You are on page 1of 181

YDS

KELİMELERİ
SÖZLÜĞÜ

Afşin AYGÜN
Ayşe POLUMAN
Cüneyt BADEMCİOĞLU
YDS KELİMELERİ SÖZLÜĞÜ

Kullanım Kılavuzu:
• Sözlükteki kelimelerin tanımlaması için üç farklı renk kullanılmıştır:
kırmızı, siyah ve mavi.
a. Kırmızı kelimeler, fen, sağlık ya da sosyal ayrımı gözetmeksizin
her adayın hazinesinde bulunması gereken türdendir.
b. Siyah kelimelerin büyük çoğunluğu bilim dallarının özel termino-
lojisine aittir. Bu renk kelimelerin ezberlenmesine gerek yoktur.
c. Eşanlamlı kelimeler mavi renge boyanmıştır. Birçok kelimenin zıt
anlamları da verilmiştir.
• Aradığınız kelime, belli bir bilim dalına ait (ezberlenmesi gereksiz)
özel bir terim ise ya da YDS’ye hazırlanan bir adayın çekirdek kelime
hazinesi içinde mutlaka yer alması gereken türden ise (örn: give up:
vazgeçmek; call: aramak, çağırmak; define: tanımlamak), YDS
KELİMELERİ SÖZLÜĞÜ’nde bu kelimeye yer verilmemiş olabilir.
• YDS K E L İ M E L E R İ SÖZLÜĞÜ’nde aradığınız bir kelimeyi
Ctrl+F komutu ile bulabilirsiniz.
• YDS KELİMELERİ SÖZLÜĞÜ’nde bazı kelimelerin tanımları iki kez
verilmiştir. Bu tanımlardan biri fiil, diğeri ise isim ya da sıfattır. Bazı
kelimelerin ise birden fazla tanımları vardır.
• Bu sözlükte kullanılan bazı kısaltmalar:
smt: something
smo / smb: someone / something
Lat.: Latince
A A AA A

a broad range = geniş bir alan / yelpaze aberration = anormallik, sapma


a case in point = iyi bir örnek ability = yetenek, kabiliyet, capability, capacity,
a change of air = hava değişimi zıt anl.= inadequacy, limitation
a couple of = birkaç, iki üç, a few ablution = abdest
a day out in the country = dışarıda kırlarda abnormal brain scan = beyin taramasında (ortaya
geçirilen bir gün çıkan) anormallik
a desperate situation = vahim bir durum abnormally = anormal şekilde, alışılmışın dışında,
unusually
a far from pleasant place to live = yaşamak için
iyi / hoş bir yer olmaktan uzak aboard = (gemi, uçak, tren gibi taşıtlar için) içine,
içinde
a full recovery = tam bir iyileşme / düzelme
abolish = kaldırmak, feshetmek, cancel
a good many = birçok, hayli, a large number of
abolition = (ortadan) kaldırma, ilga, fesih,
a great deal (of) = oldukça fazla, çok, a lot, much,
cancellation, repulsion
zıt anl.= a little, a bit
abominably = rahatsız edici bir şekilde, dreadfully
a large number (of) = birçok, hayli, a good many,
a lot (of) abort = çocuk düşürmek, gebeliği sonlandırmak
a major step forward = ileriye doğru büyük bir adım abortion = kürtaj
a matter of time = an meselesi abound in / with = (bir şey)’i bolca / çokça
bulundurmak / içermek, be abundant with,
a number of = çok sayıda, (belli) bir miktar, a lot of,
zıt anl.= be lacking, be short of
plenty of
above all = hepsinden ziyade, en başta, mostly
a painful cut in pay = maaşlarda büyük bir kesinti
abrasion = sıyrık, soyulma veya kazınma, aşınma
a range of = 1) çeşitli, various; 2) bir dizi, a series of
abroad = yurt dışına, yurt dışında
a series of = bir dizi, a range of
abrupt = 1) ani, beklenmedik, ani ve kaba, sudden;
a series of measures = bir dizi önlem / tedbir
2) dik, sarp
a socially minded urban style = sosyal kaygılar
abruptly = aniden, birdenbire, ani ve kaba bir şekilde,
güden bir kentleşme biçimi
suddenly, (The talks ended abruptly when one
a sure sign (of) = (bir şey)’in kesin bir işareti / of the delegations walked out in protest. =
göstergesi Delegelerden biri protesto amacıyla salonu
a variety of = bir dizi, a range of terk edince görüşmeler aniden kesildi.)
a whole range of = her çeşit, her tür, çok çeşitli absence = yokluk, bulunmama, zıt anl.= presence,
a wide range of reasons = çok çeşitli sebepler existence
A. D. = Milattan / İsa’dan sonra, anno Domini, zıt absence of empathy = empati eksikliği (kendini
anl.= B. C. , before Christ karşısındakinin yerine koyabilme yetisinin
abandon = bırakmak, terk etmek, vazgeçmek, eksikliği)
discontinue, stop, zıt anl.= pursue, carry on absent = namevcut, yok, unavailable,
abandoned = terk edilmiş, boş, (bina için) viran zıt anl.= present, available
halde, desolate, zıt anl.= occupied absolute = 1) tam, halis, saf, mutlak, pure,
abandonment = terk etme / edilme, bırak(ıl)ma, zıt anl.= imperfect; 2) (bir şey)’in hepsi,
desertion tamamı, complete, zıt anl.= limited
abate = azal(t)mak, hızını kesmek, die away, absolute temperature = mutlak sıcaklık (Kelvin
diminish, zıt anl.= amplify, intensify biriminde ölçülen sıcaklık)
abbreviation = kısaltma absolute zero = mutlak sıfır (0°K’ye ve -273°C’ye
eşit, olası en düşük sıcaklık)
abdominal fat = karın bölgesindeki yağ
absolutely = tamamen, kesinlikle, totally, definitely
aberrant = sapkın, anormal, abnormal

www.bademci.com
4 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

absorb = emmek, soğurmak, suck in, zıt anl.= accordingly = dolayısıyla, bu nedenle, so,
discharge, emit consequently
absorption = em(il)me, soğur(ul)ma, bütünleşme, account (fiil) = saymak, addetmek, consider, deem
kaynaşma account (isim) = 1) anlatım, narrative; 2) hesap
abstract = soyut, conceptual, intangible, zıt anl.= account for = 1) hesap vermek, (bir şey)’den sorumlu
concrete, actual olmak / tutulmak, be (held) responsible for;
abundance = bolluk, çokluk, zenginlik, copiousness, 2) (nedenlerini) anlatmak, açıklamak, izah
wealth, zıt anl.= scarcity etmek, clarify, explain, justify; 3) (bir şey)’in
abundant = bol, bereketli, ample, zıt anl.= scarce, sebebi olmak, be the reason for
inadequate accumulate = topla(n)mak, yığ(ıl)mak, birik(tir)mek,
abundantly = bolca, büyük miktarda, copiously, gather, collect, zıt anl.= disperse, scatter
profusely, zıt anl.= rarely, scarcely accumulation = birikme, birikinti
abuse = kötüye kullanmak, suiistimal etmek, misuse, accumulative = toplanmış, birikmiş
mistreat, spoil, zıt anl.= defend, respect accuracy = doğruluk, kesinlik, precision, exactness,
abuser = suiistimal / istismar eden kimse, (bir şey)’i zıt anl.= inaccuracy
aşırı miktarda / yüksek dozda kullanan kimse accurate = doğru, titiz, eksiksiz, precise, zıt anl.=
academia = akademisyenler camiası erroneous, inaccurate
accelerate = hızlan(dır)mak, ivme kazan(dır)mak, accurately = doğru, tam (olarak), correctly, exactly,
speed up, zıt anl.= decelerate, retard zıt anl.= inaccurately, erroneously
acceleration = hız arttırma, ivme kazanma, accuse of = (bir şey) ile suçlamak / itham etmek,
(giderek) hızlanma, zıt anl.= deceleration blame with, zıt anl.= acquit
accentuate = vurgulamak, emphasise, underline accused = sanık
accept as = (bir şey)’i öyle kabul etmek, kabullenmek acetonitrile = asetonitril (renksiz, zehirli, solvent
accepting = hoşgörülü olarak kullanılan bir sıvı), methyl cyanide
access (fiil) = girmek, nüfuz etmek, enter achieve = başarmak, (zorlu bir uğraştan sonra) elde
etmek, kazanmak, accomplish, zıt anl.= fail,
access to (isim) = (bir şey)’e giriş / geçiş / erişim,
lose, quit
(birisi) ile görüşme imkanı, (bir şey)’den
faydalanma hakkı / imkanı, entry, contact achievement = başarı, elde etme, kazanma,
accomplishment, success, zıt anl.= failure,
accessible = ulaşılabilir, yararlanılabilir, available,
defeat
approachable, usable, zıt anl.= inaccessible,
restricted acid rain = asit yağmuru (aşırı miktarda asidik özellik
göstermesi sebebiyle çevre için zararlı olan
accessory = tamamlayıcı, tali, supplementary,
yağış)
secondary
acidic = asidik (çözünmüş hidrojen iyonu oranı
accident = kaza
yüksek, pH seviyesi düşük olan) zıt anl.= basic
accidentally = kazara, yanlışlıkla, tesadüfen
acidification = asitleşme (pH seviyesinin düşmesi)
accident-prone = kaza yapmaya yatkın
acidity = asit derecesi, asidite (bir maddenin asidik
acclaim = bağırarak beğendiğini göstermek, reaksiyon gösterme özelliği)
alkışlamak, hail, applaud
acknowledge = (bir gerçeği) kabul etmek, bildirmek,
acclimatisation = yeni bir ortama / iklime alıştırma belirtmek, beyanda bulunmak, admit,
accommodate = 1) yer / yaşam alanı sağlamak, be recognise, zıt anl.= deny, ignore
home to; 2) (ihtiyaçlarına) cevap vermek, acknowledgement = 1) kabullenme, recognition;
hizmet etmek, serve 2) (kitaplarda) teşekkür bölümü
accompaniment = eşlik etme, (bir şey)’in acquire = elde etmek, kazanmak, obtain, gain, zıt
beraberinde gelme, attachment, supplement anl.= forfeit, lose
accompany = eşlik etmek, (bir şey)’in beraberinde acquired = doğuştan olmayan, sonradan elde
gelmek, come / go with, be associated with edilmiş, earned, zıt anl.= innate
accomplishment = başarı, üstesinden gelme, acquisition = elde etme, sahip olma, gain, earning
success, achievement, zıt anl.= failure, defeat
acquit of = (bir suç)’tan aklamak / temize çıkarmak,
accord = mutabakat, anlaşma, uyuşma, agreement, prove the innocence of, zıt anl.= accuse of,
zıt anl.= discord, disagreement blame with
according to = (bir kişi ya da şey)’e göre

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 5

acronym = kısaltma (birkaç kelimenin baş harflerinin adequate = yeterli, enough, sufficient, zıt anl.=
veya ilk hecelerinin birleşmesiyle meydana inadequate, insufficient
gelen kelime; örn. “radio detection and adequately = yeterince, yeterli bir biçimde / oranda,
ranging” ifadesinin kısaltması olarak RADAR enough, sufficiently, zıt anl.= inadequately,
kelimesi) insufficiently
acropolis = akropol (yukarı kent, bir antik kentin adhere to = (bir şey)’e bağlanmak, yapışmak, bağlı
genellikle yönetimsel / törensel merkezini kalmak
oluşturan, yüksek bir tepenin üzerine kurulu
adherence = bağlılık, yapışma, dedication
bölümü)
adherent = taraftar, yandaş, fan, follower
across = 1) karşısına, diğer yakasına, to the other
side of; 2) boyunca, çapında, bir uçtan bir uca, adhesive = yapıştırıcı
throughout adjacent = yan yana, bitişik
act = 1) yasa; 2) (tiyatroda) perde; 3) hareket, eylem adjoin = bitişik olmak, link, border, attach, zıt anl.=
act as = (bir şey) gibi / (bir şey)’e benzer şekilde detach, disconnect
davranmak, (bir şey) görevi görmek, (bir adjoining = bitişik, bitişikteki, neighbouring
şey)’in görevini üstlenmek adjust = ayarlamak, arrange, tune, zıt anl.= confuse,
action = 1) hareket, eylem, zıt anl.= inaction; 2) etki, upset
efffect adjustment = ayarlama, adapte olma / etme,
activation = harekete geçirme regulation, setting, orientation
active metal = aktif metal (kimyasal tepkimelere administer = (ilaç vs.) vermek
kolaylıkla giren metal) administration = 1) idare; 2) (ilaç) verme / uygulama
activity = faaliyet, etkinlik administrator = yönetici, idareci
actually = aslında, gerçekten, aslına bakılırsa, as a admiralty = 1) amirallik rütbesi ve pozisyonu;
matter of fact, to tell the truth, in fact 2) deniz kuvvetleri komutanlığı, naval forces
actuate = harekete geçirmek, çalıştırmak, activate command
acute = 1) ağır, vahim; 2) akut, hızlı seyreden / admiration = takdir, beğeni
gelişen (hastalık) admire = takdir etmek, beğenmek, hayran olmak,
acute viral hepatitis = akut viral hepatit (hepatit esteem, zıt anl.= look down (on / upon)
virüslerinden herhangi birinin sebep olduğu, admission = 1) kabul etme, acceptance, zıt anl.=
hızlı seyreden hepatit) denial; 2) (işe, üniversiteye vs.) girme / kabul
adapt to = (bir şey)’e adapte etmek, uyarlamak, edilme, entrance; 3) itiraf, confession
intibak etmek, adjust, accommodate, zıt anl.= admission to hospital = hastaneye kabul
dislocate admit = itiraf etmek, kabul etmek, (gelmesine,
adapt oneself to = kendini (bir şey)’e adapte etmek / girmesine vs.) izin vermek, accept, allow, zıt
uyarlamak, get used to anl.= deny, reject
adaptation = adaptasyon, uyum admittedly = genel kabule göre, kuşkusuz,
adaptive = uyum gösterme ile ilgili, uyumsal confessedly
add to = (bir şey)’e katkı sağlamak adolescence = ergenlik
add up to = toplam olarak (bir değer) etmek adolescent = ergen
added bonus = bir başka avantaj adopt = 1) benimsemek, accept, assume, zıt anl.=
addendum = (çoğul: addenda) ek, ilave reject, turn down; 2) evlat edinmek
addicted to = (bir şey)’e bağımlı adoptee = evlat edinilen çocuk
addictive = bağımlılık yapan adoption = 1) evlat edinme; 2) (fikir, ideoloji, vs.)
edinme / benimseme, acceptance, zıt anl.=
additional = ek, fazladan, extra
rejection
additionally = ek olarak, in addition, also
adoptive = evlat edinilen, evlatlık olarak alınan
additive = katkı maddesi
adrenal system = böbreküstü bezlerinin oluşturduğu
address = (bir şey)’e değinmek, (bir şey) ile sistem
uğraşmak, point (to), deal with, handle
Adriatic (isim) = Adriyatik Denizi (İtalya ile Balkan
adenosine triphosphate = adenosin trifosfat (kas Yarımadası arasındaki deniz)
dokusunda bulunan ve hücresel reaksiyonlar
Adriatic (sıfat) = Adriyatik Denizi’ne ait
için temel enerji kaynağı sağlayan nükleotid),
ATP

www.bademci.com
6 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

adult = yetişkin aerobics = aerobik (oksijene olan ihtiyacı arttıran


adulthood = yetişkinlik, yetişkinlik dönemi egzersiz biçimi)
advance = ilerlemek, gelişmek, progress, develop, zıt aeronautical = havacılıkla ilgili
anl.= regress aerospace = uzay / havacılık
advanced = gelişmiş, ileri düzeyde affair = iş, mesele, business, matter
advanced age = ilerlemiş yaş affect = etkilemek, have an effect on, influence,
advanced scanning technology = ileri / gelişmiş involve
tarama teknolojisi affected = etkilenmiş
advantage = avantaj, üstünlük sağlayan şey, yarar, affection = şefkat, sevgi, concern, love, zıt anl.=
zıt anl.= disadvantage hatred
advantaged = ayrıcalıklı, imtiyazlı, privileged, affiliation = yakın ilişki, bağlılık, yakınlık
favoured, zıt anl.= disadvantaged affinity = yatkınlık, (bir şey)’in başka (bir şey)’e
advantageous = avantajlı, yararlı, beneficial, zıt anl.= benzerliği
disadvantageous affirm = doğrulamak, onaylamak, confirm, ratify, zıt
advent = geliş, başlama, arrival, beginning, zıt anl.= anl.= deny
departure, end affliction = ağrı, acı, hastalık, rahatsızlık, pain,
adventure = macera, serüven suffering, distress
adventurer = maceracı, serüvenci affluence = bolluk, refah, zenginlik, richness
adversary = düşman, enemy, foe, zıt anl.= friend, ally affluent = zengin, refah içinde, rich, wealthy,
adverse = kötü, elverişsiz, zararlı, menfaatine aykırı, prosperous, zıt anl.= poor, needy
aleyhte, ters (yönlü), harmful, contrary, afford = (bir şey) yapmaya gücü / parası yetmek,
reverse, zıt anl.= beneficial, favourable (maliyetini) karşılayacak durumda olmak
adverse drug reactions = ilacın yan etkileri affordable = maliyeti karşılanabilir, satın almaya para
adverse effect = ters / olumsuz / yan etki yetirilebilir
adverse reaction = ters / olumsuz tepki aficionado = birisini / bir şeyi beğeni ile takip eden,
onun hakkında birikim sahibi kişi, hayran
adversely = kötü bir şekilde, elverişsiz şartlarda,
aleyhte, negatively, zıt anl.= positively Afro-American = Afro-Amerikan (Afrika kökenli,
siyahi Amerikalı)
adversely affect = ters / kötü yönde etkilemek
after a while = bir süre sonra
advert = reklam, advertisement, ad
aftermath = (örn. bir felaketin) sonrası
advertise = reklam vermek, reklam / (bir şey)’in
reklamını yapmak against = (bir kişi / bir şey)’e karşı (I am against the
sale of alcohol to minors. = Küçüklere alkol
advertisement = reklam, ilan, advert, ad
satışına karşıyım.)
advertising = reklamcılık, tanıtım
against (smo’s) will = (birisinin) arzusuna rağmen /
advice = öğüt, tavsiye, nasihat, proposal arzusu hilafına
advisable = akıllıca, makul, doğru, appropriate, age (fiil) = 1) yaşlanmak, grow old; 2) (şarap vs. için)
sensible, zıt anl.= improper, unwise yıllanmak
advise = öğüt vermek, tavsiyede bulunmak, counsel, age (isim) = 1) çağ, devir, period; 2) yaş
suggest
age-linked = yaşa bağlı
adviser = danışman, advisor, consultant
agency = acente, ajans, kurum, teşkilat
advisory = tavsiye niteliğinde
agenda = gündem
advisory body = danışma organı, yetkisi tavsiye
agent = 1) temsilci, aracı, acente; 2) etmen, faktör
vermek ile sınırlı kurum
age-related = yaşa bağlı, yaşla ilgili
advocate (fiil) = savunmak, desteklemek, promote,
support ages past = geçmiş çağlar
advocate (isim) = 1) avukat, sözcü, lawyer; aggravate = 1) (zaten olumsuz bir durumu daha da)
2) destekçi, savunucu, taraftar, supporter kötüleştirmek, zorlaştırmak, ağırlaştırmak,
deteriorate, worsen, zıt anl.= facilitate,
aerial = havada bulunan, havaya ait
alleviate, ease; 2) canını sıkmak, irritate, make
aerial photograph = hava fotoğrafı worse
aerobic = serbest oksijen veya havaya bağımlı,
oxidative, aerobiotic, zıt anl.= anaerobiotic

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 7

aggregate = agrega (çakıl vs. gibi dolgu maddesi) alarming = ürkütücü, korkutucu, appalling, frightening
aggression = saldırganlık, hostility, zıt anl.= alarmingly = endişe verici bir şekilde, shockingly,
resistance, defence disturbingly
aggressive = iddialı, hırslı, saldırgan, assertive, albatross = albatros (geniş kanatları ve çok uzun
offensive, hostile, zıt anl.= passive, peaceful süre havada kalabilmesi ile tanınan iri bir tür
aggressively = girişken / saldırgan bir şekilde, deniz kuşu)
offensively, zıt anl.= passively alcohol-related = alkol (alımı) ile bağlantılı
agility = çeviklik, atiklik alert (fiil) = uyarmak
aging = 1) yaşlanma; 2) (şarap vs. için) yıllanma alert (isim) = uyanık, tetikte
agree to = (bir şey yapma)’ya razı olmak, (bir şey alertly = açıkgöz / uyanık bir şekilde, tetikte olarak
yapma)’yı kabul etmek, zıt anl.= object to alertness = uyanıklık, tetikte olma hali
agree with = aynı fikri paylaşmak, katılmak, zıt anl.= alfalfa = yoncaya benzeyen, çiçek açan bir bitki
disagree (with)
alga = (çoğul: algae) alg (su yosunu)
agreeable = 1) hoş, tatlı, pleasant, delightful, zıt anl.=
algal = deniz / su yosununa ait
unpleasant; 2) kabul edilebilir
algal ancestors = alg kökenli atalar
agreement = anlaşma, sözleşme
Alhambra = Elhamra (13. yy‘da İspanya’daki Gırnata
agricultural = tarımsal, tarım ile ilgili
şehrinde Mağribiler tarafından yapılmış olan
agriculture = tarım kale / saray)
agronomist = tarım uzmanı alien = 1) yabancı, unfamiliar, unknown, zıt anl.=
ahead = gelecek, yaklaş(ıl)makta / gelmekte olan, familiar, known; 2) uzaylı, extraterrestrial
ilerideki alienate from = (arkadaşların)’dan, (iş)’ten vs.
ahead of = (bir şey)’in önüne / önünde soğu(t)mak, uzaklaş(tır)mak, part (from), turn
ahead of its time = zamanının çok ilerisinde, away (from), zıt anl.= unite, endear
çağdaşlarından daha ileride, far beyond its alienating = yabancılaştıran, (gerçeklerden)
time uzaklaştıran
aid = katkı, destek, yardım, help, relief, support alienation = yabancılaşma
ailment = hastalık, rahatsızlık, sickness, illness, alike = 1) benzer, similar, zıt anl.= different; 2) eşit /
disorder aynı şekilde; 3) hem. . . , hem. . . , similar, in
aim (at) (fiil) = hedeflemek, amaçlamak, nişan the same way, both
almak, target (to) alkaline = alkali (bir alkali veya toprak alkali metalin
aim (isim) = hedef, amaç, goal, target oluşturduğu ve suda çözündüğünde pH değeri
7’den yüksek olan iyonik bileşik)
air photography = hava fotoğrafçılığı
alkaloid = alkaloid (nikotin ve morfin gibi, nitrojen
air taxi = hava taksisi (ticari taksi gibi hizmet veren
içeren, genellikle katı halde bulunan ve
küçük uçak veya helikopter)
farmakolojik etkileri olan bitkisel kökenli
airborne = havadan gelen, hava yoluyla taşınan, organik bileşikler grubu)
havada olan (örn. airborne bacteria)
all kinds of artistic activities = her çeşit sanatsal
aircraft = (çoğul: aircraft) uçak, hava taşıtı aktivite
airframe = bir uçağı ya da uzay aracını oluşturan all manner of = her çeşit
mekanik aksam
all things considered = her şey göz önüne
airliner = yolcu uçağı alındığında
airline = havayolu şirketi all too often = çoğunlukla
airlines = havayolları all walks of life = hayatın her alanı (her meslek, her
airship = (zeplin vs. gibi) hava gemisi sosyal grup vb.)
air-starved = havasız kalmış all-cause mortality = (sebebine göre ayrım
air-to-air refuelling = havada yakıt ikmali yapılmaksızın) bütün ölümler
airway = hava yolu (solunum sisteminin, akciğere allegation = suçlama, itham, iddia
girişi sağlayan kanal şeklindeki kısımları; örn. alleged = iddia edilen
burun delikleri, boğaz) allelopathy = bir bitkinin, ürettiği kimyasallarla diğer
akin to = (bir şey) ile ilgili, yakın, benzer, similar to bir bitkinin gelişmesini engellemesi

www.bademci.com
8 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

allergic = alerjik, alerji ile ilgili alveolar duct = hava keseciği / kanalı
allergist = alerji uzmanı doktor alveolar sac = hava keseciği
alleviate = yatıştırmak, dindirmek, hafifletmek, alveolus = (çoğul: alveoli) hava keseciği
azaltmak, rahatlatmak, ferahlatmak, relieve, Alzheimer’s disease = Alzheimer hastalığı
ease, comfort, zıt anl.= intensify, aggravate (genellikle 40-50 yaşları arasında başlayan,
alliance = ittifak, birleşme, association, accord nöron kaybına bağlı atrofi ve beyin
allied = müttefik karıncıklarında genişleme ile belirgin bunama)
Allies = (the Allies şeklinde kullanılır) Müttefikler, amass = toplamak, biriktirmek
İttifak Devletleri (Bu kelime, İngilizce amazing = insanı hayrete düşüren, şaşırtıcı,
kaynaklarda genellikle 2. Dünya Savaşı’nda astonishing, surprising, startling, zıt anl.=
ABD, İngiltere ve bu ülkelerin yanında yer alan banal, dull
diğer ülkeleri ifade eder.) amber = kehribar
allocate = ayırmak, tahsis etmek, appropriate ambiguous = belirsiz, bulanık, muğlak, unclear,
allocation = tahsis, ayırma, ödenek, allotment, vague, zıt anl.= explicit, lucid
allowance ambiguously = belirsizce, muğlak bir şekilde,
allot = tahsis etmek, (pay vs.) ayırmak, dağıtmak, unclearly, vaguely, zıt anl.= explicitly, lucidly
apportion, allocate ambition = hırs, ihtiras, passion, zıt anl.=
allow = izin vermek, sağlamak, imkân vermek, contentment
mümkün kılmak, yetki vermek, enable, let, ambitious = (başarmak veya elde etmek için)
empower, permit, zıt anl.= forbid, hinder, tutkuyla dolu, eager, zealous, zıt anl.= humble,
prohibit indifferent, unambitious
allow for = (bir şey)’i dikkate almak / hesaba katmak / amendment = düzeltme, değişiklik, correction,
göz önünde tutmak, take (smt) into account change
alloy = maden alaşımı amicable = arkadaşça, dostça, friendly
all-time low = tüm zamanların en düşük seviyesi amino acid = amino asit (proteini oluşturan
allusion = ima, dolaylı atıf / alıntı, kinaye, indirect asitlerden her biri)
reference ammonia = amonyak (kimyasal formülü NH3 olan,
ally = müttefik, cooperator, friend, partner, zıt anl.= renksiz ve kötü kokulu bir gaz)
enemy, foe amnesia = hafıza kaybı, memory loss
almond = badem among other things = diğer etmenler / faktörler
almshouse = darülaceze, yoksullar evi, imarethane yanında
aloft = yukarıda, havada amount = miktar, quantity
alone = yalnız, tek başına amount to = 1) (miktar olarak) karşılık gelmek, add
along with = (bir şey) ile birlikte, yanı sıra, together up to, sum up to, zıt anl.= differ from; 2) (bir
with şey) ile eşanlamlı olmak, . . . anlamına
gelmek, correspond to
alongside = yanında, together with
amphibian = amfibi (hem karada hem suda
alter = (özüne dokunmadan kısmen) değiş(tir)mek,
yaşayabilen)
change, modify
ample = 1) geniş, büyük; 2) çok, bol
alternate between = (iki durum) arasında gidip
gelmek, shift, fluctuate, zıt anl.= remain amplification = büyütme, (örn. bir ses dalgası veya
elektronik sinyal için) yükseltme /
alternate with = (bir şey) ile dönüşümlü olarak
amplifikasyon
meydana gelmek
amplitude = dalga yüksekliği
alternately = dönüşümlü olarak, in turns
amusing = eğlendirici, komik, funny
alternating current = alternatif akım, AC
amyloid protein = amiloid protein (bir tür mumsu
alternative = diğer, başka, alternatif, (farklı bir)
yapıya sahip, yarı saydam, dejenere olmuş ve
seçenek, option
nişastaya benzer protein)
altiplane = buzul çağında oluşmuş yüksek yayla,
an awful lot = çok fazla
altiplano
anaemia = anemi (kansızlık)
altitude = yükseklik, rakım, irtifa, height, elevation
altogether = tamamen, hepten, bütünüyle,
completely, on the whole, all in all

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 9

anaemia of folate deficiency = folik asit eksikliği / anorexia nervosa = anoreksi nervoza (çok zayıf
yetersizliğine bağlı olarak gelişen anemi olmasına rağmen hastanın kendisini çok
anaesthesia = anestezi (cerrahi müdahele için şişman görmesine ve yemek yememesine
anestetik madde vererek kişide ağrı ve acı neden olan psikolojik bir rahatsızlık)
hissini ortadan kaldırma) antenna = 1) (çoğul: antennas) anten; 2) (çoğul:
anaesthetic = anestetik madde (uyuşturucu) antennae) duyarga (kimi böcek ve
eklembacaklıların başlarında bir çift halinde
analgesic = analjezik (ağrı kesici ilaç)
bulunan ve çevrelerini kimyasal olarak
analogue = benzer, karşılık algılamalarına yarayan organ)
analogy = benzerlik, benzeşim, similarity anthology = seçki, antoloji (şiir veya hikaye gibi belli
analyze = analiz etmek, çözümlemek bir grup edebi eserin toplandığı kitap)
ancestor = ata anthrax = şarbon (genellikle büyük ve küçükbaş
ancestral = atalar ile ilgili, atalara ait hayvanlarda görülen, insanlara da et, süt ve
ancestry = atalar, kök diğer hayvansal ürünler aracılığı ile
bulaşabilen ve sıklıkla ölüm ile sonuçlanan bir
anchor-bolt = çelik dübelli cıvata (nesneleri sağlam hastalık)
bir şekilde betona tutturmaya yarayan cıvata /
saplama) anthropological = antropolojik, insan bilimsel
ancient = eski, antik (genellikle Batı Roma anthropologist = antropolojist, insan bilimci
İmparatorluğu’nun çöküşünden önceki anthropometric survey = ırklara has özellikleri
dönemlere ait), antique, archaic, zıt anl.= belirlemek amacıyla, insan vücudunun çeşitli
modern kısımlarını karşılaştırmaya yönelik araştırma
ancient world = antik dünya (genellikle Roma anthropomorphism = insan biçimcilik (insan
dönemi ve öncesinde Akdeniz havzası ve olmayan varlıkların, insan niteliklerine sahip
çevresindeki uygarlıkları içeren bir tanımlama) olduklarının düşünülmesi)
and so forth = ve benzerleri, and so on, and the like anti- = aleyhinde, -e karşı
and the like = ve benzerleri, and so on, and so forth anti-aircraft missile battery = uçaksavar füze
anger = kızdırmak, sinirlendirmek, make angry bataryası (savaş uçaklarına karşı karada veya
savaş gemilerinde konuşlandırılmış füze
angina pectoris = angina pektoris (fiziksel egzersiz, fırlatıcısı)
aşırı sigara, heyecanlanma sonucunda
göğüste yaşanan ağrı) antibacterial compound = antibakteriyel bileşik
angle = açı antibiotic = antibiyotik
Anglo-Saxon = Anglo-Sakson (özellikle 5-11. yy’lar antibody = antikor (kana dışarıdan giren yabancı
arasında güney ve batı Britanya’ya hakim olan maddelere karşı koyan protein)
ve modern İngiliz ve Amerikalılar’ın bir antibody-based therapy = antikora dayalı tedavi
kısmının kökeninin dayandığı halklara verilen antibody-drugs = antikor ilaçlar (özellikle kanser
genel ad) tedavisinde kullanılan ve kanserli hücreler
animal husbandry = hayvancılık üzerindeki antijenlere bağlanıp sadece bunları
annotate = dipnot koymak, açıklayıcı notlar koymak yokeden ilaçların genel adı)
announce = ilan etmek, duyurmak anticipate = (olacakları) sezinlemek / tahmin edip
ona göre davranmak, beklemek, ummak,
announcement = duyuru, bildiri (başkasından) önce davranmak, foresee,
annoy = can sıkmak, rahatsız etmek, sinir bozmak, predict
irritate, bother anti-collision = çarpışmayı önleyici
annoying = sıkıntı veren, sinir bozucu, disturbing, anti-constitutional = anayasaya aykırı
exasperating
antidepressant drug = antidepresan ilaç
annual = yıllık, yılda bir yapılan / yayınlanan, yearly (depresyon tedavisinde kullanılan ilaç)
annual rate of growth = yıllık büyüme oranı antidote = panzehir
annually = yılda bir, her yıl (düzenli olarak), yearly antigen = antijen (vücutta bağışıklık sisteminin
anomalous = anormal, olağan olmayan harekete geçmesine yol açan toksin ya da
anonymity = kimliklerin belirsiz oluşu, anonimlik enzim)
anorexia = anoreksi, iştah kaybı, iştahsızlık antihistamine = antihistamin (alerji ilacı grubu)

www.bademci.com
10 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

anti-missile defence = güdümlü füzeye karşı appealing = çekici, attractive, zıt anl.= repulsive
savunma appear = 1) ortaya çıkmak, belirmek, emerge, arise,
anti-poverty = yoksulluk karşıtı, yoksulluğu ortadan zıt anl.= disappear, vanish, fade; 2) (gibi)
kaldırma amaçlı görünmek, seem, look
antiquity = antik çağlar (Avrupa’da Orta Çağ öncesi appearance = 1) görünüş, görünüm, image, feature;
dönem), zıt anl.= modern ages 2) ortaya çıkma, emergence
anti-shrink = (kumaşlarda) çekme önleyici appendage = eklenti, aksesuar
Antoine Lavoisier = 1743-1794 yılları arasında appetite = iştah
yaşamış, modern kimyanın kurucusu olarak appliance = alet, gereç
kabul edilen Fransız araştırmacı
applicable = uygulanabilir
anxiety = endişe, kaygı, tasa, huzursuzluk hali, iç
application = 1) uygulama, tatbikat, exercise,
sıkıntısı, worry, uneasiness, zıt anl.=
practice; 2) başvuru
tranquillity
applied = uygulamalı (örn. applied physiology =
anxiety disorder = anksiyete bozukluğu (endişe,
uygulamalı fizyoloji)
korku ve kuruntunun yarattığı gerilimle beliren
huzursuzluk hali ve iç sıkıntısının sebep apply = 1) uygulamak, tatbik etmek, implement,
olduğu rahatsızlık) utilize, practice; 2) başvurmak
anxious = kaygılı, endişeli, tedirgin, worried, uneasy apply (cold / warm) compress = (yara vs.) üzerine
(soğuk / sıcak) kompres uygulamak
any longer = artık. . . , hala, any more, (He doesn’t
come here any longer. = O artık buraya apply to = (bir şey)’i içermek / kapsamak /
gelmiyor.) ilgilendirmek
any more = artık (değil), any longer appoint = atamak, görevlendirmek, assign, zıt anl.=
discharge, dismiss
anyway = hem . . . ki, zaten . . . ki, yine de, anyhow,
(How long have you been so interested in appointment = randevu
Broadway theatre, anyway? = Hem sen ne appraisal = değerlendirme, fiyat biçme, assessment,
zamandır Broadway tiyatrosu ile bu derece evaluation
ilgileniyorsun ki?) appreciably = fark edilir derecede, considerably, zıt
anywhere else = başka hiçbir yer(de) anl.= negligibly
apart from = (bir şey)’den başka, (bir şey)’in appreciate = değerini anlamak, takdir etmek, take
haricinde, other than, except for account of, be fully aware of, be grateful for
apathetic = apatik, duygularını göstermeyen, tepki appreciation = 1) takdir, minnettarlık, admiration;
vermeyen, indifferent 2) değer artışı
apathy = ilgisizlik, kayıtsızlık, disinterest, apprehend = yakalamak, tutuklamak, capture,
listlessness, zıt anl.= concern, involvement arrest, zıt anl.= discharge, release
Aphrodisias = Afrodisias (Aydın ili’nin Geyre apprehension = 1) anlayış, kavrayış, understanding,
Köyünde bulunan bir antik kent) grasp, zıt anl.= misunderstanding; 2) endişe,
Aphrodite = Afrodit (Yunan mitolojisinde aşk ve korku, kuruntu, fear, worry
güzellik tarıçası), Venus apprentice (fiil) = (birisinin yanına) çırak olarak
apiece = parça başına vermek
apnoea = apne (uyku vs. esnasında nefes alma apprentice (isim) = çırak, stajyer
işlevinin geçici olarak durması), asphyxia approach (fiil) = 1) yaklaşmak, yanaşmak, reach,
apparatus = (çoğul: apparatus ya da apparatuses) near; 2) düşünmeye / üzerinde durmaya /
düzen, aygıt, cihaz, aparat, system, equipment ilgilenmeye / uğraşmaya başlamak
apparent = açık, belli, aşikâr, görünürdeki, göze approach (isim) = tutum, tavır, yaklaşım, attitude,
çarpan, obvious, visible, evident, zıt anl.= stance
obscure, hidden appropriate (fiil) = 1) almak, kendine mal etmek, el
apparently = belli ki, görünüşe göre, evidently, koymak, seize; 2) tahsis etmek, ayırmak
obviously appropriate (sıfat) = uygun, yerinde, suitable, proper,
appeal to (fiil) = (birisi)’ne çekici gelmek, (birisi)’nin zıt anl.= inappropriate, unsuitable
hoşuna gitmek, attract, charm, zıt anl.= repel appropriately = uygun bir şekilde, yerinde olarak,
appeal (isim) = 1) çekicilik, cazibe, attraction, charm; suitably, properly, zıt anl.= inappropriately,
2) başvuru, request, application unsuitably

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 11

appropriateness = uygunluk arid = kurak, kıraç


approval = onay, consent arise from / out of = (bir şey)’den meydana gelmek /
approve of = (bir şey)’i onaylamak, ratify, zıt anl.= ortaya çıkmak, baş göstermek, appear,
disapprove of, deny, reject emerge, come forth, come up, zıt anl.=
disappear, fade
approximately = yaklaşık olarak, roughly
Ark = 1) Musa Peygamber’in on emrinin bulunduğu
aquatic = suyla ilgili, suda yaşayan
levhaların taşındığı sandık; 2) Nuh’un Gemisi
aquatic rodent = suda yaşayan kemirgen
armament = 1) teçhizat, silah; 2) silahlanma
aqueduct = su kemeri
armed with = (bir şey) ile donanmış
Arawak Indians = Aravak Yerlileri (Karayipler bölgesi
armistice = ateşkes, cease-fire
yerli halklarından biri)
armoured car = zırhlı otomobil
arbitrary = keyfi, despotça, gelişigüzel, random, zıt
anl.= reasonable, democratic, objective armpit = koltuk altı
arboriculture = ağaç ve fidan yetiştirme arms race = silahlanma yarışı
arch = kemer, yay, kıvrım around = civarında, dolayında, aşağı yukarı,
yaklaşık, approximately, roughly
arch bridge = kemerli köprü
arousal = uyarma, harekete geçirme, uyanış,
archaeobotany = arkeobotanik (paleoetnobotanik
canlandırılma, activation, stirring, zıt anl.=
bilimine verilen başka bir isim),
pacification
paleoethnobotany
arouse = canlandırmak, harekete geçirmek,
archaeological = arkeolojik, arkeoloji ile ilgili
(tartışma vs.) yaratmak, uyandırmak, activate,
archaeological context = arkeolojik olarak stir, stimulate, provoke, zıt anl.= dampen,
araştırılmakta olan yer / eser pacify
archaeologist = arkeolog (insanı ve insanlık tarihini, arrange = düzenlemek, yerleştirmek, organise
geride bırakılan eserlere dayanarak inceleyen
arrange for = (bir şey)’i ayarlamak, (bir şey) için
bilim insanı)
hazırlık / plan yapmak, organise for
archipelago = takımada, içinde çok ada bulunan
arrangement = düzenleme, anlaşma, dizilim,
deniz
yerleştir(il)me, plan, agreement, system,
architectural = mimari, mimarlık ile ilgili setup, order
architecture = mimari arrest = 1) durdurmak, kesmek, stop; 2) tutuklamak,
Arctic (isim) = Kuzey Kutup bölgesi seize
Arctic (sıfat) = Kuzey Kutbu’na ait, Kuzey Kutbu ile arrival = geliş, zıt anl.= departure
ilgili arrogant = 1) kibirli, gururlu; 2) küstah
Arctic Circle = Kuzey Kutup Dairesi (66° 33' 39¨ art = sanat
enleminde bulunup Kuzey Kutbu’nu
artefact = insan eliyle yapılan şey (özellikle ilk
çevreleyen ve 21 Aralık günü hiç güneş
insanların eserleri), artifact
görmeyen en güneydeki paralel dairesi)
artery = atardamar (kanı, kalpten vücudun diğer
arduous = güç, çetin, yorucu
kısımlarına taşıyan damar)
area of contact = temas noktası
article = gazete / dergi makalesi, yazı, paper
arguably = (tartışmaya açık olmakla birlikte)
article of diet = yiyecek maddesi
muhtemelen, (She is arguably the best
actress. = O muhtemelen en iyi aktristir.) articulate = açıkça beyan etmek, ifade etmek,
express
argue = 1) tartışmak, münakaşa etmek, müzakere
etmek, discuss, debate; 2) kavga etmek, artifact = insan eliyle yapılan şey (özellikle ilk
atışmak, çekişmek; 3) (bir fikri vs.) savunmak, insanların eserleri), artefact
(belli bir) görüşte olmak artificial = yapay, suni, sahte, man-made, imitation,
argue away = tartışarak çürütmek, aksini kanıtlamak zıt anl.= real, genuine
argue over = (bir konu) üzerinde tartışmak, debate artificial fingernail remover = yapay tırnak uçlarını
çıkarmaya yarayan madde
argue that = (bir fikir / bir görüş)’ü savunmak, (bir
şey)’i iddia etmek artificial liver = suni / yapay karaciğer
argument = 1) sav, iddia, assertion; 2) tartışma, artificially = yapay / suni olarak, zıt anl.= naturally
debate; 3) çekişme, controversy artificially sweetened = suni olarak tatlandırılmış

www.bademci.com
12 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

artistic term = sanat terimi as well as = 1) (bir şey)’e ek olarak, de / da, ve;
as a consequence = sonuç olarak, consequently 2) (hem) … hem de …, in addition to; 3) hem
de . . . , (onu) da, and also
as a matter of fact = aslında, aslına bakılırsa,
actually, to tell the truth as with any country = her ülkede olduğu gibi
as a matter of legal doctrine = yasalar bakımından, as yet = daha, henüz, şimdiye kadar, so far, until now
yasal açıdan bakılırsa ascendancy = üstünlük, güç
as a result = sonuç olarak, sonuçta, therefore, ascent = çıkış, tırmanış, yükseliş, yokuş
consequently ascertain = (araştırarak) tespit etmek, belirlemek,
as a rule = kural olarak saptamak, ensure, determine, verify
as a whole = bir bütün olarak ascribe to = (bir şey)’e atfetmek, attribute to
as compared with = (bir şey) ile karşılaştırıldığında ash = kül, cinder
as directed = talimata uygun şekilde, tarif edildiği ashore = karaya, kıyıya
gibi aspect = açı, yön, bakım, görünüş, feature, facet,
as ever = her zamanki gibi, as always, as usual perspective, view, side
as far as = … kadar uzaklar(d)a, (I travelled as far as aspiration = arzu, istek
the Arctic Circle. = Kuzey Kutup Dairesi’ne aspire to = (bir şey)’i şiddetle istemek, kuvvetle arzu
kadar (uzaklara) seyahat ettim.) etmek, seek, desire
as far as . . . is concerned = söz konusu . . . assassinate = suikast yapmak
olduğunda, . . . yı ilgilendirdiği kadarıyla, as far
assassination = suikast
as . . . goes
assault (fiil) = saldırmak, attack
as far as … goes = söz konusu . . . olduğunda, . . . yı
ilgilendirdiği kadarıyla, as far as . . . is assault (isim) = saldırı, attack
concerned assemblage = bir araya getirilmiş / gelmiş kişiler
as far as character goes = karakter söz konusu veya nesneler bütünü, karışım, topla(n)ma
olursa assemble = 1) topla(n)mak, gather; 2) monte etmek,
as for = (bir şey)’e gelince, (bir şey) ile ilgili olarak kurmak, parçaları bir araya getirerek
oluşturmak, install, zıt anl.= dismantle,
as if = güya, sanki … miş / . . . mış gibi, as though
disassemble
as is the case with = … daki gibi, … ile ilgili
assembler = montör, takyapçı
durumda olduğu gibi
assembly = montaj
as is true of others = başkalarında olduğu gibi
assembly = toplantı, meclis, kongre
as little as = . . . kadar / gibi küçük (bir miktar), . . .
kadar / gibi kısa (bir zaman), (His wage is as assert = 1) (hakkını vs.) güçlü bir şekilde savunmak /
little as 300 YTL a month. = Onun maaşı 300 kabul ettirmeye çalışmak, declare, insist,
YTL gibi küçük bir miktar.) press; 2) ileri sürmek, iddia etmek, put forward
as long as = sürece, müddetçe, so long as assertion = 1) savunma, iddia, affirmation;
2) açıklama, bildiri, declaration
as opposed to = (bir şey)’den farklı olarak, in contrast
to assertive = iddiacı, (agresiflik derecesinde)
kendinden emin
as regards = (bir şey)’e gelince, . . . konusunda,
considering assess = değerlendirmek, değer biçmek,
hesaplamak, evaluate, appraise
as soon as = –er … –mez (bir şeyi yapar yapmaz)
assessment = değerlendirme, değer biçme,
as soon as possible = mümkün olduğu kadar çabuk,
evaluation, judgement
ASAP
asset = kazanç, fayda getirecek şey, meziyet, plus
as such = 1) bu sıfatla, in that capacity; 2) kendi
içinde, o şekilde, in itself, (He is only a child assiduously = dikkatli ve sürekli çalışarak, diligently
and must be treated as such. = O sadece bir assign = 1) (görev) vermek, tahsis etmek, ayırmak,
çocuk ve ona bir çocuk gibi / o şekilde allot, allocate, portion; 2) atamak, tayin etmek,
davranılmalı.) appoint, designate
as the semester wears on = sömestr ilerledikçe assimilation = asimilasyon, sindirim, özümle(n)me
as to = (bir şey)’e gelince, . . . konusunda, (bir şey)’e (bağırsaktan emilen maddelerin organizmanın
uygun olarak, about, relating to yapısına girmesi)

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 13

assist in = (birine bir şey)’de yardım etmek / yardımcı at large = genelinde, çoğu, çoğunluğu, in general
olmak, help in at least = en azından, at any rate, zıt anl.= at most
associate = iş ortağı, bağlı kuruluş at least to a certain extent = en azından belli bir
associate with = (bir şey / olay) ile ilgisi olmak, dereceye / düzeye kadar
bağlantısı olmak at little expense = az bir maliyetle
associated with = (bir şey) ile ilgili / alakalı / lişkili, at long last = nihayet, en sonunda
related to
at most = en fazla, maksimum, maximum
association = 1) ilişki, relation; 2) dernek, birlik,
at once = 1) tek seferde, bir defada; 2) derhal,
kurum, society
hemen, immediately, right away; 3) aynı anda,
assortment = çeşitlilik, farklılık, variety, diversity, zıt at a time, at one time
anl.= uniformity
at present = 1) hali hazırda, şu an için, currently,
assume = 1) farz etmek, varsaymak, suppose; 2) (iş, presently, at this time; 2) şimdi, now
görev vs.) üstlenmek, undertake; 3)
at smo’s disposal = birisinin emrinde / kullanımında /
benimsemek, kabul etmek, believe, presume
elinde (olma durumu)
assumption = varsayım, farz etme, sanı, supposition
at some point = bir noktada
assurance = endişeleri giderme amaçlı söz veya
at the expense of = (bir şey) pahasına
eylem, güvence
at the heart = merkezinde, odak noktasında,
assure = temin etmek, güvence vermek, certify,
kalbinde
guarantee
at the rate of = hızında
asteroid = asteroid, uzayda dolanan büyük
göktaşları at the request of their governments =
hükümetlerinin talebi üzerine
asthma = astım
at the same rate = aynı oranda / hızda
asthma attack = astım krizi
at the time = o zamanlar, back then
astonish = şaşırtmak, hayrete düşürmek, astound
at the turn of = (bir şey)’in sonu ile takip edenin başı
astonishingly = şaşırtıcı / hayrete düşürücü bir
arasında, dönüm noktasında, (at the turn of
şekilde, astoundingly, amazingly, surprisingly
the century = yüzyılın başında / sonunda)
astounding = şoke eden, hayret verici, surprising,
at this rate = bu hızla
breathtaking, zıt anl.= normal, ordinary
at times = zaman zaman, occasionally
astronomer = astronom (yıldızları, gezegenleri ve
diğer gök cisimlerini inceleyen bilim insanı) at will = istendiğinde, istenilen zamanda, istendiği
gibi, as / when one wishes
astronomical matters = astronomi ile ilgili konular
Athens = Atina (Yunanistan’ın başkenti)
at all = hiç mi hiç, hiçbir surette / şekilde, whatsoever
athlete = atlet, sporcu
at all costs = ne pahasına olursa olsun
atomic symbol = element simgesi (kimyasal
at almost no cost = neredeyse bedelsiz / masrafsız
elementleri temsil etmekte kullanılan bir veya
olarak
iki harfli kısaltma)
at any point in time = herhangi bir zamanda,
atrophy (fiil) = atrofiye / dumura uğra(t)mak,
zamanın herhangi bir noktasında
körel(t)mek, decay, disintegrate, zıt anl.=
at bargain prices = kelepir fiyatlara / fiyatlardan develop, grow
at best = en iyi durumda, en iyi şartlarda, under the atrophy (isim) = atrofi, dumur, körelme
most favourable conditions, zıt anl.= at worst
attach = tutturmak, takmak, iliştirmek
at ease = 1) rahat, huzurlu; 2) (askeri) ’Rahat’
attach importance = (bir şey)’e önem vermek, give
komutu
importance
at fault = suçlu, kabahatli, in the wrong, guilty, zıt
attach much importance to = (bir şey)‘e büyük
anl.= innocent
önem vermek
at first glance = ilk bakışta, at first sight
attached to = (bir şey)’e bağlı
at first sight = ilk bakışta
attachment protein = tutunma proteini (virüsün
at great expense = büyük harcamalar yapılarak yüzeyinde bulunan ve hücrelere tutunmasını
at great risk = büyük risk altında sağlayan protein)
at intervals = aralıklarla attack (fiil) = saldırmak, assault, zıt anl.= defend

www.bademci.com
14 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

attack (isim) = 1) saldırı; 2) nöbet, atak, kriz auditory system = işitme sistemi
attain = (bir hedef vs.)’ye ulaşmak, elde etmek, augment = arttırmak, çoğaltmak, grow, increase,
kazanmak, achieve, fulfil, zıt anl.= fail amplify
attainable = erişilebilir, ulaşılabilir, (The objectives put austere = 1) ciddi, ağırbaşlı; 2) sert, zor, çetin
forward by the leading party do not seem to be authentic = otantik, hakiki, gerçek, genuine
attainable. = İktidar partisi tarafından
author = yazar
öngörülen hedefler pek ulaşılabilir
görünmüyor.) authoritarian = otoriter
attempt (fiil) = girişimde bulunmak, teşebbüs etmek, authority = otorite, yetkili, yetkili merci
try authorize = izin vermek, yetki vermek, permit,
attempt (isim) = deneme, girişim, teşebbüs, effort, empower
trial autism = otizm (kişinin ileri derecede içe kapanık
attend = katılmak, hazır bulunmak, (okula, kursa, oluşu, aşırı çekingenlik ve kişisel ilişkiler
spora vs.) devam etmek kurmada güçlükle belirgin içine kapanma hali)
attendance = (okula, kursa, spora vs.) devam etme, autistic = otistik (otizm rahatsızlığı olan)
devamlılık, hazır bulunma autoimmune response = otoimmün tepki (bağışıklık
attendant = (akıl hastanesi, huzurevi vs. için) bakıcı, sisteminin bir virüs vs. ’i tanıması ve ona karşı
görevli antikor üretmesi)
attention = dikkat, ilgi autonomy = özerklik, otonomi (kendi kendini idare
etme)
attentiveness = azami dikkat, care, thoughtfulness,
zıt anl.= neglect auxiliary = yedek, yardımcı, supplementary
attitude = tutum, tavır, yaklaşım, approach, stance available = bulunabilir, (piyasada) bulunan,
ulaşılabilir, (alıma / kullanıma) hazır,
attitude researcher = davranış araştırmacısı,
attainable, ready, accessible, usable
davranış bilimci
availability = hazır bulunma, bulunabilirlik,
attract = (ilgisini) çekmek, cezbetmek, etkilemek,
edinilebilirlik, erişilebilirlik, zıt anl.=
appeal to
unavailability
attract attention = dikkat çekmek
avalanche = çığ
attract notice = dikkat çekmek
avalanche proper = asıl / gerçek çığ
attract scientific criticism = bilimsel çevrelerin
avant-garde = avangard, öncü
eleştirisine hedef olmak
average to = ortalama olarak (bir miktar)’a karşılık
attract scientific scrutiny = bilimsel araştırmaların
gelmek
ilgi odağı olmak
average life-span = ortalama ömür
attraction = 1) cazibe, çekim gücü; 2) atraksiyon,
eğlence programı avian flu = kuş gribi
attractive = çekici, güzel, appealing, zıt anl.= avian influenza = kuş gribi / vebası
repulsive aviation = havacılık
attribute = vasıf, nitelik, sıfat, aspect, element, aviator = havacı
feature avionics = uçuş elektroniği
attribute to = 1) (bir neden)’e bağlamak, yormak, avoid = (bir şey)’den kaçınmak / sakınmak /
associate with, connect to; 2) (bir şey)’e mal kurtulmak, escape, stay away, zıt anl.=
etmek, atfetmek, ascribe to contact, face, confront
attune to = (bir şey)’e uydurmak, alıştırmak, adjust, avoidable = kaçınılabilir, önlenebilir, evitable,
accord avertable, zıt anl.= inevitable, unavoidable
auction off = açık arttırma ile satmak, elden avoidance = (bir şey)’den kaçınma / sakınma /
çıkartmak kurtulma, escape, staying away, zıt anl.=
audience = dinleyiciler, izleyiciler, hazır bulunanlar contact, confrontation
audio player = CD / kaset / müzik çalar avoidant = (karakter için) çekinik
audiometry = odyometri (işitme gücünün ölçülmesi) await = beklemek, gözlemek, expect
auditor = 1) dinleyici, listener; 2) (bir tür) mali awaken = uyan(dır)mak, wake up, arouse, zıt anl.=
müşavir; 3) misafir öğrenci put / go to sleep
auditory = işitme ile ilgili, işitsel

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 15

aware of = (bir şey)’in farkında, zıt anl.= unaware of awful long time = (dilimizdeki informel karşılığı ile)
aware = bilinçli, farkında, alert, conscious, zıt anl.= felaket uzun zaman, çok uzun bir zaman
unconscious awning = tente, güneşlik
awareness = farkında olma, perception, recognition, axiom = aksiyom (kabul edilmiş gerçek)
zıt anl.= unawareness axis = (çoğul: axes) aks, eksen
awful = berbat, korkunç, terrible, horrible, zıt anl.=
beautiful, nice

www.bademci.com
B B BB B

B vitamin folate = folik asit (bir tür B vitamini) ball bearing = bilyeli rulman (yatak ile mil yuvası
B. C. = Milattan / İsa’dan önce, before Christ, zıt arasında metal küreler / bilyeler bulunan
anl.= A. D. , anno Domini rulman)
baby boom = bebek patlaması (aşırı miktarda ball of fire = ateş topu, (The sun is simply a huge
doğum) ball of fire. = Güneş, basitçe dev bir ateş
topudur.), fireball
baby sticker = küçük çıkartma / etiket
ball of light = ışık topu
Babylon = Babil (antik Mezopotomya’nın en önemli
kentlerinden birisi ve Babil Krallığı’nın ball of the foot = ayak parmaklarının ayakla
başkenti) birleştiği, kaslı ve su toplamaya meyilli bölge
back (fiil) = desteklemek, support ballast = safra (gemilerin ve balon, zeplin gibi
taşıtların denge sağlamak amacı ile taşıdıkları
back (isim) = sırt
su, kum gibi ağırlık)
back and forth = ileri geri
ballast water = safra suyu (gemilerin yüklü değilken
back out = caymak, sözünden dönmek denge sağlamak amacı ile ambarlarına
back up = desteklemek, arka çıkmak, support, doldurdukları su)
reinforce, (In his time, there was hardly ballooning = artmak, yükselmek, (fiyat vs. için)
anyone to back up Darwin’s theories. = Kendi patlamak
zamanında Darwin’in teorilerini destekleyecek
ballot = 1) oy verme işlemi; 2) oy pusulası
pek kimse yoktu.)
Baltic = Baltık Denizi (Kuzey Avrupa’da,
back up with = (bir şey) ile desteklemek, arka
İskandinavya ile Danimarka arasında kalan
çıkmak, support with, reinforce with
deniz)
backer = savunan, destekleyen
ban = yasaklamak, forbid, prohibit, bar, zıt anl.=
background = geçmiş, arka plan allow, permit, (There was no ban on smoking
backing = destek(leme), support on the train we travelled in. = Yolculuk ettiğimiz
backpack = sırt çantası trende sigara yasağı yoktu.)
backward = 1) arkaya doğru, arka tarafa doğru; band = takım, zümre, (müzik için) grup
2) zeka geriliği olan Bangladesh = Bangladeş (Güney Asya’da bir ülke)
backwardness = gerilik, geri kalmışlık, bank (fiil) = yığılmak, kümelenmek
underdevelopment bank (isim) = 1) nehir / ırmak / hendek / göl kıyısı,
bacterial pharyngitis = (bakterilerin oluşturduğu ya kenarı; 2) küme, yığın
da onlarla ilgili) farenjit, bakteriyel farenjit banker = banker, bankacı
(yutak iltihabı)
banks of the Nile = Nil’in kıyıları
bacterium = (çoğul: bacteria) bakteri
bar = çubuk
bag-snatching = kapkaç, çantayı alıp kaçma
bare = yalın, çıplak, basit, mere
bail out (of) = (acil durumda bir aracı) terk etme
barely = zar zor, güçlükle, çok az, hardly, zıt anl.=
bake = (hamur işleri için) fırında pişirmek enough, sufficiently
balance = denge barometer = barometre (ortam basıncını ölçmeye
balancing (isim) = dengeleme yarayan alet)
balancing (sıfat) = dengeleyici barrel = (petrol için) varil (yaklaşık 159 litre)
bald eagle = kel kartal (ABD ve Kanada’da bulunan, barren = kıraç, verimsiz, infertile
balık ile beslenen, başındaki tüylerin beyaz barricade = barikat
olması sebebiyle “kel” adını almış olan iri bir
barrier = engel, bariyer, obstruction
kartal türü)
barter = değiş tokuş, takas

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 17

basal = temel, bazal be based in = (örn. bir kuruluş için) (bir yer)’de
basal cell = bazal hücre (bir doku içerisinde en alt üslenmiş olmak, merkezinin (bir yer)’de
tabakada bulunan hücrelerden her biri) bulunması
basal cell carcinoma = epidermisin alt tabakasını be based on / upon = (bir şey)’e dayanmak, be built
etkileyen, genellikle güneş ışınlarına aşırı on, depend on
derecede maruz kalınmasından kaynaklanan, be better known = daha iyi tanınmak
nispeten zararsız bir cilt kanseri türü be better known as a scientist = daha çok bir bilim
base = (askeri, bilimsel vs.) üs insanı olarak tanınmak
base number = taban sayısı (bir sayma sisteminin be biased against = (bir şey)’e karşı önyargılı olmak,
dayalı olduğu sayı) (bir şey)’in aleyhinde bir eğilime sahip olmak,
base on = (bir şey)’e dayandırmak, (bir şey)’in (bir şey)’e karşı durmaya yatkın olmak
üzerine kurmak be bothered with = (bir şey)’den ötürü rahatsız
base unit = temel birim (Örneğin, “metre” temel bir edilmek / rahatsızlık duymak
birim, “santimetre” ise metreden türetilmiş bir be bound to = (bir şey yapması) kesin / kaçınılmaz
birimdir.) olmak, be certain / sure to
baseball = beyzbol (atılan topa sopa ile vurularak be bound to end = sona ermesi kesin olmak, sona
oynanan, özellikle ABD’de çok popüler olan bir ermek zorunda olmak
takım oyunu) be bound up with = (bir şey) ile çok yakın ilişkisi /
basic = temel, fundamental bağlantısı olmak
basin = havza, taban, (krater için) iç kısım be committed to = (bir şey)’e kendini adamak, devote
basis = temel, ana ilke oneself to
Basle = Basel (İsviçre’de bir kent) be composed of = (bir şey)’den oluşmak, (bir
şey)’den ibaret olmak, comprise, consist of
bat = yarasa
be concerned about = (bir şey) hakkında
bathe = 1) yıkamak, wash; 2) suya / sıvıya batırmak,
kaygılanmak / endişe duymak
soak
be concerned with = (bir şey) ile ilgili olmak, (bir
baton = değnek
şey)’i konu etmek, be about, deal with
batter = hırpalamak, dövmek, beat
be connected with = (bir şey) ile ilgisi / ilişkisi olmak,
battering = hırpalama be associated / affiliated with
battery-powered = pille çalışan be conscious of = (bir şey)’in farkında olmak, be
battle (against / with) (fiil) = ile / karşı savaşmak, aware of
mücadele etmek, fight (against / with) be convinced of = (bir şey)’e ikna olmak, inanmak
battle (isim) = meydan savaşı, muharebe, mücadele, be critical of = (bir şey)’e karşı eleştirel olmak, (bir
war, fight, endeavour şey)’i eleştirmek, criticize
battlefield = er meydanı, savaş / muharebe alanı be delighted with = (bir şey)’e çok sevinmek
bauxite = alüminyum cevheri, boksit be deprived of = (bir şey)’den mahrum olmak, lack
bay = koy, küçük körfez be disposed to = (bir şey yapma) eğiliminde olmak,
be affiliated with = (bir şey) ile ilgisi / ilişkisi olmak, be tend to, be inclined to
associated / connected with be due = hak etmek, deserve
be alarmed by = (bir şey)’den ötürü korkuya / be empty of (smt) = (bir şey)’den yoksun olmak /
dehşete düşmek kalmak
be all there is left = kalan tek şey olmak be engaged in = (bir şey)’in içinde yer almak, (bir
be anxious to do smt = bir şeyi yapmayı çok istemek şey)’e dahil olmak, be involved in
be associated with = (bir şey) ile ilgisi / ilişkisi / be entitled to = hakkı olmak, yetkisi olmak, be eligible
bağlantısı olmak, be affiliated / connected with for, (We are all entitled to equal protection
be at a standstill = durmuş olmak under the law. = Yasalar altında hepimizin eşit
be at fault = kusurlu / hatalı olmak, be (in the) wrong korunma hakkı vardır.)
be aware of = (bir şey)’in farkında olmak, be be equipped with = (ekipman vs.) ile donanmış,
conscious of, realise donatılmış

www.bademci.com
18 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

be expected = beklenmek, önceden kestirilmiş be made into = (bir şey)’e dönüştürülmek


olmak, be foreseen / predicted, zıt anl.= be be made up of = (bir madde vs.)’den yapılmak /
unforeseen / unpredicted oluşmak, be composed of
be expected to do smt = bir şey yapması beklenmek be marked by = (bir şey) ile belirginleşmek
be exposed to = (bir şey)’e maruz kalmak be mistaken = yanılmak, be wrong
be fascinated by / with = (bir şey)’e kendini be no better = daha iyi olmamak
kaptırmak, be wrapped up in
be not necessarily concerned with = her zaman / her
be for = desteklemek, lehinde olmak, support, favour, durumda (bir şey) ile ilgili / alakalı olmamak,
zıt anl.= be against her durumda (bir şey) ile ilgilenmemek
be given publicity = yazılı ve görsel basında yer be not without cost = bedelsiz olmamak, bir bedeli
almak, hakkında haber çıkmak bulunmak
be given to = (bir şey yapma) alışkanlığında olmak, be noted for = (bir şey) ile ünlü / tanınmış olmak, be
huy edinmek famous / well-known for
be grounded = 1) yere konmak, uçma izni olmamak; be of importance = önem taşımak, önemli olmak, be
2) temeli sağlam olmak, donanımlı olmak important, be of significance
be home to = (bir şey)’e ev sahipliği yapmak, (bir be of interest = ilginç / ilgi çekici olmak, be interesting
şey)’in anavatanı olmak, harbour
be of no importance = önemsiz olmak, be
be housed in = (bir yer)’e yerleştirilmek, (bir yer)’de insignificant, zıt anl.= be of importance
barındırılmak
be of the opinion (that) = … düşüncesinde /
be in company of others = başkalarıyla birlikte inancında olmak
olmak
be on the horizon = ufukta belirmek
be in demand = (bir mal vs. için) talep olmak,
be on the improve = düzelmekte olmak, ilerleme
aranmak, istenmek
içinde olmak, zıt anl.= deteriorate
be in existence = meydanda olmak, var olmak
be on the rise = yükselişe geçmek, yükselişte olmak
be in possession of = (bir şey)’e sahip olmak, (bir
be over = sona ermek, bitmek, end, zıt anl.= begin
şey)’i elinde bulundurmak, have
be pleased with = (bir şey)’den memnun / hoşnut
be in power = iktidarda olmak
olmak, be happy with
be in the grip of = (bir şey)’in yönetiminde /
be prejudiced against = (bir şey)’e karşı önyargılı
denetiminde / kontrolünde olmak
olmak, be biased (against)
be in the habit of = (bir şey yapma) alışkanlığında
be prepared for = (bir şey) için / (bir şey)’e karşı
olmak
hazırlıklı olmak, be ready, zıt anl.= be
be in the lead = başta gitmek, lider / önde olmak unprepared for
be in the making = yapım / kurulum / üretim be present = var olmak, bulunmak, exist, zıt anl.= be
aşamasında olmak absent
be indexed to = (bir şey)’e endekslenmiş olmak be prey to = (bir şey)’e yenik düşmek, (bir şey)’in
be indicative of = (bir şey)’in göstergesi / habercisi kurbanı olmak
olmak, be a sign of be put to work = işbaşı yaptırılmak, çalıştırılmak
be involved in = 1) (bir iş / yarış vs.)’nin içinde olmak, be quick to do smt = bir şey yapmakta çabuk
(bir iş / yarış vs.)’de yer almak, (bir şey)’e davranmak / hızlı olmak
karışmak / katılmak, participate (in); 2) (bir
be reduced to = (kötü) duruma düşmek, (bir şey) ile
şey) ile uğraşmak / görevli olmak
yetinmek zorunda kalmak
be involved with = (bir şey) ile bağlantı / ilgi / ilişki
be referred to as = . . . olarak anılmak, be called
içerisinde olmak, be in connection with
be related to = (bir şey) ile ilgili olmak
be likely to = . . . eğiliminde olmak, . . . -ması
muhtemel olmak, be disposed to, tend to be remembered for = (genellikle bir özelliğinden)
ötürü hatırlanmak
be likened to = benzetilmek
be required to = (bir şey yapmak) zorunda olmak
be limited to = (bir yer veya bir şey)’e sınırlandırılmış
olmak be responsible for = (bir şey)’den / (bir iş)’ten
sorumlu olmak, in charge (of)
be linked with / to = (bir konu vs.) ile bağlantılı /
bağlantısı olmak be restricted to = (bir şey) ile kısıtlı / sınırlı olmak, be
limited to

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 19

be rumoured = söylentisi dolaşmak, ağızdan ağıza be worth = (bir şey)’e değer olmak
yayılmak be worth something in the region of euro 700 =
be scared of = (bir şey)’den korkmak, be afraid of 700 Euro dolaylarında bir fiyatı olmak
be set on = kararlı / azimli olmak, be determined be wrapped up in = (kendini bir şey)’e kaptırmış
be settled = (bir yer)’e yerleşmiş olmak olmak, (düşünce vs.)’ye dalmış olmak
be several years into smt = bir konuda büyük bead = boncuk
mesafe kat etmek / yılların birikimine sahip beak = gaga, bill
olmak beam (fiil) = (elektromanyetik dalgalar aracılığı ile)
be short of = (bir şey)’in eksiği olmak, azalmış göndermek, ışınlamak
bulunmak, lack, (We are short of cheese. = beam (isim) = 1) ışın, ışık huzmesi, ray; 2) kiriş,
Peynirimiz azalmış.) taşıyıcı kolon
be situated = (bir yer)’de bulunmak, be located beam of electrons = elektron akımı
be struck = (bir şeyin güzelliği, ilginçliği vs. bean = fasulye, (kahve vs. için) tane
karşısında) büyülenmek, şaşırmak
bear = 1) katlanmak, kaldırmak, put up with; 2) sahip
be subject to = (yasa, düzenleme vs.)’ye tabi olmak, olmak, taşımak, üzerinde bulundurmak, have,
maruz kalmak carry, (The baby bears a strong resemblance
be subjected to = maruz kalmak / bırakılmak, tabi to its grandfather. = Bebek ile dedesi arasında
tutulmak, go through, undergo, experience büyük bir benzerlik var.); 3) doğurmak,
be suited to = (bir şey)’e uygun olmak (meyve) vermek; 4) (sorumluluk vs. için)
üzerine almak, have
be supplied with = (bir şey) ile donatılmış / teçhiz
edilmiş, be furnished with bear in mind = akılda tutmak, akıldan çıkarmamak
be supposed to = (bir şey) yapması gerekmek / bear little relation = çok az ilgisi olmak
yapmak zorunda olmak / yapması beklenir bear no relation = (bir şeyin, başka bir şeyle) ilgisi
olmak, should olmamak, (Your composition bears no relation
be suspected of = hakkında (bir suç vs.)’den ötürü with the topic given. = Kompozisyonunuzun,
kuşku duyulmak verilen konu ile hiç ilgisi yok.)
be taken ill = hastalık kapmak, hastalığa bear out = 1) desteklemek, support; 2) dışarı
yakalanmak taşımak, carry out
be taken in = kanmak, aldanmak, be deceived bear the brunt of smt = bir saldırıyı vs. göğüslemek
(The soldiers in the front had to bear the brunt
be thought to be = …olduğu düşünülmek
of the enemy attack. = Cephedeki askerler
be through = bitirmiş olmak, (I am through with this düşman saldırısını göğüslemek zorunda
studies. = Çalışmalarımı bitirdim.) kaldılar.)
be to = olacak olmak, (be to remain friends = bearable = dayanılabilir, katlanılabilir
arkadaş kalacak olmak)
bearer = taşıyıcı, porter
be to follow = (bir şeyi) izleyecek olmak, (bir şeyin)
bearing = 1) ilgi, ilişki, ilinti; 2) yön
arkasından meydana gelecek olmak
beat (fiil) = 1) dövmek, dayak atmak, thrash; 2) alt
be unable to = yapamamak, başaramamak, elinden
etmek, galip gelmek, yenmek, win over,
gelmemek, fail to, zıt anl.= be able to, succeed
overcome, zıt anl.= be defeated
in / at
beat (isim) = (kalp için) atış
be under way = bekleniyor olmak, yolda olmak, (bir
iş, proje vs. için) yapılmakta olmak beautification = güzelleştirme
be unfamiliar with = (bir şey)’e aşina olmamak, become extinct = soyu / nesli tükenmek, be wiped
yabancı olmak out, (This dog race became extinct about 300
years ago. = Bu köpek ırkının soyu yaklaşık
be up to = 1) (bir şey)’i yapabilmek, be able to do /
300 yıl önce tükendi.)
deal with; 2) bağlı olmak, be dependent on
bedside manner = doktorun yatan hastaya
be washed away = su ile götürülmek, su tarafından
yaklaşımı / tutumu
silinmek
bed-wetting = altını ıslatma
be welcomed by = (birisi) tarafından hoş karşılanmak
behaviour = davranış
be well ahead of = (bir şey / bir kişi)’nin hayli
önünde olmak behavioural = davranışçı, davranışla ilgili

www.bademci.com
20 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

behind bars = demir parmaklıklar arkasında best interests = en iyi şekilde koruma
(hapiste) best left to hunters = en iyisi (bu işi) avcılara
Beijing = Pekin (Çin’in başkenti) bırakmak
being = varlık, entity best-known = en iyi bilinen / tanınan
Belgian = Belçika ile ilgili, Belçika’ya ait bestseller = çok satan (kitap vs.)
belie = örtmek, yanıltmak, conceal, deceive, zıt anl.= bet = bahis
reveal beta-amyloid protein = beta-amiloyid proteini
belief = inanç, düşünce, opinion (Alzheimer hastalığının sebebi olarak bilinen
Belize = Belize (Orta Amerika’da bir ülke) ve nerofibril plak oluşumuna neden olan bir tür
protein)
belligerent = kavgacı, dövüşken, savaşan taraf,
savaşçı, aggressive, zıt anl.= peaceful better (fiil) = daha iyi hale gelmek / getirmek
belly = karın, abdomen better targeted = hedefi iyi seçilmiş
belonging = ait olma duygusu better-cared = daha iyi bakılan
bench = tezgâh beverage = (alkolsüz) içecek, soft drink
bend = eğilmek, bükülmek, kavis yapmak, flex bewildering = şaşırtıcı, hayret veren, overwhelming,
(There is a bewildering variety of activities in
bend over = yere eğilmek, öne doğru eğilmek, lean
this new entertainment. = Bu yeni eğlence
down
programında şaşırtıcı çeşitlilikte aktivite
beneath = altına, altına doğru mevcut.)
beneficial = yararlı, hayırlı, useful, helpful, zıt anl.= beyond = ötesi(ne), dışı(na), out of
useless, harmful
beyond recognition = tanınmaz halde, unnoticeable,
beneficiary = (bir mirastan vs.) yararlanan (kişi veya zıt anl.= apparent
şey)
beyond what she needs = ihtiyacı olandan çok
benefit (fiil) = yaramak, yararına olmak, yarar / fayda daha fazla(sı)
sağlamak, advantage, work to the advantage
bias = önyargı, prejudice, zıt anl.= impartiality
of, zıt anl.= harm, damage
bid = ihale
benefit (isim) = yarar, fayda, advantage, use, zıt anl.=
harm, loss bilaterally = iki taraftan, iki yandan
benefit from (fiil) = 1) (bir şey)’den yarar / fayda bile = öd, safra
sağlamak, yararlanmak, capitalise, profit from, bill = 1) fatura, hesap; 2) gaga, beak
zıt anl.= suffer; 2) (bir şey)’den ders çıkarmak, bind to = (bir şey)’e bağla(n)mak, fasten to, attach to,
learn from zıt anl.= free from, loosen from
benefits outweigh its risks = yararları içerdiği bind with = birbirine bağla(n)mak, fasten, attach, zıt
risklerden ağır çeker, risklerinden fazla anl.= free, loosen
yararları var
binomial = iki sayı grubu, harf vs. ’den oluşan isim,
benign = yumuşak, iyi huylu, zararsız, mild, zıt anl.= (kimi türler için verilen) iki terimli isim (örn.
severe, malign calystegia soldanella)
benign applications = zararsız / kötücül olmayan biofeedback = kişinin, vücudunda seyreden
uygulamalar fizyolojik işlevler hakkında monitörlü araç
benignly = yumuşakça, tehlikesizce, kindly, yardımıyla bilgi sahibi olması
harmlessly, zıt anl.= maliciously biofuel = tarlalarda bu amaçla üretilen bitkilerden
beriberi = beriberi (B1 vitamini eksikliği nedeniyle elde edilen yakıt (örn. biyodizel), agrofuel
oluşan, el ve ayaklarda iltihap ile belirgin biological function = biyolojik işlev
hastalık)
biological immaturity = biyolojik olarak yeterince
beset = 1) rahat vermemek; 2) kuşatmak, etrafını gelişmemiş olma durumu
sarmak
biological self = biyoljik benlik / kimlik
besides = yanında, yanı sıra, (bir şey)’den başka
biologist = biyolog, biyolojist (canlıları inceleyen
best available record = (the best available record bilim insanı)
şeklinde kullanılır) eldeki en iyi kayıt / veri
biopsy = biyopsi (tanı amacıyla mikroskopik
kaynağı
muayene için dokudan küçük bir parça alma)
best course to take = tutulacak en iyi yol, yapılacak
en iyi iş

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 21

bipolar disorder = bipolar bozukluk (manik blended = karıştırmak veya harmanlamak yolu ile
depresyon da denen, depresyon içerisinde oluş(turul)muş, mixed, zıt anl.= separated
coşku, taşkınlık gibi duyguların da yaşandığı blight (fiil) = soldurmak, berbat etmek, mahvetmek,
bir çeşit ruhsal bozukluk) ruin, damage, spoil
bird flu virus = kuş gribi / vebası virüsü blight (isim) = (patates vb.) bitkileri vuran bir tür
birth = doğum hastalık
birth defect = doğuştan gelen kusur / defekt blind (fiil) = kör etmek, görmeyi / algılamayı
bit = 1) parça, parçacık; 2) az miktarda engellemek
bite = ısırık, lokma blind to (sıfat) = 1) (bir şey)’e karşı kör; 2) (bir
durum)’u görmeyen / görmezden gelen
bite off = ısırarak koparmak
blister = kabarcık, su toplama
bitter-blocker = acı tadı ortadan kaldıran
block = tıkamak, engellemek, kesmek, kapamak,
bitterly = sert bir şekilde, acımasızca, dayanılması
faaliyetini durdurmak, obstruct, cut off, zıt anl.=
zor bir şekilde
let go, release
bitterly disappointed = şiddetli bir hayalkırıklığına
blockage = tıkama, tıkanma, blokaj, obstruction, zıt
uğramış
anl.= release
bizarre = garip, tuhaf, acayip
blocking = 1) engelleme, blokaj, set çekme;
bizarreness = tuhaflık, acaiplik 2) gruplandırma (bilimsel bir deneyde
black hole = kara delik (hiçbir maddi oluşum ya da denekleri benzer özelliklerine göre
ışınımın kendisinden kaçmasına izin sınıflandırarak inceleme)
vermeyen, güçlü bir yerçekimine sahip yüksek blood cell = kan hücresi
kütleli kozmik cisim)
blood clotting element = kan pıhtılaşmasını
blacken = karar(t)mak sağlayan unsur
black-glazed = siyah sırlı blood flow = kan akımı, kanın vücut damarlarındaki
blacklist (fiil) = kara listeye almak veya bir yaradan dışarı akışı
blacklist (isim) = kara liste blood pool = kan toplanması
blade = 1) bir bıçağın / kılıcın keskin kenarı; blood pressure = kan basıncı, tansiyon
2) yaprak ayası blood supply = (bir organın vs. beslenmesi için
blame with (fiil) = suçu (bir kişi)’nin üstüne atmak, gereken) kan miktarı, kan tedariği
(bir şey) ile suçlamak, accuse of, zıt anl.= blood test = kan testi
acquit of
blood vessel = kan damarı
blame (isim) = suç, suçlama, kabahat, töhmet
bloodshed = kan dökülmesi, kan dökme
blanket = üstünü örtmek, (bir duyguyu vs.) örterek
bloodstream = kan akımı / dolaşımı
bastırmak, kaplamak, cover, suppress, zıt
anl.= uncover blow (fiil) = savurmak, üfürmek, (rüzgar) esmek
blanket amnesty = genel af blow (isim) = (kafaya vs.) vurma, darbe
blast = patlama, infilak, explosion blow on (fiil) = (bir şey)’e doğru üflemek / esmek
blast bomb = ses bombası, infilak şiddetiyle geniş blow out = üfleyerek söndürmek
alanları etkileyen bomba blowout = yeni kazılmakta olan bir petrol veya
blasting = şiddetli ses çıkaran artezyen kuyusunda, derinlerdeki yüksek
basınç sebebiyle oluşan çok şiddetli püskürme
blatantly = gizlemeye gerek görmeden, apaçık bir
şekilde blues = ABD’de ortaya çıkmış, özellikle siyahi
insanlar arasında daha popüler olan, Afrika
bleach = beyazlatıcı madde
halk müzikleri kökenli bir müzik tarzı
bleak = 1) kötü, kasvetli; 2) rüzgardan korumasız
bluish = mavimsi
bleed = kana(t)mak
bluish-purple = mavimsi mor renk
bleed to death = kanamadan ölmek
blunt = köreltmek, etkisizleştirmek, dull, disable, zıt
bleeding = kanama anl.= sharpen
blend (fiil) = karıştırmak, harmanlamak, mix, zıt anl.= blur = bulandırmak
separate
blurred vision = bulanık görme
blend (isim) = karışım, harman

www.bademci.com
22 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

board = (uçak, tren, otobüs, gemi gibi büyük boring (sıfat) = can sıkıcı, sıkıntı veren, dull, tiresome
taşıtlara) binmek bother = sıkıntı, rahatsızlık, trouble, annoyance
boast of = 1) (kendisi) ile (aşırı) övünmek, brag; bottled gas = tüp gaz
2) (övünülecek bir şey)’e sahip olmak, own,
botulism = ağır bakteri zehirlenmesi
possess
boulder = iri kaya parçası
bodily processes = vücut içinde meydana gelen
(kimyasal, fizyolojik vs.) prosesler / işlemler bounce (fiil) = (ticari çekler için) karşılıksız çıkmak
body = organ, kurum, teşekkül bounce off (fiil) = (top vs. için) sek(tir)mek
body composition = beden yapısı bounce (isim) = (derinin çekilip bırakılması
sonrasında hemen) eski halini alabilmesi
body fluid = vücut sıvısı
özelliği
body function = vücut fonksiyonu
boundary = sınır
body image = beden imgesi (insanın kendi
boundless = sınırsız, sonsuz, tükenmez, infinite,
bedeniyle ilgili algı ve değerlendirmeleri içeren
unlimited, zıt anl.= limited, scarce
imge)
bountiful = cömert, generous
body mass index = vücut kitle endeksi (insanın
vücut ağırlığının, boyunun karesine bourgeois = burjuva
bölünmesiyle bulunabilen ve zayıflık / bout = hastalık nöbeti, hastalık, fit
şişmanlık ölçütü olarak kullanılan bir endeks) box kite = kutu uçurtma (şekil bakımından her yanı
body weight = vücut ağırlığı açık bir kutuyu andıran uçurtma)
body-fluid system = vücut sıvıları sistemi brain = beyin
boil over = 1) kontrolden çıkmak; 2) kaynayarak brain activity = beyin aktivitesi
taşmak brain area = beyindeki bölgelerden herhangi biri
bold = cesur, gözüpek, daring, zıt anl.= coward brain injury = beyin zedelenmesi
bombard = bombalamak, (top vs. ile) dövmek brain malady = beyin hastalığı
bond with = ile birleşmek, -e bağla(n)mak brain pathway = beyin yolu (beyinde bulunan sinir
bond yield = tahvil faizi yolları)
bonding = bağ, bağlanma, (hydrogen bond = brain regions = beynin bölümleri
hidrojen bağı) brain structure = beynin yapısı
bone = kemik brain wave = beyin dalgası
bone fracture = kemik kırığı brain-imaging = beyin görüntüleme
bone marrow = kemik iliği brake = fren
bonfire = şenlik ateşi branch off (fiil) = kollara / dallara ayrılmak, diverge,
bony = kemiksi, kemikli subdivide
book = 1) (bilet, otel vs. için) reservasyon branch (isim) = dal, branş
yap(tır)mak; 2) (futbol vb. bir oyunda hatalı branch out into = (başka yerleri vs. içine alacak
oynayan bir oyuncuya) uyarı amaçlı (örn. sarı) kadar) genişlemek, yeni alanlara açılmak,
kart göstermek (ve ilgili oyuncuyu kayda bölünerek yeni işlere girişmek, expand, zıt
geçirmek), (expel = (örn. kırmızı kart anl.= shrink
göstermek sureti ile (oyundan) ihraç etmek) brand = marka
boom = canlılık, patlama, ani gelişme branding = marka yaratma
boost = arttırmak, yükseltmek, destek olmak, brand-new = yepyeni, gıcır gıcır
improve, increase, support, zıt anl.= prevent,
undermine, lessen, lower, reduce brave = cesaretle karşı koymak, göğüs germek
booster = güçlendirici breadth = 1) (bir uçtan bir uca) tamamı; 2) en, width,
broadness
booth = kabin, kulübe
break = mola, ara, teneffüs
border on (fiil) = (bir yer)’i çevrelemek, çevirmek,
enclose, surround break away = kırılıp / kopup ayrılmak
border (isim) = (ülke için) sınır break down = 1) parçalara ayırmak, analiz etmek,
analyze; 2) (motor vs. için) bozulmak, fail;
bore-hole = sondaj deliği 3) ruhen veya zihnen çökmek; 4) (kimyasal
boring (isim) = sondaj olarak) yıkmak / ayrıştırmak

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 23

break into = 1) (zorla) girmek, force an entry; bright = parlak


2) birden (bir şey yapmaya) başlamak, burst brilliance = deha, mükemmellik, genius, perfection
into
brilliant = dahice, parlak, harika, intelligent, bright,
break off = (birdenbire) dur(dur)mak, ara vermek wonderful
break one’s promise = sözünü tutmamak, zıt anl.= brilliantly = harika bir şekilde
keep one’s promise
bring in = 1) (sorun, para, gelir vs.) getirmek, cause,
break out = patlak vermek, birden ortaya çıkmak, earn; 2) (bir kişi)’yi veya (bir şey)’i (tanıdık bir
erupt ortama) getirmek, sunmak, introduce
break out of = (hapishane vs.)’den kaçmak, escape bring about = meydana getirmek, neden olmak, give
(from) rise, produce, effectuate, account for, (The
break through = (bir yerden engelleri aşarak) new law brought about many complaints. =
ilerlemek, zorla geçmek, pass through, force a Yeni yasa, pek çok şikayete neden oldu.)
way through bring down = 1) aşağıya çekmek, azaltmak;
break up = 1) (gösteri vs. türden bir etkinliği) 2) yıkmak, yerle bir etmek
dağıtmak, bitirmek, sona erdirmek; 2) (daha bring forth = yaratmak, meydana getirmek, yol
küçük) parçalara ayırmak / ayrılmak açmak, doğurmak, get, produce, yield
breakdown = 1) sinir bozukluğu, ruhen çökme, bring in = 1) (birisini veya bir şeyi tanıdık bir ortama)
nervous breakdown; 2) bozulma, arıza, getirmek, sunmak, introduce; 2) (para, gelir
collapse, failure vs.) getirmek, earn
breaking = frenleme, fren yapma işlemi bring into action = harekete geçirmek
breakthough = çığır açan şey, great innovation / bring no benefit = hiç yarar sağlamamak, hiç
discovery faydası olmamak
breakup = 1) (gösteri, organizasyon vs. için) dağılma, bring off = başarmak, başarılı bir şekilde yapmak,
bitme; 2) (daha küçük) parçalara ayrılma accomplish
breast = meme, göğüs bring on = ortaya çıkarmak, sebep olmak, produce
breast cancer = meme / göğüs kanseri bring out = (bir şey) geliştirmek, ortaya çıkarmak,
breastfeed = emzirerek beslemek neden olmak, develop, cause
breastfeeding = emzirerek besleme bring over = 1) deniz aşırı bir yerden getirmek;
breathe = nefes almak 2) (birini kendi) değerlerine, inançlarına tekrar
döndürmek; 3) beraberinde getirmek, (My
breathe life into = (bir şey)’e yaşam üflemek, (bir
mother said I could bring my friend over for the
yer)’i canlandırmak
night. = Annem, arkadaşımı gece yatıya
breathless = nefesini tutmuş, nefes bile almayan çağırabileceğimi söyledi.)
(heyecan ve ilgi ifade eder)
bring relief = rahatlatmak, yumuşatmak, alleviate,
breathlessness = soluksuzluk, soluk alamama moderate, zıt anl.= aggravate, worsen
breed = cins, tür bring through = (birinin bir hastalığı, zor durumu vs.)
breed grounds for = (bir şey)’e zemin hazırlamak atlatmasını sağlamak, save, pull through
breeding = yetiş(tir)me, üre(t)me, (bitki ve hayvan bring to an end = son vermek, terminate, zıt anl.=
türlerini) ıslah etme start, commence
breeding grounds = üreme / yuvalanma bölgesi bring to the fore = ön plana çıkartmak
breeze = esinti bring to the notice = (bir kişi)’nin dikkatine sunmak,
brew = gelişmek, yayılmak (kötü şeyler için) farkına varmasını sağlamak
brewing = demle(n)me bring under control = (bir durumu) kontrol altına
brick = tuğla almak
bridge = köprü kurmak, (açığı) kapatmak bring up = 1) gündeme getirmek, değinmek, refer
(to); 2) çocuk yetiştirmek, raise
bridge the gap between … and … = … ve …
arasındaki boşluğu kapatmak, … ile … bring up to = (bir toplama, miktara) ulaştırmak
arasında köprü oluşturmak brisk = canlı, hareketli, hızlı ve enerji harcatan
brief = kısa, short tarzda, energetic
briefly = 1) kısa bir süre için, for a short time; broad = geniş, geniş çaplı
2) kısaca, shortly broadcast = (verici ile) yayınlamak

www.bademci.com
24 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

broaden = genişle(t)mek, expand, (Literature greatly build-up = birikme, accumulation


broadens a doctor’s horizons. = Literatür, bir bulimia = 1) oburluk, aşırı yeme, hyperphagia;
doktorun ufkunu önemli ölçüde genişletir.) 2) bulimi (genellikle genç kızlar arasında
broadly = geniş çaplı, generally görülen, aşırı yemek yeme sonrasında kilo
broken generation = acılı nesil alma korkusu sebebiyle kişinin kendi kendini
kusturması ile belirgin yeme bozukluğu),
broken spirit = (örn. yaşama azminin yitirilmesi
bulimia nervosa
nedeniyle ortaya çıkan) moral çöküntüsü
bulimia nervosa = bkz. bulimia 2
bronchoscopy = bronkoskopi (soluk borusu ve
bronşların bir alet vasıtasıyla muayene bulk = büyük hacim / kütle
edilmesi) bulldoze = (örn. buldozer ile) yıkmak, dümdüz
Bronze Age = Tunç / Bronz Çağı (insanların bronzu etmek
kullanmaya başladıkları, Anadolu için M. Ö. bullet-proof = kurşungeçirmez
yaklaşık 3000-1200 yılları arasında kalan bullfight = boğa güreşi
dönem)
bump = çarpma, vurma
bruise = (deri ya da deri altı için) morarmak, morluk,
bumpy = tümsekli, engebeli
çürük, bere
bundle = demet
brunt = yük, darbe, burden
burden = külfet, yük, strain
Brussels = Brüksel (Belçika’nın başkenti olan ve
Avrupa Birliği’nin yönetim merkezlerinin bureaucracy = bürokrasi
çoğunun yer aldığı kent) burglar = (ev, dükkan, araç vs. soyan) hırsız
brutally = vahşice, cruelly, barbarously, zıt anl.= burglary = ev / bina / araç soyma
gently, humanely burn = yakmak / yanmak
bubble = kabarcık, baloncuk burn up = yakmak, yakarak tüketmek
bubonic plague = hıyarcıklı veba (özellikle pireler ve burnish = cilalamak, parlatmak, polish, wax, zıt anl.=
fareler tarafından taşınan, 14. yy’da Avrupa tarnish
nüfusunun dörtte birine yakınının ölümüne burst (fiil) = patla(t)mak
neden olan, yüksek ateş, halsizlik ve koltuk altı
ile kasık bölgelerinde kabarcık oluşumu ile burst (isim) = 1) patlama ile fırlama / saçılma; 2) bir
belirgin hastalık) anlık ve genellikle kısa süreli çok yüksek artış
budget = bütçe bury = gömmek, toprak altında bırakmak
budgetary = bütçe ile ilgili business ethics = iş ahlakı
bug = (bir sistem ya da makinedeki) hata, arıza business segments = iş alanları
build on = 1) üstüne çökmek, birikmek, (All the stress business setting = iş ortamı
builds on my psychology and makes me bustle = telaş etmek
depressive. = Bütün stress psikolojim üzerinde buttocks = (genellikle çoğul kullanılır) kalça, kaba et,
birikiyor ve beni depresif yapıyor.); 2) daha da popo
ileri götürüp geliştirmek, (The author hopes to buy up = (bir şey)’in tamamını satın almak
build on the success of his previous bestseller
book. = Yazar, önceki çok satan kitabının by a third = üçte bir oranında, by one third
başarısını daha da ileri götürmeyi umuyor.); by any chance = tesadüfen, şans eseri
3) üzerine kurulu olmak, (bir şey)’i esas almak, by any means = her ne şekilde olursa olsun
be based on by far = çokça, ziyadesiyle, fersah fersah, far and
build to a common standard = ortak bir standarda away
göre yapmak / inşa etmek by implication = ima yoluyla
build up = 1) oluş(tur)mak, form; 2) büyümek, by means of = vasıtasıyla, yoluyla, aracılığı ile,
birikmek, accumulate, develop, amplify, sayesinde, yöntemiyle, through
gather, zıt anl.= lessen
by nature = özü / doğası sebebiyle, doğası gereği
build up to a size = belli bir ebada kadar yapmak
by no means = asla, katiyen, hiçbir şekilde, in no
building blocks = yapı taşları sense, certainly not
building code = (binaların nasıl inşa edileceğini vs. by one account = bir görüşe / rapora göre…
düzenleyen) imar yasası
by one third = üçte bir oranında, by a third
building material = inşa / yapı malzemesi

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 25

by reference to = (birşey)’e göre / ilişkin olarak bypass surgery = baypas ameliyatı (koroner bir
by this means = bu yolla, using this damardaki tıkanıklığı gidermek için ana
atardamar ve tıkanık damarın arasına
by this time next year = gelecek yıl bu vakte kadar
vücudun başka bir bölgesinden alınan damar
bypass = etrafından dolanarak / yanından geçerek / vasıtasıyla kan geçişi sağlanması)
uğramadan aşmak, baypas etmek
by-product = yan ürün
bystander = seyirci, olaya karışmadan kenarda
duran kimse, witness

www.bademci.com
C C CC C

cage = kafes cancer-related = kansere bağlı


caged = kafeslenmiş, kafese koyulmuş cane = baston
calcium-rich = kalsiyum bakımından zengin canister = metal tüp
calendar = takvim cannabis = Hint keneviri
call = isimlendirmek, term cannibalism = yamyamlık (kendi türünü yeme)
call for = (bir şey) istemek, (bir şey)’i gerektirmek, cannot help = elinde olmamak, kendine hakim
ask, require, (Great necessities call for great olamamak, (I can’t help eating chocolate even
leaders. = Büyük ihtiyaçlar, büyük liderler though I am on a diet. = Diyette olmama
gerektirir.) rağmen, çikolata yemek konusunda kendime
call in at = (bir yer)’e uğramak hakim olamıyorum.)
call in = davet etmek, invite canopy = ormanda ağaç tepelerinin oluşturduğu en
üst tabaka, gölgelik
call into question = sorgulamak
Canton = Kanton, Guangdong (Çin’de bir liman kenti
call on = (birisinden bir şey yapmasını) istemek, (bir
ve aynı isimli eyaletin başkenti)
şey yapması için) davet etmek, (birisini bir
işte) kullanmak canvas = branda bezi, tuval, tuval üzerine yapılmış
resim
call out = 1) (yüksek sesle ad, numara vs.)
söylemek; 2) (göreve / iş başına / yardıma) cap = başlık, kapak
çağırmak capability = yetenek, kabiliyet, kapasite, ability,
call sign = kod ad, designation capacity, zıt anl.= incompetence
call upon = (yardım, destek vs. için) başvurmak, capable of = (bir şey)’i yapabilir / yapmaya gücü
çağrıda bulunmak yeter, muktedir, able to, zıt anl.= incapable of,
unable to
calm (down) (fiil) = sakinleş(tir)mek, pacify, zıt anl.=
excite capacity = kapasite, güç
calm (isim) = sükunet, dinginlik Cape of Good Hope = Ümit Burnu
calorific value = kalori değeri Cape Town = Cape Town (Afrika kıtasının en
güneyindeki Ümit Burnu’nda yer alan ve
calory = kalori (bir atmosfer basınç altında, 1 gram
Güney Afrika Cumhuriyeti’nin yönetim
suyun ısısını 1 santigrat derece arttıran enerji
merkezlerinden biri olan kent)
miktarı), calorie
capillary = kılcal damar
Cameroon = Kamerun (Batı Afrika’da bir ülke)
capital punishment = ölüm cezası, death penalty
camouflage = kamuflaj, gizle(n)me
capitalism = kapitalizm (üretim araçlarının
campaign (fiil) = mücadele etmek, kampanya
çoğunluğuna özel mülkiyetin sahip olduğu ve
yapmak
işlettiği; yatırım, dağılım, gelir, üretim, mal ve
campaign (isim) = (seçim vs. için) kampanya hizmet fiyatlarını piyasa ekonomisinin
camphor = kamfor defnesinden elde edilen, kokulu, belirlediği sosyal ve ekonomik sistem)
beyaz veya şeffaf renkli, mumsu bir madde capitalize = büyük harfle yazmak
can = (boya, tiner gibi şeylerin içine konduğu) kutu / capitalize on = (bir şey)’den yararlanmak, benefit
teneke, konserve kutusu from, exploit
cancel out = ortadan kaldırmak, silip süpürmek, Cappadocia = Kapadokya (antik dönemde Orta
offset, wipe out Anadolu’nun geniş bir kısmını kapsarken,
cancer development = kanserin ortaya çıkması / günümüzde sadece Nevşehir ili sınırları içinde
başlaması / gelişmesi kalmış olan ve volkanik oluşumları ile tanınan
cancerous = kanserli bölge)
cancerous growth = kansere bağlı büyüme, captivate = büyülemek, cezbetmek
kansere bağlı olarak büyüyen doku vs.

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 27

captivating = dikkat çeken caries = diş veya kemikte çürüme


captive = kapatılmış, esir carotenoid = insan, hayvan ya da bitkilerde bulunan,
capture = 1) yakalamak, esir etmek, tutuklamak, genelde sarı ile kırmızı arasındaki doymamış
fethetmek, imprison, catch, zıt anl.= release; pigmentlerden herhangi biri
2) fotoğrafını çekmek, take a photo of, carpet = (tabanı) kaplamak
photograph; 3) (fotoğraf / resim için) (örneğin carriage = vagon, araba
bir anı) yakalamak, (With his camera he tried
carrier = taşıyıcı, porter
to capture changes as they took place before
his eyes. = Fotoğraf makinesiyle gözünün carry away = 1) ikna etmek, persuade;
önünde meydana gelen değişimleri 2) heyecanlandırmak, excite; 3) götürmek
yakalamaya çalıştı.); 4) saptamak, tespit carry on = devam etmek, sürdürmek, continue,
etmek, record persevere, conduct, zıt anl.= give up
capture off-guard = hazırlıksız / savunmasız carry out = yapmak, uygulamak, gerçekleştirmek,
yakalamak yerine getirmek, accomplish, fulfil, implement,
carbon isotope ratio = karbon izotop oranı, CIR perform, conduct, (The experiments were
carried out by Dr. Preston. = Deneyler Dr.
carbon-emission tallies = karbon yayma çetelesi /
Preston tarafından gerçekleştirildi.), (She
hesap tablosu
carries out her duties efficiently. = Görevlerini
carcinogenecity = kanser yapma eğilimi düzgün bir şekilde yerine getiriyor.)
carcinoma = karsinoma (epitel dokuda ortaya çıkan carve = oymak
kötü huylu her tür kanser çeşidi; dört temel
carving = oyma
kanser türünden biri)
case = 1) vaka, olay, event; 2) dava; 3) durum,
cardboard = karton
incident, situation
cardiac = kalbe ait
Caspian Sea = Hazar Denizi
cardiac arrest = kalp durması
cast (fiil) = (gölge) yapmak / düşürmek, (maden)
cardiac rehabilitation = kalp rehabilitasyonu dökmek
(çalışma yeteneği azalmış olan kalbe, uygun
cast (isim) = oyuncu kadrosu
egzersiz uygulayarak tekrar eski güç ve
yeteneğini kazandırma) cast-in-place = yerinde dökülmüş
cardiac sphincter = kardiyak sfinkter (yemek casual = 1) tesadüfi, rastgele, gayriresmi, accidental,
borusunun en uç noktası ile mide arasında incidental, informal, zıt anl.= deliberate, formal;
kalan valf / kapakçık) 2) profesyonel olmayan, (bir şey)’i arada bir
yapan, zıt anl.= professional
cardiovascular disease = kalp ve kan damarları
rahatsızlığı / hastalığı catalysed by breakthroughs = yeni buluş /
keşiflerle güçlenmiş
cardiovascular health = kalp ve damar sağlığı
catalyze = katalize etmek (özellikle bir kimyasal
care about = 1) sevmek, hoşlanmak, be fond of;
reaksiyonu kolaylaştırmak / çabuklaştırmak)
2) (bir fikir vs.)’ye ilgi duymak / ile ilgilenmek
catastrophe = felaket, (doğal) afet
care for = 1) özen göstermek; 2) hoşlanmak
catastrophic = feci, felaket getiren, disastrous
carefree = kaygısız, dertsiz, umursamaz
catch a yawn = başkası esnerken esnemeye
carefully = dikkatli / titiz bir şekilde
başlamak
caregiver = hasta ya da çocuk bakıcısı, nurse,
catch the public attention = halkın dikkatini
attendant
çekmek
careless = dikkatsiz, özensiz, zıt anl.= careful
catch up on old times = (iki ya da daha fazla kişi
cargo cult = kabile hayatı yaşayan topluluklarda, için) sohbet ederek, geçmişte yaşananları ya
gelişmiş ülkelerden gelen bir grupla ilk defa da kaçırılan olayları öğrenmek
karşılaştıklarında, özellikle onların birlikte
catch up to / with = (birinin ya da bir şeyin) (hızı)’na,
getirdikleri teknolojik aletlere duyulan hayranlık
(seviyesi)’ne vs. yetişmek, draw near, zıt anl.=
ile bağlantılı olarak ortaya çıkan tapınma
fall behind
eylemine verilen ad
categorically = kategorik olarak / sınıflandırılarak
cargo hold = kargo ambarı
incelenmek suretiyle
Carib Indians = Karib Yerlileri (Güney Karayipler’de
categorize = sınıflandırmak, classify
yaşayan bir yerli halk)

www.bademci.com
28 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

cater = (özellikle düğün vs. için) yemek hizmeti cell plate = bitki hücrelerinin ortasında oluşup
vermek büyüyerek hücreyi ikiye ayıran ve daha sonra
cater to French tastes = Fransız zevklerine hitap hücre duvarına dönüşen yapı
etmek cell-phone = cep telefonu, mobile phone
catering = yemek tedarik etme cellular hypoxia = hücresel oksijen azlığı
caterpillar = tırtıl cellulose = selüloz (bitki hücrelerinin duvarını
catheter = kateter (vücutta herhangi bir boşluk ya da oluşturan ve kağıt üretiminde kullanılan
kanala sıvı vs. iletmek amacıyla kullanılan madde)
ince, uzun tüp şeklinde araç) censor = sansürlemek
Catholic = Katolik (Hristiyanlık dininin Katolik census = sayım, nüfus sayımı
mezhebi ile ilgili) centenarian = (en az) yüz yıllık, yüz yıl yaşamış olan
Catholicism = Katoliklik (Hristiyanlık’ta büyük bir central = merkezi, ana, main, fundamental, zıt anl.=
mezhep) peripheral, minor, secondary
cattle = sığır central Europe = Orta Avrupa
cattle-farming = sığır çiftçiliği centre of the brain = beynin merkezi
causality = nedensellik, sebep-sonuç ilişkisi centre on / upon = (bir şey) üzerine yoğunlaşmak /
causation = (bir hastalık vs’ye) neden olan şey odaklanmak, focus on, concentrate on, zıt
cause (fiil) = neden olmak, yol açmak anl.= disregard, overlook
cause (isim) = 1) amaç, gaye, hedef, dava, ülkü, century = yüzyıl, asır
purpose, objective; 2) neden, sebep, reason ceramic = seramik (genellikle çömlek üretmek
caution (isim) = 1) ihtiyat, alertness, attention, zıt amacı ile seramik çamurunun pişirilerek
anl.= recklessness; 2) uyarı, ikaz, warning sertleştirilmesi yolu ile elde edilen malzeme)
caution (fiil) = uyarmak, ikaz etmek, warn cereal = 1) tahıldan yapılmış hazır yiyecek; 2) tahıl
cautious = ihtiyatlı, tedbirli, sakıngan, careful, cerebellum = (çoğul: cerebellums ya da cerebella)
prudent, zıt anl.= careless, thoughtless serebellum, beyincik
cautiously = ihtiyatlı, tedbirli, dikkatlice, carefully, cerebral = serebral, serebrum ya da beyinle ilgili
thoughtfully, zıt anl.= carelessly, (The infected cerebral cortex = serebral korteks (beyinde
wound was very cautiously drained, for it was serebrumun girintili çıkıntılı üst katmanını
close to an artery. = Enfekte olmuş yara, bir oluşturan, bilinç ve hafıza gibi fonksiyonlar ile
artere yakınlığı sebebiyle çok dikkatli bir ilgili olan gri madde tabakası)
şekilde drene edildi.) cerebrospinal fluid = serebrospinal sıvı (beyin-
cave-sanctuary = mağara-mabet omurilik sıvısı)
cavity = oyuk, boşluk, (dişte) çürük ceremonial centre = tören merkezi
cavity-wall = arasında boşluk bulunan duvar certain = 1) belli, fixed; 2) kesin, sure; 3) bazı, some
cease = (bir şey yapmayı) durdurmak, durmak, sona certainly = kesinlikle, elbette ki, definitely, absolutely,
er(dir)mek, stop, end, halt, quit, zıt anl.= begin, zıt anl.= probably
continue certainty = kesinlik, zıt anl.= uncertainty
cease to need = ihtiyaç duymamak, ihtiyacı cervical = boyun ile ilgili
olmamak
cervical vertebrae = boyun omurları
ceaselessly = durmaksızın
Chad = Çad (Orta Afrika’da bir ülke)
ceiling = (oda için) tavan, zıt anl.= floor
chafe = (sürtme sonucu) yarala(n)mak /
celebrate = övmek, kutlamak, praise berele(n)mek / kızar(t)mak
celebrated = ünlü, meşhur, şöhretli chain = zincir
celebrity = ünlü kimse chain of events = olaylar zinciri
celestial = gök ile ilgili, göksel chairman = başkan
celestial body = gök cismi chalk = tebeşir, kireçtaşı
celestial observatory = gözlemevi, gökyüzü gözlem challenge (fiil) = meydan okumak, kafa tutmak,
merkezi (gücünü, yeteneğini vs.) sınamak, confront

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 29

challenge (isim) = (insana meydan okuyan türden) charter (fiil) = bir uçağı, tarifesi dışında uçuş
zorluk, başarılması zor iş, (Mount Everest gerçekleştirmek amacı ile kiralamak
presented a challenge to Hillary. = Everest charter (isim) = eski Avrupa’da şehir kuruluşu ve
Tepesi, Hillary için kendisine meydan okuyan yönetimi ile ilgili kuralları belirleyen belge
zor bir hedefti.), (To build a bridge in one day
charter airline = uçuşlarını bir tarife olmaksızın,
was a real challenge. = Bir günde bir köprü
kiralama veya özel sözleşmeler çerçevesinde
inşa etmek başarılması zor bir işti.)
gerçekleştiren havayolu şirketi
challenging = meydan okuyan, zorlayıcı, (gücünü,
cheating = kandırma, aldatma
yeteneğini vs.) sınayan
check = kontrol etmek
chamber = oda
check for = (bir şey bulmak) amacı ile kontrol etmek,
chamber music = oda müziği (küçük bir grup
(check the building for gas leakage = binayı
müzisyenin genellikle bir odanın içinde küçük
gaz kaçağı bulmak amacıyla kontrol etmek)
bir topluluk için çaldığı müzik)
check with = (bir kişi)’ye sormak, (bir kişi)’nin
chameleon = bukalemun (renk değiştirebilen bir
onayını almak
kertenkele türü)
checker = dama taşı
chance error = tesadüfi / rastlantısal hata
check-up = genel sağlık kontrolü
chances = şans
cheering = neşelendirici, keyif verici
change = değişiklik, değişim, alteration, modification,
variety chemical affinity = kimyasal çekim / cazibe /
yatkınlık
change into = (bir şey)’e dönüş(tür)mek, convert into
chemical energy extraction = (besinlerden vs.)
change one’s mind = fikrini değiştirmek
kimyasal enerji çıkarma / elde etme işlemi
change over to = (bir şeyden bir şey)’e tamamen
chemical reaction = kimyasal tepki / reaksiyon
değiş(tir)mek, (The country has changed over
from military to civilian rule. = Ülke askeri chemist = kimyacı, kimyager
rejimden sivil rejime döndü.) chemotherapy = kemoterapi (özellikle kanser
channel (into) = kanalize etmek hastalıklarında kimyasal maddelerle yapılan
tedaviye verilen genel ad)
Channel Tunnel = Manş Tüneli (Manş Denizi’nin
altından geçen, İngiltere ile Fransa’yı cherished = değer verilen
demiryolu ile birbirine bağlayan tünel), chessboard = satranç tahtası
Eurotunnel chest = 1) sandık, kutu, box; 2) göğüs
chaotic = karmakarışık, düzensiz, confused, chest infection = göğüs enfeksiyonu
disorganised, zıt anl.= harmonious, orderly chestnut = kestane
chapter = (örn. bir hikayedeki) bölüm, kısım, section, chick = civciv
part
chiefly = başlıca, en çok, her şeyden önce, mostly,
characteristic = karakteristik özellik, (bir kişi ya da above all
unsura) has özellik, feature
child abuse = çocuk istismarı
characteristic attitude = karakteristik davranış,
(kişiye) özgü davranış, tipik davranış child labour = çocukların çalıştırılması
characterize = nitelendirmek, tanımlamak, childbirth = doğum
karakterize etmek, define, describe child-guidance clinic = çocuklar için psikolojik
charge (fiil) = 1) hücum etmek, saldırmak, hamle rehberlik ve ruhsal hastalıkların tedavisi gibi
yapmak, attack; 2) bir masrafı birinin hesabına hizmetler veren klinik
geçirmek / yazmak; 3) (bir silahı vs. belli bir childhood blindness = çocuk körlüğü (A vitamini
miktar patlayıcı ile) doldurmak eksikliği, kızamık, yenidoğanlarda göz
charge with = (bir şey) ile itham etmek / suçlamak enflamasyonu, doğuştan gelen katarakt vb.
nedenlerle ortaya çıkan körlük)
charge (isim) = 1) harç, ücret; 2) (elektriksel) yük
chimpanzee = şempanze (alet kullanabilecek kadar
chariot = atlı savaş arabası zeki olan ve genelde bu tür deneylere konu
charity = hayır cemiyeti, yardım derneği edilen maymun türü)
charm = cazibe, çekicilik chip = çip (yarıiletken bir maddenin üzerinde
charming = hoş, cana yakın, çekici oluşturularak üretilen küçültülmüş elektronik
devre), integrated circuit

www.bademci.com
30 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

chip-making = elektronik devre / çip üretme city-state = şehir devlet (kendi kendini yöneten ve
chlorine = klor (doğada genellikle keskin kokulu, yakın çevresindeki topraklara da hakim olan
yeşilimsi sarı renkli, zehirli ve tahriş edici Cl2 kent)
(diklorin) gazı olarak bulunan element) civet = misk kedi türünün genel adı
choice = seçenek, seçim, çare, alternative, option civic = yurttaşlık / vatandaşlık ile ilgili
choke on = (boğazı) tıka(n)mak, boğazına bir şey civil disturbance = sosyal kargaşa, iç kargaşa
kaçmak civil engineer = inşaat mühendisi
choking = boğulma, soluk alamama civil right = vatandaşlık hakkı
chromosomal = kromozomal, kromozomlar ile ilgili civil service job = devlet memurluğu
chromosomal polymorphism = biyolojide belli bir civil unrest = sosyal kargaşa, iç kargaşa, civil
türün içinde, farklı kromozom sayılarına veya disturbance
şekillerine sahip bireylerinin bulunması
civil war = iç savaş
durumu
civilian law = medeni hukuk, civil law
chromosome = kromozom (hücre çekirdeğinde,
üzerinde kalıtsal özellikleri belirleyen genleri civilization = medeniyet, uygarlık
taşıyan, iplik şeklindeki oluşumlardan her biri) civil-servant = devlet memuru, kamu görevlisi
chronic = kronik, süreğen claim (fiil) = talep / iddia etmek, demand, request, zıt
chronic bacterial infection = kronik bakteriyel anl.= disclaim, deny
enfeksiyon claim (isim) = iddia, talep, hak talebi, assertion,
chronic bleeding = kronik kanama (uzun süre demand, request, zıt anl.= disclaimer
devam eden kanama) clarify = açıklığa kavuşturmak, make clear, illuminate
chronic disease = kronik hastalık (uzun süre devam clarity = açıklık, berraklık, netlik
eden hastalık) class = sınıf, tabaka, zümre, caste
chronic infection = kronik enfeksiyon (uzun süre class hierarchy = sosyal sınıf hiyerarşisi (bireylerin
devam eden enfeksiyon) birbirinden üstün / aşağı olmasını belirleyen ve
chronic insomnia = kronik uykusuzluk (uzun süre sosyal sınıf farklarından kaynaklanan düzen)
devam eden uykusuzluk hali) classical period = klasik dönem (bir uygarlığın veya
chronically = kronik olarak, süreğen şekilde bir sanat dalının tarihsel süreç içerisinde hem
chronicle = tarihi olay kaydı gelenekselci, hem de yüksek seviyede olduğu
ve genellikle günümüzde en tanınmış
chunk = büyük bir parça, yığın
eserlerinin çoğunu verdiği dönem), classic
churchyard = kilise bahçesi / avlusu period
cipher = şifre classical rules = klasik bilim kuralları (örn. izafi veya
circuit = elektrik devresi kuantum olmayan, doğada genellikle basit
circulate through = (bir şey)’in içinde deveran etmek / yöntemlerle gözlemlenebilen olayları basitçe
dolaşmak, go about in, move around in açıklamakta kullanılan kurallar ve kanunlar)
circulation = 1) dolaşım; 2) dağıtım miktarı, tiraj classics = klasikler, klasik eserler
circulatory = sirkülatuar, dolaşımla ilgili classify = sınıflandırmak, break down, sort, group
circumference = daire çevresi, çevre ölçüsü clattering = (makine için) dişli, krank, pres gibi
hareketli ve takırdayan parçalar içeren,
circumnavigate = denizden (örn. dünyanın) etrafını
takırdayan
dolaşmak
clavicle = köprücük kemiği
circumstance = olay, vaka, durum, koşul, keyfiyet,
situation, case, incident, condition clay = kil
circumstances being what they are = şartlar böyle clean bill of health = sağlık raporu (bir hekim ya da
olunca hekimler kurulu tarafından düzenlenen ve bir
kişinin sağlıklı olduğunu belgeleyen rapor)
cirrhotic = sirotik (siroz ile ilgili ya da ondan ileri
gelen) cleanse = temizlemek, arıtmak, yıkamak, clean,
wash, zıt anl.= pollute
citizen = vatandaş, yurttaş
clear = açık, bariz, aşikar, net, belirgin, obvious, zıt
citrus = narenciye, turunçgil
anl.= unclear

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 31

clear away = 1) kaybolmak, disappear; 2) ortadan closedown = kapanma, shutdown, zıt anl.= opening
kaldırmak, remove closely = yakın şekilde, yakından, sıkı sıkıya,
clear out of = (bir yer)’den sıvışmak, tüymek, slip out dikkatlice, tightly, strongly, carefully, zıt anl.=
of remotely, distantly
clear up = 1) (hastalık) gidermek, geç(ir)mek, closer scores = birbirine daha yakın (daha az farklı)
iyileş(tir)mek, heal, cure; 2) tamamen skorlar
temizlemek, ortadan kaldırmak, remove clot = pıhtı, emboli, emboli
clearly = açıkça, açık ve net olarak, obviously clothe = kaplamak
clearly defined = şekli / hatları açıkça belirgin clothing chain stores = hazır giyim mağazaları
clever = zeki(ce), akıllı(ca), smart zinciri
client = müşteri cloud complex = bulut kompleksi (birlikte hareket
cliff = uçurum, sarp kayalık eden bir bulut öbeği)
climate = 1) durum; 2) iklim; 3) eğilim cloudy fluid = bulanık sıvı
climatic = iklimsel, mevsimsel club football = kulüpleşmiş / profesyonel futbol
climatic control = iklim kontrolü (iklimleri ve clue = ipucu, işaret, hint, sign, evidence
mevsimleri anlamayı ve kontrol etmeyi clumsy = hantal, kaba, biçimsiz, awkward, ungainly
amaçlayan araştırma alanı) cluster = küme, grup, dizi, group
climatologist = iklim bilimci (iklimleri inceleyen bilim clutch = (yumurtalar için) bir kerede / bir gebelikte
insanı) yumurtlanmış
climax = zirve, doruk CO2 = karbon dioksit (doğada genellikle gaz halinde
cling to = (bir şey)’e yapışmak / sıkıca sarılmak, zıt bulunan, canlıların solunum ile dışarı verdikleri
anl.= let go of bileşik), carbon dioxide
clinical trial = klinik deneme / çalışma coal-derived = kömürden elde edilen
clinician = klinisyen (klinik öğreti ve uygulamada coalesce into = birleşmek, birleşip bir bütün
uzmanlaşmış hekim) oluşturmak, fuse into, (There is a tendency for
clip tightly = (mandal, klips vs. ile) sıkıca kapatmak separate industrial systems to coalesce into
/ kıstırmak large units. = Ayrı endüstriyel sistemlerin
birleşip büyük birimler oluşturması yönünde bir
clockwork = genellikle dişliler ve benzer hareketli
eğilim mevcuttur.)
parçalar içeren bir sistem ile çalışan
coal-mining = kömür madenciliği
clog (fiil) = tıkamak
coast = kıyı, sahil, shore
clog (isim) = kan pıhtısı
coastal = kıyıya / sahile ait
clogging = (damar için) tıkanma, tıkanıklık
coastline = kıyı boyu, sahil şeridi
cloned sheep = klonlanmış koyun
coating = kaplama
cloning = klonlama (yapay olarak tek bir hücreden
birbirine benzeyen canlı meydana getirme) co-author = (kitabın / yayının vs.) yazarlarından her
biri
close down = (bir işyerini vs.) kapatmak, shut down
cobalt = kobalt (ferromanyetik özelliği olan, sert ve
close in on / upon = (bir şey ya da kişi)’ye (sinsice)
gümüşi-beyaz bir metal)
yaklaşmak, approach
cobbled = kaldırım taşı döşeli
close on = (genellikle rakamlardan önce kullanılır)
hemen hemen, yaklaşık, close to coconut = hindistan cevizi
close up = 1) (bir şey)’i tıkamak, kesmek, kapamak, code = 1) kanun, yasa, law; 2) kod, şifre
faaliyetini durdurmak, block, shut; 2) (birbirine) coenzyme = koenzim (bazı enzimlerin aktivitesi için
yaklaşmak, come closer gerekli olan organik ya da mineral bazlı, küçük
closed basin lake = kapalı havza gölü (akarsular molekül)
tarafından beslenmeyen ve suları akarsular cognitive = bilme / kavrama / idrak ile ilgili
yolu ile denize ulaşmayan göl) cognitive function = kognitif fonksiyon (algılama,
closed circuit = 1) kapalı devre (ana şebekeye bağlı öğrenme ve mantıksal bir temele oturtma
olmayan veya internet, televizyon, radyo yayını işlemlerinin psikolojik sonucu olarak ortaya
gibi herhangi bir dış sistem ile bağlantısı çıkan durum)
bulunmayan); 2) herhangi bir kopukluk coherent = tutarlı, uygun, ahenkli, mantıklı,
olmaksızın, elektrik akımının tam bir döngü consistent, rational, zıt anl.= incoherent
içinde dolanabileceği elektrik devresi
www.bademci.com
32 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

cohesion = bütünlük, birleşme, bağlılık colorectal cancer = kolorektal kanser (kolon ve


coin (fiil) = 1) madeni para basmak; 2) sözcük / söz rektum kanseri)
türetmek colossal = kocaman, kaba saba, bulky
coin (isim) = madeni para, sikke colour = saptırmak, önyargı katmak, distort
coincide with = (bir şey) ile rastlaşmak, (aynı colour scheme = renk düzenlemesi
zamana) denk gelmek, coexist, accompany, coma = koma (dış uyaranlar ya da uyarmalara yanıt
zıt anl.= differ, deviate vermeyen derin bilinçsizlik / baygınlık durumu)
coincidental = rastlantısal, tesadüfi combat with / against (fiil) = savaşmak, mücadele
Cold War = Soğuk Savaş (2. Dünya Savaşı etmek, fight with / against, struggle with /
sonrasında oluşan, Sovyetler Birliği ile ABD against, zıt anl.= surrender (to), compromise
önderliğindeki Batı devletleri arasında yaşanan combat (isim) = savaş, muharebe
savaşsız gerginlik ve düşmanlık ortamı)
combat stress = savaş / muharebe nedeniyle
colitis = kolit (kolon iltihabı) oluşan stres
collaborate with = (birisi) ile işbirliği yapmak, beraber combination = birleşme, birleşim, birleştirme,
çalışmak, cooperate with mixture, unification, zıt anl.= dissolution
collaboration = birlikte çalışma, işbirliği, cooperation combinatorics = kombinatorik (matematikte
collagen = kolajen (bağ doku liflerinin yapısını sayıların, harflerin ve nesnelerin araştırılması
oluşturan ana protein) ile ilgili alan)
collapse (fiil) = göçmek, çökmek, yıkılmak, fall in, fall combine = birleş(tir)mek, unite, embody, zıt anl.=
down, topple, fail, zıt anl.= succeed, triumph separate
collapse (isim) = göçme, çökme, yıkılma, fall in, combustion = yanma, tutuşma
downfall, topple, failure, zıt anl.= success, combustion driven = yanma ile çalışan
triumph, (These flimsy houses are liable to
come about = meydana gelmek, ortaya çıkmak,
collapse in a heavy storm. = Bu çerden çöpten
olmak, take place, arise
evler sert bir fırtınada yıkılmaya yatkın
görünüyorlar.) come across = rastlamak, tesadüf etmek, encounter,
meet, zıt anl.= avoid
collapse on oneself = kendi içine / üstüne çökmek
come along = 1) gelmek, ulaşmak, birlikte gelmek;
collar = yaka, boyunluk, tasma
2) ortaya çıkmak
colleague = meslektaş, iş arkadaşı, peer
come by = 1) önceden haber vermeden (birisinin)
collect = toplamak, biriktirmek yanına uğramak, drop by; 2) elde etmek,
collection = toplama, koleksiyon edinmek, acquire
collective = kolektif, ortaklaşa, joint, shared, zıt anl.= come down = (fiyat için) inmek, düşmek
individual, solo come from = 1) (bir şey)’den kaynaklanmak, result
collective burial = toplu gömü / mezar from; 2) (bir yer)’den gelmek, (oralı) olmak, ( I
collectively = toplu olarak, hep beraber, ortaklaşa, come from Manisa. = Manisalıyım.)
jointly, zıt anl.= individually come in = 1) gelmek, ulaşmak, (haber vs. için)
collector = koleksiyoncu alınmaya başlamak, ortaya çıkmak, arrive,
appear; 2) (şu versiyonlarda / şekillerde / renk
collide = çarpışmak, çarpmak, clash, crash
seçeneklerinde / tiplerde) bulunmak, (These
collision = çarpışma, çatışma pencils come in seven different color choices.
collusion = gizli anlaşma, secret aggrement = Bu kalemler yedi farklı renk seçeneğinde
colonial = sömürgeye ait bulunmaktadır.)
colonial power = sömürgeci güç (dünya çapında come into being = ortaya çıkmak, belirmek, come
kolonilere / sömürgelere sahip devlet) into existence, come to life, emerge
colonist = koloni kuran, kolonide yaşayan come into close contact with = (bir şey) ile yakın
colonization = kolonizasyon, sömürgeleştirme temasta bulunmak
colonize = 1) sömürgeler kurmak; 2) koloni come into force = yürürlüğe girmek, uygulanmaya
oluşturmak, kolonize olmak (aynı tür başlamak, go into effect
mikropların besi yerinde yer yer kümeler come into high favour = çok tutulmaya başlamak
oluşturması) come into prominence = ünlenmek, tanınmak,
colony = koloni, sömürge become well-known

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 33

come on = sahneye / ortaya çıkmak, appear, show command = hakim olmak, etkisi altına almak,
up, zıt anl.= go off, disappear kumanda etmek, influence, rule, be dominant
come onto = (piyasaya, pazara) çıkmak over, zıt anl.= follow
come out = görünmek, açıklığa kavuşmak, appear, commemorate = anmak, anısını yaşatmak, honour,
become clear immortalise
come out against = (bir şey)’e karşı çıkmak, oppose commence = başlamak, begin, start, initiate, set out,
zıt anl.= cease, finish, terminate
come over = (kısa bir yol kat ederek veya ziyaret
için) gelmek commendable = övgüye değer, praiseworthy, zıt
anl.= unworthy
come round = (operasyon sonrası) toparlanmak,
kendine gelmek comment on (fiil) = fikrini söylemek, yorumda
bulunmak, express, remark
come through = (beklendiği gibi) ulaşmak / varmak,
arrive (as expected) comment (isim) = yorum
come to an end = sona ermek, cease, terminate commentator = yorumcu, eleştirmen, (bir
müsabakayı, olayı) nakleden kişi
come to be = olagelmek (örn. come to be known =
bilinegelmek) commerce = ticaret, trade
come to be regarded as. . . = (bir şey) olarak commercial = ticari
değerlendirilmeye / görülmeye başlamak commercial interests = ticari çıkarlar
come to believe = inanır hale gelmek commercially viable = ticari olarak üretilebilir /
come to pass = olmak, gerçekleşmek, happen, yapılabilir
become real commission (fiil) = atamak, görevlendirmek,
come to possess = (bir yolunu bulup da) sahip ısmarlamak, assign, delegate, order
olmak, ele geçirmek commission (isim) = görev, atama, komisyon
come to smo’s aid = birisi’nin yardımına gelmek commissioner = komisyon / kurul üyesi
come to the attention of = (bir kişi)’nin dikkatini commit = 1) söz vermek, taahhüt etmek, pledge;
çekmek 2) (suç vs.) işlemek; 3) (intihar) etmek, (He
come to the fore = ön plana çıkmak committed suicide. = O intihar etti.)
come up = ortaya çıkmak / meydana gelmek, commit oneself to = 1) kendini adamak, bağlanmak,
happen, zıt anl.= submerge, sink, disappear, devote oneself to; 2) söz vermek, promise
(A light wind came up. = Hafif bir rüzgar commit to = (hapishane, akıl hastalıkları hastanesi
başladı.) gibi bir yer)’e kapatmak
come up with = (genellikle olumlu bir plan, fikir vs.) commitment = 1) vaat, taahhüt, söz, yükümlülük,
ileri sürmek / ortaya atmak, (karşılık, yanıt, fikir bağlılık, dedication, devotion, pledge,
vs.) bulmak, ortaya atmak, önermek, (çözüm obligation, duty, promise; 2) (hapishane, akıl
vs.) ile ortaya çıkmak, think of, suggest, (He hastalıkları hastanesi gibi bir yere) kapat(ıl)ma
has come up with some brilliant scheme to commodity = (ticari) mal, eşya, good
double his income. = Gelirini ikiye katlayacak
common = olagelen, yaygın, prevalent, current,
çok parlak bir plan buldu.), (The committee
widespread, zıt anl.= rare, uncommon
came up with an interesting plan. = Komite
ilginç bir plan ortaya attı.) common person = sıradan insan, halktan insan,
commoner, zıt anl.= nobleman
comeback = (geri) dönüş
common sense = sağduyu
comet = kuyrukluyıldız
commonly = çoğunlukla, usually, zıt anl.= rarely,
comfort = rahatlık
seldom
comfort care = rahatlatıcı bakım
commonly evident = birçok insan tarafından bilinen
comfortable = rahat, konforlu
commonplace = sıradan, olağan, bayağı, usual,
comfortably = kolaylıkla, rahatça, well, at ease, ordinary, zıt anl.= exceptional, rare
happily, (We could live fairly comfortably with
communal = toplumsal, halka ait
our father’s salary. = Babamın maaşı ile
rahatça geçiniyorduk.) communal meal programme = toplumsal yemek
programı
comic book = çizgi roman
communicate with = (birisi) ile haberleşmek / iletişim
coming our way = yolumuza çıkan
kurmak, be in touch with

www.bademci.com
34 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

communication = iletişim, haberleşme competitive power = rekabet gücü


communicative = iletişim ile ilgili competitive spirit = rekabetçi ruh
community = 1) topluluk, toplum, halk, society; competitor = rakip, rival
2) yerleşim yeri compile = derlemek, oluşturmak, collect,
community mental health centre = halka açık akıl accumulate, zıt anl.= disperse
sağlığı merkezi complacency = kendinden hoşnut olma, self-
compact = sıkıştırarak küçültmek satisfaction, zıt anl.= agony, suffering
compact into = yoğunlaşarak / sıkışarak (bir şey)’e complacent = kendinden hoşnut, self-satisfied, zıt
dönüşmek anl.= troubled, uneasy
companionship = arkadaşlık, eşlik complain = şikayet etmek, yakınmak
comparable to = (bir şey) ile karşılaştırılabilir / complaint = şikayet, yakınma, grievance
kıyaslanabilir, (bir şey)’e benzer, equivalent to complement = tamamlayıcı, supplement
comparatively = oransal olarak, nispeten, relatively complete (fiil) = tamamlamak, bitirmek, finish
compare favourably with = (bir şey) ile complete (isim) = bütün, eksiksiz, whole
karşılaştırıldığında daha iyi / üstün durumda
complete blood (cell) count = tam kan sayımı
olmak
(belirli bir miktar kan içerisindeki kan
compare with = (bir şey) ile karşılaştırmak / hücrelerinin tam sayılarını bulmaya yönelik bir
kıyaslamak, liken to laboratuvar testi)
compare well with = (bir şey)’e benzemek, (bir completely = tamamen, bütünüyle, entirely, totally, zıt
şey)’den farksız olmak anl.= partly, partially
compared to / with = (bir şey) ile karşılaştırıldığında, complex = karmaşık, complicated, zıt anl.= simple,
in comparison to / with straightforward
comparison = karşılaştırma, ilişki, benzerlik, relation, complexity = karmaşıklık, çapraşıklık, complication,
similarity zıt anl.= simplicity
compartment = bölüm, kısım, bölme compliance with = (kanun ya da kural)’a uygunluk
compass = pusula complicated = karmaşık, anlaşılması güç, complex,
compatibility = uyumluluk, harmony, agreement, zıt intricate, zıt anl.= simple
anl.= incompatibility complication = 1) karışıklık, zorluk, sorun;
compatible = birbiriyle uyumlu, well-matched, zıt 2) komplikasyon (bir hastalığın seyir veya
anl.= incompatible, discordant tedavisi sırasında diğer bir hastalığın ya da
compel = zorlamak, mecbur etmek, force, oblige bozukluğun ortaya çıkması)
compelling = zorlayıcı, compulsive, zıt anl.= flexible comply with = uymak, uygun davranmak, itaat etmek,
conform to, abide by, zıt anl.= disregard, resist
compelling urgency = (kişiyi önlem almaya)
zorlayan acil durum component = unsur, öğe, parça, eleman, ingredient,
part
compensate for = telafi etmek, make up for, (Nothing
can compensate for the death of a loved one. composition = 1) bir maddenin yapı ve bileşimi,
= Hiçbir şey sevilen bir kişinin ölümünü telafi kompozisyon, structure; 2) kompozisyon, kısa
edemez.) düzyazı, essay
compete with / against = (birisi / bir şey) ile rekabet compost = bitkilerin veya mutfak artıklarının
etmek / yarışmak, rival with / against çürümesiyle elde edilen gübre
compete among themselves = kendi aralarında compound (fiil) = birikmek, eklenerek çoğalmak,
yarışmak / rekabet etmek combine
competency = yeterlik, kifayet, yetenek, ability compound (isim) = (kimyasal) bileşik, karışım
competent = 1) (dil, yetenek vs. için) iyi seviyede; comprehend = 1) (tam olarak) anlamak, kavramak,
2) yetenekli, ehil, capable, able, zıt anl.= grasp, (As the patient failed to comprehend
incompetent, unable the seriousness of his situation, the surgeon
made up her mind to frankly talk to his
competition = rekabet, yarışma
relatives. = Hastanın, durumunun ciddiyetini
competition skiing = (profesyonel) kayak yarışı kavrayamaması sebebiyle doktor, onun
competitive = 1) rekabetçi, rekabete dayanan; yakınlarıyla açıkça konuşmakta karar kıldı.);
2) iddialı; 3) yarışma amaçlı 2) kapsamak, içine almak, include

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 35

comprehensive = kapsamlı, geniş, etraflı, inclusive, concentration = 1) yoğunluk, density, intensity;


overall, in depth, zıt anl.= exclusive, narrow, 2) yoğunlaşma, odaklanma, intensification,
limited focusing
compress (fiil) = sıkıştırmak, bastırmak, pressurize, concentration gradient = konsantrasyon / yoğunluk
condense, zıt anl.= expand farkı
compress (isim) = 1) sıkıştırma, bastırma; concentric rings = (bir hedef tahtasında olduğu gibi)
2) kompres (yara üzerine bastırılan bez / eşmerkezli (iç içe geçmiş) halkalar
pamuk vs.) concept = konu, kavram
compress application = (yara vs.) üzerine kompres conception = 1) kavram, düşünce, görüş, concept,
uygulama idea, notion; 2) gebe kalma, gebelik,
compression = sıkıştırma pregnancy
comprise of = kapsamak, içermek, (bir şeyler)’den conceptual = kavramsal
oluşmak, oluşturmak, teşkil etmek, constitute, concern (fiil) = ilgilendirmek, endişelendirmek
consist of, make up
concern (isim) = 1) ilgi, ilgilenilen şey, interest, zıt
comprised of = (bir şey)’den oluşan, (bir şey)’den anl.= indifference, neglect; 2) kaygı, worry,
ibaret (There is a lot of public concern over
compromise (fiil) = 1) (karşılıklı ödün vererek) dangerous toxins recently found in some food.
uzlaşmak, agree; 2) (bir işin sonucunu) = Yakın zamanda bazı besinlerde tespit edilen
tehlikeye atmak, riske sokmak tehlikeli toksinler ile ilgili büyük bir toplumsal
compromise (isim) = (karşılıklı ödün vererek) kaygı var.)
uzlaşma, uyuşma, orta yol bulma, agreement, concerned with = (bir şey) ile ilgili / alakalı
settlement concerning = (bir şey / kişi) ile alakalı / ilgili olarak,
compromised = zayıf düşmüş, weak (bir şey / kişi)’yi ilgilendiren, regarding, relating
compulsive = zorlayıcı, compelling, zıt anl.= flexible to
compulsive behaviour = kompülsif davranış (bir concession = imtiyaz, privilege
kişiyi, özellikle anlamsız bir şeyi tekrarlayıcı conclude = 1) sonuç çıkarmak, determine;
tarzda yapmaya zorlayan davranış biçimi) 2) bitirmek, sonuçlandırmak, complete
compulsively = önüne geçilmez bir şekilde, conclusion = 1) karar, decision; 2) sonuç, netice,
obsessively, zıt anl.= flexibly çıkarım, result, outcome, deduction
computational = hesap ile ilgili, hesap içeren conclusive = 1) kesin, son, nihai, definite, final, zıt
compute = hesaplamak anl.= questionable, uncertain; 2) ikna edici,
inandırıcı, convincing, zıt anl.= unconvincing
Computed Tomography = bilgisayarlı tomografi, CT
conclusively = 1) kesin olarak, nihai olarak, definitely,
computer virus = bilgisayar virüsü (bir bilgisayarın
finally, indisputably, zıt anl.= questionably, (A
yazılım veya donanımlarına zarar vermek
case of malpractise is difficult to prove
amacı ile oluşturulmuş bilgisayar programı)
conclusively. = Hekim hatası, kesin olarak
computer-generated image = bilgisayar yardımıyla kanıtlanması zor bir durumdur.); 2) ikna edici /
oluşturulmuş görüntü inandırıcı bir şekilde, convincingly, zıt anl.=
computing = hesaplama, bilgisayar kullanımı unconvincingly
conceal = saklamak, gizlemek, hide, zıt anl.= reveal concrete = 1) somut, actual, solid, tangible, zıt anl.=
conceivable = akla yatkın, makul, reasonable, zıt abstract, intangible, (What sort of concrete
anl.= inconceivable evidence do you have to show us? = Bize
conceive = 1) anlamak, kavramak, algılamak, gösterecek ne gibi somut delilleriniz var?);
düşünmek, tasarlamak, think, consider, 2) beton
devise, (Not very many people can conceive concurrence = 1) aynı zamana rastlama; 2) uyum,
the works of modern art. = Modern sanat ahenk
eserlerini anlayabilen pek fazla insan yoktur.); concussion = bayılma ile sonuçlanacak kadar
2) gebe kalmak, get pregnant şiddetli darbe
conceiving = gebe kalma, getting pregnant condemn = kınamak, ayıplamak, suçlu bulmak,
concentrate in = (bir şey)’in içinde toplanmak, blame, zıt anl.= acquit
birikmek condense = 1) yoğunlaş(tır)mak, koyulaş(tır)mak,
concentrate on = (bir şey)’e odakla(n)mak / concentrate; 2) özetlemek, abridge
yoğunlaş(tır)mak, focus on

www.bademci.com
36 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

condition (fiil) = 1) şartlandırmak, etkilemek, equip, confinement = hapsedilme, kapatılma


adapt; 2) şart koşmak confirm = teyit etmek, doğrulamak, validate, affirm,
condition (isim) = 1) hal, durum, situation; 2) şart, substantiate, zıt anl.= deny, disprove
koşul, requirement; 3) rahatsızlık, hastalık confiscation = zorla el koyma, müsadere, haciz,
conditional = koşullara bağlı, contingent, zıt anl.= istimlak, kamulaştırma, seizure
unconditional conflict with (fiil) = (birisi) ile çatışmak / çekişmek,
condor = Güney Amerika akbabası clash with, disagree with, zıt anl.= agree with,
conduct (fiil) = 1) (deney, araştırma vs.) yürütmek, conform to
yönetmek, uygulamak, administer, carry out, conflict (isim) = anlaşmazlık, ihtilaf, çatışma,
perform; 2) iletmek, götürmek, yön vermek, disagreement, fight, zıt anl.= accord, peace
transmit, convey conflicting = (birbiriyle) çatışan, çelişen, üzerinde
conduct (isim) = davranış, tavır, hareket tarzı, anlaşılamayan, ihtilaflı, contradictory
behaviour, attitude conform to / with = (bir şey)’e uymak / uygun
conduction = ısının, katı maddeler içerisinde davranmak, comply with, abide by, zıt anl.=
parçacıktan parçacığa geçerek iletilmesi object to, oppose, conflict with
conductive = iletken, geçirgen conformation = şekil, yapı, shape
conductivity = iletkenlik conformational = yapısal, şekilsel
conductor = (orkestra için) şef confront = (olumsuz bir şey) ile yüzleşmek,
conduit = kanal, oluk (istenmeyen bir şey / bir kişi) ile karşı karşıya
gelmek / karşılaşmak, face, challenge, zıt
cone = 1) renge duyarlı görsel reseptör hücreler;
anl.= avoid, retreat from
2) koni, kozalak, koni biçimli herhangi bir
nesne confrontation = karşı karşıya gelme, çatışma
confer a benefit to smo = birine bir yarar / menfaat confuse = 1) (kavramları) birbirine karıştırmak, mix
sağlamak up; 2) aklını karıştırmak, şaşırtmak, puzzle, zıt
anl.= clarify
confer on = (biri)’ne (ünvan vs.) vermek,
bahşetmek, render, bestow confused = şaşkın, sersem, kafası karışık,
bewildered
confer with = danışmak, consult
confusion = 1) kafa karışıklığı, şaşkınlık, perplexity,
confide to = (bir işin) sorumluluğunu (biri)’ne
zıt anl.= clarity; 2) düzensizlik, disorder, zıt
vermek, entrust
anl.= order
confide to / in = (biri)’ne sırrını açmak
congenital = doğuştan olan, (When John was 17, he
confidence = güven, itimat, trust, zıt anl.= distrust died of congenital heart disease. = John, 17
confident = güvenli, emin, sır paylaşılabilir, yaşındayken, doğuştan gelen bir kalp hastalığı
kendinden emin, trustworthy, sure of oneself sebebiyle öldü.)
confidential = gizli, secret, zıt anl.= open, public congested = kan toplanmış, tıkanık, kalabalık
confidentiality = gizlilik congestion = tıkanıklık, sıkışıklık, izdiham, blockage
confidently = güvenle, fearlessly congestive = kan veya su toplanması ile ilgili
configuration = düzenleniş, dizilim, düzen, congressional = kongre kaynaklı
düzenleme, şekil conjecture = varsayım, tahmin, assumption,
configure = değiştirmek, ayarlamak supposition, guess, (The exact figure for the
confine to = 1) (bir alan)’a hapsetmek, imprison in; damage is a matter for conjecture. = Hasarın
2) (yatağa, eve vs.) bağlamak, tutmak, (bir gerçek / tam miktarı tahmine kalmış.)
şey) ile sınırlandırmak, limit to, restrict to conjointly = birlikte, beraber
confined to = 1) (bir şey) ile sınırlı, (yatağa, eve vs.) conjure up = akla getirmek, anımsatmak,
bağlı, limited to, restricted to; 2) hapis, uyandırmak, evoke
imprisoned, (The problem of connect with = 1) (bir şey) ile birleş(tir)mek; 2) ilgi
underdevelopment does not appear to be kurmak; 3) (taşıtlar için) aktarmalı hat içinde
confined only to a few African countries. = Az olmak / bulunmak
gelişmişlik sorunu yalnızca birkaç Afrika ülkesi
Connecticut = Kuzeydoğu ABD’de bir eyalet
ile sınırlı gibi görünmüyor.)
connection = bağlantı, alaka, relationship
confined to bed = yatağa bağlı / mahkum, yatalak,
bedridden conquer = fethetmek

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 37

conquest = fetih, sefer, zafer, campaign, victory considerately = düşünceli bir şekilde, thoughtfully,
conscience = vicdan zıt anl.= inconsiderately, thoughtlessly
conscious = bilinçli, farkında, bilinci yerinde, alert, consideration = ilgi, düşünce, özen, solicitude, zıt
aware, zıt anl.= unconscious, unaware anl.= unconcern, disregard
conscious memory = bilinçli hafıza (bir kişinin bilinci considering (that) = . . . dikkate alındığında, (bir
açıkken hatırlayabildiklerinin toplamı) şey)’e gelince, (bir şey) konusunda, as
regards
consciousness = bilinç, farkında olma hali
consist of = (bir şey)’den meydana gelmek / ibaret
conscript = zorunlu olarak orduya katılan asker
olmak, be made up of
consecutive = art arda, peş peşe, successive
consistent = tutarlı, coherent, steady, undeviating, zıt
consecutively = ardışık olarak, arka arkaya, anl.= changing, inconsistent
successively
consistently = tutarlı / değişmez bir şekilde,
consensus = oy / görüş birliği, unanimous vote / invariably, zıt anl.= divergently
opinion
consortium = konsorsiyum (ortak bir çıkar için
consequence = sonuç, semere, (bir şeyin ardından oluşturulmuş organizasyon)
gelen) etki, result, effect, zıt anl.= cause,
conspicuous = göze çarpan, dikkat çeken,
source
obtrusive, prominent, zıt anl.= inconspicuous,
consequent on = (bir şey)’in sonucunda ortaya çıkan, unseen
sonucu olan
conspicuous consumption = gösteriş için tüketim
consequently = sonuç olarak, dolayısıyla, bu
conspiracy = komplo, entrika, plot
nedenle, accordingly, subsequently, as a
result, therefore constant = 1) sürekli, devamlı, continuous, perpetual,
relentless, zıt anl.= terminable; 2) sabit,
conservation = muhafaza etme, koruma, doğal
değişmez, invariable, unvarying, stable, fixed,
kaynakları ya da çevreyi koruma, (One of the
zıt anl.= variable
aims of TEMA Foundation is to make people
realise the importance of conservation. = constantly = devamlı, sürekli, invariably, continually,
TEMA vakfının amaçlarından biri de perpetually, zıt anl.= rarely, seldom, never
insanların, çevreyi korumanın önemini fark constellation = takımyıldız, burç
etmelerini sağlamaktır.) consternation = hayret, şaşkınlık, dehşet
conservative = 1) muhafazakar, tutucu; 2) (tedavi, constipation = konstipasyon (peklik, kabızlık)
ameliyat vb. durumlarda) aşırı / ağır tedavi
constituent = öğe, unsur, element, factor, zıt anl.=
girişimlerine başvurmayan, koruyucu, organ
aggregate, whole
bütünlüğünü koruyan
constitute = 1) oluşturmak, comprise, make up;
conserve = korumak, (enerji, güç vs.) saklamak,
2) kurmak, tesis etmek, establish
dikkatli / tutumlu kullanmak, economise (on),
zıt anl.= waste constitution = anayasa
consider = 1) (öyle olduğuna) inanmak, assume, constitutional = 1) kendiliğinden sahip olunan (örn.
regard, deem; 2) düşünmek, akılda tartmak, doğuştan gelen), inherent; 2) anayasal
think about; 3) dikkate almak, göz önünde constriction = 1) sık(ıl)ma, büz(ül)me, contraction,
tutmak, take into account; 4) üzerinde shrinkage, zıt anl.= expansion, swelling;
düşünmek, think over 2) boğaz, dar geçit
consider to be = (bir şey) olarak görmek / kabul construct = 1) kurmak, yapmak, form, compose;
etmek, consider as 2) inşa etmek, build
considerable = önemli, hatırı sayılır, büyük, hayli, construction = inşaat, yapı
fazla, sizable, substantial, zıt anl.= little, constructive = yapıcı, yardımcı, positive, helpful, zıt
insignificant anl.= destructive
considerably = epeyce, oldukça, significantly, quite a consult smo over smt = birisine, bir şey hakkında /
lot, zıt anl.= slightly, (Large windows make the konusunda danışmak, confer smo on smt,
car feel considerably bigger. = Büyük seek advice from smo about smt
pencereler arabayı oldukça büyük gösteriyor.) consultancy = danışmanlık, müşavirlik
considerate = düşünceli, saygılı, thoughtful, zıt anl.= consultation = danışma, müzakere, conference,
inconsiderate discussion

www.bademci.com
38 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

consume = 1) (yiyecek, içecek vs.) tüketmek, eat, continual = sürekli, devamlı, kesintisiz, constant,
drink; 2) bitirmek, tüketmek, harcamak, use perpetual
up, deplete, zıt anl.= add, restock continually = devamlı, sürekli, constantly, perpetually
consumer = 1) tüketici; 2) piyasada bulunan / continuation = devam, sürdürme
herkesin satın alabileceği (şey)
continuously = daima, sürekli olarak, constantly,
consumer spending = tüketici harcamaları perpetually, zıt anl.= never, rarely
consumption = tüketim, yeme-içme contour = düzey çizgisi, yükselti eğrisi, dış hatlar
contact = temasa / bağlantıya geçmek, dokunmak contract (fiil) = 1) (hastalık) kapmak, (hastalığa)
contagious = bulaşıcı, infectious yakalanmak / tutulmak, catch, obtain, pick up,
contain = 1) kontrol altına almak, kontrol altında zıt anl.= infect, give, transmit; 2) kas(ıl)mak,
tutmak, control, zıt anl.= spread, (Our priority büz(ül)mek
is to contain the spread of this fatal disease. = contract (isim) = kontrat, sözleşme
Önceliğimiz bu ölümcül hastalığın yayılmasını contracting rule = anlaşmada / sözleşmede
kontrol altına almaktır.); 2) kapsamak, uyulması gereken kural
içermek, include, zıt anl.= exclude, leave out
contraction = kasılma, daralma, büzülme,
contained in = içinde olan, kapsamında bulunan constriction, tightening
container = (şişe, sandık, varil gibi her türden) kap contradict = aksini söylemek, yalanlamak, çelişmek,
contaminate with = ile kirletmek, (hastalık vs.) ters düşmek, oppose, deny, zıt anl.= agree
bulaştırmak, pollute with, infect with, zıt anl.= contradiction = çelişki, aykırılık, tutarsızlık, conflict,
cleanse of, purify of inconsistency, zıt anl.= agreement
contaminated with = kirlenmiş, (hastalık vs.) contradictory = çelişkili, tutarsız, conflicting,
bulaşmış, polluted with, infected with inconsistent, zıt anl.= confirming, consistent
contamination = 1) bulaştırma, bulaşık, kirlenme, contraption = mekanizma, tertibat, cihaz, gadget,
pislik, pollution, blemish; 2) (radyasyon vs. (In the utility room of our primary school there
sızıntısı nedeniyle oluşan) kirlilik were a model human body, some simple
contemplate = 1) (bir şey) üzerinde düşünmek, machines and various other contraptions to
düşünüp taşınmak, tasarlamak; 2) seyretmek facilitate our learning. = Okulumuzun malzeme
contemporary = 1) (birisinin) çağdaşı (olan), aynı odasında bir insan vücudu maketi, bazı basit
çağda (yaşamış olan); 2) çağdaş, güncel, makineler ve öğrenmemizi kolaylaştıracak
yaşıt, modern, current, zıt anl.= archaic, başka pek çok cihaz vardı.)
ancient contrary = ters, karşıt, zıt, aksi, opposite, (It is
content = 1) içerik, composition; 2) memnun, hoşnut, impossible to reconcile such contrary
happy, satisfied viewpoints. = Böylesine karşıt bakış açılarını
uzlaştırmak imkansız.)
contentment = tatmin, memnuniyet, hoşnutluk,
satisfaction, zıt anl.= discontentment, contrary to = karşın, aksine, as opposed to
dissatisfaction contrast = karşıtlık, zıtlık, fark, difference, distinction,
contest = 1) yarışma, mücadele, çekişme, zıt anl.= similarity, likeness
competition, challenge, zıt anl.= cooperation; contrasting = (birbirine) zıt olan, farklı, karşıt,
2) karşı çıkmak, itiraz etmek different, distinct, zıt anl.= similar, alike
contestant = yarışmacı contribute to = katkıda bulunmak, support, help
context = bağlam, içerik, çevre ve koşullar contribution to = katkı, (He was awarded a prize for
Continent = (the Continent şeklinde kullanılır) his contribution to world peace. = Dünya
Avrupa Kıtası barışına yaptığı katkı nedeniyle bir ödüle layık
görüldü.)
continent = kıta
contributor = (gazete, dergi vs. de) yazı yazan
continental = kıtasal
kimse
continental drift = kıta kayması (kıtaların,
contrive = düzen kurmak, dolap çevirmek
birbirleriyle olan jeolojik etkileşimleri
çerçevesinde yer değiştirmeleri), continental control group = kontrol grubu (bilimsel bir deneyde,
shift karşılaştırma yaparak deneyin etkisini daha iyi
anlayabilmek amacı ile ikiye ayrılan
continental plate = kıta plakası (yerkabuğunun,
deneklerden, üzerinde deney yapılmayan
birbirlerinden büyük fay hatları ile ayrılmış
grup), zıt anl.= test group
parçalarından her biri)

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 39

controllable = denetlenebilir, kontrol edilebilir coolant = serinletici, soğutucu


controversial = tartışma konusu olan, tartışmalı, cooling = soğutma, serinletme
ihtilaflı, debatable, zıt anl.= uncontroversial, cooperate with = (birisi) ile işbirliği yapmak, beraber
unquestionable çalışmak, collaborate with
controversy = tartışma, çekişme, anlaşmazlık, cooperation = işbirliği, beraber çalışma, collaboration
debate, argument, dispute, zıt anl.=
coordinate = bir arada idare etmek, manage
agreement, unanimity
coordination = koordinasyon (örn. kasların
contusion = ezik, bere, çürük, bruise
birbirleriyle uyum içinde çalışması)
convection = sıvı veya gaz dalgalanması yoluyla ısı
cope with = (bir sorun vs.) ile baş etmek, başa
iletimi
çıkmak, üstesinden gelmek, deal with,
convection stream = ısınıp yükselme ve soğuyup manage, handle, tackle, zıt anl.= mismanage
alçalma sebebiyle oluşan akım / akıntı
copious = bol, çok, bereketli
convenience = uygunluk, rahatlık, elverişlilik,
copper = bakır
comfort, facility, suitability
copper-veined = bakır veya bakır renkli damarlı
convenient = elverişli, kullanışlı, müsait, uygun,
useful, suitable, zıt anl.= inconvenient copyist = kopya katibi (el yazması kitapları kopya
ederek çoğaltan kişi)
convention = uygulama, gelenek, practice, tradition
coral = mercan
Convention on Long-Range Transboundary Air
Pollution = 1983’ten beri yürürlükte olan, uzun coral reef = mercan kayalığı / resifi
mesafeli uçuşların uluslararası hava core = iç, öz, esas, merkez, centre, nucleus, zıt anl.=
sahalarında yarattığı kirliliği kontrol altına exterior
almayı amaçlayan uluslararası antlaşma core body temperature = vücut iç sıcaklığı (bir
conventional = geleneksel, konvansiyonel, traditional, canlının vücudunun iç kısımlarının normal
(The country has the ability to use çalışma sıcaklığı)
conventional as well as nuclear weapons. = core material = çekirdek malzeme (üzerine kaplama
Ülkenin hem konvansiyonel hem de nükleer yapılan malzeme)
silah kullanma kapasitesi var.) core sample = derinden alınan numune
conventional wisdom = genel kanı core-mantle = çekirdek ve manto arasında veya
conventional X-ray machine = geleneksel röntgen mantonun çekirdeğe yakın kısmında
cihazı co-researcher = aynı araştırma ekibinden insanların
conventionally = konvansiyonel / geleneksel olarak, birbirlerine olan durumu, ekip arkadaşı
traditionally cork = şişe mantarı
conversely = tersine, aksine, contrarily coronary = koroner, kalbin etrafındaki damarlarla
conversion = dönüşüm ilgili
convert into = değiştirmek, dönüştürmek, çevirmek, coronary artery disease = koroner arter hastalığı
transform, turn into, change into (damar geçidindeki daralma nedeniyle kalp
convertible = değiştirilebilir, çevrilebilir, versatile, zıt kasına yeterli kan gidemediği için, kalp kas
anl.= inflexible, rigid hücrelerinin yeterli oksijeni temin edememesi)
convey = 1) iletmek, taşımak, pass along; coronavirus = koronavirüs (üst solunum yollarında
2) bildirmek, express akut enfeksiyona sebep olan bir tür virüs)
conveyor = taşıyıcı bant corporate = (genellikle anonim şirket halinde)
convict of = suçlu bulmak, mahkum etmek, declare şirketleşmiş, şirkete ait
guilty of, zıt anl.= acquit of, release corporate earnings = şirket kazançları
convince of = inandırmak, ikna etmek, persuade, talk corporation-owned = şirket(ler) tarafından sahip
into olunan / işletilen
convincing = inandırıcı, ikna edici, conclusive, corporatisation = şirketleşme, büyük şirketlere
credible, zıt anl.= far-fetched, unconvincing dönüşme
convincingly = doyurucu / inandırıcı bir şekilde, corrective measure = düzeltici / iyileştirici önlem
satisfactorily correlate = karşılıklı ilişkisi olmak
cool = serinle(t)mek correlation = karşılıklı ilişki, korelasyon
cool down = soğumak

www.bademci.com
40 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

correspond to = (bir şey)’e karşılık gelmek / tekabül counterproductive = amaca hizmet etmeyen, ters
etmek etkisi olan
correspondence = mektuplaşma, yazışma countertechnology = karşı teknoloji, (During cold
corresponding = karşılık olan, tekabül eden war, against the USA’s ICBM’s
(intercontinental ballistic missile), the Soviet
corrosion = korozyon (metal malzemenin
army’s countertechnology was a fairly effective
oksitlenme veya başka kimyasal etkilerle
ECM (electronic countermeasure) system that
aşınması)
they developed. = Soğuk savaş sırasında
corrupt = yoz, rüşvetçi, dishonest ABD’nin kıtalararası balistik füzelerine karşı
corruption = yolsuzluk, bozulma, yozlaşma, Sovyet ordusunun karşıteknolojisi, kendilerinin
rüşvetçilik, dishonesty geliştirdiği oldukça etkili bir elektronik
cortical area = kortikal bölge (beyinde serebrumun savunma sistemi idi.)
girintili çıkıntılı üst katmanını oluşturan, bilinç counterweight = denge sağlayıcı ağırlık
ve hafıza gibi fonksiyonlar ile ilgili olan gri counting = (sayı) sayma
madde tabakası)
countless = sayısız, innumerable, myriad, zıt anl.=
cosmic radiation = kozmik radyasyon (uzay few, limited, (Once, there were countless
ortamında bulunan, kaynağı güneş ve diğer ridiculous arguments among public that AIDS
gök cisimleri olan radyasyon) was confined to heterosexuals. = Bir zamanlar,
cosmic ray = kozmik ışın (uzay ortamında seyreden, toplumda AIDS’in heteroseksüeller ile sınırlı
güneş veya diğer gök cisimleri kaynaklı yüklü olduğuna dair sayısız saçma fikir
parçacıklar) bulunmaktaydı.)
cosmically recent past = evrenin yaşına göre yakın countryman = vatandaş, hemşehri
geçmiş countryside = sayfiye, kırsal alan
cosmos = evren, kainat, universe country-wide = ülke çapında
cost = mal olmak, fiyatı / bedeli . . . olmak couple with = bağlamak, birleştirmek, bağlantı
cost-conscious = mali hassasiyet / maliyet kaynaklı kurmak, connect with / to, link with / to, zıt
hassasiyet anl.= separate from, detach from
cost-effective = uygun maliyetli couple = çift, karı koca
costly = maliyetli, pahalı, expensive, zıt anl.= cheap, course = 1) gidişat, süreç, progress; 2) ders, kurs;
inexpensive 3) yön, rota, route
cost-overrun = maliyet artışı course of history = (the course of history şeklinde
costwise = maliyet açısından kullanılır) tarihin akışı
cottage = küçük ev, kulübe, shack, hut court = mahkeme, tribunal
cough = öksürük court appearance = duruşmaya çıkma, duruşmada
Council of Ministers = Bakanlar Konseyi (Avrupa hazır bulunma
Birliği içerisinde belirli bir konu ile ilgili bir court proceeding = duruşma, celse, hearing
düzenleme gerektiğinde her üye ülkenin ilgili court-case = dava
bakanının katılımı ile oluşan ve ürettiği cover = 1) örtmek, kaplamak, encase; 2) kapsamak,
yönergelerin, üye ülkelerin iç hukukunun içermek, involve, encompass, zıt anl.= leave
üzerinde olduğu konsey) out
councillor of state = eyalet meclisi üyesi coverage = 1) haber konusu olma, işlenme;
counsel (fiil) = öğütlemek, öğüt vermek, advise, 2) kapsama alanı
suggest covering = zar, örtü, membran, membrane
counsel (isim) = dava vekili covert = gizli (genellikle casusluk vs. ile ilgili)
counsellor = danışman, rehber crack (fiil) = 1) (şifre) kırmak, çözmek, decipher,
count (fiil) = (geçerli) say(ıl)mak, geçmek, be valid solve; 2) çatla(t)mak, yar(ıl)mak
count (isim) = 1) sayım; 2) kont (bir asalet ünvanı) crack (isim) = çatlak, yarık
counter = karşı gelmek, karşılık vermek, gidermek, cracking = çatla(t)ma, (şifre için) kırma
respond, oppose, ward off cradle = 1) beşik (bir medeniyetin vs. doğduğu ve
counterbalance = karşılıklı olarak dengelemek geliştiği yer); 2) beşik (bebeğin yatırıldığı
countermeasure = karşı tedbir sallanır yatak)
counterpart = akran, muadil, karşılık, peer

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 41

craft = 1) hava, deniz veya uzay taşıtı, tekne, gemi, crinkle = buruş(tur)mak, kırış(tır)mak, wrinkle
vessel; 2) zanaat, meslek (daha çok esnaf ve crippling stiffness = (kaslarda vs.) aksamaya /
sanatkarlar için) sakatlığa neden olan sertlik / kaskatılık
crash (into) (fiil) = (bir şey)’e çarpmak, kaza yapmak crisis = (çoğul: crises) kriz
crash (isim) = (hisse fiyatları vs. için) ani ve kötü criterion = (çoğul: criteria) ölçüt, kriter
sonuçlar yaratan düşüş, yıkılma
critic = 1) eleştirmen; 2) eleştiri, görüş,
crash-landing = çarpma, çarparak inme değerlendirme
crater = krater (düşen bir meteorun oluşturduğu critical = 1) kritik, ciddi, yaşamsal, hayati, çok önemli,
büyük çukur) significant, vital, crucial, essential, zıt anl.=
crave = çok istemek, (bir şey)’e can atmak, aşermek, insignificant, trivial; 2) (görüş, yaklaşım vs.
die for, zıt anl.= detest için) eleştirel
crave attention = ilgi çekmek / istemek critical case = kritik vaka
craving = şiddetli arzu / özlem, aşerme criticize = eleştirmek
crawl = emeklemek, sürünmek crocodile = timsah
crawl up = sürünerek tırmanmak Croesus = Kroisos (Antik Lidya’nın son kralı)
crayfish = kerevides (ıstakoza benzer ama daha Crohn’s disease = Crohn hastalığı (kronik iltihaplı
küçük bir deniz veya tatlı su hayvanı), crawfish bağırsak hastalığı)
craze = geçici moda crop = ekin, ürün, mahsul, harvest
create = yaratmak, oluşturmak, produce crop yield = ürün verimi
creating value out of nothing = hiç yoktan değer cross over = (sınır, nehir vs. için) (karşı tarafa)
yaratma geçmek, pass beyond, go across
creatinine = kreatinin maddesi (keratin crossroad = kavşak
metabolizmasının son ürünü olarak idrarla crossroads = kesişim noktası, kavşak noktası
atılan madde)
crossword puzzle = kare bulmaca
creation = (örn. iş alanları) yaratma, ortaya çıkarma
crowd = (bir yer)’i (toplanarak) doldurmak,
creativity = (sanatsal vs.) yaratıcılık (toplanarak) kalabalık yaratmak
creature = yaratık crowded = kalabalık
credibility = inanılırlık, güvenilirlik, reliability crowding = kalabalıklaşma, sıkışıklık
credible = inanılır, güvenilir, believable, reliable, zıt crown = taç
anl.= incredible, unreliable
crucial = can alıcı, kritik, çok önemli, pivotal, vital, zıt
credit to = (bir şeyin icadını vs. biri)’ne mal etmek, anl.= trivial, insignificant, (It is crucial that
onun yaptığına inanmak, (The invention of the everyone strictly obeys the rules during the
electric guitar is credited to him. = experiment. = Deney sırasında herkesin
Elektrogitarın icadı ona mal edilir.) kurallara harfiyen uyması hayati önem
credit = 1) kredi; 2) saygınlık, övgü taşımaktadır.)
creepy-crawly = sürünerek veya yere yakın ilerleyen crucially = can alıcı bir şekilde, essentially,
crevice = yarık, çatlak significantly
crew = tayfa, mürettebat, takım crude = 1) ham, çiğ, pişmemiş, raw; 2) basit, kaba,
coarse; 3) cahil(ce), primitive
crew vehicle = insanlı araç
crudely = ham / olgunlaşmamış bir biçimde, kabaca,
crime = suç
cahilce, artlessly, inexpertly, zıt anl.= artfully
crime against humanity = insanlığa karşı suç
cruising speed = seyir hızı
(katliam, soykırım benzeri büyük ölçekli suç)
crumble = parçalanmak, ufalanmak, dağılmak
criminal = 1) suç oluşturan, suça ait; 2) suçlu;
3) (mahkemenin türü için) ceza, ağır ceza crusade against (fiil) = mücadele etmek, savaşım
vermek, kampanya yapmak, struggle against,
criminal act = suç oluşturan davranış, suç, crime
fight, campaign against
criminal justice system = ağır ceza hukuku / adalet
crusade against (isim) = 1) haçlı seferi; 2) yoğun ve
sistemi
kararlı mücadele, savaşım
criminal trial = ceza davası
crush = ezmek, bastırmak, yok etmek, harap etmek,
criminal use = suça yönelik kullanım suppress

www.bademci.com
42 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

crushed pebble = ufalanmış çakıl taşı cushion = yastık


crust = kabuk, dış tabaka cushion of air = hava dolu yastık
cry out for = bağırarak (yardım vs.) çağırmak, call custom = gelenek, adet, tradition
out for customary = alışılmış, adet olan, accepted, common,
crystalline solid = atomları veya molekülleri zıt anl.= unusual, abnormal
geometrik bir düzen içerisinde yer alan katı customize = isteğe göre küçük değişiklikler yapmak,
madde modifiye etmek, modify, alter, zıt anl.= keep,
CT scan = bilgisayarlı tomografi taraması, preserve
Computed Tomography scan cut (fiil) = kesmek, kısmak, azaltmak, kesinti yapmak
culminate = 1) sonuçlanmak, end, zıt anl.= begin, cut (isim) = kesinti, kısıntı
start; 2) doruğa varmak, climax
cut a pitiable figure = acınacak bir tipi olmak / tip
culmination = 1) doruk, zirve; 2) son, bitiş çizmek
culprit = suçlu, guilty, offender, zıt anl.= innocent cut back on = (özellikle tasarruf amacıyla bir şey)’de
cult = kült, tapınma kısıntı yapmak, azaltmak, cut down on
cultivate = geliştirmek, zenginleştirmek, yetiştirmek, cut down on = (bir şey)’i kısmak / azaltmak, reduce,
(toprağı) işlemek, develop, enrich restrict, decrease, economise on, zıt anl.=
cultivate = işlemek increase, waste
cultivation = yetiştirme cut free from = (bağlayan bir şeyi) keserek (başka bir
şey)’i serbest bırakmak, serbest kalmak
culture = 1) kültür; 2) (bir bakteri vs. için) kültür
analizi yapılması cut off = (nefes / yol) kesmek, tıkamak, block
cultured = kültürlü cut off from = (aile vs.)’den ayrı kalmak / ayırmak,
ilişkisini kesmek, separate, zıt anl.= reunite
cumulative = kümülatif, toplu olarak
with
cup = (genellikle su ya da benzeri bir şeyi taşımak /
cut out = (belli bir biçimde) kesip çıkarmak, (bir
tutmak amacı ile avuç içlerini derinleştirerek)
metinden vs.) çıkarmak, silmek, cut off
(eli) bardak / fincan şekline sokmak
cut size = kesim boyutu
curable = tedavi edilebilir, zıt anl.= incurable
cut the price by half = fiyatı yarıya indirmek / yarı
curb = kısıtlamak, sınırlamak, gem vurmak, restrain,
yarıya azaltmak
limit
cutting-edge = yenilikçi, en gelişmiş, lider
cure (fiil) = iyileştirmek, tedavi etmek, remedy,
relieve, treat cyanide poisoning = siyanür zehirlenmesi
cure (isim) = şifa, tedavi, çare, ilaç, remedy, relief cycle = dalgalanma, döngü, siklüs
cured = tuzlanmış, salamura cyclic = periyodik olarak ortaya çıkan, dönemsel
curiosity = merak cycling = bisiklete binme
curious = 1) tuhaf veya benzersiz olması nedeniyle cyclone = siklon, kasırga, hortum
ilgi çeken; 2) meraklı cylinder bearing = silindirli rulman (yatak ile mil
current (isim) = akıntı, akım yuvası arasında metal silindirler bulunan
rulman)
current (sıfat) = 1) şimdiki, halihazırdaki,
contemporary, present, güncel; 2) cari cynical = alaycı
currently = şu sıralarda, bu günlerde, hâlihazırda cytochrome oxidase = sitokrom oksidaz (hücrenin
solunumunda önemli bir rolü olan bir tür
curriculum = (çoğul: curricula) ders programı,
enzim)
müfredat
cytologic = hücreye ilişkin
curtail = azaltmak, kısaltmak, decrease, shorten, zıt
anl.= increase, prolong cytoplasm = sitoplazma (hücre içi sıvı)
curve upwards = yukarı doğru bombe yapmak

www.bademci.com
D D DD D

daily = gündelik, günlük, day-to-day day-care = gündüz çocuk bakımı


daily life = gündelik hayat, day-to-day life daydreaming = hayal kurma, hayallere dalma
dairy = süt ürünleri daytime = gündüz
dairy farming = mandıracılık day-to-day = gündelik
dam = baraj D-Day = II. Dünya Savaşı’nı sona erdirdiği kabul
damage (fiil) = zarar / hasar vermek, bozmak, harm edilen Normandiya Çıkartması’nın yapıldığı
gün (6 Haziran 1944)
damage (isim) = hasar, zarar, yara, harm, injury,
wound DDT = bazı bölgelerde tarım ilacı olarak kullanılan
zehirli bir kimyasal,
damming a river = bir akarsu üzerine baraj kurma
dichlorodiphenyltrichloroethane
işi
dead space air = solunum esnasında akciğere
damp = nemli, rutubetli, moist, wet
ulaşmayan bölgelerde (burun, soluk borusu
danger = tehlike, risk, hazard, risk vs.) kalan hava
dangerously underweight = (hayatını) tehlikeye deadly = öldürücü, fatal
sokacak derecede zayıf
deafness = sağırlık
Dante = 1265-1321 yılları arasında yaşamış ve ünlü
deal blows to = (bir şey)’e darbeler vurmak
İlahi Komedya’nın yazarı olan İtalyan şair
deal with = 1) (bir ey)’i idare etmek, üstesinden
dare to = (bir şey)’i göze almak, (bir şey)’e cesaret
gelmek, cope with, tackle, manage; 2) (bir ey)’i
etmek, venture
ele almak, ilgilenmek, get involved in, manage,
daring = cüretkar, gözüpek zıt anl.= disregard, ignore
dark energy = karanlık enerji (kozmolojide, bütün dealings = iş, alışveriş, iş ilişkisi, ilişki, business,
uzayı etkileyen ve evrenin genişleme hızını relations
arttırıcı bir etkisi olduğu kabul edilen hipotetik
death penalty = ölüm cezası, capital punishment
bir enerji türü)
death rate = ölüm oranı
dark matter = karanlık madde (astrofizikte, ışık
yaymadığı ve yansıtmadığı için doğrudan Death Valley = Ölüm Vadisi (ABD’nin Kaliforniya ve
algılanamayan, varlığı, çevresindeki diğer Nevada eyaletleri arasında yer alan, en alçak
materyal üzerindeki kütleçekimsel etkisi yolu noktası deniz seviyesinden 86 metre aşağıda
ile tespit edilebilen maddeye verilen ad) olan, kurak bir havza)
dart = 1) füze; 2) ani ve hızlı hareket debate (fiil) = tartışmak, müzakere etmek, argue,
discuss
dash away / off = acele ile çıkıp gitmek
debate (isim) = tartışma, müzakere, argument,
dashed = (ümit, plan vs. için) suya düşmüş, boşa
discussion
çıkmış
debellation = fetih
data access = veri erişimi
debilitate = kuvvetten düşürmek, zayıflatmak, takatini
database = veritabanı
kesmek, incapacitate, undermine, weaken, zıt
date = tarihle(n)mek anl.= invigorate, strengthen
date back to = (belli bir yıl vs.)’ye tarihlenmek, debilitating = güçten düşüren, zayıflatan,
tarihine uzanmak, date from, date to, be dated incapacitating, zıt anl.= invigorating
to
debris = döküntü, yıkıntı, enkaz
date from = tarihinden kalmak, tarihinden başlamak
debris disk = döküntü halkası
dating = tarihleme, tarih tutma, tarihlendirme
debt relief = borcun hafifle(til)mesi, borç indirimi
daunting = yıldırıcı, göz korkutucu, discouraging
debut = (sahneye) ilk çıkış, başlangıç
dawn = doğuş, gün ağarması, şafak sökmesi, (dawn
decade = on yıl
of civilization = uygarlığın doğuşu)

www.bademci.com
44 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

decanter = (genellikle alkollü içkiler için) sürahi deem = saymak, addetmek, regard
olarak kullanılan boyunlu şişe deep space = derin uzay (uzayın, Güneş Sistemi’nin
decay (fiil) = çürü(t)mek, decompose ötesindeki kısmı), outer space
decay (isim) = 1) yıkılma, çürüme, bozulma, azalma, deeply = derinden, derinlemesine, profoundly,
collapse, corrosion, degeneration, decline; intensely, zıt anl.= moderately, slightly
2) (radyoaktif) bozunma defeat (fiil ) = bozguna uğratmak, yenmek, overthrow
decay-causing = çürümeye neden olan defeat (isim) = bozgun, yenilgi, zıt anl.= victory
deceit = aldatma, aldanma, hile, düzen, deception, defect = kusur, bozukluk, eksiklik, imperfection,
fraud, zıt anl.= honesty deficiency, zıt anl.= excellence
deceive = aldatmak, kandırmak, mislead, delude defective = kusurlu, bozuk, eksik, imperfect,
decelerate = hızını azaltmak, zıt anl.= accelerate deficient, zıt anl.= flawless, excellent
decent = saygın, makul, aklı başında, muntazam, defence-related industries = savunma ile ilgili
respectable, acceptable, proper, zıt anl.= endüstri alanları
indecent defendant = davalı, (mahkemede) savunma (tarafı)
deception = aldatma, aldanma, hile, düzen, deceit, defensive = savunmacı, savunmaya yönelik,
fraud, zıt anl.= honesty protective, zıt anl.= offensive
deceptive = aldatıcı, yanıltıcı, false, misleading, zıt defer = ertelemek, geciktirmek, put off, retard, zıt
anl.= straightforward, upright anl.= expedite
deciduous = (bitki için) yaprak döken defiantly = cüretkar / küstah / meydan okuyan bir
decipher = şifresini / anlamını çözmek şekilde, boldly, rebelliously
decision = karar deficiency = eksiklik, yetersizlik, kusur, inadequacy,
decision-making = karar alma işi insufficiency, shortage, zıt anl.= adequacy,
sufficiency, excess
decisive = kesin, belirleyici, net, kararlı, definite, zıt
anl.= indecisive, questionable deficit = açık, yetersizlik, inadequacy, shortage, zıt
anl.= excess, surplus
decisively = kesin olarak, kararlı bir biçimde,
certainly, determinately define = tanımlamak, specify, designate
declaration = ilan, bildiri, announcement definite = kesin, net, certain, zıt anl.= indefinite
declare = ilan etmek, bildirmek, make known, definition = kesinlik, netlik, çözünürlük, tam
announce, zıt anl.= deny, revoke anlamını verebilme özelliği
decline (fiil) = azalmak, düşmek, gerilemek, çökmek, deflation = 1) (bir şey)’in havasının boşalması,
drop, decay, deteriorate, zıt anl.= increase, sönme, zıt anl.= inflation; 2) deflasyon,
progress, recover fiyatların düşmesi, zıt anl.= inflation
decline (isim) = azalma, düşüş, gerileme, çöküş, deforestation = ormansızlaştırma, zıt anl.=
drop, decay, deterioration, zıt anl.= upturn, afforestation
progress, recovery deforested = ormansız kalmış, zıt anl.= afforested,
decomposer = ölü bitki ve hayvan kalıntılarını forested
kimyasal olarak ayrıştıran organizma deformity = çarpıklık, biçimsizlik, sakatlık
decomposition = çürüme, ayrışma, spoilage degenerate (fiil) = yozlaşmak, dejenere olmak,
decorate = dekore etmek, süslemek deteriorate
decrease = azal(t)mak, düş(ür)mek, eksil(t)mek, degenerate (isim) = yozlaşmış, soysuz, dejenere,
diminish, zıt anl.= increase corrupt, deteriorated, zıt anl.= healthy
decreased mortality = düşük ölüm oranı degenerative = dejeneratif (bir doku veya organın
zamanla yapısal veya fonksiyonel bozulma
dedicate to = vermek, adamak, devote to
göstermesi hali)
dedication = adama, adanmışlık, devotion
degenerative disorder = dejeneratif hastalık (organ
deduce from = (bir şey)’den (bir şey) anlamak, veya dokunun yapı ve görev bakımından
(anlam) çıkarmak, çıkarsamak, infer from, özelliğini kaybederek bozulduğu hastalık)
realize
degrade = düşürmek, kötüleştirmek, disgrace, put
deduction = mantıksal çıkarım, mantık yürütülerek down, take down, zıt anl.= aggrade
varılan yargı, implication
degree = büyüklük, derece (etki, bilgi vs.)
deed = eylem, iş, fiil, achievement, action

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 45

dehumanize = insanlıktan çıkarmak, insani democratization = demokratikleştirme


özelliklerini yok etmek demographer = demograf (dünyadaki veya bir
dehydrate = suyunu almak, kurutmak ülkedeki nüfusun yapısını, durumunu, dinamik
dehydration = dehidrasyon (su kaybı, susuz kalma, özelliklerini inceleyen bilim insanı)
bir yapının ya da organizmanın su kaybı) demographic = demografik (nüfus ile ilgili
de-icing system = buzlanmayı giderici sistem değişkenlere ait)
de-ink = mürekkepten arındırmak demolish = yok etmek, ortadan kaldırmak, destroy,
exterminate, wipe out, zıt anl.= preserve,
deinstitutionalization = hasta tedavisinin, hastane
restore, construct
vb. kurumlar dışında yapılması
demon = iblis
delay (fiil) = geciktirmek, ertelemek, hold up, slow
down, postpone demonology = iblislerin, cinlerin veya bunlara dair
inançların incelendiği araştırma alanı
delay (isim) = gecikme, retardation
demonstrate = kanıtlamak, göstermek, illustrate,
delayed = gecikmiş, geç
depict
delayed detection = geç teşhis / tanı
demonstration = gösteri
delegate (fiil) = görevlendirmek, (bir işi) devretmek,
denied by = (birisi ya da bir kurum) tarafından
commission, empower
dışlanmış / reddedilmiş
delegate (isim) = delege, temsilci
denomination = birim
deletion = sil(in)me, erasing, removal
denote = göstermek, belirtmek, anlamına gelmek,
deliberate = 1) kasıtlı, on purpose; 2) temkinli, stand for, point to, mean
careful
denounce = kınamak, condemn, zıt anl.= praise
deliberately = kasten, bile bile, intentionally, on
dense = yoğun, sık
purpose, zıt anl.= accidentally, unintentionally
densely = yoğun bir şekilde, heavily, zıt anl.= loosely,
deliberation = 1) üzerinde düşünme, mütalaa,
sparsely
consideration; 2) müzakere, tartışma,
discussion densely populated = nüfus yoğunluğu fazla olan, zıt
anl.= sparsely populated
delicate = nazik, narin, hassas, fragile, subtle, tender,
zıt anl.= tough, solid, rugged density = özkütle, yoğunluk (bir maddenin birim
hacimdeki ağırlığı)
delight (isim) = sevinç, memnuniyet, keyif, joy,
pleasure dental = diş veya dişçilikle ilgili
delight (fiil) = sevindirmek, memnun etmek, keyif dental caries = dişte çürüme, diş çürüğü, dental
vermek, please cavity
deliver = teslim etmek, vermek, bırakmak, dağıtmak, dental cavity = diş çürüğü, dental caries
mesaj iletmek, transfer, hand over, distribute, dental examination = diş muayenesi
send, zıt anl.= keep, retain deny = yadsımak, yalanlamak, reddetmek, yoksun
delivery = 1) teslim, dağıtım, handing over, bırakmak, refuse, reject, zıt anl.= admit,
distribution; 2) (bir annenin) bebek doğurması, accept
doğum, giving birth department = departman, şube, daire, bölüm
delusion = aldanma, yanılma, misconception, departure = 1) ayrılış, kalkış, leaving, take-off,
deception, zıt anl.= reality moving out; 2) sapma, deviation, divergence
demand (fiil) = talep etmek, istemek, request, claim, depend on / upon = (bir şey)’e bağımlı / bağlı olmak,
call for rely on, zıt anl.= be independent (from)
demand (isim) = 1) talep, claim, request, zıt anl.= dependence = bağımlılık, addiction
supply; 2) ihtiyaç, need; 3) durum, (bir
dependency = bağımlılık, dependence, zıt anl.=
durumun) gerektirdikleri, requirement
independence
demanding = (çok çaba, ilgi vs.) isteyen / bekleyen,
dependent on = (bir şey)’e bağımlı, reliant (on), zıt
zorlu (örn. a demanding job = çok çaba
anl.= independent, self-reliant
gerektiren bir iş)
depict = betimlemek, anlatmak, resmetmek,
demented = bunamış, aklını yitirmiş
describe, picture
dementia = 1) delilik, çılgınlık; 2) bunama
depiction = betimleme, resmetme, description,
demise = çöküş, yok olma, perishing picture

www.bademci.com
46 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

deplete = tüketmek, bitirmek, exhaust, consume, zıt designation = (kısaltma biçiminde) ad (örn. Türk
anl.= add, restock Hava Yolları için THY), (uçaklar, hava alanları
depleted = yetersiz, tükenmiş, bitmiş, azalmış, low vs. için) kod, call sign
depletion = tükenme desirable = arzulanır, çekici, cazip, preferred,
attractive, zıt anl.= undesirable, unsuitable
deploy = konuşlan(dır)mak, mevzilen(dir)mek, bir
plana göre yerleş(tir)mek, position desire (fiil) = istemek, arzu etmek
deployed = konuşlandırılmış, mevzilendirilmiş desire (isim) = arzu, şiddetli istek
deport = sınırdışı etmek, ülke dışına göndermek desired = istenen, elde edilmesi amaçlanan,
required, zıt anl.= undesired
deposit (fiil) = koymak, bırakmak, yığmak, place
desolate = 1) terk edilmiş, ıssız, boş, abandoned;
deposit (isim) = 1) mevduat; 2) yığın, depo;
2) harap, perişan, destroyed; 3) yalnız,
3) maden / mineral yatağı
kimsesiz, solitary
deposit on = üstünde birikmek
despair = üzüntü, keder, ümitsizlik, desperation,
deposition = çökme, tortu hopelessness, zıt anl.= hope
depressed = 1) morali bozuk, depresyonda, low- desperate = 1) çaresiz, helpless; 2) ümitsiz,
spirited; 2) azalmış, miktarı düşmüş, down hopeless, zıt anl.= hopeful, promising
depression = 1) depresyon (ruhsal çöküntü); despise = küçümsemek, hor görmek, adam yerine
2) (ekonomide) buhran koymamak
deprivation = yoksunluk, mahrumiyet, lacking, zıt despite = (bir şey)’e karşın / rağmen, in spite of,
anl.= availability, surplus regardless of
deprive of = (bir şey)’den yoksun bırakmak / mahrum destination = hedef, gidilecek yer, varış yeri
etmek, strip of, zıt anl.= offer, supply with
destiny = kader, yazgı, talih, kısmet, fate
depth = derinlik
destroy = yok etmek, ortadan kaldırmak, demolish,
deputy = 1) yardımcı, vekil; 2) milletvekili exterminate, wipe out, zıt anl.= preserve,
derive from = (bir şey)’den elde etmek / çıkarmak / restore, construct
türe(t)mek, obtain from, originate from destruction = yıkım, yok etme, imha, extermination,
desalination = tuzunu giderme zıt anl.= construction, renovation
descend = alçal(t)mak, in(dir)mek, lower, zıt anl.= destructive = yıkıcı, zararlı, devastating, detrimental,
ascend zıt anl.= constructive, (This missile has
descend from = (bir kişi)’nin soyundan gelmek, sufficient destructive power to blow up a
originate from battleship. = Bu füze, bir savaş gemisini
descendant = torun, soyun devamı, (bir kişinin) havaya uçurmaya yetecek kadar yıkım gücüne
soyundan gelen sahip.)
describe = betimlemek, resmetmek, anlatmak, destructively = yıkıcı olarak, yıkıcı bir şekilde,
depict, picture, explain damagingly, harmfully, zıt anl.= constructively
description = betimleme, tarif, eşkal, depiction, detach from = (bir şey ya da kişi)’den ayırmak /
picture koparmak, zıt anl.= attach to
descriptive = tanımlayıcı, betimsel detachment = ayrılma, ayrılık
desert = terk etmek, bırakmak, abandon, leave detail = ayrıntı, detay
deserve = (iyi ya da kötü anlamda) hak etmek, layık detain = gözaltına almak, alıkoymak, apprehend,
olmak, earn withhold, zıt anl.= release, liberate
deservedly = haklı olarak, hak ettiği gibi, justly detect = ortaya çıkarmak, bulmak, fark etmek,
keşfetmek, discover, identify
design (fiil) = dizayn etmek, tasarım yapmak,
tasarlamak, geliştirmek, düzenlemek, detect individual atoms = atomları tek tek
formulate, invent, organise, devise saptamak
design (isim) = dizayn, tasarım detectable = bulunabilir, saptanabilir, noticeable
designate = 1) belirtmek, işaret etmek, specify; detection = bulma, ortaya çıkarma, tespit, saptama
2) atamak, görev vermek, assign detector = dedektör (metal, radyoaktif madde vb.
designated = belirlenmiş, specified, picked out şeyleri bulmaya yarayan alet)

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 47

detention = alıkoyma, engelleme, tutuklama, tevkif, development = ilerleme, gelişme, advancement, zıt
restraint, custody, zıt anl.= release anl.= regress
deter from = (bir şey)’den caydırmak / vazgeçirmek, deviation = sapma, ayrılma, diversion, variance, zıt
discourage, inhibit, zıt anl.= encourage, anl.= conformity, uniformity
promote device = alet, aygıt
deteriorate = bozulmak, kötüleşmek, decline, devious = dürüst olmayan, kaypak, sinsi, dolambaçlı,
worsen, zıt anl.= recover deceitful, insidious
deterioration = kötüleşme, bozulma, decline, devise = tasarlamak, plan geliştirmek, düzenlemek,
worsening, zıt anl.= enhancement, formulate, invent, organise, design, (It is
improvement necessary to devise a new computer program
determinant = 1) belirleyici etken; 2) determinant that will be easy for schoolchildren to learn. =
(bir matris veya bir denklem için özel bir Okul çağındaki çocukların kolay
prosedür kullanılarak elde edilen, matrisler öğrenebilecekleri yeni bir bilgisayar programı
veya denklemler arası işlemlerde kullanılan tasarlamak gerekiyor.), (They have devised a
sayı) plan for keeping traffic out of the city centre. =
determine = 1) belirlemek, saptamak, establish, find Trafiği kent merkezinden uzak tutacak bir plan
out, calculate; 2) karar vermek, amaçlamak, geliştirdiler.)
decide, resolve, shape devoid of = (bir şey)’den yoksun / mahrum, lacking
determined = kararlı, azimli, decisive, persistent, zıt devote to = (bir şey)’e adamak / ayırmak, dedicate
anl.= irresolute, hesitating devoted = bağlı, kendini adamış, dedicated
determining = belirleyici devoted to = (bir şey)’e adanmış / ayrılmış, dedicated
deterrent = caydırıcı etmen to, (This land is devoted to mining. = Bu arazi
detonator = (bomba vs. için) ateşleme madenciliğe ayrılmıştır.)
mekanizması, fünye devotion = sadakat, içten bağlılık, adama,
detoxification = detoksifikasyon (zehirlerden vs. dedication
arındırma) devoutly = içten, ciddi, kendini adamış, sincerely,
detoxify = detoksifiye etmek (zehirlerden vs. devotedly
arındırmak) diabetes = diyabet (şeker hastalığı)
detract from = eksiltmek, (değerinden, öneminden, diagnose = teşhis etmek / edilmek, tanı koy(ul)mak
kalitesinden) düşürmek, belittle, lower, diagnosis = (çoğul: diagnoses) teşhis, tanı
diminish
diagnostic = tanı, tanıyla ilgili
detractor = kötümseyen / küçümseyen kişi
dialect = lehçe
detrimental = zararlı, harmful, damaging, zıt anl.=
dialysate = diyaliz esnasında membrandan (zardan)
beneficial, helpful
geçen (bir tür filtre edilen) madde
devaluation = devaluasyon (paranın değer
dialysing membrane = diyaliz zarı / membranı
kaybetmesi)
dialysis = diyaliz (böbrekleri çalışmayan hastalarda,
devalue = değerini düşürmek
bir makine ile kanı atık maddelerden arındırma
devastate = harap / perişan etmek, mahvetmek, işlemi)
destroy, ruin, zıt anl.= construct, restore
diamond = elmas (sertliği sebebiyle kesici olarak,
devastating = yıkıcı, yok edici, harap edici, parlaklığı sebebiyle de süs eşyası olarak
destructive, disastrous, zıt anl.= constructive kullanılan bir mineral)
develop = 1) (hastalık vb. için) ortaya çıkmak / dictate = zorla kabul ettirmek, emretmek, impose,
başlamak / gelişmek; 2) geliştirmek, ortaya command
çıkarmak, bring out
die down = hafiflemek, sönmeye yüz tutmak,
developed = gelişmiş azalmak, fade away
developed world = gelişmiş dünya (dünyanın die out = yok olmak, ortadan kalkmak, fade away,
gelişmiş ülkelerden oluşan kesimi) perish, zıt anl.= develop, expand, flourish
developing = gelişmekte olan dietary (isim) = perhiz yemeği, dietetic
developing country = gelişmemiş ya da gelişmekte dietary (sıfat) = perhizle ilgili
olan ülke, underdeveloped country
dietary fat = besin maddeleriyle vücuda giren yağ

www.bademci.com
48 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

dietary iron intake = beslenme yoluyla vücuda direct democracy = doğrudan demokrasi (halkın,
demir alımı egemenliğini bizzat ve doğrudan kullandığı,
dietary objective = (yapılan / yapılacak) diyetin bütün kararların halkın tamamının katılımı ile
hedefi / amacı alındığı demokrasi türü)
differ from = (bir şey)’den farklı / değişik olmak, direct participation = doğrudan katılım
diverge from, zıt anl.= conform to, resemble direct public attention to = kamu dikkatini (bir
differ = değişmek, farklılık göstermek, vary, diverge şey)’e çekmek / yöneltmek
differ sharply = net / açıkça görülür bir şekilde direction = yön
farklılık göstermek director = yönetici, idareci, yönetmen, manager
differential = 1) (arabalardaki) diferansiyel dişlisi; dirt = çamur, toprak
2) farklı, ayırıcı disability = sakatlık, engel, maluliyet, handicap,
differentiate = ayırmak, ayırt etmek, farklılaşmak, invalidity
distinguish disable = 1) etkisiz hale getirmek; 2) sakatlamak
differentiation = ayırım, farklılık disabled = sakat, engelli, handicapped
differing = birbirinden farklı, divergent disadvantage = dezavantaj, sakınca, drawback,
difficulty = güçlük, zorluk, problem, trouble inconvenience, zıt anl.= advantage, benefit
diffuse = yay(ıl)mak, dağıtmak, dağılmak, spread disagree with = (bir şey / birisi) ile aynı fikirde
diffusible = yayılabilir, dağılabilir olmamak, (deliller, veriler için) (bir şey) ile
uyumlu olmamak, zıt anl.= agree with
diffusion = difüzyon (yayılma, dağılma, geçme)
disagreement = anlaşmazlık, ihtilaf, çatışma, conflict,
dig one’s way out of = kendini (bir şey)’den
fight, zıt anl.= accord, peace
kurtarmak
disappear = ortadan kalkmak, yok olmak,
dig up = kazıp çıkarmak, zıt anl.= bury
kaybolmak, vanish, zıt anl.= appear, emerge
digest = sindirmek, hazmetmek
disappearance = ortadan kalkma, yok olma,
digested = sindirilmiş, hazmedilmiş vanishing, zıt anl.= appearance, emergence
digestion = sindirim, hazım disappointing = düş kırıklığı yaratan, discouraging, zıt
digestive juice = sindirimi kolaylaştıran salgı / anl.= encouraging, inspiring
sekresyon disappointingly = hayal kırıklığı yaratacak şekilde,
digestive system = sindirim sistemi discouragingly, zıt anl.= inspiringly
digestive tract = sindirim kanalı disappointment = düş kırıklığı, discouragement, zıt
dilemma = çıkmaz, açmaz, ikilem anl.= fulfilment, success
dilute = sulandırmak, yoğunluğunu ya da derecesini disapproval = onaylamama, doğru bulmama, itiraz,
düşürmek, inceltmek, (She cleaned the objection
bathroom with hypo-chloride diluted with disapprove of = doğru bulmamak, onaylamamak,
water. = Banyoyu, su ile seyreltilmiş çamaşır find unacceptable, zıt anl.= approve of
suyu ile temizledi.) disaster = felaket, yıkım, afet, catastrophe, tragedy
dimension = boyut, ölçü disaster relief operation = bir felaketin ardından,
diminish = azal(t)mak, eksil(t)mek, decrease, zıt zarar gören insanlara yardım ulaştırmaya
anl.= increase yönelik çalışma
diminishing return = gittikçe azalan getiri disastrous = feci, yıkıcı, detrimental, terrible, zıt anl.=
diphtheria = difteri (boğaz ve soluk borusu fortunate, successful
cidarlarında fazladan bir tabaka oluşturarak disband = dağıtmak, dağılmak, disperse, zıt anl.=
nefes alma güçlüğüne yol açması ile belirgin combine, unite
bir hastalık) discard = aklından çıkarmak, reddetmek, yok
dire = 1) acil, çok ciddi, critical; 2) korkunç, dehşetli, saymak, dismiss, reject
berbat, dreadful, terrible, (Such an invasive discarded = atılmış, ıskartaya çıkmış
intervention may have dire consequences. =
discernible = fark edilebilir, görülebilir, perceptible,
Böylesi invazif bir müdahale, çok kötü
noticeable, zıt anl.= imperceptible, obscure
sonuçlara yol açabilir.)
discharge from (fiil) = 1) (hastayı hastane)’den
direct = 1) yönlendirmek, guide; 2) talimat vermek,
taburcu etmek; 2) tahliye etmek, release
instruct

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 49

discharge (isim) = 1) (hasta için) taburcu olma; discrimination = ayrımcılık, ayrım yapma, bias,
2) tahliye, boşaltım, akma, release unfairness, zıt anl.= impartiality
discipline = bilim dalı, disiplin discuss = (bir konuyu) ele almak, görüşmek,
disclose = açmak, ifşa etmek, açığa vurmak, reveal, tartışmak
display, zıt anl.= hide, conceal discussion programme = (televizyonlarda
discomfort = rahatsızlık, sıkıntı, annoyance, trouble, yayınlanan) herhangi bir tartışma programı
zıt anl.= comfort, ease disdain = küçük / hor görmek, tepeden bakmak,
discomforting = rahatsız edici scorn, zıt anl.= admire, praise
disconcert = 1) şaşırtmak, perplex; 2) düzenini disease = hastalık
bozmak, altüst etmek, disturb, upset disfigure = biçimini bozmak
disconnection = kopukluk, bağlantı kesilmesi, disfigurement = kozmetik bozukluk, vücutta şekil
dissociation, zıt anl.= connection, association kaybı
discontent = hoşnutsuzluk, memnuniyetsizlik, disfiguring = (yara vs. için) kozmetik bozukluğa yol
dissatisfaction, zıt anl.= contentment, açan
satisfaction disgraced = utanç verici, rezil
discontinue = kesmek, durdurmak, yarıda bırakmak, disgust = iğrenme, tiksinti
terk etmek, vazgeçmek, cease, quit, end,
disgusting = iğrenç
abandon, stop, zıt anl.= keep on, proceed,
pursue, carry on, (The bank will discontinue its disintegrate = parçala(n)mak, böl(ün)mek, ufalanmak
Saturday service. = Banka artık Cumartesi disintegration = parçalanma, bölünme, ufalanma
günleri hizmet vermeyecek.), (The doctor told disk-like = disk gibi, disk biçimli
the patient to discontinue with the medicine. = dismantle = sökmek, parçalara ayırmak, demonte
Doktor, hastaya ilacı kesmesini söyledi.) etmek, take apart, zıt anl.= assemble
discordant = birbiriyle çelişen, aralarında dismay = korkutmak, yıldırmak, cesaretini kırmak,
uyuşmazlık bulunan, conflicting, incompatible, discourage
zıt anl.= compatible, concordant
dismiss = göz ardı etmek, aklından çıkarmak,
discount = 1) önemsememek, küçümsemek, reddetmek, ignore, discard, reject
disregard; 2) indirim yapmak
dismissal = aklından çıkarma, reddetme, ciddiye
discourage = cesaretini / hevesini kırmak, gözünü almama, discarding, rejection
korkutmak, deter, dissuade, zıt anl.= urge,
encourage dismissive = hafife alan, baştan savma, uninterested,
zıt anl.= interested
discouraging = cesaret kırıcı, unfavourable, zıt anl.=
encouraging Disneyland = Walt Disney Şirketi tarafından
dünyanın değişik kentlerinde açılan büyük
discover = keşfetmek, bulmak, ortaya çıkarmak, eğlence parklarından her biri
meydana çıkarmak, find
disorder = 1) bozukluk, hastalık, illness, ailment, zıt
discovery = keşif, buluş, bulgu anl.= health; 2) düzensizlik, kargaşa,
discredit = gözden düşürmek, güvenini sarsmak, confusion, mess, trouble, chaos, turmoil, zıt
disapprove of, degrade, zıt anl.= praise, honor anl.= order
discreetly = (ağzından çıkan söze ve hareketlerine) disordered = düzensiz
dikkat eder bir şekilde, ihtiyatlı, tedbirli, disorientation = oryantasyon bozukluğu (yön, yer,
carefully, thoughtfully, cautiously, zıt anl.= zaman tayininde bozukluk)
recklessly, heedlessly
disoriented = yönünü kaybetmiş / şaşırmış
discrepancy = farklılık, fark, ayrım, çelişme,
tutarsızlık, uyuşmazlık, conflict, distinction, disparate = farklı, apayrı, different, zıt anl.= alike,
variance, zıt anl.= agreement, consistency similar
discrete = ayrı, farklı, distinct, separate, zıt anl.= disparity = eşitsizlik, farklılık, inequality, difference, zıt
associated, similar anl.= parity, equality
discretely = farklı bir şekilde, (birbirinden) ayrı olarak, dispatch = göndermek, send off
distinctly, separately dispel = dağıtmak, defetmek, gidermek
discretion = takdir yetkisi, consideration, free-will dispense with = (bir şey)’siz yapmak, ihtiyaç
discriminate against = (aleyhine) ayrım(cılık) duymamak, vazgeçmek, do away with, (We
yapmak, disfavour, show prejudice against are dispensing with formalities. =
Formalitelerden vazgeçiyoruz.)

www.bademci.com
50 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

dispersal = yay(ıl)ma, saç(ıl)ma, dissemination, disseminate = (bir fikir, haber vs.) yaymak, spread,
propagation circulate, (The more widely the facts about
disperse = dağıtmak, yaymak, saçmak, disband, AIDS are disseminated, the better our
break up, zıt anl.= accumulate, gather chances of halting the epidemic. = AIDS
hakkındaki gerçekler ne kadar çok yayılırsa,
dispersion = dağılım
bu salgını durdurma şansımız o kadar artar.)
displace = yerini almak, yerinden etmek
dissemination = saçma, yayma
displacement = 1) yerinden oynama / kayma;
dissipate = dağıtmak, dağılmak, yay(ıl)mak, scatter,
2) deplasman (bir cismin kapladığı alandaki su
spread, zıt anl.= gather, collect
veya havanın ağırlığı)
dissipation = yay(ıl)ma, dağılma, saç(ıl)ma,
display (fiil) = göstermek, sergilemek, görüntülemek,
dispersion
show, illustrate, demonstrate
dissolve = eri(t)mek, çöz(ün / ül)mek
display (isim) = gösterge, ekran
distance = uzaklık, mesafe
disposal = yok etme, ortadan kaldırma
distant = uzak mesafedeki, uzak, remote, far away,
disposal = (çöp vs.) atmak, (atık vs.) boşaltmak
zıt anl.= near
dispose of = 1) (bir şey)’i çöpe atmak, imha etmek,
distend = şiş(ir)mek, dilate olmak, genişlemek,
yok etmek, bertaraf etmek, get rid of; 2) (para,
swell, enlarge, zıt anl.= contract, shrink
zaman vs.) (belirli bir biçimde) harcamak,
elden çıkarmak, dağıtmak, consume, part distinct = ayrı, belirgin, farklı, müstakil, separate,
with, zıt anl.= keep, save apparent, discrete, zıt anl.= similar, associated
disposition = 1) yaradılış, mizaç, tabiat, distinction = 1) ayırt etme, differentiation; 2) fark,
temperament; 2) düzenleme, yerleştirme, üstünlük, superiority, peculiarity, zıt anl.=
tertip, düzen, dağılım, arrangement resemblance, similarity
disproportionate = oransız, aşırı, unbalanced, distinctive = tipik, kendine özgü, kolaylıkla ayırt
excessive, zıt anl.= proportionate, balanced edilebilen, characteristic, zıt anl.= ordinary
disprove = aksini kanıtlamak, invalidate, zıt anl.= distinctly = açık / belirgin bir şekilde, clearly
prove, confirm distinctness = netlik, seçiklik, clearness, accuracy,
dispute (fiil) = 1) doğruluğundan kuşku duymak, zıt anl.= obscurity
doubt, question; 2) tartışmak, argue distinguish between = (iki kişinin ya da şeyin)
dispute (isim) = anlaşmazlık, uyuşmazlık, tartışma, arasında ayrım yapmak, ayırmak, ayırt etmek,
çekişme, controversy, argument, zıt anl.= recognize, identify, tell (the difference)
agreement, understanding distinguishable = ayırt edilebilir, recognizable
disregard = hiçe saymak, boş vermek, aldırmamak, distinguished = seçkin, güzide, remarkable,
ignore, overlook, zıt anl.= consider, pay prominent, zıt anl.= common, ordinary
attention distort = biçimini bozmak, çarpıtmak, deform
disrepair = (bina, makine için) bakımsızlık, ilgisizlik distorted = çarpıtılmış, deformed
disrupt = bozulmasına yol açmak, altüst etmek, distract = (dikkati) başka tarafa çekmek, meşgul
aksatmak, disturb, spoil, upset, zıt anl.= etmek, confuse, disturb, zıt anl.= concentrate
arrange, organise
distraction = dikkat dağılması, disturbance, zıt anl.=
disruption = aksama, kesilme, failure, collapse, zıt concentration
anl.= success
distress = üzüntü, acı, endişe, misery, pain, worry, zıt
disruptive = aksatan, kargaşaya yol açan, yıkıcı, anl.= alleviation, comfort, relief
disorderly, troublesome, chaotic, zıt anl.=
distressing = üzücü, acı verici, disturbing, worrisome
disciplined
distribute = dağıtmak, bölüştürmek, allot, hand out
dissatisfied with = (bir şey)’den hoşnut / tatmin
olmayan, disappointed, displeased, zıt anl.= distributor = bayi, dağıtıcı
satisfied district = mıntıka, bölge, yöre, area, region,
dissatisfy = hoşnut / tatmin etmemek, disappoint, distrust = güvensizlik, itimatsızlık, zıt anl.= trust
displease, zıt anl.= satisfy disturb = endişelendirmek, rahatsız etmek, huzurunu
kaçırmak, bother, annoy, zıt anl.= calm,
comfort

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 51

disturbance = 1) kargaşa, çalkalanma, düzeni do with = yetinmek, baş etmek, manage with, put up
bozucu şey, turmoil, zıt anl.= order, stillness; with
2) (uykuda) bozukluk / düzensizlik, do without = (bir şey) olmadan idare etmek, muhtaç
interference olmamak
disturbance of flow = akışın bozulması doctrine = doktrin, (değişmez veya değişmesi zor)
disturbed = sıkıntıda, rahatsız öğreti
disturbing = rahatsız edici, endişe verici, annoying, document = belgelemek, ispat etmek, prove
troublesome, zıt anl.= comforting documentary = belgesel
disturbingly = rahatsız edici bir şekilde, alarmingly, dogmatic = dogmatik (tartışma / sorgulama kabul
dreadfully etmeyen), zıt anl.= pragmatic
disunite = ayırmak, separate, sever, zıt anl.= unite, domain = alan, nüfuz alanı, (bir kimsenin / örgütün
connect vs.) kontrolü altındaki bölge
disuse = kullanmayı kesmek / bırakmak dome = kubbe
ditch = hendek domed = kubbeli, kubbe ile örtülü
dive (fiil) = dalmak domed arcade = kubbeli revak / arkad (bir yanında
dive (isim) = dalış duvar veya bina cephesi olan, diğer yanı ile dış
diverge = ayrılmak, (birbirinden) uzaklaşmak, mekan arasına ise aralıklarla sütun, paye veya
sapmak, farklı olmak, branch off, deviate, zıt benzeri destek elemanları yerleştirilmiş olan,
anl.= converge, unite üzeri sıra sıra küçük kubbeler ile örtülü
uzunlamasına düzenlenmiş alan; bu
diverse = çeşitli, farklı, different, various
düzenleme, cami ve kervansaray mimarisinde
diversely = çeşitli şekillerde, variously sıklıkla kullanılmıştır)
diversify = çeşitlendirmek, farklılaştırmak, spread domestic = 1) evcil, evde kullanılan, evsel, ev ile
out, zıt anl.= narrow down ilgili; 2) dahili, yurt içine ait
diversity = çeşitlilik, farklılık, variety, assortment, zıt domestic economic news = iç / dahili ekonomi
anl.= uniformity haberleri
divide = böl(ün)me, split, zıt anl.= join domestic front = ülke içi, iç cephe
divine = ilahi, tanrısal dominance = egemenlik, hakimiyet, üstünlük
divine intervention = ilahi müdahale dominant = başat, üstün, egemen, presiding,
division = bölüm, departman controlling, zıt anl.= inferior, recessive
divorce = ayırmak, ayrılmak, boşa(n)mak, separate, dominate = hakim / egemen olmak, govern, prevail
sever, zıt anl.= unite dominion = egemenlik, hakimiyet, sovereignty
dizygotic twins = çift yumurta ikizleri, fraternal twins don = (elbise vs.) giymek, put on
dizziness = baş dönmesi donate = bağışlamak, hibe etmek, bestow on / upon,
Djurab Desert = Djurab Çölü (Çad sınırları içinde zıt anl.= retain, withdraw
yer alan bir çöl) donation = bağış, hibe
do as one pleases = istediği gibi davranmak, donor = bağışçı, (kan, organ vs.) veren kişi, verici
istediğini yapmak
doomed = yok olmaya mahkum
do away with = ortadan kaldırmak, eliminate
dopamine = dopamin (beyinde, hareket ve
do good = yaramak, iyi gelmek duyguların düzenlenmesinde etkin olan,
do little = pek az katkısı olmak eksikliği Parkinson hastalığına yol açabilen bir
do one’s best = elinden geleni(n en iyisini) yapmak, nörotransmiter)
do the best one can doping = doping (yapay olarak fiziksel ya da mental
do one’s bit = kendine / üstüne düşeni yapmak aktiviteyi arttırmak amacıyla uygulanan, yasal
do so much for = (bir şey) için fayda sağlamak olmayan prosedür)
do their bit = kendilerine / üstlerine düşeni yapmak dormancy = uyku hali
do well by = (bir şey) için iyi etmek, iyi yapmak, dormant = uykuda, sleeping, inactive
durumu iyi olmak, come along, recover, dosage = doz, dozaj, dose
flourish, zıt anl.= fall back, fail

www.bademci.com
52 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

dose = ilaç dozu, dosage draw = 1) (çizgi, şekil vs.) çizmek; 2) almak, elde
dot = nokta, benek etmek, extract; 3) çekmek, pull, zıt anl.= push,
repel
double = iki misline / katına çıkmak, iki misli / kat
yapmak draw a conclusion = sonuç çıkarmak
double-blind test = çift kör çalışma (bilimsel bir draw attention to = (bir şey)’e ilgi / dikkat çekmek,
deneyde, önyargı ve plasebo etkileri attract attention to
engellemek için deneklerin ve deneyi draw in = içine çekmek, pull in
uygulayan kişilerin, deneyin içeriği ya da draw into the spotlight = göz önüne getirmek,
önemli yönleri hakkında bilgi sahibi gündeme getirmek, dikkat çekmek
olmamalarını öngören test ya da çalışma
draw new meaning = yeni anlam çıkarmak
biçimi)
draw on = (bir şey)’den yararlanmak
doubt = şüphe, kuşku
draw the line at = (bir şey)’e sınır koymak
doubtful = şüpheli, kuşkulu, dubious, zıt anl.=
undoubted, certain draw up = 1) kaleme almak, write out; 2) (bir araç vs.
için) bir yerde durmak, (kenara vs.) çekmek,
doubtless = kuşkusuz, kesin
come to a stop
Down syndrome = Down sendromu (21. kromozom
drawback = sakınca, mahzur, dezavantaj,
çiftinde bir fazla kromozom bulunması
disadvantage, setback, inconvenience, zıt
nedeniyle gelişen, kaslar, göz kapakları,
anl.= advantage, convenience
burun, baş vb. organlarda şekilsel bozukluklar
ve zeka geriliği ile belirgin sendrom) drawbridge = kaldırma köprü (açılıp kapanabilen
köprü)
down to the last detail = en ince ayrıntıya kadar
dread = çok korkmak, dehşete düşmek, endişe
downfall = çöküş, yıkılış, düşüş, collapse, destruction
etmek, fear, worry, zıt anl.= welcome
downhill = yokuş aşağı, yamaçtan / tepeden aşağı
dreadfully disabling = korkunç / ağır bir şekilde
doğru
sakat bırakan
downstream = akıntı yönünde, aşağı doğru
dreamer = rüya gören / görmekte olan kimse
downy = 1) pofuduk, yumuşak; 2) ince tüylü, havlı
dressing = 1) pansuman; 2) (salata vs. için) sos
dozen = düzine (12 adet)
drift = sürüklenmek
dozens of = düzinelerce
drill (isim) = matkap
draft = 1) taslak, outline, sketch; 2) geminin su
drill (a hole) = (matkap vs. ile) delik açmak, make a
çekimi (yüzer haldeyken, su seviyesinden
hole
geminin en alt noktasına kadar olan toplam
yükseklik), draught (draft okunur) drilling = delme
drag (fiil) = (çekerek) sürüklemek drive = 1) hareket ettirmek, döndürmek, move, turn;
2) sevk etmek, tahrik etmek, urge, impel, zıt
drag (isim) = su veya havanın, içinde ilerleyen bir
anl.= inhibit
cisme mukavemeti, hız kesme gücü
drive off = kovmak, defetmek, chase away, dispel
drag on = uzayıp gitmek, (uzun zamandır) sürmek,
keep going, zıt anl.= shorten, curtail drive out = çıkarmak, yerinden oynatmak
drain = 1) suyunu akıtmak, kurutmak, drene etmek; drive through = 1) (bir nesneyi, örneğin bir çiviyi)
2) alıp uzaklaştırmak (bir şey)’in içine çakmak / zorlayarak sokmak;
2) (bir yer)’in içinden (araba ile) geçmek
drainage = drenaj, atık su vs. , su akıtma sistemi
driven by = (bir şey ya da biri tarafından)
dramatic = 1) dramatik, çarpıcı, striking, remarkable,
güdümlenmiş
sensational, zıt anl.= unexciting; 2) çok yüksek
miktarda, heavy, zıt anl.= mild driving force = itici güç
dramatically = dramatik / çarpıcı bir biçimde, droop = sarkmak
strikingly, sensationally, zıt anl.= unexcitingly, drop off = uykuya dalmak, fall asleep
undramatically droplet = damlacık, zerre
drastic = şiddetli ve çabuk etki eden, sert, şiddetli, drought = kuraklık
severe, dire, zıt anl.= mild, modest drown = (suda) boğulmak
drastically = radikal şekilde, büyük ölçüde, sert drown out = (bir sesi daha yüksek bir sesle)
şekilde, hugely, zıt anl.= mildly bastırmak

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 53

drowsiness = uyuşukluk, sersemlik hali, aşırı dull = 1) sıkıcı, donuk, duygusuz, tekdüze, boring, zıt
uyuklama hali anl.= interesting; 2) anlama güçlüğü çeken,
drowsy = uyuşuk, sersemlemiş, dozy dumb, dense, zıt anl.= bright, sharp
drug = 1) ilaç, ecza, medication; 2) uyuşturucu dumping ground = çöp dökme alanı
madde duodenum = oniki parmak bağırsağı
drug addict = uyuşturucu bağımlısı duplex = çift, dubleks
drug addiction = uyuşturucu madde bağımlılığı duplicate = kopyalamak, aynısını yapmak, copy
drug crops = uyuşturucu elde edilen bitkiler durability = dayanıklılık
drug enforcer = narkotik polisi durable = dayanıklı, sağlam, sturdy, long-lasting, zıt
drug overdose = ilaçta aşırı doz anl.= fragile
drug trial = ilaç denemesi duration = süre, süreklilik, term, continuity,
(Amazingly, the boy lay quietly through the
drug-trafficking = uyuşturucu taşıma / trafiği
whole duration of the physical examination. =
drum = davul Çocuk, tüm muayene süresi boyunca şaşırtıcı
drunk = sarhoş, içkili, zıt anl.= sober bir şekilde hiç sesini çıkarmadan yattı.)
dry ice = kuru buz (sıvılaşmadan, doğrudan dust = toz
buharlaşması sebebiyle katı karbondioksite dust devil = hortum gibi dönen toz bulutu
verilen ad)
Dutch (isim) = Hollandaca
dry out = kuru(t)mak
Dutch (sıfat) = Hollandalı, Hollanda’ya ait
dual = ikili, çifte, çift yönlü
Dutch-derived = kökünü Hollanda dilinden alan
duality = ikilik
dwell on = (bir konu) üzerinde durmak
dub = . . . olarak çağırmak / adlandırmak
dwell upon = (bir yer / bir şey)’in üzerinde oturmak /
dubious = kuşkulu, şüpheli, belirsiz, kararsız, yaşamak / barınmak
doubtful, unreliable, zıt anl.= certain, definite
dweller = yöre halkı, sakin, inhabitant
duck = ördek
dwelling place = barınma / yaşama yeri
duct tape = genellikle kumaş destekli, kaliteli koli
dwindle = küçülmek, azalmak, diminish, shrink, zıt
bandı
anl.= enlarge, expand, grow
ductile = (pek çok metal gibi) dövülerek / işlenerek
dye = boya
tel veya levha haline getirilebilir, (kolay)
biçimlendirilebilir, malleable dynastic times = dinastik dönem, hanedanlar
dönemi (örn. Eski Mısır için M. Ö. yaklaşık
due = zamanı / vadesi gelmiş, mature
3150 yılı sonrasındaki dönem)
due in part to = kısmen (bir şey) nedeniyle
dynasty = hanedan
due to = nedeniyle, because of, owing to, on account
dysentery = dizanteri (bağırsaklarda oluşan yaralar,
of
kanlı ve mukus içeren ishal ile belirgin bir
due to be built = (belli bir tarihe kadar) yapılacak / hastalık)
inşa edilecek olmak
dysfunction (ya da disfunction) = bir organın görevini
yapmaması, disorder
dyslexic = okuma zorluğu çeken

www.bademci.com
E E EE E

eager = istekli, gönüllü, willing, keen, ready, zıt anl.= ecosystem = ekosistem (sınırlı bir alanda, örneğin
reluctant, unwilling bir göl çevresinde, yaşayan tüm canlıları ve
eagerly = istekli / hevesli bir şekilde, willingly, keenly, onların birbirleriyle ve çevreleriyle olan
zıt anl.= reluctantly, unenthusiastically etkileşimlerini içeren sistem)
early = erken, (tarihsel olarak) önce gelen, zıt anl.= ecstacy = kendinden geçme, aşırı sevinç
late eczema = egzema
early 20th century = 20. yüzyılın başları edge = kenar, sınır, yan, border
early detection = erken teşhis / tanı edible = yenilebilir, yemeye uygun
early warning = erken uyarı edit = redaksiyon yapmak, inceleyerek küçük
earn = (para, hak vs.) kazanmak, edinmek, hak değişiklikler yapmak, alter, modify
etmek, gain, zıt anl.= lose edition = baskı, edisyon
earplug = kulak tıkacı editorial board = yayın kurulu
earthenware = pişmiş topraktan yapılmış çanak, educational = eğitici
çömlek vs. effect (fiil) = yerine getirmek, gerçekleştirmek,
earthquake = deprem başarmak, carry out, actualise, perform, zıt
earthquake predictor = deprem habercisi anl.= fail
earth-retaining = toprak içindeki, toprağa temas effect (isim) = etki, sonuç, influence, outcome
eden effective = 1) verimli, randımanlı, etkili, efficient,
ease (fiil) = 1) kolaylaştırmak, sıkıntıdan kurtarmak, powerful, zıt anl.= inefficient, ineffective;
improve, facilitate, simplify, zıt anl.= aggravate, 2) yürürlükte; 3) efektif, gerçek, fiili, actual
worsen; 2) gerilemek, çekilmek; 3) gevşemek, effectively = etkin / verimli bir şekilde, efficiently, zıt
baskıyı azaltmak anl.= ineffectively, inefficiently
ease (isim) = kolaylık effectiveness = 1) etki, nüfuz / etki derecesi,
easy prey = kolay av efficiency, power, zıt anl.= ineffectiveness,
inefficiency; 2) etkinlik, yararlılık, istenilen
easygoing = uysal, rahat, mild, gentle, zıt anl.=
etkiyi üretme güç veya kapasitesi, efficacy, zıt
fractious
anl.= inefficacy, inefficiency
eating disorder = yeme bozukluğu
efficacy = etkinlik, yararlılık, istenilen etkiyi üretme
Ebola = Ebola (ishal, kanama, deri döküntüleri ve güç veya kapasitesi, effectiveness, zıt anl.=
yüksek ateş ile belirgin ölümcül bir hastalık) inefficacy, inefficiency
eccentric = eksantrik, sıra dışı, alışılmışın dışında efficiency = (çalışmada, işte) verim, etkinlik,
eccentricity = tuhaflık, eksantriklik, bizarreness, productivity, effectiveness, zıt anl.= inefficiency
weirdness, zıt anl.= conventionality efficient = verimli, randımanlı, etkin, effective, zıt
ecclesiastical = kiliseye ait, dini anl.= inefficient, ineffective
ECG = elektrokardiyogram (kalp kasının ve sinirsel efficiently = etkin / verimli bir şekilde, effectively, zıt
iletim sisteminin çalışmasını incelemek üzere anl.= inefficiently
kalpte meydana gelen elektriksel faaliyetin effort = çaba, gayret, hard work
elektrokardiyograf denen bir cihaz tarafından
effortlessly = çaba göstermeden, kolayca
alınan kaydı), electrocardiogram
effusion = dökme, akıtma, serpme
echo = aynısını söyleyerek desteklemek, tekrar
etmek egg = yumurta, ovum (sperm ile birleşme yeteneği
taşıyan dişi üreme hücresi)
eclogue = karşılıklı konuşma şeklinde pastoral şiir
Egypt = Mısır (Kuzeydoğu Afrika’da bir ülke)
ecologically aware = çevre bilinci olan
eject = dışarı atmak, çıkarmak, fışkırtmak

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 55

elaborate (fiil) = ayrıntılarına inmek, özenli bir elemental mercury = saf civa
şekilde hazırlamak / yapmak, develop fully elementary = temel
elaborate (sıfat) = karmaşık, girift, ayrıntılı, intricate, elementary particle = temel parçacık (daha küçük
zıt anl.= simple parçalardan oluştuğu tespit edilmemiş olan
elapsed = (zaman miktarı için) geçen, geçmiş olan parçacık)
elastic = esnek, flexible, zıt anl.= rigid elephant seal = deniz fili / fil foku (ağırlığı iki tonu
elastin = elastin (arterlerin duvarları gibi elastik geçen ve kulakları olmayan iri bir fok türü)
dokularda bulunan bir cins protein) elevate = yükseltmek, arttırmak, raise
elder = (iki kardeş ya da kişiden) daha yaşlı / daha elevated = art(tırıl)mış, yüksek, yükseltilmiş
büyük (olan) elicit = açığa çıkarmak, arouse, bring about
elderly population = yaşlı nüfus eligible = uygun, (seçilmeye) elverişli, gerekli
election = seçim, seç(il)me, (parliamentary election = koşullara sahip, suitable, (According to the
genel seçim, milletvekili seçimi) exclusion criteria of the survey, five cases
election campaign = seçim kampanyası were not found eligible due to their diabetes
problem. = Araştırmanın hariç tutma kriterleri
elective = 1) seçime ait, seçimle ilgili; 2) seçmeli
uyarınca, beş vaka, diyabet problemleri
(ders)
sebebiyle çalışmaya alınmadı / uygun
electricity = elektrik bulunmadı.)
electroconvulsive (shock) treatment = elektroşok eliminate = ortadan kaldırmak, yok etmek, gidermek,
tedavisi elemek, eradicate, cut out, (Poverty must be
electroencephalogram = elektroensefalogram eliminated. = Fakirlik yok edilmelidir.)
(beyin dalgaları aktivitesinin elektriksel elimination = eleme, çıkarma, discharge, deduction,
yöntemle izlenmesi ve ölçülmesini sağlayan zıt anl.= inclusion
yöntem), EEG
eloquence = etkili ve güzel söz söyleme yeteneği
electrolyte = elektrolit (besinlerle vücuda giren ve
elsewhere = başka yer / yerde / yere
vücut hücrelerinin normal işlevlerini
sürdürebilmeleri için gerekli olan maddeler) elude = kaçmak, kaçınmak, (bir şey)’den sıyrılmak,
escape, evade
electromagnetic = elektromanyetik (elektriksel
kuvvetler ve manyetizma ile ilgili) elusive = tanımlanması güç, indefinable
electromagnetic force = elektromanyetik kuvvet embark on / upon = girişmek, başlamak, begin,
(elektriksel yük taşıyan parçacıklar ile engage in, zıt anl.= cease, end
elektromanyetik alanlar arasındaki etkileşimi embarrass = utandırmak
kontrol eden ve molekülleri oluşturan atomları embarrassed = utanan, mahçup, uncomfortable
bir arada tutan temel fiziksel kuvvet)
embarrassing = rahatsız edici, utanç verici
electromagnetic ion trap = elektromanyetik iyon
embassy = büyükelçilik
kapanı (iyonları elektriksel ve manyetik alanlar
yardımıyla bir bölmede tutmaya yarayan embed = oturtmak, gömmek, insert, implant
sistem) embellish = süslemek, ornament, decorate
electromagnetic noise = elektromanyetik gürültü embodiment = (bir şey)’in somut hali, kendisi,
(bir elektronik devredeki veya bir radyo dalgası symbol
içerisindeki istenmeyen sinyaller) embody = 1) (bir şey)’i somutlaştırmak, (bir şey)’in
electromagnetic radiation = elektromanyetik ışınım somut ifadesi olmak, symbolize; 2) kapsamak,
(ışık hızında hareket eden elektromanyetik include, combine, zıt anl.= exclude, divide
dalgalar şeklindeki enerji yayılımı) embrace = 1) sarılmak, kucaklamak, hug;
electromagnetism = elektromanyetizma (elektriksel 2) kabullenmek, accept, zıt anl.= reject, shun;
ve manyetik kuvvetler ve bunları inceleyen 3) kapsamak, içermek, include, encompass,
bilim dalı) zıt anl.= exclude, leave out
electron microscope = elektron mikroskobu embroiled = karışmış, karışıklık içinde
(incelenen nesneye elektronlar göndermek embryo = embriyo, cenin (doğum öncesi gelişiminin
suretiyle görüntü alan ve çoğunlukla tek tek başındaki bebek / yavru)
atomları görüntüleyebilecek kadar yüksek embryonic = 1) embriyoya ait; 2) olgunlaşmamış
çözünürlük sağlayabilen bir çeşit mikroskop)
emerald = zümrüt
elegant = zarif, şık, kibar

www.bademci.com
56 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

emerge = çıkmak, meydana çıkmak, appear, arise, empower = yetki / izin vermek
come forth, zıt anl.= disappear, fade empty (into) = (bir şey)’in içine, (bir yer)’e
emergence = ortaya çıkma, appearance, zıt anl.= boşal(t)mak
disappearance empty-calory item = sadece enerji veren, ancak,
emergency = acil durum, urgency besleyici hiçbir değeri olmayan alkol vb.
emergency administration = (ilacın) acilen / madde
bekletmeden verilmesi emulsify = emülsiyon yapmak, bulamaç haline
emerging = yükselen, gelişen, ortaya çıkan, arising, getirmek
zıt anl.= fading enable = sağlamak, imkân vermek, mümkün kılmak,
emigrant = ülkeyi / kenti terk eden göçmen, zıt anl.= yetki vermek, allow, let, empower, ensure,
immigrant make it possible, zıt anl.= forbid, hinder, (New
techniques enable surgeons to open and
emigrate = göç ile ülkeyi / kenti terk etmek, move
repair the heart. = Yeni teknikler, cerrahların
out, zıt anl.= immigrate
kalbi açıp onarmasını mümkün kılıyor.)
emigration = göç ile ülkeyi / kenti terk etme, zıt anl.=
encircle = çevrelemek
immigration
enclose = (bir şey)’i (bir mektupla aynı) zarf içine
eminent = 1) tanınmış, ünlü, renowned; 2) yüksek
koymak, attach
mevki sahibi
enclosed = kapalı, kapatılmış
eminently = gayet, son derece, exceptionally,
extremely, zıt anl.= ordinarily encode = kodlamak, şifrelemek, encrypt, zıt anl.=
decode, decypher, decrypt
emission = dışarı ver(il)me, yay(ıl)ma, (gaz vs. için)
sal(ın)ma encompass = kuşatmak, sarmak, etrafını çevirmek,
içine almak, cover, include
emit = dışarı vermek, göndermek, yaymak,
çıkarmak, discharge, zıt anl.= absorb encounter (fiil) = karşı karşıya gelmek, rastlamak,
face, come across
emotion = duygu, his, heyecan, feeling, sentiment
encounter (isim) = karşılaşma, yüz yüze gelme
emotional = duygusal, duygulu, passionate,
sentimental, zıt anl.= cold, unemotional encourage = teşvik etmek, özendirmek, cesaret
vermek, yüreklendirmek, promote, zıt anl.=
emotional intelligence = duygusal zeka
deter, discourage
emotionally = duygusal olarak, duygusal yönde
encouragement = teşvik, özendirme, yüreklendirme,
emotionally charged = duygu yüklü zıt anl.= discouragement
emotionally disturbed = duygudurum bozukluğu encouraging = umut verici, özendirici, yüreklendirici,
olan, duygusal sorun yaşayan favourable, promising, zıt anl.= discouraging,
emperor = imparator unfavourable
emphasis = (çoğul: emphases) önem, vurgu, encrypt = şifrelemek, encode, zıt anl.= decode,
importance, significance decipher, decrypt
emphasise = vurgulamak, altını çizmek, stress, encryption = şifreleme
underline end = uç, taraf
emphatic = 1) ısrarlı; 2) göze çarpan, vurgulu end in = (bir şey) ile sonuçlanmak, result in
emphysema = amfizem (yaş, sigara ya da kronik end up = sonunda (bir şey) olmak, sonunda (bir şey /
bronşite bağlı olarak solunum fonksiyonunda yer)’e varmak, kendini (bir yer)’de bulmak
bozulma, yetersizlik)
end up with = sonunda (elde bir şey ile) kalmak;
empire = imparatorluk sonunda (beklenenden daha az / kalitesiz bir
empirical = deneysel, ampirik şey) elde etmek
empirically = deneysel / ampirik olarak endanger = tehlikeye düşürmek, riske atmak,
employ = 1) kullanmak, yararlanmak, use, utilize; jeopardise, risk, zıt anl.= save, aid
2) çalıştırmak, istihdam etmek, iş vermek, işe endangered = tehdit altındaki
almak, hire, recruit, zıt anl.= fire endeavour (fiil) = çabalamak, gayret etmek, struggle,
employee = çalışan, işçi, eleman, worker try
employer = işveren, patron endeavour (isim) = çaba, gayret, uğraşı, mücadele,
employment = istihdam effort, struggle

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 57

endemic = endemik (belirli bir bölge ile sınırlı, belirli enshroud = örtmek, sis altında bırakmak
bir bölgeye özgü) ensue = çıkmak, meydana gelmek, ardından
endurance-type = dayanıklılık gerektiren tür gelmek, arise, occur, follow, zıt anl.= precede
endure = dayanmak, katlanmak, çekmek, bear ensure = garanti etmek, sağlamak, temin etmek,
energy-demanding = (bol) enerji gerektiren make it possible, secure, guarantee, (Taking
vitamin pills does not necessarily ensure good
enforce = 1) kuvvetlendirmek, takviye etmek,
health. = Vitamin hapları almak, sağlıklı olmayı
strengthen; 2) mecbur etmek, (uymaya)
garanti etmez.), (The best intentions will not
zorlamak, uygulamak, yerine getirmek,
always ensure success. = İyi niyet her zaman
impose, prosecute
başarı getirmez.)
enforcement = 1) icra, infaz, uygulama, execution,
entail = içermek, gerektirmek, involve, require
zıt anl.= waiver; 2) uygulayıcı, yaptırımcı, (law
enforcement authorities = polis teşkilatı) entangle = karıştırmak, dolaştırmak, karmakarışık
etmek, snarl, complicate
engage = 1) işe almak, tutmak, angaje etmek,
employ; 2) kullanıma / işin içine sokmak, put entanglement = vakit alıcı iş, formalite, karışıklık,
to use, bring into action; 3) (vites, dişli vs. için) (ağ, ip vs.)’ye dolaşma, complication
(birbirine) geçmek enterprise = girişim, teşebbüs
engage in = (bir şey) ile meşgul olmak, be involved in enterprising = girişken, girişimci
engaged = kullanımda, çalışır vaziyette enterprising spirit = girişimci ruh
engaging = sevimli, hoş, çekici, charming, attractive, entertain = eğlendirmek, meşgul etmek
zıt anl.= repulsive entertaining = eğlenceli, eğlendirici
engender = doğurmak, yaratmak, yol açmak, enthusiasm = şevk, istek, heves, eagerness,
produce, create, bring about willingness, zıt anl.= reluctance
engineer = (bir şey)’in projesini yapmak, (çözüm) enthusiast = (bir konu ile) ilgili / meraklı kişi
geliştirmek, work out
enthusiastic = şevkli, hararetli, heyecanlı, excited,
engrave = kazımak, oymak devoted, zıt anl.= disinterested
engulf = yutmak, yutarak yok etmek, swallow up, entice = kendine çekmek, ayartmak, kandırmak, lure
drown
entire = tüm, bütün, complete, whole, zıt anl.= partial,
enhance = arttırmak, yükseltmek, çoğaltmak, (an entire generation = bütün bir nesil)
geliştirmek, zenginleştirmek, çeşitlendirmek,
entirely = tümüyle, tamamen, completely, totally, zıt
make better, increase, improve, zıt anl.=
anl.= partially, (When he came back to his
decrease, weaken
hometown, he noticed that the place was
enhanced = gelişmiş entirely different from what he had left two
enjoy = (bir şey)’in tadını / keyfini çıkarmak decades ago. = Geri döndüğünde
enlarge = büyü(t)mek, genişle(t)mek, amplify, memleketinin, artık yirmi yıl önce bıraktığı yer
broaden, zıt anl.= reduce, diminish olmadığını, tamamen değiştiğini gördü.)
enlargement = büyütme, genişletme, broadening, zıt entitle = hak / yetki kazandırmak / vermek
anl.= reduction entitled = adlı, başlıklı
enlighten = aydınlatmak, bilgilendirmek, explain, entombment = gömme, mezar olma
advise, educate entrance = giriş, entry
enlightened = aydın entrap = hapsetmek, kapana kıstırmak, capture
enlightenment = aydınlanma (çağı), bilgilenme entrepreneurial = girişimci
enormous = muazzam, çok büyük, tremendous, entry = giriş
immense, huge, zıt anl.= tiny, little,
enviable = gıpta edilecek, desirable, zıt anl.=
insignificant
unenviable, unfavourable
enormously = muazzam bir şekilde, çok büyük
enviously = kıskanarak, haset duyarak
miktarlarda, immensely, zıt anl.= minimally
environment = çevre, ortam
enough = yeterince, adequate, sufficient, zıt anl.=
inadequate, insufficient environmental conditions = çevre şartları
enquiry = bkz. inquiry environmental constraints = çevresel kısıtlamalar,
doğa koşullarının yol açtığı zorluklar
enrich = zenginleştirmek, improve
environmental groups = çevreci gruplar

www.bademci.com
58 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

Environmental Protection Agency = Çevre erroneous = yanlış, hatalı, wrong, incorrect, zıt anl.=
Koruma Teşkilatı (ABD’de, insan sağlığının ve right, correct
doğal çevrenin sanayileşme karşısında error = 1) defekt, hata, defect; 2) yanlış, yanlışlık,
korunması ile görevli teşkilat) mistake
environmental savings = çevre ile ilgili yararlar, erupt = (volkan için) patlamak, püskürmek
çevre koruma
eruption = 1) (volkanik) patlama, püskürme;
environmentally conscious = çevre bilinci yerinde, 2) deride döküntü, rash
çevre bakımından bilinçli
escape (fiil) = kaçmak, firar etmek, flee, break out
environmentally friendly = çevre dostu
escape (isim) = kaçış, firar, flee, breakout
envision = zihninde canlandırmak, tasavvur etmek,
escape the suspicion = (birisi)’nin kuşkusundan
visualize, envisage
kurtulmak
envy (fiil) = kıskanmak, imrenmek, be jealous of
esophagus = özofagus (yemek borusu)
envy (isim) = kıskançlık, haset, gıpta, jealousy
especially = özellikle, özel olarak, particularly, in
enzyme = enzim (kimyasal tepkimeleri hızlandıran particular, specifically, zıt anl.= generally, in
molekül), maya, ferment general
epidemic = salgın hastalık, salgın essence = öz, temel, asıl, core
epidemiologist = epidemiyolojist (salgın hastalıklar essential = 1) asıl, esas, temel, fundamental, zıt
uzmanı) anl.= incidental, peripheral; 2) gerekli, zaruri,
epidemiology = epidemiyoloji (toplumda görülen crucial, vital
hastalıkların sebeplerini, görülüş oranlarını, essentially = aslında, esas itibariyle, primarily,
yayılışlarını, hastalıklara karşı önlem ve fundamentally, actually
korunma yöntemlerini konu alan tıp dalı)
establish = 1) oluşturmak, oturtmak, form, found, lay
epilepsy = epilepsi, sara (nöbetler halinde gelen down, constitute; 2) saptamak, tespit etmek,
dikkat kaybı, uyku hali veya kontrolsüz titreme authenticate, verify, show, prove; 3) kurmak,
/ kasılma ile beraber bilinç kaybı ile belirgin tesis etmek, institute, found, set up
sinirsel hastalık)
established = oturmuş, yerleşmiş
episode = 1) (hastalık, öksürük vs. için) nöbet, bout;
establishment = 1) kur(ul)ma, tesis etme / edilme,
2) (öykü, film, dizi vs. için) bölüm, kısım, part
foundation; 2) kuruluş, enterprise
epistle = 1) mektup; 2) Yeni Ahit’teki havari
esteem = saygı, itibar, respect, zıt anl.= disrespect
mektuplarından her biri
estimate (fiil) = tahmin etmek, kestirmek, guess,
epitomize = örnek oluşturmak, özetlemek
reckon
equality = eşitlik, denklik, zıt anl.= inequality
estimate (isim) = tahmin, kestirim, approximation
equally accented = eşit vurgulu
estimated = tahmini, predicted
equate = eşit saymak, eşitlemek
estimation = tahmin, kanı, guess, belief
equatorial = ekvatorla ilgili, ekvator bölgesindeki
eternity = sonsuzluk, ebediyet
equilibrium = denge, eşitlik
ethanol = etanol (alkollü içkilerde bulunan alkol
equip = donatmak, furnish çeşidi), ethyl alcohol
equivalent to = (bir şey)’e eşit / eşdeğer, same, alike, ether = eter, lokman ruhu (etil alkolden üretilen ve
zıt anl.= different, unequal eskiden genel anestezi oluşturma amacı ile
era = devir, çağ, dönem, period kullanılan uçucu madde)
eradicate = yıkmak, yok etmek, ortadan kaldırmak, ethical = ahlaki, ahlakla ilgili, (The doctor had no
eliminate, exterminate, wipe out, demolish, ethical objection to drinking but he simply said
destroy, zıt anl.= construct, preserve, restore that it was unhealthy. = Doktorun içmeye karşı
erect (fiil) = dikmek, kurmak, inşa etmek, build, put ahlak yönünden bir itirazı yoktu, yalnızca
up, zıt anl.= demolish, destroy sağlıksız olduğunu söyledi.)
erect (isim) = dimdik, ayakta ethically = etik olarak, ahlaki değerler bakımından,
morally
erode = aşın(dır)mak, erozyona uğramak / uğratmak,
kemirmek ethnic = etnik (ırkla ilgili, ırksal özelliklerle ilgili)
erosion = aşınma, erozyon, deterioration, attrition ethnicity = etnisite, etnik bir guruba bağlı olma hali

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 59

ethylene = etilen (etil alkol, etilen oksit gibi bazı every last drop of smt = bir şeyin son damlasına
başka kimyasalların üretiminde kullanılan kadar
renksiz, yanıcı bir gaz) every other = her iki (gün, ay, yıl vs.)’de bir
etiologic = etyolojik (hastalık nedenleriyle ilgili) every other day = gün aşırı
EU = Avrupa Birliği, European Union evidence = belirti, delil, gösterge, işaret, indication,
Euro Disney = Paris’te yer alan büyük bir tatil ve hint, proof, clue
eğlence tesisi, Disneyland Resort Paris evident = açık, belli, apparent, clear, zıt anl.=
European banking community = Avrupa bankacılık concealed, obscure
topluluğu evil = kötü, kötücül, malevolent, zıt anl.= good,
European Commission = Avrupa Komisyonu benevolent
(Avrupa Birliği’nin, birlik politikalarını evocative = çağrışım yaptırıcı, çağrıştıran
tasarlayan ve onay için Avrupa
evoke = (bir duygu) uyandırmak, aklına getirmek,
Parlamentosu’na ve Avrupa Konseyi’ne sunan
çağrıştırmak, recall, stimulate
ve çıkan kararları uygulamakla yükümlü olan
organı) evolution = evrim
European Economic Community = Avrupa evolutionary = evrimsel
Ekonomik Topluluğu (1957 yılında imzalanan evolutionary natural selection = evrimsel doğal
Roma Antlaşması ile kurulan ve bugünkü seçilim / seleksiyon (doğa koşullarına adapte
Avrupa Birliği’nin temeli sayılan birlik) olamayanların yok olması, adapte olabilenlerin
European Parliament = Avrupa Parlamentosu (tüm ise hayatta kalması teorisi)
Avrupa halkını temsil eden genel meclis) evolve = (uzun bir zaman diliminde) geliş(tir)mek,
Eurozone = Avro Bölgesi (para birimi olarak Avro evrim geçirmek, progress, develop
kullanan ülkeler), Euro Area, Euroland exact (fiil) = koparmak, zorla veya tehditle almak
euthanasia = ötenazi (tedavisi imkansız bir hastalık exact (sıfat) = kesin, kusursuz, tam, accurate,
yüzünden, hastanın yaşamının kendi isteğiyle precise, zıt anl.= inaccurate
sonlandırılması) exact form = tam şekil / biçim
evacuate = tahliye etmek, boşaltmak, vacate exactly = tam olarak, tamı tamına, precisely,
evade = kaçınmak, sakınmak accurately, zıt anl.= roughly
evaluate = değerlendirmek, değer biçmek, exactness = kesinlik, kusursuzluk, accuracy,
hesaplamak, assess, appraise precision, zıt anl.= inaccuracy, inexactness
evaluation = değerlendirme, assessment, appraisal exaggerate = abartmak, gözünde büyütmek,
evaporate = buharlaş(tır)mak, vaporize, zıt anl.= overemphasise, zıt anl.= underestimate
condense exaggeration = abartma, overstatement, zıt anl.=
evaporation = buharlaşma, zıt anl.= condensation understatement
evaporative cooling = buharlaşma yolu ile examination = inceleme, denetim, teftiş, inspection
serinletme examine = 1) dikkatle gözden geçirmek, incelemek;
even so = bununla birlikte, her şeye rağmen, yine de, 2) muayene etmek
however, nonetheless, nevertheless excavate = kazı / hafriyat yapmak, kazıp ortaya
even wider = daha da geniş çaplı, daha da yaygın çıkarmak, unearth, zıt anl.= bury
even without = . . . olmadan bile excavation = kazı
evenly = eşit şekilde, dengeli şekilde, zıt anl.= exceed = aşmak, (limit / miktar vs.)’nin üzerine
unevenly, uniformly çıkmak, taşmak, fazla gelmek, surpass, go
beyond, be more than necessary, zıt anl.= fall
event = olay, hadise, incident
behind (of), be less than, be inferior to
eventual = daha sonraki, nihai, future, consequent
exceedingly = aşırı bir şekilde, son derece, ihtiyaçtan
eventuality = olasılık, probability çok fazla bir şekilde, extremely, passing, zıt
eventually = sonunda, nihayet, at last, finally anl.= mildly, little
ever = her seferinde artan / azalan bir şekilde excel in = 1) (bir konuda) başarılı olmak, be
ever-growing = sürekli artan / büyüyen successful in / at; 2) üstün olmak, surpass,
outperform, zıt anl.= be inferior
ever-increasing = sürekli artan
excellence = mükemmellik, kusursuzluk, perfection
every chance = her (türlü) fırsat, imkan
excellent = mükemmel, perfect

www.bademci.com
60 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

except = haricinde, dışında executive (sıfat) = yürütmeye ait


exception = istisna, (An exception to the rule. = exemplary = örnek oluşturan, örnek alınacak
İstisnalar kaideyi bozmaz.) (davranış vs.)
exceptional = olağandışı, istisnai, unusual, exemplify = örnek olmak / sunmak, örneğiyle
extraordinary, zıt anl.= ordinary, (General açıklamak
principles should not be based on exceptional exemption from = (bir vergi vs.)’den muafiyet,
cases. = İstisnalardan hareketle genel bağışıklık, immunity to
prensipler oluşturulmamalıdır.)
exercise = 1) vücut hareketi, egzersiz; 2) uygulama,
exceptionally = olağandışı / istisnai bir şekilde, tatbikat
extremely, zıt anl.= slightly, moderately
exercise tolerance test = efor testi (fiziksel
excess (isim) = aşırılık, fazlalık, artık, surplus, zıt egzersizin kalp çalışması üzerine etkisini
anl.= shortage belirleme amacıyla uygulanan test)
excess (sıfat) = aşırı, (haddinden) fazla, (He is trying exercising machine = egzersiz aleti
to lose excess weight. = Fazla kilolarından
exert = 1) (kuvvet / basınç vs.) uygulamak, apply;
kurtulmaya çalışıyor.)
2) (bir kişi üzerindeki etkisini, hatırını vs.)
excess water = (örn. vücuttaki) fazla su zorlayarak kullanmak
excessive = aşırı miktarda, fazla, too much, exert oneself = kendini zorlamak
redundant, zıt anl.= moderate, reasonable
exertion = çaba, gayret, emek, effort
excessively = aşırı derecede, overly, redundantly, zıt
exhaust (fiil) = gücünü tüketmek, wear out,
anl.= moderately
impoverish, zıt anl.= revive, invigorate
exchange = değiş tokuş etmek, alış veriş etmek,
exhaust (isim) = egzoz (yakıt ile çalışan taşıt ve
trade, swap
makinelerde atık gazı dışarı atan ünite)
excited = heyecanlı, rahat durmayan, zıt anl.= calm
exhausted = bitmiş, tükenmiş
excitement = heyecan
exhausting = yorucu, bitap düşürücü, very tiring, zıt
exciting = heyecan verici, zıt anl.= unexciting anl.= refreshing
exclude = çıkarmak, dahil etmemek, dışarda exhaustion = bitkinlik, tükenmişlik hali, fatigue
bırakmak, hariç turmak, leave out, zıt anl.=
exhibit (fiil) = sergilemek, göstermek, ibraz etmek,
include
teşhir etmek, reveal, illustrate, present, zıt
excluding = . . . dışında / haricinde anl.= conceal, cover, hide
exclusion zone = girilmesi / yerleşilmesi yasak / exhibit (isim) = sergilenen şey
sakıncalı bölge
exhibition = sergi, display, show
exclusive = 1) (kişiye, kuruluşa vs.) özel, sadece belli
exist = var olmak, bulunmak, mevcut olmak, be
bir zümreye açık, restricted, zıt anl.= open,
present
public, shared; 2) dışta bırakan; 3) tam / bütün
(bölünmemiş veya paylaşılmayan), complete existence = varlık, mevcudiyet, (bir şey)’in var
olması, var oluş, presence, zıt anl.= absence
exclusively = sadece, yalnızca, solely, entirely
existentialism = varoluşçuluk (insanların tamamen
excreta = vücuttan boşaltım yolu ile atılan madde
özgür olduklarını ve kendi yaptıklarından
(örn. dışkı, idrar, ter)
sorumlu olduğu görüşünü savunan, daha çok
excrete = (idrar, dışkı vs.) boşaltmak Avrupa’da hüküm sürmüş bir 20. yy felsefe
excretion = 1) boşaltım; 2) boşaltım ile atılan akımı)
madde, excreta existing = var olan, hali hazırda bulunan, present,
excursion = kısa süreli gezi current
excuse = mazur görmek, bağışlamak, pardon, exoplanet = güneş sistemi dışındaki bir yıldız
forgive, zıt anl.= blame with, accuse of etrafında dönen gezegen
execute = uygulamak, yerine getirmek, (cezayı / exorcise = (şeytan, cin vs.) çıkartmak
kişiyi) infaz etmek, carry out exotic = alışılmadık, egzotik
execution = uygulama, yerine getirme, yapma, infaz expand = genişle(t)mek, büyü(t)mek, extend,
etme, completion, realisation broaden, zıt anl.= shrink, contract, compress
executive (isim) = idareci, yönetimde yetki sahibi expanding = genişleyen
kişi, (chief executive officer (CEO) = yönetim
expansion = genişle(t)me, büyü(t)me, development,
kurulu başkanı)
growth

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 61

expansive = geniş, engin, yayılıp genişlemeye explorer = kaşif


elverişli, yaygın, kapsamlı, extensive, zıt anl.= explosion = patlama
narrow
explosive = patlayıcı
expect = 1) beklemek, beklenti içinde olmak,
explosive charge = bir atımlık patlayıcı
anticipate; 2) tahmin etmek, kestirmek, predict
explosively = aniden ve hızlı bir şekilde
expectation = beklenti, anticipation
expose = açığa çıkarmak, reveal, uncover, zıt anl.=
expected = olması beklenen, umulan, predicted,
shroud, conceal
foreseen, anticipated
expose to = (bir şey)’e maruz bırakmak, (bir şey)’in
expectorate = balgam çıkarmak, akciğerlerden ve
etkisine açık bırakmak, make prone to, zıt
boğazdan her türlü ifrazatı (kan, tükürük vs.)
anl.= protect from, shield from
dışarı atmak
exposure = 1) maruz bırakma / kalma, teşhir etme;
expedition = araştırma / keşif gezisi
2) fotoğrafçılıkta diyaframın açık kalma süresi,
expend = harcamak, spend, consume poz
expenditure = gider, harca(n)ma, masraf, expense, express = ifade etmek, anlatmak, beyan etmek,
zıt anl.= income state, articulate
expense = masraf, harcama, expenditure expression = ifade, deyim, anlatım, dışavurum,
experience (fiil) = (bir dönemden) geçmek, yaşamak, exposition
go through, undergo, zıt anl.= avoid expressionism = ekspresyonizm, dışavurumculuk
experience (isim) = deneyim, tecrübe expressive = anlamlı, manalı, açıklayıcı, meaningful,
experienced = deneyimli, tecrübeli, zıt anl.= indicative, zıt anl.= expressionless
inexperienced expressly = açıkça, clearly
experiment = deney extend = uza(t)mak, sürmek, prolong, protrude, zıt
experimental = deneye dayanan, deneysel anl.= shorten
experimentation = deneme, test etme, deney extend support = destek vermek / sunmak
yapma extended = uzun süren, long, zıt anl.= short
expert = uzman extended family = geniş aile (ebeveynler ve
expertise = uzmanlık, ekspertiz, (belirli bir alandaki) çocukların yanında büyükbaba, büyükanne,
bilgi kuzenler gibi daha uzak akrabaları da içeren
expiration = ekspirasyon, soluk / nefes verme, aile)
exhalation extension = büyüme, genişleme, uzatma,
explanation = açıklama, izahat, clarification development, expansion, zıt anl.= curtailment,
shrinkage
explanatory = açıklayıcı
extensive = yaygın, geniş çaplı, kapsamlı,
explanatory power = anlatım gücü
comprehensive, zıt anl.= limited, narrow
explicit = belirli, açık, definite, specific, zıt anl.=
extensive burn = geniş / büyük miktarda / ciddi
ambiguous, unclear
yanık, intensive / major / widespread burn
explicitly = tam ve açık bir biçimde, expressly, zıt
extensively = büyük miktarda, yaygın bir şekilde,
anl.= implicitly
largely, substantially, comprehensively, zıt
explode = patlamak, infilak etmek anl.= partly, narrowly
exploit = 1) (kendi çıkarı için) kullanmak, extensor muscle = ekstensör / gerici kas
yararlanmak, utilize, (The opposition aims to
extent = 1) tamamı, bütünü; 2) kapsam, oran,
exploit the economic crisis. = Muhalefet,
büyüklük, derece, degree
ekonomik krizi kendi çıkarı için kullanmayı
amaçlıyor.); 2) sömürmek, istismar etmek, extention = uzatma
abuse exterior = dış, dış yüzey, zıt anl.= interior
exploitation = sömürme, kullanma, yararlanma exterminate = imha etmek, yok etmek, eradicate,
exploration = araştırma, inceleme, keşif destroy
exploratory = keşif / inceleme ile ilgili / amacına external = dış / harici, zıt anl.= internal
yönelik external force = dış güç
explore = (keşif için) dolaşmak, araştırmak, external hernia = dış fıtık
incelemek, search, examine external stimulus = dış / harici uyaran

www.bademci.com
62 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

externalise = dışa vurmak, nesnelleştirmek extraterrestrial = dünya dışı (ile ilgili), dünya
extinct = nesli tükenmiş dışından gelen, zıt anl.= terrestrial
extinction = soyu / nesli tükenme, yok olma, (They extravagance = israf, savurganlık, aşırılık,
think a meteor caused the extinction of the wastefulness, exaggeration, zıt anl.=
dinosaurs. = Dinozorların yok olmasına bir economy, thrift
meteorun yol açtığı düşünülüyor.) extravagant = tutumlu olmayan, savurgan, thriftless,
extinguish = 1) öldürmek, yok etmek, kill, eliminate, zıt anl.= thrifty
zıt anl.= build, create; 2) söndürmek, put out, extravagantly = müsrifçe, aşırı, savurganca,
zıt anl.= ignite, light abundantly, bountifully, zıt anl.= sparingly
extort = (para) sızdırmak, (haraç) almak, zorla veya extreme = aşırı boyutta, ekstrem, çok fazla, maximal,
gözdağı vererek almak, squeeze utmost, uttermost, zıt anl.= mild, moderate
extracellular = hücre dışı extremely = aşırı şekilde, çok, maximally, zıt anl.=
extract = çekmek, çekip çıkarmak, elde etmek, draw mildly, moderately
out extremity = son, uç nokta, frontier, limit, zıt anl.=
extramarital = evlilik dışı minimum
extraneous = 1) dışsal, harici; 2) konu dışı, ikincil extrinsic = dışarıdan gelen, dış
öneme sahip, secondary eyeball = göz küresi / yuvarı
extraordinary = olağanüstü, fevkalade, exceptional, eyelid = göz kapağı
outstanding, zıt anl.= common, usual, ordinary eyesight = görüş

www.bademci.com
F F FF F

F-1 tornado = orta kuvvette kasırga (Fujita Ölçeği’ne fairly = 1) oldukça, somewhat, quite, zıt anl.=
göre 117-180 km / saat hızla esen, küçük extremely; 2) adilce, justly, equitably, zıt anl.=
ağaçları devirebilecek güçteki kasırga), unfairly
moderate tornado fairly near = epeyce yakın
fabric = kumaş, bez, doku fair-skinned = açık tenli
fabricate = imal etmek, parçalarını bir araya fairy tale = peri masalı
getirerek üretmek, manufacture, produce
faithfully = sadakatle, vefakarca, devotedly
face = (birisi / bir şey) ile karşı karşıya gelmek,
fall (fiil) = düşmek, azalmak, decrease
yüzleşmek, yüz yüze gelmek, (birisi / bir şey)’in
karşısına çıkmak, confront, encounter, fall (isim) = 1) düşüş, çöküş; 2) meyil, decline;
challenge, zıt anl.= avoid, evade, retreat (from) 3) sonbahar, autumn
face transplant = yüz nakli fall back on = (son çare olarak) tutunacak dalı
olmak, (yardım edecek birine) başvurmak, turn
face up to the fact = bir gerçekle yüzleşmek
to (smo) for help
facet = yön, taraf, aspect, feature
fall behind = geri kalmak, lag behind, zıt anl.= lead,
facial = yüzle ilgili outperform
facial expression = yüz ifadesi fall in with = 1) (bir şey / birisi) ile aynı fikirde olmak,
facilitate = kolaylaştırmak, bir şeyin olma ihtimalini agree with; 2) (bir şey / birisi) ile ilişkisi olmak,
arttırmak, alleviate, help, zıt anl.= worsen, have a relationship with
hamper, impede, (You could facilitate the fall into disfavour = gözden düşmek, rağbet
process by sharing your knowledge with us. = görmemek, fall into disrepute
Bilginizi bizimle paylaşarak bu işi / işlemi
fall into disrepute = adı kötüye çıkmak, gözden
kolaylaştırabilirsiniz.)
düşmek, fall into disfavour
facility = 1) tesisat, tesis; 2) kolaylık, imkan, (özel bir)
fall into disuse = kullanılmaz olmak, kullanılmaz
hizmet
hale gelmek, bırakılmak, terkedilmek, be
fact = gerçek, var olan olgu abandoned
factual = gerçek olaylara dayanan, somut, based on fall on = karşılaşmak, encounter
fact, zıt anl.= fictional
fall short of expectations = bekleneni karşılamamak
faecal = gaita / dışkı ile ilgili
fall through = bitmemek, yarıda kalmak, başarısız
faience = fayans (kil, kuvars, kalker gibi olmak, fail, zıt anl.= succeed
malzemelerden oluşan çamurun çok yüksek
fall to = 1) (birisi)’ne yenik düşmek, yenilmek,
ısıya maruz bırakılması ile üretilen, genellikle
bozguna uğramak, be defeated (by);
çinko glazürlü malzeme)
2) (istenmeyen bir işin, bir kişinin) görevi
fail = 1) bozulmak, çalışmaz hale gelmek, break; 2) haline gelmesi
başarısız olmak, be unsuccessful, zıt anl.=
fall-off = azalma, düşme, decrease, zıt anl.=
succeed, achieve
increase
failing = kusur, zaaf, çöküş, gerileme, yetersizlik,
fall-out = serpinti, döküntü
weakness, flaw
false = sahte, güvenilmez, yanlış, hatalı, wrong,
failing eyesight = kusurlu görme
unreal, fake, zıt anl.= real, genuine
failure = yetersizlik, yetmezlik, bozukluk, malfunction
falsify = çarpıtmak, tahrif etmek, misrepresent
faint-object camera = Hubble Uzay Teleskobu için
fame = ün, şöhret, reputation
tasarlanmış çok yüksek çözünürlüklü bir
kamera sistemi famed = ünlü, famous
fair = (derece, not vs. için) orta, ne iyi, ne kötü, familial = ailevi, aileden gelen
average, mediocre

www.bademci.com
64 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

familiar = alışıldık, bildik, aşina, common, known, far-off = uzak, sapa, distant, zıt anl.= close, near
acquainted, zıt anl.= unfamiliar, (The older I far-reaching = geniş kapsamlı
grow, the more I distrust the familiar doctrine
fascinating = çok ilginç, etkileyici, büyüleyici,
that age brings wisdom. = Yaşlandıkça, yaşın
interesting, attractive, zıt anl.= boring, dull
bilgelik getirdiği yönündeki o bildik görüşe
duyduğum güven azalıyor.) fascination = (bir şeye / bir kişiye) kendini kaptırma,
büyülenme
familiar with = (bir şey)’e aşina / alışkın
fashion = şekil, way
familiarize with = 1) (bir kişi / bir şey)’i tanıtmak,
bilgilendirmek, inform; 2) (bir kişiyi bir şey)’e fashionable = revaçta / rağbette olan
alıştırmak, acquaint with fasten = bağlamak, tutturmak, iliştirmek, affix, attach
familiarly = tanıdık / bildik / aşina bir şekilde, zıt anl.= fat gain = yağ birikimi, yağlanma
unfamiliarly fat intake = (besin maddelerinin yenmesi yoluyla)
family enterprise = aile şirketi yağ tüketimi / alımı
family history = aile hikayesi / öyküsü (bir fatal = ölümcül, vahim, deadly, mortal, (A hospital
hastalığın, ailenin başka üyelerinde görülme spokesman said that the minister had suffered
durumu) a fatal heart attack. = Bir hastane sözcüsü,
family tendency = ailesel eğilim (belli bir hastalığa bakanın ölümcül bir kalp krizi geçirdiğini
karşı aile bireylerinin çoğunda görülen ve çoğu söyledi.)
kez kalıtsal nitelik gösteren eğilim) fatality = 1) ölüm, death; 2) ölümle sonuçlanan kaza
famine = kıtlık, açlık ya da afet
fan = 1) yandaş, taraftar, fanatik; 2) yelpaze fatally = ölümcül şekilde
fanciful = hayali, imaginary, zıt anl.= real fate = akıbet, yazgı, kader, destiny
Fancy painting your house? = Evinizi mi boyamak fateful = ölümcül, feci, fatal
istiyorsunuz? fatfold = yağ dokusu
fantastic = akıl almaz, gerçek dışı, hayali, illusive, fatigue (fiil) = yormak, tire, zıt anl.= relax, rest
incredible, zıt anl.= common, ordinary fatigue (isim) = yorgunluk, bitkinlik, tiredness, zıt
far = çok daha, much (more) anl.= strength, vigour
far afield = uzak diyarlar(a / da) fatty acid = yağ asidi
far and wide = uzaklar(a), geniş bir alan(da) fatty tissue = yağ dokusu
far behind = çok gerisinde, way behind faultless = kusursuz, flawless, perfect, zıt anl.= faulty,
far below = çok çok altında imperfect
far better = çok daha iyi, much better faulty = kusurlu, defolu, defective, imperfect, zıt anl.=
flawless, perfect
far beyond = çok aşkın, çok ilerisinde, way ahead
fauna = fauna (belli bir bölgedeki hayvan topluluğu),
far exceed = (her hangi bir şeyi miktar vs. açısından)
hayvanat
kat kat aşmak, (bir değer vs.)’nin fazlasına
sahip olmak favour (fiil) = 1) tarafını tutmak, kayırmak, lehin(d)e
olmak, tercih etmek, fancy, prefer, zıt anl.=
far from = (bir şey olmak)’tan çok uzak
dislike; 2) meydana gelme ihtimalini arttırmak,
far from satisfactory = tatmin edici olmaktan çok kolaylaştırmak, encourage
uzak, unsatisfactory, disappointing
favour (isim) = 1) beğenme, sevgi, sempati; 2) iyilik,
far greater = çok daha fazla / büyük lütuf
far less = çok daha az favourable = avantajlı, uygun, advantageous, zıt
far more = çok daha fazla, much more anl.= unfavourable
far more often = çok daha sık favourably = olumlu biçimde, approvingly, positively,
far too = aşırı, normal olandan çok daha (fazla) zıt anl.= unfavourably
far too much = aşırı miktarda favoured = tutulan, beğenilen
fare = bilet ücreti fearsome = korkunç, awful, dreadful
far-fetched = gerçek payı çok az olan, uydurma, feasible = (örn. ekonomik veya pratik olarak)
doubtful, unconvincing, zıt anl.= likely, realistic yapılabilir, uygulanabilir, beneficial, practicable,
worthwhile, zıt anl.= unfeasible, impractical
far-flung = çok yaygın, uzak yerlere yayılmış

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 65

feat = yapılması güç ve cesaret isteyen şey fiction = kurgu, roman ve hikaye edebiyatı, zıt anl.=
feather = (kuş için) tüy non-fiction
feature (fiil) = takdim etmek, öne çıkarmak, mark fiction theme = kurgusal tema / konu
feature (isim) = 1) özellik, ayırıcı / belirgin nitelik, fictional = kurgusal, hayali, uydurma, zıt anl.=
property, characteristic, element; 2) (bir toprak factual
parçası ya da harita üzerindeki yol, tümsek field = alan
gibi) işaret fieldwork = saha / arazi çalışması
federal government = federal hükümet fierce = şiddetli, sert, brutal, violent, zıt anl.= tame,
fee = ücret gentle
feed on = (bir şey) ile beslenmek fiery = ateşli, tutkulu
feedback = geri bildirim, response fight = dövüşmek, savaşmak, mücadele etmek,
feedlot = hayvan barındırma ve besleme amaçlı struggle
arazi fight back = karşı koymak, direnmek, resist, zıt anl.=
feel the urge to do smt = bir şey yapmak için kuvvetli give in
istek duymak, be tempted to fight off = püskürtmek, yanına yaklaştırmamak, drive
feel up to = (kendini bir şey)’i yapacak kadar güçlü back, repel
hissetmek fight out = (bir sonuç çıkıncaya dek) savaşmak,
fellow = 1) meslektaş, colleague; 2) doktora veya dövüşmek
bilimsel araştırma bursu alan kimse, akademi fighter = avcı / savaş uçağı
üyesi fighting spirit = savaşçı / mücadeleci ruh
female = dişi, zıt anl.= male figurative = temsili, tasviri, mecazi
fence = çit figure = 1) rakam, sayı, number; 2) şekil, shape
fermentation = mayalanma, fermantasyon (bir figure out = düşünerek ve hesap yaparak (cevabı
maddenin bakteriler, mantarlar ve diğer vs.) ortaya çıkarmak
mikroorganizmalar aracılığıyla kimyasal olarak
file = (resmi) işleme koymak, dosya halinde teslim
çürümesi)
etmek, dosyalamak
ferric iron = ferrik demir (diğerlerine kıyasla daha
fill in = 1) tamamen doldurmak; 2) (boşluk)
yüksek birleşme değerine sahip olan demir
doldurmak, yazmak, write out
bileşiği)
fill out = (form vs.) doldurmak, fill in, complete
ferrous = içinde demir bulunan
filter out = süzmek
ferry = feribot (araç taşıyabilen gemi), ferryboat
final = son, nihai, last, zıt anl.= first
fertile = verimli, bereketli, prolific, productive, zıt anl.=
infertile, fruitless finally down to = sonuçta geldiği nokta …
fertility = 1) verimlilik, bereketlilik, productivity; finance-related = finansman ile ilgili, finansmana
2) doğurganlık, kısır olmama bağlı
fertilization = dölle(n)me, gübreleme financial = finansal, parasal, ekonomik, economic,
monetary
fertilize with = (bir şey) ile gübrelemek /
zenginleştirmek finch = ispinoz kuşu
fertilizer = gübre, compost, manure find = bulgu
fetal = fetüse ait, fetüs ile ilgili, foetal find no way = çare bulamamak
fever = ateş, ateşli hastalık finding = bulgu
fib = küçük bir yalan söylemek fine = para cezası
fibre = iplik, (besinler için) lif fingernail = bir eldeki tırnaklardan her biri
fibril = küçük lif, lifçik fingerprint = parmak izi
fibril formation = fibril (lifçik) oluşumu finite = sonu olan, sınırlı, ölçülebilir, limited, zıt anl.=
infinite
fibrin = fibrin (kan pıhtısının esas unsurunu
oluşturan madde) fire (fiil) = 1) ateşlemek; 2) işten atmak, kovmak
fibrous = fibröz (lifli) fire (isim) = yangın, ateş
fibrous material = fibröz madde (liflerden oluşmuş fireball = bkz. ball of fire
madde)

www.bademci.com
66 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

fired clay = fırınlanmış kil (kilin, genellikle şekil flare up = 1) (ateş için) parlamak, erupt; 2) (fırtına
verildikten sonra ateşte veya seramik fırınında için) patlamak, break out; 3) (hastalık için)
pişirilerek sertleştirilmiş hali) birden alevlenmek, aniden ortaya çıkmak,
firing = fırınlama, ateşe tutma intensify suddenly
firm (isim) = firma, şirket, company flash of lightning = şimşek / yıldırım çakması
firm (sıfat) = sıkı, sert, sağlam, katı, rigid, solid, zıt flashback = geriye dönüş (bir roman ya da filmde,
anl.= flexible olayların kronolojik sırasının bozularak
geçmişe gidilmesi)
firmly = kararlılıkla, ödün vermez biçimde, sıkıca,
sağlam bir şekilde, tightly, strongly, zıt anl.= flashy = gösterişli, cafcaflı
loosely, (Our government is firmly committed flatten = dümdüz etmek, yerle bir etmek
to eradicating malaria. = Hükümetimiz, flaunt = gösteriş yapmak, hava atmak, show off
kendisini kararlılıkla sıtmayı yok etmeye
flavour = tat, lezzet, çeşni, taste
adamıştır.)
flavoured = (bir şey katarak) tatlandırılmış
first course = ilk kür, ilk uygulama
flavourful = lezzetli
first-rate = (kalite bakımından) birinci sınıf
flavouring = tatlandırıcı
fiscal discipline = mali disiplin
flavour-optimised = tadı hoşa giden, tatlandırılmış
fiscal policy = maliye politikası
flaw = kusur, defo, zayıflık, fault, (Beautiful scenery
fiscal practices = maliye ile ilgili işler / işlemler
does not make up for the flaws of this film. =
(özellikle kamu harcamaları, vergiler vs.)
İçindeki güzel manzaralar bu filmin kusurlarını
fishery = 1) balık avlanılan bölge; 2) balık çiftliği örtmeye yetmemiş.)
fishing grounds = balık avlama bölgesi flawed = hatalı, kusurlu, erroneous, zıt anl.= flawless,
fissure = (toprakta, kayada ya da bağırsakta derin) perfect
yarık, çatlak, fisür flawless = kusursuz, noksansız, faultless, perfect, zıt
fit (fiil) = 1) yerleştirmek, oturtmak, takmak; anl.= faulty, defective, flawed
2) uymak, oturmak, (The dress that she tried flee = kaçmak, firar etmek, run away, escape
on fitted her perfectly. = Denediği elbise
fleet = filo
üstüne tam oturdu.)
flesh = et, yumuşak doku, ten, canlı doku
fit (isim) = nöbet, kriz
fleshy-leaved = etli yapraklı
fit (sıfat) = uygun
flex = eğilmek, bükülmek, esnemek, bend
fit in with = 1) (bir şey)’e uymak / uygun düşmek, be
suited to; 2) (bir yere, gruba vs.) ait olmak, flexibility = esneklik
belong to flexible = esnek, elastiki, gevşek, tolerant, adjustable,
fit into = sığ(dır)mak, uy(dur)mak, uygun olmak, go / elastic, relaxed, zıt anl.= inflexible, rigid
place in, be suitable flexor muscle = bükücü / fleksör kas
fit to = bağdaşmak, uymak, match, suit flight = uçuş
fitness = zindelik, form(da olma) fling = fırlatmak, savurmak, atmak, throw, (With the
fitting = uygun, yakışan, appropriate hope of being forgiven, he flung himself down
at the King’s feet. = Affedilmek umudu ile
fittings = (çoğul kullanılır) tesisat malzemeleri
kendini kralın ayaklarına attı.)
fix = onarmak, repair
float = (havada) yüzmek / asılı durmak, (suda)
fix up = 1) ayarlamak, arrange; 2) bulmak, temin yüzeyde durmak / yüzmek
etmek, provide
floating = havada asılı duran, (tahta parçası vs. için)
fixation = saplantı denizin hareketiyle su üzerinde yüzen /
fixed = sabit, constant, zıt anl.= variable sürüklenen, (a floating ship = denizde
flair = yetenek, kabiliyet, ability, talent, genius sürüklenen bir gemi)
flame = alev flood (fiil) = 1) su altında bırakmak, swamp;
2) (görüntü, anı vs. için) aklına üşüşmek
flamenco dance = Flamenko Dansı (İspanya’ya
özgü, Endülüs Halk Müziği eşliğinde yapılan flood (isim) = sel, su baskını
bir çeşit dans) flooding = su basması
flap = (kanat) çırpmak, sallamak floor = (vadi, deniz için) taban
flare = parlama flora = bitki örtüsü, bir bölgedeki tüm bitkiler

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 67

Florence = Floransa (İtalya’da bir kent) follicle = kesecik, folikül (anatomide bir grup
Florentine = İtalya’da bir kent olan Floransa ile ilgili, hücrenin arasında yer alan küresel formlu
Floransa’ya ait boşluk)
florescence = çiçeklenme follow = izlemek, takip etmek, track
floristic = çiçekler / çiçekçilik ile ilgili, çiçekler follow in the footsteps of smo = bir kişinin izinden
bakımından gitmek
flourish = gelişmek, büyümek, ilerlemek, grow, follow suit = bir başkasının yaptıklarını yapmak,
develop, zıt anl.= fade aynı şekilde hareket etmek
flow (fiil) = akmak, run follow through = sonuna kadar götürmek / uymak,
complete, obey, zıt anl.= quit, give up
flow (isim) = akış, akım, debi, stream
follow up = 1) (hastayı) takip etmek; 2) (bir öneriyi,
flow down = aşağı doğru akmak
talimatı vs.) yerine getirmek; 3) (daha önce
flowering = çiçek açan başlanmış bir işi) bitirmeye veya daha etkin
flow-line = akış hattı hale getirmeye yönelik işler yapmak
flu = grip, influenza follower = takipçi, mürit
flu specialist = özellikle grip üzerinde çalışan uzman following = (bir olay / şey / kişi)’yi takiben, (bir olay /
fluctuate = inip çıkmak, değişmek, dalgalanmak, şey / kişi)’nin ardından, after, zıt anl.= prior to,
alternate, vary before
fluctuating = inip çıkan, değişen, dalgalanan, folly = çılgınlık, ahmaklık, akılsızlık
alternating, variable fondness = düşkünlük, büyük sevgi, fancy,
fluctuation = dalgalanma, oynama, inip çıkma preference, zıt anl.= aversion
fluent = akıcı, açık, pürüzsüz Food and Drug Administration = Amerikan Gıda ve
fluid = akışkan İlaç Dairesi
fluorescent = floresan (kimyasal yolla veya ışınım food supply = besin rezervi / deposu
yoluyla aldığı enerji ile parıldayan) foodstuff = yiyecek maddesi
flux = akıntı, oynaklık foolish = aptal(ca), ahmak(ça), stupid, unwise, zıt
fly a mission = (uçak, uzay mekiği vs. için) göreve anl.= wise, sensible
gitmek, görevde yer almak foot = (çoğul: feet) ayak (30. 48 cm’ye eşdeğer
fly in = uçakla getirmek uzunluk ölçüsü)
fly in formation = (birden fazla uçak için) belli bir foot and mouth disease = aft (hayvanlarda görülen
düzende uçmak bir tür hastalık)
f-MRI scanner = fonksiyonel manyetik rezonans footing = taban, temel
görüntüleme cihazı, functional magnetic footprint = ayak izi
resonance imaging scanner footrace = koşu veya yürüyüş yarışı
focal point = odak noktası for a length of time = (belli) bir zaman boyunca
focus on / upon (fiil) = üzerinde / üzerine for a time = bir ara, bir aralar, for a while
odaklanmak, yoğunlaşmak, ağırlık vermek, for ages = çok uzun bir zamandır, for a very long
concentrate on time
focus (isim) = (çoğul: (edebi kullanımda) focuses, for all = tüm (olanlara) rağmen
(bilimsel kullanımda) foci) odak noktası
for and against = lehinde ve aleyhinde
fodder = (saman veya ot gibi) hayvan yemi
for good = temelli, bir daha dönmemek üzere,
foetal = cenine ait, ceninle ilgili, fetal permanently
foetus = fetüs, cenin, fetus for instance = mesela, örneğin, sözgelimi, for
fog = sis example
fold = kat, kıvrım for life = ömür boyu
fold (over) = katlamak (Fiil, back, down, up edatları for one thing = (genellikle söze başlarken kullanılır)
ile de aynı anlamı verir. Kullanılacak edat, bir kere, her şeyden önce, in the first instance
katlamanın yönüne göre değişir.) for that matter = aynı anlama gelmek üzere
folk ballad = halk türküsü for the most part = genel olarak, generally, mostly

www.bademci.com
68 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

for the sake of = hatırı için, uğruna, (bir şey olsun) formal = resmi, usule uygun, conventional, proper,
diye zıt anl.= informal
for years to come = daha uzun yıllar formalize = resmileştirmek
forbidden = yasak, banned, prohibited, zıt anl.= format = format, genel biçim
allowed formation = oluşum
force (fiil) = zorlamak, mecbur etmek, zorla formative = şekil veren
yaptırmak, oblige
former = önceki, eski, previous, old, zıt anl.= latter,
force (isim) = kuvvet future, next
force a way through = (zorlayarak, engelleri aşarak) former Soviet areas = eski Sovyet bölgeleri
kendine yol açmak, break through (1991’de dağılmadan önce Sovyeter Birliği
force down = ilacı yutarken zorlanmak sınırları içinde yer alan bölgeler)
force on / upon = zorla vermek / yüklemek, enforce formerly = önceden, eskiden, previously, zıt anl.= in
force out = zorlayarak çıkartmak the future
forceful = kuvvetli, şiddetli, etkili, vigorous, powerful, formidable = dişli, zorlu, çetin, difficult, zıt anl.= easy
effective formula-feeding = hazır gıda yoluyla besleme
forcefully = zorla, şiddetle, vehemently, zıt anl.= formulate = 1) formülize etmek, formül halinde ifade
feebly etmek; 2) açık şekilde ortaya koymak;
forcibly = zorla, against one’s will, by force, 3) düzenlemek, prepare
coercively, zıt anl.= voluntarily fort = kale, hisar, istihkam
forebear = ata, cet, ancestor, zıt anl.= descendant fortean = olağandışı ve tuhaf olaylarla ilgili
forecast = önceden tahmin etmek, predict, forth = ön
anticipate, foresee forthcoming = yakında(ki), önümüzde(ki),
forecourt = dış avlu approaching, upcoming
forefront = en öndeki yer, ön plan fortification = tahkimat, savunma duvarı, sur
foreign = dış, yabancı, yabancı uyruklu fortify = (savunma duvarını, istihkamı)
foreign affairs = dışişleri sağlamlaştırmak / kuvvetlendirmek,
strengthen
foreigner = yabancı
fortress = kale, hisar, castle, stronghold
foremost = en önemli, başta gelen
fortunate = şanslı, lucky, zıt anl.= unfortunate,
forensic = adli, mahkemeye ait
unlucky
forerunner = haberci, müjdeci
fortunately = iyi ki, neyse ki, şükürler olsun ki, luckily,
foresee = önceden görmek / sezmek, anticipate, zıt anl.= unfortunately
predict
fortunes = (birisinin hayatında) talihin döndüğü anlar
foreseeable = önceden görülebilir / sezilebilir,
fossil = fosil (kaya tabakaları arasında taşlaşmış
öngörülebilir, öngörülebilen, predictable, zıt
halde bulunan çok eski canlı kalıntısı)
anl.= unpredictable, unforeseeable
fossil fuel = fosil yakıt (kömür, petrol vs.)
foreseen = önceden sezilmiş / görülmüş, predicted
foster = teşvik etmek, hamilik etmek
foreshadow = (bir şey)’in habercisi olmak, foretell,
anticipate found = kurmak, tesis etmek, establish, institute
foreshadowing = bir roman ya da filmde, olacaklar foundation = temel, dayanak, kuruluş,
hakkında okur ya da izleyiciye önceden bazı establishment, institution
ipuçları veren edebi sanat / anlatım tekniği, founder = kurucu
(bir şey)’in habercisi olma fountain = çeşme, fıskiye
forest land = orman arazisi fraction = (küçük) parça, kesir, bit, piece, zıt anl.=
foretell = tahmin etmek, önceden söylemek, predict, total, whole
guess, anticipate fracture (fiil) = kırılmak, parçalanmak
form (fiil) = 1) oluşturmak, teşkil etmek, produce, fracture (isim) = kırık (bir travma, osteoporoz vb.
make up; 2) şekil vermek, biçimlendirmek, nedene bağlı olarak kemik bütünlüğünün
shape bozulması ya da kırılarak ayrılması), çatlak
form (isim) = çeşit, tür, type, kind

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 69

fragile = nazik, narin, hassas, kırılgan, delicate, from Plato onwards = Platon’dan bu yana
subtle, tender, zıt anl.= tough, solid from 2009 onward = 2009 yılı ve sonrası
fragment = kırılmış parça, küçük parça from the point of view = (belli bir) bakış açısından /
fragmentary = bölük pörçük, sadece bir kısmını açısına göre
içeren from time to time = zaman zaman, arada sırada, now
fragrant = güzel kokulu and then, once in a while, occasionally
frail = zayıf ve güçsüz, hafif ve kırılgan front = cephe
frame (fiil) = şekil vermek, tasarlamak, düzenlemek, frontal = frontal (organın ön kısmı veya ön yüzü ile
build, plan, compose ilgili)
frame (isim) = 1) (sinemada) kare, resim; 2) çerceve frontier = hudut, sınır, boundary
frankly = aslında, aslına bakılırsa fruit fly = meyve sineği (genetik araştırmalarda
fraternal twins = çift yumurta ikizleri, fraternal ikizler, sıklıkla denek olarak kullanılan bir sinek türü)
dizygotic twins frustrated = (başarısızlık veya olumsuz koşullar
fraud = sahtekarlık, hile, aldatma, deception, zıt sebebiyle) engellenmiş, hüsrana uğramış,
anl.= honesty kösteklenmiş, thwarted, discouraged, zıt anl.=
encouraged
free (fiil) = kurtarmak, rahatlatmak, liberate
frustrating = (yoğun çabaların karşılıksız kaldığı
free (sıfat) = bedava, without charge
durumlar için) asap bozucu, sinirlendirici,
free market = serbest piyasa (ürün fiyatının, alıcı ve annoying, exasperating
satıcının karşılıklı olarak anlaşmasıyla
frustration = (bir amaca ulaşamama veya uygunsuz
belirlendiği, arz ve talebine hükümet tarafından
koşullar sebebiyle) cesaretin kırılması, hayal
müdahale edilmeyen piyasa)
kırıklığı, huzursuzluk, discouragement,
free nerve ending = serbest sinir ucu disappointment
free recall = (psikolojide) serbest hatırlama fry = yağda kızartmak
(herhangi bir müdahale / soru / hatırlatıcı
fuel (fiil) = körüklemek, şiddetlendirmek, tahrik
unsur vs. olmadan kendi kendine hatırlama)
etmek, energize, stimulate, (This budget fuels
freeze = don(dur)mak, zıt anl.= thaw inflation and cuts our living standards. = Bu
freezing of assets = varlıkların dondurulması bütçe enflasyonu körüklüyor ve yaşam
freight = yük standartlarımızı kısıyor.)
French-built = Fransız yapımı fuel (isim) = yakıt, firewood
frequency = sıklık, frekans fuel the flames = ateşe körükle gitmek
frequent = sık, sık karşılaşılan / tekrarlanan, fuel-efficient = yakıt tasarruflu, az yakıt tüketen
common, zıt anl.= rare fulcrum = dayanak noktası
frequently = sık sık, çokça, often, zıt anl.= seldom fulfil = yerine getirmek, yapmak, accomplish, satisfy,
fresh = taze, yeni, new meet, zıt anl.= fail to meet
freshness = tazelik full acuity = tam görme / tam görüş keskinliği
freshwater = tatlı su full power = tam güç
friction = sürtünme fullerene = moleküler şekilleri içi boş bir küreyi
friendly fire = dost ateşi (örn. bir askeri birliğin andıran bir tür karbon formu
üzerine, bağlı olduğu ordunun başka bir birliği full-term = (doğum için) normal süresinde meydana
tarafından yanlışlıkla ateş açılması) gelen (a healthy baby born at full-term =
frigid = 1) dondurucu soğuk; 2) (cinsel anlamda) zamanında doğmuş sağlıklı bir bebek)
soğuk; 3) (tavır olarak) soğuk fully functioning = tam işlev / fonksiyon gören
fringe = dış kenar fume = duman
fringe benefits = sosyal haklar, ücret dışı ödemeler fumes = kötü kokan gazlar
frivolous = hafif, havai, uçarı function = 1) fonksiyon, işlev; 2) fonksiyon
from all over the world = tüm dünyadan, dünyanın (matematikte, iki değerler kümesi arasındaki
her tarafından ilişkiyi tanımlayan argüman veya eğri)
from its April low = Nisan’daki en düşük functional = işlevsel, fonksiyonel
seviyesinden functional deficit = işlevsel yetersizlik

www.bademci.com
70 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

functional magnetic resonance imaging = furiously = hiddetle, öfkeyle


fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme furnace = kalorifer kazanı
(beyin ve omurilikteki sinirsel aktiviteye bağlı
furnish with = 1) sağlamak, provide, supply;
kan akışını ölçerek görüntü almayı içeren bir
2) döşemek
nöro-görüntüleme yöntemi), f-MRI
furniture = mobilya
functioning = işleyiş, çalışma
furry = kürklü
fund = sermaye sağlamak, parasal destek vermek
further (fiil) = daha ileriye / daha öteye taşımak,
fundamental = esas, temel, asıl, önemli, basic,
advance
central, primary, essential, central, zıt anl.=
secondary, (Hard work is fundamental to further (sıfat / zarf) = 1) daha da, ayrıca, daha öteye
success. = Sıkı çalışma başarının temelidir.) (ötede), daha fazla, (mevcut olana) ek / ilave,
more; 2) başka, some more, other
fundamentalist = muhafazakar, tutucu, gerici
further test = daha fazla denemek, üzerinde daha
fundamentally = esas itibariyle, aslında, kökünden,
fazla deneme yapmak
temelden, primarily, essentially
furthermore = dahası, bundan başka, ayrıca, üstelik,
funding = finanse etme, finansman
additionally, moreover
funeral = cenaze töreni
fuse = (birbiriyle) kaynaş(tır)mak, eritmek
fungal = mantardan kaynaklanan
fuselage = uçak, roket gibi araçların genellikle metal
fungicide = fungisid (mantar öldürücü kimyasal ve silindir formlu gövdesi
madde)
fusion = füzyon, birleşme, kaynaşma
fungus = (çoğul: fungi) mantar
futurism = gelecekçilik
funny = tuhaf, garip
futuristic = gelecekçi, çağ ötesi ile ilgili

www.bademci.com
G G GG G

G8 = G8 ülkeleri (Bu gruptaki 8 ülkeyi Almanya, ABD, gauge = ölçmek, ölçümlemek, measure, evaluate
Fransa, İngiltere, İtalya, Japonya, Kanada ve gay = neşeli, şen
Rusya oluşturur. Dünya ekonomisinin ve
gecko lizard = keler (dünyanın her tarafında yaygın
askeri gücünün yarıdan fazlasını kontrol eden
olarak bulunan, pek çok türü olan, duvarlarda
bu 8 ülkenin yaptığı toplantılarda tüm dünyayı
ve tavanda gezinebilmesi ile tanınan
etkileyecek güvenlik ve ekonomi konuları
kertenkele)
görüşülür), Group of Eight
gecko-like = keler benzeri
G8 summit = G8 zirvesi (G8 ülkelerinin hükümet
başkanlarının bir araya geldiği yıllık toplantı) gelatinous = jöle kıvamında / görünümünde, jellylike
gain = kazanmak, elde etmek gelatin-silver print = jelatin-gümüş baskı (siyah-
beyaz fotoğraf baskısında kullanılan bir teknik)
gain a footing = ayak basacak yer bulmak,
tutunacak dal bulmak gender = cinsiyet, sex
gain acceptance = kabul görmeye başlamak gene = gen
gain ground = yayılmak, ilerlemek, rağbet kazanmak, gene chip = gen çipi
advance, make progress, zıt anl.= lose ground gene sequence = gen sekansı / dizisi
gain in = (bir şey)’de artış veya ilerleme göstermek gene therapy = gen tedavisi (kalıtsal hastalıkların
gain in favour = rağbet görmek, taraftar toplamak tedavisi amacı ile sağlıksız genlerin işlevlerinin
değiştirilmesini veya organizmaya sağlıklı
gain popularity = popüler olmak, ün kazanmak
genlerin nakledilmesini öngören yöntem)
gain recognition = kabul görmek, tanınmak
general population = tüm toplum
gallery = balkon, galeri
general practitioner = pratisyen hekim
gamble = kumar oynamak
general time period = aynı anda / zamanda
game = av hayvanı
generalization = genelleme
game fishing = (yemek için ya da spor amacıyla)
generalize = genelleme yapmak
balık avlama
generate = üretmek, yaratmak, yield, render, produce
game of checkers = dama oyunu
generation = 1) (elektrik vs. için) üretim; 2) nesil
gametophyte = gametofit (bitkilerde üreme hücresi
veya bu hücreleri üreten yapı) generations of = nesillerce, pek çok kuşak
gamma wave = gamma dalgası (algı ve bilinç ile generous = cömert, eli açık, zıt anl.= tight-fisted
ilişkili bir çeşit beyin dalgası) generously = cömertçe, bountifully, abundantly, zıt
gang = çete anl.= sparingly, inadequately
gap = açık, fark, gedik, boşluk, aralık, uçurum gene-spliced = gen eklenmiş / bağlanmış
garbage = çöp, waste genetic code = genetik şifre (hücre çekirdeklerindeki
kromozomlarda yer alan ve bireyin kalıtsal
gargle = gargara yapmak
özelliklerinin ortaya çıkmasını sağlayan DNA
garment = giysi, elbise dizilimleri)
gaseous = gaz halinde genetic component = genetik unsur
gas-laden = gaz yüklü genetic make-up = genetik yapı
gasoline = benzin genetic manipulation of intelligence = zekaya
gasping = nefes nefese kalmak genetik olarak müdahale etme
gastric juice = mide salgısı, mide özsuyu genetic marker = genetik işaret (tanınabilen ve
gatekeeper = 1) seçim yapan kişi / kurum; 2) kapıcı soyları belirlemek amacı ile farklı bireylerde
izlenebilen DNA parçaları)
gather = 1) topla(n)mak, raise, come / bring
together; 2) anlamak, sonuç çıkarmak, anlam genetic mutation = genetik değişim / mutasyon
çıkarmak genetically = genetik olarak

www.bademci.com
72 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

genetically modified = genleriyle oynanmış, genetik get in touch with = (birisi) ile temasa geçmek /
değişime uğratılmış iletişim kurmak, connect, contact,
genetically-based = genetik temelli communicate, (In the event of excessive
bleeding, you should get in touch with your
geneticist = genetikçi
doctor at once. = Aşırı kanama olması halinde,
Geneva = Cenevre (İsviçre’de bir kent) hemen doktorunuzla temasa geçmelisiniz.)
genius = deha, dahi get into = (yaramazlık, inatçılık vs.) etmek, başını
genome = genom (bir organizmanın genetik (belaya, sıkıntıya vs.) sokmak, be involved in
şifresinin tamamı) get into the moats of the palace = korunan bir yere
gentle = 1) yumuşak nazik, kibar; 2) hafif ateşte girmek
(kaynatmadan) get involved in = (olaya) karışmak, get pulled in
gentle wave = nazik / hafif dalga / hareket get irritated = rahatsız olmak
genuine = 1) içten, samimi, sincere; 2) gerçek, get off = 1) (bir taşıttan) inmek; 2) paçayı kurtarmak,
hakiki, real, zıt anl.= fake (birini) cezadan kurtarmak; 3) yola çık(ar)mak,
genuinely = gerçekten, içtenlikle, really, sincerely, (If yolculuğa başla(t)mak
you are genuinely interested in one thing, it will get on with = (işte, meslekte vs.) ilerlemek, devam
always lead to something else. = Eğer bir şeye etmek, advance, carry on
gerçekten ilgi duyuyorsan, o, sana mutlaka
get out of control = kontrolden çıkmak
başka şeylerin kapılarını da açacaktır.)
get over = (hastalık, zorluk vs.) atlatmak, savmak,
genus = (çoğul: genera) soy, takım, tür, cins
üstesinden gelmek, recover from, defeat,
geodetic survey = arazi ölçümü overcome, zıt anl.= retreat, surrender
geologist = jeolog (yerşekillerini, yerin ve kayaçların get rid of = kurtulmak, elden çıkarmak, başından
yapısını inceleyen bilim insanı) savmak, defetmek, yakayı sıyırmak, abolish,
geopolitical importance = jeopolitik önem (bir eliminate, (As he is in a financial difficulty, the
bölgenin bulunduğu coğrafi pozisyon ile siyasi owner needs to get rid of the car. = Para
ve ekonomik etkiler yaratabilme kapasitesi) sıkıntısı çektiği için, sahibinin, arabayı elden
Georgia = Gürcistan çıkarması gerekiyor.)
geoscience = yerbilim (Dünya gezegeni ile ilgili tüm get smt checked out = bir şeyi muayene / kontrol
bilim dallarını kapsayan bir terim) ettirmek
germ = mikrop get stuck = sıkışıp / takılıp kalmak
germicide = mikrop öldürücü get through = 1) (telefon vs. için) bağlantı kurmak,
germination = filizlenme, çimlenme ulaşmak, reach; 2) bitirmek, atlatmak, survive
gerontologist = yaşlılık uzmanı get tight = (göğüs, kalp vs. için) sıkışmak
gestate = gebeliği sürmek, gebelik süresi geçirmek get to know = tanımak, tanışmak
gesture = el, kol veya baş hareketi, jest get used to = (bir şey)’e alışmak, adapte olmak,
adapt oneself to, familiarize oneself with
get a better idea of = (bir şey) hakkında daha iyi bir
fikre sahip olmak / daha çok bilgi edinmek giant = devasa, çok büyük, huge, gigantic, zıt anl.=
miniature
get across = (yol, su, dere, ırmak gibi bir şeyin)
karşısına geçmek, go across, cross giant squid = dev mürekkep balığı
get along with = (birisi) ile (iyi) geçinmek, uzlaşmak, gift = tanrı vergisi yetenek, talent
get on well with, be in good terms with gifted = tanrı vergisi yeteneği olan, talented, zıt anl.=
get around = hareket etmek, dolaşmak, move inept
around gigantic = devasa, muazzam, enormous, huge, zıt
get away = kaçmak, çıkmak, go away, escape anl.= tiny
get away with = yanına kar kalmak give a hard time = zorluklar yaşatmak, sıkıntı
çektirmek
get back into shape = eski formuna kavuşmak
give an account of = (bir şey)’in hesabını vermek /
get cut in half = yarıya inmek, yarı yarıya azalmak (bir şey)’i sunmak / açıklamak
get greater hold = daha çok yaygınlaşmak give birth to = doğum yapmak, (bir şey) doğurmak
get in = (bir şey / bir yer)’in içine girmek, enter, zıt give erroneous impression = yanlış izlenim vermek
anl.= get out / bırakmak

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 73

give in to = (birisi)’ne yenilmek, teslim olmak, global warming = küresel ısınma (dünyadaki
surrender to, succumb to, submit to, zıt anl.= ortalama sıcaklık değerlerindeki genel artış
conquer, resist eğilimi)
give off = dışarı vermek, salmak, send out, emit globalisation = küreselleşme
give out = 1) dağıtmak, distribute; 2) çok yorulmak, globally = küresel olarak
bitmek, become exhausted globe = yerküre
give priority to = (bir şey)’e öncelik vermek glomerulonephritis = glomerülonefrit (bir tür böbrek
give rise to = (bir şey)’e yol açmak / neden olmak, hastalığı)
meydana getirmek, lead to, bring about, gloomy = umutsuz, iç karartıcı, kasvetli, depressing,
produce, zıt anl.= eradicate, destroy dull, zıt anl.= uplifting
give smt a try = bir şeyi denemek glorious = ihtişamlı, gösterişli
give the lead = üstünlük kazandırmak, öne glory = ihtişam, vakar, şan ve şeref
geçirmek
glossy = parlak
give up = 1) (bir şey)’den vazgeçmek, (bir şey)’i
glottis = glottis (nefes borusundaki ses telleri
terketmek / bırakmak, let go of, zıt anl.= seize,
arasında bulunan kısım / boşluk; açılıp
stick to; 2) teslim olmak, pes etmek, quit, zıt
kapanması konuşmamızı sağlar)
anl.= go on
glow = (kor gibi) kızarmak, parlamak
give way to = (bir şey)’in önünü / yolunu açmak, (bir
şey)’e yol açmak glucose = glükoz (vücut sıvılarında, özellikle kanda,
hayvansal ve bitkisel dokularda, üzüm ve diğer
given = belli, belirli, belirlenmiş, set
meyvelerde bulunan şeker cinsi)
given (that) = (bir şey)’i gerçek / gerçekleşmiş /
glue together = (bir şeyin parçalarını birbirine)
olmuş kabul edersek, taking smt into
yapıştırarak (bütünü) oluşturmak / bir araya
consideration
getirmek
given time = zamana bırakıldığında …, zaman
glycemic effect = glisemik etki (kandaki glükozun
verildiğinde …
meydana getirdiği etki)
glacial = buz çağına ait, buzullara ait
go about = ele almak, yapmak, undertake, approach
glacial ice = buzulları teşkil eden buz
go abroad = yurtdışına gitmek
glaciation = buzullaşma
go ahead = devam etmek, ileri gitmek
glacier = buzul
go along with = 1) (bir şey / bir kişi) ile beraber
glacierized = buzullaşmış gitmek; 2) (bir şey)’e razı olmak, (bir şey)’i
glamorous = cazip, göz alıcı kabul etmek
glance = göz atma go astray = sapmak, yoldan çıkmak
glandular = salgı bezlerine ait go bankrupt = iflas etmek, go bust
glassy material = camsı / cama benzer malzeme go bust = iflas etmek, go bankrupt
(genellikle bir hammaddenin çok yüksek go for = 1) (bir şey) yerine geçmek, sayılmak, count
sıcaklıklara maruz bırakılması ile elde edilen, as; 2) peşinde olmak, aramak, seek, look for
pürüzsüz yüzeyli, sağlam malzeme türü)
go into effect = geçerli olmak, yürürlüğe girmek,
glaucoma = glokom (göz içi basıncının artışı ile come into force, take effect, zıt anl.= annul,
belirgin, körlüğe uzanan göz hastalığı) repeal
glaze = sır, glazür (genellikle seramiğe uygulanan, go off = 1) kaçmak, run away; 2) (bir aygıt için)
dekorasyon ve sızdırmazlık sağlama amacı bozulmak, durmak
taşıyan, yüksek sıcaklıklara maruz bırakılarak
go on = sürmek, devam etmek, continue, zıt anl.=
oluşturulan camsı / cama benzer kaplama
end, (ongoing = devam eden)
malzemesi)
go on strike = grev yapmak, greve gitmek
glide = (havada) süzülmek
go so far as = (bir şey yapacak) kadar ileri gitmek
glimpse (fiil) = bir an için görmek, kısaca göz
gezdirmek, anlık / kısa bakış go through = (bir dönemden) geçmek, yaşamak,
experience, zıt anl.= avoid
glimpse (isim) = anlık / kısa bakış
go unappreciated = takdir edilmemek
glitter = parıldamak, ışıldamak, sparkle, shine
go undetected = gözden kaçmak, farkedilmemek,
global = küresel, dünya çapında(ki)
go unnoticed

www.bademci.com
74 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

go unnoticed = fark edilmemek, farkına varılmamak, Grandstand = 1) (örn. bir yarış pistindeki) en yüksek
go undetected, zıt anl.= get noticed ve görüş açısı en iyi olan tribün; 2) bölgede
go untreated = tedavi görmemek / edilmemek yapılan motor sporları yarışlarında, tribün gibi
işlev görmesi sebebiyle ABD’deki Ölüm Vadisi
go up against = karşı(sına) çıkmak
içindeki yüksek bir kayalığa verilmiş olan ad
goal = amaç, hedef, aim, target, objective
grant (fiil) = vermek, bahşetmek, give, award,
goddess = tanrıça concede
gone are the days = . . . o günler geride kaldı grant (isim) = ödenek, tahsisat, burs, bağış, fon
good = ticari mal / eşya / ürün granule = tanecik, granül
goodness = Aman Tanrım! grape = üzüm
goods = ticari mallar grapefruit = greyfurt
goodwill = iyi niyet, benevolence, zıt anl.= ill-will, graph paper = milimetrik kağıt (üzerinde milimetrik
malevolence kareler basılı bulunan çizim kağıdı)
gore = (boynuz, fil dişi vb. ile) karnını deşmek / fena grapple with = (bir kişi / bir şey) ile boğuşmak
halde yaralamak, eviscerate, run through
grasp = anlamak, kavramak, understand,
gorge = dar ve dik yamaçlı vadi, boğaz comprehend, zıt anl.= miss
gorgeous = harika, muhteşem, beautiful, splendid grass-fed = otla beslenmiş
gorgeously = harika bir şekilde, beautifully gratify = hoşnut etmek, tatmin etmek, satisfy,
govern = 1) yönetmek, yönlendirmek, etkisi altında please, gladden, zıt anl.= dissatisfy
tutmak, administer, guide, influence; 2) (bir gratifying = memnun / tatmin edici, satisfactory
şey)’in kurallarını belirlemek, (Laws which
grave (isim) = mezar, tomb
govern the production and sale of drugs in the
USA are very strict. = ABD’de ilaç üretimi ve grave (sıfat) = ciddi, vahim, serious
satışını yönlendiren yasalar çok katıdır.) gravel = çakıl
governance = yönetim, idare graveyard = mezarlık, cemetery
government = hükümet, devlet gravitational pull = yerçekimi / kütleçekim kuvveti
grade = (ders, sınav vs. için) not, puan, mark gravity = kütleçekim kuvveti, yerçekimi
gradient = 1) eğim, meyil; 2) belli bir miktar fiziksel great = büyük, muazzam, ulu, big
maddenin ya da herhangi bir boyutun Great Barrier Reef = Büyük Bariyer Resifi
ölçümündeki değişim oranı / değişim hızı (Avustralya’nın kuzeydoğu açıklarındaki
gradual = aşamalar halinde, yavaş yavaş, step-by- dünyanın en büyük mercan kayalığı)
step, slow, zıt anl.= abrupt, sudden great white = büyük beyaz köpekbalığı
gradually = aşamalar halinde, yavaş yavaş, azar greatly = büyük oranda, enormously, immensely, zıt
azar, ağır ağır, bit by bit, step-by-step, anl.= slightly
progressively, zıt anl.= abruptly, suddenly
greed = hırs, açgözlülük
graduate from = (kurs, okul vs.)’den mezun olmak
green = çevreci (yeşil)
Graeco-Roman = Greko-Romen (Eski Yunan ve
greenhouse = sera
sonrasında gelen Roma kültürlerinin etkisine
girmiş, bu kültürler ile ilgili) greenhouse gas = sera gazı (yeryüzünden yansıyan
güneş ışınlarını soğurarak atmosferin normalin
grain = tahıl, tane, tahıl tanesi
üzerinde ısınmasına sebep olan gazlar)
grain of truth = gerçek kırıntısı, küçük (bir) gerçeklik
Greenland = Grönland (Atlas Okyanusu’nun
payı
kuzeyinde, Kuzey Kutbu’na yakın bir yerde yer
grain-fed = tahılla beslenmiş alan ve siyasi olarak Danimarka’ya ait bulunan
Granada = Gırnata (İspanya’nın Endülüs eyaletinde büyük bir ada)
bir kent) Grenada = Batı Hint Adaları’nın güneydoğu
grand = büyük, görkemli, ulu, majestic, impressive kesiminde yer alan bir ada
grand drama = dünya sahnesi grenade = el bombası
grand jury = yüce divan grid = şebeke
grand piano = grand piyano, kuyruklu piyano (telleri, grievance = yakınma, şikayet, şikayete yol açan şey,
arkaya doğru uzayan bir bölüme yatay olarak complaint
yerleştirilmiş olan piyano)

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 75

grind (fiil) = öğütmek, çekmek grow older = yaşlanmak


grind (isim) = öğütme (biçimi) grow out of = (sorunları) zamanla geride bırakmak
grip (fiil) = tut(un)mak, yakalamak, hold, grasp, zıt grow up = 1) meydana gelmek, vuku bulmak,
anl.= release develop; 2) büyümek, mature
grip (isim) = kontrol, idare growth = büyüme, artış, boom
gritty = çakılımsı, grit kumtaşı, çakıl guarantee = garanti etmek
groin = kasık guarantor = kefil, garantör
groove = oluk guard (against) = (bir şeye karşı) korumak / önlem
gross = 1) geniş çaplı, büyük, broad; 2) brüt, total almak, protect (against / from)
gross anatomy = makroskopik anatomi guardianship = vasilik, himaye
(mikroskopa gerek olmaksızın, organizmanın guerrilla = gerilla (genellikle devlet güçlerine karşı
gözle görülen organ ve oluşumlarının çete savaşı yürüten kimse)
incelenmesi) guess = tahmin etmek, sanmak, zıt anl.= know for
gross domestic product = gayri safi yurtiçi / milli sure
hasıla (ülkede, örneğin bir yıl içinde, üretilen guidance = rehberlik, yol gösterme, supervision
tüm ürünlerin ve hizmetlerin toplam piyasa
guide towards = (bir şey)’e doğru kılavuzluk etmek,
değeri)
yol göstermek, yönlendirmek
grossly = 1) fazlaca, aşırı bir biçimde, fena halde,
guide the way the audience feels = izleyicilerin
overly; 2) genellikle, büyük ölçüde, generally
duygularını yönlendirmek
ground = 1) yer, toprak, zemin; 2) gerekçe, dayanak,
guide through = (tehlikeli bir bölgenin içinden
reason
geçirmek için) kılavuzluk etmek, yol göstermek
ground control = yer kontrol (hava alanlarında
guidelines = (yol gösterici) ilkeler, kurallar, ana hatlar,
bulunan, uçakların iniş kalkışları ile rotalarını
road map
düzenleyen ve koordine eden birim)
guilt = suçluluk, zıt anl.= innocence
ground rules = bir oyun, spor ya da yarışmayı
yöneten temel kurallar Gulf Stream Current = Golfstrim Akıntısı (Meksika
Körfezi’nden Batı ve Kuzey Avrupa’ya akan ve
ground water = taban / yeraltı suyu
o bölgelerde iklimi ılımanlaştıran bir deniz
grounding = dayanma, temeli olma akıntısı)
ground-nesting = yuvasını yerde yapan gunnery = topçuluk
groundnut = yer fıstığı, peanut gun-shot = (tabanca, tüfek vs. için) atış, silah sesi,
ground-penetrating = zeminin altına inebilen silah yarası
grounds = gerekçe, dayanak, basis, rationale gut = bağırsak, intestine
grove = meyve ağacı bahçesi, koru, orchard gymnast = jimnastikçi
grow active = hareketlenmek, faaliyete geçmek gypsum = alçı
grow higher = yükselmek, rise
grow in public stature = toplum gözünde
yükselmek

www.bademci.com
H H HH H

habit = alışkanlık handful = bir avuç


habitat = doğal ortam, doğal yaşama ortamı handicap = engel, elverişsiz durum
habit-forming = alışkanlık geliştiren handle = 1) işlemek, kullanmak, ele almak,
habitual pattern = davranış biçimi / düzeni / modeli manipulate; 2) başa çıkmak, ilgilenmek, idare
etmek, üstesinden gelmek, manage, deal with,
haematocrit = hematokrit (kandaki eritrositlerin
tackle
yüzde olarak hacmi)
handlebar = gidon, tutma çubuğu
haemochromatosis = hemokromatoz (dokuların
anormal renk dağılımı hastalığı; doğuştan handling = (bir sorunu vs.) ele alma şekli, muamele,
gelen bu hastalıkta deri tunç rengine döner) care, treatment, zıt anl.= neglect
haemodialysis = hemodiyaliz (böbrekler görev handset = 1) elde taşınan ve kullanılan cihaz (örn.
yapamadığı zaman hasta kanından, cep telefonu, telsiz); 2) daha büyük ve
hemodiyaliz aygıtı kullanılarak, başta üre karmaşık bir cihazın elde taşınan ve kullanılan
olmak üzere yıkım ürünlerinin temizlenmesi) ünitesi
haemoglobin = hemoglobin (kana kırmızı rengini hang around with = 1) (bir kişi / bir şey) ile başıboş
veren ve akciğer ve vücut dokuları arasında beklemek / dolanmak; 2) (bir kişi) ile vakit
oksijen taşıyan protein), Hb geçirmek / gezmek
haemoglobin value = hemoglobin değeri hanging = asma, asarak idam etme
haemorrhage = hemoraj, kanama, (aşırı kan kaybı) hangover = kalıntı, arta kalan şey
haemorrhagic fever = kanama ve ateşle birlikte happen to know = (şans eseri / tesadüfen) bilmek
seyreden viral enfeksiyonun yol açtığı bir harbour = beslemek, barındırmak, house, host,
hastalık, VHF contain
hail = selamlamak, seslenmek, (beğeni ile) hard = zorlu, sıkı, zahmetli, tough, laborious
karşılamak, acclaim, welcome hard fact = inkar edilemeyecek gerçek
hail from = (bir şehir, bir ülke)’den geliyor olmak, (bir hard times = zor günler / zamanlar
yer)’i temsil etmek
harden = sertleşmek, katılaşmak
hair dye = saç boyası
hardened = sertleşmiş
hair-thin electrode = saç teli inceliğinde elektrot
hardened steel = sert (dövme) çelik
half-built = inşa halinde, yapımı tamamlanmamış
harder wearing = daha zor eskiyen
hallucination = sanrı, halüsinasyon, head trip,
hardliner = uzlaşmaz, tutucu kimse
illusion
hardly = 1) nadiren, çok az, hemen hemen hiç,
halt = dur(dur)mak, stop, zıt anl.= start
scarcely, barely; 2) zar zor, güç bela, güçlükle
halve = yarıya indirmek, ikiye bölmek
hardness = 1) (duygusal anlamda) soğukluk,
ham = abartarak rol yapan yeteneksiz oyuncu insensitivity, unfeelingness; 2) sertlik,
Hamilton Depression Rating Scale = Hamilton acımasızlık, harshness, stiffness
Depresyon Ölçeği (hekimlerin, hastalardaki hardship = güçlük, sıkıntı, darlık, burden, trouble, zıt
depresyonun şiddetini ölçmek için anl.= ease, prosperity
kullanabilecekleri 21 soruluk bir test)
hardware = donanım, madeni aksam
hamper = engellemek, güçleştirmek, prevent, hinder,
hard-working = çalışkan
impede, obstruct, zıt anl.= help, facilitate
harm = zarar, hasar, damage
hand = (elle) vermek, uzatmak, give, bestow
harmful = zararlı, damaging, zıt anl.= harmless
hand gesture = el hareketi
harmless = zararsız, zıt anl.= harmful
hand out = (elden bir şey) dağıtmak, bölüştürmek,
(ceza) vermek, (adalet) dağıtmak, give out, harness = (doğal bir gücü dizginleyerek)
distribute, deliver yararlanmak, kullanmak, employ, utilize

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 77

harsh = sert, katı, acımasız, rough, bitter, zıt anl.= heal = iyileş(tir)mek, sağaltmak, cure
mild heal wounds = yaraları iyileştirmek / sağaltmak
harsh social stigma = sosyal olarak değinilmesi zor, healer = sağaltıcı, iyileştirici
utanç verici konu
health care = sağlık bakımı
harvest (fiil) = ürün almak, hasat yapmak, get crops
health implication = (bir şeyin) sağlık üzerindeki
harvest (isim) = hasat, crop etkisi
hasten = acele et(tir)mek, hızlandırmak, hurry, health visitor = (hastaya bakmak ya da önerilerde
accelerate, zıt anl.= delay, slow down bulunmak için) eve gelen sağlık görevlisi
hatch = güverteye açılan kapak healthcare schemes = sağlık planları / programları
hatchway = ambar ağzı healthcare system = sağlık sistemi
have a chance = fırsat yakalamak, şansı olmak health-conscious = sağlık hakkında bilinçli
have a tough time = zorluklar / sorunlar yaşamak health-seeking = (bir) hastalığa çare arama
have an effect on = (bir şey) üzerinde etkisi olmak / healthy = sağlıklı / yerinde / haklı, (healthy relations
etki yaratmak between the two countries = iki ülke arasında
have little in common with = (birisi / bir şey) ile çok az sağlıklı ilişkiler; healthy scepticism = haklı /
ortak yönleri olmak yerinde bir kuşku)
have little or no control on / over = (bir şey) hearing = 1) işitme (gücü); 2) celse
üzerinde çok az kontrol sahibi olmak veya hiç hearing loss = işitme kaybı
kontrol sahibi olmamak
heart disease = kalp rahatsızlığı
have more than one’s share = (bir şey)’den nasibini
heart rate = nabız / kalp atım hızı, pulse, heartbeat
fazlasıyla almak
heartburn = mide ekşimesi / yanması
have nothing to do with = hiç ilgisi / bağlantısı
olmamak, have no connection with heat resistant = ısıya dayanıklı
have on hand = elde bulundurmak heated = hararetli
have smt in common with = (birisi / bir şey) ile ortak heatedly = hararetli bir şekilde (tartışmak)
yönleri olmak / noktaları bulunmak heathen = kafir, heretic
have to do with = (bir şey) ile ilgisi / bağlantısı olmak, heat-shield tiles = ısı kalkanı panelleri (uzay
have connection with mekiklerini, atmosfere girişte oluşan çok
have trouble with = (bir şey) ile başı dertte olmak, yüksek sıcaklıktan koruyan kaplamayı
sorun yaşamak oluşturan seramik paneller)
have yet to be = henüz … -medi, daha … -meyi heat-trapping gas = sera gazı, ısı tutucu gaz (ısı
bekliyor kaybını azaltıcı etkisi yüksek gaz), greenhouse
gas
have yet to be explained = henüz açıklanmamış
olmak, daha açıklanmayı bekliyor olmak heavens = (çoğul kullanılır) gökyüzü, sema
have yet to be identified = henüz tanımlanmamış heavily = büyük ölçüde, ciddi şekilde
olmak, daha tanımlanmayı bekliyor olmak heavy element = ağır element (genellikle metalik
hay fever = saman nezlesi, alerjik rinit özellik gösteren, atom ağırlığı yüksek, zehirli
ve çevreye zararlı element)
hazard = tehlike, risk, danger, risk, zıt anl.= safety,
security, (Drinking alcohol is a real health Hebridean Islands = Hebrid Adaları (İskoçya’nın
hazard if carried to excess. = Aşırıya kaçılırsa, batı kıyısı açıklarında bulunan bir adalar
alkol almak sağlık açısından ciddi tehlikeler grubu)
yaratır.) hedge = çalı veya ağaç dikilerek oluşturulmuş çit
hazardous = tehlikeli, dangerous, zıt anl.= safe, hedge bindweed = çit sarmaşığı (başka bitkilerin
secure etrafına sarılarak yaşayan, beyaz veya pembe
haze = pus, hafif sis, mist çiçekli bir tür sarmaşık)
head for / to / towards = (bir yer)’e doğru gitmek, hedgehog = kirpi
yolculuğa hazırlanmak, yönünü (o yer)’e doğru heed = dinlemek, önemsemek, dikkate almak, care,
çevirmek attend, pay attention, zıt anl.= disregard
headlight beam = far ışığı heel prick = iğneyle topuktan kan alma
headquarters = merkez büro, karargah, komuta height = 1) boy, yükseklik, tallness; 2) doruk, peak
merkezi, seat

www.bademci.com
78 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

heighten = yüksel(t)mek, art(tır)mak, çoğal(t)mak, high family demand = ailevi sorumlulukların


raise / rise, intensify, increase, zıt anl.= lessen, getirdiği maddi ve manevi yük
lower, decrease high fast = yüksek ve çabuk ödenmesi gereken
helium = helyum (element simgesi He olan, renksiz, ücret
kokusuz bir gaz; havadan hafif olması high seas = enginler, açık deniz
sebebiyle zeplin gibi hava taşıtlarında
high time = artık zamanı (gelmişti / geldi de geçiyor
kullanılır)
bile), (It is high time you started studying. =
Hellenistic = (yaklaşık M. Ö. 334-30 yılları Çoktan çalışmaya başlamalıydın.)
arasındaki) Hellenistik Dönem’e ait
highest levels ever recorded = şimdiye kadar
helmet = miğfer, kask kaydedilen en yüksek seviyeler
helpful = yararlı, faydalı, useful, beneficial, zıt anl.= high-fibre = (besinler için) lif oranı yüksek
useless, harmful
highlander = dağlı
hemisphere = 1) yarımküre; 2) (beyin için) lob, lobe
highlight = öne çıkarmak, dikkat çekecek hale
hemlock = baldıran, ağıotu (Eski Yunan’da getirmek, make prominent, play up
Sokrates’in ölümüne neden olan son derece
highly = çok, büyük oranda, vastly, greatly
zehirli bir ot)
highly so = daha da fazla
hence = böylece, dolayısıyla, thus, therefore
high-profile = göze çarpan, dikkat çeken
hepatitis B = hepatit B (ateş, sarılık, ürtiker,
iştahsızlık, bulantı ve halsizlikle belirgin high-ranking professional body = üst düzey
hepatit) meslek kuruluşu
hepatitis B virus = hepatit B virüsü high-resolution neutron sensor = yüksek
çözünürlüklü nötron sensörü
hepatitis protein = hepatit karşıtı antikor
high-rise = yüksek, çok katlı
herb = ot, şifalı bitki
high-risk = yüksek riski olan
herbicide = herbisit (istenmeyen bitkileri yok eden
ilaç) high-standing = (bir şeyin) üzerinde duran
herd = sürü high-stress = çok stresli
hereditary = kalıtsal, irsi, inherited, genetic, highway = otoyol
congenital, zıt anl.= acquired, learned high-yielding = yüksek verimli
hereditary tendency = kalıtsal eğilim hijack = (uçak, gemi) kaçırmak
heredity = kalıtım, soyaçekim, genetics, inheritance hiker = uzun yürüyüş yapan kimse
heretical = bir dinin veya topluluğun inançlarına ters hilltop = tepe üstü / doruğu
düşen hindbrain = beynin arka bölümleri
heritage = miras, kalıt hinder = engellemek, impede, obstruct, (Landslides
hero = kahraman and bad weather are continuing to hinder the
heroic = kahramanca arrival of relief supplies to the area. = Toprak
kaymaları ve olumsuz hava koşulları yardımın
hesitate = çekinmek, duraksamak
bölgeye ulaşmasını engellemeye devam
hesitation = çekinme, duraksama, tereddüt ediyor.)
heterogeneity = heterojenite, farklılık (başka bir tür hint (isim) = 1) belirti, emare, sign; 2) ipucu, clue
ile karşılaştırılabilir olmama hali), zıt anl.=
hint at (fiil) = akla getirmek, izlenim bırakmak, ima
homogeneity
etmek, point to, suggest
hexagon = altıgen
hippo = (hippopotamus kelimesinin kısaltılmış hali),
hibernation = kış uykusu su aygırı
hiccup = hıçkırmak Hippocrates = Hipokrat (M. Ö. 460-377 yılları
hidden = saklı, gizli, out of sight arasında yaşamış olan Egeli hekim)
hide away = sakla(n)mak, conceal (oneself) hippopotamus = hipopotam, su aygırı
hierarchy = hiyerarşi hit = acı / zarar vermek, vurmak, damage, strike
hieroglyph = hiyeroglif (karakter olarak basit hit hard = ciddi acı / zarar vermek
resimlerin ve sembollerin kullanıldığı yazı) Hittite = Hitit (M. Ö. 2. binyıl ortalarında Orta
hieroglyphic = hiyeroglif yazısına benzer Anadolu ve çevresine hakim olmuş bir krallık)

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 79

hoist = kaldırmak, yukarı çekmek horde = kavim, aşiret, kalabalık


hold smo to account = birisinden hesap sormak hormone = hormon
hold = 1) (toplantı vs.) düzenlemek; 2) (elinde) hormone balance = hormon dengesi
tutmak, sahip olmak; 3) (bir) görüş / inanç hormone level = hormon seviyesi
sahibi olmak, maintain; 4) öyle kabul etmek,
horrible = korkunç, berbat
regard
horrific = korkunç, tüyler ürpertici
hold accountable = sorumlu / mesul tutmak
horrify = korkutmak, dehşete düşürmek, scare, terrify
hold an office = bir makamda / görevde bulunmak
horrifying = korkunç, dehşete düşürücü, frightful,
hold back = tutmak, tıkamak, alıkoymak, trap
horrible
hold clues to = (bir şey)’in ipuçlarını içermek
horror = büyük korku, dehşet, terror
hold in check = kontrol altına almak / altında
horseshoe bat = nal burunlu yarasa
tutmak, keep under control
horticulture = çiçekçilik, bahçecilik
hold in place = yerli yerinde tutmak
hose = hortum
hold no possibility = hiçbir olanağı olmamak,
mümkün olmamak, ihtimal dışı olmak hospitality = konukseverlik, zıt anl.= inhospitality
hold on = dayanmak, bırakmamak hospitalization = hastaneye yat(ır)ma
hold the promise = sözünde durmak, vaadini yerine hospitalize = hastaneye yatırmak / kaldırmak
getirmek, keep the promise host (fiil) = ev sahipliği yapmak
hold the view that = … görüşünde olmak host (isim) = 1) (mikrop vs.) taşıyıcı; 2) ev sahibi
hold up = geciktirmek, engellemek, delay, obstruct hostile = düşmanca, düşman, saldırgan, karşı olan,
hold with = (bir görüş vs.)’ye katılmak, agree with aggressive, antagonistic, adversary, enemy, zıt
anl.= friendly
holiday = tatil
hostility = düşmanlık, husumet, enmity, antagonism
Holocene Epoch = Holosen Dönemi (yaklaşık
11.500 yıl öncesinden günümüze kadar olan hot spot = tehlikeli bölge
buzul çağı sonrası dönem) hot topic = hararetle tartışılan konu
home nursing visit = hastalara, bakım ve tedavileri hot whirlpool = sıcak jakuzi
yönünden yardımcı olma amacıyla yapılan ev hotly = yoğun ve çok ihtilaflı / hararetli bir şekilde,
ziyareti heatedly, (The committee hotly discussed the
home rule = özerklik matter. = Komite meseleyi hararetle tartıştı.)
home telecare = evde tele-bakım (eve kurulan hotly disputed = üzerinde çok tartışılan
görüntülü ve sesli bir haberleşme cihazıyla, ki hotspot = tehlike altında olan bölge / nokta
buna tansiyon ölçer, termometre vs. gibi aletler house = barındırmak
de bağlanabiliyor, hastane veya doktorlarla
temas kurup sağlık hizmeti alma sistemi) household = evsel, eve ait
home to = (bir şey)’in ev sahibi / anavatanı household tasks = ev işleri
homebound = eve bağlı (hastalık vs. nedeniyle housing = barınma, habitation
evden çıkamayan) Housing Bill = imar ve iskan yasa tasarısı
homeless = evsiz, sokakta yaşayan housing estate = konut alanı, iskan edilecek alan /
homo sapiens = (biyolojide) modern insan bina, residential estate
homonym = eşsesli How do they help? = Ne faydaları var?, Ne yarar
sağlıyorlar?
homosexual = eşcinsel
However eager one may have been = Kişi ne
hookworm = çengelli solucan, kancalı kurt kadar hevesli olursa olsun. . . , Kişinin tüm
hop = sıçramak hevesine rağmen. . .
hope = umut etmek, ummak hug = sarılmak, sarmak, kucaklamak, embrace
hopefully = 1) umutla, (The little boy looked at the huge = çok büyük, devasa, muazzam, immense,
woman hopefully as she handed out the gigantic, enormous, zıt anl.= tiny
sweets. = Küçük çocuk, şekerleri dağıtmakta huge amounts (of) = büyük miktarlarda
olan kadına umutla baktı.); 2) inşallah, ümit
edilir ki . . . hugely = büyük oranda, geniş çapta, greatly, zıt anl.=
slightly
hopeless case = umutsuz vaka

www.bademci.com
80 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

hull = gemi veya uçak gövdesi hydrogen bonding = hidrojen bağı oluşması
hum = (şarkı) mırıldanmak, vızıldamak, vızıldamaya hydrogen chloride = hidrojen klorür (kimyasal
benzer ses çıkarmak formülü HCl olan, oda sıcaklığında gaz halinde
human embryonic stem cell = insan embriyonu kök bulunan bir bileşik)
hücresi hydrological = su bilimi ile ilgili
Human Genome Project = İnsan Genom Projesi hydroponic farming = topraksız tarımcılık (sadece
(insanın genetik kodlarının tamamını çözmeyi su içinde bitki yetiştirme)
amaçlayan proje) hydroxyl radical = bir oksijen ve bir hidrojen
human mission = (özellikle uzayda) insanların görev atomundan oluşan kimyasal grup
aldığı çalışma / seyahat hygiene = hijyen
humanely = insancıl bir şekilde hymn = ilahi
humanities = hümaniter bilimler, (felsefe, psikoloji hyperactivity = hiperaktivite (aşırı hareket ve faaliyet
gibi) konusu insan olan bilimler gösterme hali)
humanize = insancıllaştırmak, zıt anl.= dehumanize hypercholesterolemia = hiperkolesterolemi (kanda
humanoid = insansı (robot, yaratık vs.) kolesterol düzeyinin yüksek olması)
humble = mütevazı, alçakgönüllü, modest hyperinflation = hiperenflasyon (kontrolsüz, çok
humid = rutubetli, nemli şiddetli enflasyon)
humorous = mizah yollu, şakacı, komik, funny, zıt hypersensitive = aşırı duygulu / duyarlı
anl.= serious hypertension = hipertansiyon (yüksek tansiyon)
humour = mizah, (with humour = işi şakaya vurarak) hypnosis = hipnoz (yapay uyku)
Humphry Davy = 1778-1829 yılları arasında hypnotise = hipnotize etmek
yaşamış olan İngiliz kimyacı ve mucit hypnotised = hipnotize edilmiş
humus = humus, besince zengin toprak hypnotizable = hipnotize edilebilir
hunger = açlık hypochondriasis = hastalık hastası olma durumu
hurricane = kasırga, hortum hypothalamus = hipotalamus (beyinde otonom sinir
hurt = incitmek, zarar vermek, harm, damage sistemini yöneten bölge)
hybridisation = melezleştirme hypothermia = vücut ısısında düşme, vücutta düşük
hydrocarbon = hidrokarbon (yalnızca hidrojen ve ısı
karbondan oluşan organik bileşik) hypothesis = (çoğul: hypotheses) hipotez, varsayım
hydrochloric acid = hidroklorik asit (hidrojen klorür (belirli olayları açıklamak için yapılan önerme)
gazının suda çözülmesi ile elde edilen güçlü hypothesize = farz etmek, hipotez üretmek, öne
bir asit) sürmek, varsaymak, put forward, posit

www.bademci.com
I I II I

I gather = Anladığım kadarıyla… if there are any = eğer varsa (bir şeyin varlığına
I should imagine = (genellikle yarı alaylı) tahmin inanılmadığı ya da buna ait bir kanıt
ederim ki. . . , mutlaka şöyledir. . . bulunmadığı durumlarda kullanılır), (Good
people, if there are any, are hard to find. = İyi
I should think = tahmin ederim ki. . . , mutlaka
insanları -o da eğer kaldıysa- bulmak çok
şöyledir. . .
zordur.)
I suppose = sanırım…, herhalde…
ignition = 1) ateşleme, tutuşma; 2) ateşleme düzeni,
I’m afraid = korkarım ki… (maalesef anlamında) kontak
i. e. = yani, başka şekilde ifade etmek gerekirse. . . ignorance = 1) bilgisizlik; 2) aldırmazlık, görmezden
(Lat. id est), that is gelme
ice cap = dağların zirvelerinde veya gezegenlerin ignore = göz ardı etmek, aldırmamak, boş vermek,
kutuplarında bulunan kubbemsi şekilli buzul görmezden gelmek, disregard, overlook, zıt
ice sheet = buz tabakası anl.= care for, notice
ice shelf = kıyı buzulu (karadaki bir buzulun deniz ill = kötü, ters, uğursuz, hasta, adverse, bad, zıt
üzerindeki uzantısı) anl.= good, beneficial
ice up = buzlanmak, buzla kaplanmak, buzla ill effect = kötü etki
kaplanmış olması nedeniyle iş göremez olmak illegal = yasa dışı, kanuna aykırı, illicit, prohibited, zıt
icing = buzlanma anl.= legal, legitimate
iconic = sembolleşmiş, ikonlaşmış illegitimate = 1) yasadışı, illegal; 2) evlilik dışı, gayri
ICU = Yoğun Bakım Ünitesi, Intensive Care Unit meşru, adulterine
icy-cold = buz gibi soğuk Illinois = ABD’de bir eyalet
identical = aynı, tıpkı, özdeş, alike, same, zıt anl.= ill-paid = az ücretli, düşük maaşlı, zıt anl.= well-paid
different, unlike ill-treat = kötü davranmak, abuse, injure
identical twins = tek yumurta ikizleri, monozygotic ill-treatment = kötü muamele, zıt anl.= hospitality
twins illuminate = 1) aydınlatmak, ışıklandırmak, light,
identification = 1) tanı, teşhis; 2) kimlik / hüviyet / brighten; 2) eğitmek, aydınlatmak, educate,
nüfus cüzdanı vb. belge enlighten
identification bracelet = üzerinde kimlik bilgilerinin illuminating = aydınlatıcı
yazılı olduğu bir tür bileklik illumination = aydınlatma
identify = 1) tanı(m)lamak, teşhis etmek, determine, illusion = hayal, kuruntu, yanılsama, fantasy
diagnose; 2) kimliğini teşhis etmek; 3) tip
illustration = resim, tasvir, şekil
belirlemek / tanımlamak
image = resim, fotoğraf, picture
identity = kimlik, hüviyet, bir kişi ya da yeri
diğerlerinden ayıran özellikler (the distinct image capture = fotoğraf çekimi
cultural, religious and national identity of imaginable = hayal edilebilen, göz önüne getirilebilen
Tibetans = Tibetlilerin kendilerine has kültürel, imaginary = imgesel, hayali, fictitious, zıt anl.= actual,
dini ve ulusal kimliği) real
idiosyncrasy = yapısal özellik, mizaç, yaradılış imaginative = yaratıcı, creative
idol = ilah, tanrıça, tapılası şey imagine = hayal etmek, envisage, guess
if any = eğer varsa / olursa imaging = görüntüleme
if anything = 1) eğer herhangi bir etki yarattıysa (o da imbalance = dengesizlik, zıt anl.= balance
şudur. . .); 2) eğer bir fark varsa
if left untreated = tedavi edilmezse

www.bademci.com
82 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

IMF = Uluslararası Para Fonu (global ekonomik immune-triggering = bağışıklık sistemini harekete
düzeni takip etmek, borsa, döviz kurları, geçiren / tetikleyen
ödeme planları gibi konularda denetim ve immunisation = bağışıklama, bağışıklık kazandırma
organizasyon yapmak, teknik ve ekonomik (genellikle aşılama yoluyla vücudu bir
destek sağlamak gibi görevleri bulunan hastalığa karşı bağışık hale getirme)
uluslararası bir organizasyon), International
immunize = bağışıklık kazandırmak, bağışıklık
Monetary Fund
oluşturmak
imitate = taklit etmek, taklidini yapmak, copy,
impact = 1) etki, tesir, nüfuz, effect, influence;
simulate
2) darbe, çarpma, hit, collision
imitation = taklit, imitasyon
impair = bozmak, zayıflatmak, (While my brain and
immature = olgunlaşmamış, toy, gelişmemiş, brawn remain unimpaired, I will continue to
undeveloped, young, unripe, zıt anl.= mature, lead this party. = Akıl ve beden sağlığım
ripe elverdiği sürece, bu partiyi yönetmeye devam
immeasurable = ölçülemez, tahmin edilemeyecek edeceğim.)
boyutlarda, incalculable, zıt anl.= measurable impaired hearing = zayıf / az işitme
immediacy = arada bir vasıta ya da aracı olmaması impaired immune response = bir hastalık vs.’ye
hali, doğrudan etki, (the immediacy of war, as karşı bağışıklık sisteminin verdiği yetersiz /
seen on television = televizyonda sunulduğu zayıf reaksiyon
şekliyle savaşın doğrudan etkisi)
impairment = boz(ul)ma, zayıfla(t)ma, damage,
immediate = 1) anında, hemen o anda, acil, urgent; harm, zıt anl.= repair, improvement
2) yakın; 3) şimdiki, ilk akla gelen, current
impassable = geçilmez
immediate aftermath = (bir savaşın, doğal afetin)
impeach = suçlamak, itham etmek, devlet
hemen sonrası
memurunu mahkemeye sevk etmek
immediate care = hemen yapılan bakım, tedavi
imperative = zorunlu, mecburi
immediate effect = hemen görülen etki
imperceptively = seçilmez / fark edilmez bir şekilde,
immediate post-disaster period = felaketten unnoticeably
hemen sonraki dönem
imperfect = eksik, kusurlu, faulty, defective, zıt anl.=
immediately = derhal, hemen, anında, at once, right perfect, flawless
away
imperfection = eksiklik, kusur, fault, defect
immense = muazzam, çok büyük, tremendous,
imperfectly = eksik, kusurlu bir şekilde, kısmen,
enormous, zıt anl.= tiny, little
partially, defectively
immensely = gayet, pek çok, büyük oranda, son
imperial = imparatorluğa ait, emperyal, emperyalist,
derece, oldukça, extremely, enormously, zıt
sömürgeci
anl.= slightly
imperial battle cruiser = imparatorluk savaş gemisi
immigrant = göçmen, ülkeye / kente göç ederek
(bazı bilimkurgu eserlerinda adı geçen uzay
gelen kimse, zıt anl.= emigrant
gemisi)
immigrate = göç ile ülkeye / kente gelip yerleşmek,
impetus = hız, güç, güdü
move in, zıt anl.= emigrate
implant (fiil) = implante etmek (tedavi için vücut içine
immigration = göç ile ülkeye / kente gelip yerleşme,
bir madde vs. yerleştirmek), nakletmek,
zıt anl.= emigration
aşılamak, insert, embed, (implant an artificial
imminently = tehdit ederek tooth in the gum = diş eti içerisine yapay bir diş
immobile = sabit, hareketsiz, motionless, zıt anl.= implante etmek)
mobile implant (isim) = implantasyon (nakletme, dikme,
immoral = ahlaka aykırı, edepsiz, unethical, corrupt, aşılama)
zıt anl.= ethical, moral implement = uygulamak, yerine getirmek, put
immortal = ölümsüz, eternal, zıt anl.= mortal through, carry out, perform
immune destructive effect = bağışıklığı yıkıcı / implementation = uygulama, yerine getirme
yıpratıcı / bozucu etki implicate = 1) sorumlu saymak, hold responsible;
immune system = bağışıklık sistemi 2) ima etmek, imply
immune-compromised = bağışıklık sistemi zayıf implicated = (bir şey)’in altında aranan, altta yatan
düşmüş olan implication = saklı anlam, ima, suggestion,
connotation, zıt anl.= explicit statement

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 83

implications = (bir şey)’in olası sonuçları imprudent = sorumsuz, irresponsible, zıt anl.=
implicit = 1) ifade edilmeden anlaşılan, saklı, zıt anl.= prudent
explicit; 2) ima edilen, dolaylı olarak anlaşılan impulse = tepki, dürtü, itici kuvvet, drive, urge
implode = şiddetle içeriye doğru çökmek, içe doğru impulsive = tepkisel, instinctive, emotional, zıt anl.=
patlamak thoughtful, cautious
imply = (dolaylı olarak) göstermek, ima etmek, (bir impulsively = tepkisel olarak, düşüncesizce,
şey)’e işaret etmek, indicate, suggest, state instinctively, emotionally, zıt anl.= thoughtfully,
indirectly, zıt anl.= express cautiously
import = ithal etmek, zıt anl.= export impurity = kirlilik, katışık şey
imported = ithal edilmiş in a convincing manner = inandırıcı / ikna edici bir
impose on / upon = zorla kabul ettirmek, dayatmak, şekilde
(yasa, kural, yaptırım vs.) uygulamak, empoze in a given situation = belirli bir ortamda / durumda
etmek, assert in a sense = bir bakıma, in a way
imposing = etkileyici, impressive in a sorry state = hazin / üzücü bir durumda
impossible = imkansız, olanaksız in a way = bir bakıma, in some way, in a sense
impoverish = 1) yoksullaştırmak, make poor; in accord with = (bir şey)’e uygun olarak, uyarınca,
2) gücünü kesmek, exhaust, wear out uyumlu, tam bir anlaşma içinde, in compliance
impoverishment = fakirleşme, yoksullaşma with, in unison with, in accordance with, zıt
impractical = uygulanamaz, gerçekleştirilemez, anl.= contrary to, in conflict with, in dispute
mantıksız with
impractically = uygulanamaz / gerçekleştirilemez / in accordance with = (bir şey)’e uygun olarak,
mantıksız bir şekilde uyarınca, in compliance (with), zıt anl.=
contrary to
impregnate (with) = 1) emdirmek, içirmek;
2) hamile bırakmak in addition to = (bir şey)’e ek olarak, additionally, also
impress = (genelde iyi yönde) etkilemek, (iyi) izlenim in advance = önceden, peşin olarak, beforehand
bırakmak, influence in all likelihood = büyük bir olasılıkla, most likely
impress on / upon = aklına sokmak in an advisory capacity = danışman sıfatıyla
impression = 1) izlenim, etki, intiba, sense, in an effort to = . . . amacıyla
influence; 2) baskı, damga, iz in any way = hiçbir şekilde
impressionist = izlenimci, empresyonist (Fransa’da, in bulk = toptan, yığın halinde
19 yy’da ortaya çıkmış bir resim akımının
in case of = halinde, durumunda
takipçisi olan kişi)
in close association with = (bir şey) ile yakın ilişki /
impressive = (iyi yönde) etkileyici, çarpıcı,
işbirliği içinde
remarkable, striking, zıt anl.= ordinary
in close contact with = (bir şey / bir kişi) ile yakın
impressively = (iyi yönde) etkileyici bir şekilde,
temas / bağlantı içinde
remarkably, strikingly, zıt anl.= ordinarily
in combination with = (bir şey) ile birlikte, together
imprint = iz
with
improbable = ihtimal dahilinde olmayan, olası
in common = ortak olarak, genel olarak
olmayan, unlikely, zıt anl.= probable, likely
in comparison with = (bir şey, bir kişi) ile
improve = düzel(t)mek, yoluna koymak, geliş(tir)mek,
kıyaslandığında, in relation to, with reference
arttırmak, enhance, upgrade, increase, zıt
to
anl.= deteriorate, worsen, decrease, weaken
in conjunction with = (bir şey) ile birlikte / bağlantılı
improved = iyileştirilmiş, düzeltilmiş
olarak, together with
improved medical care = gelişmiş sağlık bakımı
in connection with = (bir şey) ile bağlantılı olarak
improvement = düzelme, ilerleme, iyileştirme,
in consequence = (bunun) sonucunda, (buna) bağlı
gelişme, enhancement, progress, advance, zıt
olarak, as a result
anl.= impairment, deterioration
in consultation with = (birisi) ile danışma içerisinde
improvise = birdenbire çaresini bulmak, doğaçlama
/ konsültasyon yaparak
yapmak

www.bademci.com
84 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

in contrast to / with = (bir şey)’in / (bir kişi)’nin tersine in rational terms = mantık kapsamında, rasyonel
/ aksine, (bir şey) ile karşılaştırıldığında, düşünce ile
contrary to in readiness for = (bir şey)’e hazır bir biçimde
in deed = elbette, tabii ki, gerçekten de, of course, in reality = gerçekte, aslında
certainly
in regard to = (bir şey)’e gelince, (bir şey) ile ilgili
in detail = detaylı / ayrıntılı / kapsamlı olarak olarak, with respect to
in due course = zamanı geldiğinde, in due time in response to = (bir şey)’e cevaben / karşılık vermek
in excess of smt = bir şeyden fazla, bir şeyi geçen amacıyla, as a reaction to
in fact = aslında, esasen, in reality, in truth, indeed in retrospect = geçmişe bakıldığında
in favour = revaçta in return for = karşılığında, karşılık olarak
in favour of = lehine / lehinde, in support of, zıt anl.= in search of = (bir şey)’in arayışı içinde
against in short supply = üretimi / piyasaya arzı yetersiz
in fear = korkuyla in so far as = olduğu sürece, olduğundan ötürü,
in fulfilment of = (bir şey)’i gerçekleştirmek / yerine because
getirmek için in some respects = bazı açılardan, in a way
in installments = bölümler / kısımlar halinde, taksitle in some ways = bazı yönlerden / açılardan
in its wider sense = daha geniş anlamıyla in spite of = (bir şey)’e rağmen / karşın, regardless
in line with = (bir görüş vs.) ile aynı doğrultuda, in of, despite
conjunction with in succession = sırayla, by turns, one after another
in London alone = sadece Londra’da in terms of = ilgili olarak, açısından, bakımından, on
in many respects = birçok açıdan / yönden the basis of, in relation to
in many ways = bir çok bakımdan in that = yüzünden, dolayı, nedeniyle, şu bakımdan
in no small measure = hiç de küçümsenmeyecek ki, as, because, since
bir boyutta in the best of circumstances = en iyi şartlarda
in no way = hiçbir bakımdan, hiçbir surette, (He is in in the case of = (bir şey) halinde / durumunda, (bir
no way ready for the exam. He hasn’t touched şeyin / bir olayın) olması durumunda
his textbook yet. = Sınava hiçbir surette hazır in the context of = bağlamında, çerçevesinde
değil. Daha kitabın kapağını bile kaldırmadı.),
in the course of = sırasında, esnasında, akışı
by no means
içerisinde, during
in number = sayıca
in the face of = karşısında
in office = görevde, görev başında
in the first place = en başta
in one’s day = kendi döneminde (in my day. . . =
in the form of = … şeklinde / formunda
benim zamanımda. . .)
in the hope of = (bir şeyin olması) umuduyla
in opposition to = (bir şey)’e karşı / muhalif olarak,
contrary to in the last resort = son çare olarak, as a last resort
in order to = amacıyla, (bir şey yapmak) için, so as in the light of = (bir şey)’in ışığında / ışığı altında, in
to, to view of
in other words = başka bir deyimle, put differently in the limelight = genel ilgiyi üzerinde toplamış
olarak
in part = kısmen, bazı açılardan, partly, zıt anl.=
wholly in the long run = uzun vadede, in the end, eventually,
(Patience and determination will pay in the
in particular = özellikle, bilhassa, particularly,
long run. = Sabır ve kararlılığın ödülü uzun
especially
vadede gelir.)
in parts = kısmen, bazı açılardan
in the meantime = bu arada, bu süre zarfında, aynı
in place of = yerine zamanda, meanwhile
in practice = gerçekte, pratikte, zıt anl.= in theory in the meanwhile = bu süre içinde, bu arada
in preference to = (bir şey)’den ziyade, tercihen, in the midst of = ortasında, arasında
rather than
in the modern sense = modern anlamda
in proximity = yakınında
in the public interest = kamu yararına / çıkarına

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 85

in the wake of = (bir felaketin) ardından, peşinden incentive = özendirici şey, bonus, inducement
in the way of medication = ilaç türünden, (That so- inception = başlangıç, başlama
called “pharmacy” doesn’t have much in the incessant = sürekli, ardı arkası kesilmeyen, never-
way of medication. = O sözde “eczane”de ilaç ending, zıt anl.= occasional
türünden pek fazla bir şey yok.)
inch = 1) inç (2. 54 cm’ye eşdeğer, İngiliz kökenli
in this respect = bu bakımdan, bu hususta, bundan uzunluk ölçme birimi); 2) (kalınlık hesabında)
yola çıkarak parmak, (örn. ½ inch pipe = yarım parmak(lık)
in time = zaman içinde, zamanla boru)
in turn = sırasıyla, successively, (I talked to each of incidence = tekrar oranı, oluş sıklığı, insidans,
my students in turn. = Sırasıyla, her bir occurrence, happening
öğrencimle tek tek konuştum.) incidence rate = sıklık oranı, insidans
in utero = rahimde, henüz doğmamış incident = (genellikle kötü sonuçları olan) olay,
in view of = (bir şey)’i göz önüne alarak, (bir şey)’den hadise, occurrence, event, happening
dolayı, in the light of incision = kesi, yarma, cut
in vitro fertilization = tüp içi dölleme (ovulasyonu incline = eğim
takiben dışarı alınan ovumun, laboratuvarda
include = içermek, dahil etmek, katmak, kapsamak,
tüp içinde sperm ile döllenmesi)
birleştirmek, embody, incorporate, consolidate,
In what way? = Hangi yönden / açıdan? combine, zıt anl.= exclude, separate, divide
inability = beceriksizlik, yeteneksizlik, güçsüzlük, inclusion = dahil edilme / olma, zıt anl.= exclusion
yetersizlik, incapability, weakness, zıt anl.=
incomparable = kıyaslanamaz, eşsiz, uncomparable
ability
incompatible with = (bir şey) ile bağdaşmaz,
inaccessible = girilemez, ulaşılamaz, unreachable, zıt
uyuşmaz, conflicting, unsuitable, zıt anl.=
anl.= accessible
compatible
inaccurate = yanlış, kusurlu, hatalı, erroneous, zıt
incompetence = yetersizlik, yeteneksizlik,
anl.= accurate
incapability, zıt anl.= competence, capability
inactivate = hareketsiz hale getirmek, elini kolunu
incompetent = 1) yetersiz, yeteneksiz, incapable,
bağlamak
unskilled, zıt anl.= competent, capable;
inactive = hareketsiz, durgun, still, static 2) yetkisiz
inadequacy = yetersizlik, eksiklik, insufficiency, inconclusive = bir sonuca varmayan, inandırıcı
shortage, zıt anl.= adequacy, sufficiency olmayan, incomplete, unsatisfactory, zıt anl.=
inadequate = yetersiz, eksik, elverişsiz, insufficient, conclusive
zıt anl.= adequate, enough, ample, (His inconclusive measure = inandırıcı / kesin olmayan
income is inadequate to meet his basic needs. ölçüm
= Geliri, temel ihtiyaçlarını karşılamakta
inconsistent = 1) istikrarsız, unreliable, zıt anl.=
yetersiz kalıyor.)
consistent; 2) çelişkili, tutarsız, conflicting,
inadequately = yetersiz bir şekilde, insufficiently, zıt contradictory, zıt anl.= confirming, consistent
anl.= adequately, sufficiently
incontestably = tartışılmaz / itiraz edilemez / su
inadmissible = kabul edilemez, uygun görülmez, götürmez bir şekilde
unacceptable, irrelevant, zıt anl.= admissible
inconvenient = uygunsuz, elverişsiz, zahmetli,
inadvertent = kasıtsız, elde olmayan, accidental, müşkül, awkward, inappropriate, zıt anl.=
unintentional, zıt anl.= deliberate, intentional convenient, appropriate
inappropriate = yanlış, uygunsuz, yersiz, improper, incorporate (into) = dahil etmek, katmak,
awkward, zıt anl.= appropriate, proper birleştirmek, include, amalgamate,
inattention = dikkatsizlik, ihmal, neglect, consolidate, zıt anl.= exclude, separate
carelessness, zıt anl.= attention, carefulness incorrect = yanlış, hatalı, wrong, zıt anl.= correct
in-betweenness = arada kalmışlık increase (fiil) = art(tır)mak, çoğal(t)mak,
inborn = tabiatında olan, doğuştan gelen, kalıtsal, yüksel(t)mek, geliştirmek, grow, enhance, rise
congenital, hereditary, innate, zıt anl.= / raise, improve, zıt anl.= decrease, weaken,
acquired fall, drop
incapable (of) = ehliyetsiz, yeteneksiz, unable, increase (isim) = artış, rise, zıt anl.= decrease, fall
incompetent, zıt anl.= capable (of) increased = artmış olan, zıt anl.= decreased

www.bademci.com
86 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

increased risk = artan risk / tehlike indivisible = bölünemez


increasingly = gittikçe artan bir şekilde indoors = içeride, içeriye, inside, zıt anl.= outdoors,
incredible = inanılmaz, akıl almaz, unbelievable, zıt outside
anl.= credible, reasonable Indo-Pacific = İndo-Pasifik (Hint Okyanusu, Batı ve
incredible as it may seem today = bugün inanılmaz Orta Pasifik ile Endonezya çevresini içine alan
/ akıl almaz görünse de… bölge)
incredibly = inanılmaz şekilde, unbelievably, zıt anl.= indrawn = (nefes için) derin, (karakter için) içine
credibly, reasonably kapanık
incubation = inkübasyon, kuluçka devresi induce = 1) neden olmak, sevk etmek, cause,
activate; 2) ikna etmek, kandırıp yaptırmak,
incur = karşı karşıya kalmak, maruz kalmak, meet
convince, persuade, zıt anl.= prevent;
with
3) (elektrik akımı) meydana getirmek
incurable = tedavi edilemez
indulge (in) = kendini vermek, kendini kaptırmak,
indeed = gerçekten, hakikaten, doğrusu, certainly, severek yapmak
without a doubt, in fact, actually
industrial relation(ship)s = işveren - işçi ilişkileri
indefinite = belirsiz, zıt anl.= definite
Industrial Revolution = Sanayi Devrimi (18. yy
indefinitely = belirsiz bir süre için, sürekli, sonu sonunda ortaya çıkan yoğun sanayileşme
gelmeyen bir şekilde, continually, zıt anl.= akımı)
temporarily, (Due to renovation works, the
industrialize = sanayileş(tir)mek
Regency Hotel was closed indefinitely. =
Tadilat çalışmaları sebebiyle, Regency Oteli ineffective = etkisiz, useless, unproductive, zıt anl.=
belirsiz bir süre için kapandı.) effective
indentation = girinti inefficiency = etkisiz olma, verimsizlik,
randımansızlık, ineffectiveness, zıt anl.=
independence = bağımsızlık, zıt anl.= dependence
efficiency, effectiveness
independent = bağımsız, özgür, self-reliant, free, zıt
inefficiently = verimsiz bir şekilde
anl.= dependent (on)
inequality = eşitsizlik, zıt anl.= equality
independently = bağımsız olarak, zıt anl.=
dependently inert = hareketsiz, eylemsiz, durağan, inanimate,
motionless, zıt anl.= active
India = Hindistan
inevitable = kaçınılmaz, inescapable, unavoidable, zıt
Indiana = ABD’de bir eyalet
anl.= avoidable, avertable, evitable
indicate = belirtmek, işaret etmek, göstermek,
inevitably = kaçınılmaz bir şekilde, unavoidably,
denote, point to
inescapably, zıt anl.= avoidably
indication = belirti, delil, gösterge, işaret, evidence,
inexhaustible = tükenmez, infinite, unlimited, zıt
hint
anl.= exhaustible, finite
indicator = indikatör, gösterge, belirteç, ibre, sign
inexpensive = pahalı olmayan, ucuz, cheap, zıt
indifference = aldırmazlık, umursamazlık, kayıtsızlık, anl.= expensive
disinterest, zıt anl.= concern
inexpensively = ucuza, cheaply, zıt anl.=
indifferent = aldırmaz, umursamaz, disinterested, zıt expensively
anl.= careful, thoughtful, heedful
infallible = yanılmaz, şaşmaz, güvenilir, unfailing,
indigenous = yerli, native reliable, zıt anl.= fallible
indirect = dolaylı infancy = 1) bebeklik, yavruluk; 2) başlangıç
indirectly = dolaylı bir şekilde infant = bebek, infant (ilk 30 aya kadar olan bebeklik
indiscriminately = ayrım yapmaksızın, arbitrarily, devresi)
randomly infanticide = bebeklerin öldürülmesi
indispensable = vazgeçilmez, essential, vital, zıt infantry = piyade, yaya asker
anl.= dispensable
infect = bulaşmak, contaminate, spread (to)
indistinguishable = ayırt edilemez, seçilemez
infected with = (bir virüs vs.) ile enfekte olmuş,
individual (isim) = birey, fert enfeksiyon kapmış
individual (sıfat) = bireysel, kişisel, ferdi, personal infection = enfeksiyon, bulaşıcı hastalık, mikrop
individualistic = bireyci kapma

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 87

infectious = bulaşıcı infringement = (yasa, kural vs. için) aykırı hareket,


infectious disease = bulaşıcı hastalık karşı gelme, ihlal
infer from = 1) (bir şey)’den anlamak / çıkarmak, ingenious = akıllıca, ustalıklı, dahice, clever, brilliant
derive from; 2) (bir şey)’den sonuç çıkarmak, ingeniously = zekice, maharetle, ustalıkla, brilliantly
deduce from ingest = yemek, ağızdan almak, eat, consume, take
inferior (to) = 1) (bir şeyden daha) aşağı / düşük / in from the mouth
değersiz, lesser, lower, under, zıt anl.= ingestion = yeme, ağızdan alma, intake from the
superior to; 2) (anatomide) daha aşağıda, mouth, oral intake
altta, alt taraf, zıt anl.= superior
ingredient = bir karışımı oluşturan maddelerden her
inferior frontal gyrus = inferiyor frontal gird (beyin biri, içerik, öğe, parça, eleman
frontal lobunun alt bölgesinde bir nokta)
inhabit = içinde oturmak, yuvalanmak, barınmak,
infertility = infertilite, kısırlık dwell, occupy, (Only birds and small animals
infinite = sınırsız, sonsuz, zıt anl.= finite inhabit these remote islands. = Bu uzak
infinitely = sonsuz olarak, sınırsızca, son derece adalarda yalnızca kuşlar ve küçük hayvanlar
barınmaktadır.)
infirm = zayıf, güçsüz, ill, weak, zıt anl.= healthy, well
inhabitant = bir yerde oturan kişi, sakin
infirmity = zayıflık, sakatlık, disorder, debility, zıt
anl.= wellness inhale = nefes almak, (nefes yoluyla) içine çekmek,
breathe in, zıt anl.= expire, breathe out
inflame = enflamasyona yol açmak, (bir tür)
iltihaplanmak inhaler = solukla ciğerlere (narkoz vs.) verme aygıtı
inflamed = iltihaplı, iltihaplanmış inherent = doğuştan gelen, doğasında var olan,
intrinsic, innate
inflammable = yanıcı, kolay tutuşan, combustible, zıt
anl.= fireproof inherently = esasında, aslında, özünde, basically,
fundamentally
inflate = şiş(ir)mek, blow up, zıt anl.= deflate
inherit = (atadan) (kalıtımla) almak, miras kalmak,
inflation = 1) enflasyon (ülkedeki mal ve hizmet
acquire, receive
fiyatlarındaki genel artış); 2) (bir şey)’in hava
ile dolması, şişme, zıt anl.= deflation inheritance = kalıtımla geçme
inflexible = esnemeyen, esnek olmayan, unbendable, inherited = kalıtsal, irsi, congenital, ancestral
zıt anl.= flexible inhibit = yavaşlatmak, zorlaştırmak, restrain, zıt
inflict = (ağrı / acı / ceza) vermek, impose, bring anl.= allow, facilitate
down inhuman = insanlık dışı, zıt anl.= humane
in-flight refuelling = havada yakıt ikmali initial = ilk, başlangıç, baştaki, birinci
inflow = içine akma initial velocity = ilk hız, başlangıç hızı
influence (fiil) = etkilemek, lead, affect, shape initially = öncelikle, aslında, esasen, önceleri,
influence (isim) = etki, tesir, nüfuz, effect, impact başlangıçta, primarily, essentially, at first,
originally, in the beginning, zıt anl.= finally
influential = etkili, sözü geçen, nüfuzlu, hatırlı,
powerful initiate = başlatmak, start, launch, pioneer, zıt anl.=
complete, terminate
influenza = grip, enfluenza, flu
initiation = başlangıç, başlatma
informal = gayriresmi, zıt anl.= formal
injure = yaralamak
information = bilişim, enformasyon
injured = yaralı
information good = (kitap, yazılım gibi) ticari
değerini, içerdiği bilgiden alan mal / bilgi / injurious = zararlı
enformasyon ürünü injury = yara, hasar, yaralanma, wound, harm,
informative = bilgilendirici, tanıtıcı, aydınlatıcı damage
informed = bilgili, haberdar, knowledgeable inland = denizden uzak, iç kısımlar(a doğru), bir
ülkenin içlerine doğru
infrared = kızılötesi
inlet = giriş, zıt anl.= outlet
infrastructure = altyapı
inmate = hapishane veya akıl hastanesinde bulunan
infrequent = seyrek, sık olmayan, occasional,
kimse, tutuklu
irregular, zıt anl.= frequent
innate = (bir şey)’e özgü / has, tabiatında olan,
kalıtsal, inherent, intrinsic, zıt anl.= acquired

www.bademci.com
88 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

inner = içe dönük, ruhsal, internal, spiritual, zıt anl.= install = yerleştirmek, (cihaz vs.) kurmak, (bilgisayar
outer programı vs.) yüklemek, tesis etmek, (We
inner ear = iç kulak have had central heating installed in our flat. =
Dairemize merkezi ısıtma sistemi kurdurduk.)
innocence = masumiyet, suçsuzluk, zıt anl.= guilt
installation = 1) kurma, döşeme, establishment;
innocent = masum, suçsuz, zıt anl.= guilty
2) tesis(at), tertibat, fitting
innovation = yenilik, değişiklik, buluş, icat, novelty
instance = örnek, durum, vaka, case, example,
innovative = yenilikçi, yaratıcı, creative, zıt anl.= occurrence
conservative
instantly = hemen, anında, urgently, immediately
innumerable = sayısız, sayılamaz, countless
instead = yerine, onun yerine. . . , (Don’t buy the red
inoculation = aşı, aşılama, vaccination, injection shirt; buy the blue one instead. = Kırmızı
inorganic mercury salt = inorganik civa tuzu gömleği alma; onun yerine mavisini al.)
in-patient = hastanede yatan hasta, resident patient instead of = yerine, onun yerine. . . , (Instead of the
inphase = aynı fazda (iki veya daha fazla dalganın red shirt, I bought the blue one. = Kırmızı
dalga boylarının aynı olması ve dalga gömlek yerine mavi olanı aldım.)
tepelerinin çakışması sonucu birbirleriyle instil (ya da instill) = 1) aşılamak, inject; 2) telkin
uyum içinde olmaları hali) etmek, (bir fikir vs.) aşılamak, impress
inquiry = araştırma, sorgu, soruşturma, questioning, instillation (ya da instilment) = 1) enstilasyon,
research, quest damlatma; 2) telkin
inscription = kitabe, yazıt instinct = içgüdü
inscrutably = anlaşılmaz / esrarlı bir şekilde, instinctive = içgüdüsel
mysteriously institution = 1) kurum, müessese; 2) yerleşmiş
insecticide = insektisit (böcek öldürücü kimyasal gelenek, devamlı olan şey
madde) institutional = kurumsal
insecurity = emniyetsizlik, güven duygusundan instruct (on) = (hakkında) talimat vermek, yol
yoksunluk, jeopardy, risk, zıt anl.= safety, göstermek, enlighten (about), inform (about)
security
instructional = eğitime ait, eğitici
inseparable = (birbirinden) ayrılamaz / ayrılmaz
instructions = direktif, yönerge
insert = sokmak, (arasına) koymak, embed, implant
instrument = aygıt, enstrüman
in-service training = hizmet içi eğitim
insufficiency = yetersizlik, eksiklik, inadequacy,
insight = anlayış, olayların iç yüzünü kavrama, deficiency, zıt anl.= sufficiency, amplitude
awareness, comprehension, zıt anl.=
insufficient = yetersiz, eksik, inadequate, zıt anl.=
ignorance, dullness
sufficient, enough, ample
insignificant = önemsiz, değersiz, unimportant, zıt
insulate = yalıtmak, izole etmek, protect, shield
anl.= significant, important
insulation = yalıtım, izolasyon
insist on = (bir konuda) diretmek / direnmek / ısrar
etmek, assert (that) insurance = güvence, sigorta
insoluble = erimez, çözünmez insurance cost = sigorta masrafı
insomnia = uykusuzluk insurance cover = sigorta kapsamı
inspection = kontrol, yoklama, teftiş, denetleme insurer = sigortacı
inspection facility = denetleme tesisi insurgent = asi, ihtilalci, rebel
inspector = müfettiş, denetleyici insurmountable = başa çıkılmaz, güç yetmez
inspiration = ilham, esin, influence, stimulus intact = bozulmamış, zarar görmemiş, sağlam
inspire = 1) ilham vermek, esinlemek, teşvik etmek, intake = 1) herhangi bir maddenin vücuda girişi,
encourage, stimulate; 2) telkin etmek / (içeri) alım, (yeme içme vasıtasıyla) alınan
vermek, duygu aşılamak (şey), consumption; 2) giriş, giriş ağzı, inlet
inspired = solunan (hava vs.) integer = (matematikte) tam sayı, whole number
instability = istikrarsızlık, dengesizlik, kararsızlık, integral = bir bütünün ayrılmaz bir parçası olan,
imbalance, fluctuation, zıt anl.= stability essential, intrinsic, zıt anl.= incidental

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 89

integrate into / with = (bir şey)’e katmak, (bir şey) ile interfere in = (bir şey)’e karışmak / müdahale etmek,
birleş(tir)mek, entegre etmek / olmak, meddle with, intervene in
incorporate into, unify with, zıt anl.= separate interfere with = (bir şey) ile çatışmak, engellemek,
from mani olmak, müdahale etmek, hinder, prevent,
integrated = karma, bütünleşmiş, entegre intervene in, step in, zıt anl.= facilitate, (Child-
integration = entegrasyon, kaynaşma bearing should not interfere with a career, but
it usually does. = Hamilelik, kariyere mani
integrity = 1) doğruluk, dürüstlük; 2) bütünlük
olmamalıdır, ama genellikle olur.), (It is the
intellect = zeka, akıl number and seriousness of complications
intellectual = entellektüel, akla dayanan, zihinsel interfering with it that makes an operation a
intellectual life = entellektüel yaşam major one. = Bir operasyonu majör yapan şey
intellectual property rights = fikir hakları, fikir ve onu zorlaştıran komplikasyonların sayısı ve
sanat eserleri hakları ciddiyetidir.)
intellectual self = entellektüel (bilgi ve yaratıcılık interference = müdahale, karışma, meddling
yeteneği ile ilgili) benlik / kimlik interference pattern = (ışık için) iki farklı dalganın
intend = niyet etmek, tasarlamak, amaçlamak, birleşerek oluşturduğu karışımın bir ekranın
planlamak, aim, plan üzerinde oluşturduğu desen
intense = şiddetli, güçlü, fierce, powerful, zıt anl.= interim = ara, geçici
mild interior = iç, iç kısım, zıt anl.= exterior
intensely = yoğun bir şekilde, greatly, zıt anl.= slightly interject = araya katmak, eklemek
intensification = yoğunlaşma, şiddetlenme, büyüme intermediary = aracı, arabulucu, mediator, negotiator
intensify = şiddetlen(dir)mek, yoğunlaş(tır)mak, intermediate = ara, orta
aggravate, concentrate, zıt anl.= lessen intermediate state = geçiş dönemi
intensity = yoğunluk, keskinlik, şiddet, force, power, intermittently = kesik kesik, aralıklarla
volume internal = dahili, iç, ülke içi ile ilgili, iç tarafta, zıt anl.=
intensive = yoğun, şiddetli, in-depth, thorough, zıt external
anl.= partial, superficial internal bleeding = iç kanama
intensive care = yoğun bakım internal organ = iç organ
intention = maksat, niyet, kasıt, purpose, aim internalise = içe atmak, kişiselleştirmek,
intentional = kasıtlı, bilerek yapılan, deliberate, zıt öznelleştirmek, özümsemek
anl.= unintentional, accidental international = uluslararası
intentionally = kasten, bilerek, deliberately, zıt anl.= International Criminal Court = Uluslararası Ceza
unintentionally, accidentally Mahkemesi (soykırım, katliam gibi suçlar ile
interact with = birbirini etkilemek, birbiriyle ilişkide itham edilen kişileri yargılayan uluslararası
olmak, relate to / with, (While the other mahkeme)
children interacted and played together, Ted International Date Line = Uluslararası Tarih
ignored them. = Diğer çocuklar birlikte iletişim Değiştirme Çizgisi (batıya doğru geçildiğinde
kurup oynarken, Ted onları görmezden geldi.) mevcut tarihin bir gün ileri, doğuya doğru
interaction = etkileşim geçildiğinde ise bir gün geri alındığı 180°
interchangeably = yer değiştirerek, birbirinin yerine meridyeni)
interconnection = ara bağlantı international environment = uluslararası ortam /
interdependent = birbirine bağlı, dependent on each çevre
other, zıt anl.= independent interpret = 1) yorumlamak, açıklamak; 2) sözlü
interdisciplinary = bilimler / disiplinler arası çeviri yapmak
interest = 1) çıkar, menfaat, kar, kazanç, stake; interpretation = yorum, yorumlama, açıklama,
2) faiz; 3) ilgi alanı, ilgilenilen şey, involvement commentary, remark
interest rate = faiz oranı interpreter = 1) yorumcu; 2) mütercim, tercüman
interested in = (bir şey) ile ilgilenen / ilgili, (bir şey)’e interrelated = birbiriyle ilgili / ilişkili
ilgi duymak interrupt = sözünü kesmek, engellemek, yarıda
interestingly = ilginç bir şekilde kesmek, bother, break in, suspend
interstate = eyaletler arası

www.bademci.com
90 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

interstellar space = yıldızlar arası boşluk (uzayın, inundation = su basması, sel, flood
yıldız sistemlerinin dışında kalan kısmı) invade = istila etmek, saldırmak, overrun, assault, zıt
intertwine = birbirine dola(n)mak, birbirini sarmak / anl.= withdraw
birbirine sarılmak invader = istilacı
intertwined = iç içe geçmiş invalid = 1) geçersiz, hükümsüz, null, void, zıt anl.=
interval = aralık, fasıla valid; 2) (yatalak) hasta, sakat, disabled
intervene in = araya girmek, interfere in, mediate invaluable = paha biçilemeyen, çok önemli / değerli,
intervening = araya giren, interfering zıt anl.= worthless
intervention = müdahale, girişim, intercession invariable = değişmez, her zaman olan, constant
interview = görüşmek, mülakat yapmak invariably = değişmez / şaşmaz bir şekilde, her
zaman, always, ever, constantly, zıt anl.=
intestine = bağırsak
never, rarely, (Incompetents invariably make
intimate = derin, ayrıntılı, (intimate workings = iç trouble for people other than themselves. =
işleyiş, derindeki mekanizma) Beceriksizler her zaman diğer insanların
intimately = derin bir bağ ile, ayrılmaz şekilde, iç içe başına bela olurlar.)
intimidate = gözünü korkutmak, gözdağı vermek invasion = istila, saldırı, akın, intrusion
intimidation = gözünü korkutma, yıldırma, sindirme, invasive = 1) invazif, deri altına inen, vücut içi, (tıbbi
gözdağı, threat bir müdahale için) iğne ile ya da keserek deri
intolerably = dayanılmaz bir şekilde, unbearably altına inmeyi gerektiren; 2) (kanser vs.
intonation = tonlama, diksiyon hücreleri için) istilacı, saldırgan
intoxicated = 1) sarhoş olmuş, drunk; invent = icat etmek, yaratmak, uydurmak, create,
2) zehirlenmiş, poisoned make up
intoxication = zehirlenme, poisoning invention = icat
intracerebral haemorrhage = beyin (içi) kanaması inventive = yaratıcı, bulucu, creative, innovative, zıt
anl.= uninventive
Intracoastal Waterway = Kıyıiçi Suyolu (ABD’nin
doğu ve güneydoğu kıyıları boyunca uzanan, inventor = mucit, yaratıcı, icat eden (bir şeyi ilk
doğal nehirler ve yapay kanallardan oluşan, düşünen veya yapan kişi)
eğlence ve ticari amaçlı suyolu) inverse = ters, aksi, opposite, contrary, reverse
intracranial = kafatası içinde bulunan invert = tersine çevirmek, tersyüz etmek, reverse
intraperitoneal adhesion = iç karın zarı boşluğunun invest in = (bir şey)’e yatırım yapmak
(iltihap vb. nedenlerle) yapışması investigate = araştırmak, soruşturmak, teftiş etmek,
intravenous = intravenöz, damar içine / içinden, incelemek, inquire, inspect, examine
damar yoluyla alınan investigation = araştırma, soruşturma, teftiş,
intricate = karışık, çapraşık, girift, complicated, inceleme, inspection, examination
complex, zıt anl.= simple, straightforward investigator = müfettiş, araştırmacı, dedektif,
intrigue = merak veya ilgisini çekmek inspector
intriguing = merak uyandıran investigatory = araştırma / dedektiflik ile ilgili
intrinsic = kendine özgü, kendi tabiatında olan, investment = yatırım
peculiar, innate, zıt anl.= acquired investor = yatırımcı
introduce smt to = (örn. bir ortam ya da piyasa)’ya invigorate = canlandırmak, güçlendirmek, stimulate,
arz etmek / sunmak / getirmek zıt anl.= blunt
introduce = 1) başlatmak, initiate, institute; 2) ortaya invigorating = canlandırıcı, güçlendirici, enerji verici,
koymak, tanıtmak, present stimulating, zıt anl.= tiresome
introduction = 1) giriş, önsöz, takdim, tanıtım, invisible = görünmez
sun(ul)ma, entry, presentation; 2) devreye invoke = başvurmak, (yardım, koruma vs.) istemek,
girme / sokma; 3) piyasaya çıkma / arz edilme, resort to
creation, foundation
involuntarily = gönülsüzce, isteksiz olarak, unwillingly,
introverted personality = içe dönük kişilik reluctantly, zıt anl.= willingly
intrusion = zorla girme, zorla müdahalede bulunma involuntary = gönülsüz, istemsiz, unintentional,
inundate = su ile kaplamak, su basmak, flood, unwilling, reflexive, zıt anl.= voluntary,
swamp deliberate

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 91

involve = 1) içermek, kapsamak, include, contain, irremediable = çaresi olmayan, tedavisi imkansız,
entail, zıt anl.= exclude; 2) karıştırmak, irreparable
bulaştırmak; 3) söz konusu olmak, işin içinde irreparable = onarılamaz, tamir edilemez, çaresi
olmak; 4) gerektirmek, istemek, require olmayan, tedavisi imkansız, irremediable
involved (in) = (olaya) karışmış, işin içinde olan irresistible = karşı durulmaz, compelling
involvement = ilgi, ilişki, katılma, içinde yer / rol alma, irresponsible = sorumsuz, sorumsuzca, incautious,
karışma, bulaşma, concern, engagement, thoughtless, zıt anl.= responsible, thoughtful
participation
irreversible = geri döndürülemez
involving = kapsayan
irrigation = sulama, watering
ion = iyon (pozitif veya negatif yüklü atom veya
irritability = sinirlilik, hırçınlık, asabiyet, petulance
molekül)
irritable = hırçın, asabi, sinirli, petulant
IQ score = zeka katsayısı sonucu, Intelligence
Quotient score irritant = iritan, tahriş edici
IQ-boosting drugs = IQ arttıran / destekçisi ilaçlar irritation = tahriş
iridium = iridyum (çok yoğun, sert, gümüşi-beyaz ischemic stroke = iskemiye (yetersiz kan akımına)
renkli bir metal) bağlı felç
iris = iris (göz bebeği çevresindeki renkli kısım) Ishtar = İştar (Akad mitolojisinde doğurganlık, aşk ve
savaş tanrıçası)
iron = demir
island of Crete = Girit Adası
iron deficiency = demir eksikliği
isle = ada, island
iron intake = demir alımı / tüketimi, iron
consumption isolate (from) = ayırmak, tecrit / izole etmek,
separate (from), zıt anl.= integrate (into)
iron loss = demir kaybı
isolated = toplumdan uzak, (diğerlerinden) ayrı, kendi
iron status = kandaki demir düzeyi
başına, bağlantısız, detached
iron store = (vücuttaki) demir stoğu, (vücutta
isolated fact = istisnai olay
bulunan) toplam demir miktarı
isolation = ayırma, tecrit
ironically = ironik olarak
isotope = izotop (kimyasal açıdan benzer olmalarına
irony = 1) ironi (beklenmeyenin gerçekleşmesi,
rağmen, çekirdeklerinde farklı sayıda nötron
umulanın aksi bir sonuç çıkması); 2) alay,
içermeleri nedeniyle farklı kütleye sahip
kinaye, sarcasm; 3) (alaycı veya manalı) zıtlık
nüklitlerden her biri)
irrational = mantıksız, akıldışı, illogical
issue (fiil) = 1) (belge, karne, cüzdan vs.) çıkartmak /
irreducible = azaltılamaz vermek; 2) yayınlamak, release, publish
irregular pattern = (bir hastalığın vb.) düzensiz seyir issue (isim) = konu, sorun, mesele, point, matter,
izlemesi question
irregularly = düzensiz olarak, randomly, zıt anl.= itch = kaşınmak
regularly, steadily
itching = kaşınma
irrelevant = konu dışı, alakasız, ilgisiz, unrelated,
inappropriate, zıt anl.= relevant

www.bademci.com
J J JJ J

jail = hapishane, prison join (in) = katılmak, yer almak, take part (in)
jail fever = tifo (Geçmişte, hapishane ve benzeri joint (isim) = eklem
kapalı ortamlarda çok çabuk yayıldığı için tifo joint (sıfat) = ortak, müşterek, collective, mutual, zıt
hastalığına bu isim verilmiştir.) anl.= individual, unilateral
jam = tıkamak, sıkıştırmak joint inflammation = eklem iltihabı
James Clerk Maxwell = 1831-1879 yılları arasında jointly = ortaklaşa, birlikte, together, (The research
yaşamış olan İskoçyalı bir matematikçi ve was jointly performed by microbiologists and
fizikçi (yaptığı çalışmalar elektrik ve ENT specialists. = Araştırma, mikrobiyologlar
manyetizmayı ayrı konular olmaktan çıkarmış ve KBB uzmanları tarafından ortaklaşa
ve ışığın elektromanyetik özelliği olduğunu yürütüldü.), (The French and British jointly
bulmuştur) funded the Channel Tunnel. = Fransız ve
jam-packed = hıncahınç dolu, full up, zıt anl.= empty İngilizler Manş Tüneli’ni birlikte finanse ettiler.)
Janissary = Yeniçeri jokingly = şaka yollu, şaka ederek, zıt anl.= seriously
Japanese (isim) = Japonca journey = yolculuk
Japanese (sıfat) = Japon, Japonya’ya ait judge = yargılamak, hüküm vermek, değerlendirmek,
jaw = çene decide, conclude, evaluate, appraise
jealousy = kıskançlık, envy judgement = yargı, değerlendirme, assessment,
evaluation
jelly = jöle, pelte
judicial = yargıya ait
jeopardise = tehlikeye atmak, tehlikeye sokmak, risk
judiciary = yargıçlar, adliye
jeopardy = tehlike, risk, danger, risk, zıt anl.=
security judicious = akıllıca, mantıklı, prudent
Jersey = İngiltere’ye ait olan, Fransa’nın kuzeyinde jump-start = 1) destek vererek yürür / çalışır hale
yer alan bir ada getirmek; 2) aküsü zayıf bir arabayı başka bir
arabanın aküsüne bağlayarak çalıştırmak
jet fuel = jet yakıtı
junior = 1) genç, kıdemsiz, zıt anl.= senior; 2) az,
jet lag = (jet uçağı vb.) yüksek hızlı araçlarla başka
küçük
saat dilimlerine yolculuk yapıldığında vücut
ritminin geçici olarak bozulması junk food = yüksek kalorili ama düşük besin değerli
hazır yiyecekler
jet plane = jet uçağı (hızlı ve yüksek irtifada uçabilen
jet motorlu uçak) junkyard = hurdalık
jet wind = dağlık alanlardaki geçitlerde esen yüzey just before = hemen önce
rüzgarları justification = gerekçe
jetliner = jet motorlu büyük yolcu uçağı, jumbo jet justify = haklı çıkarmak, temize çıkarmak,
jigsaw puzzle = yapboz, parçalara ayrılmış bir resmi doğrulamak, substantiate, validate, (Time
tekrar bir bütün haline getirme şeklindeki justified his theories. = Zaman, onun teorilerini
bulmaca /düşüncelerini haklı çıkardı.)
job seeker = iş arayan kişi juvenile = genç
John’s Pass = ABD’nin Florida eyaletinde bulunan juvenile diabetes = genellikle çocuklar ve
bir boğaz ergenlerde görülen insüline bağımlı diyabet

www.bademci.com
K K KK K

Kabul = Kabil (Afganistan’ın başkenti) keep track of = izlemek, göz kulak olmak, monitor
kcalory = kilokalori (1000 kalori) (gündelik hayatta keep up with = 1) (bir şey)’e yetişmek, (bir şey)’den
besin enerji değerinden bahsederken sözü geri kalmamak, keep abreast of;
edilen kalori miktarı), kcalorie 2) karşılamak, meet
Keck Telescope = Hawaii’deki W. M. Keck keep up = devam etmek, sürdürmek, sustain,
Gözlemevi’ndeki iki büyük teleskoptan her biri maintain
keen (on) = hevesli, düşkün, meraklı, istekli, eager keep within = (bir şey)’in belli sınırlar içinde kalmasını
(to) sağlamak
keenly = hevesli / düşkün / meraklı / istekli bir şekilde kerosene stove = gaz ocağı (yakıt olarak gazyağı
keep = tutmak, muhafaza etmek, korumak, preserve, (parafin) kullanan ocak)
retain, hold, protect, zıt anl.= release, let go kettle = çaydanlık
keep a check on = (bir şey üzerinde) denetim key = çok önemli, crucial, vital, zıt anl.= minor
kurmak key point = anahtar nokta, önemli ayrıntı, (key points
keep abreast of = (bir şey)’den geri kalmamak, (bir in a structure = bir yapının köşe, pencere, kapı
şey)’e ayak uydurmak, olan bitenden haberdar gibi mimari detayları)
olmak, keep up with Keynesian = John Maynard Keynes tarafından
keep ahead = yakından izlemek, üstünlüğü ortaya atılmış olan
korumak, başlarda yer almak kidney = böbrek
keep at the ready = hazır tutmak / bulundurmak kill off = tamamını öldürmek, yok etmek,
keep down = düşük düzeyde tutmak, restrain, exterminate, wipe out
restrict, zıt anl.= encourage kindness = sevecenlik, iyilik
keep forgetting = hep / daima unutmak Kinetic Theory of Gases = Gazların Kinetik Teorisi
keep going = devam etmek, sürdürmek, carry on, zıt (gazların ısı, hacim, basınç gibi özelliklerini,
anl.= discontinue moleküllerinin yapıları ve hareketleri ile
keep off = uzak durmak, stay away (from) açıklayan teori)
keep on = devam etmek, proceed, carry on, zıt anl.= knee to pelvis = dizden leğen kemiğine kadar
stop, cease, quit knock back = 1) önemli sayılabilecek bir miktar
keep one’s word = sözünü tutmak paraya mal olmak; 2) (içki vs.) yutmak /
devirmek
keep orientated = kişinin gerek kendisiyle gerekse
içinde bulunduğu yer ve zamanla ilgili bilincinin knot = (deniz mili / saat) olarak ölçülen hız ölçme
devamını sağlamak, bilincini açık tutmak birimi
keep out of = (bir şey)’in dışında kalmak, dışarıda knowledgeable = bilgili, konuya vakıf
bırakmak known = bilinen, zıt anl.= unknown
keep pace with = (bir şey)’e ayak uydurmak, (bir Kyoto Protocol = Kyoto Protokolü (küresel ısınma
şey) ile aynı düzeyi / hızı yakalamak ve iklim değişikliğini önlemek amacı ile
keep to = sadık / bağlı kalmak, stick to, adhere to oluşturulmuş uluslararası bir protokol)
keep to soft surfaces = yumuşak zeminden
ayrılmamak / yumuşak zemin üzerinde kalmak

www.bademci.com
L L LL L

lab = laboratuar, laboratory landlocked = her tarafı karayla çevrili, denize kıyısı
label (fiil) = etiketlemek, tanımlamak, isimlendirmek olmayan
label (isim) = etiket landmark = sınır taşı, nirengi noktası, dönüm
noktası (herkesçe bilinen ve yol tariflerinde
labelling = etiketleme
kullanılan dağ, tepe gibi yerler veya kule,
laborious = yorucu, zahmetli, güç, ardous, heavy, özelliği olan bir bina vs.)
hard
landscape = arazi, arazi manzarası
laboriously = yorucu / zahmetli bir şekilde, güç bela,
landslide = 1) toprak kayması; 2) seçimde oyların
ardously
çoğunu toplama
labour = çalışmak, emek vermek
landslip = toprak kayması
labour force = iş / emek gücü, çalışan kesim
lanugo = yaprağı, böceği veya doğumdan önce
labour market = işçi / emek piyasası bebeği kaplayan ince tüyler
labour productivity = iş verimliliği lapse = duraklama, break, pause
labour union = işçi sendikası, trade-union large intestine = kalın bağırsak
labourer = işçi, worker largely = büyük ölçüde, greatly, mostly
labour-saving = iş gücünden tasarruf sağlayan large-scale = geniş çaplı, büyük ölçekli
laceration = laserasyon (yırtılmaya bağlı oluşan last = 1) sürmek, devam etmek, endure;
yara) 2) tükenmemek, dayanmak
lack (fiil) = (bir şey)’den yoksun olmak, mahrum last resort = son çare
olmak, be short of, be without, zıt anl.= have,
lasting = devamlı, sürekli, kalıcı, enduring, long-term,
own
permanent, zıt anl.= temporary, (She left a
lack of (isim) = (bir şey)’den yoksunluk, mahrum lasting impression on her boyfriend that she
olma, (bir şey)’in eksikliği, shortness (of), had broken off with. = Kız, ayrıldığı erkek
deficiency, zıt anl.= abundance arkadaşında kalıcı bir iz bıraktı.)
lacking in sympathy = merhamet göstermemek latch = tutunmak, attach
lactic acidosis = laktik asidoz (bir tür hücre late = eski, former
zehirlenmesi)
late Cretaceous period = Geç Kretase Dönemi
lactose intolerance = laktoz intoleransı (doğuştan (dinozorların yaygın olarak yaşadığı yaklaşık
gelen, hastanın (süt ve süt ürünleri gibi 100 ile 65 milyon yıl öncesi arasındaki dönem)
besinlerde bulunan) laktozu sindirememe
late starter = (konuşmaya vs.) geç başlayan
bozukluğu)
latecomer = geç gelen, sonradan gelen
ladder = el merdiveni (iki uzun çubuğun arasına
yatay olarak çakılmış kısa basamaklardan latent = belirti göstermeyen, gelişmemiş, gizli
ibaret olan merdiven) later Middle Ages = Geç Orta Çağ (Avrupa
lake = göl Tarihi’nde yaklaşık M. S. 1300-1500 yılları
arasında kalan dönem)
land = (uçak vs. için) in(dir)mek
lateral hypothalamic area = hipotalamusun lateral
land mine = kara mayını
bölgesi (yan kısımları)
lander = görevi gezegenin yüzeyine inmek olan uzay
laterally = yana doğru
aracı, zıt anl.= orbiter
latest = en son, en yeni, newest, most recent
landfill = arazi doldurma (çöplerin toprakla
karıştırılıp yığılması) latitude = enlem
landing = (uçak için) iniş latter = (iki şeyden) ikincisi, sonraki, latest, second,
zıt anl.= previous, former
landing gear = iniş takımları
lattice = kafes biçimli yapı, ızgara
landing-wheel = iniş tekerleği
laughter = gülüş, kahkaha

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 95

launch (fiil) = 1) başlatmak, initiate, zıt anl.= leak (isim) = sızıntı


terminate; 2) (füze, roket veya uzay aracı için) leak away = sızarak tükenmek / kaybolmak
fırlatmak; 3) (gemi vs. için) denize indirmek
leak out = (kan, sıvı vs. için) dışarı sızmak, sızıntı
launch (isim) = 1) kuruluş, başlama, hizmete girme, yapmak
kullanıma sunma, initiation, introduction, zıt
leakage = (bir sıvı ya da bilgi için) sızıntı / sızdırma
anl.= termination; 2) (uzay aracı, roket, füze
vs. için) fırlat(ıl)ma; 3) (gemi için) denize lean = yağsız, zayıf, sıska
indirilme lean against = (bir şey)’e karşı olmak, (bir şey)’den
launch system = (uzay aracı, roket, füze vs. için) yana olmamak
fırlatma sistemi lean tissue = kas doku
launcher = fırlatıcı, itici leaning = yana yatmış, eğri
launching = fırlatma leap (into) = atlamak, sıçramak
lava = lav leap = sıçrama, atlama
lavish = savurgan, müsrif leap forward = ileriye doğru sıçramak / atlamak /
law = yasa, kanun fırlamak
law-abiding = yasalara uyan / saygılı leap year = artık yıl (4 yılda bir Şubat ayının 29 gün
çektiği yıl)
law-breaker = yasalara aykırı işler yapan kişi
learning = ilim, tahsil
law-breaking = yasaya karşı gelme, yasadışı işler
yapma lease = kiralamak, kiraya vermek, rent
lawsuit = dava leave behind = geride bırakmak
laxative = laksatif (kabızlığı tedavi etmekte leave office = görevi bırakmak, zıt anl.= take office
kullanılan ilaç) leave out = hesaba katmamak, dışarıda bırakmak,
lay = döşemek, yatırmak, sermek, put, place hariç tutmak, atlamak, count out, exclude, zıt
anl.= include, (Leave this case out. He has got
lay bare = açığa / ortaya çıkarmak, reveal, zıt anl.=
nothing to do with our retrospective study. =
hide, conceal
Bu vakayı hariç tutun. Bizim retrospektif
lay down = koymak, yapmak, sermek, set down, put çalışmamızla hiç alakası yok.)
down
lecture (fiil) = konferans vermek, (üniversitede) ders
lay eggs = yumurta bırakmak vermek
lay the foundations = temelini atmak lecture (isim) = (üniversitede) konferans, ders
layer = 1) tabaka, katman, kat; 2) (anlam vs. lecture hall = (üniversitede) derslik
açısından) derinlik
leftover = artan, fazlalık, excess
layer of epidermis = epidermis tabakası (üst deri
left-wing = solcu
tabakası)
legacy = geçmişin kalıntısı, arta kalan şey, miras,
layer of fat = yağ tabakası
(British people are thrifty. This trait of theirs is
layman = mesleği olmayan kişi a legacy of pre-war unemployment. = İngilizler
lead (smo) (to) (fiil) = (birisini) yönetmek, (birisine) cimridir. Bu özellikleri savaş öncesi işsizlik
önderlik etmek, (birisini bir yere) (doğru) zamanlarından kalmadır.)
götürmek, guide (smo) (to), conduct legal = yasal, hukuki
lead exposure = kurşuna maruz kalma legal battle = hukuksal savaş
lead into = (bir şey)’e yönlendirmek / yöneltmek legal system = hukuk / adalet sistemi
lead shot = kurşun saçma legally blind = (yasalara göre / resmen) görme
lead to (fiil) = (bir şey)’e yol açmak, neden olmak, özürlü (olduğu kabul edilmiş kişi)
cause legend = destan, efsane, myth, epic
lead-based = kurşun bazlı legion = lejyon (antik Roma ordusunda askeri bir
leading = önde gelen, başlıca, outstanding, zıt anl.= birim, alay)
secondary legislation = 1) yasama, kanun yapma, enactment;
leading cause = önde gelen neden / sebep 2) yasalar, kanunlar, laws
league = 1) (spor için) lig; 2) birlik, union legislative = yasa yapma ile ilgili, yasamaya ait,
leak (fiil) = sız(dır)mak, seep kanun yapan, yasal

www.bademci.com
96 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

legislative and executive = yasal ve idari level (fiil) = 1) eşit hale getirmek, (level social
legislator = yasa yapıcı differences = sosyal farklılıkları gidermek /
sosyal açıdan eşit hale getirmek);
legitimate = yasal, meşru, legal, valid, credible, zıt
2) düzlemek, pürüzsüz hale getirmek (level the
anl.= illegitimate, illicit, illegal
ground for construction = inşaat için yeri
legume = baklagiller familyasına dahil bitkiler ve düzlemek)
bunların taneleri
level (isim) = 1) seviye, düzey; 2) düz, düzayak
leisure = serbestlik, boş zaman, (vakit geçirme ya da
level of income = gelir düzeyi
dinlenme amaçlı) eğlence
level out = dengeye gelmek, dengelenmek
leisure time = boş zaman
lever = kaldıraç
leisurely = telaşsız / sakince yapılan, relaxed,
unhurried, casual, zıt anl.= formal levy = vergi, harç, tax, duty
lend = ödünç vermek, zıt anl.= borrow liability = sorumluluk, yükümlülük, borç,
responsibility, obligation, debt, zıt anl.=
lend insight to = (bir şey)’in iç yüzü hakkında fikir
immunity, exemption
verme
liberally = cömertçe, generously, amply, zıt anl.=
length = 1) uzunluk; 2) süre, müddet, duration
insufficiently
lengthy = uzun, uzun uzadıya
liberate = özgürlüğüne kavuşturmak, serbest
lesion = lezyon (yara, fonksiyon bozukluğu) bırakmak, free, zıt anl.= enslave, restrict
less still = daha da az liberty = özgürlük, hürriyet, serbesti, freedom, zıt
less than half as much = (daha önce bahsi anl.= slavery
geçenin) yarısından daha az librarianship = kütüphanecilik
lesser = daha aşağı / düşük, inferior, zıt anl.= greater, Libya = Libya (Kuzey Afrika’da bir ülke)
superior
Libyan = Libya ile ilgili, Libya’ya ait
lest = (bir şey ol)masın diye, korkusu ile, in case
licence = lisans, ruhsat, ehliyet
let alone = bırak. . . , . . . şöyle dursun, (I can’t even
lie ahead = gelecekte (birisini) (kötü / zor bir işin)
make a phone call let alone send images. =
beklemesi, başına gelecek olmak, (Following
Bırak resim göndermeyi, telefon bile
the diagnosis of her disease as cancer, she
açamıyorum. - cümlesinde olduğu gibi
will need all her strength and bravery to cope
olanaksızlığın boyutunun büyüklüğünü
with what lies ahead. = Hastalığının kanser
vurgulamak için kullanılır.)
olarak teşhis edilmesinden sonra, gelecekte
let down = 1) (ağır ağır) inmesini sağlamak; 2) boşa kendisini bekleyen zorluklar ile baş edebilmek
çıkarmak, yüzüstü bırakmak, hayal kırıklığına için bütün gücünü ve cesaretini toplamaya
uğratmak, forsake, disappoint ihtiyacı olacak.)
let go = serbest bırakmak, koyvermek, salıvermek, lie around = miskinlik yapmak, tembellik etmek,
release hang around, laze, zıt anl.= work, toil
let out = dışarı çıkmasına izin vermek, salıvermek, lie buried = gömülü kalmak
emit
lie hidden = saklı kalmak
let through = geçmesine izin vermek
lie in = 1) mevcut olmak, ( . . . şeklinde) bulunmak,
lethal = öldürücü, ölümcül, deadly, fatal, mortal, zıt exist in the form of; 2) (bir şey)’den
anl.= harmless, safe kaynaklanmak, originate in, (The causes of
lethal injection = zehir enjeksiyonu, (death by lethal the war lie in the greed and incompetence of
injection = zehir enjeksiyonu ile ölüm / idam politicians on both sides. = Savaşın nedenleri,
cezası) iki tarafın politikacılarının da açgözlülüğü ve
lethargy = letarji, uyuşukluk yetersizliğinden kaynaklanmaktadır.)
leukemia = lösemi (kan kanseri) lie on = (bir yerde) uzanmak, durmak
leukemogenic = kan kanserinin nedeni olarak lie under = (deri, neden vs.) altında bulunmak /
gösterilen faktörle ilgili yatmak
leukocyte = lökosit (akyuvar) life expectancy = yaşam beklentisi, olası yaşam
süresi, ortalama ömür, average life span

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 97

life span = ömür, lifetime, life expectancy linear strip = doğrusal şerit
life support = yaşam desteği (insanın (örn. uzayda) linearly = doğrusal olarak, düz bir hat üzerinde
hayatta kalması için gerekli olan oksijen, su, linen = 1) keten, keten kumaş; 2) ev tekstili
besin, ısınma gibi ihtiyaçların sağlanması)
lingua franca = 1) uluslararası ticari dil; 2) eskiden
life will = yaşama isteği, will to live Akdeniz sahillerinde konuşulan, İtalyanca’dan
lifelong = ömür boyu (süren) bozma dil
lifestyle = yaşam biçimi linguist = dilbilimci
lifestyle behaviour = (bir kişinin) yaşam tarzını lining = astar, iç kaplama
belirleyen davranış link to / with (fiil) = (bir şey) ile / (bir şey)’e
life-threatening = hayatı tehdit eden bağla(n)mak, bağlantı kurmak, birleştirmek,
lifetime = ömür connect to / with, combine with, zıt anl.=
separate from, detach from
lifetime health risk = yaşamboyu sağlık riski
link (between) (isim) = bağ, bağlantı
lift (fiil) = yükseltmek, raise, elevate
lip = dudak
lift (isim) = teleferik, asansör
lipid = lipid (hücrenin temel yapıtaşlarından olup
light up = aydınlatmak, aydınlanmak, illuminate,
kloroform ve eter gibi organik solventler içinde
brighten, zıt anl.= darken, fade
çözünebilen yağsı madde)
lightheadedness = sersemlemiş / düşecekmiş gibi
lipoprotein = lipoprotein (bir lipid ile birleşmiş olarak
olma hali
bulunan protein)
light-hearted = telaşsız, endişesiz, kaygısız
liquid = sıvı
lighting fixtures = elektrik / aydınlatma tesisatı
liquid blood = sıvı halde kan
lightning = yıldırım
liquid protein = sıvı protein
like finding a needle in a haystack = samanlıkta
listlessness = kayıtsızlık, kaygısızlık, apathy
iğne aramaya benzer
literacy = okuryazarlık, (classical musical literacy =
likelihood = olasılık, ihtimal, possibility, chance
klasik müzik bilgisi / anlayışı)
likely to = olası, muhtemel, beklenen, probable,
literally = tam anlamıyla, gerçekten, actually, truly,
expected, zıt anl.= improbable, unlikely
zıt anl.= figuratively
likely to prove controversial = tartışma yaratması
literary = yazınsal, edebi
muhtemel / beklenen
literary intellectual = edebiyatla ilgilenen / uğraşan
like-minded = aynı düşüncede olan, görüşleri
entellektüel kimse
birbirine benzeyen
literary life = yazınsal / edebi hayat
liken to = (bir şey)’e benzetmek, compare with / to,
equate to literary work = yazınsal / edebi eser
likeness = 1) benzerlik, görünüş; 2) tasvir, resim literature = 1) edebiyat; 2) literatür (belli bir konuda
yayınlanmış bilimsel çalışmaların bütünü)
likewise = benzer şekilde, keza, bunun gibi, similarly
lithium = lityum (gümüşi beyaz renkli yumuşak bir
limb = kol, bacak, kuyruk, kanat gibi organlardan her
alkali metal; bilinen en hafif metal)
biri, appendage
lithography = litografi (taş basması)
limb-bone = kol veya bacaklara ait kemik
little known = fazla tanınmamış, az bilinen, zıt anl.=
lime = kireç
well-known, famous
lime scale = kireç tortusu
live = (layv şeklinde okunur) canlı
limit (to) = (bir şey ile) sınırlandırmak / sınırlamak /
live out = sonuna kadar yaşamak
kısıtlamak
live up to expectations = beklentileri karşılayacak
limitation = sınırlama, limitasyon
düzeye gelmek
limited (to) = (bir şey ile) kısıtlı / sınırlı, confined (to),
live animal market = canlı hayvan pazarı
zıt anl.= free (of / from)
livelihood = geçim, geçim yolu, subsistence,
line = (iç yüzeyini) kaplamak
sustenance
lineage = (akrabalık / tarih vs. bakımından) kök
liver = karaciğer
linear algebra = doğrusal / lineer cebir (vektörler ve
liver surgery = karaciğer cerrahisi
lineer denklemler ile yapılan işlemler ile ilgili
matematik dalı)

www.bademci.com
98 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

livestock = çiftlik hayvanları long periods = uzun süre(ler)


livestock pasture = otlak, mera long-closed = uzun süredir kapalı
load (fiil) = yüklemek, doldurmak longevity = uzun ömürlülük
load (isim) = yük long-held contention = uzun zamandır
loan = kredi, credit (doğruluğuna) inanılan bir görüş
loan assassin = kiralık katil / suikastçı longitude = boylam
local = 1) yerel, yöresel, bölgesel; 2) (tıbbi) lokal long-lasting = uzun ömürlü, uzun süre dayanan,
(vücudun sadece bir kısmını kapsayan), zıt long-lived
anl.= general long-range = uzun mesafeli / menzilli
local doctor = aile hekimi longstanding = çok eski, uzatmalı, uzun zamandır
local ethnic food = yerel / mahalli / belli bir kültüre gündemde / geçerli olan, (The elders of the
ait yemekler two families have finally agreed to shake
hands and put an end to the longstanding
local foodstuff = bir yere özgü / yöresel yiyecek
feud. = İki ailenin büyükleri nihayet el sıkışıp
localise = belirli bir yere sınırlamak uzun zamandır var olan düşmanlığa bir son
locally = yerel / mahalli olarak vermeye razı oldular.), (a longstanding lover =
locate = konumlandırmak, yerini saptamak, (bir uzatmalı sevgili)
yerde) yerleşmek, position, spot, station long-term effect = uzun vadede görülen etki
located = bir yerde bulunmak, situated long-term memory = uzun süreli hafıza
location = belirli bir yer, konum, mahal, (A new job longtime (ya da long-time) = uzun süreli (a longtime
means a new employer, a new location and a friendship = uzun süreli bir arkadaşlık)
new set of colleagues. = Yeni bir iş, yeni bir look after = (bebeğe, köpeğe vs.) bakmak, göz kulak
işveren, yeni bir mekan ve yeni iş arkadaşları olmak, keep an eye on
demektir.)
look down on = küçümsemek, hor görmek, tepeden
lock = (kapıyı, valizi vs.) kilitlemek bakmak, despise, scorn, zıt anl.= exalt, glorify
lock away = kilitli tutmak / saklamak look forward to = sabırsızlıkla beklemek, iple
locomotion = lokomosyon (enerji harcayarak ve çekmek, can atmak, expect, hope for
kuvvet uygulayarak yer değiştirme) look in (on) = (kısa bir) ziyaret yapmak, uğramak,
lodge in = 1) (bir yer)’e yerleş(tir)mek (bir yer)’de visit
yaşamak; 2) (bir şeyin) içinde sıkışıp kalmak, look into = araştırmak, soruşturmak, incelemek,
içine gömmek, saplamak check out, inspect
log (fiil) = ağaç kesip kütük haline getirmek look out for = (bir şey)’e dikkat etmek, watch out for,
log (isim) = kütük (The police warned the shopkeepers to look
logging = ağaç kesip kütük yapma işi out for forged notes. = Polis, dükkan
logical reasoning = mantıklı düşünme sahiplerini sahte banknotlara dikkat etmeleri
konusunda uyardı.)
logically = mantıken, mantıklı olarak
look over = incelemek, göz gezdirmek, examine,
logistical = lojistik (nakliye, hareket etme / ettirme ile inspect
ilgili)
look through = 1) gözden geçirmek, incelemek,
logistics = 1) lojistik (askerlikte personel ve examine, search; 2) (bir şeyin arasından /
teçhizatın nakledilmesi); 2) nakliyecilik içinden) bakmak
long (for) = hasretini çekmek, çok arzulamak, desire look up = 1) (sözlükte, kitapta vs. bir şey) aramak,
long = 1) uzun zamandır, for a long time, (Have you search; 2) iyileşmek, düzelmek, improve
been waiting long? = Uzun zamandır mı lookout = 1) gözetleme yeri; 2) arayış
bekliyorsunuz?); 2) uzun uzadıya, (He took a
long look at the woman’s picture. = Kadının loom = dokuma tezgahı
resmine uzun uzadıya baktı.) loosely = gevşekçe, zıt anl.= tightly
long exposure = 1) (fotoğrafçılıkta) uzun pozlama looting = yağmalama
(poz süresini ayarlayarak veya deklanşöre lorry = kamyon, truck
basılı tutarak ışığın filme uzun bir süre lose faith = inancını / güvenini kaybetmek
boyunca işlemesini sağlama tekniği); 2) uzun
pozlama yöntemi ile alınan görüntü

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 99

lose ground = gerilemek, rağbet görmemek, regress, lowland = düz arazi, ova
fall back, zıt anl.= gain ground loyal (to) = sadık, vefalı, faithful (to), zıt anl.= disloyal
lose out = başarısız olmak, fail, zıt anl.= succeed (to)
lose the favour of = (bir kişi)’nin gözünden düşmek loyalty = sadakat, vefa, bağlılık
loss = azalma, eksilme, kayıp, zarar, ziyan, (loss of lubricant = kayganlaştırıcı
life = can kaybı), (loss of appetite = iştah lubricate = kayganlaştırmak, yağlamak
kaybı)
lubrication = yağlama
loss of muscle = güç kaybı
lucid = kolay anlaşılır, açık, berrak, obvious, clear,
lost in = 1) tamamen (bir şey)’e dalmış; 2) (bir şey)’in transparent, zıt anl.= ambiguous
içinde kaybolmuş
luckily = iyi ki, şükürler olsun ki, fortunately, zıt anl.=
loudly = yüksek sesle, (speak loudly = yüksek sesle unfortunately
konuşmak)
lumbar lordosis = omurganın bel bölümünün öne
louse = (çoğul: lice) bit doğru aşırı kavis göstermesi hali
Louvre = Louvre Müzesi (Paris’te bulunan ve içinde lumbar puncture = bkz. spinal tap
pek çok ünlü sanatçının eserlerini barındıran
lumen = lumen (bağırsak gibi tüp şeklindeki bir
dünyaca ünlü bir müze)
organın iç boşluğu)
lovely = sevimli, şirin, güzel, pretty
lump = yumru, şiş
low-crime = suç oranı düşük
lunar = aya ait, ayla ilgili
low in = (bir şey) açısından / bakımından fakir, (low
lunar soil = ay toprağı
in vitamins = vitamin bakımından fakir)
lung = akciğer (Diğer organlar gibi the artikeli alır ve
low profile = reklamı sevmeyen ve geride duran bir
genellikle çoğul kullanılır: the lungs)
kişinin çizdiği profil
lung disease = akciğer hastalığı
low-carbohydrate = düşük karbonhidratlı
lupus = lupus (ülserleşme eğilimi gösteren
low-density lipoprotein = düşük yoğunluklu
lezyonlarla belirgin herhangi bir kronik deri
lipoprotein, LDL
hastalığı)
lower = azaltmak, düşürmek, decrease, reduce, zıt
lure (into) = ayartmak, kandırmak, imrendirmek,
anl.= increase
cezbetmek, charm, tempt (to)
lower back = sırtın alt kısmı
lurk = gizlenmek, saklanmak, pusuya yatmak, hide,
lower courses = temelin ya da su basmanın hemen lie in wait
üzerindeki taş sıraları
lush = bitkisel yaşam ile dopdolu, zıt anl.= arid
lowercase = küçük harflerle yazılmış olan kısım,
Lyme disease = lyme hastalığı (geyiklerde yaşayan
küçük harf
bir tür kenenin taşıdığı bir bakteri yoluyla
low-impact = (düşmek, yaralanmak, bir yerini bulaşan bir enfeksiyon)
incitmek gibi) darbeler ve tehlikeler açısından
lymph node = lenf nodülü (çok küçük lenf kitlesi)
daha güvenli olan (Walking is a low-impact
exercise for a pregnant woman to do. = lymphocytic leukemia = lenfatik lösemi
Yürüyüş, hamile bir bayanın güvenle made up of = (bir madde vs.)’den yapılmış / oluşan
yapabileceği bir egzersizdir.)

www.bademci.com
M MMM M

magic = sihir, büyü make a fool of = (birisini) aptal durumuna


magma = magma (yerkabuğunun altındaki manto düşürmek, humiliate
tabakasını oluşturan eriyik kaya) make a living = hayatını kazanmak, earn a living
magnetism = manyetizma make a point of = özen göstermek, dikkat etmek ( I
magnetostriction = manyetostriksiyon, manyetik always make a point of spending Saturdays
büzülme (manyetik alana maruz with my children. = Cumartesi günlerini
bırakıldıklarında bazı malzemelerin çocuklarımla geçirmeye büyük özen
boyutlarının küçülmesi) gösteririm.)
magnificence = ihtişam, görkem make smt available to smo = bir şeyi birisi için
kulanılabilir hale getirmek
magnificent = görkemli, harika, marvellous
make better paper = daha iyi kağıt olurlar,
magnify = (büyüteç ile) büyütmek, büyük göstermek
(onlardan) daha iyi kağıt olur
magnifying glass = büyüteç
make clear = açıklığa kavuşturmak, clarify, illuminate
magnitude = büyüklük, boyut
make do with = (bir şey) ile yetinmek / idare etmek,
main = ana, temel, birincil, primary, principle, zıt anl.= subsist, get by, (When we were young, we had
secondary, subordinate to make do with second-hand clothes. = Biz
main stream of music = müziğin ana eğilimi / küçükken, ikinci el kıyafetlerle yetinmek
gidişatı zorundaydık.)
mainland = anakara make effort = çaba / gayret göstermek, struggle
mainly = büyük ölçüde, esas olarak, mostly, chiefly make for = 1) (bir yer)’e doğru yönelmek, (bir yer)’e
mains electricity = (şehir) şebeke elektriği ulaşmaya çalışmak; 2) yapmak, ortaya
mainstream = 1) bir topluluğa hakim tutum, düşünce çıkarmak, ileriye götürmek, produce, advance,
veya davranışları temsil eden; 2) ana / genel contribute to, facilitate; 3) (bir şey)’e neden
görüş olmak, cause (smt) to happen
maintain = 1) bakım yapmak, muhafaza etmek, make history = tarihe geçmek, tarih yazmak
bakmak, service, keep, retain; 2) sürdürmek, make inroads (into) = gedik / yol açmak
devam ettirmek, sustain; 3) sağlamak, temin make it clear (that) = açıklıkla ifade etmek, açıkça
etmek, provide belirtmek
maintain (that) = iddia etmek, (belli bir fikri) make it possible = mümkün kılmak, olanaklı hale
savunmak, (fikirsel) pozisyonunu korumak, getirmek, allow, enable, zıt anl.= disable
assert (that), claim (that) make life tougher for smo = bir kişiye zorluklar
maintenance = 1) (makine vs. için) bakım, onarım, çıkarmak
muhafaza, idame, upkeep; 2) sürdürme / make matters worse = durumu kötüleştirmek
koruma / direnme gücü
make money = para kazanmak
maintenance rules = bakım şartnamesi
make no use of = kullanmamak, yararlanmamak, zıt
maize = mısır, corn anl.= utilise, make use of
major = geniş / büyük çaplı, büyük, başlıca, asıl, make off = aceleyle gitmek / çıkmak / terk etmek,
chief, primary, great, zıt anl.= minor, make away, escape
unimportant, little
make on = (bir şey üzerinden) kar sağlamak, para
majority = çoğunluk, büyük kısım, zıt anl.= minority kazanmak
make a break with = yıkmak, kırmak make one wonder = insanı düşündürmek, ister
make a comeback = (anestezi sonrası) derlenme, istemez bir merak uyandırmak
kendine gelme, uyanma make one’s way = ilerlemek, yol kat etmek, hayatta
make a difference = fark yaratmak başarılı olmak, advance

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 101

make out = 1) (bir şeyin ne olduğunu) kestirmek, malt = malt (genellikle bira yapmak için
çıkarmak, seçmek, anlamak, çözmek, çimlendirilmiş tahıl)
perceive, understand; 2) başarmak, be mammal = memeli
successful
man = insan(lık), human(ity)
make out to = ima etmek, üstü kapalı söylemek,
manage = 1) yönetmek, idare etmek, kontrol etmek,
intimate, imply, suggest
administer, run, conduct; 2) başa çıkmak,
make over = (bir malın) mülkiyetini (başkasına) üstesinden gelmek, becermek, accomplish,
vermek, devretmek succeed (in / at), handle, tackle, deal (with),
make sense = mantıklı gelmek, anlaşılır olmak cope (with), zıt anl.= fail (to)
make sense of = (bir şey)’den anlam çıkarmak, management = 1) yönetim, idare, administration;
doğru yorumlamak 2) (hastalık vs. için) başa çıkma
make sure (of / that) = emin olmak, garanti etmek, management regime = yönetim sistemi
ascertain, zıt anl.= be uncertain, (Before mandate = (resmi olarak) emretmek, zorunlu kılmak,
leaving home, make sure that the gas heater command
is turned off. = Evden çıkmadan önce ocağın
mandatory = zorunlu
kapalı olduğundan emin ol.)
manifest = açıkça göstermek, belirtmek, display,
make up = düzenlemek, hazırlamak, oluşturmak,
reveal, zıt anl.= hide
uydurmak, teşkil etmek, comprise, compose,
form, invent manifestation = belirti, gösterge, indication,
symptom
make up for = (kaybedilen veya eksik kalan bir şeyi)
tamamlamak, yerine koymak, kapatmak, telafi manipulate = (bir çıkar veya amaç için) kullanmak,
etmek, compensate for değiştirmek, kurcalamak, fiddle with, tamper
with
make up smt out of smt = bir şeyden (başka) bir
şey imal etmek / yapmak manipulation = 1) (bir çıkar veya amaç için)
kullanma, fiddling; 2) dalavere
make up one’s mind (about) = (konusunda) karara
varmak, decide (on) manipulator = 1) bir cihazı vs. idare eden kişi,
operatör; 2) manipülatör, aklını kullanarak
make up to = yaranmaya çalışmak, (People only
başkalarını yöneten kimse
make up to him because of his wealth. =
İnsanlar, ona sadece zenginliğinden dolayı mankind = insanlık, humanity, man
yaranmaya çalışıyorlar.) man-made = insan eliyle yapılmış, artificial, zıt anl.=
make use of = kullanmak, yararlanmak, utilise, natural
benefit from, zıt anl.= make no use of manned = insanlı
make visible = görünür kılmak, açığa vurmak manned mission = (örn. insanlı bir uzay aracı ile
make way for = yol vermek, önünü açmak yapılan) insanlı görev
makeshift = derme-çatma, geçici manner = 1) şekil, biçim, way; 2) tavır, usul
makeup = yapı, içerik, structure, composition, manoeuvrable (ya da maneuverable) = manevra
formation yaptırılabilir, manevra yeteneği yüksek
malady = hastalık, disease, illness mantle = manto (yerkürenin çekirdeğinin dışında, yer
kabuğunun ise altında yer alan magmanın
male fight = bazı hayvan türlerinin erkek bireyleri
bulunduğu tabaka)
arasında, dişileri ve / veya sürünün liderliğini
elde etmek amacı ile yapılan dövüş manual = rehber (kitap), elkitabı
Mali = Mali (Batı Afrika’da bir ülke) manually operated = elle kullanılan / çalıştırılan
malignancy = (tümör için) kötü tabiatlı / huylu olma manufacture = imal etmek, produce
niteliği manufactured = imal edilmiş / üretilmiş
malnourished = yetersiz / kötü / dengesiz manufacturer = üretici, imalatçı, producer
beslenmiş, undernourished, zıt anl.= well- manure = gübre, muck
nourished manuscript = el yazması, müsvedde
malnutrition = kötü beslenme, beslenme bozukluğu many a = pek çok
malpractice lawsuit = yanlış teşhis ya da tedavi marble = 1) mermer; 2) bilye, misket
nedeniyle hekimlerin karşı karşıya kaldıkları
hukuki dava march = yürüyüş

www.bademci.com
102 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

marginal = düşük, önemsiz, ufak, minor, slight, zıt match (with) (fiil) = uymak, benzemek, eşleş(tir)mek,
anl.= gross, vast bağdaşmak, uy(uş)mak, correspond (to)
marijuana = mariyuana (kenevir bitkisinin match for (isim) = (bir şey) ile denk, (bir şey) ile
yapraklarının sigara gibi içilmesi ya da karşılaştırılabilir
çiğnenmesi yoluyla aşırı zindelik ve mutluluk matchstick = kibrit çöpü
hissi veren uyuşturucu)
mate (with) (fiil) = (hayvanlar için) çiftleş(tir)mek
marine (isim) = deniz piyadesi
mate (isim) = (genellikle hayvanlar için) eş
marine (sıfat) = denize / denizciliğe ait, (canlılar için)
material = madde
denizde yaşayan, maritime
materialise = gerçekleşmek, be realised, actualise,
marine biodiversity = deniz canlılarının çeşitliliği
zıt anl.= fail
marine life = deniz yaşamı, deniz canlılarının bütünü
maternal = anneliğe özgü, anne tarafından, motherly
marine reptile = deniz sürüngeni
maternity = annelik
marine species = denizde yaşayan canlı türü / türleri
mathematical precision = matematiksel kesinlik
maritime = deniz veya denizcilikle ilgili, marine
mathematical reasoning test = matematiksel
mark = göstermek, işaret etmek, ortaya çıkarmak, mantık yürütme testi
point out, show
mathematician = matematikçi
marked = belirgin, göze çarpan, obvious, noticeable,
math-reasoning problem = matematiksel düşünme
zıt anl.= inconspicuous
gerektiren problem, matematik problemi
markedly = belirgin şekilde, açıkca, noticeably,
mating = çiftleşme
clearly
matriculate = (üniversiteye) öğrenci olarak
marker = işaret, im, belirti
kaydolmak
market = pazar, piyasa
matrix algebra = matris cebiri (matrisler üzerinde
marketing = pazarlama yapılan işlemler ile ilgili matematik dalı)
marketplace = pazar (yeri) matter = 1) konu, sorun, mesele, point, issue,
marrow = ilik, öz, kemik iliği question; 2) madde, özdek
marsh = batak, bataklık matter of dosing = (belli bir dozda) ilaç verme
Martian = Mars gezegeni ile ilgili, Mars gezegenine sorunu / konusu
ait mature (fiil) = 1) olgunlaşmak; 2) (borç vs. için)
Maryland = Maryland (Batı ABD’de yer alan ve vadesi gelmek
bugün ABD’nin ortalama gelir düzeyi en mature (isim) = olgun, ergin, fully developed, ripe, zıt
yüksek olan eyaleti) anl.= immature
mask = kamufle etmek, gizlemek, örtmek, cover maturity = olgunluk, full development, zıt anl.=
mass = hacim, yığın immaturity
mass production = seri üretim maul = (döverek) yaralamak, hırpalamak
mass unemployment = toplu / büyük çaplı işsizlik maxim = özdeyiş, özlü söz
mass vaccination = kitlesel aşılama, aşı maximum = (çoğul: maxima) bir dalganın en üst
kampanyası noktası
massacre = katletmek, kırıp geçirmek may well = pekala … (olabilir / yapabilir) de
masses = halk yığınları Maya = Maya (Orta Amerika’da M. Ö. 6. yy ile M. S.
16. yy arasında etkili olmuş bir uygarlık)
massive = büyük, muazzam, çok büyük, büyük
kütleli, ağır, enormous, immense, heavy, zıt meagre = yetersiz, eksik, az, inadequate, poor, zıt
anl.= tiny, (The social impact of this economic anl.= abundant, sufficient
crisis will be massive. = Bu ekonomik krizin meal = yemek, öğün
sosyal yaşama vuracağı darbe çok büyük mean (isim) = (matematikte) ortalama
olacak.)
mean (sıfat) = 1) ortalama, average; 2) saldırgan,
master = iyice öğrenmek, uzmanlaşmak, learn, grasp tehlikeli, hostile, dangerous, zıt anl.= kind
masterly = ustaca, ustalıklı meaningful = anlamlı, zıt anl.= meaingless,
masterpiece = başyapıt purposeless
mat = hasır, paspas

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 103

means (of) = 1) (hem tekil hem çoğul) yol, yöntem, medium = (çoğul: media) araç, ortam
vasıta, vesile, way, method; 2) imkan, bütçe, meet = yerine getirmek, karşılamak, (belli bir gün
varlık, gelir, para, wealth, income, funds için) uymak, kaçırmamak, atlamamak,
means of production = üretim araçları accomplish, satisfy, fulfil, zıt anl.= fail to meet
means of treatment = tedavi şekilleri / yöntemleri megacity = büyük şehir, megakent
meanwhile = bu arada, bu esnada megalith = megalit (anıtsal mimaride kullanılan çok
measles = kızamık büyük yekpare taş)
measure (fiil) = ölçmek, ölçüsü / değeri … olmak, . . . megalithic = çok büyük yekpare taşlardan yapılma
olarak ölçülmek, sayıya dökmek, calculate melanin = vücutta deri, saç, göz, beyin ve diğer bazı
measure (isim) = 1) önlem, tedbir, precaution; oluşumlara siyah renk veren pigment
2) miktar, ölçü, düzey melt = erimek, ergimek, eritmek
measure up = istenilen ölçülere / kriterlere uygun meltdown = (nükleer reaktör için) erime
olmak meltwater = buzun erimesiyle ortaya çıkan su
meat = et member = üye
mechanistic = mekanik, makine benzeri, sanatsal / memorise = ezberlemek, learn by heart
estetik / insani yönü olmayan, zıt anl.= artistic
memory = 1) hafıza, bellek; 2) hatıra, anı
meddle with = (birisi) ile uğraşmak, (işine) karışmak
memory loss = hafıza kaybı, amnesia
/ burnunu sokmak
menace (fiil) = başa bela olmak, tehdit etmek,
media = araçlar, ortam, medya
threaten
media attention = medyanın ilgisi
menace (isim) = tehdit, baş belası
medial epicondylitis = medial / içyan epikondilit
menagerie = küçük hayvanat bahçesi
(golfçu dirseği adıyla da bilinen, dirsek
ekleminin iç kısmında ve genellikle golf menial job = hizmet, ağır emek, zorluk içeren,
oyuncularında görülen ağrılı durum) genelde düşük ücretli iş
mediate = aracılık / arabuluculuk etmek, araya meningeal = membranlarla ilgili
girmek, intercede meninges = beyni örten 3 membrandan biri
medical = tıbbi meningitis = menenjit hastalığı (beyin zarlarının
medical advice = tıbbi öneri iltihabı)
medical attention = tıbbi müdahale menstruation = menstruasyon, âdet, aybaşı
medical dominance = tıp alanında üstünlük, mental = mental, zihinsel (akıl, bellek, bilinç, zeka ile
hakimiyet ilgili)
medical profession = tıp / sağlık mesleği mental activity = zihinsel faaliyet
medical school = tıp fakültesi mental alertness = zihinsel uyanıklık, tetikte olma
hali
medical science = tıp bilimi
mental computation = akıldan hesaplama
medical subject = tıbbi konu
mental health = akıl sağlığı
medical treatment = tıbbi tedavi
mental health centre = akıl sağlığı merkezi
medically = tıbben, tıbbi olarak
mental illness = akıl hastalığı
Medicare = sağlık güvencesi (ABD ve bazı ülkelerde
65 yaş üzeri yaşlılar, engelliler ve kronik mental picture = zihinde canlandırma
böbrek hastaları için devletin sağladığı ücretsiz mental retardation = zeka geriliği
sağlık hizmeti) mentally disturbed = akıl hastası
medication = medikasyon (tıbbi tedavi), ilaç verme, mentally handicapped = zihinsel özürlü / engelli
ilaçla tedavi etme, ilaç mentally stable = akıl sağlığı yerinde
medicine = 1) tıp; 2) ilaç, medication, drug mention = 1) söz etmek, bahsetmek, disclose, bring
medieval = ortaçağa ait / özgü up; 2) başvurmak, turn to, resort to
meditation = meditasyon (düşünceyi yoğunlaştırarak merchant = tüccar, tradesman
bilinç düzeyini yükseltmeyi veya zihni merciful = merhametli
boşaltarak rahatlatmayı amaçlayan zihinsel
aktivite), derin düşünme mercuric chloride = civa klörür (tarım ilacı ya da
antiseptik olarak kullanılan çok zehirli bir
Mediterranean Sea = Akdeniz bileşik)

www.bademci.com
104 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

mercury = civa micro-credit = mikrokredi (işsiz veya yoksul


mercury-based preservative = civa bazlı koruyucu girişimcilere sağlanan çok düşük miktardaki
kredi)
mere = sadece, yalnızca, basit, sole, simple
mid-1990s = 1990’ların ortaları
merely = sadece, yalnızca, only, just, solely
mid-century = … yüzyılın ortaları
merge (into) = içine karışmak, mix, join, zıt anl.=
split middle children = ortanca çocuklar
merge = birleş(tir)mek, combine, unite, zıt anl.= middle ear = orta kulak
separate, split middle-aged = orta yaşlı
merit = değer, erdem, fazilet, worth, virtue, zıt anl.= middle-ground position = orta yollu bir tutum
disadvantage middle-of-the-road = ılımlı bir yol veya politika
Mesopotamia = Mezopotamya (Fırat ile Dicle izleyen, ılımlı, moderate
nehirleri arasında kalan, M. Ö. 10. binyıl kadar middling = orta (büyüklükte), medium
eskiye tarihlenen neolitik yerleşimlere ve
midfoot = küboid, naviküler ve kuneiform kemiklerin
izleyen süreçte Sümer, Babil, Asur gibi birçok
ve bunları çevreleyen yumuşak dokunun
öncü uygarlığa ev sahipliği yapmış olan bölge)
bulunduğu ayağın orta kısmı
mesosiderite = mesosiderit (silikat ve nikel-demir
midshipman = deniz yardımcı subayı
bakımından zengin bir çeşit meteorit)
midwife = ebe
mess = karışık şey / yığın
might = güç, kuvvet, kudret, power, strength
metabolise = metabolize etmek (yiyecek, mineral vs.
maddeleri kimyasal işlemler vasıtasıyla enerji mighty = güçlü, kudretli
ve yeni hücreler oluşturmak amacıyla migraine patient = migren hastası
kullanmak) migrant = göçmen
metabolism = metabolizma (bir organizmada migrate = göç etmek
yaşamın sürdürülmesi sırasında gerçekleşen migrating = göç eden
tüm kimyasal işlemler)
migration = göç
metabolite = metabolit (metabolizmada kullanılan ya
da metabolizma esnasında veya sonunda migratory = göçle ilgili
oluşan madde) mild = hafif, ılımlı, ılıman, moderate, slight, zıt anl.=
metaphor = mecaz, benzetme severe, intense
metaphysical = metafiziksel, fizik ötesine ait mild depression = hafif, şiddetli olmayan depresyon
(ruhsal çöküntü)
metastasize = tüm vücuda yayılmak
mild exercise = hafif, yormayan egzersiz
metastatic = metastatik (yayılmaya eğilimli)
mild exposure to = (bir toksik madde vs.)’ye hafif
meteor = meteor (atmosfere giren göktaşı) derecede maruz kalmak
meteor shower = meteor yağmuru miles per hour = saatte . . . mil (hız ölçme birimi),
meteorite = meteorit (dünyaya düşen küçük göktaşı) mph
methane = metan (doğalgazda bulunan yanıcı bir milestone = kilometre taşı, (önemli) aşama
gaz) Miletus = Milet (bugün Aydın ili sınırları içinde kalan
methane emission = metan gazı çıkışı bir antik kent)
methemoglobin = kanda bulunan, ancak militancy = militanlık
hemoglobinden farklı olarak oksijene military campaign = askeri harekat
bağlanamayan kristal yapılı, kahverengi
pigment Milky Way = Samanyolu (Galaksisi)
methemoglobinemia = methemoglobinemi mill = (genellikle kumaş, kağıt, kereste gibi ara
(alyuvarlarda aşırı miktarda methemoglobin ürünler için) imalathane / fabrika
bulunması hali) millennium = (çoğul: millennia) bin yıl
methyl bromide = metil bromit (kimyasal formülü mimic = (çekim: mimicking, mimicked vs.) taklit
CH3Br olan, yanıcı olmayan, renksiz, kokusuz etmek, kopya etmek, benzemek, imitate, copy
bir gaz) mind = akıl, akıl sahibi kişi
meticulous = çok titiz, çok dikkatli mine (fiil) = (kömür, maden vs.) çıkarmak
microbe = mikrop (hastalık yapan herhangi bir mine (isim) = mayın
mikroorganizma)

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 105

mine-sweeping = mayın tarama misinterpret = yanlış anlamak, misunderstand


miniaturize = minyatürleştirmek, minyatürize etmek mislead = yanıltmak, yanlış yönlendirmek, deceive,
(bir şeyin, aynı işi gören ama daha küçük misguide
ebatlı olanını üretmek) misleading = yanıltıcı, deceptive, zıt anl.= true, actual
minimal = asgari, en az, en düşük seviyede, least mismanagement = kötü yönetim, yönetim
minimally conscious state = (hastanın / kişinin) bozukluğu
bilincinin en alt seviyede olduğu durum misplace = yanlış yere koymak, mislay
minimize = minimize etmek, en aza indirmek, zıt mispricing = yanlış fiyatlandırma
anl.= maximize
misrepresentation = bilerek yanlış tanıtma
minimum = (çoğul: minima) bir dalganın en alt
miss out (on) = (bir fırsat veya deneyimden)
noktası
mahrum kalmak, (Living in the country, I often
mining = maden çıkarma, madencilik feel that I am missing out on the activities of
minister = bakan city life. = Kırsal bölgede yaşadığım için, şehir
minor = önemsiz, küçük, yok denecek kadar az, hayatının etkinliklerinden mahrum kaldığım
unimportant, insignificant, trivial, zıt anl.= gerçeği sıkça aklıma geliyor.)
major, considerable, significant missing = var olmayan, kayıp, absent, zıt anl.=
minority = azınlık present
minstrel = ortaçağda halk şairi, aşık, bard mission = (uçuş, operasyon vb.) görev
minuscule = çok küçük, minnacık, (For some time, mistakenly = yanlışlıkla, yanılgı içinde, incorrectly
that great painter had to live in this minuscule mistrust = güvensizlik, itimatsızlık, doubtfulness, zıt
room. = O büyük ressam bir zaman için bu anl.= trust
minnacık odada yaşamak zorunda kaldı.) misunderstanding = yanlış anlama / anlaşılma
minute (isim) = 1) dakika; 2) tutanak mitochondrial = mitokondriyal (hücre içinde enerji
minute (sıfat) = (maynyut şeklinde okunur) çok üretiminden sorumlu organel ile ilgili)
küçük, very small, tiny mixture = karışım, birleşim, combination
miracle = mucize moat = kale / saray hendeği
miraculous = mucizevi, doğaüstü, marvellous mobile phone = cep telefonu, cell phone
mirror (isim) = ayna mobilize = harekete geçirmek, seferber etmek
mirror (fiil) = yansıtmak, reflect mock = (yüzüne karşı) alay etmek, make fun of,
mirror neuron = ayna nöron (sadece insanın kendi (The children mocked their handicapped
hareketlerine değil, başka insanların friend. = Çocuklar, özürlü arkadaşlarıyla alay
hareketlerine de cevap / tepki veren nöron)1 ettiler.)
miscalculate = yanlış hesaplamak mode = usul, tarz, üslup
mischief = yaramazlık, haylazlık, fesat, kötülük, model year = 1) (bir uygulamanın) ilk kez
naughtiness, trouble, zıt anl.= good behaviour başlayacağı / deneneceği (pilot) yıl; 2) (araba
misconception = yanlış kavram / yorum / kanı, vs. için) model yılı
delusion modelling = modelleme (incelenen bir konuyu daha
misdiagnose = yanlış teşhis koymak iyi anlamak amacı ile onu daha basit ya da
daha küçük ölçekli bir modele indirgeme)
misdirect = yanlış yol göstermek, yanlış öğüt
vermek, kötü yönetmek / yönlendirmek, moderate (fiil) = hafifletmek, yumuşatmak,
mislead, misinform ılımanlaştırmak, curb, soften
miserable = perişan, sefil, mutsuz, unhappy, moderate (sıfat) = ılımlı, orta, ölçülü, sınırlı,
depressed reasonable, zıt anl.= extreme
miserably = çok kötü şekilde, fena halde, badly moderately = ölçülü / sınırlı şekilde, reasonably, zıt
anl.= extremely
misery = perişanlık, sefalet, büyük üzüntü, suffering,
distress modest = 1) ölçülü, sınırlı, moderate, zıt anl.=
excessive; 2) alçakgönüllü, gösterişsiz, ılımlı,
misfortune = talihsizlik, aksilik
humble, plain, zıt anl.= grand, immodest
mishandle = kötü yönetmek, kötü kullanmak,
modification = değişiklik, tadilat, alteration,
misconduct, maltreat, (The Prime Minister
reshaping
admitted that the crisis had been mishandled.
= Başbakan krizin kötü yönetildiğini kabul etti.)

www.bademci.com
106 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

modify = (küçük) değişiklikler yapmak, tadil etmek, more than unlikely = imkansızdan da öte, (Within
alter the limits of today’s technology, it is more than
moist = nemli, rutubetli, damp, wet, zıt anl.= dry unlikely to travel to stars. = Günümüz
teknolojisinin sınırları içerisinde, yıldızlara
moisture = nem, rutubet
yolculuk etmek imkansızdan da öte bir şey.)
mold = kalıp
moreover = bundan başka, ayrıca, üstelik,
molecule = molekül (iki veya daha fazla atomun additionally, furthermore
birleşmesiyle oluşan madde unsuru)
mores = töreler, görenekler, traditions
molten = erimiş, sıvılaşmış
morphological = morfolojik (şekilsel, biçimsel)
molten plate = eriyik plaka
mortality = ölümlülük, ölüm oranı
momentum = moment (bir cismin hızı ile kütlesinin
mortality rate = ölüm oranı
çarpımı)
mortality risk = ölüm tehlikesi
monarch = monark, kral, hükümdar, king, emperor
mortgage = ipotek (satın alınacak evi teminat
monetary = parasal, mali
göstererek düşük faizli ev kredisi kullanmak)
money laundering = kara para aklama (yasa dışı
mosquito-borne = sivrisinek tarafından taşınan
yollarla elde edilmiş parayı, kaynak ve kimlik
göstermeyi gerektirmeyen işlemler yaparak, Most certainly! = Kesinlikle!, Elbette!, Tabii ki!
yasal bir yatırım veya depolama aracına most unfair = çok haksız
aktarma) mostly = en çok
monitor = izlemek, denetlemek, gözetlemek, motherhood = annelik
gözlemlemek, takip altında tutmak, observe,
motion = hareket
supervise
motivate = motive etmek, harekete geçirmek, teşvik
monk = keşiş
etmek, cesaretlendirmek, excite, inspire,
monkey love-potion = maymun aşk iksiri (cinsel encourage, zıt anl.= discourage
iktidar veya arzu yarattığı düşünülen bir orkide
motivated = motive olmuş / edilmiş, güdülenmiş
ekstraktına verilen yerel bir isim)
motive = güdü, motivasyon, neden
monolingual = tek dilli, tek dil konuşan
motor development = motor gelişim (doğuştan
monologue = 1) monolog (kişinin tek başına yaptığı
itibaren hareketi mümkün kılan sinirlerin
konuşma); 2) bir kişinin, genellikle
gelişimi)
başkalarının konuşmasına izin vermeden tek
başına yaptığı konuşma motor information = beyinden, kasların hareketi için
gönderilen uyarı
monotonous = monoton, tekdüze
motor-command neuron = beyinden gelen emirle
monounsaturated fat = tekli doymamış yağ
hareket eden nöron
monozygotic twins = tek yumurta ikizleri, identical
motorist = motorcu (motorsiklet kullanıcısı)
twins, zıt anl.= dizygotic twins
mould = küf mantarı
monsoon = muson
mound = yığma tepe
monument = anıt, abide
mount = monte etmek, asmak, takmak, kurmak,
monument of stone = taş abide
install, place; 2) tırmanmak, yükselmek,
mood = ruh hali, mizaç artmak, climb, rise, ascend, zıt anl.= descend,
mood disturbance = ruh hali bozukluğu / fall
dengesizliği mountain range = dağ silsilesi, sıradağ
Moorish = Mağribi (8. ile 15. yy’lar arasında Fas’ta mountaineer = dağcı, mountain climber
yaşayan halka ait)
mouse = (çoğul: mice) fare
moral = ahlaki
movable = taşınabilir, nakledilebilir
moral judgements = ahlaki değerlendirmeler
move (fiil) = hareket etmek
morale = moral, iyi ruh hali
move (isim) = hamle
morally = ahlaki bakımdan, ethically
move about = dolaşmak, dolanmak
more or less = aşağı yukarı, az çok, hemen hemen
move in = 1) (eve vb.) taşınmak; 2) içeri girmek
more than double = iki katından fazlaya çıkmak
move off = yola çıkmak, (bir yerden) ayrılmak

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 107

move out = taşınarak / göçerek bir yerden ayrılmak muscle work = kas çalışması
move round = (bir yerde) gezinmek / hareket etmek musculature = kas sistemi
move through = (bir şey)’in içinde hareket etmek musculo-skeletal system = kas-iskelet sistemi
moveable type = hareketli / çıkarılabilir harfler (kaslar ve iskelet aracılığı ile hayvanların
kullanılarak baskı yapılan matbaa tekniği hareketini sağlayan sistem)
movement = hareket, akım mushroom = büyümek, yükselerek genişlemek,
expand, zıt anl.= collapse
mRNA = taşıyıcı ribonükleik asit (genetik bilgiyi
DNA’dan ribozoma taşıyan RNA molekülü), mushroom out = mantar gibi açılmak
messenger ribonucleic acid muskrat = misk sıçanı
much-respected = çok saygı gören must result . . . = kesinlikle şöyle sonuçlanıyordur . .
mucous coat = bazı uzuvların iç yüzünü kaplayan .
salgılı zar, sümüksü örtü mutant = mutant (mutasyona / genetik değişime
mucous membrane = sümüksü / müköz zar uğramış)
mucus = mukus (sümüksü salgı) mutate = genetik değişim (mutasyon) geçirmek
multibiIlion-dollar industry = milyarlarca dolarlık mutation = mutasyon (gen diziliminin doğal
endüstri farklılaşma nedeniyle veya radyasyon,
sıcaklık, virüsler gibi dış etkilerle değişime
multicellular = çokhücreli
uğraması)
multidisciplinary = birçok bilim dalını ilgilendiren,
mutual = karşılıklı, common, reciprocal
disiplinler arası, interdisciplinary
mycobacterium tuberculosis = tüberküloza sebep
multinational = çokuluslu şirket (dünyanın farklı
olan bir mikobakteri türü
ülkelerinde ticari varlığı bulunan şirket)
myocardial infarction = miyokard enfarktüsü (kalp
multi-storey = çok katlı
kasında besleyici damarın tıkanması
mummify = mumyalamak nedeniyle bölgesel doku ölümü), MI
munch one’s way through = (bir şey)’i azaltarak / myriad = çok büyük sayıda
tüketerek ilerlemek, yiyerek azaltmak
mysterious = gizemli, esrarlı
munitions = (çoğul kullanılır) savaş gereçleri,
mystery = gizem, sır, esrar, secret, enigma, zıt anl.=
mühimmat, cephane
revelation, explanation
murder = öldürmek, katletmek, kill
myth = söylence, efsane, mit, story, tale
muscle power = kas gücü
mythological = mitolojik, efsanevi

www.bademci.com
N N NN N

naively = safça, artlessly, zıt anl.= deviously natural selection = doğal seçilim (güçsüz bireylerin
naked eye = çıplak göz doğada hayatta kalamayarak elenmeleri,
bunun sonucunda güçlü bireylerin hayatta
naming = isimlendirme
kalarak soylarını devam ettirmeleri)
nanometre = nanometre, milimetrenin milyonda biri,
naturalist = doğabilimci
10-9 metre
naturalization = vatandaşlığa kabul etme
nanoparticle = 100 nanometreden daha küçük
boyutlu parçacık, nanocluster, nanopowder nature = doğa, mizaç, nitelik, tür, character, type
nanosize particle = 100 nanometreden daha küçük nature of gravity = yerçekiminin doğası
boyutlu parçacık, nanoparticle naughty = yaramaz, haylaz
nanotube = nanotüp (nano boyutlarda boru benzeri nausea = mide bulantısı, noze
bir yapı) naval = denize ait, deniz kuvvetlerine ait
nap = kestirmek, şekerleme yapmak naval explorer = deniz araştırmacısı
narcotic = narkotik (bilinci uyuşturan herhangi bir navigate = yönlendirmek, (bir deniz aracıyla)
kimyasal madde) denizde gezmek, seyretmek, yön bulmak
narrative = anlatım, account navigation = denizde yön / pozisyon bulma,
narrative essay = hikaye tarzında yazılmış deneme denizcilik, deniz veya uçak yolculuğu
narrative poem = içinde bir hikayenin anlatıldığı şiir navigator = (bir deniz aracıyla) denizde gezen kişi,
narrow (fiil) = daral(t)mak, contract, tighten, zıt anl.= (gemilerde) haritacı, yön bulucu
broaden near future = yakın gelecek
narrow (isim) = kısıtlı, dar, partial, zıt anl.= broad near one another = birbirlerinin yanında
narrow visible range = elekromanyetik spektrumun nearby = yakın, yakın(lar)da, yakında(ki), close
insan gözünün görebildiği yaklaşık 400-790 near-death = öleyazma, ölüme yakın
THz frekans aralığı, visible spectrum
nearly = neredeyse, hemen hemen, almost
narrowed = daral(tıl)mış
near-professional = profesyonele yakın
narwhale = narval, denizgergedanı (arktik denizlerde
nearsighted = miyop (uzağı göremeyen)
yaşayan bir tür beyaz balina)
neatly = düzgün / tertipli bir şekilde, tidily, carefully,
nasty = kötü, çirkin, ayıp, pis
zıt anl.= carelessly, untidily
nasty-tasting = tadı berbat olan
necessarily = ister istemez, muhakkak, illa ki,
national health scheme = ulusal sağlık planı unquestionably, undoubtedly, zıt anl.= possibly
national park = milli park (genellikle bir bölgedeki necessary = gerekli, zorunlu, zaruri, önemli,
doğal yaşamı koruma amaçlı olarak essential, zıt anl.= unnecessary
oluşturulan koruma alanı)
necessitate = gerektirmek, zorunlu kılmak, require,
nationalise = devletleştirmek, kamulaştırmak call for
nationals from other EU countries = uyruğu başka needlessly = boşu boşuna, ortada hiçbir şey yokken,
AB ülkeleri olan kişiler gereksiz yere, unnecessarily
native (isim) = yerli, zıt anl.= foreign needy = yoksul, ihtiyaç sahibi
native English speaker = anadili İngilizce olan negative press = gazetelerde bir kişi, konu vs.
kimse hakkında kötü haber çıkması
native to (sıfat) = (bir yer)’in yerlisi, (bir yer)’e ait / neglect = ihmal etmek, savsaklamak, aldırmamak,
özgü, indigenous, zıt anl.= foreign, (Kangaroo ignore, zıt anl.= care for, concern
is native to Australia. = Kanguru Avustralya’ya
negligence = ihmalkarlık, inattentiveness, zıt anl.=
özgü bir hayvandır.)
diligence
natural causes = doğal nedenler / sebepler
negligent = ihmalkar, inattentive, zıt anl.= diligent

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 109

negligible = önemsiz, yok denecek kadar az, ihmal neurotransmitter = nörotransmitter, nörotaşıyıcı
edilebilir, insignificant, minor, zıt anl.= (hücrelerarası sinirsel iletişimde görev alan
considerable, significant kimyasal madde)
negotiate = müzakere etmek, görüşmek, discuss, neutrality = tarafsızlık
debate neutralize = 1) nötralize etmek (asidik veya bazik bir
negotiation = müzakere, görüşme, debate çözeltiyi nötr hale getirmek); 2) (askeri) etkisiz
negotiator = 1) bir antlaşmanın taraflarından biri; hale getirmek (esir etmek, savaşamaz hale
2) arabulucu getirmek, yok etmek)
neighbour = komşu olmak, çevresinde bulunmak neutrino = nötrino (elektriksel yükü olmayan atomaltı
bir parçacık)
neighbourhood = semt, mahalle, district
neutron emission = nötron emisyonu (bazı ağır
neonatal = doğumdan sonraki dört hafta ile ilgili
atomların çekirdeklerinden bir nötronun dışarı
neoplasia = neoplazi (yeni ve anormal hücre atılması ile meydana gelen radyoaktif
çoğalması) bozunma)
nephron = nefron (böbreğin işlev yapan en küçük Nevada = ABD’de bir eyalet
anatomik birimi)
never before = daha önce asla
nerve = sinir
never to return = geri dönmemek üzere
nerve fibre = sinir lifi
nevertheless = yine de, bununla birlikte, however,
nerve process = sinirlerin çalışması esnasında even so
gerçekleşen işlemler
New England = Yeni İngiltere (İngiltere’den Kuzey
nervous = sinirli, asabi, anxious, zıt anl.= calm Amerika’ya göç eden ilk kolonistlerin yerleştiği
nervous system = sinir sistemi bölge)
nesting = yuvalanma, yuva yapma New World = (the New World şeklinde kullanılır)
Netherlandic (isim) = Hollandaca diline verilen Yeni Dünya (Kuzey ve Güney Amerika)
isimlerden biri, Dutch newborn = yenidoğan
Netherlandic (sıfat) = Hollanda’ya ait, Hollandaca’ya newcomer = yeni gelen kimse
ait, Dutch news-editorial staff = muhabirlerden gelen ham
Netherlands = (the Netherlands şeklinde kullanılır) haberi düzenleyerek yayına hazırlayan
Hollanda, Holland personel
network = ağ, şebeke niche = niş (duvar içinde bırakılan oyuk, göz, hücre)
neural network = nöral / sinirsel ağ nickel = nikel (parlatılabilen bir metal)
neural tissue = sinir dokusu nickname (isim) = takma ad, lakap
neurodegenerative = sinir dokusunun zamanla yok nickname (fiil) = takma isim koymak
olması ile ilgili, (hastalık, kimyasal madde vs. Nigerian = Nijerya ile ilgili, Nijerya’ya ait
için) sinir dokusunu zamanla yok eden
nightmare = kabus, karabasan
neurologic loss = nörolojik kayıp
nightmare possibility = kabus senaryosu, en kötü
neurological = nörolojik (sinir sistemiyle ilgili) olasılık
neurological disorder = nörolojik bozukluk / Nineveh = Ninova (bugün Irak topraklarında yer
hastalık alan, Dicle Nehri üzerindeki antik bir Asur
neurological wiring = sinirlerin yapısal şekli, sinir kenti)
sistemi nitric acid = nitrik asit (kimyasal formülü HNO3 olan,
neuron = nöron, sinir hücresi oldukça aşındırıcı, zehirli ve kuvvetli bir asit)
neuronal system = nöronal sistem (sinir hücresi no doubt about it = hiç süphe yok
sistemi) no easy matter = kolay bir şey değil
neuroscience = sinir bilimi no grounds for … = (bir davranış vs.) için hiçbir
Neuroscience Research Programme = Sinir Bilimi gerekçe / neden yok
Araştırma Programı no less promising (than) = (birşey)’den daha az
neuroscientist = sinir bilimci umut vaat etmeyen, en az o kadar umut vaat
neurosurgeon = beyin ve sinir cerrahı, nöroşirurji eden
uzmanı

www.bademci.com
110 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

no less than = en az (başka bir şey ya da birisi) nonsense = saçmalık, rubbish


kadar normal pattern of growth = büyümenin normal
no longer = artık / daha fazla bir durumun olmaması, seyrinde gitmesi
artık değil, no more, (I no longer trust him. = not at all = hiç . . . değil, (be not at all helpful = hiç
Artık ona güvenmiyorum.) yardımcı olmamak)
no longer the case = artık durum öyle değil / artık not necessarily = tam olarak değil, zorunlu değil,
durum farklı mutlaka öyle olması gerekmez
no more than smt = bir şey olmaktan öteye geçmez not that I know of = bildiğim kadarıyla yok / değil,
no point in doing smt = bir şey yapmanın yararı / not to my knowledge
anlamı yok not to mention . . . = . . . ’yı saymazsak / hesaba
Noah’s flood = Nuh Tufanı katmazsak, (üstelik) bir de . . . yönü var, . . . da
nobleman = asilzade, soylu cabası, (not to mention a lot of money =
gereken çok miktarda parayı saymazsak), (not
nocturnal = nökturnal (gece yaşayan)
to mention ugly looking = çirkin görünmeleri de
nodule = yumru, düğüm, nodül cabası)
noise = (elektronikte) gürültü, istenmeyen sinyal not to my knowledge = bildiğim kadarıyla hayır /
noise pollution = gürültü kirliliği değil, benim bilgim dahilinde değil, not that I
noise-induced = gürültü kaynaklı, gürültünün neden know of
olduğu notable = dikkate değer, remarkable
nomadic = göçebe, göçebelere ait, (These tribes notably = bilhassa, dikkat çekecek derecede, dikkate
have a nomadic way of life. = Bu kabilelerin değer bir şekilde, particularly, remarkably
göçebe bir yaşam tarzları var.) notation = işaret veya rakamlarla gösterme sistemi,
nomenclature = terminoloji notasyon
nominally = önemsiz / düşük oranda note (fiil) = 1) belirtmek, (bir şey)’e dikkat çekmek,
nominate = 1) aday göstermek; 2) atamak, (bir şey)’den söz etmek, dikkat etmek, fark
görevlendirmek, appoint etmek, farkına varmak, notice; 2) not tutmak
nomination = adaylık note (isim) = 1) banknot, not, nota, senet; 2) (derste
noncancerous = kanserli olmayan vs. tutulan) not
noncompliance (with) = (bir şeye) uymama / uygun nothing at all = hiç ama hiçbir şey, (The man who
davranmama reads nothing at all is better educated than the
man who reads nothing but newspapers. =
noncompliance with medical directions = (bir Hiçbir şey okumayan bir adam, gazeteden
hasta için) (doktorun) tıbbi talimatlarına, başka bir şey okumayan adamdan daha iyi
önerilerine uymama / uygun davranmama eğitimlidir.)
nondepletable = tükenmez, tüketilemez nothing but . . . = . . . ’dan başka hiç bir şey, nothing
nondrug = ilaçsız other than . . .
nonetheless = bununla birlikte, her şeye rağmen, nothing less than = hiç de önemsiz olmayan,
however, even so, nevertheless yabana atılamayacak
non-evergreen = (bitkiler için) her mevsim yeşil nothing short of perfection = mükemmelden daha
kalmayan az / yetersiz değil
nonfiction = kurgusal olmayan düz yazı, zıt anl.= noticeable = belirgin, dikkate değer açık, farkedilir,
fiction apparent, conspicuous, visible, detectable, zıt
nonlethal = öldürücü / çok zararlı olmayan anl.= ambiguous, hidden, (The new tax
nonoil sector = petrol dışı sektör system did not have any noticeable effect
upon the rate of economic growth. = Yeni vergi
nonparametric = (veri için) olasılık dağılımına bağlı
sisteminin, ekonomik büyüme oranı üzerinde
olmayan veya derecelendirilebilen ama sayısal
dikkate değer bir etkisi olmadı.)
olarak kesin bir şekilde ifade edilemeyen
noticeably = belli / açık / fark edilir bir şekilde,
nonpharmacological = (tedavi vs. için) ilaç
apparently, remarkably, markedly, clearly, zıt
kullanılmayan, ilaçsız
anl.= ambiguously, vaguely
nonprescription drug = reçetesiz satılan / reçeteye
notion = düşünce, fikir, inanç, idea, thought
tabi olmayan ilaç, over-the-counter
medication, zıt anl.= prescription drug notorious = dile düşmüş, adı çıkmış, (kötü) ün
yapmış, aşikâr, well-known, obvious

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 111

not-too-distant = çok uzak olmayan, near numerical = sayısal


nourish = beslemek, feed numerous = sayısız, çok, pek çok, many, several, zıt
nourishment = beslenme anl.= few
novel (isim) = roman nursery = 1) çocuk yuvası, kreş, çocuk odası;
2) fidanlık
novel (sıfat) = yeni, yeni çıkmış, orijinal, original,
fresh, unique, zıt anl.= old, traditional nutrient = 1) besleyici madde; 2) yemek, gıda, food
novelist = romancı nutrient absorption = gıda emilimi
novelty = yenilik, yeni çıkmış şey, freshness nutrient composition = besin bileşimi
now that = artık şöyle olduğuna göre…, madem ki… nutrient deficiency = besin yetersizliği, eksikliği
noxious = zararlı, öldürücü nutrition = beslenme, nourishment, (There are
alternative sources of nutrition to animal meat.
NSAID = steroid içermeyen antienflamatuvar ilaç
= Hayvan etine alternatif beslenme kaynakları
(aspirin gibi ağrı, ateş ve iltihabı azaltan ancak
mevcuttur.)
narkotik olmayan ilaç), non-steroidal anti-
inflammatory drug nutrition status = beslenme durumu
nuance = nüans, ince ayrıntı nutrition supplement = genellikle ek vitamin ve
mineral içeren beslenme desteği
nuclear = nükleer (atom çekirdeği ile ilgili)
nutritional = beslenmeyle ilgili
nucleation = nüve / çekirdek halini alma
nutrition-conscious = beslenme bilincine sahip olan
nucleus = (çoğul: nuclei) (atom, hücre vs. için)
çekirdek nutritionist = nütrisyonist (beslenme ya da gıda
uzmanı)
nuisance = rahatsızlık, rahatsız eden şey, baş belası,
irritation, annoyance, pain in the neck nutritious = besin değeri yüksek, besleyici,
nourishing, wholesome
numb = uyuşmuş, hissizleşmiş, (I will give you an
injection and the tooth will go completely nutritive = besleyici
numb. = Size bir iğne yapacağım ve diş
tamamen uyuşacak.)

www.bademci.com
O O OO O

oats = yulaf obstacle = engel, difficulty, hindrance


obese = obez (aşırı şişman) obstinately = inatla, dik başlılıkla, stubbornly
obesity = obezite (aşırı şişmanlık) obstruct = engellemek, tıkamak, block, impede, zıt
obesity epidemic = obezite (aşırı şişmanlık) salgını anl.= clear
object (to) (fiil) = itiraz etmek, karşı çıkmak, disagree obstruction = engelleme, zorluk çıkarma,
(with), disapprove (of), zıt anl.= agree (with), impediment, hindrance, zıt anl.= release
approve (of) obstructive = engelleyen
object (isim) = amaç, hedef, purpose, goal, objective obtain = elde etmek, acquire, earn, get
objection (to) = itiraz, karşı çıkma, onaylamama, obtainable = elde edilebilir, ulaşılabilir, acquirable,
doğru bulmama, disapproval (of), opposition within reach
(to / against), criticism (of), zıt anl.= agreement obtrusive = göze batan, kendini belli eden,
(to) conspicuous, prominent, zıt anl.= unobtrusive,
objective (isim) = amaç, gaye, goal, aim inconspicuous
objective (sıfat) = nesnel, objektif, unbiased, zıt obvious = açık, belli, aşikâr, görünürdeki, göze
anl.= subjective çarpan, apparent, visible, evident, clear, zıt
objectivity = nesnellik anl.= obscure, hidden, ambiguous
obligation = yükümlülük, sorumluluk, zorunluluk, obviously = açıkça, bariz bir şekilde, belli ki,
responsibility, commitment görünüşe göre, evidently, apparently
obligatory = (uyulması) zorunlu, compulsory, occasion = 1) (genellikle) önemli, büyük olay, event;
binding, zıt anl.= optional, voluntary 2) fırsat, vesile, opportunity; 3) gerek, neden,
cause
oblige to = (bir şey)’e mecbur etmek, zorunlu /
yükümlü kılmak, compel, obligate occasional = ara sıra olan, infrequent, zıt anl.=
frequent
obliged (to) = zorunlu, mecbur, yükümlü, compelled
(to), forced (to) occasionally = bazen, ara sıra, (every) now and then,
from time to time, once in a while, zıt anl.=
obscure (fiil) = örtmek, (örn. duman ile) örterek
frequently, often
gizlemek, (fotoğrafı / görüntüyü) bulandırmak
occupant = bir yeri işgal eden, işgalci
obscure (sıfat) = belirsiz, bulanık, karanlık, dim,
mysterious, zıt anl.= clear occupation = 1) işgal, invasion, seizure; 2) iş,
meslek, uğraş, profession, vocation
observation = gözlem, izleme
occupational = mesleki
observatory = gözlemevi, rasathane
occupy = 1) işgal etmek, invade; 2) (bir yer)’de
observe = 1) gözetlemek, gözlemlemek, gözlemek,
yerleşik olmak, reside (in)
izlemek, monitor; 2) fark etmek, görmek,
notice, zıt anl.= be unaware of occur = olmak, meydana gelmek, happen, take place
obsession = obsesyon, takıntı, saplantı occurrence = tekrar oranı, oluş sıklığı, insidans,
incidence, happening
obsessive = 1) saplantılı, compulsive; 2) aşırı,
excessive oceanic = okyanuslar ile ilgili
obsessive behaviour = obsesif davranış (bir kişinin odd = 1) garip, tuhaf, funny, strange, peculiar, (It is
zihnini, irade ve isteği dışında devamlı meşgul odd that an anaesthetist’s role in an operation
eden davranış türü) is usually ignored. = Bir ameliyatta anestezistin
rolünün genellikle görmezden gelinmesi tuhaf
obsolete = (yenisi ve daha gelişmişi çıktığı için)
bir şey.); 2) tek (sayı)
modası geçmiş, kullanılmayan, eski, demode
olmuş, terk edilmiş, yürürlükten kalkmış, old- odds = (çoğul kullanılır) şans, olasılık, ihtimal,
fashioned, outmoded, zıt anl.= new, chances, probability
contemporary, modern odour = koku, smell, scent

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 113

of a similar nature = benzer özellikleri olan on condition that = şartıyla, koşuluyla, in the event
of its own accord = kendiliğinden, by itself that
of no importance = önemsiz, of no account on demand = istek / talep üzerine, on request
of this nature = bu türden, bu mahiyette on its way to = (bir şey) olma yolunda, (bir yer)’e
ulaşma yolunda
of this type = bu tip(ten), bu tür(den)
on moral grounds = ahlaki açıdan / nedenlerle
off the coast (of) = (bir yer)’in kıyısından açıkta
on occasion = zaman zaman, bazı durumlarda
offence = suç, crime
on one condition = bir şartla
offender = saldırgan, suçlu
on site = yerinde, mahallinde
offensive = saldırgan, aggressive, zıt anl.= defensive
on such a scale = bu boyutta
offensively = kaba şekilde, rudely, zıt anl.= politely
on that account = o nedenle, o yüzden
offer = 1) sunmak, arzetmek, sağlamak, provide,
present; 2) önermek, teklif etmek, propose, on the brink of extinction = nesli tükenmenin
suggest eşiğinde
offered = sunulan on the contrary = aksine, tersine, bilakis, contrarily
offhand = düşünmeden on the grounds that. . . = (bir olay vs.)’nin olması /
meydana gelmesi nedeniyle / gerekçesiyle, on
officer = subay, (polis için) memur
the basis (of / that), because
official = memur
on the increase = artışta
offset = karşılamak, dengelemek, counterbalance
on the issue of = … konusu üzerinde / … hakkında
offshore = 1) kıyıdan uzak(ta); 2) (banka hesabı vs.
on the one hand . . . on the other . . . = bir yandan . . .
için) ülke dışında
diğer yandan . . .
off-stage = sahne dışında
on the one side = bir yandan, bir tarafta, on the one
oftentimes = sık sık, çokça, often, frequently hand
oil = ham ya da işlenmiş halde petrol on the other hand = . . . diğer / öte yandan
oil palm = yağlık hurma ağacı on the other side = öte yandan, on the other hand
oil supplies = petrol arzı, petrol rezervleri on the part of the pilots = pilotlardan yana, pilotlarla
oil tanker = tanker (ham petrol taşımakta kullanılan ilgili
büyük gemi) on the verge of = (bir şey olma)’nın sınırında, on the
oil weapon = (ekonomik olarak) petrol kozu / silahı brink of
old-age pension = yaşlılık sigortası, emeklilik on the whole = genel olarak, bütün olarak
sistemi alındığında, generally, by and large, overall
old-fashioned = geleneksel, eski moda on their own = kendi başlarına
olive oil = zeytinyağı on trial = deneme safhasında
Olympic Committee = Olimpiyat Komitesi once = bir kez / sefer / defa
(Olimpiyatları düzenlemekle görevli komite) once more = bir kez daha, yeniden, again
Olympic Games = Olimpiyat Oyunları (4 yılda bir once rarely found = bir zamanlar nadir
düzenlenen uluslararası spor etkinliği) bulunur(lar)ken. . .
Oman = Umman (Arap Yarımadası’nda bir ülke) once-endangered = bir zamanlar tehlike altında
on a large scale = geniş çapta olan
on a mass scale = kütlesel boyutta one another = birbirleri(ni / ne), each other
on a massive scale = muazzam boyutlarda one for one = bire bir
on a scale unseen for decades = onlarca yıldır one in a million = milyonda bir
görülmeyen bir boyutta one might presume that = şöyle bir tahmin
on a vast scale = çok geniş ölçekte, büyük oranda yapılabilir ki…, denilebilir ki…
on account of = (bir şey)’den dolayı, için, nedeniyle, one way or an / the other = bir şekilde, öyle veya
because of, for the sake of böyle
on average = ortalama olarak one-half = yarı, bir bölü iki
on behalf of = (bir kişi)’nin / (bir şey)’in adına / one-third = üçte bir, bir bölü üç
namına one-to-one = birebir, yüz yüze

www.bademci.com
114 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

one-to-one mapping = birebir eşleme oppressed = ezilmiş / baskı altında, exploited, (the
one-way = tek yönlü geçirgen, dışarıdan içini oppressed = ezilmiş / baskı altında olan
göstermeyen (cam vs.) kişiler)
ongoing = süregelen, devam eden, continuing, zıt optimism = iyimserlik, zıt anl.= pessimism
anl.= completed optimist = iyimser, zıt anl.= pessimist
online = çevrim içi (internet veya başka bir bilgisayar optimistic = iyimser, zıt anl.= pessimistic
ağına bağlı olma hali) option = opsiyon, seçenek, seçim hakkı, alternative,
only recently = daha yeni choice
onset (of) = (bir şeyin) başlangıcı, ilk adım, hamle, optional = isteğe bağlı, seçmeli, voluntary, elective,
atılım, beginning, start, zıt anl.= end, zıt anl.= obligatory, compulsory
termination oral cancer = ağız kanseri
onwards = (bir zaman)’dan başlayarak / itibaren oral hygiene = ağız temizliği
opacity = opaklık (saydam olmama hali) oral literature = sözlü edebiyat
open up = 1) başlatmak, yol açmak, pave the way orbit (fiil) = (bir şey)’in yörüngesinde dolanmak
for; 2) (bir yerin) gelişmesine imkân vermek,
orbit (isim) = yörünge, (in orbit of / around = (bir
ulaşılabilir hale getirmek
şey)’in yörüngesinde)
open up the body to invasion = vücudu (mikrop
orbital = yörüngesel, yörüngedeki
vs.) istilasına açık hale getirmek
orbiter = görevi yörüngede dolanmak olan uzay
openness = açıklık, şeffaflık
aracı, zıt anl.= lander
operate = çalış(tır)mak, işle(t)mek, run, function,
orchard = meyve bahçesi
work
orchid = orkide
operating = çalışmakta / işlemekte olan, running,
functioning ordeal = karakter veya dayanıklılık denemesi, büyük
sıkıntı
operating room = ameliyathane, operating theatre
order = 1) düzen, işleyiş, zıt anl.= chaos; 2) sebep
operation = 1) operasyon, harekat, ameliyat;
2) çalışma, işleme, iş, running, functioning ordered arrangement = düzenli yerleşim
opioid = uyuşturucu etki yapan orderly = düzenli, düzgün, sistemli, regulated, zıt
anl.= disorderly, chaotic
opium poppy = haşhaş
ordinary = 1) sıradan, alelade; 2) olağan, alışılmış,
opponent = rakip, hasım, düşman, muhalif, karşıt,
her zamanki, usual, regular, zıt anl.= unusual
antagonist, competitor, enemy, rival,
opposition ore = cevher, (iron ore = demir cevheri, ham demir)
opportunist = fırsatçı, (Some opportunist bacteria are organic compound = organik bileşik (yapısında
known to wait for years until a person’s karbon içeren bileşik)
immune system is weakened. = Bazı fırsatçı organism = organizma, canlı varlık
bakterilerin, kişinin bağışıklık sisteminin orient = yöneltmek, ayarlamak, align, adjust
zayıflamasını yıllarca bekledikleri orientate = yönlendirmek, yöneltmek, alıştırmak,
bilinmektedir.) familiarise (with)
opportunity = fırsat, prospect, chance orientated = odaklı, (chemically orientated = kimyasal
oppose = karşı koymak, karşı çıkmak, itiraz etmek, odaklı)
direnç göstermek, protest, resist, zıt anl.= orifice = (bir organ, bir kanal ya da bir boşluğu
support dışarıya ya da anatomik bir yapıya bağlayan)
opposed to = karşı, aleyhinde, against, zıt anl.= in açıklık ya da delik
favour of origin = köken
opposing = karşı / karşıt, zıt originally = ilk başta, başlangıçta, in the beginning
opposable thumb = işaret parmağına göre ters originate = (ilk defa) ortaya çıkmak, doğmak,
durması sayesinde nesneleri kavrama meydana gelmek, emerge, arise, zıt anl.=
kabiliyetini arttıran başparmak terminate
opposition = muhalefet, karşı koyma, direniş, ornament = süsleme, süs
resistance
ornamental = dekoratif, süs olarak kullanılan

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 115

ornamentally = süs olarak, süsleme amacıyla out-of-favour = gözden düşmüş, zıt anl.= in favour,
orthopedist = ortopedist (uzmanlık alanı, kemik, favoured
eklem ve kaslardan oluşan hareket outpatient = ayakta tedavi edilen hasta
sistemindeki bozuklukları tedavi etmek olan outperform = daha iyi performans göstermek,
doktor) surpass, excel, zıt anl.= fall behind
oscillate = salınmak, gidip gelmek, dalgalanmak output = 1) randıman, çıktı, üretim, verim, product,
oscillation = salınma, dalgalanma yield, zıt anl.= input; 2) belli bir zaman süresi
osteoclast = kemik hücrelerinin yıkımından ve içinde bir organda oluşan ve organ aracılığıyla
rezorpsiyonundan sorumlu hücreler dışarı atılan madde miktarı
other than = dışında, haricinde outrage = büyük öfke
otherwise = yoksa, aksi takdirde, or else, or outrageous = haddi aşan, ahlaksız, çirkin, insafsız,
(fiyat için) fahiş, disgraceful, horrible, wicked,
otter = su samuru
zıt anl.= decent
ought to = -meli / -malı, should
outright = kesin, tam, düpedüz, complete, definite,
oust = yerinden etmek, çıkarmak, kovmak zıt anl.= hidden
out of proportion = orantısız, ölçüleri uyumsuz outset = başlangıç noktası, beginning
(aşırı büyük veya küçük), zıt anl.= in
outsider = bir grubun dışında olan kişi
proportion
outstanding = önde gelen, başlıca, leading, zıt anl.=
outboard = (motor için) dıştan / kıçtan takma, zıt
ordinary
anl.= inboard
outstretched = iyice açılmış
outbreak (of) = 1) ortaya çıkma, baş gösterme,
patlak verme, happening; 2) salgın, epidemic outward = dışa doğru, outer, zıt anl.= inward
outcome = sonuç, result, aftermath outweigh = daha ağır basmak, exceed, surpass, be
superior to
outcry = protesto, haykırış, bağırma, protest, uproar
ovary = yumurtalık
outdated = modası geçmiş, kullanımdan kalkmış,
obsolete, out-of-date over a cup of tea = bir yandan çay içerken
outdo = geçmek, geride bırakmak over against = tersine, karşısında, kıyaslandığında,
as opposed to, in contrast with, (Over against
outer solar system = dış güneş sistemi (Güneş
heaven is hell. = Cennetin tersi cehennemdir.),
Sistemi’nin, Neptün gezegeninin ötesindeki
(the benefits of private education over against
bölgesi), trans-Neptunian region
state education = devlet eğitimiyle
outermost = en dışta kalan kıyaslandığında özel eğitimin yararları)
outgrow = (büyüyünce) (bir alışkanlık vs.)’den over the course of centuries = yüzyıllar içerisinde
vazgeçmek, (yaşça) geride bırakmak
over the past 40 years = geçen 40 yılda / yıl
outlawed = yasaklanmış, yasadışı ilan edilmiş, boyunca
prohibited, banned, zıt anl.= allowed, permited
over time = zamanla, zaman içinde
outlay = masraf, gider, harcama, expense,
overall = genel, toplam, kapsamlı, general, total,
expenditure
comprehensive, zıt anl.= particular, specific
outlet = çıkış, çıkış noktası / yolu
overall negative impact = geniş çaplı olumsuz etki
outline (fiil) = taslağını çizmek, ana hatlarıyla
overarousal = aşırı uyarılma (duygusal olarak uzun
belirtmek, lay out, describe
süreli aşırı uyarılma / heyecanlanma)
outline (isim) = taslak, sketch, draft
overbearing = otoriter, zorba, ezici, despotic,
outlook = bakış açısı, görünüm, gelecek, manzara, oppressive, zıt anl.= democratic
viewpoint
overcast = bulutlu / kapalı hava
outlying = uzak, uzakta bulunan
overcome = aşmak, üstesinden gelmek, yenmek,
outnumber = sayıca geçmek, exceed, surpass defeat, get over, zıt anl.= retreat, surrender
out-of-date = modası geçmiş, tarihi geçmiş, eski (to), (She overcame her fear of the dark by the
tarihli, işe yaramaz, obsolete, outdated, zıt help of a psychiatrist. = Karanlık korkusunu bir
anl.= up-to-date, (I don’t trust that dentist. He psikiyatrın yardımı ile yendi.)
is still using some out-of-date equipment and overconcentration = aşırı yoğunlaşma
apparatus. = O diş hekimine güvenmiyorum.
overcorrect = düzeltirken aşırıya kaçmak
Hala modası geçmiş aletler kullanıyor.)

www.bademci.com
116 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

overcrowded = aşırı kalabalık, çok dolu oversimplify = hafife almak, fazlaca basitleştirerek
overdraw = (bir kaynağı) aşırı kullanmak açıklamak, aşırı yalınlaştırmak, simplify
overeating = aşırı yeme overstimulate = aşırı uyarmak
overemphasised = aşırı vurgulanmış overt = açık olarak, ortada, obvious, apparent,
visible, zıt anl.= hidden, covert
overestimate = fazla tahmin etmek, abartmak,
overrate, zıt anl.= underestimate overtake = (yönetimi / idareyi / mülkiyeti) devralmak,
ele geçirmek, yerinden ederek yerine
overexercise = gereğinden fazla spor yapma
yerleşmek
overfarming = aşırı tarım
over-the-counter drug = reçetesiz ilaç,
overfed = aşırı beslenmiş nonprescription drug, zıt anl.= prescription
overflow = taşmak drug
overgrazing = aşırı otlatma over-the-counter sleep aid = reçetesiz satılan
overgrow = (bitki için büyüyerek) (bir yeri) sarmak, uyumaya yardımcı ilaç
kaplamak overtime = fazla mesai
overgrown = aşırı büyümüş overturn = altüst etmek, devirmek, bozmak, upset
overhanging = (saçak vs. şeklinde) dışarıya doğru overuse = gereğinden fazla kullanmak, over-
çıkıntı yapan / uzanan consumption, zıt anl.= spare
overharvesting = aşırı avlanma overuse = aşırı kullanım, over-consumption, zıt anl.=
overhaul = onarım için elden geçirme economizing
overland = karadan overvalue = aşırı / ederinden fazla değerlenmek
overloading = aşırı yüklemek, doldurmak overview = genel bakış, özet(leme) şeklinde sunum
overlook = dikkate almamak, gözden kaçırmak, overweight = fazla / aşırı kilolu
disregard, ignore, miss, zıt anl.= notice, spot overwhelmingly = büyük / ezici bir çoğunlukla,
overlooking = tepeden / yüksekten bakan predominantly
overly = fazla, aşırı derecede, excessively overworked = 1) aşırı çalış(tırıl)mış, exploited;
overnight = bir gece içinde (birdenbire anlamında) 2) (bir tiyatro oyunu vs. için) çok fazla
oynanmış
overprotected = aşırı korunan
ovule = yumurtacık (bitkilerde döllenmeden sonra
overprotective = aşırı koruyucu tohuma dönüşen yapı)
overrate = gereğinden fazla önemsemek, magnify, owe = borçlu olmak
overestimate, zıt anl.= underrate
owing to = nedeniyle, yüzünden, because of, due to
overreact = aşırı / kontrolsüz reaksiyon göstermek
owner = sahip
override = (önemce) üstüne çıkmak, (diğerini) ikinci
plana itmek oxidative = oksidatif (oksitleyici gücü olan)
overrun = 1) istila etmek, invade, occupy; 2) üzerini oxidative stress = oksidatif stres (biyolojik bir
kaplamak, üzerinden geçmek sistemin ürettiği aktif oksijeni yeterli hızda
nötralize edememesi veya oluşan hasarı
overseas = denizaşırı yeterli hızda giderememesi durumu)
oversee = göz kulak olmak, bakmak, supervise, look oxygen concentration = oksijen konsantrasyonu /
after yoğunluğu
oversensitive = fazla hassas, çabuk kırılan (kişi), ozone layer = ozon tabakası (atmosferin üst
easily hurt, zıt anl.= thick-skinned kısmında bulunan, güneşten gelen morötesi
oversight = gözetim ışınları tutan tabaka)

www.bademci.com
P P PP P

pace = 1) hız, tempo, rate, tempo; 2) adım, step, pancreas = pankreas (midenin hemen altında yer
footstep alan, kimi sindirim enzimlerini salgılamakla
pacemaker-like = kalp atışını düzenleyen / görevli organ)
ayarlayan cihaza benzer / benzeyen pancreatic = pankreatik (pankreas ile ilgili)
pack = tıka basa / sıkı sıkıya doldurmak pandemic = pandemik, (geniş bir bölgede /
pad = bazı hayvanların ayaklarının altındaki kıtalararası) salgın hastalık, epidemic
yumuşak taban, yastıkçık panel = panel (tartışma gurubu)
paddy = çeltik / pirinç tarlası panic = paniğe kapılmak
paediatrician = pediyatrist (çocuk hastalıkları paper = 1) gazete, newspaper; 2) makale, article;
uzmanı) 3) araştırma, bildiri, dönem ödevi
pagan = çoktanrılı dinlere inanan, putperest papillary dilation = gözbebeğinin açılması /
pain = ağrı, sızı, acı, ache, hurting genleşmesi
pain syndrome = ağrı sendromu (nöbetler halinde paralysed = felç olmuş, işlevini kaybetmiş
ya da devamlı ağrı ile belirgin durum / paralysis = paraliz, felç, inme
rahatsızlık) paralyze = felç / kötürüm etmek, sakatlamak,
painkiller = ağrı kesici / dindirici, analgesic (drug) çalışamaz hale getirmek, cripple, disable
pale = soluk, uçuk renkli, donuk, faint, zıt anl.= dark, paramount = üstün, en önemli, başlıca, principal
bright parasite = parazit, asalak (diğer bir organizma
paleoanthropologist = paleoantropolog üzerinde ya da içinde, gıdasını ondan temin
(paleoantropoloji ile uğraşan bilim insanı) ederek ve karşılığında ona hiçbir yarar
paleoanthropology = paleoantropoloji (ilkel sağlamadan yaşayan canlı)
insanları ve insanın evrimsel geçmişini paratyphoid = paratifo (tifoya benzer ama genellikle
inceleyen bilim dalı) daha hafif seyreden bir hastalık)
paleoethnobotany = paleoetnobotanik (arkeolojik parent company = ana şirket (başka şirketlere sahip
alanlardaki bitki kalıntılarını inceleyen bilim olan veya onları kontrol eden şirket)
dalı), archaeobotany parent = (genellikle çoğul kullanılır) anne ya da
paleontological = paleontolojik (paleontoloji ile ilgili) babadan herhangi biri
paleontologist = paleontolojist (paleontoloji ile parental = ebeveyne (anne ve / veya babaya) ait
uğraşan bilim insanı) parental separation = ebeveynlerin (anne ve
paleontology = paleontoloji (bitki ve hayvan babanın) ayrılığı
fosillerini inceleyerek tarih öncesi yaşamı Parkinson’s disease = Parkinson hastalığı
araştıran bilim dalı) (genellikle ileri yaşlılık döneminde görülen,
paleozoic = paleozoik dönem (balıkların, böceklerin kaslarda, istemli hareketlerde, el ve
ve sürüngenlerin ortaya çıktığı 230 ile 570 bacaklarda, çiğneme, yutma, konuşma ve
milyon yıl öncesi arasındaki dönem) yürümede bozukluk ve anlamsız yüz ifadesi ile
palette = (boya için) palet belirgin nörolojik hastalık)
pallasite = palazit (bir çeşit zeytuni renkli meteorit) parliament = parlamento, meclis
Panama Canal = Panama Kanalı (Orta Amerika’nın parliamentary = parlamento ile ilgili
en güney ülkesi Panama’da yer alan ve Atlas parliamentary election = genel seçim, milletvekili
Okyanusu ile Büyük Okyanus’u birbirine seçimi
bağlayan yapay suyolu) partial = kısmi, incomplete, zıt anl.= complete
Panamax (size) = Panama Kanalı’nın yükselme partial alexia = yazılı metinleri anlama yeteneğinin
havuzlarına sığabilecek en büyük gemi ebadı kısmen yitirilmesi

www.bademci.com
118 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

partial inability = (zihinsel vs.) kısmi yetersizlik patch = 1) yama, benek, parça, kısım, spot, piece,
partially = kısmen, partly, zıt anl.= completely section; 2) arazi parçası, bölge, region
participant = katılımcı patent (fiil) = patentini almak
participate (in) = katılmak, yer almak, pay sahibi patent (isim) = patent (bir icat veya ticari bir ürün için
olmak, rol almak, take part (in), share (in) taklitleri engellemek ve mucit / üretici dışındaki
kimselerin haksız kazanç elde etmesini
participation = katılma, yer alma, taking part
önlemek amacıyla devlet tarafından verilen
particle = parçacık sicil)
particular = belirli, özel, specific, special, zıt anl.= patent (sıfat) = görünür, açık
common, overall
paternal = baba tarafından / ile ilgili, zıt anl.=
particularly = özellikle, özel olarak, especially, maternal, (a paternal relative = baba
specifically, zıt anl.= generally tarafından bir akraba)
particulate = çok küçük tanecik, zerre, partikül pathogen = patojen (hastalığa yol açan bakteri, virüs
partition = taksim, bölünme, bölme vs.)
partly = kısmen, partially, zıt anl.= completely pathological = patolojik (patoloji ile ilgili)
partner = ortak, partner (birisine eşlik eden kişi ya da pathology = patoloji (hastalıkların nedeni olan
eşlerden biri) yapısal ve fonksiyonel sapmaları inceleyen
pass = (yasa) geçirmek / çıkarmak, enact bilim dalı)
pass along = (insandan insana) aktarmak, convey pathway = yol, patika
pass by = (bir yer / birisi)’nin önünden geçmek, go patient (isim) = hasta
past patient (sıfat) = sabırlı, zıt anl.= impatient
pass judgement on = hakkında hüküm vermek / patient noncompliance = hastanın üstüne düşeni
yargıya varmak yapmaması
pass off = (zamanla) kaybolmak, fade away, patrol = devriye gezmek, gözlemek, kontrol altında
disappear tutmak, inspect, watch
pass on smt to smo = (bilgi, söz vs. için) kişiden patron = 1) hami, koruyucu; 2) sadık müşteri
kişiye iletmek / göndermek, (hastalık vs.) pattern = tür, tarz, model, şablon, yöntem, oluş
geçirmek, send, (Will you please pass on this düzeni, diziliş şekli, yinelenen şekil, style, type,
message to your friends? = Bu mesajı lütfen method, system, order
arkadaşlarına iletir misin?)
pattern of daily life = günlük hayatın alışıldık seyri
pass over = üstünden geçmek
pauper-school = yoksullar okulu
pass sentence (on) = (bir şey hakkındaki) kararı
pause = duraklamak, mola vermek
bildirmek / iletmek
pave = (cadde, kaldırım vs.) döşemek, kaplamak
pass through = (bir şey)’in içinden / arasından
geçmek pave the way for = başlatmak, yol açmak, open up
passage = geçiş paved = üstü (asfalt, beton vs.) kaplı
passageway = yol pay attention (to) = dikkat etmek, ilgilenmek,
önemsemek, dikkate almak, mind, consider,
passion = tutku
take notice (of), zıt anl.= disregard, ignore
passionate = heyecanlı, ateşli, aşırı tutkulu, (She
pay consideration = saygı göstermek, (birisine) karşı
made a passionate speech on women’s rights.
düşünceli davranmak, göz önüne almak, pay
= Kadın hakları üzerine tutkulu bir konuşma
attention (to)
yaptı.)
pay off = 1) tamamını ödemek, (borç) kapatmak;
passionately = heyecanlı / ateşli / aşırı tutkulu /
2) kar getirmek
hiddetli bir şekilde, intensely, movingly, zıt
anl.= moderately, unemotionally pea = bezelye
pasteurization = pastörizasyon (gıda sanayinde, peacekeeping = barışı koruma
besin maddelerini hastalık yapıcı peak (fiil) = doruğa çıkmak, en yüksek düzeye
mikroorganizmalardan arındırmak amacıyla ulaşmak, climax, crest
uygulanan ısıtma yöntemi) peak (isim) = zirve, doruk (noktası), en üst seviye, en
pasture = (arazi için) otlaklık, meralık yüksek düzey, zenith, maximum
pasture land = otlak alanı, mera peasant = köylü, villager

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 119

pebble = çakıl taşı, çakıl perimetre = çevre ölçüsü, (sınır, sur vs. için) çevre,
peculiar = 1) (bir şeye) özgü, kendine has, specific circumference
(to), (This type of building is peculiar to the period = dönem, süre
south of the country. = Bu tip bina ülkenin periodically = periyodik olarak, düzenli / belirli
güneyine özgüdür.); 2) tuhaf, garip, aralıklarla, belirli zamanlarda, zaman zaman,
alışılmamış, strange, odd, (It seems very occasionally, seasonally
peculiar that no one has seen or heard
peripheral = 1) dış yüzey veya kenara ait, çevresel,
anything. = Kimsenin bir şey görmemiş ve
external; 2) ikincil, marjinal, secondary;
duymamış olması çok tuhaf.)
3) periferik, civarda, etrafta bulunan, zıt anl.=
pedestrian = yaya central
pedestrian crossing = yaya geçidi perish = yok olmak, ölmek
peel (off) = 1) kabarıp pul pul dökülmek; perishable = dayanıksız, kolay bozulur, short-lived,
2) (kabuğunu, derisini) soymak spoilable, zıt anl.= durable
peer = akran, emsal peritoneal cavity = peritonal boşluk (karın zarının
pelagic = açık denizlerde yaşayan içi; karın zarının tabakaları arasındaki
pendant = kolye ucu potansiyel boşluk), peritoneal space
penetrate = girmek, içine işlemek, nüfuz etmek, peritoneal dialysis = periton diyalizi (böbrek
enter, get in, go through hastalarının kanını temizlemek için uygulanan
bir hemodiyaliz yöntemi)
penetrating = içe işleyen, etkili
permafrost = kutuplara yakın bölgelerde sürekli don
pentagon = beşgen
altında kalan toprak tabakası
people = (çoğul: peoples) halk
permanent = kalıcı, daimi, sürekli, lasting,
pepper spray = biber gazı (spreyi) unchanging, zıt anl.= temporary
per capita / head / person = kişi başı permanently = kalıcı, daimi, sürekli olarak, for good,
perceive = algılamak, anlamak, kavramak, fark zıt anl.= temporarily, (He was permanently
etmek, sezmek, understand, comprehend, disabled after the accident. = He was disabled
notice, recognise, zıt anl.= misunderstand, for good after the accident. = Kazadan sonra
miss kalıcı olarak sakatlandı.)
percent = yüzde permeability = permeabilite (geçirgenlik)
percentage = yüzde, yüzde oranı permeable = geçirimli, geçirgen
perception = algılama, algı, idrak, sezgi, permission = izin
understanding, apprehension, viewpoint permit = izin vermek, ruhsat / yetki vermek, imkan
perceptivity = idrak kabiliyeti, anlayış vermek, (bir şey) için elverişli olmak, allow, zıt
perch = tünemek anl.= ban, forbid
perfect (fiil) = mükemmelleştirmek, refine perpetually = daima, sürekli olarak, constantly,
perfect (sıfat) = mükemmel, kusursuz, excellent, continuously, zıt anl.= never, rarely
flawless, zıt anl.= imperfect, flawed perplex = kafasını karıştırmak, şaşırtmak, confuse,
perfectly = tamamen, tam anlamıyla, totally astonish
perforation = 1) delik, hole; 2) delme, delik açma, perplexed = şaşkın
aperture persecution = zulüm, eziyet, cruelty, brutality, zıt anl.=
perform = yapmak, yerine getirmek, uygulamak, benevolence
(mücadele, uğraş vs.) vermek, Persian Gulf = Basra Körfezi (Hint Okyanusu’nun
gerçekleştirmek, başarmak, do, accomplish, İran ile Arap Yarımadası arasındaki uzantısı)
fulfil, implement, carry out, function, actualise, persist = 1) (bir şeyde) ısrar etmek, inat etmek,
zıt anl.= fail direnmek, persevere, zıt anl.= give up, (My
performing arts = sahne sanatları (tiyatro, müzik, son persists in asking awkward questions. =
sinema gibi, sanatçının kendisinin bir gösteri Oğlum garip garip sorular sormaya inatla
sunduğu sanat alanları) devam ediyor.); 2) devam etmek, sürüp
perhaps = belki, muhtemelen, possibly, probably, zıt gitmek, prevail, zıt anl.= stop, (If the pain
anl.= certainly, absolutely persists, consult a doctor. = Eğer acı devam
ederse bir doktora danış.)
peril = tehlike

www.bademci.com
120 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

persistent vegetative state = devamlı bitkisel pharmaceutical (isim) = insan veya hayvan üzerinde
yaşam hali kullanılma amaçlı kimyasal madde, ilaç
persistence = süreklilik, devamlılık, sebat, pharmaceutical (sıfat) = farmasötik (ilaç ya da ilaç
continuity, decisiveness yapımıyla ilgili)
persistency = kalıcılık, inat pharmacist = eczacı
persistent = ısrarlı, inatçı, sürekli, determined, pharynx = (çoğul: pharynges) farenks (yutak)
insistent, relentless, zıt anl.= irresolute phase = evre, safha, faz, stage
personal = kişisel, bireysel, zıt anl.= public phenomenal = olağanüstü, şaşılacak
personal transportation vehicle = kişisel ulaşım phenomenal promise = parlak bir gelecek
aracı (bisiklet, otomobil vs.)
phenomenon = (çoğul: phenomena) önemli /
personalised medicine = kişiselleşmiş tıp (kişinin olağanüstü olay, fenomen, occurence
özel ihtiyaçlarına / durumuna göre belirlenecek
phenotype = fenotip (bir organizmada genetik ve
tıbbi bakım vs.)
çevresel faktörlerin etkileşimi sonucu ortaya
personnel = personel (bir işte veya organizasyonda çıkan dış görünüş)
çalışan / görev alan insan grubu), staff
philanthropist = yardımsever, hayırsever
perspective = perspektif, bakış açısı, viewpoint,
philanthropy = hayırseverlik, yardımseverlik, charity,
approach
generosity
persuade = ikna / razı etmek, inandırmak, convince,
philosopher = filozof
induce, zıt anl.= dissuade (from)
phonological = sesbilimsel, fonolojik
persuasion = ikna etme, inandırma, convincing
photo interpretation = fotoğraf yorumlama
pertain to = (bir şey / birisi)’ne ait olmak, sadece (bir
şey ya da birisi) ile ilgili olmak, onu photon = foton (elektromanyetik ışınımları oluşturan
ilgilendirmek, relate to, (The news pertaining enerji birimleri)
to the latest terrorist act is on all TV channels. physical = bedensel
= En son terörist eylem ile ilgili haberler tüm physical appearance = dış görünüm
TV kanallarında gösteriliyor.) physical dependence = fiziksel bağımlılık, bir kişi ya
pertaining to = ile ilgili olarak, with regard to, related da (bir şey)’e fiziksel olarak bağımlı olma
to durumu
Peru = Peru (Güney Amerika kıtasında bir ülke) physical education = beden eğitimi
Peruvian = Peru’ya ait, Peru ile ilgili physical functioning = fiziksel işlev, bedenin
pervade = istila etmek, kaplamak, yayılmak, çalışması
bürümek, sarmak, spread physical inactivity = bedensel hareketsizlik
perverse = ters, aksi physical laws = fizik kanunları
pessimistic = kötümser, karamsar, zıt anl.= physical scientist = bilimin, genellikle fizik, kimya
optimistic gibi canlılar ile ilgili olmayan alanlarıyla
pest = haşere (insanın yaşama ortamına veya uğraşan bilim insanı
üretimlerine zarar veren küçük hayvan, böcek, physically demanding jobs = bedensel güç
mantar vs.) gerektiren işler
pesticide = pestisit (tarım zararlılarını öldürmekte physician = tıp doktoru, hekim, doctor
kullanılan kimyasal madde / tarım ilacı) physicist = fizikçi
PET scan = pozitron emisyon tomografi taraması physiological = fizyolojik (organizmanın işleyişi ile
(vücuttaki tümör hücrelerini saptamak için ilgili)
kullanılan bir tarama yöntemi), positron
emission tomography scan physiological response = fizyolojik tepki
petiole = yaprak sapı physiologist = fizyolog (vücudun organ ve
sistemlerinin işlevlerini inceleyen tıp doktoru)
petition = dilekçe vermek, başvurmak
pick out = (dikkatle) seçmek, ayırt etmek, (The
Petrarch = 1304-1374 yılları arasında yaşamış, aşk witness picked out the wrong man in the
şiirleriyle ünlü bir İtalyan ozan identification parade. = Tanık, teşhis odasında
pharaoh = firavun (antik Mısır’da, kendisine tanrısal yanlış adamı seçti.)
bir kimlik atfedilmiş olan kral)

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 121

pick up = 1) (başkasından bir alışkanlık, hastalık plan view = plansal görünüş, üstten görünüş
vs.)’yi kapmak, contract, zıt anl.= infect, planet = gezegen
transmit, (He seems to have picked up the
planetary = gezegenlerle ilgili
infection while he was in hospital for another
reason. = Enfeksiyonu, galiba başka bir planetary formation = gezegen oluşumu
sebepten hastaneye gittiğinde kapmış.); 2) (bir planetary gear (system) = bir dış dişli ve içerisinde
şeyi yerden ve genellikle elle) kaldırmak, dönerek çalışan iç dişlilerden oluşan güç iletim
almak, lift sistemi, epicyclic gear
picturesque = tablo gibi planing = (marangozlukta) planyalama, rendeleme,
piece = (satranç vs. için) taş silme (yüzeyi, genellikle makine kullanarak düz
ve pürüzsüz hale getirme işlemi)
pier = (bina için) kolon
plant (fiil) = (bitki) ekmek / dikmek
pigeon = güvercin
plant (isim) = 1) fabrika, tesis, enerji santrali; 2) bitki
pigment = pigment (deriye, irise, sebzelere vs. renk
veren madde) plant kingdom = bitkiler alemi
pile (fiil) = yığmak, kümelemek plant protein = bitkisel protein
pile (isim) = yığın plaque = plak (bir yüzey üzerinde herhangi bir
maddenin birikmesi nedeniyle oluşan ince
pile foundation = kazıklı temel
tabaka), diş taşı
pile up = topla(n)mak, birik(tir)mek
plasma = plazma (kan sıvısı)
pillar = sütun, dikme
plastic mass = plastik yığını
pioneer (fiil) = yol açmak, öncülük etmek, initiate
plate = plaka
pioneer (isim) = öncü, bir alanda yenilikler yaratan
plateau = (çoğul: plateaux veya plateaus) 1) yayla,
kişi
plato; 2) düzey, level
pioneering = öncülük eden, öncü, leading
platelet = trombosit (kanın pıhtılaşmasında rol
pipe = boru oynayan, çekirdeksiz kan hücresi)
piracy = korsanlık plate-like = levha benzeri
pit = çukur plate-tectonic activity = levha hareketleri
pitch = ses tonu / perdesi, tone (yerkabuğunu oluşturan levhaların hareketleri
pitcher = (bitki için) yaprakları ibrik şeklinde olan ve birbirleriyle olan etkileşimleri)
pitifully = 1) acıklı / acınası bir şekilde; 2) gülünç plausible = akla yakın, makul, reasonable, logical, zıt
derecede anl.= implausible, unlikely
pivotal = asıl, esas, çok önemli, birinci derecede plausibly = makul / akla yakın bir şekilde, reasonably
önem ve etkisi olan, crucial, vital play a basic role (in) = temel rol oynamak, play a
place = yerleştirmek, koymak, put central role (in)
place emphasis on = bkz. put emphasis on play a central role (in) = temel rol oynamak, play a
basic role (in)
place greater importance (on) = daha büyük değer
/ önem vermek play a crucial role (in) = hayati rol oynamak
place in charge (of) = (bir işin, görevin) başına play a part (in) = rol oynamak, etkisi / katkısı olmak,
getirmek, sorumluluğunu vermek contribute (to), take part (in)
place in context = yerli yerine oturtmak play down = hafife almak, önemsememek
placenta = plasenta, döleşi (birçok memelinin ana play down to = (birisi)’nin seviyesine inmek
rahminde bulunan, cenine oksijen ve besin play for = (bir kulüp / takım vs.) için (futbol vs.)
sağlayan yapı) oynamak, (bir kulübün / takımın vs.) oyuncusu
placental = plasental (doğmamış yavrusunu olmak
rahminde plasenta aracılığı ile besleyen) play out = (mücadele, uğraş vs.) vermek, yapmak,
plague (fiil) = acı / dert / rahatsızlık vermek, annoy, perform
bother, (My shoulder has been plaguing me all play up = 1) (bir şey)’e dikkat çekmek, olduğundan
week. = Omzum bana bütün hafta acı verdi.) önemli göstermek, draw attention (to); 2) kötü
plague (isim) = 1) veba, black fever; 2) bela, trouble davranışlarda bulunmak, yaramazlık yapmak,
misbehave
plain = ova, düz alan

www.bademci.com
122 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

playground = oyun sahası / parkı, çocuk bahçesi, policy = 1) sigorta poliçesi; 2) (bir konuda izlenecek)
(mecazi anlamda) arka bahçe siyaset, politika, tutum
playwright = oyun yazarı policy makers = (bir konuda izlenecek) siyaseti
pleasantly = hoşa gider bir şekilde, hoşça belirleyen kişiler
pleasingly = hoşnut edici bir şekilde, memnuniyet policy-making = (bir konuda izlenecek) siyaseti
verici bir şekilde, pleasantly hazırlama, yönerge hazırlama
pleasurable = zevkli, keyifli, enjoyable, pleasant, zıt polio = çocuk felci
anl.= mean, nasty polish = 1) cilalamak, parlatmak; 2) (pirincin
pleasure centres of the brain = beyindeki haz kabuğunu) ayıklamak
merkezleri polished = cilalanmış, parlatılmış
pledge = 1) söz, vaat, promise; 2) teminat, rehin, polished rice = kabuğu ayıklanmış / cilalanmış
guarantee, surety beyaz pirinç, white rice
plentiful = bol, çok, bereketli, verimli, abundant, poll = gayri resmi anket
fertile, zıt anl.= meagre, scarce pollinate = tozlaşmak, polen yaymak
plentifully = bolca, çokça, bereketli bir şekilde, pollutant = kirletici madde
abundantly, zıt anl.= sparingly
pollute = kirletmek, contaminate
plenty = pek çok (şey), a lot, zıt anl.= very little
polluted = kirletilmiş, pisletilmiş, kirli, contaminated,
plenty of = bolca, lots of (Our water supply is becoming polluted with
plot (fiil) = (plan, harita, matematiksel fonksiyon vs. nitrates disposed of by several industries. = Su
için) çizmek, kağıda dökmek kaynağımız, çeşitli sanayi kuruluşları
plot (isim) = 1) fesat, entrika; 2) (sinemada) olayların tarafından atılan nitratlar nedeniyle kirleniyor.)
kurgusu veya ana öykü pollution = kirlenme, kirlilik, contamination
pluck = (çiçek, meyva) koparmak polygon = çokgen
plum = erik polyphony = çokseslilik
plume = pamuk gibi bazı bitkilerdeki tohumları saçan polypill = kalp-damar, diabet ve benzeri kimi
beyaz tüy gibi kısım hastalıkların tedavisi için önerilen ve birden
plunge = (fiyatlar vs. için) aniden ve büyük oranda fazla ilacın bir araya getirilmesi yoluyla elde
düşmek, baş aşağı gitmek, drop edilen ilaç, çoklu / kombine ilaç
plurality = çokluk polyploid = poliployid (monoployid sayının iki
katından daha fazla kromozoma sahip hücre
poach = yasak bölgede avlanmak
ya da organizma)
poem = şiir, nazım
polyunsaturated fat = çoklu doymamış yağ
poet = şair (molekülleri, pek çok doymamış (hidrojene
poetry = şiir sanatı olmamış) bağ içeren yağ)
point = 1) gaye, maksat, goal; 2) nokta, durum, Pompeii = Pompei (Bugün İtalya’nın Napoli kenti
mesele yakınlarında yer alan ve Vezüv volkanının
point out = (bir şey)’e dikkat çekmek, belirtmek, call lavları altında kalmış olması sebebiyle çok iyi
attention (to), indicate, bring up korunmuş bir Roma Dönemi kenti)
point to = işaret etmek, göstermek, denote, indicate pool (fiil) = birikmek, toplanmak
poisonous = zehirli, toxic pool (isim) = küçük göl, gölet, havuz, su birikintisi
polar = 1) kutupsal, (polar orbit = kutupların poor = kötü, düşük kalitede, yetersiz, eksik, az,
üzerinden geçerek izlenen yörünge); 2) taban inadequate, zıt anl.= abundant, sufficient
tabana zıt, opposite poor appetite = zayıf iştah, iştahsızlık
polar bear = kutup ayısı poor at = (bir konu)’da kötü / başarısız, zıt anl.=
polar liquid = polar sıvı, hidrofob / suyu iten sıvı (etil good at
asetat, heksan gibi, elektronları molekülün bir poor folate status = folik asit yetersizliği
tarafında toplanma eğiliminde olduğu için, poor quality = düşük kalite
molekülleri elektriksel kutuplanma sergileyen
pop in and out of = (bir şey)’in içine girip çıkmak
sıvı)
popular culture = popüler kültür
policing mission = polislik görevi (asayişi sağlama /
koruma ile ilgili görev)

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 123

population = nüfus, popülasyon (biyolojide, bir türün, pour out (of) = (bir yer)’den dışarı / (bir şey)’in dışına
belli bir alanda yaşayan bireylerinin tamamı) ak(ıt)mak / dök(ül)mek
populous = yoğun nüfuslu, kalabalık, crowded pourable = dökülebilir
porch = sundurma poverty = yoksulluk, fakirlik, zıt anl.= wealth
porous = gözenekli, süngerimsi powdered = toz haline getirilmiş
port = 1) iskele tarafı (sol), zıt anl.= starboard; power (fiil) = itici güç vermek
2) liman, harbour, dock power (isim) = güç, kabiliyet
portray = betimlemek, tanımlamak, resmetmek, power plant = enerji santrali
illustrate, depict
powerful = güçlü, etkili, yetkili, effective, strong, zıt
ports of call = ziyaret edilen limanlar anl.= weak
pose = (sorun, zorluk, risk vs.) yaratmak / power-operated = makine yardımıyla çalıştırılan
oluşturmak, present
practicable = uygulanabilir, yapılabilir, elverişli,
pose a serious danger = ciddi bir tehlike oluşturmak possible, zıt anl.= impracticable
pose a threat = tehdit oluşturmak practical = pratik, elverişli, uygulamaya yönelik,
posit = öne sürmek, varsaymak, önermek, put practicable, feasible, zıt anl.= impractical,
forward, hypothesize theoretical
positively charged = pozitif yüklü, zıt anl.= practically = 1) pratik olarak, pratikte, uygulamada, in
negatively charged practice, zıt anl.= theoretically; 2) hemen
possess = ele geçirmek, sahip olmak, have, own hemen, almost
possessions = sahip olunan mallar practice (fiil) = 1) tatbik etmek, uygulamak; 2) (bir
bilim ya da spor dalında çalışma) yapmak, icra
possibility = olasılık, ihtimal, zıt anl.= impossibility
etmek, do
possible = mümkün, olanaklı, zıt anl.= impossible
practice (isim) = uygulama, aktivite, iş
post = 1) makam, mevki, pozisyon; 2) kazık, destek,
practitioner = pratisyen hekim
direk
praise (fiil) = övmek, appreciate, zıt anl.= criticize
post- = sonrası, (post-World War II = 2. Dünya
Savaşı sonrası) praise (isim) = övgü, appreciation, zıt anl.= criticism
posterior = (anatomide) arka, arkadaki, zıt anl.= prayer = dua
anterior prayer hall = (bir din görevlisinin idaresi altında
posterior wall of abdomen = karnın arka duvarı olmayan, insanların kendi kendilerine
kullandıkları istasyon, alışveriş merkezi gibi
posterity = gelecek kuşaklar, next generation
yerlerdeki) küçük ibadethane / mescit
post-marketing surveillance = satış sonrası
precarious = güvenilmez, istikrarsız, kuşkulu,
denetim
doubtful, delicate, zıt anl.= secure, safe
postpone = ertelemek, put off
precast concrete = önceden dökülmüş beton
post-traumatic = travma / sarsıntı sonrası
precaution = önlem, tedbir, safeguard, (Effective
postulate = gerçek olduğunu varsaymak precautions were taken during the Olympic
posture = postür (bedenin oturma vs. esnasındaki games held in Athens. = Atina’da yapılan
duruş şekli), duruş, hal, tutum, position, Olimpiyat Oyunları sırasında etkili önlemler
attitude alınmıştı.)
post-war = savaş sonrası, zıt anl.= pre-war precede = (bir şey)’den önce gelmek, (bir şey)’in
pot = tencere, pişirme kabı önünde / öncesinde olmak, come before,
potency = (cinsel) iktidar come first, zıt anl.= succeed, follow
potent = güçlü, etkili, strong, effective, zıt anl.= weak, precedence = öncelik, priority, (Applications arriving
impotent first will have precedence. = Başvurular
öncelik sırasına göre değerlendirilecektir.)
potential = potansiyel, olası, possible
precious = değerli, kıymetli, yararlı, valuable, (Salt
potentially = potansiyel olarak, muhtemelen, pekala was nearly as precious as gold in the ancient
pottery = çömlekçilik world. = Tuz, antik dünyada neredeyse altın
poultry = kümes hayvanları kadar kıymetliydi.)
pour into = 1) (içine) akıtmak, akmak, yağmak; 2) precipitate = hızlandırmak
büyük kalabalıklar halinde gelmek, üşüşmek precipitation = yağış

www.bademci.com
124 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

precise = 1) tam, kesin, definite; 2) dikkatli, titiz, prehensile tail = (hayvanlarda) nesneleri
rigorous, zıt anl.= indefinite, inaccurate kavrayabilme becerisine sahip kuyruk
precisely = tam olarak, kesinlikle, titizlikle, exactly, prehistoric = tarih öncesi (dönemler) ile ilgili
definitely, zıt anl.= probably, questionably prehistory = tarih öncesi (tarih kaydedilmeye
precision = kesinlik, doğruluk, açıklık, accuracy, zıt başlamadan önceki dönem)
anl.= imprecision, inaccuracy prejudice = ön yargı, peşin hüküm, bias
pre-condition = ön koşul / şart preliminary = preliminer, ön, ilk, initial
predator = yırtıcı / alıcı / avcı hayvan premarketing study = pazarlamaya başlamadan
predecessor = 1) ata, cet, ancestor; 2) selef (aynı önce yürütülen araştırma / çalışma
alanda mevcut kişilerden daha önce çalışma premature = 1) zamansız, gereğinden önce, vakitsiz,
yapmış veya aynı görevde mevcut kişilerden zamanı gelmemiş, early, untimely, zıt anl.=
daha önce görev almış kişi), forerunner; overdue; 2) prematüre, erken doğmuş,
3) aynı amaçla daha önce yapılmış araç vs. , gelişmemiş, olgunlaşmamış, immature,
öncü, forerunner undeveloped, unripe, zıt anl.= mature,
predict = tahmin etmek, öngörmek, anticipate, guess developed
predictable = önceden söylenebilir, öngörülebilir, prenatal care = doğum öncesi bakım
foreseeable, zıt anl.= unpredictable preoccupation (with) = (zihni bir şey) ile meşgul
prediction = tahmin, öngörü, kestirim, anticipation olma
predictive = sonucu önceden gösteren, prognostic prepare = düzenlemek, hazırlamak, get (smt) ready
predictor = 1) belirleyici, öncü, haberci, işaret(çi), prepared (to) = (bir şey yapmaya) hazır / hazırlıklı,
belirteç, indicator; 2) uçaksavar atış noktasını ready (to)
belirleyen alet pre-Roman = Roma (devri) öncesi
predispose (to) = predispoze olmak (bir hastalığa prescribe = 1) (ilaç, tedavi vs. için) reçete yazmak /
önceden eğilimi, duyarlılığı ya da yatkınlığı vermek; 2) emretmek, kural olarak koymak,
olmak) enjoin, dictate
predominant = ağır basan, hakim olan, çoğunlukta prescription = reçete
olan, en etkili, ruling, prime, prevailing, zıt
prescription drug = reçeteli ilaç, zıt anl.= over-the-
anl.= minor, subsidiary
counter / nonprescription drug
predominantly = genelde, çoğunlukla, above all, in
presence = varlık, (hazır) bulunma, existence,
general, zıt anl.= least of all
attendance, zıt anl.= absence
predominate = yaygın olmak, hüküm sürmek, hakim
present (fiil) = 1) ortaya koymak, tanıtmak, sunmak,
olmak, üstün olmak, prevail
takdim etmek, demonstrate, manifest,
pre-dynastic Egypt = hanedanlık öncesi Mısır (Eski introduce; 2) sergilemek, göstermek, ibraz
Mısır’ın henüz hanedanlarca yönetilmeye etmek, reveal, illustrate, exhibit, zıt anl.=
başlamadığı, M. Ö. yaklaşık 3150 yılı conceal, cover, hide
öncesindeki dönem)
present (isim) = hediye, gift
pre-eminence = üstünlük, seçkinlik, superiority,
present with = vermek, göstermek, give
dominance, zıt anl.= inferiority
presentably = prezantabl / sunulabilir bir şekilde,
pre-eminent = üstün, seçkin, superior, distinguished,
suitably
zıt anl.= inferior, second-rate
presentation = sunum, sergileme
preface (fiil ) = (bir şey)’in önsözü olmak, (bir şey)’e
önsöz sağlamak preservative = koruyucu
preface (isim) = önsöz preserve = korumak, saklamak, maintain, conserve,
secure
prefer = tercih etmek
presidency = başkanlık (dönemi)
preferably = tercihen, more desirably, rather, sooner,
more readily / willingly president = başkan, devlet başkanı
preference = tercih press ahead = (zorluklara rağmen) ilerlemek, devam
etmek, push ahead
preglass = cam üretiminin icat edilmesi sürecinde,
henüz tam anlamıyla camlaştırılamamış press conference = basın toplantısı
malzeme press-coverage = basına konu olma
pregnant = hamile, gebe pressing = acil, ivedi, sıkboğaz eden

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 125

pressure = basınç pride oneself on (doing) smt = bir şeyden / bir şey
pressurising = basınç altında tutan yapmaktan gurur / kibir duymak, (He prides
himself on being a good singer. = İyi bir şarkıcı
pressurize = basınç altında tutmak
olmaktan (ötürü) gurur duyuyor.)
prestigious = saygın, itibarlı, prestijli, respectable
primarily = başlıca, öncelikle, aslında, esasen,
presumably = tahminen, herhalde, galiba, by initially, essentially, mainly, mostly
reasonable assumption, probably, (The bomb
primary = birincil, ana, temel, main, principle, zıt
was presumably intended to go off while the
anl.= secondary, subordinate
meeting was in progress. = Bombanın,
tahminen toplantı devam ediyorken patlaması primary education = temel eğitim, ilköğretim
planlanmış.) primate = primat (en gelişmiş ve zeki memeli
presume = sanmak, tahmin etmek, varsaymak, gruplarına ait herhangi bir üye), (The human
believe, suppose, think differs from the lesser primates in his passion
for football. = İnsan, futbol tutkusu ile diğer
pretence = 1) rol yapma, numara; 2) bahane
daha aşağı primatlardan ayrılır.)
pretend = numara yapmak, -miş gibi davranmak, act
prime (fiil) = harekete / patlamaya hazır hale
pretended = sözde, gerçek dışı getirmek, make ready
pretentious = gösterişçi, extravagant prime (isim) = 1) asıl, baş, başlıca, chief;
pretentiously = gösterişçi bir şekilde, zıt anl.= 2) mükemmel, birinci kalite, perfect
modestly primeval = tarih öncesi çağlara ait, başlangıçtan beri
pretty = 1) güzel, şirin; 2) oldukça, epey, quite, rather var olan, aboriginal
pretty much = büyük ölçüde primitive = 1) basit, simple; 2) primitif, ilkel,
prevail = hüküm sürmek, hakim olmak, yaygın uncivilised
olmak, be common, dominate princeling = küçük prens, şehzade
prevailing = geçerli, yaygın, hakim olan, dominant, principal (isim) = müdür, okul müdürü, director,
current, widespread, zıt anl.= unusual, rare headmaster
prevalence = yaygınlık, etkinlik, sıklık, prevalans (bir principal (sıfat) = başlıca, en önemli, ana, esas,
hastalığın görülme oranı), predominance, main, major
pervasiveness, zıt anl.= rarity principally = esas olarak, mainly, chiefly
prevalent = 1) olagelen, yaygın, sıkça rastlanan, principle = prensip, ilke
prevailing, common, current, widespread, zıt
printing press = matbaa makinası
anl.= rare, uncommon; 2) hüküm süren, etkin,
predominant, ruling prior (to) = önceden, önceki, preceding
prevent = (bir şey)’den alıkoymak, önlemek, önüne priority = öncelik, precedence, (In an emergency
geçmek, engellemek, hinder, stop, zıt anl.= let, ward it is hard to decide who to give priority to.
allow = Acil serviste, kime öncelik verileceğine karar
vermek zordur.)
preventable = önlenebilir
prism = prizma
preventative = önlemeye yönelik, koruyucu, pre-
emptive prisoner = mahkum, tutuklu, esir, tutsak
prevention = önleme, engelleme, avoidance, pristine = bozulmamış, saf
protection privacy = gizlilik, (özel dolap, kapalı banyo / tuvalet
preventive = önleyici, engelleyici, defensive vs. gibi) kişinin bazı özel ihtiyaçlarını gizlilik
içinde görebilme olanağı, (May I have some
preventive detention = gözetim altında tutulma
privacy, please? = Biraz yalnız kalabilir miyim
previous = önceki, eski, former, old, zıt anl.= latter, lütfen? (“Özel ihtiyaçlarımı görebilmem için
future, next odadan çıkabilir misiniz?” anlamında.))
previously = önceden, daha önceleri, earlier, private = özel, hususi, zıt anl.= public
formerly, zıt anl.= subsequently, in the future
privatisation = özelleştirme
prey = av, game, zıt anl.= predator
privilege = ayrıcalık, concession
pricing mechanism = fiyatlandırma sistemi
privileged = ayrıcalıklı, imtiyazlı, advantaged,
favoured, zıt anl.= underprivileged

www.bademci.com
126 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

prize = çok değer vermek, regard highly, greatly profitable = kârlı, kazançlı, rantabl, profit-making
value profit-oriented = kar amacı güden
pro- = lehinde, -den yana profound = derin, büyük, kapsamlı, deep, serious,
proactive = muhtemel sorunları, ihtiyaçları vs. intense, zıt anl.= superficial
öngörüp (onların meydana gelmesini profoundly = derin, kuvvetli, deeply, thoroughly, zıt
beklemeden) harekete geçen, zıt anl.= anl.= weakly, superficially
retroactive
profusely = çokça, bolca
Proba satellite = 2001’de uzaya gönderilen bir
prognosis = (çoğul: prognoses) prognoz (bir
dünya görüntüleme uydusu, Project for On-
hastalığın süresi ve gelişimi hakkında tahmin)
Board Autonomy
programmed cell death = programlanmış hücre
probability = olasılık, possibility
ölümü
probably = muhtemelen, olasılıkla
progress (fiil) = ilerlemek, gelişmek, advance
probe (fiil) = araştırmak, incelemek, investigate,
progress (isim) = ilerleme, gelişme, advancement,
explore
development, zıt anl.= regress
probe (isim) = sonda (insansız, küçük uzay aracı)
progressive = 1) ilerici, reformist, zıt anl.=
problematic = sorunlu, problemli conservative; 2) (hastalık için) ilerleyen;
problems of this nature = bu türden sorunlar 3) derece derece
procedural = usule ait progressively = gittikçe, gitgide, gradually
procedure = işlemler sırası, yol, yöntem, prosedür progressively blurred = zamanla bulanık hale gelen
(araştırma, tanı koyma, tedavi etme vb. prohibit = yasaklamak, forbid, ban
amaçla uygulanan, belli bir yönteme dayalı
prohibition = yasak, ban
işlem)
prohibitive = 1) (fiyat için) fahiş; 2) yasaklayıcı;
proceed = 1) ilerlemek, devam etmek, advance,
3) engelleyici
continue, zıt anl.= stop; 2) (bir şeyden)
kaynaklanmak / ortaya çıkmak project = 1) planlamak, tasarlamak; 2) yansıtmak,
izdüşürmek
proceeding = yargılama usulü, muamele
project back = geri yansıtmak
proceeds = (çoğul kullanılır) gelir, kazanç
proliferate = (hızla) çoğalmak, artmak, prolifere
process = süreç, procedure, progression
olmak
processing = işleme, treating, working on
proliferation = çoğalma
proclaim = ilan etmek, açıklamak, declare,
prolific = üretken, verimli, doğurgan, productive,
announce
fruitful
Proctor Prize = William Proctor Ödülü (bilimsel
prolong = uzatmak, sürdürmek, extend, carry on, zıt
araştırmalar yapan ve bu araştırmaları bilim
anl.= shorten
dünyasıyla paylaşan üstün başarılı bilim
insanlarına verilen ödül) prolonged = uzun süreli
produce (isim) = ürün, tarım ürünleri prominence = ün, çarpıcı şey, şöhret, distinction,
fame
produce (fiil) = üretmek, generate, make
prominent = öne çıkan, dikkat çeken, ünlü, şeçkin,
product = ürün
önemli, well-known, famed, remarkable,
production = yapım, prodüksiyon, eser, yapıt outstanding
production chain = üretim zinciri (bir üretim ile ilgili promise (fiil) = (bir olguya) işaret etmek, (bir şeyin
olarak hammadde sağlanması, işleme, olacağını) vaat etmek, söz vermek, give one’s
pazarlama gibi tüm aşamalar) word
productive = üretken, prolific, fruitful, zıt anl.= promise (isim) = vaat, söz
unproductive
promising = umut verici, geleceği parlak, hopeful,
productivity = üretkenlik, output, efficiency bright, zıt anl.= discouraging, unfavourable,
professional = profesyonel unpromising
professional association = meslek birliği promote = desteklemek, geliştirmek, oluşmasına izin
profit = kar, zıt anl.= loss vermek, uygun ortam hazırlamak, (reklamla)
tanıtmak, advocate, encourage, publicise, zıt
profitability = karlılık
anl.= impede, obstruct

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 127

promotion = reklam, tanıtım proposition = öneri, teklif, suggestion


prompt (fiil) = harekete geçir(t)mek, teşvik etmek, propulsion = itici güç
bring about, encourage pros and cons = bir şeyin olumlu ve olumsuz yanları
prompt (sıfat) = çabuk, acele, speedy, rapid, zıt anl.= / avantaj ve dezavantajları
late, slow prose = nesir, düzyazı
promptly = çabucak, hızla, kolayca, rapidly, easily, prosecute = (aleyhine) dava açmak, litigate, sue
readily, zıt anl.= slowly, late
prosecution = 1) ceza davası, cezai takibat; 2) iddia
prone (to) = eğilimli, yatkın, sensitive, susceptible, zıt makamı
anl.= immune, resistant
prospect = başarı şansı, olasılık, ihtimal,
proof = kanıt, delil, evidence expectancy, likelihood
propagate = üre(t)mek, çoğal(t)mak, yay(ıl)mak, prospective = müstakbel, olası, expected, likely, (a
reproduce, multiply, spread prospective mother = müstakbel anne / anne
propel = itmek, ileriye hareket ettirmek, yürütmek adayı)
propeller = pervane prosper = gelişmek, zenginleşmek, flourish, thrive,
propeller plane = pervaneli uçak develop
propensity = eğilim, meyil, tendency, inclination prosperity = refah
proper = 1) doğru, uygun, münasip, olması gereken, prosperous = başarılı, kazançlı, karlı, zengin, refah
correct, suitable, appropriate, right, zıt anl.= içinde, affluent, (He was born sixty-four years
wrong, improper, (We are in the middle of an ago to a prosperous family. = Altmış dört yıl
operation. This is not a proper moment for a önce hali vakti yerinde bir ailenin çocuğu
joke. = Bir ameliyatın ortasındayız. Espri olarak doğdu.)
yapmak için uygun bir zaman değil.); prostate cancer = prostat kanseri
2) kendine özgü, peculiar, (Every animal has prostitute = fahişe, hayat kadını
its proper instincts. = Her hayvanın kendine
protect = korumak, kollamak, defend, keep safe,
özgü içgüdüleri vardır.)
secure
proper handling = gereği gibi ele alma / halletme
protect against = (bir şey / birisi)’ne karşı koru(n)mak
proper sitting posture = düzgün oturma şekli
protection = koruma, shelter, security
properly = doğru dürüst / düzgün, gerektiği gibi,
protective = koruyucu
uygun bir şekilde, doğru olarak, adam gibi,
adequately, correctly, duly, zıt anl.= improperly, protein aggregate = protein yığını / kümesi
unduly, (He didn’t close the door properly, and protein fiber = protein lifi
the room got colder and colder in a few protein-binding partner = protein bağlayıcı kısım /
minutes. = Kapıyı doğru dürüst kapatmadığı bölge (proteinin kendisine bağlanmasını
için oda birkaç dakika içinde gittikçe soğudu.) sağlayan ve bunu vücudun belirli bölgelerine
property = 1) (bir madde vs. için) özellik, nitelik, taşıyan hücre yapısı)
characteristic, feature; 2) mülkiyet, mal-mülk, protein-rich food = proteinden yana zengin yiyecek
belongings protocol = 1) protokol (yapılacak bir iş ya da
prophecy = kehanet araştırma ya da işlem için hazırlanan ayrıntılı
prophesy = kehanette / tahminde bulunmak plan, izlenecek yöntem ve işlem sırası);
proportion = oran, orantı, nispet, percentage, zıt anl.= 2) (tıpta) bir ilaç veya tedavi için uygulama
disproportion planı
proportional = orantılı, (directly proportional = doğru protract = küçük ölçekle kopyasını yapmak
orantılı) prove = 1) (bir şey olduğu) ortaya çıkmak /
proportionally = orantılı (olarak), relatively anlaşılmak, (proved problematic = problemli
çıktı); 2) kanıtlamak, ispatlamak, confirm,
proposal = öneri, teklif, evlenme teklifi, suggestion
establish, zıt anl.= disprove, deny
propose = 1) önermek, teklif etmek, ileri sürmek,
prove (smo) right = (birisi)’ni haklı çıkarmak
recommend, offer, suggest, put forward, (The
Minister proposed that tobacco advertising prove successful = başarılı olmak, işe yaramak
should be banned. = Bakan, tütün prove useful = yararlı olduğu ortaya çıkmak
reklamlarının yasaklanmasını önerdi.); prove valuable = değerli olmak, yarar sağlamak
2) evlenme teklif etmek

www.bademci.com
128 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

proverb = atasözü public servant = devlet memuru, civil servant


provide (with) = sağlamak, bulmak, temin etmek, public spending = kamu harcamaları (kamu
supply, render, zıt anl.= withhold kuruluşlarınca yapılan harcamalar)
provide for = geçimini sağlamak, imkan hazırlamak, public square = kent meydanı
bring up, foster, zıt anl.= neglect, ignore publication = yayın, basılı metin
provided that = koşuluyla, şartıyla public-health measure = halk sağlığı için alınan
province = eyalet, vilayet önlem
provincial = eyaletlere ait, eyaletlerle ilgili publicity = 1) aleniyet, herkesçe bilinme, şöhret;
provision = 1) sağlama, tedarik, sağlanan imkanlar, 2) reklam, propaganda, tanıtım, promotion,
supply; 2) hüküm; 3) koşul, şart advertising
provisional = geçici, temporary, zıt anl.= permanent publicize = (bir şey)’in reklamını / propagandasını
yapmak, advertise
proximity = (pozisyon olarak) yakınlık
publish = 1) ilan etmek, açıklamak; 2) yayımlamak,
psyche = (felsefede) ruh, tin
basmak
psychiatric disorder = psikiyatrik bozukluk (akıl ve
published = açıklanmış, ilan edilmiş, yayınlanmış
ruh hastalığı)
pull apart = ayırarak uzaklaştırmak
psychiatrist = psikiyatrist, psikiyatr (akıl ve ruh
hastalıkları uzmanı) pull down = yıkmak, demolish, destroy, zıt anl.=
erect, set up
psychic = psişik, ruhsal
pull in = toplamak, gather
psychoactive drug = psikoaktif ilaç (zihinsel
prosesler üzerinde etkili olan ilaç) pull out = çekip / söküp çıkarmak, koparmak
psychological = psikolojik (psikoloji / ruhsal durum pull out of = (bir yerden)’den ayrılmak / çıkmak, quit,
ile ilgili) leave, zıt anl.= join
psychologist = psikolog, psikoloji uzmanı pull through = (bir bela veya hastalıktan) kurtulmak /
kurtarmak, paçayı kurtarmak
psychopathology = psikopatoloji (anormal
davranışlar ya da akıl hastalıkları bilimi) pull up to / with = (diğer bir yarışmacı vs.) ile aynı
düzeye gelmek, (diğeri)’ni yakalamak
psychophysiological = psikofizyolojik (normal ya da
normal olmayan fizyolojik proseslerin zihinsel pull up = kaldırmak, sökmek, dışarı çekmek
fonksiyonlar üzerindeki etkisiyle ilgili) pulley = makara, kasnak
psychosocial = psikososyal pulmonary = pulmoner, akciğere ait
psychotherapeutic drug = ruhsal bozukluğu tedavi pulmonary ventilatory system = akciğerli solunum
etmeye yarayan ilaç sistemi (insanların, memelilerin, sürüngenlerin
psychotherapy = psikoterapi (hastayı telkin, ikna vb. ve kuşların sahip olduğu, asıl gaz değişiminin
psikolojik yöntemlerle tedavi etme) akciğer içerisinde gerçekleştiği solunum
sistemi türü)
psychotic behaviour = psikoz davranış (ağır ruh
hastalığı olan bir kişinin davranışı) pulp = kağıt hamuru
psychotic episode = psikoz nöbeti (ağır ruh pulse = 1) nabız, kalp atışı; 2) kısa frekanslı ışık
hastalığı nöbeti) huzmesi; 3) (elektrik vs. ile) şok (verme /
gönderme işi)
puberty = ergenlik dönemi
pump out = dışarı pompalamak, püskürtmek
public = kamu, halk
punching = zımbalama
public apology = kamu önünde özür dileme
punishment = ceza, cezalandırma, penalty
public decision-making = kamu adına karar alma
(işi) punitive = cezai, penal
public expenditure = kamu harcamaları (devletin purchase (fiil) = satın alma, buying
kamu yararı için yaptığı harcamalar) purchase (isim) = satın alınan şey, (Among his
public finance = kamu finansmanı purchases were several books. = Satın aldığı
şeyler arasında birkaç kitap da vardı.)
public interest = kamu yararı
purchasing power = alım gücü (birim paranın veya
public land = kamu arazisi, zıt anl.= private property
birim çalışma karşılığı kazanılan paranın, satın
public relations = halkla ilişkiler alabileceği ticari mallar bakımından kıymeti),
public safety = kamu güvenliği buying power

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 129

pure = saf put on = 1) (elbise vs.) giymek, wear; 2) (ışık vs.)


pure alexia = yazılı metinleri anlama yeteneğinin açmak, turn on; 3) eklemek, add
tamamen yitirilmesi durumu put on trial = yargılamak, mahkemeye göndermek
purely = 1) yalnızca, sadece, exclusively; put out = 1) söndürmek, extinguish;
2) tamamen, bütünüyle, completely 2) sinirlendirmek, upset
Purgatory = Katoliklik inancına göre, insanların put out of = (bir yerden) çıkarmak, dışarı atmak
cennete gitmeden önce dünyada işledikleri put over = 1) başarılı / güzel bir şekilde ifade etmek /
günahlar için cezalandırılacakları yer anlatmak, (bir şeyin) anlaşılmasını sağlamak,
Puritan = Püriten (Hıristiyanlık dininde, Protestan put across, (She is very good at putting her
Kilise’ye bağlı olan Püritenlik mezhebi ile ilgili) views over in meetings. = Toplantılarda,
pursue = izlemek, peşine düşmek, aramak, (bir görüşlerini güzel bir şekilde ifade etmekte çok
uğraşı) sürdürmek, chase, trail, seek, zıt anl.= başarılı.); 2) ertelemek, postpone, defer
give up, quit put pressure on = baskı yapmak, (bir şey yapmaya)
pursuit = izleme, takip, peşinde olma, chase, zorlamak
accomplishment put right = düzeltmek, yoluna koymak, rectify, zıt
push = itme, zorlayarak ileriye götürmek anl.= damage, worsen
push up = yukarı çekmek / itmek, yükseltmek, raise, put the focus on = (bir yer)’e, (bir şey)’e
zıt anl.= push down, lower odaklanmak
put a premium on = prim / değer vermek put through = 1) (başarılı bir) sonuca ulaştırmak,
implement; 2) (telefonda) bağlamak, connect
put a stop = bir son vermek, (kötü bir gidişe vs.) dur
demek put to good use = iyi bir şekilde kullanmak
put across = etkili bir şekilde anlatmak / açıklamak / put to the test = test etmek, teste tabi tutmak
söylemek, convey, express put together = (parçaları) bir araya getirerek üretmek,
put ahead of = (bir şey)’in önüne / ilerisine geçirmek birleştirmek, toplamak
put an end to = (bir şey)’e son noktayı koymak, onu put up = 1) (çadır vs.) kurmak, zıt anl.= take down;
bitirmek 2) (poster, ilan, not vs.) asmak, post; 3) (fiyatı)
yükseltmek, arttırmak, increase, (Sales began
put aside = bir kenara koymak, biriktirmek,
to decline after they put up the prices. =
saklamak, save, spare
Fiyatları arttırdıklarından beri satışlar düşmeye
put at risk = tehlikeye atmak, riske sokmak, risk başladı.)
put down = 1) (yere, geri veya aşağı) koymak, lay; put up with = tahammül etmek, dayanmak, tolerate,
2) yazmak, kaydetmek, enter, make a record (There are many inconveniences and pain that
of have to be put up with after you have
put emphasis on = vurgulamak, emphasise, stress undergone a major operation. = Büyük bir
put forward = 1) önermek, öne çıkarmak, ileri ameliyat geçirdikten sonra, tahammül edilmesi
sürmek, fikir ortaya atmak, assert, propose; gereken pek çok rahatsızlık ve acı olur.)
2) (tarihi, saati vs.) ileri almak puzzle (fiil) = şaşır(t)mak, hayrete düş(ür)mek,
put high on (one’s) list of priorities = öncelik confuse, baffle
listesinin üst sıralarına koymak puzzle (isim) = bilmece, bulmaca, baffle
put in = 1) içeri koymak, eklemek; 2) (zaman) puzzle over = anlamaya / çözmeye çalışmak
harcamak, spend (time) puzzlingly = şaşırtıcı, hayret verici, confusing, baffling
put in its simplest terms = en basit anlatımla Pyramid of the Sun = Güneş Piramidi (Bugün
put into effect = yürürlüğe koymak, put into force Meksika sınırları içindeki Teotihuacan antik
put into force = yürürlüğe koymak, put into effect kentinde yer alan, Aztekler’den kalma büyük
put into practise = uygulamaya koymak / geçmek bir piramit)
put like that = o şekilde ele alınırsa
put off = 1) ertelemek, postpone; 2) (bir şey)’den
soğutmak, tiksindirmek, repel

www.bademci.com
Q Q QQ Q

quadrant of meridian = bir meridyen dairesinin quantum mechanics = kuantum mekaniği (fizik
dörtte biri, kutup ile Ekvator arasındaki uzaklık biliminin, özellikle atomik ve atomaltı
quake = yer sarsıntısı, deprem, earthquake seviyelerde, madde ile enerji arasındaki ilişkiyi
araştıran alanı)
qualified enough = yeterince vasıflı
quarter = 1) makam, (kendisinden bir şey gelen
qualify (for) = (bir iş) için gerekli niteliklere sahip
veya beklenen) merci; 2) yer, yön, çevre,
olmak, hak kazanmak, be eligible (for)
topluluk; 3) çeyrek, one fourth
qualitative = nitel, niteleyici, kalitatif
quarters = (çoğul kullanılır) mahalleler, semtler,
quality = kalite, nitelik, vasıf yaşanan mekanlar
quality-control = kalite kontrol (özellikle mühendislik query = sorgulamak, question
ve üretim alanlarında, müşteri gereksinimleri
quest = arayış, search
ve standartların yakalanması konularında
çalışmalar yürüten disiplin), quality engineering question = 1) doğruluğundan kuşku duymak,
sorgulamak, doubt, dispute; 2) tartışmak,
quantifiable = miktarı belirlenebilir / ölçülebilir
argue
quantify = nicelemek, sayıya dökmek, count,
queue = sıra, kuyruk, waiting line
measure
quintessence = mükemmel bir örnek
quantitative = nicel, kantitatif
quit = bırakmak, vazgeçmek, leave, give up, halt
quantitative trait = nicel (kantitat if) özellikler
quite = 1) oldukça, pek, epey; 2) tamamen, (You are
quantity = miktar, nicelik, amount
quite right. = Tamamen haklısınız.)
quantum = (çoğul: quanta) kuantum (fizikte,
quota = kota (alınmasına / satılmasına / üretilmesine
genellikle temel parçacıkların enerji ve
vs. izin verilen en az ya da en çok miktar)
momentumlarını tanımlamakta kullanılan
bölünemez birim) quote = alıntı yapmak, (bir metinde) tırnak içinde söz
aktarmak

www.bademci.com
R R RR R

rabies = kuduz hastalığı raise = 1) yükseltmek, arttırmak, elevate, increase,


race (fiil) = yarışmak zıt anl.= lower, decrease; 2) (para) toplamak,
collect, gather; 3) yetiştirmek, büyütmek,
race (isim) = yarış
nurture, breed; 4) (soru) sormak
racial discrimination = ırk ayrımcılığı
raise doubts = şüphe uyandırmak
racially = ırk yönünden
rampant = alıp yürümüş, dal budak sarmış,
racism = ırkçılık widespread, uncontrollable, zıt anl.= under
racist = ırkçı control
radar reflection = radar yansıması (radar cihazının random = rasgele, tesadüfi, haphazard, accidental,
gönderdiği ve hedefe çarpıp yansıyarak radara zıt anl.= systematic
geri dönen radyo dalgası) randomly = düzensiz olarak, rasgele, arbitrarily, zıt
radiate = yayılma, spread out anl.= systematically
radiation = yüksek hızlı parçacık veya range (from . . . to . . .) = 1) (bir şey ile) (başka bir
elektromanyetik dalgalar yoluyla enerji iletimi, şey arasında) değişmek, vary (between . . .
radyasyon and . . .); 2) dizmek, sıralamak, sınıflandırmak,
radiation portal monitor = içinden geçen araçlarda rate, rank, classify
radyoaktif madde taşınmakta olup olmadığını range = 1) seri, dizi, sıra; 2) erim, menzil; 3) mutfak
anlamaya yarayan, güvenlik aramalarında ocağı; 4) pek çok, farklı, variety
insanların içinden geçtiği metal dedektörlerini rank = sırala(n)mak, (örn. bir listede) belli bir sırada
andıran bir alet olmak, (Harry Potter series rank first among
radiation-therapy machine = radyasyon tedavi the best-selling books of all-time. = Harry
cihazı Potter dizisi tüm zamanların en çok satan
radical = radikal, kökten, esaslı, fundamental kitaplarının başında geliyor.), (Istanbul ranks
radically = alışılmışın çok dışında bir şekilde, among the most popular cities in the world. =
extraordinarily Istanbul, dünyanın en popüler şehirleri
arasında yer alır.)
radioactive = radyoaktif, radyoaktivite ile ilgili
rank above / below = (birisi)’nden yüksek / aşağı
radioisotope thermal generator = radyoaktif rütbede / düzeyde olmak
bozunmadan açığa çıkan enerjiyi kullanarak
elektrik üreten jeneratör, radioisotope rank fake = yüzde yüz sahte, safi sahtekarlık
thermoelectric generator, RTG rank first = birinci olmak, birinci sırayı almak
radionuclide = radyonüklid (bir elementin radyoaktif rank high = üstlerde olmak, (sıralamada) yukarıda
izotopu) olmak
radius = (çoğul: radii) yarıçap rapid = çabuk, hızlı, tez, quick, zıt anl.= slow
rage = şiddetle devam etmek, storm, surge rapidly = hızla, çabucak, quickly, fast, zıt anl.= slowly
raid = baskın, akın rare = nadir, az görülür / bulunur, uncommon, scarce,
rain down = (yağmur gibi) yağarak düşmek zıt anl.= common
rain forest = yağmur ormanı (yüksek miktarda yağış rarely = nadiren, barely, seldom, zıt anl.= often,
alan ve yüksek düzeyde biyoçeşitlilik içeren frequently
orman) rarity = nadirlik, seyreklik, rareness, infrequency, zıt
rainfall = bir bölgeye, belli bir zaman aralığı içinde anl.= commonness, amplitude
düşen toplam yağış rash = deride ortaya çıkan kızarıklıklar, kurdeşen,
rainwater monitoring station = yağış izleme isilik
istasyonu rate = 1) hız, sürat, pace; 2) oran, nispet
rate of absorption = emilim oranı

www.bademci.com
132 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

rate of damage = hasar oranı reborn = yeniden doğmuş


rather = oldukça, epeyce, bir hayli, quite, somewhat rebound (fiil) = çarpıp geri sıçramak, geri tepmek
rather than = (bir şey)’den çok / ziyade rebound (isim) = 1) çarpıp geri sıçrama, geri tepme;
ratify = onaylamak, tasdik etmek 2) düzelme, recovery
ratio = oran rebuild = yeniden yapmak / inşa etmek
ravenous = saldırgan, yırtıcı recall = anımsamak, hatırlamak, remember, zıt anl.=
forget
raw = ham, işlenmemiş
recast = yeniden biçim vermek
ray = ışık huzmesi, ışın
recede = yavaş yavaş azalmak, geri çekilmek
reach = ulaşmak, varmak, arrive, come
receive = 1) almak, pick up, take, zıt anl.= give, emit;
reach back (to) = eskilere uzanmak, hatırlamak
2) (bakım, ilgi vs.) görmek
reach back to a 1993 law = 1993’te çıkartılmış bir
receive medical attention = 1) tıbbi müdahale /
yasayı gündeme taşımak / yasadan
bakım görmek; 2) tıbbi çevrelerin ilgisini
yararlanmak
çekmek
reach up to = uzanarak (bir şey)’e yetişmeye
receive more than one’s share of smt = payına
çalışmak, uzanmak
düşen şeyden fazlasını almak
react to = (bir şey ya da bir kişi)’ye tepki göstermek,
receive the blame = suçlamaya maruz kalmak,
respond to, oppose
suçlanmak, suç (onun) üstüne kalmak
react with = (bir şey) ile (kimyasal) tepkimeye girmek
recent = (yakın geçmişten bahsederken) en son, en
react chemically = kimyasal reaksiyon göstermek yakın / yeni, late, current, zıt anl.= past
readily = çabucak, hızla, kolayca, hazırda / kolayda, recent finding = en son bulgu
zamanında, seve seve, promptly, willingly,
recently = yakın zamanda, son zamanlarda, lately
rapidly, easily, zıt anl.= slowly, late, (These
bacteria can be identified readily. = Bu receptacle = kap, hazne, container, holder
bakteriler kolaylıkla tanımlanabilir.) receptor = reseptör, alıcı
readiness = hazır olma, çabukluk, isteklilik, recession = (ekonomide) durgunluk
preparedness recessive = çekinik, geri plandaki, diğeri tarafından
reading public = halkın okuyan kesimi bastırılan, withdrawing, zıt anl.= dominant
readjust = yeniden uyum sağlamak / alışmak recipe = 1) formül, yöntem; 2) (yemek vs. için) tarif
real estate = gayrimenkul (arsa, bina vb. taşınmaz recipient = alıcı, hizmet gören
mal) reciprocating = karşılık gelen, dengi olan
real time = gerçek zamanlı olarak, canlı, live recite = ezberden okumak
real wage = reel ücret (enflasyonun erittiği kısım reckon = sanmak, düşünmek, saymak, hesaplamak,
düşülerek hesaplanan gerçek ücret) think, calculate, (Do you reckon it is going to
realize = 1) farkına varmak; 2) gerçekleştirmek rain tomorrow? = Yarın yağmur yağacağını
rearrange = yeniden düzenlemek, reorganize düşünüyor musun?)
reason = sebep, neden, cause reclaim = kullanılabilir hale getirmek, regain
reasonable = 1) makul, mantıklı, fair, sound, logical, recognise (as) = (olarak) tanımak, remember,
zıt anl.= unreasonable; 2) yeteri kadar, uygun identify, distinguish, zıt anl.= forget
miktarda / ölçüde, (All we need is a recognise = 1) farkına varmak, realise, acknowledge,
reasonable amount of land and sunlight to be aware of; 2) (resmi olarak) tanımak,
grow our vegetables. = İhtiyacımız olan tek varlığını kabul etmek
şey sebzelerimizi yetiştirmeye yetecek kadar recognised = kabul gören
arazi ve güneş ışığı.)
recognition = kabul, onay, tanıma, popülarite,
reasonably = makul oranda / düzeyde, oldukça, acceptance, approval, acknowledgement, zıt
acceptably anl.= refusal, rejection
reassemble = tekrar bir araya getirmek recognizable = tanınabilir, ayırt edilebilir, discernible,
reassurance = (bir kişinin) endişelerini gidermeye distinguishable
çalışma, encouragement recognizably = tanınabilir / ayırt edilebilir şekilde,
rebel = asi discernibly, distinguishably

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 133

recognized citizen = vatandaşlık haklarına sahip recurrent = yinelenen, tekrarlayan, repetitive, zıt anl.=
kişi single, unique
recombine = birleştirmek, yeniden bir araya recurring = tekrarlayan, recurrent
getirmek recycling = geri dönüşüm
recommend = tavsiye etmek, önermek, teklif etmek, red blood cell = alyuvar
ileri sürmek, offer, suggest
redate = yeniden tarihlemek
recommendation = tavsiye, öneri, advice,
rediscovery = tekrar keşfetme
suggestion, proposal
redistribute = dağılımını değiştirmek, yeniden
recommended = tavsiye olunur / edilir, suggested
dağıtmak
recommended daily allowance = tavsiye edilen /
reduce = azal(t)mak, cut down, diminish, decrease,
önerilen günlük tüketim miktarı
lower, zıt anl.= increase
reconcile = aralarını bulmak, uzlaş(tır)mak,
reduced = azal(tıl)mış, indirgenmiş
harmonise, integrate, zıt anl.= alienate
reduced intake = azaltılmış alım / tüketim
reconfigure = tekrar değiştirmek / ayarlamak
reduced mortality = azalan ölüm oranı
reconnaissance = (askeri veya bilimsel amaçlı)
keşif, istihbarat toplama reduction = azal(t)ma, in(dir)me, indirim, decrease,
zıt anl.= increase
reconnaissance mission = keşif görevi
redundant = 1) gereksiz, unnecessary; 2) işsiz,
reconsider = tekrar ele almak, yeniden incelemek
unemployed
reconstruct = (kısmen bilinen bir şeyin) bütününü
reef = resif, sığ su kayalığı
belirgin hale getirmek, (olayları) yerli yerine
koymak, restructure re-establish = yeniden kurmak, eski haline
dön(dür)mek, restore
reconstruction = yeniden inşa, yeniden yapma /
düzene sokma refer to = 1) atıfta / göndermede bulunmak, direct to,
guide; 2) söz etmek, bahsetmek, mention,
record (fiil) = kaydetmek, kayda geçirmek
bring up; 3) başvurmak, turn to, resort to;
record (isim) = 1) kayıt; 2) rekor 4) (bir şey) ile ilgili olmak, be related to
record levels = rekor düzeyler / seviyeler reference = 1) başvuru, kaynak, source; 2) bahis,
record-breaking = rekor kıran remark, mention
recorded history = kayıtlı / yazılı tarih refine = saflaştırmak, arıtmak, düzeltmek, purify,
recount = anlatmak, hikaye etmek, (bir şeyin improve
öyküsünü) aktarmak, tell, narrate refined = 1) rafine, arıtılmış, processed, zıt anl.=
recover = 1) iyileşmek, kendine gelmek, improve, get coarse, crude; 2) ince, kibar, zarif
well, zıt anl.= deteriorate; 2) kurtarmak, geri refinement = arıtma, saflaştırma
kazanmak, salvage refit = yeniden kullanıma hazır hale getirmek
recoverable = yeniden kazanılabilir reflect = yansıtmak, göstermek, show, (The words of
recovery = 1) (hastalıktan, yok olmaktan vs.) the matron clearly reflected concern over the
kurtulma, iyileşme, cure, remedy, healing, patient’s situation. = Başhemşirenin sözleri,
revival, zıt anl.= deterioration, worsening; hastanın durumu ile ilgili kaygısını açıkça
2) yeniden elde etme, telafi, retrieval yansıtmaktaydı.)
recovery ward = ameliyat sonrası derlenme reflection = yansıma
(kendine gelme) odası reflux = reflü (yenen yemeğin, uyku vs. esnasında
recreate = yeniden yaratmak, reinstitute tekrar ağza gelmesi)
recreational = eğlence türünden reform (fiil) = ıslah etmek, düzeltmek, improve
recruit = 1) asker toplamak, asker yazmak, enlist; reform (isim) = reform, yenilik, improvement, revision
2) (bir iş için) eleman aramak, işe almak, refraction = (ışık için) kırılma
employ
refrain (from) = çekinmek, sakınmak, kendini tutmak,
recruitment = eleman / personel alma abstain (from), avoid, zıt anl.= give in, indulge
recur = (hastalık, öksürük vs. için) nüksetmek, refreshed = yenilenmiş, tazelenmiş, canlanmış,
tekrarla(n)mak, happen again, repeat itself revitalized
recurrence = yineleme, tekrarlama, repetition

www.bademci.com
134 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

refreshingly = canlandırıcı / diriltici / umut verici regulation = düzenleme, denetim, ayarlama, kontrol,
şekilde, stimulatingly, zıt anl.= exhaustingly işleyiş, çalışma, arrangement, monitoring,
refrigerant = soğutucu, coolant adjustment, zıt anl.= confusion, messing up
refrigerated chamber = soğutulmuş oda regulator = düzenleyici, kural / kanun koyucu
refuge = koruma alanı, barınak, preserve regulatory = düzenleyici
refuse = geri çevirmek, kabul etmemek, reddetmek, rehabilitate = hasarını gidermek, rehabilite etmek,
turn down, reject, zıt anl.= accept restore
refute = (delillerle) çürütmek, yanlışlığını kanıtlamak, rehabilitation = rehabilitasyon (herhangi bir sebeple
discredit, invalidate, zıt anl.= confirm çalışma yeteneği azalmış bir organa ya da
vücut parçasına, uygun egzersiz uygulayarak
regain = yeniden elde etmek / kazanmak
tekrar eski güç ve yeteneğini kazandırma)
regard = ilgilen(dir)mek, dikkate almak, pay attention,
reign = saltanat, hükümdarlık, rule
consider
reinforce = desteklemek, takviye etmek,
regard as = saymak, gözüyle bakmak, (olduğuna)
sağlamlaştırmak, güçlendirmek, pekiştirmek,
inanmak, (olarak) görmek / değerlendirmek,
strengthen, zıt anl.= weaken, (The final
believe, deem, consider as, view as
technical report of the accident reinforces the
regard with = (şüphe, korku vs.) ile bakmak / findings of initial investigations. = Kaza ile ilgili
yaklaşmak son teknik rapor, ilk araştırmalarda elde edilen
regarding = ile ilgili, with reference to, concerning, bulguları destekliyor.)
about reinforced = güçlendirilmiş
regardless of = (bir şey)’e bakılmaksızın / bağlı reinforced concrete = betonarme
olmaksızın, in spite of, without considering
reinforcing = destekleyici, takviye edici
regardless of the fact that. . . = . . . gerçeğine
reinstate = eski mevkisini / görevini geri vermek
bakılmaksızın, although, despite the fact that
reinstitutionalization = tekrardan bir kuruma /
regardless of their income = gelirlerine
yapıya dahil etme, tekrar kurumlaştırma
bakılmaksızın
reintroduce = yeniden tanıştırmak, tekrar piyasaya
regenerate = yenilemek, yeniden oluş(tur)mak,
sunmak, bir yasa vs. ’yi tekrar yürürlüğe
iyileşmek, regrow
koymak
region = yöre, bölge, alan, çevre, zone, area, location
reintroduction = tekrar ortaya çıkma
register (fiil) = 1) kaydetmek, tescil etmek, record;
reiterate = tekrarlamak, repeat
2) (bir şeye) sahip olduğu görülmek /
gözlemlenmek, anlaşılmak, (Her surprise reject = yadsımak, reddetmek, dismiss, refuse, deny,
registered on her face. = Şaşkınlığı yüzüne zıt anl.= accept
vurmuştu / yüzünden anlaşılıyordu.) rejected = reddedilmiş, geri çevrilmiş
register (isim) = sicil, kayıt rejection = ret, geri çevirme
registrar = 1) İngiltere’de orta konumda hastane rejuvenate = beslemek, canlandırmak
doktoru (stajyere üst, uzman doktora ast); relapse = 1) sağlığı kötülemek, depreşmek, get
2) kayıt memuru worse; 2) eski kötü huylarına geri dönmek, fall
registry = bkz. register back
regret = pişmanlık duymak, esef etmek, feel sorry relate = 1) (olaylar, durumlar, insanlar) arasında
(about), repent, zıt anl.= welcome bağlantı kurmak, connect, link; 2) (bir şey) ile
regrettable = üzüntü veren, pişmanlık uyandıran, ilgili olmak, have a connection with
unfortunate, pitiful, zıt anl.= desirable related = ilgili, bağlantılı, in connection, zıt anl.=
regrettably = ne yazık ki, maalesef, unfortunately unrelated
regular = düzenli, tutarlı, istikrarlı, devamlı, related to = (bir şey) ile ilgili
consistent, steady, zıt anl.= irregular, unsteady, relating to = (bir şey) ile ilgili olarak
inconsistent relation = bağlantı, ilişki, münasebet
regular hours = düzenli saatler relationship = ilişki, ilinti
regulate = denetim altında tutmak, düzene sokmak, relative (isim) = akraba
düzenlemek, ayarlamak, monitor, adjust,
relative (sıfat) = göreceli
arrange, zıt anl.= upset, confuse, mess up

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 135

relative to = (bir şey) ile karşılaştırıldığında, (bir relief = 1) ferahlama, rahatlatma, alleviation;
şey)’e nazaran 2) yardım, help; 3) nöbeti devralan kişi
relatively = göreceli olarak, nispeten, comparatively relief supplies = yardım malzemesi
relativism = bağıntıcılık, görecelik relief workers = kurtarma ekibi (çalışanları), rescue
relativity theory = görelilik (izafiyet) teorisi workers
relax = gevşemek, rahatlamak, loosen, zıt anl.= relieve = 1) rahatlatmak, ferahlatmak, dindirmek,
tighten up hafifletmek, yatıştırmak, azaltmak, alleviate,
ease, comfort, zıt anl.= aggravate, intensify;
relaxation = gevşeme, dinlenme
2) kurtarmak, rescue; 3) nöbeti devralmak
relaxed pace = yorucu olmayan tempo
religious = 1) dinsel, din ile ilgili; 2) dindar, pious
relay = aktarmak, nakletmek, pass on, transmit
reluctance = isteksizlik, gönülsüzlük, unwillingness,
release (fiil) = 1) salıvermek, kurtarmak, dışarı zıt anl.= keenness, (It was with reluctance that
vermek, discharge, liberate, zıt anl.= detain, I accepted their invitation because I was too
imprison; 2) (ilacı bedene) yaymak; 3) (haber, busy to attend any such occasion. =
bildiri vs.) basıp yaymak, (film, albüm vs.) Davetlerini gönülsüzce kabul ettim, zira öyle
piyasaya çıkarmak, issue bir olaya katılamayacak kadar meşguldüm.)
release (isim) = salma / salıverilme, dışarı verme, reluctant = isteksiz, gönülsüz, unwilling, hesitant,
yayma, discharge uneager, zıt anl.= willing, eager
release into = (bir şey)’in içine salmak, yayılmak, reluctantly = isteksizce, gönülsüzce, unwillingly, zıt
vermek anl.= willingly, eagerly
relentless = 1) bitmez tükenmez, endless, (Her rely on = 1) (bir şey ya da bir kişi)‘ye güvenmek /
relentless efforts in the clinic were at last itimat etmek / bel bağlamak / bağımlı olmak,
rewarded by a promotion. = Klinikteki bitmez depend on, entrust, zıt anl.= distrust; 2) (bir
tükenmez çabaları sonunda bir terfi ile şey ya da birisi)’nin yardımıyla (bir işi)
ödüllendirildi.); 2) acımasız, merhametsiz, başarmak, (Today we rely on computers to
insafsız, pitiless, merciless, (Tuberclosis has perform innumerable tasks. = Bugün pek çok
been one of the most relentless enemies of işi bilgisayarların yardımıyla başarmaktayız.)
mankind throughout history. = Tüberküloz,
REM = uykuda rüyaların görüldüğü süreç, rapid eye
tarih boyunca insanlığın en merhametsiz
movement
düşmanlarından birisi olmuştur.)
remain = değişmeden kalmak, durumunu korumak,
relevance = ilinti, (konuya) uygunluk, ilişki, bearing,
stay, zıt anl.= vary
connection
remain awake = uyanık kalmak, stay awake, zıt anl.=
relevant = konuyla ilgili, yerinde, appropriate, zıt
fall asleep
anl.= irrelevant
remain stable = sabit kalmak, değişmemek
reliability = güvenilirlik, credibility
remain uncurtailed = azalmadan kalmak
reliable = güvenilir, emin, sağlam, trustworthy,
dependable, zıt anl.= unreliable remain virtually unchallenged = neredeyse
rakipsiz olmak
reliably = güvenilir bir biçimde, trustily, zıt anl.=
unreliably remaining = geriye kalan
reliance = güvenme, bel bağlama, dependence remains = (çoğul kullanılır) 1) kalıntı(lar), arta kalan,
harabe, ruin, leftover; 2) ceset, corpse, (His
reliant on = (bir şey)’e güvenen / güvenir bir halde,
remains were never found. = Cesedi hiç
bağımlı
bulunamadı.)
relic = (genellikle manevi değeri olan) kalıntı,
re-make = yeniden / baştan yapmak
yadigar, kutsal emanet, (There is a plan as to
bringing St. Nicholas’ bones and other relics remarkable = dikkate değer, olağanüstü, notable,
back to The Church of St. Nicholas in Demre. extraordinary, zıt anl.= ordinary
= Aziz Nikolas’ın kemiklerinin ve diğer kutsal remarkably = dikkate değer bir şekilde, belirgin bir
emanetlerinin Demre’deki Aziz Nikolas şekilde, considerably, noticeably, zıt anl.=
Kilisesi’ne getirilmesine dair bir plan var.) slightly
remedy (fiil) = çaresini bulmak, düzeltmek, cure,
treat, restore

www.bademci.com
136 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

remedy (isim) = çare, ilaç, deva, cure, relief replacement = replasman, yenileme, değiştirme,
reminder = hatırlatma, hatırlatıcı şey yerine koyma, yerini alma, yer değiştirme,
substitution
remission = hafifle(t)me, azal(t)ma, alleviation,
relaxation, zıt anl.= worsening replacement kidney = (eskisinin yerine)
nakledilecek böbrek
remnant = 1) kalıntı, arta kalan şey; 2) parça kumaş
replenish = tekrar doldurmak
remote = 1) uzak, distant, (His stories are too remote
from everyday life. = Hikayeleri, gündelik replenishment = (bir kaptaki eksilmiş olan sıvıyı vs.)
hayattan çok uzak.); 2) etkisini geç gösteren doldurma, yenileme
remote-control = uzaktan kumanda replica = kopya
remote-controlled = uzaktan kumandalı / kumanda replicate (fiil) = 1) (hücre bölünmesiyle vs.)
edilen çoğalmak, multiply; 2) benzerini / kopyasını
yapmak, duplicate
remotely = uzaktan, uzaktan kumanda ile, from a
distance, zıt anl.= closely replicate (isim) = 1) yinelenen deney / deneme;
2) aslına çok yakın ya da tamamen benzeri
remotely operated = uzaktan kumandalı
kopya, tıpkı basım, replica
remoteness = uzak olma
replication = 1) tekrar(lama), yineleme, yinelenen
removal = yerini değiştirme, ortadan kaldırma deney / deneme; 2) kopya, tekrarlamak yolu ile
remove = 1) ortadan kaldırmak, çıkarmak, take üretilen şey, copy, replica, replicate
away, eliminate, zıt anl.= install; 2) (kabuk, report (fiil) = rapor etmek, bildirmek
kılçık vs. için) temizlemek, çıkarmak;
report (isim) = 1) rapor; 2) karne; 3) haber
3) (vücuttan dışarı) atmak, çıkarmak
reportedly = bildirilene göre, anlatılana göre
render = 1) vermek, sağlamak, give, provide, supply;
2) belli bir duruma / hale getirmek, make reporting staff = muhabirlik yapan personel
renew = yenilemek, onarmak, re-establish, mend repository = ambar, depo
renewable = yenilenebilir represent = 1) temsil etmek, simgelemek, örneği
olmak, act as; 2) göstermek, betimlemek,
renewable energy = yenilenebilir enerji
depict, display, correspond to
renewable resources = yenilenebilir kaynaklar
representation = tasvir, betimleme
renovate = yenilemek, tadilat yapmak, recondition,
representative = 1) örnek, tipik, exemplary, typical;
restore
2) mümessil, temsilci
renovation = yenileme, tadilat
representative democracy = temsili demokrasi
rental site = (araç vs. için) kiralama noktası (halkın, egemenliğini, seçtiği temsilciler
reorder = yeniden düzenlemek aracılığı ile kullandığı, kararların bu temsilciler
reorganisation = yeniden düzenle(n)me tarafından alındığı demokrasi türü)
repair = onarmak, düzeltmek, iyileştirmek reprocessing plant = yeniden işleme tesisi
repay = geri vermek, ödemek, return, pay back reproduce = 1) kopyalamak, taklit etmek, imitate,
repeat = tekrarla(n)mak, yinele(n)mek, (Will you redo, make more; 2) üremek, çoğalmak,
please repeat what I say? = Lütfen benim yavrulamak, propagate
söylediklerimi tekrarlar mısınız?), (History reproduction = üreme, reprodüksiyon
repeats itself. = Tarih tekerrürden (tekrardan) reproductive = reprodüktif (üreyebilen), yavrulayan,
ibarettir.) çoğalan, yeniden oluşturan, fruitful, fertile, zıt
repeatedly = tekrar tekrar, defalarca, over and over anl.= infertile
repetition = tekrar, recurrence reproductively = üreme bakımından / ile ilgili olarak
repetitive = yinelenen, tekrarlayan, recurrent, zıt anl.= repulsive = itici, tiksindirici, repellent, revolting
single, unique reputable = saygın, respectable, esteemed, zıt anl.=
replace = (bir başkası)’nın yerini almak / yerine disreputable
geçmek, yenilemek, change, substitute, reputably = saygın bir şekilde, honourably
supplant reputation = ün, şöhret, nam, ad, credit, esteem
replace with = (bir şeyi başka bir şey) ile değiştirmek, repute = ad, şöhret
substitute
reputedly = sözde, güya, rivayete göre, according to
general belief

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 137

request (fiil) = talep etmek, demand, ask for resolution = 1) karar, çözüm, decision; 2) çözünürlük
request (isim) = istek, rica, dilek, demand (bilgisayar ekranı, fotoğraf makinesi gibi
cihazların detayları görüntüleme kapasitesi)
require = (bir şey) istemek, (bir şey)’i gerektirmek,
zorunlu kılmak, ask, call for, compel, oblige, resolve = 1) çözmek, solve; 2) karar vermek, decide;
demand 3) azalmak, iyiye gitmek, recover
requirement = gereksinim, ihtiyaç, talep, necessity, resort = tatil beldesi, dinlenme yeri
claim resort to = (çare olarak bir şey)’e başvurmak,
requisite = gerekli şey, necessity employ
research = araştırma resource = kaynak, olanak, supply, means
research position = (üniversitedeki) araştırma(cı) respect = 1) (kurala) uymak, obey; 2) itibar
pozisyonu göstermek, regard highly
researcher = araştırmacı respectability = saygınlık, dignity, zıt anl.= vulgarity
resemblance = benzerlik, similarity, zıt anl.= respectful = saygılı
distinction respective = (birden fazla unsur için) her birinin ayrı
resemble = benzemek, andırmak, look / be like, take ayrı (özelliklerinden bahsederken)
after, zıt anl.= differ from respectively = sırasıyla, (birden fazla unsur için) her
resent = içerlemek birinin ayrı ayrı (özelliklerinden bahsederken),
(The cities of Basle and Brussles are in
resentful = küskün, dargın, gücenik, offended
Switzerland and in Belgium respectively. =
reserve = saklı tutmak, ayırmak Basel ve Brüksel kentleri sırasıyla İsviçre ve
reserves = rezerv, kaynaklar, supplies Belçika’dadır.)
reservoir = hazne, havza, depo, rezervuar respiration = soluma, hava alıp verme
reset = yeniden ayarlamak / başlatmak respiratory = solunumla ilgili, solunuma ait
re-settle = yeniden yerleşmek, göçmek, taşınmak respiratory bronchiole = akciğerlerde hava
resettlement = yeni bir yere / bölgeye yerleşme keseciklerine kadar ulaşan en küçük kanallar
reshape = yeniden şekillendirmek, alter respiratory surface = solunum yüzeyi (canlılarda
reside = ikamet etmek, oturmak, live, dwell akciğer, solungaç gibi gaz alışverişinin
gerçekleştiği kısım)
residency = 1) ikametgah, mesken, residence;
2) doktorluk ihtisas devresi respiratory system = solunum sistemi
resident = bir yerde oturan kimse, sakin, dweller, respite = erteleme, mola, pause, relief
inhabitant respond (to) = karşılık vermek, tepki göstermek,
residential = 1) yatılı; 2) ikamet ile ilgili, (residential react (to)
area = ikamet alanı, konutlar için ayrılmış response = yanıt, karşılık, tepki, reply, reaction
bölge) responsibility = sorumluluk, yükümlülük, blame,
residual = artık, arta kalan, leftover, remaining liability, zıt anl.= immunity, exemption
residue = artık, kalıntı, leftover, remainder responsible (for) = (bir şeyden) sorumlu, (bir şeyin)
resiliency = esneklik, elastikiyet, elasticity sorumlusu, zıt anl.= irresponsible
resilient = çabuk iyileşebilen, kendini çabuk responsive = 1) duyarlı, hassas; 2) cevap vermeye
toparlayan, güçlükleri yenme yeteneği olan istekli, reactive, zıt anl.= unresponsive
resin = reçine rest = 1) (‘the rest’ şeklinde kullanılır) geri kalan
kısım; 2) dinlenme
resist = direnmek, karşı koymak, oppose, withstand,
confront, zıt anl.= surrender, yield to rest on = (bir şey)’e dayanmak, (bir şey)’den destek
almak, (kökünü / temelini bir yerden) almak,
resistance = direniş, karşı koyma, hindrance, üzerinde bulunmak, count on, depend on, be
opposition supported by
resistant (to) = dayanıklı, dirençli, enduring, hardy, rest with = (bir kişi)’nin sorumluluğunda olmak, be
zıt anl.= delicate, tender (under) the responsibility of
resistivity = özdirenç (birim uzunluktaki bir rested = dinlenmiş, relaxed
materyalin, içinden geçen elektrik akımına
gösterdiği direnç) resting blood pressure reading = istirahat halinde
tansiyon ölçümü

www.bademci.com
138 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

restless = hiç durmayan, huzursuz, hurried, uneasy, retention = 1) alıkoyma, tutma, holding, keeping, zıt
zıt anl.= calm, peaceful anl.= release; 2) hafızada / akılda tutma,
restless leg syndrome = huzursuz ayak / bacak keeping in memory, zıt anl.= forget
sendromu (huzursuzluk nedeniyle ayakları / rethink = yeniden / tekrar düşünmek
bacakları devamlı hareket ettirme hali) retire = emekliye ayrılmak
restorative = şifalı, iyileştirici, healing, curative retirement = emeklilik
restore = restore etmek, eski haline döndürmek, fix, retract = geri / içeri çek(il)mek, withdraw
reestablish, reconstruct
return = 1) geri dön(dür)mek, geri gitmek, go back;
restrain = 1) dizginlemek, kontrol altına almak, 2) geri verme, iade etme
control, zıt anl.= set free; 2) kısıtlamak,
return to favour = şansı dönmek, yeniden popüler
sınırlamak, suppress, zıt anl.= relieve
olmak
restraint = kısıtlama, dizginleme, baskı, restriction,
return to power = iktidara dönmek
control, suppression, zıt anl.= relief,
indulgence return to prominence = tekrar ünlenmek / rağbet
görmek
restrict = kısıtlamak, sınırlamak, limit, restrain, zıt
anl.= broaden, enlarge return to the fore = tekrar ön plana çıkmak
restricted = 1) yasak, forbidden; 2) kısıtlı, sınırlı, reveal = göstermek, açığa vurmak, ortaya çıkarmak,
limited, confined, zıt anl.= free, unlimited tell, show, disclose, zıt anl.= conceal, hide
restricted = kısıtlı, sınırlı, yasaklanmış, yasak, revelation = 1) açığa çık(ar)ma, keşif, disclosure, zıt
limited, zıt anl.= free, unlimited, (The town is anl.= covering up; 2) vahiy, ayet
announced to be a restricted area barred to revenue = gelir, kazanç, hasılat, income
people and journalists without special reverberate = yankılanmak, aksetmek
authorisation. = Kasaba, özel izni olmayan revere = hürmet etmek, saygı göstermek
gazeteciler ve halk için yasak bölge ilan edildi.)
reversal = 1) (bir siyasi anlayışı, kararı vs.) köklü bir
restriction = kısıtlama, limitation şekilde değiştirme; 2) (işlerin vs.) tersine
restrictive = kısıtlayıcı, sınırlayıcı, limiting dönmesi
restructure = yeniden yapılandırmak, reorganise reverse (fiil) = (pervaneyi vs.) ters yönde çalıştırmak,
restructuring = yeniden yapılandırma tornistan etmek, tersine / geri çevirmek,
result from = (bir şey)’den meydana gelmek / çıkmak change to the contrary
/ doğmak / kaynaklanmak, (bir şey)’in sonucu reverse (sıfat) = aksi, ters, geri, opposite, contrary,
olmak, be caused by, come from backward, zıt anl.= forward, parallel, same
result in = (bir şey) ile sonuçlanmak, (bir şey)’e yol reversible = geri döndürülebilir, eski haline
açmak / neden olmak, cause getirilebilir, zıt anl.= irreversible
resulting = sonuç olarak ortaya çıkan, sonuçtaki revert to = (bir şey)’e geri gitmek, (bir şey)’e dönmek
resume = yeniden başlamak, kalınan yerden devam review = yeniden gözden geçirmek, yeniden
etmek, continue, restart, carry on, zıt anl.= incelemek, go over
abandon, suspend revise = gözden geçirip düzeltmek, modify
resumption = yeniden başlama, sürdürme revision = gözden geçirip düzeltme, modification
resurgence = tekrar faaliyete geçme, aktif hale revitalize = yeniden canlandırmak, diriltmek, revive
gelme, canlanma, revival revival = 1) yeniden canlanma, diriliş, uyanış; 2) (film,
resurrect = yeniden diriltmek / canlandırmak / ortaya tiyatro oyunu için) geçmişte sahnelenmiş bir
çıkarmak, revive eseri (farklı oyuncular ve farklı yorum ile)
resuscitation = yaşama döndürme, canlandırma, yeniden sahneleme, remake
diriltme, revival revive = canlan(dır)mak, (yeniden) hayat vermek
retain = 1) tutmak, alıkoymak, muhafaza etmek, revolt = isyan, ayaklanma
kendinde saklamak, sahip olmak, keep, hold, revolution = devrim
zıt anl.= give up, let go; 2) akılda tutmak, keep
in (one’s) mind revolutionary = devrimci, çığır açan, devrim
niteliğinde
retaliation = (bir saldırıya) yanıt / karşılık, karşı
saldırı, reaction revolutionise = devrim niteliğinde değişiklik
yaratmak, tabuları yıkmak, tamamen
retardation = retardasyon (zeka vs. için gerilik) değiştirmek

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 139

revolve = bir nokta veya eksen etrafında dönmek right (isim) = 1) hak, (Arabic women must stand up
reward = ödül, prize, zıt anl.= punishment for their voting rights. = Arap kadınlar oy
verme hakları için seslerini yükseltmeliler.);
rewarding = doyurucu, tatmin edici, satisfactory
2) sağ (taraf), zıt anl.= left
rewind = geri almak, (kaseti) geri sarmak, fast-
right across = her tarafına, throughout, (The disease
forward
spread right across the country. = Hastalık,
rewire = (elektrik tesisatını) yeniden bağlamak / ülkenin her tarafına yayıldı.)
çalışır hale getirmek
right across the world = dünyanın diğer ucu(ndaki)
Reye’s syndrome = Reye sendromu (genellikle
right away = hemen, derhal, at once, immediately
çocuklarda, muhtemelen virüs enfeksiyonuna
bağlı olarak gelişen, kusma, baş ağrısı, right from the very start = ta en başından beri
zihinsel işlevlerde bozukluk gibi belirtilerle right of appeal = temyiz hakkı, üst mahkemeye
başlayıp kısa zamanda bilinç kaybı ve ölüme itirazda bulunma hakkı
uzanabilen akut hastalık) right-hand side = sağ taraf, zıt anl.= left-hand side
rhetorical = söz sanatına özgü rightly = haklı olarak, correctly
rheumatoid arthritis = romatoid artrit (genellikle el right-wing = sağcı
parmakları, el ve ayak bilekleri, ayak, kalça ve
rigid = katı, sert, şekli bozulmayan, eğilip
omuz eklemlerinde görülen ve şekil
bükülmeyen, sağlam, dayanıklı, firm, zıt anl.=
bozukluklarına yol açan eklem iltihabı)
flexible, floppy, deformable
rhodanese = rodanaz (hücre ve bakterilerde
rigidity = katılık, sertlik, strictness, zıt anl.= lenience
bulunan, kristalize olabilen ve katalizör görevi
görerek siyaniti zararsız hale getiren bir tür rigidly = sıkıca, sağlam bir şekilde, stiffly, zıt anl.=
enzim) loosely
rhyme = uyak, kafiye rigorous = özenli, dikkatli, sıkı, kurallardan
şaşmayan, strict, tight, zıt anl.= lax, relaxed
rhythm = ritm, beat
rim = kenar, border, edge
rib = kaburga
riot = ayaklanma, başkaldırı, isyan
ribozyme = ribonükleik asit enzimi (diğer RNA
moleküllerinin bölünmesinde katalizör olarak rioter = isyancı, asi, ayaklanmacı, rebel, insurgent
görev gören RNA molekülü) ripe = olgun
rice hull = pirincin dış kabuğu ripen = olgunlaş(tır)mak, mature
rice-based diet = pirince dayalı beslenme rise = yükselmek, artmak, tırmanmak, increase, zıt
rich in vitamins = vitamin bakımından zengin anl.= decrease
riches = zenginlikler rise to importance = önem kazanmak
Richter Scale = Richter Ölçeği (sismolojide rise to the challenge = zorluklara göğüs germek,
kullanılan, dünya genelinde meydana gelen (bir duruma vs.) meydan okumaya
depremlerin aletsel büyüklüklerini ve sarsıntı hazırlanmak
oranlarını belirleyen ve sınıflara ayıran risk of infection = enfeksiyon riski (bulaşma
uluslararası bir ölçüm birimi) tehlikesi)
rickets = raşitizm (çocuklarda D vitamini eksikliği ve risk-free = tehlikesiz
yeterince güneş ışığı görmeme sebebiyle risk-taking = risk alan
oluşan, kemik yumuşaması ile belirgin bir risky = riskli, unsafe, zıt anl.= safe
hastalık)
ritual = ayin, adet
rid of = (bir şey)’den kurtarmak, free from, relieve
rival (fiil) = (birisi) ile rekabet etmek, (birisi) kadar iyi
rid (oneself) of = (kendini) (bir şey)’den kurtarmak, olmak, compete with
break free from
rival (isim) = rakip, opponent, competitor
ridge = (coğrafya terimi olarak) sırt, küçük dağ
sırası, dağ silsilesi rivalry = rekabet, competition
ridicule = alay konusu etmek, gülünç duruma RNA = ribonükleik asit (protein sentezinde rol alan
düşürmek genetik materyal), ribonucleic acid
ridiculous = gülünç, saçma, silly roar = gürleme, kükreme
right (fiil) = düzeltmek roast = (kahve çekirdeği vs. için) kavurmak, (et ve
diğer yemekler için) fırında pişirmek

www.bademci.com
140 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

rob (of) = yağma / talan etmek, elinden almak, royalty = 1) imtiyaz / patent / telif hakkı / ücreti;
çalmak, yoksun bırakmak, take, steal 2) kraliyet ailesi
robotics = robot bilimi rubber bullet = plastik mermi
robust = sağlam, gürbüz, güçlü, dinç, sound, strong, rubber-coated = plastik kaplı
zıt anl.= frail, weak rubbish = 1) saçma, saçmalık, nonsense; 2) çerçöp,
rogue = beklenmedik, unexpected döküntü, garbage
rogue state = uluslararası antlaşmaları tanımayan, ruin (fiil) = harap / perişan etmek, yıkmak, devastate,
kendi başına buyruk, düzen bozucu ülke destroy, zıt anl.= restore, construct
role model = rol modeli, örnek alınan kişi veya şey ruin (isim) = yıkım, yıkılma, çöküş, tahrip, downfall
roll (on / by) = (zaman için) geçip gitmek ruined = harabe halinde, yıkıntı halde, devastated,
Roman = Romalı, Roma’ya veya Roma Devri’ne ait derelict, destroyed, zıt anl.= restored,
reconstructed
Roman Empire = Roma İmparatorluğu (M. Ö. 1. yy
ile M. S. 4. yy arasında tüm Akdeniz havzası ruins = yıkıntı, kalıntı, harabe, remains
çevresine egemen olmuş ve edebiyat, hukuk, rule = karar vermek, hükmetmek, judge, decide
mühendislik, mimari alanlarında derin kültürel rule of law = 1) hukuk kuralı; 2) hukukun üstünlüğü
izler bırakmış, para ve ölçü birimleri
rule of survival = hayatta kalma kuralı
konusunda standartlar geliştirmiş,
Makedonya’dan Mezopotamya’ya kadar tüm rule out = yok saymak, ortadan kaldırmak, devre dışı
bölgeleri, döşediği taş yollar ile birbirine bırakmak, önlemek, meydan vermemek,
bağlamış, Türkiye’de bulunan Side, Perge, engellemek, elemek, exclude, zıt anl.= include
Aspendos, Myra gibi tanınmış antik kentlerde ruler = 1) ülke yöneticisi; 2) cetvel
kalıntıları görülebilen tiyatro, hamam, bazilika ruling = 1) yasa, kural, hüküm; 2) hüküm verme,
gibi binaların yüzde doksanından fazlasının karar alma
yapımına önayak olmuş, büyük ekonomik ve run = 1) işletmek, çalıştırmak, yönetmek, operate,
askeri gücü ile egemenlik alanındaki halkları manage; 2) (ilacı damarlara vs.) enjekte
özellikle M. S. 2. yy içerisinde savaşlardan etmek
uzak, refah içinde yaşatarak “Roma Barışı”
diye bir kavramın oluşmasını sağlamış, run about = etrafta koş(uş)turmak
dünyanın gelmiş geçmiş en büyük run aground = karaya oturmak
imparatorluklarından biri) run away from = (bir yer / birisi / bir şey)’den kaçmak,
Roman times = Roma Devri (M. Ö. 30 ile M. S. 376 escape from
yılları arasında kalan dönem) run counter (to) = (bir şeyin) aksi yönünde olmak /
root out = ayıklayıp atmak, kökünü kazımak, seyretmek
kökünden sökmek run down = 1) kötülemek, aleyhinde konuşmak;
rot = çürümek, decompose, go bad 2) azal(t)mak, küçül(t)mek
rotary = dönel, (bir eksen etrafında) dönen run in a family = bir aileye ait bir vasıf / özellik olmak,
rotate = 1) (kendi ekseni veya merkezi etrafında) o ailede sıkça görülmek
dön(dür)mek; 2) (bir işi) sırayla yapmak run off the same system = aynı sistemi kullanarak
rotation = 1) (kendi ekseni veya merkezi etrafında) çalışmak
dönme; 2) (personel, ekin vs. için) rotasyon, run on = 1) durmadan konuşmak; 2) (zaman)
(eleman ya da ekin türünü değiştirme işi) geçmek, pass; 3) (bir şey) ile çalışmak,
rough = 1) kaba, takribi, approximate, zıt anl.= operate on
accurate, precise, exact; 2) zor, sıkıntılı; run out (of) = 1) yit(ir)mek, bit(ir)mek, tükenmek,
3) engebeli tüketmek, exhaust, use up, deplete, (I am
roughly = kabaca, yaklaşık olarak, aşağı yukarı, afraid we have run out of antibiotics. =
approximately, about, more or less; zıt anl.= Korkarım ki antibiyotiğimiz tükendi.);
accurately, exactly 2) geçerliliğini yitirmek, expire
route = hat, güzergah, rota run over = 1) ezmek; 2) taşmak; 3) tekrarlamak,
gözden geçirmek
routine = rutin, düzen (aynı işin / işlerin belli
aralıklarla tekrar edilmesi) run through = 1) çabucak tüketmek, israf etmek,
use up; 2) (kılıç, bıçak vs. ile) delmek, delip
routinely = rutin olarak geçmek, pierce
row = sıra, dizi

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 141

run up = art(tır)mak, yüksel(t)mek, rise, raise, rush (fiil) = 1) koşarak gitmek, acele et(tir)mek, hurry,
increase, zıt anl.= fall, decrease zıt anl.= delay, linger; 2) saldırmak, hızla
running cost = işletme maliyeti akmak
running water = su tesisatından sağlanan / akan su rush (isim) = koşuşturma, acele etme
runway = pist, uçak pisti, tarmac rushing = hızla akan
rupture (fiil) = kırmak, yırtmak, break, tear apart rush hour traffic = trafiğin en yoğun olduğu saat(ler)
rupture (isim) = yırtık, kırık, kırılma
rural = kırsal, taşra, köy hayatına ait, kentsel
olmayan, zıt anl.= urban

www.bademci.com
S S SS S

sacred = kutsal satiate = doyurmak, tatmin etmek


sacrifice = feda etmek, give up, forfeit satiation = doygunluk
sad = üzgün, üzücü, depressed, depressing, zıt anl.= satiety = doyum, doygunluk, fullness
cheerful satiety centre = (beyindeki) doyma / tokluk merkezi
safe = emniyetli, güvenli, secure, harmless, zıt anl.= satisfactorily = tatmin edici bir şekilde, adequately, zıt
dangerous, hazardous anl.= unsatisfactorily, poorly
safe haven = güvenli sığınak satisfactory = doyurucu, tatmin edici, rewarding,
safeguard = korumak, kollamak, himaye etmek, acceptable, adequate, zıt anl.= unsatisfactory,
muhafaza etmek, protect poor
safely = güvenli bir şekilde saturate (with) = doyurmak, emdirmek
safety = emniyet, güvenlik, security, refuge, zıt anl.= saturated = doymuş
danger, hazard saturated fat = doymuş yağ, zıt anl.= unsaturated fat
safety rule = emniyet kuralı, emniyet yönergesi saturation = doyma, doygunluk
sail = yelken save up = bir süre içinde yavaş yavaş biriktirmek
sales literature = satış sloganları, reklam / tanıtım say = örneğin, söz gelimi
yazıları
scale = ölçek, derece, skala
saline = tuz içeren (serum ve benzeri sıvı)
scale model = ölçekli model
salinity = tuzluluk derecesi
scaling = pullanma, pul pul olma
salmon farming = çiftliklerde somon balığı
scan (fiil) = 1) taramak (ışınların hareketini algılayan
yetiştiriciliği
bir aygıtla görüntülemek); 2) yakından
salon = salon, sergi salonu incelemek browse, look through
sample (fiil) = denemek, try scan (isim) = tarama, yakın inceleme
sample (isim) = örnek, numune, example, specimen scandal = skandal, rezalet, kepazelik
sampling = örneklem(e) scandalous = skandallarla / kepazeliklerle dolu,
sanction = 1) yaptırım, ceza; 2) onay, kanun, karar utanç verici, rezil, shameful
sanctuary = kutsal yer, mabet Scandinavia = İskandinavya (Kuzey Avrupa’da,
sandstone = kumtaşı (kum tanesi büyüklüğünde Norveç, İsveç ve Finlandiya’yı içeren
mineral veya kaya tozlarından oluşmuş bir yarımada)
tortul kayaç türü) scanning tunnelling microscope = kuantum
sandstorm-scoured = kum fırtınaları tarafından tünelleme yöntemiyle çalışan, maddeleri atom
aşındırılmış, kum fırtınaları sebebiyle seviyesinde görüntülemeye yarayan
erozyona uğramış mikroskop
sane = aklı başında, zihinsel bir hastalığı olmayan, scant = sınırlı, yetersiz, az, limited, inadequate, zıt
zıt anl.= insane anl.= abundant, ample
sanitary = sıhhi, sağlıkla ilgili scar (fiil) = yara izi bırakmak
sanitary condition = hijyen, temizlik scar (isim) = yara izi
sanitary sewer = sıhhi kanalizasyon tesisatı scarce = az bulunur, kıt, rare, scant
sanitation = 1) sanitasyon (temiz, hijyenik olma hali); scarcely = nadiren, güçlükle, çok az, barely, hardly,
2) temizleme, hijyenik hale getirme zıt anl.= enough, sufficiently, (She is not a
friend of mine. I scarcely know her. = O benim
sassafras = Kuzey Amerika ve Asya’da yetişen bir
arkadaşlarımdan biri değil; onu çok az
tür küçük ağaç
tanıyorum.)
satellite = uydu
scarcity = kıtlık, az bulunma, deficiency, inadequacy,
satellite-borne = uyduya yerleştirilmiş zıt anl.= abundance

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 143

scare = korku screen = 1) incelemeden geçirmek, monitor;


scare away = korkutup kaçırmak 2) gizlemek, korumak, perdelemek, hide,
conceal
scarlet fever = kızıl hastalığı
screening = tarama, (belirli niteliklere sahip şey veya
scary = korkutucu, ürkütücü
kişilerin kapsamlı araştırmalar sonucunda
scatter = serpmek, saçmak, dağıtmak, yaymak, belirlenmesi)
disperse
screening programme = tarama programı (belli bir
scattered = (oraya buraya) dağılmış, yayılmış, hastalığı belirleme amacıyla insanların
dispersed muayeneden geçirilmesi / taranması)
scene = manzara, görüntü, sahne, olay, sight screening test = eleme testi, tarama testi
scene of disaster = felaket bölgesi screw thread = vida dişi (vida bedeninin
scenery = doğal manzara çevresindeki sarmallardan her biri)
scenic = manzaralı script = el yazısı
scent = koku, smell, odour scroll = parşömen tomarı / rulosu
sceptic = şüpheci kimse scrutiny = derinlemesine inceleme, araştırma,
sceptically = kuşkucu bir şekilde, suspiciously investigation
scepticism = kuşkuculuk, şüphecilik scuba diver = (oksijen tüpü ile dalan) balıkadam,
schedule = program, tarife, ders programı dalgıç
scheduled = programlanmış sculpt = heykel yapmak
scheduled for = (belli bir zaman)’da sculpture = yontu, heykel, heykeltıraşlık
(gerçekleştirilmek üzere) programlanmış / scurvy = iskorbit (yetersiz C vitamini alımına bağlı,
planlanmış eskiden denizciler arasında yaygın olan bir
scheme = hareket planı, proje, düzen, tertip, strategy, hastalık)
(If one scheme of happiness fails, human sea bindweed = denize yakın kumullarda yaşayan
nature turns to another. = Eğer bir mutluluk pembe-mor çiçekli asma türü bir bitki
planı başarısızlığa uğrarsa, insan doğası bir seabed = deniz dibi
başka plana yönelir.) seafloor = deniz tabanı
schizophrenia = şizofreni hastalığı seafood harvest = deniz mahsulleri hasadı
scholar = bilgin, akademisyen seal (fiil) = 1) sızdırmayacak / ayrılmayacak şekilde
scholarship = 1) bilim; 2) burs birleştirmek; 2) mühürlemek
school = ekol, okul seal (isim) = 1) fok; 2) mühür
schooling = eğitim, education seal off = sızdırmayacak şekilde kapamak,
science fiction = bilimkurgu mühürlemek, block off
scientific = bilimsel seamount = sualtı dağı (zirvesi de dahil, tamamı
scientific definition = bilimsel tanım denizin altında bulunan dağ)
scientific discovery = bilimsel buluş seaport = liman
scientific potential = bilimsel potansiyel sea-route = deniz yolu
scoff at = (bir şey) ile alay etmek, (bir şey)’i seashell = deniz kabuğu
küçümsemek season = sezon, mevsim, dönem, period
scope = 1) kapsam, saha, alan, faaliyet alanı, range, seasonal = mevsimlik, bir mevsime özgü
extent; 2) fırsat, olanak seat (fiil) = otur(t)mak, oturacak yer sağlamak
score = puan seat (isim) = 1) (herhangi bir konuda otorite olan)
scores of = çok sayıda (score = 20, scores of = merkez (şehir, kurum vs.); 2) koltuk
yirmilerce (düzinelerce gibi bir ifade)), lots of seaward = denize doğru
scourge = 1) bela, felaket; 2) kırbaç seaweed = deniz yosunu
scouring = aşındırma second year running = üst üste ikinci yıl
scrape = sürtmek secondary = ikinci derecede, sekonder, ikincil, tali,
scratch = kaşımak, tırmalamak subordinate, subsidiary, zıt anl.= fundamental,
scream = çığlık essential, primary

www.bademci.com
144 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

secondary condition = ikincil sağlık sorunu (bir seek waiver = (aleyhte bir kuralın / kanunun
hastalıktan kaynaklanan nispeten daha uygulanmasından) vazgeçilmesini istemek,
önemsiz ikinci bir rahatsızlık, örn. diyabete (bir tür) taviz / ödün beklemek
bağlı gelişen böbrek yetersizliği) seeker = arayan kişi
second-hand smoke = pasif sigara dumanı (sigara seem to = (bir şey yapar) gibi görünmek, (bir şey)
içmeyen insanları etkileyen sigara dumanı) olduğu anlaşılmak, appear to
second-rate = (kalite bakımından) ikinci sınıf, düşük seem to be = gibi görünmek, appear to be
kalitede
seemingly = görünüşe göre, apparently
secret = sır, gizem, esrar
seep = sızmak
secrete = salgılamak
segment = parça, bölüm, kısım, kesim, dilim
secretion = salgılama, salgı
segregation = fark gözetme, ayrı tutma, ayrım
sect = mezhep
seismologist = sismolog (deprembilimci)
sectarian = mezhepler ile ilgili, mezhepsel
seize = tutmak, yakalamak, el koymak, ele geçirmek,
section = kısım, kesim, parça, dilim, kesit, part grab, catch, get, take, take over, zıt anl.= give
secular = laik (dinsel konular ile devlet yönetimini up, release, free
ayrı tutan) seize on = alıp kullanmaya hevesli olmak, hook onto
secure = güvence altına almak, ele geçirmek, seizure = (sara vs. hastalıklar nedeniyle geçirilen)
sağlamak, ensure nöbet
securities = menkul kıymetler (bir finansal değeri seldom = nadiren, pek az, seyrek, rarely, zıt anl.=
temsil eden banknot, hisse senedi, tahvil gibi often
belgeler)
selected = seçilmiş
security = güvenlik, protection
selection = seçim, seçme şeyler bütünü, seçki,
sedate = (hastayı operasyon vs. öncesi) uyutmak, collection
ilaçla sakinleştirmek
selective = seçici (kişi), özellikle itinayla seçilmiş
sedation = (yatıştırıcı bir ilaçla) yatıştırma, (şey)
sakinleştirme
selectively = seçici olmaya çalışarak, titizlikle,
sedative = sakinleştirici, sedatif (ilaç) discriminatingly, carefully
sedentary = hareketsiz olarak devamlı oturan, self-confidence = kendine güven
oturarak geçirilen / yapılan
self-esteem = özsaygı, haysiyet
sediment = tortu, çökelti
self-maintenance = kendini idame etme, kendi
seduce = ayartmak, kanına girmek, baştan kendine bakma
çıkartmak
self-perception = kendini idrak / algılama / kavrama
sedum = damkoruğu bitkisi
self-replicating = kendi kendini çoğaltan
see at a glance = ilk bakışta görmek / farkına
self-satisfaction = kendinden hoşnut olma
varmak
self-sufficient = kendine yeterli, zıt anl.= dependent
see (to it) (that) = . . . olduğundan emin ol(un), (See
to it that he eats plenty of meat. = Bol miktarda self-supporting = kendi kendine yeterli
et yesin / yedirin / yediğinden emin olun.) semester = sömestr, yarıyıl
see off = (bir kişiyi) geçirmek / uğurlamak / yolcu semiconducting = yarı iletken özellik gösteren
etmek semiconductor = yarı iletken (elektronik devre
see through = (zor bir durumda) desteklemek, üretiminde kullanılan bir tür malzeme)
yardım etmek, support, help semi-dome = yarım kubbe
seed = tohum seminal = kendisinden sonrakilere kaynak teşkil
seed coat = tohum kabuğu eden türden (araştırma / çalışma)
seek = 1) (bir şey yapma)’ya çalışmak, try (to); semi-saline = yarı tuzlu
2) aramak, araştırmak, peşine düşmek, semi-settled = yarı yerleşik
inquire, look for, pursue semi-transparent = yarı-saydam
seek to do smt = bir şey yapmaya çabalamak, bir şey send for = (birisi)’ni çağırtmak, (bir şey) getirtmek,
yapmak için uğraşmak summon

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 145

send off = 1) (mektup, paket vs.) göndermek, sequence (fiil) = sıralamak, birbirini izlemek, birbiri
postaya vermek; 2) yolcu etmek ardına gelmek, order
send out for = (bir şeyin) gönderilmesi için sipariş sequence (isim) = ardışıklık, sıra, dizi, sekans, (The
vermek paintings of the artist are exhibited in a
send smt tumbling = bir şeyi devirmek / yıkmak chronological sequence. = Ressamın tabloları,
kronolojik bir sıra içerisinde sergilenmiş.)
Senegal = Senegal (Batı Afrika’da yer alan bir ülke)
sequenced = sıralanmış, dizilmiş
senescence = yaşlılık, senesans
sequencing = sıraya sokma
senile = bunak, eli ayağı tutmaz olmuş, infirm
serene = berrak, durgun, dingin, huzurlu, tranquil,
senior = yaşça büyük, kıdemli / üst düzey
peaceful
senior management = kıdemli / üst düzey
series = dizi, seri, sıra
yöneticiler
serious = ciddi, önemli, significant
sensation = 1) duyu, duygu, duyarlık, feeling,
emotion; 2) heyecan uyandıran olay, serious health consequence = (bir şeyin sonucu
sansasyon olarak ortaya çıkan) ciddi sağlık problemi
sense = algılamak, anlamak, sezmek, perceive, seriously = önemli ölçüde, ciddi miktarda
grasp serve (to) = (bir şey)’e faydası olmak / hizmet etmek,
sense of community = topluluk / birliktelik duygusu, cevap vermek, perform
bir gruba ait olma hissi serve a purpose = bir amaca hizmet etmek
sense of humour = espri / mizah anlayışı serve as = görevini görmek, (bir şey)’e yaramak,
sense of pattern = desen anlayışı …olarak hizmet etmek
sensibility = ayırt etme yetisi, duyarlılık serve to = (bir şey)’e yaramak
sensible = mantıklı, akla uygun, aklı başında, serve up = sağlamak, temin etmek, provide
realistic, rational, zıt anl.= foolish, insensible service (fiil) = hizmet etmek, serve
sensibly = mantıklı bir şekilde, akıllıca, reasonably, service (isim) = hizmet, servis
zıt anl.= foolishly serving = porsiyon
sensitive = duygulu, duyarlı, hassas, alıngan, session = (tedavi, tartışma, sınav vb. amaçlarla
emotional, delicate, zıt anl.= insensitive, thick- yapılan) oturum, celse
skinned
set (fiil) = 1) ayarlamak, yerleştirmek; 2) (ateş için)
sensitively = duyarlı şekilde, hassas biçimde, yakmak
sympathetically
set (isim) = seri, dizi
sensitivity = duyarlılık, hassasiyet, responsiveness,
set a good example = iyi örnek olmak, iyi bir örnek
zıt anl.= insensitivity
oluşturmak
sensory neuron = duyusal nöron / sinir
set aside = 1) bir tarafa koymak, kenara bırakmak;
sensory response = duyusal tepki 2) feshetmek, iptal etmek
sensuous = duyulara hitap eden, exciting, sensual set back = (ilerlemesini) geciktirmek, geriye atmak,
sentence = karar, hüküm delay
sentence of death = idam kararı set down = 1) (kural vs.) koymak / belirlemek, fix,
sentence smo to (a punishment) = ceza vermek, establish; 2) yazarak kaydetmek, record
(bir şey)’e mahkum etmek, punish smo with (a set down to = (bir şey)’i bir nedene bağlamak
punishment) set foot = (bir işe / yere) adımını atmak
sentiment = duygu, düşünce, emotion, opinion set in = 1) (hastalık vs. için) kalıcı hale gelmek,
separate (fiil) = ayırmak, birbirinden uzaklaştırmak, yerleşmek, develop, become, established;
bölmek, zıt anl.= unify 2) yerine otur(t)mak, yerleş(tir)mek, fit into, fix
separate (isim) = (birbirinden) ayrı, bağımsız, farklı, in
unconnected, unrelated, zıt anl.= united set in motion = harekete geçirmek, başlatmak, start
separation = ayrılma, ayırma, birbirinden set off = 1) çalıştırmak, başlatmak, start; 2) (bir işe)
uzaklaştırma, break-up, split, zıt anl.= girişmek; 3) yola çıkmak
unification set out = başlamak, yola koyulmak, girişmek,
separatism = ayrılıkçılık embark (on), start, begin, commence, leave,
septic sore throat = septik (mikrobik) farenjit set off, zıt anl.= stay, halt

www.bademci.com
146 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

set over = (bir şeyi bir şeyin) üstüne yatırmak / sharply = 1) sertçe, harshly, sternly, zıt anl.= lightly,
koymak gently; 2) keskin bir şekilde, aniden büyük
set up = (sistem, bina vs.) kurmak, dikmek, inşa miktarda
etmek, institute, erect, build, found, zıt anl.= shatter = 1) paramparça etmek, tuzla buz etmek,
destroy, demolish, abolish smash; 2) bozmak, harap etmek, ruin
setback = aksama, başarısızlık, misfortune, shear = kırpmak, (yün) kırkmak, biçmek
disappointment, zıt anl.= breakthrough shearing = kesme, kırkma
setting = 1) (bir romanın vs. konusunun geçtiği) shed (fiil) = 1) (yaprak, gözyaşı, tüy vs.) dökmek;
mekan ve zaman; 2) ortam, dekor 2) (bir şey)’i aydınlatmak (bilgi vermek);
settle = 1) (bir yere) yerleş(tir)mek, iskân etmek, 3) (ışık vs.) yaymak, diffuse; 4) (bir şey)’den
dwell, inhabit; 2) halletmek, çözmek, karara kurtulmak, üstünden atmak
varmak / bağlamak, conclude, resolve shed (isim) = 1) sundurma; 2) baraka; 3) hangar
settle back = çökmek, çökerek yerleşmek shed light on = (bir olay vs.)’yi aydınlatmak, (bir
settle down = 1) (bir yere) yerleşmek / yerleşmeyi olay)’a ışık tutmak
tamamlamak; 2) uslanmak, yola gelmek, shed new light on = (bir şey)’i yeni bir anlayışla
sakinleşmek, calm açıklamak / aydınlatmak
settle on = (konusunda) karara varmak, mutabık sheep-rearing = koyun yetiştirme
kalmak, decide on
sheer = saf, halis, yalnız, ancak, tam, pure, complete
settlement = 1) yerleşim yeri, community; 2) ödeme,
sheer nonsense = safi saçmalık
payment
shell = (yumurta, salyangoz vs. için) kabuk
sever = ayırmak, ayrılmak, kop(ar)mak, kır(ıl)mak,
break, (While he was chopping wood, his hand shelter (fiil) = 1) korumak, örtmek, cover;
was severed. = Ağaç keserken eli koptu.) 2) sığınmak, take refuge (in)
several = ikiden çok, çok, pek çok, many, various shelter (isim) = sığınak, barınak, korunak
severe = sert, katı, şiddetli, ciddi, firm, hard, rigid, sheltered = korunmuş, korunaklı
serious, difficult, zıt anl.= soft, mild shield (fiil) = korumak, siper olmak, protect
severely = sertçe, şiddetle, harshly, sharply, zıt anl.= shield (isim) = kalkan
softly, leniently shift = kaymak, yönelmek, değişmek, switch, alter
severity = sertlik, şiddet, ciddiyet, harshness, shift from … to . . . = (bir şey)’den (bir şey)’e kaymak,
seriousness yön değiştirmek, sapmak, switch from . . . to . .
sewage = pis su, lağım suyu, waste shift position = pozisyon değiştirmek
sewerage = kanalizasyon shipping = gemicilik, gemi ile gönderme
sewing machine = dikiş makinesi shipyard = tersane
sextant = sekstant (eskiden genellikle gemiciler shock wave = şok dalgası
tarafından kullanılan ve yıldızlar arasındaki shoot (fiil) = ateş etmek
açısal uzaklıkları ölçerek yön bulmaya yarayan
alet) shoot (isim) = filiz, sürgün
shadow = gölge shop display material = dükkanda sergilenecek
malzeme
shadowed = 1) gölge altında; 2) (ayın) karanlık
tarafında shoplifting = dükkanlardan mal çalma
shaft = şaft, mil shortage = eksiklik, kıtlık, deficiency, scarcity, zıt
anl.= abundance
shake = sarsmak, sallamak
shortcomings = eksiklikler, kusurlar, deficiencies
shallow = derin olmayan, sığ
shortcut = kestirme, kısa yol
shape = şekil
shortfall = eksik, açık, deficit, shortage
share (fiil) = paylaşmak
short-lived = kısa ömürlü, kısa süreli, geçici
share (isim) = 1) kısım, kesim; 2) pay
short-lived benefit = kısa ömürlü fayda
share a common origin = ortak bir köke / geçmişe
sahip olmak shortness of breath = nefes darlığı
share in = pay sahibi olmak, rol almak, participate in short-term = kısa vadeli / süreli, yakın zamanlı, zıt
anl.= long-term
shark = köpekbalığı
short-term memory = kısa süreli hafıza

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 147

short-wavelength = dalga boyu kısa olan sign language = işaret dili


shot = 1) fotoğraf, picture; 2) enjeksiyon, iğne, signal = (bir olayın) sinyalini vermek, habercisi
injection olmak, indicate, signify
should demand exceed supply = talep arzdan fazla significance = önem, importance
olursa significant = kayda / dikkate değer, önemli,
shoulder = sırtlamak considerable, important, zıt anl.= insignificant,
show off = gösteriş yapmak, caka satmak unimportant, (Meat offers a significant amount
of protein. = Et, kayda değer miktarda protein
show up = 1) gözükmek, meydana / ortaya çıkmak,
sağlar.)
appear, zıt anl.= disappear; 2) (bir toplantı
vs.)’ye gelmek / katılmak, attend significantly = epeyce, oldukça, önemli ölçüde, büyük
oranda, considerably, substantially, zıt anl.=
shower = (bir şey)’e boğmak, yağdırmak
slightly, insignificantly
shrewd = kurnaz, açıkgöz, clever, artful, zıt anl.=
signify = 1) göstermek, belirtmek, show; 2) anlamına
stupid
gelmek, mean, stand for
shrine = kutsal yer, yatır, türbe
silent = sessiz, quiet, zıt anl.= audible, loud
shrink = 1) (kumaş vs. için) çekmek, contract;
silicate sheet minerals = silikat levha mineralleri
2) azal(t)mak, değeri(ni) azal(t)mak, diminish
(granitin aşınması ile oluşan, genellikle ince
shrinkage = 1) fire (üretimde kullanılmak üzere pullar halinde bulunan mineraller)
(kesilme vb.) işlemlerden geçirildikten sonra
silicon solar cell = silikon güneş pili (temel
hammadenin arta kalan kısmı);
malzemesi silikon olan güneş pili)
2) (yıkandıktan sonra kumaşta meydana
gelen) küçülme, çekme silicon-on-insulator technology = yarıiletken
üretiminde, geleneksel silikon malzeme yerine
shroud = kaplamak, örtmek, gizlemek, gömmek,
silikon-yalıtkan-silikon düzeninde bir
bury, conceal, zıt anl.= expose, reveal
tabakalanmanın kullanıldığı yöntem
shrubby = çalı ile kaplı, çalılık
silver-clad = gümüş kaplı
shun = (bir şey)’den uzak durmak, avoid, evade
similar (to) = yakın, benzer, akin (to), alike, zıt anl.=
shut down = kapamak, faaliyetini durdurmak, close different
down
similarity = benzerlik, resemblance, zıt anl.=
shuttle = mekik distinction
Siberia = Sibirya (Kuzey Rusya’da bir bölge) similarly = keza, bunun gibi, benzer şekilde, likewise
sibling = kardeş simple = sade, basit, easy, uncomplicated,
Sicily = Sicilya (İtalya’ya bağlı bir ada), Sicilia elementary, zıt anl.= complicated, difficult
sick = hasta, rahatsız simplicity = sadelik, basitlik, plainness, zıt anl.=
sickle cell anaemia = orak hücre anemisi (genetik difficulty
bir bozukluk sebebiyle alyuvarların orak şekilli simplistic = (gerçekçi olmayan ve aşırı bir şekilde)
olması sebebiyle oluşan anemi), sicklemia basite indirgenmiş, dar kapsamlı, zıt anl.=
side benefit = faydalı yan etki comprehensive
side effect = yan etki, adverse effect simulation = simülasyon (belli bir durumun veya
side with = (bir şey / birisi)’nin tarafını tutmak / koşulların, bilgisayar ortamında
yanında yer almak canlandırılması)
sidestep = (bir şey)’i bertaraf etmek, (bir şey)’den simultaneous = aynı anda, eşzamanlı, concurrent
kaçınmak, avoid, bypass, zıt anl.= confront, simultaneously = aynı anda (olan / yapılan),
seek eşzamanlı, concurrently, synchronically, zıt
siesta = siesta (İspanya ve Latin Amerika’nın anl.= consecutively
İspanyol etkisi altındaki kesimine özgü sincere = içten, samimi, açık yürekli, frank, genuine,
geleneksel öğle uykusu), şekerleme zıt anl.= insincere, false
sift out = inceleyerek bir grubu diğer bir gruptan single = tek, bir, one, sole
ayırmak, sort out, classify single digit = tek haneli (sayı)
sight = görüş, görme yetisi, manzara, vision, scene single-storey = tek katlı
sign (fiil) = imzalamak, imza etmek singly = tek başına, individually
sign (isim) = işaret, belirti, gösterge, signal, indication sinister = uğursuz, kötü

www.bademci.com
148 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

sink = 1) (değer, seviye vs. için) azalmak, decrease; sleep apnea = uyku apnesi (uyku sırasında
2) batmak solunumun zaman zaman 15-30 saniye süren
sink into poverty = yoksulluğa düşmek, yoksulluk kesintiler göstermesi)
batağına saplanmak sleep face-down = yüzükoyun uyumak
sinus headache = sinuzal başağrısı (sinüslerin sleep on one’s side = yan yatarak uyumak
tıkanması ya da enfekte olması nedeniyle sleep through = (bir gürültü vs. ’ye rağmen)
çekilen başağrısı) uyumaya devam etmek, (bir şey boyunca)
sit on = (bir şikayetin, talebin vs.) üstüne oturmak / uyumak
yatmak, işlem yapmayı geciktirmek, (That sleepiness = uyuklama hali
GSM company has been sitting on my
slender = ince uzun
complaint for a month. = O GSM firması bir
aydır yaptığım şikayetin üstüne yatıyor.) slide = kaymak, kayarak gitmek
sit with an upright trunk = gövde dimdik olacak slight = ufak ve ince yapılı, küçük
şekilde oturmak slightly = az miktarda, yüzeysel, bir parça, a little,
site = 1) yer, yerleşim; 2) sit alanı; 3) inşaat sahası, insignificantly, zıt anl.= immensely
şantiye; 4) bölge, bölüm, location slip = (ıslak, cilalı zemin vs. ’de) kaymak, slide
site-specific = mekana özgü slip into = (gırtlağa, göze, kulağa, odaya vs.)
situation = durum, vaziyet, state of affairs (yemek, su, toz, böcek vs.) kaçmak / girmek
sizeable = oldukça büyük, big, large, zıt anl.= small, slippage = performans düşüklüğü, kayma, düşüş
tiny sloping = meyilli
skeletal = iskelete ait, iskeletle ilgili, (skeletal size = slot = (uçak için) sefer
iskelet büyüklüğü) slotting = yarık / delik açma
skeletal system = iskelet sistemi slowdown = yavaşlama, azalma, retardation,
skeleton = iskelet decline
sketch = skeç (asıl tasarım veya resim hakkında fikir sluggish = yavaş, durgun, kesat, dragging, zıt anl.=
vermek ve planlamayı kolaylaştırmak amacıyla active, energetic
yapılan kabataslak çalışma), taslak, kroki slump = (fiyat, oy, müşteri sayısı vs. ’de) belirgin
skilfully = becerikli bir şekilde, maharetle düşüş
skill = ustalık, hüner, beceri, expertise, ability slur = sözü ağızda geveler gibi konuşmak, (He was
skilled = yetenekli, marifetli, ehil slurring his words like a drunk. = Bir sarhoş
gibi kelimeleri ağzında geveliyordu.)
skin = deri, cilt
small bowel obstruction = ince bağırsak tıkanması
skin stimulation = (bir ağrıyı dindirmek vs. için
akupunktur yönteminde olduğu gibi) derinin small intestine = ince bağırsak
uyarılması2 small-scale = küçük çaplı
skip = (gidilmesi gereken bir yere) gitmemek, (bir işi smart = zeki, yetenekli, işlevsel, brilliant
vs.) es geçmek, (okul) asmak, avoid, escape Smart Cut = akıllı kesim tekniği (yarıiletken
ski-resort = kayak tatili beldesi üretiminde kullanılan ve SOITEC adlı bir firma
skull = kafatası tarafından geliştirilmiş olan özel bir kristal
kesim tekniği)3
skylight = dam penceresi
smelt = madeni eritmek
skyscraper = gökdelen
smog = (endüstrinin yol açtığı) kirli hava kütlesi,
slab = inşaatta kullanılan kalın ve yassı parça, kalın
dumanlı sis, (Black smog reduced visibility to
dilim / levha
about fifty metres. = Siyah sis görüş
slack water = (akıntının olmadığı) durgun su mesafesini yaklaşık elli metreye düşürdü.)
slam = şiddetle (ve gürültü ile) çarpmak smoke inhalation = duman inhalasyonu (duman
slap = vurmak, tokat atmak, çarpmak soluma)
slave = köle, esir, zıt anl.= master smoke plume = havada uzanan duman
slavery = kölelik smoking-related = sigaradan kaynaklanan
sleep aid = uyumaya yardımcı ilaç smoothly = pürüzsüzce, sorunsuzca
smother = boğmak, havasız bırakmak

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 149

smuggle = kaçakçılık yapmak, gümrükten kaçırmak social space = (parklar, alışveriş merkezleri gibi)
snack on = (bir şeyler) atıştırmak sosyal mekanlar
sniff = koklamak, koku almak amacıyla burundan socialisation = sosyalleşme
hızlı hızlı nefes almak socially-minded = sosyal kaygılar güden, insanları
snore = horlamak düşünen
snoring = horlama society = dernek, topluluk, toplum
snout = hayvanlarda burun, ağız ve çeneyi içeren socioeconomic status = sosyoekonomik statü
ileri çıkık kısım, nozzle (bireyin bir toplum içindeki ekonomik durumu)
snowfall = bir bölgeye belli bir zaman aralığında socket = oyuk, yuva
yağan toplam kar miktarı sodium chlorate = sodyum klorat (renksiz bir tuz
snowflake = kar tanesi olup ayrık otlarını yok etmek için ve antiseptik
olarak kullanılır), NaClO3
so as to = (bir şey) yapabilmek için / yapacak
şekilde, in order to sodium nitrite = sodyum nitrit (özellikle et ve balık
ürünlerinin boyanmasında kullanılan ve
so far = şimdiye kadar, bugüne dek, şu ana kadar, up
kanserojen olduğundan şüphelenilen madde),
to now, (up) until now, to date
NaNO
so far as = kadar, kadarıyla, as far as, (So far as I
sodium thiosulphate = sodyum tiyosülfat
am concerned. . . = Bana kalırsa / göre. . .)
(fotoğrafçılıkta kullanılan bir tür kimyasal
so far as possible = mümkün olabildiğince, eğer madde)
mümkünse
soft tissue = yumuşak doku
so little is known = o kadar az şey biliniyor ki
soften = yumuşatmak
so long as = sürece, müddetçe, as long as
software = yazılım (bilgisayar programı)
so that = öyle ki …, . . . mek / . . . mak için, in order
soil = toprak(lar)
that
soil core samples = topraktaki tabakalanmayı
SO2 = sülfür dioksit (volkanlardan ve kimi endüstriyel
görmek amacı ile çıkarılmış silindir şekilli
işlemlerden ortaya çıkan, çevre için zararlı,
örnek
bozuk yumurtaya benzeyen kokusu ile tanınan
bir gaz), sulphur dioxide soil-marks = topraktaki izler
soar = yükselmek, artmak, (yukarıya) fırlamak, solar = güneşle ilgili
süzülerek uçmak, ascend, glide solar cell = güneş paneli / pili (güneş ışığından
so-called = 1) sözde, (It was one of his so-called elektrik elde etmeye yarayan cihaz)
friends who supplied him with the drugs that solar system = Güneş Sistemi
killed him. = Onu öldüren, ona uyuşturucu solar year = güneş yılı (365 gün)
sağlayan sözde arkadaşlarından birisiydi.);
solar-type = güneş benzeri
2) denilen, adı verilen (fazlaca bilinmeyen
şeyler için), (It isn’t yet clear how destructive soldier = asker
this so-called “super virus” is. = Bu “süper sole = yalnız, tek, yegane, only
virüs” denilen şeyin ne kadar zararlı olduğu solely = sadece, yalnızca, tek başına, only, just,
henüz bilinmiyor.) merely
soccer = futbol solicitor = avukat
social ill = sosyal sorun, social problem solid (isim) = 1) katı madde / hal; 2) cisim (yüzeyleri
social isolation = toplumdan soyutlanma arasında tamamen kapalı bir hacim oluşturan
social psychologist = sosyal psikolog (toplumsal üç boyutlu şekil)
şartların insanlar üzerindeki etkisini araştıran solid (sıfat) = 1) katı; 2) sağlam, güvenilir, sound,
bilim insanı) reliable, zıt anl.= unreliable; 3) bütün
social safety net = sosyal güvenlik ağı solid wood = masif ahşap
(vatandaşların temel ihtiyaçlarını güvence solidarity = dayanışma, birlik
altına almak amacıyla devletin sağladığı solidity = elle tutulur olma, belli bir şekle sahip olma
sağlık, iş bulma, evsizleri barındırma gibi
hizmetlerin bütünü) solitary = yalnız, tek başına, lonely
social scientist = sosyal bilimci (dünyanın ve solo = (gösteri vs. için) tek başına (yapılan)
yaşamın insani ve toplumsal yönlerini soluble = çözünebilir, eriyebilir
inceleyen bilim insanı)

www.bademci.com
150 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

solute = solüt, çözelti (bir solüsyon içinde çözünmüş space probe = uzay sondası (küçük, insansız uzay
madde) aracı)
solvable = çözülebilir, halledilebilir, resolvable, zıt space shuttle = uzay mekiği
anl.= insolvable space sickness = uzay tutması (uzayda yerçekimsiz
somatic = somatik, bedensel (zihinsel değil, ortamda bedenin dengesini sağlayamaması
vücudun fiziki yapısıyla ilgili olan), (a somatic sonucu bulantı, baş dönmesi gibi belirtiler ile
disease = bedensel bir hastalık) ortaya çıkan rahatsızlık)
some = 1) bazı; 2) yaklaşık; 3) tam, certain, space-bound = 1) uzayda mahsur kalmış; 2) (roket
particular vs. için) uzaya doğru yükselmekte
somehow = bir şekilde, her nasılsa, bir yolunu bulup, spacecraft = uzay aracı
nedense, in some way, for some reason, (Her space-related = uzay ile ilgili
recovery has somehow encouraged others
span (fiil) = (bir süreyi) kapsamak, bir yandan bir
who are suffering from the same ailment. =
yana uza(n)mak, stretch
Onun iyileşmesi, her nasılsa aynı hastalıktan
muzdarip diğer insanlara da cesaret verdi.) span (isim) = 1) süre, duration, term; 2) köprünün
ayakları arasındaki açıklık; 3) karış
something of a battlefield = zorlu bir savaş alanı
spare = kıymamak, (tatsız bir şeyden) kurtarmak,
something over = (bir miktar)’ın biraz üzerinde, (bir
relieve / save (from)
miktar)’dan biraz fazla
sparingly = tutumlu bir şekilde, thriftily, zıt anl.=
somewhat = biraz, bir dereceye kadar
extravagantly
sooner or later = er (ya da) geç
spark (fiil) = tetiklemek, kışkırtmak, ateşlemek,
soot = is, kurum trigger, provoke
soothe = sakinleştirmek, yatıştırmak, calm, ease, zıt spark (isim) = kıvılcım
anl.= excite, aggravate
spark off = harekete geçirmek, set off
sooty = isli, kurumlu, duman rengi
sparklingly = pırıltılı bir şekilde, brilliantly, glowingly
sophisticated = ileri düzeyde, gelişmiş, komplike,
sparsely = seyrek bir şekilde, zıt anl.= densely
rafine, ince zevk sahiplerine hitap eden,
advanced, elaborated, refined, complex, zıt spatial = uzaya ait / uzaysal / mekanla ilgili (uzaklık,
anl.= simple, naive yön, alan gibi mekana veya içindekilere ait
(özellikler))
sophistication = olgunlaşma, gelişmişlik
speak directly to this important question =
sore throat = farenjit, pharyngitis
doğrudan bu önemli soruna eğilmek / bu
soreness = ağrı, vücutta kırıklık / kırgınlık önemli sorun ile ilgili olmak
sorry = üzücü, kötü, fena special effects = özel efektler
sort out = 1) düzenlemek, sınıflandırmak, classify; specialisation = uzmanlaşma
2) (sorun vs.) çözmek, yoluna koymak, settle,
specialisation of labour = işgücünün
solve
uzmanlaşması
soul-deadening = ağır depresyona neden olan
specialist = uzman
sound = 1) sağlam, sağlıklı, esaslı, güvenilir, solid,
specialize in = (bir konuda) uzmanlaşmak
healthy, reliable, safe, secure, zıt anl.=
unhealthy, unreliable; 2) makul, akla yakın, specialty = uzmanlık alanı, profession
mantıklı, reasonable, intelligent, fair species = (hem tekil hem çoğul) cins, tür
sound barrier = ses duvarı (ses hızı) specific = belirli, distinct, particular, zıt anl.= general
sound interesting = ilginç görünmek / kulağa ilginç specifically = özel olarak, özellikle, especially,
gelmek particularly, zıt anl.= generally
source = kaynak, köken, origin, root, supply specified = belirlenmiş
souring = ekşime, bozulma specify = 1) belirlemek, belirtmek, indicate, pinpoint;
sovereignty = egemenlik, dominion 2) koşul olarak öne sürmek, stipulate
soybean = soya fasulyesi specimen = örnek, numune
spa = ılıca, kaplıca spectacle = 1) görülecek / görülesi şey; 2) dehşet
verici manzara
space = uzay
spectacular = muhteşem, harika, görkemli,
space port = uzay limanı
wonderful, astonishing

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 151

spectator = seyirci, izleyici spiralled = sarmal şekilli, burgulu


spectrum = spektrum, tayf (pek çok farklı değeri, spirit = 1) ruh; 2) anlam; 3) gayret, heves
rengi vs. birarada gösteren bir çeşit spirometer = spirometre (nefes ölçer)
gruplandırma, örn. visible spectrum of light =
spleen = dalak
göz ile görülebilen ışığın kırmızıdan mora
kadar olan tonlarını içeren gruplandırma), splendid = harika, muhteşem, beautiful, gorgeous
(over a wide spectrum of our lives = split (into) = (ikiye, üçe, gruplara vs.) böl(ün)mek /
hayatlarımızın çok farklı alanlarında) ayırmak / ayrılmak, break up (into), divide
speculate = (elde yeterli veri olmadan bir şey (into), zıt anl.= join, come / bring together
hakkında) fikir yürütmek, spekülasyon yapmak split = çatla(t)mak, yar(ıl)mak, böl(ün)mek, divide,
speculation = spekülasyon (kaynağı belli olmayan ve break up, come / pull apart, zıt anl.= join
/ veya dayanağı güçlü olmayan iddia), (borsa, spoil = boz(ul)mak, berbat etmek / olmak, ruin,
ticari değer vs. için) spekülasyon, tahmin impair, zıt anl.= enhance, help
speech defect = konuşma bozukluğu sponge = sünger
speech motor centre = motor konuşma merkezi spongy = süngerimsi
(beynin, konuşma için gerekli kas ve eklem spontaneity = kendiliğinden oluş
hareketlerini koordine eden bölümü), Broca’s spontaneous = spontane, kendiliğinden olan,
center anında yapılan, unplanned, automatic, zıt anl.=
speed up = hızlandırmak, çabuklaştırmak, planned, calculated
accelerate, zıt anl.= delay, retard spontaneously = aynı anda
speedboat = sürat motoru sporadically = münferit, tek tük, dağınık, düzensiz
speedily = hızlı / çabuk bir şekilde, fast, quickly, zıt spore = spor (alg, mantar ve bazı bitkilerin yaydığı
anl.= slowly üreme hücreleri)
spell = 1) süre; 2) nöbet; 3) büyü spot (fiil) = seçmek, görmek, (yerini) bulmak, detect,
spend on = (bir şey için) para harcamak locate
spending = harcama spot (isim) = bölge, nokta, (küçük) yer
spending power = alım gücü spouse = (evlilikte erkek ya da kadın) eş
sperm = sperm (erkek üreme hücresi) spray = fışkırtmak, yayarak püskürtmek
sperm whale = kaşalot balinası (eskiden özellikle spread (fiil) = yay(ıl)mak, yaygınlaşmak, dağılmak,
yağı için avlanan iri, yırtıcı ve genellikle siyah kaplamak, istila etmek, bürümek, sarmak,
renkli bir balina türü) (duvara boya, ekmeğe reçel vs.) sürmek,
sphere = 1) küre, globe; 2) alan disperse, disseminate, circulate, expand, zıt
spherical = (şekil itibarı ile) küresel, küreye benzer, anl.= shrink
globular spread (isim) = yay(ıl)ma, yaygınlaşma, expansion,
spice = baharat zıt anl.= reduction
spicy = baharatlı spring from = (bir şey)’den kaynaklanmak, originate,
emerge
spin (fiil) = 1) dön(dür)mek, turn, rotate; 2) daireler
çizerek dikine düşmek; 3) (yün, pamuk vs. spring up = türemek, birdenbire meydana gelmek,
için) eğirmek, örmek emerge, zıt anl.= disappear, fade
spin (isim) = dönüş, dönme hareketi spring-loaded = yay ile kurulmuş
spinal column = belkemiği, omurga, spinal kolon spur = mahmuzlamak, dürtüklemek, teşvik etmek,
incite, trigger
spinal cord = spinal kord (omurilik)
spy = casus
spinal tap = omurilik sıvısı almak için iğneyle yapılan
girişim, ponksiyon, puncture spying = casusluk
spine = 1) omurga; 2) kitap / dergi sırtı square = 1) kare; 2) (köy, kent vs. için) meydan
spinning wheel = çıkrık (eskiden yün eğirmekte square root = karekök
kullanılan çark) squeeze = ezmek, sıkmak, suyunu çıkarmak,
spiral = dönerek genişleyen, iç içe daireleri andıran zorlayarak almak, press, extract, extort
sarmal şekil squeeze into = dar bir geçitten içeri girmek,
spiral nebula = sarmal yapılı yıldız takımı sıkışarak girmek

www.bademci.com
152 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

Sri Lanka = Sri Lanka (Hindistan’ın güneyinde yer standardize = standartlaştırmak


alan bir ada ülkesi) standstill = durma noktası
stabilisation = sabitlenme, dengelenme, steadiness, staple = temel (gıda vs.) maddesi
zıt anl.= variation
staple food = başlıca / en önemli yiyecek
stability = sağlamlık, katılık, zıt anl.= instability
starboard = sancak tarafı (sağ), zıt anl.= port
stabilize = sabitle(n)mek, dengele(n)mek, otur(t)mak,
stark = gerçekleri (olduğu gibi) yansıtan, sade,
settle, balance
katıksız, absolute, downright, zıt anl.= fuzzy,
stable = tutarlı, istikrarlı, kararlı, sabit, değişmeyen, indistinct
devamlı, sağlam, steady, consistent, zıt anl.=
starkness = ıssızlık, çıplaklık, boşluk
unstable, unsteady, shaky, variable
start off = başlamak, başlangıç yapmak, begin, set
staff = 1) personel; 2) (devlet kuruluşundaki) kadro
off, zıt anl.= finish, end
stage = aşama, evre, safha, phase
start out (as) = (. . . olarak) çalışmaya başlamak
staged play = sahnelenmiş oyun
start up = (bir işe) başlamak, (iş) kurmak, begin,
staggering = çok şaşırtıcı, neredeyse inanılmaz, found
astounding
startling = çok şaşırtıcı, astonishing, amazing, zıt
stagnant = durgun anl.= ordinary, dull
stain = boyamak, lekelemek starvation = şiddetli açlık, açlıktan ölme / öleyazma,
stained = (örn. kumaş ya da ün için) lekelenmiş starving
staining = boyama, renklendirme, renkli madde starve = aç bırakmak / kalmak, açlık çek(tir)mek,
vererek işaretleme açlıktan ölmek
stammer = kekelemek, stutter starve to death = açlıktan ölmek
stamp out = yok etmek, eradicate starving = açlık çeken, açlık çekme
stance = tutum, duruş, attitude, approach state (fiil) = belirtmek, ifade etmek, express
stand to do smt = (bir şey) yapacak olmak / state (isim) = 1) devlet; 2) hal, durum, form
yapması beklenmek, karşı karşıya olmak / state assets = devlet malları / varlıkları
kalmak, be bound (to), (Owing to the global
state hospital = devlet hastanesi, public hospital
crisis, investors now stand to lose heavily. =
Küresel kriz nedeniyle yatırımcılar ağır state of affairs = işlerin durumu, keyfiyet
kayıplarla karşı karşıyalar / yatırımcıları ağır state of awareness = bilinçli olma / uyanıklık hali
kayıplar bekliyor.) state of emergency = acil durum
stand = stand, tezgah state of war = savaş hali
stand a chance = şansı olmak statement = 1) belge, döküman; 2) demeç, beyanat;
stand accused of = (bir şey) ile suçlanır durumda 3) ifade, expression
olmak, (bir şey)’den sorumlu tutulmak, be statesman = devlet adamı
blamed with stationary = hareketsiz, yerinde duran,
stand corrected = yanılmak, (I am sorry; I stand kıpırdamayan
corrected. = Özür dilerim; yanılmışım.) stationery = kırtasiye
stand for = simgelemek, yerine geçmek, signify, statistical = istatistiksel
represent
statistics = istatistik(ler)
stand in awe of smo = birisine korku ile karışık
hayranlık duymak statue = heykel
stand in the way of = engel olmak, geciktirmek, stature = 1) başarı sonucu kazanılmış önem, ün;
zorlaştırmak 2) boy, pos, endam
stand out = öne çıkmak, göze çarpmak status = statü, durum, düzey, vaziyet
stand to reason = makul olmak, akla yatmak statute = kanun, yasa, tüzük, kural
stand up to / against = karşısına dikilmek, stay = kalmak
korkusuzca karşı çıkmak stay away = geri durmak
Standard Oil Trust = Standard Petrol Tröstü steadily = tutarlı / istikrarlı / devamlı bir şekilde,
(ABD’de 1870-1911 yılları arasında faaliyette invariably, regularly, zıt anl.= falteringly,
kalan kendi zamanının en büyük petrol şirketi) unsteadily

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 153

steady = tutarlı, istikrarlı, sabit, değişmeyen, devamlı, stimulate = uyarmak, teşvik etmek, excite, inspire,
sağlam, stable, consistent, zıt anl.= unsteady, motivate, spur, zıt anl.= discourage
shaky, (There has been a steady improvement stimulating = canlandırıcı, uyarıcı, reviving,
in her condition. = Durumunda istikrarlı bir invigorating
düzelme var.)
stimulation = uyarma, teşvik, harekete geçirme,
steal a glance at = çabuk ve fark ettirmeden encouragement
bakmak
stimulator = uyarıcı, teşvik eden şey, motivator
stealthy = kendini fark ettirmeyen, sinsi, sessiz,
stimulus = (çoğul: stimuli), stimulus, uyarım, uyaran,
secretive, silent
uyarıcı şey
steam = buhar, vapour
sting = (böcek için) sokmak
steam room = buhar odası
stink bomb = koku bombası
steep = dik, sert
stipulate = şart koşmak, condition, specify
steep jump = yüksek sıçrama, keskin tırmanış, çok
stipule = yaprak sapının dibindeki çift yaprakçık
hızlı ve ani yükseliş
stir up = kışkırtmak, bulandırmak, karıştırmak,
steer = (direksiyon, dümen vs. ile) yön vermek
provoke
stem = (bitki için) sap, beyin sapı
stock = hisse (senedi), mal
stem cell = kök hücre
stock exchange = menkul kıymetler borsası (hisse
stem cell line = kök hücre dizisi / serisi senetleri ve başka menkul kıymetlerin alınıp
stem from = (bir şey)’den gelmek / kaynaklanmak, satıldığı organizasyon)
originate from stock market = borsa, hisse senedi piyasası
stent = stent (genellikle tıkalı damarları genişletmek stockbroker = borsa simsarı (başka kişi ve
için kullanılan bir tür ince tüp) kuruluşlar adına borsada işlem yapan kimse)
step = önlem, tedbir, measure stoke = ateşe kömür atmak
step out = dışarıya adımını atmak stolen = çalıntı, hot
step up = arttırmak, çoğaltmak, hızlandırmak, speed stomach = mide
up, (The police step up security at airports =
stomach upset = mide bozukluğu
Emniyet güçleri havaalanlarında güvenliği
arttırdı.) stonework = taş, taş işi
stereotype = klişe / basmakalıp storage = depolama
stewardship = organizasyon storage site = depolama bölgesi
stick to = (bir şey)’e bağlı / sadık kalmak store (away / up) = saklamak, muhafaza etmek,
depolamak
stickiness = yapışkanlık
storehouse = ambar, ardiye, depo
sticky (isim) = not vs. yazmak için kullanılan bir yüzü
yapışkanlı kağıt storm (fiil) = şiddetle saldırmak, fırtına gibi esmek,
rage
sticky (sıfat) = yapışkan
storm (isim) = fırtına
stiff = katı, sıkı, hard, rigid, zıt anl.= easy, slack
stove = fırın, ocak
stiffness = sağlamlık, dayanıklılık, sertlik, firmness,
rigidness stow away = (gemide, uçakta) gizlice yolculuk
etmek
stifle = boğmak, bastırmak, gelişmesini engellemek,
choke, prevent, suppress stowaway = kaçak yolcu
stifling = boğucu straight away = derhal, hemen şimdi, immediately,
right away
still = 1) dingin, durgun, hareketsiz, sessiz, calm,
stable, silent, zıt anl.= active; 2) yine de, hala, straighten = (eğri bir şeyi) düzel(t)mek
even now, nevertheless straightforward = 1) basit, kolay, simple, zıt anl.=
stillborn = ölü doğmuş complicated; 2) apaçık, gizlisi saklısı olmayan,
açık sözlü, candid, zıt anl.= evasive
still-life = natürmort (basit bir düzenleme içinde
meyve, şişe gibi basit objeleri konu eden strain (fiil) = 1) germek, gerginleştirmek, aşırı
resim) gerilme, zorlanma, stress, stretch, zıt anl.=
relax; 2) (kendini) zorlamak, çok gayret etmek,
stimulant = uyarıcı, uyarıcı madde
strive, struggle, zıt anl.= unstrain

www.bademci.com
154 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

strain (isim) = 1) gerginlik, tension; 2) stres, stress; strike (fiil) = 1) bulmak, ulaşmak, come upon,
3) suş (benzer gruplarla arasında küçük discover; 2) çarpmak, etkilemek, etki
farklar bulunan, belli bir türe bağlı bir bırakmak, affect, move, hit, knock, (The poor
organizma grubu) man was struck by lighting. = Zavallı adamı
strained = gergin, stressed yıldırım çarpmış.)
strait = boğaz (birbirine yakın iki kara parçası strike (isim) = grev, (go on strike = greve gitmek,
arasında kalmış deniz geçidi) grev yapmak)
straitjacket = deli gömleği strike a good bargain = iyi bir ticaret yapmak, iyi kar
elde etmek
strangely = işin tuhafı, gariptir ki
strike up = (müzik çalmaya, sohbete vs.) başlamak,
stranger = yabancı
begin
strap = kemerle bağlamak
striking = göze çarpan, dikkat çeken, göz
stratification = tabakalanma, tabakalar halinde kamaştıran, astonishing, outstanding, zıt anl.=
bulunma ordinary
stratosphere = stratosfer (atmosferin ikinci stringent = sert, sıkı, strict
tabakası)
stringer = geçirgen kaya
stratospheric = stratosfer ile ilgili
stringy = lifli, ipliksi
streaked = düzensiz çizilmiş, kaplanmış
strip (of) (fiil) = soymak, çıkarmak, sıyırmak
stream = 1) akım, current; 2) dere, çay
strip (isim) = (kumaş, kağıt vs. için) şerit, (nispeten
strength = güç, dayanıklılık, power, zıt anl.= dar ve ince) hat / yol vs.
weakness
strive = çabalamak, gayret etmek, uğraş vermek,
strengthen = güçlendirmek, sağlamlaştırmak, struggle, endeavour
geliştirmek, reinforce, invigorate, support, zıt
stroke = felç, inme
anl.= weaken, undermine
strong nuclear force = güçlü nükleer kuvvet
strenuous = yorucu, ağır, zor, tiring, heavy
(nötronların ve protonların iç bütünlüğünü
strep throat = streptokokus bakterisinin boğazda yol koruyan temel fiziksel kuvvet)
açtığı enfeksiyon, septik (mikrobik) farenjit,
strontium = stronsiyum (havayla temas ettiğinde
septic sore throat
sarı renge dönüşen, gümüşi beyaz renkli bir
stress = vurgulamak, altını çizmek, emphasise, alkali metal)
underline
structural = yapısal, temel
stress fracture = stres kırığı (uzun süre yürüyüş
structural unemployment = yapısal işsizlik
sonucunda oluşan kırık)
(genellikle gelişmekte olan ülkelerde, sermaye
stressful = gerginlik yaratan, stresli, demanding yetersizliği nedeniyle ortaya çıkan ve geçici
stressor = stres etkeni (strese sebep olan etken) değil, kalıcı özellik taşıyan işsizlik)4
stretch (along) = (boyunca) uzanmak structure = yapı
stretch (fiil) = ger(il)mek structured = biçimlendirilmiş, yapısallaştırılmış,
stretch (isim) = 1) (zaman) dilimi; 2) bölüm, kısım, yapısal, yapılandırılmış
parça struggle = çabalamak, uğraşmak, mücadele etmek
stretch (into) = (boyunca) uza(n)mak, yayılmak stubby = kısa ve kalın
stretch back = eskilere uzanmak stud (fiil) = çıtçıtla iliştirmek, tutturmak
strict = 1) tam, birebir, exact; 2) sert, katı, sıkı, stud (isim) = 1) dikme, saplama, saplanmış çubuk;
kurallara tam olarak uyan, tight, rigorous, zıt 2) damızlık erkek hayvan (genellikle at)
anl.= lax, relaxed study = araştırma, çalışma
strict symmetry = tam bir simetri stunning = nefis, hayret verici
strictly = tartışmasızca, tamamen, katı bir şekilde, stunningly = akıl almaz (şekilde, boyutlarda vs.)
exclusively, entirely, (obey the rules strictly =
stupendous = muazzam, müthiş
emirlere harfiyen uymak)
sturdy = sağlam, dayanıklı, gürbüz, firm, solid, zıt
strictly speaking = doğrusunu söylemek gerekirse
anl.= weak
stricture = kınama, yerme, criticism, condemnation
stutterer = kekeme, stammerer

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 155

stylistic = üslupsal, üslup ile ilgili subsidy = sübvansiyon, mali yardım / destek
subconscious = bilinçaltı subsistence = (kıt kanaat) geçinme, ekmek kapısı,
subdue = (bir korkuyu, isteği vs.) bastırmak, livelihood, sustenance
suppress subsistence production = temel ihtiyaçlar için
subgenual cingulate = girus singuli (beyinde üretim
korteksin bir parçası olup algılama, dikkat subsoil = yüzeyin hemen altındaki toprak
entegrasyonu ve ağrı duyusu gibi bazı subsoil wealth = yeraltı zenginlikleri
kompleks fonksiyonlardan sorumlu limbik
substance = 1) madde, material, entity; 2) öz, esas,
yapılar)5
asıl anlam, essence
subject = 1) denek, kobay; 2) konu, mevzu
substantial = önemli, bol, epey, (zaman için) uzun,
subject matter = konu important, ample, significant, large, zıt anl.=
subject to = (bir şey)’e maruz bırakmak, (bir şey)’in small
etkilerine açık bırakmak, expose to substantially = önemli ölçüde, oldukça çok,
subjective = sübjektif, öznel, personal, zıt anl.= considerably, (The new tax legislation will
objective substantially change our buying habits. = Yeni
submarine = 1) denizaltı; 2) deniz dibi vergi kanunu alışveriş alışkanlıklarımızı önemli
ölçüde değiştirecek.)
submerge = batırmak, daldırmak, su altında
bırakmak substantiate = kanıtlamak, ispat etmek, prove,
confirm, establish, zıt anl.= disprove, deny
submerged = suya batmış, suya dalmış, su altında,
(This submarine can remain submerged for substitute (fiil) = yerine koymak, ikame etmek,
eight weeks. = Bu denizaltı sekiz hafta exchange, replace
boyunca su altında kalabilir.) substitute (isim) = (bir şeyin veya kişinin) yerine
submersion = suya batma / dalma, sular altında geçen, yedek, replacement, reserve, (Only art
kalma can be a substitute for nature. = Sadece
sanat, doğanın yerine geçebilir.)
submission = 1) arz, sunma, presentation;
2) teslimiyet, boyun eğme, surrender, yielding substrate = enzimin bağlanarak reaksiyona girdiği
madde
submit = 1) arz etmek, sunmak, present; 2) boyun
eğmek, teslim olmak, surrender substratum = (çoğul: substrata) alt tabaka, temel
sub-Saharan = Sahra altı (Büyük Sahra Çölü’nün subtle = ince, narin, fark edilmesi zor, incelikli,
güneyi) delicate, insidious
subscribe (to) = abone / üye olmak subtlety = incelik, ince ayrıntı, delicacy, detail
subscription = abonelik subtly = azıcık, belli belirsiz, slightly
subsequent = sonraki, sonra gelen, (zaman ya da subtropics = subtropikal / ılıman bölgeler
sıra olarak öncekini) takip eden, (Those suburban = banliyöye ait, banliyöde bulunan
explosions must have been subsequent to our succeed = 1) takip etmek, izlemek, (bir şey ya da
departure, because we did not hear anything. birisi)’nden sonra gelmek, follow, zıt anl.=
= O patlamalar bizim ayrılışımızdan sonra precede; 2) başarmak, becermek, accomplish,
olmuş olmalı, zira biz hiçbir şey duymadık.) manage
subsequently = sonraları, daha sonra, afterwards, zıt successfully = başarılı şekilde, effectively
anl.= previously
succession = birbirini izleme, dizi, sequence
subset = alt küme
successive = peş peşe, art arda, consecutive, zıt
subside = dinmek, azalmak, diminish, ease off, zıt anl.= interrupted
anl.= rise
successive generation = gelecek nesil
subsidence = göçük, çöküntü
successively = peş peşe / üst üste / arka arkaya
subsidize = sübvansiyon yoluyla desteklemek, gelen / olan, consecutively
sübvanse etmek, (kısmen) finanse etmek,
succinct = kısa ve öz, zıt anl.= thorough,
(Commonly subsidized fields include
comprehensive
agriculture, housing and regional
development. = Sıklıkla sübvanse edilen iş succumb to = (birisi ya da bir şey)’e yenilmek, teslim
alanları arasında tarım, konut inşaatı ve bölge olmak, surrender to, give in, submit to, zıt
geliştirme yer alır.) anl.= conquer, resist
such as = … gibi, like

www.bademci.com
156 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

suck away = emip uzaklaştırmak / götürmek superconductivity = süperiletkenlik (mutlak sıfıra


suction cup = vantuz yakın sıcaklıklarda bazı maddeler tarafından
sergilenen, neredeyse mükemmel iletkenlik
suddenly = aniden, birdenbire, abruptly, zıt anl.=
hali)
step-by-step, progressively
superdam = büyük baraj
suds = (çoğul kullanılır) köpük
super-efficient = çok verimli
Suez Canal = Süveyş Kanalı (Akdeniz ile Kızıldeniz’i
birbirine bağlayan yapay suyolu) superficial = 1) derin olmayan, yüzeysel, shallow,
external, zıt anl.= deep, profound; 2) sahte,
suffer from = (bir hastalık, problem vs.)’den muzdarip
özensiz, gelişigüzel, false, inattentive, zıt anl.=
olmak, sıkıntısını çekmek, (bir şey)’den zarar
genuine
görmek
superficially = yüzeysel olarak, lightly, partially, zıt
sufferer = bir hastalık çeken ya da başka olumsuz
anl.= profoundly, thoroughly
bir durumdan muzdarip olan kişi
superfluid = süperakışkan (mutlak sıfıra yakın
suffering = ıstırap, acı, dert, çile, cefa, eziyet,
sıcaklıklarda, çok yüksek akışkanlık ve çok
misery, pain
düşük direnç ve sürtünme değerleri sergileyen
sufficient = yeterli, enough, adequate, zıt anl.= sıvı)
insufficient, inadequate
superfluous = gereksiz, lüzumu olmayan,
sufficiently = yeterince, enough, adequately, zıt anl.= unnecessary
insufficiently
superior = üstün nitelikli, kaliteli, üstün, better, high-
suggest = 1) ileri / öne sürmek, önermek, advise, class, zıt anl.= inferior, worse
propose, offer; 2) izlenimini bırakmak, hissini
superiority = üstünlük, dominance, supremacy, zıt
vermek, akla getirmek, indicate, imply
anl.= inferiority
suggestion = öneri, ileri sürülen fikir, advice, proposal
supernatural = doğaüstü
suggestive (of) = (bir düşünceyi) akla getiren (şey),
supernova = süpernova (patlama halindeki yıldız)
(His behaviour was suggestive of a cultured
man. = Davranışları, kültürlü bir adam superpower = süpergüç (ekonomik ve askeri
olduğunu akla getirmekteydi.) bakımlardan en güçlüler arasında yer alan
ülke)
suicide = intihar, (commit suicide = intihar etmek)
supersede = (eskisinin) yerini almak, replace, take
suicide attack = intihar saldırısı
over
suit = uygun gelmek / düşmek, (bir şey ya da
superstition = batıl inanç, hurafe, zıt anl.= scientific
birisi)’ne göre olmak, be appropriate (for), fit in
fact
(to)
superstitious = batıl inançlı / inançları olan
suitable = uygun, yerinde, appropriate, proper, zıt
anl.= inappropriate, unsuitable supervision = gözetim ve denetim, superintendence,
administration
suitably = uygun bir şekilde, gereği gibi, appropriately
supplant = yerini almak, yerine geçmek, replace
suited to = (bir şey)’e uygun
supplement (fiil) = (etkisini) arttırmak, enrich,
sullenly = somurtarak, asık yüzle, zıt anl.= cheerfully
reinforce
sulphur = sülfür (kükürt)
supplement (isim) = ek, tamamlayıcı şey, additive,
sum = (para vs. için) (toplam) miktar complement
sum up = özetlemek, summarise supplementary = tamamlayıcı, tali, secondary
summarise = özetlemek supplier = tedarikçi, bir malı sağlayan kişi ya da
sunbathing = güneşlenme firma
sunlit = güneş ışığı alan supplies = erzak, malzeme
sunspot = güneş lekesi (güneşin yüzeyinde bulunan, supply (fiil) = sağlamak, bulmak, temin etmek,
koyu renkli düşük sıcaklık alanları) tedarik etmek, provide (with), render, zıt anl.=
superb = enfes, fevkalade, mükemmel, first-rate, withhold
excellent, zıt anl.= poor supply (isim) = arz, stok, rezerv, stock, reserve, zıt
superbly = enfes / mükemmel bir şekilde, anl.= demand
excellently, zıt anl.= poorly support (fiil) = desteklemek, arka çıkmak
support (isim) = destek (verme), besleme, katkı

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 157

support worker = destek olarak çalışan kimse, yan survival = sağ kalma, yaşamı sürdürme
faaliyetlerde görev alan kimse survive = ayakta / sağ kalmak, var olmayı / yaşamayı
supporter = (bir kişiyi / görüşü vs.) destekleyen sürdürebilmek, live on, remain, zıt anl.= perish,
kimse, destekçi, taraftar, admirer die
supportive = destekleyici, helpful, encouraging, zıt survivor = (bir kaza, afet vs. sonrası) sağ kalan,
anl.= unhelpful kurtulan (kişi)
suppose = sanmak, tahmin etmek, varsaymak, susceptibility (to) = dirençsizlik, kolay hedef olma,
believe, presume, think yatkınlık, vulnerability (to)
supposed = gerçekleştiği / gerçek olduğu varsayılan, susceptible (to) = kolaylıkla etkilenen, dirençsiz,
gerçek kabul edilen vulnerable (to), nonresistant (to); zıt anl.=
suppress = bastırmak, durdurmak, çıkmasını resistant (to)
önlemek, restrain, withhold, zıt anl.= suspect (fiil) = şüphelenmek, kuşku duymak, have
encourage doubt, zıt anl.= know
suppression = gizli tutma, durdurma suspect (isim) = şüpheli, sanık, zanlı
suppressor = bastırıcı, baskılayıcı suspected = (varolduğundan) şüphelenilen
supremacy = üstünlük, egemenlik, domination, suspend = 1) asmak, asılı durmak, hang, (He was
superiority suspended from the ceiling by his feet and
Supreme Court = Temyiz Mahkemesi, Anayasa beaten gravely by metal bars. = Ayaklarından
Mahkemesi, Yüce Divan tavana asılmış ve metal çubuklarla feci şekilde
/ öldüresiye dövülmüştü.); 2) askıya almak,
sure = emin, kesin, garantili
ertelemek, postpone, zıt anl.= continue
surely = elbette, muhakkak, for certain, for sure
suspended = (bir sıvı içinde) asılı kalmış
surface (fiil) = su yüzüne çıkmak, görünmek, ortaya
suspense = heyecan dolu bekleyiş, süspans
çıkmak, emerge, appear, come up, zıt anl.=
submerge, sink, disappear suspension bridge = asma köprü
surface (isim) = yüzey suspicion = şüphe, kuşku, doubt, distrust, zıt anl.=
trust
surface treatment = (boyama, polisaj, asit banyosu
vs. gibi her tür) yüzey işlemi (malzeme suspicious = kuşkulu, şüpheli, doubtful, zıt anl.=
yüzeyine uygulanan işlem) trustworthy
surge = aniden yükselmek, soar, climb sustain = sürdürmek, belli bir sıklıkla ve ara
vermeden yapmak, devamını sağlamak,
surge of emotionality = duygusallığın aniden
devam ettirmek, keep up, maintain
yükselmesi, duygusallık patlaması
sustainability = sürdürülebilirlik, maintainability
surgeon = cerrah
sustainable = 1) çabuk tükenmeyen, kolay bulunur;
surgery = ameliyat, cerrahi
2) sürdürülebilir, maintainable
surgical = cerrahi
sustained = sürdürülen; belli bir sıklıkla, ara
surpass = geçmek, geride bırakmak, aşmak, vermeden yapılan, maintained, continued,
exceed, overweigh, zıt anl.= fall behind constant, zıt anl.= temporary
surplus = fazlalık, artakalan miktar, herhangi bir şeyin Svante Arrhenius = 1859-1927 yılları arasında
fazlası, excess, zıt anl.= shortage yaşamış olan, fiziksel kimyanın kurucularından
surprise = şaşırtmak, hayrete düşürmek sayılan İsveçli fizikçi ve kimyacı
surprising = şaşırtıcı swab = (boğazdan vs.) muayene için (salgı vs.)
surprisingly = şaşırtıcı bir şekilde, intriguingly almada kullanılan çubuk ya da tel ucuna sarılı
surround = çevrelemek, çevirmek, kuşatmak, küçük pamuk topağı
etrafında yer almak, enclose, border swallow = yut(kun)mak
surrounding = çevresindeki, etrafındaki, encircling swamp (fiil) = su altında bırakmak
surroundings = çevre, muhit, ortam, environment swamp (isim) = bataklık
surveillance = gözetleme, gözetim Swedish = İsveçli, İsveç’e ait
survey (fiil) = inceleme / araştırma yapmak, etüt sweep across = (boyunca) süpürülmek /
etmek, examine, observe sürüklenmek
survey (isim) = anket, inceleme, genel bakış, inquiry, sweep along = (rüzgar, akıntı vs. sayesinde)
scrutiny, scan, review kolayca ilerlemek, akıp gitmek

www.bademci.com
158 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

sweeping = geniş alanlara yayılmış synapse = sinaps (sinir hücreleri arasında kalan,
swell = şişmek, kabarmak, expand, zıt anl.= contract hücrelerarası sinirsel iletişimin gerçekleştiği
boşluk)
swell(ing) = şişme, şişkinlik, kabarma
syndicalism = sendikacılık (özellikle genel grev
swiftly = hızla, süratle, çabucak, quickly, speedily
yoluyla üretim araçlarını işçi örgütlerine
swiftness = çabukluk devretmeye çalışan siyasi hareket)
Swiss = İsviçre ile ilgili, İsviçre’ye ait synergistic = sinerji ile ilgili ya da sinerji oluşturan
switch (between) = (iki veya daha çok tarzda) synonymous = eş anlamlı, anlamdaş
dönüşümlü olarak (çalışmak), (bir şey)’den
syntactic = sentaks (bir dildeki kelimelerin cümle
başka (bir şey)’e geçmek
içindeki yerleri / dizilişleri) ile ilgili
switch = şalter, (elektronik devre için) anahtar
synthesis = sentez, birleşim
switch off = (elektrik, lamba, düğme, gaz vs. için)
synthesize = sentezlemek, üretmek, çeşitli unsurları
kapatmak, turn off, zıt anl.= switch on, turn on
birleştirerek bütün haline getirmek, blend
Switzerland = İsviçre
Syria = Suriye (tarih boyunca pek çok uygarlığa ev
swollen = şiş, şişmiş, distended sahipliği yapmış, Asurlular, Persler, Romalılar
swollen joint = şişmiş eklem ve Bizanslıların istilasına uğramış, Hz. İsa’nın
swoop down = (bir avın) üzerine çullanmak konuştuğu dili halen konuşan Malua köyünün
sycamore = çınar, Frenk inciri bulunduğu, 5000 yıllık geçmişiyle başkenti
(Şam) dünyanın en uzun ömürlü yerleşim
symbolist = simgeci, sembolist (bireyin duygusal bölgelerinden olan ve topraklarında dünyanın
yaşantısını simgelerle yüklü ve kapalı / dolaylı ilk alfabelerinden birinin icat edildiği güney
bir dille anlatmayı amaçlayan edebiyatçı ya da komşumuz)6
ressam)
syrup = şurup
symptom = semptom, belirti
system operation = sistemin çalıştırılması

www.bademci.com
T T TT T

table salt = sofra tuzu take care of = gözetmek, bakmak, attend (to)
tabulate = cetvel / tablo haline getirmek take cue = (tiyatro oyunu sırasında vs.) sufle almak,
tackle = (bir sorunu) ele almak, çözmeye çalışmak, (ne yapılacağına dair birinden ya da bir
deal with, work on, zıt anl.= avoid şeyden) işaret almak
tailor = (isteğe / ihtiyaca göre) biçmek, take down = 1) sökmek, parçalara ayırmak,
şekillendirmek, shape, adjust dismantle; 2) gururunu kırmak
take = 1) (bakış, yaklaşım vs.) sahibi olmak / take effect = geçerli olmak, yürürlüğe girmek, come
içerisinde olmak, ele almak; 2) (form, şekil vs.) into force, go into effect, zıt anl.= annul, repeal
almak; 3) (zaman) sürmek, last; 4) (bir yere) take effort = çaba gerektirmek
götürmek take for granted = doğal karşılamak, olmuş farz
take (a) photograph = fotoğraf çekmek, photograph etmek, öyle varsaymak
take a downward turn = düşüşe geçmek, aşağı take hold of = (bir yer)’e yerleşmek, (bir yer)’i eline
yönelmek geçirmek
take a (firm) stand against = (şiddetle / kararlılıkla) take in = 1) kandırmak, fool; 2) almak, kazanmak,
karşı çıkmak, (bir şey)’e karşı (güçlü) bir duruş girdi sağlamak, gain
sergilemek take in excess = aşırı miktarda / fazla almak
take a heavy toll = çok zarar vermek, büyük bir take into account = dikkate almak, hesaba katmak,
kayba neden olmak göz önünde tutmak, allow for, take into
take a huge step forward = çok büyük ilerleme consideration
kaydetmek take into consideration = dikkate almak, göz önünde
take a look at = bakmak, gözden geçirmek bulundurmak, keep in mind, take into account
take a new turn = yeni bir dönemece gelmek, yeni take it in turn to lead = sırayla liderlik yapmak
bir şekle bürünmek take kindly to = (bir şey ya da kişi)’den hoşlanmaya
take a trip = yolculuğa çıkmak, travel başlamak
take action = harekete geçmek, önlem almak, take measures = önlem / tedbir almak, take
intervene precautions
take advantage of = (bir şey)’den faydalanmak / take no time = çok kısa sürmek, hiç vakit almamak
istifade etmek / yararlanmak, zaafından take off = 1) (kıyafet vs. için) çıkarmak, zıt anl.= put
yararlanmak, istismar etmek, capitalise, on; 2) (uçak için) havalanmak, zıt anl.= land
benefit, make use of, (She took advantage of
take office = (idari) göreve başlamak, makamın
her father’s absence to meet her lover. =
başına geçmek
Sevgilisiyle buluşmak için babasının
yokluğundan faydalandı.) take on = 1) girişmek, (The surgeon decided to take
on a more radical intervention. = Cerrah, daha
take after = 1) (birisine fiziki olarak) benzemek,
radikal bir girişimde bulunmaya karar verdi.);
resemble; 2) (birisi gibi) davranmak, do as one
2) (işi, sorumluluğu, görevi vs.) üstüne almak,
does, zıt anl.= differ from
kabul etmek, undertake, (No other
take along = beraberinde götürmek, (bir şeyi ya da organization was willing to take on the job. =
birisini) yanında götürmek Başka hiçbir organizasyon işi üstlenme
take an interest (in) = ilgilenmek, alakadar olmak konusunda istekli olmadı.); 3) işe almak,
take away = elinden almak, alıp götürmek employ; 4) (yük) almak, load, zıt anl.= unload
take back = 1) (bir sözü, malı vs.) geri almak, retract; take one’s time = acele etmemek, (bir şeye) yeterli
2) anılara götürmek, bring back vakit ayırmak
take by surprise = gafil avlamak take out = (belge, evrak, sigorta poliçesi vs.)
çıkartmak, obtain
take car accidents, for instance = örneğin araba
kazalarını ele alalım, örneğin araba kazalarını
bir düşün

www.bademci.com
160 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

take over = 1) (bir şeyin) yerini almak / yerine tapestry = resim dokumalı duvar örtüsü
geçmek, replace, supersede; 2) (yönetimi, tar = katran
nöbeti vs.) devralmak, assume; 3) egemen
target (fiil) = hedeflemek, hedef almak, amaçlamak,
olmak, predominate, zıt anl.= abandon, obey
aim (at), (The company has targeted adults as
take part in = (bir şey)’e katılmak, (bir şey)’de yer its primary customers. = Şirket, temel müşteri
almak, participate in, join in (to) grubu olarak yetişkinleri hedeflemişti.)
take place = olmak, yer almak, meydana gelmek, target (isim) = 1) hedef, amaç, goal, aim; 2) kurban,
occur, happen victim
take precedence = başta / önce gelmek, öncelikli target group = hedef kitle
olmak, come first, be prior to, zıt anl.= be
tariff = ithalat veya ihracat üzerine konan vergi
secondary to
task = iş, görev, ödev, job, duty, work
take pride in = (bir şey)’den gurur duymak
task force = özel görev kuvveti
take seriously = ciddiye almak
task of mapping = yer tespit etme işi / görevi
take shape = şekil almak
task-specific = göreve / işe özel
take so long = çok uzun sürmek
taste = tat
take smt at its face value = bir şeyin değerini
sorgulamadan, söylendiği gibi kabul etmek taut = gergin
take steps = 1) önlem / tedbir almak; 2) girişimde tavern-goer = meyhane müdavimi
bulunmak, (belli bir hedefe yönelik olarak) tax = vergi
adımlar atmak taxation = vergilendirme
take the lead = başa geçmek taxiing = uçağın iniş pisti ile terminal arasındaki
take things easy = aldırmamak, dert etmemek, (take bağlantı yolunda gitmesi
it easy = dert etme, boşver, sakin ol) taxonomy = sınıflandırma bilimi
take time = zaman almak tear (fiil) = yırtmak, kuvvetle çekerek parçalamak
take to = 1) alışkanlık edinmek, hoşlanmaya tear (isim) = gözyaşı
başlamak, düzenli olarak bir işi (hobi, spor vs.) tear up = yırtarak bölmek / parçalamak
yapmaya başlamak; 2) kaçmak ve (bir yerde)
saklanmak tectonic plates = tektonik plakalar (yerkabuğunu
oluşturan levhalar)
take up = 1) ele almak, başlamak, start; 2) (gaz, sıvı)
tutmak, içine almak, absorb; 3) (süre) tedious = can sıkıcı, usandırıcı, dull, boring,
doldurmak, kullanmak, (zaman) almak tiresome, zıt anl.= interesting, entertaining
take up residence = yerleşmek, (bir yerde) ortaya teem with = (bir şey) ile dolu olmak, kaynamak,
çıkmak (Antalya is teeming with tourists at this time of
the year. = Yılın bu vaktinde Antalya turist
take up with = 1) (birisi) ile tartışmak üzere bir konu kaynıyordur.)
ortaya atmak; 2) (birisi) ile arkadaş olmak
teenager = 13-19 yaşları arasındaki kişi, teen
takeoff = (uçak için), havalanma, kalkış
teen = bkz. teenager
takeover = devralma
tell off = 1) sayıp ayırmak; 2) yüzüne vurmak,
tale = hikaye, masal azarlamak
talented = kabiliyetli, yetenekli, gifted, skilled telltale = veri sağlayan, bilgilendirici
talk therapy = konuşma terapisi temperament = mizaç, huy, tabiat, yaradılış,
talon = (yırtıcı kuş için) pençe disposition
tamper with = oynamak, kurcalamak, fiddle with, temperate = ılıman
manipulate temperate bacteriophage = ılımlı bakteriyofaj
tangible = elle tutulur, somut, real, concrete, zıt anl.= (bakteri içinde yaşayan ama onun
intangible, conceptual, abstract parçalanmasına neden olmayan parazit virüs)
tanning = (cilt için) bronzlaşma temperature = sıcaklık
Tanzania = Tanzanya (Doğu Afrika’da bir ülke) temple = tapınak
tap into = 1) (bir kaynaktan) yararlanmak; 2) (bir
hatta) erişim elde etmek

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 161

temporarily = geçici olarak, for the time being, zıt terrible = berbat, korkunç, horrible, awful, zıt anl.=
anl.= permanently, (In the postoperative beautiful, nice
period, the case temporarily lost his vision. = terribly = son derece, awfully
Operasyon sonrası dönemde vaka, görüşünü
territorial = toprak / bölge ile ilgili
geçici olarak kaybetti.), (A power failure
temporarily darkened the whole town. = Bir territory = toprak, alan, bölge
elektrik kesintisi tüm kasabayı geçici olarak terrorize = korkutmak, yıldırmak
karanlıkta bıraktı.) Tertiary period = yaklaşık 65 ile 1. 8 milyon yıl
temporary = geçici, kesin olmayan, interim, öncesi dönem
provisional, transitory, zıt anl.= permanent test for = (bir yeteneği / özelliği ortaya çıkarma amacı
tempt (to) = ayartmak, kandırmak, imrendirmek, ile) test etmek
cezbetmek, lure (into), charm test site = deney bölgesi
tenable = savunulabilir, makul, defendable, testify = ifade vermek
reasonable testosterone = testosteron (erkeklik hormonu)
tenacious = vazgeçmez, inatçı tetanus = tetanos (vücuda açık yaralar aracılığı ile
tend (to) = eğiliminde olmak, be disposed (to), be giren bir bakterinin yol açtığı, solunum
likely (to) durması ve kas spazmları ile belirgin bir
tendency = eğilim, inclination hastalık)
tenderness = sevecenlik, şefkat, kindness, affection tetrodoxin = tetrodoksin (Japonya’da Fugu denen
tendon = tendon (kası kemiğe bağlayan inelastik balıkta bulunan, felç edici zehir)
doku / bağ) texture = 1) desen; 2) sertlik derecesi; 3) yüzey,
tense = gergin, stressed, zıt anl.= relaxed bünye, yapı, characteristic
tension = gerilme kuvveti, gerilim, gerginlik, stress, textured = (ürün için) işlenmiş, processed
strain, zıt anl.= calmness, relaxation than ever = hiç olmadığı kadar
tensioning = germe eylemi Thank goodness! = Şükürler olsun!, Tanrıya şükür
tentacle = dokunaç (ahtapot gibi bazı hayvanların thanks to = sayesinde, owing to, (Thanks to the
ince uzun kavrama / dokunma organı) nurse’s patient explanations, we now know
tentative = 1) deneme amaçlı (olarak yapılan), what to do in this huge medical centre. =
geçici, kesin / nihai olmayan, temporary, Hemşirenin sabırlı açıklamaları sayesinde
unconfirmed; 2) (tavır ve davranış için) artık bu devasa tıp merkezinde ne
temkinli yapacağımızı biliyoruz.)
teratogen = teratojen (normal embriyonal gelişmeyi that is = öyle ki…, bu demek ki…, yani
bozarak kusurlu doku ya da organ oluşmasına that very question = tam da o soru
sebep olan bazı ilaçlar veya X-ışınları gibi that’s news to me = bu benim için yeni bir haber
etkenler) that’s not often enough = çoğunlukla bu yetersiz
teratogenic = teratojenik (kusurlu organ veya doku kalır
oluşmasına sebep olan) that’s really something = bu gerçekten önemli bir
term (fiil) = (bir şey)’e … demek / adını vermek, şey
terimlendirmek, call thaw = erimek, çözülmek, zıt anl.= freeze
term (isim) = 1) terim; 2) dönem, devre, eğitim the absence of hope stands in the way of
öğretim yılı recovery = umudunuz yoksa iyileşme gecikir
terminal = son, nihai, en sondaki, en uçtaki, last, the logic goes = mantıken, mantığa göre
final
the other day = geçen gün
terminate = son vermek, sona ermek, bit(ir)mek,
come / bring to an end, finish, zıt anl.= start, the other way round = öbür türlü, tam ters,
begin opposite, vice versa
termination = bitiş, sona eriş the point is made (that) = (bir şey)’e dikkat çekiliyor,
(bir şey)’den söz ediliyor
terrain = 1) arazi, toprak, landscape; 2) bölge,
mıntıka the point is made in the passage (that) = parçada
belirtilmektedir ki. . . , metinde (şu) fikir ileri
terrestrial = 1) karasal, karada yaşayan, zıt anl.= sürülmektedir. . .
cosmic; 2) dünyaya ait, earthly, terrene, zıt
anl.= cosmic, extraterestrial the rest = geri kalan, gerisi

www.bademci.com
162 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

the wild = yabani hayat / çevre thoroughly = tam olarak, tamamen, baştan aşağı,
theft = hırsızlık completely, wholly, entirely, zıt anl.= partially
theistic = tanrıcılığa ait thought = düşünce
theme = tema thoughtful = düşünceli, saygılı
then = o zaman thread = iplik
theology = teoloji (ilahiyat, din bilimi) thread-like = iplik benzeri, ipliğe benzer
theoretically = teorik / kuramsal olarak, zıt anl.= in threadworm = kıl kurdu
practice threat = tehdit, warning, menace
theorize = teori üretmek, kuram ortaya koymak threaten = tehdit etmek, gözdağı vermek, warn,
therapeutic = tedavi amaçlı jeopardise, zıt anl.= relieve, protect
therapeutically = tedavi amaçlı olarak, tedavi edici threatened species = nesli tükenme tehlikesi altında
şekilde olan tür(ler), endangered species
therapy = terapi, tedavi threatening = tehdit edici, menacing
there is no point (in) = hiçbir mantığı yok, tamamen three flight of stairs = üç kat merdiven
amaçsız / gereksiz three-act = (tiyatro oyunu, gösteri vs. için) üç
there is nothing in the least wrong with him = en perdeden / bölümden oluşan
ufak bir rahatsızlığı bile yok three-dimensional = üç boyutlu, 3D
thereby = öylece, öylelikle, by that means, because threefold = üç yönlü, üç kat / misli
of that threshold = eşik, giriş, başlangıç, limit, opening,
thermodynamic = termodinamik ile ilgili beginning, limit
thermodynamics = termodinamik (ısıl enerji ve thrill = heyecan
hareket arasındaki ilişkiyi inceleyen bilim dalı) thrilling = heyecan verici, ürpertici, hayret verici
thermohaline circulation = okyanusların, yoğunluk thrive = istikrarlı bir şekilde büyümek, gelişmek,
farklarına bağlı olarak küresel boyutta akıntılar prosper, flourish
ile sürekli devinim halinde olması
thriving = istikrarlı bir şekilde büyüyen / gelişen,
thermoluminescence = bazı minerallerin, ultraviyole prosperous
ışınlarına maruz bırakıldıktan sonra
throat = (vücut için) boğaz
ısıtıldıklarında ışık vermeleri olayı
throat discomfort = boğazda (farenjit vs. nedenle
thesaurus = bir kelimeye yakın veya zıt anlamlı
oluşan) iritasyon / rahatsızlık
kelimeleri bulmaya yarayan sözlük benzeri
referans kitabı through = 1) (bir kişi ya da şey) aracılığı ile / vasıtası
ile / sayesinde, by means of, by, thanks to, via;
these days = bu günlerde, nowadays
2) (bir şeyin / bir yerin) içinden / arasından
tthey take you as you are = sizi olduğunuz gibi
throughout = 1) her yerinde, (bir şeyin) tamamında,
kabul ederler
around, all over; 2) baştanbaşa, boyunca, bir
thiamin = tiamin (B kompleks vitaminlerinden biri) uçtan diğerine, end-to-end, all through
thicken = kalınlaşmak, (sıvı / sis vs. için) throw in = eklemek, add
yoğunlaşmak
throw light on / upon = aydınlatmak, açıklığa
thicket = fundalık, çalılık kavuşturmak, clarify, explain
thigh = uyluk throw up = 1) vazgeçmek, bırakmak, ayrılmak, (I
thimerosal = cerrahide antiseptik olarak kullanılan hear you have thrown up your job. = İşini
bir madde bıraktığını duydum.); 2) kusmak, vomit
thin = zayıf, ince, skinny, slim, zıt anl.= fat thumb-sucking = (genellikle çocuklarda) parmak
think out = (bir şey)’i ayrıntılı ve özenli bir biçimde emme
ele almak, incelemek thunder = gürlemek
thinker = düşünür thunderstorm = şimşekli / yıldırımlı fırtına
thirst = susama thus = böylece, bu yolla, bu nedenle, therefore,
thorough = tam, baştan aşağı, complete, whole, zıt hence
anl.= partial thus far = şimdiye kadar, so far
tick = kene

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 163

ticker symbols = borsada işlem gören hisseleri to some extent = belli bir dereceye kadar, bir yere
tanımlayan 5-6 karakterlik kısa kod adlar kadar, to a certain extent
tidal = gelgit ile ilgili to start with = 1) ilk, evvela, ilk önce, to begin with,
tidal pull = gelgit çekimi firstly; 2) örneğin, for instance
tidal range = gelgit olayında suyun yüksekliğindeki to such an extent that = o kadar ki, o derece ki
değişim miktarı to tell the truth = doğruyu söylemek gerekirse, aslına
tidally driven currents = gelgitle oluşan akıntılar bakarsanız, in fact
tide = gelgit, medcezir to that effect = bu hususta, bu mealde
tie (to) = bağlamak, ilişkilendirmek, connect (to), link to the contrary = tersine, aksine
(with) to the exclusion of = (bir şey)’i hariç tutacak /
tied to = (bir şey)’e bağlı, (bir şey) ile yakından ilişkili, dışlayacak kadar
attached to, zıt anl.= independent from to the fore = öne, ön tarafa
tiger = kaplan to this day = bugüne dek / bugüne kadar, hala, even
tighten up = sıkılaştırmak today
tile = seramik, fayans, kiremit to what extent = ne derece, nereye kadar
till then = o zamana kadar tobacco = tütün
tilted = yatık, eğimli toddler = yeni yürümeye başlayan çocuk
timber = kereste, lumber toe = ayak parmağı
timber-rich = keresteden yana zengin tolerate = 1) hoş görmek, müsamaha etmek, allow;
2) katlanmak, dayanmak, endure, bear
time elapsed = geçmiş olan toplam zaman
tomb = mezar, türbe
time-consuming = zaman alıcı
tomb-figures = mezar figürleri
timeline = süre, müddet
tonnage = tonaj, tonilato (bir gemi vs. ’nin yüksüz
timely = uygun zamanda, vakitli, zamanında
halde toplam ağırlığı)
tiny = küçücük, minicik, minuscule, zıt anl.=
tool = araç, alet, el aleti, equipment
enormous, huge
toothpaste = diş macunu
tiny body = (meteorlar, asteroidler ve
kuyrukluyıldızlar gibi) küçük gökcisimleri top = (bir değer)’in üzerine çıkmak, (bir rakibi, değeri
vs.) geçmek, başa geçmek
tip = uç
topic = konu, mevzu, issue
tip over = devirmek
topmost = en üst
tireless = bitmez tükenmez, yorulmak bilmez,
energetic, vigorous, zıt anl.= weary, worn out topple = düşüp yuvarlanmak
tissue = doku top-secret = çok gizli
tissue damage = doku zedelenmesi top-security = üstün güvenlik / güvenliğe sahip
to a certain extent = bir yere / dereceye kadar, to torment = eziyet etmek, azap çektirmek, işkence
some extent yapmak, plague, torture, zıt anl.= please,
delight
to a great extent = büyük miktarda, büyük oranda, to
a large extent tormented = eziyet edilmiş, azap çekmiş
to a large extent = büyük miktarda, büyük oranda, to torrid = ateşli, sensuous, hot, zıt anl.= cold, frigid
a great extent torture = işkence
to a very insignificant extent = çok az / önemsiz bir tortured = işkence edilmiş, acı dolu, kederli,
oranda anguished
to and fro = bir yandan öbür yana, bir aşağı bir Tory = İngiltere’deki Muhafazakar Parti’nin 1832
yukarı, back and forth yılından önceki adı
to date = bugüne kadar, so far, until now totality = bütün, bütünlük
to my way of thinking = benim düşünce tarzıma touchdown = uçağın piste temas etmesi
göre touch-screen = dokunmatik ekran
to one’s surprise = (bir kişi için) şaşırtıcı şekilde, (To touch-sensitive = dokunmaya duyarlı, dokunmatik
my surprise… = Hayret ettim ki… )
touchstone = denek taşı, mihenk taşı, kriter, ölçüt,
benchmark, criterion

www.bademci.com
164 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

tough = zorlu, sıkı, zahmetli, hard, laborious transcultural = kültürler arası


tournament = turnuva transform into = (bir şey)’e dönüş(tür)mek,
township = kasaba (nahiye, bucak, kaza ya da ilçe değiş(tir)mek, change into, convert to / into, zıt
gibi küçük yerleşim) anl.= preserve
toxic = zehirli, toksik transformation = dönüştürme, dönüşüm,
conversion
toxicity = toksisite (zehirlilik)
transformer = transformatör (elektronik bir devrede
toxin = toksin (canlılar tarafından üretilen zehirli
voltajı ve akımı değiştirmeye yarayan eleman)
madde), venom, poison
transient = gelip geçici, transitory, zıt anl.=
trace (fiil) = (ipuçları vs.) izleyerek saptamak /
permanent
bulmak, track, trail
transient global amnesia = geçici global amnezi
trace (isim) = iz, belirti
(genellikle orta yaşlarda gelişen, yakın
trace back = geriye / eskiye doğru izini sürmek / zamanda olmuş olayları hatırlayamama ile
bulmak belirgin amnezi nöbeti)
trace mineral = eser mineral (insan vücudunun çok transiently = gelip geçici olarak, transitory, zıt anl.=
az miktarlarda gereksinim duyduğu mineral), permanently
micro mineral
transistor = transistör (bir devrede açma-kapama,
trachea = (çoğul: tracheae ya da tracheas) trakea yükseltme gibi çeşitli görevlerde kullanılan yarı
(nefes / soluk borusu) iletken bir devre elemanı)
track (fiil) = 1) izlemek, iz sürmek, izini takip etmek, transistor amplifier = transistörlü amplifikatör
follow, pursue, trail; 2) kaydını tutmak, record, (gelen sinyalin gücünü arttırmaya /
follow yükseltmeye yarayan bir tür elektronik cihaz)
track (isim) = 1) ray; 2) (koşu veya bisiklet için) yol / transition = geçiş, değişim, passage
parkur; 3) (tekerlek, palet vs. ’nin bıraktığı
translate = çevirmek, tercüme etmek
veya yürünerek bırakılan) iz; 4) (tank, dozer
vs. için) palet translator = çevirmen, tercüman
track back = geriye doğru iz sürmek, kaynağını translocation = yer değiştirme, başka yere nakil
araştırmak transmissible = geçmesi / bulaşması olası
track down = izleyip bulmak / yakalamak, pursue transmission = iletim, aktarım, yayılma
traction = götürme, çekme transmit = (hastalık) bulaştırmak, iletmek, aktarmak,
trade = ticaret, commerce carry, convey
trade-union = işçi sendikası, labour-union transparent = saydam
trading = ticaret transplant = nakletmek, taşımak ve yeni ortamda
yaşatmaya çalışmak
tradition = gelenek, adet, custom, convention
transplantable = nakledilmeye uygun
traditional = geleneksel, conventional
transport = (bir yerden) (başka bir yere) götürmek,
traditional diet = geleneksel beslenme
taşımak, nakletmek, move
traditionally = geleneksel olarak, conventionally
transportation = taşıma, nakliye
trailblazing = öncü, pioneer
transverse = çaprazlama, enine
train = eğitim vermek, eğitmek, instruct
trap (fiil) = kapana kıstırmak, tuzak kurarak
train tracks = tren rayları yakalamak, lock in
training = antrenman, idman, eğitim trap (isim) = kapan, tuzak
training ground = eğitim alanı trapped = (bir şeyin içinde) sıkışıp kalmış
trait = özellik traumatic blow = travmatik darbe (ciddi yaralanma /
trample = ezmek, çiğnemek, ezip geçmek iç kanama ile sonuçlanan darbe)
transaction = işlem, action, deed travel = seyahat etmek, yolculuk etmek
transaction statement = (bir tür) hesap ekstresi travelling public = seyahat eden insanlar, halkın
transatlantic = Atlas Okyanusu’nun karşı seyahat eden kesimi
yakasından gelen / karşı yakasına giden traverse = (mesafe) kat etmek, travel
transcontinental = kıta aşırı, kıtalararası treacherous = tehlikeli, güvenilmez, hain, kalleş,
dangerous, unsafe

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 165

treasure = 1) hazine, define; 2) çok değerli / önemli triumphant = muzaffer, galip, victorious
şey trivial = cüzi, önemsiz, bayağı, sıradan, insignificant,
treasury = hazine, maliye dairesi unimportant, zıt anl.= significant, important,
treat = 1) davranmak, muamele etmek, behave, act; (There are one or two trivial errors in your
2) tedavi etmek, cure essay. = Kompozisyonunda bir iki önemsiz
hata var.)
treatment = 1) tedavi, cure, remedy; 2) işleme,
muamele, işlem troop = askeri birlik
treaty = antlaşma, agreement trophy = hatıra, ödül, ganimet
trek = engebeli arazide yaya olarak gitmek troublesome = 1) rahatsız edici, endişe verici,
annoying, disturbing, zıt anl.= agreeable,
tremble = titremek, shake
convenient; 2) sorun çıkaran, zahmetli,
tremendous = muazzam, enormous burdensome
tremendously = son derece, çok büyük çapta, trough = (trof gibi okunur) (hayvanların su içtiği)
greatly, enormously, zıt anl.= slightly yalak, tekne
tremor = titreme, ürperme, sarsıntı, quiver, tremble truck = kamyon, tır
trench = çukur, hendek truly = gerçekten, hakikaten, tam anlamıyla, really
trend = eğilim, meyil, akım, tendency, current truncated icosahedron = kesik yirmiyüzlü (düzgün
trend down = düşme eğiliminde olmak, düşüşte bir yirmiyüzlünün köşelerinin kesilip atılması ile
olmak oluşturulan futbol topu benzeri geometrik
trial = 1) (mahkemede) duruşma, court action, cisim)
litigation; 2) deneme, sınama, çalışma, trust (fiil) = güvenmek, inanmak, believe, zıt anl.=
experiment, test, (The comparative efficacy of distrust
these therapies was tested on volunteers in a trust (isim) = 1) güven, confidence, reliance, zıt anl.=
clinical trial. = Bu tedavilerin karşılaştırmalı distrust; 2) tröst (pazarda tekel yaratma amacı
faydaları, bir klinik çalışmada gönüllüler güden ve pek çok küçük şirketi gayriresmi
üzerinde test edildi.) olarak kontrol altına alan büyük şirket ya da
tribal = kabileye ait şirketler topluluğu), cartel
tribal culture = sosyal yapısı kabile düzeninde olan trust one’s life to = canını (bir kişiye / bir şeye)
kültür emanet etmek
tribunal = mahkeme, court trustworthy = güvenilir
tributary = ırmak ayağı, kol ırmak (ırmağa karışan try on = prova etmek, giyip denemek
akarsu) try out = (birisini / bir şeyi) denemek, test
trick (into) (fiil) = kandırmak, tuzağa düşürmek, tuberculosis = tüberküloz, verem (kanlı öksürük ve
kandırarak (bir şey yapmaya) yöneltmek halsizlik ile belirgin akciğer enfeksiyonu),
trick (isim) = hile, üçkağıt pulmonary phthisis, TB
tricky = incelikli, ustalık isteyen, (karmaşıklığı / tuberculosis-causing = vereme sebep olan
riskleri sebebiyle) zor tulip = lale
trigger (off) (fiil) = tetiklemek, harekete geçirmek, tumour cell = tümör hücresi
başlatmak, ateşlemek, activate, spark,
tumour marker = tümör markeri / işaretçisi (vücutta
(Hypertension triggers off many other
tümör bulunduğunu gösteren, genellikle kan
diseases. = Hipertansiyon pek çok başka
tahlilinde ortaya çıkan madde)
hastalığı tetikler.), (The smoke triggered off
the fire alarm. = Duman, yangın alarmını tune = melodi, ezgi, nağme
harekete geçirdi.) tune into = 1) yakından takip etmek; 2) belli bir
trigger (isim) = tetik, bir şeyin tetikleyicisi / nedeni radyo istasyonuna ayarlamak
trimester = üç aylık dönem turbine = türbin (jeneratörlerde elektrik üreten,
dönen birim)
Tripos = Cambridge Üniversitesi’nde bitirme
sınavlarına verilen ad turboprop airliner = pervaneli yolcu uçağı
triumph (fiil) = başarı sağlamak, zafer kazanmak, turbulence = çalkantı, girdap
galip gelmek, succeed, win turgid = şişmiş, şişkin
triumph (isim) = zafer, yengi, victory turmoil = kargaşa, karışıklık, chaos

www.bademci.com
166 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

turn = olmak, become turn to = (birisi)’ne başvurmak, (birisi)’nin yardımını


turn against = (bir kişi ya da şey)’e cephe almak istemek, invoke, refer to, resort to
turn away = 1) (kapıdan vs.) geri çevirmek; turn up = 1) (radyo, müzik vs. için) sesini yükseltmek,
2) reddetmek, refuse, turn down 2) (beklenmedik bir şekilde) ortaya çıkmak,
gelmek
turn away from = (birisi)’nden uzaklaşmak,
(birisi)’ne yüz çevirmek turn-of-the-century = yüzyılın değişimine / bitişine
yakın (bir yüzyılın başlangıcının / bitişinin
turn back = geri dönmek, geri çevirmek, (The
hemen öncesi ve sonrasını kapsayan dönem),
refugees were turned back at the border. =
yüzyıl dönümü
Mülteciler sınırda geri çevrildiler.)
turpentine = terebentin (çam reçinesinin damıtılması
turn down = (bir teklifi vs.) geri çevirmek, reddetmek,
yolu ile elde edilen, özellikle boya sanayinde
refuse, turn away, (He proposed to her, but
inceltici ya da çözücü olarak kullanılan sıvı
she turned him down. = Ona evlenme teklif etti
madde)
ama o reddetti.)
turtle = kaplumbağa
turn in = teslim etmek, hand in, deliver
twist = büklüm, burma
turn into = (bir şey)’e dönüş(tür)mek, convert to / into
two-fifths = beşte iki
turn off = 1) (ışığı, suyu vs.) kapatmak, kesmek, aktif
hali sonlandırmak, deactivate, put off; twofold = iki misli / kat
2) (yolda) başka tarafa yönelmek two-mode hybrid engine = taşıtlarda kullanılan,
turn on / upon = 1) (ışık vs. için) (bir şey)’e benzin motorunun yanı sıra iki kademeli bir
doğrultmak, üzerine çevirmek, direct onto; elektrik motoru ile de çalışan yeni ve deneysel
2) (bir şey)’e bağlı olmak, depend on bir motor sistemi
turn on = 1) (radyo, TV vs. için) açmak, aktif hale two-shoe = iki pedallı
getirmek; 2) (özellikle cinsel açıdan) two-sided = iki taraflı, iki yönlü
heyecanlandırmak, excite, stimulate two-storey façade = iki katlı cephe
turn out = 1) (bir hatası nedeniyle birini) dışarı two-syllable = iki heceli
çıkarmak, throw out; 2) (ışık vs. için)
two-thirds = üçte iki
kapamak, söndürmek; 3) üretmek, produce;
4) sonuçlanmak typewriter = daktilo
turn out (that) / (to be) = (bir şey olduğu) ortaya typhoid = tifo (genellikle hijyenik olmayan besinler
çıkmak, prove to be, (At first he seemed to be aracılığı ile bulaşan, bağırsakta yaralar ile
an honest person. But then he turned out to be belirgin bir hastalık)
a great liar. = Önceleri dürüst birisi gibi typhoon = hortum, şiddetli kasırga, cyclone
görünüyordu ama sonra büyük bir yalancı typical = tipik
olduğu ortaya çıktı.) typically = tipik / karakteristik olarak, genellikle,
turn over = 1) devirmek, çevirmek, invert; characteristically
2) düşünmek, akılda tartmak, think about,
consider

www.bademci.com
U U UU U

ubiquitous = her yerde var olan, yaygın unarmed = silahsız, zıt anl.= armed
UK = Birleşik Krallık, İngiltere, United Kingdom unavoidable = kaçınılmaz, inevitable, inescapable, zıt
ulcer = ülser (deri üzerinde, epitel dokuda, veya anl.= avoidable, avertable
sindirim organlarının iç yüzeylerinde gelişerek unaware of = (bir şey)’in farkında olmayan, (bir
altındaki dokuları da etkileyen açık yara) şey)’den habersiz, unwitting, zıt anl.= aware of
ulcerated = ülserli, ülser içeren unawares = hazırlıksız (olarak), gafil (avlanarak),
ulcerative colitis = ülseratif kolit (enfeksiyona bağlı (The news took the city of London unawares.
olarak kolon mukozasında yer yer ülserler = Haberler, Londra kentini hazırlıksız
oluşması, irin, kan içeren dışkı vb. belirtileri yakaladı.)
olan bir hastalık) unbearable = dayanılmaz, çekilmez, intolerable, zıt
ultimate = 1) en büyük, en yüksek, greatest; 2) esas, anl.= bearable, tolerable
temel, fundamental; 3) son, nihai, final, unbiased = tarafsız, nesnel, objektif, objective
eventual, (Someone’s initial success may be unbreakable = kırılmaz
deceptive; what matters is his ultimate
uncertainty = belirsizlik, doubtfulness, dubiousness,
success. = Bir kişinin başlangıçtaki başarısı
zıt anl.= certainty, sure thing
aldatıcı olabilir; asıl önemli olan nihai
başarısıdır.) unclear = muğlak, belirsiz, açık olmayan, vague,
uncertain, zıt anl.= clear, well-defined
ultimately = 1) esasen, asıl olarak, primarily,
fundamentally; 2) son / nihai olarak, finally, zıt unconcerned = ilgisiz, umursamaz, indifferent,
anl.= originally inattentive, zıt anl.= concerned, interested
umbilical cord = 1) göbek bağı; 2) astronot kordonu unconditional = koşulsuz, kayıtsız şartsız, zıt anl.=
conditional
UN Conference on the Human Environment =
Birleşmiş Milletler bünyesinde 1972 yılından unconscious = bilinçsiz, bilinçaltı, bilinçdışı, zıt anl.=
bu yana düzenlenmekte olan, çevre ve insan- conscious
çevre ilişkisi odaklı konuların tartışıldığı ve unconscious state = bilinçsiz hal
uluslararası çevre politikalarının belirlendiği unconsciousness = bilinçsizlik, baygınlık, zıt anl.=
konferans, Stockholm Conference consciousness
unable = ehliyetsiz, yeteneksiz, incapable, uncontaminated = kirlenmemiş, (hastalık vs.)
incompetent, zıt anl.= capable bulaşmamış, unpolluted, uninfected, zıt anl.=
unacceptable = kabul edilemez contaminated
unaccountable = açıklanamayan, anlatılamaz, uncontrollable = kontrol altına alınamayan
anlaşılmaz, inexplicable, peculiar, zıt anl.= uncover = ortaya / meydana / açığa çıkarmak,
explicable reveal, unveil, zıt anl.= cover
unaffected = etkilenmemiş, etkilenmeden kalmış, uncut = kesintisiz
intact, zıt anl.= affected undeniably = inkâr edilemez şekilde
unaided = yardım almadan / almayan under consideration = değerlendirilmekte, karar
unambiguous = açık, net, ikilem içermeyen, clear, zıt gündeminde
anl.= ambigous under debate = tartışılmakta
unanimous = oybirliğiyle under threat = tehdit altında
unanticipated = sezinlenemeyen, tahmin edilmeyen, under trial = deneme altında, denenmekte
beklenmeyen, umulmadık, unforeseen,
unpredicted under- or overbuilt = (sağlamlık ve / veya kütle için)
eksik / yetersiz veya aşırı yapılı
unanticipated reaction = beklenmeyen tepki
under-activity = az hareket, yetersiz faaliyet
unappreciated = değeri anlaşılmamış, küçümsenmiş,
underrated, zıt anl.= appreciated undercarriage = (uçak için) iniş takımları, landing
gear

www.bademci.com
168 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

undercover policeman = gizli / sivil polis undesirable = istenmeyen, tatsız, unwanted, zıt anl.=
underestimate = küçümsemek, değerinin altında desirable
paha biçmek, hafife almak, undervalue, zıt undetectable = fark edilmesi / bulunması mümkün
anl.= overestimate, exaggerate olmayan, unnoticeable
underfund = yeterince finanse etmemek undetected = gözden kaçmış, farkedilmemiş,
undergo = 1) (ameliyat, değişim vs.) geçirmek, unnoticed
(tamirat, eğitim vs.) görmek, have, go through; undigested = sindirilmemiş
2) (sıkıntı, acı vs.) çekmek, experience; undoubtedly = şüphesiz / kuşkusuz bir şekilde,
3) (zorluk, işkence vs.)’ye maruz kalmak, be kesinlikle, obviously, unmistakably,
subjected to, be exposed to convincingly, zıt anl.= doubtfully, questionably
underhand = el altından, gizli, sinsi, secret, sly undue = yakışıksız, uygunsuz, yersiz, aşırı,
underinvest = gereğinden az / eksik yatırım yapmak unjustified, untimely, excessive
underlie = altında bulunmak / yatmak, asıl nedeni unduly = boş yere, gereksizce, unnecessarily, zıt
olmak, temelini oluşturmak anl.= sensibly
underline = vurgulamak, altını çizmek, stress, unearth = kazarak çıkarmak, dig out, zıt anl.= bury
emphasise unease = huzursuzluk, endişe, kaygı, unrest, worry,
underlying = altında yatan, temelindeki zıt anl.= ease
undermine = temelini aşındırmak, yavaş yavaş yok uneasy = kaygılı, tedirgin, restless, uncomfortable, zıt
etmek, zayıflatmak, zorlaştırmak, weaken, zıt anl.= at ease
anl.= strengthen, build up, (His friends’ unemotional = duygusuz, detached, aloof, zıt anl.=
criticism undermines his self-confidence. = emotional
Arkadaşlarının eleştirileri, onun özgüvenini
unemployment = işsizlik
zayıflatıyor.)
unenviable = istenmeyen, uygunsuz, kıskanılacak
underneath = altına / altında
türden olmayan, undesirable, zıt anl.=
undernourished = yetersiz beslenmiş, ill-fed, enviable, desirable
underfed
unethical = etik olmayan, ahlaka aykırı, immoral, zıt
undernutrition = yetersiz beslenme anl.= ethical, moral
underpaid = (olması gerekenden) düşük ücretli uneven = eşit olmayan, dengesiz, imbalanced, zıt
underperform = daha düşük performans göstermek, anl.= even, uniform
daha az icra etmek, (gereğinden veya unevenly = eşit olmayan şekilde, dengesizce, zıt
olabileceğinden) az ilerleme kaydetmek anl.= evenly, uniformly
understandable = anlaşılabilir, reasonable, zıt anl.= unexpected = beklenmedik
unreasonable
unexplored = araştırılmamış
understandably = anlaşılır, makul bir şekilde,
unfair = haksız, unjust, zıt anl.= fair, just
conceivably, reasonably, zıt anl.= ambiguously,
unreasonably unfairly = haksız bir şekilde, adaletsizce, unjustly, zıt
anl.= fairly, justly
understanding = anlayış, anlama, comprehension
unfamiliar = aşina olmayan, yabancı, unknown,
undertake = üstlenmek, taahhüt etmek, bir işe
strange, zıt anl.= familiar, known
girişmek, get in charge (of), carry out
unfashionable = modaya uymayan, modası geçmiş,
undertaking = girişim, üstlenme
outmoded, zıt anl.= fashionable
underwater archaeology = sualtı arkeolojisi
unfeasible = yapılamaz, gerçekleştirilemez,
(arkeolojinin, su altında kalan eserleri ve
impracticable, zıt anl.= feasible, practicable
batıkları, dalışlar yapmak suretiyle inceleyen
alanı) unfertilized = (yumurta için) döllenmemiş, (toprak
için) gübrelenmemiş
underweight = zayıf, düşük kilolu, skinny
unfold = açıklamak, açıklığa kavuşturmak, clarify,
underworld = (mitolojide) yeraltı dünyası
reveal, zıt anl.= conceal
undeserved = hak edilmemiş, unmerited, zıt anl.=
unforeseen = beklenmedik, umulmadık, unexpected,
deserved
zıt anl.= expected
undeservedly = hak etmediği şekilde, hak edilmemiş
unfortunate = üzüntü veren, talihsiz, pitiful, zıt anl.=
bir biçimde, zıt anl.= deservedly
fortunate

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 169

unfortunately = ne yazık ki, maalesef, regrettably, zıt unlimited = sonsuz, sınırsız


anl.= fortunately unload = boşaltmak
unfounded = temelsiz, dayanaksız, groundless unmanned = (hava, uzay taşıtları vs. için) insansız,
ungainly = hantal, kaba, biçimsiz, awkward, clumsy zıt anl.= manned
unharmed = zarar görmemiş, sağlam, intact, unmatchable = emsalsiz, benzersiz, incomparable,
undamaged, zıt anl.= harmed, damaged unrivalled, zıt anl.= ordinary
unicorn = tekboynuz (başında tek bir boynuz olan at unmet = (ihtiyaç, beklenti, talep vs. için)
biçimindeki efsanevi yaratık) karşılanmamış
unified = birleştirilmiş, birleşmiş unmistakably = şüphesiz, şüphe götürmez bir
unified field theory = birleşik alan teorisi (fizikte, şekilde, certainly, undoubtedly, zıt anl.=
temel parçacıklar arasındaki tüm temel questionably, doubtfully
kuvvetlerin tek bir alan olarak ifadesini unnatural = doğal olmayan
sağlayan bir çeşit alan teorisi) unnecessarily = boş yere, gereksizce, unduly, zıt
uniform = 1) her yanı / bölümü aynı, even; 2) tutarlı, anl.= reasonably, sensibly
bir örnek, consistent, similar, zıt anl.= different, unobtrusive = dikkat çekmeyen, göze çarpmayan,
variable alçak gönüllü, unnoticeable, humble, zıt anl.=
uniformity = 1) aynılık; 2) tutarlılık, bir örnek oluş, obtrusive, noticeable
consistency, similarity, zıt anl.= diversity unorthodox = geleneksel olmayan, alışılmışın
uniformly = aynen, eşit bir şekilde, her yanı aynı dışında, irregular
şekilde, equally, evenly, zıt anl.= differently unparalleled = eşsiz, emsalsiz, benzeri olmayan,
unify = birleştirmek, bir bütün haline getirmek, unmatched, zıt anl.= inferior
combine, unite, zıt anl.= detach, separate unpaved = (yol için) parke taşı / asfalt döşenmemiş
unimaginable = hayal / tasavvur edilemez, incredible, unpleasant = hoş olmayan, tatsız, undesirable, nasty,
unbelievable, zıt anl.= believable zıt anl.= pleasant, delightful
unimpaired = zarar görmemiş unpopular = rağbet görmeyen, gözden düşmüş
unintended = istemeden gerçekleşen, accidental, unprecedented = görülmemiş, emsalsiz, exceptional,
unintentional, zıt anl.= deliberate zıt anl.= usual
unintentionally = istemeden, kazara, accidentally, zıt unpredictability = belirsizlik, bilinemezlik, volatility,
anl.= deliberately, on purpose zıt anl.= predictability
uninviting = çekici olmayan, itici, unattractive, zıt unpredictable = önceden bilinmez, kestirilemez,
anl.= inviting unforeseeable, variable, zıt anl.= predictable,
unique = benzersiz, eşsiz, yegane, tek, (bir kişiye ya unchanging
da şeye) özgü, unparalleled unprescribed = reçetesiz, over-the-counter
uniquely = benzersiz / eşsiz bir şekilde, solely, zıt unprotected = korunmamış
anl.= commonly
unravel = çöz(ül)mek, sök(ül)mek, halletmek, solve,
uniqueness = benzersizlik, eşsizlik, yeganelik figure out, zıt anl.= code, encode
unit = birim (tek bir bütün olarak algılanabilen bir unreachable = ulaşılamaz, inaccessible, zıt anl.=
kavramlar veya objeler grubu) reachable
unite = birleştirmek, bir araya getirmek, combine, unrealistically = gerçekçi olmayan bir şekilde,
consolidate, zıt anl.= disunite, sever unbelievably, zıt anl.= realistically
universal = evrensel unrelenting = amansız, acımasız, merciless, zıt anl.=
universe = evren, cosmos compassionate, merciful
unjustifiable = gerekçesiz, haksız, yersiz, unreliability = güvenilir olmama, kaypaklık,
inexcusable, indefensible changeability, zıt anl.= reliability, dependability
unjustly = haksız bir şekilde, unfairly, zıt anl.= justly unreliable = güvenilmez, sağlıksız, uncertain,
unknown = bilinmeyen, unidentified, zıt anl.= known dubious, zıt anl.= reliable
unlike = (bir şey)’den farklı olarak, tersine, tam unrequited = karşılık görmeyen, karşılıksız
aksine, as opposed to, zıt anl.= like unresponsive = cevapsız, tepkisiz, zıt anl.=
unlikely = mümkün olmayan, olanaksız, çok az bir responsive
olasılıkla, improbable, zıt anl.= likely unrest = huzursuzluk, kargaşa, disturbance,
dissatisfaction, zıt anl.= peace, harmony

www.bademci.com
170 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

unsafe = emniyetsiz, tehlikeli, dangerous, zıt anl.= update = modernleştirmek, güncelleştirmek,


safe modernise, renew
unsanitary = temiz olmayan, sağlıksız, unhygienic, upgrade = geliştirmek, düzeyini yükseltmek, improve,
zıt anl.= sanitary, hygienic advance, zıt anl.= worsen, weaken
unsatisfactory finding = tatmin edici olmayan / uphold = tarafını tutmak, desteklemek, onaylamak,
yetersiz bulgu back up, advocate
unsatisfying = tatmin etmeyen upkeep = bakım, muhafaza, idame, maintenance
unsaturated = doymamış upper arm = kolun omuzla dirsek arasındaki kısmı
unsaturated fat = doymamış yağ upper class = üst sınıf, yüksek gelir sınıfı
unseasonable = mevsim normallerinin altında ya da upright = dikey, dik
üzerinde, zamansız, untimely upset (fiil) = 1) bozmak, altüst etmek, disturb, disrupt;
unsettled = tedirgin, huzursuz, huysuz 2) üzmek, sinirlendirmek, bother, afflict
unsightly = çirkin, göze hoş gelmeyen upset (sıfat) = üzgün, üzüntülü, distressed
unstable = dengesiz, kararsız, değişken, sabit upsetting = üzücü, üzüntü veren, sinir bozucu,
olmayan, inconstant, zıt anl.= stable annoying, hurtful, distressing, zıt anl.=
unsuccessful = başarısız, zıt anl.= successful pleasing
unsustainable = sürdürülemez, (aynı şartlarda) upstream = akıntının tersi yönünde, akıntıya karşı,
devam edemez zıt anl.= downstream
unsympathetic = itici, arkadaş canlısı olmayan, urban = kentsel, kentle ilgili, şehirlerde oturan, zıt
unfriendly, zıt anl.= sympathetic, friendly anl.= rural, (Crime rate is usually higher in
urban areas than in rural areas. = Suç oranı
untaxed = vergilendirilmemiş
kentsel bölgelerde, taşrada olduğundan
until fairly recently = oldukça yakın zamana kadar genellikle daha yüksektir.)
until well into the nineteenth century = urbane = medeni, civilized
ondokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar
urbanized = kentleşmiş, şehirleşmiş, zıt anl.= rural
untold = tarifsiz
urea = üre (protein metabolizması sonucu vücutta
unused = kullanılmamış, zıt anl.= used oluşan ve idrar ile dışarı atılan atık madde)
unusual = alışılmadık, tuhaf, ender, olağandışı, urge (fiil) = (birisini bir şey yapmaya) teşvik etmek,
uncommon, strange, zıt anl.= familiar, normal kışkırtmak, encourage, incite, zıt anl.=
unusually = sıra dışı / alışılmadık şekilde, discourage, deter
uncommonly, zıt anl.= commonly urge (isim) = şiddetli arzu, tutku, desire, passion, zıt
unwanted = istenmeyen anl.= dislike, hate
unwary = dikkatsiz, tedbirsiz, zıt anl.= careful, urgency = aciliyet, ivedilik, emergency
watchful urgent = 1) acil, ivedi; 2) zorunlu; 3) ısrarlı, ısrar eden
unwilling = isteksiz, gönülsüz, reluctant, uneager, zıt urgently = acilen, acil olarak, ivedilikle, önemle,
anl.= willing, eager, ready immediately
unwillingly = isteksizce, gönülsüzce, reluctantly, zıt uric acid = ürik asit (protein metabolizması sonucu
anl.= willingly, eagerly oluşup kanda ve idrarda bulunan bir madde)
unwillingness = isteksizlik, gönülsüzlük, reluctance, urinary = uriner sistem (idrar yolları) ile ilgili
zıt anl.= eagerness, willingness
urinary creatinine excretion = idrar yoluyla
unwise = akıllıca olmayan, foolish, silly, unintelligent, kreatinin maddesinin vücuttan atılması
zıt anl.= wise, thoughtful
urine = idrar
unwisely = akılsızca, foolishly, (He invested unwisely
urine screen = idrar tarama
and lost a fortune. = Akılsızca yatırım yaptı ve
bir servet kaybetti.) urticaria = ürtiker (bir tür kaşıntılı deri hastalığı)
unworkable = işletilemez, yürütülemez US / USA = (the US / USA şeklinde kullanılır)
Amerika Birleşik Devletleri, (the) United States
unyielding = sert, mukavim, geçit vermez
of America
up against = karşı karşıya, facing
upbringing = (çocuk için) yetiştir(il)me, büyütme

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 171

US Federal Aviation Administration = Birleşik usual = alışılmış, olağan, zıt anl.= unusual
Devletler Federal Havacılık Dairesi (ABD’de Utah = ABD’de bir eyalet
tüm sivil havacılığı düzenlemek ve denetlemek
uterus = uterus (rahim)
ile görevli kuruluş)
utilitarian = faydacıl, fayda / yarar gözetici, useful,
US Geological Survey Centre = Birleşik Devletler
practical, zıt anl.= unpractical
Jeolojik Araştırmalar Merkezi (ABD’de,
bölgeleri jeolojik olarak incelemekle ve jeolojik utility = 1) (gaz, elektrik gibi) kamu hizmeti, (The
haritalar çıkarmakla görevli merkez) rent does not include utilities. = Kiraya elektrik,
su, gaz vs. (hizmetlerin bedeli) dahil değildir.);
use = kullanım
2) yarar, fayda, kullanışlılık
use to the full = sonuna kadar kullanmak
utilize = yararlanmak, use, make use of
use up = kullanarak azaltmak, bitirmek, tüketmek,
utmost = en büyük, en çok
deplete, run through
utter = 1) tamamen, complete; 2) kesin, kesinkes,
used to = bir fiilden once geldiği zaman “(eskiden) …
mutlak, absolute
idi (ama artık değil)” anlamı verir, (He used to
write to me frequently; he doesn’t any more. = utterly = tamamen, hepten, absolutely, totally,
Eskiden bana sıkça yazardı; artık yazmıyor.) completely, (After the crisis, he tried hard to
save his company from bankruptcy but failed
useful = yararlı, faydalı, beneficial, helpful, zıt anl.=
utterly. = Krizden sonra firmasını kurtarmak
useless, harmful
için çok çabaladı ama hepten başarısız oldu.)
useless = işe yaramaz, worthless
usher in = 1) öncülük etmek; 2) (içeri) getirmek,
bring in

www.bademci.com
V V VV V

vacation = tatil vast tracts of forest = çok geniş ormanlık araziler


vacationer = tatilci vastly = çok, büyük oranda, highly, greatly
vaccinate = aşılamak vastness = büyüklük, enginlik
vaccine = aşı vector = 1) vektör (bir miktar ve bir yön içeren bir
vacuum = boşluk ifade, örn. yerçekimi kuvveti); 2) hastalık
taşıyıcı
vagary = kapris
vegetation = bitkiler, bitki örtüsü
vague = belirsiz, bulanık, şüpheli, dim, obscure, zıt
anl.= defined vegetative = 1) büyüme yeteneği olan; 2) bitkisel
vaguely = tam anlamını vermeyecek şekilde, belli vehemently = şiddetli / hiddetli / ateşli bir şekilde,
belirsiz, ambiguously, zıt anl.= clearly, explicitly passionately
valiantly = cesurca vehicular = taşıtlara ilişkin
valid = geçerli, sağlam, yasal, credible, solid, velcro = cırt cırt, cırt bant (örn. çocuk
legitimate, zıt anl.= invalid, unacceptable ayakkabılarında bağcık yerine kullanılan
kapatma elemanı)
validity = geçerlilik, meşruluk, legitimacy, zıt anl.=
invalidity vellus = erişkinlerde gövde, kol ve bacaklar
üzerindeki ince tüy / kıl
value = değerini / kıymetini bilmek, appreciate
velocity = (belli bir yönde) hız
valued = değerli, esteemed, highly-regarded
vendor = satıcı, işportacı
valve = 1) valf, subap; 2) radyo lambası
Venice = Venedik (İtalya’da, şehrin ana caddelerini
valve radio = lambalı radyo
oluşturan su kanalları ile ünlü bir kent)
vandalism = vandalizm, çevreye zarar verme (örn.
vent = delik, yarık
duvarları boyama, sokak lambalarını kırma
vs.) ventilate = havalandırmak
vanguard = öncü (birlik / kol) ventilation = havalandırma, (In the attic, the only
ventilation was through a small door at the
vaporise = buharlaş(tır)mak, evaporate
back. = Tavanarasında tek havalandırma arka
vapour = buhar, buğu taraftaki küçük bir kapıdan sağlanıyordu.)
variable = değişken, etmen ventromedial nucleus = hipotalamusun ortasında
variation = 1) düzensizlik; 2) varyasyon, farklılaşma, yer alan ve doygunluğa ulaşıldığında yeme
çeşitleme, diversity isteğini baskı altına alan sinir hücresi yığını
varicella virus = suçiçeği virüsü venture (fiil) = 1) tehlikeye at(ıl)mak, stake,
varied = değişiklik gösteren, çeşitli jeopardize; 2) göze almak, dare, stake
variety = cins, tür, çeşitlilik, değişiklik, farklılık venture (isim) = girişim
various = çeşitli, miscellaneous, numerous verbal = sözlü, oral, zıt anl.= written
vary = çeşitlilik göstermek, farklılık göstermek, verbal communication = sözlü iletişim
değiş(tir)mek, çeşitlen(dir)mek, change, differ, verbally = sözlü olarak, orally
alter, zıt anl.= remain, stay verdict = jüri kararı
vasoconstriction = kan damarlarındaki daralma, zıt verification = doğrulama, teyit etme, confirmation,
anl.= vasodilation validation, zıt anl.= invalidation
vast = çok büyük, çok geniş, engin, huge, immense, verify = doğrulamak, gerçeklemek, teyit etmek,
(They are building these roads at vast onaylamak, confirm, validate, zıt anl.=
expense. = Bu yolları çok büyük harcamalarla invalidate
yapıyorlar.)
versatile = değişme kabiliyeti yüksek, çok yönlü,
vast majority = büyük çoğunluk adaptable, all-purpose, many-sided
vast sums (of) = çok büyük miktarlarda (para vs.)

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 173

versatility = çok yönlülük / fonksiyonluluk, adaptability vigorous = 1) terleten, zahmetli; 2) kuvvetli, etkin,
version = 1) versiyon, tür; 2) yorum, (The Prime gayretli, enerjik, zealous, energetic, zıt anl.=
Minister’s version of the economic matters impotent, inactive
was quite different from that of the Opposition. vigorously = kuvvetlice, gayretli bir şekilde, actively,
= Başbakan’ın ekonomiyle ilgili yorumu ana energetically
muhalefetin yorumundan oldukça farklıydı.) Vikings = Vikingler (İskandinavya’da, özellikle 8. -
versus = (bir şey ya da kişi)’ye karşı, in opposition to 11. yy’lar arasında etkin olan, korsan ve tüccar
vertebra = (çoğul: vertebrae) omur kavim)
vertebrate = omurgalı, craniate villus = (çoğul: villi) 1) (örn. bağırsak ve mide
cidarlarında bulunan) emzik başına benzeyen
vertical = dikey, zıt anl.= horizontal
minik çıkıntı; 2) (özellikle şeftali gibi
very first = ilk meyvelerin üzerindeki) ince tüy
vessel = 1) gemi, tekne; 2) damar vindication = temize çıkarma, suçsuzluğunu
vest = yelek kanıtlama
vested = kazanılmış, mutlak, sabit vine = sarmaşık yapılı, (kazığa vs.) tutunarak
Vesuvius = Vezüv Yanardağı (İtalya’da, ünlü Pompei büyüyen bitki
antik kentini lavlar altında bırakarak yok etmiş vinegar = sirke
olmasıyla tanınan bir volkan) vineyard = üzüm bağı
veterinary medicine = veteriner hekimliği violate = (yasa, kural vs.) çiğnemek, ihlal etmek,
veterinary surgeon = hayvan cerrahı, operator breach, infringe, zıt anl.= obey, observe
veteriner violation = (yasa, kural vs. için) ihlal (etme) / aykırı
vex = canını sıkmak, sinirlendirmek, kızdırmak, davranış, breach
irritate, upset, zıt anl.= soothe violence = şiddet, zorbalık, disturbance, riot
viable = (örneğin, ekonomik olarak) yapılabilir / violent = yıkıcı, sert, şiddetli, zorlu, destructive,
uygulanabilir, feasible, practicable, zıt anl.= strong, zıt anl.= mild, passive
unachievable
violent motion sickness = şiddetli hareket / sarsıntı
viable level = makul, kabul edilebilir seviye tutması
vibrant = parlak, canlı violently = yıkıcı şekilde, şiddetlice, destructively,
vibrate = titre(t)mek, shake, zıt anl.= be still strongly, zıt anl.= mildly, passively
vibration = titreşim viral = viral (virüslerden kaynaklanan, virüslerle ilgili)
vibrotactile = titreşim yoluyla çalışan Virginia = Batı ABD’de bir eyalet
vice versa = tersi(ne), aksi(ne), öbür türlüsü (de), virologist = virolog (viroloji alanında çalışan uzman)
tersi (de), the other way round virology = viroloji (virüsleri inceleyen tıp ve biyoloji
vicinity = civar alanı)
vicious = kötü, çirkin, acımasız, nasty, brutal virtual takeover = fiili / gayriresmi devralma
vicious circle = kısır döngü, fasit daire virtually = neredeyse, hemen hemen, nearly, actually
victim = kurban, mağdur virtue = 1) meziyet, yarar, avantaj, asset, advantage;
Victorian = İngiltere’de, Kraliçe Viktorya’nın hüküm 2) erdem, fazilet, goodness, zıt anl.= vice,
sürdüğü 1837 ile 1901 yılları arasında kalan merit
dönemde yaşamış / döneme ait visa = vize (ülkeye giriş ve ülkede kalma izni)
view (fiil) = 1) değerlendirmek, consider, regard; viscid = yapışkan, sticky
2) dikkatlice incelemek, look at; 3) (film vs.) visibility = görünebilirlik, görünürlük, görme olanağı,
izlemek, watch detectablity
view (isim) = 1) görüş, fikir, düşünce, inanç, bakış visible = görünebilir, görülür, açık, belli, apparent,
açısı, opinion, conception; 2) görünüş, conspicuous, detectable, zıt anl.= obscured,
manzara, panorama concealed, hidden
view as = olarak görmek, (view as important = vision = 1) görme kabiliyeti, eyesight; 2) görüntü,
önemli görmek, önemli olduğunu düşünmek) image; 3) hayal, düş, daydream; 4) öngörü,
vigilant = ihtiyatlı, tetikte olan, watchful, zıt anl.= foresight
oblivious visionary = 1) hayalperest; 2) ileriyi gören kimse

www.bademci.com
174 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

visual = görsel voluntarily = isteyerek, gönüllü olarak, willingly, zıt


visual acuity = görme keskinliği (uzaktaki / anl.= forcibly
yakındaki cisimleri net görebilme hali) voluntary (sıfat) = gönüllü, isteğe bağlı, willing, zıt
visual field = görüş alanı anl.= involuntary, obligatory
vital = 1) yaşamsal, hayati, yaşam için gerekli; 2) çok volunteer (fiil) = gönüllü olmak, offer
önemli, critical, essential, pivotal, zıt anl.= volunteer (isim) = gönüllü
insignificant, trivial vomiting = kusma
vitality = canlılık, hareketlilik, dirilik, liveliness, vigour voracious = doymak bilmez, aç gözlü
vitally important = hayati öneme sahip vote (for) (fiil) = (birisine) oy vermek
vitamin A deficiency = A vitamini yetersizliği vote (isim) = oy
vitreous = genellikle şekilsiz, camlaşmasını voter = seçmen
tamamlamamış (malzeme)
voyage = deniz yolculuğu
vivid = canlı, etkili, güçlü, intense, colourful, zıt anl.=
vulnerability = saldırıya açık olma, susceptibility,
weak, dull
weakness
vividly = çok canlı / güçlü bir şekilde, lively, clearly, zıt
vulnerable to = (bir şeye) karşı savunmasız,
anl.= vaguely
kolaylıkla yaralanabilir, saldırıya / eleştiriye /
vocalization = ses ile ifade riske açık / maruz, susceptible to, exposed to,
vocational = mesleki, mesleğe ilişkin, occupational at risk of, weak, zıt anl.= protected, secure,
voice = dile getirmek, anlatmak, tell, narrate (Elderly people, especially those living alone,
are vulnerable to accidents happening at
volatile = buharlaşabilen
home. = Yaşlilar, özellikle yalnız yaşayanlar,
volume = hacim evde meydana gelen kazalara karşı
savunmasızdırlar.)

www.bademci.com
W W WW W

wage (fiil) = (savaş vs.) açmak, başlatmak, war-torn = savaşın yakıp yıktığı
sürdürmek, carry on, undertake, zıt anl.= wash ashore = sahile vurmak
cease, stop
wastage = zayiat
wage (isim) = maaş, salary
waste (fiil) = boşa harcamak, israf etmek, (He
wage-earning = 1) sabit bir maaştan ziyade saat wasted his inheritance in casinos. = Kendisine
ücreti hesabıyla çalışma; 2) (çalışma karşılığı) kalan mirası kumarhanelerde yedi.), (Waste
gelir / ücret sağlayan / kazandıran not, want not. = Boşa harcama, başkasından
wait = bekleyiş dilenmek zorunda kalma.)
waiver = feragat waste (isim) = 1) boş arazi, ıssız yer; 2) atık madde,
wakefulness = uyanıklık hali israf
wallet = cüzdan waste dump = çöp depolama alanı, büyük çöplük
walnut = ceviz waste material = artık / atık madde
Walt Disney Company = Walt Disney Şirketi waste product = atık madde, yıkım ürünü
(eğlence sektöründe faaliyet gösteren, wasteful = savurgan, müsrif
özellikle yarattığı çizgi karakterlerle tanınan wastefully = müsrifçe, savurganca, extravagantly, zıt
büyük bir şirket) anl.= thriftily
wander away = amaçsız bir şekilde dolaşarak (bir wastefulness = israf, savurganlık
yerden) uzaklaşmak
wasting = zayıflama, kuvvetten düşme, (wasting
wane = azalmak, eksilmek, tükenmek, diminish, disease = verem vs. gibi ince / zayıf düşüren
decrease, zıt anl.= increase hastalık)
war = savaş, battle, zıt anl.= peace watch out for = (bir tehlikeye) karşı uyanık olmak,
ward = (hapishanede) koğuş, (hastanede) servis / dikkat etmek, look out for
hastaların kaldığı oda watchfulness = tetiktelik, uyanıklık, alertness
warfare = (genel kavram olarak) savaş, (nuclear water delivery system = su dağıtım şebekesi
warfare = nükleer savaş), (diplomatic warfare
water supply = su rezervi / stoğu
= diplomatik savaş)
water table = su tabakası seviyesi (yerin altında,
warfare agent = savaşlarda kullanılan kimyasal vs.
toprağın suya tamamen doyduğu seviye)
madde
water-borne = sudan gelen, su yoluyla taşınan
warm up (fiil) = (kasları, motoru vs.) ısıtmak
waterfall = şelale
warm-blooded = sıcakkanlı
waterfowl = su kuşu
warming = ısınma
water-stressed = su sıkıntısı çeken
warm-up (isim) = (kaslar, motor vs. için) ısınma
watery tissue = suyu tutan doku
warn = uyarmak, ikaz etmek, ihtar etmek
wattle = (hindi, kertenkele gibi bazı hayvanlarda)
warning = uyarı
genellikle boyun bölgesinde parlak renkli ve
warning label = uyarı etiketi sarkık deri katmanı
warp = değişiklik, saptırma wave = dalga
warp thread = çözgü ipliği (dokuma tezgahında wave-exposed = dalgalara açık
kumaşın boyuna olan iplik)
wavelength = dalga boyu
warrant = izin vermek, garanti etmek, ruhsat
way of life = yaşam biçimi
vermek, permit, approve, guarantee
way off = çok dışında / uzağında
warring = savaşan
way-station = ara istasyon
warrior = savaşçı

www.bademci.com
176 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

weak nuclear force = zayıf nükleer kuvvet (bazı weigh = 1) hesaplamak (kıyaslamak), consider, (I
atomaltı parçacıkları bir arada tutan, ancak weighed the benefits of the plan against its
kimi zaman yeterli gelmeyerek radyoaktif risks. = Planın yararlarını, riskleri ile
bozunmaya yol açması sebebiyle “zayıf” olarak kıyasladım.); 2) (ağırlığını) ölçmek, tartmak,
adlandırılan temel fiziksel kuvvet) measure
weak pulse = zayıf nabız weigh on = endişelendirmek, endişeye sevk etmek,
weaken = zayıfla(t)mak, hafifle(t)mek, cause to worry
güçsüzleş(tir)mek, lessen, undermine, zıt anl.= weigh up = tartmak, değerlendirmek, aklında ölçüp
strengthen, build up biçmek, consider, evaluate, assess
weakness = zaaf, güçsüzlük, vice weight loss = zayıflama, kilo kaybı
wealth = zenginlik, servet, varlık weight loss scheme = zayıflama planı / programı
wealth of information = bilgi hazinesi, bilgi bolluğu weight training = (sporda) ağırlık çalışması
wealthy = varlıklı, zengin, refah içinde, rich, affluent, weight-for-height table = ağırlık-boy tablosu
zıt anl.= poor weightlessness = ağırlıksız / yerçekimsiz ortam
weapon = silah weirdness = gariplik, tuhaflık, strangeness
weapons of mass destruction = kitle imha silahları welcoming = dostça, içten
wear = yıpranma welfare = refah, prosperity, well-being
wear and tear = aşınma ve yıpranma welfare state = refah ülkesi
wear down = yıpranmak, yıpratmak, erode, wear out, well = kuyu
(The illness wore her down. = Hastalık onu
well after = (bir olaydan / bir zamandan) çok sonra
yıprattı.), (My shoes are badly worn down at
the heels. = Ayakkabılarımın topukları iyice well before = çok önce
aşınmış.) well beyond = oldukça ötesinde / üzerinde
wear on = (süre kapsayan bir dönem vs. için) yavaş Well done! = Aferin, iyi olmuş!
yavaş ilerlemek well over = (bir değer)’in oldukça üzerinde, far more
wear out = yıpranmak, aşınmak, eskimek, wear than
down, deteriorate well under = epeyce altında
wear out over time = zamanla / zaman içinde well-annotated = dipnotlarla iyice açıklanmış
eskimek / aşınmak well-being = çıkar, yarar, refah, iyilik, saadet
weary = yorgun, usanmış, bıkkın, bored well-buried = (gömülerek) iyice gizlenmiş
weather = hava (durumu) well-compiled = iyi derlenmiş
weathering = hava etkisiyle değişime uğrama well-constructed = iyi inşa edilmiş, sağlam
weave = dokumak, örmek well-developed = iyi gelişmiş, büyümüş
weave together = 1) değişik öğelerden bir bütün well-drawn = iyi çizilmiş, tiplemesi iyi yapılmış
oluşturmak; 2) örerek birleştirmek
well-established = iyice yerleşmiş, deep-rooted
weave-like = örgü benzeri
well-founded = sağlam temele dayalı, substantiated
webbed = (bazı hayvanların ayakları için) perdeli
well-informed = iyi bilgilen(diril)miş
webbed together = (bir tür) perdeyle birbirine bağlı
well-maintained = iyi muhafaza edilmiş, iyi bakılmış,
Weddell seal = Weddell foku (Antarktika çevresinde well-kept
yaşayan bir fok türü)
well-nourished = iyi beslenmiş, iyi gıda almış, well-
wedding = düğün fostered, zıt anl.= ill-nourished
wedge = kama, takoz well-off = iyi durumdaki, varlıklı, hali vakti yerinde
weed = yabani ot, ayrık otu well-preserved = (örn. kayanın / buzun içinde) iyi
weed-killer = herbisit (istenmeyen bitkilerin korunmuş
yetişmesini önlemek amacı ile kullanılan well-read = çok okumuş
tarımsal ilaç), herbicide
well-regarded = saygı uyandıran, kabul gören, iyi
weekly = haftalık gazete veya dergi karşılanan

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 177

well-rested = iyi dinlenmiş wholeheartedly = içtenlikle, samimi olarak, sincerely


West Indies = Batı Hint Adaları (Karayipler wholesome = sağlıklı, besleyici
bölgesindeki adalara eskiden verilen ad) whooping cough = boğmaca
Western = Batılı widely = 1) büyük ölçüde, açık farkla, uzak ara;
Western society = Batı toplumu 2) genellikle, geniş çapta, yaygın olarak,
Westerner = Batılı commonly, usually
wet = (altını, yatağını vs.) ıslatmak widely available = yaygın olarak ulaşılabilir /
edinilebilir
wetland = karasal iklim bölgeleriyle deniz iklim
bölgeleri veya göller arasında kalan, nemli ve widen = genişle(t)mek, (arası) açılmak
genellikle bataklık bölge wide-ranging = çok çeşitli konularla ilgili
whaling = balina avcılığı widespread = yaygın, extensive, prevalent, zıt anl.=
What a relief! = İçim rahatladı! limited, rare, (There is a widespread belief that
the newspapers had invented the story. =
What for? = Ne için?, Ne amaçla?
Gazetelerin, hikayeyi uydurduğu yönünde
what goes on = olup bitenler, ne olup bittiği. . . yaygın bir inanış var.)
What good would that be? = Onun ne faydası widowed = dul kalmış
olacak ki?
wildebeest = Güney Afrika antilopu
what is more = dahası. . . , furthermore, moreover
wilderness = (el değmemiş) boş arazi, çöl, kır, vahşi
What use does it serve? = Ne işe yarıyor? doğa
what is in the best interests of smo = birisi için en wildfire = söndürülmesi güç yangın / ateş
iyisi / en doğrusu ne ise
wildflower = kır çiçeği, doğada kendiliğinden yetişen
whatever = bütünü, hepsi, herhangi, her ne, ne çiçek
olursa
wildlife = yaban hayatı (insan hariç, doğal ortamında
what’s more = bkz. what is more yaşayan tüm canlılar)
whatsoever = hiçbir surette, at all willing = istekli, gönüllü, eager, ready, zıt anl.=
wheat = buğday reluctant, unwilling
wheel = tekerlek willingness = isteklilik, gönüllülük, enthusiasm,
wheelchair = tekerlekli sandalye eagerness, readiness, zıt anl.= reluctance,
wheeze = hırlamak, hırıltılı ses çıkarmak unwillingness
when it comes to = iş (bir şey)’e gelince, (When it windblown = 1) (özellikle ağaçlar için) hakim
comes to writing compositions, I am hopeless. rüzgarların estiği yönde büyüyen / şekil alan;
= İş kompozisyon yazmaya gelince, ben 2) rüzgarın sürüklediği, rüzgar tarafından
umutsuz bir vakayım.) taşınan
whereas = oysa, iken, while, inasmuch as wind-borne = (bitkilerin sporları vs. için) rüzgarla
taşınan
whereby = onunla, onun vasıtasıyla, by means of
which, through which windbreaker = rüzgar kesen
whether (or not) = olup olmadığını, (yap)’ıp windpipe = soluk borusu
(yap)’mayacağını, (yap)’sa da (yap)’masa da, wing = kanat
ister … ister …, (I am not sure whether or not wing-warping = uçakta manevra esnasında tüm
he is guilty. = Onun suçlu olup olmadığından kanadın hareket etmesi tekniği
emin değilim.) wipe out = silip süpürmek, ortadan kaldırmak,
whilst = -iken, while destroy
whirlwind = hortum, tornado wire = haberleşmek
whisper = fısıldamak, fısıltı wire service = haber servisi (haber ajanslarınca
whistle = ıslık, düdük gazeteler, televizyonlar gibi yayıncı kuruluşlara
white blood cell = beyaz kan hücresi (akyuvar) sağlanan haber hizmeti), news service
white blood cell count = akyuvar sayımı wisdom = bilgelik, irfan, hikmet, bilgece görüş / söz,
wiseness
whole foods = doğal yiyecekler
wise = akıllı, akıllıca, bilge, bilinçli, sensible, knowing,
whole grain = tam tahıl (kepekli; dış yüzeyleri zıt anl.= foolish
alınmamış)

www.bademci.com
178 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

wish = istemek, arzu etmek, dilemek, want, be willing work against = (birisi)’ne karşı (koz olarak)
witchcraft = büyücülük kullanılmak
with a view to doing smt = bir şey yapmak amacıyla / work at = çalışmak, çabalamak
niyetiyle, with the intention of doing smt work for = (birisi) için / (birisi)’nin emrinde çalışmak
with delight = sevinçle, memnuniyetle, keyifle, with work into = (yavaş hareketlerle) yerleştirmek,
joy, with gladness, with pleasure oturtmak, uydurmak, (yuvasına) alıştırmak
with ease = kolaylıkla, zorluk çekmeden, easily, zıt work miracles / wonders = mucizeler / harikalar
anl.= with difficulty yaratmak
with great ease = çok büyük bir kolaylıkla work on = (bir şey)’in üzerinde çalışmak
with reference to = (bir şey)’e ilişkin olarak, ile ilgili work one’s way through = (bir şey)’in içinden
olarak, regarding kendine yol açarak ilerlemek, zorlukları /
with regard to = (bir şey)’e gelince, (bir şey) ile ilgili engelleri aşarak ilerlemek
olarak, with respect to work out = 1) (plan, proje vs.) planlamak, başarmak,
with respect to = (bir şey)’e gelince / ile ilgili olarak, iyi sonuçlandırmak, (bir sorunu) çözmek,
with regard to (uğraşarak) ortaya çıkarmak, accomplish,
solve, zıt anl.= fail, miss; 2) (hesaplayarak)
with the exception of = dışında, haricinde
bulmak, calculate
with the idea of doing smt = bir şey yapmak
work through = çalışarak bitirmek / içinden çıkmak,
amacıyla / niyetiyle
başarı ile üstesinden gelmek, deal with
withdraw (from) = 1) geri çek(il)mek, retreat, zıt anl.=
work to the advantage of = (birisi)’ne avantaj
attack, assault; 2) (para) çekmek; 3) (sıvıyı
sağlamak, (birisi)’nin işine yaramak, benefit
damardan) geri çekmek
work under pressure = baskı altında çalışmak
withdrawal = içine kapanma, çekilme, ayrılma,
alienation workable = işlenebilir
withdrawal symptom = yoksunluk belirtisi (belirli workaholic = işkolik
ilaçlar kesilince ortaya çıkan semptom) workforce = işgücü
withdrawn = çekingen, içine kapanık, unsociable, zıt working = işleme tarzı, işleyiş, functioning
anl.= sociable, outgoing workload = iş yükü
withhold = 1) saklamak, vermemek, detain, hide, zıt workman = işçi
anl.= release, let go; 2) kesmek, discontinue
workmanship = işçilik, ustalık
within = içinde, içerisinde
workspace = çalışma alanı
within and without = içeriden ve dışarıdan
World Trade Organization = Dünya Ticaret Örgütü
within reach = ulaşılabilir, erişim dahilinde, available, (ülkeler arasındaki ticari ilişkilerin ve
attainable, zıt anl.= remote, distant düzenlemelerin geliştirildiği ve görüşüldüğü
withstand = (bir şey)’e dayanmak, (birisi ya da bir uluslararası platform)
şey)’e karşı koymak, direnmek, resist World War I = 1. Dünya Savaşı
witness (fiil) = tanık / şahit olmak, tanıklık / şahitlik World War II = 2. Dünya Savaşı
etmek, observe
worldwide = dünya çapında
witness (isim) = tanık, şahit
worrisome = endişe / kaygı verici
wobbly = sallanan, dengesi bozuk
worry about = (bir şey) hakkında endişe / kaygı
womanizer = zampara duymak
wonder (fiil) = merak etmek, düşünmek, hayret worsen = kötüleş(tir)mek, ağırlaş(tır)mak, aggravate,
etmek, question, think deteriorate, zıt anl.= relieve, ease, facilitate,
wonder (isim) = 1) merak; 2) hayret, şaşkınlık; alleviate
3) mucize, harika worship = tapınmak, ibadet etmek
woodland = ağaçlık arazi / alan worth reading = okumaya değer
woods = (the woods şeklinde kullanılır) koru, worthily = hak ederek, bileğinin hakkıyla
ormanlık alan
worthwhile = zaman harcamaya / zahmete değer,
work (fiil) = 1) işlemek, çalışmak; 2) işe yaramak, iyi beneficial, rewarding, zıt anl.= worthless
sonuç vermek
worthy of = (bir şey)’e değer / layık, kıymetli,
work (isim) = iş, çalışma, eser deserving, valuable, zıt anl.= unworthy of

www.bademci.com
YDS Kelimeleri Sözlüğü - 179

would rather = tercihen, daha ziyade, (bir şey)’den wreck (fiil) = harap / paramparça etmek, enkaz
ziyade haline getirmek, ruin, shatter
would-be = gelecekteki, müstakbel wreck (isim) = 1) enkaz, harabe; 2) batık gemi;
wound = yara, lesion 3) araba / uçak / tren kazası
wounded = yaralı wreckage = (bir gemi vs.)’in (bir kaza vs. sonrası)
kalan parçaları, enkaz
wrap up = (paket vs.) sarmak
wrestler = güreşçi
wrapping-rolling method = erken çömlekçilikte,
yuvarlatılmış bir kil şeridinin spiral şeklinde wrist = (el için) bilek
sarılıp yükseltilerek çömleğin oluşturulduğu ve write off = 1) başarısız / önemsiz görmek;
dıştan bakıldığında çömleğin üst üste dizili 2) (muhasebede) hesaptan düşmek;
disklerden oluştuğu izlenimi yaratan yöntem 3) gözden çıkarmak
write out = tam olarak yazmak, (resmi bir şey)
yazmak

www.bademci.com
XYZ XYZ XYZ XYZ XYZ

xenon = Zenon gazı, Xe zap with = ani bir darbeyle öldürmek, kill suddenly
x-ray = (bir organın vs.) röntgenini çekmek zenith = doruk, zirve, peak
x-ray = x-ışını (gözle görülemeyen ve yumuşak zero gravity = sıfır yerçekimi
dokudan geçebilmesi sebebiyle röntgen filmi zinc = çinko (mavimsi açık gri renkte, kırılgan bir
çekiminde kullanılan bir çeşit elektromanyetik metal)
ışınım)
zone = bölge, mıntıka

Yanqui = Yanki (genellikle Amerikalılardan alaylı bir


tavırla söz ederken kullanılır), Yankee
Yanqui tastes = Yanki zevkleri
yawn = esnemek
year after year = yıl be yıl, her yıl, yıllarca
yeast = maya (ekmek, alkollü içki, peynir gibi bazı
besinlerin üretiminde yararlanılan tek hücreli
mantar)
yen = yen (Japonya’nın para birimi)
yet = yine de, buna rağmen, however
yet unborn generations = henüz doğmamış nesiller
yield (fiil) = (sonuç, ürün vs.) vermek, (kar, kazanç)
getirmek, produce, (The investigation yielded
some unexpected results. = Araştırma, bazı
beklenmedik sonuçlar ortaya çıkardı.)
yield (isim) = verim, kar, kazanç, sonuç, ürün
yield to = teslim olmak, boyun eğmek, yenik düşmek,
submit, capitulate, succumb, give in
young = yavrular, offspring
Yucatan Peninsula = Yukatan Yarımadası
(Güneydoğu Meksika’da bulunan, Karayip
Denizi ile Meksika Körfezi arasında yer alan
yarımada)

www.bademci.com
181 - YDS Kelimeleri Sözlüğü

Bu sözlüğün hazırlanmasında yararlandığımız kaynaklar:

1. Oxford Advanced Learner's Dictionary, 7th Edit. 2005, Oxford University Press
2. Longman Dictionary of Contemporary English, International Edit. 2004, Longman
3. Collins Cobuild English Dictionary for Advanced Learners, Major New Edit. 2001, Collins
Cobuild
4. Macmillan English Dictionary for Advanced Learners, International Student Edit. 2002,
Macmillan Education
5. Roget's II, The New Thesaurus, 3rd Edit. 1995, Houghton Mifflin Company
6. Webster's Third New International Dictionary (Unabridged), 1993, Könemann
7. The New Webster's International Encyclopedia, 1st Edit. 1996, Trident Press International
8. Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğü, 8. Baskı 1988, Türk Dil Kurumu Yayınları
9. Longman Dictionary of Phrasal Verbs, Rosemary Courtney, 3rd Imp. 1991, Longman
10. Büyük İngilizce-Türkçe Genel Sözlük, Nuri Özbalkan, 1. Baskı 1999, Alfa Yayınları
11. Langenscheidt Standard English Dictionary, Resuhi Akdikmen, 1. Baskı 1990, İnkılâp Kitabevi
12. Oxford Dictionary of English, 2nd Edit. (revised) 2005, Oxford University Press
13. Collins English Dictionary and Thesaurus, Major New Edit. 1995, Collins Cobuild
14. Merriam-Webster's Medical Desk Dictionary, 1996, Merriam-Webster Inc.
15. Açıklamalı Tıp Terimleri Sözlüğü, Utkan Kocatürk, 10. Baskı 2005
16. Redhouse, İngilizce-Türkçe Sözlük, 16. Baskı 1998, Sev Matbaacılık ve Yayıncılık

Bu sözlüğün hazırlanmasında bilgisine başvurduğumuz uzman kişiler ve internet siteleri:

1 Doç. Dr. Zuhal YAPICI, Çocuk Nöroloğu


2 Dr. Özlem Su, Cildiye Uzmanı
3 www.soitec.com
4 Yrd. Doç. Dr Zahide Onaran, İstanbul.Üniversitesi, İktisat Fakültesi
5 Doç. Dr. Zuhal YAPICI, Çocuk Nöroloğu
6 Dr. Cengiz Tomar, Marmara Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü
7 www.wikipedia.org

www.bademci.com

You might also like