Professional Documents
Culture Documents
Louis Althusser
M a rx için
L o u is A lth u ss e r
1. B askı İsta n b u l, 2 0 0 2
Ö z g ü n A dı: P o u r M arx
© L a D écouverte
© Ithaki, 2002
Y ayın K o o rd in a tö rü : F ü s u n T aş
K ap ak T a sa n m ı: M u ra t Ö zg ü l
Sayfa D ü z e n i ve B askıya F lazırlık: Y eşim E rc a n
K ap ak ve Iç Baskı: K itap M atb aacılık
C ilt: F a tih M ücellit
ith a k i Y ayınlan
M ü h ü r d a r C ad . llte r E rtü z ü n S ok. 4 /6 8 1 3 0 0 K ad ık ö y İsta n b u l
T el: (0 2 1 6 ) 3 3 0 9 3 0 8 - 3 4 8 3 6 9 7 F aks: 0 2 1 6 3 4 9 14 35
E -m ail: p e n g u e n ith a k i@ s u p e ro n lin e .c o m
h ttp ://w w w .ith a k iy a y in la ri.c o m
Marx İçin
Louis Althusser
Çeviren:
Işık Ergüden
1996 Tarihli Yeni Baskıya
Etienne Balibar
8 ) A caba b elirg in lik k azan d ı mı, diye so ru lab ilir: Bkz. b e n im in celem em “A ltlıusser'in
N esnesi," P olitiqu e et p h ilosop h ie dans l'œ uvre d e Loııis Alihusser için d e, Slyvain L azarus’u n
e d itö rlü ğ ü n d e , Presses univ ersitaires de F rance, Paris, 1993.
Louis Althusser
14
ğe geri dön ü ş” fikrinden, daha Spinozacı bir fikir olan “teorik
u ygunluk” ve onun kendi yanılsam a gücü fikrine doğru evrilir;
bu aynı zam anda, karşı durduğu “ideoloji bilim i”dir.
Dolayısıyla, Marx İçin’in ve ardından gelen denem elerin,
M arksist tartışmaya, (pozitivizm suçlam asına yol açabilecek)
m evcut bir bilimsellik m odeli m i “dahil ettiği”, yoksa tarihsel
m ateryalizm den (ve kuşkusuz psikanalizden) oluşan (hem çatış-
kılı hem de kesin) bilginin b u tekil pratiğinden yola çıkarak,
(her koşulda eşzamanlı olarak) “bilim ” kavram ını yeniden oluş
turm ayı mı denediği sorusu sorulabilir (kuşkusuz sorulm alıdır
da). Bu durum da, kopm anın ne olduğu konusunda bizi bilgilen
direcek olan şey “bilim ” değildir; bilim in ne olması gerektiğini
kendim ize yeniden sormaya, başka deyişle, bilim in içerdiği ama
ille de kavram ına kendisinin sahip olmadığı bilgi ve hakikat et
kilerini kendileri için sorgulam aya bizi teşvik eden şey de (tüm
biçimleriyle dolaysızlığın ve am pirizm in -H u m e tarzındaki d u
yum culuğun ve Hegel tarzı spekülatifliğin- eleştirisi olarak)
Marksçı kopm aya özgü gerçeklik değildir.
Kitapta hazırlanm ış ikinci dizi y a p ı kavramı etrafında düzen
lenir. Elbette b u da sistem atik bir birim ya da bir “tüm lük” fikri
ne gönderm e yapar; ama bu ancak kendi etkileri içinde verile
cektir, tam am en içkin biçim de, ya da kesinlikle “ayrılm az” bir
“var olm ayan ned en ” tarzında verilecektir (Althusser daha sonra
tözün Spinozacı ayrılmazlığını kiplerinin çoğulluğuyla karşılaştı
racaktır). Söz konusu edilen şey Marx ve onun -a rd ın d a n da
M arksistlerin (özellikle, konjonktür analizleriyle, “som ut d u
rum ” analizleriyle Lenin’in ) - tarihte keşfetmek istediği nedensel
lik türleri olduğundan, burada önem taşıyan şey, sözü edilen ço
ğulluğun, pratikler’in çoğulluğu olmasıdır. Pratikler b ü tü n ü n ü
yapılandırm ak, bunların birbirleri üzerinde etkide bulunm a
Marx İçin
15
tarzlarını anlaşılır kılm aktan başka bir şey değildir. A lthusser b u
n u yalnızca öze ilişkin ve indirgenem ez olan bir üstbelirlenim ki
pi üzerinden yaptıklarım söyler bize; b u n u n ötesinde, hiçbir
“karm aşıklık indirgemesi" doğrusal bir determ inizm in basitliğini
bulm am ızı sağlayamaz. Tersine, bu pratiklerden birinin (Marx
b u n u üretim tarzıyla ve emeğin söm ürülm esiyle özdeşleştirir)
“son kertede belirleyiciliği” ortaya çıktıkça, bununla bağlantılı
olarak, heterojen bir “tahakküm ”ü n ya da “hâkim iyet”in gerekli
liği de o ölçüde ortaya çıkacaktır, ve sonuç olarak, “katışıksız”
ekonom ik eğilimin gerçekleşm esinin önündeki engeller çoğala
caktır -b ir başka anlam da ise, “tarihin” tek gerçek “m otoru” olan
sınıf m ücadelesinin tüm malzemesini bu engeller oluşturur.
Yapının bu şekilde kavranması - “yapısalcılık” sorunu etrafın
da birikm iş tüm skolastiği kasıtlı olarak bir yana bırakıp belirte
lim - ikili reddiyle kendini olum suz olarak gösterir: Hem “birey
ci” yöntem leri, hem de insan bilim lerinin epistem olojisini parça
layan “organisist” ya da “b ü tü n lü k çü ” yöntem leri reddeder. De
m ek ki bu yapı kavrayışı, toplum sallığın köken olarak bireyi
aşan “baglar”ın ya da “ilişkiler”in bileşimi olarak teorileştirilme-
sine; yani M arx’m , klasik idealizm ler ve materyalizm ler karşısın
daki gerekliliğini, Feuerbach Üzerine Tezler’de kabul ettikten
sonra sürekli uygulam aya koyduğu b u teorileştirmeye, en azın
dan biçim sel olarak felsefi bir anlam verm ek üzere hazırlanm ış
tır.5 Ve b u n u n karşılığı da, “‘Piccolo’, Bertolazzi ve Brecht (Ma
teryalist Bir Tiyatro Üzerine N otlar)” adlı denem ede öznel za
m anların ayrışm asının ve uzaklaştırılm asının yapısı terimleriyle
bize sunulm uş olan, antropolojik “bilinç” kategorisi eleştirisinin
olağanüstü eskizidir: Tüm kitabın geom etrik ve teorik hakiki
L.A.
Önsöz: Bugün
I
* E k o nom i P olitik; b u k a v ra m F ran sızca'd an T ü rk çe'y e yanlış o larak a k tarılm ıştır, d ili
m iz in sö zd iz im k u ra lla rın a u y m a m a k ta d ır. Ve b u k av ram a u y g u n b ir k u rm a c a o la ra k b i
zim ön e rim iz “Siyasal lk tisa t”tır. (yhn.)
Louis Althusser
38
gi incelemeye koyulm ak gerekiyordu am a -v e bizi pozitivizm
den b u n u n koruyacağını d ü şü n ü y o rd u k - ideolojiye karşı d u ru
yorduk, “pozitif şeylerin kavranm ası”nı ideolojinin sürekli ola
rak tehdit ettiğini, ideolojinin bilim leri kuşattığını, gerçek nite
likleri bulandırdığını görüyorduk. O zaman, ideolojik yanılsama
tehditlerini sürekli olarak eleştiri yoluyla azaltma görevini felse
feye em anet ediyorduk ve bu görevi felsefeye em anet edebilm ek
için, onu açıkça bilim in bilinci haline getiriyorduk, onu tam a
m en bilim in lafzına ve cism ine indirgiyorduk, am a sanki bilim in
uyanık ve özenli bilinciymiş gibi, onun dışarıya ilişkin bilinciy
miş gibi, bu ideolojik yanılsamayı bertaraf etm ek için, b u olum
suz dışarıya doğru döndürüyorduk onu. Felsefe bitmişti artık,
çünkü tüm cismi ve nesnesi bilim inkiyle karışıyor, kaynaşıyor
du, ama yine de bilim in gözden yiten eleştirel bilinci gibi, tam
olarak bilim in olum lu özünü tehditkâr ideolojinin üzerine yan
sıtacak zamanı bulacak kadar varlığını sürdürüyordu, saldırga
nın ideolojik fantasmalarını ortadan kaldırm a zam anını bulacak
kadar varlığını sürdürüyordu, sonra da kendi yerine geri dönüp
orada kendi fantasmalarına yeniden kavuşacaktı. Felsefenin göz
den yiten felsefi varlığına özdeş olan bu eleştirel ölüm ü, nihayet
bize eleştiri’nin anlamı belirsiz edim i içinde billurlaşm ış gerçek
bir felsefi ölüm ün statü ve sevinçlerini veriyordu. O zam an fel
sefenin tek yazgısı, gerçeğin bilinmesi içinde ve gerçeğin kendisi
ne, insanların, onların edim lerinin ve düşüncelerinin anası olan
tarih ’in gerçeğine geri dönüş içinde kendi eleştirel ölüm ünü ye
rine getirmekti. Felsefe yapm ak, Genç Marx’m eleştirel serüveni
ne kendi hesabımıza bizim de yeniden başlam amızdı, gerçeği
bizden gizleyen yanılsama tabakasının içinden geçmek ve m ev
cut tek anakaraya ayak basmaktı: Tarihin toprağı; nihayet orada,
eleştiri’n in kalıcı uyanıklığına em anet edilmiş gerçekliğin ve bili-
Marx İçin
39
m in hu zu ru n a kavuşacaktık. Bu okum ada, felsefe tarihine artık
yer yoktur: Peki, dağınık fantasm aların tarihi, içinden geçilen
karanlıkların tarihi nasıl var olabilir? Yalnızca gerçeğin tarihi
vardır; uyuklayan kişinin içindeki birbiriyle bağlantısız düşleri
gizliden gizliye bu tarih ortaya çıkarabilir, yalnızca bu derinliğin
sürekliliğine dem ir atıp uyuklayanm düşlerinin bir tarih kıtası
oluşturm a hakkı asla yoktur. Marx, A lm an ideolojisi’nde bizzat
şunu söylemişti: “Felsefenin tarihi yoktur.” “Genç M arx Ü zerine ”
adlı m etin okunduğunda, eleştirel bilincin sürekli ölüm üyle fel
sefi sonuna erişecek bir felsefe için beslenen bu m itik u m u d u n
içinde bir yanıyla hâlâ yer alıp alm adığına karar verilecektir.
1) S orun sal ve e p istem o lo jik kopuş (bilim sellik-önçesi b ir s o ru n sa lın bilim sel b ir so ru n sa
la d ö n ü ş ü m ü n ü b elirley en k o p u ş) ikili tem ası ü zerin e, K a p ita l 'in İkinci K itap’ım n ö n sö
z ü n d e Engels’in o la ğ a n ü stü te o rik d e rin lik te k i sayfalarına b ak ılab ilir (E S. c. IV, s. 20-
24. T ürkçe çeviri: K ap ital, c. 11, Sol Yayınları, A nkara 1976, s. 11-33). “K a p ita l’i O ku-
m a k ”ta (c. II) b u n u n kısa b ir y o ru m u n u vereceğim .
Louis Althusser
44
sı olan iki önem li so ru n u belirtiyorum . Bir bilim k u ru lu rk en
yeni b ir felsefenin doğm uş olm ası ve bu bilim in de tarih teori
si olması, doğal olarak önem li bir teorik so ru n getirm ektedir:
Bilimsel tarih teorisinin oluşum u, felsefede teorik b ir devrim i
hangi ilkesel gereklilikle ipso fa cto kaçınılm az kılm alı ve kapsa
m alıdır? Aynı koşul, ihm al edilem eyecek pratik bir sonuç da
içeriyordu: Yeni felsefe, yeni bilim in içinde ve yeni bilim tara
fından öyle iyi içerilm işti ki, onunla karışabilirdi. A lm a n İdeolo
jisi, bizim de saptam ış olduğum uz gibi, felsefeyi, pozitivizm den
ku rtu lm u ş genelleme değilse de, bilim in taşıdığı dayanıksız
gölge haline getirerek, bu karışıklığı tam anlam ıyla kabul eder.
Bu p ratik sonuç, başlangıcından günüm üze M arksist felsefenin
dikkate değer tarihinin anahtarlarından biridir.
Bu iki so ru n u ilerde inceleyeceğim.
3) Bu “epistem olojik k o p u ş”, böylece, M arx’m düşüncesini
iki b ü y ü k tem el dönem e ayırır: 1845 k o p u şu n d an önceki, h â
lâ “ideolojik” dönem ve 1845 k o p u şu n d an sonraki “bilim sel”
dönem . Bu ikinci dönem de iki evreye ayrılabilir: M arx’in te
orik olgunlaşm a evresi ve teorik olgunluk evresi. Bizi bekleyen
felsefi ve teorik çalışmayı kolaylaştırm ak için, bu dönem lendir-
m eyi kaydeden geçici b ir term inoloji önerm ek istiyorum .
a) Birinci d önem in eserlerini, yani M arx’m doktora tezinden
1844 E ly a zm a la n ’na ve Kutsal A ile’ye kadarki tüm m etinlerini
zaten k abul edilm iş ifadeyle belirtm eyi öneriyorum : M a r x ’in
Gençlik Eserleri.
b) 1845 ko p u şu m etinlerini, yani M arx’m yeni sorunsalının
ilk kez ortaya çıktığı, ama henüz b ü y ü k ölçüde olum suz, pole
m ik ve eleştirel b ir biçim altında görüldüğü Feuerbach Üzerine
Tezler ve A lm an İdeolojisi’n i yeni b ir deyimle belirtm eyi öneri
_________________________ Marx için_________________________
MART 1965.
Açıklamalar
L.A.
I
Feuerbach’ın
“Felsefi Manifestoları”
La Nouvelle Critique dergisi, birkaç ay önce Epim ethee dizi
sinden (P.U.F.) yayımlanmış olan F euerbach’m m etinlerini su n
m am ı ben d en istem ektedir. Birkaç soruya kısaca cevap vererek
b u sunuşu seve seve yapıyorum .
Felsefi M anifestolar adı altında, Feuerbach’m 1839 ve 1845
yılları arasında yayımlanmış m etin ve m akalelerinin en önem li
lerini b ir araya getirdim: Hegel Felsefesinin Eleştirisine Katkı
(1839), H ıristiya n lığ ın Ö zü’n ü n Giriş bölüm ü (1841), Felsefe
Reformu İçin Geçici Tezler (1842), Geleceğin Felsefesinin ilkeleri
(1843), H ıristiya n lığ ın Özü’n ü n ikinci baskısına önsöz (1843)
ve Stirner’in saldırılarına cevap olarak yazılmış bir m akale
(1845). Feuerbach’m 1839 ile 1845 arasındaki üretim i bu m e
tinlerle sınırlı değildir, yine de bu n lar b u tarihsel yıllar arasında
o n u n düşüncesinin özünü ifade etm ektedir.
olup bitm ektedir. Genç Marx ise tersine önce politikaya kafayı
takm ıştır, sonra da, yabancılaşmış insanların som ut yaşamıyla
m eşguldür; b u n u n karşısında politika ancak “gökyüzü, ce n n et”
olabilir. Ama Genç Marx, Yahudi Sorunu'nda, Hegel’in Devlet Fel
sefesinin Eleştirisi'nde, vs.... ve hatta daha sık olarak da Kutsal A i-
le'de, insan tarihinin kavranm asına etik bir sorunsal uygulayan
avangard b ir F euerbach’çıdır. Başka bir deyişle, Marx’m , b u d ö
nem de, yabancılaşm a teorisini, yani Feuerbach’çı “insan doga-
sı”nı, politikaya ve insanların som ut faaliyetine uygulam aktan
başka b ir şey yapm adığı, daha sonra da b u n u (büyük ölçüde) El-
y a z m a la r ı’nda siyasal iktisada yaydığı söylenebilir. Bu Feuer-
b ach’çı kavram ların kökenini iyi bilm ek, bir atfı tesbit ederek
(F.’ye ait olan şu, M.’ye ait olan şu) her şeyi düzene sokm ak için
değil, Marx’in yalnızca ödünç aldığı kavram ların ve bir sorunsa
lın keşfini M arx’a atfetm emek için önem lidir. Bu ödünç kavram
ların tek tek ve tecrit edilm iş olarak değil, blok halinde, bir bü
tün olarak ödünç alındıklarını kabul etm ek daha önem li gözük
m ektedir: Bu b ü tü n tam da Feuerbach’m sorunsalıdır çünkü.
Önemli n o kta b u dur. Ç ünkü tecrit edilm iş bir kavram ın ödünç
alınm asının ancak tesadüfi ve ikincil bir önem i olabilir. (Bağla
m ından) tecrit edilm iş bir kavram ın ödünç alınması, ödünç ala
nı bu kavram ı çekip çıkardığı bağlam karşısında sorum lu kıl
maz. (Ö rneğin Kapital’in Smith’ten, Ricardo’dan ya da Hegel’den
ödünç aldığı kavram lar bu türdendir). Ama kendi aralarında sis
tem atik olarak birbirine bağlı kavram lar b ü tü n ü n ü n ödünç alın
ması, hakiki bir sorunsalın ödünç alınması tesadüfi olamaz, ya
zarını bağlar. Manifestolar ile M arx’m Gençlik Eserleri’nin karşı
laştırılm asının, M arx’in 2-3 yıl boyunca Feuerbach’m sorunsalı
nı kelim enin tam anlamıyla benimsediğini, bununla derinden öz
deşlik k u rd u ğ u n u ve bu dönem tezlerinin çoğunun anlam ını
Louis Althusser
62
kavram ak için, hatta Marx’in sonraki düşünce konusuna yöne
lik olan (örneğin politika, toplum sal yaşam, proletarya, devrim,
vs.) ve b u nedenle tam anlamıyla Marksist olarak görülebilecek
tezlerini kavram ak için, bu özdeşliğin bizzat m erkezine yerleşmek
ve tüm teorik sonuçlarıyla içerim lerini iyi kavram ak gerektiğini
çok açıkça gösterdiği kanısındayım.
Bu gereklilik bana çok önem li görünm ektedir, çünkü
Marx’in tüm sorunsalı benim sediği doğru olsa da, Feuerbach’la
kopuşu, yani o ünlü ‘‘önceki felsefi bilincimizin tasfiyesi”, elbette
eski sorunsalın bazı kavram larını içine alabilen, ama onlara kök
ten yeni b ir anlam veren bir b ü tü n içindeki yeni bir sorunsal’ın
benim senm esini gerektirir. Burada, bu sonucu açıklam ak için,
Marx’in da bizzat aktarmış olduğu, Yunan tarihinden alınm a bir
imgeyi seve seve yeniden kullanıyorum . Perslere karşı savaşın
ciddi yenilgilerinden sonra, Them istocles Atmalılara topraklar
dan vazgeçmelerini ve sitenin geleceğini bir başka öğe üzerinde
kurm alarını öğütlüyordu: Deniz. Marx’m teorik devrim i, tam
olarak, eski öğesinden -H egelci ve Feuerbach’çı felsefeden- k u r
tulm uş teorik düşüncesini yeni bir öğe üzerinde kurm aktan iba
rettir.
Ama b u yeni sorunsalı iki biçim de kavrayabiliriz:
Öncelikle, Marx’in olgunluk m etinlerinde: A lm an İdeolojisi,
Felsefenin Sefaleti, Kapital, vs. Ama b u eserler, Tinin Görüngübili-
mi’nde, Ansiklopedi’de ya da B ü yük M a n tık’ta bulunan Hegel fel
sefesinin sunum uyla ya da Geleceğin Felsefesinin llkeleri'nde b u
lu nan Feuerbach felsefesinin sunum uyla karşılaştırıldığında,
Marx’in teorik konum unun sistem atik bir sun u m u n u gözler
önüne serm em ektedir. Marx’in b u eserleri ya polem iktir (Alm an
İdeolojisi, Felsefenin Sefaleti) ya da pozitif çalışmalar kapsam ında
dır (Kapital). O ldukça m uğlak bir sözcükle “felsefe”si olarak ad
Marx İçin
63
landırılabilecek olan M arx’m teorik tavrı burada kuşkusuz işin
içindedir,.am a bizzat eserinin içine göm ülm üş haldedir ve onun
ya eleştirel ya' da bulgusal faaliyetiyle karışmıştır; sistem atik ve
gelişmiş halde kendi başına asla açıkça bildirilm iş olmasa da en
der olarak görülebilir. Bu d u ru m u n yorum cunun işini kolaylaş
tırm adığı açıktır.
Feuerbach’ın sorunsalının ve M arx’in Feuerbach’la kopuşu
n u n nedenlerinin bilinm esi burada im dadım ıza yetişmektedir.
Ç ünkü Feuerbach sayesinde Marx’in yeni sorunsalına dolaylı
olarak gireriz. M a rx’in hangi sorunsaldan koptuğunu biliyoruz ve
b u k o p u şu n “ortaya çıkardığı” teorik ufukları keşfediyoruz. Bir
insanın bağlarıyla olduğu kadar kopuşlarıyla da kendini belli et
tiği doğruysa, M arx kadar çetin bir düşünürün, sonraki bildirgele
rinde olduğu kadar Feuerbach’la kopuşuyla da keş/edilebileceği ve
ortaya çıkabileceği söylenebilir. Feuerbach’tan kopuş, Marx’in
kesin teorik tavrının oluşum unda belirleyici bir noktada oldu
ğundan, Feuerbach’ın bilinm esi, b u sıfatla, Marx’in felsefi k o n u
m una teorik içerimlerle dolu ve yeri doldurulam az bir erişim
im kânı sağlar.
Aynı şekilde, Feuerbach’ın bilinm esinin Marx ile Flegel ara
sındaki ilişkilerin daha iyi kavranm asını sağladığını da söyleye
bilirim. Gerçekten de, Marx eğer Feuerbach’tan kopm uşsa,
Marx’in gençlik yazılarının çoğunda bulunan Flegel eleştirisinin,
en azından son felsefi ön-kabullerinde, F euerbach’çı bir bakış
a çısıyla , yani Marx’in sonradan reddettiği bir bakış açısıyla ya
pıldığını, bu anlam da yetersiz, hatta yanlış bir eleştiri olduğunu
kabul etm ek gerekir. Oysa, Marx daha sonra bakış açısını değiş
tirm iş olsa da, Gençlik E serlerinde rastlanabilecek Hegel eleşti
risinin, her koşulda, doğrulanm ış kaldığını ve “yeniden ele alı
nabileceğini” kabul etm e eğilimi, kim i zam an kolaycı nedenler
Louis Althusser
64
le, sürekli olarak ve m asum bir şekilde karşımıza çıkar. Ama bu,
M arx’in, Feuerbach’çı Hegel eleştirisinin “Hegelci felsefenin bağrın
daki bir eleştiri” olduğunu kavradığında ve Feuerbach’m , kuşku
suz Hegelci yapının cism ini “baş aşağı” çevirmiş olan, ama b u
n u n nihai yapısını ve tem ellerini, yani teorik varsayımlarını ko
rum uş ve kendisi hâlâ “filozof’ kalmış biri olduğunun bilincine
vardığında Feuerbach’tan koptuğu şeklindeki temel olguyu ih
mal etm ektir. Marx’in gözünde Feuerbach Hegelci topraklarda
kalmıştı, Hegel eleştirisi yapm ış olm asına rağm en onun tutsağı
kalmıştı, Hegel’in kendi ilkelerini Hegel’e karşı çevirm ekten baş
ka bir şey yapm am ıştı. “Öğe” değiştirmemişti. Hegel’in hakiki
M arksist eleştirisi özellikle öğe değiştirmeyi gerektirir, yani Fe-
uerbach’m isyancı tutsağı olarak kaldığı b u felsefi sorunsalın
terk edilmesi gerekir.
Marx’in Feuerbach’m düşüncesiyle b u ayrıcalıklı çatışması
nın teorik önem ini, güncel polem iklerle ilişkili bir kelimeyle
özetlersek, önce Hegel’den, sonra Feuerbach’tan b u ikili kopm a
da söz konusu edilen şeyin, felsefe terim inin anlamı olduğunu
söyleyebilirim. Felsefenin klasik m odelleriyle karşılaştırıldığında
M arksist “felsefe ” ne olabilir? Ya da, son teorisyeni Hegel olan ve
Feuerbach’m , um utsuzca ama boşuna kurtulm ayı denediği gele
neksel felsefi sorunsaldan kopm uş bir teorik tavır ne olabilir? Bu
so ru n u n cevabı, b ü yük ölçüde, Genç Marx’m “felsefi bilinç”inin
b u son tanığı, Marx’in bu ödünç imgeyi bir kenara fırlatıp haki
ki yüzüne b ü rünm eden önce kendini seyrettiği bu son ayna olan
F euerbach’tan olum suz anlam da alınabilir.
Ekim 1960
II
I. Politik Sorun
6) Krş. Schaff: “G enç M arx’in H ak ik i Y üzü” ( Recherches, s. 193). A yrıca krş. “S u n u ş”u n
b ir b ö lü m ü (s. 7-8): “M arx’m ilk e se rle rin d en , o n ları hazırladığı d ö n e m d e M arx’in sah ip
olabileceği k a v ra y ıştan y o la ç ık a ra k b ü tü n ü y le M arx’in eseri ve h e m d ü ş ü n c e olarak h e m
eylem o larak M arksizm ’i c id d i o la ra k an lam ay a te şe b b ü s e tm ek d o ğ ru olm az. Yalnızca
tersi y ö n te m g eçerlid ir, yani b u ö n c ü lle rin (?) d eğ erin i b ilm ek ve an lam ın ı a n la m ak için
ve K reuzn ach d efterleri ve 1844 E ly azm aları gibi m e tin le rd e n o lu şan M arksist d ü ş ü n c e
n in b u yaratıcı la b o ra tu v a rla rm a n ü fu z e tm e k için, M arx’m bize m iras bıraktığı haliyle
M arksizm ’d e n yola çık a n ve aynı zam an d a - b u d a açıkça sö y le n m e lid ir- b ir y ü z yıldan
b e ri tarihsel p ra tiğ in ateşiyle zen g in leşm iş o la n y ö n te m geçerlidir. Bu y ö n te m e b a şv u r
m am ak , T h o n ıizm ’d e n değilse de H egelcilikten ö d ü n ç alın m a ö lçü tler y ardım ıyla M arx’i
d e ğ erle n d irm e k an la m ın a gelir. Felsefenin tarihi gelecek geçmişte yazılır. Buna n za göster
memek, sonuçta bu tarih i reddetmek ve kurucusunu Hegel gibi payelendirmek olur." S on iki
cü m le n in a ltın ı kasıtlı o larak çizdim . A m a o k u r, M arksizm e H egelci felsefe tarih i k av ra
m ın ın bile atfed ild iğ in i g ö rm e k te n ve -ş a şk ın lığ ın ın d o ru ğ u n d a !- eğer te sa d ü fe n b u n u
re d d e d erse k e n d in e H egelci m u am elesi y ap ıld ığ ın ı g ö rm e k te n şaşk ın lık içerisinde, k e n
di d e altını çizerdi b u satırların ... Böyle b ir kavrayış içerisin d e başk a m otiflerin d e söz
k o n u s u e d ild iğ in i ilerde göreceğiz. H er k o şu ld a b u m e tin b e lirttiğ im h arek eti açıkça gös
te rm e k te d ir: M arx, k e n d i g en çliğ in in te h d id i a ltın d a d ır, g ençlik san k i b ir bütünlük
uğrağı ’ym ışcasm a geri a lın m a k ta d ır ve b u am açla so n u çta H egelci felsefeden bir ta rih fel
sefesi im al ed ilm e k te d ir. H o e p p n er, “H egel’d e n M arx’a G eçiş H ak k ın da" (Recherches, s.
180) adlı y azısın d a, olayları sak in ce a çık lam ak tad ır: “Tarihe bugünden geriye doğru bak
mamak ve Marksist bilginin doruğunu geçmişteki ideal tohumlarda aramamak gerekir. Toplu
mun gerçek evrim inden yola çıkarak felsefi düşüncenin evrimini izlemek gerekir." Sözgelim i
Alman îdeolojisi’n d e etraflıca g eliştirilm iş o la n M arx’in tavrı d a b u d u r.
7) “S u n u ş”, s. 7. G erekçeler açık seçiktir.
Louis Althusser
72
II. Teorik Sorun
27) E lbette M arksizm , tü m bilim sel d isip lin le r gibi, M arx’ta d u r m a m ış t ır , tıp k ı fiziğin
k u ru c u s u o la n G alileo'da d u rm a m ış olm ası gibi. H er bilim sel d isip lin gibi M arksizm de
M arx’m sağlığında bile gelişm iştir. M arx’m tem el keşfi yeni keşifleri m ü m k ü n kılm ıştır.
H er şey in söylenm iş o ld u ğ u n a in a n m a k ta m b ir ihtiyatsızlık o lu r
Marx İçin
83
düşüncelerinin bize aktarıldığı metinler'inin bile konusu olan bu
alışveriş ve tartışm a düzeyinde, her şey, sanki bu düşüncelerin
yazan yokm uş gibi cereyan eder. D üşüncelerinde ve m etinlerin
de kendim ifade eden som ut birey yok, m evcut ideolojik alan
içinde kendini ifade eden fiili tarih yok. Yalnızca düşüncelerinin
kesinliği kalsın diye yayımlanmış düşünceleri karşısında silinen
yazar gibi, som ut tarih de ideolojik temaları karşısında, yalnızca
b u ideolojik sistem lerin kalması için silinir. Bu ikili yokluğu da
tartışm a konusu etm ek gerekir. Ama şim dilik her şey, tekil bir
düşüncenin kesinliği ile ideolojik b ir alanın tem atik sistemi ara
sında olup bitm ektedir. Bu başlangıç, onların ilişkileridir ve bu
başlangıcın sonu olmayacaktır. Bu ilişkiyi düşünm ek gerekir:
Tekil bir düşüncenin (iç) birliğinin m evcut ideolojik alanla (ge
lişim inin her uğrağıyla) ilişkisi. Ama onların ilişkisini düşünm ek
için, aynı zam anda terim lerini de düşünm ek gerekir.
Bu yöntem bilim sel gereklilik, öncelikle, b u temel ideolojik
alanın tö zü n ü n ve yapısının açık seçik ve fiili bir bilgisini gerek
tirir. Hem ü n lü hem de nam evcut şahısların tam zam anında kar
şılaştığı bir tiyatro sahnesi kadar n ö tr olan ideolojik bir dünya
nın temsiliyle yetinmemeyi gerektirir. 1840-1845 yıllarındaki
Marx’ın yazgısı, Hegel, Feuerbach, Stirner, Hess, vs. denen şa
hıslar arasındaki ideal bir tartışm ada belirlenm ez. Marx’ın yazgı
sı, Marx’m o dönem ki eserlerinde belirdikleri haliyle yine bu
Hegel’in, Feuerbach’m, S üm er’in, Hess’in arasında belirlenmez.
Engels’in ve Lenin’in daha sonraki çok genel anıştırmalarıyla hiç
belirlenmez. Bu yazgı, somut ideolojik şahıslar arasında belirle
nir; ideolojik bağlam buna belirli bir fig ü r dayatır ve bu somut
ideolojik şahısların asıl tarihsel kimlikleriyle (örneğin Hegel) ça
kışm aları ille de gerekmez, Marx’m b u şahsiyetlerin adını andı
ğı, gönderm e yaptığı, eleştirdiği (örneğin Feuerbach) m etinle
Louis Althusser
84
rindeki aleni temsillerini bile büyük ölçüde aşarlar; Engels’in 40
yıl sonra sunduğu özetlenmiş genel özelliklerini ise haydi haydi
aşarlar. Bu tespitleri som ut örneklerle açıklarsak; daha doktora
tezinden itibaren Genç Marx’m tartıştığı Hegel’in, 1960’m yal
nızlığı içinde üstünde düşünebileceğim iz kütüphanelerin He-
gel’i olm adığını söylemeliyim: Bu, yeni-Hegelci hareketin He-
gel’idir, 18401ı yılların Alman entelektüellerine kendi tarihlerini
ve um utlarını düşünm elerini sağlayacak şeyi verm ek zorunda
kalmış bir Hegel; kendisiyle çoktan çelişkiye düşm üş, kendisine
karşı, kendisine rağm en başvurulan bir Hegel. Politik dünyayı
dönüştürm ek için düşünce dünyasından çıkan ve M arx’m usta
sına karşı isyanının ilk görülebildiği yer olan irade halini almış
felsefe fikri, yeni-Hegelciler’in baskın yorum uyla tam am en uyum
içindedir.28 Marx’in, kavram ların b u keskin anlam ını, nüktedeki
bu sert kesinliği ve dostlarının hayranlığını kazanacak olan bu
kavrayış dehasını tezinde bile uygulamış olduğunu tartışm ıyo
rum . Ama b u fikir, onun kafasından uydurduğu bir şey değildir.
Aynı şekilde, Marx’in 1841 ile 1844 arasındaki m etinlerinde Fe-
uerbach’m varlığını yalnızca aleni zikredilişi’n e indirgem ek de
çok ihtiyatsızlık olur. Ç ünkü b u m etinlerin çok sayıda bölü
m ünde, Feuerbach’ın adı belirtilm eden Feuerbach’çı açıklamalar
yeniden üretilm ekte ya da doğrudan doğruya kopya edilm ekte
dir. Togliatti’nin 1844 E lyazm ası’n d a n aktardığı bölüm , dosdoğ
ru Feuerbach’tandır; birçok başka bölüm belirtebiliriz ki, bunla
rın da değeri biraz aceleci bir şekilde Marx’a atfedilmiştir. Ama
niçin Marx, Feuerbach’tan, herkes onu bilirken almtı yapm ak
zorunda kaldı; hem de özellikle onun düşüncesini kendine mal
29) A lm an İd eolo jisi 'n d e k i an alizlerd e k u lla n ıla n k a v ra m la rın in celen m esin i b u ra d a ele
alacak değilim . İşte, h e r şeyi söyleyen b asit b ir m etin . Söz k o n u s u ed ile n “A lm an eleşti-
risi”dir: “Ele aldığı istisnasız b ü tü n so ru n lar, tersin e, belirli b ir felsefi sistem in to p ra ğ ın
d a n , H egel siste m in d e n fışkırm ıştır. Y alnızca c ev ap ların d a değil, k en d i s o ru n la rın d a b i
le bir a ld atm aca [m istifikasyon] vardı." Felsefeyi o lu ş tu ra n ın cevap değil, felsefenin o rta
ya attığı soru o ld u ğ u ve id e o lo jik ıııistifikasyonu (ya da tersin e nesn ey le ö zg ü n ilişkiyi)
so ru 'n u n k e n d isin d e, yani b ir n esn eyi dü şü n m e ta r z ın d a (yoksa b u n e sn e n in k e n d isin d e
değil) a ram ak gerektiği b u n d a n d a h a iyi ifade edilem ez.
Louis Althusser
86
ideolojinin bir tüm lük (organik) oluşturduğunu söylemek, yal
nızca tasvir olarak geçerlidir, yoksa teori olarak değil; çünkü te
ori haline dönüşm üş b u tasvir, bizi, belirli bir birlik ya p ısını de
ğil, tasvir edilmiş b ü tü n ü n boş birliğinden başka bir şey düşün-
mem eye m ecbur eder. Tersine, sorunsal kavramı altında, (kendi
ni doğrudan doğruya bir b ü tü n olarak veren ve aleni ya da ör
tü k olarak bir b ü tü n gibi ya da bir “tüm leştirm e” eğilimi gibi
“yaşanan”) belirli bir ideolojik düşüncenin birliğini düşünm ek,
düşüncenin tüm öğelerini birleştiren tipik sistem atik ya p ı’yı göz
ler önüne sermeyi sağlam aktır, dolayısıyla bu birlik için belirli
bir içerik keşfetmektir; bu içerik hem ele alm an ideolojinin “öge-
ler”inin anlam ını kavramayı sağlayacak, hem de bu ideolojiyi, her
düşünüre yaşadığı dönemde m iras kalmış y a da önüne konm uş so
runlarla ilişkiye sokacaktır:>0
Belirgin bir örnek üzerinden b u konuya bakalım: 1843 Elyaz
m a sı (Hegel’in H ukuk Felsefesinin Eleştirisi). Burada, yorum culara
göre, bir dizi Feuerbach’çı tem a bulunur (özne ile yüklem in ter
se çevrilmesi; spekülatif felsefenin eleştirisi; türsel varlık teorisi,
vs.), ama Feuerbach’ta bulunm ayan, boş yere aranacak analizler
de b u lu n u r (politikanın, devletin ve özel m ülkiyetin ilişkiye so
kulm ası, toplum sal sınıfların gerçeği, vs...). Öğelerde kalırsak,
sözünü ettiğimiz analitik-teleolojik açmazlarda ve sözde-çözüm -
30) Bu so n u ç ö n em lid ir. G erçek ten de b u , sorun sal kav ram ın ı id eo lojilerin gelişim inin
idealist y o ru m ların d ak i öznelci k a v ram lard an ayırır; b u , b ir d ü ş ü n c e n in içinde, ken d i te
m a la rın ın nesn el iç referan s sistem i ’tıi açıklayan şeydir: Bu id eo lo jin in verdiği c e v a p la r a
h ü k m e d e n soru lar sistem i. Bu iç d ü z ey d e cev ap ların ın an lam ın ı an lam ak için, dem ek ki
öncelikle b ir ideolojiye so r u la r ın ın sorusunu so rm ak gerekir. A m a b u sorunsal, k en d i iç
soru ların a -s o ru n la rın a - değil, ideolojiye içinde bulunduğu don em in sorduğu nesnel s o n ıla r ’a
ken d i içinde, b ir c e v a p ’tır. İd eo lo jin in ortaya attığı s o r u n la rı (so ru n salını) d ö n e m in in ide
olojiye dayattığı g erç ek soru n lar la karşılaştırarak, id eo lo jin in tam am en ideolojik öğesinin
açıklanm ası ıııü m k u n olur, yani ideolojiyi ideoloji olarak n iteleyen şeyin, h atta d eform as-
yonunun açıklanm ası m u m k ü ıı olur. D em ek ki, o n u n o zu ııü o lu ştu ra n şey, sorunsalın iç
se iliği değil, gerçek sorunlarla ilişkisidir: Dolayısıyla, b ir ideolojinin sorun salı, deform e
edilm iş ifadeleriyle yanlış bir cevap verdiği gerçek soru n lara g ön d eıilın ed en ve tâ b i k ılın
m a d an açıklanam az. Ama, açık lam am ın ü ç ü n cü n oktasını öııgöreıııenı (bkz. d ip n o t 43)
Marx İçin
87
lerde kalırız: Terminoloji ve anlam , eğilim ve bilinç, vs.... Daha
öteye gitm ek ve Feuerbach’ın bir şey söylemediği (ya da hem en
hem en bir şey söylemediği) analizlerin ve nesnelerim varlığının,
Feuerbach’çı ve Feuerbach’çı-olmayan (yani şim diden Marksist)
öğelerin bu ayrımı doğrulam aya yeterli olup olm adığını sorm ak
gerekir. Oysa cevabı b u öğelerin kendisinden bekleyemeyiz.
Ç ünkü sözü edilen nesne doğrudan doğruya düşünceyi nitele-
m em ektedir. M arx’tan önce toplum sal sınıflardan, hatta sınıf
m ücadelelerinden söz etm iş tüm yazarlar, g ü n ü n birinde
Marx’m düşüncesinin varacağı konuları ele aldılar diye, böyle
basit bir gerekçeyle hiç Marksist kabul edildiler mi, bilmiyorum .
Düşünceyi niteleyen ve değer veren şey, düşünm enin konusu
değildir, ama, bu düzeyde, düşünm enin kipliği/' düşünm enin
nesneleriyle sürdürdüğü fiili ilişki, yani b u düşüncenin nesnele
rinin düşünülm esine yol açan temel sorunsaldır. D üşünm enin
konu su n u n bazı koşullar altında düşünm enin kipliğini değişti
remeyeceğini söylüyor değilim, ama bu başka bir so ru n d u r (bu
na geri döneceğiz) ve her koşulda, bir düşünm e kipliğinin bu
dönüşüm ü, bir ideoloji sorunsalının b u yeniden yapılanması,
nesnenin düşünm eyle basit ilişkisinden çok başka yollardan ge
çer! Demek ki, bu perspektif içinde öğeler sorunu ortaya atılmak
isteniyorsa, her şeyin, bunları önceleyen bir soruya bağlı olduğu
görülecektir: Bu öğelerin, verili bir m etinde, fiili olarak düşünül
meleri için başlangıç noktası olan sorunsalın doğası sorusu. Bi
zim örneğim izde, soru şu biçim i alır: Toplum sal sınıflar, özel
m ülkiyet - devlet ilişkisi, vs. gibi yeni konular üzerine Marx’ın
düşünm esi, Hegel’in H ukuk Felsefesinin Eleştirisi’n d e , Feuer-
bach’m teorik önvarsayımlarımn aleyhine dengeyi bozm uş m u
dur, onları cüm le haline indirgem iş midir? Yoksa bu yeni konu-
36) Krş. d ip n o t 35
Marx için
95
teslim olm aktan ve onun kendisine dair bilincini paylaşm aktan da
kaçınm ak gerekir. Ama b u n u anlam ak için, gerçek tarihten söz
etmeye, yani “M a r x ’in y o lu ”nu b izza t tartışm a konusu etm eye var
m ak gerekir.
Burada başlangıç’a geri dönüyorum . Evet, insan günün birin
de, bir yerde doğar ve verili bir dünyada düşünm eye ve yazm a
ya başlar. Bu dünya, bir düşünür için, doğrudan doğruya kendi
dönem inin yaşayan düşünceler dünyasıdır, düşüncenin içine
doğduğu ideolojik dünyadır. Marx söz konusu olduğunda b u
dünya, Alman idealizm inin sorunlarının egem enliğindeki ve so
yut bir terimle ifade edersek “Hegel’in çözülm esi”nin, 1830-40
yıllarının Alman ideoloji dünyasıdır. Bu, herhangi bir dünya de
ğildir kuşkusuz, am a bu genel hakikat yeterli olmaz. Ç ünkü Al
m an ideoloji dünyası, o dönem de, hiç karşılaştırm a kabul etm e
yecek şekilde, (dar anlam da) ideoloji altında en fazla ezilmiş dün
y a d ır, yani tarihin fiili gerçeklerinden en uzak dünyadır, ideolo
jiler Avrupa’sında o dönem de en yabancılaşm ış, en misti/iye dün
ya d ır. Marx b u dünyaya doğm uş ve bu dünyada düşünm eye gi
rişmiştir. M a r x ’in başlangıcının zo ru n su zlu ğ u , altında doğduğu
bu devasa ideolojik tabakadır, kurtulm ayı başarabildiği bu ezici ta
bakadır. Marx kurtulm ayı başardığı için, görkemli çabalar ve
önem li buluşm alar pahasına elde ettiği özgürlüğün bu dünyada
zaten var olduğuna ve tüm sorunun düşünm ek olduğuna inan
maya bizler fazlasıyla hazırızdır. Genç Marx’in bilincini işe yarar
kabul etmeye fazlasıyla hazırızdır; bu bilincin, kökeninde, bu
fantastik köleliğe ve yanılsamalarına tâbi olduğunu gözlemleme
yiz. Marx’in sonraki bilincini bu dönem e yansıtm a ve b u tarihi
“gelecek geçmiş”te kurm a eğilimimiz güçlüdür, oysa burada söz
konusu olan şey bir kendine dair bilinci bir başka kendine dair
bilince yansıtm ak değil, özgürleşmiş bir bilincin sonradan edin
Louis Althusser
96
diği tarihsel kavrayışın bilimsel ilkelerini (yoksa bir başka ken
dine dair bilinci değil) köle bir bilincin içeriğine uygulam aktır.
Bu görkemli ideolojik tabakanın niçin Fransa ve İngiltere’ye
değil, Almanya’ya özgü olduğunu, Marx sonraki eserlerinde ga
yet iyi gösterdi: A lm a n ya ’nın tarihsel gecikmesi (ekonom ik ve p o
litik gecikme) ve bu gecikmeye denk düşen toplum sal sım fla r’m
d u ru m u gibi ikili bir neden vardır. Fransız devrim inin ve N apo
léon savaşlarının büyük altüst oluşlarının sonunda, on d o k u
zuncu yüzyıl başı Almanya’sı, hem ulusal birliği’n i hem de burju
va devrim i’n i gerçekleştirm edeki tarihsel güçsüzlüğünün dam ga
sını derinden taşır. Bu “yazgı” on dokuzuncu yüzyıl Almanya’sı
nın -h a tta uzak sonuçlarıyla çok daha ötelere u z a n a n - tüm tari
hine egemen olacaktır. Kökenleri Köylü Savaşları’na uzanan bu
d u ru m u n sonucunda Almanya, kendi dışında olup biten gerçek
tarihin hem nesnesi hem de seyircisi haline gelir. O n sekizinci ve
on dokuzuncu yüzyıl boyunca oluşm uş olan Alman ideolojisini
meydana getiren ve derinden belirleyen şey, bu Alman güçsüzlüğü
dür. Bu güçsüzlük, Alman entelektüellerini “b a şka la rın ın y a p tı
ğı şeyleri düşünm eye” zorlam ıştır ve b u n u da kendi güçsüzlükle
rinin koşulları içinde düşünerek yapm ışlardır. Kendi toplum sal
çevrelerinin -m em u rlardan, öğretm enlerden, yazarlardan olu
şan küçük b u rjuvazi- özlem lerine uygun, um ut, nostalji ve ide
alleştirme biçimleri altında ve kendi köleliklerinin -özellikle d in -
dogrudan nesnelerinden yola çıkarak yapm ışlardır bunu. Bu ta
rihsel koşullar ve gereklilikler b ü tü n ü n ü n sonucu, tam olarak,
“Alm an idealist fe lse fe sin in görkemli gelişimiydi. Alm an entelek
tüelleri kendi koşullarını, sorunlarını, um utlarını, “fa a liy e tle f’ine
varana dek bu felsefenin çerçevesi içinde düşünmüşlerdir.
Marx, ‘Fransızların politik zekâsı vardır, tngilizleıuı ekono
mik, Alm anların ise teorik zekâsı’ diye belirtirken, bunu iğnele-
Marx İçin
97
yici bir laf etm enin verdiği haz için söylememiştir. Alm anya’nın
tarihsel azgelişmişliği’n in karşılığı, diğer Avrupa uluslarının su n
duğu şeylerle kıyaslanacak ortak ölçütten yoksun, ideolojik ve te
orik “aşırı g elişm e”dir. Ama önemli olan şey, bu teorik gelişm e
nin, düşündüğü gerçek nesne ve sorunlarla som ut ilişkisi olm a
yan yabancılaşmış bir ideolojik gelişme olm asıdır. Bizi ilgilendi
ren noktada, Hegel’in dram ı buradadır. O nun felsefesi gerçekten
de on sekizinci yüzyılın ansiklopedisidir; tarih de dahil, edinil
miş tüm bilgilerin toplam ıdır. Ama düşüncesinin tüm nesneleri
burada onun düşüncesi tarafından, yani tüm Alman zekâsının
esiri olduğu ideolojik düşüncenin bu özgül biçimi tarafından
“hazm edilm iş”tir. Bu durum da, bu Alm anya’da 1830’lu ve 4 0 ’lı
yıllarda düşünm eye başlamış olan genç bir Alman entelektüeli
nin özgürleşmesinin temel koşulunun ne olabileceği ve ne olması ge
rektiği düşünülebilir. Bu koşul, gerçek tarihin yeniden keşfiydi,
gerçek nesnelerin yeniden keşfiydi; b u n lan kuşatm ış olan, yal
nızca gölgeye d ö n üştürm üş olmakla kalmayan, deform e de eden
devasa ideolojik tabakanın ötesine uzanm aktı. Şu paradoksal so
n uç buradan kaynaklanır: Bu ideolojiden kurtulm ak için Marx,
Almanya’n ın ideolojik aşırı-gelişmişltği’nin aslında tarihsel az-ge-
lişmişliği’n in ifadesi olduğunun bilincine kaçınılm az olarak var
m ak zorundaydı; dahası, şeylerin kendisine erişm ek için, gerçek
tarihe değmek, ve nihayet, Alman bilincinin sisleri arasından gö
rülen varlıklarla yüz yüze gelebilm ek için bu ideolojik öne çıkı
şın berisine dönm ek gerektiğini kavramalıydı. '7 Bu geriye dönüş
olm adan, Genç Marx’m entelektüel kurtuluş tarihi kavranıla-
A ra lık 1960.
III
Çelişki ve Üstbelirlenim
(Bir araştırma için notlar)
4) “Ç e k ird e k ” h a k k ın d a krş. H egei, Tarih F elsefesin e G iriş (Vrin, tercü m e G ibelin, s. 38),
B üyük insanlar: “O n lar, am açlarını ve eğ ilim lerini yalnızca olayların sak in, d ü z en li, y ü
rü rlü k te k i sistem ta ra fın d a n b e n im sen m iş akışı iç in d e n çık arıp alm alarıyla değil, içeriği
gizli ve h e n ü z g ü n cel v aro lu şa erişm em iş, içsel z ih in d e k i, h e n ü z yeraltın d a olan, d ış d ü n
yaya ç a rp a n ve onu p a r ç a la y a n -çü n k ü bu çekirdeğe uygun bir iç olm ayan- b ir k a y n a k ta n da
alıyor o ld u k la rı için k a h ra m a n diye ad lan d ırılm alıd ırlar." Ç ekirdeğin, e te n en in ve ç e k ir
d e k iç in in u z u n ta rih in in ilginç b ir çeşitlem esi. Ç ek ird ek içi (yeni ilke) so n u ç ta k e n d isi
ne a rtık u y g u n o lm ay an (eski için çekirdeği) eski çek ird eğ i p atlatır; kendinin o la n b ir çe
k ird e k ister: yeni p o litik , to p lu m sa l, vs... biçim ler. T arih in H egelci diyalektiği so ru n e d il
d iğinde b ira z d a n b u m e tin hatırlan acak tır.
Louis Althusser
114
ken ve ö zellikle s ö k ü p çıkarm anın ve tersine ç evirm en in tu h a f
karşılaşması içinde, söylediğinden biraz daha fazlasını ileri sür
mekle kalm az yalnızca, dahası Roy’un el çabukluğuyla kısmen
yok ettiği başka bölüm lerde b u n u açıkça dile getirir.
Engels’in sonraki bazı yorum larına bakacak olursak,5 mistik
z a r f m spekülatif felsefe ya da “dünya kavrayışı” ya da “sistem ”,
yani o zam an yön tem 'in d ış ın d a kabul edilen bir öğe olmadığı
nı, diyalektiğin kendisine bağlı olduğunu keşfetm ek için Alman
ca m etni yakından okum ak yeter. Marx, “diyalektik Hegel’in elle
rinde bir m istifikasyona uğradı” demeye kadar vardırır sözü,
o n u n “m isti/iye edici y a n ı ”nd an ve “mistifiye edilmiş biçim’m den
5) Krş. Engels’in “F e u e rb a ch ”ı. Bir yanıyla yaygın h alk k esim lerin e dağıtılm aya yönelik
ve b u n e d en le, Engels’in de saklam adığı gibi o ld u k ça şem a tik o la n ve d iğer yanıyla, ta
rih sel m atery alizm in k eşfinin b ü y ü k e n te lek tü e l m acerasın ı k ırk yıl önce yaşam ış, dola
yısıyla a n a h atlarıyla tarih in e giriştiği felsefi b ilin ç b iç im le rin d e n b izzat geçm iş b ir in sa
n ın k alem e aldığı b ir m e tn in tü m fo rm ü llerin i elbette h arfiy en ele a lm a m ak gerekir. Ve,
aslında, b u m e tin d e F eu erb ach id eo lo jisin in o ld u k ça ö n em li b ir eleştirisi (E ngels, F euer-
b a c h ’ta “doğa ile in san ın b asit sözcükler o larak k ald ıg ı”n ı gayet iyi g örür. E.S., s. 31) ve
M arksizm in H egelcilikle ilişk ilerin in iyi b ir açıklam ası b u lu n u r. Ö rn e ğ in Engels (bana
tem el ö n e m d e gelen) H egel’in K ant k arşısın d ak i o lağ an ü stü eleştiri özelliğim gösterir (s.
2 2 ) ve "Hegelci biçimiyle diyalektik yöntemin kullanılamaz olduğunu" k e n d i terim leriyle
açıklar (s. 3 3). Bir d iğ er tem el tez: Felsefenin gelişim i felsefi değildir; yeni-H egelcileri
H egel’in “sistem i”n e karşı çıkm aya zorlam ış o lan şey, d in i ve p o litik “m ü cad elelerin in
p ra tik gerek lilik leri”d ir (s. 12); felsefeleri altü st e d en şey b ilim lerin ve san ay in in ilerle
m elerid ir (s. 17). F eu e rb a ch ’m Kutsal Aile ü zerin d ek i d e rin e tk isin in k a b u lü n ü d e b e lir
telim (s. 13), vs. Yine de b u aynı m e tin , harfiy en ele alın d ığ ın d a b izi b ir açm aza s ü rü k
leyen ifadeler içerir. Ö rn e ğ in “tersin e çevrilm e" terim i b u ra d a , E ngels’e b u çö zü m ü esin
leyecek k a d a r sağlam dır, h a tta söylem ek gerek ir ki m a n tık lıd ır: “... s o n u çta H egel’in sis
tem i tersine dönmüş bir materyalizmi tem sil e d er, h em de, y ö n te m i ve içeriği dolayısıyla
idealist b ir b iç im d e , başı ü stü n e çevrilm iş o larak .” (s. 17). Eğer H egel’in M arksizm için
de tersine çevrilm esi g erçek ten tem elleri o la n b ir şeyse, o zam an , tersine, H egel’d e ö n c e
d e n tersin e d ö n m ü ş b ir m atery alizm o lm alıdır: Böylece iki y ad sım a b ir olu m lam a eder.
D aha ilerd e (s. 34) b u H egelci d iy alek tiğ in özellikle başı ü z erin d e (gerçek değil idea ü z e
rin d e ) y ü rü d ü ğ ü için H egelci b içim i iç in d e k u llan ılam az o ld u ğ u n u görürüz: “A m a yine
b u ra d a n , id e a ’n m diyalektiği b ile g erçek d ü n y a n ın d iy alek tik h a re k e tin in basit bilinçli
yansısı o lu r ve b u n u y a p ark en , H egel’in d iy alek tiğ in in başı yukarı getirilmiş olur, daha
doğrusu, başı üzerinde dururken yemden ayaklan üzerine konmuş olur." Elbette, yaklaşık
ifadeler, am a yaklaşıklıkları iç in d e b ile, b ir g ü ç lü ğ ü n yerini b e lirtm e k te d irler. H er filo
z o fu n b ir sistem inşa etm e gerekliliği ü zerin e tu h a f b ir iddiayı (s. 8: H egel “b ir sistem
k u rm a k z o ru n d a y d ı... sistem geleneksel gerekliliklere göre, b ir tü r m u tla k h a k ikatle so
n u ç la n m a k z o ru n d a y d ı", b u z o ru n lu lu k “in san ru h u n u n y o k o lm az b ir ih tiy a c ın d a n kay
naklanır: T ü m çelişkileri aşm a z o ru n lu lu ğ u ”) (s. 10); ve k ır yaşam ın ın, b u n u n a rd ın d a n
gelen kafası ö rü m c e k b ağ lam an ın ve yalnızlığın F e u e rb a ch 'ın m atery alizm in in sınırları
nı açıkladığı y ö n ü n d e k i bir d iğ er iddiayı da k ay d ed elim (s. 21).
Marx İçin
115
söz eder ve Hegelci diyalektiğin bu mistifiye edilmiş biçim’inin
(mystificirte Form ) karşısına tam olarak kendi diyalektiğinin
rasyonel fig ü rü ’n ü (rationelle Gestalt) çıkartır. M istik z a r fın diya
lektiğin kendisinin mistifiye edilmiş biçiminden başka bir şey olma
d ı ğ ı b u n d an daha açık ifade edilemez, yani (“sistem ” gibi) diya
lektiğin nisbeten dışında bir öğe değil, Hegelci diyalektikle aynı
tözde, içsel bir öğedir. Demek ki diyalektiği kurtarm ak için ilk ka
buk’tan (sistem) on u çıkarm ak yetm edi. O nu bedene yapıştıran
ikinci z a r fta n da kurtarm ak gerek, ki bu, söylemeye cesaret ede
bilirsem , diyalektiğin kendinden ayrılmaz olan kendi derisidir
ve bu da ilkece (Grundlage) Hegelci’dir. O halde, acısız bir söküp
çıkarm anın söz konusu olmadığını ve b u görünürdeki kabuk
soym anın aslında bir demistifikasyon olduğunu, yani söküp çı
kardığı şeyi dönüştüren bir işlem olduğunu söyleyebiliriz.
Dolayısıyla, diyalektiğin “tersine çevrilme”sinin bu metaforik
ifadesinin, yaklaşıklığı içerisinde, aynı yön tem i uygulam ak gere
ken nesnelerin doğası sorununu değil, (Hegel’de Idealar dünyası
- Marx’ta gerçek dünya), kendi içinde ele alm an diyalektiğin do
ğ a sı sorununu, yani özgül y a p ıla rı sorununu ortaya attığını sa
nıyorum . Diyalektiğin “anlam ı”n m tersine çevrilmesi sorunu de
ğil, ya p ıla rın ın dönüşüm sorunu. Birinci durum da, diyalektiğin
olası nesneleri karşısında dışsallıgmm, yani bir yöntem in uygu
lanm a sorusunun, diyalektik-öncesi bir soru, yani tüm kesinliği
içerisinde Marx için anlamı olamayacak bir soru sorm ak olduğu
nu belirtm ek kısm en yararlıdır. Tersine, ikinci soru gerçek bir
soru sorar, ki bu n a Marx’m ve yandaşlarının, teoride ve pratikte,
teoride ya da pratikte, som ut cevap vçrmemelerı düşünülem ez.
Bu çok u zu n m etin açıklamasını şunları söyleyerek sonuçlan
dıralım: M arksist diyalektik, “ilkece” bile Hegelci diyalektiğe
karşıtsa, rasyonelse ve mistik/mistifiye edilmiş/mistifiye edici de-
Louis Althusser
116
gilse, bu kökten farklılık onun özünde, yani kendine özgü belirle
nim lerinde ve yapılarında kendini göstermelidir. Açık konuşur
sak, bu, yadsıma, yadsım anın yadsınması, karşıtların birliği, “aş
m a”, niceliğin niteliğe dönüşm esi, çelişki vs. gibi Hegelci diyalek
tiğin tem el ya p ıla rın ın M a r x ’ta (bu ya p ıla rı aldığı ölçüde: ki her
za m a n almış değildir!), Hegel’de sahip olduklarından fa rklı bir y a
p ıy a sahip o lm alarını gerektirir. Bu aynı zam anda, bu y a p ı fa r k
l ılık la r ın ı ortaya koym anın, betim lem enin, belirlem enin ve d ü
şünm enin m üm kün olmasını da gerektirir. Ve, eğer b u m üm
künse, dem ek ki M arksizm için gereklidir, hatta yaşamsal’dır da
diyebilirim. Ç ünkü, sistem ve yöntem farklılığı, “rasyonel çekir-
dek”in sökülüp çıkarılması, vs. gibi kestirim leri sonsuza dek
tekrarlam akla yetinilemez; tabii ki eğer bu form üllerin bizim ye
rim ize d ü şü n m esini istem iyorsak, yani düşünm em eyi ve
Marx’ın eserini tam am lam ak için tam anlam da değerden düş
m üş bazı sözcüklerin büyüsüne güvenmeyi tercih etmiyorsak.
Yaşamsal dedim , çünkü M arksizm in felsefi gelişiminin günüm üzde
bu amaca bağlı olduğuna inanıyorum .6
20) Lenin, Sovyet d e v rim in in zaferin in k o şu lları ara sın d a , ü lk e n in doğal zengin lik lerin i
ve d e v rim in ask eri ve p o litik b a k ım d a n z o ru n lu “sığınaklarına" b a rın a k o lm u ş geniş y ü
z ö lç ü m ü n ü bile k ab u l etm ey e k a d ar işi vardırır.
Louis Althusser
124
(ve Lenin’in sözünü ettiği bu “birikim ”in içinde kendini gösteren)
m ercilerden her birini oluşturan “farklılıklar”, eğer gerçek bir bir
lik için “kaynaşıyorlar”sa, basit bir çelişkinin içsel birliği içinde
katışıksız bir görüngü olarak “yok olmazlar.” Devrimci kopuşun
bu “kaynaşma”sı içinde oluşturdukları birliği,21 kendi oldukları
halden yola çıkarak ve eylemlerinin özgül kipliklerine göre, ken
di özlerinden ve kendi etkinliklerinden oluştururlar. Bu birliği oluştu
rurken, onları harekete geçiren temel birliği de yeniden oluşturur
ve gerçekleştirirler, ama bunu yaparken aynı zam anda onun do-
ğa’smı da belirlerler: “Çelişki”, içinde işlediği tüm toplumsal be
denin yapısının ayrılmaz parçasıdır, onun biçimsel varoluş koşul-
la r ı’n m ve hatta yönettiği merciler'in ayrılmaz parçasıdır, dolayı
sıyla, kendisi de, özünde, onlardan etkilenir, tek ve aynı hareket
içinde hem belirleyici hem belirlenendir ve harekete geçirdiği
oluşum un çeşitli düzeyler’in d e ve çeşitli mercüer’inden belirlenir:
Bu çelişkinin kendi ilkesi içinde üstbelirlendiğini söyleyebiliriz.22
Başka disiplinlerden ödünç alınma bu üstbelirlenme terimine
özel olarak bağlı değilim, am a daha iyisini bulam adığım dan hem
bir im olarak hem de bir sorun olarak onu kullanıyorum ; ayrıca
da, Hegelci çelişkiden başka her şey’e niçin işimizin düştüğünü
görmeyi de gayet iyi sağlıyor.
Gerçekten de, Hegelci çelişki, çoğu zaman b u n u n tüm görü
nüm lerini taşısa da asla gerçekten üstbelirlenmiş değildir. Ö rne
ğin, bilincin “deneyim ’lerin i ve M utlak Bilgi’nin yükselişinde
d oruk noktasına erişen diyalektiklerini betim leyen Tinin Görün-
gübilimi’nde çelişki basit olarak görülmez, tersine çok karmaşıktır.
2 1) L enin’in sık sık söylediği gibi, “k riz ” d u ru m u , b u n u yaşayan to p lu m sa l o lu şu m u n ya
pısını ve d in am iğ in i a ç ı ğ a ç ı k a r ı c ı b ir rol oynar. D evrim ci d u ru m h a k k ın d a söylenen
şeyler, d e m e k ki, farklılıklar b ir yana, d ev rim ci d u ru m öncesi b ir d u ru m d a k i toplum sal
o lu şu m u da içerir.
2 2) Krş. M ao T se-T u n g ’uıı u z la şm a z (patlayıcı, devrim ci) çelişkilerle u zla şm az-olm ay a n
çelişkiler ayrım ı tem asın a ayırdığı açıklam a (Ç elişki Ü zerin e, ed. Pekin, 19Ö0, s. 6 7 ve d e
vam ı).
Marx İçin
125
Yalnızca gerektiğinde ilk çelişki basit olarak söylenebilir: Hisse
dilir bilincin ve bilgisinin çelişkisi. Ama bilinç üretim inin diya
lektiğinde ilerledikçe ve bilinç zenginleştikçe, çelişkisi o ölçüde
karmaşıklaşır. Yine de, bu karmaşıklığın fiili bir üstbelirlenim’in
karmaşıklığı olmadığı, üstbelirlenim in yalnızca görünüm lerine
sahip, birbirine eklenen bir içselliğin karmaşıklığı olduğu görüle
bilir. Gerçekten de, bilinç, oluşum unun her anında, önceki öz
lerinin tüm ya n kıla rın d a n geçerek ve bunlara denk düşen tarih
sel biçim lerin imalı m evcudiyetinden geçerek (eriştiği düzeye
denk düşen) kendi özünü yaşar ve hisseder. Bu nedenle Hegel,
her bilincin, şim diki zam anında ortadan kaldırılm ış/korunm uş
(aufgehoben) bir geçmişi olduğunu belirtir - ve bir dünyası (bu bi
linç, gücül ve gizil bir dünya m evcudiyetinin bilinci olabilir, am a
Tinin Görüngübilimi'nde bir kenarda kalır); ve dolayısıyla b u bi
linç, geçmiş olarak, kendi aşılm ış özlerinin d ü n ya la rı’na sahiptir.
Ama bilincin bu geçm iş figürleri ve (bu figürlere denk düşen) bu
gizil dünyalar, onlardan fa rklı olan fiili belirlenimler olarak m evcut
bilinci asla etkilemez: Bu figürler ve bu dünyalar onu ancak ol
m uş olduğu şeyin y a n k ıla rı olarak (anılar, tarihselliğinin haya
letleri), yani kendinin öngörüleri y a da kendine im alar olarak içerir.
Ç ünkü geçmiş, içerdiği geleceğin iç özünden (kendinde) başka
bir şey asla değildir, çünkü geçmişin bu m evcudiyeti bizzat bi
lincin kendinde m evcudiyetidir, yoksa onun dışında hakiki bir
belirleyicilik yoktur. Sferlerin sferi olan bilincin, tek bir merkezi var
d ır ve onu yalnızca o belirler: Ona, kendinden başka bir merkezi
olan sferler gerekir, m erkezsiz sferler; böylece kendi m erkezinde
onların etkili olm asından etkilenir, kısacası özü onlar tarafından
üstbelirlenir. Ama durum bu değildir.
Bu hakikat, Tarih FelsefesVnde daha açık seçiktir. Burada da
üstbelirlenim görünümleri’ne rastlanır: Her tarihsel toplum , gele-
Louis Althusser
I " '
“zincirin iki u cu ”nu bize gayet iyi verir ve araştırm anın b u ikisi
arasında sürdürülm esi gerektiğini söyler...: Bir yandan (ekono
m ik) üretim tarzının son kertede belirleyiciliği ; diğer yandan, üst
yapıların görece özerkliği ve özgül etkinlikleri. Burada, kendine
ilişkin bilinçten (ideoloji) yola çıkarak açıklamaya d ö n ü k Hegel-
ci ilkesinden, aynı zam anda da Hegelci görüngü-öz---.nin hakika
ti tem asından açıkça kopar. Gerçekten de, yeni terimler arasında
ki yeni bir ilişki'yle karşı karşıyayız.
1890’da, yeni bir ilişki’nin söz konusu olduğunu anlam am ış
olan genç “ekonom istler”e karşı her şeyi iyice belirten yaşlı En-
gels’i dinleyelim .26 Üretim belirleyici etkendir, ama yalnızca “son
kertede”. “N e M a rx ne de ben daha fa zla sın ı ileri sürdük.” E kono
m ik etkenin belirleyici olduğunu söyletm ek için “bu cümleyi çar
p ıta n ” kişi, “onu boş, soyut, saçma bir cümleye dönüştürür.” Ve
açıklıyor: “Ekonom ik durum temeldir, am a üstyapının çeşitli öğele
ri -sın ıfla r mücadelesinin politik biçimleri ve so n u çla n -, m uzaffer
sın ıf m uharebeyi kazandığında oluşan kurum lar, vs., hukuksal bi
çimler, hatta tüm bu gerçek mücadelelere katılanlann beynindeki
yansılan, politik, hukuksal, felsefi teoriler, dini kavrayışlar ve dog
m atik sistemler halinde bunlann sonraki gelişimleri de tarihsel m ü
cadelelerde etkide bulunurlar ve birçok durum da baskın biçimde
mücadelenin biçimini belirlerler... ” Bu “biçim” sözcüğünü en güçlü
anlamıyla ele alm ak ve biçim selden çok başka şeyi anlam ak ge
rekir. Yine Engels’i dinleyelim: “Prusya devletini oluşturmuş olan
ve geliştirmeye devam eden, tarihsel ve son kertede ekonomik neden
lerdir. A m a, Kuzey A lm a n ya ’daki çok sayıda devlet arasında, eko
nomideki, dildeki ve de Reform döneminden beri Kuzey ile Güney
arasında dindeki farklılığı temsil eden büyük kuvvet olmaya, baş-
kaları değil, ekonomik zorunlulukla m ecbur olanın özellikle Bran-
2 6) E ngels’in B loch’a 21 Eylül 1 8 9 0 tarih li m e k tu b u (Ed. Sociales), M arx ve Engels, E tu
des P h ilosophiqu e, s. 128.
Louis Althusser
5-----------------------------------------------------------------------------------------
debourg olduğunu, ukalalık taslamadan ileri sürm ek güçtür (her şey
den önce, şu koşulla ki, Prusya’y a sahip olma sayesinde, Brandebo
urg Polonya olaylarına sürüklenm işti ve bunlar dolayısıyla A vus
turya hanedanlık iktidarının oluşum unda da önem taşıyan ulusla
rarası ilişkilere karışm ıştı).. ”17
îşte zincirin iki ucu: Ekonom i tarihin akışını belirler, ama son
kertede, uzu n vadede der Engels bilinçli olarak. Ama tarih, ü st
yapının, yerel geleneklerin28 ve uluslararası koşulların çeşitli bi
çim lerinin dünyası arasında “kendi yolunu açar.” Engels’in, son
kertede belirlem e, ekonom ik olan ile üstyapıların, ulusal gele
neklerin ve uluslararası olayların dayattığı kendine özgü belirle
m eler arasında ilişki sorununa getirdiği teorik çözüm u n incelen
m esini bir yana bırakıyorum . Burada, ekonominin son kertede be
lirleyiciliği üzerinde (ulusal ve uluslararası özel koşullardan ve
üstyapılardan kaynaklanan) etkin olan belirlenimlerin birikimi di
ye adlandırılm ası gereken şeyi unutm am ak yeterlidir. Benim
önerdiğim üstbelirlenmiş çelişki deyimi, bence, burada aydınlığa
kavuşm aktadır; burada, çünkü artık üstbelirlenim kendi başına
bir olgu değildir; çünkü onu, esas olarak, -yöntem im iz hâlâ b e
lirtici olsa d a - kendi temeline gönderdik. Ulusal ve uluslararası
k o n jo n k tü r ve üstyapı biçim lerinin büyük ölçüde özgül ve
özerk, dolayısıyla katışıksız bir görüngü’ye indirgenem eyen ger
çek varlığı kabul edildiği andan itibaren b u üstbelirlenim kaçınıl
m az ve düşünülebilir olur. O halde, sonuna kadar gitm ek ve bu
üstbelirlenim in, tarihin görünüşte tuhaf, kuraldışı ve sapkın d u
rum larına (örneğin Almanya) bağlı olmadığını,' evrensel olduğu
nu, ekonom ik diyalektiğin asla k a tış ık s ız halde rol oynamadıgı-
27) Engels ilave eder: “M a rx ’in h em en h em en h e r y a z d ığ ın d a b u te o r i işin için d ed ir, a m a
1 8 B r u m a ire bun u n u ygu lan m asın ın son d e r e c e ku su rsu z b ir örn eğ idir. K a p it a l’d e sık sık b u
n a g ö n d e r m e y a p ılır ." Ayrıca A ntidühring ve Feuerbach’ı da belirtir (a.g.e., s. 130).
28) Engels, “Politik koşullar, vs... insanların zihnine musallat olan gelenek bile bir rol oy
nar...” (a.g.e., s. 129).
__________________________ Marx İçin__________________________
139
m , tarihte üstyapı, vs. denen bu m ercilerin işlerini bitirdikten
sonra saygıyla bir kenara çekildiklerinin ya da Zam an’ı geldiğin
de Majesteleri E konom i’nin diyalektiğin kraliyet yolu üzerinde
ilerlemesine izin verm ek için, sanki onun katışıksız görüngüsüy
m üş gibi yok olduklarının asla görülm ediğini söylem ek gerekir.
Ne ilk anda ne de son anda, “son kerte”nin tek başına saati asla
çalmaz.
Kısacası, üstbelirlenm iş olm ayan “d üpedüz” çelişki fikri, En
g elsin ekonom ist “ifade tarzı” hakkında söylediği gibi “boş, soyut
ve saçma bir cümle”dir. Pedagojik m odel olarak hizm et edebilir
olması ya da tarihin belirli bir anında polem ik ve pedagojik araç
olarak hizm et etmiş olması, onun yazgısını sonsuza dek değiş
m ez biçim de belirlem iş değildir. Sonuçta, pedagojik sistem ler
tarihte çok değişir. Pedagojiyi koşulların, yani tarihsel ihtiyaçla
rın düzeyine yükseltm ek için çabalam anın tam zam anıdır. Ama
bu pedagojik çabanın, tam am en teorik bir başka çabayı varsay
d ı ğ ı m görm em ek m ü m k ü n değildir. Ç ünkü Marx bize genel il
keler ve som ut örnekler vermiş olsa da (18 Brumaire: Fransa’da
İç Savaş, vs.); sosyalist ve kom ünist hareketin tarihinin tüm p o
litik pratiği som ut “deneyim protokolleri” için tükenm ez bir ye
dek hazne oluştursa da; üstyapıların ve diğer “koşullar”m özgül
etkinliği teorisinin büyük ölçüde hazırlanm ayı beklediğini söylem ek
gerekir; ve onların etkinliğinin teorisinden önce ya da aynı za
m anda (çünkü özlerine ancak etkililiklerinin tesbitiyle erişilebi
lir) üstyapının özgül öğelerinin özü teorisini de hazırlam ak gere
kir. Bu teori, büyük keşiflerden önceki Afrika haritası gibi, ana
hatlarıyla, b ü yük dağ sıraları ve büyük ırmaklarıyla bilinen, ama
çoğu zam an, iyi çizilmiş birkaç bölge dışında, ayrıntılarında
m eçhul bir alan olarak kalır. Marx ve Lenin’den bu yana keşfe
gerçekten kim kalkıştı ya da devam etti? Ben bir tek Gram sci’yi
Louis Althusser
140-------------------------------------------------------------------------------------
2 9) E debiyat ve felsefe tarihiyle sınırlı o lan L u k a c s'm te şe b b ü sle rin in u ta n ç verici bir He-
gelcilikle z eh irlen d iğ i k an ısın d ay ım : Sanki Lukacs, Siınm el ve D ilth ey ’in öğrencisi olm a
n ın s u ç u n u H egel’e b ağ ışlatm ak ister gibidir. G r a m s a başk a ç ap ta b irid ir. H a p ish a n e D ef-
te rleri’n d e k i açılım lar ve n o tla r İtalya ve A vrupa ta rih in in e k o n o m ik , to p lu m sal, politik,
k ü ltü re l, tü m tem el so ru n la rın a tem as eder. B ugün tem el ö n e m taşıy an üsty ap ılar so ru
n u ü zerin e so n derece orijinal ve k im i zam an dahice b ak ış açıları b u lu n u r b u n la rd a . H a
kiki keşifler söz k o n u s u o ld u ğ u n d a o lm a s ı g e r e k t iğ i g ib i b u r a d a y e n i k a v r a m la r da b u lu
n u r, örn eğ in h egem onya kavram ı; e k o n o m ik ve p o litik o lan ın y o ru m lan m a so runlarına
te o rik bir ç ö z ü m ü n ana h a tla rın a d air k ay d a d eğ er b ir ö rn ek . N e y azık k i, G raııısci’n in
te o rik çabasını, e n a zın d an F ran sa'd a k im ele aldı ve sü rd ü rd ü ?
Marx İçin
141
için Hegel’e geri dönersek, “a ş ılm ış ” (aufgehoben) olan geçmişin
kalıntılarının yalnızca a n ı kipliğine indirgendiğini saptarız, ki
bu zaten öngörü’n ü n tersidir, yani aynı şeydir. Gerçekten de ay
nı şekilde, insanlık tarihinin şafağından itibaren, göğün, denizin
ve çölün devasa figürlerinin, sonra da taştan hayvan öykülerinin
neşeli tutsağı olm uş Doğu R uhu’n u n ilk em eklem e teşebbüsle
rinde M utlak T in’in gelecekteki tam am lanışlarının önsezisi k en
dini şim diden gösteriyordu - aynı şekilde, Zam an’m her anında,
geçmiş, geçmişte olduğu şeyin anısı biçim inde, yani şim diki za
m anının m ırıldanan vaadi biçim inde yaşamaya devam eder. Bu
nedenle, geçmiş, bir engel karşısında asla geçirimsiz değildir. Her
zam an için sindirim i kolaydır’, çünkü önceden sindirilmiştir. Ro
ma, Yunan’m damgasını taşıyan bir dünyada elbette hüküm sü
rebilir: “Aşılmış” Yunan, yeniden üretilen tapm akları, asimile
edilmiş dini, yeniden düşünülen felsefesi anlam ına gelen nesnel
anılarında yaşamını sürdürdü. Romalı geleceğini kurtarm ak için
ölmeye can attığında ise, farkında olm adan zaten Romalı’ydı, as
la Roma’da Rom a’yı köstekleyemez. Bu nedenle şim diki zam an
kendi geçm işinin gölgelerinden beslenebilir, hatta Jakobenler’e
Devrim’in ve Terör u n yolunu açacak olan Roma Erdem i’nin b ü
yük yontulan gibi onları kendi önüne de yansıtabilir. Ç ünkü
kendi geçmişi kendinden başka bir şey asla değildir ve tüm İn
san O luşu’n u n yazgısı olan b u içsellik yasasından başka bir şeyi
asla hatırlatm az.
Ama, sanıyorum , Marx’da “aşm a’nm , b u sözcüğün hâlâ bir
anlamı varsa (açıkçası hiçbir kesin anlamı yoktur), tarihsel kon
forun bu diyalektiğiyle hiç alâkası olm adığının; geçmişin b u ra
da, “nesnel” bile olsa bir gölgeden çok başka bir şey olduğunun
-am a, tıpkı M arx’m sözünü ettiği işçi için soğuğun, açlığın ve
gecenin olduğu gibi, korkunç biçim de olum lu ve aktif yapılan
Louis Althusser
142
mış bir gerçeklik o ld u ğ u n u n - anlaşılması için b u yeterlidir. Ama
o zam an bu ka lın tıla rı nasıl d ü şü n m e k gerekir? Üstyapılar, ide
olojiler, “ulusal gelenekler”, hatta bir halkın ahlak ve “tin”i, vs.
söz konusu olsa da, bir m iktar gerçeklik'ten yola çıkarak d ü şü n ü
lür bunlar; ki bunlar M arx’ta tam olarak gerçeklik’tir. Bir toplumu
oluşturan tüm çelişki ve tüm öğelerin üstbelirlenimi’n d t n yola çıka
rak düşünülür. Bu üstbelirlenim şunu yapar: 1) y a p t’daki bir
devrim m evcut üstyapıları ve özellikle ideolojileri bir çırpıda ipso
jacto değiştirm ez (yine de ekonom inin belirleyiciliği biricik belir
leyici olsaydı b u n u yapardı), çünkü bunların b u halleriyle kendi
ya şa m la rın ın dışında v a rlık la rım sü rd ü rm ek için, hatta ikâm e
n in varlık koşullarını bile bir süre için yeniden yaratacak, “salgı
layacak” yeterli kararlılıkları vardır; 2) devrim den doğan yeni
toplum , hem yeni üstyapısının biçimleriyle hem de özgül (ulu
sal, uluslararası) “koşullar’la eski öğelerin hayatta kalm asını, y a
ni yeniden faaliyete geçmesini kışkırtabilir. Bu yeniden faaliyete
geçme, üstbelirlenim den yoksun bir diyalektik içinde asla tam
anlamıyla tasavvur edilemez. Örneğin, bana öyle geliyor ki, -e n
can alıcı konuyu seçm em ek iç in - bunca cöm ert ve gururlu Rus
halkının nasıl olup da Stalin baskısının cinayetlerini bu kadar
geniş bir ölçekte kaldırabildigi sorusu sorulduğunda; hatta, Bol
şevik Parti’nin bunlara nasıl hoşgörü gösterebildiği sorusu sorul
duğunda; (Kom ünist bir yönetici bunları nasıl emredebilir? şek
lindeki son soruyu anm ayalım bile); her türlü “aşm a” m antığın
dan vazgeçmek gerekir, ya da ilk sözü söylem ekten vazgeçmeli.
Ama, teorik olarak yapacak çok şeyin hâlâ olduğu burada da çok
açıktır. Öncelikli tarih çalışm alarından söz etm iyorum yalnızca.
Ama bu öncelik dolayısıyla, Marksist tarih çalışm alarından biri
ne verilm iştir öncelik: Kesinlik; M arksist kavram ların, içerimleri-
nin ve gelişimlerinin kesin kavranışı; öz olarak onlara ait olan, ya -
Marx için
143
ni onları kendi hayaletlerinden sonsuza dek ayıran şeyin kesin ola
rak ara ştırılm a sı ve kavranışı.
İlk hayaletlerden birinin Hegel’in gölgesi olduğunu görm ek,
bugün her zam ankinden daha önem lidir. Bu hayaletin geceye
geri dönm esi için M arx üzerine biraz daha fa z la ışık tutm ak ge
rekm ektedir, ya da aynı anlam a gelmek üzere, Hegel’in kendisine
b iraz daha fa z la M arksist ışık tutm alı. “Tersine dönm e”den, b u
n u n m uğlaklıklarından ve karışıklıklarından ancak b u bedelle
kurturuluz.
H aziran-T em m uz 1962.
EK1
her biri, bir yığın özel varoluş koşulundan yola çıkarak olduğu gibi
yapılm ıştır; dem ek ki burada karşılıklı olarak birbirlerine karşı
duran sayısız güç vardır, sonsuz sayıda kuvvetler paralelkenan
grubu vardır, bunlardan bir bileşke çıkar -ta rihsel o la y - buna da
sırası geldiğinde, bilinçsiz ve kör biçimde, bir bütün olarak davra
nan bir kuvvetin ürünü olarak bakılabilir. Ç ünkü her bir bireyin is
tediği şey bir başkası tarafından engellenebilir ve ortaya çıkan şey
kim senin istemediği bir şeydir. G ünüm üze kadar tarih, doğanın bir
süreci gibi, bu şekilde cereyan etm iştir ve töz olarak, onunla aynı ha
reket yasalarına tâbi olmuştur. A m a çeşitli iradelerin, ki her biri f i
ziksel oluşum unun ve son kertede ekonom ik olan dış koşulların (ya
da kendi kişisel koşullarının y a da genel olarak toplumsal koşulla
rın) onu ittiği şeyi ister, onların istediği şeye varm am ası am a genel
bir ortalam anın, ortak bir bileşkenin oluşm asından, bunların sıfı
ra eşit olduğu sonucunu çıkarm am ak gerekir. Tersine, her biri bileş
keye katkıda bulunur ve bu sıfatla bileşkenin içine dahildir."
Bu uzu n alıntıdan dolayı özür dilerim, am a olduğu gibi ak
tarm alıydım , çünkü bizim sorum uzun cevabını da içermektedir.
Gerçekten de burada zorunluluk rastlantılar düzeyinde oluşur,
ra stla n tıla rın global bileşkesi olarak rastlantıların üzerindedir:
Demek ki onların zorunluluğudur. Birinci analizde eksik olan so
ru burada vardır. Ama bu soruyu hangi koşulla elde ettik? N es
ne değiştirme koşuluyla; üstyapılardan ve onların karşılıklı etki
leşim inden, sonuç olarak m ikroskopik etkilerinden değil, güç
ilişkileri içinde karşı karşıya gelmiş ve bileşmiş bireysel iradelerden
yola çıkm ak koşuluyla. Demek ki, her şey, sanki üstyapıların et
kisine uygulanan model gerçekte şim di karşı karşıya olduğum uz
hakiki nesnesinden -bireysel iradeler o yu n u - ödünç alınm ış gibi
cereyan eder. O zaman, kendisine ait olmayan birinci nesnesin
de isabetsiz kalmış olması ve gerçekten kendinin olan İkincisine
Marx İçin
------------------------------------------- v-------------------------------------------- 14g
içinde (yani sonsuza dek) kurm aya (sonsuzluk için kurm aya) yö
nelik bir m it için kalkış noktası b u ünlü bireysel iradeler’in karşı
karşıya gelmesi değilse b u kalkış noktası nedir ki? Marx, homo
oeconomicus mitini bu aşikâr önvarsayım içinde gayet iyi eleştir
m işken, Engels nasıl olur da b u n u bu kadar naif olarak yeniden
ele alabilir? Burjuva ekonom isinin kurgusu kadar iyimser bir
kurguyla değilse de, M arx’tan ziyade Locke’a ve Rousseau’ya da
ha yakın bir kurguyla, bireysel iradelerin bileşkesinin ve bu bi
leşkelerin bileşkesinin gerçekten de genel bir içeriği olduğunu,
ekonominin son kertedeki belirleyiciliğini gerçekten temsil ettiğini
bize nasıl sunabilm ektedir Engels? (Rousseau geliyor aklıma;
birbirlerinden kopm uş ve kendini oluşturan tikel iradelerin, iyi
yönlendirilm iş bir oylam asından bu mucizevi M inerva’nm -g e
nel irad e!- çıkm asını tüm gücüyle arzu etmiştir). O n sekizinci
yüzyıl ideologları (Rousseau hariç), kendi önvarsayımlarının
kendinden başka bir şey üretm esini talep etm em işlerdi. O nlar yal
nızca bu önvarsayım ın za ten temsil ettiği değerleri kurm asını ta
lep ediyorlardı ve bu nedenle, onlar için, eşsözlülüğün bir anlamı
va rd ı, bu anlam Engels’e elbette yasaktı, o, önvarsayımın bile
tersini bulm ak ister.
Nihayet, bu nedenle Engels kendi m etninde iddialarını nere
deyse hiçe indirger. O halde b u şem adan ve b u “kanıtlam a”dan
bize ne kalm aktadır? Bu cüm le tüm bileşkeler sistem ini verdi
ğinden, son bileşke başlangıçtaki bireysel iradelerden birşeyler
içerir: “Her biri bileşkeye katkıda bulunur ve bu sıfatla bileşkenin
içinde y e r alır.” Bu, bambaşka bir bağlamda, tarih üzerindeki et
kilerinden ya da Tanrı öldüğüne göre, kendi tarihsel kişilikleri
n in k abulünden kaygı duyacak kişileri teskin edebilecek bir d ü
şüncedir. O zaman, b u n u n , tam bir um utsuz düşünce olduğu
nu, um utsuzluk, yani u m u t besleyebileceğini söylemek m üm -
Marx İçin
155
kün olabilir. (Engels’in “sorıTsuna, yani tarihin “yaratıcısız” zo
runlu lu ğ u n u n doğuşu ve “tem eli” sorusuna dayanan Sartre’ın,
bir başka kaynaktan esinini a h a da tam am en felsefi argüm anlarla
aynı konuyu sürdürm esi rastlantı değildir).
“Piccolo”:
Bertolazzi ve Brecht
(Materyalist Bir Tiyatro Üzerine Notlar)
Burada, Milano’daki Piccolo Teatro ’n u n Tem m uz 1962’de
Théâtre de N ations’da verdiği olağanüstü temsilin hakkını teslim
etm ek istiyorum . Hakkını teslim etm ek; çünkü Bertolazzi’nin El
Nost M ilan piyesine Parisli eleştirm enler genellikle hayalkırıklı-
gıyla yaklaştılar ya da m ahkûm etmeyi tercih ettiler,1 ve b u ne
denle de oyun hak ettiği seyirciden yoksun kaldı. H akkını tes
lim etmek; çünkü m odası geçmiş kekre oyunları seyrettirerek
bizi başka yerlere çekm ekle hiç alâkası olmayan Strehler’in seçi
m i ve sahnelem esi bizi m odern dram atürji sorunlarının göbeği
ne fırlatıp atm aktadır.
1) “E pik m elo d ram "... “k ö tü p o p ü le r tiy atro ”... “O rta A v ru p a’d a n b u la şa n sefalet e d eb i
y atı”... “A ğlam aklı m e lo d ra m ”... “yalancı d u y arlılığ ın en iğ ren ci”... “to p u k la rı aşınm ış es
ki a y ak k a b ı”... “P iaf için b ir şark ı”... “sefalet edebiyatı y ap an m e lo d ra m , gerçekçi
aşırılıklar" (P a risien -Iib éré, C om bat, F igaro, L ibération , P aris Presse, L e M onde g azetelerinin
k ullandığı ifadeler).
2) G eçen yüzyıl s o n u n u n M ilanolu d ra m yazarı B ertolazzi, o d ö n e m d e “tiyatro zevki”ni
belirleyen seyircin in -b u r ju v a s e y irc i- h o şu n a gitm eyecek o ld u k ç a tu h a f b ir ü slu p ta
“d o ğ ru c u ” o y u n la r y azm ak ta in at ettiğ in d e n p e k p arlak b ir m eslek yaşantı olm am ıştır.
Louis Althusser
162
küçük m eslek sahipleri, dilenciler, gelecek arayan kızlar, birkaç
ku ru şu n ardında koşan genç kadın ve erkekler, çakırkeyf subay
lar, aynasızların izlediği yankesiciler... Bu halk da bizim m itleri
m izdeki halk değildir: Akşam çorbasından (o da herkese değil!)
ve geceden önce vakit öldürm eye çalışan bir alt-proletarya. Bu
boş uzam da otuz kadar kişi dolaşıp durur, neyi bekledikleri bel
li değildir. Kuşkusuz bir şeyin başlam asını bekliyorlardır, göste
rinin mi? Hayır, çünkü kapıların önünde kalacaklar, içeri gire
m eyeceklerdir. Hiçbir şeyin olup bitm ediği yaşam larında genel
olarak bir şeyin başlamasını beklem ektedirler. Bekliyorlar. Yine
de, sahnenin sonunda çok kısa bir an içinde bir “tarih”in ana
hatları, bir yazgı figürü belirir. Nina adlı genç bir kız, sirk ışık
larıyla büyülenm iş ru h haliyle, bezdeki bir yırtıktan, tehlikeli
gösterisini yapan palyaçoya bakar. Gece olm uştur. Bir an için za
m an durm uştur. N ina’ya sahip olm ak isteyen serseri Togasso kı
zın peşindedir. Kısacası, m eydan okum a, geri çekilme, yola çı
kış. Yaşlı bir adam oradadır, “ateş yiyici”: H er şeyi görm üş olan
N ina’nm babası. Olaylar arasında bağlar kurulm uştur, bu bir
dram olabilir.
Bir dram mı? ikinci perde de dram adamakıllı unutulm uştur.
G ünün ortasındayız, bir aşevinin geniş salonunda. Burada da sı
radan insanlardan oluşan bir kalabalık, aynı halk, ama başka ki
şiler: Aynı sefil işlerde çalışanlar ve işsizler, geçmişin yıkıntıları,
şim diki zam anın dram ı ya da kahkahaları: Küçük esnaf, dilenci
ler, bir arabacı, yaşlı bir Garibaldi’ci, kadınlar, vs. Dahası, fabri
ka inşaatında çalışan birkaç işçi de o lum pen-proletarya 'dan fark
lıdır: O nlar sanayiden, politikadan söz ederler ve kısm en de ge
lecekten, ama kısm en, onların da hali kötüdür. Bu, Roma’nm
fethinden ve Risorgimerıto yıllıklarından 20 yıl sonraki M ilano’ya
uzaktan benzem ektedir: Kral ve Papa tahtlarm dadır, halk sefalet
Marx İçin
163
içinde. Evet, ikinci perdenin günü birinci perdedeki gecenin h a
kikatidir: Bu halkın yaşamı da düşleri gibi hikâyeden yoksun
dur. Yaşamaktadırlar; hepsi bu: Yemek yerler (yalnızca işçiler
fabrika sireni öttüğünde giderler), yem ek yer ve beklerler. Hiç
bir şeyin olmadığı bir yaşam. Sonra, perdenin en sonunda, gö
rü n ü r bir nedeni olm adan, Nina sahneye girer ve onunla birlik
te de dram gelir. Palyaçonun öldüğünü öğreniriz. Kadınlar ve er
kekler yavaş yavaş çekip giderler. Togasso ortaya çıkar, kızı sı
kıştırır, cebindeki paraları almaya çalışır. Topu topu birkaç h a
reket. Baba ortaya çıkar. (Nina, uzu n m asanın ucunda ağlam ak
tadır). Baba yem ek yemez: içki içer. Şiddetli bir kavganın ardın
dan Togasso’yu bıçakla öldürecektir, sonra ürkerek, yaptığı işin
ağırlığı altında ezilerek kaçacaktır. Burada da, uzun süren yerin
de saym alardan sonra kısa bir aydınlanm a anı.
Ü çüncü perde, kadınların gece barınm ak için sığındığı yur
d u n üzerinde tan sökm ektedir. Duvara sokulm uş oturan yaşlı
kadınlar kâh konuşm akta, kâh susm aktadır. Her tarafından sağ
lık fışkıran güçlü kuvvetli bir köylü kadın, köyüne dönm eye ka
rar vermiştir. Kadınlar önüm üzden geçerler: Yine tanım adığım ız
kadınlar. Yardım derneği yöneticisi bir kadın, çanlar çaldığında
etrafındaki herkesi ayine götürecektir. Sonra, sahne boşalır,
dram ortaya çıkar. Nina sığınma evinde uyum aktadır. Babası,
hapse girm eden önce son bir kez onu görmeye gelir: Hiç olm az
sa Nina için, o n u n şerefi için öldürdüğünü bilm elidir... ama ani
den her şey tersine döner: Nina babasına karşı, onun Nina için
beslediği yanılsam alara ve yalanlara karşı, m itlere karşı dikilir; o
m itlerle birlikte babası da yok olacaktır. Ç ünkü Nina tek başına
kurtaracaktır kendini, böyle olması gerekir. Yalnızca gece ve se
falet anlam ına gelen bu dünyayı terk edecek, zevkin ve paranın
hüküm sürdüğü başka bir dünyaya girecektir. Togasso haklıydı.
Louis Althusser
[-----------------------------------------------------------------------------------------
Ağustos 1962.
V
Karl Marx’in
“1844 Elyazmalan ”
A ra lık 1962
VI
Materyalist Diyalektik
Üzerine
(Kökenlerin eşitsizliği hakkında)
Bir teori pratiği vardır. Teori, kendine has bir nesneye uygu
lanan ve onun içinde kendi ürününü -b ir bilgi- elde eden özgül
bir pratiktir. Kendi başına ele alındığında her teorik çalışma de
m ek ki verili bir ham m adde ve “üretim araçları” (“teori”nin kav
ramları ve kullanım tarzları: Yöntem) varsayar. Teorik çalışma
nın işlediği ham m adde, yeni doğm akta olan bir bilim söz konu
su olduğunda çok “ideolojik” olabilir; önceden oluşm uş ve geliş
m iş bir bilim söz konusu olduğunda, teorik olarak önceden
oluşm uş bir m adde, önceden hazırlanm ış bilimsel kavram lar
olabilir. Teorinin varlığının m utlak koşulu olan teorik çalışma
araçlarının - “teori” ve yö n tem -, teorik pratiğin “faal yam ”nı, sü
recin belirleyici anım temsil ettiğini, çok şem atik olarak söyleye
biliriz. Genelliği içinde, yani, “şeylerin oluşu”nun, genel dönü
şüm sürecinin özgülleşmiş biçim i olan pratiğin gerçek farklılığı
ya da özgülleşmiş biçim i olarak bu teorik pratik sürecinin bilin
mesi, Teori’nin ilk teorik oluşum unu, yani materyalist diyalekti
ği m eydana getirir.
Oysa, (bilgiler üreten) gerçek bir teorik pratik, kendi pratiği-
Marx İçin
213
nin, kendi sürecinin Teori’sini yapm a ihtiyacım ille de hissetm e
den teori görevini rahatlıkla yerine getirebilir. Çoğu bilim in d u
rum u budur: Bir “teorileri” (kavramlar b ütünü) elbette vardır,
ama b u onların kendi teorik pratiklerinin Teorisi değildir. Teorik
pratiğin Teorisi’nin uğrağı, yani bir “teori”nin kendi pratiğinin
T eorisinin ihtiyacını hissettiği uğrak - genel anlam da yöntem
Teorisi’nin uğrağı, pratik ya da “teorik” güçlükleri aşmaya, kendi
eserlerinin içine göm ülm üş, yani teorik olarak kör pratiğin oyu
nu tarafından çözülem eyen sorunlan çözmeye ya da daha derin
bir krize karşı koymaya yardım etm ek için her zam an sonradan
gelir. Ama bilim kendi işini yapabilir, yani uzun süre boyunca
bilgiler üretebilir ve yaptığı şeyin Teorisi’ni, pratiğinin teorisini,
“yöntem i”n in teorisini yapm a gereği hiç hissetmeyebilir. Marx’a
bakın. O n eser ve Kapital denen bu abideyi yazdı ama “Diyalek-
tik”i asla yazmadı. O nu yazacağını söyledi, ama hiç başlamadı.
Asla bu n a zam an bulam adı. Bu dem ektir ki, ona zam an ayırm a
dı, çünkü kendi teorik pratiğinin Teorisi, teorisinin gelişimi için,
yani kendi pratiğinin verimliliği için temel önemde değildi.
Yine de, bu “Diyalektik” bizi çok ilgilendirirdi, çünkü o
Marx’in teorik pratiğinin Teorisi olurdu, yani tam anlamıyla bi
zi m eşgul eden bu so ru n u n -M arksist diyalektiğin özgüllüğünü
oluşturan n ed ir? - (pratik halde m evcut) çözüm ünün belirleyici
teorik biçim i olurdu. Bu pratik çözüm , bu diyalektik, içinde işle
diği Marx’in teorik pratiğinde m evcuttur. Marx’in teorik prati
ğinde, bilgi haline dönüştürdüğü “veri” üzerine bilimsel çalışma
sında kullandığı yöntem , tam da m arksist diyalektiktir; ve Marx
ile Hegel arasındaki ilişkiler so ru n u n u n çözüm ünü, Marx’m Ka
p ita lin Sonsözü’nde (2. baskı) Hegelci diyalektikle ilişkisini çö
züm e bağladığı, hesabını gördüğü konusunda bizi uyardığı, bi
ze bildirdiği bu ünlü “tersine çevirm e”nin gerçekliğini, pratik hal-
Louis Althusser
214
de, kendi içinde taşıyan tam da bu diyalektiktir, işte b u yüzden,
M arx’in ihtiyaç duym adığı, bizi yoksun bıraktığı b u “Diyalektik”
için, ona sahip olduğum uzu bilerek, nerede olduğunu bilerek,
bunca üzüntü duyabiliriz: M arx’in teorik eserlerinde, Kapital’de,
vs... - evet, burada kuşkusuz tem el önem dedir, pratik halde b u
luruz onu, teorik halde değil !8
Engels ve Lenin b u n u biliyordu .9 M arksist diyalektiğin “Ka-
pital”de var olduğunu, am a pratik halde var olduğunu biliyorlar
dı. Marx’m bize teorik halde “diyalektik” verm ediğini de biliyor
lardı. Dolayısıyla, Marx’m Hegel’le ilişkisinin çözüm e bağlandığı
n ı belirttiği ibareyi, b u çözüm ün bilinmesiyle, yani b u çözüm ün
teorisiyle karıştırm ıyorlardı; son derece genel sunum lar ya da ta
rihsel olarak tanım lanm ış teorik aciliyet taşıyan durum lar hariç,
b u n u karıştıram azlardı zaten. Marx’in “tersine çevirme” üzerine
“ifadeleri”, ideolojik alana kendim izi yerleştirm ek ve yönlendir
m ek için referans noktası işlevini görebilirdi: Bunlar, çözüm ün
varlığının ifade edilişini, pratik kabulünü temsil ediyorlardı;
am a asla b u n u n kesin olarak bilinmesi dem ek değildi. İşte bu n e
denle Marx’m ifadeleri bizi teoriye k ışk ırta b ilir ve kışkırtmalıdır:
Varlığını belirttikleri pratik çözüm ü m üm kün olduğunca kesin
olarak dile getirmek.
21) “T e o ri” k avram ıyla b e lirtilen b u g en ellik II, b e n im b u ra d a girişem eyeceğim , farklı tü r
d e d erin leştirilm iş b ir in celem eyi elb e tte h a k e tm e k ted ir. Yalnızca ş u n u söyleyebiliriz ki,
“te o ri” diye ad la n d ırd ığ ım şeyin b irliği, b irleşm iş b ir te o rik siste m in d ü ş ü n ü m se l biçim i
altın d ak i b ir b ilim d e e n d er o larak v ar o lur. E n a zın d an den ey sel bilim lerd e, katışıksız b i
çim de te o rik o larak v aro lan k a v ra m la rın yanısıra, te o rik k av ram ların b ü y ü k b ö lü m ü n ü n
yatırıldığı te k n iğ in alanım d a içerir. T am an lam ıy la ve özellikle te o rik b ö lü m , a n ca k çok
e n d er o larak çelişik o lm ayan b ir b iç im a ltın d a birleşir. Ç oğu zam an , te o rik olarak d ü ş ü
n ü m sel o lm ay an b ir birliğe sah ip , k a rm a şık ve çelişik b ir b ü tü n iç inde bir arada m evcut
bölgesel teo riler iç in d e yerel o larak b irleşm iş b ö lg e le rd e n ib arettir. H er b ilim in teorik
ü re tim ç alışm asın d a, h e r seferin d e özgül b ir k ip liğ e göre u y g u la n m a k ta olan şey, so n d e
rece k a rm a şık ve çelişik b u b irlik tir. Ö rn e ğ in “o lg u sal” “g ö rü n g ü le r’! o lu ş tu ra n deneysel
bilim lerd e, m ev cu t b ir g ü çlü ğ ü s o ru n b iç im in d e ortaya a ta n ve idealist b ir g eleneğin “h i
p o te z le r” o larak ad lan d ırd ığ ı şeyin g erçek gövdesi olan te o rik -tek n ik d ü z en e k le rin yerli
y erin e k o n m asıy la b u so ru n u “ç ö ze n ” b u d u r.
Marx için
------------------------------------------------------- V------------------------------------------------- 227
yor mu? İki çelişik tarafa bölünm üş bu Bir’in içinde, Lenin yal
nızca bir “m odel” değil, her çelişkinin “ana yatağı”nı, h er çeliş
kinin, en b üyük karm aşıklıktaki biçim lerine varana kadar ken
dini gösterdiği kökensel özü de betim lem iyor mu? Bu durum da,
karm aşık olan basitin gelişimi ve görüngüsü değil midir? Soru
önem lidir. Ç ünkü, Birlik’in çelişik iki tarafa bölündüğü bu “iki
karşıtlı basit süreç”, aynı zam anda, Hegelci çelişkinin doğrudan
doğruya ana ya ta ğ ıd ır.
Burada, kendi yorum um uzu bir kez daha sınayabiliriz ve sı-
namalıyız da.
Kuşkusuz, Mao “basit süreç”i yalnızca bellekten aktarır, hiç
örnek vermez. Ama onun tüm analizinde, çoğul ve eşitsiz çeliş
kiye sahip b ir yapının ikincil olarak değil, birinci olarak devre
ye girdiği karm aşık süreçlerle işimiz vardır yalnızca: Gerçekten
de hiçbir karm aşık süreç bize basit bir sürecin gelişimi olarak
verili değildir, dolayısıyla karm aşık olan asla basit olanın görün
güsü olarak verili değildir - tersine, kendisi de karm aşık olan bir
sürecin sonucu olarak verilidir. Dem ek ki, karm aşık süreçler her
zam an için verili karm aşıklıklardır, bunların kökensel basitlikle
re indirgenm esi asla düşünülm em iştir; ne bilfiil ne de ilkece.
Oysa, Marx’m 1857 tarihli Ekonomi Politiğin Eleştirisine K atkı’sı
na geri dönersek, burada aynı gerekliliğin olağanüstü bir kesin
likle ifade edildiğine tanık oluruz; o dönem de Siyasal Iktisat’m
kavram ları üzerinde düşünen Marx, “üretim ”in basit evrensel
kökenine, doğum una uzanm anın im kânsızlığını gösterir, çünkü
“üretim den söz ettiğimizde, söz konusu olan şey her zam an için
toplum sal gelişm enin belirli bir evresindeki üretim dir, toplum
halinde yaşayan bireylerin üretim idir,”’3yani yapılandırılm ış to p
lum sal bir b ü tü n içinde yaşayan bireylerin üretim idir. Marx her
4 1) Y adsım anın y ad sın m ası ü zerin e ço k m e ta fo rik b ir cüm le. Sö zünü edeceğim b ir di
ger c üm le de niceliğin niteliğe d ö n ü ş ü m ü üzerin e. Engels, b u iki m e tn i A nti-D ühring’uı
b irin ci k ısm ın d a (b ö lü m 12 ve 13) a k ta rır ve y o ru m lar. “Y adsım anın y a d sın m ası” üzeri
n e b ir söz d aha. Y ad sım an ın y a d sın m asın ı “d iy alek tiğ in yasaları” a ra sın d a n çıkardığı için
ve d ah a genel olarak, d o g m atizm in i d a h a iyi y erleştirm ek için H egel’d e n saptı diye Sta
lin ’i e leştirm ek b u g ü n re sm en k a b u l g ö rm e k te d ir. Aynı zam an d a da H egel'e b ir tü r gen
d ö n ü ş ü n k u rta rıcı o ld u ğ u da h araretle ileri sü rü lm e k te d ir. Bu açıklam alar belki gü n ü n
b irin d e b ir yazıtım k o n u su olabilir. B unu b e k le rk e n , “y a d sım an ın y a d s ın m a s ın ın M ark
sist diyalektiğin a la n ın d an a tılm asın ın y a ratıcısın d ak i gerçek b ir te o rik sağduyuya tanık
h k ettiğini k ab u l e tm ek bana d ah a kolay gelm ektedir.
Marx için
245
48) A .g e ., s. 65.
4 9 ) A .g.e., s. 51-52.
Louis Althusser
258
nu cu olmadığı ölçüde b u özel durum ların nedenini açıklayabi
lir. Ç ünkü, eşitsizlik tüm toplum sal oluşum ları tüm varlığıyla
içerir, aynı zam anda, bu toplum sal oluşum un farklı ekonom ik,
politik, ideolojik olgunluktaki diğer oluşum larla ilişkilerini de
içerir ve b u ilişkilerin olasılığının kavranm asını sağlar. Demek
ki, bir iç eşitsizliği (örneğin, uygarlıkların karşılaşması denen ol
guda) oluşturan şey, dış eşitsizliğin m üdahalesi değildir, tersine,
birincil olan ve dış eşitsizliğin rol oynamasını sağlayan şey iç
eşitsizliktir; ta ki b u dış eşitsizlik m evcut toplum sal oluşum lar
içinde etkide bulunana kadar. İç eşitsizlik görüngülerini dış eşit
sizliğe indirgeyen (örneğin, 1917’de Rusya’da m evcut “istisnai”
konjonktürü yalnızca dış eşitsizlik ilişkileriyle -uluslararası iliş
kiler, Rusya ile Batı arasında ekonom ik gelişme eşitsizliği, v s -
açıklayan) her yorum , m ekaniklige ya da çoğunlukla aldatm aca
ya düşer: Dışarı ile içerinin etkileşimi teorisi. Demek ki, dış eşit
sizliğin özünü kavram ak için, esas olarak, ilksel iç eşitsizliğe
uzanm ak gerekir.
M arksist teori ve pratiğin tüm tarihi bu noktayı doğrular.
M arksist teori ve pratik eşitsizliği yalnızca m evcut farklı toplum
sal oluşum lar arasındaki etkileşim in dışsal etkisinde değil, her
toplum sal oluşum un bagnnda görür. Ve, her toplumsal oluşu
m u n bağrında, Marksist teori ve pratik yalnızca basit dışsallık
biçim inde eşitsizliğe rastlamakla kalm az (altyapı ile üstyapı ara
sında k a rşılık lı eylem ); toplum sal tüm lüğün her kertesinin, her
çelişkinin organik olarak içindeki bir biçim olarak da eşitsizliğe
rastlar. Kertelerin hiyerarşisini kesin olarak yerli yerine yerleşti
ren, herbirinin kendi özünü ve rolünü belirleyen ve ilişkilerinin
tekanlamlı anlam ını belirleyen, gerçek Marksist gelenek değil,
“ekonom izm ”dir (m ekaniklik); sürecin gerekliliğinin “durum lara
göre” rollerin değiş tokuşundan oluştuğunu tasavvur edem eye
Marx İçin
259
rek, rolleri ve failleri sonsuza dek belirleyen “ekonom izm ”dir.
Son-kertede-belirleyici-çelişki’yi başat-çelişki rolüyle önceden ve
sonsuza dek özdeşleştiren şey; herhangi bir “yan”ı (üretici güç
ler, ekonom i, pratik...) tem el rolle ve başka bir “yan”ı da (üretim
ilişkileri, politika, ideoloji, teori...) tali rolle özdeşleştiren şey,
ekonom izm dir. Oysa ki, gerçek tarihte, ekonom inin son kerte
deki belirleyiciliği, ekonom i, politika ve teori, vs. arasındaki bi
rincil roldeki perm ütasyonlarda tam olarak uygulanır... Engels
b u n u gayet iyi görm üş ve sosyalizmin gelişini yalnızca ekonom i
n in etkisinden bekleyen 2. Enternasyonal oportünistlerine karşı
m ücadelesinde belirtm iştir. Lenin’in tüm politik eseri, bu ilke
nin derinliğine tanıklık eder: E konom inin son kertede belirleyi
ciliği, sürecin aşamalarına bağlı olarak, tesadüfi olarak değil, dış
sal ya da zorunsuz nedenlerle değil, esas olarak, içsel ve zorun
lu nedenlerle, perm ütasyonlar, yer değiştirm eler ve yoğunlaşm a
lar sayesinde işler.
Demek ki eşitsizlik toplum sal oluşum un içindedir, çünkü
karm aşık b ü tü n ü n başat çelişkili yapılanm ası, bu yapısal sabit,
b u yapıyı oluşturan çelişkilerin som ut değişimlerinin, dolayısıyla
yer değiştirm elerinin, yoğunlaşm alarının ve dönüşüm lerinin, vs.
koşuludur... ve tersine, bu değişim de bu sabitin varlık koşuludur.
Eşitsiz gelişme (yani, karm aşık b ü tü n ü n gelişim sürecinde göz
lem lenebilecek bu aynı yer değiştirm e ve yoğunlaşm a görüngü
leri) dem ek ki, çelişkinin dışında değildir, onun en içkin özünü
oluşturur. Çelişkilerin “gelişimi” içinde, yani sürecin kendi için
de m evcut bulunan eşitsizlik, dem ek ki, çelişkinin özünde var
dır. Eşitsizlik kavramı, niceliksel karakterde dışsal bir karşılaştır
mayla birlikte değilse eğer, Marksist çelişkinin “eşitsiz olarak be-
lirlendiği’’ni seve seve söyleyebilirim; belirttiği iç özün şu eşitsiz
lik altında tanınm ası koşuluyla: Üstbelirlenim.
Louis Althusser
260
İncelem em iz gereken son bir nokta var: Bir sürecin gelişimi
içinde çelişkinin devindirici rolü. Çelişkinin kavranması, bu de-
vindirici gücün kavranm asını sağlamıyorsa anlamsız olur.
Hegel hakkında söylenmiş olanlar, Hegelci diyalektiğin h an
gi anlam da devindirici güç olduğunu ve hangi anlam da kavra
m ın “kendi kendine geliştiğini” kavramayı sağlar. Gece kadar
güzel bir m etin olan Tinin Görüngübilimi, varlıklarda ve eserler
de “olu m su zu n ça lışm a sın ı; ölüm de bile Tin’in varlığını sü rd ü r
mesini; b u sonsuzun, Varlık halini almış hiçliğin, Tin’in m uzaf
fer cismini doğurm ak için Varlık’ın cismini parçalayan olum suz
luğun evrensel endişesini yücelttiğinde; her felsefeci sanki Esrar
karşısındaym ış gibi ru h u n u n derinliklerinde ürperir. Yine de,
olu m su zlu k , diyalektiğin devindirici ilkesini, yadsım anın
yadsınm asını ancak basitliğin ve kökenin Hegelci teorik önvar-
sayım larınm kesin yansısı olarak içerebilir. Diyalektik, başlan
gıçtaki b irliğin yabancılaşm asının y en id en oluşturulm ası
olgusunun soyutlaması olan yadsım anın yadsınm asının soyutla
ması olarak olum suzluktur. Bu nedenle, Hegelci her başlangıçta
işlemekte olan şey Son’dur; bu nedenle, köken kendi kendine
büyüm ekten ve kendi amacını kendi içinde, kendi yabancılaş
m asında üretm ekten başka bir şey yapm az. Hegelci kavram
olan, “kendinden başka olan varlığın içinde kendi kendine varlığı
nı sürdüren ” şey,.olum suzluğun varlığıdır. Demek ki, çelişki He-
gel’de, olum suzluk olarak, yani “kendinden başka varlıkta da
kendi içinde olan varlık”m katışıksız yansısı olarak, yani yaban
cılaşma ilkesinin katışıksız yansısı olarak devindirici güçtür:
Idea’nm basitliği.
Marx’ta durum böyle değildir. Tek ilişkimiz başatlık içeren
karmaşık yapının süreçleriyle ise, olum suzluk kavramı (ve yan
sıttığı kavramlar: Yadsımanın yadsınması, yabancılaşma, vs...)
Marx İçin
261
b u süreçlerin gelişimlerinin bilimsel kavranışına hizm et edemez.
Zorunluluğun gelişme türü, sonun kendi başlangıcı üzerine yan
sıması şeklindeki ideolojik zorunluluğa indirgenem iyorsa, geliş
m enin devindirici ilkesi de kendi yabancılaşm ası içindeki
idea’nm gelişimine indirgenem ez. O lum suzluk ve yabancılaşm a,
dem ek ki ideolojik kavram lardır, M arksizm açısından y a ln ızc a
kendi ideolojik içeriklerini anlatabilirler. Hegelci tarzdaki zo ru n
luluğun ve gelişmenin Hegelci özünün inkâr edilm iş olması, öz
nelliğin, “çoğulculuğun” ya da zorunsuzluğun teorik boşluğun
da olduğum u* anlam ına asla gelmez. Tam tersine, ancak Hegel
ci önvarsayım lardan kurtulm am ız koşuluyla bu boşluktan ger
çekten kurtulduğum uza em in olabiliriz. Gerçekten de, süreç
karm aşık olduğundan ve başatlık içeren bir yapıya sahip oldu
ğundan, oluşum u ve bu oluşum un tüm tipik yanlarını gerçekten
açıklam ak m üm kündür.
Burada bir örnek vereceğim. Şu tem el M arksist önerm enin
geçerliliğini teorik olarak nasıl destekleyebiliriz? “S ın ıf m üca d e
lesi tarihin devindirici gücüdür”-, yani, son kertede belirleyici ola
nın politika değil ekonom i olduğunu doğru olarak bildiğimize
göre, “mevcut birliği parçalam a”ran ancak politik m ücadeleyle
m ü m k ü n olabileceğini teorik olarak nasıl destekleyebiliriz? Eko
nom i ile politika arasında m evcut gerçek farklılığı, başatlık içe
ren yapıya sahip sürecin gerçekliği dışında, teorik olarak nasıl
açıklayabiliriz? Sınıf m ücadelesi içinde, yani çok kesin olarak,
ekonom ik m ücadele ile politik m ücadele arasında m evcut ger
çek farklılığı, Marksizmi oportünizm in kendiliğinden ya da ör
gütlü tüm biçim lerinden ayırt eden farklılığı teorik olarak nasıl
açıklayabiliriz? Politik m ücadele, ayrı olsa bile, hatta ayrı olduğu
için, karm aşık bütünün (ekonom i, politika ve ideoloji) içinde
y a n s ıd ığ ı gerçek yoğunlaşma, stratejik dügüm sel nokta değil,
Louis Althusser
262
basit görüngü olduğundan, politik m ücadelenin ayrı ve özgül
düzeyinden geçme gerekliliğini nasıl açıklarız? Sonuç olarak,
eğer çelişkinin yapısı, politik pratiği kendi som ut gerçekliği için
de m ü m k ü n kılıyorsa, Tarih’in zorunluluğunun, belirleyici bir
şekilde, politik pratik’ten geçtiğini nasıl açıklarız? Bu zorunlulu
ğu kavramamızı sağlamış olan Marx’ın ieorisi’nin de üretilmiş ol
duğunu nasıl açıklarız?
Çelişkinin devindirici güç olduğunu söylemek, dem ek ki,
Marksist teoriye göre, çelişkinin, gerçek bir mücadele, karmaşık
bütünün yapısının belirgin yerlerinde yerleşm iş gerçek çatışmalar
içerdiğini söylemektir; dolayısıyla bu, çatışma yerinin başatlık
içeren yapı içindeki çelişkilerin güncel ilişkisine göre değişebilir
olduğunu söylemektir; bu, stratejik bir yerde m ücadelenin yo
ğunlaşm asının, belirleyici olan çelişkinin bu çelişkiler arasında
yer değiştirmesinin zorunluluğunu; b u y e r değiştirme ve yoğunlaş
m a şeklindeki organik görüngülerin “karşıtların birliği”nin varlı
ğı olduğunu, b ü tü n ü n baştan sona yeniden yapılanm asının dev
rimci uğrağını onaylayan niteliksel sıçrayışın ya da dönüşümün
global olarak görünür biçimini üretm eye kadar vardığını söyle
m ektir. Buradan yola çıkarak, bir sürecin ayn uğrakları arasında
politik pratik için temel önem deki ayrımı anlam ak m üm kündür:
“uzlaşm az olm ayan”, “uzlaşm az” ve “patlam a.” Çelişki, der Lenin,
her zam an işlem ektedir, hangi uğrakta olursa olsun. Dolayısıyla
bu üç uğrak, üç varlık biçimidir. Ben birincisini, çelişkinin üst-
belirlenim inin yer değiştirmenin başat biçimi içinde m evcut olduğu
uğrak olarak niteleyebilirim (tarihte ya da teoride “niteliksel değiş
me” diye yüceltilen ifadede özdeşleştirilmiş olan şeyin “düzdeğiş-
mece” biçimi); İkincisini, yoğunlaşm anın başat biçimi içinde üst-
belirlenim in var olduğu uğrak olarak (toplum örneğinde keskin
sınıf çatışmaları, bilim de teorik kriz, vs.); ve sonuncusunu da,
Marx için
263
b ü tü n ü n parçalanm asına ve yeniden bütünleşm esine yol açan is
tikrarsız global yoğunlaşm a uğrağı olarak devrimci patlam a (top
lum da, teoride, vs.), yani niteliksel olarak yeni bir tem el üzerin
de global anlam da yeniden yapılanm a olarak niteleyebilirim.
Tam anlamıyla “birikim sel” biçim, b u “birikim ”in tam am en nite
liksel olabileceği ölçüde (toplam a istisnai olarak diyalektiktir),
dem ek ki, tali bir biçim olarak kendini gösterir; ki Marx b u n u bi
ze, Kapital’d e k i bir tek bölüm de (Kitap I, Bölüm 12) -A ntidüh-
ring ’de Engels’in ü n lü bir yorum unun konusu o lm u ştu r- m eta-
forik olmayan, ama “istisnai” (kendi koşulları içinde tem ellenen
bir istisna), katışıksız bir örnek dışında asla vermemiştir.
Son olarak, elbette çok eksik ve pek didaktik olan b u anali
zin anlam ını özetleyebilirsem, M arksizmin teorik ve politik p ra
tiğinde işlemekte olan Marksist diyalektiğin özgül farklılığını te
orik olarak dile getirmeye ancak girişmiş olduğum u; b u n u n or
taya attığımız so ru n u n -H egelci diyalektiği M arx’in “tersine çe-
virm esi”nin doğası so ru n u n u n - konusu olduğunu hatırlatm am a
izin verilmelidir. Eğer b u analiz, başta tarif edilen teorik araştır
m anın temel gereklerine fazla sadakatsiz değilse, bu durum da,
teorik çözüm ü bize teorik kesinlikler, yani bilgiler sağlayabilir.
D urum buysa, şem atik olarak aşağıdaki biçim de ifade edece
ğim teorik bir sonucu elde etmiş oluruz:
M arksist çelişkinin özgül farklılığı, “eşitsizliği "dir y a da varlık
koşulunu -yani: varlığı olduğu, her-zam an-önceden-verili karm a
şık bütünün özgül (başatlık içeren) eşitsizliğe sahip y a p ıy ı- onda
yansıtan “üstbelirlenim i”dir. Bu şekilde kavranılan çelişki, her geliş
menin devindirici gücüdür. Üstbelirlenim içinde oluşmuş y e r değiştir
m e ve yoğunlaşma, hâkimiyetleri sayesinde, karm aşık sürecin, yani
“şeylerin oluş”unun varlığını oluşturan (uzlaşm az-olm ayan, uzlaş
m a z ve patlayıcı) aşam aları açıklar.
Louis Althusser
264
Diyalektik, Lenin’in dediği gibi, şeylerin özü içinde, çelişki
nin kavranışıysa; şeylerin gelişim, gelişmeme, ortaya çıkış, d ö n ü
şüm ve yok olma ilkesiyse, o zaman, Marksist çelişkinin özgül
lüğünün b u tanım ı içinde, M arksist diyalektiğin kendisine erişmiş
olmalıyız.50
Her teorik ifade gibi, b u tanım da ancak düşünm eye im kân
tanıdığı som ut içeriklerle var olabilir.
Her teorik ifade gibi, bu tanım da öncelikle bu som ut içerik
leri düşünm eyi sağlamalıdır.
Bu, sözcüğün genel anlamıyla Teori olma iddiasında değildir;
kaynaklandığı ve kaynaklanm adığı som ut içeriklerin b ü tününü
düşünm eyi sağlasa bile bu iddiada değildir...
Biz bu diyalektik tanım ını iki som ut içerik hakkında dile ge
tirdik: M arksizmin teorik pratiği ve politik pratiği.
Genel kapsam ını doğrulam ak için, diyalektiğin bu tanım ının
dile getirildiği alanı aştığını ve teorik olarak ılımlı bir tümelliği
ileri sürebileceğini kanıtlam ak için, onu başka som ut içeriklerin,
başka pratiklerin sınavına tâbi tutm ak gerekir: Örneğin, doğa bi
lim lerinin teorik pratiğinin sınavına, bilim lerdeki (epistemoloji,
bilim tarihi, ideolojiler, felsefe, vs...) henüz sorunsallı olan te
Marksizm ve Hümanizm
II
7) Pek rağb ette o la n “şeyleşm e” teorisi, g en çlik m e tin le rin d e k i ve özellikle 1844 E ly az-
m a la rı’n d ak i y abancılaşm a te o risin in K a p ita ld ek i “fetişizm ” teo risin e y ansım asına daya
nır. 1 8 4 4 E ly a z m a la n ’n d a in sa n ın ö z ü n ü n n esn eleştirilm esi, in san ın ö z ü n ü n in san ta ra
fın d an kaçınılm az sah ip len ilm esi o larak ileri s ü rü lü r. T ü m n esn eleştirm e süreci b o y u n
ca, in san an cak b ir n e sn e llik b iç im in d e v ard ır; b u n esn elliğ in için d e, in san k e n d i özüne,
insan-olm ay an , y ab an cı b ir öz g ö rü n ü m ü altın d a rastlar. Bu “n e sn e le ştirm e 'y e , i n s a n h k -
â ış ı dense de “şey leşm e” d en m ez. İn san lık d ışılık , “şey”in y e tk in m odeliyle tem sil e d il
m ez: Ama k âh hay v an sılık m odeliyle (h atta hay v an sılık -ö n cesi m odelle: D oğayla hay
v a nların basit ilişkisine a rtık sah ip o lm ayan b u in san ), k â h h e r şeye k a d irlik ve b ü y ü le n
m e, aşkm lık m odeliyle (T anrı, devlet) ve parayla - k i o, “şey”d i r - tem sil edilir. K apital’de,
b ir şey b iç im in d e (şu m etal p arçası) tem sil e d ilen tek to p lu m sa l ilişki, p ara' dır. A m a. şey
o larak p ara kavrayışı (yani p a ra d a, d eğ erin k u lla n ım d eğeriyle karışm ası), b u “şey”in g e r
çekliğine d e n k d ü şm ez: Parayla d o ğ ru d a n ilişkide o la n in san , b asit b ir “ş e y ’in kabalığı
na çarpm az; şeyler ve in san lar ü z erin d ek i bir güce (ya d a b u g ü c ü n yokluğuna) çarpar, in
san ilişkilerinde, h e r y erd e “şeyler” gö ren b ir şeyleştirm e id eolojisi, para-şey ideolojisi
m odeline göre d ü ş ü n ü lm ü ş tü m to p lu m sal ilişkileri “şey ” kategorisi altın d a (b u , M arx’a
en yabancı k a teg o rid ir) m u ğ lak laştırır
Marx İçin
281
ti-hüm anizm i, onu kendi varlık koşullarıyla ilişkiye sokarak,
ideoloji olarak hüm anizm e ihtiyacı, koşullu b ir ihtiyacı kabul et
m ektedir. Bu ihtiyacın kabulü yalnızca spekülatif değildir. Ç ün
kü, Marksizm, hangisi olursa olsun -d in , ahlak, sanat, felsefe,
h u k u k - m evcut ideolojik biçimlerle ilgili ve en başta da h ü m a
nizm le ilgili bir politikayı ancak onun üzerine kurabilir. H üm a
nist ideolojinin (m uhtem el) bir Marksist politikası, yani, h üm a
nizm karşısında politik bir tavır; etik-politik alandaki ideolojinin
güncel biçim lerinin hüm anist anlam da reddi, eleştirisi, kullanı
m ı, desteklenmesi, geliştirilmesi ya da yenilenm esi olan bir po
litika; böyle bir politika, öncülü teorik anti-hümanizm olan
M arksist felsefe üzerinde tem ellenm ek gibi m utlak bir koşul
üzerinde m ü m k ü n d ü r ancak.
IV
İşte, sosyalist hüm anizm tem asına geri dönm e ve bilim sel bir
terim le (sosyalizm) ideolojik bir terim (hüm anizm ) arasında
gözlediğimiz teorik aykırılığı açıklama noktasına geldik.
Ş a hıs hüm anizm inin verili biçim leri olan burjuva ya da H ı
ristiyan biçimleriyle ilişkileri içinde, sosyalist şahıs hüm anizm i
kendini, tam da b u buluşm aya im kân tanıyan sözcük oyunu için
de ideoloji olarak sunar. Bir kinizm ile bir naifligin buluşm ası
nın söz konusu olabileceği düşüncesi bana uzaktır. Sözcük oyu
nu, her zam an, söz konusu durum da, tarihsel bir gerçekliğin ve
aynı zam anda yaşanan bir çiftanlamlılığın işareti ve b u n u aşma
dileğinin ifadesidir. Marksistler, dünyanın geri kalanıyla ilişkile
rinde, sosyalist bir şahıs hüm anizm ine vurgu yaptıklarında, yal
nızca onları olası m üttefiklerinden ayıran mesafeyi kapatm a is
tencini gösterirler ve eski sözcükleri yeni bir içerikle doldurm a
çabasını gelecekteki tarihe bırakarak yalnızca hareket üzerinde
Louis Althusser
288
öngörüde bulunurlar.
Ö nem taşıyan şey, bu içeriktir. Ç ünkü, bir kez daha belirte
lim, M arksist hüm anizm in tezleri, başlangıçta, b aşka la rın ın hiz
m etindeki tem alar değildir. Bu tezleri geliştiren Marksistler,
b u n lan kaçınılm az olarak öncelikle kendileri için geliştirirler,
sonra başkaları için. Oysa, geliştirilen bu tezlerin neye dayandık
larını biliyoruz: Sovyetler Birligi’nde m evcut yeni koşullara, p ro
letarya diktatörlüğünün sonuna ve kom ünizm e geçişe.
Her şey de bu noktada olup bitm ektedir. İşte, ben de sorunu
şöyle ortaya koyuyorum . Sovyetler Birligi’nde (sosyalist) şahıs
hüm anizm inin tem alarının belirgin biçim de geliştirilmesi neye
denk düşm ektedir? Alm an İdeolojisi’nde, insan ve hüm anizm fik
rinden söz eden Marx, insan doğası ya da insanın özü fikrinin,
çifte bir değer yargısını, özellikle de insan-insandışı çiftini k ap
sadığını belirtir; ve şöyle yazar: “... ‘insandışı’ da ‘insan’ kadar
güncel koşulların ü rünüdür ; bunun olum suz y a n ıd ır...” lnsan-in-
sandışı çifti, tüm hüm anizm in gizli ilkesidir, bu çelişkiyi yaşa-
m anm -desteklem enin-çözm enin biçim idir. Burjuva hüm anizm i
insanı tüm teorinin ilkesi haline getiriyordu. İnsanın bu aydın
lık özü, karanlıktaki bir insandışım n görünürlüğüydü. G örü
nüşte m utlak bir öz olan insan özünün içeriği, bu gölge parçası
içinde insan özü n ü n isyankâr doğuşunu belirtiyordu. Özgürlük-
akıl dem ek olan insan, kapitalist toplum un bencil Ve parçalan
mış insanını gösteriyordu. Bu, insan-insandışı çiftinin iki biçi
m inde, on sekizinci yüzyıl burjuvası “liberal-rasyonel” biçimde
yaşarken, sol radikal Alman entelektüelleri “toplulukçu” ya da
“kom ünist” biçim de yaşıyordu; her biri kendi varlık koşullarıy
la ilişkilerini, bir red olarak, bir talep ve bir program olarak ya
şıyordu.
Güncel sosyalist hüm anizm anm durum u nedir? O da, reddir
Marx için
289
ve ifşadır: Irksal, politik, dini ya da başka türlü, tüm insani ay
rım cılıkların reddi. H er türlü ekonom ik sö m ü rü n ü n ve politik
köleliğin reddi. Savaşın reddi. Bu red, yalnızca gururlu bir zafer
ilanı değildir; dışarıya, Em peryalizm ’e, em peryalizm in söm ürü
süne, sefaletine, köleliğine, ayrımcılıklarına ve savaşlarına m aruz
kalan tüm insanlara hitap eden bir çağrı ve bir örnek değildir:
Aynı zam anda ve öncelikle içeriye dönüktür: Sovyetler Birliği’nin
kendisine. Sosyalist şahıs hüm anizm inde Sovyetler Birliği, k en
di hesabına, proletarya diktatörlüğü dönem inin aşıldığını kay
deder, aynı zam anda proletarya diktatörlüğünün “suiistim al-
ler”ini, “kişiye tapm a” dönem inde aldığı sapkın ve “canice” bi
çimleri de red ve m ahkûm eder. Sosyalist hüm anizm , içerdeki
kullanım ında, proletarya diktatörlüğünün ve SSCB’de b ü rü n d ü
ğü “suiistim al edici” biçim lerin aşılm asının tarihsel gerçekliğini
içerir. “İkili” bir gerçeklik içerir: Yalnızca, üretici güçlerin gelişi
m inin ve sosyalist üretim ilişkilerinin rasyonel zorunluluğuyla
aşılmış bir gerçeklik değil; dahası, aşılm ası gereken bir gerçek
lik, ‘"aklın rasyonel o lm ayan varlığı”n m b u yeni biçim i, SSCB’nin
geçm işinin kendi içinde taşıdığı bu tarihsel “a k ıld ış ı” ve “insan-
dışı” yan: Terör, baskı ve dogm atizm - tam olarak, etkileri ya da
zararları içinde, hen ü z aşılması tam am lanm am ış olan şey.
Ama, bu dilekle karanlıktan ışığa, insandışından insana geçi
yoruz. Sovyetler Birligi’n in giriştiği kom ünizm , ekonom ik sö
m ü rü n ü n olmadığı, şiddetin olmadığı, ayrım cılığın olmadığı bir
d ünyadır - Sovyet yurttaşları karşısında, ilerlem enin, bilim in,
kültü rü n , ekm eğin ve özgürlüğün, özgür gelişimin sonsuz uza
m ının açıldığı bir dünya - karanlığın da dram ın da olamayacağı
bir dünya. Bu durum da, insan’a niçin özellikle vurgu yapılm ak
tadır? Sovyet insanları insan fikrine, yani kendi tarihlerini yaşam a
ları için onlara y a rd ım eden, kendilerine dair bir fikre niçin ihti
Louis Althusser
290
yaç duyarlar? Bir yandan, önem li bir tarihsel dönüşüm hazırla
m a ve gerçekleştirm e zorunluluğunu (kom ünizm e geçiş, prole
tarya d iktatörlüğünün sonu, b u geçişe denk düşen politik, eko
nom ik, kültürel örgütlenm enin yeni biçimlerinin yaratılmasını
gerektiren devlet aygıtının silinip gitmesi); ve diğer yandan, bu
geçişin gerçekleşeceği tarihsel koşulları burada ilişkiye sokm a
m ak güçtür. Oysa, bu koşulların SSCB’nin geçmişinin ve güçlük
lerinin izini de taşıdığı açıktır -yalnızca “kişiye tapm a” d önem in
den kaynaklanan güçlüklerin değil, “tek ülkede sosyalizmin inşa
s ı n a özgü, dahası köken olarak ekonom ik ve kültürel açıdan
“geri” bir ülkede “sosyalizm in inşası”na özgü daha geride kalmış
güçlüklerin de izini taşır. Bu “koşul’la r arasında, en başta, bu
geçmişten miras kalan “teorik” koşulları anm ak gerekir.
Bu ideolojiye başvuruyu açıklayabilecek olan şey, tarihsel gö
revlerle bu görevlerin koşullan arasında bulunan bu eksikliktir.
Aslında, sosyalist hüm anizm temaları, gerçek soru n lan n varlığı
nı belirtir: Stalin dönem inin karanlıkta bıraktığı, ama sosyalizm
le birlikte ürettiği tarihsel, ekonom ik, politik ve ideolojik sorun
lar: Sosyalizmin üretici güçlerinin eriştiği gelişim düzeyine denk
düşen ekonom ik, politik ve kültürel örgütlenme biçim lerinin so
runları; devletin, zo rla y ıc ılık la , kim senin yazgısını yönetm e ya
da denetlem e görevini artık üstlenm ediği, her insanın b undan
böyle kendinden yola çıkarak kendi olm a tercihine, yani bu güç
göreve nesnel olarak sahip çıktığı tarihin yeni bir evresinde, birey
sel gelişmenin yeni biçim lerinden kaynaklanan sorunlar. Sosyalist
hüm anizm in temaları (bireyin özgür gelişimi, sosyalist yasallıga
saygı, kişi haysiyeti, vs.), Sovyet yurttaşlarının ve diğer sosyalist
lerin bu sorunlarla, yani bu sorunların ortaya atıldığı koşullarla
ilişkilerini yaşayış tarzıdır. Gelişmelerinin zorunluluklanna uy
gun olarak, Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi sosyalist dem okra
Marx İçin
291
silerin çoğunda da, politika ve ahlak sorunlarının ön plana geç
tiğini ve Batılı partilerin de bu sorunlarla uğraştıklarım sapta
m ak çarpıcıdır. Oysa, b u sorunların, sık sık olm asa da, kim i za
m an, Marx’ın gençlik dönem ine ait kavram lara, insan felsefesine
başvurarak -yabancılaşm a, parçalanm a, fetişizm, bütüncül in
san gibi k avram lar- teorik olarak ele alındığını görm ek de çarpı
cıdır. Yine de, kendi başlarına ele alındıklarında, bu sorunlar,
özlerinde, bir “insan felsefesi”ni gerektirm enin ötesinde, prole
tarya diktatörlüğünün aşılması ya da silinip gitmesi evresindeki
sosyalist ülkelerin ekonom ik yaşam ının, politik yaşam ının ve
(bireysel gelişm enin yeni biçimleri de dahil) ideolojik yaşamının
yeni örgütlenme biçim lerinin de aydınlığa kavuşturulm asını ge
rektiren sorunlardır. Bu durum da, b u sorunlar, Marksist teori
nin ekonom ik, politik ve ideolojik terim leriyle açıkça, net ve ke
sin bir şekilde ortaya konm alıyken, nasıl olur da bazı ideologlar
tarafından b ir insan felsefesinin kavram larına bağlı olarak ortaya
atılabilmiştir? Niçin bunca Marksist filozof, b u som ut tarihsel
sorunları sözüm ona düşünm ek ve “çözüm lem ek” için Mark-
sizm-öncesi yabancılaşm a kavram ına başvurm a ihtiyacını hisset
miş gibidirler?
Bu ideolojik başvuru teşebbüsü, kendi tarzında, gayet iyi te
mellenm iş başka biçimlerin korum ası altına sıgmamayacak bir
zorunluluğun işareti olmasaydı tesbit edilem ezdi. Kom ünistle
rin, sosyalizmin ekonom ik, toplum sal, politik ve kültürel gerçek
liğini genel olarak em peryalizm in “insandışı”lıgma karşı çıkar
m akta haklı olduklarına; bu karşıtlığın, sosyalizm ile em perya
lizm in karşı karşıya gelmesinin ve m ücadelesinin parçası oldu
ğuna hiç kuşku yoktur. Ama, ne yapılırsa yapılsın, ideolojik bi-
linçdışınm çağrışımlarıyla dolu olan ve küçük burjuva esinli te
malarla çok rahatlıkla kesişen (Lenin’in güzel bir geleceği olaca
Louis Althusser
292
ğım tahm in ettiği küçük burjuvazinin ve ideolojisinin henüz ta
rih tarafından göm ülmediği bilinm ektedir) hüm anizm gibi ide
olojik bir kavramı, sanki teorik bir kavrammışçasına, a y r ım s ız
ve çekincesiz kullanm ak da tehlikeli olabilir.
Bu noktada, daha derin ve dile getirilmesi kuşkusuz güç bir
nedene tem as etmekteyiz, ideolojiye bu başvuru, belirli sınırlar
içerisinde, gerçekten de, teoriye başvurunun bir ikâm esi olarak
düşünülebilir. Burada, M arksizme geçm işinden m iras kalmış
günçel teorik koşullarla karşılaşırız; yalnızca Stalin dönem inin
dogm atizm inden değil, çok uzaktan gelen, Lenin’in yaşamı b o
yunca m ücadele ettiği, ama tarih tarafından sonsuza dek topra
ğa göm ülm em iş olan, II. E nternasyonalin felaketimsi oportünist
yorum larının da mirasıyla karşılaşırız. Bu koşullar, M arksist te
ori için, yeni sorunların gerektirdiği kavramları sağlam ada zo
ru n lu olan gelişmeyi köstekledi: G ünüm üzde bu sorunları ide
olojik değil, bilimsel terim lerle ortaya atmayı sağlayan; şeyleri,
çoğu zam an olduğu gibi ideolojik kavram larla (yabancılaşma) ya
da belirgin statüsü olm ayan kavram larla belirtm ek yerine, adla
rıyla, yani uygun düşen M arksist kavram larla adlandırm ayı sağ
layan kavram lar bulunam adı.
Örneğin, SSCB tarihinin ve işçi hareketinin önem li b ir tarih
sel görüngüsünü belirtm ekte kom ünistlerin kullandıkları kavra
mı saptam ak ü zü n tü verir: “Kişiye tapm a” kavramı; yani, eğer te
orik bir kavram olarak kabul edersek, Marksist teori içinde “b u
lunm ayan”, sınıflandınlam ayan bir kavram. Bu kavram , bir dav
ranış tarzını tarif etm ekte ve m ahkûm etm ekte kullanılabilir ve
b u niteliğiyle ikili anlam da pratik bir değer taşıyabilir, ama, b e
nim bildiğim kadanyla, Marx, politik bir davranış tarzının tarih
sel bir kategoriyle, yani tarihsel materyalizm in teorisinin bir kav
ra m ıyla doğrudan doğruya özdeşleştirilebileceğini asla d ü şü n
Marx İçin
293
mem iştir: Ç ünkü, bir gerçekliği ifade etse de, o n u n kavramı de
ğildir. Bununla birlikte, “kişiye tapm a” hakkında söylenm iş olan
her şey, tam olarak ü s ty a p ın ın alanını, dolayısıyla devletin ve
ideolojilerin örgütlenm e alanını ilgilendirir; dahası, kabaca, y a l
n ızca bu alanı ilgilendirir, bu alanın M arksist teoride “nisbi
özerklik” taşıdığım bilm ekteyiz (bu ise, teoride, ü s ty a p ıy ı etki
leyen bu yanılgılar dönem i boyunca, sosyalist a lty a p ın ın esas
olarak zarar görm eden gelişebilmiş olduğunu çok basit biçim de
açıklar). Aslında, bir insanın “psik o lo jisin e indirgenen ve dav
ranış tarzı olarak tarif edilmiş, yani yalnızca ta rif edilmiş, d üşü
nülm em iş bu görüngüyü düşünm ek ve yerli yerine koym ak için
niçin bilinen, kabul görm üş ve m evcut M arksist kavram lara baş-
vurulm am aktadır? Bir insanın “psikolojisi” bu tarihsel rolü üstle-
nebilm işse, “psikolojinin” tarihsel bir olgunun saygınlığına ve
boyutuna açıkça yükselişinin tarihsel olabilirlik koşulları soru
n u n u niçin M arksist terimlerle ortaya atmamalı? M arksizmin il
keleri içerisinde, bu sorunu teorinin terimleriyle ortaya atacak,
dolayısıyla aydınlatacak ve çözülm esine yardım edecek şey var
dır.
Yabancılaşma kavram ının ve “kişiye tapm a” kavram ının ikili
örneğini anm am tesadüf değildir. Ç ünkü sosyalist hüm anizm
kavram larının da (özellikle hak ve kişi sorunu) nesnesi, üstyapı
sorunlarından kaynaklı sorunlardır: Devlet örgütlenm esi, politik
yaşam, ahlak, ideolojiler, vs. İdeolojiye başvurunun aynı zam an
da en aceleci yol olduğunu, yetersiz bir teorinin yerine geçirildi
ğini düşünm ekten de kendim izi alamayız. Yetersiz; ama gizil ve
olası. İdeolojiye başvuru teşebbüsünün rolü budur: Bu yokluğu,
b u gecikmeyi, bu mesafeyi, açıkça kabul etm eden, Engels’in de
yişiyle, ihtiyaçtan ve sabırsızlıktan bir teorik argüm an oluştura
rak ve bir teoriye duyulan ihtiyacı teorinin kendisi yaparak dol
Louis Althusser
294
durm ak. Sosyalizmin görülm edik kazanmalarının altına sığınan
ve bizi tehdit etm e riski taşıyan felsefi hüm anizm , teorinin yok
luğunda, bazı M arksist ideologlara kendilerinde eksik olan teori
duygusunu vermeye yönelik bir tamamlayıcı olacaktır: Bu duygu,
M arx’m bize verdiği ve dünyadaki en değerli şey olan bilimsel
bilgi im kânının kendisi olduğunu iddia edemez.
İşte bu nedenle, eğer sosyalist hüm anizm gündem deyse, bu
ideolojinin iyi gerekçeleri, bilimsel teori ile ideolojiyi karıştırm a
ya bizi sürüklem eden, hiçbir durum da kötü gerekçelerine karşı
tem inat oluşturam az.
Marx’ın felsefi anti-hüm anizm i, hüm anizm de dahil, m evcut
ideolojilerin gerekliliğinin kavranm asını bize sağlayabilir. Ama
aynı zam anda, bunlara karşı benim senm esi gereken taktiğin
kavranm asını da sağlar (çünkü eleştirel ve devrimci bir teoridir
bu): Onları ya desteklem ek, ya dönüştürm ek ya da onlarla m ü
cadele etm ek. Ve M arksistler bilirler ki, bir stratejiye dayanm a
yan hiçbir taktik m üm kün değildir - bir teoriye dayanm ayan
hiçbir strateji de m ü m kün değildir.
Ekim 1963.
“Reel-Hümanizm”
Üzerine Tamamlayıcı Not
“R eel-hüm anizm ” üzerine bir iki laf.1
Özgül farklılık, reel sıfatında yatm aktadır. R eel-hüm anizm
sem antik olarak reel-olm ayan hüm anizm e, ideal(ist), soyut,
spekülatif, vs. hüm anizm e karşıtlığıyla tanım lanır. Bu referans
hüm anizm ine, yeni reel-hüm anizm tarafından hem referans
olarak başvurulm uş, hem de soyutlam ası, gerçeklik olm am ası
gibi nedenlerle de reddedilm iştir. Dolayısıyla, eski hüm anizm
yenisi tarafından soyut ve yanıltıcı olarak yargılanmıştır. O n u n
yanılsam ası, reel-olm ayan bir nesneyi hedeflem esi, reel nesne
olm ayan b ir nesneye içerik olarak sahip olmasıdır.
R eel-hüm anizm kendini, içeriği soyut, spekülatif bir nesne
değil, reel b ir nesne şeklindeki hüm anizm olarak sunar.
Yine de, bu tanım olum suz kalır: Belli bir içeriğin reddini
ifade etm eye yeterlidir, ama yeni içeriğinin canlı örneğini ver
mez. R eel-hüm anizm in hedeflediği içerik, hüm anizm in ya da
“reel”in, m evcut halleriyle kavram ının içinde değildir, b u kav
ram ların dışındadır. Reel sıfatı belirticidir: Bu yeni hüm anizm in
içeriğini bulm ak istiyorsak b u n u gerçekliğin içinde -to p lu m d a,
devlette, vs - aram ak gerektiğini belirtir. R eel-hüm anizm kav
ramı, dem ek ki, teorik referans olarak hüm anizm kavram ına
bağlanır, ama o n u n soyut nesnesini reddederek -v e kendine so
1) “R eel-h ü m an izm ” k av ram ı, O a r te gazetesin in 58. say ısın d a y ay ım lan an j . S e m p ru n ’u n
b ir m ak alesin d ek i arg ü m an ı d e ste k le m e k te d ir (bkz. N ouvelle C ritiq u e n o 164, M art
1965). Bu, M arx'in G en çlik E serleri’n d e n ö d ü n ç alınm a b ir kavram dır.
Louis Althusser
298
m ut, reel bir nesne v erere k - ona karşı çıkar. Reel sözcüğünün
ikili bir rolü vardır. Eski hüm anizm in içindeki idealizm i ve so
yutlam ayı ortaya çıkarır (gerçeklik kavram ının olum suz işlevi);
ve aynı zam anda, yeni hüm anizm in kendi içeriğini bulacağı
dışsal gerçekliği (eski hüm anizm in dışındaki) belirtir (gerçeklik
kavram ının olum lu işlevi). B ununla birlikte, “reel” sözcüğünün
bu olum lu işlevi, olum lu b ir bilgi işlevi değil, olum lu bir pratik
belirtme işlevidir.
G erçekten de, eski hüm anizm i reel-hüm anizm e d ö n ü ştü r
m esi gereken b u “gerçeklik” nedir? Bu, toplum dur. Feuerbach
üzerine tezlerin altmcısı, soyut olm ayan “insan" m, “toplumsal
ilişkilerin bütünü" o lduğunu söyler. Oysa, b u ifadeyi, yerinde bir
tanım olarak, kelim esi kelim esine ele alırsak, hiçbir şey söylemez.
Buna lafzi b ir açıklam a bulm aya çalışıldığında işin içinden çıkı
lamayacağı görülür; şu türden bir dolaylamaya başvurm ak ge
rekir: “insan ya da hüm anizm kavram ına uygun olarak denk
d üşen gerçekliğin değil, b u n u n kavram ları içinde dolaylı olarak
tartışm a kon u su edilen gerçekliğin ne olduğu öğrenilm ek isten
diğinde, b u , soyut b ir öz değil, toplum sal ilişkiler b ü tü n ü d ü r.”
Bu dolaylama, insan kavram ı ile tanım ı arasındaki uygunsuzluğu
anında ortaya çıkarır: Toplum sal ilişkilerin b ü tü n ü . Bu iki terim
arasında (insan / toplum sal ilişkilerin b ü tü n ü ) kuşkusuz bir iliş
ki vardır, am a bu ilişki tanım dan okunam az, bu bir tanım ilişki
si değildir, bu bir bilgi ilişkisi değildir.
Yine de bu uygunsuzluğun bir anlam ı vardır, bu ilişkinin bir
anlam ı vardır: Pratik anlam . Bu aşikâr uygunsuzluk yerine geti
rilecek bir eylemi, yapılacak bir yer değiştirmeyi belirtir. Soyut in
sanı değil, reel insanı arayarak im ada bulunulan gerçekliğe rast
lam ak ve b u lm ak için toplumdan geçmek ve toplum sal ilişkilerin
Marx İçin
299
b ü tü n ü n ü analiz etm eye koyulm ak gerektiği anlam ına gelir. Re-
el-hüm anizm sözünde, “reel” kavram ının p ratik b ir kavram ol
du ğ u n u , hangi hareketi, hangi yönde yapm ak gerektiğini ve so
yutlam ayı gökyüzünde değil, reel topraklar üzerinde bulm ak
için nereye kadar y e r değiştirmek gerektiğini “belirten” b ir işare
tin, belirtici b ir p an o n u n dengi olduğunu söyleyebilirim. “Reel,
bu rad an !” K ıla vu zu izleriz ve toplum a, toplum sal ilişkilere ve
b u ilişkilerin reel olasılık koşullarına varırız.
Ama, dehşet verici paradoks o zam an patlak verir: Bu y e r de
ğiştirm e b ir kez gerçekten yapıldığında, b u reel nesnenin bilim
sel analizine b ir kez girişildiğinde, som ut (reel) insanların bilgi
sinin, yani toplum sal ilişkilerin b ü tü n ü n ü n bilgisinin, (bu yer
değiştirm eden önceki teorik savda var olduğu anlamıyla) insan
kavram ının teorik hizm etlerinden tüm üyle vazgeçm ek koşuluyla
ancak m ü m k ü n o ld u ğunu keşfederiz. G erçekten de b u kavram
bilim sel açıdan bize kullanılm az gelir; soyut olduğu için değil,
bilim sel olm adığı için. T oplum un, toplum sal ilişkilerin b ü tü n ü
n ü n gerçekliğini d ü şü n m ek için, radikal b ir y e r değiştirme ger
çekleştirm em iz gerekir; yalnızca yerin (soyuttan som uta) değiş
tirilm esi değil, kavram sal bir yer değiştirm e (tem el kavram ları
değiştiririz!) gerçekleştirmeliyiz. M arx’ın, reel-hüm anizm in işa
ret ettiği gerçekliği d ü şündüğü kavram lar, insan ya da hü m a
nizm kavram larını, teorik kavram lar olarak tek b ir kez devreye
sokm azlar: T am am en yeni başka kavram lar, üretim tarzı, üreti
ci güçler, üretim ilişkileri, üstyapı, ideoloji gibi kavram lar dev
reye girer, işte paradoks: Değiştirm enin yerini bize belirten p ra
tik kavram , yer değiştirm enin içinde tüketilm iştir, araştırm a ye
rini bize belirten kavram , b u n d an böyle araştırm anın kendisin
de yoktur.
Louis Althusser
300
Ocak 1965.
Okurlara*
* Bu m e tin Louis A lthusser tarafın d an 10 E kim 1 9 6 7 ’de, M arx /çin in yabancı d illerde ya
pılan çok sayıda baskısına so n sö z olarak kullanılm ası am acıyla kalem e alınm ıştır. Kaynak:
A rchives A lthusser/IM E C (Fransızca e d itö rü n n o tu ).
1) K atolik b ir dergi o lan E spni'de y ayım lanm ış Bertolazzi ve Brecht ü zerine m akale hariç.
Louis Althusser
306
I
II
III
Ekim 1967.
Louis Althusser.
Biyografik Açıklama1
5) "H üm anizm a T artışm ası” ü zerin e 1967 yılında tasarlan m ış b ir k itap için A lthusser’in
kalem e aldığı u z u n b ir giriş m e tn i Écrits...., a.g .e., c. II, s. 4 3 3 -5 3 2 ’de b u lu n u r.
Louis Althusser
318
“Toplumsal Sözleşme Üzerine (U yum suzluklar)”ı, Cahiers pour
l’analyse, no 8, L ’impensé de Jean-Jacques Rousseau sayısında; ve
“Crém onini, Soyutun Ressamı”nı Démocratie nouvelle, no 8,
Ağustos 1966’da yayımlar.
1967 yılında, Althusser Sovyet dergisi Voprossi Filosofii için
“Marksist Felsefenin Tarihsel Görevi” üzerine uzun bir denem e
yazar. Yazı, dergi tarafından reddedilecek, ama 1968 yılında Ma
caristan’da yayımlanacaktır. FKP’nin XVIII. Kongresi’nde H enri
Fiszbin (Paris Federasyonu’n u n m üstakbel sekreteri) şu açıkla
mayı yapar: “Teorik bir anti-hüm anizm den ve başka sorunlar
dan yana argüm anlar geliştiren bazı yoldaşların kendilerini sor
gulamaları ve tavırlarının olum suz politik sonuçları hakkında
neler düşündüklerini bize söylemeleri gerektiği kanısındayız.
Düşm anlarım ız, partiye karşı m ücadelelerinde bu yoldaşların
yazılarını hatırlatıyorlar ve onlar da hiçbir şey dem iyor.” Régis
Debray’m Devrimde Devrim kitabı hakkında yazdığı bir m ektup
ta6 Althusser şöyle der: “Senin de bildiğin gibi, kim i zam an geri
çekilm ek ve her şeyin bağlı olduğu incelemelere girişm ek politik
olarak aciliyet taşır."
1967-1968 yılında Althusser ENS’de (Pierre Macherey, Eti
enne Balibar, François Regnault, Michel Pêcheux, Michel Fic
h ant ve Alain Badiou ile birlikte) “Bilim Adamları İçin Felsefe
Dersleri”ni düzenler; Mayıs olaylarıyla birlikte dersler kesintiye
uğrar, ilk dört dersi, gözden geçirilmiş olarak, 1974 yılında Fel
sefe ve Bilim A dam larının Kendiliğinden Felsefesi [Philosophie et
philosophie spontanée des savant] adı altında yayım lanır (“Teori”
dizisi). Althusser burada, “felsefenin bilimlerle ilişkisinin felsefe
nin özgül belirlenim ini o luşturduğunu” ileri sürer (hakikat üze
rine olan beşinci ders yayım lanm am ıştır). (“Felsefe, teori alanm-
6) Y ayım landığı yer: Régis D ebray, L a C ritiqu e des arm es, Le Seuil, Paris, 1974.
Marx İçin
-3 1 9
da, daha kesin ifade edersek: bilim ler nezdinde politikayı temsil
eder, - ve tersi, felsefe, politikada, sınıf m ücadelesine katılan sı
nıfların nezdinde bilimselliği temsil eder.”)
Mayıs 1968’de, depressif bir dönem nedeniyle yeniden hasta
neye yatırılan Althusser Q uartier Latin’de yoktur. Olaylar olup
bittikten sonra olayın boyutunu değerlendirm eye kalkıştığında,
“ideolojik kitle isyanı” olarak niteler. B unun ardından gelen
m ektuplaşm alara ve teorileştirm e çabalarına bugün erişebilm ek-
teyiz (özellikle “Michel Verret’nin Öğrenci M ayısı Makalesi H ak
kında”, La Pensée, no 145; ve Maria-Antonietta M acchiocchi’nin
Lettere dall’interno del PCI a Louis Althusser adlı kitabında (Feltri-
nelli, 1969) yayım lanan ama M aspero’n u n yaptığı Fransızca bas
kıda yer almayan m ektuplar). Nihayet ve özellikle, “İdeoloji ve
Devletin İdeolojik Aygıtları” makalesi (La Pensée, no 151, 1970).
Bu makale, 1969 yılında giriştiği Devlet, H ukuk, Üstyapı üzerine
tam am lanm am ış bir çalışm adan alınm adır.7 Burada özellikle şu
yorum okunabilir: “ideoloji, bireyleri özneler olarak çağırır, a d
landırır. Sonuç [...] özneler ‘y ürür’, ‘kötü özneler’ hariç, çoğu d u
rum da, ‘kendiliklerinden yürürler’...” Üniversiteye geri d ö n d ü
ğünde, La Cause du peuple Maocuları A lthusser’e revizyonizm in
destekçisi diye şiddetle saldırırlar. Diğer yandan FKP yönetim i
de Althusser’i M aocuların akıl hocası olarak görmeye devam et
m ektedir... Bununla birlikte, L’H um anité “Fikirler” sayfasında,
Flam m arion’u n cep dizisinde yeni baskısı yapılan Kapital'm b i
rinci kitabına yazdığı önsüzün önem li bölüm ünü yayımlar.
1970 yılında Althusser, Marta H arnecker’in, bir m ilyon sata
cak olan Principios elementales del materialismo historico adlı kita
bına (Siglo XXI, Mexico-Buenos Aires) bir önsöz kaleme alır
7) Bu taslağın tü m ü , 1 9 7 0 tarih li m ak a len in çeşitli değişkeleriyle b irlik te, Jac q u e s Bi-
d e t’n in çabaları so n u c u b u g ü n Yeniden Ü retim Ü zerin e [Sur la rep rod u ction 1 adı a ltın d a y a
yım a hazırlan m ıştır (PUF, “A ctuel M arx C o n fro n ta tio n ” dizisi, Paris, 1995).
Louis Althusser
320-----------------------------------------------------------------------------------------
(“Sınıf m ücadelesi, sınıfların varlığının (türemiş) bir etkisi değil
dir: Sınıf m ücadelesi ile sınıfların varlığı aynı şeydir”). “Teoride
sınıf m ücadelesi” tezinin yine ifade bulduğu başka değişik m e
tinlerle birlikte (özellikle 1968 tarihli L’Uniiâ’daki söyleşi: “Dev
rim Silahı Olarak Felsefe”), bu m etin de 1976 yılında Éditions
sociales’in yayımladığı Positions derlem esinde yer alacaktır. O
dönem , A lthusser’in Latin Am erika’daki etkisinin dorukta oldu
ğu yıllardır; bazı m ilitanlar ve entelektüeller onu neredeyse yeni
Marx olarak kabul etm ektedir, ama yine Latin Am erika’da Alt
husser üzerine çok çalışılacak ve çok tartışılacaktır.
1973 ve 1974 yıllarında, Althusser Marksist felsefeye dair ye
ni kavrayışını iki kısa m etinde ifade eder: Bir Ingiliz kom ünistiy
le polemiği aracılığıyla, felsefi hüm anizm eleştirisini sertleştirdi-
ği ve “Stalinci sapm a”yı “ekonom izm /hüm anizm çifti”nin acı se
rüveni olarak nitelediği John Lewis’e Cevap [Réponse à John Lewis]
(“Teori” dizisi); ve kendinden ve öğrencilerinden, özellikle, “ya
pısalcı olm am ış olsak bile [...] başka türlü güçlü ve tehlikeli bir
tu tk u n u n kurbanıydık: S p in o za c ıy d ık ,” diye söz ettiği Özeleştiri
Öğeleri [Éléments d ’autocritique, (Hachette Littérature)].
1975 yılında, Picardie Üniversitesi’nde doktora tezini “çalış
maları üzerin d en ” savunur (bkz. “Amiens Tez Savunması”, Posi-
tions’da yeniden yayımlandı: “Machiavelli’yi hatırlıyorum , onun
ender olarak dile getirilen ama her zam an uygulanan yöntem
kuralı, a ş ı r ılık la r ı düşünm e gerekliliğidir.”). Ertesi yıl, Hélène
Rytman’la evlenir (Direniş içindeki ve m esleğindeki adı Legoti-
en’dir). SEDES’de araştırm a görevlisi sosyolog olan ve burada,
Fransa ve Afrika’daki kırsal gelişme ve toprak düzenlem esi poli
tikalarına köylülerin tepkileriyle özellikle ilgilenen Hélène otuz
yıl boyunca A lthusser’e eşlik eder.
Bu yıllar boyunca (“O rtak P rogram ” yılları) A lthusser
Marx İçin
321
FKP’nin kam usal inisiyatiflerine oldukça düzenli olarak katılır.
Özellikle, 1973 yılında, L ’H um anité şenliği sırasında, “K om ü
nistler, Entelektüeller ve K ültür” üzerine halka açık bir tartışm a
ya Louis Aragon ve Jean Elleinstein’la birlikte katılır (L ’H um ani -
té’n in yöneticisi Roland Leroy ile çok dostça olan ilişkilerini her
zam an sürdürm üştür) ve 1976 yılında da Lucien Sève’in daveti
üzerine Kitap Fuarı’na katılır. Ama, Dom inique Lecourt’u n
Lyssenko, Bir “Proletarya Bilimi”nin Gerçek Tarihi [Lyssenko, Histo
ire réelle d ’une “science prolétarienne” (“Teori” dizisi)] adlı kitabı
na8 yazdığı önsözde Sovyetler Birliği hakkında şöyle der: “Bir
yanlış karşısında devamlı olarak susuluyorsa, bu, o n u n sü rü p
gittiğinin kanıtıdır: Bu suskunluk, yanlışın sürüp gitm esini sağ
lam ak için de sürdürülüyor olabilir. Yanlışın sürm esinden bekle
nen politik avantajlar için susuluyor olabilir.” L ’H umanité bir bil
dirisinde, “aşikâr aşırılık lard an söz eder ve A lthusser’i, “kişisel
çalışm alannda partinin kolektif düşünce gelişimini tüm üyle bil
m ezden gelm ek”le suçlar. Sonra, FKP’nin XXII. Kongresi’nde
“proletarya diktatörlüğü” sloganının terk edilmesi önerisinin
kışkırttığı polem ik başlar. 1976 yılında Kom ünist Öğrenciler
Birligi’n in düzenlediği bir konferansta (1977 yılında François
M aspero tarafından 22e Congrès adı altında yayımlanır), A lthus
ser özellikle bu kararın alınm a biçimini ve kendi teorisinin - “Ga-
lileo’dan beri her materyalist bilm ektedir ki, çok sayıda içerimi
olan gerçek bir sorunu nesnel olarak yansıtan bilimsel bir kav
ram ın yazgısı, politik b ir kararın konusu olam az.”- Kom ünist
Parti’de -M a r x İçin’de “Fransız sefaleti” üzerine sözlerine karşılık
o lara k - gördüğü küçüm sem eyi eleştirir.
“Avrupa K om ünizm i” stratejisinin Avrupa’da, özellikle İtal
ya’da başlattığı daha genel tartışm alar bu m ünakaşayı keser. II
9) Bu b aşlık a ltın d a É d itio n s d u Seuil ta ra fın d a n yayım lam ıştır, Paris, 1978.
10) C. VII, G arzan ti, M ilano. Fransızca m e tin M. M ensuel, m a rx ism e, m ouvem en t, n o 43,
O cak 1991.
11) Fransızca m e tin D ialectiq u e dergisi, n o 2 3 , Paris, 1978.
12) Krş. Sur la p h ü osop h ie cildi. F ern an d a N av arro ile söyleşi ve yazışm alar, a rd ın d a n . L a
T ran sjorm a tion de la phü osophie, d izi “L’lnfîni", G alliıııard, Paris, 1994.
ketin Krizinin Bazı Sorunları”: “[...] Am pirizm , proletaryanın ai-
nıf m ücadelesinin bir num aralı düşm anıdır”) belirtebiliriz. Ayrı
ca, psikanaliz üzerine metinler: “D oktor F reud’un Keşfi". Bu
m etnin ilk hali Tbilissi’deki Bilinçdışı Konulu Fransız-Sovyet
Sem pozyum u’na (1979) sunulm ak üzere hazırlanm ıştı. Ama
Althusser b u n a katılam ayacaktır (bu m etin onun tarafından geri
çekilecek ve ikinci bir m etin verilecektir: “Marx ve Freud Üzeri
ne”; ama bu ilk m etin daha sonra A lthusser’in onayı olm adan
düzenleyici Léon C hertok tarafından yayım lanacaktır).13 Son
olarak da, F ondation Nationale des Sciences Politiques’deki [Si
yasal Bilimler Ulusal Vakfı] “Machiavelli’nin Yalnızlığı”14 konulu
konferansı belirtelim (“D üşüncesi birazcık da olsa tarih yapm a
ya katkıda bulunsaydı orada olamayacağını biliyordu.”).
Nisan 1978’de (partiden asla ayrılmamış olan ve hücresinin
faaliyetine katılmaya hiç ara vermemiş olan) Althusser, diğer beş
kom ünist entelektüelle birlikte açık bir m ektup imzalayarak, sol
birliğin parçalanm asından sonra “FKP içinde gerçek bir politik
tartışm a” talep eder. Le Monde gazetesinde “Kom ünist Partide
Artık Varlığını Sürdürem eyecek Olan Şeyler” başlığı altında bir
dizi m akale yayımlar (bir önsözle birlikte, bu başlık altında
François M aspero tarafından yayım lanacaktır). Burada şu nükte
görülür: “Marx, ‘bilinç her zaman geri kalır’ diyordu. Parti yöne
timi bu ilkeyi şaşm az bir şekilde, sert eleştiriden çekinm eden
uygulam aktadır: Bilinçli olduğuna emindir, çünkü geri kalm ıştır...”
Parti basını ve örgütleri, başta genel sekreter olm ak üzere, Alt-
husser’i, “solcu” ve “sağcı” muhaliflerle birlikte yaylım ateşe tu
tarlar.
13) D ialogue fra n c o -s o v ié tiq u e su r la p sychan alyse d e rle m e sin d e (Privât, T oulouse, 1984).
Krş. b u g ü n : Louis A lth u sser, É crits su r la psychan alyse. F reu d e t L acan , m etinleri derleyen
ve s u n a n O livier C o rp e t ve F rançois M atherotı, Stock/IM E C , Paris, 1993 (yeni baskı Le
Livre de P oche, 1996).
14) B ugün Futur an térieu r, n o 1, İlk b ah ar 1990’d a yay ım lan d ı
Louis Althusser
324
15 Mart 1980’de, Althusser Paris’teki Freudçu O kul’u n fesih
toplantısına katılır ve “psikanaliz görenler adına” Lacan’a (ertesi
yıl ölecektir) “m ükem m el ve içler acısı Arlequin*” m uam elesi ya
par.
Mayıs 1980’de, cerrahi bir m üdahalenin ardından Althusser
çok ciddi bir depresif dönem e girer. En azından 1948’den beri,
“m anik-depresif psikoz”dan m uzdaripti, psikanalizini sü rd ü rü r
ken, aynı zam anda, psikiyatrik ve kim yasal-terapik tedavi gör
m ek için sık sık hastanede ve klinikte yatıyordu. Tüm yaz b o
yunca yine Paris’te bir kliniğe yatırılır. D urum u iyileşmez, ama
ekim ayı başında doktorlar onu evine gönderebileceklerini d ü
şünürler ve karısıyla birlikte evine kapanır. 16 Kasım 1980’de
Hélène Althusser ENS’deki dairelerinde kocası tarafından boğaz
lanm ış olarak bulunur. Sainte-Anne hastanesine acil olarak kal
dırılan Althusser hakkında, psikiyatrik uzm an incelem esinin ar
d ından (“sert bir m elankolik evre” tanısı konulm uştur), Ceza Ya
sasının 64. m addesinin uygulanm asıyla cezai ehliyetinin olm a
dığı ilan edilir ve em niyet m üdürlüğü kararıyla önce Sainte-An-
n e’da, sonra Soisy-sur-Seine’deki L’Eau-Vive’de (Paris’in 13. böl
ge hastanesi) tutulur. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından görevin
den emekliye ayrılır.
1984-1986 arasında, yeni psikiyatrik incelem eden sonra,
em niyet m ü d ü rlü ğ ü nün yeni bir kararıyla idari kapatılm asına
son verilir; günlerini Paris’teki dairesi ile hastane bölüm ü arasın
da geçirir, içe kapalı, ama kısm en norm al bir yaşama geri döner.
Fernando Navarro ile bir söyleşi yapar. Bu söyleşi Meksika’da Fi
losofía y m arxism o adı altında yayım lanacaktır (Siglo XXI Edito
res, 1988).15 U zun bir otobiyografik m etin kaleme alır: Gelecek
A rlequin: Italyan k o m ed isin d e re n k re n k parçalard an y apılm ış b ir giysi giyen g ü ld ü rü c ü
tip; genellikle b iri g ü lerk en diğeri -iç te k i, a sıl- ağlayan iki yüzle resm edilir.
15) Fransızca te rc ü m e si (k ısaltılm ış, am a b ir yazışına e k le n m iş) Sur la p h ilosop h ie’d e y a
yım lanır.
Marx İçin
325
Etienne Balibar
LOUIS ALTHUSSER
^ I ■ _ ■ '! ! 1 i
;-.'TM
->'^1
... Bir çağrı, hatta bir slogan niteliğindeki bu ad, bugün hâlâ yüksek
sesle ve güçlü bir şekilde -b e lk i de y e n id e n - çınlıyor.
Bu kitapta girişilmiş olan iş, M arksizm e teorik bir çehre ve bir vücut verme
yönünde, çağım ızın en akıcı ve an lam lı, aynı za m a nd a da en fazla kanıtlara
dayalı çab a la rın dan biri...