You are on page 1of 332

HU S S

Louis Althusser

Louis A lthusser, B irm andreis’de (Cezayir) 16 E kim 1918’de d o ğ d u . Je an G uit-


to n ’u n , Je an Lacroix ve Jo sep h H o u rs’u n öğrencisi old u ğ u L yon Lisesi’n d e n m ezu n
o ld u k tan so n ra, 1939 T em m u z u n d a Y üksek Ö ğ retm en O k u lu ’n u n ¡Ecole normale
supérieure (U lm Sokağı), ENS] giriş sın av ın d an geçti. Aynı yılın E ylül ayında aske­
re alındı, b o zg u n d a esir d ü ştü ve A lm anya’d ak i b ir esir k am p ın d a b eş yıl geçirdi.
E sirlikten geri d ö n ü şü n d e n sonra, 1 9 4 5 -1 9 4 8 arasında ENS’d ek i felsefe öğre­
n im in e d evam etti ve G aston B a ch elard in y ö n etim in d e, “H egel F elsefesinde İçerik
N o sy o n u ” ü zerin e yazdığı teziyle diplom asını aldı ve doçen tlik sın av ın d an geçti. Ve
1948 y ılında F ransız K o m ünist Partisi’ne katıldı. Aynı yıl, ENS’de felsefe yardım cı
d o çen ti olarak ata n d ı (d ah a sonra asistan, b a ş asistan ve do çen t olacaktır). 1 9 8 0 ’e
k a d a r b u m ev k id e aralıksız görev yapacaktır. 1950’d en itibaren, ay n ca Lettres de
l’Ecole b ö lü m ü n d e sek reterlik yapacaktır.
1959 yılında, ilk k itabı olan Montesquieu. La politique et l’histoire PUF Yaymla-
n ’n ın Jean Lacroix y ö n etim in d ek i dizisinden çıkar. 1960 yılında, PUF Y aym lan’nd a
Je an H y p p o lite’in y önettiği dizide, A lthusser’in Ludw ig F euerbach tercüm e ve s u ­
n u m u yayım lanır: Manifestes philosophiques. 1965: M arx İçin ¡Pour M arx] (1961-
1965 tarihli m ak aleler derlem esi) ile “K a p ita li O kum ak [Lire “Le Capital"] (Jacques
Rancière, Pierre M acherey, E tienne Balibar ve Roger Establet ile birlikte) yayım lanır.
E lisabeth R o u d in esco ’ya göre, A lthusser 1965 yılında Dr. René D iatkine’le psi-
k an alitik tedaviye başlar. Dr. René 1987 yılına k a d a r o n u n la ilgilenecektir. 1987 yı­
lında, yem ek b o ru su tıkanm ası so n u c u acilen am eliyata alınır, yeni b ir depresyon
geçirerek Soisy’ye k aldırılır, o rad an da La V errière’deki (Yvelines) M GEN’in Psiki­
y atri E n stitü sü ’n e nakled ilir. Fiziksel ve m oral d u ru m u sürekli olarak kö tü y e git­
m ek ted ir. Yazın geçirdiği b ir zatürree so n u c u 22 E kim 1990’da kalp k rizin d en ölür.
Y apıtlarından ço k etkisiyle yüzyılım ıza dam gasını v u ran A lthusser, M arksizm in
en özgün ve yaratıcı filo zo flanndan b iri belki de en önem lisidir.
Ith a k i Y ayınları - 150
T a rih -T o p lu m -K u ra m - 2
ISBN 9 7 5 - 8 6 0 7 -9 4 - 4

M a rx için
L o u is A lth u ss e r

F ra n sız c a ’d a n çev iren : Işık E rg ü d e n


Y ayına h a z ırla y a n la r: S avaş K ılıç-A hm et Ö z

1. B askı İsta n b u l, 2 0 0 2

Ö z g ü n A dı: P o u r M arx

© L a D écouverte
© Ithaki, 2002

Y ayın K o o rd in a tö rü : F ü s u n T aş
K ap ak T a sa n m ı: M u ra t Ö zg ü l
Sayfa D ü z e n i ve B askıya F lazırlık: Y eşim E rc a n
K ap ak ve Iç Baskı: K itap M atb aacılık
C ilt: F a tih M ücellit

ith a k i Y ayınlan
M ü h ü r d a r C ad . llte r E rtü z ü n S ok. 4 /6 8 1 3 0 0 K ad ık ö y İsta n b u l
T el: (0 2 1 6 ) 3 3 0 9 3 0 8 - 3 4 8 3 6 9 7 F aks: 0 2 1 6 3 4 9 14 35
E -m ail: p e n g u e n ith a k i@ s u p e ro n lin e .c o m
h ttp ://w w w .ith a k iy a y in la ri.c o m
Marx İçin

Louis Althusser

Çeviren:
Işık Ergüden
1996 Tarihli Yeni Baskıya

Etienne Balibar

“Marx İçin”: Bir çağrı, hatta bir slogan niteliğindeki bu ad,


b ugün hâlâ otuz yıl önceki kadar yüksek sesle ve güçlü bir şe-
kilde -b e lk i de y en id en - çınlıyor. Ama bam başka nedenlerle ve
tam am en farklı bir bağlam da çınlıyor. A lthusser’in kitabı bugün
artık yeni okurlara seslenm ektedir; dahası, bu kitabı yeniden
okuyacak eski okurların kendileri ve m etin algılayışları da elbet­
te derinden değişmiştir.
1965 yılında birinci baskısı çıktığında bu kitap, m antığı ve
etiğiyle, belli bir yöntem e göre uygulanm ış Marx okum ası için
bir manifesto, aynı zam anda da M arksizm için, dahası, hakiki
M arksizm için (bir hareketin, bir “parti”nin ayrılmaz parçası
olan ve kendini böyle gördüğünü de açıkça ifade eden bir teori
olarak, felsefe olarak Marksizm için) bir manifesto olarak önem
taşıyordu. Bugün ise durum farklıdır. Bu eserle birlikte belki
geçmişi diriltm eye çalışacak, hatta hayalinde geçmişi yeniden
kuracak birkaç nostaljiğin gözünde ne olduğu bir yana, geri dö­
nüşsüz olarak tam am lanm ış M arksizm in-sonu sonrasında, M ark-
sizm in ötesinde Marx’i okum aya, incelemeye, tartışmaya, kullan­
Louis Althusser
6
maya ve dönüştürm eye bir çağrıdır artık bu m etin. Yine de, yüz­
yılı aşkın bir süredir varolm uş M arksizm’in ve onu bizim d ü şün­
cemize ve tarihim ize bağlayan bağların karm aşıklığını tam bir
cehaletle ya da yerleşik, basm akalıp düşüncelere özgü bir k ü ­
çümsemeyle ele alacak değiliz elbette. Ç ünkü böyle bir dışlama,
her zam an olduğu gibi, m uhtem elen rakip renklere bürünm üş
yanılsam aların ve hataların tekrarına yol açabilir ancak. Tersine,
Marx’m Marksizmle derinden çelişik ilişkisini, destekleyici m e­
tin ve bağlam larla birlikte analiz etm ek için inatçı bir çaba gös­
term em iz gerekm ektedir.
Gerçekten de, bu kitapta girişilmiş olan iş, M arksizme teorik
bir çehre ve bir vücut verme yönünde, bitm ekte olan yirminci
yüzyılın en orijinal, en akıcı ve anlamlı, aynı zam anda da en faz­
la kanıtlara dayalı çabalarından biridir. Marx’i yorum lam a üzeri­
ne k urulu bu kitap, elbette, Marx’m eserinin ve ardıllannm
“eserler”inin hem bir anlam da bilinm esinin hem de bir anlam da
bilinm em esinin ifadesidir. Ama yine bu kitapta - e n azından her
zam ankinden daha güçlü hissettiğim duygu b u d u r- Marx’m dü­
şünce ta rzı’nda, A lthusser’in önerdiği deyimle “teorik prati-
ği”nde ortaya çıkan şey hiçbir “M arksizm ”e indirgenemeyeceği
gibi b u “M arksizm ’i n sınırlarını belli etmeye de kendince katkı­
da bulunm uştur. Bunu içerden yaptığından, b u düşünce tarzı­
nın kurucu önerm e ve aporia ’larm a [çıkmaz] uzandığından, so­
nuçta, bu sınırların belirlenm esine daha güçlü olarak katkıda
bulunm uştur.
Bu nedenle, M arx İçin 'in 1965’de yayımlanmasıyla (ardından
da, birkaç hafta sonra, kolektif eser olan K apital’i O kum ak ya­
yım landı1) birdenbire alevlenen ve (Fransızca’yla sınırlı kalırsak)
Henri Lefebvre gibi önem li M arksistlerin ve Raym ond Aron gibi
1) 1996 yılında Presses U niversitaires de F ran ce ta ra fın d a n “Q u ad rig e" dizisi içinde ye­
ni baskısı yapıldı.
Marx İçin
7
M arksizmin önem li m uarızlarının da katıldığı “hayali Marksizm-
ler” ve “gerçek M arksizmler” tartışm ası o günkü anlam ını g ü n ü ­
m üzde yitirmiştir. Artık tüm M arksizmler hayali olm uştur. Ama,
birbirlerinden oldukça farklı ve doğrusu pek az sayıdaki bazı
M arksizmler, hatta çok çok az sayıda m etnin temsil ettiği bazıla­
rı, hâlâ d üşündürm e ve harekete geçirme gücüne, dolayısıyla
gerçek etkiler yaratma gücüne sahiptir. M arx İçin ’in “M ark­
sizm ’in in bunlardan biri olduğuna em inim -b u n u saptadığım ı
söylem em daha doğru olur.
Yine bu nedenle, yazarın kendi yazdığı bir önsöze böyle bir
önsöz yazmak, başkasının kuluçkasında beslenm iş bir sözcüğü
alıp, “b u g ü n ”ü - “vaktiyle” değilse d e - “d ü n ” haline getiren; ve
canlı ve sonsuza dek eylem halinde bir yazının altına kendi ya­
ralayıcı, tarihselleştirici yorum unu gizlice sokan biri olm ak gü­
lünç ve belki de yakışıksızken, A lthusser’in kitabının 1996’daki
yeni baskısını okurlara “sunm ayı” kabul ettim yine de.2
Ama kaçınılm az olarak gerekli bazı tarihsel ve biyografik bil­
gileri3 verm eden önce, bu yazı ile okurları arasındaki açıklayıcı
süzgeçleri, açıklama şifrelerini çoğaltacak “eski tarz” bir okum a
teşebbüsünü önlem ek istiyorum.
Kuşkusuz, M a rx lçin ’de bir araya getirilen m etinlerin 1961 ilâ
1965 arasında yayımlandığını ve kitap haline getirildiğini bil­
m ek gerek. Dolayısıyla, dünya tarihindeki ve Fransa tarihindeki
çeşitli olaylar arasında y e r alır kitap. Bir yanda, Stalin’in cinayet­
leriyle ilgili “Kuruşçev R aporu”n u n damgasını taşıyan Sovyetler
Birliği Kom ünist Partisi’nin XX. Kongresi (1956), Budapeşte
ayaklanması ve Süveyş seferi (yine 1956), Küba devrim inin za­
2) A slında b u ik in ci yeni baskıd ır, ç ü n k ü 1986 y ılın d a M arx İçin, Editions F rançois Mas-
p e ro ’n u n devaıııcısı o la n E ditions La D eco u v erte’in “F o n d atio n s" d izisinde tıp k ıb asım
o larak yayım lanm ıştı.
3) Bu b a sk ın ın so n u n d a Louis A lth u sser’in y a şa m ın ın ve eserin in ana h atların ı yen id en
ele aldığım b ir “Biyografik N o t” b u lu n acak tır.
Louis Althusser
8
feri (1959), Cezayir savaşının son yılları ve Alger darbesinden
sonra General De Gaulle’ü n iktidara geri dönüşü (1958-1962),
OECD’nin kuruluşu (1960), Berlin D uvan’nın inşaası (1961).
Ve diğer yanda, Vietnam ’a Amerikan m üdahalesi (1965), Çin
Kültür Devrimi (1966’da başlar), Fransa’da ve öteki ülkelerde
(Meksika, Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, İtalya, Polon­
ya...) Mayıs 1968 olayları, “Prag ilkbaharı” ve Çekoslavakya’ya
m üdahale (yine 1968), sosyalistler ile kom ünistler arasında “sol
birlik ortak program ı”n m im zalanm ası (1972) ve yetmişli yıllar­
da “Avrupa K om ünizm i”nin doğuşu, Allende’nin devrilişi ve öl­
dürülm esi (1973), Portekiz’de “Karanfil Devrimi” (1974)...
M arx için’in tezlerini, yalnızca M arksizmin ve Marx üzerine
tartışm aların tarihi içine değil, oldukça belirgin bir iz bıraktığı
yirm inci yüzyıl felsefe tarihine de yerleştirm ek için, bu kitabın o
şaşırtıcı 1960 yılından hem en sonra yazıldığını bilm ek kuşkusuz
gerekli, hatta kaçınılm azdır. O yıl, M erleau-Ponty’nin (“Ma-
uss’dan Levi-Strauss’a” yazısını ve “Machiavelli Üzerine N ot”unu
da kapsayan) Göstergelerinin, Jean-Paul Sartre’m D iyalektik A k ­
lın E leşürisi'nin (1962 yılında Lévi-Strauss Yaban Düşünce’de b u ­
na cevap verecektir), Gilles-Gaston Granger’nin büyük episte-
m olojik denem esi olan Biçimsel Düşünce ve İnsan Bilimleri’nin ve
Gaston Bachelard’m D üşlemin Şiirselliği’nin yayımlandığı, Jacqu­
es Lacan’m düşüncesi etrafında H enri Ey’nin düzenlediği Bilin­
çaltı Üzerine Bonneval Kongresi’nin yapıldığı, nihayet (yazarının
karşı çıkm asına rağmen) Lukacs’m Tarih ve S ın ıf Bilinci’nin
Fransızca’ya çevrildiği yıldır. H enri Lefebvre’in Gündelik Yaşa­
m ın Eleştirisi (1958 ve 1961) ve Michel Foucault’n u n Deliliğin
Tarihi (1 9 6 1 ’de yayımlandı), Jacques D errida’nm Husserl Ge­
ometrisinin Kökenine Giriş’i, aynı zam anda Levinas’m Tüm lük ve
Sonsuz’u ve Heidegger’in Nietzsche üzerine derslerinin yayımlan­
Marx İçin
---------------------------------------------------------------------------------------------------V--------------------------------------------------------------------------------------- g

ması da M arx İçin’in başlangıcıyla doğrudan doğruya zam andaş-


tır.
Dahası, M arx İçin yazılırken, Jean-Pierre V ernant’m Yunanlar­
da M it ve Düşünce’si (1965), D eleuze’ü n Nietzsche ve Felsefe’si
(1 963), H a b erm a s’ın K am usal U za m ’ı (1962) ve H a n n ah
A rendt’in On Revolution’ı (1963), Leroi-G ourhan’m D avranış ve
Söz’ü ve Levi-Strauss’u n Mitolojiler’in in başlangıcı (1964), Pop-
p er’in Savlar ve Karşı-Savlar'ı, V uillem in’in Cebir Felsefesi (1962)
ve de Koyré’n in Newtonian Studies'i (1965) de yine planlanm a­
mış olarak, keyfi “m üdahale’le r şeklinde gündem e gelmiştir.
Nihayet, H erbert M arcuse’ü n Tek Boyutlu İnsan'm dan, Pierre
Schaeffer’in M ü zika l N esneler K ita b ı’n d a n , Jan k elev itch ’in
Öîüm’ün d en , Barthes’m Eleştiri ve H akikat’inden, Benveniste’in
Genel Dilbilim Sorunları'ndan, Foucault’n u n Kelimeler ve Şey­
le rin d e n , Lacan’m Y azılar’m ın yayım lanm asından, Canguil-
hem ’in “Kavram ve Yaşam”ından4 vs. hem en önce gelir M arx
İçin. Tüm bu eserler, bir diğer şaşırtıcı yıl olan 1966 tarihlidir...
Kısacası, Fransız akadem ik ortam ının m erkezine yerleşmiş
m eslekten bir filozofun ve K om ünist Parti’nin “taban”m dan bir
m ilitanın eseri olan M arx İçin’in yazım ının ve yayım lanm asının;
işgal yıllarında doğm uş çocukların yetişkin olduğu, soğuk sava­
şın “barış içinde bir arada yaşam a” olarak tersine döndüğü (ya
da sürdüğü), artık kaçınılmaz gözüken -a m a her zaman için b ü ­
yük m ücadelelerle elde ed ilen - söm ürgeciliğin sonunun genel­
leşmiş bir anti-em peryalizm e ve sosyalizme yönelme eğiliminde
olduğu, kapitalist “m erkez” toplum larm ekonom ik büyüm esinin
ve kültürel dönüşüm lerinin sonucu olarak zenginliklerin ve ik­
tidarların dağılımına dair tartışm anın giderek büyüdüğü, Avru­
p a’nın batısındaki (henüz) ulusal ve (az çok) sosyal devletin k ü ­

4) 1968 yılın d a Etudes d ’histoire et d e philosop h ie des sciences’da y en id en yayım lanacaktır.


Louis Althusser
10

reselleşme virajım almaya hazırlandığı, Dogu’da ise Stalin-sonra-


sı “reel” sosyalist devletlerin açık ya da gizli krizinin, çeşitli bi­
çim lerde “devrim de devrim ” (Regis Debray) im kânını açmış gö­
rü n d ü ğ ü savaş sonrası konjonktürün kararsızlık ve beklentisine
m üdahale ettiğini bilm ek gereklidir.
Dahası, böyle bir kitabın, savaş-sonrası dönem in hem en ba­
şındaki felsefi tartışmalarla kıyaslandığında konu ve üslup deği­
şim inin görüldüğü bir dönem de ortaya çıktığını bilm ek yararlı
olur. Bu değişimin tek nedeni, büyük ustaları Nietzsche ve ikin­
cil olarak da Freud olan “kuşku filozofları”nm ya da toplumsal
pratiği ve anlamlamayı hedefleyen disiplinlere içkin bir bilimsel­
lik vermeyi amaçlayan “yapısalcılıkların kendini göstermesi de­
ğildir yalnızca. Sentez formüle edişindeki dehasıyla bir süre son­
ra Foucault’n u n dile getireceği gibi, “bilme ve iktidar” sorunları­
nın ahlak ve psikoloji (görüngübilim sel psikoloji de dahil) so­
runlarına uzu n süre baskın çıkması da değildir yalnızca. Tüm
bunların yanı sıra -v e belki de esas olarak-, bu dönem boyunca
felsefenin, tarih ve antropoloji aracılığıyla, psikanaliz ve politika
aracılığıyla, kendi dışıyla, kendi bilinçdışıyla, jelseje-olm ayanla
geçmişte görülm ediği kadar derinden karşı karşıya gelmesi ve
çatışmasıdır. Bunu yaparken felsefenin kendini yok etmeye ça­
lışmadığını, kendi özeleştirisinin ve yeniden oluşum unun araç­
larını bulm aya çabaladığını bugün gayet iyi görüyoruz. Tüm
inançları ve aidiyetleri bir yana bırakırsak, Marx’la olan yoğun
tartışm asının nedenlerinden biri elbette buydu.

Evet, tüm bunlar yararlı ve gereklidir, ama, tekrar ediyorum ,


M arx İçin bir belge değildir. Şimdi m üm kün olduğunca özlü bi­
çim de hatırlatm ak istediğim ve hâlâ geçerli olan iki nedenden
dolayı bu bir kitap'tır.
Marx için
11
Birincisi, M arx İçin, -sözcüğün güçlü anlam ıyla- yazılmıştır.
Althusser’in felsefi ü slubunun en çarpıcı tezahürlerinden biridir
b u kitap. Klasiklere gırtlağına kadar göm ülm üş, tinselliğe ve ta­
rihe tu tk u n , polem iğe susamış bir yeniyetm enin, sonra da en
yetkin bilimsel, akadem ik yazıları kaleme alan bir gencin düşle­
rinde ve kalem denem elerinde b u üslubu uzun uzun aradığını,
kimileri çok erken, kimileri çok gecikmiş, yayım lanm am ış b ir­
çok yazının gün ışığına çıkması sayesinde bugün artık bilm ekte­
yiz; dahası, aynı kişinin, bazı parıltılar hariç, “tarihsel ve diyalek­
tik m ateryalizm ’! sistem atikleştirm e çabalarıyla kendi alanların­
da m ücadele edebilm ek için atıldığı teorik-m ilitan teşebbüslerde
ve u y d u ru k bir m ahkem e (bu deyim in sorum luluğu bana aittir)
için yazdığı otobiyografik savunm a-iddianam e-itiraf içinde ken­
dini yitirdiğini de bilmekteyiz. Ama M arx İçin’d e k i üslubu - t ı p ­
kı daha önceki harikulade eseri Montesquieu, Politika ve Tarih’te5
ve Machiavelli ve Biz adlı “kitap”ta (çünkü b u da bir kitaptır; san­
ki yalnızca kendisi için ve “teori”nin onuru için saklamış olduğu
çekm ecelerde b u n u bulm ak bize şaşkınlık ve heyecan verm iş­
tir)6 olduğu g ib i- ilk okuyanları çarpm ış olan b u üslup, Althus­
ser’in en iyi üslubudur.
Bu, kesinlikten ve bilim den söz eden, retorik ve kavramsal
tasarrufu sayesinde kendine kesinliğin ve bilim in araçlarını su­
nan, ama aynı zam anda son derece heyecan verici bir üsluptur:
Kaynaklarını deşifre edemeyeceğimiz, yaşanan tüm tutk u n u n
bir tür soyutlam a lirizmi halini aldığı bir üslup (tıpkı Althus­
ser’in C rem onini’den “soyut ressam ” olarak değil, “soyutun res­
sam ı” olarak söz etmiş olması gibi).7 Aranan her şeyi Pascal’e ve
Rousseau’ya, Peguy ve Sartre’a (elbette ona da), Marx’a ve Ni­
şi PUF, 1959 (1 9 9 2 'd e “Q u ad rig e" d izisin d e y e n id e n yay ım lan d ı.)
6) Louis A lth u sser, Ecrits p hilosophiq u es et politiqu es, cilt II, F ran ço is M atheron’u n bir ara­
ya getirdiği ve s u n d u ğ u m etin ler, Stock/IM EC, Paris, 19 9 5 , s. 4 2 -1 6 8 .
7) Ecrits..:, 11, a .g .e., s. 173 ve devam ı.
Louis Althusser
12
etzsche’ye borçlu olan, ama kesinlikle tekil -kişisel olarak k a­
m usal d en eb ilir- bir havası olan, “sonuçların gücü”n ü n (“Ami­
ens tez savunm ası”) kendini gösterdiği bir üslup. Ve, “savundu­
ğu” kavram için ve bu kavram dolayısıyla bir yazı keşfi olm adan,
-is te r argüm anlara dayalı ya da düşünüm sel olsun, isterse de
aforizmaya dayalı ya da kanıtlam acı o lsu n - felsefe olmayacağını
böylece bize yeniden kanıtlam ış olur.
İkinci olarak, M arx İçin 'in kendine özgü bir doktrini yoktur
- tersine, verili bir doktrinin (ya da teorinin), yani Marx’m kinin
“hizm etindedir.” Ama b u doktrin, varolm am a gibi tuhaf bir özel­
lik sunar; en azından sistem atik bir sunum biçim inde bu böyle-
dir (çünkü “diyalektik m ateryalizm ”i teorileştirm e çabaları bir
karikatürün ötesine geçememiştir). Demek ki, -A lthusser’in de
açıkladığı g ib i- b u doktrini, taslak ve uygulam aların altında,
“M arksizmin pratik eserleri”nde ve “teorik ese rle rin d e bu şekil­
de form üle edilmemiş sorulara cevaplar biçim i altında ya da “ön-
cülsüz sonuçlar” olarak keşfederken, aynı zam anda, onu gerçek
anlam da üretm ek de gerekir.
Yani, bu doktrini oluşturan kavram ları adlandırm ak, eklem ­
lemek, tezleri (aslında bunlar elbette varsayımdır) ifade etm ek
gerekir. M arx için'de Althusser’in, şaşırtıcı bir dizi kavram sal ay­
gıt üreterek, böylece Marx’a söylemiş olduğundan daha fazlasını
ve başkasını söyletme riskine girerek (bu itiraz A lthusser’e çok
yöneltilm iştir ve hâlâ da yöneltilm ektedir) bıkıp usanm adan
yaptığı şey budur. Ama aynı zam anda, Marx’tan kaynaklanan
nosyon ve soruları da epistem olojinin, politikanın ve metafiziğin
tüm alanına ihraç etme, yayma im kânı doğm uştur.
Althusser önsözünde (“Bugün”, II, s. 27), Marx okum asından
çıkardığı varsayımlarını iki temel teorik kavrama bağladı: “so­
runsal” kavramı (bu kavramı, kitabı ithaf ettiği ve 1963 yılında
Marx İçin
13
ölen dostu Jacques M artin’den ödünç aldığını söyler) ve “episte-
m olojik kopm a” kavram ı (bunu da hocası Gaston Bachelard’dan
ödünç aldığını söyler). Gerçekten de, bu iki kavram -g e tird ik le­
ri yorum lam a sorunlarıyla b irlik te - b ugün bile “Althusserciliğin”
bir tü r im zasıdır, daha doğrusu epistem olojik söylem de bıraktı­
ğı izin ifadesidir. M a rx İçin'i kavram ada temel önem taşıyan bu
kavram ların, o n u n teorik içeriğini yok etm ediklerine kuşku
yoktur. Bense, tartışm a yeri olm ayan, yalnızca tartışm a kon u su ­
n u belirteceğim böyle bir su n u m u n içerdiği basitleştirici riskler­
le birlikte, birbirine bağlı üç nosyon ve soru dizisini u nutm am a­
yı öneriyorum .
Bu dizilerden biri, “epistemolojik kopm a” etrafında düzenle­
nir. Gerçekten de teorik pratik, bilimsellik ve sorunsal nosyonlarının
tüm hakkı Althusser’e aittir (sorunsal belki dolaylı olarak Heideg-
ger’in Problemstellung’u n d a n gelm ektedir ve bunu, Deleuze’ü n ve
Foucault’n u n “sorunsallaştırm a”sıyla karşılaştırmak ilginç olabi­
lir); fikir ya da düşüncelerin kendisinin değil, bunların m addi ola­
bilirliklerinin sistematik birim i olarak düşünce ona aittir.
Bilim fikrinin yüklü olduğu duygulanım lar ve kapsadığı güç­
lükler ölçüsünde en hararetli tartışm aların baş gösterdiği nokta
burasıdır. Bu noktada yalnızca iki gözlemde bulunuyorum . Alt­
husser, (özellikle, “diyalektik m ateryalizm ”in ya da “teorik pra­
tikler teorisi”n in bilimsel ya da felsefi söylem olarak kabul edilip
edilemeyeceği hakkında) farklı özeleştiriler yaptığında bile,
Marx’in teorisinin (Kapital’de sergilendiği haliyle) stricto sensu
bir bilim sellik çekirdeği içerdiği fikrini kabul etmeyi reddeder;
bu kavrayış henüz belirginleşm em iştir.8 Daha doğrusu, yol bo­
yunca evrim geçirir: (İdeolojik yanılsam aların ötesinde) “gerçe­

8 ) A caba b elirg in lik k azan d ı mı, diye so ru lab ilir: Bkz. b e n im in celem em “A ltlıusser'in
N esnesi," P olitiqu e et p h ilosop h ie dans l'œ uvre d e Loııis Alihusser için d e, Slyvain L azarus’u n
e d itö rlü ğ ü n d e , Presses univ ersitaires de F rance, Paris, 1993.
Louis Althusser
14
ğe geri dön ü ş” fikrinden, daha Spinozacı bir fikir olan “teorik
u ygunluk” ve onun kendi yanılsam a gücü fikrine doğru evrilir;
bu aynı zam anda, karşı durduğu “ideoloji bilim i”dir.
Dolayısıyla, Marx İçin’in ve ardından gelen denem elerin,
M arksist tartışmaya, (pozitivizm suçlam asına yol açabilecek)
m evcut bir bilimsellik m odeli m i “dahil ettiği”, yoksa tarihsel
m ateryalizm den (ve kuşkusuz psikanalizden) oluşan (hem çatış-
kılı hem de kesin) bilginin b u tekil pratiğinden yola çıkarak,
(her koşulda eşzamanlı olarak) “bilim ” kavram ını yeniden oluş­
turm ayı mı denediği sorusu sorulabilir (kuşkusuz sorulm alıdır
da). Bu durum da, kopm anın ne olduğu konusunda bizi bilgilen­
direcek olan şey “bilim ” değildir; bilim in ne olması gerektiğini
kendim ize yeniden sormaya, başka deyişle, bilim in içerdiği ama
ille de kavram ına kendisinin sahip olmadığı bilgi ve hakikat et­
kilerini kendileri için sorgulam aya bizi teşvik eden şey de (tüm
biçimleriyle dolaysızlığın ve am pirizm in -H u m e tarzındaki d u ­
yum culuğun ve Hegel tarzı spekülatifliğin- eleştirisi olarak)
Marksçı kopm aya özgü gerçeklik değildir.
Kitapta hazırlanm ış ikinci dizi y a p ı kavramı etrafında düzen­
lenir. Elbette b u da sistem atik bir birim ya da bir “tüm lük” fikri­
ne gönderm e yapar; ama bu ancak kendi etkileri içinde verile­
cektir, tam am en içkin biçim de, ya da kesinlikle “ayrılm az” bir
“var olm ayan ned en ” tarzında verilecektir (Althusser daha sonra
tözün Spinozacı ayrılmazlığını kiplerinin çoğulluğuyla karşılaştı­
racaktır). Söz konusu edilen şey Marx ve onun -a rd ın d a n da
M arksistlerin (özellikle, konjonktür analizleriyle, “som ut d u ­
rum ” analizleriyle Lenin’in ) - tarihte keşfetmek istediği nedensel­
lik türleri olduğundan, burada önem taşıyan şey, sözü edilen ço­
ğulluğun, pratikler’in çoğulluğu olmasıdır. Pratikler b ü tü n ü n ü
yapılandırm ak, bunların birbirleri üzerinde etkide bulunm a
Marx İçin
15
tarzlarını anlaşılır kılm aktan başka bir şey değildir. A lthusser b u ­
n u yalnızca öze ilişkin ve indirgenem ez olan bir üstbelirlenim ki­
pi üzerinden yaptıklarım söyler bize; b u n u n ötesinde, hiçbir
“karm aşıklık indirgemesi" doğrusal bir determ inizm in basitliğini
bulm am ızı sağlayamaz. Tersine, bu pratiklerden birinin (Marx
b u n u üretim tarzıyla ve emeğin söm ürülm esiyle özdeşleştirir)
“son kertede belirleyiciliği” ortaya çıktıkça, bununla bağlantılı
olarak, heterojen bir “tahakküm ”ü n ya da “hâkim iyet”in gerekli­
liği de o ölçüde ortaya çıkacaktır, ve sonuç olarak, “katışıksız”
ekonom ik eğilimin gerçekleşm esinin önündeki engeller çoğala­
caktır -b ir başka anlam da ise, “tarihin” tek gerçek “m otoru” olan
sınıf m ücadelesinin tüm malzemesini bu engeller oluşturur.
Yapının bu şekilde kavranması - “yapısalcılık” sorunu etrafın­
da birikm iş tüm skolastiği kasıtlı olarak bir yana bırakıp belirte­
lim - ikili reddiyle kendini olum suz olarak gösterir: Hem “birey­
ci” yöntem leri, hem de insan bilim lerinin epistem olojisini parça­
layan “organisist” ya da “b ü tü n lü k çü ” yöntem leri reddeder. De­
m ek ki bu yapı kavrayışı, toplum sallığın köken olarak bireyi
aşan “baglar”ın ya da “ilişkiler”in bileşimi olarak teorileştirilme-
sine; yani M arx’m , klasik idealizm ler ve materyalizm ler karşısın­
daki gerekliliğini, Feuerbach Üzerine Tezler’de kabul ettikten
sonra sürekli uygulam aya koyduğu b u teorileştirmeye, en azın­
dan biçim sel olarak felsefi bir anlam verm ek üzere hazırlanm ış­
tır.5 Ve b u n u n karşılığı da, “‘Piccolo’, Bertolazzi ve Brecht (Ma­
teryalist Bir Tiyatro Üzerine N otlar)” adlı denem ede öznel za­
m anların ayrışm asının ve uzaklaştırılm asının yapısı terimleriyle
bize sunulm uş olan, antropolojik “bilinç” kategorisi eleştirisinin
olağanüstü eskizidir: Tüm kitabın geom etrik ve teorik hakiki

9) A lthusser’in K a p it a l’ı O k u m a k ’ta, “yapısal n ed en selliğ i’’, “m e k a n ik n e d en se llik le r” ile


“anlatım sal n ed en sellik ler "e karşıtlığı iç in d e tan ım lay arak ifade edeceği ş e y d e b u d u r. El­
b e tte aynı s o ru n söz k o n u s u d u r.
Louis Althusser
16
merkezi bu m etindir (ama aynı zam anda, estetik ve tiyatrodan
söz ediyor diye -b elk i de bu utanç verici n e d e n le - kimse bu an ­
lam da okum adığından “çalıntı m ektup” gibi d u ru r burada).
Ama b u durum da, yeniden bir güçlük kendini gösterir. Alt-
husser’in burada, ne tarihi ya da tarihselliği, ne de, çok özgül
olarak, tarihte zorunsuzluğun [contingence] gerekliliğini d ü şü n ­
m ek için oluşturduğu “yapı” fikrini kullanm a tarzına içkin bir
güçlüktür bu. Yalnızca Marx’in teorisinin ve “başlangıçları”nın
evrimi hakkında değil; genel olarak bir güçlük. Bu güçlüğün, Alt-
husserci şemaya en sadık teorik uygulam alarda asla ortadan kay­
bolm adığını kolaylıkla gösterebiliriz. Bir yandan, üstbelirlem e
fikri, içerdiği öngörülem ezliğin ve tersinm ezligin [irréversibilité]
paradoksal bileşimiyle birlikte, olay’ın (devrimci ya da karşı-
devrimci durum ların özel örneğinden yola çıkarak Lenin’in “fiili
an ” dediği ve A lthusser’in bizzat burada “k o njonktür” diye ad­
landırdığı şeyin) kavranabilirligine uygulanm ıştır. Diğer yandan,
üretim tarzlarının tarih-aşırı karşılaştırm asına, yani ilerlemeci
ideolojilerden, ekonom ist evrim cilikten ve “tarihin sonu” eska-
talojisinden sökülüp alınması gereken sınıf m ücadelelerinin ve
toplum sal oluşum ların tarihsel eğilimi 'ne uygulanm ıştır. Sınırla­
rı güçlendirm ek için, bir yandan kom ünist devrim lere, diğer
yandan sosyalist geçişlere uygulanm ıştır... Ama, eğer titiz olm ak
istiyorsak, aynı şey değildir bu. Birbirinin devamı olarak görülen
“Çelişki ve Üstbelirlenim ” ile “Materyalist Diyalektik Üzerine”
adlı iki önem li denem e b u n d an sonra okunduğunda ya da tek­
rar okunduğunda, birinci denem enin üstbelirlenim i olay d ü şü n ­
cesine doğru eğdiği, İkincinin ise eğilim ve dönem leştirm e yö­
nünde eğdiği şeklindeki düşüncem in anlaşılacağı kanısındayım.
Çözüm elbette b u bakış açılarından birini diğerine yeğ tutm ak­
tan ibaret değildir. M arx İçin ’de ve onun yapı fikrinde, bu iki b a­
Marx İçin
17
kış açısının gerilimi ya da karşılıklılığı olarak tarihsellik so ru n u ­
nun , çözümleyici olamasa da özellikle sıkı bir şekilde ortaya
kond u ğ u n u görm ek çözüm için daha uygundur.
Son olarak da, ideoloji nosyonu ve sorunu etrafında d ü zen­
lenm iş bir dizi vardır. Hem (felsefi olduğu kadar politik ned en ­
lerle de) “ideoloji(ler)”den söz etmeyi reddetm ek istem eyenler
arasında, hem de tarih söylem lerinin soybilimi ya da herm öne-
tiği karşısındaki esas engeli burada görenler arasında bir döngü
oluşturan bu nokta üzerinde otuz yıl tartıştıktan sonra, nihayet
belki ideolojinin “Althusserci” kavranışı hakkında basit birşeyler
söyleyebiliriz.
Öncelikle bu kavrayış A lthusser’in felsefi girişim inin ve söy­
lem ve disiplin olarak felsefeyle ilişkisinin m erkezini oluşturur.
Ç ünkü, ideoloji felsefenin, “kendinin bilinci”nin -iy i ya da k ö ­
t ü - aynasından geçmesini ve kendi m addi olabilirlik koşulları
karşısında, ideoloji-olmayan’m alanında, yani toplum sal pratik­
lerde kendini konum landırm asını sağlar (ya da, varsayımsal ola­
rak, b u n u sağlamalıdır). Ama yine de ne kendini bir “yansı ”ya
indirger ne de ortadan kaldırır. Böylelikle de, A lthusser’in teori­
sini felsefi modelleriyle -Spinoza, bir yanıyla F re u d - birleştiren
faal soy bağını oluşturur. Bunlar, özerkliğin, kendi kendine ye­
terliliğin değil, kendi felsefi söylem lerinin yaderkliğinin [hetere-
nomie] teorisyenleridir. “Topik” teorisyenleri, yani düşüncenin
analiz ettiği çatışm ak alandaki k o n u m u n u n ve böylece, gerçek,
ama sonlu gücü n ü n teorisyenleri.
Daha sonra, genel olarak ideolojinin “tanım ı” hakkında, Alt­
husser, özünde asla değişmedi: Bu tanım hem en ya da aşağı y u ­
karı hem en (bkz. hüm anizm üzerine tartışm a) oluştu; ve 1968
sonrası denem elerde (“İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları”)
bu haliyle yine karşımıza çıkacaktır. İdeoloji, tarihsel Sein’m Be-
Louis Althusser
18
w usstsän’ı değildir; “m addi yaşam koşulları”m (tersinden de ol­
sa) yansıtan “gerçekten az çok uzak” (yani soyut, ideal) söylem ­
lerde ifadesini bulan “toplum sal bilinç biçim i” değildir, ideoloji,
bilinç ve b ilinçdışı (tanım a ve tanım am a) biçim idir; bireyler ken­
di yaşam koşullarıyla ilişkilerini bu biçim içinde hayali olarak y a ­
şarlar. En azından, temel düzey b udur, tüm ideolojik yapının te­
m ellendirici katm anı b u d u r ve özellikle, sınıf m ücadelesinin ar­
dışık oluşum ları içinde tarihsel ideolojilerin (“feodal”, “burjuva”
ve de “proleter” ideolojiler olarak) yerine getirdikleri işlevin te­
m ellendirici katm anı budur.
Bu yıkıcı nosyon dizisi doğrudan doğruya buradan kaynak­
lanır. “İdeolojilerin so n u ”na burada yer yoktur, ideolojilerin so­
n u n u n bir başka adı olduğu ölçüde “tarihin so n u ”na da yer yok­
tur; toplum sal ilişkilerin şeffaflığına geri dönüş de olam ayacak­
tır. Ama yine burada kabul etm em iz gerekir ki, Althusser yalnız­
ca “kendi kam pına karşı” sebatla çalışmakla kalm am ış (felsefe­
n in temel işlevlerinden birinin bu olduğunu söylüyordu: Bu n e­
denle filozofun bir kam pının olması gerekir), kendisi de aşikâr
bir biçim de bizzat çelişkiye düşm üştür. Gerçekten de, ideoloji­
nin bu tanım ının akla uygun tek M arksist tanım olduğunu, “to p ­
lum sal ilişki”nin Marksçı teorileştirilmesiyle bağdaşık olabilen ve
bu teoriyi tamamlamayı sağlayabilen tek tanım ın her koşulda bu
olduğunu hiç durm adan belirtti -v e M arx İçin, bir anlam da, bu
amaçla yazıldı. Kuşkusuz şunu saptam ak gerekir ki (bir kez da­
ha sorum luluk bana aittir), Althusser’in tanım ı böyle olmadığı
gibi, hem M arx’m (Engels’e dair bir şey söylemesek bile) form ü­
le edebildiği (özellikle A lm an ideolojisi’nde) tanım ın ta m ka rşıtı
olm uş, hem de bu tanım ın ısrarla uygulanm ası aslında Marksist
teorinin ve eksiksizlik iddiasının “yapıçözüm ü”ne de yöneltmiş
olmalıdır. Bu nedenle, Althusser böyle bir tanım ın “m ateryalist”
Marx İçin
19
olduğunu ileri sürdükçe (ve bunu yapm akta kuşkusuz haklıy­
dı), biçim bozulm asına uğram adan hem “m ateryalist” hem de
“M arksist” olacak bir felsefenin ufku, onun önünde gerilemek
zorunda kalmıştır.

Bu noktada, A lthusser’in Özeleştiriler ’i hakkında kuşkusuz


birşeyler söylem ek gerekir. Ama özet olarak aktarm am a ve o k u ­
ru yalnızca en karakteristik m etinlere yöneltm em e izin verilm e­
lidir.
Aslında, “özeleştiri” adı altında belirtilm iş ya da belirtilm em iş
birçok özeleştiri vardır. Bunlar, diğer koşulların aynı olduğunu
varsayarsak, kendini doğrulam ak için, düzeltm ek ya da bozm ak
(hatta yok etm ek) için, belki de kendini anlam ak için, çiftyanlı
bir şekilde kendi üzerine geri dönm e eğilimini ifade ederler ve
bu (filozoflar arasında bile) asla A lthusser’e özgü bir durum de­
ğildir. Ama o n u n durum unda, hem düşüncesinin içsel oluşum u
nedeniyle, hem de çevrenin çok büyük baskısı nedeniyle alışıl­
m adık boyutlara vardığı bir gerçektir; varlığına ve teoriyle ilişki­
sinin kendine özgülüğüne geri döndürülm ez şekilde dam gasını
vurm uştur. Sorun, bu düzeltm elerin tekrarlanm ası ve tekrarla­
nırken de dönüşm eleridir. Dolayısıyla, elimizde M arx İçin ’i oku­
maya yönelik de olm ak üzere birçok “rehber”imiz vardır, bunla­
rı A lthusser’in kendisi önerm iştir, am a onlar aynı yolları öner­
mezler.
Biraz önce M a rx İçin ’in kendi zam anı ve kendi ortam ı içinde
okunm asını, ama yine de bir arşiv belgesine dönüştürülm em esi-
ni önerm iş olm akla birlikte, burada, kimi zam an kendi içlerinde
oldukça ilginç ya da açmlayıcı olan bu yorum ların da -hesaba
katılm am asını d eğ il- m etnin lafzına sistem atik olarak y a n s ıtıl­
m am alın ı önerm ek istiyorum.
Louis Althusser
20
Bu yeni baskıda yayımcı çok haklı olarak ve titizlik göstere­
rek, M arx İçin ’in çeşitli yabancı dillere tercüm eleri için Althus-
ser’in 1967’de kaleme almış olduğu “O kurlara” başlıklı uyarıyı
da kitaba sonsöz niteliğinde dahil etm ek istedi; elbette Althus-
ser’in burada sunduğu aydınlatıcı açıklamalar ve değerlendirm e­
ler Fransızca okum alarda da değer taşım aktadır.10
Bu uyarıda Althusser’in ortaya attığı görüşler (“teoricilik”
özeleştirisi, “yapısalcılık”tan uzaklaşm a, bilim ile felsefe arasın­
daki farklılık üzerinde ısrar, ve felsefenin politikayla, özellikle
devrimci politikayla içsel ilişkisi üzerinde ısrar), teorik bakış açı­
sıyla, Lenin ve Felsefe’de (1968) ve Özeleştiri Öğeleri’nde (1974)
ve daha politik bir bakış açısıyla Positions [Konumlar] (1976) ad­
lı derlem edeki bazı m etinlerde (özellikle “Devrim Silahı Olarak
Felsefe” ve Marta H arnecker’in kitabı için yazılmış önsöz olan
“M arksizm ve Sınıf M ücadelesi”) yeniden ele alınmış ve gelişti­
rilmiş görüşlerle aynıdır. Bu özeleştiriler, A lthusser’in kendine
m ücadele yoldaşları olarak seçmiş olduğu (FKP’nin O rtodoks
kom ünistleri ile UJCML’nin Maocuları) ve birbirlerine ölüm üne
düşm an, ama aynı zam anda, teorinin güzel gözleri için “sınıf
m ücadelesini unutm am ayı,” hatırlatm ayı aynı ölçüde iştiyakla
isteyen iki tarafın aynı anda uyguladığı şiddetli baskıyı yansıt­
m aktadır. Daha derinden bakarsak, Mayıs 68’in ve diğer çağdaş
olayların açıklanmasını, söm ürü koşullarının ve proletarya m ü ­
cadelesinin “son kertede belirleyici” olduğu genişletilmiş bir
M arksist teori alanına, A lthusser’in, kendine özgü teorik araçla­
rıyla indirgeme teşebbüsünü yansıtırlar. Daha genel olarak bakar­
sak, ne kadar yaşamsal olsa da, teoriyi bir “pratik” olarak d ü şü n ­

10) “A lthusser E lyazm aları”n ın da b u lu n d u ğ u In stitu t M ém oires de l’é d itio n c o n te m p o -


ra in e ’in (IM EC) (25, ru e de Lille, 7 5 0 0 7 , Paris) değerli katkılarıyla. B urada A lth u sser’in
el yazısı n o tları, arşivlerinin b ir b ö lü m ü , aynı zam an d a d a b irlik te çalıştığı ve yazıştığı ki­
şilerin bazı elyazısı n o tla n b u lu n m a k ta d ır. Ö ğren ciler ve araştırm acılar b u arşivleri in c e ­
leyebilir.
Marx İçin
21
meyi sonuna kadar sürdürm enin güçlüğünü yansıtırlar. Bu an­
lamda, geriye bakarak herhangi bir hakikati ortaya çıkarıyor d e­
ğilim, ama yine de bunları tam am en ciddiye alm ak gerektiği ka­
nısındayım.
Çok farklı dönem lerde ve çok farklı amaçlarla yapılmış ve
başka yönlere yoğunlaşan iki başka “özeleştiri”yi de belirtece­
ğim. Birisi, “Amiens Tez Savunması”nd an (1975; 1976 yılında
Positions derlem esinde yeniden yayım landı, Editions Sociales)
1980 felaketinden önce ya da sonra yazılmış (Fernanda Navarro
ile 1984 Söyleşiler’inde, m odern diyalektikçilerden çok Epi-
kür’den esinlenen bir “rastlantısal m ateryalizm ” tasarlam anın ge­
rekliliğine ilişkin gibi) derin içerimleri olan ya da çok yoğun b a­
zı m etinlere kadar uzayıp gittiği görülebilecek bir özeleştiridir.
Bu sözcük [üstbelirlenim] önceki yazılarında en fazla bir kez yer
almış olsa da, Althusser 1975 yılında doktora jürisine sunduğu
“tez savunm ası” m etninde, çelişki ve çelişkinin “eşitsizliği” h ak ­
kında, üstbelirlenim’in, bir o kadar tem el olan bir altbelirlenim ol­
m adan asla olamayacağını belli belirsiz dile getirir: Altbelirle­
nim , üstbelirlenim le alm aşıklık ilişkisi içinde değil, aynı neden­
sel belirlenim içinde işleyen aynı yapının oluşturucusu olarak te­
mel ö n em dedir.11 Burada, örtük bir yorum biçim inde bir özeleş­
tiri ilavesi okum aya kadar gidebilir miyiz? Ben b u kanıdayım ve
bu özeleştiri diğerlerinden daha yapıcı olduğundan bana daha
da ilginç gelm ektedir. Bu özeleştirinin sağladığı bilginin -zo ru n -
suzluğun gerekliliğim “yapısal olarak” açıkladıktan sonra, bu zo-
runsuzluğun zorunsuzluğu’n u , aynı olayın bağrında bir arada var
olan olasılıkların ya da eğilimlerin “alt-belirlenm iş” çoğulluğunu
ifade etm ek kalır geriye- b u nun bir tezden, hatta bir hipotezden
ziyade felsefi bir program olduğu kesindir.

11) Positions, a.g .e., s. 1 4 6 -1 4 7 .


Louis Althusser
22
Sonuncu özeleştiri, A lthusser’in özyaşamsal yazısı olan,
1985’te yazılan ve 1992’de ölüm ünden hem en sonra yayımla­
n an Gelecek U zun Sürer'de bulunabilecek olandır:12 Bu da yine,
M arx İçin'in teorik (ya da “katışıksız olarak” teorik) içeriğinden
ziyade teorik m üdahalenin b u kipliğine yöneliktir. Ama, b u kez,
(1967 uyarısındaki gibi) iradedışı bir “sapm a”yı (“teorici”) orta­
ya çıkarm ak için değil, bir hile yapm ak için, Machiavelli’vari bir
şekilde kendi kazdığı kuyuya düşen dogm atizm i istikrarsızlaştır-
maya yönelik kasıtlı ve yasadışı bir planın aygıtı olarak göster­
m ek için yapılm aktadır özeleştiri: “Bu nedenle, o dönem de, Par­
ti içinde katışıksız teorik m üdahale dışında başka politik m üdaha­
le biçimlerine başvurm anın yolu nesnel olarak yoktu, dahası, bu
katışıksız teorik m üdahaleyi de m evcut ya da kabul görm üş te­
oriye dayanarak ve onu Parti’nin kullanm a tarzına karşı çevire­
rek yapm ak gerekiyordu. Ama kabul gören teorinin Marx’la bir
alâkası olm adığından ve Sovyet tarzı, yani Stalin tarzı diyalektik
m ateryalizm in çok tehlikeli saçmalıkları dizisine dahil olduğun­
dan, Marx’a geri dönm ek gerekiyordu ve olası tek yol buydu,
çünkü kutsal kabul edildiğinden politik olarak tartışm asız bi­
çim de kabul görm üş bir düşünceydi ve Stalin tarzı diyalektik
m ateryalizm in, tüm teorik, felsefi, ideolojik ve politik sonuçla­
rıyla birlikte tam am en sapkınca olduğunu bu şekilde kanıtla­
m ak gerekiyordu. Daha sonra M arx İçin’de bir araya getirdiğim
La Pensee’deki yazılarım da ve hatırladığım kadarıyla Ekim
1965’de yayım lanan, Ecole N orm ale’deki öğrencilerim le birlikte
“KapitaV’i O kum ak’ta b u n u yapm ayı denedim . Parti içinde önce
teorik, sonra doğrudan doğruya politik olan aynı m ücadele çiz­
gisini sürdürm eye o zam andan beri devam ettim ...”13
Burada yapabileceğim tek şey Althusser’den alıntı yapm ak ve
12) 1 9 94 'd e Livre de Poche o larak çık an yeni b a sk ısın d a n alıntı yap ıyorum .
l i) G elecek U zu n S ıirer, s. 221
Marx İçin
23
onun m etnine gönderm ede bulunm aktır. Ama b u “açıklama”ya,
en azından b u konspiratif biçimiyle inanm adığım ı da söyleyebi­
lirim. Bana, 1985’in ru h hali ve amaçlarıyla, sonradan uydurul­
muş gibi gelm ektedir. Bu söylenenler, altmışlı yılların konjonk­
türü içinde bizlerin -aram ızdaki tüm farklılıklarla birlikte “usta­
lar” ve “çıraklar” olarak iç içe geçmiş olan bizlerin - politik
um utlarım ızla teorik niyetlerim izin karm akarışık haline dair be­
nim hatırladıklarım a denk düşm em ektedir. Kuşkusuz, belleğim
beni yanıltıyor da olabilir; ve b u n u seve seve kabul ederim . Da­
ha kötüsü, netice itibarıyla kendi kendim i “m anipüle” etmiş,
kendim i çoğu zam an küçüm sem iş de olabilirim. Ama, okurun
kendi kanısını oluşturm asına izin verm eden önce, bir başka ge­
rekçe ileri sürm ek istiyorum. Bu sunum u yazabilm ek için, M arx
Için’i yeniden okudum . O kudukça, -sınırları ne olursa olsun; ve
kendi koşulları, “k o n u ”su nun ve “hedefler”inin zorunlulukları
tarafından “üstbelirlenm iş” olsa d a - zekânın işleyişini görebildi­
ğim kanısındayım . Bu çalışm anın aynı zam anda bir deneyim ol­
duğu kanısına vardım : m etinler ve kendi üzerine bir deneme;
tüm gerçek deneyim ler gibi kendi sonucundan em in olamayan
ve gerilimi yazısının niteliğine yansıyan bir denem e... Politik bir
aygıtı, ne kadar prestijli olursa olsun, kendinin bile asla inanm a­
dığı sözcüklerin ve adların tuzağına düşürm ek için davranm ış
olsaydı, böyle bir deneyim in m üm kün olamayacağı kanısında­
yım. Biz b u n u iyi biliyoruz. Buna “inanan” biziz.
A lthusser’in kitabı varlığını sürdürüyor. İstisnai bir an olarak,
tarihin uyarılarının ve teorinin gerekliliklerinin kaçınılm az b u ­
luşması şeklinde yaşanmış bir konjonktüre önem li bir m üdaha­
le olm ak istemiş b u kitap, olayların durulduğu bu noktada, tüm
referansları anlam değiştirm işken, Marx’i yorum lam a sorunları­
nın kalıcılığının ve sürekliliğinin göstergesidir. Althusser, bir fi­
Louis Althusser
24
lozof olarak, bilimsellik üzerine, tarihsellik üzerine, im gelem in
toplum sal işlevleri üzerine felsefeye m üthiş sorular sorm aktadır;
bu soruların ilk dile getirildiği o kasıntılı dönem geçtiğinden,
yalnızca bunlardaki karmaşıklığı algılamaya başlıyoruz artık.
Althusser düşüncesinin tüm ü b u değildir. Tümlerden biri bile de­
ğildir; çünkü yazarın kendisi bile, çok büyük bir ustalıkla bu ki­
tabı hazırladıktan sonra, b ü tünlükten uzaklığının, içerdiği çık­
m azların, hatta dayanıksızlığının, aynı zam anda da sürekli ola­
rak yeniden düzenlenm e gereğinin bilincine varmış olmalıdır.
Bugün bile bizi etkileyen ve ilgilendiren şey, böyle bir yeniden
başlam anın önünde bir geleceğin varlığıdır.
Bu sayfaları,
M a rx’in felsefesine giriş yolunu
en zorlu sınavlardan geçerek
tek başına keşfeden
ve bu yolda bana rehberlik eden
dostum uz Jacques M a rtin ’in anısına ith a f ediyorum.

L.A.
Önsöz: Bugün
I

Son dört yıl içinde çeşitli dergilerde yayımlanmış b u birkaç


kısa yazıyı derlem e işine kalkışıyorum . Bu m akalelerden bazıla­
rını bulm ak artık im kânsızdır: Derlemeyi yapm am a yol açan ve
tam am en p ratik olan ilk m azeretim bu. Bu yazılar tereddütlü ve
tam am lanm am ış olsalar da, eğer bir anlam ifade ediyorlarsa, bir
araya geldiklerinde b u anlam ın yeniden ortaya çıkması gerekir:
İşte, ikinci nedenim de bu. Son olarak da onları oldukları gibi,
m evcut halleriyle aktarıyorum : Belli bir tarih ’in belgeleri.
Bu m etinlerin hem en hem en hepsi bir konjonktüre bağlı ola­
rak doğdu: Bir eser üzerinde düşünm e, bir eleştiriye ya da itiraz­
lara cevap, bir gösterinin analizi, vs. Bu m etinler, düzeltm ek is­
tem ediğim tutarsızlıklanna kadar, kendi doğum larının tarihini
ve işaretini taşıyorlar. Çok kişisel bazı polem ik bölüm lerini çı­
kardım ; bazı önyargıların hassasiyetinden kaçınm ak ya da açık­
lam alarım ı uygun düzeyde tutabilm ek için o dönem de bir tara­
fa ayırm ak zorunda kaldığım birkaç sözcüğü, notu ya da birkaç
sayfayı da yeniden m etne kattım ; bazı referansları düzelttim .
Her biri özel vesilelerle doğm uş bu m etinler yine de aynı d ö ­
nem in ve aynı tarihin ürünüdür. Bunlar, Marx’m düşüncesi için­
de kalarak düşünm eyi denemiş, benim yaşımdaki her filozofun
Louis Althusser
28
yaşamak zorunda kaldığı dikkate değer bir deneyim in -tarih in
bizi sürgün ettiği teorik açm azdan kurtulm ak için zorunlu olan
M arx’m felsefi düşüncesinin a r a ş tırılm a sı deneyim inin- farklı
tarzlardaki tanıklıklarıdır.
Tarih; Halk Cephesi’nd en ve Ispanya Iç Savaşı’n d an itibaren
bizim yeniyetmeligimizi ele geçirdi ve genel anlamıyla Savaş’m
içinde, gerçeklerin korkunç sınavından geçirerek eğitti bizi,
dam gasını bıraktı üzerim izde. Dünyaya geldiğimiz yerde yakala­
dı bizi ve bizim gibi burjuva ya da küçük burjuva öğrencileri, sı­
nıfların varlığı, sınıf m ücadelesi ve hedefleri konusunda eğitim­
li insanlara dönüştürdü. Tarihin bize dayattığı gerçeklerden biz
de sonuçlar çıkararak, işçi sınıfının politik örgütü olan kom ünist
partiye katıldık.
Savaşın henüz ertesiydi. Partinin idaresindeki büyük politik
ve ideolojik m ücadelelere hoyratça fırlatıldık: Artık tercihim izin
boyutlarını kavram ak ve sonuçlarını üstlenm ekten başka yapa­
bileceğimiz bir şey yoktu.
Bizim politik belleğimizde, b u dönem büyük grevlerin ve kit­
le gösterilerinin dönem iydi, Stockholm Çağrısı ve Barış H areke­
ti dönem i -D iren iş’ten doğan b üyük um utlar yıkılmış, sayısız in ­
sanın gerilettiği felaketin gölgesini soğuk savaşın ufkuna yayacak
sert ve uzu n bir m ücadele başlamıştı. Bizim felsefi belleğimiz­
deyse bu dönem , inlerine çekilerek hata kollayan silahlı entelek­
tüellerin dönem i olarak kalır; yani bizim gibi esersiz filozofların
dönem i; sınıfların m erham etsiz bıçak yarasıyla, dünyayı sanat­
lar, edebiyatlar, felsefeler ve bilim ler halinde ince ince tabakala­
ra bölen ve her eserde politika yapan bi-zlerin dönem i -k a rik a tü ­
rü çizilen bu dönem i, boşlukta dalgalanan yüksekteki bayrağın
tek bir cüm lesi özetler yine: “Burjuva bilimi, proleter bilim i”
Parti yöneticileri, o dönem de Lyssenko’n u n “biyolojisiyle
Marx İçin
29
tehlikeli maceralara atılmış olan bir Marksizmi burjuva saldırıla­
rının gazabına karşı savunm ak için, vaktiyle Bogdanov’u n 'v e
Proletkult’u n sloganı olmuş bu eski solcu [gauchiste] form ülü
yeniden ortaya atmışlardı. Slogan duyulur duyulm az her şeye
hâkim oldu. Bu sloganın buyurgan çizgisi altında, o dönem de fi­
lozof olarak gördüğüm üz kişiler yorum ile sessizlik arasında ter­
cih yapm ak durum undaydılar, ya m eczupça veya zoraki bir
inanç sergileyecekler ya da rahatsızlığın verdiği suskunluk için­
de kalacaklardı. İşin tuhafı, bulaşıcı ve m erham etsiz yönetim ve
düşünce sistemiyle bu taşkınlıklara yol açmış olan Stalin, bu de­
liliği biraz akla tâbi kılm ak için gereken kişinin yine ta kendisiy-
di. Dili bir üstyapı k u rum u haline getirm ek için ellerinden gelen
çabayı gösterenlerin gayretini kınadığı birkaç sayfalık basit bir
yazının satırları arasında, sınıf ölçütünü sınırsızca kullanam aya­
cağımızı ve Marx’in eserlerinin bile üzerini adıyla örten bilime
ilk gelişmiş ideoloji m uam elesi yapm am ız istendiğini seziyor­
duk. Geri çekilm em iz ve bu kısmi kargaşa içerisinde temel kav­
ram lardan yola çıkarak yeniden başlam am ız gerekiyordu.
Ben bu satırları kendi adım a ve bir kom ünist olarak yazıyo­
rum ; geçmişimizde, şim diki zamanım ızı aydınlatacak, günü­
m üzden de geleceğimize ışık tutacak şeyi arıyorum yalnızca.
Bu dönem i ne zevkle ne de acıyla hatırlıyorum - dönem i
aşan bir saptam ayla onu onaylam ak istiyorum . Coşkulu ve
inançlı bir yaştaydık; düşm anın am an dinlem ediği, saldırganlı­
ğım desteklem ek için küfür dilini kullandığı bir dönem de yaşı­
yorduk. Yine de, yaşanan dönem eç uzun süre kafamızı karıştır­
dı durdu; bazı liderler, teorik “solculuk” (gauchisme) yokuşun­
dan aşağı kendileri yuvarlanırken bizi tutm ak bir yana, sertçe iti­
yorlardı b u radan -ötekilerse onları yatıştırm ak, bizi uyarm ak ya
da önceden haberdar etm ek için görünüşe göre hiçbir şey yap­
Louis Althusser
30
m adılar. Bu durum da, bilm e hakkım ızı ve görevimizi savunm a­
mız ve de yalnızca üretm ek için öğrenm em iz gerekirken, zam a­
nım ızın b üyük bölüm ünü m ilitanlık yaparak geçiriyorduk. Za­
ten vakit bulam ıyorduk bile. Bogdanov’u ve Proletkult’ü bilm i­
yorduk, Lenin’in politik ve teorik solculuğa karşı tarihsel m üca­
delesini bilm iyorduk; Marx’ın olgunluk dönem i eserlerinin hiç­
birini bilm iyorduk, Marx’ın Gençlik Eserleri’nin ideolojik ateşi­
ni yakıcı tutkum uza uygun bulm ak bizi fazlasıyla m utlu ediyor­
d u, aceleciydik. Ama ya bizden büyükler? Bize yol gösterme so­
rum luluğuna sahip olanlar -o n la r aynı cehaleti nasıl yaşıyorlar­
dı? Onca m ücadele ve sınavla oluşm uş, onca önem li tanıklık
m etninin köşe taşlarını diktiği bu uzun teorik gelenek, onlar için
nasıl olur da hüküm süz bir belge olabilirdi?
H üküm süren dogm atizm in himayesi altında, b u kez Fransız
olan bir başka olum suz geleneğin birincisine baskın çıktığını da
sonunda gördük; bu öteki gelenek, daha doğrusu, H eine’nin
“deutsche M isere”sine yankı olarak bizim “Fransız sefaletimiz”
diye adlandırabileceğim iz şu durum du: Fransız işçi hareketinin
tarihinde gerçek bir teorik kültürün derin ve sürekli eksikliği.
Fransız K om ünist Partisi, iki bilim e ilişkin genel teorisine [bur­
juva bilim i-proleter bilimi] radikal bir bildirge biçimi vererek
bu noktada ilerlemiş, tartışm asız politik cesaretini bu şekilde sı­
nam ış ve kanıtlam ış olsa da, cılız teorik kaynaklarla yaşadığı aşi­
kârdı: Fransız işçi hareketinin tüm geçm işinin ona m iras bırak­
mış olduğu kaynaklarla. Aslında, Marx’m anm aktan pek hoşlan­
dığı ütopyacılar olan Saint-Simon ve Fourier’den başka, M ark­
sist olmayan P roudhon’dan ve pek az M arksist olan Jaures’den
başka teorisyenimiz var m ıdır bizim? Almanya’nın M arx’ı ve En-
gels’i ve Kautsky’nin birinci dönem i vardı; Polonya’nın Rosa Lu-
xem bourg’u; Rusya’nın Plehanov ve Lenin’i; İtalya’nın Labriola’sı
Marx İçin
31
Virdi, (bizim Sorel’imiz varken!) o Engels’le eşit düzeyde yazışı­
yordu, sonra Gramsci. Bizim teorisyenlerimiz nerede? Guesde
itli, Lafargue mı?
Başka geleneklerin zenginliklerinden belirgin olarak ayrılan
bir yoksulluğun farkına varm ak için tam bir tarihsel analiz gere­
kir. Bu analize kalkışm a iddiasında değiliz, ama en azından bazı
saptam alarda bulunm ak gerekir. O n dokuzuncu yüzyılın ve yir­
minci yüzyıl başının işçi hareketindeki teorik (tarih teorisi, felse­
fi teori) bir gelenek, entelektüel em ekçilerin eserlerini gözardı
edemez. Tarihsel materyalizmi ve diyalektik m ateryalizmi ente­
lektüeller (Marx ve Engels) kurdu, b u n u n teorisini entelektüel­
ler (Kautsky, Plehanov, Labriola, Rosa Luxem bourg, Lenin,
Gramsci) geliştirdi. Başka türlü olamazdı; ne başlangıçta, ne de
uzun süre sonra; ne şimdi ne de gelecekte başka türlü olabilir:
Değişmiş ve değişebilecek olan şey, entelektüel em ekçilerin sınıf
kökenidir, entelektüel nitelikleri değil.1 Kautsky’n in ardından
Lenin’in bizim için hissedilir kıldığı ilkesel nedenlerden dolayı
bu böyledir: Bir yandan, kendi başına bırakılm ış işçi hareketinin
“kendiliğinden” ideolojisi yalnızca ütopik sosyalizmi, sendikaliz-
mi, anarşizm i ve anarko-sendikalizm i yaratabilir; diğer yandan,
öncesi olm ayan bir felsefe ile bilim in oluşum u ve gelişimi için
devasa bir teorik çalışma gerektiren M arksist sosyalizm, yalnız­
ca, tarihsel, bilimsel ve felsefi formasyonları derin insanların, çok
b üyük değerde entelektüellerin işi olabilir. Bu çapta entelektüel­
ler, ya M arksist teoriyi kurm ak için ya da onun ustaları olm ak
1) E lbette b u e n te lek tü e l terim i ço k spesifik b ir tip i b e lirtm e k te d ir; b irç o k a çıd an d aha
önce g ö rü lm em iş olan m ilitan e n te lek tü e ld ir b u . G erçek b ilg in lerd ir b u n la r; en ö z gün
bilim sel ve te o rik k ü ltü rle d o n a n m ış, ezici gerçek liğ in ve eg em en id eo lojinin tü ııı b iç im ­
lerinin m ek an izm ası h a k k ın d a bilgi sahibi, b u n la r k a rşısın d a sürekli uyan ık ve teorik
p ra tik le ri için d e, - t ü m “resm i h a k ik a tle r in k arşısın d a d u ra ra k - M arx’in açtığı am a h ü ­
k ü m s ü re n tü m ö n y arg ıların yasakladığı ve engellediği verim li yollara girebilm eye m u k ­
te dirlerdir. Bu n ite lik te ve b u k esin lik te b ir girişim , işçi sınıfı içinde sarsılm az ve b ilin ç ­
li bir g ü ven o lm a d a n ve o n u n m ü cad elesin e d o ğ ru d a n k atılım o lm a d a n d ü ş ü n ü le b ilir bir
şey değildir.
Louis Althusser
32
için Almanya’da, Rusya’da, Polonya ve İtalya’da ortaya çıkmışsa,
bu durum , tek tek tesadüflerin sonucu değildir: Egem en sınıfla­
rın (sınıf çıkarları içinde birleşmiş ve uzlaşmaya varmış, kiliseler­
den destek alan feodalite ve burjuvazinin) çoğunlukla kölece iş­
ler ve acı bir alay sunduğu entelektüellerin faaliyetlerini b u ülke­
lerde hüküm süren toplum sal, politik, dini, ideolojik ve ahlaki
koşullar im kânsız kıldığı içindir. Burada entelektüeller özgürlü­
ğü ve geleceği, ancak, tek devrimci sınıf olan işçi sınıfının safla­
rında arayabilirlerdi. Fransa’da ise tersine, burjuvazi devrim ciy­
di, uzun vadede entelektüelleri kendi yaptığı devrim e katmayı
bildi ve katabildi. İktidarın ele geçirilmesinin ve sağlam laştırıl­
m asının ardından onları b ü tü n olarak kendi saflarında tutabildi.
Fransız burjuvazisi kendi devrim ini tam am lam ayı b ildi ve ta­
mamlayabildi, apaçık ve dobra dobra bir devrim yaptı, feodal sı­
nıfı politik sahneden kaldırdı (1789, 1830, 1848); bizzat devri­
m in içinde ulusal birliği pekiştirdi, kiliseyle m ücadele etti, sonra
onu kabul etti, am a zam anı geldiğinde ondan ayrılm ayı, özgür­
lük ve eşitlik sloganlarına sığınmayı da bildi. Entelektüelleri ken­
di yasası altında tutm ak ve kendi ideolojisinin denetim i altında
muhafaza etm ek için, onlara yeterince gelecek ve m ekân, olduk­
ça saygın görevler, yeterli özgürlük ve yanılsama payları sunm ak
için kendi gücünü ve geçm işinden edindiği tüm sıfatları kullan­
mayı bildi. Gerçekten istisna sayılabilecek birkaç önem li istisna
dışında Fransız entelektüelleri onların koşullarını kabul ettiler ve
kendi kurtuluşlarını işçi sınıfı saflarında aram ak gibi yaşamsal
bir ihtiyaç hissetmediler: İşçi sınıfının saflarına katıldıklarında
da, kendilerine dam gasını vurm uş olan ve idealizm lerinde, refor-
m izmlerinde (James) ya da pozitivizm lerinde yaşayan burjuva
ideolojisinden kökten kurtulm ayı başaramadılar. U zun bir tari­
hin sürekli yinelenen deneyim ve hayal kırıklığını k endi tarzın­
Marx İçin
33
da ifade eden, entelektüellere karşı “işçi yanlısı” [ouvriériste] gü­
vensizlik refleksini azaltmak ve yok etm ek için Fransız partisinin
cesur ve sabırlı çabalar sarf etmiş olması da bir tesadüf değildir.
Böylece, bizzat burjuva egemenliğinin çeşitli biçim leri, Fransız
işçi hareketini, özgün bir teorik geleneğin oluşum u için gerekli
olan entelektüellerden uzun süre yoksun bıraktı.
Burada, bir ulusal gerekçe daha eklem ek gerekiyor m u? 1789
devrim ini izleyen 130 yıl içinde Fransız felsefesinin acınacak ta­
rihi, Maine de Biran ve C ousin’den Bergson’a uzanan ve yalnız­
ca tutucu olm akla kalm ayıp gerici de olan tinselci inatçılığı, ta­
rihi ve halkı küçüm sem esi, dinle olan derin ve dar görüşlü iliş­
kileri, bu tarihin içinden çıkan ve ilgiye değer tek zekâ olan A.
Com te’a karşı gözü dönm üş saldırganlığı, inanılm az kültürsüz­
lüğü ve cehaletidir bu. Son otuz yıldan beri olaylar çok farklı bir
hal aldı. Ama u zu n süren resmi felsefi alıklaştırma yüzyılının
ağırlığı, işçi hareketi içindeki teorinin ezilmesi üzerinde kendini
tüm varlığıyla hissettirdi.
Fransız [komünist] partisi b u teorik boşluk koşullarında
doğdu ve b u boşluğa rağmen, m evcut boşlukları elinden geldi­
ğince doldurarak, Marx’in pek derin bir saygı duyduğu tek öz­
gün ulusal geleneğim izden -p o litik gelenek- beslenerek büyü­
dü. Bu politik geleneğin damgasını, dolayısıyla da, teorinin rolü­
n ü tam bilem em enin damgasını taşıdı, yine de esas bilinm eyen
politik ve ekonom ik teoriden çok felsefi teorinin rolüydü. Ünlü
entelektüelleri etrafında toplayabilmişse de, bunlar öncelikle b ü ­
yük yazarlar, rom ancılar, şairler ve sanatçılar, doğa bilim lerinde­
ki önemli uzm anlar ve de yüksek nitelikte birkaç tarihçi ve psi­
kologdu -özellikle de politik nedenlerle katılmıştı bunlar; ama,
M arksizmin yalnızca politik bir doktrin, bir analiz ve eylem
“yöntem i” değil, aynı zam anda, bilim olarak, hem toplum larla
Louis Althusser
34
çeşitli “insan bilim leri”nin gelişimi için, hem de doğa bilim leri ve
felsefe için gerekli, tem el bir araştırm anın teorik alanı olduğunu
kabul edecek kadar felsefi form asyon sahibi insanlar çok ender
olarak vardı. Fransız partisi bu koşullarda doğm ak ve büyüm ek
zorunda kaldı; teorik anlam da ulusal bir geleneğin kazanım ları
ve yardım ı olmaksızın, dolayısıyla da, ustaların yetişebileceği te­
orik b ir okul olm aksızın gelişti.
Tek başımıza dile getirmeyi öğrenmem iz gereken gerçeklik
b u dur. Tek başımıza; çünkü bizde, Marksist filozof olarak,
adım larım ıza rehberlik edecek gerçek ve büyük ustalar yok.
İçinde taşıdığı büyük felsefi eseri acil ekonom ik amaçlara feda
etm em iş olsaydı bunlardan biri olabilecek olan Politzer, bize
yalnızca “Psikolojinin Temellerinin Eleş£irisi”ndeki dahice hataları
bırakm ıştır. Naziler tarafından katledilerek öldü. Bizim ustam ız
yoktu. İyi niyetlilerden, çok iyi yetişmiş, bilgili kişilerden, okur
yazarlardan, b u tür insanlardan söz etm iyorum . Bizim tarihim iz­
den doğm uş, erişebileceğimiz ve bize yakın M arksist felsefe us­
talarından söz ediyorum . Bu sonuncu koşul gereksiz bir ayrıntı
değil. Ç ünkü, bu teorik boşlukla birlikte, ulusal geçmişimizden
canavarca bir felsefi ve kültürel taşralılıgı da (bize özgü şoveniz­
m i m iras aldık. Yabancı dilleri görm ezden geldik; ve dağ sırala­
rının, bir ırm ağın ya da engin bir denizin ötesindeki iyi şeyleri
düşünm em izi ve üretm em izi sağlayabilecek her şeyi pratik ola­
rak yok saydık. Marx’m eserlerinin incelenm esinin ve yorum lan­
m asının bizde çok u zu n süre birkaç cesur ve inatçı Almancacı-
nın işi olarak kalması bir tesadüf m üdür? Sınırlarımızın ötesine
sunabileceğimiz tek isim, F rpısız üniversitelerinin bilmezden
geldiği, sol yeni-Flegelci hareket ve Genç Marx üzerine titiz in­
celemelerini yıllarca sürdüren, kendi halinde, m ünzevi bir kah­
ram anın adı, yani Auguste C ornu ise b u bir tesadüf m üdür?
Marx İçin
35
Bu düşünceler bizi yoksunluğum uz hakkında aydınlatabilir,
ama b u yoksunluğu ortadan kaldırm az. En büyük sorum lusu
Stalin olan kötülüğün bağnndaki ilk şokum uzu Stalin’e borçlu­
yuz. İkincisini de o n u n ölüm üne -ö lü m ü n e ve XX. Kongre’ye.
Ama b u arada, yaşam da bizi olgunlaştırm aya devam ediyordu.
Politik bir örgütlenm e ya da gerçek bir teorik kültür bir gün­
den ötekine ya da basit bir kararnam eyle kurulam az. Ö lgünlük
çağma savaşla ya da savaş sonrası dönem de erişmiş genç filozof­
lar arasında, bilimsel çalışma zam anından yiyerek yorucu poli­
tik görevlerde kendini yıpratanlar ne çoktur! O dönem de parti­
ye katılan k ü çü k burjuva kökenli entelektüellerin, proleter doğ­
m a d ık la rı için bağıt altına girdiklerini düşündükleri hayali Bor­
cu, politik eylemcilik olarak değilse de, katışıksız faaliyet olarak
ödem eye kendilerini zorunlu hissetm eleri de bizim toplum sal
tarihim izin bir özelliğidir. Sartre, tarihin b u vaftizinin nam uslu
bir tanığı olarak kendince bize hizm et edebilir: Biz de o n u n so-
yundandık; ve daha genç yoldaşlarım ızın, belki başka türlü ö d e ­
dikleri b u Borç’tan arınm ış gözükm eleri zam anın getirdiği bir
kazançtır kuşkusuz. Felse/i olarak konuşursak, bizim kuşak ken­
dini kurban etti; yalnızca politik ve ideolojik kavgalara girerek
kurban edildiğini kastediyorum : Entelektüel ve bilimsel eserle­
rini de feda etti. Çok sayıda bilim adam ı, kim i zam an tarihçi,
hatta ender olarak birkaç edebiyatçı, olaydan hasarsız ya da pek
az bedelle sıyrılabildi. Bir filozof için böyle bir çıkış yoktu. Par­
tinin talep ettiği şekilde felsefeden söz ediyor ya da felsefe yazı­
yor olsa da, ancak Tanrısal Alıntıladın yorum larına Ve iç kulla­
nım a yönelik cılız çeşitlemelerine m ahkûm du. Meslektaşlarımız
arasında dinleyicilerimiz yoktu. Düşm an, bizim yalnızca politik
kişiler olduğum uzu yüzüm üze vuruyordu; en bilinçli m eslektaş­
larımız ise kendi yazarlarımızı yargılamadan önce incelememiz
Louis Althusser
36
gerektiğini, ilkelerimizi ilan etm eden ve uygulam adan önce bu
ilkeleri nesnel olarak doğrulayarak işe başlam amız gerektiğini
yüzüm üze vuruyorlardı. Bazı Marksist filozoflar, en iyi m uha­
taplarının az da olsa kulak vermesini sağlamak için, günün bi­
rinde yüzlerine birer m aske takm a riskine rağmen, k ılık değiş­
tirm eye -M arx ’i Husserl kılığına sokmaya, M arx’i Hegel kılığına
sokmaya, Marx’i etik ya da hüm anist Genç Marx kılığına sokm a­
y a - boyun eğm ek zorunda kaldılar ve hiçbir tasarlanm ış taktiğin
işin içine karışmadığı doğal bir hareketle buna yöneldiler. A bart­
m ıyorum , gerçekleri söylüyorum . Bugün hâlâ bunların sonuçla­
rını yaşıyoruz. Dünyadaki tek sağlam toprağa ayaklarımızı bas­
tığımıza politik ve felsefi olarak inanm ıştık, ama b u n u n varlığı­
nı ve sağlamlığım felsefi olarak nasıl kanıtlayacağımızı bilm iyor­
duk: İnançtan başka bir şey yoktu elimizde. M arksizmin parla­
m asından söz etm iyorum , neyse ki b undan felsefe yıldızından
başka gökküreler de doğabilmiştir: M evcut haliyle Marksist fel­
sefenin, paradoksal biçim de geçici varlığından söz ediyorum .
Olası tüm felsefenin ve her türlü felsefi ideolojinin olanaksızlığı­
nın ilkelerine sahip olduğuna inanan bizler, inançlarım ızın zo­
runlu olarak önerm eli niteliğini nesnel ve kam usal sınavdan ge­
çirmeyi başaram ıyorduk.
Dogm atik söylem in teorik boşluğu bir kez hissedildiğinde,
felsefemizi gerçekten kavram a konusunda m ahkûm olduğum uz
imkânsızlığı göze alm ak için elim izin altında tek bir im kân kalı­
yordu: Felsefenin kendisini im k â n sız olarak düşünm ek. Bunun
üzerine, M arx’in m uam m alı biçim de açık seçik olan Gençlik
(1840-1845) m etinlerinin ve kopuş (1845) m etinlerinin bizi sü­
rüklediği, büyük ve incelikli bir teşebbüs olan “felsefenin sonu’h u
tanıdık. En militan ve en cöm ertlerimiz, “felsefenin sonu”nun
“felsefenin gerçekleşm esi” olduğunu düşünüyor ve felsefenin ey-
Marx İçin
37
lem içinde, politik gerçekleşmesi ve proleterce tam am lanm ası
içinde ölüm ünü kutluyorlar ve, dünyanın açıklanması ile d ü n ­
yanın değiştirilm esinin birbirine karşıt olduğunun m uğlak bir
dille ifade edildiği ünlü Feuerbach Üzerine Tezler'e hiç çekincesiz
yaslanıyorlardı. Bu noktayla teorik pragm atizm arasında bir
adım vardı, her zam an da bir adım vardır. Daha bilimsel anlayı­
şa sahip kimileri ise, “felsefenin sonu”nu A lm an İdeolojisindeki
bazı pozitivist form üllerin üslubunda ilan ediyorlardı. Buna gö­
re, felsefenin gerçekleştirilmesini, yani ölüm ünü yerine getir­
mekle görevli olan, proletarya ya da devrimci eylem değil, apa­
çık bilimdi: Marx bizi felsefe yapmaya, yani ideolojik hayaller
geliştirmeye son vererek gerçekliğin kendisini incelemeye yö­
neltm iyor mu? Politik olarak konuşursak, birinci okum a bizim
m ilitan filozoflarımızın çoğunun yaptığı okum aydı; bunlar ken­
dilerini tam am en politikaya adadıklarından, felsefeyi eylem leri­
nin dini haline getirmişlerdi, ikinci okum a ise, tersine, dogm a­
tik felsefenin boş bildirgelerini içeriği dolu bilimsel söylem in ör­
teceğini u m an eleştirm enlerin okum asıydı. Ama her iki taraf da,
politikayla barış içinde ya da güvenlikli bir ilişki içinde olm ala­
rının bedelini, ister istemez felsefe karşısındaki vicdan rahatsız­
lıklarıyla ödüyorlardı: Felsefenin pragm atik-dini ölüm ü, felsefe­
nin pozitivist ölüm ü, felsefenin gerçekten felsefi ölüm ü değildir.
B unun üzerine felsefeye layık bir ölüm bulm aya çabaladık:
Felsefi bir ölüm . Burada da, M arx’m başka m etinlerine ve ilk
m etinlerin üçüncü kez okunm asına dayanıyorduk. Kapital’in
altbaşlığımn Siyasal İktisat* konusunda belirttiği gibi, felsefenin
so nunun ancak eleştirel olabileceğine inanarak yol alıyorduk:
Bizzat nesnelere eğilmek, felsefi ideolojiden kurtulm ak ve gerçe-

* E k o nom i P olitik; b u k a v ra m F ran sızca'd an T ü rk çe'y e yanlış o larak a k tarılm ıştır, d ili­
m iz in sö zd iz im k u ra lla rın a u y m a m a k ta d ır. Ve b u k av ram a u y g u n b ir k u rm a c a o la ra k b i­
zim ön e rim iz “Siyasal lk tisa t”tır. (yhn.)
Louis Althusser
38
gi incelemeye koyulm ak gerekiyordu am a -v e bizi pozitivizm ­
den b u n u n koruyacağını d ü şü n ü y o rd u k - ideolojiye karşı d u ru ­
yorduk, “pozitif şeylerin kavranm ası”nı ideolojinin sürekli ola­
rak tehdit ettiğini, ideolojinin bilim leri kuşattığını, gerçek nite­
likleri bulandırdığını görüyorduk. O zaman, ideolojik yanılsama
tehditlerini sürekli olarak eleştiri yoluyla azaltma görevini felse­
feye em anet ediyorduk ve bu görevi felsefeye em anet edebilm ek
için, onu açıkça bilim in bilinci haline getiriyorduk, onu tam a­
m en bilim in lafzına ve cism ine indirgiyorduk, am a sanki bilim in
uyanık ve özenli bilinciymiş gibi, onun dışarıya ilişkin bilinciy­
miş gibi, bu ideolojik yanılsamayı bertaraf etm ek için, b u olum ­
suz dışarıya doğru döndürüyorduk onu. Felsefe bitmişti artık,
çünkü tüm cismi ve nesnesi bilim inkiyle karışıyor, kaynaşıyor­
du, ama yine de bilim in gözden yiten eleştirel bilinci gibi, tam
olarak bilim in olum lu özünü tehditkâr ideolojinin üzerine yan­
sıtacak zamanı bulacak kadar varlığını sürdürüyordu, saldırga­
nın ideolojik fantasmalarını ortadan kaldırm a zam anını bulacak
kadar varlığını sürdürüyordu, sonra da kendi yerine geri dönüp
orada kendi fantasmalarına yeniden kavuşacaktı. Felsefenin göz­
den yiten felsefi varlığına özdeş olan bu eleştirel ölüm ü, nihayet
bize eleştiri’nin anlamı belirsiz edim i içinde billurlaşm ış gerçek
bir felsefi ölüm ün statü ve sevinçlerini veriyordu. O zam an fel­
sefenin tek yazgısı, gerçeğin bilinmesi içinde ve gerçeğin kendisi­
ne, insanların, onların edim lerinin ve düşüncelerinin anası olan
tarih ’in gerçeğine geri dönüş içinde kendi eleştirel ölüm ünü ye­
rine getirmekti. Felsefe yapm ak, Genç Marx’m eleştirel serüveni­
ne kendi hesabımıza bizim de yeniden başlam amızdı, gerçeği
bizden gizleyen yanılsama tabakasının içinden geçmek ve m ev­
cut tek anakaraya ayak basmaktı: Tarihin toprağı; nihayet orada,
eleştiri’n in kalıcı uyanıklığına em anet edilmiş gerçekliğin ve bili-
Marx İçin
39
m in hu zu ru n a kavuşacaktık. Bu okum ada, felsefe tarihine artık
yer yoktur: Peki, dağınık fantasm aların tarihi, içinden geçilen
karanlıkların tarihi nasıl var olabilir? Yalnızca gerçeğin tarihi
vardır; uyuklayan kişinin içindeki birbiriyle bağlantısız düşleri
gizliden gizliye bu tarih ortaya çıkarabilir, yalnızca bu derinliğin
sürekliliğine dem ir atıp uyuklayanm düşlerinin bir tarih kıtası
oluşturm a hakkı asla yoktur. Marx, A lm an ideolojisi’nde bizzat
şunu söylemişti: “Felsefenin tarihi yoktur.” “Genç M arx Ü zerine ”
adlı m etin okunduğunda, eleştirel bilincin sürekli ölüm üyle fel­
sefi sonuna erişecek bir felsefe için beslenen bu m itik u m u d u n
içinde bir yanıyla hâlâ yer alıp alm adığına karar verilecektir.

Bu araştırm aları ve tercihleri hatırlıyor olm am tn nedeni, b u n ­


ların her birinin, kendince, bizim tarihim izin izini taşıyor olm a­
larıdır. Ve Stalinci dogm atizm in sonu bunları durum lara göste­
rilen basit tepkiler olarak yok edem ediği ve bunlar hâlâ bizim so­
r u n la rım ız olduğu içindir. Stalin’e, kendi cinayetleri ve hataları
dışında, hangi alanda olursa olsun, bizim tüm hayalkırıklıklarım ı-
zı, tüm hata ve şaşkınlıklarım ızı da atfedenler, felsefi dogm atiz­
m in son u n u n M arksist felsefeyi, bütünlüğü içinde bize geri ver­
m ediğini saptayınca, hesaplarının altüst olduğunu görüp, şaş­
kınlığa düşerler. Sonuçta, var olan şeyden, - b u dogm atizm bile
o lsa- asla kurtulam ayız. Dogm atizm in sona ermesi gerçek bir
araştırm a özgürlüğü ve de ateşli bir hal yarattı; bazıları kendi
k urtuluş duygularının ve özgürlük isteklerinin ideolojik yoru­
m u n u felsefe olarak sunm akta biraz acele ettiler. Sonuçta ateş de
taş gibi kesin olarak düşer. Dogm atizm in sonuyla birlikte bize
iade edilen şey, sahip olduğum uz şeyin gerçek hesabını yapma,
hem zenginliğim izin hem de yoksunluğum uzun adını koyma,
sorunlarım ızı düşünm e ve yüksek sesle ortaya koyma ve hakiki
Louis Althusser
40
bir araştırm anın kesinliğine girişme hakkıdır. Dogm atizm in so­
n u bizim teorik taşralılığımızdan kısm en çıkmamıza, bizim dışı­
m ızda var olm uş ve var olanları tanım a ve kabul etm em ize ve bu
dışarıyı görerek, kendim izi de dışardan görmeye başlamamıza,
M arksizmin bilinm esi ve bilinm em esi içinde kendi yerimizi ta­
nım aya ve böylece kendim izi tanımaya başlam amıza im kân tanı­
dı. Dogm atizm in sonuyla birlikte şu gerçeklikle karşı karşıya
kaldık: M arx’m, kendi tarih teorisini kurarken oluşturduğu
Marksist felsefenin büyük bölüm üyle hâlâ oluşturulm ası gerek­
m ektedir, çünkü, Lenin’in dediği gibi, yalnızca köşe taşları yer­
leştirilmiştir; dogm atizm in karanlığı altında boğuşm uş olduğu­
m uz teorik güçlükler, baştan sona yapay güçlükler değildi, b ü ­
yük ölçüde Marksist felsefenin hazırlanm am ış olma halinden
kaynaklanıyordu; dahası, m aruz kaldığımız ya da sü rdürdüğü­
m üz donm uş ve karikatürvari biçim lerde, ta ki “iki bilim ” teorik
ucubeliğine varana kadar, çözüm lenm em iş bir tür sorun, kör ve
grotesk varlığıyla, gerçekten m evcuttu, b u n u n kanıtı olarak ya­
yım lanmış olan teorik solculuğun eserlerini (Genç Lukacs ve
Korsch) gösteriyorum yalnızca; ve son olarak da, eger Marksist
felsefeye biraz yaşam ve teorik dayanıklılık verm ek istiyorsak,
bugün, bizim payımıza düşen şey ve görevimiz, çok basit olarak,
bu sorunları açık açık ortaya koym ak ve bunlarla açıktan yüzleş­
mektir.
II

izin verirseniz, okuyacağınız notların tuttukları yolu da b e ­


lirtm ek istiyorum .
G özden yiten bir eleştirel felsefe m iti içinde hâlâ yer alan
Genç M a rx Ü zerine bu m etin, yine de, denem elerim izin, yenil­
gilerim izin ve hatta güçsüzlüklerim izin bizde engellenem ez b i­
çim de ortaya çıkardığı tem el sorun’u içeriyordu: M arksist felsefe
nedir? Teorik olarak varolm a hakkı va r mıdır? Eğer hak olarak
varsa onun özgüllüğünü nasıl ta rif etm eliyiz? Bu tem el soru, ta­
rihsel g ö rünüm lü, ama gerçekte teorik bir soru içinde ortaya
atılm ış b u lu n u y o rd u aslında: M arx’m G ençlik Eserleri’n in
okunm a ve yorum lanm a sorunu. T üm bayrakların üzerinde
görülen ve h er türlü kullanım ın kisvesine b ü rü n e n b u ün lü
m etinleri; M arx’m kendi felsefesini okuduğum uza, az çok k en ­
diliğinden inandığım ız, tam am en felsefi bu m etinleri ciddi bir
eleştirel incelem eye tâbi tu tm ak kaçınılm az gözükm üşse, bu
b ir tesadüf değildir. M arksist felsefe ve M arx’m Gençlik Eserle­
ri hak k ın d a b u felsefenin özgüllüğü sorusunu sorm ak, kaçınıl­
maz olarak M arx’m birlikte olduğu ya da içinden geçtiği felse­
felerle, yani Hegel’in ve F euerbach’m kilerle ilişkilerinin ne ol­
duğu so ru su n u sorm ak, dolayısıyla o n u n farklılığını anlam aya
çalışm aktır.
Beni öncelikle Feuerbach’ı okum aya ve 1839-1845 döne-
Louis Althusser
4 2 ----------------— ------------------------------------------------------------------
m inde yazmış olduğu en önem li teorik m etinlerini yayım lam a­
ya (krş. s. 57) yöneltm iş olan şey, M arx’m G ençlik Eserleri’nin
incelenm esidir. Hegel’in felsefesinin M arx’m felsefesiyle ilişki­
lerinin öz niteliğini, karşılıklı olarak kavram larının ayrıntısı
içinde incelemeye başlam aya beni yöneltm iş olan şey de doğal
olarak aynı nedendi. Böylece, M arksist felsefenin özgül fa r k lı lı­
ğı so ru n u , M arx’m entelektüel gelişimi içinde, yeni bir felsefi
kavrayışın ortaya çıkışını belirleyecek epistemolojik bir kopuş’u n
var olup olm adığını bilm e sorusu -v e bağlantılı soru olarak, bu
k o p u şu n kesin y e r i- biçim ini aldı. M arx’m G ençlik Eserleri’nin
incelenm esi, b u soru kapsam ında belirleyici b ir teorik (kopuş
var mı?) ve tarihsel (kopuş yeri?) önem kazandı.
M arx’m ileri sürdüğü ve b u kopuşu (“önceki bilincim izin
tasfiyesi”) 1845’te A lm an İdeolojisi düzeyine yerleştirdiği cüm le­
yi, b u k o p u şu n varlığını onaylam ak ve yerini belirlem ek için sı­
nanm ası, çürütülm esi ya da onaylanm ası gereken bir açıklam a­
dan başka türlü kabul etm ek elbette söz kon u su olamaz. Bu
açıklam anın niteliklerini sınam ak için b ir teori ve b ir yöntem
gerekiyordu -g e n e l olarak teorik oluşum ların (felsefi ideoloji,
bilim ) gerçekliğini düşünm eyi sağlayan M arksist teorik kavram ­
la rı M arx’m kendisine uygulam ak gerekiyordu. G erçekten de,
teorik o lu şu m lan n tarihinin teorisi olm adan, iki farklı teorik
oluşum u birb irin d en ayıran özgül farklılığı kavrayam ayız ve
saptayam ayız. Bu amaçla, teorik b ir oluşum un özgül birliğini
ve sonuç olarak bu özgül farklılığın saptanacağı yeri belirtm ek
için sorunsal kavram ını Jacques M artin’den ve bilim sel bir di­
siplinin k u ru lu şu n d a çağdaş teorik sorunsalın dönüşüm ü ü ze­
rinde d ü şü n m ek için de “epistemolojik kopuş” kavram ını G. Bac-
helard ’dan ödünç alabileceğime inandım . Bir kavram oluştur-
Marx İçin
---------------------------------------------- 43
m ak ve b ir diğerini de ödünç alm ak gerekiyordu, b u iki kav­
ram da keyfi ya da M arx’a yabancı bir şey içerm em eliydi; tam
tersine, b u n ların varlıkları çoğu zam an pratik halde kalm ış ol­
sa bile, M arx’m bilim sel düşüncesinde m evcut oldukları ve iş­
ledikleri de gösterilebilir.1 Genç M arx’m teorik d ö n ü şü m sü re­
cinin akla u y gun b ir analizini yapabilm ek ve bazı kesin so n u ç­
lara varm ak için b u iki kavram dan teorik olarak gerekli asgari
ölçüde yararlandım .
U zun yıllara yayılan bir incelem enin -yayım ladığım m etin ­
ler b u sürecin yalnızca kısm i tan ık larıd ır- birkaç so n u cu n u b u ­
rada son derece özet bir biçim de verm em e izin veriniz.
1) M arx’m eserinde açık seçik b ir “epistemolojik kopuş ”, b iz­
zat M arx’m gösterdiği noktada, eski felsefi (ideolojik) bilincini
eleştirdiği ve sağlığında yayım lanm am ış eserde görülür: A lm an
İdeolojisi. Bu eserin ancak birkaç cüm lesi olan Feuerbach Ü zeri­
ne Tezler, b u k o p u şu n önceki uç sınırını belirtir; burası, eski b i­
linçte ve eski dilde, yani ka çın ılm a z olarak istikra rsız ve anla­
m ı belirsiz ka vra m ve form üller içinde, yeni teorik bilincin d e­
lik açtığı noktadır.
2) Bu “epistem olojik k o puş”, birb irin d en ayrı ve teorik iki
disiplini birlikte içerir. Marx, tarih teorisini (tarihsel m aterya­
lizm ) ku rark en , aynı anda, önceki ideolojik felsefi bilincinden
ko p tu ve yeni b ir felsefe (diyalektik m ateryalizm ) kurdu. Tek
b ir k o puş içinde b u ikili kuruluşu belirtm ek için kullanılan ter­
m inolojiyi (tarihsel m ateryalizm , diyalektik m ateryalizm ) ben
de kasıtlı olarak kullanıyorum . Ve, b u istisnai d u ru m u n parça­

1) S orun sal ve e p istem o lo jik kopuş (bilim sellik-önçesi b ir s o ru n sa lın bilim sel b ir so ru n sa ­
la d ö n ü ş ü m ü n ü b elirley en k o p u ş) ikili tem ası ü zerin e, K a p ita l 'in İkinci K itap’ım n ö n sö ­
z ü n d e Engels’in o la ğ a n ü stü te o rik d e rin lik te k i sayfalarına b ak ılab ilir (E S. c. IV, s. 20-
24. T ürkçe çeviri: K ap ital, c. 11, Sol Yayınları, A nkara 1976, s. 11-33). “K a p ita l’i O ku-
m a k ”ta (c. II) b u n u n kısa b ir y o ru m u n u vereceğim .
Louis Althusser
44
sı olan iki önem li so ru n u belirtiyorum . Bir bilim k u ru lu rk en
yeni b ir felsefenin doğm uş olm ası ve bu bilim in de tarih teori­
si olması, doğal olarak önem li bir teorik so ru n getirm ektedir:
Bilimsel tarih teorisinin oluşum u, felsefede teorik b ir devrim i
hangi ilkesel gereklilikle ipso fa cto kaçınılm az kılm alı ve kapsa­
m alıdır? Aynı koşul, ihm al edilem eyecek pratik bir sonuç da
içeriyordu: Yeni felsefe, yeni bilim in içinde ve yeni bilim tara­
fından öyle iyi içerilm işti ki, onunla karışabilirdi. A lm a n İdeolo­
jisi, bizim de saptam ış olduğum uz gibi, felsefeyi, pozitivizm den
ku rtu lm u ş genelleme değilse de, bilim in taşıdığı dayanıksız
gölge haline getirerek, bu karışıklığı tam anlam ıyla kabul eder.
Bu p ratik sonuç, başlangıcından günüm üze M arksist felsefenin
dikkate değer tarihinin anahtarlarından biridir.
Bu iki so ru n u ilerde inceleyeceğim.
3) Bu “epistem olojik k o p u ş”, böylece, M arx’m düşüncesini
iki b ü y ü k tem el dönem e ayırır: 1845 k o p u şu n d an önceki, h â ­
lâ “ideolojik” dönem ve 1845 k o p u şu n d an sonraki “bilim sel”
dönem . Bu ikinci dönem de iki evreye ayrılabilir: M arx’in te­
orik olgunlaşm a evresi ve teorik olgunluk evresi. Bizi bekleyen
felsefi ve teorik çalışmayı kolaylaştırm ak için, bu dönem lendir-
m eyi kaydeden geçici b ir term inoloji önerm ek istiyorum .
a) Birinci d önem in eserlerini, yani M arx’m doktora tezinden
1844 E ly a zm a la n ’na ve Kutsal A ile’ye kadarki tüm m etinlerini
zaten k abul edilm iş ifadeyle belirtm eyi öneriyorum : M a r x ’in
Gençlik Eserleri.
b) 1845 ko p u şu m etinlerini, yani M arx’m yeni sorunsalının
ilk kez ortaya çıktığı, ama henüz b ü y ü k ölçüde olum suz, pole­
m ik ve eleştirel b ir biçim altında görüldüğü Feuerbach Üzerine
Tezler ve A lm an İdeolojisi’n i yeni b ir deyimle belirtm eyi öneri­
_________________________ Marx için_________________________

yorum : Kopuş Eserleri.


c) 1845-1857 dönem i eserlerini de yeni b ir adla anm ayı
öneriyorum : O lgunlaşm a Eserleri. G erçekten de, ideolojik olanı
(1845 öncesi) bilim sel olandan (1845 sonrası) ayıran kopuşa,
1845 eserlerinin (Feuerbach Ü zerine Tezler, A lm a n İdeolojisi) çok
önem li tarihini verebilsek de, unutm am am ız gerekir ki, b u d ö ­
n üşüm , h em tarih teorisinde hem de felsefe teorisinde başlattı­
ğı yeni teorik sorunsalı ta m am lanm ış ve olum lu bir biçim için­
de h em en üretem edi. A lm a n İdeolojisi gerçekten de, M arx’m
reddettiği ideolojik sorunsalın farklı biçim lerinin çoğunlukla
olum suz ve eleştirel bir yorum udur. O lum lu yönde u z u n b ir
düşünm e ve hazırlanm a çalışması gerekli olm uş, M arx’m dev­
rim ci teorik projesine uygun kavram sal b ir sistem atik ve term i­
noloji üretm esi, oluşturm ası ve belirlem esi için u z u n b ir d ö ­
nem gerekm işti. Yeni sorunsal kesin biçim ini yavaş yavaş aldı.
Bu nedenle, 1845 sonrası Eserler ile K apital’in ilk yazım d en e­
m elerinden (1 8 5 5 -5 7 ’ye doğru) öncekileri, yani M anifesto, Fel­
sefenin Sefaleti, Ücret, Fiyat ve Kâr, vs.’yı M arx’m Teorik Olgun­
laşma Eserleri olarak belirlem eyi öneriyorum .
d) Son olarak, 1857’den sonraki tü m eserleri, O lgunluk Eser­
leri olarak belirtm eyi öneriyorum .
Böylece şu sınıflandırm ayı yapm ış oluyoruz:
1840-1844: Gençlik Eserleri.
1845: K opuş Eserleri.
1845-1857: O lgunlaşm a Eserleri.
1857-1883: O lgunluk Eserleri.

4) M arx’m G ençlik Eserleri dönem i (1840-1845), yani id e­


olojik eserleri dönem i de iki evreye ayrılabilir:
Louis Althusser
46
a) Die Rheinische Zeitung’daki m akaleleri yazdığı rasyonalist-
liberal evre (1 8 4 2 ’ye kadar),
b) 1842-1845 yıllarının rasyonalist-toplulukçu [com m una­
utaire] evresi.
“M arksizm ve H üm anizm ” adlı m etinde hızlı bir şekilde b e­
lirttiğim gibi, birinci evredeki eserler Kantçı-Fichte’ci tü rd e bir
sorunsalı varsayarlar, ikinci evrenin m etinleri ise tersine Feuer-
b ach ’m antropolojik sorunsalı üzerinde dururlar. Hegelci so­
runsal, kesinlikle tek b ir m etne esin kaynağı olur, Hegelci ide­
alizm in F euerbach’ın sözde-m ateryalizm i içinde dar anlam da
“ayakları üstü n e dikilm esi”ni işlemeye titizlikle çalışan bir m e­
tin: 1844 E lyazm aları. Sözcüğün tam anlam ıyla paradoksal
olan bu sonuç işte b u ra d an kaynalanır (henüz b ir öğrenci çalış­
m ası olan Tez Savunm ası hariç): Ideolojik-felsefi dönem inin
neredeyse nihai m etni bir yana, Genç M arx asla Hegelci değildi,
önce Kantçı-Fichte’ci, sonra F euerbach’çıydı. Yaygın b ir kanı
olan Genç M arx’m Hegelciliği tezi, genel olarak, bir m ittir. Bu­
na karşılık, “geçm işteki felsefi bilinci”yle k o p u şu n u n arifesin­
de, h er şey öyle cereyan eder ki, sanki Marx, gençliğinde ilk ve
son kez H egel’e başvururken, “sayıklayan” bilincini tasfiye et­
m ek için kaçınılm az, olağanüstü b ir teorik “dışlaştırm a” yarat­
mış gibidir. O zam ana kadar M arx Hegel’e karşı mesafe koym a­
ya devam etm işti ve Hegelci akadem ik incelemeleri’n d e n Kantçı-
Fichte’ci b ir sorunsala, ard ın d an da F euerbach’çı bir sorunsala
onu geçirm iş olan hareket düşünülürse, şunu söylem ek gerekir
ki, Marx, Hegel’e yaklaşm ak b ir yana, Hegel’den uzaklaşm aya
devam etm işti. Fichte ve Kant ile birlikte, geri giderek on seki­
zinci yüzyıl sonuna nüfuz ediyor; ve (Feuerbach’m kendi tar­
zında on sekizinci yüzyılın “ideal” filozofunu, duyum cu m ater-
Marx İçin

yalizm ile etik-tarihsel idealizm in sentezi, D iderot ile Rousse-


au’n u n gerçek birliğini tem sil edebileceği doğruysa) Feuerbach
ile birlikte de b u yüzyılın teorik geçm işinin kalbine geri çekili­
yordu. F euerbach ile Hegel’in dahice bir sentezi olan 1844 El-
y a z m a la r ı’n d a H egel’e ani ve en son geri dö n ü şü n d e, M arx’m,
bir patlam a denem esinde olduğu gibi, o zam ana kadar kafasın­
dan hiç çıkm am ış teorik alanın iki u c u n u n m addelerini bir ara­
ya getirip getirm ediği sorusunu kendim ize sorm aktan kaçm a-
mayız; dahası, M arx’m d ö n ü şü m ü n ü pratik olarak yaşadığı ve
tam am ladığı’yerin, olağanüstü kesinlikteki ve bilinçteki b u d e­
neyim in, o zam ana kadar asla denem ediği Hegel’i “tersyüz et-
m e”ye d ö n ü k b u en radikal sınavın, asla y a y ım la m a d ığ ı bu
m etin olup olm adığını da sorm aktan kendim izi alıkoyamayız.
Bu görülm edik değişim in m an tığ ın a'd air belli b ir fikre ulaşıl­
m ak isteniyorsa, neredeyse son gecenin m etninin, teorik olarak
konuşursak, doğacak olan güne paradoksal olarak en u zak m e­
tin olduğunu baştan bilm ek kaydıyla, b u n u i 844 E lyazm ala-
r ı’n m olağanüstü teorik gerilim inde aram ak gerekir.
5) Kopuş Eserleri M arx’m düşüncesinin teorik oluşum u için­
deki yerlerine bağlı olarak incelikli yorum sorunlarını gü n d e­
m e getirirler. Feuerbach Üzerine Tezler’in ani parıltılarına yakın­
d an bakan h er filozof ışıktan irkilir, am a herkes bilir ki, b ir
şim şek aydınlattığından çok göz kam aştırır ve geceyi parçala­
yan b ir ışık parçasını gecenin uzam ına yerleştirm ekten daha
güç b ir şey yoktur. Şeffaflıkları sahte b u on bir Tez’in m u am ­
m asını g ü n ü n b irin d e elbette görü n ü r kılm ak gerekecektir. A l­
m an ideolojisi'ne gelince, tüm eski teorik varsayım ları - e n başta
Hegel ve Feuerbach, bilinç felsefesinin ve antropolojik felsefe­
nin tü m b içim lerin i- eleştirinin am ansız oklarına hedef yapa­
Louis Althusser
48
rak, geçmişiyle kopuş halindeki b ir düşünceyi bize tam anla­
m ıyla sunar. Yine de, ideolojik hataya karşı açılan davada pek
katı ve kesin olan b u yeni d üşünce de, güçlüklerden ya da a n ­
lam belirsizliklerinden ku rtu lm u ş olarak kendini tanım laya-
maz. Teorik bir geçm işten bir çırpıda kopulm az: Sözcüklerden
ve kavram lardan k o pm ak için öncelikle yeni sözcükler ve kav­
ram lar gerekir ve yeni sözcüklerin aranışı sürdüğü ölçüde, ko­
p u ş protokolüyle görevli olanlar çoğu zam an hâlâ eski sözcük­
lerdir. A lm a n İdeolojisi bize böylece henüz eğitim aşam asındaki
yeni kavram ların yerini tutan, yeniden askere alınm ış kavram ­
ların gösterisini su n ar... ve b u eski kavram ları dış görünüşleri­
ne bakarak değerlendirm ek, onları sözcük olarak ele alm ak n o r­
m al olduğundan, M arksizm in ya pozitivist (tüm felsefenin so­
n u ) ya da bireyci-hüm anist (tarihin özneleri “som ut, gerçek in-
sanlar”dır) kavrayışı içinde yolu şaşırm ak kolaylıkla m üm k ü n
olur. Dahası, b u m etinde baş oyuncu olan, Gençlik m etinlerin­
de yabancılaşm ayla karşılanm ış ve tü m ideoloji teorisine ve tüm
bilim teorisine h ü k m eden iş b ö lü m ü n ü n anlam ı belirsiz rolüne
kapılabilir insan. K opuşun eli kulağında olm asına bağlı tüm bu
nedenlerle, A lm a n İdeolojisi tek başına tam bir eleştirel çalışm a­
yı gerektirir, böylece bazı kavram ların tam am layıcı teorik işlevi
b u kavram ların k endisinden ayırt edilm iş olur. Bu konuya tek­
rar döneceğim .
6) K opuşu 1845 yılına yerleştirm ek, yalnızca M arx ile Fe­
u erbach ilişkisi bak ım ından değil, M arx ile Hegel ilişkisi bakı­
m ın d an da teorik açıdan önem li sonuçlar içerir. G erçekten de,
M arx sistem atik bir Hegel eleştirisini yalnızca 1845 sonrası ge­
liştirm iş değildir, Hegel’in D evlet Felsefesinin Eleştirisi’n â e (1843
E ly a zm a sı ), Hegel’in H u k u k felsefesinin eleştirisinin önsözün-
Marx İçin
49
de (1843), i 844 E lya zm a la rı’n d a ve Kutsal A ile'de görülebilece­
ği gibi, Gençlik dö n em inin ikinci evresinde b u n a başlam ıştır.
Oysa b u Hegel eleştirisi, o dönem de, teorik ilkeleri bakım ından,
F euerbach’m defalarca form üle ettiği hayranlık verici Hegel
eleştirisinin yeniden ele alınm asından, y o ru m u n d an ya da ge­
liştirilm e ve genişletilm esinden başka bir şey değildi. Bu, spekü­
lasyon olarak, soyutlam a olarak Hegelci felsefenin bir eleştirisi­
dir, antropolojik yabancılaşm a sorunsalının ilkeleri adına sü r­
d ü rü lm ü ş b ir eleştiridir: Soyut-spekülatife karşı som ut-m ater-
yaliste başvuran b ir eleştiridir, yani k u rtu lm ak istese bile ide­
alist sorunsalın hizm etinde kalan b ir eleştiridir, yani ilke olarak
M arx’m 1845’te kopacağı teorik sorunsala ait bir eleştiridir.
M arksist Hegel eleştirisini, -M a rx k en d i adına üstlense b ile -
F euerbach’çı Hegel eleştirisiyle karıştırm am anın M arksist felse­
fenin araştırılm ası ve tanım ı için önem taşıdığı açıktır. Ç ünkü,
M arx’m 1843 m etinlerinde sergilediği Hegel eleştirisini (aslın­
da baştan başa F euerbach’çıdır) gerçekten M arksist olarak n ite­
lendirip nitelendirm em em ize bağlı olarak, M arksist felsefenin
sonraki yapısı hak k ın da çok farklı b ir fikir sahibi oluruz. Bu
noktayı, M arksist felsefenin güncel yorum larında belirleyici bir
n o kta olarak belirtiyorum ; elbette sözünü ettiğim yorum lar,
ciddi, sistem atik yorum lardır, gerçek felsefi, epistem olojik ve
tarihsel bilgilere dayalı ve kesin okum a yöntem lerinden - y o k ­
sa, üstü n e kitap da yazılabilecek basit kanılardan d e ğ il- yola çı­
kan yorum lardır. Ö rneğin, benim gözüm de çok önem li olan
- ç o k önem li çü n k ü b u g ü n M arx’i Hegel’den ayıran uzlaşm az
teorik ayrım ı ve M arksist felsefenin özgüllüğünün tanım ını
araştırm alarının m erkezine bilinçli olarak koyan tek eser b u n ­
la rd ır- İtalya’daki Della Volpe’n in ve Colletti’n in eseri, Hegel
Louis Althusser
50 -----------------------------------------------------------------------------------------
ile M arx arasında, F euerbach ile M arx arasında bir kopuşun
varlığını k abul eder, am a b u ko p u şu 1843’e yerleştirir, Hegel’in
H ukuk Felsefesinin Eleştirisi’n in önsözüne! K opuşun böyle basit­
çe yer değiştirm esi, b u n d an çıkarılan teorik sonuçları derinden
etkiler ve yalnızca M arksist felsefenin kavranışı üzerinde değil,
aynı zam anda, b ir sonraki eserde görüleceği gibi, K apital ’in
okunm ası ve yorum u üzerinde de etkili olur.

F euerbach’a ve Genç M arx’a ayrılmış sayfaların anlam ını ay­


dınlatm ak ve bu N otlar’a egem en olan so ru n u n birliğini hisse­
dilir kılm ak için b u saptam alarda b u lu n m a hak k ın ı kendim de
görm ekteyim , çü n k ü çelişki ve diyalektik üzerine denem elerde
de işin içinde olan şey M arksist teorinin indirgenem ez özgüllü­
ğ ü n ü n tanım ıdır.
Bu tanım ın M arx’in m etinlerinde d o ğrudan doğruya okuna-
m a d ığ ı; olgunluk evresinde M arx’a özgü kavram ların b u lu n ­
dukları yeri tanım lam ak için eleştirel bir ön hazırlığın tüm üyle
gerekli olduğu; b u kavram ların tanım lanm asının onların yerle­
rinin tanım lanm asıyla bir olduğu; h er y o ru m u n m utlak ön h a­
zırlığı olan tü m b u eleştirel çalışm anın, teorik oluşum ların d o ­
ğasına ve tarihlerine yönelik asgari ölçüdeki geçici M arksist te­
orik kavram ın uygulanm aya konm asını kendi içinde gerektir­
diği; M arx okum asının ön koşulunun, teorik oluşum ların ve
onların tarihlerinin ayrım sal doğasına dair M arksist bir teori,
yani M arksist felsefenin ta kendisi olan epistem olojik bir tarih
teorisi olduğu; bu işlem in kendi içinde kaçınılm az bir döngü
oluşturduğu, bu döngüde M arksist felsefenin M arx’a uygulan­
m asının M arx’in kavranm asının m utlak önkoşulu olarak belir­
diği ve aynı zam anda da M arksist felsefenin oluşum ve gelişi­
Marx İçin
51
m in in koşulu olarak belirdiği... açıktır. Ama b u işlem in d öngü­
sü, b u tü rd en tü m döngüler gibi, b ir nesneye doğası hakkında
sorulan so ru n u n diyalektik d ö n güsünden başka bir şey değil­
dir; k endi nesnesini sınarken kendi nesnesi tarafından sınanan
teorik b ir sorunsaldan yola çıkılmış olur. M arksizm in kendisi­
n in epistem olojik so ru n u n nesnesi olabilm esi ve olm ası gerek­
tiği, b u epistem olojik so ru n u n ancak M arksist teorik sorunsala
bağlı olarak sorulabileceği, yalnızca tarih bilim i (tarihsel m ater­
yalizm ) olarak değil, aynı zam anda, teorik oluşum ların ve ta­
rihlerinin anlaşılm asını sağlayan, dolayısıyla k endini nesne ola­
rak alm ak suretiyle kendinin a n laşılm asını sağlayan felsefe ola­
rak da diyalektik biçim de tanım lanan bir teori için zo ru n lu lu ­
ğun ta kendisidir. M arksizm bu sınam ayla teorik olarak yüz y ü ­
ze gelebilen tek felsefedir.

T üm b u eleştirel çalışm anın gerekliliği, dem ek ki M arx’ı


-k â h Gençlik Eserleri’nin ideolojik kavram larının yanlış ger­
çekliği içinde ele alınm ış, kâh Kopuş Eserleri’nin görünüşte d a­
ha âşinâ kavram larının belki de daha tehlikeli yanlış gerçeklik­
leri içinde ele alın m ış- dolaysız b ir okum adan farklı olarak
okuyabilm ekle sınırlı değildir. M arx’ı okum ak için gerekli b u ça­
lışma, aynı zam anda, dar anlam da, M arksist felsefenin teorik
hazırlık çalışm asıdır. M arx’ı açık seçik görm eyi sağlayan, bilim i
ideolojiden ayırmayı sağlayan, b u n ların farklılıklarını tarihsel
ilişkileri içinde düşünm eyi sağlayan, tarihsel bir sürecin sü rek ­
liliği içinde epistem olojik k o p u şu n süreksizliğini düşünm eyi
sağlayan teori; b ir sözcüğü bir kavram dan ayırt etmeyi, bir söz­
cü ğ ü n altında b ir kavram ın varlığını ya da yokluğunu ayırt et­
meyi, teorik söylem içindeki b ir sözcüğün işlevinden yola çıka­
Louis Althusser
52
ra k b ir kavram ın varlığını belirtm eyi, sorunsal içindeki işlevin­
den, dolayısıyla “teori” sistem i içinde işgal ettiği yerden yola çı­
k arak b ir kavram ın doğasını tanım lam ayı sağlayan teori;
M arx’m m etinlerinin özgün okunm asını sağlayan, h em episte-
m olojik hem de tarihsel bir okum ayı sağlayan b u tek teori, ger­
çekte, M arksist felsefenin kendisinden başka b ir şey değildir.
Bunu araştırm ak için yola çıkm ıştık. Ve işte, ilk tem el gerek­
liliğiyle -araştırm a koşullarının basit tanım ıyla- birlikte bu te­
ori de dogm aya başlam aktadır.

MART 1965.
Açıklamalar

1. BENİMSENEN TERMİNOLOJİ HAKKINDA.

Okuyacağınız makalelerde benimsenen terminolojide bazı değişik­


likler görülecektir.
Özellikle Materyalist Diyalektik üzerine makale, Marksist “felsefe”yi
(diyalektik materyalizm) belirtmek için Teori (büyük harfle) terimini
önermektedir ve felsefe sözcüğünü ise ideolojik felsefeleri belirtmek üze­
re ayırmaktadır. Felsefe terimi, Çelişki ve Üstbelirlenim adlı makalede bu
ideolojik oluşum anlamında kullanılmıştır.
(İdeolojik) Felsefeyi Teori’den (ya da felsefi ideolojiden koparak
oluşmuş Marksist felsefeden) ayıran bu terminoloji Marx’m ve Engels’in
eserlerinin birçok bölümünde kendisine dayanak bulur. Alman İdeolo­
jisinde Marx her zaman felsefeden açıkça ideoloji olarak söz etmekte­
dir. Engels, Anti-Dühring'e yazdığı ilk önsözde (Ed. Sociales, s. 445)
şöyle der:
“Teorisyenlerin doğa bilimleri alanında yarı cahil oldukları doğruy­
sa, bu bilimlerin günümüzdeki uzmanlan da, bugüne kadar felsefe diye
adlandırılan alan olan teori alanında gerçekten öyledirler.”
Bu saptama, Engels’in, ideolojik felsefeleri Marx’m mutlak anlamda
yeni felsefi projesinden ayıran farklılığı bir terminoloji farklılığı içine
dahil etme ihtiyacını hissetmiş olduğunu kanıtlar. Engels, Marksist fel­
sefeyi teori terimiyle belirterek bu farklılığı kaydetmeyi öneriyordu.
Yine de, sağlam temellere dayalı yeni bir terminoloji başka şeydir,
onun gerçek kullanımı ve yayılması başka şeydir. Çok uzun geçmişi
olan bir kullanıma karşı, Marx’in kurduğu bilimsel felsefeyi belirtmek
Louis Althusser
54
için Teori terimini benimsetmek güç gözükmektedir. Dahası, teori söz­
cüğünü diğer kullanımlarından ayırt eden büyük harf, elbette konuş­
ma dilinde fark edilebilir bir şey değildir... Bu nedenle, Materyalist Di­
yalektik üzerine metinden sonra, yaygın terminolojinin kullanımlarına
geri dönmek ve Marx’mki bağlamında felsefe’den söz etmek ve o zaman
da Marksist felsefe terimini kullanmak bana zorunlu geldi.

2. YAYIMLANMIŞ MAKALELER HAKKINDA.

“Feuerbach’ın Felsefi Manifestoları”metni Aralık 1960 tarihli La No­


uvelle Critique'de yayımlandı.
“Genç Marx Üzerine” (Teori Sorunlan) adlı makale Mart-Nisan
1961 tarihli La Pensée’de yayımlandı.
“Çelişki ve Üstbelirlenim” adlı makale Aralık 1962 tarihli Esprit’de
yayımlandı. Ek bölümü yayımlanmamıştı.
“Materyalist Bir Tiyatro Üzerine Notlar” adlı makale Aralık 1962 ta­
rihli La Pensée’de yayımlandı.
“1844 Elyazmaları” üzerine felsefi kronik Şubat 1963 tarihli La
Pensée'de yayımlandı.
“Materyalist Diyalektik ” üzerine makale Ağustos 1963 tarihli La
Pensée’de yayımlandı.
“Marksizm ve Hümanizm” makalesi Haziran 1964 tarihli Cahiers de
l'ISEA’da yayımlandı.
“Reel-Hümanizm Üzerine Tamamlayıcı Not” Mart 1965 tarihli La
Nouvelle Critique'de yayımlandı.
Bu metinleri eldeki kitapta toplamama büyük nezaket göstererek
izin vermiş olan dergi yöneticilerine teşekkürü borç bilirim.

L.A.
I

Feuerbach’ın
“Felsefi Manifestoları”
La Nouvelle Critique dergisi, birkaç ay önce Epim ethee dizi­
sinden (P.U.F.) yayımlanmış olan F euerbach’m m etinlerini su n ­
m am ı ben d en istem ektedir. Birkaç soruya kısaca cevap vererek
b u sunuşu seve seve yapıyorum .
Felsefi M anifestolar adı altında, Feuerbach’m 1839 ve 1845
yılları arasında yayımlanmış m etin ve m akalelerinin en önem li­
lerini b ir araya getirdim: Hegel Felsefesinin Eleştirisine Katkı
(1839), H ıristiya n lığ ın Ö zü’n ü n Giriş bölüm ü (1841), Felsefe
Reformu İçin Geçici Tezler (1842), Geleceğin Felsefesinin ilkeleri
(1843), H ıristiya n lığ ın Özü’n ü n ikinci baskısına önsöz (1843)
ve Stirner’in saldırılarına cevap olarak yazılmış bir m akale
(1845). Feuerbach’m 1839 ile 1845 arasındaki üretim i bu m e­
tinlerle sınırlı değildir, yine de bu n lar b u tarihsel yıllar arasında
o n u n düşüncesinin özünü ifade etm ektedir.

N için bu başlık: Felsefi Manifestolar?


Bu deyim Feuerbach’a ait değildir, iki nedenle b u riski göze
aldım: Birincisi öznel, diğeri nesnel.
Felsefe Reformu üzerine m etinler ve Geleceğin Felsefesinin ilke­
leri'nm önsözünü okuyan kişi, bunların gerçek bildirgeler oldu­
ğunu, insanı zincirlerinden kurtaracak olan b u teorik açmlama-
nm ateşli duyuruları olduğunu anlar. Feuerbach İnsanlığa ses­
lenm ektedir. Evrensel Tarih’in peçelerini yırtm aktadır, mitleri
Louis Althusser
58
ve yalanlan yok etm ektedir, hakikati keşfetmekte ve b u n u insa­
na iade etm ektedir. Zamanı gelmiştir, insanlık, kendi varlığına
sahip olmasını sağlayacak eli kulağında bir devrim e gebedir. İn­
sanlar sonunda b u n u n bilincine varacaklar ve gerçekte de haki­
katte oldukları şey olacaklardır: Özgür, eşit ve kardeş varlıklar.
Bu tür söylemler, yazarları için, elbette M anifestolardır.
O kurları için de öyle olm uştur. Ve özellikle, 18401ı yıllarda,
“A lm an sefaleti” ve yeni-Hegelci felsefenin çelişkileri içinde debe­
lenip du ran genç, radikal entelektüeller için böyledir. Niçin
18401ı yıllar? Ç ünkü b u yıllar b u felsefenin sın a v y ılla r ı oldu.
1840 yılında, tarihin bir sonu -a k lın ve özgürlüğün h ü k ü m ran ­
lığ ı- olduğuna inanan genç Hegelciler, um utlarının gerçekleş­
m esini tahtın varisinden bekliyorlardı: Prusya’daki feodal ve
otokratik düzenin son bulm ası, sansürün kaldırılm ası, kilisenin
akla tâbi kılınması, kısacası politik, entelektüel ve dini özgürlük
rejim inin kurulm ası. Oysa, “liberal” olduğu söylenen b u varis
tahta çıkar çıkmaz IV. Frederick W ilhelm oldu, despotizm e gi­
rişti. Onaylanan, güçlendirilen zorbalık, tüm um utlarını oluştu­
ran ve özetleyen teorinin ürünüydü. Tarih, ilke olarak, akıl ve
özgürlük olmalıydı; aslında ise akıldışılık ve kölelikten başka bir
şey değildi. Olgulardan çıkan dersi kabul etm ek gerekiyordu: Bu
çelişkinin ta kendisini. A m a bu çelişkiyi nasıl düşünm ek gerek?
H ıristiya n lığ ın Ö zü (1841) b u dönem de ortaya çıktı, sonra Fel­
sefe Reformu üzerine kısa incelemeler. İnsanlığı kurtaram adığı
açık olan b u m etinler genç Hegelcileri teorik açm azlarından k u r­
tardı. İnsan ve tarihi üzerine sordukları dram atik soruya Feuer­
bach kesin olarak cevap veriyordu ve tam da on lan n büyük şaş­
kınlık içinde oldukları bir dönemde! Bu yatışm anın, bu coşku­
n u n yankısını kırk yıl sonra Engels’de görürsünüz. Feuerbach,
Hegel’i ve tüm spekülatif felsefeyi kökünden kazıyıp atan, felse­
Marx İçin
59
fenin kafası üzerinde yürüttüğü b u dünyayı a y a k la n üzerine ye­
niden oturtan, tüm yabancılaşmaları ve tüm yanılsamaları göz­
ler önüne seren, ama aynı zam anda o n la n n nedenlerini de veren
ve tarihin a k ı l d ı ş ı l ı ğ ı n ı bizzat akıl adına düşünm eyi ve eleştir­
meyi sağlayan, nihayet düşünce ile olgu’yu hem fikir kılan ve d ü n ­
yada çelişkinin gerekliliği ile k u rtu lu şu n u n gerekliliğim anlaşılır
kılan bu “Yeni Felsefe”ydi. işte bu nedenle, yaşlı Engels’in söyle­
yeceği gibi, yeni-Hegelcilerin “hepsi Feuerbach’çı” oldular, işte
bu nedenle o n u n kitaplarını geleceğin yollarını bildiren Manifes­
tolar olarak kabul ettiler.
Bunların felsefi Manifestolar olduklarını ekleyeyim. Ç ünkü,
hiç kuşku yok ki, her şey hâlâ felsefenin içinde olup bitiyordu.
Ama, felsefi olayların tarihsel olaylar olduğu da vakidir.

Bu metinlerin önemi nedir?


Bu m etinlerin öncelikle tarihsel bir önem i vardır. 1840’lı yıl­
ların bu eserlerini seçm em in nedeni, yalnızca en ünlüleri ve en
yaşayanları (bugün bile yaşayanlar; öyle ki bazı varoluşçular ya
da teologlar m odern bir esinin kökenlerini burada bulm ak iste­
m ektedir) bunlar olduğu için değildir; aynı zam anda ve özellik­
le tarihsel b ir uğrak’a ait olduklarından ve (kuşkusuz sınırlı ama
gelecek bakım ından zengin bir ortam da) tarihsel bir rol oyna­
dıklarından dolayıdır da. Feuerbach, genç Hegelci hareketin te­
orik büyüm e krizinin ta n ığ ı ve fa ili’dir. 1841 ile 1845 arasında­
ki genç Hegelcilerin m etinlerini anlam ak için Feuerbach’ı oku­
m ak gerekir. Özellikle, Genç M arx’ın eserlerinin Feuerbach d ü ­
şüncesinden hangi noktada etkilendiği görülebilir. 1842-44 yıl­
larının M arksist term inolojisinin F euerbach’çı olması bir yana
(yabancılaşma, türsel varlık, bütünlüklü insan, yüklem le özne­
nin “terse çevrilmesi”, vs.), kuşkusuz daha önem li olan şey de
Louis Althusser
60-----------------------------------------------------------------------------------------
şudur: Felsefi sorunsal'm özü Feuerbach’çıdır. Yahudi Sorunu ya
da Hegel’in Devlet Felsefesinin Eleştirisi gibi m akaleler ancak Fe-
uerbach’çı sorunsal bağlam ında anlaşılır. K uşkusuz M arx’in d ü ­
şünce temaları Feuerbach’ın doğrudan kaygılarını aşar, ama te­
orik şem a ve sorunsal a y n ıd ır . Marx, bu sorunsalı, kendi deyi­
miyle, ancak 1845’de “tasfiye etti”. Feuerbach’m felsefesinden ve
etkisinden bilinçli ve kesin kopuşu belirten ilk m etin A lm an lde-
olojisi’dir.
Feuerbach’ın m etinlerinin ve Genç Marx’m eserlerinin karşı­
laştırmalı incelemesi, dem ek ki, Marx’m m etinlerinin tarihsel
olarak okunm asına ve gelişiminin en iyi şekilde kavranm asına
im kân tanıyabilir.

Bu tarihsel kavranışın teorik bir anlam ı y o k mu?


Kesinlikle var. F euerbach’ın 1839-43 dönem i m etinleri
okunduğunda, Marx’in “etik” yorum larını geleneksel olarak doğ­
rulayan kavram ların çoğunun a tfı konusunda yanılgıya düşül­
mez. “Felsefenin dünyasallaşm ası” [le devenir-m onde de la philo­
sophie], “özne-yüklem in terse çevrilişi”, “insanın kökü insandır”,
“politik devlet insanın türsel y a şa m ıd ır”, “felsefenin ortadan kaldı­
rılm ası ve gerçekleşm esi”, “felsefe insanın kurtuluşunun kafası,
proletarya ise kalbidir”, vs., gibi ünlü formüller doğrudan doğruya
Feuerbach’tan ödünç alınm ış ya da doğrudan doğruya ondan
esinlenm iş form üllerdir. M arx’in idealist “hüm anizm ”inin tüm
formülleri, Feuerbach’çı form üllerdir. Ve kuşkusuz Marx, her
zam an politikayı düşünen ama b u n d an pek söz etm eyen - b u
du ru m Manifestolar’da g ö rü lü r- Feuerbach’ı alıntılam aktan, al­
m aktan ya da tekrarlam aktan başka bir şey yapm am ıştır. Feuer-
bach için her şey din eleştirisinde, teoloji eleştirisinde ve spekü­
latif felsefe denilen teolojinin bu dindışı kılığa girmiş halinde
_________________________ Marx İçin_________________________

olup bitm ektedir. Genç Marx ise tersine önce politikaya kafayı
takm ıştır, sonra da, yabancılaşmış insanların som ut yaşamıyla
m eşguldür; b u n u n karşısında politika ancak “gökyüzü, ce n n et”
olabilir. Ama Genç Marx, Yahudi Sorunu'nda, Hegel’in Devlet Fel­
sefesinin Eleştirisi'nde, vs.... ve hatta daha sık olarak da Kutsal A i-
le'de, insan tarihinin kavranm asına etik bir sorunsal uygulayan
avangard b ir F euerbach’çıdır. Başka bir deyişle, Marx’m , b u d ö ­
nem de, yabancılaşm a teorisini, yani Feuerbach’çı “insan doga-
sı”nı, politikaya ve insanların som ut faaliyetine uygulam aktan
başka b ir şey yapm adığı, daha sonra da b u n u (büyük ölçüde) El-
y a z m a la r ı’nda siyasal iktisada yaydığı söylenebilir. Bu Feuer-
b ach’çı kavram ların kökenini iyi bilm ek, bir atfı tesbit ederek
(F.’ye ait olan şu, M.’ye ait olan şu) her şeyi düzene sokm ak için
değil, Marx’in yalnızca ödünç aldığı kavram ların ve bir sorunsa­
lın keşfini M arx’a atfetm emek için önem lidir. Bu ödünç kavram ­
ların tek tek ve tecrit edilm iş olarak değil, blok halinde, bir bü­
tün olarak ödünç alındıklarını kabul etm ek daha önem li gözük­
m ektedir: Bu b ü tü n tam da Feuerbach’m sorunsalıdır çünkü.
Önemli n o kta b u dur. Ç ünkü tecrit edilm iş bir kavram ın ödünç
alınm asının ancak tesadüfi ve ikincil bir önem i olabilir. (Bağla­
m ından) tecrit edilm iş bir kavram ın ödünç alınması, ödünç ala­
nı bu kavram ı çekip çıkardığı bağlam karşısında sorum lu kıl­
maz. (Ö rneğin Kapital’in Smith’ten, Ricardo’dan ya da Hegel’den
ödünç aldığı kavram lar bu türdendir). Ama kendi aralarında sis­
tem atik olarak birbirine bağlı kavram lar b ü tü n ü n ü n ödünç alın­
ması, hakiki bir sorunsalın ödünç alınması tesadüfi olamaz, ya­
zarını bağlar. Manifestolar ile M arx’m Gençlik Eserleri’nin karşı­
laştırılm asının, M arx’in 2-3 yıl boyunca Feuerbach’m sorunsalı­
nı kelim enin tam anlamıyla benimsediğini, bununla derinden öz­
deşlik k u rd u ğ u n u ve bu dönem tezlerinin çoğunun anlam ını
Louis Althusser
62
kavram ak için, hatta Marx’in sonraki düşünce konusuna yöne­
lik olan (örneğin politika, toplum sal yaşam, proletarya, devrim,
vs.) ve b u nedenle tam anlamıyla Marksist olarak görülebilecek
tezlerini kavram ak için, bu özdeşliğin bizzat m erkezine yerleşmek
ve tüm teorik sonuçlarıyla içerim lerini iyi kavram ak gerektiğini
çok açıkça gösterdiği kanısındayım.
Bu gereklilik bana çok önem li görünm ektedir, çünkü
Marx’in tüm sorunsalı benim sediği doğru olsa da, Feuerbach’la
kopuşu, yani o ünlü ‘‘önceki felsefi bilincimizin tasfiyesi”, elbette
eski sorunsalın bazı kavram larını içine alabilen, ama onlara kök­
ten yeni b ir anlam veren bir b ü tü n içindeki yeni bir sorunsal’ın
benim senm esini gerektirir. Burada, bu sonucu açıklam ak için,
Marx’in da bizzat aktarmış olduğu, Yunan tarihinden alınm a bir
imgeyi seve seve yeniden kullanıyorum . Perslere karşı savaşın
ciddi yenilgilerinden sonra, Them istocles Atmalılara topraklar­
dan vazgeçmelerini ve sitenin geleceğini bir başka öğe üzerinde
kurm alarını öğütlüyordu: Deniz. Marx’m teorik devrim i, tam
olarak, eski öğesinden -H egelci ve Feuerbach’çı felsefeden- k u r­
tulm uş teorik düşüncesini yeni bir öğe üzerinde kurm aktan iba­
rettir.
Ama b u yeni sorunsalı iki biçim de kavrayabiliriz:
Öncelikle, Marx’in olgunluk m etinlerinde: A lm an İdeolojisi,
Felsefenin Sefaleti, Kapital, vs. Ama b u eserler, Tinin Görüngübili-
mi’nde, Ansiklopedi’de ya da B ü yük M a n tık’ta bulunan Hegel fel­
sefesinin sunum uyla ya da Geleceğin Felsefesinin llkeleri'nde b u ­
lu nan Feuerbach felsefesinin sunum uyla karşılaştırıldığında,
Marx’in teorik konum unun sistem atik bir sun u m u n u gözler
önüne serm em ektedir. Marx’in b u eserleri ya polem iktir (Alm an
İdeolojisi, Felsefenin Sefaleti) ya da pozitif çalışmalar kapsam ında­
dır (Kapital). O ldukça m uğlak bir sözcükle “felsefe”si olarak ad­
Marx İçin
63
landırılabilecek olan M arx’m teorik tavrı burada kuşkusuz işin
içindedir,.am a bizzat eserinin içine göm ülm üş haldedir ve onun
ya eleştirel ya' da bulgusal faaliyetiyle karışmıştır; sistem atik ve
gelişmiş halde kendi başına asla açıkça bildirilm iş olmasa da en­
der olarak görülebilir. Bu d u ru m u n yorum cunun işini kolaylaş­
tırm adığı açıktır.
Feuerbach’ın sorunsalının ve M arx’in Feuerbach’la kopuşu­
n u n nedenlerinin bilinm esi burada im dadım ıza yetişmektedir.
Ç ünkü Feuerbach sayesinde Marx’in yeni sorunsalına dolaylı
olarak gireriz. M a rx’in hangi sorunsaldan koptuğunu biliyoruz ve
b u k o p u şu n “ortaya çıkardığı” teorik ufukları keşfediyoruz. Bir
insanın bağlarıyla olduğu kadar kopuşlarıyla da kendini belli et­
tiği doğruysa, M arx kadar çetin bir düşünürün, sonraki bildirgele­
rinde olduğu kadar Feuerbach’la kopuşuyla da keş/edilebileceği ve
ortaya çıkabileceği söylenebilir. Feuerbach’tan kopuş, Marx’in
kesin teorik tavrının oluşum unda belirleyici bir noktada oldu­
ğundan, Feuerbach’ın bilinm esi, b u sıfatla, Marx’in felsefi k o n u ­
m una teorik içerimlerle dolu ve yeri doldurulam az bir erişim
im kânı sağlar.
Aynı şekilde, Feuerbach’ın bilinm esinin Marx ile Flegel ara­
sındaki ilişkilerin daha iyi kavranm asını sağladığını da söyleye­
bilirim. Gerçekten de, Marx eğer Feuerbach’tan kopm uşsa,
Marx’in gençlik yazılarının çoğunda bulunan Flegel eleştirisinin,
en azından son felsefi ön-kabullerinde, F euerbach’çı bir bakış
a çısıyla , yani Marx’in sonradan reddettiği bir bakış açısıyla ya­
pıldığını, bu anlam da yetersiz, hatta yanlış bir eleştiri olduğunu
kabul etm ek gerekir. Oysa, Marx daha sonra bakış açısını değiş­
tirm iş olsa da, Gençlik E serlerinde rastlanabilecek Hegel eleşti­
risinin, her koşulda, doğrulanm ış kaldığını ve “yeniden ele alı­
nabileceğini” kabul etm e eğilimi, kim i zam an kolaycı nedenler­
Louis Althusser
64
le, sürekli olarak ve m asum bir şekilde karşımıza çıkar. Ama bu,
M arx’in, Feuerbach’çı Hegel eleştirisinin “Hegelci felsefenin bağrın­
daki bir eleştiri” olduğunu kavradığında ve Feuerbach’m , kuşku­
suz Hegelci yapının cism ini “baş aşağı” çevirmiş olan, ama b u ­
n u n nihai yapısını ve tem ellerini, yani teorik varsayımlarını ko­
rum uş ve kendisi hâlâ “filozof’ kalmış biri olduğunun bilincine
vardığında Feuerbach’tan koptuğu şeklindeki temel olguyu ih­
mal etm ektir. Marx’in gözünde Feuerbach Hegelci topraklarda
kalmıştı, Hegel eleştirisi yapm ış olm asına rağm en onun tutsağı
kalmıştı, Hegel’in kendi ilkelerini Hegel’e karşı çevirm ekten baş­
ka bir şey yapm am ıştı. “Öğe” değiştirmemişti. Hegel’in hakiki
M arksist eleştirisi özellikle öğe değiştirmeyi gerektirir, yani Fe-
uerbach’m isyancı tutsağı olarak kaldığı b u felsefi sorunsalın
terk edilmesi gerekir.
Marx’in Feuerbach’m düşüncesiyle b u ayrıcalıklı çatışması­
nın teorik önem ini, güncel polem iklerle ilişkili bir kelimeyle
özetlersek, önce Hegel’den, sonra Feuerbach’tan b u ikili kopm a­
da söz konusu edilen şeyin, felsefe terim inin anlamı olduğunu
söyleyebilirim. Felsefenin klasik m odelleriyle karşılaştırıldığında
M arksist “felsefe ” ne olabilir? Ya da, son teorisyeni Hegel olan ve
Feuerbach’m , um utsuzca ama boşuna kurtulm ayı denediği gele­
neksel felsefi sorunsaldan kopm uş bir teorik tavır ne olabilir? Bu
so ru n u n cevabı, b ü yük ölçüde, Genç Marx’m “felsefi bilinç”inin
b u son tanığı, Marx’in bu ödünç imgeyi bir kenara fırlatıp haki­
ki yüzüne b ü rünm eden önce kendini seyrettiği bu son ayna olan
F euerbach’tan olum suz anlam da alınabilir.

Ekim 1960
II

“Genç Marx Üzerine”


(Teori Sorunları)

“En son çabalarında bile, Alman eleşti­


risi, felsefe alanını terk etmedi. Kendi ge­
nel felsefi öncüllerini incelemek şöyle
dursun, Alman eleştirisinin ele aldığı istis­
nasız bütün sorunlar, tersine, belirli bir
felsefi sistemin toprağından, Hegel siste­
minden fışkırmıştır. Yalnızca cevaplannda
değil, kendi sorunlannda bile bir aldat­
maca [mystification] vardı.”
K. MARX: (D eutsche Ideologie, Dietz
Verlag, Berlin, 1953, s. 14).
Y a şa m ın ı M a r x a d lı gen ç b ir a d a m a
ad a m ış olan A ugu ste C o rn u ’ye.

Recherches Internationales dergisi, “Genç Marx üzerine” ya­


bancı M arksistlerin on bir incelemesini sunm aktadır. Togliat-
ti’n in eski tarihli (1954) bir yazısı, Sovyetler Birliği kaynaklı beş
yazı (bunların üçü 27-28 yaşlarındaki genç araştırm acıların im ­
zasını taşım aktadır), D em okratik Almanya’dan dört yazı ve bir
yazı da Polonya’dandır. Genç Marx’i yorum lam anın Batılı M ark­
sistlerin ayrıcalığı ve çilesi olduğu sanılabilirdi. Bu eser ve Su-
n u m ’u ise b u n d an böyle b u görev, b u görevin tehlikeleri ve
ödülleri karşısında yalnız olm adıklarını onlara gösterm ektedir.1
Bazı so ru n lan incelemek, kimi bulanıklıkları giderm ek ve
kendi hesabım a bazı açıklamalarda bulunm ak için bu ilginç ama
eşitsiz2 derlem eyi okum ayı fırsat bilm ek istiyorum.
S unum un kolaylığı açısından M arx’in Gençlik Eserleri soru­
n u n u üç tem el yanıyla ele alm am a izin verin: politik (I), teorik
(II) ve tarihsel (III).

I. Politik Sorun

Marx’in Gençlik Eserleri tartışması öncelikle politik bir tartış­


m adır. Tarihini M ehring’in oldukça iyi yazdığı ve anlam ını orta­
ya çıkardığı M arx’in Gençlik Eserleri’nin sosyal-dem okratlar ta­
li Genç. Sovyet a raştırm acıları arasın d a M arx’in G en çlik E se rle rin e gösterilen ilgi çok
d ik k a t çekicidir. SSCB’d e m ev cu t k ü ltü rel gelişm e eğ ilim in in ö n em li bir işaretidir b u
(Krş. S un u ş, s. 4, d ip n o t T).
2) H oepp'ner'in, “H egel’d e n M arx'a G eçişte Bazı Yanlış K avram lar H a k k ın d a ” (s. 175-
190) adlı ç o k d ik k a t çekici m e tn in in tartışm asız h âk im iy eti g ö rü lm ektedir.
Louis Althusser
68

rafından gün ışığına çıkarıldığını ve onlar tarafından da Mark-


sizm -Leninizm in teorik tavırlarına karşı kullanıldığını tekrar et­
meye gerek var mı? Bu operasyonun büyük atalarının adı Lands-
h u t ve Mayer’dir (1931). M olitor’u n tercümesiyle Costes Yaym-
ları’n d a n çıkan edisyonlarm a yazdıkları önsöz okunabilir
(M arx’in Felsefi Eserleri, c. IV, s. XIII-LI). O rada her şeyi açıkça
söylemişlerdir. Kapital, etik bir teoridir, oradaki sessiz felsefe
Marx’in Gençlik Eserleri’nde yüksek sesle konuşm aktadır.3 An­
lam ını iki kelimeyle özetlediğim bu tez olağanüstü şanslıydı.
Yalnızca u zu n süreden beri haberdar olduğum uz Fransa ve İtal­
ya’da değil, bu yabancı yazılardan öğrendiğimize göre çağdaş Al­
m anya ve Polonya’da da rağbet görm üştü. Filozoflar, ideologlar,
din adamları devasa bir eleştiri ve bağlam değişikliği teşebbüsüne
giriştiler: Marx kendi kaynaklarına geri dönm eli ve kendi için­
deki olgun insanın kılık değiştirm iş Genç Marx’tan başkası ol­
m adığını nihayet itiraf etmeliydi. Ya da, kendi yaşında ısrar eder
ve ayak direrse, o zam an da, olgunlaşm a günahını işlediğini iti­
raf etmeli, felsefeyi ekonom iye, etiği bilime, insanı tarihe fedâ et­
tiğini kabul etmeliydi. Marx kendi hakikatini ister kabul etsin is­
ter reddetsin, onda ayakta kalabilecek olan her şey, bizlerin ya­
şam asını ve düşünm esini sağlayacak olan her şey b u Gençlik
3) Krş. Œuvres Philosophique de Marx, te rc ü m e M olitor, Ed. C ostes, c. IV. L an sh u t ve M a-
y e r’in G iriş’i: “Açıktır ki, Kapital'de yapılan analize öncülük eden eğilimin temelinde ... ses­
siz hipotezler vardır, yine de bunlar M arx’m temel önemdeki eserinin tüm eğilimine içkin
açıklamasını verir... bu hipotezler özellikle M arx’in 184 7 öncesi çalışm asının biçimsel te­
m asıdır. K apitalen M arx’i için bunlar, bilgisi olgunluk kazandıkça kurtulduğu ve kişisel
arınma operasyonunda kullanılmayacak cüruflar olarak dibe çökmesi gereken gençlik hatala­
rı asla değildi. Marx, 1840-47 çalışmalarında, daha ziyade tarihsel koşulların tüm ufkuna
açılır ve genel insani temeli sağlar; bu temelin yokluğunda ekonomik ilişkilere dair tüm açık­
laması öngörülü bir ekonomistin basit çalışm ası olarak kalır. Bu Gençlik Eserleri’nde düşün­
cenin hazırlandığını ve M a rx ’tn tüm eserini kat eden bu asıl akımı kavramayanlar,
M arx’i anlamayı başaramazlar... ekonomik analizinin ilkeleri doğrudan doğruya 'insanın
gerçek hakikati'nden kaynaklanmaktadır...’’ (s. XV-XVI1). “K om ünist M anifesto'nun ilk
cümlesinin hafifçe değiştirilmesiyle şu sözü elde edebiliıiz: Tüm geçmiş tarih, insana özgü ya-
bacılaşmanın tarihidir..." (XLI1), vs. P ajitn o v ’u n “1844 Elyazmaları’ (Recherches, s. 80-
9 6 ) yazısın d a b u revizyonist “G enç M arx" ak ım ın ın belli başlı y azarların ın iyi bir eleşti­
rel incelem esi görülecektir.
Marx için
69
Eserleri’nde bulunur.
Çok sayıdaki bu tür eleştiriler bize yalnızca şu seçeneği bı­
rakm aktadır: Kapital’in (ve genel olarak “tam am lanm ış M ark­
sizm ’in ) y a Genç M a rx’in felsefesinin ifadesi olduğunu y a da bu fe l­
sefeye ihanet ettiğini itiraf etm ek. Her iki durum da da, yerleşik
yorum u tam am en gözden geçirm ek ve H akikat’ten söz eden
Genç Marx’a geri dönm ek gerekir.
İşte, tartışm anın y e r i: Genç Marx. Tartışm anın gerçek ko zu :
Marksizm. T artışm anın terim leri: Genç Marx daha o zam andan
tüm Marx mıydı?
Tartışma böyle konunca, öyle gözüküyor ki, taktik bileşim ve
düzenlem elerin ideal düzeni içinde, M arksistlerin iki kaçam ak
cevap arasında bir seçim yapm ası gerekir.4
Eğer M arx’i kendi gençliğinin tehlikelerinden kurtarm ak isti­
yorlarsa - k i rakipleri onları bu tehlikelerle tehdit etm ektedir-,
çok şem atik olarak, y a Genç M a r x ’in M a rx olm adığını kabul ede­
bilirler ; y a da Genç Ma rx ’in M arx olduğunu ileri sürebilirler. Bu te­
m alar son derece a y rın tıla n d ırıla b ilir: En ufak ayrıntılarında bi­
le esin kaynağı olabilirler.
Olasılıkların b u döküm ü elbette oldukça gülünç gelebilir.
Eğer söz konusu olan bir tarih tartışmasıysa, b u tartışm ada tak­
tiğe yer yoktur, yalnızca olguların ve parçaların bilimsel incelen­
m esinin vereceği hükm e bağlı kalınabilir. Yine de, geçmiş dene­
yim ve hatta m evcut derlem enin okunm ası, p o litik bir saldırı’ya
karşı koym ak gerektiğinde, az çok bilinçli taktik inceleme ve d ü ­
şüncelerin ya da savunm a tepkilerinin ihm al edilm esinin kim i
zam an sıkıntı verici olduğunu kanıtlam aktadır. Jahn4 bu d u ru ­
4) E lbette - v e b u p a ra d o k sa l te şe b b ü s bizzat F ran sa'd a v u k u b u ld u - ra k ip le rin in tezle­
rini (onların h a b eri o lm a d a n ) sak in sak in b irleştirm e k ve M arx’i k en d i g e n çliğ in d en y o ­
la çıkarak y e n id e n d ü ş ü n m e k m ü m k ü n olabilir. A m a ta rih yanlış anlam aları so n u n d a
he r zam an b e rta ra f eder.
5) W . Jalın, “Y ab an cılaşm an ın E k o n o m ik İçeriği’’ (R echerches, s. 158) yazısında.
Louis Althusser
70

m u açıkça görmektedir: M arx’m Gençlik Eserleri üzerine tartış­


m ayı başlatanlar M arksistler değildir. Ve genç M arksistler de,
M ehring’in klasik çalışm alarını ve Auguste C ornu’n ü n bilgece
ve titiz araştırm alarım kuşkusuz hakkıyla değerlendirem edikle­
rinden, öngörm edikleri bir m ücadeleye hazırlıksız, isteksiz ya­
kalanm ışlardır. Ellerinden geldiğince tepki gösterm işlerdir. Şu
anki savunm ada, tepki tavrında, bulanıklık ve beceriksizlikte
b u ani baskının payı vardır. İlave edelim: V icd a n ra h a tsızlığ ın ­
da da b u n u n payı vardır. Ç ünkü bu saldırı M arksistleri kendi
alanlarında yakaladı: M arx’m alanında. M arx’in tarihini, Marx’m
kendisini doğrudan ilgilendiren bir sorun tartışm a konusu edi­
lir edilm ez, belki de basit bir kavram söz konusu olsaydı hisset­
m eyecekleri kadar özel bir sorum luluk yüklendiklerini hissetti­
ler. B undan böyle de, birinci savunm a refleksini güçlendirm iş
olan ikinci bir refleks’in p ususuna düştüler: Sorum luluklarında
ku su r etm e endişesi, düşm anları karşısında ve tarih karşısında
doldurm akla görevli oldukları deponun zarar görm esi endişesi.
D urum u açık seçik ifade edersek: Eğer bu tepki üzerinde d ü şü ­
nülm ez, eleştirilmez ve hâkim olunm azsa, M arksist felsefe “fe la ­
keti andıran” bir baştan savm a cevaba, so ru n u daha iyi çözm ek
adına aslında sorunu ortadan kaldıran topyekün bir cevaba iti­
lebilir.
M arx’m karşısına k endi gençliğini çıkaranları susturm ak için
kararlı bir şekilde karşı ta ra f tutulacaktır: M arx k endi gençliğiy­
le uzlaştırılacaktır: Kapital, Yahudi S o ru n u n d a n yola çıkarak de­
ğil, Yahudi Sorunu K apital’d e n yola çıkarak okunacaktır; Genç
M arx’m gölgesi artık M arx’m üzerine değil, M arx’m gölgesi
Genç M arx’in üzerine düşürülecektir; ve, bu baştan savma ceva­
b ı haklı çıkarm ak için, “gelecek geçmiş”te [future antérieur] fel­
sefe tarihinin bir sözde-teorisi -tam a m e n Hegelci olduğunun
Marx İçin 71

farkına v arılm ad an - hazırlanacaktır.6 M arx’in bütünlüğüne yöne­


lik b ir saldırı karşısında duyulan kutsal endişe, M arx’rn bir bü­
tün olarak kararlılıkla sahiplenilm esi refleksini esinleyecektir:
Marx’in bir b ü tü n olduğu, “Genç M a rx ’in M arksizm e ait olduğu”7
ilan edilecektir. Sanki biz de o n u n yaptığı gibi gençliğini tarihe
terk edersek bütün olarak M arx’i kaybetm e riskiyle karşılaşırm ı­
şız gibi; sanki M arx’in kendi gençliğini tarihin kökten eleştirisi­
ne, yaşayacağı tarihin değil, yaşa d ığ ı tarihin, dolaysız tarihin
değil, -b izz at M arx’in kendi olgunluk dönem inde, Hegelci an ­
lam da “hakikat ” olarak değil, bilim sel kavrayışın ilkeleri olarak
bize v erd iğ i- d ü şü n ü lm ü ş bir tarihin kökten eleştirisine tâbi kı­
larsak bütün olarak M a rx’i yitirm e riskiyle karşı karşıya kalırm ı­
şız gibi...
Baştan savma cevaplar bile vermeye kalkılsa, iyi teori olm a­
dan iyi politika olamaz.

6) Krş. Schaff: “G enç M arx’in H ak ik i Y üzü” ( Recherches, s. 193). A yrıca krş. “S u n u ş”u n
b ir b ö lü m ü (s. 7-8): “M arx’m ilk e se rle rin d en , o n ları hazırladığı d ö n e m d e M arx’in sah ip
olabileceği k a v ra y ıştan y o la ç ık a ra k b ü tü n ü y le M arx’in eseri ve h e m d ü ş ü n c e olarak h e m
eylem o larak M arksizm ’i c id d i o la ra k an lam ay a te şe b b ü s e tm ek d o ğ ru olm az. Yalnızca
tersi y ö n te m g eçerlid ir, yani b u ö n c ü lle rin (?) d eğ erin i b ilm ek ve an lam ın ı a n la m ak için
ve K reuzn ach d efterleri ve 1844 E ly azm aları gibi m e tin le rd e n o lu şan M arksist d ü ş ü n c e ­
n in b u yaratıcı la b o ra tu v a rla rm a n ü fu z e tm e k için, M arx’m bize m iras bıraktığı haliyle
M arksizm ’d e n yola çık a n ve aynı zam an d a - b u d a açıkça sö y le n m e lid ir- b ir y ü z yıldan
b e ri tarihsel p ra tiğ in ateşiyle zen g in leşm iş o la n y ö n te m geçerlidir. Bu y ö n te m e b a şv u r­
m am ak , T h o n ıizm ’d e n değilse de H egelcilikten ö d ü n ç alın m a ö lçü tler y ardım ıyla M arx’i
d e ğ erle n d irm e k an la m ın a gelir. Felsefenin tarihi gelecek geçmişte yazılır. Buna n za göster­
memek, sonuçta bu tarih i reddetmek ve kurucusunu Hegel gibi payelendirmek olur." S on iki
cü m le n in a ltın ı kasıtlı o larak çizdim . A m a o k u r, M arksizm e H egelci felsefe tarih i k av ra­
m ın ın bile atfed ild iğ in i g ö rm e k te n ve -ş a şk ın lığ ın ın d o ru ğ u n d a !- eğer te sa d ü fe n b u n u
re d d e d erse k e n d in e H egelci m u am elesi y ap ıld ığ ın ı g ö rm e k te n şaşk ın lık içerisinde, k e n ­
di d e altını çizerdi b u satırların ... Böyle b ir kavrayış içerisin d e başk a m otiflerin d e söz
k o n u s u e d ild iğ in i ilerde göreceğiz. H er k o şu ld a b u m e tin b e lirttiğ im h arek eti açıkça gös­
te rm e k te d ir: M arx, k e n d i g en çliğ in in te h d id i a ltın d a d ır, g ençlik san k i b ir bütünlük
uğrağı ’ym ışcasm a geri a lın m a k ta d ır ve b u am açla so n u çta H egelci felsefeden bir ta rih fel­
sefesi im al ed ilm e k te d ir. H o e p p n er, “H egel’d e n M arx’a G eçiş H ak k ın da" (Recherches, s.
180) adlı y azısın d a, olayları sak in ce a çık lam ak tad ır: “Tarihe bugünden geriye doğru bak­
mamak ve Marksist bilginin doruğunu geçmişteki ideal tohumlarda aramamak gerekir. Toplu­
mun gerçek evrim inden yola çıkarak felsefi düşüncenin evrimini izlemek gerekir." Sözgelim i
Alman îdeolojisi’n d e etraflıca g eliştirilm iş o la n M arx’in tavrı d a b u d u r.
7) “S u n u ş”, s. 7. G erekçeler açık seçiktir.
Louis Althusser
72
II. Teorik Sorun

Böylelikle, Marx’m Gençlik Eserleri’nin incelenm esinin getir­


diği ikinci sorun’a geliyoruz: Teorik sorun. Bu k o n u n u n üzerin­
de durm ak gerek, çünkü b undan yola çıkan çalışm aların çoğun­
da sorun doğru olarak ortaya konm uş olsa da, bana her zaman
çözüm lenm iş gibi gelm em ektedir.
Gerçekten de çoğu zaman, Genç Marx’m m etinlerinin tarihsel
eleştirisine dayalı bir okum adan çok, serbest fikir çağrışımına ya
da terim lerin yalnızca kıyaslanmasına dayalı bir okum a tarzına
bağlı kalınm aktadır.8 Böyle bir okum anın teorik sonuçlar verebi­
leceği kuşkusuz kabul edilir, am a bu sonuçlar gerçek bir m etin
kavrayışının ancak ön h a zırlığ ı olabilir. Ö rneğin Marx’m dokto­
ra tezinin terimlerini Hegel’in düşüncesiyle karşılaştırarak oku­
m ak m ü m k ü n d ü r;9 Hegel’in H ukuk Felsefesinin Eleştirisi (1843)
hem Feuerbach’m temel yaklaşımlarıyla hem de olgunluk döne­
mi Marx’im n temel yaklaşımlarıyla karşılaştırılarak okunabilir;10
1844 Ely azm aları' ndaki temel yaklaşımlar Kapital’inkilerle karşı­
laştırılarak okunabilir.11 Bu karşılaştırm anın kendisi yüzeysel ya
da derinlemesine olabilir. Yanılgılara yol açabilir,12 ki bunlar da
8) Krş. H o e p p n e r (belirtilen m akale, s. 187): “Sorun, günümüzün bir Marksist araştırmacı­
sının hangi Marksist içerikle bu tür bölümleri okumayı düşünebileceğini bilmek değil, Hegeiin
kendisi için onların sahip oldukları toplumsal içeriğin neler olduğunu bilmektir.” H egel’de
“M arksist" tem alar aray an K uczynski’ye karşı H o e p p n er’in Hegel h a k k ın d a m ü k e m m e l bi­
çim de söylediği şey, M arx’in o lg u n lu k eserlerin d en yola çık a ra k G ençlik Eserleri o k u n d u ­
ğu n d a M arx’in kendisi içinde hiç kısıtlamasız geçerlidir.
9) Togliatti: “H eg el'd en M arksizm e” (Recherches, s. 3 8-40).
10) N. Lapine: “H egel Felsefesinin Eleştirisi” ( Recherches, s. 5 2-71).
11) W . Jah n : “M arx’in G ençlik Y azılarında E m eğin Y abancılaşm ası K avram ının E konom ik
İçeriği” ( Recherches, s. 157-174).
12) Ö rn e ğ in M arx’in F e u e rb a ch ’ı aştığını g ö sterm ek için T ogliatti’n in andığı iki alıntı tam
olarak F eu erb ach m e tin le rin in b ir kopyasıdır! H içbir şeyi kaçırm ay an H o e p p n e r b u n u ga­
yet iyi g ö rm ü ştü r: “M arx’in d ah a o z am an d a n F eu e rb a ch ’ta n k u rtu ld u ğ u n u gösterm ek
için Togliatti’n in Elyazm ala n ’n d a n (1 8 4 4 ) yapm ış old u ğ u iki alıntı, F e u e rb a c h itı Geçici
T ezlerin d ek i ve Geleceğin Felsefesinin llte le ri’n d ek i fikirlerinin ö z ü n ü y en id e n ü re tm e k te n
başka b ir şey y ap m am ak tad ır." (B elirtilen m akale, s. 184, d ip n o t 11) Aynı anlam da, Pa-
jitn o v ’u n “1844 Elyazmaları" m ak alesin in s. 8 8 ve 109’u n d a andığı alıntıların kanıtlayıcı
değeri de tartışılabilir. Bu y an ılg ılard an çık an kıssad an hisse: Yazarları y a k ın d a n o k u m ak
yararlıdır. F eu erb ach söz k o n u su o ld u ğ u n d a b u gereksiz değildir. M arx ve Engels o n d a n
o kadar ço k ve öyle iyi söz ederler ki, so n u n d a araların d ak i yakınlığa inanılır.
_____________________ Marx İçin_________________________

bata sayılır. Tersine, ilginç perspektifler de açabilir.1’ Ama bu


karşılaştırma kendi içinde her zam an haklı değildir.
Gerçekten de, yalnızca teorik öğelerin kendiliğinden, hatta
bilgiye dayalı çağrışımına bağlı kalınırsa, kaynaklar teorisinde
*rya da, aynı anlam a gelmek üzere, öncüller teorisinde- doruk
noktasına varan, öğelerin karşılaştırılması, karşıtlığı, yakınlığıy­
la ilgili yaygın akadem ik kavrayışa çok yakın örtük bir kavrayı­
şa m ahkûm olma riski görülür. Bilgili bir Hegel okurunun, 1841
Doktora Tezi’ni, hatta 1844 E ly a zm a la rın ı okurken akim a “He­
gel gelecektir.” Bilgili bir Marx okuru, H ukuk Felsefesinin Eleştiri-
si’ni okurken “aklına Marx gelecektir.”14
Oysa, ister kaynaklar teorisi olsun isterse de öncüller teorisi,
bu kavrayışın, naif doğrudanlık içerisinde, her zaman için sessiz
bir şekilde işlem ekte olan üç teorik önvarsayım üzerinde tem el­
lendiği belki burada yeterince fark edilm em ektedir. Birinci ön-
varsayım analitiktir: Oluşm uş tüm düşünceyi, tüm teorik sistemi
öğelerine a yrıştırılabilir olarak kabul eder; bu koşul, bu sistem in
bir öğesini a y rı düşünm eyi ve bir başka sistem’e ait bir başka ben­
zer öğeyle arasında yakınlık kurm ayı sağlar.15 İkinci önvarsayım
teleolojiktir: Gizli bir tarih m ahkem esini kurum laştırır, m ahke­
meye sunulan fikirleri yargılar, dahası, (diğer) sistem lerin kendi
öğelerine dağılmasını sağlar, bu öğeleri öğe olarak var eder, d a­
ha sonra da onları onların h a kika tiym iş gibi kendi norm una gö­
re ölçer.16 Nihayet, bu iki önvarsayım bir üçüncüsü’ne dayanır;
bu, düşünce tarihini kendi öğesi olarak kabul eder, düşünce ta­
rihine gönderm ede bulunm ayan hiçbir şeyin m eydana gelm edi­
13) Ö rn e ğ in Jah n : 1 8 4 4 E ly a z m a la n 'n d a Y abancılaşm a Teorisi ile K a p ita l ’deki değer T e­
orisi arasın d a etk ileyici k arşılaştırm a.
14) Bkz. d ip n o t 3.
13) K uczynski k o n u s u n d a H o e p p n er b u biçim ciliği m ü k e m m e l eleştirir (be lirtile n m a ­
kale, s. 17 7 -1 7 8 ).
16) K aynaklar te o risin d e gelişim i ö lçen k ö k e n d ir. Ö n cü ller te o risin d e, sü re cin u ğ ra k la ­
rın ın a n lam ın a k a ra r v eren s o n d u r
Louis Althusser
74
ğini ve ideoloji dünyasının onun anlaşılırlık ilkesi olduğunu
öne sürer.
Bu yöntem in en çarpıcı özelliğinin anlam ını ve olasılığını
kavram ak için temellerine kadar inm ek gerektiği kanısındayım :
Eklektizm. Eklektizm in yüzeyinin altı eşelendiginde, düşünce­
den m utlak anlam da yoksun biçim ler söz konusu olm adıkça, bu
teorik teleoloji ve bu ideolojinin -m evcut haliyle- ö z-a n la şılırlı-
ğ ıy la her zam an karşılaşılır. Oysa, derlem edeki bazı makaleleri
okuduğum uzda, bu kavrayışın örtük mantığıyla hâlâ kirletilmiş
olduklarını, hatta b u n d an kurtulm a çabalarında bile böyle kal­
dıklarını düşünm eden duram ayız. Gerçekten de, sanki Genç
Marx’m teorik gelişim tarihi onun düşüncesinin, genellikle iki
ana başlık altında -m ateryalist öğeler, idealist öğeler- toplanm ış
“öğeler”ine indirgenm esini gerektiriyorm uş gibi; ve sanki incele­
nen m etnin a n lam ına karar verecek olan şey b u öğelerin karşı­
laştırılması, kütlelerinin çalıştırılmasıymış gibi olup biter her
şey. Rheinische Zeitung’d a ki m akalelerde, sansürün politik anla­
mı, kereste hırsızlığı üzerine yasaların toplum sal (sınıf) doğası,
vs. gibi henüz Hegelci bir düşüncenin dışsal biçim i altındaki m a­
teryalist öğeler'in varlığı b u şekilde gözler önüne serilebilir; 1843
E ly a zm a sı’n da (Hegel’in H ukuk Felsefesi’nin Eleştirisi), Feuer-
bach’tan esinlenmiş ya da hâlâ Hegelci formüller ve bir sunum bi­
çim inde, toplum sal sınıfların, özel m ülkiyetin ve devletle ilişki­
sinin gerçekliği, hatta diyalektik materyalizm in gerçekliği, vs. gi­
bi materyalist öğeler’in varlığı b u şekilde gözler önüne serilebilir.
Oysa, ifade edilen düşünceyi iç bağlam ından kopartılm ış ve ken­
di başlarına anlamlı kendilikler olarak düşünülen öğelere b u şe­
kilde ayırm anın, ancak bu m etinlerin yönlendirilmiş yani teleolo-
jik okunm ası koşuluyla m üm kün olduğu açıktır. Derlem enin en
bilinçli yazarlarından biri olan N. Lapine b u n u çok açıkyürekli-
Marx İçin
75
likle kabul etm ektedir: “Bu tür özellik... aslında çok eklektiktir,
çünkü bu, fa rk lı öğelerin M a rx ’in dünya görüşünde nasıl bir araya
geldikleri sorusuna cevap verm em ekted ir”17 Lapine, bir m etnin,
şimdiden m ateryalist olan ile hâlâ idealist olan öğelerine ayrıştırıl­
m asının onun birliği’ni korum adığını ve özellikle olgunluk m e­
tinlerinin içeriğinden yola çıkarak gençlik m etinlerinin okunm a­
sının b u ayrışmaya yol açtığını gayet iyi görm ektedir. Demek ki,
önceki bir m etnin öğeleri arasında gövdenin parçalanm ası h ü k ­
m ünü veren ve bu h ü k m ü infaz eden, dolayısıyla bu gövdenin
birliğini yok eden, Tam amlanm ış Marksizm m ahkem esidir, Ni­
hai m ahkem edir. “M a rx’in kendi felsefi konum una ilişkin o dönem ­
de sahip olduğu kavrayıştan yola çıkarsak, 1843 Elyazm ası tam a­
men tutarlı ve tam am lanm ış bir eser olarak kendini gösterir, ” - oy­
sa ki, “gelişmiş M a rk sizm ’in bakış açısından, 1843 E lyazm ası, her
bir öğenin yöntem bilim sel değerinin kesin olarak açıklandığı, orga­
nik olarak tam am lanm ış bir bütün olarak görülmez. A şikâr bir ol­
gunluk eksikliği nedeniyle bazı sorunlara abartılı bir dikkat göste­
rilirken, temel öneme sahip başka sorunlara ancak şöyle bir değinil­
m iştir...”18 Öğelere ayrışmayı, öğelerin oluşumunu kışkırtmış ola­
nın, b u içeriğe sondan bakış olduğu, sanırım b undan daha n a­
m uslu bir şekilde kabul edilemez. Tam am lanm ış M arksizmin
aracı bir yazara, örneğin Eeuerbach’a verdiği bir tür “referans yet-
kisi”ne de sık sık tanık olunabileceğini eklemeliyim. Feuerbach
“m ateryalist” olarak değerlendirildiğinden (açıkça söylemek ge­
rekirse Feuerbach’m bu “materyaliznT’i esas olarak, körü k ö rü ­
ne inanılan Feuerbach’m m ateryalizm bildirgeleri’ne dayansa da),
kendisi ikinci referans m erkezi olarak kullanılır ve sırası geldiğin­
de, Marx’m Gençlik Eserleri’ndeki yargılarının erdemiyle ya da
kendi “hakikat”iyle “m ateryalist” ilan edilmiş öğelerin bir tür alt-
17) Lapine: H egel F elsefesinin Eleştirisi ( R ec h erc h es, s. 68).
18) Lapine: belirtilen m a k a le , s. 69.
Louis Althusser
76
üretim ine im kân tanır. Böylece, özne-yüklem in tersyüz edilm e­
si, spekülatif felsefenin Feuerbach’çı eleştirisi, din eleştirisi, ü re­
timleri içinde nesnelleşm iş insan özü, vs... “m ateryalist” olarak
ilan edilecektir. Feuerbach’tan yola çıkarak öğelerin b u alt-üre-
timi, tam am lanm ış M arx’tan yola çıkarak öğelerin üretimiyle
birleştirildiğinde, örneğin esasen F euerbach’a ait materyalist
öğelerin esasen Marx’a ait materyalist öğelerden nasıl ayrılacağı
sorusu, tuhaf yinelem elerin ve yanılm acaların vesilesi olabilir.19
Sonuçta, bu yöntem le, M arx’m babasına yazdığı ve idea’yı ger­
çekten ayıramayan m ektuptan başlayarak tüm Gençlik Eserle-
ri’nde materyalist öğeler keşfetmemiz her zam an m üm kün oldu­
ğuna göre, Marx’i ne zam an materyalist olarak kabul edebilece­
ğimize ya da daha doğrusu ne zam an m ateryalist olm adığına ka­
rar verm ekte oldukça güçlük çekeriz! Jahri a göre, örneğin, 1844
E ly a zm a la n “hâlâ bir dizi soyut öğe” içeriyor olsalar da, “bilimsel
sosyalizmin doğuşu”na işaret ederler.10 Pajitnov’a göre b u Elyazm a­
l a n “toplumsal bilimler alanında M a rx ’in gerçekleştirdiği dönüşü­
m ün ana noktasıdır. M arksizm in teorik öncülleri burada ortaya
a tılm ış tır . ”2' Lapine’e göre, “ya ln ızca m ateryalizm in bazı öğeleri­
nin kendiliğinden görüldüğü Rheinische Zeitung’daki makalelerden
fa rk lı olarak, 1843 Elyazm ası M a rx’in m ateryalizm e bilinçli ola­
rak geçişine tanıklık ed er,” ve aslında “M arx, Hegel eleştirisinde
m ateryalist tavırlardan yola çıkar” (bu “bilinçli geçiş”i n aynı m a­
kalede “örtük” ve “bilinçsiz” olarak belirtildiği doğ ru d u r).11
Schaff a gelince, o açık açık yazmaktadır: “Engels’in sonraki y a z ı­
larından bilm ekteyiz ki, M a rx 1841 ’de m ateryalist olmuştur. ”2J
“Açık” bir araştırm anın işaretinin kolaylıkla görülebileceği bu
19) Krş. ö rn e ğ in B akouradze: “K. M arx’in Felsefi F ik irle rin in O lu şu m u " (Recherches, s.
29-32).
20) Jahn . belirtilen makale, s. 169 vç 160.
21) Pajitnov: belirtilen makale, s. 117
22) Lapine: belirtilen makale, s. 5 8 , 6 7 , 69.
23) Schaff: belirtilen makale, s. 202.
Marx İçin
77
çelişkilerden basit argüm anlar çıkarm ak istemiyorum. Ama,
Marx’in materyalizme geçtiği anı, vs. saptam adaki bu belirsizli­
ğin, analitik-teleolojik bir teorinin kendiliğinden ve örtük olarak
kullanımına bağlı olup olmadığı haklı olarak sorulabilir. Bu te­
orinin, öğelerine ayrıştırdığı, yani fiili birliğini parçaladığı bir d ü ­
şünce konusunda bir karara varm ak için geçerli ölçütlerden tü ­
müyle yoksun olduğunu belirtm em ek m üm kün mü? Ve, bu d ü ­
şünceyi böyle parçaladığı için böyle bir ölçüt kullanam adığını,
bundan yoksun kaldığını belirtm em ek m üm kün mü? Aslında,
idealist bir öğe idealist bir öğe olduğuna göre ve m ateryalist bir
öğe de m ateryalist bir öğe olduğuna göre, bir m etnin fiili ve canlı
birliği içinde bir araya geldiklerinde bunların oluşturduğu anlam'a
kim karar verebilir? Bu parçalanm anın vardığı paradoksal sonuç,
Yahudi Sorunu ya da 1843 E lyazm ası gibi bir m etnin global anlam ı
nedir sorusunun bile ortadan ka lktığ ı, a rtık sorulm a dığıdır
-çünkü b u n u sorm a im kânı ortadan kalkm ıştır. Yine de bu çok
büyük önem taşıyan bir sorudur ve gerçek yaşam ve canlı eleşti­
ri bunu asla es geçemez! Eğer günüm üzde bir okur, olur da Ya­
hudi Sorunu’n u n ya da 1844 E lyazm ası nm felsefesini ciddiye al­
mayı ve öğrenmeyi aklından geçirirse (bu m üm kündür! Demek
islediğim: Hepim iz b u yoldan geçtik! O kadar çok insan geçti,
uma hepsi M arkist olm adıO , o zaman, olduğu haliyle, yani bir
bütün olarak ele alm an bu düşünce hakkında ne söyleyebiliriz
diye kendim e soruyorum . O nu idealist olarak mı kabul edeceğiz,
yoksa materyalist mi? Marksist mi, Marksist değil mi?24 Yoksa,
i 4) Bu so ru y u ü ç ü n c ü şah ıslar h a k k ın d a so ru y o ru m . A m a, M arx’in G ençlik Eserle-
ıl'ıu lcn y a rarlan an M arksistlere d e b u s o ru n u n k e n d ile rin e sorulabileceğini h e rk e s iyi
itilm ektedir. Eger b u m e tin le rd e n ayrım y a p m a d a n y ararlan ıy o rlarsa, Y ahudi Sorunu,
IH4.I ya da 1 8 4 4 E ly a z m a la r ı m etin lerin i M arksist m etin ler o larak alıyorlarsa, b u n la rd a n
esinleniyor, teori ve id eo lo jik eylem için so n u çla r çıkarıyorlarsa, a s lın d a soru y a c e v a p ve-
ılv orlar d em ektir, ç ü n k ü y a p tık ları şey o n la rın y erin e cevap verm ek ted ir: G enç M arx,
Murx’in k e n d isi o larak k a b u l edilebilir, G enç M arx M arksisttir. B enim sö zü n ü ettiğim
rlrştiriııin (cevap v e rm e k te n özellikle k açın arak ) e n alta k o y d u ğ u cevabı o n lar en uste
koyarlar. H er iki d u ru m d a da, u y g u lan an ve işin içine d ah il e d ilen ilkeler aynıdır
________________ Louis Althusser_____________________ _

onun düşüncesinin anlam ının ertelenmiş, erişemediği bir süreye


tehir edilmiş olduğunu m u kabul etmeliyiz? Ama bizim bilm edi­
ğimiz b u süre ne olabilir? Yine de, çoğu zam an Genç Marx ın m e­
tinlerine, sanki ayrı bir alana aitmişler gibi, sonunda Marksizme
varmaları gerektiği için, yalnızca b u nedenle temel sorun dan
muafm ışlar gibi yaklaşılması iyidir... Sanki anlamları sonuna ka­
dar ertelenm iş gibi, sanki öğelerinin, bir bütün içinde, nihayet or­
tadan kalkması için nihai sentezi beklem ek gerekirm iş gibi, san­
ki bu nihai sentezden önce —bu sentezden önceki tüm b ü tü n lü k
im ha edildiği iç in - bütün sorusu asla sorulm am ış gibi... Ama işte,
b u analitik-teleolojik yöntem in gizli anlam ının parçalandığı pa­
radoksun zirvesindeyiz: Yargılam aya devam eden b u yöntem ,
kendinden fa rklı bir bütünlük hakkında en ufak yargıda bulunm ak­
tan yoksundur. Yalnızca kendini yargıladığı, y a n sıd ığ ı nesnele­
rin altında kendini tanıdığı, asla kendinden çıkm adığı, düşünm ek
istediği gelişmeyi kesin olarak kendi içindeki kendi gelişimi olarak
düşündüğü, b u n d an daha iyi nasıl itiraf edilebilir? N ihai m antı­
ğını dile getirdiğim b u yöntem hakkında eğer bana, ta m da bu ne­
denle diyalektik, denirse, şu cevabı veririm: Diyalektik, evet. A m a
Hegelci!
Aslında, b u şekilde ögeîeri’ne indirgenm iş bir d ü şü n cen in ge-
lişimi’ni kesin olarak düşünm ek söz konusu o lduğunda, Lapi-
ne'in saf ama nam uslu sorusu - “Bu fa rk lı öğeler M a r x ’in nihai
dünya görüşünde nasıl bir araya gelebildi? —soru ld u ğ u n d a, sınırı
bilinen b u öğelerin ilişkisini düşünm ek söz kon u su olduğunda,
Hegelci diyalektiğin argüm anlarının yüzeysel ya da derinlikli b i­
çim ler içinde ortaya çıktığı görülür. Yüzeysel biçim e örnek. İçe­
rik ile biçim arasındaki, daha özel olarak, içerik ile o n u n kav­
ramsal ifadesi arasındaki çelişkiye başvuru. “M ateryalist içerik”
“idealist biçim ’le çatışmaya girer ve idealist biçim in kendisi de
Marx için
- — — ------------------------------------------------------ 7 g

basit bir terminoloji sorununa indirgenm e eğilim indedir (sonun­


da dağılması gerekir: O zam an sözcükken başka bir şey değildir).
Marx zaten m ateryalisttir, ama F euerbach’çı kavram lardan hâlâ
yararlanır, Feuerbach’çı terminolojiyi ödünç alır, oysa ki hiçbir
zaman saf Feuerbach’çı olmamıştı, değildi; 1844 E lyazm ası ile
O lgunluk Eserleri arasında, Marx kendi term inolojisini b uldu:25
Basit bir dil sorunu. Tüm gelişim sözcüklerdedir. Şematize etti­
ğimi biliyorum , ama yöntem in gizli anlam ının daha iyi algılan­
ması için yapıyorum bunu. Zaten kim i zam an çok daha karm a­
şıktır; örneğin yalnızca biçimi (terminolojiyi) içeriğin karşısına
çıkarm akla kalmayan, bilinci de eğilim'in karşısına çıkaran Lapi-
ne’in teorisinde böyledir. Lapine, Marx’m düşüncelerinin farklı­
lığını basit b ir terminoloji farklılığına indirgem ez. Dilin bir anla­
m ı olduğunu kabul eder: Bu anlam, M arx’in (kendi) bilincinin,
gelişiminin bir anındaki anlamıdır. Örneğin, 1843 Elyazm a-
s t’nda (Hegel’in Devlet Felsefesinin Eleştirisi) Marx’m kendi bilin­
ci F euerbach’çıydı. Marx, Feuerbach’ın dilini konuşuyordu,
çünkü kendinin Feuerbach’çı olduğuna inanıyordu. Ama b u bi-
linç-dil o zam an onun “materyalist eğilimi" ile nesnel olarak çeli­
şiyordu. O n u n gelişmesinin m otorunu oluşturan bu çelişkidir.
Bu kavrayış görünüşte kuşkusuz Marksist olabilir ("bilinç gecik­
m esi” akla gelir) ama bu yalnızca görünüştedir, çünkü, b u kav­
rayış içinde b ir m etnin bilincini (bir m etnin global anlamı, dil-
anlamı) tanım lam ak m üm kün olsa bile, “eğilim”in som ut olarak
burada nasıl tanımlanabileceği görülemez. Daha doğrusu, Lapi-
ne’e göre, materyalist eğilim ile bilinç (kendinin bilinci) arasın­
daki ayrım, “1843 Elyazm ası’nın nesnel içeriğine, gelişmiş M ark-
sizm in bakış açısı ile M a rx in bu içeriği o dönem de ele alış tarzı
25) Jah n : belirtilen m a k a le , s. 173. “A lm an ideolojisi' tide... d iy alek tik m ateryalizm uygun
term inolojiyi b u ld u .” Yine d e Jah n , ken d i m etninde, te rm in o lo jid en ço k başka bir şeyin
söz k o n u su o ld u ğ u n u belirtir.
Louis Althusser
80
arasın d a ki fa r k l ı lı k l a tam olarak çakışm aktadır;“ böylelikle, bu
“eğilim”in nasıl tanım landığı gayet iyi görülür. Kesinliği içerisin­
de ele alındığında bu cüm leden anlaşılan, “eğilim"in sonuç’u n ge­
riye d ö n ü k soyutlaması olduğudur, önemli olan b u n u n anlaşıl­
m asıdır, yani hem başlangıcından hem de sonundan yola çıka­
rak düşünülm üş Hegelci kendinde şey’dir. Bilinç ile eğilim ara­
sındaki çelişki, b u durum da, kendinde şey ile kendi-için şey
arasındaki çelişkiye indirgenir. Lapine, zaten b u eğilimin “ö r­
tü k ” ve “bilinçsiz” olduğunu açık seçik belirtir. Bize sorunun çö­
zü m ü olarak verilen şey sorunun soyutlanm asıdır. Kuşkusuz, La-
p in e’in m etninde bir başka kavrayışın yolunu açan ibarelerin
varlığını tartışm ıyorum (beni de öğeler teorisine düşm ekle suç­
layacaklar! Öğeleri d ü şünm ek gerçekten m ü m k ü n olduğunda
“eğilim ” kavram ından bile vazgeçm ek gerekir), am a sistem atiği­
n in Hegelci olduğunu açıkça söylem ek gerekir.
D em ek ki, Hegelci ilkeler’in h er zam an için az çok m usallat
olm uş b u lu n d u ğ u analitik-teleolojik yöntem in kendiliğinden
ya da d ü şü n ü lm ü ş d ü rtülerinden kopm adan M arx’m Gençlik
Eserleri’n in (ve getirdikleri tü m sorunların) M arksist bir incele­
m esine girişilemez. Bu nedenle, b u yöntem in önvarsayım lann-
dan ko p m ak ve ideolojik bir evrim teorisinin M arksist ilkeleri­
n i k endi konum uza uygulam ak gerekir.
Buraya kadar belirtilen ilkelerden kökten farklı olan b u ilke­
ler şunları içerir:
1. H er ideoloji kendi sorunsalıyla içsel olarak birleşm iş, ger­
çek b ir b ü tü n olarak kabul edilir ve tek b ir öğeyi bile b u b ü tü n ­
den ayırm ak anlam ı bozar.
2. Bu b ü tü n ü n , tekil b ir ideolojinin (burada bir bireyin d ü ­
şüncesinin) anlam ı, k en d in d en farklı bir hakikat’le ilişkisine de-
26) L apine: b elirlilen m a k a le , s. 6 9 .
Marx için
81
gil, m evcut ideolojik alan’la ve b u n u destekleyen ve buraya yan­
sıyan sorunlarla ve toplum sal y a p ıy la ilişkisine bağlıdır; tekil bir
ideolojinin gelişiminin anlam ı, bu gelişim in hakikati olarak k a­
b u l edilen başlangıcıyla ya da sonuyla ilişkisine değil, b u geli­
şim içinde, bu tekil ideolojinin dönüşüm leri ile onu destekle­
yen toplum sal so ru n ve ilişkilerle ideolojik alanın dönüşüm leri
arasındaki m evcut ilişkiye bağlıdır.
3. Tekil bir ideolojinin gelişim inin m otor ilkesi, dem ek ki,
ideolojinin kendi içinde yatmaz, o n u n dışındadır, tekil ideolo­
jin in ötesinde’dir. Bu ideolojinin yaratıcısı olarak som ut birey ve
bireyin tarihle karm aşık bağlarına bağlı olarak bu kişisel geliş­
m ede yansıyan fiili tarih.
Bu ilkelerin, önceki ilkelerin tersine, dar anlam da ideolojik il­
keler değil, bilimsel ilkeler olduğunu da eklem ek gerekir: Başka
deyişle, bunlar, incelenm esi gereken sürecin hakikati değildirler
(“gelecek geçmiş”teki bir tarihin tü m ilkeleri böyledir). Bunlar,
bir şeyin hakikati değil, bir şey için hakikat’tirler, hakiki’dırler, bir
so ru n u n m eşru k o n u m u n u n koşuludurlar ve dolayısıyla, bu so­
ru n dolayım ıyla, hakiki b ir çözüm üretim inin koşuludurlar.
Dolayısıyla b u ilkeler, “tam am lanm ış M arksizm ”i, kendi doğu­
şu n u n hakikati olarak değil, tüm diğer tarihsel süreçler gibi,
kendi d o ğ u şu n u n ka vranm asını sağlayan teori olarak kabul
ederler. Zaten ancak bu koşulla M arksizm kendinden başka bir
şeyi kavrayabilir: K endinden farklı olan kendi doğuşunu değil
yalnızca, M arksizm in tarihe m üdahalesinin pratik sonuçlarını
içerenler de dahil tarihte m eydana gelmiş tüm diğer d ö n ü şü m ­
leri de böyle kavrayabilir. M arksizm, gerçekten de, Hegelci ve
Feuerbach’çı anlam da bir şeyin hakikati değil de bilim sel bir
araştırm a disiplini olsa bile, m üdahalesiyle belirlediği tarihin
Louis Althusser
82
olu şu m u n d an çok kendi doğuşuyla ilgilenmez: M arx’tan çıkmış
olan h er şey gibi, M arx’m da içinden çıktığı şeyin anlaşılması,
M arksist araştırm a ilkelerinin uygulam asına tâbidir.27
M arxin Gençlik Eserleri sorununu doğru olarak ortaya koy­
m ak için yerine getirilmesi gereken birinci koşul, filozofların da
bir gençliği olduğunu kabul etm ektir. O nlar da günün birinde,
herhangi bir yerde doğm uş, düşünm eye ve yazmaya başlamıştır.
Gençlik Eserleri’ni, hatta yazılarını (çünkü her zam an için b u n ­
ları yayımlayacak doktora adayları vardır en azından!) asla ya­
yım lam am ak gerektiğini ileri süren bilge asla Hegelci değildi...
çünkü bu Hegelci bakış açısıyla bakıldığında, Gençlik Eserleri
tıpkı Jarry’n in sergilediği şu tuhaf nesne gibi hem kaçınılmaz
hem de im kânsızdır: “Çocuk Voltaire’in ka fa ta sım ”. H er başlan­
gıç gibi bunlar da kaçınılm azdır. Ama im kânsızdır, çünkü kim ­
se kendi başlangıçlarını seçem ez- Alman tarihinin, üniversitele­
rinin eğitim program larında bir araya getirdiği ideolojik dünya
içinde düşünm eyi ve b u düşünce içinde dogmayı Marx seçme­
di. O bu dünyada büyüdü, bu dünyanın içinde hareket etmeyi
ve yaşamayı öğrendi, bu dünyayla “kendini ifade etti”, bu d ü n ­
yadan özgürleşti. Bu başlangıcın zorunluluğu ve zorunsuzluğu ko­
nusuna ilerde tekrar döneceğim . Gerçek şu ki, bir başlangıç var­
dır ve Marx’m kendine özgü düşüncelerinin tarihini saptam ak
için, Genç Marx denen bu som ut bireyin, dönem inin düşünce
dünyası üzerine kendi de düşünm ek için ve ideolog olarak tüm
yaşamını oluşturacak olan b u alışveriş ve tartışm ayı dönem inin
düşünceleriyle sürdürm ek için d üşünceler d ü n ya sından çıktığı
andaki düşüncelerinin hareketini kavram ak gerekir. Yaşayan

27) E lbette M arksizm , tü m bilim sel d isip lin le r gibi, M arx’ta d u r m a m ış t ır , tıp k ı fiziğin
k u ru c u s u o la n G alileo'da d u rm a m ış olm ası gibi. H er bilim sel d isip lin gibi M arksizm de
M arx’m sağlığında bile gelişm iştir. M arx’m tem el keşfi yeni keşifleri m ü m k ü n kılm ıştır.
H er şey in söylenm iş o ld u ğ u n a in a n m a k ta m b ir ihtiyatsızlık o lu r
Marx İçin
83
düşüncelerinin bize aktarıldığı metinler'inin bile konusu olan bu
alışveriş ve tartışm a düzeyinde, her şey, sanki bu düşüncelerin
yazan yokm uş gibi cereyan eder. D üşüncelerinde ve m etinlerin­
de kendim ifade eden som ut birey yok, m evcut ideolojik alan
içinde kendini ifade eden fiili tarih yok. Yalnızca düşüncelerinin
kesinliği kalsın diye yayımlanmış düşünceleri karşısında silinen
yazar gibi, som ut tarih de ideolojik temaları karşısında, yalnızca
b u ideolojik sistem lerin kalması için silinir. Bu ikili yokluğu da
tartışm a konusu etm ek gerekir. Ama şim dilik her şey, tekil bir
düşüncenin kesinliği ile ideolojik b ir alanın tem atik sistemi ara­
sında olup bitm ektedir. Bu başlangıç, onların ilişkileridir ve bu
başlangıcın sonu olmayacaktır. Bu ilişkiyi düşünm ek gerekir:
Tekil bir düşüncenin (iç) birliğinin m evcut ideolojik alanla (ge­
lişim inin her uğrağıyla) ilişkisi. Ama onların ilişkisini düşünm ek
için, aynı zam anda terim lerini de düşünm ek gerekir.
Bu yöntem bilim sel gereklilik, öncelikle, b u temel ideolojik
alanın tö zü n ü n ve yapısının açık seçik ve fiili bir bilgisini gerek­
tirir. Hem ü n lü hem de nam evcut şahısların tam zam anında kar­
şılaştığı bir tiyatro sahnesi kadar n ö tr olan ideolojik bir dünya­
nın temsiliyle yetinmemeyi gerektirir. 1840-1845 yıllarındaki
Marx’ın yazgısı, Hegel, Feuerbach, Stirner, Hess, vs. denen şa­
hıslar arasındaki ideal bir tartışm ada belirlenm ez. Marx’ın yazgı­
sı, Marx’m o dönem ki eserlerinde belirdikleri haliyle yine bu
Hegel’in, Feuerbach’m, S üm er’in, Hess’in arasında belirlenmez.
Engels’in ve Lenin’in daha sonraki çok genel anıştırmalarıyla hiç
belirlenmez. Bu yazgı, somut ideolojik şahıslar arasında belirle­
nir; ideolojik bağlam buna belirli bir fig ü r dayatır ve bu somut
ideolojik şahısların asıl tarihsel kimlikleriyle (örneğin Hegel) ça­
kışm aları ille de gerekmez, Marx’m b u şahsiyetlerin adını andı­
ğı, gönderm e yaptığı, eleştirdiği (örneğin Feuerbach) m etinle­
Louis Althusser
84
rindeki aleni temsillerini bile büyük ölçüde aşarlar; Engels’in 40
yıl sonra sunduğu özetlenmiş genel özelliklerini ise haydi haydi
aşarlar. Bu tespitleri som ut örneklerle açıklarsak; daha doktora
tezinden itibaren Genç Marx’m tartıştığı Hegel’in, 1960’m yal­
nızlığı içinde üstünde düşünebileceğim iz kütüphanelerin He-
gel’i olm adığını söylemeliyim: Bu, yeni-Hegelci hareketin He-
gel’idir, 18401ı yılların Alman entelektüellerine kendi tarihlerini
ve um utlarını düşünm elerini sağlayacak şeyi verm ek zorunda
kalmış bir Hegel; kendisiyle çoktan çelişkiye düşm üş, kendisine
karşı, kendisine rağm en başvurulan bir Hegel. Politik dünyayı
dönüştürm ek için düşünce dünyasından çıkan ve M arx’m usta­
sına karşı isyanının ilk görülebildiği yer olan irade halini almış
felsefe fikri, yeni-Hegelciler’in baskın yorum uyla tam am en uyum
içindedir.28 Marx’in, kavram ların b u keskin anlam ını, nüktedeki
bu sert kesinliği ve dostlarının hayranlığını kazanacak olan bu
kavrayış dehasını tezinde bile uygulamış olduğunu tartışm ıyo­
rum . Ama b u fikir, onun kafasından uydurduğu bir şey değildir.
Aynı şekilde, Marx’in 1841 ile 1844 arasındaki m etinlerinde Fe-
uerbach’m varlığını yalnızca aleni zikredilişi’n e indirgem ek de
çok ihtiyatsızlık olur. Ç ünkü b u m etinlerin çok sayıda bölü­
m ünde, Feuerbach’ın adı belirtilm eden Feuerbach’çı açıklamalar
yeniden üretilm ekte ya da doğrudan doğruya kopya edilm ekte­
dir. Togliatti’nin 1844 E lyazm ası’n d a n aktardığı bölüm , dosdoğ­
ru Feuerbach’tandır; birçok başka bölüm belirtebiliriz ki, bunla­
rın da değeri biraz aceleci bir şekilde Marx’a atfedilmiştir. Ama
niçin Marx, Feuerbach’tan, herkes onu bilirken almtı yapm ak
zorunda kaldı; hem de özellikle onun düşüncesini kendine mal

2 8 ) K rş. A. C o rn u : K a rl M a rx et F. Engels, PUF, c. I. Ç oc u klu k ve G en ç lik Y ılla n . S ol H e-


g e lc ilik "Sol H egelciligin O lu ş u m u ” ü zerin e b ö lü m , özellikle s. 141 ve devam ı, C ornu,
h a re k etin tü m genç liberal e n te lek tü e lle rin in ben im sed iğ i y eni-H egelci esitıli bir eylem
felsefesi' n in h a zırla n m asın d a von C ie s k o w s k f tıin ro lü ü z erin d e ço k haklı o larak d u ru r
Marx için
85
ederek ve o n u n düşünceleri içinde kendi düşünceleri içindeym iş
gibi düşünerek b u n u yaptı? Birazdan göreceğimiz gibi, yaşayan
bir yazarın düşüncelerinin zikredilm em iş varlığının ötesine de
gitmek gerek, onun düşüncelerinin olası varlığına kadar gitm ek
gerek: O nun kendi sorunsalına kadar gitmeliyiz; yani tekil bir
yazarın kendi düşüncesi içinde kendini açıklamasını sağlayan ve
m evcut ideolojik alan’ın bu bölüm ünü oluşturan fiili düşüncele­
rin k u ru cu birliğine kadar uzanm am ız gerekir. H em en fark edi­
lecektir ki, tekil bir düşüncenin birliğini ideolojik alan olm adan
düşünem eyeceğim iz gibi, bu alanın kendisi de, düşünülebilir ol­
m ak için, bu birlik düşüncesini gerektirir.
N edir bu birlik? Bu soruya bir örnek dolayısıyla cevap ver­
m ek için Feuerbach’a geri dönelim , am a b u kez M arx’m d ü şün­
cesinin Feuerbach’la ilişkiye girdiği andaki iç birliği sorununu or­
taya atalım. Elimizdeki derlem enin çoğu yorum cusu, çok sayıda
tartışm aya yol açan bu ilişkinin doğası nedeniyle açıkça rahatsız
olm uşlardır. Bu karışıklık, Feuerbach’m m etinlerinin yanlış bi­
linm esine bağlı değildir yalnızca (bu m etinler okunabilir). Bir
m etnin derin birliğini, ideolojik bir düşüncenin iç özünü, yani
so ru n sa lın ı oluşturan şeyi kavramaya kadar her zam an gitm e­
mekle ilgilidir. M arx’ın doğrudan doğruya kullanm adığı ama ol­
gunluk dönem inin ideolojik analizlerini (özellikle A lm an İdeolo­
jisi)M sürekli olarak canlandıran bu terim i [sorunsal] öneriyo­
rum , çünkü, tü m lü k’ü n Hegelci m uğlaklıklarına düşm eden, ol­
gular üzerine en iyi etki’yi veren kavram budur. Gerçekten de bir

29) A lm an İd eolo jisi 'n d e k i an alizlerd e k u lla n ıla n k a v ra m la rın in celen m esin i b u ra d a ele
alacak değilim . İşte, h e r şeyi söyleyen b asit b ir m etin . Söz k o n u s u ed ile n “A lm an eleşti-
risi”dir: “Ele aldığı istisnasız b ü tü n so ru n lar, tersin e, belirli b ir felsefi sistem in to p ra ğ ın ­
d a n , H egel siste m in d e n fışkırm ıştır. Y alnızca c ev ap ların d a değil, k en d i s o ru n la rın d a b i­
le bir a ld atm aca [m istifikasyon] vardı." Felsefeyi o lu ş tu ra n ın cevap değil, felsefenin o rta ­
ya attığı soru o ld u ğ u ve id e o lo jik ıııistifikasyonu (ya da tersin e nesn ey le ö zg ü n ilişkiyi)
so ru 'n u n k e n d isin d e, yani b ir n esn eyi dü şü n m e ta r z ın d a (yoksa b u n e sn e n in k e n d isin d e
değil) a ram ak gerektiği b u n d a n d a h a iyi ifade edilem ez.
Louis Althusser
86
ideolojinin bir tüm lük (organik) oluşturduğunu söylemek, yal­
nızca tasvir olarak geçerlidir, yoksa teori olarak değil; çünkü te­
ori haline dönüşm üş b u tasvir, bizi, belirli bir birlik ya p ısını de­
ğil, tasvir edilmiş b ü tü n ü n boş birliğinden başka bir şey düşün-
mem eye m ecbur eder. Tersine, sorunsal kavramı altında, (kendi­
ni doğrudan doğruya bir b ü tü n olarak veren ve aleni ya da ör­
tü k olarak bir b ü tü n gibi ya da bir “tüm leştirm e” eğilimi gibi
“yaşanan”) belirli bir ideolojik düşüncenin birliğini düşünm ek,
düşüncenin tüm öğelerini birleştiren tipik sistem atik ya p ı’yı göz­
ler önüne sermeyi sağlam aktır, dolayısıyla bu birlik için belirli
bir içerik keşfetmektir; bu içerik hem ele alm an ideolojinin “öge-
ler”inin anlam ını kavramayı sağlayacak, hem de bu ideolojiyi, her
düşünüre yaşadığı dönemde m iras kalmış y a da önüne konm uş so­
runlarla ilişkiye sokacaktır:>0
Belirgin bir örnek üzerinden b u konuya bakalım: 1843 Elyaz­
m a sı (Hegel’in H ukuk Felsefesinin Eleştirisi). Burada, yorum culara
göre, bir dizi Feuerbach’çı tem a bulunur (özne ile yüklem in ter­
se çevrilmesi; spekülatif felsefenin eleştirisi; türsel varlık teorisi,
vs.), ama Feuerbach’ta bulunm ayan, boş yere aranacak analizler
de b u lu n u r (politikanın, devletin ve özel m ülkiyetin ilişkiye so­
kulm ası, toplum sal sınıfların gerçeği, vs...). Öğelerde kalırsak,
sözünü ettiğimiz analitik-teleolojik açmazlarda ve sözde-çözüm -

30) Bu so n u ç ö n em lid ir. G erçek ten de b u , sorun sal kav ram ın ı id eo lojilerin gelişim inin
idealist y o ru m ların d ak i öznelci k a v ram lard an ayırır; b u , b ir d ü ş ü n c e n in içinde, ken d i te­
m a la rın ın nesn el iç referan s sistem i ’tıi açıklayan şeydir: Bu id eo lo jin in verdiği c e v a p la r a
h ü k m e d e n soru lar sistem i. Bu iç d ü z ey d e cev ap ların ın an lam ın ı an lam ak için, dem ek ki
öncelikle b ir ideolojiye so r u la r ın ın sorusunu so rm ak gerekir. A m a b u sorunsal, k en d i iç
soru ların a -s o ru n la rın a - değil, ideolojiye içinde bulunduğu don em in sorduğu nesnel s o n ıla r ’a
ken d i içinde, b ir c e v a p ’tır. İd eo lo jin in ortaya attığı s o r u n la rı (so ru n salını) d ö n e m in in ide­
olojiye dayattığı g erç ek soru n lar la karşılaştırarak, id eo lo jin in tam am en ideolojik öğesinin
açıklanm ası ıııü m k u n olur, yani ideolojiyi ideoloji olarak n iteleyen şeyin, h atta d eform as-
yonunun açıklanm ası m u m k ü ıı olur. D em ek ki, o n u n o zu ııü o lu ştu ra n şey, sorunsalın iç­
se iliği değil, gerçek sorunlarla ilişkisidir: Dolayısıyla, b ir ideolojinin sorun salı, deform e
edilm iş ifadeleriyle yanlış bir cevap verdiği gerçek soru n lara g ön d eıilın ed en ve tâ b i k ılın ­
m a d an açıklanam az. Ama, açık lam am ın ü ç ü n cü n oktasını öııgöreıııenı (bkz. d ip n o t 43)
Marx İçin
87
lerde kalırız: Terminoloji ve anlam , eğilim ve bilinç, vs.... Daha
öteye gitm ek ve Feuerbach’ın bir şey söylemediği (ya da hem en
hem en bir şey söylemediği) analizlerin ve nesnelerim varlığının,
Feuerbach’çı ve Feuerbach’çı-olmayan (yani şim diden Marksist)
öğelerin bu ayrımı doğrulam aya yeterli olup olm adığını sorm ak
gerekir. Oysa cevabı b u öğelerin kendisinden bekleyemeyiz.
Ç ünkü sözü edilen nesne doğrudan doğruya düşünceyi nitele-
m em ektedir. M arx’tan önce toplum sal sınıflardan, hatta sınıf
m ücadelelerinden söz etm iş tüm yazarlar, g ü n ü n birinde
Marx’m düşüncesinin varacağı konuları ele aldılar diye, böyle
basit bir gerekçeyle hiç Marksist kabul edildiler mi, bilmiyorum .
Düşünceyi niteleyen ve değer veren şey, düşünm enin konusu
değildir, ama, bu düzeyde, düşünm enin kipliği/' düşünm enin
nesneleriyle sürdürdüğü fiili ilişki, yani b u düşüncenin nesnele­
rinin düşünülm esine yol açan temel sorunsaldır. D üşünm enin
konu su n u n bazı koşullar altında düşünm enin kipliğini değişti­
remeyeceğini söylüyor değilim, ama bu başka bir so ru n d u r (bu­
na geri döneceğiz) ve her koşulda, bir düşünm e kipliğinin bu
dönüşüm ü, bir ideoloji sorunsalının b u yeniden yapılanması,
nesnenin düşünm eyle basit ilişkisinden çok başka yollardan ge­
çer! Demek ki, bu perspektif içinde öğeler sorunu ortaya atılmak
isteniyorsa, her şeyin, bunları önceleyen bir soruya bağlı olduğu
görülecektir: Bu öğelerin, verili bir m etinde, fiili olarak düşünül­
meleri için başlangıç noktası olan sorunsalın doğası sorusu. Bi­
zim örneğim izde, soru şu biçim i alır: Toplum sal sınıflar, özel
m ülkiyet - devlet ilişkisi, vs. gibi yeni konular üzerine Marx’ın
düşünm esi, Hegel’in H ukuk Felsefesinin Eleştirisi’n d e , Feuer-
bach’m teorik önvarsayımlarımn aleyhine dengeyi bozm uş m u ­
dur, onları cüm le haline indirgem iş midir? Yoksa bu yeni konu-

31) M ateryalizm i tü m idealizm b iç im le rin d e n ay ıran “tem el so ru "n u n anlam ı b u d u r.


Louis Althusser
88
lar aynı önv a r sa yım la r’dan yola çıkarak m ı düşünülm üştür? Bu
soru; bir düşüncenin sorunsalı yazarının işlediği konu alanıyla
sınırlı olmadığı, o düşünce tüm lük olarak düşüncenin soyutlan­
ması değil, bir düşüncenin ve bu düşüncenin olası tüm düşüncele­
rinin som ut ve belirli yapısı olduğu için m üm kündür. Örneğin,
F euerbach’m antropolojisi yalnızca dinin (H ıristiyanlığın Ö zü)
değil, politikanın (Yahudi Sorunu, 1843 Elyazm ası), hatta tarih ve
ekonom inin de (1844 E lyazm ası) sorunsalı olabilir, ama Feuer-
bach’m “lafzı” terk edildiğinde ve aşıldığında bile esas olarak da
antropolojik bir sorunsal olarak kalmaya devam eder.“ Kuşkusuz,
dinsel bir antropolojiden politik bir antropolojiye ve nihayet
ekonom ik bir antropolojiye geçişin politik olarak önem li oldu­
ğu kabul edilebilir, hatta 1843 Almanyası’nda antropolojinin ile­
ri bir ideolojik biçim i temsil ettiği de doğrudur. Ama b u yargı
bile öncelikle ele alm an ideolojinin doğasından haberdar olm a­
yı, yani fiili sorunsal'm m tanım lanm ış olmasını gerektirir.
Şunu da eklemeliyim ki, bir ideolojinin nihai ideolojik özü­
n ü oluşturan şey, üstünde düşünülen konuların doğrudan içeri­
ği ya da sorunları ortaya koyuş tarzı olmasa da, b u sorunsalın
doğrudan doğruya tarihçi tarafından düşünüleceği anlam ına da
haklı olarak gelmez: Ç ünkü genel olarak filozof bu sorunsalın
kendisini düşünm ekten çok, o sorunsalın içinde düşünür ve filozo­
fun “nedenler düzeni” felsefesinin “nedenler düzeni”yle çakış­
maz. Bir ideoloji (terim in katı M arksist anlam ında - M arksizmin
bir ideoloji olmaması anlam ında) bu açıdan tam da kendinin bi­
lincinde olm ayan sorunsalı'yîa nitelenir. Marx bize bir ideolojinin
kendisine dair bilincini, onun özü kabul etm em em iz gerektiğini
söylediğinde ve bunu sık sık tekrarladığında, aynı zam anda, bir
ideolojinin cevap verdiği (ya da cevap verm ekten kaçındığı) ger­

32) Krş. H o e p p n er'in m ükem m el b ö lü m ü : a.g.e., s. 188. Ayrıca b k z. s. 184'deki d ip n o t 11


Marx için
89
çek sorunların bilincinde olm am asından önce, öncelikle, “teorik
önvarsayım lar”ın bilincinde olm am asından, yani, kendi sorunla­
r ın ın , dolayısıyla bunların çözüm lerinin anlam ını ve işleyişini
o n u n içinde saptayan, fiilen var olan am a itiraf edilm em iş so ru n ­
salın bilincinde olm am asından söz etm ektedir. Dem ek ki bir so­
runsalı genellikle kitabı açarak okuyam ayız, içine göm üldüğü
ama işlem ekte olduğu ideolojinin derinliklerinden o n u n sökü­
lüp alınması gerekir ve çoğu zam an da b u ideolojiye, önerm ele­
rine ve duyurularına rağm en b u n u yapm ak gerekir. Eğer bu de­
rinliklere kadar gitmek istiyorsak, bazı “m ateryalistler”in (en
başta da Feuerbach’m) kendilerini materyalist ilan etmelerini m a­
teryalizm in kendisiyle karıştırm aktan vazgeçmeye m ecbur olup
olmadığımızı kendim e soruyorum . Bazı sorunların aydınlığa ka­
vuşacağını ve bazı sahte sorunların yok olup gideceğini d ü şü n ­
m ek için çok neden var. M arksizm in kendisi de böylelikle k en ­
di sorunsalına, yani kendine ve tarihsel eserlerindeki sorunsala
dair daim a daha doğru bir bilinç edinecektir - ki bu, sonuçta
o n u n borcudur, hatta şunu dem ek uygun olursa, görevidir.
Bu düşünceleri özetliyorum. İdeolojik bir gelişimin kavranışı,
bizzat ideoloji düzeyinde, bir düşüncenin ortaya çıktığı ve geliş­
tiği ideolojik alanın bağdaşık ve eşzamanlı bilgisini; ve b u d ü şün­
cenin iç birliğinin -s o r u n s a lın ın - gün ışığına çıkarılm asını gerek­
tirir. İdeolojik alanın bilinmesi, bu alanda oluşan ya da burada
karşı karşıya gelinen sorunsalların bilinm esini gerektirir. Bu, ele
alm an bireysel düşünceye özgü sorunsalın; yaratıcısının özgül
farklılığının ne olduğuna, yani y e n i bir anla m ın ortaya çıkıp çık­
m a d ığ ın a karar verebilecek ideolojik alana ait düşüncelere özgü
sorunsallarla ilişkiye sokulm asıdır. Elbette gerçek tarih tüm bu
karmaşık sürece musallat olur. Ama her şey bir anda söylenemez.
Eklektik eleştirinin ilk teorik önvarsayım m dan doğrudan
Louis Althusser
90
doğruya kopan bu yöntem in, ikinci önvarsayım ın yanılsam ala­
rından -d a h a araştırmaya girişm eden değerleri ve sonucu belir­
lenm iş olan ideolojik tarihin sessiz bir m ahkem esini kuran ya­
nılsam alardan- şim diden“ ayrıldığı görülür. İdeolojik tarihin
hakikati ne ilkesindedir (kaynak) ne de varacağı yerde (son). Bu
hakikat, olguların kendisinde’dir, anlam ların, tem aların ve ide­
olojik nesnelerin bu düğüm olm uş oluşum undadır, bunların so­
run sa lla rın ın gizlenmiş zemini üzerindedir ve b u sorunsalın
kendisi de “düğüm lenm iş” ve kım ıldayan, gerçek tarihe tâbi kı­
lınmış ideolojik bir dünya zem ininde oluş halindedir. Kuşku­
suz, Genç Marx’m Marx olacağını biliyoruz; ama ondan daha
hızlı yaşamak, onun yerine yaşamak, onun yerine kopm ak ya da
o n u n yerine keşfetmek istem iyoruz. Yarışın bittiği yerde onu ö n ­
ceden bekleyecek değiliz; nihayet yarış bitti diye ve Marx vardı
diye, bir yarışçının üzerine havlusunu fırlatır gibi ona havlu at­
m ak için orada bekleyecek değiliz. Rousseau, çocukları ve yeni-
yetmeleri eğitme sanatının zam an kaybetm e’yi öğrenm ekten iba­
ret olduğunu söylüyordu. Tarihsel eleştiri sanatı, aynı zamanda,
genç yazarların büyüm eleri için yeterince zam an kaybetmeyi öğ­
renm elerini gerektirir. Bu kayıp zaman, yaşamaları için onlara
verdiğim iz zam andan başka bir şey değildir. Bu onların yaşam ­
larının b ir gereğidir; biz ise zekâmız sayesinde bu zamanı, d ü ­
ğüm lerinden, ertelem elerinden ve dönüşüm lerinden yola çıka­
rak d u ra k la ra a y ırırız. Bu düzen içinde, Köken ve Amaç Tanrı­
ları bir kez tahtlarından indirildiğinde, doğm akta olan bir yaşam
içinde zorunluluğun doğuşuna tanık olm aktan daha büyük se­
vinç yoktur.

33) Ş im d iden , ç ü n k ü b u k o p u ş u n ta m a m la n m ış olm ası için, tü m ö z g ü rlü k süreçleri gibi,


g e rç e k larih'in ciddiye alınm ası gerekir.
_________________________ Marx İçin _______________________

III. Tarihsel Sorun

Ama tüm bunlar, eklektik yöntem in üçüncü önvarsayımım


görünürde askıda bırakıyor: Tüm ideoloji tarihinin, ideolojinin
içinde devrede olması. Buna geleceğiz.
Togliatti’n in yazısı, Lapine’in yazısı ve özellikle H oeppner’in
çok önemli yazısı34 hariç, elim izdeki incelem elerin çoğunluğunun
bu sorunu, birkaç paragraf dışında bir yana bırakm ış olması
üzü n tü verici.
Oysa, daha birkaç yıl öncesine kadar “M a rx ’in y o lu ” sorunu
diye adlandırılan şeyi, yani onun düşüncesinin olayları ile haki­
ki öznesi olduğu bu -b ir ama ik iz - gerçek tarih arasında m evcut
ilişki so ru n u n u ortaya koym aktan son tahlilde hiçbir M arksist
kaçmamaz. Dem ek ki bu ikili yokluğu geçersiz kılm ak ve şu ana
kadar öznesiz olan bu düşüncelerin gerçek yaratıcılarını ortaya
çıkarm ak gerekm ektedir: Onları yaratmış olan, som ut insan ve
gerçek tarihtir. Ç ünkü, bir düşüncenin ortaya çıkışı ve d ö n ü ­
şüm leri bu gerçek özneler olm adan nasıl açıklanabilir?
Burada Marx’m kişiliği sorununu ortaya atmayacağım; yakıcı
bir eleştirel tu tk u n u n , uzlaşm az bir gerçeklik arzusunun ve şaşı­
lacak bir som utluk duygusunun harekete geçirdiği bu olağanüs­
tü m iza cın kökeni ve yapısı sorununu ortaya atmayacağım.
M arx’m psikolojik kişilik yapısının, kökenlerinden ve tarihinden
incelenm esi, gençlik m etinlerinde bunca çarpıcı olan müdahale,
kavrayış ve araştırm a üslubu hakkında bizi kesinlikle aydınlatır.
Böylelikle, Sartre’m anladığı anlam da (bir yazarın “temel proje­
si”) Marx’in girişim inin radikal kökenini değilse de, en azından,
gelişimindeki bu fiili sürekliliğe, Lapine’in kısmen “eğilim ” teri­
miyle düşünm eye çalıştığı şeye ilk anlam ını veren, gerçeklik üze­
rinde etkili olma’n ın çok derin ve çok uzak gerekliliğini kavraya­
34) B elirtilen y a z ıla r
Louis Althusser
92
biliriz. Bu inceleme olm adan, Marx’i, aynı toplum sal ortam dan
çıkmış, onunla aynı ideolojik temalarla ve aynı tarihsel sorunlar­
la yüz yüze gelmiş çağdaşlarının -G enç-H egelciler- çoğunun
yazgısından tam olarak neyin ayırdığını kavrayamayabiliriz.
M ehring ve Auguste C ornu, bir Rhenanlı burjuva oğlunun de­
m iryolları Avrupası’ndaki işçi hareketinin yöneticisi ve teorisye-
ni nasıl olabildiğini anlayabilm em iz için bize -tam am lanm ayı
hak e d e n - bu çalışm anın malzemesini verdiler.
Ama bu inceleme bizi M a rx ’in psikolojisiyle birlikte gerçek
tarihe ve b u n u n M arx tarafından doğrudan kavranm asına götü­
recektir. Marx’in evrim inin ve “itici gücü”n ü n anlamı sorununu
çözm ek için burada bir an duruyorum .
Marx’in olgunlaşması ve dönüşüm ü nasıl m üm kün oldu so­
rusuna, eklektik eleştiri, ideolojik tarihle sınırlı kalan bir cevap
arar ve seve seve verir. Ö rneğin Marx’in Hegel’deki yöntem’i içe-
rifc’ten ayırmayı bildiği ve daha sonra da b u n u tarihe uyguladığı
söylenecektir. Ayrıca, Hegelci sistemi ayakları üzerine oturttuğu
da seve seve söylenir (Hegelci sistem in “sferlerden oluşan bir
sfer” olduğu bilindiğinden bu açıklama bir anlam da m izah do­
ludur). Sanki bölgesel bir m ateryalizm çok kuşkulu bir m aterya­
lizm değilmiş gibi, Marx’in, Feuerbach’ın m ateryalizm ini tarihe
y a y d ığ ı da söylenecektir; Marx’in (Hegelci ya da Feuerbach’çı)
yabancılaşma teorisini toplum sal ilişkiler dünyasına u yguladığı
-sa n k i bu “uygulam a” yabancılaşm anın temel anlam ını değişti­
rirm iş g ib i- söylenecektir. Nihayet, -v e işin özü de buradadır—
eski materyalistlerin “tu ta rsız” oldukları ve Marx’in ise, tersine,
tu tarlı olduğu söylenecektir. Marksist ideoloji tarihine yönelik
çok sayıda incelemeye m usallat olmuş bu tutarlılık-tutarsızlık
teorisi, Aydınlanma filozoflarının kişisel kullanım ları için imal
ettikleri küçük bir ideolojik harikadır. Feuerbach b u n u miras al­
mıştır ve -h e y h a t!- bununla m ükem m el biçim de oynam ıştır. Bu
konu tek başına küçük bir kitabı hak eder, çünkü tarihsel ide­
alizmin en özlü ve en güzel kısm ıdır: Gerçekten de, eğer fikirler
birbirlerinden doğuyorsa, tüm tarihsel (ve teorik) sapm anın bir
m antık hatası olduğunu herkes bilir.
Bu formüller, belli bir hakikat sezgisi içerseler d e ,’5 harfiyen
ele alındıklarında şöyle bir yanılsam anın tutsağı kalırlar: Sanki
Genç Marx’m evrimi fik irle r alanında ortaya çıkmış ve çözüm ­
lenm iş ve Hegel’in, Feuerbach’m öne sürdükleri fikirler üzerine
düşünmesi sayesinde gerçekleşmiştir! Bu durum da her şey sanki
1840’ın genç Alman entelektüellerinin Hegel’den miras aldıkla­
rı fikirler, görünüşlerine rağmen, kendi içlerinde, suskun, örtülü,
maskeli, yolundan sapm ış belli bir hakikati içeriyorlarm ış gibi ve
sanki Marx’m eleştirel gücü nihayet yıllarca süren entelektüel ça­
balardan sonra onlardan hakikati söküp çıka rm a yı başarm ış, iti­
raf ettirebilm iş ve kabul ettirebilm iş gibi cereyan eder. Aslında,
Hegelci felsefeyi (ya da diyalektiği) “terse çevirm e”, “ayakları üs­
tüne oturtm a” şeklindeki ünlü tem anın içinde bu m antık vardır,
çünkü sonuçta gerçekten bir terse çevirme, ters duranı düzeltm e
olsa da, açıktır ki bir nesnenin dengesini tam am en bozm ak, ba­
sitçe ekseni etrafında döndürm ek, onun ne doğasını ne de içeri­
ğini değiştirir! Başı üzerinde duran insan, nihayet ayakları üze­
rinde y ü rü düğünde de aynı insandır! Ve böylece baş aşağı çev­
35) D iyelim ki: P edagojik hakikat. H egel’in ü n lü “terse çev rilişf'n e gelince, F e u e rb a ch ’m
girişim i d e böyle ifade edilir. Bu deyim i g etiren ve H egelci kuşaklara adayan Feuer-
b a ch ’tır. Ve M arx’ın A lm an İdeolojisinde, F e u e rb a ch ’m tam da H egelci felsefeyi “terse
çevirdiğı”ni ileri s ü rd ü ğ ü n o k ta d a b u felsefenin esiri k a lm a suçlam asını F e u erb ach ’a k a r­
şı dile getirm esi ço k d ik k a t çekicidir. H egel’in s o r u la r ın ın bile önvarsayım larını k ab u l et­
m iş olm akla ve a y n ı s o r u la r a farklı cevaplar verm ek le su çlu y o rd u F e u e rb a ch ’ı. G ün d elik
yaşam da cevaplar yersizken, tersine, felsefede y a ln ız c a s o r u la r yersiz d ir. Sorular değişti­
rildiğinde, terse çev irm ed en tam anlam ıyla söz edilem ez. K uşkusuz, so ru ların ve cevapla­
rın g örece yeni d ü z en i eskisiyle k arşılaştırıldığında, yine altüst e tm e d en söz edilebilir.
A m a o z am an analoji yoluyla b u n d a n söz edebiliriz; ç ü n k ü s o r u la r a r tık ay n ı d eğ ild ir, ve
b u n la rın o lu ştu rd u ğ u alanlar, d e diğ im gibi, p e d a g o jik am açlar dışında, k a r ş ıl a ş t ır ıla b il ir
değildir.
Louis Althusser
94
rilmiş bir felsefe, teorik bir metaforla, tersyüz edilmiş felsefeden
başka bir şey kabul edilemez: Gerçekten de, yapısına, sorunları­
na, sorunlarının anlam ına aynı sorunsal m usallat olmaya devam
eder.36 Genç Marx’m m etinlerinde işlemekte gözüken ya da seve
seve ona atfedilen şey genellikle bu m antıktır.
Oysa, sanıyorum ki bu bakış açısı, hangi sıfatla olursa olsun,
gerçekliğe denk düşm em ektedir. Kuşkusuz, Marx’in Gençlik
Eserleri’nin hiçbir okuru, Marx’in karşısına çıkan fikirleri tâbi
tuttuğu bu devasa teorik eleştiri çalışmasına duyarsız kalamaz.
Fikirlerini bu kadar erdem le (incelik, uzlaşmazlık, kesinlik) işle­
miş yazar enderdir. Bunlar Marx için som ut nesnelerdir; nasıl ki
fizikçi deney nesnelerini onlardan biraz hakikat koparabilm ek
için, onların hakikatini alabilm ek için sorgularsa Marx da kendi
nesnelerini öyle sorgular. Prusya Sansürü üzerine yazısında san­
sür fikrini nasıl ele aldığına, O dun Hırsızlığı üzerine yazısında
canlı ağaç ile ölü odun arasındaki görünüşte önem siz bu farkı,
basın özgürlüğü, özel m ülkiyet, yabancılaşma gibi fikirleri nasıl
ele aldığına bakın... O kur, Genç Marx’m m etinlerindeki b u aşi­
kâr m antık gücüne ve düşünm e kesinliğine karşı koyamaz. Ve
b u aşikârlık/kesinlik doğal olarak Marx’i kendi keşif m antığının
kendi dü şünm e m an tığıyla çakıştığına inanm aya ve üzerinde ça­
lıştığı ideolojik dünyanın içerdiği bir hakikat’i bu dünyadan başa­
rıyla çıkardığına inanm aya yöneltir. Ve bu inanç, o dönem de
on u n çabalarında ve coşkularında kendini gösteren inancıyla,
kısacası bilinciyle de güçlenmiştir.
Şunu söylemeye kadar vardırabilirim ki, yalnızca ideolojik
tarihin idealist kavrayışının kendiliğinden yanılsamalarını pay­
laşm aktan kaçınmakla yetinm em eli; dahası, -h a tta belki de da­
ha önem lisi- Genç Marx’m m etinlerinin bize verdiği izlenime

36) Krş. d ip n o t 35
Marx için
95
teslim olm aktan ve onun kendisine dair bilincini paylaşm aktan da
kaçınm ak gerekir. Ama b u n u anlam ak için, gerçek tarihten söz
etmeye, yani “M a r x ’in y o lu ”nu b izza t tartışm a konusu etm eye var­
m ak gerekir.
Burada başlangıç’a geri dönüyorum . Evet, insan günün birin­
de, bir yerde doğar ve verili bir dünyada düşünm eye ve yazm a­
ya başlar. Bu dünya, bir düşünür için, doğrudan doğruya kendi
dönem inin yaşayan düşünceler dünyasıdır, düşüncenin içine
doğduğu ideolojik dünyadır. Marx söz konusu olduğunda b u
dünya, Alman idealizm inin sorunlarının egem enliğindeki ve so­
yut bir terimle ifade edersek “Hegel’in çözülm esi”nin, 1830-40
yıllarının Alman ideoloji dünyasıdır. Bu, herhangi bir dünya de­
ğildir kuşkusuz, am a bu genel hakikat yeterli olmaz. Ç ünkü Al­
m an ideoloji dünyası, o dönem de, hiç karşılaştırm a kabul etm e­
yecek şekilde, (dar anlam da) ideoloji altında en fazla ezilmiş dün­
y a d ır, yani tarihin fiili gerçeklerinden en uzak dünyadır, ideolo­
jiler Avrupa’sında o dönem de en yabancılaşm ış, en misti/iye dün­
ya d ır. Marx b u dünyaya doğm uş ve bu dünyada düşünm eye gi­
rişmiştir. M a r x ’in başlangıcının zo ru n su zlu ğ u , altında doğduğu
bu devasa ideolojik tabakadır, kurtulm ayı başarabildiği bu ezici ta­
bakadır. Marx kurtulm ayı başardığı için, görkemli çabalar ve
önem li buluşm alar pahasına elde ettiği özgürlüğün bu dünyada
zaten var olduğuna ve tüm sorunun düşünm ek olduğuna inan­
maya bizler fazlasıyla hazırızdır. Genç Marx’in bilincini işe yarar
kabul etmeye fazlasıyla hazırızdır; bu bilincin, kökeninde, bu
fantastik köleliğe ve yanılsamalarına tâbi olduğunu gözlemleme­
yiz. Marx’in sonraki bilincini bu dönem e yansıtm a ve b u tarihi
“gelecek geçmiş”te kurm a eğilimimiz güçlüdür, oysa burada söz
konusu olan şey bir kendine dair bilinci bir başka kendine dair
bilince yansıtm ak değil, özgürleşmiş bir bilincin sonradan edin­
Louis Althusser
96
diği tarihsel kavrayışın bilimsel ilkelerini (yoksa bir başka ken­
dine dair bilinci değil) köle bir bilincin içeriğine uygulam aktır.
Bu görkemli ideolojik tabakanın niçin Fransa ve İngiltere’ye
değil, Almanya’ya özgü olduğunu, Marx sonraki eserlerinde ga­
yet iyi gösterdi: A lm a n ya ’nın tarihsel gecikmesi (ekonom ik ve p o ­
litik gecikme) ve bu gecikmeye denk düşen toplum sal sım fla r’m
d u ru m u gibi ikili bir neden vardır. Fransız devrim inin ve N apo­
léon savaşlarının büyük altüst oluşlarının sonunda, on d o k u ­
zuncu yüzyıl başı Almanya’sı, hem ulusal birliği’n i hem de burju­
va devrim i’n i gerçekleştirm edeki tarihsel güçsüzlüğünün dam ga­
sını derinden taşır. Bu “yazgı” on dokuzuncu yüzyıl Almanya’sı­
nın -h a tta uzak sonuçlarıyla çok daha ötelere u z a n a n - tüm tari­
hine egemen olacaktır. Kökenleri Köylü Savaşları’na uzanan bu
d u ru m u n sonucunda Almanya, kendi dışında olup biten gerçek
tarihin hem nesnesi hem de seyircisi haline gelir. O n sekizinci ve
on dokuzuncu yüzyıl boyunca oluşm uş olan Alman ideolojisini
meydana getiren ve derinden belirleyen şey, bu Alman güçsüzlüğü­
dür. Bu güçsüzlük, Alman entelektüellerini “b a şka la rın ın y a p tı­
ğı şeyleri düşünm eye” zorlam ıştır ve b u n u da kendi güçsüzlükle­
rinin koşulları içinde düşünerek yapm ışlardır. Kendi toplum sal
çevrelerinin -m em u rlardan, öğretm enlerden, yazarlardan olu­
şan küçük b u rjuvazi- özlem lerine uygun, um ut, nostalji ve ide­
alleştirme biçimleri altında ve kendi köleliklerinin -özellikle d in -
dogrudan nesnelerinden yola çıkarak yapm ışlardır bunu. Bu ta­
rihsel koşullar ve gereklilikler b ü tü n ü n ü n sonucu, tam olarak,
“Alm an idealist fe lse fe sin in görkemli gelişimiydi. Alm an entelek­
tüelleri kendi koşullarını, sorunlarını, um utlarını, “fa a liy e tle f’ine
varana dek bu felsefenin çerçevesi içinde düşünmüşlerdir.
Marx, ‘Fransızların politik zekâsı vardır, tngilizleıuı ekono­
mik, Alm anların ise teorik zekâsı’ diye belirtirken, bunu iğnele-
Marx İçin
97
yici bir laf etm enin verdiği haz için söylememiştir. Alm anya’nın
tarihsel azgelişmişliği’n in karşılığı, diğer Avrupa uluslarının su n ­
duğu şeylerle kıyaslanacak ortak ölçütten yoksun, ideolojik ve te­
orik “aşırı g elişm e”dir. Ama önemli olan şey, bu teorik gelişm e­
nin, düşündüğü gerçek nesne ve sorunlarla som ut ilişkisi olm a­
yan yabancılaşmış bir ideolojik gelişme olm asıdır. Bizi ilgilendi­
ren noktada, Hegel’in dram ı buradadır. O nun felsefesi gerçekten
de on sekizinci yüzyılın ansiklopedisidir; tarih de dahil, edinil­
miş tüm bilgilerin toplam ıdır. Ama düşüncesinin tüm nesneleri
burada onun düşüncesi tarafından, yani tüm Alman zekâsının
esiri olduğu ideolojik düşüncenin bu özgül biçimi tarafından
“hazm edilm iş”tir. Bu durum da, bu Alm anya’da 1830’lu ve 4 0 ’lı
yıllarda düşünm eye başlamış olan genç bir Alman entelektüeli­
nin özgürleşmesinin temel koşulunun ne olabileceği ve ne olması ge­
rektiği düşünülebilir. Bu koşul, gerçek tarihin yeniden keşfiydi,
gerçek nesnelerin yeniden keşfiydi; b u n lan kuşatm ış olan, yal­
nızca gölgeye d ö n üştürm üş olmakla kalmayan, deform e de eden
devasa ideolojik tabakanın ötesine uzanm aktı. Şu paradoksal so­
n uç buradan kaynaklanır: Bu ideolojiden kurtulm ak için Marx,
Almanya’n ın ideolojik aşırı-gelişmişltği’nin aslında tarihsel az-ge-
lişmişliği’n in ifadesi olduğunun bilincine kaçınılm az olarak var­
m ak zorundaydı; dahası, şeylerin kendisine erişm ek için, gerçek
tarihe değmek, ve nihayet, Alman bilincinin sisleri arasından gö­
rülen varlıklarla yüz yüze gelebilm ek için bu ideolojik öne çıkı­
şın berisine dönm ek gerektiğini kavramalıydı. '7 Bu geriye dönüş
olm adan, Genç Marx’m entelektüel kurtuluş tarihi kavranıla-

3 7 ) T ü m ideolojiyi y o k etm e ve “şeylerin k en d isin e" gitm e, “varlığı ortaya ç ık a rm a ” ira ­


desi (z u r Sache selb st... D asein zu e n th ü lle n ) F e u e rb a c h ’tn tü m felsefesini h a re k ete geçi­
rir. O n u n terim leri b u n u n hey ecan verici ifadesidir. K endi n iy etin d en yola çık a ra k felse­
fe y ap m a k ve sp e k ü la tif felsefenin k av ram ları ve so ru n sa lı için d e k alarak sp e k ü la tif fel­
sefeden k u rtu lm ay ı d ü ş ü n e re k , u m u tsu z ca k u rtu lm a k istediği id eo lo jin in tutsağı k alm ak
ise o n u n d ra m ıd ır. “Ö ğe d eğ iştirm ek " gerek iy o rd u .
Louis Althusser
98
maz; bu geriye dönüş olm adan Marx’in Alman ideolojisiyle ve
özellikle Hegel’le ilişkisi kavranam az; gerçek tarihe bu dönüş ol­
m adan (ki b u da, belli ölçülerde, geriye dönüştür) Genç Marx’in
işçi hareketiyle ilişkisi esrarım korur.
Bu “geriye dönüş ” üzerinde özellikle duruyorum . Ç ünkü, He-
gel’in, Feuerbach’ın, vs. “aşılması” formülleri altında, sürekli bir
tü r gelişme form ülü ileri sürm e eğilimi fazlasıyla vardır; bu öyle
bir gelişmedir ki, her koşulda, süreksizlikleri bile, (Marx’in ve
dönem inin) tarih süresi’nin desteklediği aynı süreklilik öğeleri
içinde (tam da “Auftıebung”u n Hegelci diyalektik m odeli üzerin­
de) düşünülm ek zorunda kalınır. Oysa ki, b u ideolojik öğenin
eleştirisi, önem li bir yanıyla, bu nesneleri düşünm üş ve kuşat­
mış olan ideolojinin (m antıksal olarak ve tarihsel olarak) önce­
ki, özgün nesnelerine geri dönüşten ibarettir.
Bu, geriye dönüş form ülünü iki örnekle açıklamama izin verin.
Birinci örnek, Hegel’in özünü “hazm ettiği” yazarlarla ilgilidir,
bunlar arasında Ingiliz ekonom istleri, Fransız filozof ve politika­
cıları ve anlam ını yorum ladığı tarihsel olaylar yer alır: En başta
da Fransız devrimi. Marx, 1843 yılında, Ingiliz ekonom istlerini
okum aya koyulduğunda, Machiavelli’yi, M ontesquieu’yü, Rous-
seau’yu, D iderot’yu, vs. incelemeye giriştiğinde, Fransız devri-
m inin som ut tarihini incelediğinde,38 bu yalnızca Hegel okum a­
la rın ın k a y n a ğ ın a dönm ek ve Hegel’i kendi kaynaklarıyla doğ­
rulam ak için değildi: Tam tersine, Hegel’i ele geçirmiş olan nes­
nelerin gerçeğini keşfetmek, onlara kendi ideolojisinin anlam ını
3 8) Bu k o n u d a Lapine’de m ü k e m m e l sayfalar v ard ır, belirtilen m a k a le , s. 6 0 -6 1 . M arx'm
b u e n te lek tü e l “d e n ey im ler”i yine de L ap in e’in o n ları d ü ş ü n m e k istediği "eğilim" k av ra­
m ın ın içini d o ld u ra m a z (sü rm e k te o lan gelişim in s o n u d a d ü ş ü n ü ld ü ğ ü n d e , b u n la r için
ç ok geniş ve ço k so y u ttu r). Buna k a rşın H o e p p n e r’le ta m a m en h em fikirim (belirtilen
m akale, s. 18 6 -1 8 7 ): “M arx, H egelci d iy a le k tik ü z erin e b azı m an ip ü lasy o n lara teslim
o larak değil, esas olarak, ta rih , sosyoloji, siyasal ik tisat alan ların d a çok so m u t s o ru ştu r­
m alar te m elin d e so n u ca v arm ak tad ır... M arksist d iy alek tik esas olarak M arx’m teoriye
açtığı ve k u lla n ılır hale getirdiği yeni to p ra k la rd a d o ğ m u ştu r... H egel ve M arx aynı kay­
n a k la rd a n b e sle n m e m iştir.”
Marx İçin
99
dayatm ak içindi. M arx’m on sekizinci yüzyılın İngiliz ve Fransız
teorik üretim lerine geri dönücü, büyük ölçüde, Hegel ötesine,
gerçeklikleri içindeki nesnelerin kendisine gerçek bir geri dönüştü.
Hegel’in “aşılması”, Hegelci anlam da bir “Aufhebung”, yani He-
gel’in içinde içerilmiş olan şeyin hakikati’nin ifadesi asla değildir;
ya nlışın h akikate doğru aşılm ası değil, tersine, ya n ılsa m a n ın ger­
çekliğe doğru aşılmasıdır; daha doğrusu, ya n ılsa m a n ın gerçeğe
doğru “a ş ılm a s ın d a n ziya d e, ya n ılsa m a n ın dağılm ası ve geriye
doğru bir dönüştür, dağılmış yanılsam adan hakikate doğru: Dola­
yısıyla, “aşm a” terim inin artık hiçbir anlam ı yoktur.39Marx, ger­
çekliği doğrudan doğruya y a şa m ış ve olası en a z deform asyonla
düşünm üş olanlardan - o n sekizinci yüzyıl İngiliz ekonom istleri
(onlarda ekonom i kafası vardı, çünkü on lan n ülkesinde ekono­
mi vardı!), Fransız filozoflar ve politikacılar (onlarda politik ka­
fa vardı, çü n k ü onların ülkesinde politika v a r d ı!)- yola çıkarak
gerçekliğin doğrudan keşfi’nin bu deneyim ini -k e n d isi için
önem li olan b u d en eyim i- asla itiraf etm edi. Ve, örneğin, Marx
için tam anlamıyla doğrudan deneyim ayrıcalığına sahip olm a­
yan,10 Fransız yararcılığının eleştirisinde görüldüğü gibi, b u yok-
3 9 ) H egelci an la m d a asm a te rim in in b ir a n lam ı olm ası için, k o ru m a iç in d e k i kopuş’u iyi­
ce ortaya ç ık a rm a k için , o n u n y erin e, y a d sın a n -terim i-k e n d i-iç in d e -b a rm d ıran -y ad sım a
kav ram ın ı g eçirm ek y etm ez, ç ü n k ü k o ru m a iç in d e k i b u k o p u ş, H egelci diy alek tik te k e n ­
d in d e şey’d e n k e n d i-iç in şey’e geçişle, vs. ifade ed ile n , süreç içinde tözsel bir süreklilik ge­
re k tirir... O ysa, b u ra d a tartışm a k o n u s u ed ile n şey, ta m da, k en d i geleceğini, kendi içsel­
liğinde, cenin halinde içeren sü re cin b u tözsel sü rek liliğ id ir. H egelci aşm a, sü re c in s o n ra ­
k i b iç im in in ö n cek i b iç im in “h a k ik a t’l o ld u ğ u n u varsayar. O ysa, M arx’m k o n u m u , o n u n
tü m ideolo ji eleştirisi, tersin e, kendi anlamı içinde bile, (gerçekliği k av rayan) b ilim in , id e ­
olojiyle b ir kopuş o lu ş tu rd u ğ u n u ve başka bir alanda k u ru ld u ğ u n u , yeni sorulardan yola
çıkarak k u ru ld u ğ u n u , g erçek lik h a k k ın d a id e o lo jid e n başka sorular so rd u ğ u n u ya da
-a y n ı a n lam a g elm ek ü z e r e - kendi nesnesini id e o lo jid e n farklı b içim d e tarif ettiğini içe-
rim ler. Böylece, b ilim , h iç b ir sıfatla, H egelci an la m d a id eo lo jin in h ak ik ati olarak k a b u l
edilem ez. Bu ilişki a ltın d a eğer M arx’a felsefi b ir so y b u lm a k isten irse, H egel’d e n ziyade
S pinoza'ya b a şv u rm a k gerekir. Birinci tü r bilgi ile ik in ci tü r bilgi a rasında, Spinoza, k e n ­
di dolaysızlığı içerisin d e (T an rı’d ak i tü n d ü k te n so y u tlan ırsa) tam o larak ra d ik a l b ir sü­
reksizlik v arsay an b ir ilişki ö n g ö rü y o rd u . İk in ci tü r bilgi, birincinin anlaşılırlığm ı sağlı­
yor olsa da, onun hakikati değildir.
40) Krş. Alman ideolojisi, C ostes, c. IX, M arx’ın Felsefi Eserleri, s. 41-58, “Ingilizlerde henüz
bir olgunun yalnızca saptanması olan teori Fransızlarda felsefi bir sistem halini alır.” (s. 48).
Louis Althusser
100
lugun yol açtığı ideolojik “uzaklaşm a’ya son derece duyarlıdır:
Ingiliz ekonom istlerinin, Ingiliz gerçekliği içinde işlediğini gör­
dükleri fiili m eka n izm a sın ı tasvir ettikleri ekonom ik bir işletme
ve söm ürm e ilişkisini Fransız yararcıları “felsefi” teori haline ge­
tiriyorlardı. Bu bakış açısı fa r k l ı l ığ ı ciddiye alınm adıkça,
Marx’in artık Hegel’e ait olm ayan bir alanda, bir toprakta oluş­
turduğu b u geriye dönüş görülm edikçe, Hegel ile Marx arasında­
ki ilişki sorunu bana çözüm süz görünm ektedir. Hegel’den alın­
tıların anlamı, Marx’taki Hegelci miras, özellikle diyalektik soru­
su, bu “öğe değişimleri”nden yola çıkılarak ortaya atılm alıdır.41
Diğer örnek. Genç-Hegelciler, kendi ihtiyaçlarına cevap ver­
m ek için yarattıkları kendi Hegel’leri içinde tartışırlarken, Al­
m anya’yı Fransa ve Ingiltere’yle karşılaştırdıklarında aslında çağ­
daş A lm an tarihinin gecikmesinin onlara sorduğu soruları Hegel’e
sorm aya devam ederler. Gerçekten de N apoleon’u n yenilgisi, Al­
m anya ile Batı Avrupa’nın büyük ülkeleri arasındaki tarihsel za­
m an farkını esasen değiştirmemişti. 1830-1840 arası Alman en ­
telektüelleri, özellikle [Fransa’da] Tem m uz Devrimi’nden ve İn­
giltere’de 1832 seçim yasasından sonra, Fransa ve İngiltere’ye,
özgürlük ve akıl toprakları olarak bakıyorlardı. Bir kez daha,
kendileri yaşam adığından, başkalarının yaptıklan şeyi d ü şün­
m ektedirler. Ama b u n u felsefe öğesi içinde düşündüklerinden,
Fransız anayasası ile Ingiliz seçim yasası onlar için Aklın h ü ­
4 1 ) Bkz. H o e p p n e r, b e lirtilen m ak ale, s. 1 8 6 -1 8 7 . “G eriye d ö n ü ş ” terim i ü zerin e bir söz
d ah a. Bu te rim , -m e ta fo rik o larak h a riç - “aşm a”n m tam k a rşıtı o la ra k e lbette anlaşıla­
m az. İdeolojiyi k e n d i so n u y la k a v ra m a n ın y erin e, b ir tü r kökeniyle kavram ayı ikâm e e t­
m e k d eğ ild ir b u . G enç M arx’rn id eo lo jik b ilin ci için d e, b u ö rn e k teşkil e d e n eleştirel ge­
re k liliğ in n asıl k e n d in i g ö sterd iğ in i b u ra d a n yola çık a ra k b e tim le m e k iste d im yalnızca:
H egel’in s ö z ü n ü ettiği kökenler'i (F ran sız p o litik filozoflar, İngiliz e k o n o m istler, d e v rim ­
ciler, v s...) in celem ek . A m a b u “geriye d ö n ü ş ”, M arx’m k e n d isin d e , köken türleri altında
başlangıçta olan’m araştırılm asın ın geriye d ö n ü k g ö rü n ü m le rin i geçersiz kılm ak la biter:
A lm an ta rih in e geri g eld iğ in d e, “g ecik m e” yan ılsam asın ı p a rç alam a k için, yani b u gecik­
m eyi k e n d i gerçekliği içinde d ü ş ü n m e k için, k e n d i n o rm u gibi dışsal b ir m odelle o nu
ölçm ez. Bu geriye dönüş, d e m e k k i, ta m o larak , id e o lo jin in çaldığı ve o n u n tarafın d an
anlaşılm az k ılın m ış b ir g erçekliğin güncel bir şekilde geri alınması, ödünlenmesi, eski hali­
ne getirilmesidir.
Marx için
101
küm ranlığı olarak kalır ve o zam an, Alman liberal devrim ini
yapm asını öncelikle Akıl’dan beklerler.42 1840 yenilgisi yalnızca
Akim (Alman aklı) güçsüzlüğünü ortaya çıkardığından, b u n u n
üzerine dışardan yardım ararlar; ve b u entelektüeller arasında
inanılm az biçim de naif ve heyecan verici bir tem anın ortaya çık­
tığı görülür. Kendi gecikm elerinin ve yanılsam alarının itirafıdır
bu, ama yanılsam alarının içinde bir itiraf: Gelecek, Fransa ile A l­
m a n ya ’nın m istik birliği’nin, Fransız politika duygusu ile A lm an te­
orisinin birliği’n in olacaktır.43 Dem ek ki, gerçeklikler, onların ide­
olojik şem alarından, sorunsallarından, deform e olm uş bile olsa
algılanabilm ektedir.44 Ve, 1843 yılında, Almanlara Akıl’ı ve Ö z­
4 2 ) Bu, G enç H egelci h a re k e tin “liberal" d ö n e m id ir. Bkz. C o rn u , b e lirtilen eserler, Bö­
lü m IV, s. 132 ve devam ı.
43) Y eni-H egelciler b u tem ayı b ü y ü k ö lçü d e geliştirm iştir. Krş. F eu erb ach: Theses Provi-
soire pour la Reforme de la Philosophie, p a ra g ra f 4 6 ve 4 7 (P.U .F ., s. 116-117).
44) Bu so ru n sal, ö z ü n d e, g erçek tarihsel s o ru n la rın felsefi so ru n la r h a lin d e defotmasyo-
nunu içerir. B urjuva d e v rim in in , p o litik lib eralizm in , b a sın ö z g ü rlü ğ ü n ü n , san sü re so n
v erilm esin in , kiliseye k arşı m ü c a d ele n in , vs. gerçek sorunu, felsefi sorun olarak k o n m u ş ­
tu r: A klın h ü k ü m ra n lığ ı; b u n u n zaferini, g erçek liğ in görünüm lerine rağm en. T a rih sağla­
yacaktır. T a rih in iç ö zü ve s o n u o lan Akıl ile m e v c u t ta rih in gerçekliği’n in çelişkisi; yeni-
H egelciler’in tem el so ru n 'u y d u . Sorunun b u şek ild ek i konumu (b u so ru n sa l) elbette çözüm­
lerine hükmeder: Eğer Akıl, T a rih in so n u ve özüyse, A klı, k arşıt g ö rü n ü m le rin e k a d a r ka­
bul ettirmek y e te rlid ir T ü m çö zü m , d e m e k ki, T a rih ’in sap m alarım h a k ik a t a d ın a o rta ­
d a n k a ld ıra ra k pratik h a lin i alm ası g e re k en felsefenin eleştirel gücü’n d e yatm ak tad ır. Ç ü n ­
kü, gerçek ta rih in akıldışılıklarm ı ortaya serm ek , b u akıldışılıkları iç inde bile işlem ekte
o la n T a rih ’in a k lım ifade e tm e k o lu r. Ö rn e ğ in d e v le t fiili h a k ik a ttir, ta rih in h a k ik a tin in
cisim leşm esidir. O n u b u h a k ik a te döndürmek y e terlid ir. Bu n e d en le b u “pratik ", felsefi
eleştiriye ve te o rik p ro p a g a n d ay a k esin o larak in d irg en ir: B u n ların o rta d a n çekilm eleri
için akıldışılık ları o rtay a serm ek ve ak lın b a sk ın çık m ası için aklı söylemek y eterlid ir. D e­
m e k ki h er şey, D ev rim ’in en y etk in kafası ve k alb i (1 8 4 0 ’ta n so n ra ise k afad an ba şk a b ir
şey o lm ayacak tır... k a lp F ransız o lacak tır) o la n felsefeye bağlıdır. İşte, temel soıvnu orta­
ya atma tarzının gerekli kıldığı çözümler bunlardır. Am a çok d a h a aydınlatıcı olan, h a t­
ta b u so ru n sa l ü z erin d e b ile aydınlatıcı o lan şey, bu sorunsalın, gerçek sorunlara cevap ve­
riyor olsa da, bu gerçek sorunların hiçbirine denk düşmediğini; akıl ile ak ıldışı a ra sın d a h iç ­
bir şeyin işin içine k arışm ad ığ ın ı; ak ıld ışım n b ir a k ıld ışı ve b ir g ö rü n ü m olm adığım , dev­
le tin fiili ö z g ü rlü k o lm ad ığ ın ı, vs. .. yani, b u id e o lo jin in , so ru n la rın d a n yola ç ık arak ü z e ­
rin d e d ü ş ü n m e g ö rü n ü m ü n e b ü rü n d ü ğ ü n e sn e le rin , k e n d i “d o ğ ru d a n ” gerçeklikleri
iç inde bile tem sil ed ilm ed ik lerin i, ta rih in y en i-H eg elciler’in ö n ü n e k o y d u ğ u soru n larla
ka rşıla ştırarak k eşfetm ek tir. Bu k arşılaştırm an ın s o n u n a g elin d iğ in d e, yalnızca id e o lo ji­
n in k e n d i s o ru n la rın a getirdiği çö zü m ler g ü n d e m d e n d ü şm ek le kalm az (onlar b u s o ru n ­
ların ken d i ü z erle rin e y an sım asın d an başka b ir şey d eğildir), so ru n salın k endisi d e d ü ­
şer - ve o z am an ortaya ç ık an şey, tüııı k ap sam ı iç in d e so ru n sa lın k endisidir: S o ru n la­
rın ve n e sn e le rin ıııistifikasyonu. O zam an , M arx’ın H egelci felsefe zeminini terk etme ge­
rek liliğ in d en söz e d e rk e n n e d e m e k istediği anlaşılır, ç ü n k ü “yalnızca cev ap ların d a d e ­
ğil, so ru la rın ın k e n d isin e de b ir m istifikasyon vardı."
Louis Althusser
102
gü rlü k ’ü öğretm e teşebbüsünde hayal kırıklığına uğrayan Marx
nihayet Fransa’y a gj.tm.eye karar verdiğinde, yine b üyük ölçüde
bir m itin peşinden gitm ektedir, tıpkı birkaç yıl sonra, söm ürge ya
da köle ülke öğrencilerinin çoğunun kendi Fransa m itlerinin pe­
şinden gideceği gibi.45 Ama şu temel keşif o zam an ortaya çıkar:
Fransa ve İngiltere’nin kendi m itlerine uym adıkları’nın keşfi,
Fransız gerçekliğinin ve İngiliz gerçekliğinin, katışıksız politika
yalanlarının keşfi, sınıf m ücadelesinin, ete kemiğe bürünm üş
kapitalizm in ve örgütlü proletaryanın keşfi. Marx’m böylelikle
Fransa’nın gerçekliğini ve Engels’in de İngiltere’nin gerçekliğini
keşfetmesi olağanüstü bir işbölüm ü oldu. Burada da geri dö­
nüşken (yoksa bir “aşm a”dan değil), yani m itten gerçekliğe dönüş­
ten, Marx ve Engels’in, kendi başlangıçları nedeniyle içinde ya­
şadıkları yanılsama peçelerini yırtan fiili bir deneyim ’den söz et­
m ek gerekir.
Ama, ideolojinin gerçekliğe doğru b u geri dönüşü, kökten y e ­
ni bir gerçeklik'in keşfiyle çakışmaya başlıyordu. Ama, Marx ve
Engels “A lm an felsefesi” metinleri’n d e b u n u n hiç yansım asını b u ­
lamıyorlardı. Marx’m Fransa’da keşfettiği şey, ö rgütlü işçi sınıfı
oldu. Engels’in İngiltere’de keşfettiği şey ise gelişmiş kapitalizm ile
felsefeyi ve filozofları bir y a n a bırakarak kendi yasalarını izleyen
bir sın ıf m ücadelesi oldu.46
Genç Marx’m entelektüel evrim inde önem li rol oynamış olan
b u ikili keşiftir: O nu deform e etmiş olan ideolojinin berisinde,
sözünü ettiği gerçekliğin keşfi - ve yeni bir gerçekliğin, bu gerçekli­
ği bilmezden gelen çağdaş ideolojinin ötesinde, keşfi. Marx, kesin
bir teori içimde bu ikili gerçekliği düşünerek, öğe değiştirerek -
ve bu yeni öğenin birliğini ve gerçekliğini düşünerek - kendi ol-
4 5 ) Krş. “Ruge’ye M ektup" (Eylül 18 4 3 ), Ed. C ostes, M arx’m Felsefi Eserleri, s. 205.
4 6 ) Krş. E ngels'in m akalesi (1 8 4 4 ). “U m risse zu ein er K ritik d e r N azionalökonom ie";
M a rx ln d ah a so n ra d a n “dahice" diye ilan edeceği b u m ak ale M arx ü z erin d e çok d e rin
b ir e tk i b ırak tı. G enellikle b u m a k a len in ö n em i gözardı edilir.
Marx tçin
103
du. Elbette, bu keşiflerin Marx’in tüm kişisel deneyim inden ay­
rılmaz olduğunu, o n u n doğrudan yaşadığı Alman tarihinin ay­
rılm az bir parçası olduğunu anlam ak gerekir. Ç ünkü, yine de Al­
m anya’da birşeyler oluyordu. O rada yalnızca dış ülkelerdeki olay-
lan n yatışmış yankısı işitiliyor değildi. Her şeyin dışarda olup
bittiği ve içerde hiçbir şeyin olmadığı fikri, um utsuzluğun ve sa­
bırsızlığın getirdiği bir yanılsamaydı: Ç ünkü yenilgiye uğrayan,
tökezleyen ya da tekrarlanan tarih, yine de bir tarihtir -h a k k ın ­
da birşeyler biliriz. Sözünü ettiğim tüm teorik ve pratik dene­
yim, gerçekten de, Alman gerçekliğinin aşama aşama deneysel
keşfine dahildi. Sözüm ona-liberal Frederic W ilhelm IV bir des­
pota dönüştüğünde, Genç-Hegelciler’in um utlarını bağladığı
tüm teorik sistemi alaşağı eden 1840 hayal kırıklığı; Rheinische
Zeitung’da iştahı kabaran Akıl Devrim’inin yenilgisi ve baskılar;
başlangıçta destek gördüğü Alman burjuvazisinden kim i u n su r­
ların terk ettiği Marx’in sürgünü; bu ünlü “Alman sefaleti”nin
gizlediği şeyi, ahlaki hoşnutsuzluğun açığa çıkardığı bu “darka-
falılığı” ve bu ahlaki hoşnutsuzluğun kendisini Marx’a olayların
içinde öğretti: Sarsılmaz ve yırtıcı sınıf ilişkilerinin, Alman b u rju ­
vazisinde Akıl’ın tüm kanıtlarından daha güçlü olan endişelerin
ve söm ürü reflekslerinin, bir yan lış anlam a’yla alâkası olmayan
som ut tarihsel durum u. O zam an her şey altüst olur ve Marx ni­
hayet kendisini kör bırakan bu ideolojik donukluğun gerçekli­
ğini keşfeder; Alman m itlerim dışarının gerçekliğine yansıtm ak­
tan vazgeçmek zorunda olduğunu ve bu m itlerin yalnızca ya­
bancı ülkeler için değil, onlardaki düşlerle kendi köleliğini be­
şikte sallayan Almanya için de anlamsız olduğunu görür; ve ter­
sine, Almanya’yı gün ışığında görebilm ek için yurtdışm da edi­
nilmiş deneyim lerin ışığını Almanya’ya yansıtm ak gerektiğini
keşfeder.
Louis Althusser
104
Marx’m düşüncesinin b u dram atik doğuşu gerçekten d üşü­
nülm ek isteniyorsa, bunu “aşma" terimiyle düşünm ekten vazge­
çip, keşif terimiyle düşünm ek gerektiği sanırım anlaşılmıştır; ha­
kikatin içkinligi yanılsaması içinde kendi sonunun boş bir öngö­
rüsünden başka bir şey olmayan, m asum ama sinsi aşma (Aufhe­
bung) kavram ında içerilen Hegelci m antığın ru hundan vazgeç­
m ek gerektiği; ve ideolojik içkinlik yanılsam alarına özellikle son
veren fiili deneyim m antığını ve gerçek o rta ya çıkış m antığını
benim sem ek gerektiği um arım ki anlaşılmıştır; kısacası, gerçek
tarihin ideolojiyi istila etmesi m antığını benim sem ek gerekm ekte­
dir ve nihayet, Marksist perspektife m utlak anlam da gerekli ve
fiili bir anlam vermek, dahası, bu perspektif tarafından gerekli
görülen, Marx’m deneyim inin kişisel üslubuna fiili bir anlam ver­
m ek, gerçekle her bir buluşm asına büyük bir inanç ve vahiy gü­
cü katan, onda pek olağanüstü bir şekilde var olan, som uta gös­
terdiği bu duyarlılığa fiili bir anlam verm ek gerekm ektedir.47
Burada bir kronoloji verdiğimi iddia edemem . Genç Marx
denen bu tekil varlık içerisinde, bir insana özgü psikoloji ile
dünya tarihini -b izim her zam an yaşadığımız keşifler’i onda

4 7 ) O rtaya çıkış m a n tığ ın d a n söz e tm e k , anlaşılm ış olacağı gibi, ö rn e ğ in B erg so n ü ıı y a p ­


tığı gibi, b ir icat fe ls e fe s i’n in a n ah a tla rın ı çizm ek değildir. Ç ü n k ü b u b elirm e, ö z gürlük
ya da seçim o lsu n , h erh a n g i b ir b o ş ö z ü n te z a h ü rü değildir; tersine, k e n d i am p irik k o ­
şu lla rın ın s o n u c u d u r. Bu m an tığ ın M arx’in id eolojiler (cırilıi’n d e n yarattığı kavrayış ta ra ­
fın d a n gerekli kılın d ığ ın ı ekleyeceğim . Ç ü n k ü , aslın d a, M arx’m keşiflerinin gerçek ta ri­
h i üz erin e b u g elişm ed en k a y n ak lan a n çö zü m , id e o lo jik tarih in ken d isin i tartışm a konusu
ed er. İdealist ele ştirin in içk in ci te z in in ç ü rü tü ld ü ğ ü , id e o lo jik ta rih in k e n d i anlaşılırlık il­
k e sin in olm adığı açıkça g ö rü ld ü ğ ü n d e ; id e o lo jik tarih in an cak o n u n o lu şu m la rın ı, de-
form asy o n ların ı ve y en id e n y a p ılan m aların ı açıklayan gerçek tarih ta ra fın d a n anlaşılabil-
diği ve o n d a n k a y n ak lan d ığ ı k av ran d ığ ın d a; tarih o larak b u id eo lo jik içirikten geriye ne
kaldığ ın ı so rm a k ve h içb ir şey k a lm ad ığ ın ı itiraf e tm ek gerekir. “A hlak," d e r M arx, “din,
m etafizik ve id e o lo jin in tü m geri k alan k ısm ı ve b u n la ra tek ab ü l e d en bilinç biçim leri,
a rtık o ö zerk g ö rü n ü m lerin i yitirirler. B unların tarih i y ok tu r, gelişm eleri y o k tu r; tersine,
m a d d i ü re tim le rin i ve karşılıklı m a d d i ilişkilerini geliştiren in sanlar, k en d ilerin e özgü
olan b u g erçek ile b irlik te h e m d ü şü n ce le rin i, h e m de d ü şü n c e le rin in ü rü n le rin i değiş­
tirirle r.” (D eu tsche Ideologie. E d. D ietz, Berlin, 1853, s. 23). Başlangıç n o k tam ıza döm ııek
için ş u n u söyleyebilirim ki, -v e b u iki n e d e n aynı n e d e n ' d ir - “felsefe ta rih i” “gelecek
g eçnıiş”te yapılam az, b u n u n n e d en i yalnızca ö n geleceğin tarihsel k avranabilirliğin bir
kategorisi olm am ası değil, felsefe ta rih in in , d ar a n lam d a, v a r o lm am ası’dır.
Marx İçin
105
üretm ek iç in - birleştiren tarihin bu fiili deneyim ’inin diyalektiği­
ni verdiğimi de iddia edemem . B unun ayrıntılarını “Baba” Cor-
n u ’de okum ak gerek, çünkü başka hiç kimse -o n u n bilgi düze­
yine ya da bilgilerine sahip olm ayan M ehring h a riç - bu zorunlu
çalışmayı yapm adı. Bu nedenle, h u zu r içinde öngörebilirim ki,
C ornu daha uzu n süre okunacaktır, çünkü Genç Marx’a, onun
gerçek tarihinden başka ulaşm a im kânı yoktur.
Böylelikle, M arx’m (doğum u nedeniyle) hangi zo runsuz baş-
langıç’tan yola çıkm ak zorunda kaldığını ve hangi devasa y a n ıl­
sam a katm anından geçm ek zoru n d a kalarak sonunda onu algıla­
ma gücüne eriştiğini göstererek, -genellikle çok ihm al edilen bir
şeydir b u - Genç M arx’m köle düşüncesi ile M arx’m özgür d ü ­
şüncesi arasında m evcut olağanüstü ilişkiye dair bir fikir verdi­
ğimi d üşünüyorum . Bu durum da, en azından, tüm tarihsel ol­
gular gibi, b u genç Alm an burjuvasının evrim inin de ancak ta­
rihsel m ateryalizm in ilkelerinin uygulanm asıyla aydm latılabile-
ceği anlaşılırsa, belli bir anlam da, bu başlangıç g öz önüne alın­
dığında, “M a r x ’ın gençliğinin M arksizm e ait olduğu”n u n kesin­
likle söylenem eyeceği anlaşılır. K uşkusuz M arx’m gençliği
M arksizme g ötürür ; ama kökenlerinden olağanüstü bir çabayla
sökülüp çıkarılm a pahasına, doğm uş olduğu Alm an tarihinin
beslediği yanılsam alara karşı kahram anca bir m ücadele pahası­
na, b u yanılsam aların örttüğü gerçeklere keskin bir dikkat p a ­
hasına o lur bu. Eğer “M arxin yolu” bir örnekse, bu, kökenleri
ve ayrıntıları dolayısıyla değil, kendini hakikat olarak gösteren
m itlerden k u rtu lm an ın şiddetli arzusu sayesindedir; ve b u m it­
leri sarsm ış ve ortadan kaldırm ış olan gerçek tarih deneyim inin
rolü sayesindedir.
Son bir noktayı daha ele alm am a izin verilsin. Bu yorum
G ençlik Eserleri’nin daha iyi okunm asını sağlasa da; düşünce-
Louis Althusser
106
n in d erin birliği (sorunsalı) sayesinde teorik öğeleri aydınlata­
rak, tartışılan ve yinelenip du ran sorunlara çözüm bulm ada
M arx in fiili deneyim inin (tarihi: keşifleri) kazanından sayesin­
de b u sorunsalın geleceğini/gelişimini aydınlatarak, Marx zaten
Marx m ıdır, yoksa hâlâ F euerbach’çı m ıdır, yoksa F eu erb ach in
ötesinde m idir, sorularının cevabını verse de; yani, gençliğinin
evrim inin h er uğrağında, düşüncesinin dolaysız öğelerinin iç ve
dış anlam lannı belirlem eyi sağlasa da; bir başka sorun’u askıda
bırakır, daha doğrusu işin içine katar: M arx’m , v a r d ığ ı n okta­
dan yola çıkarsak, başlangıç gerekli midir?
G erçekten de sanki M arx’m başlangıcından ku rtu lm a gerek­
liliğinin, yani altına göm ülm üş olduğu bu olağanüstü ağır ide­
olojik dünyayı kat etm e ve yok etm e gerekliliğinin, olum suz (ya­
nılsam alardan kurtulm a) b ir anlam ı olduğu kadar, b u yanılsa­
m alara rağm en, bir de oluşturucu anlam ı varm ış görünür. Tarih­
sel m ateryalizm in keşfinin “gerçeklerden uzak” olduğu ve
M arx’m gerçekliğe kavuşm ak ve kısm en bilinen ya da ele geçi­
rilm iş hakikatlere erişm ek için birçok açıdan olağanüstü bir te­
orik çaba sarf ettiği elbette kabul edilebilir. Keşfin bir “kısa
yol”u (örneğin 1844 tarihli m akalesindeki Engels’inki,48 hatta
M arx’m Dietzgen’deki izine hayran kaldığı b ir yol) ve b ir de biz­
zat M arx’m tuttuğu “u zu n yol”u olabilir. Marx, kendi başlangı­
cının dayattığı b u teorik "uzun yürüyüşken ne kazanm ış olabi­
lir? Sondan bu kadar u za k ’ta başlam ış olmak, felsefi soyutlam a
içinde b u kadar u zu n süre kalm ış olm ak ve gerçeği yeniden
bu lm ak için böylesi uzam ları kat etmiş olm ak ona ne getirm iş­
tir? K uşkusuz kişi olarak eleştirel zekâsını keskinleştirm ek, sınıf
m ücadelesinin ve ideolojilerin bu eşi benzeri olm ayan uyanık
“klinik duygu’’sunu tarihten edinm ek; ama dahası, en üstün ha-
4 8 ) Krş. d ip n o t 46.
Marx İçin
107
ündeki HegePle 'tem as sonucu, tüm bilim sel teorinin oluşum u
için kaçınılm az olan soyutlam a d uyusunu ve pratiğini, edinm ek,
teorik sentez d uygusunu ve pratiğini ve Hegelci diyalektiğin so­
yut ve “katışıksız” b ir “m o d e rin i sunduğu bir süreç m a n tığ ın ın
duygu ve pratiğini edinm ek... Burada b u ölçütleri, b u soruya b ir
cevap getirm e id diasında olm adan belirtiyorum ; am a belki de
bunlar, m evcut bilim sel incelem elere bağlı olarak, b u A lm an
ideolojisinin, h atta Alm an “spekülatif felsefesı’n in M arx’m o lu ­
şu m undaki ro lü n ü n ne olabileceğini tanım lam ayı sağlayabilir.
Burada, teorik oluşum rolünden çok; ideolojinin teorik oluşum -
■ları aracılığıyla, teorik zekânın bir tü r pedagojisi olarak teoriye
h a z ır lık rolünü görm ekten yanayım dır. Sanki b u kez, -a m a
kendi id d ia sı’na yabancı bir b içim d e- Alm an zekâsının bu id e­
olojik aşırı-gelişimi Genç M arx’a hazırlık dersleri olarak ikili a n ­
lam da hizm et etm iş gibidir: Hem , mitlerinin ötesine erişm ek için
tü m ideolojisini eleştirm ek zorunda bırakm ası, h em de kendi
sistem lerinin soyut yapılarını -geçerliliklerinden bağım sız ola­
r a k - çalıştırm ada M arx’ı yetiştirmesi. Ve, eğer M arx’m keşfi k ar­
şısında geri çekilm eye razı oluyorsak, yeni bir bilim sel disiplin
ku rd u ğ u n u kabul ediyorsak, bu o rta y a ç ık ış’m kendisinin tari­
h in tü m b ü y ü k bilimsel keşifleri’ne özdeş olduğunu kabul edi­
yorsak; o zam an, yeni bir nesne ya da yeni bir alan ortaya k o ­
nulm adan, eski im gelerin ve eski m itlerin ortadan kaldırıldığı
yeni bir anlam ufku, yeni bir toprak ortaya çıkm adan hiçbir b ü ­
yük keşfin yapılamayacağı da kabul edilm elidir, -a m a aynı za­
m anda, b u yeni dünya kâşifinin, eski biçimlerde zekâsını kullan­
mış olması, onları öğrenm iş ve uygulam ış olması ve onları eleş­
tirm ekten zevk almış olması, genel olarak soyut biçim leri işle­
m e sanatını öğrenm iş olması da gerekm ektedir; bunlarla yak ın ­
Louis Althusser
108
lık kurm am ış olsaydı, yeni nesnesini düşünm ek için yeni biçimler
tasarlayamazdı. Bütün b ü y ü k tarihsel keşifleri kaçınılm az değil­
se de, deyim yerindeyse acil kılmış olan insani gelişm enin genel
bağlam ında, kendini yaratıcı kılan birey, şu paradoksal koşula
tâbidir: Keşfedeceği şeyi, unutm ası gereken şeyle söyleme sanatını
öğrenm ek zorundadır. M arx’m Gençlik Eserleri’ne içkinligin ve
sürekliliğin bu trajikliğini veren şey belki de bu koşuldur; baş­
langıç ile bitiş arasındaki, dil ile anlam arasındaki b u aşırı geri­
lim dir; b u n ların getirdikleri yazgının geri dönüşsüz olduğunu
u n u tm ad an felsefe yapılamaz.

A ra lık 1960.
III

Çelişki ve Üstbelirlenim
(Bir araştırma için notlar)

“Hegel’de diyalektik başaşağıdır.


Mistik zarf içindeki rasyonel çekirdeği
keşfetmek için onu tersine çevirmek gerekir.”
(K. Marx, Kapital, 2. Baskı, Sonsöz.)
Margritte ve Gui’y e.

Genç Marx hakkındaki bir m akalede1 “Hegel’in terse çevril­


mesi” kavram ının m uğlaklığını vurgulam ıştım . Kesinliği içinde
ele alındığında bu deyişin Feuerbach’a tam am en uyduğu, ger­
çekten de “spekülatif felsefeyi ayakları üzerine” oturttuğu kanı-
sındaydım -a m a , sağlam bir m antığın etki gücüne bağlı olarak,
idealist bir antropoloji’d en başka hiçbir şey çıkartam am ıştır. An­
cak Marx’a, en azından “antropolojisi” evresinden kurtulm uş
Marx’a uygun değildir.
“Hegel’de diyalektik başaşağıdır. M istik z a r f içindeki rasyonel
çekirdeği keşfetmek için onu tersine çevirmek gerekir,”2 şeklinde bi­
linen deyim deki “tersine çevirm e” form ülünün biçimsel, [indi-
cative] hatta m etaforik olduğunu ve çözdüğü sorun kadar orta­
ya so run da attığını ileri sürerek daha ileri gideceğim.
Gerçekten de, bu belirgin örnekten yola çıkarak b u n u nasıl
anlarız? Bu durum da, genel olarak Hegel’in, yani m evcut haliy-

1) Bkz. önceki bölüm.


2) K. Marx, 2. Baskının sonsözü. O rijinal Almanca m etni kelim esi kelimesine tercüm e ediyo­
rum. M olitor tercüm esi de bu m etni izlem ektedir (Costes, L e Capital, c. I, s. xcv), am a bazı
keyfilikler vardır. Marx’in provalarını gözden geçirmiş olduğu Roy tercümesine gelince, örne­
ğin “die nıystifizirende Seite der h. Dialektik’! “m istik yan” diye tercüm e ederek m etni -a ç ık ­
ça kesmediği yerlerd e- yum uşatm aktadır. Ö rnek. Orijinal m etinde şöyle denm ektedir: “H e­
gel’de diyalektik başaşağıdır. Mistik zarf içindeki rasyonel çekirdeği keşfetm ek için o nu tersi­
ne çevirmek gerekir.” Ama Roy şöyle dem ektedir: “O nda başı üzerinde yürüm ektedir; tam a­
m en akla uygun görünüm ünü bulm ası için ayaklan üzerine yerleştirmek yeter.” !!! Ç ekirdek
ve zarfı el çabukluğuyla yok edilmiştir. Ayrıca, M arx'in Roy'un versiyonuyla, kendisininkinden
daha az m uğlak olmasa da, daha az “güç" b ir m etni kabul ettiği söylenebilir - k i bu da belki
önem siz değildir, böyle de denebilir, ama daha az “güç" olduğunu nasıl bilebiliriz? Sonuçta,
Marx kendi başlangıç anlatım larından bazılarının güçlüğünü kabul etmiş mi olm aktadır?
(2 dipnotun devam ı 112. say fa d a.)
Louis Althusser
112
le spekülatif felsefenin “tersine çevrilmesi" söz konusu değildir.
Alman İdeolojisinden b u yana b u girişimin hiçbir anlam ının ol­
m adığını bilmekteyiz. Spekülatif felsefeyi (bu felsefeden örneğin
m ateryalizmi elde etm ek için) yalnızca tersine çevirmeyi iddia
eden kişi, olsa olsa felsefenin P roudhon’u olur; tıpkı Proud-
h o n ’u n burjuva ekonom isinin bilinçsiz tutsağı olması gibi o da
b u felsefenin bilinçsiz tutsağı olur. Söz konusu edilen şey yalnız
ve yalnız diyalektik'tir. Ama Marx, “m istik zarfın içindeki rasyonel
çekirdeği keşfetm ek” gereğini yazdığında, “rasyonel çekirdek" in di­
yalektiğin kendisi ve m istik z a r f m da spekülatiffelsefe olduğu sanı-
labilir... Bu, yöntem’i sistem’den ayırt eden Engels’in, geleneğin
onayladığı terimlerle söyleyeceği şeydir.3 Demek ki, zarftan, m is­
tik örtüden (spekülatif felsefe) vazgeçip değerli çekirdeği koru­
yacağız: Diyalektik. Yine de, aynı cüm lede Marx, çekirdeğin bu
kabuğundan çıkarılması ile diyalektiğin tersine çevrilmesinin
aynı şey olduğunu söyler. Ama, bu söküp çıkarm a nasıl bir ter­
sine çevirme olabilir? Başka deyişle, söküp çıkarm a işleminde
“tersine çevrilmiş” olan nedir?
Buna biraz daha yakından bakalım. Diyalektik, idealist zar-
İşte Almanca m etnin önemli bölüm lerinin tercümesi:
“Kendi ilkesi içinde (der Grundlage nach) benim diyalektik yöntemim yalnızca HegeVin yönteminden
jarkh olmakla kalmaz -onun doğrudan doğruya karşıtıdır da. HegeVe göre, Idea adı altında özerk
özneye dönüştürmeye kadar vardırdığı düşünce süreci, bu sürecin dışsal fenomenini temsil eden
(bildet) gerçeğin demiurgosüdur. Bende ise, tersine, ideal, insanın kafasında dönüşmüş ve bağlam
değiştiımiş maddeden başka bir şey değildir. Hegelci diyalektiğin mistifiye edici (mystifirende) yanı­
nı, yaklaşık otuz yıl önce, henüz modayken eleştirdim... Dolayısıyla kendimi açıkça bu büyük dü­
şünürün öğrencisi olarak ilan ediyorum ve Değer Teorisi üzerine bölümde onun kendine özgü ifade
ediş tarzıyla orada burada flört etmeye kadar işi vardınyotum (ich kokettirte... mit...). HegeVin el­
lerinde diyalektiğin manız kaldığı misti/ikasyon, hareketin genel biçimlerini, yoğunluk ve bilinçle ilk
onun ortaya koyduğunu (darstellen) hiçbir biçimde engellemez. Diyalektik Hegel’de baş aşağıdır
Mistik za ıf (mystiche Hülle) içindeki rasyonel çekirdeği (Kem) keşfetmek için onu tersine çevirmek
gerekir.
“Diyalektik, mistifiye edilmiş biçimi içinde, bir Alman modasıydı, çünkü veriyi (das Bestehende) de­
ğiştiriyor gibiydi. Rasyonel şekli (Gestalt) içinde burjuvalar için bir skandal ve bir dehşet nesnesidir. ..
Verinin (Bestehende) kavranışının içine, aynı zamanda, yadsınmasının ve kaçınılmaz imhası­
nın kavramşmı da dahil ettiğinden, hareketin akışı içerisinde ve aynı zamanda geçici göıünümü
içinde tüm olgun (gewordne) biçimi de kavradığından, hiçbir şeyin aldatmasına izin vermez, o,
özünde, eleştirel ve devrimcidir ”
3) Krş. “Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu”.
Marx için
113
fından bir kez çıkarıldığında, “Hegelci diyalektiğin doğrudan tersi”
olur. Bu, Hegel’in yüceltilm iş ve tersine çevrilmiş dünyasını ilgi-
iendirm ekterise, b u ndan böyle M arx’ta gerçek dünyaya uygula­
nacağı anlam ına mı gelir? Bu anlam da Hegel “hareketin genel bi­
çimlerini yoğunluk ve bilinçle ilk ortaya koyan”dı. Demek ki, diya­
lektiği ondan alm ak ve onu İdea yerine yaşama uygulam ak söz
konusudur. “Tersine çevrilme”, diyalektiğin “anlarri’ının tersine
çevrilmesi olur. Ama anlam ın bu tersine çevrilmesi aslında diya­
lektiği dokunulm adan bırakacaktır.
Oysa, belirtilen m akalede Genç Marx örneğini ele alırken, di­
yalektiği Hegelci biçimiyle kesin olarak yeniden ele alm anın bizi
yalnızca tehlikeli m uğlaklıklara teslim edebileceğini ileri sür­
düm ; çünkü herhangi bir ideolojik olgunun Marksist yorum una
bağlı olarak, diyalektiğin, kabuk içindeki çekirdek gibi,'1Hegel’in sis­
temi içinde yerleşm iş olabileceğini tasavvur etm ek im kânsızdır. Bu­
radan yola çıkarak belirtm ek istediğim şey, Hegelci ideolojinin
Hegel’in içindeki diyalektiğin özüne m ikrop bulaştırm am ış ol­
ması m ü m k ü n değildir; ya da, bu “m ikrop bulaştırm a”, ancak
“m ikrop bulaştırm a” öncesi katışıksız bir diyalektik kurguya da­
yanabileceğine göre, Hegelci diyalektiğin yalnızca bir “söküp çı­
k a r m a d ın m ucizesiyle Hegelci olm aktan çıkarak M arksist olabile­
ceği tasavvur edilemez.
Oysa, sonsözün alelacele çiziktirilmiş satırlarında, Marx bu
güçlüğü gayet iyi hissetm iş olabilir ve m etaforlar üst üste yığılır-

4) “Ç e k ird e k ” h a k k ın d a krş. H egei, Tarih F elsefesin e G iriş (Vrin, tercü m e G ibelin, s. 38),
B üyük insanlar: “O n lar, am açlarını ve eğ ilim lerini yalnızca olayların sak in, d ü z en li, y ü ­
rü rlü k te k i sistem ta ra fın d a n b e n im sen m iş akışı iç in d e n çık arıp alm alarıyla değil, içeriği
gizli ve h e n ü z g ü n cel v aro lu şa erişm em iş, içsel z ih in d e k i, h e n ü z yeraltın d a olan, d ış d ü n ­
yaya ç a rp a n ve onu p a r ç a la y a n -çü n k ü bu çekirdeğe uygun bir iç olm ayan- b ir k a y n a k ta n da
alıyor o ld u k la rı için k a h ra m a n diye ad lan d ırılm alıd ırlar." Ç ekirdeğin, e te n en in ve ç e k ir­
d e k iç in in u z u n ta rih in in ilginç b ir çeşitlem esi. Ç ek ird ek içi (yeni ilke) so n u ç ta k e n d isi­
ne a rtık u y g u n o lm ay an (eski için çekirdeği) eski çek ird eğ i p atlatır; kendinin o la n b ir çe­
k ird e k ister: yeni p o litik , to p lu m sa l, vs... biçim ler. T arih in H egelci diyalektiği so ru n e d il­
d iğinde b ira z d a n b u m e tin hatırlan acak tır.
Louis Althusser
114
ken ve ö zellikle s ö k ü p çıkarm anın ve tersine ç evirm en in tu h a f
karşılaşması içinde, söylediğinden biraz daha fazlasını ileri sür­
mekle kalm az yalnızca, dahası Roy’un el çabukluğuyla kısmen
yok ettiği başka bölüm lerde b u n u açıkça dile getirir.
Engels’in sonraki bazı yorum larına bakacak olursak,5 mistik
z a r f m spekülatif felsefe ya da “dünya kavrayışı” ya da “sistem ”,
yani o zam an yön tem 'in d ış ın d a kabul edilen bir öğe olmadığı­
nı, diyalektiğin kendisine bağlı olduğunu keşfetm ek için Alman­
ca m etni yakından okum ak yeter. Marx, “diyalektik Hegel’in elle­
rinde bir m istifikasyona uğradı” demeye kadar vardırır sözü,
o n u n “m isti/iye edici y a n ı ”nd an ve “mistifiye edilmiş biçim’m den

5) Krş. Engels’in “F e u e rb a ch ”ı. Bir yanıyla yaygın h alk k esim lerin e dağıtılm aya yönelik
ve b u n e d en le, Engels’in de saklam adığı gibi o ld u k ça şem a tik o la n ve d iğer yanıyla, ta ­
rih sel m atery alizm in k eşfinin b ü y ü k e n te lek tü e l m acerasın ı k ırk yıl önce yaşam ış, dola­
yısıyla a n a h atlarıyla tarih in e giriştiği felsefi b ilin ç b iç im le rin d e n b izzat geçm iş b ir in sa­
n ın k alem e aldığı b ir m e tn in tü m fo rm ü llerin i elbette h arfiy en ele a lm a m ak gerekir. Ve,
aslında, b u m e tin d e F eu erb ach id eo lo jisin in o ld u k ça ö n em li b ir eleştirisi (E ngels, F euer-
b a c h ’ta “doğa ile in san ın b asit sözcükler o larak k ald ıg ı”n ı gayet iyi g örür. E.S., s. 31) ve
M arksizm in H egelcilikle ilişk ilerin in iyi b ir açıklam ası b u lu n u r. Ö rn e ğ in Engels (bana
tem el ö n e m d e gelen) H egel’in K ant k arşısın d ak i o lağ an ü stü eleştiri özelliğim gösterir (s.
2 2 ) ve "Hegelci biçimiyle diyalektik yöntemin kullanılamaz olduğunu" k e n d i terim leriyle
açıklar (s. 3 3). Bir d iğ er tem el tez: Felsefenin gelişim i felsefi değildir; yeni-H egelcileri
H egel’in “sistem i”n e karşı çıkm aya zorlam ış o lan şey, d in i ve p o litik “m ü cad elelerin in
p ra tik gerek lilik leri”d ir (s. 12); felsefeleri altü st e d en şey b ilim lerin ve san ay in in ilerle­
m elerid ir (s. 17). F eu e rb a ch ’m Kutsal Aile ü zerin d ek i d e rin e tk isin in k a b u lü n ü d e b e lir­
telim (s. 13), vs. Yine de b u aynı m e tin , harfiy en ele alın d ığ ın d a b izi b ir açm aza s ü rü k ­
leyen ifadeler içerir. Ö rn e ğ in “tersin e çevrilm e" terim i b u ra d a , E ngels’e b u çö zü m ü esin ­
leyecek k a d a r sağlam dır, h a tta söylem ek gerek ir ki m a n tık lıd ır: “... s o n u çta H egel’in sis­
tem i tersine dönmüş bir materyalizmi tem sil e d er, h em de, y ö n te m i ve içeriği dolayısıyla
idealist b ir b iç im d e , başı ü stü n e çevrilm iş o larak .” (s. 17). Eğer H egel’in M arksizm için­
de tersine çevrilm esi g erçek ten tem elleri o la n b ir şeyse, o zam an , tersine, H egel’d e ö n c e ­
d e n tersin e d ö n m ü ş b ir m atery alizm o lm alıdır: Böylece iki y ad sım a b ir olu m lam a eder.
D aha ilerd e (s. 34) b u H egelci d iy alek tiğ in özellikle başı ü z erin d e (gerçek değil idea ü z e ­
rin d e ) y ü rü d ü ğ ü için H egelci b içim i iç in d e k u llan ılam az o ld u ğ u n u görürüz: “A m a yine
b u ra d a n , id e a ’n m diyalektiği b ile g erçek d ü n y a n ın d iy alek tik h a re k e tin in basit bilinçli
yansısı o lu r ve b u n u y a p ark en , H egel’in d iy alek tiğ in in başı yukarı getirilmiş olur, daha
doğrusu, başı üzerinde dururken yemden ayaklan üzerine konmuş olur." Elbette, yaklaşık
ifadeler, am a yaklaşıklıkları iç in d e b ile, b ir g ü ç lü ğ ü n yerini b e lirtm e k te d irler. H er filo­
z o fu n b ir sistem inşa etm e gerekliliği ü zerin e tu h a f b ir iddiayı (s. 8: H egel “b ir sistem
k u rm a k z o ru n d a y d ı... sistem geleneksel gerekliliklere göre, b ir tü r m u tla k h a k ikatle so­
n u ç la n m a k z o ru n d a y d ı", b u z o ru n lu lu k “in san ru h u n u n y o k o lm az b ir ih tiy a c ın d a n kay­
naklanır: T ü m çelişkileri aşm a z o ru n lu lu ğ u ”) (s. 10); ve k ır yaşam ın ın, b u n u n a rd ın d a n
gelen kafası ö rü m c e k b ağ lam an ın ve yalnızlığın F e u e rb a ch 'ın m atery alizm in in sınırları­
nı açıkladığı y ö n ü n d e k i bir d iğ er iddiayı da k ay d ed elim (s. 21).
Marx İçin
115
söz eder ve Hegelci diyalektiğin bu mistifiye edilmiş biçim’inin
(mystificirte Form ) karşısına tam olarak kendi diyalektiğinin
rasyonel fig ü rü ’n ü (rationelle Gestalt) çıkartır. M istik z a r fın diya­
lektiğin kendisinin mistifiye edilmiş biçiminden başka bir şey olma­
d ı ğ ı b u n d an daha açık ifade edilemez, yani (“sistem ” gibi) diya­
lektiğin nisbeten dışında bir öğe değil, Hegelci diyalektikle aynı
tözde, içsel bir öğedir. Demek ki diyalektiği kurtarm ak için ilk ka­
buk’tan (sistem) on u çıkarm ak yetm edi. O nu bedene yapıştıran
ikinci z a r fta n da kurtarm ak gerek, ki bu, söylemeye cesaret ede­
bilirsem , diyalektiğin kendinden ayrılmaz olan kendi derisidir
ve bu da ilkece (Grundlage) Hegelci’dir. O halde, acısız bir söküp
çıkarm anın söz konusu olmadığını ve b u görünürdeki kabuk
soym anın aslında bir demistifikasyon olduğunu, yani söküp çı­
kardığı şeyi dönüştüren bir işlem olduğunu söyleyebiliriz.
Dolayısıyla, diyalektiğin “tersine çevrilme”sinin bu metaforik
ifadesinin, yaklaşıklığı içerisinde, aynı yön tem i uygulam ak gere­
ken nesnelerin doğası sorununu değil, (Hegel’de Idealar dünyası
- Marx’ta gerçek dünya), kendi içinde ele alm an diyalektiğin do­
ğ a sı sorununu, yani özgül y a p ıla rı sorununu ortaya attığını sa­
nıyorum . Diyalektiğin “anlam ı”n m tersine çevrilmesi sorunu de­
ğil, ya p ıla rın ın dönüşüm sorunu. Birinci durum da, diyalektiğin
olası nesneleri karşısında dışsallıgmm, yani bir yöntem in uygu­
lanm a sorusunun, diyalektik-öncesi bir soru, yani tüm kesinliği
içerisinde Marx için anlamı olamayacak bir soru sorm ak olduğu­
nu belirtm ek kısm en yararlıdır. Tersine, ikinci soru gerçek bir
soru sorar, ki bu n a Marx’m ve yandaşlarının, teoride ve pratikte,
teoride ya da pratikte, som ut cevap vçrmemelerı düşünülem ez.
Bu çok u zu n m etin açıklamasını şunları söyleyerek sonuçlan­
dıralım: M arksist diyalektik, “ilkece” bile Hegelci diyalektiğe
karşıtsa, rasyonelse ve mistik/mistifiye edilmiş/mistifiye edici de-
Louis Althusser
116
gilse, bu kökten farklılık onun özünde, yani kendine özgü belirle­
nim lerinde ve yapılarında kendini göstermelidir. Açık konuşur­
sak, bu, yadsıma, yadsım anın yadsınması, karşıtların birliği, “aş­
m a”, niceliğin niteliğe dönüşm esi, çelişki vs. gibi Hegelci diyalek­
tiğin tem el ya p ıla rın ın M a r x ’ta (bu ya p ıla rı aldığı ölçüde: ki her
za m a n almış değildir!), Hegel’de sahip olduklarından fa rklı bir y a ­
p ıy a sahip o lm alarını gerektirir. Bu aynı zam anda, bu y a p ı fa r k ­
l ılık la r ın ı ortaya koym anın, betim lem enin, belirlem enin ve d ü ­
şünm enin m üm kün olmasını da gerektirir. Ve, eğer b u m üm ­
künse, dem ek ki M arksizm için gereklidir, hatta yaşamsal’dır da
diyebilirim. Ç ünkü, sistem ve yöntem farklılığı, “rasyonel çekir-
dek”in sökülüp çıkarılması, vs. gibi kestirim leri sonsuza dek
tekrarlam akla yetinilemez; tabii ki eğer bu form üllerin bizim ye­
rim ize d ü şü n m esini istem iyorsak, yani düşünm em eyi ve
Marx’ın eserini tam am lam ak için tam anlam da değerden düş­
m üş bazı sözcüklerin büyüsüne güvenmeyi tercih etmiyorsak.
Yaşamsal dedim , çünkü M arksizm in felsefi gelişiminin günüm üzde
bu amaca bağlı olduğuna inanıyorum .6

Madem ki herkes bedeli kendi ödüyor, ben de riskleri ve teh­


likeleriyle, belirgin bir örnekten yola çıkarak M arksist çelişki kav­
ra m ı üzerinde bir an düşünm eye çalışmak istiyorum: “En z a y ıf
halka”ya ilişkin Leninist tema.
Lenin bu metafora öncelikle pratik bir anlam veriyordu. Bir
zincirin değeri, en zayıf halkasının değeri kadardır. Verili bir d u ­
6) M ao-T se-T u n g 'u n 1 9 3 7 ’d e kalem e aldığı (Ç elişki Ü zerin e) adlı b ro ş ü rü , M arksist çeliş­
k i k avray ışın ın H egelci p ersp ek tife yabancı bir ışıkta ortaya çıktığı b ir dizi analiz içerir.
Tem el çelişki ve tali çelişki; çelişk in in an a y ö n ü ve tali y ö n ü ; uzlaşm az çelişki ve uzlaş-
nıaz-olıııay an çelişki; çelişkilerin eşitsiz gelişim yasası gibi b u m e tn in tem el kav ram ları­
nı H egel’de aram ak b o şu n ad ır. Yine de, Çiıı p artisin d ek i d o g m atizm e karşı m ü cad eled en
esin len en M ao’n u n m etn i genel o larak betimleyin kalır ve so n u ç o larak bazı açılard an so­
yuttur. Betimleyici; K avram ları so m u t d en ey im lere dayanır. K ısm en soyut: Yeni ve ve­
rim li kavram ları d ah a ziyade genel o larak diyalektiğin öz ellik leri diye s u n m u ştu r, yoksa
to p lu m u n ve tarih in M arksist k av ran ışın ııı g erek li içerin d en o larak değil.
Marx İçin
117
rum u kontrol etm ek isteyen kişi, genel olarak, sistem in b ü tü n ü ­
ne hiçbir zayıf n oktanın zarar verm em esine dikkat eder. Tersine
bu sisteme saldırm ak isteyen kişinin, güç gösterilerine rağm en,
tüm bu gücü dayanıksızlaştıran biricik zayıf noktayı keşfetmesi
yeterlidir. Bir yeri savunm a sanatını olduğu kadar zayıf noktayı
değerlendirerek orayı yok etme sanatını da gayet iyi bilen Mac-
hiavelli’yi ya da V auban’ı okuduğum uzda, bu söylenenlerde bi­
zim üzerim izde vahiy etkisi yapacak hiçbir şey olmadığını görü­
rüz.
Ama işte işin önem i burada düğüm lenm ektedir. En zayıf hal­
ka teorisi Lenin’i devrimci parti teorisinde yönlendirm iş olm ak­
la birlikte (bu Lenin’in bilincinde ve örgütleyişinde, rakibin tüm
saldırısından kaçacak kadar sağlam ve bizzat rakibi yenecek bir
birlik olm alıdır), devrim üzerine düşünm esinin de esin kaynağı
olm uştur. Devrim Rusya’da niçin m üm kü n oldu, niçin orada m u­
zaffer oldu? Rusya’da, Rusya’yı aşan bir nedenden dolayı m ü m ­
kün oldu: Ç ünkü emperyalist savaşın patlak vermesiyle birlikte
insanlık nesnel olarak devrimci bir durum a girdi.7 Emperyalizm,
yaşlı kapitalizm in “barışçıl” yüzünü altüst etmişti. Sanayi tekel­
lerinin tem erküzü, sanayi tekellerinin mali tekellere tâbi kılın­
ması, işçilerin ve söm ürgelerin söm ürülm esini şiddetlendirm iş­
ti. Tekellerin rekabeti, savaşı k a ç ın ılm a z kılıyordu. Ama b u ay­
nı savaş, kalabalık yığınları, bitm ek bilm eyen ıstıraplan içinde
askere alarak, söm ürge halklarını cephenin önüne yerleştirerek,
çok sayıdaki bitli piyadelerini yalnızca katliam lara değil, tarihin
içine de fırlatıp atıyordu. Savaş deneyim i ve dehşeti tüm ülkeler­
de, kapitalist söm ürüye karşı bir yüzyıllık uzun protestonun
7) Lenin, Œ u vres, c. XXI11, s. 4 0 0 (Fransızca tercü m e): “Tüm in san lığ ı b ir a ç m a z ın k a r ­
ş ısın a g e tir en ve ik ile m le k a r ş ı k a r ş ıy a b ır a k a n ş ey e m p e ry a lis t sav aşın b ir a r a y a g etird iğ i
n esn el k o şu lla r d ır : Ya m ily o n la rc a in san ın d a h a ö lm e sin e ve A v ru p a u ygarlığının y o k o lm a ­
sın a g ö z y u m m a k , y a d a tüm u ygar ü lkelerd e ik tid a rı d ev rim ci p r o le ta r y a y a d e v re tm e k ve
sosyalist d ev rim i g e r ç e k le ş tir m e k ”
Louis Althusser
118
aracı ve açığa vurucusu olarak hizm et edecekti: Aynı zam anda
da baş dö n d ü rü cü gerçekliği ve eylemin fiili araçlarını vererek,
sabitlenm e noktası sağlıyordu. A vrupa’daki halk yığınlarının ço­
ğunluğunun sürüklendiği (Almanya ve M acaristan’da devrim ler,
Fransa’yla İtalya’da ayaklanm a ve büyük grevler, T urin’de sov-
yetler) b u sonuç, özellikle Avrupa’nın “en geri” ülkesinde, y a l­
nızca R usya’da devrim in zaferine yo l açtı. Bu paradoksal istisna­
n ın nedeni nedir? Şu tem el nedenle ki, Rusya, em peryalist “dev­
letler sistemi”nde8 en zayıf noktayı temsil ediyordu. Bu zayıflığı
Büyük Savaş yaratm am ış, iyice hızlandırm ış ve şiddetlendirm iş­
tir. Çarlık Rusyası’nın zayıflığının boyutlarını 1905 devrim i, ye­
nilgiye rağm en, zaten göstermişti. Bu zayıflık, şu özgül d u ru ­
m un sonucuydu: O dönemde olası tüm tarihsel çelişkilerin tek bir
devlet içinde birikimi ve yoğunlaşması. Yirminci yüzyılın şafağın­
da, Rus papazlarının ikiyüzlülüğü sayesinde, “kültürsüz”9 geniş
köylü kitlesi üzerinde h ü k ü m süren ve tehdit arttıkça daha da
acımasızlaşan feodal bir söm ürü rejim inin çelişkileri - köylü
devrim ini işçi devrim ine pek yaklaştıran d u ru m .10 Büyük şehir­
lerde ve banliyölerinde, m aden, petrol bölgeleri gibi geniş bir öl­
çekte gelişen kapitalist ve em peryalist söm ürünün çelişkileri.
T üm halklara dayatılan söm ü rü n ü n ve söm ürge savaşlarının çe­
lişkileri. Kapitalist üretim yöntem lerinin gelişme derecesi (özel­
likle işçilerin yoğunlaşm asına bağlı olarak: D ünyanın en büyük
fabrikası olan Putilov fabrikasında, o dönem de Petrograd’da b u ­
lu n an 40 b in işçi ve yardım cıları çalışıyordu) ile köylerin ortaça­
ğa özgü d u ru m u arasındaki korkunç çelişki. Tüm ülkede sınıf
m ücadelelerinin şiddetlenm esi, yalnızca söm ürenlerle söm ürü­
lenler arasında değil, egemen sınıfların kendi içinde de şiddetle­
8 ) Lenin, K P 'nin V lll. K ongresi’n e R apor, Œ uvres, c. XXIV, s. 122 (R usça edisyon).
9) L enin, G ünlükten S a y fa la r, Œ u vres choisies (F ransızca ed isy o n), 11, s. 1010.
10) l.en in , S ol K om ü n iz m B ir Ç o c u k lu k H a sta lığ ı, Œ uvres choisies (F ransızca edisyon), 11,
s. 73 2 . Ü çüncü E n tern asyon al, Œ u vres, c. XXIX, s. 313 (F ransızca edisyon).
Marx İçin
119
nen çelişkiler (otoriter çarlık rejim ine bağlı olan büyük feodal
toprak sahipleri, polisler ve askerler; sürekli olarak kom plolar
düzenleyen küçük soylular; çarlığa karşı m ücadele halindeki
büyük burjuvalar ve liberal burjuvazi; konform izm ile anarşizan
“solculuk ” arasında gidip gelen küçük burjuvalar). Olaylar geli­
şirken bu durum a, başka “istisnai”1' koşullar da eklenm iştir ve
bunlar ancak Rusya’n ın iç ve dış çelişkilerinin b u “sarmaş dolaş
hali”yle kavranabilir. Örneğin: Çarlık baskısının sürgüne m ah­
kûm ettiği Rus devrimci seçkinlerinin “ilerici" karakteri; bunlar
sürgünde Batı Avrupa işçi sınıflarının politik deneyim lerinin (ve
öncelikle M arksizmin) tüm m irasını toparlam ış ve kendilerini
“yetiştirm iş”lerdir, - b u durum , B atı’daki tüm “sosyalist” partile­
rin bilinç ve örgütlülük düzeyini fa zla sıyla aşan Bolşevik partinin
oluşum una da yabancı değildir;12 sınıf ilişkilerine çok kuvvetli
bir ışık gönderen 1905 Devrimi’nin “genel tekrarı”, genellikle
tüm ciddi kriz dönem lerinde m eydana geldiği gibi b u ilişkileri
iyice belirginleştirdi ve politik kitle örgütlenm elerinde yeni bir
biçim in “keşfi”ni de sağladı: Sovyetler,'3 nihayet, -v e en az şaşır­
tıcı d urum b u d eğ ild ir- tarihte “yarık” açmaları için emperyalist
ulusların Bolşeviklere sundukları um ulm adık “m ola”, çardan
kurtulm ayı isteyen Fransız-Ingiliz burjuvazisinin tam zam anın­
da devrim in ekm eğine yağ süren istekdışı ama etkin desteği.14
Kısacası, - b u ayrıntılı durum lara varana k a d a r- olası devrim
karşısında Rusya’n ın ayrıcalıklı konum u, Rusya gibi hem emper­
yalist dünya üzerinde en azından bir y ü zy ıl geride, hem de bu dün­
ya n ın uç noktası olm aktan uzak diğer ülkelerin hiçbirinin kavra­
yamayacağı böylesi tarihsel çelişkilerin birikimine ve şiddetlenmesi­

11) Lenitı, D ev rim im iz Ü zerin e, Œ u vres choisies, II, 1023.


12) Lenin, Ç o c u k lu k H a sta lığ ı, Œ u vres, c. Il, s. 695.
13) Lenin, Üçüncü E n tern asy on al, Œ uvres, C . XXIX, s. 313-314 (Fransızca edisyon).
14) Lenin, P e tr o g r a d Ş eh ir K on feran sı, Œ uvres, C. XXIV, s. 135-1 36 (Fransızca edisyon)
Louis Althusser
120
ne bağlıdır.
Lenin’in sayısız m etninde dile getirdiği13 tüm bu koşulları
Stalin Nisan 1924 tarihli konferanslarında özellikle net terim ler­
le özetledi.16 Kapitalizmin eşitsiz gelişimi, 1914 Savaşı dolayısıy­
la Rus Devrimi’ne yol açtı, çünkü Rusya, insanlığın önünde açı­
lan devrimci evrede, em peryalist devletler zincirinin en za y ıf hal-
feası’ydı; çünkü o dönem de m üm kün olan en büyük m iktarda
tarihsel çelişkiyi bağrında taşıyordu; çünkü aynı anda hem en ge­
ri kalm ış, hem de en ileri ulustu; kendi aralarında bölünm üş olan
egem en sınıfların es geçemeyecekleri, ama çözüm de bulam aya­
cakları devasa çelişki. Başka deyişle, Rusya, bir proletarya devri-
m inin arifesindeki burjuva devrim inde gecikmiş olduğundan iki
devrim e de gebeydi, birini ertelese bile diğerini engelleyebilecek
durum da değildi. Lenin, bu istisnai ve (egemen sınıflar açısın­
dan) “çıkışsız” d u ru m d a,17 Rusya’da bir devrim in nesnel koşulla-
r ı’m ayırt ederek ve zayıf halkasız bir zincir olan kom ünist par­
ti içinde öznel koşullan oluşturarak, emperyalist zincirin bu za­
yıf halkasına karşı nihai sonuç getirici saldırı im kânını doğru
olarak görm üştü.
Marx ve Engels, tarihin her zam an kötü tarafı’n d a n ilerlediği­
ni ilan ederken başka şey m i dem işlerdi?18 Bundan anlaşılması
gereken şey, tarihe egemen olanlar açısından en az iyi olan taraf­
tır. Yine, -sözcükleri zorlam adan- tarihi başka tarafta bekleyen-
ler... örneğin, ekonom ik büyüm e içindeki en güçlü kapitalist
15) Ö zellikle b k z.: Çocukluk Hastalığı, Œuvres choisies, c. II, s. 9 6 4 -9 6 5 : 732, 7 5 1 -752;
7 6 0 -7 6 1 . Üçüncü Enternasyonal. Œuvres, c. XXIX, s. 3 1 1 -3 1 2 . Devrimimiz Üzerine, Œuv­
res, c. II, s. 1023 ve devam ı. Uzaktan Mektuplar; (M ek tu p 1), Œuvres, c. XXIII, s. 32 5 ve
devam ı. İsviçre işçilerine Veda Mektubu, Œuvres, c. XIII, s. 3 9 6 ve d ev am ı, vs.
Devrim koşu lîan ’n a ilişkin ö n em li L en in ist teo ri ( Çocukluk Hastalığı, Œuvres choisies, c.
II, s. 7 5 0 -7 5 1 ; 7 6 0 -7 6 2 ) Rusya’n ın özgül k o şu lla rın ın k esin so n u çla rın ı eksiksiz b iç im ­
de kapsar.
16) Stalin, Leninizmin ilkeleri (éd. sociales), c. II, s. 12-15; 2 5 -2 7 ; 7 0 -71; 9 4 -9 5 ; 106;
112. “Pedagojik" k u ru lu k la rın a ra ğ m e n b irç o k açıd an ö n em li m etin ler.
17) L enin, Devrimimiz Üzerine, Œuvres choisies, c. II, s. 1024.
18) Felsefenin Sefaleti, éd. G iard, s. 142
Marx İçin
121
devlete sahip olm anın ayrıcalığıyla kısa vadede sosyalist zafere
aday olduklarına inanan -v e kendileri de seçim lerde büyüyen
(bu tür çakışm alar v ard ır...)- on dokuzuncu yüzyıl sonu Alm an
sosyal dem okratları için en az iyi tarafın kastedildiğini anlaya­
lım! O nlar elbette tarihin öteki ta ra f ta, “iyi” tarafta, en büyük eko­
nomik gelişme tarafında, en b ü y ü k yayılma, en k a tışık sız b içim i­
ne (Sermaye ve Emek) indirgenmiş çelişki tarafında ilerlediğine
inanıyorlardı. Ama böyle bir durum da, tüm bunların güçlü bir
devlet aygıtıyla silahlanmış; ve Bismarck’m, ardından da W il-
helm ’in polisiye, b ü ro k ratik ve askeri korum ası karşılığında, ka­
pitalist ve söm ürgeci sö m ü rü n ü n devasa kârları karşılığında
“kendi” politik devrim ini budayalı çok olm uş bir burjuvazinin
bununla birlikte; şoven ve gerici bir küçük burjuvazinin gülünç
kılığına bü rü n m ü ş b ir Almanya’da cereyan edeceğini u n u tu y o r­
lardı; böyle bir durum da, çelişki’nin bu kadar basit bir biçim inin
yalnızca soyut kalacağını unutuyorlardı: Bu noktada, gerçek çe­
lişki, b u “k o şu llarla b ü tü n oluşturuyordu ve ancak bu koşullar
aracılığıyla ve bu koşulların içinde ayırt edilebilir, tanınabilir ve
kullanılabilirdi.
Bu pratik deneyim in özünü ve Lenin’e esinlediği düşüncenin
özünü belirlemeye çalışalım. Ama öncelikle bu deneyim in Le-
n in ’i aydınlatan tek deneyim olm adığını söylemeliyiz. 1917 ö n ­
cesinde 1905 vardı, 1905 öncesinde İngiltere’nin ve Fransa’nın
büyük tarihsel hayal kırıklıkları vardı, onlardan önce Kom ün,
daha da ötede 1848-49 Alman yenilgisi vardı. Yol alırken, tüm
bu deneyim ler üzerinde doğrudan ya da dolaylı olarak düşünül­
müştü (Engels: A lm a n ya ’da D evrim ve Karşıdevrim. Marx: Fran­
sa'da S ın ıf Savaşım ları, Louis B onaparte’ın 18 B rum aire’i, Fran­
sa’da İç Savaş; Gotha Program ı’nın Eleştirisi. Engels: Erfurt Prog-
ra m ı’nın Eleştirisi, vs...) ve bunlar önceki başka devrim dene-
Louis Althusser
122
yünleriyle ilişki içine sokulm uştu: İngiltere ve Fransa’daki bur­
juva devrimleri.
O halde bu pratik sınavları ve teorik yorum larını nasıl özetle­
yebiliriz? Şu söylenebilir: Genel olarak çelişki (ama zaten şim di­
den özgülleşmiştir: Esas olarak iki uzlaşmaz sınıf arasındaki çe­
lişkide cisimleşen üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çe­
lişkidir) devrim in “gündem de” olduğu bir durum u tanımlamaya
yetse de, doğrudan doğruya etki gücüyle “devrimci durum ” yara­
tamayacağını, devrimci bir kopuş durum unu ve devrim in zaferi­
ni ise haydi haydi yaratamayacağını tüm Marksist devrimci dene­
yim kanıtlar. Bu çelişkinin güçlü anlam da “fa a l” olması, kopuş il­
kesi olması için “koşullar”m ve “ak m tla rın öyle bir birikimi ge­
rekir ki, (ve bunların içinden çoğu, kaçınılm az olarak, kökenleri
ve anlamlarıyla, devrim e paradoksal biçim de yabancı, hatta
“m utlak anlam da k a rşıttırla r), köken ve anlam ne olursa olsun,
bir kopuş birliği içinde “kaynaşm ış” olmalıdırlar: Yönetici sınıfların
savunm akta güçsüz kaldıkları bir rejime saldırı içinde halk kitle­
lerinin geniş çoğunluğunu bir araya getirme sonucuna eriştikle­
rinde kaynaşmış olm alıdırlar.19 Bu durum yalnızca iki temel ko­
şulun “tek bir ulusal kriz” içinde “kayriaşma”sını gerektirmekle
kalmaz, am a her koşul da, ayrı ayrı (soyut olarak) ele alındığın­
da, çelişkilerin “b irik in tin in “kaynaşm a”smı gerektirir. Sınıflara
bölünm üş halk kitlelerinin (proleterler, köylüler, küçük-burju-
valar), bilinçli olarak ya da karmakarışık biçim de, m evcut rejime
karşı genel bir saldırıya hep birlikte atılmaları başka türlü nasıl
19) T ü m b u b ö lü m için b k z .: 1) Lenin, Çocukluk Hastalığı (s. 7 5 0 -7 5 1 ; s. 7 6 0 -7 6 2 ) özel­
likle: “yalnızca ‘aşağıdakiler’ artık eskisi gibi yaşamak istemediklerinde değil, ‘yukardakiler’
de eskisi gibi yaşamaya dev am e d em ed ik le rin d e, yalnızca o z am an dev rim zafer k a za n a ­
b ilir...” (75 1 ). Bu b içim sel k o şu llar a çık lan m ıştır, s. 7 6 0 -7 6 2 2) L enin, Uzaktan Mektup­
lar, 1 Œuvres (Fransızca ed isy o n ), c. XXIII, s. 3 3 0 -3 3 1 ve özellikle: “Eğer d ev rim b u k a ­
d a r ç ab u k zafere erişm işse... b u n u n tek n e d en i, so n derece o rijinal tarihsel bir d u ru m
n ed en iy le, kesinlikle farklı akımlar, kesin lik le h etero jen sın ıf ç ık arlarının, b irb irin e k e­
sinlikle karşıt sın ıf çık a rla rın ın d ik k a t çekici b ir b ağ d aşm a iç in d e k a y n am asıd ır...’: (s.
3 3 0 ) (alcım çizen Lenin).
Marx İçin
123
m üm kün olabilir? Sınıf farklılıklarına rağmen (feodaller, büyük
burjuvalar, sanayiciler, mali burjuvalar, vs.), bunca u zu n dene­
yim ve bunca kesin içgüdü sonucu, söm ürülenlere karşı kutsal it­
tifakı kendi içlerinde iyice pekiştirm iş olan egemen sınıfların
güçsüzlüğe m ahkûm olabilmesi, en yüksek anda, çözüm süz ya
da yedek politik yöneticiler olm adan parçalanması, yurtdışı sınıf
desteğinden yoksun kalması,, kendi devlet aygıtlarının surları
içinde bile silahsız kalmaları ve söm ürü, şiddet ve dalavereyle
dizginlerini gayet iyi tuttukları ve gıklarını çıkarmalarına izin ver­
medikleri bu halk tarafından aniden boğulmaları başka türlü n a­
sıl m ü m k ü n olabilirdi? Bu durum da, oyunun içine, aynı oyunun
içine “çelişk ilerin çok büyük bir birikim i dahil olduğunda, - k i
bu n lan n bazılan kökten heterojendir ve hepsinin kökeni aynı
değildir, anlamları aynı değildir, aynı uygulama düzeyleri ve y e r­
leri yoktur ve yine de bir kopuş birliği içinde “kaynaşırlar”- , o za­
m an, genel “çelişki”nin biricik niteliğinden söz etm ek artık
m ü m k ü n değildir. Kuşkusuz, (devrim in “gündem de olduğu”) bu
dönem e egem en olan temel çelişki tüm bu “çelişkiler” içinde, on­
ların “kaynaşması”na kadar faaldir. Ama yine de bu “çelişkiler”in
ve “kaynaşm a’larm m k a tışık sız görüngü oldukları kesin olarak
ileri sürülem ez. Ç ünkü bunu yerine getiren “koşullar” ya da
“akım lar”, yalnızca bir görüngü olm aktan daha fazla bir şeydir.
Üretim ilişkilerinden kaynaklanırlar; bu ilişkiler elbette çelişki­
nin terim lerinden biridir, ama aynı zam anda varlık koşulu’dur;
üstyapılardan, bunlardan türeyen ama kendilerine özgü istikrar­
ları ve etkileri olan m ercilerden kaynaklanırlar; kendi özgül rolü­
nü oynayan belirleyicilik olarak işin içine karışan uluslararası
konjonktürden kaynaklanırlar.20 Bu dem ektir ki, işin içinde olan

20) Lenin, Sovyet d e v rim in in zaferin in k o şu lları ara sın d a , ü lk e n in doğal zengin lik lerin i
ve d e v rim in ask eri ve p o litik b a k ım d a n z o ru n lu “sığınaklarına" b a rın a k o lm u ş geniş y ü ­
z ö lç ü m ü n ü bile k ab u l etm ey e k a d ar işi vardırır.
Louis Althusser
124
(ve Lenin’in sözünü ettiği bu “birikim ”in içinde kendini gösteren)
m ercilerden her birini oluşturan “farklılıklar”, eğer gerçek bir bir­
lik için “kaynaşıyorlar”sa, basit bir çelişkinin içsel birliği içinde
katışıksız bir görüngü olarak “yok olmazlar.” Devrimci kopuşun
bu “kaynaşma”sı içinde oluşturdukları birliği,21 kendi oldukları
halden yola çıkarak ve eylemlerinin özgül kipliklerine göre, ken­
di özlerinden ve kendi etkinliklerinden oluştururlar. Bu birliği oluştu­
rurken, onları harekete geçiren temel birliği de yeniden oluşturur
ve gerçekleştirirler, ama bunu yaparken aynı zam anda onun do-
ğa’smı da belirlerler: “Çelişki”, içinde işlediği tüm toplumsal be­
denin yapısının ayrılmaz parçasıdır, onun biçimsel varoluş koşul-
la r ı’n m ve hatta yönettiği merciler'in ayrılmaz parçasıdır, dolayı­
sıyla, kendisi de, özünde, onlardan etkilenir, tek ve aynı hareket
içinde hem belirleyici hem belirlenendir ve harekete geçirdiği
oluşum un çeşitli düzeyler’in d e ve çeşitli mercüer’inden belirlenir:
Bu çelişkinin kendi ilkesi içinde üstbelirlendiğini söyleyebiliriz.22
Başka disiplinlerden ödünç alınma bu üstbelirlenme terimine
özel olarak bağlı değilim, am a daha iyisini bulam adığım dan hem
bir im olarak hem de bir sorun olarak onu kullanıyorum ; ayrıca
da, Hegelci çelişkiden başka her şey’e niçin işimizin düştüğünü
görmeyi de gayet iyi sağlıyor.
Gerçekten de, Hegelci çelişki, çoğu zaman b u n u n tüm görü­
nüm lerini taşısa da asla gerçekten üstbelirlenmiş değildir. Ö rne­
ğin, bilincin “deneyim ’lerin i ve M utlak Bilgi’nin yükselişinde
d oruk noktasına erişen diyalektiklerini betim leyen Tinin Görün-
gübilimi’nde çelişki basit olarak görülmez, tersine çok karmaşıktır.
2 1) L enin’in sık sık söylediği gibi, “k riz ” d u ru m u , b u n u yaşayan to p lu m sa l o lu şu m u n ya­
pısını ve d in am iğ in i a ç ı ğ a ç ı k a r ı c ı b ir rol oynar. D evrim ci d u ru m h a k k ın d a söylenen
şeyler, d e m e k ki, farklılıklar b ir yana, d ev rim ci d u ru m öncesi b ir d u ru m d a k i toplum sal
o lu şu m u da içerir.
2 2) Krş. M ao T se-T u n g ’uıı u z la şm a z (patlayıcı, devrim ci) çelişkilerle u zla şm az-olm ay a n
çelişkiler ayrım ı tem asın a ayırdığı açıklam a (Ç elişki Ü zerin e, ed. Pekin, 19Ö0, s. 6 7 ve d e ­
vam ı).
Marx İçin
125
Yalnızca gerektiğinde ilk çelişki basit olarak söylenebilir: Hisse­
dilir bilincin ve bilgisinin çelişkisi. Ama bilinç üretim inin diya­
lektiğinde ilerledikçe ve bilinç zenginleştikçe, çelişkisi o ölçüde
karmaşıklaşır. Yine de, bu karmaşıklığın fiili bir üstbelirlenim’in
karmaşıklığı olmadığı, üstbelirlenim in yalnızca görünüm lerine
sahip, birbirine eklenen bir içselliğin karmaşıklığı olduğu görüle­
bilir. Gerçekten de, bilinç, oluşum unun her anında, önceki öz­
lerinin tüm ya n kıla rın d a n geçerek ve bunlara denk düşen tarih­
sel biçim lerin imalı m evcudiyetinden geçerek (eriştiği düzeye
denk düşen) kendi özünü yaşar ve hisseder. Bu nedenle Hegel,
her bilincin, şim diki zam anında ortadan kaldırılm ış/korunm uş
(aufgehoben) bir geçmişi olduğunu belirtir - ve bir dünyası (bu bi­
linç, gücül ve gizil bir dünya m evcudiyetinin bilinci olabilir, am a
Tinin Görüngübilimi'nde bir kenarda kalır); ve dolayısıyla b u bi­
linç, geçmiş olarak, kendi aşılm ış özlerinin d ü n ya la rı’na sahiptir.
Ama bilincin bu geçm iş figürleri ve (bu figürlere denk düşen) bu
gizil dünyalar, onlardan fa rklı olan fiili belirlenimler olarak m evcut
bilinci asla etkilemez: Bu figürler ve bu dünyalar onu ancak ol­
m uş olduğu şeyin y a n k ıla rı olarak (anılar, tarihselliğinin haya­
letleri), yani kendinin öngörüleri y a da kendine im alar olarak içerir.
Ç ünkü geçmiş, içerdiği geleceğin iç özünden (kendinde) başka
bir şey asla değildir, çünkü geçmişin bu m evcudiyeti bizzat bi­
lincin kendinde m evcudiyetidir, yoksa onun dışında hakiki bir
belirleyicilik yoktur. Sferlerin sferi olan bilincin, tek bir merkezi var­
d ır ve onu yalnızca o belirler: Ona, kendinden başka bir merkezi
olan sferler gerekir, m erkezsiz sferler; böylece kendi m erkezinde
onların etkili olm asından etkilenir, kısacası özü onlar tarafından
üstbelirlenir. Ama durum bu değildir.
Bu hakikat, Tarih FelsefesVnde daha açık seçiktir. Burada da
üstbelirlenim görünümleri’ne rastlanır: Her tarihsel toplum , gele-
Louis Althusser
I " '

nekleri, mali, ticari, ekonom ik rejimleri, eğitim sistem ini, sanat­


ları, felsefeyi, vs... içeren politik yasalardan âdetlere, dine kadar
uzanan sonsuz sayıda som ut belirlenim den oluşm az mı? Yine de,
b u belirlenim lerden hiçbiri, öz itibarıyla, diğerlerinin d ış ın d a
değildir; b u n u n nedeni, hep birlikte orijinal bir organik tüm lük
oluşturm alan değildir yalnızca, dahası ve özellikle, bu tü n d ü ­
ğün, tüm bu som ut belirlenim lerin hakikati olan biricik bir iç ilke
içine ya n sım a sıd ır. Ö rneğin Roma: Devasa tarihi, kuru m lan ,
krizleri ve girişimleri, soyut hukuksal şahsiyet’in iç ilkesinin za­
m an içinde tezahüründen, sonra da im hasından başka bir şey
değildir. Bu iç ilke, kendi içinde, yankı olarak, aşılmış tüm tarih­
sel oluşum ilkelerini içerir, ama kendinin yankısı olarak ve b u
nedenle, onun da yalnız bir m erkezi vardır, bu anısını içinde ko­
ruduğu tüm geçmiş dünyaların m erkezidir - bu nedenle, basit­
tir. Ve kendi çelişkisi bir basitlik içinde ortaya çıkar: Roma’da, so­
yut hukuksal kişilik kavram ına içkin çelişkinin bilinci olarak, öz­
nelliğin som ut dünyasını hedefleyen, ama onu ıskalayan Stoacı bi­
linç. Roma’yı parçalayacak ve geleceğini üretecek olan da b u çe­
lişkidir: Ortaçağ Hıristiyanlıgı’nda öznellik figürü. Roma’n m tüm
karmaşıklığı, dem ek ki, bu sonsuz tarihsel zenginliğin içsel özü
olan Roma’m n basit ilke çelişkisini hiçbir şeyle üstbelirlemez.
Bu durum da, tam olarak temel soru’yu sorm ak için, tarihsel
değişim görüngülerinin niçin Hegel tarafından bu basit çelişki
k a v ra y ışı içinde düşünüldüğünü kendim ize sorm am ız yeter.
Hegelci çelişkinin basitliği gerçekten de ancak tüm tarihsel dö­
nem in özünü oluşturan iç ilke'nin basitliğiyle m üm kündür. Ve­
rili bir tarihsel toplum un (Yunan, Roma, Kutsal im paratorluk,
Ingiltere...) sonsuz çeşitliliğini, tümlüğünü basit bir iç ilkeye indir­
gemek, kural olarak olası olduğundan, çelişkiden de hak olarak elde
edilmiş bu aynı basitlik buraya yansıyabilir. Daha net olm ak gere­
Marx İçin
127
kiyor mu? Hegel’in M ontesquieu’den ödünç aldığı fikir olan b u
indirgem enin kendisi, tarihsel bir dünyanın somut yaşam ını
oluşturan tüm öğelerin (ekonom ik, toplum sal, politik, h u k u k sal
kurum lar, âdetler, ahlak, sanat, din, felsefe, hatta tarihsel o lay-
lar’a varana kadar: Savaşlar, m uharebeler, yenilgiler, vs...) bir iç
birlik ilkesine indirgenm esi, m utlak bir koşul’la m üm kündür a n ­
cak: Bir halkın tüm som ut yaşamını, bu dünyanın kendi bilincinin
en soyut biçiminden -d in i y a da felsefi bilinci, yani kendi ideolojisi—
kesin olarak başka bir şey olmayan, tinsel bir içsel ilke’nin dışsallaş-
ması-yabancılaşması (Entâusserung-Entfrem dung) olarak k ab u l
etme koşulu. “M istik za rf’m “çekirdek”i hangi anlamda etkiledi­
ği ve m ikrop bulaştırdığı sanırım anlaşılm aktadır - çünkü Hegel-
Ct çelişkinin basitliği, bir halkın bu iç ilkesinin basitliğinin, yani m a d ­
di gerçekliğinin değil, en soyut ideolojisinin yansımasından başka b ir
şey asla değildir. Bu nedenle Hegel, uzak Doğu’dan g ünüm üze
kadarki Evrensel Tarih’i “diyalektik” olarak, yani basit bir çelişki
ilkesinin basit oyunuyla harekete geçmiş bir şey olarak bize s u ­
nabilir. Bu nedenle, Hegel için aslında hakiki kopuş, gerçek b ir
tarihin fiili sonu diye bir şey asla yoktur - radikal başlangıç d a
yoktur. Bu nedenle o n u n Tarih felsefesi, hepsi tekbiçimli olarak
“diyalektik” olan değişimlerle doludur. Hegel, bu şaşırtıcı kavra­
yışı ancak Tin’in zirvesinde tutunarak savunabilir, burada b ir
halkın ölm esinin önem i yoktur, çünkü İdea’nm bir anının - b ö y ­
le başka anları da v a rd ır- belirli ilkesini cisimleştirmiştir, çünkü,
onu cisim leştirirken, Tarih denen bu Belleğe ve aynı vesileyle
herhangi bir başka halka (onunla tarihsel ilişkisi çok gevşek olsa
da!) miras bırakm ak için kabuğundan da soym uştur onu; bu
halk da, özünde onu yansıtarak, kendi iç ilkesinin vaadini, yani
ldea’n m m antıksal olarak ardışık uğrağını da tesadüfm üş gibi
orada bulacaktır. İyice anlam ak gerekir ki, tüm b u keyfilikler
Louis Althusser
128
(gerçekten dahice bakışlar tarafından anlık olarak kat edilse de)
yalnızca “dünya görüşü”ne, yalnızca Hegel’in “sistem ”ine muci­
zevi biçimde emanet edilmiş değildir - aslında yapı içinde, kendi di­
yalektiğinin yapıları içinde ve özellikle bu tarihsel dünyanın so­
m ut içeriklerini İdeolojik S onlarına doğru büyülü biçim de ha­
rekete geçirmeyi amaç edinm iş bu “çelişki” içinde yansırlar.
Bu nedenle, Hegelci diyalektiğin Marksist “tersine dönm e”si,
yalnızca bir söküp çıkarm adan çok farklı bir şeydir. Gerçekten
de, Hegelci diyalektik yapısının Hegel’in “dünya görüşü” ile, ya­
ni o n u n spekülatif felsefesiyle ya k ın d a n sürdürdüğü sıkı ilişki
açık seçik görülürse, bu aynı diyalektiğin ya p ılarını derinden dö­
nüştürm ek zorunda kalm adan b u “dünya görüşü”nü gerçekten bir
yana fırlatıp atm anın m üm kün olmadığı anlaşılır. Yoksa, istesek
de istem esek de, Hegel’in ölüm ünden 150 yıl sonra, Marx’m
ölüm ünden 100 yıl sonra, ün lü “m istik za rf’m yırtık pırtık giy­
silerini hâlâ peşim izden sürükleriz.
O halde Lenin’e ve onun aracılığıyla da Marx’a geri dönelim.
Leninist pratiğin ve düşüncenin kanıtladığı gibi, Rusya’daki dev­
rimci durum un, özellikle, temel sınıf çelişkisinin yoğun üstbelirle-
nim karakterine bağlı olduğu doğruysa, belki de, bu “istisnai du-
rum”u n istisnai’liğinin neden oluştuğunu ve tüm istisnalar gibi bu
istisnanın da kuralı aydınlatıp aydınlatmadığını - kuralın haberi
olm adan kuralın kendisi olup olmadığını - kendimize sormamız
gerekir. Çünkü, sonuçta, her zam an istisnailiğin içinde değil m iyiz?
1849 Alman yenilgisi istisnai, 1871 Paris yenilgisi istisnai, yirmin­
ci yüzyıl başında 1914 şovenist ihanetini beklerken Alman sosyal
dem okratlarının yenilgisi istisnai, 1917 başarısı istisnai... İstisna­
lar; ama neye göre istisna? Arındırılmış, basit, basitliğinde bile He­
gelci m odelin anısını ve -Serm aye ile Emek “güzel çelişki”si örne­
ğinde olduğu gibi- mevcut haliyle soyut çelişkinin çözümleyici
Marx İçin
129
“özelligi”ne inancı korum uş (ya da bu havayı yeniden bulm uş) gi­
bi olan “diyalektik” bir şem anın belli soyutlukta, ama rahat, sakin­
leştirici fikri karşısında istisnai. Bu a r ın d ır ılm ış şem anın “basitli-
gi”nin, kitlelerin seferber edilmesinin kimi öznel gerekliliklerine
cevap verebildiğini elbette yadsımıyorum: Sonuçta biliyoruz ki,
ütopik sosyalizmin biçimleri de tarihsel bir rol oynamıştır ve b u ­
nu oynamalarının nedeni kitlelerin bilincine denk düşm eleridir ve
kitleleri daha öteye götürm ek istendiğinde bile (ve özellikle o za­
m an) onlann bilincine denk düşm ek gerekir. M arx ve Engels’in
ütopik sosyalizm için y a p m ış o lduklarını da günün birinde yap­
m ak gerekir, ama bu kez, tarihinin ilk dönem indeki M arksizm ’den
(hatta bazı teorisyenlerinin bilincinden) etkilenen kitlelerin bilin­
cinin hâlâ şem atik-ütopik biçimleri için bunu yapm ak gerekir: Bu
bilincin koşullarının ve biçimlerinin hakiki bir tarihsel incelenmesi n
23) Engels 1890’da şöyle yazar 0- Bloch’a M ektup, 21 Eylül 1890): “Gençlerin kimi za­
m an ekonom ik yana gereğinden fazla önem vermesinin sorum luluğunu Marx ve kısmen
de ben taşıyoruz. R a k ip le r im iz k a r ş ıs ın d a o n la rın y a d s ıd ık t a n te m e l ilk en in altın ı ç iz m e k
g erekiy ord u ve o za m an , karşılıklı eyleme katılan diğ er etken leri y e rli y e rin e otu rtacak z a m a ­
nı, y e r i, fı r s a t ı h e r z a m a n b u la m a d ık " “Son kertede” belirleyiciliği Engels’in sunuşu hak­
kında bkz. Ek, s. 117-128.
Girişilmesi gereken b u araştırma düzeninde, Gramsri’nin on dokuzuncu yüzyıl Marksiz-
m i’nin tarihinde ıııekanist-yazgıcı teşebbüse ayırdığı notları anm ak istiyorum (Œ uvres
choisies, Ed. Sociales, s. 33-34): “Determinist, yazgıcı, mefeanist öğe, p ra k sis felsefesin in doğ­
rudan b ir id eolojik “a r o m a ”sıydı, b elirlen en toplu m sal k a tm a n la n n “ast" k a ra k terin in tarih sel
o l a r a k g e r e k li kıldığ ı ve d o ğ ru la d ığ ı b ir din ve u y arıcı (a m a u yu ştu ru cu ta r z ın d a b ir u y a r ı­
cı) biçim iydi. M ü cad ele in isiyatifi olm ad ığ ın d a ve m ü cad ele son u n da b ir d iz i y en ilg iy le ö z d eş­
leştiğin de, m e k a n ik d eterm in izm ç o k bü y ü k b ir a h la k i diren iş gücü, b a ğ d a ş ık lık gücü, sab ırlı
ve in atçı b ir d iren m e gücü olur. "Anlık o la r a k y en ild im ; a m a uzun v a d e d e o la y la r b en d en y a ­
na," vs. G er ç e k irad e, tarihin b elirli b ir rasyon alitesin e, y azgın ın , Inayet'in, vs... in an ca d a y a ­
lı dinlerin y e rin e geçtiği g özü ken tutkulu erekçiliğin a m p ir ik ve ilkel b ir biçim in e im a n a dönü­
şür. Y azg ıcılığ ın , f a a l ve g e r ç e k b ir ir a d e n in z a y ıflığ ım ö r tm e y e n asıl y a r a d ığ ın a b elir g in ­
lik k a z a n d ır m a k uygun olur. İşte b u n eden le, m e k a n ik determ in izm in işe y a ra m a z lığ ın ı h e r
z a m a n k a n ıtla m a k g e r e k ir ; kitlenin n a if fe ls e fe s i o la r a k a ç ık la n a b ilen ve y a ln ız c a bu h aliyle,
gücün içkin öğesi olan b u m eka n ik determ in izm , en telektü eller tarafın d an düşünülm üş ve b a ğ ­
d a ş ık fe ls e fe o la r a k ka b u l edildiğ in de b ir p asiflik ve a p ta lc a ken din e y e ter lilik k a y n a ğ ı h alin e g e ­
lir..." Bu ka rşıtlık (“en telektü el" - "kitle”) Marksist bir teorisyemn kaleminde tu h a f gözü kebilir.
Ama Gramsci’nin en telektü el kavramının bizim kinden çok daha geniş olduğunu, entelek­
tüellerin kendi kendilerini oluşturdukları fikrinden yola çıkmadığını, örgütçü ve y ön etici
olarak (az çok ast) rolleriyle tanımlandığını bilmek gerekir. Gramsci bu anlamda şöyle ya-
zabilmektedir: “Politik b ir partin in tüm üyelerinin en telektü el o la r a k k a bu l edilebilm esi, a la y ve
k a rik a tü r konusu o la b ile c ek b ir ön erm ed ir: Yine de düşünce o la r a k bun dan d a h a doğru o la b ile­
cek b ir şey yoktu r. M erteb eleri ayırt e tm e k gerekir, b ir p arti en geniş halin e en y ü k s ek m erteb e­
sinde y a d a en aşağı m erteb esin d e erişebilir: Ö nem li olan şey, y ön etim ve örgü tlem e işlevidir,
d o la y ıs ıy la eğitici işlevi, dolayısıyla entelektüel işlevidir.” (Œ uvre choisies. Ed. Soc., s. 440).
Louis Althusser
130
Oysa, Marx ve Engeis’in bu evredeki önemli politik ve tarihsel me­
tinleri, tam da, bu sözüm ona “istisnalar” üzerine ilk düşünm e
malzemesini bize sunarlar. Sermaye - Emek çelişkisi asla basit değil­
dir, bu çelişkinin içinde işlediği somut tarihsel koşullar ve biçimler onu
her zam an özgülleştirir şeklindeki temel fikir buradan kaynaklanır.
Ü styapı biçimleri (devlet, egemen ideoloji, din, örgütlü politik ha­
reketler, vs.) onu özgülleştirir; bir yandan ulusal geçmiş’e bağlı ola­
rak (tamamlanmış ya da “yeniden girişilmiş” burjuva devrimi, ta­
m am en, kısmen tasfiye edilmiş ya da edilmemiş feodal söm ürü,
yerel “ahlak”, özgül ulusal gelenekler, hatta politik mücadele ya da
tutum ların “kendine özgü tarzı”, vs...) ve diğer yandan mevcut
dünya bağlamı’na. (burada egemen olan şeylere: Kapitalist ulusla-
n n rekabeti ya da “emperyalist enternasyonalizm”, ya da em per­
yalizmin bağandaki yanşm a) bağlı olarak - b u olgulann çoğu Le­
ninist anlamdaki “eşitsiz gelişim yasası”ndan kaynaklanabilir- bu
çelişkiyi belirleyen iç ve dış tarihsel durum onu özgülleştirir.
G örünürde basit olan çelişkinin her zam an üstbelirlendiği an­
lam ına gelmez mi bu? İstisna kendinin kural olduğunu, kuralın
kuralı olduğunu burada keşfeder ve o zaman, yeni fiuraî’dan yo­
la çıkarak eski “istisnalar”ı kuralın yöntem bilim sel anlam da b a­
sit örnekleri diye düşünm ek gerekir. Bu kural bakış açısından
yola çıkarak, olguların tüm ünü kapsamayı denem ek için, “üstbe-
lirlenmiş çelişki”n in ya tarihsel bir kelleme anlam ında, çelişkinin
hakiki bir “blokaj”ı anlam ında (örneğin W ilhelm Almanyası) ya
da devrimci kopuş 24 anlam ında (1917 Rusyası) üstbelirlenebileceği-
ni, ama bu koşullarda, asla “ka tışıksız” halde kendini gösterm edi­
ğini ileri sürebilir miyim? O zam an “katışıksızlıgm ” kendisinin
24) Krş. Engels, C. Schm idt’e Mektup (27-10-1890): “D ev let ik tid a rın ın e k o n o m ik g e liş ­
m e ü z erin d ek i etkisi üç türlü olabilir. Bu ik tid a r ile e k o n o m ik gelişm e ay n ı y ö n d e o la b ilir ve o
z a m a n h e r şey d a h a hızlı iler le r ; d ev let ik tid a rı e k o n o m ik g elişm en in tersi y ö n d e d a v r a n a b i­
lir ve bu, gü nü m üzde b elirli b ir süre son u n da h e r bü y ü k h a lk ta fiy a s k o y a y o l a çm a ktad ır..."
İki sınır du ru m u n özelliği gayet iyi belirtilmiştir.
Marx İçin
131
istisna olacağım kabul ediyorum , ama hangi örneğin verilebile­
ceğini göremiyorum .
O halde, eğer her çelişki, M arksizmin tarihsel deneyim i için
ve tarihsel pratikte, üstbelirlenmiş bir çelişki olarak kendini göste­
riyorsa; Hegelci çelişki karşısında Marksist çelişkinin özgüllüğü­
nü oluşturan şey bu üstbelirlenim ise; Hegelci diyalektiğin “ba­
sitliği” bir “dünya görüşü”ne ve özellikle buna yansıyan tarih gö­
rüşüne gönderm e yapıyorsa; o zam an şu soruları sorm ak gere­
kir: Marksist çelişkinin üstbelirleniminin varlık nedeni nedir, içeri­
ği nedir ? M arksist toplum kavrayışı bu üstbelirlenim içine nasıl
yansıyabilir ? Bu soru temel önem dedir; çünkü Marx’taki çelişki­
nin kendine özgü yapısını Marx’m toplum ve tarih kavrayışına
bağlayan zorunlu bağ gösterilmezse, M arksist tarih teorisinin
kavramları içinde bu üstbelirlenim b ulunup keşfedilmezse, bu
kategorinin “havada” kalacağı açıktır, çünkü, doğru bile olsa,
politik pratik tarafından doğrulanm ış bile olsa, bu noktaya ka­
dar ancak betimleyicidir, dolayısıyla zorunsuzdur - ve bu n eden­
le, her betimleme gibi, gelişen ilk ya da son felsefi teorilerin m er­
ham etine kalmıştır.
Burada, Hegelci m odelin hayaletiyle bir kez daha karşılaşaca­
ğız - soyut çelişki m odeli değil, bu m odele yansıyan tarih kavra­
y ı ş ı n ı n sotnut modeli. Gerçekten de, Marksist çelişki kavrayışı­
nın özgül yapısının M arksist tarih kavrayışı içinde tem ellendiği­
ni gösterm ek için, bu kavrayışın, Hegelci kavrayışın basitçe “ter­
sine çevrilmesi” olm adığından em in olm ak gerekir. Oysa, ilk
yaklaşık değerlendirm ede, Marx’m Hegelci tarih kavrayışını “ter­
sine çevirdiği”nin ileri sürülebileceği doğrudur. Bunu hızla gös­
terelim. Hegelci kavrayışın tüm ünü yöneten şey, her toplum un
iç ilkelerinin diyalektiğidir, yani İdea’nm uğraklarının diyalekti­
ğidir; Marx’m defalarca dediği gibi, Hegel m addi yaşamı, halkla-
Louis Althusser
132
rm som ut tarihini, bilincin diyalektiğiyle (bir halkın kendi bilin­
ciyle, ideolojisiyle) açıklar. Marx’a göre ise, tersine, insanların ta­
rihini açıklayan şey onların m addi yaşamıdır: Bu durum da bi­
linçleri, ideolojileri, m addi yaşam larının görüngüsünden başka
bir şey değildir. “Tersine dönm e”nin tüm görünüm leri bu çeliş­
ki içinde iyi bir şekilde bir araya getirilmiştir. O halde, olayları
aşırı uçlarına kadar, neredeyse karikatüre kadar vardıralım. He-
gel’de ne görmekteyiz? O n sekizinci yüzyılın politik teorisinin ve
siyasal iktisadının tüm kazanım larm ı yeniden ele alan ve her
to plum un (kuşkusuz m odern toplum un: Ama m odern zamanlar
geçmişte ancak bir tohum olan şeyden çıkar) iki toplum ’dan oluş­
tuğunu kabul eden bir toplum kavrayışı: İhtiyaçlar toplum u ya
da sivil toplum ve politik toplum ya da devlet ve devlette cisim­
lenen her şey: Din, felsefe, kısacası, bir toplum un kendi bilinci.
Başka deyişle, şem atik olarak, bir yandan m addi yaşam ve diğer
yandan manevi yaşam. Hegel’e göre m addi yaşam (sivil toplum ,
yani ekonom i) A k lın K u rn a z lığ ın d a n başka bir şey değildir,
özerklik görünüm leri altında, kendisine yabancı bir yasa tarafın­
dan harekete geçirilir: Kendi Son’u; ki bu aynı zam anda onun
olasılık koşuludur: Devlet, yani tinsel yaşam. Burada da, Hegel
öyle bir şekilde tersine çevrilebilir ki, sanki M arx’m yaratıldığı
sanılabilir. Bu tarz, tam olarak, Hegelci terimlerin ilişkisini tersine
çevirmekten, yani bu terimleri korum aktan ibarettir: Sivil toplum
ve devlet, ekonom i ve politik ideoloji; am a öz görüngüye, gö­
rüngü öze d ö n d ürülür ya da Aklın Kurnazlığı ters yönde işletilir.
Hegel’de ekonom inin özü politik ideolojiyken, Marx’da politik
ideolojinin tüm özünü oluşturan şey ekonom i olur. Bu d u ru m ­
da, politik ve ideolojik olan, bunların “hakikat”i olan ekono­
m iğin katışıksız görüngüsü olurlar. (Bir dönem in kendine iliş­
kin) bilincin(in) “katışıksız” ilkesi yerine, Hegel’de tarihsel bir
Marx İçin 133

halkın tüm belirlenim lerinin anlaşılırlık ilkesi olan basit iç ilke­


nin yerine, böylece, o n un tersi olan bir başka basit ilke geçirilmiş
olur: M addi yaşam, ekonom i - tarihsel bir halkın tüm belirle­
nim lerinin biricik evrensel kavranılırlık ilkesi haline gelen basit
ilke.25 K arikatür mü? Marx’m el değirm eni, su değirm eni ve b u ­
har m akinası üzerine ünlü cümleleri harfiyen ya da ayrı ayrı ele
alındığında bu anlam a gelirler. Bu girişimin ufkunda Hegelci di­
yalektiğin tam benzeri’ni görürüz -aşağı yukarı şu farkla ki, artık
İdea’nm ardışık uğraklarını değil, aynı iç çelişki ilkesi uyannca
Ekonom i’n in ardışık uğraklarını ortaya çıkarm ak söz ko n u su ­
dur. Bu teşebbüs, tarihin diyalektiğinin ardışık üretim tarzla-
r ı ’nı, yani, sonuçta, farklı üretim tekniklerini doğuran diyalekti­
ğe indirgenm esiyle sonuçlanır. Bu girişimler, M arksizmin tarihi
içinde, özel adlar taşır: Ekonomizm, hatta teknolojicilik.
Ama, M arx’in ve yandaşlarının b u “sapm alar”a karşı y ü rü ttü ­
ğü teorik ve pratik m ücadelelerin anısını vakit geçirm eden can­
landırm ak için b u iki terim i anm ak yeterlidir. Buhar m akinası
üzerine o çok ü n lü m etne karşılık, tartışm aya yer vermeyecek
kadar ekonom izm e karşı çıkan sayısız m etin vardır! O halde,
ekonom izm in karşısına resmi m ahkûm iyetler tablosunu çıkar­
m ak için değil, bu m ahkûm iyetlerde ve Marx’m fiili düşüncesin­
de hangi özgün ilkeler’in işlemekte olduğunu incelem ek için bu
karikatürü bir yana bırakalım .
O halde, “tersine çevrilme” kurgusunu, görünürdeki kesinliği
içinde korum ak kesinlikle im kânsızdır. Ç ünkü, aslında, M arx,
Hegelci toplum modelinin terimlerini “tersine çevirirken” koruma-
m ıştır. O nların yerine, onlarla ancak uzaktan ilişki içinde olan
başkalarım koym uştur. Dahası, bu terim ler arasında, kendinden
önce h ü k ü m süren ilişkiyi altüst etmiştir. Marx’ta, hem terimler
25) E lbette, h er “tersin e d ö n m e"d e o ld u ğ u gibi, H egelci kavrayışın terim lerini k o ru d u k :
Sivil toplum ve. devlet.
Louis Althusser
134
hem de ilişkileri doga ve anlam değiştirmiştir.
Öncelikle, terimler aynı değildir.
K uşkusuz Marx hâlâ “sivil toplum ”dan söz etm ektedir (özel­
likle A lm an İdeolojisinde: Bu terim, yanlış olarak “burjuva toplu­
m u ” olarak tercüm e edilm ektedir), ama geçmişe atıfta bulunm ak
için, keşiflerinin y eri’ni belirtm ek üzere söz etm ektedir, yoksa
kavram ’ı almış değildir .‘Bu kavram ın oluşum unu yakından ince­
lem ek gerekir. Burada, politik felsefenin soyut biçim leri altında
ve on sekizinci yüzyıl siyasal iktisadının daha som ut biçim leri
altında, ekonom ik tarihin gerçek bir teorisinin değil, hatta ger­
çek bir ekonom i teorisinin de değil, ekonom ik tavırların betim le-
nişi ve kuruluşu’nun, kısacası bir tü r jelseji-ekonom ik görüngübi-
lim ’in ortaya çıktığı görülür. Oysa, b u girişimde, filozoflarda
(Locke, Helvetius, vs...) olduğu kadar ekonom istlerde de
(Smith, Turgot, vs....) çok kayda değer olan şey, bu sivil toplum
betim lem esinin, Hegel’in, anlayışını gayet iyi özetleyerek, “ihti­
ya çla r dünyası”, yani tikel iradeleriyle, kişisel çıkarlanyla, kısa­
cası “ihtiyaçlar”ıyla tanım lanan bireyler ilişkisi’ne -tıp k ı iç özüne
indirgenir g ib i- indirgenen bir dünya diye adlandırdığı şeyin be­
timlenm esi (ve kuruluşu) söz konusuym uş gibi gerçekleşmesi­
dir. M arx’m tüm siyasal iktisat kavrayışını b u önvarsayımm (ho-
mo oeconomicus - ve hukuksal ya da ahlaki soyutlaması, filozof­
ların “insan”ı) eleştirisi üzerinde tem ellendirdiği bilindiğinde,
b u n u n doğrudan ürünü olan bir kavramı kendine katm am ası tah­
m in edilebilir bir d u rum dur. M arx’ta önem li olan şey, gerçekten
de ne ekonom ik tavırların b u (soyut) betimlenişi'dir, ne de homo
oeconomicus miti içindeki sözüm ona kuruluşu’dur; bu dünyanın
“anatom isi ” ve bu “anatom i”nin değişimlerinin diyalektiği’dir. Bu
nedenle “sivil toplum ” kavramı (bireysel ekonom ik davranışların
ve b unların ideolojik kökenlerinin dünyası) Marx’ta ortadan kal­
__________________________ Marx İçin__________________________
135
kar. Bu nedenle, (örneğin Sm ith’in pazar yasalarında kendi k u ­
rucu çabasının sonucu olarak bulduğu ) soyut ekonom ik gerçeklik,
Marx tarafından daha som ut ve daha derin bir gerçekliğin etkisi
olarak kavranm ıştır: Belirli bir toplum sal oluşum un üretim tar­
z ı. Burada, (bu ekonomik-felsefı görüngübilim ’e bahane oluştu­
ran) bireysel ekonom ik davranışlar ilk kez kendi varlık koşulla-
r ı ’n a göre ölçülm üştür. Üretici güçler'in gelişme düzeyi, üretim
ilişkileri’n in durum u: İşte, M arx’m tem el kavram ları b u n d an
böyle bunlardır. “Sivil to plum ”u n Marx’a yeni kavram ların yeri­
ni belirtm iş olsa da (“burayı kazm ak gerekir...”), m alzem esini bi­
le sağlamadığını kabul etm ek gerekir. Fakat tüm b u n la n He-
gel’de nerede bulmaktayız?
Devlete gelince, M arx’ta devletin Hegel’dekiyle aynı içerikte
olm adığını kanıtlam ak çok kolaydır. Elbette yalnızca devlet
“İdea’n m gerçekliği” olamayacağı için değil, aynı zam anda ve
özellikle sistem atik biçim de devlet söm ürenlerin egem en sınıfı­
nın hizm etinde bir zorla yıcı aygıt olarak düşünüldüğü için de
farklıdır. Burada da, devletin özniteliklerinin “betim lenişi” ve
yüceltilmesi altında Marx, kendisinden önce daha on sekizinci
yüzyılda sezilmiş (Longuet, Rousseau, vs.), hatta Flegel tarafın­
dan H ukuk Felsefesinde yeniden ele alınmış (Hegel bu kavramı
Akim Kurnazlığı’nm bir “görüngü”sü yapmıştır, b u n u n zaferi de
devlettir: Yoksulluk ile zenginlik karşıtlığı) ve 1830 tarihçileri
tarafından bol bol kullanılm ış yeni bir kavram keşfetmektedir:
Ü retim ilişkileri ile doğrudan ilişki içinde toplum sal sın ıf ka vra­
m ı. Yeni bir kavram ın devreye girişi, ekonom ik yapının temel
bir kavramıyla ilişkiye konuşu; b u n d an böyle insan gruplarının
üzerinde olmayan, egemen sınıfın hizm etinde olan; görevi sa­
natta, din ve felsefede gerçekleşmek değil, bunları egemen sını­
fın hizm etine koym ak - o la n - dahası, onları baskın kıldığı fikir-
Louis Althusser
136

lerden ve tem alardan yola çıkarak oluşmaya m ecbur eden; dola­


yısıyla, sivil toplum un “hakikati” olmaya son vererek, başka her­
hangi bir şeyin, hatta ekonom inin bile “hakikati” değil, toplum ­
sal bir sınıfın eylem ve tahakküm aygıtı olan devletin özü’nde te­
peden tırnağa değişiklik yapacak olan şeyler işte bunlardır.
Yine de, değişen yalnızca terim ler değildir: Terim lerin ilişki­
leri de değişir.
Burada, yeni terim lerin çoğalm asının dayatacağı rollerin, tek­
nik anlam da yeniden dağılım ının söz konusu olduğuna inanm a­
m ak gerekir. Gerçekten de, b u yeni terim ler nasıl gruplaşır? Bir
yanda y a p ı (ekonom ik temel: Üretici güçler ve üretim ilişkileri);
diğer yanda ü styapı (devlet ve tüm hukuksal, politik ve ideolo­
jik biçim ler). Bununla birlikte, bu iki kategori grubu arasında
(Hegel’in sivil toplum ile devlet arasındaki ilişkilere dayattığı)
Hegelci ilişkinin korunm asına çalışılabileceğini gördük: “...nin ha­
kikati” kavram ı içinde yüceltilmiş özden görüngüye uzanan ilişki.
Ö rneğin Hegel’de devlet sivil toplum un “hakikati”dir, sivil top­
lum da, Akim Kurnazlığı oyunu sayesinde, onun içinde gerçek­
leşmiş devletin görüngüsünden başka bir şey değildir. Oysa, bir
H obbes ya da bir Locke statüsüne indirilen Marx’ta, sivil toplum
da devletin “hakikati”nden, görüngüsünden, Ekonom ik Akim
bir sınıfın -egem en sınıf- hizm etine yerleştirebileceği bir Kur­
nazlıksan başka bir şey olmayabilir. Bu çok açık şemaya yazık
olacak, ama durum böyle değildir. Marx’ta, ekonom ik olan ile
politik olanın zımni özdeşliği (görüngü-öz-...nin hakikati) yok
olarak, yerini tüm toplum sal oluşum ların özünü oluşturan kar­
m aşık yapı-üstyapı içinde belirleyici kerte’lerin ilişkisinin yeni
ka v ra n ışın a bırakır. Yapı ile üstyapı arasındaki bu özgül ilişki-
ler’in teorik bir hazırlık çalışmasını ve teorik araştırm aları hâlâ
hak ediyor olduğundan hiç kuşkum uz yoktur. Yine de Marx
Marx İçin
137

“zincirin iki u cu ”nu bize gayet iyi verir ve araştırm anın b u ikisi
arasında sürdürülm esi gerektiğini söyler...: Bir yandan (ekono­
m ik) üretim tarzının son kertede belirleyiciliği ; diğer yandan, üst­
yapıların görece özerkliği ve özgül etkinlikleri. Burada, kendine
ilişkin bilinçten (ideoloji) yola çıkarak açıklamaya d ö n ü k Hegel-
ci ilkesinden, aynı zam anda da Hegelci görüngü-öz---.nin hakika­
ti tem asından açıkça kopar. Gerçekten de, yeni terimler arasında­
ki yeni bir ilişki'yle karşı karşıyayız.
1890’da, yeni bir ilişki’nin söz konusu olduğunu anlam am ış
olan genç “ekonom istler”e karşı her şeyi iyice belirten yaşlı En-
gels’i dinleyelim .26 Üretim belirleyici etkendir, ama yalnızca “son
kertede”. “N e M a rx ne de ben daha fa zla sın ı ileri sürdük.” E kono­
m ik etkenin belirleyici olduğunu söyletm ek için “bu cümleyi çar­
p ıta n ” kişi, “onu boş, soyut, saçma bir cümleye dönüştürür.” Ve
açıklıyor: “Ekonom ik durum temeldir, am a üstyapının çeşitli öğele­
ri -sın ıfla r mücadelesinin politik biçimleri ve so n u çla n -, m uzaffer
sın ıf m uharebeyi kazandığında oluşan kurum lar, vs., hukuksal bi­
çimler, hatta tüm bu gerçek mücadelelere katılanlann beynindeki
yansılan, politik, hukuksal, felsefi teoriler, dini kavrayışlar ve dog­
m atik sistemler halinde bunlann sonraki gelişimleri de tarihsel m ü ­
cadelelerde etkide bulunurlar ve birçok durum da baskın biçimde
mücadelenin biçimini belirlerler... ” Bu “biçim” sözcüğünü en güçlü
anlamıyla ele alm ak ve biçim selden çok başka şeyi anlam ak ge­
rekir. Yine Engels’i dinleyelim: “Prusya devletini oluşturmuş olan
ve geliştirmeye devam eden, tarihsel ve son kertede ekonomik neden­
lerdir. A m a, Kuzey A lm a n ya ’daki çok sayıda devlet arasında, eko­
nomideki, dildeki ve de Reform döneminden beri Kuzey ile Güney
arasında dindeki farklılığı temsil eden büyük kuvvet olmaya, baş-
kaları değil, ekonomik zorunlulukla m ecbur olanın özellikle Bran-
2 6) E ngels’in B loch’a 21 Eylül 1 8 9 0 tarih li m e k tu b u (Ed. Sociales), M arx ve Engels, E tu ­
des P h ilosophiqu e, s. 128.
Louis Althusser
5-----------------------------------------------------------------------------------------
debourg olduğunu, ukalalık taslamadan ileri sürm ek güçtür (her şey­
den önce, şu koşulla ki, Prusya’y a sahip olma sayesinde, Brandebo­
urg Polonya olaylarına sürüklenm işti ve bunlar dolayısıyla A vus­
turya hanedanlık iktidarının oluşum unda da önem taşıyan ulusla­
rarası ilişkilere karışm ıştı).. ”17
îşte zincirin iki ucu: Ekonom i tarihin akışını belirler, ama son
kertede, uzu n vadede der Engels bilinçli olarak. Ama tarih, ü st­
yapının, yerel geleneklerin28 ve uluslararası koşulların çeşitli bi­
çim lerinin dünyası arasında “kendi yolunu açar.” Engels’in, son
kertede belirlem e, ekonom ik olan ile üstyapıların, ulusal gele­
neklerin ve uluslararası olayların dayattığı kendine özgü belirle­
m eler arasında ilişki sorununa getirdiği teorik çözüm u n incelen­
m esini bir yana bırakıyorum . Burada, ekonominin son kertede be­
lirleyiciliği üzerinde (ulusal ve uluslararası özel koşullardan ve
üstyapılardan kaynaklanan) etkin olan belirlenimlerin birikimi di­
ye adlandırılm ası gereken şeyi unutm am ak yeterlidir. Benim
önerdiğim üstbelirlenmiş çelişki deyimi, bence, burada aydınlığa
kavuşm aktadır; burada, çünkü artık üstbelirlenim kendi başına
bir olgu değildir; çünkü onu, esas olarak, -yöntem im iz hâlâ b e­
lirtici olsa d a - kendi temeline gönderdik. Ulusal ve uluslararası
k o n jo n k tü r ve üstyapı biçim lerinin büyük ölçüde özgül ve
özerk, dolayısıyla katışıksız bir görüngü’ye indirgenem eyen ger­
çek varlığı kabul edildiği andan itibaren b u üstbelirlenim kaçınıl­
m az ve düşünülebilir olur. O halde, sonuna kadar gitm ek ve bu
üstbelirlenim in, tarihin görünüşte tuhaf, kuraldışı ve sapkın d u ­
rum larına (örneğin Almanya) bağlı olmadığını,' evrensel olduğu­
nu, ekonom ik diyalektiğin asla k a tış ık s ız halde rol oynamadıgı-
27) Engels ilave eder: “M a rx ’in h em en h em en h e r y a z d ığ ın d a b u te o r i işin için d ed ir, a m a
1 8 B r u m a ire bun u n u ygu lan m asın ın son d e r e c e ku su rsu z b ir örn eğ idir. K a p it a l’d e sık sık b u ­
n a g ö n d e r m e y a p ılır ." Ayrıca A ntidühring ve Feuerbach’ı da belirtir (a.g.e., s. 130).
28) Engels, “Politik koşullar, vs... insanların zihnine musallat olan gelenek bile bir rol oy­
nar...” (a.g.e., s. 129).
__________________________ Marx İçin__________________________
139
m , tarihte üstyapı, vs. denen bu m ercilerin işlerini bitirdikten
sonra saygıyla bir kenara çekildiklerinin ya da Zam an’ı geldiğin­
de Majesteleri E konom i’nin diyalektiğin kraliyet yolu üzerinde
ilerlemesine izin verm ek için, sanki onun katışıksız görüngüsüy­
m üş gibi yok olduklarının asla görülm ediğini söylem ek gerekir.
Ne ilk anda ne de son anda, “son kerte”nin tek başına saati asla
çalmaz.
Kısacası, üstbelirlenm iş olm ayan “d üpedüz” çelişki fikri, En­
g elsin ekonom ist “ifade tarzı” hakkında söylediği gibi “boş, soyut
ve saçma bir cümle”dir. Pedagojik m odel olarak hizm et edebilir
olması ya da tarihin belirli bir anında polem ik ve pedagojik araç
olarak hizm et etmiş olması, onun yazgısını sonsuza dek değiş­
m ez biçim de belirlem iş değildir. Sonuçta, pedagojik sistem ler
tarihte çok değişir. Pedagojiyi koşulların, yani tarihsel ihtiyaçla­
rın düzeyine yükseltm ek için çabalam anın tam zam anıdır. Ama
bu pedagojik çabanın, tam am en teorik bir başka çabayı varsay­
d ı ğ ı m görm em ek m ü m k ü n değildir. Ç ünkü Marx bize genel il­
keler ve som ut örnekler vermiş olsa da (18 Brumaire: Fransa’da
İç Savaş, vs.); sosyalist ve kom ünist hareketin tarihinin tüm p o ­
litik pratiği som ut “deneyim protokolleri” için tükenm ez bir ye­
dek hazne oluştursa da; üstyapıların ve diğer “koşullar”m özgül
etkinliği teorisinin büyük ölçüde hazırlanm ayı beklediğini söylem ek
gerekir; ve onların etkinliğinin teorisinden önce ya da aynı za­
m anda (çünkü özlerine ancak etkililiklerinin tesbitiyle erişilebi­
lir) üstyapının özgül öğelerinin özü teorisini de hazırlam ak gere­
kir. Bu teori, büyük keşiflerden önceki Afrika haritası gibi, ana
hatlarıyla, b ü yük dağ sıraları ve büyük ırmaklarıyla bilinen, ama
çoğu zam an, iyi çizilmiş birkaç bölge dışında, ayrıntılarında
m eçhul bir alan olarak kalır. Marx ve Lenin’den bu yana keşfe
gerçekten kim kalkıştı ya da devam etti? Ben bir tek Gram sci’yi
Louis Althusser
140-------------------------------------------------------------------------------------

biliyorum .29 Yine de, özellikle üstyapıların varlığı ve doğası üze­


rinde temellenen, Marksist çelişkinin üstbelirleniminin karakteri
üzerine b u tahm inden daha kesin önerm eler dile getirebilm ek
için bu görev kaçınılmazdır.
Son bir açıklamada bulunm am a izin verilsin. M arksist politik
pratik, “k a lın tıla r ” olarak adlandırılan b u gerçekliğe sürekli ola­
rak çarpar. Hiç kuşku yok: Bu kalıntılar elbette vardır, yoksa ha­
yatta kalm ak için bu kadar güçlü m ücadele etm ezlerdi... Lenin
Rus partisi içinde devrim den önce bile bunlarla m ücadele edi­
yordu. Devrimden sonra ve o zam andan beri, hatta bugün bile,
sayısız güçlüğe, m ücadele ve yorum a bunların m alzem e sağladı­
ğım hatırlam ak gereksiz olur. Oysa, bir “k a lın tı” nedir? Teorik
statüsü nedir? Özü “psikolojik” midir? Toplum sal m ıdır? Devri­
m in ilk kararlarıyla ortadan kaldıram adığı bazı ekonom ik y a p ı­
ladın - örneğin, Lenin’i pek kaygılandıran küçük üretim (önce­
likle Rusya’daki k ö y lülük)- ayakta kalm asına indirgenebilir mi?
Yoksa, politik, ideolojik, vs... başka y a p ıla rı, ahlakı, a lışka n lık ­
ları, hatta özgül çizgileriyle birlikte “ulusal gelenek” gibi “gelenek­
ler ”i mi tartışm a konusu etm ektedir? “K a l ı n t ı l a r İşte sürekli
olarak anıştınlan ve hâlâ - a d ı demeyeceğim ama (bir adı var­
d ır!)- ka v ra m ı araştırılan bir terim! Oysa, hak ettiği (ve hakkıy­
la kazandığı!) kavram ı ona verm ek için, m uğlak bir Hegelci “aş­
m a ” ve “kendi ya d sım a sı içinde ya d sın m ış olanın k o ru n m a sıy la
(yani yadsım anın yadsınm ası) yetinilemez... Ç ünkü eğer bir an

2 9) E debiyat ve felsefe tarihiyle sınırlı o lan L u k a c s'm te şe b b ü sle rin in u ta n ç verici bir He-
gelcilikle z eh irlen d iğ i k an ısın d ay ım : Sanki Lukacs, Siınm el ve D ilth ey ’in öğrencisi olm a­
n ın s u ç u n u H egel’e b ağ ışlatm ak ister gibidir. G r a m s a başk a ç ap ta b irid ir. H a p ish a n e D ef-
te rleri’n d e k i açılım lar ve n o tla r İtalya ve A vrupa ta rih in in e k o n o m ik , to p lu m sal, politik,
k ü ltü re l, tü m tem el so ru n la rın a tem as eder. B ugün tem el ö n e m taşıy an üsty ap ılar so ru ­
n u ü zerin e so n derece orijinal ve k im i zam an dahice b ak ış açıları b u lu n u r b u n la rd a . H a­
kiki keşifler söz k o n u s u o ld u ğ u n d a o lm a s ı g e r e k t iğ i g ib i b u r a d a y e n i k a v r a m la r da b u lu ­
n u r, örn eğ in h egem onya kavram ı; e k o n o m ik ve p o litik o lan ın y o ru m lan m a so runlarına
te o rik bir ç ö z ü m ü n ana h a tla rın a d air k ay d a d eğ er b ir ö rn ek . N e y azık k i, G raııısci’n in
te o rik çabasını, e n a zın d an F ran sa'd a k im ele aldı ve sü rd ü rd ü ?
Marx İçin
141
için Hegel’e geri dönersek, “a ş ılm ış ” (aufgehoben) olan geçmişin
kalıntılarının yalnızca a n ı kipliğine indirgendiğini saptarız, ki
bu zaten öngörü’n ü n tersidir, yani aynı şeydir. Gerçekten de ay­
nı şekilde, insanlık tarihinin şafağından itibaren, göğün, denizin
ve çölün devasa figürlerinin, sonra da taştan hayvan öykülerinin
neşeli tutsağı olm uş Doğu R uhu’n u n ilk em eklem e teşebbüsle­
rinde M utlak T in’in gelecekteki tam am lanışlarının önsezisi k en ­
dini şim diden gösteriyordu - aynı şekilde, Zam an’m her anında,
geçmiş, geçmişte olduğu şeyin anısı biçim inde, yani şim diki za­
m anının m ırıldanan vaadi biçim inde yaşamaya devam eder. Bu
nedenle, geçmiş, bir engel karşısında asla geçirimsiz değildir. Her
zam an için sindirim i kolaydır’, çünkü önceden sindirilmiştir. Ro­
ma, Yunan’m damgasını taşıyan bir dünyada elbette hüküm sü­
rebilir: “Aşılmış” Yunan, yeniden üretilen tapm akları, asimile
edilmiş dini, yeniden düşünülen felsefesi anlam ına gelen nesnel
anılarında yaşamını sürdürdü. Romalı geleceğini kurtarm ak için
ölmeye can attığında ise, farkında olm adan zaten Romalı’ydı, as­
la Roma’da Rom a’yı köstekleyemez. Bu nedenle şim diki zam an
kendi geçm işinin gölgelerinden beslenebilir, hatta Jakobenler’e
Devrim’in ve Terör u n yolunu açacak olan Roma Erdem i’nin b ü ­
yük yontulan gibi onları kendi önüne de yansıtabilir. Ç ünkü
kendi geçmişi kendinden başka bir şey asla değildir ve tüm İn­
san O luşu’n u n yazgısı olan b u içsellik yasasından başka bir şeyi
asla hatırlatm az.
Ama, sanıyorum , Marx’da “aşm a’nm , b u sözcüğün hâlâ bir
anlamı varsa (açıkçası hiçbir kesin anlamı yoktur), tarihsel kon­
forun bu diyalektiğiyle hiç alâkası olm adığının; geçmişin b u ra­
da, “nesnel” bile olsa bir gölgeden çok başka bir şey olduğunun
-am a, tıpkı M arx’m sözünü ettiği işçi için soğuğun, açlığın ve
gecenin olduğu gibi, korkunç biçim de olum lu ve aktif yapılan­
Louis Althusser
142
mış bir gerçeklik o ld u ğ u n u n - anlaşılması için b u yeterlidir. Ama
o zam an bu ka lın tıla rı nasıl d ü şü n m e k gerekir? Üstyapılar, ide­
olojiler, “ulusal gelenekler”, hatta bir halkın ahlak ve “tin”i, vs.
söz konusu olsa da, bir m iktar gerçeklik'ten yola çıkarak d ü şü n ü ­
lür bunlar; ki bunlar M arx’ta tam olarak gerçeklik’tir. Bir toplumu
oluşturan tüm çelişki ve tüm öğelerin üstbelirlenimi’n d t n yola çıka­
rak düşünülür. Bu üstbelirlenim şunu yapar: 1) y a p t’daki bir
devrim m evcut üstyapıları ve özellikle ideolojileri bir çırpıda ipso
jacto değiştirm ez (yine de ekonom inin belirleyiciliği biricik belir­
leyici olsaydı b u n u yapardı), çünkü bunların b u halleriyle kendi
ya şa m la rın ın dışında v a rlık la rım sü rd ü rm ek için, hatta ikâm e­
n in varlık koşullarını bile bir süre için yeniden yaratacak, “salgı­
layacak” yeterli kararlılıkları vardır; 2) devrim den doğan yeni
toplum , hem yeni üstyapısının biçimleriyle hem de özgül (ulu­
sal, uluslararası) “koşullar’la eski öğelerin hayatta kalm asını, y a ­
ni yeniden faaliyete geçmesini kışkırtabilir. Bu yeniden faaliyete
geçme, üstbelirlenim den yoksun bir diyalektik içinde asla tam
anlamıyla tasavvur edilemez. Örneğin, bana öyle geliyor ki, -e n
can alıcı konuyu seçm em ek iç in - bunca cöm ert ve gururlu Rus
halkının nasıl olup da Stalin baskısının cinayetlerini bu kadar
geniş bir ölçekte kaldırabildigi sorusu sorulduğunda; hatta, Bol­
şevik Parti’nin bunlara nasıl hoşgörü gösterebildiği sorusu sorul­
duğunda; (Kom ünist bir yönetici bunları nasıl emredebilir? şek­
lindeki son soruyu anm ayalım bile); her türlü “aşm a” m antığın­
dan vazgeçmek gerekir, ya da ilk sözü söylem ekten vazgeçmeli.
Ama, teorik olarak yapacak çok şeyin hâlâ olduğu burada da çok
açıktır. Öncelikli tarih çalışm alarından söz etm iyorum yalnızca.
Ama bu öncelik dolayısıyla, Marksist tarih çalışm alarından biri­
ne verilm iştir öncelik: Kesinlik; M arksist kavram ların, içerimleri-
nin ve gelişimlerinin kesin kavranışı; öz olarak onlara ait olan, ya -
Marx için
143
ni onları kendi hayaletlerinden sonsuza dek ayıran şeyin kesin ola­
rak ara ştırılm a sı ve kavranışı.
İlk hayaletlerden birinin Hegel’in gölgesi olduğunu görm ek,
bugün her zam ankinden daha önem lidir. Bu hayaletin geceye
geri dönm esi için M arx üzerine biraz daha fa z la ışık tutm ak ge­
rekm ektedir, ya da aynı anlam a gelmek üzere, Hegel’in kendisine
b iraz daha fa z la M arksist ışık tutm alı. “Tersine dönm e”den, b u ­
n u n m uğlaklıklarından ve karışıklıklarından ancak b u bedelle
kurturuluz.

H aziran-T em m uz 1962.
EK1

Önceki m etinde kasıtlı olarak bir kenarda bıraktığım Bloch’a


m ek tu b u n bir bölüm ü üzerinde biraz daha durm ak istiyorum.
Ç ünkü, ekonom inin “son kertede” belirleyiciliğinin temeli soru­
n u n a Engels’in teorik çözüm ünü içeren bu bölüm aslında En-
gels’in “ekonom ist” dogm atizm e karşı çıkardığı M arksist tezler­
den b a ğ ım s ız ’dır.
Söz konusu olan kuşkusuz bir m ektuptur. Ama, şem atizm in
ve ekonom izm in çürütülm esinde önemli bir teorik belge oluştur­
duğundan, ve bu sıfatla tarihsel bir rol oynadığından ve hâlâ da
oynayabileceğinden, temel uslam lam asının bizim eleştirel talep­
lerimize cevap vermediğini artık gizlememek daha doğru olur.
Engels’in çözüm ü, analize iki farklı düzeyde aynı m odel’i da­
hil etm ektedir.

A) BİRİNCİ DÜZEY: Engels, üstyapıların, ekonom inin katı­


şıksız görüngüleri olm ak bir yana, kendilerine özgü bir etkileri
olduğunu göstermiştir: “Birçok durum da bu etkenler (tarihsel m ü ­
cadelelerin) biçim lini ) baskın olarak belirler.” Bu durum da soru­
lan soru şudur: Bu koşullarda, üstyapıların gerçek ama görece
etkisinin ve ekonom inin “son kertede” belirleyiciliği ilkesinin bir­
liği nasıl düşünülebilir? Engels’in cevabı: “Tüm bu etkenlerin (üst­
1) “Ç elişki ve Ü stbelirlenim " m ak alesin e b u ek ilk kez b u ra d a y a y ım lanm aktadır. En-
gels'iıı B loch’a m e k tu b u 2 1 -9 -1 8 9 0 tarih lid ir.
Marx İçin
145
yapılar) etkisi ve tepkisi vardır; bunların içinde ekonom ik hareket,
sonsuz sayıda rastlantı (yani, aralarındaki içsel bağlantı pek uza k
ve kanıtlanm ası pek güç olduğundan yo km u ş gibi kabul edebileceği­
m iz ve gözardı edebileceğimiz şeyler ve olaylar) arasındaki bir zo ­
runluluk olarak kendi yolunu açar.” işte açıklayıcı m odel şudur:
“Ü styapının çeşitli öğeleri” birbirleri üzerinde etkide ve tepkide
bulunurlar, sonsuz etki üretirler. Bu etkiler sonsuz tesadüfe in ­
dirgenebilir (sayıları sonsuzdur ve iç bağları öyle uzak ve b u n e­
denle tanınm ası öyle güçtür ki, ihmal edilebilir), bunlar arasında
“ekonomik hareket” kendi yolunu açar. Bu etkiler ra stlantılar’dır,
ekonom ik hareket zorunluluk.’tur, onların zorunluluğudur. Rast-
lantı-zorunluluk model’ini ve önvarsayımlarını şim dilik bir kena­
ra bırakıyorum . Bu m etinde eşsiz olan şey, üstyapının farklı öğe­
lerine atfedilen rol’dür. Sanki bunlar arasında etki-tepki sistemi
bir kez işlemeye başladığında, sonsuz etki (şeyler ve olaylar, der
Engels) çeşitliliğini ya ra tm a k’la görevliymişler gibi gelir; bu öğe­
ler arasında, rastlantılar arasında olduğu gibi, ekonom i kendi
h üküm ran yolunu açacaktır. Başka deyişle, üstyapı öğelerinin
bir etkinliği vardır, ama bu etkinlik bir anlam da sonsuzluk içinde
dağılır, etkilerin, rastlantıların sonsuzluğu içinde dağılır, öyle ki,
sonsuz-küçügün ucuna varıldığında içsel bağlantılar kavranıla-
m az (kanıtlanm ası çok güç) olduğunda, artık bu etki varolmayan
bir şey olarak kabul edilebilir. Demek ki, üstyapıların makrosko-
pik varoluşları içinde kabul edilen etkiyi, sonsuz-küçük dağılı­
m ın m ikroskopik varolmayış içine dağıtarak yok etm e etkisi var­
dır. Kuşkusuz, bu varolmayış epistemolojik’tir (m ikroskopik iliş­
ki varolm ayan “olarak görülebilir” - varolmadığı söylenemez ama
bilgi karşısında varolm ayandır). Ama, sonuçta, m akroskopik zo­
runluluk bu sonsuz-küçük m ikroskopik çeşitlilik içinde “kendi
yolunu açar”, yani sonunda baskın çıkar.
Louis Althusser
146
Burada iki şeyi belirtm ek gerek.

Birinci saptama. Bu şem ada, hakiki çözümle işimiz yoktur, çö­


zü m ü n bir bölümü’n ü n hazırlanm ası söz konusudur. Kendi ara­
larında etkileşen-tepkileşen üstyapıların etkilerini sonsuz-küçük
“olaylara ve şeylere”, yani “rastlantılar”a dönüştürdüklerini öğre­
niyoruz. Ç özüm ün bu rastlantılar düzeyi'nde oluşm ası gerektiği­
n i görüyoruz, çünkü b u rastlantıların hedefi, son kertede belirle­
yen (ekonom ik) zorunluluğa karşı-kavram çıkarm aktır. Ama bu
ancak kısm i-çözüm dür, çünkü bu rastlantılar ile bu zorunluluk
arasındaki ilişki ne tem ellendirilm iştir, ne de kesin olarak belir­
tilmiştir; çünkü (bu özellikle bu ilişkiyi ve sorununu inkâr et­
m ektir), Engels zorunluluğu bile b u rastlantılar'm tam am en d ı-
şın d a olarak (sonsuz rastlantı arasında sonunda kendi yolunu
açan bir hareket olarak) gösterir. Ama o zaman, bu zorunluluğun
tam da bu rastlantıların zorunluluğu olup olmadığını, ve eğer böy-
leyse, niçin böyle olduğunu bilemeyiz. Bu soru burada askıda kalır.

ikinci saptama: Engels’in b u m etinde üstyapı biçim leri’ni, iç


bağlantısı kavranılam ayan (dolayısıyla ihm al edilebilir) sonsuz
sayıda m ikroskopik olayın kökeni olarak verdiğini görm ek şaşır­
tır. Ç ünkü, bir yandan altyapı biçim leri için de aynı şey söylene­
bilir (ve m ikroskopik ekonom ik olayların ayrıntısının kavranıla-
mayacagı ve ihmal edilebilir olduğunun söylenebileceği de doğ­
rudur!). Ama özellikle b u biçimler, m evcut halleriyle, tam d& ger­
çeklik ilkesi olarak biçim dir, aynı zam anda da, etkilerinin kavra-
nılabilirlik ilkeleri olarak biçim dirler. Bunlar, kusursuz olarak bi­
linebilir, ve b u sıfatla da kendilerinden kaynaklanan olayların
şeffaf nedenidirler. Nasıl olur da Engels bu biçim ler üzerinden,
özleri ve rolleri üzerinden bu kadar çabuk geçebilir ve onlara da­
Marx İçin

ir yalnızca ihm al edilebilir ve kavranılam az etkilerinin m ikros­


kopik tozunu ele alabilir? Daha kesin bir ifadeyle, rastlantıların
toza indirgenmesi, b u biçim lerin gerçek ve epistemolojik işlevine
m utlak anlam da ters değil midir? Ve m adem ki Engels de b u n u
anıyor; Marx 18 Brumaire’de b u “farklı etkenler”in etki ve tepki­
lerinin analizini, etkilerinin kusursuz biçim de anlaşılabilir bir
analizini yapm am ışsa neyi yapmıştır? Ama Marx bu “kanıtla-
m a”yı, b u etkenlerin tarihsel etkilerim mikroskopik etkileriyle ka­
rıştırm am ası sayesinde yürütebilm iştir. Gerçekten de, üstyapı
biçim leri sonsuz sayıda olayın nedenidir, ama tüm b u olaylar ta­
rihsel değildir (krş. Voltaire: H er çocuğun bir babası vardır, ama
her “baba”nm çocuğu yoktur), yalnızca, diğer olaylar arasında,
sözü edilen “etkenler”in tarihsel diye ele aldıkları, seçtikleri, kı­
sacası ürettikleri etkenler tarihseldir (bir örnek alırsak: H ü k ü ­
m ette yer alan her politikacı, kendi politikasına ve kendi im kân­
larına bağlı olarak, olaylar arasında bir tercih yapar ve örneğin
bir gösteriyi bastırarak bile olsa onları tarihsel olaylar mertebesi­
ne yükseltir!). Bu ilk düzey’de, özetlemek için şöyle diyebilirim: 1.
H enüz gerçek çözüm lere sahip değiliz: 2. Burada sözü edilen
üstyapı biçim lerinin etkisinin, m ikroskopik etkilerin sonsuzlu­
ğu içinde (kavranılam az rastlantılar) “dönüştürülm esi”, üstyapı­
ların doğası na ilişkin M arksist kavrayışa denk düşm ez.

B) İKİNCİ DÜZEY: Ve, aslında analizinin ikinci düzeyinde


Engels’in üstyapılar örneğini terkettiğini ve kendi m odelini, b u
kez kendisine denk düşen bir başka nesneye uyguladığını görm ek­
teyiz: Bireysel iradelerin bileşimi. Rastlantı ile zorunluluk arasın­
daki ilişki’yi bize göstererek, yani onu oluşturarak soruya cevap
verdiğini de görüyoruz: “Tarih öyle ya p ılır ki nihai sonuç her z a ­
m an çok sayıda bireysel iradenin çatışm asından çıkar, ki bunların
Louis Althusser
148-------------------------------------------------------------------------------------

her biri, bir yığın özel varoluş koşulundan yola çıkarak olduğu gibi
yapılm ıştır; dem ek ki burada karşılıklı olarak birbirlerine karşı
duran sayısız güç vardır, sonsuz sayıda kuvvetler paralelkenan
grubu vardır, bunlardan bir bileşke çıkar -ta rihsel o la y - buna da
sırası geldiğinde, bilinçsiz ve kör biçimde, bir bütün olarak davra­
nan bir kuvvetin ürünü olarak bakılabilir. Ç ünkü her bir bireyin is­
tediği şey bir başkası tarafından engellenebilir ve ortaya çıkan şey
kim senin istemediği bir şeydir. G ünüm üze kadar tarih, doğanın bir
süreci gibi, bu şekilde cereyan etm iştir ve töz olarak, onunla aynı ha­
reket yasalarına tâbi olmuştur. A m a çeşitli iradelerin, ki her biri f i ­
ziksel oluşum unun ve son kertede ekonom ik olan dış koşulların (ya
da kendi kişisel koşullarının y a da genel olarak toplumsal koşulla­
rın) onu ittiği şeyi ister, onların istediği şeye varm am ası am a genel
bir ortalam anın, ortak bir bileşkenin oluşm asından, bunların sıfı­
ra eşit olduğu sonucunu çıkarm am ak gerekir. Tersine, her biri bileş­
keye katkıda bulunur ve bu sıfatla bileşkenin içine dahildir."
Bu uzu n alıntıdan dolayı özür dilerim, am a olduğu gibi ak­
tarm alıydım , çünkü bizim sorum uzun cevabını da içermektedir.
Gerçekten de burada zorunluluk rastlantılar düzeyinde oluşur,
ra stla n tıla rın global bileşkesi olarak rastlantıların üzerindedir:
Demek ki onların zorunluluğudur. Birinci analizde eksik olan so­
ru burada vardır. Ama bu soruyu hangi koşulla elde ettik? N es­
ne değiştirme koşuluyla; üstyapılardan ve onların karşılıklı etki­
leşim inden, sonuç olarak m ikroskopik etkilerinden değil, güç
ilişkileri içinde karşı karşıya gelmiş ve bileşmiş bireysel iradelerden
yola çıkm ak koşuluyla. Demek ki, her şey, sanki üstyapıların et­
kisine uygulanan model gerçekte şim di karşı karşıya olduğum uz
hakiki nesnesinden -bireysel iradeler o yu n u - ödünç alınm ış gibi
cereyan eder. O zaman, kendisine ait olmayan birinci nesnesin­
de isabetsiz kalmış olması ve gerçekten kendinin olan İkincisine
Marx İçin
------------------------------------------- v-------------------------------------------- 14g

isabet ettirm iş olması anlaşılır.


Bu d u ru m d a kanıtlam a nasıl yapılır? Kanıtlama, kuvvetler pa-
ralelkenarı’n m fiziksel m odeline dayanır: İradeler kuvvettir; b a ­
sit bir d u ru m d a ikişer ikişer karşı karşıya geldiklerinde bileşke­
leri, her birin d en farklı ve yine de ikisine ortak üçüncü bir kuvvet
olur, ve ikisi de, b u üçüncü kuvvette kendilerini tanım asa bile,
yine de o n u n parçasıdır, yani ortak-yaratıcıdırlar. Dem ek ki,
baştan itibaren, bileşkenin bileşen kuvvetler karşısında a şk ın lığı
şeklindeki b u tem el görüngü ortaya çıkm aktadır. İkili aşkmlık;
hem bileşen kuvvetlerin karşılıklı dereceleri açısından; hem de
b u kuvvetlerin kendilerine yansım aları açısından (yani bilinçle­
ri açısından, çü n k ü burada iradeler söz konusudur). Bu şunu
içerir: 1. Bileşkenin derecesi, her bir kuvvetin derecesinden ta­
m am en farklıdır (kuvvetler birbirlerine eklendiğinde daha yük­
sek, karşıt olduklarında daha zayıftır); 2. Bileşke, özünde, bilinç­
sizdir (tek tek iradelerin bilincine uym az - ve aynı zam anda öz­
nesi? bir kuvvettir, nesnel kuvvet, ama, baştan beri şahıs ku vveti ).
Bu nedenle, varış noktasında, topyekün bir bileşke olur, ki bu
“bilinçsiz ve körcesine, bir bütün olarak davranan bir kuvvetin ürü­
nü olarak görülebilir.” Bu muzaffer kuvveti son kertede oluşturdu­
ğ u m u z ve y a r a ttığ ım ız açıktır: Ekonom inin belirleyiciliği bu kez
aralarından kendine yol açtığı rastlantıların dışında değildir, bu
rastlantıların iç özu’dür.
Şunu gösterm ek istiyorum: 1. Şimdi, Engels’in modelinin ha­
kiki nesnesi'yle karşı karşıyayız; 2. Bu uygunluk sayesinde En­
gels, kendi sorduğu soruya fiilen cevap verir ve kendi ortaya at­
tığı soruna gerçekten çözüm bulur; 3. Sorun ve çözüm ancak
m odelin nesne’sine uygunluğuna bağlı olarak vardır; 4. Bu nes­
ne olm adığında ne sorun ne de çözüm olabilir; 5. Tüm bu boş ya­
p ının nedenini aram ak gerekir.
Louis Althusser
150
Engels’in doğa’ya yaptığı göndermeyi bilerek bir yana bırakı­
yorum . Kendi verdiği m odel de fiziksel olduğundan (bunun ilk
örneği H obbes’ta görülür, sonraki sayısız versiyon arasında,
özellikle son derece katışıksız olan d ’H olbach’ınkini belirtiyo­
rum ), bizi doğa tarihine gönderm esinde şaşırtıcı bir yan yoktur.
Bu bir kanıtlam a değil, bir [totoloji] eşsözlülüktür. (Burada yal­
nızca kullanılan m odel’in söz konusu olduğunu ve elbette doğa­
nın diyalektiği’nin, çok başka bir sorudan kaynaklanm ak gibi
haklı bir gerekçeyle bu açıklama içinde tartışm a konusu edilm e­
diğini belirteyim). Epistem olojik olarak bir eşsözlülük boştur ve
olm uş bir şey değildir; ama yine de kurucu bir rol oynayabilir.
Böylece doğrudan doğruya doğa’ya gönderm e yapılabilm esi gü­
ven vericidir; bu tartışılmaz. (Hobbes b u n u söylemişti: insanlar
politika hakkında birbirlerinin saçlarım başlarını yolar ya da ya-
şam lanna kast ederler, am a hipotenüs ya da cisimlerin düşüşü
hakkında gayet iyi anlaşırlar).
Yakından incelemek istediğim şey Engels’in b u uslam lam ası­
dır; ilk bakışta, modeliyle nesnesi arasında m ükem m el bir uyum
sağlayan bu uslamlamayı incelem ek istiyorum. N edir gördüğü­
müz? Model ile nesne arasında dola ysız düzeyde bir uyum . Ama
beride ve ötede, kanıtlanm am ış ve postüla halinde bir uyum ve
b u n u n yerine, belirlenimsizlik, yani bilgi açısından, boşluk.

Beride. Kuvvetler paralelkenarıyla (bireysel iradeler) karşı


karşıya geldiğimizde bizi etkileyen içeriğin gerçekliği, bu birey­
sel iradelerin belirlenimleri’n in kökeni (dolayısıyla nedeni) soru­
su sorulduğunda (ve Engels b u n u kendine sorm aktadır!) orta­
dan kalkar. O zaman, sonsuza gönderiliriz. “H er bir kişi, bir yığın
özel varlık koşulundan oluşmuş gibidir.” M utlak bir başlangıç ola­
rak kabul edildiğinde basit görülen her bireysel irade, “fiziksel
Marx İçin
151
oluşum”u n d an ve “d ış ” koşullarından, “kendine özgü kişisel koşul­
la r ın d a n “y a da” “genel toplumsal koşullar”dan, “son kertede eko­
nom ik” dış koşullardan doğan sonsuz m iktardaki m ikroskopik
koşulun ü rü n ü d ü r; b ü tü n karm akarışık bir şekilde dile getirilir,
öyle ki, tam am en zorunsuz ve tekil belirlenim lerin yanında ge­
nel belirlenim ler de b u lu n u r (ve özellikle tam da sorun olan şey:
Son kertede belirleyici ekonom ik koşullar). Engels’in burada iki
tür açıklamayı birbirine kanştırdıgı açıktır.
Birinci tür. M arksist-olm ayan ama m evcut nesneye ve varsa­
yımlara uyarlanm ış bir tür; koşulların sonsuzluğu’na dayalı açık­
lama ya da rastlantılar (bu form ül Helvetius ve d ’H olbach’ta b u ­
lunur): (O n sekizinci yüzyılda söz konusu olduğu gibi, başka
şeylerin yanısıra, her türlü tanrısal m üdahaleyi çürütm eye yöne­
lik olduğunda) b u açıklam anın eleştirel bir değeri olabilir, ama
bilgi açısından boş’tur. İçeriksiz b ir sonsuzluk, soyut ve pek az
program lı bir genelleme olarak kendini sunar.
İkinci tür: Engels, aynı zam anda, M arksist türde bir a çıklam a­
y ı da işin içine sokarak, sonsuz koşullar arasına (ki bunlar özü
geregi m ikroskopiktir), toplumsal koşullar ve (son kertede belir­
leyici) ekonom ik koşullar dem ek olan hem genel hem de somut
belirlenim leri dahil eder. Ama b u tür açıklama onun konusuna
karşılık ve rm e z, çünkü kökeninde üretilmesi ve oluşturulm ası ge­
reken çözüm ün kendisini temsil eder (son kertede belirleyiciliğin
genelleşmesi). Kendi sözlerimi özetliyorum: Ya Engels’in ortaya
attığı konu ve sorun içinde kalm aktayız ve o zam an sonsuzun,
belirlenim sizin (dolayısıyla epistem olojik boşluğun) karşısında­
yız dem ektir; ya da b u andan itibaren, tam da sorun edilmiş (içe­
rik dolu) çözüm ü kökenin kendisi olarak kabul ederiz. Ama o
zam an ne konunun içinde ne de sorunun içinde oluruz.
Ötede. Aynı alternatifle karşı karşıyayız. Ç ünkü, birinci para­
Louis Althusser
152
lelkenar b ir kez ortaya konulduğunda, elimizde ancak biçimsel
bir bileşke vardır ve bu kesin bileşkeye eşit değildir. Kesin bileş­
ke sonsuz sayıdaki bileşkenin bileşkesi, yani paralelkenarların
sonsuz çoğalmasının ü rü n ü olacaktır. Burada da, ya çıkarsam ak
istediğim iz bileşke’yi nihai bileşke içinde yaratm ak için sonsuza
(yani belirlenimsize, yani epistem olojik boşluğa) güvenilm ekte
ve b u n u n son kertede ekonom ik belirlenimle çakışacağına ina­
nılm aktadır, yani, doluyu oluşturm ak için boşa güvenilm ektedir (ve
örneğin, kuvvetler bileşim inin katışıksız biçimsel m odeline bağlı
kalınırsa, m evcut kuvvetlerin birbirlerini yok edebileceğini ya da
engelleyebileceğini Engels görm ektedir... Bu koşullarda global
bileşkenin -ö rn e ğ in - boş olmayacağını bize kanıtlayan nedir? Ya
da, bu bileşkenin, her koşulda, istenen bileşke, yani ekonomik bi­
leşke olacağını, politik ya da dini öteki bileşke olmayacağını b i­
ze kanıtlayan nedir? Bu biçim sel düzeyde kalırsak, bileşkelerin
içeriği hakkında, hiçbir bileşkenin içeriği hakkında hiçbir türlü gü­
vence yo ktu r.) Ya da, beklenen sonuç son bileşkeye gizlice s ı z d ı r ı ­
lır; başka m ikroskopik belirlenim ler arasına, baştan beri, tekil
iradenin koşullam ası içinde m akroskopik belirlenim lerin -e k o ­
n o m i- sızdırıldığı açıkça görülür. Berideki d u ru m hakkında
söylemiş olduğum şeyi tekrarlam ak zorundayım : Ya Engels’in
kendi konusu (bireysel iradeler) hakkında ortaya attığı sorun
içinde kalınır ve o zam an da paralelkenarların ve bileşkelerinin
sonsuzluğunun epistem olojik boşluğu içine düşülür. Ya da,
Marksist çözüm doğrudan doğruya verilir ve o zam an da temel­
lendirilmiş olunm az ve onu aram aya gerek yoktur.
Demek ki ortaya atılan so ru n şudur: Niçin her şey bireysel
iradeler düzeyinde bu kadar açık seçik ve bu kadar iyi düzenlen­
m işken, ötede ve beride boş ya da eşsözlü olm aktadır? Bu kadar
iyi ortaya konan, içinde belirtildiği konu’ya bu kadar iyi denk d ü ­
Marx İçin
153
şen sorun, başlangıçtaki nesnesinden u z a k la ş ıld ığ ı andan itiba­
ren nasıl oluyor da çözüm süz kalıyor? Sorunun gerçekliğine de çö­
z ü m ü n im kâ n sızlığ ın a da karar veren şeyin başlangıçtaki konusu
olduğu fark edilm edikçe bu soru m uam m aların m uam m ası ola­
rak kalır.
Engels’in tüm kanıtlaması gerçekten de, kuvvetler paralelke­
narının fiziksel m odelinde ilişkiye sokulm uş bireysel iradeler
şeklindeki b u çok özel konuya takılı kalmıştır. Hem yöntem bilim -
sel hem de teorik hakiki ö n varsayım ı buradadır. Gerçekten de
m odelin bu rad a bir anlamı vardır: Bir içerik verilebilir ve kulla­
nılabilir. G örünüşte “ilksel” olan düşm anlık, rekabet ya da işbir­
liği gibi çiftyanlı insani ilişkileri “betim ler.” Bu düzeyde, m ikros-
kopik nedenlerin önceki sonsuz çeşitliliğini, gerçek, ölçülü ve
görünür birim ler içinde yeniden kavradığını sanabilir insan. Bu
düzeyde rastlantı, insan olur; önceki hareket, bilinçli irade olur.
Her şey burada başlar ve b uradan yola çıkarak çıkarsam a yap­
maya başlanabilir. Ama talihsizlik, pek kesin bu tem elin hiçbir
şey kurm am asından, pek aydınlık bu ilkenin ancak geceye var­
m asından yanadır -tab ii kendi içinde kalm ıyorsa ve, ondan bek­
lenen her şeyin hareketsiz kanıtı gibi, kendi gerçekliğini tekrarla­
yıp durm uyorsa... Tam olarak, bu gerçeklik nedir? Bu gerçekliğin
klasik burjuva ideolojisinin ve burjuva siyasal iktisadının önvarsa-
y ım la rın ın gerçekliğinden başka bir şey olm adığını kabul etm ek
gerekir. Gerçekten de, bu klasik ideoloji nereden yola çıkm akta­
dır? Conatus’larm bileşim indeki Hobbes, genel iradenin ürem e­
sindeki Locke ve Rousseau; genel çıkarın üretilm esinde Helvéti­
us ya da d ’Holbach; atom culuk tavırlarında Smith ya da Ricardo
(m etinler çok boldur) değilse neresidir bu klasik ideolojinin kal­
kış noktası? Gerçekliğin kalkış noktası asla olmayan, gerçekliğin
temsilinin kalkış noktası olan, burjuvazinin hedeflerini doğanın
Louis Althusser
1 5 4 -----------------------------------------------------------------------------------------

içinde (yani sonsuza dek) kurm aya (sonsuzluk için kurm aya) yö­
nelik bir m it için kalkış noktası b u ünlü bireysel iradeler’in karşı
karşıya gelmesi değilse b u kalkış noktası nedir ki? Marx, homo
oeconomicus mitini bu aşikâr önvarsayım içinde gayet iyi eleştir­
m işken, Engels nasıl olur da b u n u bu kadar naif olarak yeniden
ele alabilir? Burjuva ekonom isinin kurgusu kadar iyimser bir
kurguyla değilse de, M arx’tan ziyade Locke’a ve Rousseau’ya da­
ha yakın bir kurguyla, bireysel iradelerin bileşkesinin ve bu bi­
leşkelerin bileşkesinin gerçekten de genel bir içeriği olduğunu,
ekonominin son kertedeki belirleyiciliğini gerçekten temsil ettiğini
bize nasıl sunabilm ektedir Engels? (Rousseau geliyor aklıma;
birbirlerinden kopm uş ve kendini oluşturan tikel iradelerin, iyi
yönlendirilm iş bir oylam asından bu mucizevi M inerva’nm -g e ­
nel irad e!- çıkm asını tüm gücüyle arzu etmiştir). O n sekizinci
yüzyıl ideologları (Rousseau hariç), kendi önvarsayımlarının
kendinden başka bir şey üretm esini talep etm em işlerdi. O nlar yal­
nızca bu önvarsayım ın za ten temsil ettiği değerleri kurm asını ta­
lep ediyorlardı ve bu nedenle, onlar için, eşsözlülüğün bir anlamı
va rd ı, bu anlam Engels’e elbette yasaktı, o, önvarsayımın bile
tersini bulm ak ister.
Nihayet, bu nedenle Engels kendi m etninde iddialarını nere­
deyse hiçe indirger. O halde b u şem adan ve b u “kanıtlam a”dan
bize ne kalm aktadır? Bu cüm le tüm bileşkeler sistem ini verdi­
ğinden, son bileşke başlangıçtaki bireysel iradelerden birşeyler
içerir: “Her biri bileşkeye katkıda bulunur ve bu sıfatla bileşkenin
içinde y e r alır.” Bu, bambaşka bir bağlamda, tarih üzerindeki et­
kilerinden ya da Tanrı öldüğüne göre, kendi tarihsel kişilikleri­
n in k abulünden kaygı duyacak kişileri teskin edebilecek bir d ü ­
şüncedir. O zaman, b u n u n , tam bir um utsuz düşünce olduğu­
nu, um utsuzluk, yani u m u t besleyebileceğini söylemek m üm -
Marx İçin
155
kün olabilir. (Engels’in “sorıTsuna, yani tarihin “yaratıcısız” zo­
runlu lu ğ u n u n doğuşu ve “tem eli” sorusuna dayanan Sartre’ın,
bir başka kaynaktan esinini a h a da tam am en felsefi argüm anlarla
aynı konuyu sürdürm esi rastlantı değildir).

Bize daha ne kalm aktadır? Son bileşke’nin uzun soluklu eko­


nom ik belirlem e olmadığı, am a... “tarihsel olay” olduğu şeklinde
bir cüm le. Dem ek ki bireysel iradeler tarihsel olayları m eydana
getiriyor! Ama yakından bakıldığında, şem anın bize olay olasılı­
ğı ’m verdiği (insanlar karşılaşır: Her zam an bir şey olur, ya da
hiçbir şey, ki b u da bir olaydır: G odot’yu beklem ek) son derece
kesinlikle kabul edilebilir, ama şema tarihsel olay olasılığını ke­
sinlikle vermemektedir, tekil olduğundan anonim olan, günleri ve
geceleri içerisinde insanların başına gelen sonsuz şeyleri m evcut
haliyle tarihsel olaydan ayırt eden nedeni kesinlikle verm em ek­
tedir. Sorunu tersinden, daha doğrusu başka türlü ortaya koym ak
gerekir (bir kereliğine!). Gerçekten de, tarihsel-olm ayan olayın
(tanım sız) olasılığından y o la çıkarak tarihsel olayı doğurm a id­
diasında bulunarak, tarihsel bir olay asla açıklanamaz -h a tta ni­
celiği niteliğe dönüştüren yasanın özelliğiyle bile açıklanamaz.
Falanca olayın tarihsel olmasını sağlayan şey, onun bir olay olm a­
sı değil, kendileri de tarihsel olan biçimler içine, m evcut haliyle ta­
rihselin biçimleri içine (yapı ve üstyapı biçimleri) dahil olmasıdır;
b u biçim ler, Engels’in, kusursuz biçim de tanım lanabilir ve bili­
nebilir (Marx ve onun ardından da Lenin’in tekrar ettiği gibi, am ­
pirik, yani felsefi olm ayan bilimsel disiplinler tarafından biline­
bilir) biçim lerle ilgili ilksel m odelinin yakınlığından vazgeçtiğin­
de bağlı kaldığı bu kötü sonsuzla hiç alâkası olmayan biçim ler­
dir. Bu biçim ler altında m eydana gelen bir olay, bu biçim ler al­
tında m eydana gelme nedeni olan bir olay, bu biçimler için olası
Louis Althusser
156
bir içerik olan, bu biçimleri etkileyen, içeren, onları zorlayan ya
da sarsan, onları kışkırtan ya da onların kışkırttığı, hatta onların
seçtiği ya da ayıkladığı olay; işte, tarihsel olay b udur. Dem ek ki
bu biçim ler her şeye hükm eder, Engels’in ortaya attığı sahte so­
ru n u n çözüm üne önceden vâkıftırlar -aslında, çözüm e bile vâ­
kıf değillerdir, çünkü Engels’in tam am en ideolojik önvarsayım-
lardan yola çıkarak ortaya attığından başka bir sorun asla olm a­
m ıştır-, çü n k ü asla so run olmamıştır!
Kuşkusuz, yine, burjuva ideolojisi için bir sorunun varlığı gö­
rü n ü m ü vardı: ilkelerden (homo oeconomicus ile politik ve felsefi de­
ğişimleri) yola çıkarak tarih dünyasını tekrar bulm ak; ki bu ilke­
ler bilim sel açıklama ilkeleri olm ak bir yana, tersine ve yalnızca,
burjuva ideolojisinin kendi dünya imgesi’nin, özlem lerinin, ideal
program ının yansısıydı (kendi özüne indirgenebilen bir dünya:
Bireylerin bilinçli iradesi, eylemleri ve özel girişimleri...). Ama
b u ideolojiyi Marx kesin olarak ortadan kaldırdığında -k i bu
ideoloji yoksa b u sorun asla ortaya atılam az- bu ideolojinin or­
taya attığı sorun nasıl var olabilir, yani bir sorun nasıl hâlâ sorun
kalabilir?
Bu çok uzu n yorum u kapatm ak için, iki saptam a daha yap­
m am a izin verin: Bir epistem olojik saptam a ile bir tarihsel sap­
tama.
Engels’in m odelini düşünerek, her bilimsel disiplinin belli bir
düzeyde kendim gösterdiğini belirteceğim; b u düzey özellikle o
disiplinin kavram larının belli bir içeriğe sahip olabileceği bir düzey­
dir (bu içerik yoksa, ancak hiçin kavram ları olabilirler, yani kav­
ram değildirler). Marx’m tarihsel teorisinin düzeyi şudur: Yapı,
üstyapı kavram larının ve tüm özelliklerinin düzeyi. Ama aynı bi­
limsel disiplin, kendisininkinden başka bir düzeyden yola çıkarak,
hiçbir bilimsel bilgiyi konu edinm eyen bir düzeyden yola çıkarak
Marx îçin
157

(bizim örneğim izde koşulların çeşitliliğinden yola çıkarak kişisel


iradelerin doğuşu; ve paralelkenarların sonsuzluğundan yola çı­
karak son bileşkenin doğuşu...), kendi konusunu ve bu konuya
denk düşen ka v ra m la rın olasılığını yaratm a iddiasında olduğun­
da, o zam an, epistemolojik boşluğa ya da b u boşluğun yarattığı
başdönm esi anlam ına gelen Jelsefi doluluğa düşer. Engels’in
Bloch’a m ektubunda giriştiği kurucu çabanın yazgısıdır bu: Bu­
rada epistem olojik boşluğu felsefi başdönm esinden ayırt etm e­
nin imkânsızlığı görülür, çünkü bunlar bir ve aynı şeydir. Açık
seçik ifade edilm iş b u paragrafta, türleriyle birlikte doğa bilim ­
leri m odellerinden ödünç alınm a argüm anlarla birlikte (sonuçta
onların tam am en ahlaki tek tem in a tı bu argüm anlardır), Engels
bir filozoftan başka bir şey değildir. Referans “m odel”lerini kulla­
nış tarzı felsefidir. Ama aynı zam anda ve öncelikle, kuruluş pro­
jesiyle felsefidir. Bu nokta üzerinde özellikle duruyorum , çünkü
daha yakın tarihli bir başka örneğim iz de var. Sartre örneği; o
da, tarihsel m ateryalizm in kavram larını felsefi olarak kurm aya gi­
rişm iştir (bu konuda, Engels’i biliyor ve dile getiriyor olması onun
Engels karşısındaki üstünlüğüdür). Sartre’m, Engels’in cevabını
ve argüm anlarını kabul etmese de, onun teşebbüsünü özünde
onayladığını görm ek için D iyalektik Aklın Eleştirisi’nin bazı say­
falarına (örneğin 68-69) bakm ak yeter. İkisi arasında yalnızca
araçlara dair bir tartışm a vardır, ama bu noktada, aynı felsefi gö­
rev her ikisini de birleştirm ektedir. Engels’in Sartre’a açtığı yolu
kapatarak Sartre’m kendi yolunda gitmesi engellenemez.
Ama b u durum da, Engels’in bazı m etinlerindeki bu felsefi gi­
rişim so ru n u n u ortaya atm ak gerekir. Engels’de, dahice teorik
sezgilerin yanısıra, tüm “felsefe"ye yönelik Marksist eleştirisinin
berisine doğru bu geri d ö nüşün örnekleri niçin vardır? Bu soru­
n u n cevabı, ancak Marksist düşünce ile “felsefe” ilişkileri tarihin­
______________________ Louis Althusser__________________'

de ve Marx’tn keşfinin kendi içinde taşıdığı (bir anlam da ideolo-


jik-olm ayan) yeni felsefi teoride bulunabilir. Elbette bu konuyu
burada ele alacak değilim. Ama belki öncelikle, bu sorunu doğ­
ru olarak ortaya koym anın, sonra da çözm enin arzu ve im kânla­
rına sahip olm ak için bu sorunun v a r lığ ı ’na ikna olm ak gerekir.
IV

“Piccolo”:
Bertolazzi ve Brecht
(Materyalist Bir Tiyatro Üzerine Notlar)
Burada, Milano’daki Piccolo Teatro ’n u n Tem m uz 1962’de
Théâtre de N ations’da verdiği olağanüstü temsilin hakkını teslim
etm ek istiyorum . Hakkını teslim etm ek; çünkü Bertolazzi’nin El
Nost M ilan piyesine Parisli eleştirm enler genellikle hayalkırıklı-
gıyla yaklaştılar ya da m ahkûm etmeyi tercih ettiler,1 ve b u ne­
denle de oyun hak ettiği seyirciden yoksun kaldı. H akkını tes­
lim etmek; çünkü m odası geçmiş kekre oyunları seyrettirerek
bizi başka yerlere çekm ekle hiç alâkası olmayan Strehler’in seçi­
m i ve sahnelem esi bizi m odern dram atürji sorunlarının göbeği­
ne fırlatıp atm aktadır.

Aşagıdakilerin anlaşılması için Bertolazzi’nin oyununu affını­


za sığınarak kısaca özetliyorum .2
Üç perdelik oyunun birinci perdesi, 1890’lı yılların Tivo-
li’sinde, M ilano’da geçer: Bir sonbahar akşam ının kesif sisi için­
de sefil bir halk lunaparkı. Bu sis bile İtalya’yı bizim m itlerimiz-
dekinden farklı kılar. Ve, gün bitim inde, barakalar arasında do­
lanan halk, kum arbazlar, sirk ve fuardaki çekici şeyler: İşsizler,

1) “E pik m elo d ram "... “k ö tü p o p ü le r tiy atro ”... “O rta A v ru p a’d a n b u la şa n sefalet e d eb i­
y atı”... “A ğlam aklı m e lo d ra m ”... “yalancı d u y arlılığ ın en iğ ren ci”... “to p u k la rı aşınm ış es­
ki a y ak k a b ı”... “P iaf için b ir şark ı”... “sefalet edebiyatı y ap an m e lo d ra m , gerçekçi
aşırılıklar" (P a risien -Iib éré, C om bat, F igaro, L ibération , P aris Presse, L e M onde g azetelerinin
k ullandığı ifadeler).
2) G eçen yüzyıl s o n u n u n M ilanolu d ra m yazarı B ertolazzi, o d ö n e m d e “tiyatro zevki”ni
belirleyen seyircin in -b u r ju v a s e y irc i- h o şu n a gitm eyecek o ld u k ç a tu h a f b ir ü slu p ta
“d o ğ ru c u ” o y u n la r y azm ak ta in at ettiğ in d e n p e k p arlak b ir m eslek yaşantı olm am ıştır.
Louis Althusser
162
küçük m eslek sahipleri, dilenciler, gelecek arayan kızlar, birkaç
ku ru şu n ardında koşan genç kadın ve erkekler, çakırkeyf subay­
lar, aynasızların izlediği yankesiciler... Bu halk da bizim m itleri­
m izdeki halk değildir: Akşam çorbasından (o da herkese değil!)
ve geceden önce vakit öldürm eye çalışan bir alt-proletarya. Bu
boş uzam da otuz kadar kişi dolaşıp durur, neyi bekledikleri bel­
li değildir. Kuşkusuz bir şeyin başlam asını bekliyorlardır, göste­
rinin mi? Hayır, çünkü kapıların önünde kalacaklar, içeri gire­
m eyeceklerdir. Hiçbir şeyin olup bitm ediği yaşam larında genel
olarak bir şeyin başlamasını beklem ektedirler. Bekliyorlar. Yine
de, sahnenin sonunda çok kısa bir an içinde bir “tarih”in ana
hatları, bir yazgı figürü belirir. Nina adlı genç bir kız, sirk ışık­
larıyla büyülenm iş ru h haliyle, bezdeki bir yırtıktan, tehlikeli
gösterisini yapan palyaçoya bakar. Gece olm uştur. Bir an için za­
m an durm uştur. N ina’ya sahip olm ak isteyen serseri Togasso kı­
zın peşindedir. Kısacası, m eydan okum a, geri çekilme, yola çı­
kış. Yaşlı bir adam oradadır, “ateş yiyici”: H er şeyi görm üş olan
N ina’nm babası. Olaylar arasında bağlar kurulm uştur, bu bir
dram olabilir.
Bir dram mı? ikinci perde de dram adamakıllı unutulm uştur.
G ünün ortasındayız, bir aşevinin geniş salonunda. Burada da sı­
radan insanlardan oluşan bir kalabalık, aynı halk, ama başka ki­
şiler: Aynı sefil işlerde çalışanlar ve işsizler, geçmişin yıkıntıları,
şim diki zam anın dram ı ya da kahkahaları: Küçük esnaf, dilenci­
ler, bir arabacı, yaşlı bir Garibaldi’ci, kadınlar, vs. Dahası, fabri­
ka inşaatında çalışan birkaç işçi de o lum pen-proletarya 'dan fark­
lıdır: O nlar sanayiden, politikadan söz ederler ve kısm en de ge­
lecekten, ama kısm en, onların da hali kötüdür. Bu, Roma’nm
fethinden ve Risorgimerıto yıllıklarından 20 yıl sonraki M ilano’ya
uzaktan benzem ektedir: Kral ve Papa tahtlarm dadır, halk sefalet
Marx İçin
163
içinde. Evet, ikinci perdenin günü birinci perdedeki gecenin h a­
kikatidir: Bu halkın yaşamı da düşleri gibi hikâyeden yoksun­
dur. Yaşamaktadırlar; hepsi bu: Yemek yerler (yalnızca işçiler
fabrika sireni öttüğünde giderler), yem ek yer ve beklerler. Hiç­
bir şeyin olmadığı bir yaşam. Sonra, perdenin en sonunda, gö­
rü n ü r bir nedeni olm adan, Nina sahneye girer ve onunla birlik­
te de dram gelir. Palyaçonun öldüğünü öğreniriz. Kadınlar ve er­
kekler yavaş yavaş çekip giderler. Togasso ortaya çıkar, kızı sı­
kıştırır, cebindeki paraları almaya çalışır. Topu topu birkaç h a­
reket. Baba ortaya çıkar. (Nina, uzu n m asanın ucunda ağlam ak­
tadır). Baba yem ek yemez: içki içer. Şiddetli bir kavganın ardın­
dan Togasso’yu bıçakla öldürecektir, sonra ürkerek, yaptığı işin
ağırlığı altında ezilerek kaçacaktır. Burada da, uzun süren yerin­
de saym alardan sonra kısa bir aydınlanm a anı.
Ü çüncü perde, kadınların gece barınm ak için sığındığı yur­
d u n üzerinde tan sökm ektedir. Duvara sokulm uş oturan yaşlı
kadınlar kâh konuşm akta, kâh susm aktadır. Her tarafından sağ­
lık fışkıran güçlü kuvvetli bir köylü kadın, köyüne dönm eye ka­
rar vermiştir. Kadınlar önüm üzden geçerler: Yine tanım adığım ız
kadınlar. Yardım derneği yöneticisi bir kadın, çanlar çaldığında
etrafındaki herkesi ayine götürecektir. Sonra, sahne boşalır,
dram ortaya çıkar. Nina sığınma evinde uyum aktadır. Babası,
hapse girm eden önce son bir kez onu görmeye gelir: Hiç olm az­
sa Nina için, o n u n şerefi için öldürdüğünü bilm elidir... ama ani­
den her şey tersine döner: Nina babasına karşı, onun Nina için
beslediği yanılsam alara ve yalanlara karşı, m itlere karşı dikilir; o
m itlerle birlikte babası da yok olacaktır. Ç ünkü Nina tek başına
kurtaracaktır kendini, böyle olması gerekir. Yalnızca gece ve se­
falet anlam ına gelen bu dünyayı terk edecek, zevkin ve paranın
hüküm sürdüğü başka bir dünyaya girecektir. Togasso haklıydı.
Louis Althusser
[-----------------------------------------------------------------------------------------

Gereken bedeli ödeyecektir, kendini satacaktır, ama sonuçta


öteki tarafta, özgürlük ve hakikat tarafında olacaktır. Şimdi si­
renler çalm aktadır. Artık kırık bir bedenden başka bir şey olm a­
yan baba onu kucaklar, sonra çekip gider. Sirenler hâlâ çalmak­
tadır. Nina, dim dik, gün ışığına çıkar.

İşte, birkaç kelimeyle özetlendiğinde bu oyunun temaları ve


tem aların ortaya çıkış düzeni böyledir. Kısaca, pek az şey vardır.
Yine de yanlış anlamaları besleyecek kadar çok, ama onları da­
ğıtacak ve onların yüzeyinin ardındaki şaşırtıcı derinliği keşfet­
meyi sağlayacak kadar yeterli.
ilk yanlış anlama, doğal olarak, “sefalet edebiyatı yapan me-
lodram ”dır. Ama b u n u geçersiz kılm ak için gösteriyi “yaşamış”
olm ak ya da ne kadar tasarruflu davranıldıgım düşünm üş olmak
yeterlidir. Ç ünkü dram , m elodram öğeler içerse de, tüm üyle
m elodram ın eleştirisidir. Gerçekten kızının hikâyesini m elod­
ram tarzında yaşayan babadır, yalnızca kızının macerasını değil,
öncelikle kızıyla ilişkileri içindeki kendi yaşamını da böyle ya­
şar. Kızı için hayali bir durum kurgusu yaratm ış olan ve onu yü­
rek yanılsamaları içinde yetiştirmiş olan odur; beslediği yanılsa­
m alara vücut ve anlam versin diye kızını um utsuzca zorlamış
olan odur: Kızından gizlediği dünyayla her türlü tem as karşısın­
da o n u n saflığını korum ak istemiş ve onun tarafından anlaşıl­
m aktan u m u d u n u kestiğinde de K ötülük’ü getiren kişiyi -T o ­
gasso- öldürm üştür. O anda, kızını bu dünyanın yasasından
esirgemek için hazırladığı mitleri gerçekten ve derinlem esine ya­
şar. Baba o anda bir m elodram figürüdür, “dünyanın yasası” kar­
şısında aldanan “yürek yasası”dır. Nina’nm reddettiği şey tam da
b u kasıtlı bilinçsizliktir. Nina dünyayı gerçekten deneyim lem ek
istem ektedir. Palyaçoyla birlikte yeniyetm elik düşleri ölm üştür.
Marx İçin
165
Togasso ise hem çocukluk m itlerini hem de babasının m itlerini
hep birlikte süpürerek onun gözlerini açmıştır. Togasso’n u n şid­
deti bile onu sözcüklerden ve görevlerden kurtarm ıştır. Nihayet,
ahlakın yalnızca bir yalan olduğu b u dünyayı çıplak ve acımasız
haliyle görm üştür; k u rtu lu şunun yalnızca kendi ellerinde old u ­
ğunu, sahip olduğu tek malı -k ö rp e v ü c u d u n u - keyfince p ara­
ya dönüştürerek ancak öteki dünyaya geçebileceğini anlamıştır.
Ü çüncü p erdenin sonundaki büyük tartışm a, Nina’m n babasıy­
la tartışm asından daha fazla bir şeydir: Bu, “yüreğin” sefil yanıl­
samaları ile yanılsamasız dünyanın tartışm asıdır, m elodram
dünyasıyla gerçek dünyanın tartışm asıdır, Bertolazzi’ye ve Streh-
ler’e suçlam a olarak yöneltilen m elodram m itlerini hiçliğe fırla­
tıp atan dram atik bilinçlenm edir. Bu suçlam ada bulunanlar,
oturdukları yerden yöneltm ek istedikleri eleştirinin aynısını
oyunda bulabilirler.
Ama daha derindeki ikinci bir neden, bu yanlış anlamayı or­
tadan kaldırır. O yun “zam an”m m dikkat çekici ritm ini gösterdi­
ğimde, oyunun “ortaya çıkış”ım açıklayarak bu nedeni hissetti­
receğim kanısındayım .
İçsel ayrışmasıyla dikkat çekici bir oyundur bu. Üç sahnenin
de aynı yapıyı ve hem en hem en aynı içeriği temsil ettiği fark
edilmiştir: Ağır ağır yaşanan, uzun ve boş bir zam an ile dolu bir
zamanın, kısacası yıldırım hızındaki bir zam anın birlikte varlığı.
Birbirleriyle rastlantısal ya da epizodik ilişki içinde olan çok sa­
yıda kişiyle dolu bir uzam ile ölüm cül bir çatışma içinde düğüm ­
lenmiş ve üç kişinin -b ab a, kız, T ogasso- bulunduğu kısa bir
uzam ın birlikte varlığı. Başka deyişle, yaklaşık kırk kişinin orta­
ya çıktığı, ama dram ın ancak üç kişi arasında cereyan ettiği bir
oyun. Dahası, bu iki zam an arasında ya da bu iki uzam arasında
aşikâr hiçbir ilişki yoktur. Zamanın kişileri yıldırım gibi geçen
Louis Althusser
166
anın kişilerine y ab a n a gibidir: Düzenli olarak yerlerini onlara
bırakırlar (sanki dram ın kısa fırtınası onları sahneden kovm akta
gibidir!) ve onların ritm ine yabancı bu an yok olur olmaz, bir
sonraki perdede başka yüzler altında geri gelirler. Bu ayrışm anın
gizil anlamı derinleştirildiğinde, oyunun odak noktasına varılır.
Ç ünkü seyirci, birinci perdeyle üçüncü perde arasında, hayal kı­
rıklığına uğramış çekinceden şaşkınlığa, sonra da tutkulu bir b e­
nim sem eye geçtiğinde b u derinleşmeyi gerçekten yaşar. Burada
bu yaşanmış derinleştirm e üzerinde düşünm ek ve seyirciyi ister
istemez etkileyen bu gizil anlamı yüksek sesle dile getirm ek isti­
yorum . Ö nem taşıyan soru şudur: Ayrışma bu anlatım yüklü
noktada nasıl m eydana gelebilmektedir? Ve ayrışmayı oluşturan
nedir? ilişki yokluğunu oluşturan ve aklayan gizil bir ilişkinin
varlığını ileri sürm eyi sağlayan bu ilişki yokluğu nedir? G örü­
nüşte birbirine yabancı ve yine de yaşanmış bir ilişkiyle birleş­
miş b u iki zamansallık biçim i nasıl bir arada var olabiliyor?
Cevap, şu paradoksta yatar: Hakiki ilişkiyi oluşturan şey, tam
da ilişki yokluğudur. O yun, b u ilişki yokluğunu ortaya çıkarta­
rak ve yaşatarak orijinal anlam ına erişm ektedir. Kısacası, bura­
da, 1890’da M ilano’daki halk yaşamının kroniğine dayalı bir
m elodram la karşı karşıya olduğum uzu sanm ıyorum . Karşı kar­
şıya olduğum uz m elodram bilinci, bir varoluşun eleştirisine uğ­
ram aktadır: 1890 yılında Milano alt-proletaryasm ın varoluşu.
Bu varoluş olm adan hangi m elodram bilincinin söz konusu edil­
diğini bilemeyiz; m elodram bilincinin bu eleştirisi olm adan Mi­
lano alt-proletaryasım n varoluşunun gizil dram ını -güçsüzlüğü­
n ü - kavrayamayız. Gerçekten de, üç perdenin özünü oluşturan
bu sefil yaşam kroniği ne anlam a gelir? Bu kroniğin zamanı ni­
çin m ükem m el biçim de tipleştirilmiş, m ükem m el biçim de ano­
nim ve birbirinin yerine geçebilir varlıkların b u geçit töreninden
Marx İçin
167
ibarettir? Ana hatlanyla belirtilmiş bu karşılaşm aların, edilen laf­
ların, girişilen kavgaların zamanı niçin tam anlamıyla boş bir za­
m andır? Birinci p erdeden İkinciye, sonra üçüncü perdeye geçil­
diği ölçüde, bu zam an niçin sessizliğe ve hareketsizliğe doğru
eğilim gösterm ektedir? (Birinci perdede, sahnede, hâlâ yaşam
belirtisi ve hareket vardır; ikinci perdede herkes oturm uştur ve
bazıları şim diden susm aya başlamıştır; üçüncü perdede yaşlı ka­
dınlar duvarın bir parçasıdır) Bu sefil zam anın gerçekte var olan
içeriğini gösterm ek için değil m idir bu? Hiçbir şeyin m eydana
gelmediği bir zaman, um utsuz, geleceksiz bir zaman, geçmişin
kendisinin de tekrar içinde donduğu bir zaman (yaşlı Garibal-
di’ci), fabrikayı inşa etm ekle uğraşan duvarcıların politik gevele­
meleri arasında gelecek zam anın kısm en kendini aradığı bir za­
m an, davranışların ne devam ının ne de etkisinin olduğu, her şe­
yin yaşam seviyesindeki, “gündelik yaşam ” seviyesindeki birkaç
ilişkiyle, boşa çıkan tartışm a ya da ağız dalaşlarıyla özetlendiği
bir zam an, ya da kendi boşunalıklarm m bilincinin hiçliğe dahil
ettiği bir zam an 3 -kısacası, tarihe benzeyen hiçbir şeyin henüz
olmadığı durd u ru lm u ş bir yaşam, boş ve boşm uş gibi yaşanan
bir yaşam: Kendi koşullarının zamanı.
Bu ilişki altında, ikinci perdenin sahnelenm esi kadar ustaca
bir şey olamaz! Ç ünkü bize tam da bu za m a n ın doğrudan algısı­
n ı vermektedir. Birinci perdede, boş Tivoli m eydanının yalnızca
işsizlerin ya da gün batınım da büyüleyici ışık ve yanılsamalar ara­
sında gezinmeye gelen dalgın kişilerin gevşek, uyuşuk hareketle­
rine bırakılmış olm asından kuşku duyulabilir, ikinci perdede, ka­
palı ve boş bir küp biçim indeki bu aşevinin, bu insanların içinde
bulundukları d u ru m u n zamanını temsil ettiği gerçeğine dirende-

3) Kavga e d en leri ay ırm ak , ç o k canlı h issed ilen acıları u n u ttu rm a k k o n u s u n d a b u k ü ç ü k


g ru p tam bir zım n i suç ortaklığı için d ed ir, tıpkı, b u y aşam ın tü m kargaşa ve çalkantıla­
rını h ak ik atin e -sessizliğ e, hareketsizliğe, h iç liğ e - in d irg em e k isteyen genç işsiz çift gibi.
Louis Althusser
168
raez. Pislik içinde ve yıpranm ış dev bir duvarın dibinde ve erişil­
meyecek kadar yüksek bir tavanın neredeyse sınırında, yıllann
kısm en sildiği, ama hep okunabilir kural yazılarıyla kaplı, işte:
Sahne kenarına paralel, iki kocam an uzun masa, biri ön planda,
diğeri ikinci planda; arkada, duvarın hem en karşısında, aşevine
giriş yolunu kapatan yatay bir dem ir çubuk. Erkekler ve kadınlar
oradan girecektir. Tam sağda, masaların bulunduğu hizayı kesen
yüksek bir bölm e duvarı salonu m utfaklardan ayırmaktadır, iki
gişe, biri içkiler için, diğeri çorba için. Bölme duvarının arkasın­
da mutfaklar, üstünde dum an tüten tencereler, ve soğukkanlı aş­
çıbaşı. Birbirine paralel m asalardan oluşan, geniş, çıplak alan, bit­
m ek bilmeyen duvarlarla, dayanılmaz boşlukta ve sadelikte bir
yer ortaya çıkar. Birkaç adam masaya oturm uştur. Orada burada
dururlar. Cepheden ya da arkadan görülm ektedirler. O turdukla­
rı pozisyonda, cepheden ve arkadan konuşacaklardır. Onlar için
çok büyük, asla dolduram ayacakları kadar büyük bir mekân. Ara
sıra alaycı laflar edeceklerdir, ama boşuna yerlerinden kalkacak­
lar, yakınlarında oturan birine laf yetiştirmeye çabalayacaklardır;
o kişi, m asalann ve sıraların üzerinden, karşılık vermesi gereken
bir laf etmiştir, ama masaları ve sıralan aşmaları imkânsızdır,
bunlar kendilerine hâkim olan sessiz, kımıltısız düzen içinde ara­
larında daima dururlar. Bu uzam, onların yaşam zamanıdır.
Adamlardan biri burada, bir diğeri orada. Strehler onları dağıt­
mıştır. Oldukları yerde kalacaklardır. Yemek yiyerek, yemeğe ara
vererek, tekrar yiyerek. O zam an tavırların kendisi de tüm anlam ­
larını yeniden kazanır. Sahnenin önünde, cepheden görülen biri;
yüzü, iki eliyle tutmaya çalıştığı tabağın ancak biraz yükseğinde.
Kaşığını doldurup, bitm ek bilmeyen bir hareketle biraz yukarda-
ki ağzına kadar götürürken geçen zaman; ağzı, nihayet doludur,
en ufak lokmayı bile kaybetmediğine em in olmak için tayını ağ-
Marx İçin
169
zırıda kontrol eder, yutm adan önce ölçer. O zaman, ötekilerin de
aynı hareketleri yaptıkları sırttan fark edilir: Dirseklerin yukarı
doğru kaldmlmasıyla sırtları dengesini yitirir ve öyle kalır, - ye­
m ek yerken görülürler, yokturlar, tıpkı diğer yok olanlar gibi, on­
lar da böyle görülür, ötekiler, Milano’da ve dünyanın tüm büyük
şehirlerinde, aynı kutsal tavırlarla yem ek yiyenler, çünkü onlann
tüm yaşamı b u d u r ve hiçbir şey onların zamanlarını başka türlü
yaşamalarını sağlayamaz. (Acelesi varmış gibi görünenler yalnız­
ca duvarcılardır, çünkü siren yaşamlarını ve işlerini duraklara
ayırmaktadır.) insanların yaşadıkları zamanla derin ilişkileri, uza­
m ın yapısında, yerlerin ve insanların dağılımında, temel tavırların
süresinde hiç bu kadar güçlü gösterildi mi, bilmiyorum.
İşte, işin özü: “K ronik”in bu zamansal yapısına karşı bir baş­
ka zamansal yapı çıkar: “D ram ”m zamansal yapısı. Ç ünkü dra­
m ın (N ina’nın) zamanı doludur: Birkaç ani şim şek, düğüm len­
miş bir zam an, “dram atik” bir zaman. Tarih içinden geçmem e­
nin im kânsız olduğu bir zaman. Karşı konulm az bir güçle içer­
den hareket eden ve kendi içeriğini kendi yaratan bir zaman. Bu
en yetkin diyalektik zamandır. Ötekini ve uzamsal temsil yapıla­
rını ortadan kaldıran bir zaman. Erkekler aşevinden çıktığında
ve orada yalnızca Nina, baba ve Togasso kaldığında, bir şey ani­
den yok olur: Sanki yemeğe gelmiş davetliler kendileriyle birlik­
te tüm dekoru da götürm üşlerdir (Strehler’in dehası: İki perdeyi
tek bir perde haline getirm ek ve iki ayrı perdeyi aynı dekorda oy­
nam ak), duvarların ve m asaların bulunduğu uzam ını da, bu yer­
lerin m antığını ve anlamını da sanki alıp götürm üşlerdir; bu gö­
rün ü r ve boş uzam ın yerine, görünm ez ve yoğun bir başka uza­
mı sanki tek bir çatışma ikâme edebilirm iş gibi; geridöndürüle-
mez, tek boyutlu, düğüm ü dram a doğru sürükleyen, sonuçta
oraya sürüklem esi gereken, sanki gerçekten dram varmış gibi...
Louis Althusser
170
Bertolazzi’n in piyesine derinlik veren tam da bu karşıtlıktır.
Bir yanda, hiçbir şeyin olmadığı, eyleme, gelişmeye kışkırtan iç
gerekliliğin olmadığı, diyalektik-olm ayan bir zaman; diğer taraf­
ta, iç çelişkisi sonucu kendi oluşum unu ve sonucunu yaratmaya
yönelm iş diyalektik bir zam an (çatışm anın zamanı). El Nost Mi-
lan’m paradoksu, diyalektiğin burada, sahnenin bir köşesinde,
bir yerlerde ve perdelerin sonunda, deyim yerindeyse, yanlam a­
sına, ortaya konuşarak rol oynam asıdır: Bu diyalektiği (yine de
göründüğü kadarıyla, her tiyatro eseri için kaçınılm azdır) boşu­
na bekleriz: kişiler onu önem sem ez. Kendi zam anında ilerler ve
ancak sonda varır, önce gecede, hava ünlü gecekuşlarıyla doluy­
ken, sonra saat öğleyi çaldığında, güneş çoktan battığında, niha­
yet şafak söktüğünde. Bu diyalektik, her zam an için herkes git­
tiğinde gelir.
Bu diyalektiğin “gecikm esi”ni nasıl anlamalı? Hegel’de ve
M arx’ta bilincin gecikmiş olması gibi m i gecikmiştir? Ama bir di­
yalektik nasıl gecikebilir? Yalnızca, bir bilincin öteki adı olma
koşuluyla.
Eğer El Nost M ilan’m diyalektiği, ortaya konuşarak, sahnenin
bir köşesinde yaşanıyorsa, bir bilincin diyalektiğinden başka bir
şey olmadığı içindir: Babanın ve onun m elodram ının bilinci. Ve
bu nedenle bu bilincin imhası, her türlü gerçek diyalektiğin ön
koşuludur. Marx’m Kutsal Aile’de Eugene Sue’n ü n kişilerine ayır­
dığı analizleri burada hatırlayalım .4 Dramatik davranışlarına yol
açan içgüdü, burjuva ahlakının mitleriyle özdeşleşmeleridir; bu
4) M arx’ın m e tn in d e (K u tsal A ile, ed. C ostes, II, s. 8 5 -1 3 6 ; III, s. 5 -1 2 4 ) sarih bir m e lo d ­
ra m tarifi y o k tu r. A m a b ize m e lo d ra m ın d o ğ u ş u n u verir. Sue de b u n u n canlı k a n ıtıdır.
a) P a r ıs E s r a r ın d a a h la k ın ve d in in “d o ğ al” varlıklara y a p ış tığ ı g ö rü lü r (sefaletlerine
ya da b ah tsızlık ların a rağ m en b ö y led irler). Z ah m etli yapışm a! R o d o lp h e ’uıı sinizm i, p a­
p a zın ahlaki şantajı, p o lisin , h a p ish a n e n in , k a p a tılm a n ın ıvır zıvırı, vs. gerekir. S o n u n d a
“doğa" teslim olur: Yabancı b ir bilinç o n u y ö n etecek tir (ve o n u n k u rtu lu ş u h a k etm esi
için felaketler ço ğ alacak tır). (4 djpnolml rffVnlm , n iay]adti)
Marx için
171
zavallılar kendi zavallılıklarını ahlaki ve dini bilinç argümanları
içinde yaşarlar: Ö dünç yırtık pırtık giysiler altında. Kendi sorun-
lan, hatta durum ları kılık değiştirir. Melodram, bu anlam da, ger­
çek bir d u ru m u n üzerine yapışmış yabancı bir bilinçtir. Melod­
ram bilincin diyalektiği, ancak bu bilincin dışardan (burjuva ah­
lakının yüceltim lerinin ve yalanlarının aldatmacaları dünyasın­
dan) ödünç alınması bedeliyle m üm kündür ve yine de b u bilin­

b ) Bu “ya p ışm a ”n ın k ö k e n i göze çarpar: Bu ö d ü n ç b ilin ci b u “m a su n rla r”a d ayatan,


R o dolphe’d u r. R o d o lp h e n e h a lk tır, n e de “m a su m .” A m a h a lk ı “k u rta rm a k " iste m ek te ­
d ir (b u an laşılm ak tad ır), o n a b ir canı o ld u ğ u n u , b ir T a n n ’m n var o ld u ğ u n u , vs. ö ğ re t­
m e k iste m ek te d ir - kısacası, uslu d u rm a sı için h alk a taklit edeceği b ir b u rju v a a hlakını
g erektiğinde zorla v erm ek ted ir.
c) $u anlaşılır ki (M arx, 111, s. 7 5 -7 6 : “Sue’d e kişiler... k e n d i d ü şü n ce le ri gibi, e d im le ­
rin in h a re k et h a lin d e k i b ilin ci gibi ve yazarın onları şu ya da b u b iç im d e h a re k e t e ttir­
m esini belirlem iş o la n ed eb i n iy etler gibi p atlam ay a h a zırd ırla r.”) Sue’n ü n ro m a n ı k e n d i
tasarısının itirafıdır: “H a lk ’a ed eb i b ir m it v erm ek , ki b u k â h sah ip olm ası g e re k en b ilin ­
ce y ö n e lik h a zırlık d e rslerid ir, k â h d a h a lk o lm ak için (yani “k u rtu lm a k ” için , yani ita a t­
k âr, felç o lm u ş, u y u şm u ş, k ısacası ah lak lı ve d in d a r o lm ak için ) sah ip olm ası g erek en b i­
linçtir. P o p ü le r m e lo d ra m m itin i h a lk için icat e d e n in b u rju v a z in in k e n d isi o ld u ğ u , h al­
ka gece “s!ğm ak!arı”nı, aşevlerini, vs. v e rirk e n aynı z am an d a da o n a (b ü y ü k b a sındaki
tefrikaları, u c u z “ro m a n la rı”) s u n d u ğ u ya d a dayattığı b u n d a n d ah a n o b ra n c a ifade e d i­
lem ez: K ısacası, o ld u k ç a iyi d ü ş ü n ü lm ü ş önleyici b ir h ay ırsev erlik sistem i.
d ) K u ru lu d ü z en e u y g u n eleştirm en lerin ç o ğ u n u n m e lo d ra m k arşısın d a m ü ş k ü lp e ­
sen tlik ro lü oynam ası y in e de d ik k at çekicidir. Sanki o n la rın için d e, b u rju v a z i m e lo d ra ­
m ı k e n d isin in y aratm ış o ld u ğ u n u unutm uş gibidir! A m a b u keşfin m o d a sın ın geçtiğini
açıkyüreklilikle sö y lem ek gerekir: G ü n ü m ü z d e “h a lk ”a dağ ıtılan m itler ve hayırişleri
başka tü rlü ve d a h a k u rn a z ca ö rg ü tlen m e k te d ir. A slında b u n u n b a şk aları için b ir keşif
o ld u ğ u n u ve sizin h a y ırişlerin izin , re sep siy o n u n ta m o rta sın d a , açık açık gelip sağ ta ra ­
fınıza o tu rd u ğ u n u - y a d a sizin k e n d i sah n e le rin iz ü z erin d e hiç rah atsızlık d u y m a d a n g e­
lip gösteriş y a p tığ ın ı- g ö rm e n in elbette ç o k yersiz kaçtığını sö y lem ek gerekir! Ö rn e ğ in
b u g ü n K alp Postası’n ın (m o d e rn zam an la rın p o p ü le r “m it”id ir) e g em en fik irlerin m anevi
k o n serin e davet e d ild iğ in i hayal ed eb ilir m iyiz? M ertebeleri k a rıştırm a m a k gerekir.
e) B aşkalarına yasak ed ile n şeyi k en d im ize serb est b ırak ab ileceğ im iz d o ğ ru d u r (b u es­
k id e n o n la rın b ilin c in d e k i “b ü y ü k le r’in iziydi): Rol değişim i. Soylu b ir Kişi, o y u n gere­
ği servis m e rd iv e n in i k u lla n a b ilir (k e n d isin in h alka verdiği ya d a b ırak tığ ı şeyi ö d ü n ç
alabilir). Bu d u ru m d a h e r şey b u k a ça m a k m ü b a d e le n in im a ettiği şeyde, ö d ü n ç alm a­
n ın kısa v adelilig in d e ve b u n u n şartlarm d ad ır: Kısacası, h iç b ir şeye ald an ılm ad ığ ım n ,
h atta başk aların ı a ld a tm a k için k u lla n ıla n araçlara bile k an ılm ad ığ m m k an ıtlan d ığ ı (bu
k a nıta ihtiyaç var m ıd ır?) o y u n u n iro n isin d e. K ısacası, “h a lk ”tan m itler, o n u n için im al
ed ilen ve ona d ağıtılan (ya da satılan ...) ta p o n m allar ö d ü n ç alın m ak isten eb ilir, am a a n ­
cak onları u su lü n e u y g u n h azırlam ak ve u y g u n b içim d e “işlem ek k o şu lu y la." Bu d üzen
içinde, b ü y ü k “işleyiciler” olabileceği gibi (B ruant, Piaf, vs.) vasatları da b u lu n u r (Jacqu­
es k ard eşler). K endi y ö n te m le rin in ü z erin e ç ık m ış b in “h a lk ta n b iri” olabilir: Bu n e d e n ­
le, halka olm ası için d ay atılan o halk , p o p ü le r “m it"in h alk ı, m e lo d ra m k o k u lu h a lk ol-
m ayı (olm am ayı) o y n a m a k gerekir. Bu m e lo d ra m yine de sahneyi (hakiki sahneyi: tiyat-
ro n u n k in i) h a k etm ez. K abarede yavaş yavaş ta d ın ı çıkarır.
0 Sonuç olarak , n e b ellek yitim i n e iro n i, ne tik sin ti ne m in n et, b ir ele ştirin in gölge­
si olabilir.
Louis Althusser
172
ce kökten yabancı bir düzeyin (aşagı-tabaka) bilinciymiş gibi ya­
şanmalıdır. Sonuç: Bir yanda m elodram bilinci ile diğer yanda
m elodram kişilerinin varlığı arasında, açıkça ifade edersek, çelişki
olamaz. M elodram bilinci, kendi koşullarıyla çelişki içinde değil­
dir: Bu tam am en başka bir bilinçtir; belirli bir koşula dışardan da­
yatılmıştır, ama onunla diyalektik ilişki içinde değildir. Bu ne­
denle, m elodram bilinci ancak gerçek koşullarını bilmeme ve
kendi miti içerisinde bunlara karşı barikat kurm a koşuluyla diya­
lektik olabilir. Dünyadan korunarak, bu bilinç, bir başkasının
paldır küldür düşmesi türünden bir felakette huzur bulan soluk
soluğa bir çatışmanın tüm fantastik biçimleri içinde zincirlerin­
den boşanır: Bu gürültü patırtıyı yazgısı olarak ve soluksuz kal­
masını da diyalektik olarak kabul eder. Diyalektik burada boşluk­
ta döner, çünkü gerçek dünyadan sonsuza dek kopm uş boşluğun
diyalektiğinden başka bir şey değildir. Bu yabancı bilinç, kendi
koşullarıyla çelişki içine girmez, ancak bu sayede, onun “diyalek-
tiği”yle kendinden çıkabilir. Ona bir kopuş -v e bu hiçliğin kabu-
l u - gerekir: Bu diyalektiğin diyalektik-olmamasınm keşfi.
Sue’de asla bulunm ayan işte budur: Ama El Nost Milan’da gö­
rürüz bunu. Son perde nihayet oyundaki ve yapısındaki para­
doksu gösterir. Nina babasıyla çatıştığında, onu düşleriyle birlik­
te geceye gönderdiğinde, babasının m elodram bilincinden ve
onun “diyalektigi”nden de kopar. O nun zincirlerinden boşalttığı
bu m itler ve çatışmalar Nina için bitm iştir artık. Babayı, bilinci,
diyalektiği; hepsini fırlatıp atar ve öteki dünyanın eşiğinden ge­
çer, sanki olayların o tarafta cereyan ettiğini gösterm ek ister gibi­
dir, her şeyin başladığı, her şeyin zaten başlamış olduğu öte ta­
rafta; yalnızca bu zavallı dünyanın sefaletinin değil, onun bilin­
cinin gülünç yanılsamalarının da başladığı yer orasıdır. Ancak
bir sahne parçasını hak eden, asla istila etmeyi ya da egemen ol­
Marx İçin
173
mayı başaramadığı bir hikâyenin yan bölüm ünü hak eden bu di­
yalektik, bir yanlış bilincin gerçek bir durum la ilişkisini çok doğ­
ru biçim de temsil eder. Sonuçta sahneden kovulan bu diyalek­
tik, bilincin içeriğine yabancı, gerçek deneyim in dayattığı zorun­
lu k o puşun onaylanmasıdır. Nina, kendisini günden ayıran ka­
pıyı aştığında, yaşamının ne olacağını henüz bilm em ektedir, bel­
ki de kaybedeceğini henüz bilm em ektedir. Biz ise onun en azın­
dan gerçek dünyaya gitm ek için yola çıktığını bilmekteyiz, bu
dünya, hata dışında, parânm dünyasıdır, ama aynı zam anda se­
faleti üreten ve “dram ” bilincine varana dek sefalete kendini da­
yatan dünyadır. Marx’ın, popüler bile olsa, bilincin yanlış diya­
lektiğini geçersiz kılıp öteki dünyanın -Serm aye’nin dünyasınm -
deneyim ine ve incelenmesine geçtiğinde söylediği şey buydu.
Belki benim burada durm am istenir ve piyes hakkında d ü ­
şündüklerim in yazarının niyetini aştığı -v e aslında Strehler’e ait
olan şeyi Bertolazzi’ye atfettiğim - itirazı yöneltilebilir. Yine de
bu saptam anın anlam ı olm adığını söyleyebilirim, çünkü burada
tartışm a konusu edilen şey, piyesin gizil yapısıdır, başka bir şey
değil. Bertolazzi’nin aşikâr niyetlerinin bir önem i yoktur: Söz­
cüklerin, kişilerin ve oyundaki eylemin ötesinde önem li olan
şey, yapısındaki temel öğelerin iç ilişkisidir. Daha öteye gidece­
ğim. Bertolazzi’nin b u yapıyı bilinçli olarak istemiş olması ya da
bilinçsizce yaratmış olması da önem li değildir: Bu yapı onun
eserinin özünü oluşturm aktadır, hem Strehler’in yorum unu
hem de seyircinin tepkisini anlaşılır kılan tek şey budur.
Strehler b u eşsiz yapının 5 içerim lerine dair keskin bir bilince
5 ) “E serin a n a özelliği, h e n ü z iyi tarif ed ilem ey en b ir h a k ik a tin ani o rtay a çık ışların d an
o lu şu r... El N ost M ilan yarım sesli b ir d ra m d ır, sü rek li o larak geriye d ö n d ü re n , y en id e n
d ü ş ü n d ü re n b ir d ra m d ır, y en id en farklılaşm a için b ir z am an d a n d iğ erin e k e n d in i b e lir­
g inleştiren, b ir k ırb aç u c u n u n a n i şaklam aları gibi u z u n , gri b ir h a tta n o luşur. K u şkusuz
b u n e d en le N in a’n ın ve b a b asın ın bazı ö n em li çığlıkları özellikle trajik b ir belirg in lik k a­
zanır... Eserin b u gizli y ap ısın a v u rg u y ap m a k am acıyla, p iyesin y ap ısın d a kısm i b ir re­
form a gidilir. Bertolazzi’n in ö n g ö rd ü ğ ü d ö rt p e rd e , ikinci ile ü ç ü n c ü p e rd e le rin kaynaş-
tırılm asıyla ü çe in d irilm iştir...” (G ö sterin in tan ıtın ı b ro şü rü ).
Louis Althusser
174

sahip olduğu için, onun sahnelem esi ve oyuncu yönetim i bu bi­


lince tâbi kılındığı için seyirci altüst olm uştur. Seyircilerin heye­
canı yalnızca b u ince eleyip sık dokuyan popüler yaşam ın “mev-
cudiyetf’yle açıklanamaz; günü birlik yaşayan ve ayakta kalm a­
ya çalışan, kaderine boyun egen, kim i zam an kahkahanın, anlık
olarak dayanışm anın, daha çok da sessizliğin rövanşını üstlenen
bu halkın sefaletiyle açıklanamaz; N ina’nın, babasının ve Togas-
so’n u n şim şek gibi ani dramıyla da açıklanamaz: Esas olarak bu
yapının ve derin anlam ının bilinçsiz olarak algılanmasıyla açık­
lanır. Bu yapı hiçbir yerde sergilenm emiştir, hiçbir yerde bir
söylem in ya da bir karşılıklı konuşm anın konusu olmamıştır.
G örünür falanca kişinin ya da olay akışının algılanması gibi,
oyu n u n içinde hiçbir yerde doğrudan doğruya algılanamaz. Yi­
ne de burdadır, halkın zam anı ile dram zam anının zım ni ilişki­
sinde, karşılıklı dengesizliklerinde, hiç durm adan yaptıkları
“g ö n d erm e lerd e ve nihayet, hakiki ve hayal kırıcı eleştirilerin-
dedir. Strehler’in sahnelem esinin, bu m evcudiyeti açık seçik bi­
linç terimleriyle ifade etm eden, seyirciye algılasın diye sunduğu
şey, bu gizil, yürek paralayıcı ilişkidir, görünürde önem siz, yine
de belirleyici olan b u gerilimdir. Evet, bu seyirci piyeste piyesi
aşan bir şeyi alkışlıyordu; belki yazannı da aşan, ama Strehler’in
piyese vermiş olduğu bir şeyi: Gizlenmiş bir anlam , sözcükler­
den ve tavırlardan daha derin bir anlam , yazgılarım asla üzerin­
de d üşünm eden yaşayan kişilerin doğrudan yazgısından daha
derin b ir anlam. Bizim için kopuş ve başlangıç dem ek olan, bir
başka dünyanın ve bir başka bilincin vaadi anlam ına gelen Ni-
n a’nın kendisi de ne yaptığını bilm em ektedir. Burada, gerçek­
ten, bilincin gecikmiş olduğunu haklı olarak söyleyebiliriz -
çünkü, hâlâ kör bile olsa, sonuçta gerçek bir dünyaya gözünü
dikm iş bir bilinçtir bu.
Marx için
175
** *
Eğer bu düşünülm üş “deneyim ” oluşm uşsa, başka deneyim le­
ri de, anlam lan üzerinde sorgulayarak aydınlatabilir. Burada
Brecht’in büyük oyunlannm ortaya attığı ve ilkeleri içinde, uzak­
laştırma etkisi ya da epik tiyatrö etkisi kavramlarıyla belki de ek­
siksiz bir çözüme ulaşmamış olan sorunları düşünüyorum . Berto-
lazzi’nin oyununda karşılaştığımız dışarıya konuşm adaki diyalek­
tik yapının, disimetrik-eleştirel gizil yapının, yine özü itibarıyla,
Cesaret A na ve (hepsinden de çok) Galileo gibi oyunlann yapısıy­
la aynı olması beni son derece etkiledi. Burada, birbirine eklem ­
lenmeyen, birbirleriyle ilişkisiz, birlikte var olan, kesişen, am a de­
yim yerindeyse asla birbirine rastlamayan zamansallık biçimleriy­
le karşılaşırız; diyalektik olarak birbirine düğüm lenen, yerelleş­
miş, ayn ve havada gibi, yaşanmış olaylarla karşılaşırız; içsel bir
ayrışmanın, çözümsüz bir başkalığın damgasını taşıyan eserler.
(Kendinin diyalektik olduğunu sanan ve her zaman diyalek­
tik geçinen) bilinç yanılsamalarının, yanlış diyalektiğin (çatışma,
dram, vs...), b u n u n özü olan ve anlaşılmayı bekleyen hayal kırı­
cı gerçeklik aracılığıyla hakiki bir eleştirisinin im kânını tem el­
lendiren şey, bu özgül gizil yapının dinam iğidir ve özel olarak da
diyalektik bir zamansallık ile diyalektik-olmayan bir zamansallı-
ğm apaçık ilişki içinde olmayan birlikte-varlıklarıdır. Örneğin,
Cesaret Ana'da, Cesaret Ana’nm körlüğünün kişisel dram ları kar­
şısında, açgözlülüğünün sahte aciliyetleri karşısında savaş; örne­
ğin Galileo’da, hakikatin sabırsız bilincinden daha yavaş ilerleyen
bu hikâye, kısa öm ründe asla kalıcı olarak “edinilem eyen” bir bi­
linç için de hayal kırıcı olan bu hikâye... Bilinç yanılsam alarının
içkin eleştirisini sağlayan şey, bu sözüm ona diyalektiğin gözün­
de, başka, ilgisiz olan ve görünürde diyalektik-olm ayan bir ger­
çekliğin, (kendi d u rum unu diyalektik-dram atik kipte yaşayan ve
Louis Althusser
176
tüm dünyanın kendi içsel itkileriyle harekete geçtiğine inanan)
bir bilinçle bu örtük karşı karşıya gelişidir. Olayların söylenmiş
ya da söylenm em iş olm asının pek önem i yoktur (bunlar
Brecht’te mesel tarzında ya da songs olarak söylenmiştir): Nihai
kertede b u eleştiriyi gerçekleştiren şey, sözcükler değildir, oyu­
n u n yapı öğeleri arasındaki güçlerin iç ilişkileri ve ilişkisizlikle­
ridir. Ç ünkü gerçek eleştiri ancak içkin olarak vardır; ve bu eleş­
tiri bilinçli olm adan önce, öncelikle gerçek ve m addidir. Bu disi-
m etrik, merkezsiz yapının materyalist nitelikteki tüm teatral te­
şebbüsler için temel kabul edilip edilemeyeceği sorusunu kendi­
m e sormaktayım. Bu koşulun analizinde daha ileriye gidersek,
Marx’ta temel oluşturan şu ilkeyi kolaylıkla buluruz: Hiçbir ide­
olojik bilinç biçim i, kendi iç diyalektiğiyle içinden çıkan şeyi
kendi içinde tutam az, dar anlamda, bilincin diyalektiği yoktur:
Kendi iç çelişkileri sayesinde gerçekliğin kendisine varan bilin­
cin diyalektiği yoktur; kısacası, Hegelci anlam daki her “görüngü-
bilim ” imkânsızdır: Ç ünkü bilinç gerçeğe iç gelişimi yoluyla de­
ğil, kendinden başka olanın kökten keşfiyle erişir.
Brecht, bir oyunun anlamını ve içerimlerini kendinin bilinci
olarak tematikleştirmeyi reddederek, klasik tiyatronun sorunsalı­
nı bu çok kesin anlamla altüst etti. Benim bu altüst edişten anla­
dığım şey, seyircide hakiki ve faal yeni bir bilinç yaratmak için
Brecht’in dünyasım n, kendini kavramaya ve kendinin bilinci bi­
çim inde eksiksiz bir şekilde kendini temsil etmeye yönelik tüm
iddialannı kendinden dışlamayı kaçınılmaz olarak gerektirdiği­
dir. Klasik tiyatro, dramı, koşullannı ve “diyalektiğini” merkezi
bir kişinin yansıtıcı bilincinde tüm üyle düşünülm üş olarak bize
sunar (Shakespeare ile Moliere’i ayırmak ve onlann yarattığı istis­
nalar sorusunu ortaya atm ak gerekir) - kısacası, tüm anlam, ko­
nuşan, davranan, düşünen, oluşan bir insan varlığında, bir bilinç­
Marx İçin
177
te yansır: Bizim için dram ın kendisidir bu. “Klasik” estetiğin bu
biçimsel koşulunun (diğer ünlü “birim ”leri yöneten dram atik bir
bilincin merkezi birliği) m addi içeriğiyle sıkı bir ilişki içinde ol­
ması kuşkusuz rastlantı değildir. Burada ileri sürm ek istediğim
şey, klasik tiyatronun konusunun ya da temalarının (politika, ah­
lak, din, şeref, “şan”, “tutku”, vs...) tam anlamıyla ideolojik tem a­
lar oldukları ve böyle kaldıklarıdır, asla sorgulanmazlar, yani ide­
olojik doğaları eleştirilmez (“tu tk u ”n u n kendisi de, “görev” ya da
“şan”m karşısına çıkanldığm da, ideolojik bir kontrpuan’dan baş­
ka bir şey değildir - asla ideolojinin fiili anlam da yok olması de­
ğildir). Ama, eleştirilmeyen b u ideoloji, bir toplum un ya da bir
ideolojinin (kendini tanımasını değil) tanınmasını sağlayan “aşi­
na”, “iyi bilinen” ve şeffaf m itler değilse nedir ki? Kendini tanım ak
için yansıdığı ayna, özellikle kendini tanım ak için parçalaması ge­
reken bu ayna değilse nedir ki? Bir toplum un ya da bir dönem in
ideolojisi, bu toplum un ya da bu dönem in kendinin bilinci değil­
se nedir ki? Yani, kendi m itlerinin şeffaflığı içinde dünyasının
tündüğünü yaşayan kendine dair bilinç figürü içinde kendi biçi­
mini kendiliğinden, doğallıkla bulan, bu biçimi içeren ve arayan
dolaysız bir m addeden başka nedir ki? Bu mitlerin (bu haliyle
ideolojinin) klasik dönem de niçin genel olarak tartışma konusu
edilmediği sorusunu burada sorm ak istemiyorum. Kendinin ger­
çek bir eleştirisinden yoksun (gerçek bir politika, ahlak ve din te­
orisinin araçlarına sahip olmayan, buna ihtiyaç da duymayan) bir
dönem in kendisini eleştirel-olmayan bir tiyatro içinde, yani (ide­
olojik) m addesi “kendine dair bilinç” estetiğinin biçimsel koşulla­
rını gerektiren bir tiyatro içinde temsil etmeye ve tanımaya eğilim
göstereceği sonucunu çıkarabilmek benim için yeterlidir. Oysa,
tam da Brecht’in bu biçimsel koşullardan kopm asının nedeni, on­
ların m addi koşullarından zaten kopm uş olmasıdır. O nun yetkin
Louis Althusser
178
şekilde yaratmak istediği şey, insanların içinde yaşadıkları kendi­
liğinden ideolojinin eleştirisidir. Bu nedenle, kendine dair bilinç
(ve klasik türevleri: Birlik kuralları) olan ideoloji estetiğinin bu bi­
çimsel koşulunu oyunlarından dışlamak zorundadır. O nda (her
zaman “büyük oyunlar”dan söz ediyorum ) hiçbir kişi, dram ko­
şullarının tüm ünü, düşünülm üş bir biçimde, kendi içinde barın­
dırmaz. Onda, bütünlüklü, şeffaf, tüm dram ın aynası olan kendi­
ne dair, ideolojik bilinç figüründen başka bir şey asla değildir,
tüm dünyayı kendi dramı içinde tutar, ama şu yaklaşıklıkla ki, bu
dünya ahlakın, politikam n ve dinin dünyasından, kısacası m itle­
rin ve uyuşturucuların dünyasından başka bir şey değildir. Bu an­
lam da Brecht’in oyunları tam anlamıyla merkezsizdir, çünkü on­
ların merkezi olamaz, çünkü, yanılsama ile dolu, naif bu bilinci,
b u dünyanın m erkezi olm ak isteyen bilinci, istediği şey yapmayı
reddeder. Bu nedenle merkez, Brecht’te, söylemeye cesaret edebi­
lirsem, her zaman yandadır ve kendine dair bilincin demistifikas-
yonu söz konusu olduğu ölçüde, merkez her zaman farklılaşmış­
tır, her zaman ötededir, yanılsamanın gerçeğe doğru aşılma hare­
keti içindedir. Bu temel nedenden dolayı, gerçek üretim olan eleş­
tirel ilişki, kendi için tematize edilemez: Bu nedenle, hiç kimse
kendi içinde “hikâyenin kıssadan hissesi” değildir - birinin sahne
kenarına doğru ilerlemesi, maskesini çıkarması ve piyes bittiğin­
de “ders çıkarması” hariç (ama o zaman da dışardan akıl yürüten,
daha doğrusu hareketi sürdüren - “bizim elimizden bu kadarı gel­
di, araştırma sırası sizde”- bir seyirciden başkası değildir).
O yunun gizil yapısının dinam iğinden niçin söz etm ek gerek­
tiği artık kuşkusuz görülm ektedir. Oyun, aktörlere ya da ifade
edilen ilişkilere değil, kendiliğinden ideolojinin içinde yabancı­
laşmış kendi bilinçleri (Cesaret Ana, oğulları, aşçı, papaz, vs...)
ile gerçek yaşam koşullan (savaş, toplum ) arasında m evcut dina­
Marx için
179
m ik ilişkilere indirgendiği ölçüde oyunun yapısından söz edile­
bilir, Kendi içinde soyut (kendi bilinçleri açısından soyut - çü n ­
kü bu soyut, som ut hakikattir) bu ilişki, kişilerde, tavırlarında,
edim lerinde ve “tarih”lerinde ancak onlan içerirken aşan bir iliş­
ki olarak temsil edilebilir ve sunulabilir; yani soyut yapısal öğe­
leri, onların dengesizliğini ve dolayısıyla dinam iklerini işleten bir
ilişki olabilir (örnek: El Nost Milan’da zamansallığın farklı biçim ­
leri -d ram atik kitlelerin dışsallığı, vs...). Bu ilişki, tüm eleştirel
projeyi tahrip etm eden hiçbir “kişi” tarafından özlü biçim de te-
m atikleştirilemeyeceğinden kaçınılmaz olarak gizil bir ilişkidir:
Bu nedenle, tüm eylemin içinde, tüm kişilerin varlığı ve tavırları
içinde içerilmiş kalsa bile, onların bilinçlerini aşar, anlam ı derin­
dedir -v e bu nedenle onlar için karanlıktır; aktörler için görün­
m ez olduğu ölçüde seyirci için g ö rü n ü rd ü r- ve bu nedenle, ve­
rili olmayan ve -kapsayan, kapsadığı için de doğuran başlangıç­
taki gölgeden çıkarılır g ib i- ayırt edilmesi, ele geçirilmesi gere­
ken bir algı kipi üzerinde seyirci için görünürdür.
Belki bu saptam alar Brecht’çi uzaklaştırm a etkisi teorisinin
ortaya çıkardığı sorunu belirginleştirmeyi sağlayabilir. Buradan
yola çıkan Brecht, seyirci ile sunulan oyun arasında yeni bir iliş­
ki yaratm ak istem ektedir: Eleştirel ve aktif bir ilişki. Seyirciyi
“kahram an”m yazgısına bağlayan ve tüm duyum sal güçlerini ti­
yatronun katarsis ’ine yatıran özdeşleşmenin klasik biçim lerinden
kopm ak istemişti. Seyirciyi gösteriyle mesafeli bir yere yerleştir­
m ek istemişti, ama ne seyirciyi kaçırtacak ne de yalnızca gösteri­
den zevk alacak bir durum a sokm ak istemişti. Kısacası, seyirciyi
tam am lanm am ış oyunu tamamlayacak, am a gerçek yaşamda ta­
m amlayacak bir aktör haline getirm ek istemişti. Brecht’in bu de­
rin tezi belki çoğu zam an yalnızca uzaklaştırm anın teknik öğele­
riyle yorum landı: Tüm “etki”nin, tüm lirizmin ve tüm “coşkulu
Louis Althusser
180
sözler”in aktörlerin oyunundan sürgünü; “fresko halinde” oyun;
göze batan her türlü abartıyı silmek ister gibi sahnelem ede sade­
lik (krş. Cesaret Ana’da karanlık ve küllü toprak renkleri); “ya­
van” ışık: O kurun zihnini konjonktürün dış bağlam ına (gerçek­
lik), vs. bağlayacak yorum -panoları. Bu tez aynı zam anda, özdeş­
leşme görüngüsüne ve bu görüngünün klasik desteği olan kah­
ram ana dayalı psikolojik yorum lara da yol açmıştır. Özdeşleşme­
nin taşıyıcısı (olum lu ya da olum suz) kahram anın ortadan kay­
bolması, uzaklaştırm a etkisinin koşulu olarak da verilebilir (da­
ha çok kahraman: daha çok özdeşleşme -k ah ram an ın ortadan
kaldırılması Brecht’in “m ateryalist” kavrayışına bağlıdır- tarihi
yapanlar “kahram anlar” değil, kitlelerdir...). Oysa, bu yorum la­
rın kuşkusuz önemli, ama belirleyici olmayan nosyonlar olarak
kalıp kalm adıklarım ve çok özel bu eleştirel ilişkinin seyircinin
bilincinde oluşup oluşm adığını anlayabilmek için teknik ve psi­
kolojik koşullann ötesine gitmek gerekir mi sorusunu kendim e
soruyorum . Başka deyişle, seyirci ile oyun arasında bir mesafe­
n in doğması için, bu m esafenin bir anlam da oyunun bağrında
üretilm iş olması gerekir; yoksa yalnızca (teknik) işleyişinde ya da
kişilerin psikolojik kipliğinde değil (bunlar gerçekten kahram an
m ıdırlar, değil midirler? Cesaret Ana’da, bir ordu n u n üzerine
doğru gelmekte olduğundan habersiz uyuyan şehri cehennem i
tram petiyle uyarırken çatının üzerinde tüfekle öldürülen dilsiz
kız aslında “olum lu kahram an” değil midir? “Ö zdeşleşm e”, geçi­
ci olarak, bu ikincil kişi üzerinde rol oynamaz mı?). Bilinç yanıl­
sam alarının eleştirisi ve gerçek koşullarının ortaya çıkışı olan bu
mesafe, oyunun bağrında ve iç yapısının dinam iğinde hem üre­
tilmiş hem de temsil edilmiştir.
Seyirci-gösteri ilişkisini ortaya atm ak için buradan yola çık­
m ak gerekir (gizil yapının dinamiği oyunun içinde bile bu mesa­
Marx İçin

feyi üretir). Burada da Brecht yerleşik düzeni altüst eder. Klasik


tiyatroda her şey basit görünebilir: Kahram anın zamansallığı bi­
ricik zamansallıktır, geri kalan her şey ona tâbidir, rakipleri bile
onun ölçülerindedir, rakibi olabilmeleri için bu gereklidir; onlar
da kahram anın zam anını, ritm ini yaşıyorlardı, onun bağımlılık
alanı içindeydiler, ona bağımlıydılar. Rakip onun rakibiydi: Ça­
tışm anın içinde, kahram an kendisine ne kadar aitse rakip de ona
aitti, onun ikiziydi, yansısı, tersi, gecesi, kışkırtıcısı, kendine kar­
şı dönm üş bilinçdışıydı. Evet, onun yazgısı, Hegel’in yazdığı gi­
bi, bir düşm anm ki gibi kendi bilinciydi. Bu nedenle, çatışm anın
içeriği kahram anın kendi bilinciyle özdeşleşiyordu. Ve doğal ola­
rak seyirci oyunu kahram anla “özdeşleşerek”, yani onun kendi
zamanıyla, kendi bilinciyle, ona sunulm uş olan tek zam an ve tek
bilinçle “yaşıyor” gözüküyordu. Bertolazzi’nin oyununda ve
Brecht’in b ü yük oyunlarında bu kanşıklık, ayrışmış yapıları n e­
deniyle im kânsız hale gelir. Demek istediğim, Brecht’in oyunla­
rında kahram anların olm am asının nedeni Brecht’in onları oyun­
larından sü rü p atması değildir; bunların hepsi oyunun içinde
kahram an olarak kalsa bile, oyun onların kahram anlığını im kân­
sız kılar, ortadan kaldırır, onları, bilinçlerini ve bilinçlerinin yan­
lış bilincini ortadan kaldırır. Bu indirgem e yalnızca eylem in etki­
si değildir, ya da bazı popüler kişilerin yazgısal olarak yapacak­
ları kanıtlam anın (tema üzerinde: ne Tanrı ne Sezar) etkisi de d e­
ğildir; ertelenm iş bir hikâye gibi anlaşılan oyunun sonucunun
etkisi de değildir: Ayrıntılar ya da süreklilik düzeyinde değil,
oyunun yapısal dinam iğinin daha derin düzeyinde gerçekleşir.
Bu noktaya iyi dikkat edilmeli: Buraya kadar yalnızca oyun­
dan söz ettik, - artık seyircinin bilinci söz konusudur. Sanılabi-
leceği gibi b u n u n yeni bir sorun olmadığını, aynı sorun olduğu­
nu tek kelimeyle belirtm ek istiyorum. Yine de, bunu kabul et­
Louis Althusser
182
m ek için, düşünceyi bulandıran seyirci bilincine dair klasik iki
m odeli benimsememeye öncelikle razı olm ak gerekir, ilk zararlı
m odel, yine -a m a bu kez seyircideki- kendine dair bilinç m ode­
lidir. Tamam, seyirci “kahram an” ile özdeşleşmez: Uzakta tu tu ­
lur. Ama bu durum da yargılayan, hesaplan yapan ve çözüm çı­
karan kişi oyunun dışında kalmaz mı? Size Cesaret Ana gösteri­
lir. O oynayacaktır. Siz de yargılayacaksınız. Sahnede körleşme
figürü - koltukta aydınlık bilinç figürü, iki saatin sonunda b i­
linçsizlik bilince yöneltilir. Ama rollerin bu paylaşımı, kesinliğin
sahneye vermeyi reddettiği şeyi salona geri verir. Aslında, seyir­
ci, oyunun hoşgörü gösteremeyeceği bu m utlak kendine dair b i­
linç asla olamaz. O yun kendi “öykü”sünün “Nihai Yargı”sını
içermediği gibi, seyirci de oyunun Nihai Yargıcı değildir. O da
oyunu, sorgulanan bir yanlış bilinç kipinde görür ve yaşar. Seyir­
ci, oyundaki şahsiyetlerin, onlar gibi ideolojinin kendiliğinden
m itleri içinde, yanılsamaları ve ayrıcalıklı biçim leri içinde ele alı­
n an kardeşi değil midir? O yun onu kendi karşısında mesafeli
tutm uşsa, ona hoşgörülü davranıldığı ya da Yargıç olması isten­
diği için değildir - tersine onu bu görünür mesafe içine, bu “ya­
bancılık” içine alm ak ve dahil etm ek içindir, - onu aktif ve can­
lı eleştiri dem ek olan bu mesafenin ta kendisi yapm ak içindir:
Ama o zam an, seyirci bilincine ilişkin ikinci m odeli de kuş­
kusuz benim sem em ek gerekir - reddedene kadar bilincine m u­
sallat olan özdeşleşme m odelini de benim sem em eli. Burada so­
ru n u , gerçekten cevap verem eyeceğim den, açık seçik ortaya
koym ak istiyorum: Seyirci bilincinin statüsünü düşünm ek için,
(kahram anla) özdeşleşme kavram ını anım sadığım ızda, şüpheli
bir özüm senm e riski görülm ez mi? Özdeşleşm e kavramı, kesin­
liği içerisinde, psikolojik bir kavram dır ve daha kesin olarak
analitiktir. Sahnenin önünde oturan seyircideki psikolojik süre­
Marx İçin
183
cin etkinliğini tartışacak değilim. Ama, kontrol edilen psikolojik
durum larda geçlenebilecek, betim lenebilecek ve tarif edilebile­
cek yansıma, yüceltm e, vs. görüngülerinin, bir-tem sile-tanık-
olan-seyirci’ninki kadar özgül, karm aşık bir davranışı açıklaya­
m ayacağını söylem ek gerekir. Bu davranış öncelikle toplum sal
ve kültürel-estetik bir davranıştır, b u nedenle de aynı zam anda
ideolojik bir davranıştır. (Kesin psikolojik anlamları içindeki öz­
deşleşme, yüceltm e, bastırm a gibi) som ut psikolojik süreçlerin
bunları aşan bir davranışa dahil olmasını açıklamak kuşkusuz
önem li bir görevdir. Ama b u ilk görev, psikolojizm e düşm e ih ­
tim alinden dolayı, ikinci görevi ortadan kaldıramaz: Seyirci bi­
lincinin özgüllüğünün tarifi. Eğer b u bilinç saf bir psikolojik bi­
lince indirgenem ezse, eğer toplum sal, kültürel ve ideolojik bir
bilinçse, b u bilincin gösteriyle ilişkisi yalnızca psikolojik özdeş­
leşme biçim inde düşünülem ez. Kahramanla (psikolojik olarak)
özdeşleşm eden önce, seyirci bilinci, gerçekten de, oyunun ide­
olojik içeriği içinde ve b u içeriğin kendine özgü biçim leri içinde
görülür. (Bir başkası görünüm ü altında kendiyle) özdeşleşm enin
vesilesi olm adan önce, gösteri, esas olarak, kültürel ve ideolojik
b ir kabulün vesilesidir .6 K endinin bu kabulü, ilke olarak, (psi­
6 ) K e n d in in b u k a b u lü n ü n , so n k e rte d e , id e o lo jin in yazgısını y ö n e te n g erek lilik lerd en
k açtığını san m am alı. G e rç ek te n d e san at, k e n d in in k a b u lü o ld u ğ u k a d a r k e n d in i tanım a
is te n cid ir de. D e m ek ki k ö k e n in d e b u ra d a ed in ild ig in i varsaydığım b irlik v a rd ır; b u b ir­
lik (esas olarak) sın am ay ı s ın ırla n d ırm a k am acıyla e d in ilm iştir, k ü ltü rel ve id e olojik gö­
rü n g ü o larak tem sil olasılığını k u ra n m itle rin , tem aların , o rta k ö zlem lerin b u paylaşım ını
sın ırla n d ırır - b u b irlik aynı zam an d a o n ay lan m ış b ir b irlik o ld u ğ u k a d a r iste n m iş ya da
re d d e d ilm iş b ir b irlik tir de. Başka deyişle, tiy atro d ü n y a sın d a ya da d ah a genel o larak es­
te tik d ü n y a d a ideo lo ji, ö zü gereği, in san lığ ın p o litik ve to p lu m sa l m ü c a d ele le rin in g ü ­
rü ltü ve sarsın tıların ın sağır ed ici b iç im d e ya d a b an g ır çınladığı b ir k a v g an ın ya da bir
a n laşm azlığın yeri o lm aya sü re k li d e v am e d er. Seyirci tavrını an lam ak için (özdeşleşm e
gibi) saf p sik o lo jik sü reçleri ö n e ç ık a rm a n ın tu h a i o ld u ğ u n u itiraf etm eliy im ; b u sü re ç ­
le rin etkileri çoğu z am an k ö k te n e rte le n m iştir - p e rd e açılm ad an h iç b ir şey işitm e k iste­
m eyen ya d a p e rd e a çıld ığ ın d a, s u n u la n e serd e ya da y o ru m u n d a k e n d ile rin i bulm ayı
re d d e d e n profesy o n el ya d a b e n ze ri seyirciler v ardır. Bolca b u lu n a n ö rn e k le ri aram ak
için ba şk a yere gitm eye g erek y o k tu r. B ertolazzi, o n u başarısız ve sefil b iri y apm ış olan
o n d o k u z u n c u yüzyıl s o n u İtalyan b u rju v azisi ta ra fın d a n red d e d ilm e m iş m iydi? Ve h a t­
ta b u ra d a , Paris’te, H a ziran 1 9 6 2 ’d e, o ve Strehler, İtaly an h a lk ın ın geniş b ir kesim i ta­
ra fın d a n b e n im sen m iş ve k a b u l g ö rm ü şk e n , Parisli” k am u v icdanı yö n eticileri tarafın­
d a n anlaşılm ad an , g e rç ek ten an laşılm ad an m a h k û m ed ilm em işler m iydi?
Louis Althusser
184
kolojik özdeşleşm e süreçlerinin kendilerini psikolojik olarak
m ü m k ü n kılan) tem el bir özdeşliği varsayar: Aynı akşam için,
aynı yerde b ir araya gelm iş seyircilerle oyuncuları birleştiren
özdeşlik. Evet, biz öncelikle gösteri d enen b u k u ru m tarafın­
d an birleştirilm işizdir, am a daha derinden, itiraf etm esek de
bizi yö n eten aynı m itler, aynı tem alar, kendiliğinden yaşanan
aynı ideoloji bizi birleştirir. Evet, özellikle yoksullarınki; El
N ost M ilan 'd a olduğu gibi, hiçbir T arih’in harekete geçirem e-
diği b ir zam an karşısında aynı bitkinlik, aynı ezilm e içinde ol­
m asak da, aynı ekm eği yeriz, aynı öfkelerle, aynı isyanlarla,
aynı taşkınlıklarla do lu y u zd u r (bu olası hazırlık halinin hiç
u n u tu lm ad ığ ı bellekte en azından). Evet, Cesaret Ana gibi, içi­
m izde değilse de, kapım ızın ö nünde, iki adım ötem izde aynı
savaş vardır, aynı körce dehşet, gözlerde aynı kül, ağızda aynı
to p rak vardır. Gecemiz aynıdır, şafağımız aynı, bilinçdışı d e ­
n en aynı u çu ru m ların yak ın ın d an geçeriz. Aynı hikâyeyi pay­
laşırız - v e h er şey b u ra d an başlar. Bu nedenle, ilke olarak, biz
kendim iziz, öncelikle, oyun bile - ve b u d u ru m d a çıkış yo lu ­
n u biliyor olm am ızın ne önem i vardır, çü n k ü bizden başka bir
yere asla varm ayacaktır, yani yine bizim dünyam ıza varacak­
tır. Bu nedenle, yola çıkıştan itibaren, yanlış b ir soru olan öz­
deşleşm e sorusu, daha so ru lm ad an önce bile, k ab u lü n gerçek­
liği tarafından cevaplanm ıştır. O zam an, tek soru, b u ö rtü k öz­
deşliğin yazgısının, k en d in in b u dolaysız k ab u lü n ü n yazgısı­
n ın ne olacağını bilm ektir: Yazar ne yapm ıştır? Eser Sahibi’nin,
B recht’in ya da Strehler’in harekete geçirdiği oyuncular n e ya­
pacaktır? Bu ideolojik k en d in i tanım a ne olacaktır? Asla k u r­
tulam adığı m itlerini derinleştirerek, kendine dair bilincin di­
yalektiği içinde tü k enecek m idir? O y u n u n m erkezine b u son­
Marx İçin
185
suz aynayı m ı koyacaktır? Yoksa o n u n yerini değiştirecek, onu
yan taraflara fırlatacak, onu alacak ve kaybedecek, terk ede­
cek, geri gelecek, onu u zak tan yabancı -v e p ek g erilim li- güç­
lere tâbi kılacak ve so n unda, tıpkı b ir bardağı uzak tan kıran
bu fiziksel titreşim gibi, toprakta b ir k ırıntı yığınından başka
bir şey kalm ayacak m ıd ır aniden?
Son olarak, daha iyi ortaya konm uş bir so ru n olm ası için,
bu tarif denem esini yeniden ele alm ak istersek; -sey ircin in b i­
lincinin o y u n u n kendisi olduğu görülecektir, - b u tem el n e d e n ­
le, seyircinin, kendisini oyuna önceden bağlayan b u içerikten
ve o y u n u n içinde b u içeriğin oluşum undan, yani figürü ve
m evcudiyeti 05nın olan b u ken d i bilincinden yola çıkarak oyu­
n u n ürettiği yeni so n uçtan başka bilinci yoktur. Brecht haklıy­
dı: T iyatronun ko n u su , b u hareketsiz kendini bilm e-bilm em e-
n in - “diyalektik” bile o lsa - yorum u olm aksa eğer, seyirci m ü ­
ziği önceden bilir: Kendi m üziğidir o. Tersine, tiyatronun k o ­
n usu bu d o kunulm az figürü sarsm ak, hareketsiz olanı h arek e­
te geçirm ek, yanılsam alı bilincin m itik dünyasının b u kım ıltı-
sız alanını harekete geçirm ek ise, o zam an, 05nın, seyircinin
içindeki yeni bir bilincin oluşum u, üretim i olur - h er bilinç gi­
bi tam am lanm am ış; am a b u tam am lanm am ışlık onu harekete
geçirir, fethedilen b u mesafe, edim sel eleştirinin b u tükenm ez
eseri onu harekete geçirir; oyun yeni bir seyircinin ü rü n ü d ü r,
seyir bittiğinde başlayan bu oyuncunun, oyunu tam am lam ak
için, ama yaşam da tam am lam ak için başlayan bu oyun cu n u n
ü rü n ü d ü r.
Geri dönüyorum . Ve aniden, karşı konulm az bir şekilde, so­
ru bana h ü cu m ediyor: Peki ya bu kendince beceriksiz ve ü s­
tü n k ö rü birkaç sayfa, tam am lanm am ış anlam ını bende sü rd ü ­
Louis Althusser
186
ren, tü m oyuncuları ve dekorları çoktan ortadan kaldınlm ış-
ken, sessiz söylem inin yükselişini benim içim de, bana rağm en
arayan, b ir haziran akşam ının b u m eçhul piyesinden, El N ost
M ilan’d a n başka bir şey değilse?

Ağustos 1962.
V

Karl Marx’in
“1844 Elyazmalan ”

(Siyasal iktisat ve Felsefe)


1844 E lyazm aları’n m yayımlanması gerçek bir olay olm uştur.
La Pensée dergisi okurlarının dikkatini b u n u n üzerine çekm ek
istiyorum .1
E lya zm a la rı'm n yayımlanması öncelikle edebi ve eleştirel bir
olaydır. Fransız okurlar 1844 E lyazm aları’na bugüne kadar an ­
cak Costés Yaymları’nm tercüm esinden erişebiliyorlardı (Moli-
tor. Πuvres Philosophiques, c. VI). Bu m etni kullanm ak zorunda
kalmış olanlar, kendi deneyimleriyle bilirler ki, önem li açıkla­
m alardan yoksun, hata ve belirsizliklerle dolu bu kısmi m etin
ciddi çalışmalar için m alzeme olamaz. E. Bottigelli’nin her türlü
övgüye değer çalışması sayesinde artık güncellenmiş bir baskıya
sahibiz (olabilecek en güncel baskıdır bu; çünkü Bottigelli Mos­
kova’daki Marx-Engels E n stitü sü n ü n yapmış olduğu en son
okum a ve düzeltm e çalışm alarının bilgisinden yararlandı). Eser
en rasyonel düzeni içinde (MEGA’nm düzeni), kesinliği, titizliği
bakım ından kayda değer bir çeviriyle ve açıklayıcı notlandırm a-
larıyla sunuldu; şunu da eklemeliyim ki, - b u da çok önem lidir-
çeviri, teorik olarak güvenilirdir (iyi bir çevirm enin, bir çevirmen­
den öte olması gerektiği kesin koşulu olm adan iyi bir çevirm en
olamayacağı açıktır: İyi bir çevirm en aslında bir uzm andır; yal­
nızca yazarın düşüncesinden haberdar ve bu düşünceye nüfuz
etmiş biri olm akla kalmaz, yazarın beslendiği kavramsal ve ta­

1) Em ile B ottigelli’n in s u n u m u , tercü m esi ve notlarıyla. E d itio n s Sociales.


Louis Althusser
190
rihsel evreni de bilir. E lya zm a la rı’nın çevirisi örneğinde, bu ko­
şul yerine gelmiştir.).
E lyazm aları' nın yayımlanması, aynı zam anda, teorik bir olay­
dır. Marx’m savunucuları ile m uarızları arasındaki polem iklerde
otuz yıldan beri ön planda rol oynamış bir m etinle karşı karşı-
yayız. Bottigelli, bu büyük tartışma içerisinde rollerin nasıl pay­
laşıldığını çok iyi açıklam aktadır. Bu önem li m etnin ünlenm esi
öncelikle sosyal-dem okratlar (başta, eserin ilk editörleri olan
Landshut ve Mayer), sonra da tinselci filozoflar, varoluşçular,
görüngübilim ci filozoflar sayesindedir; ama, tahm in edilebilece­
ği gibi, hem Marx’m anlayışına, hem de Marx’ın oîuşumu’n u n ba­
sitçe kavranm asına çok yabancı bir anlayış içerisinde bunu yap­
m ışlardır. Ekonomik-Felsefi Elyazması, M arx’m hem etik, hem
(aynı anlam a gelmek üzere) antropolojik, hatta dini yorum lanış-
larını besledi. Perspektif duyusu ve görünür “nesnelligi”yle Ka­
pital bile, temel felsefi ifadesini bu m etinde ve kavram larında
-öncelikle yabancılaşm a, hüm anizm a, insanın toplumsal özü gibi
kavram larında- bulan bir gençlik sezgisinin geliştirilmesi olarak
görüldü. M arksistler ise, bilindiği gibi, ancak iş işten geçtikten
sonra tepki göstermeyi akıllarına getirdiler ve tepkileri de çoğu
zam an kaygıları ve acelecilikleri ölçüsündeydi: Marx’ı bütün ola­
rak savunm a ve rakiplerinin tezlerini üstlenm e eğilimi gösterdi­
ler, böylece 1844 m etninin teorik prestijine aşırı değer verdiler;
ama b u n u KapitaVin ya ra rın a yaptılar. Bottigelli’nin, bu nokta­
da, önem li yorum ları vardır (s. IX, XXXIX). Bu yorum lar, hiçbir
ciddi yorum cunun kaçamayacağı bir talebe giriş niteliği taşır:
Yeni ve kesin bir araştırm a yöntem i tanım lam ak; ileriye ya da ge­
riye d ö nük benzerlikler bulm a şeklindeki basit yöntem den fark­
lı, “başka bir y ö n te m ” (s. X). Bir m ücadele argüm anı, m ahkûm i­
yet bahanesi ya da savunm a tabyası olm uş b u E lya zm a la rı’nı
Marx için
191
b u n d an böyle kesin bir yöntem le ele alabiliriz, ele alm alıyız:
Marx’in düşüncesinin oluşum unun bir uğrağı olan E lya zm a la n ,
entelektüel bir oluşum un tüm uğrakları gibi, kuşkusuz geleceğe
yönelik bir vaattir, ama aynı zam anda da tekil ve indirgenem ez
bir şim diki zam anı belirginleştirir, sınırlarını çizer. Bottigelli’nin
bu eleştirilemeyecek tercüm eyle bize a yrıcalıklı b ir nesne verdi­
ğini söylem ek abartı olmaz. Bu nesne M arksistleri teorik olarak
iki anlam da ilgilendirir: Marx’in düşüncesinin oluşumunu, daha­
sı dönüşüm ünü içerm ektedir; aynı zam anda da Marksist ideoloji
teorisini, kendi yöntem ini uygulam a ve sınam a konusunda ör­
nek bir vesileyle sunm aktadır.
Son olarak, b u tercüm enin önem taşıyan tarihsel ve teorik bir
Ö nsözle sunulduğunu da eklemeliyim. Bu sunuş bizi yalnızca
temel sorunların içine dahil etm ekle kalmaz, aynı zam anda bu
sorunları yerli yerine koyar ve aydınlatır.
Gerçekten de, 1844 E lyazm aları'nı M arxln önceki m etinle­
riyle karşılaştırdığım ızda E lya zm a la rı’n m özgül niteliği nedir?
Kökten yeni olarak getirdiği şey nedir? Cevap şu olgu'da yatm ak­
tadır: E lya zm a la n , M a rx ’in siyasal iktisatla buluşm as in in , siya­
sal iktisadı keşfinin sonucudur. Kuşkusuz Marx, kendisinin de
söylediği gibi, ekonom ik düzeydeki sorunlar üzerine görüş be­
lirtm e “ihtiyacı”nı ilk kez hissetm iş değildir (örneğin, daha
1842’de, odun hırsızlığı sorunu tarımsal feodal m ülkiyetin d u ­
ru m unu tüm üyle ifade etm ektedir; örneğin, yine 1842 tarihli
sansür ve basın özgürlüğü üzerine m akale de “sanayi”nin ger­
çekliğiyle ilgiliydi, vs. vs.) ama o dönem de Ekonom i’yle ancak
ekonom ik sorunlar olarak ve politik tartışm alar dolayısıyla karşı­
laşıyordu: Kısacası, siyasal iktisatla değil, bir ekonomik politi-
ka’nırı belirli etkileriyle ya da toplum sal çatışm aların bazı ekono­
m ik koşullarıyla karşılaşıyordu (Hegel’in Devlet Felsefesinin Eleş-
Louis Althusser
192
tirisi). Ama 1844 Elya zm a la rı’nda, Marx bizzat siyasal iktisada
m eydan okum aktadır. Engels, İngiltere üzerine “dahice eskizle-
ri”nde ona bu yolu açmıştı. Ama, Engels’in b u teşvigi kadar, p o ­
litikanın içinde çözülem eyen çatışm aların nedenini politikanın
ötesinde arama gerekliliği de Marx’i bu buluşm aya itmişti. Bu ilk
buluşm a’yı dikkate alm adan E lya zm a la rı’m kavram ak güçtür. Bu
açıdan önem taşıyan Paris dönem inde (Şubat-Mayıs 1844) Marx
tam am en klasik ekonom istlerle (Say, Skarbek, Smith, Ricardo)
ilgilenir, bol bol n o t alır; bu notların izi E lya zm a la rı’m n gövde­
sinde görülür (birinci bölüm de u zu n alıntılar vardır), - sanki
Marx bir olguyu kaydetm ek ister gibidir. Ama bu olguyu kayde­
derken bile, bu'olgunun, en azından okuduğu ekonom istlerde,
hiçbir şeye d a yanm adığım , havada kaldığını ve kendi ilkesinden
yoksun olduğunu saptar. Demek ki, siyasal iktisatla karşılaşma,
Marx açısından, tek ve aynı hareket içinde, siyasal iktisada eleş­
tirel tepki ve o n u n temellerini titizlikle araştırm adır.
Siyasal iktisadın temellenmemiş olduğu inancı M arx’a nereden
gelmektedir? Siyasal iktisadın -k a b u l etmese ve ifade etmese d e -
saptadığı ve kaydettiği çelişkilerden kaynaklanm aktadır: Ve tüm
b u çelişkilerin başında da, em ekçilerin büyüyen yo ksullaşm asıy­
la -siyasal iktisadın m odern dünyadaki yükselişini kutladığı- bu
eşsiz zenginlik arasındaki çelişki gelir. M ülk sahiplerinin zengin­
liğinin işçilerin yoksulluğu üzerinde yükseldiği şeklindeki bu cı­
lız argüm an üzerinde kendini inşa eden bu iyimser bilim in çek­
tiği sıkıntı, yenilgisi burada yatm aktadır. O nun gözden düşm e­
sinin nedeni de b u d u r. Marx ekonom iye, yoksun olduğu bu il­
keyi, onun ışığı ve hükm ü, olacak bu ilkeyi vererek bu gözden
düşm eyi ortadan kaldırm ak istem ektedir.
Bu noktada Ely azm adan nm öteki yüzünü keşfederiz: Eelseje.
Ç ünkü Marx’m Siyasal İktisat'la bu karşılaşması, Bottigelli’nin
Marx İçin
193
gayet iyi belirttiği gibi (s. XXXIX, LIV, LXV1I, vs.), Siyasal ikti­
satla felsefe’n in bir buluşm asıdır: Elbette rastgele bir felsefe değil:
Marx’ın tüm pratik-teorik deneyim lerinden oluşm uş (Bottigelli
b u deneyim in ana uğraklarını belirtm ektedir: Hegel’den çok
Kant’a ve Fichte’ye yakın olan ilk m etinlerin idealizmi; Feuer-
bach’m antropolojisi) ve b u buluşm anın değiştirdiği, düzelttiği
ve genişlettiği bir felsefe. Ama yine de, Feuerbach’çı sorunsalın
derinden damgasını taşıyan (Bottigelli, s. XXXIX) ve Feuer-
bach’tan Hegel’e geri d ö n ü şü n tereddütünü hâlâ taşıyan bir fe l­
sefe. Siyasal İktisadın ÇELlŞKl’sini, b u çelişkiyi düşünerek ve
b u n u n dolayımıyla tüm Siyasal İktisadı, tüm kategorilerini bir
anahtar kavram dan -ya b a n cıla şm ış em ek kavram ı- yola çıkarak
düşenerek çözen felsefedir bu. Bu noktada, gerçekten sorunun
m erkezindeyiz ve aynı zam anda hem idealizm in hem de m ater­
yalist aceleciliğin tüm kışkırtm alarına yakınız... Ç ünkü, ilk ba­
k ışta , tanıdık bir bölgedeyizdir; yani hem özel m ülkiyeti, hem
de sermayeyi, parayı, işbölüm ünü, em ekçinin yabancılaşmasını
ve özgürleşmesini ve ona vaat edilen gelecek olan hüm anizm ayı
tanıyabileceğimiz kavramsal bir m anzaranın içindeyiz. Kapi­
ta ld e bulabileceğim iz tüm kategoriler ya da aşağı y u k a r ı tüm
kategoriler bunlardır ve b u temelde, bunları K a p ita lin öncelleri
olarak kabul edebiliriz, daha doğrusu, proje halindeki Kapital
olarak, hatta karalama halindeki Kapital olarak, ana hatları çizil­
miş, am a taslak halindeki Kapital olarak, tam am lanm ış eserin
dehasına sahip olsa bile doluluğuna sahip olmayan Kapital ola­
rak kabul edebiliriz. Ressamlar b u tür karalam alar yapar, bir çır­
pıda, yeni doğm uş bir şey çizerler; hatta tam da bu beliriş nede­
niyle içerdikleri eserden daha büyüktür bunlar. E ly a zm a la rin m
büyüleyiciliğinde, m a n tık la r ın ın karşı konulm azlığm da (Botti­
gelli haklı olarak onların “akıl yürütm edeki kesinlikleri”nden ve
^______________________ Louis Althusser______________________

“sarsılmaz m an tık la rın d an söz eder, s. XXXIII, LXII, LIV) ve di­


yalektiklerinin inandırıcılığında bu parıltıdan birşeyler vardır.
Ama aynı zam anda, E ly a zm a la n ' nda gördüğüm üz kavramlara
b u m antığın ve bu kesinliğin verdiği anlam, ikna gücü de vardır;
dolayısıyla, b u m antığın ve bu kesinliğin a n la m ı da vardır: hâlâ
felsefi bir anlam. Felsefi derken, bu sözcüğü Marx’in daha sonra
kesin m ahkûm edeceği anlam içinde ele alıyorum . Ç ünkü her ke­
sinlik ve her diyalektik ancak hizm et ettikleri ve açıkladıkları
anlam 'ın değerindedir. İlerde ayrıntıya girm ek ve bu m etnin söz­
cüğü sözcüğüne açıklam asını yapm ak gerekecektir: Yabancılaş­
m ış em ek anahtar kavram ına atfedilen teorik statüyü ve teorik
rolü sorgulam ak; b u nosyonun kavram sal alanını incelemek;
M arx’m o dönem b u nosyona atfettiği rolü -kökensel temel rolü­
n ü - oynadığını kabul etmek; ama, insanın özü’nden, aşina oldu­
ğum uz ekonom ik kavram ların gerekliliğini ve içeriğini çıkaracak
b ir İnsan k a v ra y ışı’n ın himayesi ve vekaleti sayesinde kabul etme
koşuluyla ancak bu rolü oynayabileceğini kavram ak gerekecek­
tir. Kısacası, gelecekteki anlam ları eli kulağında olan bu terim le­
rin altında, onlar üzerindeki prestijinin ve iktidarının son kırın­
tılarını kullanan bir felsefenin esiri olarak kalm alarını sağlayan
anlam ı keşfetmek gerekecektir. Ve, - b u kanıtlamayı ileriye gö­
türm e özgürlüğüm ü kötüye kullanm ak istem ezsem - aşağı yuka­
rı şunu diyebilirim ki, bu ilişki altında, yani bir süre sonra kökten
b ağım sız olacak bir içerik üzerinde felsefenin kökten tahakküm ü
koşulunda, M a rx’tan en uzak Marx b u Marx’tir, kıyıda duran -
M arx’tir, arife g ü n ü n ü n M arx’idir, eşikteki Marx’tir - sanki kop- :
m adan önce, ve kopmayı gerçekleştirm ek için, felsefeye tüm i
şansını, son şansını vermesi gerekirmiş gibi; kendi karşıtı üze- 'j
rindeki m utlak hüküm ranlığını ve bu ölçüsüz teorik zaferini, ya-‘•i
ni yenilgisini vermesi gerekmiş gibi...
Marx İçin
195
Bottigelli’nin sunum u bizi bu sorunların m erkezine yerleşti­
rir. Yabancılaşmış emeğin statüsünü tartıştığı, E ly a zm a la rı'n m
ekonom ik kavram larını K a p ita lin ekonom ik kavram larıyla kar­
şılaştırdığı, buluşulan siyasal iktisadın (1844’ü n M arx’ı için) te­
orik doğası’nın temel so rununu ortaya attığı sayfaları, en kayda
değer sayfalar olarak kabul ediyorum . Şu basit cüm le, “Burjuva
siyasal iktisadı Marx’a bir tür görüngübilim olarak gelm ektedir,”
(s. XLI) bana çok önemli görünm ektedir. Marx’m , özellikle
siyasal iktisadı olduğu gibi (s. LXV11), kavram larının içeriğini ve
sistematiğini -ilerd e yapacağı ü z e re - tartışma konusu etm eden
kabul etmesi de bana temel önem de gelmektedir: Ekonomi’nin
bu “soyutlam ası” bir diğer “soyutlam a”ya im kân tanır: Ekonom i­
ye temel sağlamakta kullanılacak olan Felsefe’nin soyutlaması.
Böylece, E lya zm a la rı’nda kullanılan felsefe’n in kabulü bizi ister
istemez y o la çıkış n o k ta m ıza geri getirir: Siyasal ik tisatla buluş­
ma. Ve şu soruyu sorm ak zorunda kalırız: Marx’ın bu Ekono-
m i’nin terim leri altında buluştuğu gerçeklik nedir? E konom inin
kendisi mi? Yoksa, ekonom istlerin teorilerinin ayrılmaz parçası
olan ekonomik bir ideoloji mi, yani daha önce alıntı yaptığımız
güçlü ifadeyle, bir “görüngübilim ” mi?
Son olarak, tek bir saptam ada bulunm ak istiyorum. Eğer bu
yorum kim ilerini şaşırtırsa, b u n u n nedeni, Marx’m oluşum ev­
resindeki politik tavırları ile teorik tavırları olarak adlandırılabi­
lecek şey arasında bir k a r ış ık lığ a (bizim çağdaşlarımız için b u n ­
dan kaçınm anın oldukça güç olduğunu söylemek gerekir, çü n ­
kü tüm bir tarihsel geçmiş bu rolleri ayırt etm elerini engelle­
m ektedir) prim verdikleri içindir. Bottigelli bu güçlüğü gayet iyi
görm üştür ve örneğin Hegel’in H ukuk Felsefesinin Eleştirisi,
“Marx’m proletarya davasına, yani kom ünizm e katılım ına işaret
eder. Bu tarihsel m ateryalizm in önceden oluşmuş olduğu anlamına
Louis Althusser
196
gelm ez,” (s. XXXIII) derken bu güçlüğe bodoslam a dalmıştır. De­
m ek ki, Marx’m gençlik m etinlerinin bir politik, bir de teorik
okum ası vardır. Ö rneğin Yahudi Sorunu gibi bir m etin, ko m ü ­
nizm m ücadelesine politik olarak bağlı bir m etindir. Ama son de­
rece “ideolojik” bir metindir* Demek ki, sonraki metinlerle teorik
olarak özdeşleşebilir bir m etin değildir; sonrakiler ise tarihsel m a­
teryalizm i tarif edecektir, hatta bu m etinlerden önce, onlardan
bağımsız doğm uş olan ve Genç Marx’ın o dönem saflarında yer
aldığı 1843’ü n bu gerçek kom ünist hareketini özüne kadar ay­
dınlatabilecektir. Zaten, bizim deneyim im iz de “M arksist” olm a­
dan “kom ünist” olunabileceğini bize hatırlatm aktadır. Bu ayrım,
Marx’ın o dönem deki teorik tavır alışlarını politik tavır alışlarıyla
karıştırm a ve politik tavırlarını teorik tavırlarla m eşrulaştırm a
şeklindeki politik tuzağa düşm em izi engellem ek için gereklidir.
Ama bu aydınlatıcı ayrım, Bottigelli’nin tanım ladığı talebe bizi
geri götürür: Marx’ın, uğraklarının, evrelerinin, “şim diki za m a n ­
l a r ı n ı n , kısacası dönüşüm ünün oluşumunu açıklamak için bir
“başka yöntem ” tasavvur etmeliyiz; Marx’ın sağlığında asla yayım­
lamadığı, ama kuşkusuz bu nedenle bize Marx’ı çıplak haliyle,
muzaffer ve yenik düşüncesi içinde, sonuncu, köklü bir değişik­
lik yaparak -y a n i ilk değişiklik- nihayet kendisi olm asının eşiğin­
de gösteren b u E lyazm aları' m , bu paradoksal diyalektiğin en ola­
ğanüstü evresini oluşturan E lyazm aları'nı açıklamak için bir
“başka yö n te m ” tasarlamalıyız.

A ra lık 1962
VI

Materyalist Diyalektik
Üzerine
(Kökenlerin eşitsizliği hakkında)

"... Teoriyi gizemciliğe götüren bütün gizler,


rasyonel çözümlerini insan praksisinde ve bu
praksisin kavranmasında bulur.”
K. MARX (Feuerbach Üzerine Tezler, 8).
Bana yöneltilen eleştirileri tek cümleyle özetlem ek gerekirse,
bu eleştiriler yazılarımın önem ini kabul etm ekle birlikte, bunla­
rı teorik ve politik olarak tehlikeli görm ektedirler.
Bu eleştiriler, nüanslarıyla birlikte, iki temel itiraz noktasına
dayanm aktadır:
1. M arx’i Hegel’den ayıran süreksizlik üzerine “vurgu yap­
m ak.” Sonuç: Bu durum da, Hegelci diyalektiğin “rasyonel çekir-
dek”inden, diyalektiğin kendisinden ve sonuç olarak, Kapi­
ta ld e n ve çağımızın temel yasasından geriye ne kalır ?1
2. “Üstbelirlenm iş çelişki” kavram ını önererek, “tekçi” M ark­
sist tarih kavrayışı yerine “çoğulcu” kavrayışı geçirmek. Sonuç:
Bu durum da, tarihsel zorunluluktan, zorunluluğun birliğinden,
ekonom inin belirleyici rolünden - ve sonuç olarak, çağımızın
temel yasasından geriye ne kalır ?2____________________________
1) R. G araudy: “... M arx’taki H egel m irasım azım sayarak, neleri g ü v e rte d e n atm a riskine
girdiğim izi k av ram am ız gerekir: Yalnızca G ençlik Eserleri’n i, Engels’i ve L enin’i değil, K a ­
p ita le n k e n d isin i de atm am ız g erek ir.” R .G araudy. A p rop os d es m anu scrits d e H , C ah ier
du com m u n ism e, s. 118 (M art 1963).
2) G. M ury: "... M arx ve Engels’ten b eri b ilin e n b ir h ak ik ati dile g etirm ek için o n u n (L.A.)
yeni b ir kav ram ı b u n c a g ü rü ltü patırtıyla dahil etm esin i k ab u l e tm ek akla y a tk ın değildir.
A ltyapıdan g elen b elirlenim lerle ü sty ap ıd an gelen b elirlen im ler arasın d a aşılm az bir u ç u ­
ru m u n varlığı ü z erin d e ısrar e tm e n in A lth u sser’e d aha acil gelmiş olm ası gerçeğe d aha ya­
kındır. H egel’in ileri sü rd ü ğ ü devlet ile sivil to p lu m arasın d ak i çelişkinin kutu p larım ,
M arx’i izleyerek ve sivil to p lu m u b a sk ın k u tu p , devleti de b u ö z ü n g ö rü n g ü sü yaparak
tersyüz etm eyi k u şk u su z b u n ed en le red d etm iştir. O ysa, ta rih in diyalektiğine yapay ola­
rak dahil e d ilm iş b u sü rek lilik ç ö zü m ü , k en d i özgül çelişkisi içerisindeki kap italizm in iç
ilkesinin gelişim i sayesinde em p ery alizm in n ih ai evresini, ilerlem ede eşitsizliği ve e n za­
yıf h a lk a n ın gerekliliğini nasıl d o ğ u rd u ğ u n u ayırt etm esini en g eller...” (L a Pensée, N isan
1963, 'M atérialism e et H yperem pırism e', s. 49). R. G araudy: “D olayım larm karm aşıklığı ne
olursa o lsu n , in san pratiği tek tir ve ta rih in m o to ru n u o lu ştu ra n b u p ratiğin diyalektiğidir.
“O stb elirlem m ler’’in (gerçek) çoğulluğuyla b u n u silikleştirm ek, öncelikle b u önem li çeliş­
kinin, b u rju v a to p lu m u n u n gelişim inin b u tem el yasasının incelenm esi olan M arx’m K a ­
p ita lin in ö z ü n ü k aranlığa gö m m ek tir. Bu d u ru m d a , sosyalizm e geçiş çağı olaıı çağım ızın
gelişim inin tem el b ir yasasının nesnel varlığını nasıl tasavvur edebiliriz?" (s. 119).
Louis Althusser
200
Benim denem elerim de olduğu gibi bu itirazlarda da iki sorun
tartışm a konusu edilm ektedir. Birincisi Hegelci diyalektikle ilgi­
lidir: Marx’ın Hegelci diyalektiğe atfettiği “rasyonalite” nedir?
ikinci sorun Marksist diyalektikle ilgilidir: M arksist diyalektiği
Hegelci diyalektikten ayırt eden özgüllük nedir? Aslında bu iki
so run da aynı so ru n u n iki özdeş yüzüdür, çünkü b u iki görü­
nüm altında da Marx’ın düşüncesinin daha kesin ve daha aydın­
lık bir şekilde kavranm asından başka bir şey asla söz konusu de­
ğildir.
Hegelci diyalektiğin “rasyonalitesi "ni daha sonra ele alaca­
ğım. Şimdilik, so ru nun (birinci yüzüne yol açan) ikinci yüzünü
biraz daha yakından incelem ek istiyorum: M arksist diyalektiğin
özgüllüğü.
Yararlandığım kavram lara kesin bir anlam verm ek için elim­
den geldiğince çabaladığımı; b u kavramları anlam ak için, bu ke­
sinliğe dikkat etm ek ve hayali olmadığı ölçüde de bu kesinliği
kabul etm ek gerektiğini okur kabul etmelidir. N esnesinin gerek­
tirdiği kesinlik olm adan teoh’nin, yani terim in kesin anlamıyla
teorik pratiğin söz konusu edilemeyeceğini okura hatırlatm am a
bilm em gerek var mı?
Marx tçin
201

1. Pratik Çözüm ve Teorik Sorun.


Niçin teori?

Son incelem em de ortaya atılan sorun, teorik bir sorundu:


Hegelci diyalektiğin Marx tarafından “tersine çevrilme”sini oluş­
turan şey nedir? M arksist diyalektiği Hegelci diyalektikten ayırt
eden özgül farklılık nedir?
Bunun teorik bir sorun olduğunu söylemek, b u so ru n u n te­
orik çözü m ü n ü n bize, Marksist teorinin öteki bilgilerine organik
olarak bağlı yeni bir bilgi vermesi gerektiğini söylemektir. Bu­
n u n teorik bir sorun olduğunu söylem ek, hayali bir güçlükle
karşı karşıya olmadığımızı, sorun biçim i altında, yani sorunun
ortaya atıldığı (yerleştirildiği) (teorik) bilgilerin alanını; k o n u ­
m u n u n tam yerin i ; bu sorunu ortaya atm ak için gereken kav­
ramları tanım lam ak gibi hâkim koşullara tâbi bir biçim altında
gerçekten m evcut bir güçlükle karşı karşıya olduğum uzu söyle­
m ektir.
S orunun konum u, incelenmesi ve çözüm ü, yani giriştiğimiz
teorik pratik, bu koşulların tâbi olduğu k a n ıtı bize sağlayabile­
cek tek şeydir.
Oysa, bu özel durum da, teorik bir sorun ve çözüm biçim i al­
tında dile getirilmesi gereken şey, M arksizm in pratiğinde zaten
mevcut olan şeydir. Marksist pratik yalnızca bu “güçlükle” karşı­
laşmakla, o n u n hayali değil gerçek olduğunu saptam akla kalm a­
m ış, dahası, kendine özgü sınırları içinde onu fiilen “düzenle­
m iş” ve aşmıştır. Bizim teorik sorunum uzun çözüm ü, Marksist
Louis Althusser
202
pratik içinde, uzun süreden beri, pratik olarak zaten m evcuttur.
Dolayısıyla, bizim teorik sorunum uzu ortaya atm ak ve çözmek,
Marksist pratiğin kendi gelişimi içinde karşılaştığı, varlığını bil­
dirdiği ve -k e n d i k ab u lü y le- hesabını gördüğü’ gerçek bir güç­
lüğe bulduğu, pratik halde m evcut “çözüm ü” teorik olarak dile
getirm ek anlam ına gelir.
Demek ki söz konusu edilen şey, teori ile pratik arasındaki
“mesafeyi” belirli bir noktada kapatm aktır; yoksa Marksizme h a­
yali ya da öznel bir soru dayatm ak, ondan “hiper-am pirizm ”in
“sorunlarını çözm esini” talep etm ek, hatta M arx’m bir filozofun
bir kavramla kişisel ilişkilerinde hissettiği güçlükler diye adlan­
dırdığı şeyi “çözm esini” istem ek kesinlikle değildir. Hayır. O rta­
ya konan so ru n ,4 M arksist pratiğin belirttiği bir güçlük biçim in­
de m evcuttur (m evcuttu). Bunun çözüm ü Marksist pratikte var­
dır. Demek ki söz konusu olan şey yalnızca b u n u teorik olarak
dile getirmektir. Pratik halde m evcut bir çözüm ün teorik olarak
bu basitçe dile getirilmesi, yine de kendiliğinden olmaz: Yalnızca
böyle pratik kararın özgül k a v r a m ın ı ya da bilgisini hazırlam ak­
la kalmayan, var olabilecek karışıklıkların, yanılgıların ya da k u ­
surların kökten (teorik köklerine kadar uzanan) bir eleştirisiyle
gerçekten bunları ortadan kaldıran gerçek bir teorik çalışma ge­
rektirir. Demek ki, b u basit teorik “dile getirm e”, tek bir hareket
içinde, hem bir bilginin üretimini, hem de bir yanılsam anın eleş­
tirisini içerir.
3) H e s a b ın ı g örd ü ğ ü . Bu, E k o n o m i Politiğin E leştirisin e K a t k ı’n ın (1 8 5 8 ) ö n sö zü n d e k i te ­
rim d ir. 1845 ilk b a h a rın d a B rüksel’de Engels’le k arşılaşm asın ı ve A lm an ¡deolojisi'nin k a ­
lem e alın m asın ı geriye d ö n e re k h atırlay an M arx, “ön cek i felsefi b ilin c im iz ”le h esa p laş-
m a’d a n (A b rech n u n g ) söz ettiğ in d e b u terim i kullanır. K a p ita l’in 2. b a sk ısın ın sotısözü,
b u h e sa p görm eyi açıkça b e lirtir, ki b u iyi b ir m u h aseb e d ilin d e , b o rc u n k a b u lü a nlam ı­
n a gelir: H egelci d iyalektiğin “rasy o n el y a n ı’iıın k abulü.
4) E lbette b u so ru n ilk k ez b u ra d a o rtay a k o n u y o r değildir! G ü n ü m ü z d e , SSCB’de ve b il­
d iğim kadarıyla R om anya’da, M acaristan 'd a, D em o k ratik A lm an y a’da ve bilim sel önem i
b ü y ü k tarihsel ve te o rik incelem elere esin kaynağı o ld u ğ u İtalya’da (della V olpe, Rosi,
C olletti, M erker, vs...) ö n d e gelen M arksist araştırm acıların ç alışm alarının k o n u s u n u
o lu ştu rm a k ta d ır.
Marx için
203
Ama bu durum da, şu soruyu sorm ak aklımıza gelebilir: Bu
kadar u zu n süredir bilinen bir “hakikati” dile getirm ek için b u n ­
ca çabaya ne gerek var ?5 Yine sözcüğü kesin anlamıyla ele alarak
şu cevabı veririz: Bu hakikatin varlığı uzun süreden beri duyu­
rulmuş, kabul edilmiştir, ama bilinmemektedir. Ç ünkü bir varolu­
şun (pratik) kabulü, bulanık bir düşüncenin belirsizlikleri hariç,
bilgi (yani teori) olarak kabul edilemez. O zam an da şu soru so­
rulabilir: M adem ki çözüm ü uzu n süreden beri pratik halde
m evcut, bu soruyu teoride sorm am ız neye yarar? Bu pratik çö­
züm için, pratiğin bugüne kadar gayet iyi şekilde onsuz yapabil­
diği teorik bir ifade bulm aya ne gerek var? Ve bu “spekülatif’
araştırm adan, zaten sahip olduğum uz şey dışında kazancım ız ne
olabilir?
Bu soruya tek bir sözcükle cevap verebiliriz. Lenin’in deyişiy­
le, “Devrimci teori olm adan devrimci pratik olm az.” Bu sözü ge­
nelleştirelim: Teori, pratik için temel önem dedir, hem teorisi ol­
duğu pratik için, hem de doğm asına ya da büyüm esine yardım
edebileceği pratik için temel önem dedir. Ama b u lafın şeffaflığı
yeterli değildir: O nun geçerlilik vasfı taşımasına da ihtiyaç duya­
rız, dolayısıyla şu soruyu sorm am ız gerekir: Pratik için temel
önem de olması gereken teoriden ne anlamalı?
Ben b u tem ada bizim araştırm am ız için zaruri olan şeyi tar­
tışm ak istiyorum . Aşağıdaki ta n ım la rı ise öncel hipotezler ola­
rak akılda tutm ayı öneriyorum .
Genel olarak pratikten, belirli bir verili ham m addenin belirli
bir ürüne dönüşüm sürecini; belirli bir insan em eğinin belirli
(“üretim ”) araçlarını kullanarak gerçekleştirdiği dönüşüm ü anla­
malıyız. Bu şekilde tasavvur edilen her pratikte, sürecin belirle­
5) G. M ury ç o k h ak lı o larak ş u n u sö y lem ek ted ir: “M arx ve Engels’ten b eri b ilin en b ir h a ­
kikati dile g etirm ek için o n u n (L.A,)... yeni b ir k av ram g etird iğ in i k ab u l e tm ek akla y at­
kın g ö z ü k m e m e k te d ir..," (belirtilen m a kale).
Louis Althusser
204
yici anı (ya da öğesi) ne ham m addedir, ne ürün; dar anlam da
pratiktir: Özgül bir yapı içerisinde insanları, araçları ve araçların
kullanım ına dair teknik bir yöntem i uygulamaya koyan bizzat
dönüştürm e anıdır. Pratiğin bu genel tanım ı, kendi içinde, tikel
olasılıklar da içerir: O rganik olarak tek bir karmaşık tüm lüge ait
olsalar bile, gerçek anlam da birbirinden ayrı, farklı pratikler var­
dır. Örneğin, “toplum sal pratik”, belirli bir toplum içinde m ev­
cut pratiklerin karm aşık birliği, çok sayıda ayrı pratik içerir.
“Toplum sal pratiğin” bu karm aşık birliği öyle yapılanm ıştır ki,
-b u n u n nasıl olduğunu ilerde göreceğiz- son kertede belirleyici
olan pratik, burada, verili doğanın (ham m adde), belirli üretim
ilişkileri çerçevesinde, belirli üretim araçlarının yöntem li olarak
düzenlenmiş kullanım ına göre çalışan, yaşayan insanların faaliye­
ti sayesinde kulla n ım ürünlerine dönüşm esidir. Toplum sal pra­
tik, üretim den başka tem el düzeyler de içerir: Politik pratik
-M arksist partilerde b u pratik kendiliğinden değil, tarihsel m a­
teryalizm in bilimsel teorisi tem elinde örgütlenm iştir ve kendi
ham m addesini -to p lum sal ilişkiler- belirli bir ürü ne (yine top­
lum sal ilişkiler) dönüştürür; ideolojik pratik (ideoloji de, ister di­
ni, politik ya da ahlaki olsun, isterse de hukuksal ya da sanatsal,
kendi nesnesini -insanların “bilinci”- dönüştürür); son olarak,
teorik pratik. İdeolojinin pratik olarak varlığı her zam an ciddiye
alınmaz: Yine de b u nu kabul etm ek her ideoloji teorisinin zo­
ru n lu önkoşuludur. Teorik pratiğin varlığı ise daha da ender ola­
rak ciddiye alınır: Bu önkoşul, yine de, Marksizm için, teorinin
kendisinin ve “toplum sal pratik”le ilişkisinin kavranm ası için
zorunludur.
Burada ikinci bir tanım a ihtiyaç duyarız. Teoriden benim an­
ladığım, bu açıdan, pratiğin özgül bir biçimidir. Bu biçim de, be­
lirli bir insan to p lu m unun “toplum sal pratigi”nin karm aşık bir-
Marx İçin

ligine aittir. Teorik pratik, pratiğin genel tanım ına dahildir.


“A m pirik”, “teknik”, “ideolojik” başka pratiklerin sağladıkları bir
ham m adde (temsiller, kavram lar, olgular) üzerinde çalışır. En
genel biçimiyle teorik pratik yalnızca bilimsel teorik pratiği değil,
bilimsellik-öncesi, yani “ideolojik” teorik pratiği de içerir (bir b i­
limin tarihöncesini oluşturan “bilgi” biçim leri ve “felsefeleri”).
Bir bilim in teorik pratiği, kendi tarihöncesinin ideolojik teorik
pratiğinden her zam an için net biçim de ayrılır: Bu ayrım, Bache-
lard’la birlikte, “epistem olojik k o puş” terimiyle niteleyebileceği­
miz teorik ve tarihsel, “niteliksel” bir süreksizlik biçim ini alır. Bu
“kop u ş”u n m eydana gelişinde işleyen diyalektiği burada ele ala­
cak değilim; yani, h er b ir durum da b u kopuşu m eydana getiren,
bilimi geçmişinin ideolojisinden kopararak ve b u geçmişi ide­
olojik olarak ortaya koyarak oluşturan özgül teorik dönüşüm ça­
lışmasını tartışmayacağım. Analizimizi ilgilendiren esas noktay­
la kendim izi sınırlandırm ak için, “kopuş”u n ötesine, oluşm uş
bilim in içine yerleşecek ve aşağıdaki adlandırm aları kullanaca­
ğım: Bilimsel nitelikteki tüm teorik pratiği teori olarak adlandıra­
cağız. Gerçek bir bilim in (belirli bir andaki az çok çelişik birlik­
leri içindeki tem el kavram larının) belirlenm iş teorik sistemini
(tırnak içinde) “teori” olarak adlandıracağız. Örneğin: Evrensel
çekim teorisi, dalga mekaniği, vs... ya da tarihsel m ateryalizm in
“teorisi”. “Teorisi” içinde belirlenm iş her bilim, kavram larının
karm aşık birliğinin içinde (bu birlik zaten aşağı yukarı her za­
m an sorunludur), kendi teorik pratiğinin, koşul ve araç halini
almış sonuçlarım yansıtır. Genel teoriyi (büyük harfle) Teori ola­
rak adlandıracağız; yani genel olarak pratiğin Teorisi. Bu Te-
ori’nin kendisi de, m evcut “am pirik” pratiklerin (insanların so­
m ut faaliyeti) ideolojik ü rü n ü n ü “bilgi”ye (bilimsel hakikatler)
dönüştüren (bilim lerin) m evcut teorik pratiklerin Teorisi’nden
Louis Althusser
206
yola çıkarak hazırlanm ıştır. Bu Teori, diyalektik materyalizmle
aynı şey olan m ateryalist diyalektik’tir. Pratik halde m evcut bir
çözüm ü teorik olarak dile getirm ek ne işimize yarar sorusuna te­
orik olarak tem ellenm iş bir cevap verebilm emiz için bu tanım lar
gereklidir.
Lenin, “teori olm adan devrimci eylem olm az” dediğinde, bir
“teori”den, toplum sal oluşum ların gelişimi için Marksist bilim in
teorisinden (tarihsel materyalizm ) söz etm ektedir. Bu söz, Le-
n in ’in, 1902 yılında Rus sosyal-dem okrat partisinin hedeflerini
ve örgütlenm e önlem lerini incelediği Ne Yapmalt?’da bulunur.
Lenin o dönem de, kitlelerin “kendiligindenligi”nin kuyruğuna
takılmış oportünist bir politikaya karşı m ücadele etm ektedir ve
Lenin b u n u , “teori”ye, yani ele alm an toplum sal oluşum un (o
dönem in Rus toplum u) gelişiminin (Marksist) bilimine dayalı
devrim ci bir pratiğe dönüştürm ek istem ektedir. Ama Lenin, bu
tezi dile getirirken söylediğinden daha fazlasını yapm aktadır:
Marksist politik pratiğe, bu pratiğin temelini oluşturan “te­
o rim in gerekliliğini hatırlatarak, aslında T eoriyi, yani genel ola­
rak pratik Teorisi’ni -m ateryalist diyalektik- ilgilendiren bir tez
dile getirm ektedir.
Teori, b u ikili anlamıyla pratik için önem taşır. “Teori” için,
doğrudan doğruya kendi pratiği önem lidir. Ama bir “teori”nin
kendi pratiğiyle ilişkisi, tartışm a konusu olduğu ölçüde, genel
olarak teorik pratiğin özünün ve bu pratik dolayısıyla genel ola­
rak pratiğin ve b u p ratik dolayısıyla da genel olarak şeylerin dö­
nüşüm lerinin, “oluşum ”u n u n özünün teorik olarak ifade edildi­
ği genel Teori’nin kendisini (diyalektik) de -ü stü n d e d ü şünül­
m üş ve dile getirilmiş olm ak koşuluyla- ilgilendirir.
Başlangıçtaki sorunum uza geri dönersek: Pratik bir çözüm ün
teorik ifadesinin Teori’yi, yani diyalektiği içerdiğini belirteceğiz.
Marx İçin
207
Diyalektiğin kesin teorik ifadesi, öncelikle, M arksist diyalektiğin
uygulandığı pratikleri ilgilendirir: Ç ünkü bu pratikler (Marksist
“teori” ve politika), gelişimleri içinde, bu gelişimin niteliksel ola­
rak yeni biçim leri karşısında (yeni durum lar, yeni “sorunlar”) si­
lahsız yakalanm am ak için; ya da teorik ve pratik farklı o p o rtü ­
nizm biçim lerine olası tekrar tekrar düşüşleri önlem ek için, k en ­
di pratiklerinin (diyalektiğin) kavram larına ihtiyaç duyarlar. Son
kertede “ideolojik hatalar”a, yani teorik bir kusura isnat edilen
b u “sürprizler” ve sapm alar, h er zam an için, çok pahalıya olm a­
sa da, pahalıya mal olur.
Ama Teori, M arksist teorik pratiklerin henüz gerçekten var
olmadığı alanların d ö nüşüm ü için de temel önem dedir. Bu alan-
la n n çoğunda sorun, K a p ita ld e olduğu gibi “çözülmüş” değildir.
Epistemolojinin, bilim ler tarihinin, ideolojiler tarihinin, felsefe ta­
rihinin, sanat tarihinin M arksist teorik pratiği, büyük ölçüde oluş­
turulm ayı beklemektedir. B unun nedeni, b u alanlarda Marksistle-
rin çalışmaması ve buralarda gerçek deneyim ler kazanm am aları
değildir elbette; onların arkasında K apitalin bir dengi ya da bir
yüzyıllık M arksist devrim ci pratik olmadığı içindir. O nların pra­
tikleri büyük ölçüde önlerindedir, bu pratiğin temellendirilm esi
gerekmese de hazırlanm ası gerekm ektedir, yani, varsayılan ya
da ideolojik bir nesneye değil, gerçek bir nesneye denk düşm esi
ve teknik bir pratik değil, gerçekten teorik bir pratik olması için,
teorik olarak doğru tem eller üzerine oturtulm ası gerekm ektedir.
O nlar teoriye, yani teorik pratiklerini, biçimsel koşullarını belir­
terek öngörebilecek tek yöntem olan m ateryalist diyalektiğe bu
amaçla ihtiyaç duyarlar. Bu durum da, Teori’yi kullanm ak, b u ­
n u n formüllerini (materyalizm in, diyalektiğin formüllerini) ön­
ceden var olan bir içeriğe uygulam ak anlam ına gelmez. Lenin,
doğa bilim lerinden alınm a “örnekler”e diyalektiği dışardan uy­
Louis Althusser
208
guladıkları için Engels’i ve Plehanov’u suçluyordu .6 Bir kavra­
m ın dışsal uygulanm ası asla teorik bir pratik’in dengi değildir. Bu
uygulam a, dışardan alm an hakikatte hiçbir şeyi değiştirmez, a d ı
hariç; b u yeniden ad koyma, hakikatlerde hiçbir gerçek değişim
m eydana getiremez. Diyalektiğin “yasaları”nm örneğin falanca
fizik sonucuna uygulanm ası, eğer bu uygulam a fiziğin teorik
pratiğinin yapısında ve gelişiminde en ufak bir şey degiştirmiyor-
sa teorik b ir pratik değildir: Daha kötüsü, ideolojik engel halini
alabilir.
Bununla birlikte, -v e bu tez Marksizm için temel önem de­
d ir - diyalektiğin biçim lerinin uygulanm asındaki dogmatizmi
reddetm ek ve m evcut teorik pratiklerin kendiliğindenliğine gü­
venm ek de yetmez; çünkü k a tış ık s ız teorik pratik olmadığını,
kendi bilim tarihi boyunca idealizm in tehdit ve saldırılarından,
yani istilasına uğradığı ideolojilerden m eçhul bir lütuf sayesinde
korunm uş, kusursuz ölçüde şeffaf bir bilim olm adığını biliyo­
ruz: “Katışıksız” bilim in ancak sürekli arındırm a koşuluyla var
olduğunu biliyoruz; böyle bir bilim in kendisini işgal eden, m u ­
sallat olan ya da arkasından kovalayan ideolojiden sürekli olarak
arınm ası koşuluyla var olduğunu biliyoruz. Bu arınm a, b u k u r­
tuluş, ideolojinin kendisine karşı, yani idealizme karşı bitm ek
bilm eyen bir m ücadele pahasına edinilebilir; bu m ücadelenin
nedenlerini ve am açlarını Teori (diyalektik materyalizm ) aydın­
latabilir, dünyadaki başka hiçbir yöntem b u m ücadeleyi yönlen-
diremez. Bu durum da, pragm atik çıkarları belirgin kılmaya yö­
6) Krş. Lenin: F elsefe D efterleri, s. 2 2 0 . “H egel’in m an tığ ı o ld u ğ u gibi uygulanam az, bir
veri olarak da k a b u l edilem ez. İd e a la rın m istiğ in d e n te m iz le d ik te n so n ra m an tık sal (bil­
gi k u ra m sal) y an ları b u m a n tık ta n ç ek ip ç ık a rm a k gerekir: Bu b ile b ü y ü k b ir ç alışm a d ır.”
Lenin: F elsefe D efterleri, s. 2 7 9 : “D iyalektiğin iç eriğ in in b u y a n ın ın (söz k o n u su olan
“k a rşıtla rın b irligi”d ir, L.A.) d o ğ ru lu ğ u b ilim ta rih i ta ra fın d a n sm an m alıd ır. G enellikle
d iyalektiğ in b u y anm a y e terin ce d ik k a t ed ilm ez (ö rn eğ in P lehanov): K arşıtların birliği,
b ilg i y a s a s ı o larak (ve nesn el d ü n y a n ın yasası olarak) değil, örn ek lerin toplam ı olarak k a ­
bul edilir (“ö rn eğ in , to h u m ”; “ö rn e ğ in , ilkel k o m ü n iz m ." Engels'iıı yaptığı d a b u d u r.
A m a b u , “d ah a anlaşılır k ılm a k iç in d ir”...) ” (V urgular L en in ’e aittir).
Marx İçin
209
nelik bu muzaffer avangard disiplinlerin kendiliğindenliği hakkın­
da ne diyebiliriz? Kesin olarak bilim olmayan ama (yine de, var­
sayımsal nesnelerinin özgüllüğünden bağımsız olarak tanım la­
nan) “bilim sel” yöntem ler kullandıkları için bilim olduklarını id­
dia eden; her koşulda birbirleriyle m ücadele eden ve çok sayıda
rakip “bilim ” halinde kopan, belli bir verili hakikatle ilişkide ol­
duklarında, her gerçek bilim gibi, bir nesneye -bilim sel olgular
içinde hen ü z oluşm am ış ve dolayısıyla birleşik olmayan görüngü­
lerin belli bir alanına- sahip olduklarını düşünen; çoğu zaman
yalnızca teknik pratiğin birliğine sahip olduklarından ( örnekler:
psiko-sosyoloji, çok sayıda kollarıyla sosyoloji ve psikoloji) ken­
di güncel biçim leri içinde, gerçek teorik pratikler oluşturam aya­
cak disiplinlerin kendiliğindenliği hakkında ne diyebiliriz ?7 Bu di­
siplinlerin statüsüyle ilgili tem el soruyu sorm aya değilse de or­
taya çıkarmaya, ideolojiyi girdiği her kılık altında -bilim lerdeki
teknik pratiklerin kılıkları da d a h il- eleştirmeye m uktedir tek
Teori, (ideolojik pratikten farklılığı içinde) teorik pratiğin Teori-
si’dir: Materyalist diyalektik ya da diyalektik materyalizm , özgül­

7) T e o rik p ra tik b ilgiler ü retir; b u n la r d ah a so n ra te k n ik b ir p ra tiğ in h e d efle rin in h iz m e ­


tin d e k i a r a ç la r o larak k e n d ile rin i g ö stereb ilirler. H er te k n ik p ra tik k e n d i h edefleriyle ta ­
nım lanır: Falanca n e sn e içinde, falanca d u ru m iç in d e ü retilecek falanca etkiler. A raçlar
hedeflere bağlıdır. H er te k n ik p ra tik , b u araçlar arasın d an , p ro s e d ü r o la ra k m ü d ah ale
e d en bilgileri k u llan ır; ya d ışard an , m ev cu t b ilim lerd en ö d ü n ç a lın an “b ilg ile r”; ya da
k en d i a m a cın d a n k u rtu lm a k için te k n ik p ra tiğ in k e n d isin in ü rettiğ i “b ilg iler.” H er d u ­
ru m d a , te k n ik ile bilgi arasın d ak i ilişki, d ış s a l, d ü şü n ü m se l-o lm ay a n b ir ilişkidir; b ir b i­
lim ile bilgileri arasın d a var o lan içsel, d ü ş ü n ü m se l ilişk id en k ö k te n farklıdır. M arksist
teoriyi işçi sın ıfın ın k e n d iliğ in d e n p o litik p ra tiğ in e d ış a r d a n d a h il etm e gerekliliği ü z eri­
ne L enin’in tezin i tem ellen d iren şey b u d ışsallıktır. K endi başına b ırak ılan k en d iliğ in d en
(tek n ik ) b ir p ra tik yalnızca, k e n d isin e a tfed ilen am acı ü re tm e n in aracı o larak k e n d i ih ­
tiyaç d u y d u ğ u “teorT’yi ü retir: Bu “teori", eleştirilm em iş, b ilin m ey en b u am acın ken d i
gerçekleşm e im k â n la rın a y an sım asın d an , y an i te k n ik p ratiğ in am acın ın b u araçlar ü z e ­
rine y a n sım asın ın b ir ait-ü rü n ü ’n d e n başk a b ir şey asla değildir. A lt-ürünü o ld u ğ u am acı
so rgulam ayan b ir “te o ri” b u am a cın ve o n u am aç o larak dayatm ış “g erçek lik lerim esiri
olarak kalır. P sik o lo jin in ve sosyolojinin, h a tta E k o n o m i’nin, P o litik a’n ın , Sanat'ın, vs...
çok sayıda dalı b ö y led ir. E n te h d itk â r id e o lo jik tehlikeyle ö zd eşleştirm ek istersek, b u
no k ta tem el ö n e m d e d ir: H akiki teoriyle hiç alâkası olm ayan, am a te k n ik faaliyetin yal­
nızca a lt-ü rü n leri olan sö zü m o n a te o rile rin yaratılm ası ve h ü k ü m ra n lığ ı. T e k niğin “k e n ­
d iliğ in d e n ” te o rik özelliğine in an ç, T e k n o k ra tik D ü şü n c e ’n in ö z ü n ü o lu ştu ra n b u id e ­
o lojinin k ö k e n in d e yatar.
Louis Althusser
210
lüğü içindeki M arksist diyalektik.
Ç ünkü, bu konuda hepim iz hemfikiriz ki, m ütecaviz bir ide­
olojiye karşı gerçekten m evcut bir bilimi savunm ak gerektiğin­
de; kimi zam an görüldüğü gibi, gerçekten bilim sel bir öğeyi ide­
olojik bir öğe yerine koym adan, ya da sık sık görüldüğü gibi,
ideolojik bir öğeyi bilimsel bir öğe saym adan, gerçekten bilim
olan şeyi gerçekten ideoloji olan şeyden ayırt etm ek gerektiğinde;
egemen teknik pratiklerin iddialarını eleştirm ek ve zam anım ı­
zın, sosyalizmin ve kom ünizm in ihtiyaç duyduğu ve giderek da­
ha çok ihtiyaç duyacağı hakiki teorik pratikleri kurm ak gerekti­
ğinde; hepsi de M arksist diyalektiğin m üdahalesini talep eden bu
görevler söz konusu olduğunda, Hegelci diyalektik teorisi gibi
doğru olmama, hatta doğru olm aktan çok uzak olma kusurunu
gösteren Teori’nin, yani materyalist diyalektiğin bir formülasyo-
nuyla elbette yetinemeyiz. Burada da b u kesinlikten uzaklığın
belli bir gerçeklik derecesine denk düşebileceğinin ve bu sıfatla,
yalnızca pedagojide değil, m ücadelede de bir referans noktası ya
da işaret olarak hizm et eden belli bir pratik anlam la donanm ış
olabileceğinin farkındayım (Engels’in yaptığı da b udur, der Le-
nin. Ama bu “daha anlaşılır kılmak için”dir, Felsefe Defterleri, s.
279). Ama bir pratiğin kesinlikten uzak form üllerden yararlana­
bilmesi için, en azından b u pratiğin “doğru” olması; fırsat çıktı­
ğında, Teori’n in ifadesine gerek kalm adan davranabilm esi ve
kendini kesinlikten uzak bir Teori içinde global olarak tanıması
gerekir. Ama bir pratik gerçekten va r olm adığında, o pratiği
oluşturm ak gerektiğinde, kesinlikten uzaklık tam anlamıyla bir
engel halini alır. İdeolojiler (hukuk, ahlak, din, sanat, felsefe) te­
orisi olan; bilim lerin ve ideolojik prehistoryalarm ın tarihinin te­
orisi, epistem oloji (m atem atiğin ve diğer doğa bilim lerinin te­
orik pratiğinin teorisi), vs. olan bu avangard alanları, bu tehlike­
Marx İçin
211
li am a heyecan verici avangard alanları inceleyip araştıran M ark­
sist araştırmacılar; M arksist teorik pratiğin (tarih) alanında bile
güç sorunları ortaya atanlar - kökten yeni biçim lerdeki (Afrika,
Latin Amerika, kom ünizm e geçiş, vs...) politik güçlüklerle karşı
karşıya olan diğer devrimci “araştırm acılar”dan söz bile etm iyo­
ru z -; tüm b u araştırm acılar, ellerinde m ateryalist diyalektik ola­
rak yalnızca Hegelci diyalektik varsa, bu diyalektik Hegel’in ide­
olojik sisfem’inden kurtulm uş bile olsa, “tersine çevrilmiş” oldu­
ğu bildirilm iş bile olsa (eğer bu tersine çevrilme, Hegelci diya­
lektiği ldea’nm yerine gerçeğe uyarlam aktan ibaretse), bu diya­
lektiğin refakatinde pek uzağa gidemeyecekleri kesindir! Dem ek
ki, herkes, ister gerçek bir pratiğin alanında yeni olan bir şeyle
karşı karşıya gelm ek için olsun, isterse de gerçek bir pratik k u r­
m ak için olsun, bizzat materyalist diyalektiğe ihtiyaç duyar.
Louis Althusser
212

2. Teorik Devrim in Uygulanışı

Demek ki, M arksist diyalektiğin bizzat uygulam ada olduğu


pratiklerden yola çıkıyoruz: A) Marksist teorik pratik ve B)
M arksist politik pratik.

A. - M arksist teorik pratik.

Bir teori pratiği vardır. Teori, kendine has bir nesneye uygu­
lanan ve onun içinde kendi ürününü -b ir bilgi- elde eden özgül
bir pratiktir. Kendi başına ele alındığında her teorik çalışma de­
m ek ki verili bir ham m adde ve “üretim araçları” (“teori”nin kav­
ramları ve kullanım tarzları: Yöntem) varsayar. Teorik çalışma­
nın işlediği ham m adde, yeni doğm akta olan bir bilim söz konu­
su olduğunda çok “ideolojik” olabilir; önceden oluşm uş ve geliş­
m iş bir bilim söz konusu olduğunda, teorik olarak önceden
oluşm uş bir m adde, önceden hazırlanm ış bilimsel kavram lar
olabilir. Teorinin varlığının m utlak koşulu olan teorik çalışma
araçlarının - “teori” ve yö n tem -, teorik pratiğin “faal yam ”nı, sü­
recin belirleyici anım temsil ettiğini, çok şem atik olarak söyleye­
biliriz. Genelliği içinde, yani, “şeylerin oluşu”nun, genel dönü­
şüm sürecinin özgülleşmiş biçim i olan pratiğin gerçek farklılığı
ya da özgülleşmiş biçim i olarak bu teorik pratik sürecinin bilin­
mesi, Teori’nin ilk teorik oluşum unu, yani materyalist diyalekti­
ği m eydana getirir.
Oysa, (bilgiler üreten) gerçek bir teorik pratik, kendi pratiği-
Marx İçin
213
nin, kendi sürecinin Teori’sini yapm a ihtiyacım ille de hissetm e­
den teori görevini rahatlıkla yerine getirebilir. Çoğu bilim in d u ­
rum u budur: Bir “teorileri” (kavramlar b ütünü) elbette vardır,
ama b u onların kendi teorik pratiklerinin Teorisi değildir. Teorik
pratiğin Teorisi’nin uğrağı, yani bir “teori”nin kendi pratiğinin
T eorisinin ihtiyacını hissettiği uğrak - genel anlam da yöntem
Teorisi’nin uğrağı, pratik ya da “teorik” güçlükleri aşmaya, kendi
eserlerinin içine göm ülm üş, yani teorik olarak kör pratiğin oyu­
nu tarafından çözülem eyen sorunlan çözmeye ya da daha derin
bir krize karşı koymaya yardım etm ek için her zam an sonradan
gelir. Ama bilim kendi işini yapabilir, yani uzun süre boyunca
bilgiler üretebilir ve yaptığı şeyin Teorisi’ni, pratiğinin teorisini,
“yöntem i”n in teorisini yapm a gereği hiç hissetmeyebilir. Marx’a
bakın. O n eser ve Kapital denen bu abideyi yazdı ama “Diyalek-
tik”i asla yazmadı. O nu yazacağını söyledi, ama hiç başlamadı.
Asla bu n a zam an bulam adı. Bu dem ektir ki, ona zam an ayırm a­
dı, çünkü kendi teorik pratiğinin Teorisi, teorisinin gelişimi için,
yani kendi pratiğinin verimliliği için temel önemde değildi.
Yine de, bu “Diyalektik” bizi çok ilgilendirirdi, çünkü o
Marx’in teorik pratiğinin Teorisi olurdu, yani tam anlamıyla bi­
zi m eşgul eden bu so ru n u n -M arksist diyalektiğin özgüllüğünü
oluşturan n ed ir? - (pratik halde m evcut) çözüm ünün belirleyici
teorik biçim i olurdu. Bu pratik çözüm , bu diyalektik, içinde işle­
diği Marx’in teorik pratiğinde m evcuttur. Marx’in teorik prati­
ğinde, bilgi haline dönüştürdüğü “veri” üzerine bilimsel çalışma­
sında kullandığı yöntem , tam da m arksist diyalektiktir; ve Marx
ile Hegel arasındaki ilişkiler so ru n u n u n çözüm ünü, Marx’m Ka­
p ita lin Sonsözü’nde (2. baskı) Hegelci diyalektikle ilişkisini çö­
züm e bağladığı, hesabını gördüğü konusunda bizi uyardığı, bi­
ze bildirdiği bu ünlü “tersine çevirm e”nin gerçekliğini, pratik hal-
Louis Althusser
214
de, kendi içinde taşıyan tam da bu diyalektiktir, işte b u yüzden,
M arx’in ihtiyaç duym adığı, bizi yoksun bıraktığı b u “Diyalektik”
için, ona sahip olduğum uzu bilerek, nerede olduğunu bilerek,
bunca üzüntü duyabiliriz: M arx’in teorik eserlerinde, Kapital’de,
vs... - evet, burada kuşkusuz tem el önem dedir, pratik halde b u ­
luruz onu, teorik halde değil !8
Engels ve Lenin b u n u biliyordu .9 M arksist diyalektiğin “Ka-
pital”de var olduğunu, am a pratik halde var olduğunu biliyorlar­
dı. Marx’m bize teorik halde “diyalektik” verm ediğini de biliyor­
lardı. Dolayısıyla, Marx’m Hegel’le ilişkisinin çözüm e bağlandığı­
n ı belirttiği ibareyi, b u çözüm ün bilinmesiyle, yani b u çözüm ün
teorisiyle karıştırm ıyorlardı; son derece genel sunum lar ya da ta­
rihsel olarak tanım lanm ış teorik aciliyet taşıyan durum lar hariç,
b u n u karıştıram azlardı zaten. Marx’in “tersine çevirme” üzerine
“ifadeleri”, ideolojik alana kendim izi yerleştirm ek ve yönlendir­
m ek için referans noktası işlevini görebilirdi: Bunlar, çözüm ün
varlığının ifade edilişini, pratik kabulünü temsil ediyorlardı;
am a asla b u n u n kesin olarak bilinmesi dem ek değildi. İşte bu n e­
denle Marx’m ifadeleri bizi teoriye k ışk ırta b ilir ve kışkırtmalıdır:
Varlığını belirttikleri pratik çözüm ü m üm kün olduğunca kesin
olarak dile getirmek.

B. - Marksist politik pratik

Sınıf m ücadelesinin M arksist politik pratiğinin durum u da


aynıdır. Son incelem em de, 1917 Devrimi örneğini ele aldım,

8) K ayda d eğ er b ir istisna hariç. B u n d an ilerde söz edeceğiz.


9) Krş. Lenin: “M arx b ize (b ü y ü k M ile) b ir M antık b ırak m ad ı, am a K a p i t a li n m a n tığ ı­
n ı bırak tı. O n d a n m ü m k ü n o ld u ğ u n c a eksiksiz y ararlan m ak gerekir. K ap ital'd e M arx,
H egel’de değerli o lan h e r şeyi alarak ve geliştirerek, m atery alizm in bilgi teorisini, m a n tı­
ğını ve diyalektiğini te k b ir b ilim e u y g u la m a k tad ır (b u ü ç sözcüğe ihtiyacı y o k tu r, b u n ­
lar tek ve aynı şey d ir).” F elseje D efterleri, s. 201
Marx İçin
215
ama birbirinden farklı ya da güncel yüzlerce örnek verilebilir,
herkes b u n u gayet iyi bilm ekte ve hissetm ektedir. Bu örnekte,
Marx’ta eylem halinde olduğunu gördüğüm üz b u “diyalektik” ve
onunla birlikte de, on u Hegel’den ayıran bu “tersine çevirm e” iş­
lem ekte ve sınanm aktadır - k i bu ikisi aynı şey d ir- ama yine p ra­
tik haldedir. Bu diyalektik Marx’tan kaynaklanm aktadır: Ç ünkü
Bolşevik Parti’nin pratiği Kapital’in diyalektiğine, Marksist “te­
ori ”ye dayanm aktadır. 1917 Devrimi sırasındaki sınıf m ücadele­
si pratiğinde ve Lenin’in düşüncelerinde, Marksist diyalektik,
özgüllüğü içerisinde vardır; ama pratik haldedir. Ve burada da,
tanım lanm ış ham m addesi, araçları ve yöntem i olan, her pratik
gibi dönüşüm ler yaratan (bu dönüşüm ler bilgi değildir, toplum­
sal ilişkilerde bir devrim dir) bu politik pratiğin kusursuz biçim de
var olabileceğini ve gelişebileceğini saptarız; en azından bir süre
boyunca, kendi pratiğinin teorisini, “yöntem ”inin Teori’sini yap­
ma gereğini o da hissetm ez. Bu teori olm adan var olabilir, varlı-
ğıtıı sürdürebilir, hatta ilerleyebilir; tüm diğer pratiklerin yaptı­
ğı gibi - ta ki nesnesi (dönüştürdüğü toplum un m evcut dünya­
sı) onu bu mesafeyi kapatm aya, uygun çözüm ü ve b u çözüm ü
yaratm anın a ra çla rın ı yaratm ak amacıyla ve özellikle kendi te­
meli olan “teori”nin (m evcut toplum sal oluşum teorisi) içinde
gelişiminin yeni “evre”sinin içeriğine denk düşen yeni bilgileri ya­
ratm ak amacıyla kendi yöntem ini sorgulam aya ve düşünm eye
onu zorlayacak kadar yeterli bir direnişi onun karşısına çıkarttı­
ğı ana kadar... Bu “yeni bilgilerim örneği: Emperyalistler arası
savaş evresindeki em peryalizm dönem i için “Leninizm ”in teorik
katkıları olarak adlandırılan şey; ya da henüz varolm ayan bir ad ­
la daha sonra adlandırılacak olan şey: Barış içinde bir arada ya­
şam a m ücadelesinde, “azgelişmiş” denen bazı ülkelerde, ulusal
bağımsızlık m ücadelelerinin ötesinde ilk devrimci biçim lerin or­
Louis Althusser
216
taya çıktığı evre için gerekli teorik katkılar.
Bunu dedikten sonra, sınıf m ücadelesi pratiğinin, yöntem ya
da Teori’n in teorik biçim inde düşünülm em iş olduğunu okum ak
belki de şaşırtacaktır ;10 oysa ki Lenin’in önem li on m etni vardır
elim izde, N e Yapm alı? da bunların en ünlüsüdür. Ama örneğin
bu son m etin, Rus kom ünistlerinin pratiğinin teorik ve tarihsel
temellerini tarif ediyor ve bir eylem program ı ortaya koyuyor ol­
sa da, politik pratik üzerine böyle bir teorik düşünce oluştur­
maz. Teori’nin genel anlamıyla, teorinin kendi yöntem inin teori­
sini oluşturm az, çü n kü konusu b u değildir. Dolayısıyla, diyalek­
tik üzerine bir m etin değildir, oysa ki bu m etinde Marksist diya­
lektik uygulanm aktadır.
Bu noktayı iyi anlam ak için, Lenin’in 1917 devrimi üzerine
andığım ya da belirgin referanslar verdiğim m etinlerini tekrar ele
alalım .11 Bu m etinlerin statüsünü belirtm ek gerekir. Bunlar bir
tarihçinin değil, m ücadele içindeki insanlara m ücadeleden söz
etm ek ve onlara kendi m ücadelelerinin bilgisini verm ek için m ü ­
cadelesinden birkaç saat çalan politik bir önderin metinleridir.
Dolayısıyla bunlar doğrudan doğruya politik kullanım lı m etin­
lerdir, bizzat kendi deneyim alanının içinde kendi pratik dene­
yimi üzerine düşünen, devrim e katılan bir adam ın kaleme aldığı
m etinlerdir. Lenin’in düşüncelerinin biçim ine, ayrıntılarına, hat­
ta ifade tarzına bile saygı göstermiş olmakla, onları oldukları gi­
bi aktarm akla, hakiki bir tarihsel analiz içinde onları hem en “aş­
m ak” istememekle beni suçlam alarını çok büyük bir şeref say­
m aktayım .12 Evet, Lenin’in bazı düşünceleri, devrim in zaferine
yol açmış ve bu zaferi sağlamış çoğul ve istisnai koşulları andık­
larında, “çoğulculuk”, “hiper-am pirizm ”, “unsurlar teorisi”, vs.
10) B u n u n söz k o n u su olacağı b ir istisna hariç.
11) Ç oğu zam an , k e sin bile olsa te k b ir referan s v erm ekle y e tin m e k yerine, tü m m e tin ­
lerim i ayrıntılı o larak a k ta rm a m d a h a d o ğ ru o lu rd u .
12) Krş. M ury, belirtilen m a k a le , s. 47.
Marx tçin
217
diye adlandırılm ış olan şeyin tüm görünüm üne sahiptir.'* Le-
nin’in görüşlerini olduğu gibi aldım , görünüşleri içinde değil, öz­
leriyle, “çoğulculuk” görünüm leri içinde değil, bu “görünüm ”ün
derinden teorik anlamı içinde ele aldım. Lenin’in bu m etinleri­
nin anlamı, gerçekten de verili bir durum un basit tarifi değildir,
paradoksal ya da istisnai, çeşitli öğelerin am pirik sıralanışı değil­
dir: Tersine, teorik kapsamlı bir analizdir bunlar. Politik pratik
için m utlak anlam da temel önem taşıyan bir gerçekliği, b u prati­
ğin özgül özüne erişm ek için düşünm em iz gereken bir gerçekliği
içerirler. Bu metinler, belirgin bir örnekten -1 9 1 7 yılında M ark­
sist bir liderin politik p ratiği- yola çıkarak, genel olarak politik
pratiğin alanının, nesnesinin ya da (önceki terminolojim izi tek­
rar kullanırsak) özgül ham m addesinin yapı analizidir.
Bu şekilde anlaşıldığında, Lenin’in analizi pratik olarak genel
teorik soruya cevap verir (onun analizi pratik haldeki b u cevap­
tır): Politik pratik nedir, onu diğer pratiklerden ayırt eden nedir?
Ya da, daha klasik bir form ülasyon tercih edilirse: Politik eylem
nedir? Lenin sayesinde -v e politik b ir d u ru m u n som utluğunu
“zorunluluğun gerçekleştiği” “rastlantı” olarak kabul eden spe­
külatif teze karşı (Hegelci tez, ama Hegel bunu daha eski bir ide­
olojiden m iras almıştır, çünkü b u biçim de Bossuet’de de hüküm
sü rm ek ted ir)- b u gerçek soruya verilen teorik bir cevabın baş­
langıcına varırız. Lenin’in politik pratiğinin nesnesinin Evrensel
Tarih ya da Em peryalizmin Genel Tarihi olm adığını görürüz.
13) Krş. Lenin: U z aktan M ektu plar, 1, (Œ u vres, B d., Fr., 1, 23, s. 330): “D evrim b u k a d ar
kısa sü red e zafer k azan m ışsa... b u yalnızca so n derece ö z g ü n tarih sel b ir d u ru m n e d e ­
niyle, kesin lik le fa r k l ı a k ım la r , kesin lik le h e ter o jen sın ıf çıkarları, kesinlikle k a rş ıt to p lu m ­
sal eğilim ler, ö n em li b ir b ağdaşıklıkla b irb iri içinde eriyebildiğ i iç in d ir.”
Bu m e tn in bazı sö zc ü k le rin in altını b izzat L enin çizm iştir. Biraz d ah a ilerd e ş u n u söyler:
“O lay la r, b u şek ild e ve yalnızca b u şek ild e c e re y a n etm iştir. H a k ik atten çek inm eyen, dev­
rim d ek i to p lu m sa l güç ilişkilerini acele e tm e d e n d ü ş ü n e n , h e r “fiili an" ı yalnızca b u g ü n ­
kü m evcut ö zg ü n lü ğ ü a çısın d a n değil, R usya’d a o ld u ğ u k a d ar tü m d ü n y a d a d a p ro le ta r­
yan ın çıkarlarıyla b u rju v a z in in çıkarları a ra sın d a k i d ah a d e rin ilişkileri, d a h a d e rin itk i­
leri dik k a te a larak d e ğ erle n d ire n b ir p o litik acı d u ru m u b u şekilde ve yalnızca b u şekil­
de k a b u l etm e lid ir,” s. 131 (b u k ez altını b e n ç iz d im - L A .).
Louis Althusser
218
Emperyalizmin tarihi onun pratiği içinde elbette tartışm a konu­
sudur, ama asıl konusunu o oluşturm az. Mevcut haliyle em per­
yalizm in tarihi başka faaliyetlerin konusu olur: M arksist teoris-
yenin, M arksist tarihçinin faaliyeti -a m a b u durum da teorik pra­
tiklerin konusudur. Lenin kendi politik pratiği içinde em perya­
lizme güncel varoluş kipliğinin koşullarında -so m u t bir şimdiki
zam an d a- rastlar. Tarih teorisyeni ya da tarihçi ise em peryaliz­
me bir başka kipliğin koşullarında rastlar: Güncel olm am anın ve
soyutlam anın kipliği. Demek ki, politik pratiğin kendine özgü
konusu tarihe aittir, teorisyen ve tarihçi de b undan söz eder;
ama b u başka bir konudur. Lenin, em peryalizm in gelişiminin
ü rü n ü olan bir toplum sal şim diki zam an üzerinde eylemde b u ­
lu n duğunu, bu olmasaydı M arksist olmayacağım, 1917 yılında
genel olarak Emperyalizm üzerinde eylemde bulunm adığını ga­
yet iyi bilir: O, som ut durum üzerinde, Rusya’nın konjonktürü
üzerinde hareket etm ektedir, kayda değer bir şekilde “fiili an”
diye adlandırdığı şey üzerinde eylem ektedir, güncelliği m evcut
politik pratiğini tanım layan b u an üzerinde eylem ektedir. Bir
Emperyalizm tarihçisinin, Lenin’in yaşadığı ve anladığı gibi gö­
rebilm ek için kesitler halinde görmeye m ecbur olduğu bu d ü n ­
yada -ç ü n k ü m evcut dünya olarak, var olan tek som ut dünya
oydu, olası tek som ut dünya onun güncelliğiydi, “güncel du-
ru m ”du o -, Lenin b u dünyanın yapısını oluşturan şeyi analiz
eder: H er devrimci pratiğin olasılığının ve kaderinin bağlı oldu­
ğu b u tem el eklem lenm eleri, bu içbağlantıları, b u stratejik d ü ­
ğüm leri analiz eder; temel çelişkinin patlam a noktasına geldiği
bu dönem de, (yarı-feodal ve yarı-söm ürge, yine de emperyalist)
belirli bir ülkenin çelişkilerinin bu düzeneğini ve tipik ilişkileri­
ni analiz eder. Lenin’in m etinlerindeki yeri doldurulam az olan
şey budur: Bir konjonktürün yapısının analizi, çelişkilerin yer de-
__________________________ Marx İçin__________________________
219
giştirme ve yoğunlaşm aları, paradoksal birlikleri. Tüm bunlar
1917’nin şubatından ekim ine kadarki politik eylemle, sözcüğün
güçlü anlamıyla dönüşecek olan bu "fiili a n ”m varlığıdır.
Lenin’in “fiili an ”ınm uzun süreden beri başlamış bir süreç
içinde emilmiş ve gerçek halini almış kendi geleceği içinde bu
süreci aşacak bir andan başka bir şey olmadığı şeklindeki uzun
soluklu tarihsel bir analizden çıkan kusursuz dersin karşısına
-em peryalizm in her şeyi açıkladığı tarihsel analizlerden biridir
bu (ve çok doğrudur), ama devrimci pratiğin sorunlarıyla ve
analizleriyle boğuşan talihsiz Lenin, çoğu zam an tarihsel kanıtla-
n n çığına kelim enin tam anlamıyla yakalanır, bu çığ tarafından
sürüklenir, g ö tü rü lü r- bu m etinler çıkarıldığında ya da su n u l­
duğ u n d a,14 kişi hiçbir ilerleme kaydetm ez, eli kolu bağlı kalır...
Sanki Lenin emperyalizm i tam da falanca güncel çelişki gibi, on­
ların güncel yapıları ve ilişkileri gibi görm üyorm uş, sanki b u ya­
pılaşmış güncellik o n u n politik eylem inin biricik nesnesi değil­
miş gibi! Yeri doldurulam az bir pratiğin gerçekliğini, devrim ci­
lerin pratiğini, onların yaşamlarını, ıstıraplarını, fedakârlıklarını,
çabalarını, kısacası som ut tarihlerini, bu pratiğin üzerinde te­
m ellenen bir başka pratik, bir tarihçinin pratiği -y an i, zorunlu­
luğ u n oldu bittisi üzerine kaçınılm az olarak düşünen bir bilim
insanının p ra tiğ i- kullanılarak tek bir sözcükle, büyülü bir şekil­
de, yok edebilm ek sanki m üm künm üş gibi! Sanki geçmişi ana­
liz eden klasik bir tarihçinin teorik pratiği, şim diki zam anda
şim diki zamanı düşünen, gerçekleştirilecek zorunluluğu d ü şü ­
nen, b u zorunluluğu üretm enin yolları üzerine, b u araçların
stratejik uygulanm a noktaları üzerine, kısacası kendi eylemi
üzerine -ç ü n k ü o som ut tarihe etkide b u lu n u r!- düşünen dev­
rimci bir liderin pratiğiyle karşılaştırılabilirmiş gibi! Bu liderin

14) Krş. M ury. b elirtilen m a k a le , s. 4 7 -4 8 .


Louis Althusser
220
hataları ve başarıları, Ulusal K ütüphane’de fasikül halinde y a z ı ­
lı bir “tarıh”ın sıra num arasıyla yer almaz. Bu liderlerin adları
her zam an hatırlanacaktır, som ut yaşamlar olarak: 1905, 1914,
1917, Hitler, Franco, Stalingrad, Çin, Küba. Bu iki pratiği birbi­
rinden ayırmak; so runun özü budur. Ç ünkü, Lenin analiz ettiği
çelişkilerin tek ve aynı em peryalizm den kaynaklandığını, bu çe­
lişkileri paradoksa varana kadar onun yarattığını herkesten daha
iyi biliyordu. Ama, bunu bilm ekle birlikte, b u çelişkilerde ilgi­
lendiği şey, bu genel tarih bilgisinden başka bir şeydi ve b u bil­
giyi ona sınanm ış bir bilim öğretmiş olduğundan, başka şeyle,
kendi pratik nesnesinin yapısını oluşturan şeyle gerçekten ilgile-
nebilmişti: Çelişkilerin bu tipik haliyle, yer değiştirmeleriyle, yo­
ğunlaşmalarıyla ve b undan kaynaklanan devrimci kopm anın bu
“kaynaşm asıyla, kısacası, bunların oluşturduğu bu “fiili a n ”la il-
gilenebilmişti. Bu nedenle, “en zayıf halka” teorisi, “belirleyici
halka” teorisiyle bir ve aynı şeydir.
Bunu anladıktan sonra, Lenin’e daha sakin bir kafayla döne­
biliriz. ideologlar onu tarihsel analiz yoluyla bir kanıtın altında
bırakm aya çabalasalar da, o tek adam her zam an oradadır, Ta-
rih ’in ve yaşamım ızın sadeliği içinde, b u ezeli “fiili an ”da... Ko­
nuşm aya devam ediyor, sakin sakin ve tutkuyla. Bize anlatmaya
devam ediyor: Kendi devrimci pratiğini anlatıyor, sınıf m ücade­
lesinin pratiğini, kısacası, m evcut tek tarihin bağrında Tarih’e et­
kide bulunm ayı sağlayan şeyi anlatıyor, çelişkinin ve diyalekti­
ğin özgüllüğünü anlatıyor, “kaçınılm az” devrimleri olup bittikten
sonra açıklamayı ya da kanıtlamayı değil, onları bizim biricik
şim diki zam anım ız içinde “yapm ayı” sağlayan ya da, Marx’ın
çok derin bir anlatımla ifade ettiği gibi,15 diyalektiği tam am lan­
15) K apital'in S onsözü, 2. baskı: “D iyalektik, m istifiye edilm iş b içim in d e... verin in (das
B estehende) m ev cu t h alin i d e ğ iştiriy o rd u ... R asyonel b iç im in d e ise, özü itibarıyla e leşti­
rel ve d ev rim c id ir.”
__________________________ Marx İçin__________________________
221
mış edim in teorisi değil,16 devrimci bir yöntem yapmayı sağlayan
çelişkinin bu özgül farklılığını anlatıyor.
Özetliyorum. Hegelci diyalektiğin Marx tarafından “tersine
çevrilmesi” neden ibarettir; M arksist diyalektiği Hegelci diyalek­
tikten ayıran özgül farklılık nedir, soruları, Marksist pratik tara­
fından zaten çözülm üş sorunlardır; kâh Marx’m teorik pratiği,
kâh da sınıf m ücadelesinin politik pratiği b u n u çözm üştür. De­
m ek ki b u so ru n u n çözüm ü M arksizmin eserlerinde m evcuttur,
am a pratik halde m evcuttur. Bunu teorik biçimiyle dile getirm e­
miz, yani “ü nlü alıntılar”ın 17 çoğunda bir varoluşun pratik kab u ­
lü olan şeyden b u n u n teorik bilgisine geçmemiz önem taşır.
Bu ayrım bizi son bir açm azdan korum alıdır. Gerçekten de,
bir nesnenin varlığının kabulünü onun bilgisi olarak görm ek çok
kolaydır; dolayısıyla kışkırtıcıdır. Bu kolaylık nedeniyle, “ün lü
alıntılar” listesinin bir b ö lüm ünün ya da hepsinin bana karşı ek­
siksiz bir argüm an olarak ya da teorik bir argüm anın dengi ola­
rak kullanıldığını görm üşüm dür. Yine de b u alıntılar değerlidir,
çü n k ü so ru n u n varolduğunu ve çözüm lendiğini söylerler!
M arx’in, Hegel’in diyalektiğini “tersine çevirerek” bu sorunu
çözdüğünü söylerler. Ama “ünlü alıntılar” bu tersine çevrilm e­
nin teorik bilgisini bize vermezler. Verm ediklerinin kanıtı da,
gün gibi açıktır ki, görünüşte bu kadar aşikâr olan bu tersine
çevrilmeyi düşünebilm ek için çok ciddi bir teorik çaba gösteril­
mesi gerektiğidir... Aslında, bize sunulan “aydınlatıcı bilgiler”in
çoğu “ü nlü alm tılar”ı açımlayarak tekrarlam akla sınırlıdır (bir
açma ise, açıklama dem ek değildir); “tersine çevirme”, “rasyonel
çekirdek” kavram larını (betimleyici ama m uam m alı bu kavram ­
ları) sahici ve kesin Marksist kavram larla karıştırm aktan öteye

16) G eride kalm ış b ir d e v rim in o ld u -b ittisi de o labilir •


17) Bizim so ru n u m u z a işaret e d en M ark sizm in k la sik lerin in b ilin e n m etin lerini kolaylık
o lsu n diye böyle ad lan d ırıy o ru m .
;----------------------------------------------
Louis Althusser

gitmez. Sanki Marksist kavram ların teorik açıklığı bulaşarak öte­


kilerin karanlığım aydınlatabilirmiş gibi; sanki bilinen ile az bi­
linenin ya da bilinm eyenin bir arada varlığından bilgi doğabilir­
miş gibi;18 sanki “tersine çevirm e”nin ya da “çekirdek”in varlığı­
nın kabulünü onların bilgilerine dönüştürm ek için bir ya da iki
bilimsel kavram ın yakınlığı yeterm iş gibi! Kişinin kendi tezinin
sorum luluğunu üstlenm esi, örneğin Marx’m “tersine çevrilme”
üzerine cüm lesinin sahici bir bilgi olduğunu ilan etm ek, bu riske
girm ek, bu tezi teorik pratiğin sınavından geçirm ek ve b u n u n
sonuçlarını incelemek daha nam uslu bir tavır olur. Bu teşebbüs
ilginçtir, çünkü gerçek bir deneyim dir ve “tersine çevirm e” yo­
luyla bize bir bilgi verdiğini M arx’a itiraf ettirirse M arx’m d ü şün­
cesinin derinden zayıflayacağını göstererek saçmaya indirgem e­
ye kadar varır.19
Bu teşebbüsler ve bu denem e, kendi tarzlarında, çözüm ün
teorisini, çözüm ün varlığını göstermeye yönelik çabada aram a­
m ak gerektiğini doğrularlar. Ç özüm ün pratik halde varlığı bir
şeydir; b u çözüm ün bilinm esi başka bir şey.

M arx’m bizi “Diyalektik”siz bıraktığını söyledim. Bu tam an­


lamıyla doğru değildir. O bize, ne yazık ki tam am lanm am ış, bi­
rinci sınıf bir yöntem bilim m etni verdi: 1859 tarihli Ekonomi Po­
litiğin Eleştirisine Katkı. Bu m etin “tersine çevrilm e” sözünü an­
maz, ama onun gerçekliğini tartışır: Siyasal iktisadın kavram la­
rının bilimsel kullanım için geçerlilik koşulları. Bir Diyalektiğin
tem el öğelerini çekip çıkarabilm ek için, bu kullanım üzerinde
düşünm ek yeter, çünkü bu kullanım pratik haldeki bir Diyalek­
18) M arx, G o th a P rog ram ın ın E leştirisi, 1875: “B u n d an böyle so ru şu d u r: K om ünist to p ­
lu m d a devlet han g i d ö n ü şü m le ri geçirecektir?... Bu so ru y a yalnızca bilim cevap v erebi­
lir; H alk sö zcü ğ ü ile D evlet s ö zc ü ğ ü n ü b in lerce b içim d e çiftleştirerek s o ru n bir p a rm a k
b o y u bile ilerletilem ez.”
19) G. M ury b u d en em ey e girişti: L a P en sée, n o 108, belirtilen m a k a le.
Marx için
223
tik’ten başka bir şey değildir.
Lenin’in bizi, kendi politik pratiğinde işleyen diyalektiğin te­
orik ifadesi olan “Diyalektik”ten m ahrum bıraktığını söyledim;
daha genel olarak, sınıf m ücadelesinin M arksist pratiği içinde
uygulanm akta olan diyalektiğin dile getirilm esine yönelik teorik
çalışm anın hâlâ yapılmayı beklediğini söyledim . Bu da tam an­
lamıyla doğru değildir. Lenin Felsefe D efterleri ’nde bize bir “Di-
yalektik”in ana hatları olan birkaç cüm le bırakm ıştır. Mao Tse-
tung, bu notları, 1937 yılında Çin K om ünist Partisi’ndeki dog­
m atik sapm alara karşı politik m ücadelenin ortasında, Çelişki
Üzerine adlı önem li bir m etinde geliştirdi.20
M arksist diyalektiğin özgüllüğü nedir, sorum uzun teorik ce­
vabını bu m etinlerde -o ld u k ça iyi hazırlanm ış olmakla birlikte,
geliştirilmesi, temelleriyle ilişkilendirilm esi ve sürekli olarak d ü ­
şünülm esi gereken bir b içim d e- nasıl bulabileceğimizi göster­
m ek istiyorum.

20) Krş. L a P en sée, A ralık 1962, s. 7, d ip n o t 6.


Louis Althusser
224

3. Teorik pratik süreci

“... Düşünce bütünü olarak, concretum


düşünce olarak somut bütünlük, gerçekte,
düşünmenin ve tasavvur etmenin ürünüdür;
ama asla sezgilerin ve temsillerin dışında -ya
da üzerinde- düşünen ve kendi kendini
yaratan kavramın bir ürünü değildir, tersine,
sezgileri ve temsilleri kavramlara dönüştüren
çalışmasının ürünüdür.”
(K. Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Kat­
kı, 1859).

Mao Tse-tung, “tüm elligi” içindeki çelişkiden yola çıkar, ama


Mao’n u n tek ciddi tartışm ası, bir başka “tüm el” ilke sayesinde,
sınıf m ücadelesi pratiği içindeki çelişki etrafında odaklanır. Bu
ilke, tüm el olanın yalnızca tikel olan içinde var olduğudur. Bu
ilkeyi, Mao, çelişki karşısında, şu tüm el biçim de düşünür: Çeliş­
ki her zam an özgüldür ve özgüllük tüm el olarak çelişkinin özü­
ne aittir. Eğer tüm ellik özgüllükten doğacaksa, ilave bir tümelli-
ğe ihtiyacı varmış gibi gözüken tüm elin bu ön “çalışması”na gü­
lebiliriz ve b u “çalışm a”yı Hegelci “yadsım a’nm çalışması olarak
görebiliriz. Oysa, m ateryalizm gerçekten anlaşıldığında, bu “ça-
lışm a”nm bir tüm el çalışması olmadığı, önceden var olan bir tü­
m el üzerine bir çalışma olduğu, bu çalışm anın am acının ve so­
n u cu n u n bu tüm ele soyutlam aları ya da “felsefi” (ideolojik) kış­
kırtm aları yasaklamak ve onu zorla kendi koşuluna -bilim sel
Marx için
225
olarak özelleştirilmiş bir tü m ellik - indirgem ek olduğu anlaşılır.
Eğer tüm el olan bu özgüllükse, bu özgüllüğün tüm eli olm ayan
bir tüm ele başvurm a hakkım ız yoktur.
Diyalektik m ateryalizm için temel olan bu noktayı Marx Eko­
nomi Politiğin Eleştirisine K atkı’daki örnekte işler ve genel kav­
ram ların (örneğin: “ü retim ”, “çalışm a”, “m übadele”, vb. kavram ­
ların) kullanım ının bilimsel teorik pratik için kaçınılm az olsa bi­
le, b u birinci genelliğin bilimsel çalışm anın ürünüyle çakışm adı­
ğını kanıtlar: O n u n sonucu değil, öncülüdür. Bu birinci genellik
(buna Genellik I diyeceğiz), bilim in teorik pratiğinin özelleşmiş
“kavram lar”a, yani bir bilgi olan bu diğer “som ut” genelliğe ( Ge­
nellik III diyeceğiz) dönüştüreceği ham m addeyi oluşturur. Ama
o halde Genellik I, yani bilim in üzerinde çalıştığı teorik h am ­
m adde nedir? Am pirizm in ya da duyum culuğun ideolojik (“na-
if ’, basit “sapm a” değil, zorunlu ve ideolojiler gibi tem ellenm iş
olan) yanılsam asının tersine, bir bilim, özü katışıksız dolayım-
sızlık ve tekillik (“duyum lar” ya da “bireyler”) olan bir varlık
üzerinde asla çalışmaz. Her zam an için “genel” üzerinde çalışır;
“olgu” biçim inde olsa bile. Bir bilim oluştuğunda, örneğin Gali­
leo ile birlikte fizik oluştuğunda, ya da Marx’la birlikte toplum ­
sal oluşum ların evrim bilimi (tarihsel m ateryalizm) oluştuğun­
da, bu bilim her zam an için, ideolojik nitelikteki, öncel, varolan
kavram lar üzerinde, “Vorstellungen” üzerinde -y an i Genellik
Ele—çalışır. Katışıksız, nesnel “veri’le r üzerinde, yani katışıksız
ve m utlak “olgular” üzerinde “çalışm az.” O nun kendine özgü ça­
lışması, tersine, önceki ideolojik teorik pratiğin hazırladığı ide­
olojik “olgu!ar”m eleştirisi yoluyla kendi bilimsel olgularını ha zır -
lam ak’tan ibarettir. Kendi bilimsel “olgular”ını hazırlamak, aynı
zam anda, kendi “teori”sini de hazırlam aktır, çünkü bilimsel ol­
gu -y o k sa sözüm ona katışıksız görüngü değil- ancak teorik bir
Louis Althusser
226
pratiğin alanında tanım lanabilir. Ö nceden oluşm uş bir bilim ge­
lişirken, ya hâlâ ideolojik kavram lardan, ya bilimsel “olgu-
lar”dan, ya da bilimsel olarak önceden oluşm uş ama bilim in ön­
ceki bir evresine ait (eski-Genellik III) kavram lardan oluşan bir
ham m adde üzerinde (Genellik I) çalışır. Dolayısıyla bilim bu
Genellik I’i Genellik IH’e dönüştürerek çalışır ve üretir.
Ama çalışan kim dir ya da nedir? Bu ifadeden anlaşılması gere­
ken şey, bilim in çalıştığı m ıdır? H er dönüşüm (her pratik), gör­
düğüm üz gibi, belirli üretim araçlarının uygulamaya konm asıy­
la bir ham m addenin ürüne dönüşüm ünü gerektirir. Bilimin te­
orik pratiğinde, üretim araçlarına denk düşen uğrak, düzey, ker­
te nedir? Eğer bu üretim araçlarından insanı geçici olarak soyut­
larsak, Genellik II diye adlandıracağım ız şeyi elde ederiz; az çok
çelişik birliği, ele alm an (tarihsel) uğrakta bilim in “teori”sini
oluşturan kavram lar b ü tü n ü n d en oluşur.21 Bu “teori”, bilim in
tüm “so run”u n u n zorunlu olarak ortaya konduğu alanı tanım lar
(yani, bilim in kendi konusu içinde karşılaştığı “güçlükler”; “ol­
gular”! ile “teorisi”nin, eski “bilgileri” ile “teori”sinin ya da “te­
ori ^"si ile yeni bilgilerinin karşı karşıya gelmesi içinde karşılaştı­
ğı “güçlükler”, b u alan dolayısıyla ve b u alan içinde sorun olarak
ortaya atılır). Bu teorik çalışm anın diyalektiğine girm eden, bu
şem atik bilgilerle yetinelim. Teorik pratiğin, Genellik fTnin Ge-

21) “T e o ri” k avram ıyla b e lirtilen b u g en ellik II, b e n im b u ra d a girişem eyeceğim , farklı tü r­
d e d erin leştirilm iş b ir in celem eyi elb e tte h a k e tm e k ted ir. Yalnızca ş u n u söyleyebiliriz ki,
“te o ri” diye ad la n d ırd ığ ım şeyin b irliği, b irleşm iş b ir te o rik siste m in d ü ş ü n ü m se l biçim i
altın d ak i b ir b ilim d e e n d er o larak v ar o lur. E n a zın d an den ey sel bilim lerd e, katışıksız b i­
çim de te o rik o larak v aro lan k a v ra m la rın yanısıra, te o rik k av ram ların b ü y ü k b ö lü m ü n ü n
yatırıldığı te k n iğ in alanım d a içerir. T am an lam ıy la ve özellikle te o rik b ö lü m , a n ca k çok
e n d er o larak çelişik o lm ayan b ir b iç im a ltın d a birleşir. Ç oğu zam an , te o rik olarak d ü ş ü ­
n ü m sel o lm ay an b ir birliğe sah ip , k a rm a şık ve çelişik b ir b ü tü n iç inde bir arada m evcut
bölgesel teo riler iç in d e yerel o larak b irleşm iş b ö lg e le rd e n ib arettir. H er b ilim in teorik
ü re tim ç alışm asın d a, h e r seferin d e özgül b ir k ip liğ e göre u y g u la n m a k ta olan şey, so n d e ­
rece k a rm a şık ve çelişik b u b irlik tir. Ö rn e ğ in “o lg u sal” “g ö rü n g ü le r’! o lu ş tu ra n deneysel
bilim lerd e, m ev cu t b ir g ü çlü ğ ü s o ru n b iç im in d e ortaya a ta n ve idealist b ir g eleneğin “h i­
p o te z le r” o larak ad lan d ırd ığ ı şeyin g erçek gövdesi olan te o rik -tek n ik d ü z en e k le rin yerli
y erin e k o n m asıy la b u so ru n u “ç ö ze n ” b u d u r.
Marx için
------------------------------------------------------- V------------------------------------------------- 227

nellik I üzerindeki çalışmasıyla Genellik III’ü yarattığını anlam ak


için bunlar bize yeter.
Dem ek ki b u n lar bize, aşağıdaki iki önem li önerm eyi anla­
m ak için yeterlidir:
1. Genellik I ile Genellik 111 arasında öz bakım ından özdeşlik
asla yoktur, her zam an gerçek bir dönüşüm vardır; ya ideolojik
bir genelliğin bilim sel bir genelliğe dönüşm esi yoluyla (örneğin
Bachelard’ın “epistem olojik kopm a” diye adlandırdığı biçim içi­
n de d ü şünülen değişim); ya da eski genelliği - “içine alsa” da, ya­
ni “göreceliliğini” ve geçerlilik sınırlarını (kendine tâbi olanları)
tanım lasa d a - reddeden yeni bir bilimsel genellik üretim iyle dö­
nüşür.
2. Genellik I’d en Genellik IH’e geçişi sağlayan çalışma, yani
-G enellik I ile Genellik III’ü birbirinden ayırt eden temel farklı­
lıklar bir yana b ırakılırsa- “soyut”tan “som ut”a geçişi sağlayan
çalışma, yalnızca teorik pratik sürecini içerir, yani tam am en “bil­
gi içinde” cereyan eder.
Marx, “doğru bilim sel yönterri’in, düşüncede som utu ü ret­
m ek için soyuttan yola çıkm ak olduğunu söylediğinde bu ikin­
ci önermeyi ifade etm iştir.“ Bu aynı sözcüklerin sık sık eşlik et­
tiği ideolojik yanılsam alara düşm ekten kaçınırsak, yani soyut’u n
teorinin kendisini (bilim) ve somut’u n da gerçeği, teorik pratiğin
bilgisini ürettiği “som ut” gerçekleri belirttiğini sanm azsak; iki
fa r k lı som utu - b ir bilgi olan düşüncedeki-somut ile o n u n konusu

2 2 ) Krş. M arx, E k o n o m i Politiğin E leştirisin e K atk ı, Ed. soc., s. 16 4 -1 6 5 : “G erçek ten ve s o ­


m u tta n b aşlam ak iyi b ir y ö n te m gibi g ö z ü k m e k ted ir... B u n u n la b irlik te, d ah a y a k ın d a n
ba k ıld ığ ın d a , b u n u n b ir h a ta o ld u ğ u fark edilir... b u s o n u n c u y ö n te m (genel n o s y o n la r­
d a n so m u t n o sy o n lara g id en e k o n o m ik sistem lerin y ö n tem i), açık b ir şekilde, d o ğ ru b i­
lim sel y ö n te m d ir. Som ut, s o m u ttu r, ç ü n k ü çoğul b elirle n im le rin sen tezid ir, dolayısıyla
çeşitliliğin b irliğ id ir. Bu n e d en le, d ü şü n c e d e sen tez u s ü lü o larak , so n u ç o la ra k g ö rü lü r,
yoksa yola çıkış n o k ta sı o larak değil... (bilim sel y ö n te m d e ) soyut b e lirlenim ler, d ü şü n ce
yoluyla s o m u tu n y en id e n ü re tim in e yol açarlar... S o y u ttan so m u ta yükselm eyi sağlayan
y ö n tem , d ü şü n c e için , so m u ta sah ip o lm an ın , d ü ş ü n ü lm ü ş b ir so m u t b iç im in d e o n u y e­
n id e n ü re tm e n in b ir y o lu d u r...”
Louis Althusser
228

olan gerçekliğin barındırdığı so m u tu birbirine karıştırm azsak,


bu tezin kesin anlam ını kavramış oluruz. Bilgi-somut’u üreten
süreç tam am en teorik pratik içinde cereyan eder: Elbette gerçek-
so m u t’u içerir, ama bu gerçek-som ut “bağım sızlığından önce ol­
duğu gibi sonra da düşüncenin dışında varlığını sü rd ü rü r”
(Marx), o n u n bilgisi olan öteki “so m u tla asla karıştırılmaz. Ele
alm an düşüncedeki-som ut’u n (Genellik III) kendi konusunun
bilgisi olması (gerçek-som ut); b u gerçekliği sözüm ona “sorun”a
çeviren (Bilgi Sorunu), dolayısıyla bilimsel pratiğin, gerçek bir
so ru n u n sorunsal-olm ayan çözüm ü olarak ürettiği şeyi -b ir ko­
n u ile bilgisi arasındaki ilişkinin sorunsal-olm am asm ı- sorunsal
olarak düşü n en ideoloji için “güçlük” oluşturan şey budur. De­
m ek ki, yalnızca teorik pratiği etkileyen som ut (Genellik III) ile
soyut (Genellik I) arasındaki gerçek ayrımı, (düşüncenin, bili­
m in, teorinin özünü oluşturan) soyutlamayı (gerçeğin özünü
oluşturan) som utun karşısına çıkaran bir diğer ideolojik ayrım ­
la karıştırm am ak temel önem dedir.
Bu karışıklık özellikle Feuerbach’ta görülür ve Marx da Fe-
uerbach’çı evresinde b u karışıklığı paylaşmıştır: Yalnızca günü­
m üzde yaygın tüketim ideolojisinin beylik düşüncelerini besle­
m ekle kalmaz; çaresiz teorik açmazlarda, kim i zam an karşı çıkış
olarak önem verilen niteliklerinin “gerçeklikleri”ne aldananları
yanıltm a riski de vardır. Teoriye, bilim e atfedilen soyutlamayı,
son kertede, gerçeğin kendisi olan som utun karşısına çıkaran
eleştiri, hâlâ ideolojik bir eleştiridir, çünkü bilimsel pratiğin ger­
çekliğini, soyutlam alarının geçerliliğini ve nihayet bir bilgi olan
bu teorik “som ut”u n gerçekliğini inkâr eder. Bu kavrayış, kendi­
nin “som ut” olduğunu ileri sürerek, “som ut”u isteyerek, kavra­
yış olarak, “doğru” olduğunu ileri sürer, dolayısıyla bilgi oldu­
ğunu ileri sürer: Ama tam da bilgiyi üreten pratiğin gerçekliğini
Marx İçin
229

inkâr ederek işe başlamıştır! “Tersine çevirme” iddiasında b u ­


lunduğu ideolojinin içinde kalır, yani genel olarak soyutlam anın
değil, belirli bir ideolojik soyutlam anın içinde kalır.23
Bilgi sürecinin içinde bile, sürecin başladığı “soyut” genellik
ile sürecin sona erdiği “som ut” genelliğin, Genellik I ile Genellik
IH’ün, özünde aynı genellik olmadığını ve sonuç olarak, kavra­
m ın kendi kendine türeyişi şeklindeki Hegelci kavranışın, soyut
tüm elin kendini som ut olarak ürettiği “diyalektik” hareketin “gö-
rünüm leri”nin, teorik pratik içinde uygulanm akta olan “soyutla­
m a”, “genellik” türlerinin karıştırılm asına dayandığını kabul et­
m ek için kesinlikle b u kadar öteye gitmek gerekir. Örneğin,
Marx’in dediği gibi,24 Hegel “gerçeği, kendi üzerinde yoğunlaşan,
kendi içinde derinleşen, kendi kendine hareket eden düşünce­
nin sonucu olarak tasavvur ettiğinde,” iki şeyi karıştırm ış olur:
1. Öncelikle, bilimsel bir bilginin üretim i işini “som utun (ger­
çek) türeyiş süreci” olarak kabul eder. Ama Hegel b u “yanılgı”ya
ancak ikinci bir karışıklık sonucu düşebilir:
2. Bilgi sürecinin başındaki tüm el kavram ını (örnek: tüm el­
lik kavramı, M a n t tfe’taki “varlık” kavram ı) süreçlerin özü ve iti­
ci gücü olarak, “kendini yaratan kavram ” olarak ele alır;25 teorik
pratiğin bir bilgiye (Genellik III) dönüştüreceği Genellik I’i d ö ­
2 3) F e u e rb a ch ’ın k e n d isi b ir ö rn e k tir. Bu n e d en le, F eu e rb a ch ’m “m atery alizm b ildirgele-
ri"ni b ü y ü k b ir ihtiyatla ele a lm ak u y g u n o lu r. Bu n o k tay a d ah a ö nce d e d ik k a t çektim .
Krş. L a Pensée, (m a rt-n isan 19 6 1 , s. 8 ) G enç M arx ü zerin e b ir m akalede, m evcut eleşti­
rin in etkisi a ltınd a, h â lâ id e o lo jik k a lm ış b a z ı k a v r a m la r ı bile k u llan d ım .
Ö rnek: H egel’in “aşıııa’sına karşılık o larak ve M arx’in id eo lo jid en k u rtu lm a k için, m itle r­
d e n sıyrılm ak için ve H egel’in d efo rm e ettiği a sıl o la n ’h , özgünle tem asa geçm ek iç in g ös­
terdiği çabayı açıklam aya y ö n elik “geriye d ö n ü ş ” k av ram ı. Bu “geriye d ö n ü ş ” kavram ı,
ideoloji öncesi “g erçek ’’e, “s o m u t”a geri d ö n ü ş ü k ast ettiği bizzat p o le m ik k u llanılışında,
“p o z itiv iz m in y a k ın ın d a n g eçm ek ted ir. Başka örnek: Bir felsefe tarihi o l a s ı l ı ğ ı n ı n p o le ­
m ik olarak ç ü rü tü lm e si. Bu tez, (d in , sanat, vs. olarak) felsefenin tarihi o lm ad ığ ın ın b e ­
lirtildiği A lm a n ideolojisi’n in b ir c ü m le sin d e n d estek alıy o rd u . Burada da p o z itivizm in sı-
n ırın d ay d ık , h e r ideolojiyi (dolayısıyla felsefeyi) to p lu m sa l b ir o lu şu m u n (geçici) basit
g ö rü n g ü sü n e in d irg em e n in (A lm a n ideolojisi, sü rek li o larak b u n u yapm aya girişir) iki
a d ım ötesindeydik .
24) M arx, E k o n o m i Politiğin E leştirisine K a tk ı, s. 165.
25) A.g.e.
Louis Althusser
230
nüşüm sürecinin özü ve itici gücü olarak alır! Bu dem ektir ki,
bir başka pratikten haklı olarak alınm a bir karşılaştırmayı kulla­
nırsak,26 bu h ar m akinasını, fabrikaları, günüm üzde taş k öm ürü­
n ü n çıkarılm asını ve sayısız dönüşüm geçirmesini sağlayan tek­
nik, m ekanik, fiziksel, kimyasal, elektrik, tüm olağanüstü aletle­
ri üreten şey, kendi diyalektik gelişimi sayesinde taş köm ürü­
dür! Hegel, teorik pratiğin gerçekliğine, ideolojik bir tüm el kav­
rayışını, işlevinin ve anlam ının ideolojik bir kavranışmı dayattı­
ğı için b u “yanılgı”ya düşm ektedir. Oysa, pratiğin diyalektiğin­
de, başlangıcın soyut genelliği (Genellik I), yani üzerinde çalışı­
lan genellik, işin kendisi olan genellikle (Genellik II) aynı şey
değildir, bu çalışmanın ü rü n ü olan özgül genellik (Genellik III)
-b ir bilgi (“teorik-som ut”) - hiç değildir. Genellik II (çalışan ge­
nellik) Genellik I’in basit bir gelişmesi hiç değildir, onun ken­
dinde şey’den kendi-için şey’e (ne kadar karm aşık olursa olsun)
geçişi değildir; çünkü Genellik II, ele alm an bilim in “teori”sidir,
ve bu haliyle, tüm sürecin sonucudur (bilim in kuruluşundan
yola çıkan'bilim tarihi), bu terim in güçlü anlamıyla bir d ö n ü ­
şüm sürecidir, yani basit bir gelişme biçim inde (Hegelci m odel­
de: kendinde şey’in kendi-için şey’e gelişimi) değil, gerçek nite­
liksel süreksizlikler yaratan dönüşüm ve yeniden yapılanm alar
biçim indedir. Genellik II Genellik I üzerinde çalıştığında, de­
m ek ki, asla kendi üzerinde çalışmış olmaz; ne bilim in k u ru lu ­
şu sırasında ne de daha sonra bilim in tarihi içinde kendi üzerin­
de çalışmaz. Bu nedenle, Genellik I b u çalışm adan her zam an
gerçekten dönüşm üş olarak çıkar. Genelliğin genel “biçim i”ni
hâlâ korusa da, bu biçim onun hakkında bize hiçbir şey öğret­
mez: Ç ünkü çok başka bir genellik halini alm ıştır -a rtık ideolo­
jik bir genellik değildir, bilim in aşılmış evresine ait bir genellik
26) Bu k arşılaştırm an ın tem elleri vardır: Bu iki ayrı p ra tik , p ra tiğ in genel ö z ü n e o rtak
o larak sahiptir.
Marx tçin
231
de değildir, her durum da, niteliksel olarak yeni, özelleşmiş, bi­
limsel bir genelliktir.
Teorik pratiğin bu gerçekliğini, teorik pratiğin bu som ut di­
yalektiğini, yani bilgi üretim sürecinin süreksizliğinde farklı Ge­
nellikler (I, II, III) arasında devreye giren ya da ortaya çıkan ni­
teliksel süreksizliği Hegel inkâr eder, daha doğrusu b u n u d ü şün­
mez ve düşünm esi gerektiğinde de, onu, kendisi için önem li ama
baştan başa ideolojik bir başka gerçekliğin -Id e a ’nm hareketi­
n in - görüngüsü haline getirir. Hegel’in, soyuttan som uta geçiş
sürecinin birliğini sonuçta kavram ın kendinden doğuşu olarak,
yani yabancılaşm anın biçim leri arasında, başlangıcından başka
bir şey olmayan son u cu n un oluşum u içinde başlangıçtaki ken­
dinde şey’in basit bir gelişmesi olarak bilimsel çalışm anın ger­
çekliği üzerine yansıttığı şey, idea’nın bu hareketidir. Böylelikle
Hegel, gerçek niteliksel farklılıkları ve dönüşüm leri, teorik prati­
ğin sürecini oluşturan tem el süreksizlikleri görm ezden gelir. O n­
lara ideolojik bir m odel dayatır: Basit bir içselligin gelişim m ode­
lini. Bu şu anlam a gelmektedir: Hegel, onlara dayattığı ideolojik
genelliğin, teorik pratik içinde uygulanm akta olan üç tür genel­
liğin -I , II, III- oluşturucu biricik özü olduğunu buyurm aktadır.
Hegel’in M arksist eleştirisinin derin anlamı, tüm içerimleri
içinde yalnızca burada aydınlanm aya başlam aktadır. Hegel’in te­
mel kusuru, yalnızca “sp ek ü latif yanılsam a değildir. Feuer-
bach’ın zaten ortaya koym uş olduğu bu spekülatif yanılsama,
düşünce ile varlığın, düşünce süreci ile varlık sürecinin, “d ü şün­
cedeki” som ut ile “gerçek” som utun özdeşleştirilm esinden iba­
rettir. En büyük spekülatif günah budur: Soyutlama günahı,
şeylerin düzenini altüst eder ve (som ut) gerçeğin kendi kendini
yaratma süreci yerine, (soyut) kavram ın kendi kendini yaratma
sürecini koyar. Marx, Kutsal A ile’de bize bunu çok açık bir şekil­
Louis Althusser
232
de gösterir.27 Hegelci spekülatif felsefede, kendi kendini belirle­
yen kendi kendini yaratm a hareketiyle, meyve soyutlam asının
arm ut, üzüm ve erik ürettiğini görürüz... Feuerbach, 1839 tarih­
li Hegelci “som ut tüm el” üzerine harikulade analizinde bunu
elinden geldiğince iyi sergilemiş ve eleştirmiştir. Demek ki, b u ­
rada soyutlam anın kötü bir kullanım ı vardır: (idealist, speküla­
tif). Bu kullanım , karşıtlık yoluyla bize soyutlam anın iyi kullanı­
m ını (materyalist) belirtir. Gayet iyi anlıyoruz: Tüm bunlar basit
ve açıktır! Ve, kurtarıcı bir “tersine çevirm e” ile şeyleri, yani so­
yutlamayı, düz olarak yerli yerine koymaya hazırlanıyoruz -
çünkü, kendi kendine gelişme yoluyla meyveleri (kavramlar)
üreten meyve kavram ı (genel) değildir, tam tersine, (som ut)
meyveler (soyut) meyve kavram ını üretir. Anlaştık mı?
Hayır, kesinlikle anlaşamayız; bu “tersine çevirm e”ye dahil
olan ve yalnızca b u n d an söz etmeyi sağlayan ideolojik bulanık­
lıkları kabul edemeyiz. Söz konusu tersine çevirmede, ancak te­
mel bir ideolojik bulanıklık varsaym ak koşuluyla kesinlik var­
dır. Bu bulanıklık, Marx Feuerbach’çı olmaya ya da Feuer-
bach’m söz dağarcığına başvurm aya gerçekten son verdiğinde;
tıpkı genel meyve kavram ının, som ut m eyveler üzerinde işleyen
bir soyutlam anın ü rü n ü “olm ası” gibi bilimsel bir kavram ın da
ü rü n olduğunu ileri sürm eyi sağlayan am pirist ideolojiyi bilinç­
li olarak terk ettiğinde reddetm ek zorunda kaldığı ideolojik b u ­
lanıklıktır. Ekonomi Politiğin Eleştirisine K atk ı’da Marx, her bi­
limsel bilgi sürecinin, gerçek som utlarla değil, bir soyutla, bir
genellemeyle başladığını söylediğinde, yalnızca spekülatif soyut­
lam anın ideolojisinden ve açıklayıcılıgmdan, yani önvarsayımla-
n n d an fiilen koptuğunu belirtmiş olur. Marx, bir bilim in ham ­
m addesinin, her zam an için, verili genellik biçim inde (Genellik
2 7 ) K utsal Aile 1844 tarih lid ir. A lm an İ d e o lo jis in d e (1 8 4 5 ) ve F elsefen in S efa leti 'n d e
(1 8 4 7 ) aynı tem a gö rü lü r.
Marx için
233
I) var olduğunu belirttiğinde, bir olgu sadeliğindeki bu tezin
içinde, bize, som ut m eyvelerden yola çıkan ve “bireyselliklerin­
den soyutlayarak” özlerini ortaya çıkaran, soyutlam a yoluyla
kavram üretm eye ilişkin am pirist m odelle hiç ilişkisi olmayan
yeni bir m odel önerir. Bu şim di, bilimsel çalışma denen şey için
açık seçiktir: “Som ut özneler”den değil, Genellik I’den yola çı­
kar. Ama bu Genellik I için de hâlâ doğru m udur? Bu, Hegelci
spekülasyonun yanlış kullandığı iyi soyutlam anın ürettiği bilgi­
nin ön evresi değil m idir? Bu tez, ne yazık ki, diyalektik m ater­
yalizm in organik bir parçası değildir, yalnızca am pirist ve du-
yum cu ideolojiye aittir. Bu, Marx’m, “duyum sal olanı nesne bi­
çim inde”, yani pratiksiz bir sezgi içinde tasavvur ettiği için Fe-
uerbach’ı m ahkûm ettiğinde reddettiği tezdir. Genellik I, örne­
ğin “m eyve” kavramı, bir “özne”nin (bilinç, hatta şu m itik özne:
“Pratik”) gerçekleştirdiği “soyutlam a işlemi”nin ü rü n ü değildir;
am pirik, teknik ve ideolojik, farklı düzeylerde, birbirinden ayrı,
som ut, birçok pratiğin işin içine girdiği karm aşık bir hazırlık sü­
recinin sonucudur. (Bu basit, ilkel örneğe geri dönersek, meyve
kavram ının kendisi, kökeninde, besinsel, tarım sal, hatta büyüy­
le ilgili, dini ve ideolojik, farklı pratiklerin ü rü n ü d ü r). Bilgi ide­
olojiden kopm adıkça, her Genellik I, dem ek ki, toplum sal olan
her şeyin varoluşunda temel konum da bulunan, esas pratikler­
den biri olan ideolojinin izini derinden taşır. Som ut bireylerden
onların katışıksız özünü çıkaran soyutlam a edim i, ideolojik bir
mittir. Genellik I, özü gereği, soyutlam anın nesnelerden çıkara­
cağı öze uygun değildir. Genellik I’in Genellik IlI’e dönüşüm ü
yoluyla, teorik pratiğin ortaya çıkardığı ve ortadan kaldırdığı
şey, bu uygunsuzluktur. Genellik I, “tersine çevirm e”nin varsay­
dığı am pirist ideolojinin m odelini reddeder.
Özetleyelim: Bilimsel pratiğin, (som ut) bir bilgi üretm ek için
Louis Althusser
234
soyuttan yola çıktığım kabul etm ek, teorik pratiğin ham m adde­
si olan Genellik I’in, b u n u “düşünülen-som ut”a, yani bilgiye
(Genellik III) dönüştüren Genellik IFden niteliksel olarak farklı
olduğunu kabul etm ektir. Bu iki tür Genelliği ayırt eden farklı­
lığın inkârı, (çalışan) Genellik IFnin, yani “teori”nin Genellik 1
(üzerinde çalışılan genellik) üzerindeki önceliğini tanım am ak;
işte, Marx’m karşı çıktığı Hegelci idealizm in esası budur; işte, so­
yut spekülasyonun som ut gerçeklik ya da bilim olarak “tersine
dönm esi”n in hâlâ ideolojik görünüm leri altında, hem Hegelci
ideolojinin hem de Marksist teorinin yazgısının belirlendiği
nokta b u dur. M arksist teorinin de yazgısı burada belirlenir:
Ç ünkü herkes bilm ektedir ki, bir kopm anın derindeki nedenle­
ri -k a b u l edilenler değil, fiilen etkide b u lu n an lar- bu kopm adan
beklenen kurtuluşun, özgürlük beklentisi, yani özgürlüğün ol­
mam ası m ı yoksa özgürlüğün kendisi mi olacağına kesin olarak
karar verecektir.
İşte bu nedenle, “tersine çevirm e” kavram ını bir bilgi olarak
kabul etm ek, onu destekleyen ideolojiyle, yani teorik pratiğin
gerçekliğini inkâr eden bir kavrayışla birlik olmaktır. “Tersine
çevirm e” kavram ının bize işaret ettiği “hesabını görm e”, bu d u ­
rum da, kavram ın kendi kendini yaratm asını (gerçek) “som utun
doğuşu” olarak tasavvur eden teorinin tersine çevrilmesi, karşıt
teoriyi yaratması olamaz; ki b u karşıt teori de gerçeğin kendi
kendini yaratm asını, kavram ın doğuşu olarak kabul etm ektedir
(gerçekten tem ellenm iş olsaydı, “tersine çevirme” deyim inin im ­
kân tanıdığı şeyin karşıtı bu olurdu): Bu hesabını görme, bilim ­
sel pratiğin gerçeğine yabancı, ideolojik bir teoriyi reddedip,
onun yerine, niteliksel olarak farklı bir teoriyi geçirm ekten iba­
rettir (önemli olan nokta da budur); bu teori, bilimsel pratiğin
özünü kabul eder, ona dayatılm ak istenen ideolojiden bu özü
Marx için
235
ayırır, kendine özgü niteliklerini ciddiye alır, onları düşünür, di­
le getirir ve hatta b u tanım anın pratik koşullarını da dü şü n ü r ve
dile getirir.28 Bu noktaya varıldığında, son kertede “tersine çevir-
m e”nin söz konusu edilemeyeceği görülür. Ç ünkü bir ideolojiyi
tersine çevirerek bir bilim elde edilemez. İdeolojinin gerçekle
ilişkide olduğuna inandığı alanı terk etm ek, yani ideolojik sorun­
s a lın ı (temel kavram larının organik önvarsayımını ve bu sis­
tem le birlikte, kavram larından çoğunu) terk etm ek ve “bir başka
element içerisinde”,29 bilimsel, yeni bir sorunsalın alanında yeni
teorinin faaliyetini kurm ak koşuluyla bir bilim elde edilir. Bu te­
rim leri ciddi olarak ve sınam ak amacıyla kullanıyorum ; h erh an ­
gi bir ideolojinin sorunsalını tersine çevirerek, yani bizzat ide­
olojinin sorunsalı üzerinde kalarak gerçek bir bilim örneği asla
verilemeyeceğine bahse girerim .30 Bu m eydan okum aya tek bir
koşul belirteceğim: Kullanılacak sözcükler m etaforik anlam da
değil, kesin anlamıyla ele alınmalıdır.

2 8 ) Bu k o p u ş çalışm ası b ir in s a n ın te o rik p ra tiğ in in so n u cu y d u : Karl M arx. G enç M arx


ü z e rin e m ak alem d e k ısm e n b e lirttiğ im b ir so ru n a b u ra d a geri d ö n e c e k değilim . Aynı za­
m a n d a bir d ö n ü ş ü m çalışm ası da o la n M arx’in te o rik p ra tiğ in in , teo ri içinde, n iç in b ir
k o p u ş u n , epistem o lo jik b ir k o p m a n ın b a sk ın b içim in i ister istem ez aldığını gösterm ek
gerekir.
M arx’la H egel ilişk isin in , s o n ç ö zü m lem e d e , b ir tersine çevirm e ilişkisi değil, ta m a m en
farklı b ir ilişki o ld u ğ u a n d a n itib a re n , L en in ’e (F elsefe De/ierle tin d e k i dolaysız şaşkınlık
te p k ile rin d e ) b u k a d ar o lağ an ü stü ve p a ra d o k sa l g elen şey in b e lk i de d a h a iyi anlaşılabi­
leceğini ileri sü reb ilirim : H egel’d e k u llan ılab ilir analizler b u la b ilm e k , k u şk u su z az sayı­
d a k i bazı kan ıtlam aların , m a tery alist n itelik te o ld u ğ u n u g ö rm e k m id ir L enin’i şaşırtan?
M arx-H egel ilişkisi b ir “te rsin e çevirm e" ilişkisi o lm ad ığ ın d a, H egelci d iyalektiğin “ras-
y o nalite"sinin so n derece anlaşılır olacağını ileri sü reb ilir m iyim ?
2 9 ) G enç M arx’in b ir p a ra g ra fın d a n alın m a b u “te o rik im ge"yi ö n e rm e fırsatı b u lm u ş ­
tu m , N ouvelle Critique, A ralık 1960, s. 36.
3 0 ) Bu tü r m ey d a n o k u m a , san ırım , h er M arksistin p o litik d e n ey im in d e yankı b u lu r.
Ç ü n k ü b u , belirleyici tem el yapıyı d eğ iştirm ed en , so n u çları g e rç ek ten değiştirm esi için
biriyle ba h se g irm ek , refo rm izııı eleştirisine b en zer; şeylerin d ü z en in i k e n d i tem elleri
ü z erin d e tersine çev ireb ilecek lerin e in a n a n , ö rn e ğ in verili to p lu m sa l ilişkiler tem eline
d a y an a ra k to p lu m sa l eşitsizliği to p lu m sa l eşitliğe, in san ın in san ta ra fın d a n sö m ü rü s ü n ü
in san ların k e n d i araların d ak i işb irliğ in e çevirebileceğine in a n a n d ü n y a n ın tü ııı re fo r­
m istlerin e k o m ü n istle rin h e r g ü n y ö n elttik leri m ey d an o k u m ay a ben zer. E m ekçilerin
m ü c a d ele m arşı o lan E n tern asy o n al, “D ü n ya kökü n d en d e ğ iş ec e k ” der: Bu teorik olarak çü-
rü tü lem e z .
Louis Althusser
236

4. “Önceden verili”, yapılanm ış, karm aşık bütün

“En basit ekonomik kategori... önceden


verili canlı bir somut bütünün tekyanlı ve soyut
ilişkisi olarak var olabilir ancak...”
(K. Marx, Ekonom i Politiğin E leştirisine K atkı).

Artık tüm çelişkinin özgüllüğünden oldukça uzakta gibiyiz...


Ama hayır, bir adım bile uzaklaşm ış değiliz. Ama şimdi bilm ek­
teyiz ki bu özgüllük herhangi bir genelliğin özgüllüğü, yani,
m antıksal sonuçlarına götürürsek, ideolojik bir genelliğin özgül­
lüğü değildir. Genellik III un, bir bilginin özgüllüğüdür.
Çelişkinin b u “özgüllüğü” nedir?
Diyalektik, “şeylerin özündeki çelişkinin incelenm esidir”, ya
da aynı anlam a gelen, “karşıtların özdeşliği teorisidir.” Buradan
yola çıkarak, der Lenin, “diyalektiğin çekirdeği kavranır; ama
açıklanmaya ve geliştirilmeye ihtiyaç duyar.” Mao bu m etinlere
gönderm ede b u lu n u r ve “açıklama ve geliştirmeler”e geçer, yani
bu “çekirdek”in içeriğine, kısacası çelişkinin özgüllüğünün tari­
fine geçer.
Burada, birden bire çok kayda değer üç kavramla karşılaşırız.
İki ayrım kavramı: 1. T e m e l ç elişk i ile ta li ç e liş k ile r arasındaki ay­
rım; 2. Çelişkinin te m e l y a n ı ile ta li y a n ı arasındaki ayrım. Ni­
hayet, üçüncü bir kavram: 3. Çelişkinin e ş its iz g e lişim i. Bu kav­
ramlar bize “oldukları gibi” sunulur. Bunların Marksist diyalek­
Marx İçin
237
tik için temel önem de olduğu söylenir, çünkü Marksist diyalek­
tiğin özgüllüğüdürler. Bu önerm elerin ardındaki derin teorik
nedenleri bizim aram am ız gerekir.
Tek bir süreç içinde birçok çelişkinin varlığını (yoksa temel
çelişki-tali çelişki ayrımı olmazdı) doğrudan doğruya varsaydığı­
nı görm ek için birinci ayrımı ele almak yeter. Dolayısıyla, karm a­
şık bir sürecin varlığına gönderm ede bulunur. Ve aslında: “Basit
bir süreçte tek bir karşıt çifti vardır; karm aşık süreçlerde daha
çok vardır...” der Mao; çünkü, “her karmaşık süreç ikiden fazla
çelişki içerir...”; ama bu durum da, “karmaşık bir nesnenin geli­
şim sürecinde bir dizi çelişki vardır, bunlar arasında her zaman
biri temel çelişkidir...”31 İkinci ayrım (çelişkinin temel yanı ile ta­
li yanı) ise, her çelişkinin içinde, sürecin karmaşıklığını, yani iç­
lerinden biri baskın olan çelişki çoğulluğunun onun içindeki var­
lığını yansıttığından, ele almamız gereken şey bu karmaşıklıktır.
Bu temel ayrım ların bağrında, dem ek ki sürecin karm aşıklı­
ğıyla karşılaşırız. Burada, M arksizm için temel bir noktaya temas
ederiz: Bir başka açıdan ele alınmış aynı tem el nokta. Mao, “iki
karşıtlı basit süreç”i bir yana bıraktığında, b u n u fiili nedenlerle
dışlamış gibidir: Çoğul çelişkileri içeren Mao’n u n nesnesine
-to p lu m a - uygun değildir. Ama aynı zam anda b u “iki karşıtlı
basit süreç”in katışıksız olasılığı da desteklenmiş olm uyor mu?
Bu durum da, bu “iki karşıtlı basit süreç”in temel kökensel süreç
olduğunu, karm aşık olan öteki süreçlerin ise onun karışık süreç­
leri, yani gelişmiş görüngüleri olduğunu ileri sürebiliriz. Lenin,
“Bir’in ikiye ayrılması ve çelişik yanlarının bilinm esi,” Philon’u n
zaten kabul ettiği... (Lenin’in parantezi) “işte, diyalektiğin özü
(“özlerim den biri, ana hatlarından biri, tüm temeli olmasa da,
temel özelliklerinden biri),”32 derken bu yönde eğilim gösterm i­
3 1 ) M ao T se-T u n g , Ç elişki Ü zerine, s. 4 5 , 55.
3 2) L enin, F elsefe D efterleri, s. 2 7 9
______________________ Louis Althusser______________________

yor mu? İki çelişik tarafa bölünm üş bu Bir’in içinde, Lenin yal­
nızca bir “m odel” değil, her çelişkinin “ana yatağı”nı, h er çeliş­
kinin, en b üyük karm aşıklıktaki biçim lerine varana kadar ken­
dini gösterdiği kökensel özü de betim lem iyor mu? Bu durum da,
karm aşık olan basitin gelişimi ve görüngüsü değil midir? Soru
önem lidir. Ç ünkü, Birlik’in çelişik iki tarafa bölündüğü bu “iki
karşıtlı basit süreç”, aynı zam anda, Hegelci çelişkinin doğrudan
doğruya ana ya ta ğ ıd ır.
Burada, kendi yorum um uzu bir kez daha sınayabiliriz ve sı-
namalıyız da.
Kuşkusuz, Mao “basit süreç”i yalnızca bellekten aktarır, hiç
örnek vermez. Ama onun tüm analizinde, çoğul ve eşitsiz çeliş­
kiye sahip b ir yapının ikincil olarak değil, birinci olarak devre­
ye girdiği karm aşık süreçlerle işimiz vardır yalnızca: Gerçekten
de hiçbir karm aşık süreç bize basit bir sürecin gelişimi olarak
verili değildir, dolayısıyla karm aşık olan asla basit olanın görün­
güsü olarak verili değildir - tersine, kendisi de karm aşık olan bir
sürecin sonucu olarak verilidir. Dem ek ki, karm aşık süreçler her
zam an için verili karm aşıklıklardır, bunların kökensel basitlikle­
re indirgenm esi asla düşünülm em iştir; ne bilfiil ne de ilkece.
Oysa, Marx’m 1857 tarihli Ekonomi Politiğin Eleştirisine K atkı’sı­
na geri dönersek, burada aynı gerekliliğin olağanüstü bir kesin­
likle ifade edildiğine tanık oluruz; o dönem de Siyasal Iktisat’m
kavram ları üzerinde düşünen Marx, “üretim ”in basit evrensel
kökenine, doğum una uzanm anın im kânsızlığını gösterir, çünkü
“üretim den söz ettiğimizde, söz konusu olan şey her zam an için
toplum sal gelişm enin belirli bir evresindeki üretim dir, toplum
halinde yaşayan bireylerin üretim idir,”’3yani yapılandırılm ış to p ­
lum sal bir b ü tü n içinde yaşayan bireylerin üretim idir. Marx her

33) K. M arx, E k on om i Politiğin E leştirisin e K atk ı, s. 150.


Marx İçin
239
türlü karm aşanın berisine ulanabileceğim iz ihtim alini de dışlar
(ve b u ilkesel bir dışlamadır: Bunu yapm am ızı engelleyen şey
yalnızca cehalet değildir, m evcut haliyle üretim in özü, kavram ı­
dır); Marx, h er “basit kategori”nin toplum un yapılanm ış b ü tü ­
n ü n ü n varlığını gerektirdiğini de gösterir,34 dahası, ve kuşkusuz
b u daha önem lidir, basitliğin, kökensel olm anın ötesinde, belir­
li koşullar içinde, karm aşık bir sürecin ü rü n ü de olduğunu gös­
terir. Basitlik ancak bu sıfatla var olabilir (ve yine karm aşık bir
b ü tü n ü n içinde!): Falanca “basit” kategorinin varlığı biçim inde.
Örneğin, çalışma: “Çok basit bir kategori gibi gözükm ektedir.
Bu genellik içinde çalışma fikri -g en el olarak çalışma g ib i- en
eski fikirlerdendir... bu n unla birlikte, bu basit biçimiyle ekono­
m ik açıdan d ü şünüldüğünde “çalışma”, b u basit soyutlam ayı ya­
ratan ilişkiler kadar m o derndir.”35 Aynı şekilde, on sekizinci
yüzyıl m itlerinin to p lum un ekonom ik gelişiminin kökeninde
hayal ettikleri bireysel üretici ya da üretim in tem el öznesi olarak
birey, b u ekonom ik “cogito", “görünüm ” olarak bile, ancak ge­
lişmiş kapitalist toplum da görülür, yani üretim in toplum sal ka­
rakterini en fazla geliştirmiş olan toplum da. Aynı şekilde, en
yetkin basit tüm el olan m übadele de, “tarihsel olarak tüm kesin­
liği içerisinde, to p lum un en gelişmiş durum larında görülür. (Bu
kategori) asla her ekonom ik ilişki içerisinde kendine bir yol aça­
m az.”36 Demek ki basitlik kökensel değildir: Tersine, basit kate­
gorisine anlam ım veren şey, yapılanm ış b ü tü n d ü r ya da uzun
bir sürecin sonunda ve istisnai koşullarda, bazı basit kategorile­
rin ekonom ik varlığını üretebilecek olan şey, yapılanm ış b ü tü n ­
dür.
34) K. M arx, E k on om i Politiğin E leştirisin e K atk ı, s. 163: “En b asit ek o n o m ik kategori...
a n c a k ö n c ed e n verili, yaşayan, s o m u t b ir b ü tü n ü n tekyanlı ve so y u t ilişkisi biçim i a ltın ­
da var o la b ilir.”
3 5 ) M arx, a.g .e., s. 167,
3 6 ) M arx, a.g .e., s. 166.
Louis Althusser
240
Her koşulda, Hegel’e yabancı bir dünyadayız: “Hegel H ukuk
felsefesine m ülkiyetle başlam akta haklıydı, mülkiyet, konunun
en basit hukuksal ilişkisini oluşturuyordu. Ama ailenin varlığın­
dan önce ya da çok daha som ut ilişkiler olan efendilerle köleler
arasındaki ilişkilerden önce m ülkiyet yoktur.”37 Ekonomi Politiğin
Eleştirisine Katkı, şu tezin uzun bir kanıtıdır: Basit olan, ancak
karm aşık bir yapı içinde vardır; basit bir kategorinin tüm el va­
roluşu asla başlangıçta ortaya çıkmaz, uzun bir tarihsel sürecin
sonunda, son derece farklılaşmış toplum sal bir yapının ü rünü
olarak ortaya çıkar; dem ek ki, gerçeklikte, ister öz olsun ister
kategori, basitliğin katışıksız varlığıyla asla işimiz yoktur, kar­
m aşık ve yapılanm ış varlık ve süreçlerin, “som ut”ların varlığıyla
karşılaşırız. Hegelci çelişkinin ana yatağını sonsuza dek çürüten
şey, bu temel ilkedir.
Gerçekten de, eğer Hegelci m odeli m etaforik bir anlam da de­
ğil, kesin özü içinde ele alırsak, “iki karşıtlı bu basit süreç”i, Le-
n in ’in referansının hâlâ anımsattığı, iki karşıta bölünm üş bu kö-
kensel basit birliği gerektirdiğini saptarız. İki karşıtın parçalan­
mış birliğini oluşturan şey bu kökensel birliktir, bu birlik yaban­
cılaşır ve kendisi kalarak bir başkası olur: Bu iki karşıt aynı bir­
liktir, am a ikilik içinde; aynı içselliktir, ama dışsallık içinde, - ve
b u nedenle, her biri kendi tarafından, farkında olm adan birbir­
lerinin çelişkisi ve soyutlam asıdırlar, kendinde-şey olan şey’dir,
- sonra da, önceki birliklerini yadsıyan bu soyutlam anın
yadsınm ası içinde, parçalanmasıyla, yabancılaşmasıyla zengin­
leşmiş kökensel birliklerini yeniden kurarlar: Böylece, yeni Bir
olacaklardır, yeni bir basit “b irlik ”i yeniden inşa ederek,
yadsınm alarının geçmişteki işleyşiyle zenginleşmiş, yadsım anın
yadsınm asının ü rü n ü olan, bir b ütü n lü ğ ü n yeni, basit birliği. Bu

37) M arx, a . g . e s. 166.


Marx İçin
241
Hegelei m odelin zalim m antığının şu kavram ları kendi araların­
da kesin olarak birbirine bağladığı görülür: Basitlik, öz, özdeş­
lik, birlik, yadsıma, bölünm e, yabancılaşm a, karşıtlar, soyutla­
ma, yadsım anın yadsınm ası, aşma (Aufhebung), bütünlük, ba­
sitlik, vs... Hegelci diyalektik burada tüm üyle vardır: Yani, basit
bir kökensel birliğin bu kökten önvarsayımm a tüm üyle bağlıdır,
yadsınm ası sayesinde kendi içinde gelişir ve tüm gelişimi içinde,
her seferinde daha “som ut” bir b ü tü n lü k içinde, bu kökensel
birlikten ve bu basitlikten başka bir şeyi asla oluşturm az.
M arksistler bu m odele, kestirm eden gitm ek için, sem bol ola­
rak, dikkatsizlikle ya da kasten,38 başvurabilirler ya da kullana­
bilirler: Kesinliği içerisinde ele alındığında, M arksizmin teorik
pratiği, politik pratiği gibi, b u n u dışlar. M arksizm bunu özellik­
le dışlar, çünkü Hegelci m odelin teorik önvarsayımı olan, kö­
kensel basit birliği dışlar. M arksizmin reddettiği şey, biçim i ne
olursa olsun “en dipteki bir kökende eksiksiz bir şekilde çakış­
m a şeklindeki felsefi (ideolojik) iddiadır (tabula rasa, bir sürecin
sıfır noktası; doğal hali; örneğin Hegel’de, hiçlikle doğrudan
doğruya özdeş varlık dem ek olan başlangıç düşüncesi; yine He-
gel’de, kökeni yeniden oluşturan her sürecin sonsuz kez (yeni­
den) başladığı basitlik, vs...); ayrıca, kendini (sürecin her uğra­
ğında yeniden üretilen) başlagıçtaki bu basit birlik olarak göste­
ren Hegelci felsefi iddiayı da reddeder; daha sonra, kendi ken­
dine gelişmesi sayesinde, sürecin tüm karmaşıklığını yaratacak­
tır, ama b u karm aşıklık içinde kendini asla yitirm ez ,19 ne basit­
liği ne de birliği asla kaybolm az - çünkü çoğulluk ve karm aşık­
lık, kendi özünü belirtm ekle görevli onun kendi “görüngü-
38) Kasten. Ö rn eğ in , M arx çağ d aşların ın f e ls e fi a p ta llığ ın a b ir d e rs v erm ek isteyerek, K a­
p it a lin birin ci k ita b ın d a H egel’in term inolojisiyle “flö rt e d e r” (“k o k e ttie re n ”). Hâlâ dersi
îıak ed iy o r m uyuz?
39) Ö lü m ü bile, tıpkı Kutsal C u m a n ın Paskalya z aferin in h ab ercisi olm ası gibi, D irilişin
hab ercisid ir. B unlar H egel’in k u llan d ığ ı sem b o llerd ir.
Louis Althusser
242
sü ”nd en başka bir şey asla olmayacaktır.'10
Bu önvarsayımm dışlanması, “tersine çevrilme”sine -b ir kez
daha üzülerek belirteyim - indirgenemez. Bu önvarsayım “tersi­
ne çevrilmiş” değildir, ortadan kaldırılm ıştır: Tam anlamıyla or­
tadan kaldırılm ıştır (Kesinkes ortadan kaldırılmıştır! Yoksa orta­
dan kaldırdığı şeyi “koruyan” A ufhebung anlam ında değil...) ve
yerine, birincisiyle hiç alâkası olmayan tam am en başka bir teorik
önvarsayım konm uştur. Bir köken felsefesinin ideolojik m iti ve
organik kavramları yerine, Marksizm, ilke olarak, her som ut
“nesne”n in karm aşık yapısının, hem nesnenin gelişimine h ü k ­
m eden hem de o n u n bilgisini yaratan teorik pratiğin gelişimine
h ükm eden yapının verisinin bilinm esini getirir. Artık kökensel
özüm üz yoktur, ama bilgi geçmişe uzandıkça uzaklaşan bir
“her-zam an-önceden-verili” vardır. Artık basit birlik yoktur, ya­
pılanm ış karm aşık birlik vardır. Demek ki, (hangi biçim altında
olursa olsun) kökensel basit birliğimiz yoktur, y a p ıla n m ış k a r­
m aşık bir birliğin her-zam an-önceden-verili hali vardır. Eğer böy-
leyse, Hegelci diyalektiğin “ana yatağı”nın bir yana bırakılm ış ol­
duğu ve kendi organik kategorilerinin, özgül olarak sahip ol­
dukları ve olum lu anlam da belirlendikleri şey içinde, teorik sı­
fatla varlığını sürdürem eyecekleri açıktır. Özellikle kökensel ba­
sit birlik temasını “işleten” kategoriler, yani: Bir’in “bölünm esi”,
yabancılaşma, karşıtları birleştiren soyutlam a (Hegelci anlam ın­
da), yadsım anın yadsınması, Aufhebung, vs... artık yoktur. Bu
koşullarda, organik anlam da bu Hegelci kategorilerin izinin ne
Marx’m Ekonomi Politiğin Eleştirisine K a tkısın d a (1857) ne de
Mao Tse-Tung’u n m etinlerinde (1937) görülm em esine şaşmak.
4 0 ) H er tü rlü yanlış anlam ayı en g ellem ek için, M arx’in 1844 H ly a zm ala n ’n d a m uzaffer
b içim de eg em en o la n ın , o lağ an ü stü b ir saflık ve u zlaşm azlık içinde, b u “H egelci d iyalek­
tik ” o ld u ğ u n u - d a h a fazlası da o ld u ğ u n u - belirtelim . K anıtlam ayı m ü k e m m e lle ştirm e k
için, b u H egelci d iyalektiğin o rad a k e sin o larak “tersin e çevrildiğini" de ekleyelim . Bu
n e d en le, b u k esin m e tn in kesinliği M arksist değildir.
Marx îçin
243
Kuşkusuz, ideolojik bir m ücadelede (örneğin: D ühring’e kar­
şı m ücadele) ya da verili sonuçların anlam ını açıklamaya yöne­
lik genel b ir serim lem ede b u kategorilerden bazıları hatırlatıla-
bilir; ideolojik m ücadelenin ya da karşı çıkışın veya açıklam anın
b u düzeyinde kalındığı sürece, ideolojik pratikte (m ücadele), bu
kavrayışın genel olarak serim lenm esinde, b u kategoriler çok ger­
çek sonuçlarıyla kullanılabilir. Ama bu sonuncu “serim lem e”
(diyalektiğin yasalarının herhangi bir örnekle açıklanması) te­
orik pratiğin kabul ettiği alanda kalm ak zorundadır - çünkü,
kendi başına kaldığında, yeni bilgiler üreten doğru bir teorik
pratik oluşturm az. Tersine, M arx’ın, Lenin’in teorik ya da poli­
tik pratiği gibi nesnesini gerçekten dönüştüren ve doğru sonuç­
lar (bilgiler, devrim ...) üreten doğru bir pratik söz konusuysa,
b u du ru m d a, b u kategoriler karşısındaki teorik hoşgörü payı
kaybolur: Bu kategorilerin kendisi yok olur. O rganik etkileri ol­
m ayan bir uygulam a, nesnesini (örneğin fizik pratiğini), gerçek
gelişimini asla değiştirm eyen basit bir uygulam a değil, yıllar içe­
risinde organik olarak oluşturulm uş ve geliştirilmiş hakiki bir
pratik söz konusu olduğunda; hakiki bir pratiğe gerçekten katıl­
m ış bir insanın pratiği söz konusu olduğunda; bir bilim i oluş­
turm aya ya da geliştirmeye kendini adamış bir bilim insanı, sı­
nıf m ücadelesini geliştirmeye kendini adamış bir politikacı söz
konusu olduğunda; b u durum da, nesneye yaklaşık olarak doğ­
ru kategoriler dayatm ak söz konusu olmaz, olamaz. Bu d u ru m ­
da, söyleyecek sözü olm ayan kategoriler susar ya da sessizliğe
m ahkûm edilir. Böylece, gerçekten oluşm uş Marksist pratikler­
de, Hegelci kategoriler uzun süreden beri susm uştur. Onlar bu
pratiklerde “bulunm ayan” kategorilerdir. Bu nedenle kuşkusuz,
bazıları, tüm Kapital'in içinde, yani 2500 sayfalık Fransızca edis-
yonda b u lunan yalnızca iki cümleyi gözler önüne serm ek için,
Louis Althusser
244
geçmiş zam andan kalm a biricik kutsal em anetlere gösterilmesi
gereken sofuluğun sonsuz titizliğiyle davranıyorlar;41 kuşkusuz
bu nedenle, bu iki cümleyi, bir başka cümleyle, daha doğrusu,
Hegel’i okum uş olduğu için yarım yüzyıl boyunca Marx’m hiç
anlaşılmadığını bize söyleyen Lenin’in çok m uam m alı bir lafıyla,
bir haykırışıyla güçlendiriyorlar... Şu basit olguya geri dönelim:
Gerçekten oluşm uş Marksist pratiklerde kullanılan ve işletilen
kategoriler Hegelci kategoriler değildir: Bunlar başka kategori­
lerdir, M arksist pratik içinde işletilen Marksist diyalektiğin kate­
gorileridir.

4 1) Y adsım anın y ad sın m ası ü zerin e ço k m e ta fo rik b ir cüm le. Sö zünü edeceğim b ir di
ger c üm le de niceliğin niteliğe d ö n ü ş ü m ü üzerin e. Engels, b u iki m e tn i A nti-D ühring’uı
b irin ci k ısm ın d a (b ö lü m 12 ve 13) a k ta rır ve y o ru m lar. “Y adsım anın y a d sın m ası” üzeri
n e b ir söz d aha. Y ad sım an ın y a d sın m asın ı “d iy alek tiğ in yasaları” a ra sın d a n çıkardığı için
ve d ah a genel olarak, d o g m atizm in i d a h a iyi y erleştirm ek için H egel’d e n saptı diye Sta
lin ’i e leştirm ek b u g ü n re sm en k a b u l g ö rm e k te d ir. Aynı zam an d a da H egel'e b ir tü r gen
d ö n ü ş ü n k u rta rıcı o ld u ğ u da h araretle ileri sü rü lm e k te d ir. Bu açıklam alar belki gü n ü n
b irin d e b ir yazıtım k o n u su olabilir. B unu b e k le rk e n , “y a d sım an ın y a d s ın m a s ın ın M ark
sist diyalektiğin a la n ın d an a tılm asın ın y a ratıcısın d ak i gerçek b ir te o rik sağduyuya tanık
h k ettiğini k ab u l e tm ek bana d ah a kolay gelm ektedir.
Marx için
245

5. Belirleyicili yapı: Çelişki ve üstbelirlenim

“Maddi üretimin gelişmesinin, örneğin


sanatsal üretimin gelişmesiyle eşitsiz ilişkisi...
Burada kavranması gerçekten güç olan nokta
şu: Üretim ilişkileri, hukuksal ilişkinin eşitsiz
gelişimine nasıl uyar?”
(K. Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine K atkı).

Bu pratiğin özünü hâlâ öğrenmemiz gerekm ektedir: Çelişkile­


rin eşitsiz gelişim yasası. Ç ünkü, der Mao, tan vakti kadar arı d u ­
ru bir cümlede, “dünyada m utlak anlam da eşit olarak gelişen hiç­
bir şey yoktur.”
Kimi zaman sanıldığı gibi, yalnızca Emperyalizmi içerme de
kalmayan, tam da “dünyada var olan her şeyi” içeren bu “ya-
sa"nm anlamını ve kapsamını anlam ak için, tüm karm aşık süreç­
lerde temel bir çelişkiyi ve her çelişkide de temel bir yanı ayırt
eden Marksist çelişkinin bu temel farklılıklarına geri dönm ek ge­
rekir. Bir çelişkinin bu bütünde tüm diğer çelişkilere hâkim ola­
bilmesi için b ü tü n ü n karm aşık olması gerektiğini söyleyerek, bu
“farklılığı” ben burada b ü tü n ü n karmaşıklığının işareti olarak ifa­
de ediyorum. Şimdi bu hâkimiyeti, bir işaret olarak değil, kendi
içinde ele almak ve içerimlerini geliştirmek gerekir.
Bir çelişkinin ötekilere baskın olması, içinde yer aldığı karm a­
şıklığın yapılanmış bir birlik olduğunu ve bu yapının, çelişkiler
arasında belirtilen başatlık-ikincillik ilişkisini içerdiğini varsayar.
Bir çelişkinin diğerleri üzerindeki hâkimiyeti, gerçekten de,
Louis Althusser
246
Marksizm açısından, bir nesne olarak ele alman yığın içinde fark­
lı çelişkilerin zorunsuz dağılımının sonucu olamaz. “Bir dizi çe­
lişkiyi içeren” bu karmaşıklığın içinde, tıpkı bir stadyum un tri­
bünlerinde öteki seyircilerden bir kafa boyu daha uzun birinin
olması gibi, ötekilere baskın çıkan bir çelişki “bulunam az.” Başat­
lık, karmaşıklıkla ilişkisiz basit bir olgu değil, temel bir olgudur.
Bu nedenle karmaşıklık, başatlığı temel özelliklerinden biri ola­
rak içerir: O nun yapısına dahildir. Birliğin, basit, kökensel ve ev­
rensel özün birliği olmadığını, olamayacağını ileri sürm ek, Mark-
sizme yabancı bir ideolojik kavram olan “tekçilik” hayali kuran­
ların sandığı gibi,42 “çoğulculuğun” sunağında birliği kurban et­
m ek değil; tam am en başka bir şey ileri sürm ektir: Marksizmin
sözünü ettiği birliğin, karm aşıklığın kendisinin birliği olduğunu,
karmaşıklığın örgütlenm e ve eklem lenm e tarzının tam da onun
birliğini oluşturduğunu ileri sürm ektir. Bu, karm aşık bütünün ba­
şatlığa sahip eklemlenmiş bir yapının birliğine sahip olduğunu ileri

4 2 ) T ekçilik. 1 8 8 0 -1 9 1 0 y ılların d a k ilise-k arşıtı ve d in -k a rşıtı m ü c a d ele n in m e k a n ik ıııa


teryalist yılm az savaşçısı, b ü y ü k A lm an b iy o lo g u H aeck el’in kişisel an lay ışın d a anahtar
kavram . Ç o k faal b ir yayıncı, b ü y ü k b ir y ay g ın lık k a za n m ış “p o p ü le r” ese rle rin yazan
dır. “A lm an T ek çiler Birligi”n in k u ru c u s u d u r. D ini “ikici" olarak k a b u l ed er ve o n u n kar
şısına “te k çiliğ i” çık arır. K endisi d e b ir “tekçi" o larak , iki ayrı töz (T anrı ve d ünya, Tin
ya da ru h ve m a d d e ) değil, tek b ir tö z o ld u ğ u n u d ü ş ü n ü y o rd u . H aeckel, b u Biricik
T öz’ü n ik i özn iteliğ i o ld u ğ u k a n ısın d ay d ı (S p in o za’n ın tö z ü d e iki tem el özn itelik taşı
y o rd u ): M ad d e ve en erji. M addi o ld u ğ u k a d a r tinsel d e o la n tü m b e lirle n im le ri, “H er Şc
ye K adir” o larak g ö rd ü ğ ü b u T öz’ü n k ip le ri o larak k a b u l ed iy o rd u . P leh an o v b u “tekçi
lik ” tem asım y e n id e n ele alacaktır. M arksist eğ ilim lerle k u ş k u su z ilişkisiz biri olm adığın
d a n L enin d a h a so n ra o n u açıkça eleştirecek tir. P leh an o v H aeckeT den d a h a “tu ta rlı’ydı
H er şeyi te k b ir tözle - T i n - açıklayan m o d e rn id ealizm in d e “tek çi” o ld u ğ u n u kab u l edı
y o rd u . O , M ark sizm i m ateryalist b ir te k çilik o larak b e n im siy o rd u (krş. Plehanov: Tekt, ı
T a rih K a v r a y ışı Ü z erin e D e n em e .) G . Besse, R. G a ra u d y ve G. M u ry’n in m akalelerinde
“te k ç ilik ” te rim in in ve M arksizm i esas o la ra k “tek çi” ilan e d en ifad elerin eşzam anlı ola
ra k varlığını b e lk i d e P leh an o v ’a b a ğ la m ak g erek ir. Bu id eo lo jik k a v ra m ın b elirsiz niteli
gi o n u n E ngels ve L enin ta ra fın d a n k e sin o la ra k m a h k û m ed ilm esin e yol açm ıştı. Beııiııı
e le ştirm en lerim b u n u k â h g ü çlü a n la m d a (ö rn e ğ in M u ry ), k â h az ç o k zayıflam ış anlam
d a kullan ır: H aeck el’in ve P leh an o v ’u n y ap tığ ı gibi ikiciliğin karşıtı o larak değil, “çoğul
culu ğ u ıı" k arşıtı o larak g ö rü rler; terim , b u d u ru m d a , o n la rın k a le m in d e y ö n te m bilinısıi
am a h er z am an id e o lo jik b ir n ü a n s k a za n m ış o larak k a b u l görebilir. Bu k a v ra m ın Mark
sizııı'de o lu m lu b ir te o rik k u llan ım ı y o k tu r, h a tta te o rik o larak te h lik e lid ir bile. O lsa ol
sa o lu m su z b ir p ra tik değeri olabilir: “Ç o ğ u lc u lu ğ a ” dikkat! H içb ir bilgi değeri yokttıı
O n a böyle b ir d eğ er y ü k le m e k ve b u n d a n te o rik s o n u çla r ç ık a rm a k (M ury) M arx’ıtı <lu
şüncesin i d efo rm e etm eye varır.
Marx İçin
247
sürm ektir. Mao’n u n temel olarak betimlediği, çelişkiler ve yanla­
rı arasındaki m evcut başatlık ilişkilerini son kertede oluşturan
şey, bu özgül yapıdır.
Marksizmi bizi kurtardığı bulanıklıkların içine, yani tek bir
birlik m odelinin var olduğuna inanan -b ir tözün, bir özün ya da
bir edim in birliği- bir düşünce tarzına; “m ekanik” m ateryalizmin
ve bilinç idealizm inin ikiz bulanıklıklarına tekrar fırlatmamak
için bu ilkeyi uzlaşmaz bir şekilde kavramak ve savunm ak gere­
kir. Eğer acelecilikle, karm aşık bir b ü tü n ü n yapılaşmış birliği bir
tüm lügün basit birliğiyle özdeş kılınırsa; karm aşık b ü tü n biricik
bir özün ya da kökensel ve basit tözün doğrudan gelişimi olarak
görülürse, o zaman, en iyi durum da Marx’tan Hegel’e, en kötü
durum da ise Marx’tan Haeckel’e düşülür! Ama, b u n u yaparken,
tam da Marx’ı Hegel’den ayırt eden özgül farklılık kurban edilmiş
olur: Marksist birlik türünü Hegelci birlik türünden ya da Marksist
tüm lügü Hegelci tüm lükten kökten ayıran farklılık. “Tüm lük”
kavramı günüm üzde pek yaygın bir kavram dır: Hegel’den
Marx’a, Gestalt’tan Sartre’a geçmek için, tek bir sözcüğü, “tüm ­
lü k ” sözcüğünü anm a dışında neredeyse hiç vize istenmez. Söz­
cük aynı kalır, yine de kavram bir yazardan ötekine kökten deği­
şir. Bu kavram tanım landığında hoşgörü sona erer. Hegelci “tüm ­
lü k ”, gerçekten de, hayal edilen bu esnek kavram değildir, kendi
teorik rolünün kusursuz tanımladığı ve biricikleştirdiği bir kav­
ramdır. Marksist tüm lük de, diğer yandan tanımlı ve kesindir. Bu
iki “tüm lük”ün ortak yanları: 1. Bir sözcük olmaları; 2. Şeylerin
birliğinin bir tür m uğlak kavranışı olmaları; 3. Teorik düşm anlar­
ıdır. Buna karşılık, özlerinde neredeyse tam am en ilişkisizdirler.
Hegelci tümlük, İdea’nm gelişim anı olan basit bir birliğin, basit bir
ilkenin yabancılaşmış gelişimidir: Demek ki, kesin olarak konu­
şursak, bu basit ilkenin kendi’nin görüngüsü, tezahürüdür, onun
Louis Althusser
248
tüm tezahürlerinde, dolayısıyla, restorasyonunu hazırlayan ya­
bancılaşmanın bile içinde varlığını sürdürür. Burada da, önemsiz
kavramlar söz konusu değildir. Ç ünkü, kendi yabancılaşması
içinde kendini gösteren basit bir özün b u birliği, şu sonucu yara­
tır: Hegelci tüm lüğün görünür “alanlar”ı da dahil olmak üzere (si­
vil toplum , devlet, din, felsefe, vs.), bu tüm lük içinde yer alan
tüm som ut farklılıklar, kısmen doğrulanarak yadsınır: Çünkü
bunlar, tüm lüğün basit iç ilkesinin yabancılaşma “ugrakları”ndan
başka bir şey değildir, bu ilkenin ortaya koyduğu yabancılaşmış
farklılıkları yadsıyarak gerçekleşirler; dahası, bu farklılıkların
hepsi, basit iç ilkenin yabancılaşmaları -g ö rü n g ü le r- gibi, eşit öl­
çüde “fa r k s ız d ır ”, yani bu ilke karşısında pratik olarak eşittirler,
dolayısıyla kendi aralarında da eşittirler ve bu nedenle, Hegel’de
hiçbir belirli çelişki asla başat olamaz.45 Bu dem ektir ki, Hegelci
bü tü n “tinsel” türde bir birliğe sahiptir. Bu birlikteki tüm farkiı-
4 3 ) H egel’in teo risin i M arx’tn H egel ü z erin e yargısıyla k a rıştırm a m a k gerekir. H egel’i
M arx’tn yargısı d o lay ım m d an tan ım ış o lan lara n e k a d a r şaşırtıcı gelse de, H egel, to p lu m
teo risin d e, M arx’m tersi değildir. Tarihsel H egelci tü m lü ğ ü n iç b irliğini o lu ş tu ra n “tin ­
sel" ilke, M arx’ta “e k o n o m in in s o n k e rte d e belirleyiciliği” b iç im in d e m evcut o la n şeye
kesinlikle in d irg en em ez. D evletin ya d a Felsefenin so n k e rte d e belirleyiciliği şeklindeki
tersi ilke H egel’d e yo k tu r. M arx şöyle d er: G erçekte, H egelci to p lu m kavrayışı, İdeo lo ji’yi
ta rih in m o to ru y ap m ak d em ektir, ç ü n k ü id e o lo jik b ir kavrayıştır. A m a H egel b e n ze r bir
şeyi asla söylem ez. O n a göre, to p lu m d a , m e v c u t tü m lü k te , so n k e rte d e belirleyicilik y o k ­
tu r. H egelci to p lu m , k e n d i iç in d e m e v c u t tem el b ir m e rc i/k e rte ta ra fın d a n birleştirilm iş
değildir, “a la n ”la rın d a n biri tarafın d an -p o litik , felsefi ya d a d in i “a la n ” olabilir b u - b ir­
leştirilm iş ya da b e lirlen m iş değildir. H egel’e göre, to p lu m sa l tü m lü g ü b irleştire n ve b e ­
lirleyen ilke, to p lu m u n h e rh a n g i b ir “s fe r’i değil, to p lu m iç in d e ayrıcalıklı b ir yeri ya da
cism i kesin lik le o lm ay an , b u n e d en le h er y erd e ve tü m cisim lerd e b a rın a n bir ilkedir.
T o p lu m u n tü m b e lirlen im leri -e k o n o m ik , p o litik , h u k u k sa l, vs... h atta en tinsellerine
k a d a r - o n u n için d ed ir. Ö rn e ğ in Roma: H egel’e göre, Rom a'yı b irleştiren ve belirleyen
şey b ir ideoloji değil, (ld e a ’ııın g elişim in in b ir anı o lan ) “tin se l” b ir ilkedir, b u ilke Ro-
m a’daki tü m b elirlen im lerd e -e k o n o m i, po litik a, d in , h u k u k , v s .- te z ah ü r eder. Bu ilke,
so yu t h u ku k sa l şa h siyettir “T in sel” b ir ilk ed ir ve R om a h u k u k u b u n u n tezah ü rlerin d en
-b a ş k a la rın ın y a n ısıra - b irid ir. M o d ern d ü n y a d a b u , yine evrensel b ir ilke olan ö z n e llik ­
tir: B urada ek o n o m i ö zn ellik tir; tıp k ı p o litik a n ın , d in in , felsefenin, m üziğin, vs. de ö z­
nellik olm ası gibi. H egelci to p lu m u n tü m lü g ü b u şek ild e k u ru lm u ştu r, b u to p lu m u n il­
kesi h e m o n a iç k in d ir h e m de aşkın, am a b u h aliyle, to p lu m u n k e n d isin in belirli hiçbir
gerçekliğine d e n k d ü şm ez. Bu n e d en le, H egelci tü m lü ğ ü n “tin se l” tarzda b ir b irlik ten e t­
kilendiği söylenebilir. B urada, h er öğe pa rs to ta lis 'tu ve g ö rü n ü r alanlar söz k o n u s u iç il­
k e n in yabancılaşm ış ve y em d e n o lu şm u ş açılım ıdırlar. B u n u n anlam ı, H egelci tü m lü ğ ü n
b irlik tarzın ı M arksist tü m lü ğ ü n b irlik yapısıyla ö z d eşle ştirm e n in (tersi olarak bile) asla
m ü m k ü n olm am asıdır.
Marx İçin
249
hklar ancak yadsınm ak üzere ortaya konm uştur, dolayısıyla fark­
sızdır; bu farklılıklar asla kendileri için var olmazlar; bunların ba­
ğımsız bir varoluş görünüm ü vardır ve bu görünüm ün içinde,
-k e n d i içlerinde yabancılaşmış basit iç ilkenin birliğinden başka
bir şey asla olm adıklarından- bunlar, bu ilkenin yabancılaşmış
görüngüsü olarak, pratikte, kendi aralarında eşittirler. Dolayısıy­
la benim tezim; Hegelci tüm lüğün: 1. Gerçekten değil görünüşte
“alanlar” halinde eklemlendiği; 2. O nun birliğinin karmaşıklığı
olmadığı, yani bu karmaşıklığın yapısına sahip olmadığı; 3. Dola­
yısıyla, gerçek bir karmaşıklığın bir birlik olmasını ve gerçekten
bir pratiğin, bu yapıyı dönüştürm eye yönelen bir pratiğin -p o litik
p ra tik - nesnesi olmasını sağlayan m utlak koşul olan b u başatlık
içeren yapıdan yoksun olduğu şeklindedir. Hegelci toplumsal
tüm lük teorisinin asla bir politika oluşturmaması, Hegelci politika
diye bir şeyin var olmaması ve var olamaması bir tesadüf değildir.
Hepsi b u kadar değil. Eğer h er çelişki, başat yapılı karm aşık
bir b ü tü n ü n çelişkisiyse, çelişkilerinin dışında, temel eşitsizlik
ilişkilerinin dışında karm aşık b ü tü n tasavvur edilemez. Başka de­
yişle, her çelişki, yapının her temel eklemlenmesi ve başat çeliş­
kili yapıdaki eklem lenm elerin genel ilişkisi, karm aşık b ü tü n ü n
varlık koşullarını oluşturur. Bu önerme birincil önem dedir. Ç ün­
kü, b ü tü n ü n yapısının, dolayısıyla temel çelişkilerin ve başatlı
yapılarının “farklılığı”m n, b ü tü n ü n varoluşu olduğu; çelişkilerin
farklılığının (bir temel çelişkinin varlığı; ve her çelişkinin bir te­
mel yanının olması) karm aşık bü tü n ü n varlık koşullarıyla aynı
şey olduğu anlamına gelir. Açıkçası, bu önerme, “tali” çelişkilerin
“tem el” çelişkinin katışıksız görüngüsü olmaması; temel çelişki­
nin öz, tali çelişkilerin ise görüngü olduğu anlam ına değil; tali çe­
lişkiler olmadan, ya da içlerinden biri var olm adan temel çelişki­
nin de pratikte var olamayacağı ya da onlardan önce veya sonra
Louis Althusser
250
var olamayacağı anlam ına gelir.” Tersine, tali çelişkilerin temel
çelişkinin varlığı için bile temel önem de olduğu, gerçekten de
onun varlık koşulunu oluşturdukları, temel çelişkinin de onların
varlık koşulunu oluşturduğu anlam ına gelir. Örneğin toplum de­
nen bu yapılanmış karm aşık bütünü ele alalım. Burada “üretim
ilişkileri” üretici güçlerin katışıksız bir görüngüsü değildir: Aynı
zamanda onun varlık koşuludurlar; üstyapı, yapının katışıksız
görüngüsü değildir, aynı zamanda onun varlık koşuludur. Bu,
yukarda gönderm e yaptığımız Marx’ın ifade ettiği ilkeden kay­
naklanır: Toplum olm adan, yani toplumsal ilişkiler olm adan hiç­
bir yerde üretim olamaz; ötesine uzanm anın imkânsız olduğu
birlik, bir b ü tü n ü n birliğidir; bu b ü tü n ü n içinde, -eğer üretim
ilişkilerinin varlık koşulları üretim in kendisiyse- üretim in de
varlık koşulu kendi biçimidir: Üretim ilişkileri. Burada beni yan­
lış anlamayın: “Çelişkiler”in birbirlerinin varlığını bu şekilde ko­
şullandırm aları, çelişkilerin üzerinde ve içinde hüküm süren ba­
şat yapıyı (bu durum da, ekonom inin son kertede belirleyiciliği­
ni) ortadan kaldırmaz. Döngüsel görünüm üne rağmen bu koşul­
landırm a, b ü tü n ü n ve birliğinin karmaşıklığını oluşturan başat
yapının yok olmasına varmaz. Tersine, her çelişkinin varlık ko­
şullarının gerçekliği içerisinde bile, bütünün birliğini oluşturan
şey, başatlık içeren bu yapının tezahürüdür.45 Çelişkinin varlık ko-

4 4 ) Bu k ö k e n m iti, “b u rju v a ” to p lu m sal sözleşm e teorisiyle açıklanır. Ö rn e ğ in Locke’da-


ki b u katışıksız te o rik cevher, e k o n o m ik b ir faaliyeti, h u k u k sa l ya da p o litik v arlık k o ­
ş u lla rın d a n ö n cek i (h u k u k sa l o larak ya da fiilen; ö n em li değil!) h a ld e ta rif eder!
4 5 ) K o şu llan d ırm aların g ö rü n ü r değirm iliği iç in d e b aşatlık içeren y a p ın ın değişm ezliği­
n in e n güzel k a n ıtın ı M arx b ize E k on om i Politiğin E leştirisin e K atkıda, ü re tim in , tü k e ti­
m in, d a ğ ıtım ın özdeşliğini m ü b a d e led e n yola ç ık arak analiz e ttiğ in de v e rm e k te d ir. O k u ­
ra H egel’deki b a şd ö n m e sin i g ö sterir... “b ir H egelci için ü re tim i ve tü k etim i özdeş g ö ster­
m e k te n d ah a basit b ir şey olam az,” d er M arx (s. 158), am a b u tü m ü y le k e n d in i a ld a t­
m aktır. “Bizim vard ığ ım ız so n u ç, ü re tim in , d a ğ ıtım ın , m ü b a d e le n in ve tü k e tim in özdeş
o ld u ğ u değil, b u n la rın h e p sin in b ir tü n d ü ğ ü n öğeleri, b ir b irliğ in içindeki farklılıklar ol­
d u k la rıd ır...” Bu b irliğ in iç in d e belirleyici o lan , k e n d i özgül farklılığıyla, ü re tim d ir. “Be­
lirlenm iş b ir ü re tim , d e m e k ki, b elirli b ir tü k e tim i, d ağ ıtım ı, m ü badeleyi belirler, aynı
zam an d a, b u farklı u ğ ra k la rın belirli karşılıklı ilişk ilerin i de d ü zen ler. D oğru su , ü re tim
d e , t e k e lc i b iç im i a lım d a , d iğ e r e tk en ler tarafın d an b e lirle n ir.” (s. 164).
Marx İçin
251
şullarım n kendi içine bu şekilde yansım ası, karm aşık bütünün bir­
liğini oluşturan başat çelişkili eklemlenmiş yapının her bir çelişkinin
içine bu yansım ası; işte, bir süre önce “üstbelirlenim” kavramıyla
anlamaya çalıştığım Marksist diyalektiğin en derin özelliği bu-
d u r.46
T anıdık bir kavram ın dolayım m dan geçersek, bu nokta daha
iyi anlaşılır. Lenin, “Marksizm in ruhu, som ut durum un som ut tah­
lilidir” dediğinde; Marx, Engels, Lenin, Stalin, Mao “her şey ko­
şullara bağlıdır” dediklerinde; Lenin, 1917 Rusyası’na özgü “ko­
şullar”! açıkladığında; Marx (ve tüm M arksist gelenek), durum a
göre çelişkilerden birinin başat olduğunu binlerce örnekle açık­
ladığında, vs. am pirik gelebilecek bir kavram a çağrı yaparlar:
H em m evcut koşullar, hem de belirli bir görüngünün varlık ko­
şulları anlam ına gelen “koşullar.” Oysa bu kavram Marksizmin
tam da özüne ilişkindir, çünkü am pirik bir kavram değildir: Var
olanın tesbiti değildir... Tersine, teorik b ir kavram dır, temeli nes­
n enin özündedir: Her zam an-önceden-verili karm aşık bütün.
Gerçekten de b u koşullar belirli bir “ugrak”ta, politik insanın
“güncel uğrağında” b ü tü n ü n varlığından başka bir şey değildir,
yani b ü tü n ü n yapısının eklem lenm eleri arasında karşılıklı varlık
koşullarının karm aşık ilişkisidir. Bu nedenle, “koşullari’dan söz
etm ek teorik olarak m üm kün ve m eşrudur, tıpkı “gündem deki”
D evrim ’in, b u ra d a, Rusya’da, Ç in’de, K üba’da,- 1917’de,
1949’da, 1958’de -y o k sa başka yerde değil, başka bir “uğrak”ta
da değil; - patlak verdiğini ve zafere kavuştuğunu anlamayı sağ­
layan şey gibi; kapitalizm in temel çelişkisinin zorunlu kıldığı
4 6 ) Bu kavran ıl b e n yaratm ad ım . B elirtm iş o ld u ğ u m gibi, b u n u m ev cu t iki d isip lin d e n
ö d ü n ç aldım : Ö zel olarak, d ilb ilim ve psikanaliz. Bu d isip lin lerd e nesn el b ir diyalektik
“y a tıa n lam ” v a rd ır ve -ö z e llik le p s ik a n a liz d e - b içim sel o larak b u ra d a b e lirtilen içeriğe
o ld u k ç a y a k ın d a n bağlı, keyfi o lm ay an b ir y a n an lam v ard ır. Yeni b ir saptam ayı b e lirt­
m e k için elb ette yeni b ir sö zc ü k gerekir. U y d u rm a b ir sö zc ü k elbette yaratılabilir. Evcil­
leştirilm eye y atk ın (K ant) b ir k av ram (K ant’ın dediği gibi) “ithal edilebilir". Bu “y a k ın ­
lık", tersin e, p sik aııalitik gerçekliğe girişi de sağlayabilir.
Louis Althusser
252
devrim in em peryalizm den önce zafer kazanm am asını ve tam da
tarihsel kopuş noktaları olan bu uygun “koşullar”da, bu “en za­
yıf halkalar”da zafer kazanm asını sağlayan şey budur: Ingilte­
re’de, Fransa’da, Almanya’da değil, “geri kalm ış” (Lenin) Rus­
ya’da, Çin ve Küba’da (eski söm ürgeler, em peryalizm in söm ürü
alanları). “Böyle o ld u ” ya da “tesad ü f’ gibi am pirizm e ya da ir-
rasyonaliteye düşm eden koşullardan söz etm ek teorik olarak
m üm künse eger, b u n u n nedeni M arksizm in “koşullar”ı tarihsel
bir sürecin b ü tü n ü n ü oluşturan çelişkilerin (gerçek, som ut,
güncel) varlığı olarak tasavvur etm esidir. Bu nedenle Lenin, Rus­
ya’da “m evcut koşullar”ı anarken am pirizm e düşm üyordu:
“Güncel uğrağı” içindeki Rusya’da Emperyalizm sürecinin kar­
m aşık b ü tü n ü n ü n varlığını analiz ediyordu.
Ama koşullar karm aşık b ü tü n ü n güncel varlığından başka
bir şey olmasa da, aynı zam anda, o n u n çelişkileridir; her bir çe­
lişki, karm aşık b ü tü n ü n başatlık taşıyan yapısı içinde öteki çe­
lişkilerle sü rdürdüğü organik ilişkiyi kendi içinde yansıtır. Her
çelişki (diğer çelişkilerle özgül eşitsizlik ilişkileri içinde ve ken­
di iki yanı arasındaki özgül eşitsizlik ilişkisinde), içinde var ol­
duğu karm aşık b ü tü n ü n başatlık içeren yapısını kendi içinde
yansıttığıhdan, ve dolayısıyla, bu b ü tü n ü n güncel varlığı ve gün­
cel “koşullar”ı nedeniyle, çelişki b u koşullarla birdir: Böylece,
b ü tü n ü n “m evcut k o şu lla rın d a n söz ettiğim izde, “varlık koşul­
la rın d a n da söz etmiş oluruz.
Sonuçta, Hegel’de “durum lar”m ya da “koşullar”m görüngü­
den, uçup giden şeyden başka bir şey olmadığını gösterm ek için
Hegel’e geri dönm eye gerek var mı? Ç ünkü, bunlar, “Zorunlulu­
ğun varlığı” olarak adlandırılm ış “zorunsuzluk” biçim i altında,
Idea’m n hareketinin tezahüründen başka bir şeyi ifade etmezler;
ve işte bu nedenle “koşullar” Hegel’de gerçekten var değildir,
Marx için

; çünkü, karmaşıklık halinde gelişen basitlik kisvesi altında, katı­


şıksız bir içsellik söz konusudur ve dışsallık da yalnızca bir gö­
rüngüdür. Örneğin, “doğayla ilişki” Marksizm için organik olarak
“varlık k o şu lların ın parçası olabilir; temel çelişkinin temel te-
, rim lerinden biri (üretici güçler - üretim ilişkileri) olabilir; onla-
n n varlık koşulları olarak, bü tü n ü n ve ilişkilerinin “tali” çelişki­
leri içinde yansımış olabilir; dolayısıyla varlık koşulları gerçek
bir m utlaktır, bunları kendi yapısında yansıtan, karm aşık b ü tü ­
n ü n varlığının “her-zam an-önceden-verilm iş-verisi”dir - işte,
Hegel’e tam am en yabancı olan şey budur; Hegel, tek bir hareket
içinde, hem yapılanm ış karm aşık bütünü, hem de -k e n d i katı­
şıksız, basit içsellik şeklindeki önsel teziyle- b u yapının varlık
koşullarını reddeder. Bu nedenle, örneğin, doğayla ilişki, tüm in­
san to p lu m u n u n varlık koşulları, Hegel’de yalnızca zorunsuz bir
veri olan iklim in “inorganikliği”, coğrafya (Amerika, şu “orta te­
rimi -P anam a K analı- çok ince olan tasım ”!) rolünü oynar, ünlü
“nasılsa öyle!” rolünü oynar (dağlar karşısındaki Hegel’in sözü),
M addi Doğa’yı, b u doğanın “hakikati” olan Tin tarafından “aşıl­
m ası” gereken (aufgehoben!) şey olarak görür... Evet, varlık ko­
şulları, bu şekilde coğrafi doğaya indirgendiklerinde, b u n u n öz­
gür gerekliliği olan ve zorunsuzluk biçim inde Doga’da zaten
m evcut olan Tin tarafından ortadan kaldırılacak, yadsmacak-aşı-
lacak zorunsuzluğun ta kendisi olur (küçük bir adanın büyük
bir adam yaratm asını sağlayan zorunsuzluk!). Ç ünkü, doğal ya
da tarihsel varlık koşulları Hegel için zorunsuzluk 'tan başka bir
şey değildir, bunlar toplum un tinsel tüm lüğünü asla belirlemez:
(Am pirik-olm ayan, zorunsuz-olm ayan anlam ında) koşulların
yokluğu Hegel’de b ü tü n ü n gerçek yapısının yokluğuyla, başatlık
içeren bir yapının yokluğuyla, temel bir belirlenim in yokluğuyla
ve çelişkinin üstbelirlenim’in in temsil ettiği çelişkinin içine bu ko­
______________________ Louis Althusser______________________

şulların yansım asının yokluğuyla kaçınılmaz olarak birliktedir.


“Üstbelirlenim” olarak adlandırm ayı önerdiğim b u “yansım a”
üzerinde ısrar etm em in nedeni, M arksizmin hem teorik pratiği­
n in hem de politik pratiğinin bize dayattığı gerçekliği teorik ola­
rak açıklayabilmek için kesinlikle b u yansımayı tek başına ele al­
mak, tanım lam ak ve adlandırm ak zorunda olm am ızdır. Bu kav­
ram ın sınırlarını belirlemeye çalışalım. Üstbelirlenim , çelişki
olarak şu temel niteliği gösterir: Çelişkinin içine kendi varlık ko­
şullarının yansıması, yani karm aşık b ü tü n ü n başatlık içeren ya­
pısı içindeki d u ru m u n u n çelişkinin içine yansıması. Bu “d u ru m ”
tekanlamlı değildir. Bu, ne “ilke olarak” duru m u d u r onun (belir­
leyici kerte karşısında -to p lu m içinde ekonom i k arşısında- ker­
teler hiyerarşisinde işgal ettiği yer), ne de “fiili” d u ru m u d u r (ele
alm an evrede, baskın ya da tali olmasıdır), bu fiili durum unun il­
kesel durum uyla ilişkisidir, yani bu fiili durum u tümlüğün, başat­
lık içeren, “değişm ez” yapısının bir “değişkesi” yapan ilişkidir.
D urum böyleyse, çelişkinin tekanlamlı olm aktan çıktığını ka­
bul etm ek gerekir (kategoriler artık sabit bir rol ve anlam a kesin
olarak sahip değildir), çünkü karm aşık bü tü n ü n eşitsiz yapısıyla
ilişkisini kendine, kendi özüne yansıtır. Ama şunu eklem ek gere­
kir ki, tekanlamlı olmaya son vererek, “ikianlamlı” da olmaz; tıp­
kı bir şairin ru h u n u n geçip giden bir buluttan etkilenmesi gibi,
koşulların ve “tesadüflerin”, onların katışıksız yansılarının insafı­
na kalmış bir halde, ilk karşısına çıkan am pirik çoğulluğun ü rü ­
n ü olacak değildir. Tam tersine, tekanlamlı olmaya son vererek,
yani kesin olarak belirlenmiş olmaya son vererek, rolünden ve
özünden sapmamaya son vererek, ona rolünü veren yapılanmış
karmaşıklık tarafından belirlenmiş olduğunu ortaya koyar, tıpkı
-ş u korkunç sözcüğü kullandığım için bağışlayın- karm aşık ola­
rak - yapısal olarak - eşitsiz olarak - belirlenmiş gibidir... İtiraf
Marx İçin
255
etmeliyim ki, daha kısa bir sözcüğü tercih ettim: Üstbelirlenim.
Marksist çelişkiye kendi özgüllüğünü veren ve ister teorik ol­
sun, ister politik, Marksist pratiğin teorik olarak anlaşılmasını
sağlayan şey, belirlenim in bu çok özel tü rü d ü r (üstbelirlenim ).
Toplum sal bir oluşum tarzında yapılanm ış bir karmaşıklığın so­
m ut değişikliklerini ve dönüşüm lerini anlamayı sağlayan şey
yalnızca b u d u r (bugüne kadar M arksist pratiğin gerçekten yö­
neldiği tek şey budur). Bu yapıyı, sabit bir yapılanm ış b ü tü n , ka­
tegorileri ve sabit düzenleri üzerinde dışsal koşulların ürettiği te­
sadüfi değişiklikler ve dönüşüm ler olarak değil (bu da m eka­
nizm dir); her kategorinin özüne, “oyun’u n a dahil, her çelişkinin
özüne, “oyun”u na dahil, eklem lenm elere yansıyan başat çelişki­
li karm aşık yapının eklem lenm elerinin özüne, “oyun”una dahil
som ut yeniden yapılanm alar olarak anlamayı sağlar. Belirleni­
m in bu çok özel tü rü n ü tanım ladıktan sonra, b u n u özüm sem ez-
sek, üzerinde düşünm ezsek, politik eylem olasılığını, teorik pra­
tik olasılığını, yani tam olarak politik ve teorik pratiğin nesnesinin
(ham m addesinin) özünü, yani b u pratiklerin uygulandığı (poli­
tik ya da teorik) “fiili an”ın yapısını düşünm enin kesinlikle im ­
kânsız olduğunu tekrarlam aya gerek var mı? Bu üstbelirlenim
üzerinde düşünm ezsek, şu basit gerçekliği teorik olarak açıkla­
yamayacağımızı eklem ek gerekir mi? Galıleo’nun, Spinoza’nın
ya da Marx’ın olsun, bir teorisyenin ve bir devrim cinin, Lenin’in
ve tüm yoldaşlarının, yaşamlarını feda ettikleri ya da ıstıraplara
katlandıkları bu küçük “sorunlar”ı çözmeye yönelik olağanüstü
“çalışm a”lanm nasıl açıklayabiliriz? “A çık seçik” bir teori oluştur­
m ak, “k a ç ın ılm a z ” olan devrim i yapm ak, ister teorik olsun ister
politik, bir süre sonra, gelecek zam anın doğal olarak kendi “şim ­
diki zam an”mı yaşayacağı Tarih’in Z orunluluğu’nu kendi kişisel
“zorunsuzlukları” içinde gerçekleştirme yönündeki çabalarını
Louis Althusser
256
nasıl açıklarız?
Bu noktayı belirginleştirm ek için, Mao Tse-Tung’u n sözlerini
yeniden ele alalım. Eger tüm çelişkiler eşitsizliğin büyük yasası­
na tâbi kılınmışsa, eğer Marksist olm ak için ve politik olarak ha­
reket edebilm ek için (ve eklemeliyim: Teorik üretim de bu lu n a­
bilm ek için), çelişkiler ve yanları arasında temel ile taliyi ne p a­
hasına olursa olsun ayırt etm ek gerekiyorsa; eger b u ayrım
Marksist pratik ve teori için temelse; b u n u n nedeni, diye belirtir
Mao, som ut gerçekliğe, insanların yaşadıkları tarihsel gerçekliğe
karşı durm ak ve karşıtların birliği'nin hüküm sürdüğü bir ger­
çekliği açıklayabilmek için gerekli olmasıdır; karşıtların birliği,
yani: 1. Belirli koşullarda, bir karşıttan ötekine geçiş,47 çelişkiler
ve yanları arasındaki rol değişimi (bu ikâme görüngüsünü y er
değiştirme olarak adlandıracağız); 2. Gerçek bir birlik içinde kar­
şıtların “birliği” (bu “kaynaşm a” görüngüsünü yoğunlaşma olarak
adlandıracağız). Bu, gerçekten de, pratiğin, büyük dersidir, b a ­
şatlık içeren yapı sabit kalsa da, rollerin kullanım ı burada deği­
şir: Temel çelişki tali çelişki halini alır, tali bir çelişki onun yeri­
ne geçer, temel yan tali yan halini alır, tali yan temel yan halini
alır. Burada her zaman bir tem el çelişki ve tali çelişkiler vardır,
ama bunlar, başatlık içeren eklem lenm iş yapı içinde rol değişti­
rirler, bu yapının kendisi ise değişm eden kalır. “Sürecin çeşitli ge­
lişim evrelerinin her birinde, belirleyici rol oynayan tek bir temel çe­
lişkinin varlığından hiç kuşku y o k tu r ,” der Mao Tse-Tung. Ama,
y e r değiştirme yoluyla üretilen bu tem el çelişki, ancak yoğunlaş­
m a (“kaynaşm a”) yoluyla “belirleyici”, patlayıcı olabilir. Lenin’in
dediği gibi politik m ücadelede (ya da teorik pratikte...) kavran­
ması ya da yakalanm ası gereken bu “belirleyici halka”yı o oluş­
turur, tüm zincir o n un ardından gelir ya da -d a h a az doğrusal

47) Ç elişki Ü zerin e, s. 56-57.


Marx için
257
bir imge kullanırsak- m evcut “birliği parçalam ak” için saldırıl-
m ası gereken stratejik düğüm lü konum u işgal eden odur.48 Bu­
rada da, tahakküm lerin keyfi ardışıklık görünüm üne kanm am ak
gerekir: Ç ünkü, her biri karm aşık sürecin bir evresini oluşturur
(tarihin “dönem lendirilm esi”nin temeli) ve çünkü karm aşık bir
sürecin diyalektiğiyle ilişkideyizdir, “evreler”, “aşam alar”, “d ö ­
nem ler” denen üstbelirlenm iş ve özgül b u “uğraklar”la ve her ev­
reyi niteleyen özgül tahakküm ün bu dönüşüm leriyle ilişkideyiz­
dir. Gelişimin düğümselligi (özgül aşamalar) ve her aşamanın
yapısının özgül düğüm selligi, karm aşık sürecin varlığı ve ger­
çekliğidir. Politik pratik içinde ve politik pratik için (ve elbette
teorik pratik için de) belirleyici olan, tahakküm ün yer değiştir­
m esinin ve çelişkilerin yoğunlaşm asının gerçekliğini oluşturan
bu d u r; Lenin bize b u n u n pek açık ve pek derin bir örneğini
1917 Devrimi analizinde verir (Çelişkilerin “kaynaşm a” noktası:
Terim in iki yönünde, birçok çelişkinin yo ğ u n la ştığ ı (“kaynaştı­
ğı”) nokta, öyle ki bu nokta, kaynaşm a noktası (kritik nokta),
devrimci dönüşüm noktası, “baştan aşağı elden geçm e” noktası ha­
line gelir.)
Bu bilgiler belki de b üyük eşitsizlik yasasının hiçbir istisnaya
niçin izin vermediğini anlamayı sağlar.49 Bu eşitsizlik hiçbir istis­
naya izin vermez, çünkü kendisi de bir istisna değildir: Özel ko­
şulların (örneğin Em rperyalizm ) ü rünü olan ya da farklı toplum ­
sal oluşum ların gelişimlerinin birbiri içine girm esinde (örneğin,
“gelişm iş” ülkeler ile “geri kalm ış” ülkeler arasında, sömürgeci
ülkeler ile söm ürge ülkeler arasında ekonom ik gelişme eşitsizli­
ği) devreye giren türev bir yasadır. Bu, tam tersine, temel yasa­
dır, özel durum lardan önce gelir ve bu durum ların varlığının so­

48) A .g e ., s. 65.
4 9 ) A .g.e., s. 51-52.
Louis Althusser
258
nu cu olmadığı ölçüde b u özel durum ların nedenini açıklayabi­
lir. Ç ünkü, eşitsizlik tüm toplum sal oluşum ları tüm varlığıyla
içerir, aynı zam anda, bu toplum sal oluşum un farklı ekonom ik,
politik, ideolojik olgunluktaki diğer oluşum larla ilişkilerini de
içerir ve b u ilişkilerin olasılığının kavranm asını sağlar. Demek
ki, bir iç eşitsizliği (örneğin, uygarlıkların karşılaşması denen ol­
guda) oluşturan şey, dış eşitsizliğin m üdahalesi değildir, tersine,
birincil olan ve dış eşitsizliğin rol oynamasını sağlayan şey iç
eşitsizliktir; ta ki b u dış eşitsizlik m evcut toplum sal oluşum lar
içinde etkide bulunana kadar. İç eşitsizlik görüngülerini dış eşit­
sizliğe indirgeyen (örneğin, 1917’de Rusya’da m evcut “istisnai”
konjonktürü yalnızca dış eşitsizlik ilişkileriyle -uluslararası iliş­
kiler, Rusya ile Batı arasında ekonom ik gelişme eşitsizliği, v s -
açıklayan) her yorum , m ekaniklige ya da çoğunlukla aldatm aca­
ya düşer: Dışarı ile içerinin etkileşimi teorisi. Demek ki, dış eşit­
sizliğin özünü kavram ak için, esas olarak, ilksel iç eşitsizliğe
uzanm ak gerekir.
M arksist teori ve pratiğin tüm tarihi bu noktayı doğrular.
M arksist teori ve pratik eşitsizliği yalnızca m evcut farklı toplum ­
sal oluşum lar arasındaki etkileşim in dışsal etkisinde değil, her
toplum sal oluşum un bagnnda görür. Ve, her toplumsal oluşu­
m u n bağrında, Marksist teori ve pratik yalnızca basit dışsallık
biçim inde eşitsizliğe rastlamakla kalm az (altyapı ile üstyapı ara­
sında k a rşılık lı eylem ); toplum sal tüm lüğün her kertesinin, her
çelişkinin organik olarak içindeki bir biçim olarak da eşitsizliğe
rastlar. Kertelerin hiyerarşisini kesin olarak yerli yerine yerleşti­
ren, herbirinin kendi özünü ve rolünü belirleyen ve ilişkilerinin
tekanlamlı anlam ını belirleyen, gerçek Marksist gelenek değil,
“ekonom izm ”dir (m ekaniklik); sürecin gerekliliğinin “durum lara
göre” rollerin değiş tokuşundan oluştuğunu tasavvur edem eye­
Marx İçin
259
rek, rolleri ve failleri sonsuza dek belirleyen “ekonom izm ”dir.
Son-kertede-belirleyici-çelişki’yi başat-çelişki rolüyle önceden ve
sonsuza dek özdeşleştiren şey; herhangi bir “yan”ı (üretici güç­
ler, ekonom i, pratik...) tem el rolle ve başka bir “yan”ı da (üretim
ilişkileri, politika, ideoloji, teori...) tali rolle özdeşleştiren şey,
ekonom izm dir. Oysa ki, gerçek tarihte, ekonom inin son kerte­
deki belirleyiciliği, ekonom i, politika ve teori, vs. arasındaki bi­
rincil roldeki perm ütasyonlarda tam olarak uygulanır... Engels
b u n u gayet iyi görm üş ve sosyalizmin gelişini yalnızca ekonom i­
n in etkisinden bekleyen 2. Enternasyonal oportünistlerine karşı
m ücadelesinde belirtm iştir. Lenin’in tüm politik eseri, bu ilke­
nin derinliğine tanıklık eder: E konom inin son kertede belirleyi­
ciliği, sürecin aşamalarına bağlı olarak, tesadüfi olarak değil, dış­
sal ya da zorunsuz nedenlerle değil, esas olarak, içsel ve zorun­
lu nedenlerle, perm ütasyonlar, yer değiştirm eler ve yoğunlaşm a­
lar sayesinde işler.
Demek ki eşitsizlik toplum sal oluşum un içindedir, çünkü
karm aşık b ü tü n ü n başat çelişkili yapılanm ası, bu yapısal sabit,
b u yapıyı oluşturan çelişkilerin som ut değişimlerinin, dolayısıyla
yer değiştirm elerinin, yoğunlaşm alarının ve dönüşüm lerinin, vs.
koşuludur... ve tersine, bu değişim de bu sabitin varlık koşuludur.
Eşitsiz gelişme (yani, karm aşık b ü tü n ü n gelişim sürecinde göz­
lem lenebilecek bu aynı yer değiştirm e ve yoğunlaşm a görüngü­
leri) dem ek ki, çelişkinin dışında değildir, onun en içkin özünü
oluşturur. Çelişkilerin “gelişimi” içinde, yani sürecin kendi için­
de m evcut bulunan eşitsizlik, dem ek ki, çelişkinin özünde var­
dır. Eşitsizlik kavramı, niceliksel karakterde dışsal bir karşılaştır­
mayla birlikte değilse eğer, Marksist çelişkinin “eşitsiz olarak be-
lirlendiği’’ni seve seve söyleyebilirim; belirttiği iç özün şu eşitsiz­
lik altında tanınm ası koşuluyla: Üstbelirlenim.
Louis Althusser
260
İncelem em iz gereken son bir nokta var: Bir sürecin gelişimi
içinde çelişkinin devindirici rolü. Çelişkinin kavranması, bu de-
vindirici gücün kavranm asını sağlamıyorsa anlamsız olur.
Hegel hakkında söylenmiş olanlar, Hegelci diyalektiğin h an ­
gi anlam da devindirici güç olduğunu ve hangi anlam da kavra­
m ın “kendi kendine geliştiğini” kavramayı sağlar. Gece kadar
güzel bir m etin olan Tinin Görüngübilimi, varlıklarda ve eserler­
de “olu m su zu n ça lışm a sın ı; ölüm de bile Tin’in varlığını sü rd ü r­
mesini; b u sonsuzun, Varlık halini almış hiçliğin, Tin’in m uzaf­
fer cismini doğurm ak için Varlık’ın cismini parçalayan olum suz­
luğun evrensel endişesini yücelttiğinde; her felsefeci sanki Esrar
karşısındaym ış gibi ru h u n u n derinliklerinde ürperir. Yine de,
olu m su zlu k , diyalektiğin devindirici ilkesini, yadsım anın
yadsınm asını ancak basitliğin ve kökenin Hegelci teorik önvar-
sayım larınm kesin yansısı olarak içerebilir. Diyalektik, başlan­
gıçtaki b irliğin yabancılaşm asının y en id en oluşturulm ası
olgusunun soyutlaması olan yadsım anın yadsınm asının soyutla­
ması olarak olum suzluktur. Bu nedenle, Hegelci her başlangıçta
işlemekte olan şey Son’dur; bu nedenle, köken kendi kendine
büyüm ekten ve kendi amacını kendi içinde, kendi yabancılaş­
m asında üretm ekten başka bir şey yapm az. Hegelci kavram
olan, “kendinden başka olan varlığın içinde kendi kendine varlığı­
nı sürdüren ” şey,.olum suzluğun varlığıdır. Demek ki, çelişki He-
gel’de, olum suzluk olarak, yani “kendinden başka varlıkta da
kendi içinde olan varlık”m katışıksız yansısı olarak, yani yaban­
cılaşma ilkesinin katışıksız yansısı olarak devindirici güçtür:
Idea’nm basitliği.
Marx’ta durum böyle değildir. Tek ilişkimiz başatlık içeren
karmaşık yapının süreçleriyle ise, olum suzluk kavramı (ve yan­
sıttığı kavramlar: Yadsımanın yadsınması, yabancılaşma, vs...)
Marx İçin
261
b u süreçlerin gelişimlerinin bilimsel kavranışına hizm et edemez.
Zorunluluğun gelişme türü, sonun kendi başlangıcı üzerine yan­
sıması şeklindeki ideolojik zorunluluğa indirgenem iyorsa, geliş­
m enin devindirici ilkesi de kendi yabancılaşm ası içindeki
idea’nm gelişimine indirgenem ez. O lum suzluk ve yabancılaşm a,
dem ek ki ideolojik kavram lardır, M arksizm açısından y a ln ızc a
kendi ideolojik içeriklerini anlatabilirler. Hegelci tarzdaki zo ru n ­
luluğun ve gelişmenin Hegelci özünün inkâr edilm iş olması, öz­
nelliğin, “çoğulculuğun” ya da zorunsuzluğun teorik boşluğun­
da olduğum u* anlam ına asla gelmez. Tam tersine, ancak Hegel­
ci önvarsayım lardan kurtulm am ız koşuluyla bu boşluktan ger­
çekten kurtulduğum uza em in olabiliriz. Gerçekten de, süreç
karm aşık olduğundan ve başatlık içeren bir yapıya sahip oldu­
ğundan, oluşum u ve bu oluşum un tüm tipik yanlarını gerçekten
açıklam ak m üm kündür.
Burada bir örnek vereceğim. Şu tem el M arksist önerm enin
geçerliliğini teorik olarak nasıl destekleyebiliriz? “S ın ıf m üca d e­
lesi tarihin devindirici gücüdür”-, yani, son kertede belirleyici ola­
nın politika değil ekonom i olduğunu doğru olarak bildiğimize
göre, “mevcut birliği parçalam a”ran ancak politik m ücadeleyle
m ü m k ü n olabileceğini teorik olarak nasıl destekleyebiliriz? Eko­
nom i ile politika arasında m evcut gerçek farklılığı, başatlık içe­
ren yapıya sahip sürecin gerçekliği dışında, teorik olarak nasıl
açıklayabiliriz? Sınıf m ücadelesi içinde, yani çok kesin olarak,
ekonom ik m ücadele ile politik m ücadele arasında m evcut ger­
çek farklılığı, Marksizmi oportünizm in kendiliğinden ya da ör­
gütlü tüm biçim lerinden ayırt eden farklılığı teorik olarak nasıl
açıklayabiliriz? Politik m ücadele, ayrı olsa bile, hatta ayrı olduğu
için, karm aşık bütünün (ekonom i, politika ve ideoloji) içinde
y a n s ıd ığ ı gerçek yoğunlaşma, stratejik dügüm sel nokta değil,
Louis Althusser
262
basit görüngü olduğundan, politik m ücadelenin ayrı ve özgül
düzeyinden geçme gerekliliğini nasıl açıklarız? Sonuç olarak,
eğer çelişkinin yapısı, politik pratiği kendi som ut gerçekliği için­
de m ü m k ü n kılıyorsa, Tarih’in zorunluluğunun, belirleyici bir
şekilde, politik pratik’ten geçtiğini nasıl açıklarız? Bu zorunlulu­
ğu kavramamızı sağlamış olan Marx’ın ieorisi’nin de üretilmiş ol­
duğunu nasıl açıklarız?
Çelişkinin devindirici güç olduğunu söylemek, dem ek ki,
Marksist teoriye göre, çelişkinin, gerçek bir mücadele, karmaşık
bütünün yapısının belirgin yerlerinde yerleşm iş gerçek çatışmalar
içerdiğini söylemektir; dolayısıyla bu, çatışma yerinin başatlık
içeren yapı içindeki çelişkilerin güncel ilişkisine göre değişebilir
olduğunu söylemektir; bu, stratejik bir yerde m ücadelenin yo­
ğunlaşm asının, belirleyici olan çelişkinin bu çelişkiler arasında
yer değiştirmesinin zorunluluğunu; b u y e r değiştirme ve yoğunlaş­
m a şeklindeki organik görüngülerin “karşıtların birliği”nin varlı­
ğı olduğunu, b ü tü n ü n baştan sona yeniden yapılanm asının dev­
rimci uğrağını onaylayan niteliksel sıçrayışın ya da dönüşümün
global olarak görünür biçimini üretm eye kadar vardığını söyle­
m ektir. Buradan yola çıkarak, bir sürecin ayn uğrakları arasında
politik pratik için temel önem deki ayrımı anlam ak m üm kündür:
“uzlaşm az olm ayan”, “uzlaşm az” ve “patlam a.” Çelişki, der Lenin,
her zam an işlem ektedir, hangi uğrakta olursa olsun. Dolayısıyla
bu üç uğrak, üç varlık biçimidir. Ben birincisini, çelişkinin üst-
belirlenim inin yer değiştirmenin başat biçimi içinde m evcut olduğu
uğrak olarak niteleyebilirim (tarihte ya da teoride “niteliksel değiş­
me” diye yüceltilen ifadede özdeşleştirilmiş olan şeyin “düzdeğiş-
mece” biçimi); İkincisini, yoğunlaşm anın başat biçimi içinde üst-
belirlenim in var olduğu uğrak olarak (toplum örneğinde keskin
sınıf çatışmaları, bilim de teorik kriz, vs.); ve sonuncusunu da,
Marx için
263
b ü tü n ü n parçalanm asına ve yeniden bütünleşm esine yol açan is­
tikrarsız global yoğunlaşm a uğrağı olarak devrimci patlam a (top­
lum da, teoride, vs.), yani niteliksel olarak yeni bir tem el üzerin­
de global anlam da yeniden yapılanm a olarak niteleyebilirim.
Tam anlamıyla “birikim sel” biçim, b u “birikim ”in tam am en nite­
liksel olabileceği ölçüde (toplam a istisnai olarak diyalektiktir),
dem ek ki, tali bir biçim olarak kendini gösterir; ki Marx b u n u bi­
ze, Kapital’d e k i bir tek bölüm de (Kitap I, Bölüm 12) -A ntidüh-
ring ’de Engels’in ü n lü bir yorum unun konusu o lm u ştu r- m eta-
forik olmayan, ama “istisnai” (kendi koşulları içinde tem ellenen
bir istisna), katışıksız bir örnek dışında asla vermemiştir.
Son olarak, elbette çok eksik ve pek didaktik olan b u anali­
zin anlam ını özetleyebilirsem, M arksizmin teorik ve politik p ra­
tiğinde işlemekte olan Marksist diyalektiğin özgül farklılığını te­
orik olarak dile getirmeye ancak girişmiş olduğum u; b u n u n or­
taya attığımız so ru n u n -H egelci diyalektiği M arx’in “tersine çe-
virm esi”nin doğası so ru n u n u n - konusu olduğunu hatırlatm am a
izin verilmelidir. Eğer b u analiz, başta tarif edilen teorik araştır­
m anın temel gereklerine fazla sadakatsiz değilse, bu durum da,
teorik çözüm ü bize teorik kesinlikler, yani bilgiler sağlayabilir.
D urum buysa, şem atik olarak aşağıdaki biçim de ifade edece­
ğim teorik bir sonucu elde etmiş oluruz:
M arksist çelişkinin özgül farklılığı, “eşitsizliği "dir y a da varlık
koşulunu -yani: varlığı olduğu, her-zam an-önceden-verili karm a­
şık bütünün özgül (başatlık içeren) eşitsizliğe sahip y a p ıy ı- onda
yansıtan “üstbelirlenim i”dir. Bu şekilde kavranılan çelişki, her geliş­
menin devindirici gücüdür. Üstbelirlenim içinde oluşmuş y e r değiştir­
m e ve yoğunlaşma, hâkimiyetleri sayesinde, karm aşık sürecin, yani
“şeylerin oluş”unun varlığını oluşturan (uzlaşm az-olm ayan, uzlaş­
m a z ve patlayıcı) aşam aları açıklar.
Louis Althusser
264
Diyalektik, Lenin’in dediği gibi, şeylerin özü içinde, çelişki­
nin kavranışıysa; şeylerin gelişim, gelişmeme, ortaya çıkış, d ö n ü ­
şüm ve yok olma ilkesiyse, o zaman, Marksist çelişkinin özgül­
lüğünün b u tanım ı içinde, M arksist diyalektiğin kendisine erişmiş
olmalıyız.50
Her teorik ifade gibi, b u tanım da ancak düşünm eye im kân
tanıdığı som ut içeriklerle var olabilir.
Her teorik ifade gibi, bu tanım da öncelikle bu som ut içerik­
leri düşünm eyi sağlamalıdır.
Bu, sözcüğün genel anlamıyla Teori olma iddiasında değildir;
kaynaklandığı ve kaynaklanm adığı som ut içeriklerin b ü tününü
düşünm eyi sağlasa bile bu iddiada değildir...
Biz bu diyalektik tanım ını iki som ut içerik hakkında dile ge­
tirdik: M arksizmin teorik pratiği ve politik pratiği.
Genel kapsam ını doğrulam ak için, diyalektiğin bu tanım ının
dile getirildiği alanı aştığını ve teorik olarak ılımlı bir tümelliği
ileri sürebileceğini kanıtlam ak için, onu başka som ut içeriklerin,
başka pratiklerin sınavına tâbi tutm ak gerekir: Örneğin, doğa bi­
lim lerinin teorik pratiğinin sınavına, bilim lerdeki (epistemoloji,
bilim tarihi, ideolojiler, felsefe, vs...) henüz sorunsallı olan te­

50) Bu soyut ta n ım k arşısın d a sıkılacak kişiler, M arksist eylem in ve d ü ş ü n c e n in so m u ­


tu içinde işlem ekte o la n diyalektiğin ö z ü n d e n başk a b ir şey asla ifade etm ed iğ in i kabul
etm elidirler. Bu alışılm ad ık ta n ın ı k arşısın d a şaşıran lar, u z u n b ir geleneğin “d iy a le k tik ”
sözcüğüyle b irlik te k ab u l ettiği, g ö rü n g ü le rin “o lu ş”u n u n , “d o ğ u m u n u n ve ö lü m ü n ü n ”
ç o k kesin k av ran ışın ı içerdiğini k ab u l etm elid irler. H egelcı k a v ram ların h iç birini, ne
olu m su zlu ğ u , ne yadsım ayı, n e b ö lü n m ey i, n e y a d sım an ın y ad sın m asını, n e yabancılaş­
m ayı, ne de “aşm a ’yı tem el k ab u l ed en b u ta n ım k arşısın d a hayal k ırıklığına uğrayacak
olanlar, u y g u n olm ay an b ir kavram ı y itirm en in d aim a k azan d ırd ığ ın ı kab u l etm elidirler;
tabii karşılığında k azan ılan k av ram g erçek p ratiğ e d aha u y g u n o ld u ğ u n d a ... H egelci “ana
y atağın” basitliğini b ir tü rlü u n u ta m a y an la r, “belirli bazı d u ru m lard a" (aslında istisnai
d u ru m lard a) m a d d i diyalektiğin, ço k sınırlı b ir alan d a, “H egelci” b ir b iç im sunabileceği­
ni, am a özellikle b u istisnai n e d e n d e n dolayı, genelleştirilm esi g erekenin b u biçim , yani
istisna değil, k o şu lla n o ld u ğ u n u k ab u l etm elid irler. Bu k o şu lla n d ü ş ü n m e k , k en d i “is-
tisnalar"ınm olasılığını d ü şü n m ek tir. M arksist d iy alek tik böylece H egelci diyalektiğin
“d ö n ü m n o k ta sı”nı o lu ştu ra n şeyi d ü şü n m ey i sağlar: Ö rn e ğ in gelişm em e, ilkel olsu n ya
da olm asın, “tarihsiz to p lu m la r”m d u rg u n lu ğ u ; ö rn eğ in gerçek “hayatta k a la n lar’ü r gö­
rü n g ü sü , vs.
Marx için
265
orik pratiklerin sınavına. Böylece, kapsamı sınanm ış ve m uhte­
m elen olması gerektiği gibi, ifade ediliş tarzı düzeltilm iş, kısaca­
sı, incelenen “tikel” içinde, bu “tikeV’i oluşturan tüm eli kavrayıp
kavrayamadığı görülm üş olur.
Bu, yeni araştırm aların vesilesi olabilir; olm alıdır da.

N isan-M ayıs 1963.


VII

Marksizm ve Hümanizm

“Benim analitik yöntemim insandan değil,


ekonomik olarak verili toplumsal dönem­
den yola çıkar...”
Marx, Wagner Üzerine Notlar, Kapital
(Ed. Soc.), c. III, s. 249 (1881).
[Randglossen zur Wagners Lehrbuch...,
1879-80].
I

Sosyalist “hüm anizm ” gündem de.


Sosyalizmden (herkese emeğine göre) kom ünizm e (herkese
ihtiyacına göre) götürecek sürece girmiş olan Sovyetler Birliği,
sloganı ilan etm ektedir: Her Şey insan için. Ve yeni tem alar işle­
m ektedir: Birey özgürlüğü, yasallıga saygı, kişi haysiyeti. İşçi
partilerinde sosyalist hüm anizm in gerçekleştirdikleri kutlan­
m akta ve teorik tezler Kapital’de ve daha sık olarak da M arx’m
Gençlik Eserleri’nde aranm aktadır.
Bu tarihsel bir olaydır. Sosyalist hüm anizm in kom ünistlerle
sosyal-dem okratlar arasında bir diyalogu, hatta savaşı ve sefaleti
reddeden bu “iyi niyetli” insanlarla daha geniş bir alışverişi
m ü m k ü n kılacak kadar ikna edici ve çekici bir tema olup olm a­
dığı sorusunu kendim ize sorabiliriz. G ünüm üzde, H üm anizm ’in
b üyük yolu da sosyalizme götürür gibidir.
Aslında, devrimci m ücadelenin hedefi her zaman için söm ü­
rü n ü n sona ermesi ve dolayısıyla insanın kurtuluşu olm uştur.
Ama, tarihi olarak birinci evresinde, M arx’m öngördüğü gibi, s ı-
n ı f mücadelesi biçim ini alması gerekiyordu. Devrimci h üm a­
nizm , bu durum da, ancak bir “sınıf hüm anizm i”, “proletarya h ü ­
m anizm i” olabilirdi. İnsanın söm ürülm esinin sona ermesi, s ı n ı f
söm ü rü sü n ü n sona ermesi anlam ına gelir, insanın kurtuluşu iş-
Louis Althusser
270
çi s ı n ı f ı n ı n kurtuluşu ve her şeyden önce de proletarya dikta­
törlüğü yoluyla kurtuluşu anlam ına gelir. Kırk yılı aşkın bir sü­
reden beri, SSCB’de, “sosyalist hüm anizm ” kendini şahıs özgür­
lüğü terimleriyle ifade etm eden önce, devasa m ücadeleler aracı­
lığıyla, sınıf diktatörlüğü terimleriyle ifade etti.1
Proletarya diktatörlüğünün sonu SSCB’de ikinci bir tarihsel
evre açtı. Sovyet yurttaşları şöyle diyor: Bizde uzlaşm az sınıflar
kalm adı, proletarya diktatörlüğü işlevini yerine getirdi, devlet
artık bir sınıf devleti değil, tüm halkın (her bir kişinin) devleti.
Fiili olarak, insanlara SSCB’de artık sınıf farkı gözetm eden dav-
ram lm aktadır, yani şahıs olarak. Sınıf hüm anizm i terim lerinin
yerine, ideoloji'de, sosyalist şahıs hüm anizm i tem alarının geçtiği
görülm ektedir.
O n yıl önce, sosyalist hüm anizm ancak tek bir biçim de m ev­
cuttu: Sınıf hüm anizm i. Bugün, iki biçim de m evcuttur: Proletar­
ya diktatörlüğünün hâlâ hüküm sürdüğü yerlerde (Çin, vs.) sı­
nıf hüm anizm i ve proletarya dikatörlüğünün geride kaldığı yer­
lerde (SSCB) şahıs (sosyalist) hüm anizm i, iki biçim de zorunlu
iki tarihsel evreye denk düşer. “Sınıf’ hüm anizm i kendi gerçek­
leşmiş geleceğini “şahıs” hüm anizm inde, seyredebilir.
Tarihin bu dönüşüm ü, zihniyetlerdeki bazı dönüşüm leri ay­
dınlatm aktadır. Sosyal-dem okratların (burjuva) şahıs hüm aniz­
mi adına reddettikleri ve onları kom ünistlerle şiddetli biçim de
karşı karşıya getiren proletarya diktatörlüğü SSCB’de aşılmıştır.
Dahası, Batı Avrupa’da bu sürecin barışçıl ve kısa biçim ler alabi-
1) B urada “sın ıf h ü m an izm i"n i; L enin’in sosyalist E kim d ev rim itıin iktidarı em ekçilere,
işçilere ve y o k su l kö y lü lere verm iş o ld u ğ u n u ve o n la r h e sa b ın a , ö n c e d e n asla b ilm e d ik ­
leri yaşam , eylem ve gelişm e k o şu lların ı -e m e k ç ile r için d em o k rasi, sö m ü rü c ü le r ü zerin ­
d e d ik ta tö rlü k -.s a ğ la d ığ ın ı söylediği a n la m d a anlıyoruz. “Sınıf h ü m a n iz m i”ni, M arx’m
G ençlik E serleri’ııde ele alındığı gibi, p ro letary an ın , “yabancılaşm ası" iç inde in san ın ö z ü ­
n ü tem sil ettiği, d e v rim in de b u ö z ü n “gerçek leşm esi”ni sağlayacağı a n la m ın d a
d ü şü n m ü y o ru z : P ro letary an ın b u “d in i” anlam ı (“evrensel s ın ıf’; ç ü n k ü o “k e n d i y itim i­
n e karşı isyan e tm iş” “in san ın y itim i'd ir), G eschichte u n d K lassen bew u sstsein 'd e genç Lu-
kacs ta ra fın d a n y en id e n ele alınm ıştır.
Marx tçin
271
lecegi de öngörülm ektedir. Bundan böyle, iki şahıs “hüm anizm i”
arasında -sosyalist hüm anizm ve liberal burjuva ya da Hıristiyan
h ü m an izm - bir tür buluşm a ortaya çıkm aktadır. SSCB’nin “öz­
gürleşm esi” İkincilere güvence verm ektedir. Sosyalist hüm aniz­
m e gelince, yalnızca çelişkilerin eleştirisi olarak değil, aynı za­
m anda ve özellikle, burjuva hüm anizm inin “en soylu” özlem le­
rinin gerçekleşmesi olarak da kabul edilebilir, insanlık, geçmiş­
teki Hıristiyan ve burjuva hüm anizm taslaklarında temsil edil­
miş binlerce yıllık d ü şünün sosyalist hüm anizm de nihayet ger­
çekleştiğini görecektir: insanda ve insanlar arasında nihayet In-
san’ın hüküm ranlığı başlam aktadır.
Marx’ın 1844 E lya zm a la n ' nın içindeki kehanetvari vaadi ger­
çekleşmiş olacaktır: “K o m ü n izm ... insanın insani özüne sahip çık­
m ası dem ek olan bu ko m ü n izm , tam am lanm ış doğalcılıktır = hü­
m anizm ...”

II

Bu olaydan daha ötesini görm ek için, b u n u anlam ak için,


sosyalist hüm anizm in anlam ını bilm ek için, ne olayı göz önüne
alm ak ne de olayın kendi üzerinde düşündüğü kavramları (h ü ­
m anizm , sosyalizm) kaydetm ek yeterlidir. Bize olayın gerçekten
bilimsel bir bilgisini verdiklerine em in olm ak için kavram lann
teoriklik iddialarını sınam ak gerekir.
Oysa, “sosyalist hüm anizm ” çifti, tam olarak, çarpıcı bir te­
orik eşitsizlik içerir: M arksist kavrayış bağlam ında, “sosyalizm”
kavramı elbette bilimsel bir kavram dır, ama hüm anizm kavramı
ideolojik bir kavram dır.
Şunu anlayalım: Sosyalist hüm anizm kavram ının belirtm ekle
yüküm lü olduğu gerçekliği tartışm ıyoruz, bu kavram ın teorik
Louis Althusser
272
değerini tanım lam aya çalışıyoruz. H üm anizm kavram ının (bi­
limsel değil) ideolojik bir kavram olduğunu söyleyerek, hem
m evcut gerçeklikler toplam ını belirttiğini, hem de bilimsel bir
kavram dan farklı olarak, b u gerçeklikleri tanıma im kânı sağla­
m adığını onaylamış oluyoruz. H üm anizm , var olanları, özel
(ideolojik) bir kiplikte belirtir, ama onların özünü vermez. Bu
iki düzeni birbirine karıştırm ak, her türlü bilgiyi engellemek, bir
muğlaklığı sürdürm ek ve hataya düşm e riskine girm ek olur.
Açıkça görm ek için, gençlik yılları boyunca (1840-1845) te­
orik temel olarak kullandığı insan felsefesinin kökten eleştirisi
sayesinde bilimsel tarih teorisine erişmiş olan Marx’m deneyim i­
ni kısaca anacağım. “Teorik tem el” terim ini dar anlam da kulla­
nıyorum . Genç Marx’a göre, “İnsan”, sefaleti ve köleliği ifşa eden
bir çığlık değildi yalnızca. Marx’m dünya kavrayışının ve pratik
tavrının teorik ilkesiydi. (Özgürlük-akıl ya da topluluk olan)
“insanın Ö zü”, hem kesin bir tarih teorisi, hem de bağdaşık bir
politik pratik oluşturuyordu.
Marx’m hüm anist dönem inin iki evresinde bu görülür.
1. B irin c i e v r e , Hegel’den çok Kant’a ve Fichte’ye yakın olan
rasyonalist-liberal bir hüm anizm in damgasını taşır. Marx san­
sürle, R henan’daki feodal yasalarla, Prusya despotizmiyle m üca­
dele ettiğinde, politik m ücadelesini ve b u m ücadeleyi destekle­
yen tarih teorisini teorik olarak insan felsefesi üzerinde kurar.
Tarih, özgürlük ve akıl dem ek olan insanın özü sayesinde kav­
ranabilir ancak. Ö z g ü rlü k : Yerçekiminin cisimlerin özü olması
gibi, özgürlük de insanın özüdür. İnsan, özgürlüğe adanm ıştır,
özgürlük onun varlığıdır. İnsan, özgürlüğü ister reddetsin, ister­
se de inkâr etsin, sonsuza dek özgürlüğün içinde kalır: “Ö z g ü r ­
lü k in s a n ın ö z ü n ü ö y le o lu ş tu r u r ki, ö z g ü r lü k d ü ş m a n l a n b ile ö z ­

g ü r lü ğ ü n g e r ç e k liğ iy le m ü c a d e le e d e r k e n ö zg ü rlü ğ ü g e r ç e k le ş tir ir -


Marx İçin
273
îer... Demek ki özgürlük her zam an var olmuştur, kâh özel ayrıca­
lık olarak, kâh genel hak olarak. "l Bu ayrım tüm tarihi aydınlatır:
Ö rneğin feodalite özgürlüktür, am a ayrıcalığın “ra'syonel-olma-
yan” biçim inde; m odern devlet özgürlüktür, ama evrensel h u k u ­
k u n rasyonel biçimi altında. A kıl: İnsan ancak akıl olarak özgür­
lüktür. insan özgürlüğü ne kapristir, ne çıkarın determ inizm i­
dir; Kant’m ve Fichte’nin istediği gibi, özerkliktir, akim iç yasa­
sına itaattir. “Her zam an var olmuş, am a her zam an rasyonel biçim­
de var olm am ış”3 (örneğin feodalite) bu akıl, nihayet, m odern za­
m anlarda, devlet içinde akıl, h u k u k ve yasa devleti biçim inde
vardır. “Felsefe, devleti hukuksal, ahlaki ve politik özgürlüğün ger­
çekleşmiş olacağı ve her yurttaşın, devlet yasalarına itaat ederek,
kendi aklının, insan aklının doğal ya sa la rın a itaat etm iş olacağı
büyük organizma olarak kabul eder Felsefenin görevi de b u ra­
dan kaynaklanır: “Felsefe, devletin insan doğasının devleti olması­
nı ister.”3 Bu beklenti bizzat devlete hitap eder; kendi özünü ka­
bul ederse, kendi kendini reforma uğratarak, akıl haline gelecek­
tir, insanların gerçek özgürlüğü haline gelecektir. Devlete kendi­
si karşısındaki görevlerini hatırlatan felsefi-politik eleştiri, bu
durum da, tüm politikayı özetler: Özgür basın, politikanın ken­
disi haline gelen insanlığın aklıdır. Kamusal teorik eleştiri’de, ya­
ni basın yoluyla kam usal eleştiride özetlenen ve basın özgürlü-
ğü’n ü m utlak koşulu olarak talep eden bu politik pratik, Rhe­
inische Zeitung’daki M arx’m politik pratiğidir. Marx, tarih teori­
sini geliştirerek, aynı zam anda kendi pratiğini de kurar ve doğ­
rular: En yetkin politik eylem olarak, düşünen gazetecinin ka­
m usal eleştirisi. Aydınlanmacılarm felsefesi kesin biçim de görü­
2) Rheinische. Zeitung: “Basın Ö z g ü rlü ğ ü ” (M ayıs 1842).
3) Ruge’ye m e k tu p , Eylül 1843 - M arx’in g ençlik felsefesinin a n ah tarı o lan h ay ran lık ve­
rici form ül.
4) R hein ische Zeitung: Kölnische. Z eitu n g u n 179 sayılı m akalesi ü zerine: 14 T em m uz 1842.
5) A g.e.
Louis Althusser
274
lür.
II. İkinci evre (1842-1845) yeni bir hüm anizm biçim inin ege-
m enliğindedir: Feuerbach’ın “toplulukçu” hüm anizm i. Akıl-
devlet, akla duyarsız kaldı: Prusya devleti kendini reform dan ge­
çirm edi. Akıl hüm anizm inin yanılsam alarına bu yargıyı yönelten
tarihin kendisidir: Genç Alman radikalleri, tahtın varisinden,
tahtı beklerken dile getirdiği liberal vaatlerini kral olduğunda
tutm asını bekliyorlardı. Ama taht kısa sürede liberali despota
d ö n ü ştü rd ü - kendinde akıl olduğu için nihayet akıl halini ala­
cak olan devlet, bir kez daha, akıldışını doğurm uştu. Genç radi­
kallerin gerçek bir tarihi ve teorik kriz olarak yaşadıkları b u b ü ­
yük hayalkırıklıgından Marx şu sonucu çıkardı: “... Politik dev­
let... özellikle m odem biçimleri içinde aklın taleplerini içerir. Bura­
da durm az. Her yerde aklın gerçekleştiğini varsayar. A m a her y e r­
de yin e kendi teorik tanım ı ile gerçek varsayım ları arasındaki çe­
lişkiye düşer.” Bu durum da önem li bir adım geride kalmıştır:
Devletin suiistimalleri, devletin kendi özü karşısında dalgınlık­
ları olarak değil, özü (akıl) ile varoluşu (akıldışı) arasındaki ger­
çek bir çelişki olarak algılanıyordu. Feuerbach’ın hüm anizm i,
akıldışm da aklın yabancılaşmasını ve b u yabancılaşm anın içinde
de insanın tarihini, yani gerçekleşmesini göstererek, özellikle bu
çelişki üzerinde düşünm eyi sağladı.6
Marx her zam an için bir insan felsefesini savunur: “Radikal ol-
6 ) G enç A lm an rad ik allerin i ta rih in içine fırlatm ış o ld u ğ u te o rik krizle F e u e rb a ch ’ın b u
b u luşm ası, o n la rın G eçici T ez ler, H ıristiy an lığ ın Ö zü ve G eleceğ in F elsefesin in ilk e le ri ya­
zarına d u y d u k la rı hayranlığı açıklar. F eu erb ach , g e rç ek ten de, genç e n te lek tü e lle rin te ­
o rik k rizin e te o r ik çö zü m ü tem sil eder. O n u n yab an cılaşm a h ü m a n iz m in d e , gerçek ten
de onlara in san ö z ü n ü n yabancılaşm asını, in san ö z ü n ü n g erçek leşm esinin kaçınılm az
uğrağı o larak , akıldışılıgı (d ev letin irasyonel g erçekliğ in i) ise a k lın g erçekleşm esinin (dev­
let ideası) z o ru n lu uğrağı olarak d ü şü n m e le rin i sağlayan teo rik k av ram ları verir. Böyle-
ce, başk a tü rlü , irrasy o n aliten in k en d isi o larak m a ru z k alacakları şeyi d ü şü n m elerin i sağ­
lar: Akıl ile akıldışı a rasın d ak i z o ru n lu bağ. E lbette, b u ilişki, b u te o rik çekinceyle b ir­
likte, o n u o lu ştu ra n , felsefi b ir a n tro p o lo ji iç in d e kalır. T arihsel a k lın ve ak ıld ışın ın ta ­
rihsel ilişkisini d ü ş ü n m e k için z o ru n lu o lan in san k a v ra m ın ın y en id e n g ö z d en geçirilm e­
si İnsan , akıl ve özg ü rlü k le ta n ım lan m az artık; “to p lu lu k ç u ” ilkesi içinde, so m u t öznele-
rarasılık, sevgi, k ard eşlik , "türsel varlık” halini alır.
Marx tçin
275
m ak, her şeyi kökünden ele almaktır; insan için ise, kök insanın ken­
disidir...” (1843). Ama o zam an insan, öncelikle “Gemeinwesen”,
“topluluk-insanı” olduğu için özgürlük-akıldır; teorik olarak (bi­
lim) ve pratik olarak (politika) ancak evrensel insan ilişkilerin­
de, hem insanlarla hem de nesnelerle (emeğin “insanileştirdigi”
dış doga) ilişkilerinde gerçekleşen bir varlık. Burada da, insanın,
özü, tarihi ve politikayı oluşturur.
Tarih, aklın akıldışı içinde, hakiki insanın yabancılaşmış in ­
san içinde yabancılaşması ve üretim idir, insan; em eğinin yaban­
cılaşmış ürünleri içinde (metalar, devlet, din), farkında olm a­
dan, insanın özünü gerçekleştirir. Tarihi ve insanı üreten insa­
nın yok olması, önceden-var-olan, tanım lanm ış bir özü varsayar.
Tarihin sonunda, insandışı nesnellik halini alacak olan bu insan;
tüm insan, hakiki insan olm ak için, m ülkiyet, din ve devlet için­
de yabancılaşmış kendi özünü, özne olarak yeniden ele geçir­
m ek zorunda kalacaktır.
Bu yeni insan teorisi, yeni tür bir politik eylem oluşturur:
Pratik bir yeniden sahiplenm e politikası. Devletin basit aklına
yönelik çağrı ortadan kaybolur. Politika artık basit teorik eleşti­
ri, özgür basın yoluyla aklın inşası değil, insanın kendi özünü
pratik olarak yeniden sahiplenm esidir. Ç ünkü devlet, din gibi,
insandır, ama yoksun kalm ış insandır; insan, iki soyutlam a olan
yurttaş (devlet) ile sivil insan arasında bölünm üştür. Devletin
cennetinde, yani, “yurttaşlık hakları”nın insanı; “insan hakla­
r ı n ı n toprağı üzerinde yoksun kaldığı insan topluluğunu ancak
hayali olarak yaşar. Devrim de, paranın, iktidarın ve tanrıların
fantastik biçimi içinde yabancılaşmış doğasını insana geri ver­
m ek için, yalnızca politik (devletin liberal, rasyonel reform u) de­
ğil, “insani” (“k o m ünist”) olacaktır. Bundan böyle, bu pratik dev­
rim, felsefenin ve proletaryanın ortak eseri olacaktır, çünkü fel-
Louis Althusser
276
sefenin içinde insan teorik olarak onaylanır; proletaryanın için­
de, pratik olarak yadsınır. Felsefenin proletaryanın içine nüfuz
etmesi, kendi yadsım asına karşı olum lam anın bilinçli isyanı ola­
caktır, insanın kendi insanlıkdışı koşullarına karşı isyanı olacak­
tır. Bu durum da, proletarya kendi yadsım asını yadsıyacak ve ko­
m ünizm in içinde kendini bulacaktır. Devrim, yabancılaşm anın
içkin m antığının pratiğidir: O zam ana kadar silahsız kalmış olan
eleştirinin, proletaryanın içinde kendi silahlarını bulduğu uğ­
raktır. Proletaryaya, m evcut d u ru m u n u n teorisini verir; prole­
tarya da ona silahlı gücünü verir; b u biricik güç içerisinde her
biri ancak kendisiyle ittifak yapar. Proletarya ile felsefenin dev­
rimci ittifakı, dem ek ki, insanın özünde bir kez daha kaynaşm ış­
tır.
III

1845’ten itibaren Marx, tarihi ve politikayı insanın özü üze­


rine inşa eden her teoriden köklü biçim de kopar. Bu biricik ko­
puş, birbirinden ayrılmaz olan üç teorik yanı içerir:
1. K ökten yeni kavramlar üzerinde tem ellenen bir tarih ve
politika teorisinin oluşum u: Toplum sal oluşum , üretici güçler,
üretim ilişkileri, üstyapı, ideolojiler, ekonom inin son kertede
belirleyiciliği, diğer düzeylerin özgül belirlenim i, vs. kavramları.
2. Tüm felsefi hüm anizm in teorik s avlarının kökten eleştirisi.
3. H üm anizm in ideoloji olarak tanım lanm ası.
Bu yeni kavrayış içerisinde de her şey kesindir, ama b u yeni
bir kesinliktir: Eleştirilen (2) insanın özü, ideoloji olarak tanım ­
lanır (3); bu kategori, yeni toplum ve tarih teorisine aittir (1).
Tüm felsefi antropolojilerden ya da hüm anizm lerden kopuş,
ikincil bir ayrıntı değildir: Marx’in bilimsel keşfiyle b ü tü n oluş­
turur.
Marx için
2 77

M arx’in, tek ve aynı edim içerisinde, önceki felsefenin so ru n ­


salını reddettiği ve yeni bir sorunsal benim sediği anlam ına gelir.
Önceki idealist (“burjuva”) felsefe, tüm alanlarında ve gelişmele­
rinde (“bilgi teorisi”, tarih kavrayışı, siyasal iktisat, ahlak, este­
tik, vs.) insan doğası (ya da insanın özü) sorunsalına dayanıyor­
du. Bu sorunsal, yüzyıllar boyunca, gerçekliğin kendisiydi ve
kim se bunu, içsel değişiklikleri içinde sorgulamayı d ü şü n m ü ­
yordu.
Bu sorunsal ne m uğlaktı ne de cansız: Tersine, birbirine sıkı
sıkıya eklem lenm iş, belirgin kavram ların bağdaşık sistemince
oluşturulm uştu. Marx bununla yüz yüze geldiğinde, bu sorun­
sal, Feuerbach üzerine altıncı tezinde tarif ettiği iki tamamlayıcı
postüla içeriyordu:
1. İnsanın evrensel bir özü vardır;
2. Bu öz, gerçek özneler olan ve “tek tek ele alınan bireyler”in
özniteligidir.
Bu iki postüla tamamlayıcı ve birbirinden ayrılmazdır. Ancak
b u postülaların, varlıkları ve birlikleri, dünyanın am pirist-ide-
alist bir kavranışmı varsayar. İnsanın özünün evrensel öznitelik
olması için, gerçekten de, m utlak veriler gibi som ut özneler’in var
olması gerekir: Bu da bir özne am pirizm i içerir. Bu am pirik birey­
lerin insan olması için, bunların her birinin kendi içinde tüm in­
sani özü, fiilen olmasa da en azından ilke olarak taşıması gere­
kir: Bu bir öz idealizm i’dir. Ö znenin am pirizm i, dem ek ki, özün
idealizm ini içerir; özün idealizm i de öznenin am pirizm ini içerir.
Bu ilişki, kendi “karşıtı” -kavram ın am pirizm i- içinde öznenin
idealizm ine dönebilir. Bu tersine dönm e, sabit kalan bu sorun­
salın temel yapısına uyar.
Bu tipik-yapı içerisinde yalnızca (H obbes’tan Rousseau’ya)
toplum teorilerinin, siyasal iktisadın (Petty’den Ricardo’ya), ah­
Louis Althusser
278
lakın (Descartes’tan Kant’a) ilkesi değil, aynı zam anda idealist ve
m ateryalist (M arksizm -öncesi) “bilgi” (Locke’dan K ant’a,
Kant’tan Feuerbach’a) “teorisi”nin de ilkesi görülebilir, insan
ö zünün ya da am pirik öznelerin içeriği değişebilir (Descartes’tan
Feuerbach’a görüldüğü gibi); özne, am pirizm den idealizme ge­
çebilir (Locke’dan Kant’a görüldüğü gibi): Mevcut terim ler ve
ilişkileri, şu sorunsalı oluşturan değişm ez bir tipik-yapı içinde
değişir ancak: Öz idealizmine özne am pirizm i (ya da öznenin ide­
alizmine öz am pirizm i) cevap verir her zam an.
Teorik temel olarak insanın özünü reddeden Marx, bu orga­
nik postülalar sistem ini de reddeder. Özne, am pirizm , ideal öz gi­
bi felsefi kategorileri, bunların egemen olduğu her alandan dış­
lar. Yalnızca siyasal iktisattan değil ( homo ceconomicus m itinin,
yani klasik ekonominin öznesi olarak, tanım lanm ış yetilere ve ih­
tiyaçlara sahip birey m itinin reddi); yalnızca tarihten değil (top­
lum sal atom culuğun ve politik-etik idealizm in reddi); yalnızca
ahlaktan değil (Kantçı ahlak fikrinin reddi); aynı zam anda, fel­
sefenin kendisinden de dışlar: Ç ünkü Marx’in m ateryalizmi, öz­
ne am pirizm ini (ve tersini: Aşkın özne) ve kavram idealizmini
(ve tersini: Kavramın am pirizm i) reddeder.
Bu b ü tü n teorik devrim, eski kavram ların yerine yenilerini
geçirdiği için eskileri reddetm e hakkına sahiptir. Marx gerçekten
de yeni bir sorunsal kurar, dünyaya sorular sorm ak için yeni bir
sistem atik tarzı, yeni ilkeler ve yeni bir yöntem kurar. Bu keşif,
doğrudan doğruya tarihsel m ateryalizm in teorisine dahildir. Bu­
rada Marx yalnızca yeni bir toplum tarihi teorisi önerm ekle kal­
maz, aynı zam anda, örtük ama zorunlu olarak, sonsuz içerimler-
le yeni bir “felsefe” de önerir. Böylece, Marx, tarih teorisinin
içinde, eski birey-insan özü kavram çiftinin yerine yeni kavram ­
lar (üretici güçler, üretim ilişkileri, vs.) geçirdiğinde, aslında, ay-
________________________ Marx İçin__________________________
279
m zam anda, yeni bir “felsefe” kavrayışı da önerm iş olur. Yalnız­
ca idealizm in değil, M arksizm-öncesi m ateryalizm in de tem elin­
de bu lu n an eski postülaların (özne am pirizm i-idealizmi, özam -
pirizm i-idealizm i) yerine, diyalektik-tarihsel bir praksis m aterya­
lizmi geçirir: yani, insan toplum unun birliğinin özgül eklem len­
m elerine dayanan, kendine özgü eklem lenm eleri içinde insan
pratiğinin (ekonom ik pratik, politik pratik, ideolojik pratik, b i­
limsel pratik) farklı özgül düzeylerinin teorisini geçirir. Tek keli­
meyle diyebiliriz ki, Feuerbach’çı “ideolojik” ve evrensel “pratik”
kavram ı yerine, Marx, her özel pratiği toplum sal yapının özgül
farklılıkları içine yerleştirmeyi sağlayan özgül farklılıkların so­
m u t bir kavranışım geçirir.
Marx’in radikal anlam da yeni olarak getirdiği şeyi anlam ak
için, dem ek ki, yalnızca tarihsel m ateryalizm in kavram larının
yeniliğini kavram akla yetinmemeli; dahası, b u kavram ların içer­
diği ve duyurduğu teorik devrim in derinliğini de kavram ak ge­
rekir. H üm anizm in statüsünü bu koşulla tanım lam ak ve onun
teorik savlarını reddetm ek, pratik olarak işlevinin ideolojik oldu­
ğunu kabul etm ekle m üm kün olur.
Teorinin katı ilişkisi altında, M a rx’in teorik anti-hüm anizm in-
den açıkça söz edilebilir ve edilm elidir; ve b u teorik anti-hüm a-
nizm içinde, insan dünyasının (olum lu) bilgisinin (olum suz)
m utlak olasılığının ve pratik d ö n üşüm ünün koşulu görülebilir
ve görülm elidir, insanlara dair herhangi bir şey, ancak felsefi (te­
orik) insan m itini kesin olarak küle döndürm e koşuluyla biline­
bilir. Dolayısıyla, teorik bir hüm anizm i ya da antropolojiyi şu ya
da b u biçim de yeniden inşa etm ek için Marx’a başvuracak her
düşünce, teorik olarak küle dönecektir. Ama, pratikte, gerçek ta­
rih üzerinde ağır basacak ve onu açmazlara sürüklem e riski ta­
şıyan M arksizm-öncesi bir ideoloji anıtı inşa edilebilir.
Louis Althusser
280
Ç ünkü, teorik M arksist anti-hüm anizm in doğal sonucu, h ü ­
m anizm in kabulü ve bilinm esidir: İdeoloji olarak. Marx, bir nes­
nenin bilinm esinin, sonuçta, bu nesnenin yerine geçebileceğine
ya da onun varlığını ortadan kaldırabileceğine inanm a yanılsa­
m asına asla düşm edi. G üneş’in iki bin fersah uzakta olduğunu
bilen Kartezyenler, iki yüz adım ötede görünce şaşırmışlardı: Bu
mesafeyi kapatm ak için ellerinde Tanrı’nm kendisinden başka
şeyleri yoktu. Marx, p a ra ’nın doğasının (toplum sal bir ilişki) bi­
linm esinin paranın görünüm ünü, varlık biçim ini —bir şey - orta­
dan kaldırabileceğine asla inanm adı, çünkü bu görünüm , m ev­
cut üretim tarzı kadar gerekli olan onun varlığının ta kendisiy-
di.7 Marx bir ideolojinin kendi bilgisiyle yok edilebileceğine as­
la inanm adı: Ç ünkü b u ideolojinin bilgisi, verili bir toplum un
bağrında, o n u n olasılık koşullarının, yapısının, özgül m antığının
ve pratik ro lünün bilgisi olarak, aynı zam anda, onun gerekliliği­
nin koşullarının da bilgisidir. Marx’m teorik anti-hüm anizm i, h ü ­
m anizm in tarihsel v a r lığ ın ı asla ortadan kaldırm az. M arx’tan
önce olduğu gibi sonra da, gerçek dünyada insan felsefelerine
rastlanır. Bugün de bazı M arksistler yeni bir teorik hüm anizm in
temalarını geliştirme çabası içindedir. Dahası: Marx’m teorik an-

7) Pek rağb ette o la n “şeyleşm e” teorisi, g en çlik m e tin le rin d e k i ve özellikle 1844 E ly az-
m a la rı’n d ak i y abancılaşm a te o risin in K a p ita ld ek i “fetişizm ” teo risin e y ansım asına daya­
nır. 1 8 4 4 E ly a z m a la n ’n d a in sa n ın ö z ü n ü n n esn eleştirilm esi, in san ın ö z ü n ü n in san ta ra ­
fın d an kaçınılm az sah ip len ilm esi o larak ileri s ü rü lü r. T ü m n esn eleştirm e süreci b o y u n ­
ca, in san an cak b ir n e sn e llik b iç im in d e v ard ır; b u n esn elliğ in için d e, in san k e n d i özüne,
insan-olm ay an , y ab an cı b ir öz g ö rü n ü m ü altın d a rastlar. Bu “n e sn e le ştirm e 'y e , i n s a n h k -
â ış ı dense de “şey leşm e” d en m ez. İn san lık d ışılık , “şey”in y e tk in m odeliyle tem sil e d il­
m ez: Ama k âh hay v an sılık m odeliyle (h atta hay v an sılık -ö n cesi m odelle: D oğayla hay­
v a nların basit ilişkisine a rtık sah ip o lm ayan b u in san ), k â h h e r şeye k a d irlik ve b ü y ü le n ­
m e, aşkm lık m odeliyle (T anrı, devlet) ve parayla - k i o, “şey”d i r - tem sil edilir. K apital’de,
b ir şey b iç im in d e (şu m etal p arçası) tem sil e d ilen tek to p lu m sa l ilişki, p ara' dır. A m a. şey
o larak p ara kavrayışı (yani p a ra d a, d eğ erin k u lla n ım d eğeriyle karışm ası), b u “şey”in g e r­
çekliğine d e n k d ü şm ez: Parayla d o ğ ru d a n ilişkide o la n in san , b asit b ir “ş e y ’in kabalığı­
na çarpm az; şeyler ve in san lar ü z erin d ek i bir güce (ya d a b u g ü c ü n yokluğuna) çarpar, in ­
san ilişkilerinde, h e r y erd e “şeyler” gö ren b ir şeyleştirm e id eolojisi, para-şey ideolojisi
m odeline göre d ü ş ü n ü lm ü ş tü m to p lu m sal ilişkileri “şey ” kategorisi altın d a (b u , M arx’a
en yabancı k a teg o rid ir) m u ğ lak laştırır
Marx İçin
281
ti-hüm anizm i, onu kendi varlık koşullarıyla ilişkiye sokarak,
ideoloji olarak hüm anizm e ihtiyacı, koşullu b ir ihtiyacı kabul et­
m ektedir. Bu ihtiyacın kabulü yalnızca spekülatif değildir. Ç ün­
kü, Marksizm, hangisi olursa olsun -d in , ahlak, sanat, felsefe,
h u k u k - m evcut ideolojik biçimlerle ilgili ve en başta da h ü m a­
nizm le ilgili bir politikayı ancak onun üzerine kurabilir. H üm a­
nist ideolojinin (m uhtem el) bir Marksist politikası, yani, h üm a­
nizm karşısında politik bir tavır; etik-politik alandaki ideolojinin
güncel biçim lerinin hüm anist anlam da reddi, eleştirisi, kullanı­
m ı, desteklenmesi, geliştirilmesi ya da yenilenm esi olan bir po­
litika; böyle bir politika, öncülü teorik anti-hümanizm olan
M arksist felsefe üzerinde tem ellenm ek gibi m utlak bir koşul
üzerinde m ü m k ü n d ü r ancak.

IV

Demek ki her şey hüm anizm in doğasının ideoloji olarak ka­


bulüne bağlıdır.
Burada, ideolojinin derinleştirilm iş bir tarifine girişmem söz
konusu değil. Çok şem atik olarak, bir ideolojinin, verili bir to p ­
lum u n bağrında tarihsel bir varoluşla ve rolle donanm ış, (kendi­
ne özgü m antığı ve kesinliği olan) bir temsil sistemi (imgeler,
mitler, durum a göre idealar ya da kavram lar) olduğunu bilm ek
yeter. Bir bilim in kendi (ideolojik) geçmişiyle ilişkileri sorununa
girm eden, temsil sistemi olarak ideolojinin, pratik-toplum sal iş­
levinin teorik işlev (ya da bilgi işlevi) üzerinde baskın çıkmasıy­
la bilim den farklılaştığını söyleyelim.
Bu toplum sal işlevin rolü nedir? Bunu anlam ak için, Marksist
tarih teorisine başvurm ak gerekir. Tarihin “özne’leri, verili insan
toplum larıdır. Kendilerim tüm lükler olarak sunarlar; bunların
Louis Althusser
282
birliği k a rm a şık lığ ın belli bir özgül türünden oluşur ve En-
gels’in izinden giderek, çok şem atik olarak üçe indirgeyebilece­
ğimiz kerteleri işin içine sokar: Ekonom i, politika ve ideoloji.
Her toplum da, kim i zam an çok paradoksal biçim ler altında, te­
m elde bir ekonom ik faaliyetin, politik bir örgütlenm enin ve
“ideolojik” biçim lerin (din, ahlak, felsefe, vs.) varlığı gözlemle­
nir. Dolayısıyla, ideoloji, m evcut haliyle, her toplumsal tümlüğün
organik anlam da parçasıdır. Sanki insan toplum ları, b u özgül
oluşumlar olm adan, ideolojilerden oluşan (değişik düzeylerdeki)
bu temsil sistemleri olm adan varlığını sürdürem ezm iş gibi cere­
yan eder her şey. İnsan toplum ları, sanki soluk almaları için, ta­
rihsel yaşamları için kaçınılm az elem ent ve atmosfermiş gibi ide­
oloji salgılarlar. Yalnızca ideolojik bir dünya kavrayışı, ideolojisiz
toplum lar hayal edebilir ve ideolojinin (yoksa tarihsel biçim le­
rinden birinin değil) hiç iz bırakm adan yok olduğu, yerini bili­
min aldığı bir dünyaya dair olan ütopik düşünceyi öne sürebilir.
Bu ütopya, örneğin, özünde ideoloji olan ahlakın yerini bilim in
alabileceği ya da baştan sona bilimsel olabileceği; ya da dinin bi­
lim tarafından ortadan kaldırılacağı, bir anlam da dinin yerini bi­
lim in alacağı; sa n a tın bilgiyle kaynaşabileceği ya da “gündelik
yaşam ” halini alacağı tü rü n d en fikirlerin ilkesidir.
Ve en yakıcı soruyu gözardı etmeyelim: Tarihsel m ateryalizm
komünist bir toplumun, -iste r ahlak ya da sanat olsun, isterse de
“dünya temsili”- ideolojiden sonsuza dek vazgeçebileceğini tasavvur
edemez. Elbette kom ünist bir toplum daki ideolojik biçim lerde
ve ilişkilerinde önem li değişimler öngörülebilir, hatta m evcut
bazı biçim lerin yok olacağı ya da işlevlerinin kom şu biçimlere
aktarılacağı öngörülebilir; yeni ideolojik biçim lerin (örneğin,
“bilimsel dünya kavrayışı”, “kom ünist hüm anizm ” ideolojileri)
gelişimi bile (önceden edinilmiş deneyim in öncülleri üzerinde)
Marx İçin
283
öngörülebilir, ama, kesinliği içinde ele alm an M arksist teorinin
güncel halinde, belirli üretici güçler ve üretim ilişkileri içeren
yeni üretim tarzı olarak kom ünizm in, üretim in toplum sal örgüt­
lenm esinden ve bu n a denk düşen ideolojik biçim lerden vazge­
çebileceği tasavvur edilemez.
Dem ek ki, ideoloji tarihin olumsal bir u ru ya da sapm ası de­
ğildir: Toplum larm tarihsel yaşam ının temel bir yapısıdır. Bu­
nunla birlikte, ideolojinin gerekliliğinin varlığı ve kabulü, ide­
oloji üzerinde etkide bulunm ayı ve ideolojiyi tarih üzerine yan­
sıyan eylem aygıtına dönüştürm eyi m üm kün kılabilir.
İdeolojinin “bilinç" bölgesine ait olduğunu söylem ek kabul
görm üştür. M arx’tan önceki idealist sorunsalın bulaşm ış olduğu
bu adlandırm aya kanm am ak gerekir. İdeoloji, derinden bilinçdı-
ş ıd ır , düşünülm üş bir biçim de kendini gösterdiğinde bile
(M arksizm-öncesi “felsefe”de olduğu gibi) böyledir. İdeoloji, el­
bette bir temsil sistem idir: Ama bu temsiller, çoğu zam an “bi-
linç’le alâkasızdır: Bunlar çoğu zam an im gelerdir, kim i zam an
kavram lardır, ama öncelikle insanların büyük çoğunluğuna, on­
ların “bilincinden” geçm eden, kendilerini y a p ıla r olarak dayatır­
lar. Bunlar, algılanan-kabul edilen-m aruz kalınan kültürel nes­
nelerdir ve insanların hâkim olamadığı bir süreçle işlevsel olarak
insanlar üzerinde etkide bulunurlar. İnsanlar kendi ideolojileri­
ni, Descartes’çının Ay’ı iki yüz adım ötede “görm esi” ya da -eğ er
bak m ıyorsa- görm em esi gibi “yaşarlar”: Asla bir bilinç biçimi ola­
rak değil, kendi “d ü n ya ”la n m n bir nesnesi olarak -k e n d i “d ü n ­
y a la rı olarak yaşarlar. B ununla birlikte, ideolojinin insanların
“bilinci”ni ilgilendirdiği söylendiğinde ne denm ek istenm ekte­
dir? Öncelikle ideolojinin diğer toplum sal kertelerden ayrıldığı
kastedilm ektedir; aynı zam anda da, klasik gelenekte genel ola­
rak özgürlüğe ve “bilince” indirgenen insanların kendi eylemle-
Louis Althusser
284
rini ideolojinin içinde, ideoloji dolayısıyla ve ideoloji sayesinde y a ­
şadıkla rı; kısacası, insanların dünyayla “yaşanan” ilişkisi, (poli­
tik eylemde ya da eylemsizlikte) tarihle ilişki de dahil, ideoloji­
den geçtiği, dahası, ideolojinin kendisi olduğu belirtilm ektedir.
İnsanların dünyadaki ve tarihteki yerlerinin bilincine (politik
m ücadelelerin yeri olarak) ideolojinin içinde vardıklarını Marx
bu anlam da söylemişti: İnsanlar dünyayla “yaşanan” ilişkilerini
b u ideolojik bilinçsizlik içinde değiştirebilir ve “bilinç” diye ad ­
landırılan bu yeni özgül bilinçsizlik biçim ini edinebilirler.
Dem ek ki, ideoloji insanların kendi dünyalarıyla yaşanan iliş­
kilerini içerir. Ancak bilinçsiz/bilinçdışı olma koşuluyla “bilinçli”
gözüken bu ilişki, aynı şekilde, karm aşık olma koşuluyla da ba­
sit olabilir; basit bir ilişki değil, ilişkilerin ilişkisi, ikinci derece­
den bir ilişki olma koşuluyla basit olabilir, ideolojide, insanlar,
gerçekten de, kendi varlık koşullarıyla ilişkilerini değil, kendi
varlık koşullarını yaşama ta r z la r ın ı ifade ederler: Bu, hem ger­
çek ilişkiyi, hem de “yaşanan”, “hayali” ilişkiyi içerir. İdeoloji, bu
durum da, insanların kendi “dü n y alarıy la ilişkilerinin ifadesidir,
yani gerçek varlık koşullarıyla gerçek ilişkilerinin ve hayali iliş­
kilerinin (üstbelirlenm iş) birliğidir. İdeolojide, gerçek ilişki ka­
çınılmaz olarak hayali ilişkinin içine dahildir: Bir gerçekliği tarif
etm ekten çok, bir istenci (tutucu, konform ist, reformist ya da
devrimci), hatta bir um udu ya da nostaljiyi ifade eden ilişki.
İdeoloji, ilke olarak, gerçeğin hayali olanla, hayali olanın ger­
çekle bu üstbelirlenim i içinde aktiftir ; bu üstbelirlenim içinde,
kendisi de hayali olan bu ilişki içinde insanların kendi varlık ko­
şullarıyla ilişkisini güçlendirir ya da değiştirir. Bu eylemin asla
katışıksız anlam da araçsal olamaması buradan kaynaklanır: Bir
ideolojiden katışıksız bir eylem aracı, bir alet gibi yararlanan in ­
sanlar, bu ideolojiden yararlandıkları, onun kesin efendisi ol-
Marx İçin 2g5

duklarm a inandıkları anda o ideoloji tarafından ele geçirilmiş


olurlar, onun tarafından içerilmiş olurlar.
Bu durum , sın ıflı to p lu m örneğinde son derece açıktır. Ege­
m en ideoloji, b u örnekte, egem en s ı n ı f ı n ideolojisidir. Ama
egemen sınıf, kendi ideolojisi olan egemen ideolojiyle, katışıksız
yararlılık ve kurnazlıkta, dışsal ve bilinçli bir ilişki sürdürm ez.
“Yükselen sın ıf’ olan burjuvazi, on sekizinci yüzyıl boyunca,
eşitlik, özgürlük ve akıldan oluşan hüm anist bir ideoloji geliştir­
diğinde, yalnızca söm ürm ek için özgür bırakacağı insanları, bu
amaç için yetiştirerek, kendi saflarına kazanm ak ister gibi, k en ­
di talebine evrensel bir görünüm verir. Eşitsizliğin kökenine iliş­
kin Rousseau’cu m it b uradan kaynaklanır: Zenginler yoksullan,
kendi köleliklerini özgürlükleriym iş gibi yaşamaya ikna etm ek
için, hiç işitm edikleri am a üzerinde “en çok düşünülm üş söy­
lev”! çekerler. Aslında, burjuvazi kendi m itine öncelikle kendisi
inanm alıdır ki, başkalarını da b u n a ikna edebilsin; ve yalnızca
da onları ikna edebilm ek içinde değil, çünkü burjuvazinin ken­
di ideolojisi içinde yaşadığı şey, gerçek varlık koşullarıyla olan
bu hayali ilişkidir; b u ilişki hem kendi üzerinde (kendine h u ­
kuksal ve ahlaki bilinç verm ek ve ekonom ik liberalizm in h u ­
kuksal ve ahlaki koşullarını vermek) hem de ötekiler üzerinde
(söm ürdükleri ve gelecekte sömürecekleri: “özgür em ekçiler”)
etkide bulunm asını sağlar, böylece egemen sınıf olarak tarihsel
ro lü n ü üstlenebilir, yerine getirebilir ve taşıyabilir. Özgürlük ide­
olojisinde, burjuvazi, kendi varlık koşullarıyla ilişkisini çok ke­
sin olarak yaşar: Yani, onun gerçek ilişkisi (liberal kapitalist eko­
nom i hu k u k u ) ama hayali bir ilişki içine dahil edilmiş (özgür
em ekçiler de dahil, b ü tü n insanlar özgürdür) ilişki. Burjuvazi­
nin ideolojisi, söm ürülenlerin (“özgür!”) dizginlerini özgürlük
şantajıyla sıkı tutm ak için mistifiye etme yönündeki burjuva is­
Louis Althusser
286
tencini ve burjuvazinin kendi sınıf tahakküm ünü kendi söm ür­
düklerinin özgürlüğü olarak yaşam a ihtiyacını açığa vuran, öz­
gürlük üzerine bu sözcük oyunu’ndan ibarettir. Bir başkasını sö­
m üren bir halkın özgür olamaması gibi, bir ideolojiden yararla­
nan bir sınıf da b u ideolojiye tâbi kalır. Bir ideolojinin sınıf işle­
vinden söz edildiğinde, egemen ideolojinin egemen sınıfın ide­
olojisi olduğunu ve yalnızca söm ürülen sınıf üzerinde tahakküm
kurm asına değil, dünyayla yaşanan ilişkisini gerçek ve doğrulan­
mış olarak kabul ettirerek kendini de egem en sın ıf olarak oluş­
turm asına yaradığını anlam ak gerekir.
Ama daha ileriye gitmek ve sınıfların ortadan kalktığı bir top­
lum da ideolojinin ne olduğunu da sorm ak gerekir. Söylenmiş
olan şey, bir cevaba im kân tanır, ideolojinin tüm toplum sal işle­
vi, egemen sınıfın söm ürdüklerini aldatm ak için dışardan ü ret­
tiği ve m anipüle ettiği bir m it olarak kinik bir şekilde özetlene­
bilirse (Platon’u n “güzel yalanlan” gibi ya da m odern reklam
teknikleri gibi), ideoloji o zam an sınıflarla birlikte yok olur. Ama
gördüğüm üz gibi, sınıflı toplum örneğinde bile, ideoloji egemen
sınıfın kendisi üzerinde aktiftir ve egem en sınıfı şekillendirm e­
ye, gerçek varlık koşullarına (önegin: H ukuksal özgürlük) onu
uyarlam ak için tavırlarını değiştirmeye katkıda b u lu n u r - açık­
tır ki, (kitlesel temsil sistemi olarak) ideoloji, insanları yetiştirm ek,
dönüştürm ek ve onları kendi varlık koşullarının gereklerine cevap
verebilecek hale sokabilmek için her topluma gerekir. Eğer tarih,
sosyalist bir toplum da bile, Marx’m dediği gibi, insanların varlık
koşullarının sürekli dönüşüm ü ise, insanlar bu koşullara uyum
sağlamak için sürekli olarak dönüşm ek zorundadırlar; eğer bu
“uyarlanm a” kendiliğindenliğe bırakılam az ve sürekli olarak ü st­
lenilmesi, egemenlik altına alınması, kontrol edilmesi gereken
bir şeyse, bu gereklilik ideolojide ifadesini bulur, bu mesafe ide­
Marx İçin
287
olojide ölçülür, bu çelişki orada yaşanır ve çözüm ü orada “etki­
li o lu r.” Sınıfsız toplum , dünyayla ilişkisinin uygunluğunu-uy-
gunsuzlugunu ideolojinin içinde yaşar, insanları görevlerinin ve
varlık koşullarının düzeyine getirm ek için, insanların “bilinç”ini,
yani tavır ve davranışlarını ideolojinin içinde ve ideoloji dolayı­
sıyla dönüştürür.
Sınıflı bir toplum da ideoloji, insanların varlık koşullarıyla
ilişkilerinin egemen sınıf yararına düzenlenm esini sağlayan ara­
cıdır; ve b u düzenlenm enin içinde gerçekleştiği elem enttir. Sı­
nıfsız bir toplum da ideoloji, insanlann kendi varlık koşullarıyla
ilişkilerinin tüm insanların yararına yaşanm asını sağlayan aracı­
dır; ve bu yaşanışın içinde gerçekleştiği elem enttir.

İşte, sosyalist hüm anizm tem asına geri dönm e ve bilim sel bir
terim le (sosyalizm) ideolojik bir terim (hüm anizm ) arasında
gözlediğimiz teorik aykırılığı açıklama noktasına geldik.
Ş a hıs hüm anizm inin verili biçim leri olan burjuva ya da H ı­
ristiyan biçimleriyle ilişkileri içinde, sosyalist şahıs hüm anizm i
kendini, tam da b u buluşm aya im kân tanıyan sözcük oyunu için­
de ideoloji olarak sunar. Bir kinizm ile bir naifligin buluşm ası­
nın söz konusu olabileceği düşüncesi bana uzaktır. Sözcük oyu­
nu, her zam an, söz konusu durum da, tarihsel bir gerçekliğin ve
aynı zam anda yaşanan bir çiftanlamlılığın işareti ve b u n u aşma
dileğinin ifadesidir. Marksistler, dünyanın geri kalanıyla ilişkile­
rinde, sosyalist bir şahıs hüm anizm ine vurgu yaptıklarında, yal­
nızca onları olası m üttefiklerinden ayıran mesafeyi kapatm a is­
tencini gösterirler ve eski sözcükleri yeni bir içerikle doldurm a
çabasını gelecekteki tarihe bırakarak yalnızca hareket üzerinde
Louis Althusser
288
öngörüde bulunurlar.
Ö nem taşıyan şey, bu içeriktir. Ç ünkü, bir kez daha belirte­
lim, M arksist hüm anizm in tezleri, başlangıçta, b aşka la rın ın hiz­
m etindeki tem alar değildir. Bu tezleri geliştiren Marksistler,
b u n lan kaçınılm az olarak öncelikle kendileri için geliştirirler,
sonra başkaları için. Oysa, geliştirilen bu tezlerin neye dayandık­
larını biliyoruz: Sovyetler Birligi’nde m evcut yeni koşullara, p ro ­
letarya diktatörlüğünün sonuna ve kom ünizm e geçişe.
Her şey de bu noktada olup bitm ektedir. İşte, ben de sorunu
şöyle ortaya koyuyorum . Sovyetler Birligi’nde (sosyalist) şahıs
hüm anizm inin tem alarının belirgin biçim de geliştirilmesi neye
denk düşm ektedir? Alm an İdeolojisi’nde, insan ve hüm anizm fik­
rinden söz eden Marx, insan doğası ya da insanın özü fikrinin,
çifte bir değer yargısını, özellikle de insan-insandışı çiftini k ap ­
sadığını belirtir; ve şöyle yazar: “... ‘insandışı’ da ‘insan’ kadar
güncel koşulların ü rünüdür ; bunun olum suz y a n ıd ır...” lnsan-in-
sandışı çifti, tüm hüm anizm in gizli ilkesidir, bu çelişkiyi yaşa-
m anm -desteklem enin-çözm enin biçim idir. Burjuva hüm anizm i
insanı tüm teorinin ilkesi haline getiriyordu. İnsanın bu aydın­
lık özü, karanlıktaki bir insandışım n görünürlüğüydü. G örü­
nüşte m utlak bir öz olan insan özünün içeriği, bu gölge parçası
içinde insan özü n ü n isyankâr doğuşunu belirtiyordu. Özgürlük-
akıl dem ek olan insan, kapitalist toplum un bencil Ve parçalan­
mış insanını gösteriyordu. Bu, insan-insandışı çiftinin iki biçi­
m inde, on sekizinci yüzyıl burjuvası “liberal-rasyonel” biçimde
yaşarken, sol radikal Alman entelektüelleri “toplulukçu” ya da
“kom ünist” biçim de yaşıyordu; her biri kendi varlık koşullarıy­
la ilişkilerini, bir red olarak, bir talep ve bir program olarak ya­
şıyordu.
Güncel sosyalist hüm anizm anm durum u nedir? O da, reddir
Marx için
289
ve ifşadır: Irksal, politik, dini ya da başka türlü, tüm insani ay­
rım cılıkların reddi. H er türlü ekonom ik sö m ü rü n ü n ve politik
köleliğin reddi. Savaşın reddi. Bu red, yalnızca gururlu bir zafer
ilanı değildir; dışarıya, Em peryalizm ’e, em peryalizm in söm ürü­
süne, sefaletine, köleliğine, ayrımcılıklarına ve savaşlarına m aruz
kalan tüm insanlara hitap eden bir çağrı ve bir örnek değildir:
Aynı zam anda ve öncelikle içeriye dönüktür: Sovyetler Birliği’nin
kendisine. Sosyalist şahıs hüm anizm inde Sovyetler Birliği, k en ­
di hesabına, proletarya diktatörlüğü dönem inin aşıldığını kay­
deder, aynı zam anda proletarya diktatörlüğünün “suiistim al-
ler”ini, “kişiye tapm a” dönem inde aldığı sapkın ve “canice” bi­
çimleri de red ve m ahkûm eder. Sosyalist hüm anizm , içerdeki
kullanım ında, proletarya diktatörlüğünün ve SSCB’de b ü rü n d ü ­
ğü “suiistim al edici” biçim lerin aşılm asının tarihsel gerçekliğini
içerir. “İkili” bir gerçeklik içerir: Yalnızca, üretici güçlerin gelişi­
m inin ve sosyalist üretim ilişkilerinin rasyonel zorunluluğuyla
aşılmış bir gerçeklik değil; dahası, aşılm ası gereken bir gerçek­
lik, ‘"aklın rasyonel o lm ayan varlığı”n m b u yeni biçim i, SSCB’nin
geçm işinin kendi içinde taşıdığı bu tarihsel “a k ıld ış ı” ve “insan-
dışı” yan: Terör, baskı ve dogm atizm - tam olarak, etkileri ya da
zararları içinde, hen ü z aşılması tam am lanm am ış olan şey.
Ama, bu dilekle karanlıktan ışığa, insandışından insana geçi­
yoruz. Sovyetler Birligi’n in giriştiği kom ünizm , ekonom ik sö­
m ü rü n ü n olmadığı, şiddetin olmadığı, ayrım cılığın olmadığı bir
d ünyadır - Sovyet yurttaşları karşısında, ilerlem enin, bilim in,
kültü rü n , ekm eğin ve özgürlüğün, özgür gelişimin sonsuz uza­
m ının açıldığı bir dünya - karanlığın da dram ın da olamayacağı
bir dünya. Bu durum da, insan’a niçin özellikle vurgu yapılm ak­
tadır? Sovyet insanları insan fikrine, yani kendi tarihlerini yaşam a­
ları için onlara y a rd ım eden, kendilerine dair bir fikre niçin ihti­
Louis Althusser
290
yaç duyarlar? Bir yandan, önem li bir tarihsel dönüşüm hazırla­
m a ve gerçekleştirm e zorunluluğunu (kom ünizm e geçiş, prole­
tarya d iktatörlüğünün sonu, b u geçişe denk düşen politik, eko­
nom ik, kültürel örgütlenm enin yeni biçimlerinin yaratılmasını
gerektiren devlet aygıtının silinip gitmesi); ve diğer yandan, bu
geçişin gerçekleşeceği tarihsel koşulları burada ilişkiye sokm a­
m ak güçtür. Oysa, bu koşulların SSCB’nin geçmişinin ve güçlük­
lerinin izini de taşıdığı açıktır -yalnızca “kişiye tapm a” d önem in­
den kaynaklanan güçlüklerin değil, “tek ülkede sosyalizmin inşa­
s ı n a özgü, dahası köken olarak ekonom ik ve kültürel açıdan
“geri” bir ülkede “sosyalizm in inşası”na özgü daha geride kalmış
güçlüklerin de izini taşır. Bu “koşul’la r arasında, en başta, bu
geçmişten miras kalan “teorik” koşulları anm ak gerekir.
Bu ideolojiye başvuruyu açıklayabilecek olan şey, tarihsel gö­
revlerle bu görevlerin koşullan arasında bulunan bu eksikliktir.
Aslında, sosyalist hüm anizm temaları, gerçek soru n lan n varlığı­
nı belirtir: Stalin dönem inin karanlıkta bıraktığı, ama sosyalizm­
le birlikte ürettiği tarihsel, ekonom ik, politik ve ideolojik sorun­
lar: Sosyalizmin üretici güçlerinin eriştiği gelişim düzeyine denk
düşen ekonom ik, politik ve kültürel örgütlenme biçim lerinin so­
runları; devletin, zo rla y ıc ılık la , kim senin yazgısını yönetm e ya
da denetlem e görevini artık üstlenm ediği, her insanın b undan
böyle kendinden yola çıkarak kendi olm a tercihine, yani bu güç
göreve nesnel olarak sahip çıktığı tarihin yeni bir evresinde, birey­
sel gelişmenin yeni biçim lerinden kaynaklanan sorunlar. Sosyalist
hüm anizm in temaları (bireyin özgür gelişimi, sosyalist yasallıga
saygı, kişi haysiyeti, vs.), Sovyet yurttaşlarının ve diğer sosyalist­
lerin bu sorunlarla, yani bu sorunların ortaya atıldığı koşullarla
ilişkilerini yaşayış tarzıdır. Gelişmelerinin zorunluluklanna uy­
gun olarak, Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi sosyalist dem okra­
Marx İçin
291
silerin çoğunda da, politika ve ahlak sorunlarının ön plana geç­
tiğini ve Batılı partilerin de bu sorunlarla uğraştıklarım sapta­
m ak çarpıcıdır. Oysa, b u sorunların, sık sık olm asa da, kim i za­
m an, Marx’ın gençlik dönem ine ait kavram lara, insan felsefesine
başvurarak -yabancılaşm a, parçalanm a, fetişizm, bütüncül in­
san gibi k avram lar- teorik olarak ele alındığını görm ek de çarpı­
cıdır. Yine de, kendi başlarına ele alındıklarında, bu sorunlar,
özlerinde, bir “insan felsefesi”ni gerektirm enin ötesinde, prole­
tarya diktatörlüğünün aşılması ya da silinip gitmesi evresindeki
sosyalist ülkelerin ekonom ik yaşam ının, politik yaşam ının ve
(bireysel gelişm enin yeni biçimleri de dahil) ideolojik yaşamının
yeni örgütlenme biçim lerinin de aydınlığa kavuşturulm asını ge­
rektiren sorunlardır. Bu durum da, b u sorunlar, Marksist teori­
nin ekonom ik, politik ve ideolojik terim leriyle açıkça, net ve ke­
sin bir şekilde ortaya konm alıyken, nasıl olur da bazı ideologlar
tarafından b ir insan felsefesinin kavram larına bağlı olarak ortaya
atılabilmiştir? Niçin bunca Marksist filozof, b u som ut tarihsel
sorunları sözüm ona düşünm ek ve “çözüm lem ek” için Mark-
sizm-öncesi yabancılaşm a kavram ına başvurm a ihtiyacını hisset­
miş gibidirler?
Bu ideolojik başvuru teşebbüsü, kendi tarzında, gayet iyi te­
mellenm iş başka biçimlerin korum ası altına sıgmamayacak bir
zorunluluğun işareti olmasaydı tesbit edilem ezdi. Kom ünistle­
rin, sosyalizmin ekonom ik, toplum sal, politik ve kültürel gerçek­
liğini genel olarak em peryalizm in “insandışı”lıgma karşı çıkar­
m akta haklı olduklarına; bu karşıtlığın, sosyalizm ile em perya­
lizm in karşı karşıya gelmesinin ve m ücadelesinin parçası oldu­
ğuna hiç kuşku yoktur. Ama, ne yapılırsa yapılsın, ideolojik bi-
linçdışınm çağrışımlarıyla dolu olan ve küçük burjuva esinli te­
malarla çok rahatlıkla kesişen (Lenin’in güzel bir geleceği olaca­
Louis Althusser
292
ğım tahm in ettiği küçük burjuvazinin ve ideolojisinin henüz ta­
rih tarafından göm ülmediği bilinm ektedir) hüm anizm gibi ide­
olojik bir kavramı, sanki teorik bir kavrammışçasına, a y r ım s ız
ve çekincesiz kullanm ak da tehlikeli olabilir.
Bu noktada, daha derin ve dile getirilmesi kuşkusuz güç bir
nedene tem as etmekteyiz, ideolojiye bu başvuru, belirli sınırlar
içerisinde, gerçekten de, teoriye başvurunun bir ikâm esi olarak
düşünülebilir. Burada, M arksizme geçm işinden m iras kalmış
günçel teorik koşullarla karşılaşırız; yalnızca Stalin dönem inin
dogm atizm inden değil, çok uzaktan gelen, Lenin’in yaşamı b o ­
yunca m ücadele ettiği, ama tarih tarafından sonsuza dek topra­
ğa göm ülm em iş olan, II. E nternasyonalin felaketimsi oportünist
yorum larının da mirasıyla karşılaşırız. Bu koşullar, M arksist te­
ori için, yeni sorunların gerektirdiği kavramları sağlam ada zo­
ru n lu olan gelişmeyi köstekledi: G ünüm üzde bu sorunları ide­
olojik değil, bilimsel terim lerle ortaya atmayı sağlayan; şeyleri,
çoğu zam an olduğu gibi ideolojik kavram larla (yabancılaşma) ya
da belirgin statüsü olm ayan kavram larla belirtm ek yerine, adla­
rıyla, yani uygun düşen M arksist kavram larla adlandırm ayı sağ­
layan kavram lar bulunam adı.
Örneğin, SSCB tarihinin ve işçi hareketinin önem li b ir tarih­
sel görüngüsünü belirtm ekte kom ünistlerin kullandıkları kavra­
mı saptam ak ü zü n tü verir: “Kişiye tapm a” kavramı; yani, eğer te­
orik bir kavram olarak kabul edersek, Marksist teori içinde “b u ­
lunm ayan”, sınıflandınlam ayan bir kavram. Bu kavram , bir dav­
ranış tarzını tarif etm ekte ve m ahkûm etm ekte kullanılabilir ve
b u niteliğiyle ikili anlam da pratik bir değer taşıyabilir, ama, b e­
nim bildiğim kadanyla, Marx, politik bir davranış tarzının tarih­
sel bir kategoriyle, yani tarihsel materyalizm in teorisinin bir kav­
ra m ıyla doğrudan doğruya özdeşleştirilebileceğini asla d ü şü n ­
Marx İçin
293
mem iştir: Ç ünkü, bir gerçekliği ifade etse de, o n u n kavramı de­
ğildir. Bununla birlikte, “kişiye tapm a” hakkında söylenm iş olan
her şey, tam olarak ü s ty a p ın ın alanını, dolayısıyla devletin ve
ideolojilerin örgütlenm e alanını ilgilendirir; dahası, kabaca, y a l­
n ızca bu alanı ilgilendirir, bu alanın M arksist teoride “nisbi
özerklik” taşıdığım bilm ekteyiz (bu ise, teoride, ü s ty a p ıy ı etki­
leyen bu yanılgılar dönem i boyunca, sosyalist a lty a p ın ın esas
olarak zarar görm eden gelişebilmiş olduğunu çok basit biçim de
açıklar). Aslında, bir insanın “psik o lo jisin e indirgenen ve dav­
ranış tarzı olarak tarif edilmiş, yani yalnızca ta rif edilmiş, d üşü­
nülm em iş bu görüngüyü düşünm ek ve yerli yerine koym ak için
niçin bilinen, kabul görm üş ve m evcut M arksist kavram lara baş-
vurulm am aktadır? Bir insanın “psikolojisi” bu tarihsel rolü üstle-
nebilm işse, “psikolojinin” tarihsel bir olgunun saygınlığına ve
boyutuna açıkça yükselişinin tarihsel olabilirlik koşulları soru­
n u n u niçin M arksist terimlerle ortaya atmamalı? M arksizmin il­
keleri içerisinde, bu sorunu teorinin terimleriyle ortaya atacak,
dolayısıyla aydınlatacak ve çözülm esine yardım edecek şey var­
dır.
Yabancılaşma kavram ının ve “kişiye tapm a” kavram ının ikili
örneğini anm am tesadüf değildir. Ç ünkü sosyalist hüm anizm
kavram larının da (özellikle hak ve kişi sorunu) nesnesi, üstyapı
sorunlarından kaynaklı sorunlardır: Devlet örgütlenm esi, politik
yaşam, ahlak, ideolojiler, vs. İdeolojiye başvurunun aynı zam an­
da en aceleci yol olduğunu, yetersiz bir teorinin yerine geçirildi­
ğini düşünm ekten de kendim izi alamayız. Yetersiz; ama gizil ve
olası. İdeolojiye başvuru teşebbüsünün rolü budur: Bu yokluğu,
b u gecikmeyi, bu mesafeyi, açıkça kabul etm eden, Engels’in de­
yişiyle, ihtiyaçtan ve sabırsızlıktan bir teorik argüm an oluştura­
rak ve bir teoriye duyulan ihtiyacı teorinin kendisi yaparak dol­
Louis Althusser
294
durm ak. Sosyalizmin görülm edik kazanmalarının altına sığınan
ve bizi tehdit etm e riski taşıyan felsefi hüm anizm , teorinin yok­
luğunda, bazı M arksist ideologlara kendilerinde eksik olan teori
duygusunu vermeye yönelik bir tamamlayıcı olacaktır: Bu duygu,
M arx’m bize verdiği ve dünyadaki en değerli şey olan bilimsel
bilgi im kânının kendisi olduğunu iddia edemez.
İşte bu nedenle, eğer sosyalist hüm anizm gündem deyse, bu
ideolojinin iyi gerekçeleri, bilimsel teori ile ideolojiyi karıştırm a­
ya bizi sürüklem eden, hiçbir durum da kötü gerekçelerine karşı
tem inat oluşturam az.
Marx’ın felsefi anti-hüm anizm i, hüm anizm de dahil, m evcut
ideolojilerin gerekliliğinin kavranm asını bize sağlayabilir. Ama
aynı zam anda, bunlara karşı benim senm esi gereken taktiğin
kavranm asını da sağlar (çünkü eleştirel ve devrimci bir teoridir
bu): Onları ya desteklem ek, ya dönüştürm ek ya da onlarla m ü­
cadele etm ek. Ve M arksistler bilirler ki, bir stratejiye dayanm a­
yan hiçbir taktik m üm kün değildir - bir teoriye dayanm ayan
hiçbir strateji de m ü m kün değildir.

Ekim 1963.
“Reel-Hümanizm”
Üzerine Tamamlayıcı Not
“R eel-hüm anizm ” üzerine bir iki laf.1
Özgül farklılık, reel sıfatında yatm aktadır. R eel-hüm anizm
sem antik olarak reel-olm ayan hüm anizm e, ideal(ist), soyut,
spekülatif, vs. hüm anizm e karşıtlığıyla tanım lanır. Bu referans
hüm anizm ine, yeni reel-hüm anizm tarafından hem referans
olarak başvurulm uş, hem de soyutlam ası, gerçeklik olm am ası
gibi nedenlerle de reddedilm iştir. Dolayısıyla, eski hüm anizm
yenisi tarafından soyut ve yanıltıcı olarak yargılanmıştır. O n u n
yanılsam ası, reel-olm ayan bir nesneyi hedeflem esi, reel nesne
olm ayan b ir nesneye içerik olarak sahip olmasıdır.
R eel-hüm anizm kendini, içeriği soyut, spekülatif bir nesne
değil, reel b ir nesne şeklindeki hüm anizm olarak sunar.
Yine de, bu tanım olum suz kalır: Belli bir içeriğin reddini
ifade etm eye yeterlidir, ama yeni içeriğinin canlı örneğini ver­
mez. R eel-hüm anizm in hedeflediği içerik, hüm anizm in ya da
“reel”in, m evcut halleriyle kavram ının içinde değildir, b u kav­
ram ların dışındadır. Reel sıfatı belirticidir: Bu yeni hüm anizm in
içeriğini bulm ak istiyorsak b u n u gerçekliğin içinde -to p lu m d a,
devlette, vs - aram ak gerektiğini belirtir. R eel-hüm anizm kav­
ramı, dem ek ki, teorik referans olarak hüm anizm kavram ına
bağlanır, ama o n u n soyut nesnesini reddederek -v e kendine so­
1) “R eel-h ü m an izm ” k av ram ı, O a r te gazetesin in 58. say ısın d a y ay ım lan an j . S e m p ru n ’u n
b ir m ak alesin d ek i arg ü m an ı d e ste k le m e k te d ir (bkz. N ouvelle C ritiq u e n o 164, M art
1965). Bu, M arx'in G en çlik E serleri’n d e n ö d ü n ç alınm a b ir kavram dır.
Louis Althusser
298
m ut, reel bir nesne v erere k - ona karşı çıkar. Reel sözcüğünün
ikili bir rolü vardır. Eski hüm anizm in içindeki idealizm i ve so­
yutlam ayı ortaya çıkarır (gerçeklik kavram ının olum suz işlevi);
ve aynı zam anda, yeni hüm anizm in kendi içeriğini bulacağı
dışsal gerçekliği (eski hüm anizm in dışındaki) belirtir (gerçeklik
kavram ının olum lu işlevi). B ununla birlikte, “reel” sözcüğünün
bu olum lu işlevi, olum lu b ir bilgi işlevi değil, olum lu bir pratik
belirtme işlevidir.
G erçekten de, eski hüm anizm i reel-hüm anizm e d ö n ü ştü r­
m esi gereken b u “gerçeklik” nedir? Bu, toplum dur. Feuerbach
üzerine tezlerin altmcısı, soyut olm ayan “insan" m, “toplumsal
ilişkilerin bütünü" o lduğunu söyler. Oysa, b u ifadeyi, yerinde bir
tanım olarak, kelim esi kelim esine ele alırsak, hiçbir şey söylemez.
Buna lafzi b ir açıklam a bulm aya çalışıldığında işin içinden çıkı­
lamayacağı görülür; şu türden bir dolaylamaya başvurm ak ge­
rekir: “insan ya da hüm anizm kavram ına uygun olarak denk
d üşen gerçekliğin değil, b u n u n kavram ları içinde dolaylı olarak
tartışm a kon u su edilen gerçekliğin ne olduğu öğrenilm ek isten­
diğinde, b u , soyut b ir öz değil, toplum sal ilişkiler b ü tü n ü d ü r.”
Bu dolaylama, insan kavram ı ile tanım ı arasındaki uygunsuzluğu
anında ortaya çıkarır: Toplum sal ilişkilerin b ü tü n ü . Bu iki terim
arasında (insan / toplum sal ilişkilerin b ü tü n ü ) kuşkusuz bir iliş­
ki vardır, am a bu ilişki tanım dan okunam az, bu bir tanım ilişki­
si değildir, bu bir bilgi ilişkisi değildir.
Yine de bu uygunsuzluğun bir anlam ı vardır, bu ilişkinin bir
anlam ı vardır: Pratik anlam . Bu aşikâr uygunsuzluk yerine geti­
rilecek bir eylemi, yapılacak bir yer değiştirmeyi belirtir. Soyut in ­
sanı değil, reel insanı arayarak im ada bulunulan gerçekliğe rast­
lam ak ve b u lm ak için toplumdan geçmek ve toplum sal ilişkilerin
Marx İçin
299
b ü tü n ü n ü analiz etm eye koyulm ak gerektiği anlam ına gelir. Re-
el-hüm anizm sözünde, “reel” kavram ının p ratik b ir kavram ol­
du ğ u n u , hangi hareketi, hangi yönde yapm ak gerektiğini ve so­
yutlam ayı gökyüzünde değil, reel topraklar üzerinde bulm ak
için nereye kadar y e r değiştirmek gerektiğini “belirten” b ir işare­
tin, belirtici b ir p an o n u n dengi olduğunu söyleyebilirim. “Reel,
bu rad an !” K ıla vu zu izleriz ve toplum a, toplum sal ilişkilere ve
b u ilişkilerin reel olasılık koşullarına varırız.
Ama, dehşet verici paradoks o zam an patlak verir: Bu y e r de­
ğiştirm e b ir kez gerçekten yapıldığında, b u reel nesnenin bilim ­
sel analizine b ir kez girişildiğinde, som ut (reel) insanların bilgi­
sinin, yani toplum sal ilişkilerin b ü tü n ü n ü n bilgisinin, (bu yer
değiştirm eden önceki teorik savda var olduğu anlamıyla) insan
kavram ının teorik hizm etlerinden tüm üyle vazgeçm ek koşuluyla
ancak m ü m k ü n o ld u ğunu keşfederiz. G erçekten de b u kavram
bilim sel açıdan bize kullanılm az gelir; soyut olduğu için değil,
bilim sel olm adığı için. T oplum un, toplum sal ilişkilerin b ü tü n ü ­
n ü n gerçekliğini d ü şü n m ek için, radikal b ir y e r değiştirme ger­
çekleştirm em iz gerekir; yalnızca yerin (soyuttan som uta) değiş­
tirilm esi değil, kavram sal bir yer değiştirm e (tem el kavram ları
değiştiririz!) gerçekleştirmeliyiz. M arx’ın, reel-hüm anizm in işa­
ret ettiği gerçekliği d ü şündüğü kavram lar, insan ya da hü m a­
nizm kavram larını, teorik kavram lar olarak tek b ir kez devreye
sokm azlar: T am am en yeni başka kavram lar, üretim tarzı, üreti­
ci güçler, üretim ilişkileri, üstyapı, ideoloji gibi kavram lar dev­
reye girer, işte paradoks: Değiştirm enin yerini bize belirten p ra­
tik kavram , yer değiştirm enin içinde tüketilm iştir, araştırm a ye­
rini bize belirten kavram , b u n d an böyle araştırm anın kendisin­
de yoktur.
Louis Althusser
300

Yeni b ir so ru n u n ortaya çıkışını oluşturan b u geçiş-kopuş’la-


rın karakteristik görüngüsü budur. D üşünce tarihinin belirli
uğraklarında, b u p ra tik kavram ların ortaya çıktığını görürüz;
b u kavram lann özelliği, içsel olarak istikrarsız kavram lar olm a­
larıdır. Bir yanıyla, kendilerine “teorik” referans (hüm anizm )
olarak hizm et eden eski ideolojik evrene aittirler; diğer yanıyla
ise, yeni b ir alanı içerirler, b u alanda b u lu n m ak için gerçekleş­
tirilm esi gereken y e r değiştirmeyi belirtirler. İlk yanlarıyla, “te­
orik” bir anlam ı k o rurlar (kendi referans evrenlerinin anlam ı);
ikinci yanlarıyla, pratik b ir işaret anlam ına sahiptirler, b ir yön
ve b ir yer belirtirler, ama uygun düşen kavram ı verm ezler. H â­
lâ önceki ideoloji alanında kalmaktayız: Sınıra yaklaşıyoruz ve
b ir işaret direği bize öteyi, bir yönü ve bir yeri belirtm ektedir.
“Sınırı geçin ve toplum yönünde ilerleyin, reel’i bulacaksınız.”
işaret panosu hâlâ ideolojik alandadır, “yeni” sözcükler kullan­
sa bile, m etni ideolojinin dilinde kalem e alınm ıştır, Feuerbach’ta
pek çarpıcı biçim de görüldüğü gibi, ideolojinin reddi bile ide­
olojik dilde yazılmıştır: “Som ut”, “reel”, işte ideolojiye karşıtlı­
ğın bile ideolojinin içine taşıdığı adlar.
Sınır çizgisinde sonsuza dek kalabilir ve hiç durm adan, “So­
mut! Somut! Reel! Reel!” diye tekrarlayabilirsiniz. F euerbach’m
söylediği b u d u r, o da toplum dan ve devletten söz ediyordu ve
reel insandan, ihtiyaçları olan insandan, gelişmiş insani ihtiyaç­
ların, politikanın ve sanayinin toplam ından başka bir şey olm a­
yan som ut insandan sürekli söz ediyordu. O sözcüklerde kal­
m ıştı, sözcükler, som utluklarında bile ona gerçekleşme diye ad ­
landırdığı insan im gesini gönderiyorlardı. (Feuerbach da, reel
insanın toplum olduğunu, kavram ına o zam an uygun bir tanım
içinde söylüyordu, çünkü toplum onun için, tarihsel uğrakları-
Marx İçin
301
m n h er birinde, insan ö zü n ü n tedrici tezahüründen başka b ir
şey değildi.)
Tersine, sınırı gerçekten aşabilir ve gerçekliğin alanına gire­
bilirsiniz ve M arx’m A lm a n İdeolojisi’nde dediği gibi, “ciddi ola­
rak b u n u incelem eye” girişebilirsiniz. Bu durum da, işaret, k en ­
di p ratik ro lü n ü oynar. Eski alanda kalır, y e r değiştirme olgusuy­
la terk edilen alanda kalır, işte siz reel nesneniz karşısında tek
başm asm ız, b u n u d ü şü n m ek için gerekli ve uygun kavram ları
hazırlam aya p ek m ecbur, eski kavram ların ve özellikle reel-in-
san ya da h ü m an izm kavram larının insanların gerçekliğini dü­
şünm enizi sağladığını saptam aya pek m ecbursunuz; tam da böy­
le olm ayan b u doğrudanlığa erişm ek için, bilgi alanında her za­
m an olduğu gibi, u zu n bir dolam baç gerekir. Eski alanı, eski
kavram ları terk ettiniz. İşte yeni bir alandasınız, yeni kavram lar
b u n u n bilgisini size veriyorlar. Yer ve sorunsal değiştirildiğinin
ve yeni b ir m aceranın başladığının işareti: Gelişme halindeki bir
bilim in macerası.
O halde, aynı deneyim i tekrarlam aya m ahkûm m uyuz? Re-
el-hüm anizm gün ü m üzde b ir reddin ve bir program ın sloganı
olabilir, en iyi d u ru m d a pratik bir işarettir, ancak söylem lerde
var olan -y o k sa kuru m larm gerçekliğinde d eğ il- soyut bir “h ü -
m anizm ”in reddidir, - ve bir ötenin belirtilm esi, hâlâ öte olan
b ir gerçekliğin, hen ü z gerçekten gerçekleşmemiş olan, am a um ut
edilen, yaşama geçirilecek b ir özlem in program ı. D erin redlerin
ve sahici özlem lerin, henüz yenilm em iş engellerin aşılmasına
yönelik sabırsız arzu n u n reel-hüm anizm içinde kendince ifade
bu lduğu çok açıktır. insanların, tarihin h er evresinde kendi de­
neyim lerini kendileri hesabına yapm aları gerektiği de kesindir
ve bazılarının ağabeylerinin ya da atalarının “yolunu” izlemesi
Louis Althusser
302
de bir tesadüf değildir. K om ünistlerin b u dileğin gerçek anlam ı­
nı, bu p ratik kavram ın işaret ettiği gerçeklikleri ciddiye alması
kesinlikle kaçınılm azdır. H em b u dileğin, hem de yeni dene­
yim lerin ifade b u lduğu hâlâ belirsiz, m uğlak ve ideolojik biçim ­
ler arasında kom ünistlerin gidip gelmesi - ve kendi teorik kav­
ram larını, gerekliliği m utlak olarak kanıtlandığında zam anım ı­
zın p ratik altüst oluşlarına uygun yeni teorik kavram lan oluş­
turm aları kesinlikle kaçınılm azdır.
Ama, ideolojiyi bilim sel teoriden ayıran sınırın Marx tarafın­
dan yaklaşık 120 yıl önce aşıldığını; b u b üyük girişim in ve bu
b ü y ü k keşfin, etkileri dünyanın görü n ü m ü n ü ve tarihini yavaş
yavaş d ö n ü ştü rm ü ş b ir bilginin kavram sal sistemi içine dahil
olm uş eserlerde belirtildiğini unutm am alıyız. Bu yeri do ld u ru l­
m az kazanım ın sağladığı yarardan, zenginlik ve potansiyel b a­
kım ından b u ana kadarki kullanım ı aşan teorik kaynaklarının
sağladığı yarardan b ir an için bile vazgeçmemeliyiz, vazgeçem e­
yiz. D ünyada b u g ü n olup bitenin kavranılm asının ve sosyaliz­
m in tem ellerini genişletm ek ve güçlendirm ek için kaçınılm az
olan politik ve ideolojik gelgitin, ancak, kendi hesabım ıza,
Marx’m bize sağladıklarının berisine, ideoloji ile bilim arasında­
ki hâlâ belirsiz sınıra kadar düşm em em iz koşuluyla m üm k ü n
olduğunu unutm am alıyız. Bu sınırı aşmaya yaklaşan herkese
yardım edebiliriz: Ama ancak bizim de aşmış olm am ız ve bu
m anzaranın tersinm ez sonucunu kavram larım ız arasına kaydet­
m em iz koşuluyla.
Bize göre, “reel” teorik slogan değildir: Reel, bilgisinden b a­
ğımsız olarak var olan; fakat ancak kendi bilgisiyle tanım lana­
bilen gerçek nesnedir. Bu ikinci, teorik ilişki koşullarında, reel,
kendi bilgisinin araçlarıyla birlik oluşturur, reel onun bilinen ya
da bilinecek yapısıdır, M arksist teorinin nesnesidir, Marx’m ve
Marx İçin
303
Lenin’in b ü yük teorik keşiflerinin işaret ettiği bu nesnedir, sü ­
rekli gelişme halinde olan b u engin ve canlı teorik alandır, b u n ­
dan böyle insan tarihinin olaylarına ancak insan pratiği hâkim
olabilir, çü n k ü artık o n lan n kavram sal kavrayışı, bilgileri için­
de olacaktır.
Reel ya da sosyalist h üm anizm in, teorinin bakış açısıyla at­
fedilen statüye bağlı olarak bilm enin ya da yanlış anlam anın k o ­
n usu olabileceğini gösterirken başka bir şey söylem ek istiyor
değilim; tam am en başka bir işlevle karışm ayıp, kendi işlevine
tam am en uyum sağladığı ölçüde pratik, ideolojik slogan olarak
hizm et edebilir; teorik b ir kavram ın özniteliklerinden h içb ir b i­
çim de yararlanam az. Ayrıca b u sloganın kendi ışığı olm adığını,
en fazla, ışığın, onun dışında, hangi yerd e h ü k ü m sü rd ü ğ ü n ü
belirtebileceğini söylem ek istiyorum . Bu pratik, ideolojik kav­
ram ın belli bir enflasyonunun M arksist teorinin kendi sınırları­
n ın berisine düşm esine yol açabileceğini söylem ek istiyorum ;
ve, dahası, kendi tarzı içinde, varlığını ve aciliyetini belirtm ek­
le görevli olduğu sorunların gerçek konum unu, yani gerçek çö­
zü m ü n ü engellemese bile, bozabilir. Olayları daha basit dile ge­
tirirsek, tü m hüm anist ideolojide derinlem esine yer etm iş olan
ahlaka başvuru, gerçek sorunların hayali olarak ele alınm ası ro ­
lünü oynayabilir. Bu sorunlar, bir kez bilindiğinde, belirgin te­
rim lerle ortaya atılır: Bunlar, ekonom ik yaşam, politik yaşam ve
bireysel yaşam biçim lerinin örgütlenm e sorunlarıdır. Bu so ru n ­
ları gerçekten ortaya atm ak ve gerçek anlam da çözüm lem ek
için, onları kendi adlanyla, bilimsel adlarıyla anm ak gerekir.
H üm anizm sloganının teorik değeri yoktur, pratik anlam da işa­
ret edici b ir değeri vardır: M arx’m gerekliliğini dü şü n d ü ğ ü ta­
rihsel dönüşüm leri yaratm ak için b u n d an yola çıkarak som ut
Louis Althusser
304
sorunlara, yani b u n ların bilgisine varm ak gerekir. Bu süreçte,
pratik işleviyle doğrulanan hiçbir sözcüğün, haksız yere teorik iş­
lev üstlenm em esine özen göstermeliyiz: Ama pratik işlevini ye­
rine getirdikçe teorinin alanından da yok olm asına özen göster­
meliyiz.

Ocak 1965.
Okurlara*

O kurlara M arx İçin ’in tercüm esini kısaca tanıtm ak ve b u ve­


sileyle de, zam an içinde geriye giderek, bu küçük kitabın felsefi
içeriği ve ideolojik anlam ı hakkında “durum saptam ası” yapm ak
istiyorum.
M arx İçin Fransa’da 1965 yılında çıktı. Ama yalnızca önsözü
(“Bugün”) 1965 tarihlidir. Tüm diğer m etinler daha önce, 1960-
1964 arasında makale biçim inde Fransız Komünist Partisi’nin der­
gilerinde yayım landı.1Yazılar, hiçbir düzeltm e ya da gözden geçir­
me yapılm adan, zamanında yazıldıkları gibi bir araya getirildiler.
Bu denem eleri anlam ak ve değerlendirm ek için, bunların,
kom ünist bir filozof tarafından, belirli bir ideolojik ve teorik
konjonktürde tasarlandığını, kaleme alındığını ve yayım landığı­
nı bilm ek gerekir. Dolayısıyla b u m etinleri m evcut halleriyle ele
almalı. Bunlar felsefi denem elerdir, u zu n soluklu bir araştırm a­
nın ilk evreleridir, gözden geçirilmeyi kesinlikle hak eden geçi­
ci sonuçlardır: Bu araştırm a, M arx’m kurduğu bilim in ve felsefe­
nin ilkelerinin özgül doğasına yöneliktir. Yine de bu felsefi de­
nem eler yalnızca derin bilgiye dayalı ya da spekülatif bir araştır­
m adan kaynaklanm azlar. Bunlar, aynı zam anda, belirli bir k o n ­
jo n k tü re yönelik m üdahalelerdir.

* Bu m e tin Louis A lthusser tarafın d an 10 E kim 1 9 6 7 ’de, M arx /çin in yabancı d illerde ya­
pılan çok sayıda baskısına so n sö z olarak kullanılm ası am acıyla kalem e alınm ıştır. Kaynak:
A rchives A lthusser/IM E C (Fransızca e d itö rü n n o tu ).
1) K atolik b ir dergi o lan E spni'de y ayım lanm ış Bertolazzi ve Brecht ü zerine m akale hariç.
Louis Althusser
306
I

Önsöz 'de görülebileceği gibi, bu konjonktür öncelikle Fran­


sız teorik ve ideolojik konjonktürüdür, daha özel olarak da
Fransız kom ünist partisinde ve Fransız felsefesinde m evcut kon­
jo n k tü rd ü r. Ama, tam am en Fransız b u konjonktürün ötesinde,
aynı zam anda, enternasyonal kom ünist hareketin içindeki m ev­
cut ideolojik ve teorik konjonktüre de yöneliktir.
Elbette, okuyacağınız denem eler b u konjon ktürün politik
öğelerine (kom ünist partilerin politikaları, enternasyonal kom ü­
nist hareketin ayrılıkları) yönelik değildir. Bu konjonktürde
m evcut olan ve bu konjonktürün yarattığı ideolojik ve teorik so­
runları kapsam aktadır. Bu sorunlar, bazı yanlarıyla yenidir; baş­
ka açılardan ise, u zu n zam andan beri işçi hareketinin tarihine ait
tartışm alara gönderm ede bulunm aktadır.
Enternasyonal kom ünist hareket, içinde bulunduğu kon­
jo n k tü rü n y a k ın dönem öğeleri dikkate alındığında, Stalin’in
ö lüm ünden beri iki büyük olayın hâkim olduğu bir konjonktür­
de yaşamaktadır: XX. Kongre tarafından “kişiye tapm a”m n eleş­
tirisi ve Çin Kom ünist Partisi ile Sovyet Kom ünist Partisi arasın­
da m eydana gelen kopm a.
“Kişiye tapm a”n m teşhir edilmesi, b u teşhirin m eydana gel­
diği çetin koşullar ve biçimler, yalnızca politik alanda değil, ide­
olojik alanda da derin yankılar uyandırdı. Peşisıra m eydana ge­
len şeyler arasında, ben yalnızca kom ünist entelektüellerin ide­
olojik tepkilerini dikkate alıyorum.
Stalinci “d o g m atizm in eleştirisi, kom ünist entelektüeller ta­
rafından genel olarak bir “kurtuluş” olarak “yaşandı.” Bu “k u rtu ­
luş”, “liberal”-“ahlaki” eğilimli derin bir ideolojik tepki doğurdu.
Bu tepki, “k u rtu lu ş”, “insan”, “insan kişiliği” ve “yabancılaşm a”
Marx İçin
307
gibi eski felsefi tem alarla kendiliğinden yeniden buluştu. Bu ide­
olojik eğilim, teorik sıfatlarını Marx’ın Gençlik Eserleri’nde ara­
dı. Bu eserler, gerçekten de, insan felsefesinin, insanın yabancı­
laşması ve k u rtu lu şu n u n tüm argüm anlarını içerm ektedir. Bu
koşullar, M arksist felsefede d u ru m u n paradoksal biçim de ters­
yüz olm asına yol açtı. O tuzlu yıllardan beri küçük burjuva en ­
telektüellerin M arksizme karşı m ücadelelerinde savaş atı olarak
kullanılm ış olan M arx’ın Gençlik Eserleri, XX. Kongre tarafın­
dan Stalinci dogm atizm den “kurtulm uş” çok sayıda kom ünist
entelektüel tarafından günüm üzde açıkça geliştirilen yeni M ark­
sizm “y o rum u”n u n hizm etine önce yavaş yavaş, sonra kütlesel
olarak sokuldu. “M arksist hüm anizm ” teması, Marx’ın eserinin
“hüm anist” yorum u, yakın dönem M arksist felsefede, Sovyetik ve
Batılı kom ünist partilerde bile adım adım ve karşı konulm az bi­
çim de baskın çıktı.
Öncelikle kom ünist entelektüellere özgü b u ideolojik tepki­
nin, bazı direnişlere rağmen, böyle bir gelişme gösterebilmesi,
SSCB’deki ve Batı’daki kom ünist partilerin dile getirdikleri bazı
politik sloganlann doğrudan ya da dolaylı desteğinden yararlan­
m ası sayesinde m ü m k ü n olm uştur. Ö rneğin, SBKP’nin XXII.
Kongre’si, sınıf m ücadelesinin ortadan kalkmasıyla birlikte p ro ­
letarya diktatörlüğünün SSCB’de “aşıldığı”nı, Sovyet devletinin
artık bir sınıf devleti değil, “tüm halkın devleti” olduğunu; ve
SSGB’nin, “H er Şey İnsan İçin!” “hüm anist” sloganıyla “kom üniz­
m in inşasına” giriştiğini ilan etmiştir. Örneğin, Batılı kom ünist
partiler de sosyalistlerle, dem okratlarla ve Katoliklerle birlik p o ­
litikalarını, v u rgunun “sosyalizme barışçıl geçiş”e, “Marksist” ya
da “sosyalist hüm anizm ”e, “diyalog”a yapıldığı, benzer çağrışım­
lı sloganlarla sürdürm üşlerdir.
Bu belirli koşullarda geliştirilmiş olan Marksist teorinin “hü-
Louis Althusser
308
m anist” yorum ları, önceki dönem in (1930-1956-yılları) geçmiş
bakış açısıyla bakıldığında, yeni bir görüngüyü temsil etm ekte­
dir. Yine de, işçi hareketinin tarihinde bunların çok sayıda tarih­
sel önceli vardır. Marx, Engels, Lenin -yalnızca onları sayarsak-
M arksist teoriyi tehdit eden idealist, hüm anist türdeki ideolojik
yorum lara karşı hiç durm adan m ücadele ettiler. Burada, M arx’m
Feuerbach’m hüm anizm inden kopm asını, Engels’in D ühring’e,
karşı m ücadelesini, Lenin’in Rus halkçılarına karşı uzu n savaşı­
m ını, vs. hatırlam ak yeter. Tüm bu geçmiş m iras elbette enter-,
nasyonal kom ünist hareketin şim diki ideolojik ve teorik k o n ­
jo n k tü rü n ü n parçasıdır.
Bu k o njonktürün yakın dönem deki görünüm üne geri d ö n ­
m ek için, şu saptam ayı ekleyeceğim.
1963 tarihli “M arksizm ve H üm anizm ” adlı m etinde, M ark­
sist ya da sosyalist “H üm anizm ” tem alarının bugünkü enflasyo­
n u n u ideolojik bir görüngü olarak yorum lam ıştım . Toplum sal
gerçeklik olarak ideolojiyi asla m ahkûm etm edim : Marx’in dedi­
ği gibi, insanlar sınıf m ücadelelerinin “bilincine” ideolojinin
içinde varırlar ve bu m ücadeleyi “sonuna kadar götürürler”; di­
ni, ahlaki, hukuksal ve politik biçimi altında ideoloji, nesnel bir
toplum sal gerçekliktir; ideolojik m ücadele sınıf m ücadelesinin
organik parçasıdır. Buna karşılık, ideolojinin teorik etkilerini
eleştiriyordum ; bunlar her zam an bilim sel bilginin önünde bir
tehdit ya da bir engeldir. Ve, “Marksist hüm anizm ” tem alarında­
ki enflasyonu ve bunların Marksist teoriyi gaspını, ikili bir güç­
süzlüğün ve ikili bir tehlikenin olası tarihsel sem ptom u olarak
yorum lam ak gerektiğini belirtiyordum . M arksist teorinin özgül­
lüğünü düşünm ede güçsüzlük ve M arksizm-öncesi ideolojik yo­
rum larla onu karıştırm anın bağlantılı revizyonist tehlikesi. XX.
Kongre sonrası konjonktürün ortaya attığı (özünde politik ve
Marx İçin

ekonomik ) gerçek sorunları çözm ede güçsüzlük ve yalnızca ide­


olojik form üllerin aldatıcı “çözüm ”ü altında b u so ru n lan gizleme
tehlikesi.

II

Okuyacağınız m etinler bu konjonktürde tasarlandı ve yayım­


landı. O nların doğalarını, ve işlevlerini değerlendirebilm ek için
bu konjonktüre gönderm ede bulunm ak gerekir: Bunlar felsefi
denem elerdir, nesneleri teorik araştırm alardır ve hedefleri, teh­
likeli eğilimlere tepki gösterm ek için, m evcut teorik-ideolojik
konjonktüre müdahale etmektir.
Çok şem atik olarak, bu teorik m etinlerin ikili b ir “m üdaha­
le” içerdiklerini, ya da, bir yanda Marksist teori ile diğer yanda,
M arksizme yabancı ideolojik eğilimler arasında -L e n in ’in m ü ­
kem m el deyişiyle- bir “sın ır çizg isi” çekm ek amacıyla iki cephe­
de de “m üdahale ettiklerini” söyleyebilirim.
Birinci müdahalenin konusu, Marksist teori ile tehlikeye düş­
tüğü ya da tehdidi altında olduğu felsefi (ve politik) öznellik b i­
çimleri arasında “sınır çizgisi çekm ek”tir: Öncelikle, am pirizm ve
klasik ya da m odern değişkeleri, pragm atizm , volontarizm , ta-
rihselcilik, vs. Bu birinci m üdahalenin uğrakları şunlardır: Dev­
rimci sınıf m ücadelesi için M arksist teorinin önem inin kabulü,
farklı pratikler arasındaki ayrım, “teorik pratiğin” özgüllüğünün
ortaya konm ası, M arksist teorinin devrimci özgüllüğü üzerine
ilk araştırm a (idealist diyalektik ile m ateryalist diyalektik arasın­
da net ayrım), vs.
Bu birinci m üdahale esas olarak Marx ile Hegel arasındaki ça­
tışm anın alanında yer alır.
İkinci müdahalenin konusu, bir yandan, M arksist tarih bilimi
Louis Althusser
310
ve Marksist felsefenin hakiki teorik temelleri ile diğer yandan,
“insan felsefesi” ya da “hüm anizm ” olarak M arksizmin güncel
yorum larının dayandığı M arksizm-öncesi idealist nosyonlar ara­
sında “sınır çizgisi çizm ek”tir. Bu ikinci m üdahalenin tem el uğ­
raktan şunlardır: Marx’ın düşüncesinin tarihinde “epistem olojik
k o puş”u n ortaya konm ası, gençlik eserlerinin ideolojik “sorunsa­
lı” ile K a p ita lin bilimsel “sorunsalı” arasındaki temel farklılık;
Marx’m teorik keşfinin özgüllüğü üzerine ilk araştırm alar, vs.
Bu ikinci m üdahale esas olarak M arx’m gençlik eserleri ile Ka­
pital arasındaki çatışm anın alanında yer alır.
Bu iki m üdahale, argüm anların, m etin analizlerinin ve teorik
tartışm aların ayrıntısının arkasında, büyük bir karşıtlığı ortaya
çıkarır: Bilimi ideolojiden ayıran karşıtlık, çok kesin olarak,
oluşm akta otan yeni bir bilimi, b u bilim in üzerinde inşa edil­
m ekte olduğu “zem in”i işgal eden bilim sellik-öncesi teorik ide­
olojilerden ayıran karşıtlık. Bu nokta önem lidir: Bilim/ideoloji
karşıtlığında ele alınan şey, bilim in oluşum undan önce, bilgisini
verdiği nesnenin “düşünüldüğü” teorik ideoloji ile bilim arasın­
daki “kopm a” ilişkisini içerir. Bu “kopm a”, ideolojilerin (din, ah­
lak, hukuksal, politik ideolojiler, vs.) işgal ettiği nesnel toplum ­
sal alanı dokunulm am ış olarak bırakır. Teorik olmayan ideoloji­
lerin bu alanında da “kırılm alar” ya da “kopm alar” vardır, ama
bunlar politiktir (politik pratiğin, büyük devrim ci olayların etki­
si), “epistem olojik” değil.
Bilim ile ideoloji arasındaki bu karşıtlık ve bu karşıtlığın ta­
rihsel karakterini düşünm eyi sağlayan “epistem olojik kopm a”
nosyonu, bu analizlerin ardında her zam an m evcut olmakta bir­
likte, açıkça geliştirilmemiş olan bir teze gönderm ede bulunur:
Marx’ın keşfinin, doğası ve etkileri bakım ından, tarihte öncesi
olmayan bilimsel bir keşif olduğu tezi.
Marx İçin
311
Gerçekten de, M arksizmin klasiklerinin sürekli olarak tekrar
tekrar ele aldıkları geleneğe uygun olarak, M arx’ın yeni bir bilim
k urd u ğ u n u ileri sürebiliriz: “Toplum sal o lu şu m la rın tarihinin
bilimi.
Kesin olarak belirtm ek için, Marx’ın bilimsel bilgi için yeni
bir “kıta”, tarih kıtası “açtığını” söyleyebilirim - tıpkı Thales’in
bilim sel bilgi için m atem atik “kıtasını” açması gibi, tıpkı Gali-
leo’n u n bilimsel bilgi için fiziksel doğa “kıtasını” açması gibi.
Tıpkı Thales’in m atem atiği kurm asının Platoncu felsefenin
doğuşuna “yol açması” gibi, tıpkı Galileo’n u n fiziği kurm asının
Kartezyen felsefenin doğuşuna “yol açması” gibi, Marx’m tarih
bilim ini kurm asının da teorik ve pratik anlam da devrimci yeni
b ir felsefenin, M arksist felsefenin ya da diyalektik m ateryalizm in
doğuşuna “yol açtığını” ekleyebilirim. Öncesi olm ayan b u felse­
fenin, teorik oluşum u açısından, M arksist tarih bilim i (tarihsel
m ateryalizm ) karşısında hâlâ gecikmiş kalması, hem tarihsel-po-
litik nedenlerle, hem de teorik nedenlerle açıklanır: Büyük felse­
fi devrim lerden önce her zam an için b üyük bilimsel devrim ler
gelir ve onları b u bilim sel devrim ler “taşır”, onların içinde “işler­
ler”, ama bu felsefi devrim lere belirgin ve uygun bir biçim ver­
m ek için uzu n bir teorik alışma ve uzu n bir tarihsel olgunlaşm a
gerekir. Okuyacağınız m etinlerde M arksist felsefeye vurgu yapıl­
m ış olması, hem gerçekliğinin ve varoluş hakkının, hem de ge­
cikm işliğinin ölçüsünü çıkarm ak ve doğasına biraz daha uygun
teorik b ir varlık biçim i vermeye başlam ak içindir.

III

Elbette, bu m etinler, yalnızca cahilliklerin ve yanlışlıkların


değil, sessizliklerin ya da kısmi sessizliklerin de damgasını, hat­
Louis Althusser
312
ta kimi zam an hissedilir biçim de taşır. Tüm bu sessizlikleri ve
etkilerini yalnızca aynı anda her şeyi söylem enin imkânsızlığıy­
la ya da k o n jo n k tü rü n aciliyetleriyle açıklayamayız. Aslında, b a­
zı soruları gerektiği gibi ele alacak düzeyde değildim, bazı güç
noktalar benim için karanlıktı: Sonuç, önem taşıyan bazı so ru n ­
ları ve bazı gerçeklikleri m etinlerim de, olması gerektiği gibi
açıklayamadım. “Özeleştiri” niteliğinde olm ak üzere, özellikle
hissedilir olan iki noktayı belirtiyorum .
1. Devrimci pratik için teorinin yaşamsal gerekliliğine vurgu
yapmış ve am pirizm in tüm biçim lerini teşhir etmiş olsam da,
M arksist-Leninist gelenekte çok büyük bir rol oynayan “teori ile
pratiğin birliği” so ru nunu işlem edim . “Teorik pratik”in içinde
teori ile pratiğin birliğinden kuşkusuz söz ettim , am a politik pra-
tiğin içinde teori ile pratiğin birliği sorununu işlem edim . Bunu
belirtelim. Bu birliğin genel tarihsel varlık biçim ini incelem e­
dim: M arksist teori ile işçi hareketi ’nin “kaynaşm ası.” Bu “kaynaş­
m a d ın som ut varlık biçimlerini incelem edim (sınıf mücadelesi
örgütleri - sendikalar, partiler - bu örgütlenm eler tarafından sı­
nıf m ücadelesinin yönetim yolları ve yöntem leri, vs.). Bu som ut
varlık biçim lerinde M arksist teorinin işlevini, yerini ve rolünü
belirtm edim : M arksist teori, politik pratiğin gelişimine nerede
ve nasıl m üdahale eder; politik pratik, Marksist teorinin gelişi­
m ine nerede ve nasıl m üdahale eder?
Deneyim bana gösterdi ki, b u sorular üzerindeki sessizlik,
benim denem elerim in bazı türdeki “okum aları” (“teorici”) üze­
rinde etkili olm uştur.
2. Aynı şekilde, Marx’m keşfinin teorik olarak devrim ci nite­
liği üzerinde durm uş olsam da, Marx’ın yeni bir bilim ve yeni bir
felsefe kurm uş olduğunu belirtm iş olsam da, felsefeyi bilim den
ayıran çok önem li farklılığı m uğlak bıraktım . Bilimlerden farklı
Marx için
------------------------------------------------------------------------------------------3 İ3
olarak Jelsejeye özgü olan şeyi neyin oluşturduğunu gösterm e­
dim: Teorik disiplin olarak ve teorik varlık biçim leri ve gerekli­
likleri içinde, her felsefenin politikayla olan organik ilişkisini ele
almadım. M arksist felsefede pragm atik bir ilişkiyle alâkası olm a­
yan bu ilişkinin doğasını belirtm edim . Dolayısıyla, bu açıdan,
M arksist felsefeyi önceki felsefelerden ayırt eden şeyi açıkça gös­
term edim .
Deneyim bana gösterdi ki, b u sorular üzerindeki kısmi ses­
sizlik, benim denem elerim in bazı türdeki “okum a”ları (“poziti-
vist”) üzerinde etkili olm uştur.
Teorik ve pratik açıdan sıkı sıkıya birbirine bağlı olan b u iki
önem li sorunu sonraki incelem elerde ele almayı düşünm ekte­
yim.

Ekim 1967.
Louis Althusser.
Biyografik Açıklama1

Louis Althusser, banka m em uru olan babasının şirket tara­


fından gönderildiği Birm andreis’de (Cezayir) 16 Ekim 1918’de
doğdu. (Babası daha sonra, Cezayir Bankası’nın Marsilya’daki
bürosunda m ü d ü r olacaktır).
Jean G uitton’un, Jean Lacroix ve Joseph H ours’u n öğrencisi
olduğu Lyon Lisesi’nd en m ezun olduktan sonra, 1939 tem m u­
zunda Yüksek Ö ğretm en O kulu’n u n [Ecole normale supérieure
(Ulm Sokağı), ENS] giriş sınavından geçti. Aynı yılın eylül ayın­
da askere alındı, bozgunda esir düştü ve Almanya’daki bir esir
kam pında beş yıl geçirdi.
Esirliksen geri d ö n ü şü n d en sonra, 1945-1948 arasında
ENS’deki felsefe öğrenim ine devam etti ve Gaston Bachelard’ın
yönetim inde, “Hegel Felsefesinde içerik N osyonu” üzerine yaz­
dığı teziyle diplom asını aldı2 ve doçentlik sınavından geçti. O
dönem de, sıkı bir dostluk ve entelektüel ortaklıkla Jacques Mar-
tin’e (1941 m ezunu, Hegel ve H erm ann Hesse çevirmeni,
1963’te intihar edecektir, M arx için ona ithaf edilm iştir) ve Mic­
hel Foucault’ya (1946 m ezunu) bağlanır. Aynı yıl, ENS’de felse­
1) A lth u sser’in biyografisi için Y ann M o u îier-B o u tan g ’ın L ou is A lthu sser, u n e b io g ra p h ie’y e
(c. I, G rasset, Paris, 1992 -ik in c i cilt y ak ın d a çık acak tır) bakılabilir. B urada yer alan b il­
giler, k ısm e n . Ecrits P ou r A lthu sser adlı k itab ım a (La D éco u v erte, Paris, 1991) eklenm iş
o la n “b iy o g rafik açıklam a"ya ve Bulletin d e ¡'A ssociation am icale d e secou rs d es an cien s é lè ­
ves d e l'Ecole n orm ale su p érieu re (1 9 9 3 yılı; 4 5 , ru e d'U lm , 7 5 0 0 5 , Paris) iç inde yer alan
A lthusser (Louis) m a d d e sin e d a y an m ak ta d ır. Ayrıca b k z. G regory Elliott’u n m ü k em m el
sentezi: A lthusser. T he D etou r o f T heory, V erso, L ondra ve N ew York, 1987 (çok eksiksiz
b ir bibliyografya da v ardır; am a y ay ım lan m am ış eserlerin in b a sk ısın d a n öncedir).
2) B ugün E crits p h ilosop h iq u es et p olitiq u es iç in d e y ay ım lan m ıştır (c. 1).
Marx İçin
315
fe yardım cı doçenti olarak atandı (daha sonra asistan, baş asis­
tan ve doçent olacaktır). 1980’e kadar b u m evkide aralıksız gö­
rev yapacaktır. 1950’den itibaren, ayrıca Lettres de l’Ecole bö lü ­
m ünde sekreterlik yapacaktır.
Yine 1948 yılında Fransız K om ünist Partisi’ne katılır. Aktif
olarak, özellikle, Barış H areketi’nde faaliyet gösterecektir.
1949 yılında Althusser (yeniyetmelik dönem inde ateşli bir
Katolik’ti ve Katolik gençlik örgütlerinin üyesiydi ve savaştan
sonra da birkaç yıl boyunca “işçi rahipler” hareketiyle sıkı ilişki­
ler sürdürm üştü), L’Évangile captif de (Jeunesse de l’Église’in X.
Defteri) “M üjde günüm üz insanlarına duyuruldu m u?” sorusuna
cevap olarak, Hıristiyanlığın tarihsel k onum u üzerine bir m aka­
le yayımlar.
Ellili yıllarda, özellikle Revue de l ’enseignement philosophi­
que'd e birkaç m akale yayımlar (özellikle “Tarihin Nesnelliği
Üzerine Paul Ricoeur’e M ektup”), sonra, 1959 yılında, ilk kitabı
olan Montesquieu. La politique et l’histoire PUF Yayınları’nın Jean
Lacroix yönetim indeki dizisinden çıkar.
1960 yılında, PUF Yayınları’nda Jean H yppolite’in yönettiği
dizide, A lthusser’in Ludwig Feuerbach tercüm e ve sunum u ya­
yımlanır: Manifestes philosophiques.
1961 yılında, (yöneticisi Georges Cogniot ve yazı kurulu sek­
reteri dostu Marcel C ornu olan) La Pensée adlı dergide, Althus-
ser’ci Marx okum alarının ilk tezahürü olan “Genç Marx Üzerine
- Teori Sorunları” m akalesi yayımlanır (M arx için’de yeniden ya­
yımlanacaktır).
1964 yılında, La Nouvelle Critique’de, “Freud ve Lacan” adlı
makalesi yayımlanır. Positions'da (Éditions sociales, 1976) yeni­
den yayım lanacak olan b u m akale,' Fransa’da Marksizm ile psi-
3) P sik an aliz Ü z erin e Y azılar. F re u d ve L acan ' da ¡Ecrits su r la psychan alyse. F reu d et L a c a n ]
yen id e n yayım lan acak tır (Stock/IM E C , Paris, 1993 ve Le Livre de Poche, Paris, 1996),
Louis Althusser
316
kanaliz arasındaki ilişkileri derinden dönüştürecektir. Aynı yıl
Althusser (SFP’den atılan) Jacques Lacan’ı sem inerlerini verm ek
üzere ENS’ye davet ettirir (birinci yıl Spinoza’ya başvuruyla açı­
lır ve Concepts fondam entaux de la psychanalyse’i işler).4
1965: M arx İçin [Pour M arx ] (1961-1965 tarihli m akaleler
derlemesi) ile “KapitaV’i O kum ak [Lire “Le Capital”] (Jacques Rän­
d ere, Pierre Macherey, Etienne Balibar ve Roger Establet ile bir­
likte) yayımlanır. Bu eserler, François M aspero (Paris) Yayınla-
rı’n ın “Teori” dizisinin açılış kitaplarıdır. Kitaplar tüm dünya dil­
lerine çevrilecek, şiddetli tartışm alara yol açacak, ama aynı za­
m anda “M arksizm in yeni başlangıcı” olarak da selam lanacaktır
(Alain Badiou). M arksist tartışm ada yirmi yıl boyunca önem li et­
kileri olacaktır. Marx’in eserinde “epistem olojik kopuş” olduğu­
n u ileri süren, ve, “Stalin’in kişiliğine tapm a” eleştirisi sürerken,
tarihsel materyalizm ile “teorik hüm anizm ”in uyuşm azlığını ile­
ri süren 1961 tarihli m akalenin Kom ünist Parti içinde zaten baş­
latm ış olduğu polem iği bu eserler iyice şiddetlendirecektir. La
Pensée ve La Nouvelle Critique dergileri bunlara özellikle karşılık
verecek, aynca çok sayıda kom ünist olm ayan yayında da yankı­
ları görülecektir. Aynı zam anda, bu eserler, “yapısalcılığın” k u ­
rucu m etinleri arasına yerleştirilecektir. “Yapısalcılığın” nüfuzu
-şid d etli direnişlere ra ğ m en - Fransız felsefesinde yayılır (Lévi-
Strauss’u n, Lacan’ın, Barthes’ın, F oucault’n u n yanında). “Sorun­
sal”, “sem ptom al okıim a”, “yapısal nedensellik”, “üstbelirlenim ”,
“ideolojik im gelem ” gibi nosyonlar on yıl boyunca, “A lthus­
ser’cilik”e referanslarıyla -y a da referanssız- felsefi söylem in uf­
k u n u oluşturm aya katkıda bulunur. Althusser’i ve etkisini açık-

4) Kişisel ve k o le k tif te o rik faaliyetin y o ğ u n o ld u ğ u b u d ö n e m d e A lth u sse r'in EN S’deki


s em in erleri şu k o n u la ra ay rılm ıştır: 1 9 6 1 -1 9 6 2 y ılın d a G en ç M arx’in incelenm esi, 1962-
1963 yılın d a y a p ıs a lc ılığ ın k ö k e n le r i ü z e rin e , 1 9 6 3 -1 9 6 4 yılında L ocan ve p sika n a liz , son
o la ra k d a 1 9 6 4 -1 9 6 5 y ılın d a "K a p i t a li O k u m a k (aynı adlı k o le k tif eserin kaynağı b u d u r).
Marx için
317
ça hedef alan Sartre, "nosyon'a karşı fcavram’dan yana olm a”m n
önem i üzerinde duracaktır.
Elisabeth Roudinesco’ya göre (La Bataille de Cent Ans. Histo­
ire de la psychanalyse en France, c. II), Althusser 1965 yılında Dr.
René Diatkine’le psikanalitik tedaviye başlar. Dr. René 1987 yı­
lm a kadar onunla ilgilenecektir.
1966 yılında, Choisy-le-Roi’da Althusser’in yokluğunda to p ­
lanan kom ünist filozoflar birliği, partinin resm i filozofu olan Ro­
ger G araudy’nin “teorik anti-hüm anizm ”e karşı bir suçlamasını
dinler. Aragon’u n başkanlık ettiği Argenteuil M erkez Komite­
si’nde (11-13 Mart), hem Garaudy’nin, hem de A lthusser’in tez­
lerine resmi olarak karşı çıkılır. Lucien Sève (ENS’de gördüğü
eğitimin başlangıcında A lthusser’in öğrencisi ve uzun süre de
dostu olacaktır) FKP yönetim ine en yakın filozof olur.5 Aynı yıl,
Althusser (Kom ünist Öğrenciler Birligi’ndeki bir ayrılıktan do­
ğan Maoist eğilimli M arksist-Leninist Genç Kom ünistler Birliği)
UJCML’n in yayın organı olan Cahiers marxistes-léninistes için
“[Çin] K ültür Devrimi Üzerine” adlı bir makaleyi isimsiz olarak
yazar. Bu birliğin birçok yöneticisi -özellikle Robert L inhart-
Althusser’in öğrencisi ve dostudur, ya da geçmişte öğrencisi ya
da dostu olmuş kişilerdir. Althusser m etnini şöyle bitirir: “Kül­
tür devrim ini ihraç etm ek söz konusu değildir. Ama onun teorik
ve politik dersleri tüm kom ünistlere aittir.” Böylece, bazılarının
ikili oyun diye kabul edecekleri (ve teşhir edecekleri) dönem
açılır. Althusser’in, enternasyonal kom ünist hareketin üyelerinin
birliğine -te o rik tem ellerde- katkıda bulunm a um u d u n d an asla
vazgeçmemiş olması m uhtem eldir.
Yine 1966 yılında, ENS’deki Rousseau üzerine derslerinden

5) "H üm anizm a T artışm ası” ü zerin e 1967 yılında tasarlan m ış b ir k itap için A lthusser’in
kalem e aldığı u z u n b ir giriş m e tn i Écrits...., a.g .e., c. II, s. 4 3 3 -5 3 2 ’de b u lu n u r.
Louis Althusser
318
“Toplumsal Sözleşme Üzerine (U yum suzluklar)”ı, Cahiers pour
l’analyse, no 8, L ’impensé de Jean-Jacques Rousseau sayısında; ve
“Crém onini, Soyutun Ressamı”nı Démocratie nouvelle, no 8,
Ağustos 1966’da yayımlar.
1967 yılında, Althusser Sovyet dergisi Voprossi Filosofii için
“Marksist Felsefenin Tarihsel Görevi” üzerine uzun bir denem e
yazar. Yazı, dergi tarafından reddedilecek, ama 1968 yılında Ma­
caristan’da yayımlanacaktır. FKP’nin XVIII. Kongresi’nde H enri
Fiszbin (Paris Federasyonu’n u n m üstakbel sekreteri) şu açıkla­
mayı yapar: “Teorik bir anti-hüm anizm den ve başka sorunlar­
dan yana argüm anlar geliştiren bazı yoldaşların kendilerini sor­
gulamaları ve tavırlarının olum suz politik sonuçları hakkında
neler düşündüklerini bize söylemeleri gerektiği kanısındayız.
Düşm anlarım ız, partiye karşı m ücadelelerinde bu yoldaşların
yazılarını hatırlatıyorlar ve onlar da hiçbir şey dem iyor.” Régis
Debray’m Devrimde Devrim kitabı hakkında yazdığı bir m ektup­
ta6 Althusser şöyle der: “Senin de bildiğin gibi, kim i zam an geri
çekilm ek ve her şeyin bağlı olduğu incelemelere girişm ek politik
olarak aciliyet taşır."
1967-1968 yılında Althusser ENS’de (Pierre Macherey, Eti­
enne Balibar, François Regnault, Michel Pêcheux, Michel Fic­
h ant ve Alain Badiou ile birlikte) “Bilim Adamları İçin Felsefe
Dersleri”ni düzenler; Mayıs olaylarıyla birlikte dersler kesintiye
uğrar, ilk dört dersi, gözden geçirilmiş olarak, 1974 yılında Fel­
sefe ve Bilim A dam larının Kendiliğinden Felsefesi [Philosophie et
philosophie spontanée des savant] adı altında yayım lanır (“Teori”
dizisi). Althusser burada, “felsefenin bilimlerle ilişkisinin felsefe­
nin özgül belirlenim ini o luşturduğunu” ileri sürer (hakikat üze­
rine olan beşinci ders yayım lanm am ıştır). (“Felsefe, teori alanm-

6) Y ayım landığı yer: Régis D ebray, L a C ritiqu e des arm es, Le Seuil, Paris, 1974.
Marx İçin
-3 1 9
da, daha kesin ifade edersek: bilim ler nezdinde politikayı temsil
eder, - ve tersi, felsefe, politikada, sınıf m ücadelesine katılan sı­
nıfların nezdinde bilimselliği temsil eder.”)
Mayıs 1968’de, depressif bir dönem nedeniyle yeniden hasta­
neye yatırılan Althusser Q uartier Latin’de yoktur. Olaylar olup
bittikten sonra olayın boyutunu değerlendirm eye kalkıştığında,
“ideolojik kitle isyanı” olarak niteler. B unun ardından gelen
m ektuplaşm alara ve teorileştirm e çabalarına bugün erişebilm ek-
teyiz (özellikle “Michel Verret’nin Öğrenci M ayısı Makalesi H ak­
kında”, La Pensée, no 145; ve Maria-Antonietta M acchiocchi’nin
Lettere dall’interno del PCI a Louis Althusser adlı kitabında (Feltri-
nelli, 1969) yayım lanan ama M aspero’n u n yaptığı Fransızca bas­
kıda yer almayan m ektuplar). Nihayet ve özellikle, “İdeoloji ve
Devletin İdeolojik Aygıtları” makalesi (La Pensée, no 151, 1970).
Bu makale, 1969 yılında giriştiği Devlet, H ukuk, Üstyapı üzerine
tam am lanm am ış bir çalışm adan alınm adır.7 Burada özellikle şu
yorum okunabilir: “ideoloji, bireyleri özneler olarak çağırır, a d ­
landırır. Sonuç [...] özneler ‘y ürür’, ‘kötü özneler’ hariç, çoğu d u ­
rum da, ‘kendiliklerinden yürürler’...” Üniversiteye geri d ö n d ü ­
ğünde, La Cause du peuple Maocuları A lthusser’e revizyonizm in
destekçisi diye şiddetle saldırırlar. Diğer yandan FKP yönetim i
de Althusser’i M aocuların akıl hocası olarak görmeye devam et­
m ektedir... Bununla birlikte, L’H um anité “Fikirler” sayfasında,
Flam m arion’u n cep dizisinde yeni baskısı yapılan Kapital'm b i­
rinci kitabına yazdığı önsüzün önem li bölüm ünü yayımlar.
1970 yılında Althusser, Marta H arnecker’in, bir m ilyon sata­
cak olan Principios elementales del materialismo historico adlı kita­
bına (Siglo XXI, Mexico-Buenos Aires) bir önsöz kaleme alır
7) Bu taslağın tü m ü , 1 9 7 0 tarih li m ak a len in çeşitli değişkeleriyle b irlik te, Jac q u e s Bi-
d e t’n in çabaları so n u c u b u g ü n Yeniden Ü retim Ü zerin e [Sur la rep rod u ction 1 adı a ltın d a y a­
yım a hazırlan m ıştır (PUF, “A ctuel M arx C o n fro n ta tio n ” dizisi, Paris, 1995).
Louis Althusser
320-----------------------------------------------------------------------------------------
(“Sınıf m ücadelesi, sınıfların varlığının (türemiş) bir etkisi değil­
dir: Sınıf m ücadelesi ile sınıfların varlığı aynı şeydir”). “Teoride
sınıf m ücadelesi” tezinin yine ifade bulduğu başka değişik m e­
tinlerle birlikte (özellikle 1968 tarihli L’Uniiâ’daki söyleşi: “Dev­
rim Silahı Olarak Felsefe”), bu m etin de 1976 yılında Éditions
sociales’in yayımladığı Positions derlem esinde yer alacaktır. O
dönem , A lthusser’in Latin Am erika’daki etkisinin dorukta oldu­
ğu yıllardır; bazı m ilitanlar ve entelektüeller onu neredeyse yeni
Marx olarak kabul etm ektedir, ama yine Latin Am erika’da Alt­
husser üzerine çok çalışılacak ve çok tartışılacaktır.
1973 ve 1974 yıllarında, Althusser Marksist felsefeye dair ye­
ni kavrayışını iki kısa m etinde ifade eder: Bir Ingiliz kom ünistiy­
le polemiği aracılığıyla, felsefi hüm anizm eleştirisini sertleştirdi-
ği ve “Stalinci sapm a”yı “ekonom izm /hüm anizm çifti”nin acı se­
rüveni olarak nitelediği John Lewis’e Cevap [Réponse à John Lewis]
(“Teori” dizisi); ve kendinden ve öğrencilerinden, özellikle, “ya­
pısalcı olm am ış olsak bile [...] başka türlü güçlü ve tehlikeli bir
tu tk u n u n kurbanıydık: S p in o za c ıy d ık ,” diye söz ettiği Özeleştiri
Öğeleri [Éléments d ’autocritique, (Hachette Littérature)].
1975 yılında, Picardie Üniversitesi’nde doktora tezini “çalış­
maları üzerin d en ” savunur (bkz. “Amiens Tez Savunması”, Posi-
tions’da yeniden yayımlandı: “Machiavelli’yi hatırlıyorum , onun
ender olarak dile getirilen ama her zam an uygulanan yöntem
kuralı, a ş ı r ılık la r ı düşünm e gerekliliğidir.”). Ertesi yıl, Hélène
Rytman’la evlenir (Direniş içindeki ve m esleğindeki adı Legoti-
en’dir). SEDES’de araştırm a görevlisi sosyolog olan ve burada,
Fransa ve Afrika’daki kırsal gelişme ve toprak düzenlem esi poli­
tikalarına köylülerin tepkileriyle özellikle ilgilenen Hélène otuz
yıl boyunca A lthusser’e eşlik eder.
Bu yıllar boyunca (“O rtak P rogram ” yılları) A lthusser
Marx İçin
321
FKP’nin kam usal inisiyatiflerine oldukça düzenli olarak katılır.
Özellikle, 1973 yılında, L ’H um anité şenliği sırasında, “K om ü­
nistler, Entelektüeller ve K ültür” üzerine halka açık bir tartışm a­
ya Louis Aragon ve Jean Elleinstein’la birlikte katılır (L ’H um ani -
té’n in yöneticisi Roland Leroy ile çok dostça olan ilişkilerini her
zam an sürdürm üştür) ve 1976 yılında da Lucien Sève’in daveti
üzerine Kitap Fuarı’na katılır. Ama, Dom inique Lecourt’u n
Lyssenko, Bir “Proletarya Bilimi”nin Gerçek Tarihi [Lyssenko, Histo­
ire réelle d ’une “science prolétarienne” (“Teori” dizisi)] adlı kitabı­
na8 yazdığı önsözde Sovyetler Birliği hakkında şöyle der: “Bir
yanlış karşısında devamlı olarak susuluyorsa, bu, o n u n sü rü p
gittiğinin kanıtıdır: Bu suskunluk, yanlışın sürüp gitm esini sağ­
lam ak için de sürdürülüyor olabilir. Yanlışın sürm esinden bekle­
nen politik avantajlar için susuluyor olabilir.” L ’H umanité bir bil­
dirisinde, “aşikâr aşırılık lard an söz eder ve A lthusser’i, “kişisel
çalışm alannda partinin kolektif düşünce gelişimini tüm üyle bil­
m ezden gelm ek”le suçlar. Sonra, FKP’nin XXII. Kongresi’nde
“proletarya diktatörlüğü” sloganının terk edilmesi önerisinin
kışkırttığı polem ik başlar. 1976 yılında Kom ünist Öğrenciler
Birligi’n in düzenlediği bir konferansta (1977 yılında François
M aspero tarafından 22e Congrès adı altında yayımlanır), A lthus­
ser özellikle bu kararın alınm a biçimini ve kendi teorisinin - “Ga-
lileo’dan beri her materyalist bilm ektedir ki, çok sayıda içerimi
olan gerçek bir sorunu nesnel olarak yansıtan bilimsel bir kav­
ram ın yazgısı, politik b ir kararın konusu olam az.”- Kom ünist
Parti’de -M a r x İçin’de “Fransız sefaleti” üzerine sözlerine karşılık
o lara k - gördüğü küçüm sem eyi eleştirir.
“Avrupa K om ünizm i” stratejisinin Avrupa’da, özellikle İtal­
ya’da başlattığı daha genel tartışm alar bu m ünakaşayı keser. II

8) 1995 y ılın d a PU F’ten yeni baskısı yapıldı (“Q u a d rig e ” dizisi).


Louis Althusser
322
Manifesto gazetesinin (kurucularından biri, Althusser’in dostu,
İKP’nin eski m erkez kom ite üyesi Rossana Rossanda’dır) düzen­
lediği “Devrim Sonrası Toplum larda İktidar ve M uhalefet”9 ko­
nu lu Venedik kongresinde, “Nihayet M arksizmin Krizi!” teması
üzerine görüş belirtir. Bu yazısında, kurtuluşçu çabaları selam ­
larken, b unların “yeni bir görüngü olm adıklarını”, yirm inci yüz­
yılda M arksizmin tüm tarihine yayıldığını ileri sürer. 1978 yılın­
da, Enciclopedia Europea için yazdığı m akalesi de İtalya’da yayım­
lanır.10 Burada, Spinoza’nm bir deyişine karşılık olarak şöyle
yazmaktadır: “M arksizm, kendi tarihinin trajedilerinden, b u tra­
jedileri m ahkûm ederek ya da üzülerek kurtulam ayacaktır. [...]
Nihayet, k endinin ne olduğunu anlamaya başladığında değişe­
cektir.” Ayrıca da, aynı yıl, II Manifesto’n u n düzenlediği b ir tar­
tışm anın m etinlerinin bir araya geldiği Discutere lo Stato. Posizi-
oni a confronto su una tesi di Louis Althusser (De D onato, Bari) ad­
lı kitaba katkısı yayımlanır. Althusser, “yönetim partisi” nosyo­
n u n u eleştirm ekte ve “devlet dışı” bir devrimci parti nosyonunu
savunm aktadır, ayrıca M arksizmin “tam am lanm ış teori” olarak
görülm esini de eleştirm ektedir."
Çalışmasının çok sık kesintiye uğradığı b u dönem m etinleri
arasında -b u g ü n ulaşabildiğimiz ya da yakında ulaşılır hale ge­
lecek tam am lanm am ış m üsvettelerden bağımsız o larak- “Felse­
fenin D önüşüm ü” üzerine Granada Üniversitesi’nde verdiği k o n ­
feransları (“M arksist felsefe vardır, ama asla ‘felsefe’ olarak ü re­
tilm em iştir...”);12 Katalonya M imarlık Fakültesi’nde verdiği kon-
feranslan (“M arksist Teorinin ve Enternasyonal Kom ünist Fiare-

9) Bu b aşlık a ltın d a É d itio n s d u Seuil ta ra fın d a n yayım lam ıştır, Paris, 1978.
10) C. VII, G arzan ti, M ilano. Fransızca m e tin M. M ensuel, m a rx ism e, m ouvem en t, n o 43,
O cak 1991.
11) Fransızca m e tin D ialectiq u e dergisi, n o 2 3 , Paris, 1978.
12) Krş. Sur la p h ü osop h ie cildi. F ern an d a N av arro ile söyleşi ve yazışm alar, a rd ın d a n . L a
T ran sjorm a tion de la phü osophie, d izi “L’lnfîni", G alliıııard, Paris, 1994.
ketin Krizinin Bazı Sorunları”: “[...] Am pirizm , proletaryanın ai-
nıf m ücadelesinin bir num aralı düşm anıdır”) belirtebiliriz. Ayrı­
ca, psikanaliz üzerine metinler: “D oktor F reud’un Keşfi". Bu
m etnin ilk hali Tbilissi’deki Bilinçdışı Konulu Fransız-Sovyet
Sem pozyum u’na (1979) sunulm ak üzere hazırlanm ıştı. Ama
Althusser b u n a katılam ayacaktır (bu m etin onun tarafından geri
çekilecek ve ikinci bir m etin verilecektir: “Marx ve Freud Üzeri­
ne”; ama bu ilk m etin daha sonra A lthusser’in onayı olm adan
düzenleyici Léon C hertok tarafından yayım lanacaktır).13 Son
olarak da, F ondation Nationale des Sciences Politiques’deki [Si­
yasal Bilimler Ulusal Vakfı] “Machiavelli’nin Yalnızlığı”14 konulu
konferansı belirtelim (“D üşüncesi birazcık da olsa tarih yapm a­
ya katkıda bulunsaydı orada olamayacağını biliyordu.”).
Nisan 1978’de (partiden asla ayrılmamış olan ve hücresinin
faaliyetine katılmaya hiç ara vermemiş olan) Althusser, diğer beş
kom ünist entelektüelle birlikte açık bir m ektup imzalayarak, sol
birliğin parçalanm asından sonra “FKP içinde gerçek bir politik
tartışm a” talep eder. Le Monde gazetesinde “Kom ünist Partide
Artık Varlığını Sürdürem eyecek Olan Şeyler” başlığı altında bir
dizi m akale yayımlar (bir önsözle birlikte, bu başlık altında
François M aspero tarafından yayım lanacaktır). Burada şu nükte
görülür: “Marx, ‘bilinç her zaman geri kalır’ diyordu. Parti yöne­
timi bu ilkeyi şaşm az bir şekilde, sert eleştiriden çekinm eden
uygulam aktadır: Bilinçli olduğuna emindir, çünkü geri kalm ıştır...”
Parti basını ve örgütleri, başta genel sekreter olm ak üzere, Alt-
husser’i, “solcu” ve “sağcı” muhaliflerle birlikte yaylım ateşe tu­
tarlar.
13) D ialogue fra n c o -s o v ié tiq u e su r la p sychan alyse d e rle m e sin d e (Privât, T oulouse, 1984).
Krş. b u g ü n : Louis A lth u sser, É crits su r la psychan alyse. F reu d e t L acan , m etinleri derleyen
ve s u n a n O livier C o rp e t ve F rançois M atherotı, Stock/IM E C , Paris, 1993 (yeni baskı Le
Livre de P oche, 1996).
14) B ugün Futur an térieu r, n o 1, İlk b ah ar 1990’d a yay ım lan d ı
Louis Althusser
324
15 Mart 1980’de, Althusser Paris’teki Freudçu O kul’u n fesih
toplantısına katılır ve “psikanaliz görenler adına” Lacan’a (ertesi
yıl ölecektir) “m ükem m el ve içler acısı Arlequin*” m uam elesi ya­
par.
Mayıs 1980’de, cerrahi bir m üdahalenin ardından Althusser
çok ciddi bir depresif dönem e girer. En azından 1948’den beri,
“m anik-depresif psikoz”dan m uzdaripti, psikanalizini sü rd ü rü r­
ken, aynı zam anda, psikiyatrik ve kim yasal-terapik tedavi gör­
m ek için sık sık hastanede ve klinikte yatıyordu. Tüm yaz b o ­
yunca yine Paris’te bir kliniğe yatırılır. D urum u iyileşmez, ama
ekim ayı başında doktorlar onu evine gönderebileceklerini d ü ­
şünürler ve karısıyla birlikte evine kapanır. 16 Kasım 1980’de
Hélène Althusser ENS’deki dairelerinde kocası tarafından boğaz­
lanm ış olarak bulunur. Sainte-Anne hastanesine acil olarak kal­
dırılan Althusser hakkında, psikiyatrik uzm an incelem esinin ar­
d ından (“sert bir m elankolik evre” tanısı konulm uştur), Ceza Ya­
sasının 64. m addesinin uygulanm asıyla cezai ehliyetinin olm a­
dığı ilan edilir ve em niyet m üdürlüğü kararıyla önce Sainte-An-
n e’da, sonra Soisy-sur-Seine’deki L’Eau-Vive’de (Paris’in 13. böl­
ge hastanesi) tutulur. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından görevin­
den emekliye ayrılır.
1984-1986 arasında, yeni psikiyatrik incelem eden sonra,
em niyet m ü d ü rlü ğ ü nün yeni bir kararıyla idari kapatılm asına
son verilir; günlerini Paris’teki dairesi ile hastane bölüm ü arasın­
da geçirir, içe kapalı, ama kısm en norm al bir yaşama geri döner.
Fernando Navarro ile bir söyleşi yapar. Bu söyleşi Meksika’da Fi­
losofía y m arxism o adı altında yayım lanacaktır (Siglo XXI Edito­
res, 1988).15 U zun bir otobiyografik m etin kaleme alır: Gelecek
A rlequin: Italyan k o m ed isin d e re n k re n k parçalard an y apılm ış b ir giysi giyen g ü ld ü rü c ü
tip; genellikle b iri g ü lerk en diğeri -iç te k i, a sıl- ağlayan iki yüzle resm edilir.
15) Fransızca te rc ü m e si (k ısaltılm ış, am a b ir yazışına e k le n m iş) Sur la p h ilosop h ie’d e y a­
yım lanır.
Marx İçin
325

U zun Sürer [L’avenir dure longtemps]. Birkaç dostuna ve hatta ya­


yıncılara gösterdikten sonra, taslağı çekmecesine kilitler.16Ken­
disi gibi eski bir Stalag m ahkûm u olan, filozof ve teolog dostu
Stanislas Breton’u sık sık görür ve onunla “rastlantısal m aterya­
lizm ” ve “özgürlük teolojisi” üzerine tartışır.17 1987 yılında, ye­
m ek borusu tıkanm ası sonucu acilen ameliyata alınır, yeni bir
depresyon geçirerek Soisy’ye kaldırılır, oradan da La Verrière’d e ­
ki (Yvelines) MGEN’in Psikiyatri E nstitüsü’ne nakledilir. Fizik­
sel ve moral d u ru m u sürekli olarak kötüye gitmektedir. Yazın
geçirdiği bir zatürree sonucu 22 Ekim 1990’da kalp krizinden
ölür.
Elimizde bulunm ayan çok sayıda Althusser m etninin yakın
dönem de yeni baskısı yapılm ıştır ve başka yeni baskılarla birlik­
te yayım lanm am ış yazıların da yayımlanacağı duyurulm uştur.
A lthusser’in Elyazısı notlarını elinde b u lu n d u ran IMEC, Éditi­
ons S tockla işbirliği içerisinde esas olarak yayım lanm am ış m e­
tinlerden oluşan beş cilt yayımladı. Bu ciltler Yann Moulier-Bo-
utang, Olivier Corpet ve François M atheron tarafından notlandı­
rıldı ve sunuldu (krş. yukardaki referanslanm ız).

Etienne Balibar

16) Bu m e tin A lth u sser’in ö lü m ü n d e n so n ra Y ann M oulier B o u tang ve İM EC ’in


çabalarıyla yayım landı: L 'avenir du re longtem ps, ilaveten L es F aits, genişletilm iş yeni b a s­
kı, s u n u m O livier C o rp e t ve Y ann M oulier-B outang, Le Livre d e Poche, 1994.
17) Krş. Stanislas B reto n ’u n tanıklığı, “A lth u sser a u jo u rd ’h u i’’. A rchives de p h ilosop h ie
iç in d e , c. 56, defter 3, T enrm uz-E ylül 1993, s. 4 1 7 -4 3 0 .
S r M
¿W M

LOUIS ALTHUSSER
^ I ■ _ ■ '! ! 1 i

;-.'TM
->'^1

... Bir çağrı, hatta bir slogan niteliğindeki bu ad, bugün hâlâ yüksek
sesle ve güçlü bir şekilde -b e lk i de y e n id e n - çınlıyor.
Bu kitapta girişilmiş olan iş, M arksizm e teorik bir çehre ve bir vücut verme
yönünde, çağım ızın en akıcı ve an lam lı, aynı za m a nd a da en fazla kanıtlara
dayalı çab a la rın dan biri...

You might also like