You are on page 1of 24

• Birkaç Aylık Tasavvuf ve

Yıl 1 / Sayı 1
Kültür Dergisi

#ahmetözhan • #nabi
#saidbaba • #irşad
#fahreddinefendi
#yunusemre
#kuşeyri • #ahmetmurat
TAKDİM
Resulullah Efendimiz Hazretleri, fa-
kirlikle övünmüş, “ Fakirliğim övün-
cümdür.” buyurmuştur. Bu fakirlik,
Sahibi & Yazı İşleri Müdürü
Muhammed Akyüz
sabreden fakirlerin fakrıdır. Bizler de
bu fakirlikten nasibimizi almak niye-
tiyle, fakir sıfatıyla sıfatlanmak hase- Gönlümüzün Sahibi
biyle “Fukara” dergimizin ilk sayısını M. Emin Kalafat
bismillah diyerek çıkartmış bulunu-
yoruz. Her sayımızda farklı konular Genel Yayın Yönetmeni
üzere yazılar ve farklı yazarlar bulun- Mahmut Atâ Koltaş
duracağız. Arzumuz biz gençlerin ve
genç kalmaya niyetli olanların yazı- Grafik Tasarım
lanları bizimle birlikte öğrenip bunları Atâullah
yaymasıdır.
Yayın Türü
Tasavvufî bir tema ile gençlerin çıkar- Yerel Süreli
dığı bir dergi olmak bizim hep gönlü-
müzdeydi. Bunu gerçekleştirme se- İletişim
vincini yaşamaktayız. Dileğimiz sizin info@fukaradergi.com
de bu sevinci bizimle yaşamanızdır. fukaradergi ;
Umarız ki size layık bir dergi olabili-
riz.

Bizlere bu adımı atmada yardımcı


olan Mevlüt Kalafat, Ahmet Bingöl,
Emre Düşkün ve ismini sayamadığı-
mız değerli büyüklerimize teşekkürle-
rimizi arz ederiz.

Hürmetlerimizi arz eder, aşk-ı niyaz


ederiz.
Bu dergi, birtakım dertleri olan, “kanı deli akan” gençle-
rin Hazreti Ali (k.v.) Efendimiz gibi “fetâ” olmaya karar
kılışının beyanıdır.
Han, Nurbahşiyye Şeyhi Emir Sultan’a
hüsnü zannı vardı. Fatih Sultan Meh-
med Han Hazretleri, Hacı Bayram Ha-
lifesi Akşemseddin Hazretleri’ne bağlıy-
dı. Sultan Ahmed, Celvetiyye’den Aziz-i
Mahmud Hüdaî Hazretleri’ne bağlıydı.

Merhum Sultan Abdülhamid-i Sanî


Hazretleri ise kimi sultanlar gibi biz-
zat Allah dostuydu. Sultan Hazretleri
evliyalardandır. Maneviyatı çok yük-
sektir. Yedi evliyaya eş mertebede yük-
sek maneviyata sahip olduğu söylenir.

Küçük yaşlarından itibaren tasavvuf


çevreleriyle içli dışlı olan Sultan Ab-
dülhamid, Yahya Efendi Tekkesi Nakşî
Şeyhi Hasan Hayri Efendi’yi sık sık zi-

Osmanlı’da yaret etmiştir. Nakşî-Halidî şeyhi Gü-


müşhaneli Ahmed Ziyaeddin Efendi,
belli aralıklarla Sultan Abdülhamid ile

Abdülhamid’de görüşürdü. Şehzadeliği sırasında Ye-


nikapı Mevlevihanesi’ne birkaç defa
gitmiş, Mevlevi Şeyhi Osman Salahad-

Tasavvuf
din Dede’den istifade etmiş, tahta geç-
tikten sonra onun sarayda haftada bir
veya iki gün Mesnevi okumasını iste-
miştir. Saltanatı süresince zaman za-
man huzuruna çağırmış, görüşlerine
başvurmuştur. Sultan II. Abdülhamid,
Tasavvuf humus oldu toprağa. O toprak Osman- Halvetî-Sünbülî şeyhi Rızaeddin Efen-
lı Devletinin yeşerdiği topraktı. Osmanlı Alimleri, di’ye de  büyük saygı duyardı. Bir Ramazan onu if-
“Biz iki anneden süt emdik.” derken çok ince bir me- tara davet etmiş, yemek yiyip, duasını almıştır.
saj verir. İbn Arabî Hazretleri ve Hazreti Mevlânâ Yani Sultan II. Abdülhamid, padişahlığının ilk yıl-
işte oradaki iki anne olmakta. “Pâyansız bir deniz” larında tarikat erbabıyla iyi geçinip, onları saraya
olan tasavvuf bu Cihan Devleti’nin özüydü. Osman- davet ederek fikirlerini dinleyip değerlendirmiştir.
lı’nın tarikatı da vardı, tekkesi de vardı, dervişleri
de vardı. Bölünme yoktu, ayrılık da yoktu, dünyaya
da hükmediyordu. Tasavvuftan gelen elde edilen bi- Kendisi, üç tarikata mensuptu. Sultan Hazretle-
rikim ile “Birlik’te çok olmak” anlayışını benimse- ri önceleri Nakşibendiyye’den Ahmed Ziyaeddin
mişlerdi. Her yapının ehli sünnet dairesi içerisinde Gümüşhanevi’nin sohbetlerinde bulundu. Sonra
olmasını sağlayarak bu anlayışa baharat kattılar. Şazeli Şeyhi Zafir Efendi’ye mürid oldu. Bu zatın
Her padişahın arkasında bir Allah dostu vardı ve vefatından sonra Ebulhüda Rıfai’den ve nicelerin-
bu altı yüz sene Cihan Devleti olmasına vesile oldu. den feyz aldı. Rivayet edilir ki Sultan Hazretleri
büyük şeyhi Muhammed Zafir eş-Şazeli’den hila-
Osman Gazi Hz. Vefaiyye tarikatından Ahi Şey- fet almış ve onun vefatından sonra şeyh olmuştur.
hi Edebali Hazretleri’ne bağlıydı. Yıldırım Bayezid

Selman
4 Özsoy
Bir anlık başlık ve fotoğraf ile bağ-
lantı kuramamış olabilirsiniz. Ama
aralarındaki ilginç bağlantı ger-
çekten ilgi çekici. II. Mahmud dev-
rinde yaşamış meşhur bir meczup,
Said Baba. Cerrâhî Âsitânesi’nin
kapısında dolaşan Said Baba’ya nis-
pet edilen bir çok hikaye vardır.

II. Mahmud bir gün Fatih Camii’nin


Malta kapısından çıkarken Said
Baba yol ortasında belirmiş. Kimse-
yi takmadan elinde süpürgesiyle te-
mizlemeye çalışıyormuş ortalığı. II.
Mahmud onu iyi tanıdığı için biraz
çekinerek “Müsaade et de geçelim
Baba” demiş. Said Baba hafif tebes-
süm ederek “ Ne yapalım sultanım,
görüyorsun pisliklerini temizliyo-
ruz.” demiş. Sonra da başından savar
gibi, ”Geç hadi geç, daha sonra de-
vam ederim ben, teyzeye gidiyorsun
sanırım, ben de gideceğim inşallah
orada lakırdıya devam ederiz. Hay-
di selametle.” deyip gitmiş. Said Ba-

“Pisliklerinizi
ba’nın teyze dediği aslında Şeyh Ab-
dülaziz Efendiymiş. Sultan Mahmud
seri bir şekilde atıyla doğruca tekke-
ye yol almış. Fakat kapıyı ona açan

Temizliyoruz”
kim olsa beğenirsiniz ? Said Baba !

Bu Said Baba’nın sadece bir ilginç


olayı. Bütün İstanbul’un ona müt-
hiş bir hürmeti, tatlı bir çekinmesi
ve korkusu vardı. Buna rağmen İs-
tanbul’u İstanbul yapan değerlerden
biridir. Bir sonraki cezbelimizde gö-
rüşmek üzere.

Fukara
Ekibi 5
‘Ahmet Söyleşi
Özhan
Tasavvufun tanımını yapar mısınız? tarafta dinlenebilir durumda. Seksenler önce-
si böyle bir durum yoktu. Seksenlerin başından
Tasavvuf dinin en doğru ve en estetik itibaren Seksen dört senesinde Güldeste Konser-
şekilde hayat biçimi olarak yaşanabilmesidir. En leriyle bunu sahneye taşımak bizlere nasip edildi,
kestirme izahı budur. Yani insanların İslam dinini bu devam ediyor. Şimdi çok cemiyetler, dernekler,
bütün gerekleri ve gereçleriyle en estetik, en doğru, konservatuarlar var. Yani geniş bir alanda bu kül-
en insani ve Allah’ın yaratmış olduğu vasıflarına en türü en azından tasavvuf müziği dediğimiz müziği
uygun şekilde yaşanmasına tasavvuf denir. bulmak mümkündür.

Ama biz gençler bu kültürü nasıl alabili-


Tasavvufun size kattıklarını konuşalım riz ?
mı ?
Didaktik olarak kitaplardan okuyabilir, bunun
Tasavvufun insana kattıklarını konuşalım. Cenab-ı esas tahsili bugün kanun marifetiyle yasaklanan
Hak diye kendini bize bildiren ismi Allah olarak dergahlarda yapılır idi. Bugün dergahlar yasak
bize bildiren varlığının hiçbir şeye bağlı olmayıp olduğundan dolayı doğru dürüst ustadan çırağa,
tamamıyla kendi zatiyetiyle öncesiz ve sonrasız gönülden gönle, insandan insana tedrisi, tedrisatı,
olarak var olduğunu bize kendi bildiren, nasıl öğrenimi, maarifi maalesef yapılamıyor diyebiliriz.
bildiriyor vahyiyle bildiriyor o vahiy metinlerine ne Birtakım insanlar birtakım yerlerde dostlarıyla bu-
diyoruz? Kuranı kerim diyoruz. Kuran-ı Kerim’de luşup sohbet ediyor olabilirler ama dediğimiz gibi
inanlara kendini bu şekilde tanıtan bu kudretin bu bu henüz kanun marifetiyle yasaktır.
alemleri yaratmasındaki hikmetleri ve yaratılmış-
ların en şereflisi olan algılaması en yüksek seviye- Gençler kolay kolay bulamaz mı yani?
de olan insanın Cenab-ı Hak, bu yaratıdaki hik- Arayan bulur mu?
metlerini hissedip o doğrultuda yaşamasını sağlar,
insana bunu verir tasavvuf. İslam dini bunu verir Nasibi olanın karşısına
işte tasavvuf İslam dininin bu amaçlarını en doğru, çıkar.
en zamana uygun ve en estetik şekilde yaşamasını
temin eder. Tasavvuf insana bunu verir Eskiden tekkeler, dergahlar yasak değil-
di tekkeler musiki okulu muydu ?
Konudan konuya atlıyor gibi oluyoruz
ama günümüzde tasavvuf kültürünü, Tekkeler tasavvufun -az önce izahını yaptığımızın-
müziğini yaşadığı yerler mevcut mu ? meşk edildiği, yaşanma biçimi olarak algılanması-
Tasavvuf müziği bugün artık konserler ile her nı temin ettiğimiz yerlerdi. Oralarda mürşidler,

6
aydınlatıcılar vardı. Allah ilmiyle amil olmuş alim-
ler vardı. Onlar insanların yanlışlarını düzeltir,
eksiklerini tamamlar ve hayata kamil olarak devam
etmelerini, hayatı algılamalarını ve insan olarak
cenabı hakkın kitabında buyurduğu ben arza bir
halife yaratacağım doğrultusundaki maksadını his-
setmiş arzulamış bir şekilde Allah’ın halifesi olarak
yeryüzünde yaşarlardı ve insanlarla paylaşırlardı.
Dergahlar bu işi görürdü bunun okuluydu. Bu me-
yanda tasavvufu tarif ederken ne dedik? En doğru
ve en estetik şekilde yaşamak dedik. Bu musiki
estetik bir duygu olduğu için ki hat, tezhip, ebru,
edebiyat gibi sanatların da okuluydu. Divanı şerif-
lerin birçoğu dergâhı şeriflerde yazılmıştır ve yahut
yazanlar dergah müntesibi insanlardır.

Müzik Tasavvuf kurumunda bir vazge- yan muhteremi, Muzaffer Ozak Efendi’yi
çilmez diyebiliriz. Biz Müslümanları bir bize anlatır mısınız ?
kesim insanlar müzikten haram gibi ifa-
delerle itiyor neden ? Muzaffer Ozak Efendi dendiği zaman deminden
beri söylemeye çalıştığım ne kadar kemâlât var
Bilmedikleri için, anlayamadıkları için, şuuruna ise, dini anlamak, dini yaşamak, Kur’an’ı anlamak,
varmadıkları için, aklemedikleri için öyle yapıyor- Kur’an’ın mecazlarının arkasındaki hikmetleri anla-
lar. Ben sana kısacık bir Emrah Hazretleri’nin bir mak ve onları zamana en uygun bir şekilde zamana
beytini okuyayım, “Sofi hele gel meclise dinle bu adapte etmek, hayatı en estetik şekilde yaşamak
sâzı, Gör nice olur tellerin Allah’a niyâzı” yani bu için gerekli olan edebiyat, musiki, tarih, hat, tezhip
böyle altı çizilecek bir şeydir. Sonra musiki Cenab-ı gibi ve özellikle sahaflık gibi yani kitapların değer-
Hakk tarafından yaratılmış bir letafettir. Mesela lerini ölçmek biçmek bilmek konularında çok üst
silah, vatanı müdafaa için nefsi müdafaa için ya- seviyede kemal seviyede bir Allah velisiydi. Ona
sal koşullarda kullanıldığı zaman bir memlekete yolu düşen ondan istifade eden nasibi olan kim
hürriyet, bir insana da sağlığını koruma, kutsalını var ise hayata çok daha gerçek bakışlarla bakmayı
koruma adına imkandır. Ama bunu başka türlü becerebilmiştir. Onunla gönlü, beyni aydınlanmış-
kullanırsan sana yanlış olarak zulüm olarak döner. tır. Hayatına, ibadetine lezzet gelmiştir. Yani Mu-
Onun için musiki de nerede ne şekilde kullandığına zaffer Ozak Efendi Hazretleri kısaca bütün bunların
göre tasnif edilmesi lazımdır. İçki meclislerinde, üstadıydı Allah rahmet eylesin, şefaatleri üzerimize
günah meclislerinde yapıldığı zaman o meclisinin olsun inşallah.
günahlarını içine katılır ama bir zikir meclisi için-
de ilahide kasidede ezanda musiki, namazda cehri Safer Dal Efendinin müzik yönünden
vakitlerde okunan surelerdeki melodide Cenab-ı bahseder misiniz ?
Hakk’ın “güzel seslerinizle Kur’an’ı tenzih edin”
işaretine fevkalade uygun bir mesele haline gelir. Safer Dal Efendi bu işe aklı erdiğinden itibaren, es-
Bunları ayırt edebilmek lazım bunları ayırt ede- kiden bavul gibi makaralı teypler vardı. Onlarla dağ
meyenler görüşleri güdük olanlar, beyinleri kadar bayır gezerek, nerede eskiden, dergahlardan geriye
aydınlanmamış olanlar anlamaz bu işleri. kalmış zâkirler varsa hepsinden hafızalarda kalan
tüm eserleri bantlara almıştır. Bizim dönemimiz
Yetişemediğimiz, yetişmek nasip olma- gelidğinde Türk Tasavvuf Musikisi ve Folklorunu

7
Araştırma ve Yaşatma Vakfı’nda üstadlar
tarafından hem sözel kısımları divanlardan
restore edildi, hem musiki üstatları müzik
tarafını restore etti ve neticede yüzlerce eser
repertuarımıza kazandırıldı. Dünyanın her
yerinde, nereye giderseniz gidin tasavvufla
ilgilenen bir ortam gördüğünüzde mutlaka
bizim vakfın mührünü notada görürsünüz.
Dünyaya bu şekilde bu meselenin yayılma-
sını sağlayan kişilerin başında gelir. Müzik
yönünü sorduğunuz için bunları söyledim.
Diğer taraftan da insanlık kemâlâtı adına
ne kadar düşünülecek şey varsa en yüksek
seviyede kendi bünyesinde yaşayan ve etra-
fındakilere yaşatan bir Allah dostuydu, ona
da Allah rahmet eylesin, şefaatini üzerimize
sayeban eylesin. şâd” diye kitabı vardır Muzaffer Ozak Efendi’nin.
Gençlerimize onu özellikle tavsiye ederim. Hayatın
bütün safhalarını, bütün hareketlerini doğrularını
Sanki bir öcüymüş gibi tasavvuftan ka- ve yanlışlarını ayetle hadisle hikayelerle anlattığı
çan arkadaşlarımız var okulda, sokakta. insana çok büyük faydalar getirebilecek bir kitaptır.
Onlara tavsiyeleriniz var mı ? Onu lütfen kaydedin, sahaflara gidin, tedarik edin
ve onu çalışın lütfen. Bir de Tuğrul İnançer Efendi-
Sizler onlara tavsiyeden ziyade yaşayarak onlara bu- nin kitapları var, her kitapçıda bulunabilir. Bütün
nun çok faydalı, çok estetik bir şey olduğunu, kor- kitaplarını tedarik edin onlar size fevkalade açıklık-
kulacak bir yönünün olmadığını kendi yaşantınızla lar getirecektir.
göstereceksiniz. Onları özendireceksiniz ve onlar da
sizinle beraber aynı şeyleri paylaşmaya başlayacak-
lar. Efendim çok minnettarız teşekkür ede-
riz. Eklemek istediğiniz bir şey var mı ?
Kendilerince delillerle inat edenlere ?
Allah istidadınızı nasibinizi ziyadeleştirirsin. Ça-
Onlarla tartışmayın Resulullah Efendimiz’in zama- lışmalarınızı sadakatle ve devamlılıkla yaşamınızı
nında Ebu Cehil de delillerle gelirdi ama o mahrum nasip etsin. Doğru yoldasınız, Allah bu yolda bahtı-
olanlardan oldu. Allah herkes için yaratmamıştır nızı açık etsin Allah’a emanet olun!
bu güzellikleri. Nasibinde olan alır, kullanır, mut-
lu olur dünyasında ve ahiretinde. Ama öteki türlü
onun için yaratılmamış olan insanlarda ona karşı
olarak buyruklarını yerine getirirler.

Ahmet Özhan kimleri okur ?

(Gülerek) Ahmet Özhan ne bulursa okur. Her şey-


Söyleşi
den alınacak bir şey vardır çünkü. Özellikle “İr-

Fukara
8 Ekibi
Hazreti Peygamber’in
soyu Ehl-i Beyt-i
–bastıkları toprağa
yüz sürmeye
hazır olduğumuz-
Mustafâ
“Ehl-i Beyt-i Mustafâ”

Herkesin kendi ailesi, ak- nasıl öderiz ya Resulallah


rabası, ehl-i beyti vardır, ?” sorusunu, “Ben sizden
kendinedir. Ama ehl-i beyte, bir şey beklemiyorum,
Mustafâ’yı eklediğimiz an ancak bana yakın olanla-
o ehl-i beyt herkese olur. ra sevgi göstereceksiniz”
Ehl-i Beyt-i Mustafâ’nın tam diye cevaplıyor. Peygam-
olarak kimleri kapsamakta ber’e yakın olan, hem öz
olduğuna dair fikir birliği hem de manevi evlatla-
sağlanmamıştır. En geniş rına sevgi göstermemiz
tanımıyla biz şöyle alalım; gerektiğini, hürmette
Hazreti Peygamber’in tüm kusur etmemiz gerekti-
akrabaları, soyu ve bazı sahabeleri içine alan bir ğini, hepsinin bastığı toprağa yüz sürebileceğimizi
ifadedir. unutmamız gerektir.

Ehl– i Beyt-i Mustafâ isimlerinin yanı sıra Usrat’ün “Her mümin Ehl-i Beyt’e gönülden muhabbet duy-
Muhammed, Itratü’n-Nebi gibi tabirler de kulla- malıdır, aklını kullanarak aklî yollarla sevemezsin”
nılır. Hamse-i Âli Aba ile Ehl-i Beyt-i Mustafâ bir der bir büyüğümüz. Gönülden sevmek… Bu sevgi-
değildir. Hamse-i Âli Aba, hırkanın altındaki beş nin ölçütü nedir diye sorabilirsiniz. Ölçütü onlar
kişiyi bünyesinde bulundurur Bir olsalardı, Hazreti gibi yaşamaktır. Ehl-i Beyt-i Mustafâ’dan çıkan tek
Osman Efendimizi de katardık ama katmamışız. O bir kişi bile Resûl-i Ekrem Efendimiz’in sünnetine
yüzden farkı doğru anlamamız gerek. aykırı bir harekette bulunmamıştır. Eğer seviyorsak
Ehl-i Beyt-i Mustafâ, Hazreti Peygamber’in, ez- neden yanlış hareketler yapmaya devam ediyoruz.
vacı, çocukları, tüm ailesi ve soyudur demiştik. Yanlış hallerin devamı söz konusuysa kendimizi
Bazıları bu tanımı parça pinçik etmeye çalışırlar. kandırıyoruz, sevmiyoruz. Sevgimiz o kadar fazlaydı
Resulullah’ın koklamaya bile kıyamadıkları Hasan ki Peygamberimiz’in buyurması üzerine “Humus”
ve Hüseyin Efendilerimize ve çocuklarına ayrı ayrı adı verilen kurum vesilesiyle devlet, Peygamberi-
muamelede bulunamayız. Çünkü bizler hepsini “Âli miz’in soyuna hazine gelirlerinin beşte birini arz
Muhammed” oldukları için severiz. Gündelik haya- ederdi, kabulünü rica ederdi. Ama bunu asla zekat
tımıza bir göz atalım. Günde defalarca kez namazda olarak düşünmeyin ! Bu onlara karşı devletin, bizim
Peygamber Efendimize ve onun âline salat ediyo- görevimizdir, bakmakla mükellefiz.
ruz. Demek ki ayrım gibi bir hadsizlik yapamayız.
Hazreti Peygamber’e arz edilen “Borcumuzu sana Yazıyı şu beyit ile tamamlayalım:

“Her birisin cân u dilden sevmesi farzdır ihvânım,


Sâki– i kevser– i imân Ehl– i Beyt– i Mustafâdır”
M. Ata
Koltaş 9
Tüm hayatını çilelerle
geçiren Fahreddin
Efendi’nin yürekleri
ısıtan mevzuları
ve iç titreten mücadeleleri.”

Çerağıları Uyutmayan
Gönülleri Yapan
Kâmil Bir Mürşid
Anne ve baba tarafından soyu, Hazreti Peygam- ce hayatını insanların irşâdına adamış, Celaleddin
ber’in nesl-i pâkine dayanan İbrahim Fahreddin Ökten, Muzaffer Ozak, Hüseyin Sîret Özsever, Safer
Efendi Hazretleri 8 Eylül 1885’te İstanbul Kara- Dal gibi alim, arif zatlar yetiştirerek günümüze
gümrük’te dünyayı teşrif etmişlerdir. Çocukluğu, kültür köprüsü atmıştır. bu zatların her biri zama-
İstanbul’un manevi olarak üç direğinden biri olarak nında imam hatiplerin ihyası, tekkelerin hamiliği
zikredilen Cerrahi Asitânesi’nde geçmiş, kişiliği ve gibi vazifelere öncülük etmiştir. Hüseyin Sîret Bey
ruhu bu kültürle yoğurulmuştur. Hatta, henüz beş demişken, Fahreddin Efendiyle olan bir anısı da
altı yaşlarında, kendi odasında buhurunu uyandırıp şöyle anlatılmaktadır. Evvelden adet olduğu üze-
meşk icra etmeye başlamış, çocukluğunu bir şeyh re hava değişikliği için adalara gidilir, üç beş gün
efendi olarak geçirmiştir. Bazen kendisine Beşik kalınır, dönülürmüş. Fahreddin Efendi de adalara
Şeyhi, Fahri Baba diye hitap edenler de olmuştur. gidip geldikçe etrafında ilim ve sanat çevrelerinden
Buna paralel, hafızlık, Farsça, Arapça gibi devrinin müstesna kişilerin katıldığı meclisler oluştururmuş.
zahiri ilimlerini de erken yaşta tahsil etmiş, gerek Bir gün böyle bir meclis çıkışında Fahreddin Efendi,
amcası ve ilk mürşidi, Şeyh Yahya Galib Efendi kabiliyeti ve bulunduğu akım gereği akılcı, realist
eliyle olsun gerekse yine Efendi Baba’sı eliyle olsun şiirler yazan Hüseyin Sîret Bey’e, “Ya hu Hüseyin
manevi eğitimi de aynı şekilde düzenli ve aksak- Bey, şiirlerinizi okuruz iyi güzel de şimdiye kadar
sız bir şekilde devam etmiştir. İlerleyen senelerde Peygamber Efendimiz’e atıfta bulunduğunuzu göre-
amcasının ahirete irtihaliyle, irşâd makamına geçen medim veyahut denk gelmedim. Şöyle güzel bir şiir
babası Rızaeddin Yaşar Efendi hazretlerine intisap yazsanız da biz de müstefit olsak.“ der. Hüseyin Bey
etmiştir. Asitâne’de türbedarlık, sertabbahlık gibi de gayet nazik ve manalı bir şekilde :”Efendim bilir-
vazifelerde bulunmasının yanı sıra muhtelif yer- siniz az çok istidadımız var gördüğümüzü yazmaya
lerde şeyhlik hizmetinde bulunmuştur. Babacığı muktediriz, ama görmediğimiz şeyler hakkında bu
Rızâeddin Yaşar Efendi’nin de dâr-ı bekâ edişiyle güne kadar yazmaya muvaffak olamadık. İstirhamı-
zamanının Reis’ül Meşayıh’ından aldığı icazet ve mız, dua buyursanız da efendimizi müşahede etsek,
istişareler sonucu Cerrahi Asitânesi postuna cülûs belki o görüşün etkisiyle yazmaya muvaffak oluruz
etmiştir. Bu zamandan itibaren ömrü vefa ettiğin- inşallah.” deyince Fahreddin Efendi duygulanmış,

10
“Gör o zaman!” diye dua etmiş, duasıyla Hüseyin vermiş bu emri bir daha gözden geçirmenizi tavsiye
Bey’i de ağlatmıştır. Allah’ın izniyle bir kaç gün içe- ederim.” diyerek gayet nazik bir şekilde konuşmaya
risinde Sîret Bey Peygamber Efendimizle müşerref girmiştir. Müdür de bir o kadar küstahça “Ya hu
olmuş. Ve “Nâ’t” şiirini kaleme alabilmiştir. Baba zat-ı aliniz falan ne oluyor ya ?” gibi küstah
bir cevap verince Fahreddin Efendi arkasını dönüp
“Ey mihr-i lâ-yezâlin mehtâb-ı müstenîri kapıyı kilitlemiş anahtarını da cebine koyarak gayet
Envâr-ı kibriyâya sensin yegâne mazhar celalli “Bana bak ulan biz seni adam yerine koyduk
Zâtınla zât-ı akdes olmuşdu zarf u mazruf insan gibi konuşuyoruz sen ondan anlamıyormuş-
Dillerde ism-i pâkin Allah ile beraber sun, bugün kiralıktır levhasını astığın yeri bu başı
Sensin nebî-i ümmî ârif kemâl-i Hakkı koparmadan hiçbir yere kiralayamazsın bu baş da
Ârif kemâl-i zâtın yalnız Hudâ-yı enver öyle kolay kolay kopmaz haberin ola.” demiş ve
Asr-ı sa’âdetinde gelmek nasîb olaydı kapıyı vurup çıkmıştır. Fahreddin Efendi’nin Asitâ-
Görmüş olurdu billâh, Allah’ı görmeyenler ne’ye varışının hemen arkasından tekkeye resmi
Sîret! ne söyleyim ben, meddâh-ı Kibriyâsın bir yazı gelmiştir : “Tekkenin mülkü içinde yaşayan
Tavsîfe muktedir mi mehtâb-ı germ-i ahter” şiirin eski postnişin ailesinden kişiler olduğu müddetçe
bir kısmıdır. başkasına kiraya verilemez. İstimali tekkenin son
temsilcisine aittir.”
Osmanlı’nın sıkıntılı zamanlarında cumhuriyete
geçişin en sancılı dönemlerinde irşâd makamında Fahreddin Efendi’nin dik ve dirayetli duruşuyla
hazır bulunmuş tekkeler ve zaviyelerin direk hedef tekke kapatılmanın eşiğinden dönmüştür.
alınmasına karşı, makamının hakkı ve bilinciyle can Onu taltif etmek haddimize olmasa da bahsetmek
siperâne mücadele etmiştir. Tasavvufun modern gerekir ki onlarca yıldan fazla hakkıyla yerine ge-
zamana adaptasyonunda fevkalade çabaları olup tirdiği mürşidlik vazifesini, 16 Kasım 1966 tarihine,
tekke kültürün yok olmaya yüz tuttuğu dönemlerde vefatına kadar hasta yatağında bile sürdürmüş ve
tek başına da olsa buhurunu uyandırmış, âyinlere şunları nasihat buyurmuştur :”Kendisi hastalanan
ve irşâda devam etmiştir. bir mü’minin üç yönlü tedavi olması gerekir. Hem
doktora görünmeli, ilaç almalı, hem Kur’ân okuma-
Hal bu iken, bir gün Vakıflar Genel Müdürlüğün- lı ve okutmalıydı ve hem de bol sadaka vermeliydi.
den gelen memur türbenin kapısına “Kiralıktır” Hastalığının şiddetle seyrettiği günlerin ardından
yazısı asmak istemiştir. Sonrasında Fahreddin kendini iyi hissettiğini, ayağa kalkabileceğini söyle-
Efendi kapıda belirip memura ne yapmak istediğini diği gün, ikindiden sonra müjde aldığını söylemiş.
sormuştur. Memur, burası artık kiralıktır beybaba, Müjdenin ne olduğu sorulunca da biraz müsaade
deyince Fahreddin Efendi öfkeden parlamış, “Bu edin, söyleyeceğim demiş, O gece irtihali dâr-ı bekâ
kiralıktır levhasını al git mahreminin göğsüne as!” eylemişlerdir.
diye şiddetle mukabele etmiştir. Bunun üzerine me-
mur da, “Beybaba bana neden kızıyorsun ben emir Muzaffer Ozak Efendi, Fahreddin Efendi Hazretle-
eriyim bu lafları müdüre söyle de görelim.” diye ri’nin irtihâline aşağıdaki beyit ile târih düşürmüş-
cevap verince Fahreddin Efendi doğruca müdürlü- tür :
ğün yolunu tutmuş müdürün kapısını tıklatıp içeri
girmiştir .(Fahreddin Efendi bu tür görevlerdeki
memurların dine, dinin izzetine, ahlaka muhalif
vazifelerde görevli olup, ben sadece görevimi yapı-
yorum demelerinin, nefislerini kandırmak, şeytanın
ve işverenin kölesi olmaktan başka bir şey olmadığı
söylemiştir.) İçeride koltuğuna yayılmış bir şekilde
müdür oturmaktadır. Fahreddin Efendi vakit kay-
betmeden “Efendim zat-ı aliniz herhalde bir emir

M. Emin
Kalafat 11
SORDUK “Tasavvuf
KÂM ALDIK Nedir ?”

Valla tasavvuf hakkında pek bilgiye Tasavvuf insanın kalbini kötü


sahip değilim. Ama arkadaşlarım ve- duygulardan yani fıtratını kötü
silesiyle bir meclise gitmiştim. Adam- duygulardan arındırıp Allah’a
ların menkıbeleri, ilahileri çok hoştu. İnşallah sıkmsıkı bağlanıp Peygamber’i yol edinmesidir.
nasip olursa biz de gideriz bu yolda.
- Ozan Akpınar - M. Emin Giray

Tasavvuf terim olarak Allah’a yakınlaşmak Tasavvuf, insanın Allah’a kalben ve zikren yak-
anlamına gelse de günümüzde farklı amaçlarla laşma isteğidir. Günümüzde ben bunun yanlış
faaliyet gösteriyor. Günümüzde varolan tari- anlaşıldığını düşünüyorum. Günümüzde cahili-
katlar tasavvuf ehli olmayıp olumsuz faaliyetler ye devrindeki putlaştırmaya benzer hale geldiği-
göstermekte. ni ve aslını kaybettiğini düşünüyorum.
- Hasan Basri Nart
- Zübeyir Mücahitoğlu

Tasavvuf, dinimizde Peygamber Efendimiz’in


sünnetini en iyi biçimde uygulamak, sünnetleri- Tasavvuf, Allah’a aşk ile, kalp yoluyla bağlan-
ni daha güzel bir şekilde yerine getirmek üzere maktır. Güzel bir yoldur dolayısıyla tasavvuf
oluşan sistemli bir müessesedir. ehline saygı duyuyorum. Özellikle müziklerini
- A. Emre Kılıç severim. Nihavend ve uşşak makamındaki eser-
lerini severek dinliyorum.
- İsmail Davulcu

Tasavvuf, İslam’ı özde yaşama, samimiyetle


yaşama, Asr-ı Saâdet’te olduğu gibi yaşama
amacıyla ortaya çıkmıştır. İnsanlar Asr-ı Saâ- Tasavvuf, İlah’a ulaşma isteğidir.
det’i özlemeye başlayınca ortaya çıkmıştır. Yani
tasavvuf eşittir Asr-ı Saâdet’e duyulan özlem- - İ. Naci Özetçi
dir.
- Nabi Küçük

Fukara
12 Ekibi
ÖZÜNCE YAŞAMAK
Ah! Yüreğimin akı bir konuşsa,
Konuşsa da bak güzler nasıl bahar olurmuş.
Kâinat her suskunun bedeninden oluşsa,
Her hikmetin ardından rüzgarlar konuşurmuş.

İnan! İnsan ölünce yaşarmış.


Kurulurmuş mizanlar ardı sıra,
Rahmet şarkıları gülerek söylenirmiş.
Bir can verilirmiş serlerden pınara.

Gel! Kurak toprakları gül eden.


Göğüslerimiz parçalanır bir kulak kesilince.
Seslerin sesini boy edensin sen.
Sesine hasret kesildik, kaldık ipince.

Gel! Biçare olan gönlümü tatlandır,


Bir rüzgarın eteğini tutmuşçasına sarılayım,
İnanacağım beni bir bakışınla kandır.
Umut kök salmaya yüz tutmuş, ben avuntudayım.

Fethullah
Yüce 13
Bir metinin kendisiyle yo- lanması demektir. Dolayısıy-
rumu arasındaki ilişkinin la herhangi bir devrin ufku
mahiyetini tayin noktasın- ve sınırları dâhilinde yapıl-
da süregelen çeşitli ihtilaflar mayan yorumlar en azından
söz konusudur. Metnin yo- o devrin cari bakış açısından
rumunun neye göre olacağı, geçersiz (aşırı) addedilebi-
yorumun sınırının nerede lirler. Böylece metnin yoru-
tebellür ettiği ve hangi öl- munda isabet kaydedilmemiş
çütlerin asli veya belirleyi- olur. Mesela, Kur’an tefsir-
ci olduğu meselenin özünü leri hep zamanlarıyla mu-
oluşturmaktadır. Dolayısıyla kayyettir ve dönemleri için
metin ile yorumları arasında doğru kabul edilebilir fakat
giderilemez bir gerginliğin başka bir dönem için geçerli
olduğu izahtan varestedir. olmayabilirler. Bu dönem-
lerin ölçülerini aşmış tefsir-
Metnin yorumunda dikkate ler ise hep şaz addedilmiş ve
alınması gereken temel belir- isabet edip etmediklerinde
leyici nedir: Metinin fiziksel şüpheler varit olagelmiştir.
yapısını ve örgüsünü oluştu-
ran lafızlar mı yoksa manası Zamansal yorumun daha iyi
mı (mantuku mu mefhumu anlaşılması için analizi yapı-
mu)? Metnin yazıldığı siya- lacak olan şiir (dize) üzerin-

zelerinin Tanıklığıy-
sal, ekonomik, dinsel, tarih- den gidilecek olunursa, bazı
Katmanları Üzerine

Yunus Emre’nin Di-


sel, kültürel, toplumsal un- yargılara varmak mümkün-
surlar mı önemlidir yoksa
metnin daha genel ve evren-
sel mesajı mı? Metnin yazıldı-
dür. “Çıktım erik dalına anda
yedim üzümü”, dizesinde in-
sana ilk elden garip gelen ve
la Metnin Yorum
ğı dil ve dilsel yapısı mı yoksa
şaşırtıcı olan, nasıl oluyor da
dış gönderimleri mi yorumda erik dalına (ağacına) çıkan
asli bir husus olmalıdır? Me- biri, üzüm yiyor meselesidir.
tin ne ile yorumlanacaktır: Düz bir yorumla, bu söylem
Akıl yoluyla mı yoksa haber bugün için şaşırtıcı gelmeye-
ve müşahede (duygu ve du- bilir. Çünkü bugün, bitki ve
yular) vasıtasıyla mı? Keşif ağaçları aşılama yöntemiyle
ve ilham ile mi yoksa genel farklı cinste olan ağaçlardan,
ve doğal araçlarla mı? Bu so- benzer meyveler elde edilebi-
rular daha da uzatılabilir ki lir. Yani üzüm aşısı yapılmış
böylelikle metnin yorumu- erik ağacı mümkündür. Do-
nun neye dayanacağının açık layısıyla bugünün suni aşı-
ve net olmadığı şüphe gö- lama tekniği açısından erik
türmez bir gerçeklik olarak ağacının üzüm vermesi tuhaf
tebellür etmiş olmaktadır. olmaz. Biri erik ağacından
üzüm koparıp yediğini söy-
Zamansal yorum ise metnin lese, bunun aşılama ile oldu-
Dikkat ! Bu yazıyı okur-
bir zaman diliminde veya bir ğunu düşünülebilir ve buna
tarihsel kesitte, var olan im- şaşırılmaz. Böylelikle aşırı ken yanınızda sözlük vs.
kânlarla ve araçlarla yorum- bir yorumlama yapılmamış bulundurmanızı tavsiye
ediyoruz. Aksi takdirde
bizim gibi zorlanabilirsi-
niz.
14
olur. İşte zamansal yorumun ola- nasıl bilinecek? Geleneksel yoru-
ğan yorumlar ile aşırı yorumları ma göre, Yunus Emre, erik dalına

“ Çıktım erik dalına


anda yidüm üzimi
tayin etmesi bu vecihle gerçekleş-
miş olmaktadır. Ancak bu aşıla-
ma tekniğinin verdiği yorumlama
imkanını, şiirin yazıldığı zaman
çıkıyor, erik diye yediği meyvenin
üzüm olduğunu görüyor (üzümün
tadını tadıyor; nihayetinde ne işi
var üzümün erik ağacında), bosta-
diliminde ve yine onu takip eden nına giren yabancıyı gören bostan
asırlar zincirinde yapılacak olsay- sahibi hiddetle diyor niye yiyor-
Bostan ıssı kakıyıp dı, aşırı bir yorum yapılmış (yanlış sun cevizimi? Şimdi bu yenilen
değil) olacaktı. Bundan naşi, Yu- erik mi, üzüm mü, ceviz mi? Şair
dir ne yirsün kozumı nus Emre, erik dalında üzüm ye- erik dalına çıkıyor ve eriği kopar-
miş olsa dahi (çünkü doğada nadir dığını sanıyor, fakat yediği (tattı-

“ de olsa bitkilerin bu tarz aşılan-


ması doğal yollarla mümkündür)
bu tecrübesi garip karşılanacaktır.
Çünkü zamanın imkan ve araçları
ğı) üzüm. Bostan sahibine göre ise
o ne erik ne üzümdür o cevizdir.
Yorum şöyle: Onun gerçek bilgisi
bostancıdadır ve bostancı burada
böyle bir yorumlaya izin vermez. bir ustaya, bir bilene, bir mürşide
alegori sadedinde kullanılmıştır.
Yunus Emre’nin yandaki dizeleri Açımlamalar ardı ardına gelmek-
üç farklı şekilde şerh edilebilir. te: Göz ile görülen ve elle dokunu-
Bu şerhlerden birincisi gelenek- lan şey erik dalı (ağacı), yenilen
sel yorumlamadır. Bu klasik yo- ve tadılan şey üzüm, aslında bili-
rumlamaya göre, şiirin anlamsal nen, dışsal olarak tecrübe edilen
uzamı nihayetinde bellidir ve belli ise cevizdir. Demek ki bir usta, bir
bir zümrenin anladığı bir zemini mürşit neyin ne olduğunu bilebi-
ihtiva etmektedir. Başka bir de- lir ve şeylerin kendiliğini verebi-
yişle bu şiir sufî bir gelenek dâ- lir. Yine yeme işlemleri süresince
hilinde yazılmıştır ve anlamı bu geçirilen tecrübeler (duyular) ha-
geleneğin içindedir dolayısıyla bu kikati vermezler fakat bir mürşit
geleneği bilenler bu şiirin anlamı- verir. Onun içinde varılan bütün
nı, ne demek istediğini ve mesa- kanılar sınanmalı ve güvenilir bir
jını da bilirler. Şiirin mazmunları mercii tarafından denetlenerek
bellidir ve zarf-mazruf ilişkisi de kontrol edilmeli öyle kanılara va-
bilindiğinden, seçkinler açısından rılmalıdır. Yolun başında verile-
(erenler) şaşılacak bir taraf da cek yargılar yanlıştır, eksiktir ve
yoktur. Yapılan şerhler bu yönde güvenilir değildir ancak onu bilen
olmuş, kullanılan ifadeler muh- birine danışılarak hakikat, doğru
kem derecesinde kullanılmış, yo- (burada bostan sahibine) öğrene-
rumlar yorum mahiyetinden çok bilir. Hakikatin habercisi mürşit-
olguyla aynıymış gibi sunularak, tir. Ancak şu da vardır: Mürşit ha
yorumun yanılabilirliği atlanmış- deyince hemen bulunmaz, anla-
tır. Yani şiirin bu yorumu, onun şılmaz ve onun söyledikleri idrak
imgesel ve alegorik yoğunluğu edilmez. Bilakis haberi anlamak,
atlanarak, mutlak addedilmiştir. gerçekliği öğrenmek ve hakikati
idrak etmek için ağaca çıkılmalı
Bir şeyin erik mi olduğu, üzüm ondaki meyveler tadılmalı (seyr-i
mü olduğu veya ceviz mi olduğu sülük) ve bu esnada ne yediğini

15
söylemede acele edilmemeli ve şeylerin arkasındaki değişmeye-
bostan sahibine kulak (mürşi- ni görmekte ve onu bilmektedir.
de) verilmelidir. Yani burada
bir mürşit-i kamile bağlanma- Geleneksel yorumun mümkün yo-
dan, hakikatin kendisine, eşya- rumlardan bir tefsir olduğu fakat “Belki de Yunus, hakikati
nın özüne vakıf olunamayacaktır. asla mutlak olmadığı söylenebilir.
tekelinde bulunduranları
Çünkü bunu şiirin bizzat alegorik,
Diğer bütün tecrübeler sadece ha- imgesel ve kapalı yapısı böyle mut- eleştirmekte ve gerçekliğin
diselerin zahirinden öte bir bilgi lak bir yoruma izin vermemekte- herkesin tecrübesiyle mu-
sağlayamazlar (yani şeriat seviye- dir. Özellikle şiirin çağdaş bir yo- kayyet olduğunu söylemek-
sinden öte) ve bu da cevizin içine ruma muhtaç olduğu da müsellem tedir. Kim bilir ?”
nispetle kabuğu mesabesinde bir bir gerçektir. Çünkü metin baki
bilgidir. Oysa ceviz sadece kabu- kalmış fakat yorumların dayandığı
ğundan müteşekkil bir varlık de- zemin tarihe karışmıştır. Gelenek-
ğildir bilakis onun kabuğun içinde sel tasavvuf ekollerinin dağılması,
bulunan bir özü, bir yemişi vardır tasavvufun kurumsal ve sistema-
ve asıl ceviz de budur. Bu öze ulaş- tik mahiyetinin ortadan kalkma-
mak için ise kamil bir mürşide ih- sı böyle bir hakikat arayışını im-
tiyaç vardır. (Yine Yunus Emre’nin kan dahilinden çıkarmaktadır.
“bir kamil mürşide varmayınca Bütün bunlardan naşi, Yunus Em-
olmaz” dizeleri hatırlanabilir). re’nin dizelerinin diğer iki yorumu
da mümkün kıldığını söylemek
Geleneksel yorumda, bostan sa- yanlış olmayacaktır. Bu yorum-
hibinin öncelenmesi ve bilgi hi- lardan birincisi, burada bostancı-
yerarşisinin en üstüne konulma- ya öncelik verilmesinin gereksiz-
sının sebebi, onun, cevize kadar liğidir. Dolayısıyla herkes kendi
oluşan süreçte, her safhaya tanık tecrübesinden meseleye bakacak
olmasından ileri gelmektedir. O, ve her tecrübe de doğru olacak-
ceviz ağacının hem ilk asliyetini tır. Yani şiir bize, tek bir hakikati
(tohumluğunu) bilmekte, hem fi- değil, hakikatin çeşitli veçheleri-
danlıktan meyve veren bir ağaç ni ibraz etmektedir. Bostancıya
oluşunu görmekte ve hem de ağa- (ve onun temsil ettiği mürşide)
cın müsmiri olan cevizin mahiye- hususi bir yer vermenin zorun-
tine vakıf olmaktadır. Dolayısıyla lu bir lazımlığı yoktur denilebilir.
bostancı, sadece meyve safhasını Burada önemli olan nokta haki-
değil, bir ürün olarak cevize ka- katin bilgisini verenler arasında
dar ağacın bütün değişimlerine hiyerarşik bir üstünlüğün değil
tanıklık etmektedir ve bütün bu hepsinin eşit bir değere sahip ol-
değişimlerden sonra kalan özün duğudur. Başka bir deyişle, erik
(cevizin) ne olduğunu bilmekte- iddiası da üzüm iddiası da ve yine
dir. Bu bilgiye ise sabırla, çalışa- ceviz iddiası da birbirine müsavi
rak, çeşitli deneyimler yaşayarak doğrulukta ifadeler olabilir. Belki
ulaşmaktadır (yani nefis tezkiyesi de Yunus, hakikati tekelinde bu-
ve seyr-i sülük ile). Kısacası bos- lunduranları eleştirmekte ve ger-
tancı (mürşit) değişen, fani olup çekliğin herkesin tecrübesiyle mu-
yok olan (mesela meyve öncesi çi- kayyet olduğunu söylemektedir
çeği görmekte hem de sonrasını)

Bekir
16 Karakoç
“Dağdaki
Papatyaya
Reddiye”
Günümüzde sadece duyduklarımızla hareket et- ömrümde öğrendiğim şey, gönül ile düşünmeyin-
meye ne kadar da meyilli olduk. Farkında mısınız? ce halimizin pek yaman olacağıdır. Hazreti Mev-
Okumuyoruz, araştırmıyoruz. Birkaç tane isim öyle lâna konuşurken bile Kur’an kelamı dışında söz
diyor diye hemen kabul ediyoruz ve o duyduğumuz söylememeye dikkat eden bir veliydi, ama kimileri
şeyi kendimize yerleştiriyoruz, onun savunucusu ha- Hazreti Pîr’i özlü söz söyleyen birinden ibaret ta-
line geliyoruz. Günümüzde bunun bana göre an ba- nıttı, kimileri haşa ilkel baleci dedi, kimileri sadece
riz örneği “tasavvuf muhitine” olan karşılıktır. Elim ney üfleyelim, tıkınalım yaptı. Boşuna uğraşıyor-
yazmaya varmıyor ama sanki tasavvuf bir öcüymüş lar, Şeriat-ı Muhammedîye üzere yüzyıllardır du-
gibi ona fobisi olan insanlar türemeye başladı. Özel- ruyor ortada istedikleri kadar iftira atsınlar, anla-
likle liselerde ve dahi özellikle imam hatip lisele- yamazlar. Bir nevi onların kalbinde mühür vardır
rinde bu daha da fazla. Sadece aklî yollarla hareket diyebiliriz. O mühür kırılabilir mi, onu Allah bilir.
eden, mantığına uymayan her şeyi reddeden bir nes-
lin içinden yazıyorum bunları. 280 karakterle ortalı- Üzülerek söylüyorum okul derslerinde öğrencile-
ğı karıştırıp her konuyu bildiğini sanan twitter mü- rin kafası çok karıştırılıyor. Bazı öğrenciler ciddiye
cahitlerinden, okuduğunu yorumlama yeteneğinden almadığını iddia etseler bile bir süre sonra bilinç
mahrum kişilerden dinlenilen bilgiler üzerine bina altına işliyor ve şaka yollu da olsa değerlerle dal-
edilen “şeylerle” bir şey kazanamayız. O şekilde bina ga geçmeye başlıyorlar, kendilerini umulmadık bir
oluşturup milleti eleştirenlere en güzel cevaplardan halde buluyorlar, boylarından büyük laflar etmeye
birini “Harabi” vermiştir. Harabi, “Senin aklın ermez başlıyorlar. En çok “Menakıbul Arifin’de öyle yazı-
bu başka hesap, meyhanede bulduk biz bu kemali” yormuş” cümlesini duyuyoruz. Acaba bir kere açıp
diyor. Bunun şerhini burada yapmak benim haddi- ne yazdığına baktılar mı ya da onu geçtim bir kere
me değil. Hatta bu yazıyı yazmak ta benim haddi- olsun internete ismini yazdılar mı? Neticeye gelelim.
me değil fakat burada bir hadsizlik yapmak istedim. Osmanlı alimleri, münevverleri, “Biz iki anneden süt
emdik.” yani İbn Arabî ve Hazreti Mevlânâ’yı kas-
Hazreti Mevlânâ’ya saygısız ithamlarda bulunan, tetmekteydi. O zaman biz neyi tartışıyoruz? Neden
İbn’ül Arabî Hazretlerine kafirin şiddetlisi diyen- durulmadan iftiralar atılıyor? Ben şunu söylemek
lere baktığınızda hep aynı kişileri görürsünüz. O istiyorum kafa karıştıranlara. Birazcık insaf, bi-
kişiler işte Harabi’nin dediği aklı ermeyenlerdir. razcık iz’an, birazcık basiret, birazcık had ve saygı.
Kalbine işlemez onların, o hazretlerin öğretileri. Ki
bizim Hazreti Peygamber’e olan muhabbetimize
protokol diyen tipler onlar, neyse. Benim bu kısa

17
RÖPORTAJ
Yunus Emre’yi her edebiyatçı okur ama
ne kadarı
Türkçe ilgisi dışında, tasavvufi bir ilgiyle
okur, orası muamma.

Her devirde öne çıkmış münev-


ver tasavvuf mütefekkirleri var.
Günümüzde de dünyada bu şe-
kilde işaret edebileceğiniz müte-
fekkirler var mı? 

Tasavvuf geçmişte olduğu gibi bugün de


ilham vermeye, uyandırmaya ve kafa aç-
maya devam ediyor. Tasavvufun doğru-
dan düşünceyle, düşünme işiyle irtibatı

‘Ahmet
tahmin edildiğinden daha güçlüdür. İyi
bir sufi, bir yanıyla bir varlık felsefesi, bir
din felsefesi üstadıdır. Bugün kimler var
dedin. Dışarıdan sayalım: Mesela Nakib
Attas, Abdülhakim Murad, Seyyid Hüse-
yin Nasr bu isimlerden sadece birkaçı.

Murat Bildiğimiz üzere tasavvuf derin


bir derya. Tasavvuf sadece satır-
dan mı okunur yoksa hem satır-
dan hem hatırdan mı ? Bu de-
rinliği, deryayı iki satır arasına
indirgemek mümkün mü ? Ede-
biyat bu bakımdan kafi midir ?

Satırdan da, hatırdan da, sadırdan da


Günümüzde Tasavvuf Edebiyatı ile uğra- okunabilecek bir disiplin tasavvuf. Ama
şan bir edebiyatçı var mı ? satırlara satır kadar,
hatırlara kadar ve sadırlara da sadır kadar değer
Var elbette. Bazı edebiyatçılar zaten meslek icabı, vermek şartıyla. Tasavvufi hallerin ve tadışların
edebiyatın bir bölümü olan tasavvuf edebiyatıy- söze dökülmesinde hep sorunlar yaşanmış. Bu
la uğraşırlar. Bunlar daha ziyade akademide yer sorunları aşmanın başlıca yolu olarak şiire, yani
alıyor. Ama bu türden bir mesleki ilgiyi değil de, gündelik dili ve grameri aşmanın biricik yoluna baş
okuma, yararlanma, esinlenme anlamında bir vurulmuş. Tasavvufi dünyada şiir için şu söylenebi-
uğraşmayı kastediyorsan, bunun az olduğu açık. lir: Yetmez ama evet.

18
Hikem hakkında kon- yorum. Son zamanlarda
ferans verdiğinizi romanlar okuyorum.
biliyoruz. Hikem-i Bence her şeyi okuya-
Atâiyye’nin hayatımız- bileceğiniz yaştasınız.
daki etkisi ve çarpıcılı- İyi bir danışman yoldaş
eşliğinde önünüze çıkanı
ğı hakkında bilgi vere-
öğüterek okuyun gitsin.
bilir misiniz? Türk ve dünya klasik-
lerini okuyun. İşe, Italo
Hikem, üzerine yüz kadar
Calvino’nun “Klasikleri
açıklama ve yorum yazılmış,
Neden Okumalı” yazısını
iki yüz elli civarında tasavvufi
okuyarak başlamak da
aforizmadan oluşan bir eser.
mümkün.
Önemi, çok girift ruhsal ve
manevi sorunları kestirme-
den açıklamasında. Bir başka önemli yanı da pra-
Son söylemek istedikleriniz ve tavsiyele-
tikliğinde ve manevi yolculuğun güzergahını göster-
medeki kudretindedir. riniz var mı ?

Tavsiyem yok. Keşke sizin bana tavsiyelerinizi du-


yabilseydim. Sizin yaşınız, gelen geçenin size tav-
Ahmet Murat kimleri okur, neleri okur,
siyeler vermesine müsait bir yaşmış gibi duruyor.
bizlere ne okumamızı önerir?   Ama ne kadar yanlış. Yetişkinlerin dünyası, bilmiş-
liğin, sinmişliğin, ezberlerin dünyasıdır. Bu sebeple
Meslek icabı okuduklarımın bir çoğu ilginizi çekme-
öğrenmenin bittiği, neşenin söndüğü bir dünyadır
yebilir. Makaleler, tezler, tebliğler bunların başında
da. Meraklı ve mutlu olun. İşte bir tavsiye.
geliyor. Yanı sıra edebiyat okumayı çok önemsi-

RÖPORTAJ
“O şairin şehzade haliydi, artık şehzade değil. Şiirlerim ahir zaman Müslü-
man’ına yoldaş olsun, dedi çünkü. Şiir yazdığında sadece şiir değil ortaya
mükemmel bir şahsiyet de koydu. Bizlere güven verdi, tatlı bir su kaynağı
oldu. Evet röportajı Ahmet Murat’la yaptık !”

Fukara
Ekibi 19
GECELER
“Hiçbir vakit,
bir diğerine
eş değildir.“

Allah-ü Zül Celal’in yarattığı hiçbir şey birbirinin leri illaki bir maddiyata dayandırmamız gerekmez .
aynı olmadığı gibi vakit de eşsiz ve benzersizdir. An- Bazı geceler gerçekleşen hadiseler hasebiyle manâ
cak bu vakitlerden bazıları faziletli ve üstündür. Na- kazanmışken Regaib Gecesi’ni bir olaya dayandırma-
sıl ki günler arasında Cuma faziletli ve üstün ise aylar yız. Bu mübarek gecelerden ikincisi ise İsrâ ve Mir’âc
arasında da faziletli olanları Receb, Şaban ve Rama- hadiselerinin gerçekleştiği Mir’âc Gecesi’dir. Leyle-i
zan aylarıdır. Bu ayları önemli kılan şey ise Efendi- Mir’âc da Receb ayının 27. gecesine rastlar. Üç aylar
miz Hazretleri’nin bu aylara son derece ehemmiyet içerisinde bulunan mübarek gecelerin üçüncüsü olan
göstererek bu aylarda ibadetlerini arttırmasıdır. Bu Berâat Gecesi ise Şaban ayının on beşinci gecesidir.
ayların bizlerce değerli addedilmesinin sebeplerin- Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde Berâat
den biri de Peygamber Efendimiz’in bu aylar hakkın- Gecesi’ne şöyle işaret etmiştir : “Şaban’ın ortasında-
da verdiği haberlerdir. Resulullah Efendimiz bir hâ- ki geceyi ibadetle ihya ediniz, gündüzünde de oruç
dis-i şeriflerinde “Receb Allah’ın ayıdır (Şehrullah), tutunuz. Allah Tealâ o akşam güneşin batmasıyla
Şaban benim ayımdır (Şehrî), “Ramazan ümmetimin dünya semasında tecelli eder ve fecir doğana kadar,
ayıdır (Şehrü’l Ümmetî)” buyurmuştur. Efendimiz “Yok mu benden af isteyen, onu affedeyim. Yok mu
Hazretleri’nin her söylediği ve yaptığı ümmetine mi- benden rızık isteyen, ona rızık vereyim. Yok mu bir
saldir düsturuna uyarak hareket etmeli ve bu müba- musibete uğrayan, ona afiyet vereyim. ” buyurmuş-
rek aylar dolu dolu geçirilmelidir. Üç Ayların böyle tur. Bir diğer mübarek gece de Ramazan-ı Şerif’e
faziletli olmasının bir diğer sebebi de hiç kuşkusuz rastlayan Kadir Gecesi’dir. Kur’an-ı Kerîm’in nazil
mübarek gün ve gecelerin , mübarek vakitlerin bu olduğu gecedir. Mübarek gün ve geceler arasında
aylar içerisinde bulunmasıdır. Bu mübarek geceler- Kur’an-ı Kerîm’de ismi zikredilen tek gecedir . Ehl-i
den ilki olan Regaib Gecesi Receb ayının ilk Cuma sünnet alimlerine göre bu geceyi Ramazan-ı Şerif’in
gecesine rastlamaktadır. Regaib “rağbet etmek” de- 20. gecesinden sonraki tek gecelerde aramak gerekir
mektir. Regaib Gecesi denilince “çok lütuf ve ihsanla fakat en kuvvetli ve benimsenmiş , alışılagelmiş olan
dolu, kıymeti ve değeri büyük çok iyi değerlendiril- görüş bu gecenin 27. geceye rastladığıdır . Allah bizi
mesi gereken gece” manâsı anlaşılır. Bu gece Allah Kadir Gecesi’ne rastlayanlardan eylesin.
lütuflarını sağanak şekilde yağdırır. Mübarek gece-

Muhammed
20 Akyüz
Bir Güfte
Bir Hikaye
Nâbi bir kafile ile hac görevini yerine getirmek
için Hicaz’a doğru yaklaştıkça Hazreti Pey-
gamber’i ziyaret aşkıyla doldu. Ona olan mu-
habbeti o kadar fazlaydı ki uyuyamadı, uykusu
kaçtı. Gece yarısı kafilesiyle birlikte Medine- i
Münevvere’ye yaklaştı. Şu ana kadar normal
olan hikaye işte buradan sonra ilginç bir hâl
almaya başlıyor. Kafilede bulunan Râmi Mehmed ladı. Mescidin minarelerindeki müezzinlerden biri
Paşa, ayaklarını kıbleye doğru uzatmış uyuyordu. ezandan önce “Sakın terk-i edepden…” beytiyle
Nâbi’nin gönlü buna razı gelmedi ve Paşayı yerin- başlayan nâatını okumaya başladı. Nâbi ve Paşa
den fırlatacak bir şekilde beyitleri sıralamaya başla- hayretler içinde mescitte namazlarını eda ettikten
dı: sonra müezzinin yanına koştular. Nâbi heyecanla,
“Allah adına, Peygamber aşkına söyle, o beyitleri
“Sakın terk- i edepden, kûy-i mahbûb-i Hüdâdır bu! kimden duydun ve nereden, nasıl öğrendin?” diye
Nazargah- ı ilahîdir, Makâm-ı Mustafâdır bu. sordu. Bunun üzerine müezzin, Resûl-i Kibriya
Efendimiz Hazretleri’nin rüyasını şereflendirdiği-
Mürâât- ı edep şartıyla gir Nâbi bu dergaha, ni söyleyip “Ümmetimden Nâbi isimli birisi beni
Metâf- ı kudsiyadır, bûsegâh- enbiyadır bu.” ziyarete geliyor. Bana olan muhabbeti her şeyin
üzerindedir. Kalkın, ezandan önce onun benim
Beyitleri işiten Paşa, Nâbi’ye dönerek ,” Ne zaman için yazdığı beyitleri okuyarak kendisini karşılayın,
yazdın bunları? Senden başka duyan oldu mu onla- mescidime girişini kutlayın!” buyurduğunu söyledi.
rı?” diye sordu. Nâbi, “Bunları daha önce herhangi Nâbi dayanamayıp ağlamaya başladı. Göz yaşla-
bir yerde söylemedim, sizi bu halde görünce elimde rı içinde müezzine tekrar, “O iki cihanın efendisi,
olmadan bağırarak söyledim, ikimizden başka bilen gerçekten Nâbi mi dedi, o benim ümmetimdendir
yok!” dedi. Bunun üzerine Paşa aramızda kalsın mi buyurdu?” diye sordu. Müezzin evet deyince,
diye ikaz etti ve yola devam ettiler. Nâbi fazla dayanamadı, sevincinden düşüp bayıldı.
Kafile sabah ezanına yakın Hazreti Peygamber’in Uyandığında Paşayı da müezzini de yanında ağlar-
mescidine yaklaştı. O sırada işler karışmaya baş- ken buldu.

Habîb-i Kibriyâ’nın, hâbgâhıdır fazîlette; 


Sakın terk-i edepden, kûy-i Mahbûb-i Hudâ’dır bu;  Tefevvuk kerde-i arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ’dır bu!
Nazargâh-ı ilâhîdir makam-ı Mustafâ’dır bu!
Bu hâkin pertevinden oldu, deycûr-i adem zâil; 
Felekte mâh-ı nev Bâbu’s-selâm’ın sîne-çâkidir;  Amâdan açtı mevcûdât, çeşmin tûtiyâdır bu! 
Bunun kandîli, cevzâ matla-ı nûr-i ziyâdır bu! 
Murâd-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha; 
Metâf-i kudsiyândır, bûsegâh-ı enbiyâdır bu.! 

Fukara
Ekibi 21
ÂK
Hak ne yazdı oldur olacâk
Emir ne buyurdu baş üstüne ancâk
Sükût ikrar demiş yüce eshâb
Sükûtum ikrardandır o hal mutlâk
Görecek nesiller kimdir o hemhâl
Derdi bilen yalnız Hay Hâk !

Murâd
22 Özkul
İRŞÂD
Muzaffer Ozak’ın insanlara yıllarca verdiği vaazlara
benzeyen bir halde aldığı İrşâd, dersler halinde üç
cilttir. Her derste belli bir ana konu etrafında ayet
ve hadislerin tefsiri, dualar, manzumeler, men-
kıbeler ve birçok ibretli hikayeler bulunmaktadır.
Muzaffer Ozak’ın bunları bir araya getirmesinin
sebebi gelecek nesillere bunları ulaştırmaktır. Bu
kitabın, risalelerin ismini İrşâd koymasının sebebi
ise Allah’ın bunları okuyanları irşâd buyurmasını
niyaz etmesidir. Hayatın bütün safhalarını, Müs-
lümanın hareketlerinin doğruluğuna ve yanlışlığı-
na dini dayanak getiren ve insanlara büyük fayda
getirebilecek bir kitaptır. Maalesef günümüzde bu
kitabı bulmak diğer kitaplara göre daha zor. Ama
yine de sizlere fevkalade açıklıklar getirebilecek bu
kitabı sizlere TAVSİYE EDİYORUZ!

KUŞEYRÎ RİSALESİ
Kuşeyrî Risalesi, Abdülkerim Kuşeyrî tarafından
hicri 437 yılında ehli tasavvufa yazılmış risaledir.
Risale’de konular ayet, hadis, Kuşeyrî’nin deyi-
miyle “seçilmiş topluluk’tan” seçilmiş ifadeler ve
menkıbeler vardır. Abdülkerim Kuşeyrî, seçilmiş
topluluk içinde bulundukları yolun hakikatine
ulaşmışların azaldığı ve iyice gevşeklik dönemine
girildiği zaman bu risaleleri kaleme almıştır. Ri-
saleler aynı zamanda sufilerin işaret ettikleri ilahî
vecd ve ilhamları, manevi yolda ilk hallerinden son
hallerine kadar nasıl ilerlediklerini içeriyor. Abdül-
kerim Kuşeyrî, “Bu kitabı bu yola girmek isteyenle-
re bir kuvvet olsun diye yazdım” buyuruyor ve ona
katılarak şehadette bulunmamızı arzuluyor. Kitap
gerçekten bir insanın hayatını tamamıyla değiş-
tirebilecek bir düzeyde. Ahir zamanda okunması
gereken bir kitap. TAVSİYE EDİYORUZ!

Fukara
Ekibi 23
Aman Ey
Bâd-ı Sabâ
Uğrarsa yolun Semt-i Harameyn’e
Tazimimizi arz eyle Resûl-üs-Sakaleyn’e

You might also like