You are on page 1of 52

Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o

açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet


geminin sisli şehir caddelerinde,
köy mezarlıklarının tarlalarla kesiştiği boşluklarda,
çocuk parklarında ve kurgusu boşalmış
luna-parklarda, sandalyeleri ters çevrilmiş
meyhanelerde, okuyucuları çoktan yokolmuş
kütüphanelerin ıssız koridorlarında gezindiğini
mutlaka birileri fısıldamıştır kulağınıza. Hatta
geceleyin birdenbire havlayan köpeklerin neden
ürktüklerini o zaman hissetmişsinizdir.
Ya da tüm bunlar uyku ile uyanıklık arasında
yaşanan türden bir hayal...
seyir defteri

Onların yumrukları var!


Bizim çıplak ellerimiz...
Onların taşları, sopaları, meşaleleri, tüfekleri, tankları, bombaları,
küfürleri, tehditleri ve nefretleri var.
Bizim?
Sözcüklerimiz ve tereddütlerimiz ve kırık, örselenmiş yüreklerimiz,
bulanık düşüncelerimiz...

İnsan, insanı aşabilecek mi?


içindekiler

4
deniz f eneri
HABİL KABİL VE ÖTESİ
nazlı ökten

6
üstü çizilmiş kişiler
ERKEKLERİN ŞEYLERİNİ KESME KOMİTESİ
sedef erkman

8
yanlış pusula
CHE'NİN ELLERİ
pınar türen

9
kara göründü!
ŞİDDETE BALKONDAN İKİ BİLET LÜTFEN
yasemin sarıkaya

11
med-cezir
KLOSTROFOBİ
mehmet açar

15
çıkmaz sokak
YAĞMUR GÜNEŞE GEBEYSE ŞİDDET NEDEN SEVGİYE GEBE OLMASIN
meral miniç

16
gecenin kanatları
YERYÜZÜ DURUŞU
hazerfen

20
sirenelerin kâbusu
SUSMAKTAN BAŞKA ÇARE YOK
ayşe düzkan

21
med-cezir
CİNAYET
oliver sacks

23
şişedeki mesaj
RİSK HAYALET VE ŞEHİR
o. kutay
24
kutupyıldızı
ÇEŞİTLİ DOĞUMGÜNLERİNDE JERALDİN'E ÖĞÜTLER
bob dylan / aşinan kurt

26
uçan hollandalı
KISKANÇ
murat gülsoy

29
deja vu
KENTİN ORTASINDA
ergun kocabıyık

30
denizkızlarının şarkısı
GÜN BATMADAN SEHER VAKTİ
-bir hayat hikâyesi çözümleme girişimi-
halide velioğlu

34
ay tutulması
SUR
halil ibrahim özcan

36
lingua franca
ÇOMS'Kİ
adnan kurt

40
kimsesiz çığlık
BALIK MEZARLARI
bayram keten

41
puslu manzaralar
YARATICILIĞIN ŞİDDETİ
yelda karataş

42
gizli hazine
ATMACANIN BEKLEYİŞ ANI
kaan yazıcıoğlu

46
deligömleği
VEJETERYAN KOMPLOSU
orhan selim
denizfeneri

HABİL, KABİL VE ÖTESİ


nazlı ökten

Dünyanın geri kalanı sadece bizim eylemimize maruz kalmak için


oradaymış gibi yaptığımız her eylem şiddettir. Sonuç olarak, katılmadığımız
ama sonuçlarına maruz kaldığımız her eylem şiddettir
Nereden başlasak, neyi şiddet saysak. İnsanın bizi ölüme terktmesinden, aç bırakmasından
cennetten fırlatılıp düşmesinden mi, şeytanın insana korkarmışız. Onun için çok ağlarmış bebekler.)
secde etmeyi reddetiği için cezalandırılmasından mı, Weber diyordu sonra, devletin en belirleyici niteliği
eşitler arasındaki ilk şiddet, ilk kardeş kavgası olan şiddeti meşru olarak uygulayabilen tek kurum
Habil'le Kabil'den mi? Hz. İbrahim oğlunu Allah'a olmasındandır diye.
kurban etmesin diye gökten indirilen koyunun
müslümanlar tarafından her yıl sembolik ve reel Şiddeti minimal düzeyde, insan ilişkilerinin
anlamda binlerce kez kurban edilmesinden mi? psikolojisinden başlayarak aramak mümkün elbette
(Yaratılış mitolojisi konusundaki birikimim tek tanrılı fakat beni çeken şiddetin toplumsal tanımları. Belki
dinlerle sınırlı kusura bakmayın.) de etrafımda olup bitenlerin farkına varmaya
başladığım yaşlarda yaşadığım şehir, ülke bir çeşit iç
Emmanuel Levinas şiddeti şöyle tanımlıyor : savaşın içinde olduğundan. Bazılarına göre eşitler
"Şiddet sadece bir bilardo topunun bir ötekine arası şiddetti bu, Habil'le Kabil'in yani kardeşlerin
çapmasında, tüm bir ürünü mahveden fırtınada, kavgası. Sonra birileri gelip durduruverdi yine başka
kölesine kötü davranan efendide, yurttaşlarını ezen kardeşlerin postallarıyla bu şiddeti. Bir gecede
totaliter bir devlette, insanları ezip geçen savaşçı kolaycacık: başka bir şiddeti başlatmak için kapalı
istilada değildir. Eyleme geçen sadece bizmişiz gibi kapılar ardında, mahzenlerde, gözlerden ırak...
yaptığımız herşey şiddettir. Dünyanın geri kalanı Herkes rahatladı. Ortak bir kurban bulundu, kanı
sadece bizim eylemimize maruz kalmak için akıtıldı ve herşey yoluna girdi. Günah keçisi, yabancı
oradaymış gibi yaptığımız her eylem şiddettir. Sonuç ideolojilerin kanına girdiği gençlikti; kurban edildiler
olarak, katılmadığımız ama sonuçlarına maruz ve kabile eski sakin yaşantısına döndü. Şiddet bir süre
kaldığımız her eylem şiddettir." için bertaraf edilmiş, evcilleştirilmiş, en azından
kapalı kapılar ardına gizlenmişti. İşkenceden söz
İşte buralarda bir yerde şiddetin olumsuz tanımından edildiğini duyduğumda oniki-onüç yaşındaydım.
olumlu tanımına geçesim geliyor. Belki basit bir Aklıma sığdıramıyordum olanları. Daha önce
diyalektik akıl yürütmenin sonucu olarak, son derece Soljenitsyn'in Gulag Takımadalarında defalarca
sıradan-zıtların birliği falan. İçinde kıskançlığın okuduğum sayfalardan biliyordum birşeyler ama
şiddetini barındırmayan bir aşk olmayacağından; Sovyet Rusya uzak bir hayaldi benim için.
şiddetsiz değişimin imkansızlığından; birini birşeyi Kütüphanemizde üçüncü dünya diktatörlükleriyle
yapıyor diye sevmenin, o şeyi yapmayan birini ilgili pek de bir şey yoktu anlaşılan. Evet devletin
sevmemek, belki de ona uygulanması mümkün şiddeti şiddeti meşruydu, yasaldı, örtülüydü kimseler pek
daha kolay kılmak anlamına geleceğinden falan. sesini çıkarmıyordu. Ben nefes alamıyordum gerçi,
ama ergenlik çağımı yaşamaya devam ediyordum.
Farklılık diyorlar çoğu zaman şiddeti doğuran; evet Erkek arkadaşımın beni terketmesi herşeyden daha
ama hayatın kendisi de olmazdı farklılık olmasa. güçlü bir tokattı mesela...
Kadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar
aleminin kayıp üyeleri olarak" belki de hani o çizgi Ne demeli, herşey göreceydi ve hayat böyleydi. En
filmdeki sevimli hayalet gibi kalırdık! güzel ve en korkunç bir arada yaşanıyordu,
alışılıyordu...
Freud diyordu tabii ki, toplumun esası bireyin
bastırılmasıdır ve bireyin esası kendi kendini
bastırmasındadır diye. Toplum insan ilişkisi daha
baştan bir şiddet ilişkisi. (Annemizi sevmekten önce

4
denizfeneri

İşkenceden söz edildiğini duyduğumda oniki-onüçyaşındaydım.


Aklıma sığdıramıyordum olanları. Daha önce Soljenitsyn'in Gulag
Takımadalarında defalarca okuduğum sayfalardan biliyordum birşeyler ama
Sovyet Rusya uzak bir hayaldi benim için. Kütüphanemizde üçüncü dünya
diktatörlükleriyle ilgili pek de bir şey yoktu anlaşılan.

5
üstü çizilmiş kişiler

ERKEKLERİN ŞEYLERİNİ KESME


KOMİTESİ

sedef erkman

Kadınlar kendilerine yönelen şiddete bir süre sonra oldukça korkunç


denilebilecek şekillerde karşılık veriyorlar.
Bu noktada kadınlarla erkekleri ayıran en önemli fark, kadınların
şiddetin nesnesi olmaları.
Şiddet erkekler arasında da bir ifade tarzı olarak kendini gösteriyor
ancak kadınlara yönelik şiddet süreklilik arzettiği için kadınları
şiddetin nesnesi haline getiriyor.

Geçenlerde Amerika'yı gelmesi tesadüften


sarsan ama magazin ziyade, Mr. Bobbitt'in
boyutunun çekiciliği kadınlara karşı genel
nedeniyle bizim basında yaklaşımını göstermesi
da oldukça geniş yer açısından oldukça
kaplayan Bobbitt olayım ilginç. Penis kesme olayı
hatırladınız mı? Hani kamuoyunun diline
V i r g i n i a ' l ı manikürcü düşer düşmez hiç de
Lorena Bobbitt, eski bir tarafsız olmayan ve bu
deniz subayı olan ve evde nevi olaylara eşitlikçi
kendisini sürekli cinsel dahi y a k l a ş m a k t a n
ilişkiye zorlayan veya kaçınan Amerikan
tecavüz eden kocasının basınım takip edenler,
penisini kesmişti ama (gazeteler sonuçta
'neyse ki' penis sonradan kadınlar tarafından
yerine dikilmişti. Söz çıkarılmıyor tabii)
konusu organ eski Lorena Bobbitt'in bir
işlevlerine kavuşmuş feminist gerilla
muydu belli değil ama kampında özellikle bu iş
çiftin evliliği bu olayla için eğitildiğini, EŞKK
son bulmuştu elbet ve (Erkeklerin Şeylerini
Lorena canını kurtarmıştı. Kesme Komitesi) 'ni
Ancak, aradan bir kaç kurmak ve kampta
hafta geçmişti ki sabık öğrendiklerini hayata
koca bu kez de geçirmek üzere
muhtemelen yeni gönderildiğini
şöhretinin sayesinde sanabilirlerdi. Oysa işin
(reklamın iyisi kötüsü rengi öyle değildi elbet,
olmaz!) bulduğu yeni sıradan b i r taşra
sevgilisini dövünce tekrar manikürcüsünü böyle
gündeme geldi ve polis davranmaya iten
tarafından g ö z a l t ı n a nedenlerin arasında
alındı. İki olayın üstüste herhangi bir ideolojik

6
üstü çizilmiş kişiler

kaygı veya bir feminist bilinç aramak pek akıl kârı argüman denebilirse- hergün her yerde duymak
olmaz. Ancak erkekler dünyasının bir nevi sözcüsü mümkündür zira bu "abi'ci" söylem oldukça
durumundaki basın bu olayı da kendi istediği şekle yaygındır.
derhal soktu; olayın odak noktası penisi kesen Laf buraya gelmişken, feminizmin, çirkin ve
kadındı, kadını öyle davranmaya iten nedeni yani erkeklerden yüz bulamayan kadınların çıkardığı
Mr. Bobbitt'in yıllardan beri ev içinde uyguladığı marazadan ibaret olduğu düşüncesinin de yine
terörü sorgulamaya kimse yanaşmadı oysa böyle erkekler tarafından ortaya atılmış bir teori olduğuna
magazin bir olay salt Amerika'da değil dünyanın her ve dünya tarihinin en geri zekalı uydurması olarak
yerinde sürekli yaşanan ve kimi kanunlarca suç dahi altın harflerle yazılmaya aday olduğuna değinmeden
sayılmayan evlilik içi tecavüz olayının gündeme geçmek haksızlık olur. Mutlak iktidarlarının
gelmesi için bulunmaz bir fırsattı. Ama bu fırsat göz sarsılacağı endişesini taşıyan erkeklerin bu
göre göre tepildi, olay oldukça 'enteresan' bir haber "tehlike"yi bertaraf etmek için bu denli zekice bir
olarak kaldı, John Bobbitt başına gelenlerden hiç yöntem bulmuş olmaları da ayrıca dikkate değer.
ders almadığını kanıtlarcasına ortalarda dolaşıyor
ve dünya yüzündeki yüzbinlerce kadın hâlâ kocaları Şu penis kesme hikayesinden yola çıkarak varmayı
tarafından tecavüze uğramaya devam ediyor. amaçladığımız yer, yanıtını bulmak istediğimiz soru,
kadınların dünya yüzünde olmaları gereken yerde
Bütün bu olup bitenler, kadınların dünya yüzündeki olup olmadıklarından ziyade dünyada var olan
konumlarının hâlâ ne kadar kötü olduğunu ve umut şiddetin kaynağında neyin yattığı konusudur. Şöyle
edilen noktaya ulaşmak için daha çok uzun zaman bir etrafınıza bakmanız bile size bu sorunun yanıtını
beklemeleri gerektiğini ortaya koydu. Aradan geçen verecektir, zira erkek olmak şiddeti bünyesinde
bunca zamana ve kadınların bazı haklarının en barındırıyor. Sorunları gereğinde şiddete başvurarak
azından yasalarla güvenceye alındığı ülkelerin çözmek oldukça yaygın ve gözardı edilmeyen bir
varlığına rağmen, yasaların düzenlemeyi pek seçenek olarak karşımıza çıkıyor erkekler dünyasında.
başaramadığı gündelik hayatın akışı içinde kadınlar Oysa kadınlar sorunlarının çözümünde şiddete
en "medeni" erkeğin kafasında bile çoğu zaman başvurduklarında, bunun ardında mutlaka erkekten
bilinen kalıpların dışında kabul görmeyi kaynaklanan başka bir şiddet eyleminin yattığını
başarabilmiş değiller. Bunun en önemli görüyoruz. En yakın örneklerden biri de az önce
nedenlerinden biri erkeklerin kafasındaki, neredeyse sözünü ettiğimiz Bobbitt olayı. Kadınlar kendilerine
kuşaktan kuşağa aktarılan genetik bazı düşüncelerin yönelen şiddete bir süre sonra oldukça korkunç
mevcudiyeti. Erkek olmanın gereklerinden birinin de denilebilecek şekillerde karşılık veriyorlar. Bu
kadınlara bu şekilde yaklaşmak ve onları "ait" noktada kadınlarla erkekleri ayıran en önemli fark,
oldukları sınırların dışında tanımlamamaya özen kadınların şiddetin nesnesi olmaları. Şiddet erkekler
göstermek olduğu şüphe götürmez bir gerçek. Bu, arasında da bir ifade tarzı olarak kendini gösteriyor
toplumun tanımladığı erkek rolünü gerektiği gibi ancak kadınlara yönelik şiddet süreklilik arzettiği için
oynamanın bir sonucu, bir cins zorunluluk. kadınları şiddetin nesnesi haline getiriyor.
Erkeklerin üzerinde bu tip bir baskı oluşmadığını ve
bu şekilde davranmalarının arkasında toplum baskısı Kadınlara uygulanan şiddetin içinde tecavüzün ayrı
denen şeyin olmadığını iddia edecek kadar acımasız bir yeri var. Bobbitt olayıyla gündeme gelen penis
olmayacağız, ancak erkeklerin çoğu zaman bu tür kesme olayının elbette savunulacak bir yanı yok ama
"baskılardan" pek de şikayetçi olmadıklarını bu noktada Time Dergisi yazarlarından Barbara
söylemek sanırız gerçeğe oldukça yakın bir saptama. Ehrenreich'e hak vermemek de elde değil: "Ben hem
Dolayısıyla işlerine geldiği gibi davranmaktan pek feministim hem de şiddete karşıyım. Erkek vücudunu
çekindikleri söylenemez. güzel bulurum ve penisi yerli yerinde görmeyi
elimde plastik torbayla onu çalılıklarda aramaya
Aslında bu yaklaşım çok da mantık dışı değil; öyle ya tercih ederim. Ama iki cins arasındaki barışın
iktidar tam anlamıyla elinizde iken ve bu duruma sağlanması için daha uzun süre beklemek niyetinde
karşı taraftan yalnızca cılız itirazlar yükselirken niye de değilim. Ve eğer bir erkek penisini silah olarak
durup dururken düzeni değiştireceksiniz ve tabiri kullanmakta ısrar ediyorsa hâlâ, öyle veya böyle,
caizse "karıları başınıza bela edeceksiniz"? Bir başka silahının elinden alınması gerektiğini
deyişle "Aslında kadınlar rahat abi, ekmek elden su düşünüyorum."
gölden, bu sorunları başımıza saranlar evde kalmış
bir kaç çirkin karı." Bu tarz argümanları -tabii bunlara

7
yanlış pusula

CHE'NİN ELLERİ
pınar türen

Şiddeti yok etmenin yolunun erkekleri erken yaşta hadım etmekten geçtiğini
düşünmek biraz hafif kalmaz mı?

Nerede o general? Suçsuz kanına batmamış eller, bunca acıya bulaşmış şiddet?
önümüzde gidecek sancağı taşımaya layıktır
ancak, nerede o eller? Şiddetin kaynağını bulmaya yönelik olarak yapılan
Robespierre araştırmalardan birisinin sonuçlan -kesinlikle
ispatlanmış olmamakla birlikte- oldukça ilginçtir.
Şiddeti içinde barındırır doğa. İlk emir hayatta Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir
kalmaktır. Tek çare mücadele vermektir. Üremek, erkek fareye saldırır. Ancak eğer erken dönemde
yemek toplamak, barınmak, korunmak bilinçsiz bir hadım edilmişse (beyni olgunlaşmadan önce) yalnız
mücadelenin mütevazi halkalarıdır. Oysa hayatta büyümüş olsa bile başka bir erkek fareye saldırmaz.
kalma mücadelesi şiddeti hatta zulmü de içerir. Şiddeti yok etmenin yolunun erkekleri erken yaşta
Hakkınızı korumanızın yolu şiddetten geçebilir ve bu hadım etmekten geçtiğini düşünmek biraz hafif
normal k a r ş ı l a n a b i l i r zira şiddet doğada kalmaz mı? Androjen ve testosteron hormonlarının
meşrulaştırılmıştır. Vahşi doğada türler arası veya fazla salgılanmaları insanların asırlardır birbirlerine
türler içi, alabildiğine "doğa kanunlarına" göre uyguladıkları şiddet yüzünden inanılmaz acılar
sergilenen şiddet, sosyalleşmiş insan türünde çekmelerini açıklamaya yeterli olamaz. Sevimli
"toplumsal kanunlara" uygun olarak işlemekte (ceza Ninjaların garip aletlerle birbirlerine saldırmaktan
kanunu hayati tehlike söz konusu olduğunda şiddet başka birşey yapmadıkları, roboteklerin her önlerine
kullanılmasını, uygulanacak cezada indirim yaparak çıkanı yokettikleri, He-Man'in kuvveti yokken doğru
onaylar). dürüst hiçbirşey yapamadığı çizgi filmlerle büyüyen
çocukları hadım etseniz ne farkeder ki? Bizler bizden
Hak mücadelesi sınırları kolayca çizilebilir veya öncekilerden ne aldık ve bizden sonrakilere ne
basitçe çözülebilir olsaydı belki dünya daha yaşanası veriyoruz ki şiddetsiz bir dünyanın hayalini
bir yer olurdu. Ancak 'kıllanan adam' misali her kişi, kuaıyoruz.
her topluluk, her millet kendisine göre doğru bir
sebepten 'kıllanmaya' başladığında kim haklı kim Che öldürüldükten sonra elleri kesilip Castro'ya
haksız sorgulamasının altından hangi kurum gönderilmiş. Şiddet doğada asla bu kadar vahşi
kalkabilir? Hakların nerede başlayıp nerede bittiğini olamaz. İşte bu yüzden, hiçkimsenin karşısındakinin
çizmeye çalışan yasalar mı yoksa onları uygulatmaya haklarına inanmadığı bir ortamda, şiddetin içinde
çalışan güçler mi? yuvarlanıyoruz. Doğanın çaresiz hastalığı şiddet
bilinçaltımıza yapışıp yaşantılarımızı eziyor.Ve
İnsanlık olarak dibine kadar battığımız şiddetten bizler ne yapıyoruz? Şiddete şiddetle cevap
kurtulabilmenin yolu yok gibi. Ne tarihin her tarafını veriyoruz.
kuşatan şiddet, ne de günlük yaşantımızı fetheden
şiddet bize çıkış kapısı bırakmıyor. Sakın "bende Eli kana bulaşmamış hiçbirşey yokken dünyada,
yok"diyerek kişisel tarihlerinize kör bakmayın. hepimiz asla kardeş olamayacağız...
Hepimiz içindeyiz bu oyunun. İnsanların idam
edildiği, çocukların silahların gölgesinde büyüdüğü,
'ırk'ların anlamsızca birbirlerini katlettiği bir
dünyada soluk alıyoruz. Neden? Ne uğruna yaşanıyor

8
-kara göründü!-

ŞİDDETE BALKONDAN İKİ BİLET LÜTFEN


yasemin sarıkaya

İnsan ölür.
Çizgi film kahramanları gibi silkinip kaldığı yerden devam edemez. İnsanın
yaşadıkları, yaşayacakları, hayalleri, sevgilileri, annesi, yüreği, özlemleri
ve gülen gözleri vardır.
İnsan ölür.
Canına kıydığımız o kadar çok şey var ki! Öldürme yöre halkının şivesinden "biz mezrada oturuyorduk,
eylemini yalnız o aptalca savaşlarda, devrimlerin eşkiyalar geldiler" mahiyetinde esprilere katıla katıla
budalaca sokak çatışmalarında gülünür. En iyi sunulan, en "gerçek"tir sanki. Babam
gerçekleştirmiyoruz çünkü, adım başında bu için (in the name of the father) filmini seyreden
cinayeti işliyoruz. "duygulu" seyircimizin Beyoğlu'nda yürürken
Hermann Hesse aklından geçirdiği gibi, İngiltere'de bir İrlandalı'nın
maruz kaldığı ayrımcı şiddet, Türkiye'de bir Kürtün
Good Morning Vietnam Filminin bir sahnesi; yaşadığından daha gerçek değil, ancak benzerdir.
yemyeşil doğa görüntüleri eşliğinde Lois Armstrong
söylüyor. "What a wonderful world". Armstrong'un Oyunlaştırılmış şiddet duyarsızlaştınr,gerçeği başka
şarkısı bu noktada neye işaret ediyor? "İşte harika bir boyuta indirger, (gerçeklikten) soyutlar,
dünya var, ne manasız şey savaşlar" mesajını veriyor sıradanlaştırır, kanıksatır. Yine, yeniden, savaşın
olabilir. Ya da şiddetin acımasız (çıplak) gerçekliğini içinden birilerinin daha ölümü haber edilirken,
biz "yufka yürekli" seyircilere daha rafine biçimiyle ardından başlayacak dizi heyecanla beklenmektedir
sunuyor. gizliden gizliye.

Seyirlik bir şiddet yaşanıyor dünyamızda. Adı Yüzyılın en büyük katliamı, büyük bir prodüksiyonla
konmamış, (henüz) eğlencelik olduğu ifşa edilmemiş, izleyici karşısındadır. Ellerde patlamış mısır, sinema
şiddetin merkezinde yaşayanların gerçeğinden çok salonları tıkabasa doldurulup uygun bölümlerde
uzakta, anlamı parçalanmış, indirgenmiş, çıkarılan dehşet ünlemleri sesiyle efektlere katılım
metalaştırılmış, basbayağı bir şiddet sergileniyor. sağlanır. İzleyici koltuklarmdaki (iyimser tahminle)
Günümüzde şiddet filmlerinin yerini gerçek, bizzat her beş kişidin üçü, her patlamış mısır yiyen, her
yaşanan şiddet manzaraları alıyor. Senaryolar hışırtı-gürültü sahibi yaşamının içine sızmış aynmcı
yaşanmakta, oyuncular bilfiil ölmektedirler. Seyirci şiddeti umursamaz. Hatta bizzat kendisi, bu türlü
oyunun gerçeklikle bağlantısından etkilenir. "Bu öykü şiddetin öznesine ait düşünce biçimine sahiptir. Film
gerçek bir olaydan filme aktarılmıştır" ibaresi filmi biter. Almanlar ne canavar millet, ne me lazım
daha etkileyici kılar. Los angeles'ta polis tarafından Yahudiler de aslında başbelası bir ırktır. Kürt, mürt
dövülen zencinin görüntülerinin ateşlediği ve ırkçı bunların ne manası, Güney Afrika'daki siyahların da
şiddetin yol açüğı kitlesel ayaklanma, zengin bir Allahtan daha istedikleri ne vardır? Yunanistan
senaryonun kusursuz işlenişidir adeta. Bosna'da Türkiye için tehlikedir, zaten bizi de müslümanız diye
yaşanan vahşet, Somali'deki karmaşa, son yılların en AT'ye almıyorlardır...
popüler naklen yayını körfez savaşı insanlığın
seyreylediği en etkileyici trajedilerdir. Oyunlaştırılmış şiddet insanı ikiyüzlü kılar.
Gerçekliğinden soyutlanmış, gösteriye dönüşmüş
Aynı seyirci kitlesi gerçeğin oyunlaştırılmış şiddet, duyumsanamadığı ruhlarda sorgulamaya,
kısmından hoşlanır, tercih eder. Burnunun dibinde hesaplaşmaya ve dönüştürmeye yol açmaz. Öyle ya
bir coğrafyada cereyan eden halk mücadelesi bir da böyle "iyi vakit geçirmiş" güruh, ardında mısır
fıkraya hiç zorlanmadan indirgenebilir. Sözkonusu çöpleri, kola kutuları bırakarak şehrin sokaklarına

9
-kara göründü! -

ANGİNO PEKTORIS doğrultusunda oluşturduğu stratejiler orada burada


yazılıp çizile dursun, kim dinler?
Yarısı burdaysa kalbimin Böylesine seyredilen, boyut değiştiren, anlamını
yansı Çin'dedir, doktor. yitiren şiddet günlük yaşamımıza, ruhumuza,
Sannehre doğru akan gözlerimize, beynimize sızar sinsice. Kirlenmiş
ordunun içindedir. ruhların insanca yaşam için ne umut ne de inanç
beslemeleri, bulanıklaşmış beyinlerin ise barış,
Sonra, her şafak vakti, doktor, kardeşlik adına ciddi fikirler üretmeleri beklenemez.
her şafak vakti kalbim Sivas'ta yakılan ateş, iktidarın üniformalı unsurları
Yunanistan'da kurşuna diziliyor. tarafından "hıdırellez şenlik ateşi " gibi seyredildi.
Yakılanların uğradıkları katıksız, grekçesiz, vahşi
Sonra, bizim hurda mahkumlar uykuya şiddetin üzerine kalın örtüler serilirken, o insanlann
varıp gazetebaskısında solmuş görülen fotoğraftaki
suretleri, türküleri, şiirleri, reimleri ve tüm güzellikleri
revirden el ayak çekilince ile kül olup dağıldı gökyüzüne.
kalbim Çamhca'da bir harap konaktadır
her gece, Şiddetin seyircilerinin, başka bir tarihte, yeni bir
doktor. şiddet oyununda şiddet öznelerinin (iktidarların,
ayrımcılığın, cinsel şiddet faillerinin, katillerin vs.)
Sonra, şu on yıldan bu yana yerine geçmeleri muhtemeldir.
benim, fakir milletime ikram edebildiğim İnsan ölür. Çizgi film kahramanları gibi silkinip
bir tek elmam var elimde, doktor, kaldığı yerden devam edemez. İnsanın yaşadıkları,
bir kırmızı elma: yaşayacakları, hayalleri, sevgilileri, annesi, yüreği,
kalbim... özlemleri ve gülen gözleri vardır. İnsan ölür.
Beraberinde bu dünyadan bir parça daha umut,
inanç, barış ve sevgi götürür. Şiddetin en gerçek
Ne arteryo skleroz, ne nikotin, ne hapis, sonucu ve bozulmuş anlamı işte budur.
işte bu yüzden, doktorcuğum, bu yüzden
bende bu anginopektoris...

Bakıyorum geceye demirlerden


ve iman tahtamın üstündeki baskıya
rağmen
kalbim en uzak yıldızla birlikte çarpıyor... mesajlarınızı
Nisan, 1948 bekliyoruz...
Nazım Hikmet Ran

dağılır. yeni yazışma adresi:


Anlamı bozulmuş, deforme edilmiş şiddet
tehlikelidir. İdeolojik çıkarlar doğrultusunda fetiş
haline dönüştürülebilir. Bosna'daki müslümanlarm
yaşadığı şiddet, Türkiye'deki islami ideolojilerin
mağduriyet-cihat-kurtuluş formülüne propaganda
aracı olabilir. Olayın jeopolitik özelliği, milliyetçilik
unsuru, yeni dünya düzeninin temel çıkarları

10
başka bir dünya-

KLOSTROFOBİ
mehmet açar

Ev'in Oğlu, "Cinayet bir model olarak insanoğlundan çok daha önceleri
tasarlanmıştır zaten" diyordu. Çok daha uzaklardan gelen sesiyle
fakültedeki hocam neler söylemiyordu ki? Mimarların sıfırdan yaratacağı
bütün kentlerin, sitelerin lanetli olduğunu çünkü kimsenin insanların hayatını
belirlemeye hakkı olmadığını...
Altı gündür oyalıyorlardı beni. Arazi üstünde Ve yıllar sonra, anlatması epey uzun sürecek karmaşık
yaptığım incelemeleri çoktan bitirmiş, tam geri bir tesadüf sonucunda benim burada bulunduğumu
dönmeye hazırlanıyordum ki şirket birkaç gün daha öğreniyor ve oğlunu gönderip beni o Ev'e davet
kalmam gerektiğini bildirdi. Kaldığım yerden beş altı ediyordu. Tereddüt ettim etmesine ama reddetmem
saat uzaklıkta bir başka araziyi daha görmem için hiçbir geçerli neden yoktu. Pansiyona
gerekiyormuş. Ama beni oraya götürecek öteki gideceğim yerin telefon numarasını bıraktım ve genç
şirketin yetkilisi bir türlü beni aramıyor, çalıştığım yol arkadaşımın gök mavisi, konforlu arabasıyla
buradakiler de beklemem gerektiği konusunda ısrar bomboş asfaltın üstünde süratle ilerlemeye başladık.
ediyorlardı. Güney sahillerinde, turizm mevsimi Sahil köylerini, lüks otelleri ve siteleri geride
hariç kimselerin ilgi göstermediği küçük bir köydü bıraktıktan sonra, yıllar önce terk ettiğim Ev'in
burası. Ucuz, temiz ve boş bir pansiyonda günbatımında uysal bir kedi gibi dinlendiği küçük
kalıyordum. Sıkılmıyordum ama en fazla üç günlük bir koya girdik. Görene huzur vermesini istediğim bir
gezi için yanımda getirdiğim kitapları çoktan bitirmiş görüntüydü bu... Büyüklüğünü, harcanan onca emeği
olmak beni rahatsız ediyordu. ve parayı hemen unutturan, gösterişsiz bir dinginlikti
arzuladığım.
Altıncı günün akşamı, yalnız başıma terasta oturmuş
denizi seyrederken 20 yaşlarında bir genç bana Ev, beni yaratıcısı gibi değil alalede bir misafir gibi
adımla hitap ederek masama yaklaştı. Kendini tanıttı karşılamıştı. Yıllar önceki bütün isteğim de buydu
ve geliş amacını kısaca açıkladı. Yıllar önceki bir zaten. İçinde yaşayanlara da, dışarıdan gelenlere de,
hikaye... Kaldığım köye iki saat mesafede deniz hatta uzaktan görenlere de hemen kendini unutturan
kıyısındaki bir araziye bir ev yapmıştım. Garip ve sade bir güzellik ve dinginlik... Çocukluğumda bir Ege
zengin bir müşteriydi.* Birçok mimarla görüştükten köyünde gördüğüm bahçenin silik hatırasının
sonra upuzun bir istek listesiyle bana da gelmiş ve hafızamda yıllarca usul usul demlediği günbatımı
projemi görmek istemişti. Daha ilk görüşmemizde rehaveti imgesinden yola çıkarak yaptığım bahçeye
sevmiş olmalıydı beni, isteklerini kabul etmediğim aldılar beni. "Aldılar" dediysem, beni oraya götüren
halde işi bana vermiş ve aylar boyu süren oğul ve mutfaktan çıkıp gelen kısa boylu, sevimli
görüşmelerimiz sonucunda ona yaptığım son teklifi hizmetçi kadından başka kimse yoktu ortalıklarda.
kabul etmişti. Son teklifim onun isteklerini dikkate Babasının daha gelmediğini söyleyen oğul, beni
almadan, evi tümüyle kendi zevkime göre yapmaktı. bahçede bırakıp ortadan kayboldu. Kestane rengi
Sonuç onun da çok hoşuna gitmişti. Evin iç uzun saçlarını kırmızı bir başörtüyle örten köylü
dekorasyonunu bitirdikten sonra hemen ayrılmıştım kadın bana hiç sormadan bir fincan getirdi ve
oradan. İkimiz de ev teslimi, kutlama yemeği gibi "Hoşgeldiniz" diyip utangaç bir gülümsemeyle
ritüellere itibar etmemiş, sıradan bir müşteri-mimar gözlerini kaçırıp içeriye girdi. "Bitki çayı. Dinlendirir,
ilişkisinin huzur verici sıradanlığında vedalaşmıştık. iştah açar..." diye bir ses duyacaktım daha sonra. Evin
Belli ki evin meşakkatli yapım serüvenini ikimiz de hanımıydı bu; dünya üzerindeki bütün anneleri
unutmak istiyorduk. hatırlatan bir anaçlık ile karşısındakine rahatlık vaat
eden şefkatli bir gülümsemenin birleşimi... Sonra
oğlu da geldi ve anne bizi başbaşa bırakıp gitti, yemek
* Hayalet Gemi'nin 11. sayısındaki "Yalnız Bir hazırlıkları için.
Kalbin Haysiyeti" adlı macera.

11
başka bir dünya -

Bahçedeki çiçeklerin ve asma yapraklarının henüz birilerinin yaşadığı mekanlarda, belki de yüzyıllardır
renklerini yitirmedikleri bir anda bir genç kız keşfedilemeyen gizli odalar vardır" demişti.
gördüm aşağıdaki patikada. Kızın deniz mavisi eşarbı, Aradığım cevap değildi. Ama en azından hocam ilgi
alnının yarısını örtüp beline doğru bir örgü gibi alanımı anlamıştı. Zaten bir süre sonra ben de bütün
uzuyordu. Beyaz teninde hemen dikkat çeken koyu ilgimi kaybetmiştim; mimaride kafayı takacak başka
renk gözlerini patikaya dikmiş, yukarı doğru bir sürü şey vardı. Evlerin, büyük sarayların iç
çıkıyordu. O patikayı özel olarak yaptırtmıştım; tasarımlarına kafayı takan ve fakültenin ilk sınıfında
ağaçların, otların arasından denize ulaşmak için... boş vakitlerinde akla mantığa sığmaz labirent evler
Çocukluğumda anneannemlerin arka bahçesindeki kuran ben, son yıllara doğru taşranın alçakgönüllü
patikanın hatırasıydı. Genç kız bizim oturduğumuz mimarisiyle büyülenmiş ve gizli odalara olan ilgimi
tarafa hiç bakmadan, belki bizi fark etmeden evin kaybetmiştim. Bu ilginin canlanması için yıllar
arka kapısına doğru yürüyüp gitti. geçmesi ve o garip müşterimle karşılaşmam
gerekiyordu.
Müşterimin son dakikada yetiştiği akşam yemeğinde
kızı bir kez daha gördüm. Ama bu kez seyredilme Hayatımın en kötü dönemlerinde karşıma çıkan
sırası bendeydi. Çünkü ben üçüncü kattaki terasa zengin müşterimin upuzun bir listeyle talep ettiği
girdiğimde o walkman'ini takıp, bir şezlonga uzanmış özellikleri görünce o adama acıdığımı fark etmiştim.
akşam yemeğini bekliyordu. Tanıştırılana kadar da Sonra asıl kendime acıdığımı da anladım. Çünkü ben
süzmeye devam etti. de saplantılarımın içinde kaybolup gitmiştim.
Müşterimin beni sevmesi ve işi tümüyle bana
Yıllar sonra gördüğüm müşterimle bütün gece vermesinden sonra ona nasıl bir ev yapacağıma
havadan sudan konuşup durduk. Diğerleri yemekten karar vermem çok güç oldu. Bir gün evin yapılacağı
sonra terasın keyfini bize bırakıp gittiler. Alışık boş arsada, daha doğrusu bu akşam oturduğum
olmadığım tadına rağmen içer içmez çok sevdiğim bahçenin bulunduğu yerde ümitsizce dolaşırken
bir İskoç viskisinin üçüncü dublesinden sonra deniz ve ormanın içinden eve doğru kıvrılan bir
yatmam gerektiğini söyledim. Eski müşterim, hangi patika görüntüsü gelmişti aklıma. Gerisi gerçekten
odada yatmak istediğimi sordu bana... Yemekte kolay oldu. Yani bu Ev'in ilhamını bu akşam kızın
sakınmadan peş peşe devirdiğim beyaz şarap ve viski çıktığı o patikanın imgesine borçluydum. Evin iç
kadehlerinin bulanıklaştırdığı zihnim bu sorunun tasarımını eski labirent takıntılarıma hiç
cevabını hemen verdi: "Gizli odada..." başvurmadan Ege ve Akdeniz'deki evlerin dış
dünyayla kurduğu sıcak bağı düşünerek yapmıştım.
Gizli oda bir çocukluk fantazisiydi. Mimarlık Fakat binanın ikinci katı yapılırken benim bile şimdi
eğitimimin ilk yıllarında beni dinleme nezaketini anlamakta zorluk çektiğim bir içgüdüyle gizli bir oda
göstereceğine emin olduğum bir hocama bu ilgimi yapma düşüncesi sarmıştı beni. Özgürdüm ve
açıklamıştım: "Bir evin tasarımını kuşbakışı yapar ve yapabilirdim...
neredeyse kaderi belirleyen bir tanrı gibi evin
içindeki hayatı tayin edebiliriz. Oysa insanlar İşte şimdi o gizli odayı görmek, hatta geceyi orada
yaşadıkları yere asla tepeden değil, bulundukları geçirmek istiyordum. Eski müşterime "İkinci katta,
seviyeden bakarlar. Ev içindeki gizli bir bölmeyi kuzeye bakan banyonun yanındaki oda" dedim...
keşfetmenin en kolay yolu tepeden bakmaya Müşterim deniz tarafındaki odalardan birini
çalışmak, zihinde bir geometri çizmektir. Basit bir istememiş olmamı alçakgönüllüce vermiş olduğunu
apartman dairesinde bu zihinsel geometriyi belirten bir ifadeyle, "Banyonun yanındakinde kızım
çıkartmak belki biraz daha kolaydır ama mekan kalır, onun yarundakini ise hiç tavsiye etmem" diyip
büyüdükçe zihinsel geometriyi kurmak zorlaşır". gülerek ekledi.
"Eee..." demişti hocam sıkılarak. "Yani" demiştim, " O da kızımın egemenliği altındadır zaten..." Bana
"içinde yaşayanların bile yıllarca keşfedemeyeceği tavsiye ettiği üçüncü katta, kuzeydoğuda, koyu
bir gizli oda yapmak mümkün mü?". yanlamasına gören, açık denize bakan ve sabah
güneşini alan bir odaydı. Zaten benim için orası
"Gizli oda var mı yok mu sorusuna kafayı takan birisi, hazırlanmıştı. Ayrıca kızının o odayı seçmesini
çok sıradan bir geometrik zekaya sahip bile olsa, bu kendilerinin de istemediğini söyledi. Fakat kız
odayı hemen keşfeder. Sözgelimi, senden böyle bir dilediği gibi müzik dinlemek, eve gelen
şeyi hiçbir mimar saklayamaz çünkü belli ki arkadaşlarıyla rahatça birlikte olabilmek için o odayı
takıntılısın. Ama gizli oda fikrini kafaya takmayan seçmişti.

12
başka bir dünya -

Gizli odanın gizli giderek azalmış.


kapısının bulunduğu "Ama" diyordu Ev'in
gömme dolabın Oğlu, "Dünyanın
olduğu odada şimdi dört bir tarafında
o kız yatıyordu. İkinci b ü t ü n kentlerde
kattaki küçük mutfak böyle seri cinayetler
ile gömme hep olur. Mesela,
banyonun köşesiz Boston Canavarı,
yuvarlak ve garip Karındeşen Jack
geometrisi içinde vakasından daha da
varlığını ustaca açıktır. Orada da
gizlediğim, evi s ü r e k l i kadınlar
yapan işçilere elbise öldürülür. Sonra tek
odası diye bir cinayet işleyen
yutturduğum Oda bir psikopatı bulup,
keşfedilmiş miydi? Boston Canavarı'nı
Bu evde yaşayanlar yakaladıklarını iddia
ikinci katın kuşbakışı ederler".
planını çıkartmış
mıydı? Odama Uykuyla uyanıklık
gidip, küçük arasındaki o
balkondan koyun muazzam ülkede
üstüne çöken geceyi alkolün etkisiyle
seyredip, tüm yatağımda büzülmüş
bunları düşünmüş, yatıyordum. Ev,
sonra da içkinin ruhumu her geçen an
bulandırdığı biraz daha yoğun bir
zihnimin hiçbir şeye biçimde kuşatıyordu.
yoğunlaşamadığını Varoluşun sırrına
hissedip yatağa varılamayacak hüznü
girmiştim. giderek sarıyordu
beni. Kendimi yalnız
Uykuya dalmadan ve çaresiz
önce evin oğlunun hissediyordum.
yolda gelirken Birden k a p ı m ı n
arabada anlattığı bir hikayeyi hatırladım. açıldığını ve Ev'in Kızı'nın telaşsız bir aceleyle gelip
"Kanndeşen Jack, Scotland Yard'ın basına uydurduğu beni sessiz bir şefkatle kollarının arasına aldığını
bir masal" diye başlamış ve aklımda kaldığı kadarıyla gördüm. Sonra beni elimden tutarak odasına
şöyle şeyler anlatmıştı: Cinayetlerin failini bulmak götürdüğünü, gömme dolabın kapısını açıp, beni
imkansızmış çünkü Londra'da onlarca Kanndeşen zifiri karanlıktaki gizli odaya bırakıp gittiğini
Jack varmış. İlk cinayetin yarattığı yankıdan sonra hatırlıyorum.
polis peş peşe benzer vakalarla karşılaşmaya
başlamış. Hatta bir katil bile yakalanmış, fakat adam Artık gizli odamdaki nemli ve ılık zeminde büzülüp
sadece tek bir cinayeti işlediğini söylemiş ve diğer yatarken evin içinden gelen sesleri dinlemeye
cinayetler sırasında kentte olmadığını kanıtlamış. İşte başlamıştım. Gizli odaya, dolan boğuk seslerin her
o zaman, olayla ilgilenen dedektif diğer vakaları da biri ayrı şeyler anlatıyordu. Ev'in Oğlu, "Cinayet bir
inceledikten sonra herkesin tek bir cinayet işleyip model olarak insanoğlundan çok daha önceleri
köşesine çekildiğini hissetmiş. Hemen amirlerine tasarlanmıştır zaten" diyordu. Çok daha uzaklardan
gidip durumu açıklamış ve bütün cinayet gelen sesiyle fakültedeki hocam neler söylemiyordu
haberlerinin basından gizlenmesi gerektiğini ama ki? Mimarların sıfırdan yaratacağı bütün kentlerin,
basını şüphelendirmemek için de saklanamayacak sitelerin lanetli olduğunu çünkü kimsenin insanların
bir cinayeti sansür etmemeleri gerektiğini söylemiş. hayatini belirlemeye hakkı olmadığını... Kafamdaki
Dedektifin yöntemi meseleyi çözmüş ve cinayetler gizli oda takıntısının gerisinde hamamböceklerinin

13
başka bir dünya -

ve farelerin bilim tarafından henüz keşfedilmemiş Tasarım'a ve İlk Ev'e geri dönüşün ancak böyle
üreme biçimleri olduğunu... Bütün evlerin karanlık mümkün olacağını...
bir köşesinde hamamböceklerinin döl yatağının
bulunduğunu, insanların derilerinden dökülen ölü Sonra bütün sesler kesildi. Ev'in içinde uçuşan ölü
hücrelerin polenler gibi uçuşarak bu döl yatağına hücrelerin bedenime nüfuz ettiğini, banyodan sızan
ulaştığını... Böylelikle her insanın bir yılda nemli suyun bedenimi boydan boya dolaşıp
milyonlarca hamamböceği doğurduğunu... Her kulaklarımdan içeri sızdığını hissettim. Bir süre
insanın dışkılarında bilimin henüz keşfetmediği sonra, Gizli Oda'dan hamamböceği ile fare karışımı
spermler olduğunu ve bu spermlerin tuvaletlerden iri bir hayvan olarak çıkıp, yerlerde sürünerek,
kentin lağımlarına karıştığını... Her kentin lağımının kapılardan süzülüp dışardaki patikaya girdim.
en gizli köşesinde dev bir vajinaya ulaşan bu Patikadan dışardaki ormana karıştım. Ev'in Oğlu'nun
spermlerin her yıl milyonlarca farenin doğumuna uzun namlulu tüfeğinin beni nişanladığını görüp,
sebep olduğunu... kaçarmış gibi yaparak gelen kurşunu tam
yanlamasına boynumun üstüne isabet ettirdim.
Ev'in Annesi eskiden tasarım diye bir şey olmadığını, Kanım ılık ılık akarken beni seyreden Ev'in Oğlu'nun
sözgelimi çocukluğunda yaşadığı evi babasının kendi ürpertici gözlerine baktım. Huzur içinde toprağa
elleriyle yaptığını, kendine örnek olarak da yasladım kendimi ve Karanlığın Oğlu'nun ruhumu
kasabadaki diğer evleri aldığını ve teslim alacağı anı beklemeye başladım.
etkilenme-öğrenme zincirinin ta ilk eve kadar
gittiğini, dolayısıyla bütün evlerin ilk ve tek Uyandığımda vakit öğleyi çoktan geçmişti. Temizlikçi
mimarının Tanrı olabileceğini, Tanrı'nın işlerine kadın telefonu getirmişti başucuma. Şirketten
karışmanın Yeryüzü'nü lanetlediğini... İlk evlerde arıyorlardı, akşam beşte pansiyondan gelip
lağım olmadığını, insanların pisliklerinin ve alacakları için bir an önce pansiyona dönmemi
kullandıkları suların ortak borulardan akmadığım... istiyorlardı. Fakat daha vaktim vardı ve temizlikçi
İnsanların ortak kullandığı lağımların ve boruların kadın kahvaltıyı bahçeye hazırladığını söylemişti.
bütün insanlara bulaşıcı bir şiddet hastalığı Masaya oturduğumda evin kızı gelip oturdu karşıma.
geçirdiğini... Dün akşamki suskunluğu ve gizemi gitmişti.
Konuşkan ve güleryüzlüydü. Bir sürü şey anlatıyordu
Ev'in Oğlu, "Önemli olan ilk cinayeti tasarlayandır. bana: Herkes gitmiş... Saat öğlen bir olmuş, o da geç
Tasarım olağan akışa müdahaledir. Tasarım zamana uyanırmış... İstersem birlikte denize girebilirmişiz...
ihanettir" diyordu... Ev'in ikinci annesi, yani Bu evi çok seviyormuş, önümüzdeki yıl Mimarlık
temizlikçi köylü kadın, patikaların insan eliyle inşa Fakültesi'ne girecekmiş...
edilmesinin ona komik geldiğini, zaten o patikanın
da Ev'in Kızı'ndan başka hiç kimse tarafından Dün akşam üzerimde bıraktığı anlık ve derin etkinin
kullanılmadığını... Ev'in ikinci katındaki mutfaktan nedenini yavaş yavaş keşfettim. Yıllar önce
nefret ettiğini çünkü orada örgü örüp pencereden delicesine aşık olduğum halde kaybettiğim ve bu evi
gelip geçenleri seyredemediğini söylüyordu... yaparken sürekli aklımda olan eski sevgilimi
hatırlatmıştı bana... Ruhumu, bu evi seven kızın
Ev'in Oğlu Şeytan imgesinin gerisinde tasarım yumuşak gülüşlerine yaslayıp ona bir zamanlar şimdi
olduğunu, İlk Cinayeti Şeytan'ın tasarladığını... Ev'in yattığı odanın bulunduğu yere bir gizli oda yapmak
Annesi bir zamanlar çayırlarda özgürce dolaşan istediğimi ama sonra vazgeçtiğimi anlatmadım. Ege
farelerle kentlere yerleşmiş farelerin ayrı ırklardan ve Akdeniz evlerinin bahçelerini anlatmaya
geldiğini... Şehir farelerinin ve bütün kent başladım ona...
böceklerinin insanların ürünü zavallı sahipsiz piçler
olduğunu... Ve bu zavallı piçlerin "babalan"nın Mayısın ilk günlerinde zaman usul usul demleniyor,
sevgisini tekrar kazanmak için kentlerde ümitsizce acılarım akımdaki toprağa karışıyor ve ben, o koyu
dolaşıp durduğunu... Medeniyetin kentlerde yaşayan renk sıcak gözlerde eriyordum. Asla elimizde
bütün insanlar tarafından paylaşılan bir Suç tutamayacağımız, o iz bırakmadan geçip giden
olduğunu... mutluluk ve rehavet hissinin bütün ruhumu ağır ağır
ele geçirdiğini hissediyordum.
Ev'in Oğlu, Sanat'ın Şeytan'ın Kızı'ndan doğduğunu,
onun da önce erkek kardeşini yok edip, daha sonra
babasıyla sevişip İlk Hançer'i içine alacağını ve İlk

14
-çıkmaz sokak-

YAĞMUR GÜNEŞE GEBEYSE ŞİDDET


NEDEN SEVGİYE GEBE OLMASIN
meral miniç

şiddete karşı sevgiyle karşılık verirseniz insanların vicdanında garip bir


duygu uyandırıyorsunuz; sanki onların önüne bir ayna koyuyorsunuz,
kendi öfkesini gören insan utanıyor

Bugün Haziran a y ı n ı n 8. günü. Y ı l l a r d a n İsa da, şiddetle bu şekilde savaşmıştı, bir mesihten
1000+900+90+4=1994. Dünya adını verdiğimiz bir çok belki de bir Asi'ye benzeyen İsa! Başkaldırı,
gezegende yaşıyoruz, uzaydan mavi görünüyor. mücadele! Bir amaca, iyi bir amaca, insan onuruna,
Piyangocu çocuğun- piyango bileti satan demek yaratıcı bir güzel düşe, sevgiye dönükse eğer, şiddetin
istiyorum- kuş yuvasına benzettiği, mağazanın üzerine nasıl da uzağında kalabiliyor! Yıkıcı şiddet, diyelim
asma kat yapılmış ofisteyim. İçeri yağmurda yol alan ya da!
arabaların ıslak sesleri, motor gürültüsü ve klaksiyonla
kol kola vererek sızıyor. Çok sakinim, yazmakta Saat: 17.00 ve hâlâ yağmur yağıyor. Gözümün önüne
olduğum yazının konusuyla uyuşmadığımı hep bir kadın hayali geliyor: Bir pencerenin önünde
düşünüyorum; ŞİDDET! saçları dışarı uçuşmuş, duruyor. Yüzü saçlarının tam
tersine durgun, dalgın ve çok hüzünlü, bakışlarım yere
Patlayan bir sesle başlıyor, yine sert bir sesle bitiyor, indirmiş. Pencerenin kenarında kırmızı bir sardunya
ortada bir kaynaşma var sanki, iki d;-ince bir sesli saksısı. Gözyaşı kocaman, kocaman olmuş. Yüreği
(ünlü veya vokal) i ve geniş bir sesli e. Karışık mı öylesine şiddetle sıkılmış ki! Demir bir pençe sanki
görünüyor? kalbini kavramış, ruhu içerde ızdırap çekiyor.
Bekliyor sabırla ve aydınlığın okun ucunda olduğunu,
1) sertlik , 2) fazlalık, 3) sıkılık ışığın oradan bütün dünyayı aydınlatacağını biliyor.
ş- ve -1= sert
- dd - = fazla
-i- = sıkı - dar ya hani!
eeeee, nolmuş ?! = sıkıntı.

Her ne kadar sonunda hepsi bir yazıda buluşsa da


şiddet kitaptan yaşamdaki yansımalara geçince daha
bir anlamlanıyor; Keskin sirke küpüne zarar, derler ya
tam öyle. Nerede şiddet, hiddet, baldan tatlı öfke,
orada bir yıkıcılık var ve insan ister istemez şöyle
yazıyor; "Birinin yaptığını öbürü yıkıyorsa, ikisinin de
emeğine yazık değil mi?", Stephen Spender, 1964

Fakat şiddete karşı sevgiyle karşılık verirseniz


insanların vicdanında garip bir duygu
uyandırıyorsunuz; sanki onların önüne bir ayna
koyuyorsunuz, kendi öfkesini gören insan utanıyor;
tanka karşı beyaz bir karanfil uzatarak gülümseyen
kızın fotoğrafında somutlaşan bir anlam bu. Ya da
Gandhi'nin Hindistan'da ingilizlere karşı uyguladığı
direnç gibi... Bkz. Aynı adlı film, yönetmen Richard
Attenborough.

15
gecenin kanatları

YERYÜZÜ DURUŞU
hezarfen

Şimdi, şaire ve sanatçıya bırakılmış bir imgenin:


"Kıyamet" fikrinin ortasında duruyorlar:
Bilgin ve Filozof.

ı Dagerman, 1952'de yazdığı, sonradan 'vasiyetname'si


sayılan bir metinde, herşeyi birkaç cümleye
Der Spiegel ile yapüğı konuşma, bir kez daha, zorlu toplayabilmiştir: "İnançtan yoksunum ben, onun için
ve zorunlu özlülüğü içinden Stephen Hawking'i de mutlu olamam; çünkü, hayatının kesinliği
getiriyor önümüze: Yepyeni bir köktenci evren tartışılmaz ölümle son bulacak başıboş bir saçmalık
kuramı. Kuvantum fizikçileri tarafından genel kabul olduğu şüphesini taşıyan bir adam mutlu olamaz.
gören bir önceki kuramına ilişkkin görüşleri, Miras namına ne tanrı bırakıldı bana, ne de herhangi
(Kuhn'un altını çizdiği) paradigma değişikliği bir tanrının dikkatini çekmek üzere üstüne
karşısında bilim çevrelerinin yaşadığı travmaya ışık yerleşebileceğim bir nokta; öte yandan, septiklerin
tutuyor bir yandan; bir yandan da, Cioran'ın maskeli balo giysili öfkesi de kalmadı bana, akılcının
Adem'den bu yana insan türünün en sadık ve tehlikeli siyulara özgü hinliği ya da tanrıtanımazın ateşli
merakı saydığı bilgi arayışının durmadan dibine cevvalliği de. İçimde bir tek şüphe duygusu uyandıran
dayandığı çıkmazı gösteriyor: Evrenin anlamı ve şeylere inanç duyan kişiye de, şüphesini sanki o da
gerekçeleri konusunda bugüne kadar bütün karanlıklarla çevrili değilmiş gibi besleyene de taş
öğrendiklerimiz, onu açıklayamamıza yarıyor. fırlatamam ben. O taş dönüp bana gelir, çünkü
birşeyden kesinkes eminim: İnsanoğlunun tanıdığı
Genel kuram susuzluğu bir tek fizikçilerin dünyasında avunma gereksinmesini dindirmek olanaksızdır".
görülmüyor. Genetik mühendisleri, hücre üzerinde
çalışmalarını yürüten biyologlar, iklim tarihçileri de Bu noktaya dayandığı için hayatına son vermeyi
aynı temel kaygının dümen suyunda sürdürüyorlar seçen tek insan değildi Dagerman. Şunu da
arayışlarım. Antropologların, kültür tarihçilerinin, dil unutmamak gerek: Bu noktaya sık sık yanaştığı, arasıra
araştırmacılarının bulgularına, efsane dayandığı halde o seçimi yapamayanların sayısı
çözümlemelerine bakarken göz ucuyla o örtülü soru sanıldığından da fazla olmuştur. Yaşamayı, hayatı
kurcalanıyor: Evren nedir, anlamı nerede başlamakta sürdürmeyi reddetmek bir bakıma dayanılan noktaya
ve bir mantıksal eğri çizerek mi gelişmektedir? dayanamamak anlamını taşır: Nokta aşılmış olabilir,
Sokrates-öncesi Yunan filozoflarından, Veda'ları noktadan taşılmış olabilir, noktadan yeniden
kuran adsız bilgelerden, Kızılderili masallarından, uzaklaşmanın eninde sonunda yine ona dönüp
Slav efsanelerinden, Orta-doğu ermişinden dayanma anlamına geldiği gerçeği katlanılmaz
derlediğimiz ana sancı bu: İnsanoğlu, yeryüzünde olabilir -intiharın altedilmez gerekçeleri vardır, tıpkı
bulunuşu, oraya yargılılığı adına gökyüzüne, süregitmenin gerekçeleri gibi.
gökyüzünün ötesine bakıyor birkaç bin yıldır: Ve
bulduğu her yanıt sıvışıp gidiyor elinden, soru kaskatı m
karşısında dikilirken.
Octavio paz, "Yalnızlığın diyalektiğinde, kişinin
II yeryüzündeki çekirdek-yalnızlığının neredeyse bir
döner-süreç izlediğine işaret eder. İlk farkettiğimizde,
Herakleitos'tan Hawking'e alınan yol belli, bu yakada. yeryüzündeki ve evrendeki başıboşluğumuz,
Öteki yakada, iç bilginin aranma sürecinde varılan anlamdan yoksun oluşumuz altından
nokta daha mı farklı bir içerik taşıyor? Stig kalkamayacağımızı sandığımız bir darbeyle iner

16
gecenin kanatları

üzerimize. Sonra aşma duygusu gelir, tutamaklarımızı gövde'de, sabırla bakıldığında, yeryüzüne olanaksız
yoklar tartarız. O zaman merdiven metaforu çıkar kılınmış, daha başlangıç noktasında ulaşılmazlığı
karşımıza: Durum'u daha iyi hakkıyla görme kabullenilmiş simsiyah bir ütopya birikmişti.
güdüsüyle tırmanmaya koyuluruz. Cioran haksızdır: Değişimi, başkalaşımı, başkalaşımların diziler
İnsan, sonunda bir kutu dolusu kül yada kemik halinde katlanıp çoğalışını özlemişti Fourier. Ama
olacağını bile bile oyalanır. Arayışa, bilgiye, oyuna, bunları olamazın ülkesinde arayacak, zorlayacak
kalıcılık düşüne, her türlü aşka, zamanın ve uzayın ölçüde karamsar olmasaydı, en yakın dostu top sağır
farklı boyutlarına sıçramaya bile bile davranır. olabilir miydi?
Arada, yolun belli bir (kaç) yerinde yeniden duvarla
karşılaşır, yüzleşiriz. Öteki kutupta ideolojilerin zorlu çağı başlamıştı oysa.
Dalga dalga yayılıp alan kazanan ulusallık bilinciyle
Dagerman'ın mutsuzluğu da, umutsuzluğu da köktenci "Komünist Manifesto"nun geleceğe güneş tutan
bir mikrokozmik ağrıdan kaynaklanır. Bu anlamda, projesi yalnız kitleleri sürüklemeyecekti: İlerleme
Hawking'in aynı ölçüde köktenci sayılması gereken efsanesi, Sanayi ve Teknoloji devrimlerinin ortak
makro-kozmik ağrısının karşılığıdır: Birindeki yatağında aykırı bireyi bile uyutacak güçteydi.
tıkanıklık, umarsızlık ötekindeki açılım ve arayışla Ernesto Sabata'nun dediği doğrudur: "Donne, hiç
çelişir çelişmesine ama sonuç bellidir: Som durduğu kimsenin hücresinden idam sehpasına giden yolda
yerde durmakta, olası yanıtlar geçip gitmektedir. uyuyamayacağını söylerdi ama, hepimiz ana
rahminden mezarlığa giden yolda uyuruz". Geleceğe
IV inanç, çağdan çağa geçerken, Tarih'e ve şimdiki
zamana katlanamamaktan doğmuştur: Hayata anlam
Geçen yüzyılda yaşanan, daha doğrusu uzun bir verememek, Evren'e ve İnsan'ın sürekliliğine anlam
aradan sonra yeniden yaşanan kutuplaşmayı verememek, ister istemez Yanıt'ın ertelenebileceği
unutamayız şüphesiz. Bir yanda Hegel'in bir zamana inanı gerekli kılacaktı.
tamamladığı, bir başka yanda Kierkegaard ve
Nietzsche'nin parçaladıkları piramidin arkasından V
Fourier gözüküyordu. Karmaşık, tam anlamıyla
bileşkenlerine ayrıştırılamayan, bir cephesine ışık Şimdi, şaire ve sanatçıya bırakılmış bir imgenin:
düşürmeye kalkışıldığında öteki cephesi kararan o

17
gecenin kanatları

Bizler, Steinberg'in "şimdiyi şimdi varmışcasına onu çemberde, sınırda bütünleyecek


bir nokta aranır. Belki de gerçek kıyamet gerimizde,
geçen" saatinin karşısında tekvin noktasındadır. Bu içinde yaşadığımız Hayat,
duyduğumuz panikten; yeryüzünden içinden g e ç t i ğ i m i z e kendimizi enikonu
(ve gökyüzünden) ve oradaki inandırdığımız Tarih, biyolojik ve ekonomik
hücreleriyle kıyamet-sonrasının kanıtları sayılamaz
duruşumuzdan (ve düşüşümüzden) mı?
iki yoldan sıyrılabiliriz: Uyuyarak ve
VI
durmadan uyanık kalma savaşı
vererek. Sabato'nun, İngiliz Ama bir soru bu da; insanın evren ve zaman, anlam
şairinden hız alarak altını çizdiği ve anlamsızlık önünde yakaladığı bir yanıt, dayanak
noktası olarak seçilebilecek bir kesinlik değil. Bizler,
uyku halimiz, "Yedi Uyuyanlar"dan Steinberg'in "şimdiyi şimdi geçen" saatinin
Shakespeare'e uzanan geniş bir karşısında duyduğumuz panikten; yeryüzünden (ve
spektrum içinde didiklenmiştir. gökyüzünden) ve oradaki duruşumuzdan (ve
düşüşümüzden) iki yoldan sıyrılabiliriz: Uyuyarak ve
"Uyumak, ölmek; uyumak..." der durmadan uyanık kalma savaşı vererek. Sabato'nun,
Hamlet: Yeryüzünün bize verdiği İngiliz şairinden hız alarak alünı çizdiği uyku halimiz,
açıdan, kronik ağrıdan uyuyarak "Yedi Uyuyanlar"dan Shakespeare'e uzanan geniş bir
spektrum içinde didiklenmiştir. "Uyumak, ölmek;
da sıyrılamayacağımızı, bizi bu kez uyumak..." der Hamlet: Yeryüzünün bize verdiği
de düş dünyasına akmış acıları açıdan, kronik ağrıdan uyuyarak da
sıynlamayacağımızı, bizi bu kez de düş dünyasına
tedirgin edeceğini bilir. akmış acılan tedirgin edeceğini bilir.

"Kıyamet" fikrinin ortasında duruyorlar: Bilgin ve Ya uyanıklık, uyanık kalma hali? Yeryüzünde,
Filozof. Hawking, son kitabının sonuç bölümünde, beşikten tabuta uzanan yolu yatarak kat etmiyorsak,
tanecik mekaniği ile Einstein'in görüşlerini ayakta durmaya ya da yalpalamaya, duruşa ya da
buluşturma çabasında, yola çıktığı noktalardan birini düşüşe kendimizi kaydettik demektir.
şöyle özetliyor: "Genel görelik kuramına göre
geçmişte, zamanın gerçek anlamıyla başladığı büyük VII
patlama denen sonsuz yoğun bir durumun olması
gerekmektedir. Benzer biçimde, gelecekte bütün Bugüne kadar iki "inanan" etkiledi beni; daha
evren çökecek olsa, büyük çatırtı denen ve zamanın doğrusu, bu iki "inanan"ın anlattığı birer eğretileme.
bittiği başka bir sonsuz yoğun durumun olması İlki bir Fransız papazıydı, ikincisi Polonyalı bir fizikçi;
gerekmektedir. Evrenin tümü çökmese bile, kara 50 yaş dolaylarındaki bu iki insanı yakından tanıma
delikleri oluşturmak üzere, çöken bölgelerde tekil fırsatım olmadı, bu nedenle de kendileriyle inançları
noktalar ortaya çıkacaktır. Bu tekillikler, kara deliğin arasındaki ilişkinin sağlamlığı konusunda bir
içine düşen herkes için zamanın sonu anlamına dayanağım yoktu, bunu arama gereksinmesi de
gelmektedir". Hawking'in Newton'da bulduğunu, duydum diyemem: Benim için asıl önemli olan,
bambaşka bir düzlemde, Derrida Kant'ta bulmuştur: inanışlarını bana yansıtış biçimleriydi, bende kazılı
"Bir Zamanlar Felsefede Benimsenmiş Kıyametçil da budur, onca yılın ardından.
Eda" başlıklı konferansı, alttan alta, ama bekinerek,
Zaman'ın sonunu kurcalar. Andre amatör dağcıydı; Tanrı'ya, onun varlığına
duyduğu inancı tanımlamak için tırmanışa ilişkin bir
Aslına bakılırsa, son yıllarda, bilim-kurgu benzetmeye başvurmuştu: "Yürürken her adımımızı
filimlerinden çizgi-romanlara kadar bütün modern aynı dikkatle, hesaplayarak, tartarak atmayız"
anlatıların merkezinde kıyamet tasasının fokurdadığı diyordu: "Oysa tırmanırken, ayağımızı bir yerden
apaçık ortadadır. Her çağ kendi kıyamet imgesini kaldırıp başka bir yere koymak için gösterdiğimiz
beslemiştir. Bir, birçok işaret bulunur, büyütülür. dikkat ve özen her seferinde aynı yoğunluğu
Bosch'un vizyonlarından Avoriaz filimlerine uzanan gerektirir. O anda, varoluşumuzla, onun nedenselliği
beş yüzyıllık şeridin üzerinde, bir başlangıç ve gerektirdikleri ile yüzleşmek, bütün bir Anlam'ı ya

18
gecenin kanatlan

Tanrıtanımazın, durmak ile düşmek


VIII: Bir Denge Meseli
arasındaki bir bölgeyi seçerek
"boşluğa fırlatılmış olma" durumuyla İkarus'un düşüşü üzerinde kafa yorarken, iki ayrı uca
nitelendirdiği konumumuzda bile gidilir: Pervasızlık ya da Taşkı. Seçmiş midir
düşmeyi? Göze almıştır en azından. Ölüm korkusu
duruş'a ve düşüş'e göre'lik okunur. yerine kayıtsızlık, temkinlilik yerine gözüpeklik, tek
başına Rus ruleti. Göze almanın da ötesini simgeler
da anlamsızlığı seçmemize neden olur: Ben ilkini İkarus: Dimdik, üzerine gidiştir. Bir ya/ya da
seçtim". durumunun baştan aşılmasıdır. Mitolojinin ilk şen
intiharı: Hayata katlanmadığı, yeryüzüne
Kaziemierz, Varşova Üniversitesindeki görevini, dayanamadığı için değil, Hayat'tan fazlasını umduğu,
ailesini ve içinde yaşadığı toplumu, ülkesini ve dilini gökyüzünü istediği için düşme eşiğine kadar
bırakıp yabancı bir ülkeye kaçmak zorunda kalmıştı: yükselmiştir.
İnançları nedeniyle kendisine yapılan baskıya bir
noktadan sonra dayanamamıştı. Bir seferinde İkarus'un düşüşünün berisinde okuruz Dedalus'u;
konuyu buraya taşıdığımda, kendi alanından bir ötekine giden pek az insan gördüm. Oysa bir
örnek vermişti, masadan çay kaşığını boşlukta yere karşı-kahraman saymadan önce, didiklenmesi
bıraktıktan sonra: Şimdi tam anımsamam güç, gereken bir figür bu: Sanıldığı gibi; genelgeçer,
"yerçekimi" olarak tanımladığımız fiziksel gücün, basmakalıp bakışla konumladığı gibi onu akl-ı selim'i
görünse, neyin eşdeğeri olabileceğini anlatmıştı: temsil eden kişi katında görmek, onun serüvenine
Birkaç mil yarıçapında çelik bir kablo aracılığıyla yakından bakmayanların ön-yanılgısı.
temsil edilebiliyordu yerçekimi. Şüphesiz, bir tek
gücün görünmez oluşu değildi onu inanmaya Dedalus, mimar. Tasarım-lama ile gerçek-leştirme
götüren: Pozitif bilim dallarına gönül veren pek çok arasındaki ilişkiler zincirini de, farklar deposunu da
insan, trigonometrik ya da logaritmik, moleküler ya içeriden tanıyor. İlk kanıt: Kendi tasarımı labirenti,
da organik denklemlerin karşısında nedenselliği kendisinin bile içinden çıkamayacağı biçimde
durmadan kurcalama konumundadırlar, onları gerçekleştiriyor. İkinci kanıt: Yatay çıkmazı
yalnızca sonuçlar açısından değerlendirmekle doğruluyor ama, dikey bir çıkış çözümü bulmayı da
yetinemezler: Bir an gelir, evrenin ve doğanın savsaklamıyor. Üzerinde, "Mimarın Düşü"nde
verileri kaynaklarında yatan soruların karmaşası ile durduğum üçüncü kanıtı anımsatmakla yetiniyorum:
onlara dokunan insanı yaralar, yaralayabilir. Sicilya'ya kaçmasına neden olan cinayeti.

Bu iki "inanmış" kişinin düşme olgusuyla doğnıdan İmdi, burada bizi, dördüncü kanıt bağlıyor: Neden
ilgili örnekler vermiş olmalarını raslantısal oğluna bir altın denge güzergahı veriyor? En zoru,
saymıyorum ben: Düşmekten kaçınma durumu ile zorlusu çünkü: Uçarken durmak, durabilmek,
düşmenin kaçınılmazlığı arasındaki kutup ilişkisi, durayazmak. Dedalus'un yeryüzü duruşunu belirleyen
kozmik boyuttan başlayıp gündelik duruşlarımıza ana öğe bu zaten: Gökyüzünde de duruş. Güzergah
uzanan eğride, ne yaparsak yapalım, önümüze dikilir. çizgisini, herşeyi yarım yamalak anlayabilen bir
şairin sandığı gibi 'ortalama aritmetik'in hizasına
Tanrıtanımazın, durmak ile düşmek arasındaki bir koymak bütün bütüne yanlış: Ortalama bulanık,
bölgeyi seçerek "boşluğa fırlatılmış olma" durumuyla muğlak bir ölçü; Dedalus'un kesin bir hesabı var.-
nitelendirdiği konumumuzda bile duruş'a ve düşüş'e Düşmemenin tek yolu kılpayında, kıl kadar ince bir
göre'lik okunur. yolda seyretmekten geçiyor.

Ne var ki, durumu(muzu) tartmak için durmadan Ölüm trapezi mi? Bir bakıma evet. Bir bakıma değil:
olmasa bile, sık sık (ona) bakmak gerekir. Newton'un Dedalus'un amacı düşmemek değil durmak çünkü.
Principia Mathematica'sını bir otomatik çamaşır
makinasından kopartamayız. Oysa Newton'la, bugün
taksitle otomatik çamaşır makinası almak için
başvuran ortalama bir ev kadını arasında, birinin ve
ötekinin yeryüzü duruş biçimleri adına, aynı
korelasyonu kuramayız.

19
sirenelerin kâbusu

SUSMAKTAN BAŞKA ÇARE YOK


ayşe düzkan

"su gibi akıyor aslında buz olan birşey


içimden, acıyor, nereye dokunursa, nereye
bakarsa orası, sonra yine karanlık olacak,
sıvaşık bir korku, benim korkum; onu da
işgal etmiş, sızacak başka delikler arıyor."
"içimde bastırmak istemediğim bir sezgi
arsız arsız yükseliyor, istesem her istediğimi
yaparım, sabret, birazdan başlayacak herşey,
sana eşsiz bir kâbus hazırladım, şimdi bekliyorum,
bekâretimin bozulmasını, sonra hepsi ardı ardına
gelecek."
"güzel bir rüya görmek istiyorum, küçük kızlara
layık çayırlar, sabahın dayanılmaz buğusu."
"sonra ne sen sen olacaksın, çünkü
korku ve acz çürütecek kanını, ne de ben,
ben olacağım, kendi zulmünün sarhoşluğuyla
coşarken, sen örtünecek son yorganın sanırsın
oysa beyaz bir tavşan gibidir gururun,
ilk kurt dişi gömülünce boğazına,
kürkü kendi kanıyla kirlenir, heyhat
yalnızca ben varım sana."
"damlıyor, bir damla, bir damla daha, ne zaman
bitecek dağlayan bu deniz, unutmak istediğim
etim acının müjdesiyle ürperiyor."
"vakit yok, çok kolay olacak bu
eşsiz sessizlik içinde herşey.
bilinmedik bir tohumun yumurtası
kırıldı içimde, burada başbaşayız
farkında mısın, sen tek başına, ben kalabalık."
"çolak, bacakları çarpılmış çocuklar, koca kafalı
cüceler, hastalıklı bir deriyle kaplı bir ur,
kopuk bir kaç parmak, gözü akmış bir kedi.
yani bir cehennemin tortusu neyse, artık zihnimde."

"peki ya ten, tenden vazgeçmek mümkün mü?"

20
med-cezir

CİNAYET*
oliver sacks**

Donald, uyuşturucu bir ilacın etkisindeyken sevgilisini diyordu.


öldürdü. Bu olayla ilgili en ufak bir hatırlama belirtisi
de göstermedi. Hipnoz veya sodyum amital de Donald her zaman bitkilere ilgi duymuştu. Bu ilgi,
belleğindekileri ortaya çıkarmasına yardımcı olmadı. insan ilişkilerinin tehlikeli boyutlarından uzak bir
Çıkarıldığı mahkeme Donald'ın cinayet anında alandı ve Donald için o kadar yapıcı etkileri vardı ki
içinde bulunduğu duaımu, ilacın etkisiyle meydana yaşadığı hastanede kuvvetle desteklendi. Hastane
gelmiş organik bir amnezi (hafıza kaybı) olarak çevresindeki boş toprak alanlardan çiçek bahçeleri
değerlendirdi. Donald olayla i l g i l i anılarını yarattı. Bu süreç içinde, insan ilişkilerinde,
hafızasında bastırmamış, bir çeşit kayboluş yaşamıştı. ihtiraslarında yaşadığı tepkisellik yerini dengeye ve
garip bir soğukkanlılığa bıraktı. Bazıları onu şizoid,
Geniş çaplı değerlendirmeler sonucunda ortaya bazıları akıl sağlığı yerinde olan biri olarak
çıkarılan detaylar gizli tutuldu ve açık mahkemede değerlendirdi. Fakat herkes onun bir çeşit düzene
değerlendirilmedi. Görüşmeler kameraya alınarak kavuştuğunu hissediyordu. Beşinci senesinde hafta
halktan ve Donald'dan gizli olarak yürütüldü. sonları hastaneden dışarı çıkmaya başladı. Donald
Mahkemede karar verilirken benzer örneklerle bir zamanlar çok hevesli ve meraklı bir bisikletçiydi.
karşılaştırmaya gidildi. Temporal lob veya Kendine yeni bir bisiklet aldı. Bu da onun garip
psikomotor nöbetleri sırasında meydana gelen şiddet hikayesinin ikinci bölümüne yol açacak olayları
hareketleri ile Donald'ın vakası arasında bir başlattı.
karşılaştırma yapıldı. Bu gibi durumlarda yapılan
hareketlerin hiçbiri hafızada yer etmez -büyük bir Bisikletini her zaman sevdiği gibi hızlı bir şekilde
olasılıkla davranışlarda şiddet niyeti de yoktur. bayır aşağı sürerken, oldukça kötü kullanılan bir araba
Dolayısıyla bu kişiler yaptıklarından sorumlu da o sırada aniden kör bir dönüş yaptı. Donald
tutulamazlar. Fakat kendilerinin ve başkalarının yararı çarpışmadan kurtulmak için çabalarken kontrolünü
için gözlem altında tutulmaları gerekir. Talihsiz yitirdi ve şiddetli bir şekilde önce kafasını yere
Donald'ın başına da bu geldi. çarparak düştü.

Ne suçlu ne de akli dengesi bozuk olduğu konusu açığa Bir süre boyunca çok ciddi bir kafa travması geçirdi.
çıkarılamamış olmasına rağmen, Donald, akli dengesi Beyninde çift taraflı bir iç kanama oluştu. Hemen
olmayan suçluların bulunduğu psikiyatrik bir ameliyata alındı. Her iki frontal lobda. da ciddi
hastanede 4 yıl süreyle kaldı. Belli ölçüde bir yaralanmalar vardı. İki hafta boyunca komada,
rahatlama ve kaderini kabullenme durumunda yarıfelçli olarak kaldı. Sonra beklenmedik bir şekilde
görünen Donald, hiç kuşkusuz toplumdan tecrit iyileşmeye başladı. Bu noktadan sonra da
edilmesinden dolayı da bu ortam içinde kendini karabasanlar başladı.
güvende hissediyordu. Kendisine sorulduğunda
üzüntüyle "ben topluma uyum sağlayamıyorum" Bilincin geriye dönüşü hiç de sevimli sonuçlar
yaratmadı. Ağır ajitasyon ve baskı yarı bilinçli
haldeyken bile Donald'ı şiddetle sarsmaya başladı.
* The man who mistook his uıife for a hat and otber
Donald ağlamaya, "aman tanrım", "hayır" diye
clinical tales (1990-Harper Perenııial Edition) adlı kitaptan
Çiğdem Çalkılıç Türkçeleştirdi. inlemeye başladı. Bilinç netleşmeye başladıkça,
"Oliver Sacks, Albert Einstein Tıp Koleji'nde klinik hafıza da netleşti ve korkunç anılarla yüklü hafızanın
nöroloji profesörü olarak çalışmaktadır. Geçtiğimiz tamamı yerine geldi. Donald'ın ciddi nörolojik
yıllarda sinemaya uyarlanmış olan "Uyanışlar" problemleri de vardı; sol tarafında zayıflık, uyuşma,
(Awakenings) adlı kitabın da yazarıdır. Klinik nöbetler, ciddi frontal lob bozuklukları ve bunlarla
hikayelerini birarada topladığı "Karısını şapkasıyla birlikte tamamen yeni bir şey; Bir Cinayet- daha önce
karıştıran adam" (The man who mistook his wife for a hafıza da izi bulunamayan bu korkunç olay şimdi
hat) (1990) adlı kitabı Amerika'da 'bestseller1 olmuştur. halüsinasyon şeklinde detaylı bir yaşantı haline
gelmişti. Kontrolsüz hatırlamalar çoğaldı ve onu

21
med-cezir

tamamiyle etkisi altına aldı. Sürekli cinayeti görür ve Epilepsi nöbetleri yanında, özel elektrotlar
yaşar oldu. Bu bir kabus mu yoksa bir delilik miydi? kullanarak, elde edilen sonuca göre, Donald derin
Bir aşırı hatırlama (hypermnesis) durumu mu söz epilepsi nöbetleri de geçirmekteydi. Hatta daha
konusuydu; derinlemesine korkunç bir şekilde uyanan derinlerde; duygusal yasalılarla ilgili merkezlerde
anılar! yani temporal lob'un derin bölgelerinde epileptik
nöbetlerin etkileri görülmekteydi.
Çok detaylı araştırmalar yapıldı. Bu sırada Donald'a
olayla ilgili herhangi bir telkinde bulunulmamaya Penfield ve Perot (Brain, 1963) temporal lob
özen gösterildi. Sonuçta Donald'ın geçmişindeki bu nöbetleri geçiren hastalarda tekrarlanan yaşantılar
olayla ilgili orjinal anıların ortaya çıktığına karar ve bunlara dönük halüsinasyonlara rastlandığını
verildi. Şimdi Donald dakikası dakikasına cinayeti belirtmişlerdir. Fakat Penfield'in tarif ettiği vakalarda,
biliyordu. Ayrıca mahkemenin kendisinden gizlediği yaşantılar pasif bir şekilde tekrarlanmaktadır. Müziği
detayları da biliyordu. duymak, bir görüntüyü seyretmek, orada olmak -bir
aktör olarak değil de bir seyirci olarak- yaşantıyı
Geçmişte -hipnoz ve amital enjeksiyonuna rağmen- izlemek gibi durumları tarif etmiştir. Hiç birimiz bir
kaybolmuş ve unutulmuş görünen herşey geriye anıyı böylesine tekrar tekrar yaşayan, yeniden
gelmişti. Daha da kötüsü kontrolsüz ve tamamen oynayan başka bir hasta görmemiş ve duymamıştık.
dayanılmaz bir durum söz konusuydu. Donald Ama Donald'ın içinde bulunduğu durum buydu. Bu
nörolojik ameliyat biriminde iki kez intihar konuda şimdiye kadar net bir fikre varılamamıştır.
girişiminde bulundu ve ağır yatıştırıcılar verilerek
uyuşturuldu. Bize sadece hikayenin sonunu anlatmak düşüyor.
Gençlik, şans, zaman, doğal iyileşme, travma öncesi
Donald'a ne olmaktaydı? Bu, aniden ortaya çıkmış üstün bir fonksiyon, frontal lob işlevinin yerini almak
psikotik bir fantazi miydi? Öyle olsa bile neden kafa üzere "Lurianik Terapi" yardımıyla, Donald yıllar
travmasının ardından ortaya çıkmıştı? Hafızasında içinde muhteşem bir iyileşme gösterdi. Frontal lob
psikotik veya buna yakın bir durum vardı; yoğun bir fonksiyonları şimdi hemen hemen normal.
yaşantı tekrarı (over cathected), enerji boşalımı onu Donald'ın temporal lob nöbetlerinin kontrol altına
intihar düşüncelerine kadar sürüklemişti. Fakat alınmasında son bir kaç yılda kullanımı mümkün hale
yaşanan durum, Ödipal bir çatışmanın veya suçluluk gelmiş anticonvulsant tedavisinin etkisi olmuştur.
duygusunun ortaya çıkması değildi. Gerçek bir Büyük bir olasılıkla doğal iyileşmenin de katkısı
cinayetin tamamiyle bir hafıza kaybından sonra olmuştur. Son olarak, duyarlı ve destekleyici bir
aniden belirmesiydi! Böyle bir anının nasıl normal psikoterapi D o n a l d' ı n kendini suçlayıcı
bir enerji boşalımı olabilirdi? süperegosunun cezalandırıcı saldırganlığını kontrol
altına almasına yardımcı olmuştur. Şimdilerde egosu
Frontal lob, işlev bütünlüğünü kaybettiğinden dolayı daha yumuşak ölçülerde işlerlik kazanmıştır. En
bastırma (repression) mekanizmasının gereken önemlisi Donald'ın bahçevanlığa geri dönmesidir.
şartları sağlanamamış olabilir miydi? Donald'ın Donald "bahçeyle uğraşırken büyük bir huzur
yaşadığı, bastırma mekanizmasının ortadan kalkması duyuyorum" diyor. "Hiç bir çatışma çıkmaz
(de-repression) durumu muydu? Hiçbirimiz daha onlarlayken, bitkilerin egoları yoktur, duygularınızı
önce buna benzer bir duruma ne şahit olmuştuk ne de incitmezler"... Son aşamada terapi Freud'un dediği
okumuştuk. Hepimiz frontal lob sendromlarında gibi 'çalışmak ve sevgi' dir.
görülen inhibisyon eksikliği, tepkisellik, komik ve
garip eleştirel sözel ifadelerin kullanımı, aşırı Donald cinayetin anılarını bastırmamış veya
konuşkanlık, uygunsuzca cinsellik vurgulu konuşmalar, unutmamıştır fakat artık buna olan takıntısından
biçiminde gözlemlenen kontrolsüz "id"in kurtulmuş, fizyolojik ve moral bir dengeye
dışavurumu hakkında bilgi sahibiydik. Fakat kavuşmuştur.
Donald'ın sergilediği karakter özellikleri bunlar
değildi. Seçimleri belirsiz, tepkisel ve uygunsuz Fakat önceden kaybolan sonradan geri gelen
tutumlar göstermiyordu. Karakteri, muhakeme hafızanın durumu neydi? Neden tamamiyle bir
yeteneği ve genel kişiliği korunmuştu. Sadece kayboluş ve silinişin ardından, şiddetli bir uyanış
cinayet'e dair anıları ve duyguları kontrolü dışında, gerçekleşmişti? Bu garip yarı nörolojik dramada
takıntılı bir şekilde canlanarak onu yıpratıyordu. gerçekte neler olmuştu? Bütün bu somlar günümüzde
hala birer sır olarak kalmıştır.
Acaba belirli bir uyarıcı öğe veya epileptik bir durum
mu söz konusuydu? EEG çalışmaları özellikle ilginç bir
tablo sergiliyordu. Arada sırada yaşadığı 'Grandmal
22
-şişedeki mesaj-

RİSK HAYALET VE ŞEHİR


o. kutay

risk
belirsizlik içinde başlıyorum, günbatımının tek, gözlerimin kullanılan gerginlik kadar fazla olmayan özlemi ve
diğer kalıntılar... duvara karşı korunmak için öpmeyi becerebilecek değerlerim de kalmadı, sadece sürekli
işaretler ve cinayet tavırları... belli bir neden var bakmamda, yıldızların intihar hatıralarına yetişebilecek bir
görsel ibadet yetişti beklediğim şarkıda...

elimde değil delice sözler sıralanıyor

hükümlü ışıklar sarhoş olduklarında ölmüşlerdi... geride kendileri gibi şehirde zorlananlar kaldı, tek farkla,
onlar infazların gönüllü kalabalıklarıydı... yürürken arkalarına dökülen betonarme bedeni satan tacirler...

bu bile aslında benim tercihim


büyükçe bir intiharın hatlarına uygun anılar
duyguların huzursuz yalancıları geceden özgür standartlara
yerleştiler
rüyalar
kısa

ben neden kendimi seçtim o halde...?

şehir
dönüp baktığımda fazla bir şey kalmamıştı terkettiğim bu şehirde... benim gibi buraya kısa süre önce gelenler
tekrar benim gibi ayrılırken yanlarına en gereksiz hatıraları almışlardı... şehirden bana geri kalan, keyfi bin
nedenle yanıma aldığım tek anı, şehrin insanlarının kendilerini asmak için kullandıklan bir tür sarmaşıktı...
şehir yönetiminin infazlarda normal standartlara uygun olarak yağlı ilmik kullanması, intihar edenlerin neden
hep bu sarmaşığı kullanmaları ve benim bu sarmaşığı seçmem... büyükçe soru işaretleri...

tüccarların sürekli huzursuzluk sattığı, intihar sarmaşıklarının harabelerde değil de düzgün şehir sınırlarının,
modern gökdelenlerin bahçelerinin içinde bulunduğu bu kentten sarmaşığım ile birlikte ayrılıyorum...

hayalet
etrafında daireler çizerek yürüyorum...
sanki beni hissettin, ağlıyorsun...
benimle konuştuğunu hatırlıyorum... her "keşke" ile başlayan cümlen beni kutuplara savuruyor... donuyorum
pişmanlığınla... taklit edilmeye değmeyecek bir pislik olduğumu unuttun hatırlamamam sayesinde... yanıma
geleceksin, benim isteğim dışında... yanıma geleceğini söylüyorsun, en sevdiğim içkiyi yudumlayarak...

güzelliği burada... yalanım yakalıyorum...

23
kutupyıldızı

ÇEŞİTLİ DOĞUMGÜNLERİNDE
JERALDİN'E ÖĞÜTLER
bob dylan / adnan kurt

hizada dur, uygun adımda, insanlar bu insanlar -yani seni istemeyenler-


korkarlar birisinden -eğer o nefret etmeye başlarlar kendilerinden
aynı adımda değilse kendileriyle, bu onları seni konuşmak zorunda kaldıklarından.
salak durumuna sokar ve ardından sen -kendin başlarsın
uygun adım yürüdüklerinden, ve hatta nefret etmeye kendinden
karıştırır akıllarını, sanırlar ki bunca nefretin kaynağı olduğundan.
kendileri yanlış yürümekte, koşma görebileceğin gibi bunlar,
ve bitiş çizgisini geçme, eğer gidersen ama hepsi, bir büyük patlamayla biter.
çok uzaklara, herhangi bir yöne, asla güvenme yağmurluklu bir polise.
seni gözden kaybederler, tehlikede istendiği zaman kendini iyice tanımlaman,
hissederler, kendilerinin, geçip giden şeyin anlat tam bir matematikçi olduğunu.
bir parçası olmadığını düşünüp, söyleme hiçbirşey, ya da yapma
sanırlar ki oralarda biryerlerde önünde duran ve seyreden adam
bilmedikleri birşeyler oluyor, kin anlayamayacaksa, sanki
birikir, düşünmeye başlarlar onun bilmediği birşeyler biliyorsun
senden nasıl kurtulacaklarını, kibar ol sanacaktır, ciddi bir hakaret
onlara karşı, olmazsan eğer, olarak alacaktır bunu. hayret veren bir hızda
kişisel algılarlar, doğrudan tepki verip, adım yazacaktır bir kenara.
gözgöze ilişkiye geçtiğinde onun dilinden konuş, eğer deyimlerinin
saklama ne kadar ihtiyaç duyduğunu modası geçmiş ve sen
onlara, eğer hissederlerse bunları çoktan aşmışsan, daha
onlara muhtaç olmadığını, kolaydır geri dönmek o çağlara, netlikle
ilk yapacakları şey anlayabileceği şeylerden konuş, basit
senin ihtiyaç duymam sağlamaya söyle ki konuşmayı sürclürebilesin.
çalışmaktır, eğer bu olmazsa, dinledikten sonra,
anlatacaklar sana, seni seni iyi ya da kötü diye sınıflandırabilir.
ne kaçlar istemediklerim. herkes
adın belirmeye başlayacak bunu yapacaktır, bazıları için yalnızca
bir takım çevrelerde, insanların toplanıp iyi ve kötü vardır, her durumda, bu iş
istemedikleri tüm insanları konuştukları ona biraz olsun önemliymiş hissi verecektir.
yerlerde, bu şekilde başlayacaksın daha iyisi uzak durmaktır
ünlenmeye, her ne kadar bu bu insanlardan, dikkatli ol
istemediğin insanları toplasa da ilk adımda coşkularına karşı... bunlar anlıktır
sonrası daha da çılgınca: ve yakam bırakmaz, sorulduğunda
tümüyle konusu olmaya başlarsın kiliseye gider misin diye, her zaman
söyleşilerin, gerek yok ya söylemeye, "evet" de, asla ayaklarına bakma, ne zaman

24
kutupyıldızı

sorulsa ne düşündüğün, gene autry söylerken


"sağanak yağmurlar yağacak" parçasını, de ki
hiç kimse söyleyemez onu
peter, paul ve mary gibi. başkanın adı
anıldığında, bir tabak yoğurt ye
ve erkenden uyu... sorulduğunda
komünist misin diye, "güzelim amerika"
şarkısını söyle, italyan aksanıyla, döv
en yakın çöpçüyü, eğer şansa çıplak
yakalanırsan duran bir arabada, hızla
radyoyu aç, en güçlü sesiyle ve
sürüyormuş gibi yap. asla bırakma evini
bir kavanoz fıstık ezmesiz. giyme
uyumlu çoraplar. 100 sınav çekmeni istediklerinde
hemen bir şişe koku sürün.
kapitalist misin diye sorsalar, yırtıp
gömleğini, aç bağrını ve
"üç kuruşsuz yaşayabilir misin be birader" şarkısını
söyle -sağ ayağını ileri atarken
kağıt para çiğneyerek.
hiçbir noktalı çizgiyi imzalama, insanları
eleştiren ama başka hiçbirşey yapmayanları
eleştirme tuzağına düşme.
hiçbirşey yaratma, yanlış
anlaşılır, bu değişmeyecektir,
ve seni izleyecektir
yaşamının sonuna dek. ne yaparsın
bir hayat için diye sorsalar
ben gülerim bir hayata demelisin, intihar
ederim eğer bana iyi davranmazsan
diyenlere güvenme, dünya sorunlarını
sahipleniyor musun diye sorulduğunda,
bunu soranın gözlerine bak, derin derin;
tekrar sormayacaktır, ne zaman sorulsa
hapse düştün mü diye, övünerek açıkla
en yakın dostlarının da bunu sorduğunu.
üzerine yazılmamış hela duvarlarından sakın.
kendine doğru bakman istendiğinde.... asla bakma, ve
ne zaman asıl ismini sorsalar.... asla söyleme.

25
uçan hollandalı-

KISKANÇ
murat gülsoy

Kıskançlık cinayetleri, sosyobiyoloji kuramları ve Mısırlı kızın hayaletiyle


garip ve kötü bir denge kurmuştu. Belki de bu denge bozulmaza, kendi
cehennemini sonsuza dek yaşayacaktı.

Bir süredir her şey ters gidiyordu. Küçük bir çocukken elinde avucunda kalanların üzerine bina etmek
sokak lambasının çevresinde dans eden kar tanelerini zorunda hissediyordu.
seyrederken hissettiği güven ve huzur onu hiç bir
zaman terketmeyecek sanırken şimdi, daha doğrusu Gazetecilik eğlenceli olabilir diye düşünmüştü. Ve
uzunca bir süredir, artık hiç bir zaman hiç bir yerde belki de bu hayatında kapıldığı en yanlış düşünceydi.
güven ve mutluluk bulamayacağını anlamıştı. Suçlunun suç mahalline geri dönüşünü düzenleyen
akıldışı sürecin bir parçası gibiydi, gazetede
Yurtdışına büyük umutlarla gittiği söylenemezdi. çalışması.
Uçağa binerken hissettiği o belli belirsiz tedirginliğin
şimdilerde rayından çıkan hayatının çok önceden Büyük bir gazetede bilgisayar uzmanı olarak işe
ona gönderilmiş bir işareti olduğuna emindi. başlamasına rağmen kısa sürede gazetede ne kadar
angarya iş varsa yapan bir adam konumuna 'yükseldi'.
Doğal bir yalnızlığın içine düşmüştü. Aradan sadece Sessiz ve disiplinliydi, işini iyi yapmaya çalışıyordu.
dört yıl geçmesine rağmen bıraktığı ülkeden eser Yurtdışını, o Mısırlı kızı ve korku filmini andıran
kalmamıştı. Çevresinde zaten az olan arkadaşları yaşantısını, büyük umutlarını unutmuş gözüküyordu.
değişik işlere girmişler, kendilerine iyi kötü bir yol Gazete içinde dönen dolapları çaktırmadan izliyor,
çizmişler, kendisi geri kalmıştı. Yeni alışkanlıklara ve canı hiç sıkılmıyordu.
gündemi belirleyen konulara hayli yabancıydı. Sık sık
gittiği çay bahçesi bile kapanmış, hep üzerinde balık Bir gün mizanpaj bölümünde çıkan bir soruna
tutmayı düşündüğü iskele, bar olmuştu. Ve bu şaşkınlık müdahale etmek için bilgisayarcı çocukların yanma
hali Amerika'da içine yuvarlandığı panik ve gittiğinde onu gördü. Uzakta, soluk bir resim gibiydi.
tedirginliğin neredeyse kesintisiz bir devamı gibiydi. Uçuk mavi bir kumrallık. O anda aniden içinde kopan
Orada da çok farklı değildi. Ortalama bir öğrenci bir kaç duygu birbirinden çelişik düşüncelerin
olarak bursu da kesilmeksizin öğrenimini fırtınalı denizlerde kaynayan mistik girdaplar gibi
tamamlayabilirdi belki... Belki o Mısırlı kız onu çarpışmasına neden oldu. Ve sırf bu nedenden, sık sık
terketmese, ya da en azından onun hiç bir zaman sayfaların yapıldığı katta etrafta dolanır oldu.
anlayamayacağı bir şekilde, bir gecede, bir anda, hiç Platonik bir flört denilebilirdi. Adı bile konmamış
beklemediği bir anda aldatmasa, ve üstelik bunu karşılıksız bir sevda.
dünyanın en doğal şeyiymişcesine sabah
kahvaltısında mısır gevreği ve kahve arasına Bu arada üçüncü sayfayı yapan çocuklarla yaptığı
sıkıştırmasa, her şey çok farklı olabilir miydi? Ve o gereksiz muhabbetlerin bir küçük yan etkisi ortaya
korkunç olaylar dizisinin olması engellenebilir çıkmıştı. Üçüncü sayfa hazırlanırken ortalığa yayılmış
miydi? Tüm bunlar olmasa yeni bir sayfa açmak için kanlı fotoğraflar, gazetenin tv kanalı için yakalanmış
döner miydi? Yeni bir sayfa açılabilir miydi? reality show haberlerinin başlıkları, metinleri...

Artık buradaydı ve herşeye yeniden başlamalıydı. Eve geç gelen karısını baltayla doğradı, Cinnet
Hepsini unutmalıydı. Fakat, "Yarın, hayatımın geri geçiren anne çocuklarını kaynar suda haşladı,
kalan bölümünün ilk günü, bunu kutlamalıyım" Kıskanç sevgilinin korkunç intikamı: Onbeş bıçak
türünden saflıkları hiç beceremediğinden, geleceğini, yarası diye giden bir dolu haber... Çoğu gerçekti işin

26
uçan hollandalı-

Tabii bunlar bilinçli istemler Sosyobiyoloji kuramlarıydı. Darwin'den bu yana


epeyce yol kateden sosyobiyoloji hayli analitik bir
değillerdir. Kuşlarda yapılan kuram ortaya koymuştu. Bencil Gen adlı kitaptan
araştırmalar da göstermiştir ki erkek okuduğu şu bölümü bir kenara not ederken ister
kuşun dişi kuşu yumurtlama istemez yaşadığı korkunç ve açıklanamaz serüveni
hatırlıyordu:
mevsiminde yuvaya kapatmasının
biricik nedeni bu yumurtaların başka Evrimin temelinde türlerin değil genlerin
seçilimi yatmaktadır. Yani uygun olan genin
kuşlarca döllenmesini önlemektir. kendini yeni kuşaklara iletmesi mümkün
Dişi kuş için yavrunun kimlik sorunu olmaktadır. Ve doğadaki tüm mesele genlerin
yoktur. Kendi yumurtası yüzde yüz devamlılığıdır. İlk canlı hücrenin ortaya çıkışı
taşıdığı geni daha iyi koruyabilen bir muhafaza
kendisine aittir. Fakat erkek kuş olduğu içindi. Daha sonra genleri ya da bu
yavrunun kendisinin genlerini kimyasal bilgileri daha iyi yaşatacak, geleceğe
taşıdığına emin olmak ister. Bu aktaracak yapılar ortaya çıkmaya başladı. Kim
daha çok yaşayabiliyorsa, ve kim yaşadığı süre
yüzden de dişiyi kapatır. Dışarıdan içinde daha iyi üreyebiliyorsa zaman içinde
izole eder. İşte kıskançlık gibi güçlenen o oldu. Yani seçilmiş oldu. Genlerin
açıklanması güç bir duygunun gelecek kuşaklara aktarılması önemli bir enerji
sorunudur. Doğada rastlanan kimi vahşi
kökeninde bu güvenlikte olma olayların altında yatan bu enerji
(genlerinin geleceğini güvenceye optimizasyonudur. Örneğin bir kedinin altı
yavrusundan iki tanesi diğerlerine göre cılız ve
alma) güdüsü yatmaktadır. güçsüzse, anne kedi bu zayıflan boğarak öldürür.
Böylelikle sınırlı büyüklükteki süt rezervini güçlü
olan yavrularını daha güçlü kılmak için harcar.
korkunç yanı. Ve bu haberleri büyük bir sevinç içinde Bu hareketiyle kendinde varolan zayıf genlerin
gazeteye getiren muhabirler, iki hamburger ve geleceğe de aktarılması önlenmiş olur. Benzer
mayonez arasında yazılan dehşetengiz metinler... bir mantıkla, erkek tavşan yavruları olan bir dişi
tavşanı eş olarak seçeceği zaman ilk iş olarak
İnsanların vahşetle içice yaşamalarının bu kadar yavruları öldürür. Hatta daha da ilginci eğer dişi
kanıksanmış olması dehşetin ta kendisiydi oysa. tavşan o arada hamileyse embriyoyu
İnsanlar ne düşünüyordu acaba? Kimsenin kendiliğinden düşürür. Bu çok mantıklıdır. Çünkü
umurunda değil miydi? Sayfa koordinatörünün erkek tavşanın bu yavrulara bakmasının ya da en
asistanı olan uçuk mavi kız ne düşünüyordu? Hiç azından yiyeceğini paylaşmasının ya da bu
gülmüyordu. Hep düşünceli ve hüzünlüydü ya da ona yavruların kendi olası yavrularının alacakları
öyle geliyordu. Ne farkederdi ki? Asla süte ve besine ortak olmalarının hiç bir anlamı
yaklaşamayacağı bir avuç mutluluk ümidi... yoktur. Erkek tavşan da kendi genlerinin
sürmesini istemektedir. Tabii bunlar bilinçli
Şiddetin bu boyutlarda yaşanması sürekli kafasını istemler değillerdir. Kuşlarda yapılan
kurcalıyordu. Bir takım açıklamalar yapılmalıydı. Bu araştırmalar da göstermiştir ki erkek kuşun dişi
cinayetleri ve intiharları açıklayacak bir düşünce kuşu yumurtlama mevsiminde yuvaya
sistemi olmalıydı. Bunca zaman psikoloji ve kapatmasının biricik nedeni bu yumurtaların
sosyolojiden uzak durmuş, hayatta karşısına çıkan başka kuşlarca döllenmesini önlemektir. Dişi kuş
tüm problemleri soğuk bir mühendis mantığı ile için yavrunun kimlik sorunu yoktur. Kendi
halletmişti. Bir problem hariç tabii. O problemi yumurtası yüzde yüz kendisine aittir. Fakat erkek
neden ve nasıl çözdüğünü ise halen anlamış değildi. kuş yavrunun kendisinin genlerini taşıdığına
Aynen gazetenin üçüncü sayfasındaki cinayetleri hiç emin olmak ister. Bu yüzden de dişiyi kapatır.
anlayamaması gibi. Dışarıdan izole eder. İşte kıskançlık gibi
açıklanması güç bir duygunun kökeninde bu
Bu konuda kendini araştırmaya vermişti. Değişik güvenlikte olma (genlerinin geleceğini'
ilginç görüşler vardı şüphesiz. Fakat onu en çok çeken güvenceye alma) güdüsü yatmaktadır.

27
uçan hollandalı-

istiyorlardı. Akvaryum deyiverdi. Birdenbire bu fikir


Evet böyle devam edip giden bilgiler onu çok çok tutuldu. Hemen birileri alışverişe gönderildi.
çarpmıştı. Kıskançlık başlı başına içgüdüsel bir Yeni evin adresi çoğaltıldı ve ona da gelmesi için
duyguydu çünkü. ısrar edildi. Belki akvaryum fikrini o ortaya attığı için
biraz fazla ısrar edildi. Herneyse akşam pek fazla
Yeni bir hayata başlama hayalleri tamamen suya önemsemeden gittiği bu evin kapısını çalarken kendi
düşmüş gibiydi. Bedeli ödenmemiş bir suçun ağırlığı cehenneminden çıkış kapısını zorladığını bilemezdi
altında yavaş yavaş şekil değiştiren zavallı karakteri, tabii.
doğanın acımasız işleyiş kuralları üzerine okuduğu
metinler, Mısırlı kızın hayaleti, uçuk mavi kumrallık, Akvaryum gerçekten çok hoşuna gitmişti.
çocukluğunun saf ümitleri, hepsi ama hepsi üzerine Evsahibesinin de hoşuna gittiği belli oluyordu.
geliyor, kimselere anlatamadığı garip ve korkunç bir Gözleri ışıldayarak karşıladı onu. Gazetedekiler bu
kâbusa dönüşüyordu. armağanı onun düşündüğünü biraz da abartarak
anlatmış olmalıydılar. Hiç ummadığı kadar hoş bir
Geceleri sosyobiyoloji kitapları okuyor, bir yandan ortam olmuştu. Ya da o içkiyi biraz fazla kaçırmıştı.
da kıskançlık cinayetleri hakkında bir arşiv Gecenin ilerleyen bir vaktinde uyandığında başı
oluşturuyordu. Kendi durumuna benzer bir hikaye inanılmaz derecede zonkluyor ve nerede olduğunu
arıyordu sanki. Gazeteden kestiği kupürler ve kıyıda bir türlü kavrayamıyordu. Akvaryumun yeşil ışığına
köşede unutulmuş, yayınlanmamış fotoğraflar ve bakarak uzun süre düşündü. Sonra o geldi. Uçuk mavi
polis kayıtları arasında kendi hikayesini arıyordu... bir düş...

Ve yorgun gecelerin ucunu bağlayan hep aynı kâbus... İşte o zaman en başa döndü. En uzak düşlerine,
Önce bir lunapark. Birbirinden renkli oyunlar, Çocukluğunun yağmurlu pencerelerine. Sevginin o
kozmopolit bir kalabalık. Ardından nasılsa o kahvaltı korkunç huzur ve güvenlik havuzuna. Başı onun
sabahı. Mısırlı kızın konuşması. Mısır gevreklerinin kucağında herşeyi birer birer anlatıyordu. Gördüğü
çıtırtısı arasında kızın söylediklerini güçlükle kâbusları, Mısırlı kızı, onu nasıl aldattığını, o kahvaltı
ayırdedebilmesi... Reçele konup kalkan kocaman bir sabahını, ve ondan sonra doktoru öldürmek için
sineğin vızıltısı. Kaçıp uzaklara çok uzaklara gitme nasıl günlerce çalıştığını, yurda döneceği günün
isteği... Tekrar lunapark. Bir türlü yakalayamadığı, her sabahında laboratuvardaki düzeneklerde ufak bir
seferinde avucundan kayıp giden uçuk mavi bir kızın değişikliği nasıl gerçekleştirdiğini, ve bu değişikliğin
hayaletini kovalayışı. Ve kırık kalbin bu ümitsiz mükemmel bir cinayete nasıl sebebiyet verdiğini, bu
takibinin her aşamasında Mısırlı kızın İtalyan adi kıskançlık cinayetinin kökenindeki güdülerini,
doktorla sevişmesine şahit oluşu. Kâh korku biyolojik kökenini... Hepsini birer birer anlattı.
tünelinde, kâh dönmedolaba benzer bir aletin Saçlarında gezinen o saydam el herşeyi affetmişti
tepesinde o ikisinin ihtiraslı sevişmeleri. Ve tabii ki sanki...
boğulur gibi bir hisle ağlayarak uyanması.
Ve sabah erkenden o evi terketti. Gazeteye de bir
Kötü düşlerin biteceği yoktu. Gerçi o bu 'yeni' daha gitmeyecekti. Uçuk mavi kızı da bir daha
hayatına alışmış gözüküyordu. Kıskançlık cinayetleri, görmeyecekti. .Cinayet arşivini de evin gizli bir
sosyobiyoloji kuramları ve Mısırlı kızın hayaletiyle köşesinde tozlanmaya terkedecekti. Kara büyü
garip ve kötü bir denge kurmuştu. Belki de bu denge bozulmuştu. Artık yeni bir hayata başlayabilirdi.
bozulmasa, kendi cehennemini sonsuza dek
yaşayacaktı.

Fakat bir gün hiç ummadığı bir şey oldu. O sabah


yine sessiz sedasız çalışıyordu. İnsanlar yemeğe
çıkmışlar, büroda hissedilir bir yalnızlık
bırakmışlardı. Kendine kahve almak için mutfağa
gittiğinde ocağın başında akşama ne yapacaklarını
tartışan arkadaşları her nedense onun da fikrini
almak istediler. Uçuk mavi kıza bir armağan
alınacaktı. Akşam yeni evinde küçük bir yemek
veriyordu. Ve arkadaşları ilginç bir hediye almak

28
deja vu

KENTİN ORTASINDA
ergun kocabıyık

Kentin ortasında büyük bir otelde yaşıyorum. Buraya


ne zaman yerleştim unuttum. Masraflarımı kim
karşılıyor onu da bilmiyorum. Merak da etmiyorum
doğrusu. Bugün çok yorgunum. Odama güçlükle
çıktım. Az daha asansörün kapısına sıkışıyordum.
Cebimde bir gün işe yarayacaklarına inandığım çok
sayıda anahtar var. Her seferinde içlerinden, odanın
anahtarını bulmakta güçlük çeksem de tanımadığım
bir duygu onlardan kurtulmama engel oluyor.

İçeri girdim. Odanın ampulü patlamış, küçük olanla


yetinmek zorunda kaldım. Türkiye yılanları üzerine
bir araştırma okuyordum yarım kaldı. Odam
deterjan kokuyor. Bu kokuya dayanamıyorum.
Televizyonun sesi kısılmış. Cam kenarında bugün de
birkaç ölü sinek buldum. İşareti aradım. Bulamadım.
Onbeş yıldır burada olan işareti. Bana bir zararı
dokunmuyor ama onu bulamamak yine de beni
huzursuz ediyor işte.

Zeki evlenmiş. Oysa İsveç'li kadının kayıp kızını bulup


zengin olacaktık ne güzel. Bu romatizma yiyip
bitirecek beni. Geçen gece bir baykuş işittim, ya da
öyle sandım, korkuttu beni. Doğan'ı aradım, Yanıt
vermedi; yıllardır Adana'dan dönmüyor. Şehirde
büyük bir yangın çıkmıştı, söndürülünce kararıverdi
birdenbire koca şehir. Neden beni yatağıma
yatıracak birisi yok? Aklıma hiç isim gelmiyor,
neden?

Camdan baktım ve bulvarı gözledim. Ayağını burkan


bir kadın gördüm. Yarın gideceğim cenaze törenini
anımsattı bana. Güzel bacaklı o kadının öldüğüne
halen inanamıyorum

29
denizkızlarının şarkısı

GÜN BATMADAN SEHER VAKTİ


-bir hayat hikâyesi çözümleme girişimi-
halide velioğlu*
Çocukluk anılarımın Seher Teyze'si, bana 'S'leri ters yazar Ancak Sami Usta oldukça şanssızdır, çok sevdiği bu kız,
haliyle okumayı öğreten ve şimdi hatırlamadığım onca "Zara'lı" bir seneye kalmaz ölür.
masalı anlatan kadının hikâyesini dinledim.
"Mevhibe Hanım... hanımlığı hakediyor"
"Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar
Yeryüzünde sizin kadar yalnızım." Seher, Sami Usta'nın üçüncü eşi Mevhibe Hanımla evlilik
hikayesine geçer.
Çok eskiden bildiğim bir şarkının bu hikâyeden sonra
yeniden anlamlanacağını nereden bilecektim! Yalnızca Mevhibe Hanım, Sivas'ın zengin ve tanınmış ailelerinden
bunun için dahi olsa... gelip bir kızıyla dul kalmıştır. Kendisine Sami Usta'yla
evlenmesi önerildiğinde, "ben konaklan bırakıp da Sami
Böylece çocukluk anılarımın Seher Teyze'si, bana "S"leri Usta'nın toprak evine girmem" der. Ancak Sami Usta'nın
ters yazar haliyle okumayı öğreten ve şimdi "telli duvaklı gelin gibi" Mevhibe Hanım'ın evine iki
hatırlamadığıma üzüldüğüm onca masalı anlatan kadının oğluyla birlikte gitmesiyle bu evlilik gerçekleşir.
hikayesini dinleyecektim. Ve saatlerin yine çok çabuk
geçeceğinden çok emindim... Sami Usta'nın şansı bu "akıllı, bilgili, kurnaz, otoriter,
intizamlı, herşeyi idare eden ve hanımlığı hak eden"
Seher'in Hikayesi: kadının eliyle döner ve oğullarının evliliklerine varana dek
hayatı bu kadın tarafından düzenlenir. Sami Usta
I.Evlilik "yaşadığını yeni anlamış"tır.
II.Yetişkin kadın
III.Yaşlı, yalnız ve güçsüz kadın Seher, "1940 senesinde evlendim" diye başladığı hayat
IV.Aşk hikayesinde, önce nasıl "süt anneliği" ve "dünürcü"lük
V.Haylaz kız çocuğu yaparak güç ve saygınlık kazandığını anlatır. Kendi
evliliğinden ve kocasından söz etmez. Ancak bir evlilik
hikayesi anlatır. O da Mevhibe Hanım ve Sami Usta'nın
evliliğidir.
"ben onları hiç dinlemedim..."
Bu evlilik hikayesinde Mevhibe Hanım'ın tartışılmaz güçlü
Seher 1940 senesinde evlendim" diye başlar anlatmaya. konumuna karşılık Sami Usta "mazbut" ve "evin
Yüksek divanı üzerinde her zamanki köşesinde mindere ihtiyaçlarını karşılayan, heybelerle yiyecek yollayan"
yaslanmış güçlükle nefes almaktadır. Hikayesini almaya kocadır. Kadından beklenense hayatı düzene sokmasıdır.
gelen Halide'ye pek bakmaz. Gözü uzaklarda geçmiştedir
sanki. Seher, sadece yuvayı yapan değil aynı zamanda "yuva"sı
olan bir dişi kuş hikayesi anlatmıştır.
Şimdi hayatta olmayan kocası Muhammet Bey'den ve
ailesinden övgüyle bir iki söz edip bir süt annelik Seher için bir yetişkin olmanın, şahsiyet olmanın, "cahil"
hikayesine girişir. Bu hikayede kocası Muhammet Bey'in olmamanın olmazsa olmaz koşulu olan "evlenme" ile
karısını heniz kaybetmiş olan amcasının oğlunun başlayan hayat hikayesi, "evlendirme" ve "süt anneliği"
kundaktaki kızına, yeni gelin Seher süt vermeye kalkışır. hikayeleriyle devam eder. Ancak, bu "evlendirme" ve "süt
Ailenin "ileride evlilik açısından sakıncalı olur" türünden anneliğinden" pratik faydaları olmuş olan Sami Usta uzun
itirazlarına "hiç aldırmayan" Seher bebeği kırk gün emzirir. vadede, "kızkardeşi" yerine koyduğu Seher'e "akraba
kazığı" atmıştır. Bu, Muhammet Bey'in hissedarlarından
Bu emzirme hikayesini hemen bir "evlendirme" hikayesi olduğu bir arsanın tam karşılığını kendilerine ödememek
takip eder. Burada da yeni gelin "başı henüz bağlanmış" suretiyle gerçekleşmiştir.
Şener'den memleketi Zara'daki ilişkilerini kullanarak, süt
verdiği bebeğin babası Sami Usta'ya kız bulması istenir. Seher yaptığı iyiliğin karşılığını bulamamıştır. Ancak
Seher "hiç açılmamış" bir kız bulur; evlilik gerçekleşir. anlatının tümüne egemen olan karşılıklılık ilkesini bozan
Sami Usta'dan o kadar da şiddetle sözetmez Seher. Bu,
aradan geçen zamanla ilgili olabileceği gibi, aslında bir
*Bu metin, B.Ü. Sosyoloji Bölümü'nde, Doç.Dr. Nükhet karşılık zaten alınmıştır. Zira, yeni gelin Seher girdiği aile
Sirman'm Nationalism and Gender dersinde yapılan bir içinde kendine gereken güç ve saygınlığı o günün
çalışmanın Hayalet Gemiye uyarlanmış halidir. koşullarında ve Sivas'ta çoktan kazanmıştır. Dolayısıyla
30
denizkızlarının şarkısı

bu, Seher için anlatılabilir bir durumdur. Muhammet Bey'in hastalığında verdiği "hanım, ben
iyileşince bu evi senin üstüne yapalım... ne olur ne olmaz"
Anlatmayı uygun bulduğu evlilik hikayesine dönersek, sözlerini kızı Fahriye'nin ölümünün hemen ardından
Mevhibe Hanım'ın hayırsız öz oğlu elinde dönen talihiyle hatırlar. Nitekim, ne Muhammet Bey iyi olmuştur ne de ev
kendisinin şimdiki durumunu şu sözlerle ifade eder: Seher'in olmuştur. Kadın kızlarını okutur. Biri uzaktadır,
"insanlar ne oldum demesinler ne olacağım desinler... Bir kötü bir evlilik yaşar; söz edilmez. Diğeri daha da
zamanlar ben de kartaldım, ama şimdi kanadı kırık serçeye uzaktadır, ölmüştür. Kadının işleri yarım kalmıştır. Kadın
döndüm". yaşlı, yalnız ve güçsüzdür artık.

"Süt annesi" ve "dünürcü" yeni gelin Seher ile "hanımlığı Seher'in yaşlılık günlerini iyice katlanılmaz hale getiren bir
hak eden" Mevhibe Hanım birer "kartal"ken, şimdi ikisi de durum da oğlu Ahmet'in durumudur. "Dağ başına kış,
"kanadı kırık serçe"dir. Belli ki makus kaderinin Mevhibe insan başına iş gelir" diye açıkladığı bu durum Seher için
Hanım ile paylaşıyor olması durumu hem katlanılır Fahriye'nin ölümüyle neredeyse eş bir acının kaynağıdır.
kılıyordur Seher için hem de çok şey açıklıyordun "Felek!"
"Felek" yine karşımızdadır.
Güç kazanmış, evlenmiş, evlendirmiş kadın şimdi yalnız,
yaşlı ve güçsüzdür... Kazığı felek mi atmıştır? IV.

II. & III. Seher kızının ölümü hikayesinden sonra iyice


yorulmuştur. Görüşme ikinci kez, bu sefer şarkütericinin
Seher hikayesinin bir komşunun uzayan ziyaretiyle ziyaretiyle bölünür. Şarkütericinin apartmana girdiğini
kesilmesine bozulmuş ancak bu durumu komşuya pencereden gören Seher,telaşla başına "türban"ını takar ve
hissettirmemiştir. Komşusuna okuyan kızlarının üzerine sabahlığını alır. Ziyaretçisini bu kez salonda
gelecekleri konusunda öğütler verir. Bir yandan da onu iyi ağırlar. Seher' e çok saygı duyduğu anlaşılan şarküterici
bir ev kadını olduğu için över. Komşu kadınla sohbet salonda kapıya en yakın köşeye ilişir.
çevre apartmanlarda oturan diğer kadınların
dedikodularıyla uzar. Seher'in mahalle sakinleri Seher, Halide ve şarkütericiyi birbirlerine tanıştırır. Az önce
hakkındaki ayrıntılı bilgileri Halide'yi nedense şaşırtır. üzerinde olan kasvetli hava biraz olsun dağılmış
görünmektedir.
Komşunun bir saati geçen ziyareti daha sonra Halide'ye
"cahillik işte" diye kısaca açıklanır. Seher belli ki Şarkütericiye, Halide'nin ziyaret sebebi anlatılır: "benim
mahalledeki bilgi akışına ve komşularıyla ilişkilerine özen hayat hikayemi almaya gelmiş. Okul için lazımmış, ders
göstermektedir. ders. Ben de dedim ki 'denizler mürekkep...' ". Şarküterici
daha da toparlanarak, "efendim, teyzemiz edebiyatçıdır".
"yetenekli kız idi..."
Şarkütericinin kısa süren ziyaretinden sonra Seher gitmek
Kesintiye uğramış olan hikayeye Seher kızlarının tahsil isteyen Halide'yi bırakmaz. Beli ki hikayesinde eksik
hayatıyla devam eder. bulduğu, anlatmak istediği şeyler vardır daha. Ya da
hikaye böyle kötü bitirilmemeli yada Halide'ye iyi vakit
Seher, kızlarını okutan yetişkin bir kadındır artık. Elif ve geçirt ilmelidir.
Fahriye, her ikisi de yetenekli kızlar olup yüksek tahsil
yaparlar, özellikle, iki üniversite bitirmiş ve akademik "böyle böyle bu şefkatli adamı sonra çok sevmiş..."
kariyer yapmış olan Fahriye'nin okul hayatı
ayrıntılandırılarak anlatılır. Sekiz ay önce kaybettiği kızı Seher, hikayesini anlatmaya anneanne ve dedesinden
Fahriye Seher'in "en hayırlı evladı"dır. Ne var ki "kıza ölüm sözederek devam eder. Ailesi, isimleri Sivas'ın sokaklarına
erken yaklaşmış" ve "işleri yarım kalmış"tır. verilen tanınmış bir ailedir.

Halide'nin "işlerinin yarım kaldığı"nı bildiği okumuş diğer Küçük yaşta annesiz kalan, Seher'in annesi Fahriye Hanım
kız Eliften tahsil hayatı dışında söz edilmez. Zira Seher, yine Sivas'ın tanınmış ailelerinden birinin, kendinden
kadınlardan güçsüz konumlarında söz etmez meğer ki bu oldukça büyük bir oğluyla evlendirilir. Bu evlilik Fahriye
güçsüzlüğün sebebi "felek" olsun. Hanım'ın gönülsüzlüğüne ve müstakbel eşi Hacı
Hüseyin'in uykusunda kesilen sakalına rağmen, üveyanne
"İşleri yarım kalan" Fahriye'nin hastalığını anlatır Seher ve elti işbirliğiyle gerçekleştirilir. Fahriye Hanım önceleri
uzun uzun ve acıyla. Konuşurken gözleri sık sık dolar. hiç sevmediği özellikle vurgulanan kocasını zamanla çok
Baktığı yer uzaklardır. Ne Fahriye, ne de bu "zamansız
ölünV'ün sebebi yakınlardadır. Seher Felek'le
konuşuyordur. Kalanların ancak seyredebileceği bu Kadın gönülsüz evlendiği adamı sever artık. Adam ona
konuşmanın konusu "ağaçlar kalem denizler mürekkep çok iyi davranır, çok şefkatlidir. Çocukları olur.
olsa" yazamayacakları Seher'in dertleridir.
Seher'in babası vakitsiz öldüğünde Fahriye Hanım beş
"Onca ölüm gören" Seher'in "evlat acısı" yalnızlık, yaşlılık çocukla dul ve zor durumda kalır, "sülale karın
ve güçsüzlük hikayesidir aynı zamanda. Kocası doyurmuyor" dur. Ancak Fahriye "okumuş, bilgili,
31
denizkızlarının şarkısı

hanımlara konferans veren " bir kadındır. Ailesinden aldığı sıkılır, Seher yine de okur.
eğitim (Mısır'dan getirilen dadı) sayesinde edindiği
meziyetler imdadına yetişir. "Altın bileziği" vardır. Bir Tüm bu bir kısmı Feride'yle dolu çocukluk anıları Seher'in
yandan Kur'an okur, mevlüthanlık ve hocalık yaparken yüzünde hüzünlü bir tebessüme dönüşür. "Şimdi böyle
diğer yandan da altın fes diker, oya ve fisto işleri yapar. kutsal arkadaşlık nerde?"dir. Çocukluk nerdedir?
Fahriye Hanım çocuklarını böylece "yetenekleriyle
büyütür". Öylesine maceralı, hareketli ve yaramaz bir çocuk olan
Fahriye Hanım'ın "şeytan kızı" Seher "aslında okuyacak bir
Seher, kızı Fahriye'nin "adının sahibi", anneannesi gibi çocuk"tur. Ancak "öyle okumuş bir ananın böyle cahil
"yetenekli" olduğunu düşünüyordur. İsim doğru kıza kızı" olmuştur. Zira, "Zara'da okul, önünde de adam
verilmiştir. yok"tur.

Şener'in annesi Fahriye Hanım aynı zamanda "konuşmayı Halide'nin notları:


bilen -hatip gibi-" ve "cesaretli" bir kadındır. Nitekim,
Zara'yı ziyaretinde Atatürk'le konuşmaya cesaret etmiş, Seher'in hayatında herşey karşılıklarıyla mevcuttur. Sami
erkeklerden oluşan kalabalığın itirazlarına aynı Şener'in Usta'dan "kazık yeme" hikayesine dönüşen "kız bulma" ve
"süt verme" hikayesinde olduğu gibi "hiç aldırmadan "emzirme" hikayesi, kendilerine bakan (anneleri
peçesini indirip Atatürk'le konuşmuştur. Fahriye Hanım öldüğünde) eniştelerine anneden kalan bahçenin
"Zara'da Atatürk'le konuşacak kendinden başka kadın" verilmesi, onu koruyan Feride'ye hastalığında küçük
olmadığını düşünür ve söyler. Atatürk Fahriye Hanım'ı Seher'in masallar okuması ve damat Engin'in "hayırsız"
kutlar "keşke bütün Türk kadınları sizin gibi cesur ve olması bu "karşılıklılık" ilkesiyle açıklanabilir durumlardır.
aydın olsa. Bravo!" der.
"Eşitlik" ilkesi de Seher'in hikayesindeki başat öğelerden
Milli Eğitğm Bakanlığı'nın ilk ve orta dereceli okullar için biri. Her ikisi de dul ve çocuklu olmalarına rağmen,
hazırladığı tarih kitaplarının "Türk köylüsü ve Atatürk" Sivas'ın tanınmış ailelerinden Mevhibe Hanım'ın
yada "Türk kadını ve Atatürk" türünden bölümlerini konaklarına karşı evi toprakdan Sami Usta bu eşitlik
andıran diyalogları Seher bir muallime edasıyla aktarır. ilkesine uymayan konumu nedeniyle "telli duvaklı gelin
Olayın geçtiği yıllarda (1930'lar) bu kitapların, resmi tarihin gibi" Mevhibe hanım'la evlenmiştir.
henüz yazılmadığı hatırlanacak olursa Seher'in
"edebiyatçı" yanı bir boyut daha kazanır. Anne ve babasının, her ikisinin birden Sivas'ın tanınmış
ailelerinden olması bu ilke açısından önemlidir. Aynı
Fahriye Hanım'ın Atatürk'le konuşmasına dönersek, bu "zengin ve tanınmış" bir aileden olan Mefkure ile "kültürlü
konuşmadan Fahriye Hanım kazançlı çıkar. Bundan böyle ve yetenekli" bir annenin kızı Seher arasında bir düzeyde
Zara'da "reis" olarak anılır ve kendisine geliniyle kumlan eşitlik gibi.
geçinebilmesi için bir bahçe verilir. Türk tarihi yazını da
uzun vadede bir "taşıyıcı" daha kazanmış olur. Seher bir "güçlü kadın"ın hikayesini anlatmıştır.
Evlenmesiyle başlattığı hikayeyi kâh Mevhibe Hanım, kâh
V. kızı Fahriye kâh da annesi Fahriye Hanımla sürdürmüştür.

"öyle bir çocuktum ki ben..."ya da "ben aslında..." Seher istanbul ve Zara'yı, bugünkü ve o zamanı bir kadın
hikayesinde birleştirmiştir.
Seher, "öyle bir çocuktum ki ben..." diye başladığı maceralı
çocukluk hikayelerini kendinden beklenmeyen bir Evlenen, aşkı uyandıran, evlendiren çocuk sahibi olan,
hareketlilikle anlatır. O ana dek güç bela nefes alan, çocuklarını okutan-okuyan kadının bir de yaşlılığı,
"dertleri zevk edenmiş" kendinde "neş'e ne arayan?" Seher yalnızlığı vardır. Seher hikayesinin neredeyse bütün
on yaşında bir kız çocuğudur şimdi. Halide güldükçe ve kopma noktalarında, ne arılatacağını artık bilmez
eğlendikçe Seher hareketlenir, canlanır ve sorar, "yaa işte olduğunda, hikaye "hikayelerdeki gibi akmadığında
anlatabildim mi?" hayat üzerine konuşur.

Çocukluk anıları komşulara yapılan muzip şakalar (erkek Oturduğu evin yarısı damada ait, oğlunun durumu
kıyafeti -subay- giyerek yaşlı kadınları korkvıtmak, oğlan oldukça kötü olup üstelik kendisine muhtaçtır.
çocuklarla kavga etmek, komşu baytarın emirerinin elini
tutuşturmak vs.) ve Feride ile doludur. Zara'nın yine ileri İleriyi gören, evlenmiş-evlendirmiş, çok ahbapları olan
gelenlerinden ve ayrıca zengin bir ailenin kızı olan Feride Seher kendini yalnız, yaşlı ve güçsüz hissetmektedir. Zira
kendinden küçük olmakla birlikte bir tek Seherle kendisi için uygun gördüğü güçlü konumda değildir,
arkadaşlık etmektedir. Seher'in hayran olduğu bu yine bütün hikayesini bu hiç "hak etmediği" güçsüz
"akıllı, bilgili, yetenekli ve otoriter" kız küçük Seher'e sahip konumundan doğru anlatır. Tüm bölümlerin sonu
çıkar, ona ablalık yapar, gereğinde onu doyurur. Seher'de hüsrandır.
onu çok sever, hastalandığında (Tifo) gidip "okul dönüşü
inekleri sağdıktan sonra sessizce kapısını dinler", inleme İçinde yeraldığı yapıların sınırlarını uygun meşruiyet
sesi geliyorsa "şükür" der Seher, "yaşıyor". Ona masallar zeminleriyle zorlamış ve gereken gücü hiç bir "moral" fire
şiirler okur. Feride defalarca dinlediği bu masallardan vermeden toplamış olan Seher'e felek yardım etmemiştir.
32
denizkızlarının şarkısı

Yaşam öngörülemez, kontrol edilemez yorumları oldukça belirleyici oldu.


belirsizliklerle doludur. "Çarkıfelek dönüyor da
dönüyor"dur. Sonuç olarak, her bir bölüm bir metaforla açıklanmaya
çalışıldığı gibi metnin tümüne hakim olan metaforla da
Kırk yaşlarında istanbul'a gelen Seher, Zara ve metin yorumlanmaya, ona anlam ve bütünlük
istanbul'daki yaşamı ile eski zamanlara ait (ailesi) yaşamı kazandırılmaya çalışıldı.
aynı kategorilerle ele alır. Arada yaptığı bir tercümedir
yalnızca. Anne Fahriye "fesçiler kralı" yada "uzmanı"yken, Üslup
kızı Fahriye "maket uzmanı" yada "kralı"dır. Erkek kardeşi
"Mevlana'nın pervanecisi"dir. Bu Seher tarafından Görüşmenin aktarılmasında kullanılan üslup yazsın
bugünün diline "örgüt" olarak aktardır. kişinin çocukluk günlerinden hatırladığı "arkası yarın"
radyo oyunlarının özet kısmı olmuştur. Bu, "arkası
İlişkiler yüzyüze ilişkilerdir. Kızı Fahriye örneğin, doktora yarın"larda her bölüm bir bölüm olup, bölüm öncesi
yeterliliğini bir kurumdan değil çırağı olduğu ustalardan aktarılan geçmiş bölümlerin özeti, geniş zaman kipinde ve
almıştır sanki. Nitekim ona "maket kralı" unvanını veren de aksiyonlarla yüklüdür. Ve olaylar, kahramanlar arası
hocasıdır. Dolayısıyla Seher modern eğitimi eski diyaloglar ya da kahramanların konuşmalarından alıntılar
geleneksel kalıplar içinde algılamaktadır. yapmak suretiyle öykülenir. Belki bu da, yazan kişinin
Seher diye sözederek görüşmeyi yapanın "Seher Teyze"
Yüzyüze kurulan ilişkiler Seher için çok önemlidir. O, sini bugününe maletme gayreti gibi değerlendirilebilir.
kurumlara değil kişilere başvurur. Hasta olduğunda gittiği Yazan kişi görüşmeyi yapan kişinin çocukluk günlerinin
hastane "baba evi gibi" olup doktorlar da "evlatları gibi"dir. bir kahramanını, yine çocukluk günlerinde dinlediği
başka hikayelerin üslubunda aktararak "gizli" bir uzlaşma
Ayrıca Şener'in çok ahbabı vardır. Zira, sık sık vurguladığı sağlamaya çalışmış, böylece n'apılsa "geçmişe duyulan
yalnızlığı yanına gelmek isteyen kızı Elif ve torunuyla tutkulu merak" metaforundan kaçınılamamıştır bir "hayat
giderilecek türden değildir. O, çocuklarına karşı, ailesine hikayesi çözümleme girişimi"nde de.
karşı onu güçlü kılacak dışarıdan kurduğu
ilişkilerin yalnızlığıdır, "Teyzemiz edebiyatçıdır" diyen
şarküterici ile ilişkisi yada mahalledeki bilgi akışını KAYNAKÇA:
kendisiyle paylaşan komüu kadınla ilişkisi onu daha
güçlü kılan, alanını genişleten türden ilişkilerdir. Seher'in 1. Nükhet SİRMAN, Köy Kadınının Aile ve Evlilikte
küçük yerden büyük yere (Zara-Sivas, istanbul) yüzyüze Güçlenme Mücadelesi, "Kadın Bakış Açısından 1980'ler
ilişkiler kurmaktaki başarısı esnafın dilinde "teyzemiz Türkiye'sinde Kadın", 1990
edebiyatçıdır" şeklinde ifadesini bulmuştur.
2. Paul RICOEUR, "Hermeneutics and the Human
Seher için başarı ve başarısızlık yada işlerin ters gitmesi Sciences", 1981
insan iradesini aşan konulardır. Kızı Fahriye, annesi
Fahriye, arkadaşı Feride yetenekli kadınlardır. Oğlu 3. Roland BARTHES, "The Strugle With the Angel"
Ahmet'in ise işleri ters gitmiştir bu "dağ başına kış"
gelebileceği kadar Allah'tan bilinecek, dolayısıyla 4. Clifford GEERTZ, "Local Knowledge"
müdahale edilemez ve doğrudan insanın sorumlu
tutulamayacağı bir durumdur.

Seher geleneksel bir şahsiyettir.

Nasıl Çalışıldı

Bu çalışmada bir hayat hikayesi metin olarak alınıp


aksiyonlar üzerinden bölümlendi. Daha sonra bu metnin
temel metaforunun "yuvayı dişi kuş yapar" atasözüyle
açıklanabilecek bir geleneksel, güçlü kadın hikayesi
olduğu düşünüldü ve bu metaforun mümkün en fazla
durumu, olguyu açıklayan, anlamlandıran bir kurgu
sağladığında karar kılınarak bölümler yeniden
düzenlendi. Her bölümde değişen kadın kahramanlar
üzerinden anlatılan hikayelerin herbirinin bir geleneksel
ve güçlü kadın hikayesinin metaforlar! olduğu düşünüldü.

Sonu hep kötü biten bölümler, kader karşısında yenik


düşmüş, kendisine laik gördüğü yeri edinememiş bir
kadının, hikayesini bu yenilgi üzerinden kurguladığını
düşündürdü. Bu noktada bölümler arası, anlatımın
akıcılığını yitirdiği zamanlarda öznesi "ben" olan yaşam
33
ay tutulması

SUR
halil ibrahim özcan

Issız sokakları bir biri ardısıra geride bıraktıktan sonra bir anlamı olurdu çıplaklıklara. Tamire yollanmış bir
paltomun astarı arasına yerleştirdiğim iç kalbimiz yoksa eğer bu işi de beceremiyoruz demekti.
s a l d ı r g a n l ı ğ ı m ı n ilacını çıkaracağım anı
bekliyordum. "Sen havanın karanlığıyla değil de Dışarda yağan kar, gecenin sonundaki ıslak
varlığıyla ilgileniyorsun ne güzel" demişti züppe pişmanlıkları kalbimin derinliklerindeki
şeytan. Resmiyet duygusuyla sinirlerim mezarlığında görmüyordu. Silahsız karşılanmış
gerginleşmeden kasıntılar içinde tahtadan bir yol sabahların korkusu içinde gizlenmiş katilin
oluyordum titreyişlerimi kendime bırakırken. sürgülenmiş kapılarının ardındaki yalnızlığı dışarda
Varlığım, adeta okunuyormuş gibi yapılan kitabın yağan karın ürküten güzelliğiyle ödünç alınmış
dalınan sayfalarında iğneyle düzenli biçimde parkamın yakasındaydı. Fiziksel mekanlarının
oyuluyordu. Öğrenmek istediğim şeyin önemini yaşlı gerekmediği güvenlikle korniş pencereye ağır
kalplerin gençlik aşılarında arayan insanların geliyordu. Vaktimin kusursuzluluğunu karyola
gülüşleriyle karşılıyordum. Soğuk bir gece daha gıcırtılarıyla çorabımın atıldığı yerde görüyordum.
başlıyordu mağbet dediğim çaü katında. Bağlılık, çakallıklardan bağımsız koltukaltı palalarıyla
ışıldar olmuştu. Sıkışmıştım. Fermanım esrarlı
Odanın duvarları bana gülüp yalancı partnerlerim yanılgılarımın cüceliğine ayarlanmış gibiydi.
oluyorlardı ortalık yerde. Delillerim: sabit bir bakış, Secdede kırılmış bir boynun kıblesini aramasında
gülen bir yüz ve bir çeşit uydurduğum ve yalnızca sürgün yemiş bir küfürdüm yüzüne bile bakamazken.
onun farkına varabileceği yalnızlık oyunundaki "Bari elimi tut" dediğinde bulanıklaşmış geçmiş,
bilmece karelerinden geriye kalan harflerin denenmiş yanıyla üstündekileri keyifler içinde çıkarır
bozukluğuydu. Hiçbir güç beni onu gördüğüm olmuştu. Hilaller, ıslak buldukları kırgınlıkla: "Çocuk,
zamanın dili ile konuşturamazdı. İzleyicisini kaçıran odanda parlayabilir miyim" diyordu. Daha çıplak
bir oyunun yitirdiği çekiciliğin bilinçaltında açtığı olamamıştım. Yatağın diğer ucundan geçmiş
basit gibi görünen bir gerçeğin gri-mavi bulutları olacaktım sabaha eğer öylece uyanabilseydim.
arasına saklanmaya çabalıyordum. Odaya karışmış Durabiliyordum. "Beni yaşayabilecek gücün varmı?"
anlaşmazlıklardan düşen elimdeki kadehin diyordum recmedilmiş eteklerle örtünen gitme
kırıklarının üstüne çıplak ayakla basıyor ve kanın isteğine. Uzaklıklara ulaşmayı daha önceden
yayılışından bir insanın son demlerinde tene denemiştim o yüzden de uzak yerlerde yeni hiçbir
dokunuşunun uyandırdığı muallakta kalan yıpratıcı ve şey yaşanamazdı arük.
yorucu garipliğimle boynuna uzanıyordum. Çıplaklık,
deklare edilen aşklara cesaretle bir türlü ilişki Buluşmayı bir türlü beceremediğim yeni hayatın
kuramıyordu. Baştan çıkana aşk yoktu ki bu dünyada. yabancılığında sığınaktım sonunda. Çalarsaat,
Ten başka türlü bir açıklamanın sonucuydu kuşkusuz. kurduğu düşlerini özenle elimde tutuğum sustalıda
Süngümü kendi iskeletimden çıkarıp uykuya dalmaya unutmuştu. Ötekilere sormuyordum kaygılarımın
çalışıyordum. Sebepsiz arzu dokunduğu aslını. Öç, sabırsızlıkla cinayet merakımı vazgeçilmiş
unutkanlıkların da kırıyordu kanatlarını. zorlamaların ölünebilinecek okşayışlarıyla yeni
düellolara çağırıyordu. Çıkartıp attığım giysilerimin
Hava başka bir şeyi bozuyordu durmadan. Celladım sıvanmış gömlek kollarında çarem ebedileşiyor
incitemediği kalbini çıkarıyordu. Ne çalsam bozuk gibiydi. Tutulur kalabilirdim. Aslında ben nefti
çıkıyordu. Bozguncu havanının içinden incinmeden yaprakların gölgelerine sarınmış bir tabut gibi
geçmek nasıl mümkün olacaksa benim de öylesine olduğum yerde dururken kendi sabit merkezimde iç
heyecanımı gizlemeye gücüm yetmiyordu. Islak yolculuğumu dışardan müdahalelere açık
odunların yandığı bir sobanın etrafında oturuyor tutuyordum. Binbir kötülüklerin getireceği kaygan
olsaydık onunla sabahın hiçbir hükmü olmayabilrdi zeminde evvelden kırılmış umutlan büyük bir
aralık ayında. Ya da askıya alınmışken gülümsemenin ciddiyet ve sabırsızlıkla pervazlarda biriken güneş

34
ay tutulması

ışığında unutmuştum gündüzden. Kem gözler, ah evet Acaba ve şefkat kadar ortaktı tuttuğum el. Tanıdığım
o uzak günah çığlıkların ilk duraklama yerleriydi. bütün hafızlar kapıdan içeri girip sesime toplanır
Büyüyen hiçbir şey çözülmez demekti düzenin olmuşlardı. Tüm arkadan bıçaklananlar için dilsiz
kahkahalı yanılgılarıyla. Gecikmiş son baharların kalmış hutbelerinde damlayıp duran kandım
şarapları içilirken hiçbir oyun benim yedek ölçülemeyen yalanların yeni yüzlerine altın
soyunmamı sağlayacak cazibesini ortaya parıltıları içinde karıştırırken. Seccadem, yarısı yırtık
koyamıyordu. Dağılan kafalarımızın kara dumanlan parlayan görüntüsü içinde ağırlımı taşıyamıyordu.
ihanetlerin suçuydu. Göğün altın halkaları çağırıyordu beni. Sakındığım
bir şey kalmamıştı. Yokluğumu yaşamayı öğreneli
İrkilti. Parantez işareti olarak küçük mektup çok olmamıştı melek görüntülerinin son haftasında.
kağıtlarının üstünde kalmış muhafaza k ı l ı f l ı Şşşşt, sessizlik! Hıçkırığın başlayacak birizdan.
yalanların farkına varıldığı zamanların koluna
pazubent geçirilmiş sokak gösterilerindeki halimdi. Uyumak, henüz yaratılmışların tatlı düşlerine
Herhangi bir yazdan kaçmış karıncaların son ulaşamamıştı zalimliğinin iplerini kesen
yemekleri olmaktan başka anlamı yoktu bunların. bileklerimde. Kalbim, öfkeli bir şarkıyla birlikte
"Bizim gibi yaşayanların tutulacak ellerinin bir uyuyakalan kadının iri memelerinin üstünde kalmıştı.
anlamı olmalı" diyordum içimden. Çünkü herşeyin Dönmek istemiyordum buğulu bakışlarına
yazılacak bir methiyesi oluyordu zamanla. Bir bardak tutunduğum tedirginliğimin kara sonbaharlarına.
su verenim olsa bile içemezdim. Su adına bir soluğu Nereye baksam günah beyazlığıyla karşılaşıyordum
hiç mi hiç çekemezdim. Ufkuma müdahale eden ve yine de çarelerin bir kürke sarmışını görüyor ve
kuşkularımdı. Sonsuza kadar da olmayacaktı. Nasıl mutluluk kaynağımı araştırıyordum. Yaratılmışlara
olsa unutur aşar ve yenilenirdim acemi bir serserinin vahyolunanı anlıyormuş gibi yapıyordum. Yoksa
attığı naranın harap olmuş yanıyla. "Bıktım" elimi yıkamadan yüzümü mü yıkamaya kalkışmıştım
diyordum durmadan. "Hiç kimsenin bakışlarımda yüce işlerin zamanını kollarlarken. "Ahit kesen aşık
ışık aramasını istemiyordum artık." Ve işte bu yüzden olamam senin için bile olsa" demiştim. Söylemesine
sesim çatallanıyordu. Özel kimseler yok çünkü kutsal söylemiştim ya siyah gökkuşağı altında söylediklerim
mezarlıkların boşluklarında. Can sıkan bir geleceğin yalanlanır olmuştu.
hiç gelememesini istemek onu aştıktan sonra da "İyi
ki bunu da yaşamamışım" dedirten halini bağırarak Gecegönlünde tatlı cehennemim büyüyordu
söyleme yanılgısına düşecektim neredeyse. durmadan. İkide bir kutsal eğrilerden düşüyordum. O
Sarıldığım hakikat: "Korkma, sen yaşamamış olsan da da benim gibi serserice bir orman masalının
denemeyi hakediyorsun" diyordu vakitlere sığmayan içindeki tehlikede dolaşıyordu.
ezanların uzunluğunda.

«-

oyun
Umanında buluşalım...

yazışma adresi
hayaletgemiciler@yahoo.com

35
linguafranca

ÇOMS'Kİ

adnan kurt

iş kılzun tip kim ol bi taş bitigig özümüz bitilim. diline girişi, işlevindeki değişimler ve böyle sözdizimsel
"çalışsın ki o kitabe taşını kendimiz y azalım." bir değişikliğin dilin kendi yapısıyla nasıl kaynaştığı
Eski Türkçe'nin Grameri, A.von Gabain araştırılmıştır.

alpin erdemin üçün kü bunca tutdı. Dil üzerine ne yazılacaksa mutlaka Chomsky'den
"alplığın ve erdemindendirki ünün bunca yayıldı." sözetmek gerekecek. Çünkü Chomsky çok yerinde bir
KökTürkler, Küli Çor Yazıtı, S. Divitçioğlu kararla dili ve aklı anlamanın yeni yollarını açan
çalışmaların babası olarak anılıyor.
Türkçe'de modern kullanımdaki "ki" eki, bağımlı
cümlecikleri eklemekte kullanılmaktadır. Dilbilim Chomsky, kaleleri yıkıp baştan kuran bir Jöntürk'tü. Şok
bağlamında önemli bir yeri olan bu eke Eski Türkçe'de, dalgalarını tüm Amerikan felsefesi, yapay zeka, psikoloji
benzeri bağlı cümlecikler olmadığı için, rastlanmadığı, ve toplum bilimlerine salıyordu. 70lerde izleyicilerine
Orhun yazıtlarının incelenmesi sırasında anlaşılmaktadır. yorgun bk padişah olarak görünmeye başladığında onu
M. S. sekizinci yüzyıla dayanan ve en eski Türk lehçesi silmek zamanı geldiğini düşünenler yenildiler. 60'lardaki
olarak bilinen bu yazıtlarda, "ki" bağlacı yerine, alt başarıları gibi parlak sayılmasa da, son çalışmaları yeni
cümlecikler vb. geçişler kullanılmaktadır. Buna dayanarak, zaferler kazanmayı sürdürüyor.
"ki" bağlacının, dilde daha sonra oluşan gelişmelerle
ortaya çıktığı söylenebilir. Erguvanlı'nın çalışmalarıyla "ki" Plato'dan bu yana, büyük felsefi rasyonalistler dile hiç
ekinin geç zamanlarda kullanıldığı anlaşılmaktaysa da, güvenmediler. Dil'in, aklın nedenselliği ve genişlemesini-
benzer bağlaç kullanımına, M.S. 730'larda Küli Çor engellediğine inanıyorlardı. Plato'nun görüşüne göre dil,
yazıtlarında da rastlanmaktadır. düşünceleri açıklamaya yeterli değildir. Descartes, neden
üzerine kurulmuş yapay bir dil kurgularken, Leibniz tüm
Ki ekinin bağlı cümleciklerde kullanılması, büyük hayatı boyunca düşüncelerin sayılarla ve mantıksal bir
olasılıkla İran (Fars) dilinden, sentaktik geçiş yoluyla şekilde düzenlenmesine dayanan bir yapay dil
edinildi. İranlılarla ilişkiler ve Fars diliyle etkileşim onuncu oluşturmaya çalışmıştı.
yüzyıl sıralarında, Türk kavimlerinin Orta Asya'dan batıya
doğru göçleriyle başlamıştı. Bu şekilde Türkler İranlılarla Modern linguistiğin temelleri bir anlamda dil hakkında
karışmaya, askeri ve ticari ilişkiler geliştirmeye başladı. rasyonalist varsayımlara tepki olarak kurulmuştur.
Denilebilir ki, Farsça'nın Türkçe üzerindeki etkileri günlük Chomsky'nin çözmeye çalıştığı, sentaks üzerinde nasıl
konuşma dilinde başlayıp, onbirinci yüzyılda Türklerin çalışılacağıydı. Yani, sözcükler birtakım sonsuz
İslamı kabul etmesiyle yazınsal alana da taştı. Fars dilinin değişimlere uğramadan nasıl birleşiyorlar ve tümceler
etkisi üç yolla yayılıyordu: Günlük yaşamı paylaşan halkın oluşturuyorlar?
etkileşimiyle, okullarda kullanılan dil ve yazınla, ve
özellikle o yıllarda Farsça'nın ticaret dili olması, alışveriş, Amerikan linguistiğinin kurucularından Bloomfield
iletişim vb. jargonlarında yaygın kullanım* bulmasıyla. tanımsal ve taksonomik (soysal) bir yapı oluşturmuş,
Osmanlı İmparatorluğu boyunca da Farsça'nın yazınsal Chomsky'nin "sınırsız ve karmaşık bir orman" diye
etkinliklerde ön koşul olması, Farsça'nın iyice nitelendirdiği anlam (semantik) sorunundan uzak
yaygınlaşması ve benimsenmesini sağladı. Farsça'da durmayı öğütlemiştir. Chomsky sözcük ve cümlelerin
kullanılan en yaygın üç morfem ka, ke ve ku idi. Orhun parçalanması ve eşlenmesi kurallarını bulurken, dönüşüm
Yazıtlarında kullanılan "kim" ile Farsça'daki "ke" benzer kurallarını doğrudan matematikten alıyordu. Chomsky'nin
kullanıma sahiptir, "kim" bağlacının yeni şekliyle ilk hocası Harris, matematikteki dönüşümlerin koordinatları
kullanımlarına 11. yüzyılda Kutadgu Bilig'de rastlanır. Bu şekillere, çemberleri kürelere dönüştüren prosedürler
ekin yeni kullanımına örnekleri Katip Çelebi'nin 17. olduğunu söylüyordu. Chomsky'nin matematikten asıl
yüzyılda kaleme aldığı yapıtlarında da bulabiliriz: edindiği yeni kavram, genelleştirme ve
kuramsallaştırmaydı: Linguistler artık öyle kural ve
"Bilki ders okutmak, takrir etmek en üstün ibadettir." tanımlar bulmalılar ki, bunlar bir dildeki tüm olası
'Meleke insanda yerleşmiş, kökleşmiş bir keyfiyettir ki, cümleleri oluşturabilmen, ama olmayacakları
çabucak kaybolmaz." dışlamalıdır. Yalnızca böylesi bir üretici gramer, dili
tutarlı yorumlamayı ve çözmeyi sağlayacaktır.
Erguvanlı'nın çalışmasında da "ki" sözcüğünün Türk
"Lingua franca
36
linguafranca

Bu akıl ve dile ilişkin düşüncelerde korkunç bir kayıştı. -Bilginin sistemi nedir? İngilizce, Türkçe ya da İspanyolca
Ayrıntılardan (indirgemecilikten) geriye, evrensel yasalara konuşan insanın aklında, beyninde ne vardır?
bir dönüş. Chomsky'e göre dil, birçok aklın değil, 'aklın' -Bu bilgi sistemi akılda/beyinde nasıl ortaya çıkıyor?
ürünüdür. İnsan olmanın temel bir öğesi dil -Bu bilgi konuşmada (yâ da ikincil sistemlerde, yani yazı
yaratabilmesidir. "İçine bakarsan görürsün: sentaks akla gibi) nasıl kullanılıyor?.
işlenmiştir." -Bu bilgi sistemi ve bunu kullanmak için gerekli fiziksel
temeller ve mekanizmalar nelerdir?
Chomsky'in dildeki devrimi, birçok alanda varlığını
hissetirdi. Chomsky'nin dile ilişkin bulduğu mantıksal ve "Sınır, öyleyse, yalnızca dilin içinde çizilebilecektir, ve
tutarlı yapı üzerine yepyeni bir bilgisayar bilimi bile sınırın ötesinde kalan da, düpedüz saçma olacaktır."
kuruldu. L. Wittgenstein, Tractatus

Chomsky'nin üretici gramerine karşın, bilimciler sentaksı İlk soru, mantıksal olarak diğerlerinin öncülüdür.
aşmak ve anlama, semantik'e girişmek istiyorlardı artık. Yanıtlama yolu ise betimseldir: Bir gramer oluşturmaya
Chomsky'nin öğrencilerinden Postal, Mc Cawey sentaksı çalışarak, bir dilin herbir linguistik tümceye nasıl düşünsel
derine, daha derine iterek, derin yapıları sanal olarak anlamlar verdiğini biçim ve anlam açısından açıklayan bir
semantik tanımlamadan ayırdedilemez duruma sokmak kuram bulmalıyız.
istediler. Neden sözcüklere çok daha temel parçalara
ayrılmasın? İkinci ve daha zor yöntem bizi aşkın bir yoruma taşıyor.
Burada (insanın dil melekelerini doğuran, değişmez ve
Leksikal çözümleme denilen bu yaklaşım Lakoff durağan ilkeleri ve bunlarla özdeşleşmiş kalıpların
tarafından, doktora tezinde önerilmiş (1965) ve değişkenlerini tanımlayan) bir evrensel gramer kuramı
yaygınlaşmıştır. Şu tümceyi ele alalım: oluşturarak işe başlamalıyız. Böylece, gerekli
"Stalin, Troçki'yi öldürdü." Öldür sözcüğünü, üzerinde yerinekoymalarla değişik dilleri irdelemeyip, bu dillerdeki
sentaksın etkidiği ayrışamaz bir atom olarak ele almak tümcelerin anlam ve şekillerinin neden bunları içerdiğini
yerine, Lakoff bu sözcüğü "yaşamına engel ol" şeklinde evrensel gramer ilkeleriyle bulabiliriz.
mantıksal öğelere ayırıyor. Lakoff'un yaklaşımı ve
linguistik ile sembolik mantık birleştiriliyor: İkinci soru, dil çalışmalarında ortaya çıkan Plato'nun
sorununun özel bir durumudur. Evrensel gramer kuramını
"Basitlik ve genellik, birkaç atomik kategoriyi arar. Bu oluşturduktan sonra değişkenlerin atanmasıyla bu sorun
kategoriler sembolik mantık kategorileri ile aynen çakışır. da çözülebilir.
Sembolik mantık düşünce yasalarını yansıtır, düşünce ise
dilin altında yatan evrensel tabandır." Dil öğrenimi, o halde, evrensel gramerin belirsiz bıraktığı
değişkenlerin atanması ve belirlenmesi sürecidir. Dil
Anlamı bulmak yolundaki çalışmalar, Chomsky'nin ışığına öğrenmek, gerçekte çocuğun yaptığı bir şey değildir.
gölge düşürmüştü. Ama anlam çalışmaları çıkmaza giriyor, Gerekli beslenme ve çevre koşullarının sağlandığı, uygun
Chomsky ise kaybettiklerini kazanıyordu. Chomsky'nin bir ortama konulduğunda biyolojik olarak
yeni modeliyse yıllar önce savunduğundan dramatik olgunlaşmasıyla birlikte ortaya çıkan bir olgudur. Çevre
şekilde farklıdır. Bu tam bir paradigma kayması olarak yapısı ve doğası evrensel gramer değişkenlerinin
nitelenmektedir. Yeni model, evrensel grameri, birbiriyle atanmasını belirler, ortamın sağladığı uyaranlar, diğer
etkileşen basit kurallar dizisi olarak yorumlamaktadır. fiziksel gelişim süreçlerinde olduğu gibi, ayrışmayı
Sözcüklerin özellikleriye dilin tüm karmaşıklığı ortaya belirler. Büyüme için sağlanan koşullar, gelişim sırasında,
çıkar. Chomsky ileriye giderek, sözcüklerin temellerinin insan kapasitesini yokedebileceği gibi genişletebilir de.
deneyimi öncüllediğini söyler. Örneğin "tırmanmak" diyor
Chomsky, "tırmanma deneyimi sahibi olmadan önce bile Aslında bu nokta çok daha geneldir. Öğretim, şişeyi suyla
deneyimi yorumlamamızı sağlayan bir kavram oluşturur." doldurmaya değil de, çiçeğin kendiliğinden büyümesine
özen gösterilmesine benzetilmelidir. Her iyi öğretmenin
Bu tür ilkeler tüm dillerin temelini oluşturan evrensel bileceği gibi, öğretim şekilleri ve kapsanan malzemenin
grameri oluştururlar. Dil, temel kavramlar ve gramatik miktarı, doğal merak ve kendilerince öğrenmeyi uyarma
ilkelerle yapılmış anahtarların birbirleriyle bağlantısna başarısıyla karşılaştırıldığında, önemsizdir. Öğrencilerin
benzetiliyor. Bir konumdan diğerine deneyimle deviniyor. edilgen katılımla öğrendikleri hemen unutulmaktadır.
Çince, bir tür örüntüyü tetiklerken, İngilizce bir başkasını Öğrencilerin kendiliklerinden edindiği bilgiler, kendi
kurgular. Ama kavramların ve sentaksın etkileşiminin heyecan ve ilgileriyle buldukları yalnızca
temel kavramsal kurgusu tümüyle aynıdır. anımsanmayacak, düşünsel katılımlara, yaratımlara neden
olacaktır.
Bir dili konuşan insan, akılda bir şekilde tanımlanmış ve
son olarak da beyinde fiziksel bir konfigürasyonda Üçüncü sorunun algısal ve üretimsel yönleri vardır. Yani,
bulunan, belli bir bilgi geliştirmiştir . Bu konuları dil edinmiş bir insan, duyduklarıyla bilgilerini nasıl
irdelerken şu temel sorularla karşılaşılıyor: tümleştirecek ve değerlendirecektir. Linguistik bir tümceyi
anlaması için akıl/beyin, bunun fonetik şeklini belirleyip,
37
linguafranca

tekniklerini de hemen kavrıyorlar. Eğer bir çocuk


3.332 "Hiçbir tümce kendi üzerine bir şey sınırsızca toplama yapılabileceğini bilmiyorsa, bunu asla
söyleyemez, çünkü tümce imi kendi kendisinin içinde öğrenemiyecektir. l,2,3,..n gibi bir sayı dizisi
kapsanamaz." öğretildiğinde, bunun sonlu bir dizi olduğunu
varsayacaktır. Görülüyor ki bu kapasite, dil kapasitesinde
olduğu gibi, zeki olmak dışında bir takım başka düşünsel
4.. "Düşünce, anlamlı tümcedir" ayrımlar gerektirmektedir. Bir ara, kuşlara ve sıçanlara
4.001 "Tümcelerin toplamı dildir." sayma öğretilebileceği düşünülmüştü. Bu tür
4.002 "İnsan, her anlamın dilegetirilmesini sağlayan çalışmalardaki bir yöntem, bir kuşa dört nokta
diller kurma yeteneğine sahiptir; her sözcüğün nasıl gösterildiğinde, kuşun dört numaralı kutudan yiyeceği
ve neyi imlediği konusunda hiçbir fikri olmaksızın. almasıdır. Bu iş hemen hemen yedi niceliğe kadar
Nasıl ki insan, tek tek seslerin nasıl çıkarıldığını gerçekleşerek, kuşların sayabildiği çıkarımını getirdi. Ama
bilmeksizin, konuşur. doğru bir çıkarım değildi. Sayılar dizgesinin en temel
Gündelik dil, insan organizmasının bir parçasıdır ve özelliği, sayı dizilerinin sonsuza kadar gidebilmesidir, her
ondan daha az karmaşık değildir. zaman bir artırılabilecektir dizi. Kuşların, çok fazla sayı
noktasını eşleştirebilmesini sınırlayacak bir kapasitesi
Dilin mantığını dolaysız olarak çıkarmak, insan için
olabilir. Ama asıl sorun bu değildir. Sayma yeteneği, "aynı
olanaksızdır. şeylerin çoğunu" sayabilmekten farklıdır.
Gündelik dilin anlaşılması için yapılan sessiz
düzenlemeler, korkunç derecede karmaşıktır. Sayma Melekesi Nasıl Gelişti?

5.6. "Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarını imler." "Beyin kabuğumuz (korteks) nasıl gelişti?"
L.Wittgenstein, Tractatus Mriganka Sur
"Doğal olarak."
Pasco Rakic
sözcükleri ayıklar ve evrensel gramer ilkelerini kullanarak
değişkenler ataması yapar, ve bu ifadenin yapısal Büyük olasılıkla sayma melekesi hep vardı, ve evrimsel
tanımlamasının izdüşümü ile parçalarının nasıl gelişimin bir aşamasında ortaya çıktı. Bu noktada şu
ilişkilendiğini belirler. iddiada bulunulabilir: sayma yeteneği, dil melekesinin bir
ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Dil melekesi, biyolojik
Dördüncü sorunun çözümü daha çok gelecekteki (dirimbilimsel) anlamda özel bir yere sahiptir. Teknik
çalışmalarla belirlenecek. Bu tür problemlerin çözümünde terimlerle ifade edildiğinde, ayrık sonsuzluk (discrete
insan deneklerin kullanılması etik nedenlerle infinity) özelliği vardır. Basitçe ifade edildiğinde, her
dışlanmaktadır. Hayvanlar üzerinde uygulanabilen tümce sabit sayıda -bir, üç, sekiz, kırkaltı gibi- sözcük
yöntemler, insanlar üzerinde kullanılamıyor ve bu nedenle içerir. İlkesel olarak bir tümcenin içereceği sözcük
araştırmacılar doğal (daha doğrusu doğanın sunduğu) sayısının sınırı yoktur. Hayvanlar dünyası için bu aynı
deneylerle yetiniyorlar: kazalar, hastalıklar vb. Çocukları değildir. Maymunlar için sınır bellidir, diyelim ki kırk. Arı
önceden saptanmış ortamlarda yetiştirmemiz, bu ortamın dilinde ise bu sınırsız olmakla birlikte, farklıdır.
değişkenleriyle, edinilen dil arasındaki ilişkileri bulmamız İşaretleşirken sınırsızca değişik tonlar üretebilir ve sınırı
olası değil. Beynin içinde olup biteni anlamak için algılama eşiği ile belirlenir, tonlar ise süreklilik içindedir.
elektrotlar bağlamak beynin bir kısmını Kısacası, dil olarak tanımlanması doğru olmayan farklı bir
çıkarmak/haraplamak yine engelleniyor ve bu koşullarda dizgeleri vardır.
beyinsel mekanizmaları keşfetmek zor görünüyor.
İnsan dili tamamıyla farklı, hatta birik (unique) bir ayrık
Bir takım beyin işlevlerinde, örneğin görme süreçlerinde sonsuzluğa sahiptir. Aslında, insanın sayma melekesinin
insan ve hayvan beyinleri benzeşimleri gösterdiği için insan dilinden bir soyutlama olduğu söylenebilir. Dilin
deneysel çalışmalar olasıdır. Oysa, bildiğimiz kadarıyla, dil özel ayrıntı ve kalıplarını biryana bırakıp, ayrık sonsuzluk
işlevleri özgün ve ayrık bir insanlık özelliğidir. özelliğini konımakla edinilmiş olmalıdır. Yine de geriye
kalan sorun, insan dilinin kökleridir. Spekülatif olarak
Akıl/beyin problemi ve bir takım düşünce süreçlerinin söylenebilecek şeyler var. Uzak bir dönemde, insan, ayrık
nasıl oluştuğu, evrimsel ve felsefi açılardan bakıldığında, sonsuzluk kavramının doğmasına neden olan bir
Descartes'in mekanistik dünya görüşünden başlayıp diğer mutasyon geçirmiş olabilir (Evrim süreçlerinde
kuramlarla da irdelendiğinde, yine de doyurucu bir yanıt açıklanması güç/olanaksız olan kavramların eski
elde etmek olası değildir. Zamanlarda yaşanan bir mutasyona dayandırılması
oldukça yaygın bir kolayakaçıştır. Bunun benzer örneğim,
İnsanın düşünsel işlevi ve yapısını irdeleyebilmek için insandaki şiddet ve savaşma dürtüsünü 'kayıp dönem'
sayıların beyindeki yerini ele alalım. Çocukların sayılar (missing link) denilen evrim döneminde Arap
dizgesini edinme kapasiteleri olduğunu biliyoruz. yarımadasında yaşadığı bir göktaşı ve radyasyon yağmunı
Saymayı öğrenebiliyor ve ardından da sınırsızca türetim ardından geçirdiği mutasyona bağlarken görüyonız). Bu
yapabiliyor, ardışık olarak sayabiliyorlar. Aritmetik işlem
38
linguafranca

şimdilik bilinmeyen bir şekilde hücrelerin çalışma söylediklerine pek kulak asmayın, eğer karşılaştığınız
mekanizmalarının fiziksel özellikleriyle ilişkilendirilebilir. problemlerin çözümü için kılgın (pratik) bir takım
değerleri olduğunu hissetmiyorsanız. Ama bazen
Aslında en doğrusu, soruların çoğunun, şimdiki gerçekten yararlı olabilirler.
(belki de sonsuza dek) düşünsel yeteneklerimizi,
aştığıdır... Benim kendi araştırma yöntemlerime gelince, aslında bir
yöntemim yok. Tek araştırma yöntemim diyebileceğim,
Ulu ÇOMS'Kİ'nin Söyledikleri: ciddi bir probleme sıkıca sarılmak, çözüm için tüm olası
yolları sürekli gözden geçirirken bunu çözmek/açıklamak
Aklımızın, işlerliğe kavuşmaları için belli şekilde etkili, için fikir üretmektir. Tamam, bu bir yöntem değil, yalnızca
uyarıcı ortamlara gereksinimi olan çok zengin melekeleri makul ve sağduyulu olmak. Ama benim bildiğim
var. Çocuk yetiştirmenin iyi bir yöntemi, o halde, çocuğu kadarıyla da, herhangi bir problem, benim, sizin ya da bir
uyaranlarla ve sevgiyle dolu bir ortamda tutup, doğal kuvantum kuramcısınınki de olsa, bu, bir problemle
yeteneklerinin yeşermesini beklemektir. Bu melekeler uğraşmanın tek yoludur. Bir takım alanlarda, örneğin
öğretilemez. Gelişmesi için, tasarlandığı şekliyle psikolojide insanlar araştırma yöntemleri geliştirmek için
işlemesine olanak sağlanabilir ancak. önemli zaman ayırıyor, çalışmalar yapıyorlar. Başka bazı
alanlarda, fizikte bu tür çalışmalar, yöntem araştırmaları
Okullarda yapılanlarsa genellikle bunun tersidir. Okul yoktur. Örneğin MİT fizik bölümünde deneysel yöntem
sistemi uyumculuğu ve başeğmeyi öğreterek, çocuğun dersleri diye bir şey yoktur. Oysa psikoloji bölümlerinin
doğal yeteneklerinin gelişmesini baltalar. Ama inanıyorum çoğu yöntembilim derslerine büyük yer verir. Bundan
ki bunun çok iyi toplumsal gerekçeleri vardır. çıkarılabilecek dersleri siz düşünün artık.

Psikoloji ve dilbilim, insanlara ve öğretmenlere, yani Her organizma, ancak zengin ve uyarıcı bir çevrede doğal
çocuklarla uğraşanlara, onlara nasıl davranılması ve nasıl kapasitesini ortaya çıkarabilir. Yine öğretme tekniğini, bir
eğitilmesi gerektiği gibi sorulara yanıtları varmış izlenimi çiçeğin iyi büyümesine olanak sağlamak benzeşimine
verip, büyük kötülükler yapmaktadır. Bilimciler tarafından dönersek, su vermezseniz çiçek büyümeyecek/çiçek
getirilen öneriler genellikle çılgıncadır, ve sorunlar olamayacaktır. Çiçek olması gerektiğini sudan
yaratacaktır. Somut birçok örnekten birisi, Porto Riko'da öğrenmiyor, ama ağaç olsaydı aynı suyu kullanarak ağaç
bir toplantı sırasında hem linguistik anlatmam, hem de olarak büyüyecekti. İnanıyorum ki aynı şey insan
okullardaki dil eğitimi programlarını gözden geçirmem gelişiminde de geçerlidir, dil ve düşüncenin gelişimiyle
istenmişti. Porto Riko'da İspanyolca konuşu iviyor ve birlikte.
İngilizce öğrenimi de zorunlu tutuluyordu. Her çocuk 12
yıl okula zorunlu olarak gidiyor ve haftada beş gün "Köklerinden aldığı suyun yeterliliğini ya da yetersizliğini
İngilizce öğretiliyordu. Mezun olduktan sonra İngilizce iki bir ağaç ne kadar bilebilirse..."
sözcüğü yanyana getiremezlerken, diyebilirim ki Porto Edip Cansever
Riko'da İngilizce konuşabileceğiniz insanlar yalnızca "Ölecek kadar bilebiliyor. Doğa felsefesi de bunu
okula gitmemiş yaşlılardı. Nedir bunun anlamı? Bir takım kanıtlıyor."
okul ziyaretlerimde, İngilizce'nin en son kural ve
kuramlarla öğretildiğini gördüm. Bu kuramlar (o yıllarda
t alışkanlık temelleri üzerine kurulmuş, davranışçı kurallar) Kaynakça:
o denli sıkıcıydı ki, üç dakikada uyku getiriyordu. Sınıfta
gördüğümüz şey ilgisiz ya da ders dışında şeylerle 1. Language&Problems of Knowledge, 1991 N. Chomsky
uğraşan öğrencilerdi. 2. Tractatus, L. Wittgenstein
3. Figures of Speech, 1994 (The Sciences 34/1) D. Bereby
Doğru olanı şudur: Öğretimin % 99'u öğrencilerin ilgisini 4. Kök Türkler, 1987 S. Divitçioğlu
konuya çekmekle, geri kalan %1'i sizin yöntemlerinizle 5. Eski Türkçenin Grameri, 1988 A. von Gabain
ilgilidir. Bu yalnızca dil için değil, her konu için geçerlidir. 6. A Case of Syntactic Change..., 1980 E. Erguvanlı
Okullar ve üniversitelerden biliyoruz. Sınavları geçene 7. Embodiments of Mind, 1988 W.S. McCulloch
kadar çalıştığımız dersler bir hafta sonra unutulur. Eğer bir 8. Sıçanlarda Sayma, 1989 H. Bahçekapdı
neden bulmuyorsanız, öğrenilen şeyer unutulmaya 9. Sayılar Kümesinin Beyindeki İzdüşümü, 1992 A. Kurt
mahkumdur. Eğer anlamlıysa, yöntem ne kadar kötü de 10. Şiir Üstüne Söyleşi-BROY, 1985 E. Cansever
olsa öğrenirsiniz. Bu durumda, üç yaşındaki Porto Riko'lu 11. Şiirle Düşünmek, 1985 A. Kurt
bir çocuk İspanyolca'yı) öğrenecektir. Çünkü toplumsal
çevresinde barınma gereksinimleri bunu zorlayacaktır.
Oysa, aynı ortamda on yaşındaki bir çocuğun İngilizce
öğrenmesi için gerekçesi yoktur. Hele kullandığımız
bıktırıcı yöntemler, bunu hepten olanaksız kılacaktır.

Kısaca, sağduyunuzu kullanın ve bilimcilerin

39
-kimsesiz çığlık-

BALIK MEZARLARI
bayram keten

I.
Bir insan kaç düş kurabilir.

Dün kimsenin beğenmediği eski defterleri karıştırdım


ilkokul harfleriyle yazdığım.
Dökülen yapraklarını dallarına mandallarken ağaçların
kurduğum bir düşe rastladım
Yalınayak ve kimsesizdi. Güzeldi.

Bir balon dünyadan uzaklaşıyordu.

II.
Yüzüm artık hava kaçıran balondu, büzüşüyordu...
Yanımdaki yolcu, belki aşktı, bilgeydi:
'O düşüne geçmek istiyorsan, bir başka düşünde
bırak beni' diyordu
Ah hayalkırıklığı
Ah beyaz bir kumaşın emdiği kan
Bir insan kaç düş kurabilir...
Ah, geç anladım bana ihanet edenlere neden kızamadığımı

Bunca düş ve bunca ihanet...


Neden balık mezarlarında yaşıyorum.

İstanbul, 12 Mart 94

40
puslu manzaralar

YARATICILIĞIN ŞİDDETİ
yelda karataş

"önce söz vardı". Sözden önce...


Henüz suçun bilinmediği çağlarda... Duygular vardı. Ateşi getiren
duygular... Isıtan, büyüten duygular...
Onları kim yargılayabilirdi ki..
Biri, birinin tenine değdi. Dokunmanın muhteşem bütünlüğü...
Duydukları aşfaı. Kendini dünyadan koparmayan aşk..

Gözleri gökyüzünün sonsuz pırıltısını içtiğinde


ona söylemek istedi. O kendisinden ayn biri değildi...

Tanrıya ve kendine yabancılaşmayan insan.


Ürettiğini kendinin parçası olarak yaşayan insan...
Tek şey biliyordu: yaratıcılığın şiddeti...
Bütün dünya kendine benziyordu. Ya da kendisi bütün dünyaya.
Asla vahşi değildi... Dünyayı yokedecek ilk hareket kendini
yoksaymak olurdu...

İnsan olduğunun bilincinde olmayan insan...


Hayatın öznesi olan insan...
Duyguların ve yaratıcılığın şiddetinden utanmayı bilemezdi.

Taşı yontarken çıkan sesin güzelliği, varolduğunu


duyumsatıyordu ona...

Duydumlarının derinliği dayanılmazdı.


Aynı şiddette bir başkasına iletme isteği duydu..
Tanrısal çığlığını gökyüzüne fırlattı.

Ve bütün insanlığın önünde diz çöktüğü sözü yaşadı.

İlk söz aşktı..

İlk ses şiir.

41
gizli hazine

ATMACANIN BEKLEYİŞ ANI


kaan yazıcıoğlu

günler boyunca onun geniş kültürüne, müşahade


Sayın Hayalet Gemi Yazarları, yeteneğine ye tabiata karşı merakına hayran oldum
diyebilirim. Özellikle o zamanlar (ve halen) çok sevdiğim
Ben bir emekli gemi kaptanıyım. İsminden müsemma bir feylesof olan Aristo hakkında sohbet ederdik. Bana
derginizi Kadıköy vapur iskelesinde gördüğüm günden gittiği yüzlerce ülkenin örf ve adetlerini anlattı, ben de hiç
beri okuyorum. Geçen sayınızda okuyucu kuryesine alışkanlığım olmamasına rağmen ona mesleğimi,
ayırdığınız bölüm çok hoşuma gitti, ben de bir anımı gördüğüm limanlan, tuhaf özelliklerini anlattım. Birgün
aktararak katkıda bulunayım dedim. beraber gözlerimizi dikmiş denize bakıyorduk ki, sanki
yine aklımızdan aynı şey geçiyormuş gibi denizden sohbet
Belki neşretmezsiniz, ziyanı yok, mühim olan dergi ile ettik. Görünüşün ne kadar aldatıcı olabileceğini
okuyucaları arasındaki zihni münasebet değil midir? Yine söyleyerek fikirlerime iştirak etti. Karada da böyle şeyler
bu münasebet değil midir, birbirini hiç görmemiş bizleri, bulunabilirmiş. Aslında hareketin daha zor farkedilebilir
birer hısım, hatta kardeş gibi birbirlerine yaklaştıran? bir şey olduğunu ekledikten sonra, artık sararmış
Çünkü bu fikri münasebetler, birazdan anlatacağım sayfaların arasında torunlarıma okuduğum -şimdilik pek
vakanın da göstereceği gibi, bizi günlük hayatın yeknesak faydalı olduğunu sanmıyorum, ama ilerki yaşamlarında
düzeninden çıkarır, belki o hayat içinde farkedemediğimiz anımsayacaklardır muhakkak- atmacanın hikayesini
nice büyük mesafeleri aşmamızı, nice entim duygulan anlattı. Onu o yolculuktan sonra bir daha hiç görmedim.
açığa çıkarmamızı sağlar. Bir an düşünün, kimbilir her Son kez köprüde elimi sıktı, ve "Kaptan", dedi, "insanların
sabah kapı önünden bir selamsız geçtiğimiz komşumuz bazıları sadece anlatır, ve bu özelliklerinden ötürü
nasıl bir insandır? Sokakta bize yol soran çocuklar, nereye anlattıkları kraldan daha çok anılırlar, siz ise krallardan
gitmektedirler, gözleri bir noktaya dikili kalmış trafik polisi birisiniz."
ne düşünmektedir? Ben özellikle uzun deniz seyahetleri
içinde bu meselelere vakit ayırabilmiş, ve ancak çıkanların Size bu hikayeyi evvela aranızda gençler vardır diye
bileceği o uçsuz bucaksız denizin ortasında, kendi küçük yazıyorum, yoksa da, ve eğer neşrederseniz özellikle
defterine birşeyler karalama şansı bulabilmiş bir kaptanım. "Şiddet" limanına geldiğiniz şu günlerde tüm gençlere
ibret-i alem olacak bir hikayeyi nakletmek istedim. Ara sıra
Derginizin erbabı bilir; derya, aslında içinde her an yeni benim kırmızı kaplının silinmiş yerlerini, aynı torunlarıma
birşeylerin hasıl olduğu, mamafih hiç değişmez gibi yaptığım gibi, konuyla ilgili ilgisiz küçük anekdotlar,
görünen ve daha asri ilimadamlarının bile keşfetmediği küçük bilgilerle süsleyeyim dedim. Buralarda hem
ayrı bir dünyadır. Onun bu sabit hali bazen denizcileri kaptanın çocukluk anılarını, hem de şaşılası bir
büyüler, denizler üzerine masallar anlatmaları, ve her mahlükatın tuhaf özelliklerini müşahade ederseniz, lütfen
çıktıkları limandan hatıralar almaları, hatıralar bırakmaları hoşgörü ile karşılayın derim. Yine de, umarım bu satırlar
işte bu büyünün denizciyi korkutmasından meydana gelir. derginizin gözleri hızlı, dimağı tezcanlı genç okuyucusu
Bence bir denizciyi sadece kara kendine getirir, ondan için mübalaaya kaçmaz. Binaenaleyh, dilimin eskiliğini de
sonrası denize çıkanın anlayabileceği birşeydir. görmemezlikten gelirsiniz umarım, benim kırmızı kaplının
bazı kelimelerini torunum Mehmet'e söyleyip,
Bazı limanlarda kaptanın yanına verilen yolcular olurdu o öztürkçelerini yazdırdım, o da büyüyünce kaptan olacak,
zamanlar. Nakliyat şirketinin bir yolcusu, bir şirketin sizin de gözünüze takılan yerler varsa, siz de tashih
temsilcisi, ya da başka müstesna bir-sebeple bir yük edersiniz, olur biter.
gemisine binmek zorunda kalanlar. Çoğunluğuyla
tanışmadım bile bu yolcuların. Hem işimde disiplini Hakkaniyetle söylemek gerekirse, asıl kral oydu, ama
severim, hem de boş zamanlarımı hep küçük, kırmızı kaplı madem ben hikayeyi ondan öğrendim, bu hikaye de onun
defterime ayırmak istemişimdir. imzasını taşıyacak, ve onun başından geçtiği haliyle
nakledilecektir, yani, benim yıllar evvel dinlediğim, sonra
Bunlardan biri, uzun, ince, sivri sakallı, uzaktan kısa sürede kırmızı kaplıya çiziktirdiğim gibi.
bakıldığında bir kaptana benzeyen bir adamdı. Güvertede
dolaşır, kendi tek kişilik kamarasında hazırladığı ve En Derin Hürmetlerimle,
üstünde buğular tüten birşeyler içerdi. Bir kaptan gibi Ahmet Cemil Yörener
denize dikerdi gözünü. Bir gün, hiç teklifsiz ben yazarken Not: Bir kez hayalet gemiyi adamlarımla birlikte gördük,
içeri daldı. Elini uzattı. Tanıştık, ve tanışmamızı müteakip ama onu da başka bir sefere.

42
gizli hazine

çullanınca ağ kapanırmış. Eğitimleri önce evde beslemekle


Atmacanın Bekleyiş Anı başlar, sahibine geri geleceğine emin olunduktan sonradır
ki ilk kuş avlatılır, ama bu kuş hemen alınırmış elinden,
Benim çocukluğum "Hayvanlar Alemi" gibi yemeye başlamasın diye. İyi eğitilmiş atmacaların kuşları
ansiklopedilerin arasında geçti. Bunlarda apayrı bir dünya hemen getirdiği görüldüğü gibi, gidip dönmeyenlerine de
vardı; arslanların kükrediği, yılanların tısladığı, anların rastlanmış.
"yararlı işçiler" olarak hayranlık verici sosyal
organizasyonları içinde çalıştığı. Bütün bunları duyduktan sonra atmacalar benim için
daha bir merak konusu oldu. Ava da çıktım, ama atmaca
Şimdi bakıyorum da, bu ansiklopediler bir kenara dursun, gibi bir hayvan gördüm diyemem, o bir av köpeği değildi.
çocukların dikkatini kendi uğraşları bile çekmiyor. Gün Hayvanları bulmuyor veya sürüp avcıların önüne
geçmiyor ki yeni bir elektronik oyuncak piyasaya getirmiyordu. Kendisi avlıyordu. İnsana alışkın mıydı?
sürülmesin. Hem bizim çocukluğumuzun hayvanları daha Sanmam. Saldırdığını görmedim. Ama pençeleri ve ustura
bir başkaydı. Onlar daha çok hayal aleminin birer kadar keskin gagası çıplak tene temas ettiğinde bile
ürünüydüler, hayvanat bahçelerinin güneşli günlerinde, yaralayıcı olabiliyordu. Onlara güzel Türkçemizde atmaca
tellerin ardında dokunulmazlıkları vardı. denmesinin sebebini daha tecrübeli avcılardan öğrendim.
Bu hayvanları kuşak kuşak yetiştirenler, atmacanın
Benim hayvanlarımın arasında bir tanesi var ki, tüm kalıtımdan gelen avlanma iç güdüsünü nasıl
yırtıcıların arasında en mağrur duranıydı. Kırmızı et mükemmelleştirdiğini kendi gözleriyle görmüşlerdi:
parçalarını yediği kafesinin dışında, ilk defa bir köy Atmaca, yavruları uçabilecek hale geldiğinde yuvadan
kahvesinde tanışacaktım onunla. Altı-yedi yaşlarındaydım, ayrılıp bir kuş avlıyor, ama onu öldürmeyip sadece tek
ve bakışları bir daha çıkmaksızın belleğime kazınacaktı. kanadını kırıyordu. Bu yaralı hayvanla metrelerce
havalanıyor, ve yuvaya fazla uzak olmayan bir yerde onu
Trakya köylülerinin kocaman sarı dişlerini göstererek bırakıyordu. Tecrübesiz yavrularına düşen bu doğru
güldükleri bir yaz günüydü. Atmaca, ters oturulmuş tahta dürüst uçamayan kuşun üstüne çullanmaktı; avcıların da
iskemlelerini bir tanesinin sırtlığına tünemişti. Gümüş bir daha sonra bunu denediklerini, ama o kadar iyi sonuç
halka ile pençesine bağlı zincir, biraz aşağıya doğru alamadıklarını duydum. Doğada yetişenler her zaman
sarktıktan sonra saç örgüsü gibi deri bir ipe geçiyor, o da daha iyi avcılar oluyordu.
yine deriden bir kolluğun altındaki halkayla birleşiyordu.
Atmacanın dikkatli gözleri, arada bir onu övmekten başka Bunun gibi tesadüfler bana yıllar boyunca atmacayı
bir işe yaramayan sahibi başını okşadığında aşağıya doğru öğretti. Onda bu kadar sonra beni hâlâ çeken şeyin ne
eğiliyor, zaman zaman kapanır gibi oluyordu. Sahibi bir olduğunu bilmiyordum. Küçük bir köy kahvesindeki o
ara ipini mi kastı nedir, o hareketsiz gövde, o kadar adamın mağrur hali mi? Eğer öyleyse, insan belleği son derece
arasında kısa bir hareketle bir on santim kadar geri fırladı, açgözlü.
meşin kolluğun üzerine kondu. İşte o an, o küçük kuşun
nasıl bir avcı olduğunu hissettim. Belki bir avcı değil, Göz gezdirdiğim bir uygarlık tarihi kitabında Eski
başka birşeydi, ama bunu daha sonra öğrenecektim. Yunanlıların da atmaca ile avlandıklarını okuyup,
Kahvedeki köylüler gülüştüler, o başını iki yana salladı, şaşırdım. Büyük ihtimal bu alışkanlık Romalılara da
kanatlarını gerip, kapadı, sert gagasını kısa teleklerin geçmişti, çünkü Sicilya Kralı II. Frederik'in atmacalar ve
arasına soktu, yanında bir köylü elini uzatacaktı ki, sahibi atmaca avı üzerine bir kitabı var. Anadolu'da ise
onu uyardı, atmacanın gagası geri gitti, sonra yine düzeldi, Selçuklularda, Osmanlılarda, okla avlanmanın yanı sıra
benden yana çevirdi gözünü. Sohbetin sonuna doğruydu, nezih bir soylu eğlencesi olarak devam etmiş bu gelenek.
ben büyük adamların arasından onu izliyordum, sahibi Orta Avrupa'da Charlemagne, Fransız krallarının hemen
kalkar gibi yaptı, o hemen kendini geri attı, pençelerini tümü, atmacaları çok sevmiş ve beslemiş. Bu kadar çok
meşine geçirdi. Benim dikkatimi farketmiş olacaklar ülkenin armasında kartal olması da başka nasıl
açıklamalarda bulundular bana; ne kadarı avcı mavrasıdır açıklanabilir zaten? Bence onlar daha çok atmacalara
bilemem, ama sahibi daha önce avladığı bir kuşu benzerler.
pençesine verdiğinde gagası ile tek tek tüylerini
yolduğunu gördüm. Mükemmel bir avcıymış, av zamanı Mesleğim gereği dünyanın çeşitli ülkelerine yaptığım
onu meşin kolluğa bağlayan ip çözülür, kuşların peşi sıra yolculuklarda, eğer bir şehrin hayvanat bahçesi varsa,
bırakılırmış, avı bittikten sonra da ufak tefek armağanlar yaptığım ilk iş gidip onları görmek olmuştur. En özenli
verilir, sahibine kadar getirdiği kuş için fıstıklar, kuru uygulamalarda, doğal ortamlarına benzeyen, kayalıkların,
üzümler alırmış. Bazılarının üretilmesi bile mümkün bir kaç ağaç ve su birikintisinin dekoru tamamladığı çok
olmuş. Peki nereden geliyordu bu mükemmel avcılar? büyük ve üstü tellerle kapalı kafesler gördüm. Buralarda
rahat ama sanırım biraz sıkılmış bir halde duruyorlardı.
Onu da daha sonra öğrenecektim. Özellikle denize yakın Ayrıca sıcağı da pek sevmezler. Onlar için en iyi ortam,
yerlerde, göç yolları üstüne kurulan ağlarla doğadan bana kalırsa Amerika'daki doğal park alanlarıydı. Bunlar
kopartılıyorlarmış. Bu ağlara "üveyik" denilen yavru kuşlar hayvanlar yerine ziyaretçilerin belirli sınırlan aşamadığı,
konulur, atmaca göçün verdiği yorgunlukla bu kolay ava

43
gizli hazine

hayvanların kendi doğal ortamları içinde, sadece park söndürüp uyudu.


bekçileri tarafından korunarak, serbestçe yaşayabildikleri
yerlerdi. Bir dostumla girdiğim bu parklardan birinde, Ertesi sabah yakınımızdaki ağacın üstünde gördüm onu.
engin kırların ortasındaki küçücük bir arabanın içinden Kendisine baktığımı farkedince, "sus" gibilerinden bir
bu sarp kayalıkları seven kuşları göremediğime şeyler yaptı, birden ağacı sallayıverdi, birsürü kuşun göğe
üzülmüştüm. Amerikalı dostum bana kel Amerikan havalandığını gördüm. Koşarak yanıma geldi, eliyle
kartallarını bile gösterebileceğini söyledi, fakat atmacaları kayalıkları gösterdi. Dürbünü bulamayacak kadar uyku
nasıl bulabileceğimizi bilmiyordu. "Danışma"ya mahmuruydum, atmacanın havalandığını görmedim.
başvurduk, genç bir çocuk bu konuda bana yardım
edebileceğini ama yeterli malzemem olması gerektiğini Öğleye kadar bumerang denemeleri ile geçti. Ona bir kez
söyledi. Bunu bilmiyordum işte. Sonunda yeterli malzeme de bumeranga bir biftek sarıp atmayı teklif ettiysem de
dedikleri botlar, sırt çantası ve bir sürü kamp ıvır zıvırını gülüp geçti. Sabırlıydı. Zaten bifteğimiz de kalmamıştı. O
alıp yola çıktık. Bunlar belli bir ücrete karşılık verilen gün güneşin batmasına doğru ağzında bir çöp
hizmetlerdi. Bana eşlik eden doğa bilimleri öğrencisi düşünürken gördüm onu. Yanına gidip bu kadarının
çocuk, yine de onları bulmamızın garanti olmadığım yeterli olduğunu söyleyerek teşekkür edecektim ki,
söylüyordu. Bazen birkaç gün de alabilirmiş. Bense onu "rüzgarın yönü", dedi, "rüzgarın yönüne göre geliyor
hafifçe gülümseten bir şekilde bunun hiç önemli kuşlar, genelde güneye dönük beklemesinin sebebi bu.
olmadığını atmacaların doğal ortamına bu kadar Bu mevsimde rüzgarın tersine gelmeleri beklenir, yaz
yaklaştıktan sonra bir ay boyunca arayabileceğimi bitiyor". Ertesi gün yine deneyecektik. Ama daha önce
söyledim. gidip, yuvasının yakınına kadar çıkmamız gerekti.

Bir ay sürmedi, ama üç günlük kamp hayatı ve yürüyüşten Bizden on-onbeş metre yüksekte, akşam rüzgarının
sonra onları neredeyse her tarafı yeşil çayırlar ve tek tek arasında, telekleri titrerken gördüm onu. Uzaklarda
ağaçlarla çevrilmiş bir sarp kayalığın içlerinde bulduk. Bir birşeyler unutmuş gibi bir hali vardı. Günün son
iki yuva vardı. Daha yavrular gözükmüyordu. Bazen ışıklarında, sabahki gibi, belki gece avına hazırlanırken,
çayırda bir uçurtmanınkisine benzer bir gölge bırakarak olduğu yerde hareketsiz, kaskatı duruyordu. Rehberim
üstümüzde turlar atıyorlardı. Çoğunlukla da kayalıkların bulunduğumuz yere biraz ekmek kırıntısı bıraktı.
en fazla kendilerinin sığacakları bir yamacında, güneşin
altında, saatlerce dikiliyorlardı. Ava gidiyor, gagalarında Ertesi gün, birkaç mil kuzeye gittik. Burası beklediğimin
avları ile dönüyorlardı. Ertesi gün rehberim dönmek aksine, yazları herhalde yarı-çöl bir yere dönüşen çorak bir
gerektiğini söyleyince, ona bu kadar yolu atmacaların araziydi, tek tük dikenli çalılar, kumla beraber yüzlerce mil
nasıl avlandıklarını görmek için geldiğimi söyledim. Bunu sürüklenmek için rüzgarın şiddetlenmesini bekliyorlardı.
ancak biraz şansla olabileceğini, ama millerce bir araziye Oturduk, gözlerimizi uzaktaki kayalıklara dikip
yayılan av sahalarının herhangi bir yerinde bu ava beklemeye başladık. İkimiz de yorgun, sakallarımız bir
tesadüfen şahit olmanın zor olduğunu anlattı bana. Yine karış uzamış, yanımıza aldığımız erzak hemen hemen
de kendisi okuldan öğrendiği kadarıyla birşeyler izah tükenmişti. Biraz umutsuz, biraz bu kadarını bile
edebilir, hatta "gösterebilir" di bile. Razı olup onu görebildiğim için sevinçliydim. Öğleden sonra, uyku
seyrettim: Eline kauçuktan yapılmış küçük bir bumerang bastırmıştı, rehberim beni bilmem kaçıncı kez uyandırdı:
alarak göğe fırlattı. Bende elimde dürbün, gözümü Başımızın üstünden bir kuş sürüsü geçmiş. Göç mevsimi
kestirmiş atmacaya bakıyordum. Yamaçtaki atmaca bir an idi ve başımızın üstünden hemen her yarım saatte bir kuş
başını çevirdi, sonra yine, mağrur havasıyla çevreyi sürüsü geçiyordu. Onların da bölük, pörçük, acele ile
süzmeye devam etti. Rehberim bana "iyi izle" dedi, ve gidişlerini izledim, ne altlarında ne üstlerinde, ne de
yuvanın biraz daha yanına gitti. Alıp bumerangı havaya peşlerinde atmacaya benzer bir hayvan yoktu. Onları
savurdu, bumerang havalandı, nerdeyse yuvayı bile geçti, izlerken bir an gözüme güneş geldi, rehberimin dediği
ve kavisini tamamlayıp rehberime doğru dönmeye başladı. gibi, yuvaya doğru bakmanı gerektiğini hatırladım. Doğru,
Atmaca taş gibi kıpırtısız bekliyordu. Yine atmaca kalkmış, tek motorlu bir uçak gibi ağır ağır batıya
havalanmayacak sandım. Bir bumerangla kuşu doğru uzaklaşıyordu. Başımı çevirip, yine uzanacaktım ki,
ayırdedebilirdi. Ama dürbünü uzattığımda yerinin rehberim neredeyse beni şiddetle omzumdan sarsıp,
bomboş olduğunu gördüm. Havalanmış bir nokta gibi "bak", dedi: atmaca batıya doğru uçuşuna devam etti,
yükseliyordu. Rehberim yerden yanına düşen kuşlar da üstümüzden geçip gittiler. Avcı kuş neredeyse
bumerangını alarak "boşver" anlamında başını salladı. gökte bir nokta olmuştu ki, sanki havada asılı kaldığını
Atmaca birkaç saat sonra yuvasına geri döndü. Akşam sandım. Burada birkaç kanat çırptı, ardından belirsiz bir
rehberime başka bir yere gittiğini nasıl anladığını sorunca yere doğru düşmeye başladı. Yerde bir av arıyordu belki
bana uzun açıklamalar yaptı, yere eğriler çizdi. Herhalde de. Onun indiği yere doğru alçalan bakışlarım, ufuk
İngilizcemin de yetersizliğinden, bu akademik notlardan çizgisinin biraz üstünde, artık atmacanın altına gelmiş
pek birşey anlamamıştım, ama bana sürekli tekrar ettiği olan kuş sürüsü ile karşılaştı. Müjdeli bir haber almış gibi,
"Bumerang'a doğru yöneldi" bahanesi kafamı daha da sevinçle dört bir yana dağıldılar. Geride, bizim biraz daha
karıştırıyordu. Rehberim o gece başka birşey demedi. yakınımızda, onun bir kuşa yapışır gibi çarptığını gördüm.
Kamp ateşini filmlerdeki gibi kahvenin kalanıyla

44
gizli hazine

Sanki kulağıma tok bir ses geldi. Yanımdaki genç gözleri, ufukta uçuşan, başka ülkelere göç eden kuşlar
öğrenciye baktım, bembeyaz, yorgun yüzünde, ders arasında kendine göre hesaplar yapıyor, sonra bir tanesini
kitaplarının ona anlatamayacağı birşeyi görmenin iptal edip bir başkasına, bir başkasına takılıyor, en iyi
heyecan dolu ifadesi vardı. İkisi bir an sanki birleştiler; veriler birbirini tutmadıkça havalanmıyordu. Biz o akşam
atmaca-kuş karışımı bir süre alçaldı, ancak sonra kısa onu seyrederken havalanmıştı. Kafasının içinden ince
kanatlar havalandı, ağır bir güvenle kayalıklara doğru stratejiler, hesaplar geçiyor, ama bir türlü o "bekleyiş
yolaldılar. anına" ulaşamıyordu. Zorlukla görebildiğimiz bir kuşun
uçsuz bucaksız gökte onun ölüm hesaplarının tuttuğu bir
Atmaca'nın hedefe doğru kalkmasının nedeni onu noktaya gelmesini bir an bekledikten sonra, bizim
şaşırtmak istemesinden kaynaklanırmış. Atmaca belli bir yanımızda hayalansaydı? O bekleyişi de görmek istediğimi
yerde buluşacağı hedefi için bir hesap yapıp, güneşi düşündüm. Zaman geçtikçe, çocukluk anılarının
arkasına alacağı kadar yükselir, oradan da o noktaya çekiciliği mi, felsefe merakım mı bilinmez, o bekleyiş anı
doğru pike yaparmış. Yuvadan kalktığı zaman atmaca kafamı kurcalamaya başladı: Ama görseydim de
genellikle avına 30 derecelik bir doğrultuda yolalmaya anlayamayacaktım nasıl olsa. O da diğerleri gibi bir hesap
başlarmış. Yani yuvadan kalktığında bütün bunlar hesaplı anıydı, ve diğerlerinden tek farkı kuş havalandığı zaman
olduğundan, artık yeni bir kararı olmaz, sadece yerdeyken ortaya çıkıyordu. Onun keskin gözlerinin görüş alanına
yaptığı hesabı uygularmış. giren bütün kuşlara ayrı ayrı yapılan bir hesap. O zaman,
belki benim genç rehberimin hafif bir gülümseme ile
Sonra Atmaca'nın beni neden bu kadar etkilediğini karşılayacağı bir sonuç çıkardım kendime: Atmacanın
anladım: o bir an içinde bu hesabı yapıyor, ve kusursuz bekleyiş anı yok, atmaca her zaman bekliyor.
ölüm oyununu hiç düşünmeden havada yerine
getiriyordu. Rehberimin bana anlattığına göre, atmaca bu İşte, mahlükatın bir kısmı; kediler, atmacalar gibi
hesabı avını gördüğü zaman yapar, ama eğer hesabı hayvanlar, sevgili Kaptan, ademoğlunda zihnin bir anlık
tutmaz, şu veya bu sebepten ilgisini kaybederse, başka tutulmasına sebebiyet verirler. Şimdi, küpeştenin altında
yere bakar, başka hesaplar yaparmış. Böylece, "aslında uzanan uçsuz bucaksız denize bakıyorum, içimden size o
onun bütün avını durduğu yerde yaptığını söyleyebiliriz" bekleyiş anı ile ilgili daha açıklayıcı birşeyler söylemek
demişti bana. Yavruların eğitimi de bu av biçimine geçiyor, ama böylesine bir bakış bile artık cesaretimi
göreymiş. Kanadı kırık kuş düşerken, yavrular onunla kırıyor, aslında anlatılmaz birşeye nafile yöneldiğimi
buluşacakları noktayı hesaplamak, buna göre yuvadan hissediyorum. Kimler paylaşır derseniz bu garip halet-i
çıkmak, ve pike yapmak alışkanlığını kazanırlarmış. Sonra ruhiyyeyi? Kimler? Sizin gibi, ömrü tevazu içinde geçen
birşey daha ekledi rehberim: "Atmacanın, avını uslu denizlerin kaptanları, istasyonların ve bitmek
gördüğünde bir bekleyiş anı vardır; avı, ancak kendi tükenmek bilmeyen trenlerin memurları mı? Şu deryaya
navigasyon hesabına göre gelmesi gereken en iyi yere bakıyorum, dalgaların arasında envai çeşit hayvanın resmi
geldikten sonra hesabı geçerlilik kazanır ve planı bir görünüp bir kayboluyor, aralarından biri, o mai'den bir
uygulamak için artık ezberlediği uçuşuna başlar. Eğer anda tezahür etse... Korkuyorum, aklımdan geçenleri
gelmezse, o avı iptal eder, başka yerlere bakar". savuşturup, ikinci kaptanı dinliyorum; Cebelitarık'a
giriyoruz, dört derece kuzey, kuzey-doğu.
Amerika'dan yavaş yavaş uzaklaşan geminin içinde
-bildiğiniz gibi, sevgili dostum- o muhteşem ve acımasız
avı düşündüm. Ve bir önceki akşam onu kayalıkların
tepesinde gördüğümüz anı. Demek o anda atmacanın

45
deligömleği

VEJETERYAN KOMPLOSU

orhan selim

"27 Mayıs'ın ardında hiçbir yabancı gücün rolü yoktu; doğaya yakın bir varlıktır. İçgüdülerini nasıl kontrol
fakat bizde her olayın ardında bir komplo aramak edeceğini, zevk almayı nasıl erteleyeceğini henüz
milli bir gelenek gibidir." bilmemektedir; yaşken eğilip, bükülüp, şekil verilecek
olan o narin fidan henüz dipdiri ve asidir. Bu
Böyle söylüyordu televizyondaki ihtilalci subay. Fakat eğitimin en önemli parçası beslenmedir kuşkusuz.
dört tarafı düşmanlarla çevrili ülkemizin üzerine Çeşitli şaklabanlıklarla bu iğrenç sebze yemekleri
oynanan oyunları hepimiz biliyoruz. Komplo çocuğa yedirilmeye çalışılır. Komiklik para etmezse
teorileri oyunların maskesini düşüren biricik tehdit ve hatta dayak gündeme gelir.
düşünsel silahımız bence. Zaten her tür öğretinin
temelinde de komplo teorileri yatar. Örneğin dini Peki bu neden böyledir?
öğretiler bir başka açıdan okunduğunda, insanoğluna
hazırlanmış sınav/ödül-ceza üçgenine oturtulmuş bir İlk bakışta saçma ve boş bir soru gibi gözüken bu
komplo teorisi karşımıza çıkar. Ya da daha mistik mesele aslında düşmanlarımızın bize oynadığı
veya kimilerine göre felsefi bir açıdan bakıldığında korkunç bir oyunu günışığına çıkaracak olan çok
dünya tanrının yazdığı bir roman olarak ele önemli bir sorudur.
alınabilir. Roman ise komplonun, kurgunun ta
kendisidir. Üstelik bizim anladığımız anlamda bir Sorunu çözebilmek için biraz basitleştirmenin
komplodan çok daha derin, karmaşık ve çözülmesi gerekli olduğuna inanıyorum:
imkansız bir komplo. Notre Dame de Paris'nin
başdiyakozunun kaderi, Suç ve Ceza içine kıstırılmış Çocuk doğaya yetişkinden daha yakındır dedik, bu
Raskolnikov'un dramı, Tehlikeli Oyunlar'a kendini bir. Çocuk sebze yemeyi reddeder dedik, bu iki. O
kaptıran Hikmet'in bu kurguya karşı zavallı çırpınışı halde çocuğun (ya da uygarlaştırılmamış insanın)
birer hazin komplo değildir de nedir? içgüdüsel olarak sebzeye bir tepkisi vardır. Yani insan
özünde etobur bir canlıdır, ve ona yakışan da budur.
Komploların önemi ve değeri sanırım artık hepinizin
malumu. Hayalet Gemi zaman zaman çok önemli İnsanın etobur olması (komplocular omnivor gibi
komplolara işaret ederek kültür hayatımıza uydurma bir kavramın arkasına saklanarak oyunlarını
azımsanmayacak katkılarda bulunmuştur. Bu katkılara kurarlar siz aldırmayın) biyolojik bir gerçektir.
bir yenisini de ben eklemeye çalışacağım: Sindirim sisteminin otoburlarınki ile hiç bir ilgisi
yoktur. İşkembe, şirden , kırkbayır gibi ineklere özgü
Ispanak, pırasa, kereviz, enginar, bakla, lahana... Bu mide bölümlemelerine (çok şükür) sahip değiliz.
sebzeleri ne zaman düşünsek hafızamızda canlanan Tam tersine dişlerimizden barsaklarımıza kadar tam
kötü çocukluk anılarıdır. Bir çoklarımız için bu bir etoburu andırmaktayız. Hatta uzak, ilkel otobur
böyledir en azından. Çünkü bu sebzeleri severek ve günlerimizden kalma faydasız bir organ olan apandis
isteyerek yiyen çocuklar dünya çocuk nüfusunda zaman içinde körelmiş, tamamiyle işlevini
önemsiz bir ayrıntıdır sadece. Buna karşın sebze yitirmiştir.
yemeklerinin gelişmeye ve sağlığa yararlı olduğu
iddiası, çocukların zorla, cebren ve hile ile bu Peki o halde sebzeye yönelmemiz, et ürünlerinden
yemekleri yemeye zorlanmasına düşünsel bir temel uzak durmamız konusunda neden korkunç bir baskı
oluşturmaktadır. ortamı var?

Çocuk bir yetişkinle karşılaştırıldığında kültürden çok Et ürünlerini az yemenin daha iyi olacağını savunan

46
deligömleği

biçare beslenme uzmanları ellerindeki batılı İnsanlar da et ürünleri ile beslendikleri sürece daha
kaynaklara olan güven midelerinden gelen sesi akıllı, çevik ve başarılı olacaklardır. Zaman zaman
bastırdığı için kolestrol, damar sertliği gibi çeşitli yazarlarımız bu gerçeği hissetmiş, hatta
bahanelerin arkasına saklanarak bu komplonun uyanlarda bulunmuşlardır. Fakat komployu
üstatlarının elinde bire oyuncağa dönmüş tamamiyle kavrayıp formüle etmek bendenize nasip
durumdadırlar. Siz hiç gut hastalığına yakalanmış olmuştur. Yaptığımız ise batılının bizim gibi ülkelere
kaplan veya leopar duydunuz mu allahaşkına. ihraç ettiği vejetaryan düşünce modelini ayakları
Komplocular bilimdeki karışıklık ortamından üzerine oturtmaktır.
faydalanarak hain emellerine ulaşacaklardı ki
memleketim insanının gözünden hiç bir şey Bu yabancı güç odakları gözlerine kestirdikleri
kaçmamış, anında maskeleri düşürülmüştür. ulusları ve kültürleri kandırmak, kolay bir av haline
getirmek için hiç bir namussuzluktan
Bir de bunlara inanan insanlarımız var. Kendilerine kaçınmamışlardır. Hatta bilimsel verileri tahrif edip
vejeteryan diyen bu kandırılmış biçareler et beş para etmeyen ıspanak adı altında topraktan çıkan
ürünlerini tamamen reddedip kendilerini sebze ve bitkide demir minerali var iddiasıyla hiç yoktan bir
meyvaya vermektedirler. Bu insanlar üstelik aydın, efsane yaratmışlardır. Hatta çocukları ve tabii ki iyi
okumuş kültürlü kesimlerin mensupları oldukları için niyetli büyükleri kandırmak için Temel Reis gibi bir
halkımızın diğer kesimlerine ve özellikle de çizgi kahraman bile üretmişlerdir. Fakat memleketim
çocuklarımıza kötü örnek olmaktadırlar. insanı içgüdülerinin sesine uyarak ıspanağı kıyma ile
pişirmiş bununla da yetinmeyip üzerine yumurta
Başından beri bir komplodan, düşmanlarımızdan, kırarak yemiştir, çocuklarına yedirmiştir. Ne mutlu ki
emperyalistlerden sözedip duruyorum. Peki bunların çok geçmeden bazı namuslu bilimadamları gerçek
amaçları nedir? verileri açıklayıp bu delisaçması efsaneye bir son
vermişlerdir.
Amaçları çok basittir. Tüm avcıların yaptığı gibi
avını kolayca yakalayabilmek için bir tuzak kurmaktır. İşte biz de bu makalede vejeteryan komplosunu
açıklayarak bir kez daha emperyalistlerin maskesini
Doğaya baktığımızda tüm etoburların çevik, zeki ve düşürmüş olduk. Biz vazifemizi yaptık. Bundan
avcı, tüm otoburların da zihin özürlü ve av sonrası, et ürünlerinin daha fazla tüketilmesi için
olduklarını görmekteyiz. Bu tabii ki bir tesadüf değil. gerekli toplumsal düzenin kurulmasıdır. İşte o zaman
Avcının daha zeki olması son derece doğaldır. Plan av, avcı; avcı da av olacaktır.
yapması, planlarını uygulayabilmesi ve bunlar gibi
üst düzey beceriler için belli bir beyin kapasitesi
gereklidir. Beynin gelişmesi de protein sentezine
bağlıdır. Bu yüzden etoburlar başarılı olmuşlardır.

hayalet gemi'nin sürekli yolcusu


olmak istiyorsanız...
Türkiye İş Bankası, 1136 BEYLERBEYİ ŞUBESİ
Sedef ERKMAN 1136 300 166348 hesabına 200 000 TL yatırıp makbuzu,
adınız/adresiniz/telefon numaranız ile birlikte aşağıdaki adrese
göndermeniz yeterli olacaktır:

hayaletgemiciler@yahoo.com

47
HAYALET GEMİ
İki Aylık Dergi
Sayı 19 Temmuz 1994
40000 TL KDV Dahil

Sahibi

TEKNOFİL
Teknoloji Tasarım Limited Şirketi adına
Adnan KURT

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Sedef ERKMAN

Yazı Kurulu

Sedef ERKMAN Murat GÜLSOY


Nazh ÖKTEN
Pınar TÜREN Halide VELİOĞLU
Eğer Hayalet Gemi ile
Katkıda Bulunanlar
ilişki kurmak
Coşan BORA Çiğdem ÇALKILIÇ Ayşe DÜZKAN
HAZERFEN
istiyorsanız...
Yelda KARATAŞ Bayram KETEN
Ergun KOCABIYIK Q. KUTAY Meral MİNİÇ
Halil İbrahim ÖZCAN Yasemin SARIKAYA Herhangi bir evin loş
Kaan YAZICIOĞLU
odalarından birinde
Kapak Tasarımı gözlerinizi kapatın.
Yalçın KARACA Ve karanlıkta bir koltuğa
Reklam ve Halkla İlişkiler Sorumlusu kendinizi bırakıp,
Meriç EYÜBOĞLU
geçmişi ve geleceği
Süsen GÜDEKMERDAN ve
hayaletgemiciler@yahoo.com
Yazışma Adresi en önemlisi bugünü
düşünüp sorular sorun.
Sonra
yaklaşmakta olan
Hayalet Gemi ' yi
Gösterdikleri ilgiden dolayı düşleyin.
SİGMA Ltd. Şti.'ne ve FAN Grafik'e
teşekkür ederiz...
Ya da
bize yazın.

48
1994
YAPI K R E D İ ' N İ N 50.YILI

YAPI KREDİ
KÜLTÜR
MERKEZİ

Yapı Kredi'nin sanata ve kültüre verdiği önem, daima


insana öncelik tanıyan Yapı Kredi anlayışıyla, Yapı Kredi
kültürüyle, Yapı Kredi felsefesiyle bir bütün oluşturun
Çağdaş bir kültür merkezi kimliğine sahip Yapı Kredi
Kültür Merkezi işte bu anlayışın eseridir
~ YAPI KREDİ VEDAT NEDiM TOR MÜZESi
Yapı Kredi'nin, zengin sikke, işleme, kumaş,
tombak, yazma, tespih koleksiyonları, Yapı Kredi
Vedat Nedim Tor Müzesi'nde, sürekli sergilerle
sanatseverlere sunulmaktadır
~ YAPI KREDi SERMET ÇlFTER KÜTÜPHANESİ
Yaklaşık 85.000 kitap, 2.000 elyazması ve süreli
yayınlarla araştırmacılara ve kitapseverlere hizmet veren
Yapı Kredi Sermet Çifter Kütüphanesi, Bir Usta, Bir Dünya
arşiv sergileriyle, sanat ve edebiyatımızın ünlü
isimlerinin hayatına ve eserlerine ışık tutmaktadır
~ YAPI KREDi SANAT GALERİLERİ
Yapı Kredi Kültür Merkezi'ne bağlı 5 sanat galerisinde,
klasik ve modern resmin temsilcilerinin eserleri
sergilenmektedir
YAPI KREDİ KÜLTÜR MERKEZİ SALI TOPLANTILARI
Yapı Kredi Kültür Merkezi, ülkemizin önde gelen
kültün sanat ve bilim adamlarının katıldığı konferans,
açık oturum ve sohbetlerde, izleyenlere canlı bir
tartışma ortamı sunmaktadır
Yapı Kredi, Yapı Kredi Kültür Merkezi etkinlikleriyle,
sanatta ve kültürde de insanlara daima en yeniyi, en iyiyi,
en kaliteliyi sunmaya devam edecektin

Yapı Kredi Kültür Merkezi etkinliklerini isteyen herkes ücretsiz olarak izleyebilir

Yapı Kredi Kültür Merkezi istiklâl Caddesi 285 Beyoğlu 80050 istanbul

You might also like