Professional Documents
Culture Documents
Üzerinde düşünelim
• Çalışma – İş – Meslek
• İşi olmak – Mesleği olmak
• Vasıflılık – Vasıfsızlık
• Bedensel – Zihinsel
• Ücret – Maaş
• İşçi – Memur
• İşçi – Teknisyen – Mühendis
• Uzmanlık
• Bireysel Çalışma – Takım Çalışması
• İç Müşteri
• Yöneticilik - Liderlik
İnsanın arayışı
• Tüm insanlar yaptıkları her şeyde mutluluk ararlar. Bu, insanın, her etkinliğinin
temelinde yatan, evrensel arayışıdır.
Mutluluk
• Mutluluğun üç tanımı:
• İnsanın gerçekten ihtiyacı olan şey değecek bir amaç ya da özgür iradenin seçeceği bir
iş için uğraş vermesi ve çabalamasıdır.
• İnsanın ihtiyaç duyduğu şey gerçekleştirilmeyi bekleyen potansiyel bir amacın kendisi
için var olduğunu bilmektir.
• Mutluluk doyum getiren bir işe katılımdır.
• Var olmanın en tatminkâr deneyimi sahip olmakla değil, yapmakla ilgilidir. Kendimizi en
iyi hissettiğimiz zamanlar çabalarımızın karşılığını verecek bir işle meşgul olduğumuz
zamanlardır.
Mükemmelik
• Mükemmelliğin Üç Modeli
o Rekabetçi Başarı Modeli
o Karşılaştırmalı Gelişim Modeli
o Kolektif Çalışma Modeli
Yaratıcılık
• Hayatın anlamı nedir sorusunun üç tane cevabı var.
1. Hayatın hiçbir anlamı yok. (Nihilizm)
2. Evet, eğer siz ona anlam verirseniz. (Görecelik / Rölativizm)
3. Hayatın anlamı yaratma aşkıdır. Sevgiyle yaratmaktır.
İŞ YAPMANIN GÜZELLİĞİ
• Bir iş, iyi yaşamak amacıyla kurulmuş bir ortaklık olarak düşünülmelidir.
• İnsanların, kendileri için olduğu kadar başkaları içinde birçok yönden iyi bir yaşam
oluşturmak üzere kurdukları bir ortaklıktır.
• Çalışanlara yönetimin ortakları gözü ile bakılmalıdır.
İŞ SANATI
• İçindeki ortaklıkların -iyi yaşamak üzere kurulmuş ortaklıkların- gelişebilmesi için
yapılar oluşturma sanatıdır.
• Kendimize hep şu soruyu sormalıyız. Kendi etki alanımız içerisinde yapmayı
tasarladığımız şeyler işin bu can alıcı işlevini arttırır mı azaltır mı? İyi bir yaşam sürmek
için ortaklıklar inşa ediyor muyuz?
• İş büyüme sanatıdır. Büyümek ise yaşamın özüdür. İş yaşam sanatıdır.
YENİ İŞ ANLAYIŞI
• İdeal olarak üretken bir ortaklığa girdiklerinde insanların sahip oldukları değerlerin en
derinlerinde yatan ve en azından belli ölçüde ortak bir araştırma ve geliştirme sonucunda
ulaştıkları amacı birbirleriyle paylaşmaları gerekir. Ortaklık tarafların aktif katılımı ile
gerçek anlamda bir iş birliğine dönüşebilir.
• Bunu yapmak için, katılımcıların, kim olduklarını, neler bildiklerini ve ortaklığa neler
katabildiklerini en iyi şekilde ortaya koymaları, bir ortağın diğerine saygı ve onur
aktarması gereklidir.
• Ortaklığa taraf olanlar ahlaklı davranmalı ve etkileşim içerisindeyken birbirlerine sevgi
ve minnettarlık göstermelidirler.
• Takdir edilme ihtiyacı en büyük motivasyon kaynağıdır.
• Disiplin, sıcaklık, ait olma hissi, bağlılık duygusu, kuşaklar boyu aktarılan bilgelik. Her
insanın bunlara ihtiyacı vardır.
• İş yaşamında başarıyı tarif eden terimlerle ifade edilenler, gerçek insani değerlerden
oluşan bir dizi kişisel özelliğin üzerine inşa edilmezlerse umduğumuz sonuçlara asla
ulaşamayız.
• Esas olan yaratıcılığı icra etmek ve onu aktif bir şekilde yaşamaktır.
AHLAKIN ÖZÜ
• Uyumlu sosyal ilişkiler içindeki ruhen sağlıklı insanlar. (Diğerleriyle iyi ilişkiler ve yeterli
kişisel gelişim)
• Ruhsal sağlık, iç bütünlüğü, denge ve güç demektir. İçimizdeki insana erişerek tüm
kapasitemizi farkına varabileceğimiz, bir, olma ve yapabilme durumudur.
• Sosyal uyum bireylerin içinde yeteneklerini geliştirme mutluluğuna erişecekleri ve
yaşamın doluluğundan beraberce zevk alabilecekleri bir ilişkidir.
• Ahlakın ilgi alanı budur.
• Ahlak temelde bir bireyde ya da her hangi bir toplulukta, bir ilişkide ve yaşamın
kendisinde direnç oluşturmakla ilgilidir.
• Doğru olanı yapmakla dilediğimiz şeyi yapmak arasındaki tercihte doğru olanı
yapmaktır.
ÜZERİMİZDEKİ BASKILAR
• Sadece Kısa Vadeli Düşünmek
• Kar Odaklılık
• Sadece Ben Merkezli Düşünme
• İdol Yaratmak
• Uyum Sağlama Baskısı
• Can Sıkıntısı
BİR ÇALIŞANIN GÜÇLÜ NOKTALARINI ÖLÇMEK İÇİN EN ÖNEMLİ BİLGİLERİ VEREN ON İKİ
TEMEL SORU:
01- İş yerinde benden ne beklendiğini biliyor muyum?
02- İşimi doğru yapabilmem için gereken araç ve gereçlere sahip miyim?
03- İş yerinde her gün, en iyi yaptığım işi yapma şansına sahip miyim?
04- Son yedi günde iyi bir iş çıkardığım fark edildi mi, bunun için takdir edildim mi?
05- Müdürüm ya da işyerinde herhangi biri bana insan olarak değer veriyor mu?
06- İş yerinde gelişmemi destekleyen biri var mı?
07- İş yerinde görüşlerime değer veriliyor mu?
08- Çalıştığım şirketin amacı, bana yaptığım işin önemli olduğunu hissettiriyor mu?
09- Çalışma arkadaşlarım kaliteli iş çıkarmak için uğraşıyor mu?
10- İş yerinde yakın bir arkadaşım var mı?
11- Son altı ayda işyerinde birisi gelişimimle ilgili benimle konuştu mu?
12- Geçen yıl iş yerinde yeni şeyler öğrenme ve gelişme fırsatı buldum mu?
ÇALIŞANLAR NE YAPMALI?
• Hiçbir yönetici bir çalışanını verimli kılamaz.
• Yöneticiler katalizör görevi görürler. Çalışanlarının yetenekleri ile müşterinin ve şirketin
ihtiyaçları arasındaki tepkimeyi hızlandırabilirler. Çalışanların hedeflerine ulaşmaları için
en az dirençle karşılaşacakları yolları bulmalarına yardım edebilirler. Çalışanların kariyer
planlarına yardım edebilirler.
• Bunların hiçbirini çalışanların çabası olmadan gerçekleştiremezler. Başarılı yöneticiler
birer yıldız olan çalışanlarının menajerleridir.
• Çalışanların yapmaları gerekenler şunlardır:
a- Şirketin sağladığı geribildirim imkânlarından yararlanarak, başkalarının çalışanı nasıl
algıladığını görmesi ve çalışanın kendini tanıması.
b- Çalışanın; kendisinin, neler başardığı, neler öğrendiği, neleri sevdiği ve neleri
sevmediği üzerine ve bunların kendisi ve yetenekleri ile ilgili neler anlattığı üzerine
düşünmesi.
c- Çalışanın bilgi, beceri ve yeteneklerini daha iyi tanıyarak kendini keşfetmesi, bu keşfi
kendine uygun işleri istemek, daha iyi bir paydaş olmak, eğitim ve gelişim seçeneklerini
belirlemek için kullanması.
d- Çalışanın, şirket içinde kendisi için en uygun ilişki kurma tarzlarını bulması ve bunları
kullanarak ilişkilerini geliştirmesi.
e- Çalışanın bireysel gelişimini bilinçli olarak izlemesi.
f- Çalışanın şirkete olumlu etkide bulunarak, şirketin daha iyi bir yer olmasına katkıda
bulunması.
Başarının Formülü:
• Kendini Sev
• Kendine Bak
• Kendini Sun
• İnsanları Sev
• İnsanların İhtiyaçlarını Gider
• Motivasyonunu Koru
• Yaşama Sevincini Koru
• Kendine Sahip Çık
• Kendini Yönet
• Kendine Liderlik Yap
• Pazarda Ol
• Pazarını Koru
• Pazarını Geliştir
• Mesleğine Saygı Duy ve Gönlünü Ver
• Kendini İfade Et
• Takım Çalışması Yap
• Patron İdare Etme Sanatını Öğren, Zor Yöneticilerle Baş Et
• Fasit Daireyi Kır: Pozisyonum Ne İse Ben O’yum
• Asalet Senden Başlasın
1. KİŞİSEL FAKTÖRLER
İletişim sürecinin iki temel unsuru olan gönderici ve alıcı, aynı zamanda etkin bir iletişimi
önleyici rol de oynayabilirler. Kişisel amaçlar, hisler, duygular, değer yargılan ve
alışkanlıklar bir yandan mesajı oluşturan sembolleri formüle etmeyi etkilerken bir yandan
da belirli kişilerden gelen mesajlara karşı olumsuz ve kayıtsız bir tutum takınmaya sebep
olabilir.
Başka bir deyişle, alıcının göndericiye olan tutumu, güveni ve inancı, göndericiden
gelecek mesajları farklı şekillerde değerlemesi ile sonuçlanacaktır veya eğer gelen mesaj
alıcının bildiği veya inançları ile ters ise, bu tür bir mesaj muhtemelen tam olarak
algılanmayacaktır.
A) Hale Etkisi: Kalıplaştırma ve kaynağına göre mesajı değerlendirme eğilimi, belli bir
noktaya takılıp kalmayı, çok çeşitlilik gösteren uyarıcılann yalnızca belli bir noktasından
olaylara bakmayı ifade eder. Hale etkisi ise bunların tersine yalnızca tek bir özelliğe
bakarak bütün diğer özelliklerin de aynen onun gibi olduğunun düşünülerek
algılanmasıdır.
Başka bir deyişle güven duyulan bir kişi konuşurken, ya da hiç tanınmayan ancak
inançlara ve değerlere uygun tarzda konuşan kişinin, bütün söylediklerinin iyi ve doğru
şeyler olarak algılanması, bunun tam tersi bir durumla karşı karşıya kalındığında ise, ya
konuşmaları duymamazlıktan gelme, ya da önemli bir şey söylemediğini düşünme eğilimi,
hale etkisini açıklamaktadır. Böylece kişilerde var olduğu bilinen tek bir nitelik, diğerlerine
ve özellikle iletilen mesajın anlamına yansımış, onun gerçek anlamını bilmeden olumlu
veya olumsuz nitelenmesine ve iletişimin aksamasına yol açacaktır.
B) Kişilik Uyumunun Tam Olmaması: İletişim, bireylerin kişiliklerinin karşılıklı bir biçimde
hareket halinde olmasına bağlı bir ilişki sistemidir. Etkili bir iletişim sürecinde alıcı ile
kaynağın etkileşim ilişkisinin paralel olması, özellikle de benzer yönlü olması
gerekmektedir.
Etkileşim ilişkisinin benzer yönlü olması, iletişim olgusunu tam olarak gerçekleştirmek için
yeterli bir husus değildir. Ancak, her paralel iletişim, etkili biçimde bir davranışı meydana
getirir demek değildir.
Bunun yanında paralel olmayan bir etkileşimle oluşan iletişim ilişkisi, bir yandan iletişim
olgusunun etkinliğini engellerken, öte yandan arzu edilmeyen davranışları meydana
getirebilir.
Paralel etkileşime dayalı iletişim sürecinin aynı zamanda istenilen sonucu elde etmesi için,
kişilerin ilişki düzeylerinin davranış düzlemleri ile uyumlu olması gereklidir. Örnek olarak,
kişiliğin üç yönü örnek alındığında, ebeveyn, yetişkin ve çocuk için üç değişik durum söz
konusudur. Bu üç kişiye ait davranışlar ayrı ayrı kendisine uygun düzlem içerisinde
olursa, iletişim sürecinden arzu edilen sonuç elde edilebilir.
Sonuç olarak, etkin ve verimli bir iletişim sisteminin oluşturulabilmesi için kaynağın,
alıcının ve mesajın belirli özellikler taşıması gereklidir. Ayrıca, iletişim olgusu şuursuz bir
ilişki olmayıp, kurallara bağlı bir ilişki biçiminde ve istenilen özelliklere uygun olmalıdır.
Etkili bir iletişim süreci meydana getirebilmek için, iletişim engelleri mümkün olduğunca
kaldırılmaya çalışılmalıdır. Bunun için de, mesajın olduğunca açık olması ve zamanında
alıcılara ulaştırılmasının beklenen davranışları ortaya çıkaracağından hiç kuşku yoktur.
Arzulanan davranışların elde edilebilmesi için iletişim ilişkisi uygun ortam ve zamanda
başlatılmalı, ilişkinin şekli de amaç ve çevreye uygun olmalıdır.
İletişim süreci ile grup ilişkileri paralel gelişen bir ilişki olduğundan, kişiler arasındaki
ilişkilerin sıklığı da iyi düzenlenmelidir. Tatminsizliğe neden olan veya biçimsel olmayan
liderleri zamansız ortaya çıkaran iletişim kalıplarından uzak durmakta yarar vardır.
2. FİZİKSEL FAKTÖRLER
Bu faktörler daha çok haberleşme kanalı ve bunu etkileyen çevresel koşullarla ilgilidir.
Gürültü, sözlü haberleşmeyi etkileyen önemli bir engeldir. Aynı şekilde çeşitli konuşma ve
yazma araçlarını etkileyen teknik bozukluklar da fiziksel faktörlere örnektir.
3. SEMANTİK FAKTÖRLER
Semantik faktörler mesajı formüle etmek için kullanılan sembollerle ilgilidir. Bazı
sembollerin birden fazla anlamı olması yanında, belirli bir sembol belirli kişiler için farklı
anlamlar ifade edebilir. Bu nedenle, göndericinin bir sembole verdiği anlam ile alıcının
buna verdiği anlam farklı olabilir. Veya alıcı mesajı oluşturan sembolleri hiç tanımayabilir.
Örneğin belirli bir konudaki çok teknik bir yazıyı, bu konu ile ilişkisi olmayan bir kimse
anlamayacaktır.
4. DİL GÜÇLÜKLERİ
Dil haberleşme araçları içinde en önemli olanıdır. Ancak, bir dilin içerdiği kelimelerin
bazen birden çok anlam taşıdıklarını ve bu anlamların birbirleriyle hiç ilgisi olmayan
hususlar olduğunu ifade edebiliriz.
Buradan göndericinin bir kelimeye ya da kavrama verdiği anlam ile alıcının bu sembol
veya kavrama verdiği anlam farklı olabilir. Hatta bazen alıcı göndericinin kullandığı kelime
veya kavramı hiç bilmiyor olabilir.
Bu takdirde de bilmediği bir şeyi başka bir anlama çeker yani yorumlar, yakıştırır. Bütün
bu açıklamalar bize dil güçlüklerinin şematik faktörler olarak haberleşmeyi büyük ölçüde
engellediğini göstermektedir.
Bu güçlükleri ortadan kaldırmak için yapılacak şey, belli kavramları başka kelime ve
kavramlarla tanımlama yoluna gitmektir. Özellikle yanlış anlaşılmasından kuşku duyulan
hususları basit şekilde ve herkesçe bilinen kelimelerle tanıma yoluna gitmek önemli bir
faktör olduğu gibi, kelimeler yanında hazırlanan şemalar, grafikler ve resimlerin sözlü ve
yazılı mesaj iletimine büyük ölçüde yardımcı olduklarını ve yanlış anlamaları önlediklerini
söyleyebiliriz.
Özellikle şekiller ve resimler yazılı ve yüz yüze sözlü haberleşmede yanlış anlamaları
asgariye indiren araçlardır. Bunun yanında yüz yüze haberleşmede önemli olan
faktörlerden biri de, yüz ifadeleri (gülme, somurtma), mimikler, el sıkma ve benzeri hal
ve tutumlardır.
Bu tutumlar bazen sözle ifade edilenlerden daha fazla etkili olurlar. Hatta bazen insanın
söylediği ile yaptığı arasındaki farkı ortaya koyarlar. Söylenmek istenen şeyin
yorumlanmasını samimi olup olmamasını ortaya koyarlar.
Bu nedenle, dil ve kelimelerden ortaya çıkan anlamlar hareketlerle takviye edildiği zaman
mesajın daha etkili iletildiği söylenebilir. Bilhassa yüz yüze haberleşmenin yazılı
haberleşmeye üstünlüğü burada ortaya çıkmaktadır.
5. ZAMAN BASKISI
Bazen iletişim sürecinin aldığı süre de bir bariyer olarak görülebilir. Örneğin, özellikle
zaman baskısı varsa mesaj asıl alıcıya ulaştırılmak üzere başka birisine aktarılır. Veya
organizasyonlarda, alıcıya belirli kademelerden ve formal yollardan ulaşmak yerine
informal ve kısa yollar seçilebilir. Bu ise normal olarak iletişim süreci içine girecek bazı
kimseleri dışarıda bıraktığı için uygulamada karışıklıklara yol açacaktır. Yöneticilerin
zamanlarının kıt olması, bazı konuları çok özet olarak söylemelerine yol açmaktadır. Bu
da bazen bir iletişim engeli olmaktadır.
6. ALGILAMADA SEÇİÇİLİK
Algılamadaki seçicilik (selective perception) olarak adlandırılabilecek bu faktör bazı
mesajların veya mesajın bir kısmının bilerek veya bilmeyerek algılanmaması ile ilgilidir.
Örneğin kişiler belirli öntiplere (stereotype) ve önyargılara sahip iseler, belirli
kaynaklardan (göndericilerden) gelecek olan mesajları ya hiç algılamayacaklar veya
göndericinin kastettiğinden farklı bir şekilde algılayacaklardır. Bu durum aynı zamanda
kişilerin duymak istedikleri şeyleri duyacakları ile de ilgilidir.
7. HATALI TAMAMLAMA
İnsanlar, ilişkilerin sıklık derecesine göre, devamlı ilişki içinde bulundukları kişiler için
kalıp davranışlar beklerler ve belirli tip mesajlar karşısında bekledikleri bu kalıp
davranışlarının gerçekleşmesini arzu ederler. Aynı biçimde belirli davranışlara bağlı olarak
da özel mesajlar beklerler. Aldıkları mesaj bu beklenilen mesajlara uymuyorsa bunu kendi
beklentileri doğrultusunda tamamlayarak işleme koyarlar. Aynı şekilde beklenen mesajın
gelmemesi de davranışsal tatmine engel olur.
Anlaşılması güç, geçerliliği olmayan geri iletim iletişimi engelleyebilir. Bunun yanı sıra geri
iletim zamanında yapılmalıdır. Başka bir deyişle kaynak birimin mesajını verdikten kısa
bir süre sonra yapılırsa bir anlam ifade eder, yoksa anlamı kaybolacağından iletişimi
engelleyebilir.
Kaynak birimi küçük düşürmeyi hedefleyen, genellemelere yer veren geri iletim de
iletişimi engelleyen başlıca özelliklerden biridir.
İletişim süreci içinde bulunan elemanların özelliklerinden ve konumlarından kaynaklanan
ve kaynaklanabilecek iletişim engelleri açıklandıktan sonra kısaca diyebiliriz ki; iletişimin
başarısı iletişimde bulunan kişilerin iletişim sürecine ve bu konudaki bilgilerine yakından
bağlıdır.
Yoğunlaşma
Tasfiye
• Üretken olmayan işleri düzenli ve örgütlü olarak tasfiye et.
• Her ürün, hizmet, süreç, pazar, dağıtım kanalı ve müşterinin önemli olmaya devam edip
etmediğini düzenli olarak sına.
• Şu soruyu sor, cevap hayırsa o faaliyeti tasfiye et. ‘Eğer bu ürünü/hizmeti sunmuyor,
bu süreci kullanmıyor olsaydınız, şu anda bildiklerinizi bilmek kaydıyla onları gene yapar
mıydınız?’
• Tasfiyenin her zaman doğru olduğu durumlar:
1. Ürün, hizmet, Pazar ya da sürecin hala kısa bir ömrü olmakla birlikte ölmekte olması.
2. Bir varlığın tamamen amortize olup üretemez hale gelmesi.
3. Eski ya da gerilemekte olan bir ürün, hizmet, pazar ya da sürecin yeni bir ürün,
hizmet, pazar, sürecin büyümesinin bastırılması pahasına sürdürülmesi.
Öncelikler
• Zamandan daha fazla iş, insanlardan daha fazla görev vardır.
1. Acil işlerin sultasına karşı koyabiliyor musunuz?
2. Kendinizi olayların akışından kurtarıp gerçekten önemli görevlere yönelebiliyor
musunuz?
• Hangi görevlere öncelik vereceğine, hangilerini erteleyeceğine karar ver.
• İkiden fazla önceliğiniz olmasın.
• Aynı anda üç iş birden ve iyi yapabilen kimse yoktur.
• Önceliklerini yeni durumlar ışığında gözden geçir.
• Öncelik kararlarına bağlı kal. Baskılara izin verme. Üst Yönetimin çalışmasından kopma.
Zamana ve olaylara kendi kararını dayat.
Ertelenebilecekler
• Karşına ilk çıktığında ertelediğin bir şeyin aslında daha sonra ele alınması arzu
edilmeyen bir iş olduğunu bil.
1. Ertelediğiniz görevleri sonunda tasfiye ettiğiniz oluyor mu?
2. Bütün görevleri yerine getirmeye mi çalışıyorsunuz?
3. Hepsinden bir parça yaptığınız ve hiç birini tamamlayamadığınız durumlar var mı?
4. Ertelenecek şeyleri belirlemede zorlanıyor musunuz?
• Bütün görevlerinizin her birinden bir parça yapmaya çalışma eğiliminden kaçının.
• Yerine getirmeniz beklenen görev için uygun olan konulara odaklanın.
• Hayır demeyi bil.
Bilginin gerçek üreticisi ve taşıyıcısı olarak insan 21. yüzyılda en önemli rekabet öğesi.
Dolayısıyla şirketlerimizin en değerli varlıkları akşamları evlerine gidiyor.
Ertesi gün tekrar işlerinin başında olmaları, etkin ve verimli olarak çalışmalarına devam
etmeleri, ihtiyaç halinde istenilen nitelikte ve sayıda olmak üzere yeniden istihdam
edilmeleri, eğitilmeleri, ücretlendirilmeleri, uygun adayların yönetici hattına alınmaları,
şirketlerin bir numaralı gündemi.
Etkin ve verimli bir organizasyon, üretim yönetimi, finans yönetimi, pazar yönetimi vs
yanında ve birlikte İnsan Kaynakları Yönetimi şirketlerin en önemli yönetim
sistemlerinden oldu.
Çağımızın İnsan Kaynakları Yönetiminin odaklanması gereken iki önemli konu var:
1-Şirket Stratejisi ile uyumlu ve şirket stratejisinden kaynaklanan İnsan Kaynakları
Stratejisi (Artık kaçınılmaz olarak İnsan Kaynakları Yönetimi, Stratejik İnsan Kaynakları
Yönetimi olarak anılıyor.)
2-İnsan Kaynakları Yönetimini İŞ temeli üzerine değil, YETKİNLİKLER üzerine kurmak.
Yetkinlikleri esas alan İnsan Kaynakları Yönetimi insanlar tarafından yapılan işe değil, o
işleri yapan insanlara odaklanır.
Yetkinlikleri esas alan Stratejik İnsan Kaynakları Yönetimi Modelinin oluşturulmasının
aşamaları şöyledir:
1-Şirket Misyonunu, Vizyonunu, Stratejik Hedeflerini, bu hedeflerini gerçekleştirecek
Stratejik Planlarını tespit eder.
2-Şirket müşteri için değer yaratan süreçlerini ve süreçlerindeki işleri tespit eder.(Müşteri
için değer yaratmayan süreçler ve işler önemsiz demek değildir. Müşteri için değer
yaratan süreçler ve işler daha önemlidir.)
3-Bu süreç ve işlerin performans hedefleri tespit edilir.
4-Performans hedeflerini ölçecek kriterler tespit edilir.
5-Kriterleri değerlendirecek bilgi ve bilgi kaynakları tespit edilir.
6-Şirketteki tüm çalışanlar için yetkinlikler (Şirket yetkinlikleri) tespit edilir.
7-Birim, süreç ve iş yetkinlikleri tespit edilir.
8-Yönetici yetkinlikleri tespit edilir.
Yetkinlikler tespit edilirken dikkat edilecek husus bir birey 10 adet yetkinlikten daha
fazlasından sorumlu olmamasıdır.
Şirketin mevcut elemanlarının tespit edilen yetkinliklere ne kadar uyum sağladığını tespit
etmek için çeşitli yöntemlerle değerlendirme yapılır. (Değerlendirme Merkezi, Mesleki
Kişilik Envanteri Testleri, Yetkinlik Bazlı Mülakat vs.) Arada oluşan farklılıklar için
çalışanlara yönelik eğitim programları uygulanır.
Yeni istihdam edilecek çalışanların tespit edilen yetkinlere uygunluğunu ölçmek için
yukarıda adı geçen yöntemlerden biri veya birkaçı uygulanır. Yetkinlikleri yeterli
görülenler işe alınır.
Yöneticilik ve uzmanlık için mevcut çalışanlardan olan adayların istenen yetkinliklere
ulaşmaları için eğitimler yapılır ve uygunluğu tespit edilenler atanır.
Yetkinlikler İnsan Kaynakları uygulamalarının tümünde kullanılabilir. İstihdam,
Oryantasyon, Eğitim, Ücretleme, Performans, Kariyer, Yönetici Yetiştirme, Norm Kadro
vs.
KENDİNİ YÖNETMEK
Pek çok parlak insan gibi, o da fikirlerin dağları yerinden oynatacağına inanır. Ama dağları
buldozerler yerinden oynatır; fikirler buldozerlerin nasıl çalışması gerektiğini gösterir. Bu
planlamacı, planın tamamlanmasının işin bittiği anlamına gelmediğini öğrenmek zorunda
kalacaktır.
Planı uygulamak için uygun insanlar bulmalı ve planı onlara açıklamalıdır. Planı yürürlüğe
koyarken koşullara uyarlamalı ve üzerinde değişiklikler yapmalıdır. Ve sonunda, planı
ilerletmeye ne zaman son vereceğine karar vermelidir.
• Geribildirim, aynı zamanda, sorunun ne zaman görgü eksikliğinden kaynaklandığını da
ortaya çıkaracaktır.
• Görgü, bir kuruluşun motor yağıdır.
• Birbiriyle temas halindeki hareketli iki maddenin sürtünme yarat¬ması bir doğa
kanunudur. Bu, cansız nesneler için olduğu kadar insanlar için de geçerlidir.
• Görgü-”lütfen” ve “teşekkür ederim” demek, bir insanın ismini bilmek ya da ailesinin
hatırını sormak gibi basit şeyler iki insanın, birbirlerinden hoşlansalar da hoşlanmasalar
da birlikte çalışmasına olanak sağlar. Zeki insanlar, özellikle zeki genç insanlar, çoğu kez
bunu anlamazlar.
• Eğer analiz, birisinin mükemmel çalışmasının diğerlerinden işbirliği istendiği noktada
tekrar tekrar başarısız olduğunu gösteriyorsa, bu muhtemelen nezaket eksikliğine işaret
eder-yani görgü eksikliğine.
• Beklentilerinizi sonuçlarınızla karşılaştırmak, aynı zamanda ne yapmamanız gerektiğine
de işaret eder. Hiçbir yetenek ya da beceriye sahip almadığımız ve vasat biri olma
şansımızın bile çok az olduğu çok sayıda alan vardır. Bu alanlarda, kişi-ve özellikle bilgi
işçisi-iş ve görev üstlenmemelidir. Yetkinliğin az olduğu alanları geliştirmeye mümkün
olduğunca az çaba harcanmalıdır. Yetersizlikten vasatlığa doğru bir gelişim göstermek,
birinci sınıf performanstan mükemmelliğe doğru bir gelişim göstermekten çok daha fazla
enerji ve çalışma gerektirir. Buna rağmen, çoğu insan-özellikle çoğu eğitimci ve çoğu
kuruluş-yetersiz insanları vasat hale dönüştürmeye yoğunlaşır. Enerji, kaynaklar ve
zaman, bunun yerine, yeterli bir insanı bir yıldıza dönüştürmek için kullanılmalıdır.
Değerlerim Nelerdir?
• Kendinizi yönetebilmek için, son olarak “Değerlerim nelerdir?” sorusunu sormanız
gerekir. Bu ahlaki bir soru değildir. Ahlaki değerlere göre kurallar herkes için aynıdır ve
sınanması da kolaydır.
• Ahlaki değerler, “Sabah aynada nasıl bir insan görmek istiyorum?” diye sormanızı
gerektirir. Herhangi bir örgütteki veya durumdaki ahlaki davranış, başka birinde de ahlaki
davranıştır. Ancak ahlaki değerler, bir değerler sisteminin yalnızca bir parçasıdır özellikle
bir kuruluşun değerler sisteminin.
• Kabul edilemez olan veya kişinin kendisiyle bağdaşmayan bir değerler sistemine sahip
bir örgütte çalışmak, insanı hem düş kırıklığına hem de başarısızlığa mahkûm eder.
• Örgütlerin de insanlar gibi değerleri vardır.
• Bir örgütte etkin olmak için, kişinin değerleri örgütün değerleriyle uyumlu olmalıdır.
• Aynı olmaları gerekli değildir; ancak birlikte var olacak kadar yakın olmalıdırlar.
• Aksi takdirde, kişi zorlanmakla kalmayıp sonuç da üretemez.
• İnsanın sahip olduğu güçler ve işleri yerine getirme yöntemi nadiren çelişir; ikisi
birbirini tamamlar.
• Ama insanın değerleri ve güçleri arasında bazen bir çelişki oluşur.
• Kişinin iyi-hatta çok iyi ve başarılı-yaptığı şeyler, onun değerler sistemine uygun
olmayabilir. Bu durumda, yapılan iş kişinin hayatını adamasına değer görünmeyebilir
(hatta bir kısmını bile).
• Başka bir deyişle, değerler asıl ölçüdür ve öyle de olmalıdır.
Nereye Aidim?
• Az sayıda insan nereye ait olduğunu çok önceden görür.
• Örneğin, matematikçiler, müzisyenler ve aşçılar, dört beş yaşına gelene kadar genellikle
matematikçi, müzisyen ve aşçı olurlar. Doktorlar meslek yaşamlarına, bazen daha erken
olmakla birlikte, genelde ergenlik çağında karar verirler.
• Ancak çoğu insan, özellikle çok becerikli olanlar, 20′li yaşlarının ortalarına kadar nereye
ait olduklarını tam olarak bilmezler.
• Bununla birlikte, o zamana kadar üç sorunun cevabını öğrenmiş olmaları
gerekmektedir:
1. Güçlerim nelerdir?
2. Bir işi nasıl yerine getiririm?
3. Değerlerim nelerdir?
• Bundan sonra, nereye ait olduklarına veya nereye ait olmadıklarına karar
verebilmelidirler.
• Büyük bir örgütte başarılı alamadığını öğrenmiş olan bir insan, kendisi için böyle bir
örgütteki bir konuma hayır demeyi de öğrenmiş olmalıdır.
• Bir karar alıcı olmadığını öğrenmiş olan bir insan, bir karar alma görevine hayır demeyi
de öğrenmiş olmalıdır.
• Aynı derecede önemli olarak, bu soruların cevaplarını bilmek, kişinin bir fırsata, bir
teklife veya bir göreve karşılık olarak, “Evet bu işi yapacağım. Ama işi nasıl yapıyor
olmam gerektiğine ilişkin yöntem şudur. işin nasıl planlanması gerektiğine ilişkin yöntem
budur. İlişkilerin nasıl olması gerektiğine ilişkin yöntem budur. Benden beklemeniz
gereken sonuçlar, şu zaman çerçevesinde şunlardır; çünkü ben buyurn” demesine olanak
sağlar.
• Başarılı kariyerler planlı değildir. Bunlar, insanlar fırsatlara hazırlandıklarında gelişirler;
çünkü bu insanlar güçlerini, çalışma yöntemlerini ve değerlerini bilirler. Nereye ait
olduğunu bilmek, sıradan bir insanı- çalışkan ve yeterli, ama gerçekte vasat- seçkin bir
çalışana dönüştürebilir.
KATKIM NE OLMALI?
• Tarih boyunca insanların büyük çoğunluğu, hiçbir zaman “Ne katkıda bulunmalıyım?”
sorusunu sormak zorunda kalmamıştır. Ne katkı sunacakları onlara söylenmiştir ve
görevleri, işin kendisi tarafından-köylü veya zanaatkârda olduğu gibi-ya da efendiler
tarafından-hizmetçi veya uşaklarda olduğu gibi-belirlenmiştir. Ve çok yakın zamana
kadar, çoğu insanın kendisine söyleneni yapan emir altındaki insanlar olduğu mutlak
doğru kabul edilmiştir. 1950 ve 1960′larda bile, yeni bilgi işçileri (örgüt adamı diye
bilinenler) kariyerlerini planlamak için şirketlerinin personel bölümlerine bel
bağlamışlardır.
• 1960′ların sonlarında ise, artık hiç kimse ne yapacağının kendisine söylenmesini
istemiyordu. Genç erkek ve kadınlar, “Ben ne yapmak istiyorum?” sorusunu sormaya
başladılar. Ve duydukları, katkı yapmanın yolunun “istedikleri şeyi yapmaları” olduğuydu.
Ancak bu çözüm, örgüt adamınınki kadar yanlıştı. Kişinin istediği şeyi yapmasının katkı
sunmaya, kendini tatmin etmeye ve başarıya yol açacağına inanan insanların çok azı bu
üçünden herhangi birisini elde etti.
• Ama hala, size söyleneni ya da yapmakla görevlendirildiğiniz şeyi yapmak demek olan
eski yanıta dönüş yoktur. Özellikle bilgi işçileri, daha önce sorulmamış olan bir soruyu
sormak zorundalar: Katkım ne olmalıdır? Buna yanıt vermek için, üç farklı öğeye
yönelmelidirler:
o Durum neyi gerektiriyor?
o Güçlerim, işleri yerine getirme yöntemim ve değerlerime dayanarak, yapılması gereken
neyse ona en büyük katkıyı nasıl yapabilirim?
o Ve son olarak, bir fark yaratmak için hangi sonuçlar elde edilmelidir?
• Bu örneğin ortaya koyduğu gibi, çok ileriyi görmek nadiren mümkündür-veya daha
doğrusu, verimlidir. Bir plan genelde I8 aydan daha uzun bir dönemi kapsayamaz, ama
yine de açık ve özgül olabilir.
• Bu nedenle, çoğu durumda soru, “Önümüzdeki bir buçuk yıl içinde fark yaratacak
sonuçları nerede ve nasıl elde edebilirim?” olmalıdır.
• Yanıt, birkaç şeyi hesaba katmalıdır.
o Öncelikle, sonuçların elde edilmesi zor olmalıdır. Ama sonuçlar aynı zamanda ulaşılabilir
olmalıdır. Elde edilemeyecek-ya da yalnızca çok da mümkün olmayan koşullar altında
elde edilebilecek-sonuçlara niyetlenmek iddialı olmak değil, budala olmaktır.
o İkincisi, sonuçlar anlamlı olmalıdır. Bir fark yaratmalıdır.
o Son olarak, sonuçlar görünür olmalıdır, eğer mümkünse ölçülebilir de olmalıdır.
• Bundan bir hareket tarzı çıkacaktır: ne yapılacağı, nereden ve nasıl başlanacağı ve ne
tür hedefler ve zaman sınırlarının konulacağına dair bir hareket tarzı.
İlişkilere Dair Sorumluluklar
• Çok az insan kendisi çalışıp kendisi sonuç elde eder
• Çoğu insan başkalarıyla çalışır ve başka insanlarla birlikte etkin olur. Bir kuruluşun
üyesi olsalar da bağımsız çalışsalar da, bu doğrudur. Kendinizi yönetmek, ilişkilere dair
sorumluluk almayı gerektirir. Bunun iki kısmı vardır.
Diğer insanların da sizin kadar birey olduğu gerçeğini kabul etmek. Etkin olmak için
çalışma arkadaşlarınızın güçlerini, performans tarzlarını ve değerle¬rini bilmek
zorundasınız.
• Bu çok aşikâr gelebilir; ama gerçekte çok az insan buna dikkat eder. Tipik olan, patronu
bir okur olduğu için ilk görevinde rapor yazması öğretilen insandır. Sonraki patronu
dinleyici olsa bile, kişi sonuç üretmeyen raporlar yazmayı sürdürür. Patron çalışanının
aptal, yetersiz ve tembel olduğunu düşünecek ve çalışan da başarısız olacaktır. Ama eğer
çalışan yalnızca yeni patrona bakıp bu patronun çalışma şeklini inceleseydi, bu durum
önlenebilirdi.
• Patronlar, ne örgüt şemasındaki bir unvan ne de bir “işlev”dirler. Onlar da bireydir ve
yaptıkları işi en rahat oldukları şekilde yapma hak¬ları vardır. Kendileriyle çalışan
insanlara düşense, onları gözlemlemek, nasıl çalıştıklarını ortaya çıkarmak ve patronlarını
en etkin kılan şeylere kendilerini uyarlamaktır. Aslında bu, patronu “yönetmenin” sırrıdır.
• Bütün çalışma arkadaşlarınız için de aynı şey geçerlidir. Her biri kendi tarzında çalışır,
sizin tarzınızda değil. Ve her birinin kendi tarzında çalışmaya hakkı vardır. Önemli olan,
işleri yerine getirip getirmedikleri ve değerlerinin ne olduğudur. İşleri nasıl yerine
getirdiklerine gelince -her biri büyük olasılıkla bunu farklı bir şekilde yapıyordur.
1. Etkinliğin ilk sırrı, birlikte çalıştığınız insanları anlamak ve onlara güvenmektir; böylece
güçlerinden, çalışma tarzlarından ve değerlerinden yararlanabilirsiniz. Çalışma ilişkileri,
çalışmaya olduğu kadar insanlara da dayalıdır.
2. İlişki sorumluluğunun ikinci kısmı, iletişim için sorumluluk almaktır.
• Ne zaman ben veya başka bir danışman bir örgütle çalışmaya başlasak, duyduğum ilk
şey kişilik çatışmaları olur. Bunların çoğu, insanların diğerlerinin ne yaptığını ve işlerini
nasıl yaptıklarını ya da diğerlerinin ne tür bir katkı yapmaya yoğunlaştıklarını ve ne tür
sonuçlar beklediklerini bilmemeleri gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Ve bilmemelerinin
nedeni de, sormamış ve dolayısıyla kendilerine söylenmemiş olmasıdır.
• Bu sorma eksikliği, insanlık tarihinden çok insan budalalığını yansıtır. Yakın zamana
kadar, herhangi bir kişiye bunlardan herhangi birisini söylemek gereksizdi. Ortaçağ
şehrinde, bir bölgedeki herkes aynı şeyin ticaretiyle uğraşırdı. Kırsal bölgede, bir vadideki
herkes don kalkar kalkmaz toprağa aynı ürünü ekerdi. “Yaygın” olmayan şeyler yapan
birkaç insan da tek başına çalışırdı; bu yüzden ne yaptıklarını kimseye anlatmak zorunda
değillerdi.
• Bugün, insanların büyük çoğunluğu farklı görev ve sorumluluklara sahip kişilerle
çalışıyor. Pazarlamadan sorumlu başkan yardımcısı, satış tecrübesinden gelmiş ve satış
hakkında her şeyi biliyor olabilir; ancak asla yapmadığı işler fiyatlandırma, reklâm,
paketleme vb. hakkında hiçbir şey bilmez.
İlke nedir?
· Bu da çok iyi bilinmektedir-en azından genel bir varsayım olarak:
İş kuruluşları doğanın değil, toplumun bir olgusudur.
· Toplumsal bir durumda olaylar doğal evrenin “normal dağılımı”na göre dağılmazlar (bu,
U-biçimindeki bir Gauss eğrisine göre dağılmazlar demektir).
· Toplumsal bir durumda çok küçük sayıdaki olay-bütün olayların en çok yüzde 10 ila
yüzde 20’si kadarı-bütün sonuçların yüzde 90′nından sorumluyken, olayların büyük
çoğunluğu sonuçların en çok yüzde 10 ya da daha azından sorumludur.
· Bu, pazarda da geçerlidir.
· Binlerce müşteri arasından sadece bir avuç müşteri siparişlerin büyük çoğunluğunun
sahibidir; yüzlerce kalem içinden ancak bir avuç ürün gelir hacminin büyük çoğunluğunu
üretir ve bu böyle devam eder.
· Bu; pazarlar, nihai kullanımlar ve dağıtım kanalları için geçerlidir ve aynı şekilde satış
çabaları için de geçerlidir: yüzlerce satıcı içinden bir avuç satıcı her zaman bütün yeni
işlerin üçte ikisini ya da daha fazlasını üretir. Fabrikada da geçerlidir: tonajın büyük kısmı
az sayıdaki üretim turunda üretilir. Araştırmada da geçerlidir: bütün önemli buluşları
kural olarak laboratuardaki birkaç kişi üretir.
· Aynı şey pratikte bütün personel “problemleri” için de geçerlidir: sorunların büyük
çoğunluğu her zaman birkaç yerden ya da bir grup çalışandan kaynaklanır. Aynı şekilde
işten kaytarmaların, işçi devrinin, bir öneri sisteminde gelen önerilerin ve iş kazalarının
büyük çoğunluğu da. Araştırmalarının gösterdiği gibi, aynı şey çalışan hastalıkları
bakımından da doğrudur.
Gelir ile Maliyet
· Bu basit açıklamanın bir işletmenin yönetimi açısından taşıdığı önem çok az işadamı
tarafından kavranmıştır.
· Bu, şu anlama gelir: birincisi, sonuçların yüzde 90′ı olayların ilk yüzde 10′u tarafından
üretilirken, maliyetlerin yüzde 90′nı geri kalan ve sonuç üretmeyen olayların yüzde 90′ı
tarafindan üretilir.
· Başka bir deyişle, maliyetler de “toplumsal bir olgudur.”
· Bunu matematiğin diliyle söylersek, iş olaylarının normal dağılım eğrisinin, sonuçların
eğrinin artı yarısında ve maliyetlerin de eksi yarısında yer aldığı bir hiperbol olduğunu
görürüz.
· Nedenle sonuçlar ile maliyetler birbirleriyle ters bir orantısal ilişki içindedir.
· Şimdi bunu tekrar olağan dilimize çevirirsek, ekonomik sonuçlar ge1irle büyük ölçüde
doğrudan orantılıdır, buna karşılık maliyetler işlem sayısıyla doğrudan orantılıdır. Bunun
tek istisnası doğrudan nihai ürüne geçen satın alınmış malzeme ve parçalardır.
· Örneğin:
o 50.000 ytl lik bir siparişi almak kural olarak 500 ytl lik bir sipariş almaktan daha
maliyetli değildir; ikincinin 100 katı maliyetli kesinlikle değildir.
o Satış yapmayan yeni bir ürün tasarlamak “kazanan” bir ürün tasarlamak kadar
pahalıdır.
o Küçük bir siparişin yazı-çizi işlerinin maliyeti büyük bir siparişinki kadardır-aynı sipariş
girişleri, üretim talimatları, programlama, faturalama, tahsilat vb. işlemleri.
· Kural olarak, bir ürünü yapma, paketleme ve nakletme maliyeti, küçük bir sipariş için,
büyük bir sipariş için olduğu kadardır. Hatta günümüzde emek de “sabit” bir maliyettir,
çoğu imalat sektöründe (ve bütün hizmet sektörlerinde) hacim ile dalgalanan bir maliyet
olmaktan çok, belli bir süre boyunca aynıdır.
· Sadece satın alınan malzeme ve parçalar gerçekten “değişken” maliyetlerdir.
· Bunun da ötesinde, buradan şöyle bir sonuç da çıkarabiliriz: “normal olarak” gelirler ve
çabalar daha çok pratikte hiçbir sonuç üretmeyen olayların yüzde 90′ına dağılırlar.
· Olayların sayısına göre dağılırlar, sonuçlara göre değil.
· Aslında, en kötü şekilde yanlış dağılan en pahalı ve potansiyel olarak en üretken
kaynaklardır (başka bir deyişle yüksek eğitimli insanlar).
· Çünkü işlemlerin ana kütlesinin yarattığı basınç, kişinin gururu gereği, üretken olsun ya
da olmasın, zor olan şeyleri yapma eğilimi tarafından daha da kuvvetlendirilir.
· Yapılan araştırmalar bunu kanıtlamıştır; başka bir deyişle, hem ilke hem de somut
deneyim tarafından desteklenmektedir.
· Araştırma bölümleri, tasarım ekipleri, pazar geliştirme, hatta reklam çabaları; birçok
şirkette bunların hepsinin aynı şekilde dağıldığı görülmüştür-sonuçlara göre değil
işlemlere göre, üretken olana göre değil zor olana göre, bugünün ve yarının fırsatlarına
göre değil dünün problemlerine göre!
Odaklanma Yaklaşımı
· Doğru sonuçları niçin çıkaramamış olduğumuzun nedenlerinden daha önemli olan ise
şudur:
1. Doğru sonuçlar nelerdir?
2. Şirketin elindeki mevcut kaynaklardan olası en iyi ekonomik sonuçları ve performansı
çıkarabilecek en iyi eylem hattı hangisidir?
· Önce bazı yol gösterici ilkeler belirleyerek başlayalım:
1. Ekonomik sonuçlar için, yöneticilerin çabalarını en büyük gelir miktarını üretecek olan
en küçük sayıdaki ürün, ürün hattı, hizmet, müşteri, pazar, dağıtım kanalı, nihai kullanım
ve benzerine yoğunlaştırmaları gerekir. Yöneticiler birincil maliyetleri üreten ürünlere
ayırdıkları dikkati en aza indirmek zorundadır, çünkü bunların hacmi çok küçük ya da çok
dağınıktır.
2. Ekonomik sonuçlar aynı zamanda, elemanların çabalarını gerçekten önemli iş sonuçları
üretebilecek az sayıdaki faaliyete yoğunlaştırmalarını gerektirir; diğerlerine eleman
emeğinin ve eleman çabasının mümkün olan en az kısmı ayrılmalıdır.
3. Etkin maliyet kontrolü de, aynı şekilde çaba ve emeğin maliyet performansının
iyileştirilmesinin iş performansı ve sonuçları üzerinde önemli etkileri olacağı az sayıdaki
alana-yani görece küçük bir verimlilik artışının büyük bir ekonomik etkinlik artışına yol
açabileceği alanlara-yoğunlaştırılmasını gerektirir.
4. Yöneticiler kaynakları, özellikle yüksek nitelikli insan kaynaklarını yüksek ekonomik
sonuçlar içeren fırsatlar getirecek faaliyetlere ayırmalıdır.
Bağışlanamaz Hovardalık
· Ekonomik yükseliş dönemi biter bitmez birçok şirketin kötü performans göstermesine
şaşmamak gerekir. Aslında daha da kötü olmamalarına şaşmak gerekir; çünkü birçok
şirket, biraz önce ifade edilen çok iyi bilinen dört kuralın hepsiyle doğrudan çelişen bir
şekilde faaliyet göstermektedir.
· Ürün yoğunlaşması yerine ürün dağınık1ığı söz konusu.
· Çoğu şirket en başta her “özel” talebi karşılayabilir, her çeşitlilik talebini tatmin edebilir,
hatta bu tür talepleri özendirebilir olmakla övünüyor- günümüzün büyük Amerikan
şirketleri bu konuda belki de en önde gidenler. Ve çok sayıda şirket hiçbir zaman kendi
özgür iradesiyle bir ürünü tasfiye etmemiş olmakla gururlanıyor. Sonuçta, çoğu büyük
şirket tipik olarak ürün hattında binlerce kalem ürünle baş başa kalıyor-çoğu durumda
bunlar arasında gerçekten “satan” ürün sayısı 20′nin altındadır. Ne var ki satış yapmayan
binlerce ürünün maliyetlerini bu 20 ya da daha az kalem ürünün gelirleri karşılamak
zorunda kalıyor.
· Gerçekten de, ülkelerin rekabet gücünün dünya ekonomisindeki bugün karşı karşıya
olduğu başlıca problem pekâlâ ürün dağınıklığı olabilir. Düzgün maliyetlendirildiği
durumda çoğu endüstrideki ana hatların-yüksek ücret düzeylerine ve yüksek vergi
yüküne rağmen-tamamen rekabetçi olduğu görülecektir.
· Ne var ki muazzam bir “özel” ürünler yelpazesini sübvanse ederek hacimli ürünlerdeki
rekabetçi avantajı firmalar kendi elleriyle eritiyor, oysa bu ürünlerin çok azı kendi gerçek
maliyetlerini karşılayabiliyor.
· Aynı şekilde kadro faaliyetleri bakımından da son derece hovardaca davranılıyor. “Her
şeyden biraz yapalım” şiar olmuş gibi görünüyor-personel araştırması, ileri mühendislik,
müşteri analizi, uluslararası iktisat, yöneylem araştırması, halkla ilişkiler ve benzeri.
Sonuçta muazzam kadrolar oluşuyor, ama herhangi bir alanda yeterince ilerleyebilmek
için yeterince çaba yoğunlaştırılamıyor.
· Durumu tedavi etmek için ne yapmak gerektiği de bilinmiyor. Herkesin yıkıcı olmasa bile
etkisiz olduğunu bildiği yol, maliyetleri kontrol etmenin alışılmış yolu haline gelmiştir: her
şeyde yüzde 15 kesintiye gitmek. Kaynakları yönetmek ve çabalarımızı odaklandırmak
için gerçekten henüz ciddi bir çabaya girişebilmiş değiliz. İşler kendi oluruna bırakılmış
gibi görünüyor.
Üç Dev Adım
· Eleştirmek kolaydır; herkes hata bulabilir. İnsanların bu noktada, daha iyi yönetmek için
ne yapabiliriz diye sormaya her türlü hakkı vardır. Bütün cevapları bilsek bile-ki
bilmiyoruz-tatmin edici bir cevap sunabilmek için bir kitap gerekir; ama o zaman da her
şirket kendi koşullarına en uygun düşecek yöntemleri bulabilmek için hala çaba harcamak
zorunda kalırdı.
· Gerçek iş durumlarında, en azından ilk yaklaşımlar olarak, son derece etkin olduğu
görülmüş olan bir dizi adım:
ı. Adım. Analiz
Burada yönetici olguları bilmek zorundadır. Şunları belirlemesi gerekir:
o Ürünlerin fırsatları ve gerçek maliyetleri.
o Değişik kadro faaliyetlerinin potansiyel katkıları.
o Ekonomik bakımdan önem taşıyan maliyet merkezleri.
2. Adım. Dağılım
Burada yönetici kaynakları öngörülen sonuçlara göre dağıtmalıdır. Bunun için şunları
bilmesi gerekir:
o Kaynaklar şu anda nasıl dağılmış bulunuyor?
o En büyük fırsatları içeren faaliyetleri desteklemek için kaynakların nasıl dağılmaları
gerekir?
o Var olandan olması gerekene geçebilmek için hangi adımları atmak gerekir?
3. Adım. Karar
Yönetici, hepsi içinde en sancılı olan adımı atmaya hazır olmalıdır; bu, fırsat ve sonuç
getirmekten çok dağınıklığa yol açan ürünlerin, kadro faaliyetlerinin ya da maliyet
alanlarının hangileri olduğuna karar vermektir. Elbette, az ya da çok, hiçbir şekilde
üretken kaynaklar bu alanlara dağıtılmamalıdır.
o Tümüyle tasfiye edilmesi gereken hangileridir?
o Hangileri en az çaba düzeyinde devam ettirilmelidir?
o Hangileri büyük fırsatlara dönüştürebilir ve böyle bir değişikliğin maliyeti ne kadar
olabilir?
Kadro Katkısı
· Bu analizde sorulması gereken sorular ekonomik verilerden çok yönetimin yargısına
ihtiyaç duyar. Bir dizi soru şu şekilde sıralanabilir:
1. Mükemmellik hangi alanlarda işletmemizin ekonomik sonuçları üzerinde, bütün şirketin
ekonomik performansını dönüştürebileceği noktaya kadar, olağanüstü bir etki yaratabilir?
2. Kötü performans hangi alanlarda ekonomik performansı büyük ölçüde ya da en
azından önemli ölçüde tehdit edebilir?
3. Mükemmel ya da kötü performans göstermemiz hangi alanlarda çok az bir fark
yaratabilir?
4. Alanda yapılan çalışmayla hangi sonuçlar elde ediliyor ve bunlar vaat edilen ya da
beklenen sonuçlarla karşılaştırıldığında ne gibi bir sonuç ortaya çıkıyor?
5. Gelecek için gerçekçi olarak hangi sonuçlar beklenilebilir ve bu gelecek ne kadar
uzakta?
Maliyet Merkezleri
· Burada amaç maliyet kontrol çabalarının yoğunlaşmasının ciddi bir katkı sağlayacağı
alanları belirleyip bunları tecrit etmektir. Bu analizin yapılabileceği yöntemleri tarif
etmekten çok burada ülke çapında dağılan tüketici mallarının önemli bir imalatçısı
tarafından yapılmış gerçek bir araştırmanın sonuçları gösterilmiştir (bak. Şekil I). Değişik
maliyet merkezlerinin rakamları kolaylık için mutlak rakamlarla verilmiştir, ama her biri
bir yuvarlamadır.
· Gerçek araştırmada, örneğin “toplam maliyetlerin” özeti, başka rakamlar daha az aşırı
aralıklar gösterirken, yüzde 90 ila yüzde 94 arasındaydı.
· İmalatçının kullandığı yöntemlerle ilgili tek yeni buluş “maliyetin” müşterinin ürüne
harcadığı para olarak tarif edilmesidir (iktisattan konuşuyorsak böyle olması gerekir.)
Başka bir deyişle, bu analiz bütün ekonomik sürece tek bir maliyet akışı olarak bakmakta
ve muhasebecinin, sadece işletmenin hukuki varlığı içinde gerçekleşen maliyetlerin
dikkate alınması gerekir şeklindeki kısıtlamasını görmezden gelmektedir.
· Birçok şirketin maliyet kontrol çabalarını yoğunlaştırdığı yerde, yani imalatta, kökten
farklı bir süreç gibi gerçek bir atılım dışında kazanabilecek fazla bir şey yoktur. Potansiyel
olarak en üretken maliyet merkezleri ya işletmenin dışındadır-özellikle dağıtımda-ve
alışılmış “maliyet kesintisi” rutininden çok farklı bir muamele gerektirmektedir ya da yö-
netimin nadiren gördüğü-paranın maliyeti gibi-alanlardadır.
Olması Gereken
· Bir sonraki pratik adım kaynakların şu anda ürün hatlarına, eleman destekleme
faaliyetlerine ve maliyet merkezlerine nasıl dağıldığını analiz etmektir. Analiz elbette
niceliksel olduğu kadar niteliksel de olmak zorundadır. Çünkü rakamlar kendi başlarına şu
gibi soruların cevaplarını veremezler:
1. “Reklam ve promosyon paraları doğru ürünlere gidiyor mu?”
2. “Sermaye donanım paraları şirketin karşılaşacağı gelecek taleplerine ilişkin gerçekçi
beklentilerle uyum içinde midir?”
3. “Şirketin dağılım programı en iyi insanları ve onların faaliyetlerini destekliyor mu?”
4. “Bu iyi insanlar tam zamanlı olarak önemli görevlere mi veriliyor, yoksa herhangi bir
görevi düzgün bir şekilde yerine getiremeyecekleri şekilde çok sayıda görevlendirmeye mi
dağılmış durumdalar?”
· Bu tür soruların yanıtları çoğu zaman hoş olmaz ve bunların yüksek sesle
çağırdıkları tedavileri uygulaması da pek hoş değildir. Dağılım aşamasından karar
aşamasına geçmek o nedenle çoğu zaman cesaret gerektirir.
Öncelik Kararları
· Burada geçerli tek bir kural vardır. Somut olarak: En büyük potansiyel fırsat ve
sonuçları barındıran alanlara, bir sonraki daha az vaat eden alan herhangi bir şey
almadan önce, tam kaynak desteği-gerek nicelik gerek nitelik olarak- sağlanmalıdır.
· En zorlu ve en riskli kararların alınacağı alanlar belki de ürünlerle ilgili karardır, çünkü
tercihler nadiren çok kesin ve basit olur.
· Örneğin, ürünler genellikle altı grup halinde bir araya gelme eğilimindedir-yüksek katkı
potansiyeli taşıyan iki grup, düşük ya da eksi katkı potansiyeli taşıyan üç grup ve arada-
bir-yerde olan bir grup.
· Şu tür bir bölünme de oldukça tipiktir:
1. Yarının gelir getiricileri-yeni ürünler ya da bugünün gelir getirici ürünlerinin
değiştirilmiş ve iyileştirilmiş biçimleri (bugünün gelir getiren ürünleri nadiren aynı
kalabilir).
2. Bugünün gelir getiricileri-dünün buluşları.
3. Geniş çaplı bir adım atıldığında net bir katkı sağlayıcı haline gelebilecek ürünler,
sözgelimi sınırlı bir kullanımın “özel” varyasyonlarını satın alan çok sayıda a1ıcıyı yeni
yoğun bir “düzenli” hattın müşterileri haline getirmek (bu, arada-bir-yerde olan
kategoridir).
4. Dünün gelir getiricileri-tipik olarak yüksek hacimli ürünlerdir, ama kötü bir şekilde
“özellere,” küçük siparişlere ve benzerine parçalanmışlardır ve bütün kazandıklarını, hana
daha fazlasını tüketecek kadar yoğun desteğe ihtiyaç duyarlar. Gene de bu-izleyen
kategoriden sonra-en büyük ve en iyi kaynakların genel olarak ayrıldığı ürün sınıfıdır.
(”Savunma araştırmaları” yaygın bir örnektir.)
5. “Sıradan ürünler”- dünün yüksek umut vaat eden ürünleri; tipik olarak iyi bir sonuç
almamış olmakla birlikte, gene de tamamen iflas anlamına gelmeyen ürünlerdir. Bunlar
her zaman eksi katkıcılardır ve pratikte ne kadar kaynak akıtırsanız akıtın, hiçbir zaman
başarılı olamayacak ürünlerdir. Ama bu ürünlere o kadar çok yönetimsel ve teknik ego
yatırılmıştır ki onları tasfiye etmek mümkün olmaz.
6. İflas eden ürünler-bunlar kendi kendilerini tasfiye ettikleri için nadiren bir problem
teşkil ederler.
· Bu sıralama kararların izlemesi gereken çizgiyi de içermektedir. Başlangıç olarak, birinci
kategori gerekli kaynaklarla desteklenmelidir-ve genellikle gerekli görülenden bir miktar
daha fazlasıyla. Daha sonra bugünün gelir getiricilerinin destek alması gerekir. Bundan
sonrasını yetenek bakımından zengin bir şirketin bile artık karneye bağlaması gerekir.
· Önemli katkıcı ürünler haline gelebilecek ürünler arasından ancak başarılı şekilde
dönüşüme uğratılma bakımından en büyük olasılığa sahip olanlar ya da dönüşüm
tamamlandığında olağanüstü bir katkıda bulunabilecek olanlar desteklenmelidir.
· Ve bu noktadan sonra kural olarak en büyük, en iyi yönetilen ve en karlı şirketlerde bile,
artık yüksek potansiyel taşıyan bir kaynak kalmaz. Üçüncü grubun ikinci yarısı ve dört,
beş ve altıncı gruplar ya hiçbir kaynak ve çaba katkısı olmadan üretmeye devam
edeceklerdir ya da ölüp gitmelerine izin verilecektir. “Dünün gelir getiricileri,” örneğin,
genellikle çoğu zaman birkaç yıl daha yüksek getirili kayda değer bir “sağmal inek”
oluşturabilir. Ürün sonunda sahneden silinmeye yüz tutmuşken daha fazlasını ummak ve
yapay solunum için para akıtmak tamamen aptalcadır.
· Sıradan ürünler, dört ya da beş yıl deneme ve sıkı çabadan sonra hala ürün
sıralamasında arkadan gelen ve ilk baştaki beklentilerin çok altında kalan ürünlerdir;
bunların her zaman tasfiye edilmesi gerekir. Bir işletme için, “Az kalsın başarılı olacaktı”
türü bir üründen daha yıkıcı bir şey olamaz. Bu şirketteki herkes tasarım, kalite ya da
maliyet veya üretim zorluğu (”kalite” dediklerinde mühendislerin kastettiği çoğu zaman
budur) yüzünden ürünün başarılı olmaya mahkûm olduğuna ikna olmuş olduğu durumda
özellikle doğrudur.
· En sonuncu ve en kritik “nasıl yapmalı” sorununun bir parçası da şudur: şu ya da bu
ürüne bir şans daha verme yolundaki bütün ricalara veya muhasebecinin “bütün
maliyetleri karşılıyor” şeklindeki yanıltıcı kanıtlarına ya da satış yöneticisinin tam bir ürün
hattına sahip olmamız gerekir şeklindeki iddialarına aldırmadan mantıki kararlar alma
cesareti göstermek. (kuşkusuz bunlar her zaman temelsiz kanıtlar değildir, ama kanıtları
ispatlama sorumluluğu onları öne sürendedir).
· Eğer olsaydı hoş olurdu ama, ne yazık ki yönetimde cesaret için bir prosedür ya da
kontrol listesine sahip değiliz.
Sonuç
· Burada çizilen şey yöneticinin gerçek çalışmasıdır.
· Yöneticinin gerçek çalışması, iş etkinliğini sistemli olarak artırma problemine
1. bir eylem planıyla,
2. bir analiz yöntemiyle
3. ve ihtiyaç duyduğu araçlara ilişkin bir anlayışla girişmekten ibarettir.
· Yapılması gereken görev her şirket için farklı görünse de temel bir hakikat her zaman
ortaktır: Bir işletmenin her ürünü ve her faaliyeti daha başlar başlamaz kendisini
gereksizleştirir.
· Bir işletmedeki her ürün, her faaliyet ve her operasyon, o nedenle, her iki- üç yılda bir,
yaşam gücü bakımından sınava tabi tutulmalıdır.
· Her biri yeni bir ürün, yeni bir operasyon ya da faaliyete başlama önerisini inceliyormuş
gibi-yani bütçesiyle, sermaye gerekleriyle ve benzeriyle- yeniden incelenmelidir.
· Her biri için şu soru gündeme getirilmelidir: “Eğer bu işe başlamamış olsaydık, şu anda
girer miydik?” Eğer cevap “hayır”sa, bir sonraki soru şöyle olmalıdır: “Bu işten nasıl ve ne
kadar çabuk çıkabiliriz?”
· Yöneticinin çalışmasının nihai ürünleri, bilgi ve iç görüden çok kararlar ve eylemlerdir.
· Kritik karar çabaların dağılımına ilişkindir.
· Ne kadar sancılı olursa olsun, bir kurala bağlı kalınması gerekir: kaynak dağılımında,
özellikle yüksek potansiyelli insan kaynaklarının dağılımında, en büyük vaat içeren
alanların ihtiyaçları mümkün olduğu kadar eksiksiz karşılanmalıdır.
· Eğer bunun anlamı, yapması ya da sahip olması yaşamsal olmasa da hoş olacak birçok
şey için gerçekten üretken kaynak kalmaması ise, o zaman daha iyisi-çok daha iyisi-bu
kullanımları tasfiye etmek ve yüksek potansiyelli kaynakları boşa harcamamak ya da
düşük potansiyelli kaynaklarla sonuç almaya çabalamamaktır.
· Bu, sancılı ve riskli kararlar gerektirir, ne var ki yöneticilere bunun için ödeme
yapılmaktadır.
İkincisi, sorunun o duruma özgü tekil bir olay biçiminde ortaya çıkmış olmasına rağmen
gerçekte jenerik nitelikli olduğu durumdur.
Yönetimin ayırt etmeyi bilmesi gereken bir durum da, gerçekten istisnai olan olaylardır.
Gerçekten benzersiz olaylar enderdir. Böyle benzersiz bir olayla karşılaşan karar verici
konumundaki kişinin şunu sorması gerekir: Bu gerçekten bir istisna mıdır, yoksa yeni bir
tür jenerik sorunun ilk dışavurumu mudur?
o Hakikaten benzersiz olanlar dışında, bütün olaylar jenerik bir çözüm gerektirir. Bir
kural, bir politika veya bir ilke gerektirirler. Doğru ilke bir kez geliştirildi mi, aynı jenerik
durumun bütün dışavurumlarını pragmatik bir biçimde kuralın durumun somut koşullarına
uygulanması biçiminde ele almak mümkündür.
o Buna karşılık hakikaten benzersiz olan olaylar tek tek ele alınmalıdır. Yöneticinin istisnai
olan bir şey için kural geliştirmesi mümkün değildir.
o Etkin bir karar vericinin bu dört farklı durumdan hangisiyle karşı karşıya olunduğuna
karar verebilmesi için zamana ihtiyacı vardır. Durum yanlış sınıflandırılırsa alınacak karar
da yanlış olacaktır.
o Karar vericinin en sık yaptığı hata jenerik bir durumu bir dizi benzersiz olay olarak ele
almak hatasıdır. Yani genel bir anlayışa ve ilkeye sahip olmadan pragmatik davranmaktır.
Böyle bir şeyin kaçınılmaz sonucu hayal kırıklığı ve felakettir.
o Yaygın bir başka hata da yeni bir olayı eski sorunun bir başka örneği gibi ele almak ve
ona eski kuralları uygulamaya kalkmaktır.
o Sorunu Tanımlamak
o Sorun bir kez jenerik veya benzersiz olarak sınıflandırıldı mı, onu tanımlamak genellikle
oldukça kolaydır.
“Mesele nedir?”
“Bu duruma uygun düşen şey nedir?”
“Bu durumun temelinde ne yatmaktadır?”
o Bu gibi soruların yabancısı değilizdir. Ama bu adımda karşı karşıya olunan tehlikenin
yanlış tanımlama değil, makul ama eksik tanımlama olduğunun farkında olanlar sadece
gerçekten etkin karar vericilerdir.
o Eksik bir tanımlamanın esiri olmamanın tek güvencesi vardır: Yaptığınız tanımı
gözlemlenebilir bütün olgularla tekrar tekrar sınayın ve bu olgulardan herhangi birini
kapsamadığını gördüğünüz an, o tanımı kaldırıp atın.
o Etkin karar vericiler, tipik olmayan veya olağandışı bir şeyin olup olmadığının
sinyallerini yakalayabilmek için her zaman şunu sorarlar: Bu tanım gözlenen olayları
açıklıyor mu, bunların hepsini birden açıklayabiliyor mu?
o Bu tanımın ortaya çıkacak gelişmelere ilişkin öngörülerini mutlaka not eder ve ardından
da bu öngörünün gerçekleşip gerçekleşmediğini düzenli bir biçimde test ederler.
o Ve nihayet, tipik olmayan herhangi bir şey gördüklerinde, beklenmedik bir olguyla
karşılaştıklarında veya olayların akışı beklentilerden ayrıntıda bile olsa saptığında, geriye
dönüp sorun üzerinde tekrar dururlar.
o hastalık teşhisi
o bilimsel gözlem kuralları
o Bir başka deyişle, bunlar bir yöneticinin öğrenip sistematik bir biçimde uygulayabileceği
çok iyi bilinen, zamanın sınavından geçmiş eski kurallardır.
o Sorunun Cevabını Somutlamak
o Karar sürecinin bir sonraki temel unsuru, alınan kararla elde edilmek istenen şeyin
açıkça somutlanmasıdır.
Bu kararla ulaşılmak istenen amaçlar nelerdir?
Varılmak istenen asgari hedefler nelerdir?
Kararın karşılaması gereken koşullar nelerdir?
o Bilimde bunlara “çerçeve koşulları” denir. Bir kararın etkin olabilmesi için bu çerçeve
koşullarını yerine getirmesi gerekir.
o Çerçeve koşullarının gereklerini yerine getirmeyen bir karar, sorunu yanlış tanımlayan
bir karardan daha kötüdür. Her şey mümkündür de doğru öncüllerden hareket eden, ama
doğru sonuçlara varamayan kararı kurtarmak mümkün değildir.
Dahası, bir kararın ne zaman bir yana bırakılması gerektiğini bilebilmek için de, çerçeve
koşulları konusunda da açık bir fikre sahip olunmalıdır. Bir kararın başarısız olmasının en
tipik nedeni, daha baştan yanlış bir karar olması değildir. Daha çok, başlangıçta doğru
olan kararın hedeflerinin somutlamaların daha sonra söz konusu kararın yersiz bir karar
haline gelmesine neden olacak şekilde birden bire değişmesidir. Ve karar alıcı, saf dışı
kalmış kararın yerine derhal yeni ve uygun bir politika geçirilmesini mümkün kılacak
çerçeve koşulları muhafaza etmeyecek olursa, durumun değiştiğinin farkına bile
varmayabilir.
o Olası bütün kararların en kötüsünün yerine getirilmesi gereken somut hedeflerin esas
olarak eksik bırakıldığı bir kararın hangisi olduğunu belirleyebilmek için, her şeyden önce
çerçeve koşullarının ne olduğuna dair net bir fikre sahip olmak gerekir. Bir başka deyişle,
böylesi bir en kötü karar, ancak hiçbir şeyin yanlış gitmediği durumda işlerliği olabilecek
evet, yalnızca olabilecek bir karardır.
o Bu tür kararlara genellikle “kumar” denir.
o Ama aslında, böylesi kararlar bir kumardan da daha az akılcı olan bir şeyin-birbirleriyle
bağdaşmadığı gayet açık iki (veya daha fazla) koşulun aynı anda yerine gelmesi gibi
umuda dayalı bir umudun ürünüdür. Bu, bir mucizeye umut bağlamaktır; mucizelerle ilgili
sorun da, çok ender olarak gerçekleşmeleri değil, ne yazık ki olağanüstü güvenilmez
oluşlarıdır.
o Herkes yanlış kararlar alabilir. Aslında herkes, bir zaman yanlış bir karar verir. Ama
hiçbir yönetici, akla yatkın gibi görünen, ama gerçekte çerçeve koşulları yerine
getirmeyen bir kararı almak zorunda değildir.
o Karar
o Etkin yöneticinin kabul edilebilir olandan değil de, “doğru” olandan yola çıkmak zorunda
olmasının nedeni, sonuçta her zaman bir uzlaşmaya gitmek durumunda kalacak
olmasıdır. Ama eğer çerçeve koşulları yerine getirilecek şeyin ne olduğu bilinmiyorsa,
karar verici neyin doğru uzlaşma, neyin yanlış uzlaşma olduğunu bilemez-ve sonuçta
yanlış bir uzlaşmaya gidebilir.
o 1944 General Motors yönetim Alfred P. Sloan, Jr.:
o “Size neyi incelemeniz, ne yazmanız veya hangi sonuçları çıkarmanız gerektiğini
söyleyecek değilim. Bu sizin göreviniz. Size vereceğim tek talimat, doğru gördüğünüz her
ne ise onu ortaya koymanızdır. Bizden alacağınız tepkiler konusunda endişelenmeyin.
Neden hoşlanıp neden hoşlanmayacağımızı hiç düşünmeyin. Ve hepsinden önemlisi,
varacağınız sonuçları kabul edilebilir hale getirmek için ne gibi tavizler vermeniz gerektiği
üzerinde hiç durmayın. Bu şirket; akla gelebilecek her türlü uzlaşmaya gitmeyi sizin
yardımınız olmadan bilemeyecek tek bir yönetici bile yoktur. Ama eğer siz onlara önce
neyin doğru olduğunu söylemeyecek olursanız, bu yöneticilerin doğru uzlaşmalara
gitmeleri mümkün olmaz.”
o Etkin yönetici iki tür uzlaşma olduğunu bilir.
Bunlardan birini eski bir atasözü dile getirir: “Aç kalmaktansa yarım ekmeğe razı olmak
yeğdir.”
Diğeri ise, Hazreti Süleyman’ın baktığı davada aldığı karar hikâyesinde olduğu gibi,
“yarım bebeğin bebeksiz kalmaktan daha kötü olduğunu” fark etme meselesidir. Birinci
durumda, çerçeve koşulları yerine getirilmektedir. Ekmek edinmekten amaç yiyecek bir
şeyler bulmaktır ve yarım da olsa ekmek, yiyecek bir şeydir. Oysa bebeğin yarısı,
büyüyecek canlı bir çocuk demek değildir.
o Neyin kabul edebilir olduğu ve karar vericinin dirençle karşılaşmamak için neyi söyleyip
neyi söylememesi gerektiği üzerinde kafa yormak zaman kaybıdır. (İnsanın endişe ettiği
şeyler nadiren başına gelir, oysa kimsenin aklına gelmeyecek itirazlar ve güçlükler, bir de
bakarsınız karşınıza aşılmaz engeller olarak dikiliverirler.)
o Bir başka deyişle, işe “Kabul edilebilir olan nedir?” sorusuyla başlayan bir karar
vericinin eline hiçbir şey geçmez.
o Zira, bu soruya yanıt bulayım derken genellikle önemli şeyleri gözden kaçırıp, doğru
sonuçtan vazgeçtik, etkin bir sonuca ulaşma şansını bile hepten yitirir.
o Eylem
o Karar almanın en zor adımı çerçeve koşullarının ne olduğu üzerinde düşünmek ise,
alınan kararı eylem haline getirmek de en çok zamanı alan adımdır.
o Bununla birlikte, alınan karara eylem taahhütleri daha baştan dahil edilmemişse, o
karar etkin olmayacak demektir.
o Nitekim, alınan kararın her bir aşamasının yürütülmesinden kimin sorumlu olduğu
belirlenmemişse, ortalıkta karar diye bir şey de yok demektir.
o Bu yapılmadıkça ortada olan sadece bir niyettir.
o Şirkettekiler başta olmak üzere birçok politika açıklamasının kusuru, herhangi bir eylem
taahhüdünü içermiyor olmasıdır bunların yürütülmesinden kimin sorumlu olduğu belli
değildir. Bu durumda örgüt içindeki insanların bu gibi politika açıklamalarını üst yönetimin
aslında ne yapmak istemediğine dair açıklamalar olarak görmeseler bile istihzayla
karşılamalarına şaşmamak gerekir.
o Bir kararı eylem haline getirmek belli bazı soruları yanıtlamayı gerektirir:
Bu karardan haberdar olması gereken kimdir?
Yapılması gereken şey nedir?
Bunu kim yapacaktır?
Yapılması gereken iş ne olmalıdır ki, on yapmak durumunda olan kişiler bunu
yapabilsinler?
o Bu sorulardan birincisi ve sonuncusu çoğu kez atlanır ve sonuç bir felaket olur.
o Eylemin o işi yapacak kişilerin kapasitelerine de uygun olması gerekir.
o Kararın etkin olabilmesi için insanların davranışlarını, alışkanlıklarını veya tutumlarını
değiştirmeleri gerektiğinde, bu eylem taahhüdünün önemi ikiye katlanır. Bu durumda
yönetim, eylemden kimin sorumlu olduğunu açık seçik belirtmekle yetinmemeli,
sorumluluk verilen insanların da o işi yapma kapasitesine sahip olmalarını garanti altına
almalıdır.
o Karar alıcı böylece ölçümlerin, başarı kıstaslarının ve yapılacak eylemin sorumluluğunu
üstlenmiş kişilere verilen teşviklerin eşzamanlı olarak değişmesini sağlamalıdır. Yoksa
örgütteki insanlar örgütü felç eden duygusal bir iç çatışmanın içinde boğulup giderler.
o En büyük ödüller yeni eylem tarzının gerektirdiğine ters düşen davranışlara verilecek
olursa, o zaman herkes bundan, en tepedeki insanların istediği şeyin gerçekte bu olduğu
ve bu davranışların ödüllendirildiği sonucunu çıkarır.
o Aldığı kararın yürütümünü kararın içine yedirmeyi ancak en etkin yöneticiler
yapabilirler.
o Buna karşılık, belirli bir kararın gerektirdiği eylem taahhütlerinin neler olduğu, bunun ne
gibi görevlendirmeler gerektireceği ve bu kararın hayata geçirilmesini kimlerin
sağlayacağı her yöneticinin düşünebileceği şeylerdir.
o Geribildirim
o Alınan kararın temelinde yatan beklentilerin gerçek hayatta gerçekleşip
gerçekleşmediğinin sürekli test edilmesini sağlamak için o kararda enformasyon gözetimi
ve raporlaması da yer almalıdır.
o Kararlar insanlar tarafından alınır.
o İnsanlar yanılabilirler; en azından, yaptıkları işler uzun süre kalıcı olmaz.
o En iyi kararların bile yanlış olma olasılığı yüksektir.
o En etkin karar bile sonuçta eskiyip işe yaramaz hale gelir.
o Bütün bunlar için elbette herhangi bir belgelendirmeye gerek yoktur. Her yönetici aldığı
karara ilişkin gözetim ve raporlamanın -raporların, rakamların, incelemelerin -o kararda
yer almasına her zaman özen gösterir. Ama bütün bu geribildirim raporlarına rağmen,
kararların çoğu ulaşılması beklenen sonuçlara ulaşamaz veya hiç etkin olamaz. Nasıl
Boğazın manzarası İstanbul haritasına (bir soyutlamaya) bakarak görülemezse, bir raporu
inceleyerek de alınan bir kararı eksiksiz ve doğru değerlendirmek mümkün değildir.
Değildir, çünkü rapor -zorunlu olarak-bir soyutlamadan ibarettir.
o Etkin karar vericiler bunu bilerek askeriyenin çok önceleri geliştirmiş olduğu bir kurala
uyarlar. Bir karar alan komutan, bu kararın nasıl uygulandığını anlamak için raporlara
güvenmez. Kendisi ya da yardımcısı bizzat giderek durumu yerinde görür. Bunun nedeni,
etkin karar vericilerin (veya etkin komutanların) alttakilere güvenmemeleri değil, soyut
“iletişime” güvenmemeyi yaşadıkları acı deneylerle öğrenmiş olmalarıdır.
o Şimdi devreye bilgisayarların girmesiyle bu geribildirim unsuru daha da bir önem
kazanacaktır, zira karar verici eylem alanından her halükarda daha da uzaklaşacaktır.
Eylem alanına bizzat gidip durumu kendi gözleriyle görmeyi mecburen kabullenmedikçe,
gerçeklikten gittikçe daha çok kopacaktır. Bir bilgisayarın yapabildiği şey olsa olsa
soyutlamalardır. Ve soyutlamalara da ancak, eğer bunlar her durumda somut sonuçlarla
kıyaslanarak kontrol ediliyorlarsa güvenilebilir. Yoksa yanıltıcı olacakları kesindir.
o Bir yöneticinin alınan kararın üzerine dayandırıldığı varsayımların hala geçerli olup
olmadığını veya bunların eskimiş olup yeniden ele alınmayı gerektirip gerektirmediğini
test etmek için yapabileceği-tek olmasa bile-en iyi şey, bizzat gidip durumu yerinde
görmektir. Ve yöneticinin bu varsayımların er veya geç eskiyeceklerini her zaman peşinen
kabul etmesi gerekir.
o Gerçeklik hiçbir zaman uzun süre değişmeden kalmaz.
o Bizzat gidip durumu yerinde görememek, geçerliliğini, hatta akla uygunluğunu yitireli
çok olduğu halde bir eylem biçimine takılıp kalmanın tipik nedenidir.
o Bütün şirketlerdeki zayıf, etkisiz ve yanlış kararların temel nedeni, müşterileri ve
pazarları, rakipleri ve ürünlerini gidip yerinde görmemektir.
o Karar vericilerin geribildirim için örgütlü enformasyona ihtiyaçları vardır. Rapor ve
rakamlara ihtiyaçları vardır. Ama aldıkları geri bildirimleri gerçekliğin ışığında
değerlendirmeyecek olurlarsa-durumu bizzat gidip yerinde görme disiplinine girmeyecek
olurlarsa-kendilerini kısır bir dogmatizme mahkûm ederler.
o Sonuç
o Karar verme bir yöneticinin önündeki görevlerden sadece birisidir.
o Zamanının olsa olsa çok küçük bir kısmını alır.
o Ama önemli kararlar almak onun özgül yönetsel görevidir.
o Bu tür kararları ancak bir yönetici alır.
o Etkin bir yönetici bu kararları, gayet iyi tanımlanmış unsurlar ve belirli ardışık adımlar
çerçevesinde, sistemli bir süreç içinde alır.
o Nitekim o kişiyi etkin bir yönetici yapan da, kendisinden (konumu ve bilgisi gereği)
örgütün tamamı üzerinde, performansı ve elde ettiği sonuçlar üzerinde önemli ve olumlu
etkiler yaratacak kararlar almasının bekleniyor olmasıdır.
Yoğunlaşma
Öncelikler
• Zamandan daha fazla iş, insanlardan daha fazla görev vardır.
1. Acil işlerin sultasına karşı koyabiliyor musunuz?
2. Kendinizi olayların akışından kurtarıp gerçekten önemli görevlere yönelebiliyor
musunuz?
• Hangi görevlere öncelik vereceğine, hangilerini erteleyeceğine karar ver.
• İkiden fazla önceliğiniz olmasın.
• Aynı anda üç iş birden ve iyi yapabilen kimse yoktur.
• Önceliklerini yeni durumlar ışığında gözden geçir.
• Öncelik kararlarına bağlı kal. Baskılara izin verme. Üst Yönetimin çalışmasından kopma.
Zamana ve olaylara kendi kararını dayat.
Ertelenebilecekler
• Karşına ilk çıktığında ertelediğin bir şeyin aslında daha sonra ele alınması arzu
edilmeyen bir iş olduğunu bil.
1. Ertelediğiniz görevleri sonunda tasfiye ettiğiniz oluyor mu?
2. Bütün görevleri yerine getirmeye mi çalışıyorsunuz?
3. Hepsinden bir parça yaptığınız ve hiç birini tamamlayamadığınız durumlar var mı?
4. Ertelenecek şeyleri belirlemede zorlanıyor musunuz?
• Bütün görevlerinizin her birinden bir parça yapmaya çalışma eğiliminden kaçının.
• Yerine getirmeniz beklenen görev için uygun olan konulara odaklanın.
• Hayır demeyi bil.
Batılı şirketler geleneksel olarak maliyetlerden yola çıkmış, bunun üzerine arzu ettikleri
bir kar oranını eklemiş ve böylece fiyata ulaşmışlardır. Maliyet güdümlü fiyatlandırma
uygulamışlardır.
· Burada, kabul edilebilir maliyetleri, daha tasarım aşamasından başlayarak müşterinin
ödemeye istekli olduğu fiyat belirlemektedir. Kısa süre öncesine kadar bu tür firmalar
hala bir istisna oluşturuyorlardı. Şimdi fiyat güdümlü maliyetlendirme kural haline
gelmektedir.
· Ne var ki, firmalar fiyat güdümlü maliyetlendirmeyi ancak ekonomik zincirin bütününün
maliyetini bilip yönetebilirlerse uygulayabilirler.
· Aynı görüşler dışarıdan teminde, ittifaklarda, ortak girişimlerde, kısacası kontrolden çok
partnerlik üzerinde yükselen bütün işlerde geçerlidir. Ve özellikle küresel ekonomide
büyüme modeli olarak, çok sayıda şubeye sahip geleneksel ana şirket modelinin yerini,
artık artan ölçüde bu tür yapılar almaktadır.
· Gene de ekonomik zincirin maliyetlendirilmesine geçiş birçok firma açısından son derece
sancılı olacaktır.
· Bunu yapabilmek için zincirdeki bütün firmaların aynı, en azından birbiriyle uyumlu
muhasebe sistemlerine sahip olmaları gerekir. Oysa her firma kendi muhasebesini kendi
tarzında yapmakta ve her biri kendi sisteminin mümkün olan en iyi sistem olduğuna
inanmaktadır.
· Ekonomik zincirin maliyetlendirilmesi ayrıca şirketler arasında enformasyon paylaşımını
gerektirmektedir; oysa insanlar aynı firma içinde bile enformasyon paylaşmaya
yanaşmamaktadır. Bütün bu engellere rağmen şirketler, ekonomik zincir
maliyetlendirmesine geçişin yollarını gene de bulabilirler.
· Engeller ne olursa olsun, ekonomik zincir maliyetlendirmesi giderek yerleşecektir. Tersi
durumda, bugün en başarılı olan firmalar bile maliyet üstünlüklerini kısa süre içinde
yitireceklerdir.
Gerekli Enformasyon
·Gerekli enformasyonu;
1. temel enformasyon,
2. üretkenlik enformasyonu,
3. yetenek enformasyonu
4. kıt kaynakların dağıtımına ilişkin enformasyon olarak, dört ayrı kümede toplayabiliriz.
· Bunlar hep birlikte, yöneticinin bir işi yürütmede kullanacağı teşhis aletleri takımını
oluşturur.
Temel Enformasyon
· Yönetimde en eski ve en yaygın olarak kullanılan teşhis aletleri; nakit akışı ve likidite
projeksiyonları ile satılan yeni ürünlerin bayi stoklarına oranı, gelirlerin tahvillerin faiz
ödemelerini karşılama oranı, vadesi altı ayı aşan alacaklar, toplam alacaklar ve satışlar
arasındaki ilişki gibi, standart ölçümlerdir.
· Bunlar bir doktorun olağan bir muayenede vücut ağırlığını ve sıcaklığını, kan basıncını
ve nabzı ölçmesine benzer. Eğer bunlar normalin dışındaysa, teşhis ve tedavi edilmesi
gereken bir problem var demektir.
· Bu ölçümleri temel enformasyon olarak adlandırabiliriz.
Üretkenlik Enformasyonu
· Firma teşhisindeki ikinci alet kümesi temel kaynakların üretkenliğiyle ilgilidir. Bunların
İkinci Dünya Savaşı döneminden kalan en eskisi, kol emeğinin üretkenliğini ölçer.
· Şimdi yavaş yavaş, oldukça ilkel bir şekilde bile olsa, bilgi tabanlı işlerle hizmet işlerinin
üretkenliği için ölçüler geliştiriyoruz.
· Ne var ki, ister mavi isterse beyaz yakalı olsunlar, yalnızca işçilerin üretkenliğini ölçmek
artık üretkenlik konusunda uygun enformasyon sağlayamıyor.
· Toplam faktör üretkenliği konusunda verilere ihtiyacımız var.
· Ekonomik katma değer analizinin popülerliğinin nedeni de budur.
· Katma değer analizi uzun zamandır bildiğimiz bir şey üzerinde yükselir; cirodan
maliyetlerin düşülmesiyle bulunan ve bizim genel olarak kar diye adlandırdığımız şey,
normalde kar değildir.
· Bir iş, sermaye maliyetinden daha yüksek bir getiri sağlamadığı sürece, kar ediyormuş
gibi vergi ödüyor bile olsa, zararda demektir. İşletme ekonomiye tükettiği kaynaklardan
daha azını geri veriyor durumdadır. Açıklanan karlar sermayenin maliyetini aşmadığı
sürece maliyetler ödenmiş sayılmaz. Bu zamana kadar zenginlik yaratıyor değil, tersine
tahrip ediyor demektir.
· Bu ölçü temel alındığında, İkinci Dünya Savaşından sonra gerçekte karlı olan çok az
ABD firması olduğu ortaya çıkar.
· Katma Değer Analizi üretimdeki bütün faktörlerin üretkenliğini ölçer. Bu analiz, belli bir
ürün ya da hizmetin niçin değer eklemediğini ya da bununla ilgili ne yapılabileceğini bize
göstermez. Ama bize, nerede tedavi önlemleri alınması gereken bir sorun olduğunu
gösterir. Neyin yararlı olduğunu saptamada da katma değer analizinden yararlanmak
gerekir. Bu analiz sayesinde hangi ürün, hizmet, operasyon ya da faaliyetin olağanüstü
üretkenliğe sahip olduğunu ve olağanüstü değer eklediğini görebiliriz. O zaman da, bu
başarılardan çıkarılacak dersler nelerdir, sorusunu sorabiliriz.
· Üretkenlik enformasyonu elde etmede son dönemlerde kullanılan bir alet de kıstas alma
(benchmarking), kendi performansım sektördeki, hatta daha etkilisi ekonomideki en iyi
performansla karşılaştırmaktır. Kıstas alma, doğru bir yaklaşımla, bir örgütün
yapabildiklerini herhangi başka bir örgütün de yapabileceğini varsayar. Ayrıca, gene
doğru olarak, en az lider kadar iyi olabilmenin rekabet edebilir olmanın önkoşulu ol-
duğunu kabul eder. Katma değer analiziyle kıstas alma, birlikte toplam faktörlerin
üretkenliğini ölçme ve yönetmenin teşhis aletlerini sunarlar.
Yetenek Enformasyonu
· Üçüncü alet kümesi yeteneklerle ilgilidir. Piyasa liderliğinin, başkalarının kesin olarak
yapamadıkları ya da ancak çok zor ve kötü yapabildikleri şeyleri yapabilmeye dayandığım
biliyoruz. Liderlik, pazar ya da müşteri değerini üretici ya da tedarikçinin özel bir
niteliğiyle kaynaştıran çekirdek yetkinliklerin bir sonucudur.
· Zaten sahip olduğunuz çekirdek yetkinlikler ile liderlik konumuna gelmek ve bunu
sürdürmek için gerek duyduğunuz çekirdek yetkinliklerin hangileri olduğunu nasıl
saptayabilirsiniz?
· Çekirdek yetkinliklerinizin gelişmekte mi, yoksa zayıflamakta mı olduğunu ya da
bunların hala gerekli olup olmadığını ve ne gibi değişikliklere ihtiyaç duyduğunu nasıl
anlayabilirsiniz?
· Çekirdek yetkinliklere ilişkin tartışma şimdiye kadar daha çok öykü anlatımı şeklinde
sürdü. Ama şimdilerde bir dizi son derece uzmanlaşmış, orta büyüklükteki firma çekirdek
yetkinlikleri ölçme ve yönetmenin metodolojisini geliştirmektedir.
1. İlk adım, kendinin ve bir rakibinin performans kayıtlarını özenle tutmaktır. Burada,
özellikle beklenmedik başarılara ve aslında iyi olunması gereken alanlardaki beklenmedik
başarısızlıklara özel dikkat göstermek gerekir.
Başarılar piyasanın neye değer verdiğini ve ödeme yapmaya hazır olduğunu gösterir.
Firmanın nerede bir liderlik avantajına sahip olduğuna işaret eder.
Başarısızlıkların ise, ya pazarın değişmekte ya da firmanın yetkinliklerinin zayıflamakta
olduğunun ilk işaretleri olarak alınması gerekir.
Bu analiz, fırsatların erken bir zamanda farkına varılmasını mümkün kılar.
Çekirdek yetkinlikler örgütten örgüte değişir; başka bir deyişle, bir örgütün kişiliğinin belli
unsurlarını oluşturur.
2. Ama belli bir temel yeteneğe, buluşçuluğa, bütün örgütlerin-yalnızca firmaların değil
sahip olması gerekir.
Her örgüt buluşçu1uk performansım kaydetme ve değerlendirmenin bir yolunu
bulabilmelidir.
Bunu halen yapmakta olan örgütlerde başlangıç noktası firmanın kendi performansı
değildir.
İşe, sahanın bütünündeki belli bir dönem içindeki tüm buluşların özenle saptanmasıyla
başlanmaktadır.
a. Bunların hangileri gerçekten başarılı olmuştur?
b. Başarı kazananların kaçını biz geliştirdik?
c. Performansımız hedeflerimizle uyumlu mu?
d. Ya pazarın gelişme yönüyle?
e. Bizim pazar konumumuzla ya da araştırma harcamalarımızla ne kadar uyumlu?
f. Başarılı buluşlarımız en çok büyüme ve fırsat vaat eden alanlarda mı? Kaçırdığımız
gerçekten önemli yeni buluş fırsatı kaç tane?
g. Niçin?
h. Bunları göremedik mi?
i. Yoksa görmüş olmamıza rağmen mi kaçırdık?
j. Yoksa yüzümüze gözümüze mi bulaştırdık?
k. Bir buluşu ticari bir ürüne ne kadar başarıyla dönüştürebiliyoruz?
Kabul etmek gerekir ki, bu tür soruların yanıtlarının önemli bir bölümü ölçümden çok
değerlendirmeye bağlıdır. Yanıt sağlamaktan çok yeni sorular gündeme getirir. Ama
bunlar doğru sorulardır.