşün bir parçası olabilme-
ken, bir yandan da de~işen bir şeyin, si olas1h~ı ve nihayet onu aldatabilecek
yani duyusal dünyanın bilgisi olamaya- kötü ve güçlü bir dnin varhğ:ı, Desear-
ca~ını, insan varlı~mın duyu-algısı yo- tes'ın tOm bUgi ve inançlarmdan vazgeç-
luyla ulaşta~ı tek bir do~ru bile bulun- mesine neden olmuştur.
madı~ını öne sürmüştür. Bununla birlikte, o söz konusu kuşku
İlkça~ın, Pironistler dışında kalan en süreci yoluyla temel bir do~ruya ulaş­
önemli kuşkuculannın başında gelen, mışbr. Başka bir deyişle, Descartes her-
gerçeklikle ilgili inanç, iddia ve görüş­ şeyden kuşku duymaya çalışirken,
lerden hangilerinin do~ru, hangilerinin temel ve kendisinden kuşku duyulamaz
yanlış oldu~unun bilinemeyece~ini, dış bir do~ruya, sisteminin temel do~rusu­
dünyaya ilişkin olarak yalnızca imge, na, 'düşünüyorwn, o halde varun' sonu-
suret, izienim ya da tasarunlara sahip cuna ulaşmiştır. O, daha sorua ulaşh~ı
olabilecetimizi, fakat bu ıasarunlardan bu do~ruyu kesin ve kuşku duyulamaz
hangisinin do~t ya da aslına uygun ol- hale getiren özelliklerin, do~ru bilginin
du~unu bilemeyece~imizi savunan Kar- ölçütlerinin neler olduı-unu belirlemek
neades'e göre de, mutlak do~rulardan suretiyle de, kuşku )'Oiuyla ulaştl~ı
söz edilemez; yalnızca olasıhklardan, kendi varoluşuna ilişkin bilgiden, başka
do~ru olma olasılı~ı yüksek olan inanç- açık ve seçik bilgilere, Tanr1'nuı varolu-
lardan söz edilmelidir. Zaten yaşamda şuna, dış dünyaya ve başka insanların
da bireyin, anlamak ve eylemek için, zihinlerine ilişkin bilgiye geçebilmiştir.
mutlak hakikatiere değil de, yalnızca Empirizmin tlocke tarafından öne sü-
olasılı olana ihtiyac• vardır. Bazı inanç- rülen, insaru.n do~rudan ve araosız ola-
lann, yo~unluklan ve do~rudanbklan rak yalnızca kendi idelerini, izienim ve
ile, di~erlerinden daha olasıh olduklan- tasarımlarıN bilebilece~i tezinden hare-
nı savunan tKameades, eylemde bu tür ketle, bu izienim ve tasaıunlann gerisin-
kutuplar 535

deki bir şeye, örnegin dış dünyadaki nunla birlikte, bu zorunlu koşullar,
varlıklara veTann'ya ilişkin olarak hiç- Kant'a göre, duyu deneyini aşan varlık­
bir bilgimizi olamayacagım savunan lar için geçerli degildir. Dolayısıyla,
tHume, büyük bir iyimserli.kJe başladı­ Tarırı ve ruh gibi varlıklar bilinemez. Bu
gı felsefesini mutlak bir kuşkuculukla ise, metafiziksel bilginin, a priori spekü-
bitirmiştir. Ona göre, dış dünya ya da lasyonlar ortaya koyan geleneksel meta-
gerçeklik hakkında, ne türnev arun ne de fizigin imkansiz oldugu anlamına gelir.
tümdengelim yoluyla, olgusal bir dogru- Varoluşçu felsefenin önemli temsildie-
ya ulaşmak olanaklı degildir. Tümeva- rinden biri olan A. tCamus ise, Sisyphos
nınsal akılyürübne, dogada bir düzen Şöleni adlı eserinde, insanın özü itibariy-
bulundugu, gelecegin de geçmiş gibi le saçma olan evrenin degasını ve anla-
olacagı haklı kılınamaz kabüllerine da- mını, rasyonel ve bilimsel yöntemlerle
yanmaktadır. Önermeler, yargılar ara- açıga çıkarma gayretinin sonuÇ)uzlugu
sındaki zorunlu bagınhları konu alan ve boşlu~unu anlatır. tKiergaard'ın, in-
tümdengelimsel akılyürütme ise, bu tür sanın dünyayı anlamaya yönelik rasyo-
bir zorunlulu'gun, yalnızca olgusallıgın nel çabalarının çelişik degasını ortaya
hüküm sürdügü olgular dünyasında da koyan, kuşkucu argümanlarnu benim-
geçerli oldugunu gösteremez. Neden- seyen Camus, bu durum karşısında, fi-
sellige, tümevarı.m.a, dış dünyanın, lozofun inanca dayanan çözümünü
Tanrı'run hatta bir benil'l varoluşuna du- kabul ebnek yerine, Nietzsche'nin dün-
yulan inanç, hiçbir şekilde haklı kıhna­ yarun 'Tanrı'nın ölümünden' kaynakla-
mayaca~ı için, Hume'a göre, her tür bil- nan anlamsızhgı tezini paylaşmıştır.
giden vazgeçmeliyiz; alışkanlıklarımıza İnsanın geleneksel anlamda bir bilgiye
dayanarak. sanki dış dünya gerçekten sahip olamayacağıru savunan Camus'ye
de vannış gibi eylemeliyiz. göre, insanın anlaşılmaz ve anlamdan
Bilgide biri deneysel, digeri de rasyo- yoksun bir dünyayı anlamaya ve böyle
nel olmak üzere, iki temel öge bulundu- bir dünyada anlam bulmaya çalışması
. gunu savunan tKant'ın kuşkuculugu, saçma bir çabadır. Camus'nün söz ko-
aynı zamanda deney-dışı bilgiye ilişkin nusu kuşkuculugu, Aydınlanmayla on-
kuşkuculuk olarak bilinir. O, insan bilgi- dokuzuncu yüzyılın iyimserli~ bir
sinin sınırlı oldugunu iddia etmiştir. yanılsamadan başka bir şey olmadıgını
İnsan zihninin, nesneleri ve olaylan ger- ifade etmekte, insanın banş, ilerleme ve
çekte olduklan şekliyle bilemeyecegini, mutlulukla ilgili umutlanrun, 20. yüz-
nesnelerin, insan tarafından yalnızca yıldaki felaketierin ardından çöküşünü
zihnin imkanlarına, yapısına ve formla- yansıtmaktadır. ·
ıma göre bilinebilecegini savunan Kant, kutuplar [İng. polarities; Fr. potarites ]. Fel-
dogmatizmle mutlak kuşkuculuk ara~ sefede, uçları gösteren karşıt ya da zıt
sında orta bir yol benimsemiştir. Ona terim veya ögeler; iyi/kötü, aşk/ nef-
göre, bilgi mümkün oldugundan, mut- ret, dogru /yanlış, aydınlık/karanlık,
lak bir kuşkuculuk savunulamaz. Baş­ sıcak/ soguk, ahlaki/ ahlaksız, güzel/
ka bir deyişle, Hume'un eleştirilerine çirkin gibi birbirlerinin tam karşısında
ragmen, tümel ve zorunlu bir bilginin yer alan nitelik ya da degerler.
mümkün oldugunu gösterebilmek için, Kutuplar, antolajik bakımdan varolu-
Kant bilginin deneyimle başladıgıru, şu karşıtma bagh olan, karşı kutbu va-
fakat deneyimden ibaret olmadıgını be- roldugu takdirde varolan öge, nitelik
lirtmiş, zaman ve mekanın duyu dene- ya da degerlerdir. Buna göre, aydınlık,
yinin zorunlu formlan ve kategorilerin karanlık olmadan varolamaz; iyi varol-
de dış dünyaya ilişkin bilginin temel m~zsa kötü de olmaz ya da kötü olma-
koşulları oldugunu öne sürmüştür. Bu· dıgında, i yi nin anlamı olmaz.
536 kuvvet

kuvvet [ing. force; Fr. force; Al. knıfl]. mayan ürünler bütünü, sembolik ve ög-
Başka bir şeyi, bir şeyin özelliklerini, renilmiş ürünler ya da özellikler topla-
niteliklerini, hareketini ve mekansal iliş­ mı.

kilerini etkileyen eylem, faaliyet ya da Latinceden gelen kültür terimini günü-


enerji. Degişmenin, hareketin, eylemin, müzdeki anlamına yakın bir biçimde
faaliyetin nedeni olan şey. Eylemi yara- ilk kez olarak 17. yüzyılda dogal hukuk
tan, hareketi, oluşu, yokoluşu saglayan düşünürü Samuel von +Pufendorf kul-
güç, kudret. Meydana getirdigi degişik­ lanmıştır. Ona göre, kültür dogaya kar-
likle ölçülen hareket ettirici güç. şıt olan ve belli bir toplumsal baglam
Felsefe tarihinde, kuvvet sözcügünü ilk içinde ortaya çıkan tüm insan eserleri-
kez olarak kullanıp, ona felsefi bir anlam dir. 18. yüzyılın sonlarında ünlü Alman
yükleyen filozof t Aristoteles olmuştur. filozofu tKant da kültürü aynı anlamda
Ona göre, her varlık türünün özünde, insanın kendi rasyonel ve mantıklı
kendisini hareket ettirecek ölçüde bir özünden dolayı özgürce hayata geçire-
kuvvet vardır. Kuvvet, bu çerçeve içinde bilecegi amaçların, ideallerin tümü ola-
hareket gücü, oluş ve degişmenin kay- rak tanımlanmıştır, •
nagı, hareketsiz durum ya da kuvveden Bununla birlikte, esas Aydınlanma Ça-
fiile geçiştir. Atomcu anlayışa göre ise, gında oluşan tültür kavramının gerçek
madde birikmiş bir kuvvetler bütünü . yaratıcısı ünlü Alman filozofu tHer-
olup, doganın dışında hareket ettirid bir der'dir. Ona göre, kültür bir ulusun, bir
güç aramaya gerek yoktur, zira hareket halk ya da toplulugun yaşam tarzıdır.
ettirici güç maddenin özünde vardır. Bu Herder'in söz konusu kültür kavrayışı,
atoıncu anlayışın karşısında ise, kuvve-
kültüre tarihsel bir boyut kazandırır­
ti yalnızca Tanrı'da ya da ruhta bulan ken, günümüz kültür görüşüne çıkan
görüş yer alır. Ömegin, İslam felsefesi- yoldaki en önemli kilometre taşını mey-
ne göre, gerçek kuvvet salt Tann'ya dana getirir. Nitekim, antrapolog E. B.
özgü olup, varolan herşey her bakım­ Taylor 1871 yılında kültürü, bilgileri,
dan Tann'run gücüne, iradesine ve mut- inançlan, sanatı, ahlakı, yasalan, gele-
lak kudretine baghdır. +Leibniz de, mo- nekleri, ve bir toplumun üyesi olarak in-
nadoloji görüşünde, meta&zi~ kuvvet
sanın edindigi bütün öteki egilim ve
fikrine dayanduııuşbr. Onun metafizi-
alışkanlıkları içeren kompleks bütün
ğinde, dünya basit ve tinsel kuvvetlerin,
olarak tamamlamıştır.
yani monadlaruı bir birleşimden başka
İktisadi üretim ve mübadele sistemini,
bir şey degildir.
akrabalık ve aile örgütlenmesi dizgesini,
küçük öncül [İng. minor premiss; Fr.
primisse mineure; Al. untersatz]. Katego- siyasi ve dini örgütlenmeyi, günlük
yaşam kurallanru, ahl~k ve adalet siste-
rik bir tasımda, küçük terimin yer aldı­
gı öncül, küçük ve orta terimle kurulan
mini, dili ve efsane, sanat, felsefe, ve
önerme. hatta bilim üretimini ihtiva eden bir şey
Buna göre, 'Tüm insanlar ölümlüdür', olarak. bütün tarihsel ve evrensel boyu-
'Sokrates insandır', 'O halde, Sokrates tuyla kültür tanımı, bununla birlikte
ölümlüdür' tasımında, 'Sokrates insan- kültürü uygariaktan ayınnaya yetme-
dır' önermesi, küçük öncüldür. yen. oldukça genel bir kültür kavrayışı­
küçük terim [İng. minor term; Fr. terme na tekabül eder. Angio-Sakson dünyada
mineure; Al. untertenn]. Kategorik bir ta- çok yaygın olan söz konusu kültür/
sımda, sonucun öznesi olan ve S harfiy- uygarlık özdeşligi, Alman düşüncesin­
le gösterilen teri. · de Kultur ve Zivilisation ayırımıyla daha
kültür [İng. culture; Fr. culture; Alın. kul- saglıkh bir biçimde karşılanır. Buna
tur]. İnsan toplumunun, biyolojik ola- göre, kültür veya tinsel kültür semboller
rak degil de, sosyal olarak kuşaktan ve degerieri ifade ederken, uygarlık ya
kuşaga aktardıgı maddi ve maddi ol- da maddi kültür teknolojiyi, iktisat ve
kültürel 537

toplwnsal hayatı kuran tüm faaliyetleri kültüre! [ing. cultural; Fr. culturel; Al. kul-
tarumlar. Şu halde, kültür genel bir bi~ turell]. 1 Kültürle ilgili; 2 Tinsel ya da
çiınde ve uygarlıkla eşanlamh olarak, manevi kültüre, bir topluluAun hayat
insan türünün hayatını, yaşam tarzuu tarzına ilişkin olan; 3 DoAuştan getiri·
tüm diAer yaşam tarzlanndan ayıran un· len veya biyolojik olarak miras alınana
surlar bütünü diye ve daha özel olarak karşıt olarak, sosyal bir biçimde aktarı·
da, bir uygarlıAı meydana getiren deAer· lan veya içinde yaşarulan toplumsal du·
ler toplanu şeklinde tanunlanabilir. rumdan kaynaklanan; 4 Varolan kültü·
Bu baAlamda, farklı deAer ya da kül- rü geliştirmeyi, yaygınlaştırmayı amaç-
türlere sahip toplumsal veya etnik layan şey ya da şeyler için kullanılan
gruplar arasındaki doArudan ve sürekli sıfat.
temasın sonucunda, gruplardan biri Buna göre, kültür üretimiyle uAraşan
veya diAerinin ya da her ikisinin birden veya sanatsal, düşünsel ve bilimsel ça·
hşmaların sürdürüldüAü, himaye edi·
diAer grubun kültürünü, kültürel özel-
liklerini toptan veya kısmen benimse- lip desteklendiAi veya geliştirildiAi ör-
ınesi sürecine kültürlenme adı verilir.
güt ve ortamla ilgili unsurlara, veya
Öte yandan, bir toplwnun kendi kültü- kültürün toplumsal çevreye sunulması­
rünü, kültürel deAer ya da özelliklerini na veya yayılmasına imkAn veren araç·
üyelerine aktanna süredne, toplumu lar ya da i.letler sistemine kültürel aygıt
adı verilmektedir. Yine aynı baAlamda
meydana getiren bireylerin, toplumun
ve Fransız düşünürü tBaudrillard tara-
istek ve beklentilerine uygun olarak et·
fından beômlenen postmodem dünya-
kilenmesi ve deAiştirilmesi işlemine da, dinleyici ve alıcı kitle için toplumsal
kültürleme denmektedir.
anlamlar ile kültürel fonnlann kaynaAı
Aynı baAlamda ve yaklaşık olarak
olduAu öne sürülen televizyon kültürel
aynı anlam içinde, bir toplumsal gruba
forum diye tanımlarur.
ait olan bilginin, yerleşik söylemlerle · Yine aynı genel çerçeve içinde, birbir·
sembolller düzeninin diAer kuşaklara leriyle rekabet hAlindeki toplumsal çı­
iletilmesi süreci kültür aktarım1 diye ta- karlarin anlamlar baAiamında sergile·
nımlanır. Yine, özellikle kültürlerone söz
nen mücadelesinin vuku buldu~u or·
konusu olduAunda, bir kültürel grubun tam ya da arenaya kültürel alan adı ve-
üyelerinin başka bir kültürle temas içine rilmektedir. Buna karşın, söz konusu
girdikleri zaman kenc:li kültürlerini ya da ' kültürel alan içinde kendilerine bir yer
geleneksel kültür deAerlerini tümden ya bulan kültürel unsur, deAer, fikir ve
da bir bölümüyle yitirmelerine kültürsüz- fonnların süreklilik kazanmaları duru-
le~me veya kültür yitimi denir. Ayni şe­ mu ise kültürel yeniden üretim diye ta~
kilde, bir insarun kendi kültürüne ya- nımlanmaktadır.
bancı bir kültür, tümden farklı bir öte yandan, kültür unsurlarıru, kültü-
deAerler ve normlar sistemi içine girdiAi rel deAerieri veya belli kültür fonnlannı
zaman, yaşadıAı yolunu kaybetmişlik, alımlayabilme kapasitesine, şu ya da bu
şaşkınlık veya yönsüzlük duygusuna kültürel ifadeye erişebilmek için gerekli
kültar ~oku adı verilmektir. maddi', ama daha ziyade tinsel altyapı·
Öte yandan, modem toplumlarda, ya sahip olma durwnuna kültürel yeterli·
farklı, hatta çoAunluk rekabet hAlindeki lik denirken, söz konusu unsur, deAer
kültürler ve altkültürlerin varlıAı dikka- ve formlan alım.Jayacak durwnda olma-
te ahndıAında, kendi kültür deAerlerini, maya, eA:itim sisteminde arzu edilen ba·
davraruş veya yaşam tarzını ve dilini, şarıyı saAiayacak gerekli dil formlarına
sahip olduAu siyasi ve iktisadi güç sa- ve bilgi türlerine sahip olarnama hAline
yesinde, diAer kültürlere empoze edebi- kültürel yoksunluk adı verilmektedir.
len kültür hlikim ~ültür diye t;ıpımlanır. Yine aynı baAiamda, mevcut statünün,
538 kültürel bireilik

hAlihazırdaki siyasi iktidarın varoluşu­ 2 Daha özel olarak ve de dilden hare-


nu ve sürekliligini meşrulaştıran çok kavramların; neyin bilgi ve ahlaki
ketle,
çeşitli dilsel ve kültürel yeterlilikler bü- bakımdan dogru olduguna, bilginin ve
tünü, bilgi, fikir ya da örtük kabuller hatta gerçekliğin bizzat kendisinin
toplaını ise, tinsel zenginlik veya servet neden meydana geldigine dair fikirle-
anlamında, kiiltiirel sermaye olarak ta- rin toplumsal olarak kuruldugu veya
nımlanınaktadır. Buna karşın, toplum- inşa edildigi görüşü.
da, kendilerine yüksek bir deger izafe Gerçeklige yüldedigimiz anlamın, ger-
edilen hedef, ideal ya da amaçlan kü- çeklik duyumuzwı, toplumun y~ ..:ürlük·
çümseme, onları bir türlü benimseyeme- teki hakim söylemine dayanan sosyal
ıne durumuna da kıiltilrel yabancı/aşına bir yapım oldugLınu savunan kültürel
denir. göredligin en önemli esin kaynagı, dilin
Yine, kültür unsurlaru1da, kültürün dünyayı inşa ettiğini, ve dolayısıyla
maddf ve tinsel bileşenlerinde meydana gcrçekligin dilden ve zihinden bagımsız
gelen degişimlere kültürel degişnıe adı olmayıp, dilsel ve kültürel kategoriler
verilirken, teknolojideki, kültürün mad- tarafından şekillendigini öne süren
di' unsurlanndaki degişmenin, tinsel ya Ludwig tWittgenstein gibi dilci filozof-
da manevi' unsurlardaki degişmeden lardır. Iki kültürün, düny'- görüşleri ol-
çok daha hızlı olup, ikisi arasında bir dukça farklı dillere ve öncüilere dayan-
boşlugun ortaya çıkması durumu kültü- dığı için, mukayese edilemez oldugunu
ı·el gecikme olarak tanımlanır.
savunan kültürel göreci bakış açasmı en
kültürel bireilik [İng. cultural monism; Fr. iyi bir biçimde temsil eden kişi, Bab kül-
nıonisme culturel). Farklı bir ırktan olan
türünden, kendilerine dışarıdan bakan-
azınlıkların, etnik ve dini azınhkJarın
lar tarafından kavraruJamayacak kadar
faxldı kültürler bulundu~nu söyleyen
hakim kültür içinde eritilmesi ya da
hakim kültüre assimile edilmesi gerek- Paul tFeyerabend'tir.
tigini, zira birci ve bütünsel bir sistem kültürel muUakçılık [İng. cultural absolu-
içinde, çatışma ve savaş olasılıgının, tism; Fr. absolutisme culturel]. Nihaf ve en
çogulcu bir sisteme .kıyasla daha azaldı­ yüksek ahlaki ilkelerin bir kültürden di-
gerine farklılık göstermeyip, özünde
gıru, öne süren toplum felsefesi görü·
aynı oldugunu savunan anlayış. Tüın
şü.
kültürlerin aynı ahlaki kural ve standart-
kültürel göredlik.[İng. cultural relativity; ıara sahip oldugunu degil de, degişen
Fr. relativitt culturelle]. 1 Genel olarak, tüm kural ve standartların gerisindeki
ilkel ve modem kültürlere ilişkin araş­ temel ilkelerin bir ve aynı oldu~u sa-
tırmalardan, eşdeyişle antropolojiden
vunan görüş.
hareketle, a) geleneklerin, yaşam biçim- Kültürel mutlakçılık, ahlaki ilke ve de-
lerinin, tabuların, dinlerin, degerlerin, gerlerin kültürden kültüre degişınedi­
ahlakların, gündelik alışkanlık ve ta-
gi tezini destekJemek üzere, şu olguları
vırların bir kültürden digerine farklılık
temele alır: 1 Tüm toplumlar, ömegin
gösterdilderini, b) insan varlıklarının insan yaşamıyla, cinsel tutumlarla,
ahliki' inanç, tavır ve degerierini temel- anne-baba ve çocuk arasındaki ilişkiler­
de kültür çevrelerinden kazandıklarını, le ilgili olarak benzer ahlaki ilkelere sa-
insanların kendi kültürlerinde toplum- hiptirler. 2 Farklı kül türlerde yaşayan
sal olarak kabul gören ya da kulsanan tüm insanlar, yeme, içme, uyuma ve
degerieri içselleştirdiklerini, ve c) farklı cinsellik bakımından benzer istek ve ih-
kültürlerdeki iıısanlann, yalnızca tek tiyaçlar sergilerler. 3 Tüm kültürlerde,
bir ahliikın varoldu~na degil, fakat ilişkiler ve insan eylemlerinin ortaya
ayıuzamanda tek dogru ahiakın kendi çıktıgı durumlar açısından büyük ben-
ahlakları olduguna inandıklanru savu- zerlikler vardır. 4 İnsaniann duygulan,
nan anlayış. tavırları söz konusu oldugu, kültürler
kültür felsefesi 539

arasmda büyük benzerlikler oldugu or- müzigi meydana getiren tüm faaliyet ve
taya çıkar. düzenlemelerle, kültürel organizasyon-
kii.ltürel-tarihsel yaklaşım [Ing. cultural- ları ve bu arada kültürün standartlaş­
historical approach; Fr. approclıe historico- masıru dile getirmek için kullandan
culturelle]. Tarihte salt bireyselleştirici genel terim.
}'ak(aşım(ann kullanlimasma karşı ÇI- Kültür endüstrisi terimi, bu tür endüst-
kan ve sosyolojik çözümleme yoluyla, rilerin kapitalizmin egemenligini pekiş­
tüm kültür tarihi için geçerli olabilen tirip güçlendinnek için kullanddıgmı sa-
genel sonuçlar çıkaracak bir kültür ta- vunan Frankfurt Okulu düşünürlerinde
rihçiligine yönelimnesi gerektigini savu- büyük bir önem kazanmıştır. Buna göre,
nan Alman tarihçisi K. Lamprecht tara- +Frankfurt Okulu düşünürleri, kültür
fından geliştirilmiş olan yöntem ya da endüstrisinin öncelikli aınacınm, bireyin
yaklaşım. kapitalizmi benimsemesini kolaylaştır­
Tarihin konusunun insanın psikolojik mak oldugunu öne sürerler. Yine, kültür
yaşantılarının geçmişi oldugunu, bir endüstrisinin olumlayıa kültürü, gün-
kitle psikolojisinin, toplu halde yaşayan lük yaşamm sorumlulugundan, ağır ve
insanlarm yaygm ve ortak eylem tipleri- sıkıa işlerinden çok az bir çaba ile geçici
ni, paylaşlıklan amaçlan, degerieri ve bir kaçış saglayarak. oyalanma ve zihin-
kültürel araçlan, tarihsel gelişimleri için- sel uzaklaşma yaratır
de incelemek suretiyle, kültür tarihini Kültür endüstrisi, bu amaca ulaşmak
anlamanuza yardım edece~ni savunan için, birtakım. standardizasyon teknikleri
Lamprecht'e göre, sosyoloji ve sosyal psi- kullarur, sıradan tepki mekanizmalan
koloji ile destekleıuniş bir tarih, genel geliştirir, sözde bir bireysellik için uygun
yasalara ulaşmak suretiyle, genelleştiri­ yollar ortaya koyar. Bununla birlikte,
d bir bilim olarak, bilimler sistemi için- Frankfurt Okulu mensuplarma göre, kül-
deki yerini alabilir. tür endüstrisinin sundugu kaçış gerçek
kültürel vizyonu olan düşünür [İng. bir kaçış degildir, zira onun sagladığı
thinker lıaving a cultural vision]. Batı dü-
kaçış ve dinlenme, insanlan yalnızca ya-
şüncesinde, kültürün genel durumunu,
şamlarındaki temel baskılardan uzak-
akışıyla sonuçlarım derinlemesine gö-
laştırmaya ve çalışma azimlerini yeni-
rebilen düşünür için kullamlan deyim.
den yaratınaya hizmet eder.
Kültürün genel akışı içinde gündem
belirleyen bu tür düşünürler, aşkın ve Öte yandan, kültür endüstrisi milyon-
baglarıcı bir kültürel bakış ortaya ko-
larca insanı hedef alırken, ömegin
yarlar. Bu bakış aşkındır, çünkü daha t Adorno'ya göre, on lan bir hesap kitap
önceki düşünceyle olan tüm baglarını nesnesine, kültürel makinanın sıradan
kopanr. Baglayıcıdır, zira düşünürken­ bir dişli ya da eklentisine indirger.
disinden sonra gelen düşünüderi kendi Buna göre, kültür endüstrisinde müşte­
bakışma · baglanmak durumunda bıra­
ri kral ya da velinimet degildir; müşte­
kır. Kendisini izieyecek düşünürler için
riler kültür endüstrisinin öznesi degil,
entellektüel bakımdan neyin öncelik ta- fakat nesnesidirler. Yine, kültür endüst-
şıdıgım gösteren, yeni bir şeyler yara- risinde, pazar için üretim kültür ürünle-
tabilmek umuduyla sınır durumlarda rini standardize eder ve estetik formları
yaşamayı seçen kültürel vizyon sahibi asgari bir müşterege indirger.
düşünürlerin başında, hiç kuşku yok kültür felsefesi [İng. philosophy of culture;
ki ünlü Alman filozofu F. +Nietzsche Fr. philosoplıie de cultııre; Al. kultııı-plıilo­
gelmektedir. . soplıie]. Kültürün dogasını, yapısını, ge-
ki11tür endüstrisi [İng. culture industry; Fr. lişmesini, çeşitli tezahür ya da görü-
industrie de culture; Al. kulturindustrie] nümlerini, kültür alanlarıyla olaylarını,
Popüler kültürü, yani radyo, televizyon, felsefi yöntemlerle ele alıp analiz eden
kitap, magazin ve gazeteleri, popüler felsefe türüne verilen ad.
540 l<üme

Tinsel ve ahlaki yaşam, dini, ahlaki, Küreselleşme ya da global kültür,


teknik, estetik ve bilimsel nitelikteki bütün dünyayı kuşatan çok geniş kap-
olaylar bütünü olarak kültür, tümüyle samlı bir enformasyon sisteminin varo-
ve tam olarak tarih içinde ortaya çıktıgı luşu, küresel ttiketim modellerinin do-
için, çogu zaman tarih felsefesiyle öz- guşu, kozmopolit yaşam tarzlannın
deşleştirilen kültür felsefesi, 18. yüzyıl­ gelişimi, Olimpiyat Oyunlan ve Dünya
da, daha çok İtalya'da tVico, Alman- Futbol Şampiyonaları benzeri global
ya'da tHerder ve tDilthey, Fransa'da spor etkinliklerinin varlıgı, dünya turiz-
tRousseau ve tVoltaire'in çalışmalarıy­ minin yayılışı, ulus devletinin egemen-
la ve daha çok bir kültür eleştirisi şek­ liginin zayıflaması, bütün bir gezegeni
linde ortaya çıkmıştır. tehdit eden ekolojik krizin farkına varıl­
küme [Os. cümle; Ing. sel; Fr. ensenıble; Al. ması, sınır tanımayan ekonomik ve
menge]. Eleman adını verdigirniz canlı ticari etkileşimin hızlanması, Avrupa
veya cansız varlıklardan, şekil veya
Uluslar Toplulugu ve Birleşmiş Millet-
simgelerden, soyut kavramlardan mey-
ler gibi teşkilatların ve tüm dünyayı et-
dana gelen topluluğa verilen ad.
küreselleşme [Ing. globalisation; Fr. globa-
kileyen politik sistemlerin doguşu,
lisation ). Modemizasyon sürecinin bir Marksizm veya liberalizin benzeri glo-
parçası olarak, özellikle 20. yüzyılın son
bal politik hareketlerin gelişimi, insan
hakları kavramnun sınır tanımayan ya-
çeyreginde ve Dogu Blokunun yıkılma­
sından sonra, tek kutuplu bir dünyada yılımı, kültürler arasındaki karşılıklı
ı;uhur eden kültürel sistemine, dünya- ilişkilerin bütün dünyayı etkileyen bo-
mn somut bir biçimde tek bir bütün ola- yutlara varmasının sonucu olan bir
rak yapılaşması sürecine verilen ad. süreç ya da olgu olarak tanımlanır.
lachelier, Julius 541

leri aralannda birbirlerine göre, taşı­


dıkları karşıtlıklar yoluyla tanarniaya-
rak öznelligin temelini kuran ben-sen
diyalektigidlr _
Lachelier, Julius. 1832-1918 yıllan ara-
sında yaşamış ve türnevarım proble-
mine getirdigi çözüm yoluyla tinselci

L bir felsefeye ulaşmış olan Fransız filo-


zofu.
Temel eserleri Du Fondement de l'lnduc-
tion [Tümevaru::ıun Temelleri Üzerine]
ve lA Psychologie et le Meta:physique
Lacan, Jacques. 1901-1981 yıllan arasın­ ]Psikoloji ve Metafizik] adlı kitaplar
da yaşamış, ve psikanaiizin kurucusu olan Lachelier, tümevanm konusuna,
tFreud'dan çok etkifenmiş olan ünlü hpkı tKant gibi, dünya ilişkin tecrübe-
Fransız psikanalisti. mizin zorunlu koşullarını araştırarak
Yaşarrunın büyük bir bölümünde girmiştir. Deneyimin bize yalnızca, fe-
Freud'a dönüşün gerekliligini vurgula- nomenler arasındaki pratik baglanblarla
yan Lacan, tpsikanalizin kurucusuna ilgili sınırlı sayıda gözlem sagladıgını,
itibanm yeniden kazandırmaya çalış­ fakat bu fenomenterin niçin birbirlerine
mıştır. O, Fransa'da Kojeve'in Hegel baglandıklanru söylemedigini, bizim
üzerine derslerini izlemiş, Heidegger'i ise, tümevanmsal akılyürütmede, sınırlı
okuyarak yeniden yorumlarruş ve psi- sayıdaki gözlemlerden, gelecekteki göz-
kanalizi felsefi kavramlarla zenginleşti­ lemlenmemiş baglantıları da içeren
rerek daha anlaşılır hAle getirmenin tümel bir sonuç çıkardagl.ltUZı dile geti-
mücadelesini vermiştir. ren Lachelier, tümevarınun bilimsel
Bununla birlikte, dilbilim ve yapısalcı~ pratik açısından gerekli oJmakJa birlik-
lık, onu tHegel ve tHeidegger'e göre te, felsefi düzlemde ancak fail ve meka-
çok daha yogun bir biçimde etkilemiş­ nik bir nedensellige ek olarak ereksel
tir. Özellikle dil üzerinde duran ve psi- ya da final bir nedensellik yoluyla te-
şik yapının incelerunesinde simgesel mellendirilebilecegini savunmuştur.
olana büyük bir önem veren Jacques Başka bir deyişle, Lachalier'ye göre,
Lacan, bu sayede Freud'un ögretisini tümevanm, ayrı fenomenterin mekanik
yeniden düzenlemiş ve yapısalcı bir olarak birbirlerine baglanmış dizilerin-
çerçeve içinde yeni bir özne teorisi ge- den başka, bütünler ya da birlikler ola-
liştirmiştir. rak fonksiyon gören kompleks fenomen
Lacan'ın psikanaliz kurarru, bir bölü- öbeklerini varuyar. Çeşitli düzeylerde
müyle yapısaica antropolojinin, bir bö- varolan bu bütün ya da birlikleri, ancak
lümüyle de dilbilimin keşiflerine daya- düzenleyici içkin ereksellik düşüncesiy­
nır. Bilinçdışanın da dilinkine benzeyen le açıklayabilecegimizi savunan filozof,
gizli bir yapasa oldu~nu söyleyen bu nedenle, her fenomeni, bir amaca yö-
Lacan, dünyanın, başkalarının ve ben- nelmiş kendiJiginden bir e~limi ifade
li~n bilgisinin dil taranndan belirl~ndi­ eden bir gücün tezahürü olarak gör-
gi iddiasında olmuştur. Dil, bir kimse- müştür. Ona göre, işte bu güç düşün­
nin ayn bir varlık olarak kendisinin cesidir ki, duyumlanmızın keskinli~ni
ayırdına varmasının zorunlu önkoşu· ve yo~nlugunu açıklayıp, dünyanın
ludur. Dilin, içerisinde toplum tarafın­ öznel duyumlanrruza indirgenemez ol-
dan verilen şeylerin, yani kültürün, ya- dugu kanaatimizin temelinde yer alır.
saklarınve yasaların taşındıgı bir araç Buna göre, dünyamızın düzenli, anlaşı­
oldugunu savunan Lacan'a göre, özne- labilir ve düşünceyle nüfüz edilebilir
54:! Laclau, Ernesto

oldugu kabulüne dayanan tüınevarıın, teli Diogenes'in büyük önemi, Seçkin Fi-
söz konusu düzenliligi temellendirecek loıoflarm Ya~arııları, Öğretileri ve Oeyi~le­
ereksel nedensellige ihtiyaç duymakta- ri adlı eserinin, antik Yunan felsefesiyle
dır. ilgili ikinci elden bilgi kaynaklannın bi-
Laclau, Emesto. Aıjantin dogumlu çag- rincisi ve en önemlisi olmasından kay-
daş politika teorisyeni. Temel eserleri: naklanmaktadır.
Nt:"..o Reflections 011 tlıe R~olution of our lafzi [İng.
verbal; Fr. verbal] Başkalarıyla
Time [Zamanımızın Devrimi Üzerine anlaşma ve iletişim içine girme aracı
Yeni Düşünceler], Politics and Ideology iıı olarak söz anlamına gelen lafızdan türe-
Marxist Tlıeon; [Marksist Teoride İdeolo­ yen ve lafza ilişkin olanı gösteren sıfat.
ji ve Pratik], C. Mouffe'yle birlikte yaz- Buna göre, lafzf sıfah 1 zihinden, dil-
mış oldugu Hegeıııony aııd Socialist Stra- den bagunsız olgularla degil de, salt
tegy [Hegemonya ve Sosyalist Strateji]. sözcüklerle, sözlerle ilişkili olına; yazılı
Laclou, Marksizmin kriz içinde oldugu- olmayıp. sesli olan söz ve sözcüklerle il-
nu ve toplumu konu alan teorileştinne­ gili olma durumunu tanımlar. 2 Lafzi
lerde pek büyük bir anlam taşımadı~ını terimi, bu kez olumsuz ve pejoratif bir
öne süren sol egilimli düşünürler ara- anlam içinde ve aşagılayıcı bir nüans-
sında yer alır. Tarihin özünü ve albnda la, salt sözcüklerden ibaret olanı, keli-
yatan anlamı kavrama istegi sergiledigi- melere indirgeruniş bulunanı nitele-
ni söyledigi, Marksizm, Laclou'yu göre, rnek için kullanılır.
deterıninizmi benimsemiş özcü bir ög- Bu baglamda, sözcüklerde kalan, keli-
retidir. O sadece ekonomiye ayrıcalık ta- melerden veya sözcük oyunlarmdan
nıınakla kalmaz, fakat kendisine ontolo- öteye geçmeyen bilgi lııfzi bir bilgi diye
jik bir statü yükledigi işçi sınıfını taıuınlanır. Öte yandan, dış dünyada
kapitalizmdeki degişmenin kaynagı yer alan gerçek olay, olgu ve nesnelerle
olarak görür. ilgili olan ve tarbşan kişilerden birinin
Laclou işçilerin öncülük ettigi sınıfsız gerçek olgularla ilgili yanlış bir inancı­
bir toplum yaratmayı amaçlayan 'işçi'ci na dayanan olgusal tartışma ve anlaş­
sosyalizm anlayışını reddeder. O, bü- mazlıklardan farklı olarak, yalnızca söz-
rokrasiye ve bireyin bashnlmasma yol cükler le ilgili olan, sözcüklerin ya da
açan tüm devletçi sosyalizm biçimlerini kullanılan kavramların anlamlarından
de şiddetli bir biçimde eleştirerek radi- kaynaklanan tartışma ya da anlaşmaz­
kal politikanın özgürlükçü boyutlarına hga lafzi tartı~rııa denir. Buna göre, sen-
ağırlık vermiştir. Onun gözünde ger- taktik ya da semantik çok anlamlılıgın
çek sosyalizm, bütün hiyerarşilerle yol açhgı tartışma olarak lafzl tartış­
eşitsizligin, eşitlik ve özerklik lehine, ma, aynı dili kullandıklarını sanan iki
kökten sökülüp yok edilmesinden ve kişinin, bu dilde geçen belli bir sözcü-
burjuvazinin başlattıgı demokratik dev- gün anlamı ya da uygulama kuralı üze-
rimin varoluşun tüm boyutlarına ge- rinde uzlaşamamalarmm sonucu olan
nişletilmesinden meydana gelir. Lac- bir anlaşmazlıgı ifade eder.
lou'nun sosyalizm görüşü, Marksizmle İşte bu çerçeve içinde, düşüncelerini
olan köprülerin atılmasına ve liberal il- ya da fikrini açıkça dile getirecek yerde,
kelerle uzlaşılmasına dayanır. Ernesto anlamı iyi anlaşalmamış sözcükleri ard
Laclou'ya göre, solun görevi, liberal- arda sıralamakla yelinmekten veya ge-
demokratik ideolojiyi terkebnekten zi- reginden çok sözcük kullanmaktan olu-
yade, onu çotulcu ve radikal demokra- şan entellektüel kusura lafzilik denmek-
si dogrultusunda derinleş tirrnektir. tedir.
Laerle'li Diogenes. Eski Yunan felsefesi- laissez-faire. Her türlü devlet müdahale-
nin tarihini aktaran kitabıyla ün kazan- sine karşı çıkan, bireyin kendisine en
mış olan Yunanlı felsefe tarihçisi. Laer- fazla özgürlük tanınması gereken ikti-
Lakat09,loıre 543

sad! karar birimi, temel i\mil oldu~unu hayal kırıklıgı yaratmıştır. Laissez-Jcıire'e
öne süren iktisadi tliberahzın veya bi~ duyulan genel inancı yıkan bir diger
reyciligin temel düsturu olan 'Barakınız etmen ise işsizlik olmuştur. Milyonlar
yapsmlar, bırakınız geçsinler'in kısaltıl­ uzun yıllar boyunca işsiz kalınca, insan-
mış Fransızca ifadesi. lar kendi yasalarıyla ahengine bırakılan
Özellikle, onsekizinci yüzyılda gelişen ekonominin en yüksek genel faydayı ve
ve o zamanlar ilerici bir karakter taşı­ refahı sagladıgı düşüncesine kuşku ile
yan laissez-faire'in en temel varsayımla­ bakmaya başlamışlardır.
rından biri ahenk ve dengedir. Varsayı­ Lakatos, lmre. Bilimsel gelişmeye ilişkin
ma göre, eger bireyler kendi çıkarları araştırma programlarıyla ün kazanmış
peşinde koşarlarsa, sonuçta genel çıka­ olan çagdaş bilim felsefecisi. 1922-1974
rı da arttırmış olurlar. Rekabetin sonu- yıllan arasında yaşamış olan Lakatos,
aı olan ikti:ı;adi ahenk hipotezi sonrala- aynı zamanda klasik bilim anlayışına
rı birtakım genellemeler sonucunda, yönelik itirazlarıyla tanınmıştır.
özellikle Darwin ve Spencer tarafından Pozitivist bilim ideali ve anlayışının
halka ve bütün topluma mal edilmiştir. eleştirisini yapan Lakatos'a göre, bilim-
Buna göre, bütün evren en uygun ola- de nihai dogrulama ve nihai yanlışla­
nın yaşamda kalması yasasıyla yönetil-
ma yoktur. Bilim yanılabilir, hataya dü-
mekte olup, dogal ayıklaruna yalnızca şebilir. Bilirnde kesin dogrularla, kesin
bir evrim kuramı degit ilerlemenin de yanlışların olamayacagını söyleyen La-
teorisi dir. Ömegin Spencer için, kurum- katos'a göre, bilirnde hakikati garanti
lann ya da devletin bireylerin iktisadi edecek, dogrulugu teminat altına ala-
faaliyetlerine müdahalesi, ahl3k ve iler-
cak, genel-geçer, evrensel ve rasyonel
leme için bir engel meydana getirir.
yöntemler yoktur. Bilimin kesin ve de-
LA issez-fai re'i ifade eden bu varsayımın
gişmez bir yöntemi olamaz.
gerisinde iki toplumsal koşul bulun-
maktadır. Bunlardan birincisi refah ve
Bilim alanında gelişmeyi saglayıcı ve
gelişmeyi engelleyici araştırma prog-
gelirin dagılımıyla ilgilidir. Bu da~lı­
mın, eşit olmasa bile, adaletsizligin
ramlan bulundugunu öne süren Laka-
baskın çıktıgı duygusunu yaygınlaştır­
tos, bu düşüncesiyle bilirnde hedefle-
mayacak ve pekiştirmeyecek ölçüde nen iş türünün bir yorumunu vermeyi
hakkaniyet içinde oldugu kabul edilir. amaçlamıştır. İnsan, Lakatos'un bilim
İkincisi, iktisadi yapının şiddetli buna- yorumu temele alındıgında, bir araştır­
lım ve çöküşlerden bagışık oldugu var- ma programının rakip araştırma prog-
sayılır. Bu iki koşul söz konusu oldugu ramından daha iyi oldu~nu hiçbir
sürece, laissez-faire ögretisi sagla •. ı bir zaman öne süreınez, çünkü Lakatos tu-
zemin üzerine oturur. tarlı bir araştırma programının reddi ya
Bununla birlikte, özellikle ondakuzun- da rakip araştırma programlanyla ilgili
cu yüzyılın sonlanyla yinninci yüzyılda bir tercih için gerekli bir ölçüt olmadıgı­
bu iki koşulun bir türlü gerçekleşme­ ru söyler.
mesi, laissez-faire ögretisinin ya da eski Dahası onun bilim anlayışına göre, bi-
liberalizmin yerini yeni Hberalizme bı­ limsel faaliyet sırasında ablacak dogru
rakmasına neden olmuştur. Refahın ve adımlan belirlemenin kurallarını orta-
gelirin hakkaniyet içinde dagılımı bekle- ya koyacak türden bir bilim metodoloji-
nirken, sermayenin yogunlaşması ve iş sinin olanaksız oldu~nu kabul etme
hayatuun birileri tarafından denetlen- zorw-ıJulugu vardır. Bütün bunlardan
mesi söz konusu olmuştur. Monopoller, dolayı, Lakatosçu bilim anlayışı klasik
tröstler ve uluslararası şirketler, yeni ve rasyonel bilim yorumundan oldukça
efendilere tabi kılınan milyonlar arasın­ farklı bir bilim anlayışı olarak ortaya
da yogun bir tatminsizlik ve güçlü bir çıkar.
544 Lamarkçılık

Lamarkçılık [İng. Lr!marckism; Fr. Lamarc- ca görevleri arasmda bir görevdir ve


kisme]. Fransız bilim adamı Lamarck'ın bu görevin organı da beyindir. O, insa-
1809 yılında Philosophie zoologique [Zoo- nın düşünebilmesinin insana hayvan-
loji felsefesi] adlı eserinde ortaya koydu- lar karşısında bir üstünlük sagladıgma
gu, türlerin degişmez olmayıp, degişi­ inanır. Ama insan ruhunun bu yüksek
me ugradıgını, ayn ayn yarahimayıp gelişmesi, insanda beynin kıvnmlan­
birbirinden türedigini dile getiren ö~e­ nın çok ince olmasından dolayıdır.
ti. Organizmanın içinde bulundugu or- Başka bir deyişle, ruh, ancak bedenin
tamın organizmayı etkiledi~, ve kaza- düşünen kısmı olarak ele alınabilir;
nılmış karakterlerin soydan soya geçti~ ruh sözcügünün, bunun dışmda bir an-
temel fikirlerine dayanan bu ögreti, tür- lamı yoktur. Beynimiz, bilgi edinmemi-
lerin yavaş bir degişim geçirerek çevre- zi ve düşünmemizi saglar. Beden dagı­
ye uydugunu öne sürer. lıp ortadan kalkınca, onun bir parçası
Lametbie, Julian Offray de. Fransız olan ruh ta yok olup gider.
maddeciliginin kurucusu olarak ün ka- Lange, Friedrich AlberL 1828-1875 yıllan
zanmış olan hekim-filozof. Temel eser- arasmda yaşamış ve esas 1866 yılında
leri: Histoire Naturelle de 1' ıfrrıe (Ruhun yaymlamış oldugu Geschichte des Mate-
Dogal Tarihi] ve 1'Horımıe-Machine (Ma- rialisnıus (Materyalizmin Tarihi] adlı
kine lnsan]. eseriyle ün kazanmış olan tYeni-Kantçı
1709-1751 yıllan arasmda yaşamış Alman filozofu.
olan Lamettrie, materyalist felsefesinde, Maddeci felsefeyi Yeni-Kantçı bir bakış
maddeden bagımsız bir ruhu düşün­ açısından eleştirel bir analize tabi tutan
menin saçma bir şey oldugunu öne sü- Lange, tmaddeciligin doga bilimlerinde
rerek, gerçekten varolanın yalruzca metodolejik bir ilke olarak benimsen-
madde oldugunu göstermeye çalışmış­ mesi durumunda kesinlikle tasdik edil-
tır. Yetkinleşmiş bir hayvan olan insa- mesi gerektigini öne sürmüştür. Öme-
nın, ne gökten düştügünü, ne de tam gin, fizikçi araşbrmalarında, dünyada
olarak topragın bagnndan çıktıgını öne yalnızca maddi şeyler varmış gibi dü-
süren Lamettrie'ye göre, insan olaga- şünmelidir. Ona göre, Kant'm kendisi
nüstü bir yaratanın eseri, bir fikrin ger- de böyle düşünmüştür. Dolayısıyla, fi-
çekleşmesi degildir~ İnsan varlı~mı, en zikçi tinsel gerçeklikle hiçbir şekilde il-
ilkel organizrnalardan derece derece ge- gilenmemelidir.
lişen daha yüksek organizmalar çıka­ Doga bilimlerinde metodolejik bir ilke
ran dogal bir evrime borçludur. Ona olarak görüldü~ zaman tasdik edilmek
göre, başka hayvan türleri gibi, insan durumunda olan maddecilik, genel bir
türü de birdenbire varlıga gelmemiş, dünya görüşü ya da felsefeye veya bir
fakat bugün gördügümüz durumuna, metafizige dönüştürüldü~ü zaman,
hayvanlıktan yavaş yavaş çıkarak, de- Lange'e göre, kesinlikle reddedilmelidir.
rece derece çıkarak ulaşmıştır. Bu çerçeve içinde konuşuldugunda, em-
Lamettrie bu maddeci varlık görüşü­ pirik psikoloji kapsamı içinde psişik sü-
nü, empirist bir bilgi anlayışıyla ta- reçleri fizyolojik yoldan açıklamak müm-
mamlamıştır. Ona göre, bilgilerimizin kün ve dogrudur. Fakat bilincin yalnızca
kaynagmda duyumlar vardır. Duyular, maddeci bir yoruma elverişli oldugunu
bize cansız, hareketsiz bir maddeyi düşünrnek ise, ayru ölçüde yanlış ve saf-
degil de, canlı, hareket hAlinde bulu- dillik olur. Çünkü biz cisimler, sinirler
nan, belirli formları- olan bir maddeyi ve fizyolojik süreçler ilgili herşeyi yalnız­
tanıhr. Organik yaşam da, mekanik bir ca bilinç mArifetiyle biliyoruz.
yapıdadır ve duyumlayan, düşünen, Lange'e göre, maddeciler, madde,
isteyen ruh, maddenin bir parçasıdır. atom, güç ya da enerjiyi kendinde şey­
Lamettrie'ye göre, ruh, bedenin başka- ler veya gerçekligin nihaf bileşenleri
leibniz, Gottfried Wilhelm· von 545

olarak gördükleri zamar. yanlışa düş­ deMetaplıysiqııe [Metafizik Üzerine Ko-


mektedirler. Zira bunlar, zihnin dünyayı nuşma], N ouveau;ı: Esscıis sur 1' Entende-
anlama çaba veya girişiminin bir parçası nıent lıumaine [İnsan Zihni Üzerine Bir
olarak oluşturdugu yararlı kavramlar- Soruşturma] Essais de Tlıeodicee (Teodi-
dan başka hiçbir şey degildirler. se Denemeleıi].
lebenswelt. Fenomenolojinin kurucusu Temeller: Leibniz, modern felsefenin
ünlü Alman filozofu Edmund Hus- diger etkili düşünürleri gibi, deneysel,
serl'in felsefesinin en temel kavramla- tümevarımsal ve matematiko-mekaniks
rından biri: Yaşama dünyası. Gündelik doga bilimlerinden ve özellikle de fizik
yaşanmış deneyimlerin, en yüksek de- biliminden yola çıkmıştır. Dogamn
recede teorik ve soyut olan bilimsel sonsuz küçüklükteki unsurlardan mey-
kavramlarımızın bile nihat ve en yük- dana geldigi ögretisini benimseyerek,
sek temelini meydana getiren, bilim ön- cisimlerin karşılıklı eylem ve düzenli
cesi dünyası. etkileşimlerini açıklayabilmek için, var-
Husserl'e göre, yaşama dünyasının iki sayılması gereken bir şey olarak güç
temel özelligi vardır. Bu dünya, her- dü~üncesine ulaşan Leibniz, bu gücü,
şeyden önce, var olan her gerçekligi cisimsel olmayan bir şey olarak tasarla-
somut bir biçimde içermek anlamında, mış ve onu aynı zamanda düşünen, al-
tamdır. Yaşama dünyası, ikinci olarak, gılayan, ve maddi olmayan bir gerçeklik
her tür anlam ve dogrulugun nihai ve olarak tanımlamıştır. Böylelikle, mad-
en yüksek kaynagı olmak anlamında deci ve mekanik bir görüşten, tinsel ve
temeldir. Husserl'e göre, geri kalan her- dinamik bir düşünce tarzına geçen Le-
şey, başta bilim olmak üzere, tamlık­ ibniz, bu güç birimine monad adını ver-
tan yoksun olup, yaşama dünyasıyla miş ve monaduı faaliyetlerinin ideler ve
ilişkili olarak ele alındı~da, ikincil ya algılar olarak ortaya çıkacagını söyle-
da türetimseldir. Bu, ömegin bilim ya- miştir. Buna göre, evren gerçeklikte yan
şama dünyasırun yalnızca bazı yönleri- yana varolan bir monadlar çoklugun-
ni (çogunluk matematiksel analize elve- dan meydana gelmektedir.
rişli yönlerini) seçtigi ve kendi anlam MetafizıJi: Aynı sonuca başka bir nok-
ve hakikat dünyasını, seçilen yönleri tadan daha hareket ederek varan, ve
yalıtlamak ve idealize etmek suretiyle dünya ile birey, makrokosmos ile mikro-
yarattıgı için, böyledir. kosmos arasındaki ilişki problemini en
Öte yandan, somut yaşam düzeyinde açık bir biçimde ifade etmeyi ve proble-
gerçeklik, Husserl'e göre, algılayan özne mi yeni yöntemlerle çözmeyi deneyen
ve algılanan nesne olarak ikiye bölün- Leibniz'e göre, birey ve evren birbiriyle,
memiş durumdadır. Ayn özne ve nesne niceliksel deti) de, niteliksel bir ilişki
kavramlan, Descartes'ın düşünen tözle içindedir. Evren yalnızca bireyselligin
yer kaplayan tözleri, canlı gerçeklikten, bakış açısından anlaşılabilir; birey ise,
yaşam dünyasından yapılmış soyutla- yalnızca evrenle ilişki içinde belirlenebi-
malar oldugu için, temel gerçeklik özne lir ve tarumlanabilir. Leibniz'in sistemi-
ve nesnenin birligidir, yani dünyadaki- nin hareket noktasını oluşturan bu likre
varhkhr. göre, her bireysel 'ben', her m on ad evre-
Leibniz, Gottfried Wilhelm von. 17. nin bütününü, onu aktüel olarak kapsa-
yüzyıl akılcılıgının, Descartes ve Spi- ma anlamında de~il de, ideal bir biçim-
noza'dan sonra gelen son büyük düşü­ de tasaramlama anlamında içerir.
nürü. 1646-1716 yallan arasında yaşa­ Leibniz'in tmonadoloji olarak bilinen
mış olan Leibniz'in en önemli kitabı, bu anlayışına göre, duyularımızla göz-
metafizigini ortaya koydugu La Mona- lemledi~z dsimler daha küçük par-
dologie [Monadoloji] adlı eserdir. Diger çalara bölünebilir olup, varolan herşey
eserleri: De Arte CombintJtoria, Discours bileşik cisimlerden meydana gelmekte-
546 Leibniz, Gotlfried Wilhelm von

dir. Bundan dolayı, varolan tüm nesne- arasında hiçbir ilişki yoktur. Ona göre,
ler, basit tözlerden ya da gerçeklikler- manadlar birbirlerinden mutlak olarak
den meydana gelmelidir. Maddenin ilk bagtmsız oldugu için, onların birbirleri-
ve gerçek varhk olması düşüncesine ne açılan pencereleri yoktur. Hepsi de
karşı çıkan Leibniz, gerçekten basit ve kendi amacına uygun bir biçimde dav-
bölünemez olan tözlerin, sözünü ettigi- ranan bu penceresiz manadlar düzenli
rniz bireysel benierin manadlar oldugu- bir evren oluşturur.
nu öne sürer. Manadlar tıpkı atomlar Manadların ayrı amaçlan büyük bir
gibi, varlıgı meydana getiren temel, uyuma yol açar. Bu, hepsi çok iyi ayar-
basit bileşenlerdir. Bununla birlikte, mo- lanımş olduğu için, birbirlerinden fark-
na d lar atomlardan farklılık gösterir. lı birçok saatin tam olarak aynı zamanı
Manadlarla atomlar arasında şu fark göstermesine benzer. Şu halde, her
vardır: Atomlar yer kaplayan maddi monad ayn bir dünyadır, ancak manad-
parçacıklardır, oysa monadlar, Leibniz ların tüm faaliyetleri birbirleriyle u-
tarafından, güç ya da enerji olarak ta- yumludur. Leibniz'e göre, manadların J
rumlanırlar. Atomlar da manadlar da, bu uyumu Tanrı'nın yaratıcı faaliyetinin
dış kuvvetlerden bagımsızdır ve dış bir sonucudur. Tann bu uyumu önce-
bir güçle ortadan kaldınlaınaz; bununla den kurmuş, herşeyi ayarlamışhr. Le-
birlikte, atomların birbirlerine benzedik- ibniz, birbirleriyle nedensel ilişkileri ol-
leri, yani onların aralannda nitelik bakı­ mayan manadların sergiledigi uyurnun
mından bir farklılık olmadığı yerde, Tann'run varoluşu için yeni bir kanıt
manadlar birbirlerinden tümüyle farklı­ oluşturduguna işaret eder. Tann, var
lık gösterir. olan herşeyin fail nedenidir; O, varolu-
Basit tözlerin, monadlann eyleme yetili şu zorunlu olan, varoluşu başka bir ne-
olduktan başka, canlı ve duyarlık sahibi deni gerektirmeyen varlıktır. Tann, özü
varlıklar oldugunu öne süren Leibniz'e varoluşunu içeren zorunlu varhkhr.
göre, evrenin her köşesinde, tek tek var- Ahilik görüşleri: Herşeyin Tann tarafın­
Iıkiann canhhgıyla karşılaşmaktayız. dan önceden kurulmuş bir uyuma
Manadlar yer kaplamaz, onların büyük- bagh oldugu bu düzende özgürlüge
lükleri ya da şekilleri yoktur. Her monad yer yok gibi görünmektedir. Leibniz'e
digerinden bagımsızdır ve manadlar bir- göre, bu evrende herşey mekanik bir
birleriyle nedensel bir ilişki içinde de- zonınluluga tabidir. İnsan da bu düze-
gildirler. Leibniz, monadlann maddi nin aynlmaz bir parçasıdır. Onun me-
varlıklardan manhksal bakımdan önce kanist doga anlayışında, insan başlan­
geldiklerini söyler. Öte yandan, manad- gıçta ayarlanmış bir yaşamın kendini
lar kendi eylem ilkelerini, kendi faaliyet- açıga vurmasından başka bir şey degil-
lerinin kayna~ı yine kendilerinde bu- dir. Öyleyse, insan yaşamındaki herşey
lurlar. Her monad, kendi içinde bütün önceden belirlenmiştir. Determinist bir
ötf!!ki varlıklan yans1br; her monad evre- ahlak görüşü benimseyen Leibniz için
nin tümünün bir aynası gibidir. Manad- özgürlük, insarun bu durumun, yani
Iann kendileri ve öteki var hklann tümü söz konusu zorunluluğun bilincinde ol-
hakkında, pek açık olmasa da, sürekli masından meydana gelir.
olarak, algılan vardır. Öte yandan, Leibniz'e göre, insan için
Manadlar, d ün ya yı tasavvur edişler i, gerçek hayat akla dayanan, entellektüel
alg•lannın açık seçik oluşu bakımından faaliyetle belirlenen bir hayattır. İnsan
derecelenirler. En alt düzeyde madde, için gelişme, bulanık ve belirsiz düşün­
en üst düzeyde de Tann bulunur. Leib- celerden dogru düşüncelere yükselme,
niz, her monadır:. kendi yarahhş amacı­ potansiyel güçleri gerçekleştirme anla-
na göre davrandıgını söyler. Manadlar mına gelir. Insan güçlerini gerçekleştir-
Levi-Strauss, Claude 547

di~i zaman, varlı.kların gerçekte niçin ol~ meydan okuyan filozofun özgünlü~ü,
duklan gibi olduk1arıru anlar. İnsan yap- Öteki'ni ön plana çıkanrken ahiakın ön-
~~ı şeyi niçin yapmakta oldu~unu bilir. celi~ini vurgulamasıdır.
Insan için özgürlü~ün anlarru budur; öz· O, başka bir deyişle, aşkınlı~ı Batı fel-
gürlük irade, seçme özgürlü~ü olmayıp, sefesindeki anlamından farklı bir anlam
insanın gelişmesi ve böylelikle kendi- içinde Öteki'ne götüren yol olarak kul-
sindeki ve evrendeki zorunlulu~un tam lanmış, ve aynı felsefenin nesneleştir­
olarak bilincinde olmasıdır. Temel me ve evrenselleştirme e~ilimiyle Ayru
erdem de bilgeliktir. olana indirgedi~i Öteki'ni kucaklama ve
Leninizm [İng. Leııinism; Fr. Uninisme; Al. ifade etme e~ilimi içinde olmuştur. Ay-
Leninismus). Sovyet düşünür ve eylem nılı~ın ya da özdeşli~in hakimiyetinin
adamı V. i. Lenin'in diyalektik maddeci- evrenseli düşüncenin nihai ve en yük-
Hkle, tarihsel maddecilikten meydana sek hedefi haline getirdi~ni, evrensel .
gelen Marksizme yaptı~ı katkıları ifade olanın da, tanım gere~i, somut koşul·
eden deyim. lardan ba~unsızlık ve dolayısıyla da ci·
Lenin'in Marksizme yaptt~ı en önemli simleşmemiş olma anlamı taşıdı~ını
katkı, emperyalizme ilişkin analizden belirten Levinas, tıpkı Heidegger gibi,
meydana gelir. Buna göre, ileri ve sana- düşünceyle somut koşullar veya cisim-
yileşmiş ülkelerin, Marks'ın söyledi~i leşme, Varlık ve varoluş arasındaki ta-
gibi, devrim krizine yaklaştı~ı, devri· rı~& kapamaya çalışmıştır.
min kapitalist bir toplumda gerçekleşe­ O, düşünen özneye de~iJ de, ötekili~e
ce~i do~ru de~ildir. Proletarya, ileri sü- ontolojik öncelik vermiş ve sözünü etti~
rü!dü~ü üzere, giderek yoksullaşmakta ~i Öteki'nin, Batı düşüncesinin ihtiyaç
de~ildir. Lenin işte bu durumu emper· duydu~u kavramsal bir şekil içine so-
yalizmle, büyük kapitalist toplwnlann kulrnayı ve evrenselleştiri lmeyi bekle·
bazl topraklan sömürgeleşti.rrnesi, ken- yen bir öteki, Bah düşüncesinin, aynı
disine ucuz hanunadde yaratması, yeni olanın farklı bir veısiyonu olacak ötekisi
pazar meydana getirmesiyle açıklamış­ olrnad&~uu vurgulamaya özen göster·
tır. miştir. Levinas'ın sözünü etti~i Öteki,
leviathan. Ünlü İngiliz düşünürü Tho- Aynııun düzenine.yabanct olan mutlak,
mas Hobbes'un 1651 yılında yayunladı­ indirgenemez bir Otekidir. Öteki başka­
~ı eserinin adı. Leviathan, yani Ejderha, lanyla ilişki içinde ortaya çıkar ve bu,
toplum sözleşmesinden sonra ortaya ilişki eşsiz bir sorumluluk ilişkisidir.
çıkacak .devletin birey karşısında güçlü Dolayısıyla, özne ya da ben de, ona
olması gerekti~ini göstermek amacıyla, göre, kendisi için olmanın ilkli~nden
tHobbes tarafından bilinçli olarak seçil- evvel, önce ötekisi için vardır. Özne var-
miş bir terimdir. b~a, sadece hep ötekinden sorumlu ola-
Buna göre, devleti, Fenike rnitolojisin- rak gelir. Ona göre, ben kendimi bir
de bir su canavarı anlarnma gelen Levi- özne olarak inşa ederken, sorumlu hale
athan'a benzeten ve tüın yasaları ya.rat- gelirim. Sorumlu olmak, kendimin bir
mak ve kaldırmak gücü ya da iktidarı özne olarak kuruluşudur.
olarak tarundayan Hobbes, devletle ilgi· Levi-Strauss, Claude. Descartes ve Sart·
li olarak maddeci ve mutlakiyetçi bir gö- re'a şiddetle karşı çıkan yapısalcılı~ın
rüşü benimsemiştir. ku.rucw;u ünlü Fransız antropologu.
Levinas, Emmanuel. 1906 do~umlu ça~­ Temel eserleri: Sociologie et ~nthropolo­
daş düşünür. Birçok Fransız düşünürü gie (Sosyoloji ve Anthropologie], Les ·
gibi 3H'den, Hegel, Husserl ve Heideg· Slructures tUmentaires de la Parente (Ak-
ger'den etkilenmiştir. -Genetik fenome- rabalı~ı Temel Yapılan}, Anthropologie
nolojisi ve diyalekti~iyle, Batı düşünce· structurelle [Yaptsal Antropoloji] lA
sinin özdeşlik mantı~ıyla öznelcili~ine Pensee Sauvage [Yaban Düşünce].
548 liberalizm

tSartre'ı kendi burjuva özgürlügünün mel müdahalesini ortadan kaldırmayı


evrensel oldu~nu kabul ettigi ve insan öngören siyasi bir ögretidir. Liberalizm,
zihninin evrensel yapılarını inkAr P-ttigi sınıflar yerine, bireylerden oluşan bir
için şiddetle eleştiren Levi-Strauss, toplum görüşü benimser, ve bireylerin
tDescartes'ın öznel ben düşüncesinden özgürlü~ü en yüksek amaç olarak be-
de vazgeçerek, söz konusu görüş yeri- lirleyip, bu özgürlügü de düşünce ve
ne, dile dayanan evrensel bir yapılar te- yaratma özgürlügü, serbest teşebbüs ve
orisi geçirmiştir. Evrensellik ve nesnel- rekabet özgürlügü ve inanç ve ibadet
lik iddiasını gerçekleştirmek üzere, ben özgürlügü olarak tanımlar.
ve öznellikten vazgeçen Levi-Strauss Buna göre, insarı.Ul tinsel özgürlügüne
kültürel farklılıklara geregi gibi deger sonsuz bir inanç besleyen, insan yaşamı
biçmenin önemini vurgulamıştır. Ona ve eyleminin dogalcı ya da detenninist
göre, kendi kültür çevremizden ve için- bir tarzda yorumlanmasına şiddetle
de bulundugumuz kavramsal baglam ka111 çıkarak, bireyin kendisini özgürce
ya da çerçeveden kaçabilmemiz müm- gerçekleştinne ve ifade etme kapasitesi-
kün degildir. Kendimizle ilgili önemli ni ön plina çıkartan ve bu yolda tüm en-
dogruların bilinçte bulunmadıgını sa- gellerin ortadan kaldanlmasını amaçla-
vunan Claude L~vi-Strauss bu dogrula- yan liberalizm, devletin müdahalesinin
nn, dünyada, ifadelerimizde ve yarab.- en aza indirgenmesini, devlet politikası­
larumzda, dilimizde ve kültürümüzde, nın bireylerin ve gruplarm özgürlükleri-
edebiyat ve öykülerimizde, kısacası ni hayata geçirmede bir araç olarak kul-
ürettigirniz şeylerde bulunmak duru- lanılmasını ister.
munda oldugunu söylemiştir. 1 İktisadi liberalizmin ana tezi, ekono-
Levi-Strauss'a göre, biz öncelikle bilinç mik alanda kendilitinden oluşan dogal
degil de, dilin, kültürün ve egitimin bir düzenin varoldugu iddiasma dayan-
ürünü olan toplumsal yarahklanz. Fel- maktadır. Bireylere düşen görev, ikti-
sefeyi çokça meşgul eden özne-nesne sadr düzeni dengeye götüren ekonomik
ayruru üzerinde hiç dunnayan Levi- yasalan keşfehnektir. Bunlar insanın
Strauss, yapısalcılıgın bir bilim oldugu- dogasma, onun yaradılışma uygun ya-
nu söyler. Buna göre, tyapısalcılık işe, salardır. ilc.tisaden liberal insan, homo oe-
insan etkinliginin temel ögelerini, ey- conomicos, yani 'en az zahmetle en çok
lemleri ve sözleri sınıfiayarak başlar ve kazanç saglamaktan başka bir amaç gö-
daha sonra bu ögelerin nasıl birleştigini zetmeyen rasyonel varlıktır.' İnsan bu
inceler; yapısalahk, bundan dolayı her şekilde özgür davrandıgında, dogal ik-
tür insan etkinligiyle ilgili nesnel yasala- tisadi düzenin gerçekleşmesini saglar.
ra ulaşmayı amaçlayan bilimsel bir Bireysel çıkarlarla toplumun genel çıka­
araştırmadır. n çakışır ve genel bir ahenge ulaşılır.
liberalizm [İng. liberalism; Fr. libbalism; İktisadi liberalizme göre, insan, kendisi-
Al.liberalismus]. Kökleri Rönesans ve Re- ne en fazla özgürlük tanınması gerP-ken
formasyona dayanmakla birlikte, daha iktisadr karar birirrrldir. Devlet ve özel
çok onsekizinci yüzyılda saglam temel- gruplar, birtakım müdahalelerle, birey-
lere oturan felsefi akım. ler arasmda varolan rekabetin serbestçe ,
Bireye, bireyin hak ve özgürlüklerine, işlemesini engellemekten kaçınmalıdır­
ve, kamu yaranna, genelin çıkanna so- lar. İktisadi liberalizmi.n bu baglarnda
nuçlanaca~ı için, bireysel faaliyetlerde ana kuralı, 'Bırakınız yapsınlar, bırakı­
özgürlüge imtiyaz taruyan iktisadr ögre- nız geçsinler'di.r.
ti olarak liberalizm, aynı zamanda dev- 2 Buna karşın, onsekizina yüzyılda
letin bireysel özgürlükler karşısındaki monarşik mutlakiyetçilige karşı veri-
yetkilerini sınırlamayı, bireysel haklarla len mücadelede şekillenen siyasi libera-
teşebbüs özgürlügüne yönelik muhte- lizm, siyasi iktidarın müdahalesinin bi-
Lock e, John 549

reysel faaliyetlerin düzenlenmesi ve ko- rına uygun olarak, felsefesinde öncelikle


runmasına yönelik görevlerle sınırlı bilgi konusunu ele almıştır. O insan bil-
kalması, özel teşebbüsü kısıtlayacak gisinin sınırlarına ve kapsamına ilişkin
her türlü müdahalecilikten kaçınması araştınnasında, insan zihninde idelerin
gerekti~i ilkesine dayanır. Bu ilke, dev- nasıl ortaya çıktı~ıru araştırır. ideler le
let düzeyinde üç ayrı sonucu ihtiva de Locke, algı içeriklerini, izlenimleri,
eder. Bunlardan birincisine göre, devlet tasarımları, düşünceleri, kısacası bilin-
kuvvetler ayrılı~ı ilkesi uyarınca örgüt- cin tüm içeriklerini, insanın kendisiyle
lenmelidir. Ikinci olarak demokrasi, tem- ilgili olarak bilinçli oldu~u herşeyi
sili ve parlamenter demokrasi olmalıdır. anlar. Ona göre,_insan bilgi sahibi olan
Zira, sadece temsili ve parlamenter de- bir varlıktır, Başka bir deyisle, o insan
mokraside, seçimler bir süzgeç işi gör- bilgisini açıklanmak durumunda olma;
dü~ü ve halk ço~unlu~unun diktasını yan, apaçık bir olgıı olarak alır.
önledi~i için, esasen halka ait olan ikti- Bilmek _ise, zihinde birtakım idelere
dar hakkı, pratikte seçkinler taralından sahip olmaktan başka bir şey detildiı".
kullanılır. Ve nihayet üç, devlet, bireyin _ DoğÜştancılı!;' ka~ı çıkan Locke insa-
vazgeçilmez hak ve özgürlüklerini, özel- c:ffiri bilgiye tfiTTieı Oknwalzemeyi ~ançar ·
likle de mülkiyet hakkını resmen gü- dan deneyim yoluyla kazandıjQru söy-
vence altına alan hukuka tabi kılınır. ler. Onun deyimiyle karanlık bir oda
liberal sanatlar [Ing. liberal aris; Fr. arts li- olan ifi'San zjbnjne ışık getiren tek ~­
beraux]. Ortaça~ üniversitelerinde, ser- cere, deneyimdir, Bilginin kayna~ı ko-
best mesleklere bir ön hazırlık olarak nusunda empirist ola Locke biri dış
okutulan ve 'usta sanatldlr' diplaması dene · ri de iç deneyim olmak ,
almaya imkan veren sanatlar için kulla- üzere, iki tür tecrübe bu lı ındıığunn 00~­
nılan ifade. ler. Bunlardan birincisinde, yani dış de-
Yeni-Phytagorasçı Marcianus Capella neyimde, insan beş duyu yolııy@ dış
tarafından belirlenen bu sanat ya da di- dünyadaki şeyieri tecrübe eder; insan
siplinler gramer, mantık, retorik, aritme- z.ihni. Locke'a göre, burada tümiiyle
tik, geometri, asirenemi ve müzik gibi aha olup. pasif durumdadır. ildnı:Wt>­
disiplinlerden oluşmaktadır. tTeoloji, de, y.i"ni refleksiyon veya ;,ebakışla is~,
bütün disiplinlerin temeli oldu~u, fizik insan varlıS,!, kendi zihninde, kendi_ iç
te matemalikle birleştirildi~i için, bu lis- dünyasında olup bitenleri tecrübe edeı;.
tede yer almaz. öte yandan, listede yer Insan zihllindeki tüm ideler, işte bu iki
alan bilimlerden astronomi bütün bir kayna~ın ~tııden ya da_di~erinden
opti~i, müzik te bütün bir akustik alaru- gelir. .
ru içennektedir. tnsan zihnindeki tüm ideler, Ingiliz em-
Locke, John. Ingiliz empirizminin kuru- pirizminin kurucusu olan Locke'a göre,
cusu olan ünlü filozof. 1632-1704 yıllan basit jdeler ue kompleks ideler olmak
arasında yaşamış olan Locke'un temel üzere, iki başlık altında toplanabilir. Bu
eserleri, An Essay concerning Human Un- ayırun, Locke'a zihnin tümüyle pasif ol-
derstanding [İnsan Zihni Üzerine Bir De- du~u durumlarla aktif oldu~u durumla-
neme] ve Two Trealises of G011ernment n birbirlerinden ayırma imkarn verdi~i
[Yönetim üzerine İki Deneme]'dir. için, önemli bir ayırundır. Basit ideler,
Bilgi görü~leri: Empirist bir bilgi teori~i­ dış dünyadaki cisimlerin ve eniann ni-
rıin temel öjtreti!enni ~~=~e d: teliklerinin duyu-organlarımız üzerin-
~aştan düşünceler buiUndUillnu ; deki etkisi sonucunda, duyulannuz ara-
bifgırun deneyl.md~n üretilditi ilkelerixıi alı~ıyla kazanılmış olan idelerdir.
mekanik bir gerçeklik görüşüyle birleş­ Insan zihni bu basit ideleri birbirleriyle
tiren J<ıftl\: tocke modem felsefenin tav- çeşitli şekillerde birleştirdi~i zaman
550 Locke, John

kompleks idelere sahip olur. Locke'a nin (öme~in, a~aç, masa, beyaz, kare,
göre, insan zihni basit ideleri biriktirdik- üçgen, v.b.g., idelerinin) tam olarak neyi
ten sonra, onları birbirlerinden ayırt içerdi~inin ve onun farklılıklannın (ör-
eder, birbiriyle karşılaştırır ve birbiriyle ne~in, beyazın siyah olmadı~ının, bir
çeşitli şekillerde birleştirir. Locke, in- karenin daire olmadı~ırun) bilgisidir.
sanda yeni bir ide icad etme gücü olma- Buna karşın, ilişkiden söz ederken
sa bile, insan zihninin kompleks ideleri Locke, idelerimizden bazılaruun di~er
meydana getirirken tümüyle aktif du- idelerle bazı bakımlardan ilişkili oldu-
rumda bulundu~unu söyler. Ona göre, ~u olgusuna dikkat çeker. Buna göre,
basit ideler kompleks idelerden hem beyaz ve kırmızı arasında, üçgenlerle
psikolojik ve hem de ınantıksal bakun- yapraklar arasında söz konusu olmayan
dan önce gelmek durumundadır. bir ilişki vardır; yine, bir a~açla bir san-
İn_§an zihni, Locke'a göre, belli şekiller­ dalye arasında, bir do~ruyla bir bulut
de faalil'et gösterir.İriSan Zihiililiii bu fa- arasında söz konusu olmayan bir ilişki
aliyetleri ise, sırasıyla algı, bellek, al'ırd vardır.
etme ve karşılaşbrma yetisi, birleştirme Birlikte varoluş ya da zorunlu ba~ıntı­
ve sgyutlamadır. Bu yetilerden en önem- dan söz etti~i zaman da, Locke komp-
lilerinden olan birleştirme yetisi söz ko- leks bir idenin, öme~in bir sandalye ide-
nusu oldu~unda, insan zilıni sahip oldu- sinin, bir sandalyeyi düşündü~ümüz
~u basit ideleri bir araya getirir ve b"u zaman birlikte düşündü~ümüz çok sa-
ideleri birleştirerek kompleks ideler yıda basit idenin birleşiminden oluştu­
meydana getirir. Soyutlamada ise, insan ~u olgusuna dikkat çeker. Burada söz
zilıni genel kavramlan gösteren genel konusu olan bilgi, belli bir kompleks ide
sözcüklere yükselir. Varolan herşey, gündeme geldi~i zaman, hangi basit
Locke'a göre, bireyseldir. Bununla birlik- idelerin söz konusu kompleks idenin
te, insan varlı~ı çocukluktan yavaş ayrılmaz parçalan oldu~unun bilgisidir.
yavaş çıkarken, insanlarda ve şeylerde­ Locke dördüncü kategoriye, yani gerçek
ki ortak nitelikleri gözlemler. varoluşa geldi~i zaman, idelerin birbir-
Locke, bilginin söz konusu yetilerin leriyle olan ba~ıntılarından çok, dış
algı yoluyla kazanılan basit ideleri işle­ dünyadaki bir şeyle olan ba~ıntılannın
mesinin sonucunda ortaya çıktı~ını sa- bilgisinden söz eder. Şimdiye dek olan
,vunur. Ve bilgi. idelerin birbirleriyle bilgi türleri yalnızca kavramsaldı, ilk
olan ba~lanbsına ve uyuşmasına ya da kez bu dördüncü bilgi türüyle varoluş­
birbirleriyle uyuşmayıp, birbirlerini la ilgili olan bir bilgiye ulaşılır. Başka
kabul etmemelerine ilişkin algıdan bir deyişle, burada söz konusu olan
başka bir şey de~ildir. Locke'a göre, bilgi, bir ideyle uyuşan gerçek bir varlı­
ideler arasında dört öjr bağu:ıb vardır ~ bilgisidir.
ya da ideler birbirleriyle dört bakımdan_ Locke bu dört bilgi türüne ek olarak,
uyuşur. 1 Özdeşlik, 2 Ilişki, 3 Birlik~ insan için bu bilgi türlerine sahip olma:.
varaluş ya da zorunlu batınb ve 4 Ger- _nın üc farklı yolunun bulundu~unu
çek varoluş. ı;§yler; bunlat sırasıyla sezgi, kanıtama­
Locke, özdeşlikten söz etti~i zaman, V!f. duyumdur. ,Bilgimizin kapsamı söz
bir idenin ne oldu~unun ve onun başka konusu oldu~unda, Locke gerçek bilgi-
idelerden olan farklılı~ırun bilincinde ye sezgi ya da kanıtlama yoluyla ulaşıl­
olmayı anlar. Burada söz konusu olan dı~ına inandı~ı ve kanıtlama ya da sez-
bilgi, her idenin kendi kendisiyle ayru ginin kendilerine dayandı~ı idelere
oldu~unu, her ne ise o olup, tüm di~er birtakım sınırlamalar getirdi~ için, bil-
idelerden farklı oldu~unu bilmekten gimizin kapsamının oldukça sınırlı ol-
oluşur. Bu bilgi, idelerirnizden her biri- du~unu savuıunak durumunda kalıruş-
'
locke,]ohn 551

tır. Özdeşlik ya da farklılık bagıntısı birbirlerine ba~ladıklan için, gerçek an-


söz konusu oldugunda, Locke'a göre, lamda genel bir bilgi olmanın çok uza-
bizim tüm açık idelerimizin kendi ken~ gında kalır. Zira, bu bilimlerin birbirine
dileriyle aynı ve başka idelerden farkh bagladıgı ideler arasında zorunlu bir
olduklarına ilişkin olarak sezgisel bilgi~ bagıntının olup olmadıgı, sezgi yoluyla
miz vardır. da kanıtlama yoluyla da kavranamaz.
ilişki söz konusu oldugunda ise, bura- Gerçek varoluş söz konusu olduğunda,
sı bilgimizin çok büyük bir parçasını bilgimizin kapsamı daha da daralır.
meydana getirmekle birlikte, bu bilgi de Locke'a göre, biz sezgi yoluyla kesin ola-
idelerin birbirleriyle olan ilişkileriyle il- rak yalruzca kendimizin varoldugunu bi- ~.

gili kanıtlamalarla sınırlanmışhr. ldeler liriz. Kanıtlama yoluyla ise, Taruı'nın


arasındaki karşılıklı bagıntılara ve içer~ gerçek varoluşunu kanıtlanz. Bir de du-
me ilişkilerine dayanan bu bilgi, yalnız~ yusal bilgiyle, duyularımlZa sunulmuş
ca kavramsal bir bilgidir. Bu alandaki olan nesnelerin varoldugunu biliriz. Bu-
dogrular matematigin dogrulanyla, gü~ nunla birlikte, kesin olmayan duyusal
nümüzde analitik olarak dogru oldugu- bilgi, bize gerçek bix bilgi veremez,
nu söyledigirniz önennelerden oluşur. çünkü bu bilgi herşeyden önce şimdi
Ancak bu dogrular, yalruzca idelerimiz duyulanmıza sunulmuş olan nesnelerle
arasındaki ilişkilerle ilgili olan dogrular • sınırlanmış olup, şimdi ve burada
oldugu için, bize hiçbir zaman ideleri- mevciı t olan tikel nesnelerin ötesine ge-
mizden bagımsız olarak varolan bir çemez. İkinci olarak. duyusal bilgi yoluy-
şeyin bilgisini veremezler. la, bizim dışımızdaki nesnelerin varol-
İdelerimizin birlikte varoluşu ya da dugunu bilsek bile, Locke'a göre, bu
idelerimiz arasındaki zorunlu bagıntıya nesnelerin gerçek dogalarına ilişkin ola-
gelince, Locke bilgimizin kapsamının rak pek fazla bir bilgimiz olamaz.
burada daha da daraldıgıru savunur. Demek ki, Locke 1 dolayunsız olara'ı
Biz, birçok basit idenin birlikte ortaya bilincinde oldugumuz şeylerin, nesne-
çıktıgını, belirli bir türden olan komp- lerin bizatihi kendileri degil de, zihinle-
leks bir şeye ilişkin idemizin belirli rimizdeki ideler oldugunu, 2 idelerimi-
basit idelerden oluşan bir toplamı içer- zin tecrübeden türetilrnek durumunda
digini gözlemleyebiliriz, fakat bu idele- oldugunu, aksi takdirde anlamlı bir içe-
rin zorunlu olarak birbirlerine baglarup rikten yoksun olacaguu ve 3 genel bii
baglanmadıgını bilemeyiz.Locke'a göre, önermenin sezgisel bak1mdan ya da ka-
ikincil bir nitelikle söz konusu niteligin rutlama yoluyla kesin olmadıkça, ger-
kendilerine bağlı oldugu birincil nitelik- çek anlamda bir bilgi olamayacagıru
ler arasında, insan tarahndan keşfedile­ kabul ettigi için, bilgimizin kapsamını
bilir olan zorunlu bir baglan tl yoktur. oldukça daraltır. O, bir empiristtir ve
Biz bir nesnenin şeklinden ve ebatlann~ dolayısıyla bilgide deneyime önem
dan yola çıkarak, onun belli bir renge ya verip, empirik olmayan ilkelerden türe-
da tada sahip oldugunu hiçbir zaman tilmiş mantıksal bir sistemin bize ger-
söyleyemeyiz. çekligin resmini hiçbir şekilde vereme-
ldelerimizin birlikte varoluşu ya da yecegini kabul eder.
idelerimiz arasındaki zorunlu baglantı~ Locke, bundan başka zihnimizde olan
ya ilişkin bilgimiz deneyimin kapsamı­ şeylerin, nesnelerin kendileri degil de,
na baglı oldugundan, idelerimiz arasın­ nesnelerle olan gerçek ilişkilerini hiçbir
daki zorunlu baglantılan saptarken, zaman bilemeyecegimiz ideler oldugu-
sezgi yoluyla da kanıtlama yoluyla da nu savundugu ve neyin bilgi sayıhp
pek ilerilere gidemeyiz. Ve doga bilim~ neyin bilgi sayılamayacagı konusunda,
lerinin genel önermeleri farklı ideleri hayli yüksek bir kesinlik ölçütü öne sü-
552 logoi spermatil<oi

rerek, yalnızca sezgi ya da kanıtlama avantajlardan yoksun olarak birlikte ya-


yoluyla elde edilen bilgiyi kesin bilgi şadıktan hipalelik bir doğa hali düşün­
olarak gördüğü için, eınpirik ve bilimsel cesinden yola çıkmıştır. Böyle bir doğa
bilginin gerçek anlamda bilgi olamaya- halinin dezavantajlan, insanların huku-
cağını dile getirir. ğun ve devletin yönetimi altına girmele-
Dine dair Görü~leri: Dinle bağlamında, ri için bileyerek veisleyerek bir sözleş­
Locke Hristi yanlığın ahlAkf boyutunu me yapmalarını fazlasıyla haklı kılar.
vurgulamsya özel bir QRtHI atfeder ve- Toplwnsal s~-~~Dl~_nın amacı, düzeni
kutsal kitapta bulunan ahlak kwalları­ ve yasayı jbdas etmek, Mğa biilinin be~
nı;ı aklın keşfeıtigi kurallarla tam bir" liı:sizliklerini ortadan kaldırmak ve bire-
ahenk içinde olduğunu belirtir. Akılla yin haklarını koruyacak kuruıniarı ya-
inanç arasındaki ilişkiler üzerinde de ratmaktır. ·-· · ~
-
duran filozof, heın akıl ve hem de vahiy logoi spennalikoi. tStoahlarda, kendile-
yoluyla keşfedilen h~kikatler bulundu- rini doğanın fenomenlerinde gösteren,
ğunu öne sürerken, akılla çelişen haki- evrenin bütününe yayılan ve oluş, ge-
katler söz konusu oldyğunda, bu doğ­ lişme ve değişmenin nedeni olan to-
rulann, aniann kaynağında vahyin humlara verilen ad.
bı.ılunduty söylenıie bile, l:ıi~ito şekilde Buna göre, logoi spermatikoi, kozmik sü-
kai;ıul edilmemesi gerekligini savunur. recin, bu süreci rasyonel ve ahlaki bir
Buna karşın, akılla ne örtüşen ne de ça-" amaca yöneiten organik ilkesi olarak
kışan hakjkatlere gelince, Locke bunla- Tanrı'da içerilen, var olmak durwnun-
rın gerçek dinin özünü meydana getir- da olan herşeyin aktif formları olarak
diğini öne sürer. Fakat Locke aklın ortaya çıkar. Bu aktif fonnlar, kendileri-
bwada bile vazgeçilmez bir rol oynadı­ ni bireysel şeylerin tomılannda göste-
ğını vurgular:- Akıl bir şeyin vahiy olup ren ve açımlayan tohumlardır.
olmad!J\ına karar vermelı ve vaJiyı" Aynı logoi spennatikoi, Yeni Platonculuk-
ifade eden sözcüklerin anlaın!annı inçe- ta da ortaya çıkar. Görünüşler dünyası­
letRalidir. Ona göre, akıl her konuda _ nın gerçekliğini Noııs'ta bulunan İdealar­
nihai yaxgıç ve yol&§sterici oJ!p.alıdır. O dan pay almaya borçlu olduğunu, fakat
Hristiyanlığın özünde pek az temel ve İdealann görünüşler dünyasıyla hiçbir
onsuz olunamaz inanç parçası bulundu- ilişkisi bulunmadığını söyleyen Ploti-
ğunu söylerken, mezhepler arasındaki nos'ıa logoi spentllllikoi, varolan herşeyin
çatışmalara şiddetle karşı çıkmış ve tohumlan olarak, İdeaların Dünya Ru-
dini hoşgö'ğilif engelleyecek hiçbir şey hundaki yansunalarma ~<Arşılık gelir.
bulunmadı_ı belirtmiştir. Bu bağlam­ logos. Antik Yunan düşüncesinde, söz,
da, ona gore, elinin görevi insan ruhunu konuşma, düşünce, akıl, anlam, açıkla­
günahtan, kötülüklerden: hükümetin ma; bir şeyin her ne ise o olmasını sağ­
görevUse bireyin_y_,aşııDL özgürlük ve layan nedenler; belli bir disiplinde, feno-
mülkiyet-hai<Jannı konırnaktır .- - menleri açıklamak amacıyla kullaıulan
Siyaset Felsefesi: Locke siyaset felsefesi yöntem ve ilkeler; bir şeyi bizim için an-
alanındaki görüşleri bakımından da laşılır kılan temel, dayanak anlarruna
önemli bir filozoftur. O, mutlakiyetçili- gelen sözcük Yunan dininde, bir Tann
ğe şiddetle karşı çıktığı ve güçler ayn- ya da Tannlann, insanlara tinsel esin,
hğ_!!!!_l!araretle savundutu için, !ibe@:__ bilgelik ve yolgöstericilik sağlayan söz-
lizmin kurucusu olarak görülmektedir. leri.
Meşruti bir monarşiden yana olan ve Logos kavramı felsefi bir çerçeve içinde
toplumun bir sözleşme temeline dayan- ilk kez ünlü doğa filozofu Heraklei-
ması gerektijtini savunan Locke, insan- tos'ta ortaya çıkmıştır. Düşüncesi, Mi-
Iann hukuğun veyaiktidarın sağladığı letli filozofların tmaddeciliğine karşı
· -loji 553

mistik bir tepkiyi temsil eden Heraket- logos, evrendeki rasyonel düzenin ve ras-
leitos'a göre, gözle görülen dünya, ger- yonel bir biçimde düzenlenmiş faaliye-
çekligi kısmen açıga vurur, kısmen de tin yarahası olan kozmik akıl ilkesidir.
gizler. Gerçeklik dünyanın, bütün bir Herakleitos gibi, Stoalılar da, panteist
yaşamı sonsuz bir dogum ve ölüm, bir anlayışla, logosu maddi bir güçle, va-
oluş ve yenilenme çarkında sergilenen, rolan herşeye yayılmış olan ateşle öz-
tanrısal ruhudur. +Herakleitos, işte bu deşleştirmişlerdir. Logos, aynı zamanda
tannsal ruha, akla logos adını verir. insanda varolan ve insana evrendeki dü-
Dünyada homojen olan tek bir logos ol- zeni ve amacı anlama, yaşamını dogaya
dugunu söyleyen, söz konusu tanrısal uygun bir biçimde düzenlemenin yolu-
ruha aynı zamanda Doga adını veren ve nu ve evrendeki zorunlulugu anlama
onu kozmik süreçle özdeşleştiren pan- olanagı veren bireysel akıldır.
teİst Herakleitos'a göre, logos bir yandan • Yine logos, herşeyi, kendi iyisine dogru
da, yaşam ilkesi olan ruhtur, tannsal ya- yönelecek ve evrende varolan düzen ve
sadır, Tanrı'run iradesidir. Hep varolan 'uyuma katkıda bulunacak şekilde dü-
ve dünyanın içkin nedeni olan IDgos, yıl­ zenleyen güçtür. Logos, aynı zamanda
dızları yörüngelerinde tutan güç, herşe­ tüm ahlaki degerierin kaynagıdır. Buna
yin kendisine uydugu yasadır. Varlıkta­ göre, tüm insanlar, fiziki ve kültürel
ki çatışma, uyumsuzluk ve savaşın farklılıkianna karşın, ölünce kendisine
gerisindeki uyum ilkesidir. karı~caklan ezeli-ebedr logostan bir
Gorgias'ta ise, logos karşı konulmaz bir parçaya sahip oldukları için, aynı insan-
gücü olan söz anlamına gelir. Olanaksız lıgm eşir üyeleridirler. Stoalılara göre,
oldugunu söyledigi bilgi yerine saruyı, insanların ruhları (logosları) bundan do-
hakikat yerine de aldatmayı geçiren ve layı ölümsüzdür.
bundan dolayı bir bilim dalında degil logos orthos. Sofistlerin mantak ve reto-
de, ikna ve güzel konuşma sanatı üze- rikle ilgili çalışmalarında; uygun çıka­
rinde yogunlaşan tGorgias'ta, söz, rımlarda, ve bir görüş ya da bakış için
güzel konuşma anlarnma gelen logos, en elverişli durumu yaratmak için kul-
büyük bir güçtür. Logos, korkuyu sona lanılacak olan mantıksal ilke, tez ve gö-
erdirebilir, üzüntüyü uzaklaştırabilir, rüşlere verdikleri ad.
keyif yaratabilir ve merhameti arttırabi­ Yunan düşüncesinde, genel olarak
lir. Logos, ona göre, aklı de~l de, duygu dogru ve yerinde tartışma, güçlü akıl­
ve tutkulan etkiler. Gorgias'ın logos an- yürütme olarak tarumlanan logos orthos,
layışı, sözün, insanı egitmek ve aydın­ Platon'da, bilgiye dönüştürülebilmek
latmak yerine, insanı hoşnut eden, ona için, nedenlere ilişkin açıklama ya da ta-
haz ve içinde bulundugu durumdan rumla tamamlanmak durumunda olan
kurtulma olanagı veren yönüne işaret dogru inanca karşılık gelir.
eder. İnsan, Gorgias'a göre, daha iyi biri -loji. Bir bilim ya da disiplini tanımlayan
haline getirilemeı, fakat insanın yaşamı bileşik sözcüklerde, konuyu veya araş­
iyileştirilebilir ve sözler de, işte tam ta- tırma alaruru degil de, ortak olan unsu-
ının<~ bunu yapar. Trajedide ve komedi- ru, teoriyi ya da disiplini gösteren, teori,
de oldugu gibi, sözler ruhu egibnek ye- bilim ya da disiplin anlamına gelen
rine, onu etkiler, yönlendirir, çekimler müşterek terim. ·
ve ruhun sıkıntılannı hafifletirler. Onun Buna göre, metodoloji yöntem teorisine,
gözünde logos, ilaçlara benzer bir biçim- ontoloji varlık kuramına, antropoloji in-
ı:Je, sıkmhlı bir durumdan kaçış sagla- sanı konu alan bilime, sosyoloji toplum-
yan bir güçtür. la ilgili olan disipline tekabül ederken,
Herakleitos'un varlık görüşünü yeni· söz konusu dört terimde de ortak olan
den canJandı.rmış olan tStoahlarda ise loji, bilim ya da teori anlamı taşır.
~~--------

554 lojisizm

lojisizm [İng. Iogicism; Fr. logicisıııe; Al. lo- Estetikte, Marksist bir gerçekçilik kura-
gizisnıııs]. ı Matematigin mantıgın kav- mı geliştiren Lukacs, felsefede ise, irras-
ramlarıyla tümdengelimsel çıkarımiann­ yonalizm, mekanik tınaddecilik, ve
dan türetilebilecegini, matematigin son tdogmatizmin çeşitli şekillerine karşı,
çözümlemede mantıga indirgenebilece- diyalektigin savunuculugunu yapmış­
gini, tüm matematiksel karutlamalann tır. Buna göre, Luk.ia;, toplumsal sınıfla
tümdengeliınsel akılyürütmenin farklı edebiyat formu ya da tarzı arasında
formlarından başka hiçbir şey olmadı­ dogrudan bir ilişki oldugunu savunur-
gııu savunan anlayış ya da yaklaşım. ken, romanm 19. yüzyılda gerçekçi ol-
'lki artı iki dört eder' demekle, 'A A'dır' dugunu; burjuvazi, bu dönemde kesin
demek arasında forınel açıdan bir farklı­ bir zafer kazandıgı için, insanın tecrübe-
lık bulunmamasından, hem mantıgın ve sini bir bütün olarak yansıttıgını; buna
hem de ınateınatigin ad tamıniarına da- karşın, 20. yüzyılda, devrimci olan işçi
yalı tümdengeliınsel/karutlayıcı birer sınıfının yükselişinden dolayı, moder-
yapıya, hatta ayru yapıya sahip olmasın­ nisı oldugunu iddia etıniştir.
dan hareketle, mantıkla matematik ara- Felsefede tHegel ve tMarks'tan çok
sında tam bir özdeşlik ilişkisi kuran ve yogun bir biçimde etkilenen Luk~a;. di-
matematigi mantıga indirgeyen tavır. yalektigi, modem felsefeyi belirleyen
Russell, Frege ve Dedekind gibi filozof düalizmleri, özne nesne, özgürlük :ur
ve matematikçiler tarafından savunulan runluluk, teori pratik ikiciliklerini aşan,
bu görüş, matematigin temel kavramla- tarihsel ve kategorik bir düşürune tarzı
rının mantıgın kavramlan aracılıgıyla olarak düşünmüştür. O, şeyleşme teo-
tanunlanabilecegini, matematigin temel risinin kapitalist toplumun analizi açı­
yasalarının, matematiksel aksiyomlann sından büyük bir önem taşıdıgını dile
mantık yasalarından, mantık ilkelerin- getirirken, şeyleşme düşüncesini, Karl
den çıkarsanabileceğini belirtir. Buna Marks'ın metafetişizminin kültürel bir
göre, yapılması gereken şey, sayıları, genellemesi olarak ortaya koymuştur.
ınantıksal terimlerleifade etmek, sayılar Bu geneliernenin Marksizmin bir iktisat
arasındaki ilişkileri kaplamsal yoldan teorisinden bir praksis felsefesine dönüş­
kümeler arası ilişkiler olarak kunnaktır. mesini gerektirdigini savunan Luk~cs
Bu gerçekleştirildiginde, matematik ala- için, modern felsefenin problemleri, fel-
mndaki kesinlik, tıpkı ınantıksal kesin- sefenin kategorileri gerçekte tarihsel ve
lik gibi totolojik bir karakter kazanacak toplumsal kategoriler oldugu için, tarih-
ve tüm matematiksel önermeler analitik sel ve toplwnsal problemlerdir.
önermeler olacaktır. Lukretius. M. Ö. 94-51 yılları arasında ya-
2 AhlAk alanında ise, mantıgı ahlak ala- şamış olan Romalı atomcu düşünür.
nına taşuna, ahlAk alanırun kendisine Altı kitaptan oluşan ve 1-2. kitapları
özgü bir mantıgı oldugunu öne sürme atomcu teoriyi, 3. kitabı ruhun ölümsüz-
tavrı, dogru ahlAksal yargılann, kişi bu lügünü, 4. kitabı duyum ve düşün~eyi,
yargıları kendi kendisiyle çelişki ye düş­ 5. kitabı dünyanın kökeni ve gelişimini,
meden inkAr edeınedigi için. zorunluluk- 6. kitabı ise çeşitli dogal fenomenleri
la dogru oldugunu savunan görüş. konu alan De Rerum Nalura adlı eseri
Lukacs, Georg. 1885-1971 yıllan arasın­ yazmış olan Lukretius, ı hiçten hiçbir
da yaşamış olan Macar Marksist düşü­ şeyin çıkmayacagı ve 2 hiçbir şeyin or-
nürü ve estetikçisi. Temel eserleri" ara- tadan kaldınlamayacagı ilkelerine da-
sında Roman Kuranıı, Estetik Kültiir, yanarak, maddi cismin ve boşlugı!n va-
Tarihi Roman, Tarih ve Sınıf Bilinci adlı roldugtınu öne sürmüştür. Lukretius'a
kitaplar bulunan Lukacs, Yeni-Kanıçı göre, geri kalan herşey, zamanın kendi-
Georg Simmel'in ögt-encisi, Ernst Bloch, si de dahil olmak üzere, söz konusu iki
Karl Mannheim ve Marx Weber'in arka- gerçeklik türünün niteliklerinden başka
daşı olmuştur. bir şey degildir.
Lyotard, Jean François 555

Lukretius, daha sonra cismi de, bileşik tendigi ve üreıHdigi anlatısıyla, bilginin
ve basit diye, ikiye ayırmıştır. Bunlar- insanın özgürleşimi için meydana geti-
dan bileşik cisimler nesnelere, şeylere rildigi üstanlatısıdır.
karşılık gelirler; buna karşın, basit ci- Posbnodernlik, Lyotard'a göre, bilgiyle
simler atomlardır. Atomun varoluşunu ilgili bu hedeflerin çok tartışmalı olduk-
öne sürdügü için, maddenin sonsuzca lannı ve amaçlarla ilgili bu tartışmayı
bölünebilirligine karşı çıkan Lukretius, bir karara baglamanın saglam bir yolu
bir yandan da atomların şekil ve agır­ ve nihai bir karutı olmadıgıru gözler
lıkları oldugunu, fakat renk, ses, koku önüne serer. Dahası, savaşlar ve savaş
ve tat gibi ikincil niteliklere sahip olma· teknikleri, dikkati eylemin amaçlanndan
dıklarını iddia etmiştir. ziyade araçlara çekmiştir. Birleştirici üs-
Lyotard, Jean François. 1924 dogumlu tan.latııun formu ister spekülatif, ya da
çagdaş Fransız düşünürü. Postmoder· ister özgürleştirici olsun, bilginin meş­
nizmin en önemli teorisyenlerinden biri rulaşbnlması bundan böyle bir büyük
olan Lyotard'ın temel eseri La Condition anlatıya, bir üstanlatıya dayandınlaınaz.
Pastmodeme [Postmodern Durum]'dur. İşte postmodem durum, Lyotard'a göre,
Postmodemligi endüstri sonrası toplu- toplum ve kültürdeki gelişmelerle en-
mun içinde bulundugumuz şu anki ev- düstri sonrası toplwnun bir sonucu ola-
resine karşılık gelen bir durum ya da rak, üstanlatılara duyulan inancuı eroz-
koşul olarak tanımlarken, modernligi yona ugramasıyla ifadesini bulur.
de, bilim ve devleti meşrulaştırmak Endüstri sonrası toplwn ise, bilgi ve en-
amacıyla kullanılan üstanlatılann oyna- formasyon teknolojisinin çok büyük bir
dıgı rol ile açıklayan Lyotard, Postmo- rol oynadıgı bir üretim tarzına dayan-
dertı Durum adlı eserinde, ileri kapitalist maktadır. Bu toplumsal yapuıuı kültürel
toplwnlarda bilgi, bilim ve teknolojiyi ve ~nteHektüel karşılıgı üstanlatılar kar-
inceler. O, burada, ulusal kimlikte oldu· şısındaki inançsızlıkla belirlenen post-
gu gibi, bir birlik şekli olarak toplum modem bir kültürdür. Söz konusu kül-
fikrinin anlamını ve inarulırlıgını yitir· Hir tüm tarih felsefelerine, tarihin sonsal
digini öne sürer. Başka bir deyişle, Lyo· amacuu, kaçınılmaz sonunu bilme ya da
tard, ister Durkheim'daki anlamı içinde öngörme iddialarına, bu amaca götürme
organik bir bütün, ister fonksiyonalist vaadiyle ortaya çıkan tüm politik idealo-
bir bakış açısından fonksiyonel bir sis· jilere kuşkuyla bakar.
tem, ya da ister Marksist açıdan, temel· Postrnodemligi karakterize eden bir
de iki sınıfa bölünmüş bir bütün şek· diger özeHik de mukayese cdileınezlik­
linde düşünülsün, bir birlik olaldk tir. Söz konusu mukayese edilemezlik
toplumun anlamını ve degerini yitirdi· ise, ona göre, farklı adalet ve hakikat
gini iddia eder. Her toplumun üyeleri· konsepsiyonlan için nesnel bir temel
nin iyiligi, mutluluk ve refalu için varol· olma fonksiyonu görecek bir mutabaka-
dugu, bütünün parçalan birleştirdigi ta erişmenin imkansız oldugu anlamı­
türünden üstanlatılar, ona göre, hem na gelmektedir. Başka bir deyişle, Lyo-
sosyal bagı ve hem de bilgi ve bilimin tard'ın ifade ettigi postmodemizmde,
toplum içindeki rolünü meşrulaşbran beUi bir tarihsel gelecegi iyi ya da kötü
bir teleoloji saglar. Bir üstanlab, öyleyse diye tanımlayan degerierin evrensel ge-
eylem, bilim ve toplum için, inarulırlıgı çerliligi ile ilgili olarak bile, mutlak bir
olan bir hedef koyar, amaç saglar. Daha kuşkuculuk söz konusudur. Ona göre,
. teknik bir düzeyde, bir bilim kendi ku· Tanrı'nın Nietzsche tarafından ilan edi-
raHannı bir üstanlatıya başvuruyla len ölümünün hemen arkasından tari·
meşrulaştınyorsa eger, o tümüyle mo- hin ve ilerlemenin ölümü gelmektedir.
demdir. Bu üstanlatılardan en etkili iki Batı'nın araçsal akılalıgı istisna, her-
tanesi, bilginin bizatihi kendisi için is- şeyde tam bir inanç yilimi söz konusu-
556 Lyotard, Jean Françoi&

dur. Bu inanç yitimi ise, Lyotard'a göre, Wittgensteincı dil oyttnlarırun meydana
Aydınlanmanın dogruluk ve otorite id- getirece~i heterojen ve çoksesli yapıdır.
dialarını rasyonel olarak haklı kılma ta- Lyotard'a göre, mutlak bir mutabakat
lebinin sonucudur. de~il de, zamansal ve yerel konsensüsler
O, postmodernizmin siyasi ifadesinin, aranmalı, geçici sözleşmelerin peşine
totalitaryanizme karşı çlkış ya da tavır düşülmelidir. Başka bir deyişle, görüş­
alış oldu~unu öne sürer. Başka bir de- lerinin ifade ettigi kökten kuşkuculuga
yişle, postmodemli~n hemen her konu- karşın, Lyotard ahlaki ya da siyasf hiççi-
daki kuşkucu tavn, modem devlet ve li~e düşmemiştir. Adaletin ne modası
ideolojilerin belirgin bir yönünü oluştu­ geçmiş, ne de kuşkulu bir deger oldugu-
ran büyük projelerle ihtiraslı politik prog- nu öne süren Lyotard, modemli~ de-
ramlara da yansır. Yirminci yüzyıl büyük mokratik potansiyelinin yenilenmesi ve
dünya savaşlarına, bürokratik olarak or- derinleştirilmesi, onun demokratik güç
ganize edilmi faşist ve Stalinist soykırım­ ve itkilerinin diyalektik bir biçimde yo-
Iara taruklık etmiştir. Lyotard'ın gözün- gunlaştınlrnası gerektigini belirtmiştir.
de, totalitaryanizm ise, modernizmin Dil oyunlannın indirgenemez çoklu~unu
birlik ve düzen arayışının siyasi ifadesi- ve çeşitlili~nj berumseyen filozof, bakış
dir. açılannın çeşitliti~iyle seslendirilme hak-
Bütün bunlar karşısında, onun çözümü kının yılmaz bir savunucusu olmuştur.
Mach, Emst 557

zigin boş ve temelsiz spekülasyonlan


arasındaki sınır çizgisini aşar. Atomlar-
la birlikte, mutlak mekan ve muUak
zaman düşüncesinden de vazgeçilmesi
gerektigini öne süren Mach, bu duru-
mun nedensellik için de geçerli oldugu-

M nu, dogada ne neden, ne de sonucun


bulundugunu öne sürmüştür.
Temel amacı bilimdeki tecrübi olma-
yan metafiziksel ögeleri ayıklayacak bir
bilim yorumu ortaya koyarken, temel
Mach, Emst. 1830-1919 yıllan arasında bilim olan mekanigi yeni baştan inşa
yaşamış Avusturyalı fizikçi ve filozof. etmek olan Emst Mach'a göre, bize bi-
Empirist bir felsefe anlayışı geliştiren limsel olguları dogrudan ve aracısız
Mach, mantıkçı tpozitivizmin babası olarak veren tek bir kaynak vardır: Du-
olarak bilinir. Züuün duyumlannın öte- yular. Bilim işte, duyuların verdigi bu
sinde kalan bir şeyi bilme gücüne sahip olgular üzerine yeni baştan inşa edil-
olmadı~nı, bilimsel bir teorinin du- melidir. Bununla birlikte, bize duyumla-
yumlann dışında kalan gerçek şeylerle runız tarafından verilen şeyler, ona
ilgili bir bulgu olmayıp, yalnızca tecrü- göre, cisimler, atomlar, v. b. g .. , olma-
benin akışıyla ilgili bir öndeyi oldu~­ yıp, renkler, sesler, koku ve tatlardır. Bu
nu öne süren Mach, bilimin çok farklı nedenle bilim son çözümlemede du-
bir dizi deneyimi tek bir formülle betim- yuınlarunızla ilgili olmalıdır.
lemek suretiyle, tasarruf sagladıgını ve Mach'a göre, deneyim bize sürekli ola-
bizi hiç alışılmadık bir durumla karşı rak değişen, baglanhsız duyumlar çok-
karşıya kalma riskinden kurtardıgını lugu saglamaktadır; bununla birlikte
söyler. Bilim bize, tümüyle yabancı ve bu, mekan içinde hareket h§linde olan
alışılmadık olanın, deneyimler arasın­ cisimlere ilişkin kavramlarunızın dün-
daki tarudık bir bagınhrun özel bir gö- yada nesnel bir temelinin bulwıdugu
rünümü oldugunu göstermek, alışılma­ anlamına gelmez. Doga yasalarının salt
mış ve bildik olmayaru alışılmış olana kendimizi dogada, yabancı hissetmeme
indirgemek suretiyle, yaşamak için ge- ihtiyacnın ürünü olup, duyumu aşan
rekli olan herşeyi saglar. tüm kavramlann, ancak ve ancak çevre-
Felsefi açıdan radikal bir pozitivist mizi anlamaıruza, denetim al hna alma-
olan Mach, tKant'ın eski metafizigin ıruza ve çevrem..izle ilgili olarak öndeyi-
degersiz fikirlerini çöpe atmış bile olsa, de bulunmamıza katkıda bulunduklan
bazı metafiziksel kavram ve fikirlerin, için ve sürece anlamlı olduklarını savu-
bilim felsefesinde ve hatta bilirnde çok nan Mach'a göre, farklı kültürlerde, bu
etkili oldugunu savunmuştur. Gelenek- amaçla aynı ölçüde işe yarayan farklı
sel metafizige bu noktadan başlayarak kavramsal çerçevelerin kullarulma olası­
şiddetli eleştiriler yöneltmiş olan pozi- lıgı hep vardır.
tivist Mach. atomlardan ya da elektrik Mach, buradan hareketle, iki farklı kav-
akıntılarından söz ederek, tecrübenin ramsal yapı arasında bir seçim yapma
ötesine geçen bir mekanigin işini, ken- imkanımız olmadıgı sonucuna varmaz.
disine düşen görevi yerine getiremedi- Ona göre, bir kavramsal sistem, basit ve
gini öne sürmüştür. geniş kapsamlı olup, içsel çelişkilerden
Zira Mach'a göre, bilim adaıru elde etti- bagışık oldugu takdirde, digerinden
gi başanlarla atomlann gerçekten varol- daha iyi olmak durumundadır. Bununla
du~nu kabul etme durumuna gelirse, birlikte, Mach'a göre, bizim buradan ha-
bilimin verimli çalışma alaruyla metafi- reketle, doganuı kendisinin de basit ol-
SSS Machiavelli, Niceoto

du~u, bir kavramsal sistemin digerin- En temel özellikleri yer kaplama, girii-
den daha dogru oldugu sonucuna var- mezlik olan maddenin aynca dogası iti-
mamamız gerekir. Ama bir anda karşı bariyle parçacık ya da atomlardan oluş­
uca geçip, bilimsel yasalarla onlara iliş­ tugu, bilinemez oldugu, fiziki etkinlik
kin seçimlerimizin tümüyle keyfi ve uz- ya da degişme potansiyeline sahip bu-
laşımsal oldugunu da düşünmemeli­ lundugu, kütlesi oldugu söylenii.
yiz. Kavramlar sisteminin olgulara bir Madde, bu çerçeve içinde, tüm gerçekli-
şekild~ uydunılması gerektigini söyle- gin şekil almamış, belirsiz temeli; varlı­
yen Mach'a göre, doga yasalan dünya- gın, sürekli olarak degişen sonsuz sayı­
ya ilişkin tasvirlerdir. daki fenomenle sergilenen dayanagı ve
Machiavelli, Niccolô. Siyasi amaçlara deneyimin temel nedeni olmak duru-
ulaşınada araçların ahlaki olup olma- mundadır. Madde, yine bir şeyin fiziki
ması konusuna bütünüyle kayıtsız ya da maddi bileşeni, bir varlıgın ken-
kalma tavrı, ve amacın bütün araçları disinden meydana geldigi şey anlamına
meşrlılaştırdıgı inancıyla ün kazanmış gelir.
olan İtalyan düşünürü. Temel eserleri: Madde, farklı filozoflar tarafından çok
ll Principe [Hükümdar], Dell' art e della gu· farklı şekillerde tanımlanmıştır. Öme-
erra [Savaş Sımatı Üzerine Konuşma]. gin, maddi varlıkları, tıpkı Empedokles
Yeniçagın milli devlet düşüncesinin ilk gibi, toprak, hava, su ve ateşten meyda-
ve en önemli temsilcisidir. Karışıklıklar na gelen nesneler olarak sınıflayan Pla-
içinde olan yurdunun kurtuluşunu ton, dört ayrı ti,irden maddenin karşıt
onun güçlü ve birlikli bir ulusal devlet özelliklerini açıklayabilmek için, yeni
olarak ortaya çıkışında gören Machia- bir matematiksel teori geliştirmiştir.
velli'ye göre, bir devlet bir ulusa dayam- Buna göre, her nesne türü ayrı bir geo-
yorsa ege~, onun yeter bir gücü var de- metrik şekli olan atomlardan meydana
mektir. Devlet bütün gücünü bu kökten gelmiştir; bu geometrik şekiller ise,
almalı, Kilise onun karşısında ve üstün- küb, tetrahedron, v. b. g. türünden altı
de olmamalıdır. yüzlü, sekiz yüzlü, onyüzlü şekillerdir.
Machiavell~ hukugun da ldliseye baglı Maddeyi, matematigin yarduru yla ve
ohnaktan kurtanlıp, dogrudan dogruya atomcu bir anlayışla açıklayan tPiaton,
devletin özünden türetilmesi gerektigi- organizmalann asli özelliklerini maddi
ni söyler. O, devleti yöneten kişinin tek terimlerle degil de, fonksiyon açısından
amaruun, devleti yaşatmak ve gücünü, açıklamaya çalışmış, bir organı, orga-
iktidaruu artturnakb.r; devlet adamuun nizmanın yaşamı boyunca gerçekleş­
daha yüksek bir ödevi veya görevi bulu- tirmek durumunda oldugu işlev ya da
namaz. Devlet adamuun bu amaca ulaş­ rolle tanımlamaya koyulmuştur.
mak için kullanaca~ her araç meşrudur. Bir nesnenin kendisinden meydana gel-
Machiavelli'ye göre, din, ahlak ve hukuk. digi maddi tözle, ona yüklenen form
devlete baglı olup, gerekliginde prens ta- arasında bir ayırım yapan t Aristoteles
rafından birer araç olarak kullanılabilinir. ise, bir tözün ya da cismin temel özellik-
madde [Lat. materia; İng. Tnlltter; Fr. matiere; lerinin nasıl açıklanabilecegi, maddi
Al. nıaterie, soff1. Duyusal evrenin kendi- gerçekligin atomlarla mı, yoksa geomet-
sinden meydana geldigi, meydana gelir rik terimler aracılıgıyla mı açıklanması
göründügü, tinsel/ruhsal olmayan, gerektigi konusu üzerinde durmuştur.
fiziki, dogal, kalıcı, cisimsel, tümüyle Bireysel bir nesnenin davranışını ve
ya da göreli olarak belirsiz olan töz. özelliklerini açıklamak için, onu her-
Mekanda bir yer işg~l ede~ çogunluk şeyden önce belli bir nesne türü olarak
elle tutulabilir ve deneyimsel olarak göz- gönnek gerektigini öne süren Aristote-
lemlenebilir olup, güç kullanmak suretiy- les, dogada varolan her nesne türünün,
le üzerinde eylemde bulunulabilen şey. özü ya da kendi özel formu tarafından
madde 559

belirlenen özelliklere sahip olduğunu zaman içinde bir andan di~er ana kadar
belirtmiştir. Onda, tözlerL bireysel var- olan süre boyunca varolmaya devam
lıkları birbirinden ayırd etme problemi, eden bir şey olarak düşürunek anlamına
:ıiceliksel ve fiziko-kimyasal bir prob- gelir. Zaman ise, bu süreıun ölçülınesin­
lemden çok, niteliksel bir sınıflama den başka hiçbir şey de~ildir. Maddi töz
problemi olarak ortaya çıkar. A~ırlık, kavrayışıınız da, Descartes'a göre, tıpkı
işte bu niteliklerden birisidir. O nesne- 'ben'e ve Tanrı'ya ilişkin bilgimiz gibi,
leri toprak, su, hava ve ateş gibi dört duyulardan türetilmiş olmayıp, aklın
öğeden meydana gelen ayaltı evrenle, açık ve seçik düşüncelerinin bir ürünü·
de~işme ve bozulmadan ba~ışık olan dür.
ayüstü evren arasında bir ayırım yap· Descartes sonrası modern felsefe ve bi-
ınıştır. liınde, ınadde teoıisi, çok büyük ölçüde
Aristoteles düşüncesinden yo~un bir bi- Lavoisier ve Dalton'un, fizik ve kimyaya
çimde etkileruniş olan İslami düşünce konu olan fenomenlerin, maddi tözlerin
gelene~i içinde, madde, belli bir formu kütleleri oldu~u ve parçacık ya da atom-
olmayan, yalnızca güç olarak varolan, lardan meydana geldi~i kabulüyle açık­
gerçek bir varlıktan yoksun bulunan töz, lanabileceği tezlerinin sonucunda ortaya
mekanda yer kaplayan, zamanla sınırlı çıkmıştır. Kütlenin de~işınezli~ini ve
ve yarahlmış varlık olarak tanımlanmış­ dolayısıyla maddenin ortadan kaldınla­
tır. İslam felsefesinde, oluşun gerçekleş­ maz oldu~unu kaıutlayan Lavoisier'nin
mesi için, basamak basamak yükselen çalışmalarından sonra, madde ve kütle
bir gelişmeye gerek duyuldugt.1 için, eşanlamlı hale gelmiş ve 'madde' Cour-
varlık basamaklarında, aşa~ıdan yuka- not tarafından, cisimlerin de~işmesin­
nya do~ru çıkıJdıkça, alttaki her kat, üst- den ya da tahrip olup gihnesinden sonra
teki için, form ya da şekil alına kapasite- geriye kalan şey olarak tanunlanmıştır.
sine sahip olan madde görevi görür. Böylelikle llkça~ felsefesinin atomculu-
İslam felsefesi düşünürleri, bu çerçeve ~u, modem bilirnde yeni bir görünüş
içinde dört ayn madde türünden söz et- altında ortaya çıkmış, cisimlerin mole-
mişlerdir: 1 Tanrısal varlı~ın doğrudan küllerden, moleküllerin de atmnlardan
do~ruya görünüşü, leeeliisi olan ilk meydana geldi~i açıkça ortaya konmuş­
madde. Söz konusu madde, ruh, nefs ve tur. Maddenin bölünmesi, bununla bir-
do~a gibi üç ayrı varlık katının sonun- likte burada son bulmaz, çünkü atom ne-
cusudur. 2 Gök katlarının özünü kuran, gatif elektronlardan meydana gelir ve
genel olarak evreni meydana getiren, üç söz konusu elektronlar da, protonlarla
boyutlu, şekil alan madde. 3 Toprak, su, nötronlardan kurulu bir çekirdek çevre-
hava ve ateş gibi dört ö~eyi oluşturan sinde döner. Maddenin son ve nihai ö~e­
madde. 4 Belli bir formu olmakla birlik- lerini, işte bu parçacıklar oluşturur.
te, insanın amaana ba~lı olarak, yine Söz konusu madde anlayışı, modern
belli formlara sakulabilen madde. fizikle birlikte birtakım de~işikli klere
Maddeyi özü yer kaplama olan töz u~ramıştır. Buna göre, Lavoisier'nin
olarak tanımlayan ve bundan dolayı buldu~u ilkeler yalnızca günlük ölçüle-
boşlu~u ve atomcu madde görüşünü re göre do~rudur. Kütle; hızla birlikte
reddeden tDescartes, maddenin tüm de~şınektedir; öte yandan, madde or-
özellikJerinin, yer kaplama ya da uzamın, tadan kaldırılamaz olma özelli~ini de
varolan maddi bir nesne ya da dsim kav- yitirmiş ve deney, maddenin yok edile-
rayışımızın zorunlu bir parçası olan ni- bilece~ini, maddenin ışıruma dönüşe­
celiksel görünümleri oldu~unu savun- bileceğini, ışınımın da cisimleşerek
muştur. Yer kaplamanın söz konusu madde haline girebileceğini göstermiş­
görünümleri ise, süre ve zamandır. Buna tir. Yine maddenin enerjiye, enerjinin de
göre, maddi bir şeyi düşürunek, onu, maddeye dönüşmesi olanaklıdır.
560 maddecilik

maddecilik [Os. fel~efei maddiye; İng. ma- gerçeklik olarak Tanrı'nın hiçbir şekilde
terialisnı; Fr. materialisme; Al. materialis- varolmadıgıru savunan bakış açısını
ınus]. 1 Yalruzca maddenin gerçek oldu- ifade eden maddecilik, daha özel olarak
~nu, madde ve maddenin degişimleri da, 2 degerler alaıunda, maddi zengin-
dışmda hiçbir şeyin varolmadıgmı, lik ve refahan, bedensel tabninlerin ve
varlıgm madde cinsinden oldugunu öne duyumsal haziann insanın elde etmesi
süren görüş; yer kaplayan, girilmez, ya- ya da ulaşması gereken en temel deger-
ratılmaınış ve yok edilemez, kendinden ler oldugunu savunur. Söz konusu po-
kaim olan, harekete yetili maddenin, ev- püler anlaıru içinde maddecilik, insan
renin biricik ya da temel bileşeni oldu- varhgmda, kendisini hazcı bir kişisel
gunu savunan varlık anlayışı. çıkar ve madde duygusuyla harekete
Evrendeki tek tözün madde oldu~nu, geçiren doguştan bir psikolojik meka-
varlıgın fiziki bir nitelik taşıdıgıru ve ev- nizmanın bulundugunu ifade eder.
rende tinsel bir tözün bulwunadı~ öne 3 Maddecjlik, zihin-beden ilişkisi ko-
süren görüş, ve indirgemeci bir ögreti nusunda ise, genel olarak zihinsel ya da
olarak maddecilik yalnızca maddeye var- tinsel olan herşeyin, geçerli bir felsefi
lık yükler, zihin ya da ruha ba~ı bir analiz)e maddeye indirgenebilecegi gö-
gerçeklik ya da ikinci dereceden bir var- rüşüne karşılık gelir. Bu çerçeve için-
lık verir veya ruhun hiçbir şekilde varol- de, üç tür maddecilikten söz edilebilir:
madıgını öne sürer. Gerçek dünyanın, Bunlardan birincisi, 3-a) zihni madde-
halleri ve ilişkileri itibariyle degişen nin bir sıfatı, niteligi yapan sı fatsal mad-
maddi şeylerden meydana geldigini sa- decilik; 3-b) ikincisi, zihni ve zihinsel
vunan maddecilil<. maddi bir şey ya da olanı maddenin ve maddi olanın bir et-
nesneyi ise, sadece mekan ve zaman için- kisi ya da sonucu olarak yorumlayan
de olma, şekil, büyüklük, kütle, katıJık, nedensel maddecilik ve üçüncüsü de, 3-c)
sıcaklık türünden fiziki özellikler sergile- zihinsel süreçlerle olaylan, özü itibariy-
yen bir şey olarak tarumlar. le maddf süreç ve olaylar olarak gören
Maddecilik, buna göre, fiziki bilimlerin eşitleyici maddeciliktir.
belli fenomen öbeklerini yalruzca fiziki Felsefe tarihindeki farklı maddeci felse-
koşullara yönelerek açıklama çabasında felere öncelikle atamculuk örnek verilebi-
olan madded metodolojisinden de ya- lir. Buna göre, llkçag felsefesinde sıra­
rarlanarak, realist bir bakış açısıyla, sıyla Leukippos, Demokritos, Epiküros
insan varlıklanna duyu deneyinde su- ve Lukretius tarafından savunulmuş
nulan dünyanın, rasyonel bir biliş tarzı­ olan atomculuk, evrenin bileşik cisim-
nın kendilerine erişemedigi şeyleri giz- lerden, bu bileşik cisimlerin ise, mad-
leyen fenomenal bir fantezi olmayıp, denin en küçük bölünemez parçasına
temel gerçeklik oldut;unu savunan, do- karşılık gelen atomlardan oluşrugunu,
gadan ayn bir kendinde şeyler dünya- herşeyin atomların boşluk içindeki ha-
sının, dogarun ötesinde, dinin, önsezile- reketleri sonucunda ortaya çıktıgıru öne
ruruze ve duygulanınıza müracaat süren, evrende mutlak bir nedenselligin
eden, ama akıldan destek bulmayan ge- hüküm sürdügünü kabul eden, insan
leneksel babl inançlara başvurmak su- ruhunun ince atomlardan meydana gel-
retiyle varlıgıru bildirdigi türden doga- digini, tannların bile cisimsel olduklan-
üstü bir dünyanın varolmadıgını öne nı söyleyen maddeci bir görüştür.
süren görüşe karşılık gelir. Atomculut;u 17. yüzyılda yeniden can-
Vahye ve vahye dayanan dine, gele- landıran ve bilimsel bir teori olarak öne
neksel olarak kutsanan bab.l inançlara, süren Gassendi, atomlann, Demokritos
ciddi araştırma ve argümanlardan çok gibi, büyüklük ve şekilleri, Epiküros
arzulann sonucu olan kanaatiere karşı gibi de, agırlıkları olduklarını savun-
olumsuz bir tavır takınan ve tinsel bir muş ve buna ek olarak atomların katı-
madde-fonn 561

lık özelligine sahip bulunduklaruu söy- yularla başlar ve duyuların sonucudur.


lemiştir. Gerçekligin maddi bir yapıda 4 Tinsel varlıkların ya da maddi olına­
oldugunu öne süren Gassendi, bir yan- yan varlıkların varoluşundan söz edile-
dan da, atomların ezeli olmayıp, Tanrı mez. S idea ya da ideallerin varoluşun­
tarafından yaratılmış olduklarını iddia dan söz edilemeyecegi gibi, bunların
etmiştir. Atomlar bir kez yaratıldıktan insanlık tarihinde belirleyici bir rolleri
sonra, dünyayı meydana getirecek şe­ de yoktur.
kilde hareket içinde olmuşlardır. Diger bir maddeci Alman filozofu olan
Yalnızca mekanik degil, fakat aynı za- L. tBüchner, maddesiz güç, ve güçten
manda determinist bir maddeciligin sa- yoksun madde olamayacagını iddia et-
vunucusu olan İngiliz filozofu Thomas miştir. Enerjinin maddenin ayrılmaz,
tHobbes'un maddeciliğinin temel kate- özsel bir özelligi oldugunu öne süren ve
gorileri zaman, mekan, hareket, neden- böylelikle elektromanyetik madde teori-
sellik, cisim, nicelik, güç ve eylemdir. sinin doguşuna katkı yapan Büchner,
Maddenin atomlardan oluştugunu öne maddenin yaratılamaz ve yok edilemez
süren Hobbes, 1 yeryüzü ve yıldızlar oldugunu savunmuştur. Madde, geçir-
türünden gözle görülebilir cisimler, 2 digi tüm degişimlere karşın, Büchner'e
yeryüzü ile yddızlar arasındaki bütün göre, aynı kalır. Madde, zaman ve
mekana yayılan küçük atomlar türün- mek~n bakımından sınırsızdır; onun
den gözle görülemez cisimler ve 3 evre- başı ve sonu yoktur. Öte yandan, bir bi-
nin geri kalanını dolduran ve hiç boş yolog-filozof olan E. tHaeckel'in birci ya
mekan bırakmayan akışkan eter türün- da dogala maddeciliginin temel katego-
den cisim olmak üzere, üç tür cisim ol- rileri de töz, madde ve güç ya da enerji-
dugunu belirtmiştir. dir. Bunlardan töz ilk. madde de ikincil
Söz konusu İngiliz maddeciligine karşı, kategoridir. Buna göre, yer kaplayan
Fransız maddeciliğinin en önemli temsil· mac!de ile hareket ettirici güç olan enerji.
cisi olan P. B. Henri d'Holbach'ın madde- bir ve aynı tözün iki ayrılmaz sıfahdır.
ci sisteminin temel kategorileri ise, ı maddeci realizm [İng. materialist realism;
madde, 2 hareket ve 3 ned.enselliktir. Va- Fr. realisme materialiste]. İnsan zihnin-
rolan herşeyin hareket hillinde ki madde- den bagımsız bir gerçekligin varoldu-
den meydana geldigini belirten Holbach, gunu kabul edip, bu nesnel gerçekligi
maddenin özünün hareket ve eylem ol- madde cinsinden bir varlık olarak ta-
dugunu öne sü.rmüştür. Maddenin sü- nımlayan görüş. Algımızın, bilgilerune
rekli hareketini açıklayabilmek için de, faaliyetimizin konusunun, biz insan
filozof, Yunanlllann eski dört öge görü- varlıklannın dışında, insandan, insan
şünü canlandırmıştır. Cisimsel olmayan zihninden bagım.sız bir gerçeklik oldu-
bir varbk düşüncesi tHolbach'a göre an- gunu savunan, bu gerçekli~, tinsel ola-
lamsız oldugundan, ruhun ve Tann'nın rak degil de, eni, boyu, derinliği olan.
varoluşundan söz edilemez. zaman ve mekan içinde yer kaplayan
Alman maddecilerine gelince... Diya- maddi ya da fiziki bir varlık olarak yo-
lektik maddeciligi çok yogun bir biçim- rumlayan varlık anlayışı.
de etkilemiş ve epistemolojik idealizme madde-form [İng.matter-fornr; Fr. mati~re­
mutlak bir biçimde karşı çıkarak mad- forme]. Ünlü Yunan filozofu Aristoteles'te
deci bir gerçeklik anlayışı benimsemiş varolan şeylerin statik bir açıdan, yani
olan L. A. tFeuerbach'ın mekanik mad- de~şmezlik açısından ele alınmalannın
deciliğinin temel tezleri şunlardır: ı sonuru olan temel ontolojik ayınm.
Bilginin nesneleri, bilen insan varlıtJn­ Tözün, yani belirli bir dogası olan bir
dan bagımsız bir varoluşa sahiptir. 2 şeyin, bir yandan niteliklerin, öte yan-
Gerçekten varolan, buna göre, yalnızca dan da bu niteliklerin gerisinde bulunan
hareket halindeki maddedir. 3 Bilgi du- bir dayanagın birleşiminden, bir madde
562 madde-form analizi

ve bir formdan meydana geldigini söy- Buna göre, ömegin bir sanatkar tarafın­
leyen Aristoteles, her ne kadar maddey- dan yapılmış olan gümüşten bir tabagı
le formu birbirinden ayırsa bile, dogada ele alalım. Söz konusu gümüş tabakta
bizim hiçbir zaman maddeden yoksun da, başka herşeyde oldugu gibi, madde
bir formla da, formdan yoksun bir mad- ve form olmak üzere iki öge birbirinden
deyle de karşılaşmadıgımızı belirtme- ayırd edilir. Gümüş taba~n maddesi,
ye özen gösterir. tabagın kendisinden yapılmış oldugu
tPiaton'dan çok temelli bir biçimde ay- gümüştür, buna karşın tabagın formu
rılan Aristoteles'e göre, varolan herşey da, tabagı yapan sanatkar tarafından gü-
somut bir birey olarak varolur ve her- müşe verilmiş olan yapıdır, düzenleme
şey maddeyle formun bir birligi olarak ya da şckildir. Bununla birlikte, aynı
ortaya çıkar. Bundan dolayı, onun me- aynrn, Aristoteles'e göre, yalnız insan
tafiziginde, gerçekten varolan ilk ve tek eliyle yapılmış nesneler için degil, fakat
varlık olarak töz, form ve maddeden dogal nesneler, ömegin sanatkar tarafın­
meydana gelen bileşik bir varlıktır. Bu dan henüz işlenmemi~ olan gümüş
nedenle, tAristoteles'te, Platon'da oldu- parçası için de söz konusudur.
gu gibi, ayrı formlardan, duyusal dün- Buna göre, gümüşün, kendisine benzer
yanın dışında olan bir tidealar dünya- olan bir alhn ya da bakır parçasından
sından söz etmek olanaklı degildir. farklı olan, gözlemlenebilir bir yapısı,
Form, ayrı bir yerde degil de, bu duyu- niteligi vardır. İşte bu, onun formudur.
sal dünyada ve tözün bileşenlerinden Buna karşın, gümüşün maddesi, son
biri olarak varolur. çözümlemede gümüşün kendisinden
Aristoteles, madde ve form aynmıyla meydana geldigi, toprak, hava, su ve
ilgili olarak, şeylerdeki çeşitlilik ve bi- ateş gibi dört ögeden oluşur. Elbette ki,
reyselliıin kayna~nın madde oldugu- gümüşü meydana getiren ögelerin oran-
nu söyler. Aynı tür içine giren iki ya da lan, gümüşün formunun bir parçasını
daha fazla şeyin formu bir ve ayruysa, meydana getirir. Çünkü Aristoteles, gü-
bunlar birbirlerinden yalnızca maddele- müşle başka metaller ya da maddeler
riyle aynlırlar. Varlıgın madde ve form arasındaki farklılıgı, ögelerin oranlann-
gibi iki ögeden meydana geldigini sa- daki farklılıga baglar.
vunan Aristoteles'e göre, bireysel bir Ögelerin kendilerine, yani toprak. hava,
nesne kendi tikel niteliklerinin topla- su ve ateşin kendisine gelince, Aristote·
mmdan her zaman daha fazla bir şey­ les onlann da madde ve formdan oluş­
dir. Başka bir deyişle, niteliklerin geri- tuklanru söyler. Buna göre, bu ögeler
sinde, niteliklere temel olan, nitelikler sıcak ve soguk, ıslak ve kuru gibi karşıt
için bir dayanak olma işlevi gören bir niteliklerden oluşan çiftler aracılıgıyla
şey vardır. açıklanırlar. Ömegin, ateşin fo~u
Maddeyi form alma, biçim kazanabil- sıcak ve kurudur, buna ka~ın topragın
me kapasitesi; degişen, form bakımın­ formu sogtık ve ıslakhr. Onlann madde-
dan degişmekte olan bir şeyde söz ko- leri ise, Aristoteles'in ilk madde adını
nusu olan kalıcı ve sürekli öge olarak, verdigi, bütünüyle belirsiz ve yapısız
formu ise, degişmekte olan şeylerde or- olan bir madde türüdür.
taya çıkan yenilik, biriciklik olarak ta- madde-form analizi [İng. form and matter
nımlayan, maddenin belirsiz ve biline- analysis; Fr. analysis de la matihe-fonne].
mez olduıunu ve form tarafından İlk kez Yunan filozofu Aristoteles tara-
belirlenip, form sayesinde bilindigini fından varlık felsefesinde, daha sonra
söyleyen Aristoteles'e göre, madde ve da tKant tarafından epistemolojide kul-
form aynmı dogada varolan herşeye lanılan ve bir şeyi hem maddesi, ham
uygulanmak durumunda olan bir ay- malzemesi ve hem de biçimi, özü ya da
rımdır. yapısı açısından ele alan analiz türü.
maddesizdlik 563

Madde-form analizi, tAıistoteles'ten Berkeley'in yalruzca idelerin ve ruhun


sonra, başta tepistemoloji ve testetik varoldugunu, fakat maddenin hiçbir şe­
olmak üzere, çok çeşitli alanlara uygu- kilde varolmadıgını, zihinden ba~amsaz
lanmıştır. Örnegin, ayırımı deneyime bir madde düşünmenin çelişik oldugu-
ve dolayısıyla bilgiye uygulayan Alman nu dile getiren idealist ö~retisine verilen
filozofu Kant'a göre, form deneyimde ve ad.
bilgide, yapısal ve bagıntısal olan her- Sözcüklerin yalnızca kendilerine karşı­
şeyi kapsar; madde ise, formun genel lık gelen idelerle, özgün deneyimlerle
çerçevesi içine yerleştirilen malzeme- baglantı içinde kullanıldıkları zaman
den, duyusal niteliklerden oluşur. Bun- anlamlı oldugunu, kullandıgunız söz-
lardan formun birlik, buna karşın mad- cüklere idelerin karşılık gelmemesi du-
denin çokluk ilkesi oldu~unu öne süren rumunda, anlamsız konuştuğumuzu,
Kant, deneyimin bir nesnesinin veya idelerin de yalnızca duyusal niteliklerin
ona ilişkin bir bilginin üç bileşeni oldu- ideleri olduklan için, tikel bir duyu-
gunu söyler: 1 Beş duyu yoluyla alınan algasına, bir deneye benzer bir şeye kar-
izlenimler, duyusal nitelikler; 2 izlertim- şılık gelmeyen bir terimin anlamlı ol-
leri bir kahba sokan zaman ve mekan madıgıru söyleyen Berkeley, bu durum
gibi sezgi formlan ve rtihayet, 3 saf kav- için bir istisna oluşturan terimlerin, tin,
ram ya da kategoriler. İşte bunlardan ruh ya da zihin terimiyle Tanrı terimi ol-
birinasi deneyimin ve bilginin maddi dugunu iddia eder. O, madde ya da
bileşenlerini oluştururken, ikinci ve maddesel tözün de, kendisine tikel ve
üçüncüler tecrübenin formel bileşenleri­ belirli bir idenin, bir deney ya da duyu-
ni meydana getirir. algısının karşılık gelmedigi bir terimin
maddeleşme [İng. materialisation; Fr. anlamsız oldugu tezi için, bir istisna ola-
mat!rialisation). İlkçag Yunan felsefesin- bilmesini kabul etmez ve dolayısıyla
de, ama özellikle de Aristoteles'te, ilk maddenin varolmadıgını savunur.
maddertin, hiçbir niteli~ olmayan, her Berkeley maddesizdli~nin, maddeyi
tür özellikten yoksun bulunan madde hem tLocke'un yaptıgı gibi, yalruzca,
ya da dayanagın form kazanarak, şekil insan tarafından algılanamayan şekil,
alarak cisimleşmesi, bir cisim olmasa. yer kaplama, hareket ve sükunet gibi bi-
İlk maddenin 'şu' agaç, 'şu' kitap, 'şu' rinci! niteliklere sahip olan bir varlık
insan şeklinde aktüelleşmesi, bireyleş­ olarak gördügümüz, ve hem de onu
mesi, tikelleşmesi ya da somutlaşmasa, tPlaton ve t Aristoteles'in yapmış ol-
duyutarla algılanabilir duruma gelmesi. dukları gibi, sade<:e potansiyel olarak
maddenin sakamma yasasa [İng. principle varolan tümüyle belirsiz ve olumsuz bir
of conseroation of ınatter; Fr. principe du varlık olarak tanımladıgımaz zaman,
conservation de la matiere). Hiçten hiçbir geçerli oldugunu belirtir. Buna göre, bi-
şeyin dogmayacagı düşüncesine daya- rind alternatif söz konusu oldugunda,
nan, ve evrenin ezeli~di oldu~.ınu, maddenin hem insan zihninden bağım­
evrendeki enerjinin yarablmam.ış ve yok sız oldu~na inanmak ve hem de yer
edilemez oldugunu, evrendeki madde kaplama, şekil, hareket ve sükunet gibi
miktannın gizil ya da edimsel madde niteliklere sahip oldugunu söylemek bir
şeklinde, niceliksel olarak ayru kaldıgıru çelişki içerir. Zira şekil, yer kaplama,
dile getiren temel ilke. Evrenin geri kala· hareket ve sük'llnet terimleri bpkı renk,
nından yahtlanmaş kapalı bir sistemde, ses, koku ve tat terimleri gibi duyusal
madde ve enerjinin toplamının ayru kal- nitelikler için olan terimlerdir.
da~anı ifade eden ilke. Başka bir deyişle, yer kaplama, şekil,
maddesizeilik [Os. lamaddiyye; İng. imma- hareket ve sük'llnet gibi birindi nitelik-
terialism; Fr. inınıattrialisme; Al. immateri· ler renk. ses, koku ve tat gibi ikincil nite-
alismus). İngiliz empirist filozofu George liklerden duyusal nitelik olmak bala-
564 maddi açıklama

ınından farklılık göstennezler. Duyusal çıkmıştır. Ona göre, maddi açıklama


nitelikler oldukları için de, bunlar doga~ yararlı ve ilginç olmakla birlikte, hiçbir
ları geregi insan zihninden bagımsız zaman yeterli olamaz, zira bu tür bir
olarak varolamayan idelerdir. Ve bir açıklama bize bir şeyin gerçekte ne o 1-
şeyi hem, duyusal nitelik ya da ide ol- dugunu hiçbir zaman söyleyemez.
dugu için, insan zihninden bagımsız Başka bir deyişle, maddelerin bir listesi,
olarak varolamayan bir şey olarak ve kendi başına, bize büyümesini açıkla­
hem de insan zihninden bagımsız ola~ maya çalıştıgımız şeyin ne oldugunu,
rak varolan bir şey olarak düşünmek bu maddelerin hangi yapıyı meydana
bir çelişkidir. getirecegini ortaya koyamaz. Dolayısıy­
Çelişkiden kurtulmanın tek yolu, Ber- la, maddi açıklama, formel ve teleolojik
keley' e göre, maddeye deneyianizdeki bir açıklamayla taınaınlanmalıdır.
duyusal niteliklere karşılık gelen hiçbir Maddi açıklama, sosyal bilimler alanın­
nitelik atfetmemekten geçer. Bu yapıldı­ da ya da daha çok sosyolojide, toplum-
gı zaman da, ikinci alternalifte oldugu sal fenomenlerin nedenleri olarak, başka
gibi, maddenin teorik bakımdan da pra- hiçbir şeyi degil de, salt ekonomik iliş­
tik bakımdan da hiçbir önemi kalmaz, kileri gören açıklamayı ifade eder. Bu
yani madde açıklama gücünü kaybe- tür bir açıklama ise, toplumsal ilişkilerin
der. Başka bir deyişle, madde kendisin- temel nedenini fikirlerde bulan idealist
de hiçbir niteligi olmayan bir varlık ola- açıklamarun tam karşısında yer alır.
rak, tümüyle olumsuz ve belirsiz maddi nesne [İng. nıaterial object; Fr. objet
biçimde tanunlandıgı zaman, o açıkla­ materiel]. Madde olarak varolan, maddi
ana işlevi bulunmayan, fakat kendisi ve fiziki nitelikler taşıyan varlık.
açıklanınaya muhtaç olan bir varlık du- Bir birlik olarak görülen ve şekil, bü-
rumuna düşer. Maddeye bu durumda yüklük, zaman ve mekAn içinde varo-
deneysel bir olguyu açıklamak için luş, kütle, hareket gibi fiziki özellikleri
gerek duyulmaz ve o, deneysel bir olgu- ve renk, katılık, tathhk, agırlık, yumu-
yu açıklamak söz konusu oldugunda, şaklık gibi duyurolanan ikincil nitelik-
maddeyi bütünüyle yok sayan i;>ir anla- leri olan, insanın algısından bagımsız
yışın saglayacagı bir açıklamadim daha olarak varolan, fiziki degişmcye ugra-
basit ve kolay bir açıklama getiremez. yan ve başka varlıklarla nedensel bir
maddi açıklama [İng. matmal explanati- ilişki içinde bulunan şey, varlık, cisim.
on; Fr. expliCJJtion nıattrielle]. Bir şeyi mağara benzetmesi [İng. allegory of the
kendisini oluşturan maddesiyle açıkla­ cave; Fr. allegorie de la caverne]. Platon'un
ma tarzı; bir şeyin, yalnızca maddesiy- D~let adlı diyalogunda ortaya koydu-
le açıklanabilecegini dile getiren açıkla­ gu genel bilgi ve egitim anlayışını
ma türü. mecazf bir dille ifade edip, somutlaştır­
Maddi açıklamanın, özellikle Aristote- mak için kullandıgı istiare; onun kendi
les'in felsefesi ya da metafiziginde aynı bilgi ve egitim anlayışını ifade eder-
zamanda maddi neden olarak anlaşıl­ ken, zamanının egitim anlayışını eleş­
ınası gerekir. Maddi açıklamayı dört tinnek, insanlık halini ifade ebnek
açıklama türünden bhi olarak dile geti- üzere kullandıgı ünlü egretileme.
ren Aristoteles, ömegin agacın, o filan Benzetmeye göre, ışıga açılan uzun
maddelerden meydana geldigi için, bü- bir girişi olan bir yeraltı magarasının
yüdügü şekilde büyüdüg-iinü söyleye- en dibinde, insanlar. çocukluklanndan
cekti!. beri, ayaklarından ve boyunlanndan
Maddeci yaklaşımda ön plana çıkan zincire vurulmuş olarak hareketsiz bir
bu açıklama türüne, anti-maddeci bir şekilde oturmakta ve yalnızca önlerini
filozof olan t Aristoteles şiddetle karşı görebilmektedirler. Onların arkasında,
Maine de Biran 565

yüksekte bir yerde bir ateş yaıunakta gerisindeki gerçeklige hiçbir zaman
ve ateşle bu insanlar ya da mahkumlar nüfuz edemeyen ortalama insanın hali,
ıtrasındaki yolda, küçük bir duvar ya magararun dibinde zinciriere vurulmuş
da perde bulunmaktadır. Duvar ya da olarak yaşayan mahkumların haline
perdenin arkasında ise, konuşarak ya benzemektedir. Başka bir deyişle, ayru
da sessizce, ellerinde türlü türlü araçlar, durum az ya da çok insanların çogu için
taştan ya da tahtadan yapılmış insana, söz konusu oldugundan, insanlar kendi
hayvana ve daha başka şeylere benzer magaralann içinde mahkum durumda,
kuklalar taşıyan insanlar geçmektedir. görünüşler arasında, gerçekligin epeyce
Magaranın, Platon'un aniatınuna göre, uzagında yaşamaktadırlar.
en dibinde oturan mahkumlar, yalnızca, mahhlk. İslam dininde, halk olunmuş,
ateşin aydınlıgıyla perdeden duvara yaratılmış varlıga verilen ad.
vuran gölgeleri görebilmektedirler. Elle- Buna göre, varlıgı, 1 gerçek olup, ezeli
rinden, ayaklarından ve boyunlarından ve ebedi bir nitelik taşıyan, özü geregi
zincire vurulmuş, hiçbir şekilde kımıl­ varolan, kendisinden başka bir nedene
daınayan bu mahkumlar magaranın dayanmayan tannsal varlık dünyası ve 2
duvarındaki gölgeleri, duvara gölgesi Tanrı'run varlıgının dışında kalan varlık­
vuran nesnelerle kanşbnnakta, perdenin lardan meydana gelen duyusal dünya
arkasından yankılanan se;lerin duvarda- diye ikiye ayıran İslam düşüncesinde
ki dogrudan dogruya gölgelerden geldi- ikinci kategoriye giren, yani Tanrı dı­
ğine inarunaktadırlar. Bu mahkUmların şında kalan tüm varlıklar mahlüktur.
sahip oldukları bilgi, onların gözleriyle MahlUk, İslam felsefesinde, cansızlar, bit-
ve kulaklanyla kazandıkları duyusal bil- kiler ve canlılar olarak üçe ayn.lır. Canlı­
gidir ve bu gör.;el bilgi duvardaki gölge- lar kategorisinin en tepesinde ise insan
lerin, yani görünüşlerin bilgisidir. bulunur.
Magaranın en dibinde, her yerlerinden mahsusat. Tasavvuf inancında, insanın
zinciriere vurulmuş olarak yaşayan bu beş duyu yoluyla algıladıgı degişen
mahkümlardan biri, zincirlerinden bir varlık alanını tanımlamak için kullanı­
şekilde kurtarılıp ayaga kaldırılsa ve lan terim.
önce, yüzü duvarda gölgelerini gördü- Buna göre, gökler, yeryüzü ve bütün bir
gü nesnelerin kendilerine ve ışık kay- alg:ılanabilir varlık dünyası, mahsusat
nagına çeviriise ve o nihayet magararun kavramıyla dile getirilir. Söz konusu du-
dışına çıkartılsa, onun bu dönüşümü yusal dünya, duyulara dayandıgı için,
hiç kuşku yok ki çok sancılı olacaktır. zaman ve mekanla sınırlanmışhr; öte
İnsan için yanılgılardan kurtulmak, eski yandan, mahsusat, yarahlnuş olup, geçi-
alışkanlıkları terketmek çok güç oldu- ddir; onun bir sonu vardır ve mahsusat,
gundan, o muhtemelen yeni duruma görelilige dayanıp, mutlak hiçbir şey
alışamayacak ve daha önce görmüş ol- içermez. Terim, Platon'un duyusal dünya
dugu şeyler, ona daha gerçek görünme- ve akılla anlaşılabilir ldealar dünyası ara-
ye devam edebilecektir. sındaki ayruruna dayanmaktadır.
Benzetme bilgi açısından yorumlana- Maine de Biran. 1766--1824 yılları arasın­
cak olursa, magaranın içinin ve burada da yaşamış olan Fransız filozofu.
söz konusu olan bilgi tanırun, Platon'un Temel eserleri arasında, Influence de
gerçek bilgi olarak görmeyip küçümse- l'Habitude sur la Faculte de Penser (Alış­
digi duyusal bilgiye karşılık geldigi kanlıgın Düşünme Vetisi Üzerindeki
söylenebilir. Buna göre, duyusal dünya- Etkisi], Le Decomposition de la Pensee [Dü-
nın degişen nesnelerini konu alan, şüncenin Oluşumu Üzerine], Appercep-
çokça televizyon seyredip ikinci elden tion imnıediate [Dolayıınsız TamalgıJ ve ·
malumatlarla yetinen ve görünüşlerin Rapports du Pysique et du Moral [Maddi
566 makam

olanla Tinsel olarw\ İiişkilerine dair] ri, onlaruı varoluşlarının nedeni olan
gibi kitaplar bulunan Maine de Biran, Mutlak ya da Taruı'run tezahürü olarak
insan düşüncelerinin kaynagıyla dilde- görme düşüncesine geçmez.
ki ifadesini ve akılyürübnedeki birle- makam. Tasavvufta, Tanrı ile insan ara-
şimlerini araşhran Fransız ideolojistleri sında, zaman içinde aşılmak durumun-
ve nihayet, Fransız tinselcileri arasmda da olan birtakım manevf basamaklar
yer alır. bulundugunu öne süren Yeni Platonru
Toplumsal sözleşme görüşünün savu- gizemcilikten geçen bir anlayış olarak,
nucusu Rousseau'dan de~il de, Corıfessi­ insanın sahip oldugu bilgi ve kazandı­
oııs [İtiraflar ]'m yazarı Rousseau'dan gı irfamn sonucu olarak elde ettigi
çok etkilenen De Biran, onunla birlikte, önem ve degere göre bulundugu tinsel
insarun hayvanlardan, özgür bir özne mevkiye verilen ad.
olmak bakımından farkhhk gösterdigi- Makam, Tasavvufta, aynca en aşagıda
ni öne sürmüştür. Buna göre, Maine de bulunan varhk katından en olgun deni-
Biran, tDescartes'ın Cogito ergo sum'unu, len varhk katma yükselrnek için aşıl­
V olo ergo suııı (İrade ediyorum, o halde ması gereken manevi basamaklan gös-
varun) şeklinde yeniden düzenlemiştir. terir.
Bu çerçeve içinde, bilincin fenomonoloji- makinedeki hayalet [İng. ghost i1r the
si olarak tanı.mlayabilecegimiz bir nrachi1ıe; Fr. fa n tônre da1ıs la machine].
görüş geliştiren Maine de Biran'a göre, Çagdaş İngiliz filozofu Gilbert Ryle'm
bilinç, tCondillac'ın yapbgı gibi, yalnız­ Descartes'ın zihin-beden ikiciligini, ra-
ca dönüşüme ugramış dış kaynaklı du- dikal düalizmini ifade etmek için kul.-
yumlar araohgıyla açıklanamaz. İnsan landıgı deyim.
bilinci, istemli çabaya, insanın dirençle Buna göre, insan bedeni oldukça kar-
karşılaşan etkinliğine baglanmalıdır. maşık ve ayrıntılı bir makine iken, yal-
Metafizigin, dirençle karşılaşan istemli nızca dsimsel olmayan bir ruhla birleş­
çabayla ilişki içinde, etkin ben olarak tigi zaman bir kişi haline gelmektedir.
öznenin varoluşunu ortaya koydugunu makine insan [İng. man of machi1ıe; Fr.
öne süren Maine de Biran'a göre, özne homme machine]. Fransız duyumcu ve
kendisini, bir neden, etkin bir güç olarak ınadded filozofu tLamettrie'nin düşün­
algılar. Başka bir deyişle, etkin bir ben cenin belli bir biçimde düzenlenmiş
olarak öznenin varoluşu, insana sezgide maddede bulunan hareketin sonucu ol-
verilir. Bu ben fenomenal bir ben oldu- dugunu, hayvanla insan arasandaki
gundan, Maine de Biran bu noktada kal- farklılı~, niteliksel degil de, niceliksel
maz. O, bilincin sezgide verilen, istemli oldugunu, insarun, yalnızca çarklannın
çabayla ortaya çıkan bu benin, numenal karmaşıkhgmdan dolayı farklı ve ge-
ve tözsel bir ruhun ya da mutlakın feno- lişmiş göründügünü ifade eden 1748
menal tE'zahürü ya da ifadesi oldugunu tarihli kitabının başlıgı.
söyler. Bununla birlikte, söz konusu nu- Felsefesinde, gerçekten varolanın yal-
menal benin varoluşu, bilgi degil de, nızca madde oldugunu göstermeye çalı­
inanç la ilgili bir konudur. şan Lamettrie'ye göre, hayvan, bir ruhu
Yaşamuun son dönemlerine dogru, olmayan, yalnızca sinir sistemi ve beyni
daha çok dini nitelikli bir felsefeye dogru sayesinde duyumlayan, algılayan, hatta
kayan Maine de Biran, yine çle, insanın yargılayan bir varlıktır. Hayvan, ruhtan
içsel yaşanhsırun filozofu olarak kalır ve yoksun bir varlık olarak duyumluyorsa
temkinli davranarak, insanın sezgi ya da eger, Lamettrie'ye göre, insanı bir de
tarnalgıda verilen fenomenal beninin, ruhla donatmak için hiçbir neden yok-
mutlak ya da tözsel ruhun bir tezahürü tur. Çünkü insarun duyarlıgı, iradesi,
oldugu düşüncesinden tüm fenomenle- zekası, hayvanın buna karşılık gelen
Malebranche, Nicolas 567

fonksiyonlarından biraz daha yüksek lı varlıklann iradeleri için geçerli olan


olan fonksiyonlardan başka hiçbir şey yasa olarak görülür. Kant'a göre, ahlak
degildir. ayru zamanda iradenin öznel maksimi
Condillac insanın evrensel doga düze- haline gelen nesnel yasala!dan oluşur.
ni içinde bir istisna, ayn ve ayncalıkJı Bundan dolayı. o ahlaksal buyrugunu
bir tür olmadıgını söyler. Dogarun ya- 'Maksimin herkes için geçerli bir evren-
salan tüm varlıklar için ayrudır. Bu ba- sel yasa olacak şekilde eyle!' diyerek
klmdan insanla hayvan, bitkiyle cansız ifade etmiştir.
varlık arasında hiçbir fark yoktur. İnsan makulaL İslam düşüncesinde, varlıgın
da ruhsuz bir makinadır, ama yalruzca genel ilkelerine, Aristoteles'in kategori-
hayvandan daha karmaşık olan bir ma- lerine verilen ad.
kinadır. Makulatı, eşya ya da varlık için genel
makrokosmos [İng. macrocosm; Fr. macro- geçerlili~ olan kesin ve degişmez ilke-
cosme; AL macrocosmus]. Aktif, yap• ka- ler olarak yorumlayan İslim düşüncesi,
zanmış bir bütün olarak düşünülen zaman zaman Aristotoles etkisi altında
evren. Mikrokosmos diye adlandırılan kalırken, tüm kategorileri töz (cevher),
insanla karşıtlaştırılan, insana birçok ilinek (araz) ve hayyiz (mekanda yer
bakundan beıuer oldugu varsayılmak­ kaplama)'e indirgeme tavnnda oldugu
la birlikte, insandan çok daha büyük gibi, zaman zaman da Stoacılarm ve
olan kompleks bütün. Küçükevren ola- Plo~nos'un etkisi altmda kalrruşhr.
rak görülen insanın kendisi gibi, akla, Makyavelizm [İng. Machiavelism; Fr. Mac-
akıl ilkelerine göre düzenlendigi, insan hiavelisme]. 14.69-1527 yıllan arasında ya-
gibi canlı ve bilinçli oldugu düşünülen şamış olan İtalyan düşünürü Machie-
kompleks yapı, dogası insan varlıgına velli'nin, devletin ya da devlet adamının,
· tam olarak yansıyan tanrısal bir varlıga özellikle dış ilişkiler söz konusu oldu-.
karşılık geldigi varsayalan bütün. gunda, ülkesinin yaranna olabilecek her
Tıpkı rasyonel düşüncenin insan varlı­ eylem ve hareket tarzının meşru oldu-
gmdaki denetleyici ve yol gösterici güç gunu, amacın aracı meşridaştırdıguu
olması gibi, evrenin de tek bir tinsel ilke dile getiren politik ilkesine ya da her
tarafından düzenlenmiş oldugu fikri, türlü ahl.ik ilkesini hiçe sayan siyasi gö-
düşünce tarihinde, bir yandan dünya- rüşüne verilen genel ad.
nın insan tarafından anlaşılabilir oldu- Ulusal devlet düşüncesinin ilk büyük
ğu ve bilimsel araştırma için uygun bir temsilcisi olan Makyavelli, devleti dini
yapıda bulundugu inanona, bir yandan temellerinden koparmış ve devletin
da bu ruh ya da tinsel ilkeyle mistik bir herhangi bir amaç ya da idealin arac1
birlige ulaşmak için çalışma arzusWta olmadı~ru söylemiştir. Devletin kendi
yol açmıştır. içinde bir amaç oldugunu, devletin ege-
maksim [İng. ma:cim; Fr. ma:rime; Al ma- menlikiçin varoldugunu öne süren filo-
:cime]. Genel olarak, bir bireyin benim- zof, her şeyin, egemenlik amacını ger-
seyebilecegi, ya da bireye, eylemlerinde çekleştirmek için bir araç oldugunu,
iyi bir yol gösterici olarak kabul ebnesi insaniann degerli buldu~u herşeyin,
tavsiye edilen davranış kuralı. Mantık­ bu amaca hizmet ettigi ölçüde iyi ve de-
taki, genel bir kabul gören iddia ya da ger li olup çıktıgını, yöneticinin, devle-
kural. Kant'ın ahlak felsefesinde, ahlaki tin egemenligini tesis edebilınek için
özne için geçerli oldugu görülen pratik her yola başvurabilecegini belirbniştir.
bir ilke. Malebranche, Nicholas. 1638-1715 yıllan
Söz konusu anlamı içinde, maksim pra- arasında yaşamış olan Fransız filozo-
tik biF yasadan farklılık gösterir, çünkü fu. Temel eserleri: Recherche de la ViriU
pratik yasa nesnel olarak ya da tüm akıl- [Hakikatin Araştırılması], Traite de la
568 Malthusçuluk

Nntııre e~
de la Grilee [Doga ve Tann'nın ettirecegiınizi kesinlikle bilemiyoruz.
İnayeti Üzerine] ve Entretiens su la Gerçek nedensel gücün eylemde bulun-
Metaphysique et la religion [Metafizik ve dugunu ve nasıl eyledigini bilen varlık
Din Üzerine Görüşmeler]. olması gerektigini düşünen Malebranc-
Malebranche, gerçek Hristiyan felsefesi he'a göre, benim kolumun hareketinin
olarak gördügü Descartes felsefesine gerçek nedeni olmaın fikri çelişik bir fi-
bagl arunış ve tGeulincx gibi, zihin- kirdir. Zira, gerçek bir neden, zihnin
beden ilişkisi üzerinde dunnuştur. O, kendisiyle sonucu arasındaki zorunlu
iki farklı özle tanımlandıgı için, arala- baglantıyı keşfettigi bir nedendir.
rında ortak hiçbir nokta bulunmayan ve Gerçek bir neden olmanın yarahcı bir
bu nedenle birbirine baglanamayan iki nedensel güç olmak oldugunu söyleyen
töz, yani zihin beden ilişkisi konusun- Malebranche'a göre, hiçbir i~an yaratı­
da, Tann'nun ruha, bedensel süreçleri cı olamaz. Dahası, Tann yarahna gücü-
birer vesile ya da araneden olarak kul- nü insana aktarmış da degildir. Öyley-
lanmak suretiyle ideler koydu~unu, zi- se, tek ve gerçek bir neden vardır ve o
hinle beden arasındaki gözle görülür da Tann'dır. Fiziki nesneler arasındaki
bagın Tann'run müdahalesiyle kuruldu- ilişki içinse, Malebranche, iki cisim çar-
gunu savunan okkasyonalist görüşü ge- pışhgı zaman, ikisi arasında nedensel
liştirmiştir. bir ilişki bulurunadıgı için, birinin hare-
Buna göre, tDescartes'ın etkileşimcili­ ketinin digerinin hareketini etkileme gü-
ginden farklı olarak, iki tözden hiçbiri- cüne sahip olmadıgını iddia etmiştir.
nin digeri üzerinde eylemde bulunama- Onun tHume'un görüşüne çok benze-
yacaguu düşünen Malebrancahe'a göre, yen nedenseUik görüşünün mantiksal
zihinle beden arasında bir karşılıklılık, sonucu, 'bizim herşeyi Tann'da gördü-
bir tekabüliyet vardu. Zihin düşünür, gümüz' sonucudur, zira dış dünyadaki
fakat tam ve geregi gibi konuşuldugun­ nesneler bizde, bir ide ya da düşünce
da, bedeni hareket etti remez. Beden ise, meydana getiremeyecegi için, tü m ide-
Malebranche'a göre, ruh tarafından ken- lerimiz Tanrı'dan çıkar.
disine şekil verilmiş olan bir şey olma- Malebranche işte, bu ögretiyi sınırlı
yıp, ruha Tanrı tarafından uydunılan, varlıklar olarak bizim ezell-ebedi ve zo-
ayarianan bir makinedir. runlu dogrulara nasıl sahip olabildigi-
Etkileşimciligi reddeden Malebr~che, rniz olgusunu açıklamak için kullan-
tokkasyonalizmiyle psiko-fiziksel para- mışhr. Başka bir deyişle, bizim bir şeyi
lelizme çok yaklaşmıştır. O, bu çerçeve bildigirniz zaman, Tanrı'nın zihnindeki
içinde, tinsel varlıkların iradesinin, dün- ideleri bildigimizi söyleyen Malebranc-
yadaki en küçük bir varlıgı bile hareket he'a göre, bizi aydınlahnak suretiyle, bir
ettireıneyecegini söylemiştir. Zira, Ma- şeyi bilme olanagı veren Tanrı'dır.
lebranche'a göre, bizim, ömegin kolu- MaJthusçuluk [İng. Malthusianism; Fr.
muzu hareket ettirme istegimizle, kolu- Malthusianisnıe]. 1766-1834 yıllan ara-
muzun hareketi arasında, zorunlu hiçbir sında yaşamış olan İngiliz iktisatçısı T.
baglantı yoktur. Kolumuzun biz istedi- R Malthus tarafından savunulan ve
girniz zaman hareket ettiği ve bizlerin dogwnların kısıtlanması gerektigi ög-
kolumuzun hareketinin dogal nedeni ol- retisine verilen ad.
dugumuz dogrudur. Fakat ona göre, Dünyadaki nüfusun gıda kaynakJarına
dogal nedenler gerçek nedenler değil­ kıyasla çok daha hızlı arttıgını, dünya-
dirler. da, gıdanın yalnızca aritmetik bir tarz-
Şu halde, bizim istek ya da irademiz, da arttıgı yerde, nüfusun geometrik
Malebranche'a göre, bir vesile ya da ras- olarak arttıgını, dünyadaki nüfus artı­
Iantısai bir nedenden başka bir şey ola- şının büyük boyutlara ulaşacagını,
maz, çünkü biz, kolumuzu nasıl hareket kaynakların herkes için yeterli olmaya-
mantığtn işlevi 569

ca~ını, nüfus artışının yoksulluk, açlık manh~ın işlevi [İng. fımction cıf logic; Fr.
gibi toplumsal problemierin en büyük foneti on de la log i que]. Geçerli akılyürüt­
nedeni oldugunu savunan Malthusçu- meyi, düzgün düşüroneyi konu alan
luga göre, hızlı nüfus artışı yoksul top- bilim ya da disiplin olarak ınantıgın ye-
lumlarda gerçekleşir. Bu problemle baş rine getirdigi işlev ya da sagladıgı ya-
edebilmek için, dogum kontrol progra- rarlara, mantık biliminin gerçekleştirdi­
mına ihtiyaç vardır. gi fonksiyenlara işaret eden terim.
maneviyat. Platoncu ve Yeni-Platoncu fel- Mantıgın işlevlerinin ne oldu~u konu-
sefenin etkisini hisseden İslam felsefesi- sunda farklı görüşler öne sürülmüş ol-
nin varlık alanında benimsedigi ikici gö- makla birlikte, mantıgın esas işlevi,
rüşün sonucu olan ayrınun bir ucunu daha dogru bir biçimde akıl yürütmeyi
meydana getiren, ve maddiyat kapsamı ya da tartışmayı ögretmek olmayıp, ge-
içinde olup, zamanla mekan içinde bulu- çerli Çikarırnın genel dogasıru ya da ya-
nan varlık türlerinin karşısında yer alan pısını anlaşılır hale getirmek ya da
varlık türlerinin meydana getirdigi var- açıklamaktır. Buna göre, bilimin temel
lık alanı. amacı, şeyleri meydana getirmek ya da
Buna göre, mana kavramı ile dile geti- yaratmak degil de, insanların şeyleri
rilen ve zamanla mek~n türünden sınır­ anlamasını saglamaktır.
layıcı yapıların ötesinde olan ruh, can, Astronomi hiçbir zaman, yıldızları ya
zeka, zihin, yaşam, bilgi, anlam, kav- da yıldız sistemlerini meydana getir-
ram ve ideal nesne türünden tüm var- mek veya yiidızlara izleyecekleri yörün-
lıklar manevi ya tm kapsamı içine girer. geleri ögrebnek iddiasında olamaz;
Mani,eizm [İng. Manichaeism; Fr. Ma- onun amacı yıldızlan ve yıldızların ha-
niclıeisme; Al. Manicha'isnıusl. M. 5. 3. reketlerini betimlemek ve açıklamaktır.
yüzyılda İran'da Mani tarafından ku- İnsanlar fizyolojiden, kendilerine yeme-
rulmuş olan ikici dinsel hareket. yi ve içmeyi, yürümeyi ve koşmayı, v.
Zerdüşt inançlarıyla eski Mezapotam- b. g., ögretmesini beklemezler. İnsanlar
ya dinlerinin bir sentezinden meydana bunları, fizyolojinin yardımı olmadan
gelen ikici bir din olarak Manişeizm, yapamasaydılar eger, fizyolojinin ken-
hem evrenin kendisini ve hem de insan disi hiçbir zaman ortaya çıkamazdı.
varlıgııu, iyilikle kötülügün, hayırla Aynı şekilde, insanlar mantıgın yardı­
şerrin savaş alanı olarak görür. Bu iki mı olmadan dogru bir biçimde akıl yü-
temel ve karşıt güçten iyilik ışık, aydın­ rütebilirler ve gerçekte yürütmektedir-
lık ve ruh, kötülük ise karanlık, beden ler de; insanlar bunu yapamasaydılar
ve madde olarak ortaya çıkar. Bir beden eger, mantıgın kendisi varolmazdı.
ve bir de ruhtan mürekkep olan insan Insanın degasında varolan akıllılıkhr
varlıgının mutlulugu, söz konusu iki ki, mantıgın kendisini olanaklı hale ge-
karşıt güç arasındaki dengeye baglıdır. tirmiştir. Mantıgın temel amacı, insan-
Buna göre, insan, iyilikJe kötülügün kay- lara dogru bir biçimde akıl yürütmeyi
naşması ve son çözümlemede iyiligin ögretmek degil de, onlar dogru bir bi-
zaferi olarak görülen mutluluk haline, çimde akıl yürüttükleri zaman, ne olup
bir yandan bilgi ve sezgi. yoluyla, bir bittigini, ve bazı akılyürütmelerin niçin
yandan da ahlaki erdemlerle, yani bir yanlış olduklarını açıklamaktır. Tıpkı,
tür çilecilik ve başka insanları sevmek böylesi bir yararlılık her ne kadar bilim-
suretiyle ulaşabilir. Maddenin ve bede- lerin temel amacı olmasa da, bilimiere
nin kötülüklerine karşı din yardımıyla ilişkin bilginin şu ya da bu şekilde ya-
ayakta kalabilen ruh, ölünce Adil Yargıç rarlı olması gibi, mantıga ilişkin bilgi
tarafından yargılandıktan sonra ya cen- de, aynı zamanda, insanın ulaştıgı so-
nete gider ya da maddeye dönüşerek nuçlan kontrol etmesinde ona yardımo
sürekli bir mutsuzlukla belirlenir. olabilir.
570 manhk

mantık IYun. logike; ing. logic; Fr. logique; mantıkçı empirizm [İng. logical eınpiricism;
Al. logike]. 1 Geniş anlamı içinde, öncül Fr. enıpirisme logique; Al. logiseher enıpris­
ya da öncüllerden bir sonuca giden akıl­ ıııus]. Viyana Çevresinin önde gelen bazı
yürütmenin yapısıyla ilkelerini konu filozoflannın, ömegin başta Rudolph
alan bilim dalı. Düzgün düşünme, Camap'ın, Hitler'in Almanya'da iktidan
dognı düşünme kurallarırun ve formla- ele geçirmesiyle birlikte, Amerika'ya göç
rının bilgisi. Bir şeyin başka bir şeyden etmelerinden sonra, özellikle A. B. D.'de
çıktıgı ya da başka bir şeyin sonucu ol- mantıkçı pozitivizmin yerini alan, Viya-
dugu bagıntıları inceleyen formel disip- na Çevresinin mantıkçı pozitivizmini
lin. sürdürmekle birlikte, onda bazı degişik­
Söz konusu olan, konu alınan akılyü­ likJere giden felsefe akımı.
rütıne türüne göre, farklı mantıklardan Bu akım, felsefi ve bilimsel problemie-
söz edilebilir. Buna göre, tümdengelim- rin çözümünde, modem manbksal ana-
sel akılyürütmeyi konu alan mantıga lizlerden yararlanmak gerektigini; zira
dedüktif, tümevarımsal akılyürütmeyi felsefenin geleneksel problemlerinin, bi-
konu alan mantıga tümeuarımsal, pratik limin konu aldıgı olgusal problemler ve
akılyürütmeye dayanan mantıga ise de- felsefenin ele aldıgı kavram analizi ve
antik mantık adı verilir. metodolojiyle ilgili problemler olarak
2 Mantık daha dar bir çerçeve içinde, iki başlık albnda toplanabilecegini; bu
çıkarım ya da derlüklif akılyürütmenin sınıflamanın dışında kalan tüm prob-
ilkelerini ya da kanıtlama yöntemlerini lemierin anlamsız olduklarını; formel
araştıran formel disipline karşılık gelir. manbk sistemlerinin ilkeleriyle tümeva-
Başka bir deyişle, geçerli akılyürübneyi nınsal akılyürütmeyi deneyim yoluyla
konu alan, geçerli akılyürütmenin sis- kanıtlamak imkansız oldugundan, em-
temleştirilmesini amaçlayan manbk, ko- pirizmin de bir sının bulundugunu,
nusunun içerigi degil de, formu iizerin- (mantıksal dogrular dışında kalan) tüm
de yogunlaştıgı için forrnel mantık ve önermelerin duyu verileriyle ilgili temel
felsefi mantık olarak ikiye aynlır. önermelere indirgenebilir oldugunu sa-
Formel mantıgın en önemli işlevi, çe- vunur.
şitli konuları aksiyomatize etmek, ge- mantıkçı pozitivizm [İng. logical positi-
çerli çıkarım kalıbları içinde sınıfla· vism; Fr. positivisme logique; AL logiseher
maktır. Söz konusu formel mantık. 've', positi1.1isnıus]. Kl§sik tpozitivizmin, bi·
'ya da', 'ise' gibi eklemlerle birleştirilen limsel empiri.zm ya da bilimsel poziti-
önermeleri konu alan önermeler mantı­ vizm olarak da bilinen, 20. yüzyildaki
gıyla, farklı önerme türleri arasında bir devamma verilen ad. Temsilcigini Her-
ayırım yapan yüklemler manhgından bert Feigl, Philipp Frank, Moritz Schi-
oluşurken, felseff mantık formel man- lick, Rur:lolph Camap ve A. J. Ayer gibi
tıkta geçen kavramları analiz eder. filozofların yaphgı mantıkçı pozitiviz-
Ote yandan, mantıgın dogası ve kapsa- min belli başh tavır, tez ve görüşleri
mını ele alan felsefe dalına mantık felsefe- şöyle sıralanabilir:
si adı verilir. Buna göre, mantık felsefesi Bir türnce ya da önermenin bilişsel ya
ınanbgın mahiyetini, onun bilgiyle olan da bilgisel bir anlama sahip olup olma-
ilişkisini, mantık ile dış dünya arasın­ dıgını belirlemede temel ölçüt olarak
daki ilişkiyi araştırır. Mantıgın akılyü­ tdogrulanabilirlik ilkesi benimsenmeli-
rütmeleri konu aldıgı kabul edildigin- dir. Buna göre, bir tUrnce ya da önerme·
de, argümanların unsurlarını tartişan, nin bilişsel anlamı, o türnce ya da öner-
akılyürütmede öncüllerin sonucu des- menin dogrulanabilir olmasına baglıdır ..
tekledi~ne kimin karar verdigi proble- Bir türnce ya da önerme, en azından ilke
mi üzerinde duran mantık felsefesi, yine olarak empirik yoldan dogrulanabilirse .
mantıgın semantikten nasıl farklılaştı­ eger, anlamlı, aksi takdirde anlamsız­
gını ortaya koyar. dır.
mantıkçı pozirivizm 571

Maten1atik ve ınantıgın tüm önermele- pıldığında, geleneksel felsefenin prob-


ri, tanım geregi dognı olan analitik öner- lemlerinin, anlamsız problemler olmak-
ıneler ya da totolojilerdir. Bwlwıla birlik- tan çok, oldukça kötü bir biçimde for-
te, matematik ve manb.gın önermeleri, müle edilmiş olan sözde problemler
bilgi bakurundan anlamlı ve dog.u olan oldukları anlaşılacaktır.
önermeleri düzenleyip organize etmede Mantıkçı pozitivizme göre, dil bir he-
son derece yararlı olan önermelerdir. Bu saplama sanatı, gerçek bir kalküldür ve
önemtelerde geçen kavramlar, gerçekli- forınelleş tirilere k, a) felseff problemleri
gin incelenmesi suretiyle keşfedilen, çözme ya da onların kötü bir biçimde
dogrulanan kavramlar olmayıp, uzla- formüle edilmiş olan sözde problemler
şun yoluyla, içkin ad tanımlarıyla elde olduklarını gösterme ve b) bilimin te-
edilen kavramlardır. Deyimlerinin an- mellerini ortaya çikarıp, gözler önüne
lamlarının açıklıga kavuşturulmasın­ serme işinde, bir araç olarak kullanıl­
dan oluşmayan ve dolayısıyla analitik malıdır. Gerçekten de, ınanhkçı poziti-
önermelerde ifade edilmeyen her tür vistler, fizik benzeri olgusal bilimlerde
bilgi deneyime dayarunak durumunda- söz konusu olan açıklık, tamlık ve da-
dır. İşte bu baglamda, sentetik önerme- kiklige felsefede de sahip olmak ama-
lerin, deneyim tarafından dogrulanamaz cıyla, yapay, ve formel bak.Jmdan yet-
ya da çürütülemezlerse eger, temelsiz ve kin olan diller oluşturmak için çaba
anlamsız olduklan savunulur. göstermiş ve bu alanda gerçekten de
Gerçeklik üzerine olan dogru bilginin başarılı olmuşlardır.
olanaklı tek aracı, bilimsel yöntemdir. Metafizi~n önermeleri anlamsız öner-
Mantıkçı pozitivist filozoflar, işte bu ınelerdir. Metafizigin önermeleri, deney-
çerçeve içinde, mantıksal-matematiksel sel olarak dogrulanaınadlkları için, boş
ve deneysel bir metodoloji geliştirerek, ve anlamsız konuşmanın vazgeçilmez
tüm bilimleri, birlikli bir sistem içinde ögeleri olarak ortaya çıkarlar. Onlar, ve-
toplamaya çalışmışlardır. rimli totolojiler de de~ildirler. Metafizi-
Gerçeklige ilişkin bilgiyi, fizik, jeoloji, gin önermelerinin do~luk ya da yan-
astronomi ve tarih gibi empirik bilimler lışlıkianna deneyimden yararlanarak
saglar. Bu bilimler tarafından saglanan karar verme olanagı bulurunadıgına
bilgi dışında, gerçekligin, metafizigin göre, bu önermeler her zaman ve her
sahip olma iddiasında bulundugu tür- yerde boş ve anlamsız kalacak önenne-
den bir bilgisi asla söz konusu olamaz. lerdir.
Kural koyucu bir ahiakla metafizi~i, fel- Mantıkçı pozitivizm, insan zihninden
sefenin mutlak bir biçimde başarısız ol- bagımsız olan bir dış dünyanın ve
dugu alanlar olarak degeriendiren man- başka zihinlerin varoluşuyla ilgili öner-
b.kçı pozitivizm bilgi teorisini, felsefenin meleri de, zaman zaman, empirik yol-
ciddi araştırmalar yapıp katkıda bulu- larla do~rulanamadı~ için, anlamsız
nabilecegi tek alan olarak görmüşlerdir. önermeler olarak görmüştür. Mantıkçı
Mantıkçı pozitivistlere göre, bilimsel bir pozitivistlerden bazıları, bu baglarnda
bilgi teorisi çagdaş şekli içind~ki man- bilginin uygun · ve gerçek nesnelerinin
tıkla özdeştir. Bundan dolayı, mantık, fiziki objeler, yani esimler oldugunu
mantıkçı pozitivizmin büyük bir başarı öne süren fizikalist görüşü benimse-
kazandıgı ve önemli katkılar yaptıgı bir mişlerdir.
alan olmuştur. Mantıkçı pozitivizm, ahlak alarunda
Felsefe, bundan başka, manhk ve bilim- çogunlukla duygucu bir ahlak anlayışı­
sel yöntemden de yararlanarak, anlam nı savunınuştur. Buna göre, de~erler
analizi işiyle ugraşmah v~ kavramla- insandan bagımsız olarak varolmazlar.
rın anlamiamu açıkhga kavuşturmalı­ Degerler mutlak olmadıklan gibi, dün-
dır. Mantıkçı pozitivizme göre, bu ya- yadaki sıradan nesneler de de~ildir. De-
572 mantıksal atomculuk

ge!"!er ya da degerlerle ilgili olan ahlaki karnıaşık önermelerin, atomik önerme-


yargılar, empirik önermeler degildirler. lerin birbirlerine ınantıksal baglaçlarla
Ahlaki yargılar, olguları ya da bilimsel baglanması sonucunda ortaya çıktıgını
bilgiyi ifade eden yargılar olmanın da dile getiren mantıksal atomculuga göre,
çok uzagındadır. Mantıkçı pozitivizme dil, analiz yoluyla söz konusu nihaf,
göre, ahlaki deger ve yargılar, yalnızca atomik önermelere aynlabilir. Bu ato-
belirli eylemler karşısındaki tavırlan­ mik önermeler basit nesnelerden olu-
mızı, terdhlerimizi, duygularıınızı, be- şan atomik olgulan betimledikleri, yani
lirli şeyler için söz konusu olan takdir dil ile dünya arasında tam bir ktekabü-
ya da nefret gibi hisleri ifade eden şey­ liyet ilişkisi bulundugu için, dilsel ana-
lerdir. liz yoluyla, dünya ile ilgili temel dogru-
manlıksal atomculuk [İng. logical ato- lura ulaşılabilir.
mism; Fr. atomisme logiqıll!; Al. logiseher Russell ve Wittgenstein'ın bu ögretisi,
atomismus). Ünlü çagdaş İngiliz düşü­ herşeyden önce klasik İngiliz empirist
nürü Bertrand tRussell ve A vusturyah geleneğine dayarur. Zira dilin ve dün-
filozof Ludwig tWittgenstein tarafından yanın bileşensel ya da atomik ögelerine
geliştirilen ve dille düşüncenin atomik ayınlması düşüncesi, gerek tLocke,
önermeler adı verilen ve dış gerçeklik- gerek tBerkeley ve gerekse tHume'un
teki atomik o lgulara karşıhkgelen bölü- en belirleyici özelliği olmuştur. Mantık­
nemez ve aynı bileşenlere ayrılarak sal atomculuk, öte yandan resimsel bir
analiz edilebilecegini ifade eden ögreti.
dil teorisine, dilin dünyayı resmettigi ya
Mantıgın, bir özne ve bir yükleınden
da aynen yansıttıgı kabulüne dayanır.
meydana gelen ve olgulara tekabül ettigi Mantıksal atomculuk, herşeye karşın,
takdirde dogru olan atomik önermeleri,
dış gerçekligin ya da dünyanın nasıl ol-
aktüel bilgi sistemleri içinde bir araya ge-
duguyla ilgili bir şeyler söyledigi için,
tirdigini öne süren mantıksal atomculuk,
metafiziksel bir ö~eti olmak durumun-
bir sembolle sembolün gösterdigi olgu
dadır.
arasında yapısal bir özdeşlik bulundu-
manlıksal form [İng. logical fonn; Fr. forme
gunu, sembolün karmaşıklıgının, onun
logiqııe). Mantıkta, bir önerme, argüman
tarahndan sembolize edilen olgulann
karınaşıklıgına tekabül ettigini, formel
ya da akılyürütme sürecinin, içerigine,
ve ideal bir dilin yapısıyla dünyanın ger- konusuna ya da anlamına karşıt olarak,
çek yapısı arasında sıkı bir benzerlik bu- yapısı veya modeli; bir argümanın, çı­
lundugunu savunur. kanının, sembolik bir dille ifade edilen,

Başka bir deyişle, sembolik mantıgın ve yapısından, benimsenen akılyürütme


sagladıgı ideal yapının yardımıyla ger- işleminin niteliginin açıklıkhkla ortaya
çekleştirilecek analizin, dilin nasıl ge- çıktıgı form.
liştigi ve işlevini nasıl yerine getirdigi- Bir argüman ya da çıkanmın, kullanılan
ni gözler önüne serecegini, bunun ise, akılyürübne türüne ya da yöntemine
dilin kendisini betimlemek için kulla- göre form.el olarak geçerli olup olmadıgı,
nıldıgı temel }·apı ya da gerçeklikle il- işte bu fonna bakılarak belirlenir. Öner-
gili dogruları açıga çıkaracagını savu- meler arasında, önennelerin anlamlann-
nan mantıksal atomculuga göre, dil dan bagımsız olarak söz konusu olan çı­
düzeyinde atomlar, dünya ile ilgili en karımsal ilişkilere de işte buradan
basit tümccler, atomik önennelerdir. hareketle mantıksal form adı verilir.
Buna karşın, konu dilin kendisini be- manliksal içerme [İng. logical implication;
timledigi gerçeklik açısından ele ahndı­ Fr. implication logiqru; Al. logische impli-
gında, atomlar, atomik önermelerle laıtion). Biri digerinden türetilebilir olan
ifade edilen atomik olgulardır. Molekü- iki önerıne arasında söz konusu olan
ler önermeler olarak tanımlanan daha ilişki.
Marburg Okulu 573

Bir öncnneniP. başka bir önerme ya da leştirilen çıgır açıcı çalışmalann belir-
önermelerden, meşru olarak yalnızca ledigi devrim.
diger önerme ya da önermeler onu iç~di­ Buna göre, mantıgı kuran Aristote-
gi zaman çıkaısanabildigi ya da türetile- les'in, geçerli tasımiarı sınıflamasından,
bildigi için, içerme ve mantıksal çıkarsa­ dogruluk ve çıkarımla ilgili görüşün­
nabilirlik ya da türetilebiiirlik gerçekte den sonra, manhkta bu temel üzerine
bagltiaşık terimlerdir, zira belirli sonuç- uzun yıllar boyunca hemen hiçbir şey
ların, belirli öncüllerden çıkarsanabilir, eklenmemiş; 17. yüzyılda +Leibniz'in
ya da türetilebilir oldugunu söylemek, kaydettigi sırurlı ilerlemeyle, ondoku-
bu öncüllerin bu sonuçlan içerdigini söy- zuncu yüzyılda tHegel'in yazdıgı, for-
lemekle eşdegerdir. me! olarak geçersiz olan argüınanlardan
Öte yandan mantıksal içerme anlam oluşan Mantık kitabıyla, daha sonra da
konusuyla da çok yakından ilişkilidir. J. S. tMill'in mantıga yönelik empirist
Buna göre, dilin gündelik, normal kul- bir yaklaşunıyla belirlenen sınırlı katkl-
lanımı içinde, anlamla içerme arasında­ ların ardından, 19. yüzyılın sonunda,
ki ayırım bir kavraırun açık anlamıyla +Frege ve tRussell'ın matematiksel dü-
daha az açık anlamı arasında yapılan şüncenin temellerine ilişkin çalışmala­
ayrııma karşılık gelir. Bu, her durum- rıyla birlikte, belli bir devrim dönemine
da, bir insanın söyledigi şeyle, onun girilmiş; filozofların, önemli olanın gön-
anlatmak istedigi ya da ima ettigi şey derim, referans oldugunu görmelerinin,
arasında bir ayınm yapma tarzımıza mantıgın düşünceler arasındaki ilişki­
karşılık gelmektedir. Anlamla içerme leri degil de, dille dünya arasındaki il~ş­
arasındaki farklılık, yalnızca bir derece kiyi betimledigini anlamalannın sonucu
farklılıgıdır, ve bir türncenin (dogru- olarak, mantık alanında gerçek bir dev-
dan) anlamının tam olarak hangi nokta- rim yaşanmıştır.
da bitip, onun (dolaylı olarak) anlatmak Maoizm [İng. Maoism; Fr. Maoisme].
istedigi şeyin nerede başladıgını tam Çin'in eski komünist diktatörü Mao Ze-
olarak belirlemek, her zaman kolay de- dung'un düşünce ve uygulamaların­
gildir. Mantıksal problem amacı açısın­ dan meydana gelen siyasi ögreti.
dan ayırım, çok büyük bir önem taşı­ Maoizm, temelde Marks'ın, Lenin ve
maz, ve içerme terimi, hem tümeelerin Trotsky'nin düşüncelerinden derlen-
daha açık, dogrudan anlamlarını, hem miş fikirlerin Çin'e özgü koşullara uy-
de daha az açık, dalaylı anlamlarını gulanmasının sonucu olan Marksist bir
kapsayacak şekilde, kuşatıcı ve geniş görüştür. Bu ögretinin bagımsız felsefi
kapsamlı bir biçimde kullanılır. bir degeri olmadıktan başka, Marksist
manbksal paradoks [İng. logical parado:x; ögretiye yaptıgı ciddi bir katkı da yok-
Fr. parado:xe logique). Her ikisi de saglam tur. Günümüzde arhk Çin'in resmi
kanıtiara dayanır görünen iki karşıt ya siyasi ideolojisi olmaktan çıkan Mao-
da çelişik önermeden meydana gelen izm, Fransa'da, kimi Latin :Amerika ül-
paradoksa; iki makul akılyürütmenin keleri ve Kamboçya'da bazı azınlık go-
karşıt ya da çelişik görünen sonuçlara şist grupların baglandıgı bir ideoloji
götürınesi durwnwta; mantık kurallan- olarak varlıgını sürdürmektedir.
nı yanlış bir biçimde kullanmanın ya da Marburg Okulu [ing. Marbourg School;
uygulamanın, mantık kuraHarun ihlal İng. Ecole de Marbourg]. Kant'ın felsefe-
etmenin sonucu olan, mantık kuralları­ sinden yola çıkan ve Alman düşünürü
nın belli bir d u ruma uygulanamamasın­ H. Cohen tarafından kurulup, P. Na-
dan kaynaklanan paradoksa verilen ad. torp ve E. +Cassirer tarafından destek-
mantıkta devrim [Fr. revolution in the lenen, geliştirilen felsefe okulu.
logic; Fr. revolution en logique). Mantık Adı geçen her üç düşünür de, kesin
alanında 19. yüzyılın şonunda gerçek- bilgideki a priori ve mantıksal ögenin
574 Marcel, Gabriel

önemini vurgulaı nıştır. Özellikle Co hen lerle bagdaştırılabilecegini öne sür-


ve Natorp, tpsikolojizme kesin olarak müştür. O, yaşamın gerçek amacırun
karşı çıkmış ve Kant'la Platon felsefesi- bir yandan insanJar, öte yandan da in-
nin oluşturdugu temel üzerinde, saf dü- sanla Tanrı arasındaki içtenlikli iletişim
şünceye dayanan bir sistem kurmaya oldugunu iddia etmiş, fakat bu iletişi­
çalışmışlardır. Buna göre, Marburg min bireylerin biricikligine dayanıp, on-
Okulu filozofları, estetik. ahlak, bilgi ve lann özgürlügünü koruması gerektigini
hukuk alanında, mantıksal ve a priori savunmuştur.
ögeyi, bu alaniann temeli olarak gör- Marcuse, Herberl 1898-1970 yıllan ara-
müşlerdir. sında yaşamış olan Alman asıllı ünlü
Okulun özgün bir görüşü, tarih konu- Amerikan düşünür.
sunda ortaya çıkar. Buna göre, Marbo- Frankfurt Okulu mensuplarından biri
urg Okulu tarih konusuna ahlaki bir olan Marcuse, Marksist teoriyi 1920'den
açıdan yaklaşarak, kendisine özgü bir başlayarak degişen tarihsel koşullarla
sosyalizm görüşü geliştirmiştir. Tarih uyumlu hale getirmenin mücadelesini
kavramını, aklın insanlık idesini ger- vermiştir. Bu amaçla, eleştirel Marksiz-
çekleştirmekten oluşan göreviyle ta- min kendi versiyonunu öne süren ve
nımlayan Marbourg Okuluna göre, sos- 1960'lı yıllardan başlayarak uluslarara-
yalizm, tarihi zorunlu yasalar altında sı bir ün kazanan Marcuse, Amerika
ve kendiliginden gerçekleşecek amaçla· Birleşik Devletleriyle Avrupa'daki yeni
ra yönelmiş bir süreç olarak degil de, sol hareketin destekçisi ve savunucusu
özgürlüge ve eşitlikçi bir düzene ulaş­ olmuştur.
ma çabaları olarak anlaşılmalıdır. Bu O, 1928 yılında yayonlanan ilk makale-
nedenle, tarihin özü üretim ve güç iliş· sinde, fcnomenoloji, varoluşçuluk ve
kileri degil de, özgür insan aklının Marksizmin bir sentezini yapmışbr.
ürünleri olan ahlaki ilkelerdir. 1933 yılmda, Marks'ın Okonomischephilcr
Marcel, Gabriel. 1889-1973 yılları arasın­ saphische Manuskriple [Ekonomi ve Felse-
da yaşamış olan varoluşçu Fransız filo- fe Yazıları] adlı kitabını tanıtan Marcu-
zof. Temel eserleri: Existence et Objecti- se, böylelikle Marksizmin genç Marks'ın
vit~ [Varoluş ve Nesnellik], Etre et Avoir düşünceleri ve eserlerinin bakış açısıy­
[Var ve Sahip Olmak], Du Refus a l'Invo- la yeniden yorumlanması yolunu aç-
cation [Yadsımadan Yakarışa), LA mıştır.
M~taphysique de Royce [Royce'un Metafi- 1934 yılmda, Nazi zulmünden kaçarak,
zigi]. Amerika Birleşik Devletleri'ne göç eden
Gerçek olanı rasyonel olanla, yani öz· Marcuse, burada ilk büyük eseri olan
lerle ya da degerlerle özdeşleştirdigine, Reason and Revolution [Akıl ve Dev-
şeyleri saf nesnelere dönüştürdügüne ri.m)'u yaznuş ve modem toplum kura-
inandıgı ve varoluşu, çelişik oldugu mının doguşunu incelemiştir. 1955 yı­
gerekçesiyle, inkar etti~ne inandıgı ide- lında yayınlanan Eros and Civilisation
alizme karşı çıkan Marcel, inancın öne- [Eros ve Uygarlık] adlı eserinde, o,
mini vurgulamış ve tHeidegger gibi, tMarks ve tFreud'un bir sentezini yap-
insani tecrübenin ontolojik agırlıgını ır­ mış ve baskıa olmayan bir toplumun
taya çıkarmaya çalışmıştır. anahatlannı çizmeye çalışmıştır. 1958
Aynı varoluşçu gelenek içinde yer yılında yayınlanan Soviet Marxism [Sov-
alan tSartre'ın ahlak görüşüyle insan yet Marksizmi] adlı eseriyle, 1964 yılın­
ruhunun dünyada yalnız oldugu inan- da yayınlanan Ütle Dimensional Man
cını eleştiren Marcel, varoluşçulugun [Tek Boyutlu İnsan] adlı eserinde, hem
Tanrı düşüncesiyle uyuşmaz olmadı­ Batı kapitalizmini ya da ileri kapitalist
gını, tvaroluşçulugun Hristiyan ögreti- toplumları ve hem de komunist toı:-lum-
Marks, Karl 575

lan yogun bir biçimde eleştirıniştir. ilişkilere yönelik düşünceleriyle tanı­


Başka bir deyişle, yoksullaşmanın gi- nır. Bu baglarnda ekonomik determinist
derek artacagını ve sömürülen sınıfın bir bakış açıs1nı benimseyen Marks, te-
bilinçlenmesinin devrime yol açacagıru melde sınıfiara bölünmüş toplumların
savunan Marks'ı eleştiren Marruse, sa- analizi işiyle meşgul olmuştur.
nayileşmiş refah toplumlarının işçi sı­ Tüm bunlara karşın, özellikle diyalek-
nıfını kendi içinde erittigini, bu süredn tik konusundaki görüşleri ve kapitaliz-
tüketim özlemi, vüksek ücretler ve me ilişkin eleştirileriyle ün kazannuş
'
medya yoluyla saglandıgıru söyleıniş- olan Marks'a göre, gerçekten varolan
tir. O, geleneksel toplumlardaki fonksi- herşey maddenin tdiyalektik hareketi
yonel baskının, üretimin büyük bir sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu neden-
hızla arttıgı günümüz refah toplumun- le, diyalektik yalnızca düşünceler için
da fonksiyonel olmaktan çıkhgını ve bir geçerli olan bir yasa degil, fakat dogada
üst baskıya dönüştügünü öne sürmüş­ da gerçekleşen aktüel bir süreçtir.
tür. Üretimin tek amaç oldugu, günü- O, devletlerin varlıga geliş ve yıkılış­
müzün totaliter, sanayi toplumunda, Iarının bile, söz konusu diyalektik süre-
çok boyutlu bir varlık olan insanoglu ce göre gerçekleştigini savunur. Devlet-
Marcuse'e göre, tekboyutluluga indir- ler de, diyalektik bir gelişme sürecine
genmiş ve kendisine yabancılaşmıştır.
tabidirler. Fakat bu gelişmenin harekete
O, söz konusu eleştirinin ardından, es- geçirici gücü, tHegel'de oldugu gibi, bir
tetik ve biyolojik degerierin yüceltildigi ulusun ruhu degil de, ulusların içindeki
bir toplum düzeni arayışına girmiştir. saruflardır. Bununla birlikte, toplumdaki
Gelecegin toplumuna ilişkin görüşle­ sıruflar da, maddi faktörlerin ürünüdür-
riyle özgürlükçü bir anarşist olarak ni-
ler ve söz konusu faktörler ise, bir toplu-
telenen Marcuse, özgür, güzel, aydın­
mun üretim tar:zı tarafından belirlenir.
lık, cinsel içgüdülerin bastınlmadıgı,
Çünkü bir toplumun sahip oldugu üre-
herkesin yetenegine göre özgürce çalış­
tim teknolojisinin türü, bu toplum için-
tıgı, çalışmanın bir oyun haline getiril-
digi, devletin baskıcı görevine gerek de, söz konusu teknolojiye karşıi.Jk
duyulınayan bir toplum düzenini özle-
gelen bir sınıf yapısının ortaya çıkışına
miştir.
yol açar. Buna göre, hakim olan üretim
Marks, Karl. 1818-1883 yıllan arasında teknolojisi, el degirmenlerinin kullanıl­
yaşamış ve düşünceleriyle oldukça et- masıyla belirlenen bir teknolojiyse eger,
kili olmuş olan Alman düşünürü. ortaya feodalizm adı verilen sınıf siste-
La Misere de la Plıilosophie [Felsefenin mi çıkar. Fakat el de~rmenlerinin yerini
Sefaleti], Das Kapital [Kapital], Zur Kri- buhar makineleri aldıgı zaman, bu kez
tik der Hegelschen Rechtsphilosophit. tkapitalizm feodali.zm.in yerini alır.
[Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi­ Marks söz konusu ögretisini, diyalek-
ne Kiltkı], Die Heilige Familie [Kutsal tik ve degişmeyle ilgili görüşlerine ek
Aile), Die Deutsclı İdeologie [Alman İdeo­ olarak, belli bir ekonomi anlayışına ve
lojisi), Marıifest der K.ommunistischen Par- özellikle de kapitalizme ilişkin bir anali-
tei [Komünist Parti Manifestosu), Die ze dayandırmıştır. Onun kapitalizme
K.lassenkiimpfe in Frarıkreich [Frans,a'da ilişkin analizi ve açıkJaması şöyledir:
Sınıf Mücadeleleri] ve Grurıdrisse gibi Kapitalistleri harekete geçiren, güdüle-
eserlerin yazan olan Marks, bir toplum yen en önemli şey, onJarın olabildigince
teorisyeni ve düşünürü olarak, kariyeri- çok çıkar ve kazanç elde edebiJme arzu-
nin ilk döneminde yabancılaşma kavra- landır. Kapitalistler, bu amaca ulaşmak
mı üzerinde yogunlaşnuş olmakla bir- için, ya yeni teknikler icad etmek ya da
likte, esas olarak ekonomik yaşamla elde olanları geliştirmek suretiyle, üre-
diger toplumsal kurumlar arasındaki tim araç ve teknolojilerini geliştirirler.
576 Marks, Karl

Bu gelişmenin toplum üzerinde, 1 eski- letarya). İşçiler bu dunımun bilincine


ye oranla çok daha fazla mal üretilmesi vardıkça, yani işçide sınıf bilinci oluş­
ve böylelikle, de üretim miktannın sü- tukça, ayaklanırlar ve Marks'a göre,
rekli olarak artması ve 2 teknolojik geliş­ proleterya diktatörlü~ünü kur.ırlar.
meniıl benzer meslekleri ya da işleri icra Marks, bu şekilde açıkladı~ı kapitaliz-
eden insan sayısının sürekli olarak azal- min yıkılınası gerekti~ini, ve kapitaliz-
masına neden olması yoluyla, yo~un bir min yıkılışının yalnızca devrim, yani
etkisi olur. Söz konusu gelişmeler, şiddet yoluyla olaca~ını söyler. Kapita-
Marks'a göre, işçinin yaranndan çok za- lizmden tsosyalizme geçişin barış yo-
rarınadır. Buna göre, üretim ve üretken- luyla gerçekleşememesinin nedenini
lik arttıkça, kapitalistin kan daha da Marks, devletin, toplumun zenginlij!;ini
artar, çünkü daha fazla miktarda üretim kontrol altında bulunduran egemen
daha ucuza mal olur ve makineler işçi­ sınıf tarafından kullanılan bir araç oldu-
nin yerini aldıkça, eme~in ücreti düşer. ~u görüşüyle açıklar. Egemen sınıf bu
Şu halde, teknolojik gelişmeden dolayı, araç ya da aygıtı, kitleleri sömürmek
üretim arttıkça, üretimin maliyeti azalır amaayla kullanır. Devletin tüm ö~e ve
ve işadamının karı artar. Kardaki bu birimleri, Marks'a göre, statükoyu koru-
artış, bununla 'birlikte işçiler arasında mak için düzenlenıniş, yani egemen sı­
işsizli~in artışına y_ol açar. nıfın iktidanıu sürdürebilmesi için ayar-
· Üretim artışının sonucunda ortaya lanmıştır. Mahkemeler, polis ve hatta
çıkan bu iki karşıt e~ilim, yani uzun hükümet, Marks'a göre, yönetici sınıfın
vadede kapitalistin kannın artışıyla iş­ çıl<Brlannı korumak için vardır. Bunlar,
sizli~in ço~alması, rekabetten dolayı, bir başkaldınyla karşılaşıldı~ı takdir-
daha da yo~un bir biçimde söz konusu de, hemen bastınrlar. Bundan dolayı,
olur. Daha fazla mal satmak ve böylelik- proletaryanın devrim dışında bir yolla
le daha çok kar etmek isteyen iş adamı egemen olabilmesi mümkün de~ildir.
rakiplerini aşmak, alt etmek durumun- Kapitalizmi konu alan analizinde,
dadır. O, bunun için fiyat kırar. Aynı Marks da, tıpkı di~er ekonomistler gibi,
üretim teknolojisinden rakipleri de fay- ekonomik bir de~er teorisi benimsemiş­
dalanaca~ıiçiıl.!...kapitalistin maliyeti dq- tir. Bu teoriye göre, bir şeyin de~eri, o
şürebilınesinin tek yolu, Marks'a g~re, şeyin belirli koşullar altındaki üretimi
cme~in payının, işçi ye ödenen ücretin sırasında söz konusu olan eme~in fiyatı
düşürülınesidk, Makineleşmeden dola- ya da de~eriyle özdeştir. Marks, bu
yı, zaten artan bir işsizlik söz konusuy- noktada özgün olmanın uza~ındadır.
ken, işçiler, bu yeni durum karşısında, Fakat o, buna ek olarak, bir de artı
varolan işler için kendi aralarında kıya­ de~er teorisi geliştir miştir. Bu teori, ka-
sıya bir rekabete girer ve daha az ücretle pitalist ekonomide, iş adamının karının
çalışmayı kabul ederler. Marks'a göre, kayna~ıru açıklar. Buna göre, sıradan
işçinin aldı~ı ücret azaldıkça, iş adamı­ işçi ya da işçiler, fabrika alacak, endüst-
nın karı ve onun başka işletmelerle, ka- ri kuracak kapitalden yoksundurlar. Iş­
pitalistlerle rekabet etme şansı daha da çinin sahip oldu~u ve ekonomik de~er
artar. taşıyan tek şey eme~i, çalışma gücü ve
Marks, bu ba~Jamda, kapitalizm geliş­ kapasitesidir. Işçi eme~ini kapitaliste
tikçe, zenginin daha da zenginleşti~ini, satar; kapitalist ise, işçiye, eme~inin
yoksulun ise daha fazla yoksullaştı~ını karşılı~ı olarak belli bir ücret öder. Bu-
öne sürer. Bu gelişme süreci içinde, orta nunla birlikte, işçiye ödenen ücret,
sınıf yok olup gider ve toplum iki sınıfa onun ürettiıi malın de~erinden çok
aynlır: Üretim araçlanna sahip olan, daha azdır. Işte, işçinin üretti~i malın
küçük ama zengin bir sınıf (burjuvazi), de~eriyle, aldı~ı ücret arasındaki farka,
sayıca büyük, fakat yoksul bir sınıf (pro- Marks artı de~er adını verir.
Marksizm sn

Ona göre, işçiyle işçinin arasındaki ça- kınlaştırmak yerine, onları birbirlerin-
tışmanın nedeni de, bu artı degerdir. den uzaklaştınr. insan toplumu insanın
Bu durum, işçide kapitaliste karşı nef- kendisi için dayaıulınaz hale getirmiş­
ret ve düşmanlık uyandırır. Çünkü, tir. Burada ahlak yoktur. Ahlak, Marks'a
Marks'a göre, zenginligi yaratan işçidir, göre, kapitalist toplumun yıkılışından
fakat işçi ürettigi zenginlikle orantılı bir sonra ancak, yeniden kurulacaktır.
karşılık alamamakta, onun ürettigi artı Marksist sosyoloji [İng. Marxist sociology;
deger kar olarak patronun cebine git- Fr. sociologie marxiste]. Marks'ın ölümün-
mektedir. Marks'a göre, işte bundan do- den sonra, 20. yüzyılda ortaya çıkan ve
layı, bu gelişme sürecinde, işçi ve işve­ Marks'ın toplum teorisini koruyarak onu
rende karşıt çıkarlar söz konusu olur. günümüz koşuHanna uyariayan sosyolo-
Kapitalist olabildigince çok artı deger ji anlayışı.
ürehnek, ürünlerini olabildigince paha- Buna göre, Marksist toplum teorisyen-
lıya satmak ve emege ödedigi ücreti de leri, kapitalizmin çöküşü veya sıruf sa-
olabildigince düşürmek ister. Buna kar- vaşının keskinleşmesiyle ilgili hiçbir
şın işçi de, olabildigince çok ücret elde gösterge bulunmadıgı için, bir yandan
ebnek. mallan da ucuza almak ister. Marks'ın şemasının ya da temel tezleri-
Karl Marks, kapitalizme ilişkin bu ana- nin gözden geçirilmesi gerekligini savu-
lizinde, kapitalist sistemi yalnızca sömü- nurken, bir yandan da sermaye ile emek
rüden dolayı degil, fakat başka ahl§ıki arasındaki çatışma düşüncesini çagdaş
gerekçelerle de mahkfun eder. Ona göre, kapitalizmin koşullarına
uyarlamaya ça-
kapitalizm sadece kötü ve işe yarama- lışmışlardır. Politik analizlerinde, dev-
yan iktisadi bir sistem olmakla kalmaz, letin egemen s1mfın aracı oldugu görü-
fakat o insanlar arasında ahlaksızca iliş­ şünden belli ölçüler içinde vazgeçen
kilerin doguşuna yol açar. Bunun nede- Marksist sosyologlar, ekonomi alanında,
ni ise, çıkar savaşı, kar mücadelesidir. Marks'ın kendisinden farklı olarak. kapi-
İnsanlar, Marks'a göre, zengin olmak talizmin tekelci evresi üzerinde yogun-
için, birbirlerini ezer ve adeta yerler. laşmışlardır.
Toplum bir orman haline gelir ve İşte bu genel çerçeve içinde, Marksist
rekabet en belirleyici öge olup çıkar. felsefeyle +Marksizmin yönteminden
Bu durum, Marks'a göre, trajik bir so- yararlanmayı sürdüren Marksist sosyo-
nucun varlıgına işaret etmektedir. So- loji, +ideoloji terimini analiz etme işine
nucun trajik olmasının nedeni, kapita- çok büyük bir zaınan ve enerji ayumış
lizmin insanın yaşamını geliştirebilme ve kapitalizmin varlıgını sürdürmesi-
güç ve yetenegine sahip olmasıdır. Bu- nin, büyük ölçüde egemen sırufın ideo-
nunla birlikte, o teknolojiyi kötüye kul- lojik kontrolünün sonucu oldugunu öne
lanır, çocukları çahşhrır ve kısacası sürmiiştür.
mutsuzluk üretir. Marks, modem kapi- Marksizm [İng. Marxism; Fr. Marxisme;
talist toplumun yalruzca teknolojiye Alrn. Marxisnıus]. Alman düşünürü Karl
deger vennekle kalmayıp, teknoloji ta- Marks ve onun Friedrich Engels Karl Ka-
raf ın dan üretilen nesnelere taptıgıru da ustky, Vladimir İlyiç Lenin,. Rosa Luxem-
söyler. Modern kapitalist toplumda, in- burg, György Lilicz, Karl Kosch, Anto-
sanlara gösterilmesi gereken saygı, ve- nio Gramsci ve Louis Althusser gibi 20.
rilmesi gereken deger, teknolojiye ve yüzyıldaki sadık izleyicileri tarafından
teknoloji tarafından üretilen nesnelere geliştirilmiş olan ekonomik, siyasi teo-
verilir. Bu ise, gerçek bir fetişizmdir. İn­ riyle toplum kuraıruna verilen ad.
sanlar birbirlerini degeri olmayan maki- Marksizm herşeyden önce, varolan ve
na ya da araçlar olarak görürler. Buna geçmişte varolmuş olan toplurnlara
karşın, makinalar da tannlaşhnhr. Ka- ilişkin bir analiz ve aç1klamadan, özel-
pitalist toplum, insanlan birbirlerine ya- likle de kapitalist topluma yönelik bir
578 Marksizmin eleştirisi

eleştiriden meydana gelir; Marksizmin yöntemin yasanın yönetimine ve de-


söz konusu analiz ve açıklaması, top- mokrasiye karşı oldugunu, şiddetin bir
lumsal degişme ve gelişmeyi açıklar­ kez başladı mı, sonunun hiç gelmeyece-
ken, varolan tüm etkenler arasında, eker gini belirtir. En azından, kapitalizmden
nomi etkenine özel bir önem ve agırlık sosyalizme geçiş, şiddet ve devrim ye-
verir. Determinist bir ö~eti olan Mark- rine, barışçı yöntemlerle, aşama aşama
sizm, sömürüye dayanan ve sınıfiara olmalıdır. Bu itiraza karşı Marks, banı;;­
ayrılmış bir toplum düzenine alternatif çı yöntemlerden yararlanınanın, devle-
olarak sınıfsız bir toplum modeli öneri- tin mahiyetinden dolayı imk~nsız oldu-
sinde bulunur. Marksizm bu çerçeve gunu belirtmiştir. Dahası, Marks'a göre,
içinde, nihayet toplurnlara ilişkin bir demokrasiyi savunanlar bile, mutlak bir
analizden oluşup, sınıfsız bir toplum otorite sergileyen baskıcı yönetimlerin
düzenine geçişin yolları!U gösteren bir iş başından başka yönteınlerle uzak-
ögreti olarak ortaya çıkar. laştırılamadıkları zaman, başkaldırının
Marksizmin eleştirisi [İng. criticism of haklı kılınabilir oldugunu düşünürler.
Mar:rism; Fr. critique du Marxisme]. Marks bu çerçeve içinde, kapitalistlerin
Marks'ın tarihsel maddedligine, kapita- bu türden zorbalar olduklannı öne
lizmle ilgili görüşlerine ve bir bütün ola- sürer. Başkald~rı yalnızca zorunlu
rak yöneltilen eleştiriler bütünü için kul- degil, fakat haklı kılınabilir bir şeydir.
lanılan genel deyim. Gerçek bir demokrasi, ancak ekonomik
Buna göre, Marksizme yönelik eleştiri bir eşitlige dayanabilir.
iki başlık altında toplanabilir. Bunlar- Marks'ın söz konusu ö~etisi, aynca di-
dan birincisi, ayru Marksist gelenek için- yalektige dayandıgı gerekçesiyle eleşti­
de yer alan Frankfurt Okulu mensuplan rilmiştir. Bu eleştiriye göre, diyalektik,
benzeri düşünürlerin eleştirileridir. Bu metafizik ve apriori bir kavram oldugu
düşünürler, Marksizmi özde dogru bir için, deneysel olarak dogrulanamaz.
ögreti ya da yaklaşım olarak görürken, Eleştiri sahiplerine göre, tarih gerçekte
onun Marks'tan sonra özellikle Engels bu tür'bir diyalektik modele göre geliş­
eliyle popülerleştirilip, Komünist Parti- memektedir. Yine, Marks'ın diyalektik
lerin resmi ideolojisi hiline getirilmesi- üzerindeki ısraruun, sınıflarm yok ola-
ne karşı çıkarlar. Teorinin bu şekilde cagı inancıyla tutarlılık içinde olmadı­
pozitivist bir bakış açısıyla bilimselleşti­ gma işaret edilmiştir. Öte yandan, Karl
rilmesinin onu tümden dogmatikleştire­ Marks'ın kapitalizmin ahlakına ilişkin
rek bir inanç parçası hiline getinniş ve görüşlerine, yalnızca kapitalizmin geli-
parti entellektüellerini eleştiriden koru- şimindeki başlangıç evrelerini betimle-
yan bir kalkana dönüştürmüştür. Buna digi gerekçesiyle itiraz edilmiştir.
göre, teorinin gelişimi ortaya çıkış ama- Yine, ciddi bir eleştiri olarak, kapita-
cına tümüyle ters bir yönde olmuş ve lizm. aldıgı birtakım önlem ve gerçek-
teori özgürleştinne amaana hizmet leştirdigi birtakım gelişmelerle, çalışan­
etmek yerine, baskının alternatif adı ol- lara belli bir refah ve mutluluk sagladıgı
muştur. için, onun kapitalizmin gelişmesiyle bir-
Marksizmi eleştirenierin esas büyük likte, yabancılaşmanın artacagı öndeyi-
bölümü, ona bir bölümüyle degil de, sinin gerçekJeşmedigi belirtilmiştir.
tümden karşı çıkanlardan oluşur. Işte Marks'ı eleştireniere göre, kapitalizm
bu baglam da, Marksizmi e leştirenler, yüzyıllardan beri hakim ekonomik
öncelikle Marks'ın kapitalizmden sosya- model olmuştur ve olmaya da devam
lizme geçiş için öngördügü yönteme etmektedir. Bundan dolayı, Marks'ın ka-
karşı çıkmışlardır. Şiddet ve devrime pitalizmil'l yıkılacagı ve bunun Avru-
karşı yöneltilen bu itiraz, söz konusu pa'mn sanayileşmiş toplumlannda ola-
matematik felsefesi 579

cagı kehaneti de gerçekleşıneıniştir. İş­ tigin önermelennin bilgisine nasıl ve ne


çiler, sosyo-ekonomik bakımdan daha şekilde ulaştıgımız sorularına doyuru-
da gerilernek yerine, giderek daha iyi cu bir yanıt getirmeye çalışan felsefe
duruma gelmektedirler. Çalışma saatle- dalı.
ri azalmakta ve sosyal güvenlik sistemle- Matematik, filozoflar için, hem kendi
ri gelişmektedir. Bu nedenle, Karl başına ve hem de insan zihninin, göz-
Marks'ın kapitalizme ilişkin analizi ye- lem ya da deneyime başvurmadan elde
terli ve doyurucu olmaktan uzaktır. edebilecegi bilginin dogası ve kapsaını
Kapitalizmde işsizlik ve enflasyon söz problemiyle ilgili olarak, her zaman
konusu olsa bile, bunlar kısa sürelidir. büyük önem taşımıştır. Özellikle ras-
Mark.s'ı eleştireniere göre, kapitalist sis- yonalistlerin gözünde, matematik bilgi-
tem kendi güçlüklerini kendisi çözebil- nin yetkin ömegi olarak görülmüş, ve
ınektedir. Kapitalizm, modem finans her tür bilginin deneyime dayandıgını
tekniklerinin kullarulması, faiz oranla- dile getiren empirist tezin kesin sonuçlu
rına müdahale edilmesi yoluyla, tekel- olarak çürütülmesine imkan veren bir
leri engelleyen yasalarıyla, sendikaları, örnek meydana getirmiştir.
emeklilik ve sosyal güvenlik planlarıy­ Bütün bunlar bir yana, matematik fel-
la, kendi güçlüklerini aşabilmekte ve sefe açısından, matematik felsefesinin
işçinin sistemden yarar saglayabilmesi-
doguşuna katkıda bulunan önemli
ne olanak vermektedir. problemler yaratmıştır. İşte bu açıdan
matematik [Yun. rrıathematikos; Lat. ıııathe­ bakıldıgında hemen akla gelen soru
ma, mathematicus; Os. riyaziye; İng. mat- şudur: Matematigin ne hakkında oldu-
hematics; Fr. mathematiques; Al. mathema-
tik]. Aritmetik, cebir ve geometri gibi
gu söylenebilir? İki sayısı nedir, ve ikiy-
le ikiyi toplamak ne anlama gelir? İki
dallan olan, ve sayılann, şekillerin ve
kesinlikle fiziki bir şey, toplama da iki
benzeri soyut varlıkların özellikleriyle
elmayla iki elmayı bir araya getirmek
aralarındaki ilişkileri konu alan, soyut
degildir. Bu güçlükler dikkate. alındı­
ya da tasanmsal varlıkların özelliklerini
gında, 1 ilk büyük matematik filozolu
ve bunlar arasında kurulan bagıntılan,
tüındengelimsel bir sistem içinde ve salt
olan Yunanlı filozof Platon'un sayı ve
şekilleri ve bunlar arasındaki ilişkileri
akılyürütme yoluyla inceleyen bilim
dalı.
ele alıp inceleyen, sayı ve şekillerin
Bu baglarnda, matematigi yetkin bilgi- özelliklerini ve aralanndaki ilişkileri or-
nin örnegi olarak ön plana çıkarma tav- taya koyup ispatlarnak isteyen matema-
rına, matematigin bütün bir varlık ala- tigin dogrulan ve matematiksel nesne-
nının özünü, mahiyetini kavrayıp, lerin varoluşuyla ilgili olarak realist bir
açıkladı~ını savunan ögretiye, özellikle görüş benimsemiş olması şaşırtıcı de-
Pythagoras, Platon, Descartes gibi ras- gildir.
yonalist filozofların matematigin sadece Buna göre, Platoncular ya da realistler,
bilginin degil fakat varlıgın da anahtan sayıların soyut varlıklar olduklannı,
oldugu şeklindeki görüşlerine matema- matematiksel dogrulann matematikçile-
tikçi/ik adı verilir. rin araşbnnalanndan bagımsız olarak
matematik felsefesi [İng. Je/.seff!i riyaziye; varoldugunu savunmuşlardır. Başka
İng. philosaphy of mathemtztics; Fr. philosap- bir deyişle, o matematigi, akılla anlaşı­
hie des mathtrnatiques; Al. philosophie der labilir gerçekliklerden meydana gelen
nrathematik]. Matematik biliminde geçen dünyaya ilişkin bilginin yetkin bir ör-
kavram ve sistemleri konu alan, mate- negi olarak görmüş ve matematigin
matiksel ilkelerin temellendirilmesini nesnelerini, zihinden bagımsız, soyut
amaçlayan, matematigin önermelerinin varlıklar olarak işte bu dünyaya yer-
ne hakkında oldugu sorusuyla matema- leştirmiştir.
580 matematik felsefesi

2 Kafiyerinin başlarında ünlü İngiliz programın birinci bölümünün mantık


matematikçisi ve filozofu tRussell tara- dilinin, bütün matematiksel ifadelerin
fından da benimsenen bu görüşe ilk ve mantık terimleriyle tanunlanabilmesine
önemli alternatif ünlü Alman filozofu imkan verecek kadar zengin olmasuu
lmmanuel tKant tarafından sunulmuş­ gerektirdigini söylemek gerekir. Ayıu
tur. Matematigin önermelerinin, daha prograrrun ikinci bölümü ise, dogru her
dogru bir deyişle, saf matematik alanın­ matematiksel önermenin, aksiyomatik
daki tüm sistemlerin aksiyom ve tea- bir mantık teorisinin aksiyomlarından
remlerinin sentetik a priori yargılar ol- saf mantıksal akılyürütme yoluyla türe-
dugunu öne süren Kant, daha sonra bu titip kanıtlanarak ifade edilebileceginin
tür yargıların, dış duyu formu olan gösterilmesini zorunlu kılar.
mekanla, iç duyu formu olan zamanın a 4 Frege ve Russell'ın lojisist görüşünün
priori ve tikel olmasından dolayı müm- karşısında ise, L. E. J. Brouewer'in, ma-
kün hale geldigini öne sürmüştür. tematigi mantıga indirgeme yönündeki
Kant'ın yaptıgı şey, matematigin Pla- bir girişimin, çok temelli bir yanlış an-
ton'daki metafiziksel gücünü ortadan lamaya dayandıgını savunan sezgiciligi
kaldırmaktan başka bir şey degildir. yer almaktadır. Brouewer'in, sezgicili-
Buna göre, matematiksel dogrunun a gin özel bir versiyonu olan konstrükti-
priori karakterini, aklın ayrı ve ezeli- vizmine göre, matematik mümkün tüm
ebedi bir matematiksel nesneler dünya- dünyalar için geçerli degildir; matemati-
sına gizemli yükselişinden hiç söz et- gin kendine özgü konusu, matematikçi-
meden açıklamaya çalışmıştır. Kant'a nin zihninde ya da sezgisinde meydana
göre, biz insanlara matematiksel nesne- getirilen matematiksel yapun ya da
lere ulaşma olanagı veren şey, duyum- konstrüksiyonlardır. Buna göre, mate-
sal varlıklar olarak bizzat kendi doga- matigin nesneleriyle matematiksel doğ­
mızdır. rularm insan zihni ve kavrayışından
3 Kant'ın bu görüşünden sonra, bu bagunsız olarak var ve dogru oldugu-
yüzyılın başlarında, Almanya'da Gott- nu savunan realist bir ögretinin karşı­
lob tFrege, İngiltere'de de Bertrand Rus- sında yer alan konstrüktivizm, matema-
sell lojistik kuramı geliştinniştir. Mate- tiksel nesnelerin varoluşundan ancak
matiksel nesnelerin mantıksal terimlerle ve ancak onların kurulabilıneleri, yani
ve sınıflar aracıhgıyla tanım.lanabilece­ varolduklannın sezgisel olarak gösteri-
gini, matematiksel kanıtlamaların man- lebilmesi durumunda söz edebilccegi-
b.ksal kanıtlarnalara indirgenebiJecegini mizi öne süren bir matematik anlayışı­
ve matematiksel dogrulara ilişkin bilgi- dır.
mizin mantıksal dogrulara ilişkin bilgi- S Alternatif bir diger matematik felse-
miz kadar kesin oldugunu öne süren fesi görüşü olan Hilbertçi formalizm
söz konusu lojisistler, tarihsel olarak Le- ise, matematigin mantıga indirgeneme-
ibniz'in matematigin mantık oldugu te- yecegi konusunda sezgici görüşle uyu-
zinden yola çıkmışlardır. şur. Matematik, bu anlayışa göre, aksi-
Frege ve Russell işte bu önemli lojisist yemları saglayan şeyler olma dışında
tezin dogrulugunu kanıtlamak amacıy­ kendilerine hiçbir yorumun yüklcneme-
la, I bütün matematiksel önermelerin yecegi terim ve sayılann soyut bir kal-
bir bütün olarak mantıgın terminoloji- külü olmak durumundadır.
siyle ifade edilebilecegini, ll tüm doğru 6 Bütün bu görüşlerin dışında, mate-
matematiksel önermelerin geçerli man- matik felsefesi baglamında son olarak,
bksal ifadeler ol~ugunu gösterme çaba- matematiksel önermelerin yalnızca uz-
sı içine girmişlerdir. İşte bu çabanın laşuna bagh oldugunu belirten uzla-
bir parçası olarak degerlendirildiginde, şımcılardan söz edilebilir.
matemafiksel 581

maiemaliksel [Os. riyazi; İng. nıatlıemati­ Maupertius, Pierre Louis. Fransız Ay-
cal; Fr. mallı~matique; Al. ıııatematisclıe] 1 dınlanmasırun 1698-1759 yılları arasın­
Matema tikJe, ölçme ve hesapla ilgili da yaşamış olan ünlii düşünürü.
olan, 2 matemati~in nesnelerinin özel- Sıkı bir billınci olup, bilime ve ilerleme
likleline haiz bulunan, ve 3 soyut ve fikrine yo~un bir ba~lılık sergileyen
ideal olan, 4 nihayet, tıpkı matematiksel Maupertius, Newton biliminin, özellikle
bilgi gibi, kesin, sa~lam, pekin, kuşku de yerçekimi yasasırun savunuculu~u­
götürmez olan için kullarolan sıfat. nu yapmıştır. Bilgi alanındaki görüşleri
Nitekim, antik Yunan felsefesinde, bakımından empirist, hatta pozitivist
maddi bir bakış açısı sergileyen İ yon ya bir görüşü benimseyen filozof, bizim
filozoflarından sonra, formu ön plana çı­ fizik biliminde fenomenler alanında kal-
kartan Phytagorasçılann, sayının varlık­ dı~ımızı söylemiştir. Ona göre, mekani-
ların arkesi oldu~unu dile getiren ve va- ~in temel kavramları duyum yoluyla
rolan herşeyi bir sayısından, birimden açıklanabilir. Nitekim, Maupertius, ma-
türeten kozmolojilerine, bu ba~lamda tematiksel ve mekanik ilkelerde söz ko-
matematiksel atomculuk adı verilmiştir. nusu olan zorun1u ba~lantının bile, salt
Buna mukabil, sembolik mantık, mate- ça~nşım ve alışkanlık aracılı~ıyla açık­
mati~e ilişkin mantıksal analiz mate-
lanabilecetini öne sürmüştür.
matiksel manhk diye tanımlanır. Bilimci ve deneyci bir bakış açısı be-
materia prima. Ortaça~ Skolastik filozof- nimseyen Maupertius, bununla birlikte,
larının, t Aristoteles'in, her türlü form-
katı bir tmaddecilikten uzak durmuş
dan ayrı olarak, kendi başına varolama-
ve do~aya ilişkin olarak teleolojik bir
yan. formdan ancak manhksal olarak
anlayışın savunuculu~unu yapmıştır.
ayırd edilebilen, ve bir soyutlama olan
O, bu çerçeve içinde, do~ada ortaya
ilk maddesine veridikleri ad.
çıkan teleolojik sistemin bilgisi mutlak
mathesis universalis. Evrensel matema-
olan bir Tanrı'nın eseri oldu~unu açık­
tik teorisi. Büyük bir açıkJama gücüne
lıkla gösterdi~ini söylemiştir.
sahip oldu~una inanılan genel mantık­
sal-matematiksel teori tasarımı. Başta mauetike. ÜnJü Yunan filozofu Sakra-
tLeibniz olmak üzere, birçok 17. yüzyıl tes'in ilk bakışta olumsuz bir ö~retim
yöntemiymiş gibi görünen do~urtma
filozofu, sonuçsuz tartışma ve metafi-
ziksel spekülasyonu ortadan kaldıraca­ ya da ö~retim yöntemi.
~ına inandıkları bu tür bir teorinin ge- Gerçek ö~retim faaliyetinin, sanki bilgi
liştirilebilece~ine inanmıştı. temas yoluyla dolu bir kaptan boş bir
Maturidilik. 852-944 yılları arasında ya- kaba damla damla akıtıiabilen bir şey­
şamış olan İmam Maturidr tarafından miş gibi, bilginin ö~retmenin çabasıyla
kurulmuş olan itikadi mezheb. bir başkasının ruhuna damla damla
İmanın Islamın temeli oldu~unu ve akıtmak, ö~rendnin zihninde yoktan
akıldan önce geldi~ini, evrende bulunan varetmek olmadı~ıru savunan Sokrates,
bütün varlık türlerinin Tann tarahndan felsefi tartışmalarında, tıpkı bir ebe
yaratıldı~ıru savunan Maruridilik, bu- gibi, ö~renciye kendinden bir bilgi ak-
nunla birlikte elinin gere~i gibi anlaşıla­ tarmamış, yalnızca ö~rencide zaten va-
biJmesi için, Kur'an ve sünnete ek olarak, rolanı gün ışı~ına çıkarmaya çalışmış,
akJın da gerekli oldu~unu dile getirir. ö~rencilerin kendilerine gebe kaldı~ı
Buna göre, Maturidilik, insanlara Pey- düşünceleri do~urması için yardım et-
gamberin hiç gönderilmemiş olması miştir.
durumunda bile, bizim Tanrı'yı akıl yo- Ö~retmenin bilgiyi veren kimse, ya da
luyla bulabilece~imizi, iyiyi kötüden bilginin nedeni olmadı~ına, yalnızca
ayırabilece~im.izi öne sünnek bakımın­ bilginin do~uşu için bir araç oldu~una,
dan tEşarilikten farklılık gösterir. e~itim ve ö~retimin, ö~retmen tarafın-
582 mauvaise foi

dan birtakım malümat ve bilgilerin ög- maya. Gerçek varlıgı tBrahmanla özdeş­
renciye aktarılması olmadıgına inanan leştiren ve Brahmanın da bizim içimiz-
tSokrates, dogurtma yöntemiyle, önce deki Atman oldugunu savunan, evrenin
ögrencinin bilgiye ctuydugu ihtiyacın anlamırun, özünün kendi özümüzün
farkına varmasını saglamış, onu araş­ derinliklerinde olup, bu anlama özüınü­
tırınaya sevketıniş; ögrenciye, kendisi- ze dalarak ulaşabildigiınizi, dış gerçek-
ne ait bir bilgiye ulaşması için, uygun ligin bilinmesinin pek bir önemi olma-
sorularla yardım etıniş ve ortaya çıkan dıgını savunan Brahmanizmin, nesneler
bilgiyi ögrencinin kendisine ınal edebil- dünyası, ve bu dünyanın yanıltıcı bilgi-
mesi için de, yine sorularıyla, ögrenci- si için kullandıgı terim.
nin bilgisinin hesabını vermesine, onu Hintli bilgeye göre, mekan ve zaman
argümanla savunabilir hale gelmesine içindeki nesneler dünyası yanıltıcı bir
yardımcı olmuştur. görüntüdür, düştür, mayadır; dış ger-
mauvaise foi [İng. baft faith]. Sartre'ın va- çeklige ilişkin bilgi de gerçek bir bilgi
roluşçu felsefesinin en temel kavramla- olmayıp, yanıltıcı bir bilgidir. Buna
nndan biri olarak kötü niyet. Kişinin göre, varlıgın pek çok biçimlerde görül-
kendisini, degişmeyecegi düşünülen mesi mayadır.
kendi kişisel karakteri, ama özellikle de mazoşizm [İng. masochism; Fr. nıosaschis­
kendi dışındaki koşullar tarafından be- nıe; Al. masochismus]. Kişinin cinsel do-
lirlenmiş ve dolayısıyla da özgürlükten yuma, salt ıshrap çekerek, kendisine
yoksun biri olarak görmesi durumu. eziyet ederek veya kendisini onur kırıcı
Varoluşumuzun, bizim hayatlarımızı bir kırıcı duruma düşürmek suretiyle
ve degerlerimizi yaraanada özgür olma- ulaşabilmesinden oluşan sapkınlık
mız anlamında, özümüzü belirlerligini Mazoşizm biraz daha genel olarak, ki-
savunan Sartre, kişinin kendisinin gele- şinin kendisini üzmekten, hırpalamak­
nekler, başka insanların düşünceleri ya tan veya hupalanmasına izin vermekten
da ilahi irade tarafından kurulmasına haz alına durumunu ifade etmek için
ya da belirlenmesine izin vererek, öz- kullanılır.
gürlügünü inkar ebnesinin, özgürlü- Mc Taggart, J. E. 1866-1925 yılları arasın·
günden vazgeçmesinin, kişinin kendisi- da yaşamış· ve Hegel'in etkisi altında
ne yalan söylemesinden, kendisiyle ilgili kalmış İngiliz idealist düşünürü.
gerçekleri bizzat kendisinden nafile bir İçgüdüsel olarak inandıgımız şeyler
çabayla gizleınesinden başka hiçbir şey için saglam ve geçerli nedenler bulmak
olmadıg~ı, bunun kişinin sorumluluk- gerektigini, inançlan metaiWksel akılyü­
tan, insan olma sorumlulugundan vaz- ruhneyle desteklemek durumunda oldu-
geçmesiyle eşanlamlı oldugunu söyler. gumuzu öne süren Mc Taggart'e göre,
Ozgürlügün, sahip olunacak bir şey­ geleneksel teoloji felsefi eleştiriye kaldı­
den çok, meşak.kat ve zorlukla hayata ramaz; insan dini tavnnda haklı kılına­
geçirilecek bir şey oldu~nu, insanın maz.
katlanmak durumunda oldugu bu du- Bundan dolayı, dini tavn, bizimle
rumun, onda tasa ve endişe yarathgını evren arasında bir uyum bulundugu
söyleyen Sartre'a göre, bu durum insan- inancını haklı kılacak bir metafizik ge-
lan, eylemlerinin, özgürce ve bilinçli liştirmeye çalışan Mc Taggart'a göre,
olarak seçilmiş eylemler degil de, ken- evren tinden meydana gelmelidir; ikin-
dilerinin dışandaki nedenlerin sonucu ci olarak, tin ölümsüz olmalı ve temel
olup, belirlenmiş oldugunu söylemeye, bileşeni olarak, aşkı içermelidir. Ve ni-
onların sorumluluk almaktan kaçınma­ hayet, evren bir bütün olarak iyi olmalı
lanna yol açar. Sartre'a göre, kötü niyet ya da yetkin bir iyilik haline dogru ge-
tkeni:lini aldatmaya içermektedir. lişmelidir.
medinetü'l cilhile 583

medinetü'l cahile. Devlet anlayışında, in- kap ya da hazne olarak yorumlayan gö-
sanların, dogal ihtiyaçlarırun etkisiyle, rüşe göre, mekan, içine bir şeyler yer·
iyi ya da kötii bir insarun başkanlıgı al- leştirilinceye kadar boş olan bir kap
tında bir araya gelerek şehirleri ya da olarak varolur. O, içine bir şey konsun
devletleri oluşturduklarını söyleyen ya da konmasın, varolan bir şeydir. Bu
Farabfnin, ideal degil de, gerçek devleti- çerçeve içinde, bazı düşünürler, kap ya
ne, erdeınsiz toplumuna verilen ad. da hazne olarak mekanın sonsuz oldu-
Böyle bir toplum, başındaki hüküm· gunu, yani dış sınırlan bulunmadıgını
darın kötü bir yönetici oldugu, istibdat, söylerken, diger bazıları mekarun sonlu
sefahat ve tutkunun hüküm sürdügü, oldugunu savunmuşlardır.
erdeıni hiç tanımayan bir toplumdur. b) Bagıntısal mekan görüşü ise,
Farabi'ye göre, o önceden iyi iken, son- mekanın yalnızca, birlikte varolan şeyler
radan bozulmuş bir toplum olabilir. arasındaki, dışsal bir bagıntı oldugunu
Öte yandan, tFarabi'de medinetü '1 aıhi­ söyler. Buna göre, mekan, aralannda hiç-
le'nin zıddı olan erdemli topluma, yö- bir şey olmadıgı zaman, varolanlar ara-
neticisi bilge ve iyi, yurttaşları erdemli sındaki şeydir. Şeyler varoldugu zaman,
olan topluma medinetü '1 fazıla adı veri· mekan da onlar arasında varolur, fakat
lir. Onun siyaset felsefesinde, gerçek şeyler varolmadıgı zaman, aralanndaki
mutluluk, bir tür aydınlar aristokrasisi mekandan da söz edilemez.
tarafından yönetilen söz konusu ideal c) Üçüncü ve sonuncu mekan görüşü,
toplumda gerçekleşir. mekaru ön plaru çıkartan, 'kap olarak
Megara Okulu [İng. Megaric School; Fr. mekan' görüşüyle, şeyleri ön plana çı­
Ecole dt Megare]. Sokrates'in ilk ögrenci- kartan 'bagıntısal mekan' görüşünün
lerinden biri olan Megarab Eukleides'in bir sentezini yaparak, mekan ve şeylerin
kurmuş oldugu felsefe okulu. birbirlerini tamamladıgıru öne süren
Sokrates'ten önce tPannenides'in felse- 'çok yönlü mekan' ~örüşüdür.
fesiyle de tanışmış olan Eukleides, Elea Düşünce tarihinde söz konusu olan
Okulu'nun görüşleriyle, tSokrates'in mekan teorileri, bu sıruflama ışıgında
ahlak anlayışının bir sentezini yapma- şöyle sıralanabilir: 1 'Varlık vardır, yok-
ya çalışmıştır. O, erdemin bir oldugu- luk var degildir' deyişiyle ün kazanan
nu savunmuş ve dolu, sürekli, cisimsel, tParmenides'e göre, mekan varolmayan
ezeli-ebedi bir bütün olarak tasarlanan bir şey, mutlak bir yokluktur. 2 Elea
Biri İyiye eşitlemiştir. Okulunun boşlugu inkar etmesinin ar-
Okulun felsefesi daha sonra, Eubili- dından, temel gerçeklik olarak atomları
des'in etkisi altında, bir görüş ya da öne süren atomculara göre, mekan,
tezi saçmaya indirgeme yoluyla çürüt- atomlar arasında varolur ve içinde atom-
mek üzere tasarlanmış akılyürütme ya ların hareket ettiği boşlukla özdeştir.
da argümanlara dayanan bir tür eristi- 3 Mekan kavramuu dokunma ve görme
ge bagh kalarak gelişmiştir. Okulun duyusu aracılıgıyla kazandıgımızı söy-
diger düşünürleri Diodoros Kronos'la, leyen tLocke ise empirist bir mekan gö-
Megarab Stilpon'dur. rüşü geliştirmiştir. 4 Onun empirist ·
mekan [İng. space; Fr. espaa; Al raum]. Va- görüşünün karşısında, mekan kavra-
rolanlann içinde yer aldıgı, tüm suurlı mına rasyonel bir analizle ulaşan Des-
büyüklükleri içine. alan u~uz bucaksız cartes'ın mekan görüşü bulunur. O
büyüklük. Boşluk/hiçlik durumu. Sırur­ mekanı maddeyle özdeşleştirirken, bir
sız ortam, sonsuz büyük kap ya da mekirun gerçekte, o mekinı işgal eden
hazne. Oç boyuhı, yani eni, boyu ve de- cisimden aynlmadıgıru söylemiştir.
rinligi olan hacim. Yer kaplama. Başka bir deyişle, boş mekanın varol·
Mekan kon us u nda üç temel yaklaşım­ madıgıru savunan tDescartes'a göre,
dan söz edilebilir. Bunlardan a) mekanı mekan maddi tözden ya da maddeden
584 mekanik

başka bir şey degildir. Çünkü mekan nematik ve hareketin nedenlerini kuv-
işgal eden bir şey yer kaplayan maddi vetler, nesneler arasındaki karşılıklı et-
bir şeydir; yer kaplama ise, mekandır. kileşimler aracıhgıyla açıklayan dina-
5 Newton ise, mekaru yalnızca bir kap mik diye ikiye aynhr.
degil, fakat mutlak bir kap olarak gör- mekanik maddecilik [İng. mecharıical
müştür. Mutlak mekan, ona göre, kendi rtıaterialisnı; Fr. materialisme mecaniqe; Al.
dogası içinde, dışsal herhangi bir şeyle mechanisclı nıaterialismus]. Evrenin, ale-
ilişkisi olmaksızın, aynı ve hareketsiz min büyük bir makine oldugunu ve
kalır. Mekanın içeriginden bagımsız ola- parçalarının birbirleri üzerindeki meka-
rak, zorunlu ve sonsuz oldugunu ifade nik etkileriyle açıklanabileceğini savu-
eden Newton'a göre, mekan tüm diger nan, tüm fenomenlerin maddenin meka-
varlıkların koşulu olan zorunlu yapıdır. nik hareketlerinin sonucu olduklannı,
6 Newton'un mutlak mekan anlayışına maddi nesnelerin birbirlerini yalruzca
taın karşıt bir görüş olarak, bagıntısal dogrudan bir mekanik etki ya da temas
mekan anlayışını geliştiren ve mekanın yoluyla etkileycbilecegini, uzaktan etki
bir öznel bir de nesnel yanı. bir psikolo- olmadıgtnı, evrende bir amaç ya da bir-
jik, bir de ontolojik tarafı oldugunu söy- takım ereksel nedenler bulunmadıgını
leyen tLeibniz ise, yalnızca monadların öne süren maddeci görüş.
gerçek bir varoluşa sahip oldugu siste- Tek tözün madde oldugunu, tinsel
minde, mekanın hiçbir şekilde gerçek tözün hiçbir şekilde varolmadıgını öne
olmayıp mantıksal bir yapun oldugunu süren görüş olarak mekanik maddeci-
dile getirmiştir. Ona göre, mekan ba- lik, zihinsel fenomenlerin, yani düşün­
gmtılardan meydana gelen, salt göreli celerin, duyguların bile fiziki süreçler
bir şeydir. Mekanın kendisinin manhk- oldugunu iddia eder, zihinsel fenomen-
sal bir yapım, ideal bir şey oldugunu leri ya beyinde ortaya çıkan belirli fiz-
öne süren filozof, bir idealist olarak, bu yolojik süreçlerle özdeşleştirir ya da
türden ideallere karşılık gelen gerçek onlan beyin tarafından saklanan cisim-
bir mekana ihtiyaç olmadığıru savun- ler olarak degerlendirir.
muştur. mekanizm [Os. mihanikiyye; İng. nıeca­
1 Felsefesinde Newton fizigini temel- nism; Fr. nıecanisme; Al. mechanismus,
lendinneyi amaçlayan, şeylerin kendile- mechanistische weltanschaung]. Dogal, bi-
rinin, kendinde şeylerin bilinemeyece- yolojik ve psikolojik tüm fenomenlerin,
gini, bizim şeyleri, mekanın, algımızm son çözümlemede fiziki fenomenlerden
zorunlu bir formu olmasından dolayı, başka hiçbir şey olmadıgını ve bütün
mek~n içindeki şeyler olarak algıladıgı­ fenomenlerin yalnızca maddi degişme­
mızı savunan tKant'ın öznel mekan an- ler ya da hareket halindeki madde ara-
layışına göre, mekin duyarlıgın a priori cıhgıyla açık1anabilecegini savunan ve
bir formudur. canlı dogayla cansız doga arasında hiç-
8 İngiliz idealist düşünüri.i F. tBradley bir aymm gözetmeyen görüş. Fiziki,
ise, mekanın ne gerçekligi oldugunu, kimyasal, biyolojik, ruhsal ve toplumsal
ne de gerçekligin bir parçası oldugunu tüm olaylan mekanigin yasalanyla açık­
belirtmiştir. Ona göre, mekan yalnızca layan, hareketlerin degişiminin hangi
bir bag ın tı, salt bir görünüştür. ti.irden olursa olsun, her olayı açıklamak
mekanik [Os. ilmi nıilıanik; İng. nıechanics; için yeterli oldugunu dile getiren ve son
Fr. nıeaınique; Al. mechanik]. Fiziğin, mad- çözümlemede tmaddecilik1e birleşen
denin hareketini konu alan dalı. Kuvvet anlayış.
ve hareketi konu alan bilim. Mekanik, Bütün fenomen1erin, bir amaca, tinsel
hız, ivme, konum, yörüngenin, v. b. g., güce, zihin ya da akla başvurmaksızın,
geometrik terimlerle tam ve dakik bir mekanik sistemleri açıklayan ilkelerle
biçimde tanımlanmasından oluşan ki- açıklanabilecegini savunan anlayış ola-
me1yorizm 585

rak mekanizm, bir bütün ya da sister., lan şeyler olarak degerlendirir. Başka
içindeki ögelerin karşıhkh etkileşimi­ bir deyişle, mutlak, gerçek ve degişmez
nin amaçlı faaliyet ya da fonksiyonlar bir şey olarak ınekan, sonsuz ya da
ürettigini, fakat bütünün ontolojik ola- uçsuz bucaksız bir kaptır, haznedir;
rak parçalardan önce gelmedigi gibi, aynı şekilde, dogaı olayların ardışıkh­
ögeler üzerinde nedensel bir etki de gını içeren zaman da, insandan bagun-
yapmadıgmı, bütünün -parçalarının top- sız olarak varolan sonsuz bir süredir.
lamından daha fazla hiçbir şey olmadı­ İşte hareket, bu mutlak ve degişmez
guu beiirtir. tDirimselcilige karşıt bir yapılara gönderimle açıklanabilir.
görüş olan mekanizm, canh varhklann, Bu tür bir mutlak görüşün karşısında,
her ne olurlarsa olsun)ar, kesin)ikle fizi- zaman ve mekanın mutlak degil de, gö-
ko-kimyasal yasalara tabi olduklarını, reli oldugunu, nesnel degil de, öznel ol-
bu durumun biyoloji ve fizyoloji tarihi dugunu ifade eden görüş yer ahr. Ome-
tarafından kanıtlandıgını, çünkü biyo- gin, gerçek)i~n temeline, yer kaplayan,
loji ve fizyoloji tarihinin, bu alanlarda mekanda bir yer işgal eden maddeyi
ancak fizik ve kimyanın yöntemlerinin degil de, tinsel güç ya da enerji birimleri
uygulanmasıyla hızlı bir ilerleme kay- olarak manadları yerleştiren Leibniz'de,
dedildigini açıklıkla gösterdigini ileri mutJak. mekan ortadan kalkar. Buna
sürer. göre, zaman ve mekan zihinden bagım­
mekan-zaman [İng. spacl'-tinıe; Fr. espace- sız olarak varolan tözler, gerçek varlıklar
tenıps]. Mekanın en, boy ve derinlikten
d~ de, deneye dayanan ba~hları
oluşan üç boyutuyla, zaman boyutun-
ifade eden manl:ı.ksal yapun ya da öznel
dan meydana gelen yapıya, mekan ve
kurgulardır. Ayru şeki)de, tKant da,
zamanın birligi. İlk kez H. Minkowski
zaman ve mekanın, dış dünyada nesnel
tarafından ortaya atılan kavram, daha
bir gerçekligi olan yapılar, dış dünyadan
sonra tEinstein tarafından kendi göreli-
soyutlama yoluyla türetilen kavramlar
lik teorisiyle birleştirilmiştir.
degil de, a prior'i yorum formlan, öznel
Bunlardan Minkowski'ye göre, tüm
sezgiler oldugunu öne sürmüştür.
fizik! ya da maddi nesneler dört boyut-
melyorizm [İng. meliorisnı; Fr. meliorisıııe;
lu yapının bir parçası olarak varolur.
Fiziki hiçbir şey, mekan-zamandan ayrı Al. nıeliorisıııus]. Genel olarak, daha iyi-
olarak varolamaz ya da düşünülemez, cilik Dünyanın daha iyi olma yoluna
zira her nesnenin yalnızca eni, boyu ve girip, giderek daha uyumlu, daha yet-
derinligi degil, fakat zaman içinde bir kin h~le geldigini; en azından, dünyada
süresi vardır. Bundan dolayı, bir nesne- kötülük olsa bile, iyiligin daha agır bas-
ye ilişkin tam bir açıklama ya da betim- tıgını; varolan evrim sürecinin dünyayı
leme, tam dört koordinat verilerek orta- daha iyiye dogru götürdütünü; insana
ya konur. düşenin, iyilik için çalışarak, bu sürece
mekan-zaman felsefesi [İng. philosophy of katkı yapmak oldugunu savunan görüş.
space-time; Fr. philosophie de l'espace-temps]. Ömegin, evrim teorisini benimseyen H.
Mekan ve zaman konusunu ele alan, +Spencer tarafından benimsenen bu an-
mekan ya da zaman üzerine felsefi yön- layış sınırlı bir iyimserligi temsil eder.
temlerle spekülasyonda bulunan, görüş Spencer'a göre, dogru eylem, her geçen
bildiren, zaman ve mekarun fiziki temel- gün daha iyiye dogru giden bir dünya-
lerini ortaya koyan felsefe dah. da, yaşanmaya deger olan bir yaşama
Mekan ve zaman felsefesinde temel katlada bulunan eylemdir. Bununla bir-
karşıtlık mutlak teorilerle bagantısal ya likte, tek amaç, ayakta ka)ma mücadele-
da öznel teoriler arasındadır. Bunlardan si olmamalı, yaşamı, süre ve derinlik
mutlak görüş, tNewton'da oldugu gibi, bakımdan zenginleştirmenin yollarını
tmek-an ya da +zamanı gerçekten varo- aramalıyız.
586 Mensiyüs

Mensiyüs. M. Ö. 371-289 )'!Ilan arasında merkezicilik [ing. ce11tralism; Fr. cerıtralis­


yaşamış, ve insan dogası ve siyaset mııs]. 1 Psikoloji ya da davraıuşçılıkta,
üzerine olan görüşleriyle Konlüsyusçu- davranışın yalnızca beyinsel süreçlerle
Iugu temellendirmeye ve güçlendirme- beynin işlevine başvurularak açıklana­
ye çalışmış olan Çinli düşünür. bilecegini açıklanabilecegini öne süren
Meng Tse ya da Mensiyüs, insarun do- ögreti.
guştan iyi oldugunu, insanın egilimi- 2 Daha özel olarak da, belli birdegerler
nin iyilige dogru oldugunu, dogru sistemini temsil eden merkezin, toplum-
yolu bulmak için, vicdanımızın sesine, sal sistemde refalun, ödül ve roBerin da-
bizde doguştan varolan dogal bilgiye gılımını meşrülaşhran bir otorite kayna-
dayanmarruz gerektigini, uyum içinde lıt oldugwm, perifeıi ya da çevrede
yaşaınamızın anahtarının kendi içimiz- başka toplumsal grupların bulundugu
de oldugunu ve bizim uyumlu yaşadı­ yerde, merkezde elitlerin oldugunu savu-
gıınız takdirde, toplum düzenin de, nan görüş; ya da aynı baglamda, veya
kendiliginden en iyi bir biçimde kuru- genel emperyalizm ögretisinin oluşlur­
lacagıru söylemiştir. İnsanların, içlerin- dugu çerçeve içinde, merkezin gelişmiş
deki dogal egilime uygun düşmeyen ve endüstrileşmiş oldugu yerde, orıa ba-
kötülükler yapmalan durumunda, Men- gımlı periterinin gelişmemiş ve endüsl-
siyüs'e göre, bunun nedeninin dışarıda, rileşmemiş oldugunu iddia eden ögreti
yanlış uygulamalarda, haksızlıklarda, de merkezicilik olarak tanımlanır.
düzen bozuklugunun kişiyi ittiili batak- Merleau-Ponty, Maurice. 1908-1961 yılla­
lıkta ve yöneticilerin yetersizliginde ara- n arasında yaşamış olan çagdaş varo-
mak gerekir. luşçu düşünür. Bilinç ve ahiakla ilgili
Siyaset alanında, savaşa, gösteriş ve problemler üzerinde duran Merleau-
savurganlıga karşı çıkan, yönetim biçi- Ponty, bilinçle dünya arasındaki ilişkiyi
mi olarak monarşiyi demokrasiye yeg ele almıştır. Temel eserleri: LA Structure
tutan Mensiyüs'a göre, bir demokraside du Comportement [Davranışın Yapısı],
herkesin iyi egitilmiş olması gerekir, Phbıomerwlogie de la Perception [Alguun
fakat monarşide bir hükümdarın dogru Fenomenolojisi], Humanisrne el Terreur
yola sokulmasıyla belli bir toplum dü- [Hümanizm ve Dehşet). L'Oeil et !'Esp-
zeni kurulabilir. Bununla birlikte, Men- rit [Göz ve Zihin), Le Visible et l'Invisıble
siyüs'a göre, önemli olan halktır, halkın [Görünen ve Görünmez Olan].
iyiligi için çalışmaktır. Nitekim, o, bu Bilgimizin temelinde duyumlann bu-
çerçeve içinde, halkın iyiligi için çalış­ lundugunu öne süren geleneksel empi-
mayan, görevini yapmayan bir hüküm- rizme, duyumların, deneyimin nesnele-
dan tahttan indirmenin halkın hakkı, ri degil de, bilimsel soyutlamalar
hatta görevi oldugunu söylemiştir. oldugunu öne sürerek karşı çıkan Mer-
merkanlilizm [İng. mercantalism; Fr. mer- leau-Ponty'ye göre, algı alaruıruz, du-
cantalisme). A. +Smith tarafından, Batı yumlardan oluşmaz, fakat aralanndaki
Avrupa ülkeleriyle İngiltere'de 16. yüz- mekanlarla birlikte, şeylerden meydana
yılla 18. yüzyıl arasında söz konusu gelir. Algıladıgımız şeyler, ona göre,
olan iktisal politikasını tanımlamak empiristlerin söyledilli gibi, çagnşuncı
üzere kullanılan lerill)( Başka bir deyiş­ mekanizmaların yardımıyla, duyumlar-
le, Amerika'da altın ve gümüş maaıııı­ dan hareketle kurulmuş şeyler degildir.
lei'ının bulunmasının ardından, devlet- Empirizmle entellektüalizme, öznelci-
-~erin esas veya asıl zenginliklerinin likle realizme, ve nihayet Sartre'ın mut-
değerlimadenierden me)'dana geldi~i­ lak özgürlügüyle deterrninizme şiddet­
ni savunan ve korumacı bir politikadan le karşı çıkan Merleau-Ponty, 'beden-
yana olan iktisadi ögreti. özne' kavramıyla bu karşıtakunlar ara-
------·-···-----··--
------·····-
meta 587

sında bir orta yol bulmaya çalışmıştır. Rasyonalite krizi ise, devletin çatışan
Beden-özneyle dünya arasında diyalek- talepleri ve karşıtlaşan çıkarlan uzlaş­
tik bir ilişki kuran Merleau-Ponty'ye tıramadıgı için meşruiyetini yitirmesini
göre, beden-özne içinde yaşadıgı dün- ifade eden bir meşruiyet krizine neden
yayla ne yalnızca karşılaşır, ne de onu olur. Bununla birlikte, devlet farklı çı­
inşa eder veya yarahr. Beden-özne, bir- karları uzlaştırmada başanya ulaşırsa,
takım anlarnlar yükleıuniş ya da kendi- bu kez iş ahlakı ve rekabet dürtüsü,
sinde birtakım anlamların somutlaşmış toplumsal bütünlügü iehlikeye sokan
oldugu bir dünyayla karşılaşır, fakat bir güdülenıne bunalımına yol açacak şe­
ona kendisi de birtakım anlamlar yük- kilde zayıflar.
ler, karşılaştıgı şeyleri anlamlı kılmaya Meşşailik. İslam düşüncesi ya da felse-
çalışır. fesinde, Aristotelesçilige, Aristocu felse-
meşruiyet [İng. legitimation]. Siyaset bili- feye verilen ad.
ıninde, politik bir sisteme, devlete veya En önemli temsilcileri arasında El-
hükümete itaat edilip edilmemek gerek- Kindi, İbni Sina, Farabi, İbni Rüşd ve
tigini belirleyen durum. Siyasi iktidarın İbni Bacce gibi filozofların yer aldıgı
sadece kurumsallaşmasına degil, fakat Meşşailik, temel meselelerde İslamın
aynı zamanda ahlaki bakımdan temel- kendisine dayarurken, yöntem olarak
lendirilmesine imkan veren süreç. t Aristoteles mantıgıru ya da felsefesini
Politik sistemlerle ilgili sınıflamaların alnuşbr. tPlaton'dan ve özellikle de
çeşitli siyasi meşruiyet türlerine baglı tPlotinos'tan etkileruniş, onun sudur ya
tipolojilere dayandıgı dikkate alınırsa, da türüm ögretisine sistemlerinde ço-
tek tek her politik sistemi kurumsallaş­ Runluk yer vermiş olan Meşşai düşü­
tıran ve temeliendiren birtakım ilke nürler, bütün bu etkilere karşın, özgün
veya süreçlerin olması anlaşılır bir şey· bir felsefe ortaya çıkannayı, tutarlı ve
dir. Örnegin, demokrasiler meşruiyet­ saglam bir akılcı görüş· geliştirmeyi ba-
lerini kendilerine oy verenlerin dogru- şarmış ve Batı felsefesini birçok bakım­
dan taleplerini yerine getinnekten dan etkilemişlerdir.
alırlar. Sosyalist devletler işçilerin çı­ meta. Bah dillerinde, aşmayı, daha üst
karları üzerinde yogunlaşırken, sagcı düzeyde ele almayı ifade eden teriın.
cuntalar geleneksel bir ulusal kimlik Bir ismin, belli bir disiplinin önüne gel-
üzerinde odaklaşırlar. digi zaman, o disiplinin temel özellikle-
Bu baglamda, politik otoritenin deste- · rini ve problemlerini araşhrmayı, ince-
gini yitirmesi, kendisini ahl8ken temel- lerneyi ve çözmeyi ifade eden önek.
lendiremeınesi, haklı kılamaması ve bir- Buna göre, meta öneki bir disiplinin
takım sorunlan çözmek isterken bir önüne geldiginde, oluşan üst disiplin
bunalıma yol açması durumuna meşrui­ konu aldıgı disiplinin temellerini analiz
yet bunalımı adı verilir. Meşruiyet krizi eder, onun özünü ve kabullerini daha
üzerinde çokça çalışmış olan Frankfurt bir üst kavramsal düzeyde gözler önüne
Okulu teorisyeni Jürgen tHabermas, ka- serer. Başka bir deyişle, çagdaş düşün­
pitalist toplumda meşru~yet bunalımı­ cede meta öneki bir şey, bir teori, bir di-
na esas ekonomik bunalımın yol açtıgı­ siplin hakkında olmaklıgı, bir disiplin
nı iddia etmiştir. Buna göre, kapitalist ya da araştırma alanını bir üst dil veya
toplum ekonomik problemlerle başa düzeyde ele almaklıgı ifade eder. Bu
çıkmak amacıyla, istikrarsız ve degiş­ baglamda, 1 Türkçe, İngilizce veya
ken bir pazar ekonomisi üzerine istik- Fransızca gibi tarihsel bir dil veya öner-
rarlı bir sosyal düzen inşa etmenin meler manbgı benzeri formel bir dil
imkansızlıgınuı sonucu· olan bir şey hakkında olan, bu dillerden biri ya da
olarak, rasyonaliti! bunalımına yol açar. digerini konu ·alan üst dile, metadil adı
588 metabiliın

adı verilir. 2 Buna karşın, konusu for- tel~s, 'felsefe' teriınini başlangıçtaki
mel ınantık sistemleri olan araştırma tü- özgün anlamı içinde kullanmış ve felse-
rüne, mantıksal bir sistemin tutarlılıgı feyi bilim terimine eşdeger olan bir
ve tam lı~ı ile ilgili olan mantık üstü terim olarak düşünmüştür. Bu duru-
araştırmaya nıetaıııaııtık denmektedir. mun bir sonucu olarak da, biz nasıl ki
3 Formel bir matematik sistemini konu bugün farklı bilimlerden söz ediyorsak,
alan, bir matematik teorisinin önermele- aynen o şekilde farklı felsefelerden söz
riııin ti.1retilebilirli ~ni, çıkarsanabilil'li­ etmiştir. t Aristoteles, işte bundan dola-
gini, v. b. g., konu alan araştırma türüne yı, çeşitli felsefeler arasından bir felsefe-
ise ıııetmmıtımıatik adı verilmektedir. 4 yi tüm felsefelerin temeli olan felsefe
Felsefenin dogasına, mahiyetine ilişkin olarak aymruş ve bu felsefeye ilk fd.si!fe
araştırma, felsefedeki etkinlik türünü adını vermiştir.
ve onun kabullerini konu alan disiplin Filozofun bakış açısuıdan, bu ilk felse-
ise, metafelsefe diye tanımlanır. Bununla fenin görevi herşeyin, varolan her ne ise,
birlikte, yakın zamanlarda bazı Fransız onun ilk ilkelerini araştırmaktan meyda-
düşünüderi metafelsefe terimini biraz na gelir. Buna göre, ilk felsefe, varlıgı
daha farklı bir anlamda kullanmaya varlık olmak bakımından araştıran fel-
başlamışlardır. Felsefenin sonunun gel- sefedir. Öte yandan, Aıistoteles ikinci
digini veya felsefenin ölmek üzere oldu- bilim ya da ikinci felsefe olarak doga bili-
gunu öne süren bu düşünürler, felsefe- mini düşünmüş ve bu konuya da genel
nin vefahndan sonra mümkün ya da fizik başlıgı altmda bir dizi yapıtını
zorunlu hale gelen teorik ya da pratik ayırıruştır. Aristoteles'in ölümünden
etkinlige metafelsefe adıru verirler. sonra, ögrencileri ondan kalan kitapları
S Konusu belli bir konuya dair araştır­ düzenleyip tasnif ederken, filozofun
ma, belli bir konuyla ilgili teori olan sözü edilen ilk felsefe konusuna ayınl­
üstdisipline, teorilerin bilim adamları mış olan kitaplarını, onun doga hakkın­
tarafından nasıl oluşturulduguyla ilgili da olan kitabının arkasına, yani fizi~n
olan ikinci düzey araştırınaya da, meta- sonrasına yerleştirmişlerdir.
teori denmektedir. Metateoriye bir örnek Işte bu durumun bir sonucu olarak,
olarak, pozitif bilimlerde teorilerin nasıl Aristoteles'in ilk felsefe hakkında olan
oluşturuldugunu ele alan, teorilerde kitaplarına 'dogayla ilgili olan kitapları
esas olanın, dogrulama degil de, yan- izleyen kitaplar' (ta meta ta plıysika) adı
lışlama oldugunu öne süren yanlışla­ verilmiştir. Bununla birlikte, Yunanca-
macılık verilebilir. 6 Yine, Freud, bilinç- da meta terimi aynı zamanda 'ötesi' an-
dışayla ilgili kendi psikanaliz teorisine, lamına geldigi ve Aristoteles 'varlıgın
kendi zamanının psikoloji anlayışının ilk ilkeleri'ni konu alan kitaplarında,
standart konusunu aşhgı, yani bilinç başkaca şeyler yanında, doganın öte-
veya bilinçli zihnin ötesine gittigi için sinde ya da üstünde olan bir varlık ola-
metapsikoloji adını vermiştir. rak Tanrı'yı ele aldıgı için, metafizik
Bu durumun tek istisnası metafizik te- daha sonra fiziki doganın ya da gördü-
rimidir. Başka bir deyişle, metafizik gümüz şeylerin ötesindeki bir gerçek-
fizik biliminin problemlerini daha üst likle ilgili olan, duyusal olanın üstünde
düzeyde ele alan bir disiplin değildir. ve ötesinde olanı araştıran bir disiplin
Metafizik. adını tümüyle rasiantısal bir- olarak görülmeye başlanmıştır.
takun durum ve koşullara borçludur. metabilim [İng. meta-science; Fr. meta-
Terim, Aristoteles'in eserlerini, filozofu- science]. Bilimi konu alan, bilimi açıkla­
nun ölümünden sonra tasnif eden ög- YlP anlaş1hr kılmayı amaçlayan bilim
rencileri tarafandan bulunmuştur. üstü disipline, bilim hakkmda, bilim
Milattan önce dördüncü yüzyılda ya- üzerine olan bilime verilen ad.
şamış olan ünlü Yunanlı filozof Aristo- 'Dogayı bilimle açıklanz, fakat bilimin
metaetik teoriler 589

kendisini ne ile açıklayaca~ımız' soru- dile getiren nonnatif ahlaktan farklı ola-
sunun motive etti~i ya da do~urdu~u rak, ahiakın ne yaptı~ı ve ne işe yaradı­
disiplinler bütünü olarak metabiliın. ~· konusunu ele alıp, ahlaki sistemlerin
+bilim felsefesi, bilim antropolojisi ve temellendirilmesi, mantıksal yapısı ve
+bilim sosyolojisi gibi dallardan meyda- ahlak sistemlerinde kullamlan dil ile il-
na gelir. gilenen ahlak türü olarak ortaya çıkar.
Metabilimin en temel sorulannın ba- Ça~ımızda, örne~in Toulmin, Steven-
şında hiç kuşku yok ki, bilimin kendi- son, Urmson ve Ayer gibi düşünürler
siyle mi, yoksa bilim dışı unsurlarla mı tarafından benimsenen bu yaklaşıma
açıklanaca~ı sorusu gelir. Burada üç göre, felsefenin ilk ve temel işi, dile iliş­
yaklaşım söz konusudur. ı Bunlardan kin bir analiz oldu~undan, ahlak alarun-
birincisi olan ve pozitivizme ba~lanabi­ da söz konusu olabilecek bir telseleye
lecek olan içse/ci ynklaşım, bilimin kendi düşen, ahlaki kavramları ya da ahlaki
iç prosedürlerine göre, örne~in bilimsel kavramiann mantı~ını analiz etmektir.
yöntemler temele alınarak açıklarunası Örneğin, Ayer'a göre, bir ahlak kuramı,
gerekti~ini öne sürer. Bilimin kendi iç insanlara hangi ahlaki yargıları ortaya
ınantı~ı oldu~unu öne süren bu yakla- koyacaklarıyla ilgili bir dizi telkinden
şımın savunucuları rasyonalist düşü­ meydana gelmez, tam tersine insaniann
nürler olmak durumundadır. ahlaki yargılarda bulundukları zaman,
2 İkinci yaklaşım olan dışsa/cı yak/aşını ne yapmakta olduklaruu göstermeye ça-
ise, bilimin bilim dışı unsurlarla, bili- lışır.
min içinde yer aldı~ı tarihsel ve top- metaetik teoriler [Ing. ıııeta-ethical theories;
lumsal ba~lama dayanılarak açıklaruna­ Fr. thiories du ım!ta-etlıique]. Ahlak felse-
sı gerekti~ini savunur. Bu yaklaşırrun fesinin ahlaki kavramlarla yargıların
romantik ve irrasyonalist gelenek içinde mantıksal statüsünü araştıran, ahlaki
yer alan savunuculanna göre, bilim ve· kavramiann özünü ve anlarrum analiz
bilim adamı toplumdan ve tarihten so- eden, ahlaki yargıları temellendirmede,
yu tlanamaz. 3 U çüncü yaklaşım ise, sö- haklı kılınada kullanılan yöntemlerin
zünü etti~imiz bu iki yaklaşımın, bir- de~erini ve yapısını açıklayan dalı olan
birlerini dışlayan e~ilimler de~il de, metaetik ya da analitik ahlak bünyesi
birbirlerini tamamla yan yaklaşımlar ol- içinde öne sürülmüş olan teoriler.
du~unu savunur. Buna göre, bilim hem Bu teoriler, çok kabaca bilişçilik ve bi-
kendi iç mantı~ıyla ve hem de içinde lişsizcilik diye ikiye ayrılır. Bunlardan ı
yer aldı~ı toplumsal-tarihsel ba~lam te- bilişçilik, ahlaki teriınierin dünyada va-
mele alınarak anlaşılmalıdır. rolan nitelikleri imleyip gösterdi~ini ve
metaetik [İng. meta-ethics; Fr. ıırila-itlıique]. ahlaki yargıların belli bir bilgi türü
Ahlak alanının üzerine çıkarak, ahiakın meydana getirdi~ini öne sürer.
bizatihi kendisi hakkında konuşan, Bilişçilik, ça~daş ahlak felsefesinde,
ahiakın do~asını, ahiakın temel karak- sezgicilik ve do~alcılık olarak ikiye ay-
teristiklerini, ahlak dilini çözümleyen rılmaktadır. Bunlardan ı-a) sezgicili~e
ahiald disiplin. göre, ahlaki terimierin imledi~i nesne-
Buna göre, metaetik, ahlaki kararla bil- lerle, ahlaki yargıların meydana getirdi-
giye ulaşma sürecinde söz konusu olan ~i bilgi biricik ve kendine özgü olup,
yöntemleri, akılyürütmeyi ve mantıksal do~a bilimlerinin nesnelerine ve bu bi-
yapıyı analiz eden, ahlaki yargıların liınlerde söz konusu olan bilgiye hiçbir
kayna~ını ve anlamını, ahlaki araştır­ şekilde indirgenemez. Sezgici bi/işçilik,
manın yapısım inceleyen; thazcılık, ya- yüzyılırnızda G. E. +Moore, H. A. Pric-
rarcılık türünden ahlak anlayışlarından hard ve W. D. tRoss tarafından temsil
meydana gelen ahlaktan, yani kişinin edilmektedir. B.; üç filozoftan Moore ak-
ne yapması, nasıl yaşaması gerek ti~ini siyolojik bir sezgicili~i, Prichard ve Ross
590 metıı fetişizmi

deontolojik bir sezgiciligi benimserken, layı, ait olan bir nitelik oldugunu savu-
yani temel ahlaki kavramın gösterdigi nur; oysa 1-b)ıı öznel doğalcılığa göre,
şey konusunda birbirlerinden ayrılır­ iyilik şeylere, onların doga ya da ilişki­
larken, çok temel bir ahlaki terim bu- lerinin bir sonucu olarak degil de, özne
lundugu ve bu terimin şeylerin dogal tarafındaki bir çıkar, ilgi ve arzunun bir
olmayan, tanunlanamayan bir niteli~­ sonucu olarak ait olan bir niteliktir.
ne işaret ettigi hususunda birleşmişler­ Tüm bu bilişçi metaetik ögretilerin kar-
dir. Nitekim, her üçü de, terimin belirli şısında ise, 1930'lu yıllardan itibaren,
bir nesnel özelligi göstermekten meyda- Hare, Stevenson gibi düşünürler tara-
na gelen anlamının sezgi yoluyla kav- fından savunulmuş olan 2 bilişsizritik
randıgını öne sürer. yer almaktadır. Söz konusu metaetik te-
Bilişçilik kapsamı içinde yer almakla oriye göre, ahl~ki terimierin tasviri, be-
birlikte, sezgicilige karşı olan metaetik timsel bir anlamı yoktur. Bilişsizcilik,
ögreti dogalcı bilişçiliktir. Sezgiciligin ahlaki yargılann dünyayla ilgili olgulan
dogurdugu güçlükleri aşma çabasının ortaya koyan önermeler olmadıklarını,
bir sonucu olan 1-b) doğalcı bili~çilik, akli ya da başka bir fakültenin ahlaki
ahlaki sözcük ya da kavramların dün- bir ilkeyi karutlayamayacagıru ya da
yadaki gerçek niteliklere işaret ettigi, haklı kdamayacagıru öne sürer. Bilişsiz­
ahl~ki yargıların dünyanın kendisi için cilige göre, ahlaki terim ve yargiiarın
geçerli olup, belli bir bilgi türü meyda- betimsel olmayan bir anlamlan vardır
na getirdigi konusunda sezgici bilişçi­ ve onlar istek ve duygulan ifade etme-
likle uyuşur. Bununla birlikte, dogalcı­ ye, bir etki yaratmaya yararlar, tercihleri
lar, ahl~ki sıfat ya da nitelikleri empirik yönlendirip buyruklarla sonuçlanırlar.
niteliklerle özdeşleştirerek, sezgicilerin meta fetişizmi [İng. commodity fetis-
deneyimsel bir tarafı olmayan sezgiler- hism; Fr. fitichisme de la marchandise; Al.
le dogal olmayan niteliklere dogru olan warenfetishismus]. Kapitalizmin iktisadi
yönelimlerirün yol açtıgı belirsizlik, ka- biçimlerinin, bunlann albnda yatan
ranlık ve dogınatizmden sakınmaya ça- toplwnsal ilişlcileri gizlernesinin genel
lışınışlardır. bir örne~ olarak, insanların toplumsal
J. Dewey, G. tSantayana veR. B. Perry ilişkilerini, sanki onlar dogal şey ya da
gibi düşünürler tarafından savunulan eşyaymış gibi düşünmelerine, onları,
dogalcı bilişçilige göre, ahl~ki nitelikle- birer insan olarak kendi aralarındaki
rin bulundugu ayrı bir ontolojik alan- ilişkiler şeklinde degil de, emek ürün-
dan söz edilemeyecegi gibi, bu nitelik- leri veya eşyalar arasında kurulan iliş­
leri kavrayacak, sezgi benzeri özel biliş kiler olarak görmelerine yol açan sürece
türlerinden de söz edilemez. Tam tersi- verilen ad.
ne, ahl~ki yargiiar, tıpkı bilimsel öner- Meta fetişizmiyle ilgili söz konusu
me ve yargılar gibi, doga bilimlerinin Marksist ögreti, Marks'ın, bir şeyin salt
yöntemleriyle dogrulanabiür olan de- kişinin kendi kullanımı· için üretilme-
neysel yargılardır. Dogalcı bilişçilige siyle, bir şeyin yalnızca degiştirilmek
göre, ahl~ki bilgi, sezgicilerin savundu- ya da mübadale edilmek amaayla üre-
gu gibi, doga bilimlerinden ayn bir tilmesi arasında yaptıgı ayırıma dayan-
bilgi türü olmayıp, doga bilimlerinin maktadır. Marks'a göre, üretidler birbir-
bir parçasını meydana getirir. leriyle, ürünlerini degiştirinceye kadar,
Dogalcı bilişçilik te, kendi içinde temas içine girmediklerinden, onların,
öznel ve nesnel dogalcılık olarak ikiye nesnelerin degiştirilmesi eylemi dışın­
ayriimaktadır. Bunlardan 1-bh nesnel da, toplumsal hiçbir ilişkileri olamaz.
doğalcılık, iyiligin, nesnelere, salt onla- Bu nedenle, bu nesne ya da eşyalar top-
rm kendi doga ya da ilişkilerinden do- lumsal ilişkilerin yerini tutar. Marks,
metafizik 591

bu baglamda, insanlann emegin fiziki 4 Başka bir deyişle, metafizik kendin-


üıiinleıiyle, onların degiştirilmelerine de ve kendi başına varolan gerçekligi,
ilişkin inançlannın toplumsal ilişkileri herşeyin varoluşu için kendisine baglı
maskelerligini söylemiştir. oldugu, bagımsız ve kendi kendisini be-
metafizik [Os. ilıni mafrrlkattabii; İng. me- lirleyen varlıgı; her tür varoluşun kay-
taphysics; Fr. metaphysique; Al. metaph- nagı ya da nedeni olan aşkın bir gerçek-
!fsik]. Felsefenin, amacı varolaniann li~i ele alan disiplindir. Dogası geregi
gerçek dogasını belirlemek, varolanla- varolmak zorunda olanı ve oldugundan
rm anJamını, yapısını ve ilkelerini orta- başka türlü olamayanı konu alan disip-
ya koymak olan temel disiplini. line karşılık gelen metafizik, tinsel ya
Metafizikle ilgili olarak söylenebilecek da dogaüstü olan ve bilimin yöntemle-
birçok şey şu şekilde sıralanabilir: 1 riyle açıklanamayan varlık ya da varlık­
Metafizik, varolana ilişkin bir araştır­ lan araştırır.
madır; 'neyin varoldugu' sorusunun 5 Metafizik bir bütün olarak dünyaya
kendisinin temel sorusu oldugu metafi- ilişkin bir bilimdir. Buna göre, bilimle-
ıik, varolana ilişkin genel görüşü tah- rin varlıgı ya da dünyayı belirli yönle-
kik ederken, neyin gerçekten var oldu- riyle, parçalayarak ele aldıklan yerde,
gunu göstermeyi amaçlar. 'Neyin metafizik dünyayı, varlıgı bir bütün ola-
gerçek oldugu' ya da 'neyin gerçekten rak ve varlık olmak bakımından ele alır.
var oldugu' anlamına da gelen 'neyin Metafi?.ik, işte bu çerçeve içinde, gerek-
varoldugu' sorusunu yarutlamarun en tigi zaman özel bilimlerin verilerinden
önemli yolu, birlik ile çokluk ya da gö- de yararlanarak, dünya üzerine geniş
rünüş ile gerçeklik arasındaki ilişkiyi kapsamlı, kuşatıcı bir bakış ve yorum
doyurucu bir biçimde ifade edebilmek- saglar. Metafizigin varbga ya da dün-
ten geçer. 2 Metafizik varlıga ilişkin yaya ilişkin olarak oluşturduğu görüş,
genel bir araştırmadır. Özel bilimlerin genel, tutarlı ve kapsayıcı bir görüş ya
yaptıgı gibi, varlıgı şu ya da bu açıdan da disiplin olmak durumundadır.
degil de, varlık olmak bakımından ele 6 Metafizik ilk ilkeleri konu alan bir
alır, varlıga varlık olmak bakunından bilim ya da disiplindir. Başka bir deyiş­
ait olan özniteliklerin neler olduguyla il- le, metafizik, yalruz varlık bakımından
gilenir. de~, bilgi ve açıklama bakımından da
3 Metafizik nihai ve en yüksek gerçekli- ilk olanı ele alır. Özel bilimlerin, dogru
gin bilimi olup, yalnızca görünüşte ve apaçık kabul ederek kendilerinden
olana karşıt olarak en yüksek ölçüde başka dogrulan türettikleri ilkeleri ince-
gerçek olam tanımlamayı amaçlar. Buna leyip, eleştiri sürecinden geçirir. Buna
göre, şeylerin gerçek dogasını belirle- göre, bilimlerin nihai ve en yüksek
meyi amaçlayan metafizik, bu çerçeve kabul ya da önsaymtılannı haklı kılıp,
içinde, varoluş ve gerçeklik gibi kav- kendisinde haklı kılınmamış, temellen-
ramlarla meşgul olur. Metafizikçinin bu dirilmemiş hiçbir şey bırakmamak me-
kavrarnlara yönelmesinde, şeylerin gö- tafizigin en temel özelligidir. Şu halde,
rünüşlerinin çogu zaman onlan yanlış özel bilimlerin araşbrmalaruu hiçbir
gösterdigi, bundan dolayı görünüşün zaman sorgulamadıklan belirli kabul ve
gerisindeki gerçekliğin ne oldugu belir- öndayanaklar altmda gerçekleştirdikle­
lemenin zorunlu oldugu düşüncesi ve ri yerde, metafizik, eleştirel bir disiplin
zihinlerin ya da sayılann bagunsız bir olarak, bilimlerin kabullerini ve öndaya-
biçimde varolan varlıklar olup olmadıgı naklarıru sorgular.
konusunu ele aldıgunız zaman, dünya- 7 Metafizik, tüm disiplin ya da araştır­
da varolan farklı şey türlerinin ne oldu- ma alanları içinde en temel, en geniş
g-unu belirlemenin kaçınılmaz oldugu kapsamlı olan araştırma alanıdır. Te-
inancı etkili olmuştur. meldir, çünkü diger araştırma türlerine
592 metafizik

konu olan şeylerin nihai ve en yüksek çekligin bir tasvir!, göründükleri şekliy­
dogalarıru ele alır. Buna göre, matema- le degil de, gerçekte oldukları şekliyle
tigin araşbrmalanrun sonuçlanyla ilgili şeylerin bir resmi diye sundugu unutul-
olarak bir karara varabiirnek için, mate- mamalıdır.
matiksel nesnelerin ontolojik statüsü- 12 Metafizik, farklı çag ve filozoflarda
nün ne oldugunu belirlemek gerekir ki, farklı anlamlara gelmiştir. Buna göre,
bu da metafizikçinin işidir. En geniş metafizik İlkçagda ontolojiyle ayıu anla-
kapsamlıdır, çünkü metafizikçinin ele ma gelirken, Ortaçag'da aşagı yukarı te-
aldıgı sorular olarak, varoluş ve gerçek- olojiyle birleşmiştir. Modern felsefede,
Hkle, aktüel ve potansiyel varhkla ve ni- bilimin yükselişinden etkilenen metafi-
hayet nedensellikle ilgili sorular, özel bi- zik. çagdaş felsefede de, dil ve ahlaka
limlerin sınırlarını aşan ve tüm alanlar baglı olmuştur. Başka bir deyişle,
ve konular için ge~rli olan sorular ve t Aristoteles'te ilk felsefeyi ifade eden,
problemlerdir. onda tontoloji olarak metafizik şeklinde
8 Metafizigin önermeleri, kendilerine karşımıza çıkan metafizik. Kant'ta, epis-
özgü bir kesinlige sahiptirler. Metafizi- teınoloji olarak metafizik şeklinde anla-
gin öneraneleri kesinliklerini, kendileri- şılmıştır. Başka bir deyişle, Aristoteles
nin aklın, söz konusu yeti en özgür ve metafiziginde, varlıgı varlık olmak bakı­
en tam bir biçimde işledigi zaman, orta- nundan ele almışken, Kant varhgı bili-
ya çıkan ürünleri olmalarından almak- nebilirlik açısından degerlendinniştir.
tadır. Metafizik, sonuçlarına yalıuzca Metafizik tarihinin belli başlı ögTetile-
aklın çabalanyla ulaşan, başka hiçbir ri arasında, tPiaton'un görünüşler dün-
şeye degil de, akla dayanan bir disiplin- yasıyla ideal gerçekliklerin dünyasını
dir. Bu anlamda, metafizik a priori bir birbirinden ayıran ve asıl var olanın
bilim olarak tanımlanmıştır. 9 Buradan ideal gerçeklikler oldugunu öne süren
da anlaşılacagı üzere, metafizigin yön- aşkın metafizigi, Aristoteles'in formel
temi, tecrübi degil de, a priori bir yön- ya da ideal gerçeklikleri bu dünyaya in-
temdir. Başka bir deyişle, gözleme diren içkin metafizigi, t Aquinaslı Tho-
konu alan tek tek nesneleri degil de, mas'ın Aristoteles'in sisteminin Hristi-
genel olarak varlı~, aeneyime aşkın yanhgın arnaçianna uyarlanmasından
gerçekligi konu alan, varlık olmak bakı­ meydana gelen metafizigi, tDescartes
mından varlıgın anlarruıu araştıran me- ve modem bilimin dünyayı özne-nesne,
tafizik, deneyi degil de, aklı kullanır. 10 zihin-madde olarak ikiye bölen ikici
Daha özel olarak ifade edildiginde, me- metafizigi ve onun ardından zihin-
tafizigin konuları arasında, Formlar ya madde dikotomisinin bir tarafını ön
da idealar, kategoriler ve tümeller, tikel- plana çıkartan farklı idealizm ve mad-
ler, Tanrı'nın varoluşu, ruh-beden veya decilikler verilebilir.
zihin-beden ilişkisi, maddi şeylerin ger- metafiziksel [İng. metaphysical; Fr.
çekligi, zaman ve mekan, ve tin kavra- metaphysique; Al. metaphysisc:h]. 1 Genel
mı yer alır. olarak meta6zikle ilgili olan; 2 gözlemle-
l l Metafizik, dünya üzerine düşünür­ nebilir şeyleri, tecrübe edilebilir olan var-
ken kullandıgımız temel fikirlerde bir lık alaruru aşan ve 3 genel bilgilerle, sen-
revizyon, kavramsal çerçevemizde bir tez haklanda olan için kullanılan sıfat.
degişme, yeni bir konuşma tarzı önerir. Bu baglamda, ömegin, ahlakı metafizi-
Bununla birlikte, metafizik, kavramsal gin bir dalı olarak gören, ahlaki ilkelerin
bir revizyon, dünyaya yeni bir biçimde metafiziksel ilkelerden türetildiklerini,
bakınaya davet olarak anlaşıldıgı ahlaki kavramiann metafiziksel kav-
zaman, filozofun sistemini bir öneri ola- ramlarla tarumlandıgını savunan ahlak
rak degil de, görünüşe karşıt olarak ger- görüşüne metafiziksel ahlak adı verilir.
metin 593

Yine aynı çerçeve içinde, ınantakçı po· şeye gerçek bir varoluş yükledi~ini ve
zitivistler, deneysel olarak do~rulana­ bu kavramın Kant'ın bilgi teorisi için
madı~ı için, boş ve anlamsız konuşma­ çok büyük bir önem taşıdı~ını savun-
nın bir unsuru ya da parçası gördükleri ın uştur. O, Kant'ın, kendinde şeylerin
kendilerince anlamsız önermeye metafi· duyu algısında do~rudan ve aracısız
zik ya da metafiziksel önerme adım ver- olarak bilinmedi~ini de~il de, yalnızca
mişlerdir. Do~ruluk ya da yanhşlı~ına saf akıl tarahndan bilinemeyece~ini ka-
, deneyimden yararlanarak karar verme nıtladı~ın.ı öne sürer. Buna göre, feno-
imkanımazın olmadı~ı bir önerme türü, menler yalnızca kendinde şeylerin gö-
mantlkçı pozitiviste göre, her zaman ve rünüş tarzlandar.
her yerde boş ve anlamsaz olmak duru- methexis. Platon'un, iki dünyalı metafizi-
munda olan bir önermedir. Böyle bir ~inde, akılla anlaşılabilir dünyaya mey-
önerme, mantık ve matemati~in formel dana getiren ezelf-ebedr ve de~şmez
ve analitik önermelenyle olgusal bilim- İdealarla, duyusal dünyayı meydana
lerin dış dünya ile ilgili olan ve dene- getiren bireyler, somut ve de~işen nes-
yim yoluyla test edilebilir olan içerikli neler arasındaki ilişkiyi açıklamak için
önermelerinden farklılık gösterir. kullandı~ı ve 'pay alma' anlamına
metafiziksel yeni-Kantçılık (İng. metaplı­ gelen Yunanca terim.
ysical Neo-Kantianism; Fr. Neo-Kantisme Zaman ve mekan içindeki maddi nes·
ıııttaphysique]. Alman düşün ür leri Lieb- nelerle, bu nesnelerin ilk örnekleri, asli
mann ve Riehl'in, Kant'ın felsefesinden ya da modelleri olan, ezeli-ebedi, de~iş­
yola çıkan metafizik ö~etilerine verilen mez ve kavram cinsinden varlıklar ara-
ad. sındaki ilişki kolaylıkla açıklanabilir bir
Bunlardan Liemann'a göre, Kant'ın en ilişki olmadı~mdan, Platon daha çok
önemli yanhşı, kendinde ,eyin, nurne- bir mecaza başvurarak, maddi, bireysel,
nin varoluşuna inanmak olmuştur. Bu- de~işen, somut varbklann asillan olan
nunla birlikte, bt ı inanç, Kant'm sistemi- İdealardan pay aldı~ım söylemiştir.
nin özsel bir parçası olmayap, sistemin melin [İng. te:rt; Fr. texte; Al. tat]. Genel
geri kalanına zarar vermeksizin orta- olarak, bir yazılı eseri meydana getiren
dan kaldınlabilecek olan dogmatik bir terimler, türnceler bütünüi kişisel birta-
kalınbdar. Ona göre, Fichte, Schelling, kım motivasyonlan olan bir yazar tara-
Hegel, Herbart ve Schopenhauer gibi fından, belli bir toplumsal, psikolojik,
düşünürler, ya bir kendinde şeyin va- iktisadi ve siyasr ortaın içinde, okurlar-
roldu~u inancını bir yanlış olarak gör- dan meydana gelen bir kümeye birta-
memişler ya da bu yanhşa düzeltme kım mesajları aktarmak amacıyla kale-
çabalarında, benzer ba,ka yaniışiara ma alınmış yazılı eser.
düşmüşlerdir. Liebmann, bu filozofla- Buna göre, yazılı iletişim olarak görü-
nn sistemlerinin, Kant'ın istemeyerek len ve belli bir mesajı okurlar kümesine
kabul etti&'i bir kavrama ba~h kaldaklan nakletme çabası olarak tammlanan met-
için, önemli ölçüde güçsüz ve yanbş ol- nin, ba~ımsız bir varlı~ı oldu~ düşü­
duklarına belirtir. Bundan dolayı, felse- nülür. İşte bu ba~lamda, bir metni,
fede yapılacak iş, bu filozoflan izlemek özellikle de edebiyat metnini, ço~unluk
yerine, kendinde şey yaniışına ortadan onun kendi içindeJd konu, anlatım, ve
kaldırarak, söz konusu sistemlerin dil ögelerine dayanarak, zaman zaman
müşterek kayna~ına, yani Kant'a dön- da metnin yazanna, metnin ait oldu~u
mektir. türün özelliklerine, edebiyat gelene~ine
Aynı çerçeve içinde de~erlendirilmek ait bilgilerden yararlanarak açıklama et-
durumunda olan Riehl ise, Liebmann'1n kinli~ine metin çözümlemesi adı veril-
tam tersi bir tavarla, Kant'ın kendinde mektedir.
594 metinlerarasılık

Metin, yazarın otoritesini tümden sar- dugunu; birbirleriyle ilişki içinde ko-
san yapısalcılık, ama özellikle de post- numlanan metinlerin geniş bir anlam
modemizınde büyük bir önem kazan- agı meydana getirdigini dile getiren
mıştır. Metni yazarla okur arasında kavram.
iletişim kurma çabas1 olarak gören mo- Her metnin ayırıo bir biçimde diger
dem anlayışı reddeden tyapısalcılıkta, metinlerle ilişkili olup, onlan yeniden
metnin gizli olsa dahi, belli bir nesnel · düzenlerligini ve dolayısıyla hiçbir me-
içerigi vardır. Bununla birlikte, yapısal­ tinde anlamın donmadıgını, tam tersine
cı görüşe göre, yazıldıktan sonra ba- güçlü bir dinamizm içinde yeni baştan
gımsız addedilen metnin kökenlerinde, oluştugunu ima eden metinlerarasılık
yazarın söylediklerinde anlam ve açık­ tezi ya da teorisine göre, metinler her
lamalar bulmaya çalışmak boşunadır. zaman başka metinler tarafından hare-
Metin ve metnin anlamı bahsinde, ya- kete geçjrildigi kadar, başka metinlere
pısalcılıktan daha da ileri giden post- gönderimde bulunur. Bu ise, hiçbir met-
modernizm metne her türlü nesnel içe- nin benzersizlik veya biriciklik iddiasıy­
rikten kurtulmuş bir şey olarak bakar. la ortaya çıkamayacagı, hiçbir metnin
Metin-merkezli bir görüş olarak taıum­ kendi anlamıru dayatamayacag1 anla-.
lanan tpostmodemizmin bakış açısın­ mına gelir. Metinlerarasılik tezi, ikinci
dan, metin herşey olup, sonsuz sayıda olarak, hiçbir şeyin m utlak ve özgün ol-
yoruma imkan verir. Postınodernistler madıgıru, herşeyin başka herşeyle bag-
işte bu baglamda, tutarlılık ve birlige Iantılı oldugunu dile getirir.
direnen, çelişkiyle dolu olup, her oku- metodoloji [Os. usuliyat; lng. methodo-
mada yeniden yazılan ve yorumlanan logy; Fr. mithodologie; Al. methodenlehre].
metin türüne yazılabilir metin adını ve- 1 Araşhnna, dogrulama, ögrebne, v. b.
rirler. Yazılabilir metnin bir diger özelli- g., yöntemlerini ele alıp inceleyen ve on·
gi de, onun okuyucuyu etkin olmaya lara teknik anlamda deger biçen disiplin
sevketmesi, okuyucuyu tüketiciden zi- veya yöntem teorisi. 2 Sosyal bilimler
yade bir üreticiye dönüştünnesidir. Ya- veya doga bilimleri metodolojisi anla-
zılabilir metin aynı zamanda açık metin mında, söz konusu genel disiplin kapsa-
olarak da tanımlanabilir. Buna göre, al- mı içinde yer alan bir yöntem ya da
ternatif yorumlara elverişli olan, farklı teori.
anlamları teşvik eden ve zengin, farklı Bilimin amaçlannı, temel kavramlan-
ve kannaşık okumalara imkan tanıyan nı, bu amaçlara ulaşmada kullanılan
metne açık metin adı verilmektedir. yöntemleri, çeşitli bilim dallannı ve bu
Bu açıdan yazılabilir veya açık metnin dallar arasındaki ilişkileri konu ahp in-
karşıb, pasif okuyucu için yazılmış celeyen disiplin olarak metodoloji, bi-
olan, salt belli bir mesaj almak üzere limsel araştinnayı yönlendiren ve bir
okunınası gereken, tekil ve degişmez bir sonuca götüren rasyonel ve deneysel
anlami özendiren ve dolayısıyla okur ta- ilke, süreç ve işlemleri sistematik bir
rafından yeniden yazılmaya kaJ1ı tarzda analiz eder. Başka bir deyişle,
koyan metin olarak okunabilir rnetindir. epistemoloji ya da bilgi teorisinin bir
Okuyucu, okuma süred boyunca belirli dalı olan metodoloji, bilimlerde eldeki
bir yol üzerinde yürütmeyi amaçlayan, verileri düzenleyip açıklama ve dolayı­
alternatif yorumlara, farkli okumalara sıyla bilgi elde etme sürecinde kullanı­
pek imkhan tarumayan metinlere aynı lan tekniklere, araştınna teknikleriyle
zamanda kapalı metin adı verilir. yöntemlerine felsefi açıdan yaklaşıp
metinlerarasdık [İng. intertutuality; Fr. deger biçer. Metodolojinin kapsamı için-
intertextual;U). Postmodemizmde, her de kalan bilimsel yöntemler, yani tüın
metnin tüm diger metinlerle ilişkili ol- bilimiere ortak olan manhksal yöntem-
Milet Okulu 595

ler degil de, farklı ve ayrı bilimiere Aynı zamanda özdeşlik metafizilli ola-
özg(i olan teknik yöntemler anlamında rak da bilinen bu görüşe göre, gerçek-
bilimsel yöntemler, şu şekilde sınıfla­ ten var olan birdir, kendi kendisiyle
nabilir: Birtakım ilk~! terim ve aksiyom özdeş ve degişmezdir. Örnegin Pla-
seçiminden, tanım ve kanıtlamaların ton'un tideaları bu türden gerçeklikler
formelleştirilmesinden, oluşturulmuş iken, empirik alan İdealardan farklı ol-
teorinin tutarlılıgı ve tamlıgıyla, yoru- dugu için, gerçekten varolmayan bir
mundan oluşan ve özellikle de matema- · alandır. Derrida'nın, Batı'nın bir başka
tiksel bilimlerde kullanılan aksiyomatik önyargısı olarak gördügü sözmerkezci-
ya da hipoleliko-dediiklif yönlenı. likle irtibatlandırdıgı mevcudiyet meta-
Deneysel bilimlerde kullanılan, feno- fizilli hem temsili ın ümkün kılıp kolay-
menler arasındaki ilişkileri, yasalılık ve laştırır ve hem de öznenin varlıga
düzenlilikleri keşfetmeyi amaçlayan ve nüfuzunu saglar. Çünkü mevcudiyet
sırasıyla gözlem ve analitik bir sırufla­ metafiziginde birlik olarak gerçeklik.
madan; benzeriikierin saptanmasından; insan zihninde dolayımsız olarak varo-
neden ya da yasayı ifade eden bir hipo- lur, göstergelere başvurması gerekme-
tezin öne sürülmesinden; hipotezin de- yen saf bir sezgi ediminde kavranır.
neysel yollarla sınanmasından ya da mikrokosmos [Ing. nıicrocosııı; Fr. nıicro­
dogrulanmasından; tümdengelim, tanıt­
cosme; Al. microcosmus]. Küçükevren.
lama ve açıklamadan; sonuçlann sis- Genelde, bir kompleks ya da bütünün
temli bir şekilde düzenlenmesinden ve küçük bir parçasına, karmaşık bütüne
yasaları ifade eden uygun bir kurarn
benzer olan parça ya da öge.
önermekten oluşan nomolojik ya da lii- Örnegin, Yunan felsefesinde, evrenin
meuanmsal yöntem. Hem doga bilimleri
düzenli bir bütün anlamında kosmos ol-
ve hem de sosyal bilimler tarafından
dugunu dile getiren Phytagorasçılar,
kullanılan ve gözlem, sınıflama ve ista-
insan varlıgırun çok küçük çapta bir kos-
tistiksel işlemler yoluyla elde edilen ve-
lllOS oldugunu öne sürmuşlerdir. Phyta-
rilerin yorumlanmasından oluşan tasvir
gorasçılara göre, biz insanlar, evrenin,
ya da belimierne yöntemi.
Geçmişi konu alan bilimlerde kullanı­
makrokosmosun yapısal ilkelerini,
lan ve geçmişle ilgili belge, kayıt ve ar- kendi varlıklannda yineleyen organiz-
şivlerle arkeolajik olgu ve bulguların
malanz. Evrenin yapısal ilkeleri üzerin-
seçilerek sınıflanmasından, degerlendi- de çalışmak suretiyle, kendimizdeki
rilerek yorumlanmasında n oluşantarilı­ biçim ve düzen ögelerini geliştirir ve
sel yöntem. Insan davranışını ve insanın kendi ruhunda daha düzenli varlıklar
gelişimini konu alan bilimlerde kulla- hAline geliriz.
mlan ve içebakışsal analizi oldugu Milet Okulu [ins. MiL?sian School; Fr.
kadar, deneysel araşhrma yöntemlerini Ecole de Milete]. llkçag Yunan felsefesi-
de kullanan psikolojik yöntem. nin tThales, t Anaksimandros ve Anak-
mevcudiyet metafizilli [İng. melaphysics simenes gibi üç düşünürden meydana
of presence; Fr. metaphysique du prsena]. gelen ilk okulu.
Ünlü postyapısalcı düşünür Jacques M. Ö. 6. yüzyılda Thales tarafından
Derrida'nın deger aşırnına ugratmayı kurulmuş olan bu okul, 'hiçten hiçbir
denedilli ya da yıkmaya çalıştıgı Batı şeyin çıkmayacagına' inandıgı için,
metaliziılinin temelinde bulundugunu maddenin ezeli-ebedi oldugunu savun-
öne sürdügü, 'nihai gerçekligin bir bir- muş ve evrendeki varlıkların kendisin-
lik oldugu, farklılıklann, degişen ve den dogdugu ilk maddeyi, arkheyi ara-
farklılaşanların hiçbir şekilde gerçek ol- mışhr. Doga felsefesinin ilk okulunu
madıgı' kabulünü ifade etmek için kul- oluşturan Milet okulu filozoAan, bir gö-
landıgı deyim. rünüş ve gerçeklik ayınmı yaparak,
596 milliyetçilik

gözle görünen bireysel varlıkların ve de- (Ekonomi Politigin !lkeleri], On LiberhJ


gişmelerin meydana getirdigi kaosun, [Özgürlük Üstüne], Utilitariarıisrıı [Yarar-
çoklugun gerisinde akılla anlaşılabilir, cılık.].
kalıcı ve sürekli bir gerçekligin bulun- Manbk alarunda, yalnızca tümdenge-
duguna inaruruşlar ve varolan herşeyin liınsel mantıkla ilgili çalışmalar yapma-
kendisinden çıktıgı bu birligi 'Evren yıp, tümevarımsal mantıgı da formüle
neden meydana gelmiştir?', 'Evrenin ederek geliştirmiş olan Mill, mantıksal
arklıesi nedir?' sorulanru yanıtlayarak. ilkeleri sosyal alana, siyaset ve ahlak
maddi terimlerle tanımlamışlardır. alanına uygulamasıyla ün kazanmıştır.
Thales, kendi hareketini yine kendisi- Psikoloji alanında, tçagrışır.ıcılıgın ba-
nin açıklayabilecegi bir şekilde canlı bası olarak kabul edilen filozof, psiko-
olacak bu ilk maddeyi suda bulurken, lojiyi 'zjhin kjmyası' olarak tanımla­
Anaksimandros, apeiron'un, evrendeki mıştır. O, çagrışımcı psikolojisini bilgi
herşeyin kendisinden dogdugu arklıe konusuna da taşımış ve bu alanda, Ber-
oldugwıu iddia etmiştir. Milet okulu- keley'den esinlendigi besbelli olan psi-
nun üçüncü ve sonuncu düşünürü olan kolojik bir tidealizm geliştinniştir. Mill,
t Anaksimenes ise, tarklu? olarak hava, bununla birlikte, psikolojik idealizmin-
bu~ ya da sis anlamına gelen aer'i öne
de, tmaddesizciligi seçen Berkeley'den
ayrılmış ve dış gerçekligin varoluşunu
sürmüştür. Aer, Anaksimenes'e göre,
eşit olarak dagılım gösterdigi haliyle,
kabul ederek, söz konusu nesnel gerçek-
ligi 'duyumları mümkün kılan, kalıcı
görünmez atmosfer olup, yogunlaşa­
dayanak' olarak tanunlamıştır.
rak bugu ve suya, daha sonra da toprak
Ahlak alaronda yararcılıgı savunan
ve taş benzeri katı maddelere dönüşür.
Mill, hazzı ya da mutlulugu insan ey-
Daha az yogun oldugu zamanlarda ise,
lemlerinin en büyük amacı ve mutlak
daha sıcak h~le gelip, ateş olur. Anaksi-
ölçüsü yapmış ve yararcılıgında, gene-
menes, dış dünyadaki çoklugun varlı­ lin iyiligini ve refahını temele almışbr.
ga gelişini, buna göre, havadaki yo- Siyaset alanında ise, ahlak alanındaki
gunlaşma ve seyrekleşme olgusuyla
görüşlerine koşut olarak, tliberalizmi,
açıklamaya çalışmıştır.
tbireyciligi ve azınlık haklannı savu-
milliyetçilik [İng. nationalism; Fr. nationa- nan filozof, bireyin özgürlügünü sınır­
lisme; Al. nationalismus ]. Dil, tarih ve layan koşulları en aza indirgemenin
kültür birligine dayalı ulusun ve devle- önemini vurgulayarak, bireyin ve top-
tin mutlak ve temel birdeger oldugunu lumun, devletin müdahalesi azaldıgı
kabul eden anlayış. ölçüde gelişebilecegini ifade etmiştir.
Bireylerin devletin büyüklügünü sagla- mimansa. Hint düşüncesinin gelenege
yacak ve koruyacak şekilde, devletin ih- bagh olan sistemleri arasında yer alan,
tiyaçlarına uygun olarak davranması ge- ve daha çok tVedalar çagının sonunda
rektigini, davraruşlarıru bu amaca göre ortaya çıkan sapkın akımları, özellikle
ayarlaması gerektigini öne süren ak.un de Sankhya felsefesini eleştirip, kutsal
olarak milliyetçilik, ulus olgusunu, o metinlere dönmeyi, bu metinlere baglı
ulusu meydana getiren bireylere, hukuki kalmayı önererek, dinin gereklerini ye-
bir yapı olan devlete dönüştürme olana- rine getirmeye büyük bir önem veren
gı saglamıştır. düşünce akımı.
Mill, J.
Stuart. 1806-1873 yılları arasında mimetik sanat anlayışı [İng. minıetic
yaşamış olan yararalı~ kurucusu İn­ view of art]. Antik Ywıan felsefesinde,
giliz düşünürü. Temel eserleri: A System tAristoteles ve özellilde de tPiaton'da
of Logic, Raciocitive and lnductive (Tüm- söz konusu olan sanat anlayışı, duyusal
dengelimsel ve Tümevanmsal Mantık dünyadaki nesneleri taklit eden sanata,
Sistemi], Principles of Politiaıl Economy nesne ile sanat arasındaki ilişkinin
mneomonik terimler 597

kopya, benzebne ya da taklit ilişkisi ol- göre, saptadıgı iki şey vardır. Bunlar sı­
dugunu ifade eden sanat görüşü; sana- rasıyla, insanın bir evren içinde olması
tın dogayı taklit etmeyi amaçladıgını, ve başkalarıyla birlikte olmasıdır. Hei-
sanatın özünün takJitte bulundugunu, degger'e göre, dış dünya denen bil" şey
sanatta, gerçek dünyanın bir taklidi olan yoktur, fakat insanın kendi kendisini bu
düşsel ya da imgesel bir dünya yarahl- dünyada bulması, 'bu dünyada oJmak'
dıgını savunan sanat görüşü. diye bir şey vardır. İnsan bu dünyada
Sana tın bize gerçeklig i degil de, görü- oldugunu da, bilgi ile degil, fakat ey-
nüşü verdigini, sanatta söz konusu ola- lemle, iş yaparak, onunla kaygilı bir ilgi
nın görüntüler oldugunu savunan Pla- kurarak anJar.
ton'a göre, gerçek varlık alaıu idealar İnsan, ikinci olarak kendisini ötekileriy-
dünyasından oluştugu için, sanat eseri le birlikte, bir başkaları ortammda bulur.
kopyanın kopyası olmak durumunda- tHeidegger'e göre, bu alan herşeyi kap-
dır. Başka bir deyişle, sanatın konusu lar ve herkesi sıradan insan yapar. So-
olan nesne ya da fenomenler, gerçekl igi rumsuz olan bu alanda hiç kimse yoktur;
alınayan kopyalardır, zira gerçekten var işte bu alan, anonim olup, halkbr, yıgın­
olan yalnızca İdealardır. dır, kamuoyudur. Dolay1sıyla, insan bu
Sanatm taklit ettigi nesneler, idealarm alanda, iki şeyden birini seçebilir: Sıra­
birer kopyasından başka bir şey degil- dan bir kişi olabildigi gibi, kendisi de
dir. Sanatın yöneldigi şeyler, yani mi- olabilir, sahid ya da içten bir varoluşu
metik nesneler gerçek varlıgın kopyala- seçebilir. Bir başkalan ortamında, kendi-
rından başka bir şey olmadıgından, sinden kaçmayan, fakat kendi üstüne
sanat eseri, gerçek bir varlıgın degil de, giden insan, Heidegger'e göre, kendisini
kopyanın kopyası olarak ortaya çıkar. yarahna, kurabilme imkanına sahip olur.
Sanahn insanları, gerçeklige yöneltmek Bununla birlikte, diger alan da insanın
yerine, gerçeklikten uzaklaşbrdıgını içine sinmiş oldugu için, ondan sonuna
öne süren Platon, sanatçıları bundan do- kadar kaçınmak olanaksızdır. Bundan
layı ideal devletinden atmaya çalışmış­ dolayı, varoluşsal yaşam, bir, kendi için-
tır. de kendini kurarak yaşamak, ve iki, ken-
mimelizm [İng. mimetism; Fr. mimitisme; dinin olmayan bir dünyada yaşamak an-
Al. rıachahmung, mimikry]. Taklitçilik. lamında çift yüzlü bir yaşam olmak
Bazı hayvanıann içinde bulundukları durumundadır.
ortamın özelliklerini alabilmelerinden mnemonik lerimler [İng. mnmıonic terms;
hareketle, olumlu anlamda kişinin için- Fr. temıes mrrimoniques]. Ortaçag man-
de yer aldıgı her insani durum ya da or- tıkçılannın geçerli tasımlar için kullan-
tamın özelliklerini, duygu ve fikirlerini dıkları terimler.
benimseme tavır ya da tutumu, olum- Bu terimler sırasıyla, Barbara, Baroco,
suz anlamda olan biteni pasif bir biçim- Bocardo, Bramantip, Camanes, Camastres,
de taklit ehne durumu için kullanılan Celarent, Cesare, Darapti, Darii, Datisi,
terim. Dimaris, Disamis, Felılpton, Ferio, F~rison,
milsein. Varoluşçu felsefede, özellikle de Fesapo, Festino, Fresison'dur. Bu terimler-
Heidegger'de geçen ve 'ötekileriyle bir- de, yalnızca r, t, 1, ve n harfleriyle, te-
likte olma' anlamına gelen Almanca rimlerin ilk harfi olmayan b ve d terim-
terim. leri bir anlam taşunaz. Terimlerde
Varlık hakkında soru sorabilen insanı geçen sesliler, yani A, E, İ ve O harfleri,
'varlıgın çobanı' yapan Martin Heideg- tasınun üç bileşenini, kategorik tasım­
ger, onun kendisi hakkındaki sorulanna da geçen iki öncül ve bir sonucun niteli-
verdigi yanıtlarla kendi varoluşunu bi- gini ve niceligini gösterir. Sessiz harfler
çiınledigini söyler. Gerçek bir varoluş, ise, tasım şekilleriyle, ikinci, üçüncü ve
egzistans olar<\k insanın, Heidegger'e dördüncü tasım şeklinden olan tasım-
598 modalizm

ların yetkin tasuro şekli olan birinci Kopemik, Newton ve Galile gibi bilim
şekle indirgenıne tarzı ve işlemini gös~ adamları tarafmdan kurulan ve İlkçag
terir. Örnegin, s basit evirmeyi, p evir~ ile Ortaçag'ın eski kozmolojisinin yerini
meye ek olarak, önermenin niceliginin alan yeni kozmolojiye uygun düşen
tümelden tikele dönüştürülmesini, nı bilim.
öncüllerin yer degişti rmesini, k ise ard~ Modern bilim, buna göre, Tanrı tarafın­
çevirmeyi ~österir. dan yaratılmış bir evrendeki olgulan ni-
modalizm [Ing. modalism; Fr. modalisme]. teliksel açıdan ele alan ereksel bir açıkla­
Tavırcılık M. S. 2. ve 3. yüzyıllarda Hris- ma tarzından meydana gelmez. Başka
tiyan Batıda ortaya çıkan ve Tanrı'da, töz bir deyişle, modern bilim, Tann'yla
ve kişiligin bir olduğunu; Ogul ve Kut- insan varlıklarının tümüyle dışında
sal Ruh'un, Baba Tann'run tezahürleri, kalıp, zaman ve mekan içinde her yere
tavır ya da varlık tarzları oldugunu öne yayılan maddeyi, veya dogal varlık ala-
süren ögreti. nını, kendi dışındaki güçlerle degil de,
modern [Lat. modernus, modo; İng. mo- salt kendi terimleriyle ve niceliksel yön-
dern; Fr. moderne; Al. neuer, modern]. Dü~ den açıklayan bir bilim olmak durumun·
şüncedeki açıklık, özgürlük, otoriteler- dadır.
den bagımsızhk, ve en yeni ve en son Buna göre, modern bilimde, dogal bir
dile getirilmiş düşünceler üzerine bilgi fenomeni anlamak, onun ereksel nedeni-
anlamına gelen sıfat. ni, ona TiUUl tarafından yüklenmiş
1 Ortaçag ve Skolastigin karşıtı olan amaç ve işlevi bilmeyi degil de, onun
modem, Skolastik bilim ve felsefe anJa~ fail nedenini, yani fiziki evrende o feno·
yışma karşıt bilim ve felsefe anlayışını, meni doguran koşullarla ebnenlerin bil-
tBacon ve tDescartes'la başlayan yeni gisini gerektirir. Yani, modern biliınde
felsefe, Galile ile başlayan yeni bilim an~ ereksel açıklamanın yerini mekanik açık­
layışını niteler. Bu çerçeve içinde, yeni lama alır. ögeleri arasında niteliksel
bilim anlayışmı modern kılan öge, farkhlıklar bulunan canlı evren görüşü·
onun yöntemi, yani tdeneysel yöntem; nün. yerini, cansız ve insana yabancı
2 Descartes'la başlayan yeni felsefeyi maddeden meydana gelen bir kozmoloji
modern kılan öge ise, felsefede nesne ya ahnca, modem bilim aynca, niteliksel
da varlıktan degil de, özneden hareket açıklamayı niceliksel yaklaşunla degiş­
eden, Tanrı'yı degil de, insanı merkeze tirir. Bu ise, modem bilirnde evrene iliş·
alan, bilimlerdeki gelişmeyi temellen~ kin bilginin. ölçüme, maddenin iı;inde
dirmeyi amaçlayan bir bakış açasadır. yayıldıga mekan ve zamanla ilgili ölçüle-
3 Modem sözcügü aynca, Aydınlaruna re, zaman ve mekan kavramlarırun
gelenegini, aklın ürünü olan rasyonel imkan tanıdığı niceliksel ölçütlere da·
bilim anlayışı ve yönteminin her alana yandıgı anlaıruna gelir.
uygulanması tavnru; 4 uzmanlaşmış Öyleyse bir yanıyla gözlem ve deneye
kültürun bilim yoluyla kazandıgı biriki~ ya da deneysel araştırmaya, diger ya·
min günlük yaşayışm zenginleştirilme~ nıyla da mantıksal analiz ya da mate-
si ve rasyonel örgütlenişi için kullaml~ matiksel yöntemlere dayanan modem
ması gerektigini savunan yaklaşımı; 5 bilimin çok önemli sonuçlan olmuştur.
teknolojinin yükselişiyle ekonomik ör- Modem bilimin, işte bu genel çerçeve
gütlerin yeni bir biı;im kazanması süre- içinde, herşeyden önce, liberalizm, de-
cini; 6 soyut devletten burjuva devletine mokrasi ve açık toplumun dogal mütte-
dönüşüm sürecini tanunlamak için kul~ figi haline gelmiş oldugunu söyleme-
lanılmıştar. miz gerekir. Başka bir deyişle, sivil
modem bilim [İng. modem science; Fr. sci~ toplum ve mübadele ekonomisinin do-
ence modeme]. Kabaca ve genel olarak, guşuyla bilimsel araştnmanın gelişimi
Batı'da onalhncı yüzyıldan başlayarak, arasında, kapitalizm geliştikçe daha be~
modem bilimin eleŞtirisi 599

lirgin hale gelen, çok sıkı bir ba~lantı yüzünün meyvalarından olabildi~ince
vardır. Çünkü üretim koşullarıyla araç- çok yararlarunasını ister.
larının geliştirilmesi ve refah arayışı­ Modem bilimin bir di~er önemli sonu-
nın pekişmesi, hem deneysel ve hem de cu da, onun maddi dünyaya ilişkin bi-
rasyonel olup yararlı sonuçlar veren bir limsel açıklamada Tann'yı gereksiz
bilgi türünü gerekli kılar. hale getirmesi ve dolayısıyla, din karşı­
Niteldm, yeni bir kozmoloji temeli üze- sında verdi~i savaşta kesin bir zafer
rinde yükselip, deney ve manhksal ana- kazanmasıdır. Buna göre, modem bili-
liz yöntemlerine dayanan modem bilim, min yükselişiyle birlikte, bilim ve din
ondokuzuncu yüzyıldan başlayarak, birbirlerinden tümüyle ayrılarak, ba-
eski toplwnsal ve siyasi ilişkileri yıkma­ ~ımsız disiplinler haline gelmişlerdir.
yı amaçlayan toplumsal güçlerin do~al Başka bir deyişle, modern bilimin koz-
ve zorunlu müttefi~i durumuna gelmiş­ molojisi dini inanca en küçük bir destek
tir. Günümüzde dahi, bilim modemiz- sa~lamazken, dini inancın da böyle bir
min özü olarak anlaşılır. Esld yönetim deste~e ihtiyacı olmadı~ı düşünülme­
ya da rejimleri yıkarken modem.Jeşme ye başlanmıştır.
ya da ça~daşlaşma programlarıyla or- Şu halde, dini inanca bir anlamda zarar
taya çıkan ulusal devrimlerin, her sefe- veren modem bilim, teizmi yıkarken,
rinde bilimsel e~itim ve araşhrmayı thümanizmi do~urmuştur. Başka bir
· teşvik etme, bilimsel yaklaşımlarla tek- deyişle, dini inanç yerine bilimciliğin
nikleri kullanmayı özendirme girişi­ ikame edilmesine neden olan modem
minde bulunduklannı unutmamak ge- bilim yeni bir inanç yaratmış; do~arun
rekir. · yeni teknolojilerle sınırsızca sömürülme-
Özgür tartışmaya, deneysel araştırma­ sini ve toplwnsal/ siyasi hükümlerle pra-
nın sonuçlanru test etmeye, ölçüm ve tik konularda rasyonel söylemin ölçüt
eleştiriye dayanan modem bilim, top- olarak kullanılmasını meşrulaşhrmak
lumlarda varolan, geleneksel otoriteye suretiyle, insan ve insan aklına duyulan
dayalı tüm di~er bilgi türlerinin gücünü · yo~un inanca yol açmışhr. Bu ise, mo-
yıkmıştır. Kendi otoritesi dışında kalan dem bi.limin. yüzyılımızda epeydir üze-
tüm otoriteleri kuşkucu, eleştirel ve rinde durulan Faustçu karakterini gün-
sorgulayıa tavnna t.ftbi kılan, yanlış deme getirmiştir.
düşüncelerin ilaanın rasyonel eleştiri­ modern bilimin eleştirisi [İng. criticism
de bulundu~unu gösteren modem bili- of modern sicence; Fr. critique de la science
min yarattıgt bilgi türü, aynı zamanda modem e]. Modem bilime Kıta Avrupası
pratik amaçlı bir bilgidir. Başka bir de- gelene~i içinde, özellikle t Kierkegaard,
yişle, bilgiyi bizzat bilmek için isteyen, tNietz.sche, tHeidegger, tFoucault ve
bilginin acılan arttırıp, mutsuzlu~u yer- postmodemistler tarafından yöneltilen
leşik hale getirdi~i eski bilgi anlayışına itharn ve suçlamalar bütünü.
karşıt olarak, modem bilim çerçevesi Buna göre, modem bilim ttemelcili~i,
içinde, bilginin güç oldu~u düşünülür tpozitivizmi, empirist, rasyonel man-
ve do~ayı bilim/teknoloji yoluyla dene- tıksal bilim modeli ve cisimleştirdi~i
tim albna alıp, sömürme amacı güdü- taraçsal rasyonalizmi nedeniyle eleşti­
lür. Buna göre, modem bilimin do~uşu rilmiştir. Yine, modem bilim .söz konu-
modem akılcılı~ın do~uşuyla, hakikat su bilim paradigması toplum bilimlerin-
ve bilgi iddialarıru insan aklına dayan- de de merkezi bir rol oynadı~ı için,
dırma yaklaşunı ve ilerleme düşünce­ Bah'run öteki'ni basbrması, dışlaması,
siyle yakından ilişkilidir. Modem bilim, tahakküm albna almasıyla sonuçlandı~•
bu ba~lamda, Ortaça~da din tarafından için ve nihayet teknoloji yoluyla do~ada
önerilen çilecili~e ve hazdan vazgeçil- yaptıgt tahribattan dolayı eleştirilmiş­
mesi tavrına karşı olup, insanh~ın yer- tir.
600 modem felsefe

Bu eteştirinin en önemli adımları manevi olanla ilgili olarak söyleyecek


şöyle sıralanabilir: ı Herşeyden önce, hiçbir şeyi olmadı& gibi, o, insan için
modern bilimin en coşkulu taraftarlan- büyük önemi olan bu alan üzerine ko-
run vaat ettigi sonuçların bir türlü orta- nuşmayı saçma bir şey gibi görür. 6
ya çıkamayışından duyulan sabırsızlık Yine, buna koşut olarak, modern bili-
giderek artmış ve bu, gerek pozitif bi- min normatif ve etik olan hakkında, bi-
limlerde ve gerekse toplum bilirnlerin- limsel olsun ya da olmasın hizmet ede-
de yogun bir kinizme yol açmıştır. Zira ce~ ve etmek durumunda oldugu
modem bilim uzun vadede kendini dü- amaçlar hakkında söyleyecek en küçük
zelten bir süreç olsa da, onun hakikat bir şeyi olmadıgı ortaya çıkıruşhr.
diye takdim edilen kimi kısa vadeli ha- Başka bir deyişle, modern bilim salt
taları bazı durumlarda trajik sonuçlar araçsal rasyonalizmi cisimleştirmekte
dogurmuştur. 2 İkinci olarak, tüm dik- olup, insan varlıgını esas ilgilendirmesi
katler modem bilimin suistimalieri ve gereken amaçlarla ilgili özsel rasyonali-
verdigi zararlar üzerinde odaklanmış­ teye tümüyle yabanadır. Modem bilim
tır. Kimi durum ve yerlerde, modem bi- daha genel bir biçimde söylendiginde,
limin Batı'run kendi tercihlerini meşru­ işte bu çerçeve içinde, yaşanan gerçekli-
laştırdıgl, 'bilimsel hakikatleri' ortaya gin bize bilim derslerinde ögretilen ger-
koymak bir yana, salt tercihten ibaret çeklige uymadıgt, bilimsel dünya görü-
normatif konumları hakhland1rdıgı or- şünün yaşamı idame ettirmek veya bir
taya konmuştur. Buna göre, modem toplumu yönetmek için yeterli bir kıla­
bilim demokratik toplumlarda, hükü- vuz olmadıgı gerekçesiyle eleştirilmiş­
metlerin yaptıgı usülsüzlüklerin üzeri- tir.
ni örtmekle ve totaliter yönetimlere pa- modem felsefe [İng. modern philosophie;
yanda olmakla itharn edilmiştir.
Fr. philosophie moderne]. Avrupa'da, on·
3 Üçüncü olarak, Kuhn, Feyerabend ve
beşinci yüzyıldan başlayıp, 20. yüzyıla
Toulmin gibi bilim filozoflannın araşhr­
dek olan felsefe. Modernlik, bir çagın
malaruun sonucunda, modem bilimin
teoride nasıl işledi~yle ilgili varsayun- temel özelliklerini, kendisinden önceki
lar ve onun gerçek işleyiş tarzı arasında çag ile karşı karşıya getirerek, ortaya
koymayı ifade ettiginden, modem fel-
bir uyuşmazlık oldu~u tespit edilmiş­
tir. Buna göre, modem bilim kendi for- sefenin temel özellikleri, Ortaçag felse-
me! standartlarını bizatihi kendisi de fesinin özellikleriyle karşı karşıya geti-
uygulamamaktadır. 4 Ayrıca, bilimin
rilerek şöyle ortaya konabilir:
bütün problemleri çözebilecegine du- ı Modern felsefe, herşeyden önce ol-
yulan inanç, yirminci yüzyılda önemli dukça farklı bir siyasi ve toplumsal ya-
ölçüde erozyona ugramıştır. Bu bag- pırun felsefesidir. Çünkü, Ortaçagın
lamda, modem bilimle ilgili olarak şu birlikli feodal toplum yapısı, yerini çok
sorular sıklıkla sorulmaya başlanmış­ uluşlu bir yapıya, bagımsız devletler
tır: 'Nükleer silahlar ve zehirli kimyasal topluluguna, ümmetçilikle, mutlakiyet-
atıkların yol açtıgı tehdit karşısında çilik ve kollektivizm de yavaş yavaş
bilim ne yapabilir?', 'Açlık, yoksulluk, yerlerini ulusçuluk, bireycilik ve dü-
çevre kirlenmesi karşısında, acaba bili- şünce, duygu ve eylemde özgürlüge
min söyleyecek bir şeyi var mıdtt' bırakır. 2 Ortaçag felsefesinin eser
5 Nihayet, modem bilim insan varolu- verme tarzı, belli düşünürlerin, özellik-
şunun, hiçbir şekilde bilimsel olmayan, le de t Ariştoteles'in belli eserleri üzeri-
mistik ve metafizik boyutlaruu hiç dik- ne standart şerhler yazmaktan oluşur­
kate almadıgı gerekçesiyle eleştirilmiş­ ken, modem felsefede, filozoflar hiçbir
tir. Başka bir deyişle, salt maddi olan şekilde şerh yazmayıp, özgün deneme-
üzerinde yogunlaşan modern bilimin, ler kaleme almışlardır.
modem felsefe 601

3 Ortaçag felsefesi kurumsallaşmış bir layış; ön plana çıkar. Bıına göre, mo-
felsefe olup, tüm önemli filozoflar, üni- dern felsef~de, doga, mekanik nedenle-
versitede ders verme işiyle meşgul ol- rin etkisiyle gelişen, toplam enerji ya da
muşlardır. Oysa, modern dönemde, hareket miktarının sabit oldugu, kendi
önemli filozoflardan hemen hiçbiri, en içine kapalı bir sistem haline gelir.
azından ondokuzuncu yüzyıla kadar, Başka bir deyişle, Ortaçagın dogaüstü-
üniversitede çalışmamıştır. cü varlık anlayışı, modern felsefede ye-
4 Yine, Ortaçagda felsefe, dar bir çerçe- ıini tdogalalcılıga bırakır.
vede, kilise etrafında ve üniversite için- 10 Bu durum, modem felsefede, ahlak
de gerçekleştirilen akademik bir ugraş felsefesi açısından da bir degişime yol
iken olup, teknik bir felsefedir. Halk kit- açmıştır. Ortaçagın ahlak anlayışı,
leleri bu bakımdan cahil addedilmiştir. Tanrı aşkıyla, ebedi bir saadetle belirle-
Buna karşın, modem dönemde, felsefe, nen bir ahlak anlayışıyken, modem fel-
matbaanın da etkisiyle, geniş kitlelere sefede, kendi içine kapalı bir sistemde,
ulaştırılınaya çalışılmış bir felsefedir. insanın özgürlügünü kurtanna ve yeni
Filozofların hemen tümünde, halkı ay- bir ahlak anlayışı, dinf ya da teleolojik
dınlatma, bilinçlendirme gibi bir çaba ahlaktan bagımsız, özerk bir ahlak ge-
liştirme söz konusu olur. l l Modern fel-
söz konusu olmuştur. 5 Ortaçagda fel-
sefenin geleneksel bir yapısı varken, sefede, felsefenin, Ortaçag felsefesinin
modem felsefe, gelenegi tümüyle yıkan tersine, insan merkezli olmasına koşul
bir felsefedir. olarak, insan psikolojisi de gelişir. Bu
6 Ortaçag felsefesinin dogmaya, kilise- durum hemen tüm modem filozoflar,
ye tabi oldugu yerde, modern felsefe, ama özellikle de Ada Avrupası empirist
salt aklın ürünü olmak anlamında, filozoflan için geçerlidir. tLocke, Berke-
özerk olan bir felsefedir. Başka bir de- ley ve tHume gibi deneyci düşünürler,
yurttaşları Newton'un fiziki alem için
yişle, Ortaçag felsefesi, teolojiye baglı,
yapbgıru, ruhsal veya zihinsel alem için
teolojinin hizmetinde olan bir felsefe
yapmaya çalışmışlardır.
iken, modern felsefe teolojiden tümüyle 12 Modem felsefe için, herhalde en be-
bagımsız olmuştur.
lirleyici özellik, biraz da bilimsel devri-
7 Ortaçag felsefesinin Tanrunerkezli ol-
min etkisiyle, epistemolojinin düşünce
dugu yerde, modern felsefe insanmer-
tarihinde ilk kez ontolojinin önüne geç-
kezlidir. Nitekim, özellikle Rönesans ve mesi, ve dolayısıyla varlık merkezli bir
tAydmianma felsefesine damgasını düşünce tarzından ben merkezli bir dü-
vuran akım thümanizmdir. 8 Yine, Or- şünce tarzına geçiştir. Buna göre, Orta-
taçag felsefesinde, doga hiçbir zaman çag felseiesinde, tıpkı İlkçag felsefesin-
ayrı bir araştırma konusu olmamışken,
de oldugu gibi, ontoloji önce gelir ve
modern felsefede, doga, özellikle geli- düşünürler, hiçbir istisna olmadan, rea-
şen bilimin etkisiyle, felsefenin en
list bir tavırla, zihinden bagımsız bir
önemli araştırma konusu hiline gelir. gerçekligin varoldugunu öne sürerken,
Başka bir deyişle, Ortaçag felsefesinde, nesneden özneye geçişte, dış gerçekli-
doga temel gerçekligin uzak bir gölgesi gin zihin tarafından bilinmesi sürecinde
olarak görülürken, modem felsefe doga- problematik bir şey olınadıgını düşü­
run, dünyanın niceliksel olarak belirle- nürler. Oysa, modern felsefede, filozof-
nebilir olan içkin yapısıyla ve dinamik lar, zihinden ya da özneden hareket
süreciyle ilgilenir. ederler, ve zihinden maddeye geçişte,
9 Ortaçag felsefesinde, doga tannsal öznenin varlıgın bilgisine ulaşmasında
varlık alanının bir uzantısı ya da tezahü- birtakım güçlükler bulundugunu teslim
rü olarak görüldügü için, teleolojik bir ederler. Bu tavnn doruk noktası, eleşti­
doga anlayışı hikim olmuştur. Oysa, rel felsefesi ve insan bilgisinin sınırlılı­
modem felsefede, mekanik bir doga an- gına ilişkin görüşleriyle tKant'tır.
602 modern idealizm

13 Ortaçagda, tek geçErli varlık görüşü idealizmde, eski idealizmin ontolojik ve


olan birciligin yanında, ikicilik ıneşrO teolojik niteliginin yerini, öncelikle epis-
olmayan, yasak bir ögretiyken, modem temolojik bir anlanu olan yeni bir idea-
felsefede, ön plana çıkan anJayış düa- lizmin almasıyla birlikte, ideleri insan
lizmdir. Başka bir deyişle, madde-form, zihninin faaliyetleri ve ürünleri, nesnel
beden-ruh analizine tabi tutulabilmekle ve dogal dünyayı da, bireyin, tinsel öz-
birlikte, gerek İlkçag ve gerekse Ortaçag nenin bilinç içeri~i olarak görme egilimi
felsefesinde, birlikli, bütünlüklü ve dü- ön plana çıkar. lde, Platon'un aşkın lde-
zenli tek bir töz olan insandan, modem alar dünyasından yeryüzüne inmekle
felsefede iki ayrı töz ortaya çıkanlmış­ birlikte, artık empirik tasanan anlarnma
tır. Bu ise, bütün bir modem kültüre geldigi için, gerçeklik insan zihnine tabi
damgasını vuran ikiciligi gündeme geti- olur.
rirken, zihin felsefesinin, ayrı bir felsefe tBerkeley, işte bu çerçeve içinde, nes-
dalı olarak doguşuna işaret eder. nel dünyayı bilinçteki tasanmlann bir
14 Ortaçag felsefesinin göksel devlet kompleksi olarak görür. Onun temsil et-
yeryüzü devleti arasında kurdugu kar- tigi empirik gelenegin tam karşısında
şıtlıktan, ve kiliseyle devlet ilişkisinde, yer alan Desc.1rtes'la birlikte, rasyonalist
k.iliseyi temele alan, siyasete en küçük egilim düşünen özneyi varlıgın temeli
bir deger vermeyen yaklaşımından yapar. tKant'ın idealizminde ise, ideler,
sonra, modem felsefede, degişen siyasf zihnin, duyular yoluyla gelen deneysel
ve toplumsal yapıyla birlikte, siyaset fel- malzerneye şekil veren, yapı ve düzen
sefesi de önem kazanmıştır. 15 Ortaçag kazandıran formları olur. Madde ve for-
felsefesinde, düşünürler tarafından ge- mun, her zaman degişken ve düzensiz
liştirilen ögre tiler baglamında da, tam olan duyusal malzemeyle, aklın fenome-
bir ınonizm söz konusu olup, resmf gö- nal dünyaya yasa ve düzen kazanduan '
rüşe uygun olmayan ögretilere hiçbir kavram ve kategorilerini kapsayan bu
şekilde izin verilmezken, modem felse- sentezine, onda deney adı verilir.
fede bir sistemler çoklugu söz konusu- tFichte, tschelling ve tHegel'den olu-
dur. şan Kant-sonrası t Alman idealizmi ise,
16 Modem felsefe, yöntem açısından Kant'ın, fenomenlerin gerisindeki bili-
da temelli bir degişime taruk olmuştur. nemez dayanak olarak gördügü aşkın
Buna göre, Ortaçagından tümdengelim- kalantıyı ortadan kaldırma ve düşünce­
sel tasım mantıgından, Skolastik yönte- yi, evrenin temeli, tek dayanagı yapma
minden sonra, modem felsefenin, yalnız ugraşı verir. Söz konusu üç filozof, zi-
tümdengelimden degil, fakat aynı za- hinsel faaliyetin yarabcı niteligini dile
manda tümevanmdan meydana· gelen getirip, zihinsel düzlemdeki çeşitli ev-
yeni yöntemi bir senteze işaret eder. relerin, varlıgın ya da evrenin oluşu­
Modem felsefede yöntemin tümevamn- mundaki evrelere karşılık geldigini
sal ögesi Ada Avrupası düşünürleri ta- gösterıneye çalışır.
rafından savunulurken, tümdengelimsel İdeal dünyanın merkezini, Platon'un
ögesi daha çok, Kıta Avrupası rasyona- idealizminden farklı olarak, bireyin bi-
listleri tarafından temsil edilmiştir. lincine yerleştiren modern tidealizm,
modem idealizm [İng. modern iıiealism; siyasi alanda da, teolojik ve aşkın bir
Fr. idealisme modem]. Modem felsefenin varlık olarak devletten çok insanla, son-
bireyi, insaru, insan zihnini ve idelerini suz bir deger taşıyan özerk bireyle ilgi-
ö~ plana çıkartan idealizmi. lenir. Modem idealizm, bu ilginin bir
llkçag ve Ortaçag idealizminin ideal sonucu olarak, dinf, ekonomik, siyasal
gerçekligi aşkın bir gerçeklik, İdeaları veçheleri olan bir bireysel özgürlük an-
da insan zihninden bagımsız, nesnel layışı ve dogal haklar ögretisi geliştirir.
özler olarak gördügü yer~e, modem Platon'un idealizminde, önce devletin
modernleşme 603

geldilli yerde, modern idealizınde önce Yerleşik uzlaşımlara, modem toplu-


birey gelir. Devlet, ancak bireylerin var- mun vasalilik ve bayagılıgına isyan
lıgında, bireylerin özgürlüklerinin ve eden modernisı sanat, yani şiir, roman,
dogal haklannın bir parçasından, ortak resim ya da beste için estetik form ya da
yaşamın bir geregi olarak vazgeçmele- üsliıp, zihinden bagunsız bir gerçekligi,
rinin sonucunda, ikincil ve bireye tabi insanın dışındaki toplumsal dünyayı
bir varoluşa sahip olur. Temel ve son- yalın bir biçimde, problematik olmayan
suz bir degere sahip olan, devlet degil bir tarzda yansıtmak anlamına gelmez.
de, birey oldugu için, bireyin him ku- İşte bundan dolayıdır ki, Joyce, Proust
rumlan, bu arada devleti de kurabilece- ve Kafka gibi modernisı yazarlar, diya-
gi, degiştirebilecegi, reformdan geçire- log ve anlab tarzını reddederek, onun
bileccgi düşünülür. yerine bilinç akışını geçirmiş, Stra-
·ntbd@ffiızm [İng. modernisnı; Fr. modernis~ vinsky ve Schoenberg gibi besteciler ato-
-· me; Ai. ıııodernisnıııs]. 1 Genel olarak, ge- nalizıne yönelmiş, Cesanne, Picasso ve
leneksel olanı yeni olana t&bi kılma tavn, Matisse gibi ressamlar resimde soyutla-
yerleşik ve alışılmış olanı yeni ortaya ınayı keşfetmişlerdir.
çıkana uydurma egilimi veya düşünce Kendisinde dilin, gerçekiilli yansıtan
tarzı. bir araçtan ziyade, kendi başına bir
2 Bir inanç sistemi ya da ögreti bütünü- deger, kendinde bir nesne olarak görül-
nü degişen koşullara uyarlama egilimi dügii modernizm, öncelikle idealist bir
ya da hareketi. Özel olarak da, Batıda 19. tavır benimseyerek geleneksel yansıt­
yüzyılın sonlarına dogru ortaya Çikan-- macı epistemolojiyi bir kenara aıııgı ge-
ve Kilisenin teolojik ögretisiyle toplum rekçesiyle, sonra da formalizminden do-
teorisini kentleşme ve endüstrileşme­ layı, faka ı özellikle de realizmin toplum
nin, geleneksel otoritenin çöküşü ve li- içindeki insanı ortaya koyan saglıklı
beral/ demokratik düşüncelerin yükse- insan portresi karşısında kişisel psiko-
lişinin ve nihayet modern bilimin yu ve yogun iç deneyimi putlaştırdıgı,
etkisiyle dünya görüşünde vuku bulan yani birlikli kişilik yerine, Freudçu par-
degişmelerin sonucu olan yeni toplwn- çalarunış özneyi geçirdigi, efsaneyi tari-
sal ve politik koşullara u yarlamayı he tercih etıigi için şiddetle eleştiril­
amaçlayan tavır, hareket.. miştir.
3 Sanat alanında, 19. yüzyılın ikinci ya- 4 Modernizm terimi ayru zamanda ve
rısında başlayıp, 20. yüzyılın ilk otuz daha geniş bir felsefi çerçeve içinde, ço-
yılı boyunca süren, ve kl&sisizme bilinç- gunluk tAydınlanma'yla irtibatlandın­
li olarak karşı çıktıgı için, Avrupa rea- lan ideal ve kabuller için kullarulır.
list geleneginden estetik kopuşu temsil Başka bir deyişle, modernizm Aydın­
eden sanat hareketi. Sanatın ifade ya da lanmayla birlikte gerçekleşen entellek-
temsil ettigi varsayılan gerçek bir dün- tüel dönüşümün ortaya çıkardıgı
yanın varoldugu inancıyla belirlenen dünya görüşünü, hümanizm, dünyevi-
geleneksel düşünce kalıplarını yıkan leşme ve demokrasi temeli üzerine yük-
söz konusu modernisı sanat hareketinin selen tbilimd, akılcı, tilerlemeci ve in-
iki ayıncı özelligi vardır. Bunlardan bi- sanmerkezd ideolojiyi ifade eder.
rincisi, şeylerin göründükleri gibi ol- modernleşme [İng. ınodmıizııtion; Fr. mo-
madıklarını ortaya koymaktır. Bu bag- dernisation]. Eski ve geleneksel toplum-
lamda tNiet:z.sche'nin, tFreud'un ve lann modem olmalanna, moderniteye
Proust'un eserleri, görünüşün gerisin- ulaşmaianna imkan veren süreçler için
deki farklı bir gerçeklige nüfuz etme kullanılan genel terim. Sırurları genişle­
girişiminin yetkin örnekleridir. İkinci yen kapital!ş! ..dünya-pazanrun- fuzlaii.;:::
özellik ise, geleneksel üslüp ve teoriyi dırtligi"&l]ilı:ısel.ye teknoloi* k~iflerle .
reddebnekten meydana gelmektedir. yei'ıiliklerin, sanayideki ilerle~elerin,
604 modernlik

nüffıs hareketlerinin, ulus devletleri ve


kitlesel hareketlerin do(\uşuyla birlikte
ortaya çıkan sosyo-ekonomik de(\işirn­
yanın
.
aynınlaŞmaSı --'
ru, idari rasyonaliteyi ve ~opl_!:!msal dün-
-·-- nı,. ,ya~ ..?..!~urı
de(\erdlm, ahlaksal oliırun . kurumsal
lerin birli(\i. alanlardan aynlma-Siiu ifade edii:- ----
Buna g(iie;_ısiyasr bakırndan rnod~:­ Yine de, tüm bu ölçÜllerin gerisinde
leşrne, katılımcı -Karar' verme s1rieciı:ıi saklı bulunan temel ölçüt ya da karşıt­
destekleyip güçlendiren ana!l~jJ<liium­ lık, epistemolojik bir ölçüt, epistemolo-
ların, örne(\in siyasi partilerin, parla- jik bir karşıtlıktır. Buna göre, kendisin-
mentolann, v _ b. g., gelişimini içerir. den önceki dönemin batı! itikadlar,
Buna karşın, 2 kültürel açıdan modern- köhnemiş düşünce kalıplan ve büyüyle
leşme, laikleşme ve ulusçu ideolojilere belirlendi(\i yerde, modem dünya ay-
ba(\lılıkla belirlenir. 3 _Ekonomik açıdan dınlarunış bir dünyadır, bilimle, bilimin
möderilleşme -ise,'işbölümü ve uzman c yöntemleriyle bilinen, belirlenen bir
laşmanın artışını, yönetim teknikleri yi!!. dünyadır. Bu nedenle, modemli(\in
ileri teknolojinin kullanunı ve aynca ti- merkezinde, akıl ve "biliinin kapsamı ve
caret kolaylığıyla belirlenen temel eko- sınıdarlyla ilgili felsefi tartışmalar bu-
nomik de(\işimleri ifade etmektedir. lunmaktadır.
Öte yandal}-"4 !oplumsal açıdaı:t __ .l!'o- Modemite ya da modemli(\in ne zaman
demleşgıe/.gelen~kşel o!prilenin_geri.l~ başladı(\ı yla ilgili olarak farklı tarihler
m esiyle
.
okury-.azarlı(\ın ve ~~-ntleşme•.
. ... _ ___,_.,....
'
önerilegelmiştir. __Ba~ı!_~~a ~öre~--~«?.~ __
njı:ı artışına karşılık ğelmektedir. demli!< ~~pitalizmin ortaya Çı§_ !!lt}'!:_
/'Moder_I}!!_Ş!.l:\~ fikrit..~!ıı:!~_gı;I!§_ıJl_e,__ yılışına karşıhk-·gelen andördüncü
( yeCiayandıgı, dolayısıyla ı!.~ı)Jir__g~ yü:ı:yılda; başkalarına-göre·jse;'ruyorıa=­
'\n:•ıtremodim
' .. ··eııdülhÇveözellik1e
o- ·::~::- ..
..,._~ .......... ~ .... I~on __ için gerekli __!emeli _S,!I(\la yan
. ı Batılı olmayan boy ya d~]"Çp!urrı!~c:l~ dini de(\işimlerin gerçekleşti(\i onbe-
' tazgelişmişlik ve" biig~lılığa J:.9!..a_~t. şinci yüzyılda başlar. Öte yandan, bir-
i (\i için eleŞli'rilıriiŞ"fjit ~ · ·~ · Çok araştırmacı, modemligill b~Şl~ngi~
modemlik [İng. rııoderııity; Fr. rııoderııit~J­ oliı-rak, endüstrileşme · sürei:fyle be]ixJe-
Şimdiki zaman ın ya da halihazırda_.Pla­ nen onsekizina -yüzyılin~~Ôn çeyreğiyle
nın temel" Özeiiikle rini, kendlı;e _özgü- ondokuzuncu yüzyılı, 4i(\erleri ise, mo-
lük ya da yenili(\ini, onu kendisindı;n dernizmle özdeşleşeı:ı kültürel dönü-
önceki ça(\ ile karşıtiaştırma k sur~tiY.le şümlerin gerçekleşti(\i yirminci yüzyılın
kavrama fikrini ifade eden, modem ilk otı.i z yılını vermiştir, .
toplumların temel ve olmazsa olmaz Felsefe açısından ise, modernlik, episte-
özelliklerini betimleme tavrı için kulla- molojik bakundan yo(\un bir iyimserli-
-
nJ.lan
......... terim.
_......
Modernli(\i belirleyen, bir şeyi modern
(\in yaşandı(\ı anları gösterir. Örne(\in,
andördüncü yüzyılda Ockhamlı Willi-
kılan ö(\elerle ilgili g}arak farklı ölçütler am ve çevresindekilerinin nom alizmi,
öne sürülmüştür;···Bu ölçütler arasında daha önceki yüzyılların kavram realiz·
tbilime, ticaret{, tkapitalizme, polise, miyle belirlenen via aııtiquasıyla karşı­
ucuz seyahate, tateizme, bürokratik ras- laştırıldı(\ında, via rıwdemayı, yani mo-
yonaliteye, hepsinin ötesinde, . yabancı­ dern görüşü temsil eder. Başka bir
laşma ya bir yer verilebilir. Ome(\in; deyişle, andördüncü yüzyılda, onüçün-
modem toplumlar endüstriyel, kapita-.: cü yüzyıl düşünürlerinin görüşlerini
list ekonomilere, demokratik bir siyas~ benimseyenlerin tavn via aııtiqua
olarak
yapı ya, sosyal sınıfiara bölünmüş bir i tarumlanırken, Ockhamlı'run yolunu iz-
toplumsal yapıya sahip toplumlardır./ leyenlerin tavn via moderna olarak ta-
Başka bir deyişle, modemlik toplumsal nımlanmıştır. Yine, akılcılı(\ından, ma-
açıdan, ilerlemeci bir ekonomi anlayışı- tematikle do(\a bilimlerine duydugu
---------------------------------------

modus tollens 605

büyük güvenden dolayı, Descartes, on- nın ka rşılanınası baglamında başka bi-
sekizinci yüzyıldan başlayarak, modem reylerin mal ve hizmetlerine en yüksek
felsefenin kurucusu ya da babası olarak ölçüde bagımlıdırlar.
görülmüştür. Modem toplumda, ikinci olarak yeni
Bununla birlikte, aşagı yuk an ayıu dö- teknolojik keşiflerin ve yenilik arzusu-
nemde, +Rousseau, aklın, insanlıgın bir nun sbir sonucu olarak, degişmenin sü-
ziynetinden, insanlıga sunulmuş eşsiz rekli ve giderek artan ölçülerde hızlı ol-
bir arınagandan çok, insanlık için bir duğu bir toplumdur. Modem toplum
hastalık, ya da sıkıntı olarak görüldügü nihayet, kendi çıkarlarının peşinden
bir tepkinin başlatıcısı olınuştm. Ünlü koşmaya ve kazanımlarını en yüksek
Alman düşünürii tHegel de, onsekizin- düzeyde tutmaya özendirildikleri, teş­
ci yüzyıl t Aydınlanmasının rasyonalist vik edildikleri toplum türünü tanımlar.
tekyanlılıgını her bakımdan aştıgını İşte bu durum, modern toplumda bi-
varsaydıgı daha üstün bir bilgi türün- reyleri uzmaniaşmaya ve kendilerinin
den, diyalektik ya da spekülatif akıldan en fazla çıkarına olan degişim ya da
söz ederek, Rousseau'nun başlattıgı bu mübadelelerinde bulunmaya sevkeder.
tepkiyi pekiştirmiştir. Bu baglamda, ihtiyaçlann ve çıkarların
İşte bu çerçeve içinde, modemligin yol karşılıklı bagımlılıgı arttıkça, modern
açtıgı felaketlerden, ve özellikle de Fran- toplum, kişisel olmayıp giderek artan
sız Devriminin aşınlıklarından, Aydın­ ölçülerde
laıunayı sorwnlu tutmak adet olmuştur. modus essendi. Hristiyan Ortaçag felsefe-
Aynı tema, tMarks'ın ideoloji teorisinde sinde, varlık tarzı için kullaıulan terim.
de ortaya çıkarken, kendisini bu bakım­ Buna göre, Ortaçag düşünüderi ço-
dan +Heidegger ve +Derrida'nın izledilli gunluk iki, zaman zaman da üç varlık
+Nietzsche de, tSokra tes'ten sonraki Batı tarzını birbirinden aynlnuştır. Bunlar-
felsefesini tümüyle mahkum ebne tavrı­ dan birincisi, var olmak için kendisin-
na temel olmuştur. ,9Je ,randa n, felsefe- den başka bir şeye ihtiyaç duymayan
deki m~derı:ıligin e~l<i.!ğdia ve tutkula- tözün varlık tarzı, ikincisi kendi başına
~l.'ın, yirminci_ yüzpl fe~fesinde, var olamayan, ancak ve ancak bir tözde
./!!antrkç~ . f~zıtıvız~: ve .. llid_ıy_~le~tı~ var olan, tözle kaim olan ilinegin, yani
maddeetlik . ·tarafından surduruldugu nicelik ya da niteliilin varlık tarzıdır.
unutulqıi'malıd_ır, -~ · '-----·----··"""·' Bu iki varlık tarzına kimi düşünürlerde
modern· toplum [ing. modem society; Fr. eklenen üçüncü varlık tarzı, bir şeyin
socieU moderne]. Batı uygarlıgında en- başka bir şeye olan yönelimi şeklinde
düstri devrimi ya da +kapitalizmin do- tanımlanan ilişkinin varlık tarzıdır.
guşu ve teknolojinin gelişimiyle birlikte modus ponendo tollens. 'Ya A ya da B;
ortaya çıkıp, bir akılcılık ve bireycilik A; o hAlde, degil-B' formunda olan çı­
felsefesine dayanan; ve özü itibariyle du- kanma verilen ad. Evetlemek yoluyla
-i<!ll!l_n v~mtıhafaza_)<ar olup, kapitalizm degillemek.
öncesi üretim tarzianna baglı olan gele- modus ponens. 'A ise B; A; o hAlde, B'
nekSel toplumun karşısında . yer alan formunda olan çıkarım türünün Latin-
toplum türü. ce ifadesi: Ön bileşenin evetlerunesi.
Modern toplum öncelikle bireyci olup, modus lollendo ponens. 'Ya A, ya da B;
bireyler arası bagımlılıgın en yüksek degilA; o halde, B' formunda olan çıka­
düzeyde oldugu toplumdur. Bu toplum nın türü. Degillemek yoluyla evetle-
modelinde bireylerin çok sayıda özgür- rnek '
lügü ve mt!Slek, deger, eşya ve etkinlik modus tollens. 'A ise B; degil-B; o halde,
bakımından gerçek bir seçme şansı var- degil-A' formunda olan çıkanma veri-
dır; yine, modem toplumda, ihtiyaçları- len ad. Artbileşenin degillerunesi.
606 Mohizm

Mohizm. Çin' de, M. Ö. 500-396 yılları ara- lak bir tbilimcili~in


keskin savunuculu-
sında yaşauuş olan Mo Tse tarafından ~unu yapmıştır. tFeuerbach'm evrene
kurulmuş olan ve herşeyden önce yara- yönelik antropolojik ya da teleolojik
n temele alan, yararlı olmayı amaçlaya- yaklaşımın önünü kesmekle büyük bir
rak, uygulamaya yönelen felsefe akınu. iş başardı~ını dile getiren Moleschott'a
Her teori ve uygulamanın, bollu~u, bü- göre, Feuerbach'ın başlattı~ı bu büyük
yümeyi ve nüfusun çoğalmasını sa~la­ işi tamamlamak modern bilime düş­
yıp sağlamadığı açısından de~erlendi­ mektedir. Do~a bilimleriyle sosyal bi-
rilmesi gerekti~ini dile getiren Mohizme limleri birbirlerinden ayırınanın do~ru
göre, her teoride, sa~lam bir dayanak, olmadı~ını öne süren filozofa göre,
eleştirilere dayanıklılık ve uygulanabi- bilim aynı açıklama ilkelerini hem do~a
lirlik gibi üç temel nitelik olmalıdır. Ev- ve hem de sosyal bilimlerde kullanma-
rensel bir aşk ilkesini yaşama geçirmeyi lıdır.
amaçlayan Mohizm, 'herkesin, başka monad [Yun. monas; lng. nronade; Fr. ıno­
ülkelere kendi ülkesiymiş gibi, başka nade; Al. monade]. Ünlü Alman filozofu
ailelere kendi ailesiymiş, başka insanla- Gottfried Wilhelm von Leibniz'in meta-
ra da kendisiymiş gibi, bakması' duru- fizi~inde basit, başka bir şeye indirge-
munda, her yerde barış ve zenginli~in nemez ve yokedilemez birim; evrenin
olaca~ını belirtmiştir. ve evrendeki bileşik şeylerin kendisin-
Eski Çin dinine karşı olumlu bir tavır den meydana geldi~i en küçük birlik,
alan Mohizm, Çin dini ve do~aüstü güç- kendi içinde, maddi tözlerden farklı ola-
ler karşısında, Lao Tse'nin kayıtsız kal- rak, güçler içeren psişik etkinlik merke-
dı~ı, Konfüçyus'un Orta yolu seçti~i zi ya da etkin töz.
yerde, savunucu bir tutwn sergilemiş­ Bir monad, aynca, bölünemez, kendisi-
tir. Mohizın, buna göre, 'herkesin tanrı­ ne nüfuz edilemez, teleolojik bir yöneli·
ların ve ruhların iyilikleri öldürme ve mi olan, kendi kendine yeten, kendi ken-
kötülükleri cezalandırma gücü oldu~u­ dine yön veren, maddi olmayan, yer
na inanması durwnunda' düzenin hiç- kaplamayan, bireysel bir güç ve eylem
bir şekilde bozulmayaca~ını belirtmiş­ merkezi, parçaları olmayan, basit ve
tir. ezeliebedi tinsel töz olarak tanunJanabi-
Moleschott, Jacob. 1822-1893 yılları ara- lir. Leibniz'e göre, yer kaplamayan mo-
sında yaşamış olan Alman maddeci nadlann, şekil ya da büyüklükleri yok-
düşünürü. tur. Bu nedenle, monad, matematiksel ya
19. yüzyıl tAlman maddeciliği kapsa- da fiziksel bir nokta de~il de, metafizik-
mı içinde ele alınmak durumunda olan sel olarak varolan bir noktadır.
Moleschott bir hekim olup, maddeci ve Her monad, geri kalan tüm di~er mo-
pozitivist bakış açısı ile ün kazanmış­ nadlardan mutlak olarak ba~ımsızdır;
tır. O varolan herşeyin, veya evrenin başka bir deyişle, monadlar arasında
bütün bir tarihinin, güç ya da enerjinin nedensel bir ilişki yoktur. Leibniz mo-
kendisinin temel ya da özsel özelli~i ol- nadlann cisimlerin formlan ya da şekil­
du~u bir ilk madde aracılı~ıyla açıkla­ lerinden mantıksal olarak önce oldugu-
nabilece~ini öne sürmüştür. Molesc-: nu söylemiştir. Gerçek tözler, gerçekten
hott'un diyalektik olmi:lyan maddeci varolan tözler menadlardır ve Leibniz
olmayan bakış açısına göre, güçten yok- monadlann maddi olmayan bir do~ada
sun maddeden oldu~u kadar, madde- ya da yapıda olduklarını vurgulamak
den yoksun güçten de söz edilemez. için, onlara aynı zamanda ruhlar adını
O, yaşam dedi~imiz şeyin, maddenin vermiştir. Her monad, başka her mo-
kendisinin belli bir halinden başka hiç- naddan farklıdır ve her monad kendi
bir şey olınadı~ını öne sürerken, mut- eylem ilkesine sahiptir. Monadlar yal-
Montesquieu, Charles Louis de Secoiıdat 607

nızca birbirlerinden farklı ve bagımsız probleminin açık bir çözümü o1madıgı­


olmakla kalmayıp, kendi içlerinde kendi nı savunmuştur. Aklın yetersiz oldugu-
eylem ilkelerini banndınr. nu göstererek, kesin bilgi imkanından
Leibniz, evrende dört çeşit monad ol- kuşku duyan Montaigne'e göre, geı·çek
dugunu söylemiştir: 1 Birinci türden bilgelik yaşamı oldugu gibi kabul et-
monadlar inorganik dünyada yer alan, mektir. Denemeler adlı eseriyle tanınan
fı\kat bilinçli algıları olmayan monadlar- Montaigne, insan degasının zayıflıgını
dır. 2 Hayvanlar dünyasının monadları. görmüş ve eserinde, tecrübelerini oku-
3 Kendilerini yöneten yasalann bili.ncin- yucusuna kabul ettirınek yerine, insan-
de olan sonlu zihinler ya da ruhlar. 4 ların soruınluluklannı bilecek kadar bi-
Monadlann monadı olan Tanrı. linçli olmalarını saglaınaya çalışmıştır.
Leibniz, evrenin geri kalanırun, bir Başka bir deyişle, duyu-algısının göre-
monadın davranışını etkilemedigini liligi, aklın böyle bir göreliligi aşma ça-
göstermek üzere, menadların pencere- balanıun başarısızlıgı üzerinde duran
leri olmadıgını söylemiştir. Monadlar Montaigne, insanın hayvan karşısındaki
arasında hiçbir ilişki bulunmadıgını üstünlük iddiasırun temelsizligini gözler
söyleyen filozof, evreni meydana getiren önüne serdikten sonra, insana düşen tek
menadların düzenli eylemlerini açıkla­ şeyin, kendisini tanrısal vahye teslim
yabilmek için, söz konusu monadoloji- etmek oldugunu söylemiştir. Aynı za-
nin kozmik bir uyum teorisini gerektir- manda doga düşüncesi üzerinde duran
digi düşüncesinden hareketle, önceden Montaigne, doganın her insana belli ve
kurulmuş uyum fikrine başvurmuştur. degişmez bir karakter verdigini, egit:i-
monarşi [İng. monarchy; Fr. monarchie; ınin bu karaktere, belli bir öz ya da mo·
Al. monarklıie]. En yüksek güç ya da ik- deli temele alarak Skolast:ik yöntemlerle
tidarın tek bir kişide toplandıgı yöne- şekil vennek yerine, onun özgünlügünü
tiın tarzı, devlet modeli. ve yarahcılıgını açıga çıkarması gerekti-
İktidann, tüm yönetim yetkilerinin gini öne sürmüştür.
kendisinde toplandıgı bu kişi, yani mo- Monte Karlo yaniışı [İng. Monte Carlo
nark iktidan fetih, seçim, hile yoluyla phallacy; Fr. erreur de Monte Carlo]. Bir
ya da babadan miris almış olabilir. şeyin geçmişte beklendiginden daha
Monarkın iktidarı, Avrupa feodaliz- az ortaya çıktıg1 için, yakın bir gelecek·
minde oldugu gibi, yerel soyluların gü- te ortaya çıkma şansının çok yüksek ol-
cüyle sınırlanmış ya da dengelenmiş dugunu kabul etmekten oluşan fonnel
olabilirken, 15, ve 18. yüzyıllar İngiltere olmayan yanlış türü.
ve Fransa'sında oldugu gibi, mutlak da Montesquieu, Charles Louis de Secon-
olabilir. dal. 1689-1755 yılları arasmda yaşamış
Montaigne Michel de. 1533-1592 yılları ünlü Fransız filozofu.
arasında yaşamış olan ünlü Rönesans Bir siyaset sosyolojisi geliştiren Mon-
düşünürü. Genel bir septisizmin savu- tesquieu, esas ününü toplum, hukuk ve
nuculugunu yapan Montaigne, önce yönetim tarz1 konusunda gerçekleştir­
kendisi sonra da bir bütün olarak insan- digi karşılaştırmalı araştırmadan al-
lık üzerine gerçekleştirdigi hoşgörü ve mıştır. Siyaset ve hukuk konusunda tü-
sagduyuya dayanan bir araştırmayla mevarımsal ve deneysel bir yaklaşımı
tanınır. benimseyen filozof, olguları kaydetmek
Tüm yaşamını kendisine 'Ne bilebili- yerine anlamayı, fenomenleri konu alan
rim?' sorusunu sorarak geçirmiş olan karşılaştırmalı bir soruşturmayı, tarih-
Montaigne birçok problemin, örnegin sel gelişmenin ilkelerine ilişkin siste-
varlıklarm gerçek degasının ne oldugu matik bir araştırmanın temeli yapmayı
probleminin açık bir çözümü olmadıgı- itmiştir. Siyaset konusuna, şu halde bir
608 Moore, George Edward

tarih filozofu olarak yaklaşan Montes- riyle maddf nesneler arasındaki ilişkiyi
quieu, farklı politik toplumlardaki fark- açıklamakta zaman zaman zorlaıunakla
lı pozitif hukuk sistemlerinin çok çeşitli birlikte, sagduyunun savunuculugunu
faktörlere, örnegin, halkm karakterine, yapmış ve ortalama insanın dış dünya
ekonoınik koşullarla iklime, v. b. g., gö- ile ilgili göıiişünün dogru oldugunu
reli oldugunu söylemiştir. O, işte öne sürmüştür. Başka bir deyişle, sag-
bütün bu temel koşullara, 'yasalann duyunun dünyanın dogasıyla ilgili gö-
ruhu' adını vermiştir. rüşlerini kuşkucu ya da metafiziksel
Montesquieu bu baglamda, üç tür yö- görüşler karşısında savunan Moore,
netim tarzını birbirinden ayırmış ve bu felsefi problem ya da güçlükler söz ko-
devletlere uygun düşen yönetici ilke, nusu oldugunda benimsenecek dogru
iklim ve topraktan söz etmiştir. Buna yaklaşımın, problemi çözmeye kalkış­
göre, despotizm büyük devletlere, sıcak mazdan önce, güçlü~ü doguran şeyin
iklimiere uygun düşer ve korkuya da- ne oldugu sorusunu sormaktan meyda-
yanır. Britanya örneginde oldugu gibi, na gelmesi gerektigini iddia etmiştir.
ne soguk ve ne de sıcak olan bir ildimin Çagdaşı Russell'dan farklı olarak for-
hüküm si.irdügü, orta büyüklükteki rnel mantıgm felsefi problemierin çözü-
devletlere uygun düşen yönetim biçimi, müne hiçbir katkısı olmadıgını düşü­
monarşidir; söz konusu yönetim biçimi, nen Moore, modern idealizme yönelik
şan ve şerefe dayanır. Buna karşın, eleştirisinde, idealizmin temel önermesi
soguk ikli mlere ve küçük devletlere olan 'var olmak algılanmış olmaktır' te-
uygun düşen rejim, demokrasidir; de- zine yönelmiş ve bu önermenin yanJış­
mokrasinin yönetici ilkesin.in erdem ol- lıgının gösterilmesi durumunda, idea-
dugunu öne süren Montesquieu, tüm lizmin de çüriitülmüş olacagam iddia
insanlar için geçerli olan tek bir doga etmiştir. Onun yorumuna göre, x gibi
yasası ve evrensel bir insan dogası oldu- bir şeyin varoldugu bilinirse, bundan
gunu kabul eden akılcılıga şiddetle çıkan sonuç, x'in algılandıgı sonucudur.
karşı çıkmış ve kuvvetler ayrılıgı pren- Bu şekilde anlaşıldıgında, 'var olmak
sibini ortaya atmıştır. algılanmış olmaktır' önermesi bir öz·
Moore, George Edward. 1873-1958 yılla­ deşligi ifade etmez: Algılanmaş olmak
rı arasında yaşamış olup, idealizme sonucu var olmaktan çıkayor.;a e~er, bu
yönelik şiddetli eleştirileriyle ün kaza- ikisi özdeş olamaz.
nan çagdaş İngiliz düşünürü. Bu ise, Moore'a göre, idealistlerin san
Ahl~k ve bilgi konusundaki görüşüyle olmakla, san duyumunu birbirine ka-
tanınan Moore, ahl~kın temel kavramı rıştırdıkları anlamına gelir. O edimle
olan iyinin, daha basit başka bir şey nesne arasında bir farklılak oldugunu;
aracahgıyla tanımlanamayan, analiz edi- bir mavi duyumu ile bir kırmızı duyu-
lemeyen, fakat belirli şeylerin ya da du- mu arasında bir ortaklık bulundugunu;
rumların, ahl~ki bir sezgiyle bilinebile- bu ortakhgwn bilinçten meydana geldi-
cek dogal olmayan bir niteligi oldugunu gini, fakat bunun, bu duyumların nes-
öne sürmüştür. Dogruluk, ödev gibi nesiyle kanştınlmaması gerektigini be-
diger ahlaki kavramlar ise, söz konusu lirtmiştir.
iyilik niteli~ni yaratabilen ve koruyabi- more geometrico. Geometri tarzında, ge-
len faaliyetler ya da eylemler yoluyla ta- ometrinin yöntemine uygun olarak,
nımlanabilir. tEukleides'in Elemanlar adlı kitabında
Bilgi alanında empirist bir bakış açısı geometriyi serimledigi tarzda anlamına
benimseyen Moore, çogu zaman empi- gelen Latince terim. Bu yöntem veya
rizınden çıkartıJan kuşkucu sonuçlar- serim tarzı, felsefede tSpinoza'run Etika
dan sakınmış ve idealizme şiddetli bir adlı eserinde mükemmel bir biçimde
biçimde karşı çıkmıştır. O, duyu verile- ömeklenir.
mukayese edilemezlik 609

mucize [İng. nıiracle; Fr. illiracle; Al. wuıı­ iki entellektüel egilim bulunmaktadır.
de,.]. Doga yasasına aykırı düşen, doga- Bunlardan birincisi, Ortaçagın iyilikse-
üstü bir gücün eyleminin sonucu olan, ver efendi ile hürmetkar serfarasındaki
dogal kavramlarla açıklanamayan ve haklar ve yükümlülükler ağı içinde ge-
insanın kavrayışını aşan olay ya da lişen, aristokratik bir paternalizınin
oluşum. hüküm sürdügü istikrarlı bir toplumsal
Mucize, buna göre, Tann'nın dogal hiyerarşi ile belirlenen ~palı .Y.~reLce­
olayların akışına müdahalesi anlamına maat idealidir. İkincisi ise, onsekizinci
gelip, dini inanca göre, dogal nedenlere yüzyıl İngiliz siyaset teorisyeni Burke ta-
baglanamayan ve tannsal bir müdahale rafından savunulmuş olan, devlet ınü­
ile açıklanan; insan aklının ölçülerini dahalesinin en aza indirgendigi bir libe-
aşan, doga yasalarının dışına çıkan ve ral ekonomi Vj! kapitalizmdir.
düşünce ilkelerine degil de, dini inanca 2 Bilim felsefesinde, nıetodolojik muhafa-
dayanan bir oluştur. zakarlık anlamında, bilim toplulugunda
muhafazakarlık [İng. conservatisın; Fr. con- hangi teorinin kabul edilecegine karar
servatisıne; Al. conservatisnıus]. 1 Reform- verilirken, eski teorinin talep ettigi bi-
cuların olanca iyi niyetlerine ragmen, limsel inançlarda mümkün en az degi-
betdı!nmedik sonuçlata yol"iıçabilen re- şikliklige yol açan verilerle bagdaşan
formlara iyi gözle bakmayan, hele teorinin benimsenmesi gerekti~ni öne
büyük ölçekli toplumsal dönüşümlere süren yaklaşım.
şiddetle karşı çıkarken, bir toplumun mukayese edilemezlik [Ing. inconınıeıısu­
geleneklerine büyük bir deger atfeden rability; Fr. inconınıensurabiliU]. Ortak
toplum ve siyaset görüşü; gelenege bir ölçü ye sahip olmama, ortak bir öl-
baglı tarihsel tecrübe birikimine deger çütle kıyaslanamama veya karşılaştırı­
veren, yavaş ve tedric! degişmeye ina- lamama durumu.
min ideolıiji;;'1<apitalizmi, özel teşebbüs İlk kez Yunanlılarda ve matematik ala-
ve serbest girişimciligi coşkuyla savu- nında, keşfedilen irrasyonel sayılar
'
nan/seçime dayalı bir toplumsal düzenin baglamında kullarıılan mukayese edile-
ve,..ahlaki disiplin in önemini vr,ırguJayan mezlik terimi, çagdaş bilim felsefesin-
statüfo% var olan düzeni koruma yö- de, ömegin tKuhn ve tFeyerabend gibi
nünde b~ egilim sergileyen siyasi dü- düşünürler tarafından, farklı bilimsel
şi!~s~ . . . .,·· teoriler arasında bir tercihte bulunma-
'Felsefede, insan degasının yetkinlikten nın mümkün olmadıguu, yapılacak ter-
yoksun ve eksikli oldugunu, bundan do- cihin çogunlukla bilim dışı faktörlere
layı gelenegin yolgöstericiligine ve baglı olacak şekilde keyfi oldugunu
güçlü bir otoritenin yönetimine ihtiyaç ifade etmek için kullarulmışlır. Kuhn ve
duydugunu savunan, degişmeye karşı Feyerabend'in göred bakış açısına göre,
tavır alıp, gelenegin, yasa ve yerleşik bilimsel kuramlar, onlan birbirleriyle
düzenin önemine işaret eden ve radikal- mukayese ve tasnif eden geleneksel öl-
lerin özledikleri, gerçekleşmesini ümit çütlere dayanıldıgında, iki teoriden hiç-
ettikleri ütopyalara benzer bir şeye birinin digerinden daha iyi ve dogru ol-
erişmenin imkAnsız oldugunu savunan duguna karar verilemernesi anlamında
muhazakarlarla karşıtları arasındaki mukayese edilemezdir. Mukayese edile-
zıtlıgın, bununla birlikte zenginlerle mezlik ögretisi, bilimin daha iyi ve
yoksullar, sag ile sol, kapitalizm ile sos- dogru bir teori ortaya çıktıgı zaman,
yalizm arasındaki bir karşıtlık olması eski teoriyi terketmek suretiyle ilerledi-
gerekmez. gini savunan klasik görüşe agır bir
Muhafazakiirlıgın soykütügünde, bir- darbe indirdigi için, yogun bir tartışma
biriyle pek de uyuşur gibi görünmeyen ve eleştiriye konu olmuştur.
610 mundus intelligibilis

m und us intelligibiiis. Akılyoluyla anla- mesi, potansİ yel güç ve yeteneklerini


şılabilir dünyanın, tPlaton'un idealar tam olarak hayata geçirmesi oldugunu
dünyası veya tKant'ın numenler alanı­ savunan ahlak görüşü.
nın Latince ifadesi. Hakiki gerçeklik ala- Ömegin, bütün bir Antik çag Yunan
nını meydana getiren ve akıl yelisiyle ahiala mutçu bir ahl!k olarak görülebi-
ulaşabilen dünyayı gösteren nıurıdus in- lir. tDemok.ritos'tan başlayarak, Stoalı­
telligibilis'in zıddı, duyu yoluyla bilinen lar da dahil olmak üzere, llkçag felsefe-
duyusal dünya veya fenomenler dünya- sinde tüm ahlak anlayışları. mutçu bir
sı, insanın duyulanyla algılanabilen ve karakter taşımıştır. 18. yüzyıl Aydın­
eni, boyu ve derinligi olan şeylerden, lanmasında da ortaya çıkan ınutçuluk,
nesnelerden oluşan maddi dünya ola- ahlak felsefesinde, eylemin ahlaki dege-
rak nıurıdus sensibilis'tir. rini, ilkede degil de, sonuçta bulan bir
mulabakatçı bilim görüşü. Bilimsel bil- ahlak görüşüdür.
ginin bilim adamları toplulu!ıu tarafın­ Eudaimonist ya da mutçu görüşleri bir-
dan kabul edilen teorilerin bilgisinden birinden ayıran nokta, mutluluga nasıl
oluştugunu, bilim adamlarının inançla- ulaşılabilecegi konusudur. Örnegin,
rının bilimsel toplulugunun inançları­ thazalıga göre, mutluluga hazla ulaşı­
na t8bi oldugunu savunan yaklaşım. lır. Sokrates ise, mutluluk nihai amacına,
Bu anlayışa göre, bir teori bilim adam- kişinin kendisini tam olarak gerçekleş­
lanndan oluşan topluluk tarafından tirmesi yoluyla ve saglıklı, esenlik içinde
kabul edildigi zaman, bilimsel bilgi dü- olan bir ruh sayesinde ulaşılabilecegini
zeyine yükselir, buna kar,;ın toplulu- savunmuştur. Stoa felsefesinde ise, haz-
gun genel onayını kazanamadıgı tak- cılık ortadan kalkar ve mutluluk erdem-
dirde, bilimsel bilgi olamaz. Söz konusu le özdeşleştirilir. Haz bir tür duygula-
bilim yaklaşırnma göre, bilimsel toplu- nımdır, duygulanımlar ise insanda
luk, önerilen teorilerin degerierini belir- aşagı olan, insanı köleleştiren, yenilmesi
lemenin standartlarını, topluluga gire- gereken şeylerdir. Öyleyse, mutluluk bir
cek üyelerin taınamlamak durumunda tür bilgelik, kişinin kendi kendisine ege-
oldukları katı ve ayrınnlı bir egitim ve men olmasıdır.
ögretim programı aracılıgıyla koyar ve Yeniçagda ise, mutçuluk söz konusu
korur. Bununla birlikte, söz konusu an- bireyd karakterini yitirir. Modem toplu-
layış göreci bir bakış açısı sergiler. Zira mun, modern devlet ve hukuk anlayış­
standartlar mutlak ve degişmez degil- laruun ortaya çıkışıyla birlikte, yeni bir
dir, yalnızca belirli bir toplulugun stan- mutluluk ideali ortaya çıkar. Arnk söz
dartları vardır. konusu olan, tek tek kişilerin degil de,
mutasavvıf. Tasavvuf inancını benimse- toplumun mutlulugu, toplumsal bir
yerek, Tasavvuf inancını yaymaya çalı' mutluluktur. Bu dönemde, benci temel-
şan, dünyadan bir şekilde el etek çeke- lere degil de, özgeci temellere dayanan
rek, kendisini bütünüyle Tann'ya bir yaşama ideali ortaya çıkar.
adayan kişi. İslıim dünyasında mutasav- Mutezile. Kaderin, yazgının varlıgını
vıflar, Kur'an, hadis ve lıkıha dayanan inkar ederek, insanın özgür irade sahibi
sünni mutasavvıflar ve dogrudan dog- oldugunu savunan, akla büyük bir önem
ruya şia inançlarına baglanan şii muta- verirken, Tann'nın sıfatlanyla ilgili ola-
savvıflar olarak ikiye aynlır. rak ehli-sünnetten ayrılan Vasıl bin Ata
mulçuluk [Yunanca 'eudaimonismos'tan; ve Amr bin Ubeyd tarafından kurulan
Ing. eudaimonism; Fr. eudimonisme; Al. itikad mezhebi ve felsefe görüşü.
eudiimcnismus]. Mutluluk ahlakı. Ahlaki Mutezile, özellikle Tann'nın zatı ya da
eyleminin nihai hedefinin mutluluk, özü ve nitelikleri ya da sıfatları konu-
dogru eylemin en yüksek amacının ki- sunda İslam inanayla, özellikle de
şinin kendisini tam olarak gerçekleştir- Kur'an'la hiçbir şekilde bagdaşmayan
mutlak 611

görüşler öne sürmesiyle tarurur. Mu tezi- lere ihtiyaç duymayan şeyi; bazı filozof-
le, İslam inancına kader konusunda da lar tarafından hem bir ve yetkin varlıgı,
karşı çıkmıştır. Buna göre, insanın hiç- ve heın de çoklugun kaynagı olarak gö-
bir şekilde degiştirilemez olan bir alın­ rülen nihai ve en yüksek gerçekligi;. ni-
yazısı var ise, o, Tanrı tarafından belirti- telik bakımu1dan tam ve yetkin olan,
len eylemleri yapmakla görevliyse, külli kendisinden kuşkulanılmayan, suurla-
irade adı verilen yüce iradeye tabiyse, ma ya da istisnalarla sınırianmayan var-
insan Tanrı'ya karşı hiçbir eyleminden lıgı gösterir.
sorumlu hltulamaz, suçlu sayılamaz. Buna göre, metafizikte, tamlık, bütün-
. Zira, hiçbir eylemi onun elinde degildir; lük, herşeyi içerme, yetkinlik, bagım­
bu durumda, insanı cezalandırmak sızlık, nesnel gerçeklik, türetilmemiş
dogru olmaz, yalnızca bir haksızlık ve koşulsuz olma, degişmezlik, saflık,
olur; elinde olmayan, !öOrumlu hltalama- basitlik, tümellik gibi sıfatlarla nitelenen,
yaca~ı bir eylemden dolayı insanı ceza- yani her türlü mümkün yüklemenin öz-
landırmak Tanrı'run adaletine uygun nesi olan, fakat kendisi kesinlikle yüklem
düşmez. Bundan dolayı, Mutezile kade- olamayan varlıgı, gerçekligin tümünü
ri tanımaz, yazgırun varlıgıru kabul gösteren mutlak kavramı, varoluşun, et-
etmez. İnsaıun özgür bir iradesi vardır, kinligin, birlik ve çoklugun kaynagı
her eylem, yapıp ettigi herşey insanın olan, temel, nihai ve en yüksek gerçeklik,
eseri olup, insan yaptıgı herşeyden so- kozmik ilke için kullanılır.
rumlu tutulabilir. Mutezile, cenneti, ce- 6 Mutlak aynı zamanda, zorunlu varlık
hennemi ve vahyi de kabul etmez; her- anlamında, varoluşu ve etkinligi için,
şeye akılcı bir açıdan yaklaşır. başka hiçbir şeye ihtiyaç duymayan,
mutlak [Lat. absolutus; İng. absolute; Fr. ab- fakat tüm diger varlıkların varoluş ve
solu; Al. absolut]. 1 Varlıgı, güzelli~i, eticinlikleri için, kendisine baglı olduk-
iyilig-i niteleyen bir sıfat olarak, sınırla­ ları ve bir anlamda kendisine indirgene-
malardan bagımsız olma hali; göreli ol- bildikleri varlık için, aktüelleşme süreci
mama, kesinlikle bagımsız olma duru- içinde, tüm sonlu varlıkları, görünüşle­
mu. Betimlenenin ötesinde kalan ya da ri ve geçici varoluşu meydana getiren
tanımlanan şeyin anlanuru sırurlayan gerçeklik, bizdeki görünüşünden farklı
bir şeyle pozitif ilişki içinde olmama olarak, kendi içindeki gerçeklik, kendin-
hali; kesin olına, keyff ya da göreli olma- de varlık için kullanılır. Buna göre, mut-
ma durumu. Kendi kendisiyle çelişme­ lak bize görünüşlerde ya da fenomenler
yen ve kesinlikle dogru olan yargı, dünyasmda verilmeyen bir, yetkin, ezeli
önennenin, başka veri, olay ya da mü- ve ebedf, nedeni olmayan, herşeyi ku-
lahazalardan bagımsız bir degere ya da caklayan, bundan dolayı insan varlıkla­
anlama sahip olan bir şeyin niteligi. rı tarafından tam olarak bilinildigi dü-
2 Ahlakta tam ve evrensel olarak geçer- şünülmeyen varhgı ifade eder.
li ve baglayıcı olan kural, deger, ilke. 3 Söz konusu tözsel anlamı içinde, mut-
&tetikte nesnel olarak gerçek olan şey, lak terimini felsefe literatürüne sokan
varlık. 4 Bilgi alanında ise, nihai dogru- 1440 yılında Cusa'lı Nikholas olmuş ve
lugu, en yüksek hakikati meydana geti- Mutlak kavramı +Spinoza'run panteiz-
ren genel ögelerin ve farklı bilgi türle- mjnde de ön plana çıkmıştır. Bununla
rinde içerildikten başka, bu bilgi birlikte, terimi felsefi tenninolojiye yer-
türlerini mümkün kılan temel ilkelerin leştiren esas Alman filozofu tSchelling
sistematik ifadesi olmuştur. O, Mutlak'ın, entellektüel sez-
S Felsefede sıfatsal anlamı dışında, töz- ginin bilen ile bilinenin özdeşligi olarak
sel bir anlamda da kullanılan mutlak te- gördügü şeye karşılık geldigini söyler.
rimi genelde varoluşu ya da anlamı için Mutlak'ı herşeyin kendisinden türedigi
kendisini tamamlayıcı olgu ya da etken- nihar ve en yüksek gerçeklik olarak ta-
ıl2 mutlakçılık

sanmlayan Alman filozof.. Mutlak'm ve özellikle de Fransa ve İngiltere' de or-


yalnızca dogada degil, fakat insanlık taya ÇJkan, merkezi gücün bir monark
tarihinde de tezahür ettigini öne sür- ya da hükümdarın elinde toplandıgı yö-
müştür. Şu farkla ki, kendi bilincine netim modeli. Feodalizmden kapitaliz-
vanna sürecinde bir evrim geçiren Mut- me geçiş sürecinde, iktidann, merkezi
lak, dogada bilinçsiz bir biçimde cisimle- bir yönetim aygıtına sahip bulunan bir
şirken, S3nat eserinde bilinçli olarak so- monark.Jn kişiliginde toplandıgı yöne-
.nutlaşır. tim biçimi.
Aynı çizgide felsefe yapan tHegel ise, Feodal dönemin çok büyük bir bölü-
Mutlak'ı, tıpkı tParmenides gibi, Varlık münde, monark ya da hükümdarın
olarak tanımlamış ve onun kendi ken- gücü, iktidarı soylulann yerel gücüyle
disiyle özdeş olduğunu söylemiştir. büyük ölçüde Slrurlanmışken, feodaliz-
Nesnel idealist felsef~sinde, Mutlak'ı min son dönemlerine dogru yükselen
aynı zamanda zihin olarak tarumlayan burjuvazi mutlak ınonarşiyi, soyluların
Hegel, onun toplum olarak insanlık ta- ekonomi üzerindeki egemenligini zayıf­
rihinde farklı özgürlük düzeylerinden Iatmak amacıyla desteklemiştir. Tarihçi-
geçerek ilerledigini ve filozofta kendi ler bund:m dolayı mutlakiyetçi yönetim
bilincine tam olarak vardıgını iddia et- tarzına, kapitalizmle olan ilişkisi bagla-
miştir. mında olumlu bir deger biçerler. Mut-
nutlakçıhk [İng. absolutism; Fr. absolutis- lakiyetçilige bundan dolayı, zaman
me; Al. absolu tism us]. 1 Genelde, dognı­ zaman aydınlanmış despotizm de denir.
lugun, degerin, güzelligin ya da gerçek- mutlak idealizm [İng. absolute idealism;
ligin nesnel olarak gerçek, degişmez ve Fr. idlalisme absolue]. Bir Zihin, Ben, Tin,
ezeli-ebedi oldugu görüşü. 2 Gerçekli- ya da Ruh olarak Mutlakın, evrendeki
gin degişmez ve dogru tek bir açıkla­ temel ve en yüksek gerçeklik oldugu gö-
ması oldugu inancı. rüşü. Söz konusu Mutlak Varlıgın, va-
3 MutlakçJlık, bilgide, yalruzca göreli roluşu için başka hiçbir şeye ihtiyaç
degil de, nesnel ya da degişmez olan duymayan, fakat herşeyin varoluşunu
dogrulann varoldugu inancına karşılık kendisine J,orçlu oldugu, varolan herşe­
gelir. 4 Mutlakçılık degerler alarunda yin rasyrmel olarak kendisinden türedi-
ise, ahlaki ya da estetik degerierin ya da gi, düşüncesinin akış ve gelişme seyri
deger ölçülerinin, kişiden kişiye, çag- içinde, tüm varhkJann kendisinden çık­
dan çaga ve toplumdan topluma degiş­ tlgı, herşeyin kendisinde bir düşünce
meyip, nesnel ve ezeli-ebedi oldugu te- olarak varoldugu gerçeklige karşılık
zine, belirli ahlAki kurallann hiçbir geldigi tezi.
istisnasıolmadıgı görüşüne karşılık mutluluk [Os. saadet; İng. flappiness; Fr.
gelir. Buna göre, mutlakçı ahlak, ahiakın borıheur; Al. glüdc, glückseligkeit]. Genel
göreli de~ de, mutlak oldugunu, uy- çerçevesi, fonneı· anlamı içinde, insan
marruz, kesinl~e hayata geçirmemiz eylemlerinin ve çabalannın nihai ve en
gereken, mutlak ahlaki dogrular bulun- yüksek amaa olan hal, yaşamdaki en
dugunu, bu mutlak dogrulann tikel yüksek deger ya da hedefe ulaşma du-
durum, koşul, yer ve bireylerden etki- rumu. Acının yoklugu ya da haz hali,
lenmedigini savunur. bütün bir insan varlıgının uyumlu ol-
S Siyaset felsefesinde, nıutlakiyetçili.k ması durumu; insanın kendi potansiyel
anlamında, yönetene mutlak ve sınırsız güçlerini gerçekleştirmesinin, ödevleri-
bir güç ve yetki veren, yöneticnin ne n i yapmasının, erdemli oluşunun, doga
doga yasalanyla, ne de ahlaki ya da yasalarına uygun yaşamasının, ölçülü
hukuki hiçbir şeyle sınırlarunaması ge- bir yaşam sünnesinin, kendi yazg1sını
rektigini savunan anlayış. 15. ve 18. özgürce belirlemesinin sonucu olan yet-
yüzyıllar arasında, Avrupa ülkelerinde kinlik hali.
müdahale<ilik 613

Fonnel olarak, insan için pratik anlamda rinin kendisine özgü iş!evi yerine getir-
en ytUcsek iyi diye tanımlanan mutluluk- mesinin, diger parçanın işlevine müda-
la ilgili olarak, t Aristoteles, tüm insanla- hale etmemesinin sonucu olan uvum
rın mutlulugu iyiyle özdeşleştirdiklerini, h~li olarak tanımlamıştır. Buna göre,
fakat ınutlulugu tam olarak neyin mey- akıl Ideaların ve Iyi ldeasının bilgisine,
dana getirdigi konusunda farklı düşün­ insan yaşamının amacına, v. b. g., iliş­
düklerini söyler. Bu çerçeve içinde, mut- kin bilgiye sahip olup, bütüne yol gös-
lulugu meydana getiren üç bileşensel terdigi, iştiha istek ve arzularında ölçü-
ögeden söz edilebilir: 1 Hazzın varlıgı ve lü oldugu, can da iştihanın aşırı
acının yokluguyla belirlenen genel bir iyilik isteklerine direnç gösterip, aklın sesini
/ııili.
Burada mutluluk, doyum saglayan dinledigi zaman, insan, kendi özünü
nesnelerin dogasııu dikkate almadan, ni- gerçekleştirme, amacına ve dogal iyisi-
teliksel olarak aynı olan arzuların tatmin ne uygun yaşama anlamında mutlu
edilmesi sonucunda oluşan duyguyla be- olur.
lirlenir. A~kf hayatı entellektüel hayata t~bi
2 Bir bütün olarak benin, insan varhgı­ kılan t Aristoteles'te ise, mutluluk, ı.,grik •
nın sistemli faaliyeti sonucunda ortaya bilgelikten oluşur, Rıu:ıa göFe, birey için
çıkan duygu, kendini gerçekleştirme duy- mutlaluktan, rasyonel ve entellektüel fa-
gusu olarak mutluluk. Burada ise, mutlu- aliyetle geçecek bİr yaşam olu~tu!u, bi-
luk hazların toplamından çok, haziann reyın potansiyel güderi tam nı.r;;k_ g~
uyumuna, insanın belli bir boyutuyla liştigi ve insan varlıgı çeşitli olanak ve
degil de, bir bütün olarak ve tam anla- kapasitelerini gerçekleştirdigi zaman,
mıyla gerçekleşmesi h~line karşılık söz edilebilir.
gelir. 3 Genel bir gelişme, yetkinleşme tKant'ta. hiçbir zaman gerçekleşmeye­
h~li, uyumlu, düzenli ve birlikli bir ya- cek= olan bir ideal olarak ortaya çıkan
şamın bizzat kendisi olarak mutluluk. mutluluk, üç ögeden oluşur: a) Kişinin
Mutluluk, çeşitli filozoflar tarafından kendi kendisine yetmesi, b) beninın
farklı şekillerde tanımlanmıştır. Öme- u umu, cl kişinin kendi kendisini beli;
gın, ahl~k felsefesinin kurucusu sayılan lernesi mutla ır e o
tSokrates, mutlulugu, insan dogasının ve yararcı bir ahla anlayışı geliştiren
tam olarak gerçekleşip tamamlanmış ol- +Mill's!e ise, mutluluk, benin aadan
ması, insanın kendisine özgü potansiye- uzak olup, olabildigince çok haz alma-
lininin tam olarak gerçekleşmesi h~line; sıyla belirlenen genel uyum h~li olarak
içinde herşeyin insanın kişisel daimo- tanımlanır.
nuyla, yazgı ve dogasıyla uyum içinde mücessime. Islam dünyasında kel~mın
oldugu, kişinin bütünsel yapısının iyi, doguşundan sonra orta ya çıkmış bir
düzenlenmiş ve olması gerektigi gibi ol- görüş ya da mezhebe verilen ad.
dugu, kişinin özü geregi olmak zorunda Bir tür antropomorfizm benimseyen
oldugu gibi oldugu duruma; insanın ih- mücessime, Tann'nın insan şeklinde
tiyaçlannı karşılamasının, dogasını ger- ortaya çıktıgıru öne sürmüştür. Tanrı,
çekleştiımesinin ve insan olarak işlevini bütün tarinsal özelliklerini bünyesinde
gerçekleştirmesinin dogal bir sonucu toplayarak, görünüşler dünyasında
olarak ortaya çıkan h~le, genel iyi-olma insan şeklinde ortaya çıkar.
h~line eşitlemiştir. müdahalecilik [İng. in/erventionalism].
Sokrates'in ögrendsi olan tPlaton ise, Devletin, ekonominin yasalarmı kendi
mutlulugu bir ruh ve bir bedenden olu- işleyişine bırakmayıp, iktisadi hayata
şan insan varhgının ruhun yolgösterici- belli ölçüler içinde müdahale ehnesi ge-
ligi altında uyumlu bir bütün olması du- rektigini savunan; varolan iktisadi ve
rumu; özellikle de, ruhun üç parçası, toplumsal yapıda köklü bir degişiklik
yani akıl, can ve iştiha arasında, her bi- yapmayı amaçlamadıgı için, liberaliz-
14 mümkün

me oldugu kadar, devletçilige da karşı tLeibniz kazandırmıştır. Ona göre,


olan ekonomik görüşe verilen ad. gücü herşeye yeten Tanrı, seçtigi müm-
1ümkün [İng. possible; Fr. possible]. Ço- kün dünyalardan herhangi birisini yara-
gunlukla, alışılmış bir biçimde ortaya tabilirdi. Bununla birlikte, sonsuz iyiligi
çıkan, fakat kendi içinde bir zorunluluk O'nu söz konusu mümkün dünyaların
arzetmeyen. Ortaya çıkışı, doguşu, var- en iyisini yarabnaya sevketti. Bundan
Iıga gelişi zorunluluk arzetmeyen. dolayıdır ki, içinde yaşadıgımız dünya,
Bu anlamda mümkün olan, hem zorun- tüm mümkün dünyaların en iyisidir.
lu olana ve hem de imkansız olana kar- Çagdaş felsefede ise, mümkün dünya-
şıttır. Mümkün olanın manbksal ya da lar terimi, 'zorunluluk' ve 'olumsallık'
fiziki bakımdan mümkün oluşundan kavramlaruu açıklamak için kullanıl­
söz edilebilir. Buna göre, mantıksal ba- maktadır. Buna göre, 'zorunlu dogru'
kımdan mümkün olan, asli, temel ya da · mümkün her dünyada, buna karşın
özsel bir çelişki içermeyendir. 'olumsal dogru' mümkün dünyaların en
Fizild bakımdan mümkün olma ise, azından birinde geçerli olan dogru ola-
mantıksal i.mkan varsaydıktan başka, rak tarumlanır.
gerekli tüm dış koşulların varoluşunu mümkünü'l vücud. İslam felsefesinde, zo-
zorunlu k.Jlar. Mantiksal. olarak müm- runlu olarak varolmayan, varolması
kün olarun gerçek olması gerekmez, kadar, varolmaması da mümkün olan,
fakat fiziki bakımdan mümkün olan ger- olumsal varlıklar, nesneler düzeni için
çektir, zira gerçek olmayanda gerek~ kullanılan tcriın.
tüm koşullar gerçekleşmemiş demektir . mürcie. İsh3miyette, eyleme pek önem
. ıümkündünyaiar [İng. possible worlds]. vermeyen, in.ancuı her bakımdan yeterli
Olayları, durumları, olgulan tutarsızlık oldugunu savunan görüş.
sergilemedigi için varolan ya da varola- mütekellim. İslam dinirün temel ilkeleri-
bilen bir dünya. ne dayanan, akılcı bir felsefe çı~n mey-
Terimi felsefeye, dünyamızın mümkün dana getirmiş olan kelamcılara verilen
dünyalann en iyisi oldugunu savunan ad.
naif 615

edebildi~ini savunan doğrudan realh·


min en basit türi.i olarak, bizim çevremi-
ze baktı~ımaz ~man, maddi nesnelerin
yüzeyleri oldu~unu kabul etti~imiz, çe-
şitli renk ve şekillerdeki satıhlan bir-
birlerinden ayırd edebildi~imizi, maddf
nesnelerden geldi~ini kabul etti~imiz

N çeşitli sesler duyabildi~imizi, söz konu-


su kabullerimizin haklı ve tümüyle
do~ru olan kabuller oldu~unu, yani şe­
killerin, renklerin ve seslerin her zaman
maddf nesnelerin temel özellikleri oldu·
Nagarjuna. M. S. 2.yüzyılda yaşamış ve ~unu iddia eden görüşe; başka bir de-
de~illeme manh~ıyla ün kazaruruş olan yişle, görünüşle gerçeklik arasında bir
ünlü Budist düşünür. Dünyayı anlama, ayırun yapmayan, duyu deneyinin dış
yonımiama ve varlı~ın gizini çözme gi- dünya hakkında do~ru bilgi verdi~ini
rişimlerinin zorunlu olarak sırurlarla
belirterek, maddi ya da dış dünyanın
karşılaşaca~ını, ve eşyanın boş oldu-
hpkı göründü~ü gibi oldu~unu dile ge·
~unu öne süren Nagarjuna, yalnızca
tiren yaklaşıma bön ya da naif realizm
bilge kişinin, varlıkJa ilgili olarak var denir.
mı yok mu sorusuna takılmadan, 'ne
Buna karşın, bilimin gözlemle başla­
var, ne yok' diyece~ini, herşeye tepeden dı~ıru ve türnevarım yoluyla gerçek-
bakaca~ını ve tartışmadan susaca~uu
leşti~ini; gözlemcinin, olgulan duyu
savunmuştur.
organları yoluyla önyargısaz, tarafsız
Nagel, Ernest. 1901-1985 yıllan arasında
bir biçimde gözlemledi~i zaman elde
yaşamış olan Çek asıllı Amerikan filo-
etti~i tekil gözlem önennelerinden, be-
zof. Temel eserleri: An Introduction to
Logic and Scientific Method [Mantı~a ve lirli türden tüm olaylara atıfta bulunan
Bilimsel Yönteme Giriş], Stnıcture of tümel önennelere, sınırlanmamış ge-
Scierıce [Bilimin Yapısı].
nellemelere yükselebilece~ni öne süren
anlayışa, yani türnevarım problemi
Manbk, matematitin temelleri ve olası­
lık teorisi ile ilgilenen Nagel, bilim felse-
diye bir problemin varolmadı~ına ina-
fesinde positivist bir yaklaşurun savunu- nan bilimci görüşe naif tümevarımcılık
adı verilir.
culu~unu yapmışbr. O bilgi teorisinde
ılımlı bir emplrizmi benimserken, bilimin Buna göre, naif tümevanmcıhk a) bir
hipotetiko-dedüktif yöntemle geliştigini genelierne için temel oluşturan gözlem
öne sürmüştür. Nagel biyoloji felsefesin- önermelerinin sayısının çok olması, b)
de, teori ve kavrarnlara teolojinin kaçınıl­ gözlemlerin fark.Jı koşullar altında tek·
maz olarak etlti yapbğıru söyler. Bu du- rarlanması ve d kabul edilen gözlem
rumun empirizm açısından bir güçlük önennelerinin hiçbirinin, bu önemteler-
yaratb~anı savunan Nagel'e göre, aynı den elde edilen yasayla çelişmemesi
güçlük de~er yargısından bağımsız ola- koşuluyla, tekil gözlem önermelerin-
mayan sosyal bilimler için de geçerlidir. den tümel önennelere, sımrlanmamış
naif [İng. nai've; Fr. naif; Al. naiv]. 1 Eleşti­ genellernelere yükselişin meşru oldu-
rel olmayan, çok yönlü bakmayan; 2 ~unu; başka bir deyişle, söz konusu
do~al ve yapmaaksız olan; 3 kolay ina- koşullann yerine getirilmesi durumun-
nan kişi ve yaklaşım için kullanılan ni- da, sonlu gözlem önermeleri dizisinden
teleme. yalnız geçmiş ve şimdiyi de~il, gelece-
Bu ba~lamda, algıda, insan zihninin ~i de kapsayan sanarlanmamaş bir ge-
kendisinden ba~ımsaz nesnelere nüfuz nelleme elde etmenin, sınırlı sayıdaki
616 narsisiı.m

gözlem önermeleri öbeginden evrensel natura naturata. Yaratıcı varhga, yani


bir yasaya ulaşınanın mümkün ve Tanrı'ya karşıt olarak, dogadaki yaratıl­
meşru oldugunu öne sürer. mış varlıklar; Skolastik felsefede, Tann
narsisizm [İng. narcissisnı; Fr. narcissisnre] tarafmdan yaratılmış doga, bütün bir
1 Genel olarak, kişinin kendi ruhsal ve dogal varhk alanı için kullanılan Ldtin-
bedensel benligine ya da kimligine aşın ce terim. +Spinoza'nın felsefesinde, tek
bir baglıhk ve begeni duyması. Özne- tözün, yani Tanrı'nın ya da sıfatlannın
nin kendi kendisini begenmesi, kendi tavırlanndan meydana gelen göreli dün-
kendisine hayran olması. 2 Cinsel geli- yaya verilen ad.
şimin 3 ila S yaşlan arasındaki güçlü Buna göre, natura naturata tSruno ya
bencillik dönemi. 3 Daha özel olarak da, da +Spinoza'runki gibi panteist bir sis-
öznenin kendi bedeni üzerinde yogun- temde, dogada tezahür etti~i şekliyle
laşan bir aktivite aracıhgıyla cinsel tat- Tanrı'ya karşılık gelir ve dogadan ba-
min saglamaya çalışınası durumu. gımsız Tanrı'yı degil de, dogayla öz-
Nastikas. Hint düşüncesinde Veda gele- deşleşen Tanrı'yı ifade eder.
negini, Vedaların otoritesini tanımadık­ nalura non facit saltus. t Aristo teles' ten
lan, onları Tann'dan gelen bilgiler ola- başlayıp modem dönemde de kullanı­
rak görmedikleri için 'Hayır diyenler' lan, en azından +Leibniz ve Linrıeus'a
diye adlandırılan, gelenege karşı ya da kadar uzanan ilke, doganın sıçrama
ortodoks olmayan felsefe sistemlerine yapmayacagı fikiini ifade eden Latince
verilen ad.
deyim.
Gelenege hayır diyen pek çok düşün­ naturwissenchaften. Almancada 20. yüz-
ce sistemi olmakla birlikte, bunlar ara- yılın başlannda doga bilimleri için kul-
smdan sivrilen üç sistem Caynacıhk,
lanılan terim.
Çarvakalann maddeci sistemi ve Bu-
Almanya'da Birinci Dünya Sava-
dizm olmuştur.
şı'ndan önce, metodolojiyle ilgili sorun-
nasyonal sosyalizm [İng. national socio-
lism; Fr. socialisme national]. Almanya'da lar baglamında akademik dünyaya
Hitler tarafından kurulan ve temelde hakim olan tartışmalarda Naturwissens-
ırkçıhk, sosyalizm, milliyetçilik, halk ve
chaften terimi, kültür ya da tarih bilimle-
üstiin lider fikirlerine dayanan faşist ri anlamına gelen Geisteı;wisserıschaften
görüş ve yönetim sistemi.
terimiyle tam bir karşıtlık içinde kulla-
nılmıştır. Söz konusu bilimlerin karşıt­
Halk kavramının mistik bir nitelik ka-
zandıgı, lider ile halk arasındaki ilişki­ lıgını özellikle vurgulayan filozof, ger-
nin, akla degil de, akıldışı birtakım fi- çekligin böl ürunez oldugu öncülünden
kirlere dayandıgı, liderin milletin tüm hareketle doga bilimleriyle sosyal bilim-
isteklerini benliginde duydugunun öne ler arasında, yöntem farkhhgma daya-
sürüldügü bu görüşte, devletin yüceligi nan a priori bir mantıksal aymm yapma
ve üstün ırk düşüncesi ön plana çıkar. önerisinde bulunan Yeni-Kantçı Wil-
nalura naturans. Dogada, belli bir anda helm tWindelband olmuştur. Windel-
tezahür eden, kendisini gösteren etkin band'a göre, doga bilimleri yasalar veya
yarahcı süreçlere; Skolastik felsefede, yasa benzeri genel ilişki ve özellikleri
yaratılmış varhga karşıt olarak, yara- keşfetmeye çalıştıkları için, nomotetik
tılmamış ve yaratıcı varlık olan Tanrı ya da genelleştirici bir yöntem kullanır­
için kullanılan Latince terim. lar; oysa sosyal bilimler veya kültür bi-
Natura naturans deyimi, +Bruno ya da limleri bir daha tekrarlanmayan olaylar-
+Spinoza'nınki gibi panteist bir sistem- la ve bir fenomenin tikel yönleri veya
de, Tanrı'yı, fakat dogadaki tezahür ya biricik olan veçhelerini konu aldıklan
da görünümlerinden ayrı ve bagımsız için, idiografik veya bh'eyselleştirici bir
olarak Tanrı'nın kendisini gösterir. yöntemi benimserler.
neden 617

Bir diger önemli Alman düşünürü limin doguşuyla birlikte, ereksel neden
Wilhelm tDHthey ise, Naturwissenschaf- de doga bilimlerinin, özellikle de fizigi-
ten Geisteswissenschaften karşıtlıgını, ne dışına atılmıştır. Başka bir deyişle,
yöntem farklılıgı bakunından degil de, Aristotelesçi düşünce tarzının reddedil-
konu. farklılıgı baglamında ifade eder. mesi ve niteliksel yaklaşun ve ereksel
Bu baglamda, Dilthey'in ölçütü, gerçek- açıklamanın yerini niceliksel yaklaşım
ligin ayrı ve bagunsız alanlara bölüne- ve mekanist açıklamanın almasıyla bir-
bilecegini öncülüne dayanınaktadır. likte, kısacası modern bilimin doguşu­
neden [Os. illet; Lat. causa; ing. cause; Fr. nun ardından, günümüzde nedenden
cause; Al. ursache 1. Bir şeyi degiştirme­ hemen tümüyle fail neden anlaşılmak­
ye, bir fenomen ya da olayı meydana tadır.
getirmeye yetili olan şey ya da koşul, Ortaçag düşüncesi veya Skolastikler,
yaratıcı etken; bir şeyi ortaya çıkartan, bir şeyin hakikatinin sebebi ya da teme-
kendisi olmadan o şeyin kesinlikle var- lini ifade eden nedene causa cognoscendi,
Iıga gelemeyecegi şey. buna karşın bir şeyin varoluşunun ne-
Bir olayın ortaya çıkışı, varlıga gelişi, denine causa fiendi adını vermişlerdir.
doguşu için zorunlu ve yeterli olan, ve 19. yüzyıl İngiliz düşünürü J. S. tMill
o olaydan zamansal olarak önce gelen ise, iradi eylenlle sonuçlanan nedensel-
şey; bir olayın ortaya çıkışının yeter ko- lik için fail neden kavramını kullanır­
şulu; sonucunun kendisinden zorunlu ken, cansız nesneler dünyasında hüküm
olarak çıktıgı şey, durum, olay ya da fe~ süren nedensellik için fizild nesneler te-
n ome n. rimini kullanmıştır.
Nedeni, en genel anlamı içinde bir şey Öte yandan, bizzat kendisinde, kendi
meydana getiren ve meydana getirdigi içinde bir degişmeyi başlatan nedene
şeyin kendisi aracılıgıyla açıklanabildi­ içkin neden adı verilirken, kendinde
gi yaratıcı etken olarak tarumladıgımız degil de, başka bir varlık ya da şeyde
takdirde, kendisine neden olunan şey, bir degişmeye yol açan nedene ise
ya yeni bir madde veya töz, ya da eski- a~kın neden adı verilir. Yine, bir şeyin
den beri varolan bir şeydeki bir degiş­ özünü, formunu, dogasını veren şey
medir. Bununla birlikte, teleolojik yakla- olarak neden yakın neden ve uzak
şım bir kıyıya atılacak olursa, bilimsel neden olarak ikiye ayrılır. Bunlardan
ya da felsefr hiçbir görüş, bir şey, yakın neden, kendisiyle sonucu arasında
madde ya da tözün bir neden tarafından başka bir ara terimin, başka bir nede-
yoktan meydana getirilebilmesini kabul nin bulunmadıgı nedendir. Uzak neden
etmedigi için, nedenin yarattıgı şey, es- ise, kendisiyle sonucu arasında, kendi-
kiden beri varolan bir şey ya da madde- sinden önceki şey ya da fenomenin so-
de gerçekleşen bir degişmedir. nucu, kendisinden sonraki şey ya da fe-
Neden düşüncesinin tarihine baktıgı­ nomenin nedeni olma işlevi gören bir
mızda, tAristoteles öncesi felsefede, ör- dizi ara terimin bulundugu nedendir.
negin Miletlilerin maddi neden, Empe- Bu baglamda, fenomenleri doguran
dokles'in fail neden, tPlaton'un da daha neden türlerine ya da bir şeyin neden-
çok formel neden üzerinde yogunlaş­ lerine ilişkin araştırmaya, bir şeyin ne-
mış oldugunu görüyoruz. Aristoteles'in denini belirleme faaliyetine, dogada söz
kendisi ise nedenleri, maddi, fail, formel konusu olan nedenlere ilişkin genel te-
ve ereksel neden olmak üzere dört baş­ oriye nedenbilim adı verilir.
lık altmda toplamışttr. Nedenin sö:z konusu anlanu içinde,
Bu dört nedenden maddf ve formel .ne- bütün bir evrenin nedeni olan, alemi ya-
denler, günümüzde estetik alaru dışm­ ratan ezelf-ebedf bir Tanrı ya da özgür
da pek kullanılmamaktadır. Modern bi-· bir iradeye nedeni olmayan neden adı ve-
618 nedensel

rilmiştir. Nedeni olmayan neden tanımı Öte yandan, algıda. dogrudan ve ara-
başka şeylere, olay, nesne ve eylemiere cısız olarak yalnızca görünüşlerle,
neden olmakla birlikte, kendisi nedensel kendi öznel zihin hAIIerimizle tanışsak
bir faaliyetin ürünü olmayan, nedensel- bile, dış dünyada özneden bagımsız
lik dizisinin dışında bulunan nedeni olarak varolan maddi nesnelerin, duyu
dile getirirken, buna karşıt olan görü- verilerinin temeli oldugunu öne süren
şün ilkesine, nedeni olmayan neden bilgi anlayışı; algının, insan zihninin
kavramırun çelişik oldugunu dile geti- dışında varolan nesnelerin algısı oldu-
ren ilkeye nedenler dizisinde sonsuzca geri- gunu ve algıya, insanın duyu organla-
ye gidiş ilkesi adı verilmektedir. Evrende nnı harekete geçiren, insan zihninden
mutlak bir nedenselligin hüküm sürdü- bagunsız nesneler tarafından neden
günü, olayiann meydana getirdigi ne- olundugunu, duyu verilerine algılanan
densellik dizisinin zaman içinde bir baş­ fiziki varhklann neden oldugunu ileri
langıcı olmadıgıru, nedensel zinerde süren algı anlayışı nedensel algı teorisi
sonsuzca geriye gidilebilecegini, neden- olarak tanımlanır.
sellik dizisinin dışında kalan hiçbir olay Yine, insanın dogal çevresini neden, in-
ya da varlık bulunmadıgını öne süren sandaki bilgiyi de bir sonuç olarak de-
ilke, kendisine neden olunmanuş bir tık gerlendiren bilgi anlayışlan; her tür
nedenin söz konusu olamayacagını, insan bilgisini, insarun dogal ya da top-
böyle bir tık nedenden söz etmenin ne- lumsal çevresinin zihindeki bir yansı­
densellik ilkesinden vazgeçmekle eşan­ ması olarak gören, d üz enli, refleksif bil-
lamlı oldugunu ifade eder.
ginin kendisine özgü, bir iç mantıgı
Öte yandan, ayru sonuca farklı neden- olabilmesini kabul etıneyen, doga ya da
ler tarafından yol açılabiimiş oldugunu toplumun bilginin nedeni, bilginin ken-
dile getiren ilkeye, ya da ayru nedenin
disinin pasif bir ürün oldugunu savu-
farklı zamanlarda farkb sonuçlara yol
nan dogalcı ve sosyolojist görüşler;
açabilecegi ilkesine nedenlerin çokJugu
duygu ve düşüncelerin kendi yasalan
ilkesi adı verilmektedir.
nedensel [İng. causal; Fr. causal; Al. ursach- olabilmesini kabul etmezken, aralarında
lich]. Nedenselligi kabul eden, nedensel formel mantık ta olmak üzere, tinsel ya
eylemlerin varlıgına inanan, neden-etki da zihinsel faaliyetin tüm ürünlerini,
dizisinin sonucu olan oluşum, şey, yak- maddi üretim ilişkilerinin yalın bir yan-
sunası olarak gören maddeci anlayışlar
laşım ya da ilke için kullanılan sıfat.
Bu çerçeve içinde, nedensellik ilkesinin nedensel bilgi teorileri diye kategorileştiri­
evrensel geçerliligini kabul eden, herşe­ lir.
yin nedensel yasalara göre ortaya çıktı­ nedensellik (Os. il1iyet; İng. causality, cau-
guıı, 'herşeyin bir nedeni oldugunu', sation; Fr. cau.salite; Al. causalitiit). Zaman
'yeryüzünde hiçbir şeyin nedensiz ol- dizisi içinde, biri olmadan digerinin de
ınadıgıru, 'hiçbir şeyin bir neden olma- . ortaya Ç1kamayacagı iki olay, fenomen,
dan varolaınayacagıru' öne süren ögre- ya da süreç arasındaki ilişki.
tiye nedmsel determinizm ilkesi denir. Neden olarak taıumlanan olay, feno-
Yine aynı baglamda, aynı nedenlerin men, süreç ya da olgudan sonucunun
aynı sonuçları doguracagını, aynı so- zorunlulukla çıkması durumu; aynı ko-
nuçların nedenlerinin de aynı olacagıru şullar altında, neden adı verilen birinci-
dile getiren ilkeye, neden sonuç ilişkile­ si ortaya çıktıgında, sonuç adı verilen
rinin, gelecegin de aynen geçmiş gibi ikincisinin de kaçıru.Jınaz olarak birinci-
olacagını varsayan genel yasalar şek­ sini izledigi iki olay, olgu, süreç ya da
linde ifade edilebilecegini savunan dü- fenomen arasındaki ilişki olarak neden-
şünceye nedensel düzenlilik ilkesi adı ve- sellik, bir olay, süreç, bir fenomen orta-
rilmektedir. ya çıktıgı zaman, onun varoluşunu
nedenselliğin eleştirisi 619

açıklayan başka bir olay, fenomen, yn selligin aklın bir ilkesi, olgusal bir içeri-
da sürecin bulurunası durumunu, nede- gi olmakla birlikte, beş duyu yardımıy­
nin sonucundan zamansal olarak önce la karutlanamayan bir önerıne oldugu-
olması hilini, nedenle sonucu arasında nu savunmuştur. Tümüyle öznel bir
en azından düzenli bir ardışıklık, birlik- fenomen, salt zihinsel bir yapıın olarak
telik olması durumunu taıumlar. Bu çer- nedensellik anlayışı, tLocke'tan sonra
çeve içinde, nedensellik, 1 sırasıyla olay- tBerkeley ve tHwne tarafından da sa-
lar arasındaki nedensel baga karşılık vunuhnuştur.
gelen bir kategoriyi, 2 genel nedensellik Rasyonalist görüşe göre, nedensellik
yasası olarak bir ilkeyi ve nihayet, 3 ne- düşüncenin bir zorunlulugu, a priori bir
densellik ilkesinin evrensel geçerliligini düzenleyici ilke ve dolayısıyla da bili-
savunan bir öğretiyi ifade eder. min, bir sonunı degil de, önkabulüdür.
Nedensellik, empiri'k nedensellik ve tleibniz'in bu çerçeve içinde degerien-
metafiziksel nedensellik olarak iki baş­ dirilmek durumunda olan görüşüne
lık altında toplanabilir. I Hiçbir şeyin göre, nedensellik, yeter neden ilkesinin
nedensiz olmadıgıru, her olayın, her sü- belli bir şekline karşılık gelir. Kant ta
recin ve her oluşumun bir nedeni bu- aynı görüşü savunmuştur: Ona göre,
lundugunu, herşeyin kendisini üreten nedensel bag ya da nedensellik, dene-
koşullar tarafından belirlendigini orta- yimde dogrulanabilir olma, fakat dene-
ya koyan empirik ya da deneysel neden- yimden türetilmeme, analiz edilememe
sellik, zorunlulukla belirlenir ve bu zo- anlamında sentetik bir ilkedir. Mümkün
runlulugun, fenomenler dünyasındaki bir deneyim tarafından çürütülemeyen
adı detenııinizmdir. Empirik nedensellik- nedensellik, bir şeyi anlamının, dış
te, neden, kendisi olmadan sonucwt, dünyaya ilişkin bilginin zorunlu bir ön-
yani başka bir fenomenin hiçbir zaman koşuludur.
ortaya çıkaınayacagı bir fenomendir. Bu görüşün karşısında ise, nedenselli-
ll Metafiziksel nedensellikte ise, . 'Tann gin ideler arasındaki bir ilişki degil de,
dünyarun nedenidir' ya da 'irade eylem- olgusal dünyanın aktüel bir özelligine
lerinin nedenidir' örneklerinde oldugu karşılık gelen bir bagıntı ve belirlenim
gibi, neden bir olay ya da fenomen kategorisi oldugu, dolayısıyla ontoJojik
degil, fakat aktif bir töz, ya da güçtür. bir statüye sahip bulundugunu savu-
Empirik nedenseUigin hiçbir keyfilige, nan anlayış yer almaktadır.
özgürlüge yer bırakmadıgı yerde, meta- nedenselHAin eleştirisi [İng. criticisrıı of
fiziksel nedensellik te, belli ölçüler içinde aıusation; Fr. critique de la causalite]. Ne-
bir özgürlükten söz edilebilir. Burada densellik konusw1u felsefe tarihinde ilk
bir gücün, bir tözün, İlk Nedenin sonu- kez sistematik ve eleştirel bir biçimde
.cunu özgürce, kendiliginden, keyfi ola- ele alan ünlü İngiliz empirist filozofu
rak yaratabilmesi anlaşılır bir şeydir. David Hume'un nedenselligi epistemo-
Nedenselligin yabuzca epistemolojik lojik bir düzlemde analize t~bi tutan
bir kategori mi oldugu, yoksa onun bir eleştirisiyle romantilderin nedenselligi
de ontolojik bir statüye sahip olup olma- daha çok ontolojik bir düzlemde deger-
dıgı, çokça tartışılmış bir konudur. Bu Iendiren eleştirileri.
konudaki tartışma, kuşkucu ve empirist Nedensellik konusuna bizdeki neden-
eleştiriyle başlamıştır. Modem empiriz- sellik düşüncesinin kaynagırun ne oldu-
me göre, nedensellik yalnızca epistemo- gu sorusunu sorarak yaklaşan ve dü-
lojik bir kategoridir, yani nedensellik, şüncelerin, idelerin izlenimlerin cansız
şeylerin kendilerinin bir özelligi olma- ve soluk kopyalan oldugunu savunan
yıp, yalnızca onlara ilişkin algı ve bilgi- empirist Hume, bize nedensellik düşün­
mizle ilgilidir. Buna göre, Locke neden- cesini veren, bizdeki nedensellik idesine
620 nedenselliğin eleştirisi

karşılık gelen izlenirnin hangi izienim nu bir başka nesnenin varoluşundan


oldugunu sonnuştur. Ona göre, neden- yalnızca deneyim yoluyla çıkarsayabili­
sellik idesine karşılık gelen bir izienim riz. Deneyim söz konusu oldugunda ise,
yoktur. Hume'a göre, bizde yalnızca süreklilik,
Bu dunıında, nedensellik düşüncesi zaman bakımından öncelik ve ayru za-
bizim zihnimizde nasıl ortaya çıkar? manda ortaya çıkma ile ilgili izienimler
Hume'a göre, nedensellik idesi bizim vardır ve biz zorunlu bagıntılarla ilgili
zihnimizde, biz nesneler arasuıdaki belli bir izlenime hiçbir zaman sahip olama-
ilişkileri gözlemledigimiz ya da tecrübe yız. Huıne burada nedenselligin göz-
ettigiıniz zaman ortaya çıkar. Buna göre, !eınledigimiz nesnelerdeki bir nitelik ol-
neden ve sonuçtan söz ettigirniz zaman, madıgı, onun A ve B'nin kapsamı içine
ömegin A'nın B'yc neden oldugunu söy- giren örneklerin tekrarlanması sonucun-
leriz. Bu durum, A ile B arasında nasıl da zihinde ortaya çıkan bir alışkanJık
bir ilişki bulundu~nu gösterir? Dene- oldugu sonucuna vanr.
yim bize, dış dünyadaki nesneler söz öyleyse, biz nasıl oluyor da nedenseı­
konusu oldugunda, üç tür ilişkinin var- lik ilkesine ilkesine ilişkin olarak bir bil-
lıgını bildirir. gimiz oldugunu düşünüyoruz? Aynı B
Bunlardan birincisine göre, A ile B ara- olayının aynı A olayını izledigini birçok
sında bir süreklilik ilişkisi bulunabilir, kez görünce, Hume'a göre, bizde bir
yani A ile B birbirlerine çok yakm olabi- alışkanlık duygusu meydana gelir. Ve
lir. İkincisine göre ise, A, yani neden biz yalnızca alışkanilgın sonucu olan
B'den, eşdeyişle sonuçtan zaman bakı­ bir düşünceyi, A ve B olaylan arasında
mından önce gelir. Ve nihayet, üçüncü- varolduguna inandıgımız zorunlu bir
süne göre de, A ile B birlikte varolur, ilişkiye mal ederiz. Başka bir deyişle,
yani sürekli olarak aynı zamanda ortaya öznel olan bir şeyi nesnelleştiririz. Bu
çıkar. Fakat Hwne'a göre, gerek sürekli- iki olay her zaman birbirlerini izledikleri
lik, gerek zaman bakımından öncelik ve ya da her zaman birlikte ortaya çıkbkJa­
gerekse aynı zamanda ortaya çıkma, n için, onlar arasmda bir nedensellik
nesneler arasında zorunlu bir ilişki bu- ilişkisi bulunduguna inanırız; oysa,
lundugunu göstermez. Başka bir deyiş­ Hume'a göre, bu kesin bir bilgi degil, bir
le, A 'run B'ye neden oldugu söylendigi inanç, bir alışkanlıktır. Dahası, David
zaman, biz A ile B arasında ya sürekli- Hume nedensellik ilkesinin her tür bilgi-
lik, ya zaman bakımından öncelik ya da nin, dış dünyaya ilişkin içerigi olan bil-
ayru zamanda ortaya çıkma ilişkisi göz- ginin temelinde bulundugunu savundu-
lemleyebiliriz, fakat bu iki nesne arasın­ gu için, onun nedensellik ilkesiyle ilgili
da bir nedensellik bagıntısı bulamayaz. eleştirisi, insanın kendi zihninin dışın­
tHume'a göre, nesneleri ayrı ayrı ve bi- da kalan şeylerle ilgili bilgisinin geçerli-
reysel olarak düşündügümüz zaman, ligini ortadan kaldırır; insarun kendi
varoluşu bir başka nesnenin varoluşu­ zihninin dışında kalan bir şeyi bileme-
nu gerektiren hiçbir nesne bulama}'JZ. yecegi sonucunu teyid eder.
Oksijeni ne kadar çok gözlemlersek göz- Hume'un nedenselligi epistemolojik bir
lemleyelim, bu gözlemlerden kalkarak, açıdan eleştirdigi yerde, tSchelling'ten
onun hidrojenle karıştırılacagı zaman, +James ve tBergson'a dek, romantikler
bize suyu verecegi sonucunu hiçbir veya irrasyonalist düşünürler nedensel-
zaman çıkartarnayız. OksijenJe hidroje- ligi ontolojik bir açıdan eleştirmişler­
nin kanşımının bize suyu verdigini. dir. Hume'un nedensellik düşüncesinin
ancak ikisini birlikte gördükten ve onJa· abartılmasına karşı çıktıgı yerde, ro-
n birbirine kanştırdıktan sonra, bilebili- mantikler, nedenselligin bir degişme te-
riz. Şu halde, biz bir nesnenin varoluşu- orisi olarak oldukça yoksul bir kurarn
nesne 621

oldugunu öne sürmüşlerdir. Romantik- tında tutulması gereken bir iç egilim


lerin bu eleştirisinde 19. yüzyıl bilimi- olarak tanımlanırken, zaman zaman da,
nin, gelişen yeni dallarıyla, nedensel ol- insanın Tanrı ile birleştigi yer, gönül
mayan, daha zengin bagınıı türlerini, ve düşünce gücü olarak tanımlanmış­
özellikle de karşılıklı eylem ve organik tır.
bagınıılan gözler önüne sermesinin nelik [Os. ınahiytl; Lat. quiddilas; Ing. qu-
büyük etkisi olmuştur. Doganın çeşitli­ iddity; Fr. quiddilt; Al. quiddiliit, washeit].
ligini, onun farklı öge, birey, üye ve yön- Bir şeyin 'O nedir?' sorusu için yanıt
leri arasındaki karşılıklı baP;ıınlılıgı ön olan, özü, mahiyeti; bir şeyin ayırd
plana çıkaran romantizm, nedenselligin edici, özsel özelligi; bir tanımda betim-
salt nedenden sonuca giden tek yönlü lenen özü.
bir ilişki olduP;unu ve dolayısıyla da, Tiimel bir kavramın, zihin dışındaki
karşılıklı bagımlılık ilişkileri dikkate bireylerinin degil de, yalnızca zihindeki
almdıgında yapay hale gelen bir soyut- bireylerinin dikkate alınan yapısı, anla-
lama ve yetersiz bir kavram oldugunu mı olarak tanımlanmak durumunda
öne sürmüştür. olan nelik düşüncesine göre, ömegin
nedensel varlık anlayışı [İng. causal 1/ıe­ insan kavramırun hem neligi ve hem de
OMJ of being; fr. 1/ıtorie causale de l'elre]. gerçekligi vardır. Zira insan denildigi
tHerakleitos, t Aristoteles ve tLeibniz zaman, zihinde onu karşılayacak bir ta-
gibi filozoflar tarahndan benimsenmiş sarıma ek olarak, insan kavramının zih-
olan, yeter neden ilkesine dayalı dina- nin dışında delillet ettigi bireyler de var-
mik varlık anlayışı. dır. Oysa, masallarda geçen anka kuşu
Söz konusu varlık anlayışı, degişmeyi kavramının neligi olmakla birlikte, ger-
apaçık bir olgu olarak görüp, onu, orta- çekligi yoktur. Zira zihinde onu karşıla­
ya çıkan, olup biten herşeyin bir nedeni yacak bir anlam olmakla birlikte, zihin
olması gerektigini öne süren yeter dışında anka kuşunun delillet edecegi
neden ilkesiyle açıklamaya çalışır. Dog- bir nesne yoktur.
matik oldugu kabul edilen ttözsel var- neolojist [Ing. neologisl; Fr. ntologisle). ı
lık anlayışının tersine, eleştirel bir yak- Genel olarak, neolojivıı yapan, yani bir
laşım olan nedensel varlık görüşü, dile yeni bir sözcük, yeni bir kavram ka-
varlıgın salt varoluşunun hiçbir şeyi zandıran ya da dildeki bir kavrama yeni
açıklamadıgını, dünyada söz konusu bir anlam yükleyen, bir bilim dalı ya da
olan eylem ve degişmenin hesabını ve- disipline yeni bir terim getiren kişi. 2
remedigini belirtir. Söz konusu yaklaşı­ Daha özel olarak da, teoloji ya da ilahi-
ma göre, bir şeyin, 'Altın altındır' öme- yatta, istenen ve kabul edilmiş olan ög-
ginde oldugu gibi, her ne ise o ve kendi reti ve inançlara karşıt olan yeni bir ög-
kendisiyle ayru oldugunu söyleyen öz- reti, dogma ya da inanç getiren kimse
deşlik ilkesi önemli ve degerli olmakla için k u Ila rulan ter im.
birlikte, tözle, yani altınla çeşitli nitelik- nesne [Os. e~bah, e~ya; Ing. objecl; Fr. objet;
leri arasında bir bag kurabilmek için, bu EL objdcl). ı Genel olarak. modem felse-
ilkenin yeter neden ilkesiyle tamamlan- fenin tam ortadan ikiye bölmüş oldugu
ması gerekir. dünyada, özne kulbunun karşısında bu-
nefis. Isiilm felsefesinde, insan varlıgının lunan varlık. '
bedensel ya da daha çok biyolojik ihti- 2 Duyulardan biri ya da birkaçıyla al-
yaçları bütününe birden verilen ad. gılanabilir olan, elle tutulabilen, gözle
Nefis Tasavvufta zaman zaman, insanı görülen, yani zaman ve mekan içinde
dünyadaki geçici varlıklara, gösterişe, varolan şey. Kendisinden söz edilebi-
maddeye, tutkulara yönelten, bundan len, kendisine isim verilen, dış dünya-
dolayı her zaman ir~denin kontrolü al- da tözsel bir varoluşu olan şey olarak
622 nesne dili

nesne, belirli bir hacmi olan, yer kapla- loji içinde ise, nesnel sıfah, zihinden ba-
yan her türlü cansız varlıgı gösterir. 3 gımsız bir varoluşa sahip olmaksızın,
Bilince sunulmuş olan, bilincin bildi~, zihinde bir tasanm ya da ide olarak va-
tanıdıgı şey; bilme edimi ile bilinen ha- rolan şey için kullanılmıştır. Buna göre,
kikat arasındaki bir dolayım. tDescartes'ın felsefesinde nesnel olarak
nesne dili [Fr. object language; Fr. langage varolmak, zihinsel bir tasarım olarak va-
d' objet]. Başka dili erden, dilsel nesneler- rolmakhr; formel olarak varolmak ise,
den degil de, dilsel olmayan nesneler- ba~ımsız bir gerçeklige sahip bulun-
den, varolan şeylerden söz etmek için maktır. Nesnel sözcügünün zihinde bir
kullanılan dil. tasarun olarak varolan şey için kullanıl­
Buna göre, bir önermenin ancak ve masından, zihinden bagımsız olarak va-
ancak dilsel bir ifade hakkında olmama- rolan şey için kullanılmasına geçiş,
sı durumunda, nesne dilinde oldugu Alman filozofu tBaumgarten'le olmuş­
söylenebilir. Nesne diline, ifade ya da tur. Nitekim, tKant'ta nesnel varoluş ya
deyimleri başka bir dilin inceleme k~ da gerçeklik, düşünce dışındaki, zihin-
nusu olan, başka bir dil tarafından sözü den bagunsız olan varoluş ya da ger-
edilen dil anlamında, sözedilen dil adı da çeklik anlamına gelir.
verilir. Buna göre, öznel varoluş ya da gerçek-
nesnel [Os, ayni, vdkıi; İng. objective; Fr. ligin, öznel yargılanrruz, peşin hüküm
objectif; Al. objektiv]. ı Genel olarak, ve egilirnlerim.iz ışı~da bilinen bir
bilen zilı..inden bagımsız olarak varolan şeyin varoluşunun tersine, dış dünya-
gerçek bir nesne; başka bir deyişle, ger- da, kendisine ilişkin algımızdan, bilgi ve
çek, tanıtlanabilir ya da fiziki olan ve kavrayışmuzdan bagımsız olarak var~
dolayısıyla, durum, fonksiyon ya da lan, bilinen ya da bilinebilen bir şeyin
konumu, içsel tecrübeye, zihinsel ya- varoluşuna; herkes tarafından gözlemle-
şantıya, öznel deneyime bagh olmayıp, nebilir olup, onu tecrübe eden herkes
herkes tarafından gözlemlenebilir ve için ayru olan bir şeyin varoluşune nes-
dogrulanabilir bir şey olarak nesne; do- nel varoluş adı verilir.
gası fiziki ölçüm yoluyla belirlenebilen nesnelcilik [Os. flfokiyye; İng. objectivism;
bir şey için kullanılan sıfat. Fr. objectivisme; Al. objektivismus ]. ı Genel
2 İnsanın bakışından, zihinsel tasarım­ olarak. varlığın, gerçekligin bilen özne-
larından, dünya görüşünden bagunsız den bagunsız oldugunu dile getiren
olma durumunu; varhgın, bilginin, de- görüş. 2 Metafizikte, nesnel idealizm an-
gerin algılayan özneden, bilen zihinden, lamında kullanılan nesnelcilik, bilginin
deger biçen insandan bagımsız olması, hem öznesi ve hem de nesnesinin ayru
her ne ise o olması halini; bilincin dışın­ ölçüde gerçek oldugunu ve mutlak bir
da varolma, bilinçte tasarunlarunış ol- varhgın tezahür ya da ifadesi oldugunu
maya ihtiyaç duymama, özneden kesin savunan akıma karşılık gelir.
ve mutlak bir biçimde bağımsız olma 3 Nesnelcilik bilgi felsefesinde ise, bir
durumunu; 3 saru ya da öznellige karşıt dış dünyanın kendisine ilişkin bilgi-
olarak, bir duruma, olaya, varbga, duy- mizden bagımsız olarak, kendi başına
gulardan, önyargılardan etkilenmeksi- varoldu~nu, bu dünyanın öznel bakış
zin deger biçme yetene~; bir düşün­ açımız ve önyargılanmızdan bagımsız
ce, bilgi, yargı, karar ya da tezi, aktüel olarak bildigirniz bir dünya oldugunu
olaylara dayanan veri ve kanıtlarla des- savunan görüşü ifade eder. Bilginin, bi-
tekleme tavnru göstermek için kullaru- limin nesnel yöntemleri ve akılyürütme
lan sıfat. yoluyla elde edilen bilimsel verilere da-
4 Duns tScottus'la başlayıp, 17. ve 18. yandıgını ve şeyleri gerçekte oldugu
yüzyıla deksüren skolastik bir terrnin~ şekliyle tasvir ettigini ileri süren görüş
nesnel gerçeklik 623

olarak nesnelcilik, epistemolojik tckben- dugunu savunur. Buna göre, ahlaki nes-
ciligin tam karşıtı olan ve dogru bilgi- nelcilik dogruların, insaniann tavır, yak-
nin duyu-deneyinden türetilen ve yal- laşım, uygulama ve inançlarından ba-
nızca duyu-deneyiyle dogrulanan bilgi gımsız olarak varoldugunu, ömegin
oldugunu savunan bir ögretidir. 'Hiç kimse bir başkasına, onun çekecegi
4 Bilim felsefesinde ise, nesnelcilik, bi- acıdan zevk almak amaayla, aa çektir-
limsel bilgiyi, bilim adaınının özel tür- memelidir!' ilkesinin, hpkı 2+2'nin her
den inançları olarak görmeyen ve dola- yerde, hatta sayı saymayı bilmeyen bir
yısıyla bilimsel faaliyetin öznesiz bir toplumda bile dogru olması gibi, her
süreç oldugunu öne süren bilim görüşü­ yerde dogru oldugunu öne sürer.
nü tanımlar. Bilimsel teorilerin, doguş 7 Estetikte, estetik degerin, ona sahip
ve gelişme süreçleri boyunca bilim olan nesnenin, tıpkı yuvarlaklık, şekil
adamlarının katılıınlannı zorunlu kıl­ ve agırlık gibi, nesnel bir degeri oldu-
makla birlikte, birey ve bilim adamlan gunu öne süren nesnelci deger teorisi.
arasmdakj mutabakat fikrinden bagun- nesnel gerçeklik [Os. vücudu harici; 6f6k'i
sız özerk bir varoluşa sahip oldugunu lıakikat; İng. objective reality; Fr. rtalite ob-
öne süren nesneld bilim yorumuna jective; Al. ob jektive realitiit] 1 Genel bir
göre, bilimsel teoriler aralarmda söz ko- çerçeve içinde, kullandıgımız dilin, algı
nusu olan belirli ilişkilere ve uygun ka- ve düşüncelerimizin gönderirnde bu-
nıtlara dayanır; belli sonuçları varsayıp,
lundugu dış gerçeklik; gerçek varhk ya
tutarlılık ya da tutarsızlık sergiler. da varoluşa ait olan gerçeklik türü; ak-
Bütün bunlar bir yana, bilimsel teoriler, tüel varoluşa sahip olan, aktüel olarak,
gerçekten varolan bir şey için söz konu-
bilim adamlarıyla bilim adamları toplu-
su olan gerçeklik tarzı.
lugunun özelliklerinden bagımsız özel-
2 Nesnel gerçeklik daha özel bir çerçe-
liklere sahiptir.
ve içinde ise, aktüel olarak varolan şey­
Nesneld.lik, S mantık alanında, düşün­ ler için oldugu kadar, ideler, düşünceler
ce yasaları ve çıkarım faaliyetinin, insan için de söz konusu olan ve bir şeyin
psikolojisine indirgenemeyen bir yapısı özüyle ilgili olup, aktüel olarak varolan
ve işleyişi oldugunu ve tüm insanlar ya da düşüncede tasarımianan bir şeyin
için evrensel bir geçerlilik taşıdıgını öne yetkinligini ifade eden gerçeklik türünü
sürerken, psikolojizmin tam karşısında ifade eder. Örnegin, bir melek düşünce­
bulunur. 6 Nesnelcilik, ahlAk felsefesin- siyle, insan başh at düşüncesini karşı­
de, degerlerin, dış dünyada, onlara iliş­ laşbrahm. Bunlardan ikisinin de varol-
kin kavrayışıınızdan ayn ve bagunsız madıgı, ikisinin de aktüel bir varoluşa
olarak varoldukJannı, dış dünyada va- sahip olmadıgı söylenebilir. Bw\Unla
rolan bu degerierin insan tarafından bi- birlikte, bir melek düşüncesi insan başlı
linebileceklerini, degerierin insaniann at düşüncesinden daha büyük bir nes-
ahlaki yargılan ve eylemlerini belirleyen nel gerçeklige sahiptir, çünkü bir melek
ilkeler olarak kullarulınak durumunda düşütlcesi, insan başlı at düşüncesine
olduklannı, ve nesnelerle eylemlerin, göre daha yetkin bir varh~ın düşüncesi­
kendilerinde insandan bagımsız olarak dir.
varolan bir nitelikten dolayı, iyi ya da nesnel görerilik [İng. objective relativisnı;
degerli olduklannı savunur. Ahlak ala- Fr. relativisme objectif; Al. objektive relati-
nında, öznelciligin karşısında olan nes- vismus]. Algının nesnesinin, farkh pers-
nelcilik; ahJakJa ilgili bir yargı ya da pektifierin ürünü olan tüm görünüşle­
önerme tarafından iddia edilen şeyin rine gerçek bir nesnellik yükleyen
dogrulugunun, önermeyi kuran ya da epistemolojik ögreti.
kullanan kişiden, onun önermeyi kul- Bu çerçeve içinde, aynı zamanda pers-
landıgı zaman ve yerden bagımsı:z ol- pektif trealizmi olarak da tanımlanan
624 nesnel idealizm

nesnel görecilik, nesnenin algılayan bi- NesneUigin doga bilimlerinin olmazsa


reylerin farklılıklarına, bakış açılarına olmaz bir özelligi oldugu yerde, onun
baglı olan farklı görünüşlerinin aynı sosyal bilimlerde, özellikle de sosyoloji-
ölçüde gerçek oldugunu, nesnel bir te- de erişilmez bir hedef oldugu belirtil-
meli bulundugunu dile getirir. miştir. Buna göre, sosyolojide, ı tüm
nesnel idealizm [İng. oojective idealisnı; yargılar, aktörlerin kendi deneyimleriyle
Fr. idealisme object~f; AL objektive idealis- renklenen öznel degerlendirmeler oldu-
ıııus]. tKant sonrası Alman idealist filo- gu veya en azından öznel mülahazalar
zofları tarafından savunulan varlık gö- içerdigi; 2 önermeler anlam bakımından
rüşü; gerçekten varolanın tGeist ya da dil baglamlarıyla sırurlandıgı; 3 sosyo-
mutlak bir Zihin oldugunu, dış dünya- lojik teoriler toplum teorileri tarafından
da varolan herşeyin bu nesnel varlıgın yaratıldıgı; 4 gözlemler zorunlulukla
tezahüründen, evrimindeki adımlardan teori yüklü olduklan; 5 toplumun tüm
meydana geldigini dile getiren metafi- üyeleri farklı degeriere sahip bulundu-
zik ögreti. gu ve dolayısıyla sosyologların görüş
Doganın, yalnızca, dogruluk ölçütünü ve argümanları bu degerierden etkilen-
yerine getiren ideal yargılarda öne sü- digi için, nesnellikten söz edebilmek
rülen yönelimsel nesnelerin bir toplamı mümkün degildir.
oldugunu, söz konusu yönelimsel nes- nesnel ölümsüzlük [ing. objective immorta-
nelerin tam bir gerçeklige sahip olmadı­ lity; Fr. immortalite objective]. Ruhun
gını savunan; başka bir deyişle, ruhsal ölüınsüzlügünün kişilik problemine yol
varlıklar, zihinsel özneler de aralarında açması nedeniyle; bedenli ölümsüzlü-
olmak üzere, hem maddi dünyayı mey- gün ise, insanda, bir bedenle dirilecek
dana getiren nesneleri ve hem de zihin- olanın kendisi olup olamayacagı kuş­
sel dünyanın nesnelerini salt fenomen- kusunu doğurduğu gerekçesiyle, ger-
ler olarak gören, ruhiann kendinde çek anlamda ölümsüzlügün yalnızca
şeyler, gerçekten varolan varlıklar ol- Tanrı'ya özgü oldugu tezinden hareket
madıgıru, tek gerçekligin, gerçekten va- edilerek geliştirilen ve insan için ölüm-
rolan şeyin nesnel tinin kendisi, mutlak süzlügün, öldükten sonra sonsuza kadar
Zihin oldugunu öne süren nesnel idea- yaşayacak olan, biz insanların ne oldu-
lizm, bütün bir doga dünyasını yalnız­ gunu, ne düşündügümüzü en iyi bir bi-
ca, başlangıçta potansiyel olarak herşey çimde bilen Tann'nın zihninde yaşa­
olan, fakat aktüel olarak hiçbir şey ol- maktan, biz insanlarla ilgili herşeyi
mayan Mutlak Varlık'ın kendini tanıma, belleginde tutan Tanrı'nın belleginde va-
gerçekleştirme ve aktüelleşme süreci rolmaktan oluştu~u savunan ölüm-
olarak görür. süzlük görüşü.
nesnellik [Os. dffl<iyyet; İng. objecti-vity; Fr. nesne tanımı [İng. real definition, thing defi-
oojectivite; Al. objektivitiit]. ı Nesneleri, ni trm; Fr. difinition de chose; Al. re al defini-
zihinden bagımsız varlıklar olarak konu tion]. Öz tarunu olarak da bilinen ve bir
alma niteligi. 2 Olaylara kişisel öge ve şeyin ne oldugunu belirleyen, bir şeyin
etmenlerden etkilenmeden, öznel egi- özsel özelligini, özünü, dogasıru, formu-
limlerden bagımsız olarak ve önyargıla­ nu ve yapısuu ifade eden tanım türü.
rın olumsuz etkisini işe karışbrmadan Bir nesne tarunu yapmanın en basit
yaklaşma durumu. 3 Bilimsel araştır­ yolu, tanımlanan şey )'a da şeylerin yer
mada genelgeçerliligi olan. herkes için aldıgı alt-sınıfı kapsayan daha geniş ilk
baglayıcı evrensel sonuçlara ulaşabil­ sınıfla, tanımlanan şeyin yer aldıgs alt-
mek için, öznel ögeleri işe karışbrma­ sınıfı, aynı sınıf içindeki diger alt-
dan, olay ve olgulara oldugu şekliyle sınıflardan ayıran temel özelligi ifade
yaklaşma tavrı. ebnektir. Alt-sınıflardan oluşan daha
niceliksel 625

geniş smıfa söz konusu alt-sınıflann hşma ve araştırmalarıyla, nevrozun


cinsL alt-sınıfiara söz konusu cinsin tür· nedenlerine dair araştırmaların sonucu
leri ve nihayet bir türü aynı cins içinde- olan psikanalizle aşikar hale gelmiştir.
ki di~er türlerden ayıran özelli~e de tür- Bilinçdışı çatışmalara ve bunaluya
sel ayının adı verildi~inden, nesne karşı oluşturulan savunmaları simge-
tammına aynı zamanda, yakın cins ve leyen nevrozlarda, yine bozuklu~un,
türsel ayının gözetilerek yapılan tanım bilinç ve kişilik alanlarında olmayıp,
adı verilir. duygusal alanda ortaya çıktıgı anlaşıl­
Buna göre, öme~n 'dikdörtgen' i taıum­ mıştır.
ladı~uruzı varsayalım. Bir tür olarak niceleyici [İng. quantifier; Fr. quantificate-
dikdörtgeni de içeren yakın cins 'para- ur; Al. quantifikatör]. Mantıkta, bir ya da
lelogram', dikdörtgeni başka paralelog· daha fazla sayıda degişkeni bir niceli~e
ramlardan ayıran türsel ayının da, dik- ba~layan ve gündelik dilde 'tüm, bütün,
dörtgenin dik açılı olmasıdır. Bu hiçbir, bazı, her .. .' gibi sözcükler le kar-
dun.ıında, 'dikdörtgen'in tarumı, 'dik şılanan terim.
açıb paralelogram' olacaktır. Yakın cins Bu baglarnda açık bir önermeyi, de~iş­
ve türsel ayırım kuralına tam olarak uy- kenin alabiJece~i tüm degerieri kullana-
mayan bir nesne tanımı, ya yanlış ya da rak bir tümel önermeye dönüştürmek
yarulhcı olur. Örn~in, 'kare'yi 'eşit ke- ipn kullandan 'Her r gibi sembollere
narlı paralelogram' olarak tanımlamak tUnıel niceleyid; açık bir önermeyi degiş­
yanlıştır, çünkü tanım, yakın cins (dik- kenin alabilece~ bazı degerieri kullana-
dörtgen) yerine, uzak cinsi (paralelog- rak tikel bir önenneye dönüştürmek
ram) verdigi ipn, kareden başka şekille­ için başvurulan 'Bazı y'ler' gibi sembol-
ri de kapsar. lere tikel niceteyid adı verilir.
Yine, 'eşkenar üçgen'in, •tüm kenarlan Öte yandan, dogruluk fonksiyonu
ve açılan eşit olan üçgen' şeklindeki ta- mantıgındaki bazı yetersizliklerin gide-
rumına, yanıltıcı bir tanım oldugu ge- rilmesi amacıyla oluşturulmuş olan
rekçesiyle itiraz edilebilir, zira daha mantı~a, niceleyicileri kapsayan temel
önce hiç eşkenar üçgen görmemiş olan mantık bölümüne niceleme mantığı adı
biri, üçgenlerin, eşit açılara sahip olma- verilir. Niceleme mantı~ının en önemli
dan da, eşkenar olabilecegini düşünebi­ özelli~i, onWl basit önerıneleri nicelik-
lir. Bir nesneler suufuun bir özelliginin leri bakımından ele almasıdır.
(üçgenlerin eşkenarhlık özel1i~inin eşit nicelik [Os. kemmiyet; İı.g. quantity; Fr.
açıya sahip olma özelli~ni içermesinde quantite; Al. quantitat]. ı Düşüncenin
oldu~u gibi) başka bir özelligi de içer- temel kategorilerinden biri olarak, ölçü-
mesi durumunda, tanım yararh olmak len ya da ölçülebilir olan büyüklük. Öl-
yerine yanıltıcı olabilecegi için, tarumda çülebilen ya da sayılabilen, artabilen ya
iki özelli~ birden vermek gerekmez. da azaiabilen bir şeyin özelligi. Homo-
nevroz [İng. neurosis; Fr. niuırose; Al. neu· jen, yani bir cinsten olan, ya da parçala-
rose). Davranış bozuklukianna şoy aç- n arasında benzerlik bulunan şeylerin,
mak1a birlikte, kişiliğin bir bütün olarak gerçeklikle ya da düşüncede, homojen
yıkılmasına neden olmayan akıl hastalı­ parçalara bölünebilmesinin ya da bu
gı, kişiye ruhsal olarak hasta oldugunu parçaların bir araya gelişinin nesneye
bildiren iç çatışmalarla belirginleşen kazandırdıgı belirlenim.
sinir hastalı~. 2 Mantıkta kategorik bir önermenin
Belli başlı tipleri arasında histerinin, tümel ya da tikel olması durumu.
nevrasteni ve psikasteninin bulundugu niceliksel [Os. kemmi; İng. quantitative; Fr.
nevrozun, sanıldıgıntn aksine, ruhsal qumıtitative; Al quantitative). Mahiyet ya
kökenli oldugu özellikle Freud'un ça- da nitelikle de~l de, ölçümle, sayıyla il-
626 niceliksel hazcılık

gili olan bir şey ya da disiplin; rakamsal Jenseits von Güt und Buse [İyi ve Kötü-
verilerin toplanması ve ·analizine yöne- nün Ötesinde], Zur Genealogie der Moral
len yaklaşım ya da yöntem için kullaru- [Ahlakın Soykütüg-ü Üstüne}, Der Wille
lan niteleıne. zur Macht [Güç lstemi].
Bu baglamda, örnegin sosyolojide, an- tAydınlanma akılcdıgı, thümanizm ve
lamlan vurgulayan, anlamaya dayanan tdeizminin manhksal sonuçlamu çıkar­
yonımcu ya da henneneutik sosyolojinjn samış olan Nietzsche, tKierkegaard'ın
tam karşısında yer alan sosyoloji anlayı­ yaptıgı gibi, ne tfideizm yoluna girmiş,
şına, sayısal verilerin toplanmasından ne de tHegel gibi, inanç ve aldı daha
meydana gelen, pozitivist epistemolojiy- yüksek bir düzlemde uzlaşunnaya ça-
le ilişkili yakJaşıına niceliksel metodoloji lışmışhr. Başka bir deyişle, Aydınlan­
adı verilir. Yine dilbilimde, dilsel olgula- ma düşüncesinin mantıksal sonuçlanıu
n nicelik açısından inceleyen disiplin ni- ç1kartı.rken, Aydıhlarunamn silahı olan
celiksel dilbilim olarak tanımlarur. akJı en keskin bir biçimde kullanrruş
niceliksel hazcıhk [İng. quaııtitative hedcr olan Nietzsche, 'Tanrı'mn öldügünü'
nism; Fr. h~donisme quantitat~f]. Kireneci iddia etmiştir. Tanrı'mn ölümü kar~ı­
thazahkta veya tBentham'ın hazah- sında, hümanizmin de anlamı olmadıg-ı­
gında örneklenen, yaşamda gerçekten nı, zira Tann'run yoklugunda, insamn
degerli olan tek şeyin haz oldugu görü- metafiziksel bakımdan ilk ve temel olma
şüyle birlikte, hazlar arasında niteliksel iddiasının bir temeli bulunmadıgını öne
bakımından bir ayınm yapmayan, dola- süren Nietzsche, hümani.zme karşı çıkı­
yısıyla amacın, nicelik bakınundan ola- şında, insam tannJaşhran, ona hayvanf
bildigince çok haz elde etmek oldugunu varoluşu aşma olanag1 veren başarda­
öne süren hazc:ı anlay1ş. rın temelinde, hakikatin degil de, yanlış
Hazzın tek bir türden oldugu ve bu ve yarulsamarun bulundugunu göster-
hazzın nitelik bakınundan farklılık gös- meye çalışmıştır.
termeyip, yalıuzca nicelik bakımından Başka bir deyişle, Yunan felsefe ve sa-
farklılık gösterdigi görüşü diye tanımla­ natına ilişkin araştınnasında, sanatın
nabilecek olan niceliksel hazcılık, önemli uyum ve düzenle birleştirilen Apollon'a
olarun yalnızca olabildigince çok haz dayanmadıgını, Dionysos'un kaotik ve
elde etmek oldugunu, dolayısıyla .bu yıkıcı gücünün bir ifadesi oldug-unu öne
hazzın okuyup anlamaktan, kJasik Türk süren Nietzsche, düzenli bir görünüşler
ya da Batı müzigi dinlemekten mi, yoksa dünyası fikrinin, uyumlu ve birlikli bir
şarap içmekten mi geldigi hususunun gerçeklik inancının koca bir yalan oldu-
hiçbir önemi olmadıgım dile getirir. gunu, Batı metafiziginin, en azından
Hazcılı k, ama daha çok niceliksel haz- Sokrates'ten beri gerç~kli~i çarpıthgın1,
cdık, ilk kez olarak, yaşamııun tek ama- metafizigin insanlı~ temel yanllşları­
anm haz elde etmek oldu~nu dile geti- ru, sanki temel halcikatlermiş gibi ifade
ren bir insanı, birçok deligi olan bir eden sözde bir bilim oldugunu öne sür-
fıçıya benzeten, delikleri oldugu için, h- müştür. Aklın da duyuların tamkhgını
çırun hiçbir zaman doldurulamayacağı­ çarpıtmak için kullamldıgım söyleyen
nı öne süren tPlaton, ve daha sonra da, filozof, görünüşlerin fenomenal dünya-
niceliksel hazcıllg1 domuz felsefesi olarak sı dışında hiçbir şeyin olmadıgım sa-
tarumlayan T. Cariyle adlı İngiliz düşü­ vunmuştur.
nürü tarafından şiddetle ele~tirilmiştir. Bu çerçeve içinde, görüşlerini daha çok
Nietzsche, -Frieclıich. 1844-1900 yillan ahlak alanı üzerinde yogunlaştıran Ni-
arasında yaşamış olan ünlü Alman dü- etzsche ondokuzuncu yüzyılın diger dü-
şünürü. Temel eserleri: Die Fröchliche ~ünürlerinden birkaç noktada farklılık
Wissenscluıft [Neşeli Bilim], Also Sprach gösterir: Başkalan, 19. yüzyılı güç ve
Zarathustra [Zerdüşt Böyle Buyurdu], güvenlik çagı olarak görürken, Nietzs-
Nietzsche, Friedrich 627

che modern insanın benimsedilli deger- muz tüm degerler, insanları dünyanın
Ierin geleneksel dayanaklarırun çöktü- gerçek dogasını görmemizi engelllernek
günü düşünmüştür. Prusya ordusu amacıyla geliştirilmiş araçlardan başka
güçlenir ve teknik ilerlemeler, insanhgın hiçbir şey degildirler. İn~an ona göre,
gelecegiyle ilgili olarak büyük bir iyim- göreneşen gerisindeki çıplak gerçegi
serligin doguşuna yol açarken, Nietzs- görmekten ve dünyanın amaçsız, an-
che insanlıgı gelecekte korkunç savaşia­ lamsız oldugunu teşhis etmekten kaçın­
nn beklediliini sezmiştir. O, modem dıgı için, yüzeyde kalmayı, rahatlık
insanı tam bir thiççiligin bekledigini sa- veren düşüncelere sıgınmayı, ortalama
vunmuştur. Modem insan için, Alman degerlerle yaşamayı yegler.
orduswıun güçleıunesi, bilimsel geliş­ Tanrı'nın öldügünü söyleyen Nietzs-
meler pek önemli degildir. Asıl önemli che, söz konusu görüşü ve ebedi dönüş
olan, Hristiyanlıgın Tanrı'sına duyulan ögretisiyle, işte bunu yıkmaya kalkışır.
inancın sarsılrruş, Hristiyan ahlAkının Buna göre, Tanrı'nın öldügünü söyle-
dayanagııu yitirmiş olmasıdır. mek, insanların evrende bir düzen bu-
Nietzsche'ye göre, Hristiyanlıga duyu- lunduguna artık daha fazla inanamaya-
lan inanç çökerken, insanlar Darwin'in caklarını söylemek anlamına gelir.
evrim fikrine giderek daha çok inanır Nesnel bir düzen gibi gözüken şey, ona
olmuşlardır. Çok tehlikeli olan bu ge- göre, insanın evrende bir amaç ve
lişme, ona göre, insan ve hayvan ara- anlam bulunduguna inanma ihtiyacı­
sındaki ayrımı ortadan kaldırmıştır. nın, kaosa yansıtılmasından başka hiç-
Nietzsche'ye göre, Tann inancının çök- bir şey degildir. İşte, evrende olup
tügü yerde, insanlardan Darwin'in ögre- biten herşeyin yeni baştan birçok defa
tisine inanmalan bekleniyorsa, gelecekte yeniden ortaya çıkacagını dile getiren
vahşi ve korkunç savaşların ortaya çıkı­ ebedf dönüş ögretisi, insanın amaç ve
şı hiç kimseyi şaşırbnamalıdır. anlamdan yoksun olan bu dünyaya bir-
Nietzsche'ye göre, insan özü itibariyle çok kez gelecegini vurgulayarak duru-
iyi ve yetkin bir varlık degil de, bir kap- mu biraz daha agırlaştırır. Tanrı var de-
lanın sırtına atiarnaya can atan ta- gitse eger, Friedrich Nietzsche'ye göre,
mahk!r, merhametsiz, tabninsiz ve kö- insanın çaba ve mücadelelerini, boşuna
tücül bir varlıktır. Bunwlla birlikte, olmaktan kurtarıp, temeliendirecek bir
insanlar yüz yıllardan beri bu dogru bil- şey de yoktur ve ilerleme dedigirniz
giyi, insanın iyi ve yetkin bir Tann tara- şey bir t'llTI biryanılsama yı ifade eder.
hndan özel olarak yaratılmış eşsiz bir Friedrich Nietzsche, işte bu durumu
türün üyesi oldugu ve Tanrı'nın insanı insanın ·bu dünyadaki durumunu, Pla-
yerleştirmiş oldugu evrenin teleolojik ton'un ünlü tMagara Benzetmesinde
bir sistem meydana getirdilli kurgusu geçen insan ya da mahkumların duru-
ya da hipoteziyle bastırmıştır. Nietzs- muna benzetir. Nietzsche'ye göre, ondo-
che'ye göre, bilim bu kurgu ya da rasyo- kuzuncu yüzyılın, fabrikalarda çalışan
nalizasyonlarırı yanlış veya temelsiz ol- köle insanı bir magaranın dibinde zinci-
dugunu göstermiştir. İnsanın Tann re vurulmuş olarak ve duvardaki gölge-
tarafından yaratılmış özel bir varlık ol- leri gerçek sanarak yaşamaktadır. Ni-
duğu veya evrende bir düzen bulundu- ·eızsche de, tıpkı tPlaton ve Kierkegaard
gu fikrinin bir masaldan başka hiçbir gibi, zincirlerden kurtulmanın mümkün
şey olmadıgı bilgisi, insanların karşı olduguna inanır. Ömegin, Platon'a
koyuşuna ve ondan habersiz olma arzu- göre, az sayıdaki birkaç insan, bu iş ne
Ianna ragmen, bilincimize adeta zorla kadar zahmelli olursa olsun, zincirlerin-
girmektedir. den kurtulup, magaranın dışına, idea-
Friedrich Nietzsche'ye göre, bütün uz- lar dünyasına yükselebilir. Bunu da in-
laşımsallıgımız, geliştirmiş oldugu- sanlar, herhangi bir dogaüstü gücün
628 Nietzsche, Friedrich

yardımıyla degil de, kendi dogal.güçle- si olmaktan kurtulup, efendi hiline gel-
ri veya al<Jllarıyla başarabilirler. Işte bu miş olan insandır. Ost insan varlıgın
nokta, Kierkegaard ve Nietzsche'nin, dogasını, varoluşun özünü temaşa et-
Platon'dan aynidıkları yerdir. Kierkega- tikçe, bulanh duyan, fakat bu bulantıyı
ard da, elbette magaranın dışında güzel aşaşacak kadar güçlü olan insandır.
ve aydınlık bir dünya bulundugundan Üst insana örnek olarak, Büyük İsken­
emindir. Fakat onda, kurtuluş ve maga- der'i, Sezar'ı, Napolyon'u ve Leonar-
ranın dışındaki güneşli dünyaya yük- da'yla Michelangelo'yu veren Friedrich
seliş, dogaı yollarla degil de, dogaüstü Nietı.sche'ye göre, egilip bükülıneyecek
bir yoldan, yani inanon sıçrayışla, insa- derecede güçlü ve kah, geleneksel
nın kendisini Tanrı'ya teslim ehnesi su- kurum ve degerieri yıkabilecek kadar
retiyle olduguna inanır. cesur, bulamadıgı düzeni meydana geti-
Nietzsche'ye göre, yalnız Platon degil, recek kadar yarabcı ve kötümserligi
Kierkegaard da kendi kendisi aldabnak- olumlamaya dönüştürecek kadar seçkin
tadır, zira magaranın dışında başka bir olan biri olmak durumundadır. Üst in-
dünya yoktur. Zincirlerden kurtuluş­ sanı belirleyen en önemli özellik olarak
tan, magaranın agızına dogru tırmanış­ yaratıalık üzerinde duran Nietzsche,
tan söz etmek mümkün olmakla birlik- bu yarabalıkla da daha çok sanatsal ya-
te, magaradan çıkıştan söz edebilmek ratıcılıgı anlatmak ister. Yar atıalıgı ise
mümkün degildir. İşte magaranın ka- güç istemine baglayan filozof, dogaları
ranlıgı içinde, zintirlerden kurtulup, bu farklı olsa da, tüm insanlarda ortak olan
brmanışı, onun anlamsız oldugunu bile bir öge bulundugunu söyler: Güç iste~,
bile, tekrarlayan, bu aamasız hakikati ya da çevreye egemen olma dürtüsü.
kabul edebilecek kadar güçlü olup güle- Ona göre, bütün varlıgın temelinde,
bilmeyi beceren insan, Nietzsche'nin daha güçlü olmaya yönelmiş bir istek,
üstün insanıdır. bir iriide vardır. Nietzsche canlı olanın,
Nietzsche'nin üstün insanı, demek ki, yaşayanın bulundu~ her yerde güçlü
belli bir evrim sürecinin ardından, in- olma isteginin kökleşmiş oldugunu
sanlar arasından çıkıp, bütün insanlıgı söyler. Yaşamın temel nedeni, güçlü
yönetecek, tüm insanlara tahakküm ede- olma istegidir. İnsanoglu yalnızca ken-
cek bir diktatör degildir. O, her ne kadar dini korumak ve yaşamak istemez; insa-
ondokuzuncu yüzyılda kapitalizmin ya- noglunun asıl istedigi daha güçlü ol-
rattıgı fabrika kölelerine, kapitalizmin maktır. Bu evren güçlü olma isteginin
Hristiyanlıktan miras alıp korudugu hüküm sürdügü bir evrendir.
köle ahlAkına, burjuva demokrasisiyle Güç istemi, güçlü olma arzusu, kendisi-
onun eşitlik idealine karşı çıkarken, bu ni hiçbir sınır tanunadan her yöne fırla­
düzenin veya Avrupa'daki demokratik- mak, her tarafa saldırmak şeklinde gös-
leşmenin bir yandan da zorbalık. acı­ terir. Fakat bu, hayvanf ve vahşf olan
masız bir diktatörün ortaya çıkışı için bir şeydir. Oysa insanı insan yapan şey,
gerekli altyapıyı hazırladıgıru söylemiş kendisindeki güç istemini koruyup yön-
olmakla birlikte, onun üstün insanı, sa- lendirebilme yetenegidir. Insanın ken-
nıldıgının tersine, Hitler de~ldir. Ni- disini, ideal bir düzen yaratma adına,
etsche'nin üstün insanı varoluşun boş­ kaosa düzen yükleme amacıyla bu şe­
lugunu ve anlamsızlıguu görebilen, kilde disipline etmesi, Nietzsche'ye
magaradaki karanlık için herşeye rag- göre, güç isteminin en yükSek üadesidir.
men tınnanmayı seçen az sayıdaki bi- Ustinsan, başkalarından çok, kendisini
reydir. Üst insan, kendisi, tutkulan, aşabilen; başkalannın degil de, kendi
güçlü yanları ve zayıflıklan üzerinde kendisinin efendisi olabilen insandu.
egemenlik kurarak, başkalannın ya da Ost insaru insanuı kendi kendisini ger-
kendi tutku veya güçsüzlüklerinin köle- çekleştirebilmesinin bir modeli olarak
nitelik 629

gören Nietzsche, bu baglarnda sanatsal söylemiştir. Niet:zsche acıma ve sevgi


yaratıcılıgı insanı Tanrı'ya en fazla ben- ahlakını, güçlü insanı yolundan çeviren,
zeten özellik olarak degerlendirmiştir. onu güçsüz insanlar düzeyine indiren
Tanrı'nın yoklugunun sonucu olan ve küçülten bir tuzak ve bir tür ikiyüzlü-
düzen yoksunlugt.nda, yarahcı ya da lük olarak görmüştür. O, zamaruıun bu
üst insan, kendi içindeki kaostan minya- ahlakını bir köle ahlakı olarak nitelemiş
tür düzen yaratıp, bunu dış dünyadaki ve Hristiyanlıgın tüm degerierine karşı
kaosa aktarabilen kişidir. çıkmıştır. İnsanhgı bu köle ahiakından
Başka bir deyişle, insan için mutlulu- kurtarma çabası veren Nietzsche, bunun
gun, hazda degil de, güçlü olmakta yat- yerine efendi ahlakını önermiş ve böyle-
tıgıru söyleyen, Nietzsche'ye göre, böyle likle insanlara yeni amaçlar, yeni deger-
bir mutluluga vannak, sert bir disiplini ler getirmeye çalışmıştır.
gerektirir; çünkü hayvani içgüdülere, nihil est in inteliedu quoc,l non prius tu-
basit haziara kapıldıgı sürece, insan ger- erit in sensu. Bilginin kaynagında yal-
çek ve üstün güçten yoksun kalıi. Duy- nızca deneyimin bulundugunu, deney-
gularını, egilimlerin..i yücelten insan, den bagunsız bir bilgjnjn söz konusu
hayvanların içinde bulundugu durum- olamayacagıru; herşeyin duyumlann
dan sıynlarak yükselir ve gerçek insan izlenimlerinden türedigini, izienimler-
varhgına ulaşır. İşte bu ideal insan, Ni- den daha sonra bellekte, onlann tasa-
etzsche'nin üstün ins;mıdır. Ona göre, runlarının üretildigini, bu tasanmlann
çeşitli şekillerde birleşririlmeleri ve iş­
üstün insan, insanoglunun amaadır.
Nietzsche insanın yenilmesi, aşılması lerunelerinin soyut düşüncelere götür-
gereken bir varlık oldugunu söyler. Her dügünü savunan empirizmin temel tezi-
varlık kendisinden üstün bir şey yarat-
ni ifade eden Latince deyim:'Zihinde,
mıştır; bundan dolayı, insarun da ken-
daha önce duyularda olmamış olan hiç-
disini aşınası gerekir. Maymun insanın bir şey yoktur.'
nirvana. Budi.mı.de, her türlü tutkudan
gözünde ne ise, insan da üstün insanın
arınmış ve doguş çarkının dışına çık­
gözünde o olmalıdır. Nietzsche, yeryü-
mış olan kişinin eriştigi mertebe, mut-
zünün anlam ve amacının üstün insan
lak dinginJik hali. Aorun ve bilgisizli~n
oldugunu söyler, çünkü insan dogasına ortadan kalkışı durumu, kişinin dünya-
yaraşan, güçlü, korkusuz ve acımasız
ya yönelik ilgilerden, kendisiyle ilgili ta-
olmaktır; yaratıcılıga ve ileriye yönel-
salardan kwtulması, arzu ve isteklerden
mektir. Nietzsche insanın ahlaki deger- vazgeçmesi, gerçek bir bilgelige, mutlak
Ieri oldugu gibi benimsernek yerine, bir bagımsızlıga ulaşması durumu.
yeni degerler yaratması gerektigini sa- Yaşamın acılar içinde geçen sonsuz ve
vunur. Insan degerieri hazır bulamaz, kısli bir döngü oldugunu, bu döngünün
çünkü degerieri ona aktaracak hiç kimse nedeninin tutkular, tutkuların nedero-
yoktur. İnsanoglwı.a, iyinin ve kötünün nin ise bilgisizlik oldugunu savunan Bu-
ne oldugunu anlatacak, açıklayacak ve dizme göre, insanlar, tüm tutkulardan,
kabul ettirecek üstün otoriteler bulun- kızgınlık ve isteklerden arınarak, nesne-
mamaktadır. İnsan yapayalıuzdır ve ha- lerin çekiciligine kapılmasalar, yaşam
yatının anlamını, baglanacaAt degerieri tekerlegini çeviren gerçek nedeni gör~
yeni baştan özgürlük içinde kendisi ya- ınek suretiyle ermiş, bilge bir kişi ola-
ratmak zorundadır. rak, sonsuz dönüşün dışına çıkıp, ba-.
Nietzsche'ye göre, yaşamın temelinde glinsızlaşabHir ve kurtulabilirler. Işte
güçlü olma istegi var ise, eşitlik, top- bu kurtuluşun adı, Nirvanadır.
lumsal barış ve çıkarlarda uyum söz ko- nitelik (Os. keyfiyet; İng. quality; Fr. qua-
nusu olamaz. O, Hristiyanhgın ve genel litt; Al. qualitat]. 1 Bir nesnenin algılana­
olarak idealizmin ahlak anlayışuıın, bir bilir, gözlemlenebilir özelligi. Bir şeyin
sahtekarlık ve yarultmaca oldugunu sahip oldugu ve o şeyi tanınabilir, bili-
630 niteliksel bilim anlayışı

ne biiir ve başka varlık türlerinden tarafından savunulmuştur. Örnegin,


ayırd edilebilir kılan özellik. 2 Bir nesne- tM:I~'e göre, tBentham'ın tek iyinin haz
nin, başka bir nesne olarak degil, fakat oldu~u, hazzın da, nitelik bakımından
o nesne olarak başka nesnelerden ayrıl­ degil, fakat nicelik bakımından ölçülebi-
masi.Jlı saglayan karakteristik. Buna len bir deger oldugu öncülü kabul edil-
göre, örnegin ekşilik limonun bir niteli- d.itmde, duyumlayan, haz elde eden
~i, ikincil nitelik anlamında, fiziki uya- varlıgın bir hayvan mı yoksa bir insan
ranların meydana getirdigi, dış nesne- mı oldu~ sorusu sorulamaz, böyle bir
lerle birleştirilen bilinç içerigidir. sorunun hiçbir önemi kalmaz. Niceliksel
3 Nitelik, estetikte ise, bir sanat eseri- hazcılıgın insanı zorunlu olarak hay-
nin kontrast, harmoni, trajik, komik vanla bir tuttugunu dile getiren MiU'e
gibi terirnlerle ifade edilen temel özelli- göre, duyumlayan ya da haz elde eden
gini gösterir. varlıgın, haz eldigi sürece, kim oldugu-
niteliksel bilim anlayışı [İng. qualitative nun hiçbir öneıni yoktur.
view of science; Fr. theorie qualitative de la Mutlu bir hayvan olmaktansa, acı
sicerıce]. Yunanlı filozof t Aristoteles'ten çeken mutsuz bir insan olmayı tercih
başlayarak, özellikle Ortaçag Skolastik ettigini bildiren John Stuart MiH'e göre,
bilim anlayışında ön plfina çıkan, evre- hazlar yalnızca nicelik degil, fakat nite-
ne ilişkin gerçek ve saglam bir kavrayı­ lik bakımından da farklılık gösteririr-
şın niteliksel terimlerle ifade edilmesi ler. Onun niteliksel hazcdıgına göre,
gerektigini dile getiren bilim anlayışı. küçük miktarda yüksek nitelikli bir
Söz konusu bilim anlayışuıın betimle- haz, çok büyük miktarda aşagı türden
meye, açıklamaya çalıştığı dünya, sag- bir hazza tercih edilmelidir.
duyunun beş duyu yoluyla tanuıan niyet [İng. intention; Fr. intention; Al. ab-
dünyasıdır. Dogadaki fenomenlere iliş­ sicht]. Belli bir amaca yönelme düşünce
kin açıklamalar, nesnelerde mevcut ol- ve isteği, belli bir sonucu gerçekleştir­
duguna inanılan agırlık, hafiflik. kuru- me arzusu. Planlı bir faaliyetin, bir şeyi
luk ve ıslaklık gibi gerçek nitelikler elde etme, bir hedefe ulaşma amaoyla
yoluyla ifade edilir. Oysa, söz konusu tasarlanması durumu. Bir şeyi degiş­
bilim anlayışının karşısında yer alan tirmek amacıyla eyleme tasarısı. Bir
ve özellikle onyedinci yüzyılda ortaya amaca ulaşmak üzere, belli bir biçimde
çıkan niceliksel bilim anlayışına göre, davranma yönelimi.
bir nesnenin gerçek 'agırhk' niteligin- Niyet kavramına özel bir önem atfe-
den dolayı düştügü kabul edilirse, den Kant, iyi niyeti, kişinin, her çeşit
bilim bir nebze olsun gelişmez. dogal arzu ve istegin, güdü ve dürtü-
niteliksel hazcılık [İng. qualitative hedo- nün dışında, evrensel ödev yasasının
nism; Fr. llidoııisme qualitatif, Al. qualitati- etkisi altında işleyen iradesi olarak ta-
ve hedonismus]. Hazzın hayahn tek nımlaı nı ştır.
amacı, mutluluğun biricik ölçütü oldu- Bu baglamda, amaçlı, iradi eyleme; is-
~nu savunınakla birlikte, tüm hazların temeyerek gerçekleştirilmiş ya da zorla
aynı degerde olmadıgını, hazlar arasm- yapılmış davranışlara, bilinçsizce ve
da nitelik bakınundan bir farklılık bu- kendiliğinden gerçekleşen faaliyetlere
lundugunu dile getiren ve dolayısıyla, karşıt olarak, isteyerek yapılmış, bir
zihinsel ya da entellektüel hazlarla du- amaç gözetilerek ve bilinçli olarak ger-
yumsal hazlar arasında bir ayırun çekleştirilmiş eyleme niyetli eylem adı
yapan hazcı görüş. verilir.
Haz konusunda, nicelikten çok niteli- niyet ahlakı [İng. ethics of intention; Fr.
gin önemJi olduğunu dile getiren bu tür ethique de l'intentionJ. Ahlakta, ahlaki ey-
bir hazcılık, tKirenelilerin niceliksel haz- lemde, sonuçtan çok niyetin önemli ol-
cılıguıa karşı çıkan tEpiküros'la, Bent- dugunu, sonucun insanın etki alanı dı­
ham 'ın hazcıhgına karşı çıkan J. S. Mill şında kalabilirken, niyetin belirleyici
nominalizm 631

oldugunu öne süren ve dolaytsıyla so- noetik. Duyumsal-empirik olmayan, de-


nuççu ya da teleolojik bir anlayışın kar- neyime dayanmayan saf düşüncenin
şısında yer alan ahlak görüşü. Deanto- ürünü ya da nousun, saf aklın faaliyeti-
lojik ahlak anlayışı olarak da bilinen nin eseri olan kavramlar; yalnızca akti
niyet ahlakının en ünlü temsilasi ve zihinle ilişkili olan; aklın faaliyetinin
Alman filozofu İmınanuel Kant olmakla eseri olan, ya da biliŞsel yetilerimizin
birlikte, söz konusu anlayış ilk kez ola- doguştan içerigine karşılık gelen, rlu-
rak Stoacılar tarafından savunulmuştur. yumdan bagımsız olan bilgi türü, ger-
Stoacılara göre, hiçbir eylem kendinde çekligin yalnızca aklın faaliyetiyle ka-
ve kendi başına kötü degildir; eylemi zanılan bilgisi için kullanılan Yunanca
kötü bir eylem yapan, eylemi gerçekleş - terim, sıfat.
tiren öznenin niyeti, ahlaki durumu, ey- nominalist gizemcilik [İng. naminalist
lemle ulaşmak istedigi sonuçtur. mysticism; Fr. mysticisme nominaliste].
noesis. Yunan felsefesinde, nousun faali- Genel kavramları yalnızca birer addan
yetinin ürünü, insan varlıgındaki aklın, ibaret gören Ortaçag Aristotelesçiliğine
zihnin, entellektüel yetinin eseri olan ya da XIV. yüzyılda Durand, 10ckham
bilgiye verilen ad. Nous ya da aklın faa- gibi düşünürler tarafından savunulan
liyeti, sezgisel kavrayış ve sezgisel bilgi öAretiye verilen ad.
için kullanılan Yunanca terim. Söz konusu Aristotelesçi düşünürlere
Örnegin, duyusal nesnelerin bilgisine göre, genel kavramlar birer addan
sam, kanaat anlammda doksa, matema- başka hiçbir şey degildirler, onların
tiksel nesnelerin refleksif bilgisine diano- gerçeklikleri yoktur. İnsanlar ancak bi-
ia aduu veren Platon, ezeli-ebedi, değiş­ reysel gerçeklikleri bilebilirler, genel bir
mez, tümel gerçekliklerin akla dayalı kavram olan Tann bilinemez ve onun
olarak, diyalektik yoluyla kazanılan bil- varlıgı kanıtlanamaz. İnsan iman veya
gisine ııoesis adını verir. inançla yetinmeli, kilise dünya işlerine
noesis noeseos. Aristoteles'in, TanJ'l'yı, kanşmamalıdır.
Hareket Etmeyen Hareket Ettiriciyi ta- nominalizm [Os. ismlyye; İng. nonıina­
nımlama tarzı: 'Düşüncenin düşünce­ lism; Fr. nominalisme; Al. nominalismus].
si'. Aristoteles'e göre, energeia, saf edim Adçıhk. Kavram realizminin tam karşı­
olan, kendisinde maddi ya da potansi- tı ola, ve tümelierin gerçek bir varoluşu
yel hiçbir şey bulurunayan İlk Hareket olmadıgıru öne süren görüş. Şeylerin
Ettiricinin eyleminin cisimsel bir yönü özlerinin bulunmadıgını savunan teori.
olamaz; O'nun faaliyeti tümüyle tinsel Tanımların ve genel olarak da dillerin,
ve dolayısıyla entellektüel olmalıdır. şeylere işaret etmekten çok, bizim şey­
Başka bir deyişle, İlk Hareket Ettirici- lere verdiAimiz isimlerle (terimlerle) il-
nin faaliyeti bir düşünce faaliyetidir. gili olduklarını ileri süren görüş.
Bununla birlikte, Tann ya da İlk Hare- Genel kavramiann nesnel bir gerçekli-
ket Ettiricinin düşüncesinin nesnesi, gi olmadıguu, ve dolayısıyla bilimsel
mümkün tüm nesnelerin en iyisi olmak araşttrmaya konu olamayacaklarıru;
durumundadır. Buna göre, Tann'nın gerçekligin yalnızca nesnel, bireysel
kendisi dışında bir konusu ve amao. somut varlıklardan meydana geldigini,
olamaz; O, başka bir şeyi degil de, yal- zihin, toplum, kişilik gibi genel ka.vram-
nızca kendisini bilebilir. Onun düşün­ ların bilimsel bir degeri olmadıgım sa-
cesinin nesnesi ya da konusu yalnızca vunan nominalizm, tempirizmin aşm
kendisidir. O, kendisini ezeli-ebedf bir ya da radikal bir versiyonuna karşılık
sezgi eylemiyle bilir; bundan dolayı, gelmektedir. Başka bir deyişle, cins-tlir
tinsel bir güç ya da düşünce olarak bili- ayınmla:rını gösteren tüm terimlerin,
nen Tann Düşüncenin düşüncesi diye yalnızca isimler, yapay ve keyfi simge-
tanunlanabilir. ler olup, onlara karşıhk gelen şeylerin
632 nominalizm

nesnel ve gerçek bir varoluştan yoksun bir yanıt verilemez.


oldugunu öne süren görüş olarak nomi- Buna karşın, 2 ılrmlr nominalizm, tümel-
nalizm, yalnızca tikellerin, 'şu' diye Ierin yalnızca agızdan çıkan sesler, söz-
gösterdigirniz bireysel varlık)ann varol- cükler oldugıt görüşünü korumakla bir-
duklanru, soyutlamalann, tümellerin, likte, sözcüklerin kuUanunını, bireysel
İdealann, özlerin, dilimizin ve gerçekli- şeyler arasındaki benzerlik1ere dayan-
gi anlama tarzınuzın yarattı~ı ürünler- dırmak suretiyle, radikal nominalizmde
den başka bir şey olmadıklarını, söz söz konusu o Icin bir töznelcilikten kaçın­
konusu genel kavramların bize gerçekli- maya çalışır.
gin nasıl oldugunu hiçbir zaman bildi- Nomina)izm felsefe tarihinde ilk kez,
reıneyecegini belirtir. Hellenistik dönemde, Platon ve Aristo-
Buna göre, nominalizm, 'insan' türün- teles'in trealizmine bir tepi:O olarak,
den genel kavram ve soyutlamaların, 1 Yunan kuşkucularıyla tStoacılarda or-
yalnızca, bireysel bir varlıktan daha faz- taya çıkmış olmak)a birlikte, ciddi bir
lasına gönderirnde bulunmak için kulla- ontolojik ve teolojik görüş düzeyine,
mabilecek olan isimler olup, 2 'insan' ya gerçekten varolanların yalnızca bireyle-
da 'insanlık' şeklindeki bir varlık ola- rin varolduklaruu, tannsal özün bir
rak, tek tek insanlar tarafından payiaşı­ olup, irade ve sınırsız kudret gibi tann-
labilen nesnel bir varoluşu olmadıgını sal yüklemlerin sadece birer addan iba-
ve 3 hatta, soyut bir 'insan' ya da 'insan- ret bulundugunu söyleyen ün)ü Skolas-
lık' düşüncesi ya da kavramı olarak,
tik düşünür Ockhamlı tWilliam'da
insan bilincinde bile varô)madıgını yükselmiştir. Yine de, nominalizm geli-
iddia eder.
şimini esas empirizme ve bilimsel ge-
Tümelierin gerçekten varolan nesneler lişmeye borçludur. Nitekim, bütün em-
olmadıklarını, onlann tikel nesnelerde
pirist, bilimci ve analitik düşünürler,
de, ayrı bir dünyada da varolmadıkları­
bir ontolojik tasarruf tasarruf ilkesi ge-
nı, tümelierin yalruzca agızdan çıkan
sesten ibaret olduklarını savunan nomi- regince dünyarun eşyasını azaltmayı
nalizmin, radikal ve ılımlı versiyonla- amaçlarlar. Öm~n, Russell'a göre, filo-
rından söz edilebilir:
zof ve bilim adamlannm en temel göre-
I Radikal nominalizme göre, aynı adla vi, mümkün olan her yerde, varoluşu
adlandırılan bireysel şeyler sınıfına,
felsefi spekülasyonla çıkarsanmış soyut
aynı adla adlandırılma dışında, ortak varlıkların yerine, mantıksal tyapım1an

olan hiçbir şey yoktur. Neminalizmin koyarak, ontolojik bakımdan tasarruf


söz konusu radikal versiyonu dddi ola- saglamaktır.
rak savunulabilir bir ögreti degildir, Buradan da anlaşılacag-ı üzere, nomi-
çünkü, aynı adla (örnegin, kitap adıyla) nalizm geleneksel olarak deneyime gü-
adlandınlan tüm bireyler, ayru adla ad- venmiş ve felsefi söylem ve spekülasyo-
landırılma özelligi dışında, ortak hiçbir na kuşkuyla bakmışbr. Deneyim ya da
şeye sahip degilseler eger, bu takdirde tecrübenin verilerinin aşılamaz oldugu
niçin bu adın, başka şeylere degil de, düşüncesi, neminalizmin en temel ilke-
yalnızca kitaplara verildigini açıldaya­ sidir. Nominalizm, yirminci yüzyılda,
cak, bir nesnenin bu suufa dahil mi edi- karşımıza ço~un)uk ya, bilimin görevi-
lecegini, yoksa bu sınıfın dışında mı bı­ nin gerçeklige· ilişkin deneyimletimizi
rakılacagını belirleyecek bir neden uygun ve sistemli bir biçimde düzenle-
verilemez. Onlar, yalnızca kendilerine mek oldugunu öne süren aletçilik ya da
kitap adı verilmiş oldugu için, kitaplar- fizik bilimindeki her önermenin du-
dır. Bu çerçeve içinde kalındıgında, yumlar kompleksiyle ilgili bir önenneye
niçin başka nesnelere degil de, bu nes- indirgenmesi gerekti~ni ileri süren
nelere kitap adının verildigi sorusuna tfenomenalizm şeklinde çıkar.
normatif 633

nominal öz [İng. nonıiıtal essence; Fr. es- dıgı ilke, model; 3 Bir sosyal grubun
sence nonıinale). Bir kavramı tanımla­ kendisi için ilke edindigi ve gmp üyele-
mak için kullanılan terimler öbegine rinin eylemlerini yönlendiren davranış
verilen ad. Örnegin tLocke'ta, nominal kurallan bütünü.
öz, bir nesnenin, içinde bulundugu tür 4 Ahlak alanında dogru eylemi belirle-
bakunından onsuz olunamaz nitelikle- yen kural, uygun davranış için stan-
rinin toplamına karşılık gelir. dart, eylemde temele alınan davranış
nomos. ı Yunan felsefesinde, temeli do- ilkesi. Degeri yargılamak ya da deger
gada olan yasaya, dogal özelliklere da- biçrnek için kullanılan ölçü. 5 Estetikte,
yanan yasalılıga karşıt olarak, sonra- güzelligi ya da sanat eserini yargılamak
dan insan tarafından uzlaşıma dayalı için gerekli olan standart. Sanat eleştiri­
olarak konan yasalar, oluşturulan gele- si için temele alınan ölçü. 6 Manhkta,
nekler için kullanılan terim. geçerli çıkarım kuralı.
Nonıos terimi daha özel olarak da, 2 normatif [İng. normative; Fr. nonnat~f; AL
ahlak alanında, insarun kendi dogaı nornıativ, norıngebend]. ı İnsan davranı­
özelliklerine uygun olarak degil de, ge- şını bir ideal, norm, ya da standarda
lenek ve göreneklere, sonradan belirlen- göre düzenleıne, bir standart oluştur­
miş ahlaki kurallara ya da toplumun ya- ma, olması gerekeni gösterme tavrı; 2
salarına uygun olarak gerçekleştirilmiş ahlak, estetik, siyaset gibi degerlerle il-
eylemler için; 3 epistemolojide ise, şeyle­ gili olan, normlar ya da davraruş kural-
rin kendilerinde bulunan şekil, biçim Jan getiren bilimlere, betimleyici ya da
gibi niteliklere, nesnenin physis ya da do- açıklayıcı olmayıp, kural koyma egili-
gasına karşıt olarak, dış dünyada varol- mi gösteren disiplinler için kullanılan
mayan, yalruzca insan zihninde görü- niteleme.
nüşler olarak varolan koku, tat, renk İşte bu ba~Jamda, insan varlıklarına,
gibi ikindi nitelikler için kullanılır. neyin doğru ve neyin yanlış, neyin iyi
non sequitur. Akla dayalı bir baglantı ve neyin kötü olduguyla, belirli durum-
ortaya koyma iddiasında olmakla bir- larda, ne yapıp ne yapmamalan gerekti·
likte, böyle bir baglanbdan uzak olan giyle, yaşamda hangi nihai ve en yüksek
kavram ya da ifadeler; geçerli bir çıka­ amacın peşinden gitmek durwnunda ol-
nm görüntüsünden bile yoksun olup, duklarıyla, yaşamiarım nasıl sürdürme-
sonucu öncüllerinden manbksal kural- leri ve başkalarına karşı nasıl davran-
lara göre çıkmayan çıkarım için kulla- maları gerektigiyle ilgili bilgi veren,
nılan Latince terim. insanların ahlaki eylemleri için nonn ve
nooloji. Bazı düşünürler, özellikle de düzenleyici ilkeler getiren ahlak türüne
kimi 17. yüzyıl filozoflan tarafından, normatif ahlaJc adı verilir. Buna göre, nor-
Yunanca zihin anlamına gelen nous, ve matil ahlak, betimlemesel ahlakı varsa-
bilim anlamına gelen logos sözcüklerin- yan, fakat, örnegin psikologun yapmış
den türetilerek oluşturulmuş olan ve oldugu tasvir ya da betimlemelerin ve
zilıni ya da zihnin noetik fonksiyonları· ulaştıtı sonuçlann ötesine geçerek, in-
ru, bilginin ilk ilkelerini, dotuştan dü- sanların nasıl davranmaları gerektigiy-
şünceleri, entellektüel sezgi ya da saf le ilgili olarak kural koyan, insanlara
aklın fonksiyonunu ve içerigini konu nasıl davranacaklannı buyuran ahlak
alan ve mantıkla psikoloji arasında ara- sistemidir. Başka bir deyişle, normatif
cılık eden bilim anlamına gelen terirn. ahlak, insanlara yaşamları sırasında bir
norm [Yun. khromon; Lat. nornıa; Os. kai- rehber olarak kuUanacaklan normları
dei ala; İng. nonne; Fr. norme; Al. nonn]. ı saglar. Bundan dolayı, söz konusu yak-
Genel olarak, düzgü; ölçü için kullaru- laşımı benimseyen araştırmacı ve filo-
lan standart birim. 2 Her tür yargırun zoflar, insanlara ne yapmaları ya da
zımnen ya da açıkça kendisine dayan- neden kaçınmalan gerektigini göstP.re-
634 nous

rek, yükümlülüklerini ve sorumlulukla- nous. Ontolojik açıdan, bazı felsefelerde,


rını anunsatan nesnel ahlaki dogrular tümel akıl, kozmik zihin ya da dünya
oldugunu savunurlar. ruhu olarak Tann'yı göstermek için
Aynı baglamda, norm bildiren ya da kullanılan terim.
ortaya koyan yargılara nornıatif yargılar Nous, tSokrates öncesi doga filozofla-
derid. İnsan eylemini bir ideal, norm ya nndan t Anaksagoras'ın felsefesinde, ev-
da standarta göre düzenleyen kural ko- rene rasyonel bir düzen getiren getiren,
yucu yargılar, hisse dayanan tavırları, anlaşılmaz ve kaotik bir evrene anlaşi­
degerleri, egilimleri ifade eden tercihle labilir bir düzen kazandıran Zihin için
ilgili yargılar, bir buyruk ya da ödevi kullanılm1şhr. Nous epistemolojik açı­
bildiren yargılar, kişinin sorumlu bu- dan ise, zihnin en yüksek parças1, entel-
lundugu ya da yerine getirmek duru- lektüel kavrayış ve sezgisel düşünce
munda oldugu için yapması gereken yetisini ifade eder. Buna göre, nous, dis-
şeylere gönderirnde bulunan yargılar kürsif düşünceden ayn olarak, bilimin
olarak normatif yargılar, kendi içinde I ilk ilkelerini, idea ya da Formları, ezeli-
ahiliki yargılar ve ll ahlaki olmayan nor- ebedf ve akılla anlaşılabilir tözleri kav-
matif yargılar olarak ikiye ayrılır. rayan zihinsel yetiyi gösterir.
Ahlaki yargılar, eylemlerle, kişilerle ve Nous Aristoteles'te, insan zihninin ger-
eylemlerin temelinde bulunan motifler- çekligin temel ögelerine, gerçeklikle il-
le ilgili olan, bunlara bir deger biçen gili temel dogrulara ilişkin sezgisel, en-
yargılardır. Söz konusu ahlaki yargılar tellektüel kavrayışla belirlenen akıllı
ya da ahlaki normatif yargılar, 1-a) deon- parçasına karşılık gcür. O, bu çerçeve
tik yargılar ya da ödev yargıları ve 1-b) içinde nousu, rwus pathetikos ve nous po-
ahlakf deger yargıları olarak iki başlık al- ietikos olarak ikiye ayumışhr. Bunlar-
tuıda toplanabilir. Buna göre, deontik dan nous pathetikos, zihnin, pasif akıl
yargilar, belirli bir eylemin ya da eylem· olarak, duyu deneyinde verilen malze-
türünün ahlaki bakımdan dogru, yan- meyi anlayan, anlamlı hale getiren par-
lış, iyi, kötü, v. b.g., oldugunu belirten çasına karşılık gelir. Buna karşın, nous
yargılardır. Ahlaki deger yargılan ise, poietikDs, zihnin gelip geçici fenomenleri
eylemlerden ya da eylem türlerinden konu almayıp, varolanların ezeli-ebedi
degil de, kişilerden, motiflerden, karak- ilk ilkelerini, akılla anlaşılabilir tözleri
ter özelliklerinden söz eden ve onlaruı ya da formlan kavrayan parçasına,
ahlaki bakımdan iyi, kötü, erdemli, er- pasif akla karş1t olarak faal ya da etkin
demsiz, sorumlu, sorumsuz, degerli, de- akla karşıhk gelir.
gersiz olduklannı bildiren yargılardır. nouveau philosophes. 1976 yıluıdan baş­
Buna karşın, ahllli olmayan normatif layarak, savaş sonrası Fransa'sına entel-
yargılar, cylemlere, kişilere, motiflere lektüel yaşamına hakim olan solculuga
degil de, başka herşeye, arabalara, tablo- . ve solcu düşüneeye yönelik sert eleşti­
!ara, yönetim biçimlerine, v. b.g., deger rileri ve güçlü saldınlanyla tanınan
biçtigimiz yargılardır. Bu çerçeve içinde, Fransız entellektüeller öbegine verilen
arabalann, tablolann, yönetim biçimleri- ad: Yeni Filozoflar.
nin, v. b. g., iyi ya da kötü, arzu edilir ya Marksist teoriyle Sovyetlerdeki uygu-
da arzu edilmez olduklannı söyleriz, lama arasında yakın bir ilişki bulan söz
fakat onlann ahlaki bakımdan iyi ya da konusu yeni filozoflarm en önemli
kötü, degerli ya da degersiz olduklannı isimleri arasında Andr~ Glucksmann ve
anlabnak istemeyiz, zira, arabalar, tablo- Bemard-Henry L~vy bulunmaktadır.
lar, yönetimler, genel olarak söylendigin- nötr pozitivizm [İng. neutral positivism;
de, ahlaki bakımdan iyi ya da kötü olabi- Fr. positivisme neutre; Al. neutral positi-
lecek şeyler degildirler. Ahlaki olmayan vismus]. Felsefenin, özler i, türleri işe hiç
normatif yargılara ilişkin inceleme, ahlak karışhrmaksızm, dogrudan ve aracıs1z
felsefesinin bir parçasİ degildir. algının olgu ve nesnelerine yönelip ol-
nyaya 635

gular arasında varolan ilişkileri, dene- numen. Genel olarak, aklın, tüm fenornen-
yim dünyasındaki düzenlilikleri, dene- lerin nedeni, temeli, dayanagı olarak va-
yimin dışına çıkmadan araştırması ge- roluşunu öngördügü, gerçek fakat kendi
rektigini, bilginin deneysel bir bilgi içinde bilinernez olan töz, fenomenin
oldugunu savunan pozitivizrnin, dene- kendisinin tezahürü, ifadesi oldugu ger-
yimin, algının nesneleriyle ilgili tartış­ çeklik. Düşüncenin dışında kalan, hiç-
ınada ortaya çıkan bir türü. bir bilgi türüne konu olamayan, ne du-
Nötr pozitivizrn, algıda kendi zihin yusal ne de entellektüel sezgi tarahndan
haBerimizi algıladıgırnızı öne süren bilinebilen, duyularla kavrandıgı takdir-
tidealist pozitivizınden ve algıda, insan de, nurnen olmaktan çıkarak, fenomen
zihninden bagırnsız nesneleri algıladıgı­ haline gelecek olan temel, töz.
ınızı öne süren trealist pozitivizrnden Aklın, bilim ve felsefenin başlangıç
farklı olarak, bizim algıda nesne komp- noktası olarak varoluşunu öngördügü,
lekslerini algıladıgırnızı öne sürer; varoldugunu bildigi, fakat neye benze-
başka bir deyişle, bize deneyimde veri- digini, ne oldugunu bilrnedigi gerçeklik
len cisiınler kompleks varlıklardır. Bu- olarak nurnen, tKant'ta, fenomene kar-
nunla birlikte, bu kompleks bütünler, zi- şit bir biçimde, gerçekligin kendisi için
hinsel ya da fiziksel olmayıp, nötr olan kullanılmıştır. Buna göre, nurnen, ern-
bütünlerdir ve bu nesne kompleksleri- pirik, tecrübi ve rasyonel bir bilginin
nin algılarunarnaları durwnunda bile konusu olamayan, deneyimi aşan, de-
varolabilen, renkler, sesler, kokular ve neyirne aşkın olan, varoluşu teorik ola-
tatlar türünden belirli ögelerden meyda- rak problemli olmakla birlikte, pratik
na gelirler. akıl tarafından varsayılan nesne ya da
19. yüzyılın sonlanyla 20. yüzyılın baş­ güç anlamına gelir.
larında yaşamış olan Avusturyalı bilim nur. İslAm felsefesinde kutsal bir güçten
adanu Emest tMach tarafından savu- dogdug-tına, çıktrgına inanılan ışık, ay-
nulan bu pozitivizrn türüne göre, söz dınlık. Insanın gönlünü aydınlatan, an-
konusu renkler, kokular, sesler ve tatlar, larnayı, bilrneyi saglayan ışık.
benin ya da ruhun kendisinden meyda- nyaya. Kanıt ya da kural anlamına gelen
na geldigi kompleksierin bileşenleri ola- Nyaya adından türeyen ortodoks bir
rak düşünülrneleri durumunda, onlann Hint felsefesi sistemi.
kendilerine izienimler adı verilir, buna Daha çok mantık ve diyalektikle ilgilen-
karşın cisirnler diye çagınlan kompleks- miş, akılyürütrnenin, rnanhklı sonuçlar
Ierin bileşenleri olarak düşünülrneleri çıkarmanın kurallarını ifade etmeye ça-
durwnunda ise, onlar, bu cisirnlerin lışmış olan bu düşünce sistemi, evre-
özellikleri olan ögelerdir. Bilinç akışuu nin, bütün nesnelerin temelinde yer alan
meydana getiren anılardan, duygular- atornlann bir birleşirninden ve sonsuz
dan, arzulardan oldugu kadar, cisimleri sayıda ruhtan meydana geldigini savun-
meydana getiren komplekslerden de so- muş, zihinden bagırnsız nesnel bir ger-
yutlama içinde düşünülen bu ögeler, çekligin nesnel ve mantıksal bilgisine
yani renkler, sesler, tatlar ve kokulann rasyonel yollarla, yani algı, çıkarun ve
kendileri ne zihinsel, ne de fizikseldir. karşılaştırma yoluyla erişmenin önerni-
Onlar, soyutlama içinde ele alındıklan ni vurgulamıştır. Teist bir Tanrı anlayı­
zaman, ayru ölçüde zihinsel ya da fizik- şı benimseyen bu sistem, daha sonra
sel diye nitelenen nötr ögelerdir. Vaysesika sistemiyle kaynaşrnıştır.
636 obscurum per obscurius

telik olarak ikiye indirgeyen Ockhamh,


varlık anlayışında gerçekten var olanın
bireyler öne sürdügu için, empirist bir
bilgi anlayışının savunucusu olmuştur.
Ona göre, özel, bireysel varlıklarla,
olayların varoluşunu yalnız deneyime,

o
duyulara dayanan bilgi ile bilebiliriz.
Her türlü bilginin kaynagında deneyim,
tecrübe vardır.
Bilginin temeline deneyimi yerleştiren
Ockhaınlı, önerıneleri deneysel olarak
test edilemeyen rasyonel bir teolojinin
söz konusu olamayacagını savunur.
obscurum per obscurius.~ Karanlık olanı Aynı şey, nesnesi gözlenemeyen bir
aydınlatmak, onu açık olan bir şeyle ta- psikoloji için de geçerlidir. Böyle bir psi-
nımlamak yenne, daha. da karanlık koloji ruhun ölümsüzlügünü kanıtlama­
olan bir şeyle açıklamaktan oluşan ya kalkışmaz. Bundan dolayı, Ockham-
yanhşa verilen Latince ad. 1ı'ya göre Tanrı'nın birligi, sonsuzlugu,
Ockhamh William. Ortaçag felsefesinin, hatta varoluşu akıl yoluyla kesinlikle
1285-1347 yıllan arasında yaşamış karutlanamaz. Bunlar yalnızca imanın,
olan ünlü düşünürü. inancın konusu olabilirler. Tüın insan-
Tümeller konusunda neminalist bir larda ortak olan genel ilkeleri araştıran
görüş benimseyen, tümelierin gerçek metafizik boş ve temelsizdir, çünkü akıl
bir varoluşa sahip olmadıklarını, yal- dogmaları, eleştirilmeden öne sürül-
nızca agızdan çıkan bir sesten ibaret ol· müş temel inançları hiçbir zaman karut-
duklarını savunan Ockhamlı'ya göre, layamaz.
tümeller teorik bakımdan gereksiz olan Ockhamh William'a göre, vahye daya-
ögelerdir; ttümeller, çokluga, ortak nan hakikatler aklın sınınnı aşar. Willi-
degil de, yüklenebilir olan isimlerdir. am, bu iki alanı birbirinden kesin çizgi-
Ockhamh William, filozofların boşuna lerle ayırır. Bu anlayışta felsefe, eskiden
bir bireyleşim ilkesi aradıklarını, oysa, oldugu gibi, artık teolojinin, dinin hiz-
şeylerin ilk baştan beri birey olarak va- metinde degildir. Felsefe, onda bagım­
roldugu için, bireyleşmeye ihtiyaç duy- sız olmaya, kendi dünyasını bulmaya
madıklaruu, söyler. Öyleyse, açıklan­ başlar. Ockhamh ahlak konusunda
mak durumunda olan husus şudur: Bir iraded bir tavır sergiler, yani, akla ve.
birey ya da bireysel bir varlıkla başka bilmeye d~il de, iradeye üstünlük
bir birey arasında ortak hiçbir şeyin bu- tarur. Ona göre, bütün ahlak kuralları­
lwunadıgı dikkate almır.>a, zihin nasıl nın temelinde Tanrı'nın özgür iradesi
olup da aynı anda birçok bireye uygu· vardır. Bu özgür irade, ahlak kurallannı
lanan tümel ya da genel kavramlan istedigi gibi degiştirebilir.
oluştura bilmektedir? William, insan varhgının, Tann'ya ba-
Başka bir deyişle, metafiziksel bir bi- gımh olan yarablmış ve özgür bir var-
reyleşim ilkesine degil de, epistemol_, lık olarak, ahlaki bakımdan iradesini
jik bir tümelleşme ilkesine ihtiyaç du- tannsal i.riıdeye uydurması ve Tanrı ta-
yuldugunu söyleyen William, ilginin rafından konmuş ahlak yasasına uyma-
metafizikten uzaklaşıp epistemolojtye sı gerektigini söylemiştir: Rasyonel bir
kaymasına, felsefenin odak noktasına varlık olarak insan, bu yasaya uyması
bilgi konusunun geçmesine öncülük et- gerektit;ini bilmekle birlikte, bu yasanın
miştir. Manbk konusunda yazan ve içerigini, Tann'run buyruklanm bilme-
t Aristoteles'in on kategorisini, töz ve ni- yebilir. İşte bu durumda insana düşen,
okkasyonalizm 637

Tanrı'nın buyruklarına uygun düştügü­ kunılabile~gi veya aç!klcma bilecegi


ne inandıgı şeyleri yapmalıdır. Aksi problemini açıklamak üzere, Hallandalı
takdirde hareket etmek, ahlaki bakım­ filozof Arnold tGeulincx ve Fransız filo-
dan yanlış, dini bakımdan günah olur. zof Nicolas tMalebranche tarafından ge-
Ockhamlı'nan usturası [İng. Dekham 's liştirilmiş olan ve zihinle beden arasın­
razor; Fr. rasoir d'Ocklıam]. Tümelierin daki her tür ilişki ve etkileşimin Tann
insan zihninden bagımsız, nesnel bir aracıhgıyla gerçekleştigini savunan
varoluşa sahip olmadıklarını savunan akım.
Ockhamlı William tarafından öne sürü- Buna göre, okkasyonalizm, zihinle
len, ve varolanların sayısının, tümelie- beden arasında bir bag bulunmadıgını,
rin varoldugu öne sürülerek arttırılma­ zihinsel süreçlerle bedensel süreçler ara-
ınası, varolanlara ilişkin ögretilerde sında bir bag ve etkileşim olmadıgını
kullanılacak kavram ve açıklamalar söz savunan, psişik olaylarla bedensel olay-
konusu oldugunda, en basit açıklamaya ların ayn, fakat birbirlerine paralel dizi-
yöneliıunesi gerektigini ifade eden on- ler halinde varolduklanıu iddia eden
tolojik ve metodolajik tasarruf ilkesi. tparalelizmden farklı olarak, ziliinle
Örnegin bir baba ile çocuguna ek ola- beden arasında bir bag oldugunu ve bu
rak, babayı çocuga baglayan bir babalık bagın Tann'run müdahalesiyle kuruldu-
ilişkisinden ve dolayısıyla üçüncü bir gunu öne sürer.
varlıktan söz etmeme örneginde oldugu Başka bir deyişle, Descartes ruhla be-
gibi, varolanların sayısını gereksizce art- deni farklı özlere sahip olan mutlak bir
hrmamak gerektigini dile getiren ilkede, biçimde ayn ve bagımsız tözler olarak
Ockhamlı'nın usturası ifadesi, namina- düşündügü için, bu iki ayn tözün nasıl
list düşün ür Ockhaınh William'ın, feno- olup da birbirlerine etki edebildikleri
menleri açıklamak üzere öne süıülen sorusunu yanıtiayarnama güçlüg-üyle
birden fazla açıklama söz konusu oldu- karşı karşıya kalmıştı. Zira iki ayrı tö:z.,
gunda, açıklanmak durumunda olanı en tümüyle farklı olan özelliklerle tanım­
az sayıda açıklayıcı ilke ve kabulle açık­ landıgı, ruh özü düşünme, madde ya
layan, ve olabildigince çok olguyu açık­ da beden de özü yer kaplaina olan bir
lamayı başaran açıklamanın seçilmesi şey olarak gösterildigi için, mekan için-
gerektigini, en basit açıklamanın gerçek- de yer almayan bir tözün yer kaplayan
ligi oldugu şekliyle betimlemesi en bir töze etki edebilmesi olanaksız hale
muhtemel açıklama oldugunu savunan gelir.
görüşü için kullanılmak durumunda Descartes, bir yandan bu ikisi arasında
olan deyi.mdir. yarı-tözsel bir birleşme bulunması ge-
Ockhamlı William'a göre, varolaniann rektigini savunurken, bir yandan da be-
sayısı, zorunluluk olmadıkça arthnlma- yinsel süreçlerin ruhun duyum ya da
mahdır. Başka bir deyişle, tecrübemizi idelere sahip olmasında bir araneden ol-
açıklayabilmek için, yalnızca varoluşu­ dugunu söyler. işte, Descartes'ın bu dü-
nu varsayma ihtiyac duydugumuz şey­ şüncesini benimseyen bazı izleyicileri,
lerin varoldugunu kabul etmeliyiz, buna ruhla beden arasındaki aşikar ya da
karşın, kendilerine ihtiyaç duyulmayan gözle görülür bagı, Tanrı'nın ruha, be·
şeyler, dünya görüşümüzün dışında densel süreçleri birer vesile ya da arane-
hıtulmalı ya da başka gerekli şeylere in- den olarak kullanmak suretiyle ideler
dirgenmelidir. koydugunu söyleyerek açıklamaya ça-
okkasyonalizm [Ing. OcCilSionalism; Fr. Oc- lışmışlardır.
cASionalis~; Al. OklaJsionDlismus). Arane- Söz konusu akım ya da genel tezin
dendlik. Descartes'ın metafiziginin do- temel kabulleri şunlardır: 1 Zihin ve
gurdugu çok önemli bir problemi, yani beden, birbirlerinden tür bakımından
zihinle beden arasındaki ilişkinin nasıl farklı olan iki ayn gerçeklige karşılık
638 okul

gelir, öyle ki onlar hiçbir şekilde birbir- degil de, isim olarak alındıgında, dog-
lerini etkileyemez ve onların arasında rudan dogruya yorum.
karşılıklı bir etkileşim söz konusu ola- Okuma eylemini gerçekleştiren kişiye,
maz. 2 İkinci olarak, zihin ve bedenden belli bir yorum üreten kimseye ise okur
her biri kendi yasalarına göre işler ve adı verilir. Modern düşüncenin eser
işlevlerini yerine getirir. yazan, mesaj aktaran yazara büyük bir
Ve nihayet, 3 okkasyonalizme göre, önem verdigi yerde, postmodem dü-
zihin ve bedeni birbirine Tanrı baglar şünce okuma ya da yoruma ve dolayı­
ve Tanrı onlann faaliyetlerini birbirleri- sıyla okura büyük bir agırlık verir.
ne uyumlu hale getirir. Zihin ve beden Buna göre, anlam üreten yazar degil de,
arasında var gibi görünen dogrudan et- okurdur. Zira, o okuma eylemi sırasın­
kileşimi, bedeni, zihnin istemesi üzeri- da boşlukları daldunnada özgür olup,
ne harekete geçiren ve bedenin öteki belirsizlikleri giderir.
maddi nesnelerle karşı karşıya gelmesi olan/olması gereken ayınmı [İng. is/ought
üzerine, zihne düşünceleri yerleştiren dichotoıııy] Olguyla degerin, olanla ol-
Tanrı saglar. ması gerekenin iki farklı, bagdaşmaz
Örnegin, eline bir portakal almak iste- ve birbirine indirgenemez alan meyda-
yen ldşi, bu istegini gerçekleştirirken, na getirdigini, bundan dolayı, olgulara
onun zihninin bedeni üzerinde dogru- ilişkin tasvir ya da betimlemelerden,
dan bir etkisi yoktur; onun bu eylemi is- ahlaki kanaat ve deger yargılarına,
temesi, Tanrı'nın o kişiye kolunu uzat- olandan olması gerekene, olgudan ideal
hnnası için bir aranedendir; eli portakalı olana geçmenin, olguları konu alan bir
kavradıgın.da da, portakalın zihin üze- gözlemden ahlaki kural ve ilkeler çı­
rinde dogrudan etldsi olamaz. Bu do- kartmarun imkansız oldugunu, örne-
kunma, Tanrı'nın portakalın yumuşak­ gin, insanların sözlerini tuttukları (ya
Iıgıru ve serinligini ona iletmesi için bir da tutmadıklan) gözleminden, 'İnsan­
aranedendir. lar, her koşulda, sözlerini tubnalıdır!'
okul [Latince 'boş zaman' anlamına ilkesinin çıkarsanamayacagını dile geti-
gelen schole'den; Os. mektep; İng. school; ren ayınm.
Fr. er.ole; Al. schule]. 1 Genç insaniann Olanla olması gereken arasındaki ayı­
toplu olarak ögreniın görmelerini sag- mn, modem felsefenin epistemolojiyi
layacak şekilde düzenleruniş olan, egi- ön plana çıkartan tavrının bir sonucu
timsel formasyon amaçlı kurum. olmak durumundadır. Bu çerçeve için-
2 Felsefede, Aquinalı Thomas'tan de, ahllli bilgi teorisinden ayll'lt\ak için
sonra, temel ilke ve kategorilerini Aris- çaba gösteren modem düşüncede, bilgi
toteles'ten alan okul ve üniversitelerin olana baglanırken, ahlak olması gere-
felsefi ve teolojik ögretilerini nitelernek ken ile ilgili bir alaru meydana getirir.
için kullanılan terim. 3 Felsefi konu ve Buna göre, iyi, kötü, d~er, özgürlük,
problemlere bakış ve yaklaşım açısında ödev, sorumluluk v. b. g., ahlaki kav-
açısında, görüşleri arasında benzerlik ramlarla olgu kavramları arasına mo-
bulunan filozofların oluşturdugu birlik. dern düşüncenin koydugu olan/ olması
okuma [İng. reading; Fr. lecture]. 1 Bir gereken karşıtlıgı, en azından iki yüz-
metni, özellikle içerigini degerlendir- yıldan beri ahlakrn yerini belirlemede
ınek, aktarmak istedigi mesajı anlamak başlıca ölçüt haline gelmiştir.
için gözden geçirme, inceleme eylemi. 2 Bu, felsefede, nkçag ve Ortaçag düşün­
Bir metnin çözümlerunesi, ne anlama ge- cesinden tümüyle farklılık gösteren bir
lebildiginin belirlenmesi amacıyla yo- durum yaratnuştır. Söz konusu kliisik
rumlanması. 3 Bir araştırmacı yada dü- dönemlerde, olgudan ahlak, ahlaktan da
şünürün eser ya da eserler külliyatına olgu çıkar. Varlıgın degerle dogdugu
belli bir anlam yüklerunesi. 4 Fiil olarak İtk ve Ortaçag insanı için, olan/ olması
olasılık 639

geı·eken ayrıını söz konusu olamaz. yalnızca dogru olma olasıhgı digerle-
Oysa, modern düşünce açısından bu rinden daha yüksek olan olasıh görüş­
ayınmm yapılmaması, kanşıklık, spe- ler bulundugunu öne süı·en, mutlak
külasyon ve ınetafizige yol açar. Olguya dogruluk idealinden vazgeçer~k, olasılı
deger yüklemek, bilgiye inanç kabnak, görüşlere baglanan, manngın görevi-
evreni Tanrı'ya baglamak, bilgi düzeyin- nin dogruyu yanlıştan ayırmak degil
de kahndıgı sürece imkansızdır. Zira de, düşüncelerin dogru olma şans ya
bilgi dedigiıtıiz şey, duyu verileriyle da olasılıklarını ölçmek oldu~unu belir-
aklın sentezinin bir ürünüdür; duyu ve- ten anlayış.
rileri ise, bize ne genel geçer bir deger, Olaylara ilişkin olarak, tecrübi ve ras-
ne de dogaüstü bir giicü verir. Öyleyse, yonel açıdan, öndeyide bulunulabilece-
teoloji, ahlak ya da metafizik, bilgiye gini, fakat böyle bir öndeyide, mutlak
temel yapılamaz. kesinligin degil de, yalnızca olasılıgın
Blmunla birlikte, insanın bir de ahlaki söz konusu oldugunu savunan felsefi
yaşamı oldugu unutulmamalıdır. Dola- görüş olarak olasıcıhk, kesinlik yerine
yısıyla, bu yaşaını aniayıp teınellendir­ olasılıgın, incelenmekte olan fenomen-
me kaçınılmaz bir zorunluluk olarak or- terin karmaşıklıgının ve insanlıgın
taya çıkar. Modem insan ya da düşünce halihazırdaki yetersiz bilgi düzeyinin
açısından, ahlaki yaşam Yunanlılarda sonucu oldugunu ifade eder.
oldugu gibi, dogal düzenin; Ortaçag dü- 2 Olasıhcıhk, söz konusu temelden ha-
şüncesinde oldugu gibi, tanrısal düze- reketle ve an1am genişlemesi yoluyla,
nin bir uzantısı olarak görülemez. İnsan gerçekligin kendisi bütünüyle rasyonel
ahlak alanında nedenselligin hüküm bir sistem olmadıgı, akla uygun bir
sürdügü dogada rastlanmayan kendine düzen sergilemedigi için, gerçeklik hak-
özgü bir yaşama biçimi oluşturur; ken- kında m utlak bir kesinlig e ulaşmanın
disine amaçlar, hedefler koyar, seçimler- imkansız oldu~nu, şeylere ve insan
de bulunup kararlar alır. Dolayısıyla, davranışına ilişkin olarak yalnızca ola-
insanın ahlaki yaşama biçimi, ahlak ol- sılı bir bilgiye sahip olabilecegimizi 1
gusunun bizzatihi kendisi dogal bir ol- makül bir insana düşenin de olasdı bir
guymuşcasına ele alınamaz. Ahlak ala- bilgiyle yelinmek oldugunu öne süren
nında insan yaşamı, olandan bagımsız görüşü de ifade eder.
olarak bir olması gerekene göre anlaşıla­ 3 Olasılıcılık, ahlak felsefesinde ise, bir
bilir. Olması gereken, öyleyse, olandan. eylemin ahlaki dogruluguna karar verir-
olgulardan bagımsız olarak. insaniann ken, eylemin aktüel sonuçlannın degil
ve toplumlarm inanıp baglandıklan, de- de, muhtemel sonuçlannın dikkate alın­
gişen degerlerde, ideallerde, ahlaki buy- ması gerekligini öne süren ögretiye kar-
ruk ve yasalarda bulunmak durumunda- şılık gelir.
du. olasılık [Os. i1ıtimaliyet; İng. probability;
olandan olması gerekene geçme yanbşı Fr. probabiliM; Al. probabiliit}. ı İhlimali­
[İng. phallııcy of is to oughl]. Betimleyici, yet, raslanhsal ya da olumsal olma,
tasvir edici önermelerden kuralkoyucu mümkün ya da ihtimal dahilinde bulwı­
bir sonuca, olgulardan normlara geçen, ma durumu. Bir şeyin olabilme, gerçek-
olandan olması gerekeni çıkarsayan for- leşebilme durumu, olabilirligi; gerçek-
me) olmayan yanlış türü. leşme ihtimali 2 Daha özel olarak da,
olasıcıhk [Os. ihtimaliyye; İng. probabi- matematikte, bir olayın gerçekleşme
lism; Fr. probabilisme; Al. probabilismus ). ı şansını hesaplama işlemine, bir olay için
Epistemolojide, olahsıhk kavramuurun elverişli durumlann olası bütün durwn-
merkezi bir rol oynadıgı bilgi görüşleri­ lara oranı. Buna göre, olayiann gerçek-
ni ya da bilimsel yöntem anlayışlannı leşme şanslarının yüzdesini bulmaya
tanımlamak için kullanılan terim. Mut- hizmet eden kurallan ele alan matematik
lak dogruluk ve kesinlik olmadıgını, daima, oltıSılıklar hestJbı adı verilir.
640 olay

Olas:lıgın özünü ortaya koymak, doğa­ Bu baglarnda olgularla, ctogal oluşum­


sını ifade etmek üzere çeşitli teoriler larla ilgHi olma durumu olgusal sıfahyla
öne sürülmliştür. Buna göre, I klasik ola- ifade edilir. Nitekim, önermeler episte-
sılık teorisi, bir olayın ortaya çıkma şan­ molojik degerieri bakımından sınıflan­
sının, gerçekJeşme alternatifinin olanak- dıklarında, formel ya da mantıksal öner-
lı tüm diger alternatifiere oranından melerin karşısında yer alan önerme
meydana geldigini dile getirir. Il Man- türüne olgusal önenne denmektedir. İçe­
tıksal bağıntı teorisi, olasılıgı, veri ve ka- riksel önerıne olarak da bilinen olgusal
nıtlarla sonuç arasındaki mantıksal bir önerme, dogruluk degeri deneyim ya da
bagıntı haline getirirken, olasılıga öznel gözlem yoluyla saptanabilen, bize dış
bir bakış açısından yaklaşan teori, ola- dünya hakkında bir şeyler söyleyen
sılıgı inanç dereceleri aracılıgıyla analiz önennedir. Olgusal bir önerınenin dog-
eder. A priori ya da teorik olasılık olarak ruluk ya da yanlışlığı zorunluluk taşı­
da bilinen söz konusu olasılık görüşü­ maz, çünkü söz konusu önermenin dog-
nün karşısında, III tümevarımsal ya da ruluk ve yanhşlıg1 yeni olgu ya da
enıpirik olQ.Sılık olarak da bilinen nesnel verilerle her zaman degişebilir. Olgusal
olasılık görüşü, bir olayın gerçekleşme
önennelere aynı zamanda empiri.k öner-
şansını belirlerken matematiksel yön-
meler, a posteriari önermeler, sentetik
temleri uygular. Bu çerçeve içinde, IV önermeler ve totolojik olmayan önerme-
frekans teorisi, olasılıgı, bir şeyin ortaya ler adı verilmiştir
çıktıgı durumların ortaya çıkabilecegi
Yine aynı anlam içinde, olgularla ilgili
oluınsal hakikatlere, olgusal doğru adı
dunımlara oranıyla tarumlar.
verilir. İlk kez tLeibniz'in yaptıgı ayrı­
olay [Os hadise; İng. ~ent; Fr. evenement;
ma göre, deneyim, tecrübe yoluyla bili-
Al. ereignis). Ortaya çıkan, olup biten
nen ve bir neden olmadan hiçbir şeyin
şey ya da dunun; dikkati çeken ya da
ortaya çıkamayacagını belirten yeter
çekebilecek olan her türlü oluşum. neden ilkesine dayanan do~u olarak
Bir degişıne ortaya koymakla birlikte, olgusal do~, zorunlu degil de olum-
zaman içinde uzun süre boyunca devam sal olan, yani karşıtını düşünmenin
etmeyen hal olarak olay, bir şeyin nite- mümkün oldugu, dış dünyayla ilgili a
liklerinde, sıfatlannda, bagıntılarında posteriari do~ruyu tanımlar.
söz konusu olan degişimi; varolan şey­ olgu/değer ayırımı [İng. Jact/value distinc-
ler arasında ortaya çıkan bir de~işme, tion; Fr. distinction entre le fait et la vale-
etkinlik ya da süreçi; başka şeylerle ne- ur]. İlk kez İngiliz empirist Eilozofu
dense! ilişkiler içinde bulunan nesnele- David tHume tarafından öne sürülen
rin yol açtıgı oluşumu tanımlar. ve akla dayanan, rasyonel bir ahlakm
olgu [Lat. factum; Os. vakıa; İng. fact; Fr. temellerini yıkan ayırım. Olgusal ve
fait; Al. tatsache]. 1 Aktüel olarak ortaya ahlaki ya da içeriksel ve deger biçici
çıkan, gerçekleşen olay, nitelik, bagıntı olmak üzere, iki sınıf iddia, önerme ara-
ya da durum, tarhşılmaz, yadsmmaz sında bir ayının yaparak, söz konusu
olarak, tartışılmazcasına, inkar edile- sınıflardan birinin öncüileri ya da so-
mezcesine kabul edilen şey. 2 Dilden, nuçlanrun diger sınrfın öncül ya da so-
düşünceden bagımsız olarak ortaya nuçlannı gerektinnedigi gibi, diger suu-
çıkan oluşum; dogru bir türnce ya da hn öncül ya da sonuçlanna içermedigini,
önermeye dış dünyada karşılık gelen birinden digerine geı;rnenin ınümkün ol-
şey. 3 Tespit edilmiş, bilimsel incele- madıgıru savunan ayırım ve görüş.
meye elverişli ve bir deney konusu ya- Deger yargısı içeren, deger biçici öner-
pılabilecek dogal olay. 4 Oluşum süreci melerin olgusal önermelerden bütünüy-
içinde veya başka bir şeyin emaresi le bagrmsız olduklarına ve dolayısıyla,
olarak gözlemlenmiş olay. bütün olgular veıilmiş veya bilinmekte
olumlu 641

olsa dahi, belli bir hal ya da duruma nımladıgı bütün insanların bir gün öle-
nasıl deger biçilecegi sorusunun yarut- cekleri olgusunu ihtiva eder.
sız kalacagını söyleyen görüş, aynı za- Olgusallık, şu halde, varoluşçu felsefe
manda olgu/değer ikicilili diye bilinir. açısından, bütün insani eylemler için
olgu karşıtı [İng. counterfactual]. Önbile- kendisinden kaçınılmaz olan zorunlu
şeni yanlış olan, yanlış oldugu bilinen temele, vazgeçilmez zemine karşılık
koşul önermesini, geçmiş zamanda ku- gelmektedir. Nitekim, Sartre'a göre, ol-
rulan koşullu önenneyi nitelernek için gusallık insanın varolmayı seçmeksizin
kullanılan sıfat. dünyaya gelmesine ve sınırlı olmasına
Geçmiş zamanın parçası oldugu ifade yol açan insanlık durumunu ve biz in-
edilen bir koşulun yerine gelmemiş ol- sanlann sadece bizim eserimiz olınayan
masından ve geçmiş zamana yollanan durumlar içinde özgür olabilecegimiz
koşullann artık gerçekleşme, yani olgu- gerçegini ifade eder. Eylem özgürlügü-
sal olanın bir parçası olabilme duru- müzü, koşullarımızı aşabilme güç ve
mundan yoksun bulunmasından dolayı, yetenegimizi, her zaman bir olgusallık
bu tür önermeler olgu karşıh bir duru- zemini üzerinde, seçmedigirniz bir de-
mu dile getirir. Tarihsel bakımdan olgu gerler sistemi ve kimlik yoluyla hayata
karşıh olan söz konusu önermeye ek geçirebiliriz.
olarak, bir de dogrulugu olgusal, deney- olumlu [İng. müsbet; İng. positive; Fr. posi-
sel bir Sl1\all\a ve degerlendinneye konu t~f. Al. positiv]. 1 Genel olarak, olumsu-
olamayan olgu karşıtı koşullu önerme- zun karşıtı olan, bir niteligin varlıgıyla
lerden söz edilebilir. Ömegin, 'Güneşin belirlenen; 2 amaca, istek ve beklentile-
enerjisi 10% ölçüsünde azaltılsaydı, re uygun olan; 3 yapıcı olan ve 4 tasdik
dünyada yaşam olamazdı' gibi olgu eden için kullanılan sıfat, niteleme.
karşıtı bir önerme, teknolojinin ötesinde Buna göre, olumlu bir terim ya da kav-
kalan bir önermedir. ram -li, -lı ekiyle kurulan ve bir niteli-
olgusallık [İng. facticitıj; Fr. facticiti]. Bir gin varoluşunu ifade eden (bilgili) bir
olgu olmayı veya temelde, insanın terim ya da kavram iken, olumsuz bir
özgür seçinline bagh olmayan olgusal kavram -siz, -sız ekiyle kurulan, bu şe­
koşulları tanunlayan özellik. kilde kurulmasa bile, bir niteligin yok-
Olgusallık terimi varoluşçu felsefede, lugunu bildiren bir kavramdır (cahil,
özellikle de tHeidegger ve tSartre'da bilgisiz). Bazı düşünürler, sonlu ya da
büyük önemi olan bir terimdir. Bu bag- sınırlı kavramını, li)nır düşüncesi bir
lamda olgusallık, insan varoluşunun, olumsuzlamayı ifade ettigi için, olum-
onun içinde bulundugu durumlar, gö- suz bir kavram olarak görmüşlerdir.
güslemek durumunda oldugu degiş­ Buna karşın, sonsuz kavramı da, sını­
mesi imkansız olgular ya da koşullar nn, sonlulugun bir olumsuzlaması ol-
tarafından tanunlanan, belirlenen boyu- dugundan, olumlu bir kavramdır.
tunu ortaya koyar. Buna göre, olgusal- S Yine olumlu ya da pozitif olan, dogal
lık herşeyden önce kişinin seçimine olana, do~ştan getirilene karşıt olan-
bagh olmayan, onun üzerinde hiçbir dır. Buna göre, pozitif hukuk, dogaı hu-
etki ya da kontrolünün bulunmadıgı, kuga, insaniann iradelerinden bagımsız
dogum yeri ve tarihi, annc-babasının olan ve insaniann dogalarında temelle-
kimligi, temel özellik, yetenek ve yeter- nen dogal yasalara karşıt olarak, sonra-
sizlikleri benzeri olgusal aynnhları ihti- dan hazırlanmış olan yazılı hukuktur.
va eder. Olgusallık ikinci olarak, bir 6 Ve olumlu, nihayet, tarhşma götür-
kişi ya da kişiler yerine, genel olarak mez bir tarzda kurulmuş, ifade edilmiş
bir insan ·olmakhgm özünde varolan olan, geçerliligi herkesçe kabul edilen an-
vakıa ve sınırları, ömegin Heidegger'in lamına gelir. Buna göre, az ya da çok
'ölüm karşısındaki varlık' olarak ta- keyfi olan, herkesçe kabul edilmeyen
642 olumsallık

hipotezler içeren metafizik sistemlerine nun zorunlu olmaması, bütün bir yara-
karşıt olarak, pozitif bili~ler, her zaman dılışın Tanrı'nın özgür iradesine baglı
dogrulanabilir, önermelen herkes için olması durwnunu gösterir. Dünyanın
geçerli ve test edilebilir olan bilgi öbekle- olumsallıgı, teolojide, Tann'nın varolu-
ıidir. şu için bir kanıt olarak kullanılmıştır.
olumsallık [Lat. contingentia; İng. contin- Kanıta göre, dünya varolmayabilirdi
gency; Fr. contingence, eventualite; Al. kon- ya da oldugundan başka türlü olabilir-
tingenz, zufaeligkeit]. 1 Metafizikte, varo- di. Kendinde, kendi varlık nedenini ba-
luşu zorunlu olmayan, varoluşu söz rındırmayan, bundan dolayı varoluşu,
konusu ve hatta çok muhtemel olmakla zorunlu degil de, olumsal olan dünya-
birlikte, zorunlulukla varolmayan varlı­ nın nedenini başka bir yerde aramak
gın, gerçekleşmesi zorunlu olmayan gerekmektedir. Olumsal olan, zorunlu
olayın özelligi. Zorunlu ve imkansız ol- olanı varsaydıgı, aksi takdirde sonsuz-
mayan herşey. ca geriye gidiş problemiyle karşılaşıla­
Ortaya çıkabilen, fakat ortaya çıkışı cagı için, dünyanın nedeni, varoluşu
kesin ve zorunlu olmayan, gerçekte va- zorunlu olan, yani kendisinin dışında
rolmayabilen ya da oldugundan başka bir nedene baglı olmayan varhk olarak
türlü olabilen, bir doga yasası tarafın­ Tanrı'dır.
dan gerektirilmeyen, varoluşu başka Öte yandan, olumsallık, mantıksal
bir şeye baglı olan şeyin ôzelligi olarak olumsallık ve fiziki olumsallık olarak
olumsallık, bir olay ya da olgunun, ken- ikiye ayrılır. Bunlardan mantıksal olum-
dileri de zorunlu olmayan başka olgu- sallık, mantık yasaları, fiziki olumsallık
lara zamansal ya da nedensel olarak ba- ise; doga yasaları bakımından olumsal
gımJı olması durumunu tanımlar. olma, zorunlu olmama anlamına gelir.
2 Manllkta, bir önermenin zorunlu ola- Yine aynı baglamda, akıldışı olanla
rak dogru olmaması, yani, konusunun rasyonel olan, aktüel olanla mantıksal
önennenin kendisine dışsal olan etken- olan ve yaradılışla da dünyanın ezeli
Iere baglı olmasından dolayı, önerme- ebediligi ve zorunlulugu arasında nasıl
nin inkarının bir çelişki yaratmaması ve bir ilişki bulundugunu açıklama :ve bi-
dolayısıyla manilksal olarak mümkün rincileri ikincilere baglayarak olumsallı­
olması durumunu ifade eden olumsal- gı aşma problemine olumsallık proble-
lık, dogru olabildigi gibi, yanlış da ola- mi adı verilmiştir.
bilen, dogruluk ya da yanlışlıgı, düşün­ olumsal varhk [İng. contingent being; Fr.
ce yasalanna ya da önermenin kendisine €tre contingent]. Dogadaki varll:klar için,
detil de, önermeye dışsal olan etkeniere varolmalan kadar varolmamalan da
baglı olan öneımenin özellitidir. Buna olanaklı olan nesneler ya da şeyler için
göre, 'çantamm içinde dört kitabın bu- kullarolan terim.
lundugunu' bildiren önenne olumsal bir Bu tür varlıklar, varoluşlan zorunlu ol-
önenne iken, 'çantamın içinde, iki çift ki- madıgı: her zaman varolmayıp, yaratıl­
taptan dört kitap oldugu' önennesi, zo- mış olduklan, yok olup gittikleri için
runlu bir önennedir. olumsal varlıklardır. Aquinalı Thomas'a
3 Olum.sallık, epistemolojide, dış dün- göre, ömegin, bir agacın varolmadıgı
yaya ilişkin olan ve dolayısıyla mantık­ bir zaman vardı; o, şimdi var olmakta-
sal yollarla degil de, deneyimsel yollar- dır ve bir gün varlıktan çıkacaktır. Agaç
la kazanılan ve bu nedenle kesin olarak için varolmama, iki anlamda düşünül­
degil de, yalnızca muhtemelen dogru melidir. Birincisi, onun hiç varlıga gel-
olan bilginin özelligini ifade eder. 4 Te- memiş olması mümkündür; ikincisi ise,
oloji alanına girdigimizde, olumsallık o bir kez varolunca, açıktır ki, belirli bir
varolan her kişi ya da şeyin varoluşu- süre sonra yok olup gidecektir.
onikinci yü:ıyıJ röne.sansı 643

Oiumsal varlık kavramı, bu çerçeve türlü olmasısüreci.


içinde Zorunlu bir Varlık olarak Oluş kavramını felsefeye sokan He-
Tann'nın varoluşunu kanıtlamada kul- rak.Jeitos olmuştur. Ona göre, varlıklar
lanılrruştır. Buna göre, eger gerçeklikte- dogar ve yok olur; şeyler sürekli bir ha-
ki herşey yalnızca olwnsal varlıklardan reket, aralıksız bir 'oluş' içindedir. Bu
oluşuyorsa, hiçbir şeyin var olmadıgı oluş, dogum ve ölüm, soguk ve sıcak,
bir zamandan söz edebiliriz. Öyleyse, büyük ve küçük gibi karşıtların çatış­
var olan herşey olwnsal varlıklardan masından dogar.
meydana gelmez. Olumsal varlıklann tPlaton'un felsefesinde ise, oluş, ezeli-
dışında, bir de zorunlu varlık olmalıdır. ebedi, degişmez, mutlak, kalıcı İdeala­
Zorunlu varlık var olmaması mümkün rın oluşturdugu varlık alanının karşı­
olmayan varlıktır ve bu zorunlu varlık sında yer alan, ve değişmeyle belirlenen
da Tann'dır. Olumsal varlık1ara neden gündelik duyu deneyi dünyasına veri-
olan, onlara varoluş veren varlık. işte len addır. Modem felsefede ise, tHegel
bu zorunlu varlıktır, yani Tann'dır. ve daha sonra da tMarks, oluş üzerine
olumsuzculuk [İng. negativism; Fr. diyalektik bir kavrayış geliştirmişler­
nigativisme; Al. negativismus]. Genel ola- dir. Buna göre, karşıtların çahşması,
rak, öme~n bilgininimkansız oldugunu oluşun anlan olan tez, antitez ve sentez-
savunan tkuşkuculuk, Tanrı'nın varo- le açıklanır. Yine, evrimci teoriler de
lup olmadıguun bilinemeyecegini öne oluş fikri üzerinde temellenir
süren tbilinemezcilik ya da evrende iyi onikinci yüzyıl Rönesansı [İng. Twelfth
olan hiçbir şey bulurunadıgını öne century Retıaissarıce; Fr. Retıaissance de
süren tkötümserlik türünden. olumsuz dou:zieme siicle]. Rönesans Avrupa'da 15.
bir ilkeye dayanan, ve dolayısıyla olum- yüzyılda yaşanan, ve hümanizm akmu-
suzlu~ benimseyen felsefe türü. na ek olarak, felsefe, bilim, edebiyat ve
2 Daha özel olarak da, başkalarının sanat bakımından kllisik çaga, antik Yu-
ögüt ve önerilerini kabül etmeme, onla- nana dönüşle belirlenen tarihi bir
ra karşı çıkma (edilgen olumsuzculuk), dönem olmakla birbkte, 12. yüzyıl O~ta­
başkalannın önerilerine aykırı bir bi- çagında, daha sonraki Rönesansı belli
çimde eyleme (etkin olumsuzculuk) ölçüler içinde hazırlayan ve İslam dün-
tavrı, inatçılık yasından Latinceye yapılan çevirilerle
olumsuz teoloji [Os. menji ilahiyat; İng. belirlenen döneme verilen ad.
negalive theology; Fr. thiologie negative; Bu dönemde, Arapçadan Latinceye ya-
Al. negativ theologie]. Sonsuz ve yüce bir pılan çeviriler Batı'daki tefekkür faaliye-
güç, tinsel varlık olarak Tanrı'nın sonlu tini canlandırmıştır. Bu çeviriler zaman
bir varlık olan insanı her bakımdan çok zaman Sicilya'da, zaman zaman İstan­
aştıgını ve dolayısıyla, insan tarafından bul'da, fakat sistematik ve kurumsal ola-
anlaşılamayacaguıı, Tanrı'nın temel rak İspanya'da, Toledo'da gerçekleştiril­
özellik ve sıfatlaruun hiçbir şekilde bili- miştir. Daha çok matematik, bp ve
nemeyecegini, Tann'run ne oldugunu, felsefe alaruru kapsayan bu çeviriler yo-
ancak O'nun ne olmadı~ru bilmek su- luyla, Batı dünyası, Yunan bilim ve fel-
retiyle bilebilece~mizi öne süren teoloji, sefesini ve bu arada İslam felsefesiili
ilMllyat türü. tüm aynntılanyla taruma olanagı bul-
olut [Os. tekeuvün, ti!Jroin; Lat. jim; İng. muş, çeviriler Batı Avrupa'da gerçek
becoming; Fr. devenir; Al. werden]. Bir va- bir şok dalgası yaratmış, kültür ve ög-
roluş formu ya da düzeninden başka rerunenin yalnızca belli bir gelene~ ko-
bir varoluş formu ya da düzenine geçiş. rumakla ilgili bir konu olmayıp, yeni ve
Bir şeyin gizil gücünü, imkin.lannı ger- bilinmeyen düşünceleri ele alıp deger-
çekleştirmesi, dogal amacına, hedefine lendirmekle ilgili bir konu oldugu anla-
ulaşması durumu,· oldugundan başka şılmıştır.
644 ontoloji

ontoloji [İng. ontologı;; Fr. ontologie; Al. on- Ontolojiyi epistemolojiye tabi kılan
tologie). ttik felsefe olarak da bilinen ve tKant ise, varlıgı oldugu gibi inceleme
teolojiyle benzerlikleri olan, zaman düşüncesine karşı çıkmış ve varlık so-
zaman metafizik anlamına gelecek şekil­ rununun bilginin koşullarııun incelen-
de anlaşılıp, bazen de metalizigin bir mesine baglı oldugunu söylemiştir. Uiş­
dalı olarak görülen felsefi disiplin. Meta- kiyi tersine çeviren tHeidegger'e göre
fizigin, tek tek nesne ve olaylarla degil ise, ontoloji temel olup bilgiyi temellen-
de, genel olarak varlık problemiyle ilgili dirir. tHusserl de ontolojiyi ayru genel
olan dalı; varlıgı varlık olarak, varlık çerçeve içinde ele alıp ikiye ayırmıştır.
olmak bakımından ele alan bilim; varo- Bunlardan varlıgın belli bir ke~imine yö-
lan tikel şeyleri degil de, varlıgın kendi- nelen ve bu kesimin özlerinin maddi, ak-
sini, varlıgın temel özelliklerini konu tüel oluşumlaruu göz önüne alan onto-
alan, somut varlıgı araştırmak yerine, lojiye maddi ontoloji adı verilir. Buna
varlıgı soyut bir biçimde araştıran ve karşın, mümkün tüm ontolojileri içinde
'varlıgın varlık olmak bakınundan dega- barındıran ve maddi ontolojilere, hepsi
sının ne oldugu', 'varlıgın kendi başına için geçerli formel yasalar bütünü sagla-
ne oldugu' sorulanrusoran felsefe dalı. yan ontoloji, Husserl tarafından fonııel
Gerçekligin yapısını ve degasını var- ontoloji diye tanunlarunıştır.
lık, oluş, degişme, zaman, mekan, öz,
Analitik. felsefe açısından ise, ontoloji·
zorunluluk, yokluk, edimsellik gibi ka- neyin varolduguyla ilgili olan genel bir
tegorileri kullanarak, olabildigince kap- teoriden başka hiçbir şey degildir.
sayıcı bir tarzda açıklamaya çalışan fel-
2 Ontoloji, biraz daha özgül bir anlam
sefe türü olarak ontoloji, varlıgın temel içinde, varlık türleriyle bu varlık türleri-
ilkelerini konu alıp, bir kategoriler ögre- nin birbirleriyle olan ilişkisinin tüketici
tisi ortaya koyar ve nihai ve en yüksek bir listesini ifade eder. Dünyayı ve dün-
gerçekligin, Mutlak Varlıgırt, Bir olanın, yarun belli bir bölgesini ya da alaruru
Ideaların dogasııu ifade etmeye, dtş
anlayabilmenin yolu, o alanda varolan
dünyada varolan şeylerin varoluşlan ya da varolabilen şey türleri, eniann
için, nasıl söz konusu gerçeklige baglı varlık koşulları, birbirleriyle olan ba-
oldugunu göstermeye çalışır. Buna
gımlılık ilişkileri üzerine açık veya
göre, ontoloji var olmanın ne oldugunu,
örtük birtakım kabullerde bulunmaktan
var olmarun ne anlama geldiğini konu
geçligine göre, buradan hareketle her bi-
alır ve çeşitli şeylerin, ömegin düşün­
celerin, matematiksel nesnelerin, tümel- limin kendine ait ve özgü bir ontolojisi
lerin, algının nesnelerinin hangi anlam oldugu söylenebilir. öriıegin, sosyoloji-
içinde varoldugunun söylenebileceğini nin ontolojisi kişileri; kururnlan, yapı­
araştırır.
lar, normları, ilişkileri, v. b. g., kapsar.
Ontoloji terimi ilk kez olarak, 17. yüz- ontolojik görelilik [Ing. ontologicııl relati-
yılda, 'metafizik' teriminin muglaldık vity; Fr. re/ativitt ontologique; Al. onto/o-
veya anlam belin;izliginden sakınmak gisch re/ativiliil). Çagdaş mantıkçı pozi-
amacıyla kullanılmıştır. Terimi ilk kez tivist tQuine tarafından öne sürülmüş
olarak kullananlardan biri tleibniz'dir. olan ve varolanların benimsenen dile
Christian tWolff ise, ontolojiyi varlık ya da teoriye göreli olduklanru, neyin
olmak bakımından varlıgın genel bilimi varoldugunun, ancak bir teori bagla-
olarak tanımlarken, onun kavramsal mında söylenebilecegini, varolaniann
çerçevesini çizmiş, konulanru belirle- belirleyicisinin teorik ya da kavramsal
miştir. Buna göre, ontolojinin üç ana çerçeve oldugunu savunan görelilik an-
kısmı ya da dalı, sırasıyla dünya teorisi layışı için kullanılan terim.
olarak genel kozmoloji, ruh görüşü ola- Ote yandan, teorik ya da kavramsal çer-
rak rasyonel psikoloji ve Tann'ya dair çeveye bagımlı ya da göreli olan varlıga;
bir teori olarak da dogal teolojidir. veya bilginin konusunu oluşturan, bili-
ontoloji olarak meta.fizik 645

nen, tasarunlanan, iıngelenen, algılaHan da, mutlak olarak yetkin olan, fakat va-
epistemolojik nesneden farkJı olarak, rolmayan bir varlık kavramırun kendi
dış dünyada gerçekten varolan nesneye; içinde çelişik bir kavram oldugunu söy-
epistemolojik nesnenin dış dürıyadald leyebiliriz.
karşılıgına; varoluşu öznenin bilgisine, Çünkü varolmamak, 'mutlak olarak
bilme faaliyetine baglı olmayan nesneye yetkin olmamak' demektir. Bu durum-
ontolojik nesne adı verilir. da, yalnızca zihinsel bir kurgu ya da fik-
ontolojik kanıt [İng. ontological argument; siyondan ibaret bir şey olacak olan mut-
Fr. preuve ontologique]. Tann'nın varolu- lak olarak yetkin bir varlık, yetkinlik ya
şunun en yüksek ya da en yetkin varlık da tamlık kavramının temel bir ögesin-
olarak Tanrı tanımından zorunlulukla den yoksun olacaktır. Kanıta göre,
çıktıgını gösteren kanıt ya da delil. başka bir kavramı, bu kavramın göster-
Diger Tanrı kanıtlarından, hiçbir tec- digi şeyin varoldugunu düŞünmeden
rübf veriye dayanınamak, başka Tanrı tasadamak olanaklıdır. Fakat 'mutlak
kanıtlarının dünyanm ve dünyadaki olarak yetkin varlık' kavramının tanımı,
nesnelerin ve organizmaların dogasına zorunlu olarak yetkin bir varlıgın varo-
ilişkin gözlemlere dayandı~ yerde, göz- luşunu gerektirir.
leme hiç yer vermeyip, tümüyle akla da- Ontolojik karuta yöneltilen eleştirilerin
yarunak bakınundan farklılık gösteren en önemlisi, kanıbn varoluşu, herşeyi
ontolojik karutta, Tanrı'nın varoldugu bilme ve gücü herşeye yetme gibi özel-
sonucu, gözlemden önce, gözlemden ba- likler türünden bir özellik olarak görme
yaniışına düştügünü iaret ederir. Buna
gımsi2. bir biçimde, yetkin bir varlık ola-
rak Tanrı tanımından çıkarsandıgı için, göre, varoluş, Tanrı'nın diger özellikleri
bu kanıla aynı zamanda a priori karut gibi, O'nun yetkinligini meydana geti-
adı verilir.
ren özelliklerden biri degildir, fakat söz
konusu özelliklerin varoluşu için zorun-
Yani, bu kanıtta Tann'run varoldugu
lu bir koşuldur. Yine, kötülük problemi-
sonucu, yetkin bir varlık olarak Tanrı
nin, yani dünyada birtakun kötülüklerin
tanımından, bir üçgenin iç açılarının
varoluşunun, ontolojik kanıta ya da ka-
toplanunın 180 derece oldugu sonucu,
nıbn temelinde bulunan yetkin bir var-
üçgen tanımından nasıl deneyimden ba-
lık olarak Tanrı tanuruna zarar verdigi
gımsız bir biçimde, apriori olarak ve zo-
belirtilmiştir.
nınlulukla çıkıyorsa, öyle çıkar. Kanıt
ontolojik tasarruf ilkesi [İng. principle of
ilk kez, Aziz t Anselmus tarafından öne ontological economy; Fr. principe de
sürülmüş, kanıtın farklı bir versiyonu
l'economie ontologique]. Yalnızca bireysel
ise, daha sonra tDescartes t~rafından or- şeylerin ve olayiann varoldugunu, genel
taya konmuştur. kavramiann gerçekligi olmadı~ söyle-
Kanıt, 'Tanrı' yerine, mutlak olarak yet-
yen 14. yüzyıl Ortaçag düşünürü Ock-
kin olan bir varlıktan söz edebilecegimi- hamlı William'ın varolanlarlll sa}'lsuun,
zi söyler, çünkü Tanrı'run yetkin bir var- zorunluluk olmadıkça çogaltılmaması
lık oldugu inancı, tektanncı -dinlerin ilk
gerektigini dile getiren ilkesi: Entiıl non
ve en temel ilkesidir. Bundan sonra, sunt multiplicanda praeter necessitatem.
'mutlak olarak yetkin varlık' kavramı­ ontoloji olarak metafizik [İng. metaph-
nın ele alırup incelenmesi durumunda, ysics as ontology; Fr. metaphysique comme
kavramın atıl yaptıgı, işaret ettigi şeyin ontologie). Ünlü Yunan filzofu Aristote-
varolmasının zorunlu oldugunun kolay- les'in varlık olmak bakunından varlıga
lıkla anlaşılacagı belirtilir. Zira, 'mutlak ilişkin araştırmadan oluşan metafizik
olarak yetkin bir varlık'la, tam ya da anlayışına verilen ad.
mümkün tüm niteliklere sahip bir varlık Buna göre, bu metafizik 1 evrende varo-
aniahimak istenir. Bu nitelik ya da özel- lan tikel varlıklara ilişkin araşhnnadan
liklerden biri de, varoluştur. Bu baglam- farklı olarak, varlık olmak bakurundan
646 ontolojizm

varlıga, varhgın bizzat kendisine ilişkin bag vardır.


bir araştınnadır. Aristoteles'e göre, me- Bundan dolayı, 7 metafizik, farklı bilgi
tafizik, varlıgı parçalayan ve onu belli türleri arasındaki ilişkilere, bu bilgi tür-
yönlerden ele alan özel bilimlerden fark- lerinde kullanılan kavramların varolan-
lı olarak, varlıgı bir bütün olarak ele alır lar içln nasıl kullarulabildigine ve onların
ve varlıgın ilk ilkelerini ve en yüksek ontolojik ve mantıksal statüsüne ilişkin
nt:denlerini araştınr. Aristoteles'in bu bir araştınnadır. Buna göre, metafizik
metafizik anlayışına göre, ilk ve temel ttümellerin mantıksal ve ontolojik statü-
anlamı içinde varlık. varlıgın tüm diger lerini, likelle tümel ve tümelle tikel ara-
anlamlaruun kendisine baglı oldugu sındaki ilişkileri, birlik, eneıji, degişme,
tözlerin varlıgıdır. form, matematiksel nokta, geometrik
O, bu baglamda, tbirindl tözlerle ikincil form, v.b.g., kavramJan ele alır.
tözler arasında bir ayırım yapnuştır Aristoteles'in söz konusu metafizik an-
Bunlardan birincil tözler, bir madde ve layışuun temelinde yer alan kabuller
fonndan meydana gelen, ve 'şu' diye ise şunlardır: a) Böyle bir metafizigin
gösterdigirniz bireysel, somut varlıklar­ ortaya koydugu tezler mutlak ve de-
dır. Buna ka~m, tikincil tözler, 'bir özne
gişmezdir. b) İnsan varlıkları varlıgın
hakkında tasdik edilen. fakat bir öznede
bizzat kendisini anlayabilir, varlıgın
mevcut olmayan' türler ve cinslerdir. Şu kendisine nüfuz edebilir.
halde, t Aristoteles'in söz konusu metafi-
ontolojizm [İng. ontologism; Fr. ontologis-
zik anlayışının en önemli sorulan, 'Var- me; Al. ontologismus ]. 1 Mantıkla varlı­
lık nedir?', 'Töz nedir?' ve 'Gerçeklik
gm özdeşligini ifade eden, manttksal
nedir?' türünden sorulardır.
kategorilerden dolayımsız olarak ger-
2 Aristoteles'in söz konusu metafizigi,
çekligin bizatihi kendisine giden felsefi
bir şeye ilişkin olarak, onun varoldugu-
yöntem; manbk ile varlıtı uygunluk
nu söylemenin ve varolmanın ne anla-
içinde gören, manb.k ilkelerinin aynı za-
ma geldigini araştınr. Metafizik, bir
şeyin degişme boyunca aynı kalan kim-
manda varlık yasaları oldugunu dile ge-
ligini korumak için hangi özelliklere tiren tavır, ve en genel olarak da, felsefe-
sahip olmasına gerektigine ilişkin araş­ nin yöntem ve ilkelerinin, öznede degil
tırmadır. 3 Ontoloji olarak metafizik
de, nesnede aranması gerektigini savu-
ezeli-ebedi ilk ilkeleri konu alan bir di- nan ögreti. t Aristoteles'le başlayan ve
siplindir. 4 Metafizik, ayn, degişmez ve zihnimizin yapısı ile varlıgın yapısı
ezeli-ebedi bir varlıga ilişkin araştmna­ arasında bir özdeşlik bulan bu tavır,
dır. Bu anlamda, Aristotoles'in ontoloji Yeniçag'da. İngiliz empiristleri ve özel-
olarak metafizik anlayışı, dini bir ögreti- likle de tKant tarafından eleştirilmiş
den bagımsız olarak geliştirilmiş olan ve daha sonra, Aristoteles'ten beri felse-
bir teolojidir. feye egemen olan mantık-varlık özdeş­
S Metafizik. duyusal tözleri konu alan ligi düşüncesinden vazgeçilmiştir. On-
özel bilimlerden farklı olarak, duyusal tolojizme karşı çıkan bu anlayışa göre,
olmayan, duyum yoluyla algılanama­ mantık ilkeleri varlık yasalan degil de,
yan tözlere ilişkin bir araştınnadır. 6 öznenin fenomenleri bilme kalıplandır.
Aristoteles'in söz konusu metafizik an- 2 19. yüzyılda, rasyonalist ve panteist
layışına göre, ne kadar töz ya da töz egilimleri ağır basan bir dini-felsefi ö~e­
türü varsa, felsefenin o kadar dalı var- ti. İtalya'da, Fransa'da ve hatta ABD'de
dır '!e metafizikte dogru olanın, felsefe- görülen ve rasyonel bir gerçekligi
nin diger dallannda yanlış olabilmesi Tann'yla özdeşleştiren ögretinin, gerçek
söz konusu degildir. Yine aynı anlayışa olaıun rasyoneL rasyonel olanınsa ger-
göre, bizim bugün bilim adını verdigi- çek oldugunu öne süren Hegelci felse-
rniz disiplinler arasmda manlıksal bir feyle önemli bir yakınlıgı vardır.
operasyonalizm 647

ortoteolojik töz [İng. oııtotlıeological subs- durumunda oldugu görüşünü benim-


tnııce; Fr. substaııce ontotlı~ologique]. Ünlü semiştir. Gerçek olan, nesnelerin ölçü-
Alman filozofu Martin tHeidegger'in, lebilen niceliksel yönleridir.
mutlak bir biçimde koşulsuz olan. varo- 17. yüzyıl akılcılıgırun söz konusu ni-
luşu için kendisinden başka hiçbir şeye celiksel varlık görüşüne ulaşmasında
ihtiyaç duymayan, ve dolayısıyla hem modern matematiksel fizik çok etkili ol-
varlık. ·hem de deger bakımından ilk muştur. Çünkü, Rönesans sonlannda
olan töze ya da varlıga verdigi ad. hızla ilerleyen modem fizik, doganın
Ona göre, Batı metafizigini yaklaşık iki yapısını matematik kavramlarla kavra-
l:ıin yıl boyunca yönlendiren temel inanç yabilecegimizi göstermiştir. Bu anlayış­
ya da kanaat, hem açıklayıa ve hem de la öyle doga yasalarına varılmıştır ki.
haklı kılıcı ya da normatif bir anlam bunlar kesin kavrarnlara dayanırlar; bu
içinde, temel ya da tümüyle gerçek olan kavramlar da zihinden türetilmişlerdir,
bazı varlık ya da varlıklann var olması dogadan çıkanlmamışlardır. Demek ki,
gerektigi inancıdır. Buna göre, tüm doga ile akıl. nesne ile zihin arasında
diger varlık tür ya da düzeyleri neden- bir uygunluk vardır. Bu uygunluk da,
sel olarak bu temel varlıga ba·glıdır; tüm onyedinci yüzyıl düşünürlerine göre,
normlar ve degerierin temeli de bu var- Tanrı'nın hem insan zihnine ve hem de
lık ya da varlıklardadır. Heidegger'e dogaya aynı ilkeleri yerleştirmiş olma-
göre, Batı düşüncesi ya da metafizigi bu sından kaynaklanmaktadır.
türden temel varlıkları bulma, belirleme Onyedind yüzyıl akılalıgı. bilginin
çabasından meydana gelmektedir; Pla- mükemmel örnEti olarak matematigi
ton 'un ldeala n, Aristoteles'in Hareket görür. Bu dönemin üç büyük filozofun-
Etmeyen Hareket Ettiricisi, Ortaçag'ın dan en az ikisinin, yani Descartes ve Le-
Tanrı'sı. Hegel'in Geist'ı hep bu kapsam ibniz'in yalıuzca bir filozof olmayıp,
içinde degerlendirilmelidir. aynı zamanda büyük birer matematikçi
on yedinci yüzyıl akılcılığı [Ing. sevente- olmalan rastlantı detildir. Bu filozoflar
en/h century rationalism; Fr. rationalisme matematigi iyi temellenmiş, açık seçik
de dix-septieme siecle]. 17. yüzyıl Kıta Av- ve bütünsel bir bilgi sisteminin gerçek
rupa'sında, Oescartes, Spinoza ve Leib- örnegi olarak görmüşlerdir. İnsanın
niz gibi filozoflann ögretilerini, genel fel- rasyonelligine, doguştan getirdigi akıl
sefe anlayışlanru belimiemek için gücüne büyük bir inanç besleyen Akıl
kullanılan terim. Çagı düşünürleri, varolan herşeyi. dini
Bu tür bir akılalıgı belirleyen inançlar, bile akıl süzgecinden geçirmişlerdir.
sırasıyla al varlıga, varolana ilişkin bil- o-önermesi [Ing. o-proposition]. Klasik
giyi yalnızca akıl yoluyla elde etmenin mantıkta, tikel olumsuz önerme.
olanaklı oldugu inana. bl bilginin tek 'Bazı insanlar ölümlü degildir' öner-
bir sistem meydana getirditi inana, cl mesi, söz konusu önerme türü için bir
bu sisternin tümdengelimsel bir sistem örnek meydana getirir.
oluşturdugu inancı, ve nihayet d) herşe­ operasyonalizm [Ing. operationalism; Fr.
yin açıklanabilir oldugu, herşeyin ilke opirationalisme; Al. operationalisnıus ]. İş­
olarak söz konusu tümdengelimsel sis- lemcilik. Bir kavramın anlamının bir dizi
tem içine dahil edilebilece~ inanadır. işlemle belirlenditini; bilimsel bir fikir,
On yedinci yüzyıl takılcılıgının en. kavram, terim ya da sembolün anlamı­
önemli özelligi, onun tAristoteles'ten nın, onu anlamak için gerçekleştirilen bir
beri süregelen doga anlayışından vaz- dizi faaliyetle özdeş oldugunu; örnegiı).
geçmesidir. Rasyonalizm bu dönemde, uzunluğun yalruzca ölçü birimleri ya da
dogal süreçlerin niteliksel detil de, ni- ölçüm teknikleriyle tarumlanabilmesinde
celiksel teriınlerle ifade edilmek duru- oldugu gibi, kavramların, uygulanmalan
munda olan dogalarıyla açıklanmak ya da kullanılmalan sırasında gerçek-
64B ordo cognoscendi

leştirilen işlemler araahgıyla tanunlana- goruş. Hayvansal yaşamın fonksiyon


bilecegini savunan görüş. ve faaliyetlerinde, ruhu işe karıştırma­
ÖnenneJeri fonnel ve empirik önerme- dıgı gibi, diriınsel bir ilke de kabul et-
ler olarak ikiye ayuan operasyonalizm. meyen görüş, bazı ya da tüm kompleks
mantıkta ve matematikte geçen ve dilin bütünlerin, organizmaJara özgü siste-
sözdizimi, sentaks kuralJanna uygun ola- matik birJige sahip oJduklaruu savunan
rak kurulan fonneJ önenneJerin belli bir anlayış.
işlem temelinden yoksun bulundugunu, Organizmanın, k~ndisini meydana ge·
oysa empirik önenneJerin dilin sözdizimi tiren parçalann bütün içindeki yerlerine
kurallanna uyduktan başka, dogruluk baglı oJan varoluş ve dogaJanndan d<r
ya da yanlışlıklannın bir dizi işJemle be- Jayı, herhangi bir mekanizma ya da par-
lirJendigini savunur ve bu bakımdan çalann toplamından farklı ya da daha
tmantıkçı pozitivizme çok yaklaşır. fazla bir şey oldugunu savunan bu gö-
ordo cognoscendi. Bilgi düzeni ya da sı­ rüşe göre, yaşam ya da canlılık, orga-
rası anlamına gelen Yunanca terim. nizmanın düzeninden veya sisteminden
Ordo cognoscendi varlık düzenini ya da meydana gelir. Mekanizme ve dirimsel-
sırasını ifade eden ordo essendı~den fark- cilige karşıt bir görüş oJan organizma-
lılık gösterir. Bunu, ömegin tDescartes ahk görüşü, bir bütün olarak evrene ve
felsefesinden bir örnekle açıklayacak bu arada toplumsal kurumlara uygulan-
olursak, onda bilgi düzeni bakımından mıştır.
önce benin geldigini görüyoruz, çünkü 2 SosyoJojide, toplumu organik, biyo-
o, kuşku yöntemiyle önce kendi ViJrolu- lojik bir sistem olarak gören ve toplu-
şunun bilgisine ulaşmış, daha sonra, mun birim ve ögeleriyle biyolojik organ
sırasıyla Tann'nın ve dış dünya ya da arasında bir koşutluk kuran yaklaşım.
maddenin varoluşunu kanıtlamaya geç- İlk kez olarak İngiliz düşünürü Herbert
miştir. Spencer'ın ortaya atb~, Alman sosyolo-
Varlık düzeni bakurundan ise, önce gu Schaffe ve çagdaş Amerikan sosyolo-
Tanrı gelir, zira ruh ve bedenden her iki- gu Parsons tarafından da savunulan bu
sinin de yarablmış tözler oldukları görüşe göre, bir toplumdaki degişik
yerde, Tanrı yaratılmamış bir tözdür. toplumsal gruplar, insan vücudunun
Yani, Tanrı'ıun bagımsız bir varoluşa farkh organlarına benzer. Organik anaJ<r
sahip oldugu yerde, Tanrı tarafından ji olarak da nitelenen bu yaklaşım, top-
yaratılmış olan ruh ve beden bagımlı lumun yapasa ve işlevinin ancak ve
bir varoluşa sahiptir. Bundan dolayı, ancak canJı organizmalann dogasıyJa
varlık düzeni Tanrı, ruh ve ınadde sıra­ kurulacak anaJoji yoJuyJcı. anlaşıJabilece­
sını izler. ~ni öne sürer. Buna göre, dogadaki bir
organik birJik [İng. organic unity; Fr. organizma gibi düşünülmek durumun-
unite organique]. ParçaJannın fonksiyon- da oJan toplum, topJumsaJ yapasının ev-
ları, bütün içindeki diger parçaların rimsel degişme yoluyla farkJıJaşmasa
fonksiyonJarıyJa iJişkiJi oJan; hiçbir par- suretiyle, daha karmaşık hAle gelir.
çası diger parçalardan bagımsız olarak Söz konusu toplum teorisinin karşısın­
faaliyet gösteremeyen; bir parçasındaki da, mekanist yaklaşım bulunmaktadır.
bir degişmenin bütünü ve diger parça- Buna göre, organizmacı yaklaşımın
ların fonksiyonlarını etkiJedi~ bir bü- toplumu insani planlamadan bagımsız
tünün birJigi. olarak varolan dogaı bir fenomen olarak
organizmacıhk [İng. organicism; Fr. orga- degerJendirdi~ yerde, mekanist toplum
nicisnre; Al organizisnıus]. 1 Metafizjkte, görüşü toplumu, planlamaya dayalı
evreni canlı organizmayla analoji kura- insan yaratısı bir makine olarak görür.
rak açıklama tarzı; evreni, parçaJannın Öte yandan, organizmaa toplum anla~
faaliyetlerine rieden oJup, düzen getiren yışuun, toplumun siyasi müdahale yo-
bir bütünün fonksiyonuyla açıklayan JuyJa degiştiriJemeyecegine inandı~
Ortaçal felsefesi 649

ıçın, hıluculukla bir!eştirildigi yerde, gün olumlu bir şey olmayıp iyiligin yok-
mekanisı yaklaşun toplumsal düzende sunlugu oldugunu, dolayısıyla Tanrı'rwı
yapılacak bilinçli degişimleri öngören bundan sorumlu tutulamayacagını öne
toplum mühendisligi anlayışıyla öz- süren Origenes, Tann'nuı tüm ruhlan ni-
deşleşir. telik bakımından aynı yarattıguu, fakat
organon. Aristoteles'in mantıksal dene- varlıga gelmezden önceki günahın onla-
melerinden oluşan diziye verilen ad. rın beden içinde gizleroneleri sonucunu
Araç anlamına gelen Organon terimi, dDgurdugunu ve ruhlar arasındaki nite-
mantıkla ilgili kitaplanna, Aristoteles'in liksel farklılıgın onlann bu dünyaya gir-
ölümünden sonra Peripatetikler tarafın­ mezden önceki davranışlanndan kay-
dan verilmiştir ve bu adla da, manııgın naklandıgını savunan ögretisiyle de
kendi başına bir bilim, kendi içinde bir ortodoks görüşten aynlmışbr.
aınaç, felsefenin bir parçası olmadıgı, Ona göre, ruhlar bu dünyada ir&de öz-
fakat felsefi ve bilimsel araştırma için gürlügüne sahiptirler, fakat onların ey-
bir araç oldugu aniatılmak istenmiştir. lemleri özgür seçimlerinin yanında,
İngiliz düşünürü F. Bacon ise, kendi em- Tanrı'nın, ruhiann bir beden içine gir-
pirik araştırma aracı ya da yönteminin, mezden önceki davranışlarıyla orantılı
tümevarun görüşünün, Aristoteles'in olan inayeline bajı;hdır.
tümdengelimsel yöntemi ya da manh- Ortaçag felsefesi (İng. medieval philosop-
gmdan üstün oldugunu ifade ebnek hie; Fr. philosophie du moyen age]. Klasik
üzere, kitabına Novum Orgonum adını çag ile modem çag arasında kalan ta-
vermiştir. rihsel dönemde söz konusu olan felsefe
Origenes. 186-232 yıllan arasında yaşa­ faaliyetine verilen ad.
mış ve Hristiyanlıgın kutsal üçleme, Ortaçag felsefesi, birçok bakırnda n
İsa'nın insanları kurtarmak üzere ken- yanlış anlaşılmış ve yorumlanmıştır.
dini feda etmesi, inayel ve cisimleşme Ortaça~ yeni matematiksel ve bilimsel
gibi dogmalarını, felsefi bir görüşle ve düşüncelerden yoksun oldugu, kısır
hem akıl ve hem de iman ışıgı altında tartışmalarla boş ve temelsiz spekülas-
sistemli bir şekilde açıklamanın zorun- yonlardan oluştugu gerekçesiyle, 'ka-
luluguna ve önemine işaret etmiş olan ranlık bir çag' olarak nitelenmiştir. Bu
düşünür. bakış açısının bazı bakımlardan yanlış
Felsefesinde, Hristiyanlıgı Yunan fel- oldugu ortaya çıkmıştır, çünkü bilim
sefesiyle kaynaşhrma çabası veren Ori- tarihçileri, Rönesans'ın bilimsel düşün­
genes, en büyük saygıyı, kendisinde celerinden bazılarının Ortaçag düşü­
kutsal üçlemeyi gördügü Platon'a duy- nüderi tarafından ele alındıgıru göster-
muştur. Nitekim, o, Baba, Ogul ve Kut- mişlerdir. Yine, mantık tarihçileri,
sal Ruh üçlemesini, Platoncu ve Yeni- Ortaçag filozoflanrun mantık teorileri-
Platoncu düşüncenin etkisi altında, tü- nin, modem kurarnları kısmen öncele-
rümcü ögretiyle yorumlamışbr. digini karutlamışlardır. Bundan dolayı,
Yine, yaradılışın, Tann'run ezeli olan modem düşünce ve felsefenin, Ortaçag
maddeye biçim vermesinden meydana felsefesinin tümüyle reddedilmesinden
geldigini öne süren Platon'dan ve diger sonra başladıgı görüşü, en azından ya-
Yunan filozoflanndan farklı olarak, Ori- nıltıcı olmak durumundadır.
.genes, bir yandan Tann'nın maddenin de Ortaçag felsefesi, İlkçag felsefesiyle
yarabası, tam ve gerçek anlamda bir Ya- modem felsefenin tersine, dini ögretileri
rabcı oldugunu, diger yandan da, biri di- temeliendi rm e çabası sergileyen, dinle il-
gerinin ardından gelen, ve hepsi birbirin- gili olan, dinden etkilenmiş olan bir fel-
den farklılık gösteren sonsuz sayıda sefedir. Bu dönemde din, günümüzde bi-
dünya bulundu~u öne sürmüştür. lirnin oynadıgı rolü, çagımızda bilimin
Dünyada kötülerle kötülügün varoldu- yerine getirdigi işlevi yerine getimıiştir.
gunu kabul ebnekle birlikte, bu kötülü- Tıpkı günümüzde, bir filozofun düşün-
650 ortak onay kanıtı

cel~rini oluştururken zorunlu olarak el- dini, putperestlijı;in


ve gnostisizmin sal-
deki bilimsel bilgileri dikkate alması, ula- dırıları karşısında korumaya ve anlam-
şılan bilimsel bilgi düzeyinin filozofun landırmaya çalışmıştır. Skolastik felse-
düşünceleri üzerinde önemli ve belirle- fe, daha çok Hristiyan kilisesinin temel
yici bir etkisi olması gibi, Ortaçajı;'da da dogmalarını, Aristoteles'in bilim ve fel-
filozof, felsefi düşüncelerini dini dogma- sefesine dayanarak temellendirme çaba-
larla uzlaştırma çabası içinde olmuştur. sından oluşur.
Bununla birlikte, Ortaçajı;'da felsefeyle ortak onay kanıtı [İng. comman canseni ar-
din arasında söz konusu olan bu ilişki, gument for God's aistence]. Bir inancın,
tek yanlı bir ilişki olmaktan uzaktır. Fel- daha dojı;rusu Tanrı inancının varlıl';ın­
sefi düşünce dinden, dinin dogmalann- dan ve evrensellijı;inden söz konusu
dan etkilendil';i gibi, din de felsefi düşün­ inancın dojı;rulujı;una geçen Tanrı kanıt
ceden yojı;un bir biçimde etküenmiştir. ya da delil türü.
Buna göre, felsefe dine teorik bir çerçeve, Tanrı'nın varoluşunu, tüm çajı;larda,
felsefi bir temel sajı;lamıştır. tüm kültürlerde evrensel bir Tanrı inan-
Ortaçal'; felsefesi dini anlamiandırma cının varlıjı;ına başvurarak kanıtlama
ve temellendirme çabasında, ana dü- tavrı olarak ortaya çıkan ortak onay ka-
şüncelerinde, problemlerinde ve bu nıtı, insan varlıklarında, her türlü el';i-
problemlere getirdijı;i çözümlerde, çojı;u timden önce gelen, dojı;uştan ve hatta
zaman Yunan felsefesine b•l';lı kalmış­ içgüdüsel bir Tarırı inancının varoldu-
tır. Bu felsefede yapılan iş, daha çok jı;unu, insan varlıklarının Tanrı'yı özle-
Antik Yunan'ın düşünce dünyasını be- diklerini savunarak, bu evrensel Tanrı
nimsemek ve Yunan felsefesinin temel inancından Tanrı'nın varoluşunu çıkar-
kavramlarını. işleyerek, inancı temel- samaya çalışır. ·
lendirrnek olmuştur. Ote yandan, Orta- orta Stoa [İng. middle Stoa]. Stoacılıjı;ın,
çal'; felsefesi beıUmsedijı;i ve kendisine Platoncu ve Aristotelesçi etkiler alnnda,
göre biçimlendirdijı;i felsefeyi, gene!Hk- Roma dünyasıyla temasın sonucunda
le olmuş bitmiş, yetkin bir sistem ola- ortaya çıkan ve M. O. ikinci yüzyıldan
rak görmüştür. Buna göre, antik Yunan itibaren Rodoslu Panaethius ve Posei-
felsefesirün dinamik bir yapı sergiledijı;i donos tarafından temsil edilen yeni ver-
yerde, Ortaçal'; felsefesi mutlak dojı;rula­ sıyonu.

rı bulmuş olduğuna inanan statik bir orta terim [İng. middle tenn; Fr. terme
felsefedir. ıııoyen; Al. mitteltenn]. Kategorik bir ta-
Ortaçal'; felsefesinin iki temel konusu sımda, her iki öncülde de yer alıp, so-
ya da probleın.i olup, bu felsefe iki döne- nuçta yer almayan ve sonucu.n nedenini
me ayrılır. Buna göre, Ortaçal'; felsefesi, veren, sonuçta belirtilen ilişkinin kurul-
1 nesnel gerçeklikler olarak tümeller masını sajı;layan terime verilen ad.
problemiyle, 2 Tanrı'nın varoluşunu orta yol öğretisi [İng. tlıeory of mean; Fr.
mantıksal delillerle kanıtlama· konusu theorie du moym]. Aristoteles'in dinnoetik
etrafında döner. Bundan dolayı, Orta- erdemierin karşısına geçirdijı;i ahlaki er-
çal'; felsefesi aynı zamanda 'Tanrı mer- demleri belirlemek üzere önerdijı;i yola
kezli felsefe' olarak da betirnlenir. ve bu yolla ilgili öjı;retiye verilen ad.
Dönemleri ise, a) Hristiyanlıjı;ın dojı;u­ Buna göre, Aristoteles'in erdemli eyle-
şundan VIJJ. yüzyıla kadar olan Patris· min, iki aşırı uç arasındaki bir orta
tik felsefeyle, b) vm. yüzyıldan xv. nokta oldujı;unu, ahlaki erdemin, hem if-
yüzyıla kadar olan tSkolastik felsefedir. rattan ve hem de tefritten kaçınıp, farklı
Bunlardan tPatristik felsefe dönemi, dürtülerin altedilmesine bajı;lı olarak ka-
putperestliğe kaı,ı Hristiyan inancını zanılan bir davranış tarzına kaı,ılık gel-
savunmuş, ve daha sonra benimsedijı;i dijı;iru, ömejı;in cesaretin gözüpeklikle
Platoncu ve Yeni-Platoncu felsefeyle ödleklik, cömertlijı;in cimrilikle müsrif-
ortodoks Marksi"zm 651

lik, öiçüiülügün, sefihlikJe duyarsızW' Ortodoks Marksizmin ortaya çıkışında


arasındaki orta yola tekabül ettigini sa- iki faktörün çok büyük rolü olmuştur: 1
vunan görüşü orta yol ögretisi olarak bi- Marks'ın 1883 yılındaki ölümünden
linir. sonra, onun görüşlerini yorumlamak,
Ortega y Gasset, Jose. Avrupa akılcılıgı­ popülarize edip yaymlamak dostu, araş­
nı belirleyen teınel önkabullere şiddetle tırına arkadaşı ve malf destekçisi En-
karşı çıkan çagdaş varoluşçu filozof. gels'e kalmıştır. 2 Engels'in yaptıgı bu
Kültürel ve siyasi açıdan muhafazakar iş, Marks'ın siyasi bir kütle hareketinin
biri olan Gasset, tıpkı diger varoluşçu resmi ögretisi haline gelmeye başlayan
düşünürler gibi, insan söz konusu oldu- görüşlerinin politik etkisinin artmasayla
gtında, özün varoluştan önce geldigini eşzamanlı olmuştur.
söyler. Ona göre, taşa bir varoluş veril- Söz konusu iki faktör, dikkatierin
miştir, onun olduğu şey olması için Marks'ın kendi yazılarındaki karmaşık,
çarpışması, mücadele etmesi gerekmez; dagınık ve hatta çelişik, fakat çok bo-
oysa, insan, içinde bulundugu her anda, yutlu bir biçimde geliştirilıneye elveriş­
varoluşunu yeniden yaratmak, özünü li ögelerin, tarihsel maddecilik ya da bi-
belirlemek durumundadır. limsel sosyalizm adı alhnda, sistematik,
İlk ve temel olanın, düşünce degil de, fakat tek boyutlu bir biçimde geliştiril·
yaşam oldugunu öne süren Ortega y mesine yol açmışbr. İşte bu Marksizm,
Gasset, aklın yaşamın karşıt kutbunda Marks'ın görüşlerinin Engels'in kendi
bulundugunu söylemiştir. Bu ikjsi, yine bilimsel ve felsefi ilgilerine koşut olarak
de diyalektik bir karşıtlık içinde olma- geliştirilmiş, basit, fakat katı, positivist
yıp, zorunlu olarak birlikte varolur. Öte ve detenninist versiyonudur.
yandan, yaşamı belirleyen varilk degil Lenin, Troçki, Stalin ve Mao gibi komü-
de, oluştur, gerçekleşme, bir dogrultu- nist lider ya da düşünürler tarafından
ya yönelme, birtakım amaçlara ulaşma, geliştirilmiş olan Ortodoks Marksist ge-
degerieri hayata geçirmedir. Bundan lenek diger Marksist geleneklerden, şu
dolayı, onun felsefesinde bir zaman bo- halde, Marks'ı degil de, Engels'i ve ana
yutu olarak gelecek özel bir önem kaza- metin olarak da onun Anti-Dühring'iyle
nır. Lenin'in Materyaliznı ve Ampiriyokriti-
ortodoks [İng. orthodo:r; Fr. orthodoxe]. sizm adlı eserlerini temele almak bakı­
Genel görüş ya da uzlaşıma uygun mından farklılık gösterir. Bilgi teorisi
olan, geleneksel inançlara aykırı düş­ bakmundan naif bir tasanmcılıgı be-
meyen inançlar; sapkınlık sergileyen, nimseyen Ortodoks görüşe göre, kafa-
oluşturulmuş gelenek ya da çerçevenin larımızın içinde)c:j kavramlar gerçek
dışına çıkan görüş veya ögretiye karşıt şeylerin imgeleri, yansıma veya kopya-
olarak, bir kurum ya da insan öbegi ta- landır. Marksizmin söz konusu versiyo-
rafından do~ bulunan ve kabul edil- nu, metafizik alanında mutlak bir mad-
mesi istenen ögreti ya da görüş için kul- deciligin savunuculug'Wlu yapmış olsa
lanılan sıfat. da, kJbik maddecilikten, şeylerin gelişi­
ortodoks Marksizm [İng. orthodo:r Mılr­ minde, mekanizme karşıt olarak, diya-
:rism; Fr. Marxisme orthodoxe]. Marks'ın lektik sürecin rolünü vurgulamak bakı­
hümanizm agırlıklı, ve daha çok yaban- mından farklılık gösterir. Tek gerçekJik
cılaşmayla kapitalizm eleştirisi üzerin- olan maddenin, mekanik degil de, ne-
de yogunlaşan verimli ve çok çeşitli gö-' dense) ve determinist yasalara tAbi oldu-
rüşlerinin, ·onun ölümünden sonra, gunu öne süren ortodoks Marksizrre
sistematik bir ögreti haline getirilmesi- göre, madde, niceliksel degişimlerin bi-
nin ve hatta dogmalaştınlmasının so- rikiminin yarattıgı niteliksel degişimler
nucu olan statik Marksist ögretiye veri- yoluyla dönüşüme ut;rar. Zihnin, bilinç-
len ad.· te maddenin yansımalarıru üreten bir
652 otomatizm

ep!fenomen oldugunu öne süren orto- Sosyologlarla sosyal psikologların sı­


doks Marksizme göre, madde zihni, nıflamasına göre, farklı otorite türlerin-
dogrudan degil de, dalaylı olarak, top- den söz edilebilir. Bu otorite türlerinden
lum yoluyla belirler. Marksizmin bu biri olan karizmatik otorite, bir bireyin
versiyonu, toplumun da, kendi iç çeliş­ olaganüstü ya da dışı özelliklerinin so-
kilerine son veren devrim niteligindeki nucu olan ve yasal kurumlardan bagun-
sıçramalar yoluyla diyalektik olarak ge- sız olarak kazanılan bir otorite şeklinde
liştigini söylerken, insan için özgürlü- tanımlanabilir. Geleneksel otorite ise,
~n, toplumsal sürecin zorunlulugunun meşrulugu ve gücünü toplumsal ve
bilincinde olmaktan meydana geldigini kültürel geleneklerden alan bir otorite
söylemiştir. türüdür. Meşrü otoriteye gelince, bu,
Olumsuz ve adaletsiz koşulların eseri toplumsal fonksiyonları düzenlemel< ve
olduguna inandıgı dini mahküm eden denetlernek amacıyla yasa ya da hukuk
Ortodoks görüş, ahlak ve estetigin, her tarafından kurulmuş olan otoritedir.
ikisinde de tarilisel olmayan, ezeli- Buna karşın, nıeşra olmayan, yasal bir
ebedi yasalar bulunmadıgı için, toplum temeli bulunmayan otorite, güç ve cebir
degiştikçe evrim geçirdigini iddia et- yoluyla kazanılan ve ödül ve ceza siste-
miştir. miyle sürdürülen bir otoritedir. Niha-
otomatizm [İng. automatism; Fr. automa- yet, belli bir alandan, bir bireyin uz-
tisme]. Canlı bir organizmanın yalnızca manlık bilgisine, sahip oldugu özel
bir makina olarak görülmesi gerektigi- yeteneklerine, olagandışı kavrayışına
ni, hayvani ve insani organizmalann baglı olan bir otorite türü olarak rasyonel
fizik, kimya ve fizyoloji gibi bilimlerin otoriteden söz edilebilir. Rasyonel otori-
yasalanna göre işleyen makinalar oldu- te, olumlu bir anlam içinde, başka bir
gunu savunan görüş. Descartes tarafın­ yer ya da kaynaktan saglanamayacak
dan daha aşagı türden hayvanlar için bilgi, yarar ve çıkarlan elde etmek için
öne sürülen ve daha sonra More'la La- kendisine başvurulan kaynak, olumsuz
mettrie tarafından benimsenen bu bir anlam içinde ise, gücü ve agırlı~yla
görüş, 19. yüzyılda epifenomenalizmle insan üzerinde etki yapan, insan1ann
birleşmiştir. Hodgson ve Huxley gibi bagımsız araştırmadan vazgeçmelerine
düşünürler tarafından öne sürülen ve neden olan temel olarak ortaya çıkar.
insanın, zihin ya da bilincinin kendisine otoriteryanizm [İng. autoritarianisnı; Fr.
fazladan eklenen bir makina oldugunu autlıoritarisme; Al. authoritarismus]. Yö-
savunan otomatizm türüne, bu çerçeve netilenlerin yönetid ya da yöneticiler
içinde bilinçli otomatizm adı verilir. karşısında hiçbir hakkı bulurunadıgıru
otokrasi [ben, kendi anlamına gelen Yu- ya da önemsiz birkaç hakkı bulundugu-
nanca auto + güç, iktidar anlamına gelen nu ve yöneticilerin güç ve otoritesinin
laatia, İng. autocracy; Fr. autocratie]. 1 çok büyük oldugunu ve olması gerekti-
Anayasal sınırlamalan olmayan monar- tini öne süren yönetim teorisi ve tanı;
şik yönetim tarzı; Stalinist otokrasi ör- bireyin haklannın devletle önderlerinin
neginde oldugu gibi, iktidarın sadece otoritesine tfibi olması olması gerektigi
tek bir bireyde toplandıgı rejim biçimi inancına dayanan sosyo-politik sistem.
2 Kimi filozoflarda, ömegin Kant'ta, in- Bu türden otoriter yönetim teorileri
sanın kendi kendine egemen olması du- arasında Platon'un devlet anlayışı ve
rumu, insanın dogal egilimlerini kont- Burke'nin, Fransız Devrimi'n~n insan
rol altında tutabilmesi yeteneti hakları anlayışı karşısın~~, gelenegi
otorite [İng. authority; Fr. autorite; Al. aut- savunan görüşü yer alır. Sosyo-politik
lıoritiit]. Toplumsal bir sistem içinde orta- bir sistem ya da anlayış olarak .otoriter-
ya çıkan kurumsallaşmış ve meşru güç; yanizm, uzlaşunsal, orta sınıf degerie-
bu türden bir güce sah'ip olan birey. rine baglanma, bir kişi ya da grubun
Oxford Üniversitesi 653

idealize edilmiş ahlaki otoritesini be- Buna karşın, Ortaçag felsefesinde, ya-
nimseme, geleneksel ve uzlaşımsal de- ratılmış öze, bireysel insan ruhuna, be-
gerlere zarar verenleri mahküm edip dene can veren, bedensel araçlar varol-
şiddetle cezalandırma, öznel ve imge- maya devam ettigi sürece, duyusal
sel düşünmeyle yaratıcılıga kuşkuyla nesneleri algılama gücüne sahip olan en-
bakma, bireyin kaderini belirlemede tellektüel öze, bedenden ölümünden
birtakım mistik ögelerin etkili oldugu- sonra yaşamaya devam edecegine ina-
na inanma, katı ve degişmez kategori- nılan tinsel töze ousia gem1ete rlenmiştir.
ler içinde düşünme, gücü ve otoriteyi Oxford deontolojistleri [İng. Ox.frrd deon-
putlaş tırma, güçlü-zayıf, önder-izleyici tologists; Fr. deontologistes d'Orford]. Camb-
fikrini temele alma, insani olana karşı ridge Platonculanyla başlayıp, Kant'ın
kayıtsız kalma ve dünyada bir şeylerin ödev ahlakıyla gelişen deontolojik ahlik
kötü gittigine inanma egilim ve tavırla­ anlayışının, yani ahHlkta, eylemlerin so-
rını ıçerır. nuçlarından çok. niyetin, motiflerin, ilke-
Otorit~ryanizm, ayrıca bir önermenin lerin önemli oldugunu savunan ahlak
dogrulugunun, söz konusu önermenin görüşünün 20. yüzyıldaki bir grup tem-
belli bir otorite, yüksek bir degeri olan silcisine verilen ad.
bir birey ya da bireyler öbegi tarafmdan Oxford kökenli olup, özellikle Cook
öne sürülmüş olması olgusuyla belirlen- Wilson'dan etkilenen bu ahlakçılann en
digini savunan görüşe, bireysel, özgür ön~mli1eri, H. A. Prichard ve David
araştırma ruhuna karşıt olarak, bir oto- tRoss'tur. Söz konusu düşünürler,
riteye sorgusuz süalsizce baglanmarun klasik deontolojistlerden, kural degil de,
geçerli tek bilgi kaynagı oldu~nu savu- bir eylem deontolojizmi savunmak, yani
nan anlayışa karşılık gelir. dogru ve yanJış olanın, ahlaki ilkeler-
ousia. Antik Yunan felsefesinde, özellilde den çok, öncelikle eylemlerde sezildi~i­
de t Aristoteles'te hem ttöz ve hem de ni, ahlak yasalannın mutlak yasalar ol-
töz anlamına gelen Yunanca terim. mayıp, dogruluga yönelen kurallar
Buna göre, ousia öncelilde, 1 töz, detiş­ oldugunu öne sürmek bakımından fark-
mez varlık, kalıcı gerçeklik; somut ger- lılık gösterirler.
çeldikte söz konusu olan her tür detiş­ Oxford Üniversitesi [İng. University of
menin, dogadaki süreçlerin gerisindeki Oxford; Fr'. Universile d'Oxford]. Ortaçag
dayanak; 2 manbkta, tüm kategorilerin Avrupa kültürüne yaptıgı önemli katkı­
temelinde bulunan töz kategorisi; birinci lan bugün de sürdüren ünlü egitim ve
dereceden töz anlamına gelecek şekilde araştırma merkezi.
kullanılır. ünüçüncü yüzyıldan itibaren gelişen
Ousia, üçüncü olarak 3 öz, bir şeyin Oxford Üniversitesi, bu dönemde Avru-
özsel dogası, bir şeyi her ne ise o şey pa'nın egitim, bilgi ve kültür merkezi
yapan öz; bir liirün üyesi olan şeyin Fransa oldugu için, Paris Üniversitesi-
gerçek dogası; birinci dereceden tözü nin biraz gölgesinde kalmıştır. En ünlü
şu ya da bu türün üyesi kılan öz ya da hoca ve araştırmacılarının başında Ro-
form; tümel kavrama karşılık gelen for- bert Grosseteste, Roger Bacon ve Duns
me) öge ya da türsel öz anlamına gele- Scottus'un bulundugu Oxford Üniversi-
cek şekilde ifade edilir. tesinde, Paris Üniver.;itesine Aristote-
Bu baglamda, varoluŞu duyulara da- lesçiligin damgasını vurdugu yerde,
yanılarak bilinen birind dereceden töze, Augustinus felsefesinin oluşturdugu
şu diyerek gösterdigirniz bireysel varh- gelenelde empirizmin bir sentezi etkili
ga ousia aisthetete adı verilir. olmuştur.
654 ödev ahl.ikı

dan çok, eylemin temelindeki ilke ve


ödevin öneınJj nldıığunıı savunan, ınsa­
nın~ akıllı ye sorumlu bir varlık ola~.k,
yerine getirmek durumunda oldug_u ır-
takım ödevleri dü üncesınden
hareketle, a - .. evı er
e•
o
tiren a ak aıılaywı.
Düşünce tarihinde deontolojik bir ahlak
anlayışı benimseyen büyük filozoflann
ilki, ünlü Alman filozofu Immanuel
tKant'br. O, ahlakta temel olanın, eyle-
min sonucund::; çOJ(. ilh!Ak yasasına
ödev [İng. duty; Fr. drooir; Al. ınüssen, sol- s<rygı, ôdev duygusu ve insandaki aJqllı
/en]. Mümkün ile zorunlu olanın, olması özg bjtap eden ödevleR geı~gkJe~
gerekenin olan, ideal olanın aktüel olan, oldu~ıını ı 5 ÖJ•le..-8una ~öre. ahlak! bir
aklın da dogal olan içine yerleştirilme­ eyİemin gerisinde bir ilkenjn bulı•nmaSı,
sinin bir sonuru olan, birlikteligi. Bire- onun bir :~ve d?,."oıyor olması, eyle-
yin egilimleriyle, bu egilimlerin kendisi- miıl"ken~nden ;e
sonuçlanndan çok
ne tabi olmak durumunda oldugu, daha önemlidir. -
otorite degeri taşıyan nesnel bir stan- Kanı'ın sonuçlar yerine ilkelerle ilgilen-

dart ya da norm arasındaki karşıtlıkta, mesinin, ahiakın temeline ödevi ve ödev


söz konusu nesnel kontrol ya da stan- duygusunu yerleştirmesinin en önemli
darhn, bireyden, arzu, duygu ve egilim- nedeni, on'!" tüm insanların ah!Ak]~la­
lerinden bagunsız olarak yapmasını, bilece_ji konnsıındakj S3t$i'I:Ataa; inaRCI.:
-aiCOna göre, insanlar yalnızca etkj eıie- _
gerçekleştirmesini istedigi eylem ya da
bildikleri, kendi denetimleri altında
eylemler bütünü.
lfadesini vicd•nda bulan ahlak yasasının,
yapınanuzı ya da yapmamarnızı buy_u~­
fe~~ug;s;eı~;=:e:; ·:~:.~;!~··:$-
:zaman insanlar~ ~~neıleyebileceklen
dugu şey. Kişinin insani gtna, yücelıgı­
ne, sorumluluguna bakılarak gerçekleştir­
alan~.' dışınd4 k3hT:
BUndan dolayı..
ahlak! eylemin sonuçları öpemlj ye özs.el
ınesi (ya da gerçekleştirmemesi) istenen
değildir. Ömegin, deniz kenarındayun
ve beklenen eylem ya da eylemler kümesi. -ve bir çocugun bogulmak üzere oldugu-
Kişinin yapması gereken, yapma yüküm-
u farkediyorum. Burada, benim öde-
lülügü duydugu şey. Kişinin arzular~ vim, Kant'a göre, suya atlayıp çocugu
isteklerinin sonucunda yapma eğilimi
kurtarmaya çalışınakbr. Suya ke_ndi~
duydugu şeyden farklı olarak, ahlak! ba- için söz konusu olan bogulma tehlıkesı­
kıından yapma zorunlulugu hissettigi
ni düşünmeden atlıyorum, çocugu kur-
şey. Bu çerçeve içinde, gerçekleştirilmek
tarmak için elimden gelen tüm gayreti
d'UIUIIlunda olan eylem ya da eyleınlere gösteri yorum. Buna rağmen, çocuk,
ödroin içeriği, buna karşın bireyin bilind- daha önce çok su yuııugu için kurtula-
nin eyleme kazandırdıg pratik zorunlu- mıyor ve boguluyor. Bu duru~ benim
luk karakterine ise ödeııin Jurmu adı veri- eylemimin ahlak! degerine hiçbır şekıl­
lir. de gölge düşürmez. Eyle= ahlAk!
ödev ahlakı [İng. dutıj based ethics; Fr.
ethique de drooir). ıyıJlli bir eylemin
dogrulul!;u ya da yanlışlı~ının. eylemin
bir eylemdir. Kanı insanın, d~
ödev duyı;usupa day•ndıg>~. !~~
tutkulan üzerinde de tam hjr deneti!Jı
sonuçlarından hağnzısız...cılaı:;ok, birtııkı.ın - saglayamayacağıru düşünür. Bundan
eriıliiki ödev ya da:;av;;;ruş j(,,raııannt dolafı, duygusal tepkiler de. ahlak i'W,
yerine getippJ!itirmemesi ~rafınçlan be- bir temel olu~turamaz. Tüm insanlar
lirlendi~ini, Akt'L,!}'İemın sonucun- için ahlAklı ola ıı;;ekten söz edilecekse,
ölçüt 655

al:ıJ,.ak iı~eyoe,... daha özel olarak da, in-. rülmiiştür. Buna göre, Allah'ın iyilik
sandaki ödev duyı;usuna dayanınalıdır. yapan insanları ödüllendirecet;ini, kötü-
Immanuel Kanı, ahl~ki bir eylemin ge- lük yapanları ise cezalandıracat;ını ön-
risinde yatan niyet ya da motifleri, mak- ceden bildirmiş olması, insanın iyilit;e
sim ya da ilke olarak tanımlar. Başka de, kötülüt;e de kendi özgür iradesiyle
bir deyişle, maksim, eylemin gerisinde neden oldut;unun ve Allah'ın adaletinin
yatan, eyleme karar verdirten ilkedir. Bu gerçek bir kanıtıdır.
ilkeler, insandaki ödev duygusunun öğecilik [Os. ıınsur ııazariyesi; İng. elemen-
ürünü olan ilkeler olmalıdırlar. O, akıllı tari sm; Fr. tlbııentansme]. Kompleks, kar-
insan varlıklan olarak, bizim birtakım maşık fenomen ya da oluşumların,
ödevlerimiz oldut;una inanır. Söz konu- ancak ve ancak kendilerini meydana geti-
su ödevler ise, 'Her zaman dot;ruyu ren en temel öt;elere, basit ve ilkel parça-
söylemelisin!', 'Hiç kimseyi öldürmeme- lara indirgeıunek suretiyle anlaşılabilece­
lisin!' türünden kategorik olan ödevler- t;ini dile getiren felsefi bakış açısı için
dir. Yani, bunlar insana, akıllı ve yüce kullanılan terim.
bir varlık oldut;u için, mutlak bir biçim- Holizme, Gestal t felsefesine tümüyle
de ve koşulsuz olarak yapmak zorunda karşıt olan bu yaklaşım indirgeınecilik,
oldut;u şeyleri söyleyen buyruklardır. atomculuk ve bireycilik taralından tem-
Bu buyruklar, onları yerine getirince, sil edilir.
hangi sonuçların dot;acat;ını dikkate al- öğrenme paradoks u [lng.learning paradox;
madan yerine getirilen buyruklardır. Fr. paradoxe de 1'apprentissage ]. Platon'un
Onlar, insanlara belirli şekillerde eyle- Menon adlı diyalogunda öne sürülen, ve
melerini söyleyen buyruklardır. insanın, (onu zaten bilmek te oldut;u için,
Nitekim, K;ınt ahlakı kategorik buynık­ araşhrmaya gerek buluıunadıt;ından)
lar<ian olupn bir sistem olarak görjg. O, bildit;i bir şeyi de, (neyi arayacat;ını bil-
koşulsuz buyrukları, koşullu buyruklar- medit;i ve araşbrma sırasında aradıt;ı
la karşılaşhnr. Hi potetik buyru.k mutlak şeyi tesadüfen bulursa, onu tanıyamaya­
bir biçimde geeerli olrn~yan t:n~!· cat;ı için) bilınedit;i bir şeyi de araşbnp
Ömet;in, 1Upotetik buyruk ._s;;;;~ öt;renemeyecet;ini iddia eden paradoks.
duyulmasını istiyorsan. yalan söyleme- tPlaton'un çözmek için, insanın bilgiye
melisin!'" diyerek.. belirli bir amaca ulaş­ ilişkin araşhrmada, bilgileome sürecinde
ma]( ıçın ne ya~ıfiriası ı:erekti5m söyler. işe sıfırdan başlamadıt;ını, bilginin do-
Da!ia yalın biriçimde ifade edil';inde, t;uştan getirilen dot;ru inanç ve likirierin
lıipotetik buyruk, örnet;in 'Şöyle bir so- bilinç yüzeyine çıkarhlmasından başka
nuca varmak istersen, şu şekilde eyle- bir şey olmadıt;ını ortaya koydut;u öl';-
melisin!' der. Böyle bir buyruk, söz ko- reıune paradoksıı, Ortaçat;'da Tann'ya
nusu sonuca ulaşmak istemeyenleri ilişkin bilgi için kullanılmışbr.
ilgilendirmeyecet;inden, Kant'a göre,_ öjenik [Ing. eugenics; Fr. eugtnique]. Kök-
herk~ için geçerlı bır buyriik olamaz. leri Platon'a kadar geri giden, fakat esas
Oysa, koşUlsuz buyruk tiliri ınsaiüar Francis Calton'un çalışmalarıyla ortaya
icjıı buyurur. rum insanıardan, insan ol- çıkan, insandaki kalıtsal özellikleri iyi-
dukları için gerçeklfŞHm\ek dHrumunda leştirme ya da geliştirme uygulaması;
olduklan ödevleri yerine getirmelerini insan türünün genetik potansiyellerini
ister. korumayı ya da iyileştirineyi amaçla-
ödüllendirme ve cezalandırma. İslam fel- yan uygulamalı bilim.
sefesinin, özellikle de bir Şii itikat mez- ölçüt [Yun. kriterion; Os. mısdak, miyar;
hebi olan Mutezile'nin temel ilkelerin- Ing. critenon; Fr. criteriunı, criter; Al. kri-
den biri. Söz konusu ilke, insanın ir~de terium, nıerkmal]. Herhangi bir yargı or-
özgürlüt;ü, yaptıklarından sorumlu ol- taya koymak, det;er biçrnek ya da ayı­
ması, ahl~kın varoluşu ve Allah'ın ada- rımda bulunmak için kullanılan ilke;
letini temeliendiren bir inanç olarak gö- kişiye, bir şeyin varolup olmadıt;ını,
ölüm korkusu

bir s6zcü~ün do~ru kullanılıp ku!larul- kurtulabilece~ini söyler. Modem felsefe


madı~ıru, bir türncenin do~ru mu, yan- ise, ölüm korkusu söz konusu oldu~un­
lış mı, analitik mi yoksa sentetik mi ol- da daha iyimser bir bakış ortaya çıkar.
du~unu kesin sonuçlu bir biçimde Özgür insanın bilgeli~inin, ölüm üzeri-
bilme i.mkaru verecek ilke ya da kural; ne de~il de, yaşam üzerine düşünmek­
bir şeyi ölçme standartı ya da kuralı, bir te tezahür etti~i.ni söyleyen ve ölüm kor-
şeyi yargılama yöntemi. kusundan, ölüm düşüncesini zihinden
Buna göre, örne~in ahiakın en önemli atmak suretiyle kolayca kurtulunabile-
amaçlarından biri, bize eylemleri iyi ya ce~ni savunan tSpinoza gibi, Leonarda
da kötü, do~ru ya da yanlış, ahlaki ya da Vinci de, hpkı iyi geçirilmiş bir günü
da ahlaksız diye sınıflama olana~ı ve- keyifli bir uykunun izlemesi gibi iyi ya-
recek ölçüt ya da ölçütler bulmakbr. şanmış bir hayatın ardından mutlu bir
ölüm korkusu [İng. fear of death; Fr. tana- ölümün geldi~ söylerken, ölüm kor-
tophobie]. İnsan varlıklarının, bu dünya- kusunun sefaJet ve mutsuzlu~un eseri
daki varoluşlarının son bulaca~ı gerçe- oldu~unu iddia etmiştir. Aydınlanma
~i karşısında duydukları korku. düşünürleri, Bertrand tRussell ve prag-
8W1a göre, projelerimizin son bulaca~ı, matistler tarafından da paylaşılan bu
sahip oldu~umuz de~er ve zenginlikleri görüş, ölüm korkusunu ortadan kaldır­
yitireceğimiz. ontolojik bir güvensizlik mak için, insana mutluluk sa~Iayacak
yaşayıp, mutlak bir belirsizlik içine gire- koşulların yaratılması gerekti~ini ifade
ce~imiz gerekçesiyle, ölümden korkma- eder.
nın rasyonel bir korku oldu~unu savu- Yüzyıhmızda Epikürosçu görüşü yine-
nan filozoflara karşı, İlkça~'da Platon leyen tWittgenstein'a göre de, ölüm, ya-
felsefe yapmanın ölmeyi ö~enmek, öl- şamın bir parçası de~l, fakat sınındır.
meye hazırlık yapmak oldu~unu söyle- Ölüm suasında yaşamak diye bir şey
miştir. Hellenistik dönem düşünürlerin­
söz konusu olmadığı, ölüm hayat içjnde
den Lukretius ve Epiküros ise, maddeci yaşanan bir tecrübe olmadığı ve geri
dünya görüşüyle ölümden korkmarun dönüp ölüme bakmaktan söz edilemeye-
anlamsızlı~uu ifade etmişlerdir. Nite-
ctii için, ona göre, ölüm korkusu rasyo-
kim, bu filozoflar, ölümden sonra, hiçbir
nel bir korku de~ldir. Wittgell5tein'ın bu.
şey oldu~umuz, veya ölüm varken biz,
görüşünün karşısında ise bireyin ölü-
biz varken de ölüm olmadiğı için, ölüm-
münün saçma ya da anlamsız oldu~unu
de korkulacak bir şey olmadı~mı söyle-
mişlerdir.
dile getiren varoluşçu ya da Schopen-
hauercı görüş yer almaktadır. Bunlar-
Hellenistik dönemin di~er bir okulunu
meydana getiren tStoacılık, ölüm kor- dan tSchopenhauer'a göre, ölüm kor-
kusunun üstesinden ancak ve ancak kusu karşısında yapılacak tek şey, bir
ölümü sürekli olarak düşünmek sure- iradesizlik veya mutlak bir kayıts•zlık
tiyle gelinebilece~i öne sürmüştür. haline ulaşmaktır. Varoluşçulara göre
Ölümü gere~ gibi ve sürekli düşünmek ise, ölüm korkusu, ancak yaşama anlam
ise, öme~n Seneca'ya göre, bizim do~a­ katmaya, bu yönde bir çaba içjnde olma-
nın aynlmaz bir parçası oldu~uzu ya yarar. Dahası, Heidegger'e göre, ölüm
ve bize verilen rolü içtenlikle oynama- ger~ bilincinde olmak ldşinin bi-
mız gerektiğini anımsamakla eşde~er­ reyselleşmesine, bireyselli~ne anlam
dir. katınasına yardımcı olur. O, herkesin·
Ortaça~ düşüncesi, ölüm korkusunun kendi başına ölmek durumunda oldu~u­
üstesinden gelinebilece~ini söyleyen nu, kişinin ölümünün, bir başkası tara-
Hellenistik dönem düşünürlerinin ter- fından gerçekleştiri.lemeyecek yegane
sine, ölümün insarun işledi~i günahın şey olduğunu söylerken, bu gerçe~e göz-
cezası oldu~unu, insanın ölüm korku- leri kapamanın bireyselli~ inkar etmekle
sundan yalnızca Tann'nın inayetiyle eşanlamlı oldu~unu öne sürer.
öncelik 657

ölümlücü [İng. ıııoı·talism}. Maddeci bir dile getirmişlerdir.


bakış tarzının sonucu olarak, insan var- Ruhun ölümsüzlügü için getirilen ahldki
lıgı öldügü zaman, onun varoluşunun kanıtlar ise, dünyada iyi ve kötü insanla-
tümüyle ve gerçekten sona erdigine, rın bulundugunu; dürüst davranmak,
ölümle birlikte, insan için herşeyin bitti- adil olmak için her türlü zorlugu, sık.m­
gine inanan, bedenin ya da vücudun tıyı göze alan ahlaklı insanlar yarunda,
ölümünden sonra başlayacak bir varo- deger bilincinden yoksun kötü insania-
luş düşüncesine, ruhun ölümsüzlügü nn da varoldugunu; ölümle herşeyin
inancına şiddetle karşı çıkan ldşi. mutlak bir sona ulaşınası durumunda,
ölümsüzlük [Os. layemutluk; İng. immorta- adaletli ile adaletsiz arasında hiçbir fark
Uty of tlıe soul; Fr. immortalite de l'dme; kalmayacagını; bundan dolayı, ölüm-
Al. unsterblichkeit dtr seele]. Yaşamın hiç süzlügün iyi ve ahlaklı bir yaşamın
sona enneyen sürekli varoluşu, ölümden ödülü olarak söz konusu oldugunu
sonra söz konusu olan kişisel hayat. Ha- ifade eder.
yatın ölümden sonra da devam etmesi Ölümsüziiikle ilgili enıpirik ya da bilimsel
durwnu, ölümden sonra da varolacağı­ kanıtlar ise, telepati, ruh çagırma, içe
mıza duyulan inanç olarak ölümsüzlük, do~a, gözle görülür bir kaynak olma-
ölümün biz insanlar için son durak olma- masına ragmen sesler duyma, gelecekten
dıgı, fakat yeni bir seyahatin başlangıa haber verme ve parapsikoloji ile ilgili ve-
oldugu görüşünü, ruhun ya da insan ki- rilerden hareket eder. Bununla birlikte,
şili~ ölümden sonra, belli bir biçim- son zamanlarda hem bedenli bir ölüm-
de varoldu~.mu, varolmaya devam etti- süzlük ögretisine, hem de bireysel ruhun
gini öne süren ögretiyi tanımlar. ölümsüzlügü ögretisine karşı çıkılmış
Beden ve ruh gibi iki ögeden meydana ve ölümsüzlügün yabuzca Tarm'ya özgü
insan varlıgının özsel bileşeninin ruh ol- oldugu öne sürülmüştür.
duğunu, ölüm geldiginde, ölenin yairuz- önbile~en [Os. mukaddenı; İng. antectdent;
ca beden oldugunu öne süren bir inanç Fr. anMcedent; Al. antezedent]. Koşullu ya
ya da anlayış çerçevesi içinde ifadesini da hipotetik bir önennenin koşul bildi-
bulan ölümsüzlük, ikiye aynlır. Bunlar- ren ilk bölümüne, sonucun ya da ardbile-
dan birincisi 1 ruhun, beden öldükten şenin gerçekleşmesinin kendisine baglı
sonra, varolmaya devam etmesinden olu- oldugu koşulu dile getiren ilk tümcesi.
şan zamansal ölümsüzlüktür. Buna karşın önceden kurulmuş uyum [İng.preestablis­
ikincisi, 2 ruhun, bedenin ölümünden hed hannony; Fr. harmonie preetablie]. Zi-
sonra, zamandışı bir varlık statüsü kaza- hinle beden arasında nedensel bir ilişki
rup, daha yüksek bir düzeyde varolma- bulunmadıgıru öne süren tLeibniz'in zi-
sından oluşan ebediyete göçüştür. hinle be"den, ruhla madde arasındaki
Ö)ümsüzlügü temellendirmek için, me- ilişkiyi açıklamak üzere geliştirdi~
tafizik, ahlaki ve bilimsel ya da empirik metafiziksel teori.
kanıtlar geliştirilmiştir. Bunlardan meta- Buna göre, yetldn bir bilgisi ve mutlak
fizik kanıtlar, ölümsüzlüğün ruhun kendi bir kudreti olan Tann zihinle beden ara-
yapısından, yani onun ~asitliğinden, be- sındaki, nedensellige dayanın~yan yet-
denden bagımsızlıgından, çözülüp da- kin uyumu, bpkı saatçinin bir dizi saati
gılmazlıgından ileri geldigini dile geti- önceden, aynı zamanı gösterecek, aynı
rir. Aynı çerçeve içinde, ruhun ezeli anda vuracak şekilde ayarlamış olması
ebed[ dogrulara ilişkin bilgisinin, onun gibi, önceden hazırlamış, kurmuştur.
ölümsüzlügü için bir kanıt oluşturdu­ öncelik [Os. tekaddüm; İng. anteriority, pri-
guna işaret edilmiştir. Birtakım filozof- ority; Fr. priorite; Al. prioritiit ]. Bir şeyin
lar ise, ruhun bedenden bağımsız, ken- başka bir şeyden, zamansal ya da man-
dinden-kaim bir töz oldugunu, onun tıksal olarak önce olması, önce gelmesi
özünü yarabadan aldıgını ve ruhun durwnunu; zaman düzeninde eski ola-
basit, yüce, yetkin ve ölümsüz oldugunu nın, daha geriden gelenin; bilgi ya da
658 öncül

sııuflama düzeninde, sıralamada, ne- desini degil, fakat aynı zamanda bir
denler dizisinde, ya da ayrıcalık bakı­ öneri ya da bir kabul veya yalnızca po-
mından ilk ya da geride olanın ontolo- tansiyel bir yargının sözel ifadesini gös-
jik, epistemoloji veya mantıksal halini terir.
gösteren deyim. Öneriler ve kabuller, düşüneeli ve
Buna göre, zaman düzeninde ilk ola- eleştirel düşünen insanlar arasında,
nın ya da önce gelenin, diger şeyler salt birer öneri ve kabul olmak bakunın­
karşısında zamansal önceligi, başka ~an önemli bir rol oynar. Yalnızca eleş­
bir terim ya da önermenin kendisine tirel düşünmeyen, kibirli bir insan, ka-
baglı oldugu, kendisinden Ç1ktıgı terim fasının içindeki herşeyi, tanrısal bir
ya da önermenin ise mantıksal önceligi ilham olarak degilse bile, tartışılmaz bir
vardır. İlkeler ya da öncüller, bu çerçe- sezgi parçası olarak görür. Buna karşın,
ve içinde, sonuçlardan mantıksal olarak bir bilim adamının temel özelliklerine
önce gelir. sahip olan eleştirel düşünen kişi, bu
öncül [Os. mukaddem; İng. premiss; Fr. türden düşünceleri zihninde evirir çevi-
premiss; Al. vordersatz, premisse]. Dogru rir, onlan yalnızca öneriler, ya da kabul-
olan ya da dogru oldugu kabul edi- ler ya da 'önermeler' olarak degerlendi-
len, ve belli bir sonuca ulaşan bir akıl­ rir ve onlan, eldeki verilerin ışıgında
yürütmenin hareket noktasını oluştu­ tedbirle tahkik eder. Bütün bu öneriler,
ran önerme; bir çıkarı.m için temel dilde ifade edildiklerinde, ayıu zaman-
işlevi gören önerme. Bir akılyürütme­ da önermeler olarak adlandınlırlar. Da-
nin sonuç dışındaki diger temel bile- hası, bir insanın sıkı sıkıya baglanıp
şeni ya da ögesi. inandıgı bir şeye, bir başkasınm hiç
Bir akılyürütmede, sonucun kendisin- inanmaması, buna karşın bir üçüncü ki-
den mantık kurallanna uygun olarak şinih de onu incelenmeye deger bir
çıktıgı, sonuç için kaıut ya da dayanak öneri olarak görmemesi, çok bilinen bir
işlevi gören, sonucu temellendiren öner- olgudur.
me olarak öncü!, gerçekten do~ olan Şu halde, inanılan ya da inarulmayan,
ya da bir akllyürüb:nede beUi bir sonuca ya da yalnızca anlaşılan ve degerlendi-
ulaşmak için dogru oldugu kabul edi- rilen bir düşüncenin dilde ifade edilmiş
len, ve sonuç için gerekçe haline gelen olan içerigi için önerme terimini kullan-
önermeyi ifade eder. mak uygun ve yerinde ol.ur. Başka bir
önerme [Lat. prapositio; Os. kaziye; ing. pro- deyişle, önerme terimimiz inanma öge-
position, statement; Fr. praposition; Al. aus- sinden ya da arundan soyutlanır ve
sage, satz). Manbkta, dilin sözdizimi ku- dogru ya da yanlış olabilen bir tümce-
rallanna uygun olarak ve haber kipinde ye, ona ister inamisın isterse inanılma­
ifade edilmiş tümce, dilde ifade edilmiş sın, veya yalnızca ineelenme durumun-
yargı ya da inanç. da olsun ya da olmasın, önerme adı
Kişisel düşüncelerimiz, yani belli bir verilir.
süre boyunca başkalarına iletmedigi- Belli başlı önerme türleri şu şekilde sı­
miz yargılar bile, kendisini iyi ifade ede- ralanabilir: 1 'A A'dır', 'Tüm üçgenler üç
meyen bir dil ortanunda ortaya Ç1kar. açılıdır' ya da 'Tüm dörtgenler dört ke-
Fakat, yargıların başkalanna açıklana­ narlıdır' türünden, dogrulugunu inkar
bilmesi ya da başkalanyla tartışılabil­ etmenin kişinin kendi kendisiyle çeliş­
mesi, ancak önermelerin oluşturdugu kiye düşmesiyle eşanlamh oldugu, söz-
ortam içinde olur. Bununla birlikte, cüklerinin tanımlan ve bir bütün olarak
önerme terimi, mantıktaki anlamından anlamlan verildiginde zorunlu olarak
biraz daha geniş bir anlam içinde kulla- dogru olan analitik önemıeler.
nılır. Buna göre, önerme terimi, yalruzca 2 'Başım agrıyor', 'Kendimi kötü his-
aktüel bir yargı ya da inanan sözel ifa- sediyorum', 'Korkuyorum' türünden,
önkabul 659

insan varlıkiannın kendi iç duyumları. ikjsini birbirine baglayan bii"" baglaç ya


ya da özel yaşantı ve halleriyle (duygu- da kopuladan meydana gelir. Örnegin,
lan, arzuları, aalan, sevinçleri, kişisel 'Ahmet dazlaktır' önermesinde,
inançlan, v.b.g.,) ilgili olan, kendi zihin 'Ahmet' öznedir, özelliklerin kendisine
halleri ya da iç yaşanblarunızı yalnızca yüklendigi tözü gösterir, buna karşın
kendimiz bildigirniz için, (önermeyi ku- 'dazlak' önermenin, Ahmet'e bir özellik
ritnan dürüst olması koşuluyla) her yükleyen yüklemi ve nihayet 'dır' da
zaman dogru olan iç duyu önermeleri. özne ve yüklemi birbirine baglayan ko-
3 İlk iki önerme türünden, dış dünya· püla'dır. 'Ahmet vardır' gibi varlık bil-
yı, dış dünyada olup biten bir şeyi be- diren önermelerle, 'Gelrneniz gerekir'
timlemek, ve dokunma, görme, işitme türünden kipsel önermeleri bu yapıya
türünden duyulann ya da akılyürütme­ uydurmak oldukça güç olmakla birlik-
nin sonucu olmak bakımından farkhlık te, söz konusu yapı, tözlerle özellikleri
gösteren empirik önenneler; bunlar, dog- arasmda önemli bir metafiziksel bölme-
ruluk ya da yanlışlıkları zorunlu olma- yi ifade ettigi için, t Aristoteles felsefesi·
yan önermelerdir. ne çok uygun düşmüştür.
4 Sonuncu önerme türü ise, ahlaki öner- Manbk alanında, pek ilerleme alınadan
me ya da ahlaki bir anlamı, bir deger geçen uzun yıliann ardından, gerçek bir
yargısı ortaya koyan olan önermelerdir. devrim gerçekleştiren Frege'nin çalışma·
'İnsan asla insan öldürmemelidir', 'Kür- lan, ö.nermenin yapısıyla ilgili yeni bir
taj kötüdür', 'Sokrates iyi bir insandır' görüşe yol açınışbr. Özneyi yükleme
önermelerini kendilerine örnek olarak baglayan kopülayla (dır) varoluşsal 'dır'
verebileceğimjz ahl&ld önermeler, diger arasmda bir ilişki bulunmadıgı için,
önerme türlerinden, insan eylemlerinin öz:ne ve yüklernden oluşan önermeleri
ya da insaniann karakterlerinin ahlakıyla varlık bildiren önermelerden ayırmam.ız
ilgili değer yargıları ve iyi, kötü, dogru, gerektigini, dile getiren bu yeni görüş,
yanlış türünden ahlaki terimleri içer- özne-yüklem formundaki önermeleri, üç
mek bakımından farklılık gösterirler. parçaya degil de, 'Ahmet' ve 'dazlaktır'
önerme edimi [İng. propositional acte; Fr. gibi iki parçaya ayırır. Önerme, 'Alunet'e
acte propositionel]. Çagdaş dil filozofla- dazlaklık yükJer.
rından J. tSearle'in teorisinde yer ver- Varlık bildiren önermeye gelince, bu,
digi dört söz ediminden biri. özne-yüklem formunda ifade edilemez.
Buna göre, t Austin'in düzsöz edimi Bunun için matematikteki degişken fik-
içinde inceledigi gönderirnde bulunma, rine ihtiyaç duyarız. 'Ahmet vardır'
atıf yapma ve yükleme edimlerini Sear· önermesi bize, adı Ahmet olan bir şey
le önerme edimi başlıgı altmda incele- bulundugunu söyler.
. miştir. İşte bu baglamda, konuşanın önkabul [İng.presuppositon;Fr.pr'-supposition;
sözü, söylenim veya sözcelemiyle belir- Al. voraussetzung]. Arzu edilen, i!itenen
li bir şeye gönderme yaparak, ona be- sonuca ulaşmak için varsayılması, dogru
lirli bir anlam içerigi yüklemesini sag- kabul edilmesi gereken önerme; ~anm
layan edirne önerme edimi denir. sürecinde belli bir sonuca ulaşma niye-
önermenin yapısı [İng. structure of the tiyle gerçekleştirilen kabul. Bir durumun,
proposition; Fr. structure de la proposition]. bir olayın, bir faaliyetin gerçek.leşebilme·
Manhkta, önermenin iki ya da üç öge- si, bir ögreti, teori ya da tezin geçerli ola·
den oluşmasayla belirlenen yapısı için bilmesi için yerine getiribnesi, saglaruna·
kullanılan deyim. sı gereken mantıksal olarak zorunlu
Antik Yunan'da filozoflar, özellikle de koşul.
Aristotelcs, özne-yüklem formundaki Buna göre, tümevarımsal akılyürütme­
önermeyi üç ögeye ayırmıştır. Buna nin geçerliligi, doganUl düzenlili~, dün-
göre, önerme bir özne, bir yüklem ve bu yanın gelecekte de, şimdi ve geçmişte
----------------------------------------

660 önsöz paradoksu

oldu!ıu gibi düzenli olacaııı


önkabulüne de okuyucunun dikkatini buraya çeke-
ba!ılıdır; aynı şekilde, varolan şeyleri rek. bu yanlışların sorumlulu!ıunu üstle-
türlere göre sıruflayabilmemiz tümelie- nir. Bu d urum ise, bir paradoksa yol
rin gerçekten varoldu!ıu önkabulüne açar; çünkü önsözde olası yanlışlıkların
balılı bulunmaktadır. Bellek de, geçmişe sorumlulu!ıunu üstlenir, fakat bir yin-
ilişkin bilgi ve kavrayışımızın zorunlu dan da, kitabında öne sürdü!ıü her iddia-
koşuludur.Aynı çerçeve içinde, tKant'ın nın dollru oldu!ıuna inanmaya devam
bilgi ve anlama yetisinin sentetik a priori eder, zaten do!ıru oldu!ıuna inanmasa
ilkeleriyle ilgili ö!ıretisinin Newton fizi- eğer, on lan öne sürmez.
ğinin önkabullerini açıklama ve temel- Oyleyse, paradoksa göre, yazar, aynı
lendirme, ödev ahlakının da protestan anda, hem iddialanıun tümünün bir-
ahlakının önkabullerini haklı kılma ça- den do!ıru oldu!ıuna, hem de tümünün
basından başka hiçbir şey olmadıılı birden do!ıru olmadt!ıiJla, haklı neden-
söylenmiştir. lerle inanmaktadır. Paradaksun ortaya
Öte yandan, insani ilişkiler söz konusu koydu!ıu büyük güçlük, yazann hem P
oldu!ıunda, kişinin karşısındaki bire- gibi bir önermeye ve hem de P"nin çeli-
yin de akıllı oldu~ıUnu ve kendisinin şiiline inanmasında haklı kılınmış ol-
akla dayanan beceri ve faaliyetlerinden ması, yani mantıksal bir çelişkiye ina-
pek ço!ıunun onda da bulundu!ıunu rurken, salılam gerekçeleri olmasıdır.
varsayması ve bu durumu kuracaııı iliş­ önyargı [Os. peşin hüküm; İng. prejudice;
kiye temel yapmasına, rasyonellik önka- Fr. prejuge; Al voreingenomnıenheit, vo-
bulu denir. rurleil] Bir kişi, bir görüş, ya da bir şey
önsöz paradoksu [İng. paradox of the preff>- hakkında, belirli birtakım koşullara,
ce; Fr. paradoxe du prıiface]. Haklılandır­ olay, durum ve görüntülere dayanarak
ma, gerekçelendirme ya da temelienelir- önceden edinilmiş ya da oluşhırulmuş
me problemi balılamında ortaya çıkan olumlu ya da olumsuz fikir.
bir paradoks türü. Kişinin genellikle çevresinden, içinde
Paradoksa göre bir yazar, akademik ni- bulundu!ıu ortamdan edindi!ıi, düşün­
telikte bir kitap kaleme almaktadır. O, ki- ceyi engelleyen öznel hüküm olarak ön-
tabında birçok iddia öne sürrnekte ve yargı ineelenme gerelli duyulmadan be-
salılam gerekçelere dayandıılı için, haklı nimsenen ve kişinin zihnine çollu kez
olarak, öne sürdü!ıü bu iddialann do!ıru aldıılı formasyon, etitim ve çevre tara-
oldu!ıuna inanmaktadır. Fakat ayru fından yerleştirilen düşünce ve saruyı,
yazar, bir yandan da, kitabındaki iddia- belli bir şey, kişi, olay, düşünce, v. b. g.,
lann tümünün birden, birlikte do!ıru ol- hakkında, yeterli bilgi ya da malfunat sa-
madı!ıına inanmaktadır. Onu, söz konu- hibi olmadan oluşturulan tavnn ürünü
su inancında haklı kılan gerekçe ise, olan, olumlu ya da olumsuz kanaatı
daha önce yazmış oldu!ıu kitaplada ilgi- ifade eder.
li tecrübeleridir. Bu ba!ılamda, bir teze duygusal olarak
Buna göre, o, kitabının her iddiasını, ba!ılanmaktan, öncülleri, nesnel bir bi-
do!ırulu!ıunu temellendirdi!ıine inana- çimde de!ıil de, ön yargılı olarak de!ıer­
rak yazmış olmasına karşın, sonradan, lendirmekten oluşan formel olmayan
bu iddialarından bazılannın do!ıru ol- yanlışa önyargı yaniışı adı verilir.
madı!ııru görmüştür; ya da bazı iddia- ömekçilik [Os. misıiliyye; İng. exenıplarisın;
larının yanlış oldu!ıunu, ona başkalan Fuxemplarisnıe ]. 1 Genel ve en bilinen
göstermiştir. Bundan dolayı, o, sorum- anlamı içinde, varolanlan, kendilerinin
lu bir yazar tavnyla, şimdi yazmakta ilk örnekleri olan ezeli-ebedf gerçeklikl~r­
oldu!ıu kitabında da, önceden fark ede- le açıklama anlayışı. Öme!ıin, Platon'un
medi!ıini düşündü!ıü yanlışların var idealar teorisi ömekçilik anlayışıru çok
oldu!ıuna inanır ve kitabının önsözün- iyi bir biçimde ifade eder. Bu anlayışta,
öteki için varlık 661

İdealar, duyusal dünyada gördügümüz müzde ötanaz.inin yasallaşması için çalı­


tüm nesne sınıflarının, ahlaki niteliklerin, şanJar, ötanazinin temel insan haklarının
bagınhların v b.g ., ilk ve yetkin örnekleri aynlmaz bir parçası oldugunu savun-
olarak varolurlar. Duyusal nesneler, bi- makla birlikte, ötanazinin iradi olması,
reysel davranışlar, v.b.g., asıllaruun, ilk yani hastanın seçimjnin sonucu olması
örnek ya da arketiplerinin kopyalan ola- gerektiginde ısrar etmektedirler.
rak, onlardan pay almak suretiyle, her ne öteki [İng. the otlıer; l'autrui; Al. arıder] 1
ise o olurlar. Konuşan, belli bir durumda bulunan
2 Örnekçilik, ayru zamanda sonlu var- kişiyle aynı nitelikte ya da dogada ol-
lıkların, Tanrı"run zihninde varolan asıl­ dugu düşünülen kişi; 2 fenomenoloji-
ların örnekleri oldugunu öne süren tea- de, kişinin kendi görüntüsünü oluştu­
lojik ögreti olarak ortaya çıkar. rur, resmini çizerken söz konusu olan
örneklerle tanım [İng. derıotative defirıiti­ belirleyici etmen için kullanılan terim. 3
on; Fr. defirıitiorı dbıotative]. Tarumlanan Erkegin ötekisi kadın veya Batı'nın öte-
terimya da sözcügün kullanıldıgı dunım k.isi olarak Dogu örneklerinde oldugu
ya da örnekleri veren ya da sıralayan gibi, belli bir konum ya da varlıgın kar-
tarum türü. şıtı olan, onun tam karşı kulbunda bu-
örtük tanım [İng. implicit definitiorı; Fr. lunan konwn ya da varlık.
difirıitiorı inıplicite]. Fonnel dillerde, örne- tHusserl ve tMerleau-Ponty'de öteki,
gin mantık ve matematikte, 'anlam pos- bilinçli özneye kendi dünya resmini ve
tüla'larıyla yapılan tanım türü. bu resimdeki kendi yerini tarumlarken
Buna göre, mantık ve matematik söz yardımcı olan, ona güç veren, bilinçli ve
konusu oldugunda, belirtik olarak ta· anlam aktaran varlıktır. tSartre'da ise,
rumlanamayan terimlere, formelleştiril· öteki, dünya görüşümüzü, yaklaşımı­
miş bir dilin ilkel sembolleri adı verilir. rnızı bulandıran ve bizi bir nesne haline
Her terimin bir anlamı olduguna, daha- getiren bir bakış şeklinde ortaya çıkar.
sı bu anlamı belirtmenin bir yöntemi ol- Eserlerinde, bilinçli, sorumlu ve özgür
ması gerektigine göre, ilkel terimierin özneye özgü varlık tarzı olan kendisi
de tarumlanabilir olmalan gerekir. For- için varlıgın öteki ile olan ilişkilerini in·
me! dillerde bu işi, o dilin aksiyom ve celeyen Sartre, bu ilişkilerin temelinde
postülalan yapar. Buna göre, aksiyom utanç ve aşk ilişkisiyle, özgürlükler ara-
ve postülalar, formel dillerde geçen ilkel sındaki ilişkinin bulundugunu belirtir
sembollerin örtük tanunlarıdır. öteki için varhk [İng. beirıg for the other;
ötanazi [İng. eutharıasia; Fr. eutharıasie]. Bir Fr. l' etre po ur l' autrui]. Varoluşçu felse-
kişinin yaşamı, belirli koşullar albnda, fenin temel varlık kategorilerinden biri
agır ya da ölümcül bir hastalıgın ya da olarak, kendisi için varlıgın, başka in-
rahatsızlıgın sonucu olarak, tüm degeri- sanlarla olan ilişkilerinde, onların ba·
ni yitirdigi, yaşanır olmaktan çıktıgı, ya- kışlarının bir sonucu olarak, onlar için
şamak kişi için agır bir yük olup, daya- nesneleşmesi durumu.
nılmaz acılar verdigi zaman, acı çeken ömegin, Sartre'a göre, bilinçli özne ya
hastanın, ya kendisi ya da hekimler tara- da kendisi için varlık, ötekinin balaşuı"a
fından, acı vermeden öldürülebilecegini t~bi oldugu zaman, onun özgürlü~nün
söyleyen ögreti ya da teori. nesnesi haline gelir. Onu özne olarak al-
Yunanca 'iyi ölüm' anlamına gelen gılarken, kendisi bir nesne haline gelir.
terim, günümüzde, agır ve ölümcül bir Bundan dolayı, Sartre'da, başkalanyla
hastalıga yakalanmış bir kimsenin daya- olan ilişkiler, özne ile nesnenin, özgür-
rulmaz, tahammül edilemez buldugu bir lük ile şeylerin, kendisi için varlıkla
durumdan kaçış ya da kurtuluş yolu kendinde varlıgın karşılıklı bagımlıh­
olarak 'kolay ölüm', 'acı çekmeden ~ bir sonucu olarak, kaçuuJmaz bir
ölüm' anlamıyla sırurlarunıştır. Günü- biçimde çalışmayla sonuçlanır.
662 öz

öz [Lat. essentia; Os malıiyei, nüve; İng. es- savunur. Ortega y Casset insanı taşla,
sence; Fr. essence; Al. weseıı]. ı Bir şeyi, Heidegger Dasein ya da insanı kullanıl­
her ne ise o yapan, kendisi olmadan, o maya hazır varlıkla, Sartre ise onu bı­
şeyin var olamayacagı şey, bir şeyi, çakla karşılaştırırken, bu çerçeve için-
başka bir şey degil de, her ne ise o şey de, insan dışındaki tüm bu nesnelerde
yapan şey. Bu çerçeve içinde, öz, bir var- özün varoluştan önce oldugu, yalnızca
kk, nesne ya da şeyin a) özsel ve zorun- insanda varoluşun özden önce geldigi,
lu, tanımlayıcı özeUigini, b) bir şeyin, insanın kendisini nasıl yapar ya da ku-
temel, ilk ve nihai gücünü, ya da d bir rarsa öyle oldugu, onun özünü kendisi-
şeyin zorunlu iç bagınbsı ya da fonksi- nin belirlediği öne sürülür.
yonunu tanımlar. Z Manhkta, bir şeyin özbelirleme [fng. ident~fication; Fr . .identi-
cins ve türsel ayınını gözetilerek yapılan fication; Al. identifizienmg]. Bir şeyin,
tanurunda gündeme gelen öz, 3 episte- bir nesnenin, özdeşlik ilkesi geregince,
molojide, belirsiz bir yüklemin kendisi belli bir mekan ya da zaman kesiti için-
hakkında olumlandıgı, varoluşunu tas- de, kendi kendisiyle özdeş oldugunun
dik etıigi şeyi tanımlayan, akılla anlaşı­ belirlerunesi. Bir bireyin, bireysel bir
lır karakteri ifade eder. varlıgın, tikel bir nesnenin üyesi oldu-
Öz, felsefe tarihinde, varoluşla karşı gu sınıf içine yerleştirilmesi ya da be-
karşıya getirilmiştir. Buna göre, özellik- lirli bir kategori ya da kavrarnın kapla-
le İlk ve Ortaçag felsefesinin bakış açı­ rnma sokulması, tikel bir nesneyi bir
sından, bir özü olmayan bir şey varola- kavramla belirleme, o kavramın gerçek-
maz. Bu çerçeve içinde, bir şeyin özü, o lenınesi olarak görme.
şeyin varoluşundan bal';ımsız olarak özcülük İng. essentialism; Fr. essentialis-
düşünülen dogasıdır. Hristiyan Ortaçag me]. ı Metafizikte, öze bir gerçeklik
felsefesinde, öz ve varoluş konusunu, yükleyen, özün varoluş karşısında on-
Aristotelesçi çizgide ele alan ünlü Aqui- tolojik bir öncelige sahip oldugunu öne
naslı Thomas'a göre, cisirnsel bir varlı­ süren görüş. Tek tek somut nesnelerin
l';ın özü, madde ve formdan meydana kendiliklerinden birtakun dogal türlere
gelen tözdür; maddi ya da elsimsel bir ayrıldıklarııu, her nesnenin üyesi oldu-
!özü gerçek bir varlık haline getiren gu türü ya da sınıfı kesin ve belirli çiz-
şey ise, varoluştur. Özü varoluşundan gilerle diger nesne türlerinden ayırd et-
ayrı olan, varoluşu özünü aktüelleşti­ menin mümkün oldugunu, her varlıgı
ren veya gerçekleştiren sonlu hiçbir ya da nesneyi belirli bir nesne türünün
varlık zorunlu olarak varolmaz. Aqui- üyesi yapan bir öz bulundugunu savu-
naslı Thomas, öz ile varolu~un birbirini nan ögreti. Z Manhkta, bazı özelliklerin
belirledigini söyler. Buna göre, varoluş bulunduklan bireylerde zorunlulukla
özü, kendisi sayesinde özün varlıga gel- varoldugunu öne süren anlayış.
digi edim olma anlamında; öz de varolu- 3 İlk ikisinin bir sentezi olarak, mantık
şu, şu veya bu türden varoluş olma an- ve metafizikte, özellikle Platon ve Aris-
lamında belirler. toteles tarafından benimsenen, ve bir
Özün Varlık ve kavram arasında yer varlıgın ya da nesnenin özünü, o nesne-
aldıgını ve onların orta terimini mey- yi başka bir nesne del';il de, her ne ise o
dana getirdigini öne süren Hegel'den nesne yapan, başka bir nesne sınıfının
sonra, Husserl özü, bir nesnenin kendi- degil de, ait oldugu sınıfın üyesi yapan
sini her ne ise o yapan, ve bu nesnenin şey olarak tanııniayan görüş. Buna
herhangi bir özelliginden önce, bu özel- göre, insanı insan yapan öz; onun akıllı
ligi mümkün ve anlaşılır kılan zorunlu bir hayvan oluşudur. İnsanı öteki hay-
yapısı olarak tanımlamışhr. Oysa, va- van türlerinden ayırd eden başka özel-
roluşçu felsefe, insan söz konusu oldu- likleri olsa da, insanın tanımlayıcı özel-
gunda, varoluşun özden önce geldigini ligi, özsel özellil';i akıllı oluşudur.
özdeflik 663

4 Epistemoiojide, tanımların varolan dan sınırlaması, kendi üzerinde mutlak


şeylerin özsel özelliklerini ortaya koyan bir egemenlik kurması, kendisini her
önerınelere tekabül ettiklerini, bu öner- türlü etkiden bagımsız olarak yönetip
melerle dile getirilen tanımların geliştiri­ yönlendirmesi durumu. AhJakta, bire-
Jebilecek.Jerini, söz konusu tarumlann yin, akıldışı tutku ve bedensel arzuları­
kavramların bilgisini verdiklerini, ve nı aklın denetimi altına sokması hali.
kavramsal bilgimizin tüm diger bilgile- özdeş [Os. aynı; İng. identical; Fr. identi-
rin temeli nde yer aldıgını savunan ögre- que; Al. identisch]. Birbirleriyle tam ola-
ti. 5 Biüm felsefesinde, bilim adamlannın rak aym özellikleri paylaşan, biri hak-
bir fenomenin gerisindeki öz ya da ger- kında söylenebilen herşeyin eksiksizce
çekJigi keşfetmek, şeylerin dogasına digeri için de aynen geçerli oldugu iki
entellektüel sezgi yoluyla nüfuz ebnek nesneden her biri için kullarulan sıfat.
suretiyle, do~u bilimsel açıklamalara Buna göre, birbirleriyle özdeş olan tüm
erişebileceklerini, ve dolayısıyla bilimin nesneler, ve yine, birbirleriyle özdeş
özlerle ve bu özlerin dogru tarumıyla il- olan sınıflar, bir ve ayru suufın üyesidir.
gili bir etkinlik oldugunu öne süren Öte yandan, a ve b'nin özdeş olması du-
görüş. Çagdaş bilim filozofu Popper'ın rumunda, a'run, b'nin sahip oldugu tüm
siyasf, ahl~ki ve bilimsel ilerlemeye engel özelliklere, b'nin de, a'run tüm özellikle-
oldugunu söyleyerek, kendisine şiddetle rine sahip oldugunu dile getiren ilkeye
tavır aldıgı özcülügün karşısında metcr
özdeşlerin ayırd edilemezligi ilkesi adı
dolojik nominalizm yer almaktadU". Söz- verilir.
cüklere ve sözcüklerin anaLizine önem .· özdetlik [Os. ayniyet; İng. identity; Fr. iden-
vermek yerine, sözcükleri araç olarak tire; Al. identitiit]. Ayrulık, birlik, kendi
kullanan metodolejik nominaUzm, entel-
kendisiyle aynı olma durumu. Öncelikle
lektüel faaliyetin amacının, bir nesnenin
ve temelde, bir şeyin, başka he~yden
özünü ortaya çıkarmak de~l de, davra-
farkh, fakat kendi kendisiyle ayru olma-
ruşını betimlemek oldugunu öne sürer.
sı durumu. Tam olarak, tümüyle ayru,
Özcülügun 'madde nedir?' ya da 'enerji
özdeş olma durumu. İki şey arasındaki
nedir?' sorusunu sordugu yerde, 'güneş
enerjisinden yararlanmak nasıl müm- tam ve mutlak aynılık hali ya da benur-
kündür?' sorusunu sorar. lik ilişkisi.
6 Felsefi antropolojide, varoluşçuluga Özdeşlik, bunun dışında iki nesnenin
veya varoluş felsefesine karşıt olarak, ayru olması olarak da anlaşılır ve bu
insanın degişmez bir özü oldugunu, bir çerçeve içinde niteliksel ~e~lik ve sayı­
asli, temel insan degasının bulundugu- sal özdeşlik olarak ikiye aynlır. Bunlar-
nu öne süren görüş. 7 Egitim alanında, dan niteliksel özdeşlik, iki nesnenin ni-
disiplinin önemi üzerinde !Srarlı olan, teliklerinin tam anlamıyla ortak ya da
ögrendnin uzun vadeli amaçlara yön- özdeş olmasını ifade eder. Buna göre,
lendirilmesini isteyen, ögrenme süreci- ayn olmalanna ve zamanla mek~nda
nin özünün, belirli bir içerigin özümlen- ~yn yerler kaplamalanna karşın, nite-
mesinden meydana geldi~ni savunan likleri tam olarak çakışan ve birbirleri-
anlayış. ne her bakımdan benzeyen nesneler, ni-
8 Feminist felsefede, dişilligin, sadece teliksel olarak özdeştir. Öte yandan,
degişen toplumsal örf, idet ve uzla- niteliksel özdeşlige ek olarak, meUn
şımların ürünü olmayıp, bazı temel ba- ve zamanda kaplanan yer de özdeşse,
kımlardan doga tarafından beJirlendigi- niteliksel olarak özdeş pldugu söyle-
ni öne süren görüş. nen nesneler, sayısal olarak da özdeş,
özdenetim [İng. continma, se~f-control; Fr. yani tek bir nesne olur. Buna göre, sayı­
conrinmce]. Kişinin kendisini güçlü tut- sal özdeşlik, bir şeyin kendi kendisiyle
kular karşısında ve cinsellik bakıırun- aynı olması anlamına gelir.
664 özdeflik felsefesi

özdeşlik felsefesi (Os ayniyel felsefesi; varlı~ıJ), her nesnenin, başka bir varlık
İng. plıilosophy of identity; Fr. philosophie ya da şeyden en azından bir bakımdan,
de l'identite; Al. identitiitsphilosophie]. ı öme~in mekanda farklı yerlerde bulun-
Genel olarak. bircili~in bir türü olan, ve mak, farklı zamanlarda varolmak açı­
ruhla madde, özneyle nesne arasında sından farklı oldu~unu, hiçbir iki şeyin,
bir ayırım yapmayıp, bunları farklılaş­ her bakımdan aynı olamayaca~ını, aksi
mamış bir birli~in özdeş ö~eleri olarak takdirde iki şey olmalarının imkansız
de~erlendiren felsefi ö~reti. olaca~ını dile getiren ilkeye özdeş/ikteki
2 Daha özel olarak da, ö~retisi Spino- farklılık ilkesi derunektedir.
za'run felsefesine çok benzeyen Alman özdeşlik teorisi [Os. cryniyet na:zariyesi;
düşiinürü F. W. tSchelling'in metafizik İng. theory of identity; Fr. thiorie de l'iden-
sistemi. Tin ve do~anın özü itibariyle bir tite]. Zihin felsefesi kapsamında, ça~daş
ve aynı oldu~unu savunan Schelling, ne bir maddeci anlayış tarafından öne sürü-
benin ne de ben olmayanın, varlı~ın en len ve her zihinsel olay ya da h~lin, mer-
yüksek ilkesi oldu~unu, bunlardan her kezi' sinir sistemindeki fiziki-kimyasal-
ikisinin birden mutlak bir şeyde içerilen elektriksel bir olay ya da olguyla özdeş
göreli kavramlar old uk.Janru belirtmiş­ oldu~unu dile getiren, bilinan empirik
tir. olarak beyinsel bir süreçle özdeş oldu-
İdeal olanla gerçek olanın mutlak öz- ~unu öne süren görüş.
deşli~ini dile getiren bu felsefeye göre, FWkali:z.min özel bir versiyonu olarak,
biz, herşeyin nihai ve en yüksek temeli zihinsel her olayın ya da her zihin hilinin
olarak Mutlak'a, akılyürütme yoluyla . beynin belli bir haliyle, ilke olarak sapta-
de~il de, do~rudan ve aracışız bir en- nabilen fizyolojik. yani fiziksel bir olayla
tellektüel sezgiyle ulaşabiliriz. özdeş oldu~unu; iki kişi ziliinsel olan bir
özdeşlik ilkesi [Os. ayniyet prensibi; İng. şeyi paylaşh~ı, öme~in güneşin sıcak
principle of identity; Fr. principe d'iden- oldu~una inandı~ı, her ikisi de felsefe
tiU]. Iki şey arasındaki bir ilişkiyi de~il ö~enmek istedi~ zaman. ortak olarak
de, bir şeyin kendisi olmasını dile geti- aynı beyin hallerine ya da fiziki hillere
ren temel düşünce yasası, mantık ilke- sahip oldu~unu savunan ö~reti.
si. Sözel olarak 'bir şey her ne ise odur' özel [Os. hususi; İng. special; Fr. spicial; Al.
diye, mantıksal olarak da 'A A 'dır' şek­ special, speciell]. ı Kişiye özgü olan; bir
lindeki bir önermeyle ifade edilen, kimsenin kendisini ilgilendirenşey; 2
di~er mantık ilkelerinin kendisinin bir yali'UZC3 bir türe ait olan, türle ilgili olan;
türevi oldu~u manhk ilkesi. 3 belli bir özeUi~iyle ayırt edilen, kendi-
Varolan bir şeyin kendi kendisiyle öz- ne özgü birtakım özellikleri bulunan; 4
deşli~ini, ya da düşünülebilen herşe­ genele karşıt olarak, belirlenmiş, kesin-
yin kendi kendisiyle aynı oldu~unu dile lik kazanmış olan; S belli bir kategoriye
getiren, düşünülebilen bir şeyin, nesne özgü, belirli bir amaca yönelik olan; 6
karşılı~ı olsun ya da olmasın, düşünü­ ortak olmayan, ölçülerin dışına çıkan
lebilen di~er şeylerden ayn ve ba~ım­ şey için kullanılan sıfat.
sız oldu~unu ifade eden yasa. Buna göre, özel terim, bir dnsi ifade
Buradan hareketle, manbk dilinde 'A eden terimden farklı olarak, bir türü
A'dır' önermesine, A'nın. yani varolan ya ifade eden terimdir.
da düşünülebilen bir şeyin, kendi ken- özel dil [İng. private language; Fr. langııe
disiyle aynı, ve kendisi dışında kalan privie ]. tWittgenstein'ın, yalnızca kulla-
herşeyden farklı oldu~unu ortaya koyan nanı için anlaşılır olan dile verdi~i ad.
önenn.eye özdeş/ik Örumru!Si adı verilir. Deyimleri, söz konusu deyimleri kulla-
Yine aynı ba~lamda, dünyadaki nesne nanın özel duyumlarına, yaşanblanna,
ve varlıkların birbirlerine ne kadar ben- psişik hallerine gönderirnde bulunan,
zer olurlarsa olsunlar, evrendeki her bundan dolayı başkalan tarafından an-
özerklik 665

laşılamaz olup, yalnızca deyimleri kul- nehne. 2 Ahlakta, kişinin, kendi kendisi-
lanan için bir anlamı olan dil. ni belirlemesinden, yönlendinnesinden,
Wittgenstein, felsefesinde özel dil teri- yönetmesinden oluşan ve her tür dış
ınini, herşeyden önce birtakJm kurallar baskJ ve zorlamadan bag-.msızlıkla be-
tarafından belirlenen ve yönetilen dilin lirlenen hali; bir insanın kendi kendisini
özü itibariyle ortak oldu~nu, ortak bir belirleme gücü; kendisini tabi oldu~
dili kullananların malı oldugunu, bun- bir ahlak yasasının koyucusu olarak gö-
dan dolayı özel bir dilin olamayacagııu rebi lmesi yetenegi.
vurgulamak için, ikinci olarak da, klasik Özerklik kavranu, tKant'ın ahlak felse-
İngiliz empirist geleneginden gelen ve fesinin en temel kavramlanrun başında
bir insanın dogrudan ve aracısız olarak gelir. Özerklik, ona göre, kişi, ahiili
yalnızca kendi ide ve duyumlarıyla ta- özne dış etkilerden bagımsız olarak, bir
nıştıgını, dolayısıyla kişinin bildigi ahlak yasasına duyulan saygıyla, ahlaki
şeylerin, özü itibariyle, fiziki nesnelerin bir tarzda eylemeye karar verdigi zaman
kendileri degil de, başkaları için giril- söz konusu olur. Kant özerklik kavramı­
mez olan kişisel şeyler oldugu görüşü­ nı, Rousseau'nun halkı hem egemen ve
nün yol açtıgı fiziki dünyayı nasıl olup hem de uyruk olarak gören, insanların
da bilebilecegimiz problemine işaret sadece bizatihi kendilerinin koyduklan
etmek için ortaya atrru,tır. yasalara tabi olacakJarıru ifade eden si-
özellik [Os. hususiyet; Ing. property; Fr. yaset teorisinden alnuş ve insanın nasıl
propriete; Al eigenschaft, eigentum]. Bir olup da ayıu anda bir ahlak yasasına
şeyin sahip oldugu sıfat, yön, veçhe t.Sbi olur, ahlaklılıgın gereklerini yerine
veya karakteristik. Bir şeyin salt kendisi- getirirken, bir yandan da özgürlügünü,
ne özgü olmayıp, fakat kendisiyle aynı insan olma onuru ve yüceligini koruya-
suuf içinde yer alan diger üyelere ek ola- bilecegini göstermek için kullanmışhr.
rak, başka suuflann mensuplanyla da Kant'ın ahlak anlayışında, özerkligin
paylaşabilecegi nitelik karşıtı yaderklik.liktir. Yaderklik ise, kişi­
Özelliklerin ontolojik statüleri söz kcr nin ahlak yasasının koyurusu olmama-
nusu oldugunda, tnominalizm sadece sı, kendisine yabancı bir maksim ya da
tikellerin varolduklaruu, özelliklerin ya yasa veya kendi dışmdaki güçler tara-
varolmadıkJanru ya da tikel toplamlan- fından belirlenmesi, kendisine dışsal
na indirgenebilir olduklarıru öne sürer. olan bir şeyle ilgili duygulan, beklentisi
Buna karşın, tkavramcılık özelliklerin ya da korkusu tarafından harekete geçi-
farklı olduklannı, fakat zihne bagunlı rilmesini ifade eder.
olduklannı, trealizm ise özelliklerin zi- 3 Özerklik, aynca bir disiplinin hiçbir
hinden bagımsız olarak varolduklanru şekilde başka bir disipline indirgene-
iddia eder. memesi, diger alan ya da disiplinler kar-
özel mazaret yanhşı [İng. phallacy of spe- şısında mantıksal veya. kavramsal bir
cial pleading ]. Gündelik yaşamda, felsefi bagunsızlıga sahip olması durumunu
tartışmada, kişinin, bir eleştiri ya da ilade eder. Ömegin, ahlakın, metafizi-
düşünceyi karşıtı için kabul edip, ken- gin de, doga bilimlerinin de, sosyal bi-
disi için reddetmesinden, ya da karşıtı limlerin de bir parçası olmadıgı, ahlakm
için reddedip, kendisi için kabul etme- bütün bu disiplinlerden hiçbir şekilde
sinden oluşan formel olmayan yanlış türetilmeyip, ayn ve bagunsız bir di-
türü. siplin oldugu anlayışı, ahiakın özerkli-
özerkJik [Yunanca ben, kendim anlarnma gini ortaya koyar. Genellikle analitik
gelen autos + yasa anlamı taşıyan ahlakçılar ve sezgiciler tarafından savu-
nomos'un birleşiminden; İng. autonomy; nulan bu görüş ahlakm kendisine ait bir
Fr. autonomie; Al. autonomie]. 1 Politik an- alanı oldugunu, metafizikten başka,
lamda, bagunsızlık; kendi kendini yö- fizik benzeri doga bilimleri, psikoloji ve
666 özgeci egoizm

sosyoloji gibi insan bilimleri karşısında bir toplum düzeni için gerekli olup,
da kavramsal bir bagıınsızlıga sahip bu- ahLaki bir düzeni korumanın bizim yara-
lwıdugunu dile getirir. rımıza oldugunu savunarak, kişisel çı­
4 Ve nihayet, özerklik sosyolojide ise, karımıza baglayan ahlaki egoizme karşı
şu ya da bu determinizm türüne tabi ol- çıkan özgecilik, ahlaka ilişkin bir açıkla­
mayıp, kendi amaçları, ilgi ve çıkarlan­ manın ben sevgisine indirgenemeyecegi-
m ifade ederken, kendi kendisini belirle- ~ başka insanlara bizatihi kendilerin-
yen rasyonel toplumsal aktör için den, kendi degerieri için ilgi ve iyi niyet
kullanılmaktadır. göstermenin ahiakın önkoşulu oldugu-
özgeci egoizm [Ing. altruistic egoism; Fr. nu öne sürmüş ve başkalarına karşılı­
tgoisme a/truistiqııe]. tEgoizınle özgedli- gında hiçbir şey beklemeksizin yararlı
gin zorunlu olarak çelişik olmadıgıru; olma, başkaları için kendi çıkarlarından
tam tersine, kişinin kendi çıkarını ve özveride buluıuna egilimi ve tavnnı ön
iyiligini gözeten bir bakış açısı ve eylem plana çıkartmıştır. Özgeciligin temelin-
tarzıyla, başkalarının çıkarını ve iyiligi- de, insanlara ve topluma karşı duyulan
ni gözeten bir bakış açısı ve eylem tarzı­ ödev duygusu ya da kişinin bencilligi-
nın birbiriyle uyuşup, birbirini destekle- nin ve bencil arzulannın üstesinden
digini; başkaları için çaba gösterir ve gelip, ahlaki bakımdan gelişme ve arın­
çalışırken, kendi çıkanınızı da hayata ma arzusu bulunabilir.
geçirdigimizi; başka insanların mutlulu- özgeci yararcılık [İng. altruistic utilitaria-
gu için çalışmanın bize mutluluk verdi- nism; Fr. utilitarisme altruistique]. Yarara-
Iıgın kurucusu Beniham'ın egoisı haza-
gini; başkalannın mutsuzlugunun bizim
Iıgına karşı çıkan ve onun egoizmini
mutlulugumuza gölge düşürdügünü sa-
vunan anlayış. özgeci kılmaya çalışan İngiliz düşünürü
T. Cariyle'ın ahiilk görüşüne verilen ad.
özgecilik [Os. diJergdmlık; İng. altruism;
Fr. altruisme; Al. altruismus]. İnsanlıgı, Benthama görüşü bir tür domuz felse-
insanları çıkar gözetmeden sevme, kişi­
fesi olarak niteleyen Carlyle, onun 'en
yüksek mutluluk' ilkesini, bizden ideal-
nin kendisini başka insaniann ve toplu-
lerimiz için kahramanlara yönelmernizi
mun refahına, genel iyiligine adaması
tavrı; başkalarının iyiligini temele alan,
ve mutlulugumuzu ürettigirniz deger-
de, yaptıgımız işte aramamızı isteyen
diger insanlara karşı iyiliksever, iyi ni- 'en yüksek soyluluk' ilkesiyle tamamla-
yetli, hoşgörülü ve yardunsever olmayı
maya çalışmıştır. Zihninsel ya da entel-
bir tavır olarak ön plllna çıkartan, 'baş­ lektüel hazların midenin hazlanndan,
kası için yaşamak' formulüne göre dav-
kültürün hazlaruun da duyumsal haz-
ranınayı öneren ahlak anlayışı; bendli-
lardan çok daha önemli ve degerli oldu-
gin ve tbireydligin karşısında yer alan gunu savunan düşünüre göre, Benı­
bir görüş olarak, kişinin kendisini hiç- ham'ın egoisı hazcılıgı ahlaki bozulma
bir çıkar gözetmeden, başkalannın ihti- ve çürümeyi hızlandırmış, hapishanele-
yaç ve çıkarlarına adaması gerekligini ri aamasız katillerle doldurmuştur.
dile getiren ögreti. özgür düşünce [İng. hür fikir; İng. frtl! tJw.
özgedlik işte bu çerçeve içinde, Fran- uglıl; Fr. pen.sle librr]. Dini inançlardan,
sız filozofu Auguste tComte'ta, kişinin
batı! ilikadlardan bagtmsız olan ve otori-
başkasını başkası için sevmesi, ve bu
te ya da oteritelere güvenmeyip, yalıuz­
arada tyararcılıkta, kişinin başkasını, ca bireysel araştırmarun sonucu olan dü-
kendisi için, kendi iyiligi için sevmesi şünce türü; dini ilkelerden bagunsız
diye tanımlanmıştır. olup, dinin dogmalanyla sırurlanmayan,
Kişisel çıkarı temele alan, ahlakı bile, mantık kurallan, bilimsel metodoloji ve
kişisel çıkarlanmızın ancak ve ancak epistemolojiye uygun olarak gelişirken,
düzenli ve istikrarlı bir toplumda ger- ilerlemesi için hiçbir sınır tanunayan dü-
çekleşebilecegini, ahlaki kurallann böyle şünce, araştırma, bilim ve felsefe.
özgürlükçülük 667

özgürlük [Os. lıürriye!; İng. freedoııı, liberty; fakat ahlaki ödev ve yükümlülüge ilişkin
Fr. liberte; Al. freilıeitJ. Kişinin kendi ken- tecrübemizden dolayı, özgüriiigün vaJSa-
disini belirlemesi, denetlemesi, yönlendir- yılması gereken bir ide oldugunu söyle-
mesi ve düzenlemesi durumu. Bireyin miştir. Ona göre, ödevin ifade ettigi 'ge-
kendisini, dış baskı, etki ya da zorlama- reklilik'ten dolayı, insan iradesinin özgür
lardan bagımsız olarak, kendi arzu edilir oldugu varsayılmalıdır: 'Yapmam gerek-
ideallerine, motiflerine ve isteklerine göre tigine göre, yapabilirim.' Başka bir de-
yönlendirmesi. Kişinin, başkalarınm yişle, irademizin özgür oldugunu kanıt­
buyruk ve isteklerine göre de~ de, kendi layamasak bile, iradenin özgür oldugunu
isteklerine göre davranabilmesi gücü. kabul etme zorunlulugumuz vardır, zira
Ahlaki öznenin, kendi tercihlerine, akla özgürlük ve ahlak öylesine ayrılmazcası­
dayalı kararlarına, iradesinin buyruklan- na birleşmişlerdir ki, özgürlük. iradenin,
na göre eyleyebilmesi dununu. Varolan ahlak yasası dışında, başka herşeyden
alternatif eylem tarzları arasında bir bagımsız olması diye tanunlanabilir.
seçim yapabilme ve yapılan seçimin gere- Buna göre, bir insan, ödevini gerçekleş­
gini yerine getirebilme gücü. l(jşinjn, dış tirme ya da ahlaki bir buyrugu yerine ge-
koşullan, psikolojik ve biyolojik yapısı­ tirip getirmeme özgüriiigünden yoksun-
nın belirledigi şartlan aşmayı, aşabilm~­ sa, nasıl olup da sorwnlu ya da birtakım
yi başararak, kendi ideallerine, istekleri- ödevleri olan bir insan olabilir?
ne ve hedeflerine uygun davranabilmesi özgürlükçülük [Os. hilrriyetçilik; İng. li-
durumu. bertarianism; Fr. libertisme; Al. libertis-
Bu çerçeve içinde, kişinin, ahlaki özne- nıus }. 1 Zorunlulukçulugun karşısında
nin, ya ahlaki karar anında, ya da geriye yer alan ve insanın iradesine mutlak .bir
baklp düşündügünde, kararının özgür- özgürlük taruyan, bilinçli insan eylemi-
ce verilmiş bir karar oldugunu, aynı ko- nin basit nedensel terimlerle açıklanama­
şullar söz konusu oldugunda, pekala yaca~u öne süren ögreti. iradenin, kişi­
başka türlü davranabilmesinin mümkün nin içinde bulundugu psikolojik ve
oldugunu görmesine, hissetmesine baglı fizyolojik koşullar tarafından belirlenme-
olan öznel duyguya özgürlük duygusu adı digini, insanın karakteriyle, onu eyleme
verilir. Kişinin, zorlamarun, basknun so- yöneiten güdüler ve insanın içinde bu-
nucu olmayan seçimlerde bulundugu lundugu koşullar arasında zorunlu bir
zaman, yaşadıgı duygu olarak özgürlük ilişki bulunmadıgını, insan iradesinin
hissi, aynı koşullar söz konusu oldugun- çeşitli eylem alternatifleri karşısında
da, başka türlü davranabilmenin müm- seçme şansına sahip bulundugunu, dış
kün oldugunu bilmenin yarathgı özgür- baskı koşullar ve zorlamalardan bagım­
lük sevincini, önümde her zaman sız olup, kendi kendisini belirledi~ öne
alternatif eylem tarzlannın mevcut oldu- süren anlayış.
gunu, gelecegin, benim dışımda, benden 2 Liberalizmin ilkelerini en uç noktaya
bagunsız olarak belirlenemeyecegini bil- taşıyan devlet karşıtı siyasi-iktisadi ög-
menin yol açtıgı duyguyu ifade eder. reti. Kökleri, bireyin yaşam, özgürlük
Bu baglamda, Kant'ın, özgürlük duygu- ve mülkiyet haklarının önemi ve önceli-
suna yakın bir anlam içinde, iradenin ti üzerinde büyük bir güçle duran İngi­
özgür oldugunun kanıtlarianlayacagıru, liz filozofu John tLocke'a kadar geri
fakat ahlak yalnızca özgürlükle müm- giden, ve devletin etki ve eylemine sınır
kün olabildigi için, özgürlügü bir postii- getirirken, ihtiyaçlann en iyi pazar me-
la olarak öne sürmek gerektigini ifade kanizmalarıyla karşılandıgını ve çatış­
eden yaklaşırnma özgürlük postiliası adı malann en iyi pazarda çözümlendigini
verilmiştir. öne süren aşan liberal görüş. Görüş gü-
Buna göre, Kant, insan iradesinin özgür nümüzde R. Nozick ve F. A. Hayek gibi
oldugunu karutlamayı düşünmemiş, filozoflar tarafından savunulmaktadll'.
668 özne

özne {Yunanca 'dayanak', 'temel' anlamı­ tir. Kendine özgü acayip yanlan olma-
na hypokaimeııonun Latincedeki muadili yan özne gelece~i planlar, haz almayı
sııbjectuııı'dan; Os. Jaıl zat, nefis; İng. erteler, siyasi projelere bağlanabilir ve
subject; Fr. sujet; Alm. subjekt). ı Mantık ideolojik nitelikli amaçlar ic..in çalışabi­
alanında, bir şeyin, yani bir nitelik, lir.
özelllik, karakteristik, yüklem ya da ba- Modern özne, irade özgürlü~üne ve ki-
~ıntmm kendisi hakkanda tasdik ya da şisel özerkli~ inanmakla birlikte, ço-
i.nk.§r edildi~i, evetlendi~i ya da de~il­ ~unlu~un görüşüne saygı göstermesini
lendi~i şey. Buna göre, bir önennede, bilir. O genelin kolektif iyili~i adına ki-
yüklemin bir özellik ya da niteli~i gös- şisel çıkarlarını ikinci plana atmaya ha-
terdi~i yerde, özne bir özellik ya da nite- zırdır. Zira o, rasyonel kurallara, genel
li~in taşıyıcısını, o özelli~e sahip olan iradeye, toplumsal uzlaşımlara, adil gö·
şeyi göst€rir. rünen standartiara saygı gösterir ve haki·
2 Metafizikte, İlk ya da Ortaça~ felsefe- kat arayışnun boşuna olmadı~mdan
sinde, 'orada' zihinden bağımsız olarak emindir. Bu şekilde tanımlanan öznenin,
ve fiilen varolan şey. Anlamı töze ol· kunnaca bir şey oldu~unu öne sürerken,
dukça yakın olan özne terimi, bu ikibin öznenin ölümünü yüksek sesle ilan et-
yıllık süre boyunca, dayana~ı, dış ger-
mekten geri dunnayan posbnodernizme
çekli~i ifade ederken, kendisinde nitelik-
göre, özne bir maske, bir kurban, mo-
demli~in kalınhsı, liberal hüman.izmin
lerin bulundu~unun söylendi~i varlık
icadı, özne-nesne i.kili~inin kayna~ıdır.
olarak tanımlanmıştır. Bu ba~lamda,
O eylemin, yazınan ve ifade fonnlanmn
bir ev, bir a~aç, v. b. g., özelliklere daya-
kökeni olmak bir yana, dildeki bir
nak olan bag,msız bir ttöz veya özne-
konum, bir söylem etkisinden ibaret olan
dir. Felsefede tDescartes'a kadar hik.im
bir şeydir.
olan ve hatta onda dahi kullanılan bu
öznel [Os. n.efsi, fahsi; İng. subjective; Fr.
terminoloji, öznenin ba~Jılaşı~ını, salt subject~f. Al. subjektiv). ı Genel olarak,
bir zihins!!l içerik olarak evi de nesne ben ve ben olmayan ayınmıyla birlikte,
diye tanmlar. özne-nesne ikili~inin bir sonucu olarak,
3 Özne ve nesne terimlerinin anlamı öznenin dışındaki şeyler ve durumlar-
modem felsefenin başlangıcından itiba- la değil de, özneyle ilgili olan şey, öz-
ren kökten bir de~işikli~e u~rar. Buna nenin kendisine, kendi zihin hallerine
göre, özne arbk algı, tasarim, izlenim, ilişkin dolayımsız deneyimi için kulla-
düşünce ve duyulara dayanak olan, dü- nılan sıfat.
şünen, hisseden, bir şeylerin bilincinde 2 Bir ben v!!ya zihin olarak tasanmla-
olan şey olarak ben ya da zihin anlamı­ nan özneye ait olan; 3 dış dünyadan,
na gelir. Nesne ise, söz konusu anlam nesnel temel veya kaynaklardan de~il
içinde öznenin, yani bireysel bir zihin de, benden, zihinden, kişisel algılardan
veya zihni olan bireyin dışındaki ya da türeyen, kişisel yargılanmızın sonucu
ötesindeki varlıkhr. olan; 4 salt bilinç ya da zihinde varolan,
Bu modem özne, bilginin temeli olan fakat dış dünyada nesnel bir temeli
rasyonel ve ir8di varlıktır. Özellikle veya do~rulaması olmayan; 5 bilen ki-
postmodemist bakış açısına göre, do~a şinin kendi bireysel deneyimlerine,
ile araçsal bir kontrol ilişkisi içine gir- duyum ve algılarına, kişisel tepkileriy-
miş durumda bulunan özne akla, rasyo- le tarihine göreli olan; 6 do~ruluk ya da
nalite ve bilime güvenir. İnsanh~ın gele- geçerlilikten yoksun ve keyff olan, kişi­
ce~ne ve ilerleme imkanına iyimser sel bir tercih ya da be~eniyle ilgili bulu-
bakan modem özne, aklı duygulann nan; 7 kamusal de~il de, özel ve kişisel
önüne koyar. Dahası, modem özne ça- olan şey ya da şeyler için kullamlan ni-
lışkan, disiplinli ve sorumlu bir kişilik- teleme.
öznelcilik 669

Bu bagiaında, zihin hallerine, bilinçte Öznelci bilim anlayışı olarak da ta-


yer alan veya olup biten şeylere öznel fe· nımlanan bu yaklaşıma göre, bilimsel
noıııenler, pozitif bilimin nesnel, kamuya bilgi, bireyin, bilim adamının birtakım
ve tartışmaya açık nesnel dogrularına araçlarla dogrulayabildigi özel nitelik-
karşıt dogrulara, öznel varoluş alanıyla teki inançlar takımından başka hiçbir
ilgili hakikatiere ise öznel hakikatler adı şey olmayıp, bilimsel teoriler de bilim
verilir. Buna karşın, kişi ya da öznenin adamının mülkiyetindedir, yani bireyin
kendi kendisinin bilincinde olan pers- zihninde varolur.
pektif ya da bakış açısı, insanın algıla­ 4 Ontolojide, nihar gerçekligin özne, eş­
nnın daha ziyade onun algılan ve ihti- deyişle bilinçli zihin oldugu görüşü. in-
yaçlarıyla, algılayanın beklentileri ve giliz idealist düşünürü George Berkeley
öndeyileriyle belirlendigini dile getiren tarafından benimsenen bu görüş, mad-
algılama ilkesi öznellik diye tanımlanır. denin, maddr dünyanın varolmadıgını
Nesneilikle ka~ı karşıya getirilen ve öne sürer. Veya gerçekten varolanın bi-
özellikle de pozitivist bir metodoloji ta- linçli zihln oldugunu öne sürdükten
rafından ciddi bir eleştiri unsuru olarak sonra, maddr dünyanın varoluşunu, va-
degerlendirilcn öznellik, varoluşçuluk rolmanın algılanmış olmak oldugunu
ve henneneutikte olumlu bir deger ka- savunarak, özneye tabi kılar.
zanmıştır. 5 Ahlakta ise, amacın haz ya da mutlu-
öznelcilik [Os. mfüsiyye, nefsô.niyye; İng. luk gibi, öznel duyum ve hallere ulaş­
subjectivisııı; Fr. subjectivisme; AL subjek- mak oldugunu savunan anlayış. Öznel-
tivisıııus). 1 Genel olarak, bir önennenin, cilik burada, insan olmadıgında, ahlaki
ya da bir önermeler sınıfının dogrulu- eylemiere yüklenen sıfatiann da söz ko-
gunun, bu önermeyi kuran kişi ya da nusu olamayacagı düşüncesinden ha-
kişilerin zihin halleri ya da tepkilerine reketle, insanlar ve insanların eylemle-
bagh oldugunu öne süren görüş. riyle ilgili ahlaki yargılann, insan
2 Epistemolojide, nesnel, yani kişiden bireyinin onlar karşısındaki tepkileriy-
kişiye degişmeyen genel geçer bilgi le, yani onları algılama biçimi ya da du-
imkanını yadsıyan, zihnin faaliyetini yumsama tarzıyla veya onlar hakkında
zihin hallerinin bilincinde alınayla sınır· ne düşündügüyle ilgili degişken kişi­
!andıran tavır olarak öznelcilik, her tür sel yargılar oldugunu öne sürer. Nes-
bilginin kaynagında bilen kişinin öznel nelciligin karşısında yer alan bir görüş
zihin hallerinin bulundu~nu ve dış olarak öznelcilik, ahlAki degerlerin, in-
dünyaya ya da nesnel, zihin-dışı bir sanın duygu, tavır, tepki ve duyguları­
şeye ilişkin bilginin söz konusu zihin nın, arzu ve isteklerinin bir ifadesinden
hallerinden yapılacak bir çıkarıma da- başka bir şey olmadıgını, dolayısıyla
yandıgını savunur. dış dünyada nesnel bir temeli, zirun-
Öznelcilik, yine bilgi felsefesinde, den bagımsız bir gerçekligi bulunmadı­
buna ek olarak, algı fonnlanyla anlama gını savunur. Ahlakf öznelcilik, buna
yetisinin kategorilerinin öznel ve apriori göre, ahlakf bir problem ya da çatışma­
oldugunu vurgulayan tKant'ta oldugu yı çözmenin, ahlAki yargı ya da deger-
gibi, deneyimin ya da tecrübenin oluşu­ Ieri oluşturmarun rasyonel ya da nes-
munda, öznel etmenlere büyük bir nel bir yolunun bulunmadıgıru iddia
öneın veren anlayışı ifade eder. Bu gö- eder.
rüşe göre, bilinen şey, bilen öznenin 6 Estetikte, sanat eserinde estetik dege-
yapı kazandırdıgı ve dolayısıyla yarat- rin kendisinden meydana geldigi nes-
tıgı bir üründen başka bir şey degildir. nel bir nitelik bulundugunu yadsıyan
3 Bilim felsefesinde, bilimsel bilginin, ve bir nesnenin estetik degerinin nesne
bilim adamları tarafından kabul ve tas- ile estetik özne veya alımlayıcı arasın­
dik edilen özel türden bir inançlar siste- daki bir ilişkiden oluştugunu söyleyen
ıni oldugunu savunan yaklaşım. görüş.
670 öznelerarasılik

öznelerarasılık [İng. irıtersubjectivity; Fr. 2 Ontoloji ya da metafizikte, gerçekten


intersubjectivite; Al. intersubjektivitiit}. ı varolanın sadece ideler ve idelerin taşı­
Genel olarak, toplumsal ilişkilerin kar- yıcısı zihinler oldutunu, ideler ve zihin-
şılıklı olarak kurulabilmesi; insanların ler dışında hiçbir şeyin varolmadıtı
bilgi ya da yaşama dünyalannda dene- görüşü. Öznel idealizmin yukarıda ı.
yiınledikleriyle ilgili olarak, mutlak bir şı.kta geçen epistemolojik anlamanın on-
nesnellik iddiasında bulıJnamasalar bile, toloji alanındaki mantıksal sonucu olan
mutabata erişebilmeleri durumu. bu görüşe göre, yahuzca dolayımsız
2 Biraz daha özel olarak da, salt öznel olarak algılanan ideler ve bu idelerin da-
olmak, tek kişiye özgü bulunmak yeri- yanatı olan bireysel zihinler gerçekten
ne, çok sayıda özneye ortak olma, birçok varolur. Dünyanın duyulanmız aracdı­
özne tarafından dotrulanma durumu; tıyla algılanan niteliklerinin algılayan
bir önerınenin, hipotezin dotrulutuyla özne ya da zihne batlı oldu~nu öne
ilgili olarak genel bir uzlaşmanın söz süren öznel idealizm, dış dünyadaki
konusu olması. nesnelere ilişkin dotru bir analizin, ya
Buna göre, başka insanlara mecazlar Berkeley örnetinde oldutu gibi, maddi
ve analojiler olmadan, harfi harfine ve bir nesnenin ya da cismin, Tann'run ya
gerçekten anlaşılan sözcüklerle iletilen da Tann tarafından yaratılmış insan
düşünce içeriti olarak biliınsel bilgi, zihninin idelerinden başka hiçbir şey
dotruluk ve yanhşlıtına, kendisini olmadıtım ortaya çıkardıtım savunur,
uygun koşullar içinde bulan herkesin eşdeyişle maddi cisimleri öznedeki izie-
karar verebileceti iddialardan oluştu­ nim komplekslerine indirger veya Kant
tu için, özel ya da öznel bir bilgi detil örnetinde oldutu gibi, maddi dünyada-
de, özneler arası geçerli bir bilgi olmak ki cisimlerin zihin tarafından kurulan
durumundadır.
fenomenler, zihinlerimizin belli bir tür-
öznel idealizm [Os. tctSavvuriyei eııfüsiyye; den yapım ya da konstrüksiyonlan ol-
İng. subjective idealism; Fr. idlalisnıe sub- duklannı öne sürer.
jecl~t Al. subjektif idealismus}. ı Epistemo-
öznenin ademimerkezileşmesi (İng. de-
lojide, bir öznenin sadece ve dolayunsız centralization of subject;Fc. dkentralisation
olarak kendi idelerini, kendi zihin
du sujet). Öznenin, t'Çlkış noktası ola-
hallerini bilebilecetini savunan görüş.
rak öznellik'i benimseyen, insan aklının
İlk kez olarak İngiliz empirist filozofu
kendi inançları; deterleri ve kararlann-
John tLocke tarafından öne sürülen bu
dan sorumlu oldutunu dile getirirken,
görüş, esas George tBerkeley tarafından
geliştirilmiş ve sonuçta, tüm empirist
bilinçli özneyi bilgi, varlık, ahlAk ve si-
bilgi görüşlerinin en temel ilkesi haline yaset felsefesinin merkezine yerleştiren
gelmiştir. Bu görüşe göre, bilditirniz
modern felsefenin yaklaşık olarak 200
yıllık bir egemenlitinin ardından, 19.
herşey son çözümlemede ideler adı veri-
yüzyılın ikinci yansından itibaren, mer-
len kendi zihin içeriklerimiz olup, bilgi
insan zihninden batımsız bir dış dünya- kezdeki konumundan uzaklaştırılması
mn detil de, insarun kendi zihin hAlleri, süreci.
içerikleri ve zihinsel süreçlerinin bilgisi- tDescartes'ın bilen özneyi bilginin ve
dir. varlıtın temeli yapmasından, tKant'ın
Ayru görüşün Alınan filozofu Immanu- bilen özneyi en yüksek derecede önemli
el Kant'tald versiyonu, bilditirniz şeyin, bir yere oturtmasından, onu hem gerçek-
gerçekiitin bizatihi kendisi detil de, li~n özsel yapısından ve hem de ahlAk
zihin bilgide kendi içkin küresinin dışı­ yasasından sorumlu tutmasından ve
na çıkabilditi için, özneye batı. feno- uzun yıllar boyunca hakim olan ahllkf
menler, zihin tarafından inşa edilmiş ya tbireydük ve siyasi liberalizmden sonra,
da kurulmuş olan şeyler oldutunu öne modem özneyi merkezdeki konumun-
süren ötretiye tekabül eder. dan uzaklaşhran antihümanist hareketin
özne-yüklem 671

en önemli ugrakları şöyle sıralanabilir: 1 varolan bir göstergeler sistemiyle ilgili ol-
Kant'ın öznesini kollektilleştiren, özne- gulara dayandığını belirten Ferdinand
nin elindeki otoriteyi ondan alıp, Geist'a, de tSaussure. 9 Toplumsal ilişkilerden
Mutlak'a veren +Hegel. 2 Hegelci idealiz- bagımsız bir fail oldu~u varsayılan mo-
min tarihselleşmiş öznesini maddi bir dem öznenin toplumsal ilişkileri koruma
zemin üzerine oturtan, +kapitalizmin ya- ya da de~iştirmeye dönük bir kişisel ka-
ratıa ve müteşebbis öznesinin imtiyazla- pasiteden yoksun oldugunu öne süren
mu ondan alıp, kollektif bir tarihsel öz- +Althusser.
neye, kapitalist üretim tarzı içindeki 10 Öznenin kayıp kişi oldu~unu ima
konumu nedeniyle kapitalizmi yıkma ve ederken, esas amacının, insanı yeni
dogru bilince erişme amacına yönelen baştan kurmaktan ziyade, onu tümden
proletaryaya aktaran Marks. 3 'Sabit töz- çözündürrnek oldugunu söyleyen Levi-
sel bir ben' düşüncesinin tam bir kurgu Strauss. 11 Hümanist özne konsepsiyo-
ve yanılsama oldugunu söylerken, mo- nunundan bir daha geri dönülmezcesi-
dem özneyi sorgulayan, öznenjn bilinç- ne kopma zorunlulugu bulundu~unu,
ten yoksun, söz dinlemez, kindar ve güç özneye duyulan hümanist inancın ıno­
isteyen biri olup, bastırılmış bir güç iste- dernligin politik bakımdan kuşkulu bir
mini dışa vurdugunu öne süren Nietzs- tezahürü oldu~unu savunuıl(en, insan
che. 4 Bilinçdışı kavramıru geliştirirken, varlıklarırun Batı kültüründe özneler
bilincin zihinsel hayatunıza ilişkin olarak haline getirilişinin farklı yollanrun tari-
sadece kısmi ve çarpıtılnuş bir görüş hini yazmaya koyulan +Foucault. 12 Ve
sagladıgını öne süren ve dolayısıyla, öz- nihayet, öznenin modemli~in bir icadı
nenin bütünüyle şeffaf olan bir bilince oldugunu, özne üzerinde odaklaşma­
eşit oldu~u Kartezyen ilkesini çökerten run kaçınılmaz olarak hümanist bir fel-
Freud. sefeyi gündeme getirdi~ini ve öznenin
S Epistemolojide özneye ayncalıklı bir kendili~inden bir nesneyi gerekti.rirken,
yer ve önem verilmesinin metafizikte bir özne-nesne ikili~ine yol açtıgıru öne
dünyanın indirgeyici bir tarzda nesneleş­ süren bilumum postmodemİst düşü­
tirilmesine tekabül ettigini söylerken, nürler.
nesneleştinneyle araçsal düşünme ve özne-yüklem [ing. subject und predicute; Fr.
teknolojinin yıkıcı hakimiyeri arasında sujet et predicat; Al. subjekt und pradilaıt]. 1
bir ba~ kuran ve dolayısıyla, epistemolo- Dilbilgisinde tiimrenin, sözcük ya da söz-
jiden vazgeçip, ontolojiyi temele koyan; cük öbeklerinden oluşan ve biri isimle,
şeylerin de~erini bir özne tarafından de- di~eri ise 6ille gösterilen parçalan. 2 Epis--
~erli bulunma statüsüne indirgeyen bir temoloji açısından, bir türncenin neyin
degerler felsefesine şiddetle karşı çıkan tarbşılınakta oldu~unu saptamaya yara-
+Heidegger. 6 Öznenin ontolojik bakun- yan parçasıyla, üzerinde konuşulan ya
dan ikincil oldugunu öne sürerken, onun da tarbşılan şeyi karakterize eden ya da
anlama veya dilin kuşatıcı ortamından betimleyen parçası.
çok daha az önemli oldugunu belirten ve 3 Mantık bakımından da, özne, bir nite-
dolayısıyla, öznenin, arılama ve dilin öz- lik, bir ba~mb, bir özellik ya da karakte-
nelerarası ortamında varoldugunu söyle- risti~in kendisi hakkında tasdik ya da
mek suretiyle, dikkati öznenin kendisin- inkar edildi~i şeye, yüklem ise, özne
den öznelerarasılıga kaydıran Gadamer. hakkında tasdik ya da inkar edilen özel-
7 Öznenin varlı~a sadece ötekinden so- lik, nitelik, karakteristik ya da bagıntıya
rumlu bir varlık olarak gelebildi~ini söy- karşılık gelir.
lerken. modem öznenin tahbna ötekini Dilbilgisi, epistemoloji ve mantık ala-
ohırtan +Levinas. 8 Anlamın öznenin bi- nında yapılan söz konusu özne-yüklem
linçli anJamlandırma edimlerine ba~lana­ ayınmı, metafizik alarunda farklı ögreti-
mayaca~ını, dilin anlam ve işleyişinin lere yol açmıştır. Bir özne için farklı
672 öznitelik

yüklemler kullarunarun öznede bir de- öz tanımı [Os. tarifi znti; İng. essential defi-
gişmeyi gerektirdigini, oysa aynı yükle- tion; Fr. dtfini tion esseııtielle]. Ozsel tanım
mi farklı özneler için kullanmarun yük- ya da nesne tanımı olarak da bilinen ve
lernde bir degişmeyi gerektinnedigini bir şeyin özünü ifade eden tanun. Bir
düşünen ve söz konusu degişmezligi şeyin sahip oldugu özellikler arasında,
gerçekligin en önemli ölçütü yapan Pla- a) o şeyin en önemli, ve b) başka özel-
ton, idealar teorisiyle önceliği ve üstün- liklerin varoluşlan bakımından kendisi-
lügü yüklemlereve dolayısıyla kavram- ne baglı oldugu biricik özelligini veren
Iara ve tümellere venniştir. tanım türü.
Platon'dan farklı olarak, özneye ontolo- Bu tanım türüne göre, insan 'akıllı hay-
jik bir statü yükleyen t Aristoteles, önce van' olarak tarumlanmalıdır, çünkü insa-
ilk tözü, hiçbir zaman yüklem olama- nın gülme, iÜet yapma , semboller ve dil
yan, fakat yalnızca özne olan, ve başka yaratma ve kullanma, yemegini pişirip
hiçbir şeyde var ya da mevcut olmayan hazırlama gibi önemli özellikleri varoluş­
şey olarak tanunlamıştır. İlk tözlerin bi- lan bakunından 'akıllı olma', 'aklı kullan-
reyler, ikincil tözlerin ise türler ve cinsler ma' özelligine baglıdırlar. Şu h&lde, öz
oldugunu savunan Aristoteles'e göre, taıwru bir şeyin biridk olan ve nesnel
biz bireyler ve türler üzerinde konuşu­ olarak varolan özünü ortaya koyan ta-
ruz; bundan dolayı, onun felsefesinde, nundır.
yalnızca bireyler degil, hkat türler de öz ve görünüş [İng. essence and tıppearence;
manhksal özneler olarak ortaya çıkar. Fr. essmce et apparance]. Diyalektik mad-
öznitelik [İng. attribute; Fr. attrıout; Al. att- deci anlayış, ya da maddeci bilim görü-
ribut]. Bir varlıgın ya da tözün temel, şü tarahndan gerçeklikle söz konusu
özsel, belirleyici, karakteristik özelligi. gerçekligin tecrübe edilme ya da görün-
Tözün vazgeçilemez, onsuz olunamaz me tarzı arasmda yapılan ayırım.
niteligi; töze zorunlu olarak baglı olan, Bu ikisi arasındaki büyük farklılık,
onun özünü meydana getiren ilk özellik. ayrı ve farklı düzeyden analizlere ve bu
Tinsel ya da maddi bir töz için, kaçuul- arada bilime duyulan ihtiyacı açıga
maz olan, bir şeyin dogasuu ifade eden, vurur. Maddeci bilim görüşüne göre,
kendisi olmadan bir şeyin, asla düşünü­ özle görünüş arasında bir farklılık bu-
lemeyecegi nitelik olarak öznitelik. aynı lunmasaydı eger. özlerini keşfebnek
zamanda Tann'run, bilgelik türünden üzere, görünüşlere nüfuz edecek. görü-
özsel özellik ya da sıfabru ifade eder. nüşlerin ötesine geçecek bilime ihtiyaç
Dilbilgisinde sıfatla ifade edilen öznite- duyulmayacaktı. Buna göre, görünüş,
lik, mantıkta, bir önermenin öznesi hak- özü tarafından belirlenen ya da etkile-
kında tasdik ya da ink&r edilen yüklem nen empirik gerçeklik düzeyi veya özün
olarak karşımıza çıkar. ifadesi, tezahürüdür.
panenteizm 673

mahkümların fiziki koşullarr.nı geliştir­


mek açısından oldug·u kadar, maruz kal-
dı.kları muameleyi iyileştirmek bakımın­
dan da devrimci bir proje olmasına
karşın, o Michel Foucault'nun postmo-
dernist bakış açısından modem disipli-

p ner iktidann 'mimari bir e~etilemesi'ni


ifade eder. Başka bir deyişle, eserlerinde
zaman zaman modem dönemde, özne-
nin disipliner pratiklerle nesneleştirici
disiplinlerin bir nesnesi olarak kuruluşu
sürecini analiz eden Foucault'ya göre, pa-
paideia. Klasik egitim. Antik Yunan'da, naptikon, uyruklarda, iktidann otomatik
özgür sitenin aristokrat idealini belirle- olarak işlemesini saglayan, onlarda sü-
yen yüksek düzeyden egitim. Belli bir rekli bir izlenebilirlik hali yaratan, sadece
teknik bilgi, tekhne ögretmeyi degil de, ve sadece bireylerin verimlilik arbşıyla
matematik, astronomi, gramer ve felsefe ilgilenen okul, hastahane, fabrika, kışla
gibi yüksek bilgiler vermeyi amaçlayan, benzeri kurumların mükemmel bir tem-
maddeye, duyusal olana baglı uygula- silidir. Modem olan bu kurumlar, daha
malı bilgilere karşıt olarak, entellektüel aydınlarunış, ileri ve rasyonel bir çagın
bakımdan egitmeyi amaçlayan egitim insani ürünlerinden ziyade, yayılan bir
tü ı il. iktidarın etkin ve bireyi tedirgin eden
Söz konusu yüksek egitimin temeli Pla- araçlandu.
ton ve İsokrates tarafından ablmıştır. panenteizm [İng. panentheisnr; Fr. pa-
İsokrates'in paideia ya da yfiksek ~timin nentheisme; Al. panentlreismus). 'Her şey
temeline edebiyah, güzel ve etkili konuş­ Tarırı'dır' diyen panteizmden farklı ola-
ma sanatını yerleştirdigi yerde, Platon rak, 'herşey Tanrı'dadır' diyen veTann
matematik ve felsefeyi yerleştirmiştir. ile evreni bir saymayan Tanrı görüşü.
Panaetios. Orta Stoa'run M. Ö. 185-109 yıl­ Süreç teizmi olarak da bilinen bu göruş,
ları arasında yaşamış etkili düşünürü. tdeizmin ve bu arada, tteizrnin aşkınlık
tStoacılıgın idealist özünden belli ölçü- anlayışı ve tpanteizrnin içkinlik görü-
ler içinde vazgeçen, ruhsal dinginlik ve şünün bir çeşit indirgemecilik oldugu-
aldırmazlık idealini reddederken, ger- nu, Tanrı-evren ilişkisininin ortaya çı­
çekten bilge olan insanlann varoluşunu kardıgı problemleri çözmeye çalışırken,
yadsıyan Panaetios, ahlak alaru içinde birinin herşeyi aşkınlıgo, digerinin de
nihai ve en yüksek amacın bireyin özü- içkinlige indirgemek suretiyle, kolaycı
nün olabildigince geliştirHip yetkinleş­ bir açıklamaya yöneldigini savunur ve
tirilmesi oldugunu öne sünnüştür. bunun yerine, Tanrı'nın hem degişme­
panaptikon [İng. panapticon). İngiliz yarar- yen ve hem de degişen, hem mutlak
cı filozofu Jeremy tBentham tarafından hem göreli, hem zamanın dışında ve
tasarlanmış olan ünlü modem hapisha- hem de içinde, hem sııurslZ ve hem de
ne projesi. Kendi çaıımn lngiltere'sinde, sınırlı oldu~nu öne sürer.
varolan kurwnlarda bir reforın yapmaya Aynı zamanda çift kutuplu tanrı anlayı­
kalkışan Bentham'ın örnek hapishanesi, ş ı olarak geçen panenteizme göre,
bir daire şeklinde, hapishane müdürü- deizm Tanrı'yı İlk Mutlak Neden olarak
nün merkeze yerleşip her mahkfıınu kabul eder, fakat O'nu her tür etkilen-
gözlernek ve yönetmek imkAnına sahip meden uzak tutar; Tanrı'nın evrenle her
bulundugu bir yapıdu. türlü ilgi ve ilişkiden uzak bulundugu-
Panaptikon'un, Jeremy Bentham'ın mo- nu savunur. Söz konusu Tanrı anlayışı,
demist ve yararcı bakış açısından, panteizmin de Tanrı'yı tümüyle evre-
674 pankozmizm

nin içine getirdigini, sıradan neden ve 'gerçek olanın rasyonel, rasyonel olanın
sonuçlann bile, tanrısal dogaıun ayrıl­ da gerçek oldugunu; düşünce ile varlı­
maz bir parçası haline geldigini, böyle- gın, mantık ile ınetafizigin bir ve aynı
likle de Tann'nin, ilk ve gerçek Neden gerçekligin iki farklı yüzünden başka
olmaktan çıktıgını belirtir. Panenteizm bir şey olmadıgını' öne süren Alman
bu çerçeve içinde, Tanrı'yı soyut, mut- düşünürü tHegel'in sisteminde bulur.
lak ve degişmez gibi yönleriyle evrenin panpsişizm [İng. panpsychism; Fr. paııps­
üstünde, somut, göreli ve degişen yön- ychisme; Al. panpsychismus]. Doganın
leriyle de evrenin içinde görür. canlı oldugunu, evrendeki herşeyin bir
pankozmi.zm [İng. paııcosnıisin; Fr. parıros­ bilince, belli bir düzeyi olan bir bilinçli-
misıııe]. Evrenin, duyular tarafından algı­ lige, zihinsel yaşam, ruh ya da line
lanabilen, imgelenen varlıklardan mey- sahip bulundugunu iddia eden; dünya-
dana geldigi; evrenin, sonlu bir zihin ya mn, içindeki her nesnenin bir zihin ya
da anlayış tarafından bilinebilir olan da ruha sahip oldugu kabulüyle daha
fiziki ve psişik var lıklar dışında hiçbir anlaşılır hale gelecegini belirten görüş;
şey içermedigi görüşü. Bütün bir varlık varolan herşeyin ruhsal bir özü oldu-
alarorun ya da tüm gerçekli&n zaman gunu savunan anlayış.
ve mekan içinde varolan fizikj evrenden Maddeciligin tam karşıtı bir ögreti olan
·ibaret oldugunu öne süren görüş. ve tarihsel olarak, tDescartes sonrası,
Tanrı'yla evreni özdeşleştiren, evrende- 'dogada yalnızca insarun rıu ruha sahip
ki tüm fenomenlerin mutlak !özden, oldugu' sorusuna yaıut arayan tarbşma­
Tanrı'dan aldıklan pay ölçüsünde ger- lardan dogan panpsişi.zm, en iyi bir bi-
çek oldugunu, fakat evrendeki fenomen- çimde tleibni.z ve tschopenhauer'in fel-
leri n yalnızca mutlak tözün geçici form- sefelerinde ömeldenir. Buna göre,
lan ya da göıi.inüşleri oldugunu öne panpsişizm, varolan herşeyin özü itiba-
süren panteizmle karıştınlan • pankoz- riyle ruh ya da tin oldugunu, evrenin,
mizm, pantei.zmden, metafizik problem- dünyayı tasarımlama gücüne, degişme
leri tümüyle dışlarnak, evrende içkin ya olanagına, degişmeye karşı koyma ya
da aşkın bir Tanrı'ya yer vermemek ve da gelişebilme gücüne sahip ayrı birey-
dogada, varlıgı, akıl yoluyla saptanabilir sel ruhlardan meydana geldigini, maddi
bir amacın varoldugunu kabul ebnemek gibi görünen herşeyin, gerçekte bir ruh
bakunından farklılık gösterir. oldugunu, evrende, basitten karınaşıga
panlojizm [İng. panlogism; Fr. paıılogisme; dojı;ru, tasarım gücü, duygu ve çaba yer
Al panlogismus]. Evrenin logos adı veri- gunlugu giderek artan bir ruhlar hiye-
len nesnel bir aklın, ezeli-ebedi bir evren- rarşisi bulundugunu savunan görüşe
sel zihnin ifadesi ya da tezahürü oldugu- karşılık gelir.
nu, böyle bir zihnin akıüelleşmesinden panseksüalizm [İng. pansexualism; Fr. pan-
başka bir şey olmadıgını, logos ya da sexualisnıe; Al. pansexualisnıus]. Freud'un,
aklın varolan herşeye ve evrendeki her insaıun bütün bir psişik yapısırun, ruh-
faaliyete yayılnuş oldugunu öne süren sal durumunun, kısacası tüm davraıuş­
görüş. Varlık ve düşüncenin özdeşligi­ larırun cinsellikle, cinsel içgüdü ile açık­
ni savunan, doga ve toplumdaki geliş­ lanabilecegini öne süren ögı-etisi için,
menin evrensel mutlak lde ya da aklın söz konusu ögretiye karşı çıkan Freud-
mantıksal faaliyetinin eseri oldugunu, karşıtları için eleştirel bir çerçeve içinde
dogada manbk bulundugunu, mantık kullanılan terim.
yasalanyla maddi dünyarun yasalarırun panteist [Ing. parıtheist; Fr. panthtiste].
bir ve aynı oldugunu öne süren ögteti. Tanrı'yı evrenin içine yer!eştiren,
Panlojizm, en iyi ifadesini doga, zihin Tanrı'yla evrenin bir ve ayıu oldugunu,
ya da aklın bir ve ayru oldugunu savu- Tanrı'nın maddi varlık alaruna aşkın
nan, hatta dogayı akla tabi hale getiren, degil de, içkin oldugunu öne süren ög-
paradigma 675

reti olarak panteizıni benimseyen kişi Panteizmi eleştirenler, söz konusu Tann
ya da yaklaşım için kullanılan sıfat. anlayışının aşkınlık fikrini reddetmek
Bu baglamda, birci idealizm olarak da suretiyle, ateizme yardıma oldu~nu
bilinen ve tüm sonlu zihinlerin Mutlak söylemişlerdir. Yine, panteizm 'Tanrı,
Düşünce'nin, Tanrı'run, Zihnin, Tinin herşeydedir' demek suretiyle, varlık de-
ya da Ruhun ayrılmaz parçaları (yönle- receleri arasındaki ayırum ortadan kal-
ri, sıfatları ya da tezahürleri) oldugunu, dırdıg,, ömegin taşla insanı bir tuttugu
Mutlak Düşünceden yalnızca soyutla- gerekçesiyle eleştirilmiştir. Panteizmin,
ma içinde ayırılabilecegini savunan gö- aynca sonlu olanla sonsuz arasındaki
baglanhyı saglam bir temele oturtamadı­
rüşe panteist idealizm adı verilir.
Yine aynı anlam içinde, gerçekligin en & ve belli bir birlige ulaşmada başarılı
olamadı~ söylenmiştir.
yüce ve en yüksek bir Kişilik olarak
Ve nihayet, panteizmin tkötülük prob-
Tanrı'dan meydana geldigini, yeryüzün-
lemini de daha karmaş1k hale getirdigi
deki kişilerin bu Kişilik'in parçaları ol-
ifade edilmiştir. Buna göre, panteizm ya
dugunu ve Tanrısal Kişiligin yarahlmış kötülüğü kökten yadsunakta, ya da kötü
olandan ayrı bir varoluşa sahip oldugu- ile iyinin farkını en aza indirgemektedir.
nu savunan ögreti panteist personaliznı Bundan dolay1 da, onun günahı, ahlaki
olarak geçer. sorwnlulugu ve kötülükle mücadelenin
panteizm [Os. vahdeti vücut mezhebi; İng. geregini açıklayamadıgı söylenmiştir.
pantheisrn; Fr. ·pantheisnıe; Al. pantheis- paradigma [İng. paradignı; Fr. paradigme].
mus]. Geniş bir çerçeve içinde ele alındı­ 1 Genel olarak, ideal bir durum ya da
gında, Tann'nın dünya ile olan olumlu örnek, bir şeye bakış tarzı; yargiiama
ve organik ilişkisi bakımından, deizmi ölçütü saglayan her türlü ideal tip ya da
aşan ve Tanrı'nın dünyaya aşkın degil model. 2 Daha özel olarak da, bilirnde
de, içkin oldugunu öne süren Tann an- bilim adamının dünyaya bakışmı belir-
layışı ya da görüşü. leyen, ona fenomenleri açıklama olanagı
Panteizm, Tanrı'nın dünyayla ve insan- veren model, kavramsal çerçeve ya da
la mekanik ve dışsal bir ilişki içinde ol- ideal teori. Yönlendirdiği bilim dalında,
dugunu öne süren deizme dönüşme egi- araştinnanın kurallannı ve standartları­
limi gösterdigine inandıgı tteizme karşı nı koyan, bu alanda çalışan bilim adam-
felsefi ve dini bir tepki olarak gelişmiş­ larının problem çözme çabasını koordi-
tir. Buna göre, teizm sonsuzla sonlu olan ne eden ve yöneten teori, teorik çerçeve.
arasındaki ilişkiyi dışsal ve anzi bir iliş­ Terime söz konusu teknik anlanunı ve-
kiye dönüştürdügü, sonluyu bagLmSız, rerek, onu bilim felsefesine armagan
sonsuzu ise sınırlı hale getird.igi, ve insan eden kişi, ünlü bilim felsefecisi Thomas
ruhuyla Tann arasında gerçek, derin ve . tKuhn olmuşhır. Hipotez ya da teorile-
içten bir ilişki ve temasa yer bırakmadıgı rin deneyin sonucu olduğu, teorinin
duyu deneyinden hareket eden tümeva-
için, pan teizm, sonluyla sonsuz arasında
runın basit ürünleri oldugu görüşüne
yakın ve özc;el bir temas kurmak ve insa-
karşı çıkan Kuhn, görsel ve entellektüel
ru Tann'ya yakınlaşbrmak amacıyla, va-
algıyla ilgili olarak holistik bir yaklaşı­
rolan herşeyin bir birlik meydana getir- mı benimsemiş ve teorilerin gerçeklige
diğini ve herşeyi kapsayan bu birligin
ilişkin geniş kapsamil düzenlemeler-
tanrısal bir yapıda olduğunu iddia eder. den başka hiçbir şey olmadıgını savun-
Başka bir deyişle, panteizm, Tanrı'yla muştur. Teoriler ya da paradigmalar ol-
evrenin bir ve aynı oldu~u öne sürer, gulardan çıkmayıp, olgulara anlam
sonlu ve sınırlı dünyanın ezelt~bedf, sı­ veren bütünlerdir. Kuhn'a göre, bilimsel
rursız ve muUak Varlık'm bir parçası, gö- düşünce ve faaliyet kavramsal çerçeve-
rünüşü ya da tezahürü oldugunu savu- ler tarafından belirlenir, paradigmalara
nur. göre gerçekleşir.
676 paradoks

Bu çerçeve içinde, paradigma, genel te- dilde ortaya çıkan ve belli başlı örnekle-
orik varsayım ve yasalarla, bu yasaların ri arasında a) Berry paradoksu, b) Epi-
uygulanmaları için, belirli bir bilim top- menides paradoksu, c) Grelling-Nelson
luluğunun üyeleri tarafından benimse- paradoksu, d) Yalancı paradoksu ve e)
nen yöntem ve tekniklerden meydana Richard paradoksu bulunan sernanlik pa-
gelir. Başka bir deyişle, paradigma, radoks/ar ve 3 alışılmış mantıksal ve
biliın adamının dış dünyaya bakışını kümekuramsal sembolleri kullandıgı
belirleyen, yönlendirdigi bilim dalında­ için, nesne dilinde ortaya çıkan ve belli
ki araşbrma faaliyetinin standartlarını başlı örnekleri arasında a) Cantor para-
koyan bir teoridir. Bu paradigma, New- doksu, b) Russell oaradoksu

ve c) Bura-
ton mekanigi, dalga optigi, analitik li-Forti pa.radoksu bulunan kürııe lcııra-
kimya, klasik elektromanyetizm, Ko- mıyla ilgili paradoks/ardır.
pernik'in güneş merkezli sistemi ya da paralelizm [Os. nıuvıiıatı ruhiye nazariyesi;
başka herhangi bir teori olabilir. İng. parallelism; Fr. parallelisme; Al. paral-
paradoks [Yun, paradoksos; lng. paradox; lelismus]. ı Genel olarak, iki ya da daha
Fr. paradoxe; Al paradoxe]. Genel inançla- fazla olay dizisinin birbirlerine paralel
ra aykırı düşen önerme; sezgisel olarak oldugunu, dizilerden birinde ortaya
kabul edilmiş olan öncüllerden yola çı­ çıkan bir degişikligin aynen diger dizi
karak, bu öncüllerden tümdengelimsel ya da dizilerde de ortaya çıktıgını savu-
akılyürütme ile, ya bir çelişki, yani nan görüş.
dogru olamayan, ya da temel inançlara İki dizi arasında nedensellik bagıntısı­
aykırı olan bir sonuç çıkarma durumu. na dayanan bir paralellik kuran görüşe
Kabul edilmiş görüşlere ya da sagdu- dogmatik paralelizm adı verilirken, ne-
yu olarak tanımlanan genel inançlar bü- densellik ilişkisini reddedip, paraleliz-
tününe karşıt olsa, aykın düşse de, mi koruyan anlayış psiko-fizyolojik para-
dogru olabilen bir tümce; ilk bakışta lelizm diye bilinir.
saçma, hatta kendi kendisiyle çelişik 2 Paralelizm biraz daha özel olarak da,
gibi görünmekle birlikte, dogru olan ya zihin-beden problemi konusunda, zihin
da olabilen bir görüş ya da tez olarak beden ilişkisini açıklayan bir görüş ola-
paradoks, dogru kabul edildigi zaman rak ortaya Çikar. Psiko-fiziksel paralelizm
yanlış, yanlış diye görüldügü zaman adı verilen bu görüşe göre, her psişik
ise, dogru oldugu ortaya çıkan türnce ya olaya beürli bir fiziki olay karşılık gelir.
da önermeyi tarumlar. Buna göre, para- tMaddecili.kle tidealizm arasmda kalan
doks, kabul edilebilir gibi görünen, fakat felsefi bi.r ikiciligi ifade eden bu sonun-
kabul edilemez ya da çelişik sonuçlan cu ögreti, sinirsel ya da fiziki olgutarla
olan türnce ya da önermeyi, dogru kabul psikolojik olgulann birbirine paralel iki
edilen öncüllerden rasyonel yöntemlere, dizi meydana getirdigini öne sürer.
manbksal kurallara uygun olarak bir çe- paralojizm [Yun. paralogismos; Os. safsata;
lişki çıkartan akılyürütmeyi gösterir. İng. paralogism; Fr. paralogisme; Al. para-
İlk örnekleri olarak, Elealı tZenon'un logisrnus, fehlschlus]. Form bakunından
sagduyunun dünya görüşünden ciddi ya da biı;i.msel olarak yanlış olan akılyü­
çelişkiler türeten paradokslannı verebi- rütme ya da genel olarak akılyürütmede
lecegimiz paradokslann belli başlı tür- söz konusu olan herhangi bir yanlış.
leri, ı sonsuzluk kavramı çevresinde Buna göre, paralojizm yanlış olan ta-
dönen, ve sonsuz bir dizin.in (örnegin, sımsal akılyürütmeyi veya mantik ya-
1+1/2+1/4+1/8+... ) nasıl olup da sonlu salanm ve kurallarını kas1t gütmeden
bir toplam (örnegin, 2 sayısı) meydana ihlal eden akılyürütme tarzım; mantık­
getirebilecegi problemi üzerinde duran sal bakundan geçerli olmayan, fakat so-
sonsuzlukla ilgili paradokslıu, 2 Semantik .fizmden farklı olarak iyi niyetle yürütü-
kavramlar içerdikleri için yalnızca üst- len akılyürütmeyi gösterir.
Parmen:ides 677

paranteze alma [İng. ~racketing; Fr. pa- ve genel geçer bir bilirnin temelini oluş­
rentMtisation ].Fenoınenolojide, bize ideal tururlar, bu yolla felsefe de kesin bir
varlıkların belirli özelliklerini, ilişkileri­ bilim olur.
ni, v. b. g., bilme imkanı veren öze iliş­ parapsikoloji. Psikolojinin, nonnal fiziki
kin sezginin söz konusu olabilmesi için, ve fizyolojik açıklamanın kapsamı dı­
uygularunak durumunda olan fenome- şında kalan, doga yasalarıyla, algı,
nolojik teknik. duyum ve akılyürütme yoluyla açıkla­
Fenomenoloji varlıkların özlerine ulaş­ nama yan olayları, normal dışı insan
mayı ve söz konusu özleri tasvir ebneyi yeteneklerini konu alan, az ya da çok
amaçlayan bir felsefe oldugu, fenomeno- kabul görmüş dalı. Alışılmış ya da
lojinin kurucusu tHusserl'e göre, saf bi- normal olanın dışında kalan, yani b ili·
lince ve bilinç tarafından dolayunsız bir nen yasa ve ilkelerin kullanılmasıyla
biçimde tecrübe edilen özlere ulaşmak açıklanamayan fenomenlerle ilgili olan
büyük bir önem taşıdıgı için, bilincin psikoloji türü.
özlere ulaşabilmesi amacıyla, duyuların Paris Üniversitesi [İng. University of
sagladıgı tüm verilerden, hatta dış dün- Paris; Fr. UniversiM de Paris]. Kuruluşu
yanın varlıgından bile vazgeçilir. formel olarak 13. yüzyılda tamamlan-
Paranteze alma duyularımızla farlana mış olmakla birlikte, teolojik ve felsefi
vardıgımız nesnelerin özlerine, mahiyet- araştırmalar merkezi olarak, Ortaçag
Ierine ulaşmayı saglayan bir yöntem Avrupa kültürüne büyük katkı yapan
olup, üç aşamalıdır: 1 Tarihle ilgili paran- ünlü Üniversite.
teze alma. Günlük yaşam, toplumsal Ortaçagda, İtalyanın Papalıgı, Alman-
çevre, bilim, din, v. b. g., yolu ile nesne- ya'nın İmparatorlugu, Fransa'ıun da bil-
ler üzerine edindigirniz bütün görüşleri, gisi oldugu deyişine uygun olarak,
kanaatleri bir yana abnak. Burada nesne- Fransa ve Paris, onikind yüzyıldan baş­
lerin özüne ait olmayan özellikler, bizim layarak Avrupa'daki teolojik, felsefi ve
nesnelerle ilgili sübjekti.f görüşlerimiz bilimsel araştırmayla egitimin merkezi
paranteze alınır. Bu sübjektif görüşler olmuştur. Ingiltere, İtalya ve Alınan­
atıldıgında, yönelinen nesnenin özüne
ya'dan ögrenciler Paris'e ve Paris Üni-
ulaşılır.
versitesine gelınişler ve egitimlerini ta-
2 Varolu~la ilgili paranteze alına. Incele-
mamlayarak, kendi ülkelerinde dirü ve
nen nesnelerin gerçekten var olup olma-
felsefi kültüre katkıda bulunurken, Ox-
dıgını da bir yana bırakmak. 3 Ideallerle
ilgili paranteze alma. Husserl'de ide, sez- ford ya da Bologna gibi, Paris Üniversi-
gide verilmiş olan öz anlamına geldi- tesinin nisbeten gölgesinde kalan üni-
ginden, mekan ve zamanla ilgili belirle- versitelerde hocalık yapmışlardır.
nimler bakımından nesnede bulunan Üniversitenin ününün ve etkisinin
herşeyi parantez içine almamız gerekir.
doruk noktasında ulaştıgı onuçüncü
Daha sonra gerçek dünyayı, bu dünya- yüzyılda, şu isimler, Paris Üniversitesi-
nın raslantılaruu ve son olarak da yara- nin hoca ve ögrencileri olmuşlardır:
tıcı benin kendisini, onun gelip geçid Aziz Bonaventura, Albertus Magnus,
eylemlerini parantez içine almalıyız. Aquinaslı Thomas, Roger Bacon, Roma-
Bu paranteze alma süred sonunda, ge- lı Giles, Bra bantlı Siger,. Genıli Henry,
riye yalıuzca 'mutlak ben· ya da 'ıran­ Duns Scottus. öte yandan, ömegin Ox-
sendental bilinç' kalacaktır. Husserl'e ford Üniversitesinin daha çok Augusti-
göre, fenomenoloji bundan sonra bu nus çizgisinde ilerledigi yerde, Paris
anrunış bilinçte, 'öze ilişkin sezgi' ile Üniversitesine Aristotelesçilik damgası­
buldugu herşeyi araştıracaklır. Bu şe­ nı vurmuştur.

kilde bulunmuş olan ideal özler, artık Parmenides. Degişmeyi ve oluşu yadsı­
zaman ve mekandan bagımsız olmuş ve yan görüşü, birtakım aşılamaz güçlük-
mutlak hale gelmişlerdir. Bu özler, kesin Iere yol açnuş olan ünlü doga filozofu.
678 parousia

Parmenides'e göre, evrende degişen parousia. 1 Yunan felsefesinde, 'bulunuş,


hiçbir şey yoktur. Gerçeldik mutlak an- mevcudiyet' anlamına gelen terirn. Paro-
lamda birdir, kalıcıdır, süreklidir, yara- usia Platon felsefesinde, bir Form ya da
tılmamıştır, yok edilemez; o ezeli ve İdearun bir nesnedeki mevcudiyetini ta-
ebedidir; onda hareket ve degişme yok- nımlar.
tur. Parmenides bu sonucu şöyle bir 2 Ortaçag Hristiyan teolojisinde ise, pa-
akılyürütme çizgisiyle elde etmiştir: Var rousia isa'nın ölümlüleri yargılamak ve
olan herşeyi gerçeklik, Varlık olarak ni- aktüel düzene son vermek amaoyla
teleyelim. Varlık varlıga nereden gel- dünyaya ikinci kez gelecegi anlamında
miştir? Burada iki alternatif vardır: Var- kullanılmıştır.
lık varlıga ya varlıktan (yani, varolan yıllan arası.nda
Pas(al, Blaise. 1623-1662
bir şeyden) ya da yokluktan (yani, var yaşamış Fransız düşünürü. Aynı za-
olmayan bir şeyden) gelmiş olabilir. manda büyük bir matematikçi olan, Tor-
İldnci alternatif, tüm Yunanlı filozoflar ricelli deneyi üzerine eserler yazan ve bir
gibi, Parmenides için de kabul edilemez hesap makinesi icad etmiş olan Pascal'ın
olan bir altematiftir, çünkü Yunanlılara temel eseri, ölümünden sonra yayunlan-
göre, hiçten hiçbir şey çıkmaz. Birinci mış olan Pensees [Düşünceler]'dir.
alternatif söz konusu oldugunda ise, O, 1654 yılında dirıi bir tecrübe yaşa­
Varlıgın yaratılmamış oldugu sonucu mış, hayatının bundan sonraki dönemi-
çıkar, çünkü O varlıga kendisinden gel- ne, bilimsel çalışmalanndan çok, din ve
miştir. Yani kendi kendisiyle aynıdır. Tanrı konusundaki görüş ve tartışma­
Varlıgın, Parmenides'e göre, parçalan ları damgasını vurmuştur. Başka bir
da yoktur. Öte yandan, Varlıgın _hare- deyişle, Pascal deist bir hümanizmin,
ketsiz oldugu da söylenmelidir. Öyley- rasyonel bir kuşkuculugun ve özgür
se, Varlık hakkında, O'nun var oldugu düşüncenin egemen oldugu bir çagda
dışında hiçbir şey söylenemez. Varlık
ve toplumda, Taruı'nın ve tanrısal kay-
hareket edemez, degişmez, çok olamaz, ranın gerekliliğini ve gücünü gösterme
zira hareket eder, degişir ve çok olursa, çabası içinde olmuştur.
var olmayan bir şey, yani yokluk haline Descartes'ı hem kabul eden ve hem de
gelir. Varlıgın var olmak dışında hiçbir eleştiren, tDescartes'ın matematiksel
özelligi yoktur. Nitekim Parmenides,
yöntemin kullanım alanı.nı genişletmek
özdeşlik ilkesine dayanarak, yal.ruzca
istedigi yerde, matematiksel yöntemin
'Varlık vardır, yokluk ya da var olma-
başka alanlara uygulanabilirligi ve yara-
yan var degildir' demiştir.
n konusunda kuşkucu bir tavır takınan
Parmenides Varbkla ilgili degişmezlik
ögretisinin bir sonucu olarak. içinde ya- Pascal, bu yöntemin teolojiyle de, meta-
şadıgunız dünyanın gerçek olmadıgıru,
fi.zikle de bir ilişkisi olmadıgını söyle-
ıniştir. Örnegin, Tanrı konusunu ele ala-
gerçekten var olmayıp, yalıuzca bir görü-
nüş oldugunu öne sürer. O, Varlıgın bir
lun. Pascal'a göre, biz, sorılu olarun
varoluşunu ve özünü biliyoruz, çünkü
parçası obnadıgı için, var degildir ve yal-
nızca bir görünüş ya da aldatıcı bir onwı gibi, biz de sorılu olup, yer kaplı­
dünyadır. Parmenides'in gerçeklik ve yoruz. Sonsuz olanın varoluşunu bili-
görünüşten oluşan ontolojik nitelikli yor, fakat dogasıru bilemiyoruz, çünkü
ayrUl\li'Ul, akıl ve duyulardan oluşan bizim gibi yer kaplasa da, onWl sınırlan .
epistemolojik nitelikli ayrunı karşılık gel- yok. Fakat Tann 'ya gelince, onun ne va-
mektedir. Ona göre, duyuların tanıklıgı­ roluşunu, ne de özünü bilebiliyoruz.
na güvenmek, bizi görünüşler dünyası­ Pascal'a göre, bir Tanrı var ise eger, O
na, degişmenin gerçek oldugu sonucuna sonsuz derecede kavranamaz bir varlık­
götürür. Oysa, aklın sesini dinlemek br. Parçası ve sııurlan olmayan bir var-
bizim gerçek Varlıga yönelmemlı:i, ger- lık olarak, O'nun bizimle hiçl?ir ilişkisi
çek Varlıgı teınaşa etmemizi saglar. yoktur. Öyleyse, O'nun var olup olmadı-
pasifi.zm 679

gmı, varsa eger, degasının ne oldugunu yen bir mutluluk arzusu vardır, bununla
hiçbir şekilde bilemeyiz. birlikte bu mutluluk arzusu, aynı zaman-
Soyut, analitik ve tüındengelimsel dü- da mutsuzlugun da kayna~dır. Mutlu-
şünen akıl, Pascal'a göre, Tann'nın varo- lukJa mutsuzluk arasındaki büyük uçu-
luşunu kanıtlayamaz. Deizme de, dogal rum, Pascal'a göre, ancak soıı.c;uz ve
dine de ka~ı çıkan Pascal, felsefenin de~şmez bir varlık tarafından ortadan
Tann'nın varoluşunu kamtlayamadıgı kaldınlabilir. İşte burada da, insanın za-
için, insana gerçek mutlulugunun nere- vallıgı ve günahkarlıgı, onun büyüklü-
de oldugunu gösteremeyecegini söyler. günü, Tanrı'ya olan yönelimini ortaya çı­
Ona göre, Stoalılar insana 'Kendinize kanr.
gelin, kendi içinize dönün ve mutlulugu Ona göre, bu karşıtlıklar, bu karşıtların
kendinizde bulun!', digerleri ise 'Kendi- birlikte varoluşudur ki, gerçek bir prob-
nizin dışma çıkın. Mutlulugu dışarıda lem meydana getirir. Fakat bu problem,
arayın!' diyorlardı. Bunlarc;J.an ikisi de, filozoflar tarahndan çözülemez, zira
do~u degildir. Mutluluk, ona göre, ne kuşkucular insaıu taın bir hiçlige indir-
içimizde, ne de dışınuzdadır; mutluluk, gerlerken, digerleri onu tannlaşhrmış­
Tann'dadU". lardır. Çözüm, inançta, yürekte, dini bir
Hakikati bilmenin, mutlak dogruıuga yaş.amdadır, çünkü yall\lZCa burada,
ulaşmanın tek yolunun akıl, matematik- inanan insan Tann'ya ilişkin aşk dolu
sel ya da bilimsel yöntem olmadıgıru; bir kavrayışa ulaşır. İnsanın kurtuluşu,
matematiksel ve bilimsel dogrulann, samimi mürninde söz konusu olan adeta
insan için bilinmesi gereken en önemli içgüdüsel, do~udan, aracsız ve akla
hakikatiere karşılık gelmedigini göste- baglı olmayan, akıl süzgecinden geçme-
ren Pascal'a göre, kurtuluş inanç ya da miş bir kavrayışta, Tann'ya teslim olma-
yürektedir. Aksi takdirde, zavallı, sefil dadU".
bir durumda olan insan, hep öyle kala- pasif empi.rizm [İng. passive empiricism;
cakhr. Ona göre, insan evrenle, sonsuz Fr. empirisme passif; Al. passiv enıpiris­
olanla karşılaştırıldıgmda hiçbir şey, nıus]. İnsan zihninin doguşta boş bir
hiçlikle karşıJaştınldıgmda ise, herşey­ levha oldugunu, zihinde, daha önce rlu-
dir. O, şu halde, hiçlikle herşey arasmda yularda olmamış olan hiçbir şey bu-
ortalarda bir yerdedir. İnsan, Pascal'a lunmadıgını, bilginin deneyim yoluyla
göre, her iki ucu da bilemez, zira onun geldigini, bilginin kaynagında duyu
entellektüel kapasitesi sınırlıdır; ayrıca, deneyinin bulundugunu savunan, fakat
duyular ve imgelem tarafından da yaıul­ bilgide zihnin görevini en az indirge-
tılır. Dahası, insan alışkanlıgı doga ya- yen, bilgilenme sürecinde zihni pasif
sası olarak görür; toplumsal yaşamda, bir alıcı olarak gören empirist anlayış.
güçle adaleti birbirine kanştınr. Yine, pasilizm [Os. sulhcülük; İng. pacifism; Fr.
onda ben sevgisi ya da bencillik hakim- pacifisnıe; Al. padfismus]. Hangi amaçla
dir; kişisel çıkara olan egilimi, gözlerini olursa olsun, savaşın her türüne karşı
gerçek adalet karşısında körleştirir. Kı­ çıkan, savaşiann emperyalist uluslann
sacası, insan çelişkilerle dolu bir varlık ekonomik çıkarianna hizmet etti~ şek­
olup, kendisi için bile, bir muanunadır. lindeki sosyalist düşüncenin de etldsiy-
O, bedbaht, zavallı ve sefilken, aynı za- le, &avaşın meşrıilugu düşüncesine
manda büyüktür. lnsarun büyüklügü, karşı tavır alan, savaşın yol açtıgı kırım
Pascal'a göre, onun günahk~rlıgmdan çı­ ve vahşetin insani degeriere aykırı ol-
kaısanabilir, çünkü dogada hayvanlar dugunu savunan anlayış.
için dogal olan, onda günahkarlıgı yara- Barışı ve banşçılıgı savunan, bireysel
br. Fakat o, günahk~r oldugunun bilin- ve toplumsal amaçlara ulaşmak için ki-
cinde olan bir varlıktır. Çelişkilerle dolu şisel şiddet kullanımına, militarizme
bir varlık olan insanda, hiç sonu gelme- karşı çıkan; savaşm anlaşmazlıklan or-
680 Patristik felsefe

tadan kaldırmanın bir yolu olarak gö- netni. Yeni ve özgün bir çabanın, düşün­
rülmesini kabul etmeyen; bireyler ara- cenin söz konusu olmadı~ı bu dönem,
sındaki işbirli~i ve yardımiaşmayı güç- yalnızca daha önce ifade edilmiş do~­
lendirmeyi amaçlayan, fakat bu tür ruların ele alnup işlenmesi ve sistemati-
ilişkilere zarar veren rekabet ve yarış­ ze edilmesi yönündeki çabalardan mey-
macılı~ı hoş karşılamayan; uluslararası dana gelir ..
problemleri, siyasi anlaşmazlıkları gi- Peirce, Charles Sanders. 1839-1914 yılları
dermenin tek yolunun diplomasi, uzlaş­ arasında yaşamış Amerikalı pragmatist
ma ve herkeste varolan insanlı~a müra- filozof. Temel eseri Hcrw to Make Our
caat etmek oldu~unu savunan tavu. ldeas Clear? [Düşüncelerimizi Nasıl Ber-
Patristik felsefe (Os. Aba-ı Hıristiyaniye raklaştırabiliriz?] olan Peirce'ın tüm ça-
felsefesi; İng. patristic philosaphy; Fr. philo- lışmaları Collected Papers [Toplu Eserle-
saphie patristique]. Ortaça~ felsefesinin ri] adlı külliyatta toplanmıştır.
Hristiyanlı~a karşı yöneltilen saldırıla­ Birçok konuda eser vermiş olan Peirce,
n, tPlaton ve tPlotinos'un görüşlerin­ yalnızca felsefeye de~il, fakat modern
den yararlanarak karşılamaya çalışmış matematik ve mantı~a da çok önemli
olan birinci dönemi. katkılar yapmış ve böylelikle ülkesinin
vnı. yüzyıla kadar olan bu dönem bo- en özgün ve yaratıc kafalanndan biri
yunca Patristik felsefe Hristiyan öğreti­ olmuştur. Peirce, öncelikle pragmatizm
sini felsefenin kavramsal iiTaçlarıru kul- akımının isim babası olmuş, daha sonra
lanarak temellendirmeyi amaçlamıştır. da onun yönteminin ana hatlaruu çiz-
Söz konusu felsefe, Skolastik felsefeyle miştir. Frege'yle birlikte, niceleyiciler
modem felsefeden, akla dayanılarak manh~ırun kurucusu sayıJan filozof,
elde edilen sonuçlarla vahyin do~rulan aynı zamanda semiyotik araşbrmaları­
arasında bir ayınm yapmamak bakı­ run da gerçek bir önc:üsüdür. Nitekim, o
mından farklılık gösterir. Buna göre, fel- göstergenin nesneyle ilişkisinin benzer-
sefe, teoloji ve elinin do~ruları, bir bütü- lik, bitişiklik ya da uzlaşım ilişkisi olma-
nün ayınlmaz ö~eleri ya da parçaları sına ba~h olarak, göstergeleri ik onlar,
olarak de~erlendirilir. işaretler ve semboller olarak suuflandır­
Patristik felsefe kendi içinde üç döne- mıştır.
me ayrılır: 1 Hristiyanlrgın doguşundan O, felsefede işe bilgi konusundan baş­
200 yılına dek olan dönem. Bu dönem dü- lanuş ve burada, Aristoteles'in düzeni
şünürleri Hristiyanh~ın 'gerçek felsefe' do~ada bulan nesnel yaklaşımı ile
oldu~nu savunmuşlar ve Hristiyanlı­ Kant'ın bilgideki düzenin zihnin eseri
~r, ya putperestlerin saldırılarına ya da oldu~unu dile getiren öznel yaklaşımı­
Gnostisizmin dinsel spekülasyonlarına mn bir sentezini yapmıştır. Kavram,
karşı koyarak, savunmaya, yanlış anla- fikir ve teorilerimizin do~ruluklarıru,
maları önlemeye çalışmışlardır. 2 200- onların yararlılıklarıyla özdeşleştiren
450 yılları arasındaki altın dönem. Bu Peirce'a göre, yöntem öncelikle düşün­
dönem Yeni-Platoncu İskenderiye Oku- celerimizi açık ve seçik hale getirmekten
lunun ve özellikle de Clement ve Grigen oluşur, öyle ki bu yöntemle felsefe bir
gibi düşünürlerin etkisiyle, Hellenistik bilime dönüşecektir. Peirce'ın mantık
felsefeyle Hristiyan dini arasındaki etki- alanında ve özellikle de ba~ıntılarla ilgi-
leşim ve uzlaşım dönemidir. Bu dönem, li çalışmaları, sineşizm olarak tarumla-
Hristiyanlı~ın dogmalanru Yunan dü- nan evrimci bir kozmolojiyle sonuçlan-
şüncesinin terminoloji ve kavramsal çer- mıştır. Peirce'ın, evrende süreklilik ve
çevesiyle ifade etme dönemidir. Söz ko- ~irli~e do~ru giden genel bir e~ilim ol-
nusu Altın Ça~, Aziz Augustinus'tın du~nu ortaya koyan söz konusu anla-
felsefesiyle en üst düzeye ulaşır. 3 450 yışı, geçmişle şimdi, duyguyla eylem
yılından V lll. yüzyıla dek olan gerileme dö- arasında birtakım temel ba~lantılar ol-
pelagiani%m 681

dugunu, evrenjn bir kaos durumundan sinde yürüyerek, tarhşarak yaptıgı için
yasahhga ve düzene dogru geliştigini Aristoteles'in felsefesini tanımlamada
ifade eder. kullanılan sıfat. Peripatetik felsefe, İlkçag
pelagianizm (İng. pelagianism]. İnsanın gü- Yunan felsefesinin, Akademi felsefesi,
nahkar oldugunu ve dolayısıyla kurtu- Stoaahk ve Epikürosçulukla birlikte,
luş için Tanrı'run rahmetine veya inaye- dört büyük ve temel okulundan biri
line muhtaç bulundu~nu öne süren olarak bilinir.
ortodoks Hristiyan teolojisinden farklı Öte yandan, felsefe tarihinde, Aristote-
olarak, insanın kendi çabasıyla da kurtu- les'in izleyicilerine de Peripatetik~r adı
luşa, ahlaki yetkinlik ya da kemale erişe­ verilir. Peripatetikler üç ayn dönem için-
bilecegini savunan ögreti. Klasik anlayı­ de ele ahrurlar: 1 M.Ö. 320 yılından Stra-
şın insanı yazgıcıhga ve kayıtsızhga ta'nun ölüm tarihi olan 270 yılına kadar
ittigini öne süren Pelagius (354-425) tara- olan ilk Peripatetikler dönemi, 2 M. Ö. 270
fından geiiştirilmiş olan görüş, amaca yılından M. Ö. 70 yılına kadar olan Gtri-
ulaşmak için çileciligi benimsemiştir. lenıe dönemi, 3 M. Ö. 70 yılından M. S.
per accidens. Bir şeyin dogası için zo- 230 yılına kadar olan son dönem Peripate-
runlu olmayan, o şeyin özünün bir par- tikler.
çasını oluşturmayan özelliklerin varo- Bu üç dönemden yalnızca, Aristoteles
luşu; zorunlulukla varolmayan bir ruhu ve etkisinin çok yogun bir biçim-
şeyin varoluş tarzı; bir nesnenin ya da de hissedildigi ilk Peripatetikler döne-
şeyin, amaçlı bir faaliyetin eseri ya da o mi verimli olmuştur. Bu döneme de
şeyin özsel dogasının sonucu olmayıp, Aristoteles'in empirik trealizmi damga-
rasiantısal bir biçimde kazanılan bir ni- sını vurmuştur. Buna göre, gerçekten
teligi; bir varlıgın, tanınması, belirlen- varolanlar tikeller, bireysel şeyler olup,
mesi ya da sınıflanması baglamında ge- cinsler, türler ikincil tözlerden başka
rekli olmayan nitelik ya da faaliyetleri; bir şey degildirler. Bilgi yalnızca, duyu
ve nihayet, bir önermenin öznesine, öz- aracıhgıyla mümkündür; gerçekten va-
nenin ilintilerinden, ilineksel özellikle- rolanlar somut tikeller olmakla birlikte,
rinden birini izafe eden yükleme faali- bilginin nesnesi tümellerdir.
yeti için kullanılan Latince terim. Bu nedenle, olgulann gerisindeki yasa-
peras. Sırur, şekil, form anlamına gelen lara ve nedenlere gibneliyiz, hareketten
Yunanca sözcük. tPhytagorasçılar ve zorunlulukla bir İlk Hareket Ettiricinin
tPlaton'un belirsiz ya da sınırsız olana ve dogal dünyadan da ezeli-ebedi yaşa­
şekil veren, yapı kazandıran ilke, yasa mı kendi kendisini düşünen düşünce
ya da güç; insan davranışını rasyonel olan aşkın bir Tann'nın varlıgını çıkar­
bir biçimde düzenleyen ahlaki ilke için samalıyız. İşte, Eudemos, Teophrastos,
kullandıkları terim. Aristeksenos ve Strato gibi ilk dönem
Örnegin, Phytagorasçılara göre, evren Peripatetik.leri anahatlan çizilen bu sis-
varoluşunu, sırurın, onu sırurlanmış tem çerçevesi içinde bilim ve felsefe yap-
kılmak için, sırur.;ız olana baskın çıkma­ mışlar, mantık ve felsefcye önemli kat-
sı ilkesine borçludur. Bu ilkeyi, evrenin kılarda bulurunuşlardır.
ve evrenin içerdigi herşeyin varhga ge- Buna karşın Gerileme Döneminin
lişini açıklamak için kullanan Phytago- Lyko, Aristo, Diodoros, Erimneos, An-
rasçılar, onu sırunn iyi, sınırsızın kötü tisthenes ve Sotion gibi . düşünürleri,
oldugunu ortaya koyan ahlaki ve estetik bilim ya da felsefeyle ugraşmayıp, reto-
sonuçla birleştirmişlerdir. rigi geliştirme ugraşı göstererek, kendi-
peripatetik [Yunanca yürümek anlamına lerini tarihsel, dilsel ve edebi çalışmala­
gelen 'peripatein' fülinden; İng. peripate- ra vermişlerdir. Buna karşın, son
tic; Fr. peripatetique]. Gezimd. Derslerini dönemin Boethos, İskendcriyeli Aristo,
ögrenci leriyle birlikte, Lise'nin bahçe- Nikolaos, Aspasius, Aristokles gibi Peri-
682 per se

patetikleri, temelde, Rodoslu Androni- personalizm. mutlakçılıgın panteist so-


kos'un nezareti alhnda, Aristoteles'in nuçlan ve empirizmin mekanik deter-
eserlerini bulup çıkarma, yeniden yayın­ minizminden kaçınmak amaayla, kişi
lama ve yorumlama çabası içinde ol- ve kişiligin sahip oldugu özelliklerin
muşlardır. evreni ve evrendeki herşeyi anlamada
per se. Bir şeyin sahip oldugu özsel ve başvunılacak tek anahtar oldugunu öne
asli özellikler; bir nesnenin dogası; töz- sürer. Personalizm bu çerçeve içinde,
sel bir varoluşa sahip olan varlık; bir bütün bir varlık alanının evrensel bir ki-
özü olan töz; bir önermenin özn~ne şisel bilincin ifadesi oldugunu, ve insan
on un özsel özelliklerinden birini izafe kişiliginin çeşitli formları aracılıgıyla
eden yükleme faaliyeti için kullaıulan bilinebilecegini ve anlaşılabilecegini, ki-
Latince terim ad. şilerin bütün bir varlık alarurun başka
Daha özel olarak da, mutlak, tümüyle bir şeye indirgenemez ve başka bir şey
bagımsız bir biçimde varolan Tanrı'nın araahgıyla açıklanamaz ögeleri olduk-
varoluş tarzı, Tanrı'nın başka hiçbir larını, gerçekligin kişilerden, kişilikler­
şey tarafından _etkilenememe durumu den ve benlerden oluşan bir sistem ol-
ve bizim mutlak varlık olarak Tanrı'yı, dugunu, evrende kişiden ve kişilikten
ona yabancı kavramlar kullanmadan daha yüksek bir deger bulunmadıgını
bilme tar-.z:ımız için kullanılan deyiın. savunur.
personalizm [Os. şahsiyye; İng. persona- 3 Fransız düşünürü E. Mounier tarafın­
lism; Fr. personnalisme; Al. personalisnıus]. dan geliştirilen felsefe, ama daha ziyade
ı Genel olarak, kişinin ve kişiselligin ahlak görüşü. Personaüzmi, kişioglu­
önemini vurgulayan görüş. Kişiyi fiziki nun maddi zorunluluklar ve onun tinsel
süreçlere indirgeyen dogalcı görüşlere gelişimini engelleyen kollektif aygıtlar
oldugu kadar, onu Mutlakın gelip geçici karşısındaki önceligini kabul eden ögre-
bir tezahürü olarak gören idealist anla- ti diye t:arumlayan Mounier'ye göre, mo-
yışa da karşı çıkan personalizm, kişiyi dern çagın yeni hüm.anizm..i birey /kişi
en yüksek ve nihai deger olarak tarum- karşıtlıgına dayanmak durumundadır.
larken, gerçek olan herşeyin kişi ya da Maddi baskılar ve maddeci bir hayat tar-
kişinin deneyimindeki bir öge oldugu- zının kökleştirdigi insana yabancı ve ay-
nu savunur. kın kimi teoriler karşısında kişiyi ve ki-
2 20. yüzyılın başlarında C. Renouvier, şiligi öne çıkaran Mounier'ye göre,
H Lotze ve J. Joyce gibi düşünürler ta- bireyciligin bireyi kendi benligini temel
rafından geliştirilen ve tüm sonlu zi- almaya yönelttigi yerde, personalizm ki-
hinlerin kişilige ve kişilere aşkın olan şiyi benliginden uzaklaşhnnayı amaç-
Mutlak Ruh'ta eriyip gittigini savunan lar. Benlikten uzaklaşma ya da dışa
akım. dogru açılma, Mounier'ye göre, hep öte-
Gerçekligin madde cinsinden oldugu- kine doğrudur. Nitekim, o 'sen ve onun
nu iddia ettigi için, zihinsel süreçleri varlığında biz, benden önce gelir' de-
yoksaY.dıgı ya da açıklayamadıgı gerek- miştir.
çesiyle tmaddecilige, dünyadaki kötü- 4 Personalizm, psikoloji alanında ise,
lük probl~mini açıklayamadıgı gerekçe- bireysel kişiligin geri kalan herşeyin
siyle de saf tidealizme karşı çıkan ve kendisine göre degeriendirilmesi gerek-
varlıgın fenomenlerin gerisindeki soyut tigini savunan yaklaşıma karşılık gelir.
idea ya da bilinerneyen bir töz olmadı­ perspektif [İng. perspective; Fr. perspective].
gını, varolan herşeyin, daha aşagı akıl ı Nesnelerin uzaktan görünüş tarzı. 2
ya da bilinçlerin ve nesnelerin dünyası­ Bir şeye yönelik bakış açısı, bir nesne-
nı yaratan en yüksek. etkin, ve amaçlı nin, bir şeyin göriilme tarzı. 3 Belli bir
bir bilinç ya da aklın sonu~u ya da teza- sonuca ulaşırken, bir analizi gerçekleş­
hürü oldugunu öne ı;üren görüş olarak tirirken bilinçli olarak ya da bilinçsizce
phanta9ia 683

varsayılan veya dogru kabul edilen ön- bir perspektiften bakabilir. Metafizik
kabuller. 4 Estetikte, derinlik ve uzaklık alanında kendinde şeylerin varoluşunu
du yus u. reddeden, herşeyin salt görünüşlerden
perspektif realizmi [İng. perspective rea- ibaret oldu~nu, evrende sürekli bir
lism]. insanla insanın dışındaki nesne oluşun hüküm sürdügünü iddia eden
arasında kurulan temasın algı yoluyla Nietz.sche, çeşitli zihin hallerinin, iradi
oldugunu, insan varlıgının algıda kendi faaliyetlerin gerisinde bir töz olarak ben-
zihninden bagunsız nesnelere nüfuz den de söz edilemeyecegini öne sürer.
edebilecegini savunan dogrudan realiz- İşte bu baglarnda bilim, ona göre, oluş
ınin, ona göre daha gelişmiş olan, türle- halindekj düzenden yoksun dünyaya
rinden biri. teori yoluyla düzen kazandırma yönün-
Bw1a göre, perspektif realizmi dogru- de bir teşebbüse tekabül eder. Fakat, Ni-
dan realizm görüşü içinde yer almakla etzsche'run gözünde, bilim tek teşebbüs,
birlikte, yeni-reahz.min masanın buradan yani biricik yorum, mümkün tek pers-
yuvarlak, oradan elips şeklinde oldugu- pektif degildir.
nu, dagın gün ışıgında yeşil, ayışıgın­ O dünyaya ve kendimize tek perspek-
da mavi oldugunu söyleyen ve nesneleri tiften bakmamamız gerektigini, şimdi
çelişik özelliklere sahipmiş gibi gösteren bu pencereden, sonra digerlerinden bak-
tutumuna karşı, şekillerin, renklerin ve marun kaçınılmaz bir zorunluluk oldu-
diger niteliklerin nesnenin asli ve temel gunu söylerken, bir yorum ya da pers-
nitelikleri olmayıp, göreli özellikler ol- pektifin digerlerinden daha dogru
duklaruu savunur. Nesnelerin duyusal olmasa bile, bazı perspektifierin digerle-
niteliklere mutlak ve kesin bir biçimde rinden daha aşag1 ve degersiz olabilece~
sahip olmadıklarıru, duyusal niteliklerin gini kabul eder.
her zaman bir bakış açısına göreli oldu- Peygamber. Bir dinde Tann'nın mesajlan-
ğunu iddia eden anlayış olarak perspek- nı ve buyruklaruu insanlara ileten elçi.
tif realizmi, bizim duyusal nitelikleri her İsl~m inancı açısından, peygamberlerle
zaman belli bir perspektiften, bakış açı­ diger insanlar arasında maddi yaşayış
sından algıladıgnnızı iddia eder. bakımından bir ayrılık, insan olmak ba-
perspektivizm [Ing. perspectivism; Fr. pers- kımından bir farklılık yoktur. Peygam-
pectivisme; Al. perspektivismus]. 1 Genel beri diger insanlardan ayıran şey,
olarak, kavram, ilke ve kabullerden olu- masum olmak ve günah işlememek, gü-
şup, insanlara dış dünyayı yorumlama venilir olmak, dogru sözlü ve anlayışlı
olanagı veren, birbirlerine eşdeger ol- olmak ve mesajları iletmek gibi özellik-
makla birlikte, aralarından birini tercih lere sahip olmak bakurundan Tann tara-
etmenin bir yolunun bulunrnadıgı alter- fından seçilmiş olma durumu ve vahiy-
natif sistemlerin varoldugwıu savunan dir.
ögreti. Tüm bilgilerimizin genel dünya phantasia. Yunan düşüncesinde, imge ve
görüşümüzle ilişkili olup, ihtiyaçlan- tasarımı, imgesel ve resimsel unsurları
mıza uygun geldigini, fakat bu arada iç- olan deneyimi; görünüşlere dayanan
teki derin ve bireysel ger~kleri tümüyle veya aldanan zihin h.ilini tanımlayan
gözardı ettigini öne süren tavır. terim.
2 Daha özel olarak da, Nietzsche'nin Phantaisa Platon'da, duyum ve inancın
deneyim ve bilginin kısmi sımrlamala­ bir karışırnma tekabül ederken, Aristo-
nndan kaçınmanın ve dolayısıyla varh- teles'te dogruluk ve yanlışlıgı mümkün
gın bizatihi kendisine, mutlak hakikate kılan müstakil yetiyi ifade eder. Bilgi te-
erişmenin imkansız oldugu görüşü. orilerinde, empirist, hatta duyumcu ve
Olguların varolmadıgıru, sadece yo- nomjnalist bir bakış açısı benimseyen
rumların olabilecegini öne süren Nietzs- Stoalılar ise, dogruluk ölçütü olarak be-
che'ye göre, her yorum dünyaya sadece nimsedikleri, açık algı ya da kavrayıcı
phili.ii

tasaruna phantasia kataleptike adını ver- zamlan ve insana arzularını kontrol


mişlerdir. Bu tür bir algı açık olup, Sto- etme ve rasyonel bir tarzda eyleme ola-
acı düşüneeye göre, ruhu nesnesiyle il- nagı veren pratik bilgeligi tanımlar.
gili olarak onay venneye zorlar. Phynhon. M. Ö. 365-275 yıllan arasında
philia. Antik Yunan felsefesinde, cinsel yaşamış olan, tkuşkuculugun kurucu-
bir boyu tu olan aşk için kullanılan eros su ünlü Yunanlı düşünür. İnsanın bilgi-
ve ahlaki ya da tinsel aşk için kullanı­ ye ulaşmasının, görünüşleri aşıp, ger-
lan :ıgape teriminden farklı olarak, insa- çeklige erişmesinin iınk§nsız oldugunu
nın hemcinsine duydugu, cinsel bir savunan Phyrrhon, her görüş için leyhte
yönü olmayan aşk, baghlık, iki insan ve aleyhte aynı derecede güçlü olan ka-
arasındaki dostluk ilişkisi; kendisine nıtlar bulundugunu, bundan dolayı ya-
karşı özel bir yakınlık duygusu besle- pılması gereken en iyi şeyin hiçbir tara-
digirniz ve kendisi de buna aynı duygu fa meyletmemek, bilgisizlik itirafında
ile yanıt veren kişiyle olan ilişkimiz; bulunmak, hiçbir şey söylememek, yar-
iki insan arasındaki, karşılıklı sempati gıyı askıya almak oldugunu söylemiş­
ve sevgi duygusu için kullanılan terim. tir.
philosophe. Fransızcada 'filozof' anlamı­ Bir aldırmazcılık ya da kayıtsızlık
na gelen sözcük. Sözcük tarihsel olarak ahlakı geliştiren Phyrrhon'a göre, bilge
Fransız t Aydınlanmasının etkili ve kişi, tek bir istek bile duymayan, yalnız­
moda düşünürleri, Buffon, tCondorcet, ca kayıtsız de~il, fakat aynı zamanda
tCondillac, tDiderot, tMontesquieu ve duya~ız olan biridir.
tVoltaire gibi, 18. yüzyıl Fransa'sında, physis. Yunan felsefesinde, uzlaşımla ilgi-
farklı görüşleri savunrnakla birlikte, li olan, insan tarafından sonradan konan
aklın üstUnlügüne ve gücüne duyduk- yasa, gelenek anlarnma gelen nomosa
ları inançla bir araya gelen bilim adamı karşıt olarak, do~a için kullarulan terim.
ve düşünürleri tanımlamak için kulla- İnsanın dışındaki varlık alarunda kulla-
nılmıştır. nıldıgı zaman, dogal nesne, fiziki bir
philosophia perennis. İnsanlıgın ortak şeyin bileşenleri, şeylerin gerçek, özsel
düşünsel mirasını tanımlamak üzere ve rtihai dogası anlanwta gelen physis,
kullanılan Latince deyim. Farklı hatta insan varlıklanyla ilgili olarak kullanıl­
çelişik görüşlere sahip olsalar dahi dıgında, insanın dogasına, dogal nitelik-
büyük filozofların eserlerinde ortaya lerine, kişinin dogal yeti ve güçlerine
çıkan hakikatler bütünü, felsefenin yüz- işaret eder.
lerce yıllık geçmişinden bugüne süzü- Physis sözcügünü, şeylerin özsel ger-
lüp gelen evrensel dogrular toplamı. çeklikJerine, dogalanna, ezeliebedi ve
phronesis. Antik Yunan felsefesinde, bi- yetkin İdealann dünyasına işaret ebnek
limsel ya da teorik bilgiyle, teknik bilgi- için kullanan tPlaton'dan sonra, Aristo-
den farklı olarak, nasıla, neyi, ne şekil­ teles physis terimini, insan tarahndan ya-
de yapmak gerektigine ilişkin bilgi. ratılmış şeyleri ifade eden tekhne teri-
Belirli koşullar söz konuşu oldugunda, mine karşıt olarak, nesnelerin dogal
uygun, makül, kabul edilebilir ya da düzeninin bir parçası olan herşe}'e kar-
rasyonel bir biçimde eylemenin temelle- şılık gelecek şekilde kullanmıştır. Öte
riyle ilgili olan bilgi. yandan, plıysis Aristoteles'te, oldugun-
Yaşamda peşinden gidilecek, yöneli- dan başka bir şey olma yoluna girmiş
necek amaçlara, rasyonel insan davraru- olan bir şeyin özünü Uade eder. -
şının nihai ve en yüksek hedeflerine, Piaget, Jean. 1896-1980 yıllan arasında
neyin gerçekten degerli olduguna ve bu yaşamış olan İsviçreli ünlü psikolog.
amaçlara ulaşmarun yollanna ilişkin Temel eserleri: Le L..angage et la Pensee
bilgi olarak phronesis, yaşı~mdan, yaşan­ chez l'Enfant [Çocukta Dil ve Düşünce],
tılardan tecrübe ve ögrenme yoluyla ka- La Repr~sentation du Monde chez l'Enfant
Pironi.Zm 685

[Çocukta Dünya Tasanrnı], lııtrodı!ction Pironizm bütün bunların, biz insanla-


iı l'Epistemologie genetique [Genetik Epis- rın hiçbir şeyden emin olamayacagımı­
temolojiye Giriş] ve LA N aissance de l' Iıı­ zı, ve hiçbir konuda kesinlige ulaşama­
telligcnce [Zekanın Doguşu]. yacagıınızı gösterdiklerini, bu nedenle,
Genetik epistemoloji ve bilişsel geliş­ bilge kişiye düşen şeyin varlıgın İdea­
me alanında çıgır açıcı çalışmalar yap- lardan ya da madde ve formdan meyda-
mış olan Piaget çocukta düşünce ve dil na geldiğini söylemek yerine, bu türden
gelişiminin bir süreklilik içinde degil anlamsız spekülasyonlardan vazgeçmek
de, evrelerden geçerek oluştugunu ve ve hiçbir konuda hüküm vermeyerek,
birey çevre ilişkilerinde etkin bir şekil­ yargıyı ask.Jya almak oldugunu belirtir.
de yapılandıgını ortaya koymuştur. Bilge kişi, hiçbir şey hakkında, onun be-
Dış dünyadan yalnızca izienimler al- lirli bir şeyden oldugunu söyleınemeli,
ınakl a kalınayıp zekasını etkin bir tarz- 'o böyledir' deınek yerine, 'bana böyle
da yapıtandıran çocukta bilişsel yapı, görünmektedir' ya da 'böyle olabilir' de-
Piaget'ye göre, dört evrede gerçekleşir: melidir. Söz konusu yargıyı askıya alına
ı İlk onsekiz aylık duyu devimsel dörırnı. ıavrııun Pironizme göre, yalnızca teorik
2 18 aydan 6 yaşına kadar olan önişlenı­ degil, fakat pratik bir anlamı vardır.
sel dönem. 3 7 ve ve 12 yaş arasındaki Epokhe, aynı zamanda her türlü deger
somut işlemler döııemi ve nihayet 4 fornıel biçmeden kaçınmak ve dolayısıyla nes-
işlemler dönemi. nelerin kendisine yönelmiş her türlü
Piaget ayrıca, çocuk zihniyetinin yetiş­ istek ve arzudan uzak durmak demektir.
kinin zihniyetiyle hiçbir ilişkisi olmadı­ Pironizm aynı kuşkuculuk ve yargıyı
gını öne sürmüştür. Çocugun mantıgı askıya alma ıavnnı, degerler alanına da
kendine özgü oldugu gibi, ona göre, yansıtır. Pironizme göre, hiçbir şey
düşüncesi de benmerkezlidir. O kendi- kendi içinde güzel ya da çirkin, dogru
si için gelişir, kendi tarzında eglenir; ya da egri de~ldir; en azından bizim
aklın kavramsal bilgileriyle ilgisi yok- onun güzel ya da çirkin oldugundan
tur, çelişki bilmez. Çocuk ancak başka­ emin olma imkanım ız yoktur. Dışımız­
larının düşüncesiyle temasa geçtigi daki şeyler bizim açımızdan en küçük
zaman mantıklı olmaya başlar. bir farklılık yaratmaz. Bilge kişi, işte
Pironizm [Os. Pin-öniyye; İng. Pyn-honism; bu durum karşısında yalnızca ruh
Fr. Pyrrhonisme; Al. Pyrrhonismus]. Ünlü sükunetine ulaşmaya, ve bu ruh halini
düşünür Pyrrhon tarafuıdan kurulmuş daima korumaya çalışacaktır. Bilge
olan İlkçag tkuşkuculugu. insan da, herkes gibi belli bir biçiınde ey-
tDemokritos'un duyusal niteliklerle il- leme ihtiyacındadır ve o da, en azından
gili görüş ünden, tSofistlerin görecili~n­ temel ihtiyaçlarını karşılamak amaayla,
den ve tKirenelilerin epistemolojisinden pratik yaşama katılır. O, bu çerçeve için-
etkilenmiş olan Pironizm insan aklının de, insanın mutlak dogrulara ulaşması­
şeylerin özüne, görünüşlerin gerisinde- nın olanaksız oldugunu bilerek, herkes
ki gerçeklige nüfuz edemeyecegini, şey­ gibi davranır, geleneklerin, örf ve ade tl~
lerin bizim için kavrarolamaz oldugunu rin, dogru çıkması muhtemel görüşlerin
öne sürer. insanların yalnızca şeylerin sadık izleyicisi olur.
kendilerine nasıl göründükleıini bilebi- Pironizme göre, gerçekligin bizzat
leceklerini, aynı şeylerin farklı insanlara kendisinden vazgeçti~imiz zaman, bize
farklı göründüklerini ve bizim bu görü- görünüşler kalır. Bizi eylemlerimizde
nüşlerden hangisinin dogru oldugunu, yönlendirecek olan şey de, işte bu gö-
hangi insanın haklı oldugunu söyleye- rünüşlerdir. Pironizm, kuşkucu felsefe-
meyeceğAmizi savunan Pironizme göre nin insanı mutluluga götürebilecegini,
her iddia için, birbirlerine çelişik olan zira bu felsefenin lnsaıta, varlıgın bilgisi-
iki kanıt ya da düşünce ileri sürülebilir. nin olamayacagını göstermekle, bu tür
686 Platon

bir bilgiyi, varlık üzerine spekülatif tar- sergilemiştir. Ona göre, degişen hiçbir
tışmayı anlamsız hale getirdigini, bilgi- şekilde bilinemeyecegi için, insan zih-
nin imkansız oldu~nu gösterirken, in- ninden bagımsız olan, degişmez bir
sanı boş kuruntulardan kurtardıgını varlık olmalıdır. Mutlak ve kesin bir bil-
savunur. Pironizme göre, ölümün ne ol- giye erişmek ve bu bilgiyi başkalarına
dugunu bilmedigimize ve aynı şekilde aktarmak durumundaysak eger, Pla-
ölümden sonraki yaşam hakkında da ton'a göre, dünyada sabit, kalıcı ve d~
bir bilgimiz olamayacagına göre, ölüm- gişmez olan birtakım varlıklar olmalı­
den hiç korkmamamız gerekir. Çünkü dır. O bu degişmez, sabit ve kalıcı
insan bilmedigi ve bilemeyecegi şeyler­ varlıklara idealar adını verir. Öyleyse,
le ilgili olarak korku ve tedirginlik için- Platon'a göre, bilgi tikel olanın ve degi-
de olamaz. Bilgi mümkün olmadıgı için, şenin beş duyu yoluyla kazanılmış
insan bilgilenrnek amacıyla araştınna empirik bilgisi degil de, degişmez ve
yapmaz ve kendisini zahmete sokmaz. tümel olanın akıl yoluyla kazarnlan
lnsan için her bakımdan rahatlahcı ve ezeli-ebedi bilgisidir.
huzur verici olan bu duruma, Pyrrhon, Metafiziği: idealar yalnızca bilginin
ruhsal huzur ve sükunet anlarnma nesneleri olmakla kalmazlar, onlar ayru
gelen, ataraxia adııu vermiştir. zamanda gerçekligi oluşturan varlık
pistis. Yunancada inanç anlamına gelen kategorisini meydana getiren temel var-
teriın. Pistis Platon'da tahmin anlamına lıklardır. Başka bir deyişle, Platon,
gelen eikasiayla birlikte, fenomenlerin 'Gerçekligin ne oldugu', 'Neyin gerçek-
bilgisine tekabül eden ve sanı ya da ka- ten var oldugu' şeklindeki temel meta-
naat anlamına gelen doxayı oluşturur. fiziksel soruya, gerçekligin madde ya
piyetizm [Os. zühdiyye; İng. pietisnı; Fr. da dış dünyada degil de, dış dünyada-
piitisnıe; Al. pietisnıus]. inancılık Hristi- ki şeylerin İdealarında oldugu yanıtını
yanlıkta söz konusu olan fonnel ve uzla- venniştir. Bizim algıladıgım.ız duyusal
şımsal ögelere bir tepki olarak gelişen, şeyler sürekli olarak degişmektedir.
bir yandan inancı dogru dini ögt"etiyi Ona göre, duyusal nesneler, degişme­
tasdik etmeye eşilleyen entellektüaliz- den mutlak olarak bagışık olan bir ger-
ıne, diger yandan da Hristiyanlıgı kuru- çekligin varoluşunu zorunlu kılacak ~
lu gelenekiere uygunlukla özdeşleştiren kilde, sürekli bir degişmeye maruz
tavra karşı çıkan ve dinde tecrübenin, kalırlar. Duyusal nesneler varlıga geliş
kişisel yaşantının, duygu ve kişisel ka- ve yokoluş, büyüme ve çürümeden .
tılnrun öneınini vurgulayan akım. başka, yer degiştirir, niteliksel ve nice-
Dinde bilişsel ögeden vazgeçerek, kişi­ liksel degişmeye ugrarlar. Bundan dola-
nin kendisini öne sürmesine, vakfetme- yı, duyusal nesnelere yüklenebilecek
sine önem veren, herşeyi bir kıyıya ata- tüm nitelikler, yükleme faaliyeti sırasın­
rak, içsel tecrübe ve yaşanbyı ön plana da, algısal yargı ya da önermenin za-
çıkartan tavır. Ruhun kurtuluşu bakı­ mansal bir niceteyid ya da belirlemeyle
mından, duyguyu ve ahlaksal yaşama tamamlanmasını gerektirir. Buna göre,
önem veren anlayış. aynı şey farklı zamanlarda farklı özellik-
Platon. M. ö. 427-347 yıllan arasında ya- lere sahip olur. O belirli koşullar altında
şamış olan ve düşünce tarihinin tanı­ büyük, başkaca durumlarda küçük g~
dı~ ilk ve en büyük sistemin kurucusu rünür. Birine göre büyük, bir başkasına
olan ünlü Yunan filozofu. göre ise küçüktür. Belü bir zamanda mat
Temeller. Sisteminde, Sofistlerin Yunan ve karanlık, buna karşın başka bir za-
toplumu üzerindeki olumsuz etkileriyle manda parlak ve aydınlık görünür.
savaşmaya çalışmış olan Platon, işe Demek ki, bireysel nesnelerden oluşan
öncelikle bilgi konusuyla başlamış ve ve bizim duyularunızla algıladıgımaz
mutlak ve kesin bir bilginin var oldugu duyusal dünyayı inceledi~zde, onda
konusunda tümüyle dogmatist bir tavır mutlak, kalıcı, duragan ve tutarlı hiçbir
Platon 687

yön buluıunadıgım, ondaki herşeyin le, Idealara anlaşılabilirlik kazandırır.


degişken ve göreli oldugunu görüyo- iyi İdeası, bundan başka akılla anlaşı­
ruz. Platon'a göre, böyle bir dünya ger- labilir nesnelerin varlık ve gerçeklikle-
çek degildir, gerçekten var olamaz; o rinden sorumludur.
duyusal dünyanın yalruzca görünüşler­ İyi ideası gerçek varlıgın ötesindedir.
den meydana gelen bir dünya oldugu- Platon'a göre, insan uzun yıllar mate-
nu savunur. Bu duyusal dünya, şu matiksel bilimlerle ve diyalektikle ug-
masa, şu heykel, şu kitap gibi, 'şu' di- raştıktan sonra, varlıgın ve gerçekligin
yerek gösterdigirniz bireysel nesneler- kaynagı olan İyi İdeasıru mistik bir tec-
den meydana gelmektedir. Bu dünya- rübeyle, özel bir sezgiyle tanır. Çünkü
daki nesneler, degişen, kendilerinde Iyi Ideası varlıgın ötesinde olduktan
karşıt yüklemleri barındıracak şekilde, başka, insanın kavrayış gücünün sınır­
eksikli, göreli, bagıınlı ve bileşik olan larının da ötesindedir. İyi ideasının
şeylerdir. Beş duyu yoluyla algılanan kendisi tanıınlanamaz, söze dökülemez
bu bireysel nesneler, Platon'a göre, ger- ve açıklanamaz, fakat başka herşeyi
çekten var degildir. Onlar degişmeyen, açıklar. Insan bu tür bir mistik tecrübe-
mutlak ve kalıcı bir gerçekligin yalruzca yi yaşadıktan sonra, İdeaların İyi ldea-
görünüşleridirler. Bu bireysel nesneler sından pay almak suretiyle varlıga gel-
aynı anda hem gerçeklikten ve hem de diklerini ve olduklan gibi olduklannı
yokluktan pay alırlar; b:ından dolayıdır anlar. Şu halde, Platon'un metafizigin-
ki, Platon'a göre, onlar hem var ve hem de idealar varlıklarını, ya da sahip ol-
de yokturlar ya da bugün var yarın yok- dukları temel özellikleri iyi ideasına
turlar. Onlar varlıga gelir, çeşitli dejı;iş­ borçludurlar.
melere maruz kalır ve ölüp giderler. Pla- Ayru ilişki İdealardan meydana gelen
ton'a göre, gerçekten varolan şeyler gerçek ve aklila anlaşılabilir dünya ile
İdealardır ve ldealar duyusal dünyada içinde yaşadılıınıız duyusal dünya ara-
söz konusu olan göreli bir duraganlıgın sında vardır. Içinde yaşadıgımız duyu-
ve anlaşılırlıgın temel nedenidirler. ide- sal dünyadaki şeyler her bakımdan de-
alar duyusal dünyada hüküm süren de- gişseler bile, bu dünyanın yine belli
gişmelerden etkilenmedigi için, onların ölçüler içinde gerçek ve kalıcı olan yön-
içinde yaşadıgunız görünüşler dünya- leri vardır. Her bakımdan degişmeye
sından ayrı ve bagımsız bir varoluşa ugrayan bu dünyada, en azından birta-
sahip olmalan gerekir. kım matematiksel özellikler degişlfle­
Bizim kendilerini duyu-deneyi yoluyla den aynı kalır. Örnegin, bir masa şekli
degil de, düşünce ve akıl yoluyla bildi- zamanın akışı içinde degişse de, onun
girniz bu Idealar, kendilerine ait ayrı sergiledigi 'dikdörtgen' olma temel
bir dünyada varolurlar. Platon'a göre, özelligi degişmeden ayıu kalır. Yine, bir
ldealar sahip oldukları özellikleri hep- kutunun şekli zaman içind" degişir, bu-
sinin üstünde ve ötesinde bulunan Iyi nunla birlikte onun sergiledigi 'kare' ya
ldeasından alırlar. Devlet'te yer alan da 'küp' olma özelligi degişmeden aynı
ünlü Güneş Benzetmesinde, o duyusal kalır. Işte duyusal dünyadaki şeyler,
dünya ile aklila anlaşılabilir dünya, do- Platon'a göre, İdealardan pay aldıkları
layısıyla da Güneşle Iyi ldeası arasında ya da İdeaları taklit ettikleri için varo-
bir analoji yapar ve mecazi bir anlatım lurlar ve duyusal dünyadald gerçek ya
içinde, İyi ideasını Güneşe benzetir. da kalıcı ve degişmez yönler, bu pay
Buna göre, nasıl Id duyusal dünyada alma ilişkisi sayesinde söz konusu olur.
güneş ışıgıyla gözle görülen nesneleri Platon, İdealardan meydana gelen akıl­
aydınlatıyorsa, aynı şekilde İyi ldeası la anlaşılabilir dünya ile duyusal dünya
da akılla anlaşılabilir dünyada Idealan arasındaki bu ilişldyi Panııenides adlı
dogrulukla aydınlatır, başka bir deyiş- diyaloguyla Timaeos adlı diyalogunda
688 Platon

açıklamaya çalışır. Buna göre, pay tümüyle belirsiz olup, şekilden, fornı­
alma, ideadan bir parçaya sahip olma dan yoksundur. Zaten belirli olsa ve bir
anlarruna gelınez. Bir Idea, bu dünyada- şekli bulunsa, bu, ldeanın onda zaten
ki duyusal şeylerden her biri ondan bir bulundugu anlamına gelecektir. Madde
parçaya sahip olacak şekilde, parçaları tanımlanamaz. Bununla birlikte, tümüy-
olan bir şey degildir. Bir Idea bölüne- le düzensiz olan madde form kazanma-
mez bir varlıktır. Yine, duyusal şeyler ya, şekil almaya uygun bir yapıdadır.
İdealardan bu şekilde pay alıyor olsay- Işte, hem akılla anlaşılabilir dünyanın
dılar, ldealar aktüel dünyada şeylerin ve maddi dünyarun dışında olan bir
parçaları olarak varolacak ve dolayısıy­ Tanrı olarak Denıiurgos, maddeye idea-
la bu dünyaya içkin olan varlıklar hali- lar dünyasının özelliklerini, akılla anla-
ne geleceklerdi. Oysa, onlar bu dünyaya şılabilir dünyaıun formlarını yüklemek
aşkın olup, ayrı bir idealar dünyasında suretiyle, düzenden yoksun, belirsiz
varolurlar. Şu halde, duyusal nesneler maddeye düzen ve form kazandırır. De-
İdeaları, gerçekte İdeaların kendileri ol- nıiurgos'un bu faaliyeti, sonuçta duyusal
maksızın, İdealardan bir parçaya sahip dünyada İdeaların gölgelerinin ortaya
olmadan, ömeklerler. çıkışına yol açar.
Bununla birlikte, İdealarla duyusal nes- Kare, üçgen, a~ırlık, beyazlık, v. b. g.,
neler tümüyle farklılık gösteren iki ayrı İdeaların maddi dünyada ortaya çıkan
kategoriden var lıklar oldukları için ikisi görüntüleridir, soluk kopyalandır ve
arasındaki ilişki ancak, pay alma ilişkisi onlar maddi dünyaya sahip oldu~u
gibi gerçek niteli~i hiçbir zaman tam düzen ve belirtili~ kazandıran temel
olarak anlaşılaınayan mecazi terimlerle ö~elerdir. Şu halde, maddi dünya sahip
ifade edilebilir. Çünkü idealar ezen- oldu~u düzen ve belirlili~ herşeyden
ebedi olan, yani yaratılmamış ve yok önce ldealar dünyasına ve idealar dün-
edilemez olan, zamanın ve mekanın dı­ yasırun yapısını ve formlarını maddeye
şındaki de~işmez kavramsal varlıklar­ aktaran Denıiurgos'un faaliyetine borçlu-
dır. Oysa bu dünyadaki duyusal nesne- dur. Biz duyusal dünyada çeşitli zaman
ler zaman ve mekanın içinde olup, ve yerlerde var olan şeyleri, Denıiurgos
de~işmeye u~rayan varlıklardır. idealar formları maddeye yerleştirdi~i için sap-
de~işmez olduklanna göre, herhangi bir tıyor ve tanımlayabiliyoruz.
şey yapamaz ve dolayısıyla duyusal Bununla birlikte, maddidünya kendisi-
dünyadaki de~işmeyi başiatamaz ya da ne aktanlan formlan koruyabilmek ba-
bu degişmeye neden olamazlar. Bundan kımından yetersiz olup, mutlak bir de-
dolayı, Platon'un metafizi~inde, alalla ~işme içindedir. Maddi dünya formlan
anlaşılabilir dünya ile duyusal dünya yalnızca belirli zaman dilimleri içinde
arasındaki ilişkiyi sa~layacak. içinde ya- koruyabilir. O sürekli bir akış hali için-
şadı~ımız dünyaya ldealar dünyasının de bulundu~una göre, formlan alır ve
belirli yönlerini aktaracak aktif bir güce daha sonra yitirir. Şu halde, maddi dün-
ihtiyaç duyulur. Çünkü duyusal dünya· yanın gerçek ldealar dünyasının ezeli-
daki nesnelerle idealar tümüyle ayrı ka- ebedf yönlerini Denıiurgos'un faaliyeti
tegoriden varlıklar olduklan için, birbir· sayesinde kazandı~ı ve bu yönleri son-
leriyle kendi başlarına ilişki kuramazlar. suz bir hareketler dizisi ve dolayısıyla
Platon'un metafizi~inde işte duyusal de~işme süreci içinde kaybetti~i dikka-
dünyaya ldealar dünyasının belirli yön- te alındı~ında, o ezeli-ebedi bir gerçek-
lerini aktaran bu aktif dış güç, İdeaların, li~in zaman içinde hareket eden ve de-
saf formun de~işmez dünyasıyla mad- ~şen gölgesi ya da kopyası olarak
denin bütünüyle belirsiz olan dünyası göriiirnek durumundadır. Oyleyse, ger-
arasındaki sırur çizgide bulunan Dcnıi­ çekten var olan de~işmez ldealar dün-
urgos'tur. Ona göre, maddenin kendisi yasıdır.
Platoncqluk 689

Demek ki, Platon gerçek varhgı aynı yı temaşa etmek amacını gerçekleştir­
şekilde tanımlamış olan ve bu varlıgın meye çalışmaktır. Bu ise, insanın her ne
akıl yoluyla bilinebilecegini söyleyerek, kadar maddi koşullar içinde yaşayan,
duyuların bize gösterdigi bireysel nes- birtakım fiziksel ihtiyaçlan olan bir var-
nelerden oluşan duyusal dünyanın hiç- lık olsa da, bu maddi koşullara bagımh
bir şekilde var olmadıgını, bu dünya- olamayacagı, yalnızca fiziksel ihtiyaçla-
nın bir yanılsamadan başka bir şey rı tarafından belirlenemeyecegi anlamı­
olınadıgıru öne süren Parmenides'in. ter- na gelir.
sine, bir yandan gerçekten var olanın Platonculuk (Os. Ejlaluniyye; İng. Plato-
degişınez, ezeli-ebedi olan ve akıl yo- ı1isnı; Fr. Plalonisnıe; Al. Plalonisnıus]. 1
luyla bilinebilen idealar dünyası oldu- Çagdaş felsefede, salt somut bireylerin
gunu kabul ederken, bir yandan da için- varoluşunu kabul eden neminalizmin
de yaşadıgımız duyusal dünyanın belli kt\rşısmda yer alan realizm karşılıgı ola-
şekiller içinde var olduğunu söylemek- rak kullanılan, sayı, özellik benzeri soyut
te ve görünüşleri idealar aracılıgıyla nesnelerin varoldugu; bu nesnelerin (kav-
açıklamakta ve temellendirmektedir. ramcılıga karşı) düşüncemizden ve (no-
PJaton'un bu metafizigi, 'Neyin gerçek- minalizme karşı da) konuşmamızdan ba-
ten var oldugu' sorusunu yaıutladıktan ~msız olarak varoldugu görüşü.
başka, insanın içinde yaşadıgunız bu 2 Felsefe tarihinde sıkhkJa karşılaşılan
dünyadaki yeri ve gerçekten var olan bir tavır olarak, Platon'un etkisiyle du-
idealar dünyasıyla olan ilişkisi konusu- yusal dünyadaki bireylerden, tikeller-
na da bir açıklık getirir. den ayn ve zihinden bagımsız bir ger-
İnsan felsefesi: Platon'un iki dünyalı me- çekligin, akıl yoluyla kavranabilen ayn
tafizigi, insanda her biri dikkatini söz ko- bir varlık alanının varhgını kabul etme
tavrı.
nusu bu dünyalardan birine yöneltmiş
olan iki temel bileşenin bulundugunu Söz konusu tavır, akılcı ve ruhçu Plato-
ortaya koyar. lnsarun duyusal dünyaya nizm olarak ikiye ayrılır. Buna göre, ör-
negin Plotinos'ta Aziz tAugustinus'ta,
yönelmiş, duyusal dünyaya ait olan par-
tMalebranche'ta rastladıgınuz spiritüa-
çası bedenidir; yine aynı benzerin be~
list Platonculuk, bilgide tinsel faaliyetin
rini bilebilecegi, ancak aynı cinsten olan-
oynadıgı rol, ruhun kavramsal gerçek-
lar arasında bir ilişki bulunabilecegi
likleri anımsaması, Tann tarafından ay-
ilkesine göre, insanın bir de gerçek varlı­ dinlahlması üzerinde durur ve bilgi ya
gm dünyasına yönelmiş olup, bu bag- da felsefi düşünceyi ruhun Bir olana ya
lamda İdealar dünyasının bir parçası da Tanrı'ya dogru olan yükselişi olarak
olan ruhu vardır. İnsan ruhu, Platon'a degerlendirir. Buna karşın, tleibniz'in
göre, insandaki maddi olmayan, ölüm- tavrında, tHegel'in nesnel idealizminde
süz parçadır. ve tHusserl'in fenomenolojisinde gör-
Bunlardan beden söz konusu oldu~n­ dügümüz akılcı Platonculuk, her tür
da, insan duyuları aracılıgıyla duyusal bilgide kavramiann nesnelligi üzerinde
dünyayla ilgili olarak güvenilmez durup, felsefeyi ruhun kurtuluşunun
malümatlar elde etmeye çahşır, madde- bir yolu olarak degil de, mutlak bir bilgi
nin peşinden koşarak birtakım fiziki ar- türü olarak degerlendirir.
zuları gerçekleştirmek ve tatmin sagla- 3 Daha özel olarak da, Rönesanstan iti-
mak ister. Buna karşın, ruhu ait oldugu baren, kimi filozof ya da düşünür grup-
dünyaya yönelmek, ezeli-ebedi gerçek- larının felsefelerin Platon 'un izini daha
likleri temaşa etmek arzusu içindedir. yogun bir biçimde sürmeleri, kendi dü-
Öyleyse, ruha düşen kendisini duyusal şüncelerini onun temel ö~etilerinden
dünyanın snurlamalanndan, bedeninin bazılarına, yaşadıkları çagın ilgilerine
ve duyusal dünyanın oluşturdugu ha- koşut bir biçimde tabi kılmalan duru-
pishaneden kurtarmak ve gerçek dünya- mu.
690 Plekhanov, Georg Valentinovich

Rönesans sonrası dönemde, bu şekilde yorumlarından bagımsız olarak, kendi


dört ayn Platonculuktan söz etmek başına ve kendi metinler:yk: ele alma
mümkündür: a) 15. yüzyilda, Platon'un tavrıyla seçkinleşirken, onu felsefenin
eserlerinin İsl§m dünyası ve Bizans'ıan tüm probleırı lcrin.ın kaynagı olarak m~
Avrupa'ya intikalinin ardından, Floran- dem Platoı;c>~:uic. Söz konusu Platoncu-
sa'da Marsilio tFicino ve tPico della Mi- luk, bütün bir felsefe tarihinin, ama özel-
randela tarafından geliştirilen dini bir likle de Rönesans soruası düşüncenin
felsefe olarak Platonruluk. Bir 17ıeologia tarihinin Platon'a düşülmüş dipnotlar-
Platoniaı şeklini alan söz konusu Röne- dan ibaret oldugunu öne süren çagdaş
sans Platonculugu Platon felsefesinden düşünür Alfred North tWhitehead'te en
kimi ögeleri, tPlotinos v~ tProklos'un yüksek noktaya ulaşır.
düşünceleri ve Musevi Philon'dan gelen platonik (Yun. platonikos; Lat. platonikus;
unsurlarla birleştirmiştir. b) 16. yüzyil- İng. platonic; Fr. platonique].1 Cinselligi
da İngiliz düşünürler John Colet ve olmayan, cinsellikten bütünüyle arınmış
Thomas More tarafından ortaya konan bir tutku, nesnesini yetkin bir varlık ola-
Hristiyan Platonculu~u. Antik Yunan'da rak gören ideal aşk; 2 Ünlü Yunan filo-
tPythagoras ve Platon tarafından temsil zofu Platon'a, Platon'un felsefesine özgü
edilen mateınatikçi yaklaşuru kimi gi- olan için kullanılan sıfat.
zemci ve dini görüşlerle birleştiren söz İşte bu baglamda, iJ'\Sai\ zihninden ba-
konusu Platonruluk, duyumsal nitelikle- gımsıı: bir gerçeklik kabul ettigi için rea-.
re dayanan ve biyolojiyi ön plana çıkar­ list olmakla birlikte, bu gerçekligi idea
tan Aristotelesçi bilim anlayışırun tersi- ya da kavram cinsinden tanımlayan ve
ne, evrenin dilinin matematiksel bir dil, bilginin konusu olan yetkin, de~şmez,
ve Tanrı'run da en büyük matematikçi zamandışı ve bagımsız İdealara mutlak
oldugu teziyle Kepler ve Galileo'da gerçeklik yükleyen Platon'un, modem
doruk noktasına ulaşan, bilimi'rı dili ola- epistemolojik idealizmden farklılık gös-
rak matematik konsepsiyonunun teme- teren, idealist anlayışına Platonik idea-
linde yer alu. lizm adı verilmektedir.
c) Onyedinci yüzyılda, ahlak ve teoloji Buna karşın, Platon'un, tümellerin,
alanında Platoncu düşünceyi canlandı­ formların, İdealann, özlerin, genel kav-
ran R. Cudworth, Henri More ve R. ramların zihinden bagımsız ve dış
Cumberland gibi filozof ve ilahiyatçıla­ dünyadaki tikellerden ayrı olarak va-
rın lngil tere'de oluşturdukları Cambrid- rolduklannı, degişmez ve ezeli-ebedi
ge Platonculu~u. Hemen tümü Cambrid- olduklarını, gerçekten varolanın, tikeller,
ge Üniversitesiyle belli bir baglantı bireysel, duyusal varlıkJar degil de, tü-
içinde olmuş olan bu düşünürler, Hob- meller oldugunu, tikellerin tümellerden
bes felsefesinin tdogalcılıgına, empiriz- pay alınak suretiyle varlıga geldiklerini
mine ve ateizmine karşı çıkmış ve gö- ve bilginin tüınellerin, İdealann bilgi.<;i
rüşleri, özellikle de ahlak alanındaki oldugunu dile getiren görüşüne Platonik
görüşleri için aradıkları metafiziksel te- realizm denmektedir.
meli Platoncu idealizmle Kartezyen do- Plekhanov, Georg Valentinovich. 1856-
guştan düşünceler ögretisinde bulmuş­ 1918 yılları arasında yaşamış olan Rus
lardır. Cambridge Platonculugu hpkı sosyal demokrat düşünür.
Platon gibi, ahlak yasasının ezeli-ebedi, +Marksizmin Rusya'ya girişinde olduk-
degişmez, Tanrı'dan çıkan mutlak bir ça etkili olmuş olan Plekhanov'a göre,
yasa oldugunu öne sürerken, insanların, madde görünüşten ibarettir. O hukuk,
bu yasayı, neyin iyi ve dogru oldı.i~nu adalet, siyaset ve huku~n belli bir dö-
sezgisel olarak bildigini dile getirir. nemin üretim ilişki ve yöntemlerinin ge-
d) Ve nihayet, 18. yüzyılın sonlarına lişmesine baglı oldugunu söylemiştir.
dogru gelişen ve Platon'u tüm Platon Bireylerin, devletlerin, ulusların ve n.iha-
Plütarkhos 691

yel tüın insanlı!lın kuruluşu ve gelişi­ yolu, rasyonel akılyürütmeden ya da du-


minin iktisadi koşullara balılı oldu!lunu yusal bir tecrübeden, deneyden ba!lım­
iddia eden Plekhanov. Bernstein'ın re- sız olan mistik bir vecd hali içine girmek-
vizyonizmine, tLenin'in bolşevizmine tir.
şiddetle karşı çıkmıştır. Tanrı'nın bütünüyle saf ve basit oldu-
O, bununla birlikte, kültür analizinde ııunu, Tanrı'da kompleks hiçbir şey bu-
kaba bir ınateryalizmden uzak durma- lunmadı!lını belirtmek, Tanrı'nın Mut-
ya özen göstermiştir. lak Birlik oldu!luna işaret etmek için,
pleroma. Yunancada tamlık, doluluk an- Plotinos Tanrı'dan Bir diye söz eder. Bir
lamına gelen terim. Terim, gnostik koz- olan Varlık olarak Tanrı tanımı,
molojilerde ve tYeni-Piatonculukta, hiç- Tanrı'nın de!lişmedi!lini ve dolayısıyla
bir şeyden yoksun bulurunayan tanrısal O'nun yaratılmamış ve bölünemez ol-
ya da tinsel alemi tanımlamak için kulla- du!lunu gösterir. Zira Tanrı de!lişse, bö-
nılmıştır. lünebilse ya da yaratılmış olsa, birlil';ini
Plotinos. Milaltan sonra 205-270 yılları kaybeder. Plotinos'a göre, Tanrı bir ol-
arasında yaşamış ve Platon'un metafi- du!lu için, içinde yaşadı!lımız duyusal
zi!lini, biraz daha farklı bir versiyon dünyadaki şeyleri yarabnış olamaz.
içinde yeniden öne süren, ve ö!lretisi sa- Çünkü yarabna bir eylemdix ve her
yesinde, Platon'tın, Hellenistik çalıda ve eylem bix de!lişme halini zorunlu kılar.
bu arada Ortaça!lda, hem Hristiyan fel- Bundan dolayı, Tanrı aşkındır, O her
sefesinde ve hem de İslam felsefesinde türlü düşünce ve varlı!lın ötesindedir.
etkili olmaya devam etti!li, ünlü Yunan O'na ne öz, ne varlık, ne de yaşam yük-
filozofu. lenebilir. Çünkü bütün bu ayınmya da
Felsefesinde, tPiaton'un Drolet'te yer yüklemler bir ikilille yol açarlar. Oyley-
alan Iyi ldeasıyla ilgili görüşlerinden se, Tanrı hakkında, yalnızca O'nun bir,
yola çıkan Plotinos, Platon'un İyi ideası­ bölünemez, de&şmez, ezeli ve ebedi ol-
nı tanrılaştırmış ve varolan herşeyi du!lunu, varlı!lın ötesinde bulundu!lu-
Tanrı'dan başlayan bir türüm ya da nu, kendi kendisiyle hep aynı kaldı!lını,
sudur süreciyle açıklamıştır. O da, tıpkı O'nun için geçmiş ya da gelecekten söz
Platon gibi, ınaddi dünyanın, sürekli ola- edilemeyece!lini söyleyebiliriz. Plotinos,
rak de!liştilli için, gerçek olamayacaııını işte bu durumda dünyanın yaradılışını
düşünür.Yalnızca de!lişmeyen bir şey ve varoluşunu açıklamak için, felsefe ta-
gerçekten var olabilir. Bundan dolayı, bu rihinin ilk türüm ö!lretisini geliştirmiş­
de!lişmeyen gerçeklik, Platon'un da gös- tir.
termiş oldu!lu gibi, maddi dünyadan Plütarkhos. Orta Platonculu!lun, M. Ö.
farklı ve ayrı olmalıdır. Bu varlık ise, 45-20 yılları arasında yaşamış olan
Plotinos'a göre, Tann'dır. önemli düşünürü, ahlakçı ve tarihçisi.
O Tann hakkında, Tann'run bu dünya- Tarihle ilgili çalışmaları yanında, Pla-
daki herşeyi aştıılını söylemek dışında, ton'un eserleri üzerine şerh ya da yo-
hiçbir şey söylenemeyece!lini iddia eder. rumlar yazmış olan filozofun düşünce­
Tann bu dünyayı aşh!lı, maddi dünya- si, özü itibariyle eklektik bir nitelik taşır.
nın ötesinde bulundul';u için, maddi, Buna göre, yalnızca Platon'dan de!lil,
sonlu ve nihayet bölünebilir olan bir var- fakat Peripatetiklerden, Stoalılardan ve
lık de!lildir. Madde, ruh ve zihinden her özellikle de Yeni-Pythagorasçılardan et-
biri de!lişti!li için, o ne madde, ne ruh kilenmiş olan Plütarkhos, Orta ve Yeni
ne de zihindir. Plotinos'a göre, Tann, Akademilerin kuşkucu lu!lunun bir so-
insan zihninin düşünceleriyle sınırlana­ nucu olarak, kuramsal spekülasyonun
mayaca!lından, insanın diliyle ifade edi- imkanı ya da yaran söz konusu oldu-
lemez. Duyularırruz da ona ulaşamaz. ııunda kuşkucu bir tavır almış, ve
Plotinos için Tann'ya ulaşmanın tek aşkın olanla salt sezgiye dayanan bir
692 Poincare, Henri

dogr.ıdan temas üzerinde ısrarlı olarak Başka bir deyişle, Poincare bilimsel ya-
Yeni-Platoncu felsefeye çıkan yolda saların, bir oyunun istendigi gibi, uzla-
önemli bir adım oluşturmuştur. şım yoluyla degiştirilecek kurallan ol-
Poincare, Henri. 1854-1912 yıllan arasın­ madıgını söylemiştir. Zira bir oyunun
da yaşamış olan ünlü Fransız matema- kurallarnun dogrulanabilmesinden ya
tikçisi, mühendis ve filozofu. Temel da yanlışlanabilmesinden söz edilemez.
eserleri: LA Science et Hypothese [Bilim ve Oysa bilimin kuralları, öndeyi gücüne
Varsayım], La V aleur de la Science [Bili- sahip olduklan, öndeyide bulunduklan
min Degeri] ve Science et M~thode [Bilim sürece ve ölçüde eylem kurallan haline
ve Yöntem]. gelirler, ve öndeyilerin yanJış!anabilme­
Bergson ve James'la aynı zihniyeti ye açık oldukları unutulmamalıdır.
paylaşan ve bilimin, ilke olarak birta- Yani, deneysel hipotezler yalruzca uzla-
kım sonuçlann aksiyemiardan çıkartıl­ şunlar olmayıp, onların bilişsel ve pra-
ması suretiyle mekanik_bir tarzda kuru- tik bir degeri vardır.
labilecegi düşüncesine karşı çıkan Empirik bir genelleme, ilke olarak hep
Poincare, düşünceyi mekanikleştirme yeniden gözden geçirilebilir oldugu için,
girişimlerine karşı çıkıp, sezgi, yaratıcı bilirnde mutlak kesinlige ulaşmak
düşünce ve kendiligindenligin önemini mümkün olmasa bile, Poincare'ye göre,
vurgulamıştır. O, bu çerçeve içinde, uz- en azından birçok durumda yüksek bir
laşuncı bir görüş benimsemiş ve meka- olasılık derecesine ulaşılır. O matema-
nigin yasalarının uzlaşımlardan başka tiksel fizikte uzlaşımların önemli bir rol
bir şey olmadıgını dile getirirken, bir oynadıklarını, başlangıçta deneysel bir
'uzlaşım'ın insan ruhunun özgür bir ya- genelierne olan bir önermenJn daha
ratısı oldugunu savunmuşhır. Bir yasa, sonra yanlışlanmaya açık olmayan bir
pozitivistlerin öne sürdügü gibi, deney- uzlaşım hAlini alabildigini söyler. Bu-
Ierin bir özeti olur.;a, bilim adamının nunla birlikte, bilim şeyler arasındaki
rolü gözlemlerini kaydetmek ve özetle- ilişkilerin bilgisine ulaşmaya çalışıp,
mekle sınırlanmış olur; o, Poincare'ye öndeyide bulunur, onW'I bazı öndeyileri
göre, bu durumda duyarlı bir makine- yanlışlanırken, bazılan kesin sonuçlu
den başka bir şey olamaz. Fakat yasalar bir biçimde olmasa da dogrulaıur. Bili-
birer uzlaşım, parçaakların hareketle- min, öyleyse, tümüyle uzlaşımlardan
rinden söz etmek için kurdugumuz bir meydana geldigi, içsel hıtarlılık saglan-
dil olursa, bilim adamı, bir makine degil dıgında, her sistemin en az digeri kadar
de, gerçek bir yaratıcı olur. iş görecegi, Poincare'ye göre, hiçbir şe­
Bilimin nesnelligine ilk bakışta zarar kilde iddia edilemez.
verir, bilimi şiirin bir türü h!line getirir Ona göre, doga bilimleri bilgimizi arttı­
gibi görünen bu ögretiyi ögrencilerin- rabilir ve bu artış deneysel genellernele-
den bazılarının idealist bir dogrulruda rin test edilmesi yoluyla saglarur. Bilim,
geliştinniş olmalanndan yakınan Poin- bilgideki bu artış sayesinde, doga ya da
care, bilim görüşünde uzlaşımcılıgın fizild dünya hakkında hakikate, birta-
ve empirizmin bir sentezini yapmaya kım dogrulara ulaşmayı amaçlar. Yine
çalışmış ve uzlaşımın, özgür bir yaratı bilim. en önemlileri dogarun birligi ve
olsa bile, keyff olmadıgını göstermeye basitli~ kabulleri olan birtakun kabulle-
çalışmıştır. O, deneyin bilim adarnma re dayarur. Buna göre, evrenin parçaları
yol göstermek suretiyle, uzlaşunın seçi- arasında, canlı bir bedenin parçalan ara-
minde belirleyici bir rol oynadıguu dile sındaki karşılıklı ilişkiye benzer bir
getirmiş ve nesnelligin, bilim adamlan- karşılıklı ilişki oldugu önceden varsa-
nın oluşturulan uzlaşımın üstünlügü- yılır. Doganın basitliginin varsayılması
ne duyduklan inancın sonucu oldugu- ise, iki ya da daha fazla geneliernenin
nu söylemiştir. söz konusu olması durumunda, bunlar
Popper, Karl Raimund 693

arasında bir seçim yapılabilecegi ve se- fından tekrarlanabilecek olan deney ve


çimdeki yol gösterici ögenin ise, basitlik gözlemlere dayandıgı yaygın görüşünü
olacagı anlamına gelir. onaylamilkla birlikte, bunun, bilimin
Bilim, Poincarıfye göre, bize kesinlikle yalnızca çok küçük bir bölümünü teşkil
şeylerinin özünün bilgisini vermez. ettigini savunan Polanyi'ye göre, bilimi
Ona göre, bilimsel bir teori bize ısırun, salt deneylerinin tekrarlanabilirligiyle
elektrigin ya da yaşamın ne oldugunu açıklamak yanlış olur. Bilim, ona göre,
söyleme iddiasında bulundugu zaman, büyük ölçüde bilim adamlarının egitim-
verebilecegi herşey kaba ya da yakla- leri sırasında içselleştirdikleri zunnr bil-
şık bir resiındir. Bilim yoluyla elde etti- giye dayanır.
girniz bilgi, şeyler arasındaki baglantı­ Bilim adamı bu zunni bilgiyi, baglı bu-
lann bilgisidir. lundugu araştırma geleneginin ustala-
poiesis. Yunanca üretim, meydana getir- nndan ögrenir. Keşif yapmak, Palan-
me; içsel degil de, harici bir hedefe, dışsal yi'ye göre, o konuda keşifte bulunmaya
bir amaca yönelmiş davranış tarzı ania- kanalize edilmiş olmayı gerektirir. Bilim
nuna gelen terim. t Aristoteles'te, ph ranesi- deneylerinin tekrarlanabilirligine daya-
se olduğu kadar, praxise de zıt olan, ve nır, fakat bu durum keşifler için geçerli
amaa bir şey meydana getirmekten degildir, zira keşif tekrarlanamaz bir
başka bir şey olmayan davraıuş türü. şeydir. Tekrarlanamayan bir şey olarak
Polanyi, Michael. tDescartes'la başlayıp, keşif, rasyonel kurallara indirgenemez.
+Viyana Çevresi düşünürlerine kadar Yalnızca düzeNilik gösteren, tekrarlana-
uzanan tarihsel süreç içinde savunuJmuş bilen bir şeyin kurallarırun olabilecegini,
olan 'nesnel ve kesin bilgi ideali'ne şid­ dolayısıyla biricik olanın bir yönteminin
detle karşı çıkan çagdaş bilim felsefecisi. olamayacagını söyleyen Polanyi'ye göre,
Bilimin kendisine baglılık duydugu- içerigi keşiflerde aranmak durumunda
muz bir inançlar sisteminden başka hiç- olan bilimin kesin ve degişmez bir yön-
bir şey olmadığını öne süren Polanyi, temi olamaz.
bilimin açıklanması söz konusu oldu- Popper, Karl Raimund. Bilim ve siyaset
gunda, dışsalcı bir yaklaşımı benimse- felsefesiyle ugraşmış olan, 20. yüzyılın
miştir. Başka bir deyişle, bilimin kendi en önemli düşünürlerinden biri. Temel
iç mantıgıyla değil de, içinde yer aldıgt eserleri: The Logic of Scientific Discovay
-tarihsel ve toplumsal baglama dayandı­ [Bilimsel Keşfin Mantıgı], Conjectures
nlarak açıklanmak durumunda oldugu- and Refutations [Sınama ve Yanılmalar],
nu öne süren M. Polanyi'ye göre, bilim Objective Knowledge [Nesnel Bilgi], The
adamı toplumsal bir varlık oldugu için, Poverty of Historicism [Tarihsidligin Se-
bilimin bir sosyolojisi olmak gerekir. faleti] ve The Open Society and its Enani-
· Ote yandan, Polanyi'ye göre, tüm bilgi es [Aç1k Toplum ve Düşmanları].
türleri gibi, bilimsel bilginin de, akli ve Bilim Felsqrsi: Popper'ın felsefeye yaptı­
akıldışı ögeleri vardır. Başka bir deyiş­ gı ilk büyük ve önemli katla, bilime bir
le, bilim dedi&miz bilgi kümesi, akli, s1rur çekme problemine getirdigi yeni
dile getirilebilir, formüle edilebilir olup, çözümden oluşur. Onun zamaruna dek
bilimsel metinlerden ve ders kitaplann- kabul edilmiş olan görüşe göre, bilim
dan ögrenilen açık bilgiyle ustadan veya tümevanın yöntemiyle seçkinleşir, yani
hocadan ögrenilirken, metinlerde yer al- bilim sonuçlarına, mantıksal analiz yeri-
mayıp, dile getirilemeyen zımni bilgiden ne, gözlem ve deney yöntemiyle ulaşsr.
meydana gelir. Bunlardan açık bilgi bir Buradaki büyük güçlük ise, şudur: Ne
şeyin ne oldugunun bilgisidir, buna kar- kadar çok ve uzun süreli gözlem yapll-
şın zunni bilgi, bir şeyin nasıl yapılaca­ miŞ olursa olsun, eldeki veriler sınır­
gının, nasıl icra edile~ bilgisidir. lanmamiŞ bir genellemenin, tümel bir
Bilimin istendigi 7.aman her insan tara- önermenin dogrulugunu saptamak için
694 Popper, Karl Raimund

hiçbir zaman yeterli olmayacaktır. Örne- Siyaset Felsefesi: Popper, toplum ve siya-
gin, Tüm kargalar siyahtır' şeklindeki set felsefesi alanında ttarihsicilige ve
sınırlanmamış bir genenemenin dogru- tholizme yönelik sert eleştirileriyle ün
lugu, bu dünyada şimdi varolan ve ge- kazanmıştır. -Tarihsel gelişmenin yasa-
lecekte varolacak olan tüm kargaları hiç- lan ya da ilkeleri bulundugunu, bu yasa
bir zaman gözlemleyemeyecegiıniz için, ya da ilkeleri bildigirniz takdirde, insan-
kanıtlanamaz. Bu ise, bizi şu endişe ve- lık tarihinde gelecekte olup bitecek olay-
rici, kaçırulmaz sonuca götürür: Bilim, ları, tıpkı bir astronomun ay ya da
yalnızca doganm düzenliligine duydu- güneş tutulmasıru önceden dogru tah-
gumuz inançla varolabilir ki, bunu da min etmesi gibi, önceden do~u tahmin
taıumlamak ve kanıtlamak, görünüşte edebilecegimizi savunan görüş olarak
olanaksızdır. tarihsicilige şiddetle karşı çıkan Pop-
Popper, işte bu durumun bir sonucu per'a göre, insan toplumunu oluşturan
olarak, sırurlanmamış genellemelerin, sistemde öndeyiye yer yoktur; çünkü,
deneye dayanan tümel önermelerin burada gelişmeyi belirleyen temel et-
dogrulanamayacaklarnu savunur, ancak kenlerin başında, çevremize ve içinde
bir yandan da bunların yanlışlanabile­ bulundugumuz koşullara nasıl karşılık
cegine işaret eder. 'Tüm kargalar siyah- verecegimizle ilgili kararlar gelir. Buna
tır' genellemesi hiçbir zaman dogrulana-
göre, ömegin teknolojinin çagdaş top-
masa bile, beyaz tek bir karga, onu lwn üzerinde bu kadar büyük bir etki
yapacak güç haline gelebilecegi, bir yüz-
yanlışlamaya yeter. Popper'a göre, bi-
yıl önce hiçbir şekilde tahmin edilemez-
liınde belirleyici olan yanlışlamadır.
di. Popper için, seçim ve sorumluluk bi-
O, bilimin, belirli özel koşullar altında
reylerindir, bundan dolayı, 'Üyeleri ister
gözlem1enen ya da gözlemlenecek olan istesin, ister istemesin, toplum bu şekil­
açısından, her zaman tehlike iı;inde ol-
de gelişmek zorundadır' demek için· ye-
dugunu savunur. Bilimsel teoriler, Pop-
terli dayanagımız asla olamaz.
per'a göre, gözlemler beklentilerle uyuş­ Siyaset felsefesi}!le toplum görüşleri,
madıgı takdirde, terkedilmeye ya da
bilimin dogasına ilişkin araştLimalarına
degiştirilmeye mahkumdur. Buradan,
sıkı sıkıya baglı olan ve özellikle Açık
hiçbir bilimsel teorinin, ne kadar çok test Toplum ve Dü~nıanları adlı eserinin ikin-
ve sınamadan başanyla geçmiş olursa ci cildinde tMarks'ı yogun bir biçimde
olsun, asla kesin sonuçlu olarak dogru- eleştiren Popper'a göre, Marks'ın gö-
lanamayacagı sonucu çıkar. Bu sonuç, rüşleri bilimin dogasıyla ilgili yanlış
Popper'a göre, bilim tarihi tarafından da bir kabul ya da önyargıya dayanmakta-
dogrulanınaktadır: Newton fizigi gibi, dır. Marks kendisini, toplumu konu
dogrulugu test edilmiş ve geniş bir bi- alan bir bilim adamı, topluma, onun
çimde kabul görmüş olan bir teori bile, nasıl işlerligini ve geliştigini anlamak
revizyondan kurtulamamıştır. Bilim, amacıyla, yansız ve önyargısız olarak
hiç kuşku yok ki, teorilerini geliştirebi­ yaklaşan bir araştırmacı olarak gör-
lir, onları tüm testlerden başarıyla geç- müştü. Marks'a göre, toplumlar de~ş­
miş olan yeni kuramlarla degiştirebilir. mez, statik varlıklar degildirler; toplum-
Ancak bilim, hiçbir zaman dogayla ilgili lar degişmektedir ve toplumlardaki bu
olarak kesin, degişmez ve mutlalt dog- deg işme, yasasız olmayıp, degişmenin
rulara ulaşmış oldugunu iddia edemez. yavaş olan hızından dolayı, tarihe iliş­
Karl Popper'a göre, bilimsel bilgilerimiz, kin araşbrmalarla ortaya çıkanlabilecek
tarihte şimdiye kadar, yanlışlamaya yö- yasalara uygun olarak gerçekleşir. Bu
nelik tüm sistematik gjrişimlere karşın çerçeve içinde, Marks, tarihi konu alan
ayakta kalabilmiş teoriler yıgınından araştırmalar sayesinde, tfeodalizmin
ibarettir. nasıl kapitalizmi dogurdugunu, insan-
Popper, Karl Raimund 695

lık tarihindeki bir evre olarak kapitaliz~ tez oluşturma faaliyetini içerir. Oysa,
min nasıl gelişip, daha sonra yıkılacagı~ Marks'ın, tarihsel degişmeyle ilgili de-
nı anlayabilecegimizi savunur. BWla gişmez diyalektik yasaların keşfine da-
göre, bilimsel sosyalizm1e tarihsel yön- yanan iddialan, yanlışlanabilir olma-
tem örtüşmektedir. Popper, işte bu dıkJan için, bilimsel de~ldir. Ve Karl
noktada, Marks'ın bilimin nihai ve de~ Popper, bu baglamda, bilimin kesin ol-
ğişmez dogruları keşfettigine, bilimin madıguu ve olamayacagını, yeni veri-
doğrularının zorunlu ve kaçırulmaz ol- ler ışıgında sürekli olarak revizyona
duguna büyük bir güçle inaıunış oldu- tabi olduğunu belirtir.
gunu belirtir. Karl Marks'ın ikinci yanhşı, bilimin
Popper için böyle bir analiz, kendi için~ toplumun bütününe uygulanabilecegi-
de iki temel yaniışı barındırmaktadır. ni, bütün bir sistemle ilgili olan yasalar
Ona göre, bilimsel bilginin arhşı ve ge- bulundugunu düşünmesinden oluşur.
lişmesinin insanlık tarihinde çok güçlü Popper, buna holistik görüş ya da üt~
bir etkisi oldugu, ve bilgideki büyük bi~ pik bir toplumsal planlama aduu verir.
rikim ve ilerleme, Newton ve Einstein Ona göre, kaçınılmaz ve zorunlu olup,
gibi dahilerin kavrayış ve yaratıalıgına toplumun bütününe uygulanan tarihsel
baglı oldugu için, ne bilgideki artış ve yasalara duyulan inanç, toplumun bütü-
ilerleme, ne de bu gelişmenin tarih için· nünün belirli bir plana göre yeniden bi~
deki sonuçlan önceden kestirilebilir. çimiendirilmesi ya da yapılandırılması
Başka bir deyişle, bilimsel bilgideki bi~ gerektigi görüşüne götürür. Bütünü göz
rikim ve ilerleme insanlık tarihinin akı­ önüne aldıgında, insan faktörünü zo-
şıru büyük bir güçle etkilediginden, runlu olarak gözden kaçıran bu yakla-
fakat bilimsel bilginin gelecekteki duru- şım, toplumun yeni baştan kurulması
mu ya da gelişme seyri, mantıksal ya ve yapılandınlmasının mümkün ve zo-
da bilimsel yöntemlerle önceden kestiri~ runlu olduguna önceden karar verir ve
lemeyece~inden dolayı, insanlık tarihi~ toplumun varolan yapısını kökten bir
nin gelecekte nasıl bir gelişme seyri biçimde degiştirir. Karl Popper'a göre,
içinde olacagına ilişkin olarak öndeyide Marks'ın ikinci yaniışı da bundan, yani
bulunmak olanaklı degildir. Bu ise, teo- onun bilirnin deneme ve yarulma yönte-
rik bir tarih, yani kuramsal fizige karşı~ mine dayandıgını bir türlü görememe-
lık gelen ya da eşdeger olan tarihsel bir sinden kaynaklanmaktadır. O, bunun
toplum bilimi imkarunın yadsınması tam tersine, özel problemler için özel
anlamına gelmektedir. İşte bu, Popper'a yaklaşımların söz konusu oldugunu be-
göre, Marks'ın bilimsel araştırmanın lirtir, kurumların kötü yönetici tehJikesi-
do~asıru yanlış anlamaktan oluşan bi- ni en aza i.n.dirgeyecek şekilde düzeltil-
rinci yanlışıdır. mesi ve geliştirilmesini ister.
Marks gibi, Popper da bilimsel yönte- Popper, yaşamayı herşeyden önce ve
min toplumu konu alan araştırmalara herşeyin üstünde bir sorunçözme faali-
uygulanabileceginj düşünür. Bununla yeti olarak gördügü için, sorunçözmeye
birlikte, onun yöntemi ve bilim anlayı~ elverişli olan toplumlar ister. Sorunçöz-
~ı, Marx'ın savunuculugunu yaptıgı me ise, çözüm denemelerinjn cesaretle
bilim ve yöntem anlayışından farklılık ortaya atılmasını, sonra da bunların
gösterir. Tarihsel araştırmayla bilimsel eleştiriye ve hatta eleme işlemine tabi
sosyalizmi özdeşleştiren Marx'tan fark- turulmasını gerektirdigi için, Popper
lı olarak, Popper'ın gözünde bilim, ta~ karşı önerilerin engellenmeden ortaya
rihsel araştırmayla, hatta tümevanmsal ahlmasına, bunlann eleştirilmesine,
süreçlerle bile aynı de~ldir. Bilim, im~ sonra da eleştirilerin ışıgında, bunlarda
gelemin, ilke olarak yanlışlanabilir ol~ gerçek de~şiklikler yapılmasına izin
ması durumunda, 'bilimsel' olan hipo- veren· toplum biçimleri istemektedir.
696 Poppercı

Popper, her çeşit ahlak düşüncesi bir Esas amacı ~glendinnek, hoşça vakit
yana, bu gibi çizgiler boyunca örgütlen- geçirtmek olan, modern yaşamın yor-
miş bir toplumun, başka türlü örgütlen- dugu, kapitalist üretim ilişkilerinin de-
miş bir topluma oranla, sorunlannı çöz- moralize edip körleştirdit;i insanlardan
mekte daha etkili ve dolayısıyla daha pek az bir çaba ve konstrasyon isteyen
başanlı olduguna inanır. Popper'a göre, bu kültür türü, olumlayıcı bir kültür
teorik konularda oldugu gibi, pratik olup, gerçeklikten kaçış saglar.
alanda da dogru yanıtiara sahip olabile- popülizm [İng. populism; Fr. populisme; Al.
cegimizden asla emin olamayız. Bundan populismus]. ı 20. yüzyılın başlannda
dolayı da, o, yönetim biçimi olarak de- ortaya çıkmış ve burjuva psikolojisine,
ınokrasiyi, açık toplumu savunur, işsiz bir toplum oluşturan aydınların
çünkü eleştirıne ve tecri.ibe etme özgür- özenli tavnna karşı, küçümsenen işlerle
lügü en fazla demokraside vardır. Onun ugraşan sınıfları tüm özellikleriyle yan-
anladıg! biçimiyle demokrasi, yönetici- sılmayı amaçlayan, halkta iyi ve olumlu
lerin toplum problemlerine önerdikleri ne varsa gözler önüne sermeyi amaçla-
çözümün umut verir gibi görünmedigi yan edebi okul. 2 Siyaset alanında,
planları toplwnun alt ve orta tabakalan-
:zaman, degiştirildikleri bir sistemdir.
nı temele alarak yapma, bu sınıfiara hiz-
Popper'ın gözünde, iktidann kimlerin
elinde oldugundan çok, iktidarın kişi­ meti amaçlama, halkı zaman :zaman halk
sel çıkar için oldugu kadar, toplumsal davuklugu yapacak şekilde ön plana çı­
kaıma tavn.
ya da siyasal dogmalar adına kötüye
kullanılmasının önüne geçilmesi büyük
Sosyal bilimcilerin bir hareket rni,
yoksa bir ideoloji rni oldugu konusun-
önem taşır.
da çokça tartıştıklan popülizm, erdem-
Poppercı [İng. Popperian; Fr. Popperien].
le siyasr meşruiyeti halkta bulan ve seç-
Ça~daş düşünür Karl R. Popper'm, 1
kinlere ve seçkincilige şiddetle karşı
bilim felsefesiyle ilgili görüşleri, yani
çıkarken, siyasi hedeflere en iyi bir bi-
onun geleneksel tümevarımcı bilim an- çimde, politik kurumların aracılıgı ol-
layışına karşı geliştirdigi yanlışlama­
maksızın, yönetimlerle halk arasında
cı bilim anlayışı ve 2 toplumsal refor- kunılacak doÇudan bir ilişki yoluyla
mun felsefi temelleriyle ilgili görüşleri, · ulaşılabilecegini savunan siyasi retorik
yani holistik görüşlere karşı geliştirdi­ ya da söylemi ifade eder.
gi, tüm kollektif fenomenleri bireylerin Bu çerçeve içinde, yakın :zamanlarda üç
eylemlerine, amaçlanna, düşüncelerine, ayrı popülizm arasında bir ayırım ya- ·
umut ve karşılıklı etkileşi.mJerine ve bu pılmıştır. Bunlardan ı birindsi olan
arada insanlar tarabndan yaratılmış ve küçük Adam populizmi, esnaf, zenaatkar
sürdürülmüş gelenekiere baglayan yön- ve çiftçi gibi küçük üreticiler arasındaki
temsel bireyciligi için kullarulan sıfat. işbirligi ve özel mülkiyeti desteklerken,
popüler kültür [İng. popular culturc; Fr. büyük işletme ve yönetimlere karşı
cu.lture poputızire; Al. populaerste kultur]. çıkar ve ister kentleşme, ister endüstri-
Klbik musildyi, ciddi ve agır romanla- leşme ya da tekelci kapitalizm şeklinde
rı, şür, dans ve bale gibi nispeten az sa- ortaya çıksın, ahlill çöküntüye yol açtı­
yıdaki egitimli insan tarafından anlaşı­ gını düşündügü ilerlemeye cephe ala-
hp estetik degeri takdir edilen ürünleri rak, geçmiş zamanın erdemlerine dönü-
ihtiva eden yüksek kültürün tam karşı­ şü savunur.
tı olan kültür; herkes, özellikle de geniş 2 Otoriter popülizm ise, halka gider ve
yıgınlar tarafından kolaylıkla alımla­ halkın tepkileriyle duygulanna daya-
nan vasali kültür ürünlerinden meyda- nırken, ku rwnlan ve siyasi seçkinleri
na gelen sanalsal d~eri, estetik niteligi atlayıp, karizmatik lideriere güvenir.
düşük kültür. Buna karşın, 3 devrimci popülizm, halkla
post-endüstriyel toplum 697

onun kollektif geleneğinin, seçkinciliği böler. Bu şekilde bölünme sürecinde, en


ve ilerleme düşüncesini reddeden en- altta bölüneınez tür olarak insan varlığı­
tellektüeller tarafından idealize edilme- na erişilir. Buna göre, insan varlığı, ağa­
sinden meydana gelir. cın aşağıya doğru uzanan sol dallan alt
Porphyrios. M. S. 234-305 yılları arasında alta birbirine eklendiklerinde, ölümlü,
yaşamış olan Yeni-Platoncu düşünür. akıllı, duygulu, canlı ve cisimsel varlık
tPlotinos'un eserlerine yorumlar yaz- ya da töz olarak tanımlanabilir.
lTUŞ olan Porphyrios'un en önemli eseri, Poseidonius. Orta Stoa'nın, M. Ö. 135-51
tümeller konusunu ele aldığı İsagojr'dir. yılları arasında yaşamış olan etkili dü-
Porpyrhios, bu eserinde, beş tümel ko- şünürü. Görüşlerinde takılcılıkla, gi-
nusunu, cins, tür, ayırım, türsel ayırun zemciliğin bir sentezini yapmış olan Po-
ve ilinek kavramlarını sistematik bir seidonus, Stoacı tbirciliği sürdürürken,
tarzda incelemiş, fakat cins ve türlerin bir yandan da bir Varlık dereceleri anla-
gerçek varlıklar mı yoksa salt zihinsel yışı geliştirmiştir.
yapunlar mı olduğu, onların gerçekseler post-. --den sonra anlamına gelen Latince
eğer, cisimsel mi yoksa cisimsel olma- önelc Buna göre, post öneki, bileşik bir
yan bir yapıda mı olduğu ve nihayet, terim meydana getirmek üzere, bir d u-
onların duyusal varlıklardan ayn olarak rumu, yapıyı veya oluşumu, ikinci ola-
ını, yoksa duyusal varlıklarda mı varol- rak da bir akımı, yaklaşımı tanımlayan
dugu sorulanru ele almayacağını belir- bir sözcüğün önüne gelebilir. Her iki
terek, Ortaçağm ünlü ttümeller kavgası­ durumda da, eski yapıdan veya bir ön-
na giden yolu açmışhr. ceki akımdan birtakım unsurlar içerse
Porphyrios, pratik ve dini öğelere, Plo- de, çok büyük ölçüde yeni ve farklı bir
tinos'a kıyasla çok daha önem venniş oluşum ya da yaklaşımı tanımlar.
olan bir düşünürdür. Felsefenin nihai ve post.-endüstriyel toplum [İng. postindust-
en yüksek aınacırun ruhun kurtuluşu rial society; Fr. socitte postindustrielle].
olduğunu söyleyen filozofa göre, ruh, Temel ilgi, en başat meşgale/hedef ve
dikkatini aşağı olandan daha yüksek en geçerli değer olarak bilginin mülkiye-
olana doğru çevirmek suretiyle arınma­ tin yerini aldığı ve toplumsal dinamizm
nın yollannı aramalıdır. Bu çerçeve için- ve gücün ilk ve temel kaynağı haline
de, arınmanın yolu, çilecilik ve Tanrı'ya geldiği toplum türü.
ilişkin bilgidir. Ünlü sosyolog Daruel Beli'in 1973 yılın­
Porphyrios ağacı [Os. şecerei Porfiryüs; da yayımlanan The Coming of Post-
İng. tree of Porphyry; Fr. arbre de Porph- industrial Society [Postendüstriyel Toplu-
yre; Al. baum des Porphyrius]. Aristote- mun Zuhuru] adlı eseriyle gündeme
l.es'in mantık kitaplarına giriş olarak gelen, modern toplumlann enformasyon
lsagoji adında bir kitap yazmış olan toplumları olarak göıiilmeleri gerektiği­
Porphyrios'un, gerçekliğin ve kavram- ni imleyen terimin tanımladığı posten-
ların düzenini veya onların nasıl düzen düstriyel toplumun özellikleri, veya en-
kazandıklarını göstermek üzere tasarla- düstri toplumundan endüstri sonrası
mış olduğu aygıt; en yüksek cinsten, topluma geçildiğini gösteren en önemli
türsel ayırımlarla bölünemez türe ula- emareler şunlardır: 1 Toplum en fazla
şan ve bu arada beş tümeli örnekleyen ve tümüyle bilgi ve yeni bilgi üretimi
ve açıklayan şema. üzerinde odaklanır. 2 Bilgi toplumda ye-
Aristoteles'in kategorilerinin mantıksal niliğin biricik anahtarı ve örgütleronenin
ve metafizil<.sel içerimlerinin sonucu modeli ya da temelidir. 3 Tanm ve
olan söz konusu yapı ya da şemada, iki imalat sektöründeki üretim toplumdaki
yana dal veren bir ağaç en yüksek cins- işgücünün büyük bir bölümünü kendi-
ten yola çıkar ve bu cinsi (eisimsel ve ci- ne çekmez, ama hizmet sektörü (eğitim,
simsel olmayan töz diye) iki alt cinse sağlık. kamu hizmeti) hakjm hale gelir.
698 post-Marksizm

4 Yep yeni bir işbölümünde merkezi yer ınanlar için geçerli evrensel kategori,
teknisyen ve profesyönel kadrolar tara- ilke ve ayrımlara, ınodem bilimi, Bah
fından işgal edilir. Başka bir deyişle, aklını meşrulaştıran üstan!atılara kuş­
bilgiye dayanan meslek kümeleri suuf kuyla bakan; sözde tarafsız aklın tahak~
yapılan içinde egemenligi ele geçirir. S küınüne karşı koyan; özerk özneyi çö-
Teori toplum üzerinde daha dolayunsız zünd üren anti-teınelci, anti-özcü ve
bir biçimde, alabildigine etkili hale gelir. anti-realist felsefeyi tanımlar.
6 Teknolojik değişme ve söz konusu de- post·modemist Marksizm [İng. postmo-
ğişınenin toplumsal etkisi çok belirgin- dernist Marxisnı; Fr. postMarrisnıe post-
leşir. 7 Karar venne süreçlerinde, ahlaki ıııoderniste]. Avrupa'da bindokuz yüz
ya da kültürel gelenekiere dayalı sezgi- seksenli yıllarda geliştirilen, ve postmo-
sel yöntemlerin yerini bilimsel yöntem- demligi, Bat1 toplumundaki bir evre ola-
ler alır. rak degeriendiren Marksist anlayış.
post-Marksizm [İng. post-Marxism; Fr. Postmodernizmi ileri kapitalizmin kül-
post-Marxisnıe]. Özde Marksist bir duru- türel mantıgı olarak gören bu anlayış,
şu benimsemekle birlikte, klasik ya da kapitalizmin gelişme sürecinde, her biri
ortodoks Marksizmi çok öneınli ölçüde belli bir teknoloji türünün hakimiyetiyle
reddeden Bat1 Marksizmi veya felsefi belirlenen üç evre saptar. Bu evrelerden
ögeleri daha güçlü Marksizm. Sadece Marks tarafından analiz edilmiş olan bi-
Marksizme degil, fakat tarihteki degiş­ rinci evre, piyasa kapitalizmi olup, o
meleri ayrıcalıklı bir fail ya da özgül bir buhar makinalaranın belirledigi bir tek-
sınıf yoluyla açıklayan her politik hare- nolojiye dayanır; bu evrenin kültürel kar-
kete karşı tavır alan, sözde bilimselleş­ şılığı, postınodernist Marksizme göre,
tirilmiş bir ögreti olarak Marksismin sanatsal realizmdir.
indirgemeci ve antidemokratik özünü Kapitalizmin gelişmesindeki ikinci
sorgulayan post-Markslım, Marks'ın gö- evre, Lenin ve Luxemburg tarafwndan
rüşlerinden ilham almakla birlikte, eko- analiz edilmiş olan tekelci ya da emper-
nomik tdeterminizmi ve proletaryayı yalist kapitalizmdir. Teknoloji açısından
evrensel özgürleştirici suııf olarak gören elektrik gücüyle karakterize olan bu ev-
yaklaşımı reddeder. renin kültürel mantıg1, sanatsal moder-
Hannah t Arendt, Theodor t Adomo, nizmdir. Kapitalizmin teknolojik açıdan
Jürgen tHabenn.as, Emest tLadou, Alai- I950'1i, kültürel açıdan ise 1960'h yıllar­
ne Touraine gibi düşünürler tarafından da ortaya çıkan üçüncü evresinin hakim
temsil edilen post-Marksizm bugün ra- teknolojisi, elektronikle nükleer güce da-
dikal demokrasinin savunuculugunu yanır. Söz konusu tüketim kapitalizmi-
yapmaktadır. nin veya çokuluslu kapitalizmin kültü~
post-modem [İng. post-modem; Fr. postmo- rel karşıhgı ise, postmodemizmdir.
dmıe]. 1 Kültür dünyasırun, modem Posbnodernist Marksizme göre, ileri
dünya ile ilgili yaygın bir kötümserlik kapitalizmin söz konusu kültürel mantı­
ve televizyon, popüler kültür ve seyahat gının iki temel yönü vardır. Buna göre,
türünden dikkati, insan yaşamının şim­ postmodernizm herşeyden önce, yük-
disi, şu anı dışında kalan tüm dönemle- sek kültürle ticari kültür ya da pop kül-
rinden uzaklaştıran araçların yogunlu- türü arasındaki geleneksel sınırlan orta-
ğuyla belirlenen dönüşümü sonucunda dan kaldınr. Bu döneınin insanlarında,
ortaya çıkan kültürel koşulları betimle- tarihsel bir çerçeve içinde düşünme ye-
mek için kullanılan sıfat. tenegi giderek azalır ve temel söylem ya ·
2 Post-modern sıfatı, yine transenden- da üstanlablar kaybolur. İnsanlar tarih-
tat kanıtlara, transendentat bir bakış açı­ lerinden giderek soyutlanırken, tarihi,
sına karşı çıkan; dakik ve sorunsuz tem- siyasf hareket ya da ideolojilerin projele-
sil olarak dil görüşünü, tekabüliyetçi riyle degil de, televizyondaki aç1k otu-
dogruluk anlayışını reddeden; tüm za- rumlarla algılarlar.
pasımodernizm 699

Postmodemisı Marksizme göre, ileri rak tyazarın otorite ve iktidarına ıney­


kapitalizmin kültürel mantığının ikinci dan okur. Başka bir deyişle, postınoder­
bir yönü, kültürle toplum arasındaki nizmde tınemin kendisi yazardan,
ilişkide ortaya çıkar. Başka bir deyişle, yazar bireyden daha üst bir konuma
bu dönemde postmodern kültür toplu- yerieşiirildiği için, yazarın amacı veya
mu istila eder. Buna göre, tüketim kül- niyetinin ne olduğunu bilmenin hiçbir
türel terimlerle tanımlanırken, kültürün önemi kalmaz.
kendisi· de hiç olmadığı ölçüde eşya­ Biraz daha özel bir anlam içinde ise,
laştınlır. Sanat eserleri piyasa güçleri- postmodernizm 8 modernliğe yönelik
ne tabi olurken, meta ya da eşyaların şiddetli bir eleştiri ve saldırıyla karak-
reklarru da, onların birer sanat eseri ol- terize olur. Bilindiği üzere, modernlik
duğu söylenerek yapılır. tarihe insanlığı bilgisizlikten, batı! itikat
post-modernizm (İng. postmodemism; Fr. ve irrasyonalizmden kurlarmayı vaad
postmodernisnıe]. Kapitalist kültürde, ya eden ilerici bir güç olarak girmiştir.
da daha genel olarak Batı dünyasında, Oysa, yirminci yüzyılın ikinci yarısında,
yiıminci yüzyılın son çeyreğinde, resim, modernliğin sicili iki dünya savaşı, Na-
edebiyat, mimari, v. b. g., güzel sanatlar zizmin yükselişi, gerek Doğu ve gerekse
alanında ve bu arada özellikle de felsefe Batı'daki toplama kampları, soykınm,
ve sosyolojide belirgin hale gelen hare- dünya çapında bunalım, yerel savaşlar,
ket, akım, durum veya yaklaşun. v.b.g. ile olağanüstü bozulmuştur.
Postmodernizm teriminin öncelikle Bütün bunlar modernizmin ifade ettiği
sanat alanında ortaya çıktığı dikkate ilerleme fikrine duyulan inancı aşındır­
alındığında, onun temel ve belir Jeyici mıştır. Postınodernizm, işte bu bağlam­
özellikleri arasında, bu konuda her ne da modernliğin yarattığı herşeyi eleşti­
kadar tam bir uzlaşım olmasa da, şu rir: Batı Uygarlığı' mn yarattığı deneyim
unsurlar yer alır: 1 Biçim içerik tartışma­ birikimi, sanayileşme, kentleşme, ileri
sı söz konusu olduğunda, postınoder­ teknoloji, modem ulus devleti. Postıno­
nizm vurguyu içerikten biçim ya da dernizm, yine aynı çerçeve içinde,
üslüba kaydırır. 2 Pastişe, kökten bir bi- bütün modem önceliklere, kariyer, bi-
çimde farklılık gösteren bağlam ve tarih- reysel sorumluluk, bürokrasi, liberal de-
sel dönemlerden seçilen üslüp öğeleri­ mokrasi, hoşgörü, hümanizm, eşitlikçi­
nin bir araya getirilmesine önem atfeden lik, yansız işlem ve süreçler, gayrişahsi
postınodemizm, buna uygun olarak dü- kurallara karşı çıkar.
zenliliği, mantık ve simetriyi yadsır; çe- 9 Postmodernizm modemligin ahlaki
lişki ve karışıklıktan hoşlanır. iddialarına, modem öznede temellenen
3 Bir ironi duygusuyla birlikte, ben bi- evrensel bir ahlak düşüncesine, özellik-
lincinin yoğunlaşmasını temsil eden le de tyararcılık ve tbireycilik diye ifade
postınodernizm, 4 sanalla gündelik edilen etik anlayışiara şiddetle ka~ı
yaşam arasındaki sırurları silme, elit ve çıkıp, bir 'öteki etiği'nin savunuculuğu­
popüler kültürle, farklı sanat biçimleri nu yapar. 10 Postmodernizm siyasi, diru
arasındaki geleneksel ayırımları aşma veya toplumsal nitelikli bütün küresel,
arzusuyla seçkinleşir. 5 Postınodennizm herşeyi kucaklayıcı dünya görüşlerine
sanatsal üretirnin özgünlügüne şiddetle itiraz eder. O tMarksizmi, Hristiyanlı­
karşı çıkarken, gerçek sanat eserinin da- ~ı. tfaşizmi, Stalinizmi, tliberalizmi,
hilerin ürünü old uğu tezini yıkar ve sa- fslAmiyeti ve tmodem bilimi, v. b. g.,
natın salt yinelemeye dayalı bir faaliyet bunların hepsini birden aynı kefeye
olabileceğini vurgular. 6 Buna bağlı ola- sokar ve bütün bunların sözmerkezci,
rak, eklektizme, aklararak söylemeye, aşkın ve bütünselleştirici üstanlatılar
yapınil ve raslantısallığa önem veren olduklannı söyleyerek, hepsini elinin
postınodernizm, 7 mebıin yaratıcısı ola- tersiyle iter. Başka bir deyişle, postmo-
700 postmodernizm çeşitleri

demizm ll modern çagın tüm meşru­ modem öncesinden üstün oldugu dü-
laştırıcı söylemlerine, üstanlatılarına şüncesine karşı çıkar. Köylünün kır ha-
karşı çıkışı, bilginin geçmişte temellen- yatı yerine entellektüelin karmaşık,
dirildigi büyük öykülerden kuşku duy- kentli hayat tarzıru tercih etmeyi redde-
mayı ifade eder. Ornegin, evrensel aklın der. ı 1 Doga bilimleri, insan bilimleri,
köhnemiş düşünce kahpları, batıl iti- toplum bilimleri, sanat ve edebiyat ara-
katlar üzerindeki ilerici zaferiyle Aydın­ sında bir sınır çizgisi çekilemeyecetUU
lanma ve bu arada evrensel devrimci savunan postmodemizm, bir yandan
sınıf olarak proietarya görüşüyle Mark- klasik düşüncenin yaptıgı görünüş­
sizm, postmodernizmin kendilerine gerçeklik ayırımıru reddederken, akade-
karşı en iyi durumda eleştirel bir tavır mik disiplinlerin geleneksel katı tanımla­
takındıgı büyük anlatılardır. rının ve kategorizasyonlarının modemli-
Buna göre, postmodernizm için Mark- gin bir kalıntısı oldugunu öne sürer ve
sizm, modemligin baskıcı projesinin so- disiplinlerarasıhgın önemini vurgular.
nucu olan biresareti ifade eder. LA Can- ıs Postmodernizm tarihe düşük bir
dition pastmodeme [Poshnodem Durum] statü atfederken, geçınişi bilme ve tem-
adlı eserinde, bilgiye karşı postmodem sil etmeyle ilgili araştırmalara kuşkuyla
tavrın bir özetini ortaya koymayı dene- bakar ve tarihin bildik, tanıdık fonnlara
yen Fransız düşünürü Lyotard, işte bu yerine mikroanlatılan geçirir. Yerel ve
baglaında postmodern durumu dogu- bölgeseJ rnekanlara öncelik verir. ı9
ran iki büyük gelişmenin sırasıyla, Av- Postmodernizm teori ve hakikat kav-
rupa toplumlarının tAydınlanmadan ramiarına da şüpheyle bakar. Postmo-
beri kendilerini temellendirmek ve haklı dem düşüncede teori, belli bir mesafeyi
kılmak için kullandıklan tüm meşrulaş­ korumak anlamında masum de~ldir;
tırıcı söylemlerin çöküşü ve geçersizleş­ hakikat ise, taridsızlık ve nesnellik bag-
mesiyle birlikte, geleneksel kültürün ye- lamanda naif bir şey olmarun çok uza-
rini alan enformasyon teknolojisinin, gmdadır. 20 Postmodernizm temsili bir
yeni bir uzmanlık türüyle birlikte yükse- sahtekarlık olarak görürken, demokrasi-
lişi oldugunu öne sürmüştür. ye de buna bagh olarak şüpheyle bakar.
Poslmodemizmi karakterize eden, bu- Buna göre, posbnodemizm birçok yeni
nunla Hintili bir diger özellik de, U fel- siyasi ve toplumsal hareketi destekler,
sefenin, insanhgm bilim araahgıyla partizanca ve dogmatik tavırdan ziyade
gerçekleşecek ilerici özgürleşimini ve çogulculugu ve hoşgörüyü savunur.
evrensel olarak geçerli insan bilgisini post-modernizm çeşitleri [İng. varieties of
ögretebilmek için ihtiyaç duyulan birli- postmodemism; Fr. variltis du postmoder-
gi insana temin edebilecegi düşüncesi- · nisnre]. Sanatsal, kültürel, toplwnsal, fel-
ne yöneltilen şiddetli saldındır. Post- sefi postmodemizınlerden söz etmek
modemizm, 13 tevrenselcilige karşı dogru ve mümkün olsa da, tüm bunlann
çıloş, genel geçer, evrensel bir bilgiye son çözümlemede iki ayrı postmodemiz-
ve ttemelcilige yönelik şiddetli bir eleş­ me indirgenebilmesinin sonucu olan
tiriden başka, ı4 tek, degişmez, evren- postmodernizm sıruflamasL
sel bir akıl yerine, çeşitli akıllann varo- Bu sııuflamaya göre, postmodernizler-
luşundan söz ebneyi, ve ıs bilginin den birincisi, modemlik ve Aydınlan­
göreliligini ve baglama bagımhhguu maya ilişkin felsefi eleştiriden meydana
vurgulayıp, akıl, hakikat ya da bütün- gelen postmodt!mizm, ikincisi ise sanat
lük yerine, Wittgensteina tdil oyunla- ve kültürdeki postmodem egilimlerle
nndan söz etmeyi ihtiva eder. çagdaş, postmodem toplumlar arasında
16 Yine,poshnodemizm, tilerierne dü- bir bag kuran, postmode mligi Batı top-
şüncesine karşı çıkışnun bir sonucu . lurnundaki bir evre olarak gören post-
olarak, bugünün geçmişten, modemin modemizmdir.
postmodernizmin doğuşu 701

Başka bir deyişle, bu iki postmoder- me karşı sergiledikleri antihüınanizınle,


nizmden felsefi postmodernizm olarak modern düşüncenin özneden hareket
tanımlayabilece~imiz birincisi, moder- eden epistemolojisine ve özne-nesne di-
nizmin entellektüel evrenine ilişkin ra- kotomisine karşı geliştirdikleri özneye
dikal ve kuşkucu bir felsefi eleştiriden yönelik eleştiri belirleyici bir rol oyna-
meydana gelmektedir. Aydınlaruna pro- mıştır.
jesini hedef alan bu postmodernizm tüm 2 Postmodernizmin do~uşunda ikinci
tarih felsefelerini reddedip, Batı felsefe- olarak, A vrupa'run yirminci yüzyıldaki
si ve metafizi~inin temel kategorilerine siyasi tarilli çok etkili olmuştur. Bu tarih,
meydan okur. herşeyden önce iki büyük dünya savaşı­
Toplum ve kültür teorisi açısından na, faşizmin Almanya, İtalya ve İspan­
postmodemizme karşılık gelen ikincisi ya'daki yükselişine, Avrupa kaynaklı
ise, postmodernizmi Bab toplumundaki sömürgecili~in gerisindeki modern ve
bir evre olarak görür ve postmodem kül- aydınlanmış Avrupallların A vrupah ol-
tür ve toplumsal ilişkilerin, burjuva ide- mayan boylara ya da barbar komşuları­
olojisi ve de~erlerinin ondokuzuncu yüz- na uygarlık götünne girişimlerine, sö-
yıl liberal kapitalizminin hakim fikirleri mürgelerin sözde uygar devletlere karşı
oluşuna benzer şekilde, ça~daş kapita- verdikleri kurtuluş savaşiarına ve hep-
lizme karşılık geldi~ini öne sürer. sinden önemlisi, başta Yahudiler olmak
post-modernizmin doğuşu [İng. birth of üzere, alb ınilyon insarun sistemli bir bi-
postmodemisnı; Fr. naissance du posmoder- çimde ve bilimsel usullere uygun olarak
ııisme]. Batının yirminci yüzyılda fela- soykırı..m.dan geçiritmesine taruklı.k et-
ketler getiren tarihine bir tepki olarak miştir. Bütün bu olumsuz ve beklenme-
gelişen ve +Aydınlanma sonrasının tüm dik gelişmeler, Batının tilerlemecili~ine,
üstanlatılanndan kopuşu simgelerken, iyimserli~ine ve kendisinin barbarlı~ın
tfenomenolojiyle tvaroluşçulu~u özne- antitezi oldu~ inancına gölge düşüliip,
ye ilişkin nostaljik felsefeler olarak modernizmin sorgulaıunasına neden
mahkum eden postmodernizmin do~u­ olarak, postmodernizmin do~uşunda et-
şunda dört neden ya da oluşumun çok kili olmuştur.
etkili oldu~u söylenebilir. 3 Posbnodemizmin do~uşunda önemli
Bunlardan birincisi, 1 hiç kuşku yok ki, bir rol oynayan üçüncü bir etken de, bu
tAyduılanınaya hemen tüm yönleriyle kez hem tarihsel ve hem de entellektüel
karşı çıkan postmodernizmin Aydınlan­ bir faktör olarak, Marksizmin kaderidir.
madan kopuşunun, Nietzsche, Heideg- Postmodernizmin bakış açısından mo-
ger, tyapısalcılık ve postyapısalcılı~Ln dernizmin ayrılmaz bir parçasını oluş­
tantihlimanizmi ve özneye yönelik eleş­ turan Marksizm, teoriden prati~e do~ru
tirisi tarafından hazırlanışına işaret olan evrimini yirminci yüzyılda tamam-
eder. Bilindi~i üzere, postmodernizm lanuş ve sosyalist rejimierin resmi ö~re­
Aydınlarunanın temel tez ve kabullerine tisi hiline gelmiştir. Bununla birlikte, bu
karşı eleştirel bir tavır alır ve, do~a bi- evrim, insanı özgürleşlirme, insanın ya-
limlerinin evrensel geçerlilik iddialarayla bancılaşmasına son verme ve insanlığı
bu bilimlerin somutlaştırdı~ı araçsal, kurtanna iddiasıyla ortaya çıkan Mark-
nesnelleştinci ve indirgeyici akılcılı~a sizmin baskıa, totaliter re;imlerin temel,
karşı çıkarak, Aydınlanma akılcılı~ının doktriner dayana~ı oldu~unu göster-
uygarl_aşhrıcı misyonunu kuşkuyla kar- miştir. Bunun karutı ise, partiden atılan
şılar. Işte postmodernizmle onun söz entellektüeller, açılan toplama kamplan,
konusu kuşkucu ve eleştirel tavrırun or- Stalin dönemi katliamları, Macaristan'ın
taya çıkışında, tNietzsche ve Heidegger 1956, Çekoslavakya'nm da 1968 yılmda
gibi filozoflarla yapısalcılık ve postyapı­ Sovyetler Birli~i tarahndan işgali, Çin'de
salcılık gibi akımların, Ayduılanmayı kültür devrimi adı altmda gerçekleştiri­
belirleyen en temel ö~e olarak hümaniz- len zorbalık ve aşarılıklardır.
702 postmodernizmin eleştirisi

Bütün bu gelişıneler postınodernist Buna göre, postmodernizm herşeyden


düşünürlere, Dogu'nun Batı'dan daha önce sadece eleştiriyi ve başkaidırıyı
masum olmadıgını, daha dogrusu Dogu kutsadıgı, salt olumsuz bir tavır sergile-
ve Batı'run modemligin iki ayrı yüzü ol- digi için eleştirilmiştir. N ormatif bir
dugunu, şu farkla ki Batı kapitalizminin çerçeveden, saglam bir ilkeden, hakiki
ekonoınik rasyonalizasyonunun yerini bir adalet yorumundan yoksun eleştiri,
Do~ı'da bürokratik rasyonalizasyonun postmodemizme yönelik hücuma göre,
aldıgını gösterdigi için, postmoderniz- bütün ayırımlan ortadan kaldırır, ezen-
min doguşunda bir kilometre taşı mey- le ezilen, tahakküm edenle edilen ara-
dana getirir. Başka bir deyişle, Marksiz- sında hiçbir fark gözetemez. Böyle bir il-
min en azından uygulamadaki apaçık kenin yoklugunda, postmodernizmin
başarısızlıgı, postmodern.iz.min şiddetle
sergiledigi koşulsuz farklılık politikası
karşı çıktıgı Aydınlanma projesiyle mo-
birtakım güçlüklerle karşı karşıya kalır.
dernizmin iflasuun kesin ve nihai bir ka-
ruh oldugu için, postmodemizmi hazır­
Tenkide göre, sadece evrenselligin reddi
layan en önemli etken ya da evrelerden veya farklılıga saygıdan tutarlı bir poli-
biri olmak durumundadır. tika türetmek mümkün degildir.
Bir tavır ya da akım olarak postmoder- Buradan da anlaşılacagı üzere, post-
nizmin doguşunda, dördüncü olarak, modernizm pozitif bir siyaset görüşü ol-
sanat alanıyla sanat teorisindeki geliş­ madıgı, on un politik gündemi belirsiz
meler oldukça önemli bir rol oynamış­ kaldıgı gerekçesiyle eleşbrilmiştir. Bu
tır. Bilindigi üzere, modernizm genelde, baglamda, o salt yıkıcı oldugu ve her-
Avrupa tarihinin Rönesans 'tan itibaren hangi bir sosyal, politik ve etik sistemi
olan dönemine karşılık gelmekle birlik- müdafaa edebilmek için hiçbir temel
te, sanat alanında modernizm yirmind saglayamadıgı ve dolayısıyla sosyal de-
yü2yıhn ilk yansında ortaya çıkan ve gişmeye ciddi bir taktı getiremedigi
daha çok formel yenilik ve anlatımların için eleştirilmiştir. Belli bir politikaya
peşinde koşan Kübizm, Fütürizm, Dı­ baglanmayı kendisine yasaklayan post-
şavurumculuk, Dadaizm, Gerçeküstü- modernizm, bu tavrıyla varolan güce
cülük gibi akımlarla sınırlanrnıştır. Bu dayalı baskıcı rejimierin muhaliflerini
çerçeve içinde modernizm, örnegin ede- silahsız bırakbgı için tenkid edilmiştir.
biyat alanında Mareel Proust ve James Bu görüş açısından bir siyasete baglan-
Joyce, ınüzik alanında Arnold Schoen- mak veya etkin bir politik angajman için
berg, mimaride ise Le Corbusier gibi geçerli ruçbir neden bularnamak, satüko-
isiınierin eserlerinde ifadesini bulur. nun kabulüne ve hatta meşrulaşbnlına­
İşte bir açıdan modernizme karşı bir
sına götürür. Dahası, postrnodemizm,
tavrı ifade eden postmodernizmin do-
kuşkuculuguyla kaba kuvvet ve adalet
guşunda, sanatsal modernizmin bir an-
arasındaki ayınmı bulanıklaştırdıgı ve
lamda başansızlıgı, formel ya da sanat-
faşizme entellektüel teselli ve destek
sal yeniliklerin yaratıcı ya da sanatsal
sagladıgı için eleştirilir.
anlamdan yoksun yenilikler olarak kala-
şı ve onun siyasi arlamda kurulu dü-
Ve nihayet, postmodernizm entellektü-
zenle bütünleşmesi etkili olmuştur. ellerin imtiyazlı konumlarını korumaya
post-modernizmin eleştirisi [İng. criti- yönelik bir son savunma çabası olarak
cism of postmodernism; Fr. critique du post- degerlendirilmiştir. Buna göre, o, kültü-

modemisme]. Yirmind yüzyılın son çeyre-- rel arenadaki geleneksel temellerini ve


ginde sosyal bilimlerde ve özellikle de imtiyazlı konumlanru koruma telaşına
felsefede oldukça etkili olan postmoder- düşen entellektüellerin son ve umutsuz
nizmin sadece eleştirdigi, yıkbgı, kuş­ bir manevrasından, he"eyi kendileriyle
kuculug ve yumuşama nedir bilmez birlikte ateşe atma teşebbüslerinden
olumsuz tavn nedeniyle tenkid edilmesi. başka hiçbir şey degildir.
postmodemlik 703

post-modernizmin soykütügii [İng. geııe· dünya görüşlerini reddetme tavnnı


olcıgy of postnıoderııisııı; Fr. geneologie du miras alır. S Postmodernizmin empi-
postıııodernisırıe]. Yaklaşık olarak 1970'1i rizm, evrenseld bilim, rasyonalite ve
vıllarda zuhur eden kültürel bir hare·
J
ınekanik nedensellige yönelik eleştirisi·
ket, felsefi bir akun olarak postmoder- nin temelinde ise, hiç kuşku yok ki,
nizmin öncülerini belirtmek için kulla- thermeneu tik yer alır. 6 Postmodemiz-
nılan terim. min soykü tü günde yeri olan bir başka
Büyük ölçüde yeni ve yenilikçi olan hareket de, romantik harekettir. Buna
pek çok yaklaşım gibi, postmodernizm göre, postmodemistlerin fanteziye, duy·
de bütünüyle yeni bir hareket, yepyeni gulara, coşkulara, metafizik, kutsal, eg-
bir düşünce akımı olarak görülemez. zotik, ilkel ve sıradışı şeylere yönelik
Postmodernizm bu baglarnda çok fark- yogun ilgilerinin temelinde, onların gü-
lı, hatta birbirleriyle çatışan egilimler- zellik, iyilik ve hakikat baglamında ev-
den, müstakil filozoflardan miras alınan rensel hiçbir ölçüt bulunmadıgını öne
kimi unsurların bir bileşimi, bu unsur- süren Romantiklerden aldıkları ilham
ların daha üst düzeydeki bir sentezi ola- yer almaktadır.
rak görülebilir. 7 Öte yandan, postmodernizm öznenin
Buna göre, postmodemistler I Batı ademi merkezileşmesinde önemli bir
Marksizmi'nin tHorkheimer, t Adomo ugrak olan tvaroluşçuluktan, antihü-
ve Marcuse gibi etkili temsilcilerinden ınanizmi miras alır. 8 Yine, postmoder·
modern bilimin bir mit ve tA ydınlanma nizm otoritenin ve sistematik bir bakış
düşüncesinin de totaliter ve tahakküm- açısının sorgulanması, farklı, hatta çeli·
cü oldugu düşüncesini alırlar. Postmo· şik perspektifiere hoşgörüyle bakılması
dernizm, yine aynı çerçeve içinde, tavrını, tanarşizmle paylaşır. 9 Postıno·
+Frankfurt Okulu'nun eleştirel teorisiyle demizm, nihayet, kendiligindenligi, ev-
birlikte, bizi araçsal akıldan, modern tek- rensel olana karşı yereli vurgulama, kit-
nolojiden ve medyanın tüketim toplu- lelerle Jdtlelerin gösterdigi kişisel, özel
munda oynadıgı rolden kuşku duyma- direnişi idealizmi etme egilimi bakunın­
ya çagırır. 2 Postmodemizm, ikinci dan da, popülizmden etkilenmiştir.
olarak, Fransız tyapısalcılıgından hü- postmodemlik [İng. postnwdernity; Fr.
manizm eleştirisini, özne ve yazardan postmodemit~]. Çagdaş ve ileri endüstri
kuşku duyma tavrını miras alır. Yapı­ toplumlarının ulaşmış olduklanna ina-
sakıların başlathgı, özneden sonra, ya- nılan yeni durum, çag ya da koşullara
zann da ölümünü coşkuyla ilan ebne işaret etmek amacıyla kullanılan genel
hareketinin sürdürücüsü olur. 3 Postmo· terim. Posbnodemligi belirleyen çok sa-
dernizmin nescp çizgisinde, tNietzsche yıda özellik, temelde dört ana başlık al-
ve tHeidegger önemli bir yer işgal eder. tında toplanabilir.
Postmodemistler de, tıpkı Nietzsche ve Bu başlıklardan birincisi, 1 toplumsal
Heidegger gibi, evrensel bir hakikat ve açıdan postmodemizmi ifade eder. Bi-
aklın, evrensel ahlaki deger ve ölçütlerin lindigi üzere, endüstrileşmeyle, kapita-
imkanından kuşku duyarlar; iyi ve kötü lizmin ekonomik sistemi, toplumsal sı­
gibi temel ahlaki terimierin yeten;iz, nıflar sistemini dogurmuşhı. Bu, her ne
hatta gereksiz olduklaruu, insanların kadar toplumsal yapının ve toplumsal
'anlama' baglamında, öznel ve birbirle- farklılaşmanın en önemli ögelerinden
riyle çatışan yorumlar geliştirmekten biri olsa da, posbnodem toplumlarda
öteye gidemeyeceklerini vurgularlar. pek büyük bir önem taşımaz. Toplum-
4 Postmodemizm, tHusserl ve fenome· sal açıdan posbnodemizmde, toplumsal
nolojiden de, kişisel bilgiyi yeniden ele yapı daha fazla parçalanmış olup, fark-
alına, geçmişten günümüze gelen 'ders- lılaşmada, sınıfiara ek olarak, cinsiyet,
ler'den kuşku duyma ve sözmerkezci yaş ve etnik özellikler etkili olur.
704 postmodem topluın

2 Öte yandan, poshnodernligi kültürel tim kaygılarının eşitlik ilkesinin önüne


açıdan degerlendirdigunizde, birçok gö- geçtigi bu toplumda, tüketim doruk
rüşün en öneın.Ji rolü, kültürel faktörlere noktasına ulaşmıştır. Öte yandan, post-
verdigini görüyoruz. Buna göre, postrno- ınodern toplumun tercihlerinde Batı söz
. dern.Jigi kültürel açıdan belirleyen öge- sahibi olup, yönlendirici güç medya ve
ler, kültür endüstrilerinin giderek artan iletişim agıdır.
önemi, gündelik yaşanun estetizasyonu, postüla [Yun. aitema; Lat. postulatunr; Os.
kiınligin gelenek.Jer yoluyla degil de, bi- mukaddrnıe, kaziyei ınüselleıne; İng. postu-
reysel seçim ve tercihler yoluyla kurulu- Iate; Fr. postulat; Al. postulat]. Belli bir
şu, v. b. g.dir. disiplinin temel ilkeleri.
Buna karşın, postınodernligi, 3 ekono- Postüla, tüm disipliniere ortak olan,
mik açıdan karakterize eden şey, bilgi- mantık yasaları türünden temel ilkelere
sayariaşmış bilginin üretimin temel karşılık gelen taksiyomlardan, belli bir
gücü durumuna gelmesidir. Buna göre, disipline özgü olan ilkeler olmak bakı­
bilgisayariaşmış bilginin gelişmiş top- mından farklılık gösterir. Bu baglamda,
lumlardaki işgücü kompozisyonu üze- postüla, formel bir mantıksal ya da ma-
rinde yogun bir etkisi vardır. Başka bir tematiksel sistemde, kendisine temel bir
deyişle, fabrika ve tanm işçilerinin sa- kabul olarak ihtiyaç duyulan, kanıtian­
yısı düşerken, profesyönel, teknik ve ınadan ve apaçık bir şey olarak kabul
beyazyakalı işçi sayısında bir arhş göz- edilen önerme anlamına gelir. Şu halde,
lenir. Yine, postmodern toplumlarda, manhksal bir kanıtlama olmadan dogru
özellikle çok ulus) u şirketler söz konusu kabul edilen, fakat kendisinden, tutarlı
oldugunda, yatırım kararları ulus dev- hir mantıksal sistem oluşhıran başka
letinin denetiminden çıkar. önermelerin türetildigi önermeye, so-
Siyasi açıdan postmodernlik ise, 4 kişi­ nuçlanyla dogrulanan hipoteze, bir
sel girişim, pazar egilimi, rekabet ve araştırma ya da çalışmanın sistemli bir
kendine güven gibi erdemlerin· gelişti­ tarzda gerçekleştirilebilmesi için öne sü-
rilmesine dayanır. Yine, postmodernlik rülen ya da dogru kabul edilen varsayı­
baskıcı bütüncülük ve baskıcı bir siya- ma postüla adı verilir.
set anlayışı yerine, çogulru ve açık bir post-yapısalcılık [İng. post-structuralism;
demokrasi üzerinde durur. Fr. post-strııcturalisme]. 1960'1ı yaliarda
Ve, postmodeınlik, nihayet, Aydınlan­ Fransa'da ortaya çıkan ve ünlü lsviçreli
mayla birlikte düşünülen ilerleme dü- yapısaica düşünür Ferdinand de Saus-
şüncesinin yerine geçen olumsallık ve sure'ün, bir temsil pratigi olarak dilden
çokanlamlılık bilinciyle ifade edilebilir. ziyade, anlamlı ve anlam veren bir fe-
postmodern toplum [İng. postmodern so- nomen olarak dil görüşünün analitik
ciety; Fr. societe postmodeme]. Bilgisayar, imkanlarını geliştirmeyi amaçlayan fel-
enformasyon, bilimsel bilgi, ileri tekno- sefi akım, entellektüel hareket.
loji ve benzeri ögelerle belirlenen top- tSaussure'ün, dilin, kendine yeter ol-
lum türü. Herşeyden önce, teknolojinin masa da, kendinden-kaiın bir sosyal ger-
yarattıgı imajların ve bilgi çagının top- çeklik. göstergelerin iki boyutunun, dış
lumu, kontrolü bilgisayarlarda olan ve dünyadaki bir şeye gönderim yerine,
teknokratlar tarafından yönlendirilen birbirine baglanabilen bir şey oldugu;
toplum. sözcüklerin, dildışı dünyadaki bir şeye
İhtiyaçlann da teknokratlar tarafından gönderirnde bulurunadan bir şeyler an-
yaratıldıgı bu toplumda, bireyler kamu latabildigi tezinden yola çıkan postyapı­
gücünün etkisiyle etkisizleştirilmişler­ sakılar, bütün dillerin ve dilden dogan
dir. Öte yandan, postmodem toplumda, felsefe, ideoloji, bilim benzeri fenomen-
belirleyici öğeler, kişisel hoşgörü, arzu terin, diger toplumsal fenomenler karşı­
ve tüketici bir kitlenin varlıgıdır. Tüke- sında saruldıgından daha büyük bir
potansiyalite 705

özerklige sahip bulundugu keşfi karşı­ iddiasını sorgulayan postyapısalcılık,


sında heyecana kapılmışlardır. Bununla anlamdan başka felsefeyi de şiddetle
birlikte, yapısalcı gelenegin veya aynı eleştirir. O, dogrulugu, metnin arkasın­
anlama gelmek üzere, bilimsel Saussure da veya içinde gören yapısakılıktan
okwna veya yorumlarırun söz konusu farklı olarak, okuyucunun katkısını vur-
önemli sonuçların anlamını gözden ka- gular ve okuyucuyla metin arasındaki
Çlrdıgını ifade eden postyapısalcılık, karşılıklı etkileşimi üretkenlik olarak
tbiliıncilige ka~ı koymak amacıyla ge- degerlendirir.
lenek dışı filozoflara, ömegin Niel:zsche Bir ürünün pasif bir biçimde tüketilme-
ve tHeidegger gibi düşünürlere başvur­ si olarak düşünülen okuma eyleminin
muştur. Nitekim, tNietzsche'nin Fouca- degerini kaybettigini savunan yakla-
ult'ya, Heidegger'in tDerrida'ya sagladı­ şım, bunun yerine okuyucunun perfor-
ğı ciddi destek, dilin ve dilden dogan mansuu geçirir ve dolayısıyla dogrulu-
bilumum fenomenlerin özerkligini orta- ga giden yeni ya da sapa bir yol önerir.
ya koyan sonucu teyid ettikten başka, Postyaplsalcılık işte bu çerçeve içinde,
yeni sonuçlara götürmüştür. Buna göre, özne/ yazarın, bilinci açıga çıkardıktan
bireysel sözcükler başka sözcük ve me- başka, dognılugun da tek otoritesi ol-
tinlerden izler taşır; bilinçdışının etkisi- dugunu dile getiren, klasik Descartesçı
ni gözler önüne serer; söylernde geçen böliinmez özne anlayışına daha bir şid­
bir unsur olarak iktidan yansıtır. Söz- detle karşı çıkar. İnsan öznesinin bü-
cüklerin dildışı dünyazun çeşitli veçhe- tüncül bir bilince sahip olmadıgını ve
lerini düşüneeye taşıdıkları artık düşü­ temelde dil yoluyla yapılandıgını savu-
nülemez. nan postyapısalcılık, nedensellik, özdeş­
Michel tFoucaull, Jacques tDerrida, lik, ikicilik ve dogruluk gibi kavramlan
Giles tDeleuze ve Felix tGuattari gibi da sıkı bir eleştiri süzgecinden geçirir.
düşünürlerin temsil ettigi postyapısalcı­ potansiyel [Os. kuvve; İng. potential; Fr.
lık, şu halde, herşeyden önce, insan öz- potentiel, virtuel; Al. potenzial]. 1 Kapasi-
nesine ilişkin bir eleştiriyi içerir. insan te, sıga. Güç ya da kuvveye sahip olma;
bilimlerinin temel amacının, insanı oluş­ güç uygulama ya da eylemde bulunma-
turmak olmayıp, onu çözündünnek ol- ya yetili olma; belli bir türden bir ~y
dugunu öne süren ve son otuz yıla olabilme kapasitesinde, gizil olma; bir
kadar insanı anlamaya katkıda bulunan imkan olarak varolma durumu. 2 Kendi
bazı temel kavramlan yapıbozuma ug- asli dogasıru, form ya daı özünü aktüel-
ratmak isteyen postyapısalalık, tarih- leştirme, gerçekleştirme içsel egilimine
selciligi eleştirip, tarih içinde, bir uçtan ya da kapasitesine sahip bulunan, şekil
digerine uzanan belli bir örgü ve rasyo- alabilmeye yetili olan şey için kullaru-
nalite oldugu görüşüne karşı çıkar. En lan sıfat.
önde gelen postyapısala düşünürlerden potansiyalite [İng. potentiality; Fr. potentia-
olan Foucault tarih söz konusu oldugun- lite]. Yalnızca bir güç olarak, kuvve ola-
da, ilerleme fikrinden kesin olarak uzak rak varolma durumu. Daha önce aktü-
dururken, Derrida tarihte son bil nokta elleşmiş olan ve dolayısıyla bir neden
olamayacagı görüşünü benimser. olarak eylemde bulunan bir şey tarafın­
Üçüncü olarak, bir anlam eleştirisiyle dan aktüelleştirilen, gerçekleştirilen
ortaya çıkan postyapısalcıhk, önenneler- şeyin durumu, varlık tarzı.
le gerçeklik arasında bir tekabüliyet iliş­ Potansiyalite kavramı, Aristoteles tara-
kisi bulundugu görüşüne karşı çıkıp, fından degişmeyi açıklamak amacıyla,
gösteren ya da göstergelere büyük önem aktüalite kavramıyla birlikte öne sürül-
verir.Yapı kavramına karşı çıkan, bili- müştür. Degişmenin önceden beri, tam
min statüsü ile birlikte, betimJeyici ya da tamına şekil almış belirli bir cisiln ola-
çözüınleyici herhangi bir dilin nesnellik rak degil de, başka bir cisim haline gele-
706 pozilif

bilmeye yetili bir cisim olarak varolan yonel bilginin tam tersine, empirik veya
bir cismin varoluşunu gerektirdigini deneysel bilgi de puzitif bilgi olarak ta-
söyleyen +Aristoteles'e göre, degişme nımlanır.
şu halde, bir potansiyel ya da potansi- Yine, pozitivizm adı verilen felsefi ög-
yalitenin aktüelleşmesidir. retinin kurucusu olan tComte'un bakış
Potansiyalite, etkin ve edilgin potansiya- açısından~ metafi.z.iksel ve spekülatif
lite olarak ikiye aynlır. Dogal degişme sözde açıklamaların tersine, olgulara
olarak da tanımlanabilen etkin potansi- ilişkin bilimsel açıklama ve betimleme
yalitede, nesnenin gelişme dogrultusu- pozit~f açıklama diye tanımlanır. Bu tür
nu belirleyen, dış bir neden degil de, açıklanıalardan meydana gelen ve sad~·
nesnenin kendi içsel kapasitesi ya da ce insana tecrübede verilmiş olaıu, yani
e~iliınidir. Bu tür bir potansiyalitede, çıplak olgulan ya da fenomenleri konu
nesne, aktüel olarak, olma potaıuiyeline alan felsefeye pozit~f felsefe derunektedir.
sahip oldugu şey olabilmesi için, kendi Değer yargılarından bagunsaz olan, ol-
dogal egilim ve yetenekleri aracıhgıyla ması gerekeni degil de, olanı, mevcut
gerçekleşir. Buna karşın, edilgin potan- durum ve ilişkileri ortaya koymayı
siyalitede, nesnenin potansiyalitesi, bir amaçlayan analiz ise, pozit~f analiz diye
dış güç tarafından, kendi dogal türüne bilinir. Yine, yalnızca belirli bir döneın­
özgü olmayan bir tarzda gerçekleşmek, de bilim adamlan tarafından bilim diye
olacagından farkh bir şey olmak üzere nitelenen bilginin özelliklerini ortaya
harekete geçirilir. koyan disipline veya metodoloji türüne
pozitif [Os. müspet; İng. pozititıe; Fr. posit~f, betimsel metodoloji anlamında, pozitif
Al. pozitiııe). 1 Rasyonel. veya spekülatif metodoloji adı verilmektedir.
olanın tersine, deneysel veya deneyimsel Din söz konusu oldugunda, pozitif sı­
olan; ı özlerle, ideallerle degil de, çıplak fati iki farklı, hatta karşıt anlam içinde
olgularla ilgili olan; 3 olması gereken- kullanılmıştır. Bunlardan birincisinde,
den ziyade, olanı konu alan; 4 doguş­ Comte tarafından, pozitif evrede veya
tan veya dogadan gelen yerine sonradan · bilim çagmda kendisine artık gerek kal-
konan; S vahye dayanan veya mistik madrgı düşünülen Hristiyan dinine al-
olan yerine, toplumsal veya ahlAki ola~ ternatif olarak kurulmuş olan pozitif din
6 zaman zaman da rasyonel olan yerine, bir insanhk dinini ifade eder. Aşkın bir
vahye dayanan; 7 olumsuz olana karşıt varlıga ve vahye dayanmayan, Tann'run
olarak, olumlu olan için kullanılan sıfat. tahbna in.sa.run oturtuldugu bu dinde, in-
Buna göre, dogal yasa veya dogal hu- sanhga tapılır. AhiMan ön plAna çıktıgı
kuga karşıt olarak, insani bir yasama pozitif dinde, mutlak bir özgecilik söz ko-
eylemi veya karann eseri, hükümcan ik- nusu olup, 'başkası için yaşamak' tek ve
tidann emirlerinin toplamı olan yasalar temel ilke hAline gelmiştir. Pozitif terimi
bütününe, insani karar ve uzlaşln'alar ta- din baglamında, ikind olarak, akla daya-
rafından yarablan hukuk sistemine pozi-
nan rasyonel din ya da teolpjinin tersine,
tifhukuk adı verilmektedir. Yine, doguş­ son çözümlemede vahye dayanan ya da
ta.n getirilen, insan olmakhgm özünde dünyevi bir otorite tarafından destekle-
varolan dogal hakların tersine, i.nsan.lara nen bir dini tarum1amak için kullanıl­
pozitif hukuk tarafından bahşedilen
mıştır.
haklar pozitif haklar olarak tarum1anır. Nihayet, ahlak alanında, dış nedenler,
Öte yandan, konusu ideal veya tasa- yabancı güçler tarafından degil de, ki-
rımsal varlıklar, özler, ereksel nedenler
şinin irAdi eylemle kendi kendisini be-
degil de, zihinden bagımsaz olgular,
lirlemesine, özerklik anlamında, pozit~f
dogal fenomenler olan bilime pozitif
özgürlük ada verilir.
bilim adı verilirken, spekülatif ya da ras-
pozitivizm 707

pozitif felsefe [Os. müspet felsefe; ing. posi- iaL·zları ya da foımları olarak gören
tive philosaphie; Fr. plıilosapfıie positive]. dünya görüşü.
tComte ve tMach gibi pozitivist düşü­ 2 Bilim felsefesinde, dogrudan dogru-
nürlerle, tKierkegaard ve tSartre gibi ya empirik gelenek içinde yer alan, ve
varoluşçu filozoflar tarafından savunu- gözlem ve deneye dayanan pozitif bilgi
lan felsefe türü. lehine metafizigi, metafiziksel spekü-
Sözü edilen düşünürlerin ortak yönü, lasyonu reddeden anlayış, öğreti.
en iyi bir biçimde Alman filozofu Hegel Saint-Simon ve özellikle de Comte tara-
tarahndan örneklenen spekülatif ya da fından kurulan bir ögreti olarak poziti-
daha çok P1l!gatiffelsefrye karşı çıkmalan­ vizm, İngiliz tempirizminin dış dünyayı
dır. Buna göre, negatif felsefe ide ya da sadece deneyim yoluyla bilebilecegimiz,
kavramların alanmda hareket eden ve her tür bilginin son çözümlemede duyu-
kavramlarm ya da özlerin çıkarsanma­ deneyine dayanmak durumtuıda oldu-
sıyla ilgilenen bir felsefedir. Bu felsefe gu tezini kabul eder. Bununla birlikte,
aktüel varoluş alaruru aşarak, görünü- dış dünyanın bilgisinin deneyime da-
şün gerisindeki gerçeklige, aktüel var" yanmak durmunda oldugu tezini, bilgi-
luşun ötesindeki özler alanına ulaşmaya nin tecrübede verilmemiş olan bir şeye
çalışır. Oysa pozitif felsefe kendisini ~k­ ilişkin olabilecegi görüşünü de kapsa-

tüel varoluş alanıyla sınırlayan, bu alanı yacak şekilde genişleten pozitivizm, in-
sanın duyusal alanın üstünde ve ötesin-
düzenlemeye, onun yarattıgı problem-
lerle başetmeye çalışan bir felsefedir. deki bir dünyayla ilgili tüm bilgi
iddialannın karşısında yer alır. O fark-
Comteçu anlamda pozitif felsefe, bilim
temeli üzerinde yükselen bir felsefe olup, h bilgi türleri olamayacagını, gerçek
araşhrmanın empirik olguların tasvi-
bilimlerle birlikte, nesnelligi gözetir ve
aktüel varoluş alanından, fenomenler rinden ve açıklanmasından meydana
düzeyinden öteye geçmenin meşru bir geldigini öne sürerken, bilimin yöntem-
lerinin bize fenomenlerin düzenli ardı­
geçiş olmadı&zlı öne sürerek, kendisine
şıkhgının ya da birlikte varoluşunun
bilimlerin ulaşhgı sonuçlan sistematize
yasalarını verdigini, ama pozitif yön-
etme ve bilimsel bir dü.nya görüşü oluş­
temlerin şeylerin içsel özlerine ya da
turma görevi yükler. Pozitif felsefenin dogalarına hiçbir zaman nüfuz edeme-
işi, bilimin kavramianna açıklayıp te-
digini ifade eder.
meUendirmek ve bilimin yöntemini ana- Doga bilimlerinin yöntemlerini, yani
liz etmektir. pozitif ya da deneysel yöntemleri kulla-
Buna karşın, Kierkegaardçı ya da va- narak ve bu bilimlerin ulaştıgı sonuçlar-
roluşçu anlamı içinde pozitif felsefe, ak-
dan yararlanarak, fiziki ve insani" feno-
tüel varoluşun, nesnel degil de, öznel menleri içine alan, bütün bir fenomenler
yanıyla ilgilenir. Bilimlerin ulaştıgı so-
dünyasının birlikli bir resmine ulaşma­
nuçlan yoksaymamakla birlikte, insanı ya çalışan, geleneksel felsefenin metafi-
ilgilendirenin esas bu olmadıgıru dile ziksel soyutlamalarına "'e iıkçag ile Orta-
getiren varoluşçu pozitif felsefe, aktüel çag metodolojisinin empirik gerçekligin
varoluşun daha çok öznel ve bireysel dışına çıkarak, fenomenal görünüşlerin
boyutu azerinde durur ve öznel haki- gerisinde gizli özler, şeylerin arkasında
katleri vurgulayan bir kavramaallaştır­ fail ya da ereksel nedenler arama ve ide-
maya gider. lere, türlere, kavrarnlara gerçeklik yükle-
pozitivizm [Os. felsefei ilmiye; İng. positi- me egilimine karşı çıkan bir akım olarak
vism; Fr. positivisme; Al. positivismus]. 1 pozitivizm, dolayırnsız alguun olgu ve
Genel olarak. tmodern bilimi temele nesnelerine yönelip, olgular arasında va-
alan, ona uygun düşen ve batı) inançla- rolan ilişkileri, deneyim dünyasındaki
n, metafizik ve dini, insanlıgın ilerleme- düzenlilikleri, tecrübenin dışına çıkma­
sini engelleyen bilim öncesi düşünce dan keşfetmenin önemini vurgular.
708 pozitivizmin eleştirisi

Bu anlayışa göre, insanın ~oplumsal birlerinden kesin olarak ayırdınaları ge·


dünyasına uygulandıgında, pozitif yön- rektigi ve bu yapıldıgında, sosyal bilim-
tem ya da yöntemler bilginin her dalının lerin de, doga bilimlerinde keşfedilen
ve bu arada toplumlann kendilerinden yasalara veya yasa benzeri düzenlilikle-
geçmek durumunda oldukları ardışık re koşut toplum yasalarına erişebilecegi
evrelerin bir yasasını verir: Bu evreler anlamına gelir.
ise, sırasıyla teolojik, metafizik ve pozitif 3 Pozitivizm, hukuk alanında veya
ya da bilimsel evredir. Metafizik genel- hukuk felsefesinde de, bir devletin hu-
likle duyusal olanın üstünde ve ötesin- kugunun hükümran iktidarın iradesine
deki bir dünyayı konu alan disiplin, ger- dayandıgını öne süren görüşe tekabül
çeldik ya da varlıgın bir bütün olarak eder. İngiltere'de tBentham ve t Austin,
tutarlı ve geniş kapsamlı bir resmini Fransa'da Leon Duguit, Almanya da Sa-
sunmaya çalışan felsefe dalı olarak anla- vigny tarafından benimsenen bu hukuk
şıldıgı için, pozitivizm eleştirilerini ön- anlayışı, bir yandan toplum sözleşme­
celikle bu şekilde anlaşılan metafizige si, dogal hukuk teorileriyle örf V~ adet
yöneltmiştir. Pozitivizme göre, gerçek- hukukuna ait gelenelderi bir kenara bı­
likle ilgili olarak bilebilecegimiz herşey, rakmanın, hukugu tüm spekülatif veya
bilim, yani doga bilimleri tarafından tü- metafizik uns~rlardan anndırınaıun ge-
ketilir. Dünya hakkında, doga bilimleri rekliligini vurgularken, diger yandan
tarafından saglanan bilgi dışmda, hiçbir da, hukugu hükümran iradenin belirtti-
bilgimiz olamaz. insan bilgisi bilim.in, gi emir ya da buyrukların tümü, idari,
yani fenomenlere ilişkin sistematik araş­ yargısal ve askeri niteliidi emirlerin top-
hrmamn sınırlannı hiçbir şekilde aşa­ lamı olarak tanımlar.
maz. 4 Pozitivizm, ahlak alanında da,
Felsefeye düşen bu bilimlerin üstüne Tanrı'nın nedensiz buyruklarırw1 belirli
çıkmak ve gerçeklige ilişkin olarak, eylemleri ahlaken dogru, diger bazılan­
doga bilimlerinin sagladıgı bilgilerden nı yanlış eylemler yaptıgıru dile getiren
daha derin ve mutlak bir bilgi aramak ve aynı zamanda teolojik iradecilik veya
degil, bilimin ulaştıgı sonuçların sente- tannsal takdir ya da buyruk ögretisi ola-
zini yapmak ve bu sonuçlan sistemleş­ rak bilinen görüşü tanımlar. Varolan
tirınektir. Felsefe, bWldan başka bilimsel ahlak standardının bir toplumda fülen
keşiflerin gerisinde yatan genel ilkelere yürürlükte olan standardı tarumlaması
işaret etmek ve bilimin insan yaşamına koşuluyla, varolan ahlaki standart dı­
olan katiolarını göstermek suretiyle, bili- şında hiçbir normun olmadıgı görüşü­
min kapsaınıru ve yöntemlerini açıkla­ ne ise sosyolojik ahliiki pozitivizm adı veril-
yarak yararlı bir işlev yerine getirebilir. mektedir.
Bununla birlikte, felsefe bilim için söz pozitivizmin eleştirisi [İng. criticism ofpo-
konusu olmayan bir bilgiye ulaşma iddi- sitiuism; Fr. critique du posivitivisme].
asından vazgeçmelidir. Pozitif yöntem- Bilim felsefesinde bir akım olup, bilimin
ler tarafından yanıtlanamayan sorular yalnızca deneyim yoluyla dogrudan
yanıtsız bırakılmalıdır. gözlemlenebilir varlıklan konu alabile-
İşte bu çerçeve içinde, günümüzde po- cegini iddia eden, bilimin görevinin fe-
zitivizm, bilim konusunda empirist bir nomenler arasındaki ilişkileri if ade eden
görüşe baglıhgı, toplumsal yaşama em- genel yasa ya da teoriler oluşturmak ol-
pirist bilgi modeli üzerinde bilimsel bir dugunu öne süren pozitivizın akımı ve
yaklaşımı tanımlar. Sosyal bilimler bag- terimi, sosyoloji alanına, bilindigi üzere,
Ianunda ise, bu, insan ve toplum bilim- Fransız düşünürü Auguste tComte tara-
lerinin yöntemlerinin doga bilimlerinin fından sokulmuştur. Buna göre, sosyo-
yöntemlerine göre şekillenmesi veya lojide Comte tarafından ifade edilmiş
oluşturulması; _olgularla degerierin bir- olan pozitivizm, sosyolojinin, tıpkı fizik
pragmatik 7rE

gibi olması gerektiğinL ölçüm ve nicele- toplumu denetleme arzusunun bir yan-
meyi ön plana çıkarıp, fizik ölçüstinde sımasından başka bir şey olmadıgıru
bilimsel olabilecegini, bunun için de, söy 1emişlerdir.
insani yönelim ve motifleri bir tarafa bı­ pozitivizm tartışması [İng. positivisnı dis-
rakarak, yapısal açıklamalara yönelmesi pute; Fr. discussion positiviste]. Alman-
gerekti.gini iddia eder. ya'da, 1960'lı yıllarda vuku bulan, sos-
İşte bu iddialarla ortaya çıkan poziti- yal bilimlerin mahiyeti veya dogası ile
vizm, hem bilim felsefesi ve hem de sos- ilgili tartışma. Pozitivistler ve özellikle
yoloji içinde şiddetle eleştirilmiştir. Bu de tPopper'in eleştirel rasyonalizmiyle
eleştiriler kabaca üç başlık altında top- tHorkheimer, tAdomo ve Habermas'ın
lanabilir. Bunlardan birincisi, ı bilim fel- +eleştirel teorisi arasında ortaya çıkan,
sefesi içinden realist tavrın ifadesi olan insan ve toplum bilimlerinin nesnelligi
itirazdır. Buna göre, realistler, pozitiviz- ve degerden bagımsızlıgı, yöntemleri
min yalnızca gözlemlenebilir fenomen- ve bir sosyal bilimin toplumsal ve poli-
lerin analiz edilebilecegi ve bilimsel tik rolü ile ilgili büyük ihtil~f.
açıklamanın, fenomenlerin genel düzen- Kavga, çok daha önemlisi, modem
Iiiikierin özelleme ya da örnekleri oldu- doga bilimlerinin dünya görüşü olarak
gunu göstermekten oluşhıgu konusun- pozitivizmin, doga bilimlerinin yönlen-
daki ısrarana karşı çıkarken, nedensel dirmesini takip etmeye çalışan veya zo-
açıklamarun, fenomenlerin gerisindeki,
runda bırakılan insan ve toplum bilim-
onları birbirine baglamakla birlikte, göz-
lerindeki yayılunayla ilgili bir büyük
lemlenebilir olmayan mekanizmaları or-
tartışmadır.
taya çıkarnıası gerektigini savunur.
pragmatik [Yunanca 'iş, eylem' anlamına
Realistler pozitivist bilim anlayışını
gelen pragnıa'dan; İng. pragnıatiG; Fr. prag-
reddederlerken, birçok sosyolog ve dü-
şünür, bu reddiyeyle birlikte, sosyoloji-
matique; Alm. prtJgmtJtisch ]. ı Genel olarak,
sembol ya da işaretlere, dilsel gösterge-
nin bir bilim olamayacagı tezini dile ge-
tirir. Buna göre, sosyolojinin amacı, lere ilişkin araştırma. Pragmatik, dilsel
fizikte ya da doga bilimlerinde oldugu göstergelerin birleşimlerini, salt onlann
gibi, açıklama degil de, anlamaktır. birbirleriyle olan ilişkilerini konu alan
Işte, pozitivizme yönelik eleştiri, 2 bu
sentaks veya sözdiziminden, ve dilsel
çerçeve içinde, toplumsal varlıklar ola- göstergelerin gösterilenle olan ilişkileri­
rak insanların niyet, yönelim ve motif- ni araştıran semantik veya anlam bilgi-
lerini hesaba katması gerektigini; söz sinden farkJı olarak sadece göstergelerle,
konusu niyet ve yönelimler ise, toplum- yani sözcükler, deyim ya da ifadelerle
sal dünya ve öznellik alanına özgü onlann kullanılma tarzlan arasındaki
olup, dogal dünyayı karakterize etme- ilişkileri araştırır, sembolleri konuşma­
digi için, doga bilimlerinin yöntemleri- cı ve dinleyicilerle olan ilişkileri içinde
nin sosyal bilimiere uygulanamayacagı­ ele alır.
nı dile getirir. 2 Pragmatik, daha özel olarak da, 1950
Üçüncü eleştiri ise, 3 yine sosyoloji ve 1960'1ı yıllarda, tAusti.n ve tSearle ta-
içinden gelen bir eleştiri oh.•p, sosyal bi- rafından geliştirilen ve sözel semboller-
limlerdeki pozitivizmin, teknik akılcıh­ le formlann kullanım ve etkilerinin fel-
gm bir örnegi olcı•gunu ifade eder. sefi, lingustik, sosyolojik ve psikolojik
Başka bir deyişle, +Frankfurt Okulu dü- yönlerini konu alan araştırma türüne te-
şünürleri daha çok Amerikan sosyoloji- kabül etmektedir.
sinde gördükleri pozitivizme karşı çık­ 3 Sıfatsal anlamı içinde ise, pragmatik
mış, sosyolojik yorumla hiçbir ilişkisi öncelikle insani eylemle, insanın ilgi ve
olr~ayan, salt olgularla ve alan araştır­ çıkarlarıyla, sonra da sembol ve göster-
malarayla yetinen bu tür bir sosyolojinin, gelerle ilgili olmaklıgı tanımlar.
710 pragmatist do~ruluk yanhşı

Pragmatik teriminin söz konusu sıfatsal nün, onun sahip oldugu arzular ve ger·
anlamı içinde, çagdaş Alman düşünürü çekleştinneyi uındugu amaçlar tarafın­
Karl tOtto-Apel'in kişinin kendi kendi- dan bir ölçüye kadar etkilenebilse de,
siyle çelişmesini ınantıksal çelişkiden temelde o insanın psikolojisinden ve ki-
ayırmak amacıyla, aynı zamanda prag- şisel ögelerden bagımsız olınak duru-
matik çelişki adım verdigi paradoks munda oldu~nu savunan düşünürler
!ürü pragmatik paradoks olarak bilinir. çok temelli bir biçimde yamlmaktadırlar.
Buna göre, pragmatik paradoks kendi Zira pragmatizme göre, modern psikoloji
kendisiyle tutarlı olmakla birlikte, daha arzularımızın ve isteklerimizin, kısacası
kurulurken yanlış oldugu ortaya çıkan kişisel ve duygusal faktörlerin, inançlan-
'Hiçbir şey hatırlamıyorum', 'Kafamın mızı belirlemede büyük bir etki yapbgı­
içi bomboş' benzeri önerme türüyle or- m göstermiştir.
taya çıkar. İşte bu düşü .• ceden yola çıkan prag-
Yine aynı anlam içinde, insan zihnin- matistler, insanların duygusal bakım­
den bagunsız bir gerçekligin varoldugu- dan tatmin edici olan inançlarm dogru
nu öne sürdükten başka, zihnin de bu inançlar oldugunu düşündüklerini söy-
gerçekligin bir parçası haline geldigini lerler. Ve daha sonra, bu görüşlerini ge-
savunan anlayışa; zihnin doga alanı dı­ nelleştirerek, dogru bir inanç ya da dü-
şında olmadıgliU, deney ya da tecrübe şüncenin duygusal bakımdan tatmin
sırasında, organizinayla dünyanın bir edici bir inanç ya da düşünce oldugu-
olup çıktıgıru, bilginin eylem yoluyla, ey- nu, ya da aynı anlama gelmek üzere,
lemin sonucu olarak ortaya çıkhgıru, bil- dogru bir inanç ya da düşüncenin işe
menin başarılı eylemle sonuçlanan ya da yarayan bir inanç ya da düşünce oldu-
pratik güçlükleri çözen hipotezlere göre, gunu belirtirler.
ya da varsayımlarla hareket etmek oldu- Pragmatizme göre, bir inançla ilgili ola-
~nu, düşüncelerle bilginin, eylemin, et- rak, onun dogru mu yoksa yanlış mı ol-
kili ve sagbklı faaliyetin araçlarından dugu soruldu~ zaman, soruyu inanon
başka bir şey olmadıgnu savunan görü- bu soruya neden olan amacın gerçekleş­
şe pragmatik realizm adı verilir. mesine katkida bulunup bulunmadıgına
Buna mukabil, bir şeyin insanlar üze- bakarak yarutlarız. Başka bir deyişle,
rindeki olumlu pratik etkilerinden dola- dogru ve yanlış sözcüklerinin anlamı,
yı do~u oldugunu öne sürmekten mey- bir inanan, onun dogru mu yoksa yan-
dana gelen lormel olmayan yanhşa. lış mı oldugu sorusunu doguran amao
pragmatik yanlış denmektedir. gerçekleştirip gerçekleştirmemesiyle, ya
pragmatist do~luk anlayışı [İng. prag- da bu amacın gerçekleşmesine katkıda
nıatical theory of truth; Fr. theorie 1"'agmati- bulunup bulunmamasayla belirlenir.
que de vtrite]. Ondokuzuncu yüzyılın Pragmatiste göre, entellektüel faaliyet-
sonlarayla yirminci yüzyılın başlannda, lerimiz ve dolayısıyla inançlanrruz,
bu dönemde egemen olan idealist felse- duygusal faktörlerden de pratik laali-
felere bir tepki olarak geliştirilmiş olan yeth~riınizden de bagımsız degildir.
bagımsız bir felsefi akun olarak prag- lnançlanmız eylemimizi dogrudan ve
matizmin dogrulugu yararhlıkla özdeş­ araosız olarak etkiler, ona yön verir, ey-
leştiren dogruluk görüşü. lemi gerçekleştiren kişiye, onu düşün­
Pragmatizme göre, kişisel faktörler her dügü amacına ulaşbracak etkili yollan
tür bilmeyi etkiler, dolayısıyla, mantık ve ve araçlan gösterir. İnançlarımızın ey-
hatta metafizik bile, psikolojiye baglıdır. lemlerimiz üzerindeki bu etkisi, eylemi
Bu nedenle, bilgi görüşlerinde, ln.sarun başanlı ve etkili bir eylem haline getiri-
bilme yetisinin onun diger yetilerinden yorsa, başka bir deyişle bize düşündü­
ayn ve bagunsız olarak ele alınabilecegi­ gümüz amaçlara ulaşma imkanı veri-
ni ve bir insanın evrene ilişkin görüşü- yorsa, inanç dogrudur.
pragmatizm 711

Bir inancın düşünülen amaan gerçek- Pragmatist görüşe, 'dogru inançların iş


leşmesine katkı yapıp yapmadıgı, yal- gören, uygulamada işe yarayan inançlar
nızca tecrübe, deneyim tarafından be- olduklannı kabul etsek bile, bir inanç iş
lirlenir. Bundan dolayı, bir inancın dog- gördügü için dogru olan bir inanç ol-
rulugu çogu durumda hemen ve maktan çok, dogru oldugu için iş gören
doğrudan dogruya saptanamaz. Buna bir inanç olmak durumundadır' den.ile-
göre, bir inanan dogru oldugunu kabul rek itiraz edilmiştir.
ediyorsak, ve bu kabülümüz inancın be- pragmatizm [İng. pragmatism; Fr. pragma-
nimsendigi andan itibaren uygulamada- tisme; Al. pragmatismus ]. Amerikan filozo-
ki sonuçlar tarafından sürekli olarak fu W. t}ames tarafından geliştirilen ve
destekleniyorsa, kısacası inanç uygula- herşeyden önce, başta entellektüel prob-
mada bir işe yarıyorsa, o giderek artan lemler olmak üzere, çeşitli problemleri
ölçülerde dogru bir inanç haline gelir. çözmek için ortaya konan bir yöntem-
Öyle ki, ömegin çekim yasası gibi bir den; insan tarafından kazanılan çeşitli
inanç, deneyin sınamasından çok uzun bilgi türlerine ilişkin bir teoriden ve ni-
bir zaman dilimi boyunca başarıyla geç- hayet, evrenle ilgili belli bir metafizik gö-
ntişse, söz konusu inanç, pragmatiste rüşten oluşan ögreti.
göre, tüm prati~ amaçlar bakunından 1 Pragmatizmin en belirleyici özelliği,
dogrulugu kanıtlanmış bir inanç düze- onun çlkar gözetmeyen hakikat arayışı
yine yükselmiştir. diye bir şey ohnadıgını, her tür düşün­
Bununla birlikte, gelecegi henüz tecrü- me etkinliginin salt problem çözmeyle il-
be etmedigirniz için, tüm deneyimler sı­ gili bir konu oldugunu, inançlann ger-
nırlı olmak zorundadır. Bundan dolayı, çeklige ilişkin tasarımlar olmayıp,
hiçbir inanç tam ve mutlak olarak dogru sadece eylem ahşkanhklarına tekabül et-
olamaz. Zaten, pragmatiste göre, mutlak tikJerini, kJ.isik felsefenin geleneksel
dogruluktan söz edilemez. Mutlak dog- problemlerinden birçogunun bilumum
ruluk, mantıkçaların yarattıgı bir yanıl­ ikidliklerle ikili şernalann dogmatik ka-
samadan başka hiçbir şey degildir. Öy- bulünden kaynaklandıgını öne süren bir
leyse, bir inanç, hiçbir zaman mutlak yaklaşım ve ögreti olmasıdır. Buna göre,
olarak doğru olamayacak olmakla bir- pragmatik yöntem düşünceleri ve teori-
likte, dogru olma iddiasında bulunan leri, deneyim ve uygulamadaki işlevleri
bir şeydir. ve uygulamalan bakınundan ele almak-
Demek ki, bir inancı benimsedi~iz tan oluşur. Pragmatizm, düşüncelerin,
zaman, ona göre eyler ve eylemlerimizle fikir ve ögretilerin anlamlanru mümkün
söz konusu inancı sınarız. Bu inancın sonuçlan· ile ortaya koyma yönteminin,
benimsenmesi sonucunda ortaya 9kan bilim adamlan ve ortalama insan tarafın­
eylemlerin sonuçlan iyiyse, inancınuz dan kullanılan yöntemle aynı oldugunu
bize düşündügümüz amaca ulaşma savunur. öte yandan, pragmatizme göre,
imkanı veriyorsa ve dolayısıyla, yaşa­ birçok entellektüel problem ve tartışma
rrunuz üzerinde olumlu bir etki yapı­ açık olmayan kavramlar içerir.
yorsa, inancınuzın dogruluk iddiası ge- 2 Pragmatizmin metafiziksel evren gö-
çerli bir iddia haline gelir. Şu halde, biz, rüşüne gelince, bu görüşün çogulcu bir
pragmatiste göre, tıpk1 kendi gerçekligi- evren anlayışına sahip oldugunu söyle-
mizi kendimiz için meydana getirme- mek gerekir. Evren, tek ya da birkaç töz-
miz gibi, kendi inanamızın dogrulugu- den degil de, sesler ve kokular gibi nite-
nu da öznel olarak kendimiz yarabnz; liklerden ve bu nitelikler arasındaki
sahip oldugumuz inançlanmızın dog- ilişkilerden meydana gelir.
rulugu da, tıpk1 algıladığunız nesnele- Inançları, görüş, tez ve teorileri sonuç-
rin gerçekligi gibi, bizim amaçlarırruza larıyla, işe yararhhgı açısından deger-
göreli dir. Iendiren felsefi bir akım olan metafizik
712 prakrili ve puruşa

pragmatizme ek olarak, bilimsel, a.lılaki prnlik akıl adı


verilir. Niiekim pratik akıl
ve dinf pragmatizmden söz edilebilir. t Aristoteles tarahndan, biz insan varlık­
Buna göre, 3 bilimsel pragmatizm bilimsel larına beUi bir amaca ulaşmak için,
bir teori ya da yasanın dojı;rulujı;una yal- hangi yolları ya da araçları icullanabile-
nızca, pratik dejı;erine, uygulamadaki cejı;imizi bilme, bu yollardan hangisinin
sonuçlarına, başarı ya da başarısızlıjı;ı­ daha uygun ve etkili oldugunu öjı;ren­
na bakarak karar veren an la yıştır. 4 Dini me ve dojı;ru kararlara ulaşma olanajı;ı
pragmatizm ise, dini inanç ve dogmalan, veren yeti, ni" yapıp ne yapmayacajı;ı­
insan yaşamına katkı yapması, olumlu mız konusunda bilinçli düşünmeye
bir amaca hizmet etmesi, ahlaki yaşama karşılık gelen güç olarak tanımlanmış­
yön vermesi bakımından dejı;erlendirir. br. tKant'ta ise pratik akıl, dinf duygu
S Buna karşın, ahldkipragmatizm, meta- ve sezgilerin kaynajı;ı olup, ahlAki ey-
fizik görüş, farklı ilke ve yasalarla dini lemle ilgili bilgiyi sajı;layan akla karşılık
inanç lan, ahlak açısından yararlı olma- gelir.
sı, vicdanın gereklerini yerine getirmesi Yine bilgiyle dejı;il de, eylemle ilgili
açısından ele alır, ahlaka hizmet ettijı;i olan tasıma; nedenleri dejı;il de, ne yap-
ölçüde dojı;ru ve dejı;erli bulur. mak gerektijı;ini ortaya koyan tas1111 tü-
prakrili ve punışa. Gelenege bajı;lı bir rüne pratik tasıııı adı verilmiştir. Ne yap-
Hint felsefesi sistemi olan Sankhya'nın mak gerektijı;iyle ilgili akılyürütmenin
ikici gerçeklik görüşünün temelinde ahlaki öznenin inanç ve arzularuun ifa-
bulunan iki ilke. desi olan öncüllerden hareket ettijı;ini,
Bw1lardan Prakriti, zihinden bajı;1111sız arzunun ahlaki eylem için temel motif
bir gerçeklik ilkesine, kendi kendine y~ oldugunu söyleyen Aristoteles'e göre,
terli bir ilke olan dojı;a gerçejı;ine karşı­ pratik tasım arzunun seçime dönüştü­
lık gelir. Puruşa ise, cansız dojı;anın rülmesine karşılık gelir.
karşısındaki ve ötesindeki canlılık ya da Öte yandan, geleneksel ya da klasik fel-
ruhtur. Canlı ve bilinçli olma özellijı;iyle sefenin insan davranışını konu alan bü-
Punışa, maddf olaylardan derin ve aşıl­ tününe pratik felsefe adı verilmektedir.
maz bir uçurumla aynlrruş durumda- Buna göre, pratik felsefe insan davranı­
dır. Puruşa, özünü, bozulmamışlıjı;ııu şının temelinde bulunan ilkeleri, eyle-
ve sonsuz saflıjı;uu koruyarak, maddeye min yöneldijı;i amaçlan konu alan, bilgi-
karışmadan, bulaşmadan, olan bilenin yi bizatihi kendisi için dejı;il de, insani
ötesinde durur. Bir şekilde madde ve eylem için arayan felsefe türü olarak or-
ruha ben:zetilebilecek ohın Prakrili ve taya çıkar.
Puruşa, canWarda birbirlerine sıkı bir Kökleri Aristoteles'e kadar geri giden
bal'; ile bajı;lanmış durumdadır. teorik/ pratik felsefe karşıtlıjı;ı söz konu-
pratik [Yunanca 'eylemle ilgili olan' anla- su oldujı;unda, pratik felsefe kapsanu
mına gelen praktikos'tan; İng. practical; içinde ahlak, iktisat ve siyaset gibi disip-
Fr. pratique; Alm. pratisch). Genel olarak, linler yer alır. Teorik/pratik felsefe ayı­
davranışı belirleyen, eylemle ilgili olan, rımın temelinde başlangıçta, eylem/
yapılması gerekeni buyuran; eyleme, teorik düşünce veya temaşa karşıtlıjı;ı
işe, uygulamaya dönük olan; yalnızca bulunurken, Alman düşünürü Christian
hakikati, gerçeklikle ilgili dojı;ru bilgiyi tWolff'tan itibaren ayırımın temeline
amaçlayan, teoriye ve teorik olana kar- olgu 1dejı;er karşıtlıjı;ı geçirilmiştir.
şıt olarak, yalnızca eylemi dikkate alan, Öte yandan, pratik alanda, beni, bireyi,
iyilijı;e yönelen; olgutarla dejı;il de, de- kişinin çıkarlarını başka herşeyi göz
jı;erle ilgili olan için kullanılan sıfat. ardı etmek pahasına ön plana çıkartan
Bu bajı;lamda, irSdi karar ve eylemle il- yaklaşıma ise, pratik sözcüjı;ününün söz
gili olan. ahlak! ilgilendiren problemleri konusu anlanu içinde, pratik egoizm den-
konu alan akıl ya da refleksif düşüneeye mektedir. Pratik egoizm, mantıksal, es-
ptaıds 713

tetik ve ahlaki egoizm olarak üçe ayn- Buna göre, ahiakın temel postülası, öz-
hr. Bunlardan ıııaııtıksal egoizm, kişinin gürlüktüı-, çünkü özgür olamazsak eger,
kendi yargısını, başka insanların eleş­ eylemleıimizden sorumlu tu h.tlamayız.
tirel degerlendirme ve sınamasına tabi Bununla birlikte, özgürlük, Kant'ın fiziki
tutmasının gerekli olmadıgını savunan dünyanın temelinde bulundugunu gös-
tavra karşılık gelir. Estetik egoiznı, kişi­ terdigi nedensel zorunlulukJa uzlaştırıl­
nin kendi begenisiyle tam ve mutlak bir malıdır. Kant, bu uzlaşmayı, nuınen·

doyum sagladıgını öne sürerken, alıldki fenomen ayırunını insanın kendisine uy-
egoizm kişinin çıkarlannı temele alarak, gulayarak gerçekleştirir.
kişinin kendisini tüm faaliyetlerinin
praxis [Yunancada eylem, yapıp etıne an-
lamına gelen sözcük]. İlkçag Yunan fel·
nihai ve en yüksek amacı yapar.
sefesinde, ahlaki ve siyasi davranış ve fa-
pratik aklın postülalan [İng. postulates of
aliyeti de içine alacak şekilde, insan
practical reason; Fr. postulats de la raison
davranışı ve eylemi için kullarolan teriın.
pratique]. Ka nt felsefesinde, ahlak için Buna göre, Aristoteles praxis'i, poiesis ve
gerekli olan, fakat karutlanamayan ön- llıearia'ya karşıt bir biçimde, insani eylem
kabuller; tecrübi temelleri olmamakla ve etkinlik için kullanır.
birlikte, ahl:ikın varoluşu için kaçınıl­ tModem felsefede ise diyalektik ve ta-
maz olan ideler. rihsel maddeciligin kurucusu olan
Ahlaklı olmamız, ahlaki ödevlerimizi +Marks, daha önce düşünce ve teoriden
yerine getirmemiz için inanmak duru- ayn ve bagımsız olan prax'ise yeni bir
munda oldugumuz kanıtlanamaz, ya anlam kazandırmış ve onu teoriyle eyle-
da kanıtlarunadan kabul edilmek duru- min birligi olarak tanımlamıştır. Onda
munda olan pratik ya da ahlaki hipo- praxis, salt emekten farklı olarak, insana
tezler. Kant'a göre, bu hipotezler 1 has özgür ve bilinçli yarahcı faaliyeti ta-
Tanrı'nın varoluşunu, 2 ruhun ölüm· nımlar. Böyle bir etkinlik, bilgi temeli
süzlügünü ve 3 iradenin özgür oldugu- üzerinde yeni ve daha iyi bir düzen ku-
nu dile getiren hipotezlerdir. rabilmeye ınuktedir olan bir eylem tüıü­
pratik deneyimin transendantal koşulla­ dür.
n [İng. transcendental conditions of practi- Marks'a göre, düşünce ya da teori
cal experience; Fr. conditions transcendente- soyut bir standart, eylemden kopuk, uy-
aux de l'experiena? pratique). Ünlü Alman gulamayla ilişkisi olmayan bir ideal ola-
filozohılmmanuel Kant'ta, insan varolu- rak degerlendirilmemelidir. Düşünce ya
şunun bir olgusu olarak ahlakı müm- da teori eyleınln, pratigin sonucudur, ey-
kün kılan, ahlaki yargıya nesnellik ka- lemden dogar, eylem tarahndan gelişti­
zandıran koşullar.
rilir ve dönüşti.irülür. Bundan dolayı,
Kritik der Reinen Vernunft [Saf Aklın ideal olanla gerçeklik arasındaki yarık,
Marks'a göre, ancak pra.xisle, dünyayı an-
Eleştirisi] adlı birinci kitabında, teorik
lamak kadar, dünyayı kuram-eylem bag-
deneyi ya da bilgiyi olanaklı kılan koşul­
laınında degiştirme projesiyle, gerçek
lan ortaya koyan, bizim, numenleri degil dünyayı dönüştürmeyi amaçlayan top-
de, ancak duyarlık ve anlama yetisinin lumsal sınıflar arasında teorik bir bilinç
apriori kavram ve kategorileri içine yer- geliştirmek suretiyle kapatılabilir.
leştirebildigimiz fenomenleri, bir an- Marksist gelenegin 20. yüz;·ıldaki
lamda kendi kurdugumuz nesneleri bi· önemli üyelerinden biri olan Frankfurt
lebildigimizi söyleyen Kant, Kritik der filozofu tHabermas ise, praxis terimini
Praktischen Vernenft [Pratik Aklın Eleş­ insanlar arasındaki iletişimsel eylem
tirisi) adını taşıyan ikinci kitabında, için kullanır. AhlAki nonnlar tarafından
ahlakı mümkün kılan koşulları, ahiiki yönetilen praxis, onda teknik kuralların
deneyim ve yargının zorunlu postülala- belirledigi araçsal eylemin, yanj eşya
rıru ortaya koymuştur. üretiminin tam karşısında yer alır.
714 pre

pre. Batı dillerinde önce anlamına gelen problem [Os. nıesele; İng. problenı; Fr.
önek. Buna göre, pre-refleksif bilinç ref- problenıe; Al. <14/gabe]. Kendisine verilecek
leksiyon öncesi, kendi üzerine dönme- hazır, alışılrruş ya da otomatik bir yanıt
miş olan bilinci tanımlar. Yine preteorik, veya karşılık bulunmayan ve bundan
teori öncesi, teoriden bagımsız olan, dolayı, rasyonel işlemleri ve belli bir akıl­
dogrulugu veya makuliyeti için teorik yürütme sürecini gerektiren teorik veya
analize veya kuramsal mütalaalara ihti- pratik güçlük. Belirli rasyonel işlemlerle
yaç duymayan şeyi, teori öncesi kesin- çözülmesi, yaıutlanması gereken soru.
likleri tarumlar. Çözümü için belli bir bilgi bi-rikimini, ve
presokratik felsefe [Ing. presocratic plıilo­ aynca, sezgiyle belli bir akılyürütme işle­
sophy; Fr. plıilosophie presocratique]. Hel- minden oluşan zihin jimnastigini gerekti-
lenik felsefenin ilk ve Sokrates öncesin- ren soru, güçlük.
deki dönemi. Bwıa mukabil, belli bir özel durumdan
Dört Okulu ve sırasıyla Thales, Anaksi- kaynaklanan veya bir bilgi alaroyla ilgili
mandros, Anaksimenes, Pyıhagoras, Par- problemierin tümüne problenıatik adı veri-
menides, Zenon, Mefissos, Herakleitos, lir. Problematik, ay ru zamanda kesin ol-
Ksenophanes, Anaksagoras, Eınpedokles mayan, kuşkulu, mümkün ya da muhte-
ve Demokritos gibi filozofları kapsayan mel olan için kullarulan bir sıfat olmak
Presokratik felsefenin belli başlı özellikle- durumundadır.
ri şunlardır: 1 Bu felsefe, Yunan mitoloji- Proklos. 410-485 yıllan arasında yaşarruş
sinin sundugu açıklama tarzuu reddet- olan ünlü Yeni-Piatoncu düşünür. Prak-
mek suretiyle ve dogal olayların yine los iki temel kitabında, Teolojinin Öğeleri
dogal nedenlerle açıklanması gerektigi ve Plıılon"un Teo/ojisi adlı eserlerinde, hem
inancıyla başlamıştır. 2 Bu felsefe bir gö- Plotinos'un ve hem de kendisinin görüş­
rünüş-gerçeklik ayırımı yaparak, görü- lerini aynntılı olarak açıklama çabasıyla
nüşün gerisindeki gerçeklige, çoklugun ün kazanmıştır.
ardındaki birlige nüfuz etme çabası için- Variıkiann bir nedeni olması gerektigi-
de olmuştur. 3 Bu felsefe bir doga ya da ni, nedenin hiçbir zaman sonuçla ayru
varlık felsefesidir, yani gerçekten varola- olamayacagını, bu noktada sonsuzca ge-
mn ne olduguna dair bir araşbrmadır. 4 riye gidişin kabul edilemeyecepni savu-
Presokratik felsefe gerçekten voralana, nan Proklos'a göre, varlıklann, bpkı dal-
çoklugun gerisindeki birlige ariche adııu Iann kökten ya da gövdeden çıkbgı
verdigi için, ayru zamanda arkheye ilişkin şekilde kendisinden türeyecegi bir İlk
bir soruşturmadır. Nedenin var olması gerekir. Tıpkı Ploti-
prima fade. 'İlk bakışta', 'dikkatli ve nos gibi, bu hk Neden ya da Ilkenin varlı­
titiz inceleme ya da mütalaadan önce' ~ ötesinde oldu~nu, Birlik, Neden ve
anlamına gelen Latince terim. fyi türünden sıfat ya da yüklemler i aşb­
primi um principium. nk ilke; tüm ilkele- gını öne süren Proklos, şu halde, nihai
re, tüm dogrulara temel oluşturan ilke. ve en yüksek ilke hakkında olumlu hiçbir
Ilk ilke deyimi, Hristiyan Ortaçag felse- şey söyleyemeyece~, yalnızca onun,
fesinde, varoluşunu, kendisinin dışın­ her türlü diskürsif düşüncenin ötesinde
daki bir şeye degil de, salt kendisine kaldıgını farkederek, ne olmadı~ dile
borçlu olan, özü varoluşunu içeren, va- getirebilecegimizi ifade etmiştir. Ona
rolmaması düşünülemeyen ilk ve temel göre, varolan herşey, türüm yoluyla, bu
varlık, yani Tamı için kullanılmıştır. ilk ilkeden. akıl yoluyla kavranamaz olan
principium individuationis. Bireyleşim Bir ya da Tann'dan türemiştir.
ilkesinin, varolan bir şeydeki, o şeyin proletarya [İng. proletariat; Fr. proletariat].
bireyselligini saglayan temel, özsel ve Marksist görüşe göre, kapitalist top-
gerçek etmenin Latince ifadesi. lumda burjuvazi tarafından sömürülen,
proton pseudos 715

emeginden başka satacak hiçbir şeyi engel vardır' demiştir.


olmayan emekçi suuf. Kendisini sömü- Protagorasçı göredlik [İng. Protagorearı
ren mülkiyet düzenini yıkacagına ve relativism; Fr. relativisnıe de Protagoras).
yalnızca kendisini degil, fakat tüm in· Protagoras'ın 'İnsanın, varolan şeylerin
sanhgı kurtaracagına inarulan evrensel varolduklannın, varolmayan şeylerin
ihtilalci sınıf. varolmadıklannın ölçüsü oldugu' şek­
Bu baglamda, kapitalizm içinde, orta lindekj deyişinde ifadesini bulan göreli-
sınıfın yokolup, işçi sınıfının bir parça- lik anlayışına verilen ad.
sı haline gelme sürecine proleterleşme; Protagoras'ın göreciliginin temel inanç-
ortodoks Marksizmin iddiasına göre, ları şu şekilde sıralanabilir: 1 Şeyler, in-
proletaryanın, kapitalist devleti yıktık­ sanlara göründügü, insanlar tarafından
tan sonra, sosyalizme geçişi hızlandır­ algılandıgı gibidirler. 2 Şeylerin kendile-
mak ve üretim araçlarını sosyalleştir­ rine farklı göründügü i.ki insandan hiç-
rnek amacıyla kuracagı rejime proletarya biri, digerini, ona yarulmakta oldugunu
diktatörlüğü adı verilir. söyleyerek, ikna edemez. 3 Çünkü şey­
propa!!deutik. Yunancada, özellikle de ler, bir insana belirli bir biçimde görünü-
t Aristoteles'in bilim teorisinde, bir bili- yorlarsa eger, bu, şeylerin, her ne kadar
me ilişkin araştırmaya başlaınazdan; onun komşusu için farklı olabilse bile,
bir varlık alanının bilgisine yönetmez- söz konusu kişi için varolma tarzıdır. 4
den önce, kazanılması gereken bilgiler Dogruluk algılananla özdeş olup, algı­
bütününe veya bilim türüne verilen ad. layarun fiziki durumuna ya da koşulla­
Bu tür bir bilimin, düşünce tarihinde nna görelidir.
en iyi bilinen ömegi, manhkhr. 5 Farklı duyu organlan ve koşullar söz
Protagoras. M. Ö. 485-420 yıllan arasında konusu oldugunda, algılanan ve dogru
yaşamış ve 'İnsan herşeyin, varolan şey­ gibi görünen şey de farklı olacakbr. 6
lerin varolduklaruun ve varolmayan şey· Dogruluk tümüyle görelidir. 7 Dogruluk
lerin varolmadıklaniun, ölçüsüdür' sô- algılayan kişiden bagunsız degildir. 8
züyle ün kazanmış olan Solist düşünür. Varolan şeyler sanlıgı olan birinin gözü-
Eleştirel bir zihniyete sahip bir kişi ola- ne san görünüyorlarsa eger, gerçekten de
rak Protagoras, insan akluu sorguya çek· sandır ve hiç kimsenin ona şeylerin sarı
miş, bir yandan soyut spekülasyonun olmadıguu söyleme hakkı yokhır. 9 Algı
önüne geçerken, bir yandan da insan ak- ve bilgi için geçerli olan bu durum, de·
lının kendi üzerine düşünme gücünü gerler için de geçerlidir; bw1a göre, bir
gözler önüne sermiştir. Pratik bir bilgeli· insan hırsızlık yapmanın iyi olduguna
ge sahip bir kişi olarak da, insana boş, gerçekten inaruyorsa eger, bu önerme,
sonuçsuz araştırmalardan, kendisine aynı insan onun dogn.ı olduguna inandı­
dörune çagrısı yapmış ve insanı dünya- gı sürece dogrudur.
suun merkezine yerleştirmiştir. Bilgi, protai ousai. t Aristoteles'te, var olmak
do~ruluk ve degeri tümüyle göreli kılan, için kendisinden başka hiçbir şeye ihti-
şeylerin insanlara göründügu gibi oldu- yaç duymayan birinci dereceden tözle-
gunu savunan Protagoras, Tann konu- re verilen Yunanca ad.
sunda agnostik bir tavır alrruşbr. Başka prote philosophia. İlk felsefe anlamına
bir deyişle, tanrılarm varoluşu ve özel- gelen ve İlkçag ile Ortaçag felsefesinde,
likleriyle ilgili bilgi olanaguu yadsıyan modern felsefenin tersine, epistemoloji-
Protagoras, 'Tannlarla ilgili olarak, ne den önce gelen ontoloji ya da metafizigi
onların varolup olmadıklaruu, ne de ne tanımlayan Latince terim.
şekilde olduklaruu bilebilirim, çünkü pmlon pseudoa. Yunancada ilk yanlış;
önümde, konunun karanlık oluşu ve hatanın kökeni, yanlış ilk adım anlamı­
insan yaşamının kısahgı gibi birçok na gelen terim.
716 Proudhon, Pierre-joseph

Pro:ıdhon, Pie,ne-Joseph. 1809-1965 yılla­ 3 İnsanın faaliyetlerinin sanıldı~ından


rı arasında y~şamış olan Fransız sosya- çok daha fazla amaca yönelmiş faaliyet-
list düşünür. Temel eserleri: Qu'esl-ce lerden oluştu~unu savunan ve insan
que la pi'Opl'iclı!' [Mülkiyet nedir?]. düşüncesiyle davranışının motivasyo-
Systimıe des Contradiclions econoıniqııes ou ntma büyük önem veren bir amaca yö-
Plıilosophie de la Misere [Iktisadi Çelişki­ nelmişlik ö~retisi. 4 Bireyin yetişkinli~e
ler Sistemi ya da Sefaletin Felsefesi]. do~ru olan gelişim sürecinde, çocukluk
Daha ziyade 'Tann şerdir' ve 'Mülkiyet dönemi yaşantılarının, ilk tecrübelerin
hırsızlıktır' gibi slogan sözlerle aıwnsa­ büyük bir önem taşıdı~ını ifade eden
nan Proudhon, tanarşizrnin kunıcusu bir gelişim psikolojisi. 5 Psikoterapi ve
olarak bilinir. O ınülkiyeti kendi kendini psikiyatrinin kabul görmüş yöntemleri-
yok eden bir katil olarak gönnüş, onun ni kullanan bir ruhsal tedavi anlayışı.
toplumu kemirdi~ini ve adaletin kurul- İnsan davranışına ilişkin bir teoriye,
masına engel oldu~unu söylemiştir. insan davranışının gerisindeki moti-
Proudhon'a göre, insanların birbirleri vasyonları ortaya çıkaran bir dizi tekni-
karşısında hiçbir üstünlükleri olamaz, ~e karşılık gelen psikanalizin yaratıcısı
dolayısıyla eniann zorba ve köle, hüio'me- +Freud, söz konusu psikoloji anlayışı­
den ve hükmedilen olarak ikiye bölün- nın bireysel kişiliklerin derinliklerine
melerinin anlaşılır hiçbir gerekçesi yok- ilişkin olarak sa~lam bir kavrayış sa~­
tur. O dünyada mutlak bir özgürlük ve ladı~ını, psikanalizin tedavi teknikleri-
eşitlik tesis edildi~i zaman, hiçbir yöne- ni uygulayan hekimin ustaca müdaha-
tim ve hükümete gerek kabnayacağııu lelerle zihinsel bozukluklan ortadan
iddia eder. kaldırdı~ını ve böylelikle, psikanalizin
Tüın örgüt ve kurumlara karşı çıkan,
mutsuzlukların yerine genel bir mutlu-
komünizmden nefret etti~ini belirten luluk getirdigini öne sürmüştür.
Proudhon do~allıkla Tann'ya da düş­ Yine Freud'a göre, psikanaliz, bilinçli
ınan olmuştur. Ekonomi politi~in eşya
ben ya da benli~in kendi dünyasnun bile
düzenini meşrulaştırınak sureyile sefla- efendisi obnadı~ını karutladı~ı için, bi-
ti övmekten başka hiçbir şey yapmadı­
limsel ilerlemenin ayrılmaz bir parçası
~ını savunan filozofa Marks The Poverty
olan, ve insanoglunun kendisinin biridk-
of Philosoplıy [Felsefenin Sefaleti] adlı
li~i ve önemiyle ilgili sarsılmaz inanana,
eseriyle karşılık vermiştir.
psikanaliz [Ing. psyclıanalysis; Fr. psycha- Kopernik'in yeryüzünün evrenin merkezi
olmadı~ını gösteren güneşmerkezli siste-
ıudyse; Al. psychanalyse]. Özel olarak,
Freud'un düşünce, çalışma ve eserleriy- minden ve üçüncü ve sonWlcu darbeyi
le birleştirilen psikoloji ve ruhsal tedavi indixen, bir teoridir.
anlayışı, daha genel olarak da Breuer ve
Freud'un söz konusu psikoloji anlayışı,
Freud'un 1880 ve 1890'lı yıllardaki araş­ felsefede farklı tepkilere konu olmuştur.
tırma ve düşüncelerinden çıkan psiko- Tepkilerden birincisi, +Wittgenstein'ın te-
loji akımı. oriyi olumlu de~erlendiren yaklaşırnıdır.
Söz konusu psikoloji anlayışı ya da Wittgenstein, bu çerçeve içinde, felsefeyle
okulunu belirleyen en önemli ö~eler psikanaliz arasında bir ilişki kurmuş, fel-
şunlardır: 1 Hiçbir insan davranışının sefenin görevinin, tıpkı psikanalizin, psi-
gelişigüzel, rastgele olmadı~ını, tüm şik bozuklukları ortadan kaldımtası gibi,
davranışların bireyin psişik yaşantısı kafa kanşıklı~ına ve çözülemez prob-
tarafından belirlenmiş oldu~unu öne lemlere yol açan kavramsal bozuklukları
süren psişik bir determinizm anlayışı. gidermek oldu~unu düşünmüştür. Yine,
2 Bilinç alanının dışında kalan, fakat ça~daş düşünürlerden +Gadamer'e göre,
bireyin ·yaşamında ve bireyin davra- +Freud hermeneutik olarak bilinen yönte-
nışlannı açıklamada çok önemli bir rol rnin fikir babası olup, felsefeye, görünüş­
oynayan bilinçdışı ö~retisi. teki anlamın gerisine gitmeyi ö~rebniş-
psikoloji 717

tir. tMarcuse'e göre ise, psi.kanaUzin bas- Zihni konu alan, zihinsel yaşamın bili·
tırma ve bilinçdışı ile ilgili fikirleri, mo- mi veya davranış bilimi olal'ak tanımla­
dem kapitalist bürokı-asilerde söz konusu nan psikoloji, yaklaşık yüzyıllık bir
olan sefalet ve yabancılaşmanın adeta bilim olup, felsefeden ve tıptan yoğun
sa~lam bir tasvirinden başka hiçbir şey olarak etkilenmiştir. Buna göre, felsefe-
de~ildir. den zihin, irade ve bilgi ile ilgili problem·
tDerrida ve tFoucault gibi düşünürler l.:!ri miras alan psikoloji, tıptan gerçek-
ise, Freud'u, yalnızca bilincin ve benin leştirilene, düşünülen ve hissedilene
yanılgı ve ald anışlannı ortaya çıkardı~ı ilişkin açıldamanut, biyoloji ve fizyoloji·
için de~il, fakat Batı felsefesi gelene~in.in nin terimleriyle ifade edilmesi gerekti~i
temelinde yer alan 'akıl' ve 'gerçek' dü- görüşünü aımıştır.
şi.inlerin.in anlamsızlı~ını gösterdi~i için Algı, ö~renıne, güdülenme, zeka, ve ki-
de olumlu karşılaınışlar, ama bir yan- şilik gibi konular üzerinde yo~unlaşan
dan da düşüncelerini daha ileriye, nihai psikoloji, başlangıçta genel yönelim iti·
ınantıksal sonucuna kadar götünnedi~i bariyle pozitivist bir karakteristik taşı­
için eleştirınekten geri durmaıruşlardır. mış ve daha ziyade, insan davranışının
Psikanaliz ba~lamında ikinci tepki, açıklanmasında içsel faktörlerin önemi·
ınantıkçı pozitivistlerin ya da örne~in ni reddedip, çevrenin etkisini vurgula-
tPopper'ın teori karşısındaki oluınsuz yan davraruşçılık genel paradigmasına
tavrıdır. Nitekim Popper'a göre, psika- ba~lı olarak deneysel bir nitelik arzet-
naliz sözde bir kurarn olup, bilimsel ıniştir.
olarak test edilebilir bir teori de~ildir. O 1960'h yıllardan itibaren yavaş yavaş
ne do~rulanabildi~i, ne de yanhşlana­ bilişsel yaklaşıınlara da yer vermeye ve
bildi~i için, bilimsel ilerlemeye engel içsel kapasitelerin önemini kabul etmeye
olan, görünüşte bilimsel, gerçekte ise başlayan psikolojide, özellikle de Angio-
bilimsel olmayan bir görüştür. Amerikan psikoloji anlayışında deney-
psikodram [İng. psycf1odranı; Fr. psyclıodra­ sel ve pozitivist e~ilimler hala hakim du-
ıne ]. Psikolojide söz konusu olan ve psi- rumdadır. Günümüzde aynntılı ve çok
kolojik bozuklukları olan öznelerin, yönlü olduktan başka birbirleriyle kar-
kendilerinde varoldu~una inanılan bo- şılıkli bir ilişki içjnde bulunan psikoloji
zukluklarla ilgili bir temayı, tiyatroya konularutı farklı bakış açılarayla ele alan
özgü bir alıştırma şeklinde salınede oy· belli başlı yaklaşım ya da psikoloji okul-
nayıp ifade etmelerini ve böylelikle de, lan şunlardır: Bilincin temel ö~elerini ve
kendi benJiklerini bulmalarıru ve komp· içeriklerini sistematik bir tarzda içeba-
lekslerinden kurhılmalannı sa~layan bir kış yoluyla araştıran yapısalcrlık, zihnin
teknik Gerçe~in oyun şeklinde gösteril- temel faaliyetleriyle ilgili olan fonksiyoııa­
mesi suretiyle, oynay'arun bo~lunını, bi- liznı, ayn ve birbirlerinden yahUanmış
reyin do~allı~ını maskeleyen ö~ren.i1miş psikolojik ögeleri karşılıklı ba~lantıları
rollerden kurtulmasını amaçlayan psiko- içinde incelemek isteyen çağrışınıcı lık,
lojik tedavi tekni~i. bütünü ve bühinle ilgili özelliklerin ön-
psikoloji [Os. rulriyat, ilmi nıh; İng. psychtr celi~ini vurgulayan ve bütünün hiçbir
logy; Fr. psychologie; Al psychologie). 1 Ruh şekilde ö~elerine parçalanamayaca~ını
bilimi. Psişik olaylann, ruh ya da zihinle iddia eden Gestal t psikolojisi, öznel dene-
ilgili fenomen ve olayların bilimi. Züvıin yimin de~il de, yalnızca nesnel davraru-
yapısını, işlevlerini konu alan araştırma şın incelenmesi gerekti~ini savunan dav-
dalı. Ayrıca, 2 bir birey ya da kişiyi ya ranışçılık, ve bilinçli, bilinçsiz tüm ruhsal
da belli kalegoriden insan varlıklarutı fenomenleri yöneten, belirleyen güçleri,
başkalarından ayıran karakter özellikle- motifleri araştırma amacı güden psilaına­
rinin ya da psişik olayların bütünü. liz.
718 psiko1ojik

psikoloji i< i Os. ilmülrulıi; İng. psyclıologi­ kavram ve problemlerin, a) içebakış ya


cal; Fr. psychologique; Al. psycltologische]. da b) gözlemden oluşan psikolojik ana-
ı Bagımsız bir disiplin olarak psikoloji- liz yöntemiyle ele alınabilecegini, felse-
nin kapsamı içine giren konu ve yakla- fenin tüm dallanrun psikolojik ilkelere
şıınlar; 2 insan psikolojisiyle ilgili olan dayanılarak açıklanabilecegini, ahlak
şey ve durumlar için kullanılan sıfat. gibi disiplinlerin uygulamalı bir psiko-
Bu baglamda, bilincin mevcut içerigi- lojiden başka hiçbir şey olmadıgını sa-
nin, yapı ve karakterinin, organizmanın vunan ögreti ya da görüş.
geçmiş ve şimdiki deneyimlerine göre- Buna göre, psikolojizm, psikolojiyi temel
li oldugunu ve söz konu deneyimler ta- bilim olarak görür, ve dogal dünyarun
rafından etkilendigini savunan psikolo- olayiamu psikolojinin pen;pektilinden ele
jik ilkeye psikolojik görecilik adı verilir. almayı teklif ederken, felsefi problemleri,
Yine, idelerin, yargıların ya da fikirlerin psikoloji tarafından yanıtlanmak duru-
yalnızca önemsiz sonuçlar ya da epife- munda olan olgusal sorular olarak yo-
nomenler olmayıp, başkaca düşünce ve rumlar. Felsefi kavram ve problemleri
davranışların nedenleri oldugunu öne psikolojik analize indirgemek, felsefi
süren görüş psikolojik idealizm olarak bili- problemJerin psikolojik analiz yoluyla çö-
nir. zülebilece~ kabul etmek anianunda
psikolojik egoizm [İng. psyclıological ego- psikoloiizmin, bir düşünme faaliyetinde,
ism; Fr. egoisıne psychologique; Al. psychcr bilgimizin kökeni ve kayna~ konusunu
logisch egoisınus]. Egoizm konusunu fel- psikolojik yoldan ele almakla, söz konusu
sefi ve kural koyucu bir yaklaşımla ele bilginin içeri~n psikolojik olmayan ya-
alan ahlaki egoizmden farklı olarak, ego- pısını, niteligini ve do~luğunu birbirin-
izm konusunu bilimsel ve betimleyid bir den ayıramama yaniışına dayandıgı gös-
yaklaşımla ele alan görüş; insan varlık~ terilmiştir.
larının özleri ya da dogaları itibariyle, 2 Daha özel olarak da, manbkta, mantı­
kuruluşlan ya da yapılan geregi kendi gı insanın duyusal tarafına, psikolojiye
çıkarlarını gözeterek eylediklerini savu- indirgeme, mantıksal önermeleri psiko-
nan ögreti. lojik önerm.elerle özdeşleştirme tavn.
Psikolojik egoizmin, biri katı ve radi- Söz konusu özel anlamı içinde psikolo-
kal, digeri de ıhmlı olmak üzere, iki ver- jizm, mantık ilkelerinin kaynagıru insa-
siyonu vardır. ı Radikal versiyonu için- nın psişik yaşamında bulma çabasının
de, psikolojik egoizm, insanların dogaları bir sonucu ortaya çıkmıştır. Ömegin,
geregi ya da psikolojik kuruluşlannın tHusserl karlyerinin başlangıcında bu
bir sonucu olarak, her zaman kendi kişi­ tür bir psikolojizmi savunmuştur. Hus-
sel çıkarlannı gözetecek şekilde eyle- serl'e göre, düşünme yasalarının nor-
diklerini iddia eder. Buna karşın, 2 ılım­ matif bilimi olarak mantık salt, kesin ve
lı bir psikolojik egoizm ise, insaniann her fonnel bir disiplindir ve mantık ilkeleri
zaman olmasa bile ço~ zaman, kendi de bu bakımdan a priori ve transenden-
kişisel çıkariamu temele alarak eyledik- taldır. Bununla birlikte, o manhgın da
lerini öne sürer. Psikolojik egoizmle ilgi- duyusal bir kökeni olduğunu ve bu kö-
li en önemli güçlük, bu teorinin ahlaki kenin insan psikolojisinde aranması ge-
egoizm için bir temel sağlamak bir yana, rektigini öne sürmüştür.
özellikle radikal versiyonu içinde, ahlakı Husserl bu psikolojist tezini daha
ortadan kaldırmasıdır. sonra terketmiş ve psikolojizme şiddet­
psikolojizm [İng. psychologism; Fr. psyclıo­ le karşı Çlkıruştır. Çünkü, psikoloji gibi
logisme; Al. psychologismus]. ı Genel ola- empirik bir bilimin, bilim olması dolayı­
rak, bir disiplinin kavram ve kabulleri- sıyla, bize ancak her bilim gibi olasılık
ni psikolojik kavram ve açıklamalara degeri olan, tümevarunsal yoldan elde
indirgeme taVTı; felsefede, tüm felsefi edilmiş bir bilgi verebileceği, olasılılı bir
Pyıhagorasçıliu 719

bilgi üretebilen bir bilimin, ınant1gın tenin olmadıgı, herkesin özgür ve


kesin, zorunlu ve genelgeçer ilkelerini te- başka herkes karşısında eşit oldugu
mellendiremeyecegi açıkça anlaşılmış­ bu doga durumunda hayat, bununla
tır. Yine aynı anlama gelmek üzere, ke- birlikte tehlikeli ve zordur. İşte bu
sinlik, zorunluluk ve genelgeçerlik durum, ona göre, bir toplum sözleşme­
yalnızca mantık alanında karşılaşılabi­ sindeki can alıcı noktayı, bir toplumsal-
İen şeyler oldugu ve psikoloji de, her Iaşına ilkesi kabul etmek için gerekli
bilim gibi, mantıksalyöntem ve araçlarla olan rasyonel temeli saglar. Buna göre,
çalışmak durumunda bulundugu için, doguştan birtakım haklara sahip olan
başvurulan yöntem ya da araçta bulu- insanlar, bir toplum oluşturmak için,
nan bir niteligi (kesinlik ve zonınlulu­ yani haklarını korumak, barış ve gü-
gu), söz konusu yöntem ya da araçla ça- venlik içinde yaşamak üzere kendi ara-
lışan bir bilim içerisinde göstermek, bir larında bir sözleşme yaparlar.
kısır döngüden başka hiçbir şey degil- Pythagorasçalar [Os. Fisagorcıılar; İng.
dir. Pytltagoreans; Fr. Pythagoriciennes]. İlk­
psikovitalizm (İng. psychovitalism; Fr. çag Yunan felsefesinin ikinci okulunu
psychovitalisme; Al. psychovitalismus]. Le- oluşturan ve dini, bilimsel ve felsefi gö-
ibniz'in menadlarla ilgili ögretisini ve rüşleri yle seçkinleşmiş olan filozoflara
Fechner'in bütün bir evreni ve evrenin verilen ad.
bileşenlerini ruhlarla donanmış varlık­ Milattan önce alhncı yüzyılın ikinci ya-
lar şeklinde gören felsefesini yansıtan rısında Güney İtalya'da, Krcton'da
bir anlayış olarak, bütün bir canlı doga- Pythagoras tarafından kurulmuş olan
nın, dogaJWl hücrelerinden her birinin, Okulda amaç, anlamak ya da ö~enmek­
her organizmanın gelişmeyi, yaşamın ten çok, arınmak, bilgi yoluyla saflaşa­
korurunasıru amaçlayan bir ruha sahip rak, evren ruhuyla birleşmektir. Phyta-
bulundugunu, fakat ruhun bu amaca, gorasçı filozoflarda, madde yerine form,
bilinçli olarak degil de, bilinçsizce sahip nitelik yerine nicelik, fizik yerine de ma-
oldugunu öne süren görüş. tematik ön plana çıkmışhr. Buna göre,
psykhe. Yunan felsefesinde, ruh, zihin, Phytagorasçılar matematiksel ilkeleri te-
soluk, nefes, tin ve yaşam anlamına mele almış ve bir şeyin yapısı, onun ye-
gelen terim. Buna göre, terim başlangıç­ rine getirmek durumunda oldugu işlev,
ta canlıh~, canlı olma h~lini ve daha yöneldigi amaç ortaya kondugu zaman,
sonra da yaşam ilkesini, şeylerdeki can- o şeyin açıklanmış olacagını kabul et-
lılığın kaynagı olan gücü göstermiştir. mişlerdir.
Bununla birlikte, psyklte özellikle Sakra- Bir ruh göçü anlayışı benimseyen
tes'ten başlayarak, bilincin ve ahiili ki- Phyta.gorasçılar insan ruhunun başka
şiligin bulundugu yere karşılık gelir. insaniann bedenlerine oldugu kadar,
Pufendorf, Samuel. 1632-1694 yıllan ara- hayvanlann bedenlerine de girdiklerini
sında yaşamış, toplum sözleşmesiyle dile getirmiş ve bu çerçeve içinde, hay-
ünlü Alman diişünürü. van eti yemeyi yasaklamışlardır. Pytha-
Temel eseri olan De Jure naturae et gen- gorasçılar, aynca bilim ve özellikle de
tium adlı eserinde, fiziki ve zihinsel var- matematik alanındaki çalışmalarıyla ün
lıga ek olarak tinsel varlıklardan da söz kazanmışlardır. Yunan dünyasında ma-
eden Pufendorfa göre, Tanrı, bu tinsel tematigin kurucusu olarak bilinen
varlıkların yardımıyla, insan özgürtü- Pythagoras, aritmetikle, öncelikle müzi-
günün nasıl kullanılacagıru belirleyip, ge yönelik ilginin bir sonucu olarak ilgi-
onun smırlanru çizer. Onun tGrotius'la lenmiştir. Müzik alanında bir uywn
+Hobbes'tan alınmış kimi unsurları bir bulan Pythagorasçılar, buradan hareket-
araya getiren +toplum sözleşmesi bir le bir yandan müzikteki uyurnun evren-
doga hali kabulünü dayanır. Sivil otori- deki genel ve yetkin uyurnun küçük bir
710 Pythagorasçılık

örne~i oldu~u görüşüne, di~er yandan sınınn sınırsaza üstün gelmesinin sonu-
da matemati~in ilkelerinin varolan herşe­ cunda ortaya Çlkar. Uyurnun temelinde
yin ilkeleri oldu~u, evrenin ilkesi, arklıe bulunan karşıt ö~eleri, Pythagorasçılar
ya da tözünttn sayı oldu~u fikrine ve ni- düalist bir anlayışla, iki ayrı sütun al-
hayet, varlıklar arasuıdaki nitelik farklı­ tında on çift olarak sıralamışlardır. Bu
lıklannın niceliksel farklılıklara indirge- karşıtlıklar, sırasıyla sınır ve sınırsız,
nebilece~i sonucuna ulaşmışlardır. tek ve çift, bir ve çok, sa~ ve sol, erkek
Pythagorasçıların bilimsel çalışmaları ve dişi, sükünet ve hareket, do~ru ve
arasında, geometri alarunda, Yunanluıın e~ri, aydınlık ve karanlık, iyi ve kötü,
genele, yasaya ulaşmadaki dehasıru, ya kare ve dikdörtgen karşıtlıklarından
da üstün başarısını eşsiz bir biçimde ör- meydana gelmektedir.
nekleyen ünlü Pythagoras teoremi de yer Pythagorasçıbk [İng. Pythagoreanism}. M.
alır. Teorem, Pythagorasçıların salt arit- Ö. 525 yilında Pythagoras ve arkadaşla­
metiksel ve geoınetıik olgulan aşmış n tarafından kurulan felsefe okulu ve
olup, bu olguları tümdengelimsel bir sis- dini cemaatın temel fikir, ö~reti ya da
tem içinde özümlediklerini gösteren çok akideleri için kullanılan terim.
güzel bir örnektir. Metafizik alanında Buna göre, Pythagorasçılık herşeyden
Anaksiınan dros'tan etkilenen Pythago· önce, 1 bir sayı n tetafiziği ve, gerçekli-
rasçılar, ondaki Belirsiz ya da Suursız fik- ~in özü itibariyle matematiksel olduğu­
rini, Sınırsız olana şekil veren ve ondan nu ifade eden bir gerçeklik anlayışuu, 2
bir uyum yaratan Sırur fikriyle birleştir­ felsefeyi tinsel arınma için bir araç olarak
mişlerdir. Buna göre, sayıların tek ve çift görme tavrını, 3 radikal bir ruh beden
diye ikiye aynldı~ını öne süren Pythago- ikidli~i içinde, ruhun göksel yazg~sana
rasçı anlayışa göre, bunlardan Tek olan dikkat çekme ve onun lannsal olanla bir-
sınırlı iken, Çift olan suuı·sızdır. Bir ise, leşme şansını vurgulama görüşünü içe-
aynı anda hem tek ve hem de çift oldu~u rir. Öte yandan, Pythagorasçıhk, 4 belirli
için, bu ildsinden meydana gelir. Başka sembollere, özellikle de tetrakıjs türünden
bir deyişle, bir, sınırın, onu sınırlı kılmak mistik seınbollere başvurma tavrıyla S
için, sınırsıza baskın çıkmasının sonu- Pythagoras teoreminde, belirgin hlle
cunda ortaya çtkar. Sayı ya da saydar ise, gelen matematiksel çalışmaları ihtiva
birden do~ar. ederken, 6 okul ya da tarikat mensuplan-
Pythagorasçılarda uyum, karşıt ö~eler nın sadakat ve ba~hlıklarına büyük bir
arasındaki ilişkinin bir sonucu olarak, önem verir.
Quine, Willard von Orman 721

dogması olarak gördüğü şeyi, yani ana-


litik 1sentetik ayıruruyla anlamlı tüm
önennelerin dolayunsız deneyimlere dair
tümeelere indirgenmesi gerektigi anlayı­
şını reddebniştir. O giderek daha mad-
deci ve naminalist bir görüşe yönelmiş

Q ve bilgiyle düşünme sürecindeki kav-


ramsallaştumarun önemi üzerinde dur-
muştur. Algısal benzerlik yoluyla göz-
lem önennelerine yükseldi~, gözlem
önennelerini bir araya getirmek suretiy-
quadrivium. Ortaçagda üniversiter egiti- le de de nasıl genel yasa ya da hipotez-
min daha ileri aşamasını, daha yüksek ler oluşturdugumuzu araştıran Quine,
bölmesini meydana getiren dört mate- mantık alanında daha ziyade Russell ve
matiksel disiplin. Whitehead tarafından geliştirilmiş olan
Astronomi, geometri, aritmetik ve mü- matematiksel mantıBa sadık kalmıştır.
zikten meydana gelen dört matematiksel Bununla birlikte, o Ingiliz filozoflannın
disiplin ya da sanab. gösteren quadriviu· mantığın antolajik bakundan yansız ol-
mun bir önceki aşaması triviumdur. Qu- dugu görüşüne ka~ıt bir tavır geliştir­
adriviumu ·meydana getiren bilim ya da miş ve hatta, varlıgın manbga, ama
disiplinlerden önce okurulan bu disiplin- daha ziyade dile baglı ve göreli oldugu-
ler, suasıyla gramer, retorik ve manbk- nu öne sürmüştür.
tır. Quadrivium ve triviumu meydana ge- Bir manlık teorisinin kabulünün ortaya
tiren bu yedi sanata birlikte, özgür çlkardıgı ontolojik sonuçlar üzerinde
adamın sanatları anlamında libaal sanat- duran Quine, dili saglam tahminler orta-
lar adı verilmiştir. ya koymak. geçerli öndeyilerde bulun-
Quine, Willard Von Orman. Mantığın te- mak suretiyle tecrübemizi düzenlemeyi
melleri ve özellikle de semantik yönleriy· . amaçlayan bir tür teori olarak görmek
le ilgili bir teori geliştirmiş olan Amerika- gerektigini belirtir. O bu baglamda, bir
lı manbkçı ve filozof. Temel eserleri: dilden başka bir dile tercüme yapmanın
Word and Object [Söz ve Nesne], Metlwds imkAnsız oldugunu iddia ederek, anlam
of l.ogic [Mantık Yöntemleri], From a Logi- efsanesini bir şekilde yıkmıştır. Biliın
cal Point of View [Manbksal Bakış Açısın­ felsefesi alaronda ise, Quine, Duhem'i iz-
dan], Philosaphy of Logic [Manbk Felsefe- leyerek, bilim adamının deneyin sına­
si], Tlıe Roots of Reforance [Gönderimin masına, diger önermelerden yahtlanmış
Kökenleri1 Pursuit ofTnıth [Hakikat Ara- bir önermeyi de~l de, bir dizi önermeyi
yışı] ve 'Two Dogmas of Empricism'. tibi tuttugunu ~vunur. Zira onun görü-
Felsefi araştırmalarında dogalcı ve em- şüne göre, bir öneone sadece deneyim-
pirist dünya görüşüne uygun bir yakla- lerin yalın bir özeti de~), fakat bilimsel
şım benimseyen Quine, empirizmin iki bir sistemin temel bir bileşenidir.
122 radikal

radil<al apriorizm [İng. radical apriorisnı;


Fr. apriorisme radicale]. İnsana gerçekli-
gin bilgisini, deneyimin degil de, yal-
nızca aklın sagladaganı, insan zihninde
doguştan düşünceler bulundugunu ve
deneyimden bagımsız gerçek bir bilgi-

R nin mümkün oldugunu, tecrübenin bil-


giye hiçbir katkasa olmadagana savunan
görüş.
Deneyimin gerçddigin bilgisi için bir
deger taşıdagı düşüncesine şiddetle
radikal [İng. radical; Fr. radical; Al. radikal]. karşı çıkmış, deneyimedayanan empi-
1 Temel, mutlak, topyekün ya da kesin rik bilginin bizi gerçekligin kendisiyle
olan bir şeyi tanunlamak için kullanılan degil. de, yalnızca görünüşüyle tanıştar­
sıfat. 2 Politik sistemde geniş kapsamlı dıgıru savunmuş olan radikal aprio-
ve temel bir dönüşümün gerekliligini rizm, daha çok İlkçag Yunan felsefesiyle
savunan kişiyi; siyasr yelpazede aşırı sınırlanmış olan bir görüştür. Radikal
uçlarda, ama özellikle de solda yer alan apriorizmde, duyu yamlsamalan, farkla
birini tanunlamak için kullanılan politik insanlaran aynı nesneye ilişkin algılann­
nitele me. da kimi öznel farkidakiann bulundugu
Bu baglamda, sosyal ve politik alanda keşfinin sonucunda ortaya çıknn bir
büyük degişimlerin, kökten dönüşüm­ güven eksikligi ve degişmez olanın bi-
lerin savunuculugunu yapan teori ve linemeyecegi inancı çok etkili olmuş­
hareketler de radikal sıfatıyla kategori- tur. Radikal bir apriorizmi savunan
leştirilir. Gelenekle, kurumlaşmış ve tParmenides ve tPlaton gibi filozoflar,
yerleşik geçmişle olan tüm ilişkileri ko- degişenin belli bir zamanda belli bir tür-
parmak ve yeni bir sayfa açmak isteyen- den oldugu, buna karşan daha sonraki
lerin görüşü, aynı zamanda radikalizm bir zamanda söz konusu türden olmada-
olarak tarumlarur. Bu anlamda radika- ga için, bir çelişki içerdigini savunmuş­
lizm Fransa'da, liberalizm, cumhuriyetçi- lar ve kendinde çelişik olanın, her ne
lik ve sekülarizm için genel bir terim ola- ise, varolamayacaguu belirtmişlerdir.
rak kullanılırken, Ingiltere'de felsefi Başka bir deyişle, ontolojik bakarndan
radikalizm anlamında, Jeremy tBentham bir görünüş ve gerçeklik ayanma yapan
ve John Stuart tMill'in temel W\Surları bu filozoflar, söz konusu ayınını empi-
iktisadi liberalizm, akılcılık. yararalık ve rik bilgi ve rasyonel bilgi arasındaki
bireycilik olan felsefesini tanımlamak epistemolojik nitelikli ayanmla destekle-
için kullanılmıştır. mişler, duyulann bize yalnızca degişen
Yine aynı çerçeve içinde, 1960'1ı yalia- görünüşleri verdigi yerde, aklın degiş­
nn son]annda, Anglı>-Sakson dünyada, mez bir gerçekligin, kesin, mutlak ve
özellikle de İngiltere'de, hllim burjuva ezelf-ebedi bilgisini sundugunu savun-
kültürünün ayrılmaz bir parçası oldugu muşlardar.
gerekçesiyle, analitik felsefenin üniversi- radikal empirizm [İng. radical mıpiricisnı;
telerdeki egemenligine karşı çıkan ve Fr. emprisime radical; Al. radikal enıpiris­
sola, prarise agırlık verecek bir felsefenin mus). Dış dünyada tikeller kadar, bagan-
savunuculugunu yapan düşünce yöneli- tdann da varoldugunu, her tür bilginin
mine radilcııl felsefe ada verilmiştir. Radi- tek kaynaganan dogrudan ve aracısaz
kal felsefe deyimi, 1980'li yıllardan itiba- deneyim oldugunu, haklı kılınan her
ren de, erkekmerkezli felsefeye karşı iddianan dogrudan ya da dalaylı ola-
çıkan tfemlı\ist felsefe için kullarulnuş­ rak, deneyime dayanması gerektigini,
tar. tecrübeyle en az ilişkili gibi görünen
rasyonalite 723

önerınelerin, hatta matematigin aksi- Rasiantının söz konusu anlamı içinde,


yomlarıyla mantıgın ilk ilkelerinin bile evrende rasıantının veya raslantısallıgın
deneysel iddialar oldugunu savunan ve hüküm sürdügünü, ya da evrende ras-
çogunluk tduyumrulukla birleşen bilgi lanbya şu ya da bu ölçüler içinde bir yer
anlayışı. buiWldugunu, evrendeki tüm ya da bazı
radikal hümanizm [İng. radical humanism; olayların oldugu gibi olmayabileceğini
Fr. humanisme radical; Al radikal humanis- öne süren anlayışa; rasiantının nesnel
mus]. İnsan varlıgmı yalnızca insan ya da olarak gerçek oldugunu savunan metafi-
davranış bilimlerinin suurları içinde yo- zik ögretiye, dünyadaki bazı olaylann
rumlayan, insanı tek ve en yüksek ger- belirlenmemiş oldugunu ya da her ola-
çeklik addeden anlayış. yın bir nedeni olsa bile, bazı olayiann ön-
Geleneksel tatelzrnin yirminci yüzyılda­ görülemeyecegini, bazı olayiann özünde
ki versiyonu olarak görülen radikal hü- öngörülemez oldugunu iddia eden görü-
manizmde, insanın metafiziksel bakmt- ş e raslantısalcılık denmektedir.
Görüşün Hellenistik felsefede, Epikü-
dan ilk ve en yüksek gerçeklik oldugu ve
dolayısıyla, Tann'nın varolmadıgı kabul
rosçular tarafından savunulan ve ev-
edilir. Freud, Camap, Schilick, Jaspers, rende herşeyin varoluşunu temel bir
raslantıya borçlu oldugunu, dolayısıyla
Sartre ve Camus gibi düşünürler, söz ko-
herşeyin rasiantılar sonucu oluştugu­
nusu radikal +hümanizm çerçevesi içinde
degerlendirilebilir. Nitekim, 'varoluşçulu· nu, her olay ve her nesnenin bir rasıan­
tının eseri oldugunu öne süren versiyo-
gun bir hümanizm' oldugunu söyleyen
Sartre ve diger varoluşçular, insan varlık­ nu raslantıcılık olarak geçer.
rasyonalite [Os. aklilik; İng. ratianality; Fr. ra-
larının, karşısında biçare oyuncaklar ya
tionıılite; Al. rationalitiit, venıunftmiissigkeit].
da dama taşları olarak görüldügü her
Nonnatif, ve aklın insanı diger canlı
güce şiddetle karşı çıkmışlar. Buna göre,
varlıklardan ayıran yeti oldugunu dile
Sartre Tanrı kavramuu çelişik bir kavram
getirdigi için, betimleyici bir kategori
olarak tanunlarken, Camus Tann'nm va~
olarak, insanın saglam ve geçerli akıl­
roluşumm tasdik edilmesinin, insan aklı­
yürütme ya da kanıtlamaları, iyi temel-
nın inkannı gerektirdigini söylemiştir.
lendirilmiş, apaçık inançlan kabul et-
rasiantı [Os. tesadüf, İng. chance, accident; mesi ya da benimsemeye hazır, gönüllü
Fr. hasard; Al. mfall, mfaelligkeit]. Ortaya olması durumu için kullanılan terim.
çıkışana hiç gerek duyulmayan, kendi Buna göre, çelişik degil de, tutarlı olan
içinde bir amacı olmayan, hiç beklenilme- ve deneyimle uyuşan inançlar, akli veya
yen bir olayın ortaya çıkışı; Yunan felse- rasyonel inançlardır. İşte, yanlış, çelişik
fesinde, evrende, doga ve insani amaçlılı­ ve tutarsız oldugu bilinen inançları be-
~n yanı başmda varolan üçüncü güç. nimseyip savunmak akıldışı, irrasyonel
Gerçekleşmesi zorunlu olmayan, hiç bek- bir davranış iken, tutarlı ve dogru oldu-
lenıneden ortaya çıkan şey, bir olayı do- gu bilinen inançlara baglanmak akılcı
guran nedenlere ilişkin bilgisizligin so- ya da rasyonel bir davraruştır. Bu çerçe-
nucu olarak. nedeni bilinmeyen olay. ve içinde, önermeleri deney, gözlem ve
Öngörülemeyen, bir planın ya da tasarı­ mantıksal akılyürütme yoluyla smarup,
nın sonucu olmayan bir gelişme, yasaya dogrulanan bilimin rasyonalitenin ger-
uygun düşmeyen, hiçbir yasayla açıkla­ çek bir örnegi oldugu ifade edilmiştir .
.nama yan, nedenler dizisinin önceden İnançlada ilgili olan söz konusu teorik
tahmin edilemeyen, beklenmeyen, ve rasyonDliteye ek olarak. eylemlerle ilgili
amaçlı olmayan bir tarzda bir araya geli- olan rasyonalite türüne pratik rasyonalite
şinin sonucu olan olay; yalnızca olasılık­ adı verilir. Araçsal akılcılık olarak da bi-
lara baglı oldugu düşünülen olayiann linen bu rasyonalite türü ise, arnaçianna
bagıl nedeni. ulaşmada en yüksek derecede verimli
724 rasyonalizasyon

veya etkili olan yollar! kullanmaya dik- kişisel sorumluluk vetinsiy~tifin geçiril-
kat eden insanın tavnna tekabül eder. mesini; hukuk alanında, keyfi yasako-
rasyonalizasyon [İng. rationalization; Fr. yuculugun ortadan kaldırılıp, evrensel
rationalisation]. ı Genel olarak, olaylara yasalarm meydana getirdigi temel üze-
akJi bir per-spektiften yorum ya da açıkla­ rinde, tümdengelimsel bir hukuki akıl­
ma getirme. Kanşık, anlam bakınundan yürübne anlayışının benimsenmesini;
belirsiz, karanlık ve anlaşılmaz olanı be- siyaset alanında, geleneksel meşruiyet
lirli, dakik, açık ve anlaşılır hAle getinne tarzlannın siyasi partiye dayalı karizma-
imkanı veren işlem ve süreç. tik bir liderlikle degiştirilmesini; ahlAk
2 İnsan davranışına dair sözde açıkla­ alanında, ahlaki disiplin ve egitimin
ma. Eylemleri haklı kılmak veya anlaşıbr büyük bir güçle vurgulanmasıru; bilim
hale getinnek için sahte ya da düzmece alanında da, bireysel yarahcılıktan çok,
açıklamalar üretme, özellikle psikolojide araşhnna ekipleriyle, eşgüdümlü bir
kişinin eylem, düşünce ve duygulanrun deneysel araştınna planının, ve bilim
gerisindeki gerçek motifleri gizlerneye ya· politikalannın devlet denetimi ve yöne-
rayan işlemler, geliştirilen savuruna ıne­ limi altında geliştiritmesini ifade eder.
kanizmalan. rasyonel (Os. aklf; İng. ratimuıl; Fr. rationnel;
3 Sosyolojide, iktisat ve siyasette, belir- Al rational, vtmün ftig ]. ı Akla ve düşün­
li amaçlara ulaşmak için etkin araçlarm ce yasalanna uygun olan; 2 akıl içeren,
yarabiması veya örgütlerunesi süreci. aklın varlığı ya da faaliyetiyle belirlenen
Bireyleri özgürleştirmek bir yana, on- şey; 3 akıllı, akılcı bir biçimde gerçekleş­
ları modem kurum, örgüt ve etkinlikie- meye veya fonksiyon göstenneye, rasyo-
rin demir kafesi içine ma.hkO.m eden nel bir araşbnnaya kablmaya yetili olma
rasyonalizyon süreçlerinin özünde, sos- durumu; 4 aniaşılmaya uygun, elverişli
yal faillerin, çevrelerindeki dünya üze- bir yapıda olma hAli; 5 aklın ilkelerine
rinde daha büyük bir kontrol elde uygun düşen, anlaşılabilir olan; tutarlı­
etmek için, kişisel olmayan ilişkilerde, lık, basitlik, tamlık, düzen ve mantaksal
bilgiyi giderek daha yoA'tJn bir biçimde yapı sergileyen disiplin için kul.laıuJan ni-
kullaruna yönelimleri vardır. Başka bir teleme.
deyişle, tWeber'de, insan eyleminin Bu baglamda, ahlAkta nihai ve en yük-
her boyutunu ölçüm ve kontrole elve- sek amacın, dış koşul ve etkilerden, in-
rişli hAle getiren süreçleri tanımlayan sanın duyusal boyutundan bagımsız
rasyonalizasyon, geleneksel uygulama- olarak, insanın kendisi, insan aklı tara-
ların refonndan geçirilmesine ve bu uy- fından belirlendigini savunan ve mutlu-
gulamalarla özdeşleşmiş amaçlara daha lugu degil de, insanın ahlaki gelişme ve
iyi ve etkili bir biçimde ulaşma olanagı yetkinligini en yüksek amaç olarak
verecek süreçlerin ortaya çıkışına, ku- gören ah.l4k sistemleri rasyonel ahlak kate-
rumların belli amaçların gerçekleştirile­ gorisi içine girer.
bilmesi için, daha etkili ve yeterli araçlar Öte yandan, geleneksel meta6zigin üç
hAline getirilmesine işaret eder. ana dalından birini meydana getiren ruh
Buna göre, Weberci anlamı içinde ras- ya da :ıihin teorisine; deneysel psikoloji-
yonalizasyon, ekonomi alarunda, fabrika nin tam karşısında yer alan, zihne dair a
ve üretimin bürokratik yollardan düzen- primi araşhnnaya rasyonel psikoloji adı ve-
lerunesiyle, kAnn gelişmiş muhasebe· rilir. Sadece akla dayanan, akıl yoluyla
teknikleri kullanılarak hesaplanmasını; bulwunuş bir Tann'ya iman eden din
din alanında, ilahiyabn, vahiy temeli rasyonel din; dini inanon konusunu ve
üzerinde degil de, entellektüel bir temel temel unsurlarını, vahiyden ba~sız
üzerindeki gelişimi sayesinde, büyünün olarak araşhran ilahiyat ise rasyonel teoloji
ortadan kaldınlıp, dini Ayinlerin yerine olarak tanımlanır.
rationes seminales 725

Yine aynı çerçeve içinde, spekülatif di- kullanılmış olan ve pozitif bilimlerin
siplinlerde, felsefede ve teolojide kullanıl­ yöntemlerini, felsefeye uygulamaktan
mış olan, ve deneysel ö~elere pek yer oluşan +pozitivist yöntem.
venneyerek, yalıuzca saf aklın faaliyeti ve l l Apaçık olan tek bir olgusal doğru
katkısıyla belirlenen metodlar rasyonel yokken, içsel algılan betim.leyen tüm yar·
yöntemler diye karakterize edilir. Felse- gıların apaçık oldu~u, bu apaçık do~­
fede farklı filozoflar tarafından benim- rulara ulaşmanın yolunun, yorumdan
senmiş olan söz konusu rasyonel yön- kaynaklanan yabana ö~eleri işe hiç ka-
temlerin belli başhlan, tarihsel bir sıra nştmnaksızın, içsel algılaruruza ilişkin
içerisinde şu şekilde sınıflanabilir: ı tam ve dakik tasvirlere ulaşmak olduğu­
1Sokrates tarafından kullanılmış olan ve nu savunan +Husserl tarafından önerilen,
sorgulama yoluyla analizden meydana ve kişinin öze dair s-ezgileriyle ilgili rapor
gelen Sokratik tartışma yöntemi. 2 Araştı­ ya da tasvirlerde mutlak bir kes.lnlik ve
rdan öze ulaşılırtcaya kadar, türlen topla- saflık elde edebilmek için kullanılan feno-
maktan ve en yüksek cinsi alt türlerine 11lD'IDIDpk yön ttm. 12 Bergson tarafından
bölmekten oluşan Platonik toplama ve kullanılan ve gerçekli~n dowudan ve
bölme yöntemi. 3 t Aristoteles ve Ortaça~ aracıstz algısından oluşan sagi ycmtemi.
düşünürleri tarafından kullandan ve dü- 13 İnsa.ru Tann'ya götürecek içkin gerçek-
şünceyle varhk arasındaki nedensel iliş­
lik ve de~erlerin gelişimini amaçlayan
kiyi kanıtlamalı olarak göstermeyi amaç- meta.liziksel bir içebakışla belirlenen ref-
layan sentetik yöntenı. leksi/ yöntem. 14 Kavramsal kanşıklıkla­
4 tPiotinos, tAugustinus ve mistikler nn, dil konusundaki yani.Jş ve sahte ka-
tarafından önerilen ve zihnin bir bütün
bullerin, dünyayla ilgili düşüncelerimizi
olarak aydınlarunası hedefine götüren saptmnasını örılemek üzere, neden, sayı
bir süreç olarak, ahlaki ve entellektüel
ya da varoluş gibi genel kavramları çö-
annma ve saflaşmayla belirlenen çile
zümleyen, bunlann gerçek anlamlarını
yörıtemi. 5 tCicero tarafından kullanıl­
gün ışı~ına çıkaran bir yöntem olarak
mış olan ve do~rulu~a ulaşma yolunda,
önerilen felsefi analiz yöntemi.
farklı ö~eleri farklı yer ve ö~retilerden
amaçlı bir biçimde seçip almaktan olu-
ratio sapiantiae. Ortaçağ felsefesinin
şa n seçnıeci ya da eklektik yöntem.
önemli düşünürlerinin başında gelen
6 Franstz filozofu tDescartes tarafından Aziz Augustinus'wt Tann'ya götüren bil-
kullanılan, ve aklın sezgi gücünü kulla-
gelik türüne vercti~i ad.
narak, açık ve seçik olan, ve bundan do- İnanon akılla tamamlanması ve temel-
layı kendisinden hiçbir şekilde kuşku lenmesi gerekti~ini savunan .Azjz Augus-
duyulamayan mutlak bir do~ruya ulaş­ tinus'a göre, inanç arar, akıl da bulur. Bu
mak için, kuşkunun bir araç olarak be- arayışın ürünü bilgelik olmak durumun-
nimserunesinden oluşan tkufku yöntemi. dadır. Onun sözünü ettiti bilgi ya da bil·
7 İngiliz empiristleri tarafından kullaru- gelik ikiye ayrılmaktadır. Bunlardan bi·
lan ve idelerin, düşüncelerin kökenine rindsi olan ratio scientiaede, insan dışa
ilişkin bir araştırmadan, içebakışsal döner, kendisine verilmiş olanı analiz
analizden oluşan psikolojik yöntem. 8 etmek suretiyle, do~arun ilkelerinin veya
tKant tarafından kullanılınış olan ve ö~elerinin bilgisine ulaşır. Buna karşın,
bilginin olana~yla koşullan ve sınırları­ ratio sapiantiaede, insan içe döner ve kendi
na ilişkin bir analizden oluşan transen- içinde ruhu ve Tanrı'yı bularak, en yük-
dentat yöntem. 9tHegel ve tMarks tara- sek bilgeli~e ulaşır.
fından kullanılmış olan ve düşünceyle raliones seminales. Maddede potansiyel
varlı~ın tez, antitez ve sentezden geçe- olarak varolan fiziki güçler, e~ilimler
rek gelişü~ini ifade eden tdiyalektik yön- ya da tohumlar için kullamlan Latince
tenı. 10 tComte ve +Spencer tarafından deyim.
726 , .. vendiye

Tohumların kendilerinde, taın olarak tışmada, deneyimin ya da algının nesne-


büyüyüp gelişmiş bir bitld haline gele· lerinin algılayan öznenin zihninden ba-
bilme potansiyeline sahip olmasından ~ımsız olup, nesnel bir varoluşa sahip
hareket eden görüş, maddenin de, atıl bulundu~nu öne süren türü reC1list pozi-
ya da gizil durumdayken, tam ve eksik· tivizın olarak tarumlaıur. Bu tür bir pozi-
sizce gelişebilmek için uygun koşullara ti vizm, algıda, dış dünyadaki nesneleri
uyabilece~ini, elverişli formu alabilece- degil de, kendi zihin hallerimizi algıladı­
gini dile getirir. ~ söyleyen idealist pozitivizmden,
ravendiye. Bilginin kaynagında duyuların algllUll nesnelerine insan zilminden ba-
oldugunu, insan aklıyla bagdaşmayan gımsız bir varoluş yüklemek bakımın­
hiçbir inanç ve görüşün kabul edilmeme· dan aynlır.
si gerektigini öne süren ve bundan dolayı realizm [Os. hııkikiyye; İng. realisnı; Fr.
İslam dini tarafından öne sürülen inanç reAlis,nıe; Al. realismus]. ı Genel olarak, ol·
ve ilkelere karşı çıktı~ı için, dinsizlikJe guları, ne kadar aykırı görünüderse gö-
suçlanan maddeci İslam düşünürü Ra· rünsünler, olduklan gibi, şeyleri gerçekte
vendlnin ögretisi. oldukları şekliyle nesnel olarak ve dü-
Hakikati kavramanın akıl dışında rüstçe kabul etme tavrı veya belli bir ka-
başka bir yolu olmadıgını öne süren bu tegoriye giren varlık ya da nesnelerin zi-
ögretiye göre, iman ve dolayısıyla din hinden ba~msız oldu.klanru öne süren
bir yanılgı olup, bütünüyle akıldışıdır.· ögreti.
realist [İng. realist; Fr. rialiste; Al. realist]. Belli bir kategori ya da türden şey ya da
ı Gerçekligin insan zihninden bagımsız nesnelerin zihinden ya da düşüncemiz­
oldugunu söyleyen genel ö~etinin şu den bagunsız oldugunu, ve dolayısıyla
ya da bu versiyonunu benimsemiş olan bu nesne türlerinin keşfedilebileceklerini
kişi ya da yaklaşım; 2 gerçekçi bir tavır veya bilinebileceklerini öne süren genel
takınan, görünüşlerin kendisini yoldan realizm ögretisinin daha Özel örnekleri-
saptıramadıgı, yarulsamalara kapılma­ nin başında, hiç kuşku yok ki, 2 ontoloj~
yan, kendini duygulanna kaptumayan realizm gelmektedir. Ontolojik realizıne
kişi; 3 gerçekligin alelSde ve basit yön- göre, biz insan varbklan, bizden tümüyle
lerini, sıradan görünümlerini belimie- ba~ımsız olarak varolan bir dünyada ya-
yen eser için kullarulan niteleme. şamaktayız. Bu dünyanın bizden bagırn­
Bu baglamda, idealist realizm olarak da sız olan olgularının büyük bir bölümünü
bilinen ve ideal olmayan varlık türlerinin bilebilsek dahi, henüz bilgisine erişeme·
varoluşunu kabul etmekle birlikte, onla· di~imiz, bizim kavrayışımız dışında
n, sahip oldukları varh~n, gerçekligin kalan olgular vardır.
ya da gücün niteligi bakımından, ideal 3 Tümelierin ba~ımsız bir biçimde va-
bir varlık ya da varlıklara ~bi kılan ya rolduklaruu, onların varoluşlanıu ken-
da ideal olmayan bu varlıklara ideal var- dilerinin nitelikleri olduklan bireylere
lık karşısında ikinci dereceden bir var· borçlu olmadıklaruu öne süren tktroram
lık, gerçeklik ya da statü yükleyen görü- realizmi başka bir realizm türü olarak or-
ş e realist idealizm adı verilir. taya çıkar. Tümelierin agızdan çıkan bir
Öte yandan, felsefenin görevinin, meta- sesten başka bir şey olmadıgını savu-
fizikten uzak durup, doga bilimlerinin nan tnominalizmin karşısında yer alan
yöntemlerini kullanarak, bütün bir feno- mantıksal ve metafiziksel bir ögreti ola·
menler dünyasımn birlikli bir resmini rak kavram realizmi, ilk kez, Sofistlerin
sunmak oldugunu, dış dünyaya ilişkin töznelcili~ini aşmak üzere, bilginin nes-
bilgiye yalnızca deneyim yoluyla ulaşa­ nesinin tümel olan oldu~unu öne süren
bilece~imizi savunan pozitivizmin rea- tSokrates tarafından dile getirilmiş ve
list versiyonu; pozitivizmin deneysel gerçekten var olanın insan zihninden ba·
bilginin nesnelerinin dogasıyla ilgili tar- gımsız, nesnel bir varoluşa sahip olan
realizm 7l7

ti.ime1 oldugunu iddia eden tPl2.ton ve lan yaratmak yerine, keşfeden zihi,nden
+Aristoteles tarafından geliştirilmiştir. bagımsız olarak varoldugunu savunan
4 Realizm modem felsefede ise, zihni- görüşe karşılık gelmektedir (matematik-
mizden ya da kendilerine ilişkin duyu- sel realizm). 6 Buna karşm, bilimsel rea-
deneyi ya da bilgimizden bagımsız ola- lizm, bilimsel teorilerin zihinden bagım­
rak varolan hiçbir maddi nesne bulunma- sız bir dış gerçekligi betimledilderini,
dığını, bütün bir evrenin zihnimize bagh gözlemlenemeyen varhkJarla ilgili bi-
oldugunu, ya da zihinsel bir yapıda oldu- limsel teorilerin, gözlemJenemese bile,
gunu öne süren idealizmin, ve maddi teoriden ya da zihinden bagımsız olan
nesnelerin, yalnızca mümkün ya da aktü- bir dış gerçekligi betimleme yönündeki
el duyum ya da zihin hali öbekJeri olarak girişimler olarak degerlendirilmeleri ge-
varolduklannı öne süren fenomenalizmin rekti~ni öne süren· görüşü ifade eder.
karşısında yer alan epistemolojik ve me-- Aynı bilimsel realizm, hakiki bir bilim-
tafiziksel bir öğreti olarak. genelde ger- sel teorinin gözlemlenebilir fenomenler
çekligin insan ziluıiriden bagımsız oldu- arasındaki ilişkileri açıklamak üzere ön-
gunu, bilgide züme sunuluşundan ayn gördügü veya varsaydıgı, elektron veya
ve bagunsız bir biçimde varoldugunu, quark benzeri teoretik şey ya da yapım­
maddi nesnelerin bizim dışuruzda ve lann gerçek, bagımsız olarak varolan
duyu deneyinden bagımsız olarak varol- şeyler olduklarını öne sürer. İşlemcilige
duklannı iddia eden anlayışı ifade eder. ve aletçilige karşıt bir görüş olan bilim-
Epistemolojik realizm olarak bilinen bu rea- sel re.alizm, daha geniş bir çerçeve için-
lizın, insan zilmi ile maddi nesne arasın­ de, bilimsel bir dünya görüşüyle uyum
daki ilişkide, araya tasanınların girip gir- içinde olan bütün realizmJeri kapsaya-
memelerine baglı olarak, dolaylı ya da cak genel bir şemsiye terim olarak kul-
do~udan realizm adını alır. lanılmaktadır.
Buna göre, 4-a) insan varlıgıyla, onun 7 Öte yandan, dünyada kipsel olgular,
dışındald maddi nesne arasındald te- yani' .. wrunlu olarak y'dir' veya ' .. nin y
masın algı yoluyla oldugunu, insanın olması mümkündür' benzeri önermelerle
algıda, kendi zihninden bagımsız nes- betimlenen, dilimizden ve düşüncelniz­
nelere nüfuz edebildigini savunan rea- den bagımsız olgular bulundugu görü-
lizme, dogrudan realizm adı verilir. Dog- şüne ise, mantıksal veya kipsel realizm adı
nıdan realizmin, yanılsamalar ve halüs- verilir. 8 Buna karşılık, siyaset alanıt\lJ\
nasyonJara ilişldn açıklamasının sonu- veya politika biliminin kapsamı içine
cu olan, farkb türleri vardır. giren araşbrmalarda empirik ve deger-
4-b) Nedensel ve psikolojik süreçlere den bagımsız bir yaklaşımın savunucu-
ilişldn araştırmaların bir sonucu ola- lu~nu yapan ya da ahlaki mülahaza
rak, dogrudan realizmi reddeden, algı· veya degerlendinnelerin politik kararlarla
da zihinle nesne arasında kurulan iliş· hiçbir ilişkisi bulurunadıguu, önemli olan
kinin saruldıgı gibi basit ve dolayunsız tek şeyin iktidar ve kişisel çıkar oldugu-
olmadıgını savunan ve algırun nedenle- nu öne süren görüş ise politik TeQlizm ola-
ri ve nihai nesneleri olarak maddi nes- rak tarumlanır. 9 Hukuk düşüncesini po-
nelerle, bu nesnelerin duyu-()rganlan litik ve dini ideolojilerden ayıklayan ve
üzerindeki eylemine bagh olan beyinsel yasakoyuculukla adli kararlarda saglam
süreçlerin zihinsel sonuçları olan kişisel bir temel oluşturacak bir hukuk teorisi
duyumları birbirlerinden ayıran realiz- geliştirmek için çalışan yaklaşıma da
me ise, dotaylı realizm adı verilir. hukuki realizm adı verilmektedir.
Öte yandan, S. realizm matematik ala- 10 Ahlak alanında ise, realizm, ahl~ki
nında ise, özel olarak sayılann, genel idealizme karşıt bir görüş olarak, ilahi'
olarak da matematigin nesnelerinin. on- irade veya yasakoyuculann iradesinden
728 reductio ad absurdum

ba~unsız olan ahlaki olgular bulundu- refleksif psikoloji olarak metafizik [İng.
~unu; ahlaki yargıların, bpkı di~er yar- metaphysics as reflexive psychology; Fr.
gılar gibi gerçekli~i betimledi~ini, be- rııitaphysique cormne psychologie riflexive].
timlenen bu gerçekli~n ahlaki gerçeklik 19. yüzyıl Fransız filozofu Maine de
oldu~unu, dünyanın iyilik, kötülük ve Biran'an, De la Decomposition du Pensee
de~eri, do~ru ve yanhşı, birtakım zo- (Düşüncenin Oluşumu üzerine) ve
runluluk ve yasaklan içerdi~ini ve Essai sur tes Fondenıents de la Psychologie
ahlak dilinin amacının bütün bu ö~ ve [Psikolojinin Temelleri Üzerine bir De-
de~erleri açıkJamak ve onlar hakkında neme] adlı eserinde ifade edilen, ve me-
akıl yürütmek oldu~unu savunan anla- tafizi~i refleksif psikolojiyle özdeşleşti­
yışı ifade eder. ren, metafizik görüşüne .verilen ad.
Realizm, 11 estetikte de, a) genel tip ya Buna göre, hpkı tKant gibi, bilinçteki
da türün önemini vurgulayan idealizme görünüşlerinden ayn olarak kendinde
karşıt olarak, bireyselli~i ön plana çıka­ şeylere, yanj numenlere ilişkin bir araş­
ran görüşe, b) uyum ve uywnlu olanı tırma şeklinde anlaşılacak bir metafizi-
arayan idealizmden farklı olarak~ yaşam ~in olanaksız oldu~unu savunan Maine
ya da gerçekli~in güçlü, keskin ve hatta de Biran'a göre, tmetafizik, 'içsel feno-
çirkin yönlerini ortaya koymaya özen menler'in, 'iç duyu'nun ilkel verilerirlin
gösteren anlayışa, c) sanatçının estetik bilimidir. Bu anlamda, yani, dirençle
karşılaşan istemli çaba ba~lamanda,
ilgilerine ba~h olarak, gerçekiilde de~i­
şiklikler ve bu arada seçimler yapmaya
etkin ben olarak öznenin varoluşunu or-
dikkat eden idealizmin tersine, gerçekli- taya koyan disiplin anlamında metafi-
zik, bir ilkeler bilimi olup, sezginin ilkel
~i, hiçbir seçim ya da ayınm yapmadan,
olgularında ya da temel verilerinde ser-
gerçekte oldugu gibi, tüm aynnhlarıyla
gilenen ilkeleri ortaya çıkarır.
yansıtmaya dikkat eden tavıra karşılık
refleksivite [W. reflexivity; Fr. rtjlait~ite].
gelir. Nihayet, 12 piyasının kendi yasa-
1 Genel olarak, dönüşürlük veya düşü­
larına göre işlemesi ve devletin her
nümsellik diye karşılanabilen ve dilin,
türlü müdahalesinden bağışık tutulma- düşüncenin, zihrun veya bir disiplinin
sı gerekli~ni öne süren tavra da, eJaırw..
kendi üzerine dönme gücünü veya ye-
mik realizm adı verilir. · tene~ini anlatan terim.
reductio ad absurdum. Saçmaya indirge- 2 Dönüşürlük anlanunda, dilin kendi
me. Bir önermenin dogtuluAunu, de~il­ kendisine gönderme yapmak için de kul-
lemesi ya da yanlışlığuun saçma, kabul larulabilec~ini, yani söylem ya da ko-
edilemez veya çelişik sonuçlara götür- nuşmamızın bizatihi kendisi hakkında
dü~ünü göstererek kanıtlama yöntemi. konuşabilece~imizi ve bir üstdil yarata-
Bu tür bir karutlama, tümdengelim.sel çı­ bilece~izi dile getiren temel dilse 1
karımda, belli bir Çikanmın sonucunu özellik. 3 Sanatta, sanabn kendi kuruluş
olumsu.zlamaktan, bu olumsuz sonucu ilkelerini açıklayabilmesi durumu. 4 Fel-
çıkanının do~ru oldu~u kabul edilen ön- sefede ve psikolojide, düşünümsellik
cüllerine eklemekten, olumsuz sonucu anlanunda, zihnin kendi üzerine dönme-
içeren bu öncüllerden bir çelişki türet- si, kendisinin hem öznesi ve hem de nes-
mekten, bir çelişkinin çıkması durumun- nesi olabilme kapasitesi, bilincin kendi
da, baştaki çıkarınun do~ru oldu~u özbiJindne sahip olması durumu.
kabul etmekten meydana gelir. S Biraz daha özel olarak da, bir bilgi dalı
reductio ad impossibile. İmkansı.za indir- ya da disiplinin.. bir teori veya bir ideoloji-
geme. Bir türnce ya da önennenin do~­ nin araşhrma konusu ya da düşünme
rulu~unu, olwnsuzunun olanaksLZ ve nesnesi ba~lanunda berumsedi~ bakış
kabul edilemez sonuçlara götürdü~nü açısı, yöntem veya stratejileri, söz konusu
göstererek k.arutlama yöntemi. bakış açısı, yöntem ya da stratejilerle,
Reichenbach, Hans 729

btmlan kullanarak ulaştı~ düşünce _ya Reich, Wilhelm. 1897-1957 yılları arasında
da teorilere de uygulaması durumu. Or- yaşamış olan Avusturyalı hekim ve Fre·
ne~, tviyana Çevresi düşünürleri tara- udien Marksizmin kurucusu olan ünlü
fından benimsenen dogrulama ilkesinin psikanalist. Temel eserleri: Die Funktian
refleksif olmaklıgı ilkenin kendisinin de des Organisnıus [Bedensel Boşalmanın Iş­
dogrulanabilir olmaklıgını gerektirir. Bu levi), Dialektiseher Materialismus und
çerçeve i9flde, refleksivite bir özeleştiri ve PsycJIDQnalyse [Diyalektik Madderilik ve
degerlendinne sürecini tarumlar. Psikanaliz), Die Massen Psyclwlagie des
Bu baglamda, kendi kendisini konu Fasc/ıisnıus (Faşizmin Kitle Ruhu Anlayı­
edinen, kendi üzerine dönen bilince ref- şı] ve Die Sexuelle Revalutian [Cinsel Dev-
leksif ya da düşünilmsel bilinç adı verilir. rim].
Bununla birlikte, ben üzerine düşünü­ Kimi düşünceleriyle, özellikle de kitle
me baglı olmayan, özne ve nesne ikile- toplumuna dair fikirleriyle tFrankfurt
minin söz konusu olmadıgı, kendi ken- Okulu'nun teleştirel teorisini birçok
dinin bilincinden önce gelen bilince pre- yönden öncelemiş olan Reich, bedenin
refleksifbilinç adı verilir. önemini, bedensel boşalmanın işlevle­
Öte yandan, zihnin kendi kendisini ya rini büyük bir güçle vurgulamıştır.
da geçmişini daha iyi bilmek ve anla- Reich'in özgünlügü, Marksizmdeki bir
mak amacıyla, kendisine, kendi üzerine gedigi psikanalizle kapatma ya da daha
dönme edirni, kendine dönük düşünce ziyade psikanalize Marksist bir dönü-
refleksiyan diye taruınlanır. Zihnin, zihin- şüm kazandırma çabasından meydana
sel faaliyetin kendiliginden gelişmesini gelir. O, psikanalizi Marksistlerin gö-
engelleyerek, düşüncenin belli bir nesne- zünde aklamak için çok çalışmış ve bu
si ya da bir problem üzerinde yogunlaş­ baglarnda ruhsal bozuklukların ortaya
ması durumu olarak refleksiyon, belli bir çıkışında sosyo-ekonomik etmenlerin
çaba ile elde edilen bir dikkat yogunlu~­ payını vurgulayan ilk psikanalist olma
nu ve rasyonel düşünce faaliyetini ge- onurunu kazanmıştır.
rektiren düşünüş tarzını ifade eder. Reichenbach, Hans. Nazi Almanya'sından
Refleksiyon, buradan hareketle, aynı za.. kaçarak sıgındıgı ülkemizde de hocalık
manda insarun tüm düşüncelerini bir yapmış olan çagdaş neopozitivist düşü­
problem üzerinde yogunlaştınnası, kişi­ nür. Temel eserleri: Erptritrıa? and Predic-
nin bir şeyi ayruitıyla, etraflıca düşün­ tian [Deneyim ve Öndeyi), Prabability and
mesi, temaşa etmesi anlaıruna da gelir. Inductian [Olasılık ve Tümevanm).
reformizm (Os. ıslahatçılık; Ing. refonnism; Bir bilim dalından gelen, yeni fizikten,
Fr. refonnisme; Al. refiınnismus]. Varolan Einstein'ın görelilik liziginden etkilenen
düzenden hoşnut olmayla, ve varolan Reichenbach, bilimin tümüyle rasyonel
siyasi ve toplu=oal düzenin özü itibariyle bir faaliyet olmakla birlikte, burada mut-
saglıklı oldugu, dolayısıyla belirli bazı lak dogruluk düşüncesinden vazgeçil-
kurum. deger, faaliyet ya da koşullarda mesi gerekligini öne sürmüştür. O fizik
birtakım degişiklikler gerçekleştirildi­ ve geometrideki gelişmelerin tKant'ın
ginde, varolan düzenin iyileştirilebilece­ sentetik a priari önermelerle ilgili görü-
gi, geiiştirilebilecegi ya da kurtarılabile­ şünü geçersiz kıldıgını düşünmüş ve
cegi inanoyla belirlenen tavır. Birtakım Viyana Çevresinin tmantıkçı pozitiviz-
siyasi, ekonomik ve toplumsal reformları, mıru benimserken, tfenomenalizme
mevcut yapı içinde kalarak gerçekleştir­ karşı çıkıp, bilimsel realizmin savunucu-
meyi amaçlama. Marksist tenninolojide, lugunu yapnuştır. Yalnızca olasılıktan
devıim ya da devrimci dönüşümler yeri- söz edebilecegimizi söyleyen ve bir tavır
ne, birtakım reformlan geçirme ya da olarak olasıalıgı benimseyen filozof, ola-
gerçekleştirme egilimi için kullanılan sıcılıgın temele alınınası durumunda,
terim. pozitivist gelenegin ünlü dogrulanabilir-
'/30 Reid, Thomas

lik ilkesinin de degiştirilmesi gerektigini er'nin temel eserleri Plıilosophie analyli-


söylemiştir. que de l' Histoire [Analitik Tarih Felsefe-
Dogrulanabilirlik konusunda özgün si], Les Dilemınes de la M~taphysique pure
katkılarda bulunan Reichenbach, dört [Saf Metafizigin Çıkmazlan], Histoire et
tür dogrulanabilirligi birbirinden ayır­ Solution des Probleıııes Metaplıysiques [Me-
mıştır. Bunlar sırasıyla, teknigin geliş­ tafizik Problemierin Tarihi ve Çözümü],
me düzeyiyle oranl:ıh olarak gündeme Le Personalisme [Personalizın)'dir.
gelen teknik dogrulanabilirlik, doğa ya- Varolan şeylerin bilgi bakımından fe-
salarıyla çelişmemeyi ifade eden fiziki noınenler olduklarını öne süren Renou·
dogrulanabilirlik ve çelişkiden bagışık vier, her tür ınetafizigi reddetmekle bir-
olmayı ifaden mantıksal dotrulanabilir- likte, tpozitivizmden de uzak durmayı
lik ve deneysel dogrulanabilirliktir. An- bilıniştir. O şeylerin varoluşları için öz-
lamı tanımlamak söz konusu oldugun- neye bagh olduklan sonucuna da var·
da, söz konusu dört dogrulanabilirlikten ınaınış, ama Fransız ttinselciliginin ge-
hangisinin seçileceginin uzlaşımJa ilgili lişimine önemli katkılar yapacak
bir konu oldugunu belirten Reichen- şekilde, benin özgürlügünü büyük bir
bach'm kendisi, bilim için en yararlı ola- güçle vurgulamıştır. Şeylerin indirgene-
nın fiziki dogrulanabilirlikle ınantıksal mez çoklugu ve bireyselligi tezi ile, on-
dogrulanabilirlik arasındaki orta yol ol- dokuzuncu yüzyılın sonlannda giderek
dugunu iddia etmiştir. daha belirgin hale gelen mutlak idealiz-
Reid, Thomas. 1710-1796 yıllan arasmda me karşı koymaya çalışan Renouvier,
yaşamış olan !skoç filozofu. insarun bireyselligini belirlenimsizcilik
Sagduyu felsefesine çok önemli katkılar ve özgürlük ile irtibatlandınnıştır. Buna
yapmış olan Reid, felsefede işe, tıpkı göre, ahl:ild özne ya da failler başka
tiCant gibi, tHume'u okuyarak başla­ şeyler tarahndan belirlenmeyip, kendi
mıştır. O da Hum e gibi, insan zihninin kendilerini belirledikleri · ölçüde biricik
düşüncede ve algıdaki dogrudan ve ve özgür hale gelen bireylerdir.
aracısız nesnelerinin ideler oldugu so- Renouvier. siyaset felsefesi ve din ala-
nucuna vanrken, söz konusu ide anlayı­ nında da, bireysel özgürlük ve vicdan
şının Hume dışında, tDescartes, Locke hürriyetinin yılmaz bir savunucusu ol-
ve tBerkeley gibi düşünürler tarafından muştur.
da benimsendi~ni görüp, böyle bir teı; res cogitans. Descartes felsefesinde geçen
rinin dogal sonurunun tkuşkuculuk ol- ve 'düşünen şey', 'düşünen varlık' an-
dugunu düşünmüştür. lamına gelen Latince deyim.
Bu temel üzerinde realist bir algı kura- Yaratılmamış ve gerçek bir töz olan
mı benimseyen Reid, sagduyunun savu- Tann'ya ek olarak, iki yarattlnuş töze
nucului\illU yapmış ve her tür bilgiyle yer veren Descartes'ın ikid felsefesinde,
bilimin, apaçık ilkelere dayandıgmı öne madde ya da bedenin karşısında yer
sürmüştür. Sagduyusu ·olan tüm insan- ahp, ondan tümüyle ayrı ve bagımsJz
ların açık ve seçik bir biçimde algıladı­ olan töz olarak ruh ya da zihin vardır.
gını öne sürdügü bu ilkeler arasında, Her tözün özünü veren temel bir sıfab,
ona göre, matematigin zorunJu ilkeleriy- özsel özelligi oldugu dikkate alırursa,
le, sagduyunun zihinden bagunsız bir ruhun ya da zihnin özünü veren sıfat,
dış dünyanın varoldugunu dile getiren düşünmedir. Res cogitans, bu çerçeve
ilkeleri vardır. içinde, tDescartes'ta bireysel zihin ya da
Renouvier, Charles. 1815-1903 yıllc;lrı ara- düşünen bene oldugu kadar, söz konu-
sında yaşamış olan Fransız düşünür. su tüm bireysel zihin ya da benierin geri-
Hocası tComte'a ek olarak. Leibniz ve sindeki lcaJıcı temel, dayanak olarak tin-
Kant'tan da etk~lenmiş olan Renouvi- sel şey ya da ruha karşılık gelir.
retol'ik 731

res extensa. Descartes felsefesi nde geçen, ınayla losır tartışma arasında bir ayrım
ve 'yer kaplayan şey', 'maddi varlık', 'ci- yapmamız gerekir. Sözün büyük bir
simsel şey' anlamına gelen Latince gücü oldugunu, bununla birlikte bu
deyim. gücün aydınlatan ve bilgi veren bir güç
Buna göre, Descartes'ın ikici felseiesin- degil de, dalgalandıran, harekete geçi-
de, ruh ya da zihnin karşısında yer ren, sürükleyen ve etkileyen bir güç ol-
ralan töz olarak madde ya da bedenin dugunu savunan Gorgias, bu çerçeve
özünü veren özsel özellik 'uzam' ya da içinde retorik sanatını geliştirmek için
'yer kaplama' dır. Bu nedenle, res extensa büyük bir çaba sarfetmiştir.
Descartes'ın felsefesinde evrendeki tüm Yunan'da t Aristoteles ve Theophrastos
maddi, mekanik degişmenin temelinde gibi düşünürlerin teorik çerçevesini çiz-
yer alan maddi tözü gösterir. dikleri retorik, dili dogru bir biçimde kul-
resimsel dil teorisi [İng. picture theory of lanma sanatı olarak tanımlanan dilbilgisi-
language; Al. theorie pictographique de lan- nin tersine, dili iyi, güzel ve etkili bir
gue]. Analitik felsefe gelenegi içinde yer biçimde kullanma sanah (ars bene loquen-
alan tmantıkçı pozitivizmde, Russell ve di) diye tarwnlanmıştır. Yunandan sonra
ilk dönem Wittgenstein'ı tarafından sa- Seneca ve Cicero gibi büyük hatipler tara-
vunulan ve dil ile dünya arasında tam fından Roma'da da geliştirilen retorik, te-
bir karşılıklılık bulundugunu, dilin ya- orik bir açıdan degerlendirildiginde,
pısının dünyanın yapısını yansıttıgını onda 1 fikir geliştirme şemalarının in-
ya da resmettigini, öyle ki filozofun dile celenmesinden oluşan buluş (Yun. heu-
ilişkin bir analiz yoluyla, gerçeklikle il- resis; Lat. inventio); 2 konuşmada plan
gili temel dogrulara ulaşabilecegini sa- yapma ile ilgili bölüm olarak düzenleme
vunan dil anlayışı. (Yun.t axis; Lat. dispositio); 3 üslup ve
retorik [Os. belagat; İng. rhetoric; Fr. ritm kurallarını kapsayan ifade (Yun.
rh~torique; Al. rhetorik]. Fikirleri, düşün­ lexis; Lat.elocutiD); 4 konuşmada daha
celeri en iyi bir biçimde ifade etme, etki- önce söylenmiş olanJan habrlama, ilk ve
li konuşma. Dili, mahkemede adaleti son söylenenler arasında bag kurma ola-
gerçekleştirmek, politikada yarar sagla- rak anımsanıa (Yun. mnnne; Lat. memoria)
mak, v. b, g., temelde ikna etmek ama- ve 5 ses dozu, davranış tarzı ve el-kol ha-
cıyla, en etkili ve cezbedici bir biçimde reketleriyle belirlenen eylem (Yun. hypolcri-
kullaruna sanatı. sis; Lat. actio) gibi unsurlar birbirlerinden
Retorik üzerinde en çok duran ve onu aynlır. Retorik Hristiyan Ortaçağında li-
geliştiren tSofistler ve özellikle de Gor- beral sanatiann en önemlisi olarak geliş­
gias olmuştur. Sözün en az çabayla, en me göstermiştir.
tanrısal ürünlere ulaşan büyük bir güç İslam dünyasında, kendisine belagat
oldugunu öne süren tGorgias, insarun adı verilen retorik, cümle kuruluşlan­
dogaya, kendisine ve topluma ilişkin ru, cümle yapısını inceleyen ve uyulma-
olarak tam bir bilgisizlik içinde oldugu- sı gereken kuralları gösteren maani, ilgili
nu söylemiştir. İşte bu bilgisizlik ve do- konuyu karşısındaki kişiye açık ve seçik
. layısıyla il<nanın taşıdıgı büyük ö- bir dille, en etkileyici ve inandıncı bir bi-
nemdir ki, retorigi büyük bir farkla tüm çimde nasıl an]atacaguu konu alan ~eyan
sanatların en iyisi ve en önemlisi yap- ve nihayet mecazlardan, kalb ve müba-
nuştır. Ona göre, insanlar gerçekten de laga gibi anlahm tarzlarmdan söz eden
bilseydiler, sanıyla bilgi, · aldanmayla bedi gibi üç ana bölüme ayrılır.
dogruluk arasında büyük bir farklılık Modem dönemde ise, dilbilgisinden,
olurdu. Bilmediklerine ve gerçek bilgi- dili dogru bir biçimde kullarunaktan zi-
den söz edilemeyece~ne göre, yalnızca, yade, bilimsel söylemle karşıtlaştırılan
başarılı. ve etkileyici ikna ile doyurucu retorik, hakikati aktarmayan, etldleyici
olmayan konuşma, ikna edici tartış- ve abartılı mesajlar bütününü tanımlar.
732 revi.zyonizm

Bununla birlikte, retorige olumlu bir rafa ya da karşıt görüşlerden birine bag-
deger biçenierin sayısı günümüzde lanmanın olanaksız oldugunu dile geti-
hızla artmaktadır. Örnegin, retorigin et- rerek, takınılması gereken tavrın yargıyı
kileşim, yani normlar ve degerler ya da askıya almak oldugunu savunan görüş
iletişim baglamındaki sorunlan çözme- için kullaıulır. tKuşkuculugun Islam
ye muktedir olmadıgıru savunan Jürgen dünyasındaki en ünlü temsilcisi, bilim-
tHabermas, onun dili kullanmanın yeni den de, felsefeden de vazgeçerek, tasav-
özgün formlarını ortaya koyarak dilsel vuf yoltına girmiş olan Gazalr dir.
i~nlanmızı geliştirdigini, dünyayı Rickert, Heinrich. 1863-1936 yıllan ara-
gerçekte oldugu şekliyle görmenin yep- sında yaşamış olan Yeni-Kanıçı Alman
yeni yollarını açımladıgıru söyler. Post- düşünür. Teınel eserleri: Die Grenzm
modernistler ise, hakim bir görüşü da- der Naturwissensclıaftichen Begriffsbildung
yatma gibi bir amacı olmayan retorigi, [Doga Bilimlerinde Kavram Formasyo-
anlamı, açık bir metin içinde yeni baş­ nunun Sınırları], Grımdprobleıne der Phi-
tan kurmanın en önemli aracı olarak gö- losophischen Metlwdologie. Ontologie. Ant-
rürler. tDerrida'ya göre ise, retorik hropologie [Felsefi Metodoloji, Ontoloji
metin dışında hiçbir şey bulunmamak- ve Antropolojinin Sorunları].
tadır. Daha ziyade degerler dünyası ile olgu-
revizyonizm [Os. laslıilıçilı"k; İng. reuisio- lar dünyası arasındaki ilişki problemi
nisnı; Fr. r~visionisnıe; AL reııizionismus]. 1 üzerinde durmuş olan Rickert tıpkı
Bir ögretinin, özellikle de siyasr bir dokt- Dilthey gibi, doga bilimleriyle kültür bi-
rininin, genel kabul görmüş ortodoks limleri arasında kesin bir ayınm yap-
bir görüşün temel ögelerini tartışma ko- mıştır. Bunlardan doga bilimleri, ona
nusu yapma tavn .. 2 Daha özel olarak göre, genel önermelere ulaşmayı amaç-
da, Marksist görüş ya da terminolojide, lar, yasa peşinde koşar. Oysa kültür bi-
Marksist teori ya da pratikle ilgili ilgili limleri genelligi amaçlamaz, yasa peşin­
birtakım tez veya ilkeleri tartışma ve den gitmez. ömegin, kültür bilimlerinin
eleştiri konusu yapma tutumu. en temeli olan tarih bir defalık oluşun
Işte bu baglamda, tKautsky, Luxem- bilimi oldugu· için, bir yasa bilimi olarak
burg ve tlenin'in küçük burjuva opor- görülemez.
tünizrni sergiledigini söyleyerek bir re- Dahası kültür bilimleri, bir anlama
vizyonist diye tanımladıklan Alman edimini gerektirirler. Çünkü bu bilimle-
düşünürü E. Bemstein, bir revizyonist rin konu aldıklan gerçeklik, insanların
olarak, Marks ve Engels'i eleştirmiş ve belli birtakım degeriere göre eyledikleri
onların hemen tümüyle ekonomik. fak- bir alarun gerçekligidir. Bu gerçeklige
törler üzerinde yogunlaşmalanna karşı dolayımsız bir tarzda degil de, ancak
çıkmıştır. Ona göre, dogal ve toplumsal söz konusu degerler aracılıgıyla yönel-
koşulların meydana getirdigi ortam, me imki'lnımız olabilir. Degerler ise,
öznel iradenin nesnel temelini oluştur­ dogal nesneler gibi algılamanın degil,
makla birlikte, bu nesnel temel de, tü- fakat anlamanın konusudurlar.
müyle ve saf bir biçimde maddr degil- Ric12ur, Paul. 1913 yılında dogmuş olan
dir. Onun oluşumunda ahli'lk, hukuk, ünlü Fransız filozofu. Temel eserleri: Vo-
dini inançlar, bilimsel kurallar büyük bir lontaire et l'lnvolcmtaire [lri'ldr ve Gayrı
rol oynar. Bundan dolayı, tarihe ilişkin lradr Olan], l'Homme Faillible [Güçsüz
maddeci yorum yumuşahlmalıdır. İnsan], De l'lnterprttation: Essai sur Freud
reybiyün_ Islam felsefesinde, kuşkucu­ [Yonıma Dair: Freud Üzerine Deneme1
luk akımına, kuşkucu tavra verileri ad. Finitudeet Culpabilitt [Sonluluk ve Suçlu-
Bıma göre, Reybiyun terimi, lsli'lm dün- luk), Le Corıflit des lnterpr~tations: Essais
yasında, karut ya da delillerin eşdeger d'Hermhıeutiqe [Yorumların Çatışması:
ya da ayru güçte olması nedeniyle, bir ta- Hermeneutik Denemeleri):
romantiZm 733

Ününü, felsefede, çok büyük ölçüde, Her tür anlamın son ve en yüksek kay-
rasyonellik öncesi i~ret ya da simgeler- nagının insan varhgı, özne oldugunu
de içerilen anlamı yorumlamaktan olu- savunan varoluşçulann tam tersine,
şan hermeneutik yöntemi özgün bir bi- Rjcceur, yine, anlamın her zaman kültü-
çimde geliştirmiş olmaktan alan Ricceur, rel, toplumsal ve dilsel simgeler aracılı­
rakip teorilerden uyumlu, saglam ve yet- gıyla aktarıldıgını iddia etmiştir. Fakat
kin bir sentez yaratan bir düşünür olarak o, bu noktada, yapısalalardan da aynla-
tanınır. rak. dünya, ben ve tarih gibi fenomeno-
Buna gör~, hermeneutikten başka, Karl lojik düşünlerin önemi üzerinde ısrarlı
olmuştur.
+Jaspers ve Gabriel tMareel'in varoluş­
çulu~ ve Edmund tHusserl'in fenome-
Rodoslu Andronikos. M. Ö. 1. yüzyılda
yaşamış ve t Aristoteles'in eserlerini tas-
nolojisiyle de uzun yıllar meşgul olan
Paul Ricceur, 'sembol düşünceyi dogu- nif edip, yorumlamış olan Peripatetik
düşünür. Andronikos, aynca tümeller
rur' derken, hermeneutigin ilk ve temel
konusunda nominalist bir bakış açısı
öncülünü iyi bir biçimde ifade etmiş, ef-
benimsemiş ve insanmerkezci bir teleo-
sane, din, sanat ve ideolojinin sembolleri-
lojiye karşı çıkmıştır.
nin felsefi yorum yoluyla açıga çıkarıla­ romantizm [İng. romantisnı; Fr. roınantis­
bilecek mesajlar taşıdıgını öne sürmüş me; Al. ronıaııtisnıus]. Avrupa'ıun 1790-
ve aolayısıyla da, hermeneutigi, dolaylı 1850 yılları arasındaki entellektüel ya-
anlamı yorumlama, görünüşteki anlam-
şamının kimi temel yönlerini tanımla­
ların gerisindeki gizli anlamlan gözler mak için kullanılan terim.
önüne senne yöntemi olarak tanımla­ 19. yüzyılın ilk yan.smda, biraz da Ay-
mıştır. dınlarunaya bir tepki olarak gelişen
tFenomenolojiyi varoluşçu bir dogrul- akım ya da hareket olarak romantizm,
hıda geliştiren tSartre ve tMerleau- farklı ülkelerde farklı görünümler al-
Ponty'n.in tersine, Ricceur fenomenolojiyi mıştır. Örnegin, İngiltere'de tamamen
hermeneutigin aynlmaz bir parçası estetik bir fenomen, bir sanat hareketi
haline getirmiştir. Başka bir deyişle, olarak ortaya çıkan romantizm Fran-
Husserl'in eidetik yönteminden etkile- sa'da, tRousseau'nun etkisiyle, toplum-
nen Ricceur, tüın empirik bilgiyi veya sal uzlaşıma karşı bir protesto olarak
deneysel hipotezleri bir kenara ahp, ör- gelişmiş, hareketin. estetik boyutu daha
negin irade ya da istemenin kavramsal sonra ortaya çıknuştır. Buna göre, sa-
yapısı üzerinde odaklaşan dikkatli bir natta romantizm dogaya yönelik temelli
kavram analizi yöntemi geliştirmiştir. O bir ilgiyle belirlenen, dogal fenomenleri
tüm yaşamı boyunca, ontolojinin nihai dogrudan ve aracısız bir biçimde kavra-
ve en yüksek sorusu olan Varlıgın anla- mayı temele alan akım ya da tavrı ifade
mı sorusu üzerinde durmuştur. Düz eder. Sanatta klbisizme karşı çıkan ro-
degil de, kesikli bir ontolojinin kaçınıl­ mantizm bu nedenle, tüm formları, ku-
ralları ve uzlaşımları yapay oluşumlar
mazlıgı konusunda ısrarlı olan Ricceur,
tHegel ve tHeidegger'in kestirme yolu ve dogarun gerçek anlamını ve ifadesini
yerine, hakikate kıyılardan ve dolaylı kavramadaki engeller olarak görür, iç-
olarak yönelmeyi, simgelerin, imgelerin, tenligin, kendiligindenlik ve tutkunun
önemini vurgular. Sanatın, idealleştir­
öykü ve ideolojilerin aracılı~yla gitmeyi
me ya da genelierne olmadan, tikel ve
önermiştir. Ricceur'ün hermeneutik
soınut olana yönelmesi ve dogarun
dönüş adını verdigi, anlamı bu şekilde
uyandırdıgı duygulan gözlemesi ve ak-
dolaylı olarak sorgulama tarzı, insan an-
tarması gerektigirıi belirtir.
layışının sonlu dogasından kaynakla-
Almanya'da ise, önceleri bir sanat hare-
nan kaçınılmaz bir durumdur. keti olarak ortaya çıkan romantizm, kısa
734 Rorty, Richard

bir süre içinde bir dünya görüşü ya da di~er yarabklanndan farklı olarak bir
felsefe hareketine dönüşmüştür. Bir akla sahip oldu~u için biricik oldu~unu
felsefe hareketi olarak romantizmin do- söyledi~i insan söz konusu oldu~unda,
~uşunda, lBOO'Iü yıllarda ortaya çıkan Romantizm, aklı küçümsedi~i için, insa-
endüstrileşme ve kentleşmenin, ve do- nı do~anın bir parçası olarak de~erlen­
layısıyla yaşanan hızlı ve radikal de~i­ dirmiştir.
şiınin etkisi büyük olmuştur. İşte bu Romantizm, siyaset felsefesinde ise, ev-
çerçeve içinde, Romantik felsefenin geri- renselcili~in yerine milliyetçili~i öne çı­
sinde, statik bir varlık ya da dünya gö- karmıştır. Onda, özgür ve eşit bireyler-
rüşünden çok, yaratıcı bir sürece işaret den meydana gelen toplum idealinin
eden varlık anlayışı yer alır. yerini, her insanın konumunu bildi~i,
Yine Romantik felsefenin do~uşunda, geleneksel kökleri olan organik bir ce-
+Aydınlanma projesinin fiilen çöküşü, maat ideali alır.
Aydınlanmanın toplum, ahlak ve siyaset Rorty, Richard. 1931 do~umlu ça~daş
teorisinin yetersizli~inin farkına varılma­ Amerikan filozofu. Temel eserleri: The
sı büyük bir etki yapmıştır. Bu nedenle, Linguistic Turn: Recent Essays in Meta-
Romantik filozoflar, Aydınlanmanın katı plıilosophy [Dilsel Dönüş: Metafelsefede
ve kuru tbiliındli~i yerine estetikçi bir Yeni Denemeler], Philosaphy and the Mir-
tavır beniınsemişlerdir. Başka bir deyiş­ ror oJNature [Felsefe ve Do~arun AynasıL
le, yaratıcı süredn, yapma ve analitik Contiııgency, Irony and Solidarity [Olum-
olan akıl tarafından de~il de, duygular sallık, İroni ve Dayanışma], Essays on He-
ve sezgi yoluyla anlaşılabilece~ini savu- idegger and Dılıers [Heidegger ve Di~erle­
nan romantik felsefe, düzenli, rasyonel ri Üzerine Denemeler).
ve ölçülü olana karşı çıkarken, do~ru­ Temelde metafelsefeyle ilgilenen Rorty,
dan ve aracısız duyumlarla, yo~ın duy- büyük ölçüde Quine'ın düşünceleri üze-
guların önemini vurgulamışlardır. rinde yo~unlaşmış ve buradan hareket-
Buna göre, romantik felsefe, yanlış ve le, daha çok tanalilik felsefeyi konu alan
ikinci dereceden bir güç olarak gördü~ü geniş kapsamlı bir eleştiri geliştirmiş­
akla şiddetle karşı çıkar, aklın yaptı~ı tir. Ona göre, felsefe, çeşitli okulların et-
tüm ayırırnların yapay olup, gerçekli~i kisiyle, 20. yüzyılda temelde savuruna
parçaladı~ııu ve anlaşılmaz hAle getir- amaçlı bir EelseEeye dönüştürülmüştür.
di~ini savunur. Başka bir deyişle, ro- Rorty, İngiltere ve Amerika'daki filo-
mantizmde rasyonel analiz ya da deney- zoflann anlam problemi üzerinde yo-
sel araştırmanın yerini sezgiye ve ~unlaşan dilci filozoflar olmasına neden
duyguya beslenen güven, bilimin yerini olan şeyin, kıta Avrupa'sındaki filozof-
do~a felsefesi alır. Romantikler Aydın­ lardan ço~unu fenomenolojist yapan
lanma ça~ının kuru akılcılı~ına şiddet­ şeyle aynı oldu~unu öne sürmüştür:
le karşı çıkıp, do~anın gizlerine, bilim Geleneksel filozofların, neyin, görüşleri­
adamının matematiko-fiziksel yöntem- ni do~rulayan ya da yanlışlay an deliller
leriyle de~il de, yaratıcı coşum yoluyla olarak sayılaca~ıru açık kılmadaki başa­
nüfuz edilebilece~ini savunmuş ve son- rısızlıklannın sonucu olan umutsuzluk
suzlu~a erişmenin yolları olarak, aşkı, duygusu.
do~aya tapmayı, dini tecrübeyi ve artis- Başka bir deyişle, bilginin gerçekli~in
lik yaratıcı faaliyeti göstermişlerdir. zihinsel ya da dilsel temsiliyle ilgili bir
Aydınlanmanın benler ve şeyler olarak konu oldu~unu savunan görüşü şid­
ikiye böldü~ü evrenin büyüklü~ ve sı­ detle eleşiiren Rorty, temsilin ve tasa-
nırsızlı~ından etkilenen romantik düşü­ rırncıh~ın sonunun tepistemoloji mer-
nürler, evreni canlı, sürekli ve dinamik kezli felsefenin sonu anlamına geldi~ni
bir bütün olarak de~erlendinnişlerdir. söyler. Bu durumun, yeni bir evrenin
Yine, Aydınlanmanın, do~anın tüm başlangıcı oldu~unu, söz konusu baş-
Rousseau, Jean Jacques 735

langıç ve gelişmenin sağlıklı olabiln<~si liklerinin bağımsız


bir varoluşa sahip ol-
için, Batı felsefesine Platon ve Aristote- madıklarını iddia ederken, kendinden
Jes'ten beri damgasım vuran 'izleyici kaim bir varoluşa sahip olan şeylerin
bilgi görüşü'nden tümüyle vazgeçilmesi yalnızca tözler olduklarını belirtmiştir.
gerektiğini öne süren Rorty, yeni bir baş­ Kutsal üçlemenin unsurlarını tek bir
langıcı, yenibaştan düşünme tarzını Tanrı başlığı altında birleştirme çabası
tDewey, tSartre, tHeidegger ve Wit- veren Roscelinus, ünlü t Abelardus'un
genstein'da bulmuştur. Başka bir de- hocalığını yapmıştır.
yişle, o, 'geleneksel felsefe'nin tarihten Ross, William David. 1877-1971 yıllan
kaçma yönünde boş ve umutsuz bir ça- arasında yaşamış olan İngiliz ahlAk filo-
hadan başka bir şey olmadığını, filo- zofu. Temel eserleri: Kant's Ethical The-
zofların tDescartes'ın zihni keşfettiği ary [Kant'ın Ahlak Teorisi], Tlıe Riglıt aı1d
andan itibaren, bilgi, ahlak, dil ya da top- t/ıe Goorl [Doğru ve İyi) ve Tlte Foıındati­
lum için ebedi ve değişmez temeller sağ­ ons of Er.hics [Etiğin Temelleri).
lamayı ümit ettiklerini, fakat onlann Bir Aristoteles alimi ve yorumcusu olan
olumsal önyargdan ebedileştirınekten Ross, öncelikle İlkçağ felsefesinin bu
başka hiçbir şey yapamadıklarını iddia büyük düşünürünün Yunanca eserleri-
ebniş ve zamanın yeni bir felsefe için nin tercümesi ve yorumuyla ün kazan-
uygun olduğunu söylemiştir. mıştır. Bu çalışmalarından dolayı Sir
Felsefenin, belli bir konu ya da profes- ünvanına layık göriilen filozof, ahlak
yönel bir araştırma alanı değil de, kar- alanında ise daha ziyade tKant'ın ödev
şılık konuşmadaki bir ses olduğunu ahlakının izinde olmuştur. O, bu bağ­
öne süren Rorty'nin, varolan kurum ve lamda, tBentham ve tMill'in klisik ya-
gelenekleri temellendirmeyi değil de, rarcıhğını ve hatta Moore'un ideal tay-
okuyucularına ya da bir bütün olarak clacılığını şiddetle eleştirmiş, ahlaken
topluma yardım etmeyi, okuyucularını 'doğru' ve 'iyi' kavramlarının tanımla­
eskimiş terminoloji ve tavırlardan kur- namaz olduğunu iddia etmiştir.
tarınayı amaçlayan Dewey, Heidegger Başka bir deyişle, bir tür deontolojik
ve tWitgenstein'da bulduğu bu felsefe sezgiciliğin savunuculuğunu yapmış
türü, onun 1982 yılında yayınladığı The olan Ross, olgun ve eğitimli kişilerin
Consequences of Pragmatism [Pragmatiz- nesnel özellikleri, ahlaki ödev ve kuralla-
min Sonuçlan] adlı eserinde ortaya n sezgisel olarak bildiklerini öne sür-
koyduğu, ıslah edici, ahl~kr bakımdan müştür. Ona göre, biz nesnel ahiAld özel-
takviye edici bir felsefedir. Temelcili- likleri tikel durwnlarda tanır ve daha
ğin, tasarımcılığın yıkılmasından, rea- sonra sezgisel bir tümevanmla onları da
listlerle anti-realistler arasındaki kavga- içeren genel ilkelere ulaşırız. Sezgi yo-
nın son bulmasından sonra, felsefe bir luyla bilinen ödevleri kendi içlerinde sı­
yandan bilim, diğer yandan da edebi- nıflayan Ross, birtakun temel, her koşul
yatla işbirliği içinde gelişmelidir. alhnda yerine getirilmesi geı·eken, büyük
Roscelinus. 1050-1120 yılları arasında bir ağırlığa sahip ödevlere ilk elden
yaşamış Ortaçağ filozofu. ödevler aduu vermiştir. Ona göre, kendi
Roscelinus tümeller konusunda benim- içinde ve kendi başına iyi olan dört şey
sediği aşırı bir tnominalizmle ün kazan- vardır: Kişinin, erdeme eşdeğer olduğu
mıştır. Gerçekten varolanlarm sadece bi- söylenen, ödevini yapma arzusu, bilgi,
reyler olduğWlu öne süren R()S(E'Ünus, haz ve mutluluğun hakça dağılımı.
bir tümelin dilden ve zi.hinden bağı.mstz Rousseau, Jean-Jacques. 1712-1778 yıllan
bir varoluşa sahip olduğunu öne süren arasında yaşamış, ve insan doğasına
görüşlere şiddetle karşı çıkarken, tü- ilişkin çözümlemesiyle, insanın özü iti-
mellerin sadece ağtzdan çıkan sesler ol- bariyle iyi olduğuna ilişkin görüşü ve
duklarını söylemiştir. O, şeylerinin nite- toplumsal sözleşme öğretisiyle ün ka-
736 Royce, josiah

zanmış olan ünlü Fransız düşünÜr. Doga Mlinde, birey özgür ve bagunsız­
Temel eserleri: Discour-s sur /es Sciences et dtr. Rousseau'ya görvoga insanı iyi _
/es Aris [Bilimler ve Sanatlar Üzerine Ko- bir varlık olar~k, _özgür ve mutlu yarat-
nuşma]. Discours sur /'Origin et /es Fon- ınış1Jr, _Bi~!!yler olarak hepimiz özgür ve
denıeııts de l'Inı!galite [lrlSanlar arasındaki iyi oldugumuz için, o, to lurnu aratan
Eşitsiziiilin Temeli ve Kökenleri]. Emi/e toplumsal bir sözle e e taraf o a · i-
ou de /'Education [Emile ya da Ellitime tınıızı lirtir. Bir insan bir toplum içine
Dair], Du Contrat Social [Toplum Sözleş­ gird'igi--ziıman,-bir dönüşüme ugrar;
mesi] ve Conftssiones [Itiraflari. beni, doga durumunda oldugu gibi, ba-
tKant ye romantik filozofları çQ!c derin- gımsızhkla degil de, paylaşmayla belir-
de.f""etkilemiş olan Roı•sseaıı, Aydmlap- lenen bir yurttaş olup çıkar. Rousse-
ına hareketine, tmodemlik düşiincesUıe au'nun bütün felsefesi, Jwndan sonra
yönelttiği sert eleşı:~::ı::u· Birey- biJeycilikle ortakl%acılık. atomik ve -ki:
sel ınsan__y_arhg-ma ;;;;;;uırm:t:ıtiYiug:.•-- şisel ~_nle toplumsal ben arasıo.ı!aki ge-
n.a_-tıerŞeyden çok defjer '>'eıuıq alaR Rıı: rilirni.lıafiAetmeye, ikisi arasmaa bi• haf
usseau, insarıın. kültürel farklılıklardan, ve denge kurmaya çalışır.
sarayın yapaylıklanndan, tutkunun iie
Özel ~~l.ki~etin insani~~ :n bü~
rekabetin yol açtıgı olumsuz etk lerden, d~~alu oiJığ;nnu, to ; ; al xaşa-
özel mülk yetin yarattı~ı eşitsizlikten
amıdıtllarak, naSil yeniaştan yaratıfa­
cagını-araştırmıştır. .
~~1~~:=:::t:~· :::~~ati~~
savunan Rousseau. uygarlıktan vazgeç-
Rousseau'nun felsefesi de, modem felse-
menin, yeni~ do~a haline dönmenin
fenin tav.nna uygun plarak.. ben kammı.
olanaksıYı~ını bildip idn. bu dururn-
,... c;evresi"i:Je döner: tDescartes'ın öznel,
dan bir çıkış yolu olarak e~timi ve bu
tözsel berlinden sonra, O,.llJın beni, ahlSka
arada toplurnun birtakım ilkelerle yeni
dayanals olan. kendisine düşünce ya da
baştan düzenlenmesini öne sürmüştür.
mantıkla de~il de du~yla ulaşılan. ve
kişisel 'bir iyilik d~yu;;;;yı;> temellendiri- Ona göre, öyle bir toplumsal sistem kur-
mak gerekir ki, insan toplumsal ya§arn-
len bir.. bendir. Jlaşka bir deyişle, onuri
d~d!J, _do~a! yaşama halinde o!du~u
beni, rasyona!iSUerin ve empiristlerin
kad~ __ t)zg\ii.. kalabilsin. Ve bu arada,
ifade ettiili gibi, formel boyutlan olan,
i bakışla bilinen ve kendisini bil · le herkesin öz .. rlügü de kurulmuş olan
gö ren ır e devlet hrafınd .. e altına alına­
mantiklerde söz konusu olan ev- bilsin,_. o_ı:i.Ş5eau'ya ggre"- üyelerin_den
rensel bir kişilik an!aıTunda bendir( bu her birinin canını, malıru, ortak bir kuv-
ben, yani Rousseau'nun insanı, yaratıcı, vetle koruyan öyle bir topluluk bi imi
ve kendisini dünyaya ve gelecege fırla­ bulm u sa
tan bir bendir. birey~he.rt<_~sle birleşti · disi-
Rousseau'nun beni, özü itibariyle ahlAki ne itaat etsin ve em de eskisi kadar
bir varlıkbr. O benin iyi oldugunu, insa- özgüililsııi, _
nın temelde i yi ve ahlaklı bir varlık ol- Royce, Josiah. 1855-1910 yıllan arasında
dugunu savunmuş, ben için, akıldan yaşamış olan Amerikalı düşünür. Prag-
çok, duyguların önem taşıdıllı.ru, ahlak matik idealizrni ve sadakat ahl~kıyla ün
söz konusu olduğunda, akıl ve duygula- kazanmış olan Royce'un temel eserleri,
rın bir arada gidebileceğini belirtmiştir. Tlıe World and the Individua/ [Dünya ve
Roussea u'nun söz konusu ben görüşü, Bireyi. The Religious Aspects of Philosophy
yalnızca ahlak:n d~!~ fakat ~aset ve [Felsefen n Dinf VeçheleriL The Sourçes of
toplu~al yas_ id~ _ bjr tpm 1ol~ş: Religious lnsighl [Dini Kavrayışın Kay-
turuf.'Ö, benin bireysel, hatta biricik ol- nakları! ve The Philosoplıy of LDyalty [Sa-
dugunl:' söyler. dakat Ahlakı]'dir.
-ruh 737

Hakikati ifade edebilmek, gerçekligi Rönesans felsefesi, episteınoloji ve


açıklayabilmek ve aniam problemini ınantık alan.uıda ise, bilmenin psikolojik
çözebilınek için, bir mutlak kavramına yönlerini ve arzu, istek, duygu, amaç ve
ihtiyaç duyuldugunu öne süren Royce, yönelimlerle kişiligin düşünce süreçleri
bireylerle Mutlakı uzlaştırabilmek için üzerindeki etkisini dikkate alınayan ras-
de, dünyanın somut b~reyselliginin bir yonalist bir bilgi anlayışına ve klasik
ifadesi olarak Mutlak Iriide ve Düşün· ınantıga karşı çıkmış ve pozitif, eınpi·
cenin varoluşunu kabul etmiştir. rist bir bilgi anlayışı ve yeni bir mantık
O bireyi sosyal etkileşim ve cemaat geliştirmiştir. Bu dönemde, a prioı·i fel-
deneyimi yoluyla gelişen ahlaki, ama sefelerin zorunlu düşünce dogruları, in-
aynı zamanda da günahkir bir varlık sanın bilgiye ulaşma sürecindeki somut
olarak görmüştür. Royce'a göre, insan başarılarıyla dogrulanan postülalara
beni bir hayat plinı ve tasarısı yoluyla dönmüştür. Zorunlu dogru düşüncesi
nihai bir hedefe baglı kalmak suretiyle ortadan kalkarken, do~uluk insan dü-
inşa edilir. Fakat benin sınırlamaları ve şüncesinin bilgilerone sürecindeki başa­
tegoiz.mi, bireyin hedeflerine ulaşması­ nsına işaret eden arzu edilir bir deger
na engel olur ve onun hayatını başarı­ olup çıkmıştır.
sız, anlamsız ve saçma bir süreç haline Rönesans felsefesinde teori ve pratik
getirir. Dini bu baglarnda benin yardı­ arasındaki mutlak antitez yok olup gider-
mına çagıran Royce'a göre, kurtuluşun ken, dogruluk ve yanlışlık mutlak olma-
biricik aracı cemaattir. Nitekim, o birey- yıp, bilginin sonu gelmeyen ilerlemesine
eilikle tkollektivizm ikilemini aşan ve baglı ve göreli olan deterler olarak anla-
bireyle toplumsal iradeyi birleştiren bir şılmıştır. Bilgi teorisi bakımından empi·
cemaat konsepsiyonu geliştinniştir. rist bir bakış açısı sergileyen Rönesans
Rönesans felsefesi [Os.folsefei devri intibıih; felsefesinde, iıısan zihni, yalruzca dış
İng. philosophy of Renaissana; Fr. philbıwp­ dünyadan gelen izlenimlerin pasif bir alı­
hie de Renaissance; Al. Renaissancephil~ cısı olarak görülmemiş, zihnin etkinligi·
hie). Avrupa'da 15 ve 16. yüzyılda yaşa­ ni vurgulayan aktivizm, iridedlik, perso-
nan Rönesans hareketinin düşüncesine, nalizm ve bireycililde birleşmiştir.
bu dönemin felsefe anlayışına verilen ruh {Yunanca psydte ve Latince anima'dan;
ad. İng. soul; Fr. time; Al. seele). 1 Bir kimse-
Rönesans felsefesine damgasını vuran nin tinsel etkinliginin ve çok çeşitli bi-
akım, hiç kuşku yok ki, thümanizm ol-
linç hillerinin merkezi; o kişinin benligi-
muştur. Bu dönem felsefesi, insan mer-
ni meydana getiren entellektüel, ahiiki
kezli bir felsefedir. Rönesansın, insa-
nüstü olana ya da yalnızca dogal olana ve duygusal yetilerin tümü.
2 Kendisini çeşitli şekillerde ifade ede-
karşı, insani boyutu ön plina çıkartan
felsefesi, dogal olarak, insan bilgisiyle bilmekle birlikte, çokluk ve çeşiUilik ser·
ilgili problemleri göz ardı ettigi ve mut- gileyen fenomenlerin ya da nesnelerin
karşısındaki, birlik ve özdeşlik sergile·
lak bir gerçekligin mutlak bir bilgisine
sahip olma varsayımının, insanın aktü· yen, bölünemez töz. 3 Bedeni harekete
el bilgisine hiçbir katkı saglamadıgı dü· geçiren aktif ilke, pasif ve cansız olan
şünülen tmutlakçıhga; insanın bilişsel beden.üzerinde etkide bulunan güç. Can
faaliyetlerdeki etkinligini gözden kaçar· ile bir tutulan, tinden ayrı yaşam ilkesi.
dıgına, ve bütün bir dogayı, doganın Ruh konusundaki görüşler, sistematik
daha aşagı parçaları aracıhgıyla tanım· bir tarzda ele alındıklarında, ttinselcilik
ladıgına inanılan tdogalcıhga, kısacası ya da ruhçuluk ve tınaddecilik olarak
geçmişin metafizigiyle doga bilimlerini iki başlık altında toplanabilir. Bunlar·
belirleyen insansıziaştırma ve kişilik· dan tinselcilik, ruhu, özü bakımından
sizleştirme sürecine karşı tavır almıf· maddeden ayn, madde-dışı ve ölümsüz
tır. bir ilke, düşünce gücü olarak tanımlar.
738 ruh

Bunun karşısında ise, ruhun gerçekte killerde eyleyebilme kapasitesidir. Bu


varolmadı~ını, tinsel bir güçten yoksun ba~lamda ruh, gönne göze neyse, bede·
bir varlık ve maddi bir ilke olarak de- ne odur. Ruh, bedenden hem fizikj ve
~erlendirilen bedenin, y.alnızca fiziko- hem de mantıksal olarak ayırılamaz.
kimyasal ve mekanik süreçlerle belir- Nasıl ki, gözün fonksiyonları olmadan
lendi~i ni öne süren maddecilik ya da me- görme eyleminin varoluşundan ya da
kanik maddecilik yer alır. gönne eylemi olmadan bir gözün fonk·
Söz konusu iki geleneksel görüş, aynn- siyonundan söz edilemezse, aynı şekil­
tılarda farkJılık göstennekle birlikte, de canlı organizma, yani beden olma-
özünde ayru kalan yeni ö~retilerle zen- dan bedenin fonksiyonlanndan ya da
ginleştirilmiştir. Bu yeni tinsel ö~retiler yüklemlerinin (ruh) varoluşundan söz
arasında, +Mill'in ve tHume'un ruhu in- edilemez. Bir fonksiyonlar kompleksi ya
sanın psikolojik ldşili~ine ba~layan gö- da özsel insani yüklemlerin bir komp-
rüşleri, +Berkeley'in herşeyi ruhtan leksi olarak ruh yalnızca yüklemlerin,
ibaret gören ve dünyayı, onu algılayan ilinekierin varoldu~u bir tarzda, yani bir
ya da düşünen düşüneeye indirgeyen bedenle ilişki içinde varolur; mhun va-
öznel idealizmi, tKant'ın ruhun biline- roluşu, onun bir bedene yüklenmiş ol-
meyece~ini ve ancak a}:ıl~kın onsuz olu- masından, bedenin fonnu olmasından
namaz koşulu ve postülası olarak kabul oluşur.
edilebilece~ini belirten transendental Aristoteles'te ruhun bu fonksiyonlann-
idealizmi sayılabilir. Maddeci görüşler dan birindsi, 1 beslenme işlevidir (bitki-
arasında ise, ruhu ayru zamanda madde sel ruh). Ruh bu düzeyde, do~a, büyü-
olarak de~erlendiren Spinoza'nın pante- me, beslenme ve varlı~ıru sürdürme
izıni, bilinci maddenin diyalektik geliş­ işlevlerini yerine getirir. Ruhun bu dü-
mesinin daha önceld. niteliklerine indir- zeyi, bitkisel yaşama karşılık gelmekte-
genemeyen yeni bir niteli~i olarak gören dir. 2 Duyumlama faaliyeti ya da işlevi.
+diyalektik maddecilik yer alır. Duyumlar alma, hissetme, belli şekilde
Ruhla ilgili görüşleri tarihsel bir çerçe- tepki verme, ruhun bu ikinci düzeyini
ve içinde ele aldı~ımızda ise ... Platon meydana getirir. Ruhun bu düzeyi, Aris-
ruhu bir organizmarun maddi olmayan toteles'te hayvansal yaşama karşılık
bileşeni, bileşik bir varlık olan insanda- gelmektedir. 3 irade ya da isteme.
ki basit ve bölünemez töz olarak tanım­ Ruhun bu üçüncü düzeyi, kendi hareke-
lamıştır. Üç parçalı bir ruh görüşü ge- tine neden olma, daha yüksek hayvan
liştiren +Platon, sitede de ruhta da türlerinde kendi kendini yönlendirme
birbirine uyan eşit sayıda parça ya da ve genel olarak harekete yol açma gü-
kesit vardır, demiştir. O maddi varlı~ın cüyle belirlenir. 4 Akıl yürütme. Ruhun
çözülmesinden, ruhun da gayri maddi akılyürütme, düşünme, dil ve simgeler
olmaklı~ından hareketle, ruhun maddi kullanmayla belirlenen bu sonuncu et-
olmamakh~ıru onun ölümsüzlü~ünün kinli~i ve düzeyi, yalruzca insan varlık­
en önemli gerekçesi yapmıştır. larına özgüdür.
t Aristoteles'te ise ruh, bedenin formu, Yine Aristoteles, ruhta biri I rasyoneL
insanı insan yapan öz olarak tanımlan­ di~eri de II irrasyonel, akıldışı olmak
mıştır. Ruh, insan bedenini meydana üzere, iki ayn parça bulundu~unu öne
getiren kimyasal ı:isimlerin, kendisi sa- sünnüştür. Bunlardan akıllı parça, alai-
yesinde ve kendisi araalı~ıyla, yalnızca dışı parçaya yön verir, yol gösterir ve
ölü, duyarsız ve düşüncesiz et ve kemik onu kontrol eder. Akıllı parça da, kendi
kütlesi olmayıp, eyleyen, hisseden ve içinde ikiye aynlır: a) Tümüyle rasyonel
düşünen canlı bir varlık haline dönüş­ olan parça, kendisine ezeli-ebedi nesne-
türüldü~ü herşeydir. Buna göre, Aristo- leri konu alır ve teorilerle meşgul olur.
teles'te ruh, canlı organizmanın belli şe- Rasyonel ruhun bu parçası tümüyleteo-
ruh göçü 739

rik bir yapıdadır ve bize ilk ilkelerin bil· dan bireysel olarak yaratıldığını söyle-
gisini sa~lar. Burada söz konusu olan mişlerdir. Başlangıçta daha ziyade Pla-
şey, felsefi bir bilgeliktir. toncu bir bakış açısı benimseyen ve be·
b) Ruhun rasyonel parçasırun ikinci denin ruhun kendisine eklendi~i bir töz
ö~esi, gündelik yaşamın ayrılmaz bir oldu~unu söyleyen Hristiyan düşünür­
parçası olan dünyevi işlerle u~raşan, ler, Skolastik dönemde, Aristotelesçi
bedensel istek ve arzulan yönlendiren, ruh görüşüne yönelip, ruhun hayati ve
tümüyle rasyonel olmayan parçadır. zihinsel işlevierin biricik kayna~ı ola-
Ruhun rasyonel tarafının yüzü dünyaya rak, bedenin tözsel forınu oldu~unu
dönük olan bu parçası, bize eylemleri· iddia etmişlerdir. Ruh basittir, ama bir-
mizde yol gösterir ve pratik bir bilgelik takım yeti ya da işlevlerden yoksun de-
sa~lar. Aristoteles'e göre, ruhun söz ko- ~ildir. Basit ve tinsel bir töz olarak ruh,
nusu rasyonel parçası olmadan, ahlaktan ölümsüzdür.
ve ahlak imk~rundan hiçbir şekilde söz İslam dünyasında ise, ruh insarun canlı
edilemez. ve bilinçli varlık olarak tanımlanmasıru
Ruhun ikinci temel parçası olan akıldı­ sa~layan unsur diye geçer. Buna göre,
şı parça, iştiha, istek ve arzulardan İslam düşünürlerinin nefs sözcü~üyle
meydana gelir. Aristoteles'e göre, ruhun adlandırdıkları ruh, bedenden ayn ve
bu akıldışı parçasının, rasyonel parça· ba~unsız bir öze sahip olan, bu nedenle
nın yol göstericili~ine ihtiyaç duydu~u varlı~ını beden olmadan da sürdüren,
gerçe~i, bu akıldışı parçanın faaliyeti, salt tinsel bir tözdür. Geçid bir süre için
işleyiş mekanizması dikkate alındı~ı bedende bulunan bu öz, bedenin ölü-
zaman, açık hale gelir. Ruhun akıldışı münd~n soma da varlı~uu sürdürecek-
parçası, benin dışındaki şeyler ve kişi· tir.
ler tarafından etkilenir. Söz konusu ruh göçü [Os. tenasuh; İng. metempsychose;
parça bu dışsal etmenler karşısında, Fr. metempsychose; Al. seelenwanderung].
aşk ya da nefretle, şehevi tutkular ya da İnsan ruhunun ölümsüz oldu~unu, do-
sinirle tepki gösterir. Buna göre, şehevi layısıyla beden ölünce başka bir varh~a
arzular, kişinin kişilere istekle yönelme- geçti~ini; bireysel ruhun bir dizi bedene
sine ve ba~lanmasına, sinirlili~i ise kişi can verece~ini savunan ö~reti. Bireysel
ve nesnelerden uzaklaşmasına neden ruhun mutlak bir ölüınsüzlü~e erişmez­
olur. den, ebediyete yükselmezden önCE, tam
Bütün bu arzu ve duygular, aşk ve olarak aruuncaya kadar, bir dizi ruh gö-
nefret, bir ölçü ya da yol göstericiden çüne tabi oldu~unu, başka bedenlerde
yoksun olduklarında, kişiyi bütünüyle yeniden ortaya çıkh~ıru dile getiren
baştan çıkarırlar; onu insanlı~ından görüş.
uzaklaşhrarak, özüne yabancıl,aşhrırlar. İnsan varlığının, biri ruh, di~eri beden
Onlar kendi içlerinde ölçüden yoksun olmak üzere, iki farklı bileşenden mey-
olup, bir seçme ilkesine sahip de~.Jdir­ dana geldi~ini; bunlardan ruhun temel
ler. İşte, ahlak, ruhun rasyonel parçası:. bileşen olup, insanın gerçek özünü mey-
nın, arzu, istek ve iştihayla belirlenen bu dana getirdi~ini; bundan dolayı, bede·
akıldışı parçasını kontrol alhna alması nin yok olup gitti~i yerde, asıl gerçeklik
ve ona yol göstermesinin bir sonucu ola- olan ruhun ölümsüz olup, bedenden ba-
rak karşımıza çıkar. Buna göre, ahlaki ~ımsız bir varlı~a sahip bulundu~unu
erdemler, ruhun akıllı parçasının söz ko- dile getiren ruh göçü anlayışına göre, in-
nusu istek ve arzular üzerindeki kontro- sanın mutlulu~nun temelde ruhta
lünden başka hiçbir şey de~ildir. aranması gerekir. Bununla birlikte, be-
Hristiyan Ortaça~ felsefesinde ise, denle olan ilişkisi ruhun asıl özünü
hemen tüm Baba ya da filozoflar, ruhun bozup kirletir. Ruh. bedenle olan ilişkisi­
tinsel bir töz oldu~unu ve Tanrı tarafın- ne, bu dünyada yapb~ı iyilik ya da kö-
740 Russell, Bertrand

tülüklere baglı olarak, mutlak ölümsüz- 6unu savunur. Buna göre,' Ahmet uzun·
lüge erişinceye, tanrısal alana yükselin· dur' önermesi birinci türden, 'Ahmet
ceye kadar bir doguş çarkı içinde olur Mehmet'in solundadır' önermesi ise
ve insanın ölümünden sonra, deger ba· ikinci türden atomik önermeye bir ör-
kınundan kendisinden daha yüksek ya nektir. Russell buna ek olarak, atomik
da aşagı varlıkların bedenlerine göçer. bir önermedeki terimierin anlamının,
Russell, Berttand. 1872·1970 yıllan ara· her zaman bu terimierin delalet ettiği,
sında yaşamış olan ünlü İngiliz filozo- gösterdigi ögelerden meydan;:ı geldigini
fu. Temel eserleri: The Problenıs of Philo- söyler. Bu çerçeve içinde, 'Ahmet'in an-
sophy [Felsefe Meseleleri], Our l<.nCTWiedge lamı, Ahmet kişisidir, 'uzuıı'un anlamı
of the External World [Dış Dünya Üzeri- uzun olma özellig i ve nihayet, '-in so-
ne Bilgimiz], Mysticism and Logic [Gizem- lunda' nın anlamı ise, solunda olma ba-
cilik ve Manbk], Analysis ofMind [Zihnin gınhsıdır .
..ı\nalizi), Analysis cf Matter [Maddenin Russell söz konusu mantık öğretisiyle,
Analizi], An InquinJ into Meaning and belli bir metafiziksel göriişe ulaşmışhr.
Truth [Anlam ve Dogruluk Üzerine Bir Başka bir deyişle, onun mantık ögreti-
Soruşturma], Human Knowledge: Its Scope siyle meta!izigi a~asında çok yakın bir
and Umils [İnsan Bilgisinin Kapsamı ve ilişki vardır. Ona göre, biz söz konusu
Sınırları] Marriage and Morale [Ahlak ve matematiksel manbktan, felsefi analiz-
Mutluluk], Religion and Science [Din ve den yararlanarak, dünyayı meydana ge-
Bilim) ve A. N. Whitehead'le birlikte ka- tiren bileşenler hakkında saglam bir
leme aldıgı Principia Mathematica [Mate- fikir sahibi olabiliriz. Russell'e göre,
mati~ İlkeleri]. dünya iki türden bileşenden meydana
Mantık ve matematik alanında çıgır gelir: Basit ögeler ve olgular. Basit öge-
açıcı çalışmalar gerçekleştiren Bertrand ler, atomik önermelerin bileşenlerinin,
Russell, matematiksel manbk alanında­ gösterdikleri varlıklardır; özel isimler,
ki çalışmalarını daha sonra felsefe ala- yüklemler, bagınb terimleriyle adlandı­
nına yansıtmış ve bu çerçeve içinde rılan şeylerdir. Olguların nihai bileşen­
tmantıksal atoınculuk ögretisini geliş­ leri ve onlardan çok daha temel olan bu
tinniştir. Buna göre, Russell sisteminin basit öglerin başka hiçbir şeyde söz ko-
en basit tümeelerine atomik önermeler nusu olmayan bir gerçeklikleri vardır.
adını vermiş ve bu önenneleri, daha Olgular ise, bazı önenneleri dogru, bazı­
kompleks tümeelere karşılık gelen mo- lamu yanlış kılan yapılardır. · Ömegin,
leküler önermelerden ayırmıştır. O, Ahmet'in aç olması olgusu, 'Ahmet
moleküler önermelerin birbirlerine ve, açtır' önermt!sini dogrularken, 'Ahmet
veya, ise, ancak ve ancak gibi manhksal toktur' önennesini yanlışlar. Bu neden-
eklemlerle baglanan atomik önenneler- le, dünya, Russell'e göre, yalnızca basit
den meydana geldigini söylemiştir. ögelerden degil, fakat olgulardan da
Ona göre, bu tür bir mantıksal ögreti, meydana gelir. Şu h:ilde, dünya}'t tasvir
felsefi analizin konu aldıgı birçok prob- ehnek istersek, yalnızca ondaki bireyleri
lemi basitleştirmek bakımından büyük saymak yetmez, aynca onun tüm olgu-
bir değer taşır. Russell atomik önenne- larını betimlemek gerekir.
lerin her zaman belli bir mantıksal yapı­ Basit ögeler, bireyler, kendi başına
ya sahip olduklannı, atomik önermenin alındıklannda, tasvir edilemez, fakat
basit olup başka bir önenneden meyda- yalnızca adlandınJabilirler. Buna göre,
na gelınedigini, bu önermenin öznesi Ahmet, niteliklerinden ve de bagıntıla­
konumunda özel bir ismin bulunması rından ayrı olarak, yalnızca adlandınla­
gerektigini, onun ayrıca bir yükleme ya bilir. Onu betimlemek, onunla ilgili bir
da belli bir bagıntının yerini tutan bir te- olguyu ifade etmektir. Bu olgulan dile
rime sahip olmak durumunda bulundu- getiren atomik önermeler toplamı, dün-
Ryle, Gilbert 741

yaya ilişkin tam ve eksiksiz bir belimie- duyu verilerini algılayan kişinin beyni-
me meydana getirir. Russell, bu ögretiyi ne yerleştirmiş ve Zi/ınin Analizi adlı
gerçekligin tek bir tözden, zihinsel yapı­ eserinde, Amerikan pragmatisti William
sı olan bir Mutlaktan meydana geldigini james'ın nötr monizmine veya Emest
savunan McTaggart, Bosanquet ve Brad- Mach'ın nötr pozitivizmine benzer olan
ley gibi, İngiliz idealist ve birci filozofla- bir teorinin savunuculugunu yapmaya
rına karşı çıkışının bir ifadesi olarak başlamıştır.
geliştirmiştir. Ahlak felsefesi alanında, ahlaki öner-
O, matematiksel manııguun, dünyarun ınelerin nesnel bir geçerlilig i olmadıguu
şeyler, bireyler, basit ögeler çoklugun- savunan Russell, ahlak alanındaki temel
dan meydana geldigi inancı için sag- problernlerin, ahlaki degil de, psikolojik
lam bir destek oldugunu düşünmüştür. ve toplumsal problemler, yani insanla-
Dünya tek bir tözden oluşmaz, fakat çok rın ne isteyip, ona nasıl ulaşılabilecekle­
sa yıda ay n ve tikel şeyden meydana ri konusuyla ilgili problemler oldugunu
gelir. Üstelik, bu basit ögeler, idealisılerin savunmuştur. Hobbes, Bacon, Locke,
düşündügü gibi, tinsel bir yapıda degil-
Berkeley, Hume ve Mill'in oluşturdugu
dir. Bunlar basit olduklan ve yalnızca va- İngiliz empirist gelenegi içinde yer alan
rolduklaıı için, kendilerinde hiçbir niteli-
Russell, siyasetle egitim felsefesi alanın­
ge sahip degildirler. Onlar, olgular adı da, mutlak bir özgürlükçülügün keskin
verilen kompleks yapılar içinde ortaya ve yılmaz bir savunucusu olmuştur.
çıkar ve bunlardan bazıları fiziki, bazıları
Russell paradoksu [İng. paradar of Rus-
da tinsel bir nitelik taşır. sell; Fr. paradare de Russell]. Küme kura-
Bilgi terosi bakınundan empirizmi be-
ınında ortaya çıkan ve Russell tarafın­
nimseyen Russell, belimierne yoluyla
dan bulunmuş olan paradoks.
bilgi ve tanışıklık yoluyla bilgi olmak
Buna göre, bazı kümeler, sınıflar kendi
üzere, iki ayn bilgi türünden söz etmiş
kendilerinin üyeleri olup, bazıları de-
ve bunların deneysel bilgimizin temeli-
gildir. Örnegin, kedilerden oluşan bir
ni meydana getirdigini savwunuştur.
Ona göre, biz kendi kişisel duyu- küme, küme olup bir kedi olmadıgı
verilerimizle, imge, düşünce ve duygula- için, kendi kendisinin üyesi degildir;
ruruzia do~udan bir tanışıklık içinde buna karşın, kedi olmayaniann kümesi
bulunup, fiziki nesneleri yalnızca belim- kendi kendisinin üyesidir. Acaba, kendi
lerne yoluyla biliriz. Bu genel çerçeve kendisinin üyesi ohna yan tüm kümele-
içinde, fiziki nesneleri duyu-verilerinin rin kümesi, kendisinin bir üyesi midir?
nedenleri oldugunu öne süren Russell, Oyesiyse, degil; degilse, üyesidir.
daha sonra bu görüşünü degiştirmiş, ve Russell tarafından bulunmuş olan bu
özellikle, Dış Dünya Üzerine Bilgimiz ve paradoks, söz konusu çelişik sonuç,
Gizemci/ik ve Mantık adlı kitaplarında, küme kuramının gelişiminde ve bizim
fiziki nesnelerin aktüel ya da mümkün kurama ilişkin kavrayışımızın zengin-
duyu verilerinden hareketle oluşturul­ leşmesinde büyük bir etkisi oldugu için,
muş mantıksal yapunlar oldugunu iddia çok önem taşır.
etmiştir. O, işte bu temel üzerinde, fizikf Ryle, Gilbert. 1900-1976 yıllan arasında
nesnelerle ilgili türnce ya da önermelerin y aşarruş olan çagdaş İngiliz filozofu. Dil
duyu-verileriyle ilgili türnce ve önermele- felsefesi gelenegi içinde yer almakla bir-
re indirgenebilecegini ve belli bir anda, likte, Aristoteles'ten etkilenip, Husserl ve
her gözlemdnin, üç boyutlu kişisel bir Meinong'la da ilgilenen Ryle'ın en önemli
dünyayı, onun özel mekıiıuyla birlikte al- iki kitabı Tht Concept rf Mi nd [Zihin kav-
gıladıgını savunmuştur. ramı] ve Dileııınas [lkilernler]'dir.
Yaklaşık olarak aynı dönemde, neden- Başlangıçta doga felsefesi, doga bilim- ·
sel bir algı görüşü benimseyen Russell, . lerinin yöntemleri ve teknikleri üzerinde
742 Ry1e, Gilbert

çalışan, ve bu baglarnda Hume'le başla­ esas zihin ya da ruh konusundaki gö-


yan +analitik gelenekten ziyade, Brenta- rüşleriyle ün kazanmıştu.
no, Meinong ve Husserl'in de içinde yer O, zihin konusundaki resmi görüşün,
aldıgı +Kıta Avrupası geleneginden et- zihin ya da ruhun bedenden mekansal
kilenen Ryle, kavram analizinden olu- olmamak, özel ve içebakış yoluyla bili-
şan felsefi argüınan anlayışına ulaşmış nebilir olmak bakımından farklılık gös-
ve bu süreç içinde, anlamlı olanı anlam- terdigini dile getirdigini, tDescartes'la
sızdan ayıracak bir ölçüt arayışı içinde onu izleyen düşünürlerin, insan varlıgı­
olmuştur. Felsefenin en önemli görevi- nın biri ruh ya da hayalet, digeri de
nin, yanlış kurgu ve saçma teorilerin, bu beden ya da makine gibi birbiriyle hiçbir
teorilerde geçen dilsel deyimierin sonu- ilişkisi olmayan, birbirinden tümüyle
cu oldugunu göstermekten oluştugunu farklı ve ayn iki varlık ya da tözden
dile getiren Ryle, bir if adenin sentaktik meydana geldigi görüşünü öne sürdük-
forınu ile bu iladelerin betimledigi olgu lerini belirtmiştir. Bir +kategori yaniışı
formlarını birbirinden ayırmış ve gün- olarak degerlendirdigi bu durumun,
delik dilde geçen deyimlerden büyük bir makine içindeki hayalet türünden anla-
çogunlugunun sistematik olarak yandb- şılmaz sonuçlara, cisimsel olmayan bir
cı oldugunu savunmuştur. Ryle filozo- ruhun nasıl olup da maddi bir dsmi et-
fun, gündelik konuşmanın yanıltıcı ifa- kileyebilecegi türünden yanıtlanması
delerinden sakinmak için, tümceleri, güç sorulara yol açtıgını savunan Ryle,
felsefenin konu aldıgı olgu formlannı insanın hayalet, makine, makine içinde-
açıkça gözler önüne serecek şekilde yeni ki hayalet de olmadıgım, onun bazen
baştan ifade etmeyi ögreıunesi gerekti- akıllıca, bazen de aptalca eyleyen bir
gini söylemiş ve felsefi analizin bu tür insan varlıgı oldugunu öne sürmüştür.
yeni baştan tanımlamalarla başladıgını Ona göre, filozoflar, 'akıllıca eylemenin'
iddia etmiştir. 'teori inşa etmekle' ya da 'hakikati keş­
Ryle ögretisinde, bir yandan iki deyi- fetmekle' eşanlamlı oldugunu düşün­
ınin kategori bakımından farklılık gös- me eğiliminde olmuşlar ve düşüıune de
terdigi.ni kanıtlamanın belirli ve saglam özel bir çerçeve içinde gerçekleştirilen
bir yolunu bulmaya çalışırken, bir yan- bir faaliyet oldugundan, buradan zihnin
dan da kategorilerle ilgili olarak Aristo- ya da zekanın her faaliyetinin gizli, özel
teles ve Kant'ta degerli buldugu herşeyi bir dünyaya ait oldugu sonucu çıkarbl­
korumaya çalışmıştır. Felsefi argüman- mıştır. Oysa, teori inşa etme akıllı dav-
ların ne tümevarunlar, ne de tamtlama- ranışm, yalnızca, önermesel bilgi olarak
lardan oluştugunu, filozofun çogunluk bilinen özel bir türüdür. Esas akıllı dav-
saçmaya indirgerneyle belirlenen bir ranış nasılı bilmekle belirlenen bilgi tü-
yöntemi bulundugunu öne süren Ryle, rüdür.
sadi.zın 743

r.edeniyle birkaç kez hapse atılnuş olan


Sade'ın en iyi bilinen eserleri, LLs Infortu-
nes de la Vertu [Erdemle Kırbaçlanan
KadınL LLs Cent Vingt Jourrıies de Sodome
[Sodome'un Yüz Yirmi Seyahati]'dir.
Sade'ın çogunluk basılmamış, ahlaka

s
aykın oldugu gerekçesiyle yargılanmış
olan eserlerinin degeri ve önemi, daha
ziyade Apollinaire ve gerçeküstücüler
tarafından anlaşılmıştır. Onun zaman
zaman ahlaki, zaman zaman da dini ve
dilsel bir mahiyet arzeden toplumsal kı­
sacrificium intellectus. Latincede 'aklı sıtlamalara karşı bir özgürlük talebinin
feda etmek' anlamına gelen deyim. Orta- ifadesi olan eserleri, ayıu zamanda Ay-
çag felsefesinde veya akıl-inanç ilişkisi dınlanmanın degerierini degeraşınuna
söz konusu oldugunda, kör inanç ugru- ugrabr, onun dogmalanıu tersyüz eder.
na aklı susturma tavn. İmarun buyurdu- Dogayı yüceitmenin bütün suç ve cü-
guna, dinin emretti~e gözü kapalı rümleri meşrulaştırabilecegini, duyum-
inanma hali. culugun düşünceyi duyumlada besle-
saçma [Os. abes, muluil; İng. absurd; Fr. ab- me yönünde keskin bir ça~ı oldugunu
surde; Al. absurd, abgeschmackt]. 1 Genel ortaya koyan Sade'ın tutkuyu kutsama-
olarak, akla açıkça karşı olan, gizli ya sının, t Aydınlanma aklırun ahlaki so-
da örtük degil de, apaçık bir çelişki ser- nuçlarının sadece dürüst bir takdimi ol-
gileyen, mantık yasalanna aykarı olan, dugu öne sürülür. Onun eserlerini
sagduyunun apaçık dotrolanna ters dolduran fantezilerinin, rasyonel hesap-
düşen fikirler, tezler; kendi içinde bir~ lamanın tüm dizginlerini koyverip, bili-
lişki içeren fikirler; mantık bakımından me bilim oldugu için itaat eden ve ölçü-
zorunlu olan bir dogruyla çelişen yargı­ tü kendi vahşi etkinligi olan totaliter bir
lar için kullanılan sıfat. 2 Daha özeJ ola- düzenin belirgin bir öneelenişi oldugu
rak da, varoluş felsefelerinde, yaşanun da söylenir.
anlamsızlıgı, tutarsızlıgı ve amaçsızhgı sadizm [İng. Slldism; Fr. sadisme; Al. Slldis-
için kullaıulan terim. mus]. Romanlannda sadik diye nitelen
Varoluşçulugu karakterize eden bir birtakım cinsel sapıklıkJan anlatan Mar-
terim olarak saçmalık, tHeidegger'de quis de Sade'ın adından türetilmiş olan
boguntu ve olgusallık, tSartre'da insan ve, kişinin, cinsel anlamda birlikte oldu-
yaşamı ve varoluşunun anlamsızlıgı, gu eşine acı çektirmek suretiyle, haz
Camus'de ise, bize eylemden başka bir elde etme sapıklıgını ya da başkalarına
alternatif bırakmayan durumumuzun aa vermekten, acı çektinnektcn ya da
tutarsızlıgı olarak ortaya çıkar. Varo- başkalarının aa çektigini görmekten
luşçu filozoflardan bazılan, ömegin haz duyma sapıklıgını, kişinin karşısm­
Camus insan varoluşunun, nihat bir dakine ıstırap çektirrnek suretiyle cinsel
amaçtan yoksun ve dolayısıyla da, an- doyuma ulaşması durumunu tanımla­
lamsız oldugu için, saçma oldugunu sa- yan deyim.
vunur. Saçmalık, yine tCamus'de dog- Sadizmin, yani kişinin başkasına acı
n.ıdan dogruya Tanrı'nın yoklugundan vermesinden zevk duyma halinin, ma-
kaynaklanır. zoşizmle, yani kişinin kendisine eziyet
Sade, Marquis de. 1740-1814 yıllan ara- edilmesinden zevk alması durumuyla
sında yaşamış olan Fransız yazar ve birleşmiş olmasına ise sadomazoşizm adı
düşünür. Sadizmin isim babası olan, se- verilmektedir. Başka bir deyişi~, sado-
fahat düşkünlügü ve cinsel sapkınlıkları mazoşizm, kişinin başkasına aa çektir-
744 saf

me ve buna bagh olarak da, kendisini çahşabilen genel inançlar sistemi; belirli
cezalandırma gibi, hem dışa ve hem d e bir alanda, özelleşme ve uzmanlık önce-
içe yönelik iki sapkın faaliyet ya da hare- sinde ve gündelik yaşamla ilişki içinde
ketin birleşimi veya karşılı.kJı ilişkisin­ gelişen ve ilgili her birey tarafından
den dogar. paylaşılan tutarlı inançlar ve yargılar
saf [Os. halis; İng. pure; Fr. pur; Al. rein, sistemi.
bloss ]. Kendisine yabancı, dogasına ay kı­ Normal, olagan rasyonel kavrayış
n hiçbir öge içermeyen, katışiksız olan; gücü, pratik yetenek ve bilgelik olarak
lekesiz, ki~iz, ve temiz olup, içine başka sagduyu,, ilk dogruları ögrenme, apaçık
bir şey karışmamış olan; tümüyle soyut dogrular olarak algıladıgınuz ahlakf ve
olup, uygulamasından bagımsız olarak entellektüel ilkeleri kavrama yetisini,
düşünülen; tecrübi ya da empirik hiçbir insan toplumunda evrensel yargı ve
öge içermeyen içiilkullanılan sıfat. ortak duygu şeklinde somutlaşmış ni-
Nitekim tKant'ta saf sngiler, hiçbir içe- telikler, inançlar bütününü; insanın
rigi olmayan a priori zaman ve mekan içinde dogup büyüdügü toplumda, es-
formlanna karşılık gelir. Buna göre, saf kidenberi varoldugunu gördügü teori
akıl dsimsel olanla ya da deneyimsel ve pratigi; bir toplumdaki teori ve prati-
bir malzemeyle ilişkisi olmayan, fakat gi belirleyen, düzenleyen inançlar top-
yalıuzca spekülatif düşünen akıldır. lamını tanımlar.
Yine, saf metafizik, deneysel bilimiere Sagduyuyu oluşturan inançlar arasın­
hiç başvurmadan, yalnızca a priori akı.l­ da, maddi dünyanın, onu algılayayım
yürütmelerden oluşan bir disiplindir. ya da algılamayayım, varoldugu inancı;
Saf matematik, uygulama!ı olmayan ma- benim dışımda başka insaniann da va-
tematiktir. Buna göre, saf deneyim, her rolmakla oldugu inancı; maddf dünya-
tür yorum, yargı ve kavramsallaşbnna run ve içindeld insaniann uzun zaman-
faaliyetinden önce gelen ve yorumla ka- danberi varolmakta oldugu ve gelecekte
rışmamış olan bir şey olarak, duyum, de varolacagı inancı; başka insanlarda
duygu, imge türünden dolayımsız zihin bizimkine benzer bedenlerde, bizimkine
hallerinden oluşur. Aynı çerçeve içinde, benzer ruhların varoldugu inancı;
Tanrı için saf eylem, edimsellik niteleme- zaman boyunca sürüp giden bir kişisel
si kullanıldıgında, bu Tann'da gizil ya kimligimiz oldugu inancı; geçmişte ve
da potansiyel hiçbir şey bulunmadı~ şimdi olup biten aynı şeylerin ve olayla-
anlamına gelir. Saf sıfatı ahlakf ve dini rın gelecekte de aynı seyri izleyecegi
anlamda, günahtan ve kötülükle ilgili inancı; dogada neden-sonuç ilişkilerinin
herşeyden arınmış bulunanı gösterir. bulundugu inancı; şeylerin zaman ve
Yine, ontolojik gerçekligi bir bütün ola- mekan içinde varoldugu inanc yer alil'.
rak ideal olanla, yani Zihin, Tin, Ruh, Bu baglamda, felsefeyle ugraşmayan
Kişi ya da Düşünceyle özdeşleştiren, ortalama insanın, kendisini çevreleyen
varolan herşeyi söz konusu tinsel ya da dış dünyayla ilgili inançlarını temellen-
mutlak Varlıguı bir görünüşü olarak dirme ya da haklı kılma girişimiyle be-
gören, Tin. Ruh ya da Ideal varlık alanı lirlenen realist görüşe, dış dünyanın
dışında gerçek hiçbir şey kabul etmeyen tıpkı insana göründügü gibi oldugunu
varlık anlayışı saf idealizm diye bilinir . kabul etme tavrına sağduyu realizmi adı
sagduyu [Os. aklı selim, hissi selim; İng. verilir.
cvmmon sense; Fr. bon sens, sens commun; Aynı baglamda, sagduyunun, 1 dış
Al. gescheidtheit]. Dış dünya ile ilgili dünyanın, özelliklere, niteliklere sahip
olan, ve hemen herkes tarafından, tartı­ olan tözlerden, örnegin kab ya da yu-
şılmaksızın ve sorgusuz süalsiz kabul muşak olabilen tah talardan, sarı ya da
edilen, fakat zaman zaman filozoflann beyaz olabilen metallerden oluştugunu,
araşnrmaları ya da ulaştıgı sonuçlarla 2 insan varlıklanrun bu tözleri, masa ya
sahiCilik 745

da sandalye, altın yüzük ya da.,bilezik Bu düşünürler, Hegel'in sisteminin


örneklerinde oldujı;u gibi, fiziki nesneler bazı yönlerini eleştirmiş ve bu sistemi
olarak algıladıklarını, 3 fiziki nesnelerin bazı bakımlardan aşarak, kendi özgün
dış dünyada, 'orada' olduklarını, duyu- katkılarını gerçekleştirmiş olmakla bir-
larunızın onları bize tam olarak oldukla- likte, filozofun temel tezlerini koruduk-
rı gibi gösterdiklerini, ve 4 fiziki nesnele- ları ve onun metafiziksel tidealizmini
rin varoluşlarının bizim algımızdan benimsed ikieri ve tmaddecilijı;e, dojı;al­
tam olarak bajı;ımsız oldujı;unu savunan cılıjı;a ve empirizme karşı çıktıkları ve
görüşüne sağduyunun dış dünya görüşü sistematik düşünce ve siyaset alanında,
denmektedir. Fakat unutulmamalıdır ki, sol Hegelcilere kıyasla, daha muhafa-
sajı;duyuya göre, fiziki nesneleri aktüel z.ak.;ir görüşler benimsedikleri için, sal';
olarak bilen, bir duyu-organı dejı;il de, Hegeldler olarak adlandınlmışlardır.
zihin ya da bilinçtir. Buna göre, duyu- sahicilik [Os. sahihlik; İng. aut/ıenticitıj; Fr.
organları,fiziki nesnelerin bilgisini zihne authenticilt; Al. eigentlichkeit). Kişinin
aktaran kanallardır. kendi kendisine karşı dojı;ru, hakiki ve
Yine, en genel anlamı içinde, insanla- içten olması nitelijı;i, kendi kendisini al-
rın gündelik yaşamın sürdürülmesi datmaması durumu; insanlık durumu-
için ihtiyaç duydukları bilgiye sağduyu muzun, özellikle de bir gün ölecejı;imiz
bilgisi denmektedir. İnsanların içinde gerçel';inin farkında olunarak, toplumun
yaşadıkları, temel gerçeklik alanı olan, bizi belirledijı;i, her ne isek o yapbl';ı te-
gündelik dünya ile ilgili bu bilgileri, zine karşı, seçimlerin ve eylemlerin
birçok düşün ür, ama özellikle de hal- bütün sorurnlulujı;unu üstlenerek geçiri-
yan düşünürü Antonio Gramsci tara- len bir hay ab n özellijı;i.
fından, pratik, deneysel ve eleştirel ol-
Sahicilik kavraıru, kökleri her ne kadar
makla birlikte, bir yandan da bölük gerilere, tSokrates'e kadar gibnekle bir-
pörçük ve tutarsız bir bilgi türü olarak likte, esas varoluşçu felsefenin bir temel
dejı;erlendirilmiştir. Geniş halk yıjı;ın­
kavramıdır. İlk varoluşçu filozof diye
larına özgü olan bu bilgi türü, pratik fa-
tanımlanan +Kierkegaard'a göre, sahici
aliyetin ötesine geçip, seçkine özgü olan
ben, kişinin kamusal ya da sürü kimlil';i-
teorik düşüneeye yükselemez, hep gö-
nin tersine, kişisel olarak seçilmiş beni-
rünüşlerle yetinip, theariaya yüksele-
mez.
ni, veya kimlil';ini gösterir. Onun sosyal,
Dahası, bütün felsefeler, sajı;duyunun
kollektif ya da kamusal olana, sürü kim-
lijı;ine karşı hakiki birey diye tanımladı­
inançlarını eleştirerek gelişmek suretiy-
jı;ı sahici ben kavraıru, daha sonra
le, sajı;duyudan şu ya da bu şekilde ko-
puşa işaret etseler de, tüm insanlarda +Nietzsche tarafından da benimsenmiş­
var olan ve belirli ahlaki ve entellektüel tir. Heidegger'de ise, sahicilik, kişinin
ilkeleri apaçık bir biçimde ve dolayım­ kendi bireysellil';inin tüç içerim ya da
sızca sezme yelisi olarak sajı;duyuya sonuçlarıyla birlikte, ayırdında olmasını

dayanan, felsefi düşünmeyen çojı;unluk ve kendi özsel dünya-içindeki-varlıjı;uu,


tarafından paylaşılan inançları kucak- filozofun toplumsal ben için kullandıl';ı
ladıjı;ı kadar, bu inançları aşmaya çalı­ bir terimle ifade edildijı;inde, das Man
ş an felsefe anlayışına sajı;duyu felsefe- olarak kamusal kimlijı;inden ayırrnasuu
si adı verilir. ifade eder. Nitekim, o temel varlık kate-
sal'; Hegelcilik [İng. right-wing Hegelia- gorisi olan +Dasein'ın das Manla olan
nism; Fr. Hegelianisme de droite]. 19. yüz- ilişkisinde orta ya çıkan varoluş tarzına
yılda, Zeller, Fichner, Michelet, Rozenk- sahici ~aroluş adını vermiştir.
ranz, Erdmann gibi Alman filozoflarının tHeidegger'e göre, insan varoluşuna
benimseelikleri Hegelci bakış açısına, karşılık gelen Daseinın önceden belir-
sergiledikleri Hegeld görüşlere verilen leıuniş bir özü yoktur. Başka bir deyiş­
genel ad. le, Dasein kendisini yaratma özgürlü-
7 46 Sahte Oionisos

güyle belirleruniştir. Kendisini her rak, türümden söz etmiş, Hristiyanlıgın


zaman varoluşu aracılıgıyla kavrayan yaratılış ögretisini, Plotinos'un türüm
Dasein, bitki ve hayvanlar gibi, önceden ögretisiyle birleştirmiştir. Ona göre, va-
belirlenmiş bir özü hayata geçirmez. rolan herşeye varoluş veren Tanrı'dır;
Gelecege atılıp, projeler yaratarak, ken- O, varolan şeyleri kendisinden türet-
dini yaratma özgürlügüyle, kendi mek suretiyle çogalır. Bu çerçeve için-
özünü kurar. İşte, sahici varoluş, Dasei- de, o tpanteizme oldugu oldu~ kadar,
nın eyleme ve kendini yaratma özgürlü- Tann'nın birligini yitirerek, çok olması
günün tam olarak bilincinde oldugu, görüşüne de izin vermez. Tanrı, türüm
'onların' ya da 'başkaları'nın plan ya da yoluyla yayılma, varolanlar yoluyla ken-
projelerinden çok, kendi projelerini ger- disini çogaltma gerçegine ragmen, Bir-
çekleştirdigi bir varoluş türüdür. Buna dir ve Bir olarak kalır. Mutlak varlık, va-
karşın, insanın kendisini başkalarının rolan herşeyin nedeni olarak Tann,
projelerine, kişisel olmayan bir başkası­ mutlak iyidir.
nın planiarına tabi kılması ise, onun için Saint-Simon, Claude Henri de. Düşünce
sahici olmayan, gayn otantik bir varo- tarihinde, toplumun bilimi olarak gör-
luş tarzını meydana getirir. Buna göre, dügü sosyolojinin düşünce babası ola-
bir insan başkalarının haz aldıgı şey­ rak tanınan Fransız filozof ve iktisatçı­
den, başkaları haz aldı~ için haz alıyor­ sı. Temel eserleri: De la R~organisation de
sa, başkaları sanata yöneldigi için sana- la Societ~ europienne [Avrupa Toplulu-
ta yöneliyorsa, başkalarının şok edici gunun Yeniden Örgütlenmesi Üzerine],
bulduklarını şok edici buluyorsa, o Du Systeme industriel [Sanayi Sistemine
insan kendisini başkalarına tabi kılıp, Dair], Cat~chisme des lndustriels [Sanayi-
özgürlügünü yitirmiştir. Dolayısıyla da, cilerin İlmihali].
gündelik rutin içinde, sahici olmayan bir Saint-Simon, toplumda bir reforma git-
varoluş tarzı içine düşmüştür. meyi amaçlamış, toplumun ençlüstri ça-
Sahte Dionisos. M. S. beşinci yüzyılda gının, endüstrinin gereklerine göre dü-
ortalarında yaşamış olan ve gerçek ki- zenlerunesi gerektigini · savunmuştur.
şiligini gizlemiş olan Hristiyan düşü­ Bilimsel düşOneeye dayanan bir toplwn
nürü. Ortadogu'da, muhtemelen Suri- bilimi kurmanın zamanının geldigini,
ye'de yaşamış, ve eserlerinde, kendisini arhk pozitif bilim çaguun başlamış ol-
Aziz Paul'un izleyidsi olarak tanıtmış dugunu öne sürdügü için. aynı zaman-
olan filozof, Tann'yı bilmenin üç ayrı da tpozitivizmin de kurucusu olarak da
yolundan söz etmiştir. bilinen Saint-Simon'un en büyük düşü,
Tanrı'mn varolan herşeyin aşkın ve insan toplumunwı reformdan geçirilme-
fail nedeni oldugunu söyleyen Sahte Di- si olmuştur. Ona göre, Fransız Devrimi
onisos'a göre, Tanrı evreni, kendisinde mutluluk getirmemiştir. Evrensel insan
bulunan örnek ya da arketip idealar ara- haklarnun il~nı, Saint-Simon'a göre,
cılıgıyla hiçten ve özgürce yaratmıştır. aşagı sınıfların cehaletini ve yoksullu-
Tann, buna ek olarak fina) ya da ereksel gunu ortadan kaldırmamıştır. Toplum-
nedendir, çünkü İyi olan varlık, en yük- daki tüm insanların mutlulugunun yeni
sek İyilik olarak, iyiligi özleyen tüm var- bir toplumsal düzenleme, bir sosyal re-
lıkları kendisine çekimler. forınla saglanabilecegine inanan Saint-
Tanrı'nın varolan herşeyin nedeni ola- Simon, toplumda gerçekleştirilecek re-
rak başı, nihai ve en yüksek amacı ola- formun toplumsal yasalann bilgisine da-
rak da sonu oldugunu öne süren Sahte yandıguu ve bunun bilimlerde de bir re-
Dionisos, yaradıhş söz konusu oldugun- formu gerektirdigini düşünmüştür.
da ise, Patristik felsefenin, Aziz Augusti- Bundan dolayı, onun felsefesi öncelikle
nus'ta doruk noktasına çıkan Platoncu toplum konusunu ele alu ve bir toplum
ve Yeni-Platoncu gelenegine uygun ola- felsefesi olarak ortaya çıkar. Toplumu
sakal yaniışı 747

birorganizına olarak gören ve bu orga- latmak ister. Toplumu endüstri alanında


nizmanın evrimini inceleyen Saint- çalışaniann yönetmesi, yoksulları yok-
Simon'a göre, toplumun kökeninde çtkar sulluklarından kurtaracaktır; ona göre,
ögesi vardır. O, bir toplumun insanları­ bilimle, akla uygWl olarak düzenlenecek
nın birbirlerine gelişigüzel yaklaşmadı­ üretim, bütün çalışanları her bakımdan
gını söyler. İnsanlar, ancak bir çıkar du- yükseltecektir. Herkes çahştıgı, görevi-
nunu ortaya çıkınca, bir toplum halinde ni yerine getirdigi ölçüde, üretimden pa-
bir araya gelirler. Toplum, Saint-Simon'a yına düşeni alacaktır. Üretimi yöneten-
göre, çıkar ögesinin bir sonucu olarak ler, Saint-Simon'a göre, halkı keyiflerine
uzlaşmayla kurulur. Bir toplumun kuru- göre degil, fakat üretimi geliştirmenin
labihnesi, çıkarın sonucu olan bir top- gereklerine göre yöneteceklerdir. Bu yö-
lwnsal bagın var olmasına ve dolayısıy­ nelicilerin görevlerini kötüye kullaıuna­
la kollektif bir vicdanın oluşmasına larına, hal..kı aldabnalarma, halka ödev-
baghdır. lerini anlatacak yeni bir din ile toplumu
Saint-Simon'a göre, insanlar kendilerine aydınlatacak bilginler engel olacaktır.
özgü orijinal varlıklar olmanın yanında, Şu halde, ekonomik ve siyasi yönetimin
dogada hüküm süren detenninizme tAbi başında banka, fabrika, maliye uzman-
olan varhklardır. Fizik ve kimya alanın­ larının bulurunasına karşılık. inanç ve
daki agırlık merkezi yasası gibi, toplwn- egitim gibi işlerin başında da bilim,
lan yöneten bir ilerleme yasası vardır. sanat uzmanları bulunacakbr. Yeni din,
Sosyoloji biliminin görevi, bu yasanın kardeşlik ve sevgiye dayanan bir inanç
varlıgnu gösterip, insanlara bu yasaya olmalı ve her türlü hurafeden anndırıl­
itaat ebneyi ögrebnektir. Zira, Saint- mahdır. Başka bir deyişle, modern top-
Simon'a göre, bu yasayı insanlar koy- lumun yön ve düzeninin, üretici olma-
muş degildir. Biz, bu ilerleme yasasını, yan bürokratlar tarafından de~! de,
siyasi, ahlaki, ekonomik, v.b.g., olaylar bilim adamlan ve sanayiciler tarafından
içinde görürüz. Sosyolojinin tarihsel yön- belirlendigini öne süren Saint-Simon'a
teınİ benimseyen bir gözlem bilimi olma- göre, modem toplumdaki kriz de, pozi-
sının nedeni budur. O, bu ilerleme yasa- tivizme dayanan yeni bir din ile çözüle-
sım düzenli bir yöntemle açıklayarak, bilir.
Avrupa Uygarlıgının toplumsal ve O, bilim konusunda, tüm bilimlerin
siyasi evriminin genel yasalamu elde et- şimdiye dek bilimsel olmayan yöntem
meye çalışmıştır. ve adımlarla işe başlamış oldugunu
insanın toplumsal tarihinin kendilerine söyler. Bundan başka, her bilim birta-
ayn düşünce tarzlannın karşılık geldigi kım dini tasanmlar, metalizikle ilgili sa-
üç ayrı aşamadan, yani sırasıyla çoktan- nılarla yüklüdür. Başlangıçta, teolojik
ncılı.k/ kölelik, tei zm 1feodalizm ve pozi- bir temeü olan ve metafizik kavramlarla
tivizm/ endüstriyalizm evrelerinden geç- geliştirilen, gerçek olmayan bir bilimin
tigini öne süren Saint-Simon'a göre, yerine, Saint-Simon'un çagmda gerçek
toplumsal degişme ve düzenin yasalan, bilim, pozitif bilim geçmiştir. Ona göre,
pozitivizmin marifetiyle, bulunabilir. ilerlemeyi saglayan etken de bilimin,
Toplumun, ona göre, başlıca görevi, ya- başlangıçta onun içine kanşmış olan
şamak için gerekli nesneleri çogaltan bu ögelerden temizleıunesidir. Saint-
üretimi geliştinnektir; çünkü mutluluk Simon, arbk pozitif bilim çagının başla­
ancak bu şekilde saglanır. Yeni düzende mış oldugunu söyler.
toplumu anlar, yani endüstri alanında saka) yaniışı [İng. phallacy of the beard;
çalışanlar yönetecektir. Endüstri alanın­ Fr. erreur de la barbe]. Küçük ve önemsiz
da çalışanlarla, o zenaatlarla ugraşanla­ noktaların, ufak aynntılann hiçbir fark-
n, çiftçileri, fabrikatörleri, yabnma açbk- lılık yaratmayacagını, en küçük bir
lan kredilerle üretime kahlan bankerleri, önem taşımadıgmı iddia etmekten olu-
türlü üretim dallanndaki uzmanlan an- şan formel olmayan yanlış türü.
746 sanat

sanôlt [Os. mehflret, hilner, sanayii nefise; özünün beli! bir yal2n türü oldugunu
ing. art; Fr. art; Al. kunst] 1 Bir etkinli- iddia etmiştir. Sanat hayata kara çalma-
gin gerçekleştirilmesi veya belli bir işin ya yönelen idealist bir yutturmaca degil,
yapılmasıyla ilgili yöntem, bilgi ve ku- fakat yaşamı iyiye dogru dönüştürerek
rallann tümü. 2 Bir işi belli bir estetik yaşanır hale getiren bir yalandır.
duyguyu yansıtacak bir biçimde ger- Günümüzde ise, sanatı ondaki farklı
çekleştirıne tarzı.Dogada olmayan bir unsurları temele alarak açıklamayı de-
şeyi yaratma amacına yönelmiş rasyo- neyen farklı sanat teorileri vardır. I Bun-
nel faaliyet. 3 Sanat eserlerinin yaratıl­ lardan birincisi, sanattaki formel unsuru
masını mümkün kılan dogal yetenege ön plana çıkartan fomı olarak sanat anla-
dayalı ya da tecrübe yoluyla kazanıl­ yış ıdır. İngiliz sanat eleştirıneni Clive
mış beceri ya da ustahk. Birtakım fiziki Beli tarafından savunulan bu görüşe
araçları, arzu edilen sonuçlara ulaşmak göre, gerçek sanat eseri izleyici, dinleyici
üzere, sezgi ya da bilgi yoluyla ögreni- ya da okuyucuda, estetik bir tecrübe ya
len estetik ilkelere göre, amaçlı ve siste- da duygunun doguşuna neden olur. Bu
matik bir biçimde kullanma yetenegi. estetik duygu, günlük yaşamın duygu-
4 Bir duygu, düşünce, tasanm ya da larmdan, pratik bir yönü bulunmamak
güzelligin ifadesinde kullanılan yön- bakımından farklılık gösterir. Söz konu-
temlerle, bu yöntemlere bag h olarak ser- su estetik duygu, deneyim ya da tepkiyi
gilenen üstün yaratıcılık. Temel işlevi doguran neden, gerçek her sanat eseri-
güzeli meydana getirmek, güzellik ya- nin pay almak durumunda oldugu bir
ratmak olan öznel faaliyet. S Sergiledigi nitelik olarak 'anlamlı form' dur.' Anlam-
estetik özellikleriyle bir sanatçının elin- h fonn' ise, sanat eserinin konusu ya da
den çıkbgını belli eden nesneler, yani içeriginden çok, parçalan, ayırıcı yönleri
resim, heykel, oyun, film benzeri eserler arasındaki belli bir ilişkiden meydana
bütünü. gelir.
Yunanca tekhne ve Latince ars terimle- ll Bir diger sanat teorisi, ünlü filozof R.
rinden türeyen sanat kavramı, İlk ve Or- tCollingwood tarafından savunulan ide-
taçag boyunca zenaattan ayrılmamış ve alist sanat teorisidir. Kant'tan başlayıp
bu dönemde pratik kurallarla belirlen- tCroce tarafından da savunulan bu an-
miş bir zenaatı uygulama anlamına gel- layışa göre, sanat evrensel bir ideyi
miştir. Söz konusu dönemde, ne teknik ifade etmekte, ama bunu sanatçının
nesne ile sanat eseri, ne de zenaatkar ile öznel duyarhgı araah~yla gerçekleştir­
sanatçı arasında bir ayrun vardır. Bu mektedir. Diger sanat teorilerinden, ak-
baglamda, entellektüel bir etkinligi, tek- tüel sanat eserinin fiziki obnayan bir
nik de olsa belli bir bilgiyi imleyen sa- eser oldugunu öne sürmek bakunından
natsal yaratım, sadece dogal yaradılış­ farklılık gösteren bu sanat görüşüne
tan farklılık gösterir. göre, sanat eseri sanatçuun zihnindeki
Sanat zenaatten, Endüstri devriminin bir ideden başka hiçbir şey degildir; bu
ardından, onsekizinci yüzyılın sonlann- ide, sanatçının belli bir sanat ortamına
dan başlayarak net bir biçimde ayırd girişiyle, belli araçlan kullanınası sure-
edilmeye başlanmıştır. tKant Kritik der tiyle dışa vurur. Bununla birlikte gerçek
Urteilskraft [Yargı Gücünün Eleştirisi] sanat eseri, sanatçının zihninde alandır.
adlı eserinde sanat ile bilgiyi ve sanat ile lll Üçüncü sanat teorisi, sanatı bir dı­
zenaat ya da teknigi birbirinden ayır­ şavurum olarak degil de, bir sembol
mıştır. tHegel ise sanatı, kendini dış olarak gören sanat anlayışıdır. Bir
dünyada gerçekleştiren tinin bir ugragı sanat eserininin bir duygunun sembolü
olarak ele almış ve sanatm duyusal bilgi oldugunu öne süren sembol olarak sanat
ile kavramsal bilgi ar.ısmda bulundugu- arılayışma göre, sanat eserleri insanda
nu söylemiştir. tNietzsche ise, sanalın ortaya çıkan psikolojik süreçleri temsil
sanat felsefesi 749

eden semboller olarak karşımıza çıkar· sefeyi ilgilendiren yönü, sanat hakkında
lar. Başka bir deyişle, bu eserler, koyu yazmanın yönteminin ne olması gerekti-
renk bulutlann ya~murun belirtisi ol- ~i ve söz konusu yazma faaliyetinin
ması anlamında de~il de, insani duygu- nasıl haklı lalınabilece~i hususudur.
Iann ard arda dizilişiyle örne~in bir Sanat eleştirisi, çok büyük ölçüde be-
müzik eserinde notaların zamansal dizi- tiınsel bir etkinlikten meydana gelir. O
lişi arasında bir yapı benzerli~inin ol- sanat eserlerini izleyici için aydınlatır;
ması anlamında gösterirler. dikkatimizi eserin gözümüzden kaçan
IV Bir di~er sanat anlayışı, sanatta ku- veçhelerine çeker. Sanat eleştirisi aynı
rumsallı~ı ön pl§ına çıkartan kurımısal zamanda yorumlayıcıdır; sanat eserini
smıat görü~üdi.ir. Ça~daş filozoflardan bizim için, daha önce olmadı~ı bir bi-
George Dickie. tarafından geliştirilen bu çimde anlamlı hale getirir. Sanat eleşti­
anlayışa göre, sanat eseri, insan varlıkları risi, nihayet de~er biçicidir.
tarahndan belli ölçüler içinde işlenen, sanat felsefesi [Os. felsefei san' at; İng. phi-
insan elinden çıkma bir üründür. Buna losoplly of art; Fr. philosoplıie de l' art; Al.
göre, sanat eseriııi, insaniann onu izleme- kunstph ilosoplıie]. Felsefenin, yalıuzca
leri için, bir galeriye yerleştinnek, sanat sanat eserleriyle ba~lanbh olarak ortaya
eserinin işlenmesi anlamına gelir. İkinci çıkan problemleri ve kavramları ele
olarak, sanat eserlerine 'sanat eseri' statü- alan, sanatın farklı kültürlerdeki yerini,
sü ya da kimli~i, sanat dünyasırun galeri insan açısından yerine getirdi~i fonksi-
sahibi, yayıncı, yapıma gibi üyeleri tara- yonu ve insan için taşıdı~ı anlamı araş­
hndan verilir. Bundan dolayı, sanat eseri tıran dalı.
için belirleyid olan ö~e, başka hiçbir şey Sanat felsefesi, hpkl bilim, dil, ahlak.
değil de, kurumdur.
v.b.g., felsefesi gibi, sanat alanında geçen
V Buna karşın, estetik haz ve be~eni temel kavramlan dikkatli bir biçimde
etkenlerini sanat teorisinin dışında bı­ analiz eder, ve daha sonra, bu analiz ışı­
rakan yapısalcı sanat anlayışı, yapıtın
~ında, sanat alanında ya da sanat hakkın­
sanatçının duygularını dışa vurmaktan
da oluşturulan türnce ya da yargılann
ziyade, genel bir anlam üretim sistemi-
do~ruluk ya da yanhşhklannı belirleme-
nin bir parçası oldu~unu öne sürer.
sanat eleştirisi [Os. sanat tenkidi; İng. art ye koyulur. Buna göre, form, anlam, dı­
şavurum, soyutlama, sembol ve güzellik
criticisnı; Fr. critique artistique]. Sanat
eserlerini konu alan eleştirel analizle bu gibi kavramlan analiz eden sanat felsefe-
eseriere anlamlı bir biçimde de~er biç- si, daha sonra 'Sanat taklittir' ya da 'Her
rnekten oluşan etkinlik. sanat eseri bir semboldür' türünden yar-
gılann do~ruluk de~erini belirler.
Sanat eleştirisi, söz konusu eleştiri faa-
Do~aya ilişkin estetik tecrübeyi dışta
liyetinin aynlmaz bir parçası olan eleş­
bırakan sanat felsefesi, estetikten daha
tirel yargılarda içerilen kavramların ay-
dınlatılmasını, açıkh~a dar bir alanı kapsar. Sanata ilişkin kav-
kavuşturulmasını amaçlayan estetikten rayışımızın, sanata yönelen yaşantıla­
farklılık gösterdikten başka, estetikçinin rın sonucu olan kavramsal problemleri
yapb~ı işi önceden varsayar, çünkü konu alan sanat felsefesinde sorulan ve
sanat eserlerini tartışll' ve onlara bir yanıtlama çabası verilen belli başlı so-
de~er biçerken, sanat eleştirmeni estetik- rular şunlardır: Sanat nasıl tanımlanır?,
çi tarafından analiz edilip, açıkh~a ka- Sanat eserini güzel ya da çirkin kılan
vuşturulmuş olan kavramlan kullanır. şey nedir?, Bir sanat eserine nasıl tepki
Sanat eleştirisi, buna göre, tek tek sanat veririz? Sanat ne tür bir anlam ya da bilgi
eserlerine ya da sanat eseri sınıfiarına aktanr?, Sanat belli bir şeyle ilgili olarak
yönelir ve bu eseriere gere~i gibi de~er birtaklm do~rular ortaya koyar mı?,
biçmeyi ve onlan daha iyi bir biçimde İnsan varlıklannın sanat eseri yaratma
anlamayı amaçlar. Sanat eleştirisinin fel- nedeni nedir?, Sanatsal ifade nedir?
750 sanal ontolojisi

Sanat felsefesi alanında, sanat ilişkin Yalnızca Brahrnan'ın gerçek oldugunu,


yorum baglamalık ve yahtlamacılık dış dünyanın aldatıcı bir görünüşten
şeklinde ortaya çıkarken, sanatan özü, başka bir şey olmadıgını ileri süren
işlevi ve etkileriyle ilgili görüşler dört Upanişad ögretisinden yola çıkan Sank-
ayn başlık altında toplanabilir. Bunlar- hya felsefesi, ikici bir yaradılış ve varlık
dan birincisi, 1 taklit ya da tasarım olarak anlayışı geliştirerek, mayanın aldatıcı
sanat görüşüdür. Ünlü Yunan filozofu görünüşünün yerine, kendi kendine ye-
tPlaton'a geri giden bu anlayışa göre, terli bir ilke olan doga gerçegini, maddi
sanatçı eserinde dış dünyadaki şeyleri ilkeyi, Prakritiyi, Atman'ın yerine de Pu-
yansıtır, taklit eder. Bunun tam karşı­ ruşayı geçirmiştir. Bu ikincisi, Tanrı ya
sında yer alan sanat görüşü, 2 sanatçı­ da evrensel bir tin olmayıp, ezeli-ebedi
nın, dış dünyayı degil de, kendi iç ve degişmez olan bireysellik, bilinç ilke-
dünyasını, kendi duygu ve yaşantılan­ sidir. Bu bilinç, hem içinde banndıgı
nı yansıttıgını dile getiren dışavımmıcu canlı varlıgın yaşamını ve hem de bir
teori dir. bütün olarak Evrenin evrimini gözler.
Sanat felsefesi alanında, üçüncü görüş, Maddf ilke olan Prakriti süreidi bir degi-
şim ve gelişim içinde olup, nedensellik
3 taklit ya da tasarım olarak sanat anla-
yasasına tabidir.
yışına oldugu kadar, dışavurum olarak
sanrı [İng. hallu.cination; Fr. hallucination;
sanat anlayışına da karşı çlkan, sanatın
bir amacın aracı olarak görülmesini iste- Al. lıallu.zination]. Genel olarak, yanlış
meyen sanat için sanat görüşü, ya da for- bir algı. Gerçekte varolmayan şeyleri
varmış gibi algılama, kişinin kendisine
malist sanat anlayışıdır. Bu görüşe taban
tam olarak inandıgı nesnesiz algı.
tabana karşıt sanat anlayışı ise, 4 sanatı
Dış dünyada, şimdi ve burada olan bir
daha yüksek bir amacın aracı olarak de-
nesneye ablta bulunan, dış dünyada
gerlendiren pragmat;k sanat görüşüdür.
nesnel bir karşılıgı bulunan bir bilinç
Bu başlık alb.nda yer alan ilk sanat görü- haliyle, bu türden nesnel bir referansa ol-
şü, 4-a) sanat eserinin işlevinin izleyici-
mayan bir bilinç hlli arasında ayınm ya-
sine haz vermek oldugunu, sanabn ver- pıldıtJ, birincisine algı, ikindsine ise
digi hazzın yükselmesi ölçüsünde daha imge ya da tasanm adı verildigi zaman,
iyi bir sanat haline geldigini dile getiren ildnd bilinç halini ilk bilinç hllirıin özel-
lıazcı sanat anlayJiıdır. Bu çerçeve içinde,
liklerine sahipmiş gibi düşürune, imge
4-b) ikinci sanat görüşü sanah bilgi ya ya da tasannu algıyla karaştirma olarak
da hakikatin bir aracı ya da taşıyıclSı sann, belli bir fizyolojik ya da psikolo-
olarak görürken, 4-c) sonuncu görüş, sa- jik nedenin sonucunda, gerçekte karşı­
natı ahlaki gelişme ve ilerlemenin bir Iıgı bulurunayan bir alga içerigi edirune
aracı olarak degerlendirir. hllini, olmayan• algılama durumunu,
sanat onlolojisi (İng. ontology of art; Fr. uyanıklik hllinde, gerçek oldugunu sa-
ontologie de l' art]. Sanat ve sanat eserle- narak düş görme hllini ifade eder.
riyle ilgili ontolojik problemleri ele San ta yana, George. 18~1952 yıJiarı ara-
alan, bir sanat eserinin ne tür bir şey ol- sında yaşamaş olan İspanyol asıllı Ame-
dugunu, sanahn nerede oldugunu ve rikan filozofu. Temel eserleri: Sc:epticism
nasıl ortaya çıktagını soran, müzik par- and Animal Faith (Kuşkuculuk ve Hay·
çalannın, sanat eserlerinin, resim ve vanf: lnançL The Sen.se of Beauty [Güzelli-
heykellerin ontolojirnizde nasıl bir yer gin Anlamı) ve The Realms of Being (Var-
tuttugunu araştıran disiplin. lik Alanlan}.
sankhya. Gelenege baglı kalan Hint fel- O, felsefede tDescartes'ın yöntemini
sefesinin kapsamı içinde yer alan ve kullanarak Russell ve Husserl gibi ilerle-
Kapila tarafından kurulmuş olan felse- miş ve kesin olan bitUkım dogrulara
fe sistemi. erişebilmek için, kendisinden kuşku du-
Sartre, Jean Paul 751

yulabilecek herşeyden kuşku duymuş­ ca olduğunu beHrlemeye yarayan teori.


rur. Descartes'ın kuşku süreci sonunda, Bu baglarnda belirli sorulardan mey-
'düşünen bir varlık olarak vanm' şek­ dana gelen bir öbek içinde kalan bir so-
lindeki bir önermeye, varlık bildiren bir ruya, sonlu sayıda adıından geçerek bir
öneraneye ulaşabilecegini düşündügü yanıt verme imkanı saglayan bir algorit-
yerde, Santayana, kuşku yöntemi tam ma bulına problemine saplama problemi
olarak uygulandıgında, bizim, varoluş derunektedir. Problem, bir mantık siste-
yerine, birtakıın veri ya da özlere ulaşa­ minde, verilen bir öneranenin teorem
cagımızı söylemiştir. Ona göre, bir olup olmadıgını sonlu sayıda adımla
şeyin varoldugıından, yani onun bir geç- belirlemenin yöntemini bulma problemi
miş ve gelecegi olup, çevresindeki şey­ olarak karşımıza çıkar.
lerle birtakım ilişkiler içinde bulundu- Sartre, Jean Paul Varoluşçulugun kuru-
gundan her zaman kuşku duyulabilir, cusu olan çagdaş Fransız filozofu. 1905-
fakat bizim belli bir özü kavramakta ol- 1980 yılları arasında yaşamış olan Sart-
dugurnuzdan asla kuşku duyulaınaz. re'ın temel eserleri: L 'ttre et le Neant
Bu görüşleriyle Platon'u çok andıran [Varlık ve Hiçlik], La Transcendeııce de
Santayana, Platon'u özlere, ahlaki bir açı­ l' Ego [Benin Aşkmlıgı], LA Nausu[Bu-
dan yak1aştıgı için eleştirmiştir. Müm- lantı], Les Chemiıı.; de la Liberti [Özgürlü-
kün her yüklemin bir öz olduğunu öne gün Yolları], L'f.xistımtialisme est un hu-
süren Santayana, öz alarundan hiçbir maııi.ı;me [Varoluşçuluk], Cr"itique de la
şeyin çıkartılamayacagını ifade etmiştir. Raison Dialectique [Diyalektik Aklın
O günahk~nn azizle, kahinin biüm ada- Eleştirisi)'dir. O, akademik bir kurumda
rruyla eşit haklara sahip oldugunu öne profesyönel bir filozof olarak çalışmak
sürmüş, akıllı hayvan olarak insanın öz- yerine, zaman zaman popüler birtakım
leri göstergeler olarak kullandıguu be- eserlerle geniş halk kitlelerine ulaşmayı
lirtmiştir. Bu özlerden varoluşa nasıl ge- denemiş olan ünlü bir düşünürdür.
çebildigimiz sorusuna ise, Santayana Temeller: İnsarun kendi yazgısuu belir-
tüm rasyonel süreçlerin belli şeylere, ör· lemedeki aktif rolünü vurgulayan ve
negin maddenin varoluşuna inanmak· +Marks, tHusserl ve tHeidegger gibi
tan oluşan hayvani bir duygu ve zorun- düşünürlerden etkilenmiş olan Sartre'ın
lulu~n ifadesi oldugu yanıtını temel çıkış noktası, insan varlıgı ile
vermiştir. öteki nesnelerin varlıgı arasındaki fark-
Buradan da an1aşılacagı üzere, Santaya- lılıgın incelenmesinden oluşur. Başka
na dört ayn varlık kategorisi ihtiva eden bir deyişle, +Descartes'ın yaptııı gibi,
bir ontoloji geliştirmiştir. Bunlardan bi- özneden yola çıkan Sartre, tKant'ın
rind kategori, fiziki gerçeklik akışına te- problemini, yani şeylerin ya da nesnele-
kabül eden, şekilsiz güç olarak madde- rin nedensel olarak belirlenmiş dünya-
dir. İkincisi,· kendisi fiziki olmasa bile, sında, insarun özgürlük ve sorumlulu-
beynin etkinligine baglı olan, çevrenin gunun nasıl açıklanabilecegi problemini
haritasını çıkanp, davranışı düzenle- ortaya koyup, bu probleme bir çözüm
dikçe belirginleşen tindir. Buna karşın, getirmeye çalışmıştır.
üçüncüsü, maddede veya tinde aktüelle- Metafiziği: Ona göre, insanın dogası,
şebilen mümkün tür ve şeylerin ezelr- insan tarafından üretilmiş olan bir
ebedi sisteıni olarak form ve nihayet, sc; ürünü tanımladıgımız tarzda açıklana­
nuncusu da, dünyarun bütün bilinen ve maz. Sartre'ın bu tezine göre, her hangi
bilinmeyen karakteri olarak hakikat. bir alet, nesne yapacak olsak, önce bu
saplama teorisi [İng. decision theory; Fr. nesnenin nasıl olacagını tasarlarız. Ör-
theorie de d~cision}. Çeşitli i.mkjnlan ve negin, bir masayı ele alalun. Masa, kafa-
avantajları olan alternatiflerle karşılaşıl­ sında bir masa fikrine sahip olan, masa-
dıgı zaman, ne şekilde eylemenin akıllı· nın ne için kullanılacagını ve nasıl
752 Sartre, Jean Paul

üretilecegini bilen bir insan tarafından dir.' Yani, bilinçli bir: varlık olan insanda,
imal edilmiştir. Buna göre, masa, mey- sonsuzca degişme kapasitesi vardır.
dana getirilmezden önce, belirli bir Onu şimdi oldugu şeyle tanımlayamaz­
amaa olup, bir sürecin ürünü olan bir sıruz, çünkü tanımladıgnuz anda, o
şey olarak tasarlanmıştır. Masanın ö- başka bir şey, başka bir birey olma yo-
züyle, masanın meydana getiriliş süreci- luna girmiştir. Bilinci insanı her zaman
ni ve onun yapılma amacını anlarsak başka bir şeye, bir öteye götürür. Bilinç-
eger, masanın özü, onun varoluşundan li bir özne, sürekli olarak bir gelecek
önce gelir. Sartre'a göre, insanda durum önünde duran varlıktır. Ve bilinç, özgür-
böyle degildir. lük ve bir gelecege dognı yöneliştir.
İlk bakışta insanın da bir yarabcırun, Başka bir deyişle, insan dogası, başka
Tann'nın eseri oldugunu düşünürüz. herhangi bir gerçeklik türünden, bir ba-
Tanrı'yı, masayı imal eden marangoz kıma hiç farklı degildir. İnsan başka
benzeri dogaüstü bir sanatkar olarak herhangi bir şey gibi vardır, yalın bir bi-
görür ve böylelikle, Tanrı'nın insanı ya- çimde oradadır. Bununla birlikte, insan
rathgı zaman, neyi yaratmış oldugunu diger şeylerden ya da gerçekliklerden
bildigine işaret ederiz. Oysa, Sartre farklı olarak, bir bilince sahiptir. Bu ne-
Tanrı'nın varoluşunu inkar etmiş olan denle, insan şeylerin dünyası ve başka
tanntanımaz bir düşünürdür. Tanrı var insanlarla farklı ilişkiler içinde olur.
degilse, Sartre'a göre, instının Tann tara- Buna göre, bilinç her zaman bir şeyin
fından önceden belirlenmiş bir özü de bilincidir ki, bu, bilincin kendisini aşan
olamaz. İnsan, yalnızca vardır, kendin- bir nesnenin varoluşunu tasdik etmek
den önceki bir modele, bir taslaga, bir suretiyle varoldugu anlarıuna gelir. Bi-
öze göre ve belli bir amaç gözetilerek lincin nesnesi, yalnızca 'orada olan' bir
yaratdmamışhr. İnsan öncelikle varolur şey olarak dünya olabilir.
ve kendisini daha sonra tanımlar. İnsan Tek bir kah kütle olarak dünya dışuı­
yalnızca vardır ve Sartre'a göre, kendisi- da, Sartre'a göre, sandalye, dag benzeri
ni nasıl yaparsa, öyle olur. belirli nesnelerden söz ederiz. Masa de-
İnsanın önceden belirlenmiş bir özü ol- digimiz nesne, bilincin faaliyetiyle, dün-
masa da, o, Sartre'a göre, bir taş ya da yanın bütününden kopanlarak şekiHen­
sopa gibi, basit ve bilinçsiz bir varlık de- dirilir. Dış dünya yalnızca bilince, ayn
gildir. O, bir taş parçasının her ne ise o fakat karşılıklı ilişkiler içinde bulunan
oldugunu söyler; taşın varlıgı, kendi şeylerden meydana gelen anlaşdır bir
içine kaparuk, kendisinden başka bir sistem olarak görünür. Bilinç olmadan,
şey olamayan varlıktır. Söz konusu taş dünya yalnızca vardır; o, kendinde var-
parçasının şöyle ya da böyle olmak lıktır ve bu haliyle anlamdan yoksun-
imkanı yoktur; o, ne ise daima odur. Bu, dur. Bilinçtir ki, dünyadaki şeylere, var-
Sartre'a göre, kendinde varlıktır. Buna hk vermese bile, anlam verir. Buna göre,
karşın, insan, tkendinde varlık (yani, bilinç herşeyden önce, dünyadaki şey­
tar parçasının var oldugu tarzda var) leri tanımlar ve onlara anlam yükler.
olmak dışında, tkendisi için varlıga İkinci olarak, bilinç kendisini aşar, yani
(yani, onu taş parçasından farklılaşhran kendisiyle nesneler arasına bir mesafe
varlık tarzına) sahiptir. Yani, insan bi- koyar ve bu şekilde nesneler karşısında
linçli öznedir; insan, varoldugunun bi- bir bagımsızhk elde eder. Bilinçli ben,
lindndedir. lnsarun varlıgı bilincinde, dünyadaki şeyler karşısında bu tür bir
kendine dönmekte, kendini bilmektedir. bagımsızlıga sahip oldugu için, şeylere
Bundan dolayı, insana önceden verilmiş farklı ya da alternatif anlamlar yükle-
ve degişmeyen bir öz yüklemek söz ko- mek, bilincin gücü içindedir. İnsan, Sart-
nusu olamaz. Bilinçli bi.r var lık olan re'a göre, mühendis ya da işçi olmayı
insan, 'ne degilse odur, ne ise o degil- seçebilir, şu ya da bu proje veya tasan-
Saussure, Ferdinand ·de 753

ya baglaıur;
dünyadaki varlıklar da, in- özgür olup, sadece böyle biri gerçek va-
sanın bu tercihlerine bagh olarak anlam roluşa sahip olabilir. Bu nedenle tek
kazanırlar. mutlak deger özgürlük olsa bile, sorum-
Ahlak Görüşü: Buna göre, insan öncelik- luluga baglanan bu özgürlük, kah bir
le vardır, insanın varoluşu, onun ne ola- ahlakı gerektirir. Onun gözünde dogru
cagmdan önce gelir. İnsanın ne olacagı, eylem, sorurnlulugu özgürce yüklenil-
bilincin belli bir mesafeden gördügü miş olan eylemdir. Bununla birlikte,
dünya karşısında nasıl bir tavır alacagı­ genel geçer ve mutlak bir dogrulugun
na baglı olacaktır. İnsan, bu uzaklıkhk­ da olmadıgı unutulmamalıdır. Her çag
tan, şeyler ve kişiler karşısındaki bu kendi dogrusunu yaratırken, ahlaklılık
bagımsazhk hali içinde, bu şeylere ve ki- da her çagda kendi dogrusunu kuran in-
şilere nasil baglanacagıyla ilgili olarak sanın özgür eyleminde ortaya çıkar.
bir tercihte bulunur. 1nsan dünya karşı­ Saussure, Ferdinand de. 1857-1913 yılları
sında bu tür bir özgürlüge sahip bulun- arasında yaşamış, modem yapısal dilbi-
dugu için, dünya insanın bilincini ve ter- limin kurucusu, ve dolayısıyla yapısalcı­
cihlerini etkileyemez. Dünyayı aşbgı, Iıgın büyükbabası olarak görülen ünlü
dünyaya yukardan ve uzaktan bakabildi- düşünür. Temel eseri: Cours de lingusti-
gi ve sürekli olarak terahlerde bulunmak que genirale[Genel Dilbilim Dersleri].
durumunda oldugu olgusunu degiştir­ Konuşan ya da yorumlayan özneden
mek, insan için asla söz konusu olamaz. çok, dil üzerinde yogunlaşbgı için, Saus-
Kısacası, Sartre'a göre, insan özgürlüge sure 20. yüzyıla bir anlamda damgasını
mahklımdur. İnsan özgür seçimleriyle vuran, modem düşüncenin ya da Aydın­
kendisini tanunlar ve yarabr. Buna göre, lanınanın hümanizminden kopuş egili-
insan, kendisini yoktan varebnez, fakat minin veya antihümanizmin en önemli
bir dizi seçim ve karar aracıhgıyla, varo- isimlerinden biridir.
luşunu belli bir öze dönüştürür, yani Saussure, özneyle dil arasandaki gele-
kendi özünü oluşturur. neksel ayıruru bir kenara atarak, dille
Başka bir deyişle, kendi kendisini sü- söz arasındaki ayırımı ön plana çıkart­
rekli olarak yeniden yarabnak duru- mışbr. Buna göre, dil, bireyin ne yara-
munda olan insan, bir varoluş olarak, tabildigi, he de degiştirebildigi, ondaki
kendisini ilk anda terkedilmiş biri ola- dil yetisinin gelişmesini saglayan uzla-
rak bulur ve umutsuzluga düşer. İnsan şımlar bütünüdür. Söz ise, toplumsal
bu durumda geçmişine dönemez, şim­ uzlaşım aracı olan dil yoluyla, bireyin
dinin kendisi için boş bir imkan oldugu dil yetisini gerçekleştirme edimidir. Bu~
insan, gelecege de güvenemez. İşte radan da anlaşılacagı üzere, Saussure,
insan bundan dolayı, kendisini saçma bir göstergeler, sözcükler ve anlamlar
bir dünya içinde hisseder. Dogmak, ya- sistemi olarak dilin, konuşan bireysel
şamak, ölmek ve eylemek ona hep öznelerin söz edimlerinden bagımsız
saçma gelir. İşte insan böyle bir anda olarak varoldugunu söyler.
başkalarını hisseder, ve kendisini bir Başka bir deyişle, konuşma ya da dil-
merkez olmaktan çıkanr. Bu ise onun sel davranış ile bir düzenlilikler sistemi
varoluşunu öznel olarak yaşamasını olarak dil arasında bir ayırım yapan Sa-
önleyip, onu başkalanyla birlikte olma- ussure, kültür gibi dilin de, kollektif ola-
ya, toplum içinde yaşadıgı gerçegine rak yaratılan ve paylaşılan bir anlam sis-
götürür. Böyle olunca da insan başkala­ temi oldugunu söylemiştir. Buna göre,
rının sorumlulugunu duymaya başlar. dil bir göstergeler sistemi olup, konuş­
Bu nedenle, Sartre'ın gözünde özgürlük macılar, söz ya da konuşmalarından
ancak sorumluluk yüklenmekle müm- önce varolan bir dilin yardımıyla bir şey
kün hale gelir. Tüm eylemlerinin sorum- söyleyebilir, bir şeyler anlatabilirler. Bu
lulugunu üzerine alabilmiş olan insan nedenle, dilin anlamı fenomenoloji ya da
754 Savigny, Friedrich Karl von

psikolojinin öznel terimleriyle açık.lana­ Savigny'ye göre, hukugun gelişimi üç


maz. Anlam, fenomenoloji.nin öne sürdü- ayrı dönemde olur: Birinci dönemde
gü gibi, öznenin bilinçli ediınierine baglı hukuk, halkın vicdanından dogar, örf
olamaz. O, gösterge ile anlam arasındaki ve adet kurallan şeklinde kendini göste-
bir tür zihinsel ya da psikolojik çagnşı­ rir. İkinci dönemde, toplumsal gelişme,
ının ürünü olarak da anlaşılamaz. yaşamını hukuka vakfeden bir hukuk-
Dile artzamanlı degil de, eşzamanh bir çular sınıfının doguşuna yol açar.
yaklaşım üzerinde ısrar eden Saussu- Üçüncü ve son dönem ise, hukukukun
re'e göre, dilin anlamı ve işleyişi, bu sis- kodifikasyonu dönemidir.
temin kökenleriyle ilgili genetik ya da Savigny, hukugun yasa koyucu tara-
gelişimsel bir öyküden ziyade, varolan
hndan yapılmadıgım, ama kendi ken-
bir göstergeler ve anlamlar sistemiyle il- disine gelişligini ve olgunlaştıgım öne
gili olgulara baghdır. O, yapısalcı bir sünnüştür. Hukuk insan iradesinin
bakış açısından, geçmişten miras ahn-
ürünü olmayıp, ortak inanCJn sonucu-
ınadıgı gibi, öznenin yaraha ediminin
sonucu da olmayan anlamlann, bir dur. Ve yine, Savigny'ye göre, bpkı her
bütün olarak dil araCJlıgıyla açıklanabi­ ulusun kendi dilini geliştirmesi gibi,
lecegini söylemiştir. Dilin anlamının her ulus kendi toplumsal gelişimi için-
birbirlerini karşılıklı olarak tanımlayan de, kendi hukukunu yaratır.
birimlerin, uzlaşımsal bir sistem mey- sayıcı tanım [İng. enumereıtive definition].
dana getiren yapısı tarafından belirlen- Bir sınıfı, özellikle de onun sınırlı ve
digini öne süren Saussure'e göre, söz- küçük bir sınıf olması durumunda, tüm
cüklere anlamlannı veren şey de, bir üyelerinin tüketici bir listesini yapmak
bütün, ögelerin yapı kazarunış bir siste- suretiyle taromlayan tanım türü.
mi olarak dildir. Dilbilimsel gösterge sayı gizemciliği [İng. number mysticisnı;
ise, ona göre, bir gösteren ve gösterilen- Fr. mysticisnıe de nonıbre}. Varlı~ın teme~
den meydana gelir. O, işte bu baglam- line sayıları yerleştiren, varolan herşe­
da, göstergenin ögelerini meydana geti- yi bir sayısından türeten Pythagorasçı­
ren isimle nesneyi birleştiren bagın lann, çeşitli varlık, deger ve nitelikleri
dogal bir bag olmadı~nı iddia eder. farklı sayılarla özdeşleştiren, sayıya gi-
Bundan dolayı, dilin düzeni gerçekligin zemli bir varlık statüsü yükleyen gö-
düzeninden bagımsızdır. rüşleri için kullamlan deyim.
Savigny, Friedrich Karl von. 1779-1861 Scheler, Max. 1874-1928 yıllan arasında
yılları arasında yaşamış olan ünlü yaşarruş olan Alman filozofu.Temel eser-
Alman hukuk filozofu. leri: Die Transzendentale und die Psyclıolo­
Hukugun tarihsel gelişimi ve sosyal gische Methode [Transendental ve Psikolo-
gelişme ile hukuki gelişme arasındaki
jik Yöntem),Wessen und Formeıı der
problem üzerinde duran Savigny, her Symphatie [Duygudaşlıgm Özü ve Şekil­
hukuk sisteminin belirli bir toplumsal leri) ve Die Stellung des Menschen im Koz-
ve tarihsel gelişmenin ürünü oldugunu
mos [İnsarun Evrendeki Yeri).
göstermiştir. Bütün çaglar ve ülkeler
Felsefeye oldugu kadar sosyolojiye de
için geçerli olacak, insanın aklf yetegin-
den dogan bir ideal hukuk tasarımına, önemli katkılar yaprruş olan Scheler
soyut ve gerçeklikle ilişkisiz oldugu ge- özellikle kültür sosyolojisi ve felsefi ant-
rekçesiyle karşı çıkan Savigny, dogal ropoloji alanında önemli bir yer tutar.
hukuku tarihseki görüş açısından eleş­ tGörecilige, felsefi antropolojisinde be-
tinniştir. O, başlangıçta hukukun dev- nimsedigi evrensel bir insan dogası gö-
letin yüksek iktidarının ifadesi oldugu rüşüyle karşı çıkan Max Scheler, inanç
fikrini de kabul etmemiş, toplum söz- sistemlerinin çeşitliligi ve göreliligini
leşmesi ögretisinin bir gerçekligi yan- kabul etmekle birlikte, insan dogasımn
sıtmadıgını iddia etmiştir. evrensel oldugunu savunmuştur.
Scheler, Max 755

Bilgi Görü~leri: Fenomenolojik gelenek 5cheler'e göre, insaıu hayvandan ayıran


içerisinde yer alan bir düşünür olan nitelik, akıl olmaktan çok, duygusallık­
Scheler, çıkar gözetmeyen, bizatihi ken- tır. Zira insanı hayvandan ayıran ve ona
disi için istenen bilgi diye bir şeyin ol- hayvanda olmayan bir tinsel yaşam
madıgını öne sürer. insanla varlık ara- kurma olanağı saglayan şey, onun duy-
sındaki sabit ve degişmez bir ilişki gusallıgıdır. Iiısan sevgi, nefret ve seçiın
biçiminde aniaşılmaması gerektigini gibi edimlerle, hiçbir hayvanda alınayan
söyledigi bilginin, o üç türü oldugunu bir deger duygusuna sahip olur. Bu
iddia eder. Bunlardan teknolojiyle ilişkili edinllerin nesnesi ise, dogada olmayan
olup, doga üzerinde denetim ve ve salt insana geçişli olan degerlerdir.
hakimiyet kunnayı amaçlayan bilimsel Ona göre, degerler, ancak hissetme,
bilgi, tikellerin bilgisidir. Gözlemlerden sevgi ve nefret gibi duygusal edimlerle
meydana gelen bu bilgi türü, suuflama- anlaşılabilecek olan şeylerdir.
lara ve nihayet genel yasalara götürür. Degerler akıl yoluyla kavranabilir olan
Buna karşın, Aristoteles'in ilk felsefe alanın ötesinde kaldıgı için, insan varlı­
adını verdiği disiplinin kapsamı içinde gının kavrayıcı edimleriyle tanınamaz.
degerlendirilmek durumunda olan ikind Scheler için, insanın degeriere baglı olan
bilgi türü, özlerin ve varlık kategorileri- duygusal yaşanu, ancak sezgisel, duy-
nin bilgisidir. Tümelin bilgisini veren bu gusal ve heyecansal bir düşünme ile ele
bilgi türünde, denetim ve hakimiyet ar- alınabilir. İnsanın deger koymadıgını,
zusunun yerini aşk alır. Bu bilgi, tüme- degerin apriori bir öz olarak zaten varol-
vamndan bagımsız oldugu için a priori dugunu ve dolayısıyla insanın ancak
bir bilgi türü olup, insan için bir türsel degerin arkasından gittigini söyleyen
ayırım olma işlevi görür. Scheler, degerieri dirimsel, duyusal, tin-
Scheler'e göre, üçüncü bilgi türü, metafi- sel ve mutlak degerler olarak dörde
ziksel gerçekligin, varlıgın bilgisi olup, ayırmıştır.
insanı kurtuluşa götürür. Fenomenolojik Degerlerin, belli bir hiyerarşi içinde,
gelenek içinde yer alan varoluşçu filozof- degişmeyen, insanın yargılarından etki-
lar gibi, temel felsefi problemlere ilişkin lenmeyen özler oldugunu öne süren filo-
dogru bir kavrayış için mutlak başlangıç zof, tarihseld.Jigi, mutlak, degişmez ve
noktasının insan varlıgına ilişicin araşhr­ zorunlu degerieri göreli lo.ldıgı gerekçe-
ma oldugunu belirten Scheler, hpkı mik- siyle eleştirmiştir. Mutlak degerierin
rokosmosun, makrokosmosun küçük öl- var oldugunu ve tarihselciligin zorunlu
çekli bir kopyası olması gibi, insanın aynı olarak gündeme getirdiği göreciligin,
zamanda küçük bir Tann oldugwıu iddia ancak nesnel ve degişmez bir degerler
etmiştir. Başka bir deyişle, fenomenolo- sistemi ile aşılaqilecegini; degerierin
jik yöntemi varlık konusuna da uygula- mutlak olmakla birlikte, insanın bu de-
yan ve tecrübenin yapısına ilişkin fener gerleri kendisine göre gerçekleştiımeye,
menolajik analizin insana karşı karşıya somutlaşhrmaya çahşhgını söyleyen
bulunduguvarhk denizini açımlayaca­ Scheler'e göre, dirimsel ve duyusal de-
gıru savunan Scheler, insanın gelenek- gerlerin taşıyıcısı olan insan canlı varh-
sel çerçeve içinde Tann adı verilen bir ga özü degerieri gerçekleştinneye çalı­
sonsuzluk arayışı içinde oldugunu ŞU'. Ondaki bu yönetim, dogal olup
iddia ebniştir. iradi degildir. Dolayısıyla, bu degerierin
Alılak Görüşleri: O, bu tezini oldukça gerçekleştirilmesi ahlaki bir nitelik taşı-
önemli katkılar yaphgı ahl~k alarondaki m az. .
görüşleriyle temellendirmiştir. Çagdaş­ Fakat tinsel ve mutlak degerierin de
lannı ahiSık ve din konusundaki görüş­ kendi başianna bir agırlıklan yoktur.
leriyle etkiledigi için aynı zamanda 'ka- Scheler'e göre, insan bu degerieri ger-
tolik Nietzsche' diye de adlandırdan çekleştirmek için, iradi eylemde bulun-
756 Schelling, Friedrich

mak durwnundadır; başka bir deyişle, benzer olan, kendi kendini belirleyen
bu degerierin gerçekleştirilmesi, hayata canlı bir süreç ise, doga yalnızca iradeye
geçirilmesi insarun istemesine baglıdır. karşı koyan, ölü, mekanik bir düzen
lşte dirimsel, duyusal ve hatta, güzel- olamaz. Biz insan varlıkları, Schelling'e
çirkin, hak ve haksızlık gibi, tinsel de- göre, dogayı anlayabiliriz, çünkü do~a­
gerlerde gerekmeyen bu isteme, irade, nm bizimle bir yakınlıgı vardır, çünkü
kutsal, iman ve kendini adama gibi mut- o dinamik bir zihnin ifadesi olup, onda
lak degerierin hayata geçirilmesinin ol- yaşam, akıl ve amaç vardır.
mazsa olmaz koşulu olur; öyle ki, bu Schelling, romantiklerle birlikte, tin,
degeri isteme ve degeri gerçekleştirme zihin ya da akıl kcı. vramını, bilinçsiz, iç·
istegi, ahl!lo meydana getiren, ahlakı güdüsel ve amaçlı bir gücü de içerecek
yapan şey haline gelir. şekilde genişletir. Ona göre, bu güç
Scheler'e göre, insanın özgürlügü ya kendisini organik di.inyada oldugu
da özerkligi de ~urada ortaya çıkar. kadar, organik olmayan dogada da gös·
Özgür bir varlık olarak insan, bu mut- terir. Bilinçsiz dogaya oldugu kadar, bi-
lak degerierin hayata geçiricisi oldugu linçli dogaya da ortak olan yön saf faali-
sürece ahl!klı bir varlık olur. O, iyi ve yet, kendi kendisini belirleyen enerjidir;
kötünün de, tam tarnma işte bu nokta- gerçeklik eylem, yaşam ve iradeden olu-
da ortaya çıkhgını söyler. İyi ve kötü, şur. Varolan herşeyin mutlak temeli ya
özgür insarun mutlak degerieri hayata da kaynagı yaratıcı enerji, mutlak irade
geçinneye yönelik eylemlerinde ortaya ya da egodur, herşeyde hüküm süren
çıkan degerler olarak, ahlaki degerler dünya-ruhudur. Aktüel olan herşey,
olup çıkar. Nesne degerierine dogal Schelling'e göre, ondan çıkar. Şu halde,
varlık olarak yönelen insan yerine, mut- ideal olanla gerçek, düşünceyle varlık
lak degeriere özgür bir varlık olarak bir ve aynıdır; ve," kendisini insan zih-
yönelen insan ise, kişi olmak durumun- ninde, bilinçli bir biçimde açıga vuran
dadır. Demek ki, kişinin eyleminin iyi ayru yaraha enerji duyu-algısında, hay-
ya da kötü olmasının ölçütü, hayata ge- vansal içgüdüde, kimyasal süreçlerde,
çirilen degerin, tercih edilen bir deger elektrikle ilgili fenomenlerde bilinçsiz
olup olmamasadar. olarak gerçekleşir.Hepsinde, Schelling'e
Scheler'e göre, en yüksek iyi ise, mutlak göre, yaşam ve akıl vardır.
ya da kutsal degeri gerçekleştinneye Kör, bilinçsiz bir itki olarak benim bede-
yönelmiş olan kişinin amaçladı~ ideal nime şekil veren ve onu harekete geçiren
özdür. Onun gerçekleştinneye çalıştıgı aynı ilke, burada kendisinin bilinane
bu ideal öz ise, tannsal özdür. İnsan bu varır, kendisini kör, bilinçsiz ögelerden
yoldan giderek, tannlıgın varlık birli~­ ayırır ve saf tin, saf bilinç haline gelir.
ne katılır. Kişinin iradesi ile tanrısal Evrensel ben kendisini bende ve daha
irade, böylelikle bir birlige girebilir. başka sayısız bende ifade eder. O, yal-
Schelling, Friedrich. 1775-1854 yıllan ara- nızca bilinçli benlerde, kendi bilincine
sında yaşamış Alman idealist düşünü­ vanr. Schelling'e göre, köklerimizi evren-
rü. Temel eseri: System der transcendenta- sel, Mutlak Ben'den aldıgımız ve yalnız·
len ldealismus [Transendental idealizm ca onda buldugumuz sürece, gerçegiz-
Sistemi]. dir. Buna karşın, ba~msız, yahUanmış
Schelling tFichte'nin temel kavrayışı­ bireyler olarak yaşadagımazda gerçek
nı, idealist bakış açısına paylaşmakla degilizdir. Mutlak kişisel benlik, bir ya-
birlikte, onun Mutlak Egonun bir ürünü nılsamadan başka hiçbir şey degildir.
olarak, yalnızca bireysel bilinçle iradeye Schelling'e göre, Mutlak Ego'nun bir ta-
karşı koyan bir engel işlevi gören doga rihi vardır. Kendi kendisini açımlayan
anlay"IJ\a karşı çakmaşhr. Gerçeklik te- Mutlak Varlık, nihai hedefinin kendisi-
meld~ insan ruhuna ya da tinine çok nin tam anlamıyla bilincine varmak ol-
Schiller, Johann Friedrich von 757

dugu bir evriın süreci içinde varolw. Yaşamlannda formun tamhgayla içeri-
Tıpkı kendi benlerimizde, bizim bilinçsiz gin bütünlügünü, imgelemin ilk gençli-
ya da bilinçaltı hallerden mutlak bir bi- giyle aklın olgu.nJugunu birleştirdikleri­
linçlilik haline erişmemiz, kendimizin, ni düşündügü Yunanlılan model alan
kendi dogamazm tam olarak bilincine Schiller'e göre, modern insan kendi için-
varmaınız, fakat bu sürecin sonunda, bir de bölünmüş bir insan olup, insan do-
ve aynı ben olarak kalmaya devam etme- gasmın birligi ileı;-leme fikriyle, kültür-
miz gibi, evrensel ben karanlıktan aydm- deki ilerleme düşünüyle bozulmuştur.
lıga dogru yükselir. Cansız dogadan in- Modem insandaki bu bölünmüşlük ve
sana dogru yükselen cetvel, mutlak bir yabanalaşmanın ilacanın, Schiller sanat
özgürlüge vanncaya dek, aşama aşama oldugunu düşünmüştür. Başka bir de-
gelişen yaratacı bir gücü açaga vurur. yişle, o sanata insanlık için ahenkli, or-
Doga en yüksek amaana insanda ulaşır; ganik bir birligin yeniden ele geçirilme-
kendi kendisinin tam olarak bilincine sinin araca olarak görmüştür. Güzellik
varma süreci ve bu arada doga ve zihnin doga halinden salt fiziki bir boyutu olan
özdeşligi, insanda ortaya çıkar. Şu bireye bütünüyle karşıt ahlaklı bireyin
halde, en yetkin doga kuraıru, tüm doga ihtiyaçlanna uygun düşen bütünlüklü
yasalarını algı ve düşüncenin yasalanna ahlaki evreye giden yoldur. Sanat ve gü-
indirgeyen bir teori olmalıdır. zellik, özgürlük yoludur.
Doga canlı oldugu ö!çüde, Schelling'e O, insanda iki temel dürtünün bulun-
göre, onda yasa, akıl ve amaç bulundu· dugunu söyler. Bunlardan birincisi, her
gu için, biz dogaya anlayabiliriz; doga, zaman degişme için bastıran duyumsal
bizim için bir anlam ifade eder. 5chelling, dürtü, digeri de birlik ve süreklilik ara-
Fichte'yle birlikte, degişmez töz düşün­ yan formel dürtü. Bunlardan her ikisi
cesini reddeder ve onun yerine evrensel de, Schiller'e göre, kendilerine getirile-
yaşama, bilinçsizlikten bilince dogru ge- cek olan sınırlarnalara ihtiyaç duyarlar;
lişen ve nihai amaca, insandaki kendi böyle bir sınırlamanın amacı ise, du-
kendisinin bilincine varan akıl olan, can1ı, yumsal dürtünün ahlak yasasma zarar
yaratıcı ve amaçla bir evrim ilkesini geçi- vermemesi, formel dürtünün de duygu-
rir. Schelling matematiko·fiziksel doga ları öldürmemesi ve dolayısıyla bütün-
aniayaşanı reddedip, bunun yerine teleo- lüklü insana ulaşalmasadar.
lojik bir doga anlayışa geçirir ya da bi- Bu ikisi arasında kurulmak istenen
linçsiz amaçlalık ögretisiyle, mekanizmi uyum, Schiller'e göre, üçüncü bir dürtü
teleolojiyle uzlaşbnr. araahgayla saglanabilir. Bu da, oywı
Schiller, Johann Friedrich von. Alman- dürtüsüdür. Söz konusu oyun dürtüsü,
ya'da 19. yüzyalm ilk yarasanda ortaya filozofa göre, sanatta ortaya çıkar. Zira,
çıkan Romantik felsefe akımanın önemli duyumsal dürtünün nesnesinin yaşam,
düşünürü. fonnel dürtünün nesnesinin form oldu-
Özellikle sanat ve egitim konusundaki gu yerde, oyun dürtüsünün nesnesi
görüşleriyle haklı bir ün kazannuş olan veya amaca yaşayan, canla formdur. Ona
Schiller, 1795 yahnda yayınlanan Gber göre, duyumsal dürtüyle formel dürtü,
die iisthetische Erziehung des Mmschen [İn­ yalnızca sanat oyununda bir araya gelir
sanın Estetik Egit:imi Üzerine Mektup- ve insan güzeli temaşa ederken, ruh bir
lar] adh eseriyle Batı kültürünün bütün yandan ahlak yasasa diger yandan da
bir tarihini ortaya koyma yolunda bir fiziki zorunluluk arasında mutlu bir
denemeye kalkaşmaştır. O, işte bu dene- ortam yaratabilir. O, modem öznelligin
me çerçevesi içinde, modern insandaki tanımlayacı özelligi olan çatışma ve ya-
bölünmüşlügü ve yabancalaşmayı teş­ bancılaşmanın sanat veya oywı yoluy-
his eden ilk düşünürlerden biri olma la gerçekleşecek yaratıcı çözümü için
onurunu taşır. umut beslemiştir.
758 Schleiermacher, Friedrich Daniel Emıtt

Schleiermac:her, Friedric:h Daniel Emst. dı~ının bilincine vanlmasıdır. Ona göre,


1768-1834 y11Iarı arasında yaşamış din teori birtakım dogmalardan oluşma­
Alınan idealist düşünOrü. Temel eseri dı~ı gibi, ibadetten de meydana gelmez,
Ülıeı· die Religion [Din Üzerine] olan ve çünkü Tann bilinemez.
düşüncesinin merkezinde din bulunan Alıncim idealizmiyle Spinoza'run Tann
Schleiermacher için en önemli problem, düşüncesinden hareket eden Schleier-
aklı oldu~u kadar gönlü, yüre~i de tat- macher Tanrı'yla dünyanın özdeşli~ini
min edecek bir gerçeklik konsepsiyonu- kabul eder, fakat varolan şeylerin yal-
na ulaşmak olmuştur. nızca Tann'run sıfatları, varlık tarzlan
Metcıjiıigi: O, bu konuda Kant, fichte, ya da yüklemleri oldu~u görüşüne
Schelling ve Spinoza'nın görüşlerinden karşı çıkar. Dünyanın göreli bir ba~ım­
yararlanarak eklektik bir sistem oluş­ sızlı~ı vardır. Evreni açıklamaya çalışan
turmuştur. Schleiermacher, tüm ger- her teori, Tanrı ile dünyanın ayrılmazlı­
çekli~i benden türetti~i için Fichte'nin ~ını öne sürmekle birlikte, Tanrı düşün­
tidealizmini reddeder ve gerçek dünya· cesi ile dünya düşüncesini birbirinden
mn varoluşunu onaylar. Ona göre, biz ayırmalıdır. Tann zaman ve mekAnın
düşünce ve varlı~ın aşkın temeline dışında oları bir varlıktır. Tann'ya, ona
ulaşmak zorundayızi varolan herşeyin göre, kişilik atfedemeyiz, zira bu O'nu
kayna~, ona göre, hepsinin mutlak birli- sonlu bir varlık haline getirir. O'na dü-
~ olan, kendisinde tüm farklılık ve kar- şünce ve irAde yükleyemeyiz, çünkü
şıthklann çözüldü~ü bir ilkede bulunur. bunlar birbirleriyle çelişirler. Zira her
Biz, ona göre, yalnızca fenomenleri de~il tür düşünme ve irAde zorunlu olarak
fakat şeylerin bizalihi kendilerini de bile- sonludur. Tanrı ezeli-ebedt evrensel ya-
biliriz. ratıcı güçtür, ya~arnın kayna~dar ..
Bununla birlikte, düşünme tarzımızın Henneneutikle ligili Görüşleri: Schleier-
algısal do~asından dolayı, şeylerin ilk
macher, hermeneuti~in evriminde de
kayna~ına ilişkin olarak tam ve doyu-
önemli bir yer tutar. Başka bir deyişle,
rucu bir bilgiye ulaşamayızi düşünce
o, İlk ve Ortaça~da sadece Tanrı mesaj-
karşıtlıklar içinde ilerledi~inden dolayı,
larındaki karanlık hususları açakh~a
mutlak birli~e hiçbir zaman ulaşamaz.
kavuşturmak, dini bir metindeki kimi
Problem, mutlak ilkeyi, düşüncenin ve
pasajların tutarsız veya anlaşılmaz ol-
varlı~ın özdeşli~ini, Tanrı'yı bilmektir.
dukları görüldü~ü zaman karşılaşılan
Bu ilkenin do~ası, her tür rasyonel bilgi
imkanını dışta bırakır. Kavramsal dü-
anlama başarısızhklannı hertaraf etmek
şünce kendisini hiçbir zaman farklılık­
için geliştirilmiş bulunan hermeneuti·
lardan ve karşıtlıklardan kurtaramaz. ~in genel bir yorwn tckni~i haline gel-
Oysa, herşeyin nihai ve en yüksek teme- mesi sürecinde büyük bir katkı yapmış­
li olan mutlak birlikte, karşıtlık ve fark- tır. Schleiermacher'e göre, hermeneuük
lılıktan söz edilemez. Mutlak birlik olan ilkelere sadece güçlüklerle karşılaştı~ı­
Tanrı'ya akıl yoluyla ulaşmak olanaklı mız zaman de~il, fakat anlama çabası
de~ildir. içinde oldu~umuz her seferinde başvu­
Schleiennacher'e göre, ideal olanı dinsel rulmalıdır. Zira anlama süreci potansi-
duygu ya da sezgide yakalayabiliriı:. Dü- yel olarak yanlışa hep açıktır. Ve daha-
şünce ve varlı~n mutlak birli~i ya da sı, yanlış anlama, sözcük anlamlannda,
özdeşli~i, do~rudan ve aracısız olarak dünya görüşlerinde, v. b. g., yazan yo·
bilinçte tecrlıbe edilir. Din, sonlu olan rumcudan ayuan zaman dilimi içinde
herşeyin sonsuz oldu~nun ve varolu- vuku bulan de~işınelerden dolayı, do-
ŞWlU sonsuz olana borçlu bulundu~­ ~alhkla ortaya çıkar. Araya giren tarih-
nun, zamansal olan herşeyin ezeli-ebedi sel de~işmeler anlamayı güçleştiren bir
oldu~unun ve ezeli-ebedi olana dayan- tuzak meydana getirirler.
Schopenhauer, Arthur 759

Schlick, Moritz. 1882-1936 yıllan arasın­ yönelıniştir. Başka bir deyişle, bu dö-
da yaşamış olan çagdaş düşünür. nemde felsefenin özü itibariyle anlam
tViyana Çevresinin kuruculanndan, ve problemi üzerinde yogunlaşması gerek-
zamanının önde gelen ınantıkçı poziti- tigini savunan Schilick'e göre, felsefe
•!istlerinden biri olarak Schlick, hem özel bilimlerin kavram, önerme ve yön-
Yeni-Kantçı egiliınleri ve hem de Hus- temlerini mantıksal analizle incelemek
serl'in felsefesini reddetmiş, felsefede suretiyle, bu bilimlerin önenneleriyle
analitik ve mantıksal yöntemlerin önemi- önkabullerine ilişkin saglam bir kavra-
ni vurgulayarak, algıyı eleştirel bir tarz- yışa ulaşmayı amaçlayan bir disiplin
da analiz etme çabası vermiştir. olmak durumundadır.
Bilgi 'konusunda, tKant'a ve Kantçılıga Onun geliştirdigi analiz yöntemi iki
karşı çıkarak, empirist bir bakış açısı aşamah bir yöntemdir. Birinci aşama­
benimseyen, matematigin ve mantıgın da, ele alınan problem ve önermelerde
önermelerinin, sentetik a priori önerme- geçen deyimierin kullanunlarını belirle-
ler olmayıp, tanun geregi do~ru olan, yen dilsel ve mantıksal kurallar sapta-
analitik, yani içerik yönünden boş olan nır. Onun yorum diye adlandırdıgı
önermeler oldugunu öne süren Moritz ikind aşama ise, bu deyimiere bir öner-
Schilick, tPoincarı!'de söz konusu olan meler sistemi içinde hangi anlamın
tuzlaşımcılıga da şiddetle karşı çıkıp, yüklenmesi gerektigini belirlemekten
bilimsel teorilerin, dogrulukları tekabü- meydana gelir. Bu felsefi ya da manbk-
liyete baglı olan kavramlardan meydana sal analiz yöntemini fizikteki eneıji ve
gelen a posterior-i bir sistem meydana ge- nedensellik gibi kavramlar yanında, o
tirdiklerini iddia etmiştir. zamanlar hala sentetik a priori önerme-
Şu halde, önermeleri mantıksal bakım­ ler olarak görülen nedensellik ilkesiyle
dan zorunlu olan analitik önermeler ve enerjinin sakınımı ilkesine uygulamış
gerçek bir içerigi olan empirik ya da sen- olan Schilick, aynı baglarnda dogrula-
tetik a posteriari önermeler olarak ikiye nabilirlik ilkesinin, dogrulamacı anlam
ayıran Schilick, mutlak kesin bilgiye teorisinin tam ve doyurucu bir biçimde
ulaşmanın imkinsız oldugunu öne sür- ifade edilmesi çabalannın yarattıgı
müş; yapılabilecek en iyi şeyin, bilimin güçlüklerle ugraşmıştır.
gerçekligi betiınlerken oluşturdugu Schopenhauer, Arthur. 1788-1860 yıllan
önerme sistemlerine yönelmek oldu~­ arasında yaşamış olan ünlü Alman ir-
nu belirtmiştir. Başka bir deyişle, Sc hi- rasyonalist düşünürü. Temel es~rleri:
lick başlangıçta, bir tür eleştirel realiz- Die Welt als Wille und Vorstellımg [Irade
ınin savunuculugunu yapmış ve doga ve Tasarım Olarak Dünya], Ober die Vi-
bilimleri tarafından betimlenen gerçek- eifache Würzel des Zatzes wom Zureichen-
likten söz ettigirniz zaman da, dogru za- de Griinde [Yeter Sebeb İlkesinin Dörtlü
mansal-mekansal önermeler tarafından Kökeni Üzerine], Die Beidm Grundprob-
tasvir edilen fenomenleri anlamanuz ge- leme der Ethik [Ahlakın İki Temel Prob-
rektigini söylemiştir. Moritz Schilick, lemi] olan Schopenhauer felsefesinin
işte bu baglamda, söz konusu fenomen- temel tezi, esas gerçekligin Kantçı ken-
leri Kant'ın kendinde-şeyleriyle özdeş­ dinde-şey oldugu düşüncesinden mey-
leştirmiştir. dana gelir.
Karlyerinin ikinci döneminde realizmle Metafiziği: Kant'ı fenomenler dünyasıy­
idealizmi olgusal bakımdan çelişik tez- la numenler dünyasını birbirinden ayır­
ler yerine, alternatif konuşma tarzları dıgı, ve insanın özgür faaliyetini, feno-
olarak degeriendiren ve dolayısıyla ide- menler alanına degil de, insan iradesine
alizm-realizm karşıthgıru sözde bir dayandırdıgı için takdir eden, fakat onu
problem olarak gören Schilick, Wittgens- bir yandan da numenjn, kendinde şeyin
tein ve tCarnap'uı da etkisiyle, analize bilinemez oldugunu söyledigi için eleş-
760 scientia realis

tiren Schopenhauer, dünyayı tasanm ve Bu irade, yok olup gihnez. Şekiller kay-
irade olarak ikiye bölmüştür. tKant'ın bolur, fakat esas ya da öz kaybolmaz.
fenomenler dünyasını insanın tasanm Yok olup gider gibi görünen herşey,
ve düşünceleriyle özdeşleştiren Scho· başka bir yerde şekil degiştirerek varh-
penhauer'e göre, 'dünya benim tasarun- gını sürdürür.
lanmdan başka hiçbir şey degildir.' Ahlak Görüşleri: Arthur Schopenhau-
Ona göre, özne olmadan nesne de ola· er'in iradeden yola çıkan bu metafizigiy·
maz, dünya ile ilgili olan herşey mutla- le ahlak felsefesine mutlak bir kötümser-
ka öznenin olmasına baglıdır ve herşey lik damgasını vurmuştur. Nitekim, ona
özne için vardır. Bu yüzden dünyadaki göre, irade, tüm evreni oldugu gibi, in-
tüm nesnelerin genel formları öznede sanı ve düşüncesini de oluşturan şey­
aranınalıdır ve bu fonnlar, öznedea prio- dir. Ömegin, insarun bedeni iradenin
ri olarak vardır. Bu formlan yeter neden ürünüdür.Varolan herşeyin ilkesi olan
ilkesine baglayan Schopenhauer, mate- irade, dogada kendisini bir zorunluluk
matik, fizik, matematik ve ahlakı açıkla­ olarak gösterir; başka bir deyişle, doga-
yabilmek için, onlan, öncülle sonuç, ne- da herşey belirlenmiştir. Bununla birlik-
denle sonuç, mekanla zaman ve motif ile te, irade bazen bilinçlidir ve bu görünü-
eylem ilişkisi olarak dört başlık altmda müyle de, insanda özgürlük denen şeye
toplamıştır. karşılık gelir. Ama ister bilinçli, isterse
Buraya kadar Kant'la aynı şekilde dü- bilinçsiz, ya da ister · zorunlu isterse
şünen Schopenhauer, kendinde şey özgür olsun, evrendeki herşeyin yapıcı­
alanı olarak iradeyi öne sürmek suretiy- sı, kendiliginden ve bagımsız bir şey
le, Kant'tan aynlrruştır. Ona göre, nes- olarak iradedir. Irade insanda egilim ve
nel dünya, fenomenler dünyası, tasarım yönelimler olarak ortaya çıkar. İnsan
olarak dünya, dünyanın yalnızca bir bö- bu egilim ve yönelimlerinin etkisiyle,
lümü, onun dış yönüdür. Bu dünyanın hazza, mutluluga ve yarara yönelik ey-
özü, çekirdegi olan başka bir yönü daha lemlerine hep ahlaki eylemler olarak
vardır, ki bu da iradedir. Nasıl ki dün- bakmıştır. Oysa, bunlar iradenin insan-
yarun varoluşu kendisini bilen bir özne- daki bencil yansımalarından başka hiç-
ye baglıysa, özne ya da insan varhgı da, bir şey degildir.
kendisinden önce olan bir ana güce bag· Schopenhauer'e göre, bu bencil yansı­
hdır. Dünyanın temel ilkesi, esas gücü maların yaru sıra, iradenin genelde nasıl
olarak ir~de fikrine, Schopenhauer yine gerçekleştigine bakbgırruz zaman, as-
insan varlıgmdan hareket ederek ula- lında evren bize kötü görünür. Evrenin
şır. tümüyle belirlenmiş oldugunu gören in-
Ona göre, biz bedenimizi hem bir sanın gözünde, bu evren kötü olmak du-
nesne ve hem de bir irade olarak yaşa­ rumundadır. Bu kötülük de ancak, evre-
rız. Bedenimiz, irademizin somutlaşma­ ne egemen olan şeyin, yani iradenin
sından, nesnelleşmesinden başka bir yadsınması ile giderilebilir. Iradenin be-
şey degildir. Kendi üzerimizde dogru- lirleyiciligi albnda genelde mul:suz olan
dan dogruya yaşadıgıuuz bu olguyu, insan, bu iradeyi yadsımakla mutlu da
Schopenhauer'e göre, dünyadaki tüm olamaz. Olsa olsa su kötülü~ verdigi
varlıklara yayarak, dünyadaki herşeyin acıdan kurtulabilir ve olumsuz mutluluk
özünün irade oldugunu, dogadaki tüm denen şeye erişebilir.
varhkların evrensel bir iradenin nesnel- scienlia realis. Gerçek bilim. Ortaçag felse-
leşmesinden başka hiçbir şey olmadı­ fesinde, çeşitli filozoflarda, ömegin Ock-
gıru söyleyebiliriz. Bu irade, bir ve ev- hamh William'da, bireysel şeyleri, dog-
renseldir. Cisimler, bitki ve canlılar rudan ve aracısız olarak bilinen nesne ya
nesnelleşmeye çalışan ve nesnelleşen da duyusal varlıklan konu alan olgusal
bir iradeden başka hiçbir şey degildir. bilimler.
Searle, John 761

Buna göre, yalnızca bireylerin varoldu- ya da genel do~aları olarak ortaya çıkn­
~unu öne süren Ockhamlı William, bi- ~ını iddia etmiştir. Tümeller, ona göre,
reyleri konu olan gerçek bilimin öner- nihayet, zihnimizdeki soyut kavramlar
melerinin tümel oldu~unu söylemiştir. olarak varolur.
Scottus, John Duns. 1265-1308 yılları ara- Scottus, insan ruhuna, teoloji ve ahlaka
sında yaşamış olan İskoç düşünür. ilişkin araştırmalarında, hem insani ve
t Aristoteles'in manbk ve metafizi~ini hem de ilahi iradeyi akıl karşısında ön
benimsemekle birlikte, daha çok Augus- plana çıkaran tiradecili~i benimsemiş­
tinusçu gelenek içinde yer alan filozof, tir. Ona göre, iriide zekadan daha yetkin
tİbni Rüşt'e de, Thomasçılı~a da karşı bir varlık olup, Tanrı'dan nefret etmek
çıkmıştır. O, metafizilde teoloji arasında Tann'yı bilmernek ya da düşünmemek­
bir ayının yapmış ve bütün varolanlar ten daha kötüdür. Yine, kötü olan bir
için ortak olan ilkeleri araşhran metafi- şeyi düşünmenin zorunlu olarak bir
zi~in Tann'yı kavrayamayaca~ını öne günah meydana getinnedi~i yerde,
sürmüştür. Ona göre, Tann, teolojinin günah kötü olan bir şeyi arzu etme, iste-
konusuna girer. me anlanuna gelir. Scottus, temelinde
Başka bir deyişle, metafizik her ne irade bulundugu için, aşkın da bilgiden
kadar varlı~ın bilimi, veTann da ilk var- daha iyi ve üstün oldu~unu öne sürer;
lık olsa bile, Tanrı metafizigin konusu bu ise, ebedi mutlulu~a, Tann'yla birleş­
olamaz. Çünkü metafizik, Tanrı'yı a prio- me hedefine ulaşmada en önemli rolü,
ri bir biçimde değil de, a posteriari olarak. iradenin oynadı~ı anlamına gelir.
yani sonuçlanndan ya da yaratıldann­ Searle, John. 1932 do~wnlu ça~daş Ame-
dan hareketle bilebilir. İnsanın bu dün- rikalı dil filozofu. Temel eserleri: Speech
yada, Tann'ya ilişkin olarak sezgisel bir Acts: An Essay in the Philosophy of langua-
bilgiye ulaşamayaca~ını öne süren Scot- ge [Söz Edimleri: Dil Felsefesinde Bir De-
tus, insan zihnirtin yarabklarıru neme], Expressian and Meanning [ifade ve
Tanrı'nın eserleri olarak gönnek suretiy- Anlam], lntentionality [Yöneliınsellik].
le, O'na uygulanabilecek kavramlar Searle dil felsefesinde, anlamın resim
oluşturdu~unu ve bu yolla Tanrı'nın va- teorisinden sonra, kullanımsal anlam te-
roluşunu kanıtladı~ını söyler. O, işte bu orisiyle ikinci önemli ve büyük adımı
çerçeve içinde Tanrı'nın varoluşuna iliş­ atan gelenegin John t Austin'le birlikte,
kin olarak çeşitli kanıtlar getirmiştir. en önemli düşünürüdür. O dilsel davra-
Buna göre, Duns Scottus, Tanrı'nın va- ruşın nasıl bir davranış türü oldu~u
roluşunu, herşeyden önce evrendeki üzerinde yo~unlaşmış ve uzun süreli
de~işme olgusundan hareket ederek araştırmalanrun ardından, dilsel davra-
kanıtlamaya çalışmıştır. Evrendeki ha- ruşın kurallarca yönetilen belli bir dav-
reket ve de~işmenin bir başlatıcısı, ev- ranış türü oldu~u sonucuna vannıştır.
rendeki varlıkların bir ilk hareket ettiri- Söz konusu yaklaşınurun gerisinde
cisi olmalıdır ki, bu da Tanrı'dır. Tanrı 'dilin dünya ile olan ilişkisinin insanla-
zorunlu varlıkhr, birdir, özü itibariyle rın bu ilişkiyi nasıl k urduklanna ba~lı
basittir, özgür bir iradeye sahiptir. · oldu~u' düşüncesi bulunan Searle'e
Ortaça~ın ünlü ttümeller kavgasında, göre, dilsel davranış ve iletişimin temel
kavramolı~ı benimseyen Duns Scottus'a birimi tsöz edimidir. Dil felsefesinin,
göre, tüıneller, genel kavramlar öznel ya- anlam ve referans problemleri başta
ratmalar obnayıp, nesneler dünyasuun obnak üzere, tüm problemleri, bu yak.Ja-
genel yapısını yansıbr. Tümelierin önce- şımın bir sonucu olarak, Searle'e göre,
lilde Tann'nın zihnindeki formlar olarak gerçekte söz ediroleri teorisinin de~işik
varoldu~unu söyleyen Srottus, onların veçheleriyle kolayca çözülebilen prob-
ikinci olarak nesnelerde nesnelerin özleri lemler haline gelirler.
762 sebep

Dilin kullanımıyla ilgili olan söz edim- realist düşünürler tarafındansavunulan


leri, bununla birlikte, kurgu, egretileme yarahcı algı teorisine karşıt olarak, her-
ve benzeri konularda yanıtsız kalan sc; hangi bir zihin tarafından tüm mümkün
rular bıraktıgı, ve inanç. istek ve niyet algı koşulları altında tecrübe edilen
gibi zihin hallerine sıklıkla atı.fta bulun- duyu verilerinin duyumdan önce varol-
dugu için, Searle daha sonra genel bir duklaruu, dolayısıyla zihnin algıdaki
yönetimsellik teorisi geliştirmiştir. O, bu görevinin, meydana getirmekten çok,
teori baglamında, yönelim durwnlan ve seçmek oldugunu öne süren cılgı anlayı­
söz edimleri benzeri tüm temsil feno- şı.

ınenlerinin, işh:vlerini yerine getirebil- seı;me [İng. clloise; Fr. cltoix; Al. walıl, aus-
ıneleri için, arkaplanda temsili ol.ınayan walıl).Bir konuda, bir eylem söz konusu
bir temel yetenekler kümesini öngerek- oldugunda, varolan alternatifler arasın­
tirdigini iddia etmiştir. Anlam ve yöne- da birini digerlerinden ayırd ederek,
limsellik, sadere kendileri anJamla yöne- onun lehinde karar verme bilinçli işlemi
limselligin bir parçası olmayan bir dizi ya da edimi.
yetenek sayesinde işgörebilir. Seçme iradi bir eylem olup, şu temel
sebep [İng. reason; Fr. raison; Al. valıiiltnis ]. ögeleri içerir: 1 Bir problemle karşı kar-
Bir önerıne ya da vargıyı teınellendiren, şıya kalındıgında, eylemde buluruna
bir tezi anlaşılır hale getiren terim ya da egilimi. 2 Problemi ölçüp biçme, prob-
önerme. 'Herşeyin bir nedeni oldugu- lem üzerinde etraflıca düşünme. 3 Ey-
nu' söyleyen ontolojik ilkerün epistemo- lemeye karar verme. 4 Birden fazla
lojik karşılıgı olarak sebep, bir kanıtla­ imkanın ya da birtakım alternatiflerin
ma işleminde, kanıt ya da gerekçe varhgı. S Eylem tarzından ya da seçile-
dunımundak.i önermede dile getirilen cek alternatiften çıkacak sonuçları de-
iddiayı ifade eder. Buna göre, metallerin gerlendirme. 6 Nasıl eylenecegiy le ilgili
genleşmesinin nedeninin onların ısıtti­ bir tercih ve 7 tercihle eylemi hayata ge-
ması oldugu yerde, Sokrates'in ölümlü çirme istegi, iradesi sergileyip, eylemi
olmasının sebebi, tüm insanlarm ölümlü gerçekleştirme.
olmasıdır. Seçmenin ürünü olan seçim, doÇu ya
Sebeple neden birbirinde n farklı ol- da yanlış degil de, iyi ya da kötü bir
makla birlikte, bu ikisi felsefe tarihinde seçim olarak görülebilir. Seçimler, ni-
zaman zaman uirbiriyle özdeşleştiril­ yetlerle, arzularla, istek, sonuç ve eylem
miştir. Söz konusu özdeşleştirmenin ilkeleriyle dogrudan bir ilişki içinde ol-
ilk örı.egine, mantikla ontolojiyi özdeş­ makla birlikte, seçimin bunlann hepsin-
leştiren Aristoteles'te, doganın matema- den ayrı oldugu ve yinelendikçe bir alış­
tik bir difle yazılmış oldu~nu kabul kanlık yaratıp, kişiligi belirleyen önemli
eden rasyonalist felsefede rastlanır. bir ~e olarak ortaya çıkbgı unutulma-
secundum quid. Belli bir bakımdan, bir malıdır. Seçme konusundaki en önemli
duruma göre, belli bir koşul altında, bir problem, seçimlerimizin daha önceki ya-
şeye göreli olarak anlarnma gelen La- şanh ve olaylar tarafından belirlenmeme
tince deyim. Söz konusu deyimin karşi­ anlamında, özgür olup olmadıgı proble-
tı, koşulsuz olarak, mutlak bir biçimde, midir.
hiçbir sınırlama olmadan anlamına seçmecüik (Os. iktitdjfyy~ İng. eclectit:ism;
gelen Latince simpliciter ifadesidir. Fr. eclectisme; Al. elclektizismus ].1 Kişinin
seçici alga teorisi [İng. selective theory of ya da filozofun dünya görüşünü, siste-
perception; Al. tl~orie sefective de lıl pacep- mini oluştururken, farklı hatta karşat fi-
tion]. Algıların, zihnin bilinçli ya da bi- kirleri, inançlan ve ögretileri sistemsizce
linçsiz olarak seçtigi ve bir düzene sok- bir araya getirmesi tavn. Çeşitli düşün­
tugu duyum kompleksleri oldugunu ce okullanndan deger verilen birtakarn
savunan algı görüşü. Russell gibi çagdaş öge ya da ögretileri, birlikli bir sistem
semanti:k 763

oluşturmak amac1yla bir araya getirme; Daseiıı, sıradan bir varoluş değildir;
genjş bir ilgi alanına ya da temel bir insan, anlayan ve soru soran bir varolan-
amaca sahip olup, amaca hizmet eden en dır. Dolayısıyla, insan kendi kendisini
iyi ö~eleri farklı sistem ya da kaynaklar- anlayabildi~i için, bütün varolanlan an-
dan seçip alma tavrı. layabilir. Bu nedenle, bir varlık ö~retisi
Buna göre, seçmecili.k, hiçbir sistemi ya da ontoloji, eskiden oldu~u gibi, sein-
mutlaklaştırmayıp, bir sisteme sıkı sıkı­ dan, yani varlıktan de~il, kendisi olabi-
ya ba~lanınak yerine, varolan çeşitli ya len, gerçek bir varoluşa sahip bulunan
da tüm sistemlerdeki, en iyileri oldu~u­ insandan hareketle kurulabilir.
na inanılan ö~eleri seçip kullanmaktan sekindlik. lsl~m felsefesinde, insanın
meydana gelir. Hem deneysel ve hem de Tann'ya ulaşabilmesi için, içe kapanma-
teorik araştırmada, hiçbir bakış açısını sı, dünya işlerinden uzaklaşarak sessiz-
evrensel olarak geçerli bir görüş olarak li~e dalması gerekti~ini savunan anla-
görmeyen seçmeci yaklaşım, daha az yış ya da mezhep.
formel ve özgün, fakat daha serbest, Sürekli olarak çaba göstermenin, ey-
daha sa~lıklı ve daha pragmatik bir yak- lemde bulunma ve maddenin peşinden
laşun olarak, amacına ve tutarlı bir sen- koşmanın insanı Tann'ya yabancılaştı­
teze ulaşmak amacıyla, rakip teoriler raca~ı ve Tanrı'dan uzaklaştıraca~ı
arasındaki farklılıkları uzlaştınnaya, inancını benimseyen söz konusu anlayı­
bunlar arasından seçimler yapmaya çalı­ şa göre, insan, birli~i tüm evreni kuşa­
şır. tan Tann'ya ancak sessizlikle, içe kapan-
2 Seçmecilik, felsefede daha özel olarak ma yoluyla ve Tann'dan başka he~eye
da Fransız düşünürü V. Cousin'in siste- yüz çevirmek suretiyle erişebilir.
mi için kullanılan bir terimdir. Seçmed selefiye. lsl~mda, sonradan ortaya çıkan
bir sistem oluşturarak, Fransız felsefesin- herşeyi reddeden, gerek fıkıh, gerekse
de a~ırlı~ın, tduyumculuk ve maddeci- inanç konulannda akla yer vermeyen,
likten, ttinselcili.k ve tidealizme do~ru Kur'an ve Sünnet'te Allah'la ilgili ne
kaymasına yola açmış olan Cousin'e varsa, mecazi anlamı hiç dikkate alma-
göre, bütün bir felsefe tarihi birbiri ardı dan oldu~u gibi benimseyen itikat mez-
sıra ortaya çıkan idealizm, duyumculuk, hebi.
tkuşkuculuk ve tgizemdlik arasındaki Peygamberin ölümünden sonra saha-
karşılıklı etkileşimierin bir üriinü olarak be'nin sözlerini ve davraruşlanru benim-
ortaya çıkar. Bu sistemler birbirini etkile- seyen Selefruk, takdis, tasdik, aczi itiraf,
yip yumuşabr ve felsefi ilerleme de bun- sük.Cıt, imsak, keff ve teslim gibi yedi kav-
dan do~ar. Dolayısıyla, felsefe tarihinde rama dayaıur.
ortaya çıkacak her ö~reti ya da düşünce sernanlik [İng. semııntics; Fr. semardique;
kaçınılmaz olarak ~eci olacak ve bu Alın. se.mantik]. Genel olarak, anlam ko-
sistemlerin belli bir sentezinden oluşa­ nusuna yönelen, dili anlam bakımından
caktır. ele alan, gösterge ya da işaretlerle göste-
sein. Varoluşçu felsefede, özellikle de Hej- rilen arasındaki ilişkiyi inceleyen disip-
degger'in felsefesinde Daseinın veya insan lin. bilim dalı.
varoluşunun karşısına geçirilen varlık Bir bütün olarak anlam konusunu ele
için kullanılan Almanca terim. alan, her türlü anlamlı olmayı inceleyen
Varlıktan de~il de varoluştan yola disiplin olarak semantik, öncelikle A for-
çlkan bu felsefeye göre, insarun soru so- mel semantik, betimleyici semantik ve
rabilen tek varlık oldu~u için özel bir saf semantik diye üçe ayniayarak sınıf­
yeri vardır. İnsan soru sorabildi~i içindir lanabilir. BunlarJan A-lfonnel smıantilc,
ki, di~er varolanlar arasında, varlı~ın sı­ belli bir teoriyle, bu teoriyi formüle et-
nırlarıru zorlayarak, gerçek varoluş mede kullanılan mantıksal kalkül ara-
h~line yükselebilir. İnsan yalıuzca bir sındaki ba~lantılan, mantı~ın sentaktik
764 semantik

ve semantik düzeyleri arasındaki bagı yen bir deyim veya önermenin anlam-
ele alır. Buna karşın, A·2 betimleıjici se- sız oldugunu öne sürer. Bir türncenin
ıııantik dDgal dillere ilişkin bir tasvir ve anlamıyla, o türncenin dogrulanma
incelemeden meydana gelir. Öte yandan, yönteminin bir ve aynı oldugunu; bir
A-3 Sllf semanlik, fonne~a da yapay dille- önermenin, en azından ilke olarak dog-
re ilişkin analizden oluşur. rulanabilir olmaması durumunda, an-
Yine, anlama ilişkin sorunlar, anlamla lamsız oldugunu; bir tümcenin, ya ana-
ilgili problemler dilbilimi oldugu kadar, litik bir yargı ya da deneysel bir çerçeve
felsefeyi de ilgilendirdigi için, sernanlik içinde dogrulanabilen bir türnce olarak
oonci olarak B felsefi senıanti/wve C dilbi- dogru oldugu takdirde, anlamlı oldugu-
limsel semantik diye ikiye ayrıJmak sure- nu dile getiren; bir tümceyi anlayabil-
tiyle sınıflanabilir. Bunlardan semantige mek için, kişinin o cümleyi do~u ya da
ınantıksal yaklaşım olarak da bilinen yanlış kılan koşulları bilmesi gerektigi-
felseff semantik, dilsel +göstergeler ya ni öne süren söz konusu anlam teorisi,
da sözcükler ile bWllann göndergeleri dogru ya da yanlış olmamakla birlikte,
veya gösterdikleri şeyler arasındaki yine de anlamlı olan birçok ifadenin an-
baglantıya agırlık verir ve adlandırm.a, lamını açıklayaınadıgı gerekçesiyle
anlamlandırma, düzanlam, yananlam, eleştirilmi ştir.
dogruluk benzeri unsur ve özellikleri in- Felsefr semantikte, üçüncü anlam teori-
celer. Buna karşın, dilbilimsel semantik si olan ~3 kullanımsal anlam kuranu,
heın tartzamanlı ve hem de teşzamanlı gönderimsel anlam leorisiyle, anlamın
bir yaklaşımla, dilin zaman içindeki de- dogrulanabilirligi kuramının anlamın
gişimleri ile dilin yapısı, yani anlam tam olarak ne oldugunu açıklamada ug-
düzleminde görülen degişimler ile dil- radıgı başansızlıgın bir sonucu olmak
sel yapılann içerik baglanunda ortaya durumundadır. Anlamın konuşmacı ya
çıkardıklan problemler, düşünce ve da konuşmacılann dili kullanma tarzla-
anlam arasındaki karşılıklı ilişki üze- rından meydana geldigini ifade eden bu
rinde duıur. anlam kuramırun en önemli temsilcileri
Felsefi semantik söz konusu oldugun- L. tWittgenstein ve J. t Austin'dir. Kulla-
da, gönderimsel anlam teorisi, anlamın doğ­ ıumsal anlam teorisinin savunuculan,
rulanabilirliği teorisi ve kullanınısal anlam dilsel göstergeleri, konuşmaoların niyet
teorisi diye, üç temel anlam kuramından ve amaçlanndan bagımsız olarak ele
söz edilebilir: Bunlardan B-1 gönderlin- alan ilk iki teoriden farklı olarak, bir söz-
sel anlam teorisine göre, dilsel bir gös- cügün anlamının kişinin onu ne amaç-
terge ya da sembol, örnegin bir sözcük, la, hangi niyetle kullandıgma baglı ol-
ya dogrudan gözlem ya da algı yoluyla dugunu öne sürer. Auslin'in söz edimi
idrak edilen bir gönderge oldugu kavranuyla biraz daha gelişen söz ko-
zaman anlaşılabilir. Söz gelimi, BurSQ nusu anlam teorisi, dil felsefesi için
Bursa kentine tekabül eder. Gönderim- önemli imk§nlar yaratmışhr. Teorinin
sel anlam teorisi, öncelikle soyut sözcük- önemi esas, dilsel göstergeleri belli bir
leri, fül veya edat lar türünden açık baglam içine oturtmasından ve anianun
seçik göndergeleri olmayan sözcükleri dildeki uzlaşım ve ahşkanhklara bagh
dikkate almadıgı. veya onların anlamla- oldugunu göstennesinden kaynaklan-
nnı açıklayamadıgı gerekçesiyle eleşti­ maktadır.
rilmiştir .. Semiyotigin, sentaks ve pragmatikten
İkinci anlam teorisi olan B-2 anlamın ayn ve bagunsız bir dalını meydana
dogrulanabilirligi teorisi ise, bütün an- getiren dilbilimsel semantik de, felsefi
lamlı ifadeleri. analitik dogrularla empi- semantilde yaklaşık olarak aynı zaman
rik dogrular olarak ikiye ayırır ve bu iki dilimi içinde gelişıneye başlamış ve
kategoriden biri ya da digerini girme- 20. yüzyılın başlannda dili artzamanlı
sembolik etkileşimeilik 765

ya da tarihsel bir yaklaşımla de~il de, anlaşma, uzlaşma ya da gelenek aracıh­


eşzamanlı yaklaşımla inceleme ilkesi ~ıyla belli bir anlam aktanlan uzlaşım­
güç kazarunca, semantikte yapı araştır­ sal işareti, belirli bir nesne, süreç veya
malarına yönelinmiştir. İşte bu ba~­ işlemi ima etmeye yarayan şeyi tanım­
lamda, birinci dilbilimsel semantik teo- lar.
risi, ep ı genellikle belli sayıda anlam ı Bu ba~lamda, sembole dayanan anla-
biıimine dayanarak, anlamın bu temel tun biçimine, felsefede semboliznı adı ve-
birimlerini açıklamaya koyulan, onların rilir. Sembolizın, sembole ve sembolün
meydana getirdikleri yapılan belirleme- içerdiği anlama ba~lı olup, dalaylı veya
ye yönelen yapısal senıaııtiktir. Yapısal dolaysız bir analoji niteli~i taşır.
semanti~in temel kabulü, anlamın gös- 2 Öte yandan, tarihsel olarak XIX. yüz-
terenle gösterilen arasındaki ilişkiyle sı­ yılın sonunda, daha önceki dönemin po-
nırlanamayaca~ı, göstergenin di~er zitivizm, realizm ve do~alcılı~ına karşı
göstergelerle olan ilişkisi dolayımında şiddetli bir tepki olarak gelişen şiir, ede-
ele ahnması gerekti~i kabulüdür. biyat ve sanat hareketi de sembolizm ola-
Cp2 Dilsel temel birimlerin anianun da- rak bilinir. Romantizmden modernizme
~ılımlarıyla, yani ortaya çıktıkları çevre- geçişi simgeleyen, do~anın güzelli~ine
lerin hemen tamamıyla sıkı bir ilişki duyulan inanca karşı tavır alıp, sa~du­
içinde bulunduklan kabulüne dayanan yuya ve bilimsel anlayışa ters düşen, im-
dagılımsal serııantik ise, bir terimin yer al- geleme özel bir önem vererek, ozaru
dı~ı kuruluşlara göre sınıflandırılabile­ aşkın bir dünyaya do~ru yolculu~a çıka­
ce~ini öne sürer. Buna karşın, C-3 yapı­ ran, yaşamı bir semboller bütünü olarak
sal semanti~in öne çıkardı~ı temel gören sanat anlayışı olarak sembolizme
anlam birimlerinin en küçük anlam ö~e­ göre, sanatçı, maddf varlı~ı, dış gerçek.Ji-
lerini meydana gelirmedi~ini öne süren ~i taklit etmekle yetinmek yerine, onu
üretici semantik ise, anlamı belirleyen, kendisine göründü~ü gibi göstermeli ve
anlam analizinin ayrıcalıklı bir düzeyi o bunu yaparken de, şeyler dünyasırun,
olarak derin yapının önemini vurgula- eşya aleminin ötesini, eşyarun gizemli
mıştır. Ve nihayet, C-4 semanti~in dilbi- yanlanru ça~rıştırmalıdır.
limi veya semiyoti~in sözdizimsel bile- sembolik etkileşimeilik [İng. symbolic in-
şeni görevini tamamladıktan sonra teractionism; Fr. int"actionisme synıboli­
devreye girdi~ini öne süren yorumlayıcı que]. Temel amacı, anlamiann etkileşim
semantik ise, bu disiplinin görevinin ta- yoluyla nasıl oluştuklanıu, ortaya çık­
banın üretti~i yapılan yorumlamak ol- tıldannı anlamak olan, gündelik yaşa­
du~unu savunur. mın anlamlannı analiz eden, insani etki-
semantik anlam [İng. senıantical meaning; leşimin temef biçimlerini anlamaya
Fr. sens semantique]. Sentaktik bakımdan yönelen sosyal psikoloji teorisi.
anlamlı oldu~u varsayılan, yani dilsel Amerika'da tdavranışçılı~a bir tepki
kurallara uygun olarak kurulmuş oldu- olarak gelişen ve bu arada pragmatizm-
~u, anlaşılırlık taşıdı~ı kabul edilen den de yo~un bir biçimde etkilenen
bir önerme-nin do~ruluk de~eri bakı­ sembolik etkileşimcili~e göre, ı insanlar
mından sahip oldu~u anlamı. semboller yaratan ve sembollerce yöne-
sembol [Os. renıiz, aldmet; İng. synıbol; Fr. tilen hayvanlardır. Tüm hayvanlar için-
symbole; Al. synıbol]. Simgc. Bir düşün­ de sadece insanlardır ki, semboller saye-
ce, fikir ya da nesnenin yerini tutan, bir sinde ve yoluyla bir kültür yaratır,
kavramı veya bir düşünceyi belirten kompleks bir tarihi kendilerinden sonra-
gözle görülür ve anlamı biJinil işaret. ki kuşaklara iletirler. Dolayısıyla, sem-
Bir anlam, nitelik, soyutlama ya da nesp bolik etkileşimcilik, insaniann bedenlep
neyi göstennek, ifade etmek için kullanı­ rine, duygularına, içinde bulundukları
lan sözcük, işaret ya da mimik olarak durumlara, yaşamlarırun içinde geçti~i
sembol, kendisine ortak bir sözleşme, sosyal dünyalara nasıl anlam verdikleri-
766 sembolik mantık

ni araştırır. Semiyotik, gösiergelerin degasını ve


2 Sembolik etkileşimcilige göre, sosyal türlerini, onların ne anlama geldiklerini,
dünya dinamik ve diyalektik bir şebeke nasıl kullanıldıklarııu, amaçlanan etkiyi
olup, durumlar her zaman de~şken so- nasıl ve ne şekilde meydana getirdikle-
nuçlarla karşılaşır; kişisel hayatlar ve rini inceleyen disipline karşılık gelir. Bir
yaşam tarihleri her daim bir oluş ve de- bilim dalı olarak seıniyotik ya da semi-
gişme süreci içinde bulunur. Bu neden- yotik araştırmalar, kullanılan yöntem
le, dikkatler degişmez ve katı yapılara bakımından salt semiyotik ve betimleyici
de~l de, süreçlere, akış halindeki etkin- semiyotik olarak ikiye ayrılır. Bunlardan
liklere yöneltilmelidir. betiınleyici semiyotik, tarihsel dillerin
3 Tecrit edilmiş, tek başına varolan bir yapısını empirik yöntemler kullanarak
bireyden söz edilemez; insanlar her betimlemeye ve çözümlerneye çalışır.
zaman 'öteki'lerine, başka insan varlik- Buna karşın, salt semiyotik, mantıkçı­
larına baglanmışlardır. Insanları birbir- nın özel amaçlarla oluşturmuş oldugu
lerine baglayan, onlan birleştiren bag- dil sisteminin özelliklerini ele alıp ince-
lar, aniann ötekileriyle ilgili düşünceleri ler.
ve kendilerine ilişkin inançları sembolik Semiyotik, konu ya da alan yönünden
etkileşimden dagan anlam yapılarıdır. de üçe ayrılır: 1 Semboller ya da dilsel
Dolayısıyla, insanların ötekilere ve ken- göstergeler arasındaki ilişkileri, kulla-
dilerine dau öznel inançları toplumsal nan öğesini ya da dilsel göstergenin dil
hayatın en önemli olgularıdır. 4 Sembo- dışı karşıhgını hesaba katmadan incele-
lik etkileşimcilik, bu nedenle ve Georg yen sentaks ya da sözdizimi bilgisi. 2 Sern-
tSimmel 'in etkisiyle, toplumsal yaşa­ bollerin yorumuyla meşgul olan, dilsel
mın temel formlarıru belirlemek üzere, göstergelerle bu göstergelerin dile getir-
bu süreçlerin, sembollerin ve etkileşim­ dikleri nesneler, yani göstergelerin dil
Ierin gerisine bakar. dışı karşıilkları arasındaki bagıntıyı,
Toplumsal yapıyı, siyasi iktidan ve ta- kullanan etkenini dikkate almadan ince-
rihi ihmal ettigi için geçmişte şiddetle leyen bilim dalı olarak semantilc ya da
eleştirilen sembolik etk.ileşimcilik, 90'h anlam bilgisi. 3 Dilsel göstergeler ve gös-
yıllarda tpostmodernizm, semiyoloji ve tergeleri kullananlarla kullananiann
tfeminizmle olan aşikar ilişkisinden çevreleri arasındaki ilişkiyi, dilsel gös-
dolayı büyük önem kazanmıştır. tergeleri kullananların davranışlarını
sembolik mantık [İng. symbolic logic; Fr. inceleyen pragmatik ya da kullanan bilgisi
logique symbolique; Al. symbolische logik]. Semiyotik terimi ilk kez olarak İngiliz
Semboller, işaretler, baglaçlar, sembol- empirizminin kurucusu John tLocke ta-
lerin bir leşimiyle ilgili kurallar, çıkarım rafından kullanılmış olmakla birlikte,
ve türetim kurallan türünden düzgün onun bagımsız bir disiplin ya da bilim
tam deyimlerden oluşan; analiz edilen dalı olarak, Amerikalı pragmatist düşü­
ögelerin içerigini degil de, fonnunu te- nür C. S. tPeirce, ama özellikle de İsviç­
mele alan, formelleştirmeyi ön plana çı­ reli ünlü dilbilimci Ferdinand de Saussu-
karan manbk. re eliyle kuruluşu 20. yüzyıla denk
s emi yotik [lng. seıniotics; Fr. sbniotique; düşer. Bunlardan C. S. Peirce'ın büyük
AI. semiotik]. Göstergebilim. Göstergeleri önemi, onun, söz gelimi psikoloji, astro-
ve gösterge sistemlerini konu alan, bu nomi veya gastronomi gibi herhangi bir
sistemlerin anlamın kuruluşundaki rol- disiplini, semiyotik veya semiyotik araş­
lerini inceleyen, gösterge sistemlerinin tırmalann katkısı olmadan incelemenin
yapısı ve işleyişini araştıran; kısacası, imkansızhgına işaret edip, semiyotigi
canh varlıkların bildirişme amacıyla bütün düşünce ve bilimsel araştırmala­
kullandıkları her türlü işaret sistemini nn genel ve belirleyici çerçevesi yapma-
ele alan bilim dalı. sından kaynaklanmaktadır. tSaussure
sentaks 767

ise, esas dili ve dilbilirnin kendisini öne miştir. Zamanın toplumunu bir vahşi
çıkardıgı için, büyük önem taşır. Onun hayvanlar toplulugu olarak gören Sene-
gözünde dil, gösterge sistemlerinden sa- ka, bilge kişisini, kendi kendine yeten,
dece biri olmakla birlikte, bu sistemlerin hazza oldugu kadar eleıne karşı da
en kompleks, en evrensel ve en karakte- duygusuz, korku bilmez, evrenin gerçek
ristik olanıdır. Bununla birlikte, Saussu- efendisi, erdemi özgür ira-desinjn sonu-
re'ün semiyotigi veya semiyotik görüşü, cu olan ve ölümden korkmayan kişi ola-
semiyotigi anlam üretimini incelemede rak taıumlaınıştır.
kullanılacak genel bir çerçeve olarak or- Başka bir deyişle, her ne kadar Stoacı
taya koyan Peirce'ın görüşünden, an- tmaddeciligi benimsemiş olsa da,
lamlı olmayı, anlam üretimini kapalı, Tanrı'ıun aşkın oldugunu öne süren
kendine yeten bir dil sistemi içinde ele Seneca, pratik felsefeyi öne çıkarmış ve
almak ba.k.Jmından farklılık gösterir. gerçek erdemle degerin, dışarıda degil
Semiyotik felsefe ve sosyolojide, özellik- de, insanın içinde oldugunu belirtmiş­
le ideoloji analizi baglamında önem ka- tir. Hanct iyiler ve zenginlikler, insana
zanınıştır. Bu baglarnda semiyotigin en mutluluk saglamazlar.
ünlü ve en önemli temsilcisi Roland senkıetizm [Os. te'lijiyye; İng. syncretisııı;
Barthes'tır. Nitekim, Mythologies [Mitolo- Fr. syncr~tisme; Al. syncretisınııs]. Çatı­
jiler] adlı eserinde Fransız popüler kül- şan ideoloji ve görüşleri birlikli bir dü-
türünün görünürde masum boyutlannı, şünce sistemi içinde uyumlu hile getir-
onlann ideolojik içerigini açıga çıkaran me tavrı.
göstergebilimsel bir analize tAbi tutan Felsefede, farklı görüş ya da bakış açı­
larını birbirleriyle uyumlu kılma çabası
Barthe s, gösterge kavrarnımn bizzat ken-
disini modem söylenceler olarak deger- olarak senkretizm, farklı sistemlerden
alınma görüşlerin bir toplamından olu-
lendirdigi mitleri çözümlernek üzere ge-
şan, fakat tutarlı bir bütün oluşturma­
liştirmiştir.
sendikalizm [Os. loncacılrk; İng. syndica- yan bir ögreti ortaya çıkarma tavnnı
lism; Fr. syıtdicalisme; Al sydilcalisnıus]. ifade eder.
sentaks [İng. syntar; Fr. syntaxe; Al.
Felsefi kökleri radikal bir entellektüa-
lizm karşıtligında bulunan ve toplum-
syntar]. Söz dizimi. Tümeelerin gramali-
kal yapısı; dilsel bilimler arasında türnce
sal yaşamda sendikalara önemli bir rol
düzeyinde kullanılan bagıntıların tümü,
yüklemeyi amaçlayan toplumsal ve
sözcüklerin türnceler içinde, dilbilgisi
siyast ögreti.
kurallarına ve genel kullanıma uygun
İrAde, eylem ve inancın, insan degası­
olarak düzenlenmesi. Semboller arasın­
nın temel ve en yaratıcı ögeleri oldugu-
daki yapısal ve gramalikal ilişkileri,
nu, ideolojilerin bu temel gerçekliklerin sembollerin anlam aktarmak amacıyla
bir yansımasından başka hiçbir şey ol- bir araya getirilıne tarzlarını, semboller
madıgını savunan sendikalizm, burjuva
arasındaki ilişkileri, kullanan ögesiyle,
toplumunun h.astahklannın ve kötülük- sözcügün dil-dışı karşılıgını hiç hesaba
lerinin, en büyük yaratıcı güce sahip katınadan konu alan semiotik dalı.
olan işçi sınıfının söz konusu toplum Bu baglamda, bir önermenin, dogruluk
düzenini yıkması ya da sendikalar şek­ ve yanlışlıktan bagımsız olan ve yalnız­
linde örgütlerunesiyle ortadan kalkaca- ca düzgün kuruluşundan, yarti anlaşıla­
gını belirtir. bilirliginden ibaret olan anlamına, öner-
Seneka. Milaltan önce S ve Milaltan sonra me olmanın ilk ve zorunlu koşulu olan
65 yılJan arasında yaşarruş ünlü Romalı anlama sentaktik anlam adı verilir. Ör-
düşün ür. negin, 'İnsan bir tildir' önermesi, dilin
Stoaa ahlAk görüşüyle tanınan Seneka, sentaks ya da sözdizimi kurallanna
ahlAkının temeline dogaya uygun yaşa­ uygun olarak düzenlendigi için, sentak-
ma ilkesiyle, bir bilge idealini yerleştir- tik bir anlamı olan önermedir.
768 sentetik

sentetik [Os. terk.ibi; ing. synthetic; Fr. ilişkin deneyim ya da tecriibeden önce
synthetique; Al synthetische). Yüklemi öz· olan, deneyimi olanakil kıhp, tecrübeye
nesinde içerilmeyen, değillernesi man· bir yapa kazandtran, tüm mümkün de-
tıksal bir çelişkiye yol açmayan yarga ya neyimlerin kendisine göre yapılandaga
da önerme, bize daş dünya hakkında bilgi türü.
yeni bir malOmat veren bilgi türü için 'Bir üçgenin ilci kenannın üçüncü kena·
kullamlan sıfat. rından büyük oldugu', 'Her olayın bir
Analitik. totolojik, apodeiktik, a priori nedeni bulundugu' önermeterini kendi-
ve tanıın geregi dogru olana karşıt, ve sine örnek olarak verebilecegimiz sente-
olwnsal, olgusal, olasah, a posteriari ve tik a priori bilgi, sözcüklerinin anlamla·
betiınlemesel sıfatiarayla eşanlamh bir nndan dolayı, ya da yalnızca manilksal
terim olarak sentetik terimi, dogruluk ya formlan geregi dogru olan önermeler·
da yanhşlıgı, kendisinde yer alan terim- den meydana gelmez; bize yeni bir bilgi
lerin anlam ya da tanımlanndan hareket- veren bu tür bir önennenin dogru oldu·
le ve yalruzca mantaksal yasalar aracalı· gu deneyimden bagımsaz olarak biünir.
gayla degil de, başka yollardan, özellikle Matemalikle fiziki bilimlerde söz konu-
de deneyim yoluyla karutlanan türnce ya su olan sentetik a priori bilgi, buna göre
da önermeyi gösterir. Bwıa göre, bir ne totolojik, ne de analitik olan, deneyi-
türnce ya da önerme dünyaya belimierne min sonucu olmamakla birlikte, dene-
tarzunıza göre doğru olduğu takdirde, o yim tarafından dogrulanan zorunlu ve
sentetik bir dogru meydana getirir. tümel bir bilgidir.
Buna göre, sonuçlannı açıkça kanıtla­ sentez [Os. terla1r, İng. synthesis; Fr. synthi:se;
yan, bu kanıtlama süreci içinde, bir dizi Al synthese). 1 Düşüncenin ayn ögeleri-
tanım, aksiyom, postüla, teorem ve ni, ya da ayrı düşünce veya ideolojileri
problem kullanan ve bu tanunlarla aksi· ınantıksal bir tarzda bir araya getirme
yemlardan çıkan bir sonuç inkar edildigi işlemi; 2 söz konusu birleştirme faaJi·
zaman, bu sonucun öncüllerde içerildigi- yetinin ürünü olan şey.
ni gösteren, böylelikle de dinleyid.yi so- Basit şeylerden hareketle daha karma-
nucu onaylamaya zorlayan ispat türüne Şik bütünlere ulaşmak için farklı öge,
sentetik ispat denir. nitelik, ya da kavramları bir araya getir-
Buna mukabil, duyumlann, insan zih- me işlemi olarak sentez, 3 manbk ala-
ninde, belirli kategori ya da kavrarnlara nında, basit olandan karmaşık olana,
dayanılarak nesne algalan olarak kurul- giden akılyürütme türüne karşılık gelir.
ması sürecine, ham duyum ve izienimler- Sentez 4 diyalektik akılyürütmede ise,
den hareketle, nesnenin tarunmasuu ve düşüncenin tez ve antitez gibi iki adunl-
özdeşliginin farkana vanlmasıru sagla- ru daha yüksek bir düzeyde birleştirip,
yan algılan oluşturma işlemine ise sentf- yeni bir fikir ortaya ÇJkanna sürecini;
tik geçiş ada verilir. varhgın diyalektik hareketinin ilk ilci
Yine, bilginin farkla dallara ya da alanla- ad1muun, daha yüksek bir varhk düze-
rına bir sistem içinde, tutarlı ve birlikli yinde yeni bir ürünün ortaya çık.Jşa için
şekilde birleştiren felsefe türü; tüm bi· bir araya gelmesini ifade eder.
limleri, parçalan arasanda somut bag- seslendi.rme edimi [İng. phonetic act; Fr.
Iantılar bulunan hltarla bir bütün içinde acte phonetique). Ünlü dil filozofu J. Aus·
birleştiren felsefe sentetik felsefe olarak tin'in anlam felsefesinde, düzsöz edimi-
kategorileştirilir. . nin üç alt fülinden ilki Bu edim ya da
sentetik a priori bilgi [Ing. synthetic a prio· fiil, çok yalın bir biçimde birtakım ses·
ri proposition; Fr. proposition synthttique a ler çıkartmak olarak tanımlanır. Bunun-
priori). Ünlü Alman filozofu Immanuel la birlikte, bu seslerin anlamlı olması ya
Kant'ta özel bir önem kazanan ve daş da bir dilin dilbilgisi kurallarına uyma·
dünyaya ya da dış dünyadaki bir şeye SI gerekmez.
se.zgi 769

sesmerkezcilik [İng. phonocentrism; Fr. yışıy la ilgili teorik ölçüt, digerinin ise
plıorıocerıtrisme]. Çagdaş post-yapısalcı bazı şeyleri yapmaya ya da yapmamaya
düşün ür J.
Derrida'nın Batı Felsefesi- hizmet eden pratik ölçüt oldugunu sa-
nin temelinde yer aldıgını düşündügü, vunmuş, bunlardan birincisiyle savaşır­
sesi, yazının önüne geçirme ve temele ken, bir kuşkucunun kendisine pratik
alma tavrına verdigi ad. ölçütü rehber alması gerektigini belirt-
Özellikle modem filozofların, ve bu miştir. Buna göre, pratik ölçüt fenome-
arada başta Husserl olmak üzere, hemen ni, insanın duyularına çarpanı temel
tüm filozoflann 'dolayımsaz bir kesinlik alır. Ona göre, bize etki yapan ve bizi
alanı' bulunduğu inancına meydana ister istemez kandaran üzerinde tartaş­
okuyan, bu inanan temelinde ise, bilin· ma söz konusu olamaz.
cin buradahgı, dolayımsız mevcudiyeti Kuşkucu, hiçbir görüşe baglanmamak
varsayımnun yer aldıgını öne süren Der- suretiyle, kendisini varhgın özüyle ilgili
rida, Bab felsefesinin söz konusu varsa- gereksiz tedirginliklerden kurtararak.
yamın bir sonucu olarak, sese ve konuş­ yaşamına fenomenlereya da görünüşle­
maya, yazı karşısında hep bir öncelik re göre düzenler. Sextus'a göre, onun za-
tanıdıguu öne siirer. Ona göre, Bab felse- manının bilimsel yöntemini oluşturan
fesi geleneginde, sesin içselHge daha tasıma dayanarak. hiçbir sonucu kanıt­
yakın oldugu, kendisinin türevi olan ya- layamayız, zira tasarn bir kasar döngü-
zıya göre, bir dolayımsızlık içerdigi, can- den başka hiçbir şey degildir. Buna
lalık sergiledigi; anlamın konuşmaya göre, bir tasıının büyük öncülünü.n, ör-
içkin oldugu, ve dolayısıyla sesin, görü- negin 'Tüm insanların ölümlü oldugu'
nen ana, anlam veren bilincin. oradalıga­ öncülünün dogrulutu, ancak bir tam tü-
na, 'bulunuş'a baglandagı düşünülmüş­ mevanmla bilinebilir. Fakat tam bir tü-
tür. mevanm, sonucu, yani 'Sokrates'in
Ve bu sesmerkezdlik, ona göre, varlık­ ölümlü oldugu' önermesinin bilgisini de
ta nihai ve en yüksek şey olarak Aklı, gerektirir ki, bu bir kısır döngüden
Sözü, Kutsal Zihni ve bilincin buradalı­ başka bir şey degildir.
gını gören sözmerkezeilikle yakından il- sezgi [Os. hacls, ayan; İng. intuiton; Fr. intu-
gilidir. Bah felsefesirıjn sesmerkezli ol- ition; Al. anschaung]. 1 Bir şeyin bilgisine
manın yanı sara, sözmerkezli oldugunu aklı kullanmadan, dogrudan bir biçim-
öne süren filozof, bu felsefedeki metafi- de sahip olma yetisi. 2 Analiz ya da ka-
zikierin akla bagımhhgana göstermek, natlama yoluyla diskürsif bir tarzda elde
Batı felsefesinin bütün inançlanmızm edilen bilginin tam tersine, dolaynnsaz
temelini meydana getiren bir öz ya da kavrayış veya dogrudan rlilgi. 3 Bir
hakikat bulundugu inancına dayandaga- nesnenin dolayunsız algasa. 4 Duyu-
ru ortaya koymak için, metafizik terimi organlaruu, deneyimi ya da akh kullan-
yerine, sözmerkezli terimini kullanmış­ madan kazanılan kavrayış, içgüdüsel
br. bilgi.
Sextus Emprikus. Antik Yunan kuşkucu­ Buna göre, a) bir önermenin dogrulu-
lugu hakkındaki bilgiyi saglayan ünlü guna, ve b) önermesel olmayan bir ko-
Romalı hekim ve filozof. Temel eserleri: nuya, nesneye ilişkin, çakanma dayan-
Advmus Mathematicos [Matematikçilere anayan dogrudan ve araasız bir bilgi
Karşı] ve PyrThoniens Hypothyposes [Pi- anlamında, sezgiden söz edilebilir. Öte
roncu Hipotezler]. yandan, dogrudan ve araasaz kavrayı­
tKuşkuculuk dışındaki her tür bilim- şın önermesel olmayan nesneleri ya da
sel ve felsefi ögretiyi tdogmatizm olarak konulan, sırasıyla I tümeller, ll kavram-
niteleyen Sextus, yaşamda iki temel öl- lar, lll duyusal nesneler, IV şeylerin öz-
çütün bulundugunu, bunlardan birinci- leri, ve V süre ya da Tann gibi, dile dö-
sinin şeylerin varoluşu ya da varolma- külemeyen varlıklar olabilir.
770 sezgici ahlak

Sezgi, duyusal ve zihinsel sezgi olarak ru saglayan sempati türü; hayalgücümü-


ikiye ayrılır. Bunlardan duyusal sezgide, zü kullanarak, kendimizi nesneyle öz-
sezginin konusu olan nesne, duyularla, deşleştinnemizden oluşan kesin ve
do~dan ve araasız olarak bilinir. Buna mutlak bilgi; nesneyi herhangi bir bakış
ka~ın, yalruzca insana, özellikle de belli açısından degil de, bizzat kendisinde ol-
bir zihinsel gelişme düzeyine erişmiş dugu gibi, ir;inden kavrama olanagı sag-
i.nsana özgü olan zihinsel ya da entellek- layan, nesneyi bütünlügü içinde, tam
tüel sezgi, bagınblan, mantıksal ve ne- olarak veren, kesinlik ve kuşkusuzluga
dense! ilişkileri doğrudan ve aracısız bir ulaştU"an, nesneyi canlı, dinamik özelli-
biçimde idrak elmekten meydana gelir. ği içinde sWlan kavrayış ya da bilgi
Zihnin özgün bir davranış tarzını oluş­ türü olarak tanımlarur.
turan bu tür bir sezgi önce gelir ve diger sezgici ahlak [İng. intuitive ethics; Fr.
bilgi türlerinden daha yüksek bir bilgi f!thique intuitive; Al.intuitiv ethik]. Ahlaki
olarak ortaya çıkar. Ve nihayet, bütün bir genellemelerin, dogru ahlaksal yargıla­
gerçekligi, gerçekligin nihai ve en yük- nn, gerekli kavrayışa sahip olan herkes
sek kaynagtnı, duyulan ve kavramlan tarafından, doğru oldugunun ve tüm
kullanmadan, dogrudan ve aracısız ola- mümkün dünyalar için dogru olmak
rak sezmekten, bilmekten oluşan 11tı!tofi­ durumunda oldugunun anlaşılabilece­
ziksel se:zgiden söz edilebilir. gini savunan ahlak görüşü.
Sezgi farklı filozoflarda farklı şekiller­ Ahlaki degerierin sezgi yoluyla kavran-
de tanımlanmışhr. Ömegin, modem dıgını, söz konusu degerierin gerçek,
felsefenin kurucusu olan t0esc.1rtes'ta nesnel ve evrensel olarak baglayıa ve
sezgi, bilgi edironenin temel yöntemi tüm insanlar ir;in ortak oldugunu sezgi
olarak, saf ve dikkatli bir zihnin çıkan­ yoluyla anladıgımızı, bu degerieri sezgi
ma dayarunayan, dogrudan kavrayışı; yoluyla bilme yetisinin insanda doguş­
zihnin, kişiyi anladıgı şey üzerinde, tan oldugunu savunan ahlak anlayışı
hiçbir kuşkuya yer bırakmayan, açık olarak sezgici ahlak, en azından bazı
seçik ve kolay kavrayışı; saf ve dikkatli temel ahlaki yargılann dogru olduklan-
bir zihinde, yalnızca aklın ışıgıyla mey- nın sezgi yoluyla bilinebilecegini savu-
dana gelen, kişiye kendisinin varoldu- nur ve sezgisel olarak bilinen ahlaki ilke
gu, düşündügü, üçgenin yalnızca üç ke- ve degerierin dogal fenomenlerle ilgili
narla sınll'lı ofdugu, kürenin yalnızca araştırmalardan türetilmeyip, doguştan
tek bir yüzeyle çevrildigi bilgisini veren ve basit, dogru ve apaçık olduklarını,
saglam kavrayış anlamına gelir. bilinç tarafından hiçbir haklı kılınınayı
Oysa tKant'ta sezgi, genelde duyumla- gerektirmeksizin, dogrudan ve araasız
ma, bir duyumasahip olma, duyusal bir olarak algılandıklarıru belirtir.
nesneyi idrak ebne süreci olarak ortaya Buna göre, sezgicilik, ahliikın. düşünce,
çıkar. Kant'a göre, biri şeylerin duyu- dil ve eylem bakımından, akıldan çok,
organları aracılıgıyla gerçekleşen em- insanın sezgilerine dayandıgını, gerçek-
pirik sezgisi ve digeri empirik sezgiyle likle ilgili bilimsel deney ve önenneler
verilmiş olana yapı kazandıran, onu gibi akla dayanmadıgı için, rasyonelleş­
zaman ve mekAn içinde olma niteligine tirilemeyecegini savWlan görüşü ifade
sahip bir şeyin duyumu hAline dönüş­ eder. 1 Her insan varlıgında, ona neyin
türen fonnel ya da a prion' sezgi olmak dogru ve neyin yanlış oldugunu dog-
üzere, iki tür sezgi vardır. rudan ve aracısız olarak belirleme
Buna karşın, sezgi, tBergson'da, sem- imkanı veren bir ahlak duyusu bulun-
bolik. analitik ve göreli bilgi türüne kar- dugu, 2 insan varlıklarının, filozoflar
şıt olarak, bir nesnede, biricik ve dolayı­ ahlılkı fonnel bir araştırma alanı olarak
sıyla ifade edilemez olaru yakalaması kurmazdan önce de, ahlaki düşünce ve
için, insanın bu nesnenin ir;ine girmesi- kanaatiere sahip bulunduklan, 3 ahlaki
sezgicilik 771

konulardaki akılyürütınelerimizin ço- Varlıkla dogrudan bir ilişki içine girdi-


gunlukla, neyin dogru olduguyla ilgili gini, sezginin zamandışı ya da ezeli ve
dogrudan ve arac:ısız sezgilerimizin ebedi oldugu ileri sürülen bir şeyin,
dogruluklannı pekiştinnek için kullanı.l­ normal deneyimin açıga vuramadıgı bir
dıgı, ve 4 başka konularla ilgili akılyü­ şeyin bilgisi oldugunu öne süren, gizem-
rübnelerimizde oldugu kadar, ahlaki ko- ci sezgiciliktir.
nularla ilgili akılyürübnelerimizde de 3 Buna karşın, ahlaki' yaşamın degiş­
yanlışa düşebildigimiz ve düşebilecegi­ ınez dogrularuu, matematigin aksiyom-
miz için, son çözümlemede ahlaki kavra- larını dogrudan ve aracısız bir biçimde
yış ve sezgilerimize dayandıgımız olgu kavramarun, aklın özünde varoldugunu
ve iddiaları, ahlaki sezgiciligi destekle- öne süren sezgicilik türüne ise, akılcı ya
yen nedenler olarak verilmiştir. da entellektüel sezgicilik adı verilmekte-
Sezgici ahl~k anlayışına, herşeyden dir. 4 Öte yandan, güzellik duyusunda
önce, sezgiyi tanımlamanan ve sezginin bir amaçlılık bulan ve şiirde, müzikte,
varoluşunu kanıtlamanan oldukça güç, dansta, mimaride, sera.mikte, heykelt-
hatta imk.ansız oldugu gerekçesiyle iti- raşlıkta, kısacası tüm sanat dallannda,
raz edilmiştir. Aynı çerçeve içinde, konunun işlenişini ve algılanışını belir-
bizim birtakım ahlaki kurallarla dünya- leyen şeyin sezgisel bir algı ya da bilgi
ya geldigimizi gösterecek bir kanıt bu- oldugunu savunan sezgicilik türii, este-
lunmadıgı söylenmiştir. Ahlaki sezgidli- tik sezgicilik olarak bilinir.
ge yöneltilen çok daha önemli bir itiraz, S Sezginin, d uyusal deneyimin özsel bir
ahlaki sezgilerin varlıgı kabul edilebilse parçasını oluşturan en basit do~lann
de, bu türden sezgilerden yoksun olanlar dogrudan ve aracısız bir biçimde kav-
için ahlaktan söz edilemeyec~i ve bu ranmasıru ifade ettigini; 'şu anda gördü-
arada, sezgileri çatışan insanlan uzlaş­ güm şey be yazdır' ya da 'canım acıyor'
hnnanm hiçbir yolunun bulunmadıgı türünden önennelerin, yani deneyimsel
itirazıdır. sezgiyi meydana getiren dolaysız algı
sezgicilik [Os. tehaddüsiyye; İng. intuitio- yargılarının, en basit yargılar olduklan
nism; Fr. intuitionisme; Al. intuitionismus]. için, bilginin sezgisel temelini oluştur­
1 Genel olarak, sezgiyi bilginin temeli dugunu ileri süren sezgidlige ise dene-
olarak gören; her tür bilginin ve dolayı­ yimsel sezgicilik adı verilmektedir.
sayla da bilgeligin dogrudan ya da do- 6 Sezgiciligin ahlak alanındaki karşılı­
laylı olarak entellektüel süreçlere ve akli gı, en azından bazı ahlaki yargılann
süzgecinden geçmiş yargılara dayandı­ dogru oldugunun, akılyürütme yoluyla·
gını savunan anlayışa karşı cephe ala- degil de, sezgi yoluyla bilindigini, ahlaki
rak, açıklık ve kesinlik veren dogrudan do~ların sezgi yoluyla kavrandıgını
ve aracısız kavrayış• ön plana çıkaran öne süren ahltikf sezgiciliktir.
tavır. 7 Matematik alanında ise, sezgicilik
İnsanın, kendisini uygun bir biçimde matematigin konusunun sezgi yoluyla
kullanınası koşuluyla, bilgi edinmek bilinen kavramlar oldugunu savunan
için dogal bir yetenege sahip oldugunu öne süren görüşü ifade eder. L. J. Broue-
iddia eden; insanın dogru olduklannı wer tarafından savunulan bu görüşe
bir akılyürübnede bulunmaksızın dola- göre, matemati~in ilk ve temel konusu
yımsız bir seziş, araçsız bir kavrayışla dogal sayılardır. Bunlar da, zamanın
bildigi bazı ilkeler bulundugunu iddia akışına ilişkin dolayımsız kavray~ştan,
eden sezgicilige göre, sezgisel bilgi, ke- yani sezgiden hareketle oluşturulmuş
sinliginden ötürü, diger bütün bilgilerin olan kavramlardır. Matematiksel kavra-
temeli, dayanagı olmak durumundadır. yışın özel bir sezgi türü oldugunu öne
2 Bu genel sezgicili~n din veya din fel- süren Brouewer, matematiksel kanıtla­
sefesi alanındaki versiyonu, kişinin sezgi malann salt mantıksal kuralların meka-
yoluyla Tanrı gibi yüce ve en yüksek bir nik bir tarzda uygulanmasından ibaret
772 sezgici yararcılık

olan ispatlardan türsel olarak farklılık Daha çok ahlak alanındaki görüşleri
gösterdiklerini belirtmiştir. O teoremle- ve tLeibniz'i derinden etkilemiş olan
rin sadece sonlu konstrüksiyon temeli iyimseriiiii ile taıunan Shaftesbury,
üzerinde dogru kabul edilebileceklerini ahiakın dinden bagımsız oldugunu öne
öne sürerken, daha sonra görüşlerinde sürerken, ahlakın özerkligini saglama
birtakım degişikliklere giderek, Hey- yönünde önemli bir adım atmıştır. O
ring tarafından geliştirilmiş olan sezgici herşeyin kendi yerinde ve kendi amacı­
mantıgı benimsemiştir. na yönelmiş oldugunu, bundan dolayı
sezgici yararcılık [İng. inluilive utilitaria- varolan herşeyin özü itibariyle iyi oldu-
nism; Fr. utilitarisnıe intuilif Al. intuitiv gunu savurunuştur. insanda bir ahlak
ulililarisnıus]. Bireysel mutlulukla baş­ duyusu bulundugunu, bu duyunun iyi
kalarırun mutlulugu arasında bir denge ve kötüyü ayırd etmeye yaradıgını ve
kurmaya çalışmış olan H Sidgwick'in benciliiilin ilkel tatmirılerinden çok,
(1838-1900) tMill'in hazQiıgı ya da ya- fedakarlıgın içten sevinçleriyle harekete
rarcılıgıyla, tKant'ın ödev ahiala ya da geçligini savunan Shaftesbury, erdemin
tsezgicilillinin bir sentezini yapan, ya- karşılık beklemeyen karakterini de bu
rarcılıgı sezgilikle evlendiren ahlak gö- duyuyla temellendirmeye çalışmıştır.
rüşüne verilen ad. O tateizmle savaşmakla birlikte, bir
Buna göre, tyararcılıgın, ödev ya da deizmde karar kılarak, vahyedilmiş din-
erdemin degil de, mutlulugun yaşamın Iere saygı göstermemiş ve din alanında
tek amacı oldugu, ve dolayısıyla tek mutlak bir hoşgörü ve tarafsızlıgı telkin
ödevin mutluluga ulaşmaya çalışmak, etmiştir.
biricik erdemin de mutluluga ulaşabil­ sıfatsal [Ing. attribut:iııe; Fr. attnoutive; Al.
me gücü ya da yelisi oldugu görüşünü attnoutiver]. Dilde, sıfat konumunda bu-
kabul eden Sidgwick, bir yandan da luruna, bir ismi niteleme durumu.
Kant'ın, kişinin evrensel mutluluga Buna göre, bir sıfahn, 'beyaz ev' örne-
katkıda bulurunak görevi bulundugu llinde oldugu gibi, bir isimden önce
görüşünü benimsemiştir_ O, söz konu- geldilli zaman, sı fat sal; buna karşın, 'ev
su sentez uyarınca, yararcılıgın haz kal- beyazdır' ömeginde oldugu gibi, kopu-
külü yerine, sagduyunun kalkülünü ge- ladan önce geldilli zaman da, yükleın­
çirmiş ve 'aklın, benim mutlulugum iyi sel bir konumda oldugu söylenir.
ve arzu edilir bir şey oldugu takdirde, sıkı kuralcılık [İng. rigorisnı; Fr. rigouris-
başkalanrun mutlulugunun da aynı öl- me; Al. rigorisnıus]. Ahlak felsefesinde,
çüde iyi ve arzu edilir bir şey olması ahlaklılıgın tüm zamanlarda bütün in-
gerekligini gösterdi!9ni' söylemiştir. sanlar için geçerli olan, akıl tarafından
sezgisel tümevanm [lııg. intuitive inducti- keşfedilebilir, basit ya da koşulsuz ge-
on; Fr. induction intuitive; Al. inluliv in- çerli, tek bir ahlaki kurallar kümesini
duktion]. Bizim dış dünya hakkındaki tartışmasızca benimsemekten meydana
birtakım zorunlu dogruları deneyim yo- geldiliini savunan görüş; ahlak yasası­
luyla bilebilecegimiz inancırun sonucu nın talep ya da gereklerinde en küçük
olan ve bir dizi tikel durumun, genelle- bir yumuşama kabul etmeyen ve yasa-
me için rasyonel bir dayanak ve taruttan nın degişik yorumlara elverişli olması
çok, psikolojik neden ya da gerekçe işle­ durumunda, sistemli olarak daima en
vi gördügü türnevarım tüıü. kah ve e!9lip bükülmez olan yorumu
Shaftesbury, Anthony- 1671-1713 yılları tercih eden anlayış.
arasında yaşamış olan Ingiliz düşünü­ sıkılık [Ing- narrowness; Fr. ltroitesse). Bir
rü. Temel eseri: Characteristics of Men, teori ya da açıklamanın sagladıgı açıkla­
Mımners, Opinions and Times [Insanların, yıcı koşulların, açıklarunası istenen kav-
DaVTanışlann, Düşüncelerin ve Çagla- ramın uygulama alanının bütününü
rın Karakteristikleri). degil de, bu alanın belli bir parçasıru
.sınıf 713

açıklaması durumu. Bir önerme, hipotez açık bir smıftır. Öte yandan, yalnızca tek
ya da açıklamanın ortaya koydugu bir üyesi olan suufa birimlik sınıf, ya da
mantıksal koşulların, sagladıgı açıkla­ tekil sınıf, herşeyi ya da belli bir alanda-
ma iınkarunın betimleıneyi, açıklamayı ki herşeyi içeren sınıfa evrensel sınıf, hiç-
amaçladıgımız alanın tümü için degil bir üyesi olmayan sınıfa ise, bo~ sınıf
de, bu alan içinde kalan daha dar ve sı­ adı verilir. Öte yandan ele alınan sınıfın
nırlı bir bölüm için geçerli olması hali. üyesi olmayan, sözü edilen sınıfın dı­
Buna karşın, belirli bir açıklama ya da şında kalan herşeyin meydana getirdi-
teorinin sagladıgı açıklayıcı koşulların, gi sınıfa tiimleyici sıraf denmektedir.
açıklanmak durumunda olan kavramın Sıruflamarun söz konusu mantıksal an-
uygulama alaıundan daha geniş bir lamı içinde, g erçekten varolaıun yalnız­
alan için geçerli olması durumuna ise ca bireyler oldugunu, genel kavramiann
gevşeklik adı verilir. gerçek bir varoluş!! sahip olrnadıgını
sıkıntı (İng. anguislı; Fr. angoisse] Belli bir öne süren nominalizmin, genel kavram-
fel~ket yaşanılacakmış hissi yaratan ak- lan sııuf fikriyle açıklayan, sıruf üyeligi-
tüel ya da düşsel bir olayın zihinde can- ni ana düşünce olarak gören türüne
landınlmasının neden oldugu psikolo- sınıf nominalizmi denmektedir.
jik rahatsızlık. Varoluşçu felsefede geçen 2 Sosyoloji ve siyaset felsefesi açısın­
bir terim olarak. bireyin gelecek karşı­ dan da, sınıf, bir toplumda aynı görevi
sında duydugu güvensizlik duygusu. İn­ yapan, statüleri aynı olan, çıkarları tam
sanoglunu, içinden çıkıp geldigi hiçlik bir aynılık sergileyen ve ayru durumda
ve yöneldigi belirsiz bir gelecek karşısın­ bulunan insan öbeklerinden her birini
da, kavrayan güvensizlik hissi. Yalıtlan­ ifade eder. Buna göre, aralarında belli
mışlık ve yolunu kaybebnişlik duygu- bir kültür ve iktisadi ÇJkar ortaklıgı ve
su. Kişinin özgür olduıunun bilinane bu ortaklıgın yarathgı özel ilişkiler bu-
varmasının sonucu olan boguntu ya da lunan insaniann tümü bir sıruf meyda-
bunalım hAli. na getirir.
sınıf (İng. class; Fr. clcısse; Al. klassl. 1 tMarks'ta, sınıfın ölçütü ekonomik bir
Manhkta, aynı yüklemi alabilen konula- ölçüt oldugundan, o sınıflan üretim
nn. o yüklem bakımından meydana ge- araçlarıyla ilişki içinde tanımlamıştır.
tirdigi topluluk; ortak özellil<lere, karak- Marksist anlayışa göre, başlangıçta top-
teristiklere, niteliklere sahip olan şeylerin lumda sınıflar bulwunuyordu; sınıflar
toplamı, bir grup nesne; sezgi yoluyla, işbölümüyle ve üretim araçlarının özel
bir nesneler toplulugu olarnk tasanmla- mülkiyetin eline geçmesiyle ortaya çık­
nabilen ve bazı aksiyernlara uygun mışhr. Buna göre, toplumsal sınıf, aynı
düşt?n manbksal varlık. Ortak özellik ya konum, ÇJkar ve statüye sahip insanların
da nitelikleri olan şeylerin oluşturdugu bir üretim ve mülkiyet sisteminin içinde-
grup ya da küme olarak sınıf, kendilerini ki yerlerine göre tanımlanan ekonomik
başka şey ya da olay kümelerinden ayır­ sırufa eşittir.
makta olan ayırım görevi gören birtakım Buradan da anlaşılacagı üzere, sınıf
ortak özellik ya da nitelikleri paylaşan konusundaki teorik gelenek, Marks'ın
· şeylerin ya da olayiann kategorisini gös- ondokuzuncu yüzyılda, endüstriyel ka-
terir. pitalizmin yeni ortaya çıkan smılsal ya-
Sıruhn üyesi olan şeylerin ortak nite- pısına ilişkin analiziyle başlamışhr. O,
liklerine, sınıfın tanımlayıcı özellikleri adı bu çerçeve içinde suuiı, sermaye ve üre-
verilir. Bir sınıf, sonlu sayıda üyeye sa- tim araçlanrun özel mülkiyetini temele
hipse ve bu üyeler teorik olarak sayılabi­ alarak. ekonomik terimlerle analiz et-
lir olan üyeler ise eger, söz konusu sınıf miştir. Buna göre, Marks nüfusu, bir ta.:.
kapalı, buna karşın, bir sınıf sonsuz sa- rafta üretim araçlanna sahip olan kapita:-
yıda üyeye sahipse, söz konusu sınıf da list sınıf ve emeklerinden başka satacak
n4 sınıflama

hiçbir şeyi olmayan işçi sırufı olarak Örne~in, tfeodalizmden +kapitalizme


ikiye bölmüştür. O, köylülerle küçük es- geçiş, toprak sahibi aristokrasi ile yükse-
nafın meydana getirdi~i, bu ikili çerçe- len kapitalist burjuvazi arasındaki çahş­
veye uymayan gruplarm da varoldu~u­ manın sonucu gerçekleşir. Kapitalizm-
nu kabul etmiş, fakat oruarın kapitalizm den sosyalizme geçiş ise, burjuvazi ile
öncesinden kalıp, kapitalist sistemin ge- işçi sınıfı arasında giderek yo~unlaş an
lişip olgunlaşmasıyla birlikte, ortadan kutuplaşmamn ve işçi sırufının sömü-
kalkaca~ını iddia etmiştir. rülmesinin sonucunda ortaya çıkar.
Sırufları ekonomik terimlerle tarumla- sınıflama [Os. tasnif, İng. classificıztion; Fr.
yan Marks, onları aynı zamanda toplu- classification; Al. klass~fikation]. Bilgide ilk
mu de~iştirme kapasitesine sahip olan ve en önemli adım olarak, belirli şeyle­
gerçek toplumsal güçler olarak görmüş­ rin birli~ini ve çeşitli şey türleri arasın­
tür. Kapitalistlerin olabildi~ince çok ka- daki ilişkiyi kavramanın yolu; do~ada
zanma ve kar elde etme ish~~i, ona göre, düzen keşfetmenin ilk ve en basit yönte-
işçilerin sömürülmesine ve dolayısıyla mi. Konu ve nesneleri cins-tür ilişkisine
yoksullaşmaianna yol açar. Bu duru- göre snalama.
mun işçilerde bir sını.f bilinci yarataca- Sınıflamada iki koşulun yerine getiril-
~ını; proleteryarun, konumuna ilişkin mesi gerekir: a) Bir sınıflama, en üstteki
öznel bir kavrayıştan yoksun oldu~u cins kavramıyla homojen olan kavram-
için, salt ekonomik terimlerle tarumlan- lan, alt<ins ve cinsler olarak içermelidir.
mış bir kategori olan kendinde sın~, Örne~in, hayvaniara ilişkin bir sınıfla­
kendisine ve dünyaya ilişkin bilinçli bir mada, bir bitki cinsi yer almamalıdır. b)
kavrayışa sahip olan işçilerden meyda- İki ayn sırufta (öme~in, 'hayvanlar' ve
na gelmiş bir kendisi için sınıfa do~ru 'bitkiler') bulunanlar arasmda söz konu-
dönüşece~ini öne süren Marks, işçilerin su olan özellikler (ömegin, 'canlılık'), bu
kapitalistlere karşı bir sınıf çahşması sımllann her birinin kendi içlerinde ta-
içine girerek kapitalizmi yıkaca~ını söy- şıdıklan ortak özelliklerden fazla olma-
lemiştir. malıdır. Söz konusu her iki koşula da
Yine ayru çerçeve ve terrninoloji içinde, olabildi~nce uyan bir sınıflamaya tanı
işçi sınıfı ya da proleteryanın, burjuvazi sın~flama, buna karşın, bu iki koşulu
karşısındaki nesnel sırufsal durumunun tam olarak yerine getirerneyen bir sıruf­
ve +kapitalizmin sosyalizme dönüşü­ lamaya ise eksik sınıflama adı verilir.
mündeki tarihsel rolünün bilincinde ol- Sınıflamada söz konusu olan ölçüt,
masına, yani sırufın öznel boyuruna ise, amaca uygunluktur. Bu ba~lamda, iki
sınıf bilinci adı verilir. Buna göre, sınıf temel amaçtan söz edilebilir: 1 Pratik
bilinci, işçi sınıfının, özel mülkiyetle amaç. Pratik amaç gö:ıetildi~inde, pratik-
kollektif üretim güçlerine dayanan ka- te işe yaramayan .özellikler göz ardı edi-
pitalist üretim ilişkileriyle ilgili somut lir ve yararlı özellikler ön pl~na çlkar.
tecrübesinin sonucudur. Öte yandan, Öme~in, otomobiller markalanna, mo-
Marks, işçi sırufı ya da proleteryarun, çı­ dellerine ve yerine getirdikleri işlevlere
karlarının gerçek do~asırun nerede yat- göre sınıflanabi!irler. Pratik amaçlarla
tı~ını göremernesi ve devrimci bir sıruf yapılan sınıflamaya yapay sınıflama adı
bilinci oluşturamaması durumuna ise, verilir.
yanlı~ bilinç adını verir. 2 Bilgisel "!"ilf· Sınıflamada esas amaç,
Yine, Marks, toplumu meydana getiren kavramlaruruzın içiemierini göz önüne
iki sıruf arasındaki ekonomik çıkar ve almak, nesnelerin gerçek özelliklerine
siyasr egemenli~e dayalı mücadeleyi yönelmektir. Bu ba~lamda, konunun ya
sınıf çatı~mıısi şeklinde tanımlamıştır. da nesnenin tüm özelli.k1eri dikkate alı­
Marks'ın söz konusu anlayışına göre, narak yapılan sıruflamaya, dogal ya da
sımf mücadelesi tarihin itici gücüdür. gerçek sınıflama adı verilir. Sınıflamamn,
simülakrum 775

sınıflanan Ic on u ya da nesnelerin tüm S!mmel, Georg. 1858-1918 yılları arasında


özelliklerini göz önünde tutan, ideale yaşamış olan Alman düşünür. Modem
yakın bir sınıflama olabilmesi için, özel- sosyolojinin en fazla ihmal edilmiş kay- .
liiderin birbirlerine baglanacak, konu ya naklarından biri olan Simmel'in temel
da nesnelerin tümünde ortak olacak şe­ eserleri Enleitımg in die Moralwissenschaft
kilde seçilmesi gereltir. [Ahlik Bilimine Giriş], Die Probl.eme du
Bu baglamda, nesneler, ikincil özellikle- Geschidıtphilosophie [Tarih Felsefesinin
rine göre degil de, birincil özelliklerine Problemleri], Der Kon flikt der modernen
göre sınıflanmalıdır. öme~in, hayvan- Kultur [Modem Kültürün Çıkmazı]'dur.
lar, omurgalı ya da omurgasız olmaları­ tKant'tan yola çıkan felsefesine birçok
na göre sınıflanabilir. Bu çerçeve içinde, yeni unsur katmış, klasik felsefeyi bi-
bilinçli düşünce ve bilimsel araştırma­ reysel düşünme tarzlarını göz önüne
nın, dilde örtük olarak bulunan birta- alan bir hayat felsefesi, bir rölativizm
kım yanlış sınıflamaları daha sonra dü- ve kültür felsefesiyle zenginleştirmiş
zeltti~ini söyleyebiliriz. Ömegin, halk olan Simmel, soyut genellemelerden zi-
dili ve düşüncesinde, balina, suda ya- yade ayrıntılara önem vermiştir. O üç
şadıgı için bir balık, kömür de, maden-
tür sosyolojiyi birbirinden ayırmış,
den çıkartıldıgı için, bir mineral olarak bunlardan genel sosyolojiyi bir yöntem
programı olarak, felsefi sosyolojiyi de
görülmüştür. Oysa, bilim için, balina bir
memeli olup, kömür de fosilleşmiş bit- sosyal bilimlerin epistemolojisi diye ta-
nımlamıştır.
kilerden meydana gelir. Yine, gerçek bir
sınıflamada benzeriikierin çok daha
Simplicius. M. S. 6. yüzyılda yaşamış
olan Yunanlı Yeni-Platoncu filozof.
derin ve önemli farklılıklan göz ardı et-
Ammonios Sakkas'ın ö~rencisi olmuş
mesine, yapay farklılıkların da önemli
olan Simplic:ius, kendi ögretisinde, ara-
benzerlikleri saklamasına izin verilme-
lannda ciddi bir farklılık ya da karşıtlık
melidir.
olmadıgına inandıgı Platoncu bakış
Başka bir deyişle, sınıflamada dikkate
açısıyla Aristoteles'in düşüncesini uz-
alınacak belli başlı kurallar şu şekilde
laştırmaya çalışmıştır. Bununla birlik-
sıralanabilir: 1 Sınıfları ayırmak ya da
te, onun felsefe açısından büyük önemi,
öbeklemek için, her adunda yalruzca tek filozoflu~undan ziyade, Aristoteles'in
bir ilke kullanılabilir. 2 Sınıflama ya da felsefesiyle kitaplan üzerine yazdı~ yo-
bölmenin adunlannda, hiçbir grup ya rumlardan kaynaklanmaktadır. Simpli-
da sınıfın atlarunamış olmasına dikkat c:ius ayrıca, Presokratik filozoflardan gü-
edilmelidir. 3 Hiçbir ara adım unutul- nümüze ulaşan fragmanların en önemli
mamalıdır.· kaynagı olm~k durumundadır.
sınırlayıcı tanım [İng. restricting definiti- simülakrum [Ing. simulacra; Fr. simulacra].
on; Fr. definition restrictive ]. Dakikleştiri­ Postmodern düşüncede, orijinali olma-
ci tanım olarak da bilinen ve bir terim yan bir kopyanın kopyasana verilen ad.
ya da sözcügün anlamını sınırlayarak, Ça~ımızda, imajın, taklit ya da simü·
ona belli bir amaç dogrultusunda, belli lasyonun gerçekligin yerini aldıgını
bir süre için açık seçik ve özel anlam söyleyen Baudrillard'a göre, arhk gös-
yükleyen tanım türü. terge gösterilen, kopya orijinal, imaj ger-
sınırlı alternatif yaniışı [İng. phallacy of çekJik ikiliginin aşılması gerekmekte-
limited alternatives; Fr. erreur des alternati- dir. Ona göre, bundan böyle imajlar bir
ves limitees]. Eylem sırasında, yeterince dış gerçeklig e baglanamazlar, kop ya
araştırmadan ya da elde saglam veriler orijnaline götürü lemez, harita araziye
olmadan, tüm alternatiflerin tüketilmiş tekabül etmez. Simülasyonun bir arazi-
oldugu üzerinde ısrar etmekten meyda- nin, maddi gerçeki igi olan bir varlıgın
na gelen formel olmayan yanlış türü. taklidi ya da kopyası olmadıgını söyle-
716 sımya

yen Baudrillard için, simülasyon ve si- nın tarafındanolan tKinikierin bir diger
mülakra öıijinal ya da gerçeklik olma- ünlü temsilcisi olan +Diogenes, kendisi-
dan, bir gerçekligin modelleriyle yarat- ne 'Dile benden ne dilersen!' diyen
mayı ifade eder. Gerçek ile model, Büyük İskender"e verdigi 'Gölge ebne,
orijinal ile kopya arasında hiçbir fark kal- başka ihsarı istemem' yanıtıyla ün ka-
mamıştır. zanmıştır.
simya [İng., alchemy; Fr. alchirııie[. Belli bir sinkategorematik terimler [İng. syncatego-
kozmoloji anlayışını pratik kimya de- rematic terrııs; Fr. termes syncategorenıati­
neyleriyle birleştiren bir Ortaçag felsefe- ques]. Ortaçag'ın ünlü nominalist filozo-
si türü; maddi tözlerle ilgili, bir yandan fu Ockhamlı William"a göre, dilde
materyel nitelik ve ilişkilerle, diger yan- yalnız başlarına anlam taşıyan terimler
dan tinsel nitelik ve ilişkiler arasındaki dışında kalan, onlan birbirlerine bagla-
analojilere dayarıarı bir kurarn türü. makla kullanılan ve tek başlarına an-
Eski Çin ve Hellenistik dönem Mısırında lamlı olmayan terimler. Sinkategorema-
dogmuş olan simya, Ortaçag Avrupa ve tik terimiere örnek olarak, baglaçlar,
İslam dünyasında kabul görmüş bir fel- edatlar verilebilir.
sefe dalı olarak varlıgını sürdürmüştür. sistem [İng. system; Fr. systenıe; Al. systmı].
Varlıgını Rönesans'a kadar sürdürmüş Parçalan, ögeleri arasında karşılıklı
olan felsefe ya da teorinin en önemli uy- ilişki, etkileşim, baglantı ve bagımlılık
gulaınalarırun başında. yaşam iksiri bulunan tutarlı bir bütün içinde birlikli
elde etmek yer alır. Dünya görüşlerini Mle getirilmiş nesneler toplamı.
Aristoteles fizigine dayandının simyacı­ Rasyonel bir ilke, plan, ya da yönteme
lar, aynca bazı metalleri altına dönüş­ göre, altakoyma, çıkarun ya da genellik
türmenin yollannı aramışlardır. türünden tutarlı bir düzen ya da düzen-
sineşizm [İng. synechism; Fr. syııkhisme). leme içinde bir araya getirilmiş nesneler,
Amerikan pragmatistleri C. S. +Peirce ve fikirler, aksiyom ya da kurallar bütünü
W. +Jarnes"ın, süreklilik düşüncesini ön olarak sistem, belli bir görüş, ögreti ya
plana çıkartan felsefi ögreti için kullan- da ideoloji meydana getirecek şekilde
dıkları terim. birbirlerine baglanmış ilkeler toplamını
Buna göre, sürekiilikle varolan herşe­ oldugu kadar, belli bir sonuca ulaşmak
yin birbiriyle olan karşılıklı ilişki ve ba- için kullanılan yöntemi de tarum.lar.
gımlılıgını anlatmak isteyen ve atom tü- sistematik felsefe [İng. systematic philo-
ründen açıklanamaz, sürekli olmayan sophy; Fr. philosophie systematique; Al.
birtakım ögelerin varoldugunu kabul et- systematik plıilosophie]. Gerçekligin tüm
meyi reddeden Peirce'a göre, her bilim- alaniamu kapsayan sistemler kurmayı
sel önenne bir sürekliligi tasvir eder. Bi- amaçlayan, çeşitli konularda elde edilen
linemeyen birtakım varlıklara, ya da bilgileri bir sentez içinde birleştirmeye
nesnel idealisılerin Mutlak'ına karşı çalışan felsefe türü.
çıkan Peirce, açıklanamayan nihai birta- Sistematik felsefe deyimi, aynca, felse-
kım ögelere dayanan bir açıklamanın feyi tarihsel bir açıdan ele alan tarihsel
kötü bir açıklama oldugunu öne sür- yaklaşımdan farklı olarak, felsefenin
müştür. Aynı okulun üyesi oları James epistemoloji, ontoloji, deger gibi alanla-
ise, sineşizmle degişmenin sürekliligini rında felsefi yöntemleri kullanıp, analiz
anlatmak istemiştir. ve eleştiriyi ve bu arada, yeni felsefi
sinizm [İng. cynisrıı; Fr. cynisrııe; Al. zynis- bilgiler üretmeyi hedefleyen felsefe an-
mus). İlkçag Yunan felsefesinde Antist- layışını ifade eder.
henes tarafından kurulmuş olan felsefe sivil toplum [İng. civil society; Fr. sodete ci-
okulunun belli bir ahlak anlayışıyla be- vii e]. Siyasi otoritenin baskısından nispe-
lirlenen felsefesine verilen diger bir ad. ten uzak olan toplum modeli; toplumda
Doga-uzlaşım karşıtlıgında dogal ola- varolan ve kuruluşu birtakım haklar
siyaset felsefesi m

elde etme çabasına baglı olan demokxa- Bu marksist sivil toplum anlayışını
tik yapı; toplumun kendi kendisini, dev- aynen benimseyen çagdaş düşünür A.
letin kurumlarından bagımsız olarak, tGramsci'ye göre, sivil toplum devletin
yönlendirmesi durumu. cebri hareket ve müdahaleleriyle üretim-
Başlangıçta uygarlıgın sonucu olan bir den meydana gelen ekonomik alan ara-
nezaket ve uygariaşına halini tanıınia­ sında bulunur. Buna göre, sivil toplum,
yan sivil toplum terimi, 18. yüzyılda özel yurttaş ve bireysel tasdik alanı ola-
Batı yönetim tarzı Dog-u despotizmiyle rak ortaya çıkan toplumsal yaşam alanı­
karşı karşıya getirilirken, onun ayrımı­ dır.
nı belirtmek üzere politik bir terim ola- siyaset felsefesi (Os. folsefei siydsiye, ing.
rak kullanılmıştır. Bununla birlikte, political plıilosophy; Fr. philosophie politi-
sivil toplum terimi esas tHobbes ve que; Al. politisclıe philosophie ]. Siyasetin
Locke tarafından kullanılmış ve söz ko- problemlerini, siyasi sistemleri, siyasal
nusu toplum sözleşmesi teorisyenlerin- hayvanlar olarak tanımlanan insanların
de önem kazanmıştır. Hobbes ve Locke belli bir siyasi sistem içindeki davranış­
gibi düşünürler politik otoritenin en Iarım felsefeye özgü yöntemlerle ele alan
azından varsayımsal olarak onsuz olu- felsefe dalı, daha çok normatil bir nitelik
nabilir bir kavram ya da şey oldugunu arzeden kavramsal araştırma türü; felse-
belirtirken, devlet olmadan da yaşamak fenin, siyasi yaşamı konu alan, özellikle
mümkünmüş gibi akılyürübnelerine de dev ]etin özü, kaynagı ve degerini
bagh olarak, devlet olmadıgında geride araştıran dalı.
kalan kurumları betimlemek için bir Siyaset felsefesinin ele aldıgı belli başlı
kavrama ihtiyaç duymuşlardır. Bu kav- konular şunlardır: 1 insarun gelişme sü-
ram da sivil toplum kavramadır. Buna red içinde, yönetimin ya da devletin kay-
göre, sivil toplum, ekonomik ilişkilerin, nagı, dogası, amacı ve önemi 2 Varolan,
ailesel yapılann, dini kurumlann, v. b.
varolmuş olan devletlerin sınıflanması
g., politik otorite olmadan varhgını sür- ve bu devletlerin oluşumunda etkili olan
dürdükleri genel çerçeveyi tanımlar. Bu-
felsefe ya da görüşlerin incelenmesi. 3
nunla birlikte, sivil toplum kavranurun,
İdeal düzen arayışları. 4 Ütopyaların ya-
sivil toplum politik otorite olmadan va-
pısı ve bunlann gerçekleşme şanslan S
rolmadıgı için, analitik bir kavram oldu-
gu unutulmamalıdır. Bireyle devlet, itaat ebneyle özgürlük
arasındaki ilişki, baskı, sansür ve yöneti-
Sivil toplum kavramının anlamına kat-
min gücü. 6 Adalet, eşitlik, özgürlük,
kıda bulunan düşünürler arasında, her-
şeyden önce Hegel ve Marks bulunmak-
haklar ve mülkiyet gibi temel kavramla-
rın analizi.
tadır. Buna göre, Hegel'de, sivil toplum,
aile ile .devletin siyasi ilişkileri arasında Eski Yunan'da dogmuş olan siyaset fel-
yer alan bir ara kurum olarak tanımlarur. sefesi, günümüzde siyasi otoritenin gü-
Karl Marks'ta ise, sivil toplum sosyır cünü, dogasıru ve kaynag-ıru, siyasi oto-
ekomonimik ilişkilerle üretim güçlerinin riteyle birey arasındaki ilişkileri ele alır.
bütününü gösterir. Onun gözünde temel Siyasi kurumlann ve bu arada devletle
karşıtlık bu şekilde tanımlanan sivil top- birey arasındaki ilişkilerin nasıl gelişti­
lumla sivil toplum içindeki sıruf ilişkile­ rilebilecegi konusunu inceleyen siyaset
rinin üstyapısal tezahürü olan devlet ara- felsefesi günümüzde daha çok 'demok-
sındadır. Idrnan ideolojisi adlı eserinde, rasi' kavramı üzerinde durur. Başka bir
sivil toplumun bütün bir tarihin kaynagı deyişle, demokrasi problemini sivil top-
ve oynandıgı tiyatro oldugunu savunan lum-devlet kavram çiftiyle, özgürlük ve
Marks'a göre, siyasi olaylara, hukuki de- eşitlik ideallerinin oluşturdugu temel
gişimlere ve kültürel degişmeye ilişkin üzerinde ele alan siyaset felsefesinin
açıklamanın sivil toplumun yapısındaki temel problemi, kamusal gücün, siyasal
gelişmelerde aranması gerekmektedir. iktidarın, insan yaşamının niteligini ko-
718 siyaset sosyolojisi

rumak ve geliştirmek için nasıl kullaıul­ ele alan siyaset sosyolojisi, politikayla
ması ve ne ölçüde sınırlanması gerekti- toplumsal yapılar, ideolojiler ve kültür
gi problemidir. arasındaki ilişkiler üzerinde durur.
Siyaset felsefesinin uzun tarihi içinde, Özgül politik rejimierin ve kurumsal ya-
Platon, Aristoteles, Cicero, Aziz Augus- pılann kökerderini ve gelişimini açlkla-
tinus, Aquinah Thomas, Dante, Machia- mak amacıyla pariementer demokrasile-
velli, Spinoza, Locke, Burke, Rousseau, re oldugu kadar, despotik ve totaliter
Mill, Bentham, Tocqueville, Saint-Simon, rejimiere de yönelen politik fenomenlere
Comte, Hegel, Marks ve Engels gibi dü- dair sosyolojik analiz, birer toplumsal
şünürlerin önemli katkılanndan söz kurum olarak siyasi partileri ve parti li-
edilebilir. derleriyle üyeleri arasındaki ilişkileri in-
Buna karşın, 20. yüzyılda siyaset felsefe- celer.
si alarmıdaki katkılar, sırasıyla siyasi siyasi personalizm [İng. political persona-
pragmatizm, dini ve varoluşçu yaklaşun li sm; Fr. personnalisme politique]. Kişili­
ve nihayet devrimci yaklaşım diye, kaba- gin toplumsal gelişmenin en yüksek
ca üç başhk ya da yaklaşım alhnda topla- ifadesi oldugunu, bundan dolayı, dev-
nabilir. Dewey, Russell ve Popper gibi dü- letin bireylerine fiziki, entellektüel ve
şünürler tarafından temsil edilen I siyasi tinsel bakımdan tam olarak gelişebil­
pragmatizm, toplumwı halihazırdaki yapı­ meleri için, gerekli tüm olanak ve fırsat­
sını ve kapitalizmi eleştinnekle birlikte, ları saglamak durumunda oldugunu
düşüncelerini söz konusu yapının oluş­ savunan görüşe verilen ad.
turdugu genel çerçeve içinde ifade eder gkolastik [Ing. scolastic; Fr. sa:ılastique; Al.
ve siyaset alanındaki amacın, insan kişili­ scholastik, sclıolastische] Genel olarak, Or-
ğinin geliştirilmesiyle yaşam düzeyinin taçagda hakim olan, Grek felsefesinin
en yüksek noktaya çWrtılması oldugunu kavramsal araçlanndan yararlanılarak
savunur. Ömegin, siyaset felsefesinde oluşturulmuş Tann merkezli düşünce
aristokratik bir tbireyciligin savunuculu- sistemini veya bu teoloji agırhklı felsefe-
gunu yapan +Russell, hoşgörü, cinsel öz- nin kullandıgı yöntemi tanımlcunak için
gürlük ve sagduyunun yanında olurken, kullanılan sıfat.
maddecilige, bürolaasi ve savaşa şiddet­ Skolastik terimi, Yunancada vakit geçir-
le karşı çıkınıştır. mek, zaman öldürmek anlamına gelen
Buna karşın, ll dirü ve varoluşçu yak- 'scholazein' fiili, 'doctores scholnstici' başlı­
laşıın, insanhgın topyekün bir yıkıma gı alb.nda, üniversitelerde teoloji veya
dogru gittigini savunurken, zaman okullarda yedi liberal sanattan ·biri ya da
zaman dini ya da yan dini degerleri, digerini ögretenler için kullanılmaya
zaman zaman da bireyin bizzat kendisi- başlandıgında yaygınlık kazanmıştır.
ni ön plana çıkartnuşhr. Başta Lenin Buna göre, skolastik felsefe Yunan felsefe-
olmak üzere, lll Gramsci, Marcuse, Lu- sinin bakış açısı ve tenninolojisinin sag-
kacs gibi düşünürlerin temsil ettigi yak- . ladıgı teorik çerçeveye oturtulmuş Hris-
laşun ise, bireyin nihai bir özgürlük ve tiyan teolojisini ifade eder. Bu felsefenin
muUuluk haline ulaşahilmesi için, kapi- büyük bir güçle benimsemiş oldugu
talizmin ve burjuva devletiilin, şiddet t Aristoteles felsefesini temele almaktan
veya demokratik yollarla yıkılmasını oluşan otorite yöntemi, mantıga ve sis-
öngörür. teme dönük yogun ilgisi, tümdengelim-
siyaset sosyolojisi [İng. politi~l sociology; sel ve tasarnsal akılyürütme formuyla
Fr. sociologie politiquel. Toplumsal yapı karakterize olan yöntemi skolastik yöntem
ve kültürü etkileyen somut politik feno- olarak tanımlanır.
menlere ilişkin sosyolojik araştırma. Skolastik terimi, buradan hareketle, pe-
Öncelikle ve temelde devlet konusunu, joratif veya aşagılayıa bir anlam içinde,
sosyolojik bir bakış açısı ve yöntemlerle okullarda ögretilen hayata ilgisiz konu-
skolastik fels~fe 779

lann beiirledigi, sistematik ve formel ka- düşünürler, Tann sözü olan kutsal kita-
rakteri veya lafziligi ile çöküş dönemin- ba dayanan Hristiyan inancını sistema-
deki skolastigi andıran bir görüş ya da tik bir biçimde ifade etmek, savunmak
ögretiyi tanımlamak için kullarur. ve geliştirmek için, daha çok mantıksal
skolastik felsefe [Os. medrese felsefesi; İng. ve dilsel analize yönelmişlerdir. Skolas-
~colastic plıilosophy; Fr. philosophie scolasti- tik düşünürler bu baglamda, öncelikle
que; Al. scholastik pihilosophie]. 8. yüzyıl­ Yunanlıların bilimsel ve felsefi tennino-
la, 15.. yüzyıl arasında kalan tarihsel dö- lojilerini kullarunışlar ve daha sonra da,
neÇ\~2 söz konusu olan felsefe türüne, Yunan mantıgını bir bütün olarak al-
Hnstlyan düşünce sistemine verilen ad. mışlardır. Şu halde, Skolastik dönemin
SkoJastik felsefenin en önemli özellikleri filozoflan, Hristiyan inancını sistemleş­
şu şekilde sıralimabilir: 1 llkçag Yunan tirme ve temellendirme çabalarında aklı
felsefesinin belli bir halkın, modem fel- ve manbgın tümdengelimsel teknikleri-
sefenin ise bireylerin felsefesi oldugu ni kullarunışlardır. 9 Skolastik düşü­
yerde, Skolastik felsefe, bireylerin ve nürler, daha sonra Yunan düşüncesinin,
halkiann karakteristik özelliiderinin üs- 12. yüzyıl Rönesansı sırasında, İslam
tünde olan diili bir toplulugun, Hristi- dünyasından tercüme yoluyla ögrendik-
yan toplumunun felsefesidir. 2 Bu felsefe leri içerigini, Hristiyan inanayla tutarlı
için, belli bir gelenek, ve vahye dayanan olacak ve Hıistiyan inancını destekleye-
bir din çerçevesinde oluşan otoriteye cek şekilde yeni baştan kurmaya ve şe­
duyulan saygı esastu. 3 Skolastik felsefe- killendirmeye çalışmışlardır.
nin temelinde bulunan felsefe gelene~, Skolastik felsefe, dört döneme ayrılır: I
Platon'un ve özellikle de Aristoteles'in Hazırlık dönemi. 8. ve 9. yüzyıllar arasın­
felsefelerinden oluşur. da kalan bu dönemde, üzerinde durula-
4 İlkçag felsefesinin merkezinde dogay- cak problemler öbegi, Patristik felsefenin
la insarun, modern felsefenin merkezin- büyük düşünürii Aziz Augustinus'un
de ise bilgiyle insanın bulundugu yerde, oluşturdugu genel çerçeveden hareket-
Skolastik felsefenin merkezinde Tanrı le, yavaş yavaş belirlenmeye başlamış
vardır. S Skolastik dönemde, felsefe ve bu problemlerle ilgili olarak ilk
inanca, inanç ta vahye tabi olmak duru- çözüm denemeleri gerçekleştirilmiştir.
mundadır. 6 Bundan dolayı, Ortaçag Dönemin en etkili düşünürü olan J. S.
kültüründe çok önemli bir rol oynayan Erigena, Boethius'tan yararlanarak, Sko-
din, Skolastik felsefe ve rasyonel bir lastik yöntemi geliştirmeye çalışmıştır.
yaşam görüşü üzerinde de çok temelli Matematik ve doga felsefesi alaıunda
bir etki yapnuşbr. Bu felsefede, vahyin önemli çalışmalar gerçekleştirmiş olan
aklın vazgeçilmez bir yardıması oldu- Gerbert'le, diyalektigi teolojiye uygula-
guna inanılır. Skolastik dönemin filozof- ma girişiminde başarı kazanmış olan
ları, akıl ile inanç arasında bir ayırım Chartres'lı Fulbert ve teolojiyi rasyonel-
yapmış ve zaman zaman da felsefenin leştirme hareketinin öncülügünü yap-
göreli bir bagımsızlık ya da özerkligini mış olan Tours'lu Berengar dönemin
vargulanuş olmakla birlikte, bilirnde ve diger önemli simalarıd.Jr.
felsefede, bir çözüme kavuşturulacak Il Erken Skolastik. 9. ve 12. yüzyıllar ara-
problemierin çözümü de dahil olmak sında kalan dönemin en önemli düşü­
üzere, hemen herşey teoloji tarafından nürlerinden biri olan Aziz Anselmus,
belirlenmiştir. 7 Skolastik felsefenin dogaüstü olanla dogal olan arasındaki
temel konulan, Tanrı veTann'nın varo- organik ilişkiyi ifade etmeye ve inanan
luşu problemi, Tanrı-evren ilişkisi ve akıl üstündeki yorumlayıcı ve yönlendi-
tümeller problemidir. rici gücünü göstermeye çalışmıştır. Bu
8 Skolastik fdsefenin en belirleyici dönemde, tümeller problemi ilk kez ola-
yönü, yöntemidir. Buna göre, Hristiyan rak ciddi bir biçimde ele alınmış, prob-
-
780 Smith, Adam

leınleilgili realist ve naminalist çözüm- the Wealtlı of Nations [Ulusların Zengin-


ler arasında bir ayınm yapılmıştır. liginin Dogası ve Sebepleri Üzerine Bir
Champeaux'lu William'ın realist, Rosce- Soruşturma].
linus'un naminalist çözümü berümsedi- İskoç Aydınlanması ve iktisadi libera-
gi yerde, Skolastik yöntemi en açık bir lizmin en önde gelen isimlerinden biri
biçimde ortaya koymuş olan Abelardus olan Smith, daha ziyade eklektik bir ka-
kavrarncı bakış açısını seçmiştir. Döne- rakter taşıyan ahlak görüşünde, bir
min diger önemli düşünürleri, hüma- erdem ahlakı geliştirmiştir. 'Erdemin
nist bir filozof olan Salisbury'li John ve neden meydana geldigi' ve 'erdemi
çagının diyalektik, tasımsal ve akılcı hangi psikolojik ilkelere göre tanıdıgı­
egilimlerini mistik bir hareket içinde bir- mız' sonılan üzerinde odaklaşan ahlak
leştirmiş olan Clairvaux'lu Aziz Ber- görüşünde, Smith bu soruları Aristote-
nard'dır. les ve Stoacıların görüşlerinden oldugu
III Altııt Çag. 13. yüzyılda yaşanmış kadar, Hutcheson gibi yararcı düşünür­
olan Altın Çag, Aristoteles'in eserlerinin lerin görüşlerinden de faydalanarak ya-
Arapçadan tercüme edilmesi ve Paris rutlamaya çalışmıştır.
Üniversitesi'nin kuruluşuyla birlikte, O iktisat görüşünde ise, her türlü zen-
felsefeye yönelik ilginin en üst düzeye ginligin kaynagının emek oldugunu sa-
ulaştıgı bir çag olmuştur. Bu dönemin vunmuş, modem toplumlarda zenginli-
ilk büyük düşünürleri, doga bilimlerine ginin artışının en önemli nedeninin bir
yönelik bir ilginin doguşuna yol açmış yandan iş bölümü, diger yandan da
olan Auvergne'li William ve Robert emeginin veriminin artmasını saglayan
Grosseteste'dir. Altın Çagın diger önem- sermaye birikimi oldugunu söylemiştir.
li düşünürleri, felsefenin özerkligi için Sofistler [İng. Sophists; Fr. Sophistes; Al
yogun.bir çaba göstermiş olan Aziz Bo- Sophists]. M. Ö. 5. ve 4. yüzyılda, siyasi
naventura, Aristoteles'i Aziz Augusti- ve toplumsal koşullarm degişmesinin
nus'un felsefesi ve Hristiyanlıgın dog- ve doga felsefesinin iflasının ardmdan,
malarayla uzlaştırmaya çalışmış olan insan üzerine felsefenin başlatıcısı ola-
Büyük Albert, felsefesiyle Skolastik dü- rak ortaya çıkan gezgin felsefe ögret-
şüncenin her bakımdan doruk noktası­ menlerine verilen ad.
nı oluşturmuş olan Aquinalı Thomas, En önemli Solistler arasında, Protago-
Platon'un etkisiyle, bir yandan matema- . ras, Gorgias, Prodikos, Hippias, Antip-
tigin, fakat bir yandan da deneysel yön- hon, Thrasymakhos ve Kallikles'in adı
temlerin gelişmesine katkıda bulunmuş verilebilir. Sofistler, felsefi bir okul oluş·
olan Roger Bacon ve eleştirel düşünce­ hmnaktan çok, belli bir meslegin üyesi
siyle seçkinleşmiş olan DWls Scottus'tur. olan, toplumsal koşulların degişmesi­
IV Gerileme Dönemi. 14. ve 15. yüzyıllar­ nin dogal bir sonucu olarak ortaya çıkan
da yaşanmış olan bu dönem, geleneksel pratik işlerde yolgöstericilige duyulan
düşüneeye karşı olan eleştirel bir tavırla açlıktan, kendileri için bir meslek ve
belirlenen bir döneı1ıdir. Dönemin en yaşam biçjmi üretmiş olup, para ka~ı­
önemli düşünürü, daha önceki yüzyılia­ lıgı ders veren gezgin ögretmenlerdi. Bu
nn noıninalizmini canlandırmış, aklın gezgin ögretmenler, dilbilgisi, lkna sana-
alanını sınırlandınnakla birlikte, onu tı, retorik, mahkemede kendini savunma
kendi alanı içinde, inançtan ba~msız sanab, mantık, ahl~ki davranış, edebi-
hale getirmiş olan Ockharnlı William' dır. yat eleştirisi, matematik ve dilsel analiz
Smith, Adam. 1723-1790 yıllan arasında gibi bir çok sanatı ögrenme iddiasında
yaşamış olan İskoç iktisatçı ve düşü­ olmuşlardır.
nür. Temel eserleri The Theory of Moral Sofistleri bir felsefe okulu olarak gör·
Sentiments [Ahlaki Duygular Teorisi] ve rnek olanaksız olsa da, onların tümüne
An Inquiry into the Nature and Causes of birden ortak olan bazı noktalardan söz
sofisiiik 781

edilebilir: 1 Onlann ögretim faaliyetleri, likte güçlü olduklarından dolayı, güç-


yaşamda başarılı olma sanatını ögret- süzlere saldırınama ve onları soymaına
me çabalan, teorik degil de, tümüyle sözü verdikleri yasaların zonınlu oldu-
pratik bir nitelik taşımaktaydı. 2 Safist- gunun bilincine varmışlardır. Ahlak da
ler ikinci olarak ortak bir kuşkucuıugu, insan eylemlerinden dogmuş olup, in-
kesin ve mutlak bilgi olanagına duyulan sanlar tarafından kutsanır ve onaylanır.
bir güvensizli~i paylaşmaktaydılar. 3 9 İnsan varlıkJanndaki temel itici güç,
Yine, Sofistler, ortak olarak algının göre- ben sevgisi, bencili.ktir. 10 İnsanlar do-
li oldugunu öne sürmüşlerdir. llk ve en guştan erdemli degillerdir. İnsanlar er-
büyük Sofist olan Protagoras, bireyin demli oluyorlarsa eger, bu toplumsal ve
herşeyin ölçüsü oldugunu ve şeylerin entellektüel koşullanınanın ürünüdür.
de tıpkı insana göründükleri gibi oldu- tl Erdem ögretilebilir, erdemli davranış
gunu savunmuştur. geliştirilebilir. Bunu yapanlar da Sofist-
4 Bilginin temeline aigıları yerleştiren lerdir. Örnegin tProtagoras'a göre, So-
Sofistier, bilginin de göreli oldugunu be- fistler insanın dogal yetenegini geliştir­
lirtmişlerdir. Mutlak ve degişmez bir meyle, insanı egitme işiyle, insanlara
dogruluk olmayıp, bilgi ve dogruluk bi- insan olınada, yetkinlige ulaşmaları için
reyin algılanna, toplumsal, kültürel ko- yardun etme işiyle meşgul olurlar. 12
şullara ve kişisel egiliınlere görelidir. 5 Dogayla uzlaşıın arasında bir ayınm
Duyularımızın ötesinde, algılanamayan yapan tiim Sofistler, zaman zaman uzla-
ve dolayısıyla bilinerneyen bir gerçeklik şuna dayanan yasaların her zaman en
yoktur. Dogal dünya, yalnızca duyuları­ iyi yasalar olmayabilecegini savunurken.
mız aracılı~ıyla bilinebilir. Duyumları­ zaman zaınan da dogal hukukla pozitif
mız ve algılarırnız tarafından yorumla- hukuk arasındaki boşlugu daha da ge-
nan fenomenlerin gerisinde, Zihin ya da nişletmişler ve bu ikisinin birbirlerine
Dünya Ruhu gibi, algılanaınaz bir ger- karşıtmış gibi görünmelerine neden ol-
çeklikten söz etme imkanı bulunma- muşlardır ..
maktadır. sofisUik [İng. soplıistn;; Fr. sophislique; Al.
6 Toplum temelini bir sözleşmeden, sophistische ]. Belli bir dogruya ulaşmak
bireylerin ortak iradelerinden alır. Buna için degil de, tartışmış olmak için tar-
göre, insanlaı: kendilerini vahşi yaratık­ hşma tavrı; aldatmayı, ikna etmeyi,
lardan korumak ve daha iyi bir yaşam sözün etkisiyle inandırmayı hedefleyen
düzeyine ulaşmak için, topluluklar akılyürütme tarzı; maddi çıkar sagla-
halinde bir araya gelmek zorunda kal- mak amacıyla kandınna faaliyeti; ve So-
mışlardır. 7 Yasalann tanrısal bir köke- fistler tarafından kullanılan tartışma, in-
ni yoktur, yasalar insan elinden çıkma celikli ve yanıltıcı argüman teknikleri
ürünlerdir. Buna göre, yasalar ya sayıca için kullanılan terim.
çok olan zayıfları kontrol altında tutmak Buna göre, do~ruyu söylemeyi, dogru-
için güçlüler ya da güçlüleri kontrol al- ları ifade etmeyi degil de, yalnızca
hnda hıbnak için zayıflar tarafından ya- üstün çıkmayı, kazanmayı amaçlayan
pılır. 8 Yasalardan başka ahlaki ölçütler tartışma türüne, görünüşte dognı ol-
ve ahlak da, dogal ya da tanrısal kökenli makla birlikte, gerçekte, büyük bir dik-
olmayıp, insan eseridir. Sofistlere göre, katle incelendigi zaman görülecek ince
insanlann, toplum oluşuncaya kadar, bir yanlış içeren aldatma ya da en azın­
ne ahlakları ne ahlaki ölçütleri ne de ya- dan yanıltma amaçlı akliyürütme türü-
saları olmuştu; bununla birlikte, orman ne sofistlik denir. Aynı çerçeve içinde,
yasalan egemen olursa eger, toplwn geçerli gibi görünmekle birlikte, geçerli
içinde yaşamanın imkansız olacagı kısa olmayan, incelikli ama yanıltıcı argü-
süre içinde anlaşılmış ve dolayısıyla in- man ya da akılyürütmeye so fizm ya da
sanlar, güçlülerin, yalnızca onlarla bir- sofizmn adı verilmektedir.
782 sofokrasi

sofolcrasi [İng. scrplwcraty; Fr. sophocratie]. ve karakterlerini degiştirip geliştirebi­


Bilge bireylerin ya da bilgeligin yöneti- leceklerini belirtmiştir. Buna göre, Sok-
miyle belirlenen devlet veya yönetim rates, felsefesinde herşeyden önce, insa-
tarzı. nın dogası, ihtiyaçları, amaçlan ve
sokinyanizm [İng. socinianisnı; Fr. socinia- degerieri üzerinde dunnuş, neyin onu
nisıııe]. Laelius Socinus ve Jules Lequier tamamlayacagını araştırmıştır.
tarafından geliştirilen akılcı din akımı­ O, aynı çerçeve içinde, dilin dogasıyla
na verilen ad. ilgilenmiş ve düşünme, anlam, manbk
Bu akım, kutsal üçlemeyi reddetmiş ve ve tanım konusunu ele almıştır. Yaşadı­
Hz. İsa'nın 'insan' oldugunu birçok ka- gı dönemde yogun bir kavram kargaşa­
nıtla ortaya koymaya çahşmışhr. Pa- sının hüküm sürdügünü, bunun ahlak
nenteizmin gelişmesinde önemli bir et- alanıru da kapsadıgıru düşünen Sokra-
kisi olan Sokinyanizm, zamanın Tanrı tes, bilgeligin, adaletin, cesaretin, v. b. g.,
açısından geçersiz oldugu inancını red- anlamının ne oldugu bilinmedikçe, bil-
detiniş ve Tanrı'nın zaman içinde orta- gece, adil ya da cesurca eylemekten söz
ya çıkan olayları bildigini, gelecegin bir edilemeyecegini iddia etmiştir. Çünkü
imkandan ibaret oldugu, ezeli bilgi diye aynı sözcükleri ya da kavramları kulla-
bir şeyin olaınayacagını öne sünnüş­ nan insanlar, bu sözcük ya da kavram-
tür. larla farklı şeyleri kastediyorlarsa eger,
Sokrates. M. Ö. 469-399 yıllan arasında ya- Sokrates'e göre, bu, insanların anlaşhk­
şamış olan ünlü Yunanlı düşünür. Pla- lannı sanarak anlaşmadan konuştuklan
ton'un hocası olan Sokrates, yazılı hiçbir anlamına gelir ve sonuç, kargaşadan
şey bırakmanuş, tüm zamanını özellikle başka hiçbir şey olmaz. Kargaşa, Sokra-
gençlerle felsefe tartışarak geçirmiştir. tes'e göre, hem entellektüel ve hem de
Gön1şleri, tartışmaları yeni iktidann ahlaki yönden olur. Ona göre, entellek-
temsild.leri tarafından begenilmeyen Sok- tüel olarak sözcük ve kavramlan, sizin
rates, 'yeni tanrılar icad etti~, görüş ve kullandıgıruz anlamdan farklı bir an-
tartışmalanyla, gençleri baştan çıkardı­ lamda kullanan biriyle tarbşarak, bir
gı' gerekçesiyle ölüme mahkum edilmiş­ kavga dışında, hiçbir yere varamazsanız
tir. ve ahlaki olarak da, söz konusu sözcük-
Sokrates'in felsefedeki ve felsefe tari- ler ahlaki fikirlere karşılık geldigi
hindeki önemi, onun bilinçli ve ahlAki zaman, sonuç bir anarşiden başka bir
kişiligin bulundugu yer olarak ruh kav- şey olmaz. Sokrates işte bu kargaşayı
ramını bulmuş olmasından kaynakla- sona erdirmek, insanlara ahlaki gelişme­
nır; felsefenin merkezine insanı geçiren, lerinde yol göstermek için, bir tarbşma
insanın kendisiyle, evrenle ve toplumla ve ögretim yöntemiyle, bir tanım yönte-
olan ilişkisinin ne oldugunu ve ne olma- mi geliştirmiş ve tarbşmalarıyla, evren-
sı gerektigini araştıran, insan yaşamı­ sel degerierin özünü ve gerçek anlamını
nın kişisel, toplumsal ve ahlaki boyutu- ortaya koymaya çalışmıştır.
nu ön plana çıkaran Sokrate:s, insanlara Sokrates'in daimonu [İng. Socrates' dai-
özsel bileşenlerinin ruh oldugunu, on- mon; Fr. dhncm de SOCTate]. Sokrates'in Pla-
lann ruhlarına özen göstermeleri gerek- ton'un Savunma (3ld, 40a-b) ve Euthy-
tigini anlatmaya çalışmış, bu düşünce­ phron (3b) adlı diyaloglannda sözünü
sini ifade etmek, onu eylemleriyle ettigi, kendisinde ortaya çıkan, yalnızca
somutlaştırmak için de, yaz kış çıplak ona özgü olan ve olumlu bir şey öner-
ayakla ve ince bir entariyle dolaşmıştır. memekle ya da Sokrates'i belli bir şeyP
Fizigi itibariyle çirkin biri olan Sokrates, yöneltmemekJe birlikte, onu bazı şeylen
insanların yüzlerini ve fiziki yapılannı yapmaktan alıkoyan gizemli güç, kutlu
degiştiremeyeceklerini, fakat ruhlarını derunibelirti, Tann sesi.
Sokratik paradolular 783

Sokrates problemi [Ing. pı·obleııı cf Socrn- Sokratik Okullar [İng Socratic Sclıools;
tes; Fr. problenıe de Socrate]. Filozof Sok- Fr. t.cofes socratiques]. Sokrates'in kişili­
rates'i anlatan, tanıtan çok çeşitli eser- ginin belli özelliklerinden, ögretisinin
lerden, farklı Sokrates yorumlarından belli yanlarından etkilenerek oluşturul­
ayrı olarak, tarihsel Sokrates'i, yani M. muş olan felsefe okulları.
ö. 5. yüzyılda Atina'da yaşamış olan Bu okullar, 1 Küçük Sokratik Okııllarla,
Sokrates adlı düşünürün gerçekte kim 2 Büyük Sokratik Okullar olarak ikiye ay-
oldugunu, onun felsefi ögretisinin tam rılırlar. Bunlardan Küçük Sokratik
olarak ne olmuş oldugunu belirleme Okullar, kurucularının Sokrates'le olan
problemi. baglarının çok fazla güçlü olınadıgı
Sokrates'in kendisi, yazılı sözün degeri- okullardır. Onlar, Sokrates'in ögretisinin

ne inanmadıgı, yazmak yerine tartışma­ ve görüşlerinin göreli olarak daha az


ya önem verdigi için, yazılı hiçbir şey önemli olan yönlerini benimsernişlerdir.
bırakmamış, hayatı, görüşleri, degerie- Bu okullar sırasıyla, al tMegara Okulu,
re ve dünyaya bakış tarzı, kişiligi, ilgi- b) tElis-Eretriya Okulu, c) tKinikler
leri ve görüşleri farklı ögrencileri tara- Okulu ve d) tKirene Okulu'dur. Büyük
findan anlatılmıştır. Sokrates'in kendisi, Sokratik Okullar ise, Sokrates'ten çok
yönteminin bir parçası olarak, hazır yogun bir biçimde etkilenmiş, onun
bilgi vermek yerine, ögrencilerinden her idam edilmesi karşısında kariyerini de-
giştirrniş ve kendi sistemini kurarken,
tür bilgiyi kendilerine mal etmelerini is-
tedigi için, ögretisi ve. görüşleri de, Kse- Sokrates'in görüşlerinden yarartanmış
olan Platon'un Okuluyla, onun ögrencisi
nophanes ve t Platon gibi ögrencileri ta-
Aristoteles'in Okulundan meydana
rafından, yalın bir biçimde ve oldugu
gelir.
gibi kabul edilmemiş, sözü edilen filo-
Sokralik paradokslar [İng. Soc:ratic parado-
zolların kendi bakış açıları ve kişisel
:ıes; Fr. paradares socratiques]. Sokrates'in
özellikleriyle birleştirilerek yorumlan-
felsefesini meydana getiren, fakat kabul
mıştır, Ksenophanes ve Platon gibi dü-
edilmiş inançlara aykırı gibi görünen
şünürler Sokrates'i ve ögretisini, kendi
tezler için kullamlan deyim.
kavrayış, ilgi ve dogalanna uygun ola-
Tüm insanların dogatarı geregi, ınutlu­
rak yoruınlamışlardır. lugu aradıklarını ve arzuladıklannı,
İşte Sokrates problemi, bu farklı Sak- bunun, tüm insaniann özleri itibariyle
rates resim ya da yorumlarından hangi- iyiyi, iyiligi istedikleri ve aradıklan an-
sinin tarihsel Sokrates'e, yani M. Ö. 5. lamına geldigini söyleyen Sokrates'e
yüzyılda Atina'da yaşamış olan çıplak göre, iyi, birey için yararlı, hayırlı olan
ayaklı düşünürün gerçek görüş ve dü- ve bireyi mutlu kılan şey oldugundan,
ş üneesine karşılık geldigini belirleme bir insanın kötüyü, kötü olan bir şeyi is-
problemi olarak ortaya çıkar. temesi, kötü olan bir şeyin peşinden
Sokratik alay [İng. Socratic irony; Fr. ironie koşması olanaksızdır. Çünkü bu, mut-
socralique ]. Sakrates'in, 'Bildigim bir şey suz olmayı istemekle eşanlamlıdır ve
var, o da hiçbir şey bilmedigimdir' sö- mutsuz olmayı isternek te, insanın doga-
züyle ve sergilediti ögrenme ve bilgiye sında olmayan bir şeydir. Sokrates'e
susamışlık hali yle, karşısına aldıgı tar- göre, insaniann sık sık kötü, zararlı ve
tışmacılara, gerçekte bilgisiz olduklarına degersiz bir şeyin peşine düştükleri
işaret etmek ve ahlak alanındaki bu bil- olur, ancak bu durum, yalnızca onların
gisizligin, yaşamın akışı içindeki tehli- bilgisizliklerinden kaynaklanmaktadır.
kesini ve agırlıgını hisseliirmek üzere Kötü olan bir şeyin peşinden koşan
benimsedigi, kendisini oldugundan fark- insan, onun peşinden, o şey kötü oldu-
lı gösterme, bilgisini gizleme ve ka~ı­ gu için degil de, kendisi onun iyi oldu-
sındakine meydan okuma tavn. gunu düşündügü için, gider.
784 Sol Hegelcilik

Şu halde, hiç kimse bilinçli olarak ve somut [Os. müşahhas; İng. concrete; Fr.
isteyerek kötü olanı, yani kendinde ve concret; Al. konkret). 1 Ortak özellik ya
kendisi için kötü olanı seçmez, kötü ola- da nitelikleri ön plana çıkartan genel ya
nın peşinden koşmaz (1. paradoks). Bu da soyuta karşıt olarak, bireysel, pratik
paradoks bizi Sokrates'in ahlak anlayı­ ve tikel olan için kullarolan sıfat.
şının temel tezlerinden ya da paradoks- 2 Dolayımlı bir tarzda bilinen, varolu-
larından bir başkasına götürür: Tüm in- şu çıkarsanana karşıt olarak, dogrudan
sanlar dogaları geregi, iyiyi arzu edip ve araosız bir biçimde algılanan, dene-
sevdikleri için, hiç kimse isteyerek kötü yiın yoluyla bilinen, aktüel varoluşun
bir şey yapmaz. Iyiyi, iyi olanı ya da aynlmaz bir parçası olan şeyi; 3 hipote-
neyin iyi oldugunu bilmek, ayru zaman- tik ya da teorik olana karşıt olarak, elle
da onu yapmak, hayata geçirmektir (2.. tutulur gerçekligin ayrılmaz bir parçası
paradoks). Buna göre, her tür kötülü- olan şeyi; belli bir zaman ve yerde bulu-
gün nedeni kötücül, günahkar bir irade nan, gözle görülen, elle tutulan, dogal
degil de, bilgi eksikliğidir (3. paradoks). ve bütünlügü içinde ortaya çıkan ba-
Eylemde yanlışa düşme, kötülük ya da tımstz gerçekligi; karmaşıklık bir ger-
kötü olan bir şeyi yapma, kötü kader, çeklik içinde olan şeyi gösteren terim.
günahkar bir doganın ya da irade zayıf­ Bu baglarnda ve somut sözcügünün
htının degil de, bilgisiziitin sonucu- söz konusu anlamı içinde, tek bir nesne-
dur. ye işaret eden, başka bir şeye baglı ol-
Sokrates'in ahlak anlayışının bu üç madan, kendi başına varolan bir şeyin
kavramına somut 1arvram, bir birey ya da
temel tezinden her biri, a) kişinin özgür
iradesiyle bir şeyi ya da birtakım kötü- bireylerin adı olan terime soyut terim adı
verilir.
lükleri seçtigini, yaptıgıru ve yapabildi-
gini, b) kişinin, neyin gerçekten iyi oldu- Mutlak idealistler bu çerçeve içinde,
gerçeklik bakımından daha temel ve
gunu bildigi zaman bile, yanlış bir şey
töu;el olan bireysel varlıkları betimle-
ya da kötülük yaptıgını ve c) insarun,
ınek için somut tümel terimini kuılan­
bilgisizlikten degil de, yaphgı şeyin
mı.şlardı.r. Burada somut, varlığın birey-
kötü oldugunu bile bile, kötülük yaptı­
selligini, tümel de, idealist filozoflar
gıru bildigirniz ve kabul ettigirniz için,
tarafından gerçek bireyin en beürleyici
birer paradoks olarak degerlendirilir. özelligi olarak görülen rasyonel ve siste-
Sol Hegelcilik [Os. terakkiperver Hegelcilik; matik tutarlıhgı vurgulamaktadır. Buna
İng. left-ıving Hegelianism; Fr. Hegelianisme
göre, söz konusu idealist filozoflar için
de gauche]. Hegel'in, Hristiyanhk dini, gerçek birey, Mutlak, Ruh ya da Tin'dir.
ınonarşi ve burjuva kültüründen olu-
somutçuluk [Ing. concretism; Fr. conc:retis-
şan idealist sentezine her bakımdan
me]. İyilik, güzellik türünden soyutlama-
karşı çıkan, bu sistemin rasyonel olarak
lan, aktüel olarak, gerçekten varolan, iyi
savunulamayacagını, fakat yalnızca fel-
ve güzel diye nitelenen şeylerden ne-
sefi teori olarak degil, siyasr eylem bakı­ dense! ve ontolojik bakımdan önce gelen
mından da, belli bir gelecek adına kabul ve onlardan deger bakımından üstün
edilmemesi gerektigini öne süren anla- olan varlıklar ya da gerçeklikler olarak
yış.
gören, ya da umutlanmtzın, arzularınu­
Ruge, tMarks, tStirner ve tFeuerbach zın, ideallerimizin nesnelerine belli bir
gibi düşünürlerden meydana gelen bu nesnellik, gerçeklik yükleyen yaklaşım
harekete göre, yalnızca rasyonel olan ya da tavır.
gerçektir ve yetkinlikten uzak,. yabancı­ sonlu [Os. miitentıhi, mı:ıhdud; İng. finite; Fr.
laşmış bir varoluş hali, Hegel'in de fini; Al. endlich]. Sonsuz ya da sınırsız
iddia ettigi gibi, kendi içsel zorunlulu- olana karşıt olarak, ömegin sonlu birdi-
tundan dolayı, kendini aşmak duru- zide oldutı.J gibi, bir sonu ya da son teri-
mundadır. mi olma durumu.
sonuççuluk 785

Sırurlanmış olma, snurlı bir büyüklüğe sonsuzluk [Os. ııaıııüleııalıilik; İng. iızfiızity;
sahip olma hali. Güç, yetenek, büyüklük Fr. infiııite; Al. uııendliclıkeit]. Zamaıun,
gibi nitelikler bakımından sınırlannuş mekanın ya da herhangi bir dizinin sonu,
olma durumu. Belli sayıda adımı geç- bitiıni, sının olmaması durumu.
meme hali. Bu anlamda doğal sayılar dizisi, son-
sonluculuk [İng. fiııitism; Fr. fiııitisme; Al. suz bir dizi meydana getirir, zira dizide
.finitismus]. Matematik te D. Hilbert tara- ne kadar büyük bir sayıya ulaşırsanız
fından savunulan ve matematik alanına ulaşın, ona bir sayı daha eklemek her
yalnızca, konstrüksiyonu sonlu sayıda zaman mümkündür. Bununla birlikte,
adımda mümkün olan sonlu sayıda nes- ikinci bir anlamda sonsuzluktan, sayıla­
neyi dahil eden yaklaşım. Tıpkı sezgici- bilir parçalardan oluşmayan bütünler
lik gibi, konstrüktivizmin bir türü olan, için geçerli olan sonsuzluktan da söz
fakat sezgicilikten farklı olarak, yalnızca edilebilir. Burada sonsuzluk, tam ya da
sonlu sayıda öğeyle sonlu sayıda adım­ yetkin olma durumunu gösterir.
da ne yapılabileceğini dikkate alan öğr~ sonuç [Os. matlup; İng. conclusion; Fr.
ti ve yönteın. conclusion]. ı Başka türnce ya da önerme-
sonsuz dönüş [Os. deuri daim; İng. etemal lerden çlkarsarunış olan, mantıksal bir
recurrence; Fr. re tour eterne/le ]. Evrende akılyürütme, argüman ya da çıkarunın
hiçbir şeyin bir defalığına ortaya çıkma­ mantıki vargısı olan, ve 'o halde', 'şu
dığı, geçmişte birçok kez ortaya çıkmış halde', 'imdi', 'öyleyse', 'sonuç olarak' tü-
sonsuz sayıda olayın, gelecekte de tüm ründen deyinılerle başlayan önenne;
aynntılanyla ve aynı düzen içinde yeni- belli öncüllerin manhksal olarak gerektir-
den ortaya çıkaca~, evrende birtakım diği netice. 2 Belli bir nedenin eseri olan
dairesel, döngüsel süreçlerin söz konusu olay, kendisine aynlmazcasına bağlı ol-
olduğu, bu süreçlerin, mevsimlerde, gün du~ bir nedenden kaynaklanan etki; bir
gece, doğum ölüm, büyüme çürüme ör- etkene bağlı olarak ortaya çıkan olgu. 3
neklerinde olduğu gibi, aynen tekrarlan- Bir irdeleme, araştırma ya da soruştur­
dığı, bir kaostan doğan evrenin yeniden maıun yarattığı veya ürettiği düşünce.
doğacak şekilde kaosa gideceği inancı. 4 Belli bir aınaç ya da hedef gözetile-
Oldukça eski çağiara geri giden sonsuz rek davramldığında, ulaşılan şey, varı­
dönüş inana, tPlaton'da bir ruh göçü lan nokta. S Ve nihayet, bir koşul bildi-
öğretisi olarak ortaya çıkmış ve o, bu ren türnceden sonra gelen ve belli bir
çerçeve içinde, ölen insanlarm ruhları­ netice bildiren tümceye verilen ad.
nın başka bedeniere girerek yeniden sonuççuluk [İng. consequantialisnı; Fr.
doğduklaruu, iyi ya da kötü ruhların coıısequentialisme]. ı Genel olarak, so-
yazgılarıru aynen yaşadıklanru söyle- rumlulukla, fakat esas neyin ahlaki ba-
miştir. Aynı anlayış, t Aristoteles'te, kımdandan doğru ve yanlış olduğuyla
dünyanın, yıldız hareketleri gibi, düzen- ilgili olan etik teori. Bu anlamda, sonuç-
li olarak ıslaklık ve kuruluk dönemlerin- çuluk, ahlaki eylemin degerini belirle-
den, insanlığın da gelişme ve çöküş yen şeyin, eylemin ahlaki bir ilke, yasa
çağlarından geçtiği görüşü şeklinde or- ya da kurala uygunlugu yerine, eylemin
taya çıkar. Sonsuz dönüş öğretisi Dar- sonucu olduğunu, ahlaki eylemin üretti-
win'in evrimciliğinden etkifenmiş olan ği sonuçla değerlendirilmesi gerektiğini
Nietzsche tarafından da öne sürülmüş­ söyleyen ve bu nedenle eylemin sonuç-
tür. O, her ne kadar gerçekliğe ilişkin lanru ön plana çıkaran ahlak anlayışını;
yasalı açıklaınaları reddetse de, şimdi ahlaki eylemin doğruluğunun, iyiliği­
olup bitenin daha önce sayısız kez orta- nin, evrensel bir yasa, ilke ya da ölçüt
ya çıknuş olduğunu ve gelecekte de, yerine, yalnızca eylemin ürettiği sonuç-
tam olarak ayıu şekilde ortaya çıkaca~­ larla değerlendirilmesi gerektiğini savu·
m öne sürmüştür. nan ahlak görüşünü ifade eder. Bu bağ-
786 sophia

larnda sonuççuluk, bir eylemin ancak ve Kritias ve Antiphon gibi, Yunanistan'ı


ancak ürettigi tüm sonuçlar iyi ise eger, belli bir ücret karşılıgmda, genel ko-
ahiakl bakımdan dogru bir eylem oldu· nuşma gösterileri sunarak, retorik ve
gunu öne sürer. siyaset sanatı ögreterek dolaşan düşü­
Aynı zamanda teleolojik ahlak anlayışı nürler, eşdeyişle tSofistler için kulla-
olarak da bilinen bu görüşün kapsamı nılmıştır.
içinde ahlaki tegoizm ve tyararcllık gibi sophrosyne. Yunan'da ölçülülük, ağır­
ahlak görüşleri yer alır. Ahlaki egoizm başlalık, hasiret ve özdenetim olarak ta-
ve yararcılık, insanların iyi sonuçlar nunlanan erdem. Tutkular üzerinde bir
elde edecek şekilde eylemesi gerektigi egemenlik ve denetim kur~nayı, başı­
konusunda uzlaşmakla birlikte, söz ko- boş arzuların smırlanmasını gerektiren,
nusu 'iyi sonuç'un nasıl tarumlanacagı haz ve şehvet düşkünlügüne dayalı
konusunda farklılık gösterirler. başkaldırıya karşı olan fazilet türü. Ne
2 Sonuççuluk, biraz daha özel olarak tümüyle bir perhiz ya da her türden ar-
da, yararcılıgın salt eylemin sonuçlarıy· zunun kökünü kazıma, ne de sapma ve
la ilgili olup, ahlaki öznenin sorumlulu· kural tanımazlık olan, fakat daha çok
gunu yeterince hesaba katmadıguu öne ikisi arasanda~i bir ortayla belirlenen, ki-
sürerek, öznenin bir eylemin beklenen şinin kendisi üzerinde egemenlik kur-
sonuçlanndan oldugu kadar, beklenm~ masma, kendi kendisinin efendisi olma-
dik fakat öngörülebilen sonuçlarmdan sına karşılık gelen erdem. Kişide, aklın
da sorumlu olduğunu savunan ahlak yol göstericillgi albnda gerçekleşen
görüşüne tekabül eder. uyum, hazlarla aalar arasındaki denge
sophia. Yunanda bilgelik için kullandan hali
sıfat. tSokrates'te, Insanı iyi kılan, insa- sorumluluk [Os. mesuliyet; İng. responsibi-
nın dogasını gerçekleştirmesini ve mut- lity; Fr. responsabilite; Al. verantwortung].
luluga erişmesini saglayan, neyin iyi ve Kişinin, ahlaki öznenin, kendi eylemle-
neyin kötü olduguna ilişkin bilgi, pratik rinin sorumlulugunu üstlenebilmesi
bilgelik. . durumu. Yaphgı, gerçekleştirdigi şeyi
t Aristoteles'te ise, en yüksek entellek- tam bir bilinçle ve özgürlükle yapabile-
tüel erdem olarak tanunlanan teorik bil- cek ehliyette olan kişinin durumunu
gelik. İnsanın biricik ve tanrısal bir şey ifade eden sorumluluk, kişinin, oluşu­
olan dogası sayesinde ortaya çıkan, va- mundan psikolojik olarak sorumlu oldu-
rolan herşeyin ilk ilkeleri üzerinde dü- gu sonuç ve gelişmeleri üzerine almayı
şünmek ve akılyürütmekle, ezeli-ebedi, vicdani bir ödev sayması haline tekabül
olduğundan başka türlü olamayan, de- eder.
gişmez ve zorunlu varlıklann bilgisiyle Ahlaki sorumlulugun, bu çerçeve için-
gerçekleşen ve insanı Tann'ya gerçek- de şu temel fikirlere dayandıgı söylene-
ten yaklaştiran bilgelik türü. bilir: 1 Akıllı bir insan varlıgının yerine
Sophistes. Antik Yunan' da, pratik bir bilgi getirmek zonında oldugu ve yerine geti-
ya da bilgelikten türetilen bir sözcük ola- rebilecegi eylemler vardır. 2 Bu eylemle-
rak. beUi bir sanat türiinü bilen, entellek- ri gerçekleştirmeme, yerine getirmeme
tüel işlerde, toplumsal-siyasal sanatlarda cezayı gerektirebilir. 3 Buna karşın bu
pratik ya da teorik bir uzmanlık ya da ba- eylemleri yerine getinne ise, kişiyi ödül-
şan gösteren kimselere verilmiş olan ad. lendirebilir, onurlandırabilir ya da öv-
Yunan'da, Yedi Bilgeye, ozanlara, yasa- güye deger biri yapabilir. Bu üç fikir ise,
koyuculara, hekimlere, müzisyenlere, fi- insanın motiflerinin davranış ya da ey-
lozof ve bilim adamlarına işte bu çerçe- lemlerin nedenleri oldugu, bu motiflerin
ve içinde Sophisthai, yani bilge kişiler ödül ve ceza türünden şeylerle etkilene-
denmiştir. Bununla birlikte,sophistes söz- bilecegi ya da koşullanabilecegi ve bu
cügü daha sonra, yalmzca Protagoras, motiflerin koşullanması gerektigi görü-
Gorgias, Hippias, Kallikles, Prodikos, şüne dayanmaktadır.
sosyal 787

Sorokin, Pitiıim Alexandrovi<h. 1869· tirdigikısa veya uzun süreli anlamlı et-
1968 yılları arasında yaşamış ol~n Rus kileşimlere sosyal ilişki adı verilir. Yine,
asıllı Amerikan sosyolog ve düşünür. belli sayıda ortak özelligi olan, birtakım
Temel eserleri Crisis of Our Age [Çagı· ortak ihtiyaçlarını karşılamak için bir
mızın Bunalım], Social Philosoplıies in an araya gelmiş, bagımsız bir varoluşa
Age ofCrisis [Bir Bunalım Çagında Top· veya kimlige sahip bulundulclaruun bi-
lum Felsefeleri]. lincine sahip, birtalum ortak kurallara
Sosyoloji, toplums;ıl sistem ve öbeklerle göre birbirleriyle ilişki içinde bulunan
kültürel sistemlerin, kişilik sistemi ve ki- bireyler kümesi veya toplumsal birim
şiler arasındaki ilişkinin dinamikleri ve sosyal grup olarak tanımlanır. Aynı çerçe-
yapısının genelleştirilmiş teorisi olarak ve içinde, ekonomik güçleri, toplum için-
tanımlayan Sorakin'in toplum felsefesin· delci rol ve konumlan, hayat tarzlan bir-
deki büyük önemi, onun etkileşimin ko- birlerine benzer olan, ortak çıkariara
nusu olarak kişiligL kişiler arasındaki sahip insanlardan meydana gelen toplu-
etkileşimin toplamı olarak toplumu an- luga sosyal sınıf adı verilmektedir. Yine,
lamak için deger, nonn ve anlamlar top- insan eyleminin failler arasındaki karşı­
lanuna baglı olan kültürü anlamamız lıklı etkileşimi içeren alt sınıfı ya da sos-
gerektigi tezinden kaynaklanmaktadır. yal grupların eylemi sosyal eylenı diye ta-
Sorakin'in bir diger önemli katicısı da, nımlanır.

toplwnlann üç farklı yaklaşım ya da Öte yandan, bireylerin, sosyal grup ve


sınıfların, ister çatışma ya da ister uzla-
mantalite arasında salındıklannı belirten
şımın bir sonucu olarak, birtakım norm-
döngüsel bir sosyal degişme teorisinden
meydana gelir. Comte'un üç evre yasası­ lar ve degerierin de yardımıyla sergile-
na benzeyen bu degişme anlayışında, dikleri ahenkli ve istikrarlı yaşayış h§li
ve düzenine sosyal düzm denir. Buna
dini düşünme tarzlaruu tanımlayan dü-
karşın, bireylerin ve ekonomi, aile, din,
şünsel sistem pozitivist bakış açısuun
teolojilc evresine, gerçekligi anlamada si ya set benzeri temel toplumsal kurum-
ların karşılıklı ilişkilerinden meydana
duyumların önemini vurgulayan du-
gelen bütün e sosyal sistem adı verilirken,
yumsal kültür ya da sistem Comte'taki
bir topluma temel ve asli şeklini kazan-
pozitif evreye, bu ikisi arasında kalan
dıran ve eylem tarzianna sınırlar getiren
idealist kültür de, positivist görüşteki
temel sosyal ilişkiler bütünü veya sosyal
metafizik evreye tekabül eder. ilişkilerin temelindeki ilkeler öbegi sosyal
sosyal [Os. içtimai; İng. social; Fr. sociale; yapı olarak tarumlaıur.
Al. sozial]. 1 Bir topluma, ayn ve müsta- Ote yandan bir toplumun sosyal sistemi
kil bir varoluşa sahip oldugunainanılan içinde yer alan kurumların, toplumsal
insan topluluguna ilişkin olan; 2 toplu- rol kalıplannın, bireyler arasındaki iliş­
mu meydana getiren, bir toplum içinde kilerin ve dolayısıyla bir bütün olarak
yaşayan insanlar; 3 toplum içinde yaşa­ toplumun, teknoloji, fikirler, inançlar,
yan bireylerden meydana gelen katman, kültürel etkileşimler, dogal felaketler,
grup, sınıf, v. b. g.; 4 toplumdaki birey- keşifler benzeri çok çeşitli nedenlerle
lerin birbirleriyle olan ilişkileri; 5 top- degişmesi durumuna sosyal degişme adı
lumdaki sınıfların birbirleriyle olan et- verilir. Aynı baglamda, bir toplumun
kileşimleri; 6 toplum içinde yaşayan birden fazla yönde ilerleme kaydetmesi,
insanların maddi hayat koşullannı ge- toplumun bütününde meydana gelen
liştirmeyi, tinsel ihtiyaçlarını karşılama­ ilerleme sosyal gelişme olarak tanunlana-
yı amaçla yan eylem ve faaliyetler için bilir. Buna karşın, bir birey veya gru-
kullanılan sıfat. bun, bir toplumsal sınıftan digerine geçi-
Bu baglamda, bir toplumda yaşayan iki şiyle veya aynı sınıf içindeki hareketiyle
ya da daha fazla sayıda insanın birbirle- belirlenen toplumsal hareketlilige sosyal
riyle girdigi, karşılıklı olarak devam et- hareketlilik adı verilir.
788 sosyal bilimler felsefesi

Yine, bir toplumdaki deger normlanyla bireyler ya da gruplar arasındaki ilişki­


sosyal eylem tarzlan arasındaki uygun- leri, test edilmeye elverişli bir bilgi kü-
suzluk, toplumsal kannaşa ve düzensiz- mesi ürehnek amacıyla, sistematik ola-
ligin tezahürü olarak görülen sapkın rak araştıran disipliniere sosyal bilimler
davranışlar bütünüyle, onlara yol açan adı verilir. Aynca, toplumu bir büyüteç
kiJşullar sosyal problem başhgı altında altına yatıran, statükoyu ya da varolan
sınıflarur. Bir toplumun sosyal problem- sosyal düzeni çeşitli yol ve araçlarla sa-
lerdeki yüksek artışla karakterize olan vunarak ya da eleştirerek, toplumsal
durumuna, sosyal çatışmanın, ahlaki degişmeyi erteleyen ya da hızlandıran
çöküntünün ve düzensizligin hakim ol- ve böylelikle toplumu koşullayan ve
ması haline sosyal çöküntü adı verilir. Bu yönlendiren eleştiri türüne sosyal eleşti­
baglaında, sosyal problemleri çözmeye, n· denmektedir. Nihayet, psikolojinin,
nüfusun toplumsal ihtiyaçlaruu karşıla­ insanın toplumsal davranışını konu
maya yönelik merkezi ve yerel politika- alan dalına sosyal psikoloji adı verilmek-
lar ise, sosyal politika adı altında katego- tedir.
rileştirilir. Öte yandan, bir toplumun sosyal bilimler felsefesi [İng. philosophy of
kendi varlık, birlik, işleyiş ve bekasını the social sciences; Fr. philosophie des scien-
korumak için, üyeleri üzerinde uygula- ces sociale.s]. Sosyal bilimlerin mahiyeti,
mantıgı ve yöntemi üzerine olan araş­
dıgı etki, denetim ve aldıgı önlemler
tırma veya felsefe türü. Sosyal bilimler-
bütününe sosyal kontrol adı verilir.
Yine, kişinin toplumsal çevreye uyum- de iyi bir açıklamanın ölçütleri üzerinde
lu, toplumun deger yargılannı benimse- duran, sosyal bilimlerin doga bilimlerin-
me durumuna, toplumla bütünleşmiş den nasıl ve ne ölçüye kadar farklılık
hale gelmesine sosyalleşme; özellikle ço- gösterdigi, sosyal bilimlerde indirgene-
cugun toplumsal yaşama kablururu ve mez sosyal yasalar olup olmadı~ top-
lumsal fenomenler arasında nedensel
onunla bütünleşmesini kolaylaştırmak
ilişkiler bulunup bulurunadıgı benzeri
amacıyla, çeşitli kültür unsurlarııu onun
sorulan yanıtlamak suretiyle sosyal bi-
kişiligine katarak, bu degerierin içselleş­
limlere bir yorum getirmeye çalışan fel-
tirilınesini saglama sürecine sosyalleştir­
sefe veya bilim felsefesi dalı.
me adı verilir. Öte yandan, toplumsal ya- Sosyal bilimler felsefesinin temel prob-
şama yatkmhga, insanları birtakım
lemlerinin başında hiç kuşku yok ki,
yaşama kurallarıyla barışı saglayıp ko-
sosyal bilimlerle doga bilimleri arasın­
ruyacak şekilde birlikte yaşamaya sev- daki ilişki problemi bulunur. Burada bi-
keden ortak egilime sosyallik denmekte- rinci görüş, sosyal fenomenler de dahil
dir. olmak üzere, tüm fenomenler, son çö-
Bu çerçeve içinde, sosyal sıruflann var- zümlemede fiziki güçlerle onJan yöne-
Iıguu kabul eden; anayasa yoluyla, top- ten yasalara indirgenebilir olduklan
lumsal sıruflar arasında bir denge sagla- için, sosyal bilimlerin doga bilimlerin-
yacak olan sosyal adaletle ilgili birtakım den çok farklı olmadıklarını, sosyal bi-
hukuki ilkeler koyarak siyasi iktidarla- limlerin yöntemlerinin doga bilimlerinin
ra yol gösteren devlet modeline; özgür- yöntemlerine tekabül ebnek durumun-
lükleri yalruzca sınırlamaların olmama- da oldugunu iddia eden doğalcı veya fi-
sı olarak anlamayan, fakat özgürlügün zikalist görüştür. Bu görüşün karşısında
ancak, özgürlügün gerçekleşebilmesi ise, sosyal fenomenlerin, bireyin amaçlı
için gerekli maddi olanakların kişilere ve anlamlı eylemlerine baglı olduklan
saglanması hAlinde bir anlam kazanaca- için, dogal fenomenlerden metafiziksel
gı ilkesine bagh kalan devlete sosyal deu- olarak farklılık gösterdiklerini ve dolayı­
let adı verilir. sıyla farklı bir yönteme ihtiyaç duyduk-
Yine, sosyal sistemleri, toplumsal yapı­ larını dile getiren dogalcılık karşıtı, yo-
lan, siyasi ve ekonomik süreçleri, farklı rumcu veya hermeneutik görüş bulunur.
sosyalist 789

Sosyal bilimler felsefesinin bir diger cadelesinin günümüz toplumunda hala


önemli konusunu ıneydana getiren 'sos- varolmakla birlikte, özellikle dogal ayık­
yal fenomenlerin nedensel açıklamaya lanmanın yüzyıl öncesine kadar yogun
elverişli olup olmadıkları' konusunda, bir biçimde yaşandıgını :savunur. Söz
aynı yorumcu görüş olumsuz bir tavır konusu görüşe, varoluş mücadelesi,
takınırken, onun karşıh olan maddeci bilim ve teknoloji alanındaki gelişmele­
bakış açısı sosyal bilimlerde nedensel rin sonucu olarak nisbeten yatışmış ve
açıklamanın, örnegin Marksizmde oldu- yalnızca koşullara en iyi bir biçimde
gu gibi, materyalist bir açıklama oldu- uyum saglayan insanların degH de, yok
gunu öne sürer. olmaya ınahk<lm olan bireylerin de varo-
Sosyal bilimler felsefesinde bir diger luşlarını sürdürecekleri bir durum orta·
karşıtlık, toplumsal düzenlilikler ve bi- ya çıkmıştır.
reylerle ilgili olgular arasındaki ilişki sosyal demokrasi [İng. social democracy;
baglaınında, metodotojik bireycilik ile Fr. dbnocratie sociale ]. Alman düşünürle·
metodolejik holizm arasındadır. Bun- ri Bemstein ve Lasal~e ile başlayıp, Fran-
lardan metodotojik bireycilik, bireylerle il- sız Jaurl!s ve Blum, Ingiliz Cole gibi dü-
gili olguların sosyal güç ya da varlıklar­ şünürlerin katkılarıyla gelişen ve amacı
la ilgili olgular karşısındaki önceligini sosyal adalet, insanlar için daha iyi bir
vurgular ve dolayısıyla, ikincilerin birin- yaşam, özgürlük ve banş olan akımı.

cilere indirgenebilirligini savunurken, tKapitalizmin karşısında olan ve in-


sanların bir. avuç kapitalistin egemenli-
metodolejik holizm sosyal güç, olgu ve
yasaların indirgenemezligine dikkat ginden kurtarmayı amaçlayan görüş,
sınıf savaşını kabul etmekle birlikte, ih-
çeker.
sosyal Darwinizm [İng. social Darwinism; tilalci degildir, totaliterligi ve her tür
Fr. Darwinisnıe sociale]. Darwin'in biyolo~ dikta rejimini reddeder. tSosyalizmi bir
ji ya da evrim teorisini insan toplumları­ araç degil de, kendi başına bir amaç
olarak degeriendiren sosyal demokrasi,
nın tarihsel gelişimine uygulayan ve bu
çerçeve içinde 'varoluş mücadelesi' ya tMarksizmi reddetmemekle birlikte,
onun sosyalizm üzerindeki tekelci etkisi-
da 'yaşama savaşı' ve 'dogal ayıklan­
ne karşı çıkar. Demokratik bir anayasa
ma' ya da 'en güçlünUn ya da koşullara
ve toplum düzenine baglı kalan ve bu
en iyi bir biçimde uyum saglayarun
düzene uygun bir faaliyet yöntemiyle,
ayakta kalışı' fikirlerine özel bir önem
köklü sosyal ve ekonomik refonnlann
atfeden görüş. yapılmasından yana olan sosyal demok-
Toplumsal Darwinizm toplumun, en rasi, günümüzde oldukça yumuşahl­
güçlü olaniann ayakta kaldıgı bir varo· mışhr.
luş mücadelesine sahne oldugunu, top-
sosyalist [İng. socialist; Fr. socialiste; Al. sır
lumda, hpla dogada hüküm süren dogal zialist]. Sosyalizmi benimsemiş kişi, sos-
ayıklaruna gibi, güçsüzü toplwn dışına
yalist ögrelinin şu ya da unsurunu temele
iten ya da marjinalleştiren bir toplumsal alan şey ya da yaklaşım için kullanılan
ayıklanma sürecinin söz konusu oldugu-
sıfat.
nu, bu yaşama savaşının bir bütün ola- Bu baglaında,Marksizme dayanan ve
rak toplumun gelişmesine ve Herlernesi- anayasasında, iktidan işçi sınıfnun ege-
ne hizmet ettigini savunur. Bu anlayış menligi olarak tanımlayan devlet mode-
güçlüyü, toplumsal mücadelede ayakta line, işçi sınıfı ve onunla ittifak h.alinde
kalanlan, bencil, yanşmaa, tutkulu, zen- olan yoksul köylülerden başka hiçbir sı­
gin, yaraha ve zengin, zeki' ve saldırgan nıfa iktidar hakkı tanımayan, siyasi' ikti-
olarak, buna karşın yaşama savaşından dar yolunun tüm diger sıruflara ve bu
yenik çıkanları da güçsüz, pısınk, özgeci, sıruflann partilerine kapabldıgı, de-
korkak, budala gibi terimlerle tanımlar. mokratik olmayan devlet modeline sos-
Görüş dogal ayıkJanma ve varoluş mü- yalist deulet adı verilir.
790 sosyalizm

Yine, Marksist sosyalizmin, sanat için etkilenmiş olan türüne, üretim araçları­
sanat görüşüne karşı çıkarak, toplum run burjuvazinin elinde oldugu sınıflı
için sanat görüşünü ön plana çıkartan kapitalist devletin yıkılarak, snufsız bir
estetik teorisine, sanat ve edebiyatın düzen kurmayı amaçlayan sosyalizme
toplumsal gerçekJige yönelmesi ve top- bi/imse/ sosyalizm adı verilmektedir.
lumdaki devrimci gelişmeleri, toplum- Kapitalizmin gelişimine ilişkin bilimsel
sal gelişmenin itici gücü olan işçi sını­ bir incelemeye ve işçi sımimm öncü ro-
fının durumunu ve rolünü, sosyalist lüne ilişkin gerçekçi bir degerlendirme-
düşüncelerin üstünlügünü ve zaferini ye dayandıgı iddia edilen söz konusu
anlatması gerektigini dile sanat anlayı­ sosyalizme; ekonomik alanda, 'herkesin
şına sosyalist gerçekçilik denir. yetenegine ve emegine göre haklanı ala-
sosyalizm [Os. mezhebi i~tirakiyyurı; İng. so- bilmesi' ilkesi uyannca, üretim araçlan-
da/ism; Fr. socialisnıe; Al. sozia/isnıus]. Ay- nın ortaklaşa mülkiyetini, siyasi olarak
dınlanmamn, Fransız Devriminin liberal kapitalist devletin şiddet yoluyla yıkılı­
ve eşitlikçi ideallerinin ve endüstrileşme rak, yerine sosyalist devletin kurulması­
sürecinin ürünü olup, sömüren snuf ya N, sınıfsiZ bir toplum modelini, ya da
da sınıflan tasfiye ederek, insanın insan daha çok işçi suufuun diktatörlügüne
tarafından istismar edilmesinin önüne dayanan bir devlet anlayışuu, kültürel
geçmeyi, toplumda bireyler arasında olarak da, egitim ve kültürün devlet tara-
karşılıklı 'bir işbirligi ve yardımlaşma fından planlanmasuu, ırk ayıuruna karşı
yaratmayı amaçlayan ve üretim araçlan- çakmayı, sosyalist toplwna ka~ı olan
nın ortak mülkiyetiyle belirlenen top- tüm toplumsal ve kültürel kurumlarla sa-
lumsal sistem. Varolan toplumsal düzeni vaşmayı öngören sosyalizm anlayışına
adaletsiz oldugu gerekçesiyle mahküm aynı zamanda Marksist sosyalizm den-
eden, ahlaki degeriere uygun düşen yeni mektedir.
bir düzenin savunurulu~nu yapan, bu Yine aynı baglamda, Marks'ın sosyaliz-
idealin gerçekleştirilebilir bir ideal oldu- mine, Blanqui'nin sosyalizm anlayışına,
guna inanan, söz konusu ideale ulaşma Rusya'daki Devrim öncesi veya sonrası
yolunda, insan dogasuu ya da kurwnları sosyalist ihtilaldlerin sosyalizm teorisi-
yeni baştan şekillendirecek bir eylem ne, yani siyasi iktidann ele geçirilmesin·
programı öneren ve bir devrim ya da ih- de, demokratik yollara veya pariementer
tilaldnin bu eylem programuu hayata eyleme güvenmeyip, şiddeti savunmasa
geçirecegine inanan siyasi düşünce ya dahi, red de eırneyen sosyalizm anlayı­
da ideoloji. şına ihtilalci sosyalizm adı verilir.
Marksizmde, gerçek komünizmin in~­ Sosyalist devletin kurulması sürecinde
sından önceki dönemde, fakat kapitaliz- ihtilalci şiddeti benimseyen söz konusu
min yıkalmasından sonra ortaya çıkan sosyalizm anlayışı dışmda birtakım ba-
politik-ekonomik sistem olarak sosya- nşçı sosyalizmler de bulunur. R. Owen,
lizm, devletin üretim araçlarını ya C. Saint-Simon, ve C. Fourier gibi düşü­
planlama yoluyla ya da dogrudan bir bi- nürlerin, sanayi devrimi ve sanayileşme
çimde kontrol ettigi ve hatta bu araçlara sonrasmda, yeni bir suufın, işçi sırufı­
hukuken sahip olabildigi; neyi üretmenin run doguşuyla birlikte ortaya çıkan
en faydalı olduguna bakmaksızın, salt eşitsizlik ve sefaleti ortadan kaldırmak
toplum tarafından ihtiyaç duyulan şeyle­ üzere, sosyalist birtakım fikirlerle geliş­
ri üretmeyi amaçlayan sosyo-ekonomik tirdikleri görüşler bütünü, düşünceyle
sistemi ifade eder. madde arasındaki karşıtlık ve temel çe-
Sosyalizmin, Marks tarafından gelişti­ lişkiyi, düşünceyi öne alarak çözme egi-
rilen ve Engels tarafından popülerleşti­ lim ve tavırlan ii.topik sosyalizm olarak
rilen tarihsel materyalizme dayanan ve geçer. Toplwndaki serbest rekAbetin bir
pozitivist felsefeden yogun bir biçimde denge ve koşullarda eşitlik yaratmadı-
- - - - - - - - - --- --- -- - - - - - - ----- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - --------

sosyal pozitivizm 791

ğını,tam tersine servetin beiirli ellerde muhalefet ederken, Marks'tan ilham al-
toplarunasına yol açtıjı;ını, tekelleşme­ mayan, sosyalizme geçişin demokratik
nin fazla üretim ve bunalımları dojı;ur­ yollarla ve birtakım reformlarla olması
dujı;unu, sanayileşmenin işçi sınıfının gerektijı;ini savunan Avrupa sosyaliz-
durumur.un kötüleşmesine neden oldu- mine demokratik sosyalizm veya reformcu
jtunu savunan
c .
bu düşünürlerin sosya- sosyalizm adı verilmektedir. Öte yan-
lizıni, onlar eşitsizlijı;i ortadan kaldırma- dan, evrensel oldujı;una inanılan sosya-
yı amaçlarken, insanların çektijı;i ıstırap list ide leri, kendi ulusal koşullanna u y-
ve sefaletin, ujı;radıklan haksızlıkların, gulamakta tereddüt etmeyen Üçüncü
ileri sürecekleri birtakım çarelerle sona Dünya ülkelerinin sosyalizm anlayışı­
erecejı;ini düşündükleri, haksızlıklara na, ateizmi ve sınıf mücadelesini redde-
bir çare bulunamayışının nedeninin, derken, tek parti yönetimini benimse-
haksızlıjı;ı giderecek, eşitlijı;i sajı;layacak yen, sosyalizmi emperyalizme ve yeni
fikirlerin daha önceden bilinemeyişine, sömürgecilijı;e karşı bir araç olarak kul-
bu çareleri ortaya atacak düşünürlerin lanan yerel sosyalizm türlerine Üçürıcü
daha önce dünyaya gelmemiş oldukla- Dünya sosyalizmi adı verilmektedir.
rına inandıklan için, ütopik adı veril- sosyal pozitivizm [İng. social positivism;
miştir. Fr. positivisme sociale; Al. sozial positivi-
Yine Fransa'da, 1840'lı yıllarda ortaya mus]. Odak noktasında öncelikle tarih ve
çıkan ve sosyalizmin bir ömejı;inin toplum bulunan; olguları aşan, olgula-
Inci!' de bulunduğu inanemdan hareket- nn ötesine geçen her tür spekülasyona
le, Hristiyanlığın ahiili kurallamu sos- kar,;ı çıkan ve tek geçerli bilgi türü ola-
yalizmin kollektivist ilkeleriyle birleşti­ rak gördüjı;ü bilimi, özel bilimler tarafın­
ren sosyalizme Hristiyan sosyalizmi adı dan sajı;lanan bilimsel bilgiyi toplumu
verilmiştir. Söz konusu öjı;reti, klasik ve toplumsal yaşamı düzenlemek için
sosyalizmlerden dini temele alması, ge- kullanan ve ilerlemenin insanlık tarihi-
lecejı;e dejı;ilde, kapitalizm ve sanayileş­ nin en önemli ve belirleyici öjı;esi oldu-
me öncesi topluma yönelmek bakırrun­ gunu savunan pozitivist anlayış.
dan farklılık gösterir. Bu tür bir pozitivizmin ünlü temsilcileri
Fransa 'da etkili olan Hristiyan sosyaliz- arasında Saint-Simon, Auguste Comte,
minin Almanya'daki karşılıjı;ı kürsü sos- Jeremy Bentham ve John Stuart Mill var-
yalizmidir. Üniversite profesörleri tarafın­ dır.
dan geliştirilen bu sosyalizm, sosyalist sosyobiyoloji [İng. sociobiology]. Sosyal
propagandadan çok etkilenen işçi sınıfı­ davraruşın biyolojik temellerini konu
nın kontrolden çıkmaması için, birtakım edinen disiplin. Angio-sakson dünyada
refonnların gerekliligini vurgulamıştır. gelişen bir yaklaşım olarak sosyo bi yolo-
Yine Almanya'da devleti ahlaki ve ulu- ji, insanlarda dojı;uştan olan davranışla­
sal dayanışma organı olarak gören, dev- rın toplumsal olgulara dair bilimsel
lete çıkartacajı;ı yasalar ve koyacajı;ı ver- açıklamada işe yaradıjı;ı kabülünden
giler yoluyla toplumsal adaletsizlijı;i ve hareketle, sosyal fenomenleri dojı;al ayık­
dengesizli~i giderecejı;ini düşünen Las- lanma süreçleriyle açıklamaya, kültür ve
saile'ın devletin her alandaki öncü gücü- toplum teorisini biyolojiye indirgeıneye
nü temele alan sosyalist görüşüne devlet ve dolayısıyla tinsel dejı;erleri hiç hesaba
sosyalizmi adı verilmektedir. Öte yan- katmadan tdojı;alcılıjı;ı geliştirmeye çalı­
dan, Proudhon, Stimer ve Bakunin'in şır.

anarşist görüşlerine dayanan ve iktisadi sosyoloji [Os. içtimdiyat; İng. socio/ogy; Fr.
liberalizmi, devleti ve Marksist sosyaliz- sociologie; Al. soziologie). Bütün çeşitlili­
mi eleştirirken, bireyin özgürlüjı;ünü en jı;i, dejı;işkenliği ve tüm aynntılan için-
yüksek dejı;er olarak gören sosyalizm üz- de, topluma dair olan açıklayıa bilim. 1
gürlükçü sosyalizm olarak tanımlanır. Sosyal yapıya, 2 toplumlardaki grupla-
Yine, Sovyet komünizmine şiddetle nn, sosyal kategorilerin ve sınıOann do-
792 sosyoloji

gasına, oranlarına, çeşitlilik


ve farklılık­ sından kavnaklarunaktadır. Buna kar·
larına, 3 toplumdaki sosyal yaşama, 4
-
şın, Weber'in büyük önemi ise, onun bir
toplumwt kültürüne ve hayat tarzına, S modem disiplin olarak sosyolojinin teo-
hem niteliksel ve hem de istatistiki araş­ rik temellerini atmış olmasından dogar.
brma yöntemlerinin mahiyetine ilişkin Onun genelligi yüksek olan açıklayıcı
bilimsel inceleme. Topltunsal sistemlerin degere sahip kavramlan, özgül bir man·
gelişimini ve işleyişini yöneten yasaları tıksal model türü olarak ideal tipin sos-
ortaya çıkarmaya çalışan, bu toplumsal yolojik açıklamada nasıl kullanılacagma
fenomenleri gözle yip betimleyen, bu fe- ilişkin analizi, davranışta özsel olarak
nomenleri tutarlı bir kavramsal şema sosyolojik olana, yani sosyal eyleme dair
aracılıgıyla açıklamaya çalışan bilim tanımı, sosyal eylemin belli başlı un-
dalı. surlarını eylemin rasyonel bileşenleri
Toplumun dogasına ilişkin düşünü­ yoluyla açıklıga kavuşturması, bürok-
şün tarihi en azından t Aristoteles'e rasiyle ilgili sosyolojik çözümlemesi,
kadar geri gihnekle birlikte, bir burjuva toplumsal ilişkilerde artan rasyonalite-
sosyal bilimi olarak sosyolojinin isim ba- nin vazgeçilmez sosyal eşlikçisi olarak
bası Auguste tComte'tur. A Comte aynı büyünün çözülmesi kavramı, v. b. g.,
zamanda, çagdaş sosyoloji ya da top· müstakil bir disiplin olarak sosyolojinin
!um teorisinin kendisinden türedigi üç teorik temellerinin en belirleyici ögeleri
kaynaktan birincisinde önemli bir yer olmuştur.
tutar. Toplumu sosyolojinin dolayunsız C Sosyolojinin kurumsallaşmasını sag-
nesnesi, biridk araşhrma konusu haline layan üçüncü kaynak ise, George Simmel
getiren Comte, toplumdaki gelişme egi- ve Vilfredo Pareta'dan oluşur. Sosyoloji·
limlerinin önemini vurgulamış, sanayi- nin diger sosyal bilimlerin ilgilenmedigi
leşmemiş toplumlardaki hukuki meka- bir alanı konu alması, sosyalleşme veya
nizmalar ve ahlak kurumlanru aı;ıkhga insan ilişkileri alanı üzerinde yoğunlaş­
kavuşh.J rurken, t Aydınlanmanın liberal ması gerektigini söyleyen Simmel, toplu·
iyimserligine oldukça muhafazakar bir mun etkileşim yoluyla birleştirilmiş
tepki vermiştir. olan bireylerin toplamının sadece bir adı
Fransa'yla sınırlı kalan aynı kaynagın oldugunu söylerken, sosyolojide fonnel
ikinci büyük sosyologu, pozitivist egi- yaklaşımın öncülügünü yapmıştır. Pa-
limlerini Comte'a borçlu olup, topluma reto ise, sosyal sistem ve sosyal denge
dair analizini büyük ölçüde, yapı, işlev kavramları üzerinde yogunlaşırken,
ve sosyal kurum gibi teriınierin yerleş­ fonksiyonel yöntemi öne çıkarmak ve ni-
mesinde önemli bir rol oynamış olan celi.ksel yöntemi kullanmak suretiyle
Herbert Spencer'a dayandıran Emile önemli bir katkl yapmıştır.
Durkheim'dır. Nitekim, onun fonksiyo- Bu kaynaklardan hareket ed.ildiginde,
nel soruların önemini vurgulayan, bire- bugün bir sosyal bilimin kapsarru ve
ye dışsal olan sosyal olgulann biricik özellikle de sosyolojinin konusu bagla-
dogasını, sosyolojinin psikolojiden olan mında üç temel ve farklı görüşün oldu-
farklıligını ortaya çıkaran sosyal daya- gu söylenebilir. 1 Bunlardan birincisi,
nışma teorisi, çagdaş sosyolojik düşün­ sosyolojinin konusunun, kendisinde
cenin oluşumu ve gelişiminden önemli belli bir konum işgal eden bireylerin üs-
bir yer işgal eder. tünde ve ötesinde bagunsız bir varoluşa
B Sosyolojik düşüncenin gelişimine ve sahip bulunan toplumsal yapı oldugunu
sosyolojinin kurumsallaşmasına katkı­ söyler. Bu görüşün iki ayrı versiyonu
da bulunan ikinci kaynak, Karl Marks vardır: a) Üretim tarzlanndan meydana
ve Max tWeber'den oluşur. Sosyolojiye gelen yapılan kavramsallaştıran Mark-
nesnel temeller kazandıran tMarks'ın en sizm ve b) sistemleri, rol yapılanru teş­
önemli katkısı, onun çagdaş sosyoloji- his edip ön plana çıkaran Parsonsçu ya-
deki çatışmacı ekolün fikir babası olma- pısal tfonksiyonalizm.
sosyolojtk Yeni-Kantçılık 793

İkinci görüş ise, ll Durkheim'a daya- lektif bilincin ürünü oldugunu; 3 ahlak
narak, sosyolojinin esas ve gerçek konu- alanında ise, yükümlülük ve ödev duy-
sunun, ko lle ktif tasarım 1temsiller, yani gusunun, bireyin vicdanında kollektif
anlamlar, ve bireylerden bagımsız bir bilincin bir yansıması oldugunu dile
varoluşa sahip olan dünyayı bilişsel getirir.
olarak organize etme tarzları oldugunu soykütüğü yöntemi [İng. geneological met-
öne sürer. Söz konusu yaklaşıma göre, /ıod; Fr. rııetlwd gen~ologique]. Örnegin
bu kollektif temsillere en iyi örnek, in- bilgi gibi bir kavramın, özne gibi bir var-
sanların doğuşundan önce varolan ve lıgın veya ahlak gibi bir disiplinin bugü~
onlar öldükten sonra da varolmaya nünü, halihazırdaki durumunu açıklıga,
devam eden dildir. Günümüzde yapı­ aydınhga kavuşturmak için geçmişine
salcılarla postmodemistlerin çalışmala­ bakan, kökenJerle ilgili analiz yöntemi.
n bu gelenek içinde degerlendirilir. Soykütügü yönteminin kurucusu, söz
Günümüzde, sosyolojinin konusu ile konusu analiz tarzını, Zur Genealogie
ilgili üçüncü görüş, III onun gerçek der Moral [Ahlakın Soykütügü Üzerine]
konusunun Weberci anlamı içinde sos- adlı eserinde, kişilerin ve kültürlerin
yal eylem oldugunu iddia eder. Bu gö- deger sistemlerini oluşturma biçimleri-
rüşe göre, toplum diye bir şey olma-
ni belirleyen tarihsel koşulları ve ko-
yıp, sadece birbirleriyle ilişki içine
şullanmalara ortaya çıkarınaya yarayan
giren, karşılıklı bir etkile~im içinde bu- metod olarak tanımlayan ve dolayısıyla
lunan bireyler ve sosyal gruplar vardır. tahlakın soykütügünü çıkartan Fried-
sosyolojik Yeni-Kantçılık [İng. sociologi- rich Nietzsche'dir.
cal Neo-Kantism; Fr. Neo-Kantisıııe socio-
Aynı soykülügü yöntemini Fransız dü-
logique]. Alman filozofu Georg Simmel şüniirü Gaston Sachelard bilim felsefesi
tarafından kurulmuş olan Yeni-Kantçı
alanında uygulamıştır. Bu baglarnda bi-
felsefe okulu.
limlerin soykütü~, bir bilimi belli bir
Simmel felsefesinde, Kant'ın, bizim de-
neyin, tecrübenin dünyasını, fenomenle- evreden bir diger evreye geçiren hareket
ri kurdugumuz görüşüyle spekülatif ettirid gücü ortaya çıkarmaya, bilimsel
metafiziğin olanaksız oldugu tezinden
olanla ideolojik olan arasındaki suurda
yaşanan yer degişikliklerini izlemeye
etkilenmiş ve deneyim dünyasnun kay-
nagını toplumsal durumda bulmuştur.
yarar.
sosyolojizm (Os. içtimaiyatçılık; lng. socio- Söz konusu soykütügü yaklaşımı, çag-
logism; Fr. sociologisme; Al. soziologismus ]. daş düşünür Michel Foucault'da, yine

1 Genel olarak. sosyolojiyi psikolojiden aynı anlam içinde, modern iktidar bi-
bagımsız bir bilim olarak gören, bir bilim çimlerinin özünü ve gelişimini çözüm-
olarak sosyolojinin toplwnsal gerçekligin leme yöntemi olarak kullanılmıştır. İler­
tümüyle ve ge~ gibi açıldanması için leme olarak tarih inancından vazgeçen,
gerekli ve fazlasıyla yeterli oldugunu sa- Foucault, özgül kurwnlarla söylem
vunan görüş ya da tavır. Organik yaşa­ fonnlarının köklerini çıplak güç/iktidar
mı aşan· herşeyin, akıl, bilim, sanat, mücadelelerinde arayan soykütügü pro-
ahlak ve din gibi öge, duygu ve kurumla- jesi içinde, bireylerin modem iktidar/
nn toplwn ve toplwnsalhğın sonucu ol- bilginin sonuçlan olarak nesneler ve öz-
duğunu savunarak, kollektif bilind put- neler şeklinde nasıl kurolduklannı araş­
laşbran, cemiyeti herşeyin temeli yapan brmışbr. Ona göre, soykütügü, mevcut
görüş. ilgi/ çıkariann ışıgında yazılmış tarih-
Toplumsal olaylarla sosyolojinin, epis- tir. Başka bir deyişle, soykütügü, şu
temolojik bakımdan önceligi oldugunu anın ilgilerine, konulanna baglanılarak
öne süren anlayış olarak sosyolojizm; 2 kaleme alınmış olan tarihtir. Buna göre,
estetik alanında, estetik duygunun kol- soykütügü 'efektif tarih' tir.
794 soylu vahşi

soylu vahşi [İng. noble savage; Fr. savage kavramların degiL fakat ait oldukları
noble]. Romanrizmin insaıun ya da in- bütünden yahtlama içinde düşünüldük­
sanhgın dogal olarak iyi oldugu, ve do- leri zaman, bireysel nesnelerin de soyut
gaya geri dönmemiz gerektigi düşünce­ oldukları söylenir. Ömegin, bireysel bir
sini ifade etmek için kullandıgı deyim. insan varhgı, toplumsal ilişkilerinden
Soylu vahşi deyiminin temelinde i~, ayn ve bagımsız olarak düşünüldügün­
Fransız filozofu J. J. tRousseau'nun, In- de soyuttur. Bu görüşe göre, varolan
sanlar Arasındaki Eşitsiziitin Kaynagı adlı herşeyi kapsayan bütün dışında, tek
eserinde dile getirdiği, uygarlık tarafın­ tek her varlık bir dereceye kadar soyut-
dan bozulmamış olan doga durumunda- tur. Bu felsefede, tek hakikat bütünün
ki insan olarak, vahşi insaru vardır. Buna hakikati, bütünsel hakikattir; bütün so-
göre, soylu vahşi deyin)i, uygarlıgın, yutlamalar bir çarpıtma ya da yanlışla­
kendisini dogal olmayan istek ve arzula- mayı ihtiva eder.
rın kölesi yapmasından, kendisini baş­ Öte yandan, nonnalde, konulan tasa-
tan çıkarıp, başlangıçtaki özgürlügünü rımsal ya da ideal varlıklar olan bilim ya
elinden almasından önce, dogal, soylu ve da disipliniere soyut bilimler denir. Pozi-
masum bir varoluşa sahip olmuş olan tivist düşünürler Comte ve Spencer tara-
erdemli iıısaru anlatır. hndan yapılan bilimler sınıflamasında
soyut [Lat. abstractus; Os. miicerret; İng. soyut bilimler konusu, fenomenleri yö-
abstract; Fr. abstrait; Al. abstrakt]. Nesne- neten yasalar olan bilimleri gösterir.
lerin, olayların, fenomenlerin, onlardan, Comte'a göre, somut bilimler ya da doga
yani nesnelerin, olayiann ve fenomenle- bilimleri ise, soyut bilimlerin konu aldıı'9
rin kendilerinden ayn olarak düşünü­ yasalan varolanlara uygulayan bilimler-
len ya da degerieridirilen nitelikleri için dir. Spencer, soyut bilimlerle, soyut ba-
kullanılan sıfat. Öme~n, vatanseverlik, gınblan konu alan matematik ve manb-
vatarunı seven insanlardan hareketle gı anlarken, diger bilimleri de (mekanik,
oluşturulmuş soyut bir niteliktir. Yine, fizik. kimya türünden) soyut~mut bi-
ömegin 'sarı' kavramı, elle tutulamaz, limler ve (astronomi, jeoloji, biyoloji, psi-
gözle görülemez bir nitelige işaret edi- koloji ve sosyoloji türünden) salt somut
lirken degil de, tek tek nesnelerin göste- bilimler olarak ikiye ayırmışbr.
rilmesinde kullanılması bakımından soyutlama [Yun. aphairesis; Lat. abstractio;
somut olmakla birlikte, 'sanlık' nesne ya İng. abstrartion; Fr. abstraction; Al. abs-
da nesnelerin bir niteliginin, zihinsel bir traction]. 1 Deneyimin içeriğindeki bir
soyutlama ile belirtilmesi bakımından ögeyi, dogal kuruluşundan, yapısal ve
soyut bir kavramdır. fonksiyonet ilişkilerinden ayırarak, ken-
Şu halde, varoluşunu bir başka şeye dinde ve kendi başına düşünme işlemi;
borçlu olan ve ancak düşünmedeve zi- duyu yoluyla algılanan gerçeklikle bir-
hinde bir başka şeyle ilişki içinde, nesne birinden ayrılmaz olan iki ögeden birini
ya da nesnelerin niteligi olarak düşünü­ düşünce yoluyla ayırma, yalıtlama, di-
len şeyin kavramına ise, soyut kavram adL gerinden ayırarak ortaya çıkarma. 2 Bir-
verilir. KlAsik manhkta, birçok bireyin, birlerinden başka balamlardan farklılık
onlardan ayn olarak düşünülen, o~ak gösteren nesnelerin ortak niteligini dü-
dogasinın adı olan terime ise soyut terim şünce yoluyla yakalayıp, genel bir fikir,
denmektedir. 'İnsanlık', soyut terime ve- bir kavram oluşturma; somut bir tarz-
rilecek en iyi örnektir. da, tek tek gözlemlenen özelliklerden
Bir nitelik, ya da kavram gerçekte ait çok, birbirine benzeyen sonsuz sayıda
oldugu nesneden yalıtlama içinde dü- durum ya da ortamda gözlemlenebilen
şünüldügü zaman söz konusu olan genel bir özelligi yakalama işlemi.
özellik soyut diye ifade edilmekle birlik- 3 Genel sözcüklere ulaşma işlemi ola-
te, Hegelci felsefede, sadece ni.telik ve rak tanımlanan soyutlama, araştırılan
söylem 795

fenomenlerden, yapı ya da karakterleri- James'a göre, soyutlamalara, somut ger-


ni betirnlemeyi istedi~irniz birtakım çekiikierin de~erine eşit bir gerçek
özellikleri ve ortak noktaları bir sınıfla­ de~er y~kleme e~ilimi.
ınaya temel yapmak üzere seçme işlemi­ söylem [Ing. discourse; Fr. discoıırse; Alm.
ni oldu~u kadar, bu sürecin ürünü olan diskurs]. ı Genel olarak, dilin sözel ya da
şeyi de gösterir. Başka bir deyişle, so- yazılı bir biçimde aktüelleşmesi süreci;
yutlama, bir yandan soyut bir fikir ya da yazılı ya da sözlü olan, bir iletişime
kavramı, bir dizi özenemesinden yalıtla­ veya diyaloga davet eden herşey. 2 Bir
yıp çıkartan bilişsel süreci, bir yandan etkinlik alanına, bir faaliyet türü veya
da bu sürecin sonucu olan şey ya da disipline özgü kavramsallaştırmalar bü-
kavramı dile getirir. Buna göre, soyut bir tünü veya a~; birtakım ortak kabullerle
kavramın zihinsel tasarımı olan soyutla- desteklenen veya bütünlenen ürünler
ma, araşhrılan konuda, anzi ya da ili- toplamı. 3 Özel olarak da, algılama tarz
neksel olanı ayıklayarak, özsel olanı be- ya da şemalarını, dil ve bilgi prati~ini
timleyen zihinsel yapınu da ifade eder. yöneten, kontrolü altında tutan, kültürel
Buna göre, insan gibi genel bir sözcük, kod, derin yapı; dilin düşünceyi, bilgiyi
belirli bir insana referans ya da yönle- ve entellektüel faaliyeti örgütleyen dü-
tirnde bulunan 'Ahmet'in tersine, genel zenleyen ardalanı, ek dilsel yapılar bü-
olarak kullarulabilen bir sözcüktür. İşte tününden meydana gelen ideolojik bo-
duyu-deneyinde do~rudan ya da somut yutu.
bir biçimde algılanamayan bir şeyi sim- Bu ba~lamda, yukarıda sözü edilen ı.
gesel ya da kavramsal olarak temsil ve 2. anlamı içinde söyleme ilişkin ince-
eden, gösteren bu tür sözcüklere, tek lemeye, dile, dilin yapısına, onun aktüel-
tek nesne ya da olayları bir kıyıya bıra­ leşmiş veya kullanım düzeyinde ortaya
kıp, genel olana ulaşma süreci soyutla- çıkan işlevleriyle temel modellerine dair
ma olarak bilinir. Öme~, ünlü Yunan analize söylem çDzümlemesi adı verilirken,
filozofu Aristoteles 'yuvarlakbk' gibi 3. anlamıyla söylemi konu alan, dilin
matematiksel özelliklerin yuvarlak diye toplumsal ve ideolojik boyurunu ortaya
niteledi~imiz şeylerden ayn olarak va- çıkaran analiz eleştirel söylem çözümlemesi
rolmadıklaruu savunmuştur. O, genel olarak nitelenir. Söylemle ilgili analizin
sözcüklerle gösterilen bu özelliklere so- geçmişi t Aristoteles'e kadar geri gitmek-
yutlamalar adıru verir ve matematikçinin le birlikte, söylem çözümlemesi esas Fer-
bu soyutlamalara, tüm duyusal nitelikle- dinand de tSaussure'le, ama daha ziya-
ri ayırarak ve geride yalnızca niceliksel de Saussure sonrası araşbnnaalar ve
ve sürekli olanı bırakarak ulaşb~uu özellikle de Roland tBarthes ve Mic:hel
söyler. tFoucault'yla gelişm..iştir.
Duyusal niteliklere ise, tümevanm yo- Saussure'e göre, söz veya kullarum
luyla ulaşılır. Buna göre, tikellere iliş­ halindeki dil, bireyselleşmiş ve de
kin duyu algısından, kişi türnevarım olumsal oldu~u için, dilbilimsel araştır­
yoluyla tümellere ilişkin sezgisel bilgi- maya hiçbir zaman konu olamaz. Fakat
ye ulaşır. 4 Soyutlama, yine, geleneksel Saussure'ün izleyicileri, onun söz konu-
mantıkta bir tümeli tikel şeylerden tü- su tezine ra~men, anlam analizini kolay-
retme, çıkarsama işlemine, bir dizi tikel laşbrabilmek veya tamamiayabilmek
ş ey de ortak olanı inceleyerek. tümel için ve dilsel yapılann gerisindeki ek ya-
olana ulaşma sürecine karşılık gelir. pılan keşfetmek amacıyla_, dikkati söze
soyutlamanlık [İng. abstractionism; Fr. (parole) yönelbnişlerdir. Işte dilin dü-
abstractionnisme]. Genel kavramiann bir zanlam boyutunu oldu~u kadar, yanan-
soyutlama süreciyle kazanıJdı~ını örie lam boyutunu da hesaba kabnaya yol
süren ö~reti ya da soyutlamalara, somut açan bu adımdır ki. bir yandan Saussu-
gerçeklikler kadar deAer venne tavn. re'ün söz karşısında dile ve dolayısıyla
Amerikalı pragmatist düşünür William tyananlam karşısında. da tdüzanlama
79fi söylem etiği

yükledigi ayrıcalıklı statünün tersine söylem etigi [lng. discoıırse etlıics; Fr. ellıique
çcvrilmesine, diger yandan da eleştirel de discourse]. tFrankfurt Okultınun ünlü
söylem çözümlemesinin gelişınesine düşüni.irlerinden biri olan Jürgen Ha-
neden olmuştur hermas tarafmdan geliştirilen, ve ideal
Nitekim, Barthes'e göre, dilde, sözün koşullar altmda gerçekleşecek bir ileti-
bireysel boyutunda karşılaşılan şey, şim sürecini, insanlar arasmda saglıkh
bir göstergeler zincirinden ziyade bir bir bilgi ve kanaat mübadalesini, güç ya
gösterenler zinciridir. Dahası Barthes da hükmetme ilişkilerinden bagışık
gösterenierin sözlük tanımlannın be- olan mutabakata dayalı gerçek bir etki-
lirttigi anlamların ötesinde, onlardan leşim ve söylemi mümkün kılınası bek-
daha fazla bir anlama sahipmiş gibi gö- lenen dogru ahlaki ve politik koşullan
ründliklerini söyler. Ona göre, söz ko- ortaya koymayı amaçlayan teori ya da
n us u fazladan, dile getirilmemiş olan etik anlayışı.
anlamları keşfedebilmek için, gösteren- tHaberınas'm teorisine göre, gerçek bir
Ierin tikel baglaınlardaki aktüel kulla- iletişimi, baskıa ve tahakkümcü olma-
nımlarını belirleyen ek temel bagmtılar yan hakiki bir söylemi mümkün kılacak
öbegini yeni baştan inşa etmek zorun- koşullar şunlardır: 1 iletişime giren ta-
Iuluttı vardır. Barthes'ın kendisi bu ek rafların birbirlerini ayıu haklara sahip
bagıntılar öbegine söylence ya da efsane eşit katılırncılar olarak görmeleri gere-
adını vermiştir. kir; iletişime giren tarafiann ilgi ve çıkar­
Foucault ise, dil pratigini veya dilin Ianna ayru ölçüde saygı gösterilmelidir;
kullanımını belirleyen ek yapıları ideolo- 2 yine, iletişim baglammda, dolayımlı
jik alan başlıgı altında çözümler. Ona ya da dolaysız. kurumsal ya da yapısal
göre, söz konusu ek yapılan mümkün bir baskı veya zorlama olmamalıdır. 3
h~Je getiren şey, kendisinin söylem for- İletişim veya söylernde kabul edilebile-
masyonları diye tanunladıgı, tarihsel ola- cek olan biricik ikna türü ya da tarzı ras-
rak yapılanmış ilgi, kavram, tema ve çı­ yonel argümandır. Zira, Habermas'a
karların bir birleşimidir. Bu formasyon göre, bir iddia yalnızca baskı ve zorlama-
ya da biçimleyidlere yapı kazandırıcılık nın sonucu olmayan rasyonel bir muta-
niteligini veren şey, onlan mümkün bakatın sonucu oldugu takdirde haklı kı­
kılan koşullardır. Foucault'nun kendi lınabilir.
ifadesiyle, diskürsif bir formasyonun bi- 4 Hiçbir kabulün eleştiridenmuaf ve
çimleyici kuralları, onları ortaya çıkaran araştırmanın dışmda tutulmaması ge-
toplumsal ya da kurumsal baglamlar, rekir. S Bu kabuller ancak ve ancak. her-
belirli problemleri ve onların nedenleri- kes onlann açıkhgı ve dogrulugu üze-
ni telaffuz ehne gücüne sahip kimselerin rinde uzlaştıgı zaman, kabul görmüş
sosyal kimlikleri, ilgi ve çıkarların tikel hale gelir. 6 İletişimin sınırsız ya da açık
konularıru belirlemede gündeme gelen uçlu olması gerekir, çünkü hiçbir otorite
entellektüel kalıplar, v. b. g.'dir. bir konuyu kesin sonuçlu bir biçimde
Foucault'ya göre, toplumsal fenomenler karara baglayamaz. Zira, söylem güç ya
işte söz konusu ek yapıların, söylemi bi- da hükmehne ilişkilerinden uzak ve ba-
çimleyen kuralların etkisiyle oluşturu­ ~sız olup, eldeki bütün veri ve delille-
lan söylem baglamında ve söylemin rin ele alınmasıru gerektirir. O yeni delil
içinden kurulur. Söylemlerin dışında, ya da düşüncelerden, söylemin dışında
söyleınierden bagımsız olan tek bir fe- tutulmuş olanlann bakış açılarından et-
nomen yoktur. O, bundan dolayı kültü- kilenir.
rü iktidar mevzilerinin toplumsal agı Habermas'ın tanımladıgı altı koşuldan
olarak görür, söylemi örgütlenmiş ve birincisi ahlaki bir koşul iken, geri kalan
kurumsallaşmış iktidar ilişkilerinde te- beş tanesi rasyonelli~n olmazsa olmaz
mellendirir .. gereklerini ortaya koyar. Felsefesinde et-
sözde bilim 797

kileşim ve iletişimi eme~i temeUendiren söyleyen [İng. ııtt~er]. İletişim söz ko-
en önemli kategori olarak öne süren Ha- nusu oldu~unda, sözü söyleyen, bir
bennas,. söylem eti~iyle bu ba~lamda başkasma belli bir mesaj ileten birey.
t Aydınlanmanın araçsal akılalı~ından iletişimi başlatan, bit· ileti ya da bir me-
oldukça farklı olan iletişimsel bir rasyo- sajı bir söz, konuşma ya da söyleniınle
nalite geliştinniştir. Onun söylem eti~i­ başka bir kimseye aktaran kişi.
ni temellendirıne tarzı transendental bir sözeelem [İng. utteraııce; Fr. eııonce; Al.
haklılandınnadır, çünkü bu temellendir- iiusserung]. 1 Genel olarak, ağızdan çıkan
me iletişime giren, belli bir söylem sözlere verilen ad; 2 daha özel olarak da,
formu içinde yer alan ve gerçek bir mu- anlamlı bir iletişimin temelini oluştu­
tabakat arayan insanların yukarıdaki altı ran, iletişimde bulunmaya yarayan, bir
koşulu yerine getinnesinin kaçınılmaz mesajı başka bir bireye ileten konuşma.
oldu~unu, gerçek bir iletişimin söz ko- Bununla birlikte, konuşanın belli bir
nusu koşulları öngerektirdi~ini göster- iletişim niyetiyle açığa vurdu~u anlamlı
mekten oluşur. cdim olarak sözeelemin her zaman dilsel
söylence [Yun. muthos; Os. efsrıııe; İng. olmasını bekleyeıneyiz. Dildışı işaret
ıııythe; Fr. ıııythe; Al. ıııythe]. Do~al olayla- veya imlerneler de, iletişim ortamında
n, dünyanın yaradılışım, do~al varlıkla­ birer sözeelem de~eri taşırlar. Ça~daş
rın meydana gelişini, şekil de~iştirmesi­ dil filozofu +Austin'in de gösterdi~i gibi,
ni zaman zaman gerçekten uzaklaşarak bunlar uzlaşımsal terimler (öme~n, bi-
anlatan hikaye ya da masal. risine yumurta atarak onu protesto
Kozmogonik ya da kozmolojik süreç- etme) olabildi~i gibi, (sözgelimi, bir so-
lerle ilgili olan, belli bir do~ruluk payı payı tatlı tatlı saliayarak birisini bir şey
olmakla birlikte, olgusal bir temeli bu- yapmaya ikna ebne) olmayabilir de.
lunınayan, sembolik bir tarzda ifade Bu ba~lamda, ünlü dil felsefecisi Searle,
edilmiş hakikat olarak söylence, ola~a­ bir şey söylerken gerçekleştirilen ilk ve
nüsti.i olayları, insanüstü güçleri konu temel edirne sözeeleme edimi adını ver-
alan, do~al olayları do~aüstü güçlerle miştir. Buna göre, konuşanın anlamlı
açıklayan tasarım ya da öyküyü ifade bir dilsel ifade sözeelerken yaptı~ı şey
eder. bir sözeeleme ediminde bulurunaktır.
Öte yandan, hemen hemen her kültür sözcük [Os. kelime; İng. word; Fr. mot; Al.
için geçerli olan ve rasyonel düşünüş ön· wort]. İletişim süreci içinde, genel şekil­
cesinde yer alan düşünce tarzuıa; do~al lerini ve aynı ya da benzer anlamlarıru
olaylan do~al nedenlerle açıklayan felsefi farklı zamanlar boyunca kanıyan işaret
ya da bilimsel düşünceden önce gelen ve ya da gösterge. Belli bir anlamı ifade
bilimsel düşünceden farklı olarak. do~al eden ya da sembolleştiren, nihai ve ba-
olaylan insanüstü ya da do~aüstü güçler- ~unsız bir iletişim birimi olan anlaşılır
le açıklayan, insanın dış gerçekli~e iliş­ işaret ve düzgün ses. Dilde bir tümceyi
kin algılannı olgusal temeli olmayan sa- meydana getiren, bilgisel bir anlamı ol-
natsal bir sezgi, imgeleme ve tasarımla du~u kadar, duygusal bir yükü ya da
ifade eden düşünce tarzma söylencesel dü- anlamı da bulunan temel birim.
şünce denir. Buna göre, söylenceler, ras- Bu ba~lamda, bir bireyin kullandı~ı ya
yonel düşünce öncesinde, eski toplumla- da bir disiplinde geçen sözcüklerin tümü,
nn karşılaştıkları anlaşılması güç vakabiiler ya da sözcük daga rcrgr olarak ta-
şeylere ve olaylara, kesin çözümler geti- nunlanır.
rirler. Dünyada ortaya çıkan her tür ne- sözde bilim [İng. pscduo-science; Fr. pseu-
denselli~i, insan eylemini temele alarak do-science]. Bilimsel yöntemin yanlış
kavrayan söylenceler, toplumun kavra- kullanılmasının sonucu olan ve bilim ol-
yış gücünü aşan herşeyi yüce, do~aüstü madı~ı halde, bilim görüntüsü veren te-
varlıkların yapıp etmelerine ve davranış­ oriler; bilime her yönüyle benzemekte
Ianna dayandırarak açıklarlar. gibi görünebilse de, bilim olabilmesi
798 söz edimi

söz konusu olmayan hipotezler bütünü leme edi.mi, söyleyerek yapılan edim ve
veya teori. söylemenin sonucu olarak yapılan edim
Deneysel koşullar üzerinde yeterince başlıkları altında üçe ayırmıştır.
denetim kuramayan, verileri gere~ gibi sözlük tanımı [İng. leriazi defirıition; Fr.
analiz edemeyen, ak.Jiyürübne ya da ar- defirıition lexique]. Bir sözcügün günlük
gümanlan mantıksal ilkelere uygun dilde sahip oldugu, ortak ve yerleşik
düşmeyen teoriler bütünü olarak sözde anlamını ifade eden, bir dile girmiş
bilim üzerinde özellikle İngiliz bilim fi- olan bir terimin anlamıru daha açık ve
lozofu tPopper durmuştur. Ona göre, anlaşılır hale g~tiren tanım türü.
sözde bir bilimin hipotezleri hiçbir şekil­ sözmerkezcilik [Ing. logocentrism; Fr. logo-
de test edilemez, zira onları yaniışiaya­ centrisrne; Al. logocentrisnıus). 1 Genel an-
cak deneyler yoktur. Bilimsel gelişmeyi lanu içinde ve sezgicilerin, romantikle-
engelledigine ·inandıgı sözde bilime rin ve irrasyonalistlerin bakış açısıyla,
örnek olarak Marksizm ve psikanalizi canlı ve yaşayan herşeye karşı en iyi
veren Popper'a göre, bu tür bir bilime durumda kayıtsız kalan veya en kötü
baglananlar, olaylar ve olgu teori ilişkisi halde de düşmanca davranan akılcı,
her ne şekilde gelişirse gelişsin, o bili- mekanistik, biliınsel ve sıg tavır veya
min hipotezlerine daha sıkı yapışmayı dünyanın gerçekte, kavramlanmızın be-
ödev bilirler. timledigi gibi olduğuna inaruna yanlışı.
söz edimi [İng. speech act; Fr. acte de parole; 2 Daha özel olarak da, ünlü Fransız fi-
Al. sprecJUJkJ]. Konuşan birinin belli bir lozofu Jacques tDerrida'run, Batı entel-
an ya da durumda söz ya da sözeelem lektüel kültürünü Platon'dan başlaya­
üretmesi. Öznenin, bilinçli insan varlıgı­ rak derinden etkileyen, sürekli ama
yanlış bir kabul olarak, konuşmanın
nın agızdan birtakım anlamlı sesler,
yazıdan önce geldigi kabulüyle ilgili
sözeeler çıkartmak suretiyle gerçekleş­
teşhisi. Yazının Batı metafizik gelene-
tirdigi faaliyet, bir tümceyi sözleştiren,
ginde bashrıldıgına inanan Derrida, bu
yani sözce şeklinde ifade eden sözcükle-
gelenegin hakikatin köklerini, mutlak
rin yerine getirdigi fiil.
hakikatin kendisi ya da kaynagı ve yara-
Söz edimleri terimi ünlü dil filozofu
tıcısı olarak "logosa, aşkın bir varlıga,
John Searle'ün kitabının adını gösterir- aklın sesi veya Tanrı'nın kendisine bag-
ken, bir diger ünlü dil filozofu John ladıgını öne sürer. Buradaki temel yan-
Austin'in de görüşlerini tanımlar. İşte lış, metnin dışında metne sabit bir
bu baglamda, söz edimlerini konu alan anlam veren bir şey oldugunu kabul et-
teoriye, yani anlam teorisinin tersine, mekten oluşur. Derrida'ya ·göre, tüm
pragmatik olarak bilinen dili kullanım idealizmlere ortak olan bu yanlış, söz-
teorisine söz edimi teorisi adı verilmekte- merk~ciligin anlamın kendisinden tü-
dir. Anlam-kuilanun ayrımına dayanan redigi ontolojik bir zeminin veya düzen
söz edimi teorisi söz ya da sözcüklerle ve istikrar kazandıran bir kaynagın va-
yapılabilen şey veya faaliyet türlerini roluşunu varsaymaya, hakikat ve bilgi-
sistematik bir tarzda kategorileştirir ve ye dolayımsızca erişmenin mümkün ol-
bunların nasıl belirlendigini açıklıga ka- dugunu öne sürmeye sevkeder.
vuşturur. Başka bir deyişle, o iletişim Başka bir deyişle, Derrida 'nın bakış
niyetlerinin dogasını ve bu niyetierin açısından dilin dışında, dilin sagladıgı
nasıl dı~avuruldugunu ortaya çıkanna­ yapılardan bagımsız olan bir anlam dü-
yı amaçlar. Nitekim, Austin bu tür bir zeninin varoldugu özcü inancına daya-
söz edimi teorisi geliştirirken, söz edim- nan sözmerkezdlik, bir sözcügün anla-
lerini analiz etmiştir. Agızdan anlamlı mırun kökeninin gerçekli~n yapısında
sesler çıkarma gibi kompleks bir faaliye- oldugunu ima ederken, yapıya ilişkin
tin çeşitli bileşensel ögeler içerdigini hakikatin zihne dolayımsızca sunulmuş
öne süren Austin, bu söz edimlerini söy- olduğu izlenimini verir.
spekülatif tarih felsefesi 799

spekülasyon [İng. speculatioıı; Fr. speculatio;ı; bir bütün olarak gerçeklige ilişkin tutar-
Al. spekulation]. ı Yalnızca bihneyi, ög- lı bir görüş sunmaya çalışan kapsayıcı,
renmeyi ve tanımayı amaçlayan ve çıkar fakat önermeleri hiçbir zaman gözlem
gözetmeyen bilgi, ve 2 buradan hareket- yoluyla test edilemeyen metafizik türü
le, gerçeklik üzerine, soyut, zaman ya d.a sistemi olarak spekülat(f metafizik-
zaman keyfi ve dogrulanması hiçbir şe­ tir. Özellikle, dilin önemini vurgulayan
kilde mümkün olmayan düşünce ya da mantıkçı pozitivistler, bu tür bir metafi-
görüş. 3 Her türden soyut, dayanaksız zik anlayışına şiddetle karşı çıkmışlar­
yapı, ispatlanması ya da temellendirile- dır.
bilmesi imk~nsız yorum. Öte yandan, tutarlılıkJa belirlenen bir
spekülatif [Ing. speculative; Fr. speculatif, dogruluk anlayışına dayanan, ve ger-
Al. spekulativ). ı Eylem ya da pratigi hiç çekligin bir Ben'in, Zihin ya da tinsel bir
dikkate almadan, salt bilgiye erişmeyi ilkenin ifadesi ya da tezahürü oldugunu
amaçlayan düşünsel veya entellektüel savunan anlayışa spekülatif idealizm adı
işlemler, yani pratige karşıt olarak teo- verilir.
rik olan; 2 gözlemlenebilir olaıun ötesine spekülatif gizemcilik [İng. speculative
geçen, gündelik yaşantı ve pratik dene- nıyslicism; Fr. rııysticisnıe speculat(f). Orta-
yiınle bagını tümden koparan teorileştir­ çag düşüncesinin sonlanna dogru, 14.
me türü, yani empirik olana karşıt ola- yüzyılda, Tanrı'run kendisiyle birleşme
rak, deneyimsel olmayan düşünce veya yoluyla kurtuluş ihtiyacını bir kıyıya
.akıl yürütme; 3 metafizik anlamında veya atan realistlerle nominalistlerin, insan
genel metafizige çok yakın bir anlam yüregini hiçbir şekilde dönüştünnedi­
içinde, bütün bir gerçekliAi kapsayan gine, insanı Tanrı'ya daha fazla yaklaş­
veya kuşatan dünya görüşleri oluştur­ tınnadıklarına inanılan, mantıksal ve
ma itkisiyle belirlenen felsefi yaklaşım soyut metafiziksel araştırmalarına bir
için kullanılan sıfat ya da niteleme. tepki olarak gelişen gizemelik ya da
Bu baglamda, dogrulanabilir gözlemin mistisizm türü.
ötesine geçen bir teorileştinne tarzı, Tecrübeyi, dış deney ve refleksiyonla
bütün bir gerçekligi anlamlandıran ku- sınırlamayan, bu iki deney türüne ek
şaticı dünya görüşleri ortaya koyan fel- olarak, insaru Tann'ya bagJayan ayrı bir
sefi yaklaşım olarak, çeşitli disiplinler- 'deruni tecrübe' veya dini bir tecrübe ol-
den, doga bilimlerinden, sanat, din, dugunu ve bu tecrübeye dayanan mut-
ahlak ve sosyal bilimlerden hareketle lak bir kesinJik bulundugunu öne süren
belli bir senteze ulaşmaya çabşan, söz bu ondördüncü yüzYJl gizemciligi,
konusu sentezin insan ve insanlık için öznel ve akıldışı olan dini tecrübeyi ras-
taşıdıgı anlama ve bir bütün olarak ger- yonelleştinne girişimi ve ruhun ve
çeklik hakkında gönderirnde bulundugu genel olarak da yaratıklann Tann'yla
şeye ilişkin konularda refleksiyon geliş­ olan ilişkileriyle ilgili spekülasyonlarla
tiren felsefe türüne spekülatif felsefe adı tamamladığı için, spekülatif gizemelik
verilir. Gerçeklikle ilgili önermeleri, de- olarak bilinir. Söz konusu tarihsel ve
neyimden degil de, salt mantıksal dü- spekülatif gizemciligin en ünlü temsilci-
şünceden türeten felsefe türleri için kul- leri, Meister Eckhart, Henry Suso'dur.
larulan bir terim olarak spekülatif felsefe spekülalif larih felsefesi [İng. speculative
daha olumsuz ya da pejoratif bir anlam philosophy of histoty; Fr. philosoplıie
içinde de, boş ve saçma konularda, speculatiw de l'histoire]. Tarihe ilişkin
saçma sapan düşünceler oluşhıran fel- araştinnanın iki düzeyde gerçekleştiri­
sefe veya felsefe anJaytşı olarak tarumJa- Jebilecegi kabulünün; tarihin belli
mr. dönem. kesit, kişi ya da olaylannın em-
Spekülalif felsefenin bir diger adı da, pirik malzemeler ışıgında dikkatlice
varolan herşeyi kucaklayan, tüm varlık­ incelenmesinden ve anlaşılır kıhnma­
ları varlık olmak bakımından ele alan, sından, tarihsel olayların tasviriyle ana-
800 Spencer, Hertıert

lizinden meydana gelen birincisinin tat- Temeller: Evrim teorisinin deneysel ola-
min edici ve tarihi anlamak açısından rak test edilebilir, savunulup temeliendi-
yeterli olınadıgı düşüncesinin ürünü rilebilir bir kuraın oldugunu belirten
olan tarih felsefesi türü. Spencer, basitten karmaşıga, homojen
Spekülatif tarih felsefesinde, teleolojik olandan heterojen olana dogru gerçek-
veya ereksel ve bir de bilimsel olmak leştigini düşündügü evrimin, dogada-
üzere iki ayrı yaklaşımın varlıgından ki, toplum ve ahiakl yaşamdaki örnekle-
söz etmek mümkündür. Bunlardan bi- rini gözler önüne sermeye çalışmıştır.
rincisi olan 1 teleolojik yaklaşımın te- Epistemolojisi: Epistemoloji alanında,
melinde, Hristiyan Ortaçag felsefesinde insan varlıgının bilgisinin sınırlı oldu-
Aziz Augustinus tarafından ifade edilen gunu, bizim yalıuzca fenomenleri bile-
ve tarihi, belli bir başlangıcı ve sonu bilecegimizi öne süren Spencer, bir yan-
olup, derin dinsel anlamlan bulunan dan da bu fenomenlerden, herşeye
olaylarla belirlenen evrelerden geçerek karşın Bilinemez Olanı, fenomenlerin
gelişen bir dram olarak gösteren tealo- kayna~ ve evrimin temeli olan Kavra-
jik tarih görüşü yer almaktadır. Tarihin naınaz Gücün varlıgını çıkarsayabilece­
ereksel bir açıdan yorumlanabilecegini giınizi savunmuştur. O, ilerlemenin bir
dile getiren ve öncelikle Kant ve Hegel raslanh, insaıun kontrolü altındaki bir
tarafından benimsenen bu yaklaşım, şey olmayıp, bir zorunluluk oldugunu
tarihi belli bir içkin veya aşkın ilkenin belirtmiş, yaşamın, içsel olanın dış çev-
kendisini olumlu bir dogrultuda, öz- reye uyarlanmasuı.dan, sürekli olarak
gürleşme yönünde açımlaması olarak ona göre ayarlanmasından başka bir
görür. şey olmadıgını iddia etmiştir. Siyaset
Buna karşın, 2 tCoınte, +Mill ve Marks alanında tbireyciligi savunmuş, yaşam,
gibi düşünürler tarafından savunulan zihin ve toplumu madde, hareket ve güç
ve toplumun anlaşılması sürecinde mut- aracıhgıyla açıklamaya çalışmış olan
laka bilimsel yöntemin kullanılması ge- Spencer, ahiakın dogal bir temeli oldu-
rektigini öne süren ikinci yaklaşun, iler- ğunu, ahlaki sonuçlann genel evrim ya-
lemenin kaçınılmazlıgını vurgulayarak, sasnu izledigini öne sürmüştür.
tarihi belli gelişme evreleri olan, yasalı Ahlak folsefrsi: Başka bir deyişle, siyaset
bir yürüyüş olarak görür. felsefesi alarunda eski liberalizmin en
Spencer, Herbert. 1820·1903 yıllan ara- önemli temsilcilerinden biri olan Spen-
sında yaşamış olan İngiliz filozofu. cer'a göre, devlet ve toplumun iki temel
Temel eserleri arasında, First Principles şekli vardır: Askeri devlet ve endüstri·
[İlk ilkeler], First Principles of Sociologı; yel devlet. Bunlardan askeri devlet top-
[Sosyolojinin İlk ilkeleri], Social Statistics lumsal örgütleıunenin başlangıç formu
[Sosya 1 Istatistik], Descriptive Sociology olup, ilkel ve barbardır, savaş için her
[Betimsel So_syoloji] adlı kitaplar bulu- zaman hazırdır. Birey, burada savaşta
nan ve fizik ve biyoloji bilimleriyle, zafer amacı için bir araçtan başka bir
siyasi ve toplumsal tliberalizmden ol- şey degildir. Toplum sıkı ve disiplinli
dukça etkilenmiş olan Spencer'in felse- bir biçimde örgütleıuniştir ve her birey
fesinin temelinde evrim düşüncesi var- militarizm ve otoriter yönetimin gerekle-
dır. Bilimle dini uzlaştınnayı ve ri için kendisine tahsis edilmiş olan ko-
böylelilde de felsefeye yer açmayı amaç- numu işgal eder. Şovenizmle milliyetçi-
layan Spencer'a göre, felsefe tüm diger lik ve emperyalizmin askeri devlete
bilimlerden gene!Jigiyle aynhr. Felsefe- gerekli ideolojik esini sagladıgını ve dev-
deki teorilerin varolan herşey için ge- letin ruhbani yapısının itaat ve disipl.inin
çerli oldugunu öne süren Spencer, önde gelen erdemler olduAunu ögrebne-
evrim ögretisini bu durumun tek istis- ye yöneldi~ni öne süren Spencer'a göre,
nası olarak görmüştür. sanayici sınıfiann iktisadi faaJi yetleri
Spinoza, Bariı.ch 801

devietin askeri ihtiyaçlarına baglıdır; Spengler, Oswald. 1880-1936 yılları ara-


ekonominin hedefi daha büyük maddi sında yaşamış olan Alman tarih felse-
refah aracılıgıyla kişisel mutluluğu art~ fecisi. Temel eserleri: Der Untergang des
tırmak degil, fakat ortak gücü başanlı fe~ Abendlandes [Batının Gerilemesi] ve Der
tihlerle beslemektir. Mensch und die Teclmik [İnsan ve Tek-
Spencer'a göre, askeri devlet kendi top- nik].
raklanru genişiettikçe ve uzun bir Tarihi kör bir doga oyununa benzetip,
zaman dilimi sonunda banş ve istikran tarihte bir amaçlılık aramanın boşuna
saglayınca, yavaş yavaş sanayici bir bir çaba oldugunu savunmuş olan
devlet ve toplum olmaya dogru evrim Spengler, dünya tarihinin ınorfolojisini,
geçirir. Söz konusu endüstriyel devlet, felsefi ve bu arada biyolojik esaslara göre
askeri devletin her bakımdan karşıhdlr. açıklamaya çalışmıştır.
Bireyin toplumdaki yerini belirleyen Dünya tarihinin doguş, çöküş, yüksel-
şey, statüden ziyade, sözleşmedir. Sa- me ve alçalma gibi haller sergileyen
nayici toplum ve devlette, yaşam biçimi akışı ile bu akışın evrelerine karşılık
gönüllü işbirligine dayalı olup, kendili- gelen kültür tipleri arasında bir paralel-
gindenlik, çeşitlilik, farklılık ve mutaba- lik kurmuş olan Spengler'e göre, kültür-
katsızlı.k, bireyi yönetimin en yüce
ler gelişigüzel dogar, gelişir ve ölürler.
amacı sayma, onun en önemli degerleri-
Ona göre, tüm dünya tariliinde 8 tip kül-
dir. Bu toplumun amacı, üyelerine en tür çevresi ayırd edilebilir. Mısır, Babil,
fazla özgürlügü ve an yüksek mutlulu- Hindistan, Çin, Antikite, Arap, Batı ve
gu temin etmektir. Meksika olarak belirledigi 8 kültür çev-
resinde, 1 Metafiziksel-dini yüksek kül-
Askeri toplumdan sanayici topluma
dogru ilerleme, Spencer'a göre, yöneti- türler, 2 sembolik erken kültürler, 3
sivil-geç kültürler diye üç gelişme basa-
min azalması anlamına gelir, zira hükü-
magı ayırd etmiş olan Spengler, 'sivil
met 'mevcut barbarizmin bir delili'nden
geç kültür' olarak tarumladıgı Batı kül-
başka bir şey degildir. İnsanlar banşçı,
türünün bir çöküş içinde oldugu savun-
birlikte yaşamaya gönüllü olduklan, muştur.
işbirligi yapmayı ögrendikleri ölçüde
Spinoza, Baıuch. 1632-1677 yıllan arasın­
sanayici toplum idealine daha çok yak- da yaşamış olan ünlü panteist düşü­
laşırlar. Bununla birlikte, modem en-
nür.
düstriyalizmin bizatihi kendisinin yag- Temel eserleri arasında Tractatus Theolo-
macı ve yırtıcı acunasızlıgın yepyeni bir gico-Politicus {Teolojik-Politik Deneme],
şeklini gün ışıgına çıkardıgmı göreme- Tractatus de lntellectus Emendatione [Anla-
yen Spencer, bireyin bir amaç olmaktan ma Yetisinin Düzeltilmesi Üzerine], Ethi-
ziyade, bir araç konumuna indirgendigi- ca Ordine Geometrico denıonstrata [Geo-
ni kavrayamamıştır. Yine Spencer, on- metrik bir Tarzda lspatlanmış Etika) adlı
dokuzuncu yüzyıl kapitalizminin temel eserler bulunan Spinoza, dini baskı ve
erdeminin, banşçı işbirliginden ziyade, engizisyon nedeniyle, İspanya'dan Hol-
acımasız bir militarizm oldugunu farke- landa'ya kaçmış olan Yahudi bir ailenin
deınemiştir. . çocugudur. Daha 24 yaşındayken, felsefi
Sosyalist düşüncenin amansız bir kar- görüşlerinden dolayı, Yahudi camiasın­
şıtı olan Spencer, 'bütün sosyalizmierin dan afaroz edilen filozof, hayatını optik
kölelik oldugunu' ileri sürer. Zira, ona araçlar yaparak. lens tamir ederek kazan-
göre, tsosyalizm ya da tkomünizmde mıştır.
birey, belli bir efendiye det;il, bütün top- Aldıgı Etkiler ve Yöntemi: O, kendi felse-
luluga köle kilirur ve kölenin efendisinin fesini kurarken, en fazla Descartes'tan
'tek bir kişi ya da bir toplum olması ara- çok etkilenmiştir. Descartes'ın belli prob-
sında pek bir fark yoktur.' lemleri ve konulan ele alış tarzmdan,
802 Spinoza, Baruch

onun felsefenin, ereksel nedenleri değil densellik ilişkisini mantıksal içerme


de, fail nedenleri ele alması gerektigi te- ilişkisiyle özdeşleştirerek, sonlu şeyle­
zinden, ideal yöntem ve terminoloji ko- re geçiş ise, evrenden olumsallıgı atmak
nusunda eı:Jdlenen Spinoza, modem fel- anlamına gelir. Başka bir deyişle, varo-
sefenin kurucusu Fransız düşünüründen lan herşeyin Tanrı'ya olan nedensel ba-
aynca Descartesçıhgın mantıksal sonuç- gımlılıgı, manbksal bagımlılıkla bir ve
larını çıkarsamak bakunından da etkilen- aynıysa eger, maddi şeylerin dünyasın­
miştir. da olumsallıga, insarun dünyasında ise
Yöntemi: Spinoza, 17. yüzyıl rasyonaliz- özgürlüge yer kalmaz. Bundan dolayı,
minin ikinci büyük düşünürü olarak, varlık açısından metafiziksel bir deter-
sistemini kurup ifade ederken geomet- minizmi benimseyen Spinoza, ahlak ala-
rik yöntemi benimsemiştir. Birtakım nmda tbagdaşabilirci bir tavırla deter-
önermelerin, açık seçik düşünceleri minist bir ahlak görüşü benimsemiştir.
ifade eden tanunlardan ve apaçık aksi- O da, tüm diger metafizikçiler gibi, var-
yomJardan tümdengelim yoluyla çıkar­ hgı ya da dış dünyayı açıklama çaba-
sanmasından meydana gelen geometrik sında, çoklugu birlige indirgerneye ça-
yöntem, Spinoza'ya dogru felsefeyi ge- lışmıştır. Buna göre, o sonlu şeylerin,
liştirmenin tek gerçek ve yanılmaz yolu maddi varlıklann varoluşunu nihai ve
olarak görünmüştür. O, her tanunın en yüksek bir nedensel etmen araalıgıy­
açık ve seçik bir düşünceden meydana la açıklamaya çalışmışbr. Yani, Spinoza
geldigini ve her tanun ya da açık seçik deneyimin sonsuz sayıda varlıgını ken-
düşüncenin dogru oldugunu düşün­ disinin Tann ya da Doga adını verdigi
müştür. Başka bir deyişle, akıl açık ve biridk sonsuz ttöze başvurarak açıkla­
seçik düşüncelerden hareket edip, bun- nuştu. Mantıksal içenneyle de nedensel
ların mantıksal sonuçlanru çıkartırsa, ilişkiyi birleştirdigi için, Spinoza sonlu
asla yanlışa düşmeyip, kendi dogasına varlıkları zorunlu olarak sonsuz tözden
uygun bir tarzda işlemiş olur. çıkan şeyler olarak tanımlamıştır.
Spinoza'nm yönteminin dogruluguna Spinoza'ya göre, bir şeyi bilebilmek
ilişkin sarsılmaz inancının temelinde, için, onun nedenini bilmek gerekir;
onun açık ve seçik düşüncelerden yapt başka bir deyişle, bir şeyi açıklamak
lan tümdengelimsel çıkarunm dünyaya demek, onun neden ya da nedenlerin-
ilişkin olarak açıklayıcı bir görüş sagla- den söz etmek demektir. Töz, bu çerçeve
dıgı inancı bulunmaktadır. Bu inanç ya içinde, Spinoza'da 'kendinde ve kendisi
da bakış açısının temelinde ise, neden- aracılıgıyla kavranan şey' olarak tanım­
sel ilişkinin mantıksal içerme ilişkisine lanmaktadır. Kavramı başka bir şeyin
eşdeger oldugu kabulü yer almaktadır. kavramJna baglı olmayan, kendisinin
Düşüncelerin düzeni ile nedenlerin dü- dışındaki bir nedenin sonucu olmayan,
zeni bir ve aynıdır. Buna göre, uygun dolayısıyla kendi kendisinin nedeni
bir tanun ve aksiyemlar öbeginden. ya- olan, başka hiçbir şeye degil de, salt
pılan mantıksal bir tümdengelim, meta- kendisine bagımlı olan bu varlık, özü
fiziksel bir tümdengelimle aynı olup, varoluşunu içeren söz konusu varlık
bize gerçekligin bilgisini saglar. Tann'dır. Varoluş tözün özünden ayrıl­
Metafizigi: Spinoza, bu baglamda, Des- maz oldugundan, töze ilişkin tanım zo-
cartes'm 'var olmak için kendisinden runlulukla varoluşu içerir. Ona göre, bir
başka hiçbir şeye ihtiyaç duymayan ve yalnızca tek bir töz, sonsuz ve ezeli-
varlık' olarak töz tanımından yola çıkıp, ebedi olan tek bir töz vardır. Tek tözün,
Tanrı'yla işe başlar. O burada, Tann yani Tanrı'run özü her tür kusur ve eksi-
düşünce düzeninde ilk varlık oldugu gi dışta bıraktıgı ve mutlak yetkinligi
için, ontolojik. karutı kullanmak duru- içerdigi için, O'nun varoluşu, apaçık,
munda kalır. Işe Tanrı'yla başlayıp, ne- mutlak ve kesindir.
Spinoza, Baruch 803

Tek töz olan Tann, sonsuz ya da sınır­ Başka bir deyişle, Spinoza'nın metafi-
sızdır. Zira sonlu ya da sınırlı olsa, ziğine göre, kompleks ya da bileşik ci-
başka bir töz taralından sırurlanacaktır. simler parçacıklardan meydana gelmiş­
Sonsuz töz, sonsuz sayıda ananiteJige tir. Her parçacık bireysel bir cisim olarak
sahip olmalıdır, çünkü Spinoza'ya göre, görülebilirse eger, insanların bedenleri
bir şey ne kadar çok ananitelige sahip ya da hayvanların vücutları daha yük·
olursa, onun gerçekligi o kadar fazla ola- sek düzeyden bireylerdir. Onlar birta-
caktır. Sonsuz tannsal töz bölünemez ve kım ögeler ya da parçacıklar yitirir ve
biricik varlıkhr. bu anlamda degişirler. Spinoza'ya göre,
Sonlu şeyler, deneyimin bir parçası olan daha da karmaşık olan dsimler tasarla-
maddi varlıklar, ona göre, Tanrı'nın, tek yabiliriz; bu şekilde, sonsuzca ilerleme-
tözün tezahürleri, modifikasyonlarıdır. ye devam edecek olursak, bu takdirde
Her ne kadar tek töz sonsuz sayıda ana- parçaları, yani tüm cisimleri degişen bir
nitelige sahip olsa da, sonlu zihinler ola- birey olarak bütün bir dogaya ulaşırız.
rak bizler, bunlardan yalnızca iki tanesi· Bir bütün olarak bu birey, sonlu cisim·
ni bilebiliyoruz. Bu iki ananitelik de, lerden meydana gelen mekansal sistem
düşünce ve yer kaplamadır. Spino- olarak Dogadır.
za'nın, Descartes'ın tözsel ikiciliginin ni- Dogadaki sonlu varlıkların özleri varo-
teliksel bir ikicilige dönüştügü sistemin- luş içermez. Onlann özleri varoluşu
de, sonlu zihinler, Tanrı'nın düşünce içerseydi, bu t.akdirde onlar kendi kendi-
ananiteligi albndaki tezahür ya da modi- lerinin nedeni olurdu. Özleri varoluşu
fikasyonları, sonlu dsimler ise, Tarırı'run içermeyen bu olumsal varlıklara Tann
yer kaplama ananiteligi albndaki modifi- zorunlu olarak neden olur. Spinoza'ya
kasyon ya da görünümleridir. Doga, göre, dogada mutlak bir zorunluluk
demek ki, ontolojik olarak Tanrı'dan ayn olup, buradaki varlıklar öz, varoluş ve
degildir; ayn olmamasanın nedeni ise, eylem bakımından belirlenmişlerdir.
Tann'nın sonsuz olup, kendisinde tüm
Tüm varlıklar, Tann'dan zorunlulukla
gerçekligi içermesidir. Bununla birlikte, ve belli bir düzen ve şartlanma içinde
Spinoza, Tann'dan başlayan mantıksal dogmuşlardır. Öte yandan, dogadaki
tümdengelim sürecinde, sonsuz tözden
her nesne başka bir nesnenin, her olay
hemen ve dogrudan dogruya sonlu
başka bir olayın zorunlu sonucudur.
dsim ya da zihinlere geçmez. Bu ikisi ara-
Evrende bütün nesneler sonsuz bir bag-
sında sonsuz ve ezelf-ebedi modüsler bu-
lurunaktadır.
lanh içinde bulunurlar; burada rastlan-
tıya yer yoktur. Maddi fenomenler yal-
Buna göre, sonsuz tözün düşünce ana-
nızca maddi nedenlerle açıklanabilir.
niteligi altında mantıksal bakımdan
önce gelen hali düşünce ve kavrayış, Evrende, Spinoza'ya göre, rastlantı ol-
madıgı gibi, bir amaç da yoktur. Bu ise,
yer kaplama ananiteligi altında, mantık­
sal bakundan önce gelen hali ise, hareket her tür teleoloji.n:in reddedildigi, meka-
ve sükOnettir. Bu, Spinoza için, Desear- nik bir sistemi ifade eder.
tes'ta oldugu gibi, dünyaya hareket akta- Epistenıolojisi: Spinoza bilgi görüşünde,
ran bir Tanrı'nın, bir dış güç ya da nede· üç tür bilgiden söz etmiştir. Bunlardan
nin olmadıgı anlamına gelir. Tanrı birincisi, insanın bedeninin başka ci-
dogaya aşkın degildir, dolayısıyla hare- simler tarafından etkileronesinin sonu-
ket doganın kendisinin bir niteligldir. cu olan duywnsal bilgidir. Bu bilgi, du-
Hareket ve sükünet yer kaplayan doga- yulardan ya da imgelernden türetilmiş
run temel özelligidir. Dogadaki toplam olan ide ya da fikirlere dayanır. Bunlar,
hareket, evrendeki toplam enerji mikta- başka idelerden manbksal tümdenge-
n sabit ve degişmezdir. Fiziki evren, ha- limle çıkarsarunanuş oldugu için, zihin
reket hAlindeki dsimlerin kendine yeten bu idelerden meydana geldigi sürece,
kapalı bir sistemidir. pasif ve aba durumdadır. Söz konusu
804 Spir, African

duytunsal bilgi düzeyinde, insan başka herhangi başka bir dogal fenomen gibi,
insaniann ve cisimlerin bilgisine sahip nedenler, sonuçlar ve matematik aracı­
olmakla birlikte, onları bireysel şeyler lıgıyla açıklanabilir. İnsanlar, ona göre,
olarak bilir. Başka bir deyişle, onların her ne kadar özgür olduklarını düşün­
özüne ya da dogasına ilişkin upuygun seler de, bu tarz bir düşüncede bir ya-
bir bilgiye, bilimsel bilgiye sahip ola- nılsamanın kurbanı olup çıkarlar.
maz. Çünkü insan, bilgisizlikten dolayı, irade
İkinci bilgi türü (cogııitio secundi gene- özgürlügüne sahip oldugunu düşünür.
ris), upuygun fikirlerden meydana gelen Fakat Spinoza, doganın birligini savun-
bilimsel bilgidir. Spinoza bilginin bu muş ve insanın doganın ayrılmaz bir
düzeyine, daha önceki duyu ve imgelem parçası oldugunu öne sürmüştür. Tek
düzeyinden farklı olarak akıl düzeyi töz, iki temel niteligi çerçevesinde, çeşit­
adını verir. Bilim adamlarında söz ko- li görünümler almış, farklı farklı varlık­
nusu olan bu bilgi türünde, şeylere iliş­ lar haline gelmiştir. İnsan da bu varlık­
kin gerçek bir kavrayış için, mantıksal lardan biridir. İnsan, bundan ötürü
bakımdan gerekli olan ortak ide ya da fi- belirli nedenler tarafından oluşturul­
kirler gündeme gelir. Bunlar, matematik muştur. Spinoza, insanın tüm eylemleri-
ve fizigin ilkelerinin temelini meydana nin, hem zihinsel hem de fiziksel eylem-
getinnektedir. Bu ilkelerden manbksal lerinin daha önceki nedenler tarafından
olarak türetilebilen sonuçlar da açık ve belirlendigini söyler. Şu halde, insanda
seçik fikirlere karşılık geldigi için, ger- özgür bir irade bulundugundan söz edi-
çeklige ilişkin sistematik ve bilimsel bir lemez. İnsanların kendilerinin özgür ol-
bilgiyi mümkün kılan bu ortak fikirler- duklarını sarunalan yalnızca yapbklan
dir. Bu ikinci bilgi türü zorunlu olarak işlerin farkında olmalarından, ancak bu
dogru olup, genel önermelerden oluşan işleri belirleyen nedenleri bilememele-
tümdengelimsel bir sistem içinde ifade rindendir. Bundan dolayı, gerçek özgür-
edilir. lük kendi dogamızın zorunlulugunu
Spinoza'ya göre, birinci bilgi türünden
bilmek, buna ayak uydurmakbr. Yani,
bilginin ikinci düzeyine geçen kişi, özgür olma, zorunlulukları bilmektir,
mantıksal bakımdan baglanlısız olan iz-
zorunlulukların bilincinde olmaktır. İn­
lenimlerle bulanık ide ya da fikirlerden,
sanlar bilmediklerinin tutsagıdırlar, bil-
mantıksal olarak baglantah olan açık
giye ulaşınca özgürleşirler.
önermelere, ·upuygun fikirlere geçmiş
kişidir. O, duyu algısı ve imgelemin so-
Spir, African. 1837-1890 yılları arasında
yaşamış olan Alman düşünür.
mutlugu bırakıp, matematik ve fizikle
diger bilimlerin soyut genelligen yüksel- Temel eseri Denken und Wirklichkeit: Ver-
miş olan biridir. Fakat bu bilgi de, Spi-
such einer Erneuerung der kritischen Philo-
noza'ya göre, en yüksek ve tam bir bilgi sophie (Düşünce ve Aktüalite: Eleştirel
degildir. En yüksek bilgi türü, onun sez- Felsefenin Canlandırılması yönünde bir
gisel bilgi (scientia intuitiva) adını verdi- Teşebbüs] olan Spir'in önemi, onun oluş
~ üçüncü bilgi türüdür. Burada, Doga- ve zamansallık konusundaki analizlerine
run özsel, ezeli -ebedf yapısını, tanrısal ek olarak görünüşler dünyası ile gerçek
ananiteliklerden mantıksal olarak türet- dünya arasında yaphgı ayırunla Nietzs-
ıne, bir büyük sistemin sonsuz töze ba- che'yi etkilemiş olmasından kaynakla-
gımlılıgını gösterme, bireysel varlıklan, nır.

yalıtlanrruş fenomenler olarak degil de, Spir, görünen dünya ile mutlak bir ger-
Tanrı'yla olan ilişkileri içinde degerlen- çeklik arasındaki radikal ayrıma daya-
dirme söz konusu olur. nan metafiziginde, bu metafiziksel ayn-
Ahlak görüşü: Spinoza, ahlak anlayışın­ mına, empirik bilgiyle varolana dair
da, insanı doganın ayrılmaz bir parçası metafiziksel açıklama arasındaki episte-
olarak degerlendirir. İnsan davranışı, molojik ayrımı tekabül ettirmiş ve ko-
Stirner, Max 805

şulsuz olan, mutlak gerçeklik hakkında çıkmıştır. Ona göre, gerçek bilgi sezgi-
bilebilecegimiz herşeyin, onun özdeşlik sel ve estetik unsurlar içerir.
ilkesine uyması gerektigine dair bilgi- Steiner'in bilgi ve bilime dair bu görüş­
den ibaret oldugunu belirtmiştir. O, leri, bununla birlikte, epistemoloji ya da
tKant'ın bilinemez kendinde-şeyini ko- bilim felsefesinden ziyade, egitim ala-
rurken, zamanın, bize dolayımsız sezgi- nında etkili olmuştur. Onun çocugun
de verilen, empirik gerçekligini vurgula- estetik ve yaratıc potansiyelini büyük
ınaktan geri kalmamıştır. bir güçle vurgulayan pedagojisi, gele-
Stagiralı [İng. Stagirite]. t Aristoteles'e, neksel konu ayrımlarıru ortadan kaldı­
dogum yeri olan Stagira dolayısıyla ve- rarak, birtakım ternalara göre hazırlan­
rilen ad. mış çalışma devreleri ve deneyimlere,
Stegmüller, Wolfgang. 1923-1991 yılları çevreyle bütünleşmiş zenaat meslek ça-
arasında yaşamış olan Avusturya asıllı lışmalanna dayanır. Amaç, bireyin po-
Alınan düşünür. Temel eseri Hauptströ- tansiyelinin çok yönlü ve uyumlu bir ge-
mungen der Gegenwartsplıilosoplıie [Çagdaş lişmesine katkıda bulunmaktır.
Felsefenin Temel Akunları]'dir. steresis. Aristoteles'in degişmeye ilişkin
Stegmüller'in hemen hiçbir konuda açıklamasındaki olumsuz ögeye, degiş­
kendine ait özgün bir görüşü bulunma- me tarafından varsayılan madde ve
makla birlikte, onun büyük öneıni anali- forma ek olarak, yine degişmede söz ko-
tik felsefenin Kıta Avrupa'sındaki en nusu olan yoksunluga verilen Yunanca
dddi temsilcisi olmuş ve bilim felsefe- ad.
siyle analitik felsefenin savaş sonrası Stilpon. M. ö. 380-300 yılları arasında
Avusturya ve Almanya'da yeniden can- yaşamış olan Yunanlı düşünür.
lanıp güç kazanmasına katkı yapmış ol- Stilpan'un antik Yunan felsefesindeki
masından kaynaklanmaktadır. önemi, onun Megara Okulunun görüş­
Bilim felsefesinde başlangıçta R. Car- leriyle kinikligi birleştirmiş, ve Stoacılı­
nap ve C. Hempel'in görüşlerinden esin- gı da önemli ölçüde etkilemiş olmasın­
lenmiş olan Stegmüller, 1970'li yıllardan dan kaynaklanmaktadır.Oglu Bryson'un
başlayarak Thomas tKuhn'un da etki- da kuşkuculugun kurucusu Pyrrhon 'un
siyle, yapısalcı bir bilim anlayışı geliş­ ögretmen)erinden biri olması onu önem-
tirmiş ve bilimsel teorilerin ayn ve li biri haline getiren bir diger etmendir.
farkh türden yapılar olarak görülmesi Her doğru önennenin özne ile yüklem
gerektigini savunmuştur. arasında bir özdeşlik iddiasında bulun-
Steiner, Rudoph. 1861-1925 yıllan arasın­ ması gerektigini öne süren Stilpon, bu
da yaşamış olan Avusturyalı düşünür. iddiasından gerçekligin bö1ünemez, bi-
Temel eserleri: Plıilosophie der Freiheit ricik, ben-bilincine sahip manadlardan
[Özgürlük Felsefesi] ve Friedrich Nietzs- meydana geldigi sonucunu çıkarsamış­
che: Ein Kiimpfrr gegen seine Zeit [Bir Öz- tır. Elde edilen ontolojik sonuca ahlak!
gürlük Savaşçısı olarak Friedrich Ni- bir yorum kazandırmak, onun için nis-
etzsche). peten kolay olmuştur: Bir birey kendi
Steiner, yüzyılın başlarında oldukça et- kendine yetmeyi yaşamının en önemli
kili olan bir teozofi hareketinin en seçkin amacı yapmalıdır. Ahlaki ya da pratik
üyelerinden biri olarak, duyumsal tecrü- felsefeyi ön plina çıkartan Stilpon, nite-
beyi aşan bir bilgi tarzını ön plana çıkar­ kim, özgürlük ve yoksullugunu, rahat
tan bir ttinselci1igin savunuculugunu ve maddi bakımdan zengin bir hayata
yapmıştır. Geethe'den ve onun doga fel- tercih etmiş olan bilge bir düşünürdür.
sefesinden etkilenen Steiner, hpkı Goet- Stirner, Max. 1806-1856 yaşamış olan
he gibi, tek yanh oldugunu ve tinsel un- maddeci Alman düşünürü.
surlarla geliştirilmesi gerektigini En yüksek varlık olan insai'Wl henüz
düşündügü mekanist ve maddeci tek yeni keşfedildigini söyleyen Stimer'in
yanh bilim anlayışına şiddetle karşı felsefesine mutlak bir tegoizm ve birey-
806 Stoacılık

cihk damgasını vurmuştur. Kendi için- Somut insanın kollektivite karşısındaki


de dönüp bakbgında, Romantik felsefe- protesto ya da başkaldırısını ifade .eden
nin, tnesnel idealizmin mutlak egosuyla bu felsefe, bireyin biricikliginde ısrar
degil de, somut bireysel benle, et ve ke- ederken çok haklı olmak, buna karşın
ınikten meydana gelen insanla karşılaş­ aşırı bir egoizm yolunu tutarken, abartı­
tıgını öne süren Stirner, söz konusu bi- ya kaçma ithamıyla karşı karşıya kal-
reysel benin ta ilk baştan beri kendisini mak dtUumundadır.
korumaya ve öne sürmeye çalışan biri- Stoacılık M. Ö. 336-264 yıllan arasında
dk bir gerçeklik oldugunu belirtmiştir. yaşamış olan Zenon tarafından kurul-
O kendi varoluşunu, kendisini tehdit muş ve Hellenistik dönemde etkili
eden başka varlıklar karşısında koru- olmuş felsefe okulu.
mak durumunda olduguna göre, birey- Aristoteles'in terimler mantıgından
sel benin esas ilgisi kendisiyledir. biraz daha farklı olarak bir önermeler
Stirner'a göre, filozoflar bu biricik bi- mantıgı geliştirmiş olan Stoacı görüş­
reysel gerçekligi çogunluk ihmal etmiş te, temel birim, dogruluk ve yanlışlıgın
ya da unutınuşlardır. Örnegin, tHegel dayanagı olan basit önermedir. Kipler
felsefesinde, Mutlak lde ya da Tin her- manhgı ve manhk.sal içeriinin mahiyeti
şey iken, bireysel benin hiçbir önemi konusunda da önemli sayılabilecek
yoktur. Bu felsefede somut gerçekligin adımlar atmış olan Stoacılar bir seman-
yerini bir soyutlama almıştır. Bu tik ögretisi geliştirme çabası içinde ol-
durum, ona göre, yalnızca idealist felse- muşlardır. Yalıuzca tPlaton'un bireyler-
feler veya sag Hegelciler için degil, fakat den ayrı ve bagırnsız, aşkın tümel
maddeciler veya sol Hegelciler için de ögretisini de~il, fakat Aristoteles'in
geçerlidir. Stimer, tFeuerbach'ın insanın somut tümel, yani bireysel varlıklarda
dinde söz konusu olan yabanciaşmayı onların özü olarak varolan tümel anlayı­
aşıp kendisini yeniden bulmasını ister- şını da reddeden Stoalılara göre, yalnız­
ken çok haklıdır. Çünkü Hristiyanlıkta, ca bireyler, tikel nesneler varolur. Söz
insarun özü insan varlıgırun dışındaki konusu tikel nesnelerin, insan ruhunda
Tanrı kavramına yansıtılmış ve insan bir izlenime yol açbgını, bilginin, işte
kendi imgesinden yaratılan bu varlık bu izienimin bilgisi oldugunu söyleye-
karşısında köleleştirilmiştir. Stirner'a rek bilgiyi duyu-algısına baglayan Stoa-
göre, Feuerbach dini yabanc.laşma ko- lılar, mutlak anlamda empirist, hatta du-
nusunda açmış oldugu polemikte haklı yumru filozo.Oardır. 'Bir ab görüyorum,
olmakla birlikte, bireysel beni ihmal etme fakat genel olarak ab, ya da atlı~ göre-
yanlışana o da düşmüştür. Biricik bire- miyorum' diyen I<.inik t Antisthenes'in
yin anlam ve deterini kavrayamayan Fe- görüşlerini bir anlamda tekrarlayan Sto-
uerbach, İnsanlık veya Mutlak İnsan so- ahlar, ruhun başlangıçta boş bir levha
yutlainasıru, insanın devlet marifetiyle oldugunu, ruhu bilgiyle doldurmak için
tamamlanması veya gerçekleşmesi masa- algıya ihtiyaç bulundugunu savunmuş­
lını ortaya koymuştur. lardır. Algıdan sonra, algının aktüel nes-
İşte Stimer, tüm bu soyutlamalardan nesi ortada olmadıw zaman, zihinde bir
vazgeçip, somut insan kişisini ön piSna anı, bir bellek-imgesi kalır ve deneyim,
çıkanruş ve biricik ve özgür bireyi adeta dolayısıyla bilgi, işte bu benzer anılann
putlaşbrmıştır. Özgüriügün mülkiyet çokJugundan oluşur.
yoluyla gerçekleştigini dile getiren filo- Stoalılar, bir yandan da söz konusu no-
zofa göre, kişi, kendisinin Tann, devlet, minalist ve empirist anlayışla pek tutar-
lnsanlık veya ahlak yasası türünden güç lılık içinde olmayan akiicı bir görüş be-
ya da soyutlamalar ka11ısında köleleşti­ nimsemişlerdir. Buna göre, onlar bir
rilmesine izin vermeyip, biricik bireysel~ yandan aklın bir gelişmenin ürünü ol-
ligini ifade ebnenin yoUamu aramalıdır. dugunu, kişinin andördüncü yaşına
Stoacılık 807

doğru, aigılardan dogdugunu öne sürer- ve kendi başına Tann- ya da farklı


ken, bir yandan da insan zihninde bi- h§lleri içinde Tann'dır. Dünya varoldu-
linçli bir biçimde düşünülerek oluş­ gunda, Tanrı'ya dünya arasındaki ilişki,
turulmuş genel düşüncelerden başka, ruhla beden arasındaki ilişkiden farksız­
deneyimden, onları oluşturma yönün- dır. Tanrı dünyadan ayn degildir, dün-
de bir egilime sahip olmamız anlamın­ yarun cisıni ya da maddesidir, fakat o,
da önce olan, genel fikirler bulundugu- daha ince bir maddedir; her tür harekete
nu savunmuşlardır. Bu anlayışa göre, ve degişik biçimler almaya uygun bir ya-
insan gerçekligi, ancak akıl yoluyla bile- pıda olmakla birlikte, hareketsiz ve bi-
biür. Dogrulugun ölçütü problemi söz çimden yoksun olan ilk ögelerin hareket
konusu olduğunda, dogrulugu kavrayı­ ettirici ve biçim verici ilkesidir.
cı algı ya da tasanma baglayan StoaWar, tHellenistik felsefenin diger felsefe
dognılugun ölçütünün algırun kendisin- okulları gibi, Stoalılar da ahlakı ön
de, yani ruhu onay verm~ye, tasdik et- pl§na çıkartmışlar ve felsefenin önce-
meye zorlayan algıda yathgını öne sür- likle eylemle ilgili oldugunu belirtmiş­
müşlerdir. lerdir. Buna göre, yaşamın amacı olan
Kozmolojilerinde,Sokrates-öncesi doga mutluluk erdemden, yani dogal ya-
felsefesine başvuran Stoalılar, Heraklei- şamdan, dogaya uygun yaşamadan,
tos'tan dünyarun ana maddesi olarak insan eyleminin dogal yasayla uyuş­
ateşle, tlogos ögretisini ödünç almışlar­ masından, insarun iradesinin Tanrı'run ·
dır. Bu anlayışa göre, evren ya da ger- ir§desine uygun düşmesinden meyda-
çeklik, biri etkin digeri edilgin olmak na gelir. Sto~ılılar için dogaya uygun
üzere, iki ilkeden oluşur. Bu ilkelerden yaşam, dogadaki etkin ilkeye, insan ru-
edilgin olaru, her tür nitelikten yoksun hunun da kendisinden pay aldıgı logosa
olan madde, etkin olanı da, evren düze- uygun yaşamdır.
nine içkin olan akıl ya da Tann'dır. Stoa- tErdem biricik iyidir, çünkü yalnızca
lılara göre, evrende gözlemlenebilir olan dogaya uygun olan iyidir, insan için de
dogal güzellik, bir düşünce ilkesinin, dogaya uxgun olan, akla uygun olan
yani herşeyi insarun iyiligiiçin düzenle- eylemdir. Insan için en önemli erdem
miş olan bir Tann'run varoluşuna işaret bilgeliktir. Bilgelik ise, insanın kendisi-
eder. Stoalılar, aynca dogarun en yüksek ni dogarun aynlmaz bir parçası olarak
varlıgı olan insanın bir bilince sahip olu- görmesiyle ve doganın seyrin~ ayak
şunun, bizi dünyanın da bir bilince uydurmasıyla elde edilir. İnsan kendisi-
sahip oldugunu düşüruneye zorladıgını ni dünyanın gidişinden sıyırıp ayırama­
belirtmişlerdir, zira bütün hiçbir zaman dı~na göre, yapılacak en iyi iş dünya-
parçadan daha az yetkin olamaz. Demek nın gidişini oldugu gibi benimsemektir.
ki, Tanrı, dünyarun aklıdır. İnsan dogal düzene boyun egerse, dün-
Bununla birlikte, Stoalılann söz konusu yanın gidişini oldugu gibi benimserse,
varlık anlayışlarırun ikici bir anlayış ol- kendisini gereksiz sıkıntı ve tedirginlik-
dugu düşünülmemelidir, çünkü onlarda lerden kurtarır. İnsan için yapılması ge-
Tann tinsel bir ilke ya da varlık degildir. reken şey, akla uygun olmayan duygu-
Tanrı da, bpkı biçim verdigi, etkiledigi, lar, tutkular karşısında, bagımsızlıgını
eylemde bulundugu dayanak ya da edil- kazanmakbr. Bu bagırnsızlıga giden
gin ilke gibi, maddi bir yapıdadır. Tann, yol ise, bilgelikten geçer. İnsan kendisi~
evren düzenine içkin olan, etkin ateştir; ni bu olumsuz duygulardan kurtarabilir-
bununla birlikte, o aynı zamanda cisimler se ya da StoaWann apathüı adını vermiş
dünyasım meydana getiren ögelerin ken- olduklan duygusuzluk h§line ulaşabi­
disinden çıkmış oldugu ilk kaynakbr. Bu lirse, bilge insana özgü olan huzur ve
ögeler Tanrı'dan dogar ve daha sonra ye- m utluluga kavuşabilir. Zira, yalnızca
niden Tann'ya dönerler, öyle ki evrende- bilge insan rolünün ne oldugunu bilebi-
ki herşey ya ilk ateş -yani, kendi içinde lir.
BOR Straton

Straton. M. Ö. 335-270 yıllan arasında ya- Introduction to Logical Tlıeonj [Mantık


şamış ve Theophrastos'un ölümünden Teorisine Giriş] adlı eserinde, bazı tüm-
sonra Akademi'nin başına geçmiş olan celerin, anlamlı olsalar bile, bir iddiada
Yunanlı filozof. bulunmadıkları için, bir dogruluk dege-
Aristoteles'in fizigiıı.i, ondaki teleolojik rine sahip olmadıklarııu öne süren
ögeleri ayıklayarak yeniden tanımlamış Strawson, gündelik dil ile formel man-
olan Straton, bilgi alanında duyumculu- tık arasındaki ilişkileri araştırmiŞ ve
ğu, varlık alanında maddeciligi ve din dünya üzerine olan düşüncenin yapısı­
konusunda da tateizmiyle ün kazan- m inceleyerek, buradan hareketle belli
mıştır. Buna göre, Demokxitos'un etkisi bir varlık görüşüne ulaşmıştır. Yani,
altında, birci bir evren görüşü gelişti­ karlyerinin ilk döneminde dil felsefesi
ren Straton, dünyanın, aralarında boş üzerinde yogunlaşan ve gündelik dille
mekan bulunan, bölüneınez parçacıklar­ formel mantık arasındaki ilişkileri araş­
dan meydana geldigini öne sürmüş ve tırmak suretiyle, gündelik dilin mantık­

dünyada dogal bir zorunlulugun hüküm sal yönlerini ortaya çıkarmaya çalışan
sürdüğünü belirtmiştir. Strawson, ikind dönemde metafizige
Strauss, Leo. 1899-1973 yıllan arasında yönelmiştir. Bu baglamda, dilimizin
nasıl işledi~ini gösterip, yalnızca dili
yaşamış olan Alman kökenli Amerika-
lı düşünür.
betimlemek suretiyle, dilin içerdigi me-
Chicago Üniversitesi'nde uzun yıllar bo- tafizik kabulleri gözler önüne senneyi
amaçlayan Strawson, bu durumun bir
yunca siyaset bilimi profesörlüğü yap-
ifadesi olarak, temel eseri olan Individu-
mış olan Strauss, kitle kültürünün çok
als [Bireyler]'i betimleyici metafizik ala-
çeşitli tezahürleriyle vasatiligin her şek­
nında bir deneme olarak degerlendir-
lini şiddetle eleştirrniş, modern çagın
miştir.
bu yönelimine karşı kültürel ve enteUek- Strawson, dili kullanma tarzımızın, ka-
tüel degerieri büyük bir güçle vurgula- lıcı nesnelerden oluşan bir çerçeveyi ge-
yan seçkind bir tavn benimsemiştir. O, rektirdigini dile getirmiş ve bu çerçeve-
modem çagda siyaset düşüncesinin, nin, bir şey anlatmak istedigimizde,
Machiavelli'den başlayarak, Hobbes ve gereken kahahğl, zaman içindeki sürek-
Locke eliyle politik yaşamın ahlaki bo- liligi saglayacak bireylerden oluştugu­
yutunu en aza indirgedigini öne sürer. nu belirbniştir. Ona göre, biz dilimizi,
Bu egilim Strauss'a göre, günümüzde nesnel bir alana demir abna imkanı
ahiakın politik düşünce ve yaşamdan veren temel gönderim ya da referans
bir bütün olarcık dışlanmasıyla doruk edimleriyle, bireylere baglanz. Bireyler-
noktasına varrnışbr. Strauss işte bu egi- den meydana gelen bu dünya yalnızca
lim ve olguya, Aquinah Thomas'ın teori- nesnel degil, fakat ayıu zamanda
si benzeri bir dogal hukuk teorisinde ol- mekansal bir dünyadır. Öte yandan, bi-
dugu gibi, ahlaken zengin bir siyaset reyler maddi nesneler ve kişiler olarak
teorisiyle direnme çabası içinde olmuş­ iki türe aynlır. Kişiler, maddi nesnelere
tur. anlamlı olarak uygulanamayan belirli
Strawson, Peter Frederick. Gündelik dil yüklemlerin kendilerine uygulanabilme-
. felsefesinin en önemli temsilcilerinden leri olgusuyla farklılık gösterirler.
olan çagdaş düşünür. Temel eserleri: Suarez, Fransisco. 1548-1617 yılları ara-
Subject and Predicate in Logic and Gram- sında yaşamış olan İspanyol düşünür
mar [Mantık ve Dilbilgisinde Özne ve ve teolog. Temel eserleri: De Legibus
Yüklem], The Bounds of Sense [Anlamın [Hukuk UzerineL DeAnima [Ruh Üzeri-
Sınırlan}, Naturalism and Scepticism [Do- ne], De Deo Uno et Trino [Kutsal Üçleme-
galcılık ve Kuşkuculuk], Analysis and ye Dair] ve Disputationes Metaphysicae
Metaphysics [Analiz ve Metafizik]. [Metafizik Tartışmalar].
sünnilik 809

Özellikle Aristoteles ve Aquinah Tho- sui generis. Öncelikle Tanrı için kullanı­
mas'tan etkilenmiş olan Suarez, daha zi- lan bir terim olarak, kendi türünde tek
yade metafizik ve hukuk felsefesi ala- olanın; bir konuda biricik olanın özelli-
nındaki özgün görüşleri yle tanınır. gine verilen Latince ad.
Yüzlerce yıllık t Aristoteles metafiziğine summum bonum. Latincede en yüksek
şerh yazma gelenegirlin ardından, meta- iyi anlamına gelen terim.
fizigi kendi görüşlerini ortaya koydugu Yalnızca tüm diger iyileri aşmak ve
elli dört bölümlük bir kitapta müstakil kapsamakla kalmayıp, kendinde ve ken-
olarak ele alan Suarez'e göre, metafizik disi için iyi olan, mutlak iyiyi gösteren
gerçek varlık olmak bakımından varlı­ sunınıunı bonunı terimi, geri kalan herşe­
gın bilimidir. Varlık kavramı ise, şeyler yin sadece kendisiyle ilişki içinde en
arasındaki benzerlikten hareketle kuru- fazla araçsal birdeger konumuna yükse-
lan analojiye dayanır. Gerçeklik bireyler- lebildigi, yani onun gerçekleşmesine
den meydana gelir; tözler ve özellikleri, katkıda bulundugu ölçüde degerli hale
ilkeleri ve bileşenleri de dahil olmak gelebildigi, bizatihi kendisi için istenen
üzere, herşey bireyseldir. Bireyleşim il- en yüksek degeri ifade eder. Ahiili söy-
kesi, bir tözü her ne ise o şey yapan leme t Aristoteles tarafından dahil edi-
öz dür. len terim, buna göre tüm insaniann ya-
Hukuk felsefesinde Aquinalı Aziz Tho- şamlarının ve eylemlerinin nihai ve en
mas'tan etkilendigi kadar, ona karşı da yüksek hedefini, amacını tanımlar ve
çıkan Suarez yasayı dörde ayırrnış ve özü itibariyle, kendi başına iyi olan ve
insani yasaların, dogal veya tanrısal hu- başka bir şeye tabi olmayan iyilik ya da
kuga dayanıp, insandan çıkmadıgıru degeri gösterir.
öne sünnüştür. t Ahlak felsefesi tarihinde, haz, mutlu-
sub specie aetemitas. tSpinoza'da geçen luk, erdem, kendi kendini gerçekleştir­
ve Tanrı için kullanılan Latince bir me, güç, ödevin sesini dinleme, iyi
deyim olarak, şeyleri hep birden, ezeli- irade ve yetkinlik, farklı filozoflarca
ebedi bir bakış açısından kavrama, geç- insan davranışının nihai hedefi olan en
miş ya da gelecegi dikkate almadan, yüksek iyi olarak tanımlanmışhr. Me-
tümden tek bir düşüncede bilme tarzı. tafizik ve teolojide ise, summum bonunı,
Buna göre, bir ve aynı gerçeklik iki ba- birdegerler hiyerarşisinin en tepesinde
kımdan, ezeli -eb edi bir bakış açısından bulunan en yüksek deger ya da iyiye
ve zaman içinde, normal bir bakış açı­ karşılık gelir.
sından kavranabilir. Birindsi söz konusu sükiit. İslamda, Kur'an ve hadislerdeki
oldugunda, dünya, bpkı matemalikçinin aniaşılmayan çokanlamlı sözler hakkın­
sayılan ve ispatlan kavradıgı tarzda da hiçbir şey sormama tavn için kulla-
ezeli~bedi bir açıdan kavranır (su b specie nılan terim.
aeternitas). Dünya ikinci olarak, ortalama Sünnilik- Müslüı'nanlıgın Kur'an'a kesin
insanın olayiann zaman içinde ard arda olarak baglı olup, Peygamberin yapbgı
gelişini kavradıgı tarzda, gerçekte oldu- ve söyledigi şeylerin hiçbir şekilde dı­
gu şekliyle kavranabilir (sub specie dura- şına çıkmayan kolu ya da teınel mezh~
liani s). Bununla birlikte, dünyaya bu açı­ bi.
dan bakıldıj\ında, dünya hiçbir zaman Buna göre, Sünnilik, Kur'an, hadis ve
bir bütün olarak kavranamaz, ondaki Peygamberin söyledigi ve yaphgı herşe­
tüm zorunlu bagınhlar anlaşılamaz. ye inanmaktan, onlan benirnsemekten;
Oysa, dünya ezeli-ebedi bir açıdan kav- Islamiyelin tüm inançlanna ve kurallan-
randıgında, dünyaya ilişkin tüm dogru- na mutlak bir iman ile baglanmaktan;
lar zorunlu dogrular olup çıkar ve dün- inancı dil ve gönül yoluyla ikrar etmek-
yaya ilişkin upuygun bir kavrayışa ten; inanılan şeyi, herhangi bir çıkar
sahip olunur. beklemeksizin ve Tann buyrugu olarak
810 süre

yapmaktan; müslümaniann birbirleriyle bölünemez bir eylem, bir hamle olarak


olan ilişkilerini düzenleyen kurallar bü- anlaşılan süreyi bütünlü~ü içinde yaka-
tününe tam olarak uymaktan; Allah'a, layaveren şey, sezgidir.
Peygambere, ahirete, kıyamet gününe, süreç [Os. vetire; İng. process; Fr. proc~s,
melekJere, Allah tarafindan gönderilen processus; Al. pro~s]. 1 Düşüncenin
kitaplara ve Hz. Muhammed'in tüm pey- belli bir sonuca ulaşacak şekilde ard
gamberlerin en yetkini, en üstünü ve son arda dizilişi. 2 Olgu ya da olaylann,
Peygamber oldu~w1a inanmaktan olu- belli bir düzenin bulundu~u izlenimini
şur. verecek şekilde sıralanması duruınu;
süre [Os. müddet, bekaa; İng. duration; Fr. statik olmayan, sürekli bir dönüşüm
duree; Al. daııer]. Bir olay ya da oluşu­ içinde bulunan gerçekJi~in sergiledi~i
mun iki noktası arasında geçen zaman; hareketlilik. 3 İnsan varlı~ı tarafından
Fransız filozofu H tBergson'un biricik meydana getirilen bir şeyin üretiliş şek­
gerçeklik olarak gördü~ü şey. lini, meydana geliş tarzını oluşturan ey-
Sürenin de~işen, dinamik, b!ricik, sü- lemler dizisi.
rekli ve tam olmayan bir süreç oldu~w1u Bu ba~lamda, insanın yapısı ve insan-
ileri süren Bergson'a göre, zaman bir bi- iılda birlikte, evrenin de bir süreç ya da
ri.kimdir. Gelecek hiçbir zaman geçmişin gelişme süreci içinde bulundu~unu sa-
aynı olamaz, zira her adımda yeni bir bi- vunan, de~işmeyi, Tannda dahil olmak
rikim ortaya çıkar. Bergson bilinçli bir üzere, tüm varlıklann temel özelli~i
varlık .için var olmanın de~işmek oldu- yapan görüşe silreç teolojisi adı verilir.
~unu kabul eder, zira de~işmek demek Ote yandan, bir tümcede geçen bir söz-
olgunlaşmak demektir; olgunlaşmak cü~ün belli bir süreç ya da işleme mi,
ise, sonsu:zca kendi kendini yaratmak yoksa sürecin ortaya 9kardı~ı ürüne
demektir. Bu, yalnızca bilinçli insan var- mi gönderme yaptı~ının bilinmemesin-
h~ı için de~il, fakat bütün gerçeklik için den kaynaklanan belirsizli~e; terimle,
böyledir. Bergson bu gelişmeyi, ancak sürece de, sürecin ürününe de gönde-
süre olarak anladı~ımız takdirde açıklı­ rirnde ya da atıfta bulunulmuş olunabi-
~a kavuşabilece~imizi. söyler. lece~ini gösteren çokanlamldık türüne
Ona göre, süreyi en iyi, bir melodiye süreç ürün belirsiziili denmektedir
kendimizi tam vererek yaşarken anla- süreç felsefesi [İng. philosophy of proa3s;
rız: Gözlerimizi kapayalım ve kendimi- Fr. philosophie du proces; Al. pr~JUSsphilo­
zi musiki yaşanhsına bırakalım. Tek sophie]. En ünlü temsilcileri antik
tek sesler, notalar arhk parçalanmaya- Yunan'da Herakleitos, ça~daş felsefede
cakhr; bundan böyle dakika ve saniye- ise, Bergson, Dewey, Whitehead olan ve
ler yoktur, mekc!lrun her parçası uçup do~adaki yaraba ilerleme ve gelişme­
gitmiştir. Bir nota daha sonra gelen no- nin önemini vurgulayan felsefe türü.
tanın içinde kaybolur ve hareket sürekli Statik ve tözcü bir varlık görüşünden
bir akış halini alır. vazgeçerek, yaraba gelişme ve de~iş­
Bergson'a göre, insan işte bu yaşamda meyi ön pl~na çıkartan süreç felseiP.si,
maddeyi yener, meldrun suurlarırun üs- do~anın sürekli olarak de~işen olay di-
tüne çıkar ve içinde salt süreyi yaşar. zilerinden meydana geldi~ini; gerçekli-
İnsan, kendisini bütün benli~iyle bir işe l!;in temelinde, ttöz de~il de, süreç, yani
verdi~i zaman da aynı şeyi duyar. Geç- belli bir do~rultusu olan bir de~işme
miş, sürekli olarak bugüne ve gelece~e bulundu~nu; soyut kavramlar dışın­
do~ru akar. İşte, bu biricik gerçeklik da, herşeyin sürece tabi oldu~unu; dola-
olarak süredir. Bergson'a göre, süreyi yısıyla, dilin ve kavramlann, do~adaki
yaşayabilmemizin koşulu bellektir. Bel- süreçleri, de~şmenin sürekli olan do~a­
lek, zaman aralıklanru yener; geçmiş, sını ve akış içindeki olay ve varlıklarm
şimdi olarak yeniden yaşanır. Basit ve bireyselli~i ifade edemeyece~ini; ifade
süreklilik 811

etmeye kalkıştı~ında, birtakım para- memiş ve dünyayı meydana getiren


doksiara yol açtı~ını dile getirir. şeylerin bütünlü~ü, aralannda bir boş­
Ça~daş felsefede özellikle Bergson ve luk olmayışı olarak ifade edilmiştir.
Whitehead tarafından savunulmuş olan Bundan sondaki evrede ise, sürekli
ve gerçekligin dinamizmiyle sürekliligin olan, birimlere bölünmesi olanaklı olma-
vurgulayan bu felsefenin bir aya~ı ondo- yan özel türden bir büyüklük olarak ta-
kuz:uncu yüzyıl felsefesinde olmak duru- nımlanmıştır. Bu süreklilik anlayışı, 19.
mundadır. Buna göre, süreç felsefesi, on- yüzyılın Cantor ve Dedeldnd gibi mate-
dokuzuncu yüzyıl felsefesindeki dinamik matikçilerinin çahşmalanyla de~işince­
ve de~işen gerçeklik anlayışıyla, yine ye kadar, sürekli olmayan niceli~in bili-
aynı yüzyılda do~a bilimlerinin kazandı­ mi olarak aribnetikle, sürekli olan
~~ prestijten etkilenmiştir. Söz konusu iki büyüklü~ü konu geometri arasında bir
gelişmeyi evrim kavramında birleştiren karşıth~ın do~uşuna yol açmıştır.
ve ilerlemenin imkaruna san;ılmaz bir Bu ba~Jamda, bruısal yaratmanın bir
inanç besleyen Bergson ve Whitehead, kez olup biten bir şey olmayıp, sürekli
aynı zamanda evrim filozoflan olarak da oldu~unu dile getiren anlayışa sürekli
bilinir ler. yaradılış adı verilir.
süreklilik [Os. temadi, ittisı2l; İng. a:ıntinu­ Her yerde sürekli bir akış ve gelişme
ity; Fr. continuite; Al. continuitiit]. Ara ya oldu~nu, do~anın sıçramalar yapma-
da boşlu~un olmaması hali. Buna göre, dı~ını dile getiren, varlıkların evriminin
bir ka~ıda bir do~ru çizilirken, do~ru­ belli beli~iz bir biçimde ve en küçük bir
nun, kalemin hiç kaldınlmadan çizilmesi kesintiye u~ramadan gerçekleşti~ini sa-
durumunda, süreidi oldu~ söylenmeli- wnan ilke ise süreidilik ilkesi olarak ta-
dir. Yine, mekan ve zamanın sürekli ol- nımlanır.
du~u yerde, sayının süreksiz bir nicelik Yine, Leibniz tarafından formüle edi-
oldu~u söylenebilir. len, ve her türden de~işme boyunca, de·
Bilim öncesi evrede, süreklilik duyu- ~işenin iki hali arasında, sonsuz sayıda
deneyinin belirli apaçık olgulanna iliş· ara hal ya da nokta bulundu~unu dile
kin basit bir tasvir olmaktan öteye gide· getiren yasaya süreklilik yasası denir.
812 şankara

gulamak için, üçüncü b~r u!\sura, aracı


bir tasaruna ihtiyaç bulwldugunu savu-
narak, bu ögeye transendental şema
adım vermiştir.
Başka bir deyişle, Kant'a göre, olagan
durumlarda, kavram ile nesne arasında,
bir türdeşlik veya aynıcinstenlik bulun-

ş dugu için, kavramlan nesnelere uygula-


mada hiçbir güçlük olmaz. Bununla bir-
likte, kategoriler ve zaman ya da sezgi
formlan söz konusu oldugunda ayru ra-
hatlıgı bulamayız. Başka bir deyişle,
Şankara. Klasik Vedanta sisteminin ku- nedensellik kavranum, birini neden, di-
rucusu olan Hintli filozof. gerini sonuç olarak görecek şekilde ar-
Hindistan'ın hemen hemen tüm düşü­ dışık olaylara uygulamak, nedensellik
nürleri gibi, Şankara da temelde ve ön- kavranu zorunJulugu içerdigi, ama zo-
celikle insanın kendi varoluşunun dar runluluk da deneyimimizdeki bir unsur
kalıbından, acdan nasıl kurtulabilecegi olmadı~ için hayli problematiktir. Kant,
sorusunu yanıtlamaya çalışmıştır. Ona bu güçlügü gidermek, kategorileri empi-
göre, kurtuluş içimizdeki Atman'a er- rik olgulara nasıl uygulanabildiglııi
mektir. Insan böylelikle, yaşamın kısalı­ açıklayabilmek için söz konusu transen-
gının ve dışa bagımlılıgının kendisini dental şernalardan yararlamr. Şemalar,
arbk sımrlamadıgı bir aşamaya gelir. bir bakıma entellektüel, diger bir balcı­
Şankara insanı kurtuluşa götüren ma duyusal tasarunlardır. ömegin ne-
yolda, şu da vramş ilkelerini formüle et- densellik kategorisi için şema, bir kurala
miştir: Sonsuz olanla sonsuz olmayan göre zamansal ardışıklıkbr.
arasındaki farklılıgı görmek; bu dünya- Kant, Kritik. der Reinen Vemunft [Saf
da ve öte dünyada hiçbir ödül bekleme- Ak.Jın Eleştirisi) adlı temel eserinde an-
mek; kişinin belli bir iç barış saglaması, lama yetisinin kategorilerinin, duyarh-
kendine hakim olması, hazlar peşinde gın sezgilerinin fenomenlere uygulan-
koşmaması; kendi içinde yogunlaşması ması işlemine şematizm adım vermiştir.
ve inançlı olması; insanın dünyaya ba- Öte yandan, insanın gerçekligin unsur-
gımlı olmaktan kurtulmayı özlemesi lanru duyarlık aracıhgıyla ve empirik
şem:ıı [Yunanca 'slchenıa'dan; İng. schema; sezgiden hareketle soyutlamasına ve ye-
Fr. sch~ma; Al. schema). 1 En genel an- niden kurmasına imkan veren süreç ~e­
lamda, karmaşık bir bütünün ana un- ma/aştırma olarak tanımlanır.
surlarını ve işleyişini ortaya koyan şey [ing. thing; Fr. chose; Al. ding). Tözle,
çizim; tasvir ettigi şeyin ana çizgilerine yani kendisini belirleyen tüm nitelikler-
indirgenmiş resim. 2 Buradan teşmil den bağımsız olarak düşünülen gerçek
yoluyla, bir ders, kitap ya da makalenin ve somut özneyle eşdeger olan terim.
muhtelif bölümleri arasındaki baglan b· Olabildigince belirsiz olmakla birlikte,
lan belirten kısa serim, plan. her zaman somut ve bireysel olan var-
3 Biraz daha özel olarak da, gerçekligin lık.
birbirleriyle uyuşmaz ögelerini, aklın Kant, numen, yani kendinde-şey teri-
temin ettiği araçlarla özetleyerek, bu mine, şey sözcügünün söz konusu anla-
gerçeklige ilişkin bir tasarım, tasavvur mından hareket ederek vann.ışhr. Şeyle­
ya da imge sahibi olwunasuu mümkün re ilişkin düşüncelerimizi, bilgilerimizi,
kılan kavramiann tümü. İşte bu anlam- onların belirlenimleri ya da nitelikleriyle.
da, Kant nedensellik benzeri empirik ol- oluşturdugumuzdan, kendinde-şey, be-
mayan kavramlan deneysel olgulara uy- lirlenimi olmayan, düşünülemeyen ve
şizofreni 813

biJinemeyen varlıktır. AhiAkl anlamda sanki gerçek bir birey veya toplumun bir
ise, şey varolan, varoldugunun bilincin- betimlemesi olarak görülmesi, şeyleştir­
de olup, etkin ve özgür olan kişinin kar- ıneye bir örnek teşkil eder.
şısında yer alan bilinçsiz, pasif, ve araç- Şeyleştinne, Marksist teoride, insanla-
lar alanma dahil olan varlıktır. rın işten yabancılaşmalarıyla ve insani
şeyeilik [Şey anlamına gelen Latince res- varlı.ldardan ziyade, manipülasyona el-
ten türeyen teriın; İng. re i sm; Fr. reisnıe]. verişli nesneler olarak görülmeleriyle
Dünyarun bireysel somut nesnelerden ilişkili bir anlam içinde kullanılmıştır.
meydana geldigi kabulüne dayanan, on- Terimi popülerleştiren kişi, ünlü Macar
to lo jik ve semantik görüş ya da ögreti. düşünür tLukacs olmuştur. O, terimi
Aynı zamanda somutçuluk olarak da insani ilişkilerin, sanki, toplumsal dün-
bilinen ve ilk kez olarak Franz Brentano yanın degil de, dogal dünyanın ayrıl­
tarafından savunulan bu görüşe göre, maz bir yönüyınüşcesine, sabit ve de-
soyut özellikler ve durumlar, dünyanın gişmez bir njtelik kazanarak, insamn
repertuvarında yer almaz. Başka bir de- denetiminden çıkması durumunu ta-
yişle, temel gerçekliklerin somut nesne- nımlamak için kullanmıştır. Şeyleşme
ler olduklarını iddia eden şeycilik, yal- terimini, bu sürecin kapitalist toplumlar-
nızca tözlerin, tözlerin parçalannın ya da ortaya çıktıgını söyleyerek, yabana-
da özelJiklerinin varolduklannı, düşün­ laşmayla baglantılı bir biçimde kullanan
cenin nesnesinin, bir önerme degil de, Lukacs, bununla insani olan herşeyin,
her zaman bireysel bir nesne oldugunu; insani degerini yitirerek, maddeleşmesi­
şeylerin beyaz, katı, parlak, v. b. g., ol- ni anlatmak istemiştir.
dukları söylenebilse de, beyazlık, katı­ Şiilik. İslanuyette, Peygamberin ölümün-
lık, parlaklık diye bir şey bulwunadıgı­ den sonra kimin halife olacagı tarhşma­
nı savunur. Şeycilik, 20. yüzyılda sına baglı olarak müslümaniann ikiye
antimetafiziksel ve maddeci bir dognal- aynlması.nın sonucunda ortaya ç1kan iki
tuda geliştirilmiştir. mezhebten biri.
şeyleştirme [Şey anlamına gelen Latince Peygamberin ölümü üzerine, Ali bin
res ve yapmak anlaıruna gelen face:re fii- Ebutalib'in ilk halife olması gerekligini
linden türetilen terim; İng. reificatiom Fr. söyleyenierin baglandıgı siyasi bir akım
reification). Bir soyutlama, zihinsel ya da olarak ortaya çıkan Şiilik, daha sonra
ideal bir nesne ya da şeyi züıinden ba- sünni inançtan aynlan bir mezheb dunı­
gunsız bir tarzda, nesnel bir biçimde va- muna getirilmiştir. Buna göre, şiilik bir
rolan bir şey olarak degerlendirme; salt mezheb olarak, halifeligin A1lah'm buy-
öznel ya da zihinsel olanı dış gerçeklige ruguyla Ali'ye verilmiş oldugunu, yal-
yansıtma; insani olaru dogal, nesnel ve nızca Ali'nin soyundan gelenlerin halife
insana yabancı bir şey haline getirme sayılabilecegini, Ali'nin soyundan gelen-
tavn ya da yanlışı. lerin, oniki imarnın kutsal bir kişilik ta-
Buna göre, şeyleştirme, bir şey (bir şıdıgını, Ali'yi sevenleri sevmek, onu
nesne veya bir insan varlıgı) teori veya seçmeyenleri sevmemek gerektigini be-
uygulamada, bir nesne ya da meta ola- lirtir.
rak degerlendirildigi zaman söz konusu şizofreni [Yunanca 'ayırmak' anlamına ge-
olur. Yine buna yakın bir anlamda, şey­ lenskhidzein'le 'düşünce' anlanuna ge-
leştirme, insanın kararı ve eylemine lenphrenos'tan; İng. schizophrerıia; Fr. schi-
baglı olan bir şey, örnegin bir kurum ya zophrenie; Al. schizophrerıie). Kendini,
da toplumsal pratik. insandan bagımsız kişiligin parçalanması, düşünce hayatı
dışsal bir nesne, bir şekilde kendine ait veya heyecanlardaki bozukluk, gerçeklik
bagunsız bir varoluşa sahip bir şey ola- duygusunun yilirilmesi veya dJş dünya
rak görüldügü zaman söz konusu olur. ile kurulan bagm kopması gibi emareler-
Nitekim, bir tip ya da ideal bir türün, le belli eden bir psikoz.
814 tövenizın

Genellikle 15-35 yaşlan arasında yaka- alanlarda kullaıulmaya başlamruştır.


lanılan bir hastahk olarak şizofrenide, Öme~in, feministler, özellikle de radikal
benmerkezci bir düşünce yapasına sahip feministler, erke~i kadm karşasmda en-
bulunan hasta kendine özgü bir dünya- tellektüel, ahllli. biyolojik bakunlardan
da, bir düşler aleminde yaşar. üstün gören cinsiyet ayarımalı~a erkı!Jc
şövenizm [İng. chauvmisnr; Fr. chauvinis- şövenizmi adıru verirler. Yine yakın za-
me] Napolyon'un askerlerinden, kendisi- manlarda, çevrecilik, insan türüne açak
ni ülkesi, vataru u~na feda ebnekte bir ya da örtük olarak, evrende ~stün ve ay-
an bile duraksamayan Chauvin'i model ncalıklı bir yer ya da konum veren gö-
alan, aşara ve ve saldargan vatanseverlik rüşleri insan veya tür şölHmizmi olarak
Şövenizm terimi, yakan zamanlarda saruflamaktadır.
biraz daha farkla bir anlamda ve farkla
·tam 815

sine ve dolayısıyla Descartes tarafından


savunulmuş olan akıla bilgi anlayışa
karşı çıkarken, diger yandan Aristote~
lesçi pasif ruh anlayışnu benimsemesi~
nin bir sonucu olmak durumundadır.
Locke'un hemen tüm 18. yüzyıl filozof-
ları tarafından da kabul edilen ve klasik

T tdavranışçılıkta da yaşayan bu bilgi an-


layışına göre, insanlarda zihinsel ya da
entellektüel bakundan söz konusu olan
tüm farklılıklar, bireylerin tecrübe ya da
deneyimlerindeki farklılıklarla, egitim-
lerindeki farklılıklara baglanmalıdır.
tabiiyyun. İslam düşi.incesinde, dünyanın Epistemolojik bir ögreti olan tabula rfiSQ
yoktan var edildi~, kendi dışındaki ögretisinin sosyal bir boyutu vardır. Top-
mutlak, iradeli ve yüce bir güç tarafından lumsal eşitsizligin biyopsişik kökenieri
düzenlenip yönetildiğini savunan ve bu oldugu görüşüne karşı Çlkan Helvetius,
çerçeve içinde, Kur'an ve hadisiere daya~ benimsedigi tabuftı rClSa ögretisine daya-
nan düşünce ak.Jmlarına karşı olan ve narak, insaniann dünyaya eşit geldikleri-
dogayı temele almakla birlikte, madde ni, onlann bütünüyle içinde bulundukla-
dünyası dışında ruhun ve Tann'nın var~ n koşullarm ürünü ve aldıkları e~timin
lıgını kabul eden görüşe verilen ad. eseri olduklannı öne sürmüştür.
Evrenin, dogal nesnelere ek olarak, takdis. İslamda, Allah'ı yaratılmışların
dogal olmayan bir nesne türü de içerdi~ niteliklerinden tenzih etme anlarnma
gini, bu varlıgm Tanrı oldugunu, gelen terim.
Tanrı'run hikmetinin yarattıgı eşyada t~ tam [İng.· complete; Fr. complet; AL
celli ettigini belirten, dogayı bilimsel ya vollstiinding]. 1 Eksikli~ olmayan, keisin-
da dogaı yöntemlerle araşhrmayı savu- tiye ugramanuş olan; 2 yetkin, mükem-
nan, bilginin temeline deney ve tümeva- mel, kusursuz olan; 3 tüm unsurlara sahip
rınu yerleştiren bu okulun kurucusu ve bulunan 4 bütünlügü içinde alınan şey
en önemli temsilcisi El Razi dir. için kullanılan sıfat
tabula rasa. İngiliz empirist felsefe gelene~ Bu baglamda, bir suuftn tüm üyeleriyle
~nin kurucusu olan tlocke'un, bilginin ilgili bir dogruyu, bu dogrunun söz ko-
duyu-deneyinin sonucu oldugunu, zi- nusu sınıfın her üyesi için geçerli oldu-
hinde doguştan düşünceler bulunmadı~ gunu gözledikten sonra ifade eden; sı­
guu, manhk ilkelerinin bile sonradan rurlanmamış bir genelierne ya da tümel
kazanıldıgını söylerken, zihnin doguş­ bir önermeye, genelierne ya da tümel
ta, her tür deneyim öncesinde bomboş önermenin kapsamı içinde kalan tüm bi-
olduguna işaret etmek için kullanmış reyleri tek tek inceledikten sonra ulaşan
oldugu Latince terim. tümevanmsal akılyürütmeye veya bir
Locke'un söz konusu bilgi anlayışına cinse, o cinsin tüm türlerini tek tek ince-
göre, insan zihni pasiftir, dış dünyadaki ledikten sonra varma işlemine tam tüme-
uyaranların etkisiyle aldı~ı duyumlan vanm adı verilir.
işleyerek bilgiye ulaşır, fakat kendi ba~ Buna mukabil, uzlaşunlaşmanın tüm
şma hiçbir şey yaratamaz, zira insan adun ya da aşamalarından geçerek, tam
zihni dogtışta bomboştur, boş bir levha anlamıyla ve gerçek bir uzlaşun olarak
gibidir. Bilgi bu levhaya, dıştan gelen standartlaşmış, uzlaşunla ilgili olan tüm
birtakım işaretler kazındıkça oluşur. insanlar arasında yaygınlaşarak herkes
Locke'un söz konusu tabularasa ögreti- tarafından kabul edilmiş söz ya da söyle-
si, onun bir yandan +Descartes'ın kendi- nime; ortak bir dili kullanan insaniann
816 tamalgı

bir deyimi ortak bir bilinçle kullanmaları, de, algılama tarzları olan, zaman ve
düzgün ve düzenli bir iletişimsel davra- mekan kavramlarmdan ve Kant'ın nice-
nış sergilemeleri durumuna tanıuzlaşını lik, nitelik, bagantı ve kiplik başlıkları
denmektedir. altTnda diizenledigi bir dizi kategoriden
tamalgı [Os. özidrak; ing. apperception; Fr. meydana gelmektedir.
aperception; Al. apperception]. İnsanın dı­ tanım [Os. tiirif; ing. de.finition; Fr. definition;
şındaki şeylere yönelen zihin hali olan Al. definition]. Bir sözcügün ya hemen
algıdan farklı olarak, kişinin kendi zi- herkes tarafından kabul edilen ya da
hinsel tasanınlarına dair kavrayışı, onu kullanan kişi tarafından kastedilen
kendi benine ilişkin bilinci, kendi bilin- anlamını ortaya koyma, bir kavramın
cine ilişkin algı.sı. Algının, algılanmış anlamını belirleme, o kavrama yüklene-
olanın kavranmasından, tanınmasından bilecek özellikleri dil yoluyla ifade etme
meydana gelen son ve açık evresi. işlemi.
Refleksif bilinç, içebakış, bene ilişkin Bir şeyin, bir düşünce ya da kavramın
bilgi gibi kavraın ve deyimlerle de ifade özsel özelliklerinin, yüklemlerinin, nitelik
edilen kavrama, ilk kez olarak Alman fi- ya da yönlerinin ifade edilmesi, betimlen-
lozofu tLeibniz tarabndan teknik bir mesi işlemiyle belirlenen tarumın yerine
anlam yüklenmiştir. Buna göre, Leibniz getirmek durumunda oldugu en önemli
ideleri, iradi bir karar ve eyleme baglı işlev, açıkça anlaşılmamış sözcükler
olarak, birleştirme ve yeni baştan dü- için, açık ve seçik olarak anlaşılan başka
zenleme faaliyetine, bilinçaltındaki dü- sözcüklerle ifade ~ilen anlarnlar sun-
şünce ve izlenimleri bilinç yüzeyine çı­ makhr. Tanarn çok anlamWıgı, anlam be-
kartarak tutarlı bir düzen içine oturtma lirsizligini, anlaşılmazlıgı ve karanlıklı~
ve böylelikle onları anlamlı hale getirme ortadan kaldırmaya yarar. Bu baglarnda
faaliyetine tamalgı adı vermiştir. tanunlar, a) sözcüklerin nasıl kullaruldı­
Tamalgı kavramını Leibniz'den ahp ge- guu ve b) kuJiarulacagtnı göstenne işlevi
liştiren tKant, biri empirik, digeri de gören açıklamalardır.
transendental olmak üzere, iki tür tamal- Tanımın mahiyeti ve işlevi konusunda-
gıdan söz etmiştir. Bunlardan empirik ki görüşler kabaca üç başlık al b nda top-
tamalgı, bilincin degişen koşullarına lanabilir: Söz konusu tarum görüşlerin­
baglıdır. Bu anlamda tamalgı, benin, bi- den 1 birincisi olan özcü tanını anlayışına
lincin aktüel, somut ve degişen hillerine göre, tanımlar, betimlere kıyasla kesin
ilişkin algısıdır. Bu tür bir işlev, saf ben ve dakik bir bilgi aktanrlar; varolanla-
tarafından de~l de, empirik ben tarafın­ nn, onlan her ne ise o yapan özlerini or-
dan gerçekleştirilir. taya koyan tanımlar, entellektüel görü,
Buna karşın, transendental tamalgı, saf kavram analizi, sezgi veya refleksiyon
akıl, ve dolayısıyla bilincin, içsel, temel, adı verilen biliş tarzlarıyla aynı zaman-
degişınez ve transendental birli~ anla- da yarulmaz bir bilgi saglar. tPiaton,
nuna gelir. Bu tilr bir tamalgı, kişinin, bi- tAristoteles, tKant ve tHusserl gibi filcr
lincin dogrudan ve anlık degişmeleri zoflar tarafından savunulan bu tanım
boyunca, bir birlik olarak varolmaya görüşüne göre, tanım felsefi araştırma­
devam eden kalıcı yönüne karşılık gelir. mn temel aracı olup, bize sezgi, analiz,
Söz konusu tamalgı, bilincin, algılarımı­ entellektüel görü yoluyla keşfedilebilir
zın içeriginden önce gelen ve onların olan özel nesne öbekleri hakkında kesin
düzenlenerek anlamlı olmalanru ola- bilgi verir.
naklı kılan birligi, saf algı ya da ben an- 2 İkinci tanım görüşü ise, tPascal,
lammdadır. Başka bir deyişle, bilincin tHobbes, tRussell, tQuine, tCarnap,
bu transendental birligi, tüm algı verile- Hempel ve birçok çagdaş mantıkçı tara-
rinden önce gelir ve bu algı verilerine fından benimsenen kuralkoyucu tanım an-
düzen kazandırarak, onları anlamlı hale layışıdır. Bu anlayış, tıpkı özcü gelenek
getirir. Bu birlik, algırun nesneleri degil gibi, tarumların düzeltilemez ve kesin
tan1mfama 817

oldugunu kabul eder, bununla birlikte sahip oldugu niteliklerini, bir türün için-
tanımiann yanılmazhgını, onların bilgi deki bireylerin kendilerine özgü kalan
aktardıguu yadsıyarak ve onları sembo- tekil özellikleri degil de, o şeyin özsel
lik uzlaşımlar şeklinde açıklayarak te- özellik ya da niteliklerini, ôzsel yönleri-
mellendirir. 3 Üçüncü tanım görüşü ni, gerçek dogası ya da özünü ifade et-
ise, J. S. tM ili, G E. tMoore ve dilci felse- melidir. 2 Bir tanım, tanımlanan şeyin
fe gelenegi tarafından benimsenen dilci yakan cins ve türsel ayınmını belirtıneli­
tanım görüşüdür. Bu anlayış, tanımların dir. 3 Tarumlananla. tanımlayanlardan
bilgi aktardıgını söylerken özcü görüşe, meydana gelen bir tanımda, tanımlanan
tarumların kuşku duyulamaz kesin bil- tanımlayanlar arasında yer almamalı­
giler aktardıgı fikrine karşı çıkarken ku- dır. 4 Bir tanım söz konusu oldugunda,
ralkoyucu anlayışa yaklaşır. Bu görüşe tarumlayanları, tanımlanana kıyasla
göre, dilsel davranışla ilgili empirik ka- daha iyi bilmeli, tanımlayanlarla daha
yıtlardır. tanışık olmalıyız; bu baglamda, tanım­
tanama [Os. teşhis, mdrifot; Ing. recognition; layanların tanımlanandan daha açık ve
Fr. reconnaiStJnce; Al. erkermen, dankbarhı­ anlaşılır olması gerekir.
eit]. Bir şeyi, bireysel bir varhgı ya da 5 Tanımlananın tanımlayanlara man-
tikel bir nesneyi belirli bir tü rün üyesi nksal bakımdan eşdeger ve tarumlayan-
olarak, belirli. bir kategori ya da kavram larla eşanlamlı olması gerekir. 6 Bir
çerçevesi içinde görme. Nesneyi kapla- tanım tam ve dakik olduktan başka, ne
mına girdigi kavraırun ömegi olarak al- fazla dar, ne de fazla geniş olmalıdır. 7
gılama, ilgili kavram ya da kategori çer- Bir tanım anlam bakımından belirsiz ya
çevesi içinde yorumlama faaliyeti. da çok anlamlı oJmamahdır. 8 Bir tanım
tanırncılar [İng. definists; Fr. dtjinistes]. karanlık ve anlaşılmaz olmamalı, her-
Ahlak felsefesi alanmda, ahWd terimierin kes tarafından kolaylıkla anlaşılabilir
ahlik alaruna giren varilkiann özellikleri- olan bir terminolojjyle ifade edilmelidir.
ni gösterdiklerini, bu terimierin t.anamla- 9 Bir taru.rru.n mecazlarla ya da figüratif
nabile~, ahlAki yargılann ahlakf bir bir dille ifade edilmemesi gerekir. 10 Bir
ilgiye konu olan varlıklara özellikler yük- tanımda olumsuz terimler yer almamalı­
leyen önerme ya da türnceler oldugunu dır. 11 Bir tanım karşıt terimlerle de
savunan filozoflar. ifade edilmemelidir.
tanım kuralları [İng. rules for defining; Fr. tanımlama [İng. defining; Fr. dtfinir]. Kav-
regles de la definition]. Filozof ve mantık­ ramlann, onların dildeki ifadeleri olan
ÇJların, özellikle de özcü tanım gelenegi terimlerin, sözcüklerin anlaşılmasıru
içinde yer almış olan düşünürlerin, saglamak amacıyla başvurulan işlem
tPlaton ve t Aristoteles'ten başlayarak ya da faaliyet.
saptamış olduklan, iyi bir tarunu belir- Tanımlama konusunda dikkate alın­
leyen temel koşullar; iyi bir tanım kola- mak durumunda olan ve bize tarumla-
biirnek için uyulması gereken temel ku- manın konusunu, amaanı ve yöntemini
rallar. veren üç temel soru vardır: ı Neyi ta-
Iyi bir tanım için vazgeçilmez koşullan nımlanz?, 2 Niçin tanımlanz?, 3 Nasıl
ifade eden bu kurallar, tarumlanan kav- tanımJanz7 Birinci soruya felsefe tarihin-
ram ya da terimierin anlamJan ifade edi- de üç farklı yanıt verilmiştir: a) Dilci fi-
lirken söz konusu olabilecek aşan bir lozoflara göre, dilsel nesneleri ya da söz-
tözneldligi ve tgöreliligi engelleme, ve cükleri tanımlanz. b) Buna · karşın,
iletişimde söz konusu olabilecek keyfilik Aristoteles, İngiliz empiristleri, Kant ve
ve karışıklıgı sınırlama amaana hizmet Husserl gibi füozoflara göre ise, zihinsel
eder. nesneleri ya da kavramları tanımlanz. c)
Bu kuralların belli başlıları şunlardır: Buna karşın, Platon, zihindışı nesneleri
ı Bir tanım, tanımlanan şeyin, anzi, ili- ya da soyut İdeaları tanımladıgımızı
neksel özelliklerini, onun her nasılsa söylemiştir.
818 tan1mlanamayanlar

'Niçin tarumlarız?' sorusu söz konusu yaşamış olanlar için bile tanımlanabilir­
oldu~unda, yani tam.mlamanın amacı lik özelli~ine sahip degillerdir. Özellikle
dikkate ahndı~ında, tanımlamaya şu duygular söz konusu oldu~unda, bunla-
dört de~işik amaçla başvuruldu~u söy- nn ancak betimlenebilecek.leri, sözler,
lenebilir: I Anlam kazandırma, II Anlam renkler, sesler ve şekiller yardımıyla ifa-
belirtme, lll Anlam düzeltme ve IV Et- delerinin bir dereceye kadar mümkün
kileme. Buna göre, anlam kazandıran ta- oldu~u söylenir.
rumlar, henüz dilde bulunmayan yeni Bunu bir örnek aracılı~ıyla şöyle açık­
bir sözcü~ü dile sokmak için başvuru­ layabiliriz: Vücudumuzda bir acı hisset-
lan tarumlardır. Anlam belirten tarumlar ti~imiz. zaman, bu acıyı tüm :mmutlu~u
ise, bir dile girmiş olmakla birlikte, pra- ve tüm nüanslan içinde hisseder ve ya-
tik bir şekilde, yani dili kullanmasım şanz. Bunwtla birlikte, kendi acınuz
bilen yetişkin insaniann dilsel davra- hakkında yaşadıklarımızı ve bildikleri-
nışlarıru gözleyip taklit etme suretiyle mizi birtakım mecazlar kullanmadan,
ö~renilememiş sözcükleri anlamarnaza açık ve seçik terimlerle dile getirmeye
yardımcı olan tanımlardır. Buna karşın, çalıştı~ımız zaman, acıınızia ilgili ola-
anlam düzelten tanunlar, günlük dilde rak yaşadı~ımız ve bildi~imiz şeyler­
geçen ve önemli bir kısmı çokanlamlı ve den, birtakım mecazlar olmadan, ne
belirsiz olan sözcüklere daha belirli bir kadar azııu ifade edebildiğimizi hemen
anlam kazandırma çabasıyla yapılan ta- farkedebiliriz. Belki acırun bulundu~u
rumlardır. Etkileyici tarumlar ise, amacı yeri gösterebilir, acının yo~unlu~unu ·
do~rudan do~ruya insanları etkilemek yaklaşık olarak betimleyebiliriz. Bunun
olan tarumlardır. ötesinde yapaca~ımız herşey, birtakım
'Nasıl tarumlarız?' sorusu dikkate alın­ mecazlar kullanmaktan ibarettir; aayı
dı~ı zaman, tarumlama yöntemlerinin, zonklayan, i~e gibi batan, yanan, kes-
yarı-dilsel tanımlama yöntemleriyle tam- kin kör, v. b. g., bir şey olarak tasvir
dilsel tanımlama yöntemleri olarak iki edebiliriz. İşte bu durum, dış deneyime
başlık altında toplanabilece~i söylen- konu olamayan içsel ya~ntıların birta-
miştir. Bunlardan yan dilsel tanımlama­ kım mecazlarla, yaklaşık olarak betim-
lara göstererek tanınılama adı verilir. Bu lenebilseler bile, tanunlanamayacakları
türden bir tarum, bir sözcü~ü, sözcü~ün anlarruna gelir.
kullaruldı~ı r\esneyi ya da nesne türü- 2 En yükse.k cins kavranılan. Bu türden
nün bir örnetini göstererek kullanmak kavramiann kliisik öme~i, Aristoteles'in
suretiyle olur. Buna karşın, tam dilsel kategoriler arasında saydı~ı 'zaman',
yöntemler, dili kullanmak, önermeler 'mek~n' ve 'varlık' gibi kavrarnlardır.
kurmak suretiyle gerçekleştirilen tarum- Bu kavramlarlll kaplamsal tarumlan ya-
lardar. pılabilmekle birlikte,· içlemsel tarumlan
tanımlanamayanlar [Os. gayri kabili tanf, yapılamaz. Bu ise, tarumla bize bilgi
İng. indefiruıblı!s; Fr. indtfinissables]. Man- veren içlemsel tarumı anladı~uruz için,
tıkçı ve metodologlar tarafından sözü en yüksek cins kavramlannın tarumla-
edilen, kaplamsal olarak tarumlanabilse- namaz oldu~u anlamına gelir. Öme~in,
ler bile, en azından içlemsel olarak ta- 'varlık' kavramı, bu bakundan özel bir
rumlanamayan şey ve kavramlar. örnek oluşturur. 'Varlık' kavramı, üze-
Tarumlanamayanlar iki kategori altlll- rinde başka bir cins kavramı bulwuna-
da toplanabilirler: 1 Dış deneyim konusu dı~ı için, kapiarnı en geniş olan kav-
olrTZQyan içsel yaşantılar. Belli bir şeyi ramdır. 'Varlık' kavramiilan kaplarm
kendi içinde duyumsamarruş ya da belli sırursızdır zira o 'varolanlar'ın tümüne
bir duyguyu yaşamanuş olan birine, işaret eder. Kaplanu sınırsız olan varlık
söz konusu duyum ve duygu tanarn yo- kavramı, bununla birlikte içiemi en yok-
luyla ifade edilemez. Hatta, bu duyum sul olan, tanımlanabilecek bir özelli~i
ve duygular, bunlan duyumsamış ve bulurunayan kavramdır.
Tann d~vleti 819

tanımlanamaz bir şey olarak iyi [İng. la taıumlanabilmesi için sahip olmak zo-
good as sonıething indejinable; Fr. bon runda oldugu nitelik
conınıe quelque c/ıose indefınissable ]. Çag- tanıtlama [Os. beyan, sübüt; İng. denıons­
daş İngiliz filozofu G. E. tMoore'un, iyi- ITatioıı; Fr. denıonstration; Al. beweis, de-
nin tanımlanamaz bir deger oldugunu, nıonstration]. Metallerin genleşmesini
ya da iyiyi tanımlamanın en azından ısıya dayandırına, cisimlerin düşüşünü
sarı rengini taıumlamak kadar güç oldu- yerçekimine baglama işleminde oldugu
gunu dile getiren görüşü. gibi, ortak terimleri bulunmayan öner-
İyi tanımlamayı san rengini taıumla­ meler arasında bir nedensellik bagınıısı
maya benzeten Moore'a göre, sarıyı ta- kurma işlemi.
nımlamayı, imkansız degilse bile, ol- Tanıtlaınarun salt mantıktaki karşılıgı
dukça güç bir iş haline getiren şey, olan, ve ortak terimleri bulunan iki öner-
onun temel ve biricik bir nitelik olması­ me arasında, bu terimierin içiemleri ve
dır. Bu baglamda, iyiyi tanımlayan kaplamları bakımından kurulan manbk-
önermeler, analitik degil de, sentetik sal ilişkiyle belirlenen kanıtlama zorun-
önennelerdir. Bunlar kendilerini meyda- luluk karakteri taşıdıgı halde, tamılama­
na getiren bileşenlere ayrılarak analiz nın en önemli özelligi hep bir olasılıgı
edilebilir, fakat iyinin kendisi bölüneme- ifade etmesidir. Çünkü metallerin ısıbl­
yen, analiz edilemeyen, gerçek fakat dıklan zaman genle-şmesi, bırakılan her
basit bir idealdir. Moore iyiyi, işte tam dsrnin düşmesi, aksi hiçbir zaman gös-
olarak bu çerçeve içinde sarıya berızet­ terilememiş olsa da, son çözümlemede
miştir. Ona göre, san yı her ne kadar ta- olgusal bir ilişkinin ifadesi olarak olası­
nımlayamasak da, sarı terimini güvenle lık gösterir, olumsallık sergiler.
kullanır ve san renkli bir nesneyi en Tanrı [Os. Rab, Cendbı lıak; Ing. God; Fr.
küçük bir güçlük yaşamadan tanır, Dieu; Al. Gott]. Metafiziksel düşüncede,
ayırd ederiz. Bu çerçeve içinde, san ren- vahiy, otorite ya da inanç temeli üzerin-
gini tanımlamayı oldukça güçleştiren de varoldugu kabul edilen, varlık ve de-
neden, onu tanımlarken, hemen tanım­ gerin kaynagı olan mutlak, zorunlu,
ladıgımız şeyi unutarak, başka bir şeyi yüce varlık Dogaı:un bir parçası olma-
tanımlamaya geçmernizdir. Örneğin, sa- yan, ama dogaıun yaratıası ya da nede-
rının, belirli ışık titreşimleri normal ni olan, zaman ve mekan kavrarnlarının
göze çarptıgı zaman ortaya çıktıgını kendisine uygulanamayacagı, varlıga
söy !emek, bir renge ilişkin algının rne- gelmiş oldugu düşünülemeyen, doga-
kanigiy le ilgili tam ve kesin bir bilimsel dan çok daha kudretli ve mutlak iyi olan
belimierne olabilir. Fakat 'san' sözcügü, dogaüstü, ezeli-ebedf ve sonsuz varlık.
bilimsel ölçüınierin sonucu olan bir bil- Doganın üstünde ve ötesinde olan, do-
ginin adı olmaktan çok, gördügümüz ganın ve insan yaşamının çeşitli boyut
bir rengin ismidir. Aynı şekilde, iyiyi ta- ya da görüntülerini yöneten yüce varlık.
nımlamaya kalkıştıgımız zaman, onu Tann devleti [İng. state of God; Fr. ciU de
daima başka bir şeyle özdeşleştirme Dieu ]. Ortaçag düşüncesi ya da felsefe-
egiliminde olur, örneğin iyiyi hazla ya sinde, gerek İslaıniyette ve gerekse Hris-
da mutlulukla tanımlanz. iyiyi ömegin tiyanlıkta, kötü yönetim ya da yeryüzü
hazla taıumlamak ise, Moore'a göre, devletininin karşısına geçirilen Gökyü-
başlangıçta sorulan iyinin ne oldugu so- zü devleti ya da iyi yönetim şekline ve-
rusunu yanıtsız bırakmaktan başka bir rilen ad.
şey degildir. Bundan dolayı, iyi tanım­ Bu anlayış, yani Kilise ve devlet, tinsel
lanamaz. otoriteyle siyasi otorite, Gökyüzü devle-
tanımlayıcı özellik [İng. defining characte- tiyle Yeryüzü devleti arasındaki karşıt­
ristics]. Bir şeyin her ne ise o olarak tanı­ lık ilk kez olarak, Hristi yan Ortaçag fel-
nabilmesi, sıruflanabilmesi ve dolayısı y- sefesinin ilk büyük düşünürü olan Aziz
820 Tanrı dünya ilişkisi

t Augusi:inus tarahndan ifade edilmiştir. uyar, prens ise, belli bir tabakarun ya da
O, bu çerçeve içinde, Tann'ya yönelmek kendisinin iyili~ini de~il de, herkesin
yerine maddeye yönelip, Tanrı'da~ çok iyili~ini düşünür. Burada, prens ya da
yeryüzünü ve kendisini sevenlerin, ruh- yönetici, yönetmekten çok, hizmet eder.
lan tensel yönlerinin, duyusal istekleri- Yeryüzü ya da dünya devletinde ise, ilk
nin hizmetine girmiş olanların bir araya günahın ürünü olan madde hırsı, mülki-
gelerek yeryüzü devletini, buna karşın yet, kölelik ve eşitsizlik vardır. Burada
iyi ve gerçek aşk içinde olup, ruhsal prens ya da yönetid, boyun e~dirdi~i
yönlerini temele alarak yaşayan ve halkın iyili~ini düşünerek de~il, 'ege-
Tann'yı sevenlerin de gökyüzü devletin- menlik sevgisi' ile, 'tahakküm etme ar-
de birleştiklerini söylemiştir. zusu'yla, başkalarına üstün olmak, on-
Augustinus bu bakış açısını siyaset fel- lara baskın çıkmak hırsıyla yönetir.
sefesinden başka, insanlık tarihine de Oysa, Tanrı, Aziz Augustinus'un hiye-
uygulamıştır. İnsanlık tarihini Tanrı rarşik dünya görüşüne göre, yaradılı­
devletiyle yeryüzü devletinin, başka bir şın en yüksek ve en de~erli eseri olan
deyişle, insanın bedensel ya da duyusal insanı başka insanlara de~il de, hayvan-
yanıyla ruhsal ya da tinsel yanının ça- Iara egemen olması, duyusal yaruru sı­
tışmasının bir tarihi olarak gören Au- nırlaması için yaratmıştır.Augustinus'a
gustinus'a göre, yeryüzü devleti, iblisin göre, yeryüzü devleti, onun esaslarını
ayaklanmasıyla başlayıp, Asur ve Roma belirledi~i ve ideal bir model olarak gör-
imparatorluklarıyla gelişen, şeytanın dü~ü Tanrı devletine olabildi~ince ben-
krallı~ıdır. Buna karşın, gökyüzü devle- zemek durumundadır. Bu ise, ancak
ti, Yahudi halkında ortaya çıkan, kendi- aşkla, insanların aşkın nesnelerine hak
sini Hristiyanlık inancı ve Kilisenin dog- etti~i de~eri venneleriyle, yeryüzü dev-
malanyla sürdüren lsa'nın krallı~ıdır. O, letindeki Tann devleti vatandaşiann sa-
yeryüzü devletlerinin örneklerini oluştu­ yısının artmasıyla olur.
ran Asur ve Roma imparatorluklannın Tann dünya ilişkisi [İng. relanon between
yıkılıp gitti~i, zira bu devletlerin geçici God and the world; Fr. relanon entre le Dieu
oldu~nu, göküyüzü devletinin son çö- et le monde]. Tanrı'yla O'nun tarafından
zümlemede zafer kazanaca~ını söyler. yaratılan dünya arasındaki ilişki. Dü-
Onun gözünde, Hristiyanlık ve Kilise, şünce ve dinler tarihinde, bu ilişkiyi
gökyüzü devletinin etkisini duyurmaya açıklamayı amaçlayan beş ayn kurarn
başladı~nu gösteren yapı taşlarıdır. Au- öne sürülmüştür.
gustinus'a göre, Tann devletinin yeryü- 1 Ereksel neden olarak T ann. t Aristoteles
zündeki temsilcisi Kilisedir. tarallndan benimsenen bu anlayışa göre,
. Yeryüzü devleti ve gökyüzü devleti, Tann evrenin, fail de~il de, gai ya da
dünya devleti veTann devleti aymrruy- ereksel nedenidir. Bu anlayış, Tann'nın
la, daha çok kötü yönetimlerle iyi yöne- hiçbir şeye ihtiyacı olmadı~ını söyler.
timleri anlatmak isteyen Augustinus'a Saf Fonn olan Tann hiçbir şey yapmaz,
göre, Tann devleti dünya devletlerinin hareket ve eylemleriyle evren üzainde
örnek almalan gereken ideal ve ebedi etkide bulunmaz, fakat dünyayı. dünya-
bir devlettir. Tann'nın yönetimi alb.nda run kendisini özlemesi suretiyle etkiler.
olan, yürekleri Tann sevgisiyle dolu in- Varlıkta olup biten herşey, hep madde-
sanları birleştiren gökyüzü devletinde nin Tann'yı özleyişi yüzünden olur ve
günah yoktur. Günah olmadı~ı için de, Tanrı, ancak bu özleyişin konusu olması
ilk günahın eseri olan mülkiyet ve köle- dolayısıyla, her türlü hareketin nedeni
lik de yoktur. Bundan dolayı, Tann dev- olup çıkar.
letinde eşitlikçi bir düzen olmalıdır. 2 Tanrı'dan başlayan türilm sürecinin
Tanrı devletinde, prens uyruklarına sev- ürilnil olarak dünya. Bu tür bir anlayışın
giyle hizmet eder; uyruklan prense ilk öme~ine, Hellenistik dönem felsefe-
Tanrı'nin sıfatlan 821

si olan t Yeni-Platonculuk'ta rastlaıur. olan dünyaya içkin olarak varolur.


Tanrı'nın bir, basit, bölünemez ve degiş­ Tanrı, sonsuz bir yetkinlik hal~ yani
ınez oldugunu öne süren tPlotinos, için- dünyafUJ\ kendisine ulaşmaya çalıştıgı
de yaşadıgımız dünyanın varoluşunu nihai hedef olarak varolur.
açıklay.abilmek için, bir türüm ögretisi Tanrdarla devierin savaşı [İng. battle of
geliştirmiştir. Bu dünyadaki şeylerin tlte Gods and giants; Fr. baltaille des dieus et
kaynagını, onların Tanrı'dan zorunlu- les geants]. Platon'un Sofist adlı diyalo-
lukla çıktıgıru, türedigini ya da sudCır gunda (24SE-246E), iki ayrı türden dü-
ettigini söyleyerek açıklayan Plotinos'a şünür arasında oldugunu söyleyip be-
göre, varolan şeyler Tanrı'dan, ışık, timledigi savaş.
kaynagı olan güneşten nasıl çıkıp yayı­ Gerçekte maddecilerle idealistler ara-
lıyorsa, öyle çıkıp yayılır.Tann, he~­ sında olan ve bugün de sürüp gibnekte
yin kaynagıdır, fakat bir şeyi dogrudan bulunan bu savaş ya da kavganın mad-
bir biçimde varlıga getirmiş degildir. deci kanadı o gün için. tMilet Okuluyla
Başka bir deyişle, nasıl ki ışık ışınları başlayıp atomculara dek uzanan filozof-
güneşe eşit degilse, aynı şekilde varo- lar tarahndan temsil edilmektedir. Bu fi-
lan hiçbir şey de Tanrı'ya eşit degildir. lozoflar, Platon'a göre, elle tutulabilir
Aynı şekilde, onyedinci yüzyıl akılcılı­ olanın tek gerçeklik oldugunu ileri süre-
gının ünlü bir düşünürü olan +Spinoza
rek, 'taşları ve agaçlan elleri içinde
da, dünyarun, düşünce ve yer kaplama kavrayıp, herşeyi gökten ve gözle gö-
sıfatları alhnda, Tann oldugunu öne
rülemez olan bir alandan yeryüzüne
sürmüştür. Herşey, ona göre, Tann'run
çekmeye çalışırlar.' Buna karşın idealist
özünden mantıksal bir zorunlulukla tü-
kanat, tPlaton'un yaşadıgı dönemde ve
remiştir.
onun bakış açısından, tPhytagorasçılar,
3 Ezeli maddenin şekil almasının sonucu
tElea Okulu ve tPiaton tarahndan tem-
olan dünya. Tanrı'yla dünya arasındaki
sil edilmektedir. Söz konusu filozoflara
ilişki, ünlü Yunan filozofu tPlaton tara-
göre ise, gerçeklik cisimsel olmayan akıl­
fından ezeli olan maddeye Tann eliyle
şekil verilmesi, düzen kazandıniması
la anlaşılabilir fonnlardan meydana
olarak tasarlanmıştır. Bu anlayışta, gelir.
Tanrı, bir yandan idealar dünyasına, Tanrı'nın sıfatları [Os. sıfatı ildhiye; İng.
diger yandan da ezeli maddeye baglı­ diuine atributes; Fr. attributs de Dieuf.
dır. Tanrı, İdeaları örnek alarak, ·mad- Tann'yı, Kendisi dışındaki varlık! ardan
ayıran temel özellikler.
deye form verir, şekil kazandırır ve
böylelikle de rasyonel bir biçimde dü- Birçok felsefi ve dini sistemde, Tamı 'ya,
zenlenmiş bir bütün meydana getirir. şu sıfatlar yüklenmiştir: 1 Sonsuzluk. Çe-
4 Hiçten yaratılış. Özellikle tek tanrılı şitli diniere göre, Tann ya da Allah'ın
dinlerde, Tanrı dünyayı özgür seçimiyle sonsuzlugu, O'nun aşkınlıgı ve yaratıc
hiçten yaratmış, yoktan var etmiştir. Bu güCüyle ilgili olan bir sıfattır. Kendi ken-
anlayışa göre, Tamı kendi kendine yeter dine var ve kendine yeter bir varlık ola-
oldu~ iı;in, dünyaya, dogasını tamam- rak Tanrı sırursızdır; sonsuzlugu, O'nu
lamak ya da gerçekleştirmek için gerek varolan herşeyden tümüyle bagımsız
duyan bir varlık de~ldir. O, varolan her- ya da özgür kılar. 2 Birlilc. Tüm tektann-
şeyin fail nedeni oldugu için, yabana bir h dinlerde, Tann, bir eşi ya da benzeri
zorunlulukla ka11ı karşıya gelmek du- olmayan varlık anlarrunda, Bir olan ola-
rumunda da degildir. rak tanımlanır. Hristiyanlık, örnegin
S Kozmik sürecin nihai euresi olarak Tanrı. İslamiyetten, burada, Tann'nın Baba,
S. Alexander tarafından benimsenen bu Ogul ve Kutsal Ruh olarak üç farklı şe-·
anlayışa göre, Tanrı, aşkın ve sonsuz kilde varoldugunu söylemek bakımın­
bir varlık olarak varolmaz, fakat 'cismi' dan farklılık gösterir. ·
822 Tanrımerkezci hümanizm

3 Brısit1ik. Çeşitli diniere veya birçok fel- Tannmerkezcilik {Os. rabbi merkeziyetçi-
sefi sisteme göre, Tanrı ya da Allah, mut- lik; ing. theocentrisnı; Fr. theocentrisme; Al.
lak olarak basit olma anianunda da bir- theocentrismus]. Tanrı'yı temele alan,
dir. Buna göre, öz ve varoluş, töz ve Tann'dan hareket eden, tüm varolanları,
ilinek türünden, sonlu bir varlıA'J bileşik özellikle de insanı Tanrı'yla ilişki içinde
bir varlık hAline getiren tüm ayınrnlar, degerlendiren, hiçbir konuda Tann'dan
Ta.nrı içi.n geçerli olmayan, O'na uygula- bagJmsız bir şey ortaya koymayan tavır
namayan ayırımlardır. 4 Cisimsel olına­ ya da düşünce sistemi.
ıııaklık. Bir sınırlaruna ilkesi olarak Ortaçag felsefesi, tümüyle Tanrımer­
madde, Tanrı'nın yetkinligiyle uyuşmaz kezddir. Her bakımdan düalist bir yapı
oldugu için, Tanrı ya da Allah'ın madde- sergileyen böyle tannmerkezci bir felse-
siz bir varlık, cisimsel olmayan bir varlık fede, kabaca, varlık anlayışı yaratan ya-
oldugu öne sürülür. S Degişmez.lik. Tanrı ratılan baglammda şekillenir; insan an-
ya da Allah'ın dogası, özü degişmez, layışı itibariyle, t.nsamn biri vücud,
çünkü degişme, Tann'run yetkin olma- digeri Tanrı'dan bir parça ya da iz olan
ması anlamına gelir. ruh olmak üzere iki bileşenden meyda-
6 Ezeli-ebedilik. Yaratılmamış ve degiş­ na geldigi kabul edilir. Ahlak bakımm­
ıneyen bir varlık Glarak Tanrı, diniere dan ise iyi, Tanrı'yı özleme, Tanrı'yı
göre, aynı zamanda zamandışi bir var- sevme ve kötü de bu dünyaya, maddeye
bkbr. Yani, O zamamn dışında oldugu baglanma olarak tammlarur.
için, zamanJa ilgili belirleme ve ayınınl_ar, Tann'nın varoluşuyla ilgili popüler ka-
Tanrı için kesinlilde geçerli degildir. 7 Iyi- nıtlar {ing. popular arguments far the exis-
lik. Tüm filozof ve teologlar, Tann'nın tence ofGod; Fr. arguınents papulaires pour
ahlaki bakımdan da yetkin olan bir var- l'existence de Dieu). Tann'nın varoluşu­
lık, saf iyilik, mutlak olarak iyi olan var-
nu kanıtlamak için kullarulmakla birlik-
lık oldugunu ifade etmişlerdir. 8 Tüm
te, tümüyle rasyonel olmayan argü.rrtan
bilgi ya da herşeyi bilme. Tann'mn sonsuz ya da kanıtiara verilen genel ad.
olmasuun çok önemli bir diger sonucu Tanrı'nın varoluşuyla ilgili bu popüler
da, O'nun mutlak bir bilgiye sahip olma, kanıtlar dört ana başlık altında toplana-
herşeyi bilme özelligidir. 9 Tü.mgüç.
bilir: 1 Ortak Onuy kllnıtı. İnsanlarm çok
Tann'mn sonsuzlugu, aynca mutlak var- büyük bir çogunlugunun T ann'nın var-
lık Tann'run gücünün herşeye yettigi an-
lıgına inandıgı öncülünden hareketle,
lamına gelir. . Tann'nm varoldugu sonucuna ulaşan
Tannmerkezci hümanizm {Ing. theoctntric
bu kanıt, makul olmakla birlikte, formel
humanism; Fr. humtmism thloantn'que).
Çagdaş Fransız düşünürü Jacques Ma-
olarak geçerli bir karut degildir. 2 Ahb2k
kanıtı. Tann'run yanlaz varhgm degil,
ritain'in laik hümanizmin karfısma ge-
çirdigi hümanist görüşüne verilen ad. fakat degerin de kayna~ oldugunu sa-
Onun, daha çok tmaddecilik ve poziti- vunan, ahiAkın ve degerierin ancak ve
vizmin sonucu olan tanrısız hümanizme ancak Tann'nın varoluşuyla mümkün
karşı, zamansat ya da dünyevi olanı oldugunu iddia eden, dünyada ahiakın
ezeli-ebedi ya da tannsal olanla ve do- ve degerierin varolufundan söz edile-
gayla Tanrı'yı birleştiren thümanizmi, bildigi için, Tanrı'nın varoldugu sonu-
insana büyük bir önem ve deger verir- cuna ulaşan kanıt.
ken, onu,. bir evrim sürecirUn sonucu olan 3 Düzen kanıtı. Dünyada bir düzen bu-
bedenini, tannsal yarabnarun ürünü olan lundugu gözleminden ve düzenin bir
ölümsüz ruhuyla birleştirip, Tanrı'ya düzen vericinin varoluşunu gerektirdigi
baglar, insanın yücelitinin Tanrı'dan gel- düşüncesinden harekelle, Tann'run va-
digini, insan hakJannın Tanrı tarafından roldugu sonucuna ulafan kanıt. 4 Bilim-
koyulmuş dogaı yasalardan t:üredigini lerden çıkartılan kanıt. Biyoloji ve fizik
belirtir. gibi bilimlerden seçilen bu tür kanıtlar ,
Tao 823

ise, bilimlerin ortaya çıkardıgı ve incele- ket Ettirici olarak Tanrı görüşüdür. Bu-
digi olguların bir Tanrı'nın varoluşuna rada, İlk Hareket Ettirici olan Tanrı, bpkı
işaret ettigini savunur. kendisi gibi ezeli ole~n maddeye hareket
tanrısal hiyerarşi ögretisi [İng. doctrine of vermekte, fakat evrende neyin olup bitti-
divine lıierarclıy; Fr. doctrine efe 1'/ıiearclıie ğini bilmemektedir. 2 Euli, bilinçli ve ev-
divine]. İlk kez olarak, Yeni-Pythagorasçı reni bilen varlık olarak Tanrı: Bu, klasik te-
Nuınenios te~rafından öne sürülmüş, ve izmin Tann anlayışıdır. Tanrı'nın bu
Yeni-Platoncu türüm görüşüyle Hırısti­ çerçeve içinde diger özellikleri, 'evreni
yanlıgın Kutsal Üçleme dogmasına ta- yaratan', 'irade sahibi varlık' gibi öze!Jik-
rihsel olarak temel olmuş olan görüş. lerdir. 3 Euli, bilinçli, roreni bilen ve evreni
Nwnenios'un söz konusu ögretisine içeren, evrene içkin olan varlık olarak Tanrı:
göre, üç Tann'dan söz etmek gerekir. Bu ise, klasik panteizmin Tann görüşü­
Bunlardan birincisi, Varlıgın İlkesi olan dür.
İlk Tanrı'dır (protos tlıeos). Bu İlk Tanrı, 4. Ezell varlık olarak Tanrı: Bu görüşte,
aynı zamanda saf düşünce faaliyeti Tann ezelidir, mutlaktır. Herşey O'ndan
(nous) olup, dünyanın oluşumuna ya da türer, fakat O, kendisinden türeyenleri,
varlıga gelişine hiçbir şekilde katkıda suclur edenleri ne bilir, ne de içerir. Bu
bulunmamıştır. Numenios, burada Pla- tür bir türtim anlayı~ırun biraz daha
ton'un tİyi İdeasıyla, t Aristoteles'in farklı bir versiyonwla Islam felsefesinde
Tanrı'sını birleştirmiş gibi görünür. rastlanır. Buna göre, İlk Varilk olarak
İkinci Tanrı ise, Platon'un, Tima.eos adh Tann, kendi özünü bilir ve kendi özünü
eserinde sözünü ettigi, tDemiurgos'tur. bilmekle de, evreni bilir (tFarabi), ya da
Demiurgos, İlk Tann'dan pay almak su- evrende olup biten tek tek olaylan, 'külli
retiyle Tanrı olmuş olup, ezeJi, fakat bir tarzda' bilir (tibni Sina).
şekilsiz maddeye, İdea ya da Formlara S Euli, bilinçli, Bilen. ve Zamanla ilgili bu-
göre şekil veren yaratıcı Tanrı ya da il- lunan, fakat evreni içermeyen, eurene içirin
kedir (geneseos arkhe). Demiurgos'un ya- olmayan Varlık olarak Tann: Bu Tann ta-
rattıgı dünyanın kendisi ise, kendisin- saruruna göre ise, zaman Tanrı açısın­
den önceki düşünürlerden aldıgı dan geçersiz olmayıp Tann zamanda
ögelerin bir sentezini yapan Numeni- gerçekleşen olay ve olguları bilir. 6 Ezeli,
os'a göre, üçüncü Tanrı'dır. Bilinçli, Bilen, Zamanla ilgili bulunan ve ev-
tannsal takdir ö~etisi [İng. theory of pre- reni kısmen içeren Varlık olarak Tanrı: Bu
destination; Fr. theorie de la predestination]. ise, sınırlı bir tpanteizmiıı görüşüdür. 7
Dünyadaki herşeyin, olan, olmuş ve Tam anlamıyla zamanın içinde olan ve tedri-
olacak olan herşeyin, insarun ruhu ya cen 'zuhur eden' Varlık olarak Tann: Bu an-
da iradesiyle ilgili fenomenler de dahil layışa göre ise, Tanrı
evrenden önce ve
olmak üzere, Tanrı tarafından önceden evr~nin dışında olan bir yaratıcı degil-
beJirlendigini, bir insanın ruhunun cen- dir, Tann evrenin oluşwn sürecinin için-
nete mi, yoksa cehenneme mi gidecegi- dedir. Hatta Tann, bu oluşum sürednin
ne Tann'nın iradesi tarafından önceden ta kendisidir. 8 Ezeli, Bilinçli, evreni bilen
karar verildigini öne süren ö~eti. ve evrene içkin alım ve değişebilen Varlık
Tann tasarımları [İng. God concepts; Fr. olarak Tann: Bu Tann tasaruru ise, pa-
conceptions de Dieu]. Felsefede ve teoloji- nenteizmin Tann tasanmıdır.
de söz konusu olan be!Ji başlı Tann dü- Tao. M. Ö. 6. yüzyılda ortaya çıkan ve
şüncesi veya tasavvurlan. uzun yüzyıllar boyunca devam eden
Söz konusu Tanrı tasarımlan şu şekil­ bir gelenek oluşturmuş olan Taoizmin
de sıralanabilir: 1 Ezeli olan, fakat yal- kurucusu olarak bilinen düşünür. İkin­
nızca kendi özünü bilen varlık olarak Tann: ci olarak, 'evrenin yolu, düzeni, yasası'
Bu tür bir Tanrı tasarımına en iyi örnek, anlamına gelen, anlatdamayanı ve açık­
tAristoteles'in tHareket Etmeyen Hare- lanamayanı gösteren kavram. Evrenin
824 Taoizm

adsız kaynaj\L yasaların yasası, ölçüle- kapsamlı bir açıklama ya da yorum sun-
rin ölçüsü olan, kendi kendine yeten ma yı amaçlayan, 'Tarihin anlamı, amacı
mutlak, kavranamayan ve anlatılama­ nedir?', 'Tarihsel dej\işme ve gelişmeyi
yan temel, gerçek yasa ya da düzen. Et- yöneten temel yasalar nelerdir?' sorula-
kisi, ifadesi doj\ada, türlü türlü durum- rını doyurucu bir biçimde yanıtlamaya
lar altında tanınan düzen ilkesi. çalışan felsefe disiplini ya da türü.
Üçüncü olarak, bilge insanın somutlaş­ Tarihin, faaliyeti ve çalışması geçmişin
hrdıj\ı, ya da hayata geçirdij\i bilgelik yo- belli alan ya da kesitlerine ilişkin araş­
luna da Tao adı verilir. Buna göre, kendi- tırmayla sınırlandıj\ı için, anlaşılır bir
sini hiçe sayarak Tao'nun yoluna yönelen tarih fikri sunama yan, tarihin bir bütün
bilge kişi, O'nunla birlik ve uyum içinde olarak akışına ilişkin olarak, ahlaki ya
olmak suretiyle, iç banş ve aydınlanma­ da entellektüel bakımdan kabul edilebi-
ya erişebili r. lir bir kavrayış ortaya koyamayan orta-
Taoizm. Çin'de, M. Ö. 600'lü yıllarda doj\- lama tarihçinin ele aldıj\ı problemler dı­
ınuş olduj\u kabul edilen Lao Tse tara- şında, başka problemler de yarattıj\ı
fından kurulmuş olan felsefi öj\reti. inancuun bir sonucu olan tarih felsefesi,
Daha doj\ru bir deyişle, Taoizm, hem tarihi konu olan felsefi refleksi yon ya da
Lao Tse'nin öj\retisine, hem bu öj\retiden sorgulama, tarihin doj\asıyla ilgili felsefi
çıkarılan felsefeye ve aynca Çin'de, bu araşhrma olarak tanımlanabilir.
öj\retiden yola çıkılarak geliştirilen dine Tarih felsefesini meydana getiren iki
verilen ad olarak karşımıza çıkar. tür araşurma vardır, ya da tarih felse-
Doj\a ya da gökyüzünün yasası, ve ikin- fesi içinde iki farklı yakldşımın olduj\u
ci olarak da bilgelik yolu diye yorumla- söylenebilir. Bunlardan birincisi, 1 gele-
nan Tao'yu temele almayı öneren Tao- neksel ya da klasik anlamda tarih felse-
izm, varlık ve ahlik balamından mutlak fesidir. Bu tür bir tarih felsef~inin ko-
bir tdoj\alcılıj\ın savunucusu olmuştur. nusu tarihsel sürecin bir bütün olarak
Doj\al bir yaşamda yapmacık davranış­ kendisi, amacı da bu sürecin seyri ve
ların, kendini bej\enmişlij\in, kumazlık­ doj\rultusuna ilişkin olarak anlamlı ve
ların, düşler, istekler ve kazanç peşinde anlaşılır bir açıklama sunmak, tarihi
koşmanın yerinin olmadıj\ını; Tao'ya evrensel geçerlilij\i olan belirli ilkelere
uyan kimsenin Tao'yla bir olacaj\ını; en uyan bir süreç olarak göstermek tir.
yüce amaca ulaşan ve kendisini tümüyle İnsanın bir bütün olarak görülen geç-
yola vererek Tao içinde eriyen, çözülen mişini tutarlı bir biçimde yorumlamayı
kişinin ölümsüzlüj\e kavuşacaj\ını söy- amaçlayan, ömej\in tarihin belli bir tan-
leyen Lao Tse, siyaset alanında her tür rısal plaıun açımlanması olduj\unu ya
yönetim modelini mahkürn etmiştir. da tarihsel ve toplumsal fenomenlerin
Tao'nun egemen olduj\u yerlerde barı­ üç hal yasası veya diyalektik yasalar tü-
şın olacaj\ı, zira bilge kişinin silahları ve ründen birtakım evrensel yasalara uy-
savaşı sevmeyecej\ini, eline silah almak duj\unu savunan, bütün bir insan geç-
zorunda kalırsa, bunu istemeye istemeye mişinin doj\a yasalarına benzer nitelikte
kullanacaj\ını ifade eden ve mutlak bir genel geçer yasalarla açıklanabilecej\ini
bireydlij\in savunuculuj\unu yapan Lao iddia eden bu tür bir tarih felsefesi, spe-
Tse, bu arada, onulmaz birtakım kötü- külatif tarih felsefesi olarak bilinir.
lüklere yol açbj\ı gerekçesiyle, uygarlık Daha çok onsekizinci yüzyıldan başla­
ve bilgiden vazgeçme yolunda olmuş­ yarak gelişmiş olan spekülatif yaklaşı­
tur. mın karşısında ise, 2 yirrnind yüzyılda
tarih felsefesi [Os. frlsefei silsi/ei ahv81; İng. gelişen eleştirel yaklaşun ya da analilik
philosophy of history; Fr. philosophie de tarih felsefesi yer almaktadır. Daha üst
/'hisloire; Al. geschichtsphilosophie). Bütün düzeyde bir yaklaşıma karşılık gelen
bir tarihsel sürece ilişkin olarak geniş analitik tarih felsefesi, olayiann aktüel
tarih felsefesi 825

dizilişi veya tarihsel sürecin kendisiyle toplum bilimi kurma projesi büyük
degil de, tarihçinin malzemesini ele alır­ önem kazanmıştır. Yine aynı dönemde,
ken kullandıgı yöntem ve kategorilerle tarihin fenomenlerini, doga bilimlerin-
ilgilenir. deki nedensel ilkelere benzer ilkeler
Dogrudan dogruya insanın geçmişini aracılıgıyla açıklayabilıneye yetili olan
degil de, geçmişle ilgili düşünce tarzı ve geçerli bir toplum bilimi yaratma dü-
araşbrma faaliyetlerini, tarihçilerin mal- şüncesi reformcu ve devrimci ideallerle
zemeleriyle ilgili yorumlarının temelinde birleşmiş tir.
bulunan kabul ve kategorileri konu alan, Böyle spekülatif veya pozitivist tarih
tarihe ilişkin araştırmada nesnellik sag- anlayışına 19. yüzyılda, onun temelinde
larup saglanamayacagı problemi üzerin- yer alan iyimser ve rasyonel kabullere
de duran tarih felsefesi türü olarak ana- karşı çıkıp, tarihsel olayların kendisine
litik tarih felsefesi, spekülatif tarih dogru yöneldigi bir amaon bulundugu
felsefesinin, bir bütün olarak insanlık ta- fikrinin, kaıutlanmış bir dogru degil de,
rihine bir amaç yükledigi, nihai bir hedef bir inanç oldugunu savunan Arthur
gösterdigi yerde, tarihsel bilginin ya da tSchopenhauer'la, 20. yüzyılda aşagı
tarih bilgisinin dogasını ve tarihsel araş­ yukan aynı gerekçelerle, Karl +Popper
hrmanın uygun yöntemlerini araşbnr; tarafından karşı çıkılınıştır.
epistemolojik ya da kavramsal bir kay- Söz konusu positivist tarih anlayışına,
gıyla, tarihsel araştırmarun amaçlanru, bu kez spekülatif tarih felsefesi gelenegi
tarihçiterin malzemelerini betimleme ve içinde, tVico ve tHerder tarafından da
sııuflama yöntemlerini, tarih araşbrma­ itiraz edilmiştir. Ömegin Vico'ya göre,
cılarırun çalışmalanru belirleyen kabul tarihsel bilgi olgusal bilimlerdeki bilgi-
ve ilkeleri, tarihin başka araştırma türle- lerden, yani insanın kendi eylemlerine,
ri ve disiplinlerle olan ilişkilerini ele alıp yaratılanyla kurumlara ilişkin bilgi
ince ler. dogal dünyaya ilişkin gözlem ve araş­
Bu iki tür tarih felsefesinden, Condil- tırma yoluyla kazanılan bilgiden tümüy-
lac, Saint-Simon, Condorcet, Comte, le farklıdır. Çünkü, Vico bir şeyi gerçek-
Vico, Herder, Hegel, Marks ve Spengler ten ve tam olarak bilebilmek için, o şeyi
gibi düşünürler tarafından temsil edi- bir anlamda meydana getirme ya da ya-
len spekülatif tarih felsefesi, tarihte bir ratmanın kaçınılmazlıgını savunmuş­
amaç, düzen, evrim ya da ilerleme bu- tur. Buradan ona göre, fizikçinin konu
lundugunu savunur. Bu anlayışa göre, aldıgı dogal gerçekligin Tanrı'nın yara-
tarihte bir düzen ve amaç olmayıp, her- tısı oldugu ve dolayısıyla tam olarak
şey olayların gelişigüzel bir toplamın­ yalnızca Tanrı tarafından bilinebildigi
dan ibaret olursa, bu durum her tür ras- yerde, tarihin konusunu meydana geti-
yonel araştırmanın, dünya hakkındaki ren uluslar dünyasının, insarun yarahsı
anlamlı her düşüncenin temelinde yer oldu~ için, insan tarafından tam anla-
alan sistem ve düzen ihtiyacı ya da ara- mıyla bilinebilecegi sonucu çıkar.
yışıyla çelişir ve tarihi anlaşılır ve ras- Pozitivist tarih ve toplum bilimi an..layı­
yonel bir araştırma olmaktan çıkarta­ şına karşı çıkmakta birlikte, ulusların
rak kuşkuculuga yol açar. ya da toplumların belirli evrelerden geç-
Söz konusu spekülatif tarih felsefesinin tigini dile getiren döngüsel bir tarih an-
teolojik bir kökeni olmakla birlikte, o layışı benimseyen Vico gibi, Herder de
daha çok t Aydınlanma sırasında ve insarun ilerlemeye açık bir varlık oldu-
doga bilimlerinin gelişiminin bir sonu- gu inancını benimsemişti r. Tarih felse-
cu olarak ortaya çıkmıştır. Bu dönem- fesinde Herder'den birçok noktada etki-
de, olgusal bilimlerdeki teorilerin açıkla­ lenen tHegel ise, toplumsal bütünterin
yıcı gücüne benzer bir güce sahip olan organik bir dogaya sahip bulundukları­
yasa ve hipotezler içeren bir tarih ve nı, farklı toplumsal dönemlerin muka-
826 Tarih Okulu

yese edilemez olduklarını öne sürerken, Hukukçu olmakla birlikte, tez ve açık­
tarihin hareketini dinamik bir açıdan, lamalarının yalnız hukuk için degil,
diyalektik yoluyla açıklamıştır. Hegel'in fakat örf, adet, şiir, dil ve siyasi kurum-
yöntemini alarak maddeci bir tarih gö- lar gibi yarah ya da tezahürler için de
rüşü benimseyen Marks ise, tarihin içsel geçerli oldugunu savunan bu düşünür­
dinamiginin üretim araçlanndaki de- lere göre, sözü edilen tüm deger ve
gişmelerden kaynaklanan çatışmalarda ürünler Volkgeist'ın, yani halk ruhunun
yattıgını öne sürmüştür. ürünleridirler.
Hegel ve tMarks'ınki türünden büyük Volkgeist, her halkın, her ulusun kendi-
ölçekli spekülatif şernalara alternatif sine ait, kendisine özgü ruhu olup, örf,
olarak ortaya çıkan eleştirel yaklaşun adet, hukuk, dil türünden tüm ürünleri,
ise, tarih felsefesinin görevinin tarihsel konu alınan halkın tarihsel gelişmesi ta-
bilgi ve kavrayışın kendine özgü karak- rafından koşullanan özel gelişmeleri
terini ortaya ÇJkarmak olduğunu öne içinçie degerlendinnek gerektigi için,
sürmüştür. Bu çerçeve içinde, örneğin Tarih OkulWla göre, bilimsel bir incele-
tDHthey ve tCroce gibi düşünürler, ta- me ve araşbnnanın, zorunlulukla tarih-
rihin akışının, herşeyi kucaklayan tele- sel bir araştırma olması gerekir. Zira,
olajik ya da sözde bilimsel sistemlerin tarih geçmişe ilişkin basit bir açıklama
yoklugunda, kabul edilemez gibi görü- olmaktan çok, eşyanın varlıgının anto-
nen anlamsız bir kaos oluşturdu~nu lojik bir boyutudur.
savurunuştur. tarih olarak metafizik [İng. metaphysics as
Tarih, onlara göre, salt, tarihçizUn onu history; Fr. m~taphysique comme l'histoire].
anlaşılır hale getirmesi anlamında an- Aristoteteles tarafından örneklenen ve
laşılabilir olan bir şeydir; tarihten bek- varlık olmak bakımından varlıga ilişkin
leyebilecegimiz tek anlaşılabilirlik türü araştırmadan oluşan ontoloji olarak
budur. Bundan dolayı, tarih felsefesine metafizik görüşünden, Kant'ta sergile-
düşen tarihsel bilgiyi mümkün kılan nen ve varolanlan bilinebilirlikleri açı­
koşulları, tarihe ilişkin araştırmanın sından araştıran epistemoloji olarak me-
temelinde yer alan ilke ve önkabulleri tafizik anlayışından farklı bir biçimde,
göıler önüne serip, onlara ilişkin olarak tarihin çeşitli dönemlerinin önkabulleri-
saglam bir kavrayışa ulaşmaktır. İşte ne yönelen metafizik görüşüne, çagdaş
eleştirel yaklaşım içinde, Dil they ve tarih felsefecisi R. G. tCollingwood tara-
Croce tarafından oluşturulan bu temel- fından örneklenen metafizik anlayışına
den hareket eden ünlü İngiliz filozofu verilen ad.
tCollingwood 20. yüzyılda tarih felsefe- Sagduyunun düşüncesiyle, bilimsel
sini yeni bir yörüngeye sokmuştur. düşüncenin birtakım metafiziksel ka-
On un izinden giden çagdaş tarih felse- buller olmadan ilerleyemedigini, farklı
fedleri, tarihsel düşünce ve betimleme- insanların, toplumlarm ve dönemlerin
de çok önemli bir rol oynayan kavram zorunlu olarak birtakım metafiziksel ka-
ve terimleri analiz ederek, anlamlannı bullere dayandıgıru söyleyen Colling-
gözler önüne sermeye çalışmışlar; ta- wood, bu ilkelerin degişmeden bagışık
rihçilerin geçmişi çaglara bölme ve sı­ olınadıgıru öne sürer; tarihsel araştır­
nıflama tarzlanru, yorumlarını temel- ma, ona göre, işte bu ilkeleri degişim
lendirme biçimlerini ve sundukları süreçleri içinde ele alıp inceleyen bir
açıklamanın mantıksal yapısını tartış­ araştırma türüdür.
ma faaliyeti içinde olmuşlardır. Metafizik ilkeleri bu çerçeve içinde,
Tarih okulu [İng. School of history; Fr. nihai ve en yüksek önkabuller olarak ta-
Ecole d'histoire]. Puchta, Gustav Hugo nımlayan Collingwood'a göre, metafi-
ve Savigny gibi hukukçulann oluşh.ır­ zik, şu ya da bu türden düşünce süreci
dugu, bilinen ilk tarih okulu. içinde, şu ya da bu durum ya da zaman-
tarihsel dil 827

da irısanlar t2rafından hangi nihai ve en geçmişteki insaniann eyleınlerjnjn, tarih-


yüksek önkabullerin benimsenmiş oldu- çinin kendi çagına ait deger, inanç ve
gunu bulma teşebbüsü veya çabasından motifler temele alınarak açıklanamayaca­
başka bir şey degildir. Bu anlayışa gıru savunan görüş olarak tarihselcilik,
göre, tarih ya da tarihsel araştumayla, insanların, kurumlann, toplumlann, kı­
söz konusu anlamı içinde metafizik ör- sacası herşeyin, tarihsel gelişmesinden
tüşmektedir; çünkü bu disiplin, ister ve kendi kültürel ve tarihsel baglamın­
tarih, ister metafizik olarak tanunlansın, dan dolayı, her ne ise o oldugunu, bir
tarihte insanlar tarafından benimsenmiş şeyin tarihine ilişkin bir tasvirin, o şeye
olan önkabulleri, degişim süreçleri için- ilişkin yeterli bir açıklama sagladıgıru
de ele alır. iddia eder.
tarihsel açıklama [İng. histarical e:r.planati- Tarihsekilik bu baglamda, bir kültürün,
on; Fr. explication historique]. Bir çagı, ta- di.nin, v. b. g., tam olarak, ancak ve ancak
rihsel bir dönemi, insanları, kurwnlan, kendi tarihsel baglamı içine oturtulmak
toplumları, kısacası herşeyi tarihin suretiyle anlaşılabilecegini, açıklanabile-.
akışı içindeki yerine referansla açıkla­ cegini ve degerlendirilebilecegini savu-
yan, bir şeyin tarihine ilişkin bir betim- nan görüş ya da yaklaşunı ifade eder.
leme ya da tasvirin, o şeye ilişkin yeter- Görüş, herşey tarihsel ve akıp giden ta-
li bir açıklama sagladıgını öne süren, rihin ayrılmaz bir parçası oldugu için,
tarihte de doga bilimlerine özgü bir ya- zamandışı, degişmez ve evrensel rasyo-
salıhgın bulundugunu ifade eden açık­ nalite veya ahlaklılık standartlannın va-
lama tarzı ya da türü. rolmadıgını, dolayısıyla bu tür genel
tarihsel aklın eleştirisi [İng. critique of his- geçer standartiara başvurunun anlam-
toriCJJl reason; Fr. critique de la raison praH- sız, geçersiz ve boşuna oldu~nu dile
que]. Saf Aklın Eleştirisinden başka, Pra- getirir.
tik Aklın Eleştirisiyle Yargı Gücünün İnsan bireylerinin, olayiann ve kültürel
Eleştirisini yazan, yani teorik bilginin, fenomenlerin biricikligini vurgulayan
ahl~k ve estetigin koşullarını araştıran tarihselcilik, insan ve tarihle ilgili degiş­
Kant'tan sonra, Kant'tan çok etkilenmiş mez hakikatler arayan soyut bir akılcılı­
olan başka bir Alman düşünürü Dilt- gm tam karşısında yer alır. Her çagın
hey'ın tarihin ya da daha çok tarihsel salt kendi terimleriyle anlaşılabilecegi­
kavrayışın olanagıyla ilgili araşhnnala­ ni, dolayısıyla tarihsel dönemler arasın­
nria ve projesine kendisinin vermiş ol- da anlamlı bir karşılaştırmadan söz edi-
dugu ad. lemeyece~ savunurken, tarihselcilik,
Buna göre, ttarihselciligin kurucusu genellikle, insan bilimlerinin doga bilim-
Dilthey, tarihsel kavrayışın temel ilke- lerinden farklı oldu~nu dile getiren ve
lerini gösterıneyi ve tarihsel düşün­ tdogalcılıga karşı çık1p verstehen (anla-
meyle anlamanın sınırlarını göstenneyi ma yöııtemi)'ı öneren yaklaşunla birleşir.
amaçladı~ için, genel felsefi projesine Tarihselcilige bir toplum ya da tarihsel
tarihsel aklın eleştirisi adını vermiştir. dönemle ilgili iddiaları geçerli kılmanın
tarihselcilik [Os. tarihiyye; İng. historicism; bir yolunu saglayamamadıgı ve böyle-
Fr. historicisme; Al historicismus]. Tarihin likle de, tgörecilige yol açtıgı gerekçe-
önemini vurgulayan, şeylerin her zaman siyle karşı çıkılmışhr.
tarihsel gelişmenin seyri içinde görülme- Tarihseki yaklaşurun en önemli temsil-
leri gerektigini savunan görüşler için cileri arasında, Vico, Dilthey, Croce ve
kullanılan ortak ad. Collingwood gibi filozoflar yer almakta-
Tüm tarihsel fenomenlerin biricikligini dır.
ve bireyselligini vurgulayan; her çagın, tarihsel dil [İng. natural language; Fr. lan-
her tarihsel dönemin, o döneme damga- gue nııtuttlle; Al. natürlidıe sprache). Türk-
sım vuran. fikirler ve ilkeler aracılıgıyla çe, İngilizce, Rusça benzeri, yapma ya
yorumlanması gerektigini ve dolayısıyla, da fonnel bir dilden farklı olan normal,
82A tarihsel döngü teorisi

konuşma dilleri. İnsan türüne özgü olan filozofu G. Vico tarafından canlandırılan
ve her dilde bulunan evrensel özellikle- tarih anlayışı.
re dayalı bildirişim araçlaruu belirtmek Toplumların varolduklan süre boyun-
için, yapay ya da formel dile karşıt ola- ca, aynı aşamalardan geçtigini savunan
rak ileri sürülen tarihsel dil deyimi, şu tVico'nun bu görüşü, 19. ve 20. yüzyıl­
halde, toplumların tarihleri boywıca da, tarihsel ilerleme fikrini, yasalı top·
kendiliginden, neredeyse hiç farkında lumsal gelişme düşüncesini redderek,
olmadan, hiç degilse bilinçli ve sistema- kültürlerin gelişigüzel dogduklaruu, ge-
tik bir çaba göstermeden geliştirdikleri liştiklerini ve öldüklerini, ya"i periyo-
gösterge sistemi için kullanılır. dik olarak ayıu evrelerden geçtiklerini
Tarihsel ya da dogal bir dil, yapma bir savW\an O. tSpengler ve kültürlerin
dilin karşısında yer almakla, yapma bir yükselme, gelişme ve çöküş dönemleri
dilden tümüyle farklı olmakla birlikte, yaşadıklarını iddia eden A. tToynbee
bütün dillerin, dili kullanan bir ya da tarafından geliştirilmiştir.
birçok ldşi tarahndan çogu zaman bildi- tarihsel maddecilik [Os. tarihi mate1yalizm;
rişme amaoyla meydana getirilen ve ç<r İng. histarical materialism; Fr. materialisme
gunlukla uzlaşunsal olan göstergeler- historique; Al historischer rnaterialismus).
den kurulu olmak anlammda yapma tMarks ve tEngels'in insanlık tarihinin,
oldugu akıldan çıkanlmamalıdır. Buna insanlı~ın sosy<rekonomik gelişiminin,
göre, tüm diller, insan tarafından, biy<r yasa benzeri bir modele göre geliştigi­
lojik gelişmesinin belli bir aşamasında ni, diyalektik yasalara göre gerçekleşti­
ortaya korunuş, üretilmiş, yani uydu- gini savunan görüşleri. Marks ve En-
rulmuşlardır. Bu çerçeve içinde, insan gels tarafından geliştirilen ve üretim
yaratılarmın en önemlisi olarak görülen tarLJnın toplumsal, siyasi ve entellektü 4

dil, şöyle ya da böyle, yapma olmak du- el yaşamın mahiyetini belirledigini öne
rumundadır. süren anlayış.
Bununla birlikte, insanın tarih içinde Toplumsal, killtürel ve siyasi fenomen-
yarathgı, geliştirdigi ve bildirişmede lerin maddi şeylerin üretim tarzı tara-
kullandıgı çeşitli dogal ya da tarihsel fından belirlendigini öne süren ögreti
dilleri yapma dillerden ayırd edişimizin olarak tarihsel maddedlik, tarihsel olay
nedeni, tarihsel dillerin zaman içinde, ve süreçlere ilişkin açıldamada nedensel
günlük pratik ihtiyaçların zorlamasıyla önceliği, fikirlere degil de, ekonomiye
kendiliginden ve oldukça düzensiz bir vermiştir. Tarihsel maddecilik, toplum 4

şekilde gelişmiş olmalarına karşılık, sal sistemlerin yükseliş ve çöküşünü,


yapma dillerin bilim felsefecisi ya da fi- toplumsal olmayan etkenierin bir sonu-
lozofu veya mantıkçı tarafından, özel cu olarak gören diger maddeci tarih yo·
bir teorik amaçla kurulmuş olmalandır. rwnlarına karşı tavır aldıktan başka, fi-
Tarihsel diller, ortaya çıkış amaçları kirlerin doguşuyla kabulünün, kendisi
olan bildirişmeyi saglamak için, son de- düşünce olmayan bir şeye baglı oldu-
rece ince ve karmaşık kurallar geliştir­ gunu ve bir toplumsal çevrede ortaya
mişlerdir. çıkan düşünce ve fikirlerin, sınıf çıkar­
tarihsel döngü teorisi [Os. tarihi medtir larnun ifadesi oldugunu savundugu
nazııriyesi; İng. theonJ of historicı~l cycles; için, idealist toplum yorumlarına da
Fr. theorie de cycle historique]. İlkçag felse- karşı çıkmışhr. Buna göre, tarihsel
fesinde söz konusu olan, Uısanlann, ör· maddecilik herşeyden önce varolan her
gütlü toplum içinde yaşadıklan sürece, kültürün, ögeleri arasında karşılıklı
dairesel bir süreç içinde, aristokrasi, oli- ilişkiler bulunan yapısal bir bütün oldu 4

garşi, demokrasi türünden yönetim tarz· gunu, bir kültürün dini, sanatı ya da
lannın birinden digerine dönüp durduk- hukuk sisteminin kendi başına anlaşıla 4
Iamu savunan ve daha sonra İtalyan mayacagmı söyler.
tarih teolbjisi 829

Evrimci bakiŞ açısıyla, söz konusu bü- lojilede kavramaya çalışan bakış açısı
tünün aynı zamanda gelişen bir bütün için kullandıgı terim. 2 İngiliz filozofu
oldugunu öne süren tarihsel maddedlik, Popper tarafından sosyal biliınlerde, ta-
gelişen toplumsal bütündeki bagımsız rihin gelecekteki seyrini önceden kestir-
degişken olarak ekonomik üretim tarzı­ ıneyi kendisinin temel amacı yapan ve
nın, toplumun ekonomik yapısının top- bu amaca tarihin evriminin gerisinde
lumlar arasındaki farklılıkları oldugu yatan model, yasa veya egilimlerin keş­
kadar, hikim olan toplum ya da kültür fedilmesi suretiyle erişebilecegini savu-
modelini açıkJamada da anahtar oldu- nan yaklaşıma verdigi ad.
gunu iddia eder. Toplumun ekonomik tPopper tarihsicilik terimini, tHegel'in
yapısıyla da, üretim ilişkileri toplamını idealist tarih anlayışına, tMarks'ın tarih-
anlayan tarihsel maddecilik, üretim iliş­ sel maddeciligine benzer spekülatif tarih
kilerinin toplwnun, bütün bir kültür sistemlerinde ortaya çıkan bir inancı,
kompleksinin gerçek temelini oluştur­ yani tarihsel gelişmeyle ilgili genel geçer
dugunu iddia eder. Tarihsel maddecili- yasalara duyulan inancı anlatmak için,
ğe göre, ekonomik üretim tarzı, ifadesini ve bu arada tarihte bir bütünlük, tek an-
bireylerden bagımsız olan belirli top- lamlılık ve genel geçerlilik oldugunu
lumsal ilişkilerde bulur, zira insan mül- söyleyen tüm tarih felsefelerini, tarihsel
kiyet ilişkilerinin daha önceden belirlen- gelişmenin sabit ve degişmez yasaları
miş oldugu bir toplum içinde dünyaya oldugunu savunup, tarihi bilimselleştir­
g'elir. Bu mülkiyet ilişkileri feodal bey, ıneyi amaçlayan tarih yonunlanru sııuf­
serf, burjuvazi, işçi suufı türünden farklı lamak için kullanmıştır.
sınıfları tanımlar. Bir toplumun sınıfiara O, tarihsici yaklaşımı benimseyenleri,
bölünmesi ise, varolan sıruf ilişkilerini herşeyden önce bilimsel öndeyilerin sa-
dile getiren farklı siyast ahlaki ve felsefi dece hipotetik önermeler olabildikleri
ideolojilerin doguşuna yol açar. yerde, mutlak ve koşulsuz kehanetlerde
Tarihsel maddecilige göre, her toplum- bulunmakla suçlar. Popper'a göre, in-
sal düzende maddi üretim güçleri açı­ sanlık tarihinin gelecekteki seyri, bilime
sından sürekli bir degişme yaşanır. Bu ve bilimin gelişmesine baglı oldugu
degişmeyi doguran şey, üretim araçla- için, önceden kestirilemez. Nitekim, o
rındaki gelişmedir; söz konusu degiş­ +Marksizmi sadece determinizmi ve söz
ıne, varolan mülkiyet ilişkilerini zorlar konusu tarihsiciligi nedeniyle degil,
ve sınıf mücadelesini luzlandınr. Tarih- fakat kehanetleri gerçekleşmedigi için
sel ınaddedlik, işte bu çerçeve içerisinde, reddeder. Popper, tarihsid yaklaşımda
tarihte suasıyla ilkel komünizm, feoda- ve bu yaklaşımı benimseyen spekülatif
lizm, kapitalizm, sosyalizm ve komü- tarih sistemlerinde totaliter egilimler de
nizm gibi beş ayn toplum modelinin or- bulur. Ona göre, bu totalitarizm, düşün­
taya çıkhgıru ve çlk.ac:agıru savunur. ce düzeyinde herşeyi açıklamaya çalış­
tarihsel tanım [İng. histarical defin ition; ma tavrıyla sınırlı kalmayıp, toplumsal
Fr. definition historique]. Taıumlanmakta bir totalitarizme de dayanak olur. Zira,
olan şeyi, ya da varlıgı, ömegin, üniver- düşünce düzeyinde herşeyi açıkladıkia­
site ögrencisini, mezun oluncaya kadar rına inanan bu insanlar, inançlannın
üniversitede geçen yıllanyla ve faaliyet- herkes tarafından paylaşılmasını iste-
leriyle tanunlamada oldugu gibi, kendi yip, karşıt görüşlere hoşgörüyle bak-
kişisel tarihine başvurarak tanımlayan mazlar.
tarnın türü. tarih teolojisi [İng. theology of histonj; Fr.
tarihsicilik [İng. historism; Fr. historisme; theologie de l'histoire]. Tarihi tanrımer­
Al. historismus]. 1 Alman filozofu E. Rot- kezci bir açıdan yorumlayan, tarihin
hacker'in, evreni oldugu kadar, insanlık özünü ve anlamını Tanrı'da bulan, tari-
tarihini de birtakım temel mekanik ana- hin Tanrı'da başlayıp, Tanrı'da bitece-
830 tartışılınaz

gini iddia eden, tarihi Tanrı'dan başla­ Bu baglamda, düşüncenin nesnesini zi-
yan bir türüm süreci olarak gören tarih hinde temsil etme, onu tıpkı bir resim
anlayışı. gibi duyusal bir tarzda veya zihinsel im-
Varlık, ahlak ve teoloji teorilerinin çerçe- geler şeklinde zihinde canlandırma ey-
vesi içine giren bu tür bir spekülatif tarih lemine, bir şeyin zihinde yansısını mey-
anlayışının karşısında, tarihi insan varlı­ dana getirme edimine tasanmlanıa denir.
gının gelişiminin tarihi olarak gören, ta- Tasarımın söz konusu anlamı içinde,
rihin anlamıru da insan açısından temel- iç deneyim, içebakış ya da refleksiyon
lendiren insan merkezci tarih görüşü yer yoluyla bilinen ve kişiye özel olan iç
almaktadır. dünyaya; dış dünyayı yansıtan, dış
tartışılmaz [ ng. indubitable; Fr. incontestab- gerçeklikteki nesne ve niteliklerin kop-
le). Epistemolojide, kendisinden kuşku yaları olan tasarımların ortaya çıktıgı,
duymak için hiçbir nedenin buluıunadı­ kendisine karşılık gelen dış gerçekiilli
gı, her bakımdan açık olan şey ya da tasarımiayan zihinsel ortama tasarınılar
önerrne; her türlü kuşkunun ötesinde ortamı denir.
olan, koşulsuzca, sorgusuz ve sualsiz Öte yandan, dış dünyanın yalnızca
bir biçimde dogru olma, mutlak bir bi- şekil, hareket, yer kaplama gibi birincil
çimde kesin bulunma, inkar edilemez niteliklere sahip olan şeylerden, maddi
olma hali için kullanılan sıfat. nesnelerden meydana geldigini; bu şey­
Zaman zaman dış dünyayla ilgili olan, lerin duyu-organlarııruz üzerindeki etki-
dış dünyadaki olguları tasvir eden sinin bilinçte birtakım tasarunların do-
olumsal önermelerin de tartışılmaz ol- guşuna yol açtıgını; bu tasarunların
dugu söylenebildigi için, bir önermenin daha sonra, zihin tarafindan ikincil nite-
tartışılmaz oluşu, onun mantıksal ba- liklerle zenginleştirildiklerini; zihnin,
kımdan zorunlu oldugu anlamına gel- ikincil niteliklerle zenginleştirdilli tasa-
mez. nmlan daha sonra, nesnelerin kendisi-
tartışma [Os. münakaşa; Ing,. discussion; nin yaratmış oldu~ bu özelliklere
Fr. discussian; Al. diskussian). Kesin ola- sahip oldugunu varsayarak.. dış dünya-
rak kanıtlanmaya veya ispat edilmeye ya yansıttıgını; insanın dış dünyadaki
elverişli olmayan problemleri tüm yön- şeyleri degil de, dış dünyadaki şeylerin
leriyle, çeşitli veçheleriyle ele alıp ince- insan zihnindeki tasarımlarını ya da
leme yöntemi; dognıyla yanlışın çar- kopyalarını bildiğini savunan görüş ta-
pışma ortamı. Öne sürülen bir ögreti ya sarımcılık olarak kategorize edilir. Buna
da teoriye itirazlar yöneltme anlayışı, göre, tasarunalık, bizim yalnızca dış ·
olumsuz eleştiri; önce bir önermeyi, dünyaya ilişkin zihinsel tasarunlan,
daha sonra da karşıtıru kanıtlamaktan öznel zihin hallerini tecrübe edebilecegi-
oluşan polemik veya bir önerme ya da mizi ve bilebilecegimizi; faka~ bu tasa-
tezin tüm sonuçlarını gözler önüne ser- rımları, öznel halleri aktüel dünya ile
rnekten oluşan felsefi yöntem. karşılaştırma imkanımız bulunmadıgı­
tasarım [Os. tasaırour; İng. representııtion; nı, her birimizin, dışına çıkamadıgımız
Fr. repr~sentation; AL vorsellung). Genel kendi özel sinemamıza mahkum oldu-
olarak, bilinç içerigi; duyuların ya da gunu; bizlerin perdede çeşitli filmler
bellegin zihne sundugu görüntü. Daha gördügümüzü, bu filmierin aktüel dün-
önce algılanmış bir nesne ya da olayın yayı gerçekte oldugu şekliyle gösterdi-
bilinçte sonradan ortaya çıkan suret ya llini kabul eıtigimizi; fakat, kabulümü-
da kopyası; fenomen gibi kuruluşu öz- zü dogrulama imkanımız bulunrnadıgı
neye baglı olmayan, bundan dolayı ken- için, gösterilen filmlerle aktüel dünya
disine neden olan dış gerçekiilli yansı­ arasındaki benzerligin ne ölçüde oldu~
tan, dış dünyadaki nesneye benzeyen gunu hiçbir zaman bilemeyecegimizi
algı içerigi. öne sürer.
-tasım 831

Dünyanın, a} bilen zihin, b) zihnin bil· yan felsefe görüşüne; daha özel olarak
digi ideler, tasarımlar ve c) idelere, tasa- da, Islam dünyasında VIII. yüzyılda or-
nınlara neden olan nesnelerden meyda- taya çıkan, ve IX. yüzyılda Eski Yunan,
na geldigini savunan tasarımcılık, dış Yahudi, Hint ve eski İran düşünceleri­
dünyadaki nesnelerin duyu-organlan nin etkisiyle sistemleşen gizemci, dini
üzerindeki etkisinin, bilincin perdesi ve felsefi ögreti.
üzerine düşen iıngelerle sonuçlandıgı­ Tanrı'yı tek gerçeklik olarak gören ve
ru, zihn.imizdeki tasarım ya da ideler varolan herşeyi, tüm olay ve fenomenle-
gerçeklige tekabül ettigi zaman, bilgiye ri Tann'run tecellisi olarak kabul eden ta-
sahip oldugumuzu iddia eder. Tasarun- savvuf, insan yaşamının en yüksek ama-
cılıgın bu bakış açısı, gerçekligi dogru- cının, temaşa ve vecd yoluyla Tanrı'ya
dan ve aracısız olarak bilemedigirniz erişmek oldugunu söyler. Başka bir de-
için, zihnimizdeki idelerin gerçeklikle yişle, evrenin vacip ya da zorunlu degil
uyuşup uyuşmadıguıı hiçbir zaman bi- de, mümkün oldugunu, yani kendi
lemeyecegimiz gerekçesiyle eleştiril­ kendine varolmayıp, Tanrı'nın varlı­
miştir. Nitekim tHume, tBerkeley ve gmdan dolayı tecelli eden, var görünen
tLocke'un tasarımcılıgını eleştirerek, bir evren oldugunu, insanın ise bütün
bu görüşün mantıksal sonucunu çıkart· evreni bir bütünlük içinde yansıtan,
ınış ve zihnin kendi idelerinin ve zihin Tann'dan gelip yine Tanrı'ya dönecek
hallerinin, kendi içkin küresinin ötesine olan ölümsüz bir özün, bitıneyen bir ya-
geçemeyecegini savunmuştur. ratıcı gücün taşıyıcısı oldugunu dile ge-
Bu çerçeve içinde, emprist ya da algıcı tiren Tasavvuf, varlıgın birligi görüşü­
bir bilgi anlayışnun sonucu olan varlık nü benimseıniştir.
görüşüne tasarınıcı realizrıı adı verilir. tasdik [İng. assent; Fr. rzssentiment] Bir
Sagduyu realizminin biraz daha farklı türncenin ya da önermenin dogrulugu-
bir versiyonu olan ve algının dış dünya- nu entellektüel olarak kabul ebne; bir
ya ilişkin tasanmların bilincinde veya dogruya, terimlerinin apaçıklıgından
ayırdında olmanın bir sonucu oldugunu dolayı baglaruna hali.
savunan görüş olarak tasanmcı realizm, İslam felsefesinde ise, tasdik Allah'ın
insan zihninin dışında fiziki nesneler- Kur'an ve hadislerde geçen tüın isim ve
den oluşan bir dış dünya bulundugu- sıfatıarını kabul etme tavrına karşılık
nu, fakat algıda, insan zihrıiyle dış gelir.
dünya arasında kurulan ilişkinin do~­ tasım [Os. kıyas; İng. syllogisnı; Fr. syllogis-
dan ve aracısız olmadıgıru, insan zihni- nıe; Al. syllogismus]. Iki öncül ve bir so-
nin, nesnelerin bizzat kendilerini degil nuçtan meydana gelen tümdengelimsel
de, bu nesnelerin zihindeki tasanmlannı çıkarım.
bildigini öne sürer. Tasun, kategorik tasını ve kategorik ol-
Yine nesnelerin dış dünyada zihinden mayan tasım olarak ikiye ayrılır. Bunlar-
bagımsız olarak varolduklannı, nesnele- dan 1 kategorik tasım, tüm öncülleriyle
rin algı sonucunda oluşan ide ya da ta- sonucu kategorik önermelerden, yani
sarımlardan ayn olup, bizdeki duyu or- yüklemin özne hakkında koşulsuz ola-
ganlaruıı uyarmak suretiyle özel duyu rak tasdik ya da inkar edildigi önerme-
verilerinin doguşuna yol açtıgını, fakat lerden oluşan tasımdır.
insan varlıgının dış dünyadaki nesnele- Buna karşın, 2 kategorik olmayan tasım
rin kendilerini hiçbir zaman dogrudan büyük öncülü hipotetik ya da disjünktif
ve aracısız olarak idrak edemedigini sa- ya da ön ve ard bileşeni tikel evetleme
vunan algı anlayışına ise tasarımsal algı ekiemi ile birbirine baglanan bir öner-
görüşü denir. me, küçük öncülü ise kategorik bir öner-
tasavvuf. Öncelikle, Tann'nın niteligini me olan tasımdır. Bu çerçeve içinde,
ve evrenin oluşumunu vahdeti vücut, büyük öncülü hipotetik önerme, koşul
yani varlıgın birligi görüşüyle açıkla· önermesi olan tasıma hipotetik tasını,
832 tasım kahbı

buna karşın büyük öncülü ctisjunktif, ne indirgenmesi işlemi.


aynk önerme olan tasıma da, ayrık ön- indirgernede sonuç, yetkin olmayan
ciillü tasmı adı verilir. İki öncül ve bir tasım şeklindeki öncüllerden evinne,
sonucu olan tasıman her üç önermesi de ardçevirme, v. b. g., yle türetilmiş birinci
aynı türden ise, tasun yalın tasım; buna şekilden öncüllerden çıktıgı zaman dog-
karşın, öncül ve sonuçta iki ayn türden rudaıı indirgeme, buna karşın sonucun
önerme yer alıyorsa, tasarn bu kez karma- geçerliligini, çelişiginin kuraldışılıgını
şık tasım adıru alır. göstermek suretiyle karutlayan yeni bir
tasım kalıbı [Os. kıyas tarzı; İng. syllogistic tasarn oluşturuldugu zaman da, dotaylı
nıood; Fr. nıode syllogistique; AL syllogis- indirgeme adını alır.
tiscfıe modus]. Dört kategorik tasarn şek­ tasım şekli [Os. kıyas şekli; İng. syllogistic
linden hareket ederek geçerli tasımlar figure; Fr. figure syllogistique; Al. syllogis-
oluşturabilme yoluna, dört tasım şek­ tisclıe figur]. Kategorik tasururı,. orta teri-
linden her birinde geçerli olan tasımiara rnin öncüllerdeld yerine göre, aldıgı
verilen ad. şekle; kategorik tasımiarı sınıflamanın
Bu tasıın kalıplan, birinci tasım şeklin­ çok temelli bir yoluna verilen ad.
den Barbara, Celarent, Ferio, Darii, Barbari Yalnızca öncüllerde yer almak, sonuçta
ve Celaront; ikinci tasım şeklinden Cesa- geçmemek durumunda olan orta teri-
re, Canıestres, Festino, Baroco, Cesaro ve min bulunabi lecegi konumlar dört tane
Caıııestres; üçüncü tasım şeklinden Dati- oldugundan, dört tasım şekli ya da fi-
si, Disanıı's, Ferison, Bocardo, Darapti ve gürü vardır: ı Orta terim büyük öncülde
Felapton; dördüncü tasun şeklinden ise, özne, küçük öncülde yüklerndir. 2 Orta
Calemes, Dinıatis, Gresison, Fe.sapo, Bama- terim, her iki öncülde de yüklem konu-
lip, ve Cafemos kalıpları olmak üzere, mundadır. 3 Orta terim her iki öncülde
toplam yirmi dört tanedir. de, öznedir. 4 Orta terim büyük öncülde
tasım kurallan [İng. rules fcr syllogism; Fr. yüklem, küçük öncülde özne konumun-
regles du syllogisme ]. Kategorik tasımda dadır. Aristoteles söz konusu dört tasım
geçen ya da söz konusu olan, mümkün şeklinden yalnızca ilk üçünü kabul
tas·un şekillerinin geçerlilik bakımından etmiş ve daha sonraki manb.kçılann
denetlerunesi sırasında temele alman dördüncü şekle yerleştirdikleri tasımia­
kurallar. rı birinci şekle indirgeyerek geçerli kıl­
Bu kurallar şu şekilde sıralanabilir: ı mıştır.
Her tasımda, büyük, orta, ve küçük diye Tatianus. 130-176 yılları arasında yaşa­
üç ayn terim yer almalıdır. 2 Orta terim mış olan Hristiyan apolojisti. Yunanlı fi-
sonuç önermesinde bulunmamalıdır. 3 lozofların bilgeliklerini, İbranilerden
Öncüllerden biri mutlaka tümel olmalı­ almış olduklannı öne süren; Philon'la
dır. 4 Sonuç her zaman öncüllerin zayıf Aziz Justinus tarafından geliştirilmiş
olaıuna baghdır, yani öncüllerden biri olan karutlara dayanarak, Yunanlılara
olwnsuzsa, sonuç da olumsuz, öncüller- karşı, Hristiyanhgın tüm diger ögreti-
den biri tikelse, sonuç da tikel olmalıdır. lere kıyasla, eski ve üstün oldugunu dile
5 Öncüllerden her ikisinin de olwnlu ol- getiren Tatianus'a göre, Yunanlıların
ması durumunda, sonuç olumsuz ola- bilim, felsefe ve sanatları kendilerinin
maz. 6 Orta terim her iki öncülde de tikel bulmuş ya da kunnuş olduklan şeklin­
olmamalıdır. 7 tki olwnsuz öncüiden deki iddialan temelsiz bir iddiadır; Yu-
sonuç çlkmayacagı için. öncüllerden en nanlılar tüm bildiklerini başkalarından
az biri olumlu olmalıdır. 8 Öncüller ögrenmiş olup, bilimleri, hele felsefeyi
olwnlu ise, sonuç olwnsuz olamaz. geliştirip yetkinleştirecek yerde, boz-
lasımların indirgenmesi [İng. reduction of muş, yanlış kullanmışlardır.
syllogisms; Fr. rı!duction des syllogismes]. Tatianus, kendi teolojisinde, insan aklı­
Yetkin olmayan tasım şekillerinin, yet- nın Tanrı'nın varoluşunu yaratıklardan
kin tasım şekli olan birind tasım şekli- hareket ederek, a posteriari bir biçimde
feizm 833

kanıtlayabilecegini kabul etmiş ve fel- Alman idealist geleneği."'\den yola Çlka-


sefeyle filozoflara yönelik eleştirisine rak ben ya da dolayunsız deneyimin en
karşın, kullandıgı felsefi kavram ve ka- temel, hatta biricik gerçeklik oldugw\u
tegorilerle, teolojinin gelişimine katkı savunan Teichmüller, kavramsal dünya-
yapmıştır. Ona göre, Tann bir olup, va- nın benin kurucu etkinliginin bir yansıb­
rolan herşeyin ilkesidir. Duyusal yoldan mı oldugunu dile getirmiştir. O, Nietzs-
bilinerneyen tinsel bir gerçeklik, saf ruh che'yi etkiJedigi kadar, tNietzsche'nin
olarak Tanrı, nedeni olmayan nedendir. özellikle bilgi felsefesi alanındaki pers-
tecrübe [ing. aperience; Fr. aperience]. pektivizminden etkilenmiştir. Bu bag-
Bilgi ya da ustalıguı, bir gelişme süreci- lamda, epistemolojik perspektivizmi
ne koşut olarak, birikmesi ya da genişle­ metafiziksel bir tperspektivizme dö-
mesi durumu; olaylarla, duygularla, hıt­ nüştüren Teichmüller, tek tek her meta-
kularla pratik yaşama. Kişisel faaliyet, fiziksel sistemin sadece birtakim kısmi
uygulama ve pratik becerilerden kazanıl­ hakikatler içerdiginj ve metafiziksel
mış bilgi; uygulama, faaliyet, çalışma, duruş ya da bakışıru kompleks gerçek-
gezme ve yaşama yoluyla kazanılmış lik üzerine bir perspektif olarak inşa etti-
birikim, kapasite. Anlayış, kavrayış ve gini söylemiştir.
sahip olunan bilgiyi artbncı nitelikteki teizm [Os. ildhiyye; İng. theisnı; Fr. theisme;
olgularla çokça karşılaşmış olma duru- Al. theismus]. En genel şekliyle, varolan
mu. herşeyin yaratıcısı olan bir Tann'nın va-
tefsir. 1 Genel olarak, yorwn, yorumlama. roluşuna inanma, Tanrı'nın mutlak ve
2 Daha özel olarak da, İslam teolojisin- sınırsız bir bilgiye ve güce sahip oldu-
de, Kuran'ın metnini, Kuran'da yer alan guna sarsılmaz bir inanç besleme. Ev-
ayet ve sureleri açıklayarak yorumlama. rende bulunan ve duyularuruz aracılı­
Tefsir, İsl~m dininin kutsal kitabını, gıyla bilinen ya da imgelem ve akıl
Arapça dilbilgisi · kurallanndan, dini sayesinde varoldugu sonucuna vanlan
kaynaklardan, bilimsel görüş ve teori- tüm varlıklann varoluşlarını ve varo-
lerden yararlanarak yorwnJar. Bu bag- luş durumundaki devamlılıklannı son-
lamda, dini kaynaklara ek olarak, akla suz, ezeli-ebedi ve bilinçli bir varlıgın
ve bilimsel verilere dayanılmak suretiy- ve bu varlıgın ir~desinin yaratıcı ve ne-
le gerçekleştirilen Kuran yorumuna di- dense! eylemine borçlu oldugu, Tanrı
rayet tefsiri, salt Kuran ayetlerinden, adı verilen bu varlıgın özünü ve karak-
hadis ve rivayetlerden yararlanılarak terini akıllı yarabklarının düşüncelerin­
gerçekleştirilen tefsire rivayet tefsiri adı de ve ideallerinde açıga vurdu~ ve
verilirken, Kuran'daki tasavvufi anlam- bundan dolayı, insan varlıklarıyla kişi­
lan açıklayarak ortaya koyan tefsir türü sel bir ilişki içinde bulundugu inancı.
işari tefsir deyi tarumlarur. Doganın üstünde ve ötesinde olan,
öte yandan, Kuran'ı yorumlama tarz yani evrene aşkın olan bir Tann'ya du-
ve yöntemlerine inceleyen ilahiyat dalı­ yulan inana ifade eden teizmde, Tann,
na usul-ü tefsir adı verilmektedir. yaratbgı varlıktan ayrı olan, fakat ken-
Teichmüller, Gustav. 1832-1888 yıllan disini yaratıklan aracılıgıyla gösteren,
arasında yaşamış olan Alman düşünü­ özünde kişisel olup, insanın ibadet ve
rü. Felsefe tarihi alanındaki araştırmala­ itaatine en yüksek ölçüde layık olan var-
rıyla ve bu tarih araştırmalanndan ha- lık olarak görülür. Tann, bu anlayışa
reketle geliştirmiş oldugu bilgi görüşü göre, yaratıcıdır, varoluşun ve degerin
ve metafizik anlayışıyla tanınan Teich- kaynagı ve koruyucusudur; Tann'run
müller'in temel eserleri Aristotelische gücü herşeye yeter, O herşeyi bilir;
Forsdıungen [Aristoteles Araşhrmalan] T ann güç, gerçeklik ve deger bakurun-
ve Die Wirkliche und Sdıeinbar Welt [Ak- dan en yüksek Varlıktır ve insan O'nu
tüel ve Görünen Dünya]'tir. bilebilir ve O'na erişebilir.
834 tekabüliyet

tekabüliyet [İng. corresponderu.e; Fr. corres- 3 Ontolojide, kişinin kendi beni ve bi-
pondence]. Bire bir ilişki içinde, karşılıklı linç içerikleri, zihin halleri dışında hiç-
olma durumu. Bir bütünün ögelerinin bir şeyin varolmadıgı görüşü. Tekben-
ilgili başka bir bütünün ögeleriyle kar- cilik, bu baglarnda 'yalruzca kendi
şılıklılık ilişkisi içinde olınası, genel benligimin varoldugunu', kişinin kendi
olarak düşüncenin varhkla, tasarımın beni dışında, hiçbir şeyin varolmadıgı­
gerçek nesne ile sözcügün zihindeki ru, ben, zihin ya da bilincin bütün varlı­
ideyle, kavramın terimle, sözcügün dış gı ıneydana getirdigini, herşeyin kişi­
dünyadaki nesneyle, önermenin gerçek- nin bilincinin yaratılan oldugunu, hiçbir
likteki olgularla karşılıklılık içinde ol- şeyin bagımsız bir. varoluşa 3ahip olma-
ması durumu, düşüncenin dış dünyada dıgım, başka şeylerin bilince ve zihin
nesnesinin ya da karşılıgının bulunma- hallerine indirgenebilecegini iddia eder.
sı hali. 4 Psikolojik va ahlaki bakımdan ise,
tekbencilik [İng. solipsism; Fr. solipsisme; tekbencilik herkesin kendisini, kendi çı­
AL solipsismus]. 1 Genel bir çerçeve için- karlarıru gözeterek eyledigini ya da ey-
de, benmerkezcilik ya da egoizme yakın lemesi gerektigini öne süren egoist an-
bir ögreti olarak, bene büyük bir önem layışa karşılık gelir.
atfeden, beni temele alan yaklaşım; kişi­ tekhne. Sanat; bir nesnenin üretilmesi ya
nin kendi çıkar ve hazlan dışında hiçbir da belli bir amaca ulaşılması için gerek-
şeye deger vermemesi gerekligini savu- li olan ilkelerin bilgisine, kullanılmak
nan ögreti. İmtiyazh olup, indirgenemez durumunda olan rasyonel yönteme iliş­
birtakım özelliklere sahip bulunan birin- kin kavrayış.
ci şahsa ait bir bakış açısının varoldu- İlkelerin bilgisini gerektirdigi için epis-
gunu ve bu bakış açısının kişiyi başka tmıeye benzeyen, fakat bir şey yapmayı
herşey ve herkesten yalıtladıguu savu- ya da meydana getirmeyi amaçladı~ı
nan görüş. için epistemeden ya da çıkar gütmeyen
2 Epistemolojide, kişi ya da insanın teorik bilgiden farklılık gösteren bilgi
kendi benligi ve bilinç içeriklerinden türü. Dogada varolan nesneleri yaşam­
başka hiçbir şeyi bilemeyecegini öne da kullanım degeri olan araç ve gereç-
süren ögreti. İnsan zilminin kendi zihin lere dönüştürme faaliyeti; amacı bir
içeriklerinden, kendi içkin küresinde yer şey yaratma olan ve dogru bir plana
alanlardan başka hiçbir şeyi bilmedigi, göre yönlendirilmiş olan beceri olarak
bilgimizin yalnızca ve tümüyle zihin tanımlanan telchne, dognı bir akılyürüt­
haBerimizin bilgisi oldugu düşüncesin­ meye dayanan ve insanın, kendisi tara-
den hareketle, kendi zihin hallerimiz fından yaratılmış bir şeyi ortaya çıkar­
dışında hiçbir şeyin varoldugunun bi- masını saglayabilen yetenek olmak
linemeyece~ini, bilinerneyen bir şeyin durumundadır.
varoluşunu öne sürmek için hiçbir tekil [Os. miistakil, miinfrrit; İng. singular;
neden bulunmadıgını, bundan dolayı Fr. singulier; AI. singuliir, einzig]. Tek ol-
bildigim zihin hallerinin evreni meyda- makh~, tek bir şey için geçerli olma du-
na getirdigini iddia eden görüş. Bu ög- rumunu gösteren sıfat, tek nesneyi dile
retiye göre, zihin hallerine, bilinç içerik- getiren kavram. Buna göre, önermeler ni-
lerine ek olarak, başka bir şeyin daha celikleri açısından sınıflandı~nda, tümel
varolup olmadıgı bilinemez, zira insan ve tikel önermeyle birlikte degerlendiril-
duyu-deneyinin sınırlan içinde, ideleri- mek durumunda olan önerme türü.
nin oluşturdugu duvarların arasında sı­ Mantıkta nicelik, özne ile yüklem ara-
kışıp kalmıştır. Öğreti, bu çerçeve için- sındaki bir bagantıda kendisini göster-
de, bir şeyin varoluşuna ilişkin bilginin diginden, tekil önerme tek bir özne
nedeni ve haklı kaba temelinin bilinç ol- hakkında tasdik ya da inkar edilen
dugunu öne sürer. önermedir.
tektanncıhk 835

teknokrasi [Os. Erbabı fen iktidarı; ing teknoloji diye tanımlanır. Buna göre,
tecftnocracy; Fr. teclmocratie; AL tecfınok­ elektrik glicü ve iç yakırnlı motor tekno-
ratie]. Özel işletmelerle kamudaki, salt lojisi buhar gücüne dayalı makineleş­
teknolojik üretkenlik ve verimliligi me; elektronik ve nükleer güç teknolojisi
amaçlayan, bürokrasinin Mkim oldu- de elektrik gücü ve iç yakımlı motor
gu; teknik uzmanlıga sahip seçkinterin teknolojisine göre bir yeni teknoloji
egemen yönetici güçler olarak ortaya meydana getirir.
çıktıgı siyasi sistem. Teknolojinin özellikle günümüz top-
İktisadi ve siyasi kararların alınmasın­ lumlarında çok önemli bir yer tuttugu
da uzman, teknisyen ya da teknotratla- ve rol oynadıgı gerçegi dikkate alındı­
rın, siyasetçiterin yerini aldıkları eko- gında, gelişmekte veya sanayileşme
nomik ve politik sistemi tanımlayan çabası içinde olan Üçüncü Dünya ülke-
teknokrasi terimi, tmodern toplumların lerinin gelişmiş Batı toplumlarından
bu tanıma giderek daha fazla uygun teknoloji ya da teknik bilgi alma ya da
düşmeye başladıklarını, geleneksel po- aktarma gayretleri teknoloji transferi ola-
litik yapı, kurum ve organların günü- rak bilinir. Buna karşın, iki kültür ya da
ınüz toplumunda anlam ve önemini yi- ülke arasında, üretim tekniklerinin kul-
tirdikleriııi savunan Kenneth Galbraith lanımı baglamında söz· konusu olan
ve Daniel Beli gibi araşbrmacı ve düşü­ farklılıga teknoloji açığı denmektedir.

nürler tarafından geliştirilmiştir. İşte bu baglamda, günümüzde tekno-


Bu baglamda, teknokrasinin kaçınıl­ loji ve teknokrasinin sosyal degişme ve
maz oldugu ya da endüstri ve toplu- toplumsal kurumların özünü giderek
mun yönetiminin, insan etkeni ve insani artan ölçülerde belirledigi ayn bir top-
unsurlar pek dikkate alınmadan, bilim- lum türü teknolojik toplum diye tanunla-
nır. Çagdaş Fransız sosyolog ve teolo-
sel ilkelere veya mühendislik prensiple-
rine göre olması gerektigi inancma tekni- gu Jacques Ellul'ün eseri olan teknolojik
sizın adı verilmektedir.
toplum terimi, teknolojiyi yabanciaş­
manın bir yeni şekli ve örnegi, teknik
teknoloji [Os.ftnniyat; İng. teclınology; Fr.
unsur ve eserlerin toplumlar ve insan
technologie; Al. technologie]. 1 Genel ola- varlıkları üzerindeki tahakkümü olarak
rak, insanların veya topluınlann, kendi
görür.
fiziki çevrelerini kontrol altında tutmak
tektanrıc:ılık [Os. va/ıdtiniyye; İng. monot-
için kullandıkları araçlarla teknik bilgi- heism; Fr. monotMisme; Al. monot/ıeis­
den meydana gelen maddi kültür bütü- mus]. Yalnızca tek bir Tanrı'nın varol-
nü. dugunu ya da Tanrı'nın bir oldugunu
2 Makinalar ve teknik donanım ya da öne süren ve bundan dolayı, çoktanrıa­
bu araçlarla birleşen üretim teknigi. 3 lı~a ve bir dizi il~hi varlıga duyulan
Endüstriyel faaliyetin çok çeşitli alanla- inanca karşı olan Tanrı anlayışı.
rında kullanılan takım, makine, araç ve
Çogunluk tek Tanrı'nın aşkmlıgına
yöntemlere dair inceleme. 4 İş ya da duyulan inançla, tek Tanrı'run en yük-
üretimin teknik organizasyonu ve me- sek derecede gerçek oldugu, buna kar-
kanizasyonunun belirledigi toplumsal şın dünyanın gerçeklikten yoksun bu-
ilişki türü. lundugu teziyle birleşen tektanncılık,
Bu baglamda, bilimdeki gelişmelerin aynı zamanda felsefi tpanteizme, ateiz-
ya da daha ziyade bilimsel devrimin so- me ve tanrısal varlıklarla ilgili kuşkucu­
nucu olan teknolojiye modem teknoloji luga da karşıttır. Tektanrıcılıgın en
adı verilirken, belirli bir tarihsel baglam- önemli problemi, dünyanın ne ölçüde
da, varolan teknoloji karşısında, üretim gerçek oldugu, ne dereceye kadar rasycr
maliyetindeki azalma veya üretimin ve- nel ve ahlaki bir düzen sergiledi~ soru-
rimliligi açısından önemli bir ilerleme larma doyurucu bir yarut verebilme
saglayan üretim teknikleri bütünü yeni problemidir.
836 teleoloji

teleol()ji [Os. ıneblıası gaynt; İng. teleo!ogy; Teleoloji, a) dı~sal teleolo ji ve b) içsel tele-
Fr. Uleologie; Al. teleologie]. 1 Genel ola- o/o ji olarak ikiye aynlır. Bunlardan
rak amaçları, erekleri, hedefleri gözebne dogal dünyanın düzeninin, onu amaçlı
tavrı. 2 Bütünü parçaların karşılıklı et- bir özne ya da failin davranışıyla karşı­
kileşiminin bir ürünü olarak gören me- laştırınak suretiyle anlaşılabilecegini
kanik görüş karşısında, organik bir söyleyen dışsal teleolojiye en iyi örnek
doga görüşüne, bütünün ideal olarak tPlaton'un felsefesidir. Buna karşın, do-
parçalardan önce geldigi ve parçalann gaya birtakım amaçlar yükleyen, her
mekanik eylemlerine, etki ve tepkilerine türün kendi ereksel nedeni oldugunu ve
ilişkin açıklamanın bütünde oldugu an- varlıklann söz konusu tikel aınaçlaruıı
layışına dayanan ve dolayısıyla dogada gerçekleştirecek şekilde davrandıkları­
düzen ve amaçlılık arayan disiplin. nı savunan içsel teleolojiye en iyi örnek
Fail nedenleri temele alan, gelecegi geç- tAristoteles ve onun teleolojik yaklaşı­
miş .ve şimdi aracılıgıyla açıklayan me- mı temele alan biyoloji ve felsefesidir.
kanist anlayışın tam tersine, ereksel Teoloji, işte söz konusu iki teleoloji an-
(fina), gai) nedenleri temele alan ve geç- layışını birleştinnek suretiyle, dogada-
mişle şimdiyi gelecek aracılıgıyla açık­ ki tüm fenomenlerin herşeyi bilen, gücü
layan; olaylann, nesnelerin, eylemlerin, herşeye yeten iyiliksever bir Tann'run
öznelerin ve bütün bunlarla ilgili dege.r- erek ve niyetlerine gönderimle açıklana­
lemelerimizin, kendilerine biçtitimiz de- bil~ savunur.
gerlerin yalnızca yönelmiş olduklan Bu baglamda, Tann'run bir İlk Neden
amaçlar hesaba katılarak açıklanıp haklı ya da tık Hareket Ettirid olarak değil de,
kılınabilecegini savunan bakış açısı, an-
Final ya da Ereksel Neden olarak düşü­
layış olarak teleoloji, dogarun bir amaca
nülmesi gerektigini öne süren ögretiye
göre düzenlenmiş, bir hedefe yönelmiş teleolojilc personalizm adı verilir.
veya fonksiyonel olarak düzenlenmiş · teleolojik ahlik [Os. gai ahlıilc; İng. teleolo-
oldugunu kabul eder, dogada amaçlılık gical ethics; Fr. ethique tiliologique; Al. tele-
ararken, insan varlıgından hareketle ologisch ethik]. Ahiiki eylemin sonuçları­
hemen herşeyin, fail nedenler yerine, run, eylemin degerini ve dogrulugunu
amaçlar, hedefler ve niyetleri e aı;ıklana­
belirleyen tek öge oldugunu savunan,
bilecegini öne sürer.
ahlaki yasa, ödev, dogru davranış ya da
Buna göre, teleoloji 3 metafizikte, dün-
ahlaki yükümlülügü, iyiye ya da insan
yaya birtakım hedef, deger ya da erek-
tarafından arzu edilene tabi kılan ahlak
sel nedenlere göre düzen verildigini; 4
görüşü.
teolojide ise, dünyadaki herşeyin Tanrı
tarafından, insan varlıgı için, insana hiz-
Ödev kavramının iyi kavramından
mantıksal olarak bagımsız olup, bir ey-
met edecek, fayda saglayacak şekilde
düzenlendigini öne süren görüşe karşı­ lemin ahiiki degerini belirleyen ögenin
lık gelir. S Teleoloji bilim alanında, ~ne
eylemin kendisinin sonucu oldugu ilke
için' sorusuna yanıt vermeye çalışan, ya da ödev oldugunu öne süren deanto-
olaylan ereksel nedenlerle açıklayan lojik ahl!k anlayışından farklı olarak,
yaklaşımı ifade ederken; 6 epistemoloji- bir kimsenin son derece iyi niyetli ola-
de, insan zihnirun, olgusal, nesnel ya da bilmekle ya da yüksek ahiiki ilkelere
mantıksal verilerden çok. insaron amaç- uyabilmek, ödevin sesini dinleyebil-
lan, degerieri ve çıkarlan tarahndan mekle birlikte, ahlaki eylemin sonucu-
yönlendirildigini ya da belirlendigini sa- nun kişiye ve eylemden etkilenenlere
vunan görüşü; 7 ahliik alanında ise, zarar veren kötü ve olumsuz bir sonuç
insan yaşamındaki tek standart ya da olması durumunda, bir eylemin ahlaki
tek ölçütün, ödev ya da ahliik yasasın­ bakımdan kesinlikle yanlış olacagıru,
dan çok, deger ve iyilik oldu~nu iddia bundan dolayı sonucun daha önce gel-
eden yaklaşımı gösterir. digini savunan ahliik anlayışı.
temelcilik 837

telepai:i [İng. telepallıy; Fr. telepathie]. Bir temaşa [İng. contemplatimı; Fr. co:ıtemplati­
kimsenin başka bir kimseyle, duyu or- on; Al. kontemplation). ı Genel bir çerçe-
ganlarını, bilinen başka iletişim araçla- ve içinde, bir şeyi büyük bir dikkatle,
rını kullanmadan iletişim kurması. uzun uzun ve o şeyin çekicili~ne kaptl-
Telesio, Bemardino. 1509-1588 yıllan ara- rarak seyretme eylem ya da faaliyetine
sında yaşamış olan İtalyan filozof u. verilen ad.
Temel eseri: De Rerımı Natura lu:xta Prop· 2 Metafizikte, bizzatihi düşünrnek ve
rio Principia [Şeylerin Kendi İlkelerine anlamak için gerçekleştirilen düşünme
göre Dogası Hakkında). faaliyetinden oluşan ve bireyin en yük-
Özellikle metodolojisi, hararetle sa- sek kapasitesini tam olarak gerçekleştir­
vundugu tümevanma dair düşünceleri mesinin sonucu olan hazla belirlenen
ve bilimsel eınpirizmi ile Francis Bacon yaşam türüne işaret eden temaşa kav-
ve Galilei'yi derinden etkilemiş olan ramı, 3 epistemolojide, bilgiyle, bilgilen-
tTelesio, varlık görüşünde üç ayrı ilke me ya da düşünme faaliyetiyle eşan­
kabul etmiştir. Bunlardan ildsi, cisimsel lamlı olan bir terim olarak ortaya çıkar.
olmayan etkin ilkeler olarak sıcak ve 4 Temaşa, gizemcilikte ise, bireyin,
soguk, üçüncüsü ise cisimsel ve edilgin kendi bireyselligini yitirip, bilginin nes-
olan maddedir. Ona göre, sıcaklık hare- nesiyle tümüyle ya da kısmen birleşip
ketin ve hayatın kaynagı, soguk ise öl- özdeşleşmesi durumunu gösterir.
mezligin ve sükunetin nedenidir. Bede- temel [Os. esas, zemin; İng. foundation; Fr.
nin ve cismin temelini meydana getiren fimdemmt; Al fondammt]. ı Genel ola-
madde ile cisiınsel oimayan ilkelerin rak, bir şeyin üzerinde kuruldugu, ken-
miktan ne artar, ne de azalır; bunlar disiyle temellendigi şey ya da yapı. 2
birbirlerine karşı üstünlük kazanmak Ahlak, hukuk, egitim türünden disiplin-
için mücadele ederler. lerin, matematik, manbk türünden bi-
telos. Yunanca hedef, erek, amaç anlamı­ . Iimlerin kendisine dayandıgı ilkeler,
na gelen terim. varsaydıgı dayanaklar bütünü. Bütün
Bir süreç, eylem ya da işlemin nihai bir sistemin, do~u önermeler kümesi-
terim ya da hedefini, bir gelişme ya da nin kendisinden çıktı~, türedigi genel
degişmenin kendisine yönelmiş oldu- önerme. 3 Epistemolojide, bilginin ken-
gu sonsal amaç ya da tamamlanmışlık disine dayandınldıgı özne ya da zihin.
halini tanımlayan terim olarak telos 4 Daha özel olarak da, Marksist ögreti-
Yunan ahlak görüşleri ve felsefesinde ol- de, insan bilincinden tümüyle bagımsız
dugu kadar, Yunan biliminde de önemli olarak varolurken, toplumun ekonomik
bir rol oynamıştır. Buna göre, bir insan yapısını, maddi üretimin kendisini mey-
varlıgının amaCI mutluluk ya da iyi ya- dana getirip, 'maddi üretim güçlerinin
şamdır; işte onun eylem ya da genel ola- belirli bir gelişme evresine tekabül eden
rak tüm faaliyetlerine bu telos ışıgında üretim ilişkilerinin toplamı'.
deger biçilmelidir. temelcilik [İng. foundatioJIQlism]. 1 Genel
Yunan düşüncesinde bu durwn yal- olarak, bilginin son çözümlemede,
nızca insan varlıkları için degil, fakat başka bir haklılandırma veya teınellen­
canlı cansız tüm diger varlıklar için de meye ihtiyaç duymayan temel inançlara
geçerlidir. Telos, varhkliuın davranış dayandıgını savunan ögreti. 2 Ortaçag-
ve ilişkilerinin kendisiyle degerlendiril- da tüm temellendinne ve meşrulaştı­
mek durumunda oldugu hedef ya da runlann nihai temeli olan Tann'run, mo-
amaçtır. Platon'un felsefesinde bu amaç dem dönemde arka plana itilmesiyle
ya da telos, insan varlıklarıyla dogal birlikte, Tann'nın boşalttıgı tahta bilinci .
nesnelere aşkın bir amaç veya güç iken, veya modem özneyi oturtan görüş.
Aristoteles telosu duyusal bir varlıgın Bir kişinin inançlarının genelde başka
kendi içkin formuyla tarumlar. inançlarla temellendigi gözleminden ve
838 temel önermeler

bunun da sonsuz bir geriye gülişe yol inançlar kümesi bütünün bir parçasını
açtıjı;ı kabulünden hareketle geriye gi- meydana getirdijı;i sürece temellendiril-
dişten kendi kendini haklılandıran bir miş veya haklı kılınmış oldujı;unu sa-
temele ya da her tür kuşkudan bajı;ışık vunan tutarlılıkçılıktır.
olan bir temel inanca erişmek suretiyle temel önermeler [İng. basic statenıents; Fr.
sakınılabilecejı;ini savunan temelcilijı;in, propositiorıs tUmeniaires). Dojı;rulama ya
biri Descartes'ın ego cogitosu veya da dü- da yanlışlama sürecinin kendilerinde
şünen öznesi, dijı;eri de İngiliz empiriz- son buldujı;u önermeler; mantıkçı poziti-
ıninin zihin görüşü olmak üzere iki ayrı vistlere göre, empirik bilginin temelini
versiyonu vardır. oluşturan önermeler, dolayımsız dene-
2-a) Tiim bilgi iddialarının deneyime yimin verilerini, yalın gözlem verilerini
ilişkin bilgiye dayandıjı;ını, tecrübenin betimleyen ve esas işlevleri genel hipo-
bilginin 'tcmel'i oldujı;unu, deneyimin tezleri test etmek için araçlar sajı;lamak
böyle bir temeli halihazırdaki tecrübele- olan önerme türleri.
rimle ilgili inançlar yanlıştan bajı;ışık Bu tür temel önermeler mantıksal ola-
oldujı;u ve deneyim alanı fiziki dünya- rak ayrı bir tür meydana getirir. Protokol
dan ayrı ve yalnızca benim nüfüz ede- önerme/er ya da ilkel protokol önenneler
bildijı;im bir alan oldujı;u için sajı;laya­ olarak da adlandınlan temel önermeler-
bildijı;ini savunan İngiliz temelcilijı;i, le ilgili olan belli başlı sorular şunlar­
zihnin temel oldujı;unu, zihnimle ilgili dır: 1 Temel önermelerden oluşan ayn
inançların kendi kendilerini temeliendi- bir önermeler sınıfı var mıdır? 2 Varsa
ren bir yapıda oldujı;unu öne sürer. ejı;er, bu önermelerle deneyim arasında­
2-b) Descartescı temelcilik ise, kesin ve ki ilişki nedir? 3 Temel önermeler, kişi­
açık bilginin tartışılmaz, sajı;lam temeli nin öznel deneyimlerine mi, yoksa her-
olarak ego cogito'yu, düşünen özneyi kes tarafından gözlemlenebilir olan
görür. Bu ba~lamda Kartezyen temelci- olaylara ilişkin betimlemeler midir? 4
lik, tüın hakikatin temelini düşünen, ta- Bu önermeler, yanlış olamayan, yanlış
rafsız ve nesnel öznede bulma tavnnı oldujı;u gösterilemeyen, kendilerinden
dile getirir. kuşku duyulamaz önermeler midir?
Temelcilijı;e göre, ego cogito saf akıl olup, Bu sorulara verilen farklı yanıtlar dı­
hakikale götüren yolun sajı;lam ve tartı­ şında, temel önermelerin rolleri ya da
şılmaz çıkış noktasını oluşturur. Çünkü işlevleriyle ilgili olarak da farklı görüş­
o, tarihten, kültürden, bajı;lamdan yalıt­ ler öne sürülmüştür. Ömejı;in, tAyer
lanmış, kendisini ha ya! gücünün, gele- temel önermelerin işlevleriyle ilgili ola-
nejı;in, insani güdülerin, ideoloji, önyargı rak, bu önermelerin bireyin bilgisi için
ve dejı;erlerin sultasından kurtarmış ta- bir temel ya da dayanak olma işlevi gör-
rafsız ve nesnel bir varlıktır. Hakikatin düjı;ünü savunmuştur. Neurath'a göre
temeli olan tarafsız özne, yani matema- ise, temel önermeler, bireyin bilgisinden
tiksel düşünen akıl, temelcilikte, şu çok, intersübjektif olarak iletilebilir ve
halde bilimsel bilginin dayanajı;ı, dojı;al test edilebilir olan nesnel bir bilgi için bir
alanla toplumsal alanın matematizasyo- temel oluşturur. Buna karşın, tSchlick
nımun temeli yapılır. Dojı;a bilimlerini, temel önermelerin bilimsel önermelerin
dojı;aya ilişkin bilgiyi öznede temelien- dojı;nılaruna araçları oldujı;unu, tPopper
diren böyle bir anlayış, Descartes'tan ise, onlann sııurlarunamış genellemeler
kısa bir süre sonra da, pozitivizmde sos- ya da hipotezleri test etmek i~ vazgeçil-
yal fizik ya da sosyolojiye dojı;a bilimleri mez araçlar oldu~u öne sürmüştür.
· araalıjı;ıyla bir temel sajı;lama girişimi temel ve üstyapı [lng. base and superstruc-
içinde olacakbr. ture; Fr. base et super-structure; Al. basis
Temelcilijı;e karşıt olan görüş ise, ilk und überbau). Marksizmin ve Marksist
kez olarak Peirce ve Dewey tarafından sosyologların ekonomiyle (temel) dev-
önerilmiş olan, bir inancın tutarlı bir let, aile yapısı, toplumdaki hakim ideo-
temsü 83'J

Joji (üstyapı) arasandald ilişkiyi konu genel iradenin sadece milletin temsilcile-
alan analizleriyle, toplwnun ekonomik riyle vücut bulabilecegini ve yabuzca bu
yapısırun devletle toplumsal bilincin vekillerle ifade edilebilecegini öne süren
varlıgını ve şeklini belirledigi tezlerin- ulusal egemenlik teorisine tonsil teorisi
de kullandıkları benzetme. denmektedir.
Üstyapnun özerk ve bagımsız olmayıp, Modem düşüncenin en önemli kavram-
kendiliginden ortaya çıkmadıgını, tam lanndan biri olan ve özne-nesne, temsil
tersine işçi, üretim araçları ve işçinin eden temsil edilen, gösterge-gösterilen
ürününü kendine mal eden patrondan ikili~ varsayan temsil kavramı ilk kez
oluşan ve bu üç ögenin degişik birle- olarak tNietzsche tarafından sorgulan-
şimleriyle farklılık gösteren ekonomik mıştır. Politikada demokratik temsile
yapı ya da temele dayandıgını dile geti- inanmayan, epistemolojik nesnellik ko·
ren benzehne, temelin ya da altyapırun nusunda fazlasıyla kötümser olan Ni-
dqgası degişince, üstyapının da ayru etzsche'nin demokratik temsile karşı
şekilde ve ölçüde degişecegini dile geti- çıkmasının esas nedeni, onun bu tarz bir
rir. Buna göre, feodalizmin siyasi yapısı temsilin toplwnda sayıca çok olan güç-
tkapitalizmin politik yapısından farklı­ süz ve vasati bireylerin güçlü, yaratıcı
lık gösterir, zira bu iki ayrı yapının eko- ve olagandışı bireyler üzerinde tahak-
nomik temelleri birbirlerinden tümüyle küm kunnalarına imkan sagladıgı inan-
farklıdır. cıdır. Özellikle resimsel anlam teorisi
Bununla birlikte, özellikle Marksizmin baglamında temsilin dogası üzerinde
20. yüzyılın ikinci yarısındaki gelişme­ yogunlaşan tWittgenstein da, dilsel gö-
sine koşut olarak, temeli salt maddi üre- redlikle dilin indirgenemez çogulculu-
~nun bir şeyi, bir gerçekli~ temsil et-
timden, ekonomik ilişkilerden ibaret
gönneyen, temelin iktidar ve ideolojik meyi im..k!nsız hiile getirdigini söyler.
Aynı şekilde, temsil pratiğinin son 300
ilişkileri de ihtiva ettigini söyleyen ve
yıllık tarihini inceleyen tFoucault, 17.
temel-üstyapı ilişkisini yeni baştan ta-
yüzyıl ile 19. yüzyıl arasında temsilin
nunlayan farklı görüşler ortaya çıkmış
yansız, nesnel, bilinçli ve evrensel bir
ve temelin üstyapı mutlak olarak belirle-
düşünce oldugunu, fakat onun, 19.
digi ortodoks görüşünde önemli degi-
yüzyılın başından itibaren, özne olarak
şiklikler yaşanmıştır. En azından Louis
insanın doguşuyla birlikte, karmaşak­
tAllthusser, üstyapının kimi unsurları­
Iaşıp belirsizleşti~ni öne sürer. Temsi-
nU\ göreli özerkliginden ve onlann te-
lin özne ve nesnesi arasmdaki ikilik
meli etkileyebilme kapasitelerinden ha- kayboldugunda, onun öznesi ve nesne-
raretle söz eder.
si ayrı ve bagunsız olmayıp, sıkı sıkıya
temsil [İng. represen.tation; Fr. represmtntion]. baglantab hale geldigi zaman, Fouca-
1 Genel olarak, bir nesnenin (söz gelimi ult'ya göre, basit-, dogal-, ve sahici-
bir kavram, kişi ya da zamaıun) yerine olmayan bir temsil ortaya çık.mıştır.
bir başkasını koyma, geçirme veya Postmodemistler de işte bu temelden
ikame etme. 2 Bir şeyin, bir olgunun ya hareketle, temsilin sık&a, aldaba, say-
da nesnenin, dışsal bir gerçekligin gısız ve tahrif edici oldugunu öne sü-
başka bir düzlemde, dil ya da düşünce­
rerler. Temsil, onlara göre, hem siyasf,
de, aynen hiçbir anlam vey3 içerik kaybı hem de sosyal, kültürel, epistemolojik
olmadan yansıtılması, betimlenmesi. 3 ve dilsel anlamda, keyfi bir şeydir.
Biraz daha özel olarak da, göstergelerin Temsilin kötü ve tehlikeli bir şey oldu-
anlamlannın yerine geçirilmesi. 4 Siya- gunu öne sürerken, onu hikimiyet ve
sette, bir kurumwı, bir toplulugun, sos- tahakkümle özdeşleştiren postmoder-
yal bir grup ya da sırufın sözcülü~ünü nistlere göre, aldatıa, mekanik ve sah-
yapma, onlar adma, çıkarlannı koruma teUrca olan temsil, sadece çarpıtmaya
amacıyla hareket etme. Bu baglamda, işaret eder.
840 ıeodise

teodise [Os. felsefei ilôhiyı;e; İng. theodicy; insan yaşamırun anlaııuiU, vahyin veri-
Fr. tl!l!odicee; Al. theodicee ]. Teolojide, lerine da anarak ineele en disiplin.-
Tanrı'nın dünyayı yarabrken adil dav- yın verilerine dayanar tannsa
randıgıru iddia eden ögreti, ya da dün- degişmez, ezelı-ebedı ya da ıdeal dunya
yada varolan kötülük olgusunun dogur- ile fiziki dünya arasındaki ilişkinin ne
dugu kuşkular karşısında, iyi, yarahcı olduğunu araştıran, Tanrı'nın özünü,
ve sorumlu bir Tanrı'nın varoluşunu, varlıgıru ve iradesini ifade ebneyi am!!,Ç·
faaliyetini ya da karakterini haklı kılma layan aisiplin.....Tanrı'ya dı:yulan inancı
problemi, ve nihayet, tanrısal kayra ya tutarirve anlamlı bir biçimde yorumla-
~

da inayelin gerçekligini, kötülüklere mayı velıaklı kılınayı amaçlayan araş-


ragmen, kötü ve kötülügün varoluşu tırma'" alaRı. -
karşısında koruma tavrı için kullanılan Dini grupların ya da düşünürlerin
teknik terim. Tanrı'yla ilgili inançlanndan ya da ögre-
Terimi Yunanca 'Tanrı' ve 'adalet' anla- tilerinden oluşan bütün olarak teol~
mına gelen theos ve dike sözcüklerinden araştırmalarında yalnızca &aJ!aya~'­
türetmiş olan tLeibniz, dünyada hiçbir dogal teoloji ve sistemini oluşturur en,
kötülük olmasaydı bile, dünyanın yine, vahyi temele alan vafıye dayalı teoloji ola-
yaratılmış oldugu şekliyle ve Tann gibi, rak ikiye lJIIılır._ -
kendi varlıgının kaynagı olamadıgı için, teori. [Yun. theoria; Os. nazariye; İng. tlıe­
yetkinligin uzagında olacagını savun- ory; Fr theorie; Al. theorie). Olgulardan
muştur. O tkötülük problemini, kötülü- hareketle, şeyleri birbirleriyle olan ev-
gün gerçek bir şey olmayıp, yalruzca rensel ve ideal ilişkileri içinde kavrama-
olwnsuz bir şey, yani iyili~ yoksunlu- nın ürünü olan kapsayıcı görüş; bilim-
gtı oldugunu söyleyerek çözmeye çalış­ sel bir bilgi sistemi içinde, konusunun
mıştır. bir bölümüne ya da larnanuna ilişkin
teokrasi [Os. saltanatı ilahiyye; İng. theoc- olarak sislemalik . bir görüş geliştiren
racy; Fr. theocratie; Al. theokratie]. 1 Tann soyut, genel ve açıklayıcı ilke; doga
anlamına gelen Yunanca theos sözcü- veya toplwndaki düzenlilikleıi ifade
güyle, güç, iktidar anlamına gelen kratos eden, kendisine dayanılarak fenomenie-
sözcüklerinin bir birleşiminden meyda- rin açıklandıgı, fenomenlere dair önde-
na gelen ve Tann'run tek yönetici, mut- yilerde bulunuldugu, dogru kabul edi-
lak bir kudret sahibi biricik varlık oldu- len hipolez veya yorum.
gu, iktidarın Tanrı'dan geldigi ve bu Gözlemlenebilen ve ölçümlenebilenin
iktidar ya da gücün, yalnızca Tanrı'nın ötesine geçen, dünyaya ilişkin açıklama
yeryüzündeki elçisi tarafından kullarul- ve yorum olarak teori, olgular dünyası­
dıgı inancına dayanan siyasi toplum dü- lU sistematik bir biçimde anlama iınk3ru
zeni. veren kavramlan düzenleyen birbirleri-
2 Tann anlamına gelen Yunanca theos ne baglı la rumlar ve ili~kiler öbeginden
sözcügüyle karışım anlamına gelen kra- meydana gelir. Doga bilimlerinde teori-
sis sözcügünün bir birleşiminden mey- lerin gerçekte hipotetik()-dedüklif sis-
dana gelen ve farklı tannlara tapuuna ya temler oldukları, bu sistemlerde tüm-
işaret eden terim. 3 Daha özel bir an- dengeJim zincirlerinin birtakım yüksek
lamda ise, tYeni-Piatonrulukta ruhun ilkelere baglı bulundukları, bu sistem-
Tanrı'yla temaşaya dayalı teması veya lerin kendilerinin de, deney yoluyla
birleşimi için kullanılan terim. dogrulanabilen veya çürütülebilen göz-
teoloji [Os. ilahiyat; İng. theology; Fr. lem önemıelerine baglı oldugu savunu-
tlıiologie; Al. theologie). Dine ilişkin olgu • lur. Bu görüşe göre, gözlemden teoriye
y_c fenomenleri kony alan ve dinle ilgili gidiş lümevarım, teoriden gözleme,
ı;ılarak genis )<apsamlı bir senteze ulat_ açıklama ve öndeyiye geçiş de tümden-
flli!Yl ama,layan disiplin. Tanrı'yı ve geJim yoluyla olur.
-
teorik S41

Buna karşın, !>osyal bilimler söz konu- gözlem terimleriyle teorik terimler ara-
su oldugunda, daha farklı teori görüşle­ sında keskin bir ayının yapan mantıkçı
rinden söz etmek mümkündür. Bazıları­ empirizm, gözlemin teoriden kesinlikle
na göre, ı teori sosyal dünyayla ilgili bagunsaz oldugunu öne sürmüştür.
genelleme ve sıruflamalardan başka hiç- Söz konusu pozitivist gözlem teori ayı­
bir şey degildir. Bu çerçeve içinde teori- nmını sorgulayan ve teorik birtakım
ler nisbeten sınırlı bir fenomenler ala- kabullerde bulunmadan gözlem yap-
nıyla ilgili genelleınelerden başlayıp, bir manın imkansız oldu~nu, gözlemlerin
bütün olarak toplum ve tarihe dair genel bu kabullerin yansıttıklannı söyleyen
ve soyut açıklayıcı modeliere kadar uza- Paul tFeyerabend, Hanson ve Thomas
nabilirler. 2 Diger bir görüşe ya da pozi- tKulm gibi bilim filozoflan, tüm göz-
tivist yoktaşıma göre, teoriyi oluşturan lemlerin, dünyayı algılama tarzlarmuz
tüm teorik önermeler test edilebilir em- dilsel, kültürel farklılıklara bagh bulun-
pirik önermelere indirgenebilir olmalı­ dugu veya gözlemle teori arasında ayı­
dır. 3 Marksist göriiş ise, teorinin, her ne rım yapma teşebbüsleri başarısızlıga
kadar dolayımsız olarak gözlenemeseler mahkum oldu~ için, teori yüklü oldu-
de, sonuçlarda ortaya çıkan, nedensel gunu iddia ederler.
mekanizma ve süreçleri keşfebnek sure- teorik [Os. nıızıui; İng. theoretical; Fr.
tiyle fenomenleri açıklamak durumunda thioretique; Al. theoretisch]. ı Tecrübe edi-
oldugunu öne sürer. lene, gözlemle ilgili olana karşıt olarak,
Bu baglamda, topluma dair teorilerin en düşünce, teori, hipotez veya bilimsel
genel ve soyutlçınna, Marksizm, yapısal­ yasa ile ilgili olan; 2 eylem veya uygula-
alık, fonksiyonalizm, yapısal fonksiyo- mayı göz önüne almadan, salt bilgi ve
nalizm benzeri bakış açılarına toplum tf- spekülasyon ile ilgili bulunan; 3 gerçek,
orisi adı verilir. Aynı çerçeve içinde, somut, elle tutulabilir olanın tersine, yal-
toplumda neyin dogru, neyin yanlış, nızca fikir alaruru ilgilendiren, soyut bir
neyin adil ve neyin adaletsiz v. b. g., ol- tarzda ele alman; 4 pratik veya yapılma­
du~na dair öne rm e ya da hipotezler bü- sı gerekeni degil de, fenomenleri, dogal
tününe ııornzatif teori denir. olgulan konu alan genellemelerle ilişkili
Buna karşın, sosyal ya da toplumsal bi- olan için kullamlan niteleme.
limlerde,mantı..ksal-tümdengelimsel yön- Bu baglamda, teorik bilgi ya da araştır­
temlerle elde edilmiş olan formel, soyut maya yönelen, birtakım hakikatierin pe-
teoriye karşıt olarak, deneysel araştJr­ şinden koşan akla teorik akıl adı verilir.
ma yoluyla elde edilmiş verilere daya- Eylemle, ahl~ki ve dini kurumlarla ilgili
nan teoriye, temellenmiş teori adı verilir. olan pratik aklla karşıt olarak, salt bil-
Deneysel malzemesi bol olmakla birlik- giyle, bilimle ilgili olan, bilmek için bil-
te, teorik çerçevesi zayıf olan teoriyle, meyi ve ögrenmeyi amaçlayan akıl,
formel ve teorik yönü güçlü olsa da, de· Aristoteles'te olanın, oldugundan başka
neysel temeli olmayan teorinin tam orta- türlü olamayanın bilgisine yönelen ve
sında yer ahp, bu ikisi arasındaki boşlu­ belli bir bilgi, önerme ya da iddiayla so-
gu gidermeye yarayan teori türü olarak nuçlanan faaliyet; Kant'ta ise entellektü-
temellenmiş kuram, aşan empirizme ol- el ya da bilimsel bilgiyi kuran akıl diye
dugu kadar, kavramsal düzeyi oldukça tanımlarunışhr. Öte yandan, degerle
soyut olan büyük teoriye bir tepld olacak veya olması gerekenle ilgili olan felsefe
şekilde tanımlarunışhr. türüne teorik felsefe deıunektedir.
Öte yandan, teoriye bagb olaiı, gözlem- Buna mukabil, gözlemlenmeyen, fakat
lenen veya kaydedilen şeyin teorik bir varoldugu sonucuna ulaşılan varlık ya
yorumunu bir şekilde ihtiva eden göz- da nesneye, varoldugu kabul edilen,
lem, teori yüklü gözlem diye geçer. Bu varoluşu varsayılan, ve gözlemlenebi-
baglamda, gözlem önermeleri ve teori, .lir fenomenleri açıklama faaliyetinde,
842 teorik egoizm

açıklayıc! bir sistemin temei ö~esi yapı­ nı dile getiren tıfletçiliğe göre ise, teorik
lan varlık ya da kendilige teorik yapırn terimierin bir şeye karşılık geldiklerini,
adı verilir. gerçekten varolan bir şeye gönderiın­
teorik egoizm [İng. tlıeoretical egoizın; Fr. de, atıfta bulunduklarını varsayınamız
ı!goisıııe thtorı!tique; Al. theoretisclı egois- gerekmez.
ıııus]. töznel idealizm ya da tekbencilik teoriye göreli varlık anlayışı [İng. doct-
olarak da adlandınlan ve kişinin, yal- rine of being relative to theory; Fr. doctrine
nızca kendi içkin küresini, kendi zihni- de 1' itre relati"ue iı la tlıeorie ]. t Analitik
nin içindekileri bilebildigi, bilgisi kendi felsefe gelenegi içinde, W. V. O. Quine
varlıgının çeşitli hallerinin bilgisini aşa­ tarafından öne sürülen varlık anlayışı
ınadıgı ve dolayısıyla başka varhklann için kullanılan deyim.
da varoldugunu öne sürebilmek bakı­ Buna göre, tQuine, kavramla bir yükle-
ınından geçerli bir dayanagı olmadıgı min ifade ettigi şeyin anlaşılması duru-
için, mantıksal olarak varoldugunu munda, varlık kavramı diye bir kavra-
iddia edebilece~ tek varlıgın, kendi bi- mın olmadıgını, varhgın gerçek bir
reysel beni oldugunu ileri süren ögreti. yükleme karşılık gelmeyip, yalnızca bir
teorik terim [ing. tlıeoretical terııı; Fr. terme niceleyici oldugunu, altından bir dagın
theoretique; Al theoretisclı term]. Atomalh var oldugunu söylemenin alhn ve dag
parçacık, quark, dalgalar benzeri göz- kavramlarının bir nesne tarafından ör-
lemlenebilir olmayan şey, özellik ya da neklendigini söylemekten başka bir
bagınhlara gönderirnde bulunan terim. şey olmadıgını, varhkla ilgili tüm soru-
Teorik terimierin atıf yaptıgı gözlemle- Iann niceleyicilerle ilgili sorulara indir-
nemez, ama etki ya da eylemleri bilim- genebilir oldugunu dile getiren analitik
sel teorilerde betimlenen; gözlemlenebi- felsefenin bu anlayışına, görüşün var-
lir şey ya da süreçleri açıklamak için lık problemine hiçbir çözüm getirmedi·
varolduklan varsayılan şey ya da ken- gi gerekçesiyle karşı çıkmıştır. O, bu
dilikler söz konusu oldugunda, üç ayrı tavnrun bir sonucu olarak da, dili, güve-
görüş ya da yaklaşımı birbirinden nilir öndeyiler ortaya koymak suretiyle,
ayırd etmek gerekir. Bunlardan 1 rerılist tecrübemizi düzenlemeyi amaçlayan bir
yaklaşım, teorik terimlerin, orada olan, tür teori olarak görmek gerektigini dile
dünyada gerçekten var olan şeyleri gös- getirmiş ve varlıgın teoriye baglı ve gö-
terdiklerini, teorilerin gerçekligin nasıl reli oldugunu belirtmiştir. Bu çerçeve
göründügünü dile getirdiklerini savu- içinde, meleklerin ya da fillerin, onlara
nur. Realist yaklaşıma göre, bundan gerek duyan teoriye göreli olarak varol-
farklı bir yaklaşım, bilimsel teorilerin duklan söylenebilir.
gerçekte görünüşleri açıkladıgı inancı­ Quine'ın bu ögretisine göre, neyin va-
na ters düşer. roldugunu belirleyen şey, teoriden ba-
2 Bir teorinin, gözlem önerıneleri top- gımsız nesnel bir gerçeklik degil de, te-
larmndan çıkan bir yapı oldugunu sa- orik ya da kavramsal çerçeve olup, en
vunan tindirgenıeciliğe göre ise, teorik önemli konu, teorinin dogrulugudur.
terimleı·in atıfta bulund uklan, işaret et- Teorinin dogrulugu söz konusu oldu-
tikleri şeyler, gerçekte, kendilerinden çı­ gunda, pragmatist bir yaklaşım sergile-
karsandıkları gözlemlerden hareketle yen Quine, bu görüşüyle ontolojik gö-
kurulmuş olan 'mantıksal yapım'lardır. reliligin savunucusu olmuştur.
3 Öte yandan, teorilerin bir gözlemden leozofi [Os. mtirifeti unıuru ilıihiyye; İng.
başka bir gözleme geçmeye yarayan theosophy; Fr. theosophie; Al. theosophie].
fiıletler olduklarını, onları belirleyen tek Dogasıru, özünü tam ve eksiksizce açık­
degerin öndey_i gücü olup, teorilerin bu lamaya çalışhgı Tanrı'yı tanımayı, insa-
gücü, bizi gözlemden alıp teoriye götü- nın evrendeki yerini belirlemeyi, yaşam
ren manhksal ilişkilerden kazandıklan- ve ölüm bilmecelerini çözmeyi ve ruhun
terkedilmişlik 843

Tann ile birieşineeye dek yükselmesini Buna göre, 'Ahmet' ya da 'şu masa' gibi
saglamayı amaçlayan, bu amaç çerçeve- tekil bir terim, dış dünyada varolmak
si içinde, çok büyük ölçüde sezgisel bir için kendisinden başka bir şeye ihtiyaç
bilgiye dayanan ve kendisini Tann tara- duymayan bir varlıgı ya da nesneyi gös-
fından ilham edilmiş bir öğreti olarak teren, ve kategorik bir önermede yalnız­
sunan disiplin. tPhytagorasçılık, tYeni- ca özne konumunda bulunan terimdir.
Platonculuk benzeri matematiksel veya Buna karşın, 'insan' gibi genel terim ise,
bilimsel temellere dayandınlmak ist~ dış dünyada varolan birçok bireye uy-
nen her tür felsefi tgizemcilik. gulanabilir olup, kategorik bir önerme-
tepke [Os. fiili miin· akis; İng. reflex; Fr. de 'İnsan akıllı hayvandır' ömeginde
reflexe; Al. reflex]. Canlı bir varlıgın be- oldugu gibi, hem özne ve, 'Ahmet in-
lirli bir uyaran karşısında gösterdigi sandır' önermesinde oldugu gibi, hem
davranışsal tepki. Dıştan gelen bir de yüklem konumunda bulunabilen bir
uyararun, kurulu birtakım baglantılar terimdir.
yoluyla, otomatik bir biçimde, kendisine 3 Özel bir bilgi ya da faaliyet alanına,
özgü bir tepki dogurmasından oluşan uzmanlık dalına özgü, sözlük anlanu
sinirsel fenomen. Belli bir uyarana baglı dışında özel bir anlamı olan sözcük.
olarak ortaya çıkan ve adale kasılması Burada terim, belli bir bilim ya da sanat
gibi hareket ve salgı gibi tepki yol açan, dalında kullarulan ve tek, degişmez ve
irlldi olmayan sinin;el faaliyet. özel bir anlam• olup, söz konusu disip-
Tepke, kendilitinden tepke ve koşullu linin alarunı ve konusunu belirleyen
tepke ola.rak ikiye ayrılır. Bunlardan ken- kavramın dilsel karşılıgı olarak tanım­
diliginden ve koşulsuz olarak gerçek]~ lanabilir. 4 Ve nihayet, terim matema-
şen tepke türü, hayvanlarda doğuştan tikte, bir fonksiyon, dizi, küme ya da
olan ve sinir sisteminin yapısına baglı toplarnın tek tek her üyesini ifade eder.
olan tepkedir. Buna karşın, Rus bilim terimeiter [İng. terminists; Fr. tenııinistes].
adamı Pavlov tarafından bulunan koşul­ Ortaçag felsefesinde, çok uzun bir
lu tepke, yeni bir uyaran ve sinirsel bir dönem boyunca egemen olan kavram re-
faaliyet arasında sonradan kurulan bag- aüzminin ardından, onüçüncü yüzyıldan
lantıya, dıştan gelen belirli bir uyarana itibaren güç kazanan Ockhama harek~
karşı gösterilen tepkenin daha sonra tin bir parçası olarak, terimlerin, ontolo·
kaydınlarak başka bir tepkeye gösteril- jik boyutuyla degil de, mantıksal statüsü
mesi durumuna karşılık gelir. Buna ve işleviyle ilgilenen; felsefenin, sentetik
göre, koşullu tepke bir sinir sisteminin degil de, analitik, spekülatif degil de,
tekrarlanan deneyler sonuewtda, kendi eleştirel olması gerektigini öne süren
dogal, özgün uyaranına degil de, bu mantik çı ve düşünürlere verilen ad.
uyaranın yerine geçirilmiş olan başka Teriıncilerin başmda, hiç kuşku yok ki
bir uyarana karşılık veren otomatik re- terim manhgıru kurucusu olan Ock·
aksiyonundan başka bir şey de~ildir. hamlı William gelmektedir. Terimin
terim [Yun. lwros; Os. tdbir, ıstılah, had; önerme içindeki işlevini analiz eden
İng. tum; Fr. tmnc, Al. ternı, wort, ausd- terim mantıgmı, o daha sonra kendi
ruck] 1 Genel olarak, anlamla yüklenmiş tnominalizmiyle birleştirecek şekilde,
olan sözcük ya da deyim. Kavramı dil- empirist ve kavrarncı bir dogrultuda ge-
sel veya fonetik yönden ortaya koyan, liştirmiş tir. ·
kavramın anlamını bildiren kelime. 2 terkedilmişlik [İng. abandonment; Fr. aban~
Klasik mantıkta, iki bileşenden meyda- don]. tSartre gibi ateist varoluşçulann
na gelen kategorik bir önermen.in özne temel kavram ya da düşüncelerinden
ya da yüklemi olarak görünen kavram. biri. Tanrı varolmadıgı için, Sartre'a
Terim, bu çerçeve içinde tekil ya da göre, insanın Tanrı tarafından önceden
genel terim olarak karşımıza çıkabilir. belirlenmiş bir özü de olamaz. İnsan,
844 terminoloji

yalnızca vardır, kendinden önceki bir kendisi de birtakıın felsefi konu ve açık­
modele, bir taslaga, bir öze göre ve belli lamalar ortaya koymuştur. Tanrı'nın va-
bir amaç gözetilerek yaratılmamıştır. roluşunu, yaratıklarından ve eserlerin-
İnsan öncelikle varolur ve kendisini den hareketle bilebilecegimizL Tanrı
daha sonra taıuınlar. Tanrı varolmadı­ kanıhmızın deneyimsel bir temeli olma-
gına göre, yaşamda nesnel degerler de sı gerektigini öne süren Tertullianus,
söz konusu olamaz ya da yaşamın bir yine O'nun yaratılmamış oluşundan,
anlamı yoktur. Şu h~lde, insan dünya- O'nun yetkin oldugu sonucunu çıkarta­
ya fırlatılınış ya da terkedilmiştir. O, bilecegimizi iddia etmiştir. O, Stoacıla-
yol göstereni olmadıgından, kararlarını . rın etkisiyle, varolan herşeyin, Tanrı da
kendi başına vermeli, dogruyu yanlış­ dahil olmak üzere, cisiınsel oldugunu
tan kendi çabasıyla ayırmalıdır. öne sürmüş, örnegin Tanrı'run corpus
terminoloji [İng: tenııinologıJ; Fr. tcrmino- sui generis, yani kendisine özgü türden
logie; Al. terıııinologie]. ı Bir disipline, bir cisim oldugunu belirtmiştir.
bir bilim, sanat veya uzmanlık dalına Aynı zamanda, Tanrı'nın tinsel bir töz
özgü sözcük, terim veya kavramların oldugunu öne süren, mekanist ve deter-
meydana getirdigi, söz konusu disiplini minist bir evren anlayışından uzak du-
anlayıp, ona nüfuz etme imk~nı veren, rurken, iradenin özgür ve ruhun ölüm-
bütün. süz oldugunu iddia eden Tertullianus
2 Daha özel olarak da, terimleri incele- açısından önemli olan, özgünlügü bu-
lunmay;ın birtakım görüşlerden çok,
yen uygulamalı dilbilim dalı. Terimleri,
dilbilim ilkelerine uygun olarak belirle- Latince'deki felsefi terrninolojiye ve teo-
mek, analiz etmek, gerekti~ zaman da lojinin gelişimine yaptı~ katkıdır.
teslim. ı Kişinin kendisini Allah 'ın
yeni terimler yaratmak veya varolanlan
geliştirmek, yaygınlaştırmak görevleri-
iradesine terketmesi, bırakmasi hili; 2
İslamda, özellikle de Selefilikte, Kuran
ni üstlenmiş olan disiplin, araştırma
alanı.
ve hadislerdeki çokanlamlı ya da mug-
lak sözlerin anlamını, Peygamber ve sa-
terörizm [İng. terrorism; Fr. terrorisme; AL
habenin bildigini kabul etme tavn.
terrorismus].Örgütlü bir grup ya da par-
teşhircilik [İng. exhibitionism; Fr. exhibiti-
tinin, bireylerin veya azınlıklann, siyasi
onnisme]. Bir toplumda varolan görgü
amaçlarına ulaşmak için, şiddeti sis-
kurallannın açık seçik .ifade edilmesini
temli bir biçimde kullanma tavn ve yön-
ya da sergilenmesini istemedigi şeyleri,
temi, söz konusu tavnn gerisindeki bireysel özellikleri, özel yaşantılan, ki-
teori. Bir hükümet, yönetim veya toplu-
şiye özgü duygulan aç1kça ifade etme
mu radikal bir siyasi ya da sosyal degiş­ veya sergileme tavn. Kişinin, ç1plakhg1-
meyi kabul etmeye zorlamanın bir aracı na dikkat çekmek amaoyla soyunmas1,
olarak şiddeti kullanma tavn. cinsel organlannı göstermesi dürtüsü.
Tertullianus. M. S. 160-220 yılları arasın­ telrakys. Say1y1 varolan herşeyin ilkesi
da yaşamış olan Kilise Babası. yapan yetkin bir sayı olarak gördükleri
Latince yaznuş ilk büyük Hristiyan on say1sma verdikleri Yunanca ad.
düşünürü olan Tertullianus, Tann'run
Buna göre, on say1s1 ya da tetrakys sua-
İsa'dan, İsa'nın da Kutsal Ruhtan ayrı s1yla 1, 2, 3 ve 4 sayilannın bir toplamı
olarak bilinemeyecepni öne sürdügü oldugundan, varolanıann bir ifadesi de
için, içindeki kutlu ses tarafindan yönlen- olmak durumundadır. 1 noktaya, 2 dog-
dirilen iSokrates'in bilgeJi~ bile bir ruya, 3 yüzeye karş1hk geldigi için, her
işe yaramayacagıru belirtmiştir. cisim dört say1S1run maddi bir ifadesi-
Yunan felsefesiyle Hristiyan bilgeligi dir, çünkü o, dördüncü bir terim olarak,
arasında kurdugu bu karşıtlıga rag- üç bileşensel ögeden, suas1yla noktalar-
ınen, Tertullianus, Yunan felsefesinden, dan, dogrulardan ve yüzeylerden mey-
özellikle de tStoalılardan etkilenmiş ve dana gelir.
Thomasçdık 845

tez [Os. iddia; !ng. the sis; Fr. the se; Al. şarak, Mısır'a yapmış oldugu seyahat-
these ]. 1 Genel olarak, dogru oldugu ler, suyun insan yaşamı üzerindeki
inancıyla öne sürülen ve savunulan dü- önemi ve degerini ona göstermiş olabi·
şünce, iddia, genel fikir ya da önerme. lir. Thales'i arkhenin su oldugu sonucu-
2 Dogrulugu kanıtlanmaya çalışılan te- na götüren nedenler ne olursa olsun,
orik öneri, düşünce, kanı. 3 Aristote- onu felsefe tarihinde ilk filozof olarak
les'in mantıgında, bir tasımda, öncül önemli kılan şey, verdigi yanıttan çok,
olarak kullanılan, bir aksiyemdan apa- sordugu sorudur. Buna göre, o varlıgın
çık ve zorunlu olmamak bakımından ya da dünyanın nihai ve en yüksek do-
farklılık gösteren, kanıtlanmamış öner- gasının ne oldugu sorusunu sormuş ol-
me, ya da genel görüşe aykırı olmakla dugu için önemlidir.
birlikte, akılyürütmeyle dognılarunaya theologia naturalis. Dogal teolojinin, yani
veya desteklenmeye uygun bir yapıda teolojide felsefenin diger alanlarında
olan önerme. 4 Diyalektikte, ikinci teri- kullanılan araştırma yöntemleri ve akli
mi anti tez, üçüncü terimi sentez olan ölçütleri kullanan teoloji türünün Latin-
diyalektik bir akılyürütmenin ilk teri- ce ifadesi.
mi. Fichte ve Hegel'de idenin diyalektik Theophrastos. M. O. 370-288 yıllan ara-
hareketinin ilk ugragı ya da anı. sında yaşamış olan Peripatetik filozof.
Thales. Batı Felsefesinin ilk filozofu. Aristoteles'in araştırma arkadaşı olan
M. Ö. 6. yüzyılın ilk yansında yaşamış Theophrastos, tAristoteles'in ölümün-
olan Thales'te, felsefe bakımından önem den sonra, tAkademi'nin başına geç-
taşıyan husus, onun 'Neyin var oldu- miştir. Aristoteles'le karşılaştınlabile­
gu', 'Neyin gerçek oldugu' ya da 'Neyin cek kadar geniş bir bilgisi olan
gerçekten var oldugu' sorusu üzerinde Theophrastos, hemen hemen her konu-
düşürunüş olmasından kaynaklanır. O da yazmış ve Aristoteles'in hayvanlar
dogada var olan şeylerin tüketici bir lis- dünyasıyla ilgili sınıflamasıru, bitkileri
tesini yapmayı amaçlamamış, fakat de kapsayacak şekilde genişlebniştir.
şeylerin varlıga gelmeleri ve daha sonra Theoph.rastos, hipotetik ve aynk tasım­
da yok olup gitmeleri olgusundan etki- lann formüllerini de vererek, mantık
leruniştir. 'Neyin var oldugu' sorusunu alanına da önemli katkılar yapmış oldu-
yanıtlamarun en önemli yolu, onun gö- gu için, bir yandan da Stoaa ve Epikü-
zünde birlik ile çokluk ya da görünüş rosçuluga çıkan yolu hazırlamış biri
ile gerçeklik arasındaki ilişkiyi doyuru- olarak görülür.
cu bir biçimde ifade edebilmekten geç- Thomasçılık [İng. Thomism; Fr. Thomisme;
miştir. O, buna göre, gözle görünen bi- Al. Thomisınus]. M. S. 1226-1274 yıllan
reysel varlıkların ve degişmelerin arasında yaşamış olan Ortaçag düşü­
oluşturdugu kaosun. çoklugun gerisin- nürü tAquinalı Thomas'ın, felsefi dü-
de akılla anlaşılabilir, kalıcı ve sürekli şüncenin, 'aklın dogal ışıgına' dayanan
bir gerçekligin var olduguna inanmış­ ve Kilisenin ögretileriyle uzlaşbnlmak
br. Thales, çok.Jugun kendisinden türe- durumunda olan sonuçlannın bir sente-
digi, çoklugun gerisindeki bu birligin zini yapmaktan oluşan sistemine ve
'su' oldugunu öne sürmüştür. bakış açısına verilen ad.
Kendisinden önceki felsefenin bir an- Temelde Aristoteles'in eserlerine ve bu
lamda tarihini yazmış olan Yunan filo- eserlerle ilgili yorumlara dayanan Tho-
zofu t Aristoteles, Thales'i bu sonuca, mas, felsefeyi en yüksek bilim, herşeyi
herşeyin sıvı bir varlıktan beslendigi, açıklamaya, herşeyin nihai ve en yüksek
sıcagın da sudan türeyip, suyla beslen- temelini gözler önüne sermeye çalışan
digi, herşeyin tohumunun nemli bir ya- disiplin olarak tanımlamışbr. Thomas'a
pıda oldugu gözleminin götürdügünü göre, her bilim kendisini belirleyen ko-
belirtir. Yine, Thales'in Akdeniz'i a- nuları ya da varlık alanını araşbrır;
B46 tikel

buna göre, biyoloji yaşamı ya da canlılı­ zamansal dünyadaki somut işlemlerle


gı, fizik maddeyi, psikoloji zihni konu açıklanmak ve tasvir edilmek durumun-
alır. Bununla birlikte, her bilim, hiçbir da olan ara durumlar. IV Olaylar, olgu-
zaman temellendirip haklı kılamayacagı lar, önermeler, sesler ve sanat eserleri tü-
birtakım kabullerde bulunur. ründen, metafiziksel açıdan problemli
Aquinalı'ya göre, felsefenin görevi, işte durumlar.
bu kabuUerin geçerli olabilmesi için, Tillich, Paul Johannes. 1886-1965 yıllan
dünyanın nasıl olması gerektigini göz- arasında yaşamış olan Alman kökenli
ler önüne sennektir. Felsefe, Aquinalı 'ya Hristiyan ilahiyatçısı ve filozofu. Temel
göre, sonuçlarını deneyime dayandıra­ eserleri: The Protestant Era [Protestanlık
ınaz; onun sonuçlan yalruzca akla da- Çagı], Sys tematic Theology [Sistematik
yanmcılıdır, zira felsefe, 'varolan herşe­ Teoloji], Dynamics of Faith [Inancın Dina-
yin ilk ilkelerini' ortaya koyar. Tüm migi].
bilimler temel kabulleri bakımından fel- Alışılmadık ama özgün düşünceleri ve
sefeye dayandıgı ve dolayısıyla herşey üslubuyla dikkat çeken Tillich, il~hiyat
felsefenin kapsamına girdigi için, felse- ile kültürün diger unsurlan arasında
fe, olumsal olan bir şeyi olumsal olan kalan bölgelerde önemli araşbrmalar
başka bir şey aracılıgıyla açıklayan ve yapmıştır. Dinle insan varoluşunun de-
dolayısıyla şeylerin 'ikindi nedenleri' rinlikleri arasında bag kurmanın önemi-
üzerinde duran özel bilimlerin sorula- ne deginen filozof, tSchopenhauer'ın
nndan farklı olan sorulan sormak duru- tiradedliginden, tMarks'ın sosyalizmin-
mundadır. Felsefe, olumsal olan herşe­
den ve aynca tNietzsche'yle tFreud'tan
etkilenmiştir. O bireylerin yaşanbsında
yi, gerçekligin nihai ve en yüksek
dogası arachgıyla açıklayan ilk neden-
söz konusu olan veya kültürlerin yol aç-
t.ıgı varoluşsal sorulara Hristiyanca ya-
leri konu alır.
nıtlar getirmiştir. Zaman zaman din d bir
tikel [Os. cüz'i, münforit; İng. partic:ular; Fr.
particulier; Al. partikular']. 1 Birind ve sosyalizmin de savunurulugunu yapmış
olan Tillich, ölüm ka~mda duyulan
temel manası ya da sıfatsal anlamı için-
kaygı, anlamsızlık ve suç temalannı
de, 'tüm'den farklı olarak 'bazı'yı ifade
çokça işlemiş ve Barth'la birçok varoluş­
eden, yani bir iddiamn, bir sınıfın tüm
çu düşünürü etkilemiştir.
üyeleri için degil de, belirsiz bir bölümü
limoloji [İng. timology; Fr. tirrwlogie]. Şan,
için geçerli olması durumunu ortaya şeref anlanuna gelen Yunanca time söz-
koyan terirn. 2 Sıfattan türetilen isim ola- cügüyle, bilim, açıklama anlamına gelen
rak, metafizikte, varolan bagımsız bir logos sözcügünden türetilmiş bir terim
varlıga, bireysel bir gerçeklige, temel bir
olarak, degeri ya da bir şeyi neyin de-
birime; bir sımfın üyelerini belirleyen gerli kıldıgım konu alan araştırmaya;
özelliklere kaq;ıt olarak, o sımfın birey- degerlerin, onlan temeliendiren sonuç-
sel bir üyesine işaret eden isim. lanndan bagunsız olarak, kendi içinde
Bu çerçeve içinde, likelierin belli başlık­ ve kendi başına önemli ve özsel oldugu
lar la ortaya çıkbgı söylenebilir: I Masa- inanana verilen ad.
lar, kişiler, hayvanlar ve kitaplar türün- Timon. M. Ö. 320 - 230 yıllan arasında ya-
den, zaman ve mekan içinde varolan, şamış olan Yunanlı kuşkucu düşünür.
sayılabilen ve betimlenebilen şeyler ya Varolan şeylerin bilgisinin insan için
da tözsel bir varoluşa sahip olan somut olanaksız oldugunu dile getiren Timon,
tikel/er. ll Sayılar, sıruflar türünden, ken- insanın görünüşlerin ötesine geçerek
dilerine ad verilen nesneler olarak soyut gerçekligin kendisine erişemeyeceıJini,
tikel/er. III Tofaş Uno türünden, tek bir görünüşleri temele alarak eyleyebilece-
otomobili degil de, bir araba markasıru gini, fakat bilgi söz konusu oldugunda,
gösteren ve manhksal olarak alınd.ıgın­ insanın yargıyı askıya alması gerektigi-
da, tıpkı bir tikel gibi duran, mekansal- ni dile getirmiştir.
tinselcilik 847

Yunan tkuşkuculugunun kurucusu gini, bu ruhlarla temas kurulabilecegini


olan tPyrrhon'un ögrencisi olmuş olan öne süren görüş. Bu görüş tinselcilik-
Timon esas hocasının görüşlerini for- ten, yalnızca ölenlerin ruhlarıyla ilgi-
müle edip aktarmasıyla ün kazanmıştır: lenınek ve ruhlarla ilgili inancını, akıl­
'Mutluluga erişmek isteyen kişinin ken- yürütmeye degil de, deneye dayanmak
disine sorması ve yanıtlaması gereken ve ruhu maddi bir terminoloji çerçeve-
sorular şunlardır: ı Eşyanın mahiyeti sinde tanımlamak bakımından farklılık
nedir? 2 Eşyanın mahiyetiyle ilgili mü- gösterir.
lahazalardan sonra tavnmız ne olmalı­ 2 +Canlıcıhk ve ttinselcilikle eşanlamlı
dır? 3 Bu tavrın sonucunda ne elde ede- bir ögreli olarak, bilinçli iradi varlıklann
riz? Bu sorulardan birincisi, eşya ölçüm, varoluşuna oldugu kadar, inorganik do-
ayınm ve belirleme kabul etmez oldugu gayla irtibatlandırılan tinlerin, tecessüm
için, yanıtlanamaz. Bu durum ..dikkate etmemiş dünya ruhlarının göksel var-
alındıgında, hiçbir konuda hükÜm ver- lıklann, feleklerin, meleklerin, v.b.g., va-
mememiz, her konuda yargıyı askıya al- roluşuna inanan ögreti.
mamız gerekmektedir. Bunu yapar.oak, tinsel [Os. nıam:vi; İng. spiritual; Fr. spiritu-
bir ruh sükünetine erişir ve mutlu olu- el; Al. geistig veya geistlich]. ı Maddi, ci-
ruz.' simsel olmayan; 2 tinden, meydana
tin [La. spiritus; Os. nefsi natrlcıl, zihin; İng. gelen; 3 insan ruhuyla ilgili olan; 4 zih-
spirit; Fr. esprit; Al. geist] ı En genel ola- nin üst düzey yet:ileri; S dindarlık, aşk,
rak, bazı metafizikçilerin ya da tHegel güzellik, adalet, dogruluk gibi insani de-
gibi nesnel idealistlerin, gerçekligi ve gerler ve 6 ahlaki, dini ve estetik duygu
evreni açıklamak üzere, varolan herşe­ ve yaşantılar için kullandan niteleme ya
yin temeli, özü olarak kabul ettikleri ci- da sıfat.
simsel olmayan varlık, maddi olmayan Bu baglamda, konusu, dogal varlıklar
gerçelclik. 2 Dinlerde, dinf düşünce ge- degil de, dogadan başka bir alan olan,
leneklerinde dünyayı yarattıgına inanı­ yani insanın dünyası, toplum ve tarihi
lan varlık. Dünya ruhu. konu alan bilimiere tinsel bilimler adı ve-
3 İlkçag düşüncesinde, evrene canlılık rilir. Din, ahlak, dil, hukuk, siyaset,
ve enerji veren ateş benzeri ilke. 4 Te- sanat, bilim gibi insani olan herşeyi,
cessüm etmemiş gayri cisimsel varlık. S yani insan yaratısı olan kültürü konu
Bilinci olan, ir~de ve zekaya sahip bu- alan bilimler, insan tininin yaratmalan-
lundugu düşünülen varlık. 6 İnsan var- ru, sanat, din, devlet, ekonomi ve hukuk
Iıgında bilincin temeli olduguna inanı­ gibi gibi kültürel ürünleri araşhran bi-
lan ve büyüme, gelişme ve duygu gibi li..ınler olarak tinsel bilimler aynı zaman-
hayati fonksiyonlara yol açan immater- da sosyal bilimler, tarilı bilimleri, be~eri bi-
yel varlık. 7 İnsan varlıgında, zihnin limler ya da kültür bilinıleri olarak da
yüksek düzeyden yetilerini oluşturan adlandınlırlar.
bilişsel güç, bilinçli öz. Öte yandan, yalruzca iyi iradenin özgür
tincilik [Os. ruhaniyye; İng. spiritisnı; Fr. oldugunu savunan, ve nedenselligi tin-
spiritisnıe; Al. spiritisnıus ]. ı Gerçek dün- sel faaliyete dayandıran görüşe tinsel re-
yayı ve insanlıgt etkileyen tinlerin, ata- aliznı adı verilmektedir.
ların ruhlannın varoluşuna inanan, tinselcilik [Os. ruhaniyyün mezhebi; İng.
insan varhklaruun bu tinlerden güç spiritualisnı; Fr. spiritualisnıe; Al. spiritua-
almak, onların faaliyetlerini etkileyebil- lisnıus]. ı Genel olarak, duyular yoluyla
mek için, söz konusu ruhlarla çeşitli gözlenemeyen, deneyim yoluyla biline-
yöntemleri kullanarak temas içine gire- meyen, ne büyüklügü, ne şekli olan, ne
bilecegini savunan ögreti. Ölülerin ruh- de hareket halinde bulunan ruh, tin,
larının, maddi, fakat oldukça ince bir Tann türünden tinsel tözlerin varoluşu­
cismi koruyarak varolmaya devam etti- nu kabul eden ögreti.
848 tipler teorisi

Biri tinseL diğeri maddi iki ayrı türden farklı düzeylerde analiz edilebileceğini
töz kabul eden +Descartes düalist bir lin- dile getiren teori. Teoriye göre, bir yük-
selci olarak görülebilirken, tBerkeley ve lem bireysel şeylere uygulanır, bireyler
+Leibniz'in tinsel töz dışında başka hiç- hakkında tasdik edilir; buna karşİtı, bir
bir töz kabul etmeyen tinseldükleri, yüklemin yüklemi, söz konusu yükle-
mutlak bir tinselcilik olarak değerlendiri­ me sahip olan bireysel varlıklann ken-
lebilir. dilerine değil de, bireysel varlıkların
2 Yine, tinseldli.k, gerçekliğin doğası yüklemlerine uygulanır.
itibariyle tinsel olduğunu, gerçekliğin Tocqueville, Alexis de. 1805-1859 yıllan
temelinde, tüın evrene yayılmış, evren- arasında yaşamış ve tliberalizmin ön
deki faaliyet ve düzenin nedeni olup, plana çıkardığı özgürlükle, sosyalizmin
evrenin varoluşu için rasyonel bir açık­ temele aldığı eşitlik arasında bir denge
lama oluşturan Dünya Ruhunun bulun- kurmaya çalışmış olan düşünür. Temel
duğunu öne süren metafizik öğreti, yal- eseri: De la Denıocratie en Anıerique [Ame-
nızca Mutlak Tin'in varolduğunu, geri rika 'da Demokrasi Üzerine].
kalan herşeyin Mutlak Tin'in bir ürünü Devlet müdahalesini en aza indirgerne-
olduğunu ya da gerçekliğin tinlerden ya ye çalışan, demokrasinin eşitlikçi.liğini
da ruhlardan meydana geldiğini savu- ön plina çıkartan liberal bir düşünür
nan görüş olarak ortaya çıkar. Tinselci- olarak Tocqueville, özgürlüğü eşitlikle
lik, evrenin tüınüyle ya da temelde, nasıl bağdaştırmak gerektiği ya da eşit­
zihin olmayan tinlerden oluştuğunu likçi bir ortamda özgürlüğün nasıl sağ­
öne sürdüğü, fakat gerçekliğin yapısını, lanacağı sorusunu temel soru olarak be-
bilgi sürecine, bilen zihne tibi kilinadığı lirlemiş ve özgürlüğün ancak iki yoldan
için, tüm gerçekliği zihne göreli, ve ba- kurtarı.Jabileceğini söylemiştir. Bu yol-
~mh kılan öznel idealizmden farkhlık lardan birincisi, ona göre, bir ademi
gösterir. merkeziyet sistemi, diğeri de çeşitli
3 Her tür ontolojik +idealizm ve imma- alanlarda, özellikle de siyasi, ekonomik
teryalizm de tinseldlik olarak tarumla- ve bilimsel alanda birtalam demek ve
nır. Terim bu bağlamda, özellikleMaine birliklerin kurulmasıdır.
de Biran, Victor Cousin ve Claud Rava- Tocqueville, küçük bölgelere yönetsel
isson gibi düşünürlerin 19. yüzyıldan özerklik tarwnak, ve böylelikle de yöne-
itibaren yükselen tpozitivizme bir tepki timin tek merkezde toplarunasını önle-
olarak geliştirmiş oldukları Fransız ek- mek suretiyle siyasi özgürlüğün gerçek-
lektik tidealizmini veya Benedetto leştirileceğini ve bu arada vatandaşiann
Croce'nin başını çektiği 20. yüzyıl İtal­ kişisellikten kurtularak kamu işleriyle
yan idealizmini tanımlamak için kulla- ilgilenmelerinin sağlanacağıru, demek-
nılmıştır. ler yoluyla da çeşitli çıkariann savunul-
4 Tinselcilik, zaman zaman da tindliğe masının olanakla olacağını öne sürmüş­
tekabül ederken, her insanın bir tin ya tür.
da ruhu olduğu, bu ruhun kişi öldükten toplama yaniışı [İng. phaflacy of r:onıpositi­
sonra da varolmaya devam edip, onunla on; Fr. erTeur de la conıposition]. Takımın
iletişim kurmanın mümkün olduğu her üyesi (ya da bazı üyeleri) evli oldu-
inancuu ifade eder. ğu için, takımın kendisinin de evli ola-
tipler teorisi [İng. theory of types; Fr. cağını iddia etme örneğinde oldu~
tMorie des types]. Ünlü İngiliz .filozofu gibi, bir bütünün her parçası ya da bazı
Bertrand +Russell tarafından, 1 yüklem parçalan iı;in geçerli olanın, bütünün
ya da sınıf ve 2 bir yüklemin yüklemi kendisi için de zorunlu olarak geçerli
kavramları temele alınarak geliştirilen olacağını varsaymaktan oluşan fonnel
ve yüklemlerin farklı türleri olduğunu, olmayan yanlış türü.
toplum sözlefmesi 849

toplum felsefesi [Os. cemiyet felsefesi; ing. Söz konusu anlayışın gerisinde yatan
social philosophy; Fr.plıilosophie sociale; Al. temel düşüncenin her ne kadar Pla-
sozialphilosopfıie]. Ekonomj, antropoloji, ton'un Deıılet adlı diyaloguna kadar
sosyoloji ve sosyal psikoloji gibi disiplin- uzanan uzun bir geçmişi olsa da, top-
lerde ortaya çıkan felsefi problemleri lumsal degişmeyi belli bir modele göre
konu alan felsefe türü; kollektif sorum- önceden belirleme ve düzenleme tavn,
lulukla ilgili ahloiki problemleri, grupla- bilime dayanan teknolojinin, teknoloji
rın dogası ve davranışının çeşitli yön- temelli düşüncenin toplumsal problem-
leriyle ilgili metafizik ve metodolejik leri çözme gücüne duyulan inancın bir
problemleri felsefi yöntemlerle araştı­ sonucudur. Bu anlayışın en aşın şekli,
ran, grup davranışıyla ilgili olarak insanın geçmişle hiçbir ilişkisi olma-
genel yasalara ulaşılıp ulaşılamayaca­ yan bir gelecek yaratma gücüne duyu-
gı, grup davranışına ilişkin olarak ön- lan inançla belirlenir.
deyide bulunulup bulunulamayacagı, toplumsal cinsiyet [İng. gender; Fr. genre].
grup davranışının ne ölçüde ekonomik Cinsiyetin erkek ve dişi arasındaki biyo-
güç ya da etkenierin sonucu oldugu, lojik ayırıma karşılık geldigi yerde, eril
grup davranışının nasıl açıklanabilece­ ve dişil arasındaki, buna koşut, ama
gi, bir sosyal bilimcinin kavramiamu sosyo-kültürel eşitsiz bölünme.
nasıl oluşturdugu, bir toplumu ya da Cinsiyetin biyolojik olarak verilmiş ol-
toplumsal davraruşı belirleyen ögelerin dugunu, buna karşın toplumsal cinsiye-
ne oldugu, sosyal bilimlerde veri topla- lin sosyal olarak inşa edildigini ima
ma ve verileri yorumlama sürecinde ne eden kavram, erkeklik ve dişiligi belirle-
ölçüde nesnel olunabilecegi türünden mede, doğuştan getirilen bedensel fark-
sorulan doyurucu bir biçimde yanıtla­ lılıklara baglanamayan tüm etmenlerin,
maya çalışan felsefe. fakat özellikle de sosyal ve kültürel et-
Şu hAlde, felsefenin bir yandan sosyo- menlerin önemini vurgular. Feminist
lojiyle diger yandan da ahloik felsefesiy- düşüncenin bir katkısı olan toplumsal
le çok yakından ilişkili olan dalı olarak cinsiyet kavramı, cinsler arasındaki top-
toplum felsefesinin, bu çerçeve içinde lumsal ayrımcılıga karşı, sadece kültü-
biri sosyal bilimler metodolojisiyle, buna rel degişim yoluyla mücadele edilebile-
karşın digeri degeriere ilişkin araştır­ cegine dikkat çekmesi bakımından
ınayla ilgili olan iki temel boyutu vardır. önem taşır. Toplumsal cinsiyet düşün­
Bunlardan birincisinde, daha çok bir cesi veya kavramı modern bir kavram
tsosyal bilimler felsefesi olarak ortaya olmakla birlikte, zihin ya da bilincin be-
çıkan topluın felsefesi, özellikle sosyoloji dene, insan dogasımn hayvani varolu-
alaronda geçen kavramları, kullanılan şa, özerk iriidenin de dogal determiniz-
yöntemleri eleştirel bir analiz ve incele- me olan aşkınlıgından aldıgı ilhamlara
meye tiibi tutar. Buna karşın, ikjncisin- bakılırsa, onun kökleri bir yönüyle de
de, toplum felsefesi, degerieri olgular geleneksel felsefededir.
olarak ele alan sosyolojiden farklılaşıp, toplum sözleşmesi [Os. içtimai mukavele;
degeriere ilişkin bir inceleme ve araştır­ Ing. social contrat; Fr. contrat social; Al. so-
ma işiyle meşgul olur. Toplumsal feno- zialvertrag]. Toplumu meydana getiren
menleri, ahliikf ilkeler aracılıgıyla yo- bireylerin yükümlülükleri ve hakları­
rumlayıp degerlendirir. nın kökenierini açıklayan sözleşmeye;
toplum mühendisliği [İng. sodal enginee- doga durumundan, bireysel ve egoist
ring; Fr. ingenierie sociale]. Toplumsal alışkanlıklarından vazgeçen bireylerin,
degişmeyi belli bir modele, belli bir kendi çıkarları yanında, genelin çıkan
toplumsal düzen ve üretim teknolojisi- ve iyiligi adına, bir toplum oluşturmak
ne göre planlama tavrı için kullanılan üzere, aralarında yaptıkları, ve kendi
deyim. kendilerini yönetme haklarını hepsinin
850 toplum sözleşmesi

üzerindeki ortak bir hakerne devrettikle- durumundan salanmanın kendi ı•arar­


rini ifade eden, yazılı olmayan anlaşma­ larına oldugunu anlamışlar ve dolayı­
ya verilen ad. sıyla, bir toplum sözleşmesiyle, doga
Sözleşme fikrini temele alıp, toplu- durumundan uzaklaşıp, birtakım hak-
mun, 'doga durumu'ndan bilinçli ola- larından vazgeçerek, ve özellikle de
rak uzaklaşan, kendilerinin ve bu arada kendi kendilerini yönetıne haklarını bir
genelin iyiligi iı;in, birtakım özgürlükle- hakeme, yönetici bir güce devrederek,
rinden vazgeçen bireylerden meydana toplum kurmuşlardır. Hobbes'a göre,
geldigini öne süren anlayış; toplumun zorunlu olan bu sözleşmenin, .C! bir şe­
kökeniyle ilgili rasyonel bir kabulün so- kild~ güçleı:ıqir.ilmedi~i sür~ce. hiçbir
nucu olarak, bireyin topluluktan, grup-
tan önce geldigini ifade eden ögreli; -
degeri olamaz, Bıı pedenle, haklarını bir
sözleşmeyle seın!'n bir güce dev~ den
devletin ve hukukun kökenini, bireyler akıllı msai!:y.Jirlıl$]an, egemen gücün, bu
arasında bilinçli olarak akdedilmiş bir ister bir §!.r.a.da ister bir meclis olsun,
sözleşmede bulan anlayış; bir toplumun en yill<Sek otoriWY-e sahip n!masma.özen
üyelerinin birbirleriyle olan ilişkilerinde, göstereceklerdir. Çünkü toplum, ancak
devletin yönetimi albnda, karşılıklı s<r ve ancak sözleşmenin ürünü oldugu
rumluluk ilkesine göre davranmak iı;in iı;in, sözleşmeye taraf olmayan ve dola-
yaptıkları anlaşma için kullanılan terim. yısıyla sözleşmenin üzerinde olan yöne-
Toplum sözleşmesi düşüncesi Sofistlere ticinin gücü ve otoritesiyle anlaın ve
ve Platon'a kadar geri gitmekle birlikte, o deger kazanır.
daha çok 17. yüzyılda bireyin toplumdan Doga Mlilldeki insanların Tann'run ya-
önce geldigini göstermek, toplumun kö- sasını tanıyıp, bu yasaya hünnet ve itaat
kenini açıklamak ve ulus devletlerinin ettiklerini savunan Locke ise, insaniann
kuruluşu sırasında, geleneksel otoriteyi bir toplum sözleşmesi yaparlarken, sa-
mahküm elmek için kullanılmıştır. vaştan kurtulmak iı;in barış ortamına
Hobb_eı:, Locke ve Rousseau tarahndan yönelmiş olmadıklanru, fakat daha çok
savunulan toplumsal aniaşma anlayışı uygar yaşarnın avantajlarından yararlan-
Hume, Burke ve, toplumun bir sözleşme­ mak için, dogal özgürlüklerinden vazgeç-
ye dayandırılamayacağını, zira toplum- tiklerini söylemiştir. Bundan dolayı, top-
ların oluşumundan önce, sözleşme diye lumsal sözleşmenin sonucu olan sivil
bir şeyin olamayacagını savunan Hegel toplum, John Locke'a göre, insanların
tarafindan eleştirilmiştir. dogal hakianna kesinlikle saygı göster-
Buna göre, toplum sözleşmesi kurarm- melidir.
nın ilk savunucusu olan Hobbes, önce --AYnı sözleşme görüşünü, ve insanın
insanın doga durumunu betimlemiş, doga halindeyken iyi, özgür ve mutlu
tüm insaniann söz konusu doga hali oldugunu, mutlak bir bagımsızlık hali
içinde birbirlerine eşit olduklannı, bu içinde bulundugunu, doga insarunın
eşitligin ise, herkesin kendi varlıgını kimsenin kötülügünü istemedigini, kim-
sürdürmek için istedigini yapmak duru- seye fenalık yapmadıgını, ihtiyacı olma-
munda olması anlamına geldigini, özü yan hiçbir şeye göz dikmedigini, insan-
itibariyle bencil olan insanda düzenli ve da kendi türüne karşı bir sempati ve
barışçıl bir toplum yaratma yeteneginin merhamet içgüdüsü bulundugunu sa-
bulunmadıgını öne sürmüştür. 'İnsanın vunan tRousseau, biz insaniann tümüy-
insanın kurdu oldugunu' söyleyen Hob- le özgür ve iyi bireyler olarak, toplumu
bes, söz konusu doga halinin mutlak bir meydana getiren bir toplum sözleşmesi­
anarşi ye, herkesin herkesle savaş duru- ne girebildigimizi belirtir. Rousseau geç-
mu içiride olmasına neden olacagını be- mişte daha mutlu olan insanlan doga
lirtmiştir. İşte insanlar, varlıklarını sür- durumundan toplum haline gelmeye
dürebilmek için, bu anarşi ve savaş zorlayan nedenin zorunluluk ile özgür-
lotoloji 851

lük olduguna, bunların ise, kendilerini çimlerini, baskıcı yönetimleri, örnegin


içgiidü ve ihtiyaç şeklinde gösterdigine 'Şeytan lmparatorlugu· adı altında Sta-
inanıyordu. Bir insan bir toplum içine lin'in Sovyetler Birligi'ni karakterize et-
girdigi zaman bir dönüşüme ugrar; mede kendisine başvurulan totalitarizm
onun beni, doga durumunda oldugu terimi, hayahn potansiyel ya da aktüel
gibi, mutlak bir özgürlükle degil de, olarak politik bir önemi olan tüm boyut-
paylaşmayla belirlenir; işte o, bu saye- larını denetim alhnda tutan yönetim bi-
de bir yurttaş olup çıkar. çimini ifade eder. Teriın, sırasıyla 1 üto-
Bu ba~lamda, sivil toplumu temellen- pik bir gelecek vaadiyle güçlendirilmiş
dirmek, devlet otoritesini meşrulaştır­ bütünsel bir ideolojiyi; 2 tek bir kişi ta-
mak için, tarih öncesine dair bir hipotez rafından yönetilen bir kitle partisini; 3
olarak toplwn sözleşmesinden yararla- fiziki veya psişik mahiyeti olan sistemli
nan politik ögretiye ise toplum sözleşmesi terör uygulamasına; 4 iletişim araçların­
ttorisi adı verilir. Toplum sözleşmesi ög- da tekelciligi; S güçlü bir ordu ve silah-
retisi, 20. yüzyılda John Rawls tarafın­ lanma manbgını; 6 ekonominin tek bir
dan yeniden canlandırılmıştır. Rawls'a merkezden yönetimi ve denetimini ihti-
göre, adil bir toplum, insani öznelerin, va eder.
rasyonel failierin uymaya hazır oldukla- totoloji (İng. tautology; Fr. tautologie; Al.
rı bir sözleşmenin tüm hükümlerini ye-
tautologie]. Aynı anlamı, farklı sözcükler
rine getiren bir toplum olmak durumun- kullanarak tekrarlayan, aynı düşünceyi
degişik ifadelerle yeniden ortaya koyan
dadır.
türnce veya yargı; özned~ örtük ya da
totalitarizm (İng. totalitariaııisme; Fr. totali-
belirtik olarak ifade edilen an1amı yük-
tarisme] tNazizm, tfaşizm ve Sovyet ko-
lernde başka bir görünüm altında yine-
münizminde örneklenen, tek bir parti-
leyen önerme; anlamına baglı olarak
nin egemenligi altında, her tür siyasi,
veya mantıksal fonnundan dolayı zer
ekonomik ve toplwnsal faaliyetin devlet
runlulukla dogru olan önenne.
tarahndan düzenlendigi ve muhalefetin Anlam. veya tanım geregi dogru olan,
baskı alhnda tutuldugu ve ezildigi, öz-
duyu-deneyine, deneyimsel sınamaya
gürlüge yer bırakmayan siyasi yönetim baglı olmayarı, salt içinde geçen teriınie­
tarzı.
rin anlamlannın sonucu olan totolojiler,
Çogu zaman otoritaryanizm veya dik- mantıksal bakımdarı (p v - p) formuna
tatörlükle birleştirilmek ya da kanştınl­ sahiptirler.
makla birlikte, aralannda zorunlu bir Öte yandan, totolojiyle ilgili olanı, onu
baglantının bulunmadıgı politik kav- yansıtan veya yineleyeni nitelernek için
ram olarak totalitarizm söz konusu ol- totol.ojik sıfatı kullanılır. Bu baglamda,
du~nda, yöneticilerin, iktidar sistemi başta R. tCamap olmak üzere, tViyana
dışında kalan birey ya da gruplann Çevresi düşünüderi ve L. Wittgenstein,
karar alma sürecinde hiçbir katkı ya da mantık ve matematik gibi, formel, anali-
özerklikleri olmayacak şekilde iktidar tik bilimiere totolojik bilimler adını ver-
sahibi oldukları, ve özel ve siyasi yaşa­ mişlerdir. Öte yandan, mantıksal ba-
mın her yönünü kontrol altında bulun- kımdan 'A A'dır' formunda olan, bir
durdukJan bir politik sistem antatıJmak şeyi yine kendisiyle tanımlayan, fonnel
istenir. bakımdarı yetkin olmakla birlikte, bize
İlk kez İtalyan faşistleri tarafındarı, biz- yeni bir bilgi vermeyen tanıma totol.o jik
zat kendi politik hedeflerini tanımlamak tanım adı verilmektedir. Yine, tanım ge-
için kullanılan ve günümüz siyaset fel- regi dogru veya döngüsel olan, yanlış­
sefesinde, Nazizmi oldugu kadar Sovyet lanabilir olmayan önenne ya da önerme-
komünizmini de, yani iktidann tek bir lerden meydana gelen açıklamaya ise,
merkezde toplandıgı kapalı toplum bi- totolo jik açıklama denir.
852 T oulmin, S. E.

Toulmin, S. E. 1922 dogumlu İngiliz asıllı cut oldugu, varoluşu varsayılan ama
Amerikan filozofu. İlk kitabı ahlak ko- algılanamayan parçası.
nusunda olan, ahlak alaruna dilsel bir 5 Var olmak için kendisinden başka
açıdan yaklaşan Toulmin, esas bilim fel- hiçbir şeye ihtiyaç duymayan, mutlak
sefesi alanındaki çalışmalarıyla tarunır. varlık veya 'şu' diye gösterdigirniz
O, 1953 yılında yayınlanan Introduction somut bireysel nesne. 6 Bir şeyin kendi-
to Philosophy uf Scieııce [Bilim Felsefesine sinden yapılmış veya meydana gelmiş
Giriş] adlı temel eserinde, bilimsel teori- oldugu şey.
lerle kurarn oluşturma sürecinin, klasik Genel olarak, dünyada, kendisi dışın­
türnevarım görüşlerinde betimlenen ge- daki tüm diger varlıklardan ayn duran,
ne11eme sürecinden çok, kişinin yolunu bagımsız bir varoluşa sahip bulunan
bulmasına yardım eden, kişiye kılavuz­ bireysel varlık diye tanımlanan tözü be-
luk eden haritalar çıkarma ya da harita lirleyen üç kategori vardır: a) Degişme
yapmaya benzedigini öne sürmüştür. ve kalıcılık; b) fonksiyon; c) yön ya da
Bilim tarihi konusunda da çalışmış özellik. Buna göre, töz degişen bireysel
olan Toulmin, mantık alaruna da katkı varlık, tüm degişmelerin gerisindeki
yapmıştır. kalıa yapıdır. Yine, töz ve fonksiyon
Toynbee, Amold. Tarihin konusunun baglılaşık kavramlardır, zira fonksiyon
kültürler oldugunu söyleyen, kültürle- göstermek, belli bir işlevi yerine ger-
rin ise dinamik yapılar olup, özellikleri- çekleştirmek, varolmak ya da belli bir
ni yaratıcı kişilerden ald1klan, dolayı­ biçimde eylemde bulunmakbr. Bundan
sıyla tarihin kültürler hakkında olwnlu dolayı, nerede ve ne zaman fonksiyonel
ya da olumsuz deterlendirm.elerde bu- bir faaliyet varsa, orada fonksiyon gös-
lunmak yerine, kültürleri anlamaya ça- teren bir şey, bir töz vardır. Yine tözle
lışması gerektigi düşüncesiyle seçkinle- özellikleri arasında belli bir ilişki söz
şen ünlü tarih felsefectsi. konusudur. Buna göre töz, öze11iklere
Tarihçinin insan türünün birtakun dayanak olan şeydir.
temel bölüqılerinin yaşamlannı ele aldı­ Töz farklı filozoflarda farklı anlamlara
gllU, toplum denen söz konusu varlıkla­ gelmiş, hatta aynı filozofta bile farklı şe­
n seçip inceledi~ dile getiren Toynbee, killerde tanunlarunışhr. Örne~n, Pla-
tarih araşhnnaasının toplumlar arasm- ton'da töz, şeylerin varoluşunun ilk ne-
daki ilişkileri yalruzca belli kavram ve deni olan, şeylere düzen ve anlaşılırlık
kategoriler albnda inceledigini savunur. kazandıran ve onlan bizim için anlaşılır
töz [Geride, altta bulunan anlamına gelen hale getiren varlıkhr. Buna göre, töz, her
Yunanca 'hypo + stasis' ve Latince 'sub + nesne suuhnda mevcut olan tümel fonn
stare'den; Os. croher; İng. substance; Fr. ya da İdeadır; şeyleri başka şeylerden
substance; Al. substanz]. 1 Bir şeyin, ken- farklılaştıran ve onlan her ne ise o
disinden dolayı veya kendisi sayesinde, yapan özsel doga ya da varlıktır.
başka şeylerden aynlmış bir şey ola- Oysa, Aristoteles'e göre, gerçekten var
rak, belirlenmiş bir dogaya sahip oldu- olan, tPlaton'da oldugu gibi tümeBer
gu şey. Bir şeyin, kendisi olmadan, her de~l de, bireylerdir, 'şu' diye gösterdi-
ne ise o olamadıgı, fakat başka bir şey girniz belirli bir dogaya sahip olan var-
oldugu şey. 2 Fenomenlerde varolan ve lıklardır. Bu varlıklar, t Aristoteles'in
bir şey ya da nesnenin, zaman içinde ge- mantıkla ilgili eserlerinde sözünü ettigi
çirdi~ de~şimlere ragmen, özdeşligini nicelik, nitelik, ilişki, yer gibi kategorile-
saglayan şey. rin, temel nitelik ya da yüklemlerin ken-
3 Degişmelere temel olan, kendisinde dilerine yüklenebildigi öznelerdir. İşte
degişmelerin gerçekleştigi dayanak, Aristo teles, kendisine tüm kategorilerin
kalıcı gerçeklik 4 Bireysel bir şeyin, yüklendigi bu özneye 'töz' adıru verir.
kendisinde özelliklerin var ya da mev- Demek ki, Aristoteles'te var olmak belir-
töz 853

H türden bir töz olmaktır. Töz, aynı za- rolmak için kendisinden başka hiçbir
manda dinamik bir sürecin ürünü ola· şeye ihtiyaç duymayan töz tarumı için-
rak ortaya çıkan bireysel varlık olarak de, gerçek tözdür. Tann, başka herşeyin
da tanımlanır. yaratılış ve varoluşları için kendisine
Bir şey, Aristoteles'e göre, kendi tikel baglı oldugu zorunlu varlıktır. O ezeli-
niteliklerinin toplamından her zaman ebedi, tinsel, degişmez, bölünemez,
daha fazla bir şeydir. Başka bir deyişle, gücü herşeye yeten, herşeyi bilen, mut-
niteliklerin gerisinde, niteliklere temel lak olarak iyi olan, zamansal-mekansal-
olan, nitelikler için bir dayanak olma iş· maddesel olmayan, geri kalan töz türle-
levi gören bir şey vardır. Şu hilde, bir rini yaratmış olan, özüne ilişkin olarak
töz, yani belir1i bir dogası olan bir şey, doguştan bilgi~'e sahip oldugumuz yet-
bir yandan nitelik1erin, öte yandan da kin tözdür. 2 Yaratılmış sonlu tözlerden
bu nite1iklerin gerisinde bulunan bir da- birindsi, tinsel tözdür, yani bireyin
yanagm birleşiminden meydana gelir. maddi olmayan ruhudur. Tinsel tözün
Buna göre, töz bir madde ve bir form- ya da ruhun tözü düşünme ve düşün­
dan oluşur. Aristoteles her ne kadar celere sahip olmadır. Tinsel töz yer kap-
maddeyle formu birbirinden ayırtia bile, lamayan. ve dolayısıyla bölünemeyen,
dogada bizim hiçbir zaman maddeden elle tutulamayan, mekansal olmayan
yoksun bir fonnla da, fonndan yoksun tözd ür. Ruh, beynin gerisindeki koza-
bir maddeyle de ke~rşılaşmadıgımızı laksı bezde, bilinci, ideleri, isterneyi ve
be1irtmeye özen gösterir. Varolan her- imgelemi meydana getirmek için bede-
şey somut bir birey olarak varolur ve ne etki eder. 3 Cisimler, maddi nesneler,
herşey maddeyle formun bir birligi ola- bedenler, evren olarak yaratılmış, sonlu
rak ortaya çıkar. Şu halde, töz form ve maddi töz. Fiziksel, cisimsel tözün özü
maddeden meydana gelen bileşik bir yer kaplamadır. Madde, mekanda bir
varlıkbr. Bundan dolayı, Aristoteles'te, yer kaplar, zaman içinde varolur, elle tu-
Platon'da oldugu gibi, ayn formlardan, tulabilir, gözle görülebilir; degişen bir
duyusal dünyanın dışında olan bir ide- şey olarak maddi töz, bir şekle sahip
alar dünyasından söz etmek olanaklı de- olur ve bir yerden bir yere hareket eder.
gildir. Form, ayrı bir yerde degil de, bu Descartes'ın töz anJayışuu belirleyen
duyusal dünyada vetözün bileşenlerin­ temel kabulleri şunlardır: a) Töz varol-
den biri olarak varolur. mak için kendisinden başka hiçbir şeye
Öte yandan, Ortaçag felsefesinin birci ihtiyaç duymayan. kendisi dışmda
sistemlerinde de, 'var olmak için kendi- başka hiçbir şeye gerek olmadan kavra-
sinden başka hiçbir şeye ihtiyaç duy- nabilen varlıkbr. b) Her tözün, hiçbir
mayan biricik zorunlu varlık olarak zaman yitinnedigi, yitirdigi takdirde,
Tanrı' dışta bırakılırsa, varlık alanı bir töz olmaktan çıkacagı bir özü vardır.
tözler çoklugundan meydana gelir. Töz, özünü yitirirse, fonksiyonunu yeri-
Oysa, kadim dünyarun tözler çoklugu- ne getiremez, bilinemez ve varolamaz.
nu bırakıp genellikle iki tözlü bir varlık Buna göre, ruhun özü düşünmedir,
anlayışına yönelen modern dünyada; maddenin özü ise, yer kaplama. Tözün
İlk ve Ortaçag felsefesinin töz anlayışın­ diger özellikleri, aynı özün görünüşleri
dan ayniışı simgeleyen ve insan varlıgı ya da tezahürleridir. örnegin, ruhun,
gibi tek bir tözden iki ayrı töz çıkartan tinsel tözün imgeleme, kuşku duyma,
tDescartes'ın felsefesinde ise, üç ayn isteme gibi tüm özellik ve faaliyetleri,
tözden söz edilebilir: Bu üç töz de, kendi özünün yani düşünmenin örnekleri, gö-
içlerinde, yaratılmamış, sonsuz ve ezeli- rünüşleri ya da tezahürleridir. c) Tözler
ebedi olan tözle, yarablmış, sonlu tözler arasında karşılıkJı bir etkileşim vardır.
olarak ikiye aynlır. 1 Yaratılmamış, d) Tözler birbirlerine karşıttırlar, bun-
ezeli-ebedi ve sonsuz töz olan Tann, va- dan dolayı birbirlerini mantıksal ve on-
--- ----------c-:c-- ---------------- ---------- - --------- ----

854 tözcülük

tolojik olarak dışlarlar. e) Tözlerin va- gören bir temeldir. Locke"a göre, tüm
rolması gerekir, aksi takdirde sıfatlann, nitelik ve özelliklere dayanak olan töz,
özelliklerin varoluşundan da söz edile- dogrudan bir biçimde bilirunemekle, tec-
mez. T özler olmadıgında, düşünme ve rübe edilmernekle birlikte, varoldugunu
yer kaplama kavramları anlamsız hale varsaydıgımız dayanakhr. Töz, buna
gelir. göre, kendisi tecriibe edilememekle bir-
Modern felsefenin kurucusu Rene Des- likte, tecrübe edilen ve sürekli olarak bir-
cartes"ın 'var olmak için kendisinden likte ortaya çıktıklan için, tek bir şeyi
başka hiçbir şeye ihtiyaç duymayan meydana getiren ögeler olarak görülen
şey' olarak tanımladıgı töz görüşünden renk, ses, koku, tat, v .b.g., basit idelerin
yola çıkan Baruch tSpinoza ise, bu taıu­ temelinde bulunan şeydir. Başka bir de-
ına uyan tek bir töz bulundugunu ve bu yişle, töz, kendi başlarına var ve kalıa
tek tözün Tanrı oldugunu söylemiştir. oldukları düşünülemeyen güç ve nitelik-
Buna göre, töz bir, sonsuz, ezeli-ebedi lere dayanak ve neden oldugu için, va-
ve mutlak olarak bagımsız varlıktır. Va- roldugu varsayılan temelden başka bir
rolan herşeyin varoluşu için kendisine şey degildir.
baglı oldugu, kendinde ve kendi başına Descartes, Spinoza ve Leibniz'in sa-
varolan töz olarak Tamı yalıuzca kendi- vundugu akılcı anlayışla, Locke tara-
si aracılıgıyla anlaşılan, anlaşılabilmesi fından savunulmuş olan empirizmin
için başka hiçbir kavrama ihtiyaç duy- bir sentezini yapan tKanfta ise, töz bi-
mayan varlıktır. Tek tözü evrenle öz- linçten bagunsız bir şeyin adı degildir.
deşleştirerek panteist bir görüşe ula- Bizim töze yükledigimiz kalıcılık, sü-
şan Spinoza'ya göre, tözün, yani Tann reklilik, birlik gibi nitelikler, deneyimin
ya da evrenin, yalnızca ikisini bilebildi- niteliklerini algılama ya da anlama tarz-
girniz sonsuz sayıda özniteligi, yüklemi larımızdan başka hiçbir ~ey degildir.
vardır. Bu öznitelikler ise, düşünce ya tözcülük [Os. cevheriyye; Ing. substanlia-
da zihin ve yer kaplama ya da madde- lisnı; Fr. substantialişme; Al. substantialis-
dir. ıııus). 1 Öncelikle, thiççiligin karşısında
Aristoteles'in tözün degişme merkezi, yer alan, ve dünyanın, varolmak için
ve mantıksal özne oldugu görüşünü kendisinden başka bir şeye ihtiyaç duy-
aynen benimseyen tl.eibniz ise, tözü be- mayan, zihinden batımsız olan bireysel
lirleyen söz konusu ölçütlere basitlik öl- varlıklar anianunda tözlerden meydana
çütünü eklemiştir. Onun metafizit;inin geldigini savunan varlık görüşü.
temel ögeleri, basit, parçaları olmayan 2 Herşeyin degiştigini, birbirlerini izle-
tözler olarak tanunladıgı monadlardır. yen durumlardan, fenomenlerden başka
Bu türden basit tözlerin varoldugu so- hiçbir şeyin varolmadıgını söyleyen gö-
nucu, Leibniz'e göre, basit şeylerin top- rüşün tam tersine, tSpinoza ya da
lamlarından başka bir şey olmayan bi- tHegel'de oldugu gibi, olayların degiş­
leşik varlıklann varoldugu olgusundan mez temeli olarak tinsel ya da maddi bir
çıkar. Onun tözleri, güç ve etkinlik mer- tözün gerçekten varoldugunu öne süren
kezleri, maddi olmayan tözler olarak ögreti. Ya da başka bir deyişle, ilk ve en
monadlardır. temel varlık veya gerçekligin töz veya
tLocke'a göre ise, töz, tüm dogal feno- tözler oldugunu, başka herşeyin, ya
menlerin görünüşünün gerisindeki, ne tözlerin bir özelligi ya da onlar arasında­
oldugunu bilmedigimiz, deneyim yo- ki bir bagıntı olarak, varoluşu için tözle-
luyla tecrübe edemedigirniz temeldir. re baglı oldugunu öne süren görüş,
Bu temel, manhksal olarak, bir şeyin akım. Olayların degişmez temeli olarak,
tüm nitelik ya da özellikleri ortadan kal- maddi ya da tinsel bir ilkenin gerçekten
dırıldıgında, geride kalacak olan şeye varoldugunu öne süren anlayış biçimin-
karşılık gelir. Töz aynı zamanda, tüm deki tözcülük görüşünün felsefedeki ilk
nitelikler için dayanak olma işlevi ve en önemli temsildsi tAristoteles'tir.
tTans- 855

Felsefeleriyle her ikisi de dili ve bilgiyi nü zorunlu kılmıştır. Bundan dolayı,


imkansız hale getirme gibi aynı mantık­ söz konusu varlık anlayışında, töz, sta-
sal sonuca götüren, biri de~işmeyi yad- tik özdeşlik ilkesi gere~ince, varlığın
sırken, di~eri de~işmeyi temel gerçeklik gerçek ifadesi olarak benimsenir. Bu
addeden iki filozofa, yani Parmenides yaklaşıma göre, bir şey varsa e~er, o
ve Herakleitos'a karşı, Aristoteles nes- tözsel bir varlık olmalıdır ve sürekli bir
nelerin, fiziki olarak hep bir de~işme ve de~işme durumu içinde olan şey, var
oluş süreci içinde oldu~unu savun- ya da gerçek olamaz.
muştur. Bununla birlikte, nesnelerin, trans-. Otesinde, öbür yanında, üstünde
Aristoteles'e göre, kendi kendileriyle anlamına gelen, de~işikli~i, kat ebneyi,
aym kalan, de~işmeyen ve oluş süreci- aşmayı, öteye gibneyi ya da birşeyin ara-
ne tabi olmayan bir yönleri daha vardır. sından geçmeyi belirten Latince önek.
Bir nesnede, tikel bir varlıkta de~işme­ tPoshnodemizin.in en önemJi teoris·
yen, kendi kendisiyle bir ve aynı kalan yenlerinden biri olan tLyotard, postmo-
bu yön, tekil varlı~ın oluş süreci içinde dem durumu betimlerken, trans öneki-
gözledi~imiz tüm özelliklerinin de taşı­ nin söz konusu anlam imkanJanndan
yıcısı ve dayana~ı durumundadır. Tüm
hareketle, yazı, sanat, cinsellik ve politi-
olaylann, niceliksel ve niteliksel de~iş­ kada tüm imkaniann en son sınırına
melerin gerisindeki bu dayanak, tözdür. kadar tüketilmiş oldu~unu belirtmek
tözsel. [İng. substantial; Fr. substantiel; Al. üzere, transpolih"ka, transcinsellik ve tran-
substantiell]. 1 Töze ait olan, tözle ilgili sestetik terimlerini yaratmışbr. Buna
bulunan; 2 ba~ımsız bir varoluşa sahip göre, transestetik esteti~in ötesinde olma-
yı, esteti~in aşılrruşlı~ıyla önemli ölçü-
bulunan; 3 maddf bir varoluşu olan; 4
de anlamsızlaşmasıru ifade eder. O,
bir şeyi başka şeylerden ayırarak her
transestetikle sanat ve gündelik yaşam
ne ise o şey yapan şeyle ilgili olan için
arasındaki sınırlarm ortadan kalkması­
kullanılan sıfat.
nı, esteti~in ekonomi, politika, kültür
Buna göre, bir do~ayı, yani bir türü ya ve gündelik hayatın tümüne nüfuz ede-
da cinsi meydana getiren forma; varol- rek, özgüllü~ünü ve özerkli~ini kaybet-
mak için maddeye ihtiyaç duymayan mesini anJatmak ister. Lyotard'a göre,
kendinden-kaim formdan farklı olarak, sanatsal formJar metalarla nesnelere öy-
kendisini göstennek, gerçekleştirmek, lesine sızmıştır ki, günümüzde herşey
potansiyel güçlerini hayata geçirmek estetik bir gösterge olup çlkmıştır.
için maddeye ihtiyaç duyan, fakat ayru Postmodem durumda estetik gösterge-
anda maddeyi tikel bir varlık haline ge- ler, estetik yargıyı imkansızlaştıracak
tiren forma tözsel form adı verilir. Buna şekilde birlikte varolur.
göre, bir müzisyenjn tözsel formu, onu Aynı durum, toplum alarunda ve siya-
bir insan yapan akıllı ruhtur. Buna kar- set için de geçerlidir. Pastmodemin
şın, bireysel zihnin kalıcı, sürekli ve so~uk dünyasında, ne toplwnsahn ne
kendi kendisiyle özdeş bir töz oldu~u­ de siyasetin tiyatrosuna yer kaldı~ını,
nu öne süren zihin anlayışına tözsel modemilenin bu iki çocu~unun da ölü
zihin görüşü adı verilir. oldu~unu söyleyen Lyotard, bu duru-
Öte yandan, tParmenides, tPlaton ve mu da transpolitika deyimiyle aniatmayı
tSpinoza gibi filozofların, özdeşlik il- denemiştir. Ona göre, totalleştirici söy-
kesine dayanan statik varlık anlayışları lemleri, çelişkili ideolojileri reddeden
tözsel varlık anlayışı olarak tanımlanır. günümüz insaru transpolitik hAle gel-
Buna göre, herşeyin her ne ise o oldu- miştir, yani o politikanın ötesindedir,
~unu öne süren özdeşlik ilkesi, de~iş­ siyasete, bütün politik söylemiere ilgi-
me ortamında, de~işmeden aynı kalan sizdir, politik olan;k kayıtsız olup, fark-
kalıcı ve de~işmez bir varlı~ın kabulü- lılaşmamış bir varhkbr.
856 transdüksiyon

transdüksiyon [İng. transductiorı; Fr. idealist düşünüro tSchelling'in, doga


transduction]. Fransız düşünür ve psikcr felsefesinin tam karşısında yer alan,
logu J. tPiaget'nin dile getirdigi, çoruga zihin felsefesini, veya onun, doga felse-
özgü olan ve kavramsal düşünceden fesi ile zihin felsefesi arasındaki belli
önce gelen düşürune tarzı. Genel fikir, ayırımların arkasında gizli olan özdeşli­
ilke ya da kavramlardan yoksun oldugu gi ve Mutlak'ı inceleme konusu yapa-
için, yetişkine özgü bir tarzda özel rak, doga felsefesiyle zihin felsefesini
durum ya da olgulardan genellemeyc, birleştiren görüşünü tanımlamak için
genel ya da tümel bir önermeye, veya kullanılmıştır.
genel bir önenneden özel durum ya da Yine ayru çerçeve içinde, Kant'ın felse-
olgulara geçemeyen, fakat yalnızca özel fesinin yöntemine, yani insan deneyimi
ya da soınut bir durumdan başka bir ve bilgisinin olmazsa olmaz koşullarıru
somut durum ya da olguya geçebilen ço- (a priori sezgi formlarıru, anlama yetisi-
cuga özgü düşünme tarzı ya da yönte- nin kategorilerini, aklın ideallerini) göz-
mı. ler önüne seren analiz şekline transen-
tl'ansendental [İng. traııscendeııtal; Fr. dentat yöntem adı verilir. Ayru biçimde,
transcendental; Al. transzende11tal]. 1 Bir Kant'ın, insan bilgisi ve deneyimi için
şeyi, bir disiplin ya da etkinligi, söz ge- kaçuulmaz olan temel ve nihai bir dizi
limi bilgi ya da deneyimi mümkün kategorinin varoldugunu karutlama faa-
kılan koşullar bütünü; 2 söz konusu liyetine; a priori formların dogasını ve
koşullara dair araştırma; 3 salt kişisel, iınkanıru ortaya koyma, kategorileri de-
özel veya psikolojik olana karşıt olarak, neyimin ve bilginin zorunlu koşulları
zorunlu ve tümel için kullanılan sıfat. olarak gösterip açıkJama ve temellen-
Transendental terimi, mümkün ya da dirme çabasına transendentat dediiksiyon
aktüel deneyim alanının ötesinde kalanı denmektedir.
tanımlayan aşkın (transcendent) sıfatıy­ Buna yakın bir anlamda, belirli bir bilgi
la karıştırılmamalıdır. Zira transenden- türünün, ömegin aribnetigin mümkün
tal bilgiden söz edilebilmekle birlikte, veya fiilen varoldugu öncülünden, onu
aşkın bilgi diye bir şey kesinlikle söz mümkün kılan koşulların kendilerine
konusu olamaz. Olsa olsa aşkın olarun. veya onun varolabilmesi için birtakım
bilgisi olabilir. Nitekim, deneyim alaru- koşullann yerine getirilmesi gerektigi
nın ötesinde kalan aşkın bir gerçekligin sonucwıa giden akılyürübne ve kanıtla­
bilgisinin, deneyimsel içerigi olmayan ma tarzına transendentat argünıan den-
bir bilginin imkansız oldu~unu savunan mektedir. Söz konusu akılyürübne tar.zı
tKant, bilinçli insan deneyimini müm- felseff düşüncenin tarihinde Aristote-
kün kılan koşullara, kavram, kategori, les'e kadar geri gibnekle birlikte, o daha
form ve yapılara ilişkin bilgiye transen- ziyade Kant felsefesiyle irtibatlandırılır.
dentat bilgi adını vermiştir. Bu tür bir Şöyle ki, t Aristoteles çelişmezlik yasa-
bilgi, deneyim ve bilginin a priori ögele- sının onun geçersiz oldugunu öne sü-
rini konu alan, insan bilgisinin, dene- renler tarafından bile varsayıldıgı gö-
yimden bagımsız ve önce olan vazgeçil- rüşüyle ün kazanmıştır. Bu baglamda,
mez koşullannı araştıran ve dolayısıyla transendental argüman, bir önermenin
deneysel bilgiye bir anlamda aşkın olan dogrulugunu, yanlış olması durumun-
bir bilgi türüdür. da onu tartışıp incelemenin dahi müm-
Bu baglamda, Kant'ın felsefesine, onun kün olamayacagına işaret etmeyi amaç-
saf aklı konu alan ve saf bilim ya da layan akılyürütmeyi tanımlar.
aklın temel kavram ve kategorilerini or- Transendental teriınini bilginin a priori
taya koyan a priori analizine transenden- koşullarına ilişkin bilgiyi nitelernek için
tat felsefe adı verilir. Transendental fel- kullanan Kant'tan sonra, çagdaş düşün­
sefe, düşünce tarihinde aynca Alman cede tStrawson, tikelleri taruma ve yeni-
transendentat fenomenoloji 857

den teşhis etmenin, maddi nesnenin Kant'ın eleştirel felsefesinde, transen-


dünya kavrayışımızda temel bir katego- dental ınantık da, daha sonra kendi için-
ri olmasını, maddi nesnelerin varoluş­ de ikiye ayrıhr. Bunlardan transendenfal
larından yana en küçük bir kuşkunun analitik anlama yetisinin, kendileri olma-
olmamasını gerektirdigini söyledikten dan hiçbir nesnenin düşünülemedigi,
sonra, transendental argümanı belirli eınpirik bilginin hiçbir şekilde söz konu-
kavram ve kategorilerin kullanımını, bir su olamadıgı kavram, kategori ve ilkele-
teori ya da pratigin zorunlu koşullarını ri konu alır. Buna karşın, aklın kendi sı­
ortaya koyan akılyürütme olarak tanım­ nırlarının ötesine geçme yöneliminin
lamıştır. Aynı yaklaşım ya da argüman sonucu olan yanılsamaları konu alan
türü, başta tHusserl ve tWittgenstein mantık türüne, yalnızca a priori ilkelere
olmak üzere, çagdaş birçok filozof tara· dayanan yanlış ve yanıltıcı akılyürü t-.
fından kullanılmıştır. meleri inceleyip eleştiren, bilginin
Öte yandan, fenoınenlerin veya görü- meşru sınırlarının aşılmasından kay-
nüşlerin gerisindeki temel, bilinemez naklanan yanlışlıkları düzeltmeyi amaç-
varlıga transendenfal nesne adı verilir. layan araştırma tarzına transendentat di-
Nitekim, Kant numen ya da tkendinde- yalektik denir. Aynı çerçeve içinde, Kant
şeyi, duyu-deneyi yoluyla bilinen şeyin
felsefesinde, anlama yelisinin yalnızca
bilinmeyen temelini transendenfal nesne tecrübede geçerli olan a priori kategori
diye tanımlamıştır. Bu,,a göre, transen- ve sezgi formlaruun, salt bilincin kendi
dental nesne, somut tikel bir nesne ol- içinde bilinemez olan bir gerçeklige yapı
ınayıp, genel nesne formu olarak tanım­
ve form kazandırma yolları olmayıp,
gerçekligin dogasına, özüne ilişkin be-
lanan saf akılsal 'x', saf bilincin ideal
tiınleme ve dogrular oldugu inancının
nesnel karşllıgıdır.
sonucu olan aldaruş türüne transerıden­
Buna karşın, dış dünyaya dair bilgimi-
fal yanılsama adı verilir. Kant'a göre, bu
zin mümkün olabilmesi için varoluşu
tür bir inanç ya da yanılsama bizi, ruhu,
öngörülen bene, duyusal dünyanın bilgi- Tann'yı, bu konuda tecrübi malzeme ol-
sinin zorunlu önkabulü olan bir zihne madıgı için, bilemesek bile, ruh veTann
transendentat ben adı verilir. Başka bir ideleri üzerinde a priori bir biçimde akıl
deyişle, algıların, tasarımların, bilumum
yürütmeye götürür.
zihinsel edirolerin dayanagı olarak algı­ transendental fenomenoloji [İng. transcen-
lanamayan, ama varsayılan transenden· dentt:Jl phenomenology; Fr. phenomenologie
tal ben, aktüel olarak varolan bireylerin trarıscendentale). Alman filozofu Edmund
bilincindeki özsel yapıyı ifade eder. tHusserl'in tfenomenolojisinin, dogası
Kant'ın transendental felsefesi, sırasıyla itibariyle yönelimsel olan bilincin temel,
üç ayrı bölmeyi ihtiva eder. Bunlardan özsel ve birbirleriyle ilişkili yasalannı
birincisi, duywnsal sezginin a priori ko- gün ışıgına çıkarmayı amaçlayan yönü-
şullarına, yani zaman ve mekana ilişkin ne, ya da daha dogru bir deyişle bu fe-
inceleme olarak transendenfal esfetiktir. nomenolojinin ilk ve en önemli evresine
Diger iki bölme Kant'ta transendental verilen ad.
mantık başlı~ altında toplarur. Buna Bu tür bir fenomenolojiye damgasını
göre, salt düşünme ögelerinin kaynagı­ vuran şey, bilginin deneyim ya da tecrü-
nı ve degerini belirleyen düşünme ve be sırasında ortaya çıkan veya kendiru
akılyürütme melekelerimizin a priori ko- gösteren özsel temellerine ilişkin bir
şullarını konu alan transendenfal mantık, araştırma, önkabul ya da yargılardan
akılyürütmenin degil de, duyumsal sez- bagışık bir bilgi için saglam temeller
ginin a priori koşullannı araştıran tran- oluşturmaya yönelik bir çabadır. Buna
sendenfal estetikin tam karşısında bulu- göre, transendental fenomenoloji, ger-
nur. çek bilgiyi mümkün kılan temel koşulla-
858 transendentalizm

ra, zihinsel temellere dair bir araştırma­ felsefi görüş ya da bakış açılarını ta-
dan meydana geldigi için, toplumdan, nımlar. En önemli temsilcileri arasında
zihindışı varlıktan uzaklaşan, Lebens- Emerson, Thoreau ve Parker gibi kişile­
ıvelt ya da gündelik dünyadan ve top- rin yer aldıgı söz konusu entellektüeller
lumdan uzak duran bir felsefedir. Dene- öbeği Locke'un tempiriz.mine, modem
yim ya da bilgideki özsel ögeleri gözler çagın tmaddecilik ve takılcılıgına,
önüne senneyi amaçladıgı için, dogal tdeizm, maddi zenginlik ve ilerleme fik-
tavnn gündelik dünyasını parante7.e ala- rine karşı çıkarken, Kant ve Kant sonra-
rak, hiç hesaba katmaz ve salt bireysel si Alınan idealistlerinden hareketle, bir
benin bilinci üzeıinde yogunlaşır. tür tpanteizme yönelmiş, tannsal ola-
transendentalizm [ing. transcendentalisııı; nın sonlu varlıkta içkin oldugunu öne
Fr. transcendentalisnıe; Al. transzendenta- sürmüştür. Bilgi görüşlerinde, görü-
lisnıus]. 1 Genel olarak, aşkın ya da tran- nüşlerin kesinlikten yoksun bilgisini
sendental olana özel bir öneın atfeden veren anlama yetisinin yerine,. zorunlu
ögreti, sezgisel ya da tinsel olanın dene- doğruların a priori bilgisini veren aklı
yimsel ve bilimsel olan karşısındaki üs- ikame etmiş olan transendentalistler,
tünlügüne duyulan inanç. felsefi hakikatierin bilgisine akıl yoluyla
2 Daha özel olarak da, felsefede, tüm varılacagıru savunmuşlardır. Söz konu-
bilgilerimizin temel a priori ilkelerini su filozoflann ahlak görüşleri ise, idea-
keşfetmek üzere, deneyimin ya da tec- lizm, tbireycilik, reformizm ve iyimser-
rübe edilenin ötesine geçen, onu aşan lik gibi e tilimieri ihtiva eden eklektik bir
bakış açısı, felsefe türü. Buna göre, Kant düşünce bütünü oluşturur.
ve Schelling'in transendental felsefesi ve Trendelenburg, Adolf. 1802-1872 yılları
dolayısıyla deneyimin, tecrübe dünyası­ arasında yaşamış olan Alman filozofu.
nın aklın faaliyetlerine baglı oldugunu Hegel'e yönelik eleştirileri ve Aristotke-
savunan herhangi bir felsefe türü, tran- les felsefesine dair araştırmalarıyla ta-
sendentalizm olarak sıruflamr. runan Trendelenburg'un temel eserleri,
3 Transendentalizm, teşmil yoluyla, kategoriler ögretisinin tarihini veren
Kant sonrası Alman idealizmini, ömegin Historisclıe Beitriige zıır Philosophie, filo-
Fichte ve Hegel gibi filozofların idealist zofun Kant'ın mekan anlayışı konusun-
felsefelerini tanımlamak için kullanıl­ da Kuno Fischer ile giriştigi tartışmayı
mıştır. 4 Yine, aynı baglamda, Mutlak ihtiva eden Kuno Fischer und sein Kant
felsefesine, Mutlak olanın sonlu varlıkta ve Logische Untersuchungen [Mantıksal
içkin oldugunu; ya da Mutlak olanın Araştırmalar )'dır.
sonlu varhga olan aşkınlıgının tam bir t Aristoteles'in özellikle mantık ögrel:isi-
yanılsama oldugunu öne süren ögretile- ne büyük bir önem atfeden Trendelen-
ri tanım.lamak için de, transendentalizm burg, tHegel dışında, tKant'a da karşı
terimi kullanılmaktadır. 5 Aynı şekilde, çıknuştır. Ona göre, Kant, meUn söz
ideal ya da tinsel olarun duyumsal dene- konusu oldugunda, sadece i..ki alternatif
yime içkin oldu~nu öne süren her üzerinde durmuş, yani mekanın yalnız­
görüş, bir tür transendentalizm diye ta- ca fenomenlere uygulanabileceği seçe-
nımlanır. negi ile onun salt numenlere tatbik edi-
6 Öte yandan, transendentalizm terimi, leceği alternatifini ele almıştır. Diger bir
pejoratif bir anlamda coşumcu, gizemci, deyişle, meUrun ya öznel ya da nesnel
dogaüstücü, muglak, sagduyudan tü- olabilecegini düşünen Kant, üçüncü al-
müyle kopuk görüşleri tanunlamak için ternatifi, yani mekanın hem öznel ve
kullanılmaktadır. hem de nesnel olabilmesi seçenegini hiç
7 Transendentalizm. nihayet, ondoku- dikkate almamıştır.
zuncu yiizyılda, özellikle Schelling'den Yazılarındaki ana teması amaç olan fi-
etkilenen bir grup entellektüelin dini- lozof, Hegel diyalektiginin hareket kav-
tutarlılık 859

ramını başka bir kavvramla degiştie­ bulundugunu söyler. O yalnızca dogaı­


mek için çok ugraşmıştır. cıhgın olumsuz yanları ve sonuçlan üze-
trikotomi [İng. tıichotomy; Fr. trichotoıııie]. rinde degil, fakat tarihsicilik anlaiT\Ulda
Gerçekligi birbirine indirgenemez olan tarihselciligin olwnsuz içerimleri üzerin-
üç ayn parçaya bölen, evrende Tanrı, de de aynntılı olarak dunnuştur. Tarih-
ruhsal, ve dogal alan olmak üzere, üç siciligi, tarihi büyük ölçüde genel yasa-
temel ve farkJı gerçeklik bulundugunu lar, sistemler ve dogal zorunluluklar
öne süren, özellikle de insanın ruh, altında yanlış bir analoji ile ele alan ta-
beden ve tin gibi üç ayrı ögeden mey- rihselcilik diye tanımlayan Troell:sch,
dana geldigini savunan ögreti. bunu sadece Hegel ve Marks'ın tutum-
triteizm [İng. tritheism; Fr. tritlıtisme; Al. lanyla suurlamamıştır. Ona göre, tinsel
trit/ıeismu.s]. Üçtanrıalık Gerçeklikle üç bilimlerden hareketle, tarihte herşeye
T ann'nın varoldugunu ifade eden; Hris- yayılmış bir anlam bulundugunu ve bu
tiyan teolojisinde, M. S. alhncı yüzyılda, anJamın bütünüyle kavranabileceğjni
Baba, Ogul ve Kutsal Ruh'un üç ayrı söylemek de, tarihsicilikten başka hiçbir
birey, töz ve dolayısıyla üç ayrı Tann'ya şey degildir.
karşılık geldigini savunan görüş. Oysa hakiki tarihselcilik, bir ilke ya da
Troellsche, Emst. 1864-1923 yıllan arasın­ yaklaşım olmaktan ziyade, bir duygu
da yaşamış olan Alman ilahi yatçı, ta- olmak durumundadır. Troeltsch'ün gö-
rihçi ve düşünür. Temel eserleri: Felse- zünde tarihselcilik, kendini tarihin son-
fe, sosyoloji ve tarihe önemli bir katkı suz zenginJiginde, kültürün sınırsız çe-
yapan Der Historismus und Seine Problem şitliliginde arayan insanın trajik yaşam
[Tarihsicilik ve Meseleleri], Reisedeutung duygusudur.
des Protestantismus for die Enststeheung tutarlılık [Os. irısicdm; İng. consistency, co-
der Modernen Welt [Modem Dünyanın herence; Fr. colıerence; Al. zusammen,ıang].
Oluşumunda Protestanlıgın Rolü]'tir. Şeylerin, düşüncelerin ortak bir ilkeyle,
Troeltsche ondokuzuncu yüzyıhn son bagıntı, düzen, kavram ya da fikirle bir-
çeyre~nde veya 20. yüzyılın başlannda birine baglanmış olması durumu, man-
yaşayan birçok düşünür gibi, kitle top- hklı bir bütünün parçaları, ögeleri ara-
lumunun gelişi, bilim ve teknolojirün sında, karşılıklı baglantı ve uyum
yükselişi, maddecilik, dogalcılık, kuş­ bulunması hali. Çelişkiden, mantıksal
kuculuk ve panteizm gibi oluşum, akım atlama ya da boşluktan bagımsız olma
ve egiliınlerin yükselişi karşısında deh- hali olarak tutarlılık, düşüncelerin bir-
şete kapılıruş olan biridir. Sadece, din birlerinden, sonuçlann öncüllerinden
bilincinin tarihi ve gelişimini temele alan mantıksal olarak çıkması durumunu,
bir din felsefesirün teolojiye bilimler ara- bir önermeler kümesinin, kümedeki
sında bir yer açabilecegini düşünen filo- öneemelerin birlikte evetlenmesi hiçbir
zof, tarihselcilikle dogalcılıgın, modern çelişkiyle sonuçlanmadıgı zaman, sahip
dünyanın, kadim düşüncenin ahlAk gö- oldugu özelligi, birkaç önermenin, birbi-
rüşüyle metafiziginin yerini almış olan, riyle çelişik olmadıktan başka, ifade et-
iki büyük yaratısı oldugu inanondadır. tigi şeyler açısından birbirini destekle-
Bu iki görüş ya da yaklaşım, insaıu, sı­ mesi durumunu ifade eder.
rasıyla maddi alanda genel ve yasalı Buna göre, anlamlan çelişik terimler
olanı belirlemeye, ve kendine ilişkin içenneyen, çelişkiden bagımsız olan
olanı, yani tarihsel-tinsel olanı araştır­ kavrarnlara tutarlı kavramlar adı verilir.
maya yöneltmiştir. Buna karşın, en az bir dogrulayıcı yoru-
Bunlardan ikincisi, eşdeyişle tarihselci- mu olan önermeye tutarlı önerme adı ve-
lik söz konusu oldugunda, Troellsch, ta- rilir. Yine, tutarlı önennelerden oluşan,
rihselcili~n, biri tarihsiciüge, digeri ise yani birlikte dogru olabilen ya da birbir-
hakiki tarihselcilige tekabül eden iki türü leriyle bagdaşabilen öneerneler kümesi-
860 tutarlıilk teorisi

ne tutai'l; önerme/er kiinıesi adı verilir. onun tüm di~er nesnelerden ayn, ba-
Buna göre, birden fazla önenne, küme- ~unsız ve yahtlarunış olarak varoldu-
den hiçbir çelişki türetilemedi~i takdir- ~unu kabul eden hiçbir yargı, bu anlayı­
de, tutarlı bir küme meydana getirir. şa göre, do~ru olamaz.
Tutarlılık ahlaki anlamda, yaşamın Söz konusu do~ruluk anlayışının en
pratik eylemlerle ilgili boyutunun ev- önemli yönü, onun öncelikle parçalan
rensel bir ahlak yasasma tabi kıhrunası, karşısında bütünü, olgular karşısında
kişinin her koşul al hnda yasaya uygun da sistemi ön plana çıkarması, parçala-
düşen eylemler gerçekleştirmesi duru- rm, olgularm bilgisinin yerine, bütünün
ınunu dile getirir. Buna göre, ahlak, bilgisini vurgulamasıdır. Başka bir de-
insan için en yüksek diye nitelenen bir yişle, bu anlay1şta bütünün ya da siste-
hedefe ulaşınanın aracı olarak görüldü- minin bilgisi parçaların ya da sistemi
ğü takdirde, daima söz konusu iyiye gö- oluşturan olguların bilgisinden man-
türecek eylemler sergileme hali, ahiiki tıksal olarak önce gelir ve sonuncular
bakımdan tutarlı alına anlamına gelir. ancak ve ancak sistemin kendisi bilindi-
tutarhhk teorisi [İng. coherence theonJ of ~i takdirde, doğru olabilir. Söz konusu
trutlı; Fr. tlıeorie de cohererıce de la veriU). do~ruluk anlayışına göre, bütünün ya
Bir yargı ya da önermenin do~rulu~u­ da sistemin kendisi de, onu meydana
nun, söz konusu yargı ya da önermenin getiren parçalardan daha fazla bir şey­
gerçeklikle ya da olgularla .je~il de, bir dir. Öme~in, tarihin belli bir dönemin-
bütün olarak evren hakkındaki inançla- de ortaya çıkmış olan tüm olgularla il-
nn genel yapısıyla uyuşmasından, onun gili tam ve kesin bilgi, kişiye söz
evren hakkındaki tüm di~er inanç ve bil- konusu tarihsel döneme ilişkin olarak
gilerin genel yapısıyla tutarlılık içinde sa~laın ve doyurucu bir kavrayış ka-
olmasından meydana geldi~ini iddia zandırmanın çok uza~ında kahr, zira
eden ve daha çok idealist felsefe gelene~i belli bir tarihsel dönem, içerdi~ olgula-
içinde savunulmuş olan do~ruluk anla- nn toplamından daha fazla bir şeydir.
yışı. O sözü edilen olgulan içeren, fakat bu
Tutarldık anlayışını savunan idealist olgulan aşan bir bütündür.
filozoflar için, do~rulu~ın gerçek anla- Tutarldık ö~retisinin en önemli güçlü-
mı, yargının olguyla uyuşması de~ildir, ~ü, bu anlayışla birlikte, kendi içinde
zira yargının kendilerine karşıhk gele- tutarh olan, fakat gerçekükte hiçbir kar-
bilece~i olgular yoktur. Buna göre, ait şd•~ı olmayan her öykü ya da teorinin
oldu~u ba~lamdan yahtlanmış olan bir do~ru olmasuun mümkün hale gelme-
olgu, hiçbir şekilde gerçek bir olgu de- sidir. Öme~in, belli bir tarihsel dönem
~ildir ve bundan dolayı, onunla uyuş­ için söz konusu olan genel kavrayış, ta-
mak durumunda olan bir yargı do~ru rihçiden tarihçiye de~işebilmckle, ve
bir yargı olamaz. idealist, özellikle de tarihçiler tarafından aktarılan izlenirn-
nesnel idealiste göre, varolan herşey bir ler farklılık gösterebilmekle birlikte, bu
sistem içinde varohir; bir sistemde, her- genel kavrayışlardan her biri eşit ölçü-
şey başka herşeyi içerir ve başka her- de do~ru olabilir.
şey taratmdan içerilir. Buna göre, bir Tutarhh~ı, ister bir teorinin varolan
şeyi tam olarak ve gerçekten, ancak ve tüm bilgilerle tutarhhk içinde olması,
ancak onun içerdi~i herşeyi dikkate al- ya da ister teorinin kendi kendisiyle
dı~ımız ve bildi~imiz takdirde bilebili- olan içsel tutarhh~ı olarak yorumlaya-
riz; dolayısıyla, bir şey, bir nesne hak- hm, aynı güçlük varolmaya devam
kında olan, fakat söz konusu nesnenin eder. Şu halde, düşüncelerimizin kendi
içerdi~i hiçbir ilişkiyi ve nesneyi dikka- aralarmda, birbirleriyle uyuşması do~­
te almay~n bir yargı tam olarak do~ru ruluk için hiçbir zaman yeterli bir ölçüt
olamaz. Bir nesne hakkında olan ve olamaz. Çünkü düşüncelerimizin kendi
tüketim toplumu 861

aralarında birbirleriyle uyuşınasi dog- nı goruyoruz. Les Pnssions de 1'Anı e


ruluk için yeterli bir ölçüt olursa, kendi [Ruhun Tutkuları] adlı eserinde, tutku
içinde uyLUnlu ve tutarlı olan her öykü, konusuna biraz daha yansız bir tavırla
laboratuvar gözlemleri ve deneylerine yaklaşan Descartes, hayranlık ya da
dayanan bir fizik kuramı kadar dogru şaşkınlık, sevgi ve nefret, neşe ve
olabilir. hüzün gibi temel tutkularla, bunların
tutarsız [Os. gayn miinsecim; İng. incolıe­ birleşiminin sonucu olan özel tutkular-
rent; Fr. incolıerent]. Parçalara arasında dan söz etmiş ve yaşamın tatlıhgıru ve
baglantı olmayan, parçalan birbirleriy- güzelligini hltkularda buldugunu belirt-
le uyuşmayan ve hatta bir anlamdan miştir. Ona göre, tutkuların varlıgını ve
yoksun olan bütün için kullanılan sıfat. önemini kabul eder ve bilirsek, onların
Buna göre, hiçbir dogrulayıcı yorpmu kötü etkilerinden ve aşırıhklarından da
alınayan önerıneye, tutarsız önernıe adı kurtulabiliriz. Descartes'a göre, biz tut-
verilir. kuların bizi yanılgıya sürüklerligini sez-
Öte yandan, tutarsız öncüllerden ya da digiıniz zaman, onları bir kıyıya atabilir
öncülleriyle sonucu arasında en küçük ve onlan akıl sayesinde, olumlu bir bi-
bir tutarlılık bulunmayan akılyürütme çimde kullanabiliriz.
ya da çıkarımdan oluşan yanlış tutar- tutucu evrim [İng. conseroative troolutioıı;
sızlık yaıılı~ı diye nitelenir. Fr. evalutian coııs~rvative]. t Aristoteles
tutku [Os. ihtiriis; İng. passion; Fr. passion; tarafından öne sürülüp, İslam alimleri
tarafından oldugu kadar, Hristiyan dü-
Al. leidenschaft]. Aşk, nefret, kıskançlık,
şünürler tarafından da benimsenen,
cimrilik, şehvet türünden şiddetli ve sü-
rekli duygu, güçlü istek ve egilim; bu dogada yeni hiçbir şeyin ortaya çıkma­
dıgıru, herşeyin daha önceden varolan
tiir bir istek ya da egilimin yöneldigi
amaç; antipati ya da arzunun ürünü potansiyel güç ya da ögelerin dış ne-
denlerin etkisiyle açımlanması, aktüel-
olup, davranışı yöneten yogun duygu.
leşmesi ya da tezahürü oldugunu savu-
Yöneldigi amaç ya da seçti~ nesne üze-
rinde, bu amaç veya nesne dışındaki hiç- nan degişme teorisi.
Yaratıcı bir evrim anlayışının tam kar-
bir şeyi, hatta nesnenin kendisiyle ilgili
şısında yer alan ve sonuçta olanın daha
özellikleri bile göremeyecek kadar yo- önceden bir şekilde nedende de olması
gunlaşnuş olan tutku, duygusal ve zi-
gerektigini, nedenin sonucundan hep
hinsel bir tavır olarak ortaya çıkarken,
yüksek oldugunu savunan bu görüşe
bir tür körleşmeyi ifade eder. Felsefe ta- göre, degişme, ilerleme ya da evrim, her
rihinde filozoflar, tutkuya karşı genel- ne kadar açık olmayan bir tarzda, gizil
likle olumsuz bir tavır takınmışlardır. ya da potansiyel olarak da olsa, orada
'Tutku olmazsa, büyük ve önemli hiçbir hep varolmuş olan formların aktüelleş­
iş yapılamaz' diyen tHegel ve Friedrich
mesinden başka bir şey degildir.
+Nietzsche gibi düşünürler bir kıyıya bı­ tüizm [İng. tuism; Fr. tuisme]. Ahlak felse-
rakılacak olursa, hemen tüm düşünürler fesinde, tözgecilikle eşanlamlı olarak
tutkuyu, insana zarar veren akıldışı bir kullanılan ve kişinin eylemlerinde,
öge olarak degerlendirmişlerdir. Öme- kendi çıkannı degil de, başkalarının çı­
gin, Platon ve Spinoza gibi düşünürler, kannı gözetmesi gerektitffii, hemcinsle-
insarun hltkunun kölesi oldugu zaman, rinin iyiligini ve mutlulugunu amaçla-
özgürlükten yoksWl oldugunu dile geti- ması gerektigini dile getiren akım için
rirken, i..nsanın kendi kendisinin efendisi kullanılan terim.
olmasuu en büyük deger olarak gören tükelim toplumu [Os. istihlQk cemiyeti;
tStoahlar tutkuyu bir tür ruh hastalıgı İng. amsunzer society; Fr. socieU de la con-
olarak görmüşlerdir. somnıation]. Modem ya da çagdaş top-
Bu iki karşı uç arasında, modem felse- lumlar için kullanılan ve bu toplumların
fenin kurucusu olan tDescartes'ın tavn- giderek artan ölçüler içinde tüketim ol-
862 tükizm

gLısu etrafında örgütlendigin! ya da dü- +Peirce'ın kendi evrimci kozmolojisinin


zenlendigini dile getiren deyim. bir parçası olan bu kavram, dogadaki
Hemen tümüyle Batı toplumlarııu ka- düzenlilikleıin evrimin sonucu oldugu-
rakterize eden bir terim olarak tüketim nu dile getiren. fizi~ determi.n.istik ya-
toplumu deyimi şu özelliklerin varlıgı­ salanrun temel, olasılı ya da ihtimaliyet-
na işaret eder: 1 Tüketim toplumunun çi yasaların bir hali oldugunu öne süren
üyeleri, tüketim amacıyla, tatillerde ve bir ögreti ya da görüşü tanımlar. Doga
boş zamanlarını degerlendirmek üzere yasaları söz konusu oldugunda, meka-
daha çok para harcamak durumunda- nik bir görüşe şiddetle karşı çıkan Peir-
dırlar. 2 Çalışma saatleri yüzyılın ba- ce, evrende sürekli ve degişmez bir ras-
şından beri sürekli olarak düşmektedir. lantııun bulundugunu, bu rasiantının
Bu da, tüketim toplwnunun üyeleri.nin dünya yetkin, rasyonel ve simetrik bir
daha fazla boş zamana sahip oldukları sistem hale gelinceye varlıgını sürdüre-
anlamına gelir. 3 İnsanlar kimliklerini, cegini dile getirmiştir. Bu şekilde ifade
ürettikleri şeyden ya da işlerinden çok, edildiginde, tükizm,l dünyanın bir kaos
boş zamanlarındaki faaliyetleriyle, tü- halinden, rasyonel bir düzene douu ge-
ketici etkinliklerinden kazanmaktadır­ lişmekte oldugunu dile getiren bir me-
lar. Gündelik yaşamın estetizasyonun- tafizige, 2 doga yasalarının istatistiksel
dan dolayı, bir yaşam tarzı yaratma, yasalardan daha fazla hiçbir şey olma-
belli bir imge sunma olaganüstü büyük dıgını belirten, düzensizlikleri açıklana­
bir önem kazanmaştır ki, bunlardan her maz olgular olarak degeriendiren bir
ikisi de, tüketimle dogrudan ilişkilidir. bilim felsefesine ve 3 yasanın açıklama
5 Tüketim faaliyetleri, bir yaşam tarzı saglamak yerine, açıklanmaya ya da bir
geliştirme, belli ınal ve degerli ürünleri nedene ihtiyaç duydu~unu savunan bir
satın alma, belli markaların müşterisi açıklama teorisine karşılık gelir.
olma, toplumsal konumun temel belir- tümbilgi [ing. omnisrience; Fr. onınisdence).
leyicileri olmuştur. 6 Ondokuzuncu Tann'ıun sıfatlarından biri. Tanrı'nın,
yüzyılla yirminci yüzyılın ilk yarısında hem kendisine ve hem de tüm diger var-
toplumsal bölünme sınıf ya da ırka da- lıklara, geçmiş ve şimdiye oldugu
yarurken, tüketim toplumunda bunun kadar gelecege ilişkin olarak da sahip
yerini tüketim modelleri almıştır. 7 Tü- oidu~u tam ve yetkin bilgiyle belirlenen
ketim topluınlarında, tüketidier üretici- sıfah. Tann'nın, varolcin herşeyi varol-
ler sayesinde güç ve otorite kazanırlar; du~ şekliyle algıladı~ını, O'nun orta-
tüketicinin tüketim faaliyeti, siyasi hak ya çıkmış, çıkmakta ve çıkacak o1an
ve ödevlerin yerini alır. 8 Çok sayıda herşeyi eksiksizce bildigini ifade eden
mal ve hizmet yanında, gündelik yaşa­ sıfatı. Tann'ıun evrende olup biten ve
ının çok çeşitli boyutlanyla, insanın de- bilinebilecek olan herşeyi bildi~i dile
neyiminin birçok yönü eşyalaştınlır. getiren tümbilgi sıfah, bütün bilgi ve
Büyük magazalarda alışveriş boş za- dogrulann Tann için zorunlu ve ezeli
manlan degerlendinnek amacıyla ger- ebedi oldugunu, bu dogrulukla uyuş­
çekleştirilen degerli bir ugraş olup çık­ mayan hiçbir şeyin ortaya çıkamayaca­
mıştir. guu ifade ebnektedir.
tükizm [İng. hjclrism; Fr. tychisme). Ame- İşte bu baglamda, Tanrı'nın herşeyi
rikan pragmatist filozofu C. S. Peirce'ın, bilmesinin, gelecege ilişkin bilgiyi de
raslantı, tesadüf anlamına gelen Yunan- kapsayan mutlak bilgisinin, insanın
ca tyche sözcügünden türettigi ve ras- irade özgürlügüyle uzlaştınlamayaca­
Iantının evrende iş başında olan etkin gını dile getiren paradoksa tümbilgi pa-
bir güç, nesnel bir gerçeklik oldu~unu radoksu adı verilir. Buna göre, gelecege
öne süren ögretileri ve bu arada kendi ilişkin bilgisi, kudretli Tanrı'nın herşe­
görüşünü tanımlamak için kullandıgı yi bildigi ve istedigi şekliyle yarabnası,
kavram. herşeyin Tanrı'nın bildigi ve istedigi
tümel 863

şekilde ortaya çıkmasına neden olur. 2 Genel olan. Sınırsız ya da sııurlanma­


Bu ise, insanın özgürlügüyle uzlaştırı­ mış olan. Birçok bireysel şeye yüklene-
laınaz. bilir olan, ve kendisi sayesinde, bu şey­
tümdengelimsel {İng. deductive; Fr. deductif; lerin bir sınıf için rf" toplandıgı sıf at. 3
Al. deduktiv] ı Diskürsif olana benzer bir Birçok nesne için kullanılan ya da bir
biçimde, sezgisel olarak degil de, bilgiye dizi şeye ortak olan genel bir kavram.
birtakım öncüller aracıhgıyla ulaşan Nesnelerin, bireysel varlıkların başka
bilgi; 2 geneiden özeli çıkarsayan akıl­ nesnelerle paylaştıgı özellik, nitelik.
yürütme, 3 yeni bilgi vermeyip, sadece Tümel; buna göre tikel nesnelere ortak
öncüllerin üzerindeki örtüyü kaldırmak­ olan genel özellik, nitelik, tiir ve ilişki
la yetinen argüman ve 4 bu tür argü· gibi genellikleri, bir genel kavramın
manlardan meydana gelen ınantık için kaplamıyla ortak özelliklerinin tam ve
kullanılan ni teleıne. · eksiksiz olınası durumunu gösterir. Bu
İşte bu baglamda, genel bir dogrudan, çerçeve içinde, en azından dört ayrı tü-
söz konusu dogrunun bir özelleınesi ya ınelden söz edilebilir. ı Bir töze yükle-
da örnegini çıkarsayan; ilkeden sonuca, nen, önermede yüklemle ifade edilen
genel yasadan özel olaya giden; yeni bir özellikler. Tümeller olarak özellikler, ka-
bilgi vermeyen, fakat yalnızca, öncüller· lıcı özellikler ve zamansal durumlar,
de örtük ya da saklı halde bulunanı egilimler ve oluşumlar, özsel ve anzi ni·
açıga çıkarmaktan, örtüyü kaldırmaktan teükler, birincil ve ikincil nitelikler ola-
oluşan akılyürütmeye; bilgilerimizi art- rak ortaya çıkar. 2 'Büyüktür', 'küçük-
tırıcı bir düşünme yönteminden çok, bu tür', 'eşittir' türünden yüklemlerle ifade
bilgilerimizi çözümleyid, açıga çıkancı, edilen ve ikiden fazla birey için geçerli
denetleyid. bir akıJyürübne türüne; ge- olan bagıntılar. 3 Tikelleri bir cins-tür
nelden özeli, tümelden likeli, mantLksal hiyerarşisi içinde sınıflama, ve bu sınıf­
çıkanın kurallarına göre çıkarsayan zo-
lama yoluyla da, bize dünyayı bilme
runlu ve kanıtlayıa akılyürütmeye; ön· olanagı veren türler. 4 'Ne kadar?' soru-
cüllerini tasdik edip, sonuc.ı.:ınu, kişinin suna bir yanıt oluşturan ve anianndan
kendi kendisiyle çelişkiye düşmeden ya da örneklerinden önce gelen kütleleri
inkar ebnesinin olanaksız oldugu geçer·
ifade eden kütle terimleri.
li çıkarıın türüne tümdengelimsel akılyü­
Öte yandan, tüınelin, iki ya da daha
rütme denir. fazla şey birbirlerine bir bakımdan ya
Buna karşın, tüındengelimsel akılyü­
da yönden benzer oldukları zaman, on-
rütıneyi, mantıksal çıkanmı konu alan,
ların benzer olma tarzlarına, iki ya da
taın ve tutarlı olan çıkarını. kurallarını
forınüle eden, bu kuralları mantıksal ar-
daha fazla şeyin, belli bir bakımdan
gümanlara uygulayan, tümdengelimsel benzerligi ya da ayrulıgından meydana
akllyürütmelerin sonuçlarının öncülle- gelen şeye karşılık geldigi yer, tikel bir
şeydir, ayrı duran bir bireydir. Tikelin
rinden çıkıp çıkmadıgını belirlemeye
çalışan ınantık türüne tümdengelimsel
bir şeyin birligini, tekligini, biricikJigin.i,
akılyürütme adı verilir.
bireyselligini ve başka şeylerden olan
tümel [Os. külli; İng. universal; Fr. univer- farklıhgını gösterdigi yerde, tümel, şey·
sel; Al. universal]. ı İstisna kabul etme· lerin belli bir bakımdan olan benzerligi-
me, bir sırufın tüm üyeleri için geçerli ni, aynıhgını, ortaklıguıı vurgular.
olma durumu. Buna göre, bir yargı, yük- Tümellerle tikeller söz konusu oldu-
leıni öznesinin bütün bir kapiarnı için gunda, ilk görüş, I yalnızca l:i.imellerin
tasdik ya da inkar edildigi zaman, tü- varoldugunu, tikellerin hiçbir şekilde
meldir. Nitekim, yüklemi öznesinin varolmadıgını savunan tPlaton'un gö-
bütün bir kapiarnı hakkında tasdik ya rüşüdür. Platon'un tkavram realizmine
da inkar edilen önermeye tümel önerme göre, tikeller, bireysel varlıklar, dünya-
adı verilir. ınız Demiurgos tarafından ldealar örnek
864 tümel

alınarak yaratılıncaya dek, varolınuyor­ olarak kullamlan tümellere borçlu oldu-


lardı. Bundan dolayı, dünyanın yaradı­ gu olgusu dikkate alındığında, tümelie-
lışından önce, gerçekten ve yalnızca tü- rin tikellerden kesinlikle daha gerçek
meller vardı. oldugu söylenebilir. Çünkü, tümeller ti-
Buna karşın, II 'yalnızca tikeller var- kellerden mantıksal, zamansal ve meta-
dır, tümeller hiçbir şekilde var degildir' fiziksel olarak önce olup, mutlak bir ba-
diyen göri.işe göre, dünyamız birçok gımsızhk içindeyken, tikeller tümellere
farklı şeyden meydana gelir. Bu şeyler­ bagımlıdır.
den her biri bir birey, ya da bir tözdür. IV Bunun karşısındaki görüş, tikellerin
Biz bu şeylere isim verirken, tıpkı insan- tümellerden daha gerçek oldugunu sa-
lar için özel isimler kullarunaınızda ol- vunan görüştür. Söz konusu görüşün
dugu gibi, onlardan her biri için ayn bir temsilcileri arasında, Hume, Dewey,
ad kullanabilirdik Fakat dilde ve dü- Bergson ve Sartre gibi düşünürler yer
şüncede tasarruf saglamak için, benzer alır. Ömet1;in, lngiliz filozofu Hume, ger-
görünen farklı şeyler için aynı ismi kul- çek dünyaya ilişkin bilginin imUmndan
lanıyoruz. Başka bir deyişle, bir masa kuşku duyarken, ide ya da düşünceleri­
için 'ınasa' terimini kullaruyoruz, başka mizin kökeniyle ilgili olarak empirist bir
bir masayla karşılaştıgımızda, ona görüş geliştirmiştir. Ona göre, bilginin
farklı bir ad vermek yerine, yeniden kaynagında izlerumler vardır ve her iz-
aynı 'masa' sözcügüne başvuruyoruz. lenim tikeldir; buna karşın, ideler, dü-
Şu halde, iki ya da daha fazla şey için şünme ve akılyürütmede, bu izleniınle­
bir ad olarak kullanılan bir sözcük, rin soluk kopyalan olarak ortaya
tümel diye geçer. +Adçılık olarak da bi- çıkmakla birlikte, tümeldirler. Bu ideler,
linen bu görüşe göre, tümeller bu şekil­ varoluşlarını kendilerinden türedikleri
de kullanılan adlardan, agızdan çıkan izlerumiere borçludurlar. Yine, Fransız
seslerden başka bir şey degildir; onlar düşünürü Bergson'a göre de, tikellerin,
ne şeylerde, ne de ayn bir ezeli'-ebedi fi- bilimde, teknolojide ve mühendislikte
lemde varolur. Gerçekten varolan tikel- yararlı olabilen tümeller karşısında ön-
ler, bireysel varbkJardır; tümelierin var- celigi vardır. Gerçekligi, kişisel tecrübe-
Iıgı ve gerçekligi yoktur. nin sürekli akışı olarak tasarlayan
lll Bu konudaki üçüncü görüş, ilk gö- Bergson'a göre, bu akış, dogrudan ve
rüşün tümel-tikel ilişkisi baglamında · aracısız olarak sezilen tikellerin, bireysel-
söz konusu olan farklı bir ver.;iyonudur. liklerin canlı yeniliklerinin bir akışı, geli-
Bu çerçeve içinde, ömegin Platoncu fel- şimidir. Zihin. bu akışı anlamaya çalı­
sefeye göre, tümelierin tikellerden daha şırken, onu, benzeriikiere dayanmak
gerçek oldugunu söyleyebiliriz. Pla- anlamında tümel olmakla birlikte, sabit
ton'un görüşünde, dünya, her biri yet- ve det1;işmez olan kavramlarla yakala-
kin, ezeli-ebedi ve gerçek bir İdearun bir maya ve sınırlamaya çalışır. Oysa, dene-
taklidi olan, çeşitli türden şeylerden yin akışı içinde sezgi yoluyla kavranan
meydana gelir. Bu şeyler ve onların tür- tikeller, tümelierin türetimsel, yapay ve
leri, varoluşlannı ve varlıktaki devamlı­ ölü oldugu yerde, canlı ve dolayısıyla
lıklarını, Deıııir..ırgos'un, yani Platon'un daha gerçektirler.
sisteminin Tanrı'sı ya da fail nedeninin Çagdaş Fransız varoluşçu filozofu
onları, İdealan örnek ya da ideal model Sartre'a göre, 'varoluş özden önce gelir'.
olarak kullanmış olması olgusuna borç- Başka bir deyişle, iradi her eylem (varo-
ludur; bunwlla birlikte, bu ideal model- luş) olmayı istedigi şeyi (öz) özgürce
ler, bireysel şeylerde ancak kısmi olarak seçmek ister. Onun olmayı seçtigi şey
gerçekleşmiş, yetkin olmayan bir tarz- (öz) seçen kişiye (varoluş) baglıdır. Bir
da dsimleşmişlerdir. Bu durum, yani ti- tümel olarak bu şey (öz), bir irade (tikel)
kellerin varoluşlannı ideal modeller tarafından seçilmiş olmaya baglıdır.
tümeller kavgası 865

Sartre'a göre, her bireysel ya da tikel yüksek gerçeklik olup, o hiçbir ayırım
iradenin kendiligindenligi, nihai ve ~n kabul ehnez. Maya ya da görünüşte or-
yüksek gerçeklik olup, onun seçtigi şey taya çıkan tüm ayınmlar gibi, tümel
(tümel) bagımlı bir sonuç olarak ortaya tikel ayırımı da bir yanılsamadan
çıkar. başka bir şey degildir. Bu görüşün
V Tümeller ve tikeller söz konusu oldu- karşıtı olan görüş ise, VII Hegel'in
gunda, başka bir görüş, hem tümelierin hem tümelierin ve hem de tikellerin her
ve hem de tikellerin varoldugu fakat on- ikisinden de daha gerçek olan bir şeyin
ların tümüyle farklı bir dogada oldu~ yön ya da görünümleri oldugunu söy-
görüşüdür. Örnegin, şeylerin bizzat leyen görüşüdür.
kendilerini ya da kendinde şeyleri bile- tümel-de9Jieme [İng. joint deniııl; Fr.
meyeceğimizi savunan Kant'ın bu çerçe- negation crmne:re; Al rejelctirm]. Yalnız ve
ve içinde degerlendirebilecegimiz görü- yalnızca ana bileşenlerinin tümü yan-
şüne göre, özneye deneyim ya da lış oldugu zaman dogru olan bir bile-
tecrübede görünen ,şey, so·n çözümle- şik önermeyi meydana getiren önerme
mede iki farklı türden şeyin, tikelligi eklemi.
saglayan duyumlarla tümelligi sagla- tümel-evetleme [İng. conjunction; Fr. con-
yan kavramların katkısının sonucudur. jonction; Al. konjunktion]. Ana eklemi,
Duyumlar ve kavramlar, tikeller ve tü- tümel evetleme ekiemi 've' olan bileşik
me ller birbirlerinden tümüyle farklı ol- önerme; iki basit önermenin 've' ekie-
makla birlikte, fenomenal dünyadaki miyle birleştirilmesi sonucu elde edilen
nesnelere ilişkin bilgimizin ayru ölçüde bileşik önenne türü.
gerekli bileşenleridir. tSantayana'nın Öte yandan, yalnızca tüm bileşenleri
aynı çerçeve içinde degerlendirebilece- dogru oldugu takdirde dogru, buna
gimiz görüşüne göre ise, öz, madde, ha- karşın tüm diger alternatiflerde yanlış
kikat ve tin alanı olmak üzere, dört ayn olan bileşik önenneyi oluşturan ve 've'
varlık alanı vardır. Bu alanlardan ikisi, baglacıyla ifade edilen eklem, baglaca
tümellerle tikellerden meydana gelir. da tümel-evetierne ekiemi adı verilir.
Aynı şekilde, Bertrand Russell'ın man- tümeller kavgası [İng. contrcroersy over
tıksal atomculu~na göre de, varolan universals; Fr. contrcroerse des universea-
herşey iki sınıfa aynlır: a) Kompleks ux]. Bütün bir Ortaçag felsefesine dam-
bütünlere yalnızca yüklemlerin özneleri gasını vuran ve tümelierin ontolojik
ya da bagınhların terimleri olarak giren statüsüyle ilgili olan ünlü tartışma.
ve deneyimledigimiz dünyanın bir par- Tümeller problemi Ortaçag felsefesine
çası olup zaman içinde varolan tikeller tPorphyrius ve tBoethius'un eserleriyle
ve b) kompleks bütünlerde yüklemler girmiştir. Buna göre, Aristoteles'in man-
olarak ortaya çıkan ve zaman içinde va- hgı için bir giriş yazan Porphyrius ile
rolmayan tümeller. Aynı anlayış, varo- daha sonra Porphyrius'i.ın yazdıtı girişi
lanlan aktüel varlıklar ya da tikeller ve yorumlayan Boethius türlerin ve dnsle-
ezeli-ebedi nesneler ya da tümeUer ola- rin, yani Aristoteles'in tikinci dereceden
rak ikiye ayıran tWhitehead için de söz tözlerinin tözsel bir varlıga sahip olup
konusudur. olmadıklan sorusuna bir yanıt getirme-
Aynı konudaki bir diger görüş, VI ne ye çahşıruşlardır. Bu çerçeve içinde, Or-
tümelierin ne de tikellerin varoldugu taçag felsefesinde, önce, tümelierin bi-
görüşüdür. Suniann varoldugu söyle- reylerden ayn ve daha yüksek bir
necek olursa, onların yalnızca aldaha varoluşa sahip olduklarını öne süren ra-
yönler ya da görünüşler oldugunu söy- dikal tkavram realizmi egemen olmuş­
leyen bu görüşe Hint felsefesinde rast- tur. Patristik felsefenin büyük düşünü­
lanır. Ömegin, Veda ögretisinde Brah- rü Aziz tAugustinus, hem Platon'dan
man, Budizmde Sunya nihai ve en miras alınan radikal kavram realizmini
866 tümeller kavgası

savunmuş ve hem de bu görüş üzerin- digi' sorusunu yanıtlama çabası içinde


de görünüşte önem taşıyan birtak;ım olan düşünürler tarafından da karşı çı­
degişiklikler yapmıştır. Buna göre, tü- kılmıştır. Sözü edilen soru, onikinci
meller, Platon'da oldugu gibi, tikeller- yüzyılda, Champeaux'lu William ve öğ­
den ayn ve bagımsız bir biçimde varcr rencisi t Abelardus tarafından ele alın­
lan idealar ya da Formlar olarak degil mıştır. Bu düşünürlerden William tü-
de, Taruı'ıun zihnindeki ideler olarak meller konusunda, kavram realizminin
düşünülmüştür. savunuculugunu yapmış ve aynı sözcü-
Kilisenin, resmi görüşüne çok uygun gün, birçok farklı şey için, bu şeyler en
düştügü ve özellikle de günah kavramı­ azından bir bakımdan özdeş oldugu
nın açıklanmasında büyük bir başanyla için, kullanılabildigini öne sürmüştür.
kullanıldıgı için, pozitif bir destek ola- Buna göre, bir bireyler çokluguna yayı­
rak degerlendirip dört elle sarıldıgı söz lan bu karakter, gerçek bir tümeldir;
konusu re ali st görüşe, ilk kez olarak ı ı. aynı tümelden pay alan ve bundan do-
yüzyılda tRoscelinus tarafuıdan karşı layı aynı türün üyesi olan bireyler, bir-
çık.ılmıştır. Yargı formları, kategoriler, birlerinin aynıdırlar. Champeaux'lu
yüklemlerin sınıflanması gibi manhksal William'ın söz konusu tümel görüşü,
konular üzerinde çalışan Roscelinus, tü- ögrencisi tAbelardus tarafından, Pla-
mellerin, nihai ve en yüksek gerçeklikler ton'un kendi idealar teorisiyle ilgili man-
olmayıp, yahuzca adlar olduklannı sa- bksal güçlüklere işaret ettigi Pannenides
vunmuştur. Roscelinus, bu çerçeve için- adlı diyalogunun argümanlanna benzer
de, cins isimlerin yalnızca bireyleri gös- argümanlarla eleştirilmiştir. Buna göre,
terdigini, tümelierin yalnızca dilsel ya Sokrates'in insan oldugunu söylemek,
da sözel bir statüsü oldugunu iddia et- onun insan ya da insanlık tümeline bir
miştir. Latincede 'nomen' ad, isim anla- bütün olarak sahip olduğunu iddia
muıa geldiginden, Roscellinus'un söz etmek ise eger, bu takdirde Sokrates
konusu tümel görüşü, felsefede nomi- diger insanlardan daha az ya da daha
nalizm olarak bilinir. Nominalizmin en çok insan olur.
önemli avantajı, hiç kuşku yok ki, var- Abelardus, bireylerin kendisinden pay
lık bakımuıdan sagladıgı tasarruftur. aldıgı ayn ve bagunsız bir tümel görü-
Bu görüş ayrı bir tümeller dünyasını şünün yol açtıgı bu türden manbksal
varsaymanın gereksizli~ göstererek, güçlüklerden dolayı, realist bakış açı­
filozofu yalnızca 'şu' diye gösterdigi- sından vazgeçerek, kavrarncı bir tümel
ıniz bireylerin varoluşuna inanmaya görüşü benimsemiştir. Buna göre, tü-
sevketmiştir. Bundan dolayı, nomina- meller insan zihninin oluşturdugu kav-
lizm felsefe tarihinde popüler bir görüş ramlardır; bundan dolayı, tümellerin,
olarak, etkisini hep korumuştur. Nite- nesnel dc~l de, yalnızca zihinsel bir va-
kim, 20. yüzyılda, manhkla ilgili realist roluşları vardır. Çünkü, dogal dünya-
yorumlara karşı çıkan Amerikan man- da, insan zihninden ayn ve bagunsız
tıkçısı tQuine, bir manbk ve matematik olarak gerçekten varolan şeyler, birey-
sisteıniıtin, bagıntılar, sıruflar, sayılar ve lerdir. İnsanlar, bireysel şeyler, tikel var-
fonksiyonlar türünden soyut varbklann lıklar arasuıdald farklılıklan bir kenara
varoluşunu öngörmeden de, kurulabile- bırakarak, onlann ortak yönlerini soyut-
cegini savun~nuştur. larlar ve böylelikle de, tümel kavramlan
Bununla birlikte, Ortaçagda Rosceli- meydana getirirler. Sözcükler, işte bu
nus'un nominalizmine, yalnızca, dineve kavramların yerini tutar; insanlar, söz-
teolojiye sagladıgı destekten dolayı, cükleri, bu sözcüklerin yerini tuttuğu zi-
kavram realizmini benimseyen filozof- hinsel kavramiann ya da soyut imgele-
lar tarafından degil, fakat 'aynı sözcü- rin ışıgında, ayn ve farklı bireysel
gün, farklı şeyler için nasıl kullanılabil- şeyler için kullanırlar.
tümevanmcılık 867

Abelardus'un söz konusu kavramcılıgı yainızca ınantıksal varoluşa sahip


bir
da birtakJm güçlüklere yol açar. Buna olan ve kendilerine, varolması mümkün
göre, zihindeki kavramlar, bireysel şey­ olan bir şeyi adlandırmak için de~l de,
lerin özlerine karşılık gelir ya da gelmez. düşünce ve iletişim için gerek duyulan
Birinci alternatif söz konusu oldugunda, yüklem ya da anJamlardır.
dıampeaux'lu William'ın kavram realiz- Tümeller problemi, Skolastik felsefeden
ıninin yol açbgı manhksal güçlükler ye- sonra da, felsefenin önemli konulan ara-
niden ortaya çıkar. Buna karşın, ikinci al- sında yer almaya devam etmiştir. Daha
ternatif söz konusu oldugunda, dil ve önce sözünü ettigirniz noniminalist
düşünce ile gerçek bireysel varlıklar ara- Quine'a ek olarak, radikal realizmin,
sında bir uçurum meydana gelir ve dü- daha çok mutlak idealizmi ve somut
şünce ve dilin gerçeklik hakkında kulla- tümel teorisini savunanlar tarafından
nılabilmesi imkansızlaşır. benimsendigi söylenebilir. Buna karşın,
Skolastik felsefenin büyük düşünürü İngiliz empirizmi kavramcılıgın ya da
Aquinaslı +Thomas, bütün bu güçlükleri nominalizmin ·tümel görüşünü benim-
dikkate alarak yeni bir tümel görüşü ge- semiştir.
liştirmeye çalışmıştır. Onun tümellerle tümevanm [Os. istilaa; İng. inducticm; Fr. itı­
ilgili görüşü, eklektik bir sentezin ürünü duction; Al. induktioıı). Genelden özele, tü-
olup, oldukça geniş kapsamlı bir görüş­ melden tikele giden, genel yasadan örnek
tür. Buna göre, AquiJ"'.aslı Thomas, Pla- ya da özel bir uygulamasını çıkarsayan
toncularla birlikte, tümelierin bireyler- tümdengelime karşıt olarak, özelden ge-
den ve bireysel şeylerden bagımsız bir nele, tek tek olgulardan genel yasalara
biçimde varoldugunu savunmuştur; tü- ulaşan tekil gözlem önermelennden sı­
meller, Tanrı'nın zihnindeki ideler ola- nırlanmamış genellernelere yükselen
rak, tikel nesnelerden ayrı ve ba~sız akılyürübne türü, genelleme.
bir biçimde varolur. Aquinaslı Thomas, tümevarımcılık [İng. i•ıductivism; Fr. in-
buna ek olarak, tümelierin şeylerde, bi- ductivisrııe; Al. induktivismus). Tümevarı­
reysel varlıklarda, bu varlıklann özleri ma, türnevarım probleminin varlıgına,
olarak varolduklannı savunur. Thomas, tümevanmın temellendirilememesi ol-
nihayet, tümelierin insan zihninde, so- gusuna ragmen naif bir tavırla sarsılmaz
yutlama işlemiyle elde edilmiş kavram- bir inanç besleyen, tümevamnın hakiki
lar olduklarını da öne sürmüştür. bilimin, gerçek bilimsel araştırmanın te-
Tümeller konusunu ele alan son büyük meli oldugunu öne süren görüş.
Skolastik düşünür tOckhamlı Willi- Tümevarunın, tümüyle temellendirile-
am'dır. Tümeller konusunda nominalist mese de, en azından belirli koşullar al-
bir bakış açısını benimseyen Ockhamlı tında, rasyonel bir işlem oldugunu savu-
William'a göre, tümeller, bireysel nesne- nan kişiye ise türııeuarımcı denmektedir.
lerin ve nesne öbeklerinin yerini tutan Buna mukabil, tümevarımsal akılyü­
terim ya da işaretlerden başka hiçbir rübnede sonuç, öncüllerde bildirilenin
şey degildir; 'tümellerin nesnel bir varo- kapsamını aştıgı için, tümevarunın
luşa sahip olduklan düşünülemez, manbksal olarak temellendirilemeyece-
çünkü gerçekten varolan şeyler, yalnız­ gini kabul ebne, fakat bir yandan.da tü-
ca bireylerdir. Ockhamlı'ya göre, Platon mevarunın, yalnızca gelecegin, bpkı
ve Aristoteles'in yaphgı gibi, tümelierin geçmiş ve şimdi gibi düzenli olabilecegi
nesnel bir biçimde varoldugunu öne kabulü üzerinde haklı kılınabilecegin­
sürmek, aynı tümelin bir dizi tikel nes- den hareket ederek, söz konusu akılyü­
nede mevrut oldugunu öne sünne yan- rütmenin bu temeller üzerinde ve te-
Iışına düşmektir. Tümelierin gerçekten mellendirilemeyecegi gerçegine ragmen
nesnel bir biçimde varolduklarını öne kabul edilmesi gerektigini savunma tav-
sürmek mümkün olmadıgı gibi, buna rına tiimeuarımı teyid derunektedir. Bu
gerek de yoktur. Tümeller, ona göre, yaklaşıma göre, tümevarımuı gelecekte
868 tümevanm problemi

de geçerli olaca~ıru şimdiden belirlemek sonucuna ulaştı~ımı kabul edin. Bu, hiç
imkansız olsa bile, gelecek ya geçmiş ve kuşku yok ki meşru bir tümevarımsal
şimdi gibi düzenli olaca~ı, ya da kaotik çıkanmdır. Bununla birlikte, gözlemle-
olması durumunda, zaten hiçbir yönte- yece~im son kargaıun sarı olmayaca~ı­
me yer kalmayacağı için, seçilecek tek nın mantıksal hiçbir garantisi yoktur. Bu
güvenli yol tümevanma güvenmektir. olgunun saptanması durumunda ise, o
türnevarım problemi [İng. problem of in- zaman 'Tüm kargalar siyahtır' önermesi
duction; Fr. probleme de l'induction]. Bili- yanlış olacakhr. Gözlemlenen tüm kar-
min gözlemle başladı~ım, gözlemin bi- gaların siyah olduklanrun ve yine tüın
limsel bilginin üzerine inşa edilece~i kargaların siyah o1.madıklarııun saptan-
sa~lam temeli meydana getirdi~ini, ve masında mantıksal bir çelişki yoktur.
bilimsel bilginin gözlem önennelerin- Bundan dolayı, tümevarun ilkesi man-
den hareketle, türnevarım yoluyla elde tıksal temeller üzerinde pek do~rulana­
edildi~ini savunan görüşe karşı çıkan maz.
bakış açısından, tekil gözlem önermete- II Tüınevarıın ilkesi deneyim yoluyla
rinden tümel önennelere, bilimsel yasa do~rulanmaya kalkışıldı~ında, bu tür
ve teorilere geçişin meşru bir geçiş ol- bir deneysel do~rulama, kaçırulmaz ola-
madı~uu dile getiren problem. Söz ko- rak türnevarım ilkesinin geçmişte başa­
nusu görüş açısından, 'çok sayıda X'in rılı oldu~u durum, örnek ve yasalara
çok farklı koşullar altındaki gözlemin- işaret eder. Bu çerçeve içinde, türneva-
den, ve gözlemlenen tüm X'lerin istisna- rım ilkesinin geçmişte başanyla kulla-
sız Y özelli~ine sahip olmalarından ha- nıldı~ı deneysel örneklerden hareketle,
reketle, tüm X'lerin Y özelli~ine sahip tümevarun ilkesinin her zaman başarıy­
oldu~u' sonucunun çıkarsanabil~ni la işledi~i sonucwta ulaşılır. Bununla
dile getiren tümevanm ilkesinin geçerli birlikte, tümevarımın bu şekilde dene-
olmadı~ıru ve hiçbir şekilde do~rulana­ yim yoluyla temellendirilişi, daha önce
mayaca~ıru ortaya koyan problem. 18. yüzyılda D. tHume'un da göstenniş
Türnevarım problemini dile getiren oldu~u gibi, kabul edilemez bir şeydir.
görüşe göre, tümevanm ilkesi, ne 1 Zira, tümevanmı do~rulamak üzere öne
mantığa, ne de 2 deneyime başvurula­ sürülen argüman, do~rulanma ihtiya-
rak do~rulanabilir. Buna göre, 1 man- cında oldu~u varsayılan tümevarımsal
tıksal akılyürütmeler, tümdengelimsel akılyürütme ya da argümarun kendisini
yapıda olup, öncüileri do~ru ise, sonucu kullandı~ı için, yani türnevarım ilkesi
da do~ru olan, sonuçta bildirilenin ön- ya da tümevarunsal akılyürütme, bizzat
cüllerde bildirilenin kapsarrum aşmadı­ tümevanmsal bir akılyürütmeyle do~­
~ı, sonucun öncüUerden zorunlulukla rulandı~ı için, döngüsel bir akılyürüt­
çıktı~ı akılyürütmelerdir. Türnevarım­ medir. Türnevarım ilkesinin geçerli ol-
sal akılyürüline mantıksal bakımdan ge- du~unu iddia eden böyle bir tümel
çerli olan bir akılyürütme tarzı de~ildir; önenne, geçmiş ve şimdiye ek olarak
zira, tümevarımsal argüman, tümdenge- gelece~i de kucaklayan böyle bir sonuç,
limsel akılyürütmenin zorunluluk özelli- burada, tümevanm ilkesinin geçmişteki
~inden yoksundur. Yani, tümevamnsal başanlı uygulamalannı kaydeden bir-
bir akılyürütmenin öncüllerinin do~ru, kaç tekil önenneden çıkanlmaktadır.
sonucun yanlış olabilmesi pekala müm- Dolayısıyla, akılyürütme ya da argü-
kündür ve bunda da bir çe]işki yokhır. man tümevanmsal bir argümandır ve
ömeıtn, bugüne kadar, çok de~ işik ko- bu nedenle tümevanm ilkesinin do~ru­
şullarda, çok fazla sayıda karga gözlem- lanmasında kullanılamaz. İşte, tümeva-
ledi~imi ve gözlemledi~im kargalann nm ilkesinin do~rulanmasıyla ilgili bu
hepsinin siyah oldu~Wlu ve benim bu zorlu~a geleneksel olarak 'tümevarun
temel üzerinde, 'Tüm kargalar siyahbr' problemi' adı verilmektedir. •
tümevanm problemiyle ilgili çözümler 869

iümevanm problemiyle ilgili çözümler oldugu en iyi yöntem olduguna işaret


[ing. attempted solutions to the problem of edilmiştir. Bu çözüm denemesi, türneva-
induction; Fr. solutions drı probleme de l'in- rım ilkesw tümevanmsal bir argümanla
duvtion]. Bir yandan türnevarım ilkesi- temellendinneye çalıştıgı için, döngüsel
nin, hem bilirnde ve hem de özel yaşan­ ve sonuçsuz olmak durumundadır.
tımızda çok temelli bir rol oynadıgı 2 İkinci çözüm, evrim düşüncesine daya-
olgusu, bir yandan da onun ne mantık­ nan çözümdür. Bu çözüme göre, tüme-
sal ve ne de deneyimsel olarak dogrula- vanın yoluyla oluşturdugumuz 'Tüm
nabildigi olgusu karşısında, filozof ve kugular beyazdır' türünden tümel öner-
bilim felsefecilerinin bu duruma alterna- meler, bir araya getirilen bireysel şeyler
tif olarak getirdigi çözüm denemeleri. arasında birtakım benzerlikler bulundu-
Bu bakış açısına göre, insanlar tümeva- gunu varsaymaktadır. Buna göre, tüm
rımsal akılyürütmeleri her zaman kul- bireysel kugular arasında, onların birlik-
lanmaktadır. Bizi gelecegin de geçmiş te sınıflanmalarıru haklı kılacak bir ben-
gibi olacagı inancına götüren şey, tüme- zerlik bulunmalıdır. Fakat şeyleri sıruf­
vanmdır. Birçok kez içtigim süt beni hiç lamamn tek yolu bu olmayabilir. Başka
zehirlememiştir, buna dayanarak, tüme- bir dünyadan olan varlıklar, pekala
vanın yoluyla sütün beni gelecekte de bizim sahip olduğumuz kategorilerden
zehirlemeyecegi sonucuna ulaşabilirim. farklı birtakım kategorileri kullanabiür-
Gündelik deneyimin bir parçası olarak, ler ve bu temel üzerinde, bizim yaptıAJ·
gündüzü her zaman gecenin izledigini, rruz türnevarım temelli öndeyilerden
güneşin her sabah dogudan dogdugu- farklı öndeyiler gerçekleştirebilirler. Bu-
nu gözleınişimdir ve bu temel üzerinde, nunla birlikte, bu türden geneliemelerde
bunların gelecekte de ortaya çıkacagını bulunmak bizim için çok daha dogaldı.r.
kabul ederim. Bunlar hep tümevanm Bunun açıklaması ise, evrimsel bir açık­
ömekleridir. Yine, bütün bir yaşantı­ lama olabilir. Biz, insan türü olarak,
mız, tümevarımın bize çevremiz ve ey- dogal aylk.lanma yoluyla, dogal dünya-
lemlerimizin sonuçlarıyla ilgili olarak nın davranışı hakkında dogru öndeyi-
güvenilir tahminler sagladıgı olgusuna lerde bulunma egilimi kazanmışızdı.r.
dayanmaktadır. Tümevanm ilkesi ol- Tümevarunsal akılyürühnede, işe işte
ınadıgında, çevremizle olan ilişkimiz bu egilimler kanşır. Bundan dolayı, tü-
tümüyle kaotik bir hal alır. Tümevanm mevarurun insan varlıgırun evrimine
yaşantıınızda böylesine önemli bir rol dayanan sagla.m bir temeli vardır.
oynamakta birlikte, bir de, türnevarım 3 Türnevarım problemiyle ilgili üçüncü
ilkesinin tam anlamıyla dogrulanamaz çözüm, olasılrkçılık olarak bilinir. Bu çö-
~ldugu gerçegi vardır. züme göre, güneşin her gün dogudan
Işte bu durum karşısında, bazl bilim dogdugunu gözlemlemiş olmakla bir-
felsefecisi ve düşünürler, birtakım ı;ö· likte, onun yarın da dogudan dogaca-
zümler önermişlerdir. Bu çözümlerden 1 gından yüzde yüz emin olamayız. Bu
birincisi. türnevarım ilkesinin pratik sonuçla- anlayış, meşru tümevarımla elde edil-
rına, işe yaramasına işaret eden çözümdür. miş genellernelerin lam anlamıyla, kesin
Buna göre, tümevanm ilkesi. dogal dün- olarak doAru olamasalar bile, söz konu-
yada düzenlili.kJer buhnarWl ve dogarWl su genellernelerin muhtemelen dogru
gelecekteki davranışıyla ilgili olarak olduklarını savunur. Bilimsel bilgi dog-
dogru tahminlerde bulunmanın tek yolu- rulanmış bilgi degildir, muhtemelen
dur. Türnevarım ilkesi geçmişte hep ba- dogru olan bilgidir. Bir tümevamnın te-
şarıyla işlemiştir. Tümevanın ilkesine melini oluşturan gözlemler ne kadar
dayanan bilim, bizim tümevanma duy- fazla sayıda, ve bu gözlemlerin yapıldı­
dugumuz inancı haklı kılacak çok fazla gı koşullar ne kadar degişik türden
sayıda örnek saglamıştır. Bu baglamda, olursa, elde edilen genellernelerin doAru
türnevarım ilkesinin biz insaniann sahip olma olasılıAJ o kadar artar.
670 tümevarımsal düfünen hindi benzetmesi

4 Dördüncü çözüm, kuşkucu tepkiyle be- da bulwunuştur. Bununla birlikte, bu


lirlenir. Burada ise, bilimin tümevaruna sonucun, bagazı Noel arifesinde kesil-
dayandıgı, ve tümevarımın ise, daha digi zaman, anlaşılmaz bir biçimde
önce Hume'un da söyledigi gibi, mantı­ yanhşlandıgı görülmüştür. Başka bir
ga ya da deneyime başvuruyla temel- deyişle, dogru öncüllerle yapılan tüme-
lendirilemeyecegi ve dolayısıyla bilimin varımsal çıkarım, hindiyi yanlış bir so-
rasyonel olarak dogrulanamayacagı so- nuca götürmüştür.
nucuna varılır. Buna göre, yasalara ve tümevanmsal [İng. inductive; Fr. inductif;
teorilere duydu~muz inanç, bizim Al. induktiv]. Tümevanmla ilgili olan di-
uygun gözlemlerimizin tekrarlanması­ siplin; tümevanma dayanan araştırma;
ıun sonucu olan psikolojik alışkanlıkla­ ve tümevanmla ilgili olgular için kulla-
rımızdan başka hiçbir şey degildir. mlan sıfat ya da niteleme.
S Beşinci ve sonuncu çözüm ise, yanlış­ Bu baglamda, bazı şeylerde gözlemle-
lamacılık düşüncesine dayanan çözümdür. nen ortak özelliklerden hareketle, söz
Popper tarafından savunulan bu çözüm, konusu şeyler smıfının tüm üyeleriyle
bilimin tümevanma dayandıgı düşün­ ilgili genel bir sonuca ya da tümel öner-
cesini reddeder. Buna göre, tümevanm meye ulaşan tümevanmsal akılyürüt­
problemi, ancak ve ancak bilimin tüme- meye; sonucu öncüllerirun kapsamını
varımı gerektirmedi~ tesbit edilirse, aşan, bu yüzden mantıksal bir zonınlu­
hertaraf edilmiş olur. Başka bir deyişle, lugu degil de, içeriksel bir olasıhgı
tümevanm problemi yanlış bir bilim ifade eden genel düşüneeye tamecumm-
kavrayışından çıkanlnuş, yanlış anla- sal grnelleme adı verilmektedir.
şılan bir problemdir. Öte yandan, tümdengelimsel olmayıp,
tümevanmsal düşünen bindi benzetme· özelden genele, tikelden tümele, olgu-
si [İng. analogy of turkty thinking inducti- lardan yasaya yükselen akılyürütme ya
vely; Fr. analogie de la dinde pensante in- da çıkarunlar oluşturmada söz konusu
ductivement) İngiliz filozofu Bertrarid olan işlemleri, gözlemlenen verilerden
Russell'ın The p,.oblmıs of Philasoplry [Fe~ suurlarunarnış genellernelere götüren
fmin Problemfm] adlı eserinde, tümevan- süreçleri, genellerneleri dognılama yön-
mm manbk yoluyla temellendirileme- temJerini konu alan disiplin ya da man-
yece~ni göstermek amaayla kullandıgı tık türüne tümeoanmsal mantık denmek-
ünlü hindi öyküsü. tedir.
Öyküye göre, hindi, hindi çiftli~ndeld tümgüç [İng. omnipotence; Fr. umnipotence;
ilk sabahmda yem~ saat dokuzda Al. allmacht]. Tanrı'ıun en önemli sıfat­
verildi~ görmüştür. Fakat, hindi iyi larından biri olarak. antolajik kanıt dı­
bir tümevanmcı oldugu için, acele edip şında, tüm Tann kanıtlannın varlıgına
birtakım sonuçlara sıÇTamamışhr. Saat işaret ettigi, veTann'nın herşeye k~dir
dokuzda dayurulmasıyla ilgili olarak oldugunu, sonsuz bir kudrete sahip bu-
çok sayıda gözlem yapmcaya kadar bek- lundugunu, k.Adiri mutlak oldugunu,
lemiş ve gözlemlerini çok degişik ko- kendisinden daha kudretli bir varlıgın
şullarda, Çarşamba, Perşembe ve bulunmadıgıru dile getiren sıfat.
Cwna günlerinde, ılık günlerde ve Buna göre, Tann diledigi, istedi~ her-
soguk günlerde, ya~urlu günlerde ve şeyi yapabilir. Bununla bi.rlikte, Tann,
güneşli günlerde tekrarlamışhr. Hindi, özüne uygun düşmeyen bir şeyi, man-
listesine her gün yeni bir gözlem öner- lık yasalarına aykın düşen bir şeyi ya-
mesi ekiemiş ve tümevamncı vicdanı en pamaz. Yani, Tann, kare olan bi.r çember
sonunda ikna olduktan sonra, çok sayı­ ya da kendisinin bile hareket ettiremeye-
da gözlemden hareketle, 'Ben, her sabah cegi kadar bü_yük bir kaya yarabnaz.
saat dokuzda kahvalh yapanın' sonucu- Tann kendisinin bile çözemeyecegi
na ulaşırken, tümevanmsal bir çıkanm- problemler ortaya koymaz, özünü inkar
tür 871

etmez. Başka bir deyişle, mantıksalba- bölme; üyelerinin kendilerini başka bir
kımdan imkansız olanı ortaya koymak, sınıfın üyelerinden farkJılaştıran ortak
bir kudret işi olmadıgından, Tanrı kar- bir nitelige sahip oldugu sınıf. Göreli
şıtların birleşmesi için ugraşmaz. Öte olarak daha geniş olan bir suuf, yani
yandan, tümgüç sıfatı, Tanrı'nın diger cins içinde yer aldıg1 düşünülen daha
sıfatlarından ayn olarak degil de, onlar- dar bir sınıf. Cinsin, türsel ayınmla be-
la birlikte gerçekleştigi için, Tanrı kendi lirlenen ve birçok bireyi kapsayan alt-
adaleti, merhameti ve bilgeligiyle bag- bölmesi.
daşmayan şeyleri de yaratmaz. Yine, Buna göre, tür, gerçeklikleri bir ve
Tanrı ilahi dogasına aykın düşen şeyle­ aynı olan birçok şeye, 'bunlar nedir?'
ri de yapmaz. Örnegin, yalan söylemek, diye soruldugu zaman, verilecek yanıt­
aldatmak türünden eylemler, akıl, bilgi, tır. Örnegin, Mehmet, Hasan, Fatma,
ir8de ve güç sahibi her varlık için ola- vs., nedir, diye soruldugu zaman, in-
nakJı olmakla birlikte, aldatmak, yalan sandır yanıtı veriHr. İşte, insan bir tür-
söylemek Tanrı'nın özüne aykırı düşer; dür. Özel tür ve göreli tür olmak üzere,
buna göre, aldatan, yalan söyleyen bir iki ayrı türden söz edilebilir. Bunlardan
varlık Tann olamaz. özel tür, tür oldugunda, cins olamayan,
Bu baglamda, Tanrı'nın, insana özgür- yani kendi içinde türlere bölünemeyen
lük verdikten sonra, bu özgürlügün insan türe, buna karşın göreli tür, hem tür ve
tarafından kötüye kullanılmasını engelle- hem de cins olabilen, yani türlere bölü-
mek istememesinden ya da isteyememe- nebilen türe karşılık gelir.
sinden ve dolayısıyla bu kötüJükten so- 2 Dogada varolan ve sürekli özellikleri
rumlu tutulamamasından kaynaklanan olan birime; birbirlerinden ya da ortak
güçlük ya da paradoksa, tümgüç paradak- bir soydan gelen, hem birbirlerine ve
su denir. Paradoksa göre, sorulması gere- hem de atalanna benzeyen canlı varlık­
ken soru şudur: Tanrı daha sonra kontrol ların toplamına-aynı zamanda doğal tür-
albna alamadıgı bir şeyi yaratabilir mi? ler adı verilir. Bizim tarafımızdan mey-
Soruya verilecek olumlu yaıut da, olum- dana getirilmeyip, dış dünyada varolan
suz yarut da, Tann'nın sonsuz kudretiyle ve ortak bir dogası olan üyeleri bir araya
uyuşmaz. Paradoks, manlıksal olarak getirip, onlan nasıl betimledigimiz ya da
ınümkün olan he~eyi yapma gücü, ka- suufladıtamızdan ba~sız bir çerçeve
pasitesi kudret anlayışında, bir degişikli­ içinde, birbirlerine baglayan yapılar ola-
ge gitmenin zorunluluguna işaret ebnek- rak dogal türler, nominal özler dışında,
tedir. - bilimsel araştırmanın keşfetti~ gerçek
tümiyilik [İng. onınibenroolence; Fr. bien- bir öze sahiptirler.
veifl.?nce] Tanrı'nın sıfatlarından biri. 3 Ontolojik bir anlam içinde, maddeyle
Tann'nın tümüyle iyi olması, kötülük- bireyleşen ortak doga ya da töz. Öme-
ten tümüyle uzak ve bagışık olup; yar- ~, Ortaçag felsefesinde, ontolojik bir
dımseverlik, aşk, sevgi ve dostluga baglam içinde, bir fail tarafından birey-
uygun bir tinsel yapıda bulurunası, tü- selleştirilen ortak doga ya da öz.
müyle merhametli olması. 4 Yine, Skolastik felsefede, fakat bu kez
Tannsal iyiligin, hem evren ve hem de epistemolojide, dış nesne ile özne ara-
insanlık düzeyinde gerçekleştiğini ifade sındaki arao şey. Bu anlayışta türü ya-
eden sıfatla ilgili en önemli güçlük, ratan olgu, dış nesnenin maddi, zihnin
Tann'nın mutlak iyili~ni, dünyada va- kavrayışmın gayri-maddi olması, ve
rolan kötülükle uzlaştırma güçlügüdür. nesnelerin bireysel olmasına karşın, zih-
tür [Yun. eidos; Lat. species; Os. nevi; lng. nin bilgide tümeUeri temaşa etmesi ya
species; Fr. esp~ce; Al. art]. 1 Üyelerinin da kavramasıdır. Bu anlayışa göre, tür
ortak olarak birçok dogal niteligi ya da sayesinde bilme edimi ve bilginin nesne.:.
işlevi paylaştıgı dogal grup ya da si bir olup çıkar.
872 türetilebilislik

Bu baglamda, insan türüne imtiyazlı bir şin ışıgın kaynagı olması gibi, Tann
konum bahşeden teori ve pratik bütünü- da varlıgın ve gerçekligin kaynagıdır.
ne türcülük adı verilmektedir. Öte yan- Varolan şeyler Tanrı'dan, ışık, kaynagı
dan, bir türü ayru cins içindeki diger tür- olan güneşten nasıl çıkıp yayılıyorsa,
lerden ayıran temel özellige, bir alt sınıfı öyle çıkıp yayılır, türer. Bununla birlik-
aynı sınıf içindeki diger sınıflardan fark- te, nasıl ki, ışık ışınları güneşe eşit de-
lılaşhran ayırd edici özellige tarsel ayı­ gilse, aynı şekilde varolan hiçbir şey
rıııı denmektedir. Bu çerçeve içinde, yük- de, Tanrı'ya eşit degildir.
lem ya da tanımlayanın, öznenin üyesi iüıümcülük [Os. sudüriyye; İng. emanatio-
oldugu türü belirten ya da tanımlanan nism; Fr. eınanalionisme; Al. emanations-
konumundaki kavramın, tür olarak bir Iehre]. tPlotinos tarafından öne sürül-
özelligine işaret eden taruma türsel tanını müş olmakla birlikte, Ortaçag Hristiyan
adı verilir. ve İsliim düşüncesinde de geçen ve ger-
Yine, bir tümcede yer alan bir terimle, çekligin kaynagı ve yapısını, Tanrı ya
hem bir türe hem de türün bir üyesine da Bir adı verilen aşkın bir ilkeden baş­
gönderme yapılabilmiş olması duru- layan, sürekli ve kendiliginden bir akış,
mundan kaynaklanan belirsizlige, söz sudur ya da türümle açıklayan ögreti.
konusu ihtimale dayanan çokanlamlılı­ Varlıkların antolajik statü, tinsellik ve
ga tür-örnek belirsizliği denir. yetkinliklerini varlık kaynagına, yani
türetilebiiiriik [İng. deducibilihj; Fr. aşkın ilkeye olan uzaklık ya da yakın­
derruabilite; Al. ableitbarkeit]. Bir önerme- Iıkianna tabi kılan, insanın görevinin,
nin başka bir önennenin sonucu olma, tannsal kaynagına dönmek, O'nu tema-
bir dizi önermenin başka bir dizi öner- şa etmek ve O'nunla, mistik bir vecd
meden mantıksal kurallara uygun ola- hali içinde birleşrnek oldugunu öne
rak çıkarsanabilme özelli~. süren görüş.
Buna göre, bir dizi önermenin başka bir Buna göre, türiimcülük, gerçekJigin ya-
önerineler öbe~den, ancak ve ancak pısını ve kökenini, herşeyin türüm adı
sonuncu önenneler öbegi öncülleri, bi- verilen bir süreçle kendisinden tiiredigi
rind önemıe kümesi de sonucu olan ge- bir yetkin ve aşkın ilkenin varoldugunu
çerli bir çıkarım k ur alı varsa, türetilebilir söyleyerek açıklar. Türürn zamandışı
oldu~u söylenir. bir şey oldugu için, yalnızca mecazi bir
türüm [Os. sudur; lng. emanatiQD; Fr. anlam içinde, bir süreç olarak betimlene-
emanation; Al. emanatiorı]. Tüm gerçekli- bilir. Türüm süreci boyunca, varlık kay-
gin bir ve ezeli-ebedf olan yetkin ve na·gında bir degişme ya da eksilme söz
aşkın bir varlıktan zorunlulukla çıktı~­ konusu olmadıgı için, türümün kendi-
ru, türedigini, sudtlr ettigini öne süren sinden başladıgı ilke aşkın olmak duru-
metafizik ögreti. Tann, degişmez, ezel[- mundadır. Türüm süreci devam ettikçe,
ebedi~ bir, yetkin, saf, basit, edimsel ve varlıklar kaynaktan olan uzak.Jıklarına
bölünemez olan aşkın varlık oldugu, göredeger kazanır veya yitirirler.
ve yaratma bir eylem olup, her eylem Türümcülük herşeyden önce evrimci-
de bir degişmeyi gerektirdigi için, ya- likten farklılık gösterir. Zira, evrimin
ratmanın Tanrı'nın degişmezligine, kendisi zamansal bir süreç olup, ilke sü-
saflıgına,birligine, edimsellik ve yet- rece içkindir. Dahası evrimde bir geliş­
kinligine gölge düşürec:egini savunan me süreci yaşanır, türümcülükte varlık
ve ilahi yaratma yerine, tüm gerçekli- kayna~ndan uzaklaştıkça güç ve deger
gin Tann'dan, Tann'run herhangi bir ey- kaybı söz konusu olur. Bununla birlikte,
lemi olmaksızın, zorunlulukla çıkbgını türümcülükle panteizm arasında önemli
savunan anlayış. bir yakınlık vardır, şu farkla ki, türüm-
Güneş-ışık egretilemesini kullanan bu cülükte aşkın olan ilke ya da Tanrı, pan-
yaratma anlayışına göre, tıpkı Güne- teizmde içkin hale gelir.
Unomuno, Miguel de 873

mında kullandıklan, ve tümelierin dış


dünyadaki şeylerden, bireysel varlık ya
da tikellerden önce, onlardan ayn ve ba-
tımsız olarak degil de, bireysel varlıklar­
da, somut ve bireysel şeylerde onlann

u
özü olarak varolduklaruu dile getiren La-
tince deyim.
universalia post res. Ortaçatda tadçılık,
ve bu arada tkavramalık için kullaru-
lan ve tümelierin insan zihninden ba-
tımsız bir varoluşa sahip olmadıkları­
uğrak [İng. moment; Fr. moment; Al. mo- ro, ancak tikellerden türetildiklerini öne
ment]. 1 Genel olarak, an; zaman veya süren görüş.
zaman içindeki, süresi belirlenmemiş ya Unomuno, Miguel de. 1864-1936 yıllan
da cotrafi yeri belirtilmemiş belirsiz arasında yaşamış olan İspanyol düşü­
nokta. 2 Diyalektik düşüncenin, tez, an- nür. Temel eserleri: Del sentimiento
titez ve sentezden meydana gelen adım­ trıigico de la vida [Hayatın trajik anlamı]
lar ında n her biri. Hegel'de, diyalektik ve La Agonia del Christianismo [Hristiyan-
düşünen zihnin ilk dolayunsız varlıtı lıtın Mücadelesi]'dur.
incelerken yaptıtı bölümleme sonuçla- Insanın benlitiyle halkın ruhunu çö-
nndan her biri. zürnleyen, insan ruhunun dramatik bo-
3 Bir sürecin belli başlı adımlan. Terim yutunu, onun zayıf karakteriyle tarihinin
özellikle tposbnodemizrnde, toplumsal akışını gözler önüne sermeye çalışan
analizin aŞarnalanna veya basamakları­ Unomuno'nun felsefesi, bir sistem felse-
na işaret etmek için kullanılır. fesi detildir. Başka bir deyişle, o dünya-
universale in mente. Ortaçat düşünce­ yı bilimsel bir tarzda tarumlamak, onu
sinde, tümelierin zihinden batımsız bir metafiziksel bir sistem içinde kategori-
gerçeklite sahip olmadıklanru, onların leştirrnek yerine, insan yaşamını karma-
yalnızca zihinde varolduklarını dile ge- şık duygusal ve entellektüel boyutlan
tiren Latince terim. içinde yakalamaya çalışmıştır.
universale in voce. Ortaçat felsefesinde, Insanı bilince sahip olması dolayısıyla
ttümeller kavgası söz konusu oldutun- hasta bir hayvan olarak tarumlayan
da, tkavram realizmine oldutu kadar, Unomuno, insan yaşamına aynlmazca-
tkavramcılıta da karşı çıkan adçıların, sına sirayet eden trajik bir duyguyu,
tümelleri atızdan çıkan sesle özdeşleş-· ölümsüzlüte duyulan derin arzuyla ölü-
tiren görüşlerini ifade eden ve tümelie- mün mutlak ve sarsılmaz kesinliti ara-
rin yalnızca sözde varoldutunu ifade sındaki ikilemin yaraıtttı trajik anlamı
eden Latince terim. çok güçlü bir biçimde duyumsar. O bu
univen;alia ante res. Ortaçatda, Platon'un anlamda, 20. yüzyıl tvaroluşçulutunun
radikal kavram realizmi için kullamlan Clnemli öncülerinden biridir. Ona göre,
deyim. Tümelierin tikellerden ayrı ve zi- böyle bir ikilem, böyle bir trajik durum
hindim batımsız olarak varoldutu görü- altında, insan rasyonalizmin zavallı
şü. Tümelierin kendilerini özelleyen oyuncatı olmaktan kurtulmaya bakıp,
maddi nesnelerin varoluşundan önce kendini imana bırakmalıdır. Çünkü akıl
varoldutu ve ikinci olarak da, Tanrı'nın insaıu mutsuzluta sevkederken, inanç
koydutu yasalann dotal fenomenlerin insan için sahici yaşamı ifade eder.
nedenleri olarak, bu fenomenlerden önce Aklın kuru, sotuk ve insan gerçetine
gelditi görüşü. yabancı soyutlamalarıyla köleleşen
universalia in rebus. Ortaç at düşünürle­ insan, ancak iman yoluyla, bir idealin
rinin Aristotelesçi tkavramcılık batla- peşinden gitmek suretiyle kendini tam
874 Upanişadlar dönemi

olarak gerçekleştirebilir,
gerçek insanlı­ varlıgın tepke diye adlandınlan, ve
gına erişme umudunu koruyabilir. adale kasılması türünden gövdede baş­
Upanişadlar dönemi. +Hint felsefesinin layan hareketlerden, agız sulanması,
M. Ö. 750-500 yıllan arasındaki dönemi- yüz kızarması gibi durum degişiklikle­
ne verileıt ad. Upanişadlar, evrenin ya- rine dek çeşitlilik arzerlenen tepkiler
ratıcı ilkesi olan +Brahman temeli üze- göstermesine neden olan etki.
rinde, ruh göçLi ve kurtuluş ögretisiyle uygulamalı [Os. tatbiki; İng. applied; Fr
belirlenen ve Tann'yla kişinin özü itiba- appliqu~; Al. angewandte]. Bir disiplinin,
riyle bir oldugunu dile getiren bir felsefe salt düşünce ya da teoriyle ilgili olma-
anlayışı geliştirmişlerdir. yıp, pratikle de ilgilenm~si, hayatın
upuygun [Os. mutabık, tasavvuru tanı; İng. somut problemlerine yönelmesi, somut
adequat; Fr. ad~quat; Al. adaequat]. Konu- deneyimin çeşitli veçheleri için çözüm
suna tam anlamıyla uygun düşen, ko- üretmeye kalkışması durumu. Teorik
nusunun tüm yönlerini kavrayan dü- bir disiplinin çözümleyid ve niceleyici
şünce ya da kavrayış olarak kullanılan tekniklerinin başka bijr disiplin içinde
sı fat. kullanılması h:lli.
Upuygunluk ölçütünü ielsefeye sokan 1 Buna göre, özel ve kamusal yaşamda
tLeibniz'e göre, upuygunluk seçikligin ka~ılaşılan problemlere, ahl:lki bir
bir türevidir. Buna göre, bir şey, onu · bakış açısından hareketle, uygulanan
başka şeylerden ayıran tüm yönleriyle felsefi degerlendirme, inceleme ve tar-
belirlenerek kavrarursa eger, kavrayış tışmaya; ahiakın soyut ve spekülatif bir
ve bilgi açıktır. Açıklıgın, bileŞik nesne- disiplin olmaktan çıkanlarak, bir ahl:lk
ler, dogası kannaşık olan şeyler söz ko- sisteminin belirli bir alana, ahl:lki kural
nusu oldugu zaman, karşılıgı upuy- ve ilkelerin de somut ahl:lki problemle-
gunluktur. Bu çerçeve içinde, kompleks re uygulanması durumuna uygulamalı
bir şey ya da konu, onu meydana geti- ahl6k adı verilir. Nitekim, hekimin hasta-
ren tüm bileşenler kavrandıgı takdirde, larına ve meslektaşianna karşı olan
bilgi ve kavrayış upuygundur. davraruşlannı belirleyen ilkeler bütünü
urılc. Hem Bab felsefesinde ve hem de
olarak tıp ahlakı, işadamlarının müşteri­
lsUlm dünyasında geçen bir düşünce ola-
lerine, işçilerine ve kendileriyle rekabet
rak, türüm ya da sudQr fikriyle birlikte
ettigi diger işadamlarına karşı olan
kullanılan, Tanrı'dan dogan, Tann'dan
davranışlarını belirleyen kurallar ve il-
türeyen herşeyin, yine Tanrı'ya döne~­
ni ifade eden terim. Buna göre, türüm ya keler sistemi olarak iş ahlilkı, genel
da sudürun varolan herşeyin Tann'dan ahl:lki ilkelerin ötanazi, kürtaj, ölüm ce-
zası gibi somut durum ve konulara uy-
doguşunu dile getirdi~ yerde, urCıc,.
gulanmasının sonucu olan ahlaki tartış­
Tann'ya dönüşü, yükselişi temsil eder.
Örneğin. Hristiyan Ortaçag felsefesinde, malar, uygulamalı ahl:lka konu olarak
wüc, I.sa'nın, havarileri önünde mucizevi verilebilir.
bir şekilde göğe yükselişi anlarnma gelir. Uygulamalı ahl:lk, 1960'lı yıllardan baş­
usulü'l·hamse. Mutezile'nin beş temel il- layarak. Angio-Sakson dünyada, özellikle
kesine verilen genel ad. Bu ilkeler, sıra­ de Amerika'da, siyah beyaz eşitligi için
sıyla Tevhid, yani Allah'ın birligi; ada- mücadelenin, Vietnam Savaşına karşı
let; iman ile inkar arasında üçüncü bir çıkışın, cinsel eşitlik tartışmalarının
öge ya da makamın varoluşuna işaret temelinde yer alan pratik ve felsefi so-
eden orta yer; Tann tarahndan verilen rularut ve ilkelerin bir ifadesi olarak
ödül ve ceza; Tann'nın iyiligi huyurup dogmuştur. Öte yandan uygulamalı
ve kötülügü yasakladığı ilkeleridir. ahl:lkın felsefi araştırmanın bir dalı ola-
uyaran [Os. miinebbih; Ing. stimulant; Fr. rak görülmesi tavnrun, felsefenin sade-
stimulant; Al. stimulans]. Canlı varlıga, ce ahl:lk alanının kapsamı içine giren
kendisinin dışından gelen etki; canlı problemleri analiz edip, onlan açıklıga
uzlaşımcdık 875

kavuşturabilece~ini, ama bu problemle- nesneye verilen belli bir ad da, ona


re bir yanıt ya da çözüm getiremeyece- başka bir isim verilebilmesinin ola11aklı
~ini öne süren analitik ahl§k anlayışı­ olması anlamında, bir uzlaşımdan
nın karşısında yer aldı~ını unutmamak başka bir şey de~ildir.
gerekir. Bu ba~lamda, bir kişinin, tek bir bire-
2 Yine, insanın do~adaki yerine, kişili­ yin belirli bir durumda, iletişim ama-
~in do~asına, bilimsel ve teknolojik ge- ayla kullandı~• bir sözün, söylenirnin
lişmenin toplumsal sonuçlanna v. b. g., çok sayıda insan tarafından benimsene-
dair felsefe incelemelerine ise, uygulama- rek belirli bir mesajı aktarma işinde,
lı folıiefo denmektedir. 3 Uygulamalı mate- standart araç olarak kullanılma duru-
matik ise, matematigin, fizi.ld ve do~al muna gelmesine, bir sözün, bir anlam
bilimlerde söz konusu olan tümdenge· ya da söylenirnin tek bir kişi ya da insa-
liınsel akdyürübneye katkıda bulunmak nın özel kullanımından herkesin ortak
üzere geliştirilmiş olan dallarına, daha kullanımı durumuna geçişine uzlaşım­
özel olarak da klAsik fizikte kullamlan laşma adı verilir.
matematiksel teknikiere denir. Buna karşın, iki nesne, durum ya da
uyuşma yöntemi [İng. method of agree- olay arasında uzlaşım yoluyla sa~lan­
ment; Fr. mithod de l' accord]. İngiliz filo- mış ba~ıntıya uzlaşımsal ilişki denir.
zofu J. S. tMill'in önerdi~i deney$el Söz konusu ba~ıntı, nesne, durum ya
yöntemin adımlarından biri. Buna göre, da olaylardan birine ilişkin düşünce­
bir fenomenin ortaya çıktı~ı birkaç du- nin di~erine ilişkin düşünceyi ça~rış­
rumda, ortak bir ö~e söz konusu oldu- tınnasına olanak verir.
~u takdirde, bu ortak ö~e söz konusu uzlaşımcıhk [İng. conventionalism; Fr.
fenomenin nedeni olarak görülür. Bu conventionnalisme; Al. konventionnalis-
ilişkiyi sembolik olarak şöyle göstere- mus]. 1 Bilim felsefesinde, fizik yasalan-
biliriz: nın, fizilô teorilerin ve fizikle ilgili hiper
tezlerin deneyi, dış dünyaya ilişkin
a,b,c,d,... b,d,f,g,... d,f,k,l,... öyleyse, d algılarımızı düzenlemek, açıklamak ve
yorumlamak için kullanılan uygun ifade
w,x,y,z, x,z,s,t, z,s,p,r, z ya da uzlaşımlar olduklannı; fizik yasa-
larının mutlak ve de~işmez olmayıp,
yalnızca kabul edilmiş olan postülalara,
uzam [İng. e::rtension; Fr. itendue; Al. aus- bilgimizin genel çerçevesine ve sahip ol-
dehnung). Zaman içinde varolup, fiziki du~umuz teknolojiye göreli olup, ger-
mekanda yer işgal etme. Elle tutulabi- çekli~in bizzat kendisi yerine, bilincin
lir, de~iştirilebilir, bölünebilir, hareket şeyleri nasıl ilişki içine soktu~unu orta-
ettirilebilir olup, şekli ve büyüklü~ü ya koyduklannı savunan görüş. Bilim-
olan maddenin yer kaplama özelli~i. sel yasa ve teorilerin, do~al dünyayı be-
uzlaşım [İng. con-Derıtion; Fr. convention; timlemenin alternatif yollan ya da
Al. konvention, vortrag]. Do~ada varol- tarzlan arasında yapılacak seçime ba~lı
mayıp, sonradan yapılan genel bir an- olan uzlaşımlardan başka hiçbir olma-
laşmanın ürünü olan, do~rulu~u do~a­ dıklaruu, seçilmiş olan altematifin di-
da varolan şeylere de~il de, anlaşmaya ~erlerinden daha do~ru olmayıp, yal-
ba~lı olan genel önenne ya da kabül. ruzca dünyayı tasvir etme amaana daha
Buna göre, yasalar ve ahlW ilkeler, uygun düştü~ünü öne süren anlayış.
insan varlıklarının, düzen ve güvenlik Birer uzlaşımdan, postüladan başka
içinde, temel ihtiyaçlarını karşılayıp a- bir şey olmayan fizik yasalan ya da te-
maçlarına ulaşarak yaşamak amacıyla orilerinin, ı;ilimsel çevreler tarafından,
yaptıkları anlaşmanın ürünü olan uzla- anlayış ve öndeyi bakımından basitlik
şımlar olarak görülür. Aynı şekilde, bir ve açıklama kolaylı~ı sa~ladıkları için
876 uzlaşımcılık

kabul edildiklerini, kontrol, açıklamada Bilimsel yasalann, fiziki' dünyayı ger-


kolaylık ve basitlik gibi işlevleri yerine çekte oldugu şekliyle betimlemedikleri-
getiremerlikleri zaman ya bir kıyıya bı­ ni, bundan dolayı, dogru ya da yanhş
rakıldıklarını ya da gözden geçirildikle- olmadıklarını; onların dış dünyaya iliş­
rini iddia eden akım olarak uzlaşımcı­ kin algılanmızı mantıksal ya da mate-
lık, 2 mantık alanında, mantıksal dogru matiksel bakımdan düzenlemeye yara-
ve ilkelerin, formel bir sistem oluşturu­ dıklannı; dünyayı an1ama ve betimleme
lurken üzerinde anlaşmaya varılmış tarzımızuı içinde bulundugumuz kültür
keyfi uzlaşımlar olduklannı, herhangi tarafından benimsenmiş olan uzlaşım­
bir aksiyemlar dizisi ya da ç1kanm ku- lara baglı oldugunu; bu anlamda, tek bir
ralları öbeginin temel ve tüm mantık gerçeklige ilişkin olarak, birçok uzlaşım
sistemleri için geçerli olmad1klannı, bir . ya da resim oluşturulabilecegini; bun-
mantık sistemindeki aksiyemiann dog- lardan bazılarırun digerlerinden daha
nıluklarının, sistemde nereden yola çı­ iyi olabilmekle birlikte, hiçbirinin dige-
kılıp nasıl ilerlemek gerektigiyle ilgili rinden daha dogru olmadıgını; bir uzla-
kavramsal bir uzlaşmaya baglı oldukla- şımın, diger uzlaşımlardan daha basit,
rıru öne sürer. daha uygun, daha yararlı oldugu ve
3 Öte yandan, uzlaşuncılık, matematik- daha fazla sayıda fenomeni açıkladıgı
te, matematigin dogrularırun, dünyayla zaman, yasalaştıgını ya da yasa olarak
ilgili bagımsız olguları ifade ebnekten kabul edildigini öne süren yasa görüşü
çok, salt yararlı uzlaşımlar oldukları an- olarak uzlaşımalık, fiziki dünyada bul-
layışını ifade ederken, 4 dilde, dilsel dugumuz düzenin, doganın kendinde
ifadelerin anlamları salt uzlaşım yoluy- ve kendinden sergilediği bir düzen ol-
la belirlendigi için, analitik önermelerin mayıp, zihnimiz.in dünyayı nasıl gördü-
dogruluklanrun dildeki uzlaşımlara güne, manbk, matematik ve dil sistemle-
baglı oldugu görüşüne karşılık gelir. rimizin onu nasıl düzenlerligine baglı
5 U zlaşımcılık yine bilim felsefesinde, oldugunu öne sürer.
fenomenler arasinda varolan degişmez Bilim felsefesinde kabul gören bir görüş
düzen ya da düzenlilikleri betimleyen olarak uzlaşımcılıgın temelinde linlü
genel önenneler olarak düşünülen bi- AJman filozofu Kant'uı, dünyada buldu-
limsel y"saların, fiziki dünyaya ilişkin gumuz düzenin zihinlerimizin yap• ve
açıklamalar saglayan, ve fiziki dünyayı özelliklerinden bagıms1z olmadıgı görü-
betimlemek amac.ı söz konusu oldugu şü vardir. Kant'tan etkilenen uzlaşımcı­
zaman, gerektiginde, yerlerine başka lık başta tPoincar~ olmak üzere, tMach
uzlaşımların geçirilebilecegi uzlaşımlar ve tDuhem gibi düşünürler tarafından
oldugunu savunan görüşü tanımlar. savunulmuştur.
üç korku 877

kabul edilir.Bundan dolayı, mutlak açık­


lamalar bir yana bırakılır ve olgular ara-
sındaki düzenli ilişkileri ya da yasaları
bulmaya geçilir.
Comte'a göre, bu üç evreye karşılık
gelen topluınsal, ekonomik ve kültürel
yapılar vardır. Buna göre, teolojik evre
özü itibariyle otoriteye dayanan ve mi-
litarist bir yapı sergileyen bir düzene
karşılık gelir. Oysa, pozitif evre tekno-
loji ve endüstriyel faaliyetle belirlenir.
üç korku [İng. three basic fears; Fr. trois
üç evre yasasi [İng. law of three stages; Fr. craintes]. Epiküros'un insan yaşamını
loi des trois etapes]. tPozitivizmin kurucu- çok derinden etkiledigine inandıtJ ve
su tComte'un insan z.ihni, insan düşün­ ortadan kaldırılması için belli bir meta-
cesi ve toplum için öngördügü üç aşa­ fizik sistem geliştirdigi üç korku.
malı evrim ya da gelişme yasası. Comte Buna göre, tEpiküros, bu korkulardan
tarahndan ifade edilen gelişme sürecin- birincisi olan Tann korkusunu, maddeci
deki birinci evre, 1 ttolojik evredir. Dü- bir atom görüşü benimseyerek yersiz
şünce tarihindeki bu evre, insanın ço- hile getirir. Maddi evren görüşünü,
cukluk dönemine benzer ve insan Tanrıları da içerecek şekilde genişleten,
burada, dünyayı, kendisinin bu dünya- Epiküros'a göre, Tanrılar da, atomlardan
daki yazgısını ve fenomenleri tanrısal ya meydana gelmiş olmalıdırlar. Bununla
da manevi güçlerle açıklar. Burada, ger- birlikte, Tannları meydana getiren
çeklik. birtakun itkilere, arzulara sahip atomlar en ince ve en yetkin atomlardır.
olan egolar, tinler ve ruhlar araalıgıyla Epiküros Tanrıları içinde yaşa-dıgunız
antropomorfik ve animistik bir tarzda dünyarun oldukça uzagında bir yerlere
açıklanır. yeryeştirir. Bu ise, Tanrılann yeryüzün-
l:kinci evre olan 2 metafizik evrede ise, de olup bitenlere karışmadıklan, dün-
manevi güçlerin, ruhların ve tanrıların yadaki herşeyin yalnızca atomlann çar-
yerini, 'öz', 'nihai ve en yüksek neden', pışmaları ve birleşmeleri sonucunda
'özgürlük' gibi soyut kavramlar ve güçler dogal olarak oluştugu anlamına gelir.
alır. İnsan, bu evrede fenomeillerin kay- Epiküros'un atomcu görüşü, insanı,
naklan ve açıklamaları olarak manevf Tann, ölüm ve kader korkusundan kur-
güçlere duyulan inançtan vazgeçer ve tanr. Çünkü, Epiküros'un varlık görü-
eter gibi kişisel olmayan ögeleri ya da şüne göre, doga atomlardan meydana
varlık-öz ilişkileri konusundaki kavram- gelir ve bu dogal düzende, tüm olaylar
Iara duyulan inana benimser. Bu ikinci dogal nedenlerle açıklarur. Dogada olup
evre, insandaki gençlik döne-mine karşı­ biten herşey atomların hareketine, onla-
lık gelir. rın birbirleriyle çeşitli şekillerde çarpış­
İnsan düşüncesi ve bilgisindeki üçüncü ma ve birleşmelerine indirgendigi için,
evre ise, 3 pozitif evredir. Burada, feno- Tanrı'nın bu dünyaya bir şekilde müda-
menlerin gerisindeki güçlere ya da özle- hale etmesinden söz edilemez. T ann
re ilişkin metafiziksel açıklamalardan dogal düzene müdahale ehnedigine ve
vazgeçilir, algılanamayan nedenleri bul- insaniann işlerine karışmadıgına göre,
mayı amaçlayan araştırmalar bir yana Tanrı'dan korkmanın arılamı yoktur.
bırakılır. İnsan bilgisinin sınırlı oldugu Epiküros'a göre, ölümden de korkma-
anlaşılır, bilginin yabuzca insan türü- mak gerekir, çünkü biz yaşarken ölüm
nün dogasına ve degişen toplumsal ve yoktur, ölüm geldigi zaman da, biz
tarihsel koşullara baglı ve göreli oldugu artık yaşamda degilizdir. Ve nihayet,
878 üçlemecilik

atomların düşüş ve çarpışmalan bir temasları sonucunda ortaya çıkan ikincil


zorunluluga, mutlak bir tdeterminizme niteliklerine, zihin tarafından bu temel
dayanmayıp, gelişigüzel ve rasiantısal üzerinde eklenen nitelikler.
oldugundan, kaderden de korkmaya Birincil ve ikincil nitelikleri varsC\yan
hiç gerek yoktur. Epiküros'a göre, insan söz konusu üçüncül nitelikler degerle
bu korkulardan kurtuldugu zaman, en ilgili olup, iyilik, güzellik, dogruluk
yüksek amaç olan mutluluk yolunda benzeri niteliklerden oluşurlar. Buna
engelleri aşmış olur. göre, üçüncül nitelikler, seçiciligi o hi n,
üçlemecilik [ing. trinitariıınism; Fr. trinitari- hüküm veren, bir şey üzerinde yogun-
anisıne]. Hristiyan teolojiS'inde, Tann'nın laşabilen, deger biçen bir zihnin oluş­
dogasuun, töz bakınundan bir, kişi ya turdugu nitelik ya da degerler, bilincin
da cisimleşme bakımından üç oldugu- varolan şeylerin birincil ve ikincil nite-
nu öne süren anlayış. Bu ögretinin te- liklerine verdigi yorumlayıcı ve deger
melinde, gerçekten varolanın tümel ol- biçici tepki ve yanıtlar için kullanılan
dugunu, tikellerin tümelden dolayı, genel bir terimden başka bir şey degil-
tümel sayesinde varoldugunu savunan dir.
Platoncu realizm ve Hristiyanların, Hz. üçüneünün imkansıziağa ilkesi [Os. şıkkı
İsa'nın tanrıhgını ve kutsal kitapta salisin imkansızlığı mebdei; ing. principle
geçen Kutsal Ruh'un tannsalhgını, çok- of excluded middle; Fr. principe de tiers
tanncıhgın saçmalıkianna düşmeden exclu; Al. ausgescholesseness dritte]. Klasik
koruma arzusu bulunur. Bu inanca göre, mant:ıkçılar tarafından, 'A B' dir ya da A
Tanrı birdir, fakat Baba, Oğul ve Kutsal B degildir' diye ifade edilen ilke.
Ruh olarak olarak üç şekilde görünür. Çeşitli tanımlan olan üçüneünün ola-
üçüncü adam paradoksu [İng. tlıird man naksızhgı ilkesi, güçlü versiyonu içinde
paradox; Fr. paradoxe du troisieme homme]. 'Her önerme ya dogru ya da yanlıştır'
tPlaton'un tldealar ögretisinin yol açtıgı şeklinde, daha zayıf ver.;iyonu içinde
ünlü paradoks. Buna göre, idealar tikel- ise, 'Her önenne ya dogrudur, ya da
lerin kendisinden pay aldıklan temel dogru degildir' şeklinde tanımlanır.
gerçeklikler ve bireysel varhklann ken- Bunlardan ikindsi, klasik mantıkta, ~
dileriyle yargılandıklan ölçütler olarak lişmezlik yasasından çıkarken, sezgici
öne sürülmüştür. Buna göre, dış dün- mantıkta çıkmaz. Şöyle ki, çelişmezlik il-
yada, insan toplumunda adamlar var- kesi düşünülebilen herşeyi, A ve A-
dır; ve bir de, bu adamiann kendisinden olmayan olmak üzere ikiye ayırır. Başka
pay alarak varhga geldikleri, kendisiyle bir deyişle, A ve A-olmayan, bir arada,
yargılandıklan Adam ldeası vardır. çelişmezlik ilkesinden dolay~ düşünüle­
Fakat paradoks, he~eyin bundan ibaret bilen tüm şeyleri, yani düşürune evreni-
olmadıgını dile getirir; çünkü somut mizi kapsar. Buradan çıkan üçüneünün
adamlann, bireylerin Adam ideasma ne olanaksızhgı ilkesi, 'her şeyin, ya A veya
ölçüde benzediklerini belirleyebilmek A-olmayan olmak zorunda oldugunu,
için, üçüncü bir adama daha ihtiyaç var- üçüncü bir halin düşünülemeyecegini'
dır. ldealar öğretisi için temelli bir eleş­ söyler. Başka bir deyişle, ilke, düşünme
tiri meydana getiren paradoks, İdeala­ evreninin dışmda üçüncü bir hA.l, x gibi
nn. sonsuzca geriye gidişe yol açmak üçüncü bir şık olamayacagıru ifade
suretiyle, varolanların nüfusunu gerek- eder.
sizce arttırdıgını ortaya koyar. üıelim [İng. production; Fr. production; Al.
üçüncül nitelikler [İng. tertiary qualities; produktion ]. Sosyal ve yaşamın temelin-
Fr. quıılites tertiaires]. Nesnelerin, nerede, de bulunan bir olgu olarak, insani ihti-
nasıl ve hangi konumda bulunursa bu- yaçlan karşılayacak mal ve hizmetleri
lunsunlar, kendilerinden aynlmaz olan elde etmek amacıyla gerçekleştirilen fa-
birincil nitelikleriyle, onlann bir özneyle aliyetler bütünü; yeni bir mal ya da hiz-
üstdil 879

ınetin yaratılmasım saglayan etltinlikler öne süren Lyotard'a göre, bir üstaruab
toplamı. Bu baglamda, topragı ekmek bir tarih felsefesine eşdeger olup, tari-
suretiyle belirli birtakım ürünler yetiş­ hin olumsal olaylarını, tarihin anlamını
tirmeye tanmsal üretim; sınai birtakı gir- ortaya koydugu düşünülen bir yapı ya
diler kullarunak suretiyle, endüstriyel da mantıksal örgü içinde anlamlı ha.le
ürünler meydana getirmeye sınai üretim; getiren bir söylemdir.
zihin gücü ve emegi harcayarak entel- Lyotard'a göre, 'tinin diyalektigi', 'anla-
lektüel bir ürün ya da eser meydana ge- mın hermeneutigi', 'akıllı öznenin öz-
tirmeye de zihinsel üretim adı verilir. gürleşimi', 'refah toplumunun yaratıl­
Söz konusu üretim sürecinde, insan ması' türünden farklı form ya da
emeginin tamamlayıcısı olarak kullanı­ şekiller alabilen üstyapıların en önemli
lan nesnelere; üretim sürecine dogru- iki türü, modern bilimle Fransız Devri-
dan ya da dolaylı olarak katılan, kendi- mi sonrası siyasetin 'özgürleştirici anla-
leriyle üretimin yapılabildigi dogal ya tısı'yla tHegeleilik ve tMarksizmin spe-
da insan eseri her türlü araç, nesne ve külatif anlatısıdır. Her iki üstanlata da,
teknik bilgiye üretim 11raçlan denmekte- aklın üretim sürecine, siyasete ve ahlaka
dir. Bu üretim araçlarıyla insan emegi- uygulanması yoluyla ya da diyalektigin
nin meydana getirdigi bütünlüge, üre- itici gücünün bir sonucu olarak, ilerle-
tim araçları ile bu araçları kullanabilen, menin kesin ve mutlak oldugunu iddia
bilgi, üretim deneyimi ve iş alışkanlık~ eder.
larana sahip insan emeginin meydana Modem söylemlerin, kendi durum ya
getirdigi bütünlüge üretim güçleri adı da konumlarını meşrulaşhrmak üzere
verilir. ilerleme ve özgürleşme, tarihin ya da
Öte yandan, bir toplumda insan bitin- tinin diyalektigi, anlam ve hakikatin
cinden bağımsız olarak varolan maddf kaydedilmesi gibi üstanlatılara başvur­
ilişkilere, üretim faaliyeti sırasında in- duklanru iddia eden Lyotard'a göre, ör-
sanlar arasında kurulan ilişkilerin tü- negin modern bilim kendisini, hakikat,
müne, üretim, mübadele ve zenginligin refah ve ilerlemeyi ürettigi iddiasının
dagılımı sürecinde oluşan ilişkilere yamsıra, cehalet ve safsatadan güya
üretim ilişkileri denir. Buna mukabil, ha- kurtulma öyküsü çerçevesinde meşru­
yatın idamesi için gerekli olan sosyal ve laştırmıştır. Modernligin meşrulaştı­
fiziki ihtiyaçlann karşılanmasını sagla- rıcı üstanlatılarırun yarattıgı en önemli
yacak ürünlerin elde edilmesi yöntemi- problem, bu üstlahların dışlayıcıhga
ne, Marksist tenninolojide, toplumsal egilimli olmalarıdır.
evrimin tek tek her aşamasında, toplu- üstdil [İng. metalanguage; Fr. nıetalangue,
mun bir durumunu ifade eden üretim metalangage; Al. ınetasprache]. Dilsel ol-
güçleri ile üretim ilişkilerinden meyda- mayan nesnelerden degil de, dilsel nes-
na gelen bütüne Uretim tarzı denmekte- nelerden, bir nesne dilinden söz ehnek
dir. için kullanılan dil. Nesne dili hakkında
üstanlata [İng. metanarrative; Fr. nıetrı­ konuşmak, nesne dili üzerine yazmak
recit, meta-narTation]. Çagdaş Fransız işinde kullanılan, dolayısıyla nesne di-
düşünürü Lyotard'ın, bir şeyi, bir di- lini varsayan dil olarak üstdil, nesne di-
siplin ya da kavramı meşrulaştıran lini ya da dogal dili inceleyip betimle-
öykü veya aniatılann en geniş kapsam- mek için oluşturulmuş olan araç dili,
h veya en etkili olanlarına, Aydınlanma ·dili anlatan dili tanımlar.
sonrasında öncelikle bilimi ve devleti Üstdil yardımıyla herhangi bir dilin
meşrulaşhrmak için kullanıldıklarını kendisine ait deyimlerinden söz edile-
söyledigi söylemiere verdigi ad. Üstan- bildigi gibi, başka bir dilin deyimlerin-
latılara baglarunamn tümüyle modemi den de söz edilebildigi için, nesne diliy-
karakterize eden bir tutum oldugunu le üstdil arasında bir seviye farkı vardır:
880 üsteleyici zincirleme t.asım

Dahası, üstdj} nesne dilinde geçen bütün da yönelim oldugu kadar, bir sonuçtur
deyimlerden fazla olarak, nesne dilini da. Nitekim, Nietzsche'ye göre, üstinsa-
niteleyen bazı deyimleri de içine aldı­ nın olabilirligi aşkın ideallerin iflasına,
guıdan, nesne dilinden daha zengin bir Tanrı'nın ölümüne baglıdır. Öte yan-
dildir. Ostdil, başka bir dilin deyimleri- dan, üstinsan, Nietzsche'nin son insan
ni, ifadelerini konu aldıgı, başka bir adını verdigi pasif ve bakkın insanın,
dili inceledigi için, aynı zamanda söze- eski geleneksel degerierin yıkılmasıyla
den dil olarak da bilinir. şaşkın bir kuşkuculuga saplanmış,
üsteleyici zincirleme tasım [İng. episyllo- amaçlar belirleme ve degerler yaratma
gism]. Birden fazla tasarndan oluşan ve gücünden yoksun kişinin tam zıddıdır.
bir alttaki kategorik tasamın bir üstteki üstyapı [İng. superstructure; Fr. supers-
kategorik tasıının sonucunu öncül ola- tructure; Al. iiberbau]. Tarihsel maddeci-
rak içerdigi çoklu tasım türü. likte, bir toplumun ekonomik yapısını
üstinsan [İng. superman; Fr. surhonıme; Al. yansıtan, hukuki, siyasi, ideolojik ve
übenııensch]. Geleneksel ahliikı köle kültürel sistemlere. verilen ad.
ahlikı olarak görüp degerlendiren, eşit­ Hukuki ve siyasi sistemlerin kendiligin-
lik kavramına karşı çıkıp, ahlaki deger- den gelişmedigini öne süren maddeci
Ierin son çözümlemede insanın gerçek görüş, siyasal sistem (devlet aygıtı) ile
dogasına, insandaki güçlü olma istegi- ideolojik sistemden (hukuki, egitimsel,
ne dayanması gerektigini öne süren kültürel, dini sistem) oluşan ve belli bir
Alman düşünürü Friedrich Nietzs- iktiı;adf tem.ele dayanan bütün olarak
che'nin öngördügü insanlık düzeyi; in- üstyapı terimini, bu sistemlerin bir toplu-
sanın evriminin bundan sonraki aşa­ mun ekonomik yapısındaki gelişmeleri·
masında ortaya çıkacak bir insan tipi ne baglı oldugunu belirtmek için bul-
olarak, degerieri gözden geçinne, yeni muştur.
baştan yaratma ve güçlü olma istegini ütopya [Os hayali hiım; İng. utopia; Fr.
hayata geçinne cesaretinde olan insan utopie; Al. utopie]. İdeal ya da yetkin
için kullanılan deyim. toplum. İdeal bir toplum düzeni ya da
Nietsche'ye göre, üstinsan, insanoglu- yönetim biçimi ortaya koyan tasanm.
nun amac:ıdır. O, insanın yenilmesi, Bilinen ilk ütopya ömegi, tPiaton'un
aşılması gereken bir varlık oldugunu Deulet'i ve Yasalar'ıdır. Platon'un bu
öne sürer. Her varlık kendisinden üstün eserlerinde oldugu gibi, bazı düşünür­
bir şey yaratmışl:lr; bundan dolayı, in- ler, uygulamadaki toplum düzenine ba-
sanın da kendisini aşması gerekir. karak, ideal bir düzen arayışı içinde ol-
Maymun, insanın gözünde ne ise, insan muşlar ve ideal bir toplum düzeni
da üstinsanın gözünde o olmalıdır. Ni- anlammda ütopyalar geliştirmişlerdir.
etsche yeryüzünün anlam ve amacırun Bu düşünürler, içinde yaşadıklan top-
üstinsan oldugunu söyler, çünkü insan lwnsal düzenin iyileştirilemeyecegine
dogasına yakışan güçlü, korkusuz ve inandıklan için, gerçekleşme şansı çok
acımasız olmaktır, yaratıcılıga ve ileri- fazla olmayan, ideal hatta düş.sel bir
ye yönelmektir. O üstinsan anlayışıyla toplum düzeni tasarlamışlardır. Bu çer-
insanlara yeni degerler, yeni hedefler ve çeve içinde düşünür, insanlar için her
yeni bir ideal getirmeye çalışmıştır. Ni- bakımdan ideal olduguna inandıgı, yet-
etsche güçlü ve bagımsız insaniann kin bir toplumsal düzen tasadar ve insa-
egemenliginin, sürü olarak gördügü in- nın, dolayısıyla da toplumun kurtulu-
sanlık için bir ilerleme saglayacagına şunun, ancak bu ideal düzen yaşama
inanır. Ona göre, y.ıgın kendini feda geçirildigi takdirde, mümkün oldugunu
ederek, üstün insaru- bekleyecektir. savunur. Başka bir deyişle, uygulama-
Buradan da anlaşılacagı üzere, üstin- daki toplum düzeni, bu ideal ve yetkin
san bir erek, geleceklc ilgili birtasanya toplum düzenine göre şekillenmelidir.
ütopya türleri 881

Ne var ki, söz konl!su !dea! ve yetkin top- bu tür bir ütopyacılığa örnek ~larak ve-
lum düzeninin hayata geçirilme şansı rilebilir. Burada, tasarlanan ideal toplum
pek fazla olmadı~ı için, o bir ütopya ola- düzeni, temel amaç varolan toplum dü-
rak kalır. zenini mahkum etmek oldu~u için, va-
Buradan da anlaşılaca~ı üzere, bir rolan toplum düzeninin tam karşıtı bir
ütopya karşısında, şu tavırlardan biri t~plum düzeni olmak durumundadır.
ya di~eri sergilenebilir: ı Bir ütopyarun, Utopik düşüncenin temelinde, nihayet
ideal bir toplum düzeni ortaya koydu- 3 toplumsal uyum ve düzenle ilgili tüm
~u için, gerçek bir de~eri vardır ve tam do~ruların bilindi~i, bu bilgilerin akta-
olarak hayata geçirilemese bile, ona bir nlarak, gerçek ve yetkin bir toplum dü-
şekilde yaklaşmak mümkündür. 2 Bir zeninin kurulabilece~i inancı ve iyim-
i.itopyanın, ideal bir toplum düzeni serli~i bulunur. Ütopyacıhk büsbütün
oluşturdu~u ve varolan toplum düzen- yararsız ve de~ersiz bir düşünce ve ha-
lerine de~er biçerken kullanılacak bir reket tarzı de~ildir. Ütopyacı literatü-
standart sa~ladı~ı için, gerçek bir de~e­ rün her.;eyden önce sosyolojinin geliş­
ri vardır, bununla birlikte, bu ideal dü- mesine, ahlaki düşüncenin ilerieanesine
zeni tam olarak hayata geçirmek bir ve insan do~as1mn daha iyi anlaşalma­
yana, gerçekte ona yaklaşabilmek bile sına büyük katkısı olmuştur.
söz konusu olamaz. 3 Ütopyalar, ger- ütopya türleri [İng. varieties of utapia; Fr.
çekleşme şansı hiç olmayan, gerçekdı­ genres de l'utopie]. İdeal ve yetkin bir
şı, idealist ve bundan dolayı da de~er­ toplum düzeni tasarıs• olan ütopyaların
siz şemalardır. belli başlı türleri şöyle sıralanabilir: ı
ütopyac1hk [İng. utopianisnı; Fr. utapisnıe; Siyasetin temel problemleri üzerinde
Al. utopismusJ. Toplum kuranu veya si- düşünme, temelde siyaset bilimiyle ilgi-
yaset teorisinde, mükemmel bir toplum li olan bir düşünürü, ideal bir siyasi
modeli veya tasarısını temele alan yak- düzen ve yaşam konusunu ele almaya
laşım. Sadece daha iyi de~il, fakat yet- götürebilir, ki bu da düşünürü kaçı­
kin bir toplum düzeni inşa etmeyi nılmaz olarak söz konusu siyasi düze-
aınaçlayanlann, söz konusu düşünce nin gerçekleşmesine katkıda bulunabi-
deneyini, veya salt düşüncede yarahlan lece~i birtakım amaçların toplumsal ve
yetkin toplum düzenini varolan aktüel kültürel önkabullerinin neler oldut;u so-
düzeni dönüşüme u~ratmak için kulla- rusunu sormaya sevkeder. İşte düşünü­
nanlarm inanç ve tavırları. rün bu temel üzerinde ideal bir toplum
Düşünce tarihinin belli başlı ütopyaları düzeni oluşturdu~u siyllSi ütopyalar, ilk
İdeal Deviefiyle Platon, Güne~ Ülkesı~yıe ve en önemli ütopya türü olarak karşı­
Tommaso Campanella, Ütopya'sıyla Tho- mıza çıkar. Platon ve More'un ütopyala-
mas More, ve Yeni Atlantis'iyle F. Bacon rı bu türden ütopyalardır.
tarafından ortaya konmuştur. Kişilerin 2 Birtakım tarih felsefeleri tarafından ta-
ya da filozoflann ütopik davranmalan- sarlanan yetkin ve ideal düzenler olarak
na, ütopya yazmalanna yol açan birta- ütopyalar, ikinci temel ütopya türünü
kım nedenler vardır. Bu nedenlerin ba- oluştururlar. Kendilerinin ütopik düşü­
şında, elbette ki, herşeyden önce, ı nürler olarak görülmelerine her ne kadar
filozofun ya da entellektüelin, dünya ya karşı çıksalar bile, gerçekli~in do~ası ve
da dünyalar yarahna ihtiyacı gelir. Bu işleyişine ilişkin olarak eşsiz ve temel
ba~lamda, bir ütopya oluştunna, ka~ıt bir kavray1şa sahip olduklarına inanarı
üzerinde bile olsa, bir bakıma tanrısal Hegel, Spencer ve Marks gibi filozof ya
bir faaliyettir. Ütopyacıh~ın başka bir da tarih felsefecilerinin, tarihsel gelişme­
nedeni, 2 toplumu ve varolan toplumsal nin son ve nihai evresinde ortaya ç•kaca-
kurumlan tümüyle mahklım elme arzu- ~ına inandıklan toplumsal düzenler, söz
sudur. tRousseau, tMarks ve tEngels konusu ütopya türünün örnekleri olarak
882 ütopya türleri

görülınek durumundadırlar. öbeklerin, insan varoluşundaki çok te-


3 Düşünürün olup bitenleri gözlemle- melli değişimle ilgili öndeyilerine daya-
digi, fakat olması gerekene yönelmek nan ütopyaları. S Felsefi antropolojiler
yerine, olup bitenlerin birtakım olum- olarak tanımlanan, bundan dolayı daha
suz yönlerini hesaba katarak, herşeyin çok bireyci bir nitelik arzeden ve yazarın
yine ayıu seyri izlemesi durumunda, ge- insana özgü olanı, uzlaşımsal degil de,
lecekte nelerin olabilecegini tasarladıgı, gerçekten ve tam anlamıyla insansal
gelecekte insanJan nelerin bekledigini olanı tanımladıgı, insanın tüm potansi-
betimleyen bir öykü anlattıgı korku Utop- yel güçlerinin gerçekleşmesini amaçla-
yaları. A. Huxley'in Yeni Dünya'sı ile G. dıgı ütopyalar. SchiHer'in Estetik Egitim
Orwell'in 1984'ü bu türden ütopyalara Üzerine adlı eseriyle, Marcuse'ün Eros ve
örnek olarak veri1ebi1ir. Uygarlık adlı eseri bu tür bir ütopyanın
4 Dini grupların, marjinal ya da ihtilalci en seçkin örnekleri olarak görülebilir.
vahiy 883

yaratılmış herşeyin O'nunla aynı nite-


likten olduğunu, yaratılaıun yaratanın
görünüş alaruna çıkması
oldugunu, ya-
ratılışın Tanrı'nın özünden kaynakla-
nan bir fışkırma olup, Tanrı'run eseri
olan evrende, Tanrı için eksiklik sayıla­
cak hiçbir nitelik bulunmadıgıru öne

V sürer.
Tasavvuf, yine aynı çerçeve içinde, ev-
reni Tanrı'dan ayn bir varlık olarak gör-
menin, Tann dışında, O'nun karşısında
başka bir varlıgın bulundugunu ileri
vacibü'l vücud. İslam felsefesinde, özü sürmek anlarruna geldigin~ bu duru-
varolu şunu içeren, kendi kendisiyle va- mun ise Tann'ıun özündeki birlige aykı­
rolup, varlıgını kendi dışında bir güce n oldugunu, varhgın temel niteliginin
borçlu olmayan, zorunlulukla varolan birlik olup, görünüşteki çokluk, degiş­
varlık, yani Allah, Tann için kullanılan me ve çeşitliliğin görünüşten başka bir
terim. şey olmadıgını, evrendeki tüm varlıkla­
Ömegin, Farabi, ünlü Tanrı karutında, nn Tanrı'ıun ve tanrısal niteliklerin yan-
bu dünyadaki şeylerin zorunlulukJa var sıması oldugunu dile getirir.
olmayan mümkün varlıklar oldugunu vahiy {İng. revelation; Fr. revelation]. Pey-
söyler. Onlar, var olmalan kadar var ol- gambere gelen tannsal kelam ve haber.
mamaları da mümkün olan varl.ıklardır. Bir düşünce ya da buynıgun Tanrı tara-
Mümkün varlıkların özleri varoluşları­ fından elçisine ilham edilmesi; Tanrı'nın
m içermez. Bu varlıklar, varlıga gelir ve yüksek öneme haiz mesajlannı; kendi
yok olup giderler. Mümkün varlıklar varoluşu, sıfatları, iradesi, v. b. g., ile il-
kendi kendilerine neden olamazlar. Öy- gili temel bilgileri insanhga Peygamber
leyse, mümkün varlıkların var oluşlan, aracılıgıyla ilebne yolu.
zorunlu olarak var olan bir ilk varlıga Vahiy, İslam dininde, Kur'an'ın bildir-
baglıdır. digine göre, 'Oku!' anlamına gelen ifa-
tFarabi'ye göre, bu zorunlu varlık deyle başlamış, Kur'an tamamlanınca
Tanrı'dır. Tann özünü ve varlıgıru da son bulmuştur. Kur'an'ın dışında
başka hiçbir varlıga ya da nedene borç- kalan ve hadisi kutsi adı verilen hadisle-
lu degildir. Tanrı sonsuzca yetkin oldu- rin doguşu da, vahiy yoluyla olmuştur.
guna göre, bu öz ve varoluş başka hiç- Bununla birlikte, Hadisi Kuısrde sözler
bir varlıkla paylaşılmaz. Tanrı sonsuz Hz. Muhammed'in olup, tannsal bir ni-
mükemmel, sonsuz üstün bir varlık.br. telik taşıyan ana düşünce vahiy yoluyla
O, tüm varlıklann varlik nedenidir. Peygambere bildirilir. İslam inancına
Tann ezelf ve ebedidir; onun maddesi göre, deneyimüstü olan ve dolayısıyla,
ve formu yoktur. Tann bütünüyle basit- bilimin konusu dışında kalan, yalnızca
tir, birdir. O'nun herşeye gücü yeter. inanç alanına giren vahyin niteUgi, sade-
Tann herşeyi bilendir. O'nun bilme ey- ce onu yaşayan peygamberler tarafın­
lemi sonsuzdur. O saf sevgi. ı:ıaf iyiliktir. dan bilinebilir. Tann ile peygamberi
vahdet-i vürud. Varlıktald mutlak birli- arasındaki bu olay hakkında öteki in-
gi, yaratanJa yarabianın birligini savu- sanların bilebildikleri şeyler, vahyin ge-
nan varlık görüşüne, tasavvuf anlayışı. lişi esnasında peygamberde gözlenen
Buna göre, tasavvuf görüşü, tektannlı dış belirtilerle pt?ygamberin vahiyle ilgi-
dinlerde söz konusu olan hiçten yarah- li açıklamalanndan ibarettir. Bu neden-
lış ve evrenle varlık arasındaki aynlık le, din felsefesi açısından, vahiyle ilgili
fikrinden farklı olarak, Tann tarafından en önemli problem, he11eyiyle tinsel bir
884 Van Çung

nitelik arzeden, sıfatları açısmdan, insa- Varlıga ya da dünyaya ilişkin kavrayı­


na ve dogaya özgü olan sıfatlarla ifade şımiZ ise, ayrılmazcasına dilimize bag-
edilemeyen mutlak bir Varbk olarak lıdır. Bu anlayışa göre, dil hakikatten
Tanrı'yla, O'ndan tümüyle farklı bir var- ayrılmaz, zira Varlıgı açımlayan, Varlı­
lık olan insan arasmdaki iletişimin zor- gı açık hale getiren dildir. Taşta, bitkide
lugunu açıklayabilme problemidir. ya da hayvanda oldugu gibi, dilin olma-
Van Çung. M. S. 1. yüzyılda yaşamış ve dıgı yerde, Varlıgın ya da varlıkların
etkisi uzun yıllar sürmüş bir akımın açıklıgı ve dolay1sıyla da açılımı yok-
başlatıcısı olan Çinli düşünür. Konfüç- tur. Buna göre, dil, varlıgm açnnlaruna-
yusçuluga yönelik keskin eleştirileriyle sı imkanını ve vartıgın açık hale gelişini
ün kazanmış olan Van Çung, başarıyı temsil eder.
ve akl1 temele alm1ş, her türlü boş inan- Heidegger, bilimsel aklın ya da poziti-
ca saldırmıştır. Saçma görüşleri, batı) vizmin klasik özne-nesne dikotomisinin
. ilikadları ve ruhlarla ilgili her tür inancı yarattıgı metafiziksel güçlüklere düş­
alaya alan Van Çung, ölümsüzlük inan- mernek için, Husserl'in yaptıgı gibi bi-
cını da yererek, Tann'run diledigi olur linçten söz etmez, bunun yerine dili te-
diye düşünmenin yanhşhgını belirt- mele alır, zira dil, bireysel bilinç ve
miştir. varoluşu aşar. Dilin yaraha bir tarzda
varg1 [İng. consequent; Fr. corısiquent; Al. kullamlmasına büyük bir önem veren
konsequent]. Belli bir önerme kümesin- Heidegger'e göre, filozof, Varlıgın yeni
den türetilebilen önermeye; öncüileri boyutlarının kendilerini açımlayıp, or-

dogru olan bir çıkanmda, öncüllerden taya koymalarma izin veren bir ozan-
dır. Sanatın özü şiirdir, şiirin özü ise,
zorunlu olarak çıkan, öncüileri dogru
kabul edildiginde, çelişkiye düşmeden hakikati bulmaktan başka bir şey de-
inkar edemeyecegi.miz mantıksal sonu- gildir. Bununla birlikte, şiirin hakikati,
ca, 'o halde, ... diye başlayan sonuç öner- bilimsel söylemin olgusal dogrularıyla
mesine;. karutlamanm ortaya koymak hiçbir şekilde karıştırılmamalıdır.
varlık [Os. vücud, mahluk; İng. being; Fr.
durumunda oldugu, ka.rutlamarun ge-
rekçesini meydana getiren öncüllerden
itre; Al sein]. 1 Yokluga karşıt olarak,
varolan şey. 2 Oluşa karş1t bir şey ola-
zorunlulukla türetilen sonuca verilen
rak, degişmeden aynı kalan gerçeklik. 3
ad.
Boşluga karşıt bir şey olarak, mekanda
varlıga geli§ [İng. genesis; Fr. genese; AL
bir yer işgal eden kalıcı gerçeklik.
genese]. Sanatsal yaratma ya da biyolo- 4 Varolan herşey tarafından paylaşı­
jik oluşta söz konusu olan doguş, orta- lan bir özellik veya fiziki dünyanın üs-
ya çıkış süreci. Varolan bir töz ya da tünde ya da ötesinde var olan bir nesne
dayanaktan oldukça farklı bir töze dö- ya da alan için kullamlan varlık deyimi,
nüşme hali. Niteliklerin karşıtına dö-
aynı zamanda, varolan herşeyin, Varlık
nüşmesi durumu.
özelligine sahip olmaktan ya da Varlık­
varlıgın evi olarak dil [İng. language as la belli bir ilişki içinde bulunmaktan
the house of being; Fr. langue comme lıı ma- dolay1 üyesi oldugu cinsi ifade eder. Şu
isan de l'itre]. Çagdaş Alman düşünürii halde, varlık deyimi, felsefe tarihinde
tHeidegger'in, dili varbsm oturdugu ve hem bir isim ve hem de bir sıfat olarak
kendisini açımladıgı yapı olarak gören ele alınmıştır. Öte yandan, varhgı bir
dil anlayışını tarumlanıak için kullanı­ isim olarak gören bir ögretinin, varlık
lan üade. alanıyla fenomenal dünyayı karşı kar-
Yalruzc:a bölünemez bir varlık olarak, şıya getiren bir ikidligi içerdigi unutul-
dünyada-içindeki-varlıgın varoldugunu mamahdlf.
~öyleyen Heidegger, varlıgm ya da dün- Varlık kavramı, farklı filozoflarda,
yarun bir dünyaya ilişkin kavrayışimlZ­ farklı anlamlar kazanmıştır. Ömegin,
dan ayrılmaz oldugunu söylemiştir. yokluk ve oluş düşüncelerine karşı
varlık leloeleol 885

statik bir tbircilik geliştirmiş olan P;;r- eklemiştir. O böylelikle, bir yandan An-··
menides, aynı zamanda Varlıgı düşün­ selmus'ta söz konusu olan aşkınlık idea-
ceyle özdeşleştirmiştir. Buna göre, ger- lini canlandırmaya çalışırken, Hristiyan
çekten var olan bir şey olarak Varlık, varlık anlayışının içselligini sürdür-
düşüncede kalıcı ve sürekli olan bir müştür. tSpinoza, zihin ve maddeyi, res
şey şeklinde ortaya çıkar, oysa yokluk cogitans (düşünen şey) ile res extensa
yalnızca algıda varolan bir görünüştür. (yer kaplayan şey) olarak degil de, bir
Parınenides'ten etkilenmiş olan Pla- ve aynı !özün sıfatları olmak görmek su-
ton'un varlık anlayışı ise, degişen feno- retiyle, tDescartes'ın madde-ruh görü-
menlerin ötesindeki gerçeklikler olan ide- şünü bir anlamda degiştirmiştir. Böyle
alar tarafından belirlenir. Buna göre, idea, bir görüşün sonucu, Varlıgı Dogayla öz-
yalnızca kendi altındaki bireysel şeyleri deşleştiren ve zihinle beden, ruhla
içermekle kalmaz, fakat kendi gerçekligi- madde arasında bir paralelizm kuran
ni bireysel şeylere aktannak suretiyle, rasyonalist bir birciliktir.
onlar üzerinde ontolojik bir fonksiyon Varlıgı düşüneeye bagımlı, zihne tabi
kılan idealizmlerle, varlıgı bilincin ve
gerçekleştirir. Varlık. bu anlayışa göre,
ideadır ya da idea gerçek varlıga sahiptir, düşüncenin dışındaki nesnel bir ger-
çünkü O, bireysel şeyin sürekli olarak de- çeklik olarak belirleyen materyalizmler-
giştigi için, gerçek olmadıgı yerde, kaba den sonra, ilk kez olarak Nietzsche söz
ve süreklidir. konusu karşıtlıgı aşma çabasıyla, var-
lık üzerinde yeniden düşünmeye baş­
Buna karşın, dinamik bir gerçeklik an-
lamıştır. Birçok bakımdan Friedrich
layışı benimseyen t Aristoteles, metafi-
ziginde, Platon'un ideasının yerine, tNietzsche'nin açtıgı yoldan yürüyen
çagdaş felsefede ise, varlık problemi ya
tFonn ilkesini geçirmiştir. Form mad-
denin tam karşıtıdır, ve bunlardan her çogunluk varlık sorusunu sorabilen iıl­
sanın veya varlıgın evi olarak dilin
ikisi de Aristoteles tarafından, fail ve
ereksel nedenleri tamamlayan nedenler perspektifinden ele alınır.
varlık bildiren önenne [İng. existenlial
olarak görülür. İşte bu dört neden ya da
smtnıa; Fr. üumci existentiel; Al. existen-
ilke, onun varlık anlayışııun temelini
ziıı/e aussage]. Modem felsefenin ünlü
oluşturur. Başka bir deyişle, Aristote-
kurucusu Descartes'ın 'ergo sum (o h§lde
les, Platon'un tözsel bir varlık anlayışı vanm)' önermesinde ya da Tann'nın va-
benimsedigi yerde, nedensel bir varlık roluşu }Ila ilgili karutlann sonucunda
görüşü benimsemiştir.
geçen 'Öyleyse, Tann vardır' önermele-
Ortaçagda ise, İlkçag felsefesinin kaba, rinde oldugu gibi, öznesinin varoluşu­
sürekli, ezeli-ebedi varlık ile detişme nu dogrudan dol';ruya tasdik eden öner-
içindeki fenomenler arasındaki ayınmı, me türü.
yaratıcı var.lık ile yaratılmış varlık ayn-
varlık felsefesi [İng. plıilosophy of being;
mına dönüşmüş ve filozoflar zorunlu,
Fr. philosophie de /'itre]. Varlıkla ilgili
yaratıcı varlıgı açunladıktan sonra,
olan, varlıgı konu alan, varlıgın gerçek-
diger varlıkları Tanrı'yla ilişki içinde ele te ne oldugunu ortaya koymaya çalı­
almışlardır. Bu aynm modem felsefede, şan felsefe türü,
idealist felsefe ile maddeci felsefe arasın­ Söz konusu felsefe türü tarihsel açıdan
daki bir ayrun şeklinde ortaya çıkar. degerlendirilecek olursa, varlık konu-
Varlıgı daha ziyade özneye baglayan, sunun llkçag Y4Jlan felsefesinde varlık
öznellikten yola çıkan, İ)k ve Ortaçag fel- ve yokluk baglamında ele alınİrken,
sefesinin bir !özler çoklugu olarak varlık modem metafizigin varlık konusunu
görüşünü iki tözlü bir varlık anlayışına gerçeklikle fenomen, şeyle. görünüş
indirgeyen Descartes, Ortaçag düşünü­ açısından ifade ettigini ve aynı konuyu
rü Aziz Augustinus gibi, cogito'yu dubi- psikolOjik bir içerikle zenginleştirdigini ·
to'ya baglamış ve cogito'ya ergo sum'u · söylemememiz gerekir.
886 varhl< hiyerarşisi

Yöntemsel açıdan degerlendirildiginde, !en, maddi olmayan tözdür. 5 Varolan


varlık felsefesini bir yandan töz ilkesinin her şey, kendisinin bir parçası oldugu
ya da tözsel varlık yaklaşınunın, diger bu Tanrı'dan, sırayla ve hiyerarşik bir
yandan da nedensellik ilkesinin ya da düzen içinde türer. 6 Bir şey, söz konu-
nedensel yaklaşımın belirlerligini söyle· su varlık kaynagına yakın oldugu ölçü-
ye biliriz. de gerçek, buna karşın, O'ndan uzak ol-
varlık hiyerarşisi [İng. hierarchy of being; dugu ölçüde maddeyle karışmış olup,
Fr. l1iıtrarchie de l' etre]. Gerçeklikte can- gerçeklikten yoksun ve kötüdür.
sız varlıklardan başlayıp, bitki ve canlı Söz konusu varlık hiyerarşisi anlayışı­
varlıkJardan geçerek, akıllı insan var- nın, daha sonra hem Hristiyan Ortaçag
lıkları yoluyla Tanrı'ya uzanan bir de- felsefesi ve hem de İslam felsefesinde
recelerune, bir varlık cetveli bulundugu çokça kullanılmış olan ünlü bir ömegi-
inancını ifade eden deyim. ni saglayan tPlotinos'un varlık cetveli-
Gerçekligi idealar dünyası ve duyusal nin en tepesinde Tanrı bulunur; Tann,
dünya olarak ikiye ayıran tPlaton'dan aşkındır, O her türlü düşünce ve varlı­
sonra, evreni degişmeden bagışık olan gın ötesindedir. O'na ne öz, ne varlık,
ayüstü evren ve ayaltı evren olarak ne de yaşam yüklenebilir. Çünkü bütün
ikiye bölen +Aristoteles'in varlık cetve· bu ayırım ya da yüklemler bir ikilige
linin en dibinde, kendi içinde bilinemez yol açarlar. Öyleyse, Tann hakkında,
olup, aktüel olarak formdan ayrı bir bi- yalnızca O'nun bir, bölünemez, degiş­
çimde varolamayan ilk madde bulun- nıez, ezeli-ebe-di oldugunu, varlıgın
maktadır. Söz konusu ilk maddeden ötesinde bulundu~u, kendi kendisiy-
toprak, hava, su ve ateş gibi dört öge le hep aynı kaldıgını, O'nun için geç-
ya da basit cisim çıkar. Bu ögelerden miş ya da gelecekten söz edilemeyecc-
ise, altın gibi organik olmayan madde- ğini söyleyebiliriz.
ler ve canlı varlıklann dokuları dogar. Plotinos, bu dünyadaki şeylerin köke-
Varlık cetvelinde daha sonra, canlı var- nini, onların Tann'dan zorıinlulukla
lıklar ve hemen ardından insanın etkin çıktıgını türedigini ya da suclur ettigini
aklı gelir. İnsanın etkin aklının üstünde söyleyerek açıklar. Şeyler Tann'dan,
ise, kürelerin aklı ve en tepede de Tanrı ışık kaynagı olan güneşten nasıl çıkıp
bulunmaktadır. yayılıyorsa, öyle çıkıp yayıhrlar, sudiir
İlkçagın ünlü Yunanlı filozoflan Pla- ederler. Tanrı var olan herşeyin kayna-
ton ve Aristoteles'ten başka, tüm ger- gıdır. Bununla birlikte, nasıl ki ışık
çekligi Bir'den türüm yoluyla çıkartan ışınları güneşe eşitlenemezse, aynı şe­
Plotinos ve tüm varlıklan Zorunlu Var- kilde var olan şeyler de Tanrı'ya eşitle­
lık'tan türeten tİbni Sina gibi filozoflar nemez, Tanrı'yla bir ve aynı olan şeyler
tarafından da sergilenen söz konusu olarak görülemezler. Tann bu türüm
varlık cetveli anlayışının temel kabulle- süreci boyunca degişmeden, azalma-
ri şunlardır: 1 Gerçeklik, gözle görüle- dan ve hareket etmeden kalır.
bilir, elle turulabilir, maddf dünya ile, Tıpkı, güneşe en yakın olan ışıgın en
gözle görülemez, elle tutulamaz, imma- parlak ışık olması gibi, Bir'den ya da
teryel dünya olarak ikiye ayınlır. 2 Bun- Tann'dan başlayan türüm ya da sudtir
lardan ikindsi, yarıj ınaddf olmayan sürecinin ilk evresi en yüksek varlık tü-
dünya, daha tinsel, daha ideal oldugu rünü meydana getirir. Bir'den çıkan, tü-
için, daha yüksek olan dünyadır. 3 Bir reyen ilk varlık Nous'tur, Akıl ya da Dü-
şeyin varlık cetvelindeki yeri, o şey şüncedir. Başka bir deyişle, Nous, biri
kendine daha fazla yeter oldugu, daha Bir, digeri de kendisi olmak üzere, iki
akıllı oldugu ölçüde, daha üstte olur. 4 nesnesi bulunan sezgi ya da dogrudan
Kendine en fazla yeten, en akıllı ve en kavrayıştır. Bir'e, yani Tann'ya en çok
yüksek varlık, KendisineTann adı veri- benzeyen varlık, bu Nous'hır. Plotinos
varlık kofulları 887

Nous'u, Plc.ton'w1 Timaeos adlı diyalo- kilde, Tann'dan başlayan türüm süreci-
gtında geçen Denılurgos'la özdeşleştirir. nin son evresinde bulunan madde, mut-
Fakat Noı1s mutlak olmadıgı için, onun lak karanlık, tam bir ışık yoksunlugu
belirli bir özelligi vardır. Nous düşünce olarak anlaşılır. Madde, Bir'den başla­
ya da tümel akıldır ve o kendisinde tikel yan türüm sürecinden dolayı, yaratılış­
şeylerin Idealarını içerir. taki bir faktör olmak anlamında,
Tanrı yetkin varlıktır, ondan türeyen Tanrı'dan çıkmış ya da türemiştir; fakat
varlıklar ise, kaynaklarından olan uzak- kendi içinde, o evrendeki en aşagı evre-
lıklarının ölçüsüne baglı olarak, yetkin- dir ve Bir'in antitezidir. Madde, Ploti-
likten giderek uzaklaşırlar. Bir'den türe- nos'a göre, Tann'dan en uzak noktada
yen ilk varlık olan Nous'tan, Ruh sudür bulunan varlıkhr. Madd~nin kendisinde
eder. Bu Ruh, içinde yaşadıgımız duyu- pozitif hiçbir nitelik yoktur. Madde, Plo-
sal dünya ile Tann arasında bir köprü tinos'a göre, formun yoklu~, biçimsizli-
görevi gören Dünya Ruhudur. Dünya gin kendisidir. İyinin inkan olan madde-
Ruhu cisimsel olmadıktan başka, bölü- nin kendisi bizzat kötüdür.
nemezdir. Dünya Ruhu Tanrı ile maddi Bu tür bir varlık hiyerarşisine örnek
dünyayı birbirlerine baglayan köprü ol- olarak, yine Hınstiyan Ortaçag felsefesi-
dugu için, onun iki ayrı yönü vardır: nin en büyük düşünürü olan Aquinah
Thomas'ın varlık cetveli verilebilir. Ev-
Dünya Ruhu Nous ya da saf ak.Jla yöne-
lerek var olan herşeyin ezeli -ebedi İdea­ reni, ikici bir anlayışla maddi, ve tinsel
larını düşünür, teınaşa eder. Öte yan- dünya olarak ikiye ayıran lhomas'a
dan, o akılyürütme yoluyla, dogaıun göre, maddi dünya sırasıyla inorganik
bütünü için yaşam ilkesi saglayarak, tözlerden, bitki ve hayvanlardan ve ni-
şeyleri varlıga getirir. Dünya Ruhunun
hayet, insanlardan meydana gelir.
Maddi ya da dsimsel dünyanın doruk
faaliyetiyle şeyler, içinde yaşadıgımız
noktası, Aquinahya göre, kısmen tinsel
dünyadaki nesneler varlıga gelir. Şu
kısmen de dsimsel olan insandır. Onun
halde, varlık bakımından Dünya Ruhu-
varlık cetvelinin tepesinde ise, tümüyle
nun altında tikel şeylerin meydana ge-
tinsel ve basit olan Tanrı bulunmakta-
tirdigi dogal düzen bulunmaktadır. Plo- dır. Thomas hiyerarşik varlık cetveüni,
tinos'a göre, Dünya Ruhundan türeyen insarun üstünde, fakat Tann'nın altında
en önemli varlık insan ruhudur. İnsan
olan meleklerle tamamlamıştır, zira me-
ruhunun da, hpkı Dünya Ruhu gibi, iki lekler, tümüyle tinsel olmakla birlikte,
yönü vardır. Yukan dogru yöneldigin- Tann'nın mutlak basitligine sahip de~l­
de, insan nıhu Nous ya da tümel akıl­ dirler.
dan pay alır; aşagıya dogru yöneldigin- varlık koşullan [İng. conditions of being;
de ise, o bedenle birleşir. İnsan ruhunun Fr. conditions d' etTe]. Bir şeyin var olabil-
yukan dogru yönelmesi demek. onun mesi için gerekli ya da olmazsa olmaz
zihinsel faaliyet içinde olması, madde- olan koşullar bütünü, gerek ve yeter ko-
nin kirinden kurtularak, tüm varlıkların şullar toplamı.
kaynagı olan Tann'ya yönelmesi de- Varlık koşullan biraz daha özel bir
mektir. anlam içinde, çagdaş marksist felsefe ya
En yüksek varlık olan Tanrı'dan başla­ da sosyolojide, klasik +Marksizmin kab
yarak aşagıya dogru inen varlık hiyerar- ekonomik tdetenninizmine alternatif
şisinin en alt basamagında ise, madde bir deyim olarak öne sürülmüş olup,
bulunur. Plotinos, ışık benzetmesini en belli bir toplumsal olay ya da etkinligin
yogun bir biçimde burada kullanarak. varoluşu ya da do~şu için gerekli olan
türtim sürecini ışıgın bir merkezden ya- koşullar öbe~ne işaret eder. Bu anla-
yılmasına benzetir. Nasıl ki, ışık kayna- yış, ekonominin belirleyici olmasından
gmdan çıkıp yayıldıkça, giderek gücünü çok, ideoloji ve siyasetin ekonominin
yitiriyor ve karanlıklaşıyorsa, aynı şe- varlık koşulları oldugundan söz eder.
B88 varhk olmak bakımından varhk

Orne~ir,, ça~daş marksis~ düşünür Alt- Varhk tarihinin üçi.incü evresi, Yunan
husser'e göre, mülkiyet ve sözleşme gelene~ini karartan ve Yunan ontoloji-
hukuku şeklinde ortaya çıkan hukuki sinin çok daha aşa~ı bir versiyonunu
sistem kapitalist ekonominin varlık kop sunan Ortaça~ düşünce gelene~idir.
şullanmn en başmda gelmektedir. Güvenli~i yüce ve kutsal olanda bulan
varhk olmak bakımından varhk [İng. bu gelenekle ise, varlık, Aristoteles ve
beiııg as suc/ı; Fr. etre qua d'etre]. Saf var- Platon'dan gelen özpvaroluş ayrunı, ve
lık, kendinde varlık, varhk olarak varhk ona daha sonradan eklenen yaratılmış
diye de adlandmlan, insan bilincinden varlıklarpyaratan varlık ayınmı aracıh­
ba~ıınsız varlık. Varlık bakımından, ~ıyla açıklanmaya çalışır.
yalnızca sınırh sayıda bireysel nesneye Heidegger, varlık tarihinde, Ortaça~
de~il de, herşeye ait olan tümel özellikp düşüncesini izleyen evreyi, Descartes'la
lere sahip varlık. Herşeyin varoluşu başlayan gelenekle bulur. Bu sonuncu
için temel olan, varolan herşeye ilişkin gelenek, güvenli~i yüce ve kutsal olan-
açıklamanın dayana~ı olan şey. da degil de, bilgi ya da bilişin kesinli-
varhk tarihi [İng. history ofbeing; Fr. histo- ~inde bulmaktadır. Varlık tarihini mey-
ire de l'etre]. Ünlü Alman filozofu Martin dana getiren ve Heidegger'in olumlu
Heidegger'in Batı felsefesi tarihini, var- bir biçimde de~erlendirmedi~i bu evrep
h~ı konu alan düşünce açısından, varlı­
ler, teknoloji ça~ıyla doruk noktasına
ulaşır, zira teknoloji, varhklann kendi-
~m açımlanması bakımından ele alan
sınıflayıcı yorumuna verilen ad.
lerini açımlama yollannımn tümünü
Heidegger'in yorumuna göre, varlık tap birden kapatır. Bu anlamda teknoloji
ça~ı, varh~m tümüyle unutuldugu bir
rihinde kabaca dört ayn evreden söz edi-
lebilir. Bunlardan birincisi, ilk dönem tarihi tamamlamaktadır.
Yunan düşüncesinin, Presokratiklerin varolmak [İng. exist; Fr exister]. Varoluşp
çu felsefe gelene~ içinde, özgür bireyle
varh~ı ele ahş tarzıdır. Heidegger'e
ilgili bir kategori olarak, kişinin kendi-
göre, bu dönemde varlı~a ilişkin dola-
sini alternatifler karşısındaki özgür sep
yunsız, gerçek ve do~rudan bir kavrayış
çimler yoluyla gerçekleştirmesi duru-
söz konusudur. Onun aralanndan özel· muna ya da eylemine verilen ad.
likle Herakleitos, Parmenides ve Anak- Buna göre, varolmak, kişinin bir grup,
sagoras'ı ön plana çıkarth~ı bu düşü­
sınıf ya da yı~ınm üyesi olmaktan ala-
nürler, varh~m kendisini açınllayışını bildigince çıkarak, daha çok ve daha
do~rudan tecrübe etmişler, ve bu tecrü-
yog-un olarak~bir birey hiline gelmesini;
beyi metinlerde korumaya kalkışmap bireysellik adına tümelli~i aşmasını; izp
mışlardır.
Ieyici olmaktan çıkarak aktif aktör
Varhk tarihinin ikinci .evresi, Heideg- h~line gelmeye çalışmasım ifade eder.
ger'in deyimiyle, varh~ı dogmatik bir varoluş [İng. existence; Fr. existence; Al.
biçimde 'mevcudiyetin süreklili~' ola- existenz]. 1 Genel olarak. varolma duru-
rak kabul eden metafizi~i kurup, varlık mu. 2 Dış dünyada, insarun bilgisinden
sorununu unutma sürecini başlatan ba~ımsız olarak gerçekleşme, mekin ve
+Piaton ve t Aristoteles'in yer aldı~ı ev- zaman içinde potansiyel de~il de, aktüel
redir. Filozofa göre, söz konusu iki filo- bir varh~a sahip bulunma hali. 3 Soyut-
zof, varlı~ı dolayamsız olarak degil de, lama ya da teorilere karşıt olarak, canh
dolayh bir biçimde, yani metafizik kav- ya da yaşanan gerçeklik. 4 Bir şeyin asli
ramlar aracıh~ıyla açıklamaya çaliş­ do~asmdan dolayı, olması gereken şeyi
mışlardır. Başka bir deyişle, Platon ve ifade eden öze karşıt olarak, o şeyin her
Aristoteles, varh~ın do~rudan do~ruya ne ise, her nasılsa öyle olması durumu.
kendisini ele almak yerine, varlı~a öz- S Varoluşun, varhklann, örne~in ci-
lerden ya da nesneler aracıh~ıyla yak- simlerin ya da nesnelerin, Tann'mn, v.
laşmışlardır. b. g., varoluşuna gönderirnde bulunan
varoluşÇuluk 889

söz konusu anlamına ek olarak, 20. yüz- rak gelişen


ve, özgürlügü insanm belir-
yılda gelişen ve varoluşçuluk diye bili- l.enmiş varlıksal konumuna göre degil
nen akımda belirginleşen daha özel bir de, onun kendi kendisini şekillendir­
anlamı vardır. Burada varoluş, insani mesi ve gerçekleştirmesi açısından ta-
varoluş anlamında, salt özne ya da bire- nımlayan ahl~k anlayışı.
yin varoluşunu ifade eder. Buna göre, İnsanı, varlıktan degil de, insanın biz-
tKierkegaard'la başlayan varoluşçu fel- zat kendisinden yola çıkarak tanımla­
sefe, insanın birey ya da kişi oldugunu yan varoluşçu ahlak, kitle kültürüne,
öne sürerek, bireyin varoluşa sahip bir yıgın ahlakına karşı çıkan bireyci bir
varlık oldugunu kabul eder. Nitekim, ahlakhr. Modem Batı insanına Aydın­
Kierkegaard için varoluş, aşkınlıga yö- laruna'dan beri egemen olmuş olan akıl­
nelen, bo~untulu bir gerilim anlamı cılık, ilerleme, daha mutlu bir toplumsal
taşır ve kaygıda, boguntu ile yaşanan düzene ulaşma türünden inançların 20.
an birbirine karışır. Varoluşu soyut dü- yüzyıl koşullarında ve dünya savaşla­
şüncede degil de, yaşanan anda, sürek- rıyla önemli ölçüde yara almasının bir
siz olanda kavrayabilecegimjzi öne sonucu olan varoluşçu ahl~k, insanla-
süren bu görüş, dolayısıyla, insanı önce rın, daha güvenli ve eşitlikçi bir yaşam
bir varlık olarak ele alan, insaıu tanırn­ ugruna, bir üretim agı içinde, mekanik-
larken varlıktan yola çıkan geleneksel leştigini ve standartlaştıgını öne sürer.
felsefenin tersine, insanı yine insarun, Modern toplumun insana çok şey kat-
insani varoluşun kendisinden hareketle malda birlikte, onu kendisine yabancı­
tanımlar. laştırdıgını, insanın güvenlik ve eşitlik
Hatta, soru sorabilen, kendi kendini ta- ugruna özgürlügünü feda ettigini öne
nunlayan ve kendini gerçekleştirmeye süren varoluşçu ahlak, öznellik ve öz-
çalışan insana egzistans adını veren va- gürlügü ön plana çıkarhr. ÖzgürlüSün
roluşçu felsefede, varlık, egzistansın ken- sorumluluk yüklenmekle olanaklı oldu-
dini gerçekleştirme alaıu olarak varolu- gunu öne süren bu ahlak anlayışına
şa tabi kılınır. Nitekim, varoluşçuluga göre, dogru eylem, sorumlulu~u özgür-
egemen formwm kazandıran Heidegger ce yüklenilmiş olan eylemdir.
insan varoluşunu Daseinm varolma tarz- varoluşçuluk [İng. e:ıistentialism; Fr. exis-
larında ele almışbr. Başka bir deyişle, tentialisme, philosophie existentielle; Al.
varolmanın ne anlama geldigi soyut so- e:ıistentialismus]. Kökleri S. Kierkegaard,
rusunu ortaya koyabilmek için, varoluş­ F. Nietzsche gibi düşünürlere dayan-
tan yola çıkan Heidegger'e göre, varol- makla birlikte, 20. yüzyılda felsefede J.
manın ne anlama geldigi sorusu, P. Sartre, K. Jaspers, M. Heidegger ve
varlıgın kendisi için bir soru oldugu var- G. Mareel gibi düşünürler tarafından
lı~ın perspektifinden sorulmahdır. savunulmuş olan çagdaş felsefe akımı.
varoluş aydınlanması [Al. existenurhel- İnsanın varoluşuyla dogal nesnelere
lung]. İnsanın gerçekte ne oldugunu özgü varlık türü arasındaki karşıtlı~ı
göstermeyi, insanın tarihselligini ve öz- büyük bir güçle vurgulayan, iradesi ve
gürlügünü ifade etmeyi amaçlayan Karl bilinci olan insanlann, irade ve bilinç-
Jaspers'in, insan varhgırun sıradan ya- ten yoksun nesneler dünyasına fırlahl­
şantılaiı, yalın tecrübeleri aşarak, ken- mış oldugunu öne süren felsefe okulu.
dine özgü varlıgını ortaya çıkardıgı tec- Varoluşçulu~u belirleyen temel özellik
rübe ya da çabaya verdigi ad. ve tavırlar şöyle sıralanabilir: 1 Varo-
varoluşçu ahlak [İng. e:ıistentialist ethics; luşçuluk, herşeyden önce varoluşun
Fr. ithique existentieliste]. İnsanı bir var- hep tikel ve bireysel, yani benim ya da
hk olarak alan, insanın ahlaki yaşamını senin veya onun varoluşu oldu~unu
önce varlıgı anlamaya çalışarak betim- öne sürer. Bundan dolayı, o insaru mut-
leyen diger ahlak tiplerine bir tepki ola- lak ya da sonsuz bir tözün tezahürü ola-
890 varoluşçu psikoloji

rak gören her tür ö~reti ye, gerçekli~in akımı oldu~u anlamına gelir.
bir felsefe
Tin, Akıl, Geist, Bilinç, Ide ya da Ruh S Varoluşçuluk, nesneden yola çikan,
olarak varoldu~unu öne süren idealizm- varlıkla ilgili nesnel do~rulara ulaşma­
lerin karşı çıkar. 2 Akım, varoluşun ön- ya çalışan görüşlere karşı, özneden ha-
celikle bir varlık probleıni, varoluşun reket ve öznel hakikatierin önemini
kendi varlık tarzıyla ilgili bir problem vurgular. Felsefenin, varlık ve tliıneller
oldu~unu dile getirir ve varlı~ın anla- gibi konularla u~raşıp, nesnelli~i ara-
mına ilişkin bir araştırmaya karşılık ınası yerine, korkuyu, yabancılaşmayı,
gelir. Bu çerçeve içinde, her tür tbilimci, hiçlik duygusunu, insanlık halini ele
nesnel ve analitik yaklaşıma şiddetle alıp, öznelli~e yönelmesi gerekti~ini;
karşı çıkan varoluşçuluk, özelli..kJe va- hakikatin tümüyle öznel olup, hiçbir so-
roluşun zamansal yapısına ilişkin ana- yu tlaınanın bireysel varoluşun gerçek-
liz yoluyla, Varlı~ın genel anlamıyla il- li~ini kavrayamayaca~ını ve ifade ede-
gili bir ö~reti, belli bir ontoloji üzerinde meyece~ini söyler.
yo~unlaşır. 6. Varoluşçuluk, özellikle de hümanist
3 Varoluşçulu~a göre, varlı~a ilişkin ya da ateist boyutu içinde, evrenin akıl­
araştırma, varolanın aralanndan bir la anlaşılabilir olan bir gelişme do~rul­
seçiın yapmak durumunda oldu~u ·çe- tusu olmayıp, özü itibariyle saçma ve
şitli imkanlarla karşı karşıya gelmeyi anlamsız oldu~unu, evrenin rasyonel
gerektirir. Başka bir deyişle, varoluşçu bir tarafı bulunmadı~ıru, evrene anla-
felsefe, geleneksel felsefenin öne sürdü- mın insan tarafından verildi~ini öne
ğü gibi, özün varoluştan önce de~il de, sürer. 7 Böyle bir evrende, insanın hazır
varoluşun özden önce geldi~ini öne buldu~u ahlak kurallan olmadı~ından;
sürer; insanın önce varoldu~unu, daha varoluşçuluk, ahlaki ilkelerin, kendi ey-
sonra kendisini tanımlayıp, özünü ya- lemleri dışında, başka insaniann ey-
rattı~ını dile getirir. Başka bir deyişle, lemlerinden de sorumlu olan insan tara-
varoluşçuluk, insanın dünyaya hrlatıl­ hndan yaratıldı~ıru savunur.
mış bulundu~unu, dolayısıyla onun varoluşçu psikoloji [İng. eristentialist
kendisini nasıl oluşturursa, öyle olaca- psychologie; Fr. psychologie existentieliste;
~ını; insanın özünü kendisinin belirle- Al. existential psychologie]. Bir kişi olarak
yece~ini; bireysel insan varh~ının sabit insanın, kendisindeki ögelerin fonksi-
ya da de~işmez, özsel bir çlo~ası bu- yonu aracılı~ıyla incelenemeyece~ini;
lurunadı~ını öne sürer. Bu ba~lamda onun fizik, kimya ya da nörofizyoloji
her tür tdeterminizm ya da zorunluluk- yoluyla açlklanamayaca~ııu; psikoloji-
çulu~a büyük bir güçle karşı çıkan va- nin, kendisine örnek olarak fizi~i aldı~ı
roluşçuluk, bireylerin mutlak bir irade takdirde, insan do~asını anlayamayaca-
özgürlü~üne sahip bulundu~unu, insa- ~ını; burada tdavranışçılık ya da
nın özgürlü~e mahkCım oldu~unu ve tpsikanaliz türünden yaklaşımlar m ye-
olduğundan tümüyle farklı biri olabile- tersiz kaldı~ını savunup, araşbrmayı,
ce~ini dile getirir. dünya-içindeki- varlık olarak bireysel
4 Insana özünü oluşturma şansı veren insan üzerinde yo~unlaştıran ça~daş
bu imkanlar, onun şeylerle ve başka psikoloji anlayışı.
insanlarla olan ilişkileri tarahndan ya- Her insanın kendi içsel yaşamı, algıla­
ratıldı~ı için, varoluş her zaman dün- rı, dünyayla ilgili de~erlemeleri ve tep-
yadaki bir varlık olmak veya seçimi sı­ kileri bakımından biricik oldu~unu öne
nırlayan ya da koşullayan somut ve süren varoluşçu psikoloji, daha çok fe-
tarihsel olarak belirlenmiş bir durumda nomenolojik yöntemi kullanarak, onu
ortaya çıkmak durumundadır. Bu ise, bütün bir varoluşsal gerçekli~i içinde
varoluşçulu~un ttekbencili~e ve epis- anlamaya çalışır. Buna göre, kişinin,
temolojik tidealizme taban tabana zıt duyguları, tasa ve kaygılanyla, başka
varolutsal 891

insanlarla olan ilişkileri üzerinde duran, arasında söz konusu olan karşıtlıgı, on-
özgürlük ve sorumluluk, yaşamın anla- larm cinsel davranış karşısındaki tavır­
mı, degerler ve ölüm konusunu ele alan lanyla örnekler; buna göre, birincisi ken-
bu psikoloji anlayışı, töznelciligi, felse- disini duygulanna bırakırken, digeri
feye olan yakınhgı ve gerekli deneysel evliligi aklın bir ifadesi olarak görür.
veri temelinden yoksun oldugu gerekçe- Ahlaklı insan, ahlaki bakımdan kendine
siyle eleştirilmiştir. yeten insandır. Evlilikte mutlulugu, işte
varoluş evreleri [İng. existential stages; Fr. ya da meslekte başanyı arar.
phases existentiellesJ. Varoluşçulugun ilk Ahiliki varoluş tanındaki insan, bir
büyük filozofu olarak görülen Sören seçme eylemiyle dini varoluş tarzına
+Kierkegaard'm insan varoluşunun çe- yükselir. Kierkegaard'a göre, inanca atı­
şitli tarzlarını sıraladıgı görüşü. lış kararını, kişinin kendisinin vermesi
Buna göre, insanın sıkmtısının, umut- gerekir. Tanrı'nın varoluşuyla ilgili
suzlugunun, onun kendi varoluşunun karut gösterilmesini isterse, insan inan-
özüne derinden derine yabancılaşması­ nuyar demektir. Önemli olan kanıtlama­
nın az ya da çok farkına varmasından ya ihtiyaç duymadan inançtır ve Tann,
oluştugunu söyleyen Sören Kierkega- bireyin gönlünde, ondaki inanç sayesin-
ard, insandaki bu yabanalaşmanın, in- de ortaya Çlkar.
sanda, özünü, özsel benini yakalama yö- Kierkegaard'a göre, Tann, nesnel olarak
nünde birtakım kararlar almaya ve gün ışıgına çıkanlamaz, zira Tann öz-
dinamik atılırnlara yol açtıgını iddia et- nedir ve yalnızca öznenin içinde, bireyin
miştir. O, işte insandaki bu atılımı açık­ gönlünde var olur. İnsanın Tanrı'yla iliş­
larken, insan yaşamındaki farklı evre- kisi söz konusu oldugunda, bu ilişkiyle
lerden, ayrı var oluş tarzlarından söz ilgili olarak rasyonel ya da objektif ya da
eder. kavramsal bir bilgi olamaz. Tanrı'yla
İnsan varoluşundaki birinci evre ya da birey arasındaki ilişki, biricik ve sübjek-
ilk varoluş tarzı estetik yaşamdır (este- tif bir tecrübeden oluşur. Bu ilişki dile
tik evre). İnsan, Kierkegaard'a göre, bu- dökülem.ez. Tanrı'yla birey arasındaki
rada duyuları tarafından yönetilir. Bu bu ilişki gerçekleşmeden önce, onun
düzeydeki insanın evrensel ahlaki stan- hakkında hiçbir şey söylenemez. Varo-
dartiara ilişkin olarak pek bir bilgisi lan bireye Tanrı'yla kişisel ilişkiyi yal-
yoktur. Onun özüne ve Tanrı'ya yaban- nızca inancı temin edebilir. Ve insaıun
cılaşmışlıgı da en üst düzeydedir. Bu- yabancılaşması, yalnızca Tann'yla olan
radaki insanın dini inana da olmaz. kişisel ilişkisi sayesinde son bulur.
Ona davranışlarında yol gösteren tek varoluşsal [İng. e:ıistential; Fr. eristen tiel;
motif, duyulann olabildigince çok sayı­ Al. aistential). Gerçeklige ve şimdinin
da hazzından pay almadır. çeşitli boyutlanna ilişkin canlı tecrübe-
İnsan yaşanundaki ikinci evre ise, ye; kişinin, varoldugunu ve kişiligini,
ahlaki rvredir. Bu, onun için ikinci varo- eyleme ve sorumlulukla seçme sürecinde
luş tarzıdır. Ahlaki standartlardan, yaratan ve ifade eden özgür bir varlık ol-
norm ve degerierden yoksun olup, yal- dugunu farketme h:iline; insanın kendi-
nızca alacagı tadı düşünen estetik insa- sini yaşama, yaşanun gereklerine ve so-
nın tersine, ahlaki insan ahlak kurallan- nımluluklanna kapiuma durumuna
nı kabul eder ve bunları hayata geçirir. işaret eden sıfat. İitsarun varoluşuyla,
Ahlakr kurallar insan yaşarnma form ve insanın bu dünyada kendisini yaratma,
tutarlılık ögelerini saglar. Burada ahlaki özünü belirleme süreciyle ilgiü olma du-
insan, ahlaki sorumlulugun kendisine rwnwtu ortaya koyan deyim.
getirdigi sınırlamaları kabul eder. Kier- İnsanın dünyasının nesnel degerlerle
kegaard estetik varoluş tarzındaki in- ölçülemeyeceğini dile getiren Heideg-
sanla ahlaki varoluş evresindeki insan ger varoluşsallıgı, felsefesinde, insanın
892 varoluşsal diyalektik

varoluşuyla ilgili temel yapılar; düşün­ olarak ortaya çıkmıştır. Gelişiminde He-
cenin genel geçer kategorilerine karşıt idegger'le Sartre'ın da etkili oldu~ va-
olarak, insan varoluşuyla ilgili belirle- roluşsal fenomenoloji, bilginin transen-
niınler olarak varoluş tarzlarıyla ifade et- dentat koşullarına ilişkin bir araşhrma
miştir. Varoluşsallık, ona göre, dünya- yerine, gündelik dünya içinde ortaya
içinde-olma, anlama, kaygı, korku tü- çıkan, kendisini aktüel varoluş içinde
ründen temel ve nesnel bir çerçeveye gösteren varlıgın dogasına ilişkin bir
sıgmayan yaşantılada ifadesini bulur. araştırmanın önemini vurgular.
varoluşsal diyalektik [İng. existential dia- varoluşsal teoloji [İng. existential theo-
lectics; Fr. dialectiqııe existentielle; Al. exis- logy; Fr. theologie existentiel; Al. existential
tcntial dialektisch ]. Varoluşçu felsefenin tiJeologie]. Her ögretiyi, insanın tecrübe-
ilk olarak Kierkegaard tarafından orta- sinden türetilmişligi ve insanın tecrübe-
ya konan diyalektik anlayışı. sinj aydınlatma gücü açısından deger-
Buna göre, Hegel'den olumsuz bir Iendiren teoloji türü.
anlaın içinde bile olsa etkilenip, oriun varsayma yaniışı [İng. phallacy of begging
varlık ve düşüncenin üç adımlı yürüyü- the question; Fr. erreur d' eluder la questi-
şü olarak diyalektik an~ayışını benim- on]. Formel olmayan bir yanlış türü
seyen Kierkegaard, bireyin üç adımlı olarak, kendileri tartışmalı olup, kanıt­
yürüyüşünden meydana gelen yeni bir lanmalan gereken, fakat karutlaruna-
diyalektik geliştirmiştir. Tıpkı Hegel'de dan, dogru kabul edilen, dogru oldugu
oldugu gibi, bir süreç olarak anlaşılan varsayılan öncüllerden sonuç çıkar­
bu diyalektigin birinci adunında, ruh ya maktan ya da sonuca veya sonucun bir
da tinin, herşeyi kucaklayan evrensel bölümüne argüman ya da akılyürütme­
varhk fonnunda degil de, bireysellik nin öncülleri arasında yer vermekten
formunda veya bireysel olarak varolan oluşan yanlış türü.
tarzında gerçekleşmesi söz konusu olur. Vasubandhu. M. S. 420 ile 500 yıllan ara-
Bundan sonraki adıma geçiş, düşünme sında yaşamış olan ve 'realist sistem'
yoluyla degil de, iradi bir eylemle ger- adıyla aıulan Budist ögretiyi geliştir­
çekleşir. miş olan Hintli düşünür. Nirvanaya
Varoluşçu diyalektikte; antitezi kav- erişme yolu olarak, degilleme mantıgı­
ramsal bir sentez yoluyla aşma diye bir nı kullanan, hakikati manbk işlemleriy­
şey söz konusu olmaz. Diyalektigin le bulmayı amaçlayan Vasubandhu, var-
daha yüksek bir düzeyine geçiş, alter- lıgın bir taraftan çeşit çeşit somut
natifler arasındaki bir seçimle, inancın nesnelerden, diger taraftan da bu nesne-
atlayışıyla, bütün bir insanın temel ger- lere geçici bir süre için yönelen benJik
çekJige testirniyeti yoluyla olur. ya da ruhlardan oluştugunu savun-
varoluşsal fenomenoloji [İng. existential muş, degilleme mantıgını kişiler ~ze­
phenomenology; Fr. phhıominıJfogie uistenti- rinde :uygulayarak, sürekli ve kalıcı ruh-
elle; Al existmtial phmomenologie]. Alman lar olabilecegi düşüncesini yadsunaya
filozofu tHusserl tarafından kurulmuş çalışmıştır.
olan fenomenolojinin. kendi tarihsel ge- vaysesika. Büyük Hint düşünürlerinden
lişimi içinde, transendental fenomenolo- biri olan Kanada'nın geliştirmiş oldugu
jiden sonra gelen ikinci evresi. düşünce sistemi. Varlık bakunından ço-
Söz konusu fenomenoloji, bireysel benin gulcu bir realizmi benimseyen ve varo-
bilinci üzerinde yogunlaşan, deneyiın ve lan herşeyin töz, nitelik, hareket, tümel·
biJgideki özsel ögeler üzerinde duran lik, tikellik, içkinlik ve yokluk gibi yedi
transendentat fenomenolojinin ardından, kategoriye ayrıJdıgı.nı, bunlardan ilk
Husserl'in lebenswelt, yani gündelik dün- üçünün gerçeklikte varoldugunu, ikinci
yaya ilişkin bir araşhrmaya giderek üçün ınantık kategorileri oldugunu dile
daha fazla önem vermesinin bir sonucu getiren Vaysesika'ya göre, evren nitelik-
ver sthe n 893

leri bulunan ve hareketli olan, toprak, d ür. Duyuların ya da algılann gösterdi-


hava, su, ışık, esir~ zaman, mekan, zihin ginin tersine, yalnızca tek bir gerçekligin
ve ruh gibi dokuz tözden oluşur. Vayse- varold ugunu, söz konusu gerçekligin
sika'a göre, bu tözlerin temelinde ise, ise, özünde Bralunan olan Atınan'dan
ezeli-ebedi, bölünemez, gözle görüle- başka bir şey olmadıgını dile getiren
mez olan ve yer kaplamayan atomlar Vedanta ögretisinde, duyulara dayanan
bulunur. Atomların birleşimini Dünya bilginin, akıl tarafından işleıuniş olsa
Ruhu denetler. Dört ayrı türden atom, bile, bize gerçekligin özünü vereınedigi,
dokuıuna, tad alına, görme ve koku insan varlıklarına yalnızca görünüşleri
alma duyularını meydana getirir. Epis- sunabildigi ortaya konur. Bize gerçekligi
temolojisi, Nyaya'nın bilgi anlayışına veren, bütün bir varlık alanını tam ola-
benzeyen Veysesika'a göre, bilgiye algı, rak kavramamızı saglayan bilgi, sezgi-
sezgi, bellek ve çıkanın yoluyla varınz. dir.
Vedalar. Hinduizmin bilinen en eski kut- Venn diyagramı [İng. Venıı diagranıııı; Fr.
sal metin leri. Bilgi, özellikle de nihai ger- diagraınme de Venn]. Kategorik tasıınia­
çeklige dair bilgi anlamına gel~n Veda, rın geçerliliklerinin denetlenmesinde
sözlü olarak aktarılan ve 1500'lü yıllar­ kullaıulan bir denetleme teknigi olarak,
dan itibaren kaleme aluunaya başlanan ıı sayıda küme arasındaki ilişkileri
kutsal literatürü tanımlar. Vedalar kendi ifade etmek üzere, bu kümelerin birbiri-
içinde dört bölümden meydana gelmek- ni kesen çeınberlerle belirtilmesinden
tedir: al Birtakım kozınolojik spekülas- oluşan diyagram. Söz konusu denetle-
yonlarla birlikte, 1028 adet ilah! içeren me tekniginde, birbirini kesen n sa yı da-
Rig veda, b) Şarkılardan meydana gelen ki daire, d üziemi 2" sayıdaki ayrı bölge-
Sanıa veda, c) kutlu formül ve sözler ihti- ye böler; boş olan bölgeler karalanır,
va eden Yahur veda ve d) büyülü formül- buna karşın boş olmadıgı bilinen böl-
ler, efsaneler ve masallardan meydana geler :r işaretiyle gösterilir.
gelen Alarva veda. verilmiş olan [Ing. given; Fr. donnee]. ı Bir
Öte yandan, ne Tann ne de insan tara- yorum ya da çıkarun faaliyetinde, zilii-
fından yaratılmış zamandışı bir bilgeli- ne dogrudan ve aracısız bir biçimde su-
gi ifade eden Vedalardan hareket eden nulmuş olan malzeme. 2 Bilinan dogru-
felsefe ve bilgelik çagına Vedalar çagı adı dan ve aracısız bir biçimde, her türlü
verilir. Bu çag, ı İlahiler dönemi (M. ö. çıkarun ve yorum işleminden önce bil-
1500-1000); 2 Kurban törenleri gizemdli- digi, bilinç içerigi. 3 Bilginin nihai temel
gi (M. Ö. 1000-750) ve 3 Uparıişadlar dö- ve dayanagını oluşturan, her tür çıka­
nemi ( M. Ö. 750-500) olarak üçe ayrılır. run, yargılama ve yorum faaliyetine
vedanla. Hint felsefesi içinde yer alan ve malzeme olan, dogrudan ve aracısız ol-
gelenege baglı kalan düşünce sistemle- duktan başka, başka bir şeye indirge-
rinden biri. Upanişadlara dayanan ya nemeyen duyu-verileri, görünüşler,
da Upanişadlarda geçen Brahman'la duygular ve izlenimler.
Atman'ın birligi düşüncesini tutarlı bir verstehen. Toplum ve kültüre ilişkin
biçimde geliştiren ögreti olarak Vedan- araştirmayı yeni baştan yorumlamaya
ta'nın en önemli düşünürü M. S. 800'lü ve yeni bir yaşam felsefesi geliştirmeye
yıllarda yaşamış olan Şankara'dır. ög- çalışmış olan W. tDilthey tarafından
retinin çıkış noktası, Şankara'nın 'Sen önerilmiş olan anlama yönteminin Al-
O' sun', 'Ben Brahman'ıın' özdeyişleri­ manca özgün ifadesi.
dir. Buna göre, gerçekligin temelinde Başka edimleri onlarla birlikte duymak
tek bir ilke vardır. ve benimsemekten oluşan bu yöntem,
Varolan herşeyi yaratan ve herşeyi ekliirenin, yani doga bilimlerinin açıkla­
içinde barındıran Brahman, gerçekte ma yönteminin tam tersi bir yöntemdir.
Atman'dır, yani bizim kendi özümüz- Doga bilimlerinin yöntemine karşı çık-
894 \•enım sequitur ad quodlibet

mış olan Dil they, özellikle tarih olaylan- meydana getirir.


run ancak bu yöntemle kavranabilecegi- via affirmativa. Olumlu yol. Ortaçag fel-
ni ileri sürmüştür, zira ona göre, tarih ve sefesinde, Tann'yı bilmenin temel ve
tinsel bilimler 'yaşantı'yla ilgilidir ve ya- olumlu yolu.
şantı da, açıklama yoluyla degil, ancak Bu yolun en önemli özelligi, insan var-
anlamayla, yönelimsel anlayışla kavra- lıgııun burada, kendi dünyası ya da tec-
nabilir. Başka bir deyişle, versthenı içsel rübesinden laıudıgı birtakım nitelikleri
olan bir şeyi dışsal göstergelerden çı­ Tanrı hakkında tasdik etmesi ya da
karsama imkanı veren süreç, işlem ya olumlamasından meydana gelir. Başka
da yöntem olarak tanımlayan Dilthey'a bir deyişle, insan bu yolda, Tanrı'ya,
göre, bu yöntem empirik bilimlerin dog- O'nun tarafından yaratılnuş olan varlık­
nıdan yaklaşımlannın tersine, dolayımlı larda gözlemledigi nitelikleri, yani iyi-
bir bilme larzıdu. - lik, güç, bilgelik gibi, Tanrı'nın özüne,
Buradan da anlaşılacagı üzere, verste- tanrısal dogaya her bakımdan uygun
fıen, özel olarak Dilthey'ın, daha genel düşen, fakat O'nda, yaratıklarda varol-
olarak da 19. yüzyılda Alman düşünür dugu ya da söz konusu oldugu tarzda
ve sosyologlarının doga bilimlerinin ya varolmayan nitelikleri yükler. Bu nitelik-
da pozitivist sosyolojinin yönlemine al- ler, Tann'da, O'nun yaratıklarında va-
ternatif olarak geliştirdikleri anlama rolduklan şekliyle varolmazlar, çünkü
yöntemine karşılık gelir. Buna göre, onlar, insanda kişilere, yere ve zamana
insan bilimleri, insanı ve eylemlerini, göreli olarak ve zaman zaman da karşıt
doga bilimlerinin yöntemini kopya ede- nitelikler le birlikte varolurken, Tann'da
rek, dışarıdan analiz etmeye kalkışma­ mutlak bir biçimde, ve yetkinsizlik _ya
malıdır. Bunun yerine, örnegin sosyo- da kusurun izi olmadan varolurlar. Or-
loglar, insan varlıklarının eylemlerine negin, Tanrı'ya, yaratıklarda bulunan
yükledikleri anlamlan duyumsamaya, tüm iyilikleri n kaynagı olarak iyilik sıfa­
tanımaya çalışmalıdırlar. Bu ise, verste- tı yüklenir.
lıenla, yani anlama yönlemiyle olur. Olumlu yolda, yani Tann hakkında bir-
Buna göre, verstehcn, kişinin onlann ey- takım nitelik ya da sıfatları tasdik etme
lemlerine hangi anlamlan yükledikleri- ya da olumlama sürednde, sonsuz ve
ni, amaçlannın ne oldugunu, eylemleri- yetkin olan Tann'nın özünü daha iyi
nin hizmet ettigi amaçları görebilmek ifade ettikleri, O'na daha fazla uygun
için, kendisini başkalarının yerine koy- düştükleri için, en genel niteliklerden
masından oluşur. başlayıp, daha özel ve somut durumlara
Bununla birlikte, versthen empati ya da inmek dogru olur. Buna göre, Tann'run,
duygudaşlıkla özdeşleşlirilmeınelidir, su ya da agaçtan çok. bilgelik ve yetkin-
zira o anlamlara, degeriere nüfuz etme- lik oldugunu söyleme geregi vardır, zira
yi, onları anlamayı ifade eder. Beşeri bi- bilgelik ve iyilik nitelikleri lannsal öze
limlerde kullanılacak bir yorumlama gerçekten uygun düşer; oysa Tann yal-
yöntemini lanunlayan versthen, insan ve nızca, su ya da agaan nedeni olmak an-
kültür bilimlerinin ayn bir metodolojisi lamında su ya da agaçtır. Bununla birlik-
oldugunu vurgularken, 'bilimin birligi' te, her ne kadar bazı nitelik ya da isimler
tezine şiddetle karşı çıkar. Tann'yı, başka nitelik ya da isimlere
verum sequitur ad quodlibet. Dogrunun göre daha iyi belimlese de, onlann bize,
mantıksal olarak herşeyden çıkabilece­ Tann'nın gerçek dogasına ilişkin olarak
gini dile getiren Latince ilke. Mantıksal saglam bir kavrayış, Tanrı'nın dogru bir
olarak dogru bir önermen.in her öncüi- bilgisini sagladıgı söylenemez. Çünkü
den geçer Iilikle çıkarsanabilecegini öne burada Tann, kendinde ve kendi başına
süren bu ilke, ex falsa quadlibet [yanlış­ degil de, salt insanlarla ilişki içinde, bili-
tan herşeyin çıktıgı] ilkesiyle bir bütün nır.
vişnanaveda 895

vi.a emin1mtiae. Ortaçag felscfcsinde, dış kabuktan gizli öze tılaşıncaya kadar,
Tanrı'yı bilmenin, olumlu yolla olum- yaratıklarda gözlemlenen ve Tann'ya
suz yoltın bir sentezini yapan üçüncü uygun düştü~üne inanılan nitelikler,
yolu. Bu üçüncü yol, birtakım sıfatiarın O'nun hakkında inkar edilir. Tanrı en
Tan rı hakkında, kimi kayıtlarla, O'nun yi.iksek derecede aşkın oldu~u için,
i.istünlü~ünü ve aşkınh~ını örtük ola- tıpkı bir heykeltraşın mermerden hey-
rak ifade edecek şekilde tasdik edilme- kelin yetkin suretine ya da görünüşüne
sinden meydana gelir. Buna göre, Tanrı erişinceye kadar, merınerin, heykelin
iyidir, fakat biz insanlarda oldu~u gibi, dışında kalan yönlerini yontması ve
göreli olarak, zaman zaman kötüyi.i de pürüzlerini gidennesi gibi, ancak yara-
yaşayacak şekilde de~il, fakat mutlak tıkları için geçerli olacak tüm nitelikler,
olarak, en yüksek ölçüde iyidir. Yine, Tanrı'yla ilgili olarak olumsuzlanır. Bu
Tann bilgedir, fakat onun bilgeli~i. biz anlayışa göre, insanlar Tanrı konusun-
insanlarda olduğu gibi, zaman içinde, da antropomorfik görüş ve inançlara
duyu yoluyla ya da diskürsif bir şekil­ varmaya e~ihmlidirler; bundan dolayı,
de gerçekleşen bir bilgiye dayanan bil- insana her bakımdan aşkın olan gerçek
gelik de~ildir. Tanrı'ya ulaşmak için, söz konusu antro-
via negativa. Olumsuz yol. Ortaça~ felse- poınorfik ö~elerin temizlerunesi gerekir.
fesinde, Tann'yı, dolaylı olarak, O'nun Bununla birlikte, bu olumsuzlama süreci
ne olmadı~ını söyleyerek bilme. sonunda, insanın Tann'run bizzat kendi-
Buna göre, Tanrı'dan, yaratıklanyla sine, kendisinde Tann'ya erişece~i düşü­
ilişkj içinde de~il de, bizzatibi kendi ba- nülmemelidir. İnsan zihni, Tann fikrin-
şına söz etmek istenirse, O'nun, dünya- den, insana özgü düşünce tarzlaruun
mızın, dili kendilerini betimlemek için ürünü olan ö~eleri ve antropomorfik
kullanılan tanıdık nesne ya da varlıkla­ inançlan ayıkladı~ı zaman, 'Bilinemez
rına hiç benzemedi~i dikkate alınmalı­ Olanın Karanlı~ına' gömülür, 'ruhun ka-
dır. Bundan dolayı, olumsuz yolda, söz ranlık gecesini' yaşar, eşdeyişle misti-
konusu olabilecek tüm nitelikleri, sizın alaruna girer. Bu karanlık. olwnsuz
Tanrı'ya en uzak olan niteliklerden en yola girenler için, Tann'run varh~ın öte-
yakın olan niteliklere dek, O'nun hak- sinde olmasının bir sonucu olmak duru-
kında inkar ebnek, olumsuzlamak gere- mundadır.
kir. Bu çerçeve içinde, öme~in Tanrı'run vişistadvaita vedanta. Brahman'ın ba-
iyi ohnadı~ı ve gerçekte varolmadı~ı ~ıınsız bir biçimde varoldu~una, her-
söylenir. Bununla birlikte bu, via rıegati­ şeyi bilen, kadiri mutlak ve kişisel bir
vanın do~rudan do~ruya ateizme götür- Tann oldu~una inanan Hinduizm türü.
dü~ü anlamına gelmez. Zira O'nun ken- Brahınan'ı tüm yetkinliklere erişmiş
disinde iyi olmadı~ı, ve varolmadı~ı ve dünya ile olan ilişkisi. ruhun beden
söylenirken, O'nun yeterince iyi olmadı­ ile olan ilişkisine benzeyen bir Tann
~. iyili~in çok altında kaldı~ı, ya da olarak yorumlayan Vişistadvaita'da
hiçbir varoluşa sahip ohnadı~ı anlatıl­ insan için kurtuluş Tanrı'ya duyulan
mak istenmez, fakat yalnızca O'nwt biz aşk deneyiminde yatar.
insanlardan farklı bir biçimde iyi oldu- vişnanaveda. Hindistan'da, Budist dü-
~u, en yüksek derecede iyi oldu~u, mut- şüncenin M. S. 4. yüzyılda ortaya çıkan
lak varlık olup. varh~ın bile ötesinde idealist bir okulu. Neden, töz, beden
bulundu~u aniatılmak istenir. gibi felsefi kavramiann çelişik oldukla-
Buna göre, olumsuz yolda Tann'ya en nnı öne süren Vişnanaveda, gerçekli~in
uzak olan, O'na tümüyle aykın düşen özü itibariyle bilinç ya da zihin (vişrıana)
niteliklerle, örne~in tembellik, sarhoş­ oldu~unu öne sünnüştür. Okulun, Ber-
luk gibi olumsuz niteliklerle işe başla­ keley'in öznel tidealizmiyle şaşartıcı bir
nır; önce bu nitelikler, ardından da, en benzerlik sergileyen, idealizmine göre,
896 vifnui.zm

bilinç ya da zihin bir töz olmayıp, ide ya imkan tamyan bir ilkedir. Çünkü insan
da izlenimlerin sürekli bir degişme için- varliklannan en fazla etkin oldukları,
de bulunan akışıdır. oluşumuna en fazla katkıda bulunduk-
vişnuizm. Bugünkü Hinduizmin en ları alan, hiç kuşku yok ki, tarihtir; bu
büyük tannlarından biri olan Vişnu'ya, nedenle, tarihsel bilgi ve kavrayış, Vico
Tann Brahman ve Şiva ile birlikte il~hi için çok büyük bir önem taşır. Tarih in-
üçlüyü, yani Trimurtiy'i meydana getiren sanlar tarafından yapaldagı, uluslar
Vişnu'ya tapanlarm meydana getirdikle- dünyası insanlar tarafından kuruldugu
ri dini-felsefi grup. için, Vico tarihin anlaşılmasmda, tarih-
Vişnuizm, maddi ve fail nedenlere te- sel bir kavrayışa ulaşmada, insanların
kabül eden güçleriyle evreni yaratan ve oluşumuna katkıda bulunmadıklan
onu varlıkta tutan Vişnu'yu en yüksek fiziki' evreneilişkin araşhnnada kulla-
varlık olarak görür ve onun çeşitli var- mlan yöntemlerden farklı yöntem ve
lıklar şeklinde tekrar tekrar tezahür et- düşünce tarzlannm gerekli oldugunu,
tigine veya cisimleştigine inamr. tarihle ilgHi araşbnnaların doga bilim-
Vko, Giambattista. 1668-1744 yıllan ara- lerinden çok büyük bir farkhhk göster-
smda yaşamış olan ünlü İtalyan düşü­ digini iddia etmiştir. Insan dogasmın
nürü. Uzun ada Principii di una Scienza çagdan çaga degişmeyip, özünde aynı
Nuova d'intorno all Conınıune Nature della kaldıgıru savunan görüşe de şiddetle
Nazioni [Uluslann ortak dogasma dair karşı çıkan Vico, insanın gelişme süreci
yeni bir bilimin ilkeleri] olan La Scienza içinde, çagdan çaga çok büyük farklahk-
Nuova [Yeni Bilim] adh temel eseriyle lar bulundugunu, bu farklalaklann da
Vico, tarih felsefesinin kurucusu olarak dil, hukuk ve efsane benzeri kültürel fe-
ün kazanmıştır. nomenlere ilişkin araştırmalarla anlaşa­
Kariyerine Kartezyen bir düşünür ola- labilecegini belirtmiştir.
rak başlayan Vico, tDescartes'uı sadece Vico aym baglarnda döngüsel bir tarih
matematiksel bilimleri bilim olarak gör- ya da sosyal degişme görüşü benimse-
meye, tarihe salt açak ve seçik düşünce­ miştir. Ona göre, toplumsal yaşamın
ler yoluyla bakmaya götüren tavnnda birinci evresi toplumun dini kategori-
örtük olarak bulunan sosyal ve tarihsel lerle açakland1g1 ve duygularm akıldan
bilgiyi degersizleştinne eğiliminden ra- önce geldigi bir evredir; burası teokra-
hatsız olmuştur. Ona göre, bize kesin tik toplumdur. İkinci evre, kahramanca
bilgi veren bilimler, bizim inşa ettigi- eyleme inanan aristokratik toplumdur.
miz, kurdugumuz ya da yaratngumz Üçüncü evre ise, daha hümanist ve ras-
şeylerin bilgisini verdikleri için, kesin ve yonel bir toplum olup, monarşi ya da
pekin olan bilimlerdir. Başka bir deyiş­ cumhuriyetle yönetilir.
le, Vico'ya göre, matematik bilimiyle vidya. Vedanta'da, yani g~gin çok sa-
matematiksel sistemler, biz insanlar ta- y•da varlık ya da fenomenden oluşma­
rafından inşa edilmiş olduklan için, yap, özünde Brahman olan Atman'dan
kesindirler. Vico fiziki olgularla ilgili türedigini ve dolayıs•yla bir oldugunu
olarak da kesinlige, ancak ve ancak dcr savunan Hint ortodoks felsefe ögreti-
garun akışına deney yoluyla müdahale sinde, aldatıcı görünüşlere, çokluga gö-
ettigirniz zaman ulaşabildigimizi savu- türen duyusal bilginin sagladagı sam
nur. ya da 'maya'ya karşıt olarak, bütün bir
Verum-factum teorisi olarak da bilinen varlık alanına ilişkin saglam ve gerçek
ve bizim sadece kendi yaratmış oldugu- kavray•şa, 'maya'mn aldaha örtüsü-
muz şeyi bilebilecegimiz ya da zihnin nün kaldmlmasından sonra söz konu-
sadece zihnin yaratmış oldugu şeyi bi- su olan gerçekligin bir oldugunu göste-
lebilecegi ilkesi Vico 'da tarih bilgisine ren sezgisel kavrayaşa verilen ad.
Viyana Çevresi 897

Viyana Çevresi [İng. vıenrıa Circle; Fr. ienıniştir.


Cercle de Vienrıe; Al. Wieııer Kreis]. Mo- Bilimsel bilgi iddialarını tartışılmaz,
ritz tSchilick'in 1923 yılında Cumartesi kuşkuya açık olmayan gözlem kayıtla­
sabahlan evinde yaptıgı felsefe sohbet rına sıkı bir biçimde baglamayı, metafi-
ve toplantılarında bir araya gelen, bilim- ziksel ve spekülatif unsurlan bilimin
sel bakışa ve analitik düşünüşe sahip imtiyazlı alanırıın dışına atınayı veya
pozitivist düşünür ve bilim adamları­ türnden reddetmeyi ve böylelikle de, bi-
nın meydana getirdigi okul ya da öbek. limsel bir dünya görüşü ya da konsep-
Dogrudan dogruya Schilick'in Allge- siyonuna ulaşmayı amaçlayan Çevre
meine Erkenntııislelıre [Genel Bilgi Kura- düşünürleri söz konusu amaçlarını
ını) ve Wittgenstein'm Tractatus Logico- Wissensclıaftliclıe Weltauffassung- der Wi-
Philosop/ıicus [Mantıksal-Felsefi Dene- eııer Kreis [Bilimsel bir Dünya Görüşü -
me] adlı eserinden yola çıkan Çevre'nin Viyana Çevresi] adlı risalede ifade
kendilerini aynı zamanda mantıkçı po- etmiş ve 1930-1929 yı11arı arasında, tam
zitivist diye nitelendiren en önemli dü- dokuz yıl süreyle Erkemıtnis adlı bir
şünürleri G. Bergmann, R. Ceırnap, H. dergi çı.kartınışlardır.
Feigl, P. Frank, I<. Gödel, H. Hahn, O. Çevrede geliş_tirilmiş ve dergide ifade
Neurath, V. Kraft ve F. Waismann'du. edilmiş olan görüşlere A. E. Bluınberg
Çevrenin doguşunda, Schilick ve Witt- ve H. Feigl tarafından tmantıkçı poziti-
genstein'ın felsefenin görevini gündelik vizm adı verilmiş olmakla birlikte,
dille bilim dilinin kavramlarının man- Çevre hareketinin üyelerinden birçogıt
tıksal bakundan açıklıga kavuşh.uulma­ daha sonra tmanhkçı empirizm adını
sıyla sınırlayan söz konusu kitaplan ol- yeglemişlerdir. Viyana Çevresi bilimsel
dugu kadar, bilim felsefesinde, daha tavnn ve işbirliginin önemini vurgula-
doğrusu fizik biliminde yüzyılın ilk yıl­ mış, öznelerarası bir dille bilimin birligi
larında yaşanan büyük değişiklikler et- üzerinde dunnuş, olgusal tüm bilgilerin
kili olmuştur. Hemen hepsi bir bilim da- dogrudan ya da dolayh dogrulamayı
lından gelen Çevre düşünürlerinden mümkün kalacak şekilde, deneyimle
Viktor Kraft ve Rudolph Camap, dilin, bağlantılı oldugunda ısrar etmiştir. Ha-
en iyi ifadesini Camap'ın Der Logische reketi kJasik empirizm ve eski poziti-
Aufbau der Welt [Dünyanın Mantıksal vizmden, dilin ınantıksal analizine önem
İnşasıl adlı eserinde bulan, mantıksal verane tavrı ayırır.
analiziyle, Otto Neurath iktisat ve sos- Viyana Çevresi düşünürlerine göre,
yolojiyJe, Herbert Feigl psikolojiyle, F. felsefenin işi, bilgiye, özellikle de bili-
Weismann da matematikle ilgilenmiş­ me ilişkin analizdir; burada kullanıla­
tir. cak temel yöntem ise, bilim diline iliş­
Tarihsel açıdan degerlendirild i~inde, kin analizden oluşur. Empirik bir bakış
Viyana Çevdesi hareketi, söz konusu açısından yola çıkan bu bilim adamı­
dogrudan etkilere ek olarak ve daha filozoflar metafiziğe karşı olumsuz bir
geniş bir perspektif içinde, üç ayrı kay- tavır takınıruşlardır. Anlamlı ve geçerli
naktan, sırasıyla eski empirizm ve pozi- bir bilgi sistemi meydana getirmeyi
tivizmden, özellikle de tHwne, tMill ve amaçlayan Çevre düşünürleri, felsefe-
tMach'ın görüşlerinden; deneysel bili- de idealin, metafizik, ahlak ve teolojiyi
min 19. yüzyılın ikinci yarısından baş­ felsefenin tümüyle dışına atıp, bilimle-
layarak, Helmholtz, Poincar~, Duhem, rin birligine ulaşmak oldu~unu öne sür-
Boltzmann ve Einstein gibi bilim adam- müşlerdir. On]ar, Wittgenstein'ın 'Söyle-
larınca geliştirilmiş olan metodolojisin- nebilecek olan herşey, açık bir biçimde
den ve tFrege, tRussell ve tWhitehead ifade edilmelidir; üzerinde konuşula­
tarafından ortaya atılan sembolik man- mayacak konularda ise, susulmalıdır'
tık ve dilin mantıksal ana]izinden etki- şeklindeki sözlerini, Çevrenin bakış
898 vokabüler

açısını en iyi bir biçimde ifade eden bir 'Benim meslegim, tüm düşündükleri­
deyiş olarak yorumlam1şlar ve bilim mi yazmakhr' diyen Voltaire 99 cilt eser
dilini aydınlatma, açıklıga kavuşturma vermiştir. tAydınlanmanın en önemli
çabalan onları öncelikle bir anlam ve düşünüderinden biri olan filozof, me-
açıkhk ölçütü geliştirmeye yöneltmiş­ tafizik, din, siyaset ve ahiAkla ilgili gö-
tir. Çevre düşünürlerinin bu çabaları rüşlerini, yazmış oldugu Dictionnaire
metafizigin önermeterini oldugu kadar, Philosophique [Felsefe Sözlügü)'nde ifade
bilimdeki eter ve flojiston benzeri şey­ ehniştir. Voltaire'in diger temel eserle-
lerle ilgili spekülasyonları da, dogrula- ri, Traite sur la Tolerance [Hoşgörü Üze-
naınadıkları gerekçesiyle reddeden ünlü rine İnceleme] ve Candide ~iyimserlik
'doğrulanabilirlik ilkesi'yle sonuçlan- Üstüne)'dir.
mıştır. Voltaire Aydınlanma felsefesinin yeni
Viyana Çevresi düşünürlerinin ilgileri, hümanizminin en önemli temsilcisi,
bununla birlikte, salt bilim felsefesi ve hatta sözcüsüdür. Ruhun ebedi saade-
akademik felsefe ile suurlaruruş degildir. tinden ziyade, bu dünyadaki mutlulu-
Onların başlangıç bildirisinde aynca egi- guna, metafizik yerine fizige, soyut fi-
tiın alanı ve toplumsal reformla ilgili kirlerden çok gündelik yaşama önem
amaçlar da yer ahr. Onlara mAl edilen re- venniş olan filozof, Fransız Devriminin
formcu, refah amaa güden ve demokra- getirecegi insan haklarının savunuculu-
tik siyasi tavırlar, sadece komünistterin gunu yapmıştır. Aydınlanmanın kimi
degil, fakat muhafazakAr ve nasyonel aşınhklanndan sakınmaya da özen
sosyalistlerin de tepkisini çekmiştir. Bu gösteren Voltaire'in burjuva düşünü­
durumun bir sonucu olarak, Çevrenin şünün hem dinamizminin ve hem de
önde gelen düşünürleri Nazi rejimin- sınırlamalarının en canlı örnegi oldugu
den kaçmak için Almanya ve A vustur- söylenir.
ya'dan uzaklaşnuşlar ve Çevrenin dü- Bütün kötülüklerin kayna~ olan siyasi
şünceleri, daha ziyade Angio-Sakson rejim türüne, bagnazhkların kaynagı
dünyaya yayılmıştır. Hareketin Angio- olan diniere ve insanlan düş kmkhgına
Sakson dünyaya girişi, A. ]. Ayer'in ugratmış olan metafizige şiddetle karşı
1936 yıhnda yayınlanan Language, Truth çıknuş olan Voltaire, ateist degil de, bir
and Logic [Dil, Dogruluk ve Mantık] adh deistti. O, insaniann din yoluyla baskı
eseriyle olmuştur. altında tutulmalarına şiddetle karşı çık­
vokabüler [İng. vocabulary; Fr. vocabulai- mış ve Hristiyanh~ bu bakımdan eleş­
re]. 1 Ortak bir dili olan insaniann kul- tirmiştir.Voltaire, birtakım inanç kav-
landıgı sözcüklerin ya da aynı ülkeden galan içinde bulunan, vergi vermeyen
insanların kullandıgı dilde yer alan söz- ve birçok yurttaşı, manastırlarda her
cüklerin tümü. Söz konusu nesnel ve tür haktan yoksun bırakan bir dinin
aktif vokabülere ek olarak, bir de bire- yanı başında, hiçbir yönetimin güçlü
yin anladıgı ve kullandıgı sözcüklerden olamayacagını iddia etmiştir. O, ekono-
oluşan pasif vokabülerden söz edilebi- mik yaşama büyük bir önem vermiş,
lir. 2 Yine, bir bilim dalına, bir disipline yaşadıgı dönemde, dinin ticarete engel
özgü, o bilim dah ya da disiplini tanım­ olan inançlarıyla açıkça alay etmiştir.
layan, belirleyen teknik terimler bütü- Voltaire'e göre, dinin egemen oldugu
nüne, ya da bir yazar veya filozofa özgü yerde, ahlAk da olamaz ve insana doga-
olan terminolojiye de vokabüler adı ve- nın önerdigi amaçların bagımsızhgı dü-
rilir. şüncesine aykın düşen hiçbir dinin de-
Voltaire, François M. A. 1694-1778 yıllan geri yoktur.
arasında yaşamış olan ünlü Fransız İnsanın dogas1 itibariyle bir hayvan ol-
denemecisi, tarihçi ve filozofu. dugunu, uygarhgın, kurmuş oldugu
viilgarizasyon 899

düzenle, insanın vahşi içgüdülerini yu- göre, bireyin enteilektüei yaşamı, tinsei
ınuşatmak ve zincir altında tutmak için hayatı, o bireyin üyesi oldugu halkın
varlıga geldigini ve uygarlı~ın idaresi dili, sanatı, alışkanlıkları, yaşamı, poli-
altındaki insanın, vahşi, dogaı haline tik ve toplumsal kurumlarıyla. v. b. g.
göre, çok daha iyi bir yaratık oldugunu, ilişkilendirilmeden asla anlaşılamaz.
kurumları meydana getiren insan olsa Wundt tarafından benimsenmiş olan bu
bile, kurumların da insanlan disiplin al- yaklaşımın esas sahibi tVico'dur.
tına aldıgını savunan Vqltaire, kralın Vücudiler. İslam düşüncesinde, Tasavvuf
despotizmine ve soyluların imtiyazları­ içinde dogup, varlıgm birligini savunan
na da karşı çıkmıştır. Voltaire'in felse- görüşün temsilcilerine verilen ad.
fesi bu yönleriyle olumsuz bir felsefe Zaman zaman Dehrilerle karıştırılan
~ibi görünse de, o, ilerleme ve insanın Vücudilere göre, maddeden bagımsız
gelişimi için besledigi sarsılmaz inancı, bir ruh yoktur; her varlık. bir yönüyle
despotizme, savaşa, hoşgörüsüzlüge, maddi, bir yönüyle ruhsaldır. insan ki-
işkenceye, eşitsizlik ve adaletsizliklere şili~i bagımsız bir varlık olmayıp, mut-
yönelik eleştirileri ve eyleme çagrısıyla, lak varlıgın, Allah'ın bir görünüşüdür
aynı zamanda olumlu ve yapıcı bir fel- ve insan ruhu ölümden sonra, mutlak
sefedir. Voltaire, dünyada çok fazla kö- Varlıga karışır. Panteist bir görüş orta-
tülük bulundugunu öne sürerek, Leib- ya koyan Vücudrler, Tanrı'nın evrenden
niz'in 'dünyamızın mümkün dünyaların ayn, bireysel varlıgı, bilinç ve iradesi
en iyisi oldugu' görüşünde ifadesini olan bir varlık olarak görülmesine karşı
bulan iyimser bak1ş açısına da karşı çıkıp, Tanrı'nın evrenin iç ilkesi oldugu-
çıkm1şt1r. nu öne sürmüşlerdir.
völkerpsychologie. Alınan dili ve k ültü- vülgarizasyon [İng. vulgarization; Fr. vul-
ründe, bir topluma özgü entellektüel ve garisation]. Basitleştirme, herkesin anla-
kültürel ifadelere veya tezahürlere iliş­ yacagı bir düzeye indirgeme. Çeşitli
kin araştırma ya da kurama verilen ad. bilim daliarına ait bilgileri, özellikle tek-
Terim, onu bir eserinin başlıgı yapmış nik bilgileri, geniş halk kitlelerinin, ge-
olan Wilhelm Wundt'tan önce, 19. yüz- rekli uzmanilktan yoksun insaniann an-
yılın ortalanndan itibaren kullanılmaya layabilecegi düzeye indirme, özünü
başlanmıştır. Terimle belli bir yaklaşı­ korumakla birlikte, içini büyük ölçüde
mı somutlaştırmaya yönelen Wundt'a boşaltma eylemi.
lemleriyle i1gili analizinde Yeni-Kantçı
bir bakış açısı sergileyen Weber, her-
şeyden önce sosyolojinin insan davranı­
şıyla ilgili olarak, doga bilimlerininkine
benzer, genel-geçer yasalara ulaşama­
yacagını, insan toplumlan söz konusu
oldugunda, evrim niteligi taşıyan bir

w gelişmeyi dogrulayıp temellendireme·


yecegini öne sürmüştür. Fakat Weber
bir yandan da, sosyolojinin eylemlerin
anlamını kavramayı amaçlamak duru-
munda oldugunu, onun buradan hare-
Weber, Mu. 1864-1920 yJIIarJ arasında ketle, karşılaştırmalı bir temel üzerin-
yaşamış olan ünlü Alman düşünürü ve de, ideal eylem tiplerine ya da formel
sosyologu. Weber'in büyük önemi, onun davranış modellerine yönelmesi gerek-
Eanile Durkheim'la birlikte, ayn ve ba- ligini ve dolayısıyla, sosyolojinin yal-
gımsız bir disiplin olarak modern sosycr nızca eyleme ilişkin öznel bir yorum ol-
lojinin kurucusu olması olgusundan madıgını savunınuştur.
kaynak.larunaktadır. O, sosyal bilimiere Şu halde, sosyolojinin konusunun sos-
felsefi bir temel, sosyolojiye de kavram- yal eylem oldugunu öne süren Weber,
sal bir çerçeve kazandırmıştır. Başka sosyal eylemi dörtlü bir başlık altında
bir deyişle, Weber bir bilim olarak sos- sınıflamıştır. Bu dört eylem türü sıra·
yolojinin genel kavramsal çerçevesini en sıyla geleneksel eylem. duygulara daya-
iyi bir biçimde ortaya koydugu, tutarlı lı eylem, nihaf ve en yüksek degeriere
bir sosyal bilimler felsefesi geliştirdigi yönelmiş deger temelli rasyonel eylem
ve nihayet, modem endüstri toplumu- ve araçsal eylem. Bu dört eylem türün-
n4ft temel özelliklerini saglam bir biçim- den rasyonel eylem kapsamı içine sade-
de kavrayıp ifade ettigi için, modern ce son ikisinin girdigini söyleyen Weber,
sosyolojinin kurucusu olarak tanırur. trasyonalizasyonu kapitalist Batı toplu-
Zira, Durkheim'ın sosyoloji bilimini mundaki en temel ve belirgin eylemi
kurma, sosyolojiyi temellendirme teşeb­ olarak görmüştür. RasyonaHzasyonun
büsü, zamanının tpozitivizmine dayan- her alanda izlerini süren ünlü düşünür,
dıgı yerde, entellektüel gelişimi Win- söz konusu rasyonalizasyonun bir kay-
delband ve Rickert'in de içinde yer nagının Protestan ahlakının yol açtıgı
aldıgı Yeni-Kantçı gelenek içinde ger- kültürel degişmelerde bulundugunu
çekleşmiş olan Weber, öncelikle sosyo- savurunuştur. Buna göre, Protestan
lojinin insan davranışıyla ilgili olarak, ahlaka, her ne kadar kapitalizmin ilk ve
doga bilimlerininkine benzer, genel- temel nedeni olmasa da, tbireyciligin,
geçer yasalara ulaşamayacaguu iddia sıkı çalışma ve disiplinin, rasyonel dav-
etmiştir. Diger bir deyişle, Yeni-Kantçı ranış ve özgüvenin önemini vurgulayan
felsefenin algılanan dünya ya da feno- bir kültür dogurdugu için, kapitalizmin
men ve algılayan bilinç ya da numen doguşunda ve gelişiminde önemli bir
ayınmını benimseyen Weber'de söz ko- rol oynamıştır.
nusu ayınm doga bilimleriyle sosyal bi- Weber'in sosyal bilimiere yaptıgı bir
limler arasındaki bir ayırım haline gel· başka önemli katkı da, onun sıklıkla
miştir. Buna göre, biz doga bilimlerinde naif bir nesnellik inancı diye yanlış yo-
evrensel yasalara ulaşmaya çalışırız, rumlarunış olan degerden bagımsızlık
oysa bu, toplumsal eylemleri tikel, tarih· teorisinden meydana gelir. Weber'e
sel baglamlan içinde anlamayı amaçla- göre, bilim ve sosyoloji tercihi, araçsal
yan sosyal bilimlerin amacı olamaz. akılcılık temeli üzerinde hiçbir zaman
Sosyolojinin yöntemi ve felsefi prob- meşrOiaştırılamayacak olan bir tercih-
Whitehead, Alfred North 901

tir. Aynı durum, bilimsel ve sosyolojik garlıl<, özündeki rekabet ve çatışmadan


araştırma konularının seçiminde de ge- dolayı, insanın düzen, özgürlük, güven-
çerlidir. Bununla birlikte, söz konusu lik, hakikat, eşitlik gibi temel ihtiyaçlan-
tercih ve seçimler bir kez yapıldıktan nı asla karşılayamaz.
sonra, sosyolojik bir araştırma, rasyonel Söz konusu sosyo-politik düşüncelere
tutarlıh~ın bilim cemaatinin eleştirileri­ ek olarak, Weil, özellikle Yeni-Platoncu,
ne tabi olması anlamında, de~erden ba- Hristiyan ve Musevi mistik gelenekle-
~ımsız ve yansız olmak durumundadır. rinden etkilenen dini düşüncelerinde
Weber, buradan da anlaşılaca~ı üzere, olumsuz bir teolojinin savunuculu~unu
ekonomik tdeterminizme karşı çıkıp, yapmış, yıkıcılı~ı ve tçilecili~i yücelt-
kültüıün, özellikle de dinin, insan dav- miştir. Ona göre, bu dünyada Tanrı
ranışını biçimlemedeki rolünü vurgula- yoktur, mümkün tek kurtuluş yolu yok
dı~ı; insan ilişkilerinde, bireylerin öznel olmakhr. Tıpkı Budistler gibi yok olma-
yönelimlerini ön plana çıkardı~ı, ve ni- yı, arzudan kurtulmaya, mutlak bir iç
hayet, kapitalizmin yıkılaca~ı tezine boşlu~unu amaçlayan Weil, dünyanın
karşı eleştirel bir tavır takınıp, sosyalist Tann tarafından de~il, fakat kötülük ta-
toplumlardaki planlı ekonominin rasyır rafından yönetildi~ini söyler. İyilik bu
nalizasyonu güçlendirdi~ini söyledi~i dünyada gerçekleştirilebilir bir şey ol-
için, Nietzsche'yle birlikte, 19. yüzyılın madı~ından, insan kötüye ve kötülü~e
en önemli düşünüderinden biri olarak tahammül ebneyi ve acıyı sevmeyi ö~­
gördü~ü Marks'ı olmasa bile, kurumsal- renmek zorundadır.
laşmış tMarksizmi şiddetle eleştirmiş­ weltanschaung. Almancada dünya görü-
tir. şü anJanuna gelen terim. Buna göre,
Weil, Simone. 1909-1943 yılları arasında Weltanscluıung 1 dünyaya ve insanın
yaşamış olan Fransız kadın düşünür. dünyadaki yerine ilişkin geniş kapsam-
Tüm düşüncesi iki konu, iki ana tema h, kuşatıcı felsefi görüşe tekabül eder.
iizerinde yo~unlaşmış olan Weil, mo- 2 Weltanschaung ikinci olarak, toplum
dern toplumla bu toplum modelinin içindeki farklı gruplann 'dünya görüşü­
temel ideolojilerini sıkı bir eleştiri süz- nü' ya da 'yaşam felsefesi'ni ifade eder.
gecinden geçirmiştir. O bu konu_da bir İşte bu bağlamda, öme~in toplum için-
ayırım gözetmemiş, tmodernli~in hem deki işsiz grupların kaderci bir bakış
totaliter ve hem de liberal boyutlannı açısına, orta sınıfiann hayata karşı bi-
aynı sertlikle sorgulamıştır. reyci bir bakışa, işçi sınıfı üyelerinin
O komünist ideolojide önemli bir yer tkollektivizme uygun düşen tavır ve
tutan yan mistik i.ireti.d emek efsanesini inançlarasahip olduklan söylenmiştir.
reddetmiş ve devrim idealine, salt. onun wesen. Almancada öz, do~a, ama zaman
kitleler için geleneksel inancı ikame eden zaman da varlık anJamına gelen terim.
modern afyon oldu~u gerekçesiyle karşı Bu çerçeve içinde, özellikle tHusserl fe-
çıkmıştır. Weil, kapitalist üretim tarzı ve nomenolojisinde büyük bir önem kaza-
tüketim kültürünün insansızlaştırıcı ve nan Wesensclıau kavramı da, bir kavram
insan ruhunu tahrip edid etkisine de ya da öze ilişkin dolayunsız zihinsel
karşı çıkmakta tereddüt etmemiştir. kavrayış anlamına gelir.
Ona göre, devletle di~er bürokratik ya- Whitehead, Alfred Noıth. 1861-1947 ya-
pıların giderek artan gücü insani de~er­ şamış ünlü matematikçi ve filozof. Rus-
ler için ciddi bir tehdit ve tehlike oluş­ sell'la birlikte Prindpia Mathem~~tica'yı
tı.ırmaktadır. Bu durum, Simone Weil'in yazmış olan Whitehead'in di~er temel·
gözünde, teknolojinin gelişimiyle daha eserleri The Concept ofNature [Do~a Kav-
belirgin bir mahiyet almıştır: 'Teknik ramı], Proass and Reality [Süreç ve Ger-
ilerleme iflas etti, çünkü o }'l~ınlara r~ çeklik]'dir.
fahla birlikte, fiziki ve ahlaki sefalet ge- İki tözlü statik bir varlık anlayışından
tirmiştir.' Başka bir deyişle, modem uy- rahatsızlık duyan Whitehead filozoflan,
902 Whorf, Benjamin Lee

tözlerden, niteliklerdert ve iki-terimli ba- bir karaktere sahiptir ve her nesne bir
gıntllardan daha fazlasına izin verme- olayı tanımlar, karakterize eder.
yen mantıklarından dolayı eleştirmiş, 'Doganın ikiye ayrılması' dedigi şeye,
maddi nesnelerle mekan arasındaki iliş­ yani dogarun Locke ve Galilei taraf ın­
kiyle ilgili doyurucu bir açıklamanın dan renk, ses, tat gibi ikincil niteliklerle
çok terimli bagıntıları gerektirdigini be- belirlenen dogrudan deneyimin dünya-
lirtmiştir. Klasik maddi dünya anlayışı­ sı ve bilim tarafından varnyılan, ve
na da şiddetle karşı çıkan, klasik teori- kendileri renk, ses, ve tat gibi niteliklere
nin, kendisini, evreni statik bir açıdan sahip olmaflp, bu nitelikleri doguran
degeriendiren saf geometriyle sınırladı­ hareket halindeki parçacıkların dünya-
gı takdirde, başanlı oldugunu, oysa sı, eşdeyişle nedensel dünya diye ikiye
fizik açısından, yani evrendeki degiş­ ayrılmasına şiddetle karşı çakan White-
menin hesabını verme açısından kesin- head, doganın duyular aracıht"ıyla ger-
likle başansız oldugunu öne süren Whi- çekleşen algıda gözlemlenebilir olan
tehead, klasik teoride fizikçinin degişen nesnelerin toplamından daha fazla hiç-
parçacıklar ve degişmez noktalar ikicili- bir şey olmadıgını savunmuştur.
gi ya da ikilemiyle karşı karşıya kaldt- Whorf, Benjamin Lee. 1897-1941 yılJan
gını iddia etmiştir. arasında yaşamış olan ünlü Amerikalı
O, şu halde, bilimi belirleyen ilkeler dil ve kültür filozofu. Temel eseri Langu-
üzerinde durur, belli bir bilim felsefesi age, Thought and Reality [Dil, Düşünce
inşa ederken, aynı zamanda metafizigi- ve Gerçeklik] olan Whorf, dili toplumsal
nin temel tezlerini de ortaya koymuş­ baglamına yerleştiren ilk dilbilimciler-
tur. Buna göre, baglanmışhgı, baglantı den biri olan Edward Sapir'le birlikte ge-
içinde olmakhgı temele alan Whitehe- liştirmiş oldugu ünlü dilsel görelilik il-
ad, algının bize yalıtlanmış duyumları kesiyle tanınır. Dili gerek toplumların ve
sundugu görüşüne şiddetle karşı çık­ gerekse kavramiann aynasa olarak gör-
mış ve doganın bütününü aynı anda mekle kalmayıp, gerçeklikle dil arasında
tecrübe edemedigimizi teslim ederken, sıkı bir bag kurarak, hem gerçekligin al-
deneyimin, böyle bir sistemle baglantılı gılandıgı şekliyle dile getirildigini ve
olan olaylara ilişkin tecrübeye karşılık hem de dilin gerçekligi etkiledigini öne
geldigini belirtmiştir. O, buradan da süren söz konusu dilbilimsel görelilik il-
anlaşılacagı üzere, algılayan varlıgın, kesine, Sapir-Whorf hipotezine göre, bir
çevresindeki dünyaya karşı belli bir toplum ya da kültüriin dilinin o toplu-
tepki gösteren dogal bir organizma ol- mun bireylerinin gerçekligi algılama ve
dugu teziyle belirlenen biyolojik bir davraruş tarzı üzerinde dogrudan ve
algı teorisi geliştirmiş ve buradan da belirleyici bir etkisi vardır.
organizma felsefesine geçmiştir. Degiş­ Dünyayla ilgili kavramsaliaştırma ve
menin ancak süre olarak anlaşılabilir kategorizasyonların kişinin anadilinin
oldugunu dile getiren, ve tPlaton etki- ihtiva ettigi yapı tarafından belirlendi-
sini gözler önüne serecek şekilde, olay- gini, farklı anadilleri ya da gramerierin
larla nesneler arasında mutlak bir aya- farklı dünya görüşlerine yol açtıgını
nm yapan Whitehead, bir olayın biricik savunan Whorf, metafizigin sözdizimi-
oldugunu, bir daha ortaya çıkamayacak ne baglı oldugunu öne sürer. Daha
bir yapıda bulundugunu öne sürmüş­ önce 19. yüzyıl dilbilimdleri ve kültür
tür. Olaylar dogarun tikelligine, tikel filozoflan, özellikle de Wilhelm von
boyutuna karşılık gelir. Nesneler, do- Humbolt tarafından savunulmuş olan
gada bildigimiz, tanıdıgımız şeylerdiri bu görüşe· göre, özne-yüklernden olu-
onlar, doganın kalıc ve sürekli boyutu- şan dilsel bir yapı dogal olarak bi.r töz-
nu ortaya koyar. Ona göre, ne olay ne ilinek metafizigi dogurur. Bu anlayışa
de nesne, birbirinden yalıtlanmaş bir göre, eger Aristoteles farklı bir dili ko-
şekilde varolabilir, zira her olay belli nuşuyor olsaydı, o zaman farklı bir
Wisdom, Arthur John 903

ınantı~ı benimseyecek, farklı bir kate- liştirihnesi gerekti~ini savunur.


goriler teorisine ulaşacaktı. Nitelikli Windelband'ın bir di~er önemli katkısı
araştırma ve müstakil çalışmalarıyla da, onun Geschichte und Natunvissens-
bu görüşü ve hipotezi daha dakik bir chaft [Tarih ve Do~a Bilimi] adh eserin-
biçimde ifade etmeye kalkışan Whorf, de, kültür ve tarih araştırmalarıyla bi-
bu ba~lamda onu empirik bir temele limsel araştirma arasında bir ayırım
oturtma gayreti içinde olmuştur. yapınasından meydana gelir. Windel-
William, Auvergneli. Hristiyan Ortaça~ band'ın idiografik bilimlerle nomotetik
felsefesinin 13. yüzyılda yaşamış ünlü bilimler arasında yaptı~ı bu ayırım,
düşünürü. t Augustinus gelene~inden farklı araştırma konulan arasındak~ bir
oldu~u kadar, ~ristotelesçi düşünce ge- ayırımdan ziyade, farklı araştırma tarz-
lene~inden ve tibni Sina'dan etkilenmiş ları arasındaki bir ayınma tekabül et-
olan William, özle varoluş arasında bir mektedir. İdiografik bilimler, tarih tü-
~yırım yapmış ve bu ayırımı, tıpkı ri.inden, yasa koymayıp, betimleyici olan
Islam felsefesinde oldu~u gibi, Tanrı'yla bilimleri tanımlayan bilimlerdir. Win-
yaratıklarını birbirlerinden ayırmak için delband'a göre, tarih, kendine özgülü~ü
kullarunıştır. Buna göre, sonlu varlıkla­ içindeki bir defalık bir oluşun kavramı
rın özleri varoluşlarından ayn olup, on- oldu~undan, yasa kavramıyla bir arada
ların varolmalan zorunlu de~ildir; buna olamaz. Başka bir deyişle, tarihin amacı
karşın zorunlu Varlık olan Tanrı söz tanım gere~i, tümel önermeler, sırurlan­
konusu oldu~unda, O'nun özünün va- mamış genellemeler oluşturmak de~il
roluşundan ayrılmadı~ını görürüz. Bu de, her olayı, her oluşumu, kendi tekli~i
ise, William'a göre, sonlu yarahklann içinde betimlemektir. Oysa nomotetik
varoluşlarını başka bir varlıktan aldık­ bilimler, belimlerneyi de~il de, daha çok
ları yerde, Tann'nın saf varoluş olması yasa koymayı amaçlayan bilimlerdir. Bu
anlamına gelmektedir. bilimler fenomenlerin davranışlannı
Aristoteles'ten gelen hiyerarşik alaUar açıklayacak yasalar geliştirmeye yönel-
düzeniyle dünyarun ya da maddenin dikleri için, tikel de~il de, genel ya da
ezeli oldu~u düşüncesini reddetmiş tümel önermele~le ilgilenirler.
olan William, Tanrı'nuı dünyayı zaman Wisdom, Arthur John. Analitik ve dilci
içinde, do~rudan do~ruya ve hiçten ya- felsefenin önemli temsilcilerinden biri,
rattl~ını söylemiştir. Buna karşın, tWittgenstein'dan yo~un bir biçimde et-
Aristotelesçi hilomorfik varhk anlayışı­ kilenmiş olan ça~daş ingiliz düşünürü.
lU benimseyen filozof-teolog, son çö- Temel eserleri: Otlıer Minds [Başka Zi-
zümlemede, t Aristoteles'ten t Aquinah hinler], Plıilosaphy and PsychoaMlysis
Thomas'ya çıkan yolda bir geçiş düşü­ [Felsefe ve Psikr:ınaliz).
nürü olarak kalmıştır. Bilgi iddialanru çözümleyen, başka zi-
Windelband, Wilhelm. 1848-1915 yıllan hinlerle ilgili tkuşkuculukları analiz
arasında yaşamış olan ünlü Yeni-Kantçı edip, onlan çürütme çabası içine girmiş
filozof. Kant'tan hareket eden felsefesiyle olan Wisdom, felsefesinde önemli ölçü-
oldu~u kadar, felsefe tarihi üzerine dev de metafelsefi olan bir yaklaşım sergile-
eseriyle tarurunaktadır. Windelband'a miştir. Buna göre, onun felsefesi daha
göre, eleştirel felsefenin en önemü eksi- ziyade, filozofların niçin geleneksel fel-
Ai· Kant'ın bu felsefeyi geliştirirken sa- sefede oldu~u gibi, acayip ve anlaşii­
dece bilimleri hesaba katmış olmasıdır. maz şeyler söyleme e~ilirninde oldukla-
Bunun oldukça dar bir kavrayışa ve fel- rı konusunda sistematik bir düşünüm
sefe anlayışına yol açtı~ını savunan filo- ve analizin do~ası üzerine sıkı bir so-
zof, eleştirel felsefenin sırasıyla kuram, ruşturmadan meydana gelir.
pratik ve estetik deneyimin temelinde Başka bir deyişle, ça~daştanalitik felse-
yer alan düzenleyici de~er ilkelerinin fe geleneği içinde, felsefenin dn~asını ve
genel bir teorisi olarak işleıunesi ve ge- amacını yeniden tanımlama çabasıyla ün
904 Wittgenstein, ludwig

kazanmış olan Wisdom, bpkı Wittgens- temsil ettigini öne süren birinc!s!ne
tein gibi, felsefenin analitik ve dilsel bir göre, olgusal dilin önermeleri dış dün-
araç olarak kullarulması durumunda, ge- yayı, olguları resmeder, mantıgın öner-
leneksel felsefenin problemlerinin gerçek meleri ise totolojilerdir. Buna mukabil,
problemler olmayıp, sözde problemler eserin olumsuz olan tezi ya da ögretisi,
olduklarının anlaşılacagını iddia etmiş­ ahlaki, dini, ve hatta felsefi söylemin
tir. O, bir yandan da, belirli varlıkların, dilin sınırlarını aştıgını ifade eder.
örnegin maddi nesnelerin, daha temel Wittgenstein'ın, her türncenin mümkün
ögelerden, mesela duyu-izlenimlerinden bir durwnun, varolan bir olgunwı resmi
hareketle oluşturulan mantıksal yapım oldugunu öne süren söz konusu dil ve
ya da konstrüksiyonlardan başka hiçbir anlam görüşüne göre, türnce ya da öner-
şey olmadıgını iddia etmiştir. meler, son çözümlemede basit nesne ya
Wittgenstein, Ludwig. Viyana'da dogup, da şeylere gönderirnde bulunmak duru-
23 yaşına kadar orada yaşamış olmak- munda olan isimlerin bir birleşirnidir.
la birlikte, 20. yüzyılda önce Angio- Gerçeklik, dil ve düşünce arasındaki bu
Sakson dünya, sonra da bütün dünyada resmetme ilişkisinin mümkün olabilmesi
etkili olan ünlü çagdaş filozof. Felsefi için, onlann ortak bir mantıksal form ya
kariyeri, her birinde birbirleriyle uziaş­ da yapıyı paylaşmalan gerekir. BwlUnla
tırılması hiçbir şekilde mümkün olma- birlikte, bu mantıksal form dünyada bu-
yan iki ayrı döneme ayrılan Wittgenste- lunmaz; bulunmadıgı için de, dilde res-
in'ın temel eserleri, Tractatus Logico- medilemez. Ayru şekilde, ahlaki deger-
Philosophicus [Mantıksal-Felsefi Dene- ler ve benin dünya ile olan ilişkisi de, dış
me] ve Logical Investigations [Felsefi So- dünyadaki olgular arasında bulunmadı­
ruşturmalar ]'dır. gı için, bunların da resınedilebilmeleri
Bütün felsefe problemlerini bir dil söz konusu olmaz. Bu ve benzeri şeyler,
problemine indirgeyen Wittgenstein'ın kendileriyle ilgili olarak hiçbir şeyin söy-
düşüncesinin merkezinde, dilin kapsa- lenemeyece~ ve dolayısıyla, sessiz kalın­
mını ve sınırlannı belirleme problemi ması gereken metafizikse 1 konulardır.
vardır. Ona göre, dili kullanma, dili an- Wittgenstein'ın bu görüşü, metafiziksel
lama, insanları başka varlıklardan ayı­ problemleriıı,. bir çözüme kavuşturula­
ran biricik şey, insan yaşamının özünü masalar bile, ciddi ve derin konular oluş­
oluşturan dokudur. Wittgenstein bu turdugunu teslim eden filozofu, Viyana
baglarnda iki temel sorwıun gündeme Çevresinin metafizik karşıh dogrulama-
geldigini söyler: Dilin dünyayla olan calıgına çok yaklaşbnr.
ilişkisi nedir? Dilin düşünceyle olan Oysa Wittgenstein'ın ikind dönem fel-
ilişkisi neden meydana gelir? sefesi kullanımsal bir anlam teorisi ge-
Bu çerçeve içinde, Wittgenstein birind liştirirken, dilin degişmez ve temel bir
dönemin temel eseri olan Tractatus'ta, özü oldugu, bu özün dünyanın temsiliy-
dilin fonksiyonunu nasıl gerçekleştirdi­ le belirlendigi ve dildeki sözcüklerin salt
gini ve dilin sırurlannı ortaya koyacak adiandırma işlevi gördügü görüşünü
bir teori geliştirmeyi amaçlamıştır. Dil tümden reddeder. Başka bir deyişle,
düşünceyi ifade ettigi için, onun üst- Wittgenstein bu dönemde, dilin özyapı­
lendigi bu görev, aynı zamanda düşün­ sı üzerine açık, belirgin, soyut ilkeler ge-
cenin suudarına dair bir araşbrına ola- tirmek yerine, dile dogal bir insan feno-
rak aniaşılmak durumundadır; başka meni, çevremizde olup biten bir şey,
bir deyişle, onun projesi, Kant'ın kal- karmaşık insan faaliyetlerinin oluştur­
kıştıgı işin, yani Kritik der Reinen Ver- dugtı bir bütün olarak yaklaşmıştır. Bu
nunftun dille ilgili olan ve~iyonuna te- dil anlayışının önemli bir özelli~, onun
kabül eder. Tractatus'un iki temel tezi dili özünde toplumsal bir fenomen,
ya da ögretisi vardır: Bunlardan pozitif ancak birden fazla insanın benimsedigi
olan ve dilin dünyayı resmederek. onu kurallann varlıgıyla işieyebilen bir feno-
Wolff, Christian 905

men olarak görrnesidir. Wittgenstein, bu oyunda nasıl kullanıldıklarına bakarak,


dönemde dili, insan tarahndan kulanılan aynı sözcüklerin başka bir oyunda da
bir alet olarak görür. Bir ifadenin anlanu, aynı şekilde kullanılacagını düşünıne­
o ifadenin mümkün kullaruşlanrun bir sidir. O, birinci oyunun kurallarının
toplamıdır. Bu da anlanu, insan faaliyet~ ikinci oyunda da aynen geçerli oldugu-
lerine ve sonunda da yaşam biçimleri nu düşünür ve böylelikle de çıkınaza
bütünlerine baglar. Dille ilgili olarak girer. Böyle bir insan kafasi kanşmış
resim benzetmesinden alet benzetmesine olan biridir. Kafası kanşmış olan kişi,
geçiş, Wittgenstein'in iki dil görüşü ara~ benim bir dükkanda çevreme bakıp,
sındaki en önemli farktır. Wittgenstein, 'Bu, bir bisiklet; bu, bir televizyon; bu,
bu ikinci dil görüşünde, dilin kullarul~ bir ekmek kızartıcısı' dedigiıne göre,
masını aynı zamanda oyun oynamaya kendi içime yönelerek 'sol dizimde bir
benzetir. Tüm oyunlar kurallar tarafın~ agn, içimde bir fincan çay içme, bir de
dan yönetilen faaliyetler, yapıp-etmeler bugünün Pazar günü olması istegi var'
olduklanna göre, amaçli bir faaliyet olan dedigim zaman, benzer bir iş yaphgı­
dil, uzlaşımsal ve degişken kurallann mı sarur. Oysa, bunlar tamamiyle farklı
yönettigi ögelerle yürütülür. iki işlemdir. Kendimize ilişkin betimle-
İkind dönemin Wittgenstein'ına göre, melerde yapılan, kendi içimizde buldu~
felsefe özünde bir teori degil, fakat bir gumuz şeyleri sıralamak degildir. Bu
faaliyettir. Felsefe yapılan bir şeydir, konuda açıklıga varmanın yolu, Witt-
ama sayıp dökülecek bir ögreti bütünü genstein'a göre, dili dogal çerçevesi için~
degildir. O felsefenin geleneksel prob- de ele almak ve insaniann bir şeyler
lemlerinin kötü bir biçimde fonnüle edil~ söyledikleri zaman, içinde bulunduklan
miş olan anlamsız problemler olduklan- durumlan, bunlann söylenmesine eşlik
nı öne sürer. Bundan dolayı, felsefi eden davranışlan hesaba katmakhr.
teoriler oluştunnaktan vazgeçrnek gere- Wolff, Christian. 1679-1744 yıllan ara~
kir; çünkü bu, kafalan daha da karrşhr~ sında yaşamış olan Alman rasyonalist
maktan başka bir işe yaramaz. filozofu. Özgün bir düşünür olmayan
Wittgenstein'a göre, filozofa düşen, Wolff, tLeibnjz felsefesinin yılmaz savu-
dilin, çeşitli kullanım biçimleri içinde nuculugu ve felsefeye yönelik sistematik
uygulandıgı, farklı, ancak ilişkili dil yaklaşımıyla ün kazanmıştır. Felsefenin
oyunlannda nasıl kullanıldıgmı göster~ varoluşu degil de, özü konu alması ge~
mektir. Filozof bunu, insaniann saptın~ rektigini belirten Wolff, felsefedeki tüm
cı benzetmelerle yoldan çıkmalanna kabul ve sonuçlann Leibniz'in özdeşlik
engel olmak için yapar. Wittgenstein'a ve yeter neden ilkelerinden türetilebilir
göre, kişi felsefe yapmaya başlamadan oldug1,1nu iddia etmiştir. O, tıpkı Leib~
önce, dilin, kendisini saphrabilme tarz~ niz gibi, evrende yeter neden ilkesinin
larını ve sapt1rdıgı yollari araştırmak geçerli oldugunu savurunuş ve bunun,
zorundadır. Onun felsefe yapma biçimi evrende herşeyin aklın egemenligi al-
işte bu anlayıştan çıkar: Felsefe, dil ko- tında oldugu anlamına geldigini dü- ·
nusundaki yanlış ve sahte kabullerimi- şünmüştür.
zin, dünya üzerine olan düşüncelerimi~ Tümdengelim yöntemini dinf dogrula-
zi nasıl saptırdıgının çok yönlü bir rın kanıtlanmasnu da kapsayacak şekil~
biçimde araştınlmasıdır. Felsefenin gö~ de genişleten Wolff, dini de çeüşmezlik
revi, bir tür terapidir, tedavidir. Felsefi ilkesine baglamış ve vahye dayanan
problemlerle kafası karışmış ya da çık~ dinin akla aykırı cılan bilgileri kapsaya-
maza girmiş kişiye, insaniann kullan~ mayacagını öne sünnüştür. Wolff'un
d1kları dil-oyununun kurallan anlatıla­ akla ve inanca, özgürlük ve otoriteye
rak yardımcı olunabilir. ayıu derecede deger veren dini ve ahlaki
Wittgenstein'a göre, insanı yanlışa sü~ felsefesi, zaman zaman Kant'm da saygı~
rükleyen şey, onun sözCüklerin bir sını kazanmıştır.
906 yabancılafma

sına duygusal balamdan mesafe bırak­


ması durumunu, kişinin gerçek beniyle
olan içsel temasını yitirdi~ini anlaması­
JW\ sonucu olan kendinden kopma
halini ifade eder.
Yabancılaşmanın 'güçsüzlük' ya da 'ik-

y tidarsızlık' boyutu, insanların toplumsal


çevrelerini etkileyememeleriyle ilgili
duygulannı, kaderlerinin kendi dene-
timleri altında olmayıp, dış güçler, baş­
kalan ya da kurumsal düzenlemeler ta-
rafından belirlendi~i hislerini ifade
yabanellaşma [lng. alienation; Fr. alienation; ederken, 'anlamsızhk', de~erli sayılan
AJ; verausserung]. 1 Özgün anlamı içinde, hedeflere ulaşabilmek için, meşru ol-
bir şeyi ya da kimseyi başka bir şeyden mayan yollara gerek oldugu duygusu-
ya da kimseden uzaklaştıran, başka bir nu, genel olarak yaşamda, özel olarak
şeye ya da kimseye yabana hale getiren da belirli bir eylem alanında, örne~in ki-
eylem ya da gelişme. şisel ilişkilerde anlam ya da amaçhhk
Yabancılaşma, 2 daha özel olarak da, bularnama halini ortaya koyar.
psikiyatride, nonnalden sapmaya; 3 ça~­ Yine, yabancılaşmanın yalıtlarunayla
daş psikoloji ve sosyolojide, . kişinin ilgili boyutu, insaniann toplumun norm
kendisine, içinde yaşadı~ı topluma, do- ve de~erlerinden uzaklaşmış ya da
~aya ve başka insanlara karşı duydu~u kopmuş oldukları hissine kapıldıkları,
yabancılık hissine işaret eder. 4 Felsefe- toplumsal ilişkilerde dışianmışlık ya
de, yabancılaşma, şeylerin, nesnelerin da yalnızlık duydukları zaman ortaya
bilinç için yabancı, uzak ve ilgisiz gö- çıkar. Öte yandan, yabancılaşmanın
rünmesi, daha önceden ilgi duyulan 'nonnsuzluk'la ilgili boyutu, kabul gör-
şeylere, dostluk ilişkisi içinde bulunu- müş ve gelenekselleşmiş davranış ka-
lan insanlara karşı kayıtsız kalma, ilgi lıplarına uyarnama ya da ba~lanama­
duymama, hatta bıkkınlık ya da tiksinti mayı ifade ederken; yabancılaşmada,
duyma anlamına gelir. kendinden uzaklaşma, kişinin psikolo·
Yabancılaşma, kontrol altına alınama­ jik bakundan ödüllendirici olan etkin-
yan içgüdüler, tutkular ve yerleşik alış­ likler bulamamasıyla ilgilidir.
kanlıklar nedeniyle, insanın kendisine, tPiotinos ve Aziz t Augustinus'a kadar
kendi gerçek özüne yabancı hale gelme- geri giden yabancılaşma düşüncesi, en
si durumunu, insana özgü özellikleri, açık ifadesini tHegel'de bulur. Yabancı­
insani ilişki ve eylemleri, insandan ba- laşmayı ontolojik bir olgu olarak de~er­
~ımsız olan ve insanın yaşamını yöne- lendiren Hegel'e göre, yabancılaşma
ten şeylerin, cansız nesnelerin özellikle- aynı insanın, özne, yani kendini gerçek-
ri, ilişkileri ve eylemlerine dönüştürme leştirmeye çalışan yaratıcı insan ve
hareketi ya da sürecini tanımlar. nesne, yani başkaları taıafından etkile-
S Yabanalaşma daha özel olarak ve nip yönlendirilen insan olarak ikiye ay-
bene yabancılaşma anlamında, benjn rıhşının sonucu olup, insanın kendi ya-
kendi özünden uzaklaşmasıyla, kendisi- ratılan (dil, bilim, sanat, v. b. g.,) ona
ne ve eylemlerine nesnel bir biçimde, yabancı nesneler haline geldi~i zaman
sanki bir ustanın elinden çıkmış bir nes- ortaya çıkar.
neye bakareasma yaklaşmasıyla belirle- I Hegel'den çok gelmiş olan maddeci
nen bilinç haline karşılık gelir. Buna Alman filozofu tFeuerbach ise, yaban-
göre, yabancılaşma, kişinin kendi be- cılaşmanın kayna~ını f{in kurumunda
niyle ya da zihin halleriyle, kendisi ara- bulmuştur. Tanrı'nın kendi kendisine
yabancılaşma 907

yabancılaşınış insan oldugunu savunan daha fazla kendisine ait olmayan ayrı ve
Feuerbach'ın gözünde Tanrı, insanın bagımsız bir güç olarak karşısında
özünün mutlaklaştırılması ve insanın duran ürününde kendisini tarumadıgı
kendisinden uzaklaşhrılmasıdır. Yani, zaman ortaya çıkar. Bununla birlikte, ya-
ona göre, insan kendi özünden, daha bancılaşma, tarihsel olarak yalnızca ka-
yüksek, hayali ve yabancı bir varlık ya- pitalizmde söz konusu olur, zira yaban-
rattıgı, onu kendi üstüne koydugu ve cılaşmanın kökeninde, kapitalistlerin
karşısında kendisini köleleştirdiginde, başkaları tarafından yaratılmış ürünleri
kendi kendisine yabancılaşır. kendilerine almalan olgusu vardır.
Feuerbach 'ın görüşlerini kabul etmekle Marks, yabancılaşmanan dört ayn gö-
birlikte, insanın dini anlamda yabana- rünümünden söz etmiştir. Bunlardan
laşmasının, çeşitli yabancılaşma türle- birincisi, işçinin, ürettigi şey başkaları
rinden, insanın kendi kendisine yaban- tarafandan alındıgı ve onun ürününün
cılaşma şekillerinden yalnızca biri kaderi üzerinde hiçbir kontrolü ya da
oldugunu savunan tMarks'a göre, insan, etkisi kalmadıgı için, emeginin ürünü-
kendi faaliyetinin ürünü olan şeylerden, ne yabancılaşmasıdır. tkinci olarak,
bir köle, güır;üz ve bağımlı bir varlık işçi, Marks'a göre, üretim eylemine ya-
olarak ilişki kurdugu, ayn, bagunsız ve bancılaşır. Çünkü kapitalist ekonomi-
güçlü bir nesneler dünyası meydana ge- de, çalışma gerçek ve özsel hiçbir tat-
tirmek suretiyle, kendi kendisine çeşitli min saglamayan ve kendi içinde bir
şekillerde yabancıtaşır. Bu yabancılaş­ amaç olmaktan çıkan yabancı bir faali-
ma türlerini özellikle kapitalist topluma yet haline gelir. Emek satılan bir şey ya
ilişkin eleştirisinde ön plana çıkartan da meta haline gelmiş olup, onun işçi
Marks'a göre, modem kapitalist toplum için taşıdıgı tek deger, satılabilirligidir.
teknolojiye yalnızca üretim açısından Üçüncü olarak, işçi dogasına, özüne ya
deger vermekle kalmaz, fakat teknoloji da türsel varlıgına yabanalaşır, zira
tarafından üretilen nesnelere, insan var- yabancılaşmanın ilk iki yönü, onun
Iıkianna gösterilmesi gereken sayg~yı üretici faaliyetini insani niteliklerden
göstererek, tapar. Böyle bir toplumda, in- yoksun bırakır. Ve insan, Marks'a göre,
sanlar birbirlerini gerçek bir degeri olma- nihayet, kapitalizm insan ilişkilerini
yan araçlar olarak görürlerken, makineler pazar ilişkilerine dönüştürdügü ve do-
çok yüksek bir deger kazanıp, insanların layısıyla, insanlar, insani nitelikleriyle
taphgı amaçlar olup çıkar. Böyle bir top- degil de, pazardaki yer ya da statüleriy-
lum insanları birbirlerine yaklaştıırnak le degerlendirildikleri için, başka in-
yerine, her birini digerlerinden yahUan- sanlara da yabancılaşır.
mış küçük adacıklar haline ·getirir. lşte ll Yabancılaşma düşüncesinde, söz
böyle bir toplum yabancılaşmış bir top- konusu Marksist düşünce gelenegi dı­
lum, böyle bir toplumWt bireyleri de ya- şında, +Durkheim, tWeber ve +Simmel
bancılaşmış insanlardır. tarafından temsil edilen sosyolojik dü-
Başka bir deyişle, insanın özün ün iş ya şünce gelenegi de çok etkili olmuştur.
da çalışmada, başka insanlarla birlikte, Bu gelenege göre, modern insan, şimdi- '
ve insanlara kendilerinin dışındaki dün- ye kadar hiç olmadıgı ölçüde yahtlan-
yayı degiştirme olanagı veren yaratıcı mış, kendisine ve toplumuna yabanel-
etkinlikte gerçekleştigini öne süren Iaşmış durumdadır. Eski ve geleneksel
Mar ks'a göre, üretim süreci bir nesneleş­ degerlerle bagını koparan modem
tinne süreci olup, insan bu süreç içinde insan, yeni rasyonel ve bürokratik dü-
yarahcdıgıru cisimleştinnekle birlikte, zende, hiçbir şeye güvenmez, herşey
yarahasından ayn şeyler olarak duran karşısında inançsız olmuşh..ır. Ömegin
maddi nesneler meydana getirir. Yaban- Weber'e göre, toplumsal düzendeki
cilaşma, işte bu noktada, insan, artık trasyonalizasyon ve fonnalizasyon egi-
908 yabancılaşmanın nedenleri

limi karşısında, kişisel ilişkiler azalır­ 2 Teknoloj!k faktörleri ön plana çıkar­


ken, kişisel olmayan bürokrasinin gücü tan yaklaşıma göre ise, yabancılaşma­
ve önemi artar. mn kaynagında, modem dünyada tek-
III Yabancılaşma düşüncesi içinde noloji ruhunun akıl almaz yükselişi
üçüncü bir gelenek ise, yabancılaşmayı, vardır. Bu anlayışa göre, insan yaşam
bir insanın başka insanlara oldugu biçimini makineye uydurdugu, makine-
kadar, kendisine, kendi benine aykırı leşmeye başladıgı için, yabancılaşır.
düşmesi diye tanunlayıp, bireyin ger- Öte yandan, 3 toplumsal nedenlerin
çek benindcn, özünden, daha derindeki önemini vurgulayan toplumsal yaklaşı­
kişiden ayrı düşmesinin ise, onun baş­ ma göre, yabancılaşmanın kaynagında,
kalannın isteklerine göre eylemesi, ra- modernile öncesi geleneksel toplum bi-
hatuu bozmamak istemesi, toplumsal çiminin ortadan kalkarak, onun yerini
kurumların baskısından kurtulamama- büyük ölçekli ve kitlesel eyleme dayalı
sı, sorumluluktan kaçması, dışandan laik toplumun alması olgusu vardır.
yönlendirilmesi şeklinde tezahür ettigi- Yine, 4 felsefi-varoluşçu ögretilerin ya-
ni söyleyen varoluşçu gelenektir. Kier- bancılaşmnın kaynagını insanın dün-
kegaard, Heidegger, tCamus ve Sartre yada bir yabancı olarak varoluşunun
gibi düşünürlerin yer aldıgı bu gelenek sonlu ve yalıtlanmış dogasında buldu-
içinde, nesnel bilgi karşısında öznel ha- gu yerde, S psikolojik yaklaşım yaban-
kikatin önemini vurgulayan Kierkega- cılaşmanın kökünü Oedipus komplek-
ard'a göre, yabancılaşmanın temel siyle, uygar toplumdaki engellenme
problemi, anlamsızlık ve umutsuzlu- olgusunda arar.
gun hüküm sürdü~ bir dünyada, insa- yadsıma felsefesi [İng. philosophie of nega-
nın kendi benine anlam yükleyebilm.esi, tion; Fr. philosoplıie de lıl nigation]. Özel-
kendi özüne ilişkin olarak uygun bir lilde S. tKierkegaard, F. tNietzsche, T.
kavrayışa ulaşahilmesi problemidir. t Adomo ve H. tMarcuse gibi düşünür­
Yabancılaşmayı aşına ancak ve ancak lerin felsefelerinde örneklenen, ve önce,
inancın sıçrayışıyla, Tanrı'ya yönelmek aklı ön plana çıkarıp, duygutarla tutku-
suretiyle mümkün olabilir. Buna kar- ları baskl altında tutma, insanı aklın kö-
şın, tSartre ve Camus gibi ateist varo- lesi yapma tavrma ve sıg bir akılcılıga,
luşçularda ise, yabancılaşma, anlam- sonra da böyle bir akılcılıgın belirledigi
dan ve amaçtan yoksun bir dünyada toplum modeli ve degerierine karşı çı­
söz konusu olan dogal bir durum olup, kışla belirlenen felsefe anlayışına veri-
varoluşun saçmalıgının bir sonucudur. len ad.
Yabancılaşmayı aşmak da, yaşamın Bu tür bir felsefe anlayışının savunu-
anlamsızlı~ içtenlikle kabul edip, ki- culugunu yapan Adomo ve Marcuse, ·
şinin özgür ve etkin seçimlerle kendini öncelikle toplumu ve insanı eleştirel bir
yeniden yaratmasıyla söz konusu olur. analize tabi tutar. Onlara göre, modem
yabancılaşmanın nedenleri [İng. causes of insan, rasyonel bir toplum içinde, aklın
alienation; Fr. aıuscs de 1' alienation]. İnsa­ haskısmı yaşamakta olan bir insandır.
nın kendi özüne, içinde yaşadıgı dünya- Söz konusu modem evrede, 'insanın in-
ya, üyesi oldugu topluma yabancılaş­ sana hükmetmesi' evresinden, 'aklın
masının nedenleri ya da kaynaklan beş herkese hükmetmesi' evresine geçilmiş­
ayrı başlık albnda toplanabilir. Bunlar- tir. Aklın egemenligini yaşayan modem
dan 1 ekonomik etkenleri ön plana çikar- çagda, insana ait bir şey olarak akıl, in-
tan ekonomik yaklaşıma göre, yabancı­ sanla toplumun üstüne çıkarak, bu ikisi-
laşmanın kaynagında, insaıun insana ni de her bakımdan belirlemeye başla­
yabancalaşması sonucunu doguran mül- mış ve insanın yarahcı boyutunu,
kiyet ilişkileri ve üretim araçlarmın özel duygulannı ve tutkulanna köreitme du-
mülkiyeti vardır. rumuna gelmiştir. İI'\S31\l böyle bir akıl-
yananlam 909

cı baskı altında, hiçbir zaman özgür ola- bHinen ünlü paradoks. 'Yalan söylüyo-
ınayaca~ı için, onun duygu ve tutkulan- rum' diyen kişinin sözi.i ya da tümcesi-
nı baskJ altında tutan ve köreiten böyle nin, kişinin söyledi~i şeyin yanlış ol-
bir yaşam tarzını kökünden yadsımak ması durumunda do~ru, buna karşın
gerekir. söyledi~i şeyin do~ru olması duru-
Yahudilik [İng. frıdaism; Fr. Judaisme]. munda ise yanlış olmasıyla belirlenen
Musevilik. İsrail halkının dini düşünce, paradoks.
inanç ve kurumlarnun tümü; İsrailo~ul­ yalıtlamacıhk [İng. isolationism; Fr. isolati-
larının tıarihi içerisinde oluşmuş olan onnisme). Sanat eserinin kültürel ve tarih-
dini gelenek. sel ba~lamuıdan soyutlanarak anlaş ıl­
Irk temeline dayalı bir din anlayışı)'la ması, yorumlanması gerekti~ini savunan
seçkinleşen Yahudi inancı, ünlü Muse- görüş. Bir sanat eserine de~er biçrnek
vi teolog İbni Meymun tarafından oni1ç için, sanat eserine bakınaktan, onu dinle-
başlık altı41da toplanmıştır: 1 Tanrı mekten ya da okumaktan başka hiçbir
dünyanın yaratıcısı olup, 2 bir ve tektir. şeye gerek duymadı~ımızı, sanat eseri-
3 Tanrı ruhtur ve 4 ölümsüzdür; S sa- nin dışına çıkarak tarihsel olgulara, sa-
dece Tanrı'ya dua edilmelidir 6 İsrail natçının biyografisine başvurmaya
peygamberlerinin bütün sözleri gerçek gerek olmadı~ı gibi, bunun sanat eseri-
olup, 7 Musa, peygamberlerin en büyü- nin gerçek de~erini gözden kaçırdı~ını
~üdür. S Yahudilerin benimsedi~i yasa, savunan sanat görüşü.
Musa'ya Tann tarafından vahyedilmiş­ İngiliz sanat eleştirmeni Clive Beli ta-
tir. 9 Onu de~iştirmeye kims~nin gücü rafından savunulan bu görüş, bir sanat
yetmez. 10 İnsanların bütün eylemlerini eserini de~erlendirmek, onun gerçek
gören Tanrı, ll emirlerini yerine geti- do~asını kavrayabilmek ve ona bir
renleri ödüllendirir. 12 Peygamberlerin de~er biçebilmek için, dünyaya ilişkin
müjdeledi~i Mesih'i gönderecek olan bilgimizden hiçbir şeye gerek ohnadı~ı­
Tann, 13 ölüleri diriltecektir. ru, yalnızca resim sanatı söz konusu ol-
Dünyayı Tanrı'nın lütfunun bir eseri du~unda, üç boyutlu mekanla tanışık
olarak gören, insanh~m Tann'nın yarat- olmaya gerek duyuldu~unu öne sürer.
tı~ı Adem ile Havva'dan gelen büyük yananlam [ing. connotation; Fr. conııotation;
bir aile oldu~una inanan Yahudilikte, in- Al. konnotation] Bir sözcük ya da kavra-
sana Tann tarafından seçme gücü, iriide mın mevcut anlam unsurlanna veya dü-
özgürlü~ü verilmiştir. Ruhun ölümsüz zanlamına, kullanım sırasında eklenen
oldu~unu, ebedi saadetin tanrısal yet- ikincil anlamlar bütünü ya da kümesi.
kinli~i gönül gözüyle görmekten mey- Yananlam, sözcük ya da kavramın ilk
dana geldi~ini beyan eden Yahudili~in ve düz anlamını sabitler ya da dondu-
kutsalliteratürü, yalnızca Hristiyanların rurken, kendisini imgelere, öznel izie-
Eski Ahit dedikleri kısma tekabül eden nim ve algılamalara ba~lı duygusal ve
İbrani kitaplarından meydana gelir. çoşkusal anlamlarla, ça~rışımsal un-
Bunlar, Tevrat (Tarafı), Peygamberler surlar yoluyla biteviye zenginleştirir.
(Nebiinı) ve Ketubiındir. Bununla birlik- Bireysel oldu~u kadar sosyal, tarihsel,
te, Tevrat sadece dini bir eser, ahlaki kültürel özelliklere ihtiva eden yanan-
ö~ütler derlernesi olmayıp, Mısır ege- lam, düzanlamın yansız ve tekdüze ol-
menli~inden kurnılarak yeni do~an bir du~u yerde, okuyu üzerinde belli bir
halk için gerekli olan yasa ve kural top- tepkiye yol açma amacı güder, onu belli
lamı olmak durumundadır. imgesel bölgelerde gezinti yapmaya
yalancı paradoksu [İng. paradox of liar; Fr. sevkeder. Nitekim, yananlamın egemen
paradoxe du merıteur]. Megarah paradak- oldu~u söylem tarzı daha ziyade edebi
su ya da Eubulides paradoksu olarak da söylemdir.
910 yanılabilircilik

yanılabilircilik [ing. follibilisnı; Fr. fcıillibi­ yanılsamadan hareket eden kanıt [İng.
lisnıe]. Araştınnayı, belli bir güçlügün argunıent from illusion; Fr. llTgument d' il-
belirledigi bir zihin halinden kurtulup, lusion). Kuşkucular tarafından geliştiri­
soru ya da güçlüge uygun yanıtı bulma len ve algınm, normal durumlarda bile,
ve böylelikle rahatlama amacıyla ger- dış dünyayı bize, oldugu gibi ve tutarlı
çekleştirilen bir faaliyet olarak tanıınla­ olarak yansıttıgmm söylenemeyeceğini;
yan, Amerikan filozofu Peirce'ın geliş­ bir dış gerçeklik varsa, bunun deneyim-
tirdigi görüş. sel bilgisinin olamayacagını dile getiren
Söz konusu araştırma faaliyetinde, kanıt. Algımızın kimi durumlarda, ör-
amaç, hareket noktaşı ve uygun çaba dı­ negin algı yanılmalarında, sann ve
şında hiçbir şey garanti degildir, zira düşlerde yanıldıgını; bu durumlarda
üretilen hipotez ya da kuramda bir de- algııun yanılgılı oldugunu anlayamaya-
ğişiklige gitmeyi gerektirecek yeni veri- cagımızı; dolayısıyla, algımızın, biz far-

ler her an ortaya çıkabilir. Bundan dola- ketmesek, bilincine varmasak bile, her
yı, yanılabilirlik, araştirmayı belirleyen an için, hatta sürekli olarak yarulabilece-
en önemli özellik olmalıdır. gini dile getiren ve bundan, güvenilir
yanılmazlık [Fr. infoillibility; İng infaillibi- bir algıdan söz edilemeyecegi, tek bir
algının bile dogrulugWlun kesin olarak
litc!']. Aldarunası, yanlışa düşmesi müm-
kün olmayan kişinin; hatadan oldugu bilinemeyecegi sonucunu çıkarsayan
kuşkucu akılyürütme.
kadar günahtan da uzak olması duru-
yanılsama mantıgı [İng. logic of illusion;
mu; bir edimin yanlışa açık olmaması
Fr. logique d'illusiorJ]. Alman filozofu
hali. Batıda daha ziyade dini !iderler,
lımnanuel tKant'ın, diyalektige, dene-
din kuruculan, krallar, papa ve rahip
yimsd malzemenin yoklugunda her iki
benzeri kişiler için geçerli olan yanıl­
tarafı da eşgüçle savunulan antinomi-
mazhk, Dogu dinlerinde daha ziyade
lerle sonuçlanan akılyürütme tarzına
inancın sarsılmazlıgıru ifade eder.
verdigi ad.
yanılsama [Os. vehim, vehnıü luJvtis; İng. il-
yanıl tmacılar. Çin felsefesinde, Mohizm
lusion; Fr. iUusion; AJ. illusion, t~'uschung]. akımının kurucusu olan Mo Tse'nin ölü-
Alışılmadık, nonnal olmayan psikolo-
münden hemen sonra ortaya çıkan ve
jik, fiziki ya da fizyolojik koşullann so- aralarında Hui Şi ve Kung Sun Lung
nucu olarak, duyu verilerinin yanlış yo- gibi mantıkçaların yer aldıgı düşünür­
rumlanmasına baglı olan yanıltıcı algı; ler öbegine verilen ad.
nesneyi oldugundan başka türlü algıla­ Çelişik önennelerin bile dogru oldugu-
ma, gerçege uymayan görünüşü ger- nu göstermek için çeşitli mantık oyunla-
çekmiş gibi yorumlama ve bu yanılgı­ rına başvuran, tartışabilınek amacıyla
nın farkında olmama hali. Yanılsama, ortaya aşırı ve şaşırtıcı görüşler atan,
duyusal bileşenlerin, duyu verilerinin yanıltıcı ve çelişik görüşler geliştiren
hiçbir şekilde söz konusu olmadıgı san- Yarultmacılar, zaman ve yer, hareket ve
rıdan ayırd edilmelidir. sukünet, töz ve nitelik gibi kavramlarla
yanılsamacıhk [Os. hayaliyye; İng. illusio- oynamışlar ve gerçekligin bilgisinin ola·
nisnı; Fr. illusionnisme].Mekan ve zaman naksız oldugunu ifade etmeye çalış­
içinde varolan dış dünyanın bir yanıl­ mışlardır.
samadan başka hiçbir şey olmadığını, yanlış [İngfalse; Fr. faux; Al. falsch]. 1
varolan herşeyin aldatıcı bir görünüş­ Dogru olmayan, gönderirnde ya da atıf­
ten ibaret bulundugunu, varoluşun en ta bulundugu olgu var olmayan. Ger-
küçük bir gerçekligi ve degeri olmadı­ çeklige uymayan, dış dünyada karşılı­
gını savunan görüş; bizim yanılsamalar­ ğı bulunmayan. 2 Bir kurala ya da
la dolu bir görünüşler aleminde yaşadı­ ilkeye uymayan. 3 Daha önceki bilgiler-
gımızı öne süren görüş, dini ögreti. le tutarlılık ilişkisi içinde bulunmayan,
yanlışlauiacılık 911

dış dünyadaki olguları gerçekte oldu- Buna göre, bir hipotezin yararhlı~ıy Ja
~u şekliyle betimlemeyen yargı ya da ilgili sınama, onun yanlışlanabilme de-
önerıne için kullanılan sıfat. recesinden meydana gelir. Bir hipotez,
yanhşlamacıhk [İng. fals~ficationisııı; Fr. onu yanhşlayacak ınümkün bir gözlem
fnls~ficationnisıııe). Ünlü İngiliz bilim filo- söz konusu degilse e~er, bilim için ya-
zof u Karl Raimund Popper'ın, mantıkçı rarlı bir hipotez de~ildir, hatta gerçekte
pozitivizmin yaygın bilim görüşüne ve bilimsel bir hipotez bile degildir. 'Saf su
onun dogrulaına ilkesine karşı geliştir­ 100 derecede kaynar' hipotezini yanlış­
miş oldu~u alternatif yöntem ve bilim layacak çok sayıda test yapma olana~ı
anlayışı. varken, 'Yarın ya~mur ya ya~acak, ya
Yaygın biliın görüşünün yanlış oldu- da ya~ınayacak' önermesini test etme
~nu savunan Popper'e göre, bilim imkanımız yoktur. Çünkü bu sonuncu-
adamları işe gözlem yaparak degil de, su, tanım gere~i do~ru olan bir önerme-
bir teoriyle başlar. Bilimsel teoriler ve dir ve onun eınpirik gözlemle hiçbir il-
doga yasaları, mutlak ve degişmez do~­ gisi yoktur. O, bundan dolayı, bilimsel
rular olmayıp, do~al dünyanın çeşitli bir hipotez de~ildir.
yönlerini konu alan bir analiz faaliyetiy- Yanlışlamaalıga göre, bir önerme,
le ilgili spekülatif girişimJerdir. Bunlar, yanhşlanabildi~i ölçüde, bilim için ya-
daha önceki teorileri düzeltmek, iyileş­ rarlı bir hipoteztir. Hipotez ya da öner-
tirmek ve geliştirmek için tasarlaruruş melerin belirsiz ve mu~lak bir biçimde
olan tahminlerden başka hiçbir şey de- ifade edilmeleri, onların nasıl yanhşla­
~ildirler. Bu tahminler, bir kez oluştu­ nabileceklerini görmeyi ve onlardan
ıulduktan sonra, deneysel sınamaya hangi sonuçların çıktıgını anlamayı
tabi tutulur. güçleştirir. Yanhşlamacıhgın bakış açı­
Bu sınamanın, yanlışlamacı bilim gö- sından, iyi ve açık seçik terimlerle ifade
rüşüne göre, çok özel bir amacı vardır. edilmiş olan, cesur bir bilimsel iddia, ya
Söz konusu sınaına, yapılan tahminin kolaylıkla çürütülebilmeli ya da yanlış­
dogru oldugunu kanıtlamak için degil lanmaya karşı koymalıdır. Böyle bir
de, daha çok talıminin yanlış oldugunu önerme, her iki durumda da bilimin
göstermek için yapılır. Bwıa göre, bilim, ilerleme ve gelişınesine katkıda bulu-
teorilerin dogru olduklarıru göstermek nur. Birind durumda, onun yanlışlan­
suretiyle degil de, teorilerini yanlışla­ ması, yerine yeni hipotezlerin getirilme-
ınaya çalışarak gelişir. Yanlış oldu~u si sonucunu do~urur ki, yeni hipotez
gösterilen bir teori ya bir kıyıya bırakı­ yanlışlanması daha zor olan bir hipotez
lır ya da en azından degiştirilir. Bilim, olacaktır. Buna karşın, ikinci alternatif-
öyleyse, deneıne-yaıulma, ya da daha te, yani hipotezin yanlışlanmaya karşı
dogru bir deyişle, tahmin ve çürühne koydugu ortaya çıkarsa, o tatmin edici
yoluyla ilerler. Bundan dolayı, hiçbir bir teori düzeyine yükselir.
teori mutlak olarak dogru degildir: Bi- Yanlışlamacı bakış açısına göre, bilim-
limsel sınama ve testler, teorileri yanlış­ sel oldukları düşünülen bazı hipotezle-
lamayı başabilirlerse eger, teoriler göz- rin, daha sıkı bir biçimde incelendikJeri
den geçirilebilir ve degiştirilebilir. Bu zaman, test edilemez oldukları anlaşı­
anlayış, Popper'a göre, bilim tarihinden lır. Yani, onlan yanlışlayacak mümkün
çıkarılacak örnek ve gelişmelere de deneyler yoktur. Yanlışlamacılıgın bu
uygun düşmektedir. tür test edilemeyen hipotezlerden uzak
Popper, yanlışlamacı bilim görüşünün durma nedeni, bu hipotezlerin bilimsel
bize, yararlı bilimsel hipotezlerle, bilime gelişmeyi engellemesidir. Popper'a
uygun düşmeyen, bilimle dogrudan il- göre, söz konusu hjpotezleri çürütme
gisi olmayan hipotezler arasında bir olanagımız yoksa, yerlerine daha iyi bir
ayırım yapma olanagı verdigini söyler. hipotez ya da teori koyma im.kaıumız
912 yanlışlanabilirlik ilkesi

da olamaz. Bu ise, bilimsel gelişme sü- lık oldugu Popper, Viyana Çevresinin
recinin en önemli özelligi olan tahmin bilimi diger disiplin ya da etkinliklerden
ve çürütme, deneme ve yarulma süreci- ayırmaya dönük ilgisini paylaşır ve
nin ortadan kalkması anlamına gelir. tıpkı Çevre düşünürleri gibi, bilimsel
Bilim, yanlışlamaalıga göre, yanlışlar yöntemin savunuculugunu yapar. Bu-
yoluyla ilerler, yaniışianan ve yerlerine nunla birlikte, o Çevre düşünürlerinden
daha iyileri geçirilen teoriler aracılıgıyla bilimselligi anlamlılıga eşitlemernek ba-
gelişir. kınundan farklılık gösterir. Zira Pop-
Devrim niteligi taşıyan bilimsel teori- per'a göre, bilim/bilim olmayan dikoto·
ler, Popper'a göre, cesur ve yaratıcı im- misinin sag bölmesinin kapsamı içinde
gelemlerin dogru tahminlerinden başka yer alan metafizik, din ve efsane benzeri
hiçbir şey degildir. Bilim görüşünün bi- söylem biçimleri, dogrulanabilirlik ilke-
limdeki yaratıcılıgı bu şekilde daha te- siyle yetinildiginde, anlamlı ve hatta
melli bir biçiınde vurguladıgını öne dogru olabilir.
sliren Popper'in bu yanlışlamacılık yo- Klasik teınpirizmi ve dogrulanabilirlik
rumuna, hipotezleri yanlışlamanın ilkesini işte bu nedenle reddeden Pop·
önemi üzerinde dururken, başarılı bi- per, yanhşlanabilirlik ilkesini benimse-
limsel öndeyilerin, bilimsel bir teorinin miştir. İlkeye göre, yanlışlanabilir olan
kabul edilip edilmeyecegi konusundaki bir hipotez, onu çürütebilecek olan bir
etkilerinin önemini göz ardı ettigi ge- test ya da sınamaya tabi tutulabilen hi-
rekçesiyle itiraz edilmiştir. Öndeyilerin potezdir. Bu baglamda, bilimsel bir teo·
dogru oldugu ortaya çıkarsa, bu kurarn rinin ayıncı ölçütü, başka hiçbir şey
için pozitif bir destek saglar. Oysa yan· degil, fakat hipotezlerinin test edilebilir-
lışlamacılık, bilimin bu boyutunu hesa- ligidir. Dolayasıyla, bilimselligin ölçütü,
ba katmaz, başarılı bilimsel öndeyilerin anlamlılık degil, test edilebilirliktir. Kar-
bilimsel gelişme sürecinde oynadıgı şıtlık da, öyleyse, bilim ile sözde biJim
önemli rolü hesaba katmaz. arasında olmalıdır.
yanhşlanabilirlik ilkesi (İng. principle of
yansıtımcdık (İng. projectionism; Fr. pro-
fals~fiability; Fr. principe fk falsifiezbilitl).
jectionnisrue] 1 Ontolojide, ünlü İngiliz
Çagdaş bilim felsefecisi I<arl Raimund
düşünürü David Hume'dan hareketle,
Popper'ın, klasik bilim anlayışının ya da
özelliklerin dış dünyadaki dayanakJan
tmanhkçt pozitivizmin dogrulanabilir·
ya da taşıyıolan olduklarına inanılan
lik ilkesine karşı 1alternatif olarak öne
nesnelerde varolmadüdanru, fakat sa-
sürdügü ilke.
İlke genel olarak ifade edildiginde,
dece öznenin veya öznel hallerin yansı­
bmları olduklarını öne süren görüş.
tümel önennelerin, bilimsel genelierne ya
da teorilerin, hiçbir zaman kesin sonuçlu 2 Epistemolojide, duyuıniann bilinçten
bagımsız bir biçimde, dış dünyadaki
olarak dogrulanamayacagını, fakat tek
bir aykm örnek ya da veriyle yanhşla· nitelikler olarak varolduklannı savu-
nabilecegini öne sürer. İlkenin dogrula· nan, bilincin öznel içerigini dış dünya-
nabilirlik ilkesi karşısındaki en önemli ya yansıtan ögreti. 3 Alılik felsefesinde,
üstünlügü, onun mantıkçı pozitivizmin durumlara, kişilere ve eylemiere izafe
'anlamlılık' ölçütünü aşmasından, ciddi edilen ahlakr özelliklerin, onların bizati-
bir test edilebilirlik ölçütü saglamasın· hi kendilerinde varolan özellikler olma-
dan ve Popper'a göre, yetersiz kalan yıp, sadece deger biçen özne tarafından
bilimf bilim olmayan dikatomisi yerine onlara yüklendiklerini savunan ögreti.
bilimf sözde bilim ayınmıru geçirmesin- yapay anlamhbk [İng. non-naturezl meez-
den meydana gelir. ning). İnsan varlıklarına özgü iletişimi
Kendisiyle tViyana Çe\11'eSi düşünürle­ ayırd eden, insanlar tarafından kullaru-
ri arasındaki karşıtlıgın mutlak, hakiki lan dile özgü olan, dil için geçerli olan
bir karşıtlıktan ziyade, resmi bir karşıt- anlamlı lık.
yapibozum 913

yapı [İng. structure; Fr. structure; Al. struk- rından yola çıkarak, metnin yazarnun
tul']. 1 Genel olarak, parçalan ve unsur- kurdu~u kavramsal ayınınların başarı­
lari arasmda yasaya uygunluk, düzgün sızlı~ını göstennek ve açıklamak gelişU­
ba~lantılar ve karş1hkh ilişkiler bulu- rilm.iş olan bir yöntemdir. Buna göre, ya-
nan bütün; veya bir bütünü meydana pıbozum, üzerlerinde çok ayrmt1h olarak
getiren çeşitli parça ya da bölümlerin ve iyice düşünülmüş olan geleneksel
birbirleriyle olan ilişkilerinin ve bütün karşıtlıkları tersyüz etmekten ve bunun
içinde yerine getirdikleri fonksiyonJarın yanında, söz konusu karş1tlar arasında
sonucu olan düzen. bulunan adı konulmamış, gözle görüle-
2 Felsefede, ö~eleri birbirlerine karşı­ meyen kavramiann oynadı~ı oyuna işa­
hkh olarak ba~1mh olan ve ba~mtdan ret etınekten meydana gelir.
birtakım yasalara uyan düzenli ve özerk Başka bir deyişle, metinde hiçbir şeyin
bütün. 3 Sosyolojide, toplumsal yap1 an- rasgele olmadı~ıru öne süren, metnin
lallWlda, toplumsal kurumlarm karşl­ birli~i ve statik uyumundan ziyade, çe-
hkh ilişkilerinden meydana gelen bü- lişkileri, tutars1zhklan ve gizledi~i şey­
tünlük; toplumsal ilişkilerin istikrar ler üzerinde odaklaşan yap1bozum, kav-
sergileyen bütünseJ düzeni. 4 Psikoloji- ramsal ya da teorik açıdan gizli tutulan
de, bir bireyin mizacını veya hangi tipten yapiiarın, sakh ayncalıkların üzerindeki
oldu~unu belirlemeyi mümkün kılan fiz- esrar perdesini aralayıp, onu tümden
yolojik ve psikolojik özellikJer toplamı. 5 aşma çabas1 verir. Bu ba~lamda, yapibo-
Antropolojide, kendisinin çok çeşitli un- zucu okuma, çok çeşitli metinlerde, fel-
surlarini birleştiren ilişkiler bütünü ola- sefi, edebi, hukuki ve teolojik eserlerde
rak, empirik gerçeklikten hareketle ge- kullanılan anahtar kavramlann, gerçekte
liştirilen aç1klay1c1 soyut model. 6 bir şekilde varsaydıklan karşıt kavram-
Dilbilimde, disiplinin en temel kavrami lan bastırdıklann1 ve gizlediklerini gös-
olarak, dilsel unsur ya da birimlerin terıneyi amaçlar. Bunlar, yazann kendi-
meydana getirdi~i eşzamanh iç ba~ıntı­ sinin, veya eserin ait oldu~u kültürün
lardan ve birimlerin fonksiyonlarından terahlerini yansıtan imtiyazh kavramlar-
kaynaklanan özerk bütün. dır. Örne~in, akıl, aşkın ve eril kavram-
yap1bozum [İng. deconstruction; Fr. de- lan, metin ya da söylem dışına itilmiş,
constructian]. Frans1z postyapısalcı dü- bast1rdmış, dışianmış ve gizleruniş
ş ünürü Jacques tDerrida tarafından, olsa da, her halükirda varsayılan tutku,
felsefe ve edebiyat okumalannda kulla- deneyimsel ve dişil karş1t kavramiarına
mlmak üzere önerilmiş olan çözümle- ba~lanır.
me yöntemi, metinsel analiz şekli ya da Yapıbozum işte, söz konusu kavram
tarzı. çiftlerinden birincilerin imtiyazını orta-
Yapıbozuın, herşeyden önce, metnin dan kaldmr ve önceli~ini yıkarken, kav-
tutarli bir bütün oldu~u, onun çeşitli ramlar arasında eşitlik sa~lamaya ya da
unsurlarının metnin anlamını bütünle- bu kez ikincileri imtiyazh kılmaya kal-
yecek ve drestekleyecek şekilde ahenk klŞir. Bu yapıld1~mda ise, Derrida'ya
içinde birbirlerine eklemlendi~i kabulle- göre, özdeşliklerden ayrılıklara, birlik-
riyle ve metindeki muhtemel uyumsuz- lerden parçalara, ontolojiden dil felsefe-
lukların yazarın ldşisel yetersizli~ine sine, epistemolojiden söz sanatına
izafe edilmesi gerektiAi inanayla belir- do~ru bir alg1 kay1ş1 söz konusu olur.
lenen modernist metin ve eleştiri anla- Zaten yaptbozumla da, hakikatin daği­
YlŞına karşı Çikar. Tıpkı okur gibi met- tiiıp saçılmast, birli~in parçalarına ay-
nin de hiçbir şekilde statik olmadı~m1 rılması, dikkatli ve basiretli tartışmalar
savunan yapıbozum, bir metin içinde yerine sonuçsuz tartışmalara geçilmesi,
geçen kavramlann, metnin bütünlü~ü­ ciddiyet ve rasyonalite yerine, şenli~in
nü bozan tutarsız ve ildrd.kli kullaıumla- ve histerinin konulması amaçlanır. An-
914 yapım

laırun hiçbir şekilde statikleştirilE:ıne­ rak yapısalalıgı. benimseyen disiplin


yecegi, degişmez kılınamayacagı görü- için yapısaler (structuralist) nitelemesi
şüne dayanan yapıbozum yöntemi, son kullanılır. Bu çerçeve içinde, psikoloji-
çözümlemede yorumlamayı temele de, fonksiyonel psikolojiye zıt olan ve
alan bir yöntem olmak durumundadır. zihin h~llerini bileşensel duyum, imge
yapım [İng. construction; Fr. construction; ve duygulara ayırarak analiz eden yak-
Al. konstruktion]. Zihinsel sentez yoluy- laşımı psikolojinin yöntemi olarak be-
la meydana getirilen, kavrama çok ben- nimseyen psikoloji anlayışına yapısaler
zeyen, fakat dış dünyada bir dayanagı psikoloji adı verilmektedir. Buna karşın,
olabilmekle birlikte, tam ve deneyimsel temel yapılan üretim tarzlan olarak yo-
olarak gözlemlenebilir bir şeye karşılık rumlayan, ve anlam üretimini yöneten
gelmernek bakımından kavramdan fark- kurallann yerine üretim ilişldlerini
lılık gösteren, mantıksal ya da entellek- ikame eden Marksist anlayışa yapısaler
tüel yaratım. Marksizm denmektedir.
Çagdaş İngiliz filozoflan Bertrand Rus- yapısalcılık [İng. structuralism; Fr. slruc-
sell ve John Wisdom, işte bu çerçeve tııralisme; Al. structuralisrnus]. ı Genel
içinde, varoluşlan ya da varlık tarzlan olarak, yapırun dinamik karakterini or-
bizim için kuşkulu ya da problematik taya koyan, felsefi ve toplumsal prob-
olan şeyleri ifade etmek için mantıksal lemleri sergiler göründükleri genel yapı
yapım deyimini kullanmışlardır. Buna ya da modeller aracılıgıyla açıklamaya
göre, manhksal yapıma örnek olarak, çalışan yaklaşım. Canlı varlıgın ba-
sokaktaki vatandaş, ortalama insan ve- gımsız ve müstakil parçalardan oluşan
rilebilir. Buradan da anJaşılacagı üzere, bir yapı meydana getiren bütün oldu-
mantıksal yapun, varolmayabilen, va- gunu belirterek, sosyal bilimlerde araş­
rolsa bile, dogrudan ve aracısız bir bi- tırma ve açıklamalann bu yapıyı temele
çimde algılayamadıgımız nesneler için alıp, yapısal bir yöntemle gerçekleştiril­
kullanılmaktadır. mesi gerektigini savunan görüş.
Öte yandan, varoluşu gözlemlenen 2 Sistemin ögelerden üstün ve onlara
olgu ve verilerden çıkarsanan bir şeye egemen oldu~ fikrini benimseyen ve
empirik yapım adı verilirken, varoldugu ögeler arasındaki ilişkilerden sistemin
varsayılan, fakat varoluşunu kanıtiaya­ yapısını çıkarmaya çalışan felsefi akım.
cak kesin, saglam deliller, d.eneyler bu- Bu çerçeve içinde, Aristotelesçi form
lunmayan bir şey, ya da bir mekaniz- kavramını çagrıştıran yapısalcılık, a)
meya hipotetik yapım adı verilir. Buna dilbilimde, dilin en iyi şekilde, morfo-
göre, genler bu tür hipotetik yapıma bir loji ve fenoloji bakımından indirgene-
örnek olarak veril~bilir. mez olan yapısal birimler aracılıgıyla
yapısal [İng. structural; Fr. structural; Al. açıklanabilecegini savunan görüşü, b)
strukturelle]. ı Genel olarak, bir şeyin toplumsal bilimler alanında ise, göz-
yapısı ya da kuruluşuyla ilgili olan; 2 lemlenen fenomenlerin söz konusu fe-
yapı niteligi arzeden, yapı olma özelligi nomenlerin gerisinde yatan yapılarla
taşıyan; 3 yapıyı konu alan, yapılan aÇlklanabilecegini savunan yaklaşımı
inceleyen şey ya da disiplin için kulla- ve olgulan örgütlü bir bütüne göre ta-
nılan sıfat. nımlamaya ve bu bütünü de birtakun
Bu baglamda, dili bir yapı olarak ele modeliere göre açıklamaya çalışan egi-
alan, artzamanlı yaklaşım yerine, eşza­ limi gösterir.
manlı yaklaşıma agırlık veren çok çe- Felsefi bir akun olarak yapısalcılıgın,
şitli dilbilim akunlan yapısal dilbilim işte bu temel üzerinde, 1960'lı yıllarda,
başlıgı altında toplarur. Öte yandan, özellikle Fransa'da, İsviçreli araştırma­
yapıdan ziyade, yapısalcılıga deggin a Ferdinand de tSaussure'ün yapısal
olan, bir yaklaşım veya bakış tarzı ola- dilbilim yönteminden yola çıkan, Ro-
yapısalcılık 915

land Barthes, Louis Althusser, Michei Özeilikle masai, söyience ya da ritüelle-


Foucault, Jacques Lacan ve Claude Levi- ri yöneten karşıtlıklar üzerinde çalışan
Strauss taratmdan temsil ediJmiş olan Levi-Strauss, ınit ya da söylencelerin,
bir düşünce hareketi oldugunu söyleye- insan varoluşunun, bir ile çok, ebedilik
biliriz. Buna göre, söz konusu düşünür­ ile geçicilik, süreklilik ile degişme ara-
ler, Saussure'ün, oldukça soyut olan dil- sındaki çatışma benzeri çelişkilerini,
bilimsel yapılar modelinden yola çıkıp, empirik, olgusal tecrübenin düzensizli-
dilin yüzeydeki olaylarının gerisindeki gini sistematik yapıJarın düzenine dö-
gizli sistemleri araştırmaya geçen bir nüştünnek suretiyle çözüp, ortadan kal-
göstergeler bilimi geliştirmişlerdir. Psi- dırmaya çalışt•glnı öne sürmüştür.
kanalizin bilinçdışını açıklama mode- Başka bir deyişle, gündelik olgu düzle-
liyle, Marksizmin toplumsal yapılan be- minde çözülemeyen, kurgunun yapısal
lirleme modelini benimseyen FransLZ düzleminde çözülmektedir.
yapısalalannın çoğu, Saussure, tFreud Yapısalcılıgm temel iddialan ya da
ve tMarks'ın, varoluşçu düşüncenin daha ziyade mantıksal sonuç veya içe-
özerk ve özgür insan dogmasına çok te- rimleri dört ana başlık altında şöyle sı­
melli bir biçimde meydan okuyan yeni ralanabilir: I Herşeyden önce, Ferdi-
bir entellektüel üçlü meydana getirdigini nand de Saussure'ün yapısal dilbilimini
öne sünnüştür. Buradan da an1aşılacagı model, ve bir dilin, seslerin birleşimini
üzere, yapısalalık, hümanizme karşı anlamlar üretecek şekilde yöneten bir
tavır alan bir akımdır. Başka bir deyişle, dizi kural aracıhııyla tanımlanabilecegi
yapısalalar, sorumlulugu özgür insana fikrini temel alan yapısalcılık, sosyal
bırakan, insanın kendisini nasıJ yaparsa, gerçekligin ak1ş ve degişim halindeki
öyle oldu~nu söyleyen Sartre'ın tam tezahür ya da görünüşlerinin gerisinde
tersine, insarun, bilinçli iradesinin öte- yatan temel yapılan keşfedebilecegimi­
sinde ya da bireysel kontrolünün dışm­ zi söylerken, yapının unsurlannın sabit
da kalan yapılar tarafından nasıl yapıldı kaldıguu, bu sabit unsurlar arasındaki
ya da olu~turulduysa öyle olduğunu öne degişken ilişkilerin farklı dillere, dü-
sürerler. ömegin, yapısalcılara göre, dili şünce sistemlerine ve toplum türlerine
kullananın insan oldugunu söylemekten yol açtıgını ima eder.
çok, dilin insam kullandıgıru söyleınek II Aynı baglamda, yapısalcılık, bize nor-
gerekir. mal kah, istikrarlı, saglam ya da dogal
Yapısalcılıgın ilk önemli temsilcilerin- göriinenin, gerçekte temeldeki yap1dan
den olan Barthes, işte bu çerçeve içinde, başlayan üretim sürecinin nihai sonucu
yazarın niyetini ya da yapıtın verdigi oldu~nu ortaya koyar. III Yapısalalık
mesajı degil de, anlamın dile getiriliş bi- yine, sagduyunwı bildik birey görüşünü
çimini ve yapıtın oluşturdugu sistemi çok temelli bir dönüşüme ugratır: Yapl-
öne çıkaran bir aniatı analizi ortaya koy- salaJıkta birey sosyal gerçekligin faili
muştur. Barthes'ın popüler medya kül- veya şekillendiricisi olarak degil, fakat
türündeki göstergelere ilişkin önemli ilişkilerin edilgen bir ürünü olarak görü-
anali.ıini, yap1salalıkta, FoucauJt'nw1, Ba- lür. Başka bir deyişle, yapısalcıJ1k anto-
tının akıl ve delilik, dnsellik, hastalık ve lojik bakimdan imtiyazlı olan öznenin
suç kavramlannın gerisinde yatan kabul- yerine ademi merkezileşmiş bir ben an-
leri sorgulayan çalışması; Lacan'ın, ar- layışı geçirir ve bireyleri söylemlerin ve
zunun konuşma ve dildeki bilinçdiŞI söylemler arasındaki ilişkilerini ürünü
yapılarını gözler öne süren araştınnası olarak kavramsallaştınr. ·
ve Levi-Strauss'un kültürel ve tarihsel IV Yapısalcılık, nihayet tarih konsepsi-
ilerlemenin cilalannın gerisindeki za- yonumuzda önemli bir degişime yol
mandışı bir mitolojik mantık olarak iş­ açmış ve bir toplum biçiminden başka
leyen gizli bir 'yaban düşünce'yi açıga bir toplum biçimine götüren evrimsel
çıkaran araştırmalan tamamlamıştır. bir gelişme anlayışından radikal degiş-
916 yapasal fonksiyonaliı:aı

melerin belirledi~i sürekli olmayan bir Buradan da anlaşılaca~ı üzere, yapısal


süre~ olarak tarih konsepsiyonuna ge- fonksiyonalizmde, 1 toplum birbirleriyle
çişle sonuçlanmıştır. ilişki içinde bulunan parçalardan mey-
Yalnızca Fransa'yla sınırlı kalmayıp, dana gelmiş bir sistem olarak düşünü­
daha sonraki yıllarda, edebiyat, dilbilim, lür. 2 Do~allıkla dinamik bir denge duru-
tarih, siyaset ve sosyal bilimler alarunda, mu içinde olan toplumdaki hareketlilik
başka ülkelerde de etki yapan yapısala­ ya da faaliyetlerin tümü genel denge du-
lık, 19701i yıllardan başlayarak, postya- rumuna katkıda bulunur. 3 Öyle ki, ya-
pısalcllık adlı düşünce akımının mu- pısal fonksiyonalizme göre, bu düzenli
halefetiyle karşılaşmıştır. Buna göre, eylem ya da faa]jyetlerden hiç değilse
postyapısalalı~ın en önemli düşünürü bir kısmı toplwnun bekası için vazgeçil-
olan Jacques Derrida, yapısalcılann yü- mez bir durumdadır.
zeydeki anlamların gerisindeki gizli bi- yapma diller [İng. artifıcial languages; Fr.
linçdışı yapılan gözler önüne serme gi- laııgues artificielles]. Form el, forınelleşti­
rişimlerine ve bu arada, yüzeysel olanla rilmiş, sembolik ya da ideal diller; bilim
derinde olan, olayla yapı, dışsal olanla filozofu ya da ınanllkçı tarafından özel
asli ve içsel olan, bilinçliyle bilinçsiz bir amaçla, teorik amaçlarla kurulmuş
olan arasında yapısakılar tarafından ku- olan diller.
nılan karşıtbklara, onlann metafiziksel Yapma bir dilin kuruluş nedeni, bilim
ikiciliğin yeni bir şekli oldu~u gerekçe- filozofu ya da manhkçının söz konusu
siyle, şiddetle karşı çıkmışnr. Yapısala­ özel teorik aınacına ek olarak, tarihsel
lann, bir göstergeler bilimi arayışından ya da do~al dillerin, her ne kadar bildi-
vazgeçen ve yapı yerine yapıbozwnu ön rişmeyi sa~lamak için son derece ince
plAna Çikartan Derrida, bir yandan dilin ve karmaşık kurallar geliştirmiş olsa-
zamansal bir süreç oldugunu, dilin son lar da, söz dizimi kurallarınının ve söz-
derece oynak bir konu olup, onun hiçbir cüklerinin çok anlamlı olmalarından
ö~esinin mutlak ve de~işmez bir biçim-
dolayı, bildirişme işini tam bir güven-
de tanımlanamayaca~ıru, dilde her şey likle yürütme gücünden yoksun olmala-
ya da ö~enin başka herşeyin izini süre- rıdır. Bundan dolayı, mantıkçılar sen-
bilece~ini savunurken, di~er yandan da
taksı ve semanti~i tek anlamlı ve belirli
dilin başka bir şeye indirgenemez aşırı­
olan dil sistemleri kurmaya yönelmiş­
hklannı, çoklu bir anlam oyunu olarak
lerdir. Buna göre, söz konusu yapay dil-
görüp önemsemiştir.
yapasal fonksiyonalizm [İng. stmctural ler ya da dil sistemleri, bildirişmede
kullanılmak amaayla de~il de, daha
fu.nctionalism; Fr. fonctionnalisme structu-
ral]. Toplumsal yapılann, politik sis- çok ideal ya da kuramsal bir dilin nasıl
olınası gerekti~ini göstererek, tarihsel
temlerin analizinde kullanılan genel bir
teorik yaklaşım tarzı. . dilJerin, özellikle de bilim dilinin for-
melleştirilmesine kılavuzluk etmek
Özde toplumsal sistemler diye kavram-
sallaştıran ve toplumsal yapıların özel- amacıyla kurulurlar. Sözlükleri sınırlı,
liklerinin bu sistemlerin bekasına olan sentaks ve sernanlikleri tek anlamlı ve
katkılarıyla aÇiklayan teorik yaklaşım­ belirli, dahası her tür pragmatik ve duy-
ları tanımlayan bir teori olarak yapısal gusal etkiden arınmış olan bu yapma
fonksiyonalizm, bir sosyal sistemin va- dillere formelleşmiş diller de denir.
roluşunu sürdürmek, ayakta kalabil- Yapma diller, işte bu çerçeve içinde, yo-
mek ·için yerine getirmek durumunda rumlarunış formel sistemler olarak ta-
olduğu görevleri veya işlevleri teşhis nımlanır. Fonnet ya da lojistik bir sistem,
etmekten ve daha sonra da hangi kurum yapısı, sistemin vokabüleriyle sentaksım
ya da yapıların bu ihtiyaçlan karşılama­ veren kuraUar tarafından belirlenen sem-
ya yetili göründüğünü araştırmaktan bolik bir sistemdir. Bu formel sistem, aynı
meydana gelir. zamanda yorumlanan, yani belirli seman-
yararcılık 917

tik kurallann vokabüleri oluşturan ögele- Yararcılıga yöneltilen en önemli eleşti­


re yüklenmek durumunda olan anlamlan ri, yararcılıgın temelinde bulunan yarar
belirledigi bir sistem olmak durumunda- ilkesi ya da 'en yüksek sayıda insanın
dır. Dahası, yapma dillere karşılık gelen en yüksek m':Jtlulugu' ilkesinin belirsiz-
fonnel sistemlerin bir de manbgı olmalı­ ligi ve muglaklıgı ile ilgilidir. Bu bag-
dır. laında, ilkenin çoğunluk için en yüksek
yararcılık [Os. mezlıelıi nıenfaat, Jaydacıl1k; yararı saglayabilse bile, azınlık için çok
İng. utilitarianism; Fr. ııtilitarisme; Al. uti- kötü sonuçlar dogurabilecegine işaret
litarismus ]. 1 Genel iktisadr bir ögreti, bir edilmiştir. Hekimler, bu deneyierin ge-
siyaset felsefesi ve toplumteorisi olarak lecekte milyonlarca çocugun yaşamını
iyinin mutluluk ya da hazza ve dolayı­ kurtaracagı konusunda güvence verse-
sıyla da dogruya eşit oldugu görüşü. ler bile, tıp bilimi yüz çocugu kobay
Belli bir nüfus veya tek bir birey söz ko- olarak kullanıp, bu çocuklar üzerinde
nusu oldugunda, acı karşısında hazzı tehlikeli birtakım deneyler gerçekleştir­
ya da genel olarak mutlulugu arthran me hakkına sahip olabilir mi? Yine, en
politika, tercih, karar ya da eylemin iyi yüksek sayıda insanın en yüksek mut-
ve dolayısıyla dogru oldugunu öne lulugunu amaçlama, eleştiriye göre,
süren görüş. ahlakta bir 'maliyet-fayda analizi' ya_k-
2 Kökleri ahlaki iyiyi faydayla özdeş­ laşımıru dogurur ki, bu analiz de bir
leştiren İngiliz filozofu David tHume'a toplumdaki bireylerin toplumsal dege-
kadar geri gitmekle birlikte, esas onseki- rini belirlemeyi içerdigi için, son derece
zinci yüzyılın ikinci yarısından itibaren tehlikeli btr yaklaşımdır.
Jeremy tBentham ve John Stuart tMill Yararcılıgın şu ya da bu ölçüde farkh-
tarafından geliştirilmiş ahlak ögretisi.
lık gösteren türleri şöyle sıralanabilir: 3
Bu baglarnda yararc:ılık. gerçekte İlkçag Ahlaki öznenin, eyleı:nden etkilenen her-
thazcıhgırun, bireye dönük ilginin top-
kes için en yüksek hazzı, faydayı, iyilik
lumsal bir ilgiyle tamamlanmış oldugu, ve refahı saglayacak eylemi gerçekleş­
modem versiyonudur. Buna göre, ya-
tirmek durumunda oldugunu söyleyen
rarcıhk, bir eylemin yarar ilkesine uy-
eylem yararı:ılıgı. 4 Tek tek herkesin ilgili
dugu, yani ilk planda eylemden etkile-
nen herkese, son çözümlemede de en tüm insanlara en yüksek faydayı sagla-
yacak kural ve kurallan temele alarak
yüksek sayıda insanın en yüksek dere-
eylemesi gerekti~ ileri süren kural ya-
cede mutluluguna katkı yaptıgı sürece,
rarcrlıgı. S Ahlaki öznenin, eyleme kal-
ahlaki bakımdan dogru, eylemi gerçek-
kışmazdan önce, salt eylemin yarataca-
leştiren öznenin de iyi oldugunu öne
gı sonuçları hesaplamak yerine, dogru
sürer. Bir eylemin ahlakf degerinin
tavırlar, ahşkanhklar, ilke ve yönelimler
ürettigi haz ya da yarar, oluşumuna
geliştirmesiıı.in, onu ahlaki bakımdan
katkıda bulundugu refah ile ölçülmesi
gerektigini öne süren yararcılık, eyleme dogru eylemeye daha muktedir hale
yol açan niyetten ziyade, ahlaki eyle- getirdigini iddia eden dalaylı yararcı/ık.
min ürettigi sonuçla ilgili bir ögreti ol- Aynı zamanda tavır yararcılıgı olarak
dugu için, aym zamanda sonuççu veya bilinen bu görüş, ilk planda eylemin
teleolojik bir ahlak görüşüdür. Yarar il- sonuçlarım hesaba katmadıgı, eylemin
kesine uyan, hazzın varhgı ve acının sonuçlan ikincil ve dolayh olarak gün-
yokluguyla belirlenen deger standardı­ deme geldigi için, dolaylı yararcılık
nı hayata geçiren bir eylemin ahlaki ba- diye geçer.
kımdan dogru bir eylem oldugunu sa- 6 Bir eylemin ahlaki bakımdan dogru-
vunan yararcıhk, mutluluktan hazzı ve lugunun sadece ve sadece i.\rettigi
acının yoklugunu anlayıp, hazzın biri- hazza, doguşuna engel oldugu acıya
cik iyi, acınınsa tek gerçek kötü oldugu- bagh olduğunu savunan luızcı yararcı/ık.
nu öne sürer. Öncelikle tBentham tarafından benim-
918 yarar illeesi

senen bu tür bir yararcılık, o her kadar bir eyleme yalnız ve yalnızca mutlulu-
ahlaki iyiyi salt hazla özdeşleştinneyip, ~u, yani hazzı arttırıp arttırmamasına
iyinin kapsamı içine mutlulugu, refahı, bakilarak, iyi ya da kötü denilebilecegi-
faydayı, v. b. g., dahil etse de, tüm bu n- ni anlatmak istemiştir. Bentham ilkenin
lan eşanlamh ve son çözümlemede de, kanıtlanamayacagıru, yalnızca herkesin
hazza indirgenebilir terimler olarak gör- gerçekte hazzı arzuladı~ı şeklindeki
dü~ü için, hazcı yararcılık olarak tanun- yadsınamaz ve evrensel empirik gözle-
lanır. Aynı görüş John Stuart +Mill tara- me dayandıgının söylenebilecegini be-
fından da benimsenmiştir. Bununla lirtmiştir. Ona göre, yarar ilkesinin ge-
birlikte, Mill'in hazcı yararcıh~ı, Bent- çerlili~i kanıtlanamasa bile, başka ve
ham 'in yararcıhgından, hazzın niceli- daha yüksek ahlAk teorileri yarar ilkesi-
~inden ziyade, niteligini temele alması ne indirgenebilir ya da onların yarar il-
bakımından farklilık gösterir. kesine tibi oldugu gösterilebilir. Bu ise,
7 Yararalıgı korumakla birlikte, ahlaki dolaylı bir kanıtlamadan başka hiçbir
bakımdan de~erli olan, ahlaki ilginin şey degildir. Bentham bu baglamda, ör-
başat konusu olan tek şeyin hazzı ola- ne~in, yasaya itaat etme yükümlülügü-
bildigince arttırmak oldu~u fikrine şid- · nü açıklayan bir teori olarak toplum
detle karşı çıkan, söz konusu haz amacı sözleşmesi kuramını ele almıştır. Ona
yerine, estetik deneyimi, dostluk ilişki­ göre, yasaya boyun egme, itaat etme yü-
lerini, aşkı, v. b. g. geçiren ideal yararcı­ kümlülügü, toplum sözleşmesi kuramı­
lık. Hazcı olmayan bu tür bir yararcıhk, run kendisinde bile, söz konusu teori
ünlü İngiliz düşünürü G. E. +Moore ta- gerçekte en yüksek sayıda insanın en
rafından savunulmuştur. 8 AhlAki eyle- yüksek mutlulugunun, yasaya boyun
min bizatihi kendisinin asli, ahlAki de- egdigimiz takdirde saglanabilecegini
gerini en yüksek düzeye çıkarmanın, söyledigi için, yarar ilkesine indirgene-
buna karşı bünyesinde banndırdıgı de- bilir.
gersizli~i en aza indirgemenin önemini yaraha evrim [Os. mübdi tekıimül; Ing. cmr
vurgulayan olumlu/ olumsuz yarareılı k. 9 tive evolution; Fr. eoolution creatrice). Evri-
Nihayet, bir eylemin ahlaki dogrulutu- me i.nanmakla birlikte, bu evrimin Dar-
nun ürettigi sonuçlara bagh oldugunu win'in evrim anlayışı gibi, mekanik bir
öne sürmek bakımından yarara olmak- dogal ayıklanma kuramma dayanmayıp,
la birlikte, yararahgını Tanrı'ıun buy- yaraba oldugunu savunan Henri Berg-
ruguna dayanan ahliki ödev kavranuy- son'un evrim anlayışına verilen ad.
la tamamlayan teolojik yararcılık. Darwin'in yeryüzünde ve tarih boyun-
yarar ilkesi [İng. principle of utility; Fr. ca ortaya çıknuş çok çeşitli türleri, basit
principe de l'utilit~]. Yararcıh~ın kurucu- organizmalann, insanla doruk noktası­
su J. tBentham tarafından ifade edilmiş na ulaşan daha karmaşık ve yüksek or-
olan, 'tüm insan varlıklannın hazzı is- ganizmalarla nasıl tamarnlandıguun he-
teyip, acıdan kaçındıklan' ve 'her insan sabını vererneyen keyfi bir adaptasyon
varhgının kendi hazzını aradıgı'. ilke- modeliyl€! açıklamaya kalkıştıgını öne
siyle, kişinin en yüksek sayıda insana, süren tBergson, Danvin'in söz konusu
en yüksek mutlulugu saglayacak şekil­ mekanik modeli yerine, teleolojik bir
de davranması gerektigini dile getiren evrim anlayışı geçirmiş ve bütün bir
ilkeye verilen ad. evrim sürecine yayılmış olan yaraba
Dogada haz ve aa gibi iki temel gücün hamle ya da yaşam atılurunın varligın­
egemenliginden söz eden Bentham 'tüm dan söz etmiştir. Bergson'a göre, yaşam
insanıann hazzı arzuladığı' psikolojik ve evrim en iyi bir biçimde bir yaraba
olgusundan, bizim hazzı aramamız ve hamle yoluyla açıklanabilir. Yaraba
hazzın peşinden gibnemiz gerektigi hamle, tüm canlı varlıklardaki başlıca
yargısına geçmiş ve yarar ilkesiyle de, içsel ögedir. O yaratıcı gelişmesinde bo-
yaratma 919

~.runa yeni hi!' ler, yeni cinsler ı neydana kompleks ve tatminkar bir düzen ya da
getirir. Yaratıcı hamle, buna göre yarat- sentez arayışıyla, varlıga getirme yete-
madan yaratmaya bir sıçramadır. neği.
Bergson, canlılara sürekli olarak sıçra- yaratırncılık [İng. creationisın; Fr. crealio-
malı bir hareket veren bu yaşam atılı­ ııisme). Dini temelleri olan bir ögreti ola-
mının iç güç kaynagının Tanrı oldugu- rak, canlı türlerin, ortak bir ata ya da
nu söyler. Tanrı'nın kendisi evrendeki kökten evrim geçirmiş olmayıp, ayrı
bu yaratıcı gelişmeyle içten bir baglan- köklere sahip oldugunu savunan anla-
h içindedir. Bundan dolayı, Tanrı so;ı yış; türlerin, özellikle de insan türünün
bulmuş bir şey degildir, bitip tüken- varoluşu ve yaşamırun, en yüksek de-
mez bir yaşamdır. O, sonsuz eylem, recede yetkin bir varlıgın, özel yarahcı
durmayan özgürlüktür. Bergson, tüm etkinliginin sonucu oldugunu öne süren
canlı varlıkların birbirleriyle baglantı görüş. Evrimcilige karşıt bir görüş ola-
içinde olduklarını, hepsinin aynı verim- rak, hayvanların ve bi.tkilerin, belirli ve
li atılımın egemenligi altında oldugunu degişmez türler ve cinsler halinde, bir-
söyler. Bergson'a göre, yaşam varolan denbire ve ayn ayrı yaratıldıgını kabul
herşeyin, kendisinin parçaları degil de, eden yaratımcılık, evrenin ve evrendeki
görünümleri oldugu sürekli ve bölün- yaşam biçimlerinin dogaüstü bir güç ta-
memiş bir süreçtir. Herşey, bu yaratıcı rafından varlıga getirilmiş oldugunu
hamle tarafından harekete geçirilir ve öne sürer.
bu yaratıcı hamle temel gerçekliktir. Tanrı'nın bütün evreni ve evrendeki
yaratılış [Os. tekvin; İng. creation; Fr. her tür varlıgı yoktan var ettigini, varo-
crt!ation; Al. schöpfımg, schaffen]. 1 Bir lan herşeyi düzenleyip yönettigini, dün-
şeyin, önceden beri varolan şeylerden yada olup biten herşeyi denetimi albn-
varlıga getirilmesi. Platon'da oldugu da bulundurdugunu savunan metafizik
gibi, evrenin rasyonel, düzenleyici ilk il- ögreti olarak yaratımcılık, buna göre,
kesinin, ezeli -ebedi olan maddeye, yet- herşeyin, yalnızca Tanrı'nın, dogaüstü
kin ilkörneklere bakarak biçim vermesi bir varlıgın karan, planı ve yaratma faa-
dunımu. 2 Tanrı'nın evreni yoklan var liyetinin eseri oldugunu savunurken,
edi şi. evrenin ve evrendeki herşeyin, madde-
Bu baglamda, yaratılmış olan şeye ise nin Tann tarafından yoktan var edildi-
yaradılış adı verilmektedir. Yaradılış, gini, Tanrı'nın insan ruhunu doguş
aynı zamanda bir kimsenin doguştan anında ayn olarak yarattıgını öne sürer.
getirdigi fiziki, ama daha ziyade tinsel yaratma [Ing. create; Fr. creer]. Bir şeyi
özellikler bütününü ifade eder. daha önce varolan bir şeyden varlıga
yaratıcılık [Ing. creativity; Fr. crt!ntiviM]. getirme veya yoktan yoktan var etme.
Kişilerde, bazen de kişilerden meyda- Ya yoktan, ya da önceden beri varolan
na gelen öbeklerde rastlad ıgımız, öz- ögeleri ya da ezelf olan maddeyi özgün
günlügüyle, uygunluk, geçerlilik ve ya- bir biçimde var etme eylemi.
rarlıgıyla seçkinleşen, yeni bir şeyi; Yaratma eylemini, yaratmaya elverişli
şeyleri yeni bir biçinde görme tarzırun, olma durumunu tarumlamak için ise ya-
baglantılar kurup, risk almanın, çelişki ratıcı sıfatı kullanılır. Nitekim, panteist
ve karşıtlıklan aşma ve senteze kavuş­ Alman düşünürü Baruch tSpinoza fe-
lurmanın, tanışık olunmayanda daha nomenlerin, yani çok çeşitli özellik ve
önceden tanışık olunan yol ya da mo- tezahürlerin nedeni olan dot->yı yaraher
deller bulmanın bir sonucu olarak; man- doja olarak tanımlanuşhr. Öte yandan,
hksal düşüncenin dışında metaforik ya çeşitli temel bileşenlerin, bir bütün
da analojik düşünme gücüyle, gelenek- içinde bir araya getirildigi, birbirleriyle
sel ya da sıradan olan karşı çıkışla, ye- uyumlu kılınıp düzenlendigi zaman,
tersiz bir basitligi reddederek, daha sonuçta ortaya çıkan sentez, kendisini
920 yargı

meydana getiren öge ya da bileşenle· lünmesi ve hem de bu işlemin ifade


rin, ayn ve bagımsız olarak degerlendi- edildigi önerm.enin aktüelleşmesini sag-
rildiklerinde sahip oldukJan nitelikle· layan entellektüel faaliyet olarak tanun-
rinden tür bakımından farkh olan özel lamıştır. Yargının bilinçte olan bagııu
nitelik ya da karakteristiklere sahip ol- daha belirgin bir biçimde vurgulayan
dugu takdirde, ona yaratıcı sentez adı tHusserl de, bilincin dikkatini bir varlı­
verilir. ga, nesnel olan bir şeye yönelttigi her
Yine, seçid algı teorisine ka~ıt olarak, seferinde, yargının söz konusu oldugu-
duyu verilerinin algı eylemi tarafından nu öne sürmüştür.
yaratildıklarını ya da oluşturuldukları­ Yargilar, yargırun ortaya kondugu
ru, algılara zihin tarafından neden olun- alan ya da baglamlar ve olgu 1deger ay-
dugunu ve algıların, yalnızca zihin onla- rımı temele alındıgında iki başlık alhn-
ra sahip oldugu sürece, varolduklannı da sınıflanabilirler. Buna göre, I bilim-
dile getiren algı anlayışı yaratıcı algı teo- lerde üretilen, bilimlerin sınırlan içinde
risi diye tanımlamr. Descartes, Leibniz, ortaya konan yargılara bilimsel yargılar
ve Russell gibi düşünürler tarafından sa- adı verilir. Bilimsel yargılar dogal ya da
vunulmuş olan bu algı anlayışına göre, sosyal olgular üzerine olan olgusal yar-
algı eylemi tarahndan yaratılan duyu ve- gılar ve ide ilişkileriyle ilgili olan formel
rileri, yalnızca aktüel algı koşullan altın­ yargılar olarak ikiye ayrılırlar. Bilimsel
da ve sırasında varolabilir. yargllann en önemli özellikleri dogru
yargı [Os. hüküm; İng. judgement; Fr. juge- ya da yanlış olabilmeleri, nesnellik ve
ıııent; Al. urteil]. 1 Zihnin belli bir içerigi evrensellik özelligi sergilemeleridir.
bir şey hakkında olumlama ya da inkAr Söz konusu bilimsel ya da olgusal yar-
etme edimi. Buna göre, bir yargının ge- gıların karşısında, II iyi ve kötü, günah
leneksel olarak bir yüklemi, bir sıfat ya ve sevap, güzel ve çirkin gibi degerlerle
da özelligi bir özne hakkında tasdik ya ilgili olan deger yargıları bulunur. Deger
da inkar ettigi, olumladı~ veya olum- yargılan kendi içinde, dini yargılar, ahlaki
suzladıgı söylenir. Bununla birlikte, gü- yargılar ve estetik begeni yargılım olarak
nümüzde, bu, iki terim ve yüklemleme üçe ayrılırlar. Bunlardan dini yargılar,
bagıntısıyla sınırlanmayıp, bir bagmb- bir dine mensup olan insanıann ortaya
nın belirli terimler arasında olumlanma- koyduktan eylemleri, aktüel olay ve
sıru ya da inkAnru ifade eder. şeyleri dini kavram ve kategorilere göre
2 Bir türncenin ya da önermenin dog- yargılayan hükümlerdir.
ruluk veya yanhşhgını belirleme işle­ Buna karşın, insanların eylemlerini
mi. 3 Bu tür bir entellektüel faaliyetin ahlaki degerler ışı~nda degeriendiren
eseri olan şey. 4 Dogru, iyi ve saglam hükümlere, iyilik ve kötülük degerie-
kararlar verebilme yetisi. riyle ilgili olan yargılara ahlAki yargılar
Yargı farkh filozoflar tarafından aşagı adı verilir. Nihayet, kişideki begeni
yukarı söz kor1:usu ayru anlam içinde ta- duygusunun eseri olan, estetik değere
nımlanmıştır. Ömegin, tAristoteles yar- sahip bir nesne karşısındaki begeniyi
gıyı yüklem konumundaki terim ile ifade eden, güzellik ve çirkinlik gibi de·
özne konumundaki terim arasında ger- gerlerle ilgili yargılar estetik yargılar
çekleşen bir bagıntı olarak tanunlar; diye sıruflamrlar.
olumlama ya da olumsuzlamayı içeren Öte yandan, yargılar alan ölçütüne
bu bagıntı 'kopula'yla saglarur. Desear- göre de~l, fakat kiplik açısından veya
tes'ta ise yargı, gözlemlenen verilerden mantıksal bakımdan sınıflandırıldıkla­
hareketle, bu veriler arasında bagıntıJar rında, bu kez apodeiktik, asertorik ve
kuran bir düşürune işlemidir. problematik yargılar olarak üçe aynlır­
Yargiları sıruflayan tKant'tan sonra lar. Bunlardan apodeiktik yargı zorun-·
Hegel, yargıyı hem kavranun bir ilk bö- lulugu, asertorik yargı olanı, problema-
yargı gücünün eleştirisi 921

tik yargı da olabilirli~! ifade eder. sentetik a posteriari ve sentetik a priori


Yargılar, nihayet epistemolojik açıdan, yargı türleri çıkar. Bunlardan analitik a
duyu-deneyine dayanıp dayanmamala- posteriari yargılar, açıktır ki, olanaksız
nna, deneyden ba~ımsız olup olmaına­ olan yargılardır. Analitik .ı priori yargı­
lanna ve yeni bilgi verip vermemelerine larla sentetik a posteriari yargılar açısın­
göre sınıflanırlar. Bu çerçeve içinde, 1 dan bir güçlük söz konusu olmamakla
yargılar herşeyden önce a priori ve a birlikte, Kant'ın aradı~ı yargı türü, sen-
posteriari yargılar olarak ikiye ayrılırlar. tetik a priori yargılardır. Kant'a göre, bu
Bunlardan a) apriori yargılar, do~ruluk­ tür bir yargı sentetik oldu~u için bize
ları tecrübeden ba~unsız olarak bilinebi- yeni bilgi veren ve a priori oldu~u için
len yargılardır. Buna karşın, b) a posteri- de, aynı zamanda tümel ve zorunlu
ari yargılar, do~ruluklarma yalnızca olan bir yargıdır. Kant'a göre, gelenek-
deneyim yoluyla karar verilebilen yargı­ sel metafizi~in iddiaları bu yargıtara da-
lardır. Öte yandan, a priori yargılara, sa- yanır, ki empiristlerin kabul etmeyi red-
dece tecrübeden ba~ımsız olan kavram- dettiklari yargılar da bunlardır. Kant'ın
ları içerdikleri takdirde, saf a priori felsefesinde kendisi için belirledi~i
yargılar adı verilir. Bununla birlikte, bir program, söz konusu sentetik a priori
yargının a priori olabilmesi için, içerdi~i yargıların mümkün olup olmadı~ını ve
tüm kavramların deneyime dayanmayan mümkünse e~er, ne ölçüde mümkün ol-
kavramlar olması gerekmez. Buna kar- du~unu göstermektir. O, bu araştuma
şın, a posteriari yargılarda geçen kav- programının sonucunda, geleneksel me-
ramlann, duyu-deneyinden türetilen em- tafizi~in imkAnsız oldu~unu, fakat
pirik kavramlar olmaları gerekir. bilim ve matemati~in sentetik a priori
Yargılar arasında epistemolojik açıdan yargılardan oluştu~unu anlar.
ikinci ayının, 2 yargıların, analitik ve yargı gücünün eleştirisi [İng. critique of
sentetik yargılar olarak ikiye bölürunele- judgnıent; Fr. critique du jugement]. Eleş­
rinden meydana gelir. Bunlardan bir tirel bir felsefe geliştiren Alman filozo-
şeyle ilgili olan a) analitik yargılar, kendi- fu Kant'ın, Kritik der Reinen Verrıunft
lerinde yer alan kavramlan analiz et-me [Saf Aklın Eleştirisi] ve Kritik der Prak-
ya da açıklama amacına hizmet etmekle lisehen Venıunft [Pratik Aklın Eleştiri­
birlikte, o şey hakkında yeni bilgi ver- si)'u izleyen ve estetikle ilgili olan üçün-
meyen yargılardır. Analitik yargıların cü eleştirisine verdi~i ad.
yeni bilgi vermemesinin nedeni, özne Bilindi~i üzere, bunlardan birincisi, saf
konumunda bulunan kavramın yükle- ya da teorik düşünen aklı, do~ada
mi, örtük ya da belirtik olarak içermesi- hüküm süren nedensel zorunlulu~u,
dir. Analitik yargıların inkin bir çeliş­ bilgi konusunu ele alır ve aklı fenomen-
kiyle sonuçlanır; bundan dolayı, analitik terin bilgisiyle sınırlar. Buna karşın,
yargılar, tLeibniz~in +zorunlu do~lar ikinci eleştiri eylemle, pratik felsefeyle,
adını verdi~i yargıtara karşılık gelirler. özgürlükle ilgilidir. Bu çerçeve içinde,
Buna karşın, b) sentetik yargılar, bize bir Yargı Gücünün Ele~tirisi, iki alan, yani
şey hakkında yeni bilgi veren yargılar­ zorunlulukla özgürlük, teorik akılla pra-
dır. Bu tür yargılarda, yüklem öznede tik akıl, bilgiyle eylem arasında oluşan
içerilmez, bundan dolayı onların i.nkin yarı~ı kapatınaya yarar. Başka bir de-
bir çelişkiye yol açınaz. yişle, estetik ya da Yargı Gücünün Eleşti­
Yargılan epistemolojik açıdan bu şe­ risi, insan yaşamının görünüşte muka-
kilde sınıflayan Alman filozofu tKant yese edilemez iki boyutunu, empirik ya
daha sonra bu iki ayırımı birleştirmiş da bilimsel bilginin konusu olan fiziki
ve yeni bir yargı türü elde etmiştir. dünyanın determine alanı içinde varo-
Buna göre, ilk ayrurun sonucun'da orta- lan bedensel varoluşumuzu, salt pratik
ya analitik a posteriori,.analitik a priori, aklın evrensel buyruklarına itaat eden
922 yan-nedencilik

özerk bireyler olarak rasyonel varolu- do~a bilimlerinin konu aldıgı sürekli
şumuza baglar. Buna göre, dogal gü- düzenliliklere de bilimsel yasa adı veril-
zellige ilişkin estetik tecrübemiz, bizde mektedir.
doganın anlamına ilişkin bir bilinç do- Bu baglamda, en iyi bilinen ve en çok
gurur; güzellik doga halinden ahlaki kullanılan açıklama türü olarak, aı;ık­
hale, zorunlulu~tan özgürlüge götürür; lanma ihtiyacı duyan nesne ya da olgu-
doganın güzelligini tecrübe ederken, nun bir yasaya uydugunu göstermekten
onun sanki bir amaç için yaratılnuş ol- oluşan açıklama türüne yasayla açıkla­
dugunu düşürunemiz, bize ahiakın es- ma adı verilir. Bu anlayışa göre, örne-
nemez talep ve buyruklarını, maddi do- gin, bir parçası suya batırılmış olan bir
ganın kayıtsızlıgıyla uzlaştınna imkAnı sopa, Snell'in kırılma yasası teınele alı­
verir. narak, bir gezegenin konumu Kepler'in
yan~nedencilik [ing. semi-causalism; Fr. birinci ya da ikinci yasasına göre açıkla~
semi-causalisme]. Nedensellik ilkesinin nabilir.
muUak ve sınırsız bir geçerliligi olmadı­ yasakçılas. Çin felsefesinde ortaya çıkan
gını, onun yalnızca sınırlı bir geçerliligi ve siyaset felsefesi alanında, toplumun
bulundugunu savunan eklektik neden- ·yönetimi için buyurucu ve düzenleyici
sellik anlayışı. İstatistiksel ya da teleolo- yasalann önemine işaret eden akım.
jik açıklamanın sınırsız geçerliligine ina- Bir ülkenin başarıyla yönetilebilmesi
nırken, nedenselligin ömegin attımaltı için Konfüçyus'un ögütledigi gibi,
düzeyde geçerli olmadıgını, fakat yal- halka iyi örnek olmanın, gerisini törele-
nızca makroskopik cisimleriçin geçerlili- re ve gelenekiere bırakmanın yeterli ol-
gi bulundugunu öne süren görüş. madıgıru öne süren Yasakçılar, en ince
yasa [Os. kanun; İng. law; Fr. loi; Al. ge- aynntılara varıncaya dek iyi tasarlan-
setz]. 1 Ş~yleri belirledigi kabul edilen mış buyurucu ve düzenleyici yasalar
ilke; dogal olaylan birbirlerine bagla- ve yasaklar koymanın ve böylelikle her-
yan zorunlu ilişkiyi ortaya koyan genel kesin do~u yolda olabilmesi için ge-
prensip. Dogadaki olaylar arasında rekli çerçeveyi oluşturmarun gereklili-
hüküm süren sürekli ilişki. 2 Bir bütü- gini ortaya koymuşlardar.
nü meydana getiren ögelerin işleyişini yaşam ahiımı [Os. hamlei lulyat; İng. vital
yöneten zorunlu ve sürekli bagınb. force; Fr. ilım vitale] tBergson'un evrim
3 Toplumsal yaşamı ve insan eylemle- anlayışa türünden, mekanisı olmayan
rini düzenleyen normlar, kurallar; belli yaratıcı evrim görüşlerinde, canlı var-
bir otoriteye dayanılarak konan ve bir- lıkların zaman süred içinde, nasıl ve
takım yaptmmlarla desteklenen ilkeler niçin giderek daha karmaşık varlıklara
bütünü. dogru evrim geçirdigini açıklamak için
Bu baglamda, Tanrı tarafından konan kullanılan terim.
ve vahiy yoluyla insanlara bildirilen, in- Buna göre, yaşam atılınu evrime yön
sanların birbirleriyle ve yaratıcılarıyla veren güçtür. Tüm canlı varlıkların bir-
olan ilişkilerini düzenleyen yasaya tan- birleriyle baglantı içinde oldugunu, hep-
rısal yasa denmektedir. Buna karşın, in- sinin aynı verimli yaşam ahlınun ege-
saniradesinin insana tüm insanlar için menligi altında oldugunu söyleyen
geçerli olacak şekilde buyurdugu ev- Bergson'a göre, zihin ve analiz yalruzca
rensel ahlak kurallan bütününe ahlak duragan, statik şeyleri anlayabildigi
yasası, bir toplumda yasama organı ta- için, yaşam atılımını kavrayamaz. Bilgi,
rafından çıkarılan, toplumsal yaşamı ikinci dereceden bir faaliyettir, çok daha
ve insan etkinliklerini düzenlemeyi, de- önemli ve birincil olan yaşamdır. Birin-
netlemeyi amaçlayan baglayıcı kuralla- cil olan yaşamı, yaşam ablunını, anali-
ra hukuki yasa, dogal olaylar arasındaki tik düşünen zihin degil de, yalnızca
sürekli ve düzenli iliş.kilere doğa yasası, sezgi kavrayabilir. Bergson'a göre,
yazar 923

yaşam varolan herşeyin, kendisinin par- rayışın en önemli kaynaklarının öznel


çaları de~l de, tezahürleri oldugu sürek- deneyim ve, insanlıgın birikmiş tecrü-
li ve bölünmemiş bir süreçtir. Herşey, besi olarak, tarih oldugunu söyler.
bu yaratıcı hamle, bu yaşam atılımı ta- yaşam tekerleği. Budizı:r.'de, doguş çar·
rafından harekete geçirilir ve bu yaşaın kını, yaşamın sürekli bir dönüşümden
atıhmı temel gerçekliktir. ibaret oldugu düşüncesini ifade etmek
yaşam felsefesi [Os. felsefri hayat; İng. phi- üzere kullanılan deyim.
losoplıy of life; Fr. philosophie de la vie; Al. Buna göre, tüm yaşamın ve acıların
lebensph ilosophie]. Rasyonalizm, entellek- tek nedeni olan bilgisizlik ve bilgisizli-
tüalizm, nesnel idealizm ya da poziti- gin sonucu olan bagımlılık ve tutsaklık,
vizm türünden yalnızca akla önem yani tutkular ve doyumsuzluk, etki
veren, insaru tüm boyutlarıyla ele alma- tepki süreci içinde yeni bir varoluşun,
yıp, yalruzca onun rasyonel tara.fuu ön yeni bir yaşamın ve yeni acıların tohu-
plana çıkartan, bütünsel bir sistem için- munu eker.
de insanı un u tan felsefelere karşı, do- yazar [İng. author; Fr. auteur; Al. autor].
gallıgı ve tarihselligi içinde somut insan Genel olarak, bir metni yazan ya da ya-
yaşamını teınele alan, insan yaşamının ratan kişi; kitaplar, makaleler ve risale-
amacıru, degerini, anlamını araştıran ler üreten birey. Bilimsel, edebi veya sa-
felsefe türü. natsal bir kitap yazrruş, eser üretmiş
19. yüzyılda, özellikle Hegel'in, büyük olan kimse. Mesaj ve metinlerin kurucu-
sistemine, geniş kapsamlı diyalektik su, yaratıcısı, sahibi olan kişi, ürettigi
sentezine, Aydınlarunanın tek yanlı dü- mesajın anlamı konusunda, nihai olma-
şünürleri tarafından oldugu kadar, sa bile, ayncalıklı söz sahibi olan kimse.
Hegel tarafından da ön plana çıkarblan Modem çagın ürünü, modem bir kişi­
teorik akılcıhga karşı bir bütün olarak lik olan yazar, çogunluk edilgin bir du-
yaşamı ve varoluşu, teorik düşünen rumda bulunan, söyleyeceklerini yerle-
aklın indirgeyici kategorilerine karşı da şik kural ve kalıplara uygun şekillerde
duyguyu, kendiligindenligi, bireysellik aktarmak durumunda olan ve yaptrgı
ve öznel hakikati savunan yaşam felse- işin estetik boyutunu hiç dikkate alma-
fesi, ya Nietzsche'de oldugu gibi, biyo- yan yazıcı ve katipierden farklılık göste·
lojik yaşamı temele alan dogalcı bir ren biri olarak tarumlarur. Başka birinin
yaşam felsefesi ya da Dilthey ve Berg- ya da kesimin sözcüsü olmaktan ziyade,
son'da olduğu, tinsel yaşamı herşeyin söyledigi şeylerde, anlattıgı dünya içeri-
üstünde bir deger olarak gören idealist sinde otorite sahibi olan biricik kişi ola-
yaşam felsefesi olarak ortaya çıkar. rak yazarın otoritesi ve iktidarı, 20.
Yaşamla, çogunluk insanın içsel güçle- yüzyılın son çeyreginde, özellikle post-
rini anlayan, ve bu arada özellikle de, yapısalcılar ve posbnodemistler tarafın­
duygu ve tutkuya, rasyonel anlayışın dan yerle bir edilmiştir.
üzerindeki akildışı güçler olarak işaret Yazara yüklenen okuru egitmek, ona
eden yaşam felsefesi, insan yaşanwun ahlaki degerler aşılamak ve okuyucusu-
en önemli yönlerinin teorik aklın soyut nu aydınlatmak görevinin kurmaca; ya-
kategorileri tarafından hiçbir şekilde ya- zann hakikat ve bilimsel bilgiye ulaşh­
kalanamayacagını öne sürer. Yalruzca, ğı, neyin dogru oldugunu belirleyerek
insan yaşamını daha az indirgeyid bir herşeyi bildigi ve dogrulan bulup seçti-
tarzda anlamarun, felsefeyle yaşamın, gi düşüncesinin de kesinlikle yanlış ol-
mutlulugWl özünün veya iyi bir yaşa­ dugunu öne süren postmodernistler,
mın ne oldugu türünden temel soruları­ yaratıc özne olarak yazarın modem
m yarutlamada bir umut olabilecegini kültür ve sosyal bilimlerdeki otorite ve
savunan bu felsefe anlayışı, insana ve iktidanna, onun en iyi toplum düzenini
insan yaşamına ilişkin saglam bir kav- üretemedigini ileri sürerek karşı dur-
924 yazgı

m uşlardır. Postyapısalcılara göre, yazar yazgıcılık !Os. kadercilik; İng. Jatalisııı; Fr.
sadece bir metni harekete geçiren, ve Jatalisrııe; Al. Jatalisnıus}. ı İnsanıntüm
sonra da geri çekilen kişidir. Yazar bir eylemlerinin ve gerçekte bütün olayia-
eserin özgül yaratıcısı da degildir, nn önceden belirlenmiş oldugunu, do-
çünkü eserler baglamlarından dogarlar. layısıyla olayların seyrini degiştirme
Anlam yazardan degil, fakat onu üreten yönündeki tüm teşebbüslerin nafile ol-
dil sisteminden .kaynakJanır. Rol~nd . dugunu öne süren; tüm olayların de-
tBarthes yazarın ölümünü duyururken, gişmezcesine ayarlandıgını ve önceden
yazarın ürettigi metne dogru bir anlam belirlendigini, insan varlıkları tarafın­
verebilıne güç ve imtiy.azına sahip ol- dan hiçbir şekilde degiştirilemeyecegi­
ınadıgını vurgular ve otoriteyle ayrıca­ ni ve gelecegin insan varhklaruun dene-
lıgı okura geçirir. Michel tFoucault ise timi dışında oldugunu, insanın kendi
biraz daha ileri giderek, okurun kendisi- yazgısını da, evrenin yazgısını da de-
nin insafına bırakıldıgı yazann denetim giştiremeyecegini, tarihin akışının ter-
ve sansürü amaçlarken, yazarhgı yazı­ sine çevirilemeyecegini, herşeyin önce-
lanlan kontrol ebnek veya yasaya den belirlendigi gibi olaca~nı savunan
uygun hale getirmek için birilerine so- anlayış. 2 Yazgıya boyun egme veya in-
rumluluk yüklerneye teşebbüs eden sanın kişisel yazgısıru oldugu gibi
modem burjuvazinin bir tertibi olarak kabul etmesi tavrı.
görür. Tüm olayların, tek ve dogaüstü bir güç
Yazar kategorisini tümden ortadan kal- tarafından degiştirilemezcesine önce-
dırmayı amaçlayan aşın postmodemist-
den belirlendigini ileri süren, olup biten
lerin yanında, biraz daha ılunh olan herşeyin, onlardan ne kadar kaçmma-
postmodemistler de, yazann niyetinin ya, onları ne kadar engellemeye çalışır­
bir metnin anlamuu tümüyle açıkladı~ sak çalışahm, önceden degiştirilemez­
düşüncesini reddederken, yazann yeri-
cesine belirlendigini, bireyin, evrende
ne postmodem yorumcuyu ikame eder- işbaşında olan belirleyici akıldışı güç-
ler. Çünkü yorumcu, yazar ya da yasako- lerin esiri oldugunu ve ne kaderini, ne
yucunun te~ine, hiçbir evrensel hakikat
de tarihi degiştirebilecegini dile getiren
iddiasında bulurunaz. Onun önerecek
ögreti olarak yazgıcılıgın temelinde,
hiçbir reçetesi yoktur; o, kamusal tarbş­
Tann'nın herşeyi önceden bilen ve dü-
maya girmek bakımmdan herkesle eşit
bir konuında bulurunaktadır. Bilgi ve ha- zenleyen mutlak bilgisi ve sınırsız kud-
kikat, yazara baglı, salt onun için geçerli reti bulunur.
Yazgıcılık determinizmden farklılık
olmayıp, sadece içinde formüle edildik-
leri grup ya da cemaatin üyeleri için ge- gösterir, çünkü yazgıcılıkta zorunlullik
aşkın bir zorunluluktur. Buna göre, yaz-
çerlidir.
gıcılık. olayların, onlara aşkın olup, ken-
yazgı [Os. kader, nıukadderat; İng. Jate Fr.
destin; Al. gesclıick]. ı Herşeyi belirle- disini olaylarda ifade eden bir güçten
yen, kontrol eden kaçınılmaz zorunlu- dolayı zorunlu ve degiştirilemez oldu-
luk. 2 İnsan zihninin rasyonel bir zo- gunu düşünmektir. Buna karşın, neden-
runluluk ya da amaçlı bir iradi eylem sellik ilkesinden, yani aym nedenlerin
fikri oluşturamaması durumunda, tüm aynı sonuçları doStJrdugu ilkesinden
insanların kendisine tabi oldukları, ki- başka bir şey olmayan detenninizmde
şisel olmayan ya da kişileştirilebilen, ise, zorunluluk içkindir; şeylerin dogası­
fakat kesinlikle tahkik edilemeyen, an- run bir parçası olarak ortaya çıkar. Yazgı­
laşılamayan akıldışı güç. cıhk yine, detenninizmden hiçbir şeyin
3 Şeylerde ortaya çıkan ve onları oldu- koşulsuz ve tümüyle düzensiz bir bi-
SU gibi olmaya zorlayan zorunluluk. 4 çimde ortaya çık.madıgı, herşeyin yasa-
Kişinin hiçbir şekilde denetlenemeyen lara uygun olarak ortaya çıktıgı ilkesini
güçler tarafından biçimlenen talihi. ihlal etmek bakımından farklılık göste-
yeni-i<antçıhk 925

riı•. Yazgıcılıgı,
bu şekliyle savunan, Rus düştügünü öne süren ve bunalımdan
ruleti oynayan, hasta oldugunda iUiç al- çıkma görevini, egitimeveren görüş.
mayan, tehlikeli bir durumla karşılaştı­ 20. yüzyıl uygarlıgının kendi kendisini
gı zaman kendini koruma gayreti göster- yok etme tehlikesiyle karşı karşıya bu-
meyen insan sayısı gerçekte azdır. lundugunu, sahip oldugu muazzam
Dogada ve insan yaşamındaki olaylar· gücün insanlıgın gelecegini ciddi bir bi-
da, insan tarafından anlaşılamayacak ve çimde tehdit euigini, siyasi eylemle aşı­
degiştirilemeyecek amansız, kör, kaçuııl­ lamayacak denli büyük olan bu bunalı­
ınaz ve akıldışı bir zorunlulugun varol- mın, ancak ve ancak egitim yoluyla
dugu inancıyla belirlenen yazgıolık dü- giderilebilecegini savunan bu egitim an-
şüncesi, tektannlı dinlerin kaçınılmaz layışına göre, egitimin amacı ve araçla-
zorunlulugu, insanın en yüksek umutla- rı, mevcut kültürel bunalımın taleplerini
rının gerçekleşmesini dileyen Tann'nın karşılayacak ve davranışbilimlerinin
iradesine baglaınasıyla yumuşamış ve buluşlarına uygun olacak şekilde, yeni-
duygusal olarak kabul edilebilir hale gel- den düzenlenmelidir.
miştir. Öte yandan, zorunlulugu, neden yeni-dirimselcilik [Os. ltayatiyye cedide;
ve sonucun, nedensel zincir içinde insa- İng. neo-vitalism; Fr. neo-vitalisme]. Di-
nın arzu ve kararlarını da içeren düzenli rimselciligin 20. yüzyılda ortaya çıkan
dizilişleri olarak yorumlayan determi- şekline; organların kendini onannası,
nist bilim felsefeleri de, yazgının akıldışı çevreye uyarlaması, birbiriyle işbirligi
boyurunun ortadan kalkmasına katkıda içinde olması türünden olayların zihin-
buluıunuşlardır. lerde hayret uyandırmasının bir sonu-
yazıbilim [İng. graınıııatology; Fr. granınıa­ cu olarak, klasik hayati gücün yerine
tologie]. Ünlü çagdaş düşünür Jacques enteleşi, holizm, organcılık, yaşam atı­
Dernda'nın De la Grammatologie [Yazı­ larnı gibi ilke ve düşüncelerin geçiril-
bilime Dair] adlı eserinde geliştirdigi mesiyle belirlenen dirimselcilik türü.
araştırma türü. Buna göre, dirimselciligin çagdaş şekli,
tPsikanaliz türü bir araştannaya teka- organik dünyada ortaya çıkan fenomen-
bül eden yazıbilim, yazı teorisinin epis- lerin akışını, cansız dogada geçerli olan
temolojik bakımdan temelienanesine yasalardan kesinlikle farklı olan yasalara
imkan saglar. Başka bir deyişle, yazıbi­ göre yöneten dominantlar, enteleşiler,
lim sayesinde yazı teorisi kendi temel psikoidler gibi faktörlerin katkısını te-
kavramlarını başka disiplinlerden, özel- mele alır; bununla birlikte, dirimselcili-
likle de geleneksel metafizikten ödünç g-in söz konusu çagdaş versiyonunun
alınaktan kurtulur. Bir yazıdan ötekine, temsilcileri, dominantların, enteleşilerin,
genel olarak yazıdan daha dar anlamda psikoidlerin bilinçli olarak belirli amaçla-
yazıya, çizgiden yazıma geçişi aydınlı­ ra yönelmiş güç ya da varlıklar olarak
ga kavuşturan yazıbilim, önce insanın tarwnlanmasına karşı çıkarlar.
adı sorusunu ele aldıgı için, Dernda'ya yeni-Kantçılık [İng. tenkidiyyei cedide;
göre, insan bilimlerinden ayn bir bilim- İng. Neo-l<antisnı; Fr. Nio-Kantisnıe; Al.
dir, hatta onların temelinde yer alır. Neukantianisnıus]. Almanya'da, 19. yüz-
yeniden inşacıhk [İng. reconstructionism; yılın ortalannda güç kazanan bilimci
Fr. reconstructioııisıııe]. Sosyoloji ve egi- ve maddeci dünya görüşlerine bir tepki
tim felsefesinde, egitimi, çagın bunalım­ olarak gelişen ve 1860'lardan başlaya­
larını gidermek üzere, toplumu yeniden rak insan ve toplum bilimlerinde kaha·
düzenleme programı veya girişimi ola- ve sürekli bir etki yapan entellektüel ve
rak gören anlayış; yirminci yüzyılda, bi- kültürel Kant'a dönüş hareketi
limsel ve teknolojik degişmelerin bir so- Felsefe tarihçisi Kuno Fischer'in yaph~
nucu olarak, Batının bir bunalun çagına 'Kant'a dönme' çagnsıru olumlu karşı­
girdigini, temel degerierinin tehlikeye layan L.ange, tRkkert, Windelband'ın ve
926 yeni kozmoloj i

tDHthey gibi diişünürler!n faaliyet ve bilimleri karşısında, özerkliğini saglama


atılıınlanyla belirlenen bir hareket ola· çabası içinde kalmamış, fakat Kant'ın
rak Yeni-KantçıJık, nispeten geniş kül- doga bilimlerine felsefi bir temel sagla-
türel ve politik anlamıyla, Emst Haec- ma ya da bu bilimleri felsefi olarak te-
kel'in öncülügünü yaptıgı Alman mellendirme çabasırun bir benzerini, in-
sosyal Darwinist hareketin ırkçılıgına sarun tarihsel ve kültürel davraruş ya da
karşı liberal-hümanist bir tepkiyi oldu- dışavurumlanna ilişkin nesnel bilginin
gu kadar, ihtilalci sosyalizmle irtibat- kavramsal ve yöntemsel koşullarına
Jandırılan ınaddecilige karşı muhafa- dair bir analiz yoluyla sosyal bilimlerde
zakarca bir düşmanlıgı ihtiva eder. hayata geçirme ugraşı içinde olmuşlar­
Biraz daha dar bir çerçeve içinde deger- dır.
lendirildiginde, Yeni-Kantçılık doga bi- En ünlü ve bilineni tMarburg Okulu
limlerinin yöntemlerinin insan ve top- olan altı Yeni-Kantçı Okuldan söz
lum bilimleri alanındaki yayılırnma bir etmek mümkündür: 1 Hermann Cohen,
set çekme girişimi olarak degerlendiri- Paul Natorp ve Ernst Cassirer'nin tem-
Jebilir. Zaten Kant'a dönüş bu teşebbüs silciligini yaptıgı Marburg Okulu. 2
ya da projenin altyapısını ve hatta araç- Hermann von Helmholtz ve Friedrich
Iarını sagladıgı içindir ki, bu entellektü- Albert Lange'in temsil ettigi Fizyolojik
el harekete Yeni-Kantçılık adı verilmiş­ Okul. 3 Alois Riehl'in temsil ettigi Me-
tir. Herşeyden önce, .K ant'ın felsefesinin tafiziksel Yeni-Kantçılık. 4 Leonard
özündeki, ahlaklıhk, özgürlük, estetik Nelson ve Jacob Friedrich Fries'in tem-
ve benin birligi için vazgeçilmez olan, silciligini yaptıgı Göttingen Okulu. S
algılanabilir ve dolayısıyla bilinebilir Heiruich Rickert ve Wilhelm Windel-
bir fenomenler alanıyla bir kendinde band'm yer aldıgı Heidelberg Okulu ve
şeyler dünyası arasındaki ikicilik, 6 Georg Simmel tarafından temsil edi-
Yeni-Kantçılara doga bilimleriyle insan, len Sosyolojik Yeni-Kantçılık.
kültür ya da tarih bilimleri arasındaki yeni kozmoloji [İng. new cosmolDglJ; Fr.
kökten aynm ya da ayrıhgı temellendir- nouveau cosmologie). Kopemik, Galile ve
me imkanı vermiştir. Newton'un geliştirmiş oldugu modem
Nitekim bu radikal aynm, YeniKantçı­ bilimin ortaya koydugu veya içerdigi
larda zaman zaman iki ayrı bilim türü- evren görüşü.
nün temelden farkhlaşan konuları, Yunan ve Hristiyan kozmolojisinin ye-
bazen de iki ayn alandaki farklı ilgileri- rini alan yeni kozmolojinin doguşwıda
mizin ayıncı niteligi bakımından yapıl­ ilk büyük ve önemli adımı Polonyah
mıştır. Buna göre, biz doga bilimlerin- astronom Kopernik atmıştır. Başka bir
de, insan tecrübesinin nesnelerini, tümel deyişle, güneşin dünya etrafuıda dön-
yasalann anlan ya da özellerneleri ol- dügünü söyleyen jeosantrik sistem yeri-
duklan sürece konu almaktayız. Oysa ne, dünyanın güneşin çevresinde dön-
ikincisinde, yani kültür alanında bizi il- dügünü gösteren helyosantrik sistemi
gilendiren şey, degerlerle ilişkili olduk- içeren Kopemik astronomisi, yalnızca
lan sürece, tikel anlamlı ifadelerdir. Do- dünyayı evrenin merkezi olmaktan ça-
layısıyla, kültür bilimlerinin anlam kardıga için degil, fakat evrenin bir mer-
kompleksleri olarak nesneleri, doga bi- kezi olmadıgı düşüncesini gündeme
limlerine özgü duyumsal algıya indirge- getirdigi için önem taşır. Kopernik, işte
nebilir olmayan bir anlama etkinligini bu baglarnda teorisiyle, Yunan ve Hris-
zorunlu kdar. tiyan kozmolojisinin belli bir bölümünü
Yeni-Kantçılarda ikinci olarak Kant'an degil, onun Aristoteies'ten çıkan tüm te-
felsefi yöntemi büyük bir önem kazan- mellerini yıkmaşbr. Bilindigi üzere, eski
mıştır. Bu baglamda, Yeni-Kantçılar sa- koz.molojide evren, kendisini meydana
dece insan ve kültür bilimlerinin, doga getiren ögeler arasandaki niteliksel fark-
yeni liberalizm 92.7

lılıkiara karşın,içinde herşeyin, tek tek öne sürdügü bilgiden vazgeçerek inanca
her varlıgın belli bir yerinin ve işlevinin yönelmiştir. Söz konusu yerj kuşkuculu­
bulundugu tek bir canlı organizma şek­ gun ortaya çıkış ve gelişmesinde, Röne-
linde tasarlanmıştı. sans'ta insanm evrenle ilgili görüşlerinin
Oysa Kopernik, Galile ve Newton tara- degişmesinin, bilinen dünyarun sınırlan­
fından kurulan modern bilimin öngör- nın genişlemesinin, yeni keşif ve katla-
dügü kozmolojinin en büyük yeniligi, rın büyük etkisi olmuştur.
onun dogayı, insan varlıgıyla Tanrı'nın Yeni-kuşkucu filozoflardan Mirandel-
dışmda olan bir varlık alanı olarak sun- lo ve von Nettesheim, Sekstus Empri-
muş olmasıdır. Buna göre, doga, canlı kus'tan derledikleri ktışkucu argüman-
ve akJIIı insan varlıgına ilgisiz ve ya- ları skolastiklere, Rönesans döneminin
bancı olan ve dolayısıyla, akJIIı insan yeni bilim adamlarına ve simyacılara
varlıgı tarafından gözlemlenip analiz karşı kullanmışlar ve insanın rasyonel
edilmek suretiyle, denetim altına alına­ alandaki baş an ve kazanımiarına d u-
cak olan cansız madde alanını meydana yulan güveni ortadan kaldırarak, insan-
getirmektey di. lan dine ve inanca yöneltıneye çalış­
Dünya evrenin merkezinde degilse, ve mışlardır. Hervet de, yine aynı kuşku­
evrenin bir merkezi bulunmuyorsa cu argümanlardan yararlanarak, Kalvi-
eger, bu takdirde, evren, her yerde var nistlere, reformisliere saldırmış ve in-
olmak bakımından bir ve ayru olurken, sanın tüm bilgi iddialarının boş ve
salt zaman ve mekan içindeki yayılı­ geçersiz oldugunu öne sürerek, tek ke-
mıyla farklılaşan maddenin varlık sinligin Tann'run vahyinde oldugunu
alanı olarak anlaşılmalıdır. Bu ise, ev- belirtmiştir.
rene ilişkin bilginin, ölçüme, zaman ve Francisco Sanches ise, bilginin, bir yan-
mekan kavramlarının imkan tanıdıgı dan insanın, diger yandan da bilginin
niceliksel ölçütlere baglı oldugu anla- nesnelerinin dogasından dolayı, kesin-
mına gelir. Buna göre, dogal bir feno- likle imkansız oldugunu iddia etmiştir.
meni anlamak, artık daha fazla onun Başka bir deyişle, bilginin konusu olan
ereksel nedenini, onun evrendeki, ken- nesnelerin birbirleriyle olan karşılıklı
disine Tanrı tarafından verilmiş olan, ilişkilerinin sonsuz sayıda olmasından,
amacını ya da işlevini kavramayı ge- bu nesnelerin sürekli olarak degişme­
rektirmez. Tam tersine, dogal bir feno- sinden ve nihayet insarun duyularının
meni anlamak, yeni kozmolojinin bir sırurlılıgından ve degişkenliginden do-
sonucu olarak, onun fail nedenini, yani layı, Sanches'e göre, insanın bilgisi, ger-
fiziki evrende onun doguşuna yol açan çek tözlerin bilgisi olamayıp, görünüş­
koşulları ve faktörleri bilmeyi gerekti- lerin bilgisiyle sınırlanmıştır. Sanches
rir. Şu halde, yeni kozmolojide evren ya buradan, gerçek dogrulara yalnızca
da doga, büyük ve cansız bir makine inanç yoluyla ulaşılabilecegi sonucuna
olup, hem insan varlıklannın ve hem varmıştır. Montaigne de aynı şekilde,
de Tanrı'nın dışında kalır. Bundan do- insan varlıklannın gerçekligi anlaya-
layı, doga, Tanrı'nın amaçlarına dair mayacaklannı ve bilemeyeceklerini sa-
bir bilgi aracılıgıyla degil de, ancak ve vunmuş, gerçek bilgiye yalnızca vahiy
ancak kendi terimleriyle anlaşılabilir. ve inanç yoluyla ulaşılabilecegini sa-
yeni-kuşkuculuk [İng. new scepticism; Fr. vunmuştur.
nl~cepticisme; Al neuskeptidsmus]. Onal- yeni-liberalizm (İng. n~liberalism; Fr. nro-
tıncı yüzyılda, önce Pico dela Mirandel- liblralisme; Al neu-liberalismus]. Klasik li-
la, Agrippo von Nettesheim, daha sonra beralizmden farklı olarak yirminci yüz-
da Hervet, Sanches ve tMontaigne tara- yılda geliştirilen, özellilde de İngiliz ikti-
fından savunulmuş olan kuşkuculuk satçısı John Maynard Keynes tarafından
Yeni-kuşkuculuk olanaksız oldugunu temsil edilen liberalizm türü.
928 yeni-Marksizm

Yeni-liberalizm, onsekizinci yüzyıllibe­ yeni-Marksizm [İng. P'!~ Marxisnı; Fr.


ralizminin temel koşul ya da kabulleri nW.Marxisıne; Al. NeuMarxismus]. Yir-
olan refah ve gelir da~ılımmın, rekabet· minci yüzyıhn ikinci yansında ortaya
ten do~an iktisadi ahenk varsayımına çı.kıın ve geleneksel +Marksizmin, özel-
ba~h olarak hakkaniyet içinde olaca~ı, likle bilim karşısında dogmatik bir tavır
ve liberal ilkelere göre şekillenen ikti- aldı~• için yanıhnış oldu~unu öne
sadi yapının şiddetli bunalım ve çöküş­ süren; Marks ve Engels'in düşüncelerin­
lerden ba~ışık olaca~ı kabullerinin ger- den yola çıkmakta birlikte, bu fikirleri
çekleşmemesinin bir sonucu olarak tpsikanaliz veya Weber sosyolojisi ya
ortaya çakmıştır. Bu ba~lamda yeni- da anarşizm gibi unsurlarm da yer aldı­
liberalizm, eski tliberalizmin başta dev- ~· daha geniş bir çerçeve içine oturtan
letin iktisadi alanla ilişkisi ve görevleri fikir hareketi, sosyolojik analiz veya top-
konusundaki görüşlerinde yapalan de- lum teorisi, Marksizm anlayışı.
~işikli~e ba~b olan versiyonudur. Marksizmin özünü, özgürleştirici bir
Gerçekten de, tLocke'tan itibaren libe· felsefe ve pratik anlayışını korumakla
ralizm, devletin birey ya da halkan bir birlikte, onu tdeterrninizmden, insan
araca oldu~unu öne sürer. Bununla bir- töznelli~ini göz ardı eden tnesnelcilik,
likte, klasik liberalizmin yeni libera- tbilimcilik ve ttarihsicilikten kurtarma-
lizmden ayrıldı~• nokta, onun devletin ya çalışmıştır. Klasik Marksizmin kötü
hakimiyeti kaldırıldı~• zaman, iktidar ideoloji, iyi bilim aymmına dört elle sa-
probleminin bütünüyle çözülmüş olaca- nldı~ım, oysa bunun bilimi efsaneleşti­
~ inancadar. Klasik liberaUzme göre, rip mutlaklaştırdı~ını öne süren Yeni
devlet yok olup gidecek ve onun yerini, Marksizm, ekonomizm ve bilimle ilgili
yönetilenin ve yönetenin olmadı~ı, eşit ütopyacılıktan vazgeçmiş, bilimi di~er
yurttaşiann bir birli~i olarak toplum
inanç sistemleriyle aynı düzeye getir-
alacaktır. Oysa, yeni-liberalizm ya da
ıneye çalışmıştır.
yirminci yüzyıl liberalizmi, iktisadr ya- Bilimcilik ve tarihsicilikten oldu~u
pman, Upkı geçmişte siyasi iktidann kadar, tarihsel determinizm, evrimcilik
yaptı~• gibi, halkın yaşamma ve özgür-
ve ekonomizmden de uzak duran Yeni
lü~üne tecavüz edebilece~ini kabul
Marksizmin kaynakları arasında, teme-
eder. İşte bu kabulün bir sonuru olarak,
li ya da özü itibariyle klisik Marksizm,
eski liberalizmin tarihsel bir düşman
ve bu arada, Yeni Hegelcilik, fenomeno-
olarak gördü~ü devlet, ekonomik ve
mali iktidarm medet umdu&ı bir kuru· loji, süreç felsefesi, manbkçı empirizm,
Spinozacı anlamda akılcılık, psikanaliz
luş, gerekli toplumsal düzenlemenin
faili diye görür. Başka bir deyişle, yeni- ve yapısalcılık; buna karşan katkı yap-
tı~ı alanlar arasında ise, proletaryanın
liberalizm herşeyden önce, her insan te-
kine gıda, yiyecek, konut, v. b. g.,yi kap- suuf bilinci, bürokrasi, ulusçuluk, kent
sayacak şekilde, asgari bir maddf ka- ve siyaset sosyolojisi, üstyapı, kültür
zanç sa~lanması gerekti~ine inanır. O, endüstrisi, yabancılaşma, şeyleşme ve
ikinci olarak, yeterli bir yaşam standar- özgürlük gibi konular sayılabilir.
tının varolan maddi kaynaklar ve bilim- yeni Mohizm. Çin'de, Mohizmin kurucu-
sel bilgi yoluyla temin edilebilece~ini su Mao Tse'nin görüşlerini, Yanaltmacı­
düşünür. Yeni-liberalizm, nihayet, dev- ların şiddetli saldırılarından, mantık
letin özel teşebbüsün başarısızlı~a u~­ oyunlanndan korumak ve mohist ö~re­
radı~a her yerde harekete geçme hakkı­ tiyi sa~lam bir mantık temelinin üzeri-
na, daha do~ru bir deyişle görevine ne oturtmak için ortaya çıkan görüş.
sahip oldu~una inanır. Buna göre, dev- Mohist ö~retiyi savunurken, mantık
letin teknik olarak toplumsal olan birta- ve bilgi teorisi alanında ilerleyen, hep
kım hizmetlerde bulunması gerekmek- aynı yerde saymayarak, mantık ve bil-
tedir. ginin uygulamaya ve iyi davramşa ya-
yeni-Piatiınculuk 929

raması gerekligini ve yalnızca bir araç geçmiş ya da gelecekten söz edilemeye-


oldugunu, aınaç olmadıgını gösterme- cegini söyleyebilecegimizi söyleyen Plo-
ye çalışan Yeni Mohistler, insanın araş­ tinos, içinde yaşadıgııruz dünyadaki
tırarak, deneyerek, ögrenerek edindigi şeylerin, nesnelerin varoluşunu açıkla­
tüm 'bilgileri', içinde bulundugu or- mak amacıyla bir türü m ögretisi geliştir­
tamda daha iyi yaşayabilmek için edin- miştir.
digini ve bilginin dogru davranmaya Plotinos'a göre, şeyler Tann'dan, ışık
yaradıgını belirtmişlerdir. kaynagı olan güneşten nasıl çıkıp yayılı­
yeni-Pythagorasçılık [ İng. new Pythagore- yor-sa, öyle çıkıp yayılır, sudur eder.
anisııı; Fr. ntio-pytlıago isnı]. M. O. 1. yüz- Tann var olan herşeyin kaynağıdır. Bu-
yılda, İskenderiye'de Romalı Nigidius nunla birlikte, nasıl ki ışık ışınlan güne-
Figulus tarafından kurulmuş olan dü- şe eşitlenemezse, aynı şekilde var olan
şünce okulu. Pythagorasçı, Platoncu, şeyler de Tann'ya eşitlenemez, Tanrı'yla
Peripatetik ve Stoacı düşünce ve gö- bir ve a yru olan şeyler olarak görülemez.
rüşlerin bir sentezinden oluşan Yeni Tann bu türüm süred boyunca degişme­
Pythagorasçılık, gizemciligi, sayı sem- den, azalmadan ve hareket etmeden
bolizıni ve astrolojisiyle ün kazanmış­ kalır. Plotinos, burada, özgür yaratma
tır. eylemine oldugu kadar, panteist bir an-
Felsefenin bir yaşam tarzı oldugu layışa da karşı çıkmaktadır. Tanrı'nın
inancıyla birlikte, bilge insanın, bilgi, varolan şeyleri hi~ten özgür bir şekilde
tinsel annma ve çeşitli törenler aracılı­ yaratmasına, bunun Tann'da bir değiş­
gıyla, Tann'ya ulaşmanın yollarını ara- meye yol açacagı, Taruı'nın sükfınetini
yan kişi oldugu görüşü; kavramsal ka- ve kendi kendi yetme halini bozacagı ge-
rakterinden dolayı, duyu dünyasının rekçesiyle karşı çıkan Plotinos, Tanrı'run
üstünde olan, cisimsel olmayan bir kendisini bölerek, bireysel yaratıklara ak-
dünyanın sayılarla temellendirilip yo- tarmasını da kabul etmez. Türüm meca-
ruınlanması, Stoacıların maddeciligine zıyla aniatılmak istenen, deist bir görüş­
karşı bir tepki olarak, dünyanın ve za- le panteist bir görüş arasında tutulan
marun ezeli-ebedi oldugu fikri ve ayrı­ orta yoldur.
ca çileci bir ahlak anlayışı, Pythagoras- Plotinos ruhun kurtuluşu ögretisinde,
çı seçmeci ögreti belirleyen en önemli insan ruhunun Tanrı'yla birleşmeye
görüşlerdir. yükselişinin güç ve zalunetli bir iş ol-
yeni-Platonculuk [Os. Eflatuniyyei cedide; dugunu söyler. Ruh için kurtuluş, bede-
İng. neo-Platonism; Fr. neo-Platonisnıe; nin, maddenin kirinden kurtularak saf-
Al. neuP/atonisnıus]. M. S. 3. yüzyıldaki laşması, kendisinin ve tüm varlıkların
Platoncu düşünce hareketi. lamblikhos yüce ve ilk kaynagına yükselmesi ve
ve Proklos gibi düşünürler, ama özellik- Tann'yla birleşmesidir. Bu yükseliş ki-
le de Plotinos tarafından temsil edilen şinin ahlaki ve entellektüel erdemler ge-
Yeni-Platonculukta genel amaç, nihai ve liştirmesini gerektirir. Burada önemli
en yüksek gerçeklige ilişkin kişisel bir olan, duyusal dünyadaki şeylerin ve
kavrayışa erişmektir. !!ıi alanında salt bedenin, ruhun daha yüksek amaçları­
ı .. afizi.l< ;:;ı:-ırariD'ü-" 1 .-·--· nı gerçekleştirmesine engel olmasını
..!!:CI.~Jı, ..!!)eL- . ve.manLI.<)ocQA!l ·-···· "-'!!::.
toncu hareket, filozofun Tiınaeos ve Par- önlemektir. Plotinos'a göre, ruhun felse-
nienides 'ğibi 'diyaioglariiıa-·Özclblr. ö~em fedeki entellektüel faaliyete yükselebil-
atfeder:- -· - ------ --- mesi için, önce dünyadan ve onun
Nihai ve en yüksek gerçeklik olan Tanrı maddi degerierinden vazgeçilir. Kişi,
hakkında, yalnızca O'nun bir, bölüne- öncelikle kendisini saglam ve dogru
m ez, degişmez, ezeli-ebedi oldugunu, düşünme bakımından disipline etmeli-
varlıgın ötesinde bulundugunu, kendi dir. Bu tür bir düşünme, kişiyi birey-
kendisiyle hep ayru kaldıgını, O'nun için selliginin üstüne yükseltir ve varlıklara
930 yeni-Platoncu Okullar

ilişkin bilgi yoluyla, insanın kendisini, Atina Okuluyla, 4 Hypatia'nın araştır­


dünya düzeninin kavramasını ve her- malanyla seçkinleşen İskenderiye Oku-
şeyin Tanrı'nın eseri oldugunu görme- ludur.
sini saglar. Bilgi merdiveninde yukarıya yeni-pozilivizm [İng. nea-pa;itivisnı; Fr. nio-
dogru adılan tüm adımlar kişiyi sonun- positivisnı~ Al. neupositiuismus ]. Hume,
da, ınistik bir vecd hali içinde, Tanrı'yla Comte, Mill ve Mach'ın görüşlerinden
birleşmeye götürür. Kişi, ancak bu nok- yola çıkan ve aynı zamanda Viyana
tada Tanrı'dan ayniışı unutur. Bu mis- Çevresi ya da mannkçı pozitivizm ola-
tik vecd hali ise, dogru düşünme ve rak da bilinen felsefe akımı.
dogru davranışın sonucu olan gerçek Analitik önermelerde dile getirilmeyen
bir kurtuluş halidir. her tür bilginin deneyime dayanmak
Plotinos'un felsefesinde, Orpheos'tan, durumunda oldugunu, aksi takdirde an-
Phytagoras'tan ve nihayet Platon'dan lamsız olacagını, gerçeklige ilişkin bi-
gelen 'öte dünyacı' egilim, söz konusu limsel bilginin doga bilimleri tarafından
entellektüel yükseliş ya da Bir olanla tüketildigini öne süren yeni-pozitivizm,
birleşme sürecinde en tam ve en siste- metafizik ve norınatif ahl§kın felsefenin
matik ifadesini bulur. Onunla birlikte, tam bir başarısızhga ugradıgı alanlar
felsefe yalnızca mantık, kozmoloji, psi- oldugunu, ve felsefenin yalnızca bilim
koloji, metafizik ve ahlakı degil, fakat teorisi olabilecegini dile getirir.
din teorisi ve gizemciligi de içerir. Daha Yeni-pozitivizm sosyal bilimler felsefe-
dogrusu, Plotinos'ta en yüksek bilgi sinde ise, niceleme, davranışçıhk ve po-
türü Tanrı'ya ilişkin mistik bilgi oldugu
zitivist epistemolojiyi insan ve toplwn
ve gizemcilik anlayışını geçmişten bilimlerine taşıma tavrını ifade eder.
gelen spekülasyonlara oldugu kadar,
Psikolojinin davraıuşçılık sayesinde de-
kendi kişisel tecrübelerine de dayandı­
neysel ve nesnel bir bilim h§line geldigi-
ran filozof, mistik tecrübeyi filozofun en
yüksek amaa olarak gördügü için, Plo- ni savunan yeni-pozitivizm, sosyoloji-
tinos'ta felsefe, felsefe olmaktan çıkarak, nin yöntemi itibariyle istatistiksel bir
bir tür din h§line gelir. bilim oldugunu, dolayısıyla doga bilim-
yeni-Platoncu Okullar [İng. nro-Plafonic lerini örnek alıp, insan varlıklannın top-
Schools; Fr. lcoles nio-platoniques]. M.S. 3. lumsal durumlar içindeki davraruşıru,
yüzyllda tPlotinos tarafından kurulmuş toplum bilimlerinin flojistonu olarak gö-
olan Yeni-Piatoncu ögretiyi, en azından rülen duygulan, amaçlan, motifleri, de-
ana hatları itibariyle benimseyip, bu ög- gerleri ve ir§deyi hiç dikkate almadan
retinin Ortaçag İsl§m ve Hristiyan dü- gözlemesi gerektigini öne sürer.
şüncesine geçmesine aracılık ebniş olan yeni-realizm [Os. hakikiyyei cedide; İng.
Okullar. Bu Okullardan birincisi, 1 Ploti- new realism; Fr. neo rtalisme; Al. neu realis-
nos'un kendi okuludur. Bu OkuJun tem- mus}. Bilgide, insanla insanın dışındaki
silciligini, Plotinos'un ölümünden sonra, nesne arasında kurulan temasın algı yo-
tPorphyrios yapmışbr. luyla oldu~nu, ve insanınalgıda kendi
İkinci Yeni-Platoncu Okul, 2 Porphyri- zihninden bagunsız nesnelere nüfuz
os'un ögrendsi Iamblikhos tarahndan edebildigini savunan dogtudan realiz-
kurulmuş olan Suriye Okuludur. Ploti- rrün bir türü olarak, bir yandan zihinden
nos'un tüm tezlerini koruyan lamblik- maddi nesneye geçişte problematik bir
hos, yalnızca Tanrı'dan başlayan türüm yön bulunmadıgını öne sürerken, bir
süreci içinde yer alan Varlıkların sayısı­ yandan da mantıksal ve matematiksel
m arttırmış, dinf ögelere biraz daha nesnelerin gerçek ve nesnel bir varoluşa
agırlık vermiştir. Daha sonraki dönemin sahip oldugunu iddia eden ve bu arada,
önem taşıyan diger Yeni-Platoncu Okul- bilinç için anlaşılması güç ve ayrınbh
lan, 3 en önemli temsilcisi Proklos olan görüşler geliştiren felsefi ögreti.
yeni- Thomasçılık 931

E. B. Holt, W.T. Marvin, W. D. Monta- tüm temsiled tarafından savwmlan


gue, R. Perry ve E. G. Spaulding gibi ortak bir ögreti bütünü vardır. Ontolo-
düşünürler tarafından benimsenen bu jiyle bir tutulan bir metafizik geliştiren
realist anlayış, yanılsamaları açıklaya­ ve t Aquinalı Thomas'ın t Aristoteles'ten
bilmek amacıyla seçici bir algı teorisi aldıgı tüm kavram ve kategorileri, yani
öne sürmüştür. Bu teoriye göre, bir nes- madde/ form, potansiyel 1aktüel, töz/
nenin çeşitli görünüşleri, algılayan kişi ilinek, öz ve varoluş kavramlarıyla dört
tarafından doğrudan idrak edilen ya da neden ögretisuu aynen benlınseyen
kavranan nesnel özelliklerdir. Ömegin, Yeni- Thomasçılıga göre, her tür m ad dr
A kişisine yuvarlak, B kişisine ise elips varlık, bir madde ile bu maddeyi belirle-
şeklinde görünen bir masa, hem yuvar- yen bir formdan meydana gelir. +Form
lak ve hem de elips şeklindedir. Bu gö- belirsiz olan maddeye şekil verir, varola-
rünüşlerde, kişisel ya da zihinsel olan nın içine işlerken, onu her ne ise o şey
hiçbir şey yoktur. Öte yandan, bu teori yapar.
algıdaki nedensel süreçlerin ve sinir sis- Bu, organizmalar için de geçerlidir. Ni-
teminin görevinin, bir dizi özellik ara- tekim, Yeni·Thomasçıhga göre, en
sından birini, algılayan kişi için seçmek aşagı form, organik bir birlik ile özgül
ve ona göstermek oldugunu öne sürer. bir etkinlik ilkesinden yoksun bulunan
Bu görüşün en önemli güçlügü, yanlış cansız bedenin formudur. Bu anlayışa
problemine bir çözüm getiremernesi ve göre, cansız bir beden ancak başka bir
nesneleri karşıt, hatta çelişik niteliklere varlık sayesinde faaliyete geçebilen edil-
sahip olan şeyler olarak göstermesidir. gin bir varlıktır. Organizmaların, bilinç-
Yeni Sol [İng. New Left; Fr. Nouveau Gauc-
siz olmakla birlikte, her zaman belli bir
he]. 1950'lerde oluşan ve Sovyetlerin
amaca dogru yönelmiş olduklarını öne
Macaristan'ı 1956, Çekoslavakya'yı da
sürerken, yaşamın salt mekanik bir bi-
1968 yılında işgal etmeleriyle birlikte
çimde açıklanamayacagını dile getiren
güç ve ivme kazanan, Soguk Savaş dö-
Yeni-Thomasçılar, hayvanlarda daha
nemine özgü, entellektüel ve politik ha-
üstün bir varlık düzeyine geçildigini
reket.
Marksist düşünce geleneklerinden esin- söylerler.
lenmekle birlikte, Eski Sol diye tanım]a­ Yeni-Thomasçllara göre, hayvani form-
ların üstünde bulunan insanda, tüm
dıgı, Troçkizm, Stalinizrn, Maoizm ve
anarşizm gibi geleneksel sol görüşler ve aşagı formların yetkinligini tek bir
Sovyet yanlısı ideolojilerle arasına bir üstün formda toplayan tinsel ruh ortaya
mesafe koyan Yeni Sol, kapitalizme ve ÇJkar. İnsan faaliyetlerinin amacını yal-
Bahlı demokrasilerin politik sistemlerine nızca bilmekle kabnaz, onu aynı zaman-
oldugu kadar, Dogu ve Bab Avru- da özgürce saptayabilir. Tinsel ruhun
pa'daki komünist partilerin resmi Mark- varlıgın en üst düzeyini meydana getir-
sist ideoloji ve politikalanna şiddetle digini savwtan Okula göre, lns.an tini
karşı çıkmıştır. varolan varlıkla iki tür ilişki içinde bu-
yeni-Thomasçllak [İng. ne~rThomism; Fr. lunur. Varlık bilginin nesnesi olarak ha-
neo-Thomisme; Al neuThomismus]. 1850'li kikatin temelini kurar ve iradeye karşı
yıllardan başlayarak özellikle Fransa'da koyuşuyla da iyi temellendirir. Mutlak
gelişen ve, felsefi problemlere olan yak- iyi, hoşa giden iyi ve yararlı iyi olmak
laşımında Ortaçag'ın büyük Hristiyan üzere, üç tür iyiyi birbirinden ayıran
filozofu Aquinaslı Thomas'a dayanan Yeni- Thomasçılar degerierin temelini
felsefe okulu. varlıktan aldıgını, fakat onların deger-
En önemli temsilasinin Jacques Manta- ler olarak, yalnızca deger biçici bir özne·
in oldugu bu okul ya da akımın kendine de varoldugunu söylerken, sonuççu bir
özgü problemleri, belli bir yöntemi ve ahlak görüşü benimsemişlerdir.
932 yer de~iştirme ölçütu

yeı· değiştirme ölçütü [İng. reuersibility cri- ni bütün üretkenlikleri içinde ifade ede-
tı!rion; Fr. eritere de la reuersibilit~]. Bir ey- bilıneleri için, özgürleştirilmeleri süreci-
lemin ahlakiligini ya da ahlaksızhgını sı­ ne yersiz yurtsuzlaştınna denmektedir.
nama ölçütü olarak önerilen ve kişiden, yeter sebep ilkesi [Os. Sl'bei kafi mebdei; ing.
karar verirken, kendisini başkasuun, ey- principle of sufficient condition; Fr. principe de
lemden etkilenecek kişilerin yerine koy- raison suffisaııte; AJ. satz vom züreichenden
masını isteyen ölçüt. 'Sana yapılmasım grunde]. Evrendeki herşeyin, tüın nesne,
istedigin şeyleri yap!' ya da 'Sana yapıl­ olay, degişme ve nedenlerin, birbirleriy-
masını istemedigin şeyleri yapma!' diye le zorunlu bir ilişki içinde bulundukla-
bilinen altın kuralın, kendisinin iyi bir rını, söz konusu ilişki için birbirlerine
örnegi oldugu ahl~ki ölçüt. ihtiyaç duyup, birbirlerine bagıınlı ol-
yer merkezli teori [ing. geocentric tlıeory; duklarını, olduklanndan başka türlü
Fr. tlıeorie geocentrique]. b.kçagda, Yu- olamayacaklaruıı ve bütün bunların bir
nanlı astronom Batlam yus tarafından nedeni oldugunu savunan ilke. Herşe­
geliştirilen ve sistemleştirilen, Polonyalı yin, tüm nesne ve varlıkların bir nedeni
ünlü astronom Kopernik'in güneş mer- oldugunu, herşeyin bir nedenin sonucu
kezli sistemine kadar kabul gören astro- olarak varoldugunu, nedensiz hiçbir
nomi kuramı. şeyin varolamayacagmı, bir nesnenin
Yer merkezli kurama göre, dünya sabit nedeninin farklı olması durumunda,
olup, evrenin merkezidir. Güneş, Ay, kendisinin de oldugundan farklı olaca-
gezegenler ve yıldızlar, dünyarun çev- gıru öne süren ilke.
resinde dönmektedir. Yeter neden ilkesi birçok filozof ve
yeter koşul [İng. su.fficient condition; Fr. bilim adamı tarafından kullarulmış ol-
condition suffisante ]. Varoldugu zaman makla birlikte, o bu ilkeyi felsefesinin
belli bir olayın gerçekleştigi ya da va- temeline yerleştiren tLeibniz'in adıyla
roldugu koşul. Mevcudiyetinde, belli anılır. Felsefesini iki ilke üzerine inşa
bir olayın ortaya çıktıgı, bir şeyin va- eden, bunlardan çelişmezlik ilkesini zo-
roldugu koşul. runlu akıl dogrularnun, mantıksal dog-
Terimin kullanımı önermeler arasında rulann temeline, yeter neden ilkesini ise
varolan formel ilişkileri de kapsayacak olgusal dogruların temeline yerleştiren
şekilde genişletildigi zaman, A öner- Leibniz'e göre, evrende herşeyin bir ne-
mesi B'yi içerdigi takdirde, A gibi bir deni vardır ve hiçbir şey nedensiz de-
önermenin dogrulugunun B gibi başka gildir. Her nesnenin, her olayuı, her
bir önermenin dogrulugunun, yeter ko- varlıgın, niçin başka türlü degil de, ol-
şulu oldugu söylenebilir. dugu gibi oldu~nu açıklayan bir
yer yurt sağlama [İng. territorialization; neden bulurunaktadır. Bununla birlikte,
Fr. territoriali sanan]. Birtakım güçleri, Leibniz'e göre, insan varlıkları söz ko-
varlık unsurlarını, birlik, bütünlük ve is- nusu tüm nedenleri bilemezler; bilebil-
tikrar saglama aduıa gerçeklik içinde bir seydiler eger, herşeyin niçin oldugu
yere oturtma; onlan, birlikli özne adına gibi oldugunu kolaylıkla açıklayabilir­
arzuyu bilinçdışına itme, toplumun iyi- lerdi. Leibniz yeter neden ilkesine ula-
ligi adına deliyi bmarhaneye kapama, şırken, hiçbir iki şey birbirleriyle tam
kadını erkegin eksik ötekisi olarak güç- olarak aynı olamayacagından, bu duru-
süzleştirme örneklerinde oldugu gibi, mun bir nedeni olması gerektigini, şey­
etkisiz, zararsız hale getirme, güya bütü- lerin ve bir bütün olarak evrenin yeter
nün saglıgı ve iyiligi uğruna, kısıtlama nedeninin olumsal olayların oluşturdu­
bashrma. gu sonsuz dizinin dışında varolması
Buna karşuı, bu güçlerin kendilerini kı­ gerekti~ni ve bu nedenin zorunlu bir
sıtlayan, sınırlayan, atıl kılan yerleşik töz ya da monadda, yani Tanrı'da bu-
mekAnlanndan çıkarblmalan, kendileri- lundugunu düşünmüştür.
yetkinlik dereeelert kanıtı 933

yeii [Os. meleke, /ıQ.Ssa; İng. capacity, fa- kendi dogası ya da özünde olan tüm
cıılty; Fr. capacite, faculte; Al. vermögen, potansiyel güçlerin en yüksek ölçüde
Jiifıigkeit]. Belli bir şeyi, işlemi, faaliyeti gerçekleşmiş olması durumu.
yerine getinne, belli bir eylemde bulun- İnsanı, tüm sıfatlarıyJa yetkin olan
ma gücü; bir şeyin belli bir şeyi hayata Tann'yla akıldan yoksun hayvan ara-
geçircbilme potansiyeli; herhangi bir sında bir yerde gören, insanın akıllı fa-
şeyi yapabilir olma durumu. Do~ıştan aliyetleri ve ahlaki eylemleriyle, tann-
getirilen ya da sonradan kazanılan be- sallaşamasa bile, Tann düzeyine ya da
ceri olarak yeti, bir insanın yapması ge- hayvanhga yaklaşabilecegini düşünen,
reken şeylerle, ödevleriyle ilişkili ola- dolayısıyla insanın hiçbir zaman mut-
rak yapabildigi şeyi, gerçekleştirmeye Jak olarak yetkinleşemeyecegini dile
muktedir oldugu eylem tarzını oldugu getiren llkçag filozoflanndan farklı ola-
kadar, zihnin belirli bir fonksiyon)a rak, insanın yetkinleşebilirligine sarsıl­
özelleşmiş bölümünü ifade eder. maz bir inanç besleyen bazı modem
Yeliler, beslenme, büyüme ve üreme iyimser düşünürler, insan varlıgırun
türünden etkinlikleri doguran bitkisel ahlaki güç ve imkanlarını eksiksizce
yeti; harekete, degişmeye neden olan ha- gerçekJeştirmek ve hayata geçirmek su-
reket yetisi; temel ilki, arzu ve istekleri retiyle yetkinleşebilecegini savunmuş­
doguran iştiha; algı, duygu, tutku, haz lardır.
ve acılan doguran ve bellekle imgele- yetkinlikçilik ·[İng. perfectionism; Fr. per-
min temelinde buJunan duyum yetisi; ya- fectionisme].l Insan varhgının ahJak aJa-
şama istegi ve arzu ve ihtiyaçlarımızı nında veya yaşamda hedefleyecegi en .
karşılama gücü ya da enerjisi doguran yüksek iyinin, haz, mutluluk, çıkar ya da
irade ve nihayet, bilgiyi, soyut düşünme, yarar gibi ah1ald degerJer degil de, ka-
kavramsallaştırma, yargılama türünden rakter yetkinligi oldugunu, insanın tüm
bilişsel faaliyetleri doguran akıl ya da gücüyle ahllli karakterini geliştinneye
akılyürütme yelisi oJarak sıralanabilir. ve yetk.inleştirmeye çalışması gerekligi-
Bu baglaında, düşünme, imgeleme, ni, zira yetkinligin en büyük deger ya da
hissetme türünden bilinç ya da zihin erdem oldugunu, tüm diger erdemierin
hallerinin, zihnin, akıl yetisi, imgelem ondan türedigini savunan ahlak görüşü.
yetisi, tinsel yeti türünden, söz konusu 2 Siyaset felsefesinde, bir yönetime
bilinç hallerine karşılık gelen, yelileriy- düşen en önemli görevin hakiki bireyin
le açıklanabildigini, zihnin bu yetilerle, yaratılmasını saglamak ve yönetilenin
bu yelilere göre işledigini, zilmin bu kollektif ortak iyiligine katkıda bu)un-
yetilerden oluşan bir birlik oldugunu mak oldugunu öne süreh görüş.
savunan ögretiye yeti psikolojisi adı ve- 3 Hristiyan teolojisinde, insarun Tann
rilmektedir. tarafından bir kez kurtarıldıgt zaman,
yelkinlik [Os. kemal, mükemmeliyet; İng. tam ve kusursuz bir yetkinlik, günahsız
perfection; Fr. perfection; Al. vollendung, bir mükemmeliyet h~li içiıı.e girdigini
vollkommenlıeit]. 1 Nitelik bakımından, iddia eden akun.
kendisinin üzerinde olan bir niteligin yelkinlik dereceleri kanıli [İng. argu-
düşiinülememesi, kendisini aşan bir ment from degrees of perfection; Fr. argu-
derecenin kavranamaınası durumu. 2 ment d' apres les degree.s de la perfection].
Her bakımdan en üstte olma hali. 3 Tanrı'nın varoldugunu, yetkinJigin fark-
Yoksunluk, kusur ve sınırlamadan ba- h derecelerinin, mutlak bir yetkinlik
gışık olup, tümüyle olumlu olma duru- standarbnm varoluşunu gerektirdigi te-
mu. 4 Tam ya da saf olma durumu. Ko- zinden hareketle göstermeye çalışan a
şulsuz ya da sınırlanmamış olma h~li. posteriari kanıt. Aziz t Anselmus ve Aqu-
S Arızr ya da raslanhsal hiçbir özelJigi inash Thomas'ta gördügümüz bu kanıt,
bulunmama durumu. 6 Bir varlıgın, özü itibariyla Platonik bir karuttır.
934 yetkin tanım

Kanıta göre, biz insan varlıklannda geçer!i!!l<leri, birinci şekilde yer alan ta-
degişen derecelerde iyilik ya da büyük- sımlara indirgenmek suretiyle bilinir ..
lükle karşılaşıyoruz. Bu büyüklük ise, yığın teorisi [Ing. bundle theonJ of selj]. In-
niceliksel büyüklük olmayıp, erdem ya giliz empirist filozofu David Hwne'un,
da bilgelik bakımından iyilik ya da üs- benin, insan varhgı.run, birbirlerini an-
tünlüktür. Bu türden nitelikler, gözlem- laşılmaz bir luzla izleyen, sürekli bir
ledigiıniz ya da tamdıgımız insanlarda akış ve hareket halinde olan farklı algı­
degişen ölçü ya da derecelerde varolur. lar yıgını ya da toplamından başka bir
Buna göre, A kişisinin iyi, B kişisinin şey olmadıgını öne süren ögretisi.
d~ha iyi, C kişisinin ise ondan biraz Benin ya da zihnin bir töz olmayıp, do-
daha iyi oldugunu söylüyoruz. Bunun- guştan ölüme dek ard arda ortaya çıkan
la birlikte, bu tür yargılar, insanlarda deneyimler, tasarun ve ideler yıgıru ol-
oldugu gibi, göreli olarak degil de, dugunu savunan ögreti. ·
mutlak olarak iyi olan nesnel bir yetkin- Kendi zihnine dönüp baktıgı zaman,
lik standardı ra da ölçütünü gerektirir. birçok izienim ve ideden başka zihnin
İşte kişilerin iyiliklerini kendisine göre bu ideleri birbirlerine baglayan faaliyet-
yargdadıgımız, bu nesnel iyilik ya da leriyle karşılaşan Hume, zihinde, varo-
yetkinlik standardı Tanrı'dır. Şu halde, luşu her tür düşünme faaliyetinde tas-
Tanrı bir yetkinlik ölçütü olarak vardır, dik edilen bir bene ilişkin hiçbir tikel
aksi takdirde, yetkinligin degişen dere- izienim ya da ide bulunmadı~ öne
celerinden söz edebilmemiz olanaklı sürmüş, benin ya da zihnin ne oldutu
olmaz. sorusuna verilecek tek uygun yaruttn,
yetkin tanım [İng. perfect definition; Fr. benin, şu ya da bu izlenimden, şu ya da
definition parfaite]. Öznesi ile yüklemi, ta- bu ideden degil de, izlenimlerinin ve
rumlanaru ile tarumJayaru özdeş olan te- idelerinin toplamından oluşan bir yıgın
rimlerden oluşan tarum türü. olması gerektigini belirtmiştir.
Bu tür bir tanım, bir şeyi yine kendi- tHume'un bu görüşü, tBerkeley'in
siyle tarumlayan totolojik bir tanımdır. maddi ya da bireysel töz kavramıyla il-
Formel bakımdan yetkin olan bu tür bir gili olarak tLocke'a karşı yönelttigi ve
tarum, bununla birlikte bir şeyin kendi- kendisinin de onayladıgı itirazların, zi-
si oldugu özdeşlik bilgisi dışında bir hinsel alaru da kapsayacak şekilde ge-
bilgi vermezler. Kaplamsal bakımdan nişletilmesinin bir sonucu olarak ortaya
yetkin olan bu taruın türüne ek olarak, çıkar. Zihinsel ya da tinsel bir tözün
içlemsel yönden yetkin olan tanımdan yoklugunda, Hwne için, izienimler ya
da söz edilebilir. Bu tür bir tarum ise, da ideler ya da bunlardan oluşan yıgın
yakm cins ve türsel ayırım gözetilerek veya toplam dışında, ben veya benligin
yapılan tanım şeklinde ortaya çıkar. kendisiyle özdeşleşecegi hiçbir şey
yetkin tasım şekli [İng. perfect figure; Fr. yoktur. Ben için, klınli~ zaman içinde
figure parfaite]. Birind tasun şekli. Birinci koruyan sürekli bir varoluş söz konusu
tasun şekli yetkin bir tasarn şeklidir, olamaz. Önun gözünde zihin çeşitli al-
çünkü o, t Aristoteles'e göre, dietum de gılann ya da izlenimlerin ard arda orta-
omni et nullo kuralının dogrudan dogru- ya çıktıgı bir tiyaırodur, fakat bu izie-
ya uygulanabildigi tek tasun şeklidir. nim ya da idelere dayanak olan bir töz
Birinci tasarn şekline yetkin tasun şekli degildir, yani, Hume'a göre, bizim oyu-
diyen Aristoteles iJdnci ve üçüncü şekil­ nun oynandıgı sahne hakkında en
den tasnnlar yetkin olmayan tasım· şe­ küçük bir fikrimiz olamaz.
killeri diye kategonize etmiştir. tkinci ve yığın zincirleme tasım [İng. sorites; Fr.
üçüncü tasım şekilleri, yetkin tasarn şek­ sorites; Al. sorites]. Birden fazla katego-
lini oluşturan birinci şeklin tersine, yet- rik tasundan meydana gelen ve ortada-
kin olmayan tas un şekilleridir, çünkü bu ki sonuç önemıelerini dile getirmeyip,
tasım şekillerinde yer alan tasımiann ilk öncülde geçen özne durumundaki
yokluk 935

terim ile son öncülde yer alan yüklem manın derinleştirilmesi ve güçlenmesi
durumundaki terimi içeren bir sonuç suretiyle, düşüncenin üzerinde yogun·
önennesi elde etmek suretiyle kurulan laştıgı şeye kendiliginden akmasını ya
çoklu tasım türü. da kaymasını saglar. Bu felsefe sistemi-
yin ve yang. Çin felsefesinde, farklılık ve ne göre, ruhun kurhlluşu yolunda, bun·
karşıtlıgı, varlıgın temelinin brbirleri· dan sonra gelen basamak, sonuncu ba-
ne karşıt olmakla birlikte, aynı zaman- samak olan vecd halidir. Burada, yogi
da birbirlerini tamamlayan iki zıt güç- ya da ruh kendisini ayn bir varlık, ayn
ten meydana geldigi düşüncesini ifade bir benlik ve ayn bir bilinç olarak gör-
etmek için kullanılan terimler. Fenome· mekten kurtulur ve ınutluluga erişir.
nal h aya tın bütün boyutlarını ortaya Ruhu bedenin zorlamalanndan kurtar-
koyan söz konusu iki karşıt güçten yiıı maya amaçlayan süreç sekiz ayrı aşama­
dişi ilkeye, toprak, karanlık, edilgenlik yı ihtiva etmektedir: 1Yama ya da beş
ve kuruya, buna karşın yang da erkek ahlak ilkesi; 2 ııiyarıa, beş dini kural; 3
ilkeye, göge, ışıga, etkinlik ve ıslaga te· asana, duruşlar; 4 pranayana, nefsin kont-
kabül eder. rol albna alınması; S pratyahara, duyula-
Bu baglamda, ortaya çıkıp hemen her nn büzülmesi; 6 dharnıa, bir nokta üze--
dönem etkisini sürdüren, rakip akımları rinde odaklaşma; 7 dhyatıa, aynı konu
birbirlerine yaklaştıran, ve evrendeki üzerinde yogunlaşma ve tefekkür; 8 sa-
herşeyin, biri etkin ve erkek, digeri madhi, vecd.
pasif ve dişi olmak Lizere, birbirini ta- Öte yandan, yoga felsefesinin Patanja-
mamlayan iki karşıt ilkeye dayandıgı­ li'ye atfedilen temel metninin adı yoga-
nı, varolan herşeyin söz konusu karşıt sutra olarak bilinir. M. Ö. 2. yüzyılda
ilkelerin uzlaştırılması ve yumuşatıl­ yazılmış olan bu metin söz konusu
ması yoluyla ortaya çıktıgını dile geti· yoga düşüncesini ve pratigini sistem-
ren ögretiye yin ve yang öğretisi adı veril- leştirdikten başka, ona hinduizm için-
miştir. de saygın bir yer kazandırmıştır.
yoga. Hint felsefesinin gelenege baglı yokluk [ing. nonbeing, notlrirıgness; Al.
kolu içinde yer alan ve Patanjali tarafın­ neant). 1 Varolan hiçbir şeyin bulunma-
dan kurulmuş olan felsefe sistemi. ması, varlıgın yoksunlugu veya belirli-
Söz konusu sisteme göre, bireysel likten ya da gerçeklikten yoksun olma
ruhun yaradanla kaynaşmasının ya da hali. Bir şeyin kimligi ve faaliyeti için
birleşmesinin tek yolu gerçeklig;in orta- gerekli olan gerçekligin olmayışı. Ör-
dan kalktı~, bütün bütüne kendinden negin, Platon'un gerçekten varolan ve
geçmek ve vecd haline ulaşmak için ya- varlık kategorisini oluşturan akılla an-
pılan bir dizi alıştınna ve uygulamadan laşılabilir İdealara, hem var ve hem de
geçer. Başka bir deyişle, kurtuluşa gö- yok, veya ne var ne yok olan duyusal
türen yol, uzun ve zorlu bir yolculuktur. nesnelere ek üçüncü bir kategori olarak
Buna göre, bireysel ruhun, yıllar süren dile getirdigi, var olan hiçbir şeyin bu-
bir kendini yenme, nefsini alt etme çaba· lunmaması durumu. 2 Varlıkta, belirli
sıyla, öncelikle maddi çıkarlardan uzak bir form ya da düzenin olmaması hali.
durması, iltinci olarak azla yetirunesi, sı­ Gerçeklikten tümüyle yoksun ya da
kıntılara katlanması, bilgiyi araması, gerçekdışı olma veya hiçbir gerçekligi
kendini Tanrı'ya adaması gerekir. bulunmama durumu.
Söz konusu sisteme göre, bireysel ruh 3 Ve nihayet, varlık hiyerarşisinin en
daha sonraki basamaklarda duyularını altında, mutlak bir gerçekligin en uza-
geri çekmek, yani dışa yönelik olan du- gında bulunan madde. 4 Bir şeyin do·
yulanıu içe yöneltmek, düşüncelerini guşıan getirdigi, aktüelleşecek hiçbir
yalnız bir şey üzerine yöneiterek orada potansiyeli olmaması, kendisini gerçek-
yogunlaşmak durumundadır. Bireysel leştirecek hiçbir egilim, ya da yönelimi
ruh, daha sonraki basamakta, yogunJaş- bulunmaması hali.
936 yoksunluk

yoksunluk [Os. mahrumiyet, ndemiyet; İng. varhgı ya da gerçekligi yoktur. Bu, var-
privation; Fr. privation; Al. privation). lık ile iyiligin özdeş ya da eşanlamh ol-
Olumlu bir nite1i~n eksikli~ ya da sı­ masından bellidir. Varolan herşey, Mut-
nırlanm.asından meydana gelen nitelik. lak İyilik olan Tann'dan türemiştir ve
Aristoteteles'in felsefesinde, sahip olabil- dolayısıyla, bir varhga sahip oldugu sü-
digi, normalde sahip oldugu ya da sahip rece, iyi olmak durumundadır.
olmak durumunda oldugu belirli bir ni- Başka bir deyişle, tüm yaratıklann, bir
telikten yoksun olan bir tözün durumu. varlıga sahip olduklan sürece, iyi oldu-
Bir şekilde varolması gereken belli bir gunu ve İyi Olandan, yani Tanrı'dan
formun varolmayışı. geldigini söyleyen Ortaçag düşünürle­
Yoksunluk terimi, degişmenin olanak- rine, örnegin Aziz t Augustinus ya da
sızlıgını ifade eden tElea felsefesinden Sahte Dionisos'a göre, yarahklar İyi
sonra degişmeyi açıklamak amacıyla Olandan yoksun olduklan sürece, ne
t Aristoteles tarafından öne sürülmüş­ iyidir, ne de bir varlıga sahiptir. Buna
tür. Madde ya da potansiyaliteyle, form göre, kötülük, varlıktan oldugu kadar,
ya da aktüaliteyi, degişmedeki pozitif iyilikten yoksunluktur; ya da daha çok,
ögeler olarak öne süren filozofa göre, olması, aktüel olarak bulunması gere-
degişme, bir madde ya da potansiyelin, ken bir iyinin yoksunlugudur. Buna
yoksun bulundugu formu kazanması­ göre, bir günahkar bile, bir varlıga,
dır. Buna göre, yoksunluk, degişmedeki yaşam ya da varoluş ve bir iradeye
olumsuz öge, degişme tarafından var- sahip oldugu sürece, iyi olmak duru-
sayılan güçtür. Yoksunluk, bir madde mundadır; günahkar insandaki kötülük,
ya da potansiyelin alabilecegi, almaya onda aktüel olarak olması gereken iyili-
yetili oldugu, kendisine yönelmiş bu- gin yoksunlugundan, iradenin ahlak
lundugu formu henüz almamış olması kurallarıyla olan yanlış ilişkisinden, şu
hali, söz konusu fonndan yoksun bulun- ya da bu erdemin eksikliginden meyda-
ması durumudur. na gelir. Buna göre, tüm insanlar, ey-
yoksunluk kavramiara [İng. concepts of pri- lemlerinde iyi olan bir şeye, kendilerini
vntion; Fr. concepts de la privation]. Yokluk tamamlayacak bir şeye yönelirler, fakat
kavramları olarak da bilinen ve sahip un urulmamalıdır ki, onlar kendileri için
olwunası gereken bir özelligin bir neyin iyi olduguyla ilgili olarak, yanlışa
şeyde, bir nesnede bulunmadıgını ifade düşebilirler.
eden, dolayısıyla ancak o şey, o nesne Söz konusu tkötülük yorumuna göre,
için kullanılan olwnsuz kavramiara veri- Tanrı tarafından yarahlrruş, Tann'nın
len ad. Ömegin, 'sagır' kavramı, bazı in- kendi özünden yaratmış oldugu hiçbir
sanlarda bir özelligin (işitme duyusu- yarahk kötü olamaz. Bu durum, ahlaki
nun) olmadıguıı bildirir. Bununla kötülükler kadar, ahlaki olmayan kötü-
birlikte, 'sandalye kördür' demek ola- lükler, yani fuild kötülükler için de ge-
naklı değildir, çünkü sandalyede görme çerlidir. Dogada kötülük, dogal bir
özelligi, işitme duyusu zaten yoktur. şeyin kendi dogal fonksiyonlannı yeri-
yoksunluk olarak kötülük [Ing. evil as ne getirememesinden meydana gelir.
privation; Fr. mal comme privtıtion]. Orta- Ömegin, çirkinlik ve hastalık, mutlak
çag filozoflarının dünyamızdaki varlı­ bir biçimde kötü olmayıp, yalnızca daha
gını yadsımadıkları kötülüğü açıklama yüksek bir iyinin yoksunlugudur. Bun-
tarzla n. lar form bakımından söz konusu olan
Bu anlayışa göre, biz insaniann dış bir eksiklikten, düzene duyulan ihtiyaç-
dünyada gördügü felaketler, savaşlar, tan başka hiçbir şey degildirler. Kötülü-
dnayetler, ahiili bozukluklar, ancak ve ğü bu şekilde açıklayan Ortaçag düşü­
ancak varlıgın veya iyiligin ya da olma- nürlerine göre, maddenin kendisi bile,
sı gerekenin yoksunlugu olarak açıkla­ Tann tarafından yarahlmış oldugu için,
nabilir. Buna göre, kötülügün pozjtif bir kötü de~ldir.
yönelim 937

yorum [Os. tifsir, ~erll; ing. coıımıentnry; Fr gerçek niyetini, aktarmak istedigi anla-
commım taire; Al m. korumentar]. ı Genel mı açıga çıkaracak şekilde anlaşılır
olarak, bir metni, bir haberi, motivasyo- hale getirme, anJamlandınna.
nu, bilinmeyen veya aniaşılmayan bir Ünlü Alman düşünürü Friedrich Ni-
eylemi, bir mesajı, bir olayı, v. b. g., in- etzsche, tarihselci-hermeneutil.: gelenek
celeyip açıklayarak degerlendinne, belli içinde çok büyük bir önem kazanan
bir bakış açısından hareketle anlamlan- yonım etkinliginin iki temel özelligini
dırma. ön plana çıkartmıştır. Bunlardan birin-
2 Bilinmeyen bir nesnenin çeşitli un- cisine göre, yorum her zaman yaratıa
surlannı, onu anlaşılır hale getirecek ve inşa edici bir etkinlik olmak duru-
yeni bir form ya da görünüm alhnda, mundadır. Hans Georg tGadamer tara-
aralarında bag kurarak, bir araya getir- fından da vurgulanan ikincisine göre
me. Bir şeyi anlamlı bir biçimde. açıkla­ ise, tek bir mümkün yorum olmayıp,
ma olarak yorum tanımı, yorumlayan daima bir yorumlar çeşitliligi söz konu-
kjşide, kavramsal bir şema ya da mode- sudur.
lin olmasını gerektirir, öyle ki algılanan yönelim [Latince 'intentio'dan; İng. inten-
ve yorumlanan şeyin, mantıksal olarak, tioıı; Fr. intention; Al. absidıt]. ı Düşün­
modelde yer alan olgu ve açıklamalara cenin, bilginin konusuna yönelmesi du-
uydugu kabul edilir. Bu şekilde deger- rumu. Buna göre, Ortaçag mantıkçılan,
lendirildiginde, yorum, kullanılan kav- başka göstergeleri degil de, . dogrudan

ramsal şema ya da modelin mahiyetine dogruya şeylerin kendilerini gösteren


baglı olarak, farklılık gösterrnek duru-
gösterge ya da işaretler için ilk yönelim
mundadır. Buna göre, kullanılan mode-
(primae intentionis), şeylerin bizzat ken-
lin kuramsal bir model ve açıklamanın dilerini degil de, şeylerle ilgili işaretleri
da gerçeklige ilişkin oldugu bir yorum, gösteren im, gösterge, deyim ya da te-
bilimsel bir yonmıdur. rimler iı;in ikinci yönelim (secundae inten-
tionis) terimini kullanmışlardır. Buna
3 Mantıkta, formel bir dilin deyimleri-
göre, ömegin 'İnsan ölümlüdür' önerrne-
ne anlam yükleme faaliyeti; formel bir
sinde, insan terimi, şeylerin, yani kendi-
dilin her düzgün deyimine karşılık ola-
leri iın ya da göstergeler olmayan insan-
rak belli bir dildışı nesneyi, her degiş­
Iann yerini tutan bir gösterge oldugu
kene karşılık olarak da belirli bir deger için ilk, buna karşın 'Türler cinslerin böl-
alanı belirleme işi.
meleridir' önermesinde ise, tür, 'insan',
4 Teolojide, kutsal metinleri anlaşılır 'at' ve 'köpek' gibi, kendileri, şey degil
kılma, kutsal kitabın örtük ve belirtik
de, deyim olan cins isirolerin yerini tut-
muhtemel tüm anlamlaruu gözler önüne tugu için, ilcinci yönelimden bir terim
serme. S Dilbilgisinde, sentaktik oluştu­ olmak durumundadır.
rucu tarafından üretilen yapılara bir 2 Biraz daha genel bir çerçeve içinde,
anlam yükleme imkanı veren işlemler bilincin, daima kendisinin ötesindeki
bütürü. bir şeye işaret ederek, her zaman bir
6 +Psikanalizde, analistin psikanaliz se- şeyin bilinci olması, faaliyetini belli so-
anstan sırasında hastanın anlatımların­ nuçlara dogru yöneltmesi durumu; bi-
dan elde etti~ verilerin hakiki ve hasta lincin, dış dünyada varolması gerek-
için bilinmez olan anlanuıu sembolik meyen zihinsel bir nesne yaratması,
boyutlan içinde ortaya koyması. onu dış dünyaya yansıtması halini, bir
7 Felsefede, geçmişten gelen felsefi bir şeyin kendisinin dışındaki ve ötesinde-
metni şerh etme; thenneneutigin oluş­ ki bir şeye yönelmesi, o şeyi hedefle-
turduRu genel çerçeve içinde, karanlık, rnesi hi.li. Nitekim, tHusserl'e göre, yö-
anlaşılması zor bir metni, farklı bir kül- nelim, bilincin algı, imgelem, v. b. g.,ye
tür, ~aman ya da gelenegin mahsülü bir anlam yükleme imkAnı veren özel
olan bir yazı, kitap ya da metni, yazann bir tavrıdır.
938 yönelmişlik

3 Ahlakta, eylemin ulaşmayı amaçladı­ daki bagı yargının özü yapan her tür
gı nihai hedef. Bu baglamda, örnegin görüşü reddederken, yargının temel
+Kant 'a göre, eylemlerimizin ahlaki de- özel ligini bilincin kendi dışında olma-
gerini yaratan şey, eylemin sonucu yan bir nesneyle ilişki içinde olmak diye
degil, fakat niyeti ve yönelimidir. ifade eder. Buna göre, korkunun dış
Bu baglamda, yönelmişligi, bilincin gerçeklikteki bir şeye tekabül etmek du-
özsel ve ayırd edici bir özelligi ve bu rumunda olmayan nesnesi korku dene-
arada, zihnin bilişsel ve iradi faaliyeti- yiminde içeri) ir. ·
nin temeli olarak gören bilgi anlayışına · Brentano'nun ögrencisi Husserl'in fe-
yönelirncilik adı verilirken, zihni, bilincin nomenolojisinin temel kavramı haline
dış dünyada varolması gerekmeyen zi~ gelen yönelmişlik terimi, bilincin bir
hinsel bir nesne inşa etme ve içerigini nesneyi hedef almak, daima bir şeyin
dış dünyaya yansıtma yetenegiyle ta- bilinci olmak yetenegini gösterir. Buna
nımlayan ögreti yönelimsel zi/ıin teorisi göre, yönelmişlik halinde bilinç, fiilen
diye tanımlanır. varolan ya da varolabilecek olan bir
Yine aynı baglamda, anlama yetisi ya nesneye dogru sürekli yönelmedir. Ni-
da idrakin iki ayn tarzı oldugu kabul tekim Husserl, zihinsel fenomenleri, bi-
edildi~nde, görünüşleri açıklamayı linç edimlerini dile getiren sözlerin,
amaçlayan bilimin dışında, görünüşleri ancak ve ancak bir şeye gönderirnde
yorumlamayı, yani insanın dünyasını bulunmak, bir şeyle ilişki kurmak su-
betimlemeyi, eleştinneyi ve haklı kılma­ retiyle anlam kazandıgını dile getirir.
yı amaçlayan, insan varlıgı tarafından yönetim [İng. govemerııent; Al. gouverne-
yaratılan dünyanın nesnel dogrulannı ment]. Gerek belirli bir birim ya da dü-
ortaya koymaya çalışan bilgi ya da anla- zeyde, öme~n ulusal, bölgesel ya da
ma tarzına; Alman filozofu tDHthey'in yerel düzlemde, otoriteye sahip olan
anlama yöntemiyle ifade ettigi, fenome- bütün veya yapıyı, gerekse bütün bir
nolojiyi üreten analiz türüne yönelimsel anayasal sistemi tanımlamak için kulla-
anlama adı verilmektedir. nılan terim.
yönelmişlik [Os. kasdiyet, veçhiyet; İng. Demokrasi, otokrasi ve diktatörlük gibi
inten tionality; Fr. intentionalite; Al. inten- farklı yönetim biçimleri vardır. Farklı
tionali tat). 1 Ortaçag felsefesinde ya da yönetimlere, ayrı rejim türlerine ilişkin
Skolastik düşüncede, insan varlıgının, bu tür bir sını1lamanın ilk örneklerinden
insan zilminin dikkatini bir nesneye biri ünlü İlkçag filozofu tPiaton tarafın­
dogru çevirebilmesi, onun üzerinde dan öne sürülmüştür. İdeal yönetim
odaklanabilmesi yetenegi. tarzı olarak, yönetirnde iyi yetişmiş filo-
2 tBrentano ve tHusserl'de, psişik fe- zoflann bulundugu bir seçkinler aristok-
nomenlerin ayırıcı ve tanımlayıcı özel- rasisini, ruhun üç parçasından biri olan
ligi olarak, bilincin bir konuya nişan al- aklın diger iki parça üzerindeki egemen-
ması, bir nesneyle bag kunnası, daima liginin siyasi ifadesi olan aristokrasiyi
bir nesneyie çevrili olması özelligi. öneren Platon'a göre, yönetim kademe-
Bilincin yönelmişligini Psychologie vom lerinde başlayan belli bir yozlaşma,
Eıııpirisclten Standpunkt [Empirik Bir aristokrasiden sonra, ikind bir yönetim
Bakış açısından Psikoloji] adlı kitabın­ tarzı olarak timokrasiyi dogurur.
da, 'bilincin yönelimselligi ilkesi' başlı­ Platon'un gözünde, timokrasi şan ve
gı altında ortaya koyan Brentano, bir şeref aşkıyla belirlenir. Bir yönetim bi-
nesneye yönelmiş olmalarının, bir içerik çimi olarak timokrasi, yönetim kademe-
ya da nesneye gönderirnde bulunmaları­ sindeki insanlardan biri, halkın genel
nın bilincin, psişik fenomenlerin ayırd iyiligi ve çıkanndan çok, kendi şan ve
edici özelligi oldugunu öne sürmüştür. şerefini gözetmeye başladıgı zaman or-
O bu baglamda, özne ile yüklem arasın- taya çıkar. Bu yönetim tarzı, insan ru-
yönlemsel kutkuculuk 939

hundaki üç parçadan ikincisi olan can Yöntem dognı.atizmine, özellikle, insan


ya da tinin, aklın sözünü dinlemekten bilimlerinin farklı bir tmetodolojisi,
vazgeçerek, kendi egemenligini ifade göze ve gözleme degil de, anlamaya da-
edişinin siyasi karş1lıg1dır. yanan bir metodolojisi oldugunu savu-
Timokraside, maddeye düşkünlük nan thermeneutik ve tarihseki gelenek
göstennenin ilk izlerine rastlandıg1, özel tarafandan karş1 çıkılmıştır. Örnegin,
ınülkjyet arzusu duyulmaya başland1gı yöntem dogmatizminin, özne-nesne di-
zaman, ort«m, Platon'a göre, plü tokrasi kotomisine dayamrken, özneye episte-
içın haz1r demektir. Buna göre, plütok- molojik bir özerklik yükleyen modern
rasi, siyasi iktidarın öncelikle ve yalnız­ rasyonalist ve pozitivist gelenegin en
ca maddi çıkar ve zenginlikle ilgilenen açık ifadesi oldugunu dile getiren
insaniann elinde oldugu yönetim biçi- tGadamer, özneyi Batı metafizigindeki
midir. Plütokrasiyle yönetilen bir top- temel ve imtiyazlı konumundan indir-
lumda, bir tarafta zenginler ve diger ta- ıneye çahşmıştır.
rafta yoksullar olmak üzere, yalnızca iki Başka bir deyişle, modem felsefenin
sınıf kahr ve böyle bir toplumda, Pla- tDescartes'tan beri ifade ettigi öznenin
ton'a göre, zenginler yükseldikçe, er- epistemolojik bir özerklige sahip bulun-
demliler kaybolur. O. plütokrasinin, dugu, koşullanm1şhktan bagışık oldu-
ruhun en aşagı parçasi olup, akıl tara- gu tezine karşı çıkan Gadarn er, söz ko-
fından dizginlenmek durumunda olan nusu özne görüşünün, öznenin mutlak
iştihanın egemenliginin siyasi karşılıgı bir biçiınde kesin olan bir bilgiye ulaş­
oldugunu savunur. Platon'a göre, dör- maya yetili oldugu inanc1yla birlikte,
düncü yönetim tarz!, plütokrasiden bir nesnel bilimsel bilgiyi yücelten ve doga-
derece daha yozlaşmış bir yönetim biçi- yı insan için araçsallaşhran bir anlaylŞ­
mi, çogunlugun ve uzman olmayania- tan aynlmaz oldugunu iddia ebniştir.
nn yönenmi olarak demokrasidir. Buna göre, dogarun kesin ve nesnel bi-
yöntem dogmatizmi (İng. dogmatism of limsel bilgisine ulaşınaya yetili oldugu-
method; Fr. dogmatisnıe de methode]. Tek na inamlan öznenin ya da insanın yücel-
bir aklın, yani bilimsel akhn; tek bir bilgi tilmesi veya kutsanması, öznenin ve
türünün, yani bilimsel bilginin bulundu-
onun hesaplama teknikleriyle yöntemi-
gunu; söz konusu bilimsel bilginin doga
nin, bir 'şeyler alanı' olarak düşünülen
bilimlerinde kazanıldıg1nı; bilimsel bil-
dünya üzerindeki mutlak egemenligini
ginin de yönteme dayah bir bilgi oldu-
gunu öne sürüp, doga bilimlerinin yön- ifade eder. Başka bir deyişle, özneye
temini ınutlaklaşhran ve bu yöntemin izafe edilen abartıh rol, son çözümleme-
kapsamuu, onu insan bilimlerine de uy- de modern felsefenin dogay1 şeyleştir­
gulayacak şekilde genişleten rasyona- me egilimini ortaya koyar. Gadamer'e
list \'e pozitivist yaklaş1mm tavrını göre, daha da kötüsü, yöntemi ve hesap-
ifade ebnek için kullamlan deyim. lama teknikleriyle akhn kullanım ya da
Dogru bilgiye, hakikate veya bilimsel uygulama alanının genişletilmesi, yön-
bilgiye ulaşmamn biricik yolunun bi- temli düşünen bilimsel aklın mutlaklaş­
limsel yöntem ya da yöntemlerden geç- tınlması, insan varlıklarını da salt şey­
tigini savunan tavır olarak yöntem dog- ler olarak görme sonucunu dogurur.
matizmi, tarihten, toplum ve insandan, yöntemsel kuşkuculuk (Os. şekki müspet;
toplumsal-insani ilişki, deger, ilgi ve çı­ ing'. metlıodologirııl scepticism; Fr. scepti-
karlardan bagımsız olduktan başka, ta- cisme mithodique). Kuşkuculugun bir
rafsız, evrensel ve nesnel olduguna ina- yöntem, belli birtakım dogrulara ulaş­
nılan bilimsel bir yöntemin bagnaz mak üzere bir araç olarak kullanılması.
savunuculugunu yapar ve kendisini bu Yöntemsel kuşkuculugun bilinen en iyi
yolla meşrulaştıran entellektüel ideoloji ömegi, Descartes'ın kuşkuculugudur.
haline gelir. tDescartes bilgi görüşünde, aklın biri
940 yöntemsel kuşkuculuk

sezgi, digeri de tümdengelim olmak duyma olasılıgı vardır. O tüm duyu-


üzere iki gücü ya da yetisi oldugunu deneylerimizin gerçekte hayali olabilece-
savunmuş ve bu iki güç geregi gibi kul- gini söyler. Duyu-deneyi yoluyla tecrübe
lanıldıgı zaman, insanın tıpkı matema- ettigiıniz herşey uyurken bir düşte
tikte oldugu gibi, kesin bilgilere ulaşa­ sahip oldugumuz deneyiere her bakım­
bilecegini savunmuştur. Daha sonra, dan benzer. Uyanıkhgı uyku hiilinden
aklın bu iki gücüne geregi gibi yol göste- ayıracak bir ölçüt bulunmadıgına göre,
recek kurallan belirleyen Descartes, uyarukken sahip oldugumuz deneyierin
'açık ve seçik bir biçimde dogru oldugu gerçekte uyku halinde yaşadıklarımızın
biliıuneyen hiçbir şeyin dogru kabul bir parçası olmadıgıiıdan nasıl emin ola-
edilmemesi gerektigi' kuralı uyarınca, biliriz? O, bundan sonra bir adnn daha
herşeyden kuşku duymaya, yanlış ya atarak, bilimsel dogrulara geçer. Ona
da kuşkulu oldugunu, ve yanlış ya da göre, bilimsel bilgiden bile kuşku duy-
kuşkulu olmasının muhtemd oldugunu mak için, uzak da olsa, bir neden vardır.
düşündügü herşeyi redde_tmeye karar Descartes, lnsaıun imgeleminin birtakım
venniştir. Descartes'uı burada önerdigi mitolojik varlıklar, yansı keçi yansı insan
ölçüt, bir inancUl, bir iddia ya da bir gö- olan varbk türleri,. su perileri, deniz kızlan
rüşün, onu kuşkulu hale getirecek bir yaratabildiğini SÖyler. Bütün bunlar ger-
neden ya da gerekçenin gösterilmesi du- çekte varolmayan hayali nesnelerdir. O,
rumunda reddedilmesi gerekligini belir- işte bu noktada tüm duyu-deneylerinin
tir. Tüm inançlan tek tek ele alıp sorgu- pekala imgelemin faaliyetine benzeyebile-
lamak hiçbir zaman tamamlanmayacak ~ini söyler. Bundan dolayı, dünya hak-
bir iş oldugu için, Descartes inanç ve bil- kında bildi~ düşündügümüz her-
gilerini belirli başlıklar altında toplar. şey, gerçekte varalınayan düşsel
Onun kuşku yöntemine, ya da bir araç varlıklarla ilgili bir bilgi olabilir. Fi.zik,
olarak kullandıgı tkuşkuculuga, ilk ola- kimya, hp gibi bilimler de su perilerine,
. rak duyulara dayanan inançlar konu deniz kızlanna, at başlı lnsanlara ya da ya-
olur, çünkü bilgilerimizin en önemli nsı keçi yarısı insan olan yaratıklara iliş­
kaynaklanndan biri duyulardır. Bunun- kin bir çalışma kadar bilimsel olabilir.
la birlikte, Descartes duyulann bizi Kuşkunun kendisi her ne kadar daha
zaman zaman yaıulttıklan olgusundan da ileri götürülmeye elverişli bir yapıda
yola çıkarak, bizim duyulara dayanarak olsa bile, geriye yine de kesin olarak bi-
bildigimizi sandıgımız bir şey konu- lebilecegimiz bir şey kalmaktadır. Ya-
sunda hiçbir zaman tam anlamıyla emin şamın kendisi yahuzca bir düş olsa da,
olamayacagımız sonucwtu çıkartır. Du- olayiann sergiledigi bir düzen, olaylar
yulanmız bizi zaman zaman yanıltıyor­ arasmda sabit ve degişmez birtakım
sa, onlann bizi her zaman yanılbna olası­ ilişkiler vardır. Buna göre, tecrübe etti-
lıkJan daima vardır. Duyular araalığtyla girniz bir şeyin gerçek dünyanın nu,
kazanılmış bilginin bir bölümü yanlış ve imgelernemizin mi, yoksa gördügümüz
güvenilmez bir bilgi ise, tümünün birden düşün bir parçası mı oldugunu kesin
yanlış olmadıgı konusunda bir garanti- olarak bilemesek bile, düşünebilecegi­
miz olabilir mi? miz her karenin dört kenan vardır, ikiy-
Descartes daha sonra normal ve saglıklı le üçü n toplamı her zaman beş yapar.
duyurnlara dayanan dogrulara geçer. Fakat Descartes'a göre, matematiksel
Örnegin, tüm insanlar elleri ve ayaklan dogrulardan da kuşku duymak için ge-
oldugunu düşünür. Bakmakta olduklan çerli bir nedenimiz var gibi görünmekte-
kagıdın beyaz oldugunu bilirler. Descar- dir. Burada onun aldatan Tanrı, ya da
tes'a göre, normal deneyimlerimizden, Kötü Cin varsayımı gündeme gelir. Söz
kendilerinden yana emin oldugumuz konusu varsayıma göre, insanlan alda-
duyusal bilgilerimizden bile kuşku tan bir Tanrı ya da şeytani bir varlık,
yöntemsel maddecilik 941

kötü bir cin vardır. Bizim kendisinin ve duyamaz, zira kuşku duyarken, kuşku
bizim üzerimizdeki etkisinin hiçbir şe­ diye bir şeyin varoldu~unu, dolayısıyla
kilde farkına varmad1~1m1z bu varlı~m kuşku duyan 'ben'inin varoldu~unu
insanları baştan çıkarmak ve her konu- açak ve seçik olarak bilir. Nitekim, o
da yanaltmak için yeterli gücü vardu. 'Düşünüyorum, o halde varım' sonucu-
Descartes'a göre, böyle bir güç var ise na varır ve böylelikle düşünen bir var-
e~er, o bizi sürekli ve sistematik olarak hk olarak kendi varoluşunu kanıtlar.
yanı!tabilir ve bizim do~rulara ulaşma yöntemsel maddecilik [İng. methodological
yönündeki tüm çabalanmız boşa çıkar. ıııaterialism; Fr. matbialisme rııttlıodiqu.e }.
Bizim ikiyle üçün toplammın beş etti- tMaddecili~i, do~rudan do~ruya anto-
~inden, karenin dört kenarı oldu~undan lojik bir anlam içinde de~il de, benimse-
emin olmam1z, başka hiçbir şeyi de~il nen bilgi görüşünün, ya da felsefi tavır
de, yalnız ve yalnızca bu şeytani varlı­ veya seçilen yöntemin bir sonucu ola-
~ın bizi yanıltmakta çok başarılı oldu- rak savunma durumu. Do~rudan do~­
~unu kanıtlar. Descartes bu son noktay- nıya tinsel bir gerçekli~in varolmad•~ı­
la birlikte, herşeyin kuşkuya açık nı söylemek yerine, bilgide empirist bir
oldu~·unu görerek, tüm inançlarını, tüm anlayış benimsedikten sonra, yalnızca
bilgilerini bir kenara atar. deneyim yoluyla bilinenin varoldu~u­
Bu kuşku süreci, ona bir yandan daha nu, mekan ve zaman içinde olanın, yani
önceden kazaıunış oldu~u tüm bilgileri- cismin ya da madde dnsinden varlı~ın
ni atma, kendi felsefesiyle daha önceki gerçek oldu~unu söyleme, dolayısıyla
varh~ı madde alanıyla sırurlama, fakat
felsefe arasUla kesin bir set çekme olana-
~· verirken, bir yandan da sisteıninin,
madde alanının dışında kalan olas1
varlık alanıyla ilgili olarak herhangi bir
üzerinde insan bilgisinin yeni baştan
inşa edilece~i kesin ve mutlak başlangıç
iddiada bulunmama yeye tinsel olanı
noktasinı verir. Buna göre, herşeyden
ifade eden deyimierin anlamlı olmadı­
~ını söyleme tavrı.
kuşku duyulabilir, fakat bir şeyden
kuşku duyulamaz. Neden ya da nasil
yüce [Os. u.lvi; ing. su.blime; Fr. su.blirne; Al.
eı-haben). 1 İnsanın ölçülerini ve sarurlari-
kuşku duyuyor olursa olsun, onun
nı aşan, kendi başına üstün olan şey; 2
kuşku duyabilmesi için varolması gere-
en önemli özelli~i uçsuz bucaksı.zlak ve
kir. Bu sonuç, kuşkulan da~ıtan ve ona
sınırsızlık olan, kendisiyle aramızda
sisteminin başlangıç do~rusunu veren ezici bir oransı.zhk bulunan, karşısında
çok önemli bir sonuçtur. O, kuşku yönte- ezildi~imiz güç; 3 herşeyin üstünde tut-
mini uygulamaya devam etü~imiz, kötü tu~umuz, çok de~erli ve önemli gördü-
cin varsayınuru kabul etti~imiz zaman ~ümüz, gücü, büyüklü~ü, de~eri ve
bile geçerli olan ve hiçbir kuşkunun yan- soylulu~uyla başka herşeyden aynlan;
hşlayamayaca~ı bir sonuçtur. Zira bir
4 ti.im varlıklarm ve kavramların üstün-
kötü bir d.nin varoldu~unu ve Descar- de olan, kendisine saygı ve hayranlık
tes'ı yanıltmakta oldu~unu söylesek bile,
duyulan yapı; S çok de~er verilen, soy-
bu dn Descartes'ı gerçekte varolmadı~ı lulu~u ve büyüklü~üyle başka şeyler­
zaman, varoldu~una inandaramaz. arun den aynlan şey için kullanılan sıfat.
Descartes'ı aldatabilmesi için. onun her- Yüce kavramı üzerinde en fazla duran
şeyden önce varolmasa gerekir. filozof olarak lın.manuel Kant'a göre,
Şu halde, herşeyden kuşku duyma, yüce, belirli bir şekli olmayan veya bir
Descartes'ı kuşku duyabilmesi için, ön- bütünsellik düşüncesi içeren her tür
celikle varolması gerektigi sonucuna gö- nesne karşısmda duyulan hazzı ifade
türür. Çünkü kuşku duyma bir tür dü- eder.
şünmedir. Başka bir deyişle, istisnasız yüceitme [İng. subliınation; Fr. sublimation;
herşeyden kuşku duyan bir insan, Al. su.blimieru.ng}. Bastirılmış bir duygu-
kuşku duymakta oldu~undan kuşku nun yeni bir nesneye yöneltilmesi ya da
942 yüklem

transferi. B!r içgiidü, itki, duygu, arzuy- yüklü !Oru yaniışı [İng. plıallacı; of londed
la yönelinen nesne ya da amacın yerine question]. Formel olmayan bir yanlış türü
başka bir amaç ya da nesnenin geçiril- olarak. istenen yaıutı soruda varsaymak-
mesi. Psikanalizde, bazı 'aşagı· duygu tan, ya da soruları istenen yanıtlan ala-
ya da içgüdülerin daha 'yüksek' içgüdü cak şekilde biçiınlemekten, tartışmalı
ya da d uygulara dönüşmesi durumu. kabüllere dayanan sorular sormaktan
yüklem [Ing. predicate; F. predicat; Al. oluşan ve aynı zamanda kompleks soru
priidikat]. 1 Dilbilgisinde, bir cümle söz yaniışı olarak da geçen yanlı~ türü.
konusu oldugunda, cümledeki tüm un- yükümlülük [Os ıııükellefiyet; Ing. obligati-
surların fonksiyonlarının kendisine göre on; Fr. obligation; Al. verplichtung]. Uyma-
belirlendigi, cümlenin temelini meyda- manın, yerine getirmenin belli bir sonuç
na getiren, ortadan kalktıgı zaman cüm- ya da cezayı gerektirdiği formel bir an-
lenin de yok olup gitınesine neden olan laşma, yasa. Ahlak duyusu, ahlaki ilke
temel öge. 2 Mantıkta, iki bileşenden ya da ödev tarafından belirlenen bir tarz-
meydana gelen kategorik önermede, da eyleme zorunlulugu. Belli bir şey ya-
önermenin ikinci terimi özne hakkında pacak, belli bir eylemi gerçekleştirecek
tasdik ya da inkar edilen şey, öznenin kişi için söz konusu olan ahlaki kuralları
dahil veya dışında oldugu sınıfı göste- belirleyen zorurıluluk biçimi ya da türü.
ren sözcük. 3 Modern mantıkta, özellik- Dogada varolan zorunlulugun, doga
yasalarının zorurılulugunun içkin oldu-
leri, nitelikleri ya da bagıntıları göste-
ren teriın gu, fenomenlerin ve olayiann dogasın­
Bu baglamda, varlık ya da nesnelere ni- dan çıktıgı yerde, ahiald yükümlülük
aşkın bir kaynaktan çıkar, yani ahlak ya-
telikler izafe etıne faaliyetine, bir özneye
salarının zorunlulugu aşkın bir zorun-
bir sıfat, özellik, fül, bagıntı yükleyen
önermeye veya böyle bir önermenin luluktur. Başka bir deyişle, yükümlü-
lük, olaylann, doganın üstünde olan,
özne ile yüklem arasında kurdugu iliş­
Id ye veya formel baga yüklemleme adı ve- gerçek olmamakla birlikte, gerçekleşti­
rilir. Bir yüklernin, bir özelügin öznede rilmesi, hayata geçirilmesi gereken daha
veya özne konumundald kavrarrun içie- yüksek bir düzenden kaynaklanan bir
zorunluluktur. Söz konusu yükümlülük
minde yer aldıgını dile getiren yargıya
ya da zorunluluk, fizild ya da nedensel
yüklemleme yargısı adı verilmektedir. Ote zorunluluktan bagımsız olan ve başka
yandan yalnızca bireylerin varoldugu- türlü davranabilme özgürlügünü de ge-
nu, bireyler dışında hiçbir şeyin somut rektiren kategorik bir yükümlülüktür.
bir varoluşa sahip olmadıgını öne Insani güdülenmeden bagunsız olan
süren tnominalizmin, genel kavramları ahlaki yükümlülük, bizden, arzularmız,
bireyler arasındaki benzeriilde açıkla­ isteklerimiz ya da güdüleriınizden ba-
yan, yüklemeyi geneliernenin aracı ola- gımsız olarak, belli eylemleri yapmamı­
rak gören türü yüklem nominalizmi ola- zı, gerçekleştirmernizi ister, bu eylem-
rak tanımlaıur. leri yapmamızda nesnel bir zorunluluk
Yine, tFrege taraf ın dan geliştirilmiş bulundu~nu ifade eder. Ahlak alanın­
olan, ve önermeler mantıgına, a) bir bi- da, kategorik birtakım yükümlülükler
reye bir yükleın atfeden ('Ali zel<idir' bulundugunu kabul etmeyen düşünür­
benzeri) tümceleri, b) bireylere bir ba- ler ise, yükümlülügü 'mutlu olmak için,
gıntı yükleyen ('Engels Marks'ın dostu- belli türden eylemleri gerçekleştirme,
dur' benzeri) önermeleri, c) belirli bir belli eylemlerden sakınrna zorunlulu-
yüklem ya da bagınıının bazı veya tüm gu' olarak tanımlamışlardır. Burada ki-
bireyler için geçerli oldugunu söyleyen şinin belli bir eylemi gerçekleştirme
('Bazı' veya 'Tüm insanlar zekidir' ben- yükümlülügü, kişinin onu yapma arzu-
zeri) tümeeleri ekleyen ınantıga, yük- suna indirgenir ve yükümlülük güdü-
lemler mantıgı adı verilir. lenmeyle çakışır.
zamandışi şimdi 943

ölçülemeyen, niceliksel olarak belirlene-


meyip, yerine göre kısa ya da uzun gö-
rünebilen zaman ya da süredir.
Öte yandan, zamarun nesneler arasın­
daki ba~ıntı kümelerinden meydana

z
geldi~ini ve nesnelerle de~işmeden asla
ba~ımsız olmadı~ını dile getiren göreli
zaman anlayışının karşısında ise, mut-
lak zaman görüşü yer alır. Öme~in,
tNewton'a göre, mutlak zaman do~al
olaylardan ba~ımsızdır ve fiziki olaylar-
Zahiriyye. Kurtuba'da ortaya Çlkan ve dan varlık bakımından önce gelir. Mut-
Endülüs Erneviieri tarafından resmf lak zamanlll matematiksel bir düzen ol-
mezhep olarak benimsenen ilikadi İshim du~unu, özünün dış bir şeyle ilişki
mezhebi. Kuran'daki ayetlerin yalruzca olmaksızın, düzenli bir biçimde akmak-
zahiri ya da görünüşteki anlamlarına tan oluştu~unu dile getiren Newton, za-
önem veren, onların mecazf anlamlanru maıun ezeli-ebedi olup, mutlak bir do~­
hiçbir şekilde kabul etmeyen Zahirilere rulhısu bulundu~unu söylemiştir.
göre, din ilahi olup, tasım akılsaldır. Zaman görüşünü, farklı zaman anla-
yışiarına örnek olarak verebilece~imiz
Dahi meselelerin insan aklıyla çözümle-
nemeyece~ini öne süren mezhep, Kuran
Platon"a göre, zihnin varolanları bir
ve hadislerin yorwnlanması suretiyle, bütün olarak ve birden kavrayamaması­
nın sonucu olan zaman, de~işmez ve
onlardan yeni anlamlar çıkarmanın, sa-
zamandışı olan yetkin idealar dünyası­
dece yanlış de~il, fakat a yru zamanda
mn yetkinlikten yokswt bir taklididir.
boşuna oldu~unu savwtur. .
zaman [Yunanca 'khronos'tan; Ing. time; Platon'un zarnan ö~retisinden etkilenen,
Fr. temps; Al. Zeit). 1 Ölçülebilir nicelik
ve olayların süreye ba~lı oldu~unu,
fakat sürenin olaylara ba~lı olmadı~uu
olarak düşünülen süre. 2 Şimdinin geç-
dile getiren bir anlayış geliştiren Hristi-
miş olmasına yol açan (ve genellikle
yanlıkta, dünyanın ve zamarun yaratılı­
süre oldu~u düşünülen) kesintisiz de- şından önce varolan ve dünyarun yoko-
~işme, hareket; geçmiş, şimdi veya ge-
luşuyla zamanın bitiminden sonra da
lecek gibi zaman dilimlerinin kendisinin varolacak olan ezeli-ebedi bir Tanrı var-
parçaları oldu~u sürekli bütün. Parçala-
dır. Bundan dolayı, zaman, varoluşu
n önce sonra, başlangıç ve son gibi iliş­ için Tanrı tarafından yaratılmış olmaya
ki bildiren terimlerle ifade edilen ve de- ba~lı olmuştur ve olacaktır.
~işmeden ayrılmaz olan bütün.
Zamanın eşyadan ayrılmayan bir var-
3 Olayların birbirlerini izledikleri son- lık tarzı, ve olayların süresi oldu~unu
suz bir ortam olarak düşünülen soyut öne süren tDescartes'a karşı, tLeibniz
kavram. 4 Fiil ya da eyleme ba~lı ola- zamanı bir ilişkiye indirgeyerek, ard
rak do~al sürenin çeşitli dilbilimsel bö- arda gelen olayiann düzeni olarak ta-
lümlerini gösteren kategori. nımlamıştır. Yine, zamanın duyarlı~ın
Zaman da, hpkı mek~n gibi, öznel ve a prio~i bir formu, deneyin zorunlu bii
nesnel açıdan de~erlendirilir. Bunlardan koşulu oldu~unu dile getiren, deneyin
nesnel :wman, kendi içinde de~il de, ci- dışında hiçbir anlamı olmadı~ını dile
simlerin hareketiyle ölçülebilen zaman getiren tKant'a karşı da tBergson, za-
olarak bilinir. öznel :wman ise, gelece~e manı temel gerçeklik olarak görmüştür.
da~ru yönelmiş bir sürece ilişkin, pasif zamandışı şimdi [Ing. timeless preserıt;
de~il de, aktif yaşantıyla belirlenip, Fr. pr~sent tternel]. Bah dillerinde kopu-
do~rudan ve aracısız olarak hissedilen, larun, Türkçede 'dır'ın, bir türnce ya da
dolaysız olarak yaşanıp, nesnel olarak önermede, geniş zamanda, faka ı geç-
944 zamansol

miş ya da gelecek zamandan ayn ola- yetisi; insan zihninin karşı karşıya kal-
rak, şimdiki zamanı göstermeyip, genel dıjı;ı teorik ve pratik problemleri belle-
bir dojı;ruyu dile getirecek şekilde kul- l';in, imge le m ve kavrarnsa 1düşüncenin
lanılması durumu. Fiilierin belirli bir de yardııruyla tatmin edici bir biçimde
zaman dilimini dejı;il de, tüm zamanlan çözebilme kapasitesi.
gösterecek şekilde yer alması h§li. Örne- Yapılanışında dojı;uştan getirilen öge-
ğin, 'A'run B' den, B' nin de C' den küçük lere ek olarak, duygusal ve toplumsal
olması durumunda, A C'den küçüktür' yaşamın da büyük bir rol oynadıjı;ı
çıkarımında, fiil şu anı gösterecek şe­ zeka soyut zeka ve somut ya da pratik
kilde dejı;il de, tüm zamanlar için geçerli zeka olarak ikiye aynlır. Bunlardan
olan bir dojı;ruyu ifade edecek şekilde soyut zekayı belirleyen en önemli özellik,
kullanılmıştır. onun duyu-verilerini, bilgisi önceden
zamansal (İng. tenıporal; Fr. tenıporel]. Za- kazanılmış ve açıklanmış genel durum-
mana ait, zamanın bir parçası olma du- ların, bir yasa ya da ilkenin özel bir h§li
rumu. Zamanın içinde yer.alan ya da ya da özelleınesi oldujı;unu keşfetmek
zamanla sınırlanmış bir şey için kulla- suretiyle anlaması ve yorumlamasıdır.
nılan sıfat. Ezeli-ebedi olana karşıt ola- Başka bir deyişle, soyut zekaya sahip
rak geçici olanı; tinsel, aşkın ya da bir insan sembolleri ve kavramlan bece-
soyut olana karşıt olarak, maddf ve riyle kullanan kişidir. Oysa somut veya
somut olanı; dojı;aüstü, göksel, ideal ve pratik zekanın en önemli özellijı;i, onun
zamandışı olana karşıt olarak, bu dün- somut verileri kolaylıkla kullanabilme-
yaya ait olup, yeryüzündeki varoluşla sinden meydana gelir; başka bir deyiş­
ilgili olaru gösteren deyim. le, somut zeka deneysel malzeme ya da
zeilgeist. Almanca zamanın ruhu anlamı­ verileri, geneli hiç hesaba kalmadan,
na gelen ve metafizik ya da tarih felsefe- aynı şekilde özel ve somut olan başka
sinde, fikirlerin, ejı;ilim ya da yönelimle- bir veri aracılıjı;ıyla anlamaktan oluşur.
rin, felsefeyle toplumsal yapııun, iktisat Öte yandan, zeUnın gelişmemişlijı;i­
anlayışıyla siyasi yapının. bir kültürün ne, dojı;uştan varolan veya sonradan or-
belli bir çajı;daki durumunu ve düzeyini taya çıkan nedenlere bajı;lı zihinsel ye-
bel ir leyen, bileşkesini anlatmak üzere tersizlijı;e zek6 geriiili adı verilir. Kalıtsal
kullanılan terim Bu dojı;alcı yaklaşım, nedenlere bajı;lı olabildijı;i gibi, dış et-
olaylan belirleyen, yönlendiren ve de- kenlerle de vuku bulabilen zeU gerilijı;i­
netleyen şeyin, içinde bulunulan ekono- nin üç farklı türü vardır. Bunlardan
mik, siyasi ve eııtellektüel koşullar veya yargı bozukluklan, yeni durumlara
Zeitgeist oldujı;unu söyledil';i için, tarihi uyum güçlül';ü çekme ve telkin açık ol-
daha çok yaratıcı insaniann yaptıjı;ını mayla belirlenen zeU gerilil';i veya geli-
söyleyen büyük adam kuraırurun kişi­ şim yetersizlil';i türüne zayıf akıllılık adı
selci yaklaşırnma karşıttır. verilmektedir. Zeka gerilil';inin en al';ır
zeki [İng. intelligence; Fr. intelligence; Al. olan türü ise, alıklık olarak bilinir. Buna
intelligenz]. En genel olarak, yepyeni bir göre, konuşma yetisine sahip olama-
duruma, bu yeni oluşumun öjı;eleri ara- yan. alık, en basit ihti yaçlannı karşıla­
sında varolan ilişkileri kavrayarak kı>­ yamadıjı;ı gibi, kendisini dış koşullara
laylıkla uyum sajı;lama gücü, melekesi; karşı savunacak durumda dejı;ildir. Öte
insan varlıjı;ının deneyimini ve bilgisini yandan alıklık ile zayıf akıllılık arasın­
yeni karşılaştıjı;ı somut durumlara uy- da yer alan zeU gerilijı;ine 11udalalık den-
durmak suretiyle sergiledijı;i problem mektedir.
çözme yetenejı;i. Gösterge ya da sem- Zen-Budizm. Kökleri Hindistan'da olan
bolleri yorumlama ve ilişkileri kavra- ve Nirvana'ya götüren yol olarak medi-
ma ve böylelilde de gözlemlenen olay- tasyonu seçen, ya da içe dalım gibi belir-
ların ve eşyanın mahiyetini açıklama li uygulamalar yoluyla, insaıun derinlik-
Zenori, J<ıbnslı 945

lerinden geçerek nihai ve en yüksek ger- lirlemiştir. Ona göre, gerçek o!an her-
çeklige ulaşınaya çalışan Budist sistem. şey maddidir. Fakat evren, pasif bir
Zen-Budizm, Çin'de Budizm ile Taocu maddeden oluşmamıştır. Degişen bir
doga felsefesinin bir sentezinden mey- yapısı olan düzenli bütün olan evrende-
dana gelen Ch'an ya da Zen Okulu'nun ki pasif maddeden başka, dogadaki dü-
Japonya'daki uzantısıdır. zenleyici, aktif ögeyi temsil eden bir güç
Felsefelere ve akılcı ögretilere karşı daha vardır. Bu aktif güç, maddeden
çıkan, hiçbir inanca baglı kalmak iste- farklı degildir, ancak maddenin degişik
meyen Zen Budistlere göre, sözcüklere, bir görünümüdür. O, hava akınbsı ya
kavranılara, ögretilere, mutlak ve degiş­ da nefes gibi, sürekJi olarak hareket
mez kurallara baglanma, insan varlıkla­ eden ince bir şeydir. Zenon bu gücün
nnın her zaman ve her yerde geçerli ateş oldugunu söyler; ona göre, bu ateş
olan gerçege, derin anlama ulaşmasına var olan herşeye yayılır.
engel olur. Düşüncelerimizin varlık ve Bu maddi ateşin en temel özelligi akıl­
yokluk, dogum, ölüm, etki tepki gibi dır. Bu ateş, evrendeki en yüksek varlık
kavrarnlara takılması durumunda, söz- türüdür. Zenon'a göre, Tanrı herşeydir.
lerin ve anlamların agına yakalanıp ger- Yani, Tanrı bireyleri birbirleriyle birleş­
çekten uzaklaşacagımızı savunan Zen tiren ateş ya da sıcak nefestir. O, doga-
Budistlere göre, manttktan uzaklaşıp run içindeki akıl ya da rasyonel güçtür.
yaşamın yalın gerçegine yönelmemiz Tann'nın ateş ya da rasyonel bir güç ol-
gerekir; bu gerçekleştirildiginde, insan- dugunu söylemek, dogaya aklın ve akıl
lar söze döküleıneyen gerçekle karşıla­ ilkesinin egemen oldugunu söylemek-
şacaklardır. ten başka bir şey degildir. Madde, ken-
Zenon, Eleah. Parmenides'in izleyicisi disinde bulunan bu akıl ilkesine göre
olan Elealı düşünür. davranır. Maddenin bu ilkeye göre olan
Zenon, hocası Parmenides'in yalnızca sürekli eylemi, Zenon'a göre, bizim
degişmez 'Varhk'ın gerçek oldugunu doga yasası dedigirniz şeyi meydana
öne süren görüşünü, çokluk ve degiş­ getirir. Zenon, bilgi anlayışında, söz-
menin gerçek oldugunu savunan karşıt cüklerin düşünceleri ifade ettigini, dü-
görüşte içerilen mantıksal güçlükleri şüncelerin ise, bir nesnenin zihin üze-
gözler önüne seren dolaylı kanıtlanyla rindeki etkisi sonucu ortaya çıkttgını
savunmuş ve felsefe tarihinde bu sa- söyler. Zihin, doguştan boş bir levhadır
vunmasıyla ün kazanmıştır. Başka bir ve düşünce dagarcıgıru dış dünyadaki
deyişle, hocası tPannenides'in çokluk nesnelerden etki aldıkça doldurur. Bu
ve degişmenin bir yanılsama oldugunu nesneler, duyulann oluşturdu~ kanal-
dile getiren teorisinin inançlı bir savu- lardan geçerek, zihinde izienimler mey-
nucusu olan Zenon, t Pythagorasçıların dana getirirler. Aynı nesnelerle tekrarla-
çoklugunun çözülemez güçlükler içer- nan çok sayıda ilişki, izlenimleri
digini, degişme ve hareketin Pythago- çogalbr, bellegimizi geliştirir. Bu, bize
rasçılann plüralist varsayımına göre önümüzde duran nesnenin ötesine geçe-
bile olanaksız oldugunu büyük bir usta- rek, genel kavrarnlara ulaşma olanagı
lıkla göstererek, Pannenides'in teorisini saglar. Zenon'a göre, bir şeyin dogru ya
kanıtlamaya ya da en azından onun hiç- da iyi oldugu şekJindeki bir yargı izle-
bir şekilde saçma bir görüş olmadıgını nimlerimizin bir ürünüdür.
göstermeye çalışmıştır. Zenon, insan ve ahl!k ~nlayışında,
Zenon, Kıbnsh. M.Ö. 335-263 yılları ara- dünyanın bir parçası olan insanın da
sında yaşamış olan, Stoa Okulunun ku- aynı şekilde maddi bir varlık oldugu-
rucusu, Yunanlı filozof. nu ve tanrısal ateşten pay aldıgını söy-
tAkademi'de Krates'in nezaretinde fel· ler. İnsandaki bu ateş, onun tüm vücu-
sefeyle meşgul olan ·zenon, tStoalılar duna nüfuz eder ve insana hareket
tarafından benimsenen temel ilkeleri be· etme ve dış dünyadan duyumlar alma
946 Zenon'un paradoksları

olanagı verir. Yani, Zenon'a göre, in- bulün, yani evrenin ve evrendeki her-
sandaki bu ateş, onun ruhunu meyda- şeyin birimlerden meydana geldigi ka-
na getirir. O, insan ruhunun en iyi ifa- bulünün saçma bir kabul oldugudur.
desini akılda ve akılhlıkta buldugunu Pythagorasçılar varlıgın bir oldugu
savunur. İnsan için akıllılık ise, onun varsayımının saçma olup gülünç so-
kendisinin de bir parçası oldugu yetkin nuçlara götürdügünü düşünüyorlarsa
doga düzenini aniayıp bilmesi anlamı­ eger, şimdi karşıt varsayımın, yani var-
na gelir. Zenon'un ahlakı, işte bu doga lıgın bir çokluktan oluştugu varsayımı­
ve insan anlayışına uygun olarak, bir mn da gülünç sonuçlara yol açtıgı kabul
yandan akla ve bilgiye, bir yandan da edilmelidir.
dogal düzene boyun egmeye dayanır. 2 Mekaıı paradoksu: Parmenides, boş­
Zenon'un paradoksları [İng. paradoxes of luk ya da boş mekanın varoluşunu
Zenon;Fr. paradoxes de Zenon]. Zenon'un, inkar etmişti. Zenon hocasının bu gö-
degişmeyen bir Varlıgın oldugunu, de- rüşünü, ona karşıt görüşü saçmaya in-
gişme ve çoklugun bir yanılsama oldu- dirgeyerek desteklemeye çalışmıştır.
gunu öne süren hocası tParmenides'in Buna göre, içinde şeylerin bulundugu.
Pythagorasçı karşıtlarını bir dizi zekice bir mekanın varoldugunu kabul ede-
ve ustaca saçmaya indirgerneyle çürüt- lim. O, hiçbir şeyse, yani bir şey degil-
mek için tasarlanmış olan kanıtlarnala­ se eger, bu takdirde onun içinde bir
nna verilen ad. şeyler olamaz. Bununla birlikte, o bir
· Zenon'un bu kanıtlama ya da argü- şeyse eger, onun kendisi mekan içinde
manları, buna göre, çokluk, degişme ve olacak; bu mekanın kendisi de mekan
mekan kavramlailiW\ özü itibariyle çeli- içinde bulunacak ve söz konusu süreç
şik olup, saçmalıklara yol açtıgıru ve sonsuza! devam edecektir. Fakat bu,
bundan dolayı evreni ve evrendeki fe- Zenon'a göre, bir saçmalıktır. Şeyler, şu
nomenleri açıklamak için kullanılama­ halde, mekan ya da boş uzay içinde de-
yacagını göstermeyi amaçlar. Bu kanıt gillerdir.
ya da paradoksların belli başlıları şun­ 3 Hareketle ilgili Paradokslar. a) Stadyum
lardır: 1 Çokluk paradoksu: Pythagorasçı­ Paradoksu: Varsayalım ki, bir stadlık
larla birlikte, gerçekligin, tek bir varlık­ uzunlugu ya da belirli bir yarış mesafe-
tan degil de, birimlerden meydana sini koşarak almak istiyorsunuz. Bunu
geldigini kabul edelim. Gerçekligi mey- yapmak için, Zenon'a göre, sonsuz sayı­
dana getiren bu birimlerin agırlıklan ya daki noktayı geçmiş olmanız gerekecek-
vardır ya da yoktur. Birinci altematifte, tir, çünkü çoklugun varoluşunu öne
dünyadaki herşey ve dolayısıyla dün- süren anlayışa göre, her mesafe sonsuz
yanın kendisi de sonsuzca büyük ola- sayıda noktaya bölünebilir. Dahası,
caktır. tkinci altematifte, yani birimlerin varış noktasına ulaşmak istiyorsanız
büyükJügü olmadıgı kabulünde, evre- eger, bu mesafeyi sonlu bir zaman dili-
nin de büyükJügü olmayacaktır, çünkü mi içinde geçmeniz gerekir. Fakat son-
ona ne kadar çok birim eklerseniz ekle- suz sayıdaki nokta ve dolayısıyla son-
yin, bu birimlerden hiçbirinin bir bü- suz bir mesafe, nasıl olur da sonlu bir
yüklügü yoksa, birimlerden oluşan top- zaman dilimi içinde geçilebilir7 Zenon
laının da büyüklügü olmayacaktır. Şu buradan bir stadlık mesafenin hiçbir
halde, evrenin kendisi de, sonsuzca zaman alınamayacagı sonucunu çıkar­
küçük olmak durumundadır. Pythago- tır. Bu durumun herkes ve tüm mesafe-
rasçılar, öyleyse, şu ikilemle karşı kar- ler için geçerli oldugu açıktır. Bu,
şıyadırlar: Evrendeki herşey ya sonsuz- Zenon'a göre, her tür hareketin olanak-
ca büyüktür ya da sonsuzca küçüktür. sız oldugu anlamına gelir.
Zenon'un buradan çıkannak istedigi b) Aşil Paradoksu: Aşil ve kaplumbaga-
sonuç, ikilemin kendisinden çıktıgı ka- nın aralarında bir yarışa tutuştuklarını
zihin 947

varsayalım. Aşil iyi bir atlet oldu~u Buna göre, Zerdüştçülükte, iyilik ve kö-
için, kapluınba~aya avans ya da yanşa tülük gibi, iki temel ilke vardır. Aydın­
önden başlama olana~ı verecektir. Ya· lık iyili~i, karanlık da kötülü~ü gösterir.
rışta, Aşil kapluınba~anm yarışa baş­ İyili~i yayan Ahuramazda'run karşısın­
ladı~ı yere varınca, kaplumba~a yeni- da, kötülüğü yayan Ehrimen bulunmak-
den başka bir noktaya ulaşınış o- tadır. insan ruhu, işte bu iki gücün, iyi-
lacaktır; Aşil, bu sonuncu noktaya ula- likle kötülü~ün çatışma alanıdır. İnsan
şınca, o zaman kaplumba~a da, çok hangi taraf üstün gelirse, Zerd üştçülü­
kısa bile oJsa, belli bir mesafe alarak, ~ göre, o tarafa yönelir.
başka bir noktaya ulaşmış olacaktır. Şu zetetik. Antik Yunan'da, özellikle hiçbir
halde, Aşil kaplumba~aya her seferinde konuda hüküm vermeyip, kesin bir
biraz daha yakJaşmış olmakla birlikte, görüş bildirmeyerek, yalnızca araştır­
onu, -bir do~runun sonsuz sayıda nok- maya devam ettiklerini bildiren kuşku­
tadan oluştu~u varsayımuıa göre- asla cular tarafından kullanılmış bir sıfat
geçemez; zira geçebilmesi için, sonsuz olarak, belli bir konuda birtak.Jm do~ru­
bir mesafeyi sonlu bir zaman dilimi için- lara ulaşmayı amaçlayan araştınnacıyı
de alması gerekir ki, bu olanaksızdır. ve araşhrmacı taratmdan kullanılan
c) Ok paradoksu: Hareket halinde olan sorgulama yöntemini niteleyen sözcük.
bir ok düşünelim. Yaydan çıkan okun zihin [Os. müdrike, kurroei müfekkire; İng.
hedefine ulaşması için, beiJi bir yer işgal mind; Fr. iJıtellect, esprit). insarun dü-
etmesi, arada bulunan her noktada ayrı şünce ve duygulanımlanyla ilgili fonk-
siyonlarının tümüne, cisimsel ya da be-
ayrı durması gerekir. Ancak mekanda
bir yer işgal etmek, bir noktada durmak, densel olgudan, yalnızca kişinin kendi
sükunet içinde ya da hareketsiz olmak- gözlemine açık oluşuyla ayrılan yapıya
tır. Öyleyse, hareket eden ok hareketsiz
verilen ad. Buna göre, zihinde olup
oJmak durumundadır ki, bu da bir çeliş­ biten şeyler, başkaları tarafından göz·
kiden başka bir şey de~ildir. lemlenemez olup, özel ya da içrektir.
Zihnin ne oldu~u ve nasıl tanımlandı­
Zerdüşt. Zerdüştçülügün kurucusu olan,
~ı konusunda, düşünce tarihinde iki
628-551 yılları arasmda yaşamış kişi.
temel e~ilim ortaya çıkmıştır. Bunlar-
Bilgelik tanrısı Ahuramazda'mn kendi-
dan birincisi, zihni, metafiziksel bak.Jm·
sine göründü~nü söyleyen Zerdüşt,
dan, mekanik sistemlerden ayrı ve ba·
Tanrı'nın kendisine Vohu Manah isimli
~ımsız açıklayıcı bir yapı, varlık ya da
bir melekle vahiy indirdi~ini ve hakikati ilke olarak görme e~ilimidir. Buna kar-
yayma görevi verdi~ini söylemiştir. şın ikincisi, zihni, beynin nörofizyolo-
İran kültürllnde çoktanrıcılıktan tektan-
jik süreçlerinin tezahürünü gösteren bi-
rıcılı~a geçiş sürecinde oldukça önemli
yolojik bir e~riteleme ile ifade etme
bir rol oynayan Zerdüşt'ün kurmuş ol- e~ilimidir. Bu çerçeve içinde de~erlen­
du~u din ise, ZerdütçUlU.k olarak bilinir.
dirildi~inde, şu zihin tanımlarından
M. Ö. 7. yüzyılda ortaya çıkmış olan, söz edilebilir:
Iran ve çevresinde yaşayan halklaruı 1 Psikolojik olay ve verileri açıklaya·
ba~landı~ı eski bir din olarak Zerdüşt­ bilmenin temel araçları oldukları için,
çülük, iyi ve kötü arası.:ndaki kavga varsayilan zihinsel süreç ve edimlerin
dinin kozmolojisine de yansıtıldı~ı ve toplamı olarak zihin. 2 Bireysel organiz-
ışıkla karanlık arasındaki bir savaşla manın veya insan organizmasmm bi-
sembolize edildi~i için, ahlikf bir karak- linçli ve bilinçten yoksun mental tecrü-
teri olan, ikici bir dindir. Zerdüştçülü~e belerinin toplamı olarak zihin. Buna
göre, evrenin yaratlcısı, iyilik Tanrı'sı göre, zihin, canlı bir organizmanın va-
olan Ahuramazda'dır. Ahuramazda, in- roluşu ve yaşam mücadelesi sırasında,
sanlara kötülük etmeye çalışan kardeşi çevresine verdi~i bilinçli tepkilerin da-
Ehrimen ile sürekli bir savaş halindedir. yana~ı olan tinsel gerçekli~e karşılık
948 zihin·beden dikatomisi

gelir. 3 Başta algı ve bitiş olmak üzere, Bununla birlikte, zihin-beden ikiciligi-
bilinçli entellektüel süreçlerin toplamı ne birtakım itirazlar da yöneltilmiştir.
olarak zihin. 4 Beyne eşdeger ya da Bu itirazlarm en önemlisi, ikici görü-
eşit olan bir şey olarak zihin. Ve niha- şün bize zihnin özünü anlama konu-
yet, 5 biyolojik bir sistem, yeterli bir sunda hiçbir katkısının olmadıgı itira-
karmaşıklık düzeyine ulaşbgı, düzenli zıdır. ikici görüşün söyledigi herşey,
bir yapı kazandıgı zaman, sonradan or- biz insanlardan her birinde düşünen,
taya çıkan bir özellik olarak zihin. düş gören, v.b.g., fiziki-olmayan bir
zihin-beden dikolomisi [İng. mind-body tözün varoldugudur; fakat fiziki olma-
dichotonıy; Fr. dichotomie entre 1'esprit et le yan bir zihin dogrudan ve aracısız ola-
corps ]. Zihinle beden arasındaki temel rak, yani bilimsel olarak incelenemez.
farklıhgı ifade eden karşıtlık. Bu karşıt­ İkici bakış açısı, bu itiraza karşı, bizim
lık, zihnin özel oldugu yerde, bedenin zihni içebakış yoluyla gözlemleyebildi-
herkes tarafından gözlemlenebilir oldu- gimizi ifade etmiştir. Öte yandan, ikici
gunu; zihnin, hem bütünlügü içinde ve anlayışa göre, biz zihni, fiziki dünya
hem de çeşitli halleriyle, dogrudan ve üzerindeki etki ve eylemleri aracıhgıy­
aracısız olarak bilinirken, bedenin algı la, dolaylı olarak da araşhrabiliriz.
ve bellege dayanan çıkanmlarla bilindi- Zihin-beden ikiciligine yöneltilen daha
gini; zihnin yönelimsel oldugu yerde, önemli bir itiraz, tümüyle ayn ve farklı
bedenin yönelimsel bir yönünün bulun- iki töz arasındaki karşılıklı etkileşimi
madıgını; zihnin elle tutulamaz, gözle açıklama güçlügüyle ilgilidir. Özellikle
görülemez oldugu ve mekin.sal olmadı­ fizikalistler, bir nesnedeki her degişme­
gı yerde, bedenin gözle görülebilir olup,
nin, fiziki olayiann nedenleri de fiziki
mekAnda bir yer işgal ettigini dile geti- olacagı için, ancak kendisinden önce
rir. · olan fiziki bir olayla açıklanabilecegini
zihin·beden ikiciliği [İng. nıitıd-body dua- öne sürmüşlerdir.
lism; Fr. dualism enıre l'esprit et le corps]. Zihin beden ikiciliginin biri radikal, di-
Fiziki olmayan zihinsel bir t6zün varo- geri de ılıınlı olan iki versiyonu vardır.
luşuna inanan, zihin ve bedenin, birbir-
Omegin, Formun, maddeden ayn ve ba-
lerini etkilemekle birlikte, ayn tözler ol-
gımsız olarak varoldugunu kabul eden
dugunu savunan görüş. Düşünme,
Platon, ruhun ölümsüzlüğüıle inandıgı
akilyürütme türünden zihinsel işlem ve
için, onun ikiciligi, radikal bir ikiciliktir.
süreçlerin fiziki süreçlerle aynı olmadık­
larını, bu süreçlerin bedende ya da be-
Varolmak için bir bedene ihtiyaç duy-
yinde degil de, zihinde ortaya çıkhguu mayan ruh, bu dünyadaki varoluşu sı­
rasında, bir beden içine hapsolmuştur.
ve zihnin canlı beyinle aynı olmadıgını
savunan ögreti. Ölüm için bir hazırhk olan felsefe, ayru
Zihin-beden düalizmi birçok insan, ve zamanda ruhun bu hıtukluluk hAlinden
özellikle de ölümden sonraki yaşama kurtularak,. mutlak özgürlüge ulaşabil­
inanan insanlar tarafından savunulan mesinin en önemli yoludur. tPlaton'un
yaygın bir görüştür. Söz konusu görüş, söz konusu beden-ruh ontolojik ikiciligi-
insan varlıklarırun yalnızca fiziki var- ni, duyusal dünya ile akılla anlaşılabilir
lıklar olmayıp, bizim en önemli parça- idealar dünyası arasındaki ayırım ta-
nuzın zihin ya da ruh oldugunu büyük mamlar. Buna göre, nasıl ki ruhun varo-
bir güçle savunur. İnsanları zihin beden luşu için bir bedene ihtiyaç yoksa, aynı
konusunda ikici görüşün dogru oldu- şekilde idealar dünyasının varoluşu
guna inanmaya götüren en önemli için de, duyusal dünyaya gerek yoktur.
neden, be~·in türünden salt fiziki bir Ve nasil ki, beden varoluşunu, kendisi-
şeyin, duygu ve düşünce türünden zi- nin carılılık ilkesi olan ruha borçluysa,
hinsel süreçleri meydana gelinnesinin duyusal dünya da varoluşunu idealar
imkinsızlıgına duyulan inançhr. dünyasına borçludur. Buradan da anla-
zihin-beden tkicili~i 949

şılacagı gibi, beden ile duyusal dün}'a, yalnızca, yüklem ya da niteliklerin va-
ruh ile de akılla anlaşılabilir idealar roldugu tarzda, yani bir bedenle ilişki
dünyası arasında bir yakınlık ve akraba- içinde, bir tözün özü olarak varolur.
lık vardır. Ruh ya da zihin kendisine Buna göre, ruhun varoluşu, onun bir
akılla anlaşılabilir idealan konu alır, bedene yükleruniş, bir tözün özü alına­
fakat araştırmalarında duyuları kullan- sından meydana gelir.
dıgı zaman, yolunu kaybeder. Aynı şe­ tDescartes ise, zihin-beden ikiciliginin
kilde, insan yalnızca duyularını kullan- radikal bir versiyonu içinde, ruh ve be-
dıgı, yaşantısını bedenine dayanarak denden her ikisini de kendinden-kaim,
sürdürdügü zaman. bu dünyanın sınır­ varoluşlan için başka bir temele gerek
larını aşamaz, herşeyden haz almaya. duymayan, özellikler için temel ya da
çalışarak, her tarafı delik bir fıçıyı dol- dayanak olabilen tözler olarak görmüş,
durmaya çalışır. bedenlerle ruhları birbirleriyle tam ta-
İkiciligin daha ılunlı bir versiyonunu mına aynı düzeyde olan şeyler olarak
savunmuş, ve felsefesinin en önemli degerlendirmiştir. Buna göre, beden
ögelerinden biri olan madde-form anali- fiziki evrenin bir parçası olup, fiziki ev-
zini, bireysel insan varlıgına da uygula- rendeki herşey gibi, işlemleri, hareket-
ınış olan Aristoteles'e göre, insan da leri ve faaliyetleri itibariyle mekanik bir
madde ve formdan meydana gelir. İn­ nitelik taşır. Onun özü yer kaplamadır.
sanın maddesi, insan vücudWlun ken- Beden kendi içinde, kendi yaşamuu
dilerinden meydana geldi~ kimyasal oluşturacak şekilde hareket edebilir ve
cisimlerdir. İnsanın formu ise, insan vü- onun faaliyetlerinin birçoguna ruh tara-
cudunu meydana getiren kimyasal ci- fından neden olunmaz. Ruh ise, bede-
simlerin, kendisi sayesinde ve kendisi nin her parçasıyla ilişki içinde olmakla
aracılıgıyla, yalnızca ölü, duyarsız ve birlikte, işlevlerini bedenden bagunsız
düşüncesiz bir et ve kemik kütlesi ol- olarak gerçekleştirir. Ruhun özü dü-
ınayıp, hisseden ve düşünen canlı bir şünmedir.Ve özü düşünme olan ruhla,
varlık haline dönüştürüldügü herşey­ özü yer kaplama olan beden arasında
dir. Buna göre, insanın formu, Aristote- ortak hiçbir nokta yoktur. Evrendeki
les'in insan ruhu adını verdigi bileşen­ herşey birbirine indirgenebilmekle bir-
lerden, yani insanın önce bitkilerle, likte, cisim ya da beden ve ruh birbirle-
ikinci olarak hayvanlarla paylaştıgı rine indirgenemezler. Onlardan her biri
herşeyden ve nihayet yalnızca insana kendi kendine yeterlidir.
ait olan ve onu hayvanlardan ayıran dü- tİkiciligin, Descartes tarafından benim-
şünme benzeri özellik ve karakteristik- senen bu radikal versiyonu, ruhla beden
lerden meydana gelir. Maddenin form- arasındaki ilişkinin ne oldugu, insanın
dan, formun da maddeden ayn olarak iki farklı tözden meydana gelişi dikkate
varolabilmesini kabul etmeyen Aristote- alınırsa, bir insanı nasıl olup da birlikli
les'e göre, madde, canlı bir insan vücu- ve homojen bir varlık olarak düşünebi­
dunda yalıuzca soyut bir biçimde ayıra­ lecegimiz hususlanıu ele aldatamız
bildigimiz şeydir. Aynı şekilde ruh da, zaman, birtakım güçlüklerle karşı kar-
yalnızca bedenin soyut bir bileşenidir. şıya kalır. Başka bir deyişle, Desear-
Bu bakımdan, Aristoteles'e göre, beden tes'ın ikiciliginin en önemli eksikligi,
ve ruh aynı türden varoluşa sahip var- ruhla beden arasındaki ilişkinin ne ol-
lıklar degillerdir. Beden kendinde ve dugunu açıklayamamasıdir. Descartes
kendi başına varolmaya yetili olan bir .zihin ya da ruhun, beyinde belli bir mer-
tözdür ve gerçekleşmesi için, başka bir kezden iş görebilecegi görüşünü ortaya
temele gerek duymaz. Buna karşın, bir atmışhr. Buna göre, ruh sinirler ve kan
form, başka bir deyişle özsel insansal damarları aracıhgıyla bedensel organla-
nitelik ve yüklemlerden meydana gelen n etldler ve aynı şekilde onlardan etki
bir bütün ya da kompleks olarak ruh alabilir.
950 zihill·beden problemi

Descartes'ı eleşiiren filozoflar işte bu ve süreçlerle bedensel süreç ya da fiziki


görüşün birtakım güçlüklerle dolu ol· olaylar arasında söz konusu olan mut·
dugunu göstermişlerdir. Birinci güçlük, !ak paralelizm, Tanrı tarafından önce-
ruhun nasıl olup da beyinde bir 'mer· den kurulmuş olan uyuma baglıdır.
kez'i olabilecegi noktasında toplarur. zihin·beden problemi [Ing. mind-body prob-
Zira, ruhun beyinde bir merkezi olabil· lem; Fr. probl~me de /'esprit et du corps]. Zi·
mesi, onun mekanda bir yerde bulunma· hinle bedenin farklı tözler oldugunu,
sı ya da yer kaplaması anlamına gelir. zihin alanıyla fiziki alan arasında çok te-
Oysa, Descartes yer kaplamanın yalruz· melli bir farklılık bulundugunu kabul
ca maddenin bir özelligi olabilecegi ko· ehne egiliminin sonucu olup1 zihinle
nusunda ısrar eder. Ruh yalnızca dü· beden arasında nasıf bir ilişki kurulaca-
şünrne özelligine sahip olabilir ve gı ve hangi özellik, fonksiyon ve olu-
bedenin hiçbir özelligi ile tarumlanamaz. şumların zihinsel, hangilerinin fiziki
Ruhun bir yer işgal etmeksizin bir şekil· özellik veya fonksiyonlar olarak görüle:
de iş görebilmesi kabul edilebilse bile, cegiyle ilgili olan ünlü problem.
onun bedenle olan karşılıklı etkileşimi, Tıpkı tzihin felsefesinin daha çok mo-
zorunlulukla esrarengiz bir şey olarak dem felsefede ortaya çıkan bir felsefe
kalmaya devam eder, çünkü aralarında dalı olması gibi, zihin beden problemi
ortak hiçbir özellik bulunmayan iki de, ilk kez ve açık seçik bir biçimde mo·
tözün birbirleri üzerinde bir etkide bulu· dem felsefenin kurucusu sayılan Des·
nabilmesi söz konusu olamaz. Descar· ciırtes tarafından ortaya konmuştur.
tes'ın kendisi de bu güçlügü kabul etmiş tKuşku yöntemiyle, cisimsel olmayan
ve bu ilişkiyi açıklayabilmek üzere, bir töz olarak kendi bilincine ilişkin açık
Tanrı varsayımına başvunnuştur. seçik bilgiye ulaşan ve bilincin, zihnin
zihin-beden paralelizmi [İng. mind-body özünü düşünme olarak belirleyen Des-
parallelism; Fr. parallelisme entre l' esprit et cartes, Tann'nın varoluşunu kanıtiadık­
le corps]. Zihin ve bedeni, varolmak için tan sonra, bir diger töz olan maddenin
kendilerinden başka hiçbir şeye ihtiyaç özünü de. yer kaplama olarak tarumla-
duymayan, özleri birbirlerinden tümüy- mıştır. İşte zihin beden problemi, zihin
le farklı olan iki ayrı töz olarak tarumla· ve beden tözleri, tDescartes tarafından
maıun sonucunda ortaya çıkan, zihinle bu şekilde, varolmak için kendilerin·
beden arasındaki karşılıklı etkileşim den başka hiçbir şeye ihtiyaç duyma·
güçlügünü beriaraf edebilmek amacıy· yan, özleri farklı olan ve dolayısıyla
la, zihinsel ya da psişik olaylarla be· aralarında hiçbir ilişki bulurunayan iki
densel süreç ya da olaylann, aynı anda ayrı töz olarak tanımlandıgı zaman or-
kurulmuş aynı zamanı gösteren iki ku· taya çıkmışhr. Problem, öyleyse zihinle
sursuz saat gibi, ayn, fakat birbirlerine beden arasındaki ilişkinin tam olarak
paralel diziler hAlinde ortaya çıkhkları· ne oldugunu belirleme problemidir.
nı savunan görüş. Psişik olay ve süreç· zihlncilik [Ing. mentalism; Fr. mentalisme;
!erin başka psişik olay ve süreçlerle, Al. mentalismus]. 1 Genel olarak, insan
fiziki olay ve süreçlerin ise başka fiziki davranışına ilişkine uygun ve yeterli
olaylarla nedensel bir ilişki içinde bu· bir açıklamarun, zihinsel fenomenleri
lundugunu, fakat zihin ile beden arasın· açıklayıcı öge ya da güçler olarak teme·
da herhangi bir bağ, psişik olay ve sü· le almak zorunda oldugunu, zihinsel fe·
reçler ile de, fiziki olay ve süreçler nomenler temele alınmadıgında insan
arasında nedensel bir ilişki bulunmadı· davranışının açıklanamayacagını savu-
gını ileri süren anlayış. nan görüş. tMekanizme karşıt olarak,
Ünlü Alman filozofu tLeibniz'in öne bilişsel süreçlerin, fiziki ve fizyolojik sü-
sürdügü bir görüş olan psiko-fiziksel reçlere indirgenmek suretiyle aÇlk.lana-
paralelizmde, zihin hAlleri, psişik olay mayacagını savunan görüş ya da anla-
zihin öğretileri 951

yış olarak zihincilik, zihin halJeri ve zi- oldugu, tözsel bir varlık olup olmadıgı
hinsel süreçlerin, davranıştaki tezahür- konusu, zihin felsefesinin en önemli ko-
leıinden ya da ifadelerinden bagımsız nulanndan biri olmak durumundadır.
olarak varolduklanıu ve insan davranı­ Zihin felsefesi, insan davranışı ve d ü-
şını açıklayabildiklerini savunan ögreti- şüncesini bilimsel yöntemlerle araşh­
yi; açık.Jamalarda, herkesçe gözlemlene- ran psikolojiden ayırd edilmelidir. Psi-
bilir olmayan zihinsel olgulara yer koloji, insaniann daha çok deneysel
verme tavrını ifade eder. En ünlü tem- koşullar alhnda gözlemlenmesine daya-
silcisi tChomsky olan bu görüş, aynca nır. Oysa zihin felsefesi, bilimsel göz-
tdavranışçıhgın da karşısında yer alır. lemler yapan deneysel bir disiplin degil-
2 Daha özel olarak da, tBerkeley'in yal- dir. Felsefe, ve bu arada zihin felsefesi
nızca bireysel zihinlerin ve öznel zihin daha çok kavramlarumzın analiz edil-
h~llerinin gerçek oldugunu savunan mesine dayanu. Buna göre, zihin felsefe-
metafiziksel idealizmi. Berkeley'in bu si, zihin konusu üzerinde düşündügü­
görüşü, zihni tek töz, varolan biricik müz zaman, gündeme gelen kavramsal
gerçeklik yaphgı için zihincilik olarak konularla meşgul olur. Bir psikologun
bilinir. davranış bozukluklanıu, akıl hastalıkla­
zihindışı [İng. extramental]. Bilen zihnin rını, hastalannı muayene ederek, onlar
dışında, bilen zihinden bagımsız bir üzerinde testler yaparak inceledigi
varlık tarzına sahip olma durumu. İnsan yerde, filozof, 'Zihin nedir?' ya da 'Akıl
zihninin dışında bir varlık statüsünde hastahgıyla ne anlatmak istiyoruz?' tü-
olma. ründen kavramsal sorular sorar. Bu tür-
zihin felsefesi [İng. philosophy of mind; Fr. den kavramsal sorular ise, aktüel durum
philosoplıie de l' esprit]. Zihinleri, zihin ve vakaların incelenmesi suretiyle yanıt­
hal lerini ve başka zihinlere ilişkin bilgi- lanamaz, fakat zihinle ilgili kavramiann
yi konu alan felsefe dalı; zihne ve zihin- analizini gerektirir.
sel faaliyetlere ilişkin felsefi araştırma. zihin ögretileri [İng. theories of mind; Fr.
Zihinle uzaktan ya da yakından irti- theories de l'esprit]. Zihnin dogasını
batlandırılan tüm kavramları, örnegin açıklayan ögretiler, teoriler için kullaru-
duygu, düşünce, algı, acı, duyum gibi lan genel şemsiye terim.
kavramlan analiz eden, amaçlı davra- Zihnin dogasıyla ilgili ögretiler sırasıy­
nış, yönelimsellik ve öznel tecrübe tü- la, madde ya da zihinden yalnızca birisi-
ründen zihni belirleyen temel özellikle- nin var oldugunu öne süren tbircilik.
ri inceleyen felsefe türü olarak zihin madde ve ruh gibi birbirlerine hiçbir şe­
felsefesinin temel konusu, zihnin varo- kilde indirgenemeyen iki tözün var ol-
luşuyla, onun özünün ve statüsünün dugunu öne süren tikicilik ve ne ruhu,
ne oldugu, kendi dışındaki varlıklarla ne de madde ya da bedeni ön plAna çı­
nasıl bir ilişki içinde bulundugu prob- karan nötr ögretiler baglanunda ortaya
leminden meydana gelir. çikar.
Zihinsel olanın fiziki olandan özü itiba- İşe önce bireilik baglanunda, 1 madde-
riyle farklı oldugunu savunan ikid cilikle başlayacak olursak, burada önce-
bakış açısından hareket eden zihin fel- likle l·a) eleyici maddecilili görüyoruz.
sefesi, demek ki, temelde zihin ve beden Zihin diye bir şeyin, zihnin bileşensel
arasındaki nedensel ilişkileri inceler, ögelerini meydana getirdigi düşünülen
zihnin tam olarak ne oldugunu doyuru- duyum, imge, algı, duygu ya· da düşün­
cu bir biçimde açıklamaya çalışır. Son ce gibi şeylerin hiçbir şekilde var olma-
zamanlarda zihin felsefesinin en önemli dıgını öne süren eleyici tmaddecilige
problemi başka zihinlere ilişkin bilgi- göre, duygu, düşünce ve algı benzeri
mizin mahiyetiyle ilgili bir problem ola- şeylerin varoluşuna inanan kimseler
rak ortaya çıkmışhr. Aynca, zihnin ne yanılmaktadır, zira bu türden şeylerle
)52 zihin öğretileri

ilgili konuşma anlamsız olup, ınodası i\ını öne süren zihin görüşüne zi/ıinsel
geçmiş ve bilimsel balamdan yararsız malzeme teorisi, buna mukabil l-dl zihni
kuraıniann bir parçasını meydana getir- biyolojik evrim süreci içinde ortaya
mektedir. çıkan yeni bir ö~e ya da ürün olarak
Aynı bircilik, ve dolayısıyla maddecilik gören do~urucu evrim görüşüne tü-
çerçevesi içinde, eleyid maddecili~in müyle karşıt olan ve bireysel zihinle-
söz konusu zihin anlay şına alternatif rin, baştanberi maddi atornlarla birlikte
bir zihin anlayışı geliştiren 1-b) indirge- varolmuş olan zihin parçacıklarının bir
yici maddeci/ik, duyum, imge, algı, dü- birleşiminin sonucu oldu~unu savunan
şünce, duygu türünden şey ya da zihin metafizik ö~retiye zihin tozu ö~retisi
hallerinin, gerçekte var olmakla birlikte, adı verilmektedir.
hareket halindeki maddenin daha kar- Yalnızca madde varoldu~u için, tinsel
maşık formlarından başka bir şey ol- ya da zihinsel olarun hiçbir şekilde va-
madı~ıru öne sürer. rolmadı~ını öne süren bu maddeci yak-
İndirgeyici maddecilik, kendi içinde laşım karşısında, 2 maddenin varolma-
ikiye ayrılmaktadır. Başka bir deyişle, dı~uu, fakat salt zihin ya da zihinlerin
indirgeyici maddecili~e. duyumların, varoldu~unu öne süren ve dolayısıyla,
imgelerin, düşüncenin, v. b. g., ne oldu- zaman zaman tmaddesizcilik olarak da
~u sorulursa, bize burada, indirgeyici tanımlanan idealist yaklaşım bulun-
maddedli~in iki ayrı türü olarak, ild al- maktadır. Burada da iki almaşık söz ko-
ternatif yanıt verilir. 1-b,) Bunlardan nusudur: Bunlardan 2-a) tnesnel idealizm
davraıi ış çı lık olarak bilinen birincisi, olarak bilinen, ve tFichte, tSchelling,
duyum, imge, düşünce türünden terim- tHegel ve tBradley gibi düşünürler ta-
lerin, insan benzeri yüksek düzeyden rafından savunulan ö~etiye göre, ger-
hayvanların vücudlannın davranış ya çeklik, var olan herşeyi kapsayan, ku-
da hareketlerine gönderme yapmakta- caklayıa tek bir zihinden meydana
dır. Başka bir deyişle, tdavranışçılı~a gelmektedir. Buna karşın, tBerkeley ta-
göre, zihne, z ihin hallerine ve zihinsel rafından savunulmuş olan 2-b) töznel
faaliyetlere gönderirnde bulunan terim- idealizme göre, gerçeklik, nesnel idea-
ler davranışsal terimlerle analiz edilmek lizmde oldu~u gibi, herşeyi kucaklayan
durumunda olup, zihinle ilgili her terim tek bir zihinden de~il de, bir zihinler
davranış bildiren bir terimle tam bir toplamından, yani tanrısal zihinle sonlu
eşanlamlılık sergiler. zihinler çoklu~undan meydana gelmek-
lndirgeyid maddecili~in ikinci türü, ı­ tedir ve bu gerçeklikte maddi olan hiç-
b,) merkezi luil kuramıdır. ÖZdeşiik teorisi bir şeye yer yoktur.
olarak da bilinen bu anlayışa göre, Zihin konusunda genel tanım itibariy-
zihin halleri ve zihinsel faaliyetler beden le bircili~in kapsamına giren söz konu-
içindeki birtakım hal ve faaliyetlerle öz- su görüşlerin karşısında, ikici ö~retiler
deştir. Daha do~ru bir deyişle, zihin yer almaktadır. Bu ikici ö~retilere göre,
halleri ve zihin faaliyetler merkezi sinir zihin, insan bedeninden ayn, hatta
sistemi ya da beyinin hllleri ya da hare- ondan ba~ımsız olarak varolabilen, ve
ketleriyle özdeşlik gösterir. maddi olmayan bir şey ya da tözdür.
Yine söz konusu bircilik, veya maddeci tPlaton, t Aristoteles ve tDescartes gibi
bireilik ba~lamında, 1-c) maddeci bir düşünürler tarafından öne sürülmüş
panpsişizmi ifade eden ve insan varlı­ olan zihin-beden ikicili~inin en önemli
~ında psişik bir madde ya da bir tür zi- güçlü~ü, farklı terimlerle tarumlandık­
hinsel malzeme bulundu~nu, insarun lan için, aralarında ortak hiçbir nokta
zihinsel güç ve yetilerinin bu maddenin bulunmayan zihinle beden arasındaki
artması ya da azalmasıprarunda gelişti­ ilişkinin nasıl açıklanabilece~i proble-
~ini, karmaşıklaştı~ını ya da zayıfladı- midir.
zihin öğretileri 953

İşte bu çerçeve, yani ikicilik kapsamı zihinsel, ve heın de fiziki nitelikler sergi-
içinde, ya 3 iki töz arasında bir ilişki leyen tözlerdir. Bir ve aynı tözün hem
veya etkileşimin bulundu~u, ya da 4 zihinsel ve heın de fiziki niteliklere
zihin ve beden arasında hiçbir ilişki bu- sahip oldu~unu savunan bu görüş, zi-
lunmadı~ı görüşleri öne sürülmüştür. hinsel olanla fiziki olan arasındaki fark-
Öte yandan zihin ve beden arasmda bir lılı~ı niteliksel bir farklılı~a indirger.
ilişki ya da etkileşim bulundu~unu öne Aynı nötr zihin ö~retileri ba~lamında,
süren görüş de kendi içinde ikiye ayrıl­ biraz daha farklı bir yaklaşım S-c) prag-
maktadır. Bunlardan zihnin bedeni, be- matist düşünür W. t}ames'la, E. tMach,
denin de zihni etkiledi~ini savunan ve R. tCamap, ve A. E. tAyer gibi poziti-
en başta Descartes tarafından temsil vistler tarafından benimsenmiştir. Birta-
edilen görüş 3-a) tetkileşimcilik ya da kım tikel ö~elerin, yani tecrübe ya da
karşılıklı etkileşimeilik olarak bilinir. deneyimlerin varlı~ından söz eden bu
Buna karşın, madde ya da bedenin yaklaşıma göre, bu tecrübeler birbirleri-
zihni etkilerken, zihnin beden üzerinde ne, öme~in bellek ve ça~rışım yasala-
etki ya da eylemde bulunamadığuu öne nyla ba~landıkları zaman zihinleri,
sürüp, zihinsel olaylan beynin faaliyet- buna karşın örne~in perspektif yasala-
lerinin yan ürünleri olarak tanunlayan nyla ba~landıklan zaman da maddi
görüş 3-b) +epifenonıeruıliznı diye geçer. nesneleri meydana getirirler. Bir kişinin
İkicili~i benimsemekle birlikte, zihinle zihninin, salt onun deney ya da tecrübe-
beden arasmda nedensel bir ilişki ya da lerinin toplamından ibaret oldu~unu
etkileşim bulunmadı~ını dile getiren öne süren bu yaklaşım, zihinsel olani~
görüş ise 4-a) psiko-fiziksel partılelizm ola- maddi ya da fiziki olan arasındaki fark-
rak tanımlanmıştır. +Leibniz tarafından lılı~ı, nötr tikeller, yani tecrübel~r ara-
öne sürülen bu görüş, zihinsel süreçler- sındaki farklılı~a indirger.
le fizik! süreçlerin, önceden Tann tara- Bu sonuncu öğretiyle oldukça önemli
fından mükemmelen ayarlanmış ya da benzerlikler sergileyen bir zihin ö~retisi
kurulmuş saatler olarak, iki paralel dizi de, yine yüzyılunızda dilci filozoflarla
meydana getirdi~ini ileri sürer. varoluşçular ve fenomeneloglar tarafın­
Zihin konusundaki söz konusu birci, dan öne sürülmüştür. 5-d) Dilci filozof-
yani maddeci ve idealist görüşlerle lar işte bu çerçeve içinde, zihinle beden
ikici görüşlerin dışmda kalan zihin ö~­ arasındaki farklılı~ı, iki dil ya da kav-
retileri ise, genellikle nötr ötretiler ola- ramsal sistem, yani sırasıyla, zamansal-
rak bilinir. 5 Gerçeklik bakımından ne me~nsal terimlerden meydana gelen fi-
madde ya da bedenin, ne de zihnin zikalist bir dille, ahlaki sorumlulu~a,
temel oldu~unu öne süren bu nötr ö~­ akılsallı~a, insan eylemlerinin ahlaki de-
retilerin başında tSpinoza 'nın zihin ö~­ ~erine gönderirnde bulunan kişi­
retisi gelmektedir. 5-a) Spinoza'ya göre, konuşması arasındaki farkhlı~a indir-
zihin ve madde ya da beden, gerçeklik gerler.
bakımından her ikisinin de gerisinde ve Dilci filozoflarla aşa~ı yukan aynı so-
temelinde yer alan bir tözün tezahür ya nuçlara ulaşmış olan fenomenologlarla
da görünümlerinden başka hiçbir şey varoluşçular ise, S·e) dilsel mütalaalar-
de~ildir. dan çok, bir bedeni olup tecrübe eden,
Spinoza'nın bu görüşünün daha mo- tecrübelerini ve yaşamını de~iştirme
dem bir versiyonu, S·b) yüzyılımızda, ve belirleme gücüne sahip bulunan,
gündelik dil felsefesinin ünlü temsilcile- dünyadaki bir varlık olarak insanın du-
rinden biri olan P. tStrawson tarafından rumuna ilişkin gözlemlerden yola çık­
öne sürülmüştür. Bazılan katışıksız J?ir mışlardır. Buna göre, insan, gözleme
biçimde maddi olup, bazılan da kişilere konu, ve do~a yasalanna t~bi olan bir
karşılık gelen bir tözler çoklu~undan . nesne, mekansal ve zamansal ö~elerin
söz eden Strawson'a göre, kişiler hem bir bileşkesi ya da toplamı olan bir var-
--------:-------------------- - - - - - - - -- - - - - - ---------------------------

54 zincirleme tasım

lık olarak görülebildilli gibi, kendi ken- ya çıkışlarını


salllayan, dolladaki olayla-
disini harekete geçiren, kararları ve se- rın tam olarak yasaya uygun bir biçimde
çimleriyle kendisini oldullu kadar, dün- ortaya çıkmalarını, oldukları gibi olmala-
yayı da delliştirebilen, deller yaratıcısı nru gerektiren ilkeler, buyruklar, kurallar
bir özne olarak görülmelidir. oldullunu dile getiren görüş. ooııa yasa-
ineirierne tasım [İng. polysyllogism; Fr. lanrun, ortaya çıkışiarına neden oldullu
polysyllogisıııe). İkiden fazla öncülü olan fenomen ve şeylerden gerçeklik ve güç
tasımlara, ıasunsal çıkarunlara verilen bakımından önce geldillini savunan anla-
ad. Öncüllerin sırasma ve terimierin ko- yış.

numuna göre, çok sayıda zincirleme Omellin, metallerin ısıtılınca genleştiili­


tasun türü olmakla birlikte, en çok bilinen ni dile getiren dolla yasası, buna göre
iki zinarierne tasun türü, yıllın zincirle- tüm metallerin davranışını yöneten ya
me tasım ve üsteleyid zincirleme !asım­ da belirleyen genel bir ilke, dollaya zo-
dır. runluluk yükleyen a priori bir kuraldır.
.oon polilikon. Tek başına yaşayabilecek Teolojinin bakış açısından, dollada varo-
tek varlıllın hiçbir şeye ihtiyacı olmayan lan şeylerin davranışını yöneten bu ya-
Tanrı ya da ihtiyaçlanıu pençeleriyle salar Tanrı tarafından yaratılır. Tanrı'nın
elde eden hayvan oldullunu, insanın tek ir3desi, O'nun mutlak kudret ve bilgisi-
başına mutlu olaınayıp, amacına erişe­ nin işareti olan bu yasalar aracılıllıyla
meyecellini, ancak bir toplum içinde ya- ifade edilir.
şayabilecellini dile getiren Aristoteles'in, Bu görüşün zıddı olan görüşe, yani
insanla ilgili olarak. onun 'toplumsal ya dollada zorunlulullun olmadıllını, do-
da siyasal hayvan' oldulluna işaret eden lladaki şeylerin, olay ve fenomenlerin
deyimi. olduklarından başka türlü olmuş olabi-
.orunluluk (Os. zorunluluk; İng. necessity; leceklerini; dolla yasalannda, fiziki yasa-
Fr. necessite; Al. notwmdigkeit]. ı Olum- larda göriilen zorunlulugun, bu yasalann
sal olmaya, oldullundan başka türlü ifade ve formüle edilmesinde kullanılan
olabilmeye karşıt olarak, oldugundan kavramiann meydana getirdilli sistem-
başka türlü olarnama durumu. 2 Kaçı­ den, teorik yapıdan kaynaklanan mantık­
nılmazlık, onsuz olunamazlık hAli. 3 sal bir zorunluluk oldullunu dile getiren
Bir şeyin kendisi olmadan, belli bir anlayışa zorunlulukçu olmayan dolla ya-
şeyin yapılamaması ya da varlılla gele- sası görüşü denmektedir.
mernesi durumu. 4 Kesin, belirlenmiş. zoNnlulukçuluk [İng. necessitarianism; Fr.
İstelle balılı olma yan, iradi olma yan. nlcessilarianisOI!I!]. Özgürlükçülük ve be-
Bu çerçeve içinde, ballımsız, yok edile- lirlenimsizcilillin karşısında yer alan ve
mez, kendisine neden olunmamış, varlı­ evrende mutlak bir zorunluluk ya da de-
Ila getirilmemiş varlılla; ·varoluşu için ıearıinizmjn h küm sürdüllünü, evren-
başka hiçbir şeye ihtiyaç duymayan, deki her olayın mantıksal ya da nedensel
fakat başka her,ıeyin varoluşunun nede- bir zorunluluk tarafından belirlendillini,
ni olan, oldullundan başka türlü olama- evrende fiziki belirlenmemişlille, yani
yan, yok edilemeyen, kendinden kalın, raslantıya da, psikolojik belirlenmemiş­
kendine yeter varlılla; kaynaııı, nedeni lille, yani irade özgürlüllüne de yer ol-
bakımından, başka şeyler karşısında ne- madıllını öne süren görüş. Evrendeki
dense( ve mutlak bir ballımsızlıllı· olan, tüm olayların nedenler tarafından belir-
özü varolmak olan, varolmayışı düşü­ lenmiş oldullunu, bu nedenlerin kendi-
nüleıneyen varlılla zorunlu varlık adı ve- lerinin ortaya çıkışında da bir zorunlu-
rilir. luk bulundullun u savunan anl.ayış.
orunlulukçtı dolla yasası görüşü [İng. zoNnlu ve olumsal doğrular [Ing. neces-
necessilerian viw of laws of nature]. Dolla sary versus contingent truths; Fr. ventı!s
yasalarının dolladaki fenomen ve şeyle­ nlassaires versus verites conlingentes]. Man-
ri yöneten, şeylerin belirli şekillerde orta- tıksal ve zorunlu, çelişki ye düşülmeden
zorunlu ve olumsal do~rular 955

inkar edilemeyen dogrularla, olgusal zincirleri aracılıgıyla olur. Matematiksel


olan ve dolayısıyla, inkar etmenin bir dogrular, işte bu türden zorunlu dogru-
çelişki yaratmadıgı dogrular arasında lardır ve tLeibniz mantıkta, matematik
yapılan ayırım. için bir temel arayan ilk kişi olmuştur.
Buna göre, ink~r edildigi zaman çeliş­ Buna ka~ın, olumsal dogrular totoloji-
kiye düşülen, dolayısıyla temelinde çe- lere indirgenmek suretiyle dogrulana-
lişmezlik ilkesi bulunan mantıksal, mazlar; bundan dolayı, olumsal dogru-
analitik dogruya zorunlu dogru adı ve- ların temelinde yeter neden ilkesi vardır.
rilirken, ink!ir edildigi zaman bir çeliş­ Leibniz, söz konusu yeter neden ilkesini
kiye düşülmeyen, olgusal, sentetik Tanrı'nın seçimine atıfta bulunarak
dogruya olumsal dogru denir. ifade etmiştir. Buna göre, Tanrı, bu ev-
Ayınma felsefe tarihinde ilk kez Aristo· reni yaratırken, dünyamızı, her biri
teles tarafından işaret edilmiştir. Onda farklı bir düzen ya da yapı sergileyen
zorunlu dogru, oldugundan başka türlü çak sayıdaki dünya arasından seçebil-
olamayanı ifade eden dogrudur. Olum· mek durumunda kalmıştır. Leibniz'in
sal dogru ise, oldugundan başka türlü düşündügü gibi, manadların sayısı çe-
de olabileni dile getiren bir doğrudur. şitli nedenlerden dolayı sonsuz oldu-
Aristoteles'te zorunlu dogru aynı za- guna göre, bu türden mümkün dünya-
manda özsel dogru olarak da geçer. Özel Iann sayısı da sonsuzdur. Bundan
dolayı, dünyamız hakkında olan her
bilimlerin dogrularuun kendilerinden
türetildigi aksiyemiara karşılık gelen bu olumsal dogru, temelini ve haklı kılını­
şını, Tanrı'nın bu dünyayı seçerken,
dogrular ilgili bilimin konusunu meyda-
na getiren nesnelerin, şeylerin özünü or- onu tüm mümkün dünyaların en iyisi
taya koyar. Aristoteles'in zorunlu dogru· olarak seçtigi olgusunda bulur. Dünya-
mızia ilgili bir doğru, olumsal bir
larla ilgili bu görüşü, belli bir metafizik
anlayışına, şeylerin gerçek özleri oldu-
dogru olarak kalır, çünkü o, son çö-
zümlemede Tanrı'nın seçimine baglıdır
gu görüşüne dayanmaktadır.
ve onun dogrulugu için yeter neden,
Aynı şey, yani zorunlu dogruların ilgi-
Tanrı'nın dünyamızı, tüm mümkün
li görüşün gerisinde belli bir metafizik-
dünyaların en iyisi olarak seçmesidir.
sel anlayış olması durumu onyedinci Leibniz'in, her dogru önermede, yükle-
yüzyıl rasyonalist düşünürü Leibniz
min konuda içerildigi şeklindeki görü-
için de geçerlidir. Ona göre, zorunlu şünün, zorunlu dogrularla, olumsal
dogrular, yanlış olabilmeleri söz konu-
do~rular arasuıdaki ayınıru ortadan kal-
su olamayan, olumsal dogrular ise, dırdıgına işaret edilmiştir. Zira bu
dogru oldukları kadar yanlış olabilme- görüş, tüm önermeleri analitik önerme-
leri de mümkün olan dogrulardır. Yine, lere, yani mantıksal olarak zorunlu öner-
zorunlu dogrular akla dayanan rasyonel ınelere dönüştürür. Bu durumun bir so-
dogrulardır, buna karşın olumsal dog-
nucu olarak, Leibniz'e göre, yeter neden
rular deneye dayanan dogrulardır. Öte ilkesi yalnızca tüm dogru önennelerin
yandan, zorunlu dogrularla olumsal analitik önermeler olduklarını ortaya ko-
dogruların temelinde farklı ilkeler var- yarken, çelişmezlik ilkesi de tüm anali-
dır. Buna göre, mantıksal, zorunlu ya tik önermelerin dogru olduklannı göste-
da rasyonel dogrular, inkarlarırun bir rir. Buna göre, bir töz hakkında olan her
çelişmeyle sonuçlanması anlamında, çe- önerme söz konusu töze, onun özünün
lişmezlik ilkesine dayanırlar. Leibniz bir parçası olan bir özellik yüklüyorsa,
bu türden zorunlu doğruların, terimleri bu biçimdeki tüm önermelerin, her ne
tamm.landıgı zaman,' A A'dır' şeklinde­ kadar başka temeller üzerinde olgusal
ki totolÇ)jilere ya da özdeşlik önermele- dogrular olarak görülmeleri gerekse bile,
rine indirgenebileceklerini düşünür. analilik olmaları gerekir. Leibniz bu so-
Söz konusu indirgeme süreci ise, tanım nucu kabul etmekle birlikte, olgusal bir
956 zorunlu ve olumsal doğrular

dogruyu analitik bir önerme olarak gör- tamaınlayabilir; bundan dolayı, Tanrı
mede örtük olarak söz konusu olan çeliş­ için, şeyler ya da tözlerle ilgili tüm öner-
kiden, bir tözün sahip oldugu özellikle- ıneler analitik önermeler ya da manhk-
rin sayısının, bpkı bir şeye sonsuz sal olarak zorunlu olan önermelerdir.
sayıda farkh bakış açısından yaklaşına­ Oysa, biz insan varlıkları, yalnızca, bir
nın olanaklı olınası gibi, sonsuz sayıda önerme dogruysa eger, söz konusu
olması gerektigini göstererek kaçınmaya önermenin zorun]u olarak dogru oldu-
çalışmıştır. gunu bilebiliriz, fakat bir önermenin
Leibniz'e göre, sonlu insan varlıklan dogru oldugunu kesin olarak bilemeyiz.
olarak bizler, bir tözü tam anlamıyla Önermelerin dogruluklarma itişkin yar-
analiz edebilecek bir konumda degiliz. gılarunızda, Leibniz'e göre, yalnızca ola-
Bundan dolayı, bir özelligin o töze tam sılığa dayanmak durumundayız, yani
olarak ait oldugWlu kesinlikle bileme- varacagımız sonuçlar için, hangi neden-
yiz. Tözle ilgili analizi tamamlamadan, lerin yeterli oldugunu bilmeliyiz. Şu
ki bu insan için olanaksızdır, bu tözün h~lde, olgusal bir yargı, bizim için olum-
söz konusu özellige sahip olup olmadı­ saldır. Oysa Tanrı için olumsallık yal-
guu bile bilemeyiz; bu çerçeve içinde, nızca, O hangi tözlerin, mümkün dünya-
onun bu özellige sahip oldugunu kabul lardan hangisinin varolması gerektigini
etmek bir çelişki olabilir. Bunun]a birlik- seçerken söz konusu olmuştur. Tanrı
te, sonsuz olan Tanrı, tözle ilgili analizi için geri kalan herşey zorunludur.
Dizin 957

aklın id~resi için kurallar;


akrasia; akromatik;
aksiyom; aksiyomatik yöntem;
ak ve kara yanlışı;
Albertus Magnus; aldırmazcılık;
Alembert, Jean Le Rond d';
Türkçe Dizin aletçilik; Alexander, Samuel;
algı; algıcılık; algılar;
algının degişebilirligiyle ilgili kanıt;
alguıın yarulabilirligiyle ilgili kanıt;
algının transenden tal birligi;
a algoritma; alıalık;
alunlama; alışkanlık;
Abdera Okulu; Abelardus; Alman idealizmi; Alman maddeciligi;
acele genelierne yanhşı; acı; açık; Alman tarih okulu; altakoyma;
aÇik ahlak; aÇiklama; aÇikhk; Althusser, Louis;
açık toplwn; aÇik ve seçik düşünceler; albldık; altın kural;
altın orta; altküme; amaç;
adalet; adalet ilkesi;
ademi merkezileştirme; ad hoc; adiafora; amaçlar krallıgı; amaçlılık ilkesi;
a dicto sea.mdum quid ad dietum simpliciler amaç olarak insan; amel;
a dicto simpJiciiEr ad dktum serundum quid amicus Plato, sed magis amica est veritas;
adlandırıcı tanım; Adler, Alfred;
amoral; amor fati; anakronizma;
Adomo, Theodor; ad taruıru; advaytizm; Anaksagoras; Anaksimandros;
Aenesidemos'un Tropeleri; Anaksimenes; analitik; analitik ahlak;
a fortiori; agape; Agathon; Agrippa; analitik çizgi; analitik felsefe;
analitik Marksizm; analitik önerme;
agaç biçimli düşünce; ahimsa;
ahlak; ahlakçı; ahlakçlhk; analitik psikoloji;
analitik ve sentetik ayırımı;
ahlakdışı; ahlAk duyusu;
analitik yöntem; analiz;
ahlak felsefesi ; ahiakın evreleri;
analiz paradoksu; analogon ralionis;
ahiakın soykütügü;
analoji; anangke; anarşi;
ahiakın temel etmenleri;
anarşist bilim görüşü; anarşizm;
ahiakın temel ögeleri;
angst; ancien r~gime;
ahlaki; ahlaki aritınetik ; arumsama; anmısama kuranu;
ahlaki egoizm; ahlaki empirizm; anlam; anlama yetisi;
ahlaki epistemoloji; ahlaki eylem; anlamiandırma edimi;
ahlaki eylemin gerisindeki motifler; anlam türleri; anlatı; Annates Okulu;
ahlaki gerekçeler kanıb; anomali; anormal; anschaung;
ahlaki görecilik ; ahlaki ilke; Anselmus, Aziz;
ahlAki ilkelerin bilgisi; ansiklopedi; ansiklopedistler;
ahlaki kültür hareketi; antagonizm; anti; antihümanizm;
ahlaki mutlakçdık; ahlaki özne; antik felsefe; antilogia; antilojizm;
ahlaki ve toplumsal yasalar; antinomi; anlinomiyan; Antiokhos;
ahlak kanıtı; ahlaksızcılık; ahlak türleri antiqua doctrina;Antis~es; anti.t~z;
ahlak yasası; Ahuramazda antropoloji; antropoloıık maddecıhk;
aile benzerligi; aitia; antropolojizm; antropomorfik amaçhlık
Ajduk.iewicz, Kasimierz; Akademi; akıl; antropomorfizm; antropoteizm;
akılalık; akd çagı; akiidışı; antropozofi; a-önermesi; apaçıklık;
akıl dogrulan; akdyürütme; apagoge; apa theia; apeiron;
akıntılar kuramı; Apel, Kari-Otto; aphairesis;
akış ögretisi; akla uygun; apodeiktik; apodosis; apolitizm;
958 Dizin

Apolloncu; apolojetik; apophansis; belirlenimsizcilik; belirsizlik;


aporetik; aporia; a posteriori bilgi; belirtik tarum; bellek;
a priori bilgi; a priori ve a posteriori; bellum omnium contra omnes;
apriorizm; Aquinalı Thomas; ben; bendllik; Benjamin, Walter;
araçsal akılcılık; araç teorisi; benlikçilik; benlik teknolojisi;
arbitrum liberum; ardbileşen; benmerkezci durum;
Asya tipi üretim tarzı; benmerkezcilik yanılsaması;
aşagılık kompleksi; aşk; aşkın; ben-olmayan;
aşkınlık; aşkın nitelikler; Bentham, Jeremy; Benthamcılık;
ataraxia; ateiim; athanatizm; benzerin benzerine neden oldugu ilkesi
Athenagoras; Atman; atomculuk; Berdyayev, Nikolai;
atomik olgu; Aufklarung; Bergson Henri; Bergsonculuk;
Augustinus, Aziz; Berkeley, George; Berkeley'in tezleri;
Austin, John Langshaw; Berlin, Sir İsaiah;
au tarkeia; Avenarius, Richard; Bemard, Clairvaux'lu Aziz;
avidya; ayaltı evren; aydınlanma; beşinci töz; beş tümel;
aydınlanmanın çöküşü; beş yol; betim; betimlemeler teorisi; be-
aydınlatan tecrübe; aydmlatma teorisi; timleyicilik; bilen;
Ayer, Alfred; ayırd edici özellik; bileştiridier mantıgı; bilgelik; bilgi;
ayırd edilemez; bilgjnin arkeolojisi;
ayırd edilemezlerin özdeşligi ilkesi; bilginin göreliligi; bilgisizlik;
ayırım; ayna evresi; bilgi sosyolojisi; bilgi türleri;
aynılık ve farklılık; ayn; bilim; bilimdlik; bilimdeki kriz;
ayrıklık; azgelişmişlik; bilim felsefesi; bilimin bilimi;
bilimin birligi; bilimin degeri;
bilimin ilerleme tablosu;
b bilimin temel özellikleri;
bilimiere ilişkin sıruflama;
Babilik; Bachelard, Gaston; bilim olarak ahlak; bilimsel açıklama;
Bacon, Francis; Baconculuk; bilimsel araştırma programlan metodolojisi
Bacon'un yöntemi; bilimsel deney; bilimsel detenninizm;
bagdaşabilircilik; bagdaşık; bilimsel devrim; bilimsel empirizm;
bagdaşmazcıhk; bagıl özellikler; bilimsel hümanizm; bilimsel yöntem; bi-
bagımlılık; bagımsız; bagıntı; limsel yöntemler; bilim sosyolojisi;
baglam; baglamcılık; bilinci şeyleştiren görüş; bilinç;
baglamsal tanım; bagnazhk; bilinebilirlik; bilinemezcilik;
Bahailik; Bain, Alexander; bilinemezcilige reddiye; biliş;
Bakunin, Mihail Alexandroviç; bilişçilik; bilişsel; bir;
bamalip; barbara; baroco; barok; Biran, Maine de; bir arada olabilir lik;
Barth, Karl; Barthes, Roland; bircilik; birey; bireycilik; bireyleşim;
basit; bastırma; birinci dereceden töz;
başkaldırıyonım, öyleyse varız; birindi ve ikindi nitelikler;
başka zihinler problemi; birleşik uyuşma ve farklalık yöntemi;
Bataille, Georges; batılılaşma; birlikçilik; birlikte degişme yöntemi;
batı Marksizmi; b~tınflik; birlikteki çokluk; biyo; biyo-iktidar;
Baudrillard, Jean; biyoloji felsefesi;
Baumgarten, Alexander biyolojik mekanizın; biyolojizm;
Bayle, Pierre; Beauvoir, Simone de; Bloch, Ernst; Blondel, Maurice;
beden; beden-özne; bocardo; Boethius; bolşevizm;
begeni; Bektaşilik; Bolzano, Bemard; Bonaventura, Aziz;
belirleme; belirlenim; Boole, George; Bosanquet, Bemard
Dizin 959

boşluk; boşlukların Tanrısı;


Bourbaki, Nicolas; Bou trou.x, Ernile; ç
bölıne; bölünmüş çizgi analojisi;
Bradley, Francis; Brahınan; çagdaş felsefe; çagdaş idealizm;
bramantip; Brentano, Franz; çagırma; çagrışıın; çagrışımcılık;
Brunschvig, Leon;Bruno, Giordano; Çarvakalar; çahşma teorisi; çelişik;
Budizın; bulaıuk ; bulgusal; çelişki; çelişmezlik ilkesi;
Buridan, Jean; Buridan'ın eşegi; çeşitlilikteki birlik; çevirme;
burjuva devrimi; burjuvazi çevrecilik; çıkarım; çıkarsama;
Burke, Edmund; butaveda; çıkış noktası olarak öznellik;
Butler, Joseph; buyrukçuluk; çifte degilleme; çifte hakikat;
buyruk türleri; Büchner, Ludwig; çifte sonuç ögretisi; çifte yön kuramı;
bi.irokrasi; bü tür.; bütün-parça ilişkisi ; çilecilik; Çin felsefesi; çirkinlik;
bütün-parça ilkesi; çocukçalık; çogulcu idealizm;
büyük adam kuramı; çokanlamlılık; çokanlamlılık yanlışı;
büyük öncü!; büyük patlama; çokçuluk; çok degerli manbk;
büyük varlık zinciri; çokluktaki birlik;
çoklugu birlige indirgeme
çok soru yanlışı; çoktanrıcılık;
c Çung Yung kitabı; çürütme;

Cabanis, Pierre Jean George;


camenes; camestres; Camus, Albert; d
Canguilhem, Georges; canlıcılık;
canlı maddecilik; Camap, Rudolph; dadaizm; dagıtıcı adalet;
Carr, Edward; Cassirer, Ernst; dagıtıcıhk; dagıhlma kuralları;
catvari arya-satyani; causa sui; daimicilik; daimon; darapti; darü;
caynacılık; cebriye; celarent; Darwin, Charles; Darwinizm;
ceınaatçilik; cesare; cesaret; ceza; dasein; datisi; davranış;
characteristica dominante; davranışçılık; dayanak;
characteristica universalis; dayanışmacılık;definiendum;
Chartres Okulu; Chomsky, Noam; definiens; deger;
Cicero, Marcus Tulius; cins; degerden bagımsızlık;
cinsel ayınmcılık; degere dayalı varlık hiyera~isi;
cinssel tanım; cins ve ayırım; deger felsefesi; deger hiyerarşisi;
cins ve tür gözetilerek yapılan tanım degerleme; degerierin tersyüz edilmesi;
cisim; clsimleşme; civitas solis; deger per.;pektivizmi; degilJeme;
Clarke, Samuel; cogito argümaru; degilleme manhgı; degişim felsefesi; de-
cognitio approbationis; gişken;degişme; degişmenin inkiirı;
coinddentia oppositorum; degişme türleri; degişmez;
Collingwood, Robin George; degişmezlik ilkesi; degşincilik;
Comte, Auguste; conatus; deha; dehriyyıln; deizm;
Condillac, Etinne Bonno de; Deleuze, Gilles; Demiurgos;
conditiones sine quibus non; demokrasi; demokrasi paradoksu;
Condorcet, Marquis de; demokratik sosyalizm;
consensus gentium yanlışı; Demokritos; De Morgan yasaları;
consequentia; contradictio in adjecto; deneyim; deneyimcilik;
coşumculuk; Couturat, Louis; deneyim-dışı bilgiye ilişkin kuşkuculuk
credo quia absurdum est; deneyimin temel analojileri;
credo ut intelligam; Croce, Benedetto; deneysel psikoloji;
rum principia negante non est disput:andum deniz savaşı; denkleştinci adalet;
960 Dizin

deontik mantık; deontoloji; derin yapı; doga yasaları; dogrudan bilgi;


Derrida, Jacques; Descartes, Rene; dogrudan çıkarım;
Descartesçı döngü; Descartesçılık; dogru davranış yasası;
Descartes'ın merdiveni; dogrulama; do~rulamacılık;
desınos; determinist ahlAk; dogrulanabilirlik ilkesi;
determinizm; Deus ex machina; dogrulugun göreliligi
deus sive natma; deuterai ousiai; dogruluk; dogruluk çizelgesi;
devirıne; devlet; devletçilik; Dogu psikolojisi; dogurucu evrim;
devlet dini; devlet felsefesi; doguştancılık; doguştan düşünceler;
devletin ideolojik aygıtları; doktrin; dolaylı; dolorizm;
devrim; devrimci bilim anlayışı; domuz felsefesi; doxa; dönemleştirme;
Dewey, John; dharma; döngüsellik; dönüştürme;
dharma-cakra-pravartana; dönüşümcülük; dört neden ögretisi;
dışa saçılma; dışavurum; dört öge; dört sıvı teorisi;
dışavurumculuk; dış dünya; dört türlü yanıt yöntemi;
dışlaş tır ma; d ışsalcılık; dışsali ık; Duhem, Pierre Maurice Marie;
dianoia; dietum de omni et nullo; durum; duyarlık; duygu;
didaktik; Diderot, Denis; difMrance; duygucu ahlak anlayışı;
differend; differentia specifica; duygudaşlık; duygulanım;
dikaiosyne; dikey düşünce; duyu; duyu-algısırun göreliligi;
dikkat; dikotomi; dil; dilbilim; duyum; duyumculuk; duyusal;
dilci felsefe; dilde reform; duyu-verisi; duyu-verisi teorisi;
dilde temel etkenler; dil felsefesi; dünya görüşü; dünya içindeki varlık;
dil fenomenolojisi; dilin görevleri; dünyanın ötesindeld varlık;
dillendirme edimi; dil oyunu; dünya ruhu; dünyevileşme;
dilsel analiz; dilsel tanım; düş; düşünce; düşünce deneyi;
Dilthey, Wilhelın; dimari; din; düşünce yasalan; düşünme;
dinamik din; dinamizm; düzanlam; düzeltilemez;
din felsefesi; dini eleştiri; düzen; düzenlilikler olarak yasalar;
dini determinizm; düzen ve amaç kanıtı;
dini tecrübe kanıtı; dinleyen; düzsöz edirni; dynamis;
din psikolojisi; din sosyolojisi;
Diogenes; dirimsel güç;
dirimselcilik; disamis; diskürsif; e
dissoi logoi; divinasyon; diyalektik;
diyalektik idealizm; edebiyat felsefesi; edim psikolojisi;
diyalektik maddecilik; edimsel; edimse)cilik; edimsel dil;
diyalektik mantık; diyalektik psikoloji; edimsel 1potansiyel sonsuzluk;
diyalog; Diyonisos ruhu; edimsel sözcelem; edimsöz edimi;
diyorizm; dizi; docta ignorantia; edimsöz gücü; efendi ahlakı;
dogma; dogmatik; dogmatizm; efendi-köle diyalekligi;
doga; doga bilimleri; egoist hazcıJık; egilirn; egitim;
dogacılık; doga felsefesi; egitim felsefesi; eAitim psikolojisi;
doga filozofları; doga hali; egitim sosyolojisi; egretileme;
dogal; dogal ayıklaruna; ehrimen; ehli sünnet eidetik;
dogal bir kurum olarak devlet; eidola; eidos; eigenwelt;
dogalcılık; dogal haklar ögretisi; Einstein, Albert; ekberiye; eklem;
dogal hukuk; eklemleme; ekonomizm;
doganın düzenlili~ ilkesi; eksik; eksik önerrneli tasun;
dogaüstü; dogaüstücülük; ekzoterik; Elea Okulu;
doganın ve tarihin diyalektigi; elenkhos; eleştirel ak1kılık;
Dizin 961

eleştirel bireilik; eleştirel do~alcılık; ex nilıilo rıihil fit;


eleştirel idealizm; eleştirel metafizik; experimentia est optima rerum megistra
eleştirel positivizm; eleştirel realizm; experimentum crucis; eylem;
eleştirel sosyoloji; eleştiricilik; eylemcilik; eylem deontolojizmi;
eleştiri ça~ı; eleştiri yöneliınli bilimler, eylem felsefesi; eylem yararcılı~ı;
eleyici; Elis~Eretriya Okulu; ezeli-ebedi; ezoterik;
El~Kindi, EbO Yusuf Yak'ub bin İshak;
eınpati; Empedokles; emperyalizm; em~
pirik; empiriyo-kritisizm;
empirizm; endüstri devrimi;
endüstri toplumu; endüstriyalizm; fabyanizm; fail; fail nedenle açıklama ;
energeia; enerji; enerjizm; Farabi; farklılık metafizi~i;
enformasyon toplumu; farklılık politikası;
Engels, Friedrich; en iyi ilkesi; farklılıktaki aynılık ilkesi;
enkrasia; ens; entelekya; farklılık yöntemi; faşizm; felapton;
entellektüalizm; entellektüel; felek; felsefe;
entellektüel yükseliş; felsefede geometrik yöntem;
e-önermesi; epifenomen; felsefenin deteri;
epifenomenalizm; Epiktetos; felsefenin disiplinleri; felsefe tarihi;
Epiktetos'un iki temel kuralı; felsefi antropoloji; felsefi mantık;
Epiküros; Epikürosçu Okul; felsefi psikoloji; felsefi yöntemler;
episteme; epistemik genellik; feminist; feminizm; fenomen;
epistemoloji; epistemolojik; fenomenalizm; fenomenler dünyası;
epistemolojik engel; fenomenoloji; fenomenolojik yanlış;
epistemolojik kopma; fenomenolojinin evreleri;
epistemoloji olarak metafizik; feodalizm; ferio; ferison; fesapo;
epokhe; Erasmus, Diderius; festino; fetişizm; Feuerbach, Ludwig;
Erastusçuluk; erdem; Feyerabend, Paul; feyz; fıluh;
ereksel nedenler ö~retisi; fırsatçılık; Fichte, Johann;
Erigena, Johannes Scottus; Fidno, Maısilio; fideizm; filoloji;
eristik; erkekmerkezcilik; filozof; filozof~kral; finalizm; fizik;
eros; erotetik; esir; fizikalizm; fizikçiler, fiziki;
eskatoloji; esse; esse est percipi; fiziki idealizm; fizik~teoloji;
essentia; estetik; estetik birlik; fizyokratlar; fizyolojik idealizm;
estetikçilik; estetik nesne; fizyolojik okul; flatus vocis;
estetik özne; estetik tavır; Flavius Justinus; fobi; fonem
estetik yargı; esthesis; eşadlı; fonksiyon; fonksiyonalizm;
eşanlamlı; eşariük; eşbiçimlilik; fonlcsiyonel; fonksiyonel psikoloji
eşde~erlik; eşde~erlik çıkarımları; Fontenelle, Bemard le Bovier deq;
eşitlik; eşitlikçilik; eşzamanlılık; fordizm; form; fonnalizm; fonnel;
etkileşiıncilik; etkileyici tanım; fonnel ahlak; fonnel bir sistemin yapısı;
etkisöz edimi; etııometodoloji; fonnel dil; fonnel manhk;
eudaimonia; Eukleides geometrisi; formel olmayan yanlış; formel önerme;
Eukleidesçi-olmayan geometriler; formel söylem; formel ve maddi birlik;
Evhemerosçuluk; evinne; evren; formel yanlış; formel yanlış türleri;
evrensel; evrenselcilik; Foucault, Michel; Frankfurt Okulu;
evrenselleştirilebilirlik; evrensizctlik; Fransız maddectli~; Frege, Gottlob;
evrim; evrimci; evrimcilik; Frege'nin dil teorisi; fre5ison;
evrimd pozitivizm; ex falso quodlibet; Freud, Sigmund; Freudçu Marksizm;
exclusi tertii prindpium; fütürizrn·,
962 Dizin

HegelcHik; hegemonya;
g Heidegger, Martin; Heidelberg Okulu;
Hellenik felsefe; Hellenistik felsefe;
Gadamer, Hans-Georg; Galilei, Galileo; Helv~tius, Claude Adrien; hen;
Gassendi, Pierre; Gaz.ali; Herakleitos; Herder, D. G;
geçerlilik; geçişli; geçmiş; geist; hermeneutik; hermeneutik döngü;
geisteswissenschaften; gelenek; hermeneutik fenomenoloji;
gelenekçilik; geleneksel teori; her yerde olma; heterojen;
gelişimbilim; gelişim psikolojisi; heterolojik; hexis; heyecan;
gemeinschaft ve gesellschaft; hiççilik; hiçlik; hileli tanım;
genel; genel irade; genelleme; hilomorfizm; hiloteizm; hinayana;
genetik; genus; gerçek; gerçeklenme; Hint felsefesi; hiper-; hiper-gerçeklik;
gerçeklik; gerçeküstücülük; hipotetik ikicilik; hipotez;
gerek koşul; gerektirme; Hobbes, Thomas;
gestalt; gestalt psikolojisi; Holbach, Paul-Henri Baron d';
Gettier problemi; GeulinCJı(, Amold; holizm; homeomeri; homin.izm; homo~
girilmezlik; gizemciligin doguşu; homo homini lupus est;
gizemcilik; gizemli tecrübe; homojen; homo mensura teorisi;
gizeınsizleştirme; gizleme yanlışı; homoteizm; hoşgörü; Hsün Tse;
gnoseoloji; gnosis; gnostisizm; hudCıs; hudlls kanıtı; hukugun işlevi;
gnosti.kler; gnothi seauton; hukuk felsefesi; hulCıl; Hume, David;
Gorgias; gönül; göredlik; göreli; Humecu duygudaşlık; Hume çatalı;
görürunez el; görünüş; Husserl, Edmund; hümanist;
görünüş-gerçeklik ayıruru; hümanizm; hyle; hypokeimenon;
gösteren; göstererek yapdan tanım;
gösterge; gösterilen; Göttingen Okulu
gözden geçirici metafizik; gözlem; ı
gözlemleyici sözcelem;
gözlemsizlik yanlışı; Gramsci, Antonio; ılımh apriorizm ılunlı empirizm;
Gregorius; Grotius, Hugo; grup; ırkçılık; ıslah edici adalet;
Guattari, Felix; güç ahlU.ı; güç istemi;
gündelik dil; gündelik dil felsefesi;
gündelik yaşamın estetizasyonu; •
güneş merkezli teori; ı
güvensizlik yanlışı; ibda; lbni Haldun;
güzellik; güzel sanatlar; İbni Meymun; ibni Rüşt;
İbn.i Rüştçülük; İbni Sina;
iç bagıntllar ögretisi; içebakış;
h içe göçme; içgüdü; içkin;
içkin epistemolojik idealizm;
Habermas, Jürgen; hadis; içkinlik; içlem;
Haeckel, Emst; hak; hakikat; içlem ve kaplarnın ter.; oranbWıgı kuralı;
hakikat rejimi; haklılandırma; hareket; içreklik; içselcilik; ide; idea; ideal;
Hareket etmeyen hareket ettirici; idealar teorisinin eleştirisi;
Harivannan; Hartmann, Nicolai; idealist; idealist pozitivizm;
hassa; hatalı nedensellik yanlışı; idealist realizm; idealizm;
hayali düşman yanlışı; hayvan ruhu; ideal realizm; ideal yararcıhk;
Hayyatiye; haz; haza; hazalık; idem per idem; ideoloji; ideoloji çagı;
haz kalkülü; haz uzmanı; hedonik; ideolojinin sonu tezi; ideolojistler;
Hegel, Georg Wilhelm Friedrich; idio-psikolojik ahlak; idoller; idrak;
Dizin 963

ignoramus et ignorabimus;
ihvanü's-Safa; iki hasarnaklı kavrayış;
ikicilik; iki gerçek ögretisi; k
ikilem; ikili; ikili karşıtlık;
ikinci dereceden töz; ikincil; kabala; kabul; kaçınılmazlık;
iki yanhşın bir doğıu ettiğini düşünme yaniışı kaderiye,; kakos; kalıc1;
iktidar; iktidar /bilgi; iktidar seçkinleri; kalıntılar yöntemi;
ilahiyat; ilerleme; ilerlemecilik; kahtım-çevre karşıtlıgı;
iletişim; iletişim teorisi; kalkül; kalvenizm; kamusal; kanaat;
iletişim8el eylem; kanıtlama; kanon; Kant, Immanuel;
ilgisiz sonuç yanlışı; ilinek; ilk; Kantçı idealizm;
İlkçag idealizmi; Kant'ın Kopemik devrimi; kaos;
ilke ilkelcilik; ilk elden ödevler; kapalı ahlak; kapitalizm;
ilk felsefe; ilk hareket ettirici; kaplam; kaplamsal;
ilk madde; ilk neden; ilk neden kanıtı; karakter; karar mantıgı;
imge; imgelem; imkan kanıtı; imsak; Karneades; karşı; karşı kültür;
inanç; inanç felsefesi; inanç mantıgı; karşılaştırmalı felsefe;
inanma arzusu; inayet; indirgeıne; karşılaştırma yöntemi;
indirgeınecilik; indirgeme yanlışı; karşılıklı koşul eklemi;
indirgeyici analiz; karşılıklı özgecilik; karşıolum karesi;
indirgeyici maddecilik; in esse; karşıörnek yöntemi;
in facto; in fieri; in intellectu; karşıt; kategorematik terimler;
İngiliz empiristleri; insan dogası; kategori; kategorik; kategorik önerme;
insanı kamil; kategorik önermelerin niceligi;
insanın yetkinleşebilirligi inancı; kategorik önermelerin niteligi;
insanmerkezci hümanizm; kategoılk tasım; kategori yanlışı;
insanmerkezcilik; katharsis; kathenoteizm; kavimcilik;
insan yaşamının üç düzeyi; Kautsky, Karl; kavram; kavrama;
in se; inşacılık; i-önermesi; ipse dixit; kavramcıhk; kavram fonnasyonu;
irade; iradecilik; kavram olarak varlık anlayışı;
irade özgürlügü problemi; iradi; kavram realizmi; kavramsal çerçeve;
İreneos; irfan; irfaniye; kavrayış; kaygı;
irrasyonalizm; irreali.zm; kaygıya dayalı varlık anlayışı;
isbatü'l bari; İskenderiye Okulu; kazanılmış; kazüistik; keff; kelam;
İskoç Aydınlanması; İslam felsefesi; kendi; kendiligindenlik;
islami bilimler; ispat; istiare; istidlal; kendinde/ kendisi için;
iş bölümü; işlemsel tanam; kendinde-kendisi için varlık;
işlemsel kurallar olarak yasa görüşü; kendinde varlık; kendini aldatma;
işlerlik; işrakiye; iştiha; ittihad; kendini gerçekleştirme ahlakl;
itki; iyi; İyi ideası kendisi için varlik; kesinlik;
iyili~i buyunna, kötülügü önleme ilkesi kesinsizlik ilkesi; kesintil ilik;
iyilik ilkesi; iyimserlik; Khrysippos; Kıta A vrupas1 felsefesi;
izlenim; izlenimdlik; Kierkegaard, Sören; kinesis; Kinikler;
kip; kipler mantıgı; kiplik;
kipsel önermeler; Kirene hazcllıgı;
• Kireneliler; kişi; kişilik;
J kişiliksiz.leşme; kişisel idealizm;
kişisel reali.zm; kişiye yönelen eylem;
James, William; Jameson, Frederic; kitle toplumu; klasik; klasik akılalık;
Jaspers, Karl; klasik dogruluk görüşü;
964 Dizin

klasik fizik; klasik hümanizm;


klasik tanun ögretisi; klasisizm; m
Klement; klinik psikoloji;
kodlama; koinai einai; kollektif; . Mach, Emst; Machiavelli, Niccolö;
kollektivizm; komünizm; konformizm; madde; maddecilik; maddeci realizm;
Konfüçyusçuluk; madde-form; madde-form analizi;
Kopemikus, Nikolaos; kopula; maddeleşme;
korporatizm; kosmos; koşul eklemi; maddenin sakııunu yasası;
koşullu; koşullu tasım; maddesizcilik; maddi açıklama;
koşulsuz buyruk; kozalaksı bez; maddi nesne; ma~ara benzetmesi;
kozmogoni; kozmoloji; mahhlk; mahsusat; Maine de Biran;
kozmolojik kanıt; kozmopolitanizm; makam; makinedeki hayalet;
kozmoteizm; köksap bilgisi; makine insan; makrokosmos;
köle ahlalu; kötü; kötülük problemi; maksim; makulat; Makyavelizm;
kötülük problemiyle ilgili çözümler; Malebranche, Nicholas; Malthusçuluk;
kötümserlik; kötümserlik felsefesi; maneviyat; Manişeizm;
kötü ve düzensiz aşk; Ksenophanes; manbgm işlevi; mantık;
Kuhn, Thomas; kumarbaz argümam; manbkçı empirizm;
kumarbaz yanhşı; kural deontoloji.zm.i; mantlkçı pozitivizm;
kuralkoyuculuk; kural yararcıhgı; mantıksal atomculuk; manbksal fonn;
kurguculuk; kurucu özne; kuşku; mantıksal içerme; mantiksal paradoks;
kuşkuculuk; kutuplar; kuvvet; manbkta devrim; Maoizm;
küçük öncü!; küçük terim; Marburg Okulu; Marcel, Gabriel;
kültür; kültürel; kültürel bircilik; Marcuse, Herbert; Marks, Karl;
kültürel görecilik; kültürel mutlakçıhk; Marksist sosyolo;i; Marksizm;
kültürel-tarihsel yaklaşım; Marksizmin eleştirisi; matematik;
kültürel vizyonu olan düşünür; matematik felsefesi; matematiksel;
kültür endüstrisi; kültür felsefesi; materia prima; mathesis universalis;
k üme;k üreselleşme Maturidflik; Maupertius, Pierre Louis;
mauetike; mauvaise foi; maya;
mazoşizm; Mc Taggart, J.;
medinetü'l cahile; Megara Okulu;
ı mek.Jn; mekanik; mekanik maddecilik;
mekanizm; mekan-zaman;
Lacan, Jacques; Lachelier, Julius; mekan-zaman felsefesi;
Laclau, Emesto; Laerte'li Diogenes; melyorizm; Mensiyüs; merkantilizm;
lafzf; laissez-faire; merkezicilik; Merleau-Ponty, Maurice;
Lakatos, Imre; Lamarkçıhk; meş ruiyet; Meşşailik; meta;
Lamettrie, Julian Offray de; metabilim; metaetik; metaetik teoriler;
Lange, Friedrich Albert; lebenswelt; meta fetişizmi; metafizik;
Leibniz, Gottfricd Wilhelm von; metafiziksel;
Leninizm; leviathan; metafiziksel yeni-KantÇ11ık
Levinas, Emmanuel methexis; metin; metinlerarasılık;
Levi-Strauss, Claude; liberalizm; metodoloji; mevcudiyet metafizigi;
liberal sanatlar; Locke, John; mi.krokosmos; Milet Okulu;
logoi spermatikoi; logos; milliyetçilik; Mill, J. Stuart; mimansa;
logos orthos; -loji; lojisizm; mimetik sanat anlayışı; mimetizm;
Luk&ics, Georg; Lukretius; mitsein; mnemonik terimler; modalizm;
Lyotard, Jean François; modem; modem bilim;
modem bilimin eleştirisi;
Dizin 965

modem felsefe; ınociern idealizm; !"'ötr pozitivizm;


modernizm; modernleşme; modernlik; numen; nur; nyaya;
modem toplum; mod.us essendi;
modus ponendo tollens;
modus ponens; modus tollendo ponens;
ınodus tollens; Mohizın; o
Moleschott, Jacob; monad; monarşi;
Montaigne Michel de; obscurum per obscurius;
Monte Karlo yanlışı; Ockhamlı William;
Montesquieu, Charles Louis de Secondat Ockhamlı'ıun usturası; okkasyonalizm;
Moore, George Edward; okul; okuma;
more geoınetrico; mucize; olan/ olması gereken ayınnu;
muhafazakarlık; mukayese edilemezlik; olandan olması gerekene geçme yanhşı;
mundus intelligibilis; olasıcılık; olasılık; olay; olgu;
mutabakatçı bilim görüşü; olgu/ de~er ayınrnı; olgu karşıtı;
mutasavvıf; mutçuluk; Mutezile; olgusallık; olumlu; olwnsallık;
mutlak; mutlakçılık; mutlak idealizm; olumsal varlık; olumsuzculuk;
mutluluk; mücessime; müdahalecilik; olumsuz teoloji; oluş;
mümkün; mümkün dünyalar; onikinci yüzyıl Rönesansı;
ınümkünü'l vücud; lnürcie; mütekellim ontoloji; ontolojik görelilik;
ontolojik kanıt;
'
ontolojik tasarruf ilkesi;
ontolo;i olarak metafizik;
n ontolojizm; ontoteolojik töz;
onyedinci yüzyıl akılalıgı;
Nagarjuna; Nagel, Ernest; naif; o-önermesi; operasyonalizm;
narsisizm; Nastikas; ordo cognoscendi; organik birlik;
nasyonal sosyalizm; natura naturans; organizmaolık; organon; Origenes;
natura naturata; Ortaça~ felsefesi; ortak onay kaıutı;
natura non facit saltus; orta Stoa; orta terim; orta yol ö~retisi;
naturwissenchaften; neden; Ortega y Gasset, Josı!; ortodoks;
nedense!; nedensellik; ortodoks Marksizm; otomatizm;
nedenselli~in eleştirisi; otokrasi; otorite; otoriteryanizm; ousıa;
nedensel varlık anlayışı; nefis; Oxford deontolojistleri;
nelik; neolojist; nesne; nesne dili; Oxford Üniversitesi;
nesnel; nesnelcilik; nesnel gerçeklik;
nesnel görecilik; nesnel idealizm;
nesnellik; nesnel ölümsüzlük;
nesne tanımı; nevroz; niceleyici; o••
nicelik; niceliksel; niceliksel hazcıhk;
Nietzsche, Friedrich; ödev; ödev ahlakı;
nihil est in intelleetti quod. non prius fuerit ödüllendirme ve cezalandırma;
in sensu; nirvana; nitelik; ö~ecilik; ö~renme paradoksu;
niteliksel bilim anlayışı; öjenik; ölçüt; ölüm korkusu;
niteliksel hazalık; niyet; niyet ahlakı; ölümlücü; ölümsüzlük; önbileşen;
noesis; noesis noeseos; noetik; önceden kurulmuş uyum; öncelik;
neminalist gizemcilik; norninalizm; öncü!; önerme; önerme edimi;
nominal öz; nomos; non sequitur; önermenin yapısı; önkabul;
nooloji; norm; normatif; nous; önsöz paradoksu; önyargı; ömekçilik;
nouveau philosophes; örneklerle tarum; örtük tanım;
966 Dizin

ötanazi; öteki; öteki için varlık; post-modernizmin doguşu;


öz; özbelirleme; özcülük; özdenetim; post-modernizmin eleştirisi;
özdeş; özdeşlik; özdeşlik felsefesi; post-modernizmin soykütügü;
özdeşlik ilkesi; özdeşlik teorisi; postmodernlik; postmodem toplum;
özel; özel dil; özellik; postüla; post-yapısalcılık; potansiyel;
özel mazaret yanhşı; özerklik; potansiyalite; pozitif; pozitif felsefe;
özged egoizm; özgecilik; pozitivizm; pozitivizmin eleştirisi;
özged yararcılık; özgür düşünce; pozitivizm tarhşması; pragmatik;
özgürlük; özgürlükçülük; özne; pragmatist dogruluk anlayışı;
öznel; öznelcilik; öznelerarasılık; pragmatizm; prakrili ve punışa;
öznel idealizm; pratik; pratik aklın postülaları;
öznenin ademimerkezileşmesi; pratik deneyimin transendantal koşullan;
özne-yüklem; öznitelik; praxis; pre; presokratik felsefe;
öz tanımı; öz ve görünüş; prima facie; primium prindpium;
principium individuationis; problem;
Proklos; proletarya; propaedeutik;
p Protagoras; Protagorasçı görecilik;
protai ousai; prote philosophia;
paideia; Panaetios; panenteizm; proton pseudos;
pankozntizm; panlojizm; panpsişizm; Proudhon, Pierre-Joseph; psikanaliz;
panseksüalizm; panteist; panteizm; psikodram; psikoloji; psikolojik;
paradigma; paradoks; paralelizm; psikolojik egoizm; psi.kolojizm;
paralojizm; paranteze alma; psikovitalizm; psykhe;
parapsikoloji; Paris Üniversitesi; Pufendorf, Samuel; .
Parmenides; parousia; Pascal, Blaise; Pythagorasçılar; Pythagorasçıhk;
pasif empirizm; pasifizm;
patristik felsefe;
Peirce, Charles Sanders; q
pelagianizın; per accidens; peras;
peripatetik; per se; personalizm; quadrivium;
perspektif; perspektif realizmi; Quine, Willard Von Orman;
perspektivizm; Peygamber;
phantasia; philia; philosophe;
philosophia perennis; phronesis; r
Phyrrhon;physis; Piaget, Jean;
Pironizm; pistis; piyetizm; radikal; rndikal apriorizm;
Platon; Platonculuk; Platonik; radikal empirizm; radikal hümanizm;
Plekhanov, Georg Valentinovich; raslanh; rasyonalite; rasyonalizasyon;
pleroma; Plotinos; Plütarkhos; rasyonel; ratio sapiantiae;
Poincare, Henri; poiesis; rationes seminales; ravendiye; realist;
Polanyi, Midıael; realizm; reductio ad absurdum;
Popper, Karl Raimund; Poppercı; reductio ad impossibile; refleksivite;
popüler kültür; popülizm; reformizm; Reich, Wilhelm;
Porphyrios; Porphyrios agacı; Reidıenbadı, Han'); Reid, Thomas;
Poseidonius.; post-; Renouvier, Charles; res cogitans;
post-endüstriyel toplum; res extensa; resimsel dil teorisi; retorik;
post-Marksizm; post-modem; revizyonizm; reybfyful;
post-modernist Marksizm; Rickert, Heiruich; RiaEur, Paul;
post-modernizm; Rodoslu Andronikos; romantizm;
post-modernizm çeşitleri; Rorty, Ridıard; Roscelinus;
Dizin 967

Ross, William David; Sokrates'in daimonu; Sokrates problemi;


Rousseau, Jean-Jacques; Sokratik alay; Sokratik Okullar;
Royce, Josiah; Rönesans felsefesi; Sokratik Paradokslar; Sol Hegeldlik;
ruh; ruh göçü; Russell, Bertrand; somut; somutçuluk; sonlu; sonluculuk;
Russell paradoksu; Ryle, Gilbert; sonsuz dönüş; sonsuzluk; sonuç;
sonuççuluk; sophia; Sophistes;
sophrosyne; sorumluluk;
s Sorokin, Pitirim Alexandrovich;
sosyal; sosyal bilimler felsefesi;
sacrificium intellectus; saçma; sosyal Darwinizm; sosyal demokrasi;
Sade, Marquis de; sadizm; s06yalist; sosyalizm; sosyal pozitivizm;
saf; sa~duyu; sa~ Hegelcilik; sosyobiyoloji; sosyoloji;
sahicilik; Sahte Dionisos; sosyolojik Yeni-Kantçıhk;
Saint-Simon, Claude Henri de; sosyolojizm; soykütü~ü yöntemi;
sakal yanhşı; sanat; sanat eleştirisi; soylu vahşi; soyut; soyutlama;
sanat felsefesi; sanat ontolojisi; soyutlamaolık; söylem; söyh:im eti~i;
sankhya; sanrı; Santayana, George; söylence; söyleyen; sözcelem; sözcük;
saptama teorisi; Sartre, Jean Paul; sözde bilim; söz edimi; sözlük tanımı;
Saussure, Perdinand de; sözmerkezcilik; spekülasyon;
Savigny, Friedrich Karl von; spekülatif; spekülatif gizemcilik;
sayıcı tanım; sayı gizemcili~i;
spekülatif tarih felsefesi;
Scheler, Max; Schelling, Friedrich; Spencer, Herbert; Spengler, Oswald;
Schiller, Johann Friedrich von; Spinoza, Baruch; Spir, African;
Schleiermacher, Friedrich Daniel Emst; Stagirab; Stegmüller, Wolfgang;
Schlick, Moritz; Schopenhauer, Arthur; Steiner, Rudoph; steresis; Stilpon;
Stimer, Max; Stoaolık; Straton;
sdentia realis; Scottus, John Duns;
Strauss, leo; Strawson, Peter Frederick;
Searle, John; sebep; secundwn quid;
Suarez, Fransisco; sub specie aetemitas;
seçici algı teorisi; seçme; seçmecilik;
sui generis; sununum bonuın;
sein; sekincilik; selefiye; semantik;
sükılt; sünnilik; süre; süreç;
semantik anlam; sembol;
süreç felsefesi; süreklilik;
sembolik etkileşimcilik;
sembolik ınantık; semiyotik;
sendikalizm; Seneka; senkretizm;
sentaks; sentetik; sentetik a priori bilgi;
ş
sentez; seslendirme edimi;
sesmerkezcilik; Sextus Emprikus; Şankara; şema; şey; şeydlik;
sezgi; sezgici ahlak; sezgicilik; şeyleştirme; şiflik; şizofreni;
sezgici yararcdık; sezgisel tümevanm; şövenizm;
Shaftesbury, Anthony;
sıfatsal; sıkı kuralcılık; s1kıhk; sıkınti;
sınıf; sınıflama; sınırlayıcı tanım;
sınırh alternatif yanhşı;
Simmel, Georg; Simplicius;
t
siınülakrum; simya; sineşizm; sinizm;
tabiiyyun; tabula rasa; takdis;
sinkategorematik terimler; sistem;
tam; tamalgı;tanım; tanuna;
sivil toplum; siyaset felsefesi;
tarumcılar; tarum kuralları;
siyaset sosyolojisi; siyasl personalizm;
tanımlama; tanımlanamayanlar;
skolastik; skolastik felsefe;
tarumlanamaz bir şey olarak iyi;
Smith, Adam; Sofistler; sofistlik;
sofokrasi; sokinyanizm; Sokrates; tanu:nlay1c1 özellik; tanıtlama; Tann;
Tanrı dünya ilişkisi;
%8 Dizin

Tanrılarla devierin savaşı; tüketim toplumu; tükizm; tümbilgi;


Tanrı'nın sıfatları; tümdengelimse~ tümel; tümel-değilleme;
Tanrunerkezci hümanizm; tümel-evetleme; tümeller kavgası;
Tanrımerkezdlik; tümevarım; tümevarımcılık;
Tann'nın v~yla ilgili popüler kanıtlar, tümevanm problemi;
tannsal hiyerarşi ö~retisi; türnevarım problemiyle ilgili çözümler;
tanrısal takdir ögretisi; ıümevanmsal düşünen hindi benzetmesi;
Tann tasarımları; Tao; Taoizm; tümevanmsal; tümgüç; tümiyilik; tür;
tarih felsefesi; tarih okulu; türetilebilirlik; türüm; türümcülük;
tarih olarak metafizik; tarihsel açıklama;
tarihsel aklın eleştirisi; tarihselcilik;
tarihsel dil; tarihsel döngü kuranu;
tarihsel maddecilik; tarihsel tanım; u
tarihsicilik; tarih teolojisi tartışılmaz;
tartışma; tasanm; tasavvuf; tasdik; ugrak; univen;ale in mente;
tasım; tasını kalıbı; tasım kurallan; univen;ale in voce; univen;alia ante res;
tasımiann indirgenmesi; universaHa in rebus;universalia post res;
tasım şekli; Tatianus; tecrübe; tefsir; Unomuno, Miguel de;
Teichmüller, Gustav; teizm; tekabüliyet; Upanişadlar dönemi; upuygun; urO.c;
tekbencilik; tekhne; tekil; teknokrasi; usulü'l-hamse; uyaran; uygulamalı;
teknoloji; tektanrıcılık; uyuşma yöntemi; uzam; uzlaşım;
teleoloji; teleolojik ahlak; uzlaşımcılık;
telepati; Telesio, Bemardino; telos;
temaşa; temel; temeldlik;
temel önermeler; u••
temel ve üstyapı; temsil; teodise;
teokrasi; teoloji; teori; teorik; üç evre yasası; üç korku;
teorik egoizm; teorik terim; üçlemecilik; üçüncü adam paradoksu;
teoriye göreli varlık anlayışı; üçüncül nitelikler;
teozofi; tepke; terim; terimciler; üçüneünün olanaksızlı~ ilkesi;
terkedilmişlik; terminoloji; üretim; üstanlatı; üstdil;
terörizm; Tertullianus; teslim; t üsteleyici zincirleme tasun; üstinsan;
eşhircilik; tetrakys; tez; Thales; üstyapı; ütopya; ütopyacılık;
theologia naturalis; Theophrastos; ütopya türleri;
Thomasçılık; tikel;
Tillich. Paul Johannes; timoloji; Timon;
tin; tincilik; tinsel; tinselcilik; V
tipler teorisi; Tocqueville, Alexis de;
toplama yanlışı; toplum felsefesi; vacibü'l vücud; vahdet-i vücud;
toplum mühendisligi; vahiy; Van Çung; vargı; varlı~a geliş;
toplumsal cinsiyet; toplum sözleşmesi; varlıgm evi olarak dil; varlık;
totalitarizm; totoloji; Toulmin, S. E.; varlık bildiren önerme;
Toynbee, Arnold; töz; tözcülük; tözsel; varlık felsefesi; varlık hiyerarşisi;
trans-; transdüksiyon; transendental; varlık koşullan;
transendental fenomenoloji; varlık olmak balwrundan varlık;
transendentalizm; varlık tarih; varolmak; varoluş;
Trendelenburg,. Adolf; trikotomi; varoluş aydınlanması;
triteizm; Troeltsche, Emst.; varoluşçu ahJA.k; varoluşçuluk;
tu tarlılık; tutarlılık teorisi ; varoluşçu psikoloji; varoluş evreleri ;
tutarsız; tutku; tutucu evrim; t:üizm; varoluşsal; varoluşsal diyalektik;
Dizin 969

varoluşsal fenomenoloji; yan-nedencilik; yasa; yasakçılar;


varoluşsal teoloji; varsayma yanlışı; yaşam atılımı; yaşam felsefesi;
Vasubandhu; vaysesika; Vedalar; yaşam tekerle~i; yazar; yazgı;
vedanta; Venn diyagramı; yazgıcılık; yazıbilim;
verilmiş olan; verstehen; yeniden inşacılık; yeni-dirimselcilik;
verum sequitur ad quodlibet; yeni-Kantçılık; yeni kozmoloji;
via affirmativa; via eminentiae; yeni-kuşkuculuk; yeni-liberalizm;
via negativa; vişistadvaita vedanta yeni-Marksizm; yeni Mohizm;
vişnanaveda; vişnuizm; yeni-Pythagorasçilik; yeni-Platonculuk;
Vico, Giambattista; vidya; yeni-Platonru Okullar; yeni-pozitivizm;
Viyana Çevresi; vokabüler; yeni-realizm; Yeni Sol;
Voltaire, François-Marie-Arouet; yeni- Thomasçılık;
völkerpsychologie; Vücudiler; yer de~iştinne ölçütü;
vülgarizasyon; yer merkezli teori; yeter koşul;
yer yurt sa~lama; yeter sebep ilkesi;
yeti; yetkinlik; ye tkinlikçilik;
yetkinlik dereceleri kanıtı;
w yetkin tanun; yetkin tasım şekli;
yı~ın teorisi; yı~n zincirleme tasım;
Wang Ch'ung; Weber, Max; yin ve yang; yoga; yokluk; yoksunluk;
Weil, Simone; weltanschaung; yoksunluk kavramları;
wesen; Whitehead, Alfred North; yoksunluk olarak kötülük; yorum;
Whorf, Benjamin Lee; yönelim; yönelmişlik; yönetim;
William, Auvergneli; yöntem dogmal:izmi;
Windelband, Wilhelm; yöntemsel kuşkuculuk;
Wisdom, Arthur John; yöntemsel maddecilik; yüce; yüceltıne;
Wittgenstein, Ludwig; yüklem; yüklü soru yanlışı;
Wolff, Christian; yükümlülük;

y z
yabancılaşma ; Zahiriyye; zaman; zamandışı şimdi;
yabancılaşmanın nedenleri; zamansal; zeitgeist; zeka; Zen-Budizm;
yadsuna felsefesi; Yahudilik; Zenon, Elealı; Zenon, Kıbrıslı;
yalancı paradoksu; yalıtlamaalık; Zenon'un paradoksları; Zerdüşt;
yananlam; yarulabilircilik; zetetik; zihin; zihin-beden dikotomisi;
yaıulmazhk; yanılsama; yanılsamacılık; zihin-beden ikicili~i;
yanılsamadan hareket eden kanıt; zihin-beden paralelizmi;
yanılsama mantı~ı; yanıltmacılar; zihin-beden problemi;
yanlış; yanlışlamaalık; zihindlik; zihindışı;
yanlışlana bilirlik ilkesi; zihin felsefesi;
yansıtuncılık; yapay anlamlılık; yapı; zihin ö~retileri;
yapıbozum; yapım; yapısal; zincirleme tasırn; zoon politikon;
yapısalohk; yapısal fonksiyonalizm; zorunluluk;
yapma diller;yararcılık; yarar ilkesi; zorunlulukçu do~a yasası görüşü;
yarahcı evrim; yaratılış; yaratıcılık; zorunlulukçuluk;
yaratımalık; yaratma; yargı; zorunlu ve olumsal do~rular;
yargı gücünün eleştirisi;
970 Bibliyografya

-J. Bennett, Kant's Dialectic, Camb., 1977


-C. Berkeley, Hylas ile Philonous arasında
üç Konuşma (çev. S. Sel), İstanbul, 1984
-S. Best - D. Kellner, Poshnodern Teori
(çev. M. Küçük), İst. 1998
BİBLİYOGRAFYA
-N. Bezel, Yeryüzü Çennetlerinin Sonu, Is-
tanbul, 1984
-N. Abercrombie, S. Hill, B. S. Tumer, -H J. Blackham, Six Existantialist Thinkers,
The Pengu.in Dictionary of Sociology, Lon· London, 1961
don, 1994. -R. Blanche, L'EpisUmologie, Paris, 1972
-K Adjukiewic~, Felsefeye Giriş (çev. A. -0. Bloch, Le Mathialism, Paris, 1975
Cevizci), Ankara, 1989
-M. Bochenski, Çagdaş Avrupa Felsefesi, İs-
-H. Aiken (Ed.), The Age of ldeology, Lon- tanbul, 1983
don, 1956
-S. H. Bolay, Felsefi Doktrinler Sözlügü,
-B. Akarsu, Felsefe Terimleri Sözlügü, An- Ankara, 6. Baskı, 1996
kara, 1988
- T. Bottomore (Ed.), Marksist Düşünce
-B. Akarsu, Çagdaş Felsefe Akımları, İs­ Sözlügü. (çev. der. M. Tuncay), İst., 1993
tanbul, 1979
- T. Bottomore, Frankfurt Okulu (çev. A.
-W. Alston, Philosophy of Language, New Çi~dem), Ankara, 1994.
Jersey, 1964 .
-N. Bozkurt, Sanat ve Estetik Kuramları,
-P. A. Angeles, The Harper Collins Dictio- İstanbul, 1992
nary ofPhilosophy, New York, 1992 -N. Bozkurt, 20. Yüzyıl Düşünce Akımla­
-J. Annas - J. Barnes, The Modes of Scepti- rı, İstanbul, 1995
cism, Cambridge, 1985
-E. Breh.ier, Histoire de la Philosophie,
-K. Ansell-Pearson, Kusursuz Nihilist, lst., Paris, 1983
1998 -G. G. Brenkert, Marx'ın özgürlük Etigi,
-N. Arat, Etik ve Estetik Degerler, lst., 1987 İst. 1998.
-Aristoteles, Metafizik (çev. A. Arslan), 2 -E. S. Brighhnan, Arı Introduction to Philo-
cilt, İzmir, 1985, 1993 sophy, New York, 1951
-A.ristoteles, Retorik (çev. M. ~an), lst., -V. Brochard, Les Sceptiques g~ecs, Paris,
1995 1986
-A. Arslan, İlkçag Felsefesi Tarihi, İz., 1995 -N. O. Brown, Ölüme Karşı Hayat (çev. A.
-P. Assoun, L'Ecol.e de Francfort, Paris, Yılmaz), İst., 1996
1987 -C. Bruaire, La Dialectique, Paris, 1985
-E. v. Aster, Felsefe Tarihi Dersleri (çev. M. -J. Brun, Platon et L'Acadimie, Paris, 1960
Gökberk), İstanbul, 1943
-J. Brun, L'Epicurisme, Paris, 1959
-R. Audi, The Cambridge Dictionary of Phi- -J. Brun,Le Stoicisme, Paris, 1958
losophy, Cambridge, 1995.
-J. Brun, Le Neoplatonisme, Paris, 1988
-M. Aydın, Din Felsefesi, lzmir, 1987
-M. Bubner, Modern German Philosophy
-H. Batuhan- T. Grünberg, Modern Man- (tran. E. Matthews), Cambridge, 1981
tık, Ankara, 1977
-J. Buchler - H. Randall, Felseftye Giriş
-B. Bames, Bilimsel Bilginin Sosyolojisi (çev. A. Arslan), İzmir, 1984
(çev. H. Arslan), Ankara, 1990
-A. Bullock - O. Stallybrass, The Fontana
-J. Bames - M. Schoefield, - R. Sorabji · Dictioruıry of Modem Thought, Lo nd., 1977
(Eds.) Articleson Aristotl.e, 3. dlt, London,
-E. A. Burtt, The English Philosoplım from
1979 .
Bacon to Mill, New York, 1939
-H. Barreau, Aristote, Paris, 1972
-P. Caws, Sartre, Londra, 1979
-J. Bennett, Kant's Analytic, Camb., 1976
8ibliyografya 971

- A. Cevizci, i lkçag Felsefesi Tarihi, Bursa, -A. Denkel, Anlamın Kökerıleri, İst., 1984
1998 -A. Denket Nesne ve Dogası, İst., 1986
-A Chalmers, Bilim Dedikleri (çev. H. -V. Descombes, Modem Frenc/ı Plıilosophy
Arslan), Ankara, 1990 (trans. by L. Scott-Fox ve J. M. Harding},
-R. Chisholm, Tlıe Tlıeory of Knowledge, Camb., 1979
New Jersey, 1966 -G. R Dherbey, Les Sophistes, Paris, 1985
-J. Collins, A History of Modern Philo- -/. Donovan, Feminist Teori (çev. A. Bora ·
sophy, Milwaukee, 1954 M. A. Gevrek- F. Sayılan), IstanbuL 1992
-D. Collinson, Fifty Major Philosoplıers, -/. Dumont, La Philosophie Antique, Paris,
New York, 1987 1962
-s. Conner, Postmodernisi Culture, Camb- -M. Dupuy, lA Plıilosaphie Al/emmıde, Paris,
ridge, 1992 1972
-D. J'Connor (Ed.), A Critica/ History of -M. Duverger, Politikaya Giriş, lst., 1971
Philosophy, Glencoe, 1964 -W. Ebensteiıı. Siyasi Felsefenin Büyük Dii·
-F Coplestone, A HistoryofWestern Philo- şiiniirleri (çev. 1. Ozel) İst., 1996
sophy, 8 cüt, New York, 1966 -P. Edwards (Ed}, Encyclopediıı of Philo·
-F. Copleston, Contemporary Plıilosophy: sophy. Londra ve New York, 1967,8 cilt.
Studies of Logical Positivism and Existentia· -J. Epstein · G. Kennedy, The Process of
lism, London, 1972 Plıilosaphy, New York, 1967
-R Corbin, İslam Felseftsi Tarihi (çev. Hü- -A.G.Ewing, A Shorl Commentary of Kani' s
seyin Hateml), Istanbul, 1986 Critique of Pure Reason, Chicago, 1938
-F. M. Comford, From Religion to Philo- -M. Fahri, islam Fel.sefosi Tarihi (çev. K
sophy, New York, 1957 Turhan), İstanbuL 1993
-F. M. Comford, Before and After Socra- -E. Fischer, Sanatın Gerekliiili (çev. C.
tes, Cambridge, 1965 Çapan), İstanbul, 1963
-F. M. Comford, Platon' un Bilgi Kuramı, -A Flew, A Dictionaıy of Philowphy, Lond.,
(çev. A. Cevizci}, Ankara, 1989 1979
-J. Cottengham, Tlıe Rııtionalists, Ox., 1988 -R ). Fogelin, Wittgenstein, Londra, 1976'
-J. Cruickshank, Albert Camus ve Bafkal· -P. Foulquie, Dictionnaire de la Lanque
dırmıı Edebiyatı (çev. R. Güran, Isı., 1965 Plıilosoplıique, Paris, 1969
-K. Çağda§, Hint Eski Çag Kültür Tarihine -P. Foulquie, Dictionnııire de lıı Lıırıgue
Girif, Ankara, 1974 Plıilosaplıique, Paris, 1961
-B. Çotuksüken ·S. Babür (Ed.) Metinler/e -P. Foulquie,Pedagoji Sözliigü (çev. C. I<a-
OrtaÇQgda Felsefe, İstanbul, 1989 rakaya), Istanbul 1994
-J. Dancy, Introduction to Contemporary -W. Frankena, Ethics, Printice Hall, 1973
Epistemology, Oxford, 1985 -1. Frolov (Ed}, Felsefe Sözlüiii (çev. A
-C. Deleuze • F. Guattari, Kapitalizm ve Şi­ Çalışlar), Istanbul, 1991
zofreni 1· Göçebe Bilimi İnce/emesi (çev. A. -1. -M. Guehenno, Demokrasinin Sonu
Akay ), İst. 1991 (çev. M. E. Özcan), Ank., 1998
-C. Deleuze • F. Guaıtari, Kapitalizm ve Şi­ -A Giddens, Mohremiyetin Döııii,U(çev. 1.
zofreni I· Kapma Aygıtı, İst. 1993 Şahin), İst, 1994
-G. Deleuze • F. Guattari, Felseft Nedir? -E. Goblot, lA Vocabulaire Phi/osophique,
(çev. T. Ilgaz}, Istanbul, 1993 Paris, 1924
-Ö. Demir, Bilim Felseftsi, İstanbul, 1992 -A 1 Goldman, Epistemology ıınd Cogniti·
-Ö. Demir • M. Acar, Sosyııl Bilimler Söz· on, Cambridge, 1986
Iiigü, Aıık., 1997 -L Goldmann, The Plıilosaphy of Enligh-
-A. Denket Bilginin Temelleri, İst., 1984 tment, LondOl\ 1968
972 Bi'bliyosr.ıfya

-ı. Gossling, Plato, Paris, 1973 cal Analysis, Prentice Hall1953


-ı. A. Gould, Classic Philosophical Questi- P. Hühnerfield, Heidegger, Bir Filozof Bir
ons, Ohio, 1971 Alman(çev. D. Özlem), Ank. 1994
-M. Gökberk, Felsefenin Evrimi, Ankara, -D. Huismann, Dictionnaire des Philosop-
1979 hes, Paris, 1993
-M. Gökberk, Felsefe T ariiıi, İstanbul, 1%7 -D. Huisrnann, Dictionnaire des Mil/e Oe-
-M. Grene, Introduction to Existentialism, uvres C/es de la Philosophie, Paris, 1993
Chicago, 1959 -D. Hume, A Treatise of Humafı Nalure,
-P. Grenet, Ontologie, Paris, 1959 O~ford, ı 978
-R. Grossrnann, Phenomenology and Exis- -T. H lrwin, Aristotle's First Principles,
tentialism, Londra, 1984 Oxford, 1988
- T. Grünberg - A. Onart, Mantık Terimleri D. - J. Jary, The Haıpen Collins Dictionary
Söz!Ujü, Ankara, 1989 ofSocio/ogy, New York, 1991
-W. K C. Guthrie, İlkrat Felsefesi Tarihi -M.Jay, Diyalektik İmgelem, Anl<.1991
(çev. A. Cevi.zci), Ankara, 1989 .-C..E. M. Joad, Guide to Phirosophy, New
-W. K C. Guthrie, A History of Greek Phi- York, 1939
/osophy, 6 dlt, Cambridge, 1968 -C. E. M. Joad, Dünyanın Büyük Felsefeci-
-A. O. Gündoj!an, Albert Camus -ve Baş­ leri, İstanbul, 1986
ka/dm Felsefesi, lstanbul, 1995 -W. T. Jones, A History of Western Philo-
-Ş. Gündüz, Din ve İnanç Sözlütü, Ank. sophy, 5 dlt, New York, ı952
1998 -1. Kanı, l<ant's Critique of Pure Reason,
O. A. Gürün, Psikoloji Silzlügü, İst. ı996 Londra, ı929
-C. Güzel, Bir Bilgi Anarşisti: Feyerabend, -W. Kaufrnann, insanı Anla[ma]mak (çev.
Ankara, 1996 A. Yardırnlı), İstanbul, 1997
-V. Hacıkadiroğlu, Bilginin Dotası w Kay- -J. Keane, DemokrliSi 'Ol! Sitıil Toplum, !st.,
naklan Ozerine, Istanbul. 1981 1998
...[).W. Hamlyn, The T1ıeory of l<nowlı>1ge, -A Kenny (Ed.), The O:ifurd 11/ustrated His-
Londra, 1970 tory ofWestt:m Philc<ıophy, Orlord, 1994
-D. W. Hamlyn, Sdwpeııhauer, Lon., ı980 -G. Kerferd,The Saphistic ~eni, Caml:>-
-D. W. Harnlyn, Metophysics, Lon., 1984 ridge, ı 981.
-N. R. Hanson, Patterns of Scientific Di.sc.o- -S. Kızılçelik- Y. Eıjem, Sosyoloji Terimler
venJ, Cambridge, ı958 Sözlüfü, Ankara, 1994
-J. Harrison, Hume' s Moral Epistemology, -G. S. Kirk - J. Raven - M. Schofield, The
Oıdord, 1976 Pre5ocratic Philosoplu!rs, Cambridge, 1983
-M. Heidegger, Kant and the Problem of -W. ve M. I<n ale, The Developnıent of
Metızphysics, Londra, 1962 Logic, ~ford, 1962
-M. Heideg.ger, Tekn ite İlişkin .soruştur­ -S. Kömer, Fundtımental Questions of Phi-
ma (çev. D. Özlem}, Paradigma, fst. ı998 /osopy, Sussex, 1973
-M. Heidegger, Bilim Ourine İki Ders -S. Kömer, Kanı, Baltirnore, 1955
(çev. H H ünler), Par.ıdigma, İst. ı998 -A.Kremer-Marinetti, L"Ethique, Paris, 1987
-M Heidegger, Metafizik Nedir? (çev. - T. Kuhn, Bilimsel De!Jrimlerin Yapısı (çev.
Yusuf Ornek), Ankara, 199ı N. Kuyaş), 1stanbw, 1982
-D. Held, lntnıdudion to Critiaıl Themy. -Z. Kudusoy, "Bir Paradoks ve ~ündür­
HorldtLmter to HabemıtlS (Cambridge, ı990) dükleıi8, Felstfr DünyllSl, 15 (1995), s. 7J..80
-J. Hiek, Phi/osophy of Religion, New York, -M. Küye), "I<lisik. Sko lastik. Modem",
ı973 Klt!sik Çag Düşüncesi ve Çafdaş Kültür (I.
-1. Hospers, An lntToduction to Phi/osophi- S mp. Bildirileri), Ankara, ı977, s. 29--43.
Bibliyografya 973

-M. Küyel, Aristoteles ve Farabi'nin Varlık lıie et des Scieııces Hunıaines,


Paris, 1985
Öğretileri, Ankara, 1963 -E. Mounier, Le Personnalisme, Paris, 1949
-A. R. Lacey, A Dictionary of Philosophy, S. Mulhall, Heidegger ve 'V arlı k ve Zaman'
Londra, 1976 (çev. K. Öktem), lst., 1998
-A. R. Lacey, Modern Philosophy, Bos., 1982 -I. Murdoch, Sartre'ın Y azarlıgı ve Felsefe-
-J. Lacoste, La Philosophie de L'Art, Paris, si (çev. S. Hilav) İstanbul, 1981
1981 -E. Mutlu, İletişim Sözlügü, Ankara, 1995
-J. Lacroix, Kant et le Kantism, Paris, 1966 -F. Nietzsche, Thus Spoke Zarathustra,
-1. Lakatos - A. Musgrave, Bilginin Gelişi- Middlesex, 1961
mi (çev. H Arslan), İstanbul, 1992 -R. Norman, Hegel's Phenomenology, Sus-
-A. Lalande, Vocabulaire Technique et Cri- sex, 1981
tique de la Philosophie, Paris, 1962 -R. Nozick, Plıilosophical Erplanations, Ox-
--Q. Lauer, Phenomenology, New York, 1958 ford, 1981
-J. Lechte, Fifty Key Conternporary Thinkers, --C. C O'Brian, Canıus (çev. F. Özgüven),
London, 1994 İst. 1984
-J. Locke, An Essay Canceming Human -D. J. O'Connor - B. Carr, Introduction to
Understanding, Oxford, 1975 tlıe Tlıeory of KnCTWiedge, Brighton, 1982
-J. Lyotard, La Ph~nonıenology, Paris, 1954 -A. O'Hear, What PhiiDsophy is, Hannond-
-G. E. R. Lloyd, Aristotle: Growth and De- sworth, 1985
velopment of his Thought, Cambridge, 1968 -A O'Hear, Karl Popper, Londra, 1980
-A. A. Long, Hellenistic Philosophy, Lon., -A O'Hear, An Introduction to the Philo-
1974 sophy of Sdence, Oxford, 1989
-A. Maclntyre, A Short History of Etlıics, -Z. Özcan, Teolojik Hernıenötik, İst., 1998
Oxford, 1968 -D. Özlem, Mantık, Ankara, 1991
-J. L. Madde, Hume's Moral11ıeory, Lon., -D. Özlem, Tarih Felsefesi, İ.zmjr, 1984
1980 -D. Özlem, Günümüzde Felsefe Disiplinleri,
-J. Macquarrie, Existentialisnı, Harmond- İstanbul, 1990
sworth, 1973 -D. Özlem(der. çev.), Hernıeneutik Üzerine
-J. Macquarrie, Martin Heidegger, Lon., 1968 Yazılar, Ankara, 1995
-B. Magee, Yeni Düşün Adamları (çev. M. -G. H. R. Parkinson, Spinoza's Theory of
Tuncay), İstanbul, 1979 Knowledge, Oxford, 1954
-B. Magee, Karl Popper'ın Bilim Felsefesi ve -N. Parkinson, Siyasal Düşüncenin Evrimi
Siyaset Kuramı, İstanbul, 1982 (çev. M. Harmancı), İstanbul, 1976
-B. Magee, The Great Philosaphers, Lon. 1983 -J. Passmore, A Hundred Years of Philo-
-G. Mar.;hall (ed.), The Concise Dictionary sophy, Middlesex, 1957
of Sociology, Oxford, 1994 -I. Passmore, Philosophical Reasoning, Lon.,
- T. Maubıer (ed.), A DictiorıonJ of Philosophy, 1961
London, 1994 -H J. Paton, The Categorical lmperative: A
-A. Megill, Aşınlı~ın Peygamberleri: Nietzs- Study in Kımt' s Moral Philoscphy, Chicago,
che, Heidegger, Foucault ve Detrida,Ank. 1998 1948
-J. Mepham - D. Ruben (Eds), Issues in -J. Piaget, Le Structuralism, Paris, 1968
Marxist Philosophy, Sussex, 1979 -G. Pitcher, Rerkeley, Londra, 1977
-C. D. Mitchell (Ed), A New Dictionary of -R. Poole, Ahlak ve Modernlik (çev. M.
Scciology, Londra, 1979 Küçük), İst. 1991
-J. Moreau,Spinoza et Le Spinozisme, Paris, -R. H. Popkin (Ed.) The Philosophy of the
1971 16 th and I 7th centuries, New York, 1966
-L.-M. Morfaux, Vocabulaire de la Philosop- -K R. Popper, Conjectures and Refutations,
974 Bibliyografya

Londra, 1969 rilıi, istanbul, 1977


-K. R. Popper, Açık Toplum ve Düşmanları, -ı. P. Sartre, V aro/uşçuluk (çev. A. Bezir-
(çev. M. Tuncay- H. Rızatepe). Ank., 1%7 ci), lstan bul, 1980
-H. A f'richard, Kant' s Tlıeory of Knowled- -M. Sarup, Pas t- Yapısalcı/ık ve Postmoder-
ge, OAiord, 1923 nizm (çev. A Güçlü), Ankara, 1995.
-P. Rabinow, A Foucault Reader, Hannond- -1. L. Sa unders (Ed.), Greek and Roman
sworth, 1984 Philosophy after Aristotle, New York, 1966
-].H. Randall, Aristot/e, New York, 1960 -A. Sayılı, Hayatto En Hakiki Mürşit Ilim-
-A. S. Reber, The Penguin Dictionary of dir, Ankara, 1989
Psychology, Londra, 1985 -R. Schacht, C/assica/ Modem Philosophers,
-o. Reboul, La Phi/osophie De L'Education, Londra, 1984
Paris, 1989 -R. Schacht, Nietzsche, Londra, 1983
-ı. Ree, Descartes, London, 1974 -R. Schroeder, Max W eber ve Kültür Sosyo-
-H Reichenbach, Bilimsel Felsefenin Do- /ojisi (çev. M. Küçük), Ank., 1886
ğuşu (çev. C. Yıldınm), Istanbul, 1981 -R. Scruton, A Short History of Phi/osophy,
-ı. Resweber, La Philosophie Du Langage, Londra, 1982
Paris, 1979 -R. Scruton, Modem Phi/osophy, Lon., 1994
-D. Robertson, The Perıguin Dictionary of -H. Selsam, Din, Bilim ve Felsefe (çev. A.
Politics, London, 1993 And), Istanbul, 1976
-G. Rodis-Lewis, Descartes et Le Rationa- -C. Sena, Estetik: Sanat ve Güzelliğin Felse-
/isnıe, Paris, 1966 fesi, Istanbul, 1972
-R. Rorty, Phi/osophy and the Mirror of Na- -C. Sena, Filozoflar Ansiklopedisi, 4 cilt, is-
tu re, Princeton, 1979 tanbul, 1976
-P. M. Rosenau, Post-Modmlzm ve Toplum -H. Sigdwick, Outlines of the History of Et-
Bilimleri, Ank 1998 hics, Boston, 1960
-M. Rosenthal - P. Yudin, Materyalist Fel- -N. K. Smith, A Commerıtary to Kant' s Cri-
sefe Sözlüğü (çev. E. Ayıekin - A. Çalış­ tique of Pure Reasmı, London, 1923
lar), Istanbul, 1980 -R. C Solomon, Continerıta/ Philosophy
-W. D. Ross, Plato's Theory of /deas, Ox- since 1750, Oxford, 1988
ford, 1951. -ö. Sözer, E. Husserl'in Fenomeno/ojisi ve
-ı. Rossi, La Phi/osophie Analytique, Paris, Nesnelerin Varlığı, istanbul, 1976
1989 -H. f. Störig. İlkçağ Felsefesi: Hint, Çin,
-M. Rullman, Kadın Filozoflar (fö1!v. T. Men- Yunan (çev. O. C. Güngören), Ank., 1994.
güşo~lu), 2 cilt, 1998 -A. Stroll - R. H. Popkin, Introduction to
-D. D. Runes, The Dictionary of Philosophy, Philosophy, New York, 1961
New York, 1945 -B. Stroud, Hume, Londra, 1977
-B. Russell, Batı Felsefesi Tarihi (çev. M. -S. E. Shımpf, Elemerıts of Phi/osophy,
Sencer) 3 cilt. Istanbul, 1973 New York, 1986
-ı. Russell, Man:-Engels Dictionary, Brigh- -A. Swingewood, Sosyolojik Düşüncenin
ton, 1980 Kısa Tarihi (çev. O. Akınhay), Ank., 1998
-W. S. Sahakian, Ethics: An Introduction to -A. Şenel, İlkel Topluluktan Uygar Toplu-
Theories and Problenıs, New York, 1974 ma, Ankara, 1995
-M Sainsburry, Russell, Londra, 1979 -C. Taylor, Hegel, Cambridge, 1975
-S. Sallan - S. Boybeyi, 'Postmodemizm- -H. Tepe, Platon 'dan Habermas'a Felsefede
Modernizm Ikilemi', Araştırma, 1994, s. Dogruluk, Ank., 1995
13-23. -ı. P. Thiroux, Ethics: Theory and Practice,
-M. Sarıca, 100 Soruda Siyasi Düşünce Ta- Califomia, 1977
Bibliyografya 975

-F. Thi!ly, ."1 History of Phi/osophy, New -J. W ahi, Philosophies of Existence, Liver-
York, 1914 pool, 1969
-A. Timuçin, Felsefe Sözlüğü, İst., 1998 -R. C. S. Walker, Kanı, Londra, 1978.
-A. Tokatlı, Ansiklopedik Felsefe Sözlüjü, -R. T. W allis, Neoplatonism, Londra, 1972
Ankara, 1973 -N. Warburton, Philosophy: The Basics, Lon,
-P. Trotignon, Les Plıi/osophes Français 1992
D' Aujourd'hui, Paris, 1967 -A. Weber, Felsefe Tarihi, (çev. V. Eralp)
-J. O. Urmson - ). Ree (eds), The Concise İstanbul, 1991
Encyclopedia of Western Phi/osophy and Plıi­ D. West, Kıta Avrupası Felsefesine Giriş,
/osaphers, London, 1989 (çev. A. Cevizci), Paradigma, ist, 1998
-H Z. Ülken, Genel Felsefe Dersleri, Anka- -R. Williams, Ktywords: A Vocabulary of Cul-
ra, 1972 tureand Society, London. 1976
-H Z. Ülken, İslıiııı Felsefesi, İstanbul, 1983 -M. D. Wilson, Descartes, Londra, 1978
-8. Vardar, Açıklamalı Dilbilim Terimleri -A. Wolf, Te:ı:tbook of Logic, New York,
Sözlüğü, İst. 1998 1962
-R. Vemeaux, Introduction Genera/e et Lo- -S. Wolfram, Philosoplıica/ Logic, Lon., 1989
gique, Paris, 1964 -A. Wood, Karl Marr, Londra, 1981
-R. Verneaux, Histoire de la Phi/osophie -R. S. Woolhouse, The Enıpricists, Oxford,
contenıporaine, Paris, 1960 1988
-L. Versenyi, SakTates ve insan Sevgisi (çev. -C. Yıldırım, 100 Soruda Mantık El kitabı,
A. Cevizd) Ankara, 1989 Istanbul, 1976
-C. Vesey - P. Foulkes, Collins Dictionary -C. Yıldırım, Bilim Felsefesi, İstanbul, 1991
of Plıi/osophy, Glaskow, 1990

You might also like