You are on page 1of 157

[Faruk Arslan]

Toronto’da York Üniversitesi’nde Liberal Sanatlar ve Profesyonel Eğitimleri Honour Sosyoloji


ve Wifrid Laurier Üniversitesinde Sosyal Çalışmalar, Bireysel, Grup ve Aile terapisi, aynı
zamanda Din ve Kültür alanında iki yüksek lisan yaptı. Ruhsal Psikoterapi alanında Martin
Luther Üniversitesinde doktora yapıyor ve öğretim görevlisidir. Kuzey Amerika Eğitim
sistemine uygun konsept ve kalitede yüksek eğitim ve öğretim modeli sunmakta, kitap, makale
ve şiir yazmakta, seminer ve konferanslar vermekte, aynı zamanda psikolojik sorunlarda Sufi
psikoterapi ve sosyal danışmanlık hizmetleri önermektedir.

Toronto Belediyesi’nin Sosyal Planlama Departmant’ının Yeni Gelen Kadınlar Merkezi ile
ortaklaşa yürüttüğü ‘Kazanım’adlı projede Sosyal Araştırmacı, Sosyolog olarak çalıştı. Psikoloji
Uzmanı olarak Kanada devlet kurumunda ve Sufi Danışmanlık ve terapi şirketinde psikoterapist
ve sosyal uzman olarak görev yapmaktadır.

Arslan, 12 Nisan 1969′de Ankara’da doğdu. Alanya nüfusuna bağlı olmakla beraber aslen
Çorumludur. 3 yıllık GATA Sağlık Astsubay Hazırlama Okulu’ndan 1986′da mezun oldu. Sağlık
Astsubay Sınıf Okulu’dan mezun olmaya 3 ay kala 1987′de ayrıldı. Azerbaycan Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler bölümünü bitirdi ve Hazar’ın Statüsü konusunda tez yazarak 1997′de
‘Uluslararası Hukukçu’ ünvanını kazandı. Kanada’da Centennial College’den 2008’de ‘Sosyal
Toplumcu’ diploması ile mezun oldu.

GAZETECİLİĞİ

Orta Asya’ya Zaman gazetesini kurmaya 17 Şubat 1992′de giden 19 kişilik ilk ekibin içinde yer
aldı. Azerbycan Zaman’a bölge büroları kurma görevini 1995′e kadar yürüttü. Aynı zamanda
Azerbaycan Zaman’da haber ve yazı dizisi yazmaya başladı, Karabağ, Çeçenistan ve Abhazya
savaşlarını yakından takip etti. 1995 ile 1996 arası Azerbaycan Zaman’da aktif gazeteciliğe
yoğunlaştı. Hazar’ın enerji rezervleri ile ilgili yazdığı 3 binden fazla haber ve makale Türk ve
yabancı basında yayımlandı. Azerbaycan Zaman Gazetesi’nin her biriminde dağıtımdan reklama,
bürolar, matbaa gece sorumluluğundan, muhabirlik, haber müdürlüğü ve köşe yazarlığına kadar
her alanında yaptı. 1995 ile 1998 arası CHA Azerbaycan temsilciliğini 3 yıl yürüttü. Üç yıl arka
arkaya en fazla haber yazan CHA muhabiri ödülünü aldı. 2 yıl süresince Türkiye’de yayımlanan
Zaman gazetesinde Bakü Mektubu adlı köşeyi yazdı. Azerbaycan’da yayımlanan 60 bin tirajlı ilk
çocuk gazetesi Tomurcuk’un kurucularından oldu. Ağustos 1998′den itibaren Zaman gazetesinde
2000 yılı sonuna kadar Ankara’da diplomasi, ‘Yurtdışı Baskılar’, dış politika, enerji ve
başbakanlık muhabirliğini yürüttü. 14 ülkede basılan Zaman’lara yönelik özel araştırma
dosyaları hazırladı. Türk dünyası özel muhabirliği yaptı. Kırka yakın ülkeyi gazeteci ve
fotoğrafçı olarak gezen Arslan, dış politika, diplomasi, Türk dünyası, Rusya, Almanya, Orta
Doğu, Avrupa Birliği ve enerji politikaları konularında uzmanlaştı.

2000-2001’de Kanada Zaman gazetesi temsilciliği görevini üstlendi, Toronto muhabiri olarak
çalıştı. Kanada Türklerinin posta ile dağılan ücretsiz haber dergisi Sunrise’ı kurdu ve bir yıl
boyunca editörlüğünü yürüttü. 1998-2004 periyodunda Ali Alperen mahlasıyla sırasıyla Muhsin
Yazıcıoğlu’nun kurduğu Büyük Birlik Partisi’nin yayın organları Gündüz, Muhalif, Gelecek
Gazetesi, Hür Gelecek gazetelerinde Türkistan adlı köşeyi yazdı. 2008 başından itibaren ise
Alperen Ocakları’nın online medyası olan Milli Ocak haber portalında 9 yıllık müstear
dönemine son vererek kendi ismiyle 2011 yılına kadar köşe yazısı yazdı. 2004 yılllarında
Metafizik Magazin ve Almanya’da Platform dergisinde yazıları yayınlandı. 2000’den 2006′ya
kadar aralıksız her gün makaleler yazarak, sonsaniye.net gibi çeşitli İnternet medyasında köşe
yazılarıyla haberciliğini sürdürdü. Halen Kanada’da Canadatürk ve Türkiye’de Marmara Times
ve Çorum Manşet yerel gazetelerinde köşe yazarıdır. Kısa adı MANA (Media Asembly of North
America) olan Kuzey Amerika Medya Birliği’nin kurucu başkanı ve halen genel sekreteridir.
Yayınlanmış 35 kitabı bulunuyor.

Toronto Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı devlet okullarında Toronto’da kadrolu öğretmen olarak
Türkçe dersleri verdi. Azerbaycan Gazeteciler Cemiyeti, Ankara Diplomasi Muhabirleri Derneği,
Kanada Etnik Gazeteciler Derneği ve Ontario Sosyal İşçiler Koleji ile Ontario Sosyal Çalışanlar
Derneğinin üyesidir.

Evli ve üç çocuk babası olan Arslan, Kanada ve Türk vatandaşı olarak Kanada’da gazetecilik ve
akademik yaşamını sürdürüyor. Arslan, iyi derecede İngilizce, Almanca ve Azerbaycan Türkçesi
biliyor.
İçindekiler
Giriş ................................................................................................... 6

Selefilik neden İslam’ın başbelası! ................................................ 6

Önsöz .............................................................................................. 10

Teolojik Tarihçe ve Selefiliğin 5 Çeşidi ...................................... 10

Birinci Bölüm ................................................................................. 59

Selefi RABITA’nın Esirleri! .......................................................... 59

İkinci Bölüm ................................................................................... 61

TÜRGEV ve Paralel Parti Devleti Cemaati ................................ 61

Üçüncü Bölüm ............................................................................... 69

Süfyanizm’in dini anlayışı! .......................................................... 69

Dördüncü Bölüm ........................................................................... 81

İki farklı İslam, iki Türkiye! ......................................................... 81

Beşinci Bölüm ................................................................................ 93

Selefi Terörü ve Enerji Projeleri ................................................... 93

Altıncı Bölüm ............................................................................... 104

IŞİD ve Büyük Kürdistan Projesi .............................................. 104

Yedinci Bölüm ............................................................................. 107

Selefilik İslam’ı sunan yapı Kimindir! ...................................... 107

Sekizinci Bölüm ........................................................................... 115

Bölünme sorununu Hizmet çözebilir ....................................... 115

Dokuzuncu Bölüm ...................................................................... 117

İç Savaşın Anatomisi................................................................... 117

Onuncu Bölüm ............................................................................ 132

IŞİD ile Kıyamet Senaryosu ....................................................... 132

On Birinci Bölüm ......................................................................... 142

Savaş Suçluları ve IŞİD’in Sonu ................................................ 142

On İkinci Bölüm .......................................................................... 154

Selefi Sorununa Çözüm Yolları ................................................. 154


Giriş

Selefilik neden İslam’ın başbelası!

IŞİD ve diğer selefi terör grupları konuda yazılmış ne kadar kitap, makale, haber varsa okudum,
videolar ve belgeseller izledim. Sekiz bin kelimelik İngilizce bir makale de yayınladım.
Kanada’da Alberta Üniversitesi’nde Arap Baharı sonrası IŞİD konulu uluslararası konferansa 26
Eylül 2015’de konuşmacı olarak çağrıldım ve katıldım. Sünni İslam’ı lekelemeyi amaçlayanların
bir oyuncağı olan ve Batılıların İslam karşıtı olmasını sağlayan bu bostan korkuluğu ‘Scary
İslam’ın korkutucu yüzüdür. IŞİD’i dini açıyla ‘Global Süfyanın Mehdi Ordusu’ şeklinde
tanımlıyorum.

Selefi cihadcı fenomeni ile karşılaşmam henüz 16 yaşımda GATA’da sağlık Astsubay Hazırlama
Okulu’nda okurken başladı. Milli Görüş’ün Gençlik Kolları Başkanı olan Recep Tayyip
Erdoğan'ın askeriyedeki yandaşları bir talabemi Afgan cihadına katılması için 1986'da ikna
etmeyi başarmıştı. Milli Görüşcülere çok sert tepki koydum. Afgan cihadı olayının ardından pis
kokular geliyordu. Erdoğan'a 1980'lerde bir talabemi bile kaptırmadım, askeri okuldan atılmayı
göze alarak, üst sınıfımdaki Milli Görüşçüleri toplum önünde rezil ettim. Devlete ve ordumuza
şeytan, tağut sistem diyorlar, bağıra bağıra şeriat devleti talep ediyorlardı. Henüz İnternet,
bilgisayar yoktu, ancak cihada adam toplayanların kalpleri yalan söylüyordu, çok şekilci ve
populist, aşırı politiklerdi. Bu nedenle kuşkulanmıştım. Erdoğan'ın Afganistan'a yolladığı
Türklerin selefi El Kaida elinde ne olduğunu ülkemizde kimse araştırmadı. El Kaida, 1996’da
Taliban 2003’den beri Irak El Kaidasının Baas versiyonu olarak IŞİD oldu. Erdoğan'a bu nedenle
hiç bir zaman güvenmedim: Hem RABITA hemde CIA'nin verdiği görevleri yapıyor gibi
gözüküyordu. El Kaida CIA ve MOSSAD ürünüydü, peki IŞİD kimindir?

Selefi cihadcılara Türk militan yollama Erdoğan'ın yeni bir günahı değildir. Afgan cihadı diye
1980'lerde İslami camilardan gençleri ayarlayan, bu işlerden sorumlu bir görevliydi. Erdoğan'ın
Afgan selefilerine militan bulma misyonuna neden şiddetle karşı çıkmıştım? Çünkü El Kaida’ya
35 ülkeden 20 bin cihadcı genç toplatan CIA idi, güya Sovyetlere karşı özgürlük savaşçıları
yetiştiriyordu. ABD Başkanı Ronald Reagan, böyle tanımlamıştı El Kaida’yı. RABITA bu
projenin mimarı olarak Necmeddin Erbakan ve Erdoğan ile anlaşmıştı. Ancak 1989’dan itibaren
Afganistan’da iç savaş çıktı. Afgan cihadını kardeş kavgası ve iç savaşa çeviren selefiler CIA
kontrolündeydi, zaten El Kaida, Erdoğan gibilerin topladığı cihadcılardan oluşuyordu. Gülbeddin
Hikmetyar İran’a sığındığında ilk yardıma koşan Erdoğan oldu, bunun ile epey fotoğrafı
google’da bulabilirsiniz.
Selefilerin yol açtıkları yıkımları ve aynı radikal ekipleri Bosna ve Çeçen savaşlarında da
görüyoruz. 400 bin Çeçenin Ruslar tarafından öldürülmesine yol açan Selefi ekip, Özbekistan’da
Fergana Vadisinde ise resmen İslam’ın adını batırdı. 1993’de Özbekistan’ı ziyaretimde selefiler
yüzünden devlet başkanı İslam Kerimov’un yurt dışından gelen Müslümanları kovacağını
anlamıştım. Ahıska Türkleri ile başladılar, Türkiye’den gelmiş insanları hapsettiler. Halen 75 kişi
hapiste bulunuıyor.

Erdoğan, en fazla 1980’lerde Libya’da görev yaptı, halkı tarafından linç edilerek öldürülen
Muammer Kaddafi ile çok yakındı. Kaddafi’nin ölmeden önce 50 milyar dolarlık şahsi servetini
Erdoğan’a emanet ettiği, IŞİD’e giden silahların bir kısmının Libya’dan satın alındığı ileri
sürülüyor. Eskiden sıradan bir parkeci olan, Libya’da hastane, yol ve köprü yapımında ortak olan
bir Amerikalı ile AKP’li bir Erzurum milletvekilinin aracılık ve gizli kasalık yaptığı henüz ispat
edilmemiş iddialardır... Bu Amerikalı ile 2011’de Pendik’te tanışmış ve yemek yemiştim. Bu
kirli ilişkiler canımı sıkmıştı. Neden?

17 Şubat 1992’de Azerbaycan’a Zaman gazetesi kurmak için giden dört kişilik ekibin
içindeydim. Kah, Balaken ve Zakatala kentlerinin müftüsü olan İbrahim bey’e Azerbaycan’ın ilk
şehidi Mehmet Selim Tunç’u emanet ettiğim günü unutamam. 1992 Ramazan’ıydı, bir trafik
kazasında Kadir gecesi şehit oldu Mehmedimiz. İbrahim beyin kazada iki ayağı da kırılmıştı.
İbrahim beyle özel bir dostluğumuz oluşmuştu. Kah’ı ziyaretlerimizin birinde 1992 yaz başında
selefilerin camileri ikiye böldüğünü ve fakir insanlara aylık 100 ABD doları maaş vererek
Vehhabi yaptığını anlattı. “Fitne büyük” derken gözlerinden yaş döküldü. Kafamdan kaynar
sular dökülmüş, kan beynime sıçramıştı. “Bakü’ye gel, Kafkas İslam Dairesi Şeyhİslam’ı
Allahpaşa Şükürzade’ye durumu şikayet et” dedim. “Geldim, bu dediğini yaptım, ancak Şeyh
Şii, İran’ın nüfuz ajanı ve eski KGB elemanı, beni gülerek kovdu ve Sünniler birbirinizi yiyin
diye kapı önüne koydu” dedi. “Tezepir Mescidi Piri Sabir Hasanlı erdemlidir, sana yardımcı
olur” dedim. Umutsuzca başını salladı. “Şiiler Sünnilerin aralarında kavga etmesinden memnun,
yardım etmiyorlar” diye sitem etti. “Sıradan bir muhabirim, ne yapabilirim ki?” diye sordum.
İbrahim bey Taşkent İslam Enstütüsü mezunuydu, selefilerin Sovyet döneminde bu tek ilahiyat
fakültesine verdikleri milyon dolarlık bağışlarla hakim olduklarını, KGB’nin Vehhabi İslam’ını
Müslümanlara zarar vermek için kullandığını dile getirdi. Sorunun bu kadar dehşetli olduğunun
farkında değildim. Bana Türkiye’den Vehhabiliğin nasıl kurulduğuna ve nasıl bir tehlike
olduğuna dair bir kitap getir, Azerbaycan Türkçesi ve Rusca’ya çevirelim, camilerde dağıtalım
önerisinde bulundu. Bu teklif hoşuma gitti. 1992 yazı talep ettiği kitabı buldum: İngiliz
Casusunun İtirafları… 1 Bu hatıralar ilk önce Alman gazetesi Spiegel’de tefrika edildi. Lübnanlı
bir doktor tarafından Arapça'ya tercüme edildi. Hüseyin Hilmi Işık tarafından 1990 yılında
neşredildi. Bilahare Arabca'dan Farsça'ya, sonra da “Memoirs of Hempher, The British Spy to
the Middle East” adıyla İngilizceye tercüme edildi. Hakikat yayınevi da bu kitabı bastı. Bilinen
gerçeklerdi.
Fethullah Gülen Hocaefendi’yi 1992 yazı Azerbaycan’a dönmeden ziyaret ettim ve durumu
rapor ettim. Siyasi “Şiilik ve Vehhabilik İslam’ın başında iki büyük beladır” diye söze başladı ve
yarım saat hac ziyaretinde Suudi Arabistan’da başından geçenleri anlattı. Kafkasya ve
Azerbaycan’da Vehhabiliğin tutmayacağını, Şahı Nakşibendi ve Hoca Ahmet Yesevi Sufiliğinin
ve kültürünün buna izin vermeyecek manevi dinamikler olduğunu söyledi. “Ancak
Özbekistan’da Vehhabi tehlikesi var, bu girdaptan kurtulmaları kolay gözükmüyor, İslam’a zarar
veriyorlar” dedi. Vehhabiliğin aşırı Arap milliyetçiliğini Osmanlı’ya karşı ayaklandırmak için

1
İslam'ı Nasıl Yok Edelim / Bir İngiliz Ajanının Hatıraları adında Nevzat Göktaş tarafından tekrar çevirisi yapılmış ve
Nehir yayınları tarafından da basılmıştır.
İngiliz istihbaratı tarafından kurulduğunu ben de yeni öğreniyordum, İbrahim bey de çok şaşırdı.
Tercümeyi Kril alfabesinde bastık ve dağıttık, ancak Vehhabiler Bakü’de başka bir yol daha
bulmuştu.
Nisan 1994’de Azeri eşimle evlendiğimde baldızımın Suudi kökenli bir yardım kuruluşunda
Karabağ göçmenlerine yardım ettiğini öğrendiğimde ilk önce çok sevinmiştim. Bir süre sonra
ekibin başındaki Suudi baldızıma evlenme teklifinde bulundu ve damat adayını testten geçirme
görevi bana düştü. Libya’da uzun yıllar inşaat işleri yapmış işadamı dostum İbrahim Ekşioğlu,
“Çok safsın, bacanak adayına mutlaka sor, kesin başka eşleri de vardır, senin baldızın dördüncü
ise kendisini şanslı sayabilir, buradan giderken boşar onu” diye uyardı. Uzun boylu, yakışıklı
Arap gencine, “başka eşin var mı?” diye sordum. “Mekke’de bir Arap eşim var, burada da bir
Rus ile evlendim, müslüman oldu, baldızın 3. eşim olacak” deyiverdi. O kadar rahat söylüyordu
ki! Normaldi onun için. “Peki, burada işiniz bittiğinde baldızımı boşayacak mısın?” dedim. “Onu
Suudi Arabistan’a götüremem” deyince hızla ayağa kalktım, elini sıktım ve “güle güle” deyip
baldızımı oradan aldım. Azerbaycan Türk kültürünü hiç bilmiyordu, Türk kadınlarının 2. eş
olmayı kabul etmediğinden habersizdi. Selefi olduklarını baldızım anlatı, “Karabağ mağdurlarına
ayda 40 dolar verip Vehhabi olmalarını istiyorlar” dedi. Azeri Lider Haydar Aliyev, Vehhabi
yardım örgütlerini ülkeden 1995’de kovmuştu. Bazı muhalif gazeteciler bunu “İslam karşıtlığı”
olarak sundular, oysa Aliyev ülkesi için en doğru olanı yapmıştı. Devlet adamlığı böyle olur işte!

Erdoğan'ın ise selefilere radikal Türk müslüman çevrelerden cihadcı devşirme görevi 1980'lerde
başlamıştı ve bugün Suriye ve Irak'ta sürüyor. Karanlık Gladyocu MİT ve ÖKK ekibinin
AKP'nin yardımıyla, el broşürleri, siteler, twitter, skype üzerinden selefi militan devşirmeleri
Anadolu’nun altını oyuyordu. MİT, El Nusra, Ahrar Al Şam ve IŞİD'e yolladığı 2000 Türk
vatandaşını safha safha geri döndürmüştü. Suriye'deki selefi cihadıcılarda katil olup
kaşarlandıktan sonra ülkesine dönen terörist zanlıları, Türkiye dışında her ülkede hapiste diye
kamuoyunu net uyardım. El Kaida türevi örgütleri savunan, sponsorları ile ortaklık yapan
Erdoğan aslında çok istikrarlı bir “nüfus ajanı” veya kullanışlı bir “siyasal kukla”, oyuncu
sayılabilirdi.

Suriye tezgahında güya Beşar Esad'a karşı savaşan 11 farklı selefi örgüte militan bulunmasında
Erdoğan ve MİT'in oynadığı rol ülkemizin kredisini tamamen İslam dünyasında ve Batı aleminde
bitirdi, kararttı. IŞİD benzeri gruplara karşı çıkan dizilerle halkı bilinçlendirdiği için Hidayet
Karaca'nın hapsedildiği bir ülkede terör eylemi ancak bir Yezid işi olabilir. “Cihad” adı altında
hipnotize edilmiş insanlara, her türlü rezilliği yaptırabilen siyasi çıkar gruplarının elinde din,
afyon haline dönüştü! Mezhep teröründen sonra sıra etnik terörü kaşımaya geldi. İslam’a savaş
açmış çete için araçların, kuklaların, partilerin, örgütlerin hiç bir önemi yok. Gayeleri 28 Şubat’ı
1000 yıl yaşatmak. Laik olmasın Kızıl olsun, Yeşil olsun fark etmiyor. Bu fitneyi
durdurmalıyız... Aydın, gazeteci ve yazarlara büyük sorumluluk düşüyor. Zaman, can, mal ve
makamdan korkma zamanı değildir. İtibarınızı, mansıbınızı, şan ve şöhreti, mal mülk, evlad ıyal
davasını, konumunuzu korumayı bir kenara bırakınız ve bu karanlık düzeni, hırsızlığı, kamu
soygunu, gulul günahını, adaletsizliği, eşitsizliği, ayrımcılığı ve vatanımıza karşı işlenen büyük
ihaneti deşifre ediniz.

5 Ağustos 1986 ile 30 Eylül 2015 arasına geçen 29 yıl gözümün önünden film şeridi gibi
geçiyor. 1986 Ağustos’u başında Hürriyet ve Milliyet gazeteleri Said Nursi ve o günler henüz
tanınmayan Fethullah Gülen Hocaaefendi ile ilgili yalan, yanlış ve çarpıtmalarla dolu MİT
servisi iki yayın dizisi yayınlıyor. İki muhterem hoca şahsıda “dört eşli”, “ehli keyf” ilan ediyor.
Derin devleti ilk fark ettiğim zaman dilimi bu, ama adını koyamıyorum. Bir kaç hatıramı
anlatayım. PKK'nin adı sanı bilinmez iken ilk şehit ettiklerinden biri 18 yaşında bir Sağlık
Astsubayı idi. Bu şehidin GATA'da cenaze namazına katıldığımda yıl 1983, aylardan Eylül idi.
Sağlık Astsubay Hazırlama Okulu’na gireli henüz bir hafta olmuştu. Şehit astsubayın okul
numarası 307 idi. Bu devre yerine okula girmiştik; bu devrede yaka numaram 314 oldu. Sınıf
subayı yüzbaşımız Kemal Akkarpart, şehidimizin yaka numarasını kimseye vermedi ve onu hep
hatırlamamızı istedi. Cenazede yaşadığım travmayı iliklerime kadar hissetmiştim. O dönemde
Kürtcülük yok idi, şehidimizi katledenler “Markist Leninist dinsiz sol görüşlü bir grup eşkiya”
idi. Dönemin başbakanı Turgut Özal, "bir kaç çapulcu" demişti. PKK’nın şehit ettiği 18 yaşında
bir delikanlı askerin naaşında duyduğumuz acıyı bilemezsiniz. Şehit olan yeni mezun devrenin
yerine gelmiştim okula. Arka sıramda numarası boş bir şehidin hayaletini hep gördüm, ona
saygımız vardı, yaka numarası boştu ama ruhu hep yanımızdaydı. Bana kimse vatan hainliği
veya vatan kahramanlığı edebiyatı yapmasın, karnımız tok bunlara…

PKK ile ilgili bize 4 yılda askeri lisede öğretilenlerin koca bir yalan olduğunu Şubat 1987'de
öğrendim. Van'dan gelen yaralı bir komando piyade yüzbaşı, PKK elebaşı Abdullah Öcalan'ı
kırsal alanda bir operasyonda Van’da yakalamış ve tutuklamıştı. GATA’da öğrenciydim, neden
yaralandığını benle paylaştı. GATA'da yatan yaralı yüzbaşı şunu net söyledi: Öcalan'ı
helikoptere bindirip 1987'de Genelkurmay'a postalayacak iken gelen emir Suriye'ye bırak
olmuştu. Yıl 1987. Komando yüzbaşı içi kan ağlayarak yakaladığı Öcalalan'ı Suriye sınırına
bırakır. "Bizim adamımız o" diyen sesi hiç unutamıyor ve bir travma yaşıyordu. Ertesi gün 10
kişilik timi PKK tarafından Van kırsalında pusuya düşürülmüştü. PKK, yüzbaşının timindekileri
pusuda keklik gibi kolayca avlamış ve yüzbaşıyı da öldü diye yaralı bırakmışlardı. Yüzbaşı,
postasının hem PKK'ya hem MİT'e çalıştığını öğrenmişti. Özetle, Öcalan en başından beri bir
derin devletin proje adamıydı. PKK'yı TSK hep bir tatbikat aracı olarak gördü, şehit olan
zayiatlar ise normaldi. PKK gibi bir tehdit olmasa TSK nasıl bütçenin yüzde 35'ini alabilirdi ki?
Hiç savaşmadığı halde dünyanın en büyük 4. Ordusunu nasıl besleyebilirdi ki? Eski Genekurmay
başkanı İlker Başbuğ, "PKK'yı son 35 yılda 5 defa bitirmişiz, dağda yaşayan 5 bin kişiyi belli
aralıklarla öldürdük, toplam 35 bin ediyor" derken dalga geçmiyordu. PKK'nin iç politika
malzemesi olması, Almanya istihbaratının bir başarısıdır. PKK sorunu ile Kürt sorunu, artık bir
kimlik sorunudur. Bu nedenle 1990'lardaki haberlerimde Kürt haklarının savunucusu olmayı
seçtim. PKK, global oyuncu ve istihbaratların kucağına bırakıldı. Kürt meselesi artık TSK'nın
oyuncağı ve PKK ile savaş bir savaş antremanı veya faydalı bir tatbikat değildir. 7 Haziran 2015
seçiminde HDP ve MHP eşit sayıda TBMM’de milletvekiliyle temsil imkanı buldu. Eğer
toplumsal barış ve huzur için yakalanan bu imkanı da tepersek, devrin maceraperest ittihatçıları
Siyasal İslamcıların Büyük Kürdistan’ı kurmaya çalışan global aktörlerin ekmeğine yağ
süreceğimiz çok açıktır. 3 yıl önce olacakları bir bir Kürt kardeşlerimize anlatmış ve Erdoğan'ın
onları ne zaman kullanıp satacağını tarihleriyle tek tek vermiştim. Hepsi çıktı, şimdi şapka
çıkartıyorlardır. PKK içindeki Ergenekon'u, Fidan'ın KCK'da görevli MİT ve Özel Harp
elamanlar olduğunu, MİT denetimindeki selefi örgütler bulunduğunu herkes biliyor. Bu kan,
kaos, talan ve selefi fitnesi üzerinden siyasal İslam mühendisliği son bulmalıdır. Bu eser sağlam
delillere ve bilgilere dayanıyor. En çok bilinen sözde devlet sırlarının adını koyuyor.

Faruk Arslan
Kitchener, Kanada
Önsöz
Teolojik Tarihçe ve Selefiliğin 5 Çeşidi

İbn-i Teymiyye’nin ‘ehl-i sünnet’in katı yorumuyla temellerini attığı selefilikte tekfirin
dozajı, IŞİD benzeri örgütlerin temel ideolojik örgüsünü oluşturuyor. El Kaide’yi klasik selefi
hareketlerden ayıran 2 özelliği var: Biri aşırı tekfirci yani kendisi gibi düşünmeyeni kâfir ilan
ediyor. Diğeri cihat adına kör şiddeti meşru görüyor. Vehhabiliğin bir terör örgütü olarak aşırı
Arap milliyetçilik argümanları kullanılarak İngiliz İstihbaratı tarafından nasıl 18. yüzyılda zorla
doğurtulduğu anımsanmıyor. Sosyolog yazar Ali Bulaç, Selefiliği “usûli, davetçi ve askeri” 2
olmak üzere üç ana gruba ayırıyor; aslında beş gruba ayırmak daha yerinde olur.
Kelamı ve fıkhı meşruiyet aracı olarak kullanan askeri Selefilik, IŞİD ve El Nusra gibi
yeni tekfirci gruplar, özellikle Arapçası DAİŞ olan grup tarihsel olarak
Haricilerle aynileştirilebilir mi? Dahili ve harici rakiplerini siyasi olarak safdışı bırakmak için
neden ameli salih olmayanların imansız (rafızi, müşrik ve mürted) kabul edilmesi fitnesine
dönüldü? Mezhep ve etnik çatışmalarda, Suriye, Irak, Yemen, Libya ve Afganistan'da süren iç
savaşlar dolayısıyla müslümanlar birarada yaşama kültürünü, hoşgörüsünü neden kaybetti? Tıpkı
Cemel ve Sıffin savaşlarında olduğu gibi kimin cennet ve cehenneme gideceği tartışılır hale
geldi. İslam dünyasında “tekfir hastalığı” yeni değildir.

Bu konuya geçmeden önce herkesin sorduğu bir soruya yanıt arayalım. IŞİD üzerinden
Sünni İslam’ın global bir saldırı altında olduğu açıktır. Peki, kim gerçek Sünni İslam’ı temsil
ediyor? Neden Batılılar İslam’ı temsil eden kurumlara ihtiyaç duyuyorlar ve kendileri zorla
otorite kurmaya çalışıyorlar? Neden kuramıyorlar? Halifeliğin 1924’de ve Osmanlı
imparatorluğunun 1918’de ortadan kalkması ile oluşan boşluk neden doldurulamıyor? Ilımlı
İslam uzmanı görülen Prof. Dr. Karen Armstrong, 2014 tarihli son kitabında şiddetin tüm
dinlerdeki tarihçesini incelerken neden Osmanlı’nın barışcıl bir çözüm sunduğu 14 ve 18. Yüzyıl
arasındaki dönemini teğet geçti ve hiç değinmedi? Şiddet dinlerin bir parçası diyen Armstrong,
hangi gerekçeleri sunarak Vehhabiliğin tek suçlu olmadığını ilan ediyor? ABD’nin askeri
işgallerinin Müslüman ülkelere kaostan başka bir şey getirmediği açık. O halde, Osmanlı’nın
yeniden kurulma fobisi neden Batılıların uykusunu kaçırıyor?

Osmanlı gücünü çok çeşitli ve çok dinli yapıya hoşgörüsünden alıyordu. IŞİD, kendisi gibi
düşünmeyen heekesi kesiyor ve sivil toplumu yok ediyor. Globalleşme teorisinin akademisyeni
Ronald Robertson bile, Osmanlı’nın millet sistemi ile çok kültürlülüğe saygıda zirvede olduğunu
benimsiyor. IŞİD ve El Nusra gibi katil cani sürüsü ile yeni Osmanlı’yı kurma ütopyası bir
paradoks idi! Zira Vehhabi teröristleri geçmişte tıpkı IŞİD gibi şiddete başvurup Arap
milliyetçiliğine dayalı Kur’an’ın özünü temsil ettikleri iddiasıyla Osmanlı’yı tam ortadan ikiye
bölmüş ve parçalanma süreci bir İngiliz oyunuyla başlamıştı.

2
Ali Bulaç. Tekfirciliği Besleyen Vasat. 20 Temmuz 2015ö Zaman gazetesi. http://www.zaman.com.tr/yazarlar/ali-
bulac/tekfirciligi-besleyen-vasat_2306261.html
İngiliz casusu Hempher’ın 'İngiliz Casusunun İtirafları' adlı hatıratı, Suudi Arabistan'da
Vehhabiliğin doğuşunda İngiliz gizli servisinin rolünü anlatır. Hempher ile İslâm ülkelerine
gönderilen on ajandan biri Müslüman olur, biri ölür, birinin izi kaybolur, biri de saf değiştirip
Ruslar hesabına çalışmaya başlar... Yani şimdi ellerinde daha az adam, daha çok iş vardır.
Londra’daki ağalar Hempher’i bu kez Irak’a yollar, “Müslümanların arasına gir ve o vücudu
mafsallarından ayır” buyururlar! Hempher gözünü dört açıp koparacağı fitne için malzeme arar.
Yöreyi adım adım dolanır, kâh şiilere, kâh sünnilere “zarf atar”...
Önce Şeyh Ömer Tai adında sünni bir imama yaklaşır, ancak şeyh ona peş peşe sorular
sorar ve cevaplarına inanmaz. Kaldı ki konakladığı hanın sahibi Mürşid Efendi onun sabah
namazlarına gönülsüz kalkmasına takar. Gün doğarken herkes Kur’an-ı kerîm okur, o zıbaracak
bir köşe arar. Hancı “beni ne ilgilendirir kardeşim, parama bakarım” demez, bu fırıldak herifi
derler toplar, kapının önüne koyar. Hempher bu kez yolsuz kalmış Azeri kılığına girerek
Abdurrıza adlı şii bir marangozun yanına takılır. İşte o günlerde Farisi ve Türkçe bilen Necdli bir
gençle (Muhammed bin Abdülvehhâb) tanışır. Bu çocuk aşırı kibirli ve çok asabidir, kendini
allame-i cihan sanır. Sünni olmasına rağmen mezhep tanımaz, Kur’an-ı kerîmi kafasına göre
yorumlar. Şedit bir Türk düşmanıdır, halifeye ve ulemaya sövmeden duramaz. Hasılı Hempher
mumla arasa böylesini bulamaz...
Kurtarıcımız sensing diyen çapulcu sürüleri bulur.
İkiyüzlü İngiliz ona hayranmış gibi davranır. Hatta çizmeyi aşar, kulağına eğilip “sen Hazret-i
Ömer ve Ali’den bile büyüksün” diye fısıldar, “İslamı cihana yayacak biricik güç sendedir,
diğerleri Kur’an’ı anlayamıyorlar...” diye kibrini yükseltirler. Hempher bu acemi gencin
ağzından girer burnundan çıkar ve onu nicedir beklenen “kurtarıcı” olduğuna inandırır. Eh
kurtarıcılık kolay iş değildir, eski olan ne varsa yıkılmalıdır.
Abdülvehhâb, 1703 tarihinde Necid bölgesinde küçük bir kasaba olan Uyeyne köyünde
doğmuştur. 3
Ailesi Hanbeli fıkhı üzerinde pek çok alim yetiştirmiş olan Beni Temim kabilesine
mensuptur. Babasının adı Muhammed olduğundan Muhammed bin Abdülvehhâb diye anılır. İbni
Teymiyye’nin görüşlerini kendi adıyla “Vehhabilik” suretinde anılmasına sebep olacak bir
şekilde siyaset arenasına intikal ettirerek geliştirmiş olan Abdülvehhâb, ilk dini bilgileri Uyeyne
kadısı olan babasından almıştır. Daha sonra Mekke ve Medine’de de muhtelif hocalardan ders
almış bulunan Abdülvehhâb, Eyüp Sabri Bey Paşa’ya göre O, daha tahsilinin başlangıcında
bilahare izhar edeceği zemin buluncaya kadar ketum davranmıştır. 4
Bu fırsatı tahsilini ikmal ettikten sonra gittiği Basra’da bulmuş, fakat gördüğü aksülamel
üzerine buradan uzaklaştırılmıştır. Tekrar Necid’de babasının vazifeli bulunduğu Hureymila’ya
döndü. O’nun ölümü üzerine bazı dini tavırları şirk olarak vasıflandırmaya başlamış bundan
dolayı ölümle tehdid edilmesi üzerine doğum yeri olan Uyeyne’ye dönmüştür. Burada da aynı
sapık fikirleri yaymaya başlamış hatta Müyselemetü’l Kezzab adıyla bilinen ve Hazreti
Ebubekir’in hilafet devrinde peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkmış bulunan sapıkla yapılmış
olan muharabelerde vefat etmiş olan sahabelerin kabirlerini yıktırması üzerine halkın büyük
ölçüde aksülameliyle karşılaşmış ve bu sebeple 1745 tarihinde Suud ailesinin hâkimiyetindeki
Dir’iyye bölgesine gidip yerleşmiştir. Bu hareket O’nun hayatında büyük bir dönüm noktası
teşkil etmiştir. Zira sapık fikirleri için Suud ailesinden büyük bir desteğe mazhar olmuştur.

3
Eyüp Sabri. Tarihi Vehhabiyan (Vehhabiler Tarihi). Çevirmen Sülayman Çelik. Bedir yayınevi, 1992.
4
Eyüp Sabri, a.g.e, sayfa 33.
Bugünkü Suudi Arabistan Devleti’ni kuran Muhammed Bin Suud ile akrabalık tesis eden
Abdülvehhâb, onların sağladığı siyasi destekle büyük ölçüde fikirlerini yaymak fırsatı
bulabilmiştir. Zira Suudlar, artık inkıraz alameti başlamış olan Osmanlı Devleti’nden ayrılarak
müstakil olmak hususunda bir fikre meyletmiş bulunuyorlardı. Böyle bir zamanda
Abdülvehhâb’ın fikirleri Osmanlı’ya isyan için mükemmel bir kılıf olabilirdi. Zira bu fikirleri
kabullenmek Osmanlı Devleti ve O’nun memurlarının “müşrik” addedilmesine müncer olacak ve
bu da onlara itaatten vazgeçerek isyan için haklı bir sebep teşkil edecekti. Aşırı Arap
milliyetçiliği virüsü İngiliz işidir.

Hempher acele etmez, zira yeterli vakti vardır. Abdülvehhâb’ı gençliğinden itibaren
sabırla yoğurur ve avucunun içine alır. Başlangıçta ret etmesine rağmen onu muta nikâhına ikna
eder ve Müstemlekeler Nezaretinde çalışan İngiliz kadınlarından biriyle (kod adı Safiyye) bir
haftalığına âkidlerini yapar. Bu kadın Necdliye çok tesir eder, ona “içtihad yaparak kuralları
delme” cesareti verir. Gündüz Hempher, gece Safiye’nin makasına giren delikanlının kafası iyice
bulanır. Nitekim “kendi sığ aklıyla” hükümler çıkarır ve uygular. Kadeh tokuşturup, şakır şakır
oynamaya başlar. Lakin Hempher’in “oruca ve namaza ne lüzum var” gibi telkinlerine şiddetle
karşı çıkar, “sen beni dinimden mi etmek istiyorsun” deyip yolunu ayırmaya kalkar. Hempher
ustalıkla manevra yapar. Önce “seni denedim ve kazandın” der, ardından “ibadetler imandan
parçadırlar (aslında değildir). Terk eden dinden çıkar. Gafiller ve günahkârlar katl
olunmalıdırlar” fikrini Abdülvehhâb oğlunun aklına sokar. Onu samimi ama günahkâr
müminlerin üstüne salar, terörden medet umar.

Tezgâh üstüne tezgâh kurulmuştur. Hempher ile Safiyye, kâh alttan alır, kâh geri adım
atar, onu sünnilik ve şiiliğin dışında üçüncü bir yolun liderliğine hazırlarlar. Bu ukâla gence
“Şeyh-i Necdi” gibi albenili bir isim yakıştırır, yanında saygıyla boyun büküp, el oğuştururlar.
Hempher demirin tava geldiğini hissedince bir rüya uydurur. Güya Abdülvehhâb oğlu nurlar
içindedir. Ansızın Resulullah Efendimiz belirmiş ve “sen benim varisimsin, artık ilmini açıkla”
demiştir. Şaşkın çocuk bunun yalan olabileceğine ihtimal bile vermez, derhal mezhebini
kurmaya niyetlenir (1713). İşte dengesiz bir gencin kurduğu bu köksüz mezhebe “Vehhabilik”
denir.

Hempher, kendini finale hazırlamıştır ki İngiltere’ye çağrılır. O, “işim yarım mı kalacak”


diye telaşlanadursun, diğer İngiliz ajanları “Şeyh-i Necdi”yi kuşatır, cendereye alırlar. Casus
Safiyye onunla Isfahan’da iki ay daha muta nikâhı ile yaşar. Hempher’in yerini alan
“Abdülkerim” kod adlı ajan ona Safiyye’den daha zeki, daha neşeli ve çok cazibeli bir kadın
(Asiye) ayarlar. Asiye bir Şiraz Yahudisi olup nazırlığın en gözde ajanlarından biridir.
Abdülvehhâb oğlunu dilediği gibi yönlendirir, istediği kalıba sokar. Kardeşi kardeşe kırdıran
kanlı süreç işte böyle başlar.

Ne yazık ki çöl eşkıyaları asabi gencin ardından koşar, şirazeden çıkarlar. Düşünün yüzü
suyu hürmetine kâinatın yaratıldığı Server’e bile mesafe koyar, işlerine gelmeyen hadisleri yok
sayarlar. Türbeleri ezer geçer, tarihî camileri göstere göstere (sonraları restore bahanesi ile)
yıkarlar. Eskiyi hatırlatan ne varsa (han, hamam, kışla) ortadan kaldırır, miladın kendileri ile
başladığını sanırlar. Necdliler zaten kavgacı ve yağmacı insanlardır ama Vehhabileştikten sonra
soygun ve katliam için “bahane” sahibi olurlar. Puta tapanlara gelen ayetleri kafalarına göre
yorumlar, halis Müslümanlara müşrik muamelesi yaparlar. Çok can yakar, çok kan döker,
müminlerin mallarına el koyarlar. Abdülvehhâb’ın diğer oğlu Süleyman, ilim ehli bir zâttır.
Kardeşinin söylediklerine mükemmel cevaplar veren bir risale hazırlar. Ancak Müseylemet-ül
kezzâb’ın soyundan gelen haydutlara mani olamaz... Hempherlerin biri gelir biri gider, İngilizler
habire yara kaşırlar. Silahlanan çakallar Haremeyne hademe olabilmek için dostlarından ve
yurtlarından ayrılan fidan boylu Mehmetçikleri arkadan vururlar. İngilizler mermi sıkmadan
zafer kazanır, birbirini kıran Müslümanlara bakar, zevkten kudururlar. 5

Bugün benzer bir oyun oynanıyor. IŞİD, Neocon, İngiliz ve İsrail destekli bir Vehhabi atıdır,
maalesef ülkemizdeki işbirlikçileri ise, sadece yeni Abdülvehhâblar, kuklasıdır. IŞİD, çok
kültürlülüğü ve birlikte yaşama kültürünü yok ederek, İslam’ın barış mesajına büyük bir zarar
veriyor.

IŞİD ve El Nusra’nın hakim olduğu petrol bölgelerinden Türkiye’ye benzin kaçakcılığı yapılıyor
ve pek çok AKP’li bundan nemalanıyorlar. Erdoğan’ın 17 ve 25 Aralık 2013 dosyalarıyla
yolsuzluk, hırsızlık, kaçakçılık, yerli ve yabancı organize suç örgütleri ile savaşan polisleri
mağdur etmesinin tek nedeni, güya halifelik ve ümmeti İslam için kurduğu rant sistemidir.
Erdoğan, bu rant sistemini tehdit edenlere düşman ve tenkit eden herkesi toptan paralel görüyor.
Oysa Erdoğan, Japonya dönüşünde gazetecilere artık evrensel ütopik idealler peşinde
koşmayacağını, yerel politikaya odaklanacağını söylemişti. Erdoğan’ın ÖSO, El Nusra, IŞİD,
AŞİH, KCK, Selam örgütü desteği nedeniyle Sünni İslam, terör, şiddet, yolsuzluk, kaçakçılık ve
rüşvet ile anılıyor. İslamfobiyi artırması da cabası. Bu vebal, tek başına Erdoğan ve ekibine yeter
de artar bile!

Selefilik beşe ayrılır. Sahabiler, Tabin, tebeyi tabinler ilk saf çeşidi idi. Bu dönemin Abdülkadir
Geylani’nin tarikatları kurumsallaşturmasına kadar sürdüğü varsayılabilir. İslam’ın altın
çağındaki alimler, ‘2. Selefi Türü’ oluşturuyor. İbni Arabi bir selefi idi. Suudi devleti 3. Tür
üzerine devletleşti ve dşkta rejimi kurdu. Şiddet Vehhabisi, 4. çeşididir ve kaynağını Hanbeli
ekolünden gelen Şii karşıtlığına dayalı İbni Teymiye Kur’an yorumundan alır! Bağdat’ı işgal
eden Hulagu komutasındaki Moğol ordusunda Şii alim Nasreddin Tusi’nin başdanışman olması
Hanbeli Sünni İslam’ın da keskin tepkilere neden oldu. İbni Teymiye tefsiri bu travmanın ürünü
olduğu için aşırı Şii karşıtıdır.

Selefeliğin ilk iki çeşidi Asrı Saadet İslam’ına dönme ve ayakta tutma, İslam’ı evrensel kılma
akımlarıdır. Vehhabi İslam’ı İngiliz ürünüdür. IŞİD, bir Vehhabi İslam’ı öcüsüdür. IŞİD,
‘petrodolarlar’la 1980’lerde CIA’nın devletsiz yapıda kurdurduğu El Kaida’nın devlete
dönüştürülmüş son global ve yerel kötü silahıdır.6 Suudi Arabistan kraliyet Vehhabi rejimi ile
uzun yıllara dayanan ilişkiler sonucu Abdullah Gül, Ahmed Davutoğlu ve Erdoğan üçlüsünün
hastalıklı siyasal İslam çizgisinden böyle bir anomali doğması normaldi. Ancak herkesin
desteklediği ayrı bir IŞİD öcüsü var! Bir Neocon proejsi olarak Peşmerge- PYD ve ÖSO bir
araya geldi, başka bir Neocon projesi IŞİD’le savaşacak; sonra uluslararası bir güç bölgeye gelip
yerleşecektir. Bu güç, çok uluslu firmalara hizmet eden Amerikan Yahudi petrol ve silah sanayi

5
İrfan Özfatura. Britanyalı terörist Hempher. Türkiye 25 Aralık 2003.
6
Khaled, Abou El Fadl (2003). The ugly modern and the modern ugly: Reclaiming the beautiful in Islam. In O. Safi
(ed.) Progressive Muslims: On justice, gender and pluralism. Oxford: Oneworld Publications, pp. 33–77.
ile ilişkili olacaktır. Erdoğan ve Fidan onların yolunu açıyor ve tüm müslümanları derin bir hayal
kırıklığına uğratıyor.

PKK lideri Abdullah Öcalan bile, ‘IŞİD bir İsrail projesidir’ dedi ve şu çok büyük iddialarda
bulundu: “AKP de buna karşı direnemez, tehdit ettiler.” Bu iddiaya AKP’de tepki veren olmadı.
IŞİD adlı veledi zina gerçekten kimindir? MGK’nın IŞİD’in bir Vehhabi atı ve olduğunu
bilmediğini söylenemez. Aklı olan kimse buna inanmaz! İnananlar, nemalananlardır!

Irak istihbaratına göre IŞİD’in mali gücü 2 milyar doları buluyor. Bu da IŞİD’i dünyanın en
zengin silahlı örgütü yapıyor. Musul’da merkez bankasındaki 425 milyon dolara ve altın
külçelerine el koyduğu öne sürülmüştü. Haseke ve Deyr el Zor’da ele geçirilen petrolden
milyonlarca dolar kazanıyor. Suriye yönetimi rafineriye giden boru hattının kesilmemesi için
ödeme yapıyor. IŞİD’in kontrolündeki petrol hem Suriye’nin kuzey bölgelerinde hem de kaçak
yollarla Türkiye’de satılıyor. Başta Körfez olmak üzere yabancı ülkelerde toplanan bağışlar. Irak
yönetimi bu konuda Suudi Arabistan ve Katar’ı suçluyor. Suudi Arabistan IŞİD’i terör listesine
alsa da bağımsız kişi ve kuruluşlar yardımları sürdürüyor. Üzerinde durulmayan ama cihadi
selefilere en fazla paranın aktığı ülke Kuveyt. Örgüt kontrolü sağladığı yerlerde kamu ve özel
şahıslara ait mallara ganimet adı altında el koyuyor. Kamyon sürücülerinden haraçlar alnıyor.
Müslüman Esnaftan vergiler ve Gayrimüslimlerden cizye topluyor. ‘Ya cizye ödersin ya
Müslüman olursun’ emri uygulanıyor. Rehineler için fidye alınıyor. Ele geçirilen tarihi eserler
satılıyor. Haseke ve Deyr el Zor’da 3 bin yıllık eserler satıldı. 7

Sosyolojk anketlere göre, Suudi Arabistan halkının % 90'ından fazlası "IŞİD'in yöntemleri İslam
değerlerine uyuyor" diyor. İngiltere'de, IŞİD'in kaçırdığı rehinelerin kurtulması için sigorta
şirketlerinin tazminat ödemesinin önüne geçecek tasarı yasalaştı. ABD Başkanı Obama'nın
IŞİD'e karşı savaşmak için istediği 5,6 milyar dolarlık 2015 bütçesi Senato’dan geçemedi ve
IŞİD’e kara savaşı 2017’ye kadar askıya alındı. Türkiye'nin 2014 savunma bütçesi toplamı 15
milyar dolardı. Suriye halkını Nusayri zulmünden kurtarmak için Suriye ile savaşı göze alırken,
kendi Kürt vatandaşını Marksist-Leninist PKK'ya teslim etmek Erdoan’ın bulduğu Kürt Çözüm
planı mıydı?! ABD Ordusu, Irak ve Suriye'deki operasyonları yöneteceği bir Komutanlık kurdu.8
Irak'ta IŞİD'e karşı savaşan Şii militanlar da IŞİD'le aynı taktikleri kullanıyor;"Esir almak yok,
sorgular infaz et" diyorlar.9 Şii militanlar, Bağdat yakınındaki bir köyde 15 Sünniyi öldürüp
elektrik direklerine asmışlardı. 10 Irak Ordusunun IŞİD'den aldığı yerlerdeki Sünni halkı sürmek
gibi uygulamaları (Curfesahr: 70 bin kişi) IŞİD'e yarıyordu. 11 Ürdün'deki Selefi ayrışmasından

7
Mohamed Zaid Mastou and Carol Guensburg. “VOA Special Report: IS militants draw millions from vast sources,:
VOA on the Web, 16 Sep 2014, http://www.voanews.com/content/islamic-state-militants-draw-millions-from-
vast-funding-sources/2451897.html (22 May 2015).
8
ABD, Kara savaşı için Karargah kuruyor. Kara harekatına hazırlık
mı?) http://www.washingtonpost.com/news/checkpoint/wp/2014/12/05/new-u-s-military-command-established-
for-iraq-and-syria-operations/ …
9
Sorgula, İnfaz et. Wall Stret Journal. http://m.wsj.com/articles/shiite-militias-win-bloody-battles-in-iraq-show-no-
mercy-1417804464?mobile=y …
10
Iraklı Şii 15 kişi elektirik direğine astı. Al Arabiya. http://english.alarabiya.net/en/News/middle-
east/2014/07/30/Iraqi-militias-execute-hang-15-people-police.html …
11
Sünniler kesin olarak Irak’tan kovuluyor. New York Times.
http://mobile.nytimes.com/2014/12/06/world/middleeast/sunnis-fear-permanent-displacement-from-iraqi-
town.html?referrer=&_r=0 …
sonra IŞİD, global Neo-Tekfircilerin tek adresi olurken, El Nusra, yerel Cihadist selefizm'i
seçti. IŞİD ve El Nusra, tüm dünyadaki Neo-Tekfiristler için bir hub oluverdi. Hala, El Nusra'ya
silah göndermek iyi fikirdi diyen AKP'li kaldı mı? IŞİD ve El Nusra elemanları ve komutanların
çoğu karizmatik Neo-Tekfir lideri Musab al Zargavi'nin militanlarından oluşuyordu. Aklı
başında alimlerden Şeyh Muhammed Al-Ṭarṭūsī, güya Beşar Esad rejimine karşı savaşan ve
Nusayrilere karşı olan Jahbat al-Nuṣra'nın Suriyeli Sünni Müslümanları da tekfir ettiğini
söylüyordu. Şeyh al-Ṭarṭūsī, Neotekfirist gruplar IŞİD ve El Nusra'nın Müslümanları tekfir edip
sonra öldürmekten başka bölgeye bir şey getirmediğini savunuyordu. Neo-Tekfirizm ve Selefi-
cihadistler ayrışması politik bir mücadele idi, teolojik değildi, ‘nonmilitant’, yani askeri yönü
olmayan Selefiler (salafiyya ʻIlmiyya) büyük bir zan altında kalıyordu. 12
Kuveytli aklı başında akademisyenlerden Abū Maryam al-Kuwaitī, 'al-Radd ‘alā
shubuhāt Abī Mārīya' adlı eserinde Neotekfirist yazar Muhammed Salami'nin “Al-Taṣawwur
qabl al-ḥaraka” anlayışını sert bir dille eleştiriyor. Çünkü Neo-Tekfrist fikrin teorisyenlerinden
Abd Al SalamFaraj, ‘The Neglected Duty’ (al-farīḍa al-ghāʼiba) kitabında yakın ve uzak
düşmanları anlatırken, İslam'ın özü, sözü Sufilere düşmanlığı tekfire vardırıyor, önce ‘takiyye
yapın’ diyordu. Neotekfiristlerin diğer fikir babası Abu Muhammad al-Makdisi, Türkiye'de oy
kullanan yüzde 95 Müslüman halkı tekfir ediyordu, zira laik anayasa İslam dışıydı! Neo-
Tekfircilerin resmi sitesi http://www.twhed.com da al Makdisi’nin söylemiyle çelişen fetvalar da
var. İnsanın yaptığı her kanuna ve demokrasiye karşılar! Demokrasi İslam ile bağdaşmaz fikri
Batı’ya pompalanıyor.
Selefi-Cihadist ve Neo-Tekfiristler, ‘kim başındaki lidere asi olarak ölürse cahiliye imanı
üzerine ölür’ hadisini politik bir kafayla, kendi ideolojisinde olmayanı ötekileştirme olarak
yorumluyorlar. 13 Kimlere karşı tekfir yapılır konusunu al-Makdisi ‘al-Risāla al-thalāthīniyya’
adlı kitabında yazdı. 1960-1980 arası Seyyid Kuṭup, Şükrī Muṣṭafā ve ʻAbd al-Salām Faraj'ın
kendinden olmayanı tekfir politikası, rahmetli Necmeddin Erbakan tarafından Milli Görüş'ün
resmi dini anlayışı haline getirildi. Oy vermeyene "patates dininden" şeklinde Türkçe bir slogan
da bulmuştu rahmetli Erbakan. Erdoğan, Milli Görüş gömleğini yeniden giydikten sonra, herkese
bu deli gömleğini giydirmeye, zorla biata çağırıyordu.
Neo-Tekfiristler, Türkiye, Ürdün ve Mısır'ı bile İslam ülkesi saymıyorlardı. Türk
tekfirciler, yıllarca iktidar kendilerinde olmayınca Türkiye'yi Darül Harb ve küfür diyarı olarak
gördüler. Devlet, tağutları, savaşılması gereken şeytandı. Şimdi kutsalları oldu. Oysa ne anayasa
değişti, nede laik kurumlar. Neo-Tekfirciler'in konumu, 1950'lerde Mısir'daki Seyyid Kutup ve
Şükrü Mustafa'nın 1970'lerdeki “Al-Tekfīr Vel-Hicret” sert duruşuna benziyor. Seyyid Kutup ve
Şükrü Mustafa, kendi gruplarının görüşünü kabul etmeyeni tekfir ettiler. Erbakan bu modeli
benimsedi. Erdoğan ise, şimdi AKP’yi paralel devlet yaptı ve bunu devlet İslam’ı diye pazarlıyor
ve hastalıklı selefi zihniyeti, tüm Türkiye’ye giydiriyor.
Ürdün’de vasat bulan Selefi Neo-tekfirizm ile Selefi Cihadizm, şekilcilik kıyafet seçimi üzerinde
birbirini ve diğer müslümanları kafirlikle suçlamaya başladılar. 2009'dan beri Selefi Neo-
Tekfirizm ile Selefi Cihadizm ilk burada ikiye ayrılmış oldu. Dini otoritenin kullanılması ve
halife yetkisi ihtilaf alanlarında anlaşamadılar. Bu kamplaşma, Suriye ve Irak’ta IŞİD ve El

12
Lacroix, S. (2009). Between revolution and apoliticism: Nasir al-Din al-Albani and his impact on the shaping of
contemporary Salafism. In R. Meijer (Ed.), Global Salafism: Islam's new religious movement (pp. 58–80). London:
Hurst.
13
Khaled, Abou El Fadl (2005). The great theft: Wrestling Islam from the extremists. New York:
HarperCollins.
Nusra ayrışması olarak basına yansıdı. Ürdün hapishanesinden 2008'de al-Makdisi serbest
bırakıldıktan sonra Neo-Tekfirizm hızla bir virus gibi yayıldı. Hapis arkadaşı Zarkavi,
Afganistan 2002’de Ürdün’e dönüp IŞİD’in temellerini attıktan sonra 2006'da Irak’ta
öldürülmüştü. Bugün Ürdün'de 2 milyonu aşkın çaresiz Suriyeli mülteci ve 1.5 milyon Filistinli
mülteciler arasında büyütülen Neo-Tekfirizm'in başka bir fikir babası da 1980’lerde Suriyeli
Muḥammad Nāsir al-Dīn al-Albānī idi.14 Neo-tekfirist grubun Cihadist selefilerden ayrışması
tamamlandı ve 5. selefi anlayış ortaya çıktı. IŞİD, El Kaida ve El Nusra'yı tanımıyor. Bir Neocon
ve İngiliz projesi olan ' Barbar Şiddet İslamı' devreye sokuldu. Bunu satın alan satılık
müslümanlar bulundu.
Beş farklı Selefi çeşidi var, hepsi Kur'an ve Hadis'in özünü temsil ettiğini iddia ediyor,
ancak yaşayanı yok. Din, politik söylemleri oldu. Ürdün'de Cihadist Selefi akımına, Abu
Muhammad al-Makdisi ve Abu Musʻab al-Zarkavi önderlik etti, Neo Tekfirizm zorla doğurtuldu.
Muḥammed İbni ‘Abd al-Vehhab (1703-1792) ve Muḥammad İbni Suud’u (ölümü 1765)
kullanan İngiliz ajanı Hempher, Vehhabiliği zorla doğurtmuştur. Roel Meijer'in edit ettiği
‘Global Salafism’ kitabı iyi bir akademik kaynak eserdir.15 IŞİD olayının temellerini anlamak
istiyorsanız, tarihi bileceksiniz. 2. Selefizm akımı 14. yüzyılda Hanbeli ekolünde ortaya çıksa
bile, İbni Teymiye yorumu ‘3. Tür’ olarak Suudilerle Arap milliyetçisi ve Şii karşıtı haline
geldi.16 Selefiğin anatomisinde reaksiyonerlik ve tepkisel duruş vardır. 17
‘Ana Vasati’ devlet akımını temsil etse bile devlet terörü ile Suudi Arabistan’ın
kurulduğu unutulmamalıdır. 18 Suudi İslam’ı Osmanlı karlşılığını üzerine kuruldu. 19 Vehhabi
zihniyetli Selefi cihadcılar Üsame bin Ladin ile 1979 Afganistan’ı Sovyetlerin işgalinden sonra
‘4. Tür’ selefilik icat etti. Sadece Ürdün değil tüm dünyada artık 4. tür ikiye bölündü. ‘5. Tür’
adlandırdığım Neo Tekfirizm akımı, IŞİD üzerinde hakimiyeti tam ele geçirdi. Vehhabilere alet
olan Erdoğan, Neo-Tekfirizm ile AKP’nin sonunu da hazırladı. Türkiye, bu tür bir İslam'ı asla
içine sindiremez. Erdoğan’ın dış politika danışmanlığını yapan, kamu diplomasisini kuran ve
saray sözcülüğnü üstlenen İbrahim Kalın’ın IŞİD karşıtı sağlam duruşu Erdoğan’ın yanlışlarını
aklamıyor. 20
Suudi Arabistan’da başlayıp, bilhassa Avrupa ve günümüzde Türkiye’ye kadar gelen
Vehhabi akımı, bu ismin tepki çekmesi hasebi ile son yıllarda kendilerini Selefiler olarak
tanıtarak, Ehli Sünnet Müslümanları kandırmaya devam ediyorlar. Peki Vehhabilik nedir? Kim
tarafından kurulmuştur? Temel İnançları nelerdir? Vehhabiliğin tarihi ve temel inançlarına
geçmeden önce Batılı akademisyenlerin bakış açılarına bakmakta yarar var.
IŞİD'in ilk temelinin atıldığı örgüt “Cemaat el-Tevhid vel-Cihad” idi. Ekim 2004’te “Tanzim
Kaidat el-Cihad fi Bilad el-Rafidayn” ya da daha çok bilinen “ Iral el Kaide’si” adını aldı.

14
Lahoud, Nelly (2010). The Jihadis’ path to self-destruction .New York: Columbia University Press, 2010.
15
Meijer, R.(Ed.) ( 2009). Introduction. Global Salafism: Islam's new religious movement (pp. 58–80). London:
Hurst.
16
Hegghammer, T. (2009). Jihadi-Salafis or revolutionaries? On religion and politics in the study of militant
Islamism. In R. Meijer (Ed.), Global Salafism: Islam’s new religious movement (pp. 244–266). London:Hurst.
17
Wiktorowicz, Q. (2006). Anatomy of the Salafi movement. Studies in Conflict and Terrorism, 29(3), 207–239.
18
Shavit, U. (2012). TheWasati and Salafi approaches to the Religious Law of Muslim minorities. Islamic Law and
Society 19(4), 416–457.
19
A. H. El-Enazy. The creation of Saudi Arabia. London: Routledge, 2010.
20
İbrahim Kalın. Arguing against ISIS. Daily Sabah.
http://www.dailysabah.com/columns/ibrahim-kalin/2014/11/08/arguing-against-isis
Ocak 2006’da birkaç küçük grupla birleşerek “Mücahidin Şûra Konseyi” oldu ve daha
sonra ismi Ekim 2006’da “ Irak İslam Devleti” olarak değişti. Nisan 2013’te “Irak ve Şam İslam
Devleti” Haziran 2014’te ise hilafet ilanı ile birlikte İslam Devleti ismini aldı. İlk başta önce
Irak, daha sonra Irak ve Suriye’nin birleştirilmesi ile “ Irak Şam İslam Devleti” oluşturulurken,
daha sonra sınırları Irak, Suriye, Ürdün, Filistin ve İsrail olarak belirlendi. “İslam Devleti” ve
hilafet mekanizması ile sınırlar evrenselleşiyor, bu aynı zamanda savaşçılarına bir motivasyon
sağlıyordu. IŞİD'e Mehdi Ordusu diye asker toplanırken, Neoconların İslam'a darbe vuracakları
70 bin kişilik Süfyan ordusu oluşturuldu. Allah adına konuşan tuhaf bir selefi Müslüman türü
petrol şeyhlerinin çıkarları için üretildi. Batı yanlısı ve kuklası zenginler Sünni İslam’ı kirletti 21
Mısır'ın başkenti Kahire'de düzenlenen "Terörizm ve Aşırıcılık Karşısında El-Ezher"
sempozyumunda bir araya gelen Müslüman ve Hristiyan din alimleri, terör ve aşırılığa karşı
birlik mesajı verdi. Tam bu sırada Interpol, Mısır’ın talebi üzerine, Dünya Müslüman Âlimler
Birliği Başkanı Yusuf el-Karadavi hakkında kırmızı bülten çıkardı. Bu çok önemli bir karardır.
Çünkü Yusuf el-Karadavi, Türkiye’de Erdoğan'a fetvalar verirken siyasi cinayetleri legalleştirdi.
Karadavi, sadece Sisi'ye karşı çıkmadı, Kaddafi, Saddam, Şiiler ve Esad'ın öldürülmesi içinde
tekfirci dini fetvalar verdi.22 El Nusra ve IŞİD, bu fetvaları kullanarak çok kültürlü tarihi
Ortadoğu da öldürüyordu. 23
IŞİD ve El Nusra fetvacısı damgası yapışan Karadavi'nin suçları, "kasıtlı olarak suç
işlenmesine teşvik ve yardım, mahkûmların kaçmasına yardım, kundaklama, şiddet ve soygun"
olarak belirlendi. Katar'da yaşayan ve her gün El Cezire'ye çıkan Karadavi ve Erdoğan, acı
sonlarına yaklaştılar. Çocukluğumdan kitaplarını neredeyse ezberlediğim Yusuf el-Karadavi
fetvaları ile Katar ve Vehhabi Suudiler, Erdoğan’ı IŞİD tezgahına düşürdü. Hizmet ile rekabet
ettiğini düşünen Karadavi, ‘Erdoğan'a acımasız olun’ demesi ihtimalden uzak değildir.
IŞİD ile Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı, dünyadaki tüm Sufi tasavvuf akımları, sivil İslami
hareketler de bu kapsamda tekfir ediliyor. IŞİD, Suriye Âlimler Meclisi’ni, Irak Müslüman
Âlimler Birliği’ni, farklı ülkelerde Sünni âlimleri, İhvan-ül Müslimi, HAMAS'ı tekfir ediyor. En
ilginci de IŞİD, cihat hareketlerinin en meşru merci kabul ettiği Uluslararası Müslüman Âlimler
Birliği Başkanı Yusuf el-Karadavi’yi de artık tanımıyor ve tekfir ediyor.
İbni Teymiyye kitapları, Mısırlı Seyyid Kutup’un eserleri ve El Kaida teorisyenlerinden
etkilenen IŞİD, şu anda ne kadar Müslüman varsa, kendileri dışında aşağı yukarı herkesi mürted
kabul ediyor. Bu bir güç edinme savaşıdır. 24 IŞİD, en sonunda El Kaide’nin de dinden çıktığını
iddia etti. Halihazırdaki El Kaida lideri Zevahiri ve El Kaide eski liderlerinin de “mürted”
olduklarını belirtti. Peki, neden?
El Kaide liderliği IŞİD ile tüm ilişkilerinin sona erdirdi. IŞİD, El Kaide’yi İbrahim
milletinden çıkmakla itham edince özlerini tekfir etti. Eymen el-Zevahiri, IŞİD ve El Nusra
arasında hakemlik yapıp, IŞİD liderliğine çağrıda bulundu ve Suriye'yi El Nusra'ya verdik dedi.
Ancak IŞİD bunu tanımadı. El Kaida, IŞİD'e öneceden Irak sizin olsun dyordu, şimdi ise Irak'tan

21
Khaled, Abou El Fadl (2001). Speaking in God’s Name: Islamic law, authority and women. Oxford: Oneworld.
22
Al-Qaradawi, Y. (2007, originally published 2001). Fi Fiqh al-Aqalliyyat al-Muslima. Cairo: Dar al-Shuruq.
23
Johnston, David L. (2011). Yusuf al-Qaradawi and Chandra Muzaffar: How theology impacts reformist views on
Islam and secularism. In Keskin, Tugrul, ed. The Sociology of Islam, Secularism, Economy and Politics. Midddle
East Studies. Ithaca Press, London, pp 177-200.
24
Reddig, Melanie (2011). Power struggle in the religious field of Islam: Modernization, globalization and the rise
of Salafism. In Keskin, Tugrul, The Sociology of Islam, Secularism, Economy and Politics, Ed. Midddle East
Studies. Ithaca Press, London, pp 153- 176.
çekil dedi, bu kararı da IŞİD tanımayınca ipler kopmuş gösteriliyor. IŞİD sözcüsü Adnani,
Zevahiri’nin bu çağrılarına ağır hakaretlerle karşılık verdi. Zevahiri’den Nusra Cephesi’ne
desteğini çekmesini istedi. Bu liderlik ihtilafı, bakalım nereye varmak için tezgahlanıyor?
Saddam dönemi subayları ve Baas gönüllüleri değişik yapılanmalar adı altında ABD’ye karşı
direnişi örgütlemişti. IŞİD en başarılısı olmuştur.
Bu nedenle IŞİD, Irak’ya çok rahat ilerlemiştir. ABD Başkanı Obama ile pazarlık yapıp
Şii Maliki hükümetini devirdikten sonra, Baas Sünnileri Bağdat devlet makamlarının yüzde
40’ını geri alınca IŞİD Bağdat’a yürümedi. Mükemmel bir terör aracı olarak, elit Irak Baas
Partisi tarafından şimdilik kullanılıyor.25 İşleri bitince IŞİD militanlarını ABD ile birlikte toptan
öldüreceklerdir. IŞİD, El Nusra ve El Kaida ilişkilerindeki kasıtlı sis perdesi, teknoloji kullanma
ve askeri strateji uzmanlıkları da arkadaki bu gücü gizliyor.
Tekfiri bir silah gibi kullanan IŞİD aslında 2003'den beri devam eden devletsiz El
Kaida'yı devletleştirme ve cihadı legalleştirme oyunudur. Yeni İslami hareketler dini otoriteye
dayanıp radikal eylemlerini din kisvesi altında legalize etmeye çalışırlar. 26 Yusuf el-Karadavi'yi
otorite olarak kabul eden Erdoğan, bu nedenle selefi terörüne desteğini halife olma kisvesiyle
İslami cihad olarak algılıyor. Evresel ümmeti birleştirme ideolojisi siyasal İslam’ın ana hedefi
olarak lanse edilse bile asıl amacın daha fazla güç ve zenginlik elde etme olduğu anlaşılıyor. 27
Bundan dolayı Erdoğan, Irak, Suriye, Suudi Arabistan, Katar, İran, Libya, Lübnan ve Mısır’da
yaptığı bariz yanlışları konusunda hiç kimseyi dinlemiyor.
Fetva imamı sadece Hayrettin Karaman değildi. Global bazda destek sağlayan fetva
imamı olan Yusuf el-Karadavi'nin duruşu, fetvaları ve Katar'ın rolünü incelediğim akademik
makalemde ilginç bulgulara ulaştım. Karadavi'ye göre son hilafet Türklerdeydi ve İslam ümmeti
gelecekte de İstanbul’dan hilafeti ilan edecektir. Erdoğan'ın hilafeti ilanına zemin hazırlıyordu.
Ancak ‘PaxOsmanlı’ olarak pazarlanan, ‘Panİslamizm’ diye başka milletten müslümaları içine
alan, kendilerini avuttukları bu ütopik plan 2014’de selefilerin kendi aralarınd kavgaya
tutuşmasıyla çöktü. 28 IŞİD kumarını oynatanlar istediklerini aldı, Türkiye ise kredisini bozup
havasını aldı. Suudiler ve Katar, İhvanı mahkum ettirip, kendi ülkelerine ideoloji ihracını
önlediler. Karadavi, "IŞİD'e karşı savaşmak için ABD ile koalisyon yapılmasını reddettiğini"
duyurmuştu. Erdoğan'ın kararlarında hep Karadavi faktörü vardır. Oysa daha sonra Erdoğan
ABD’ye gidince kulağından tutup IŞİD karşıtı koalisyona tıpış tıpış soktular. Liderlik havası
söndü.
Yusuf el-Karadavi'in başında olduğu Dünya Müslüman Alimler Örgütü, IŞİD'e karşıdır,
ancak IŞİD nedense hep Karadavi fetvalarıyla hareket ediyor. Dünya Müslüman Alimler Örgütü,
IŞİD'in hilafet ilanı "İslami prensiplere ve reel şartlara" aykırı diyerek 2014 yazında aldığı
kararla onaylamadı. Peki, hangisi doğru olanı? Nusra’yı Katar’ın desteklediği anlaşıldıktan sonra
düğüm 2015’de çözüldü.

25
Issam Eido. ISIS: The explosion of narratives - The land of the revolution between political and
metaphysical eternities, Translated from Arabic to Enlish by Tarek Ghanem, 2014.
http://www.jadaliyya.com/pages/index/19475/isis_the-explosion-of-narratives_-the-land-of-the-
26
Zelkina, A. (2011). Global Salafism: Islam's new religious movement. Religion, State, and Society, 39 (Issue2-3)
Page p.376-379. Global Salafism: Islam’s New Religious Movement, edited by Roel Meijer. London, Hurst, 2009,
p. 463.
27
Zoli, Corri (2011). The Multicultural Ummah. In Keskin, Tugrul, (ed), The Sociology of Islam, secularism,
economy and politics, Midddle East Studies. Ithaca Press, London, pp. 129-152.
28
Unver, Akin. (2014). PaxErdogan and PaxOttoman. Al Jazeera,
http://www.aljazeera.com/indepth/opinion/2014/10/pax-erdogana-this-... Accessed on Nov 15, 2014.
Karadavi, 1962'den beri Katar'da yaşıyor, kızları Oxford'ta profesör oldular ve İngiltere’de
modern bir yaşam sürüyorlar. Çocukluğumdan kitaplarını neredeyse ezberlediğim Yusuf el-
Karadavi, beni hayal kırıklığına uğrattı. Onun fetvaları ile Katar ve Vehhabi Suudiler, Erdoğan'ı
El Nusra ve IŞİD tezgahına düşürdüler. Bu kara lekeden kurtulmak için Hizmet cemaatına pusu
kurup, sağa sola iftira atıyorlardı. En kötüsü, Yusuf el-Karadavi, ülkemizde Erdoğan'a fetvalar
verirken siyasi cinayetleri legalleştirdi, AKP parti devletine ‘rakiplerini yok etmek için partinizi
cemaatleştirin’ dedi. Katar'da neredeyse her gün El Cezire'ye çıkan Karadavi ve Erdoğan, selefi
teröre destek veren politikalarıyla dünyada tüm Müslümanlara ve İslam'a büyük zararlar verdiler.
Mısır’da Kahire’de 120 ülkeden toplanan 600 din adamı, ortak akıl adına Ezher Şeyhi Dr. Ahmet
el Tayyib’i konuşturdu: "Cihat çağrısını hiçbir kişi ve cemaat yapamaz." dedi. Bu mesaj, sadece
IŞİD ve El Nusra’ya değil, Erdoğan’a ve fetva imamı Yusuf el-Karadavi’nin duruşuna okkalı bir
darbeydi.
Yusuf el-Karadavi, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi’nin 2013’te Muhammed
Mursi’ye karşı gerçekleştirdiği askeri müdahaleyi en sert şekilde eleştirenlerin başında geliyordu.
Mısırlı profesör hakkında, Kahire Ceza Mahkemesi de daha önce tutuklama kararı çıkartmıştı.
Karadavi, Cumhurbaşkanı seçimlerini kazanan Erdoğan'ı tebrik ederek, yazılı açıklamada
bulunmuştu. Karadavi mesajında, "Özgürlük, hak, hukuk ve güç isteyen her ülke, Erdoğan'a
zafer kazandıran Allah'ın yardımı karşısında sevincini göstermelidir. Tüm dünyadaki
Müslümanlar, kendilerini savunan güçlü bir ses olmasından ötürü duyduğu mutluluğu dile
getirmelidir" demişti.
Mısırlı din bilgini ve Dünya Müslüman Alimler Birliği başkanı olan Yusuf Karadavi,
Mısır'ın El-Garbiyye ilindeki Siff Turab şehrinde doğdu. El-Ezher'in lise kısmını ikincilikle
bitirdi. Daha sonra El-Ezher Üniversitesi Usul-u Din Fakültesine giren Karadavi, bölümden
birincilikle mezun oldu. 1958 yılında Yüksek Arap Dili Araştırmaları Enstitüsü'nden dil ve
edebiyat konusunda lisans aldı. Usul-u Din Fakültesi, Kuran ve Sünnet İlimleri bölümünde
master yapan Karadavi, doktorasını da 1973 yılında aynı fakültede tamamladı. Karadavi’nin
doktora konusu 'Zekât ve zekâtın toplumsal sorunların çözümündeki yeri' başlıklı tezidir.
Kasım 2005 ve Haziran 2008 tarihlerinde ABD 'den Foreign Policy ve İngiltere'den Prospect
dergilerinin internet üzerinden okuyucu anketleri ile oluşturduğu Dünyanın ilk 100 entelektüeli
listelerinde, 2005 yılında 56., 2008 yılında 3. sırada yer aldı. Hanbeli ekolünün aşırı Şii
karşıtlığını temsil eden Karadavi, İbn-i Teymiyye’in görüşlerini genişletip geliştirerek O’nun
tenkid ettiği bazı fiilleri küfrü mucib hatta şirk addetti ve ahirzamanın bu nifakına zemin
hazırladı. İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Kelam eserinde, Vehhabiliğin bu açmazını güzel
irdeliyor.
Tasavvuf düşmanlığı yapan Vehhabilerin diğer alameti farikaları nelerdir?
Denilebilir ki, tasavvuf düşmanlığında bu güne kadar zuhur etmiş olan muhaliflerin en şiddetlisi
Abdülvehhab’dır. Zira O, bu vadide İbn-i Teymiyye’nin fersah fersah önüne geçmiş ve
Suudiler’den sağladığı siyasi destekle de hala bütün İslam Dünyası için “şia belası” gibi ve belki
de ondan ziyade bir fitne kaynağı teşkil etmiştir. O’nun fikirlerindeki sapıklığı Filibeli Ahmed
Efendi’nin İslam Tarihi adlı eserine yaptığı değerli ilavelerle zenginleştirmiş olan merhum Ziya
Nur Aksun şöyle hülasa etmektedir29:
“Amel, imanda dahildir. Tevhid’den maksat, tevhid-i amelidir (amelde birliktir) Tevhid’de
Kelime-i Şehadet yeterli değildir. Herhangi bir şeyi veli, vesile ve mürşid edinmek küfürdür.

29
Ziya Nur Aksun. Filibeli Ahmet Efendi. (1971) İslam Tarihi, Istanbul.
Peygamberden şefaat umulamaz. Peygamber’in ve Kur’an’ın tebliğinden ayrı olarak, dine giren
şeyler bidattir. Kabirler üzerine kubbe yapmak, adak adamak küfürdür; ziyaret sapıklıktır.
Ameldeki dört mezhebe cevaz vardır; lakin itikaddaki mezhepler yasaklanmıştır. Tarikatlara
girmek ise küfürdür.

Esaslardaki bu ayrılıklardan başka, füruatta da bazı ayrılıklar ve farklılıklar vardır. Bunları da


şöyle özetlemek mümkündür. Vakıf müessesi batıldır. Bu anlayışa göre Vehhabiler, girdikleri
İslam beldelerindeki bilhassa Mekke Ve Medine’deki, muazzam Osmanlı vakıflarını dağıtmışlar
ve yağmalamışlardır. Fakat son zamanlarda, bu sert hükümden biraz döndükleri söylenmektedir.
Namazın cemaatle kılınması farzdır ve her fert, beş vakit camiye gelmeye mecburdur. Sigara ve
nargile içenlere, sarhoşluk için olduğu gibi, kırk değnek vurulur. Şimdi, bu husustaki tatbikat da
gevşemiştir.

Tevhid-i ameli akidesine riayet etmeyenlerin kestikleri yenmez ve bu gibiler müşrik sayılıp,
üzerlerine harp ilan olunur. Kıyamet, Kelamullah hakkındaki sorular bidattir. Namazlardan sonra
tesbih çekmek, Allah’ın farz etmediği ve Peygamberin kılmadığı namazlar ihdas etmek, din vaz’
etmek kadar günahtır. Minare yapmak, el öpmek, boyun kesmek bidattir. Allah’tan başka her
şeyi, bir mezarı, bir şeyhi, hatta Peygamberi vesile edinmek şirktir. Peygamberden yardım ve
şefaat istenmez. Türbelere mum yakmak, kabirlere kubbe yapmak, evliyaya adak adamak,
hamayil takınmak, muska taşımak, vefk ve azaim (muska) yapmak, Allah’tan başkasının insan
üzerinde tesirini kabul etmektir ve tamamen şirktir. Bir ağacı, bir taşı mukaddes tanımak, “Ya
pir, ya imam, ya li yetiş” gibi sözler, Allah’a şerik koşmak demektir.

Bazı şeylerden teşe’üm etmek (uğursuzluk görmek) sihir yapmak, Allah’tan başka bir şeyin
kudretine inanmak demektir ve şirktir. Hırka-i Şerif ve Lıhye-i Saadet (Peygamberin hırkası ve
sakalı) ziyaretleri de aynı hükme tabidir. Peygambere salâvat getirilebilir ancak “seyyidüna ve
Mevlana” dememek şartıyla. “Delail-i Hayrat” okumak memnudur; zira bu, Peygamber’e ibadet
mahiyetindedir.

Riya için namaz kılmak ve sofuluk yapmak da gizli şirktir. Çünkü Allah’tan başkasına gösteriş
yapmaktadır. Necef’i ziyaret etmek, Kerbala toprağına secde etmek Mehdiye inanmak, Hızır ve
İlyas’ın sağ olduğunu söylemek, şeyhlere rabıta yapmak, gavsa, kutuplara, abdalların varlığına,
üçlere, yedilere, kırklara inanmak, ölülein diriler üzerinde tasarrufunu kabul etmek demektir ve
şirktir.

Abdü’l-Vehhab’a göre, tasavvuf bir bidattir. Tarikat, ürşidin kendisini vesile edindirmesi
demektir. Peygamber her türlü dini tebliğleri yapmıştır. Bundan dolayı, Ebubekir-i Sıddık’a ayrı
bir zikir usulü, Hazreti Ali’ye hususi sırlar tevdi etmesi, O’na iftiradır “dininizi ikmal ettim”
yollu nasa da aykırıdır.

Tasavvuf ehli olanların, mükaşefe (keşif yoluyla bilme) usulü ise asılsızdır. Bu sebeple tasavvuf
yolunun yolcularını ve tarikatçıları, memleketlerinden çıkarmışlardır. Onlara göre, tarikatçıların
en sapık olanları rabıtayı kabul edenlerdir. Rabıta açıkça şirktir. Rufai burhanları, kendilerinde
tasarruf iddiasını ifade ettiği için şirktir. Ticanilerin, alem-i menam’da Peygamberden emir
aldıklarını iddia etmeleri, ölünün tasarrufuna inanmaktır. Kadiriler’in, Bedeviler’in şeyhlerine
secde etmeleri, Mecus rakslarını ihya etmeleri, diğer Tarıkların hazreti Ali ve evlatlarını masum
kabul etmeleri, şirktir.
Görülüyor ki, ortada şirk sayılmayan ve tenkid edilmeyen bir dini hareket kalmamaktadır.

Halbuki ehl-i kıbleyi tekfir etmekten ictinab umumi bir İslami kaidedir. Bundan dolayı İmam-ı
Eşari’nin:

“Şahid olunuz. Ben ehl-i kıbleden hiç kimseyi bir hata sebebiyle tekfir etmem.” (Haydarizade
İbrahim – Mezahib ve Turük-i İslamiye Tarihi)

Abdülvehhab’ın şekillendirmesiyle müfrid bir mahiyet kazanan Vehhabilik hakkında çeşitli


nakillerle çok mufassal bilgi vermiş olan merhum Hüseyin Hilmi Işık Bey’in şu sözleriyle bu
bahse nihayet verelim:

Vehhabiler, mezarlar üzerine türbe, camilere minare yapmak, kaşık ile yemek bid’attir diyorlar.
Kerbela’daki Hazreti Hüseyin’in türbesini yıkıp, içindeki milyonlar değerinde kıymetli eşyayı
yağma ettiler. Taif şehrini yakıp, yıkıp, kadın çocuk demeyip, Ehl-i Sünnei öldürdüler. Mallarını
yağma ettiler. Buhari ve Müslim gibi en kıymetli kitaplar, birçok hadis, fıkıh ve her fenden
binlerce kitap, ayaklar altında kaldı. İçlerinde Kur’an-ı Kerim de vardı. Korkudan bunları kimse
kaldıramıyordu. Yerleri bile kazıp mal aradılar. Şehri yangın yerine çevirdiler. Mekke-i
Mükerreme’deki türbeleri yıktılar. Mevlidinnebi olan evi Hazreti Ebubekir ile Hazreti Ömer’in
ve hazreti Fatıma’nın mevlidleri olan mübarek yerleri yıktılar. Müezzinlerin ezandan sonra salat
ve selam okumalarına şirk dediler.” 30

Suudî Arabistan’ın kurucusu olan ve Muhammed bin Abdülvehhab’ın yolunu sahiplenen İbni
Suud’un, İngilizlerin adamı olduğu bir gerçektir. Düşünceleri, İngiliz paraları ve İngiliz silahları
karşılığında, köylüler ve Deriyye ahalisi ile reisleri Muhammed bin Suud tarafından 18. yüzyılda
desteklendi. Aykırı görüşlere sahip ibni Teymiye’nin fikirleri ile İngiliz casusu Hempher’in
yalanlarının karışımına Vehhabilik denir. Vehhabiliği kuran, Mehmed bin Abdülvehhabdır.
İngiliz casuslarından, Hempher’in tuzağına düşerek, İngilizlerin (İslamiyet’i imha) etmek
çalışmalarına 17. yüzyılda alet oldu. Ahmed bin Seyyid Zeyni Dahlan, Mekke’nin müftisi ve
reis-ül-uleması ve Şafii şeyhul-hutebası idi. Birçok eserleri olup, (Hülasat-ül-kelam fi beyani
umerail beledil-haram), (Firreddi alel-vehhabiyyeti-etba-ı mezhebi İbni Teymiyye) ve (Ed-
Dürer-üs-seniyye) kitaplarında Vehhabilerin içyüzlerini açıklamakta, yanlış yolda, sapık
olduklarını âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle göstermektedir.

Yusüf Nebhani’nin (Şevahid-ül-hak) kitabında, ikinci Abdülhamid hanın bahriye mirlivası


[amirali] Eyyub Sabri Paşanın (Tarihi Vehhabiyan) ve (Mirat-ül-Haremeyn) kitaplarında da iç
yüzleri yazılıdır. İbni Abidin’in üçüncü cildinde bagileri anlatırken ve (Nimet-i İslam) kitabının
nikah bahsinde, Vehhabilerin ibahi yani dinsiz oldukları açıkça yazılıdır. bni Âbidin hazretleri
buyuruyor ki: Vehhabiler, kendilerini Müslüman sayıp, vehhabilere muhalif olanların müşrik
olduğuna inanırlar. Bundan dolayı Ehl-i sünneti ve Ehl-i sünnet âlimlerinin öldürülmesini mubah
görürler. (Redd-ül-muhtar).

30
Şehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi'de Türklük Tasavvuru, R.U.Uçar (Ötüken Yayınları)
Nimet-i İslam kitabını her yerde bulmak mümkündür. Bu kitapta Hıristiyan ve Yahudi kadınlarla
evlenmek caiz olduğu bildirilirken Vehhabilerle evlenmenin caiz olmadığı bildiriliyor. Şirk
sebebiyle muharremattan olanlar bahsinde bâtıniyye ile evlenmenin haram olduğu bildirildikten
sonra, 1 numaralı dipnotta deniyor ki: (Bâtınıyye ki, onlara Talimiyye ve İsmailiyye ve İbahiyye
dahi denir. Son asırlarda onlar vehhabiyye ismini almışlardır Ve din kisvesi içre, öteden beri
dinsiz oldukları halde ehl-i dine ihanet ede gelmişlerdir.)

Nimet-i İslam kitabı, herkes tarafından en sahih ilmihal olarak kabul edilmektedir. Mezhepsizler
bile bu kitabı övmektedir. Mezhepsizliği savunmak için (Mezhepsizlik Yaygarası) isimli kitap
yazan müteveffa Ahmet Gürtaş bile, adı geçen yaygarasında Nimet-i İslam için “Şaheser”
tabirini kullanmıştır. İbni Âbidin hazretlerinin Redd-ül-muhtar kitabı ise en sahih, en kıymetli
fıkıh kitabıdır.

Mirat-ül-Haremeyn kitabının basıldığı 1888 senesinde Necd emiri, Abdullah bin Faysal idi.
Aşağıdaki bilgilerin çoğu Mirat-ül-Haremeyn’den alınmıştır:

Mehmed’in babası Abdülvehhab, iyi bir müslüman idi. Bu ve Medine’deki âlimler, Abdülvehhab
oğlunun sözlerinden, yeni bir yol tutacağını anlamış, herkese, bununla konuşmamasını nasihat
etmişlerdi. Fakat, Abdülvehhab oğlu, 1738 senesinde Vehhabiliği ilan etti. İngilizlerin siyasi ve
askeri yardımları ile, Arabistan’a yayıldı. Vehhabilere inanan Deriyye hakimi Abdülaziz bin
Muhammed bin Suud ilk olarak 1791 senesinde, Mekke emiri şerif Galib efendi ile harp etti.
Daha önce, vehhabiliği gizlice yaymışlardı. Sayısız müslümanları öldürüp, kadınlarını,
çocuklarını ve mallarını almışlar ve işkence etmişlerdi.

Abdülvehhab oğlu, düşüncelerini kolayca yayabilmek için, Deriyye hakimine başvurunca, o da


topraklarını genişletmek ve kuvvetlerini arttırmak için ve Londra’dan aldığı emirleri yaymak
için, Abdülvehhab oğlu ile seve seve işbirliği yaptı. Onun fikirlerini her tarafa yaymakta bütün
gücü ile uğraştı. İnanmayıp karşı duranlarla harp etti. Müslümanların mallarını yağma etmek,
canlarına kıymak helal denilince, çöldeki vahşiler, soyguncular, Muhammed bin Suud’a asker
olmak için yarış ettiler. Suud oğlu ile Abdülvehhab oğlu el ele vererek, vehhabiliği kabul
etmeyenlerin kâfir ve müşrik olduklarına, kanlarını dökmek ve mallarını almak helal olduğuna
1730 senesinde karar verip, 1738 yılında vehhabiliği ilan ettiler. Buna göre, Abdülvehhab oğlu,
otuziki yaşında bozuk fikirleri yaymaya başlamış, kırk yaşında ilan etmiştir.

Mekke-i mükerreme şafii müftüsü Esseyyid Ahmed bin Zeyni Dahlan, El-Fütuhat-ül-islamiyye
kitabının 2.cüz 228.sayfasından başlayarak, Fitnet-ül-vehhabiyye başlığı altında bunların bozuk
inançlarını ve müslümanlara yaptıkları işkenceleri anlatmaktadır. Bunun 234.sayfasında diyor ki:
“Mekke’deki ve Medine’deki Ehl-i sünnet âlimlerini aldatmak için, buralara kendi adamlarını
gönderdiler. Bu adamlar, İslam âlimlerine cevap veremediler. Cahil ve sapık oldukları anlaşıldı.
Kâfir olduklarını ispat eden bir karar yazılıp her tarafa gönderildi.”

Hicaz’da bulunan dört mezhep âlimleri ve bunların arasında Abdülvehhab oğlunun kardeşi
Süleyman efendi ve kendisine ders okutmuş olan hocaları, Abdülvehhab oğlunun kitaplarını
inceleyerek, İslam dinini yıkıcı, bozguncu yazılarına cevaplar hazırladılar, sapık yazılarını
çürüten kuvvetli vesikalarla kitaplar yazarak, müslümanları uyandırmaya çalıştılar. Süleyman bin
Abdülvehhab’ın, kardeşine karşı yazdığı kitabın ismi, Savaık-ul ilahiyye firreddi alel-
vehhabiyye’dir.

Bu kitaplar onları gafletten uyandıramadı. Müslümanlara karşı olan düşmanlıklarını arttırdı ve


Muhammed bin Suud’un müslümanlar üzerine saldırmasına, akıtılan kanların çoğalmasına sebep
oldu. Bu adam, (Beni Hanife) kabilesinden olup, Müseyleme-tül Kezzabın peygamberliğine
inanmış olan ahmakların soyundan idi. Muhammed bin Suud, 1765 senesinde ölünce, oğlu
Abdülaziz yerine geçti. Abdülaziz bin Muhammed bin Suud, 1803 senesinde, Deriyye camiinde,
bir Şii tarafından, karnına hançer sokularak öldürüldü. Bundan sonra, oğlu Suud bin Abdülaziz
vehhabilerin şefi oldu. Arabları aldatmak, sapık inançlarını yaymak için müslümanların kanını
dökmekte, üçü de, birbiri ile yarışırcasına çalıştılar.

Vehhabilerin ve mal, mevki ele geçirmek için bunların arasına karışan cahil, vahşi kimselerin,
Taif’de, Mekke ve Medine’de ve diğer yerlerdeki müslümanlara yaptıkları işkenceler ve
kadınların, çocukların barbarca öldürülmeleri, Ahmed bin Zeyni Dahlan’ın Hulasat-ül-kelam
kitabında ve Eyyub Sabri Paşanın 1879 senesinde basılmış olan Tarih-i Vehhabiyan ve Mirat-ül-
Haremeyn kitaplarında uzun yazılıdır. Yüreği dayanabilenler oradan okuyabilirler. Bunların,
Osmanlı devleti tarafından nasıl cezalandırıldıkları ve birinci cihan harbinden sonra, İngilizlerin
bol para ve silah yardımı ile tekrar nasıl devlet kurdukları da yazılıdır.

Vehhabiler, cahil Müslüman Arapları inandırmak için, Ahkaf suresinin 5.âyet-i kerimesini,
Yunus suresinin 106.âyet-i kerimesini ve Rad suresinin 14.âyet-i kerimesini vesika olarak ileri
sürmüştür. Halbuki bunlara benzeyen, daha birçok âyet-i kerimeler vardır. Bu âyet-i kerimelerin
hepsi, puta tapan kâfirleri, müşrikleri bildirmek için gönderildiğini, tefsir âlimleri sözbirliği ile
beyan buyurmuşlardır.

Abdülvehhab oğlunun düşüncelerine göre, bir müslüman, Peygamber efendimizden veya başka
Peygamberlerden yah:ut Velilerden, Salihlerden birinin kabrinin yanında veya uzakta iken
bundan (istigase) etse, yani sıkıntıdan, dertten kurtulması için yardım istese, yahut o zatın ismini
söyleyerek şefaat etmesini dilese, yahut kabrini ziyaret etmek için gitmek istese, o müslüman
müşrik olurmuş. Allahü teâlâ, Zümer suresinin üçüncü âyetinde, puta tapan kâfirleri
bildirmektedir. Peygamberleri ve Evliyayı vesile ederek dua eden müslümanlara müşrik
diyebilmek için, bu âyet-i kerimeyi ileri sürüyorlar. Müşrikler de putların yaratıcı olmadığına,
her şeyi Allahü teâlânın yarattığına inanıyorlardı diyorlar. Hatta Ankebut suresinin 61. ve Zuhruf
suresinin 87. âyet-i kerimesinde mealen, (Bunları kimin yarattığını, onlara sorarsan, elbette Allah
yarattı derler) buyuruldu. Allahü teâlânın da böyle buyurduğunu söylüyorlar. Kâfirler böyle
inandıkları için değil, Zümer suresinin 3.âyetinde bildirilen, (Allah’tan başkalarını dost
edinenler, onlar Allahü teâlâya şefaat ederek bizi yaklaştırırlar derler) meali şerifini söyledikleri
için kâfir ve müşrik oluyorlar, diyorlar. Peygamberlerin, Evliyanın kabirlerinden şefaat, yardım
isteyen müslümanlar da, böyle söyleyerek müşrik oluyorlarmış.

Abdülvehhab oğlunun, bu âyet-i kerimeyi ileri sürerek, müslümanları kâfirlere, müşriklere


benzetmesi, çok çürük, ahmakça ve gülünç bir şeydir. Çünkü, kâfirler, şefaat etmeleri için putlara
tapınıyorlar. Allahü teâlâyı bırakıp, dileklerini yalnız putlardan istiyorlar. Allahü teâlânın
âlemlere rahmet olarak gönderdiği Muhammed aleyhisselama ve getirdiği İslam dinine
inanmıyorlar. Biz Müslümanlar ise, Allah’a ve Resulüne iman ediyor, getirdiği İslam dinine
inanıyoruz. Zaten buna iman ettiğimiz için müslüman oluyoruz. İman edenler ile putlara tapan
müşrikler hiç mukayese edilebilir mi? Hiç birbirine benzetilebilir mi? Üstelik bu müşrikler,
Peygamber efendimize iman etmemekle kalmayıp, Ona ve iman eden müslümanlara her türlü
eziyeti yapmış, sayısız harpler etmişlerdi. Biz, Peygamberlere, Evliyaya tapınmıyor, her şeyi
yalnız Allah’tan bekliyoruz. Evliyanın vasıta, vesile olmasını istiyoruz. Âlemlere rahmet olarak
gönderilen en sevgili kul, en büyük Peygamber Muhammed aleyhisselamın şefaat etmesini
istiyoruz.

Kâfirler, putlarının diledikleri gibi şefaat edeceklerine, her dilediklerini Allah’a mutlaka
yaptıracaklarına inanıyorlar. Biz Müslümanlar ise, Allahü teâlânın, sevdiği kullarına şefaat için
izin vereceğini, sevdiklerinin şefaatlerini ve dualarını kabul edeceğini, Kur’an-ı kerimde
bildirdiği için, Kur’an-ı kerimde bildirilen bu müjdeye inandığımız, iman ettiğimiz için, Allahü
teâlânın sevgilisi olan yüce Peygamberimizden, sevgili kulları Evliyadan şefaat ve yardım
istemekteyiz.

Kâfirlerin putlara tapınması ile, müslümanların Evliyadan yardım istemeleri birbirine


benzetilemez. Bir müslüman ile bir kâfir, görünüşte hep insandır. İnsanlıkları birbirlerine
benzemektedir. Fakat, müslüman, Allahü teâlânın dostudur. Sonsuz Cennette kalacaktır. Kâfir
olan ise, Allahü teâlânın düşmanıdır. Sonsuz Cehennemde kalacaktır. Görünüşte birbirlerine
benzemeleri, hep aynı olacaklarına senet olamaz. Allahü teâlânın düşmanı olan putlara,
heykellere yalvaran ile, Allahü teâlânın sevgili Peygamberine ve veli kullarına yalvaranlar,
görünüşte benzeyebilirler. Fakat, putlara yalvarmak, Cehenneme götürür. Peygambere ve
Evliyaya yalvarmak ise, Allahü teâlânın af etmesine, merhamet etmesine sebep olur. (Allahü
teâlânın sevdiği kulları hatırlanırsa, Allahü teâlâ merhamet eder) hadis-i şerifi meşhurdur.

İbni Hacer-i Hiytemi’nin Minhac şerhi olan Tuhfe kitabına haşiyeleri ile meşhur Muhammed bin
Süleyman şafi’i, Abdülvehhab oğlunun bozuk ve sapık bir yolda olduğunu, âyet-i kerimelere ve
hadis-i şeriflere yanlış manalar verdiğini, vesikalarla ispat etmiştir.
kitabında şöyle demektedir:
“Ey Abdülvehhab oğlu! Müslümanlara dil uzatma, sana Allah rızası için nasihat ediyorum.
Allah’tan başka yaratıcı olduğunu söyleyen varsa, ona doğruyu bildir! Vesikalar göstererek onu
doğru yola çevir! Müslümanlara kâfir denilemez! Milyonlara kâfir dememek için, bir kişiye kâfir
demek daha doğru olur. Sürüden ayrılan koyunun tehlikede olduğu muhakkaktır. Nisa suresinin
(Doğru yol gösterildikten sonra, Peygambere uymayan, imanda ve amelde müminlerden ayrılan
kimseyi, küfür ve irtidadda bırakır ve Cehenneme atarız) mealindeki 115. âyet-i kerime, Ehl-i
sünnet ve cemaatten ayrılmış olanların halini göstermektedir.”

Ecdadıdımız Vehhabi teröristlerini isyana sevk edenleri İstanbul’da asarak cezalandırdı.


Bugünün Vehhabilerinin devleti ele geçirdiğini ve oyuncakları olduklarını ecdadımız
mezarından kalksa ve görse kahrından kıyamete kadar bir daha uyanıp gözünü açmazdı!
Tükürürdü yüzlerine hayasızların ve bu vatanı size Vehhabi ve Şia terörizmine dayakcı, destekci
olasınız diye mi emanet ettik derlerdi! Emin olunuz! İbni Teymiye ve İbni Arabi savaşı
yaşanıyor ama mücadeleyi her zaman kalplerin sultanı İbni Arabiler, Mevlanalar, Gülenler
kazanmıştır.
CİHADİ SELEFİLİK

El Kaide’yi, CIA 1980’lerde Afgan cihadında Sovyetler Birliği’ne karşı kurmuş ve 35 ülkeden
20 bin savaşçı toplamış ve eğitmişti. Peki E Nusra’yı, IŞİD’i kim kullanıyordu? Suudi Arabistan,
Katar Pakistan, ABD’de CIA’nın bir kolu ve İsrail planlamıştı. Amaç şuydu; Sovyetler
Afganistan’ı işgal edince Sovyetler’i dağıtma projesi altında “Yeşil Kuşak” teorisi oluştu.
Nitekim de başarılı da oldu. Sovyetler dağıldı. Yeşil Kuşak’ın hedefi, aslında İslam’ı yozlaştırıp
siyasi amaçları için kullanmak ve. İslam coğrafyasını perişan etmekti. Bugün İslam Konferansı
içinde 57 Müslüman ülkede, 57 ülkenin İslami görüşü de birbirine benzemiyor! 57 ülkenin
birbirleriyle kavgalı olması sağlayan bu ülkeleri yıllarca sömürgesi yapan eski Batılı emperyalist
güçler, kolonicilerdi. E Kaida ve IŞİD türevi terör örgütleri daha sonra kontrelden çıksa bile bu
kolonici devletlere zarar vermiyordu. İslam coğrafyasında var olan işbirlikçisi kukla Krallar,
emirler, şeyhler her zaman emielerine amadeydi. Bu coğrafyada Yeşil Sermaye dediğimiz
kurumların sayısı 720’den fazladır ve bu 720 kurumun toplam parası 2 trilyon doları geçiyor. İşte
İslami terör diye damgalanan bu akılsız selefi Cihadcılarla savaşırken, bu sermaye gruplarına
karşı savaşılıyordu. IŞİD ile yeni bir El Kaida oluşturan ve gayesi İslam’ı karalamak olan CIA ve
MOSSAD’a Erdoğan ve Hakan Fidan’ın destek vermesini kabullenemiyorum. Bu fitne nasıl
kurgulandı, bir göz atalım. Irak ve Suriye’de sünnilerin mağduriyeti üzerinden IŞİD belasını
çıkartanlar, “İslamfobi” yayıp Sünni İslam’a büyük darbe vurmak istiyorlar.

Irak’ın Abu Gureyb, Musul hapishanelerini IŞİD’in boşaltması ve eleman kazanması MOSSAD
ve CIA planıdır. Suudiler, IŞİD’e kaybedeceği hiç bir şey olmayan 1500 idamlık mahkum
yolladı. Bu orduya Mehdi ordusu değil ama pekala Süfyan ordusu denir demem bu yüzden,
katiller sürüsüyle bir İslam devleti kurduklarını iddia ediyorlar, tüm Müslümanları aptal yerine
koyuyorlar. Kedinin fareyle oynadığı gibi Müslümanların zafiyeti, acziyeti, perişanlığı ile
oynuyorlar. Görüntü, tıpkı ahirzaman müslmanlarının anlatıldığı hadislerde olduğu gibi.

Mehdi ve İslam Halifesi olduğunu iddia eden Ebubekir Ömer El Bağdadi Amerikan Bocco
Hapishanesinde 5 yıl CIA ve MOSSAD eğitiminden geçirildi. Fitne pek büyük, hem Hz.
Ebubekir hem Hz. Ömer efendilerimizin ismini kirleten bu MOSSAD ve CIA ajanı IŞİD lideri,
utanmadan birde “Ebu Dua” lakabını kullanıyor.

IŞİD’e en büyük mali desteği Vehhabi Suudi Kralı ve Katar şeyhi verdi. 10 milyar dolarlık bütçe
Türkleri kirletmek için Ankara’ya 2011’de sunuldu. Parayı seven seçilmiş liderimiz Erdoğan ve
İran nüfuz ajanı MİT Müsteşarı Fidan, Suudilerden beleş 10 milyar doları görünce, bu global
fitneye balıklamasına atladılar. Şimdi alt alta yazalım, IŞİD nasıl kuruldu?

Irak’ın eski Baas Partisi, elit ordu ve Saddam’ın elit zenginleri IŞİD’i destekliyor, CIA ve
MOSSAD desteği aldılar, Blackwater oyunun içinde yer aldı. IŞİD militanları, 2011’den beri
Lübnan’ın Beka Vadisinde MOSSAD, CIA ve Özel Harp subaylarımız tarafından eğitildi. Bunu
12 Nisan 2012 tarihli makalemde çok net yazdım ve Erdoğan’ı ilk defa sert uyaran oldum. 31

31
Faruk Arslan. Suriye bölünüyor, Nusayristan mı kuruluyor?
http://farukarslan.com/genel/suriye%E2%80%99yle-savasa-mi-giriyoruz/ (12 Nisan 2012).
Türk ordusu, İsrail oyunlaıyla Suriye bataklığına sokulmak istendiği için uyarılarıma 2012
yazboyu devam ettim. 32 Türkçe anladıklarına karar verip İngilizce olarak makale yayınladım.33

Afganistan ve Çeçenistan’dan IŞİD’in güya Mehdi ordusuna katılanları organize edenlerin kim
olduğunu yazsam, kendini Mehdi sanan Süfyanı bulacaksınız! Avrupa ülkelerinden CIA ve
MOSSAD ajanlarının gazıyla, Mehdi Ordusu kuruluyor sloganıyla IŞİD’e Türkiye’den 2 bin
üzeri militan gönderilmesi, asla bir tesadüf değildir. Kuzey Afrika ülkelerinde Bedevi
çöllerinden bile 6 radikal örgüt IŞİD’e Mehdi ordusu diye elemanlarını gönderdi. Selefi terör
örgütleri işte böyle kuruluyordu. Bunlar organize CIA ve MOSSAD idi. IŞİD’in planlamasını
yapanlar çok profesyonel istihbaratçılardır.

Karanlık bir merkezden düğmeye basılmış gibi tüm İslam ülkelerinde Mehdi ordusu diye IŞİD’e
militan toplayanlar peydahlandı, bunların niyetleri çok kötüydü! Tataristan ve Kırgızıstan’daki
dostlarım IŞİD’e saf, radikal, işsiz Müslümanları yazanların “Mehdi ordusu” diye gaza
getirdiğini yazdı, maalesef acı durum budur. Hadisleri tersinden okuyan, Suriye’deki siyah
sancaklı fitne ordusu IŞİDcileri Mehdi ordusu, destek vereni de Mehdi zanneden çok ahmak var
dünyamızda! Süfyanın Şam’da çıkacak siyah sancaklı katillere destek vereceği de hadislerde
açık ve seçik var. Cübbeli Ahmet Hoca vaazında bunu net hadislerle anlattı, anlayan
anlayacağını anladı. Anlamayanlar, Süfyan ordusunda bulunduklarının farkında bile olmayan
veya bile bile yer alırken kendilerini İslam dünyasını kurtaracak Mehdi ordusunda sanan
gafillerdir. Zira Süfyanın cennet ve cehennemi vardır. Kendisine biat edenleri yaşatır, biat
etmeyenlere cehennem azabı yaşatır; hukuk tanımaz, adil olamaz. Bazen Süfyan’ın Süfyan
olduğunu bilmediği hadislerde zikrediliyor ama hasiyetleri çok açık: Müsrif, yalancı, zulüm,
korku, kin, haset yayar. Süfyan zaten yalancıdır, Müslümanları siyaset diliyle kandırır diyor
Hadis. “Tüm varlığım, servetim millete feda olsun” derken daha fazla soygun, fitne, siyasi oyun
planlıyordur. Bazıları seçimde oy aldık, ezdik ve ezeriz, zulüm etmek hakkımız, niyetimiz kötü
diyor ama Allah böyle beyinsizlere cehennem size hak diyor. IŞİD mantığı da buna benziyor,
güç bende diye öldürüyor, katil oluyor; bu arada, hırsızlığı ganimet, zinayı, tecavüzü kendine
hediye sanıyor.

Niyeti hırsızlık, soygun, kamu ve yetim hakkı yeme, başka bir birey ve cemaaate ait mülkü gasp
etme, yalan dolan iftira olanların vay haline! Namazları namaz olmaz, yüzlerine çarpılır.
Peygamberimize soruyorlar: “Süfyan ve ordusu helak olurken içlerindeki masum Müslümanlar
nasıl haşr olacak?” “Niyetlerine göre,” diyor Yüce Nebi. Amelde niyet önemlidir. Sayın
Erdoğan, yüzde 98 bile oy alsanız, iftira yalan, bühtan, kibir, kin huyunuz değişmediği sürece
biat beklemeyin Ebu Zer Gifarilerden. Behlül Dana’nın Harun Reşit arkasında namaz bile
kılmadığı vakidir. Bunun sebebi, sevilen halk Halifesinin namazda bile siyaset düşünmesidir.

Fethullah Gülen, 2014’de sert çıkışını IŞİD nedeniyle yaptı. Çünkü IŞİD’e silah ve roket
gönderenler bu günahın vebalini ödeyemezler. Bu insanlık dramına dur diyecek civanmertlik

32
Faruk Arslan. Suriye bölünüyori Suriye’de Nusayristan, Türkiye’de Anadolu Türkiye Fedarasyonu mu kuruluyor?
http://farukarslan.com/genel/suriye-bolunuyor-nusayristan-plani-devrede/ (21 Temmuz 2012)
33
Faruk Arslan. Strategic Outlook Analyst. SYRIA IS CARVED UP, NUSAYRISTAN IN SYRIA, ANATOLIAN
TURKIYE FEDERATION IN TURKIYE IS ESTABLISHED?
http://www.strategicoutlook.org/middle-east/news-syria-is-carved-up-nusayristan-in-syria-anatolian-turkiye-
federation-in-turkiye-is-established.html ( 1 Ağust 2012).
Anadolu’da var. Türkiye’den başka sivil toplumu olan İslam ülkesi nerdeyse yok. Her ülkede
kukladan beter Batı yanlısı diktatörler var. IŞİD’e asker toplayanlar İslam düşmanı canilerdir.
Ülkemizde sivil toplumu felç etmeye çalışan global İslam düşmanları, Havuz meyası sayesinde
IŞİD’I Türk kamuoyunun görmesini engelledi. Kumpası bozmak için elele vermek zorundayız.
Devletleştirilen İslami cemaatler IŞİD’ı protesto eylemi’ne destek verebilir mi? Solcular,
Aleviler daha ne duruyorsunuz, IŞİD’i kınayınız. IŞİD’in cani ve Müslümanlıkla ilgisi olmayan
bir terör örgütü olduğu anlatılmazsa daha çok insanı tuzağa düşürecekler. Herkes duyarlı
olmalıdır. Türkiye müslümanlarının bu vicdansızlığa onay vereceğini sanmıyorum.

“IŞİD Conflict Awaking”, yani toplumu “Uyandırma Kampanyası” başlatılırsa, buna


milyonlarca insan katılacaktır. IŞİD’e, AŞİH’e ve El Nusra’ya destek verenleri protesto edelim
ve gençlerimizin bu tuzağa düşmesini engelleyelim, sivil toplum ülkemizde derhal ayağa
kalkmalıdır. IŞİD konusunda Türk toplumunu uyandırmak için Youtube videoları ile bir
uyandırma odaklı bir Sivil Toplum Hareketi lazım, acilen bunu yapacak yiğitler aranıyor! IŞİD
tezgahının ardındaki finansman belli. Bu belaya sahip çıkanlar büyük suç işliyorlar. Suriyeli
Müslümanların düştüğü durumdan dolayı tüm İslam ülkelerinde suçlanan tek kişi var: Erdoğan.
Kendisi de bir Türkmen olan Ahmet Davudoğlu, “Suriye’de Türkmenler Türkmenleri öldürüyor,
IŞİD değil” dedi, kendini bile inkar etti. Ürdün’de, Türkiye’de Suriyeli mültecilerin çocukları
satılmaya başlandı, kadınlar en mağdur olanları. Bu kadar zulme neden olanlar hesap
vermeyecek mi? Ülkemize 2 milyonu geçmiş Suriyeli mülteci geldi, kadınlarını cariye, köle, 2.
eş yapanların evinde, ailesinde huzur, mutluluk kalır mı?

IŞİD’e silah, roket götürenleri engelleyenler mi casus ve hain, yoksa Suriye ve Irak’ta Müslüman
kanı dökülmesine göz yumanlar mı? Biraz basiret lütfen! 2002′den beri satılan devlet şirketlerini
kimler aldı, biraz etrafa bakınız. Neoliberallerin çok uluslu Yahudi şirketleri askersiz istila
yürütüyorlar. 2002′de ülke ekonomisi 200 milyar dolar, Hazine tamtakırdı. Rothchild ve
Rockyfeller babalarının hayrına Erdoğan’ın kullanımına 650 milyar dolar vermedi! Bunun diyet
bedeli, IŞİD oldu, Hizmet’i imha planı oldu. “Beldetül Tayyibetün” bile güya Erdoğan’dan
bahsediyormuş! Türkiye insanı bu kadar cahil değildi. Nasıl kandırıldı?

IŞİD, CIA, MOSSAD, Vehhabiler destekli bir Süfyan ordusudur, zulmü dağıtıp dünyayı adaletle
dolduracak bir Mehdi ordusu asla olamaz. Kendini Mehdi sananlara Hadislerde net uyarı var:
Biri Mehdi bile olsa çevresine asla ben Mehdiyim demez. Üstad Said Nursi’den uyarı: Mehdi, bir
şahıs değil, hakkın şahsı manevi gücü olabilir, ahirzamanda Mehdiyetin temsili bir şahısla
olmayabilir.

AKP’yi “ABD Derin devleti ve Yahudi lobisi kurdu” diye kitap yazan Star yazarı Nasuhi
Güngör TRT Haber Müdürü oldu. İran’ı 1980’lerde su yoluna çeviren, Milli Görüş’ün İrancı
kanadının mücahit gençliğini Tahran’da yetiştirmekle görevli, Selam Gazetesi eski Yayın
Yönetmeni Kemal Öztürk, 2009’dan 2015’e kadar Anadolu Ajansı Genel Müdürü makamını
işgal etti. Muta nikahını ülkemizde yaygınlaştıranların dik alası artık ülke iç güvenliğinden
sorumlu Efgan Ala “hafakan bakan” oldu. İran’ın 47 Üniversitesi diplomasına ülkemizde denklik
verdiren, Van’da Tebriz Üniversitesi açtıran, 2000 İranlı hemşire ve hasta bakıcı işçi, 5000’de
İranlı yabancı öğrenciyi ülkemize burslu getiren Beşir Atalay, Kürt sorununda “açılım diye
saçılım, bölünme, çözülme” politikasını Yalçın Akdoğan ile beraber yürütüyordu. Amerikan
Demokrat Derin Devleti’nin Erdoğan sonrası için seçtiği ve desteklediği iki isim MİT Müsteşarı
Hakan Fidan ve Başbakan’ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan diye 2012’de AKP’lileri uyardım.
“Suriye’nin Afganistanlaştırılmasından” ve ülkemizin doğusunun “Kürt kartıyla
Filistinleştirilmesinden” sorumlu “CIA’nın müstamleke valisi” gibiydiler! Yaptıklarının hesabını
elbette birgün vereceklerdir. İlahi adalete güvenelim. Hz. Ömer adaleti, zalimin tepesine kılıç
gibi inecektir.

Afganlıların mücahit değil uyuşturucu müptelası, yetiştiricisi ve taciri, İranlıların dinle imanla
alakası olmayan, Sünni İslam’ı yok etmeye yeminli kinci, müslümanlık düşmanı Pers nefretini
temsil ettiğini anlamak için Kanada’ya gelmişleri görmem gerekiyormuş. İsrailli, Yahudi ve
Amerikalı iş adamlarıyla milyarlarca dolarlık işlere girenler, bugün cemaatı kuzu sanıyor ve yine
kurtların önüne atıyorlar! Utanmadan, “CIA ve MOSSAD damgası” vuruyor ve “vatana
ihanet”le suçluyorlar. “Masayı, kasayı, nisayı” götüren, kirlenen, boğazına kadar çamura batmış,
yolsuzluk bataklığında boğulanlar, Allah’ın davasını savunan Hizmet Hareket’ini üflemekle
söndüremezler. Allah nurunu tamamlayacaktır, zalimler, münafıklar ve kafirler istemesede…

Bir AKP’li üstdüzey arkadaşım şu yorumu göndermişti: “Maalesef şu an Ak Parti önceki yıllarda
CHP’nin yaptığı zulmün farklı bir versiyonunu uyguluyor. Kendi etrafındaki şakşakçıları ve
kendilerini zenginleştirdikçe zenginleştirdi. İlk başlarda bu kimseye batmıyordu. Ne yani
sermaye hep tek eldemi toplanacak birazda dindarlar kazansın diyorduk. Fakat şu anda öyle bir
duruma gelindi ki açık açık Erdoğan “bendenseniz kazanırsınız yok değilseniz sizinle hesabımız
var” diyebiliyor. İhaleler hep belli çevrelerin etrafında dönüp duruyor. Onlardan olmayan çarka
giremiyor. İktidar olabilecek kadar oyu hedefleyip geri kalanları ötekileştiriyor. Yüzde 40
Erdoğan’ı seviyorsa yüzde 60 nefret ediyor. Ülke hiç bir zaman şimdiki kadar kutuplaşmamıştı.
Peygamberimiz, dört raşid halife ve sahabeler böyle değildi. Hz. Selman Hz. Ömer’e “Ya Ömer
üzerindeki elbisenin hesabını vermeden seni dinlemeyiz ve sana itaat etmeyiz” diyordu. Yine bir
gün Hz.Ömer (r.a.) karşısında Sahabe-i Kiram’dan biri “Ya Ömer seni eğri kılıcımla
doğrulturum” diyebilmişti. Bu felsefeyle iktidara gelen birinin kendini bu kadar sorgulanamaz
görmesi ve kendini ve etrafındakileri bu kadar zenginleşmesi Hz. Ömer adaletiyle bağdaşmazdı.

Erdoğan’da cemaat korkusu paranoya haline geldi. Oysa reel politik hatalar yaptığı için onu
istemeyenleri kendisi çoğalttı. Bu denli paranoyak olmasının asıl nedeni etrafındaki danışman
ordusunun bilerek yanlış yönlendirmesinden kaynaklanıyordu. Ortadoğu’da Türkiye’nin elinden
Büyük Ortadoğu Projesi liderliğini geri alan Amerikan derin devleti İran’ı, Şii Hilalini ve İran
devlet başkanı Muhammed Ruhani’yi önplana çıkartıyor ve pazarlıyorlardı. Adeta bölgede
Türkiye ve İran yer değiştiriyordu. Türkiye ve lideri içine kapanırken, İran ve lideri özgüveni
yüksek bir edayla İran’ı bölgesel lider yapmaya soyundu. El Nusra ve IŞİD tezgahı, zayıf bir
Büyük Kürdistan’ı kurmak için planlandı. Erdoğan’a Irak ve Suriye Kürtlerini ve Sünnilerini de
içine alan bölgede Anadolu Federasyonu kurma mavi boncuğu sunuldu. Halife ve Mehdi
havasına giren Erdoğan, bu nedenle El Nusra ve IŞİD’i bir Mehdi ordusu olarak gördü, tüm
imkanlarını seferber etti. Oysa bu planda itibarı zedelenen ve oyundışı bırakılan Türkiye oldu,
elbette yeni Osmanlı’yı duymak bile istemeyen İsrail ve Suudi Arabistan, Ankara’yı bilerek
bataklığa çekti.

Üst düzey AKP’li dostum pişkin pişkin güldü ve şunları söyledi: “Hakan Fidan’ı İsrail’in
sevmediğine zaten AK Parti’de inanan bir tane saftorik bulamazsın, İrancı olduğu iddialarına ise
kakır kakır gülüyoruz. Caferi olduğu için İran ile en sıkı fıkı olan Beşir Atalay’ın TİKA başına
getirerek yükselttiği bir bürokrat olduğu doğru ama seçimi yaptıran asıl derin ellere bakmak
gerekir. Caferi Fidan iddia edildiği gibi İsrail’e ve Amerikalılara düşman hiç değil. CIA başkanı
seviyesinde yetkilere kavuşan Fidan’a bu gücü veren derin Amerikalılar. Ancak Fidan’da hitabet
kabiliyeti yok, başbakan gibi geniş kitleleri arkasından sürükleyemez. Başbakan’ın en fazla
dinlediği adamın Yalçın Akdoğan olduğu doğru ama bu onu gelecek başbakanımız yapmaz.
Akdoğan’dan lideri yöneten ikinci adam olur, hepimiz kimin birinci adam olacağını bulmaya
çalışıyoruz. Anlaşılan sende bilmiyorsun.” Ahmet Davudoğlu dedim ama kimseyi
inandıramadım. Cüce adam mı diye dalga geçtiler. İbrahim kalın olabilir dedim. Soyu sopu
yetmez dediler, hem parası pulu yokmuş, keskin zekası ve uzun boyu yetmez dediler.

2011’den beri AKP’li dostlarımızı, ayyuka çıkan yolsuzluk, rüşvet ve Mut’a nikahı, İran’ın bal
tuzağı ile El Nusra, Suriye tezgaha getirilen siyasetçi ve bürokratlar konusunda uyarmadan
telefonu kapatmıyorum. Hepsi rahatsız bu durumdan ve ustalık döneminin tam bir rant paylaşma
ve yeme dönemi haline geldiğini itiraf ediyorlar. AKP’li dostum sitem ediyor: “Büyük inşaat
ihaleleri, imar skandalları, Hazine garantili milyarlarca dolarlık dış krediler, Karun gibi yaşama
hevesi bizi bitirecek, bunu hepimiz biliyoruz. Avantasını vermeden babamın oğluna bile bu
sistemde iş yaptıramıyorum. Sonumuz iyi değil, ne zaman patlayacak bilemiyoruz. AK Parti bu
girdabın altında kaldığında cemaat ne yapacak, merak ediyoruz.”. Neden böyle oldu diyenler
umarım anlamışlardır. 17 Aralık ve 25 Aralık operasyonları ile cerahat patladı.

Cemaat’ı günah keçisi yapanlar, yabancı istihbaratların oynadığı oyunu neden göremiyordu? Her
taşın altından çıkanlar belliydi… Sözüm anlayana… Yoksa ‘AK Parti Türkiye’yi ABD’ye sattı’
söylemine yapışan Ergenekoncu takımının Stratfor’un politikalarını hayata geçirdiğinin elbette
farkındaydım. ABD’de AK Parti ‘dinci’, ‘İslamist’ diyenler Türkiye’de ‘Amerikancı’ yaygarası
yapıyorlardı. Bu oyun tutmayınca ‘Antisemitist’, Yahudi düşmanı yaftası ipine sarılanlara
malzeme vermek için kullandılar. Bu iftira ve kara leke, Türkiye’ye yapıştırılamaz. Türkler hiç
bir zaman Yahudi düşmanı olmadı, olmayacaktır. İsrail devletinin zulüm ve baskı politikalarına
destek ve onay vermek zorunda değiliz, ikisi arasında ayrımı net olarak AK Parti koyabilirse
Demokrat Amerikalılarına derdine daha iyi anlatabilir. Obama döneminde pek anlamış
gözükmüyorlardı. IŞİD krizi gerçek müslüman ile çakma proje adamları ayıran turnusol kağıdı
oldu. Rahmetli Necmeddin Erbakan Kaddafi’nin çadırında aşağılandı diye kıyameti kopartanlar,
Musul ve Kerkük’te kırmızı çizgi bırakmayana, IŞİD’e nedense ses çıkarmıyorlardı. Ergenekon
taktiği suret-i haktan görünmek ve seçilmiş iktidarı müttefikliğe ikna etmekti. Başardılar.
2017’ye kadar karanlık tiyatrolarla geçecek bir kaos dönemidir. Yılanlar, akrepler, kobralar,
elinde kan bulunanlar hapisten çıkar çıkmaz intikam alacaklarını söylemişti. AK Parti ve
Erdoğan’a teşekkür edene rastlamadım. Demek ki, bunlardan yeni faili meçhuller, suikastler ve
devlet terörü cinayetleri bekleyebilirsiniz!

5. KOL: TEKFİRCİLİK AKIMI

Muhammed Makdimi, 1970’lerden beri yeni tekfirciliğin fikir babasıdır. 2002’dan beri Ürdün’de
Musab Al Zargavi modeli ile yeniden inşa edildi. Yeni Akit gazetesinin yozlaştırılmış Suudi tarzı
İbni Teymiyeci çarpık İslam anlayışı maalesef AKP’nin ve Erdoğan’ın toplumumuza biçtiği deli
gömleğidir, bu akılsızlık çökecektir. Bugün yaşanan Yeşil 28 Şubat sürecinde Akit manşetini
atanlar MİT’deki İslam düşmanı karanlık baronlardır; Müslümanlarla açıkca ve resmen matbuat
yoluyla alay ve tehdit ediyorlar. 28 Şubat sürecinde Akit gazetesinin manşeti, toplumu daha fazla
gersin diye Çevik Bir’in görevlendirdiği bir Albay tarafından atılıyordu. Akit gazetesinin
yobazlığa ait tekfirciliğini geçmişte Hariciler temsil etti ve bugün NeoHariciler olan Vehhabi
zihniyetidir. Kur’an İslam’ı diye diye içini boşaltıyorlar.

Akit gazetesinin Anadolu’ya değil yobazlığa ait İbni Teymiyeci İslam mantığında ehli Sünnet
İslam alimleri 250 bidat ve küfür tesbit ettiler. Akit gazetesi, bir haberinde benim Hıristiyan
olduğum şüphesi uyandırdı. Bu iftiraya neden başvurdu ve frank ismini kullanmam üzerinden bir
komplo teorisini nasıl üstüne kondurdu? Bu tekfircileri, İbni Teymiye deşifresini yaptığım 200
tweetle duyurdum! Akit’in tekfirci yobaz kitlesine Fatih’in fedaisi Hasan Can’ı, Kara Murat’ı,
bir başkası veya 2. Abdülhamit’in en iyi istihbarat elemanının nasıl Vatikan’a girerek padişaha
sağlam istihbarat ilettiğini anlatamazsınız. Fatih Sultan Mehmet’in efsaneye göre dört fedaisi
vardı: Kara Murat, Malkoçoğlu’dan yiğitler, Ulubatlı Hasan ve Hasan Can. İstanbul surlarında
Ulubatlı şehit düştüğünde, Can Hasan Roma’daydı. Tekfirci Akit zihniyeti, gerçek Müslümanları
karalamak, toplum içine kin, nefret, haset ve kıskançlık ile nifak salmakla meşgul fitnecidir.
Tekfirci Akit, Erdoğan ve AKP’nin ülkemize dayattığı yobaz El Nusra ve IŞİD tarzı İbni
Teymiye İslam’ı sapıktır, bugün bu tür bağnaz İslam’da olmayan diktacı despotluğu tutmaz,
Suudi Arabistan’ın bile selefilikte itidale gelmesi bekleniyor.

Erdoğan, Hizmet camiasına Haşhaşin deyince, aklıma kendi dini ekolü olan İbni Teymiyye’ye
Sünni alimlerin taktığı isim olan Haşevi gelmişti. İbni Teymiyye tefsirini ekol yapan Vehhabilik
Suudi Arabistan başta olmak üzere İslam coğrafyasının önemli bir bölümünde nüfuz elde etti.
Selefilere/Vehhabilere göre, içtihatlarıyla devrimci bir müçtehit olan İbn Teymiyye, pek çok
Sünni aliminin yazdığı kitap ve tesbitlere göre teşbih ve tecsim akidesini canlandıran bir
Haşevi’dir. İbn Teymiyye’ye göre, tevhit akidesini Kur an ve Sünnette var olduğu şekilde
anlayanlar yalnız selef alimleridir, gerisi şirk koşan kafirdir. Bugün Erdoğan ve AKP, kendisi
dışındakileri Müslüman görmüyor. Necmeddin Erbakan’ın yıllarca söylediği saçmalık, ‘ya bize
oy verir Müslüman olursunuz veya patates dininden olursunuz’ söylemi, Erdoğan ile
maalesef gerçek oldu! Peki, Erdoğan’ın beslendiği dini referans nedir?

İbni Teymiye, Şam’da hutbeden inerken, muhakkak ki Allah Teala benim buradan indiğim gibi
dünya semasına iner dedi ve linç edildi, hapiste öldü. AKP’lilerin toz kondurmadığı dava adamı
İbni Teymiyye, ehli sünnet yolunu ve icma kararlarını ret eden isyancıydı. İslam alimi tanımazdı!
AKP ve Erdoğan’ı İrancı zanneden İranlı bir İslam uzmanına AKP ve Milli Görüş’ün din
kodlarında ‘İbni Teymiye vardır’ dedim, hiç beklemiyordu resmen şok oldu. Bununla kalsa iyi,
İbni Teymiye’nin akide anlayışı temelden dökülüyor diye ısrar ettim. İbn Teymiyye’nin iddia
ettiği gibi, Allah Teala arş ya da sema da gerçekten duruyorsa, bu ikisini yaratmadan önce nerede
ikamet ediyordu! Cennet nimetlerini mecazi , müteşabihatı ise zahiri manalarıyla tefsir eden İbni
Teymiyeci Siyasal İslamcılar, bu dünyada cenneti talep eder. Çünkü sıfatlar ve müteşabihatın,
zahiri anlamları çerçevesinde anlaşılmalarında ısrar eden İbn Teymiyye’yi anlamadan, ‘AKP
İslam’ını çözemezsiniz! Bugün Suudilere özenen bazı Müslümanlar, İbn Teymiyye gibi, kürsü
kelimesini haşa- Allah’ın üzerinde oturduğu bir mekan olarak anlamaktadır. Allah’ın yüzü, eli ve
gözü olduğunu iddia eden İbn Teymiyye, bu anlayışıyla Allah’ı insana benzetilmesi (teşbih)
günahını işlemiş bir gafildir! Cenab-ı Hakk’a mekan isnat eden, lafza takılmış Allah semada
bulunur demiş, tevhidin zâtındaki vahdaniyeti ve sıfatları görememiş bir Haşevi olan İbni
Teymiye tam Erdoğan ve fetvacısı Hayrettim Karaman’a yakışan bir siyasi İslam ekolüdür!
Türk toplumu karar verecek. Tekfirci Akit, Erdoğan ve AKP’nin desteklediği yobaz El Nusra
IŞİD tarzı İbni Teymiye İslam’ı ülkemize gider mi? Tekfirci Akit zihniyeti’nin Irak ve Suriye’de
El Nusra ve IŞİD’ı savunması, Teymiye İslam’ı çakmak isteyen İngiliz oyununda
piyonluklarından geliyor. Bileyerek veya bilmeyerek alet oluyorlar! Tekfirci Akit zihniyeti’nin
Irak ve Suriye’de El Nusra ve IŞİD’ın Müslümanlara tecavüz etmesine, katletmesine itiraz
ettiğini hiç gördünüz mü? Tam tersine IŞİD’in Türkiye ve İslam çıkarlarını koruduğunu bile
yazdılar.

Tiranların oluşturduğu kaos ve umutsuzluk döneminin girdabından kurtaracak metafor ve


ilacımız Yunus Emrevari bir Sufilik anlayışıdır. IŞİD tarzı Müslümanlık Anadolu insanına
yapıştırılamaz. Tarihimizde pek çok ibretlik hadise vardır. Başka bir kaos dönemi, Tiran
Timur’un 14. yüzyılda yozlaşmış Yesevi tarikatını nasıl kullanarak siyasi gücüne alet ettiğinde
yaşandı; bunun sosyolojik ve tarihi gerçeklerini Mason Bektaşiler kitabımda anlattım. Yıldırım
Beyazıd’ın damadı Bursalı Emir Sultan hazretleri, Beyazıd’ın egosuna mağlup olmasına engel
olamadı ama daha sonra toplumda kaos döneminde bir umut oluverdi.

Tiran Timur, Anadolu’da ve Altınorda’da Tatarlar üzerinde hakimiyet kurmadan önce ilk
Türkistan’da Hoca Ahmet Yesevi’ye türbe yaptırdı. Neden mi? Müslümanların manevi
desteiğine ihtiyacı vardı. Tiranlar, dini ve din adamlarını kullanmayı çok iyi bilirler. Moğollar ve
Hitlerde çok iyi kullanmışlardı. Tiranlar, çok yalancı bir münafık ve dini bozuk bir fasık olurar!

Tiran Timur, halka çok iyi, ihlaslı, dava adamı bir Müslüman görünüyordu, İslam’ın serkârlarını
yanına alıyor ve dolayısıyla bütün kabâil ve tavâif (onu takip ediyordu). Bizim Tiran’da aynı
politikayı izledi ve izliyor. Tiran Timur Lenk Ankara savaşında Yıldırım Beyazıd’ı yendiğinde
yanında Seyyid-i Şerîf Cürcânî ve Taftezânî gibi iki tane dev alim vardı. Kitleler bu iki zâta
bakınca, “Galiba bu Lenk’de bir şey var!” diyorlar. Yıldırım Beyazıt’ın karşısındaki Lenk,
münafıkca oyun oynuyordu; bizim Tiran’ın politika tarzıda budur.

Tiran nefsi, Sufi terapi ve dini psikolojide zalim firavunluğu temsil eder. Kalbinizde zincirli,
donmuş ejderhayı uyandırırsanız, yakıp yıkarsınız, ta ki, bir Moğol kılıcı gelsin de Tiran’ı kessin,
umutsuzca kaderinizi beklersiniz! Bugün Tiran’ın solunda Şii Fidan’ı, sağında Vehhabi, İbni
Teymiyeci bir Beşir veya Faruk Beşer’i, ortada ise Karaman’ın koyununu kullandığı bir
vakıadır!

Tiranların tek silahı korkudur aslında. Moğollar, meydana getirdikleri korku düzeni ile İslam’ı
paganlaştıran siyasalcıları cezalandırdı. İlginçtir, tıpkı IŞİD gibi onlarında siyah sancakları vardı.
Erdoğan’ın İbni Teymiyeci zulmüne IŞİD zalim kılıcı değecek veya dananın kuyruğu buradan
kopacak gibi duruyor. Moğollar, her Müslüman evine girdi, erkeklerini bebekler dahil katletti,
eşlerini, kızlarını cariye yaptı, namus diye bir şey bırakmadı, halkı çok korkuttu. Bizim Tiran’ın
ülkemize Amerikan kültüe emparyalizmini sınırsız sunan liberal ekonomiyi kontrolsüz getirdiği,
ahlaksızlık ve edepsizliğin hızla yayıldığı bir vakıadır. Aileler dağılıyor, boşanmalar artıyor, zina
yaygınlaşıyor. Korku, istibdat, tehdit dersen, Moğollara, Hitler’e denk bir zulüm işleniyor.

İbni Arabi’ye karşı çıkan İbni Teymiye, bugün Suudi Arabistan’ın şeriat diye kullandığı 10
ciltlik Kur’an tefsirini protesto amaçlı yazdı ve hep takiyeci bir İslami siyaseti savundu. Moğol
işgalinin tüm İslam ülkelerini sardığı bir dönemde yazılan İbni Teymiye tefsiri, ailesi Moğollar
tarafından mağdur edilen İbni Teymiye’nin bir intikam aracı olarak düşünülebilir. İbni Arabi,
Mevlana, Yunus Emre, Avi Evran, Nasreddin Hoca, Hacı Bektaş Veli ekolleri, Anadolu’yu
Moğol belasından kurtardı, İbni Teymiye zihniyetindeki yobaz İslam, Osmanlı’ya nüfuz
edemedi, sapık kabul edildi.

İbni Arabi’ye göre Müslümanları Moğolların kesmesi haktı; çünkü İslam paganistik bir dünyevi
kültürle çok riyakarca bir İslam yaşıyordu; kalplerde Allah dışında herşey vardı, gizli şirk
yerleşmişti. Moğollar, Müslümanları kesip doğrarken İbn, Arabi vefat etti ve İbni Teyymiye
doğdu. İkisi arasında teorik savaş asırlarca devam etti, Osmanlı Fatih Sultan Mehmet’in
İstanbul’u almasıyla hoşgörüsüz İbni Teymiye surlar dibine gömdü. İbni Arabi, ‘önce kalpte
iman dirilmeli’ derdi ve Fatih ayrımcılığı kaldırarak bunu gerçekleştirdi. İstanbul’a ilk defa
Yahudiler ve Ermenilerin yerleşmesine izin verdi, Ortadoks Kiliselerine birer mektup yazarak
onların koruyucusu olduğunu resmen bildirdi. İbni Teymiye İslam’ına göre Fatih kafir sayılırdı.

Moğolların neden Müslümanların başına Allah’ın zalim kılıcı olarak bela olduğunu İbni Arabi
özetler: Müslümanlar Allah’a ve ahirete inanmıyorlar. Halbuki camiler beş vakit namaz kılan
insanlarla doluydu. Rahat ve konforda İslam kentleri kadar medeni şehirler dünyada yoktu. Tüm
ilim kitapları ve alimleri Semerkant, Belh, Horasan, Harezm, Bağdat, Şam ve İskenderiye’de
toplanmıştı. Moğollar, İslam ülkelerini istila ettiğinde Müslümanlar dünyayı seviyor, ölümden
korkuyordu, Moğollar ise ölümden korkmuyordu, çok cesurdular.

Moğollar, dünya nüfusunun onda biri, 30 milyon insanı vahşice öldürdü. Moğolları insanlaştıran
tek güç Sufi İslam’ın yumuşak kalbi oldu. Moğol kurdu Hulağu’nun başdanışmanı Şii alimi
Nasreddin Tusi idi; İslam medeniyetini öyle bir yıkmıştı ki, insanlık ve bilim diye bir şey
kalmamıştı. İsmail Gaspıralı, Moğol yıkıntısından sonra İslam medeniyeti, sanat, edebiyat ve
kültürde bir daha belini doğrultamadı demiştir. Ve haklıdır. Teymiye İslam’ı buna tepkidir.

Moğol kurdu Hulağu’nun İslam halifesini Bağdat’ta kendi havuzunda boğmasının meydana
getirdiği travma yıllarında, 1267’de Şanlı Urfa veya Mardin’de doğan İbni Teymiyye, Kur’an
İslamı diye dini paganlaştırmıştı! İslam medeniyetinde ne zaman Kur’an İslam’ı adı altında
paganizm yaygınlaşmışsa, Moğol belası gibi zalim bir kılıç gelir, cahil Müslümanların kafalarını
keser, namusları ve malları mahv olur.

Paganizm’de Nemrud ve Firavunlar heykeli yapılan Tiranlar olsa da ilah olamadılar, Ra, Lat,
Uzza gibi putları kutsallaştıran hep çıkar peşinde koşan yalancı siyasiler ve yardakçıları olan
Karunlardı. Paganizm’in temellerine baktığınızda heykele, puta tapınan toplumlarda heykeli
yapılan şahsın eskiden salih biri olduğu anlaşılacaktır. Hz. Salih, Eyke kavmine peygamber
olarak geldiğinde halk 7 tane heykele tapıyordu, bunlaarın hepsi geçmişte salih olarak bilinen
aydınlardı.

Tiran’ı yemek kültürü, Totemleşme için gereklidir. Toplumun bir kısmı Toteme sövmeli ki diğer
kısmı Totemi inanç put haline getirebilsin! Tiran’ı kullanarak Totem ve Tabular topluma
yerleştirildikten sonra Tiran’ın kutsallaşabilmesi için, fetvacılar mistik oyunlar oynarlar. Tiran’ın
totemleştiren heykelcibaşısı, müneccimi, kahini, politikasına uygun dini fetva vereni, inzibatı,
istihbaratı ve ordusu vardır. Tiran’ı kutsal Totem, davranışlarını ve emirlerini tabu haline getiren
Tiran yardakçılarının amacı Tiran’ı yok edip daha fazla devlet kaymağını egoistce yemektir.
Tiranların Cannibalizm, Sadizm, Despotizm merakları, çocukluk ve gençliğinde yaşadığı eziklik,
aşağılık kompleksinden kalan travmalardır. Tiran’ın soytarısı, dalkavuğu, yalakası, sayısız
borazanları vardır. Her türlü yanlışı yapan Tiran’ın altındakiler olabilir ama Tiran hep masumdur
kültü ısrarla yerleştirilir. Stalin, daha fazla zulüm yapmak ve kan döküp rejimini yerleştirmek
için eğitimci Lenin’i ideolojik olarak kullandı! İlk yok ettiği kişi çok akıllı bir dava adamı olan
Troçki idi, zavallı adam Meksika’ya kaçtı ama KGB infazları onu orada buldu ve öldürdü.

Tiran, kendi terör örgütü, derin devleti ve paralel parti devletini kurarken, ötekileştirilenler ile
Tiran köleleri gereksiz kavga ettirilir. Akit, Sabah, Akşam, Yeni Şafak, Takvim, daha ismini
sayamadığım 10 tane daha yazılı medya, 20 televizyon Tiran’ın algı operasyonu için gayri İslami
tarzda çalışıyor. Umutsuzluğa ve kaosa terk edilen Ötekiler ile Tiran’ın rejimine köleler arasında
kamplaşma meydana getiren Tiranlaşan Erdoğan’ın, kin, nefret, haset, ayrımcılık, eşitsizlik,
hukuksuzluk, despotluk ve kıskançlığı körükleyen, suç üreten anlamsız politikalar izliyor.
Tiranlar, toplumda ‘paralelizm’ inşa ederek iç düşmanlar geliştirir ve onların hep dış düşmanlarla
ittifak içinde olduğu suçlamasını yaparken, ülkeyi asıl işgal eden emperyalist kolonicilere
borçlanır ve ustalıkla onları gizler.

Çözüm nedir? Toplumsal bilgiyi ve statüyü kamuda eşitlemek gerekir. Haksız rekaber sona
ermeli ve adalet sağlanmalıdır. Tabi ki sivil toplum dinin enerjetik gücü ile uyandırılırsa Tiran’ın
sonu gelir. Bu nedenle Tiran, çok kültürlülükten aslında hiç hoşlanmaz, tek seslilik ve tek model
vatandaş olmalıdır; kendisine oy vermeyenler insan bile değildir anlayışı pompalanır. Tiran için,
din politik güç aletinden başka değer taşımaz, dini teblig etmek ve yaşamak gündemde yer
almasada, slogan olarak sık sık kullanılır.

Tiran’ın dininde yalan, iftira, fesat, hased ve bühtan savaş hilesidir; kurgulanan din Kapitalizm
tüketim alışkanlıklarına uyumlu olmalıdır. Tiran, parti devletinin dinini oluştururken medyayı
kullanır. Kur’an İslamı derken aslında Kur’an ve İslam’ın içini boşaltıp, dini çalan hırsızlar
vardır.

Dinin gerçek orijinal bilgisi ve yaşantısına sahip İslam alimi ve takipçileri, Tiran için en büyük
tehdittir; elbette Tiran’ın çaktığı politik din bir şeytanlıktır. Tiran’ın dikta rejimi, dini politikal
bir araç olarak kullanır, niyetinde dini bütün biçimde özüne uygun yaşamak yoktur politika
amaçtır. Eğer sivil toplumda dini ve sosyo kültürel gruplar arasında ‘interactionizm’, yani
diyalog yoksa, Tiran’ın ortak aklı öldürmesi çok kolaydır!

Tiran’ın amacı kendi devlet dinini yaratmaktır, rejimin doğrusu artık budur. ‘Reductionizm’ ile
gerçek dini temsil edenler yıldırılmalıdır! Tiran’ın hedefinde en güçlü dini temsilci ve grup olur,
eğer onların sesini keser, kontrol eder veya imha ederse, diğerleri pes ederler. Materyalist
kapitalizme aşık olmuş, güç delisi Tiran’ın gücünü sağlamlaştırdıktan sonra ilk hedefi
‘paralelizm’ ile ötekini, en güçlü sosyal güç olan rakibini tecrit etmektir.

Ötekini dışlama ve başkalaştırma, postcolonilerin ilk gündem maddesidir, 3. dünya ülkelerinde


bunu yapacak egosu yüksek bir Tiran’ı mutlaka bulurlar. Ünlü Sosyolg Michel Foucault’a göre
evrensel gerçek yoktur, uydurulmuş sosyal inşatlar vardır. Alman düşünür, gazeteci ve yazar
Nietczhe’ye göre ise gerçeğe ulaşmak imkansızdır; çünkü politikacılar şeytanlaşınca devleti
otoriter hale getiriri ve yalancılığı meslekleri haline getirirler. Alman totaliterizm’inin
Almanya’yı 2 dünya savaşında da batırması onu haklı çıkarmıştır.

Rigid (sert) diktonomi öneren Tiran, dominant politikal discourse meydana getirir, ahali
postcolonicilerin kölesi olduklarını farketmez. Bilgi ile güç arasında her zaman ilişki vardır. Güç
zehirlenmesi yaşayan post kolonistlerin satın aldığı Tiranlar, yalanla gücünü kurarlar. Düşünür
Edward Said diyor ki, her rejim kendi doğrularını yaratır, postcolonistler Doğu’yu sömürmek
için dini araç olarak kullanır ve dinin içini boşaltır. El hak, bunun doğru olduğunu yaşayarak
öğreniyoruz, Tiran, dinimizi kirletiyor…

İbni Teymiye fenomenini detaylı yazmamın sebebi, Suudi Vehhabi rejimi, AKP, Erdoğan, El
Nusra ve IŞİD’in İbni Teymiye’yi yanlış yorumlamasıdır. Said Nursi ahirzamanda Vehhabi
zihniyetinin tashih olup ifratı ve tefrikayı bırakıp itidale geleceğini söylüyor, bazı ithamları
yumuşatmıştı. Gülen Hocaefendi’nin benim bildiğim 40 yıldır talabelerine okuttuğu 22 ayrı
Kur’an tefsiri içinde İbn Teymiyye’de var. Yanlışı düzeltecektir. İbn Teymiyye öldüğünde,
ailesinin diğer fertlerinin ve aynı zamanda sûfilerin de gömülü bulunduğu Şam’daki bir sûfi
mezarlığına gömülmüştür.

İbn Teymiyye’nin şu cümlesi ilginçtir: Ben Abdülkâdir Geylâni’nin mukaddes hırkasını giydim,
benle onun arasında iki (Sûfi Şeyhi) vardı. İbn Teymiyye ile ilgili yazıların çoğu Selefiye ve
Vahhabî hareketlerine mensup kişilerce yazıldı, kafalarına uygun bir Suudi İslamı oldu. İbn
Teymiyye (ö.728/1328) hakkında sahip olduğumuz düşüncenin ilk geniş kapsamlı etkileri bir yüz
yıl önce ortaya çıkmıştır. Çarpıtılmıştır. Bir Hanbelî sûfi olan Abdülkâdir Geylanî’nin kurduğu
Kâdirî tarîkatı, İslâm tarihinde bilinen ilk tarîkattır, İbni Teymiye ona karşı çıkmadı. Gazzâlî
tasavvufun‚ ‘Ortodokslaştırıcısı‛ olarak telakkî edildiği bir zamanda, mutasavvıf ve aynı
zamanda Hanbelî olan Herevî sahneye çıktı. İbni Teymiye aslında Herevi’ye ve İbni Arabi’ye
karşı çıkarak popüler olmayı başardı. Mutasavvıflar, tasavvuflarını Kur’ân ve sünnetin şeriatın
mirası üzerine inşa etmişler gelişen yanlış sûfi telakkîlere de karşı durmuşlardır.

İbn Teymiyye’ye göre nefsin mükemmelleşmesi sadece bilgiden geçen bir yol değildir. Felsefeci
Platocu kirlenmeye sert dille karşı çıkmıştı. İbn Teymiyye’nin tasavvufu, ılımlı bir tasavvuftu.
Amacı tasavvufun nass ile uyumlu olduğunu göstermekti. Kur’an lafzına uymayana sapkındır
demişti, Batını ve Batının Batını Kur’an okumasını ret etti. İbni Teymiyye sapıktır, itikadı
sakattır, “dini içten zedeleyen Vehhabilere kaynak teşkil etti diyebilirssiniz ama ilk başlarda o bir
Sufiydi ve Tasavvuf var diyordu. İbn-i Teymiye Ehl-i Tasavvufa karşı ama bir tek Abdulkadir-i
Geylani hazretlerine ses edemiyordu. Edemediği gibi de büyük hürmet duyuyordu. Üstad
Bediüzzaman İbni Teymiyye’den bahsederken “MÜFRİT ALİM” tabirini kullanıyor. Yani ifrat
yönüne vurgu yapıyordu.

Korktuğum başımıza geliyor. Suudi Savunma bakanı ve istihbaratı başkanı Prens Bender, Katar
şeyhi IŞİD suçunu tek Ankara üstüne yıkmaya çalışıyordu! IŞİD’e ‘İslam’ın baş düşmanı” diyen
Suudi BM temsilcisi, IŞİD’ karşı ittifaka Suudi Krallığı yardım için 500 bin dolar gönderdi
diyor. IŞİD çetelerine finansal destek sunan ülke olarak öne çıkan Suudi Arabistan BM temsilcisi
IŞİD İslam’ı temsil etmiyor ve “teröristler” dedi. BM Genel Kurulu’nda rezil oldu Türkiye.
Suudi Arabistan bile IŞİD’i kınarken, Türkiye temsilcisi ne IŞİD’i ne de saldırılarını kınayamadı.
Neden? Cevabını biliyorum ama Erdoğan yaşadığı yüksek ego psikolojisinde Akit’in yaptığı gibi
Firavun nefsine söz dinletemiyor, özür dilemeyecektir!

İbni Teymiye ve İbni Arabi savaşı yaşanıyor! Bu başlıkta makalemi 2013’de vahim sürecin
ortasında yazdım.34 Yalancılığı ve çarpıtmaları ile meşhur İbn Teymiyye, bir eserinde İbni
Arabi’nin hatemü’l-evliya (velilerin sonuncusu)-hatemü’l-enbiya (nebilerin sonuncusu) kasten
öyle çarpıtmıştı ki, bugünün siyasal İslamcılarına yalan, iftira ve bühtan geleneği miras bırakmış
gözüküyor. İbn Arabi velilerin yetersiz, peygamberlerin ise kamil insanlar olduklarını anlatır.
İbni Teymiye, İbni Arabi’nin sözünü tersine çevirdi. İbni Arabi, ‘velilerin ulaştıkları en son
nokta nebilerin başlangıç noktası. Veli, şeriat sahibi peygamberlerin hallerini yaşamamıştır’
demişti. İbn Teymiyye’ye ait olan “İbn Arabi son velinin son peygamberden üstün olduğunu
söylediği, yalandan da öte bir iftira ve açık bir bühtandır. “Son veli” kavramı ilk defa
Muhammed b. Ali el-Hakim et-Tirmizi tarafından telaffuz edildi. İbni Teymiye, hem devrin
müçtehid ve müceddidi Mevlana’yı hem de evvelki müçtehid ve müceddid İbni Arabi’yi aşırı
kıskanmıştı. Gülen’i kıskananlar da İbni Teymiyecilerdir!

Allah, bazı müminleri, müminlerden evliyaları, evliyalardan enbiyaları, enbiyalardan, bazı


resulleri diğerlerinden daha üstün kılmıştır. Sufi, Hakkalyakin iman dereceleri içinde “Hatemü’l-
Evliya” ve “Hatemü’l-Enbiya” makamları olduğunu bilir ama az sayıda insan buna ulaşır.
“Hatemü’l-evliya” olsan Resul ve nebi değilsin, Hz Musa’nın hangi makamda iken Allahü
teâlâyı görmek istediğini bilemeyiz” der İbni Arabi. Yine, “Sufiler haber verdikleri makam ve
halleri bizzat yaşamayı şart koşarlar” diyen İbni Arabi samimi bir Hak dostuydu, ancak ne
olduğu şaibeli İbni Teymiye İbni Arabi eserlerinde sayısız sahtecilik yaptı! Bugün onu babaları
görenler çok daha fazlasını yapıyorlar!

İbni Teymiye, “şeytanlar kendi dostlarına sizinle mücadele etmeleri için mutlaka fısıldarlar.”
ayetiyle İbni Arabi’yle dalga geçmiştir. Bugün, Gülen Hocaefendi ile “Allah ile konuşuyor,
peygamberimiz ile yakazatan görüşüyor” diye dalga geçtiler ve bunu Latif Erdoğan’a ekranda
söylettiler. Fitne aynı yani! İbn Teymiyye, İbni Arabi’nin şeytanın kendisine fısıldadığı
ruhlardan olduğunu bu yüzden peygamberlere muhalefet ettiğini iddia etmişti. İbn Teymiye’ye
göre İbn Arabi, son velinin Allahü teâlâyı bilme noktasında son nebiden daha üstün olduğunu
savunuyordu.35 Külliyen yalandır. Bugün onu takip eden AKP partizanlarının Gülen
Hocaefendi’ye pervasızca, utanmazca ve edepsizce saldırmalarının ardında bu dini referans ve
fetvalar vardır. İslam alimine Vehhabilerden başka terbiyesiz olan cahil yoktur.

Gerçekte ise ilham kalpte oluşan ve kişiyi amel etmeye sevkeden bir çeşit bilgidir. İlhamın
meşruiyeti ise Kur’an ve Sünnet’le sabittir. Siyasal İslamcılar, şekilcidir, akılları gözlerine
inmiştir, Batılı müşrik ilim adamları gibi elle tutup, gözle görmediklerine inanmayan, ilham,
sünuhat, tuluat, hads gibi ledünni kalbi ilim kaynağından habersiz veya fersah fersah
uzaklardadırlar. İbn Teymiyye bir müslümanın kalbinde oluşan bilgiyi tereddütsüz şeytanın
ilkasıyla eşdeğer gördü, ve İbni Arabi’yi önce şeytanlaştırdı, daha sonra tekfir etti ve en son
kafirleştirdi. Kur’an’ı ret ediyordu ve bunu ciddi bir problem olarak görmüyordu. Kur’an’a siyasi

34
Faruk Arslan. İbni Teymiye ve İbni Arabi savaşı yaşanıyor! Canadatürk. 1 Eylül 2014.
35
Al-Harithi, A. F. J. b. F. (Ed.) (2009). Al-Fatawa al-Muhimma fi Tabsir al-Umma. Cairo:Maktabat al-Hadi al-
Muhammadi. A collection of fatwas on politics by leading salafi jurists.
anlayışına göre yorum getirdi, nabza göre şerbet verdi; bu gün onu taklit eden AKP avaneleri
hızla “Neo-Hariciler “gibi oldu ve “Vehhabi terörizm”ini geçtiler.

İbni Teymiye’nin İbn Arabi’nin Firavun ve benzeri kafirleri övdüğü iddiası da gerçeklere
aykırıdır. Oysa bunun tam tersidir, ispatı ise çok kolaydır. Fütuhat’ın 62. Babında İbni Arabi,
Firavun’un akibetiyle alakalı şöyle demektedir: “Firavun ebediyen cehennemde kalacak ateş
ehlindendir.” Ancak İbni Teymiye ve bugün onu izleyen Siyasal İslamcıların gerçekle işi yoktur.
Oysa Allah Resulü sallallahü aleyhi ve sellem, “bir kul yalan konuştuğunda melek gelen pis
kokudan dolayı o kişiden otuz mil kadar uzaklaşır” buyurmuştu. Yalancı münafıklığa adım atar.
Doğruluktan ödün ve hiç taviz vermeyen İbni Arabi, “vaizler her şeyden önce peygamberlerin
saygınlığını korumalı ve Allahü teâlâya iftirada bulunmaktan haya etmelidirler.” diyordu. Yani
bugün Gülen Hocaefendi’nin dediği herşeyi İbni Arabi siyasi İslamcılara söylemişti ve “eğer
çakma Müslümanlığa devam ederseniz Moğollar gelip size keser de” demişti. Bugünün siyasal
İslamcı geleneği de aynen onun açtığı “takiyeci ve münafık yolu” maalesef izliyor. İbni
Teymiyye 1263′te Urfa’da doğdu, ailesi Moğol işgalinden kaçıp, Şam’a gittiğinde yedi
yaşındaydı. Hiç evlenmedi, 300 kitap yazdı.

İbn Arabi, İbn Teymiyye’nin iddialarından hem lafız hem de mana olarak uzaktır. Peki, neden
Teymiye apaçık gerçekleri tahrif etmektedir? Ya İbn Teymiyye okuduğunu anlayamadı ya İbn
Arabi iftiralarını tahkik etmeden alıp-kullandı ya da okumasına rağmen ifadelerini çarpıttı!
Bugün AKP mollaları ve partizanları Gülen Hocaefendi’nin sözlerini işlerine gelmediği için nasıl
çarpıtıyor, vicdanlarını karartıyorsa, o günde İbni Teymiyeciler yalancılığa soyunmuştu.
Bugünküler gibi İbn Teymiyye’nin yetiştiği ortama ve verdiği eserlere bakıldığında okuduğunu
anlamamasını farz etmek düşük bir ihtimal. AKP’lilerinde okuduklarını anlamayacak kadar cahil
olduklarını sanmıyorum. İbn Arabi’nin eserlerini tahkik etmeden İbni Teymiye’nin tenkit
etmesine gelince, her ana konuyu aynı ifadelerle sloganvari tekrar ediyorsa; yalancılık, iftira ve
bühtan atma işini bilerek yaptı demektir. Bugün AKP’lilerinde bilmeyerek kendilerini
dinlerinden çıkaracak kadar küfre saptıklarını zannetmiyorum, alay ediyorlar, içlerinde bazı
saflar topluluk psikolojisi ile kanmış olabilir. Ancak çoğu dünyalıklarını korumak için dini
değerleri ve Hizmet’i satıyor. İbni Teymiye’nin okuduğu metinleri önce tahrif edip sonra
muharref hallerini tenkit etmesine gelince bu, ihtimalden öte bir realitedir. Bugünde zaten
AKP’lilerin zevahiri kurtarmak için yaptıkları evrakta düpedüz tahrifattır. Suçları büyüyor.

İbni Teymiye akımı Suudi Arabistan ile Vehhabi rejimine dönüştü ve yazdığı Kur’an tefsiri,
1926’da resmen bu devletin güya şeriat anayasası ve kanunu oldu. Aslında istibdat rejimiyle
Kraliyet ailesinin zenginliği, saltanatı ve adaletsiz düzenini koruma maskesidir. İbni Teymiye,
insanlara doğru bilgiyi aktaran İbni Arabi kaynağını, siyasilerin emriyle saptırdı. Suudiler bunu
kullandı. İslam alimi ünvanını hak ediyor mu bilemiyorum. İran ve Suudi Arabistan’da İslam
devleti bu ünvanı hak etmiyorlar. İbni Teymiye ve Vehhabilik zihniyeti, Sünnet ve Cemaat
akidesine sahip alimleri şirk ve küfürle itham eder bir işleve kavuşmuşlardır.36 Yeni selefiler adlı
grup İbn Teymiyye gibi tahkik edilmeyen bilgilerle kendileri dışındaki her alimi bidat, şirk ve
küfürle itham ediyor. “Ehl-i Sünnet” akidesine sahip alimleri “ehl-i zeyğ” olarak tanıtan grup,
insanların doğru bilginin kaynağına ulaşmalarına engel oluyor. IŞİD’in rol modeli İbni

36
Imam, I. M. (1999). Al-Hukm al-Shar‘i fi Musharakat al-Muslimin fi al-Hayah al-Siyasiyya al-Amrikiyya (Text of
a fatwa by Taha Jabir al-‘Alwani), Al-Sharq al-Awsat, 26.
Teymiye’dir. İbn Teymiyye’yi müslümanlar için yol gösterici addetmeleri ve fitne çıkarmaları
eski bir İngiliz oyunudur.

İbn Teymiyye İbn Arabi’nin her metnini, eserini okumuş, Onun ifadelerini kendine mal ederek
Ona söylemediği hezeyanları isnat etmiştir. Bugünün İbni Teymiyeleri, Erdoğan’ı ve AKP
zihniyetini esir aldı. Suudi İstihbarat Başkanı Prens Bender ve Yasin El Kadı’ya satıldılar. Bugün
ülkemizde yaşanan Cemaat ve AKP savaşı değildir. Yabancı istihbaratların Ibni Teymiye İslam’ı
ile bir İbni Arabi veya bir Said Nursi savaşıdır. Kıskanç İbni Teymiye büyük müceddid,
müçtehid ve evliya İbni Arabi’yi yıpratarak kalplerin fethini erteletti, bugün hemdaşları da İslami
Hizmetleri geciktirme, engelleme, Türk okullarını kapattırma telaşındadır, şeytanı dinliyorlar.
Moğolların İslam medeniyetini yıkmasından sonra 50 yıllık büyük bir kaos dönemi yaşanmıştır.
İngilizler, ‘Osmanlıyı nasıl yıkar, Arap milliyetçiliğini nasıl hortlatırız’ diye kafa patlattığında
17. yüzyılda İbni Teymiye’yi buldular, kullandılar ve Arapları bizden koparmayı başardılar.

IŞİD’i İbni Teymiye İslam’ı ile Erdoğan ve MİT’in Fidan’ına kurduran global ve yerli karanlık
şebeke ile hesaplaşma vakti yakınlaşıyor. Bugün ülkemizi bölmek ve Kürdistan’ı kurmak için
düğmeye basan İngiliz, Neocon grup ve İsrail, İbni Teymiye modelini AKP’ye benimsetti. AKP
ve Erdoğan’ın İbni Teymiye İslam’ını referans kabul etmeleri, çözüm bekleyen sorunlara
yenilerini ekledi, bundan başka herhangi bir anlam ifade etmiyor. Satıldıklarını, vatana
ihanetlerini ispatlıyor.

Dünya yuvarlaktı ama buna bile inanmayan Vehhabîler diyordu ki: “Muhakkak ki gece ve
gündüz, Allah’ın birer mahlukudurlar, haşa dünyanın dönmesiyle oluşmazlar.” Yahudîlikte ve
Vehhabîlerde Teşbih ve Tecsimler birbirine çok benziyor. Bu nedenle İbni Teymiye, fitneci
şeytanların kullanma aracıdır. İbni Teymiye gibi Allahü Teâlâ’nın cisim olduğunu, mekânı
bulunduğunu, Allahü Teâlâ üzerine zaman geçtiğini söyleyen kimse de kâfirdir. Çağdaşlarından
İbni Battuta diyor ki: “İbn Teymiyye’nin aklından zoru vardı.” İmâm-ı Ebül-Hasen de “İlmi
aklından çok olan bir kimsedir.” dedi. Teymiye İslâm âlimlerine ve bilhâssa Hulefâ-i râşidîne
karşı ahmakca itirazlarda bulunmuşdur. Aklı noksan olan kimsede irfân bulunur mu?
Muhammed İzz-ibni Cemâ’a der ki: İbni Teymiyye, Allahü teâlânın dalâlete sürüklediği,
azdırdığı ve zillet gömleği giydirdiği kimsedir. İbni Teymiyye’nin son nefeste nasıl gittiğini
Allah bilir. Biz ise zâhire bakarız. Kitaplarında bid’at ve küfür olan bir çok ifade var. İbni
Teymiyye “İslam’a hizmet eden âlimlerden” biri değildir. Mücessime ve müşebbihe
taifesindendir. Böyle birini övmek ve yüceltmek tehlikelidir. AKP’lilerin övmesine bakmayın,
Vehhabilerin IŞİD kazığını Türk toplumuna nasıl yutturacaklarını bilemiyorlar!

Sapık din adamı İbni Teymiye’nin fikirleri ile İngiliz Casusu Hempher’in yalanlarının karışımına
Vehhabilik denir. Kemalizm’den beterdir. Abdülvehhab oğlunun Kitab-üt tevhid ve torununun
buna yaptığı Feth-ül mecid adındaki şerhde var, 250’den fazla bozuk inanışları vardır.
Vehhabilerin fıkıh üstadı ve ideoloji babası sayılan İbn Teymiyye “mülhit” olarak markaladığı
insanları mahkum edebilmek için her türlü yolu mübah, meşru kabul ederdi. Yeni selefiler grubu
IŞİD de İbn Teymiyye gibi tahkik edilmeyen bilgilerle kendileri dışındaki her alimi bidat, şirk ve
küfürle itham etmektedir. İbni Teymiye’nin Ehl-i sünnete uymayan kitaplarını okumuştu, (Şeyh-i
necdi) diye meşhur olmuştu.
Pek çok İslam alimi İbn Teymiyye’nin sözlerinde küfür vardır” diyerek reddiyeler yazdılar.
Erdoğan ve AKP, ülkemizi bu bataklığa çekiyor ama gerçek devler ve derin millet patlayacaktır.
Türk toplumu Erdoğan ve ekibi tarafından dayatılan bu sapık İslam türevini kaldıramaz. “Bid’at
ve Müstehâb Kabir Ziyaretleri” kitabı İmam Birgivî tarafından değil, İbni Teymiyye talebesi İbni
Kayyım’ın ismi bilinmeyen başka bir talebesince yazılmıştır, kitapçılarda satması için İmam
Birgivî adını istismar edip kullanıyorlar. İbni Teymiyye, “Allah için had vardır, mekanı için de
bir had vardır” diyen sapıktır. Ebu Hamid bin Merzuk, Bera’atü’l-Eş’ariyyin kitabını yazarak bu
sapkınlığı temizledi. Çünkü İbni Teymiyye’nin kitaplarını okuyanlar arasında “Allahü teâlâyı
yaratıklara benzetmek” temayülü ve başka sapık görüşler de yayılıyordu. İbni Teymiyye, kâfir ve
müşrikler için Cehennem azabının sonsuz olmayacağını güya savunurdu, oysa ayet açıktır,
ebediyen ateş onların yurdudur. Şifâu’l-Alîl’de talabesi İbnu’l-Kayyım’ın, cehennem azabının
son bulup bulmayacağı konusunda İbn Teymiyye’nin yazdığı o “meşhur eser”i kaynak
göstermesi münafıkca bir aldatmacadır. 37 Hangisidir peki? Teymiye’nin böyle bir eseri yoktur,
varsa bile sapıktır!

İbni Teymiyye’nin ve İbni Kayyım’ın fena-i nar görüşünü nasıl savunduklarını ortaya koyan yeni
akademik çalışmaları da burada yazalım:

Muslim Scholarly Discussions on Salvation and the Fate of Others’ ” (Ph.D. diss.,University of
Michigan, 2007) by Muhammad Hassan Khalil

Islamic Universalism:Ibn Qayyim al-Jawziyya’s Salafi Deliberations on the Duration of Hell-


Fire, The Muslim World, Jan 2009 by Jon Hoover

“The Creation and Duration of Paradise and Hell in Islamic Theology.” Der Islam 2002, vol. 79,
no 1, pp. 87-102 by Binyamin Abrahamov.

Şiir, kaside, naat, sanat, nesir nazım Peygamberimizi övse bile karşıdır Vehhabiler. Sebeplere
yapışmaya, vesileye tevessüle şirk derler. Aşırı Şii karşıtlığı üzerine davalarını bina ederler.38
Vehhabiler, “Arş kadimdir, Allah Arş’ın üzerinde oturur, kendisi ile beraber oturması için
Resulullaha da yer bırakır” derler. Vehhabi de Mescid-i nebeviye namaz kılmak ve selam
vermek için kabre gitmesi, Hücre-i saadeti ziyarete uzak yerlerden gelmesi de yasak!
Vehhabilere göre, ölüden dua, şefaat istemek, ona tapınmak olur. Bu nedenle IŞİD ve Taliban
türbeleri, İslam medeniyetini yıkıyorlar. Vehhabilere göre, Resulullahı övme, Ondan şefaat
isteme şirk, böyle yapan müslümanlara müşrik, yani puta tapan kâfir damgasını basarlar. Allah
için adak yapmak, hayvan kesmek, bunların etlerini fakirlere dağıtıp, sevaplarını Peygamberlere
Evliyaya hediye etmek şirk derler!

Vehhabilere göre, Mısırlıların en büyük mabudları büyük İslam alimi Ahmed Bedevidir.
Muhyiddin-i Arabi, yeryüzünün en büyük kâfiridir! Vehhabilere göre, her türbe, her alim
puthanedir. Bunların çoğu Lat ve Uzza putları gibidir. Müslümanların çoğu müşrik oldu) derler.
Vehhabilere göre türbelerdeki Evliyaya tevessül etmek, şirktir. Peygamberlerin ve Evliyanın

37
B. Baz, ‘A. ‘A. b. ‘A. (2006). The legislation of Islam. Grand Prairie, TX: Ibnul Qayyim. Translated by A. S.
38
B. Adam, A. H. M. (2009). The Crime of Hizbiyyah against the Salafi Da‘wah. Grand Rapids, MI: Sunnah.
mezarlarına türbe yaptırma, puta tapınmaktır. Sapık IŞİD ve Vehhabiler, bir Mezhebe uymayı
kabul etmezler. Şefaate, Keramete, Tasavvufa, Alime, Sufilere, Tarikatlara asla inanmazlar.
Vehhabilikten önce ölenlerin kâfir olarak öldüklerini söylüyor, zikrin sevaplarını Peygamberlere
ve Evliyaya hediye etmek şirk diyorlar. Vehhabilik, selefilik adı altında sinsice İbahilik hızla
yayılıyor. Mezhep, âlim falan tanımıyorlar. Vehhabi olmayana kâfir diyorlar. 39 İngiliz casusu
Lawrence ile gaza gelen Suud bin Abdülaziz, “Vehhabilik gelmesi ile, dininiz şimdi tamam oldu,
Türklerden kurtulduk” demişti, IŞİD’in Türkmen katliamı, kalanları da yok etmek istediklerini
ispatlıyor.

İfrat ve tefrit noktasında Vehhabilere itidale gelme uyarıları yapan Said Nursi’nin bazı sözleri
bazı talabelerce Risaleden çıkarılmıştı. Nursi’ye göre de Vehhâbi meselesinin kökü epey
derindir. Sahabe dönemine kadar gider. Hazret-i Ali (r.a.), Vehhâbilerin ecdâdı Hâricîlerle
savaşmıştı. Minareyi çalan kılıfını hazırlamaya çalışsa da mızrak çuvala sığmadı. Vehhabiliğin
bid’at bir fırka olduğunu Ehl-i sünnet âlimleri yazdı. Hazret-i Ali (r.a.), Vehhâbilerin ecdâdından
ve çoğunluğu Necid halkından olan Hâricîlerle savaşmıştı. Nehrivan’da pek çoğunu öldürmüştü.
Hz. Ali’nin Hâricîleri sert cezalandırması derinden derine onları yaralamış ve Hz. Ali’nin
faziletlerini inkarla ona düşman olmuşlardı. Hazret-i Ali (r.a.) “Şâh-ı Velâyet – Velilerin şahı”
ünvânını kazandı ve tarikatların çoğunluğu ona bağlandı, bu nedenle Vehhabiler Sufileri
sevmezler.

Tarikatların Hz. Ali sevgisi Hâricîlerde hep nefrete yol açtı; devrimizin neo Hâricîleri olan IŞİD
ve Vehhâbiler, bugün alim, tarikat ve velâyeti inkar ediyorlar. Ehli Beyt, Hz. Ali sevgisi Anadolu
mirasımızdır, Sufi kültürü topraklarımızı yoğurmuştur, Vehhabi ve Şia zihniyet baş düşmanımız
oldular. Müseylime-i Kezzâb’ın fitnesiyle irtidâda yüz tutan Necid yöresi, Hazret-i Ebû Bekir’in
(r.a.) devri Hâlid İbni Velid’in kılıcını tattı ve bunu hiç unutamadılar. Tarih boyu bu yüzden
Necid ahalisi Hulefa-i Raşidîn’e ve dolayısıyla Ehl-i Sünnet ve Cemaat’e gücenmişlerdi.
Vehhabililk burada doğdu. Necid ahalisi daha sonra hâlis Müslüman oldukları halde, yine
eskiden ecdatlarının yedikleri darbeyi unutmuyorlardı. İngiliz bunu çok net gördü ve kumpas
planını yaptı.

Hz. Peygamberin (sav) hayatında tekfir uygulaması yoktur ve Sıffin Savaşı'na kadar tekfire
rastlanmamıştır. Müslümanların birbirlerini tekfir etmelerinde rol oynayan iki sebepten biri ve
asli olanı “siyasi”, diğeri “itikadi/kelami”dir. Mezhepsel ayrılığa yol açmıştır. Sosyolog yazar Ali
Bulaç, müslümanlardaki tekfircilik hastalığının bir bidat olduğunu makalesinde
anlatıyor: “Kur'an-ı Kerim ve sahih sünnette yer almayan tekfir, “örtmek, gizlemek, nankörlük
etmek” anlamındaki “küfr” kökünden türeme bir kelime olup, mü'min birini veya bir grubu küfre
nisbet etmektir. Hariciler, hakem olayını kabul ettiği için Hz. Ali'yi ve taraftarlarını tekfir ettiler,
arkasından iman ile ameli özdeşleştirip büyük günah işleyenin kafir olarak ebediyyen
cehennemde olacağına hükmettiler. İslam'da teşekkül eden ilk fırka olan Hariciler “Hüküm
Allah'tan başkasının değildir” (12/Yusuf, 40) ve “Kim Allah'ın indirdikleriyle hükmetmezse
onlar kafirlerin ta kendileridir” (5/Maide, 44) ayetlerini görüşlerine temel almışlardı. Daha sonra
ve özellikle Sıffin Savaşı ardından Hz. Ali'ye bağlılıkta aşırı gidenler (Şiatu Ali) Ali'nin
hasımlarını tekfir ettiler. Teşekkül eden bu ikinci fırkaya göre Ali bin Ebu Talip, Hz. Peygamber
tarafından vasiyetle halifeliğe tayin edilmesine rağmen, Efendimiz'in vasiyetine riayet edilmedi.

39
Ibn Taymiyya, T. (1969). Al-Siyasa al-Shar‘iyya fi Islah al-Ra’i wal-Ra‘iyya (Dar al-Kitab al-‘Arabi bi-Misr)
Nassla sabit vesayete riayet etmeyenler ve Ali'ye buğzedenler dinden çıkmış kimselerdir. Oysa
Hz. Ali, hem Cemel hem Sıffin'de kendisine karşı savaşanların “kafir” değil, “asiler” olduklarını
söylemiş ve bu hükme göre amel etmiştir. Nitekim “El İktisad fi'l i'tikad” adlı eserinde İmam
Gazali, tekfirin “akaid ve kelam”ın değil “fıkhın konusu” olduğunu söylemiş, Müslümanlara
büyük zararlar veren tekfirin doğru kullanımı amacıyla mezkur eseri yanında “Faysalatu't tefrike
beyne'l İslam ve'z-zendeka” ismiyle bir eser daha kaleme almıştır.

Hz. Peygamber (s.a.)'in irtihalinden sonra hilafet konusu ve bu yüzden çıkan çatışma ve savaşlar
tekfirin bir silah olarak kullanılmasına yol açmıştır. Belirtmek gerekir ki ilk dönemlerden
itibaren teşekkül etmeye başlayan tarihi mezheplerin neredeyse tamamı siyasidir, dolayısıyla
itikadi/kelami fırka ve mezhepler de iç siyasi çatışmalarda tarafların dinin dilini kullanmalarıyla
vücud bulmuşlardır. İktidar mücadelelerinde “akaid dili”nin kullanılması hem meşruiyet zemini
sağlamakta, hem rakibin en etkili silah olan dini inançla zayıflatılması amaçlanmaktadır.

Ebu Hanife “El Alim ve'l Müteallim”de siyasi mücadelelerde sahabileri de içine alan tekfire
başvurulmasının Müslümanları saran büyük bir iptila, bir hastalık olduğunu belirtir. İmam Şafii
de aynı teşhisi koyar. Halbuki Müslüman olduğunu beyan eden biri Allah'ın birliğine, ahiret
gününe, nübüvvete, Allah'tan indirilen hükümlerin hak olduğuna –kısaca imanın ve İslam'ın
şartlarına- iman ettiğini beyan ediyorsa tekfir edilemez. Siyasi sebeplerle veya sübut kazanmış
nassların farklı tefsiri ve tevili dolayısıyla birinin tekfir edilmesi, geri tepen bir silah olarak tekfir
edenin imanını tehlikeye sokar. Bu mühim noktayı göz önüne alan biri, başkalarını yıpratma
güdüsüyle tekfir etmeye kalkıştığında öncelikle kendi inançlarını, dindeki yerlerini göz önünde
bulundurur, hasmını tekfir etme cür'etini göstermez. Çünkü tekfir yoluyla ava gidenin avlanması
mümkündür.

Başkalarına haksızlık yapan kimse eğer Müslüman olduğunu beyan ediyorsa ona kafir veya
münafık denmez. Maide Sûresi'nin 44. ayeti Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenleri
“kafir” nitelendirir ama 45. ayet aynı durumda olanlara “zalim”, 47. ayet de “fasık” der. 44. ayet
İlahi hükümlerin hakikatlerini ve doğruluklarını reddedenleri, 45 ve 47. ayetler ise hakikatlerini
ve doğruluklarını inkâr etmiyorken onlarla hükmetmeyenleri kasteder. Bir kişinin “kafir”
addedilip dinin dışına çıkarılması ile “zalim veya fasık” addedilmesi arasında önemli farklar var.
Her ne kadar bazı fırkalar fasık'ı kafir statüsünde mütalaa etmişlerse de, Mutezile ve Zeydiler
böylesinin “arada bir yerde” olduğunu söylemişlerdir. Sünni bakış açısına göre fasık ve zalim
mücrim (suçlu ve günahkâr) olsa da kafir değildir; işlediği suç fiiline karşılık ceza görür ama
kanı, malı helal olmaz.” 40

Ali Bulaç, “Tekfirci siyaseti” masaya yatırdığı makalesinde ise şu tesbitlerde bulundu:
“Kaynaklar Sıffin'de 70 bin –kimilerine göre 30 bin- Müslüman'ın öldüğünü kaydeder ki,
öncesinde yine binlerce Müslüman'ın hayatını kaybettiği Cemel vak'asıyla bir arada
düşünüldüğünde, bu iki olay Müslümanlarda büyük bir travmaya yol açmıştır. Hz. Osman'ın katli
ve takip eden olaylarda kargaşa, çatışmalara yol açıp “cinayetlere ve savaşlara katılanların Allah
katındaki durumu nedir” sorusunu getirmiş, bu soruya “büyük günah işleyenin dünya ve
ahiretteki durumunun kritiği” tekfiri siyasetin enstrümanı yapmıştır. Kur'an-ı Kerim ve Hz.

40
Ali Bulaç. Tekfir. Zaman. 16 Temmuz 2015. http://www.zaman.com.tr/yazarlar/ali-bulac/tekfir_2305640.html
Peygamber (s.a.s) “mü'min, münafık ve kafir” profilini çizmekle yetinmişlerdir, söz konusu
profilin özel şahıslara veya belli siyasi görüşlere sahip gruplara izafe edilmesi sonraki döneme ait
bir hadisedir. Medine'de bol miktarda münafık olduğu ve Hz. Peygamber onları bildiği halde
kimseyi tekfir etmedi.

Burada zihni bir karışıklığı gidermek üzere şu noktanın altını çizmekte zaruret var: Bizim İslam
tarihinden tevarüs ettiğimiz “din-dini” ve “mezhep/fırka” olgusu ile modern zamanlarda
Aydınlanma'nın derin etkisinde Batı'dan ithal ettiğimiz “din, dini, mezhep” olguları arasında
mahiyet farkı var, bu farkın yeterince ayırdında olamadığımızdan uygunsuz analoji bizi devamlı
bir biçimde “din” ile “siyaset” arasında ayırım yapmaya sevk etmektedir. Modern İslamcı siyaset
düşüncesi de bu sorunu çözebilmiş değildir; İslamcı düşünce “kartezyen, ilerlemeci ve analojik”
karakteri dolayısıyla yeterince bu konuyu gündemine almış değil.

Oysa bu temel ayrımdan baktığımızda ne İslam tarihinde teşekkül eden mezhep ve fırkaları ne
Batı'da gelişen laik siyaseti doğru anlayabiliyoruz. Şimdilik Batı'yı bir kenara bırakıp şunu
belirtmek gerekir ki, İslam'ın ilk dönemlerinde ortaya çıkıp da bugüne kadar varlığını sürdüren
mezheplerin tamamı itikadi/kelami altyapıları olan siyasi fırkalar, ekollerdir. Aksini de söylemek
mümkün: Mezheplere siyasi altyapıları olan itikadi/kelami ekoller, “partiler” denebilir.

Şu halde hem tarihi siyasi tecrübemizi hem bugün İslam dünyasında sürüp giden mezhep
çatışmalarını anlamaya çalışırken olguları kendi bağlamlarında ele almak, isimlendirmeleri doğru
yapmak lazım. İslam'da “din-dünya” veya “din-siyaset” ya da “din işleri-devlet işleri” ayırımı
olmadığından bittabi ve gayet anlaşılır sebeplerle siyasi mücadele veren fırkalar meşruiyetlerini
“din”de aramışlardır. Burada kastettiğimiz “din” İslamiyet'in “itikadi-kelami” boyutudur. Nasıl
bugün siyasi hareketler, iktidar yarışına katılan partiler, mücadele veren örgütler haklılıklarını,
taleplerini hukukun üstünlüğüne, temel hak ve özgürlüklere, eşitlik, katılım, demokratik değerler
gibi kavram ve kaynaklara refere ediyorlarsa, mezhep ve fırka mensupları da davalarını Kur'an
ve Sünnet'e dayandırmak istemişlerdir. Bu yüzden Kur'an ve Sünnet'e ya da sahabi tatbikatına
verilen referansları “din” diye anlamak yanlıştır, doğru bir kavramsallaştırma için “din” yerine
“itikadi-kelami referans” demek doğrudur. Bütün fırkaların referansı dindir; din ise bir boyutu
itikat/kelam, diğer boyutu fıkıhtır. Siyaset kelam-fıkıh ekseninde gider gelir. Gazali ve diğer
İslam bilginlerinin tekfir'i bir fıkıh meselesi olarak görmeleri boşuna değildir, çünkü siyaset
doğrudan fıkhın konusudur. Fıkıh da zannedildiğinin aksine kelamdan kopuk değildir. Nitekim
Ebu Hanife'ye nisbet edilen “El Fıkhu'l ekber” hakikatte kelami meseleleri ele almaktadır.

Belli tez ve taleplerle ortaya çıkan fırkalar birbirlerini tekfir ederlerken gerçekte birbirlerine karşı
siyasi avantaj elde etmeyi hedeflemektedirler. Şu veya bu referansın kullanılarak siyasi
mücadelede rakibin bertaraf edilmesi insanlık tarihi kadar eskidir. Tekfir yıkıcı, öldürücüdür ama
çaresi “din dışına çıkıp laikleşmek” değildir. Bugünkü mücadelede tekfirin laikçesi “vatan
hainliği, devlete karşı kumpas, yabancı ülkeler adına çalışmak” vb. suçlamalardır.” 41

41
Ali Bulaç. Tekfirci siyaset. 18 Temmuz 2015. Zaman gazetesi. http://www.zaman.com.tr/yazarlar/ali-
bulac/tekfirci-siyaset_2305933.html
Mekke müşrikleri ve Medine münafıkları, dört bir koldan Hak yolu sindirmek, yok etmek
istediler. Bu gün yaşananlar gösteriyor ki, 70 bin kişi olacakları hadislerde ifade edilen siyah
sancaklı fitne ordusu IŞİD Suriye ve Irak arasına İslam düşmanları tarafından yerleştirildi.
Hadisler çok açık biçimde bu orduya destek verenin kaybedeceğini söylüyor. Ortada yaşanan
büyük bir fiyasko var iken susan aydının namusundan kuşku duyarım. Bir kere Şii diye
insanların öldürülmesine taviz verirseniz, bu yanlışın karşılığı Alevileri öldürün demektir. IŞİD
demek ki, ülkemizde ilk önce Alevileri infaz edecektir. Etnik ve mezhep çatışmasını kaşıyanların
iki dünyada da yatacak yeri yoktur.

Bakalım, Türkiye’de durum nedir?

IŞİD KİMİN ÜRÜNÜ?

Yolsuzluk, kamu soygunu ve hırsızlıklara AKP’li seçmenin pek aldırmadığı, “bizim hırsız iyi
hırsızdır” muamelesi çektiği son 2 yılda ortaya çıktı. Ancak Recep Tayyip Erdoğan'ın bulaştığı
selefi terörü ilişkileri öyle Havuz yazarlarının algıyla aklayacağı cinsten, küçük boyutta değildir.
Sadece AKP'ye güçlü iliştirilmiş, Erdoğan ne dese inanmaya yeminli, hipnoz olmuş seçmenleri
kandırırlar. “Erdoğan’ı yedirmeyeceğiz” moduna kilitlenenleri ikna etmek kolay olmayacak
gözüküyor. 9 milyon Suriyeli mülteci olmuş, mağdur, halen biz batmadık ki diyorlar...

Batılılar IŞİD'ten kaçan, Türk makamların teslim ettiklerini hemen tutukluyor, hapse yolluyorlar.
Peki, neden Türkiye makamları IŞİDcileri hemen tutuklamıyor? Bu soru Batı medyası, siyasetçi,
bürokrat ve akademisyenlerin en fazla sorduğu sorudur. Erdoğan'ın Almanya'ya gönderdiğini
itiraf eden ve MİT elemanıyım dediği halde gözaltına alınan, hakkında hazırlanan iddianame
Alman mahkemesi tarafından kabul edilen Taha Gergerlioğlu, mutlaka Alman BND'de
konuşmuştur. Türk toplumunu fişlediğini iddia eden Gergerlioğlu’nun asıl görevinin selefi
gruplara militan devşirmek ve eski Doğu Almanya’dan kalmış piyasa değeri düşük, çok ucuz,
kullanışsız kalmış eski Sovyet silahlarının alımı için Almanya’ya gönderildiği kuşkusu
güçleniyor. Zira Almanya, ülkesinde meskun kayıtlı 81 MİT elemanının Türk, Kürt ve Alevileri
fişlemesinden rahatsız değil, bilakis bu bilgileri Mitciler BND meslekdaşları ile de resmen
paylaştığı için Almanya hükümeti çok faydalı bile buluyor. Selefi terörüne Erdoğan’ın desteği
gittikçe daha komplike hale geldiği halde Ankara, ipe un seriyordu. 42

Şu soru halen cevaplanamıyor. IŞİD'ten kaçan ve Batılı ülkelere dönenler hemen hapsedilip
bildikleri herşeyi anlatırken, neden selefi Türk teröristler serbest kalıyor! Neden ciddi
sorgulanmıyorlar? Batılı IŞİDciler Suriye'ye nasıl geçiş yaptıklarını mahkemelerde oysa açıkca
anlatıyorlar. Aileleri AKP’dan davacı olmaya hazırlanıyor, bunların hesabını AKP’li ilgililerin
vermesi imkansız. Dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler’in Hatay valisine gönderdiği gizli
mektupda, selefileri sınırdan serbestce geçirmesi, yaralıların tedavisini emretmesi google'de
mevcut. Ben de sitemde yayınladım. 2014 Sonbaharına kadar bu vahim durum devam etti. Ocak
2005’den beri yabancı selefi teröristler artık Türkiye’ye sokulmuyor, Türkiye’ye girenler
sınırdışı ediliyor, yakalananlar geri gönderiliyor. Bu zamana kadar neredeydiniz sorusuna cevap

42
Lale Kemal. “Turkey continues complicating anti-ISIL war efforts.” On the Web, 18 May 2015,
http://www.todayszaman.com/columnist/lale-kemal/turkey-continues-complicating-anti-isil-war-
efforts_381055.html (8 May 2015).
veren halen yok. Zira 20 bin üstünde yabancı salafi terörist Türkiyeli yetkililerin izin ve
yardımıyla sözde cihada katıldılar.

IŞİD ve türevi salafi örgütlerle kaçak petrol, silah ve militan ticareti yapanlar yargılanmadan
bilin ki, IŞİD ile Türkiye’de ciddi mücadele edilmiyordur. Terörün ana kaynakları kesilmelidir.
PKK, IŞİD ve DHKPC'ye yönelik hücre evlere yapılan operasyonlar göstermelikti. Terörü iç
siyasete alet edenler, rant sağlayanlar terörü bitiremez veya bitirmek istemez ki! Bu kadar
kirlenmiş AKP hükümetleri ve Erdoğan’a Batılılar güvenmemekte haklılardı. Savaş suçları
zaman aşımına uğramıyor. IŞİD ve türevi 11 selefi örgüte silah ve sarin gazı satanlar, militan
yollayanlar, kim olurlarsa olsun er geç iç yargı veya Uluslarası Ceza Mahkemesi’nde hesap
verecektir.

Havuz yazarları, MİT tırı ve selefi terör örgütü AŞİH’i kurma skandalı başta olmak üzere, El
Kaida türevi gruplara operasyon yapan polis, savcı, hakimleri Erdoğan'ın tutuklattığını asla
anımsamıyorlar. Havuz yazarları, El Kaida'nın Türkiye uzantısı Tahşiyeciler kumpası ile STV
genel Müdürü Hidayet Karaca'nın hapiste tutsak olduğunu da unutuyorlar! Çok yüzsüz ve
arsızlar bir Müslüman tipi ile karşı karşıyayız.

IŞİD, Sünni İslam'a bir global saldırı projesidir. İslamfobi IŞİD sayesinde yükseltiliyor. Bu selefi
teröre destek verenler hem siyasi birer mevtadır hemde ahirette ağır hesap verecektir. 25 Aralık
dosyasını neden kapattıklarını ve yeniden açılmaması için Türkiye’yi yakıp, iç savaşa yol açıp,
neden Suriye ile savaş istediklerini sağır sultan bile biliyordu. Karıştıkları pislikleri aklamaları
mümkün değildir. İktidarda tek başına kalamayan AKP, tel tel çözülecektir.

Hangi ülkelerde hangi İslami gruplardan IŞİD'e ne kadar katılım olduğu isim isim bellidir. Bu
konuda gerek akademide gerekse düşünce kurumlarında düzenli çıkartılan rapor, makale, kitap
ve araştırmaları sektirmeden okudum, okuyorum. Türkiye'den kimlerin selefi terörizmine destek
verdiği de isim isim biliniyor. Bu nedenle zaten AKP'nin yakın gelecekte tabelası bile
kalmayacaktır. AKP geçmişini silmek için rüşvet verenlere rastlayacaksınız...

Selefi terör grupları ve İbni Teymiye tarzı Kur'an İslam'ı radikalizmin giremediği ender
gruplardan birinin Hizmet cemaatı olduğu net gözüküyor. Oysa Siyasal İslamcılar büyük bir
tuzağa düştüler. Bugün burunlarından kıl aldırmıyorlar, yanlışlarını kabul etmek ve geri
dönmekte istemiyorlar. Algıyla bu sorun çözülemez. Türklerde hemen Batılıları suçlama adeti
var. ABD ve İsrail'den bazı güçlerin IŞİD'e katkısını ilk yazanım. Soru: Neden bu tuzağa
düştünüz? Sizi çok mu zorladılar? Yoksa rant elde etmek çok tatlı mı geldi? Neden Sünni İslam'a
bu kadar zarar veren radikal selefi akımdan yemlendiniz?

Almanya'da en radikal salafi grubun 4 bin üyesi var.43 İbni Teymiye Kuran İslamı ile ilgili
Diyanet'in camilerinde sayısız sunumlar yapmışlar. Almanya'dan IŞİD'e katılan Müslümanların
çoğunluğu Türkler, Kürtler, Arnavut ve Bosnalılardan oluşuyor. Ortak özellikleri, Erdoğan
destekli camilerini de alım için kullanmışlar ve bunu maalesef MİT elemanları organize etmiş.
İlk katılan militanların ailelerine Türkiye’de 6 bin dolar vermişler. Daha sonra 400 dolar aylıkla

43
Nina Wiedl. The making of a German Salafiyya. Center for Studies in Islamism and Radicalisation: Aarhus
University, 2012.
IŞİD’e çalışıyor fakir aile çocukları. Aileler, evlatları MİT’e çalışıyor diye biliyormuş veya en
azından öyle sandıkları için bunu devlet işi sanmışlar. İşin foyası ortaya çıkınca kıvırttılar. Bu
büyük travma gizlenebilir mi?

Erdoğan sanırım Havuz yazarları ile algı yapıp bana oy verecek toplumu kandırsam yeter diye
düşünüyor, çizilen Türkiye imajı umrunda bile değil! İslam dünyasında Erdoğan’ın selefi
ilişkileri nedeniyle büyük bir nefret birikmiş durumda. Çünkü Sünni Müslümanların yüzde 95’i
salafi terörizmine karşı ve çok öfkeliler. Ülkemizde 3 milyonluk bir nüfusun selefi ideolojisini
benimsediği sosyolojik araştırmalarda belirlendi. 2011'e kadar Erdoğan'ı destekleyen İslam
uzmanı sağlam yabancı müslümanlar ve mühtedi akademisyenlerden Batı'da Erdoğan aleyhine
dönmeyen neredeyse kalmadı. Bir zamanlar Star gazetesinde makaleleri çıkan, Müslüman
Kardeşlerin eğitim kolunu Batı’da temsil eden Hasan El Benna’nın torunu Tarık Ramazan’ı artık
Havuz medyasında yazmıyor. Çünkü Erdoğan’ın İhvanı Müslimi yanlış yönlendirmesi ve selefi
terörüne destek politikasını açıkca her yerde eleştiriyor. Ramazan’da 'paralel' oldu ve Erdoğan’a
düşman görülmeye başlandı. Kim tenkit etse zaten suçlu sayılıyor. Bir tek Erdoğan ve AKP
haklı!

Erdoğan'ın IŞİD ve diğer salafi terör örgütlerine açık desteği, yaptığı kirli ticaretin belgeleri
İslam uzmanı akademisyenlerin elinde Batı dünyasında dolaşıyor. Hergün yeni makaleler ve
kitaplar yazılıyor. Hepsini izliyorum, çok zengin bir arşivim oluştu. Erdoğan’ın yeni Osmanlı ve
halifelik arzusu işleniyor. İçi boş hayallerle kurgulanan politik kararlar çuvallamış gözüküyor.
Erdoğan’ın selefi terör örgütüne katkısının üstünü örtmek için Havuz yazarlarına talimat verdi.
Belgeleri, akademik bilgiyi peki ne yapacaksınız, nereye koyacaksınız?

MİT tırları olarak bilinen skandal halen muammalarla dolu CIA yapımı bir Hollywood filmini
andıran gelişmelere sahne oldu. Al Nusra, Ahrar el Şam, IŞİD'e giden silahlar yakalanınca,
'bunları Türkmenlere yolladık' dedi Erdoğan ve Davutoğlu. Türkmenler bunu yalanladılar!
Türkmenlere o kadar gizli silah yollamışlardı ki, haberleri bile yoktu. AKP, IŞİD ile savaşan
PKK ve PYD'yi Irak ve Suriye'de Batılılar gözünde legal hale getirdi. Erdoğan'ın IŞİD'e katkısı
Kürdistan'ı kuranlara yarıyor diye yazdık diye vatan haini ilan ettiler. Silah bırakmayan, dağa 10
bin genç kaldıran PKK, bağımsızlık savaşına hazırlanıyor dedik, dinletemedik.

IŞİD'in Türkiye yapılanmasına Erdoğan'ın verdiği destek yaralılarını tedavi etmekten ibaret
değildi. Sünni İslam'ı lekeleyen bu projeye ortaklardı! Erdoğan’ın emriyle IŞİD 4 yıldır
militanlarını Konya, Adıyaman ve Urfa'da askeri eğitimden geçirdi. Urfa Valisi Küçük inkar etti,
ancak IŞİD kampı şehre çok yakın! MİT tırları davasında MİT Erdoğan'ın iddia ettiği gibi
tırların MİT'e ait olduğuna dair hiç bir resmi belge göndermedi. Bu algısı da çöktü.

Erdoğan'ın 4 bürokratla izlediği politika Türkiye'yi PKK ile IŞİD terörü arasında sandaviç yaptı.
Teşekkür mü edelim?! Erdoğan'ın izlediği dış politika iflas etmekle kalmadı, resmen Türkiye'yi
yerin dibine batırdı. IŞİD, bir konsorsiyumdur. Erdoğan'ın Türkiye'nin imajına vurduğu darbe
sanıldığından çok daha büyüktür. Çakma ve göstermelik PKK ve IŞİD operasyonuyla ülkenin
ulusal güvenlik sorunu düzeltilemez. Ne zaman Kandil’i vurarak PKK sorunu çözüldü ki!
Eşkiyaya dağdan obaya şehre indiren AKP oldu. Polis ve askerin elini kolunu bağladılar. PKK'yı
yönlendiren ve yöneten derin MİT, ÖKK, MAK ekipleri, ateşle oynuyordu. Oysa Kürt
kardeşlerimiz, kan değil barış ve huzur istiyorlardı.
Ergenekoncuların paralel diye tasfiye ettikleri devlet memurlarının sadece yüzde 10'u cemaatten
ise çoğunluğu başka görüşlere sahip insanlardı. Ergenekoncuların Emniyetçileri tasfiye için
Doğu Perinçek'in yıllardır Aydınlık'ta yayınladığı listeleri kullanması büyük kumpası
açıklıyordu. Ergenekoncuların başarılı Emniyetçileri tasfiye için Yezid'in paranoyaklığını
kullandıkları ortadaydı. 7 haziran seçiminde HDP başarı gösterip, başkanlık sisteminin önünü
tıkayınca, kan politikasına dönüp ülkeye tersten devlet terörü çaktılar. Abdullah Öcalan ve
Kandil ile görüşüp Erdoğan’ı kandıran ekip, Öcalan'ı Kenya'dan getirip sorgulayan ÖKK
ekibidir, KCK'yı zaten bunlar yönetiyorlar. Ergenekoncular 2010'dan beri Erdoğan’ın iplerini ele
geçirdi. PKK terörünü 2012'de bitiren Emniyetçileri tasfiye için PKK ile barışa zorladı. AKP
2012’den beri 3 yıldır Kandil ve Öcalan ile güya barış pazarlığı yapıyordu. Siyasete kin ve nefret
değil barış dili sunan HDP neden birden suçlu oluverdi? AKP ve MHP, HDP'ye saldırdıkca,
HDP oy oranlarında artış görülüyordu. Eskiden de Erbakan'ın kurduğu partiler kapatılır, yeni
kurdukları oyunu hep katlayarak büyürdü. HDP ve Kürt siyasallaşması bu şekilde devlet terör ile
durdurulamaz.

Yeni Şafak yazarı Bülent Orakoğlu, artık nasıl bir istihbarat uzmanıysa, IŞİD'e en fazla katılım
ABD, Britanya, Yeni Zelanda, Kanada, Avustralya'dan diye köşe yazısında çarpıttı. Britanya
kısmı hariç yalandı! Avrupa'dan en fazla katılım, Almanya, Fransa, Britanya, Belçika'dan oldu.
En az ise ABD, Kanada, Yeni Zelanda ve Avusturalya’dan oldu.44 Katılanların çoğu üstelik bu
ülkelerde selefi networkuna dahil Müslüman diyasporadandır! Yabancı istihbaratların bunlar
içine soktuğu ajanlar olması normaldir, ancak tamamen bu istihbaratlara çalıştıkları iddiası abartı
olur. IŞİD'e en fazla katılım, Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, Tunus, Fas, Afganistan, Pakistan
ve Çeçenistandan oldu. 20 bin yabancının 15 bini bu ülkelerden. 3 bin eski Sovyet ülkelerinden,
4 bin ise Batılı ülkeerden geldi. Iraklı Baascılar IŞİD’in ana iskeletini oluşturuyor. 20 binden
fazla Saddam’ı eski askerleri ve üst düzey Baas generalleri IŞİD’in askeri ve istihbarat kanadını
yönetiyor.45 IŞİD’in 8 üst düzey salafi Iraklı yöneticisi ise Amerikan kontrolündeki Bucca
hapishanesinde yetişti. Sünni Müslümanların ezilmesi, IŞİD’i savaşın çocuğu olarak doğurdu
veya zoraki doğduruldu.46 İsrail'in katkısı için Bucca hapishanesinde beyni yıkanan salafi
mahkumları tek tek inceleyiniz.

Yeni Şafak’tan Ömer Lekesiz, Siyasal İslamcıların neden Sufiliğe karşı olduğunu yazmıştı.
Neden IŞİD'i kuran İbni Teymiye yorumuna Siyasal Sünni İslamcılar bu kadar bağlılar itiraf
ediyorlardı. Zaman gazetesinden ayrılırken kin ve nefretten kaçtım diyen Leyla İpekçi, kin ve
nefretin tam içine gömülmüş Yeni Şafak'ta. Mehmet Şeker, PKK, DAEŞ, DHKP/C, MLKP'i
cemaata bağlayacak kadar kör, sağırdı. Tüm bu algılar, Erdoğan’a başkanlık yolu, yani
diktatörlük açılsın diye yapılıyor. Kalıcı azınlık hükümeti olmazsa seçimde AKP, yine haksız
şartlarda devletin olanaklarını sonuna kadar kullanıp Hazine'yi soymak istiyorlardı. HDP

44
Alessandria Masi. “ISIS recruiting Westerners: How the 'Islamic State' goes after Non-Muslims and recent
converts in the West,” International Business Times on the Web, 8 Sep 2014, http://www.ibtimes.com/isis-
recruiting-westerners-how-islamic-state-goes-after-non-muslims-recent-converts-west-1680076 (19 May 2015).
45
Peter R. Neumann “Foreign fighter total in Syria/Iraq now exceeds 20,000; surpasses Afghanistan conflict in the
1980s.” ICSR on the web, 26. January 2015, http://icsr.info/2015/01/foreign-fighter-total-syriairaq-now-exceeds-
20000-surpasses-afghanistan-conflict-1980s/ (10 May 2015).
46
Joseph Felter and Brian Fishman. “Al-Qa’ida's foreign fighters in Iraq: A first look at the Sinjar Records.” Harmony
Project at the Combatting Terrorism Center at West Point,
http://ctc.usma.edu/harmony/pdf/CTCForeignFighter.19.Dec07.pdf ( 16 May 2015).
düşmanlığını kışkırtan Havuz yazarları, bu ülkede asla barış istemediklerini ispatlıyorlar! AKP
döneminde, 61,8 milyar dolarlık özelleştirmeye, yüz milyarlarca dolar borç alınmasına, 650
milyara ulaşan toplam borca rağmen zengin olduğumuz iddia ediliyor. Züğürt tesellisidir!
Erdoğan'ın ABD eski Başkanı George Bush tarzı herkese yaptığı 'Bizden misin, yoksa onlardan
mı?' dayatması, her kesimi irrite eden hale gelmşti.

IŞİD’in İngilizce yaptığı tüm basın açıklamalarını okudum, İsrail’in Neocon ekibince yazıldığı
belliydi, daha öncede 2001’de hapsettikleri, ellerindeki Üsame Bin Ladin’i tepe tepe
kullanmışlardı! IŞİD’e en çok sorulan zor sorulardan biri “neden İsrail’e saldırmıyorsunuz?” idi.
Verdikleri cevap yetersizdi. Neden 6 Müslüman ülkeyi hedef alıyorlardı? Terör uzmanları gayet
iyi bilir ki, hiç bir terör örgütü istihbaratlardan habersiz ve izinsiz kurulamaz, IŞİD canavarı,
CIA, MOSSAD, MİT ve Suudi İstihbaratın ortak Frenkeştaynı! IŞİD’in neden 2 bin üzeri Türkü
eğittiğini, bu militanlar ülkemizden el ilanı ve broşürle toplanırken MİT’in ne iş yaptığını merak
ediyorum. Erdoğan ve MİT göz mü yumdular? İslam’ı düzgün temsil eden Cemaat’ı hedef alan
ve cadı avına çıkanlar nedense eli silahlı terör örgütünü elleriyle besleyip büyüttüler. Besledikleri
karga gözlerini oydu, itiraf bile edemiyorlar.

Irak Türkmenleri, Ankara’dan daha derin stratejik analiz yapabiliyorlar, mesela 2011’den beri
aşama aşama petrol zengini Kerkük’ün ABD tarafından Kürtlere teslim edildiğini net biliyorlar.
Irak Türkmen liderleri 20 yıldır hep dostum oldu, Erdoğan’ın kendilerine bir tır bile silah
göndermediğini söylüyorlar, silahların El Nusra ve AŞİH üzerinden IŞİD’e gittiğinden eminler.

Kimin İngiliz şeytanı ile Kürdistan, kimin İsrail ile IŞİD planladığını, kimin SAM AMCA’nın
şapkasından cin çıkardığını biliyoruz. Erdoğan, 3. Dünya savaşı çıkartacak bir fitne kazanına
odun taşıdı. 2012 İncirlik toplantısının ayrıntılarını ve katılımcılarını daha önce yazdım, sözde
Kürt barış süreci bu toplantıda alınan karardır, dış kumpasın daniskasıdır. 2012 yazında bitirilen
PKK’yı canlandıran Erdoğan, ülkemizi bölecek plana kendi istikbali adına olur verdi. Kırmızı
çizgi Kerkük politikamız kalmadı, 2011 Amman ve 2012 İncirlik toplantılarına katılan MİT,
Erdoğan’a Büyük Kürdistan’a evet dedirtti. Türk ordusu nedense halen sessizliğini koruyordu.

Irak Türkmenleri Ankara’da çalmadık kapı bırakmadıklarını, Erdoğan’ın onları Kürtlerin ve


IŞİD’in insafına terk ettiğini söylüyor. Maalesef acı gerçek budur, Türkmenler mağdur edilirken,
Erdoğan kılını bile kıpırdatmadı. Erdoğan, hadi diyelim ‘halifeyim fetvasıyla humus aldı ve
yandaşlarına devletin yüzde 10 veya 20 servetini peşkeş çekti, yedirdi. Peki, IŞİDcilere neden bu
kadar yüz verdi? IŞİD Lideri İbrahim Bağdadi halifeliğini ilan edince Erdoğan’ın halifelik
iddiası da tuzla buz olmuştu Erdoğan öyle bir İslam halifesi oldu ki, burnumuzun dibinde
Kerkük’de Türkmenlere yardım edemiyor, sınır ötesine geçemiyordu.

İsrail ve siyonist İslam düşmanları, Erdoğan’ı IŞİD’e destek verdirerek tuzağa düşürmekten
herhalde memnundur! Hangi akılsız lider teröre evet der ki? Tüm gazeteciler biliyor ki, Erdoğan
2013’de AB büyükelçilerine Ankara’da verdiği yemekte ‘Hizmet camiası beni kızdırmasın,
terörist yaparım’ dedi. Kin ve nefretini kusuyor, devletin imkanlarıyla zulmediyordu. Erdoğan eli
silahlı dehşet saçan IŞİD’e terörist diyemiyor, ama hayatında silah görmemiş dünyanın en
barışcıl camiasını terörist yapma derdindeydi! Bu yaman çelişki sırıtıyordu.
IŞİD’in yaptığı açıklamaların Siyonistler tarafından yazıldığına dair bahse girerim. Bu fitne
hadislerde var, ‘sakın ola bu fitne ordusuna katılmayın’ deniliyor. IŞİD, İsrail’e saldırmama
gerekçesi olarak Gazze’de eğitim verdikleri mücahidlerin hazır olmamasını gösteriyor. Fırsattan
yararlanan Kürt peşmergeler Kuzey Irak’ta Bai Hassan ve Kerkük petrol sahalarını ele geçirdi.
Barzani, Nuri El Maliki’yi istifa çağrısı yaptı ve bunu başardı. Erdoğan’a İslam’ı tüm dünyada
güzel temsil eden Hizmet camiasını vurma görevini verenlerle IŞİD’i planlayanlar aynı
merkezdir, bunun siyonistler olduğu ortaya çıkacaktır.

Suudi Arabistan, Katar ve oradaki zenginler inanılmaz paralar akıttılar. Hanbeli ekolünün Şii
düşmanlığını İbni Teymiye Kur’an yorumuyla devletleştiren Suudiler, Katar ve Körfez Arap
ülkeleri, “Bizim düşmanımız Şiiler, Aleviler, bunlar kafir.” diye hastalıklı bir ruh hali ve dini
anlayışla ayrımcılık, kin ve nefret politikası izliyordu. Irak Türkmenleri, Kerkük’ün Kürtlere
peşkeş çekilmesinden sonra IŞİD ile yeni bir global oyun oynandığını düşünüyor. IŞİD’i araç
yapan Baascıların Sünni ve Şii ayrışması peşinde olduğunu, bu iç savaşın şiddetli olacağını
söylüyorlar. Konuştuğum tüm Irak Türkmenleri Erdoğan’a 2012’den beri çok kızgındı. Tarık
Haşimi Ankara’ya sığındığında uyarmış ve IŞİD raporu vermişlerdi ama dinletemediler.
Haşimi’yi İstanbul’da boğaza nazır plazada ağırlayan MİT, yani istihbarat, aynı plazada elbette
Mossad’ın da ofisi olduğunu biliyordu, çünkü bazı projelerde ortak çalışıyorlar. Türkmenler,
Ankara’nın kendilerini sattığı fikrindeydi. Bağırarak gelen gerçek buydu: AKP, “Türkmenlere
yardım gönderiyoruz” diye halkı uyutarak, Türkmenleri tasfiye eden bir örgütün büyümesini
sağlamıştı.

IŞİD’i örgütleyen Şii lider Mukteda el-Sadr’ın “İsrail ve ABD’nin ajanı” dediği ama ABD’nin
güya “ele geçiremediği” İbrahim El Duri çıktı. En öndeki komutan 43 yaşındaki Ebu Dua
Bağdadi’nin 5 yıllık Bocco’daki Amerikan hapishanesinde esir kalması, acaba CIA veya
MOSSAD ajanı mı iddialarını akla getiriyordu. IŞİD öcüsüyle bir taraftan petrol kaynakları işgal
edilirken, bu toprakların sahibi Türkmenler de kendi vatanlarından tasfiye ediliyordu. IŞİDci
Baas, Tikrit’de 2014 yaz başı 2500 emniyet görevlisini esir aldı, arasındaki bin 700 Şii kurşuna
dizilerek infaz etti, Sünniler ise af edildi! Mesaj açıktı, tüm Şiileri öldüreceğiz. Erdoğan, bu
katliama sonrası bile IŞİD’e terörist diyemedi.

Meğerse IŞİD, devrik Saddam Hüseyin’in Irak Baas Partisi’nin tasfiye edilen ordu ve dışlanan
Sünni elit grubun yönettiği bir oluşum idi. Kaynağım, Irak’ı avucunun içi gibi bilen, Saddam’ın
geçmişte doktorluğunu da yapan eski bir üst düzey Iraklı Türkmen doktordu. Yalan söylediğini
hiç görmedim.

“Nasıl yani!” demitşim şaşkın şaşkın. Derinlemesine izah etti, ikna oldum. Ülkemizde adamakıllı
bir Irak uzmanı yok sanırım, gazeteciler yüzeysel yorum yazıyor, Batı medyası esas alınıyor.
ABD, Irak’ı işgal ettikten sonra tüm dengeleri değiştirdi, geri çekilirken Bağdat yönetimini Şii
kökenli Nuri El Maliki’ye bıraktı. Kuzey Irak’ta Barzanilere Kürdistan teslim edildi. Güney’de
Şiiler İran’ın da desteği ile güçlenirken, Amerikalılar tarafından kendilerine altın tepside sunulan
iktidar hediyesini kabul etti. Peki, hiç merak ettiniz mi, 350 bin kişilik güçlü Irak ordusuna ne
oldu? Buharlaşmadılar ya… İşte zurnanın zırt dediği yer burasıydı! Maliki, Saddam’a bağlı Baas
rejimine sadık üst düzey eski askerleri temizlemek için inanılması güç bir tasfiye operasyonunu
son 10 yılda aşama aşama uyguladı. Binbaşı rütbesi ve üstündeki subaylar ya emekli olmaya
zorlandı, ya rütbeleri söküldü ve ordudan atıldı veya da çıkartılan askeri kanunla yargısız infaza
maruz kaldı, bir anda kendilerini kapı önünde buldular. Bu kadar mağdur asker armut
toplamadılar. Kaybettikleri iktidarı geri almak için çeşitli yapılanmalar kurdular. Sünni ve Şii
savaşını körükleyen intihar saldırılarında suçu hep Amerikalıların Blackwater şirketinde
görüyordum. Meğerse eski Baas kalıntıları terör silahını kasten ve bilerek kullanıyorlarmış…

Kaynağım net konuştu: “IŞİD şaklabanları Baascıların gerçek niyetlerini gizlemek için
başvurdukları bir maskeleme oyunudur. Gerekçesi çok basit, İngilizce “ISIS”, Arapça “Da’iş”
denilen, bizim ise Türkçe’ye IŞİD diye tercüme ettiğimiz Irak Şam İslam Devleti dediğimiz terör
örgütü tamamen çakma! Irak’ta kendilerini bu isimlerle çağıranlara kamçı cezası veriyorlar! 10
bin kişilik hapishane kaçkını Vehhabi grubu kullanarak Irak’ta kendi Baas devletlerini
oluşturuyorlar. Kerkük kilit şehir, her an düşürebilirler!

Pardoksal olarak Suudi rejimi bu derin organizenin arkasında gizlice duruyor. Çünkü Şii Maliki
yönetiminin İran’a satıldığını düşünüyor, kendi sınırında Şii tehdit istemiyor. Bu nedenle Suudi
Arabistan, Katar ve Arap emirlikleri, kendi imajlarını bozmamak için bu piş iş için Ankara’ya
sıcak para milyar dolarlar gönderdi. RABITA örgütü bu amaçla kullanıldı. Erdoğan ailesinin
vakıflarına inanılmaz paralar yurt içinde ve yurt dışında aktarıldı. MİT’in Suriye’ye gönderdiği
2000 tır silahın parası bu gizli kasalardan ödendi. Terör uzmanı KOM Polis ekiplerinin tasfiye
edilmesinin ana sebebi kirli ilişkinin artık çuvala sığmamasındandır. Mesela Van operasyonu
örtbast edilmese ve ülkemizdeki vatansever 40 bin polis paralel bahanesiyle mağdur edilmesiydi,
MİT’in IŞİD’e sarin gazı bile sattığı belgelenecekti. 900 km’lik sınırımızdan Suriye ve Irak’a
MİT desteğiyle geçirilen IŞİD ve El Nusra militanlarının belgelerine ulaşılmıştı. RABITA’nın
TÜRGEV’e yaptığı 100 milyon dolar devede kulaktı. 5 milyar dolarlık kara para trafiğinden
bahsediyoruz. Ülkemizde tedavi edilen çok sayıda IŞİD elemanı bulunuyordu. Olay çoktan Esad
rejimini devirme politikasını aşmıştı. Ya Suriye Kürdistan’ını MİT desteklemek zorunda mıydı?

Suudi Arabistan’ın karanlık eli o kadar net belli ki, bakan basiretli göz lazım. Eski Baascıların
asıl amaçları Musul ve Samara üzerinden Bağdat’ın yarısını kendi hakimiyetlerine alarak Sünni
bölgeyi kotarmak. Tikrit bölgesi gibi Sünni ağırlıklı kentleride planlı biçimde kendilerine
katıyorlar. Düşünsenize 50 kişilik gruplara ayrılmış silahlı IŞiD timleri şehirleri feth ediyor ama
kimse gıkını çıkartamıyor! Arkalarındaki güç Saddam döneminde devletin kaymağını yiyen
Baascılar ve kurmak istedikleri yapı kesinlikle bir İslam devleti değil. Eski Baas rejimi özleyen
eski elit kesim IŞİD’i geçici araç olarak kullanıyor. Ankara bu büyük oyunda tuzağa düşürüldü.
Dışişleri politikamız iflas etti.

Dananın kuyruğu Bağdat yönetimini bir süre paylaşan zalim ve katliamcı Haşimi’nin Türkiye’ye
sığınması ile koptu. Ankara’yı hep şartsız desteklemiş Irak Türkmenlerinden ilk defa Erdoğan’a
itiraz sesleri yükseldi ama onları dinleyen olmadı. Irak Türkmenlerine hiç silah göndermeyen,
Kerkük’ün Kürtler tarafından ele geçirilmesine göz yuman Ankara, kırmızı çizgilerini hoyratca
çiğnetiyordu. ‘Büyük Kürdistan’ güya kırmızı çizgiydi. Musul kırmızı çizgisinin üstüne de
basıldığının anlaşılması için demek ki IŞİD’in 49 Musul Türk Konsolos elemanını rehin alması
gerekiyormuş. ‘Besle kargayı, oysun gözünü’ atasözünü doğrulayan IŞİD işgaline kadar
Ankara’nın yaptığı yanlışlar ülkemizin dış politikasını ve MİT faaliyetlerini itibarsızlaştırdı ve
arapsaçına döndürdü. MİT, parti organı haline gelince devlet ve millet çıkarlarımız korunamaz
hale geldi. IŞİD, Türkiye’ye petrol satıp para kazanıyordu.
“Peki, Amerikalılar bu oyunun neresinde?” diye sordum Iraklı kaynağıma. Nusayri Alevisi, laik
Esed rejimini asla devirmeyi düşünmediler dedi önce ve şunları kaydetti: “İsteselerdi iki günde
Esed’i devirirlerdi. 10 bin IŞİD militanını yok etmek çocuk oyuncağı onlar için. Ancak Maliki
hükümetinin aciz kalması ve tekrar Amerikan askeri talebinde bulunmasını istiyorlardı. Nitekim
Maliki IŞİD korkusuyla bekledikleri tepkiyi verdi. Irak’ı üçe bölerek yönetme politikaları ise
tıkır tıkır işliyor.” ‘Düşündükce çıldırıyorum’ dedi ve şöyle devam etti: “Irak ordusu 2003’de
dünyanın en güçlü üçüncü ordusuydu. Şimdi Irak’ı Iraklılardan kurtarmak için İncirlik üssünden
gönderilen 4000 Amerikan komandosunun insafına bakıyoruz. IŞİD’in elemanlarının yüzde 90’ı
Iraklı. Nusra’nınkiler Suriyeli. İran ile 8 yıl savaşıp bir milyon kayıp veren cesur ordu nerede?
Sokaklarda yatıyor eski askerler. Elbette bunlar IŞİD oyuncağını kuranlara hizmet edecekler,
eski itibarlarını geri istiyorlar. Amerikalılar, kedinin fare ile oynadığı gibi müslümanlarla
oynuyorlar. Ahirzamanla ilgili hadislerde haber verilen savaşta kıtal olaylarından bahsediliyor ve
kimin kimi niye öldürdüğünü bilmeyeceği bir fitne dönemi anlatılıyordu. Allah, müslümanlara
feraset ve basiret versin. Kimbilir, IŞİD oyunu Türkiye’yi belki uyandırabilir. Erdoğan boğazına
kadar pisliğe batmış durumda, ama kabul etmiyor. Türkiye’de Sünni çizgide hizmet edenlere
açılan savaş ve Kürdistan büyük oyunun parçası”

AKP iktidarı, Suriye iç savaşındaki rolü nedeniyle tüm İslam dünyasında ayıplanıyor. IŞİD ve El
Nusra yanlışından dönüldü, ancak hak ile yeksan olan ülke itibarımızı tekrar geri teslim almamız
kolay değil. Suudi ve Katarlı uyanıklar, kendilerini bulaşmamış gösterirken, bu pis oyunda
akıttıkları milyar dolarlarla Ankara’nın dış politikasını satın aldılar. Şimdi IŞİD’e milyon
dolarlar vererek rehineleri satın alacak kadar komik duruma düştük, ne bitip tükenmek bilmeyen
sabrımız varmış! Sabrımızı denemeyen kalmadı…

Amerikan askeri 2011’de Irak’tan çekilirken geride Blackwater adlı özel güvenlik şirketini 120
bin elemanı ile bıraktı ve Irak’ta güvenlik hizmetleri masraflarını Irak hükümetine yükledi.
Irak’ta hergün patlayan bombalar, intihar saldırıları 2003’den beri hiç durmadı. Irak’tan
Kanada’ya kaçan mültecilerin iddiasına göre, bu intihar saldırılarını organize eden, Sünni ve Şii
arasında iç savaş çıkartan, bu işten büyük para kazanan Blackwater şirketi. Hipnoz, uyuşturucu
ve ilaçla intihar bombacıları ayarlanıyor. Bir Sünniler bir Şiiler tahrik ediliyor ve başlayan kan
davası dinmiyor. Hergün en az 50 kişi ölüyor, müslüman bir millet yok ediliyor. Müslüman
müslümana kırdırılıyor. Şii ve Alevileri gördüğü yerde infaz eden, Suriye’de savaş ganimeti diye
37 bin müslüman kadına tecavüz eden IŞİD elemanlarının mücahitlik anlayışı nefret dolu ve
müslümanların çoğunluğunu tüm dünyada iğrendiriyor, irrite ediyor. Müslümanları IŞİD
gözlüğüyle tanıyan yabancıların müslüman olması ve İslam’a sempati ile bakması, yaklaşması
mümkün değil. Yeni El Kaida fobisi oluşturuldu.

Kanada’nın Wilfrid Üniversitesi’nde Din ve Kültür Araştırmaları bölümünde dinlediğim


İslam’da Etnik ve Mezhebi Terör konulu sunumda öğretim üyesi Kanadalı arkadaşım Christina,
Irak ve Suriye’deki durumu özetlerken şu can alıcı sonuçla noktaladı: İslam dünyasında yüzde 99
müslümanlar IŞİD, El Kaida ve El Nusra gibi hunharca cinayetler işleyen örgütlere çok şiddetli
karşılar ve desteklemiyorlar. Ancak medya dünya kamuoyuna tüm müslümanlar böyle zalimdir
imajı pompalıyor ve zihinleri yeni işgallere hazırlıyor. Şahsen kaanatım aynı. Musul petrollerini,
vergsiz algısız, imtiyaz anlaşmaları ile ABD’ye adeta bedavaya taşımak isteyen Amerikan petrol
mafyası yine büyük bir oyun oynuyor. Bu komplonun başarıya ulaşması için ABD’deki
başkanlık seçimlerini 2017’de Cumhuriyetçilerin kazanması için tüm derin devleti ve medyayı
harekete geçireceklerdir.

IŞİD’in eline ağır silahlar, füzeler ve kimyasal silahlar nasıl geçti? Türkiye’nin bu karanlık ve
kan dolu bölgede ne işi vardı? Suriye’nin Cerablus bölgesinden gazeteci ve yazar Hüsnü Mahalli,
bunu “Çünkü Erdoğan, ‘Halife olacağım’ mesajı vermek istedi” sözleriyle açıklıyor. 47 Türkiye,
Suriye’e tarhinin en yanlış politikasını izledi, bunu değiştirmek zorundaydı. Sınırını
kapatmalıydı. IŞİD, El Nusra, Ahrar Al Şam ve Özgür Suriye Ordusu gibi ne kadar örgüt varsa
her türlü ilişkisini kesmeli, Türkiye’deki temsilcilerini kovmalıydı. Zira, hepsinin ofisleri vardı,
otellerde krallar gibi yaşıyorlar, örtülü ödenekten paralar aktarılıyordu. Dışişleri bakaanı iken
Ahmet Davutoğlu 67 defa Suriye’ye gitti, Suriye lideri Beşar Esad ile yüzyüze sayısız defa
konuştu. Bir kaç kez Erbil’e gitti, kaç kere Kürt direnişin önderi PYD başkanı Salih Müslim
Türkiye’de misafir edildi. “Esad’a karşı ayaklan, sana istediğini verelim.” dediler. Fakat Müslim
ikna olmadı. Bunun üzerine Türkiye, başta ÖSO, El Nusra, Ahrar el Şam ve dolaylı olarak IŞİD’i
destekledi ve PYD ve Kürtleri sıkıştırmaya çalıştı. Çok tehlikeli oyunlar oynadı. Arap
coğrafyasında ve dünyada IŞİD’i destekleyen, seven, inanan, dayanışma içerisinde olan 150
milyon insan vardır. Bu Sünni İslam ve Türkiye için büyük bir tehlikeydi! Batı’da yükselen
İslamfobi ve Sünni düşmanlığı ABD’yi amborgoya son vererek İran ile işbirliği yapmaya itti.

Halifelik ve Mehdilik iddiasında bulunan Erdoğan, “Ben bu bölgenin lideri olacağım.” diye
dayattı. Buna yüzde 100 inanıyorlardı. Arap Baharı başlayınca Ak Parti Osmanlı hayalini
canlandırmak istedi. Araplar da bir süre gaz verdiler, coşturdular. Erdoğan ve Davutoğlu, kendi-
ne göre bu coğrafyayı kurgulayabileceğini sandı. Oysa Davutoğlu’nun birlikte hareket ettiği Suu-
di Arabistan ve Katar Türkiye’den ve Türklerden nefret ediyor, perde arkasında ABD ve İsrail ile
farklı oyunlar oynuyordu. Erdoğan, Yavuz Selim adı yapılan 3. boğaziçi köprüsüne tesadüfen
vermedi. Bu mesaj Ortadoğu’dakilere, İslamcılara ve Müslüman Kardeşler’e idi… “Hey
Müslüman Kardeşler, ben Tayyip Erdoğan, Yavuz Selim’im!” dedi, “Gireceğim Mercidabık’tan,
Emevi Camii’nde namaz kılacağım, sonra halife olacağım.” demek istedi. Hep bu düşünce vardı
aklında, böyle örgütlendi her şey. Bütün o örgütlerden binlerce insan Türkiye’ye getirildi ve
eğitildi. Mısır’dan Tunus’tan Suriye’den Libya’dan, Türk Cumhuriyetlerinden binlerce insan
mağdur edildi. Türkiye’den Irak’a ya da Suriye’ye binlerce Türk gitti. Türklerin yoğunluğundan
dolayı IŞİD’in başkenti olan Rakka’da artık insanlar Türkçe konuşuyordu. 9 Haziran 2011’den
beri bu örgütlerin liderleri, üyeleri Türkiye’ye giriyor çıkıyor, telefonunu, donunu, pantolonunu,
yemeğini, çikolatasını her şeyini buradan alıyor, yaşıyor, geziyordu! Müslüman Kardeşler’in
binlerce lideri, komutanı vardı Türkiye’de. Her hafta bir otelde toplanıyorlardı. Türkiye’yi
bekleyen tehlike kimsenin hayal edemeyeceği kadar büyüktü!

Araplar asla Müslümanların liderliğini Erdoğan’a vermezdi. Kuran Arapça. Suudi Arabistan di-
yecek ki: “Mekke bende, sen kimsin?” diyor ve Hitler’dan daha ağır olan aşırı Arap ırkçısı faşist
anlayışlarını kamufle etmek için Vehhabizmi ve yeniden kurguladıkları Selefizmi
kullanıyorlardı. Katar şeyhi, cihatçılara verilsin diye Erdoğan’a milyarlarca dolar paralar
gönderiyordu. AK Parti iktidarının en başından beri Suudi’lerle ve Katar’la olan ilişkilerinin
tümünde yolsuzluk vardı. Milyarlarca dolar geliyordu. “IŞİD’e verin, El Nusra’ya verin, ÖSO’ya
verin, tank alın, tüfek alın, donlarını verin, şekerlerini verin.” diyorlardı. Türkiye’nin olumlu
imajı kirletiliyordu. Kim kontrol ediyordu bunu? Var mı bunu denetleyen bir kurum? Suudi
47
Hüsnü Mahalli. Erdoğan’ın halifelik hayali pahalıya mal oldu. Sözcü Gazetesi, 27 Temmuz 2015.
Arabistan kaç para gönderdi? Meclis biliyor mu, Erdoğan’a bağlı medyanın, televizyonların
gazetelerin okuyucuları bunları biliyor muydu? Başbakanlık örtülü ödeneklerleri bu amaçla
kullanıldı. Erdoğan ile birlikte başbakanlık yerine cumhurbaşkanlığına devredilmesi bu ahmak
politikaların devamı içindi. Davutoğlu’nun dilinde IŞİD sadece “öfkeli bazı gençler”den ibaretti.
IŞİD’e silah götürdüğü iddia edilen 2000 MİT TIR’ı davası, benzeri pek çok dava gibi, sis
perdesi altında ve haklarında yayın yasağı var. Türkiye’nin, bilhassa Avrupa’dan IŞİD’e
katılmak üzere gelenlerin geçiş yeri olduğuna dair ciddî iddialar da hep sümenaltı edildi. IŞİD ve
onun anası olan el-Kaide’yle gerçekten mücadele eden Türk Emniyet müdür ve istihbaratçıları ve
Yargı mensupları hapise atıldı. Davutoğlu, “Türkiye olarak IŞİD’e yardım ettiğimizi söyleyen
haindir.” diyordu. En büyük hainliği yaptıklarını gizlensin dye büyük yalanlar medayalarına
servis ediliyordu.

Nasıl El-Kaide İslâm dünyası üzerinde terör gerekçeli operasyonların gerekçe üreticisi ise, IŞİD
de onun bir türevi olarak, Suriye’nin bölünmesinin gerekçe üreticisiydi. İngiliz anahtarı gibi her
kapıyı Batılılara açıyordu. ABD, Obama yönetiminde “IŞİD’le savaş”ta Türkiye’nin yardımını
istiyordu. Erdoğan ayak diretiyordu. Bu savaşla IŞİD, Suriye’nin ortalarına çekilecekti.
Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye ile sınırı boyunca artık Cezire, Kobani ve Afrin PKK veya PYD
kantonları yer alıyor. Sadece Kobani ve Afrin arasında IŞİD’in kontrol ettiği Carablus alanı
vardı. Irak ve Suriye’de bütün güneyi Kürt özerk ve kanton bölgeleriyle sınırlanan Türkiye,
IŞİD’in Carablus’tan çekilip, burasının da PYD’nin kontrolüne girerek, Kürt kantonlarının bütün
Kuzey Suriye’yi kontrolüne almasıyla artık Arap dünyasıyla karadan kopacaktı.48 Büyük
Kürdistan’ın Kuzey Suriye ayağı BOP projesi kapsamında tamamlanıyordu. BOP eşbaşkanı olan
Erdoğan, planlandığı gibi hareket ediyordu.

AKP’liler burunlarından kıl aldırmadılar. Al Nusra, Ahrar Şam ve dolaylı IŞİD’i desteklediler.
TSK’nın net tavrını ortaya koymasıyla Suruç saldırıısndan sonra hesap zamanı gelmişti.
Temizlik yapılmalıdır. ‘Eğer İslamcı militanların Suriye’de toplanmasına destek olursanız,
Hatay’ı Antep’i bu insanlara üs yaparsanız burası Pakistan olur’diye 12 Nisan 2012’en beri net
bir dille yaptığım uyarılar ‘3. Gücü’ uyandırmıştı. Kürt sorunu Filistinleşir ve Suriye iç savaşı
ülkemize taşınır diye AK partilileri uyarmama rağmen dinletememiştim. AKP’li dostlarıma
yıllardır ‘Yapmayın’; ‘Eğer Suriye’nin başına bir iş gelirse Türkiye bu yükün altından kalkamaz’
diye adeta yalvardım. AK parti, hesap vermek yerine savcı, hakim ve polisler susturdu.
Gazetecileri işinden etti ve kamuoyunu korkuttu.

IŞİD terörüne destek verenler cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar ise ne yapılacaktır? Kaç
AKP’li Al Nusra ve IŞİD teröründen rant kazandı? Almanlar Dazlaklar sorununu, Nazi Parti
devamcılarını bireysel siyasi yasaklar getirerek çözdü. Yoksa parti kapatmak asla çözüm
olmamıştır. Ergenekon ve Balyozcular daha dün terör örgütü idi. Bunlara destek veren
siyasetçilere de siyasi yasak getirilse ülkede hiç sorun kalmazdı. AKP ve MHP, HDP’yi
suçlayacaklarına kendilerine bakmalıydı. Hangi partililer IŞİD terörünü organik olarak
beslediler? Bunlar temizlenmeliydi. IŞİD ve PKK birer terör örgütüdür. Bunlara destek veren
siyasetçilerin cezalandırılması mantıklı Müslümanların ortak dileğiydi. Hangi AKP’li terörle
içiçeydi? IŞİD terörüne destek veren, ticari ilişkiler kuran AKP’liler tesbit edilmeli, bu şahıslara
siyasi yasak getirilmeliydi. AKP kapatılsın denmezdi ama nedense AKP ve MHP’de HDP

48
Ali Ünal. Fırtınalar Başlarken. Zaman Gazetesi. 27 Temmuz 2015.
kapatılsın kampanyası yürütüldü. Partiler kapatılmaz ama teröre destek veren partililere siyasi
yasak getirilebillirdi. Serbestce sorular soralım:

IŞİD ve Al Nusra, ganimet diye 4 yılda 37 bin kadına tecavüz etti, esir veya cariye yaptı. Bu
günahların sorumlusu ve vebali kimindir? IŞİD’e katılmak için gelen aileler Suriye’ye nasıl
taşındı? THY, Hatay’a ne kadar IŞİD’e katılan aile taşıdı? Bunların kaydı kuydu hiç yok mudur?

IŞİD ve Al Nusra’ya katılan 20.763 Yabancı savaşçı Türkiye’de sınırdan rahatca geçtiklerini
söylüyorlar. Bu teröre destek sayılabilir mi? Neden AK parti engellemedi, bilakis yaralıları
tedavi ettirdi, serbest giriş çıkışlarına izin verdi? 2014 ile 2015 arası bir yılda Suriye’den 1050
cenaze geldi. 750’si PYD/YPG saflarında IŞİD’e karşı savaşırken, 300’ü IŞİD saflarında öldü.
Sorumlusu kimlerdir? Adıyaman’dan 200 kişi IŞİD’e katılmıştı. Aileler neden çocuklarının
MİT’e çalıştığını söylüyorlardı? IŞİD ve Al Nusra’ya katılımları AK partinin desteklemesi bir
devlet sırrı olabilir miydi? Bunun neresi vatanseverlikti? IŞİD bir holding gibi çalışıyordu. IŞİD,
Türkiye’de bu kadar ticaret yaparken, her şeyden haraç ve komisyon alanlar (AKP’liler ve
başlarındaki Erdoğan) acaba IŞİD’i ıskalamış mıydı? Kimse buna küçücük ihtimal bile
vermiyordu. Peki, IŞİD’in gasp ettiği malları ve ganimet saydığı kadın ve çocukları ülkemizde
satan ve pazarlayan çeteler var mıydı? Vardı. Hiç ortaya çıkarıldı mı? Hayır. Kaç IŞİD hücresi
ülkemizde terör estirmek için MİT tarafından yerleştirildi?

2012 ve 2014 periyodunda Suudi eski istihbarat başkanı ve, savunma bakanı olan Prens Bandar
bin Sultan ve Türkiye’deki temsilcisi El Kaida sponsoru Yasin El Kadı ile IŞİD’e silah satışında
ortak olanlar kimlerdi? Cevabını biliniyordu: Erdoğan. AKP’liler susuyordu. MİT gözetiminde
taşınan silah miktarı 2000 tır mı, yoksa İran’ın ABD’ye teslim ettiği belgelere göre 4800 müydü?
Kaç milyar dolar Erdoğan servet edindi terör işinden? Bu zulme, vebale ve günaha ahirette de
ortak olmayı AK Partililer nasıl kabul ediyordu? IŞİD’e satılan silahların Rusya, Sırbistan, Libya
ve eski Doğu Almanya’nın eski Sovyet silahlarından satın alındığı ve bazı AKP’lilerin sıkı silah
tüccarı olduğu doğru muydu? 25 Aralık 2013 soruşturmasında ismi geçen Topbaşlar Al Nusra ve
Ahrar Al Şam’a ne kadar silah sattı? Bunlar nasıl IŞİD eline geçtiler? Bilal Erdoğan’ın bu
ticarete Yasin El Kadı ile ortak oluşu Recep Erdoğan’ı da ortak yapmaz mıydı? 17 Aralık
2015’de sıfırlama konuşmasını herkes duymuştu. Hangi Müslümanın evinde 1 milyar dolar vardı
ve bir gecede sıfırlama kapasitesine sahipti?

7 Nisan 2014’de New Yorker’dan Seymour Hersh, İran’dan alınan Sarin gazını Al Nusra’ya İHH
taşıdı diye yazdığında inanmak istememiştim. Çünkü Washington ve Ankara bu iddiayı
yalanlamıştı.49 Doğru mu yazmıştı, yoksa haklı mıydı? IŞİD’in elinde kimyasal silahlar olduğu,
Kobani ve Tel Abyad’ta Kürtlere karşı kullandıkları Suriye yönetimi ve Kürtler tarafından
biliniyordu. Bunları bu gözü dönmüş, kime hizmet ettikleri bilinmeyen katiller güruhuna İran ve
Rusya’dan satın alarak kimler satmış ve taşınmışsa MİT gözetiminde nasıl bir vicdanla
taşınmıştı? Karakoyunlar vardı diyorsanız, herhangi birisi gözaltında alındı mı, hiç yargılandılar
mı? MİT görevlilerinin suç işleme özgürlüğü mü vardı?

49
US, Turkey reject Hersh article on sarin gas attack in Syria. http://www.todayszaman.com/diplomacy_us-turkey-
reject-hersh-article-on-sarin-gas-attack-in-syria_344074.html (7 April 2014).
IŞİD’e giden silah miktarı bir iddiaya göre 28 milyar dolar civarındaydı. Erdoğan ailesinin
edindiği servet, 125 milyar doları geçtiği öne sürülüyordu. Bu silahların hepsi Türk sınırından
geçmişti. Bu rantı Türkiye’de yiyenler teröre ortak sayılmazlar mıydı? Siyaseti kanlı haram
paralarla mı finanse etmişlerdi? IŞİD’e çok aşırı derecede yardım ve yataklık yapan insanlar
kimlerdi? Kullandıkları 4X4 cipleri satan iş adamları kimlerdi? ABD, Almanya gibi ülkelerin,
iddia edildiği gibi elinde silah, militan, Sarin gazı ve petrol kaçakçılığına dair kayıtlar varsa,
Türkiye’yi uluslararası mahkemelerde yargılatabilirlerdi. Bu nedenle mi TSK’yı IŞİD ile savaşır
gösterip AK Parti ve Erdoğan ihanet çemberinden sıyrılmayı çalışıyordu? Bu algı operasyonları
ile kimi ne kadar süre daha kandıracağınızı sanıyorlardı? ABD, AKP’li Türk yetkililerin IŞİD ile
ilişkisini ispatladığı için mi Türkiye panik halinde IŞİD’e saldırmıştı? Mehmetçik neden
Erdoğan’ın hırs ve ihtirasları yüzünden şehit olsundu? Obama yönetimi dahi IŞİD’e kara
operasyonunu 2017 yılına kadar ertelemiş iken TSK’yı başarısız olması ve itinbarını kaybetmesi
için Suriye bataklığına sokmaya çalışan nasıl bir çete idi? Eğer bu karanlık çete MİT içindeki
Gladyo grubu ise Genelkurmay hiyerarşisi içinde mi hareket ediyordu? Bu soruların tatmin edici
yanıtını kamuoyu bulana kadar sormaya devam ettim, edeceğim.

Petrol rantı kimlerin cebinde toplanıyordu? Günlük 1 ila 4 milyon dolar arasında Türkiye’ye
yıllardır kaçak petrol satan IŞİD’in bu rantını ülkede yiyenler ortaya çıkmaya 2015’de başladı.
IŞİD’in Petrol bakanı Ebu Sayyaf’ın hangi AKP’lilerle ortak petrol sattığı Amerikalıların eline
geçmişti. Bunu kullanıyor olabilirler miydi? Bunu kamuoyunun bilmeye hakkı yok muydu?
Hırsızlık, soygun ve vatana ihanet ne zamandan beri devlet sırrı olmuştu? IŞİD’in son 2011’den
beri Türkiye’ye 3 milyar dolarlık kaçak petrol sattığı biliniyordu. Hangi AKP’liler bu ranta ortak
oldu? Bu petrol ülke içinde nasıl dağıtılıyor ve vergisiz algısız tüketiciye nereye ve hangi
metotlarla gidiyordu? Madem IŞİD’e operasyon yapılıyordu, terörün finans kaynaklarını
kurutulması gerekmez miydi? 12 petrol kuyusunu elinde tutan IŞİD’in kaçak petrolü kime sattığı
ortaya çıkartılırsa dananın kuyruğu işte o zaman kopacaktı. Bunu ortaya koyacak Emniyet
kalmamıştı.

Erdoğan’ı karanlığa iten derin Türk devletinin hem sağ hem solu hem terörist kolları vardır.
İnançlısı da, ateisti de, anayasa profesörü de, mafyası, da teröristi de kurulu düzene çalışırlar.
2010 yılı öncesine kadar Ergenekoncular, Erdoğan’a hiç güvenmiyor, ‘milli hassasiyetleri yok’
diyorlardı. Devletin her yerinde adamları vardır. Medya ve cemaatlerde önemli yerlere gelmiş
birçok kişi onlardan eğitim ve talimatlar alıyor. Her partide etkililer. Cemaatin Erdoğan’a
desteğini hiç hoş görmüyorlardı. Cemaate eleştirileri bu nedenle çok ilginçti. Erdoğan gibi
‘satılmış bir haine’ neden bel bağladılar diye kızıyorlardı. Ergenekon’un talimatıyla PKK, 7
Haziran sonrası kontrollü kaosta kullanıldı. Metropol bombaları ve topyekun eylemde değiller.
Hesaplılardı. Emirlerindeki IŞİD ise daha fazla birşey yapmadı ama yapacak kapasiteye
getirdiler. Onlara göre, her şey olması gerektiği gibiydi. Ordunun tetikte olmasının kıymetini
ileride anlayacaktı. O gün geldiğinde kastın ne olduğunu herkes anlayacaktı. Cemaatin tek bir
ülküsü var: İla-i Kelimetullah. Böyle olduğu için kimseye eyvallahı yok, tam bağımsızlar.
Herkesi kucaklamak zorunda. Geçmişi ne olursa olsun ayrımcılık yapamaz, kin ve nefret
duyamaz. Dananın kuyruğu koptuğunda kaybeden siyasal İslamcılar, kazanan Türkiye hizmeti
olacaktır. Evrensel hizmeti olan bu camia, Türkiye’nin ‘soft’ yumuşak lobi gücüdür. Derin devlet
malı olmadığını tüm dünyaya bu süreçte ispatladı.
2011′den beri karanlık odaklarla karanlık planlar yapanlar bunlar hiç ortaya çıkmayacak
sanıyorlardı. Çok şükür ki, her yerde vicdanlı evlatlarımız var, pek çok şeytani projelerini henüz
doğum aşamasında iken yazdım. Ülkemizde İslami hizmetleri hedef alan İsrail ve İran infaz
timleri ile ortak çalışan SADAT’ın 2011’de kurulduğunu kayda geçirdim. İlk icraatları olan IŞİD
oyuncağı kucaklarında patladı, stratejik bir çöküş yaşanıyor. Evet, Erdoğan, 28 Şubat 2012’de
SADAT adıyla özel tim kurdu! Adeta Tayyiban rejiminin JİTEMİ olması planlandı! Başında da
iki üst rütbeli asker bulunuyor! IŞİD’e 2011′den beri kontrgerilla eğitimini veren Çeçen
kumandanların irtibat adresi İstanbul/Laleli bölgesinde bulunuyordu! MİT bunları çok iyi bilir.
Bu Çeçenler ile Ramzan Kadirov (Putin’e bağlı) birbirine düşmandır. Bu nedenle AKP deşifre
olmamak için Mahmud Efendiye izin vermediler. Belediyelerin bünyesinde spor tesislerinde
idman yapan özel gruplar, bu Çeçenler ve özel iki askerin eğitimiyle cihad savaşcısı yapılır!

TSK açıklama yapmış, IŞİD’e eğitim veren Türk komutan yok diye inkar etmişti. Bu iki
komutan hangi ordudandı? Yoksa SADAT diye yeni JİTEM mi kurdunuz? 2011′den beri
Lübnan’da Beka Vadisi’nde IŞİD’e askeri eğitim veren CIA, MOSSAD ve Özel Harp
subaylarının ismini yazsam, ayıp eder miyim acaba? 2011′den beri Lübnan’ın Beka Vadisi’nde
CIA, MOSSAD ve Özel Harp elemanlarının IŞİD’e eğitim verdiğini yazıyorum, mektup bile
yayınladım. Yeşil’in sağ kolundan Mayıs 2012′de gelen mektubu deşifre ettim50, ülkemize ihanet
ettikleri için pişmanlık duyan Özel harpçilere yazık oluyordu. Fethullah Gülen Hocaefendi ve A
takımına suikast planı yapan bu çete, MOSSAD’ın Simbet ve İran’ın Laşgavar Takavar 23
ekibiyle ortak çalışıyordu. Onların sesine kulak verdim. Açıp geçmişte yazdıklarımı okuyun,
Mahmut Yıldırım denen Yeşil Suriye’de diye 2011′de yazdım. Eylül 2012′den beri İstanbul’da
SADAT’da Tayyiban JİTEM’inde görev yapıyordu!

AKP ve Erdoğan’ın ülkemizde Baas rejimi kurduğu yetmedi, IŞİD oyuncağı ile Baascı Sünnilere
yeniden Baas devleti kurduruyorlardı. Ayıptır! CIA ile Cemaat mi işbirliği yapıyor yoksa AKP
mi işbirliği yapıyor dünya alem görüyordu. CiaMAT değil, CiaAK mış meğer! Ülkemiz stratejik
uçuruma atıldı. Dışişlerimiz peşpeşe inanılmaz hatalar yaptı: Suriye Kürtleri için Barzani
muhatap alındı, zalim Haşimi korundu ve IŞİD desteklendi. Sonuçta Bağdat ve Türkmenler
küstürüldü. Üstelik, Suudi oyununa gelindi, dün Afganistan’da Vehhabiler nasıl ki bir Taliban
çıkartılmışsa bu gün de Ankara’yı kullanarak Irak’ta Vehhabi IŞİD çıkartıldı.

IŞİD ile Türkiye’nin savaş süreci Temmuz 2015’de başladı. ABD yönetimi ne zamandır buna
zorluyordu, ancak son 4 yıldır cihadcıları beslemiş, desteklemiş Erdoğan ve AKP yönetimi
direniyordu. Bundan sonra Türkiye, IŞİD’le savaşa saplanmış durumdadır ve bundan geri dönüş
yoktur. Peki, IŞİD ile PKK’yı ülkemizde birbiriyle çarpıştırmak isteyen global güç, MİT içindeki
karakoyun MİTcileri organize ediyorsa, TSK, PYD ile Suriye’de savaşırsa ne olurdu? Kürtlerde
kin ve nefreti artırmak isteyen güçler, 2017 yılına kadar Türkleri tamamen Kürtlerden ayırmaya
çalışıyordu. Ülkemizde kimler kaos çıkartıp yeni bir düzen kurmaya çalışıyordu?

Ağustos 2014’den beri Rakka’ya Suudi Arabistan’dan dini yasak polisleri gelmişti. 5 vakit
namazda dükkanlar kapanıyor, kadınlar bir erkek yaanlarında olmadan sokağa tek başına
çıkamıyor. IŞİD, Rakka’da esnaftan 2013’den beri yüzde. 2.5 zekat diye aylık 1,500 Suriye
pounds (SYP), $8.30 alıyor. Telefon hatları için 400 alınıyor. Adına vergi demiyorlar. Dünya’ya
50
Faruk Arslan. Yeşil yaşıyor mu? Yaşıyor dedik ya!
http://farukarslan.com/genel/3659/ (13 Nisan 2012).
şeriat gelirse İslam budur propagandası yapılıyor ve İslamfobi Batıda ve doğuda her yerde
Müslümanlardan toptan nefrete ve İslam’dan uzaklaşmaya yol açıyordu. IŞİD’in başkenti haline
gelmiş Rakka’da mahrem anlayışının (kadınlarda Hansa, erkeklerde Hisbeh) Suudi polis
tarafından yapılması, IŞİD arkasında kim var yeterince göstermiyor muydu? Vehhabilerden
yemlenenler Erdoğan’a köle olunca kime kul olmuş oluyordu?

Öte yandan Genelkurmay 2 Ekim 2014’den beri artık devreye girdiğine, sınırına orduyu
konuşlandırıp ipleri eline aldığına göre, IŞİD ve PKK teröründe Erdoğan bundan sonra safdışı
kalacaktır. Dışişleri diplomasiye başlamalıdır. Peki neden Amerikalılar sivil, seçilmiş bir lider ve
parti yerine yeniden askeri bürokrasi ile çalışmayı yeğliyordu? MİT'in CIA gibi terör ticaretiyle,
TBMM, Bakanlar Kurulu'ndan kaçarak komşu ülkelerde drama yol açmasını gazeteci ve
akademisyen yazmayacakta neyi yazacaktır?

Suriyeli ve Iraklı masum canların kanları üzerinden elde edilen bu haram servetin Erdoğan'a bu
dünyayı ve ukbayı kazandırmayacağı açıktır. Erdoğan, eğer gerçekten Suriyelileri Esad'tan
kurtarmak isteseydi, iç savaştan kazandığı serveti, 9 milyonu bulan mültecilere verirdi. Erdoğan
ve Havuz avanesi istediği kadar ret etsin; Erdoğan, Suriye iç savaşında edindiği servetle ilgili
TBMM'ine ve yargıya hesap vermelidir. ABD'li politikacı, asker ve bürokratların Erdoğan ile
ipleri kopartıp yeniden Genelkurmay ile sıkı çalışması, işin kontrolden çıkmasındandır.
Amerikan kafasına asla girmeyecek sorun şudur: Hiç bir lider bu terör grupları üzerinden şahsi
servet edinmez ve iç politikada kullanamaz. Olay büyük devlet veya lider olma meselesi değildir.
AKP’liler bunu anlayamıyor, elmalarla armutları birbirine karıştırıyordu. Erdoğan, bir Neron
projesi midir?

ABD ve İngiltere ile Türkiye Özgür Suriye Ordusu çatısında Suriyeli muhalifleri eğit donat
programında ortaktı. Peki neden şimdi kızıyorlardı? ABD 2. Başkanı Biden ise açıkca "Erdoğan
Al Nusra ve Ahrar Al Şam'a silah satıyor, militan gönderiyor" dedi. Bu aslında bir suç
duyurusuydu. ABD Başkanı Obama, Mayıs 2013'de Erdoğan'ın önüne Al Nusra ve Ahrar Şam'la
yaptığı silah, militan petrol ticaretini ve edindiği serveti masaya koydu. ABD'de Seymour Hersh
gibi gazeteciler zaten CIA'nın Vietnam'dan başlayarak terörü finanse etmesini ortaya çıkartarak
Pulitzer ödülü aldı. Kimse vatan hainliği safsatası yapmasın. Yanlış olarak gördüklerimi
kimseden çekinmeden yazıyorum.

Eğer CIA, El Kaida teröründen elde ettiği karanlık paraları Reagan, Bush, Clinton veya Obama’a
verseydi, onlarda kendi seçim kampanyalarında bunları kullansaydı, büyük bir skandal ve ulusal
güvenlik sorunu olurdu. Erdoğan işte bunu yaptı. CIA'nın terör ticaretiyle Amerikan silah
sanayisini ayakta tuttuğu ve karanlık işler için ekstra bütçe oluşturması yeni bir bilgi değil. Size
bununla ilgili yazılmış belgeli kitaplar, akademik makaleler, filmler ve belgeseler önerebilirim.
Ancak Erdoğan'ın MİT'i IŞİD terörüne bulaştırması ile CIA'nın El Kaida'yı finanse edip,
uyuşturucu üzerinden derin faaliyetleri ile Erdoğan’ın selefi teröründen edindiği büyük şahsi
servet aynı mıdır? CIA, arada karakoyunlar çıksada Amerikan çıkarları için çalışıyor. Kirli
işlerini bile dünyaya Hollywood filmlerinde güç gösterisi olarak kendisi pazarlıyor. Erdoğan’ın
edindiği şahsi servet peki Türkiye çıkarları için mi kullanılıyor? AKP iktidardan düştüğünde bu
servete ne olacaktır, devlet hazinesine mi, TSK ve MİT’e mi devredilecektir? Zaten sorunda
burada ya! Erdoğan, madem CIA terör ihracı ve ticaret ile güçlü istihbarata sahip, neden MİT'i
kullanıp bende yapmayayım dedi. Ancak kaçak kaynak nerededir?
2014 yılında MİT Kanunu’nda yapılan detaylı yasal değişiklik ile AKP Hükümeti, MİT’in
yargıdan her türlü bilgi-belge alma hakkına sahip olmasına hükmetmiş ancak tersine MİT’in
yargıya hesap vermesini engellemişti. Bunun neden olduğu kısa sürede anlaşıldı.

Reyhanlı Katliamı dava dosyası da Türkiye’deki hukuki garabetten nasibini almış durumda.
Mağdur aileleri temsil eden Hatay Barosu’na kayıtlı avukatlardan Hatice Can, neredeyse aileleri
bezdirecek şekilde dava dosyasının oradan oraya nakledildiğine dikkat çekti. MİT, Emniyet
çerçevesinde olaya bakıldığında Reyhanlı’nın göz göre göre yaşandığını söyleyen Avukat Can,
MİT’in Reyhanlı’da böylesi bir terör olayı yaşanacağı yönünde bilgi sahibi olduğu iddiası gibi
soruları bulunduğunu anımsattı. Can, 60 klasörlük bir dava dosyası oluştuğunu da vurguladı. 51
Reyhanlı katliamıyla ilgili iddianameyi Savcı Özcan Şişman hazırlamıştı. İddianamede, 15’i
tutuklu, 11’i tutuksuz, 7’si firari 33 sanık için TCK hükümleri uyarınca cezalar istenmişti.
Saldırıyı planladığı öne sürülen Mihraç Ural, gerçekleştirdiği ileri sürülen Nasır Eskiocak ile
birlikte 9’u tutuklu, 7’si firari, 2’si tutuksuz 17 sanık hakkında 53’er kez ağırlaştırılmış ömür
boyu ve 3 bin 597’şer yıla kadar hapis cezası istenmişti.

Sonrasında Savcı Şişman, 1 Ocak 2014’te IŞİD’e silah götüren MİT Tırları’nı durdurdu. AKP
iktidarının ‘vatan haini’ ilan ettiği Savcı Şişman, meslektaşları Süleyman Bağrıyanık, Ahmet
Karaca, Aziz Takçı, ve Yaşar Kavalcıklıoğlu ile birlike 15 Ocak 2015’te HSYK tarafındans
görevden alınmış, 6 Mayıs 2015’te ise tutuklanmıştı. Cilvegözü Sınır Kapısı’nda 18 kişinin
ölümüne neden olan bombalı saldırının ardından Özgür Suriye Ordusu’nca Suriye uyruklu Yusuf
Bakır ile Zübeyde Şuayyip, MİT’e teslim edildi. Suriye uyruklu Ahmet Bakır, İsmail Zakaria ve
patlamada kullanılan telefonlardaki sim kartını sattığı ileri sürülen Rahmi Balcı ise Hatay’da
yakalandı. Suriye uyruklu Wael Shıkh Rahim ise kaçmayı başardı. Zübeyde Şuayyip, Pişmanlık
Yasası’ndan faydalandı ve tahliye edildi. İlk duruşma, 6 Aralık 2013’te Adana 10. Ağır Ceza
Mahkemesi’nde gerçekleşti ve Rahmi Balcı serbest bırakıldı. Sonrasında hukuki garabet başladı
ve özel yetkili mahkemeler kaldırıldığı gerekçesiyle dava dosyası Adana-Hatay arasında mekik
dokudu.

MİT elemanı olduğu izlenim veren yazar Cem Küçük, boş yere “Al Nusra, Ahrar Şam ve IŞİD'e
silah göndermedik” diye yırtınıyordu. TBMM ve Bakanlar Kurulu kararı ile gönderilmediği
kesindi. Kimsenin haberi yok, imzası yok. Erdoğan, 1980'li yıllarını Afgan cihadında El Kaida
listesine İslamcı militan bulmakla geçirdi. CIA'nın askeri eğitim verdiğini gördü. ABD Başkanı
Ronald Reagan El Kaidacılara "özgürlük savaşçısı" dediği için Erdoğan'ın 1980'li yıllardaki
selefi cihada katkısı hoş görülüyor olabilir. Erdoğan, Afganistan'da cihadın uyuşturucu parasıyla
yürüdüğünü ve CIA ile bunların "Golden Triangle"dan satışı ile sağlandığını da gördü.
Erdoğan'ın zihninde, hem CIA, El Kaida'yı kullanarak istihbaratı finanse ediyor, hem Amerikan
Kongresi bütçesi dışında fikri oluşmuştur.

Bu esnada Erdoğan’ın Malezyalı ortakları yolsuzlukla suçlanıyordu. Malezya Başbakan Necib


Razak'ın kullandığı 700 milyon doların Katar'daki 1MDB hesabına kısa süreli uğradıktan sonra
Sabiha Gökçen hava limanı ve Emine Erdoğan'ın üstündeki özel hastanelerin satın alındığı ileri
sürülüyordu.52 Katar sermayesi değilmiş meğerse! 2008'de kurulan 1MDB adlı şirketin sahibi
Razak ile Erdoğan ailesinin ticari ilişkileri artık sır olmaktan çıkıyordu. Malezya Maliye

51
Yıldız Yazıcıoğlu. Bütün Boyutlarıyla IŞİD Tsunamisi. Nokta dergisi. 27 Temmuz 2015.
52
Önder Aytaç. 29 Temmuz 2015 twitleri. Herkül Haber.
Bakanlığı'na bağlı gözüken bu şirket aslında başbakan Razak'ın kara para aklama işlerinde
kullanılıyordu. Bu şirketin Katar şeyhi ve Emiri Şeyh Temim bin Hamed Al Sani ile irtibatlı
olması ve Türkiye yatırımları gözleri Erdoğan'a çevirecektir. Eski Malezya Başbakanı Mahathir,
Razak'tan yaptığı bu yolsuzluğu itiraf edip istifasını talep etti. Razak bunu kabul etmeyince
Erdoğan ve Katar'a kadar uzanan yolsuzluklar zinciri deşifre edilmeye başlandı.

Twitter fenomeni Fuat Avni, Yezid'in Singapur'da bir gökdelen satın aldığını 27 Kasım 2014'de
yazdı. Erdoğan’ın bu ülkedeki Singaporlu ortaklarını ise 2012'de Yeşil'in sağkolu Abdullah
Argun Çetin bana eposta üzerinden söylemişti, IŞİD'in petrol satışı trafiğinden gelen kara paralar
nakir olarak off shore cennetlerine yatıyordu. Reza Zarraf'ın altınları ve Erdoğan ülkemize altın
işini kontrolüne alması kara para aklama işinde kullanılıyordu. IŞİD'in ve Al Nusra'nın maaşları
Tırlarla giden silahların altına döşenen altınla ödeniyor, kaçak petrol satışı ile IŞİD bunun
bedelini Erdoğan ailesine iade ediyordu. 53 Reza sadece İran'daki kaçak ticaretten ve İran'a
ödenecek petrol ve gaz satışından sorumlu değildi. Babek Zencani İran'daki işleri ayarlarken,
Halk Bankasına yatmayan paralar altınla gelip gidiyordu. Bunlar ilelebet
gizlenemezdi. Erdoğan’ın IŞİD petrolü ile Neçirvan Barzani’den gelen Kuzey Irak petrol işinde
ortakları, damat Beraat Albayrak’ın Powertrans şirketinde ortakları Singapurlu idi.54 Virgin
İsland’da bulnan 2 şirketleri var; Grand Fortune Ventures ve Lucky Ventures'de parası güvenli
limanda vergisiz algısız yatırılıyordu. Bu işlerin neresi vatanseverlik vat, bana ve Türk
kamuoyuna izah ediniz.

Erdoğan’ın bu ortaklarını Hürriyet New York muhabiri Tolga Tanış, ‘Potus ve Beyefendi’
kitabında yazdı ve Erdoğan mahkemeye verdi.55 Cesaretinden dolayı Tanış'ı kutlarım. Kitapda,
Beyaz Saray'dakiler arasında POTUS diye anılan Barack Obama ve Ankara'daki Beyefendi Recep
Tayyip Erdoğan üzerinden, ABD ile yaşanan kriz mercek altına alnıyor ve bize neler gösteriyor
neler… Şu sorulara yanıt aranıyor. Irak'ta Türk askerlerinin başına geçirilen çuvaldan sonra ortak
paraşüt atlayışı öneren Amerikalı kimdi? Gezi Olayları, Amerika ile Türkiye arasındaki stratejik
ortaklığı nasıl etkiledi? Mavi Marmara olayında Türkiye'nin öfkesi Washington'da neden karşılık
bulmadı? Suriye Savaşı'nda radikalleri kim, neden destekledi? Antakya-IŞİD hattı gerçek mi? İran-
Amerika yakınlaşması nereye uzanıyor? 17 Aralık Operasyonu'nda Amerika'nın bir rolü var mıydı?
Kürecik radarı kararı nasıl alındı? Ve Türkiye'nin Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'yle yakınlaşması ne
anlama geliyordu? Petrol ticaretinden kimler, nasıl faydalandı? Kürt petrolü kimin kasasına aktı?
Kurulan şirketler zinciri nerede düğümleniyor?

Erdoğan kara paralarını yurt dışında depolarken güvendiği adamlara dikkat etmeliydi, zira ona
hiç güvenmiyorlar. Yoksa bu belgeler gazetecilere gelmezdi. Çok komik bir durum vardı ortada.
IŞİD'e giden zavallı piyonlara operasyon çek, ona yardım yataklık yapan, üstünden para
kazananlara dokunma! Erdoğan’ın selefi terörü üzerinden edindiği servet Karun'u bile
kıskandırabilirdi. Bu paranın bir kısmını karanlık MİTcilerin çetesi kullanıyor, komisyon
alıyorlardı.

Ancak benim kızdığım sorun başkadır. Sünni İslam'ı karalamak ve savaşmak. Batı'da İslamfobiyi
yükseltmek için kurulan IŞİD gibi bir devlet terörüne ihtiyaç duyanlar, müslüman değildi, İslam

53
Masum Türker. DSP Genel Başkanı Türker'den MİT Tırları ile Şok Açıklamalar. Zaman gazetesi. 5 Temmuz 2005.
54
Gökhan Özbek. Kürt Petrolünün İmtiyazlı Petrol şirketi: PowerTrans. 20 Ağutos 2015 twitleri ve blog yazısı.
55
Tolga Tanış. Potus ve Beyefendi. 2002 Gün Türkiye - Amerika İlişkisinin İnişli Çıkışlı Hikayesi, Doğan Kitap, 2015.
düşmanlarıydı. Erdoğan, bu kötü niyetlilere alet oldu. El Kaida'nın artık kullanışsız olduğunu
anlayanlar, IŞİD ile global bir Cihad ikonu oluşturdu. Zaten El Kaide CIA'nın İslamcı militanları
listesiydi. IŞİD'in Irak El Kaidası tarafından kurulması, Nakşi Baascıların sekülerlikten radikal
İslam'a geçmeleriyle 2004'de bir evliliğe dönüştü. Tesbit ettiğim, IŞİD'in ana lider kadrosundan 8
isim Amerikan Bucca hapishanesinde yetişmişti. Öldürülen lider Abu Bakr Al Bağdadi buna
dahil. Bucca hapishanesinde mahkumların yüzde 80'i okuma yazma bilmiyordu. Selefi cihadcılar
eğitimliydi. Amerikalılar tekfircilere gözyumdular. Irak'ta IŞİD'in doğduğu yer 10 adet Irak
hapishaneleridir.56 Seymour Hersh’in ortaya çıkardığı Abu Gureyb bunlardan biridir. Amerikan
cezaevi Bucca'ya atılan 1700 Selefi İslamcı, 2005 ile 2010 arasında 5 yılda mahkumları IŞİD
projesi için eğitmişlerdi. Ne hikmetse bu hapishanelerdeki mahkumların IŞİD tarafından
kaçırılmasına da göz yumuldu. IŞİD'in El Kaida yerine ikame edildiğini anlamak için gazeteci
veya akademisyen olmaya ihtiyaç yok. CIA'nın eğittiği İslamcı gençler var ve her zaman olacak
gözüküyor. IŞİD, Kuzey Sina'da iki terör grubu ile ortak Mısır'da İslami hareketleri radikalize
edip kimin ekmeğine yağ sürüyor? İhvanı Müslim için değil elbette. Her İslam ülkesinde IŞİD
şiddet ikonu oluşturuldu. Sadece Türkiye’ye operasyon çekmiyorlar. İslam’ı hakkıyla temsil
eden ve şiddet yoluyla yayılan radikal siyasal İslam’ın panzehiri Hizmet Hareketi; bu nedenle
hedeflerinde yer alıyor. Erdoğan ile Siyasal İslam'ı silahlı teröre batırarak Sünni İslam'a zehir
katıyorlar.

Türkiye’de Hizmet hareketi bütün dünyaya örnek olacak en güzel misal iken, AKP tüm dünyada
inanılmaz iftiralarla karaladı. Öte yanda Selefi radikal İslam'ı Suriye’de silahlandırıp siyasi
zemine taşıdı. İstikbal vaad eden Müslüman gençlerini AKP bozuk para gibi hoyratca harcıyor.
Kendi yetişen ve imkanlarıyla gelişen genç nesil, Orta Doğu bataklığına sürükleniyor ve
kayboluyor. Ateşi kolaylıkla yakarsınız ama söndürmek bazen imkansızdır.

Suriye'de silahlı selefi muhalefeti desteklemekle Temkin metodunu AKP yerle bir etti. Üstad
Said Nursi, İmam- ı Azam (r.a) ve Hz. Ali (r.a) efendilerimizin temkin tavsiyesini esas almıştı.
Hizmet bu modeli takip etti, kurduğu barış adacıklarıyla İslam’ı sevdiren yüzü ve yardım eli
oldu. Fakirlik, eğitimsizlik ve ayrımcılığa karşı mücadele etti, ediyor. Bu konuda pasif direniş
sanılan, aslında en etkili metot olan temkine yakın Asya kıtasında Gandi modeli vardır. Oysa
başarılı olmuş bir Bediüzzaman deneyimi ve modeli var elimizde. Üstad kendisine ve
talebelerine ne kadar zulüm yapılırsa yapılsın hep müspet hareket demiştir. Selefi terörü
destekleyen Erdoğan, PKK savaş lordlarının iştihasını kabarttı, Batı'da İslama fobi korkusunu
yükselten IŞİD'i ülkemize soktu, PKK ile savaştırıyor. AKP, Hz.Peygamberimizin (a.s.v.) Mekke
dönemindeki hizmet metodunu hep görmezden geldi. Şimdi buyurun, terör ateşini nasıl
söndüreceksiniz! Selefi terör örgütlerinde bulunan Batılı yabancı savaşçılar dikkati çekiyordu, bu
konuda yapılan akademik araştırmalardan Kanada’da yapılanı inceleyelim.

56
Cockburn, Patrick. The Rise of Islamic State. ISIS and the new Sunni revolution. Kindle Edition, New York and
London: Verso, 2015.
Birinci Bölüm

Selefi RABITA’nın Esirleri!

Ülkemizde hiç bir zaman Vehhabi İslam’ı bu kadar etkili olmamıştı. AKP’nin Siyasal İslam
anlayışı, RABITA’nın ülkemize kurduğu büyük kumpastır. RABITA İslam’ında bulunan kibir,
enaniyet, aşırı Arap ırkçılığı, bugün ülkemizde Recep Tayyip Erdoğan olarak ete kemiği büründü
ve göründü. Yılllardır RABITAcı ve Milli Görüşcü ve Hizmet’e karşı olan, aynı zamanda 7
yıldır Suudi Arabistan’da çalışan akademisyen dostum ile geçen gün Kanada’da buluştuk.
Vehhabi Araplara çok kızgındı, Vehhabi RABITAcıların kibrinden iğrenmişti, şu tanımlamayı
kullandı: “Bambaşka bir faşizm bu, Hitler bile yanında masum kalıyor.” Erdoğan’ın narsist
kişilik bozukluğu ile RABITA ile kurduğu sıcak ilişkiler arasında paralellik ve benzerlik
görüyorum.

Hatırlarsınız, ortaya dökülen, Erdoğan’ın yalanlayamadığı kaset konuşmalarında Bilal Erdoğan


Vehhabi Suudilere Mısır oyunları nedeniyle twitterdan çaktığında babası kızıyordu, adeta şunu
demek istiyordu, “Oğlum aptal mısın, altın yumurtlayan kazı’mız hiç kesilir mi?”

RABITA, Mısır’da İhvanı Müslim, Türkiye’de Hizmet ve Pakistan’da Tebliğ cemaatlerini


Vehhabi karşıtı diye sevmiyor ama İsrail’i seviyor. RABITA, Mısır başına darbeyle Sisi
geldikten sonra tam 10 milyar dolar kaynak verdi. Zaten darbeyi de finanse etmişti. Katar şeyhi
bu kumpasta arkasındaydı. Zaten El Cezire, RABITA’nın medya propaganda gücüdür. RABITA,
Mısır’da İhvanı Müslim ve Mursi’nin devrilmesi için büyük paralar harcadı. Ülkemizin dış
politikası satın alındı ve Erdoğan kendi kardeşlerini para için orada darbecilere satıverdi.

RABITA’nın ülkemizdeki ayaklarının kim ve kimler olduğu isim ve vakıflarla belli. Hizmet’e
karşı planladıkları kumpası İsrail ile düzenli görüşüyorlar. RABITA’nın Erdoğan ve AKP’yi
destekleme kararı alıp milyar dolarlar aktarması ve düşman gördükleri Hizmet’i hedef alması
büyük dış komplodur, içinde uluslararası karanlık bir konsorsiyum bulunuyor.

Bu kumpasta rol alan Erdoğan, IŞİD’e karşı çıkamıyor, terörist diyemiyor. Nasıl desin ki?
RABITA hakkında ters bir konuşma yapsa, yolladıkları sıcak paraları keserler, altın yumurtlayan
kazı Erdoğan milletinden üstün tutuyor. RABITA’nın elini ülkemizden kesmeden Vehhabi
zihniyetini ve IŞİD’in verdiği, vereceği zararları yok edemeyiz. RABITA, IŞİD’in arkasında
duruyor ve Vehhabi Suudiler, Şii Hilaline karşı radikal taşeron kullanıyor, Ankara’ya fikrini
soran bile kalmadı.

Gazeteci ve yazar Uğur Mumcu, RABITA’nın Erbakan ilişkisini ve ülkemizdeki ipliğini pazara
çıkartan ilk isimdi, bu deşifresinden sonra fazla yaşatmadılar. RABITA’nın taşeron terör
örgütleri vardır, ülkemizde yaşanan Uğur Mumcu, Muhsin Yazıcıoğlu gibi siyasi cinayetlerde
RABITA’nın çıkarları, kirli eli, parasal yardımı vardır.
RABITA’nın Türkiye sorumlusunun İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş olduğunu iddia
ediliyor. Bazıları ise Osman Nuri Topbaş’ın bu görevi üstlendiğini ileri sürüyor. Latif Topbaş’ın
Erdoğan ailesi ile Selefilere silah satışı yaptığı 25 Aralık 2013’te açılan davanın ana konusuydu.
Ancak dava siyasi güç kullanılarak kapatıldı. Vehhabi Suud, İsrail ve ABD, ortak kuruluşu
RABITA ile uzun zamandır AKP ve Erdoğan’a kaynak aktarıyor. Neden acaba? Ortak rakipleri
neden Hizmet Hareketi ve Gülen Hocaefendi? Bunun tarihi sebepleri bulunuyor.

1979′da Gülen Hocaefendi’yi Diyanetle yaptığı Hacda gözaltına aldıran RABITA, İslami
hizmetleri için 10 milyon dolar kaynak ve bir proje teklif eder. Ret edilir. Gülen Hocaefendi,
RABITA anısını anlatırken, “İslami Hizmetleri Anadolu insanı alın teriyle, gözyaşıyla,
himmetiyle yapacak, asalak hizmet olmaz” demişti. RABITA, Gülen Hocaefendi’den yüz
bulamayınca Erbakan’a yanaştı ve yardımlarını kabul ettirdi, 1983′den beri bu ilişki devam
ediyor. Gülen Hocaefendi, yapılan hizmetlere bir kuruş bile yabancı eli, parası, yardımı
bulaştırmadı, aynı ince hassasiyeti Erbakan ve Erdoğan’da görmek mümkün değildir. “Para
gelsinde nereden gelirse gelsin” mantıkları vardır.

12 Eylül darbecisi Kenan Evren bile yurtdışındaki Türk imamlarını finanse etmek isteyen
RABITA’nın teklifine hayır diyemedi ama Gülen dedi. Bu kolay değildir. RABITA, her yıl
değişik ülkelerde yapılan yeni camilere, vakıflara, İslami okullara, 500′er bin dolar yardım
ederek Arapça ve Kuran öğretme bahanesiyle Vehhabi kontrolüne geçirmeye gayret eder ve
bunu ustalıkla yaparlar. Maalesef mühtedi olan yabancılar Vehhabilerin tuzağına çok kolay
düşebiliyor. İslam’ı iyi anlamak için Kur’an’ın ana dili Arapça öğrenmek için aşırı çaba
gösteren mühtediler, Arapça kurslarına veya Suud ülkesine gittiklerinde RABITA ağına
takılırlar. Bunları daha sonra kurtarmak çok zor oluyor.

17 ve 25 Aralık’ta sorgulanan konulardan biri RABITA’nın AKP’ye TÜRGEV üzerinden yaptığı


skandal bağışlardı. Bu yasalara aykırıdır, dışarıdan partiniz için yardım alamazsınız. Eğer AKP,
parti devletini ve dini cemaatını kuruyorsa sivil toplum kuruluşları da devlet kurumu oldu
demektir. Peki, RABITA’den gelen yardımlar kimedir ve neden yapılmıştır? Bunun
soruşturulmasına izin vermediler, komple hukuk sistemini alt üst edip, hukuku öldürdüler.
Uydurulan “paralel cadısı” ile polisler, savcılar, hakimler, bürokrasi dağıtıldı, devletimizi
RABITA ekibi ele geçirdi. Süfyanizm grubu, Ergenekon ile PKK’yı AKP safına geçirdi. İran’la
yaptığı altın ticareti ve komisyonları sekteye uğraşan Erdoğan, İsrail’in kankası RABITA’ya
daha muhtaç hale geldi ve Hizmet’i vurması için şerli bir yola sokuldu.

Siyasi Partiler Yasası’na göre bir Parti yabancı kuruluş, devlet veya örgütten parasal yardım
alırsa kapatma gerekçesidir. AKP ve Erdoğan RABITA’dan ve BDP, Almanya’’dan yardım aldı.
Delilleri savcıların elinde var. RABITA’nın kaynak aktardığı kuruluşlar arasında Ensar, Birlik ve
TÜRGEV vakıfları aslan payını aldı, burslarıyla yetişeni devlet bürokrasine yerleştirdi ve devlet
RABITA’nın oldu. Herkes kimin RABITA, İsrail, İran, Amerikan Neoconcularla ile karanlık
toplantılar yapıp sırf iktidar nimetleri devam etsin diye Erdoğan’ın İslam’ı ve Hizmet hareketini
niye sattığını öğrenecek ve bugün yanlış cenahta yer alıp kin ve nefret kusanlar pişman
olacaklardır. Ülkemizin ve dünyanın en bağımsız, en onurlu, en cesur, en girişimci, en yüksek
insani değerler etrafında birleşmiş Hizmet’ini, ne Erdoğan, ne ABD, ne İsrail ne RABITA
nede bir başkası, Allah izin vermediği sürece asla bitiremez, Hakkın Şahsi Manevisi batıl yolda
olanları çarpacaktır.
İkinci Bölüm

TÜRGEV ve Paralel Parti Devleti Cemaati


2012 Şubat ayı şimdilerde “AKP borazancılığı”nı yapan eski dost bir gazeteci arkadaşımla
yemek yiyor ve tartışıyoruz. Anlaşamıyoruz. Benim tesbitim oldukca net: “AK Parti kendi dini
cemaatını kuruyor ve 160 ülkede hizmet veren koskoca camianın cemaatını devletin parasıyla
devlete paralel kurduğu kimliksiz cemaatin siyasi emrine utanmadan, sıkılmadan boyun eğmeye
çağırıyor. Devlet güdümünde sivil toplum örgütü veya dini cemaat olmaz. Yurt dışında bu işin
kokusu zaten çıkar, kimse AKP destekli bir Türk diasporasını takmaz. Türk lobiciliğini bağımsız
ve özgür yapan Gülen cemaatı yutmaz bunu. Yolsuzlukla hırsızlıkla, rüşvetle, komisyonla, zorla
bağışla kurulan dini cemaatın bir defa ihlası olmaz.”

Gazeteci arkadaşım bugün AK Parti’nin kendi içinde tasfiye ettiği bir kaç bürokrat ve siyasetçi
ismi verdi ve “bu mübarek arkadaşlarla hizmet neden ortak çalışmasın, sorun nedir?” diye sordu.
Güldüm, “o saydıklarının koltuğu sallanıyor, yakında kendilerini dışarı atacaklar, yeni kurulan
AKP temiz adamları af etmez, barındırmaz” dedim. Arkadaşıma, AK Parti’nin kirlendiğini ve ne
kadar sağlam adam varsa ıskartaya çıkartacağını dilim döndüğü kadar anlatmaya çalıştım. Nafile
çaba. İnanmadı bana. Bugün yaşananları gördükçe artık inanmıştır herhalde diye hüsnü zan
ettim. Haberlerine, Facebook ve twitter’da yazdıklarına baktım, şok oldum. Ne inanması,
kalemini kiralamış veya satılmış gibiydi… Daha sonra özel bütçe verilerek propaganda sitesi
kurduruldu. Herkesin bir fiyatı varmış demek ki… Cemaat’ın içine sızarak cemaatın başarılı
çalışma sistemini kopyalayan ve aynısını para ile devletin sınırsız gücüyle yapabileceğini sanan
AKP nerede hata yapıyor? Kopya berbat. Gazeteci dostuma izah edemedim, belki çılgınlar gibi
bugün devlet gücüne tapanlara küçük bir kaç hatırlatma yapabilirim.

TÜRGEV, Ensar, İnsan ve Yunus Emre vakıflarında aklanan kara paraları, devlet ihalelerinde
alınan komisyon adında alınan rüşvetlerin nasıl aktarıldığını veya zoraki bağış yapmadan bir
çöpe bile sahip olamayacağınızı içeriden bir AKP’li dostum anlatmıştı. Gözlerim faltaşı gibi
açıldı, çünkü İslami hayır ve hizmetlerde kullanıldığı için bunların caiz ve helal olduğunu
savunuyordu. İki sene sonra aynı arkadaşın AKP’ye sövdüğünü duyunca merak ettim, ne
olmuştu da yollar ayrılmıştı. Ağlamaklıydı, “benim üzerimden çok para akladılar, beni kirlettiler,
sonra da bir paçavra gibi sokağa attılar” derken gözümün içine bakamıyordu. Meğerse herkes bu
işten nasiplenip zenginleşirken, bunun yanlış olduğunu söyleyen hakperest dostumu “fitneci”
diye kapı önüne koymuşlar. “Parayı, makamı bölüşemedi bizimkiler” dedi. “At, avrat, silah ortak
olmaz” dedim, Cemil Meriç’in sözünü hatırlattım: “Çıkar olan yerde vicdan susar.”

17 Aralık krizi sonrası, gözaltına alınan 3 bakan çocuğu ve Başbakan Erdoğan’ın oğlu Bilal
Erdoğan hakkındaki iddialarla birlikte TÜRGEV gündeme geldi.TÜRGEV’e Türkiye’nin birçok
yerinde usulsüz olarak arazi tahsis edildiğini, arazilerin Başbakan’ın çocuklarına peşkeş
çekildiğini yazınca, Başbakan Erdoğan buna daha önce şöyle tepki göstermişti TÜRGEV için,
“Gençliğe Hizmet Vakfı adıyla kurulmuş bir vakıf. Benim çocuklarım da var. Fatih Belediyesi
bir yer kiralıyor. ÇYDD’ye devlet, belediyeler bir sürü yer verdi. Orada aklınız neredeydi. İstek
Vakfı’na verilirken neredeydi. Türk Eğitim Vakfı’na verilirken neredeydi. Yasalarda buna engel
bir şey yok. Verilebilir”
Şanlıurfa’da iki dönemdir Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı yürüten ve 30 Mart tarihinde
yapılacak yerel seçimlerde aday olmayacağını ilan eden Ahmet Eşref Fakıbaba, Başbakan
Erdoğan’ın çocuklarının yönetiminde olduğu TÜRGEV Vakfı’na belediyenin arazisini yurt
yapılması için tahsis etti.4 Kasım 2013 tarihinde toplanan Belediye Meclisi’nin birinci
birleşiminde, mülkiyeti belediyeye ait olan Dağeteği mevkiindeki değeri yaklaşık 3 milyon TL
olan 7 bin 921 metrekarelik araziyi yurt yapımı için verilmesinin neresi anormal mi? Meclis’te
muhalefet partisi üyelerin itirazlarına rağmen, arazinin TÜRGEV’e tahsis edilmesi karar altına
alındı. Devlet baskısıyla veya sevgisiyle (!) bağış normal midir?

5000 polis, 96 hakim, yüzlerce savcının sürgün yemesine sebep olan nedir? Soruşturmada,
TÜRGEV’e toplam kaynak belirtilmeden 3 milyon TL aktarıldığını savcılar tesbit edince
kıyamet koptu. Listede TÜRGEV’e parayı teslim eden kuryenin ismine bile yer veriliyor. Kurye
paraları Temmuz 2013’te iki seferde vakfa teslim ediyor. Bilal Erdoğan’ın yönetim kurulu üyesi
olduğu vakfın genel kurul üyeleri arasında soruşturma kapsamında gözaltına alınan AKP’li Fatih
Belediye Başkanı Mustafa Demir yer alıyordu. Fatih Belediyesi’nin sit alanındaki arazilerin
bakanlığın gücünü kullanarak illegal olarak imar ve inşaata açılması iddiası bile AKP’nin elde
ettiği milyarlarca dolarlık haksız kazanç kapısını gösteriyordu. TÜRGEV’in Fatih ilçesinde sit
alanında yükselen öğrenci yurdunu tamamen belediye bütçesiyle yapması iddiasında kuşkular
ortaya çıktı. Bir defa belediyenin Kasım 2013’de hiçbir ücret talep etmeden vakfa yurdu “25
yıllığına ücretsiz” tahsis etmesi, normal mi? Yurdun belediyeye olan maliyeti güya yaklaşık 5
milyon TL ama bunu bağışlayanın İran altını vurgunu sanığı Reza Zarraf olması, normal mi?

1996 yılında kurulan İstanbul Eğitim ve Gençliğe Hizmet Vakfı, 2012′de adını Türkiye Gençlik
ve Eğitime Hizmet Vakfı olarak değiştirdi. Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı
döneminde kurulan İSEGEV mahkeme kararıyla 2012 yılında isim değişikliğine gitti ve
TÜRGEV adını aldı. Ve bu vakfın AKP’li belediyelerin desteğiyle açtığı yurt sayısı 12’ye aştı.
Bakanlar Kurulu kararıyla vergi muafiyeti kazanan TÜRGEV’in Ümraniye’deki yurdu Şule
Yüksel Şenler Kız Öğrenci Yurdu’nun açılışını Başbakan Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan yaptı.
Yurdun adını ise Şule Yüksel Şenler olarak Başbakan önerdi. Yurdun açılışına aynı zamanda
TÜRGEV üyesi, Erdoğan’ın kızı Esra Albayrak da katıldı. Tıpkı Fatih’teki gibi AKP’li
Ümraniye Belediye Başkanı Hasan Can da bu vakfın üyesiydi.

Başbakan Erdoğan’ın oğlu, kızı, damadının ağabeyi, oğlunun kayınvalidesi, eniştesi ve kızının
eltisinin de üyeleri arasında bulunduğu bir vakıf, İstanbul’da İbn-i Haldun adıyla üniversite
kuruyor. Üniversite, Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı (TÜRGEV) tarafından kurulacak.
Vakıfta, AKP milletvekilleri ve Belediye başkanları da bulunuyor. Üniversite iş adamlarından
alınan zoraki bağışlarla kuruluyor iddiası gözleri TÜRGEV ve vakfın kurucularından Fatih
Belediye başkanlığına hiç utanmadan yine aday olan Mustafa Demir üzerine çevirdi.
Üniversiteyi kuracak olan ve halen 12 ayrı kız yurdu işleten TÜRGEV’in yönetim kurulunda,
Başkan yardımcısı olarak Bilal Erdoğan yer alıyor. Kursunlar, helal olsun ama sorun şurada bu
vakfa devletin gücü ile zoraki bağışlar yaptırılması doğru mu, caiz mi, helal mi, haksız rekabet
değil mi? Hadi buda tamam, cemaatın neden önü kesiliyor?

AKP’nin iktidarı ilelebet elinde tutacağına dair bir kesin görüşü yok, ancak İslami bir cemaat
yapılanması oluşturarak devlete paralel cemaat kurma gayretinde kendini paralıyor. Çıkarcı olan,
özveri, adanmış ruh, vefa, tevazu ve fedakarlık kelimelerinin ne anlama geldiğini bilmeyen, ortak
manevi bir şuur ve cemaat bilinci, hele kimliği hiç geliştirememiş bu kitle devlet gücüyle ve
zoruyla cemaat kurabilir mi?

Sorun, bu dini gruba önderlik edecek İslam alimi kıtlığı, daha doğrusu fetva veren kişilerin
arkasında bir cemaatlerinin olmaması zafiyeti. Fetva alınan hocalar, ne Hayrettin Karaman nede
Mustafa İslamoğlu’nun kitleleri sürükleyecek bir etkisi dindar kesimler üzerinde yok. İkiside elli
yıldır konuşuyor, yazıyor, vaaz ediyor, lakin etrafında arkasından gidecek yüz kişi bile
toplayamadılar. Buna ben “Necip Fazıl veya Osman Yüksel Sendromu” diyorum. İki mübarekte
güzel konuşurdu ama arkalarından kimse gitmedi. Fethullah Gülen Hocaefendi’yi kıskanıyorlar,
cemaatını ele geçirmeyi Kemalettin Özdemir ile denediler, fiyasko ile sonuçlandı. “Derin damar
cemaat” ve yurt dışında hizmet eden alperenler ayrımı çıkartıp cemaatı ikiye bölmeyi denediler,
tutmadı. Cemaate paralel cemaati içinde kuramadılar, bazı biz dışında devlet gücüyle çakma
kuralım diyorlar, sürdürülebilir olmadığı belli.

Bilal Erdoğan’ı Cerrahi tarikatının yeni şeyhi yapıp devlete paralel cemaate dini lider yaparlarsa
yakışır doğrusu! Babası Halife cumhurbaşkanı olana elbette aşağı bir makamı layık göremeyiz!
Tevbe tevbe.

Bir kere ortada AK parti-Camia savaşı yok. Derin devlet, AKP’ye devletin tüm imkanlarını
ayaklarına sererek paralel cemaat kurdurmaya çalışıyor, bu arada cemaatın içinde cemaat kurma
girişimi ise başarısızlıkla sonuçlandı. Baktılar olmuyor, tüm cemaat toptan Haşhaşin ilan edildi,
çuvalladılar.

Camianın yayınlarına bakınız, bir tanesi bile Hükümeti yıkmaya yönelik değil, iftira yok, yalan
yok. Tamamen kendini savunma var, iftira ve yalanı deşifre var. Ortada savaş yok, AK Partinin
arkasındaki fitneci oligarşik çetenin Camia’ya saldırısı söz konusu. Camia, nefsi müdafa yapmak
zorunda kaldı, çünkü AKP arkasına saklanan tüm global ve yerli şeytanları görebiliyor, AKP
içindeki müslüman kardeşleri adına da üzülüyor. İşin tuhaf tarafı, global fitne komitesine hizmet
eden fesat oligarşi, cemaati uluslararası komplonun parçası olarak göstererek maske takıyor,
takiye yapıyor.

Medyayı ele geçiren, MİT’i emrinde çalıştırdığını zanneden AKP aklını peynir ekmekle yemiş
gibi davranıyor. Halk, “Haşhaşin” iftirasına kadar Başbakan Erdoğan, yanlışından döner diye
umutla bekliyor ve söylediklerimize inanmıyordu. Hangi siyasetçi Hak dostuna ve alperenlerine
dünyanın en büyük şeytanlarının bile atamadığı iftirayı atarak siyasi mevta olmadan ayakta
kalabilir? Birlik olarak, destek olarak büyümek varken, ayrıştırarak yok ederek büyündüğü nerde
görülmüş! Umarım Başbakan, çok geç olmadan bu yanlışlarından, iktidarın verdigi güç
sarhoşluğundan döner ve biraz eleştriye açık olur. Aksi halde, 1. Dünya savaşı sonuçları gibi
büyük hayallerle çıktığımız bu yolculuktan büyük bir hüsran ile döneceğiz.

1908 ile 1918 arasında Osmanlı’da paralel cemaat kurmaya çalışan paralel devlet gibi çalışan 30
bin gönüllü ve devlet adamını bünyesine toplayan Teşkilatı Mahsusa vardı, güya amacı
Osmanlı’yı dağılmaktan kurtarmaktı. “İslamcılık ve Turancılık” ülküsü vardı. İnsanlar neden
geçmiş hatalarından ve tarihten ders çıkarmıyor diye sık sık sorguluyorum. Bir zamanlar Turan
hayali ile bizi 1. dünya savaşına sokanlar vatan sever insanlardı kendilerince. Ama onları o
cendereye itenlerin planları başkaydı. Yıllar sonra II. Abdülhamid tahtdan inince birkaç ittihatçı
ziyaretine gitmişti. II. Abdülhamit Han haritayı açtı önlerine, işaretleyin İngiliz sömürgelerini
dedi, işaretlediler. Yazın asker sayılarını dedi yazdılar. Bu adamlar iyi eğitim almış bilgili
insanlar demek ki. Peki dedi Han, işaretleyin Alman sömürgelerini ve asker sayılarını. Sıfır. Hiç
İngilizlere karşı Almanların yanında savaşa girilir mi diye sordu, şu kadarcık basit hesabı da
yapamadınız mı?

Eskiden Turan hayali idi, şimdi “Yeni Osmanlıcılık” hayali oldu. Hemde İslam üzerinden..
Halife ne demek, görevleri nelerdir. İslam coğrafyasını yönetmek, kollamak, düzenlemek ve
gelişmesi yönünde önünü açmak değil midir? İslamın dünya üzerinde gelişmesini hedefleyen bir
kurumun yada bu kurumu canlandırmaya çalışanların, dünya üzerinde en kapsamlı İslami
çalışmayı yapmaya gayret eden Camia’yı bitirmeye çalışması akıllara zarar bir tezat değil mi ?

Devlet büyüklerinin kafası çalışmıyor mu? demeyiniz! “Hikmeti Hükümet cahilliği” yüzünden
koca Osmanlı yıkıldı. Yukarıda yakın tarihten verdiğim örnekte cevabı yazıyor. “Yeni
Osmanlıcılık” üzerinden kurulacak bölgesel güç halindeki büyük Türkiye ile İslam Devletinin
yeniden devler arenasına döndürülmeye çalışılması amacı ile cemaatlere ve dolayısı ile İslama
darbe yapılması ne demektir? Devletin bekası için kardeş katli gibi fetvalar bu gidişatı
açıklamıyor mu? Mümin olduğunu iddia eden hükümet üyelerine silah dayasan
yaptıramayacağın bu katliamı, İslam adına İslam’a karşı yaptırıyorlar! Pes doğrusu!

“Paralel Devlet”, Buda’nın ilk defa kullandığı, Mevlana’nın meşhur ettiği, İbni Haldun’un
Sosyoloji’ye soktuğu, karanlık odadaki FİL galiba. Karanlık bir odadaki FİL’i anlatan Buda, Pali
kutsal kitabında cahillerin FİL’in tamamını görme yetisi, yetkisi, kabiliyeti, onuru, şahsiyeti,
cibilliyeti, aydınlığı yoktur; içlerinde FİL’i yok sayan bile vardı, der. Buda, Mevlana ve İbni
Haldun, FİL kıssası ile şunu anlatmaya çalışıyordu. Herşey elinizde tuttuğunuz nesne gibi
değildir, tüm resmi görmelisiniz.

Buda, FİL’i anlatmak için müridlerini karanlık odaya sakladığı FİL’in yanına sokar. Her biri
Fil’e dokunur, elleri her neresini kavramışsa, fili öylesine tanımlar. Eğer ZİFT HARAM
Medyanın gazeteci ve yazarlarına BUDA’nın Karanlık Oda’daki FİL’ini sorsak, kulağına
dokunur ve “bu büyük bir yelpazedir” derdi. Uzun kulaklarla bizi dinliyorlar bile diye bir kulp
uydurabilirdi. Kör ve sağır AK Trollere sorsak, kimisi filin bacağını tutar ve “bu kalın bir
sütundur” der, bizi ezecek feryadı koparırdı. Kimisi filin sırtına dokunmuştur, “bu geniş bir
tahtadır” derdi. Öküzlük var serde! Çare olmaz her derde. Tiran’a köle her yerde. Fil’i göremez,
görse de!

Tiran, bir DUHAN, iftira ve çarpıtmalarla karanlık sisli bir duman oluşturarak FİL’i, HİZMET’i
gizlemeye çalışıyor. Aydınlık günler demek ki yakın! Işığın düğmesine basacak bir akıllı
aranıyor, ışıklar yandığında oda bir FİL varmış diyecekler ve kendi yorumlarına, önyargılarına,
ahmaklıklarına, kendileride gülecekler. Deryaları geçmiş, yedi iklimde yedi düvele kendini
tanıtmış FİL’in derede boğulacağına sadece Tiran ve avanakları inanır. Hortumuna yapışırlar,
FİL’i de kendileri gibi HORTUMCU zannederler.

Tiran, FİL’i çekemez, durdurmak, yok saymak, ele geçirmek, zayıflatmak, öldürmek veya
kullanmak ister. Başaramayınca FİL’in kuyruğu var der! Kuyruklar, bühtanlar, takıp, tumturaklı
yalanlarla tenekeler bağlayıp çıkardığı gürültü ile halkı aldatmak, kandırmak ister. Çıkan toz
toprak ve duman, belki de kıyamet alametlerinden DUHAN’dır, gerçeklerin üstünü fitne, yalan
ve nifakla örter, imanları çalar.

Siz Yunus deyin, ben Hızır deyim. Siz Mevlana deyin, ben Said Nursi deyim. Siz Rabbani deyin
ben Gülen Hocaefendi deyim. FİL apaçık ortada, meydandadır. Hakk’tan gelen şerbeti, İçtik
elhamdülillah, Şol kudret denizini geçtik elhamdülillah, Kuru idik yaş olduk, elhamdülillah diyen
Yunus Emre, mesela saklanması mümkün olmayan bir FİL idi.
Başka bir FİL, “Rahminde cemiyetin, ben doğum sancısıyım. Mukaddes emanetin dönmez
davacısıyım” diye seslenen Necip Fazıl idi. Bugün HİZMET’i karalayanları görse, emin olun
yüzlerine tükürürdü. Yumurta yemekle geçti ömrü, ama haram yemedi.

Diğer bir FİL Mehmet Akif Ersoy, şöyle demişti: “Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.” Bugün FİL’i inkar edenleri görse şaşar, HİZMET’i
sövenlere, ‘ağzım kurusun, neredesin, yok musun; ey Adli İlahi! diye serzenişte bulunurdu.
Fili görmek için, zahiri bir lamba yeterli değildir, bazen Batıni lambalar da gereklidir. Fili,
HİZMET’i görmek için bazen fener, bazen Batıni lamba lazımdır. Karanlık oda’da FİL’e yeni
yorum getiren Mevlana, kıssadan şu hikmeti çıkarırdı: Bakış açısı, gözle alakalı değil, fikri
olgunluk, zihni dolgunluk ve ruhi derinlikle alakalıdır.
Tiran’ın sakladığı FİL’in büyüklüğünü yazmazsam çok ayıp olur. Tüm ülke, hatta dünya gördü
bunları ama görmek istemeyenler sürekli masal anlatıyor, maval okuyor. Tiran ile AKP modeli,
Fransız faşizmine dönüş yaparak cibilliyetlerini ortaya koydu. Çakma aşırı İslam milliyetçiliği
yeni formatlarıdır. Osmanlı’yı aşırı Türk milliyetçiliği ile yıkan Fransız eğitimli İttihat ve
Terakki elitlerinin Mason ve Bektaşi olup Türk olmaması ilginçtir.

Aşırı milliyetçiliğe dayalı laiklik, ulus devletle merkezi yönetim anlayışı, Fransız devrimiyle
ortaya çıktı ve imparatorlukları yıktı. Eğer Osmanlı, baskın dini anlayışa göre zorbalık yapsaydı,
624 yıl yaşayamazdı. Akademisyen Jose Casanova’nın dini yaşam ve inançların özelleştirilmesi,
devlet alanından çıkarılması teorisi, Tiranizm’in dayatmasıyla değerlendi. Zorba Politik İslam,
Tiranizm tecrübesi, sivil İslam’ın önemini ortaya çıkardı. Maneviyat ve ruhsallıkta baskıcı,
kontrolcü devlet olmaz.

Laiklik değil sekülerleşme modeli esas alınacak, tüm inançlara devletin eşit uzaklık ve yakınlıkta
durmasıyla eşitlik kavramı yerleşecektir. Fransız tipi Yakoben laikliğin dinsiz olarak sunulduğu
baskı dönemi, Politik İslam’ın nefret odaklı zorba Tiranizm anomalisini doğurdu. Bu süreç
sonrası, devlet alanı ve özel alan yeniden tanımlanacak, çok çeşitli bir toplumda gerçek seküler
anlayışın önemi keşfedilecektir.

Genelkurmay, yandaşların TSK’da cemaat yapılanması fitne yayın üzerine Fidel Okan ve
Abdurrahman Şimşek hakkında suç duyurusunda bulundu. Genelkurmay’ın suç duyurusunda,
TSK’daki Cemaatçi yapılanma olgusunun; “algı operasyonu, itibarsızlaştırma, nifak” sözleri
dikkat çekti. Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’in suç duyurusunda; TSK’daki
Cemaatçi yapılanma iddiaları, Ergenekon ve Balyoz gibi kumpastır dendi. TSK şikayet
dilekçeleri Başbakanlık’la birlikte Milli Savunma ve Adalet Bakanlığı’na da gönderildi. Ayrıca
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na da ulaştırıldı. Av. Fidel Okan, “Gizli” ibareli bu TSK suç
duyurularını yayınladı.
Genelkurmay’ın duruşu Tiran gibi değil demek ki. Paralel’in bir tanımı, kimliği, ismi cismi yok,
hukukta bu cadı avının yeri yok denilmiş. Yapılması gereken işte bu. Paralel iddiasıyla mağdur
edilen gerekli makamlara hemen suç duyurusunda, AYM’ye bireysel başvuruda bulunsun. Eğer
bir milyon paralel cadı avına suç duyurusu yapılır, dava açılırsa Tiran rejimi belki diktatörlüğün
demokraside yeri olmadığını anlar. Keşke herkes Genelkurmay kadar demokrat olabilse, Oy
aldık, kralız, Karun’uz, ezer geçeriz deyip Firavunlaşmasaydı.

Başka bir FİL düşünürümüz Cemil Meriç demişti zaten: Bir namuslular birde namussuzlar
vardır. Devletin memuruna paralel, Komünist, Alevi kulpları takmak yanlıştır. Polisleri paralel
diye gözdağı verip yolsuzluk, rüşvet ve ihanetlerini gizleme taktiği çileden çıkartıyor. Eskiden
devleti soyan Engin Civan, Güneş Taner, Cem Uzan gibi hırsızları yazdığımızda bir utanma filan
olurdu. Bunlar tam pişkin çıktı. Polisin en büyük emlakı Etiler arazisini Yasin El Kadı ve AKP’li
ortaklarına 465 milyon dolar devleti zarara uğratarak satan bir Tiran var ülkemizde. Bundan
büyük FİL mi olur? Bu FİL, ülkemizdeki tüm değerleri yıkıyor. FİL’i durdurmak yerine
alkışlayanlar, boyun eğenler çok…

2001’de “El Kaide ve Taliban mensubu olan ya da bu örgütlerle bağlantılı kişiler ve kurumlar”
listesinde olan Yasin El Kadı, kilit isimdir. Yasin el Kadı, Tiran marifetiyle kara listeden
ülkemizde çıkarılmıştır, zira AKP seçim kazansın diye haracın, kesenin ağzını açmıştır. Bank
Asya’nın batırılmak istenmesinin bir sebebide Yasin El Kadı’nın şirketleri aracılığıyla Albaraka
Türk’ün de ortakları arasında yer almasıdır. Yasin el Kadı, aynı anda hem Suudi Arabistan
İstihbarat Başkanı ve hem Savunma Bakanı olan Prens Bender’in Tiran’ı yemleme müdürüdür.
RABITA bağlantı olayı er geç patlayacaktır. Rahmetli Seyyid Kutub’un ailesi, El Kadı ile
Tiran’ın ailesi arasında ticari ilişkiler ayyuka çıktı.

RABITA’nın kara parasını Tiran ile aklayan ve ülkemizi Vehhabi esaretine alan Yasin el Kadı,
IŞİD’in ana sponsoru. Kumpas, işte budur. TÜRGEV Vakfına 100 milyon dolar bağışlayan
Muvvafaq Vakfı’nın başkanı Yasin el Kadı, RABITA’nın AKP ile ilişkilerini koordine ediyor.
Keşke bu kadar kirlenmese, bu kadar rahat iftira ve bühtan atmasalardı da, İslam’ın teblig
gücünü tahrip edenleri deşifre etmeseydim mi? Tek parti devleti haline geldikce ülkemize Suudi
Arabistan ve İran’daki gibi ruhu alınmış, ürkütücü bir İslami anlayışının hakim olması, en büyük
sorunumuzdur! Ülkemize yapışan bu lekeyi temizlememiz kolay olmayacaktır. İranlılar, dindar
değildir, toplumun kokuştuğunu oraya gidenler anlamıştır. Molla rejimi, İslam’dan nefret
uyandırdı, bunu mu istiyorlar? .İslam devleti sanılan İran’ın başkenti Tahran’da yapılan
sosyolojik araştırmada homoseksüellik oranı yüzde 22 çıktı, baskı dinden kaçırdı.

Ensar ve TÜRGEV’de toplanan paraların seçim kampanyalarında kullanılması, medya satın


alınması, satılık, kiralık kalem yemlenmesi, demokrasimiz adına bir sorundur. Arapları evdeki
kedisi kadar sevmeyen, Türkiye İran olacak, şeriat gelecek diye yeri göğü inleten derinlerin
Tiran ile ittifakı anlamlı ve büyük bir sorundur. Devlete yaslanarak haksız vakıfcılık yapmak,
kamu ihaleleri karşılığı haraçla, rüşvetle komisyon, zoraki bağış adı altında Humus toplama bir
sorundur. Cihad için herşey mübah fetvasıyla helale haram karıştırmaktır. Yabancı uyrukluların
bir partiye yardımda bulunması parti kapatma sebebi dir ve büyük bir sorundur.

Sorun, Suudi Vehhabi ve İran Şii anlayışında sivil toplum için farklı cemaatlari yok eden,
devletleştirmeye çalışan diktacı zihniyettir. Sorun, AKP ileri gelenlerinin kurdukları vakıflarda
hayır işleri yapması, hatta RABITA’dan gelen avatanta bağışlar, yardımlar değildir. Devletin
Diyanet’inde, milletin yaptırdığı devlet camisinde imam olabilmeniz için eğitim yetmiyor. Ensar,
Türgev gibi vakfın onayı lazım. Bu önemli bir sorundur. Tiranizm’in yol verdiği Vehhabi ve
Neocon atları; El Nusra, IŞİD, Horasan Örgütü, RABITA ile zoraki evlillikten doğan veledi
rüşvettir ve çok büyük bir sorundur. Tiran, Ensar, Birlik, Bereket ve TÜRGEV vakıfların
RABITA ile ilişkilerini cemaata “CIA ve MOSSAD’a çalışıyorlar” iftirasıyla gizleyemezsiniz.

RABITA’nın emriyle Türkiye’de Vehhabi selefi yapılanması Suriye’ye tırlarla silah taşıdı.
Erdoğan, maalesef onca ulufe aldığı bu ağababalarının emrine itiraz edemedi! MİT gözetiminde
dünyanın en tehlikeli terör örgütlerine silah ve kimyevi silah taşındı. Hatta militan ayarlandı,
THY ile bunlar bedava taşındı. TİKA’nın yurtdışındaki ofisleri hoyratca kullanıldı. 2011’den
beri Milli Görüş’ün yurtdışı camilerini kullanmak için anlaşmalar yapıldı, kesenin ağzı açıldı.
İnanılmaz paralar aktarıldı, rüşvetler, bütçeler verildi. 2010 yılına kadar rahmetli Erbakan’ sadık
olan Almanya ve Kuzey Amerika Milli Görüş teşkilatları 2011’den sonra aniden Erdoğancı
oldular. Oysa 2010 yılına kadar çok ağır sövüyorlardı. Erbakan, bu RABITA örgütünün
ağababalarıyla 6 meselede anlaşamadığı için 28 Şubat darbesi gelmişti! Kemikleri sızlıyordur.

Erdoğan mağdur edebiyatı için 1999’da kasıtlı olarak hapse atıldı. 1999’da oğlu Burak
Erdoğan’ın arabasıyla öldürdüğü kişi ve olay aynı güçlerin devreye girmesiyle basına yansımadı!
Amaç temiz itibar sağlamaktı. O gün Burak Erdoğan’ı hapisten kurtaran hakim, dün medya
darbesi yapmak için skandal talimatı imzalayan hakim İslam Çiçek idi. Kirli ilişkilerin tarihi
eskidir. Bunları en başından beri bilen biri olarak, acaba Erdoğan yakayı kurtarır mı diyordum.

RABITA deyip geçmeyiniz. Nakşbendilerin en saygın önderi Mehmet Zahid Kotku’nun


önderliğinde kurulan siyasi partilerde Erbakan liderdi ama, İran ve Arap ülkelerinden ciddi
finans ve lojistik desteği almalarını sağlayan hep RABITA idi. RABITA’nın editörü Neoconlar,
vitrindeki finansörü Yasin El Kadı olup, 1994’de Tayyip Erdoğan Vehhabi anlayışla işbirliğini
kabul etti! Ensar, Birlik ve TÜRGEV vakıfları RABITA sayesinde devleştirildi. Suudi
Vehhabiliği benzeri AKP devlet İslam’ı kuruyorlar, tüm tarikat ve cemaatleri sıfırlayacaklar.

RABITA gizli örgütü, 1986’da Haç için Mekke’de bulunan Fethullah Gülen’e finans ve lojistik
teklifinde bulunmuş ve ret cevabı almıştır! Gülen, ‘bu ülkede İslami hizmetler olacaksa
milletimizin tertemiz alın teri, helal kazancı ve bilek gücüyle olacaktır’ cevabını RABITA’ya
verdi. Ancak bu mert duruştan hiç ama hiç hoşlanmamışlardı. Uzatmalı bir savaş yaşanıyor.

Vehhabi İslam’ın Türkiye’de tutması için Tiran ve AKP avanakları üzerinden RABITA ülkemize
son 12 yılda milyar dolarlar akıttı. Sufi Anadolu İslam’ını boğmak konusunda radikal Kemalist
İslam ile aynı görüşü paylaşıyorlar. İslami tarikat ve cemaatlere hiç hoşgörüleri yok, zaten İslam
alimlerine Vehhabiler toptan karşılar. Kur’an İslam’ı diye bir türkü tutturmuşlar, ifratlıkta IŞİD
ve El Kaida gibi radikal yorumlarla cinayetler işleyip, katil olup cehenneme doğru gidiyorlar.

RABITA’nın Çeçen direnişçilerde etkinliği yüksek olduğu için Türkiye’de IŞİD’in askeri
eğitimini onlara bağlı SADAT grubu yapmıştır. AKP’nin Tiran oyuncağı SADAT’ı 28 Şubat
2012’de kurduğunu yazmıştım. RABITA, 1970’den bu yana tüm müslüman ülkelerine finansal
ve lojistik destek vererek Suudi selefilik (Vehhabi) anlayışını yaymaktadır. SADAT, Tiran’ın
JİTEM’idir. Faili meçhullarda kullanabilir. RABITA’nın güdümündeki Mustafa İslamoğlu/Fatih
Tezcan/Mehmed Okuyan selefilik adıyla AKP gençlik kollarında konuşmacı daveti alıyorlar
demiştim. ÖSO ve El Nusra reklamı yapıyorlar, ancak Suriye’ye giden gençlerimiz ne hikmetse
IŞİD’in eline düşüyor. Tahşiye dizisi Nurcular içindeki selefi akımı temsil ediyor! IŞİD/El
Kaide/El Nusra/Boko Haram/Eş Şebab/Ebu Seyyaf gibi örgütler hep RABITA’ya bağlıdır.
Üçüncü Bölüm

Süfyanizm’in dini anlayışı!

Rahmetli şehidimiz Muhsin Yazıcıoğlu’nun dediği gibi ne zaman gerçek Müslüman Türkmenler
ve Oğuzlar bu ülkenin yönetiminde söz sahibi olursa, o zaman Süfyanizm Oligarşisi sona
erecektir.Süfyanizm Oligarşisi dediğim kitle 150 yıllık yapıdır, devleti kendilerinin malı sanırlar,
iktidara gelenleri ele geçirir, kirletir ve yozlaştırırlar. Bu virüs bedene gireli çok oldu, beslendiği
habis gıda aşırı Türk milliyetçiliği oyunudur. Türk ve Milli olduklarını iddia ederek milletin
gözünü boyarlar. Örnekler verelim.

İttihat ve Terakki Partisini kuranların hepsi Bektaşi veya Masondur, Atatürk’ün bakanlar
kabinesinde 15 Mason Bektaşi vardı. Neden hiç sorguladınız mı? Dikta ve otoriter rejim neden
155’liklerle aydın insanlarını yedi? Veya hangi toplum mühendisliği projesi bu canavarı
doğurmuştu? Toplumun ayarlarıyla oynayanlar nasıl tokat yemişti?

Bektaşilik ve Alevilik konusunda detayları öğrenmek isteyenler 370 sayfalık Mason Bektaşiler
kitabımı okuyabilir, şu anda 6 üniversitede bu eserimle ilgili doktoralar yapılıyor. İçlerinde
London of Economic ve Chicago üniversitesi ve Marmara Üniversitesi İlahiyat bölümünde
olanları var, zira eserim akademiktir.

Bektaşilik yozlaşmadığı yıllarda ordunun ve milletimizin Sufi gücüydü, Balkanlar onların eliyle
kalplerde fethedildi, bu kültür 500 yıl önceki asil konumuna geri dönmelidir tezini avunuyorum.
Rahmetli Turgut Koca’nın dediği gibi, Bektaşilik’i kazırsan altından Sufi sünni İslam’ın
Anadolu’yu müslümanlaştıran manevi gücü Yesevilik, Hacı Bektaş Veli’nin ardında ise Sünni
Sufi önder Lokman Perendi çıkar.

Fitne kazanı, hayırlı vaka olarak tarihe geçirilen Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla 1826’da
başladı. Padişah 2. Mahmud’un annesi ve eşi Fransızdı, yakoben Fransız sistemi tanzimat
fermanı ile ülkemize ithal edilirken, devlet İslami cemaatleri devletleştirip, merkezi idareye
geçip, Osmanlı’yı ayakta tutan adalet ve hukuk anlayışını yok etti. 1826 ile 1856 arasında
Bektaşileri Osmanlı’nın 30 yıl çok sert ezmesi Alevi ve Sünniler arasında kin, nefret ve fesat
tohumlarının atıldığı yıllardır, acısı bugün halen sürüyor.

30 yıl boyunca yer altında kalan Bektaşiler 1856′da muhteşem geri dönüş yaptılar, aydınlanmayı
masonlukta buldular ama iölerinde bir kin, nefret vardı, aşırı Türk milliyetçiliği oyunuyla
Osmanlıyı 2. Abdülhamit’e yönelik Mahmut Şevket Paşa komutasındaki küçük birlik ve Selanik
dönmelerinin kurguladığı 1908 darbesinden sonra 10 yılda yıktılar. 80 bin nüfuslu dönmeler
kenti Selanik darbe merkeziydi. Bektaşi mülk ve tekkelerine 2. Mahmut’un 1826′de el koyması
ve Nakşiler üzerinden topluma zulmetmesi, Mason Bektaşileri ortaya çıkarmıştır.

2. Mahmut’dan bu yana devlet defalarca cemaatleri ele geçirmeye çalıştı, hepsi ters tepti.
Bektaşileri 1826′da 30 yıl kapattılar da ne oldu? 2. Mahmut 1821′de Halidi tekkelerine el koydu,
müridlerine zulmetti, bu zulme sessiz kalan Bektaşiler mağdur edilince pişman oldu, ne fayda!
Osmanlının tek Bektaşi padişahı Sultan Abdülaziz ile Bektaşi tekkeleri tekrar 1856′da açılırken,
Bektaşi tarikatı masonlar tarafından ele geçirimişti ve ritüelleri değiştirilmişti. Yozlaşma ve
kokuşma diğer tekke ve zaviyelerde de had safhaya ulaşmıştı. Kurtuluş savaşında son güçleriyle
mücadeleye destek verdiler ama Sufi kültürünü kaybetmişlerdi. O günkü konjonktürde bu
durumu yakından gözlemleyen Atatürk, tarikat ve cemaatleri ele geçirmeye çalışmadı, hepsini
toptan kapattı. Peki, cemaatler ve tarikatlar yok sayılınca yok oldular mı? Olmadılar, yer altına
çekildiler. Milli Görüşün ana damarı ve Erdoğan birazda Nakşilerin intikamıdır.

Süfyanizm Oligarşisi, 2. Mahmut’u geçmişte tepe tepe kullandı, aynı sistem bugün Recep Tayyip
Erdoğan’ı kullanıyor. Nakşiliği kullanan Erdoğan için ölçü iktidarda kalabilmektir. Sonuçta
Nakşi izler taşıyan Hizmet cemaatı düşmanlığı politikası izlettiği AKP’yi çatlatırlar ve akıl sahibi
ve vicdanlı her birey toplumsal barış için elbirliği içinde ortaya çıkan kini nefret, hased ve
kıskançlığı tamir etme yollarını arayacaktır. Süfyanizm Oligarşisi, son 30 yılda yetişen aydın
Müslümanları küçümsüyor ama eski Türkiye oyunları ile ülkemizi artık açık hava hapishanesi
yapamaz, içe kapatıp üstünde tepinemez.

Süfyanizm Oligarşisi dün Kemalist laikleri sopa olarak kullanıyordu, bu defa yeşil maske taktı
güç zehirlenmesi yaşayan AKP’yı sopası yaptı. Cumhuriyetin bağnaz eliti Süfyanizm Oligarşisi,
milletini iç düşman sayarak hep uzatmaları oynadı ama bu sefer yobazlığını tarihe gömeriz. Eğer
bir devlet cemaat, tarikat ve inanç durumuna göre milletini iç düşman sayıp zulmediyorsa,
devletin hukuk temelleri çökmüştür, yaşayamaz. Suç değişmez, hukuk yerine oturduğunda suçlu
hesabını verecektir. Demokrasi kültürünü özümseme, benimseme sorunumuz olduğu için gücü,
iktidarı elde eden zehirleniyor, ötekinin inancını tu kaka ilan ediyor. Demokratik bir ülkede
tarikat ve cemaatlere, herhangi bir dini inanca sahip olana, hatta şeytana tapanlara bile baskı
yapılamaz, fişlenemez ve zulmedilemez.

AKP, 2009′da 6 Alevi Çalıştayı yaptı, Alevilerin CHP’ye oy vermekten vazgeçmediğini


anlayınca onlara haklarını vermekten vazgeçti ve zulmetti. Gezi olayları bir sosyal patlama idi.
Almanya’daki Aleviler birey ve dini haklarını elde etmede başarı yakaladığı için benzerini
Ankara’dan talep etti, alamayınca 2007’de Cumhuriyet mitingleri, Haziran 2013’de ise Gezi
protestosu şeklinde AKP yüzünde tokat patladı. Arkalarında dış güçler ve eski mutlak
hakimiyetlerini özleyen yerel baronların desteği elbette vardı. Kendi halkına hakkını hukukunu
vermezsen Jön Türkler fenomeninde olduğu gibi Aleviler ve Kürtler de elbette dış güçlerin
oyununa gelecektir. Problem, AKP’nin kendi çıkarına değilse öteleyen yobaz dikta anlayışıdır.
Milleti yaşatmazsan kendini yaşatacak zemini arar ve bulur.

Elit Mason Bektaşilerin dedeleri peygamber soyundan olan insanlar olduğu halde Alevileri köylü
görüp nasıl ezdiğini, takiyeye zorladığını biliyoruz, yetmedi mi? Yanlış okumadınız ülkemizde
bulunan 350 Alevi dedesi Seyyid veya Şeriftir. Dedeğanlar ve Babağan arasındaki temel fark
budur. Bektaşiler liderini seçimle seçer ama Alevilerde lider peygamberimizin soyundan gelmeli,
Ehli Beyt’ten olmalıdır. Son yüzyılda Bektaşi önderleri mason olmak zorundaydı, çünkü
bürokraside yükselmenin tek çaresiydi.

Babağanlar, Cumhuriyet döneminde en fazla Dedeğan Alevilere zarar verdi. Cem evlerini ibadet
yeri saymayan yobaz devletci zihniyetin toplumda karşılığı yoktu, sünni nefreti kullandılar ve
Alevileri dışladılar. Aleviler köyden şehire gelince toplumun sosyolojisi değişti. AKP döneminde
Reha Çamuroğlu artık Alevilere zulmetmezler düşüncesiyle milletvekili oldu, ancak AKP’nin
Süfyanizm Oligarşisi tarafından ele geçirilmesine engel olamadı. Muhafazakar yobazlık AKP ile
zirveye çıktı, merkeze kendileri oturunca Alevileri çevreye attılar ve zulüm devam etti. Bu kısır
döngüyü kırmaya çalışan, Cem Evi ile camiyi berabeer inşa eden Fethullah Gülen Hocaefendi’yi
dışladılar, Alevileri heratik ve İslam dışı gören, ‘Cem Evleri ibadet yeri olamaz’ fetvası veren
Hayrettin Karaman’ın peşinden gitmek işlerine geldi.

Alevilere zulme 2009’da son verilebilirdi ama sünni cemaatlerden beklediğim destek çıkmadı,
ötekini anlamak istemediler. Merkezde kendini padişah sanan zalim zuşme doymadı ve sünni
cemaatlerden tam biat istedi. Biat etmeyenleri Aleviler gibi heratik sayıp ötekileştirdi. Dış
güçlerin oyuncağı derekesine indirdi. Anadolu’da ‘ulul azm olan devlet başkanına itaat etmeyen
dinden çıkar’ temel anlayışını kullandılar. Oysa zulme rıza zulümdür, ortak olmaktır, şer’an caiz
değildir. Mesela Erdoğan’ın Risale basımını devletleştirme ve Nur cemaatlerini devlet beslemesi
haline getirme projesi sürdürülebilir değildir, elinde patlayacaktır. Bu oyuna gelenler zalime
karşı mert üstadımızın hatırasına, mirasına zulmettiklerinden dolayı özür dileyecektir.

Erdoğan’ın cemaatleri devletleştirme politikasıyla ne Hizmet’in, ne Süleyman Efendi


talabelerinin, ne Mahmut Hoca, Cübbeli Ahmet Hoca nede Menzil’in bir köyünü bile ele
geçiremedi, yapısını, üyelerini, değiştiremedi. Zaten bu cemaatlerden kopmuş, limoni ilişki
yaşayanları kullanmaya çalıştı ve onları bulundukları bataklıktan çıkamaz hale getirdi. Hizmet’in
en küçük birimi ve bireyi dahi dimdik ayakta zulmü yapanları acıyarak izliyor. Halidi tarikatına
2. Mahmut’un zulmü 2 yıl sürmüştü, sonuçta 100 yıl müslümanları kuşatan aydınlık nuru yapılan
zulüm sürecinde çilede pişen erenlerin dava adamı haline gelmesiyle ortaya çıkmıştır. Mevlana
Halid Bağdadi, 1822’de vebadan öldü, cemaatının parlak dönemini göremedi, Gülen’de belki
göremeyecek ama biliyor ki, en gür seda İslam’ın olacaktır.

Ülkemizin gerçek sivil toplum yapılanması olan tarikat ve cemaatleri toplumumuz hep sevdi,
devlet onca çabaya rağmen bir köyündeki düzenini bile ele geçiremedi, kontrol kuramadı, direnci
yok edemedi. 1986′da GATA’da askeri öğrenciydim, Ömer Şarlak Paşa tarafından verilen irtica
brifingi dün gibi kulaklarımda çınlıyor, o gün tüm tarikat ve cemaaatleri iç düşman gösteren bu
zihniyetin yanlış olduğunu kavradım ve Süfyanizm Oligarşisine acımaya başladım. Zulüm
devam etmez, kendi başını yer çünkü.

GATA’daki irtica brifingine Cumhuriyet mollası yetiştirmek için kurulan Ankara ilahiyatın bir
profesörü olan İbrahim Ağah Çubukçu’yu getirmişlerdi. Gayesi bizi namaz kılmamak, oruç
tutmamak, hacca gitmemek konusunda ikna etmekti. Çubukçu’yu zorla dinlettiler; ‘namaz
kılmanıza gerek yok, sizin askerlik göreviniz bir ibadettir, ekstradan çabaya lüzum yoktur’
dediğinde kan beynime sıçradı. Bu zihniyet benim birey özgürlüğüme, inancıma karışmak
istiyordu, ‘kimse karışamaz’ diye içimden geçirdim. Ensemde Yüzbaşı Mehmet Tıbıkoğlu’nın
tokadı patladı, kulağımı çekti. Meğerse dışımdan söylemişim. ‘Kandıralı, sen Çubukcu hocamızı
en önde dinliyeceksin’ dedi ve aldı beni en ön sıraya oturttu. Ensem ve kulağım kızarık olarak
Çubukçu’yu dikkatli dinledim ve bu Süfyanizm Oligark anlayışını yok etmeye yemin ettim.
Aptal otoritelere başkaldırı kanımda vardı, GATA’da neler yaptığımı ve inanılması güç macerayı
henüz yayınlanmamış ‘GATAkulli’ kitabıma saklayalım.
Laik olduğunu iddia eden Cumhuriyet Türkiyesinde Diyanet İşleri Başkanlığı kurumunu Batılılar
anlayamıyor. Devletten maaş alan 130 bin molla ve müezzin olması, tarikat ve cemaatler
camileri ele geçirmesin zihniyetinin ürünüdür. Erdoğan, yolsuzluk ve rüşvetle ilgili Cuma
hutbesi okunmasını yasakladı, bu bile neden camilerin ve imamların özerk olması gerektiğini
fısıldıyor. Devletin dini kontrol politikası, tarihimizde hep tepkiler doğurdu. Cumhuriyetin ilk 25
yılında tarikat ve cemaatlere yapılan ağır baskıların sonucu tam bir yıkımdı. Dini yobazlık ve din
tüccarlığı arttı, hatta cenazeleri kaldıracak molla kalmadı. Adnan Menderes’in imam hatip
açması mantığı bundandı, yoksa dindar biri değildi. CHP diktatörlüğünün ezdiği millet
rahatlamaya başlayınca oy oranı yüzde 52’lere fırladı. Ancak Menderes’te Erdoğan gibi son 3
yılında Süfyanizm Komitesi tarafından kuşatıldı ve zulmetmeye başladı. Bu nedenle idam
edilmesine kimse karşı çıkmadı, hatta muhafazakarlardan yıllarca bir başımız sağolsun diyen
çıkmadı. Erdoğan’ı da aynı feci vefasızlık bekliyor; Türk gibi başladı “Süfyan” gibi bitirdi.

Erdoğan ve şürakası en üst düzeyde “Yezitleşme Sendromu” olan en vahim günahı da işledi. Bu
aşamadan sonra Anadolu’da yaygın tabirle desek, “AKP’den bir cacık olmaz.” Tekfir tezviratın
en açık örneklerinden biri sergilendi ve Fethullah Gülen Hocaefendi, İslam dinine “paralel bir
din” kurmakla suçlandı. Bu resmen “şeytanlaştırma”dan sonra gelen “kafirleştirme” sürecidir ve
Allah’ın davasını tüm dünyada temsil edenlere kumpası kuranların kaçacak delik aramaları ile
sonuçlanır.

Devlet İslam’ı dayatan derin oligarşi, kılık değiştirerek AKP olarak arzı endam etti. Ebu Hanife
İmamı Azam, çok büyük bir müçtehitti, aynı zamanda ticaret yapardı. Zorba İslam halifesi ve
yöneticilere karşı son nefesine kadar hapishanede direndi, hayatını siyasal İslam’a fetva vermek
istemediği için işkence altında verdi. İslam tarihi boyunca, siyasilerin İslam âlimlerini, hocaları
ve cemaatleri yargılaması yeni değildir. Mevlana’nın babasından Mevlana Halid’e bir sürü
tarihten örnek verebiliriz. Kıskançlık ve korku damarını şeytan çok iyi kullanıyor ve bugün
ülkemizde parti devletine ve gelecek iktidarlara tehlikeli yetkiler verilmiş oluyor. MİT yasası ile
İslam’ı ve eğitim hizmetlerini tüm dünyada besleyen, büyüten, yayan ve ülkemizi güzel tanıtan
cemaata global ve yerli fitne şebekesi AKP’nin toplum üzerinde henüz bitmemiş kredisini
kullanarak darbe vurmak istiyor.

Erdoğan’daki iktidar hırsı ve AKP’lilerin yedikleri tatlı devlet kaymağı uğruna, suçsuz yüz
binlerce insana acı çektirmek ayıptır, suçtur, günahtır. Vebali vardır. AKP’nin ve Erdoğan
ailesinin yaptığı tonlarca akılsızlıkların deşifre edilmesini bahane edip yolsuzluk ve rüşvetin
üzerini örtmeye çalışmak, bir cemaati seçim stratejisi çerçevesinde şeytanlaştırmak ve
kafirleştirmek kin ve nefret suçudur. Kim hükümeti devirmek üzere kumpas kurmuşsa, kim yasa
dışı yollarla yatak odalarına girmişse, bulunsun ve yargılanıp cezalandırılsın. Soytarılığa artık bir
son verin! İddia edildiği üzere kim yurtdışı güçler adına devlete karşı komplo içinde olmuşsa,
Allah onun belasını versin!

Kozmik Oda adlı Özel Harp Dairesi’nin Seferberlik Tetkik Kurulu’nda, Genelkurmay’ın
TUSHAD, MAK ve ÖKK özel yapısında Göktürk diri yazıyor. Ergenekon yeni bir şekle
büründü, yeşil müslüman maskesi takıyor. Başta Hrant Dink olmak üzere Rahip Santoro, Zirve
Yayınevi cinayetlerinin de aralarında olduğu birçok karanlık eylem, Kozmik Oda ve elbette
Genelkurmay’da bağlı TUSHAD’da bulunuyordu. Erdoğan bunlara ulaştı ama üstünü örttürdü.
Yaşanan siyasi atmosferde hükümetin Ergenekon çevresi ile uzlaşması sonucu Hizmet’e yapılan
zulüm başta İslami cemaatler olmak üzere toplumda derin bir çatlak oluşturdu ve hızla daha da
çatlatıyor. Durum net olarak açığa çıktı: Hükümet Ergenekon’la uzlaştı, ortaya Hizmet’i bitirme
planı çıktı. Kozmik Oda karartıldı, sivil darbe devreye sokuldu.

Erdoğan’ı PKK ile güya çözüm sürecine ittiler, bataklığa saplandı. Suriye cehennemine ittiler,
bataklıkta depeleniyor. Cemaatle kavga bataklığından selametle çıkması zor, boğacaklardır.
Allah zalime mühlet verir ki, kabında ne kadar pisliği varsa kussun. Mazlumu istihdam eder ve
zalimi yerin dibine batırması için sebepler dairesi tamamlanınca Allah zalimden intikamını alır.

Kim kazanıyor?

Batı dünyasındaki akademik seminer, konferans ve panellerde popüler soru şu: Suriye’de
mücadeleyi kim kazandı? İran “biz kazandık” diyor. Müslüman Kardeşleri Mısır’da kazığa
oturtan, Suriye’de yalnızlığa iten Suudiler ve Katar “biz kazandık” diyorlar. Parayı veren düdüğü
çalar; Türkiye rejimi önüne yattıklarının düdüklerini çalıyor, kaybediyor. Suriyelilerin ve
insanlığın kaybettiği kesin olan bu iç savaşta Türkiye ve Recep Tayyip Erdoğan’ın kaybetiği de
kesin.

İsrail, haklı olarak asıl Suriye’de “biz kazandık” diyor. Beşar Esad tabi ki, “herşeye rağmen
ayakta kaldım ve kazandım” havasında. Hiç kimse Suriye’de Türkiye’nin kazandığını
söylemiyor. Aksine 130 bin Suriyeli müslümanın kanı Ankara’ya fatura ediliyor. Kazanan bence
İsrail, İngiltere ve Neocon ABD konsorsiyumu, Rusya ve İran. Esad rejimine “Nusayristan”
kurdurularak ayrılması başından beri Neocon, İsrail ve Erdoğan’ın ortak planıydı. Esadı
iktidardan uzaklaştırmak asla gerçek hedef olmadı.

Rusya, askeri üssünü mükemmel korudu ve geri adım atmadı. Rus Lider Putin’in eğer,
“Suriye’ye girerseniz Rusya’ya savaş açmış olursunuz” uyarısı olmasaydı, gaza gelen Erdoğan
ekibi Suriye’ye girer ve çok Mehmetçik kanını gereksiz yere döktürürdü. Başkasının planı ile
Suriye’de Erdoğan hükümetinin gaza getirilmesine hep karşı çıktım, çıkmaya da devam
ediyorum.

Esad ile görüşmek için Şam’a tam 66 defa giden Ahmet Davutoğlu, bazen 7 saat aralıksız Esad
ile konuştuğunu 2012′de Toronto’da Konsolusluk açılışında tarafıma söylemişti. Eşi ile bile bu
kadar çok sohbet etmemiş Davutoğlu, nedense kanka oldukları Esad ailesiyle daha sonra papaz
olduklarını itiraf ederken, sıfır düşman politikasının nasıl herkes düşman noktasına geldiğini pek
kavrayamamıştı. Oysa Toronto’da 2012′de görüştüğüm Esad’ın yakınlarından bir istihbaratçı,
‘Erdoğan’ın İsrail ile işbirliği yaptığını biliyoruz, kardeş müslüman kanı dökülmesi oyunu bu. Bu
Yahudi oyununa evet derseniz sizi af etmeyiz’ demişti de inanmamıştım. Şimdi inanıyorum.
Aldatılan Ankara’nın yanlışa halen direnmesini anlayamıyorum.

Suriye’de iç savaşta akan müslüman kanı İsrail’in işine çok yaradı. Üçe fiilen bölünen ülke
zayıfladı, İsrail’in güvenliği sağlanmış oldu. Suudi Arabistan Kralının RABITA üzerinden
Suriye savaşı için Erdoğan ve AKP’lilerin kurduğu vakıflara yolladığı rüşvet bağışları hesap
edilemiyor.
Geçenlerde İranlı bir general açıkladı, herkesin dili tutuldu: “Sadece Katar şeyhinin Suriye savaşı
için Türkiye’ye ödediği meblag 40 milyar dolar. Bir defa da 5 milyar dolar gelen ödemeler
bulunuyor.” Bu iddianın yüzde 10′u bile doğru olsa büyük bir skandal koparması gerekirdi. Ama
ne gam! Kimse tınmıyor, Suriyelinin gözyaşını herkes ney gibi dinliyor.

Suriye’deki dökülen müslüman kanı halbuki pek büyük. 6 milyon mülteci zor durumda. 25 bin
tecavüze uğramış müslüman kadın var. Erdoğan’ı artık yurt dışında akademide savunamıyoruz.
Batıdaki karizmatik müslüman akademisyenler, Erdoğan ile İsrail’in ve MOSSAD’ın
Suriye’deki rolünü, Ankara ile derin işbirliğini fark etti, her yerde konuşuyorlar. Müslüman
Kardeşlerin doğal lideri sayılan Tarık Ramazan İsrail ile beraber Suriye ve Mısır’ı mahveden
Erdoğan ile her yerde dalga geçiyor. Elbette Ramazan. Mısır’ın liderliğine, daha sonra
Müslüman dünyası önderliğine hazırlanıyor.

Kısacası Erdoğan “dış mihrak” diye isim vermeden “İsrail uşağı” olmakla Gülen grubunu haksız
yere suçlarken, İsrail ile çok sıkı ilişkiler kurdu ve bunu ustalıkla kamuoyundan gizledi. İftira ve
bühtan attığı her şeyi kendisi bizzat yapıyor. Yeni MİT yasası çıkartarak, Hizmet hareketine
“casusluk ve vatan hainliği” davası açtırmak isteyen ve hukuk sistemini bypass peşindeki
Erdoğan hükümeti, kimin talimatı ile neden İslami Hizmetleri tüm dünyada en güzel temsil
edenlere savaş açmış olabilir? Global bir fitne planı oynanıyor. bunu fark etmemek
basiretsizliktir… Hariçteki aydın müslümanlar anladı, darısı bizimkilerin başına!

Sakın bu fitnede talepkar güç İsrail ve New York’taki 14 kişilik Hahamlar Konseyi olmasın!
Filistin’de İsrail’in haksız yere yerleşim alanlarını genişletmesine Obama bile itiraz etti, Kanada
ayıpladı, Ankara’dan halen ses yok. İsrail’in en büyük korkusu Pakistan’dan sonra İran ve
Türkiye gibi müslüman bir ülkenin nükleer güce sahip olmasıydı. Kontrole aldılar. İsrail’in asla
İran’a saldırmayacağı ortada. 5 yıldır diş gösteriyor, sonuç yok. Sakın hedefleri 2 nükleer santral
yapacak ülkemizin nükleer güç elde etmesini engelleme çabası olmasın!

Belki küçük bir haberdi, gözlerden kaçmış olabilir. Hollanda’da atılan imzalarla İsrail,
Türkiye’ye uyguladığı turizm ambargosunu kaldırdı. Hemen iki taraftanda yapılan
açıklamalarda yakında ilişkilerde normalleşme olacak denildi. Fatih Altaylı’nın Teke Tek
programında Erdoğan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan “İsrail’i hiç bir yerde veto etmediniz ama”
sorusuna “uzun hikâye şimdi” diyerek cevap vermedi. Aslında kısa hikaye, ilişkiler hiç bir
zaman bozulmadı, sadece AKP tabanı kandırıldı. Müslüman ülkelerde sahte bir kahraman
Erdoğan imajı oluşturuldu.

Popülist Erdoğan, Gazze konuşmalarıyla Arap dünyasının saygısını kazandı, İsrailli politikacıları
ekran önünde haşlaması, ezik müslüman gururunu okşadı. Ancak ne Gazze’de zulüm sustu, nede
Suriye ve Irak iç savaşlarında kan durduruldu. Üstelik yanlış akıl vermelerle Mısır’da İhvanlar
kaybedildi. Erdoğan, devrilmeden 40 gün önce hem Mursi ile hem Sisi ile görüştü. MİT
Müsteşarı ve Dışişleri bakanını darbeden hemen önce gönderdi ama hep yanlış danışmanlık
yaptılar. Neden acaba?

Bunun ispatı çok kolay. Davos’daki ‘Vanmünüt tiyatrosu’ndan sadece 3 hafta sonra İsrail’in
OECD’ye katılımına Türkiye “EVET” dedi! Nasıl ambargo uyguluyorlarsa artık, İsrail’in
yıllardır hayali olan üyelik gerçek oldu. Zaten Erdoğan programda tepkisini İsrail cumhurbaşkanı
Şimon Perez’e değil moderatore yaptığını aynı gün açıklayarak bir nevi İsrail’den özür dilemişti.
Kamu diplomasi sahtekarları, bu olayı tüm dünyada iyi pazarladı. Şimdi tükürdüklerini
yutuyorlar, herkes Ankara’yı yalancılıkla suçluyor.

Çakma Mavi Marmara krizinden sonra kriz yaşanan İsrail ile ticaret, dost ülkelerin parmaklarını
ısırtacak şekilde arttı. Öldürülen 9 masum Türk vatandaşı için tazminat görüşmeleri tam bir
soytarılıktı, esasen iyi bir bahaneydi. Sözde tazminat görüşmeleri adı altında meşrulaştırılan
AKP ve Telaviv dostluğu, görüşmelerde Suriye’nin konuşulması için gerekçe oldu. Zaten İsrailli
yetkililer hakkında açılan davalar nedense ret edildi, adam başı 100 bin dolar gibi komik bir
tazminat benimsendi, oda halen ödenmedi.

2014 Kasım ayında, Davutoğlu Gazze’de ağlarken, Kahire’de CIA, MOSSAD, MİT, Mursi’li
Mısır, Katar neler görüştü neler! Kahire’de ki görüşmeye dair derin MOSSAD sitesi kabul edilen
DEBKA “Bu gurup gözünü Suriye’ye dikti” diye yazdı o tarihlerde! Yani AKP-İsrail Suriye’de
hep omuz omuzaydı! 2010′dan itibaren Lübnan’da Beka Vadisi’nde ilk önce Irak ve Türkiye’de
yaşayan Suriyeli muhalifler, MOSSAD, Özel Harp ve CIA ortak ekibi tarafından eğitildi.

Sadece Suriye konusunda değil Kürdistan planı konusunda da harfiyen İslam düşmanı
Neoconların ve Stratfor denilen Amerikan derin devletinin verdiği takvim ve program izleniyor.
“Büyük Kürdistan”ı İsrail, Almanya ve ABD, KCK ile MİT’e kurduruyor. Suriye ve Kuzey Irak
ayağı tamamlandı. Türkiye ayağı hazır, sıra İran’daki 7 milyon Kürdü ayaklandırmaya geldi.
MİT, PKK yanlısı Kürt gruplara Suriye’de devlet kurdurdu, PKK yanlısı olmayan Kürt liderler
Bedo gibileri teker teker MİT’e bağlı Özel harp elemanlarınca öldürüldü veya başka yöntemlerle
etkisiz hale getirildi. “Barış projesi” adı altında 2012’de bitirilen PKK tekrar diriltildi. 1978’den
beri ülkemizde paralel devlet kurmayı başarmış PKK adım adım bağımsız Kürt devletini
organize etmeye yetkili kılındı. Diğer Kürtlerin boyun eğmesi için silahların gölgesi
kaldırılmadı. Liberal Kürtlerin sesi boğuldu, ülkemiz Filistinleştirildi!

Özeti, İsrail ile asla bir kriz yok. AKP, Yahudi dostları ne derlerse onu yapıyorlar. En son örnek,
Filistin’in El-Minar dergisi, Türkiye’den askeri bir heyetin İsrailli subaylarla Suriye sınırını
ziyaret ettiğini yazdı. Dergiye göre Esat rejimini devirmek için Ankara ve Tel Aviv başından beri
beraber hareket ediyor. İç savaş kasıtlı çıkarıldı, silah sürsat ticareti yapıldı. 2000 tır silah MİT
gözetiminde Suriyeli muhalifler adı altında El Nusra dahil herkese silah sattı. Hata sarin gibi
kimyasal silahlar satıldıve El Nusra’ya teslim edildi. Kısacası Gazze’yi siyasi şov olarak
kullanan Erdoğan Filistinliler nazarında derin bir hayal kırıklığı meydana getirdi.

Nereye gidiyoruz?

Türkiye’nin nereye doğru gittiği konusunda endişeli olanların sayısı her geçen gün artıyor. Yakın
geçmişte ülkemizde 2002’den beri demokratik ve ekonomik bir devrim olduğuna inanan ve
AKP hükümetini yere göğe koyamayanlar şaşkın! Kanadalı akademisyenler, Batılı karizmatik
düşünürler, politikacılar, gazeteciler, özellikle Türk olmayan müslüman entelektüeller ve Türkçe
bilen Türkiye uzmanları, otoriter, Gestapo tarzında yönetilen Hitlervari bir Türkiye veya yeni bir
Baas rejimi istemiyorlar. İslam ülkelerine model olarak pazarlanan ülke imajımız hızla eriyor.
AKP’li yoldaşlara göre: “Hiç birşeycik olmaz, hepsi liderimizi kıskanıyorlar, seçim galibiyetini
çekemiyorlar!”
İstanbul’a gittiğimde uğradığım yerler vardır, nargilecilerin adresini bilmezseniz ülkenin nabzını
tutamazsınız! Zira muhafazakar liberal kimlikle dolaşan “entel dantel takımı tontonlar” buralarda
vakit öldürür, lümpenleştiklerinin farkında bile değillerdir! “Hikmeti hükümet” söylemleri,
güzellemeler, sövmeler, sevmeler nargileden çıkan dumana karışır, keyifler gıcır olsun,
ekonomik kriz olmasın yeter!

İstanbul’dan gelen zenginler zümresinden bir dostumla Manhattan’da gezdik, anlattı: “Fatih
semtinde Atbaşı meydanı yeni gözde mekanlardan artık, yılların eskimeyen Tophane’de Çınaraltı
müdavimleri makam mansıp elde edince, cepler kaynağı belirsiz bol para görünce Beyazıt
nargilecilerine takılırlar. Piyer Loti ve Florya kafe müslüman sosyete mekanıdır, Ahmet Hakan
bile Nişantaşı kafelerini bıraktı. Sonradan görme muhafazakar lümpenlerinin İstanbul’da yeni
yuvasi kubbe midir, gabbe midir bir türlü adını belleyemedim, bir kuytu nargilecisi daha
bulunuyor.” Nargileci siyasal İslamcılar acaba yanıbaşlarında ezan okunurken Fatih veya Kılıç
Ali Paşa camisine namaz kılmaya giderler mi diye çok gözlemledim? Merak İşte! Başörtülü
hanımların erkeklerle çok rahat konuşup nargile püfürdetmelerine suizan etmemek için kendimi
epey zorladım. Mudo’nun dondurmacısında gördüğüm manzaralar pes dedirtti!

“Kahrolsun İsrail ve ABD” derken, coca colasını içen, ayağında adidas, gözünde raybon gözlük,
tepki lazımsa Rabia işareti yapıp, keyfine devam eden bir nesil gördüm. Bunlar için rüşvet,
haraç, komisyon, yolsuzluk, yalan, dolan, iftira, imarda usulsüzlük, devlet ihalesinden haksız
kazançla İslami hizmetler yapmak helal ve caizdi. Milletin alın teri ve himmetiyle 160 ülkede
koşturanlar ise birden bire “vatan haini”, “casus”, sigara bile içmeyenler “haşhaşin” olmuştu ama
olsun diyorlardı, yeterki rahatları bozulmasın!

12 Eylül öncesi de puslu havada ortak referans ve değer yargılarını kaybetmiştik. Demokratik
toplumun karşı karşıya olduğu ciddi bir tehdit! Ergenekon dava sürecinde de bir tarafın
demokrasi için fırsat gördüğü davalar, diğer taraf için iktidarın muhalifleri susturma aracıydı.
Toplumu kamplaştıran bir “Ahzab ordusu” var. Bir taraf çürüme diyor, diğeri istiklal savaşı,
birinin hırsız dediğine, diğeri hayırsever diyor!

Türkiye’de demokrasi ve ekonomik devrime gözlerini çeviren Müslüman Ülkeleri hayal


kırıklığına uğratması, AKP ve Erdoğan’a günah olarak yeter! Bir süredir öyle adımlar atılıyor ki,
düne kadar AK Parti’yi hararetle destekleyenden, artık sadece hayal kırıklığı ve eleştiri
duyuyorsunuz. Birileri bizi biz yapan değerlerin altını oyuyor. Çevremiz kaynıyor. Suriye’deki
çözülmenin faturası, 130 binden fazla cana mal oldu ve 6 milyon müslüman, hem kendi
ülkesinde mağdur, hemde can havliyle kendini dışarı atarak zoraki mülteci haline getirildi. Peki,
Suriyeli muhaliflerin 25 bin Suriyeli kadına savaş ganimeti fetvasıyla, anlık Muta nikahı ile
tecavüz ettiğinizden haberiniz var mı? 15 yaşındaki Suriyeli kızların bin dolara yokluk çeken
babalarından satın alınıp Arap zenginlerine cariye veya hizmetci olarak satıldığını biliyor
musunuz? Sanki övünecek bir şeymiş gibi Erdoğan, “2 milyon Suriyeli mülteciye kucak açtık”
dedi, geri kalan beş milyon mülteci ne alemde haberi var mı?

Amerikalı ve İsrailliler Erdoğan’ın kendisine aşırı özgüvenini kullanarak ülkeyi Suriye’de


çamura batırdı, ideal müslüman ülke imajı çizildi. Batılıların Suriye’de ikiyüzlü davranmasına
neden şaşırıyoruz. Bosna’da 300 bin müslümanın katilleri onlar değil mi? Erdoğan tuzağa
düşürüldü. AKP’lilere bakacak olursanız Erdoğan’ı kandıran ve kızdıran Obama olmuş. Sanki El
Nusracıya CIA yardım edin demedi gibi davranınca çileden çıkmış Erdoğan! Kendisini halife
sanmıştı, gaza geldi. BOP liderliği elinden alınınca uyandı, bölgesel liderliği İran’a terk edip içe
döndü! Meğerse Suriye’de Türkiye aldatılmış, ABD ve İsrail Türk atını Suriye’ye sürüp bir taşla
kuş katliamı yapmışlar. Peki, bizim Dışişleri, MİT ve başbakan neden hala yaptıkları onca yanlışı
savunuyor?

17 Nsan 2014’de Wifrid Laurier Üniversitesinde tez savunmamda bulunan Dr. İdrisa Pandit ile
Suriye konusunu özel bir yemekte konuşurken, Erdoğan’ın Suriye müslümanlarını
Afganistanlaştırmasına değindi. Waterloo Üniversitesi İslami Araştırmalar Merkezi Başkanı Dr.
Pandit, Katar şeyhi ve Suudi Kralının paraları ile Suriye müslümanlarını iç savaşta birbirine
kırdıran Erdoğan’a çok kızgındı. Suriye’de Sarin gibi kimyasallar dahil 2000 tır silah satılan
muhalifler içindeki sözde El Kaidacı El Nusra örgütü ABD tarafından Erdoğan’a çakılmıştı! Peki
satılan silahlardan niye rant sağlandı? Dr. Bessa Momani Türkiye uzmanı bir Kanadalı
akademisyen, Global and Mail gibi en seviyeli yayın organındaki yazılarında Erdoğan’a ‘artık
yeter’ dedi.

Son 12 yıldır AKP ve Erdoğan’ı destekleyen Batı’daki karizmatik Müslüman akademisyenler,


Suriye iç savaşındaki kan nedeniyle Erdoğan’ daha yüksek sesle suçluyorlar. Dr.Bessa Momani,
açıkca, “10 yıl iyidiniz ama artık bırakma vakti geldi” diyor. Eski tabulardan kurtulmaya
başlayan Türkiye Erdoğan’ın iktidar hırsı nedeniyle yeni tabular üretti ve ötekileştirdiklerini
kimse inanmasada siyaseten “iç düşman” yerine koydu. Basın özgürlüğü açısından MİT yasası
endişe verici. Twitter, youtube yasağı, HSYK, MİT yasalarında hükümet hesap verme
yükümlülüğünü zayıflatma çabalarıydı. Bunlar ülkeme yakışmıyor, sırıtıyor.

Nereye mi gidiyoruz? Toplumumuz çözülüyor, ülkemizi yolsuzlukla batan Malezya yapmaya


çalışanlar kukla ve cambazlara ‘neme lazım’ diyoruz! Kanuni Süleyman’a Şeyhüİslam Yahya
Efendi, ‘devlet neme lazım dendiğinde çöker’ demişti. Yeni Türkiye, hukuk ve demokrasiyi
üzerine kurulacaktır.

Suriye sınırındaki Akçakale Gümrük Kapısı’ndan IŞİD’e silah yapımında kullanılan malzeme
sevkiyatı yapıldığı belgelendi. Gümrük müdürü ve görevli memurların gözetiminde iki ay
boyunca yapılan skandal sevkiyat objektiflere takıldı. Bugün gazetesinin 1 Eylül 2015 tarihli
görüntülü, belgeli Güngör Ergün’ün haberi Erdoğan hükümetini çıldırttı. Bu haber ülkeyi sarstı:

“Türkiye’nin Suriye’ye açılan sınır kapılarından Akçakale’de büyük bir skandala imza
atıldı. Akçakale Sınır Kapısı’ndaki gümrük memurlarının desteği ve gözetiminde IŞİD’e
silah malzemelerinin gittiği belirlendi. IŞİD’e sevkiyatı gösteren fotoğraflar dehşete düşürdü.
Silah ve patlayıcı yapımında kullanılan metal levhalar, suni gübreler ve patlayıcı yüklü variller
iki ay boyunca TIR’larla IŞİD’e sevk edildi. IŞİD elemanlarına ait görüntülerde ise
bu malzemelerin nasıl silah ve patlayıcıya dönüştüğü net bir şekilde görüldü. Akçakale Gümrük
Müdürü C., Muayene Memuru Ö., Kolcu M.S., Kaçak bölge amir vekili F.K, Kaçak Amir Vekili
G.S’nin skandala adı karışan gümrük görevlileri olduğu iddia edildi. IŞİD’e
gönderilen malzemeler arasında zırh yapımında kullanılan her birinin ağırlığı 400-500 kilogram
olan levhalar olduğu görüldü. IŞİD’in silah yapımında kullandığı malzemelere ilişkin ortaya
çıkan görüntüler iseAkçakale Gümrüğü’nden geçen malzemelerin nerede kullanıldığını ortaya
koydu.Akçakale’den geçen bu levhaları IŞİD’in kuvvetli zırh yapımında ve şekil verilerek havan
topu şeklinde kullandığı bu görüntülerde net bir şekilde görüldü. Gümrükten geçişine göz
yumulan malzemelerin sadece bununla da sınırlı kalmadığı anlaşıldı. Silah yapımında kullanılan
elektrik aksamları ve kabloların da adı geçen gümrük memurlarının göz yumması sonucu
sınırdan geçirildiği ileri sürüldü. Fotoğraflarda kabloların ve elektrik aksamlarının geçirilişi de
yer aldı.

Malzemelerin hiçbiri saklanmadan herkesin gözü önünde gümrükten geçirildi. Sadece fünyelerin
açıktan geçirilmediği, bunların koliler içinde sevk edildiği iddia edildi. Skandala göz yuman
gümrük memurlarının patlayıcı madde yapımında kullanılan suni gübrenin geçişine de kayıtsız
kaldıkları görüldü. Suni gübreler çuval çuval gümrükten geçirilirken, patlayıcı madde yapımında
kullanıldığı bilinen gübrelerin geçişini gümrükte görevli amirler F.K. ve G.S. ile muayene
memurları Ö. ve T.’nin izlemekle yetindiği fotoğraflarda yer aldı. IŞİD için gümrükten geçirilen
silah malzemelerinin büyük miktarlarda olduğu belirtildi. İki ay boyunca her gün 2 TIR suni
gübre, 1 TIR metal levha, 1 kamyon elektronik malzeme ve kablo gümrükten geçirilirken, iki
günde bir de 1 kamyon borunun IŞİD’e gittiği öne sürüldü.

Gümrükten geçirilen malzemelerin gözden kaçacak kadar küçük bir sevkiyat olmadığı
kaydedildi. Malzemelerin hepsinin IŞİD için Suriye’deki güvenli bölgelere TIR’lar ile taşındığı
aktarıldı. Akçakale gümrüğünden geçirilen bir başka malzemeise patlayıcı madde yüklü variller
oldu. Varil varil patlayıcı madde gümrük memurlarının gözü önünden geçerek IŞİD’e gitti.” 57

Erdoğan’ın İpek Medya ve şirketlerine tepkisi çok sert oldu. Baskına uğrayan Akın İpek’in tek
suçu tüm dünyanın bildiği AKP hükümetinin terörü destekleme suçunu resmen ortaya
çıkarmasıydı. Bugün yazarı Nazlı Ilıcak, absürt durumu şöyle özetledi: “Türkiye’de terör aldı
başını gidiyor. Her gün şehit cenazeleri, her gün insanlar ölüyor. Ama siz, mevcut olmayan bir
terör örgütünün peşine düşmüşsünüz. Bu terör örgütü acaba hangi cinayetleri işledi? Kimleri
öldürdü? Durumun bir özetini vereyim: Sizler rüşvet aldınız… Bizler terörist olduk.” 58

2011’den beri Erdoğan neden birdenbire bu kadar değişti? Başkanlık inadı ve selefi terörüne
destek karşılığı RABITA'dan aldığı ulufeler, kirli Katar ve Suudi hibeleri, halifelik iddiası
sayılabilir. ABD'deki Ziraat bankasına dair kara para incelemesi, IŞİD'e giden silahlar ile
Türkiye'yi kuşatan küresel güçler Erdoğan'a her istedigini yaptırıyordu. İran ambargosunda
doğalgazdan aldıkları korkunç rüşvet ve kara para operasyonunda komisyon yine İran devleti
tarafından koz olarak kullanılacaktır. İran elindeki birçok kozla Erdoğan'ı önüne yatırmış
durumdaydı. Kuzey Irak ile Erdoğan kaçak petrolde küresel güçlere göre suç ortağıdır. IŞİD'e
silah satışı, sınırdaki lojistik destek, petrol alımı ve militan yollanması gibi belgeler dağ gibidir;
Erdoğan'ı her türlü kepazeliğe razı edecek seviyededir. Kuzey Irakt’tan Erdoğan'a ve yakınlarına
yine varili 28/30 USD dolardan aldıkları petrol koz olarak kullanılmak üzere belgeleriyle ortaya
çıktı! Bu konuyu Kürt petrolu musluğu da kesildi başlığında yazmıştım. 59 PowerTrans skandalı,
bir lideri tahtından edecek kadar büyük. Irak ile ilişkilerin bozulmasının ana nedenlerinden ama
aldıran sanki yok gibi maalesef... Erdoğan'ın her anının yabancı istihbaratlar tarafından her

57
Güngör Ergün. “IŞİD'e taşınan silah malzemeleri Akçakale Sınır Kapısı'nda görüntülendi,” Bugün gazetesi. 1 Eylül
2015.
58
Nazlı Ilıcak. “Sizler rüşvet aldınız… Bizler terörist olduk.” 4 Eylül 2015.
59
Faruk Arslan. Kürt Petrolu Musluğu da kesildi. 23 Ağustos 2015.
dakika dinlendiği ve her türlü skandalını belgeledikleri net belli oldu. İnkar da etmediler,
edemediler.

Erdoğan ülkeyi mafya reisi gibi yönetiyordu. Medya ve meslek örgütleri basın özgürlüğü
konusunda kenetlendi. Mafya artık Beştepenin başında yer alıyordu. Tek adamın özgür medya
nefreti hırsızlıktan ve ihanetten kaynaklanıyordy. İpek Holding, 2014’de 113,5 milyon vergi
öderken, AKP'nin hayırseveri Reza Zerrab son 4 yılda toplam 21 bin TL vergi ödedi. Kimin
hırsız kimin arsız kimin ise vatan evladı olduğu netleşiyordu. Net konuşarak sağlam bir duruş
sergileyen aazeteci yazar Ahmet Altan gibiler insanlığın omurgasıdır. Özgür medyan olmazsa
ülke diktatörün insafına kalırdı.
Akın İpek'in 3yıl önce "Gülen'in bir tebessümüne malvarlığım feda olsun" sözü bugünkü
imtihanının sebebi olduğu gibi gücünün de kaynağıdır. Doğru olan eğilir ama yıkılmaz, hep
düzgün ve dimdik durur. Doğru olmasak susardık, devlet teröru ile halka zulmeden Erdoğan ve
mafia idaresi hep kullandığı halkın iradesini artık kaybetmiştir, iktidarda kalmak için devletin
zulüm gücüne güveniyor. Saray gülüyor; millet ağlıyordu! Ülke koskoca bir zulüm diyarına
döndü, Havuz medyası halen diş gösteriyordu. Erdoğan yanlısı gazeteci Nagehan Alçı:
"Propaganda savaşını bizim kazanmamız lazım" diye arsızca niyetlerini yazdı. Güç hepsini adeta
delirtmişti.
Hayatında trafik cezası olmayan Akın İpek'in şirketleri 2 yılda 43 kere denetlendi. Hepsi tertemiz
çıktı. Baskın IŞİD manşetin intikamıydı! Akın İpek'e 5 milyar dolar kara para suçlaması yapan
MASAK; 2 yılda 135 kere mali defter incelemelerine tertemiz raporu vermişti. MASAK'ın Akın
İpek'e yüzlerce kez temiz raporu vermesinin hiç önemi yoktu,tetikçilerin kelle istemesi
yetiyordu.. Selami Altınok'un geçici seçim hükümetinde niçin Bakan yapıldığı anlaşıldı, hızlı da
başlamıştı Arap basını olayı "Erdoğan, IŞİD'e yardımı belgeleyen medya grubuna baskın yaptı.."
diye doğru gördü.
Erdoğan'ın, Davutoğlu'nun, Bakanların, Akın İpek'in evine kaç kez gittiğini, uçağına kaç kez
bindiğini sayabilen sessiz kalan Havuzcu var mıdır? Ahlaksız İlişkiler diz boyu idi! Hükümet;
gazeteci Tuncay Özkan'a Kanaltürk'ü geri vereceğini söz vermiş, karşılığında Paralel'le
mücadelede destek istemişti... Şehitlerin sayısını, okul ve medya baskınların devamını AKP'nin
yaptırdığı anketler belirleyecekti...Çok Yazık! Ahmet Altan: “Medya operasyonuna 'oh olsun'
diyenler; Erdoğan'a bilerek veya bilmeyerek AJANLIK yapmaktadırlar..” dedi ve vurguladı:
"Erdoğanın bir geleceği yok artık.Sen başkan olmayacaksın. HEPİMİZİ ÖLDÜRSEN DE
BAŞKAN OLAMAYACAKSIN!"60 Hürriyet Ombudsman'ı Faruk Bildirici: "Akın İpek ve
Bugün Gazetesi'nin yanındayız" diye twit attı.

Akın İpek, Ali ve Melek gibi iki helal insanın çocuğu, Ali beyin Anafartalar Çarşısı yanında
mütevazi koza davetiye dükkanını 1983 ve 1984 arası GATA Sağlık’ta askeri öğrencisi iken sık
sık ziyaret ederdim. Çünkü Akın İpek beyin babası Ali bey ile ortak bir dostumuz vardı: DYO
boya Ankara bayisi Kayseri develili İsmail bey. Cami kuşu olmanın faydaları vardır. Ali bey
hayatı boyu beş vakit namazını Anafartalar Çarşısı hemen yanında Pazar karşısındaki tarihi
camide ikame etmiş bir veliydi; orada ilk defa 1983'de tanışmıştım. Akın beyle tanıştığımı
hatırlamıyorum. İsmail bey, Alanya’da yazlığında komşum ve cami arkadaşım olan emekli bir
askeri memurdu. 4 oğlu ile Akın bey samimi idi. Ben gençtim ama yaşlılara camide eşlik
ederdim.

60
Ahmet Altan, Bugün Tv ve STV’ye 1 Eylül’de canlı yayında konuştu.
Altan’ın dediği gibi Koza İpek gurubuna olan bu saldırı cemaate yakın olduğu için değil muhalif
kesimin sesi olduğu için susturmak istiyorlar. IŞİD'e mühimmat dolu yüzlerce TIR gönderdikleri
halde, "Battaniye gönderdik" diyen insan müsveddeleri dururken; KOZA'da terörist aramayın!
Ahmet Altan sürecin kahramanı olmuştu.
Gerçekleri, en yalın haliyle çarpıyor yüzlerine..
İpek medya gibi özgür medyayı siyasi gerekçe ile Erdoğan'ın susturma gayreti, yolsuzluğu da
artık geçtik, vatana selefi terörle ihaneti örtme girişimi şüphesiz idi! Erdoğan'ın IŞİD ve PKK
terörü ile doğrudan organik ve inorganik baglantıları; kandan beslenen yapısı hala AKP’lileri
neden acaba uyandırmıyordu?
Oysa İpek grubuna operasyon ile Erdoğan'ın IŞİD selefi terörüne desteğini dünyada duymayan
kalmadı. Bu günah ve veballe diktatör olsan ne yazardı ki!. Selefi terörüne desteğine dair
belgeler ve bilgiler net ve sağlam dedikce bana “deli” diyenler akıllı kimmiş anladılar; ama bu 4
yıl geç oldu. Sabırlıyımdır, beklemeyi bilirim.
MİT tırları skandalını skandal biçimde kapatarak bu ihanet, haram ticaret ve savaş suçları
yanlışından dönme firsatlarını teptiler. Artık geri dönüşü olmayan bir çıkmaz yola girdiler.
Dördüncü Bölüm

İki farklı İslam, iki Türkiye!

“Celladına aşık olmuşsa bir millet, İster ezan ister çan dinlet. İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet,
Müstehaktır ona her türlü zillet!” (Ömer Hayyam).

AK Parti’nin izinden gittiği siyasal İslam ile Fethullah Gülen Hocaefendi’nin takip ettiği
Anadolu Sufi İslam’ı keskin ayrışma noktasını geldi, hatta olay bunu da aştı. Bu mücadele,
Waterloo ve Wilfrid Üniversitelerinin ortak bölümü olan Global Governance’da kabul edilirse
Felsefe alanında benim doktora tez konum. Din ve Kültür Kürsü Masa Başkanı Dr. Paul Freston
ile bu konuyu müzakere ettik, İslam’ın bir ideoloji olmadığı ve AKP’nin İslam’ı yolsuzluklarla
kirletmesinin kırılma noktası olduğu konusunda görüş birliğine vardık. Türkiye uzmanı Kanadalı
akademisyenler, bizi bizden daha iyi takip ediyor, oturaklı ve sağlıklı yorumluyorlar.

Din ve Kültür Bölüm fakülte profesörleri; koordinatör Dr. Christopher Ross ve kliniksel
psikoloji ve ruhani tedaviler uzmanı Dr.Richard Walsh, master tezim olan kalp merkezli Sufi
Farkındalık Terapi modelimin sosyal hizmetler, psikoterapi ve psikolojide çığır açabileceği
konusunda beni cesaretlendirdiler. Sufizm ilgi odağı haline geldi ve Sufi terapiler İngiltere’den
sonra Kanada’da nihayet biraz zorlarsak akademik eğitim müfredatı içine girecektir.

Dr. Freston’a dedim ki, Gülen’in cemaatı, İslami anlayış ve Kur’an’ı yorumlama açısından 4
konuda AKP’den ayrışıyorlar. İslam’da yönetim, şeriatın uygulanması, insan hakları, birey
özgürlükleri ve düşünce azatlığı konusunda iki grup arasında ciddi uçurumlar bulunuyor. Gülen,
‘Kur’anda yüzde 95 oranında iman, ahiret, teblig ve ahlaki öğretiler var, devlet siyaseti işin
yüzde 5’i’ derken, Erdoğan ‘particiliği Kur’an’a yüzde yüz giydiriyor ve kendini İslam’ın ve dini
hizmetlerin tek kurtarıcısı halife’ gösteriyor. Erdoğan, mutlak biat istiyor, Gülen ise tarikatsız
bireysel Sufiliğin modern temsilcisi olarak helal ile haramı birbirine karıştıran, siyaseti yalancılık
ve kamu hakkını yeme mesleği haline getirene biat etmiyor. Bu direniş ibretle izleniyor.

Dr. Freston’ın Gülen’i yakından takip ettiğini görünce biraz daha derin analiz yaptım: “Bugün
Türkiye’de ve tüm dünyada yaşananlar aslında İbni Teymiye ile İbni Arabi savaşıdır” dedim.
İbni Arabi ekolü ve İbni Teymiye ekolü tarih boyu hep çarpışmıştır. Halifeler güç zehirlenmesi
yaşadığında Sufi mürşidlere kulaklarını tıkarlar. Daha yakından örnek vermek gerekirse,
“Bediüzzaman Said Nursi-Seyyid Kutup” veya “Bediüzzaman-Mevdudî” ekollerinin savaşı da
denilebilir. Sufizm uzmanı Kanadalı profesörler anladı: Sufi İbni Arabi Gülen’i, İbni
Teymiye’nin İslam’ını kullanan Vehhabi doktrini Erdoğan’ı temsil ediyor. Suudi Arabistan,
bugün İbni Teymiye’nin 10 ciltlik Kuran tefsirini siyasetine alet edip kralın talebine göre fetvalar
çıkartıyor. İnkar etsede Hayrettin Karaman’dan fetva alan Erdoğan’ın tam olarak yaptığı da
budur.

İbni Arabi, dinin devlet elinde yozlaşmasına en sert muhalefeti yapan bir alimdi. Politik İslam’ın,
dinin dünyevileşmeyi örtmek için bir kılıf olarak kullanılmasına karşı çıktı. Devrin halifesine,
“sizin Allah’ınız altın” dedi, Şam’da Emevi camisinden çıkan cemaate de “sizin Allah’inız
benim ayaklarım altındadır” dedi. Moğol işgalinden ve yıkımdan hemen önceydi, 500 eser
vermiş devrin müceddidi İbni Arabi’yi bu sözleri nedeniyle Şam Kadısı Halife’nin emriyle
yargıladı. Önce idam vermek istedi, ulema umeraya karşı çıktı, halk isyan edince, ceza tecrid
içinde ölene kadar sürgün yaşama çevrildi. Gülen’e de aynı ceza verilmedi mi? İbni Arabi,
80′inde vefat ederken, cenazesi Şam’ın çöplüğüne atıldı. 500 sene kaldığı ıssız mekan Şam
çöplüğünden onu bir rüya üzerine Yavuz Sultan Selim Şam’ı fethinde gelip kurtardı ve hak ettiği
yüksek makamı verdi. Arabi’nin “Allah’ınız altımda” dediği ayağının bastığı yeri kazdırdı ve çil
çil altını buldu.

Kanadalı profesörler bana, “ülkenizdeki amansız mücadeleyi kim kazanır?” diye sordu. “İbni
Arabi’nin izinden giden devrin Mevlanası kazanır” dedim. Mevlana, yumuşak üslubu ve aşk yolu
ile 50 yılda tüm Moğolların Sufi Anadolu kültüründe müslüman ve Türk olmasını sağladı. İbni
Arabi, Mevlana, Niyazi Mısri, Mevlana Bağdadi, Said Nursi ve Gülen Hocaefendi’nin yolu
aynıdır, kalp yoludur, sıratı müstakimdir, siyaset yolu değildir. Mevlana’ya bazı densizler
“Moğol ajanı” demişti, oysa vahşileri uysallaştırıyordu. Devrin Moğolları, Gülen’e “ CIA ajanı”
diyeceklerdir. Cemaata açılması planlanan casusluk davası binlerce insanı hicrete zorlayacaktır.

İbni Teymiye Harran doğumludur, İbni Arabi Anadolu’da Sadrettin Konevi’nin üvey babası olup
Mevlana’yı 12 yaşında tanıyıp, “aşkı bu okyanus diriltecek” diyen velidir. İbni Teymiye siyasal
İslam’ın babası gösterilir. Aslında oda başlangıçta Sufi idi, halifeye yaklaşınca “devlet imamı”
oldu, sözde sert bir “Asrı Saadet modeli” kurarken sayısız siyasi fetvalar verdi. İbni Teymiye,
Karaman gibi bir İslam alimiydi, ama halifeye sunduğu İslam modeli yozlaşma, hırsızlık ve
kamu soygunlarını engelleyemedi. Moğollar, İslam ülkelerini yağma edip taş üstünde taş baş
üstüne baş bırakmazken, müslümanlar dünyaya dalmış zevk içinde beş vakit namaz kılıyordu.

Rehavete dalıp dünyevileşen müslümanları Moğol belası ile cezalandıran Rabbimiz adli
Mutlaktır, zulüm sebebsiz değildir. Malum Hülağu, İskendireye’yi yakıp, Bağdat’ta zavallı
halifenin ihtişamlı sarayına konduğunda ilk işi halifeyi lüks havuzunda boğmak oldu. İslam’ı bir
ideoloji derecesine indiren, yolsuzluklarını örtmek için İslami söylem kullanan halifeyi ve
şürakasını Allah, zalim Moğol eliyle terbiye etti. Allah, zalimi bir kılıç olarak kullanır, sonra
döner ondan da intikamını alır. İnşallah, bu süreç sonrası, Hizmet hareketi safralarını atar,
temizlenir, cemaat enaniyeti kalmaz. İbni Arabi okuyanlar bilir; Adetullah’tandır, Nemrud’u
sinek öldürür, Firavun, korktuğu sarayında beslediği Musa’yı Kızıldeniz’e kadar takip eder ve
Allah’ın orada gazabıyla, zalim ordusuyla boğulur, Rabbimizin hikmetinden sual olunmaz.

Vehhabi rejimi 300 sene önce ortaya çıkaran İngiliz ajanı Hempfred, Abdülvehhab efendiyi
Necef’te egosundan yakaladı, Osmanlı karşıtı Arap milliyetçisi yaptı. “İngiliz casusunun
itirafları” isimli kitapda bu süreç anlatılır. Ecdatımızı Araplara arkadan vurduran İngiliz ajan
Lawrence, Vehhabi rejimini Ebu Suud ailesine teslim ederken, Erdoğan şimdi bu rejim benzerine
talip. Müslüman Kardeşlerin Mısır ve Suriye’de yükselişinin,Vehhabi rejimi Suudi Arabistanı da
yıkacağını gören Kral, Erdoğan’ı Yasin El Kadı’nın milyar dolarlarıyla yanına çekti. Erdoğan’ın
Mısır ve Suriye’de Müslüman Kardeşleri tavsiye ettiği yanlış politikalarla mezara gömmesi
yetmedi, şimdi hedefinde cemaat var. İslam’ın ak, temiz, kirlenmemiş yüzünü tüm dünyada
temsil eden cemaat ile boğazına kadar yolsuzluğa batmış “siyasal İslamcı”yı herkes ayırıyor.
Türkiye’den dönen arkadaşım, Ulaştırma Bakanlığı’nda yolsuzluğun nasıl yapıldığını birinci
elden anlattı, ağzım açık kaldı. Devlet soyuluyor. 259 bin TL’lik bir ihale, bakanlıkca 800 bin
TL’ye yandaş şirkete verilmiş. Aradaki fark,yüzde 20 başbakana ve diğerleri diye bölüşülmüş.
Başbakan diyordu ya, “devletten ihale almak yolsuzluk değildir.” Hakkı 2 lira olan ihaleyi
yandaşa 10 liraya verir, aradaki 8 lirayı cukkaya indirmek nedir? Kanadalı yabancılar bile ne
kadar rüşveti kime vereceğini biliyor ve projelerine bunu yazıyorlar artık. Utanmayacak mısınız?

Erdoğan, 30 Mart seçiminden sonra AKP içindeki güya küskünlerden çakma bir parti kurdurup
toplumun AKP’den kurtulma umutlarını oraya boca edebilir. İran’da yıllardır havagazı alma
böyle yapılıyor. Birileri cambaza bak diyor ve Erdoğan’ı cemaata karşı kullanıyor. Erdoğan’ın
miadı dolunca buruşturup atacaklardır. “Yeşil 28 Şubat”, iki seneden önce bitmeyecektir.

AKP ile Cemaat arasındaki farklar!

AK Parti ile Gülen cemaatı, İslami anlayış ve Kur’an’ı yorumlama açısından 4 konuda
ayrışıyorlar. İslam’da yönetim, şeriatın uygulanması, insan hakları, birey özgürlükleri ve düşünce
azatlığı konusunda iki grup arasında ciddi uçurum bulunuyor. AKP, diğer İslami cemaatleri
devletin gücüyle kendine benzetirken, cemaatın başındaki karizmatik liderin entelektüel duruşu
nedeniyle cemaat mensuplarını kendi potalarında eritemedi, satın alamadı. Bir AKP’li üst düzey
dostum bunu açıkca söyledi: Çalmıyorsunuz, sorun bu!

Birinci temel farklılık, AKP, “politik İslamizm” ile İslam’ı bir ideoloji derecesine indirgiyor.
Müslüman Kardeşler’in yaşadığı onca başarısızlığa, Erbakan’ın partisi 4 defa kapatılmasına
rağmen İslam’ı siyasi bir akım haline getirme yanlışlığını onaylatmaya çalışıyor. Cemaat, “İslam
dini evrenseldir, bir partinin kamu hakkı yeme, ticaret yapma, oy toplama ve kazanç elde etme
aracı olamaz” diye dik ve sağlam duruyor. Çünkü kesinlikle İslam’ı bir ideoloji olarak görmüyor,
ve asla bir partinin tekelinde olmayacak kadar yüce, son din olarak görüyor.

Milli Görüş gömleğini çıkardığını iddia eden Erdoğan’ın insanları yanılttığı ortaya çıktı. Şimdi,
‘çıkardım’ dediği dar gömleği yüzde 50 oranındaki seçmene zorla giydirmeye çalışıyor. Bunu
yapabilmesi kolay değil. Belki de bir Hitler olup, kitleleri aşırı sağ uça taşıma hayali var ki,
başarırsa tarihe geçer. Ancak, merkezi sağdan seçmeni marjinal sağ alana götürmek için ona bir
Gestapo devleti lazım! Genelde aşırı sağ liderler merkeze yaklaşır, seçmen temayülüne uyarlar,
bunun tersini bu zamana kadar sadece Hitler ve Mussoloni gerçekleştirdi. Sonlarını biliyorsunuz,
kendileri ile birlikte ülkelerini yıktılar.

İkinci ayrışma noktası, AKP tepeden inmeci, İngilizce tabirle “top down” veya meşhur Fransız
terimiyle bir “Yakobenlik” peşinde, diktacı devlet anlayışı benimsedi. Yolsuzluk ve rüşvet
operasyonundan üç yıl önce başlayan güç zehirlenmesi başbakanın “bossy” tavırlarıyla Gezi
olaylarında patladı. Ekonomi kötü durumda olmadığı için başbakan dış düşman fobisi meydana
getirerek Gezi’den yüzde 5 oy artımı ile çıktı. saldırgan üslubunun yine ona oy olarak döneceğini
sandı. PKK ve Ergenekon ile ittifak AKP’ye yaramadı. Hele cemaat düşmanlığı ile resmen
çakıldı.

Erdoğan’ın yeni yaptırdığı bir anket çalışmasında AKP, 30 Mart seçimlerinde yüzde 29’a
düşmüş gözüküyor. “Yüzde 1 oyu var” diye küçümsenen cemaatın özgül ağırlığı ve oyunun
yüzde 15 ile 20 arasında etki gücü olduğu ortaya çıktı. Başbakanın tüm telaşı devletin
kaymağının elinden kayması. Seçmen oyu ile beslenen “Hitler”imiz, oy kaybettikce daha
buyurgan kanunlar çıkardı. Devleti partileştirdi.

Cemaat, halkın en tabanından gelen, sivil toplumcu, antipolitik, dini ilhamla yola çıkmış bir
camia. Batı’da İngilizce tabirle bunlara, “grassroot” diyorlar, “bottom up” denilen aşağıdan
yukarı çıkan, ayağı yere sağlam basan yapılar. Said Nursi Hazretlerini bile durduramamış
“Zındıka Komitesi” veya bugünkü adıyla “Fesat Göktürk Oligarşisi”nin Nursi’nin temelini attığı
şahs-ı maneviyi yüze katlayan Gülen cemaatını bitirmesi imkansız. Bu süreç, mert ile namertleri
ortaya çıkarıyor. Ülkemiz, tek bir adamın hırsları uğruna kredisini tüketirken, AKP içinden,
aydınlardan ve İslami kesimlerde yaşanan suskunluk insanı çileden çıkarıyor. Gülen Hocaefendi,
zalimlik karşısında susanlara bu sefer gönül koyuyor, sitem ediyor.

Üçüncü ayrışma noktası, AKP, despot, eski model bir devleti, yani eski Türkiye’yi temsil eder
hale geldi. Yasakçı, devletin herşeyi kontrol ettiği, fişlediği, ayrıştırdığı ve iç düşmanlar ürettiği
bu yapıyı yeniden yaşatmak, hortlatmak bu devirde imkansız. Aşırı devletçi sistemler, sadece
geri kalmış ülkelerde halen yaşıyor. Gelişmiş Batı devletlerinde devletin bireylere baskısı en az
seviyeye düşürülüyor, diğer ifadeyle devlet küçülüyor. AKP, devleti büyütürken, hızla
kadrolaşıyor ve kendisine sürekli oy verecek asalak bir kitle oluşturuyor, akıntıya kürek çekiyor.

Cemaat, özgürlükcü, birey ve insan merkezli yeni bir Türkiye peşinde. 165 ülkede edindiği
tecrübeleri ülkemize taşımaya çalışıyor, ancak oligarşik çete birey özgürlüğüne son yıllarda
darbeler vurarak ülkeyi kapalı bir açık hava hapishanesi haline getirmeye çalışıyor. Cemaatın
insan haklarını esas alan duruşu Batı’dan takdir gördükce devletçi AKP komplo teorisi üretiyor.
Gelenekçi ve yenilikçilik anlayışında cemaat ileri ve modern bir vizyon sergilerken, AKP, geri
kafalı, yobaz, değişime karşı bir konuma düşüyor.

Dördüncü ayrışma noktası, AKP’nin Kur’an, Hadis anlayışı ve yorumu çok çıkarcı ve sadece
yönetmeye endeksli. Oysa Kur’an’da Said Nursi’nin ifadesiyle sadece yüzde 5 olan devlet
yönetimini, AKP yüzde 100 olarak görüyor. Nurcu cemaatleri yanına alan Erdoğan ve şürakası,
hiç Risale okumadığı halde Gülen gibi Nurculuktan yargılanmış bir lideri Nurcu olmamakla
suçluyor. Nurları siyasete alet eden başbakan ve AKP, ama suçlanan siyasetten Said Nursi gibi
kaçmaya çalışan Gülen Hocaefendi.

Cemaat, Nursi’yi takip ederek Gülen’in peygamberimizin modeli Kur’an ve hadis anlayışını
savunuyor. Yani önce devlet yönetimi esas değil. Zira, Kur’an yüzde 95 oranında insanların,
imanı, tebliğ, ahireti ve ahlakı ile ilgileniyor. “Halifelik yarışı” diye ortaya atılan fitnede bu
yorumlama farkı net olarak ortaya çıktı. “Halifelik ve Mehdilik” iddiasında bulunarak
cemaatlerden biat alan Erdoğan, bu iddialarda bulunmayan Gülen’i haksız yere suçluyor.

Yurt içi ve dışında beş bine yakın vakıf ve dernek kurmuş, eğitim, ayrılıklar ve yoksulluk
sorunları ile ilgili sayısız proje hayata geçiren cemaat, devlete muhtaç değil. Bağımsız oluşu ve
devletin dini cemaatleri devletleştirme girişimine olumsuz yanıt vermesi nedeniyle hedef haline
getirildi. “Devlette ikilik olmaz” denilerek sanki cemaat devleti “paralel yapı”yla ele geçirmeye
çalışıyor kara propagandası yapılıyor. Oysa cemaata sempati duyanların devlet memuru olması
kadar doğal bir durum olamaz. Yanlış olan devlet memuru olan herkesin zorla parti devleti gibi
düşünmeye, yaşamaya zorlanması. Bu resmen birey özgürlüklerine saldırıdır. Medyanın Erdoğan
tarafından ele geçirilmesi ile basın, fikir ve düşünce özgürlüğü tamamen liderin inisiyatifine
bırakıldı. Bu tür ülkelere demokrasi değil, “diktatörlük” diyorlar.

Tüm gelişmiş Batı ülkelerinde Gülen cemaatı gibi sivil toplum yapılanmaları devleti yanlış
yaptığında uyarır ve kamu yararını devleti soyup soğana çeviren hırsızlardan üstün tutarlar.
Halkın tabanından koşan sivil bir hareket olarak son 50 yılda toplum güvenini kazanan cemaat,
hırsızlık yapmayarak ve doğrulukla bugünlere geldi. Aslında, sivil toplum ve sosyal hukuk
devleti nasıl olur, bir partiye yaslanmadan sivil toplum halkına eşit ve adil nasıl sosyal yardım
götürür gösterdi.

Cemaatın modeli, bugün İskandinav ülkelerindeki, Kanada ve Avusturalya’dakı sosyal demokrat


modellere bakılarak anlaşılabilir. Sivil toplumu güçlü olan bu ülkelerde birey özgürlüğü devletin
çıkarlarından daha önemlidir. Devlet, hiç bir cemaat mensubunu damgalamaz, cadı avı yapamaz.
Başka bir ülkeye çalışıyor iddiası ispatlanmadığı sürece saçmadır. Suçta bireysellik esastır,
topyekun bir cemaatın günah keçisi yapılmasına Batılı demokrasiler gülerler, kimse bu
akılsızlığa inanmaz.

Erdoğan AK Parti kurulurken, Menderes’in halk adamı imajına ve Özal’ın dört eğilim mirasına
sahip çıkarak merkezi sağa oturdu. Ancak oligarşik fesat komitesi, 3. dönemden itibaren hızla
AKP’nin, Başbakan ve ailesinin zafiyetlerini şantaj unsuru olarak kullanarak AKP’yi
Ankaralaştırdı. Şimdi Erdoğan, CHP’nin Milli şef döneminde takındığı aşırı zıt uçta geziniyor,
ayrıştırıcı, ötekileştirici üslupla seçmeni iteliyor ve hakları ellerinden alınmış bireylerden de
utanmadan oy istiyor.

Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Liberallar, ülkemize AB standartları yakalansın ve özgürlüklerde


medeni seviyeye gelelim umuduyla AKP’ye oy verdi. İlk defa bir Ermeni Patrik, sağ bir partiye,
AKP’ye seçmenleri yönlendirdi. Merkezi Teksas’ta Houstan’da bulunan Gülen Enstitüsü
Müdürü Dr. Doğan Koç anlattı: “2007 seçiminin ertesi günü Teksas’tan bir heyetle Fener Patriği
ile görüştük, patrik AKP seçimi kazandı diye çocuklar gibi şendi, mutluydu. Elbette Heybeliada
Ruhban Okulu açılacak diye bir beklenti içindeydi.”

AKP ve cemaat arasındaki söz konusu dört temel fark, bugün daha belirginleşti, sosyologların ve
politik bilimcilerin gözüne net biçimde çarpıyor. Cemaat, en önemlisi AKP’ya yapışan hırsız ve
rüşvetçi imajına ortak olmayarak güvenirliğine leke sürülmesine engel oldu. Bu nedenle
Erdoğan’ın yaptığı hakaretlerin yakın gelecekte cemaat adına büyük bir kazanç olduğu
açıktır. Allah, cemaatın helal himmetine AKP haramı karıştırmıyor.

IŞİD ve El Nusra, RABITA ve Tiran’ın, Neoconlardan peydahladığı piçidir, nesepsizdir,


soysuzdur. Bu araçla Suriye’yi 2015’de işgal edeceklerdir. Ülkemizi IŞİD ve PKK ile
karıştıracaklar. Gebe kaldığı güçlerin gayrı meşru çocuğunu Erdoğan iki sene içinde
doğuracaktır. Operasyonlar hamilelik sancısından kaynaklanmaktadır! Erdoğan, Türkiye
devletinin ağırlığı ve Neoconlara gücünü ispat etmek için Afrika ve ABD’de cemaat hakkında
konuşarak, kendisini tamamen sıfırladı. Kredisi tükendi, tarihin tozlu raflarına süpürülmeyi
beklerken, yandaşlarını ilelebet iktidarda kalacakları efsunları yapıyor, gazlar veriyor. Erdoğan,
Neoconlara ve RABITA’ya güvenerek Hizmet Hareketini tüm dünyada terörist ilan etmeye
kalktı. Utanmıyor, yalan söylüyor. Oysa RABITA’nın devletler bazında ciddi bir ağırlığı yoktur.

Kertenkele ile sünni kesimlerle alay edilirken, Tek Türkiye’deki vehhabi zihniyetin telin
edilmesi üzerine, senaristine gözaltı yaptırdılar. Tabii Tek Türkiye’den PKK’da rahatsız! Fakat
asıl talep Rabıta’dan geldi. Zira PKK yapı itibariyle diziye yasak getirmeyi teklif etmez!
Anadolumuz, Sufiliğin, Kuran ve Hadis’ten beslenen gerçek Sufi önderlerin kalbidir. Tiran’ın
Vehhabi İslam ithaline izin veren namertdir, son karakolu Neotekfircilere kaptırmayacağız.

AKP teşkilatlarında Vehhabi (Selefi) akımın temsilcileri olan Mustafa İslamoğlu ve imitasyon
Fatih Tezcanların konuşmacı yapılması, Vehhabilerin AKP üzerindeki derin nüfuzunu
gösteriyor. Selefiliğin Vehhabilik olmadığını Kanada akademisinde tüm gücümle anlatmaya
çalışıyorum. Bu konuda İslam uzmanı az, taraflı veya yetersiz kalıyor. Gerçek Selefilik, düz ve
öz Müslümanlıktır, bunun içi ve dışı Suudi Vehhabiliğinin Cihadist ve Neotekfirci selefileri
tarafından çoktan kirletildi. Tiran’ın alet olduğu bu oyun, 2015’de tamamen deşifre olacaktır.
İngilizler tarafından dünyanın birçok ülkesinde (Rusya/Kırgızistan/Latin
Amerika/ABD/Avrupa/Afrika/Uzak doğu) Vehhabilik düşüncesi, ana akım Suudi selefilik
devleti resmi İslam’ı adıyla sunuluyor. Oysa Vehhabiler milyarlarca petrodolarlar akıtsalar da
Sufileri, Şiileri düşman gören, aşırı Arap milliyetçiliğine dayalı bu Vehhabilik asla tutmadı.

Küresel güçler, ABD ve İngiltere tarafından Suud ailesinin devlet başkanı olduğu ülkede
Vehhabi düşünceye de hilafet projesi verilmişti! Şimdi projeler çakıştı. Erdoğan’ın Latin
Müslümanlar Birliği/Vatikan/Mescidi Aksa hamleleri halifelik adına halkı arkasına almak istedi.
Tüm adımlarını RABITA not ediyor ve yeri geldiğinde uyarıyor. ABD’de Demokratlar (Obama)
ağırlığını koymasıyla Suudi Arabistan ve Katar IŞİD’i terör örgütü ilan etti. Erdoğan ABD’de
hizaya getirildi! Neoconlara bağlı RABITA’nın emrindeki Erdoğan sonuna kadar bekledi.
Suud/Katar’ın hamlesinden sonra karapara, terör dosyası Tiran’a diz çöktürdü.

Sen tut yıllarca; “huzur İslam’da” diye diye siyaset yap, insanları ikna et, sonra git İslam’a en
büyük zararı veren terör örgütleri IŞİD ve El Nusra’ya yardım et, üzerilerinden kazandığın
servetle Tiranlık ve Karunluk kur! Tarih son diktatörlerin akibetini yazmak için gün sayıyor,
birlikte göreceğiz... Alman BND’nin ulaştığı IŞİD ile gelen Yezid servetini Ahmet Davutoğlu'na,
'Erdoğan'ın İsviçre hesapları'nı sordular. Cevap veremez, bu servet nasıl oluştu cevaplayalım.
Zaten 3 yıldır aralıksız yazıyorum, ülke insanımız nihayet bunlara inanmaya başladı.
Ebru canlı mahlasını kullanan twitter hesabı @canliebru2 sıradan bir hesap değil, IŞİD olayını
araştıran ve belgeleyen, dağıttıkları Emniyet İstihbarattan izlenimi uyandırıyor, okuyalım:
“RTE'nin para kaynağı ile ilgili 5-6 gün üst üste yazmak istiyorum. Nasıl bir MAFYA
babasıymış okuyunuz. Herkes vaatlerine bir kaynak bulma derdinde. AKP’liler “biz gidersek 4
ay bile devam ettiremezsiniz” diyorlar. Bir mafya babasının başka bir hayat alternatifi yoktur.
Aslında “iktidar olamazsak 4 ay bile yaşayamayız” diye okuyunuz siz o sözü. RTE’nin bir
rivayete göre 140 milyar USD’si var. Ebru yazsa dikkate almazdınız belki ama İsmail Hakkı
Pekin deyince kıymete bindi. İHP eski Genekurmay Başkanlığı istihbarat başkanı, sarı çizmeli
değil anlayacağınız. 2 gündür basındaki iddialarını okuyorsunuz. Detaylandırmak bana kaldı.
Bugün anlatacağım ‘kısım’ IŞİD ile ilgili kısmı. Yalnız rica ediyorum Körfez ülkeleri de okusun
bunları, nasıl kazık yediklerini anlarlar. IŞİD silah parasının koordinasyonunu Mücahit Aslan ve
Yasin El Kadı yaptı. Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’dan 25 milyar dolar
aldılar. 5 milyar Dolar ile Sırbistan ve Bulgaristan’dan silah alıp 20 milyar Doları iç ettiler.
Mühimmatı MİT kontrolündeki TIRlar ile Suriye’ye götürdüler.
IŞİD’e militan ve silah taşımak için 1500 adet Toyota pick upp araç aldılar. Bayırbucak
Türkmenlerine alıyoruz diyerek faturayı örtülü ödenekten millete ödettirdiler. Gıda, çadır, eşya
vb. malzemeleri Kızılay ve AFAD tırları ile taşıdılar. Çoğu zaman AFAD, TİKA gibi kurumların
örtülü ödenekleri kullanıldı. Ama IŞİD’E teslimde tahsil ettikleri 1 milyar doların üzerindeki
parayı da yine iç ettiler. IŞİD’e ait olan paraların da MİT vasıtasıyla takasını yaptılar.
Her transferden hakları olan! %10 komisyon her seferinde itinayla tahsil edildi, alandan
verenden. MİT vasıtasıyla IŞİD’e teslim edip 1 milyar Dolar civarı parayı tahsil ederek onu da iç
ettiler. Bu vesileyle IŞİD, RTE için neredeyse bir hazine gibi algılanıyor. “IŞİD varsa RTE için
25 milyar Dolar var” Savaş demek rant demek gerçeğini en iyi anlayanlardan RTE. “Ya ölen
insanların kanı, ellerine bulaşmıyor mu” diyen takipçilerim beni takip etmeyi bıraksınlar lütfen,
polyanna okusunlar.”
Ebru Canlı, bu kanlı haram ticaretin hangi güzergah üzerinden, hangi paravan ve taşeronlarla
yapıldığını da şöyle kaleme aldı:
“RTE’nin gayrı-meşru malvarlığının kaynağında 2. perdeyi yazacağım şimdi. RTE’nin IŞİD ile
ilişkisinin resmi kılıfı kâğıt üzerinde kurulu ama gerçek hiçbir faaliyeti olmayan Beyaz El
Derneği’dir. İnsani yardım malzemesi görünümlü silahlar, çoğu zaman resmi sahibi ‘MİT’ olan
bu dernek üzerinden yapılır. 2012 Temmuzdan 2014 Hazirana kadar en az haftada bir tane
olacak şekilde, Beyaz El Derneği’nin Uçakları direkt olarak Ankara, Gaziantep ve Hatay’a iniş
yaptılar.
Aynı zaman diliminde Qatar Havayolları, BAE’nin Etihad Havayolu ve Air Sırbia da, Ankara’ya
uçaklarla “insani yardım malzemesi” görünümlü silah ve mühimmat taşımıştır. Bu arada Bosna
Hersek devletinin Sırp bölgesindeki Banjaluka şehrinden de sürekli uçuşlar yapıldı. Türk kargo
şirketleri ile İstanbul’daki bir firmaya et görünümlü silah getirildi bu uçuşlarda.
Bosna Hersek’te et fiyatlarının Türkiye’den daha pahalı olduğu düşünülürse gölgeleme adına
yanlış bir seçim. Sadece silah taşınmadı bu garip hava trafiğinde. Aynı zamanda Gaziantep ve
Hatay Havalimanlarına inen ambulans uçuşlar da oldu. Taşınan yolcular VIP IŞİD militanları
desem artık şaşırmazsınız sanırım.
Libya’dan, ayrılıkçı grupların kontrolünde bulunan yerlerden 10 ambulans uçuşu da oldu
ülkemize. Bu Libyalıların en yakın dostları olarak bizi görüyorlarken neden birden aleyhimize
döndüğünü, hatta sivil gemilerimizi havadan karadan bombalayacak kadar gözlerinin neden
döndüğünü anladınız mı şimdi. Hava yolunun kullanılmasının en büyük nedenlerinden biri de
Gümrük kontrolünden muaf tutulması. Antep havalimanı bu trafikte normal yolcu taşıma işinde
yoğun olarak kullanılmıştır.
RTE tüm bu işleri bedava yapmadı tabi ki. Bu taşımalardan çok iyi bir servet elde etmiştir
kendileri. Yazdıklarım 1 yıl önce okunsaydı ‘masal’ deneceğine eminim. Ama artık kimse
olanlara şaşırmıyor. Tüm yazdıklarım çok titiz bir çalışmanın eseridir ona göre okuyunuz lütfen.”
Dr. Sinan Erdil, twitinde şöyle diyordu: “Bu böyle yürümez! Türkiye nüfusunun yüzde 59'u
yoksulluk sınırının altında. 15 milyon insanın kredi borcu var. 21 milyon icra dosyası
var.” Yazar Cemal Uşşak demiş: “Kenan Evren öldü. Asıl Hesabı Allah'a kaldı. Ne acı ki, hukuk
dışı uygulamalarla 12 Eylül'ün kurumları da, zihniyeti de hâkimiyetini sürdürüyor.” Türkiye'yi
(Uzun)u bekleyen 3 soruşturma hazırlanıyor. 1-Karapara soruşturması. 2-Silah kaçakcılığı (terör
örgütlerine). 3-Petrol kaçakcılığı. IŞİD, bu suçların tam ortasında yer alıyor.
AKP'lilerin yüzde 90'ı Erdoğan ve etrafındaki karanlık fesatcı oligarkların dayattığı politikaları
haksız buluyor, bugün korkularından konuşamıyorlar. Yarın konuşmalarını kimse dinlemeyecek,
özürlerini sessizce kabul edeceğiz. Erdoğan'ın çevresinde 100'ü geçmeyen dar oligarklar, AKP'yi
Suriye ve PKK bataklığına kasten soktular. Yoksa “Erdoğan, cemaatten özür dilerdi” diyenler,
herhalde uzayda yaşıyorlar. Mağdur edilen polisler, savcılar, hakimler, gazeteciler kahramandır.
IŞİD ve El Nusra kumpasını çökertmeye çalışmaları, nedense Erdoğan ve Vehhabi ortaklarını
kızdırmıştır. RABITA’nın esirleri, ülkemizi esir aldılar.

New York Times’ta (5 Mayıs 2015) bomba yapımında kullanılan amonyum nitratın bile
IŞİD’e Türkiye’den gittiğini iddia eden bir haber yer aldı. Hergün yeni bir rezillikleri ortaya
çıkıyor. IŞİD konusunda yazılmış tüm haber ve akademik yazıları okuyorum, akademik bir
makale üzerinde çalışıyorum. Yezid’in 100 ülkede çaresiz genç müslümanları nasıl toplattığını,
daha doğrusu global bir İslam’ı karalama projesinin nasıl parçası olduğunu hayretle
okuyacaksınız. Komplo teorisi yazmıyorum, akademik makalemin kaynakları çok sağlam
olacaktır.
Sanırım birileri Erdoğan ve AKP'yi Suriye bataklığında iyice dibe batırarak tasfiye
ediyor. Güç zehirlenmesi ile acı sonlarını göremiyorlar. Adana'da IŞİD'e giden silahlara polis,
asker ve savcıların müdahalesi, Erdoğan'ı Lahey'den kurtarabilirdi. Ancak yanlıştan dönmediler
ki! Kalktılar, savcıları ve Genelkurmay’ın emrini uygulayan Jandarma albayı Çokay’ı da
tutukladılar. Aptal bunlar, zeka yok...
ABD, Afganistan savaşını El Kaida Taliban'a silah ve eğitim veriyor diye BM'de kabul
ettirmişti. Irak savaşında kimyevi ve nükleer silahlar aradılar! IŞİD tezgahı tüm dünyada büyük
br infial ve korku uyandırdı. IŞİD’e destek veren siyasilerin Uluslararası Lahey Adalet
Divanında yargılanması sürpriz olmayacaktır. El Kaida'ya destek verenler er geç yargılanıyorlar.
Erdoğan'ın Suriye rejimi ile savaşan IŞİD, Ahkam El Şam, ÖSO ve El Nusra'ya silah yardımı ve
militanlarını eğitmesi, insanlığa karşı işlenen, affı ve zaman aşımı olmayan suçlardandır.
Vehhabi parası ile, Türkmenler’e yardım görüntüsü altında El Kaide’ye IŞİD'e yardımın MİT
tırlarıyla yapılması Erdoğan'ı Lahey'de yargılatacaktır. Bugün Havuz medyası ve iktidar gücü ile
yargıdan kaçması kimseyi aldatmasın. Sürdürülebilir bir politika değildir bu.
Öte yandan AKP'nin Erdoğan önderliğinde çıkardığı yeni Jandarma yasası ile TSK'nın
halka dokunduğu noktayı da koparması ve profesyonel askerlik yasası ile Genelkurmay’ı ve
TSK’yı tamamen devredışı bırakma girişimi TSK’da büyük tepki topluyor. 2 Ekim 2014'de zorla
tezkere çıkartan ve sınırda güvenliği sağlayarak IŞİD'e silah ve militan taşınmasını engelleyen
KKK komutanı Hulusi Akar’ı RTE’nin sevmediği Ankara kulislerinde dolaşıyor. TSK ile
Erdoğan ve AKP arasında gerginlik olduğu herkesin bildiği bir sır. 30 Ağustos 2014’de PKK'yla
yapılan anlaşmaları Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, “bilmediğini, kendilerine sorulmadığını
ve onaylamadıklarını” kamuoyuna zaten açıklamıştı. Gazeteci yazar Emre Uslu’ya göre,
“Erdoğan, MİT, Emniyet ve Yargıda uygulamaya koyduğu “parti bürokrasisi” zihniyetini
TSK’ya da uygulamak istiyor. TSK direniyor.” Ordumuza kurulan bu vahim kumpas
bozulmalıdır. Mısır gibi bir diktatörlüğü ve İran gibi çakma mollaları halkımız hak etmiyor.

AKP'nin Kürt sorunu çözüm yolu da iflas etti. Akademisyen Yasin Aktay ve AKP genel Başkan
Yardımcısı Yalçın Akdoğan çuvalladılar. Başarısızlığın yıkılacağı bir suçlu, günah keçisi
aranıyor. AKP’nin Suriye politikası iflas etti, buna da bir suçlu arıyorlar. TSK'yı Suriye
bataklığına çekemediler. Şimdi de “TSK savaşa niye girmedi” deyip suçu TSK'ya atacak
gözüküyorlar.
“Davanız, idealiniz yolunda bazılarınız dedikodu sıkıntısına, iftiralara, bühtanlara, zulümlere
maruz kalıyorsanız, gönül koymamanız ve darılmamanız lazım” demiş devrimizin Gavsı Azamı.
Amenna, kimseye asla darılmıyorum, gönül koymuyorum. Mesele vatan, millet, dinimiz ise,
namus, itibar, şeref, şan şöhret, makam mansıp, para pul, parmakla gösterilmek bana lazım değil.
Ne dostlara ne düşmanlara kırılırım. Allah razı ise, hepsi boş lakırdı. Allah, ülkemizin adını
terörizmi destekleyen caniler listesine yazılmaktan iki cihanda korusun...
Ülkeyi yangın yerine çevirmek askeri darbeden daha kötü. İslamcıların iktidar için ülkeyi
gözden çıkardıklarını tarih elbette yazacaktır. Erdoğan’ın gündemi, şu an için terör değil, YAŞ'da
ordudan attıracağı dindar subaylar ve terfisini engelleyeceği vatanperver komutanlardır. 2010
MGK’sında Erdoğan Ergenekoncu Gladyo ekibine biat etti ve bu ekip Müslümanlara AKP eliyle
zulüm ediyor. Son iki yılda herkes aslında şunu net olarak anladı: Her şeyi siz yapıyorsunuz.
Sorumlu sizsiniz. Bu suçlar sizindir. Güç zehirledi sizi. Zafiyetlerinizden yakalayıp esir aldılar.
Yezid'in bir Neron projesi olduğunu Dağlıca olayından 4 gün önce planları ile yazdım. Bu
millete büyük bir bedel ödetiyorsunuz. Değmezdi; acınacak hale düştüğünüzde ağlamayacağım.

AKP iktidarda kalmayı Ergenekoncular gibi kan siyasetine bağladı. Huzur içinde, ağız tadıyla,
dostça, kardeşçe, özgürce, eşit bireyler olarak yaşamaktı gayemiz. Büyük bir hayal kırıklığına
yol açtılar. Hırsız Reza Zarraf'ın hayırsever olduğu, öğrenci bursuyla zekat verenlerin terörist
ilan edildiği Makyavelist İslamcı zulmüne LANET OLSUN! AKP'liler hala utanmadan sırıtık
yalanlar söylüyorlar. Her şey apaçık ortada. Arşivler orada. Yaptığımız uyarılar, yazılar, çağrılar
sitemde… Hepsi kayıtlıdır. Bir defa da suçunuzu kabul edin. ‘Vatan haini’,‘Satılmış’, ‘Esadcı’, ‘
Erdoğan düşmanı’ diyerek sayısız karakter suikastları yaptınız. Bana küfredeceğinize bugünün
katil teröristine karşı 3 yıldır Doğu ve Güney Doğu'da askeri polisi pasifize eden iradeye
küfrediniz. Mesleğim ve eğitimime göre sosyal adalet savaşcısıyım. Sosyal çalışanlar ve
sosyologlara bu yetkiyi illaki birinin vermesine ihtiyaç yoktur. Aydın namusudur. Bu meslek
grubuna eğer yetki verirseniz, siyasilerin kirli politikaları törpülenir. AKP’liler karakteri zayıf,
yalaka gazeteci, siyasetçi ve bürokratlara alıştılar. Dik duran, objektif davranan hiç kimseye
tahammülleri yok.

Bu süreç herkesin gerçek maskesini düşürdü. Villa ve yüksek maaşa, birazda korkutularak satın
alınmış Hüseyin Gülerce, 7 haziran şokunu atlattıktan sonra derinlerin önüne koyduğu yeni
yalanları Beyaz Tv'de beyaz olmayan iftiralarla sürdürdü. Güya Erdoğan'ı 30 Mart seçiminden
önce deli diye tımarhaneye kapatacaklarmış, orada intihar edecekmiş! Cemaat, 40 korumasından
25'ini belirlemiş, işleri güçleri çekim yapıp, dinleme yapmakmış! Hizmetten ismini vermediği üst
düzey iki kişi ağzından kaçırmış! Bu güne kadar neden bunları sıçmadın? Vicdan ve insaf
kalmayınca demek ki, insanlıktan çıkılabiliyormuş... Cemaatın itibarını sarsmaktan da öte, içeri
atılan terör uzmanı polislerin çıkartılıp görevleri başına dönmesini engellemek için korku ve
panik meydan getirmekle görevli Gülerce. Kaostan düzen çıkartanlara engel olabilecek, IŞİD,
İran Selamcısı ve PKK'lıları yakalayacak ekipleri safdışı tutmak kimin işine yarıyor? Sünni
İslam saldırı altında. Global ve yerel şeytanlar İslam düşmanı. Yezid kuklaları, aciz bir
Süfyanzede. Gülerce, Brütüslüğün zirvesine çıktı!

AKP'nin PKK ile mücadele görüntüsüne bakmayın, PKK'nın şehirlerde terör estiren gençlik ve
milis timleri YDGH, MİT gözetiminde kuruldu. Teröre destek veren siyasilere siyasi yasak
getirilmesi PKK'nın HDP üzerinden, AKP'nin IŞİD üzerinden kirli oyunlar oynamasını
engelleyebilir. TBMM, kin ve nefretle halkı birbirine düşüren siyasilere ağır cezalar getirmeli.
Kin, nefret, ayrımcılık, ırkçılık birer insanlık suçudur. TBMM, İnsan hakları konusunda
Kanada'da 1982'de kabul edilmiş ve bir kaç değişiklik yapılmış yasayı kabul ederse, herkes
sınırları bilir. Kürt sorununu samimi çözmek isteyenleri susturdu AKP. Hep oy kaygısı ile hak
hukuk dağıttınız. Şimdi dindar Kürtler de size inanmıyorlar.

Alevilerin sorunlarını en açık biçimde dile getiren Mason Bektaşiler kitabım Alevi dedelerden
tam not aldı. Sosyolojik boyutu yazmıştım. AKP, 6 Alevi Çalıştayı organize etti, sorunları
dinledi, raporlar çıktı. Ancak Alevilerin AKP'ye oy vermeyeceği anlaşılınca rafa kalktı.
Ortadoğu’da bir mezhep çatışması var. Her gün yüzlerce insan ölüyor. Alevilerin sorunlarını bir
an önce çözün. Çünkü IŞİD Alevi ve Şiileri öldürdükce Türkiye’deki Aleviler etkilenir. Siz
PYD’lileri IŞİD ve El Nusra’ya infaz ettirdikce ülkemizdeki Kürtler kopmaya karar verir. Suriye
parçalanırsa orada bir Kürt devleti çıkar. Türkiye kendi Kürt sorununu henüz çözmemiş. İç
barışını sağlayamamış. PKK Cumhuriyeti kuruyorsunuz diye yırtındım adeta. Dinlemediniz hiç.
Esad'ı mı destekliyorsun diye bizi susturmak istediniz, ‘Suriye’de devlet olacak kadar Kürt yok’
diyerek bize cahil cühela muamelesi çektiniz. Bilmediğinizi bilmediniz.

AKP'liler burunlarından kıl aldırmadılar. Al Nusra, Ahrar Şam ve dolaylı IŞİD'i desteklediler.
Şimdi hesap zamanı. Temizlik yapılmalıdır. ‘Eğer İslamcı militanların Suriye’de toplanmasına
destek olursanız, Hatay’ı Antep’i bu insanlara üs yaparsanız burası Pakistan olur’dedim. Kürt
sorunu Filistinleşir ve Suriye iç savaşı ülkemize taşınır dedim ama dinletemedim. AKP'li
dostlarıma yıllardır ‘Yapmayın’; ‘Eğer Suriye’nin başına bir iş gelirse Türkiye bu yükün altından
kalkamaz’ diye adeta yalvardım. Kürt kimdir, kimliği nedir diye Batılılar bizden daha fazla kafa
yoruyor. 1000 yıllık kardeşinizi tanımıyor musunuz? Bazı sorularım var. Savcı, hakim ve polisler
susturdunuz. Gazetecileri işinden ettiniz ve kamuoyunu korkuttunuz. Bunlara cevap verecek
yürek yok sizde!

IŞİD terörüne destek verenler cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar ise ne yapılacaktır? Kaç
AKP'li Al Nusra ve IŞİD teröründen rant kazandı? Almanlar Dazlaklar sorununu, Nazi Parti
devamcılarını bireysel siyasi yasaklar getirerek çözdü. Yoksa parti kapatmak asla çözüm
olmamıştır. Ergenekon ve Balyozcular daha dün terör örgütü idi. Bunlara destek veren
siyasetçilere de siyasi yasak getirilse ülkede hiç sorun kalmaz. AKP ve MHP, HDP'yi
suçlayacaklarına kendilerine baksın. Hangi partililer IŞİD terörünü organik olarak beslediler?
Bunlar temizlenmelidir. IŞİD ve PKK birer terör örgütüdür. Bunlara destek veren siyasetçilerin
cezalandırılması hepimizin dileğidir. Hangi AKP'li terörle içiçedir? IŞİD terörüne destek veren,
ticari ilişkiler kuran AKP'liler tesbit edilsin, bu şahıslara siyasi yasak getirilsin. AKP kapatılsın
denmez! Nedense AKP ve MHP'de HDP kapatılsın kampanyası başlatıldı. Partiler kapatılmaz
ama teröre destek veren partililere siyasi yasak getirilebillir. Soralım serbestce:

IŞİD ve Al Nusra, ganimet diye 4 yılda 37 bin kadına tecavüz etti, esir veya cariye yaptı. Bu
günahların sorumlusu ve vebali kimindir? IŞİD'e katılmak için gelen aileler Suriye’ye nasıl
taşındı? THY, Hatay'a ne kadar IŞİD'e katılan aile taşıdı? Bunların kaydı kuydu hiç yok mudur?

IŞİD ve Al Nusra'ya katılan 20.763 Yabancı savaşçı Türkiye'de sınırdan rahatca geçtiklerini
söylüyorlar. Bu teröre destek sayılabilir mi? Neden engellemediniz, bilakis yaralıları tedavi
ettiniz, serbest giriş çıkışlarına izin verdiniz? Son 1 yılda Suriye’den 1050 cenaze geldi. 750’si
PYD/YPG saflarında IŞİD’e karşı savaşırken, 300'ü IŞİD saflarında öldü. Sorumlusu kimlerdir?
Adıyaman'dan 200 kişi IŞİD'e katılmış. Aileler neden çocuklarının MİT'e çalıştığını söylüyorlar?
IŞİD ve Al Nusra'ya katılımları desteklemeniz bir devlet sırrı mı? Bunun neresi vatanseverlik?
IŞİD bir holding gibi çalışıyor. IŞİD ülkemizde bu kadar ticaret yaparken, her şeyden haraç ve
komisyon alanlar ( AKP’liler ve başlarındaki Zat) acaba IŞİD'i ıskalamış mıdır? Hiç
sanmıyorsunuz değil mi? Peki, IŞİD'in gasp ettiği malları ve ganimet saydığı kadın ve çocukları
ülkemizde satan ve pazarlayan çeteler var mıdır? Hiç ortaya çıkarıldı mı? Kaç IŞİD hücresi
ülkemizde terör estirmek için MİT tarafından yerleştirildi?

Suudi eski istihbarat başkanı, savunma bakanı Prens Bandar bin Sultan ve Yasin El Kadı ile
IŞİD'e silah satışında ortak olanlar kimler? Cevabını biliyorsunuz ama susuyorsunuz değil mi?
MİT gözetiminde taşınan silah miktarı 2000 tır mı, yoksa İran'ın ABD'ye teslim ettiği belgelere
göre 4800 mü? Kaç milyar dolar Yezid servet edindi terör işinden? Bu zulme, vebale ve günaha
ahirette de ortak olmayı kabul ediyor musunuz? IŞİD'e satılan silahların Rusya, Sırbistan, Libya
ve eski Doğu Almanya'nın eski Sovyet silahlarından satın alındığı ve bazı AKP'lilerin sıkı silah
tüccarı olduğu doğru mu? 25 Aralık 2013 soruşturmasında ismi geçen Topbaşlar Al Nusra ve
Ahrar Al Şam'a ne kadar silah sattı? Bunlar nasıl IŞİD eline geçtiler? Bilal Erdoğan’ın bu ticarete
Yasin El Kadı ile ortak oluşu Recep Erdoğan’ı da ortak yapar diyor musunuz? Sıfırlama
konuşmasını duymadınız mı? Hanginizin evinde 1 milyar dolar var ve bir gecede sıfırlama
kapasitesine sahip?

2013'de New Yorker'dan Seymour Hersh, İran'dan alınan Sarin gazını Al Nusra'ya İHH taşıdı
diye yazdığında inanmak istememiştim. Doğru mu yazdı, yoksa haklı mıydı? IŞİD'in elinde
kimyasal silahlar olduğu, Kobani ve Tel Abyad'ta Kürtlere karşı kullandıkları biliniyor. Bunları
bu gözü dönmüş, kime hizmet ettikleri bilnmeyen katiller güruhuna İran ve Rusya’dan satın
alarak kimler sattı ve MİT gözetiminde taşıdı? Karakoyunlar diyorsanız, herhangi birisi
gözaltında alındı mı, hiç yargılandılar mı? MİT görevlilerinin suç işleme özgürlüğü mü var?

IŞİD'e giden silah miktarı 28 milyar dolar civarında. Erdoğan ailesinn edindiği servet 125 milyar
doları geçti. Bu silahların hepsi Türk sınırından geçmiş. Bu rantı ülkemizde yiyenler teröre ortak
sayılmazlar mı? IŞİD'e ülkemizde çok aşırı derecede yardım ve yataklık yapan insanlar
kimlerdir? Kullandıkları 4X4 cipleri satan iş adamları kimlerdir? ABD, Almanya gibi ülkelerin,
iddia edildiği gibi elinde silah, militant, Sarin gazı ve petrol kaçakçılığına dair kayıtlar varsa,
Türkiye'yi uluslararası mahkemelerde yargılatabilirler. Bu nedenle mi TSK’yı IŞİD ile savaşır
gösterip paçayı yırtmaya çalışıyorsunuz? Bu algı operasyonları ile kimi ne kadar süre daha
kandıracağınızı sanıyorsunuz? ABD, AKP'li Türk yetkililerin IŞİD ile ilişkisini ispatladığı için
mi Türkiye panik halinde IŞİD’e saldırdı? Mehmetçik neden sizin hırs ve ihtiraslarınız yüzünden
şehit olsun?

Petrol rantı kimlerin cebinde toplanıyor? Günlük 1 ila 4 milyon dolar arasında Türkiye'ye
yıllardır kaçak petrol satan IŞİD'in bu rantını ülkede yiyenler teröre ortak olmuyor mu? IŞİD'in
Petrol bakanı Ebu Sayyaf’ın hangi AKP'lilerle ortak petrol sattığı Amerikalıların eline geçmiş.
Bunu kullanıyor olabilirler mi? Bunu kamuoyunun bilmeye hakkı yok mu? Hırsızlık, soygun ve
vatana ihanet ne zamandan beri devlet sırrı oldu? IŞİD'in son 4 yılda Türkiye'ye 3 milyar dolarlık
kaçak petrol sattığı biliniyor. Hangi AKP'liler bu ranta ortak oldu? Bu petrol ülke içinde nasıl
dağıtılıyor ve vergisiz algısız tüketiciye nereye ve hangi metotlarla gidiyor? Madem IŞİD'e
operasyon yapıyorsunuz, terörün finans kaynaklarını kurutmanız gerekmez mi? 12 petrol
kuyusunu elinde tutan IŞİD’in kaçak petrolü kime sattığı ortaya çıkarsa dananın kuyruğu işte o
zaman kopar mı?

Bu derin devletin hem sağ hem solu hem terörist kolları vardır. İnançlısı da, ateisti de, anayasa
profesörü de, mafyası, da teröristi de kurulu düzene çalışırlar. 2010 yılı öncesine kadar
Ergenekoncular, Erdoğan’a hiç güvenmiyor, 'milli hassasiyetleri yok' diyorlardı. Devletin her
yerinde adamları vardır. Medya ve cemaatlerde önemli yerlere gelmiş birçok kişi onlardan eğitim
ve talimatlar alıyor. Her partide etkililer. Cemaatin Erdoğan’a desteğini hiç hoş görmüyorlardı.
Cemaate eleştirileri bu nedenle çok ilginçti. Erdoğan gibi 'satılmış bir haine' neden bel bağladılar
diye kızıyorlardı. Ergenekon’un talimatıyla PKK şimdilik kontrollü kaosta. Metropol bombaları
ve topyekun eylemde değiller. Hesaplılar. Emirlerindeki IŞİD ise daha fazla birşey yapmadı ama
yapacak kapasiteye getirdiler. Onlara göre, her şey olması gerektiği gibi yani. Ordunun şu anda
tetikte olmasının kıymetini ileride anlayacağız. O gün geldiğinde kastımın ne olduğunu
anlayacaksınız. Cemaatin tek bir ülküsü var: İla-i Kelimetullah. Böyle olduğu için kimseye
eyvallahı yok, tam bağımsızlar. Herkesi kucaklamak zorunda. Geçmişi ne olursa olsun ayrımcılık
yapamaz, kin ve nefret duyamaz. Dananın kuyruğu koptuğunda kaybeden siyasal İslamcılar,
kazanan Türkiye hizmeti olacaktır. Evrensel hizmeti olan bu camia, Türkiye’nin ‘soft’ gücüdür.
Derin devlet malı olmadığını tüm dünyaya ispatladı.
Beşinci Bölüm

Selefi Terörü ve Enerji Projeleri

2011 yılının Temmuz ayında Suriye, İran ve Irak hükümetleri, tarihi bir doğalgaz boru hattı
enerji anlaşması imzalamış ve bu, Esad’ı devirmek için yürütülen NATO-Suudi-Katar savaşının
orta yerinde pek de fark edilmemişti. 10 milyar dolara mal olması ve üç yılda tamamlanması
öngörülen boru hattı, Fars Körfezi’nde Güney Pers doğalgaz sahası yakınlarında bulunan, İran’ın
Assaluye limanından, Irak toprakları üzerinden Suriye’nin başkenti Şam’a gidecekti. Anlaşma
Suriye’yi, Lübnan’ın rezervleriyle birlikte toplama ve üretim merkezi haline getirecekti. Bu,
coğrafi olarak ilk defa açılan, İran’dan Irak, Suriye ve Lübnan’a giden, jeopolitik açıdan stratejik
bir alandır. 61 Asia Times muhabiri Pepe Escobar’ın söylediği gibi, “İran-Irak-Suriye boru hattı –
eğer bir gün inşa edilirse – Şii ağırlıklı ekseni, ekonomik açıdan çelikten bir göbek bağıyla
sağlamlaştıracaktır.” 62

William Engdahl, “A Century of War: Anglo-American Oil Politics in the New World
Order” [“Bir Savaş Yüzyılı: Yeni Dünya Düzeyinde İngiliz-Amerikan Petrol Politikaları”] isimli
kitabında bu savaşı anlattı. 63
Beşar Esad yönetiminin Petrol Bakanlığı, İran ve Irak’la anlaşma imzalanmasından kısa süre
sonra, 16 Ağustos 2011’de, Suriye’nin orta bölgesinde, Humus yakınlarındaki Kara bölgesinde
bir doğalgaz kuyusunun keşfedildiğini açıkladı. Esad’ın iktidarında Gazprom, Suriye’deki yeni
doğalgaz sahalarının önde gelen bir yatırımcısı veya operatörü olacaktı. 64 İran son kertede boru
hattını Şam’dan Lübnan’ın Akdeniz limanına doğru genişletmeyi ve buradan doğalgazın dev AB
pazarına gönderilmesini planlıyordu. Suriye, Güney Pers sahasının İran kısmından İran doğalgazı
satın alınması için Irak’la yapılan bir anlaşmayla birlikte, İran’dan doğalgaz alacaktı. 65
Bugün dünyanın en büyük LNG ihracatçısı olan ve büyük ölçüde Asya’ya ihracat yapan Katar,
İran ve Suriye’nin yöneldiği AB pazarının aynısını istiyor. Bu yüzden, Akdeniz’de boru hatları
inşa edeceklerdi. İşte bu noktada, İran’a yakın Esad’dan kurtulmak temel önem arz ediyor. 2009
yılında Katar, ülkenin Kuzey Sahası’ndan, Suriye üzerinden geçerek Türkiye’ye ve AB’ye
gidecek bir doğalgaz boru hattı inşa etmek için Beşar Esad’la yakınlık kurdu. Esad ise,
Suriye’nin Rusya ve Gazprom’la uzun süredir dostça ilişkiler içinde olduğuna işaret ederek bunu
reddetti. Bu red cevabı ve 2011’de imzalanan İran-Irak-Suriye doğalgaz petrol boru hattı
anlaşması, Esad iktidarına karşı tam kapsamlı Suudi Arabistan ve Katar saldırısını, El Kaide
teröristlerinin finanse edilmesini, aylık 100 dolar maaş ve Kalaşnikof karşılığında Alevi ve Şii

61
Imad Fawzi Shueibi, “War Over Gas–Struggle over the Middle East: Gas Ranks First”, 17 Nisan
2012. http://www.voltairenet.org/article173718.html
62 Pepe Escobar, “Why Qatar Wants to Invade Syria”, Asia Times, 27 Eylül
2012, http://www.informationclearinghouse.info/article32576.htm (Medya Şafak’ta yayınlanan çevirisi, “Katar
Suriye’yi Niçin İşgal Etmek İstiyor?”, http://medyasafak.net/haber/332/katar-suriye-yi-nicin-isgal-etmek-istiyor)
63
William Engdahl, “A Century of War: Anglo-American Oil Politics in the New World Order. 2014.
64
Agm.
65
F. William Engdahl, “Syria Turkey Israel and the Greater Middle East Energy War, Global Research”, 11 Ekim
2012, http://www.globalresearch.ca/syria-turkey-israel-and-the-greater-middle-east-energy-war/5307902 (Medya
Şafak’ta yayınlanan çevirisi, “Suriye, Türkiye, İsrail ve Büyük Ortadoğu Enerji
Savaşı”, http://medyasafak.net/haber/416/dosya–suriye-turkiye-israil-ve-buyuk-ortadogu-enerji-savasi)
“kafirleri” öldürmek isteyen cihadçı fanatiklerin istihdam edilmesini tetikledi. Obama’nın Beyaz
Saray’ının içinde ve etrafında yer alan yeni-muhafazakar savaş kışkırtıcıları ve onların sağcı
Neyanyahu hükümeti içindeki müttefikleri, Suriye 2011 baharından sonra alevler içinde kalırken
tribünlerden tezahürat yapıyordu.
Bugün Ukrayna ve Suriye’de yürütülen ABD destekli savaşlar, Rusya ve Çin’i sakatlamak ve ABD
kontrolündeki Yeni Dünya Düzeni’ne karşı Avrasya’da meydana gelebilecek her tür karşı kutbu
akamete uğratmak için yürütülen aynı stratejik savaşın sadece iki cephesidir. Her birinde enerji
boru hatlarının kontrolü ve bu örnekte öncelikli olarak – Ukrayna üzerinden Rusya’dan AB’ye
giden ve Suriye üzerinden, İran ve Suriye’den AB’ye giden – doğalgaz boru hatlarının kontrolü,
stratejik amaçtır. ABD ve İsrail destekli IŞİD’in gerçek amacı, Esad’ın hayati önemdeki tahıl
silolarını ve petrol rafinerelerini bombalayarak ekonomiyi kötürüm etmek ve böylelikle Rusya,
Çin ve İran’ın müttefiki Beşar Esad’ı “Kaddafi tarzı” ortadan kaldırmaya hazırlık yapmaktır.
Dar anlamda, Washington’daki yeni-muhafazakarların bakışıyla, Suriye’yi kontrol eden
Ortadoğu’yu kontrol eder. Ve Asya’nın kapısı Suriye’den hareketle, Rusya’nın ve İpek Yolu
üzerinden Çin’in anahtarını elinde tutar.
Din savaşları, tarihsel olarak bütün savaşların en vahşi olanlarıdır ve bu örnek de, özellikle
trilyonlarca dolarlık petrol ve doğalgaz gelirleri söz konusuyken bunun istisnası değildir. Neden
11 Eylül’de Suriye üzerine yapılan bu aptal Kerry-Abdullah anlaşmasına varıldı? Çünkü
Washington, Riyad, Doha ve bir ölçüde Ankara’daki parlak taktisyenler, kendilerinin teşvik ettiği
bütün bir düzensizlik ve yıkım arasındaki bağlantıları görmekten, gayrimeşru iktidarlarının temeli
olarak petrol ve doğalgaz akışlarının kontrol edilmesi vizyonlarının ötesine bakmaktan acizler.
Onlar, en sonunda kendi yıkımlarını da getirecek olan şeyin tohumlarını ekiyor.

Enerji güzergahları, petrol ve gaz anlaşması savaşı yaşanıyordu. Erdoğan ile Esad arsındaki
savaş, Esad’ın bu anlaşmayı imzalamayı ret etmesiyle 2011 yazında başlamıştı. Kamuoyundan
bu gizlendi. Avrupa’nın enerji güvenliği Kuzey Suriye’den geçecek bir boru hattına bağlanmıştı.
Ancak Erdoğan, İran'dan yakasını kurtaramıyordu. Aksi taktirde Beşir Atalay'ı hemen kovardı.
Karapara operasyonu da müthiş canını sıkıyor. Ziraat ve Halk Bankalarının durumu kritikti.
Yandaş iş adamlarına verilen 40 katrilyonluk kredi deliği ekonomiyi batırmaya yetecek kadar
büyüktü. Asıl sorun enerji güzergahında çıkan fırtanadır. Emekli Orgeneral Edip Başer,
Kürdistan üzerinden enerji koridorunun Akdenize sevk edileceğinden bahsetti. Zaten IŞİD olayı
enerji güzergahları savaşından ibarettir. Eğer Türkiye bu mücadeleyi kaybederse, PKK devlet
kurar, ülkemizin güvenliği tehlikeye girerdi.

Bugün gazetesi yazarı Nazlı Ilıcak, Erdoğan için neden çemberin daraldığını kısaca şöyle
özetledi.

“İlk açıklamayı Obama yaptı. IŞİD’in Türkiye’den geçen binlerce savaşçıyla güç kazandığını
belirtti. İkinci açıklama, Avrupa Parlamentosu’ndan (AP) geldi. AP, “Türkiye IŞİD ile
yeterince mücadele etmiyor” dedi.
Ve Cumhuriyet Gazetesi, 10 Ocak 2014’te uyuşturucu kaçırıldığı ihbarı üzerine aranan 2 otobüs
şoförünün ifadelerine ulaştı. Otobüste uyuşturucu yerine, cihatçıların unuttuğu mühimmat ele
geçirildi. 2 şoför, MİT adına görev yaptıklarını, Reyhanlı yakınlarında Atme Kampı’ndan,
cihatçı ve mühimmat aldıklarını söylediler. Otobüslerin, Türkiye içinden geçerek Akçakale’de
yeniden Suriye’ye girdikleri ve cihatçılarla mühimmatı Telabyad’a bıraktıkları anlaşıldı. Şoförler
Emniyet’in yaptığı tatbikatta cihatçı ve mühimmat alınan binayı da gösterdiler. Bu binanın
üzerinde IŞİD bayrağı dalgalanıyordu. Üzerinde Arapça “El Nusra Cephesi” ve “La ilahe
illallah” yazıyordu.
İşte Türkiye’nin Suriye politikasının sonu. Silâhlar, Özgür Suriye Ordusu’nun ılımlı unsurlarına
değil, doğrudan radikal İslâmcılar’a gidiyor. Bir yandan PYD’ye karşı El Nusra destekleniyor,
bir yandan Esed’i düşürmek üzere imkânlar seferber ediliyor.

Suriye iç savaşından edindiği Karun serveti, kaçak petrol alım ve komisyonlarını da hesap
ederseniz inanılmaz boyutta! Bağırır tabi! 2 milyon Suriyeli mültecinin Türkiye'ye maliyeti 5
milyar dolar, Yezid'in IŞİD'e silah ve militan ticaretinden kazandığı servet 40 milyarı geçti.
IŞİD’le gelen Yezid serveti, ona büyük çılgınlıklar yaptırıyor. Yezid, keseyi dolduracak diye,
Karun Efendi’nin ülkemizi yakmasına izin veremeyiz…

Yezid, eğer Türkmenlere silah gönderseydi, tırlar Reyhanlı yolunda yakalanmazdı. Türkmenler o
kapıda yaşamıyor ki! O sınır kapısı ötesinde sadece IŞİD kampları bulunuyor. Otobüslerde 1200
roket başlığı bulundu, Şoför öncesinde "2 TIR götürdük" dedi, yergösterme işlemi yapıldı orada
IŞİD kampı var. Hatay Samandağında ormanlık alanda içinden Tırların geçebildiği gizli tünelden
Suriye’ye geçildiğini duydunuz mu? Ah ülkem ah, vah ülkem vah! Vatana ihanet eden asıl
hainler, IŞİD, El Nusra, Ahrar Al Şam gibi terör örgütlerine silah yollayıp, çıkan iç savaşta 7
milyon mülteciyi ağlatanlardır. 250 bin müslüman öldü, 200 bin yaralı var. Seks kölesi olarak
satılan sayısız kadınlar, kızlar, tecavüz edilen 37 bin kadının vebali Yezid’in ve ona oy
verenlerin sırtında kambur olarak duruyor.

Bırakın bu boş martavalları. Türkiye'den sınırdışına gönderdiğiniz cihatçılara ne bahane


üreteceksiniz? Onlarda mı Türkmenlere gidiyordu? Uluslararası Teröre verdiğiniz destek;
belgeleriyle beraber Avrupa Ülkelerinin elinde. Sizi iktidara taşıyanlar ipinizi çoktan kesti.
Yakında, Avrupa ve Ortadoğu arenasında; ipinizin kesildiğine dair haberler göreceksiniz. Lahey
size hazırlanıyor. Devlet aklı ve vicdanı da her şeyin farkında. Kendini devlet zannedip istibdat
uygulayan Tiranizm ve şürekası; tek tek hesap verecek. Taylasan karakterli, din soyguncularını
herkes tanıyacak. Tırların içindeki silah görüntülerinin sızması ayarlarını bozdu. Konuştukça
daha çok batıyor ve meseleyi itiraf ediyorlar.

Eski savcı yazar Gültekin Avcı, "MİT gözetiminde silah taşındığı sosyal medyada yayınlandı,
devlet sırrı değil, Can Dündar’ın yayınlaması suç olmaz, gazeteciliktir" dedi. Yahu, ben 3 senedir
harıl harıl en ince detaylarına kadar bu kirli ticareti yazıyorum. Ortada sır mı kalmış ki! Yabancı
medyada hergün boy boy IŞİD haberleri çıkıyor. Avrupalı IŞİD militanlarından dönenler ve
yargılananlar var. Hepsi Türkiye üzerinden nasıl kolayca geçtiklerini, AKP’nin yardımlarını
anlatıyor. Militanların telefon konuşmaları ve yazışmaları daha yeni Belçika mahkemesine delil
olarak sunuldu. Türkiye ayağında Yezid rejiminin açık desteği kabak gibi meydanda!
Erdoğan’ın silah, ilaç ve militan taşınması skandalının asıl boyutu, terörün tekfirci Vehhabi
finansman kaynaklarıdır. RABITA ile AKP ayaklarıdır. Tır soruşturması ülkemizin aklanması
için tarihi bir fırsattı. Yezid'in inadı yüzünden bu fırsat tepildi. Bu iktidarın yanlışları artık
taşınamaz.

Hadi diyelim, yalanlanmayan Hakan Fidan'ın "2 bin tır silah gönderdik" ifşaatıyla uyanmadınız,
Can Dündar'ın yayınladığı görüntülerde mi yalan? Yezid'in günahlarını savunmakta oldukca
zorlanan Türk diplomasisi çoktan havlu attı. Devekuşu gibi kafayı kuma sokmakla Türkiyemiz
aklanmaz. Dışişlerimizin güzide diplomatlarını hiç anlamıyorum. IŞİD ve El Nusra'ya silah
yollama skandalını Hakan Fidan'ın sesinden duymadınız mı?

Suriye ve sözde “İslam Devleti” konusunda Suudi Arabistan ve ABD arasında varılan yeni bir
gizli ve oldukça aptalca anlaşmanın ayrıntıları ortaya çıkiyordu. Anlaşma, Suudi Arabistan’ın
dünya piyasasını ucuz petrolle doldurmasıyla bütün bir bölge üzerinde petrol ve doğalgaz
kontrolü kurulmasını ve Rusya ve İran’ın zayıflatılmasını içeriyor. Ayrıntılar, Eylül ayında ABD
Dışişleri Bakanı John Kerry ve Suudi Kralı arasında gerçekleşen bir görüşmede belirlendi.
Bunun kasıtlı olmayan sonucu, Rusya’nın yüzünü doğuya, Çin ve Avrasya’ya dönmesini daha da
hızlandırmak olacaktır.
Tercihinize göre IŞİD veya İD veya Daiş diye adlandırılabilecek yapıya karşı olduğu varsayılan
son NATO bombalama kampanyasının en tuhaf anormalliklerinden biri, savaş dünyanın en
petrol zengini bölgesinde yürütülürken, ham petrol fiyatının çarpıcı şekilde düşüyor olmasıdır.
IŞİD’in birden bile Irak’ın, Musul ve Kerkük dolaylarındaki petrol zengini petrol bölgesini ele
geçirdiği Haziran ayından bu yana, ham petrolün karşılaştırmalı Brent fiyatı yaklaşık %20
oranında azalarak 112 ABD dolarından yaklaşık 88 dolara indi. Ancak dünyanın günlük petrol
talebi %20 oranında azalmadı. Çin’in petrol talebi %20 azalmadığı gibi, ABD’nin yurtiçi şist
petrol stoğu da %21 oranında artmadı.
Olan şey, ABD’nin uzun zamandır OPEC içindeki müttefiki olan Suudi Arabistan krallığının
piyasaları büyük oranda iskontoya gidilmiş petrolle doldurması, OPEC içerisinde bir fiyat
savaşını tetiklemesi, İran’ın da bunun ardından vadeli petrol pazarlarına panik satışları
yapmasıdır. Suudiler, indirimlerle Asya’ya, özellikle de Asya’daki baş müşterisi olan ve
başlangıçtaki yaklaşık 100 dolarlık fiyat yerine yalnızca 50 ila 60 dolarlık varil fiyatına ham
petrol sattığı aktarılan 66 Çin’e satış yapmayı hedefliyor. Öte yandan Suudilerin finansal indirim
operasyonu her bakımdan, petrol türevlerinin ticaretini konrol eden Wall Street içindeki bir avuç
aktörle işbirliği içinde, Terörizm ve Finansal İstihbarat Ofisi aracılığıyla, ABD Hazine’sinin
finansal savaş operasyonuyla koordine edilmiş gibi görünüyor. Bunun sonucu, her gün
ivmelenen bir piyasa paniği olmaktadır. Çin, ucuz petrol almaktan hayli mutludur, ancak yakın
müttefikleri olan Rusya ve İran ciddi darbe yemektedir.

Anlaşma

Riyad’da bulunan Suudi Arabistan Petrol Politikaları ve Stratejik Beklentiler Merkezi başkanı
Raşid Abanmi’ye göre sert fiyat düşüşüne, OPEC’in en büyük üreticisi olan Suudiler kasten
sebep oldu. Kamuoyuna ileri sürülen gerekçe, petrol talebinin azaldığı küresel piyasada yeni
pazarlar kazanmak. Abanmi’ye göre gerçek neden ise, nükleer programı nedeniyle İran’a,
Suriye’deki Beşar Esad yönetimine verdiği desteği kesmesi için de Rusya’ya baskı yapmak. 67
Rus devletinin Ukrayna’ya yaptığı doğalgaz satışlarındaki finansal kayıplar ile AB stoklarının
küçülmesi nedeniyle bu kış dev AB pazarına Rus doğalgazının transit geçişinin ABD’nin
teşvikiyle kesilme ihtimali birleştirildiğinde, petrol fiyatları üzerindeki basınç Moskova’ya çifte
darbe indiriyor. Rus devletinin gelirinin %50’den fazlası, dışarıya yaptığı petrol ve doğalgaz
satışından geliyor.

66
M. Rochan, “Crude Oil Drops Amid Global Demand Concerns”, IB Times, 11 Eylül
2014, http://www.ibtimes.co.uk/crude-oil-drops-amid-global-demand-concerns-1469524
67
Nihan Cabbaroglu, “Saudi Arabia to pressure Russia Iran with price of oil”, 10 Ekim 2014, Turkish Anadolu
Agency, http://www.aa.com.tr/en/economy/402343–saudi-arabia-to-pressure-russia-iran-with-price-of-oil
ABD ve Suudi Arabistan’ın gerçekleştirdiği petrol fiyatı manipülasyonu, ABD’nin küresel
politikalarının pek çok güçlü muhalifini istikrarsızlaştırmayı amaçlıyor. Bu hedeflerin arasında,
her ikisi de ABD’nin tek süper güç olmasına karşı çıkmada Rusya’nın müttefiki olan İran ve
Suriye de bulunuyor. Başlıca hedef ise, bugün bu süper güç hegemonyasına tek başına en büyük
tehdidi oluşturan Putin Rusyasıdır. İzlenen strateji, ABD’nin 1986’da Suudi Arabistan’la birlikte
yaptığının benzeridir: o tarihte dünya Suudi petrolüne boğulmuş, varil fiyatı 10 doların altına
inmiş ve o dönemin Sovyetlerinin müttefiki olan Saddam Hüseyin Irak’ının ekonomisini, son
kertede de Sovyet ekonomisini yıkmış ve Sovyetler Birliği’nin çöküşü için yolu döşemişti.
Bugün, Rusya’nın petrol gelirlerinde düşüşle birlikte, ABD Hazinesi Terörizm ve Finansal
İstihbarat Ofisi’in tasarladığı iğneleyeci yaptırımların, Putin’in ülke içinde sahip olduğu devasa
desteği sert bir şekilde zayıflatması ve son kertede onun devrilmesi için gerekli koşulları
yaratması umuluyor. Ancak bu, bir dizi nedenden ötürü başarısız olmaya mahkumdur; bu
nedenlerden biri de Putin Rusyasının, Batı’ya olan bağımlılığını azaltmak için Çin’le ve başka
ülkelerle birlikte stratejik adımlar atmış olmasıdır. Nitekim petrol silahı, Rusların yakın zamanda
ekonomik gücünü ulusal çıkarlara odaklama ve dolar sistemine olan bağımlılığını azaltma
yönünde attığı adımları ivmelendirmektedir. Eğer dolar dünya ticaretinin, özellikle de petrol
ticaretinin geçerli kuru olmaktan çıkarsa, ABD Hazinesi finansal bir felaketle karşılaşacaktır. Bu
nedenle ben, Kerry ve Abdullah’ın yürüttüğü petrol savaşını çok aptalca bir taktik olarak
tanımlıyorum.

Kerry-Abdullah gizli anlaşması

11 Eylül günü ABD Dışişleri Bakanı Kerry, Kızıldeniz’deki sarayında Suudi Kralı Abdullah’la
görüştü. Kral, Suudi istihbaratının eski şefi Prens Bender’i de görüşmeye davet etti. Burada
hazırlanan anlaşma, Suudilerin Suriye’de IŞİD’e karşı düzenlenen hava saldırılarına destek
vermesini, Rusya’nın ve İran’ın sıkı müttefiki olan ve Suudilerle BAE’nin yükselen AB
doğalgaz piyasasını kontrol etme ve Rusya’nın kârlı AB ticaretini yok etme planlarına engel
teşkil eden Esad’ın devrilmesi için Washington’un Suudilere destek vermesi şartına
bağlıyordu. Wall Street Journal gazetesinde çıkan bir habere göre “Aylardan beri sahne
arkasında çalışma yürüten ABD ve Arap liderleri, İslam Devleti’ne karşı işbirliği ihtiyacı
konusunda anlaşmaya vardı, ancak nasıl veya ne zaman olacağı konusunda anlaşmaya varamadı.
Süreç, Suudileri ABD’den, devrilmesini hala birinci öncelik olarak gördükleri Bay Esad’a karşı
savaşan isyancıları eğitiminin güçlendirilmesi için söz almasına imkan tanıdı.” 68
Suudiler için savaş, İslam’ın çağlar kadar eski iki rakip vektörü arasında. Kutsal Mekke ve
Medine şehirlerine ev sahipliği yapan Suudi Arabistan, Sünni İslam dünyasında de facto
üstünlük iddiasında bulunuyor. Sünniliğin Suudi biçimi, adını 18. Yüzyılda yaşamış bir İslamcı
köktenci, yahut Selefi olan Muhammed ibn Abdülvehhab’dan alan Vehhabiliktir. Taliban,
Suudilerin finanse ettiği dini kurumların yardımıyla Vehhabilikten türemiştir. Körfez emirlikleri
ve Kuveyt de Suudilerin Sünni Vehhabiliğinin parçasıdır; Katar Emiri de öyle. İran ise İslam’ın
daha küçük kolu olan Şiiliğin tarihsel olarak kalbidir. Irak nüfusunun yaklaşık %61’i Şii’dir.
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Şiiliğin Alevilik olarak bilinen yan kolunun üyesidir. Türkiye
nüfusunun yaklaşık %23’ü de Alevi Müslüman’dır. Resmi biraz daha karmaşık hale getirecek

68
Adam Entous ve Julian E. Barnes, “Deal With Saudis Paved Way for Syrian Airstrikes: Talks With Saudi Arabia
Were Linchpin in U.S. Efforts to Get Arab States Into Fight Against Islamic State”, Wall Street Journal, 24 Eylül
2014, http://online.wsj.com/articles/deal-with-saudis-paved-way-for-syrian-airstrikes-
1411605329?mod=WSJ_hp_LEFTTopStories
şekilde, Suudi Arabistan’dan bir köprüyle ulaşılabilen küçük ada ülkesi Bahreyn’in nüfusunun da
yaklaşık %75’i Şiidir, fakat yönetici El-Halife ailesi Sünnidir ve Suudi Arabistan’la aralarında
sıkı bağlar vardır. Dahası, Suudi Arabistan’ın en çok petrol zengini olan bölgesine, Ras Tanura
petrol tesislerini işleten Şii Müslümanlar hakimdir.

Bir petrol ve doğalgaz boru hattı savaşı

İslam içindeki bu uyuyan tarihsel fay hatları, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Arap Baharı olarak da
adlandırılan kutsal cihadı başlatmasıyla birlikte açık savaş konumuna geldi. Washington’daki
yeni-muhafazakarlar, bir “derin devlet” gizli ağı biçiminde Obama Yönetimi içine yerleşti
ve Washington Post gibi müttefikleri olan medya kuruluşları, Müslüman Kardeşler olarak bilinen
kıymetli CIA projesinin ABD tarafından örtülü olarak desteklenmesini savundu. Son kitabım
olan Amerikas’ Heiliger Krieg’da ayrıntılı olarak anattığım gibi CIA, Müslüman Kardeşler ile
olan bağlarını, 1950’lerin başlarından beri geliştirdi.
Şimdi, eğer bütün bir Fars Körfezi bölgesindeki bilinen doğal gaz rezervlerinin haritasını
çıkarırsak, IŞİD de dahil olmak üzere Esad karşıtlarına Suudilerin öncülüğünde Katar ve
BAE’nin milyarlarca dolar akıtmasının sebepleri daha açık hale gelir. Doğalgaz, 21. Yüzyılın
tercih edilen “temiz enerji” kaynağı haline gelmiştir ve AB, dünyanın en hızlı büyüyen doğalgaz
pazarıdır; Washington’un Rusya’yı zayıflatmak ve Katar gibi sadık vekil güçleri üzerinden AB
üzerindeki kontrolü ele geçirmek için Gazprom-AB tedarik bağımlılığını kırmak istemesinin bir
sebebi budur.
Dünyanın bilinen en büyük doğalgaz hazinesi, Fars Körfezi’nin orta yerinde, kısmen Katar
karasularında, kısmen İran karasularında yer almaktadır. İran kısmına Kuzey Pers adı
verilmektedir. 2006 yılında Çin’in devlet mülkiyetindeki CNOOC firması İran’la, Kuzey Pers’i
geliştirmek ve Çin’e doğalgaz geliştirecek LNG altyapısını inşa etmek için bir anlaşma
imzalamıştı. 69 Fars Körfezi’nin Kuzey Sahası olarak adlandırılan Katar tarafı, Rusya ve İran’ın
ardından dünyanın bilinen üçüncü en büyük doğalgaz rezervlerine sahiptir.

Rusya dünya doğalgaz rezervinin %49'una sahip, ayrıca günlük 11 milyon varil petrol sevkiyatı
var! Hiç açılmamış devasa rezervlere sahiptir! Yeni Rus politikasına göre kuzey Sibirya
gölgelerinde açılacak kuyular için SSCB milletlerinden sadece orada ikamet edecek insanlar
alınacak. Rusya ile Çin arasındaki enerji kontratına göre Doğu Türkistan'dan Çin'in Pasifik
bölgesine doğru 7/8.000 km uzunluğunda hatlar çekilecek. Uygur bölgesindeki yeraltı
zenginliklerini sadece hatırlatalım. Çin Afrika zenginlikleri için 40 milyar dolar altyapıya yatırım
kararı aldı!

Ayrıca Kazakistan'dan doğalgaz ve petrol alımı yapan Çin muazzam büyümesine rağmen hayalet
şehirleri ve 65 milyon boş konuta çözüm üretemedi. Rusya Doğudaki iç denizinden direkt
Japonya'ya petrol ve doğalgaz satışı yaptığı gibi Baltık denizinden Avrupa'ya ciddi sevkiyat
yapıyor! Rusya; Baltık Almanya, Güney Akım İtalya, Mavi Akım Türkiye, Samsun/Ceyhan/Tel
Aviv projesi ile İsrail'e doğalgaz satışını planlıyordu! Rusya; enerji karteli oluşturmak için
Kazakistan/Türkmenistan/Azerbaycan doğalgazlarını satın alıp, İran ile kısmen ortak hareket
ediyor. Rusya; Ukrayna ile Gürcistan enerji koridorunu kırmızı çizgileri saymaktadır. Aksi
taktirde kartel seviyesinden boyunduruğa inecektir! Rusya aktif politikayla NABUCCO'nun

69
POGC, Kuzey Pers Doğalgaz Sahası, Pers Petrol ve Doğalgaz Şirketi’nin web
sitesi, http://www.pogc.ir/NorthParsGasField/tabid/155/Default.aspx
başarısız olması için Güney Akım ve Samsun/Ceyhan/Tel Aviv ile Baltık projelerini cazip hale
getirdi.

ABD'nin Türkiye ile Ermenistan barışı için arabuluculuğundaki amaç enerji koridorundaki
Gürcistan zayıf halkasını güçlendirmekti. Karabağ sorunu çözülmeden Türkiye'nin Ermenistan
ile sınırların belirlenip, gümrük kapısını açmayı onaylaması Azerbaycan tepkisine yol açtı. Diğer
taraftan Fransa ve Rusya içindeki Ermeni diasporası soykırım bahanesiyle karşı çıktı! Zira
Ermenistan fakir ve küçük bir ülkedir! Fransa/Rusya/ABD içindeki diasporanın maddi katkıları
ve lobicilik faaliyetleri Ermenistan için hayata tutunma vesilesidir! Rusya ile İran Türk
cumhuriyetlerine ait petrol ve doğalgaz geçişini önlemek için Ermenistan ile yakın ticaret yapar.
Mesela elektrik alır! Zaten Ermeni tüccarlara Türk ürünlerini Gürcistan üzerinden sokarlar.
Gürcistan bölgesel ve küresel güçler için sadece geçiş koridorudur.

İsrail'in Güney Kıbrıs açıklarından çıkarmaya başladığı doğalgaz Avrupa'ya pazarlanmaya


başladı! Irak ve Katar doğalgazı ise stratejik oldu! ABD ne Gürcistan ve Ukrayna üzerinden
Rusya'ya, ne de Hürmüz boğazı üzerinden İran'a söz geçiremedi! Tam tersi Rusya ve İran
Ortadoğu’yu tıkadılar. Irak ve Suriye'ye hakim olarak hem Irak, hem Katar doğalgazının geçiş
koridorlarını kontrol altına almak isteyen Rusya ve İran'a tepki geldi. Rusya Kırım'ı kolay ilhak
edince, Ukrayna'dan ciddi toprak istedi. Amaç Avrupa'ya kendi kıta sahanlığından petrol ve
doğalgaz nakli içindir!

Almanya ise Baltık denizinden Avrupa'nın büyük bir kısmına Rus doğalgazını pazarlamak
istiyor. Rusya/İtalya Güney akım projesini istemiyor! Fransa ise İran petrol ve doğalgaz
anlaşmasını Türkiye koridorundan yapmıştı.Ambargo nedeniyle alternatif kanalları kullanarak
malını alıyorlar. NABUCCO projesinde tedarikçiler listesinde 4. ülkeyi pazarlık için
belirtmemişti. Görünüşte Katar olsabile İran seçeneği her daim masadaydı! Gürcistan/Hürmüz
boğazı/Ukrayna/Nabucco projelerinden eli boş dönen ABD tatlı dille alamadığını askeri
müdaheleyle almayı düşünecektir!

Rusya'nın Kırım, ABD'nin Suriye takası masada duruyor. Tabii Kurdistan koridorunu direkt
Akdenize bağlama hedefi İsrail için de cazip geldi! Azerbaycan ise TANAP ile direkt Avrupa'ya
bağlanmak istiyor. Diğer taraftan ABD ve Rusya ile olan anlaşması da devam ediyor!
Azerbaycan hem Ermenistan ile Karabağ, hem Hazar denizinden ötürü Türkmenistan ile
sorunları var! Bu nedenle Rusya ve ABD'ye kafa tutamaz. Türkiye''deki 20 milyar $
yatırımlarından ötürü Erdoğan'ın paranoyak taleplerine zor tahammül ediyor. Zira Azerbaycan'ın
Türkiye'ye ihtiyacı var.

Türkiye,İran/Irak/Katar/Rusya/Azerbaycan/Türkmenistan/Kazakistan enerji koridoru için


muazzam bir ülkedir! Buna rağmen gayri ciddi görülüyoruz! Tayyip Erdoğan'ın yolsuzluklarına
göz yuman Türkiye, itibarını yitirdiği gibi küresel güçlerin elinde soytarı haline geldi! Erdoğan'ın
güvenilir olmadığını gören tüm ülkeler projelerini güncelleyip, Kürt koridoru gibi alternatif
seçenekleri de gündemlerine aldı. Türkiye 50 senede eline geçmeyecek muazzam fırsatları
kaçırdı. Halbuki enerji koridorundan ötürü tüm ülkeler Türkiye'nin güvenliğini sağlayacaktı Bu
vesileyle kimse PKK'ya sipariş geçmeyecek ve arka çıkmayacaktı. Türkiye'de kökünden
kazıyacaktı. Bölgesel serbest ticaretin kapıları açılacaktı.
İran bile Irak ve Suriye'deki müttefikleri üzerinden kendi doğalgaz ve petrolünü direkt Akdeniz'e
sevketmenin ütopik hayallerini kuruyor! Umarım Türkiye devlet ayarlarına bir an önce geri
dönerek, aşiret ve terör gruplarıyla değil dengi olan devletlerle muhatap olmaya başlar! Suud
yönetiminin Ortadoğu’ya müdahelesi hem halifelik, hemde ağababalarının emrinden ötürüdür.
Aksi taktirde iç karışıklık yaşayacaktır! IŞİD kimin pis bir aracıdır, yakında net ortaya çıkacak.
Enerji güzergahları savaşında Büyük Kürdistan dış güçlerin piyon bölgesi olacaktır. Rusya ve
Çin, Suriye'yi enerji güzergahı için bırakmaz. İsrail, ABD ve Avrupa'da asla vazgeçmez.
Çıkarlar, 3. dünya savaşı çıkartabilir.

Ne kadar güçlü devletiz ve büyük liderimiz var ki, burnumuzun dibindeki Kobani'de IŞİD'in
ilerlemesini ABD uçakları durduruyor, biz ise resmen uyuyoruz. Kürtlerin en temel haklarını,
özgürlükleri vermek için Kürt Çözüm planında eli kanlı PKK'yı tek muhatap almaya ve
güçlendirmeye gerek yoktu! Şimdi Ankara, PKK'nın ağır silahlarla donatılmasına seyirci
kalacak. Keşke Kürt Çözüm Planında AKP samimi olsaydı ve barış umudunu IŞİD'e destek
vererek hem ateşe hemde çöpe kolaylıkla atmasaydı ama attı işte! ‘Kürtlere destek versek de mi
IŞİD’le savaşsak, vermesek de mi savaşsak’ totosunda ikinci şıkkı tercih eden Ankara, onursuz
ve milli olmayan bir politika izleme kumpasına düşürüldü. Tiran'ın Suriye'de tampon bölge
istemi ve uçuşa yasaklı bölge istemi de ret edildi. IŞİD'in uçağı mı var ki, yasaklı bölge
istiyorsun gafil! IŞİD'in ele geçirdiği yerler petrol ve su kaynakları, hepsi stratejik. Irak Baas
partisi IŞİD'i kullanıp ABD ve İsrail ile pazarlık yapıyor! Bugün IŞİD ile PKK'nın savaşmasına
bakıp aldanmayın. Uluslararası güçler bölgeye geldikten sonra Büyük Kürdistan rahatlıkla
kurulacaktır.

Tiran, PKK'yı da kandırdı. Öcalan, Tiran'ı kandırdı. Kandil'e IŞİD'le savaşın diyen Yalçın
Akdoğan TSK'ya kurduğu kumpasın bedelini ödeyecektir. Kürt Çözüm planında Yalçın
Akdoğan ve Beşir Atalay'ın ihanetleri af edilemez. Arınç çok eleştirirdi, fitili çekip bombayı
kucağına koydular! Bülent Arınç'a acıyorum. Kürt Çözüm planında başarısız olan Beşir Atalay'ın
günahları onun boynuna asıldı; ikiye bölsen yine haline gülüyor! BD, Tiran'a sadece bir kartını
açtı ve IŞİD politikasında 180 derece dönüş yaptı. Fırıldağa dönmüş AKP'liler için sorun yok, o
çok büyük bir dünya lideri!

Twitter Fenomeni Fuatavni, Rusya ve Batı arasındaki bankalar savaşını dün çok güzel şöyle
özetledi: "OFAC,(Office of Foreign Assets Control - ABD Hazinesine bağlı çalışan kurum) 12
Eylül'de Rusya'ya yaptırımlarını genişlettiğini duyurdu. OFAC'ın hedefinde, Rusya'nın bankaları,
enerji ve savunma şirketleri var. Avrupa Birliği de OFAC'ın yaptırımlarını uygulama kararı
aldı. OFAC ve AB'nin kararlarına göre Rus bankalar, ABD ve Avrupa sermaye piyasalarından
30 günden fazla vadeli borçlanma yapamayacak. Yaptırımlar sonucu, Rus bankalar, batı
piyasasından borç bulamayacağı gibi dış ticaret işlemlerine de aracılık edemeyecek. Batı
sermaye piyasalarında menkul kıymetlere yönelik işlemlerin yapılamayacak olması Rus
Bankacılığı'nı, ithalat ve ihracatını zorlayacak. OFAC'ın Rusya'ya yaptırım uygularken, aslında
Denizbank'a darbe yaptığını kavrayamayanlar tarafından yönetilen ülkede yaşıyorsunuz. OFAC
tarafından Sberbank'a uygulanan tüm yaptırımlar, Denizbank'a da uygulanacak. Denizbank üst
yönetimi, durumun vehametinin farkında. Rus Bankacılığı'nın zor duruma düşmesinden 'Bize
ne?' diyebilirsiniz. Ama Rusya'nın en büyük bankası Sberbank, Denizbank'ın %95'ine sahip. AB
Konseyi'nin yaptırımlarla ilgili 31 Ekim'de tekrar toplanacak olması ve yapacakları açıklama
durumu daha vahim hale getirebilir. Bakanlıkları sürekli ziyaret eden Denizbank Yönetimi,
uluslararası boyuttaki sorunlarına çare bulmak için çırpınıyor. Sorun çok ciddi ve bankanın
geleceğini ilgilendirmekte. Çünkü Denizbank'ın yurt dışından borçlanma imkanını bitirecek
boyutta. Bu yaptırımlar, Denizbank'ın bankacılık yapmasını imkansız hale getirirken bankanın
kredi verdiği şirketleri de olumsuz etkileyecek. Bu yaptırımlar, Denizbank'ın bankacılık
yapmasını imkansız hale getirirken bankanın kredi verdiği şirketleri de olumsuz etkileyecek. Ali
Babacan ve bürokratlar, Denizbank'ın batmasını engelleyecek adımlar atmalı ve bankanın OFAC
uygulamalarından çıkarılması sağlanmalı. OFAC 12 Eylül'de aldığı kararla Rusya'dan çok
Türkiye ekonomisine darbe vurdu ama Tiran'ın ekonomi danışmanları farkında bile değil.
OFAC'ın Rusya'ya yaptırım uygularken, aslında Denizbank'a darbe yaptığını kavrayamayanlar,
Dünya Ekonomik Forumu'nda konuşmacı oluyor (!)"

PETROL VE GAZ HIRSIZLIĞI KARUNLAŞTIRDI

İran gazı pahalı deyip hala İran’dan bin metreküpü 380 USD’ye gaz alanların, bu ticarette ne
kazancı var acaba? Azeri gazı sadece 200 dolar oysa ki! Rusya’ya ödenen gaz bedeli için Mavi
Akım’da Turusgaz modelinde olduğu kimlerin cebine yüzde 5 veya fazlasıyla komisyon giriyor?
Petronün varil fiyatı tüm dünyada 120 USD’den 48 USD’ye kadar düşük iken bile petrolu hala
halka 110 USD’den Türkiye’ye iteleyenler kimlerdi? Devlet kasasına girmeyen kaçak petrol
ticaretinden kimler rant sağlıyor? İşte zurmanın zırt dediği yer burası! IŞİD, Suriye’de Tel Abyad
PYD eline geçtikten sonra kaçak petrol fiyatını yüzde yüz yükseltti, bundan sonra IŞİD'e
operasyon yapılması manidardır. IŞİD ile yapılan petrol kaçakçılığından devletten kaçırılan vergi
meblağı, bir Yezidi Karunlaştırıp diktatör yapacak kadar büyüktür. TBMM bir Araştırma
Komisyonu kurarak Suriye, İran ve Irak sınırında yapılan petrol kaçakçılığı üstüne gitmelidir.
Zira daha önce yazdığım 2013 petrol kaçakçılığı raporu, AKP marifetiyle rafa kaldırıldı. IŞİD'in
petrol bakanı Ebu Sayyaf'ın evinde ele geçirilen petrol kaçakçılığı listesi yabancı istihbaratların
eline geçtiğini cümle alem öğrendi. Acaba bu nedenle mi Erdoğan'ı rahat oynatıyorlar?

IŞİD'ten 3'de 1 fiyatına yıllardır petrol satın alan AKP'liler sınırdan bunu üstelik vergisiz algısız
soktuğu için açıkca hırsızlık yaptılar. Bu hırszlıkta sadece AKP’liler yok, liste uzun. Eski Beyaz
Türklerde var. Mersin kilit şehir. 2014’te Erdoğan'a bağlı kesimlerin IŞİD petrolünü varili 25
dolardan satın aldığını söylemiştim. The Guardian gazetesi, herkesin bildiği bu sırrı, bir işaret
fişeği olarak yayınladı. The Guardian, Ebu Seyyaf'ın imhasıyla Erdoğan ekibi/İIŞİD işbirliğine
dair belgelerin ele geçtiğini üst düzey bir yetkiliye dayandırarak haberinde verdi. Bu kaynak
büyük ihtimalle MI5 ve MI6 İngiliz istihbarat birimleri. Suriye sınırında kadın/silah/uyuşturucu
ticaretinde Burak Erdoğan, PKK ve özel harpçilerin içinde olduğu kirli işlerin belgeleri de bir
süredir birçok kesimin elinde dolaşıyor ve var! Bir skandal ve belgesi yayınlanmıyorsa, bilin ki
şantajın boyutu ulusal güvenlik sınırlarını zorlamıştır!

Kuzey Irak’tan Erdoğan'a yakın kesimlerin yine varili 28/30 dolardan aldıkları petrolde bir süre
sonra koz kullanmak için belgeleriyle ortaya çıkabilir. İran ambargosunda doğalgazdan Erdoğan
ekibinin aldığı korkunç rüşvet ve karapara operasyonlarındaki komisyon yine İran tarafından koz
kullanılacaktır. ABD'deki Ziraat bankasına dair karapara incelemesi, IŞİD'e gönderilen silahlar
ile Türkiye'yi kuşatan küresel güçler Erdoğan'a istediğini yaptırabilir. İran elindeki birçok kozla
Erdoğan'ı önüne yatırmış durumdadır. Kuzey Irak ile Erdoğan kaçak petrolde de küresel güçlere
göre suç ortağıdır. IŞİD'e silah satışı, sınırdaki lojistik destek, petrol alımı gibi belgeler Erdoğan'ı
her türlü kepazeliğe razı edecek seviyededir. Kürt petrolünün satışından elde edilen paralar
Türkiye’deki bankalara değil, Almanya daki bankalara aktarılmış 1 Ağustos 2015’den beri!
Bildiğiniz skandaldı! Kürt petrolünün paraları artık Halk bankasına değil, Alman bankalarına
niçin akıyor, damat Beraat Albayrak nedenini kamuoyuna açıklayabilir mi? Şok haber, Kürdistan
Tv Kanalına düştü.70 Nasıl bir taviz verilmişti Alman BND’ye? Ortada 48 yıllık bir anlaşma
varken neden Kürt petrol paraları Almanya’ya akar? 1,3 katrilyon Dolarlık bir ihanet var. İzahı
yok bunun! Kürt petrol parasının artık Almanya bankalarına aktığını açıklayan Irak Kürdistan
bölgesel yönetimi doğal kaynaklar Bakanı Hawrami dir. Yolsuzlukla suçlanan bakan Hawram,
“131 milyon dolar sadece bu aylık kayıp” diye bilerek ağzından kaçırdı. Barzanilerin adının da
karıştığı petrol kaçakçılığı ilk defa sorgulanıyor.

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde Neçirvan Barzani’nin Erdoğan ailesi ile yaptığı
yolsuzluğu resmen tartışılmaya başlanmış durumda. Barzani’de Erdoğan’ı kara ticarete aşırı
zorlaması nedeniyle suçluyormuş. Erdoğan’ın bir kara para musluğu daha kesildi. Para gidince
Erdoğan Kürt dostluğundan Kürt düşmanlığına geçti. Selefi terörüne desteği işin tuzu biberi,
Kürtler için Erdoğan’dan kurtulmak için işin bahanesi oldu. Düşünsenize, bundan sonra yılda 30
milyar Dolarlık ticari hacim Alman bankalarına aktarılacak. Neden? Erdoğan’ın Kürt düşmanlığı
Barzani’yi kızdırdı.

Recep Tayyip Erdoğan’ın 1 aydır erken seçim için kaşıdığı Kürt fobisi ve kan politikası Kürt
petrolünü kaybetmemize yol açtı. Kürdistan bağımsızlığı referandumu için de zemin oluştu. İran,
petrol ve gazını Kürdistan ve Suriye üzerinden Akdeniz’e ulaştırmak istiyor. Peşmergelerle
irtibatı güçlendirdi. Ankara ne yapıyor? Kürtleri düşman ilan edip, dimyata bulgura giderken
evindeki pirinçtende oluyor. Almanlar, Kürdistan’da Barzanilerin iktidarda kalmasını istiyor.
İran, IŞİD’e karşı savaşta ABD ile anlaştı, bende varım diyor, Ankara ise hızla bölgede kan
kaybediyor. Erdoğan’ın Kürt barış masasını sırf HDP’yi baraj altında bırakmak için yıkma bedeli
artmaya başladı.

Her yıl Irak petrolünün tamamı; Kürt ve Arap Petrolün tamamı Türkiye’den pazarlansa, her yıl
9,9 milyar dolar gelir demek. İkisi de şimdi kaybedildi. Erdoğan, Katar ve Almanya oyunu ile
pasifize edildi. Katar’ın katkılarıyla kurulan Irak şirketi SOMO, Katar ile birlikte artık
Körfez’den, daha sonra ise Kuzey Suriye enerji koridorundan dış dünyaya pazarlama yapacaktır.
El Nusra, Katar’ın selefi oyuncağıydı, Irak’ın kaçak petrolünü Somo ile Bağdat üzerinden resmi
satacaklar. IŞİD’in elinde 12 kuyu var. Bundan sonra ABD ve koalisyon güçleri ile bu kuyuların
geri alınması için Kürtlerle beraber savaşacaklar. Almanya, Kobani olaylarından beri Kuzey
Irak’ta Kürt Peşmergelere IŞİD’e karşı askeri eğitim veriyordu. Erdoğan’ı ve elbette ülkemizi
selefi atına oynaması batırıyor. Katar, El Nusra’yı IŞİD’ten geçtiğimiz Nisan ayında boşatmış ve
ayırmıştı. Kürt gruplarla El Nusra’nın bu ittifakı IŞİD’e karşı mücadelede ABD’nin de işine
gelecektir.

Erdoğan’ın kin ve nefret politikası her yerde patlıyor ve ülkemize büyük zarar veriyor. Kürt
petrolünün Erdoğan yüzünden kaybedilmesi büyük bir skandaldır. Kürdistan yönetimi ve
Erdoğan uzun süredir Kürt petrolü Irak petrolü değildir diyerek direniyor ve Bağdat’ın petrol

70
Faruk Arslan Kürt petrol musluğu kesildi. 22 Ağustos 2015.
http://nrttv.com/Details.aspx?Jimare=10045%C2%A0%E2%80%A6 …
payını göndermiyordu. Daha önce Şii Nuri El Maliki hükümeti ile limoni ilişkiler bahane
ediliyordu, ancak Maliki devrileli epey oldu. Bağdat’ın paraları ve faizleri kimin cebine girdi?

Ağustos 2015’de, Katar Erdoğan’a bu kazığı göstere göstere attı! Katar, Erdoğan’ın Neçirvan
Barzani ile yatıp kalktığını biliyordu, bu nedenle önce Kürt petrolüne karşı, Irak petrolü restini
çekti. Katar emiri, bunun için Irak petrollerinin tamamının pazarlanacağı SOMO adlı şirketini
yeni Bağdat yönetimiyle kurdu ve Bağdat’a tam yetki verdi. Erdoğan’ı bypass etmekle
kalmadılar, Ankara’nın Kürtlerle ekonomik ilişkisine de darbe vurdular. Irak petrolünü Katarla
birlikte pazarlamak isteyen Erdoğan, bu defa da Kürt petrolünden ülkemizi mahrum bırakmış
oldu. Yükseltilen Kürt düşmanlığıyla Türkiye, kendi ayağına kurşun sıkmaya devam ediyor.
Katar’dan El Nusra için Erdoğan rejimine gelen milyar dolarların, yani hoşafın yağı da kesilmiş
gözüküyor. Katar, Kürtleri bölgede yeni oyuncu partneri olarak seçti.

Erdoğan’ın kara para işleri İran’dan sonra Kürdistan’da da işte böyle patladı. Kürdistan’da tek
gaz şirketi Dana-Crescent ile PowerTrans arasındaki kara para ilişkisi kişiselleştirildi. Erdoğan
ve Beraat Albayrak’ın sahibi olduğu PowerTrans üzerinden kara para avantası ve rantı böylece
bitti. Bakan Hawrami İngiltere’nin hedefinde bulunan bir isimdi. Eylül ayında uluslararası
tahkim mahkemesinde görülecek davasında Ashti Hawrami petrol kaçakçılığı ve yolsuzluktan
yargılanıyor. Erdoğan’a açık mesaj vererek, ben yanarsam seni de yakarım demek istedi. Çünkü
Enerji Bakanı Taner Yıldız ile anlaşma yapan Hawrami, Neçirvan’ın kirli para eliydi. Tahkim
davasında 5 milyar dolar ceza alınırsa, Kürdistan’ın ekonomisi batabilir. Büyük ihtimalle
Neçirvan Barzani, Hawrami’nin kellesini tahkim’e verecektir, Erdoğan ve Beraat ile kara para
ticaretinden de haberim yok diyerek kurtulmaya çalışacaktır. 1 Kasım’da erken seçim isteyen
Erdoğan, Kasım ayında sonuçlanacak Tahkim’den sadece Kürdistan’a değil, Türkiye’ye de
büyük bir ceza çıkmasından kaygı duyuyor. Legal ticaret yapsanız ve devletimize düzgün vergi
ödeseniz olmaz mıydı?

Bir Hak dostu, Erzurumlu Dadaş bir vatandaşın dilinden, “hepimiz kendi çapımıza göre hırsızız”
sözünü yazmıştı. “Başçalan”ın hesap vermesi herkesin hırsızlığa son vermesine bağlıdır. Bireyler
bireylere zulmedip bunu normal gördükce toplumsal zulmün ortadan kalkması adli ilahiye
aykırıdır. Zulmün büyüğü küçüğü yoktur ve olamaz.
Altıncı Bölüm

IŞİD ve Büyük Kürdistan Projesi

IŞİD bir araç olarak kullanılıyor ve Büyük Kürdistan’ı birleştiriyordu. 17 Aralık’tan sonra
IŞİD’e giden Tırlarla ilgili gerçeklerin de açığa çıkması, Erdoğan açısından felaket anlamına
geliyordu. Cumhurbaşkanı olması zevahiri kurtaramazdı. IŞİD ve El Nusra ile ilişkilerine
Erdoğan daha fazla devam edemezdi, AKP iktidarı bu itibarsızlaştırmayı göze alabilir mi,
bundan pek emin değilim. Erdoğan, eskiden olduğu gibi IŞİD ile ilişkilerini sürdürürse,
uluslararası sistemde Türkiye bir tür korsan devlet muamelesi görmeye başlayacaktır. Mayıs
2014’den beri ilişkiyi kestiklerini Obama’ya bildirdiler ama gerçekte durum farklıydı.

IŞİD ve El Nusra’yı yöneten İsrail ve Derin Neoconları, İngiliz MI5 ile Ortadoğu petrol ve su
kaynaklarını elde ederken Almanya nal topladı! Alman BND’si Ude Steinbach önderliğinde
yıllardır PKK ve Hz. Alisiz Alevilik projesine yatırım yaptı, IŞİD ve El Nusra belki de işlerine
gelmiyordur. İngiliz nüfuz ajanları Doğu Perinçek ve Yiğit Bulut’un önplana çıkmasına en sert
muhalefetin Alman BND’sinden geldiğini hatırlayınız lütfen! İsrail ve İran ortak üretimi olan
Hakan Fidan ile MİT içindeki Almancılarla Amerikancıların dalaşını kaç kez yazdım, MOSSAD
ortak ebeleridir. Alman BND’nin ne işler çevirdiğini çoğu Ankara diplomasi muhabiri gazetecisi
bilir. Ajanlarla oturup konuşmak bu gazetecilerin zaten işidir. Benimde işim buydu.

PKK ve Alevi kartını kullanan Alman BND’nin IŞİD ve El Nusra oyununda nerede yer aldığını
bilmiyorum ama dinledik mesajı bence Erdoğan’a ciddi bir uyarıydı. Almanlar, Erdoğan ve
Fidan’a IŞİD’i ve El Nusra’yı desteklediğinizi belgelerle biliyoruz mesajı verdiler, kasetlerden
de tabi haberleri vardır. Özetle, ülkemizi dinleyen Almanlar, Ankara’dan özür dilemedi, tam
tersine gerekçelerini sıralayarak ne kadar doğru bir iş yaptıklarını savundular. Çünkü Erdoğan’a
hiç güvenmiyorlar, ülkeyi Batı’dan çevirip, Doğu’nun geri kalmışlığına atacağını görüyorlar.

1 Ekim 2000’da Almanya devleti sponsorlu 7 günlük gazetecilik gezimden döndüğümde


Almanya Ankara Büyükelçisi Dr. Smith ile beni tanıştırdılar. Ona şok edici ve sıradışı yaklaştım,
mesela, ‘neden Erbakan’ı devirdiniz?’ diye sordum. Hiç istifini bozmadan şaşkın gözlerle
bakarken, ‘Eksen kaymıştı’ dedi. Büyükelçi Dr. Smith’e, ‘peki neden kafanızın üstünde
Türkiye’nin etnik haritası var ve PKK ile Diyarbakır’da halay çektiniz?’ diye de sordum. Nüfuz
ajanı olmaya hazır yumoş gazetecilere alışmış Dr. Smith, şok oldu, hemen ‘Türkiye’yi bölmek
istemiyoruz’ diyebildi. Büyükelçi Dr. Smith, halay çektiği insanları HADEP’li sandığını, PKK’lı
olduğunu bilmediğini savundu. ‘Bende herşeyi biliyorsunuz sanıyordum’ diye dalgamı geçtim.

Almanya Ankara Büyükelçisi Dr. Smith’in hal dilinden şunları çıkardım: 28 Şubat’ı MİT’deki
Gladyo ekipleri CIA ve MOSSAD ile ortak yaptı. Gerekçeleri şuydu: Erbakan haddini aştı. AB
hedefinden uzaklaşıldı. Bugün de görüntü bu ve ülke ticaretinde ilk sırada yer alan, 3 milyonu
aşkın vatandaşımızın yaşadığı Almanya bu nedenle harekete geçmişe benziyor. Almanya ne
Türkiye’yi AB’ye alır, nede tamamen vazgeçer! Ülkemizdeki faaliyetleri inanılmaz boyutta!
Dışişleri’nde kaydedilip sızdırılan malum dinleme olayını Amerikalıların yaptığı ortaya çıkana
kadar cemaat günah keçisi yapıldı. Hani cemaat sızdırmıştı? Oysa sski Büyükelçi Onur Öymen,
daha skandalın ilk günü konuşmuştu: Toplantıyı dinleyenlerin yanı sıra sızdıraların da yabancıla-
rın olduğu anlaşılıyor. Yabancı örgütler, Türkiye’nin savaş tahrikçiliği yaptığı iddiasını ortaya
koymak için sızdırmayı yapmış olabilir. Dışişleri Bakanlığı’ndaki sızdırılan toplantının dinlen-
mesi yurtdışı kaynaklı olabileceği ihtimali güçleniyor.

Onur Öymen Bonn’da çalıştı, Almanları gayet iyi tanır, aynı görüşteyim. BND’nin dinlediği
bilgiler dışarıya sızarsa, ki ABD eline geçmiş, iç ve dış siyasette bir depreme yol açar mı?
Açacağa benziyor. BND Ajanları, IŞİD militanlarıyla resmi mercilerin olası bağlantısı ko-
nusunda ne tür bilgiler edindi? Ellerinde ne var? BND, şantaj potansiyeli olan neler biliyor ki
Ankara tepkisiz kaldı. Soru şu olmalı: BND, yolsuzluk skandalı konusunda neler biliyor?

Kürdistan’da neler oluyor, bir göz atalım. Mesut Barzani yönetimi ile Kandil’de PKK ve
Rojavo’daki PYD arasında uzun süredir bir gerilim vardı. Şimdi IŞİD’e karşı ortak savaşıyorlar,
yumuşadılar birbirlerine, zaten MOSSAD ve CIA’da ne zamandır bunu istiyordu. IŞİD tehlikesi
zamk gibi onları birbirine bağladı, bölgede iyi ticari ve siyasi ilişkileri olan Türkiye ise artık
dışlanıyor. Kürtlerde ayrılık, bağımsızlık şarkıları çalıyor, barış süreci PKK’yı kahraman yaptı.

Stratfor 2011′de bu taktiği planlamıştı, Suriye ve Irak’ın parçalanması bir senaryo olarak
duruyordu, bugün maddi bir gerçek haline geldi, şok yapacak, sınırları değiştirecek strateji
ustalıkla aşama aşama izleniyor. El Kaide’nin, El Nusra’nın bile radikal bulduğu- IŞİD, bölgede
gerçek anlamda yerleşiyor, Lübnan’da Şii eğilim ve şiddet artırılacaktır. İran bu konuda elinden
gelen şirret politikayı izliyor. IŞİD içine bile militanlar yollamış bu Şii gözüken Fars şovenist
şeytanlar!

IŞİD artık doğrudan El Kaide bağlantılı değil, siyasi ve askeri açıdan daha donanımlı bir örgüt ve
çok güçlü bir konuma gelmiş durumda. IŞİD ile sınırların işlevsizleştiği ve giderek buradaki
ülkelerin bir mezhebi çatışmaya, mezhebi kaosa sürüklendiği durumla karşı karşıyayız. Türkiye,
başbakan olacak Ahmet Davutoğlu’nun meşhur kitabı “Stratejik derinlik”de boğuluyor, bu
saçmalıkları diye diye, siyasi istikrarsızlık içine girdi. Pakistan’da benzer bir durumu yaşamıştı,
şimdi bunu Türkiye’de de yaşayabiliriz.

1996’da Afganistan’a hakim olan Taliban’ın İslamcı mezhepçi şiddetinin etkisinin yayılmasıyla
birlikte, o şiddet sonra döndü Pakistan’ın kendisini vurdu ve Şii-Sünni çatışması artmıştı.
“Stratejik derinlik” dedikleri şeyle, Suriye ve Irak’ı istikrarsızlaştıran, çatışmaya iten senaryolar
Türkiye’ye de taşınabilir; zaten esas korkunç olan senaryo budur.

Pakistan, Vehhabi Suudi, MOSSAD ve ABD desteğini alarak Afganistan’daki boşluğu önce El
Kaida, daha sonra Taliban ile doldurmaya çalışmıştı. Erdoğan bugün her ne kadar kabul etmese
bile aynı tuzağa düşürüldü. Erdoğan sayesinde sınırımızın dibinde IŞİD gibi bir karanlık örgütün
bu düzeyde yayılmasının yarattığı sonuçlar uzun döneme yayılacaktır ve Büyük Kürdistan’ı
kuracaklardır. Topraklarımı büyüteceğim diyen Erdoğan’a Kürtler artık nefret besliyorlar.

Erdoğan ve Fidan, IŞİD meselesinde bundan sonra bir sır perdesi oluşturmaya çalışacaklardır.
Haram Havuz Medyası yalanlar yazacaktır ama Almanlar bu oyunu deşifre edecek gibi duruyor.
Erdoğan ve Fidan, son iki yıl içerisindeki El Kaide, IŞİD gibi örgütlerle kurduğu ilişkilerin açığa
çıkmasından son derece rahatsızlık duyuyorlar. Fatih Tezcan çok üzülecek ama Erdoğan, daha
yeni El Nusra’yı “terör örgütü” listesine aldı. IŞİD konusunda ise halen konuşmuyor. Skandal
çok büyük ve ülkemizi yalnızlaştırıyor!

İki derin Amerika savaşıyor. Demokrat Obama yönetimi IŞİD’e başından beri karşıydı, ABD ve
AB’de, özellikle ABD’de selefi-cihadçı, El Kaide’ci El Nusra grupların öne çıkması bir korku
meydana getirdi. İslam düşmanı Neocon ve Evanjelistler, önümüzdeki seçimde Cumhuriyetçi bir
başkanın Beyaz Saray’da oturacağı hesabını yapıyorlar ve IŞİD tezgahının arkasında duruyorlar.

Erdoğan ve Fidan, Suriye’de kalıcı bir Alevi-Sünni çatışmasının tohumlarını ekerken, İsrail ve
İslam düşmanı Neoconlardan bu nedenle destek buldu. Mezhepçi IŞİD, Irak’ın ve Suriye’nin
Sünni toplumunun bir temsilcisi olma gibi bir role soyunurken, Kürt PYD’ye karşı Erdoğan El
Nusra ve IŞİD’e açık destek verdi. Oysa her İslam ülkesinde IŞİD’e terörist toplayanlar, bu
yapıyı kumanda eden yabancı istihbarat güçlerinin talimatına göre hareket ediyorlar. Buna
rağmen Erdoğan, IŞİD’e silah, roket, militanları MİT gözetiminde yolladı, Topbaşlar bundan
rant sağladı. Erdoğan, biliyor ki, görevden aldığı savcı Mustafa Sırlı, paralel filan değil, hele
cemaatten hiç değil.

Hükümetin ve istihbaratın Suriye’de en yoğun ilişkide bulunduğu örgüt neden IŞİD ve El Nusra
oldu? Erdoğan neden onlara uzun süre terörist diyemiyordu? Bu defa ustalıkla kıvıramıyordu.
Çünkü MİT adına otobüslerle, THY ile IŞİD’e terörist taşıma olayı, olaylı tır durdurma
soruşturma tutanağında geçiyor. IŞİD militanlarını taşıyan Otobüs firması, MİT ile anlaşmam var
dedi ve yırttı. IŞİD teröristlerinin silahlarıyla birlikte Hatay’dan Akçakale sınırına kadar MİT
organizasyonuyla taşındığı, Suriye’ye geçirildiği belgelidir! Bunları yok etmeleri mümkün
gözükmüyor. IŞİD militanları bir kadın tarafından öldürülünce şehit olmayacağı ve cennete
gitmeyeceğine inanıyormuş. Erdoğan, işte bunlara silah ve roket gönderdi. Hatasını kabul
etmiyorlar, milletimizin, ülkemizin adını kirlettiği için özür dilemiyorlar.

IŞİD yaklaşık 2 yıldır kayıp olan Amerikalı gazeteci James Foley’in (40) boğazını keserek
öldürdüğü videoyu yayınladı. Youtube kaldırdı ama İslam adına işlenen vahşet ortada!
Erdoğan’ın desteklediği IŞİD, şimdiye kadar Halep, Humus, Rakka ve Lazkiye’deki Türkmen
köylerinin neredeyse tamamına yakını yerle bir etti. Türkmenler Kürdistan’a sığınmak zorunda
kaldı. Kerkük konusunda Kürtlere sert çıkan Türkmenler bile can derdiyle Barzani
peşmergelerinden medet umar hale getirildi. Ankara, Türkmenleri kimsesiz bıraktı. IŞİD
kafalarını keserek infaz ettiği çok sayıda Türkmen’in cesedini halka korku saçmak amacıyla
sokaklarda bekletiyor. IŞİD, Halep’te Türkmen katliamı yaparken bile Davutoğlu, ‘Türkmenler
birbirini öldürüyor, IŞİD değil’ demişti. Bu gaflet ve basiretsizlik nereye kadar gidebilir ki!

Davutoğlu başbakan oldu, ancak IŞİD’in Kürdistan’ı birleştirdiğini göremeyecek kadar kör ve
sağır stratejik derinlik uzmanıdır. Sıfır düşman politikası ile yola çıktı, sıfır dostumuz kaldı, yanı
başımıza iç savaş ortamında bir Afganistan getirdi, çok başarılı oldu ve ödüllendirildi!
Yedinci Bölüm

Selefilik İslam’ı sunan yapı Kimindir!

Türkiye, 2012’de PKK terörünü bitiren, KCK’nın canına ot tıkayan; paralel bahanesiyle mağdur
edilen kahraman Emniyetçileri, savcıları ve hakimleri şimdi mumla arıyor. Aslında kilit cümleyi
PKK elebaşı Abdulah Öcalan yandaşlarına gönderdiği mektupda şöyle kurmuştu: 7 Şubat
darbesinde polisi yok edip, savcıları safdışı bırakıp MİT’e yardımcı oldum ve KCK’lıları serbest
bıraktırdım. İşte kumpas buydu. Havuz medyası algı operasyonu ile bunu çarpıttı ve cadı avına
dönüşen bir siyasi fahişelik sergiledi. HDP’nin ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ sloganı başarılı
olunca, MİT’in elindeki oyuncak Öcalan kullanışsız hale geldi. 6 Haziran’a kadar akmayan kan 8
haziran’da Erdoğan eliyle güdümlerindeki PKK eli kullanılarak terör kasten azdırıldı. Öte
yandan Alman istihbaratı, Türkiye, Suriye’deki cihatçılara silah gönderdi dedi. Rapor ve
belgesini açıklıyor, patriotları çekiyor, kimse laf söylemiyor! Eğer buda skandal değilse pes
doğrusu! Kürt düşmanlığı politikası neden yalan daha iyi anlaşır. Herşey servet için! Kürt
petrolünün gizemli imtiyaz şirketi: POWERTRANS, sahibi damat Beraat Albayrak.
Karamehmetler ve Barzanı kime petrol satıyordu?

Çakma çözüm sürecinde 2.5 yıl boyunca şehirlere 80 bin silah yığan PKK’ya ve Öcalan’a melek
muamelesi yaptılar, dağa kaldırılan 10 bin genç var dedik, aval aval seyrettiler! TSK ve polisi
etkisiz hale getirip çakma akil adamlarla siyasi şov yaptılar.

Havuz medyası, milli meselelere hep Erdoğan’ın siyasi çıkarlarına ve istikbal hedeflerine göre
baktı, bu nedenle kıvurta kıvırta dansöze, renk değitire değiştire bukelamona döndüler; ülkeyi
bölen ihanet planlarına karşı çıkan herkes hain ilan edildi ve karakter suikastına maruz kaldı.
Kürt sorunu uzmanı Prof. Dr. Sedat Laçiner’i hazmedemediler, çünkü yaptıkları hataları
haykırıyordu. Erdoğan ne yapsa haklı görüldü, eleştirenler işinden oldu, yetişmiş insan
gücümüze, cins beyinlere acımadan kıyıldı.

Bu süreçte toplum vicdanını temsil eden Hizmet Cemaatı, en başından beri MİT ve Erdoğan’ın
selefi terörüne destek ve Kürt sorununda PKK’yı tek muhatap yapma politikasına net biçimde
karşı çıktı. Barışçıl çözme evet dedi ama ortada samimiyetsizlik ve gizli bir ajanda olduğunu da
biliyordu. Cemaat, MİT’in Erdoğan’ı Öcalan ve PKK desteğiyle başkan yapma hain emeline
karşı çıktığı için hem PKK hem MİT hemde Erdoğan’ın hedefi oldu. Bu hakikatı bildikleri halde
zalimin tarafına geçen nice aydın sandıklarımızın maskesi düştü, güçten yana oldular.

MİT’in Öcalanlı Erdoğan’ı başkan yapma projesi artık tamamen çöktü. Kürt siyaseti legalize
olmuş Meclis’te güçlü temsil edilirken HDP şiddete neden başvursun? HDP’yi baraj altında
bırakma çabası ve algısı ülkenin ulusal güvenliğine hizmet etmiyor.
Aktrollerin elebaşı Taha Ün KCK içindekilerin yüzde 25’i Fidan’ın adamları diye itiraf etmişti.
O halde PKK terörünü kullanan alçak el bellidir. Havuzun darbe diye pazarladığı 7 Şubat
soruşturması durdurulmasaydı, bugün Efgan Ala ve Fidan’ın KCK’nın içindeki MİT’li PKK
terörü belkide olmazdı. Erdoğan’ın başkanlık inadıyla mevcut şartlarda Kürtler fiilen kopuyor.
Duygusal kopuşun ötesi yaşandığı aşamada siyasi hesap yapan alçaktır. Kan üzerinden siyaset
yapan Erdoğan rejimi bu defa çatlamıştır ve acı çöküşe doğru ilerlemektedir.

Şehit yakınlarının yürekleri dağlayan feryatlara kulak tıkayanlar ancak zalimlerdir. Havuz
medyasına göre bunlar taşkınlıklar. Halkı hissetmiyorlar, acılarını duymuyorlar. Zalimlerin kalıcı
yeri cehennemdir. Yaşasın zalimler için cehennem diyorum. Erdoğan’ın bu kez yakayı kin ve
nefret popülizmyle kurtaracağını pek sanmıyorum. Miadı dolduktan sonra bir paçavra gibi
buruşturup ebedi cehenneme atacaklarını anlamak için çok yüksek analiz kabiliyetine sahip
olmanız gerekmiyordu.71

IŞİD ile Büyük Kürdistan kuruluyor!

AKP kurucularından olan Dengir Mir Mehmet Fırat, AKP’den Erdoğan ve Hakan Fidan’ın
Kürtlere karşı IŞİD’i desteklediğini gördü de istifa etti. Irak ve Suriye, IŞİD terörizmi nedeniyle
cayır cayır yanarken, 1000 IŞİD militanı İstanbul Gaziosmanpaşa’da kısa süre önce bir toplantı
yaptı, ne polis ne savcı Erdoğan’ın korkusu yüzünden bu teröristlere dokunamadı! Kimse
yalanlamasın, istihbaratım sağlam yerden. Büyük Kürdistan’ın kurulması İngiliz planıdır,
Londra’da doktora yapmış Sedat Laçiner bu dehşet plana vakıf oldu ama geç uyandı; Star
gazetesinden istifa etti ve rektörlüğe yeniden tayin edilmedi. Hala uyanmayan ve uyanmak
istemeyen AKP’li partizanlar ise, “hikmeti hükümet teraneleriyle büyük liderimiz Erdoğan daha
iyi bilir gafletinde,” vatanı satıyorlar, AK Parti’de kimsenin gıkı çıkmıyordu!

PKK terör örgütü hemde Ankara’nın yardımıyla olmaktan çıkarılıyordu. IŞİD’i eğiten 4 özel
harp subayı Irak’ta tutuklandı, Genelkurmay neden hiç sesini çıkarmıyor acaba? Genelkurmay,
MİT ve Erdoğan’ın IŞİD’i destekleme ve Kürtlerle savaştırma, Türkmenlere katliama
gözyumma, Irak ve Suriye’de iç savaş planı ile istikrarsızlık ve vurdumduymazlık politikaları
arkasında mıdır? diye sormuştum. Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, 30 Ağustos 2014’de
hükümetin PKK ve Kürt sorunu planında arkalarında ve haberdar olmadıklarını açıkladı. Ancak
IŞİD konusu halen belirsizdir. Ülke savunması için bütçeden büyük pay alan, yarım milyon asker
besleyen Genelkurmay, eğer IŞİD tezgahına fazla engel olmayacaksa, daha ne kadar göz
yumacak, bilmek her vatandaşımıızn hakkıdır. Dünyanın en güçlü ordularından biri olan
Genelkurmay, IŞİD’in ülkemizden asker toplamasına ve topraklarımız üzerinden silah
yollanmasına engel olmuyorsa, onların bildiği, bizim bilmediğimiz bir hikmeti mi vardır?
AKP’liler böyle diyor: Genelkurmay, IŞİD’in ülkemiz üzerinden silahlandırılmasına izin
vermeseydi Erdoğan ve MİT bu pisliğin içine girmezdi! Ülkemizde soru soracak gazeteci
bırakmadılar da o yüzden sormak zorunda kalıyorum. Genelkurmay, IŞİD’i onayladı mı, karşı

71
Faruk Arslan. Alçak Karanlık Yapı kimindir? 21 Ağustos 2015.
mıdır? Açıklasın. Genelkurmay’ı; babam bir askerdi, bende 4 yıl GATA’da okudum, az çok
bilirim. Ordumuzdaki insanların IŞİD’i onaylayacaklarını hiç sanmıyorum.

AKP içindeler ve asker kökenli eski arkadaşlarım 3 yıldır benden yardım istiyorlardı: Ne olacak
bu El Nusra ve IŞİD işleri, AKP’yi kuma, çamura gömüyorlar, Erdoğan’ı uyarın… AKP içindeki
dostlarıma hayret ediyorum, hepsinin makamı, konforu yerinde; Erdoğan’ı IŞİD konusunda
uyarmak için benden yardım bekliyorlar. AKP’li il ve ilçe başkanları, hatta milletvekilleri bile
Erdoğan’a ulaşamıyor, IŞİD, El Nusra ve Kürdistan konusunda tek kelime laf edemiyorlar.
AKP’li dostlarımın tek ilgilendikleri konu, Erdoğan’dan sonra kim kalıcı başbakan olur, yani
kime yaltaklanalım da makamlar kalsın, cepler dolsun. Suriye krizinde AKP’yi boğarlar diyor
pek çok AKP’li dostum ama batmadan önce batan gemiden ne koparsak kardır telaşı onların ki
sanki! AKP’nin El Nusra ve IŞİD olayında hatasının özeti nedir diye soran AKP’li dostlarıma:
Başkasının tenasül uzvuyla gerdeğe girmektir demiştim. İşin komik ve acı tarafı: El Nusra ve
IŞİD’i eğiten Özel Harp ve Emniyet Özel timcilerin de vatana ihanete zorlanıyoruz diye benden
yardım istemesidir. MİT ve TİB ekibi, hangi Özel Harp ve Emniyet timcilerden El Nusra ve
IŞİD dosyasını aldığımı öğrenmek için telefonumu dinliyor zavallılar. MİT ve TİBci
kardeşlerim! Telefonumu eşim kullanıyor, boş yere telefonumu dinlemeyin, devleti meşgul
etmeyin, size oradan bilgi çıkmaz,

Allah şahit, El Nusra ve IŞİD konusunda 2011′den beri tüm kaynaklarımı kullanarak Erdoğan’ı
uyardım, zarara bilerek girene acıyamam artık. Global İslam düşmanlarının El Nusra, IŞİD ve
Büyük Kürdistan planı konusunda 12 Nisan 2012′den beri açıkca yazıyorum, tarihe not
düşüyorum.Erdoğan yaltakları, dalkavukları, şarlatanları istedikleri kadar küfretsin, hakaret
etsinler, vatanı satıyorlar, hainlik, hıyanet içindeler. Önümüzdeki günlerde zaten El Nusra ve
IŞİD tezgahını bırakın Türkiye’yi, dünyada duymayan kalmayacak, AKP partizanları insan
yüzüne çıkamazlar. Suriye Özgür Ordusu kuruyoruz diye El Nusra’yı destekleyen AKP, bu
yapıyı kuran IŞİD’in ardındaki Vehhabi Suud, Katar finansmanını, İslam düşmanı Neocon
Amerikalılar ve İsrail’in organizesini ustalıkla, medyayı kullanarak gizlediler. Büyük kumpasın
ülkemizi bölünmeye götüreceğini, Büyük Kürdistan planının içinde Türkiye’nin doğusununda
olduğunu artık kimse gizleyemeyecektir.

Büyük Kürdistan içine Türkiye içindeki Kürtlerin katılması PKK zoruyla sağlanacaktır. Erdoğan
onlara bu gücü verdi, şimdi al geri alabilirsen bakalım! Bu süreç sonunda, uluslararası güçler
bölgeye gelip IŞİD’in tamamen temizleyecekler. Bunun sonrasında ise, Büyük Kürdistan, İsrail
ve ABD tarafından kurulacaktır ve Ankara bunu sadece seyredecektir.

Kürtlere, IŞİD konusunda bugün yardımcı olunmaması halinde Ortadoğu’da Türkleri bugüne
kadar satmayan tek Müslüman grup Kürtlerde tamamen kaybedilecektir. Kürt Barış Süreci diye
bile bile kanan ve ikbali için her hainliğe evet Erdoğan, bundan sonra PKK’ya karşı çıkarsa
IŞİD’e karşı savaşan tüm Kürtleri karşısında bulacaktır. Ülkemizin bölünmesi, Kuzey
Kürdistan’ın Güney Kürdistan ve Suriye Kürtleriyle birleşmesiyle sonuçlanacak büyük kumpas
ve global fitne proje budur! ABD ve İsrail, IŞİD yok edildikten sonra zayıf ve tecrübesiz genç
devlet Büyük Kürdistan’da petrol ve su kaynaklarını kontrolü altına alacaktır.

Son bir haftadır yoğun bir kampanya başlatan PKK, uluslararası kamuoyunda özgürlük
mücadelesinde haklı ve legal hakkı olduğunu söylüyor. Erdoğan, dış baskıyla PKK’nın terör
örgütü kapsamından çıkartılmasını onaylamak zorunda bırakılacak ve PKK karşısında diz
çökecektir. Böylelikle 30 yıldır PKK’nın aldığı 30 bin can havada kalacak ve dış dünyaya bunca
yıldır kabul ettirdiğimiz PKK terörü yalan olacaktır. Zira PKK elebaşı Öcalan resmen
Erdoğan’ın danışmanıdır. Demezler mi adama, “sen PKK’yı muhatap alıyorsun da biz neden
hala terör örgütü sayalım ki!” PYD ve PKK resmen legalleştiriliyor anlayacağınız. ABD ve
İsrail’in IŞİD ile uzun soluklu bir plan yaptığı ve bölge haritasını sömürü çıkarlarına göre
yeniden şekillendireceği anlaşılıyor. Irak ve Suriye’deki kaosun devamından yana olan İsrail ve
ABD, IŞİD’in Ortadoğu’ya yansımasını kendi çıkarlarına görüyor, bunun bir kaostan düzen
çıkartma taktiği olduğunu saftorik müslümanlar anlamıyorlar. Aslında bölgede hesabı olan
herkesin IŞİD maskesi üzerinden bir hesaplaşması var. Adeta herkesin ayrı bir IŞİD’i var ama
sanırım Türkiye’nin IŞİD’i çöktü. Irak’taki Baas elitinin IŞİD’i kazanıyor gözüküyor, ancak
Vehhabi Suudiler bence yanlış hesap yapıyor, IŞİD ile bu Suudi ülkesi üçe bölünecektir.

Arif olan anlıyor, IŞİD parçalıyor; Türkiye Kürdistanı ile Irak ve Suriye Kürt bölgelerinin
birleşerek Büyük Kürdistanı oluşturmak gayeleri! Barış süreci sayesinde PKK, Suriye ve
Irak’taki çatışmalara odaklanıyor, Türkiye’de ise silah kullanmadan her istediğini
alacaktır. Erdoğan, PKK Türkiye Kürdistan’ı kursun diye ne isterse hemen hemen tamamını
sağladı. Egemen Kürdistan fikri sadece Irak’ın sorunu değil, ülkemizde bu fikir inşa ediliyor ve
toplum Erdoğan ile alıştırılıyor. Deh dese arkasından giden çüş dese duran yüzde 45 var nasıl
olsa!

Irak’ın eski kralları Baascı ordu ve elit zenginler, eski güçlerini Sünninistan’da kurmak için IŞİD
maşası kullanıyor, cani askerlerini cezaevlerinden topladılar. Bir kaç ekibi hapse sokuyor,
mahkumları firara yönlendirerek IŞİD’e katılmasını sağlıyorlar. Nedense önce Kuzey Irak’a
kaçmasını istiyorlar. Kürdistan’ın lideri Mesud Barzani, IŞİDcilerle ilgili tıpkı Erdoğan gibi uzun
süre tek bir kötü kelam bile etmedi. Acaba Kürtlerle ABD ve İsrail anlaşma mı yaptı, Şiiler
öldürülecek ama Kürtlere dokunulmayacak mıydı? Kürdistan’dan Azad Berwari (IŞİD’in Kobani
kuşatması sırasında Şam’da Esad ile görüşmüştü) ve Barzani’nin yardımcısı olan İstihbarat
Sorumlusu Cuma adlı şahıs, IŞİD sorunundan sorumlu koordinator. IŞiD korkusundan ‘Büyük
Kürdistan’ çıkartmaya çalışıyorlar ama bumerang sizleri de vuracaktır.

Alman “Welt am Sonntag” gazetesine verdiği mülakatta, “Bağdat’taki hükümetin kötü


politikasını” IŞİD’in güçlenme sebebi olarak gösteren Barzani, Sünnilerin daha iyi caddeler,
hastaneler, okullar gibi Bağdat’tan çok basit talepleri bulunduğunu ancak Şiilerin daha fazla
olduğu Maliki hükümetinin bununla ilgilenmediğini, IŞİD’in de kendisini Sünnilerin vekili
olarak göstererek etki kazandığını söyledi. IŞİD’i Kürdistan’a girmesine izin vermeyeceklerini,
Şii bölgelerini veya Kerbela ve Necef’te Şiilerin mukaddesatını fethetmeye ve yıkmaya
çalışmaları durumunda da Şiiler buna karşı çıkacağını ve İran’ın da o zaman bu konuya dahil
olacağını ifade eden Barzani, IŞİD’in Sünni bölgelere yoğunlaşacağı tahmininde bulundu.

Kürdistan’ın bağımsızlığının ne zaman ilan edileceği yönündeki soruya karşılık Barzani şu


cevabı vermiş:

“Kısa bir zaman önce bağımsızlık konuşulduğunda cezaevine konuluyordu. Ancak bağımsızlık
günah değil. Bunu duymak istemeyen birçok kişi buna alışması gerekiyordu. Bağımsızlık
ulusların doğal hakkı. Kim bunu reddederse insanlara haksızlık eder. Bağımsızlık ilan etmeden
önce bunu halkımıza soracağız”. Birçok Batılı ve Türk şirketinin Kürt bölgesine yatırım
yaptıklarını ifade eden Barzani, siyasi istikrarı ve cazip iş imkanlarını garanti ettiklerini
vurguluyor.

Kuzey Irak’ta Kürtler, bağımsızlığın detaylarını tartışıyor… Irak’ın parçalanması her geçen gün
hızlanıyor… Türkiye Kürdistan’ını katacaklardır, zira ülkemizde kin ve nefret sorunu
çözülmediği gibi, Erdoğan bu barışı sağlayabilecek tek güç cemaat üzerine kin ve nefretle
sürüldü. Kuzey Irak’ta zaten 11 yıldır de facto Kürdistan var, domino teorisine göre, mutlu olan
mutsuzu kendine çeker, Türk Kürtleri güneye yıkılır. İsrail, bu bölgeye milyar dolarlar akıttı,
Türk iş adamları da akın etti, çünkü domino taşı Kerkük başkentli Kürdistan’a ayarlandı.
Asırların Türkmen kentinde demoğrafinin değiştirilmesi, arşivin yakılması, IŞİD korkusuyla
Türkmenlerin Kürtlere muhtaç bırakılmasını manidar buluyorum. Ankara, IŞİD ve El Nusra’ya
silah yolladı, Türkmenlere silah göndermedi ama İran Şii ve Alevi Türkmenlere silah gönderiyor.
Irak Türkmenleri son 3 yıldır nerede beni bulsa Erdoğan’a sövüyor. Onların hayal kırıklığını
ifade etmekten acizim.

İran yıllardır Irak, Lübnan, Yemen, Türkiye ve Suriye’nin yanısıra Suudi Arabistan’daki Şii
nüfusa uygulanan ayrımcılık ve eşitsizlik sorunlarına müdahil olmak istiyor. Çünkü Suudi
Arabistan’daki Şiiler çok kötü şartlarda ve 3. sınıf vatandaş gibi yaşatılıyor, bu durumu iyi analiz
eden CIA ve MOSSAD, IŞİD’i kullanacaklardır. Şii hilalı Sünni dünyanın kalbine hançer gibi
saplanırken, bunun net bir kırılma meydana getireceğini öngörmek zor değildir. Cami yakan,
türbe yıkan, hiç bir kutsala, kültüre saygı göstermeyen IŞİD Müslüman tipi, İslam düşmanlarının
pazarlamak istediği bir modeldir. Maalesef tüm Müslümanların böyle olduğuna inanan çoktur.

ABD ve İsrail’in IŞİD oyuncağı ile asıl planı, uzun yıllar devam edecek bir Sünni ve Şii savaşı
çıkartmak, öncelikli olarak Irak ve Suriye’yi net biçimde üçer parçaya bölmektir. Irak’ta ‘de
facto’ olarak üçe bölünme artık tüm dünyanın kabullendiği ve itiraz edemeyeceği bir noktaya
taşındı. Nusayri Alevisi Esad rejimine deniz kenarında Nusayristan kurdurulduğunu 3 yıldır
yazıyorum. ABD ve İsrail, hiç bir zaman Esed’i devirmeyi düşünmedi. Ankara, kandırıldı. IŞİD
ve El Nusra’ya destek vermesi için Cumhuriyetçi eski ABD başkanlık seçimi adayı John McCain
Hatay’da kamp kurdu. Militanların Suriye’ye geçirilmesi ve yaralananların tedavi edilmesi için
MİT ile ilişkileri koordine etti. Türkiye’den ilanla IŞİD’e maaşlı asker topladılar. Ülkemizden bu
zihnniyete ‘cihat ediyoruz’ diye onay verecek 350 bin civarında ‘saf salak’ Müslüman çıkabilir.

IŞİD’in bugün kimsenin henüz konuşmadığı bumerang etkisi, kutsal topraklarda görülecektir. Bir
IŞİD teröristi, “Kabe’yi de yıkacağız ki putlara kulluk etmeyin” diye twitter mesajı attı. Gayeleri,
Suudi ülkesindeki ve Bahreyn’deki Şiileri tahrik etmek ve ayaklanmalarını sağlayarak isyanı sert
bastıracak Suudi Arabistan’ı bölmektir. IŞİD bu nedenle kasten yargısız infazlar yapıyor,bolca
Şii öldürüyor. IŞİD’in Irak’ta 1700 Şii’yi sorgusuz sualsiz infaz ettiği olayda baştaki IŞİD
komutanları Afgan dili Peştun konuşuyordu, Iraklıları anlamıyordu, tetiği çekenler ise Taliban
askerleriydi. Pakistan’ın Taliban’a taktığı at gözlüğünü bugün IŞİD’e takanlar epey fazlalaştı!

IŞİD, hapishane kaçkınlarından oluşan bir katil şebekesi. IŞİD’te gençler uyuşturucuya
alıştırılarak katil yapılıyor. Yeni bir devlet kurulunca makam mansıp mal sevdası ve hayalleri ile
avutuyorlar. Peki, bu nasıl oldu? IŞİD, son 3 yıldır planlı biçimde Irak ve Suriye hapishanelerini
basarak ne kadar mahkum varsa azat etti ve militanları yaptı. Nedense hiç bir otorite engel
olamadı. Avrupa’dan 1700 radikal militan getirildi. Çeçenistan ve Afganistan’dan bir bu kadar
ithal katil sağlandı. Suudi Arabistan, IŞİD’e katılması için hapishanelerindeki 1500 idam
mahkumunu militan olarak gönderdi, Şii öldürün talimatı verdi bilhassa! Nasıl olduysa, dünyanın
dev kulakları ve istihbarat örgütlerinin bunlar olurken ruhu bile duymadı. 500 binlik Irak, 350
binlik Suriye orduları sanki buharlaştı! Bir anlaşma mı, yoksa acizlik mi var?

IŞİD’in gizemli lideri ‘Ebu Dua’ lakaplı sahtekar 5 yıl Bocco’da Amerikan hapishanesinde
eğitimden geçirildi ve ilk işi Abu Garip hapishaneesindeki mahkumları kaçırmak oldu. Musul
hapishanesini de boşaltan hayalet teröriste kimse ‘hoşt’ bile demedi, kaçakları aramaya çıkan
olmadı. IŞİD ile Esad güçleri savaşıyor gözükmesi de yalan bir kandırmacadan ibaretti. IŞİD,
Suriye’de 25 bin Müslüman kadına ‘savaş ganimeti’ diye Muta nikahı ile tecavüz etti.
‘Vehhabilerde Muta var mı?’ diye kendi kendime hayret ediyordum, Iraklı bir dostum dün
anlattı, ‘Vehhabiler yıllardır evlerindeki Filipinli dadılara Muta ile tecavüz eder, güzel Batılı
kadınlarla yatar, cariye der’ dedi.

ABD ve İsrail istihbarat uzmanları ne kadar çakma veya radikal güya Müslüman aptal örgüt
varsa IŞİD içine aldı ve yeni bir Taliban ve Ladin fobisi ile İslamfobiyı tüm dünyaya
pompalıyorlar. IŞİD’e destek veren MOSSAD ve ABD destekli örgütler şunlar: Cayş El
Mücahiddin, Ensar El İslam, Ceyş Ensar El Sune, Cayş El Tayfa El Mansura (Bu örgüt ağırlıklı
olarak Cezayir ve Mağribîlerden oluşuyor), Kefayıp Sewra El İşrin (Şu anda Hewlêr’de büroları
var), Ceyş El İslami ve Şoraya Ensar El Tewhit.

IŞİD’e Baas Partisi’nin 15 zengin eliti büyük paralar yatırdı, birçok seksiyon sünni örgütü
gönüllü katıldı, Nakşibendi Hareketi adına İzzetin El Duri, Saddam’ın ikinci adamıydı, şimdi
açıkca IŞİD’ı destekliyordu. 3 yıldır gizliyordu, açıklar aöıklamaz hemen öldürdüler. Irak’tan
başlanarak yeni bir Irak haritası ortaya çıkacak ki, 22 ülkenin sınırları değiştirilecek, Ankara,
IŞİD ile anlaştığını sanıyordu. IŞİD’in en büyük finansmanını Vehhabiler, Suudi Kralı, Katar
şeyhi ve zengin Arap emirleri sağlıyor. Türkiye’yi kullanarak silah gönderdiler. IŞİD’e karşı İran
Maliki’ye “senin ABD’den silah ve cephane istemene gerek yok. İhtiyaç duyduğunuz silahları
temin edeceğiz” teminatı verdi. Ürdün İstihbarat Sorumlusu ve Kral Abdullah’ın Temsilcisi Salih
Kelob, IŞİD’e militan organize edenlerden. Ülkesinde 2 milyon Suriyeli mülteci var, aç sefil,
intikam peşinde olanlardan paralı militan bulması hiç zor olmayacaktır.

IŞİD’in bir İslam devleti kurma derdi olmadığını, eski Sünni Baas rejimini getirme derdindeki
Baas ordu ve elitinin oyuncağı olduğunu defalarca yazdım. IŞİD’in 15.000’i silahlı 25.000 kişiye
sahip olduğu öngörülüyor. Örgüt değil düzenli ordu gibi davranıyor. Zira aslında onları
Saddam’ın eski Baas ordusu generalleri kontrol ve idare ediyor. Emirlik benzeri bir yapı kurarak
‘Sünni cemaati’ toplama ve güya bir “Ümmet devleti” oluşturma peşindeki katil IŞİD, tüm
Müslümanlara “vacip hicret” çağrısı yaptı.

Dünya savaşı çıkaracak kadar büyük bir fitne kazanı kaynatanların tek endişesi İsrail’in
güvenliği. İsrail’in etrafında küçük, güçsüz, bölük börçük, birbiri ile didişen, geçinemeyen
müslüman devletcikler oluşturuluyor. Çok uluslu şirketlerin kolaylıkla sömürebileceği bu
ülkeciklerin ortak özelliği aralarında bir niza, sorun, ihtilaf olduğunda, başları sıkıştığında ABD
veya İsrail’den yardım istemeleri! IŞİD bumerangı ile ne yapılmak istendiği ortada değil mi?
Hegemonik güç, Osmanlı gibi adaletle, kan dökmeden yönetemediği için fitne fücurla idare
edeceğini sanıyor. Tüm Ortadoğu haritasının yeniden çizileceği senaryoları çoktandır sır değil.
Ortadoğu uzmanı Robin Wright, 2013’de yayımanan makalesinde, “5 ülkenin 14 ülkeye
dönüşebileceğini” yazmıştı. Buna göre Libya, kabile farkları temelinde Tripolitanya, Sirenayka
ve Fizan olarak üçe; Suudi Arabistan, kuzey, güney, doğu, batı Arabistan ve Vehhabistan olmak
üzere beşe bölünebilir. Yemen, önceki kuzey ve güney diye parçalanabilir. Irak ve Suriye’den ise
Şiistan (Irak’ın güney Şii bölgesi), Sünnistan (İki ülkedeki Sünni Arapları bir araya getiren,
bugün IŞİD kontrolündeki bölge), Kürdistan (İki ülkedeki Kürtleri bir araya getiren yapı),
Alevistan (Lazkiye ve Batı Suriye bölgesi) ve Dürzistan diye 5 devlet doğabilir.

Türkiye’de yapılan cemaat operasyonunu bu pencereden okursanız, dış güçlerin Erdoğan’a


neden IŞİD’e destek verdirdiğini belki anlayabilirsiniz? IŞİD ve El Nusra’ya engel olmak isteyen
güya “paralel” polisler vardı ve suçları vatansever olmaktı aslında. Van’da IŞİD’e sarın gazı
satan şebeke MİT ile beraber neden çalışsın değil mi? THY neden El Nusra teröristlerini Hatay’a
bedava taşısın? Erdoğan’ın emri olmadan böyle bir desteği herhalde Temel Kotil veremezdi!
IŞİD destekçileri vatana ihanet ediyordur, vatanını ve milletini seven cemaat sempatizanları veya
her kimlerse devletimizi yanlıştan koruyorlardır. IŞİD’e MİT gözetiminde silah götüren tırları
durduran Polis ve Jandarmanın ne kadar doğru hareket ettiği anlaşıldı, IŞİDseverler de belli oldu.
Gerçekleri herkes anlayacaktır…

KCK Yönetici, PKK lordlarından Cemil Bayık’ın ‘Barzani’nin Sünni Araplarla, IŞİD ve diğer
terörist gruplarla Ürdün’de toplanıp Musul için plan yaptığı’ iddiasına Barzani, “PKK ve Cemil
Bayık, Kürdistan düşmanlarını ikna etmek için iftiralar atıyor. Acaba siz hangi ülke istihbaratının
emriyle Barzani ve KDP’ye düşmanlık yapıyorsunuz?” diye yanıt verdi.

Barzani’nin lideri olduğu Partiya Demokrat a Kurdistanê (KDP) resmi sitesinden yapılan
açıklamada, PKK’dan Barzani karşıtlığından ve Kürtler’in özgürlük çalışmalarının önünde engel
çıkarmaması istendi. Açıklamada, “Bırakmayın kimse ve hiçbir kurum Kürtlere karşı hain bir
siyaset yürütsün. İstihbarat örgütlerinin, Kürtleri hedef alan planlarına fırsat vermeyin. Tekçi bir
siyasetten Kürdistan ve partilerinden uzak durun.” uyarısı yapıldı. Açıklamada, “PKK ‘ya bağlı
Özgür Gündem gazetesi ve Fırat Haber Ajansı’nda Mesut Barzani ve KDP’yi hedef alan,
tamamen yalandan ibaret bir senaryo yayınladı belirtildi. Açıklamada, haber ve yorumlar için,
“Hafif, değersiz, boş ve gülünç” olarak değerlendirildi. PKK yöneticisi Cemil Bayık, Barzani’nin
Ürdün’de yapılan bir toplantıya katıldığı burada Sünni, Baas ve IŞİD’in yanı sıra birçok diğer
terörist örgütlerle oturup planlar yaptığı ve bu plana göre IŞİD’in Musul’a girdiği iddia edilmişti.
Barzani’nin lideri olduğu KDP’den yapılana açıklamada, “PKK ve Cemil Bayık, Kürdistan
düşmanlarını ikna etmek için iftiralar atıyor. Acaba siz hangi ülke istihbaratının emriyle Barzani
ve KDP’ye düşmanlık yapıyorsunuz? Barzani ve KDP, kutsal milli sorumluluğu üzerine almış ve
bunun mücadelesini yürütürken siz kime hizmet ediyorsunuz? Barzani’nin, Kürdistan’ın,
Irak’taki kaderini belirlemek için referandum yapmaya hazırlandığı bir dönemde atılan bu
iftiralar manidardır.” denildi. Açıklamada, PDK’nin terörizmle her zaman mücadele edeceğini
belirttiğine dikkat çekilerek, terörist bir güçle antidemokratik bir şekilde oturmanın mümkün
olamayacağı, diğer taraftan sözü edilen terör örgütüyle Peşmergelerin savaştığını, şehit verdiğini
ve yaralılarının olduğunu belirtildi. Açıklamada son olarak PKK ve yöneticilerinin, KDP’ye
düşmanlık siyasetinden vazgeçmeleri istendi. Açıklamada, “Kürdistan milli ve ulusal özgürlük
mücadelesinin önüne engeller çıkarmayın. İstihbarat örgütlerinin, Kürtleri hedef alan planlarına
fırsat vermeyin. Kürdistan halkının birliğine dinamit koyma siyasetinden uzak durun ve
Kürdistan siyasi partilerinin arasına fitne sokmayın.” denildi.

Global şeytani proje, bugünlerde Mesut Barzani yönetimindeki ‘de facto’ özerk Güney Kürdistan
ile IŞİD’i karşı karşıya getirmeye çalışıyor. PKK terör örgütü olmaktan çıkartılınca barış süreci
anlamsızlaşacaktır, zaten çoktan kördüğüm oldu ve bu politika iflas etmiştir. IŞİD yüzünden
büyük bir savaş afeti yaşanıyor. Zamanında yardımlar Kürdistan’a ulaştırılamazsa çocuk ve
kadınlar dahil yüzlerce insan yaşamını yitirecektir ve bu durum IŞİD’I besleyen Tayyiban
rejimine ve ülkemize bir nefrete dönüşecektir. Şii Kürt ve Türkmen aileler, Habur kapatılınca
Kürdistan’a sığındı. Musul’dan kaçan Şii Şebek ve Alevi Kakai aileleri için BM çadır kamp
kuruyor. Hergün 100 bin insana sıcak yemek sunulmazsa açlık sınırında bulunuyorlar. IŞİD dün
Halep’in Ahterin kasabası ile 4 Türkmen köyünü işgal etti 100′den fazla ölü var ama medyada
bir tane bile haber yok. Çünkü Davutoğlu, ‘Türkmenler Türkmenleri öldürüyor, onları IŞİD
öldürmüyor,’ diyordu.

IŞİD’in ele geçirdiği toprak Belçika büyüklüğüne ulaştı. Kürdistan, mağdurlara 75 milyon dolar
harcadı, uluslararası yardım kuruluşları acil yardım koduna geçti. IŞİD’den kaçanlar için Barzani
kapılarını açtı ve Kürdistan’da 8 kamp kuruldu. Yeni göçler için Erbil, Dohuk, Süleymaniye ve
Zaho’da kamplar kurma çalışmaları ise devam ediyor.

Kürdistan’a Irak içi ve Suriye’den göç 1 milyon 500 bini aştı. Bunlardan 250 bin Suriyeli. 400
bin Ezidi, 100 bin Hıristiyan, 750 bin Arap ve Türkmen, geri kalanları Şii Kürtler. IŞİD terör
örgütünün saldırısı nedeniyle Yezidiler’den sonra, Şabaklar da yollara döküldü. Kürt bölgesine
milyonluk göç hareketi yaşanıyor ve aldığı nüfus ile yeni kurulacak Büyük Kürdistan’ın
vatandaşları oluşturuluyor.

Zaytung’un şu ince esprisine çok güldüm: “PKK, 13 IŞİD elemanını tutuklamış. Devletlü soruna
Dış İşleri mi yoksa İç İşleri Bakanlığı mı bakmalı henüz karar verememiş!” “Irak ve Suriye’de
yaprak kımıldasa haberimiz olur” diyen Dış işleri Bakanı Ahmet Davudoğlu önümüzdeki
Perşembe AKP MKYK’sından sonra yeni AKP genel başkanı ve başbakan olarak açıklanmayı
beklerken, sınırımızda yaşanan IŞİD ve Kürdistan savaşı küçük mesele olmalı!

Üniter yapı, ulus devlet,Türkiye Türklerindir tabulardı. Genelkurmay, eğer Erdoğan’ı yöneten
global şebeke planına olur diyorsa, susacağım. Erdoğan medyaya ayar vererek Kürdistan ve IŞİD
ile Ortadoğu’yu petrol ve su kaynakları çıkarına göre dizayn edenleri yazacakları susturuyor.
Prof. Dr. Tözün Bahçeli, 2011′deki mülakatımızda Kürdistan’a özerklik verilecek, Apo parti
başkanı olacak, üniter yapı kalkar dedi de inanmaştım. Şimdi inanıyorum. PKK elebaşısı
Abdullah Öcalan yakında serbest kalır; 2015′de Diyarbakır milletvekili ve DBP Başkanı
olur. Öcalan’a söz verildi, Türkiye Türklerinden ibaresi anayasadan çıkarılacaktır.

AKP’liler Erdoğan demediği için uzun süre El Nusra ve IŞİD’e terörist diyemiyordu, çünlü
liderleri Erdoğan boğazına kadar bu pisliğe batmıştı. Milletimiz bu lekeyi kaldıramaz. El Nusra
ve IŞİDle Müslüman kanı döken, İslam’ın karalanmasına yol açan destekçi Yasin El Kadı ile
gizli işler pişiren terörizme hizmet eder. El Kaida’yı finans ettiği sabit, terör devleti IŞİD destek
veren selefi terörü sponsoru Yasin El Kadı ile Erdoğan, Vehhabi İslam’ı yerleştiriyordu.
Sekizinci Bölüm

Bölünme sorununu Hizmet çözebilir

Kahvede, parkta, sokakta vatandaş neyin ne olduğunu devletlüden ve derincilerden daha iyi
biliyor. Yezid koltuk derdinde, umrunda mı dünya, şehitlerin evinde yangın! Ölen öldüğü ile
kalıyor, iktidarda devleti yeme peşindekiler için şehit kanı ayrıntı! 7 Haziranda Güneydoğu’daki
oylar AKP’den HDP’ye akınca, açılım havarilerinin demokrat olmadığını, pragmatist yalancılar
olduklarını gördük! Bir zamanlar AKP'nin 63 akil adamı vardı. Ne oldu o sanatçılara, kimsenin
sesi çıkmıyor. PKK ile her konuda uzlaşmaya varılacak, Öcalan ilk fırsatta tahliye edilecek ve
terör bitecekti! Kullanıldıklarını bari şimdi anlamışlar mıdır?

PKK bağlantılı partiler mağdur edildikce yeni kurdukları oyunu hep katlayarak büyüttü. HDP ve
Kürt siyasallaşması devlet terörü ile durmaz. Yezid'in başkanlık inadını direnen HDP neden
birden suçlu oluverdi? AKP ve MHP, HDP’ye saldırdıkca, oysa HDP oy oranlarında artış
görülüyor. Çakma ve göstermelik PKK ve IŞİD operasyonuyla ülkenin ulusal güvenlik sorunu
düzeltilemez. Ne zaman Kandil’i vurarak PKK sorunu çözüldü ki! AKP, IŞİD ile savaşan PKK
ve PYD’yi Irak ve Suriye’de Batılılar gözünde legal hale getirdi. Yanlış bu dedik diye vatan
haini ilan edilmiştik. Silah bırakmayan, 10 bin genç ayartan PKK, bağımsızlık savaşına
hazırlanıyor dedik, dinletemedik. “PKK'nın Çocuk Askerleri” kitabımı 2013’de boşuna
yazmadım. AKP, MHP’yi koltuk değneği olarak kullanmak istiyor. Bu nedenle Yezid ve
ekibinin yargılanma süreci 1 yıl uzayabilir. MHP bu koalisyonla ciddi miktarda oy
kaybedecektir!

Kan politikası ile iktidarda kalmaktan başka AKP’nin bir düşüncesi kalmadı, ülkemize vereceği
herhangi bir vizyonu olmadığı da ortaya çıktı. Kardeşlik ve barış projesi baltalandı, AKP 3 yıldır
barış süreci diye kamuoyunu uyuturken, PKK tarihinin en güçlü konumuna getirildi. Niçin?
TBMM’ye girip Türkiye partisi olmaya çalışan HDP’ye, Yezid, MHP, yargı sistemi, ‘siyaset
dışına çık, hatta silaha sarılın mı’ diyor acaba? IŞİD ve PKK terörünü destekleyen devlet
içindeki karanlık odaklar yargı önüne çıkartılmadan bataklık sinek ilacı ile kurutulmaz. Bu çok
açık. Yezid, tek başına iktidar ve başkanlık sistemi için hedefi erken seçimdir! Ülkeyi daha çok
batırmak için, hâlâ iktidarda kalmak istiyorlar.

Bazıları beni Kürt sanıyor. Karakeçili Türkmenlerinden halis muhlis Türküm, Hizmet'teki Kürt
kardeşlerimi hep daha fazla sevmişimdir. Markist PKK Kürtlerini sevemedim. Hizmet içinde
çalışanların yarısı Kürt kökenlidir ve Türk kökenlilerle hiç bir sorunları yoktur. Model ortada
duruyor. İslam kardeşliği esastır. AKP, etnik ve mezhep ayrımcılığı yaparak Kürt sorununu
çözecek kalibrede olmadığını gösterdi. Bu asli vazife, yine Gülen grubuna kalmıştır. 2.
Mahmut'un yanlış politikasından beri Kürtleri 100 yıl Halidi tarikatı Türklerle kardeş tuttu.
Şimdi bu tutkal görevini Gülen grubu başarıyla yapıyor.

ABD, IŞİD'i Türk sınırından uzaklaştırıp Irak ve Suriye içine hapsetme politikası izliyor. PYD
kilit görevler verildi, veriliyor. TSK'nın askeri müdahalede bulunması istenmiyor. ABD
diplomatik kaynakları bazı bilgiler sızdırmaya başladılar. Habertürk’te ve Sabah yazarı Emre
Aköz’ün yazısında toplumu ısındırmalar yapıldı. Suriye'de kurulacak IŞİD'ten arındırılmış
bölgenin Al Nusra'dan arındırılması, yaklaşmaması konusunda anlaşılan ABD, Erdoğan'a
güvenmiyor. Yakında Havuz medyası PYD için güzelleme yazmaya başlarsa şaşırmayın. PYD
Lideri Salih Müslim, “TSK girerse, Esad ordusuna katılırız” restini çekti. Bunu Amerikan
askeriyesi Pentagon’un söylettiği çok açık. Pentagon ile Genelkurmay'ın anlaşmasında
mültecilerin dönüşü konusunda mutabakat sağlandı, TSK için 2 milyon mültecinin geri dönüşü
daha önemlidir. Kürt meselesi ile gözbağcılığı yapılıyor. Havuz medyasının savaş çığlığı
atmasına bakmayın. IŞİD'ten arındırılmış bölgede anlaşılan PYD ile işbirliği yapılacak. TSK,
arabulucu seçilmiş gibi gözüküyor. Bu nedenle HDP karşıtı naralar atanlar yarın offsayta
düşebilir. PKK’dan PYD ile görüşmesi istenmeyeceğine göre, HDP TSK’ya lazımdır.

Amerikalılar PYD'yi PKK gibi terörist saymıyor, “işbirliği yapılan dost” diyor. Havuz medyası,
Erdoğan'ın ABD ile yaptığı anlaşmadan habersiz gibi yayın yapıyor! Erdoğan iki cümle kursa
hepsi şekil değiştirir. Amerikalılar Suriye'de Türkiye'nin kuracağı 100 kmlik bölgeye, “IŞİD'ten
arındırılmış bölge” diyor, bölgeyi TSK değil PYD ve ÖSO koruyacakmış. O halde Kürt
sorununu kim, nasıl çözecektir?

4 yıl önce Diyarbakır'da Hizmet'in Kürt Okuma evinde gördüğü Türk öğretmenin samimiyeti ve
Kürtlerin kardeşliğini anlatan bir Kanadalı akademisyen, “PKK başaramaz, ülkenizi Hizmet var
iken bölemez” dedi. 15 milyonluk Türkiyeli Kürt toplumunu PKK'dan ayırmanın yolu derin
devletin şiddet, kin ve nefret mühendisliği değildir, ırkçılık hiç değildir. Doğu'nun kirli derin
devletin şiddet, kin ve nefret politikaları ile elde tutulacağını halen sanan varsa ya kördür, ya
yobazdır, ya Yezittir. Kalp merkezli vicdan odaklı, samimi kardeşliğe dayanan, Siyasal
İslamcılar gibi maske takmayan Sufi İslam ile Kürt kardeşler kazanılabilir. Ergenekoncuların
başarılı Emniyetçileri tasfiye için Yezid’in paranoyaklığını kullandıkları ortada. Kürt kardeşliği
ancak Sufi İslamla olur. AKP, Kürt dindarları da aldattı. İstikbal vaad eden Müslüman gençleri
AKP bozuk para gibi hoyratca harcıyor. Kardeşlik bağını tekrar ancak Hizmet kurabilecek
kapasitede. İslam’ı hakkıyla temsil eden ve şiddet yoluyla yayılan radikal siyasal İslam’ın
panzehiri Hizmet Hareketini bu nedenle Yezid ve Karanlık Gladyocu MİT grubu hedef alıyor.

Hizmet, ülkemizin doğunun bölünmezliğinin garantisidir. İslam’ın sevdiren yüzü, yardım eli
oldu. Fakirlik, eğitimsizlik ve ayrımcılığa karşı mücadele etti, ediyor ve edecektir. Kürt ve Türk
toplumsal barışı ancak Fethullah Gülen Hocaefendi'nin kardeşlik, dostluk ve yardımlaşma
köprüsü ile, kin ve nefret yok edilerek sağlanır.
Dokuzuncu Bölüm

İç Savaşın Anatomisi

GESTOPA Devleti, Başkanlık sistemi ve Kürdistan kurma derdindeki MİT’i iyi okuyabilmek
için Hakan Fidan‘ın göreve getirildiği 2009 şartlarını iyi bilmek gerek. 3‘lü zirve kararıyla başa
getirildi. Başbakan, Cumhurbaşkanı ve, Beşir Atalay‘ın ortak kararıydı. Atalay‘ın en temel
görevi doğudaki özerk yapıyı oluşturmaktır. 1972 yılından beri proje adamdır. Türkiye‘nin en
krıtik olaylarında bu proje adamların asli rolü vardır, hedef odaklı çalışırlar. Sonradan evrilmiş
değillerdir. Atalay 1993‘ten itibaren Kürt meselesine odaklı çalışır. Zaten yükselişi de
manidardır. Öncesinde 2 yıl Humeyni ile birlikteliği vardır. Başkanlık sistemi fikriyle büyülediği
Erdoğan’ı Akdoğan da hilafetle süsleyince muhtar bile olamaz denilen adamı avuçlarına
almışlardır.

Başkanlık sisteminin konuşulmasının tek nedeni, eyalet yapısının özerlikle olan benzerliğidir.
Başbakan dünden Başkanlığa hazır bekliyordur. Daha Fidan göreve gelmeden Erdoğan kendini
başkan olarak görmeye başlamıştı. Kafasına sokulmuştu. Eyalet sistemi şarttı. Bir taşla 2 kuş
vurulacaktı.Terör sorunu cözülecek, Erdoğan, efsane bir Başkan olarak gorevi yürütecekti.O
andan itibaren dünya lideri dediler. Oslo görüşmeleri Fidan tarafından yürütülürken, kendisi
görüşmede Başbakanı kastederek bizzat Beyefendi‘yi temsil ediyorum demişti. Öcalan‘la
defaatle görüşmeye gönderilmişti. Fidan‘ın çocuk yaştan itibaren planlı yapının adamı olduğunu
yazmıştım. Onun için çekirdekten gelme bu adama Atalay azami güveniyordu. Atalay, Acem‘in
piyonu değil kendisidir. 3 vakit namaz kılanlardandır.

Atalay, Anadolu insanından nefret eder. Rektörlüğü döneminde camianın hiç bir adamına göz
açtırmayacaksınız diye yardımcılarına talimat verir. Erdoğan‘ın yanına yerleştirilen Fidan artık
onun en çok güvendiği sırdaşıdır. Başbakan adına Öcalan‘la irtibatı kuvvetlendirir. Oslo‘da
eyalet sistemine karar verilirken dikkat çeken bir isim vardı masada Nuriye Kesbir. Bu isim
neden önemliydi. Öcalan ve Fidan eyalet sistemi konusunda çoktan anlaşmışlarken, Öcalan
tarafında bazı problemler vardı. Ona güvenmeyenler mevcuttu. Öcalan eğere PKK içindeki
etkinliğini kaybederse Erdoğan’ın başkanlığı hayal olacaktı. Tüm oyun bunun üzerine
kurulmustu.

Daha bir ay önce Atalay‘ın Öcalan bütün Kürtler‘in lideridir ifadesini lütfen hatırlayın. PKK‘nın
değil bütün Kürtler‘in. Öcalan‘ın etkisini en çok kıran ve PKK içindeki Aleviler‘in üzerinde
ağırlığı olan Sakine Cansız‘dı. Cansız açıktan Öcalan‘ı eleştiriyordu. Oslo‘daki görüsmeye
katılmak isteyen Cansız‘ın yerine Nuriye Kesbir gönderilmiş oldu. Cansız Oslo‘nun peşini hiç
bırakmadı. Üzerine gittikçe rahatsız olan Öcalan‘ın Fidan‘dan bir isteği oldu. Kibar yollu
Cansız‘ın etkisizleştirilmesi gerektiğini söyledi.

Fidan, Erdoğan’dan ve.Atalay‘dan asla bağımsız hareket etmez. Ne gerekiyorsa yapın


arkanızdayız dendi.Öcalan‘ın talimatı yerine gelecekti. Fidan göreve başladığı ilk gün Erdoğan
ona seni buraya iki meseleden dolayı getiriyorum dedi. A.Terör sorunu ne bedel ödenirse
ödensin çözülecek. B. Her şeyde bize ayak bağı olan camia temizlenilecek. Hiç şaşırmayın,
Erdoğan o gün camianın fişini çekmişti. Perde altında hep ikili oynadı. Zaten Oslo
görüsmelerinde de hizmet hareketini doğudaki etkisi masaya yatırılmıştı. Cemaatın kalemi 17
Aralıkta değil, Oslo‘da kırılmıştı.

CANSIZ’I ÖCALAN MİT’E ÖLDÜRTTÜ

Cansız etkisiz hale gelecek Doğu‘da KCK yapılanması güçlendirilecekti KCK yapısı içinde
istihbarat elemanları konuşlandırılmıştı bile. Cansız‘ın operasyonunun kod adı Lili Marleen‘di.
Operasyon Ömer Güney üzerine kurgulandı. Tetikçiliğini o yapacaktı. .Avrupa‘daki PKK içinde
etkili isimlerden biri de Mustafa Karasu‘ydu.Öcalan‘a çok yakın biriydi, Cansız onun için
Ergenekon‘un adamı derdi. Oslo görüsmelerini kurcalayan Cansız‘a mesaj göndermişti. Akıllı
olsun yoksa ona Lili Türküsünü okuruz demişti. Operasyondan haberdardı. Mustafa Karasu ve
yine etkili bir isim olan Rıza Altun referansıyla örğüte biri monte edilmişti. İran‘lı Dewran.
Cansız‘ın yanındaydı.

Operasyonun MİT ayağını görev bölgeleri Avrupa ve alanları PKK olan O.Y ile U.K üstlenmişti.
Şu an MİT‘te daire başkanlığı yapıyorlar. Tetikçi Ömer Güney‘le defalarca görüşme yaptılar.
Dinlemelerden birine takılan O.Y Atatürk Havaalanında göz altına alındı. Hemen özel bir emirle
bırakıldı. Operasyon kusursuz bir sekilde gerçekleştirilirken, Ömer Güney‘e kapıyı da İran‘lı
Dewran açmıştı. Düşünebiliyor musunuz Öcalan‘ın emriyle MİT adam öldürüyordu. BDP olaya
nasıl tepki vereceğini bilememişti. Öcalan hemen devreye girdi. Hiç bir şey barış sürecini
engelleyemez dedi. Kandil‘e göz dağı verilirken kontrol bende diyordu.İstihbaratçı gazeteciler
devreye girdi. Günlerce eyvah yine kan dökülecek demiş milleti korkutmakla kalmamış
Öcalan‘ın önemini vurgulayıp durmuşlardı. İstedikleri olmuştu.

MİT’İN KCK YAPISI KÜRDİSTAN’I KURUYOR

Doğudaki KCK yapısı içindeki istihbaratçılar her türlü oyunu bizzat organize ediyorlardı.
Kürdistan’I MİT kendi eliyle KCK’ya 4 ülkede kurduruyordu. CIA ve MOSSAD’ın da zaten
istediği buydu. Abdullah Öcalan bu oluşumun başına getirilecekti. Meydan onlara kalmıştı.
Kimse dokunamıyordu. Şehir merkezine bile inmişlerdi.Merinos Eyalet Komutanlığı adı altında
zengin iş adamlarından tehditle vergi adı altında para alıyorlardı. Şimdi süreç tam istedikleri
kıvama geldiğinden BDP yüksek sesle özerklik talebini dile getiriyor. MİT artık onların suçlarına
ortak. Yeni çıkacak MİT Yasası bütün bu kirli işlerin üstünü örtecektir. Yasa geçerse kimse
yargılanamayacaktır. Belgeleri TBMM bile alamayacaktır.

Erdoğan’ın, başkan olma hırsıyla girdiği bu yolda MİT tamamen kirlenmiştir. Emir ve talimatlar
Erdoğan’dan geldiğinden yasa ona kalkan olacaktır. .Bu yasa sadece olacakların önünü açmak
için değil olanların da üstünü öretmek içindir. Geçerse eğer yapılan ihanetler kapatılacaktır. PKK
aklanırken camia da terör listesine konmuş olacak.Hiç bir şeyin hiç bir yerde hiç bir zaman
kapanmadığını gördük. Allah Kadir-i Mutlak.

Üstad Said Nursi sıkıntılı anlarında, umumu ilgilendiren bir bela ve musibet ufukta
göründüğünde Abdülkadir Geylani’nin dua kitabından veya İmam Rabbani’nin Mektuplarından
sık sık tefeül yapardı. Bende Risale-i Nur’dan yaparım, yaptım ve çıkan şu oldu: “Çünkü rıza-yı
küfür, küfür olduğu gibi, zulme rıza da zulümdür.” Mektubat, Sayfa 408.
Üstad Said Nursi, iyi niyetle ziyaret ettiğini söylese de hıyanet için yanına gelen devlet
memurlarını yılan ve köpek suretinde görürdü. Bazıları fitne fesat komitesine yılanlık ve
köpeklik ettiği için olacak bu suretlere bürünürdü. Bu ülkede bazı alçaklıklar hiç değişmiyor
demek ki. Mektubat’tan soldan sağ sayfaya geçtim, ortalara gözüm ilişti, tefeülüme irkildim,
şöyle yazıyordu: “Çok alçak olmamak ve yılan gibi dalalet zehrini serpmekten lezzet almamak
şartıyla en inatçıyı dahi ikna ederim.” Satırların biraz yukarısına çıktım, fesübhallah dedim:
“Hafiyelik yapıp güya cinayet yapıyormuşuz gibi ihbar eden ve taarruz eden, elbette insafsıza
zalime hizmet etmekten zevk alan bir köpektir.” Üstad hakaret etmeyi sevmediği için Ziya
Paşa’nın meşhur beytini isim vermeden vermiş ve yorumlamıştı. Hayretle ‘ne yapmalıyım’ diye
bir vizyon aradım. Sonra ki cümle imdatıma yetişti: “İnsan suretindeki yılanlara hakikatları
söylemek, hakaika karşı bir hürmetsizliktir. Zira bilerek hakkı zındıka dalaletlerine çürütmek
ister.” Üstad noktayı keskin koymuştu: “Fakat nihayet derecede alçaklığa düşmüş bir vicdan ki;
bilerek dinini dünyaya satar ve bilerek hakikat elmaslarını değiştirir; münafık yılandır.”

Sosyal medya’da Başbakan’ın başdanışmanı Mustafa Vrank, Turizm Bakanı Ömer Çelik ve
Süleyman Soylu komutasında 9 bin maaşlı tweeter savaşçısı kin ve nefret dolu üsluplarıyla
ülkemizde dirlik ve birliği korumaya çalışan cemaata karşı amansız bir yıpratma, aşağılama,
tekfir etme, yalnızlaştırma ve mümkünse köklerini kazıyıp yok etme savaşı veriyorlar. Devletin
ve AK Parti’nin tüm imkanları bu kirli siyasi infaza seferber ediliyor. “İstiklal savaşı” adı altında
istikbal mücadelesi verenlerin hiç bir ahlak ölçüleri ve etik sınırları bulunmuyor. ‘Savaşta hile,
aldatma, yalan söyleme, iftira ve bühtan atma caizdir’ diyorlar ve İslam’ın elmas dini
hakikatlarını yamultup pis siyasetlerine çekinmeden, utanmadan alet ediyorlar.

Biz ve ötekiler ayrımı, siyah ve beyaz olarak yapılmış durumda, tam bir iç savaş senaryosu ile
karşı karşıyayız. Ellerinde Özel Harbin Psikolojik Savaş Dairesi’nde yazılmış profesyonel bir
fitne programı var, cetvelde ne varsa her hafta, hatta her gün yeni bir fitne tohumu ortaya
atılıyor. Bunları temizlemekten yorulduk ama onlar bıkmadı, usanmadı. Hepsi paranoyak olmuş,
devletin yağlı kaymağı ellerinden çıkacak diye tüm çirkefliklerini sergiliyorlar. Paranoyak
kendinden başka kimseyi tanımaz; vefasızdır, ahd ü peymânına asla güven olmaz; kat’iyen adalet
tanımaz ve hakka karşı da fevkalâde saygısızdır. Dahası o, bu kabîl değerlere bağlı yaşamayı
aptallık sayar. Zaman zaman en masum hareketlerden dahi işkillenir ve en yararlı gayretleri bile
kuşkuyla karşılar ve sorgular. Mağdur edilen, mazlum cemaatı savundukca hedef gösteriliyoruz
ve devletin düşman savma mekanizması hatırlatılıyor. Partileri devlet olmuş, biz ise “vatan
haini” düşmanlar, canımızın değeri yok ki, sözümüzün ağırlığını anlayabilsinler.

Dine gelen zararı Allah’a havale ettik ama devlete, kamuya gelen zararın boyutu her geçen gün
büyüyor. Devletin kılcal damarları ile oynanıyor ve tek adam diktatörlüğüne dayalı otokratik bir
Gestapo istihbarat ve istibdat devleti olmaya doğru hızla yol alıyoruz. Yolsuzluk ve rüşvet olayı
patlayınca AKP resmen aklını, mantığını ve vicdanını yitirdi. Manzara gerçekten ibretlik, neden
başkanlık sistemi ülkemizde olmamalı, neden demokrasi yolundan dönmemeliyiz ve neden bir
daha asla Milli Görüş çizgisinde siyasal İslam’a güvenmemeliyiz, yaşayarak öğreniyoruz.
İnternete sansür, halkın iradesini çalarak HSYK yasası çıkarmadan sonra yeni MİT yasası ile
Hitler sistemi dayatılıyor. Hitler, Gestapo ve SS ile öyle bir güç elde etmişti ki, kim sorgularsa
“düşman”, “hain” bahanesiyle anında öldürtüyor, haksız siyasi rekabet yapmakla kalmıyor,
Gestapo ile bir korku imparatorluğu kuruyordu. Alman totalarizmi iki defa dünya savaşı
çıkmasına yol açtı. Almanya’da iki dünya savaşı önceside bir iç savaş yaşanmış ve suni
çıkartılan kaosları bastıran Hitler tüm ipleri ele geçirerek Almanları uçuruma sürüklemişti.
Ülkemizde yaşanan süreç, bir iç savaş senaryosudur ve halka kendini zorla seçtirmek isteyen
Hitlervari bir AKP devleti partileştirmiş ve “Gestapo”su ile kimseye göz açtırmamaktadır.

Bunun en bariz ve net delili 2 yıldır sürdürülen böcek efsanesinin çöküşüdür. TÜBİTAK’taki
görevinden uzaklaştırılan, 24 yıldır aynı kurumda görev yapan onurlu bilim adamı Hasan
Palaz’dır, “İstenilen raporu hazırlayan ve biat eden bilim adamı olmayacağım” dedi. Zehir
zemberek açıklamasında açıkca: “Başbakanın ofisinde bulunan böcekle ilgili raporda tahrifat
yapmam istendi…” diye hukuksuzluk talebinin geldiği adresi gösterdi. Başbakan’ın ofisine
böcek koyup dinleyen cemaat olsaydı yedi düvele davul zurna ile çoktan duyururlardı.

MİT’e, 12 Eylülcülerin bile almadığı yetki veriliyor ve başbakana bağlı Gestapo tarzi istihbarat
devleti kuruluyor. MİT personeli normal mahkemede yargılanamayacak artık. MİT personelinin
Ankara’da özel belirlenecek ağır ceza mahkemesinde, müsteşarın ise ancak Yargıtay tarafından
yargılanabileceği öngörülüyor. MİT personelinin MİT faaliyetleriyle ilgili tanıklık yapamayacak
olması da teşkilatın suç olabilecek faaliyetlerini ortaya çıkarmayacaktır. MİT’e ait rapor, analiz
ve belgeler suç unsuru içerse dahi delil olarak kullanılamayacak, sorgulanamayacak. Hitler
Gestaposu da işte tam böyleydi. MİT belgelerinin soruşturmada kullanılmasını yasaklayan
madde, MİT fişlemelerinide mahkeme tarafından cezalandırılmasının da önüne geçecek. Özetle
başbakanın izin vermediği ne MİT personeli yargılanabilir nede MİT müsteşarı. İstedikleri kadar
halka zulmedebilirler. Peki, ya başbakan zalimse? Gelecek başbakanlardan zalim Hitler çıkarsa!

Açıkcası, hükümet MİT aracılığıyla yasak dinleme yapmış, fişlemiş, bir sürü kirli tezgaha
karışmış, özerk Kürdistan sözü vermiş, şimdi üstlerini örtüyor. Şimdi anlıyorum, biz fişlemeler
alçakca, başbakanın kullandığı dinlemeler yasadışı dedikçe AKP partizanları bilgiçce alay
ediyordu, Meğer baştaki balık ta, tuz da kokmuş! MİT yasası çıkarsa, medyada millete söven
gazeteci ve yazar tehdit eden MİT yazarları “Küçük Cemler”, kırk yalanı bir makalede toplayan
“ROKlar”, 9 adet başörtülü “Tayyibu Bacıyan” yazarları, “Alo Fatihler”, serbestce nefret ve kin
yaymaya devam edecekler. Medyada artık MİT’e çalışıp, parti devleti sayılan hükümet adına
tetikçilik yapan “Oğursuz Yıldırlar”, “Dilenci Ergünler”, “Dilieşek Abdurahmanlar” özgürce
millete hakaret yağdırabilecek. Hesap vermek yok nasılsa, başbakan arkandaysa, atış serbest!

MİT elemanı gazeteci ve yazarlar derhal bu seçim sürecinde kalemlerini bırakmalıdır, bir siyasi
parti adına tetikçilik yaparak devleti savunmak devletçilik veya vatanseverlik değildir. MİT
adına suç işlemek serbest olunca nefret, kin ve halkı fesada, fitneye, isyana teşvik etmek mubah
mı oluyor şimdi? Peki, adam öldürmekte helal mi? Muhsin Yazıcıoğlu işte böyle fetvalarla şehit
edildi. Bir siyasi parti, rakiplerini ve düşman gördüklerinin listesini MİT’in tetikçilerine verip
infaz ettirirse, bunun adı vatanı kollamak olur mu? Gelişmiş ülkelerde istihbarat tekeli yoktur,
elemanlarına da bu kadar güç verilmez. ABD’de 26 çeşit istihbarat kurumu vardır, istihbarat
sağlaması böyle yapılır. Birileri ülkemizde “Gestopa rejimi” kuruyor, vatanımızı kendi içine
kapatıyor, herkesi birbiri ile kavgalı hale getiriyor, iç savaş senaryosu yazmış oynatıyor, seyirci
kalanlara yazıklar olsun!

17 Aralık’tan beri herkes aynı soruları soruyor: “AK Parti ve Fethullah Gülen Cemaat’ını bitirme
planının arkasında kimler var ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan neden bu güce boyun eğdi?”
İfritten bir dönem geçiriyoruz ve ifritlerin en büyükleri en büyük fitnelerini toplum üstüne boca
ediyorlar. Güven bunalımı oluşturup puslu havada “cadı avı”yla kaos tezgahlayanlar, kimsenin
kimseye itimat etmemesini sağladılar. En başından beri diyorum: “MİT içinde Ergenekoncularla
dirsek temasında bir MOSSAD ekibi var, bu ekip çok zeki ve iyi çalışılmış bir plan yaparak
hükümeti esir almayı başardılar.” Bu ekip tasfiye edilmeden fitne sona ermeyecektir veya
milletimiz rehin olan AKP’den emanet oyları sandıkta geri alacaktır.

Ergenekon’un ismini Göktürk olarak yenileyen “şamanist” bir grup var MİT içinde ve bunların
çok derin timleri MİT dışında devlet bütçesi ile fitneyi yönetiyorlar. 28 Şubat sürecinde iç savaş
çıkarma planı yapan MOSSAD ekibi, “Tapınak Şövalyeleri” denilen “Amerikan Illuminati”sine
çalışıyor. Hedeflerinde önce AKP’yi kapatmak, sonra cemaatı bitirmek vardı. Hatalı sıralama
yaptıklarını anladılar, şimdi Hizmet Hareketini AKP eliyle yalnızlaştırıp, zayıflatmayı, daha
sonra ise “Erdoğansız AKP”yi Yalçın Akdoğan ve Hakan Fidan ile idare etmeyi planlıyorlar.
Uzun soluklu bir plan yaptılar, ancak cemaat bunu anlayamadı.

Seçilmiş AKP’lileri cemaat içinde mütevelli yaptılar, halk sohbetlerinin müdavimi eylediler ve
Hizmet’in çalışma sistemini çözmekle kalmadılar tüm önemli isimlerini de fişlediler. Ölümle
tehdit edilenler, parayla kandırılanlar, makama kananlar, bal tuzağına düşenler bu AKP’lilerdi,
güya cemaatciydiler, ancak aslında bunlar çıkarlarının peşindeydi veya fitne ekibine esir olanlar
arasında yerlerini aldılar. Elde edinilen derin bilgiler, Mason localarının derin yapısı içinde bir
havuza toplandı ve MİT’deki MOSSAD ekibi, operasyonu “cemaat ile AKP’yi kavga ettirme,
ayırma, her ikisini de tarihe kaldırma planı” olarak yaptı.

Merkezi New York’ya bulunan Yahudi Haham Konseyi ve Telaviv’e nüfuz ajanlığı yapan bazı
MİT bürokratları, Özel Harp elemanı MAK mensupları veya düz MİT elemanı olan bu Tapınak
Şövalyeleri, dinleme kayıtlarını MİT içinden yapmadılar. Hizmet Hareketi, her ne kadar
dinlemelerin MİT’in işi olarak öngörse de, fitne merkezi MİT dışında bulunuyor. İsrail’in
ülkemizde müthiş bir dinleme ağı var, dinleme için böceklere ihtiyacı yok. İsrail, sesi algılayan,
ses akustiğini tanıyan ve fiber ağdan geçen tüm bilgilere ulaşmak için özel olarak geliştirdiği ileri
teknoloji dinleme yöntemiyle bunları yapıyor. Bu bir üst düzey yazılım işi. İlk önce
dinleyecekleri kişilerin sesini yazılıma yüklüyorlar. Daha sonra da o kişi kimin telefonuyla
konuşursa konuşsun, fiber ağdan geçen ya da uydudan gelen tüm verileri otomatik. kaydediyor.
Çok ileri bir dinleme teknolojisi bu. Bu ileri teknoloji dinleme yönteminde yazılıma tanıtılan
sesin beş on yıllık görüşmelerini de almak mümkün. ABD’nin Demokrat derin devleti onay
vermese Cumhuriyetçi Neocon derin devletinin Amerikalıları, MİT ve MOSSAD ile bu tezgahı
kuramazlardı.

AKP; yolsuzluk operasyonu üzerinden “AKP’ye cemaatın darbesi var” iddiasında, “ihanetten,
casusluktan” bahsediyor ama kazın ayağı öyle değil. “Yeşil 28 Şubat”ta hedef “paralel devlet”
diye cemaatı etkisiz hale getirmek, 30 Mart seçimlerinden sonra doğumuzda özerk Kürdistan’ı
ilan etmek. Büyük Kürdistan’ı KCK yapılanması ile zaten MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a dört
ülkede kurdurduklarını, başına da PKK elebaşı Abdullah Öcalan’ın getirileceğini anlamak için
siyasi deha olmaya gerek yok. KCK tüzüğünün Udo Steinbach adlı Alman BND’nin en derin
profesörü ile Yalçın Akdoğan nasıl anlaşıp yazdıkları elbet birgün ortaya çıkacaktır. PKK
liderlerinin AKP’yi savunup cemaatı hedef alması ifrit planı göstermeye yetiyor.
Bu dehşetli planda hizmete gönül veren tüm polisler, emniyet amirleri, yargıçlar takip edildi.
Zaten başbakana 2010’dan beri MİT kanalıyla yaptırılan resmi operasyonda fişleme yapıldığı net
ortaya çıktı. 8 ay öncesinden MİT’in başbakanı MOSSAD’a çalışan İran SAVAMA elemanı
Reza Zarrab konusunda uyarmasına rağmen kulakardı edildi. Yolsuzluklar engelleneceğine
üstünü örtmek için medya fitne ekibi bu defa MİT içinde kuruldu. Nuh Yılmaz başına getirildi,
Tutkun Akbaş ve Cem Küçük gibi gazeteciler kiralandı. Medya almaya doymadılar, 12
televizyonla ve gazeteleri, bol kepçe maaşlı kiralık gazetecileri tetikçiliğe soyundular.

Başbakanın önüne sahte belgelerle şişirilmiş çok kalın dosyalar koydular ve eğer cemaatı
bitirmezse cemaatın AKP’yi bitireceğini söylediler. AKP’liler cemaat içinde “derin bir damar”
aramaya koyuldu. İlk başlarda “cemaatın tabanı iyi, tavanı kötü, Gülen ise kandırılmış, habersiz
olan bitenden” diye komplo uydurdular. Başbakan buna inandı, cemaatın tabanını AKP’ye
katacağını sandı ve başına “yaşlanan” Gülen yerine Kemalettin Özdemir veya Latif Erdoğan’ı
koyabileceğine inandı. Kemalettin Özdemir, 22 Aralık’ta beyin tümorü teşhisi ile Sema
Hastanesine kaldırıldı, hafıza kaybı yaşıyor, kanser. Latif Hoca, başbakanla İran gezisi öncesi
son görüşmesinde, “Sizin A,B,C, D planlarınız varsa, benim bildiğim Hocaefendi’nin Z planı
vardır, siz bu satrançta onu yenecek zekadan yoksunsunuz. Ben kendimi kullandırmam, benden
bu kadar” dedi ve havlu attı. Bu plan çökünce başbakan kalktı tüm cemaatı toptan “haşhaşin”
yaptı, büyükelçilere “Türk okullarını kötüleyin” dedi ve kendisi bizzat telefonla arayıp hiç
utanmadan cemaatı karaladı. 28 Şubat sürecinde en kötü askerler bile, Çevik Bir ve Güven
Erkaya Paşalar hariç, bu kadar alçalmamıştı.

Gülen’in ahitleşme resti cemaatta dağılmayı önledi ve başbakanın eli boş kaldı. Yolsuzluk ve
rüşvet ses kayıtları, hakimlerin onayından geçen savcıların sunduğu delillerdi, kaçak göçek
değildi. MİT içindeki Tapınakçılar, “cemaat içinde derin yapı bunu yapıyor” diyerek kamuoyunu
aldatırken, bir yandan cemaatla ilgili sayısız sahte belge, bilgi, haber üreterek ortamı iyice
gerdiler. Böylece AKP ile Cemaat çarpışmaya başladı. Hem AKP’nin hem Fethullah Gülen
Hocaefendi cemaatini kışkırtıcı ses kayıtlarını yayımlıyorlar ve fitneyi sürekli besliyorlar.
Cemaata, “MİT yaptı” diyorlar, AKP’ye “CIA, MOSSAD , Koç grubu ve cemaatla birlikte size
darbe yapıyor” diyorlar. Hem AKP hem cemaat bu tuzağa düştü. Cemaat kendisini ilk defa bu
kadar net savunmak zorunda kaldı, zira MOSSAD ekibi “Yeşil bir 28 Şubat” ortamı meydana
getirdi ve AKP’yi, Başbakanı araç olarak kullanıyor.

2010’da 3. Orduda Özel harbin yetiştirdiği orgeneral Saldıray Berk tarafından hazırlanıp
MOSSAD’a ihale edilen bu fitne planında sıra seks kasetlerine geldi. Cemaatın kredisini bozmak
için yapmayacakları şeytanlık yok. 40 kadar AKP’linin kasedi olduğunu 2 yıldır yayıyorlar,
bunları yayınlayıp suçu cemaatın üstüne atacaklardır. Gülen’e “başbakan ölsün diye 3 yıldır
beddua ediyor” diyen bu omurgasız nüfuz ajanlarından her türlü ifritlik beklenebilir. AKP
kesiminde Gülen gibi 40 yıldır konuşan bir Allah dostunu ve 165 ülkede hizmet eden adanmışları
daha dün tanımış gibi basiret ve akıl tutulması havası var. Buna başbakanın ifrit üslubu neden
oluyor. Alnı secdeli başbakanın müslümanlara zulüm etmesini vicdanlı gönüller kabul
edemiyordu.

Defteriniz dürülür elbette! Mart 2014 başında ABD’den akademisyen arkadaşım Gülen
Enstitüsü Müdürü Dr. Doğan Koç ziyaretime geldi. ‘Faruk Arslan kaç kişi?’ diye merak etmiş, 5
kişi sanmış, gördü ki 1 kişiyim. “Niye çok yazıyorsun” diye sordu. Arkadaşıma dedim ki,
“Gülen’i bitirme kararı aldık, defterini düreceğiz” diyen başbakan müşavirine “Allah’ın
inayetinde olanın değil, sizin defteriniz dürülür” demiş ve eklemiştim: “Sözüme ve davama
sadığım, son nefesime kadar doğru olanı kalben göstermekle mükellef bir dervişim.”

AKBABALAR, leş görmüş çakallar heveslenmesin. Milletin tertemiz alınteri, gözyaşı, ihlaslı
emeğiyle kurulmuş kurumlar emanet, halkımız emanetini canı bahasına koruyacaktır. Erdoğan,
bir teşekkür beklediği Ergenekon sanıklarının planlarına benzer planlara sarılmış ama ülke eski
ülke değil ki, kimse susmayacaktır.

28 Şubatta ‘yeşil sermaye’ diye dindar kesime yapılan zulmün çok daha beteri AKPce yıllarca
kendisini desteklemiş muhafazakârlara reva görülür hale geldi. Erdoğan’ın derin devletin bir
piyonu olduğunu anlamak için fazla zekaya ihtiyaç yok. Körlerle sağırların kalbi
mühürlenmişse zulümdendir; işleri Allah’a kalmış, karışamam.

Erdoğan en başından beri ‘iyilikler bizden, kötülükler cemaatten’ kolaycılığına kaçtı. Hesap
vermeyi, adil olmayı ve özür dilemeyi düşünmedi! Allah’a ve ahirete inanmayan müslümanlar
türedi. ‘Cemaatten intikam’ adı altında İslami Hizmetleri engellendikce sevinenler insani şeytan
mı? Hayrettin Karaman’ı İbni Teymiye’ye benzetiyorum. ‘Kur’an’da öze dönüş’ adlı çakma
Selefilik öncüsü İbni Teymiye, İslam ülkesinde rüşvet ve yolsuzluk düzeni kuran İslam
halifesine fetvalar verdi! Karaman işte tamda bunu yapıyor. Moğollar, Hülağu, Abbasi halifesini
havuzunda boğduğunda İslam halifesinin fetva hocası bugün Vehhabi Suudilerin ve Erdoğan’ın
kendisine model aldığı İbni Teymiye idi! Hülağu ise, Şii Nasreddin Tusi’yi kendine danışman
yapmıştı.

Kimse Moğolların devrin en mamur ve zengin ülkeleri, güçlü orduları bulunan Harzemşahlar ve
Abbasileri bir hamlede yıkıp, en zengin müslümanlarının servetine konup, karılarını cariye
yapmasını beklemiyordu. Nedense artık buna şaşırmıyorum. Bu devrinde o devrinde
müslümanları dünyevi rehavet içindeydi, ölümden korkan korkaklardı. İbni Arabi’nin dediği gibi
paraya, makama, mal ve mülke, kadına tapıyorlardı, ama beş vakitte namaz kılıyorlardı.

Maalesef basireti kapalı muhafazakârlar meselenin sadece Cemaat-AKP kavgası olduğunu


zannediyor. Sıra kendilerine geldiğinde onlar için artık çok geç olacak ama son tevbe fayda
etmeyecek. Çetin Doğan’dan Doğu Perinçek’e kadar derin devletin bütün unsurlarıyla bir olan
Erdoğan, laik Kemalistlerin yapamadığı zulmü bugün yapıyor. Hangi zamanda kime ihtiyacı
varsa onunla iyi ilişkiler kuran, ihtiyacı kalmadığı zaman onunla ölümcül bir savaşa girişen
Erdoğan, herkesi satacak bir tıynette olduğunu ispatladı.

Kimse kimseyi kandıramaz. 17–25 Aralık bir global darbenin değil, Türkiye Cumhuriyeti
tarihinin en iğrenç yolsuzluk ilişkilerinin ortaya dökülüşünün rezillik tarihi. Erdoğan, şimdi de
cemaat vakıfların kurduğu üniversitelerin yönetimini vakıfların elinden alarak, rüşvet ve
yolsuzluk operasyonunun intikamı peşinde! Üniversite eğitiminin iyileştirilmesi, üniversitelerin
bilim üreten özerk kurumlara dönüştürülmesi hükümetin ve Erdoğan’ın umurunda değil.
Çıkartılan Torba yasada YÖK’le ilgili olarak eklenen üç yeni maddeyle Erdoğan tüm vakıf
üniversitelerinin yönetimlerini partili yandaşlarla doldurmayı planlıyor. Eğer Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül, bu torba yasasınıda imzalarsa tarihe Müslümanlara en fazla zulmettirecek yasaları
onaylamış devlet başkanı olarak geçecektir.
12 Eylül darbesini yapan o muktedir ve müstebitler dahi 34 sene sonra adaletin karşısına
çıkarıldı. Kanunsuz iş yapan yakasını kurtaramaz. TEM, Emniyet İstihbarat, MİT gibi birimlerin
el ele vererek hak hukuk tanımaksızın delil üretilerek kanunsuz işlem yapması gizli kalamaz.
Keşke insanlar, suçlu bulma yerine suç uydurarak kendi kendine sabıka dosyası oluşturmasaydı,
haksızlığa alet olan memurları not ediyorum. Delilsiz ve mesnetsiz suçlu ilan edilen kişiler,
kendilerine yapılan haksızlığı asla unutmayacak ve sonuna kadar hukuk mücadelesi verecektir.
Bu kırılma sonrası AKP’nin tabelası ANAP gibi tarihe gömülecektir. Anadolu’dan milletin
evladı olarak gelip daha sonra Ankara’da güç merkezine tapan nice politikacılar gördüm, sonları
hep hüsran oldu. Erkan Mumcu buna en bariz örmektir.

Tuhaf olan şu: Ergenekoncu ve Balyoz darbecileri, 12 Eylül 2010 referandumunda AYM’ye
şahsi başvuru yapma hakkının elde edilmesini cemaate borçlular. 12 Eylül 2010 referandumu
başarısı AKP’nin değildir, cemaatindir: Demokrasi gelsin, hukuk devleti olalım, askerî, adlî ve
bürokratik vesayet kırılsın hediyesi. “Hizmet hareketini bitirme planı” hazırlayıp suç işleyen
siyasi ve bürokratik Süfyanizm Oligarşisi, Balyoz AYM’de aklandı, bizi de nasıl olursa aklarlar
sanıyor “Sayemizde çıktılar” tespiti doğru fakat eksiktir; sâyenizde çıktılar ve sâyenizde
kesinleşmiş mahkeme kararının bile hiçbir anlamı kalmadı, hukuk öldürüldü.

Ayakta kalmak için darbecileriyle pazarlık yapıp hukuka ters takla attıran Erdoğan ve kamu
soyguncuları def çalıp oynayabilir, ama nereye kadar? Darbeciler, AYM’nin ürettiği kararla
değil, Erdoğan’ın yargı üzerinde kurduğu misli benzeri görülmemiş politik baskı sebebiyle
çıktılar. Darbe ruhunun ayyûka çıktığı tarih 27 Nisan 2007 tarihidir. AKPli kardeşlerimizi
doğrayıp kızartıp yemek isteyenlere dur diyen kahramanlar bugün suçlu yapılmak isteniyor.
İnsanlıkları ölmüş olmalı!

Şu gerçek hiç değişmeyecek: Orduya kimse kumpas kurmadı; bilakis ordu içinde yuvalanmış
darbe heveslileri, milletin hukukuna kumpas kurmuşlardı. Eğer vatansever insanlar olmasaydı,
AKP hükümeti henüz 2003′de Balyozcular tarafından devrilirdi! Vefasızlık ve siyasi ahlaksızlık
diz boyu yani. Erdoğan’ın etrafında dar ve oligarşik bir çete var. Süfyanizm Oligarşisi son 2
yılını yaşıyor, bu karanlık tünelin sonu aydınlık. Ya Sabır. Allah’ın dediği olur, defteriniz
dürülür…

Cesur gazeteci karanlığa kibrittir! Aydın olmak için Allah için, Allah ile olmalı ve Allah’a doğru
bir sefere çıkmalı, bedenininde tüm azalar, Allah Büyük, herşey küçük demeli. Aydın olmak için
Kalbin Zümrüt Tepelerinde yolculuğa çıkmalısın, Kalbin İbresi Allah’ı göstermeli, emrolduğun
gibi dosdoğru olmalısın.

Aydın olmak için taklidi kültür müslümanlığı değil tahkiki iman, teslim, tefviz ve sikaya
ulaşmak elzem, bu seferde kin, nefret, kıskançlık ve hasedi ruhtan, kalpten sökmelisin.

Aydın olmak için Allah dostu Ehlullaha sövmemek, hiçbir cemaatın cemaat günahını
yüklenmemek, ruhunuza Habis Varlık yapıştırmamak gerekir.

Aydın olmak için başınıza hangi bela gelirse gelsin başınızdaki firavuna, zalime, Nemruda yanlış
yapıyorsun diyebilme civanmertliği gerekir.
Aydın olmak için hayatı bir cedelleşme değil bir dayanışma, yardımlaşma görüp, kalbinizde
şefkatin enginliği, kalbin dili beyti Huda olması lazım.

Aydın olmak için Allah’ın sınır koymadığı zeka, öfke ve şehvet sınavlarında başarı, teyakkuz
şart, böylece şeytanın kalpdeki santralını susturmak gerekir.

Aydın olmak için cismaniyetten, hayvaniyetten çıkmanız, kalp, ruh ve sırr dairesine girmeniz;
ahva, vera, Cem makamına ermeniz gerekebilir.

Aydın olmak için Sufilerin uzak durduğu 14 çeşit hayvan hasiyetini taşımamak, Allah’a kul
olmak, özetle sadece insan olmanız bile yeterlidir.

Aydın olmak için süfli dünyevi çıkarları için vicdanı susturmamak, kamu hakkı, yetim hakkı, kul
hakkı Allah hakkı gözetmeyeni zımbalama, tebliğ şarttır.

Aydın olmak için aklını bir başkasının cebine koymamak, tepkisel değil aksiyoner olmak, Allah
rızası odaklı ihlaslı yaşam, aşk ve şevk, sağlam, temiz niyet elzemdir.

Aydın olmak için İslam’ı siyasi ideoloji haline getirmemek, devletten beslenip haramzadelerin
borazanı olmamak, yalaka olmamak gerekiyor.

Aydın olmak için bağımsız ve özgür düşünce, vicdanlı bir kalp, mert bir duruş gerekiyor. Eğitim,
makam, zenginlik, güzellik, soy sop ve zeka yeterli değil. Embesil olan bu yazdığım kriterleri
anlamaz.

Ülkemizde sadece medya değil akademik özgürlük te kalmadı. AKP hükümetini eleştiren
kendini kapı önünde buluyor. Haliç Üniversitesi’nden ve yaptığı 10 ayrı işten hükümetin
işbozanlığı ile ayrılmak zorunda kalan iletişim uzmanı Prof. Dr. Osman Özsoy buna en güzel
örnek. Özgür gazeteci yetiştiren akademisyeni kovduran devlet, aklını, fikrini, dengesini
yitirmiştir. Neden sıradan bir Ortadoğu ülkesi haline geldik, hiç merak etmiyoruz…

Kanada’nın Carleton Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Kürsü başkanı Michael Chodorovski’nin


yazdığı makaleleri okusalar veya kurduğu özgür düşünce merkezi globalresearch.ca sitesine bir
göz atsalar demek ki bizim sansürcülerin dudakları uçuklayacak! “Hain adam”, hem Ukraynalı
Rus hem Yahudi, üstelik sonradan gelmiş Kanada’ya ve Ottawa’nın göbeğinde Kanada
hükümetine kan kusturuyor diyeceklerdir.

Ünlü Amerikalı Yahudi asıllı akademisyen ve yazar Naom Chomsky, bir süre ODTÜ’de de
çalıştı, eserleri halen çok değerlidir. Medya’nın nasıl zihin kontrolü yaptığını ve özgür olmayan
devlet beslemesi medyanın nasıl gerçekleri yamulttuğunu ve kamuyu aldattığını ondan
öğrendim. Tamamen Amerikan emperyalizmini deşifre ediyordu ama asla hain değildi. Kimse
aşırı sol görüşlerinden dolayı onu “vatan haini” veya “casus” ilan etmedi, hakkında karalama
kampanyası düzenlemedi. Zaten böyle yapsaydı ne ABD nede Kanada özgürlüklerin rüya
ülkeleri olmazlardı.
Kanadalı sosyolog gazeteci Naomi Klein’in “0 Bağdat” gazeteciliği ve “No Logo” yapıtı
şaheserdir. Yahudi kökenli Klein’in “Şok Doktrini” adlı kitabı, bir anlamda deregüle edilmiş
kapitalizmin zaferinin özgürlükten doğduğu, zincirlerinden boşanmış serbest piyasanın
demokrasiyi koruduğu şeklindeki temel ve resmi “hikaye”ye karşı bir meydan okumadır.
Kapitalizmin bu fundemantalist biçimi, vahşi zorlamalara ebelik yaptı. Üzerinde York
Üniversitesi Sosyoloji bölümünde iken sunum yaptığım Şok Doktrin, 2. Dünya Savaşı Sonrası
“Kalkınmacılık” politikalarını yerle bir eden, özellikle üçüncü dünya ülkeleri ulusal
ekonomilerini vahşice yağmalayan “neo-liberal” politik çetenin merkezinin kalbine inerek
“neoliberalizm-darbeler” ekseninde emperyalizmin zalimliğini sorguluyor.

Michael Moore’un belgesel filmi “Fahrenheit 9/11” ve “Bu Benim Bush” kitabı olmasaydı, belki
de ABD ve Kanada kamuoyu aldatılmıştı ve uyanmayacaktı. Kimse ne Naomi’yi nede Moore’u
hain saymadı. Moore, Oscar ve César ödüllerini alırken Bush yönetimine epey sövmüştü.
Moore’un eseri bana “Matrix’in 11 Eylül Kurgusu” kitabımı yazmama 2003’de ilham olmuştu.

Yahudi asıllı ünlü New Yorker gazeteci ve yazarı Amerikan Seymour Hersh’in 11 Eylül’ü
deşifre eden “Emir Komuta Zinciri” ve Irak’ta Abu Garip cezaevi skandalını ortaya çıkartan
kitapları hainlik miydi? Amerikan askerinin işgal ettiği Irak’ı terk etmesinde en etkili isimlerden
biridir Hersh. Devletin yanlışına karşı çıktığı için casus mu sayılmalıydı? Seymour Hersh,
Pulitzer ödülünü Vietnam skandalını ortaya çıkardığı için aldı. ABD’yi daha fazla batağa
batmaktan kurtardı. Bizde bunun adına “hainlik” veya “casusluk” deniliyor!

Ölümden, kariyer takıntısından korkmayan gazeteci hakikat ışığını görüyor ve toplum onların
ışığıyla umutlanıyor, onların cesaretine ve dürüstlüğüne güveniyor. Her ülkede cesur yüzde bir
gazeteci mutlaka vardır. Karanlıkta bir kibrit gibi, etraflarını aydınlatıp gerçekleri söyleyebilmek
için kendilerini tüketerek yanıyorlar. Onlara “cesur deli” diyorlar! Kimsenin yazmaya cesaret
edemediği gerçekleri yazan gazeteciler hemen fark edilir. Öfke toplar, tepki çeker ama
unutulmaz olurlar.

Yüzde doksan dokuzunun gerçekleri sakladığı gazetecilik mesleğinin yüzde biri olmakta hep
onur ve gurur duydum. Karanlık bir odada çakılan bir kibrit gibisinizdir, herkes sizi görür.
Gazeteciliğin yüzde doksan dokuzu unutulur, yüzde biri hatırlanır. Gerçek gazeteci devletle,
patronla, hatta kendisini anlamakta zorlanan belli kalıplarla düşünen okuyucuyla çatışmayı göze
alandır. Toplum, sahtekar ve alçak yüzde 99 gazeteciyi yıllar sonra anımsamaz, yüzde birlik
cesur, doğrucu gazeteci toplumu değiştirir, iz bırakır.

Aslında doğru bilgi genellikle tek gazetecide olmaz ama cesaret çoğunlukla bazen tek bir
gazetecide, gazeteciliğin “yüzde birinde” görülür. Cesur gazeteci karanlıkta çakan bir çakmak
veya çöp kibrittir, çırılçıplak ortadadır. Çünkü yüzde 99 gazeteciler devlet beslemesi haline
gelmiştir, karanlıkta bulunmaktadırlar. İçlerinde yanan parlak bir ışık, bir fenersinizdir.

Gazetelerin, alçaklıklara hizmet eden yüzde doksan dokuzluk bölümü toplumun “değişmek”
istemeyen tarafına hitap eder, yüzde bir dürüstlüğü seçer. Büyük gazetede köşem yok diye
umursamam. Diğer gazetelerin yayınlamadığını yayınlayan “küçük” bir gazete, “büyük”
gazetelerden daha etkilidir. En iyi gazetecilik ve “en iyi gazetenin” diğer gazetelerin
yayınlamadıkları haberleri yayınlayarak yapılacağına inandım, halen de öyle inanıyorum.
Gazeteciliğin en büyük alçaklığı ve sahtekarlığı belki de yayınladıklarından çok
“yayınlamadıkları” haberlerde saklıdır. Ankara gazetecileri bildiklerinin yüzde 80’ini yazmaz,
saklayarak ayakta kalırlar. Ya devletlünün “devlet çıkarına” sandıkları şey aslında devletin ve
toplumun çıkarına aykırıysa? Gazeteciler gerçekleri açıklarsa yanlışlar anlaşılır. Neyin “devletin
çıkarına” olduğuna devleti yönetenler sadece kendileri karar vermek ister. Peki devleti
yönetenler yanlış karar veriyorsa ne olacaktır?!

Gazeteci ve bu meslek gizli olanları, saklananları bulup çıkarsınlar, halka anlatsınlar diye vardır.
Eğer devlet görevlileri gibi düşünürse bunun adına “eklemcilik” veya “yalakalık” denilir.
Durumun komikliğine ve trajediye bakınız ki, doğruları yazan bizim gibi kelle koltukta kalem
oynatanlar “casus” veya “hain” sayılıyoruz, gizleyenler, çarpıtanlar devletini seven “kahraman”
oldular!

Oysa gazetecilerin işi gerçekleri açıklamaktır. Devlet çıkarını koruduğunu sandığı halde milleti
uçuruma sürüklemiş “politikacılar çöplüğü”dür siyaset alemi! Bir gazeteci için “devlet çıkarı”
diye bir kavram yoktur, olamaz. Kamu yararı, halkın, milletin hakları, hukukları vardır. “Devlet
çıkarını” korumak “devlette çalışanların” işidir, gazetecilerin işi yanlışları yazmaktır.

Devlet adamları “firavun”laştıkca “sırlarının” gazetelerde yayınlanmasına engel olmaya


uğraşırlar ve genellikle de başarırlar. Yazan gazeteciler günah keçisi yapılır, cezalandırılır,
işlerinden olur, kovulurlar. Devletler, gazeteleri kendi propaganda araçları olarak kullanmaya
çalışırlar ve çoğunlukla da kullanırlar. Devletce kullanılmayan medya özgürdür.

Gelişmiş ülkelerde devlete ilişik gazeteci gazeteci değildir, devletin yanlışlarını ortaya çıkartan
gazeteci olur, gerisi politikacı borazanı beslemelerdir. Gazetecilerin, devlet konusunda kendi
mesleklerinden uzaklaşıp “devlet görevlisi” kılığına girmesi toplum için en büyük tehlikelerden
biridir. Ey Gazeteci! Basmadığın, gerçekleri sakladığın zaman toplumun sana olan güvenini
kötüye kullanıyorsun, bu da seni alçak bir sahtekar yapar! Devletci gazetecilere sormak isterim:
“Sana ne devletten?” Sen devletten sorumlu değilsin, sadece toplumuna ve mesleğine karşı
sorumlusun. Kamu yararı işindir, iktidara göre değişen çıkarcıları savunmak işin değildir…

7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra demokratik siyasetin önünü tıkayan ve Saray'da taraf olan
Recep Tayyip Erdoğan, artık kesinlikle bir ulusal güvenlik sorunudur. Milli iradeyi takmadığı net
ortadadır. HDP Eşbaşkanı Selahaddin Demirtaş, acı ama gerçekleri açıkca söyledi: “SARAY VE
ÇEVRESİ, ONUN İKTİDARDA TUTMAK İSTEYENLER DIŞINDA BU ÜLKEDE SAVAŞ
İSTEYEN YOK”... Erdoğan'ın emrinde aciz bir adam portresi çizen Ahmet Davutoğlu, ben
Demirtaş’la görüşürken savaş talimatı verdiler derken PKK’yı mı, Erdoğan’ı ve arkasındaki
derin çeteyi mi kast ediyor, net anlayamadım. Tüm toplum sesini yükseltir ve barış isterse,
Erdoğan terörü durdurulabilir. Ülkeyi iç savaşa sürükleyip suçu HDP üstüne atarak ahlaksız bir
erken seçim hesabı yapan Erdoğan, tehlikenin ve terörün ta kendisidir.

Oyun işte budur: CHP eski Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün twitterdan oynanan iç savaş
kumpasını çözdü: PKK eylemler yaparak Tayyip Erdoğan’a hizmet ediyor ve HDP’yi olumsuz
etkiliyor. PKK her gün, her saat bombalayıp, yakıp, yıkıp, havaya uçurup, ana kuzusu 20'lik
çocukları katlederek adeta Erdoğan'a hizmet ediyor.. Erdoğan'ın erken seçim, tek başına iktidar
planının partneri PKK gibi, bu gidişle Demirtaş'ta temsil olan Yeni HDP'yi de mezara gömer
PKK!

Öte yanda eline silah almayan, asla şiddet ve teröre bulaşmayan Hizmet camiasına terörist
damgası vurmaya çalışan Erdoğan, acaba PKK ve IŞİD terörünü organize eden karanlık Gladyo
ekipleriyle ben devletim ve istediğimi ezerim mi demek istiyor? Vatandaşlarına zulmeden ve
baskı yapan devlet isterse Kur'an'ı anayasa yapsın, asla İslami değildir. Keyfiliklerine göre din
uyduran sadece yeni Haricilerdir. Siyasi İslamcılara göre devlet kendisi gibi düşünmeyenlere
baskı ve zulüm, devlet kaymağını yemek için var. Kamu hakkı yemek ve devlet eliyle
vatandaşına ölüm kumpasları kurmak zulmün büyüğüdür. Vatandaşını yaşatmayan devlet zaten
devlet değildir, kabile topluluğu bile olamaz. Bedevidir. Çöl ve orman kanunları ile devlet
olmaya çalışan Erdoğan portresi AKP’yi anlamsız hale getirdi. Merkezi sağ, yeni bir oluşum
arayacaktır.

Devlet, bireylere, farklı cemaatlara ve gruplara baskı ve zulüm yapılmaması için vardır. Eğer
siyasiler zalimleşirse, sivil toplum ve özgür basın bunun için vardır. Kanunları askıya alan ve
kendi hukukunu meydana getirenlerin devletlü olmadığı açıktır, Azeri tabiriyle guldurdur, yani
hayduttur. Erdoğan gibi ucuz diktatörlere Anadolu insanı prim veremez, Firavun olmaya
çalışanların bulunduğu geri kalmış ülkelerde üst akıl hukuk ve birey özgürlüğü değil, üç beş
zalim bürokrattır. Amerikan ve Avrupa medeniyeti, bireysel özgürlük eksenli, ancak başkasına
ve kendine zarar vermemek kaydıyla kuruldu, herkesin tabi olduğu hukuk bir üst akıldır. Bu
aklın akıya alındığı Erdoğan Türkiyesinde hiç kimse güvende değildir. İslam, mal, can, mülk,
özgür düşünce ve bireyin yaşam alanını genişletmek için var. Bunlar yoksa İslam yoktur.

Amerikalı Sullivan'ın doktora tezinde ABD’de tarih boyu farklı Hıristiyan mezhepler ve dini
inançların farklı mezar kültür ve adetlerine baskıları inceleniyor. Eyalet ve yerel mahkemelerin
verdiği kararlara federal hükümet ve anayasa mahkemesi itiraz ediyor. Herkesin ölüsünü istediği
gibi mezara gömme özgürlüğü güvence altına alnıyor. İşte devlet buna deniyor, haksızlıklara,
zulümlere karşı olunce devlet olunuyor. Kanadalı

Lori Baeman'ın doktorasında ise radikal bir dini grup olan Yahuva Şahidi bir kadın ölmcül hasta
olmasına rağmen, kan naklini inancına aykırı buluyor ve nakli yaptırmıyor. Çocukları bu
mantıksız kararı nedeniyle elinen alınıyor, babası kızına karşı, annesi kızını destekliyor. Sivil
toplum ve dini kurumlar mahkemeye müdahil oluyor. Sonuçta kadının kendisine zarar verip
öldürmesine devlet izin vermiyor. Devlet işte buna engel olmak için vardır. Devlet, kendi halkını
öldürmek için var olamaz. Kendine ve başkasına zarar veren zulüm işler. Batılı ülkelerde hukuk
bunun için vardır.

Batılı ülkelerde şiddete başvurmazsa bir terörist bile başkasına ve kendine zarar vermezse
fikirlerinde ve yaşam anlayışında özgürdür. Kendi zihniyetinden başkasına hayat hakkı
tanımayan yobaz ve bağnaz duruş, zulüm ve zalimliktir, kesinlikle İslami değildir. Olduğu gibi
kabul edin herkesi ve insana insan olduğu için saygı durun. Ötekileştiren, ayrımcılık yapan, kin,
nefret politkası izleyen Müslümanlardan değildir.

Küfürbaz Aktrolleri tesbit etmek twitterda çok kolay: Hiç bir fikir ve düşünceye sahip değiller.
Aynı klişe iftiraları kullanıyorlar. 5 bini geçti, hemen blok yapıp spamlıyorum. Duruşum
mevsimlik değil, Yezidin istikbal için fitne projelerine göre değişmiyor. PKK'ya karşıyım, terör
terördür; Kürtlerin temel haklarını almalarının hep yanında oldum, olacağım. Cemaat, Hastalıklı
Kemalizm ve kafatası ırkçılığından uzak, en az aşırı milliyetçi ve en makul grup Türkiye'de.

Maskeli yazarları sevmem, nerede durdukları belli değil, dansöz gibi sürekli Yezid'in hava
durumuna göre kıvırtıyorlar. Benim duruşumu kıskanıyorlar, onlar gibş kemiksiz, etiksiz ve
ahlaksız olamam. Milletin parası ile millete küfredenler cehennemde yerini hazırlasın. Aktrollük
asla kalıcı bir meslek olamaz, Yezid ölür, geriye günah ve veballe kalır, kul, cemaat ve kamu
haklarını helal ettiremezsiniz.

7 Hazirandan beri yaşanan sözde PKK ve IŞİD terör olayları sadece Erdoğan'ın başkanlık
hülyasına hizmet ediyor. Haticeye değil neticeye bakınız. Devlet terörünü betimleyen Sosyolog
yazar Ali Bulaç, her kesimin saygı duyduğu bir entelektüel, Sosyolıg yazar Mümtazer Türköne
beyde sosyolojiyi konuşturan ender bağımsız isimlerdendir. Milliyetçi oyu peşine düşen
istismarcılara pabuç bırakmıyorlar.

Başkanlık hayaline ot tıkayan HDP hedef tahtasına oturtuldu. PKK ile HDP'yi özdeşleştiren bir
akıl yürütmekle Erdoğan'ın safında yer almak bu nedenle bir aptallık! Sürekli bir düşman seçerek
oy devşiren Erdoğan’ın hiç bir etik kuralı ve siyasi ahlakı yok, biz böylelerine gazeteciler olarak
‘siyasi fahişe’ diyoruz. Demirtaş, PKK'yı da eleştiri odağına oturtma cesaretini gösteren ilk Kürt
lider olarak tarihe geçti. Muhalafetteki boşluğu gördü ve Türkiyeliğe güzel oynuyor!

PKK ile HDP'yi özdeştiren yaklaşım, Erdoğan'ın tam damardan bastığı milliyetçilik damarıdır.
Tüm eksikliklerine rağmen HDP, Türkiye gerçekliğinde gerçekten tıpkı bir mucize gibi! Alman
istihbaratının ve akademisinin arkasında olduğunu bilsemde, Erdoğan gibi devlet terörü kullanan
bir kuklaya göre ehveni şerdir. Erdoğan sayesinde ne kadar marijinal, terör örgütü varsa, MİT
içinde varlıklarını pekiştirdi. Ne türlü entrikalar döndüğünü anlamak için Erdoğan ağzı ile
konuşmayı terk etmeli ve taktığı kara gözlüğünü çıkartmalısınız. Bir kere PKK'nın bu son
eylemleri yaptığından emin miyiz? Değiliz. Yalanladılar zaten. Derin devletin, 1990'larda
binlerce faili meçhul cinayetler vardı. Bu terörleri onların işlediğini araştıracak TBMM
komisyonuna AKP ve MHP izin vermedi ise, derin devlette dönen dolapları pekala biliyorlar.
Silahların konuştuğunda TBMM iradesi, milletin sesi susturuluyor demektir. Terörü syaseti
dizayn için kullanan karanlık irade ve Yezid suçludur. Tarih böyle yazacaktır.

Erdoğan ve AKP'deki kara koyunların salafi teröründen rant elde ettiğini, IŞİD'e desteğini tüm
dünya biliyor, Erdoğan’ın bizzat kendisi destek veriyor. Hiç eline silah almamış insanlar,
gazetecisi, polisi, işadamı terör örgütü üyeliğinden cezaevlerinde, IŞİD'e katılanları ise AKP
araştırtmıyor. Devletin ve MİT'in kontrolünde radikal gençler IŞİD'e katıldı. Suriye'ye gittikten
sonra Türkiye'de bir süre kalıp geri dönen 2000 kişi var. MİT’den habersiz kimse bu boyutta
militan toplayamaz. Bugün Türkiye'de IŞİD varsa, insanlar IŞİD için savaşmaya gidiyorsa
Erdoğan ve AK hükümetin parmağı vardır. Terörü durduran polisler, savcılar ve hakimler bugün
hapisteler: Onları çıkmadan kimse Erdoğan’ın ve AKP’nin terörle mücadele ettiğine
inanmayacaktır.

Bu kadar haramlar, günahlar, insanlık suçları işlenirken, kamu ve kul haklarına tecavüz edilirken,
insanlarımızın bir kısmı fevkalâde safderunluğa devam ediyorlar. Bu umumi belaya davetiye
çıkarmaktır. Derin devlet, istemeden terör örgütü olmaz, olsa da yaşayamaz ve eylem yapamaz.
Bu bütün dünyada böyledir!. Derin PKK ve IŞİD ile türevi salafi örgütler yıllardır Erdoğan’ın
siyaset araçlarıdır! Bu konuda 2011’den beri uyarı yazıyorum, ancak AKP’lileri inandırmadım,
Erdoğan’ı infaz ettirmeyeceğiz takıntısı içinde boğuluyorlar.

Merhum şehit Turgut Özal'ı, PKK, Mossad ve RABITA ilişkisini ortaya çıkardığı için öldürülen
gazeteci Uğur Mumcu ve Erdoğan'ın bulunduğu halde 3 gün soğuk dağlarda şehit olmasına
sessiz kalarak, belki onaylayarak gözyumduğu merhum Muhsin Yazıcıoğlu'nu kimler katlettiyse,
Suruç'taki gençleri de şu son şehit edilen asker ve polisleri de aynı güçler
katlettiler! Muhafazakar Kürtlerin tekrar AKP ve Erdoğan'a bu nedenle güveneceğini hiç
sanmıyorum. Kötü niyeti gördüler, samimiyet olmayınca ayrışma yaşanması doğaldır. Cemaata
kızmamım sebebi, 2009 yılında MİT, Hizmet’i terör örgütü listesine aldığında kamuoyunda buna
tepki koymalı ve AKP ile ayrışma fitnenin en başından net olarak belirlenmeliydi. Devam eden
Ergenekon davaları ve 2010 referandumu bunun ertelenmesine yol açtı. Ancak 2011’de cemaat
mensuplarının AKP’ye oy vermemesi için gereken tavır konulmadı. Zaman, STV ve Bugün
grubu toplumu zamanında aydınlatmadılar. Yaşanan tornistonun ve cemaatın kredisinin
sarsılmasının asıl nedeni budur. Yoksa Havuz medyası ile derin devletin Yezid önderliğinde
attığı iftiralar, çamurlar, bühtanlar cemaata ve Gülen Hocaefendiye asla yapışmaz. Güneş
balçıkla sıvanmaz, tel tel yalanları dökülüyor, algılar çöküyor.

AKP'lier Erdoğan gibi IŞİD ve salafi örgütleri, Kürdistan'ı engelleme aracı olarak gördüğü için
desteklediklerini savunuyorlar. Oysa tam tersi oldu. Suriye'de IŞİD ve 5 salafi örgüte karşı
savaşan 8 ayrı Kürt grubu var. Erdoğan, PKK'yı tek muhatap haline getirince önce dindar
Kürtleri kaybetti. Çünkü bu salafi terör gruplarına evlatlarını kaybeden anne ve babalar kan
ağlıyor. Hem PYD ve YPG hem IŞID gruplarından Kürt cenazeleri geliyor. Sadece Türk
gelmiyor. IŞİD ve türevi salafi örgütler, PYD ve YPG'li öldürdükce PKK ve HDP güçleniyor.
Türk IŞİD'i meydana getiren MİT ve ÖKK iyi niyetli değildir. Global kumpascıların dediklerini
harfiyen uyguluyorlar. IŞİD, Büyük Kürdistan'ı kurmaya çalışanların ‘destructive’ yıkıcı ve
karıştırıcı aracıdır, PYD ve YPG ile savaştırılması Kürtleri birleştirmek için kullanılmaktadır.

Savaş suçu, sivillere karşı cinayet ve katliam yapmakla oluşur. IŞİD ve diğer 5 salafi örgüt bunu
fazlasıyla yaptı. Destekleyenler yırtamaz! ABD Suriye'de IŞİD ve diğer 5 salafi terör grubuna
karşı PYD ve YPG ile çalıştığına göre, acaba TSK, PYD ile uyumlu çalışacak mı? Erdoğan
ofsaytta kalacak mı? Neden Türkmenler, IŞİD le geçirip PYD’ye hediye ediyor diyor. Bu
koordineyi kimler sağlıyor? Erdoğan, ülkemizdeki PKK nefretini kullanıp Suriye'de desteklediği
salafi terör örgütlerini legalleştirmeye, yanlışlarını aklamaya çalışıyor. MHP, Erdoğan'ın HDP'yi
denklem dışına iten agresif kindar politikadan memnun görünüyor. Böyle basiretsizler olduğu
sürece seçim anlamsızdır! Erdoğan'ın başkanlık hülyası, dikta, biat rejimi, tek parti devleti
otoriterliğine giden karanlık bir eski Türkiye'dir. Erdoğan ülkeyi sıradan bir Arap Baas
diktatörlüğüne doğru götürüyor.

PKK terörünü eleştirebilen HDP, Kürt sorununun TBMM'de çözülmesi, Erdoğan ve derin
devlete bırakılmaması için tarihi bir fırsat olabilirdi. 1990'lı yıllarda derin PKK, JİTEM, Türk
Hizbullah ve ÖKK devlet terörünün yol açtığı 17 bin faili meçhul cinayet kan davasına neden
olmuştu. Bunun tekrarlanmasına tüm Türkiye karşı çıkmalıdır. Erdoğan'ın Kürtlere karşı kin ve
nefreti artırmak, Türk milliyetçiliğini yükseltmek için kullandığı çakma PKK ve Türk IŞİD'i
savaşı vatana açık bir ihanettir! Havuz medyası, PKK ve HDP'yi eleştirmeyenleri kınama oyunu
oynarken, kimse Erdoğan'ın Türk IŞİD'ini konuşmuyor. Operasyonlar demek algıymış! PKK ve
HDP, Erdoğan'ın Türk IŞİD'inin geçmişteki Türk Hizbullah'ı gibi MİT ve ÖKK ürünü olduğunu
biliyor. Provakasyonları bunlarla yapıyorlardır.

Suriye'deki 6 salafi örgütün hepsini Irak El Kaidası kurdu.İslam Şurası Konseyi'ni Irak'ta olduğu
gibi Suriye'de de Baas elitleri,askerleri, bürokrasisi ve elbette nifakın anası babası İsrail
yönetiyor. Erdoğan salafi teröristleri, Suudi, Katar destekli Al Nusra, Ahrar'uş Şam, Feylak Eş
Şam, Fecr Er Şam, Suvar Eş Şam, güya YPG'ye savaş ilan etti. Katar şeyhi Erdoğan ile
görüşmesinde IŞİD dışındaki başta El Nusra olmak üzere 5 salafi terör örgüte desteğe devam
etmesini talep etmiştir! El Cezire yayınlarına bakan bunu hemen anlayabilir. Demokratik Birlik
Partisi'ne (PYD) ve YPG'ye Erdoğan'ın desteklediği IŞİD dışındaki 5 salafi terör örgütünün
saldırmasıyla TSK kandırılıyor. IŞİD'in onayı olmadan diğer 5 salafi terör örgütü YPG'ye savaş
açamaz. Erdoğan, IŞİDci gözükmemek için diğer salafileri kullanıp kamuoyuna ustaca kolpa
yapıyor. Suriye'de 6 salafi örgüt var. IŞİD, Al Nusra, Ahrar'uş Şam, Feylak Eş Şam, Fecr Er
Şam, Suvar Eş Şam. Hepsini Mücahitler Şurası ve Konseyi'nde IŞİD yönetiyor.

Erdoğan'ın SADAT'ı tarafından eğtildikten sonra El Nusra'ya diye gönderilip IŞİD'in eline teslim
edilen ve burada terör eğitiminden geçen 2000 Türk ve Kürt militan Tel Abyad'ın IŞİD’ten PYD
eline geçmesinden sonra yurda döndürüldü. Erdoğan'ın Suriye'de oynadığı salafi oyunu, iç
politikada HDP'yi baraj altına itmek için ülkemizde PKK ve IŞİD savaşı çıkartmaya yöneliktir.
Tüm Türkiye IŞİD'e yoğunlaştığından diğer 5 salafi terör örgütünden habersiz ve onlarında IŞİD
kadar Sünni İslam'a zarar verdiğini göremiyor. IŞİD'n imajı çizildiği için Erdoğan, Suriye'deki
kötü niyetli yanlış politikalara 5 salafi terör örgütü üzerinden devam ediyor. Hepsi aynı oysaki!

Savaş lordlarından kurtulmak için Kürt barış süreci var sanıyorduk, meğerse Erdoğan PKK, IŞİD
ve türevi salafi örgütleri siyasi ikbali yönünde kullanmak için milletine ihanet ediyormuş. Bu
arada Suriye Türkmenleri'nden şoke eden iddia geldi: IŞİD işgal ediyor, daha sonra PYD'ye
bırakıyor, ortada uluslararası bir kumpas var. Türkmenleri yok etmeye çalışıyorlar. Erdoğan ve
AKP , işte bu kumpasın bir parçası, ortağı ise İsrail. Geçmiş olsun.
Onuncu Bölüm

IŞİD ile Kıyamet Senaryosu

Erdoğan ve ardında onu yöneten devlet terörcü iradesi, Türkiye'de istikrar, huzur, barış
istemiyor. Buna alkış tutanlar insan ve vicdan sahibi olamazlar! TBMM'nin terör olaylarının
araştırılmasına izin vermeyen AKP ve MHP, bu işlerin içinde oldukları izlenimi uyandırdılar. Ne
bu dünyada ne mahşerde Allah'a hesap veremezler!

Amerikan Cumhuriyetçi Neoconların Suriye'deki yıkım savaşına engel olmak için Türkiye'nin
2017 yılına kadar vakti var. Cumhuriyetçiler bu tarihteki seçimde iktidara eğer gelirse bunu
yaparlar! Amerikan askeri sanayi endüstrisi ve petrol lobisinin klanlarının içinde bulunduğu bu
radikal Evanjelist dini grup, şaka yapmıyordu! Neoconların Kıyamet savaşı komplosuna Türk
ordusunun ne diyeceği ile ilgili sonsaniye.net adlı haber sitemizde 2003'de yazdığımda, bu yazıyı
ne hikmetse Genelkurmay andıçlamıştı. Onca makalem içinde neden bunun gazetecileri
andıçlayan derin devletin askeri tarafından dikkate alındığına akıl sır erdirememiştim. Büyük
yıkıma yol açacak Armagedon savaşına engel olacak tek gücün Türk ordusu olduğunu
vurgulamıştım. 2016'da buna şahit olabiliriz!

Neoconlar, henüz 1996’da Suriye'de bir savaş simülasyonu hazırlamıştı ve Esad rejimini
kullanarak, Tanrı'yı kıyamete zorlayan bir dünya savaşı kurguluyordu. Sadece neden bu
senaryoda Rusya, Çin, Türkiye ve Sudan nasıl bir müttefik olarak Suriye'de Hıristiyan karşıtı
cephe oluşturacacağını anlamakta zorlanmıştım! İmkansız bir işbirliği gibi duruyordu. Komplo
teorilerine inanmayabilrsiniz, 2005'de basılmış Net Kırılma: Evangelist Harbin Kurgusu isimli
kitabımda Neoconların bu ilginç raporunu yazdım.

Evangelistler, Suriye'de çıkacak bu kıyamet savaşında neden 'Anti-Chris' (Hıristiyan düşmanı)


dedikleri bu cepheye Rusya, Çin, Türkiye ve Sudan’ı koymuş, güya Hıristiyanlara karşı
savaştırıyordu?! 1996 tarihli, İsrail’in en derin adamı Benjamin Netanyahu'nun da içinde
bulunduğı Amerikan 9 Neocon’un söz konusu raporu, Net Kırılma adını taşıyor ve 22 İslam
ülkesini bölmeyi, yutmayı ve yönetmeyi planlıyordu. George Bush, 2000 yılında iktidara
geldiğinde bu raporu Yeni Amerikan Yüzyılı projesi adıyla resmi devlet politikası haline getirdi.
Irak ve Afganistan savaşları bu planın parçası olarak yapıldı. 11 Eylül saldırısı Amerikan halkını
ikna etmek için yeterli gerekçeyi sundu.

Suriye’e 4 yıldır devam eden iç savaş kuşkularımı artırdı. Türkiye, Batı blokundan uzaklaşarak
Doğu blokuna ustaca kaydırıldı. AB kriterlerine yerine getirmekten aciz AKP ve Recep Tayyip
Erdoğan, bir Türkiye gerçeği oluverdi. Rusya ile ticaret Almanya’yı geçerek ilk sıraya oturdu.
Akkuyu nükleer santral ihalesinin Ruslara verilmesiyle Rusların Akdeniz’e inmesi tamamlandı.
Erdoğan’ın son 4 yıldır hızla Putinleşmesi, Rusya’dan başka dostunun kalmaması sağlandı.

Suriye’de Salafi terörüne açık destek veren ve iç savaştan bir servet edinerek kirlenen Erdoğan,
Türkiye’yi ABD ve Batı dünyasından iteledi ve farklı bir kampa postaladı. Eksik kalan parçalar
Çin ve Sudan idi. Sudan’ı İsrail ve Batılı koloniciler tam ortadan Hıristiyan Sudan ve Müslüman
Sudan diye ikiye böldü. Sudan’ın çıkartılmamış zengin petrol kaynakları Çin’in de iştahını
kabartıyordu, ancak geç kalmıştı. Sudan Lideri Ömer Beşir, Sudan iç savaşında Hıristiyanlara
karşı çocuk asker ve devler terörü kullanması nedeniyle Uluslarası Ceza Mahkemesi’nde savaş
suçlusu olarak gıyabında yargılandı ve suçlu bulundu. Sudan dışına çıkamıyor. Geçtiğimiz ay
Güney Afrika’da katıldıı Afrika zirvesinde gözaltına alındı ve bir devlet krizi çıktı. Ülkesine zor
dönebildi. Yakında Erdoğan, Sudan’a da büyük bir işadamı heyeti ile giderse hiç
şaşırmayacağım. Neoconların kıyamet planı tıkır tıkır işliyor.

Çin seyahatına Erdoğan 250 iş adamı ile gitti. Demiryolu ve nükleer alanında Çin ile anlaşmalar
imzalandı. Ancak ben Çin’in asıl ilgilendiği konunun Ortadoğu ve Afrika projelerinde
Erdoğan’dan yararlanmak olduğunu sanıyorum. Zira Çin ile Batılı sömürgeci eski koloniciler
arasında uzun zamandır ekonomik bir savaş yaşanıyor. Çin mesela Kongo’yu 15 milyar dolarlık
yardımla satın aldı ve yanına çekti. Zengin petrol yataklarına sahip Somali, Tanzanya ve
Nijerya’da Erdoğan’ın destek vermesini bekliyor. Nijerya’da salafi terör kolu Boko Haram’a
Erdoğan’ın destek verdiği, THY ile silah ve miltan yolladığı biliniyor. Nijerya ve Tanzaya’nın
nüfusları yarı yarıya Müslüman ve Hıristiyan. Somali, 1992 iç savaşından beri
ABD’ye güvenmiyor. Burada NATO Barış gücünde görev yapan Çevik Bir nedeniyle
Türkiye’ye de güvenmiyordu. Bu ülkeye 500 milyon dolar yardım yapan Erdoğan, Somali’nin
güvenini kazandı. Rusya ve Çin ekseni Erdoğan'ın arkasında durursa, Evangelist Harbin Kıyamet
kurgusu 2017'de gerçek olabilir. Kampını seçmeye zorlanan Türkiye, Erdoğan yüzünden yanlış
tarafa sürükleniyor. Çok net yazıyorum ve konuşuyorum. Görünen tablo budur.

2010'da Toronto’ya G-20 zirvesine gelen Erdoğan’ın dış politikada sağ kolları Ömer Çelik ve
Saray sözcüsü İbrahim Kalın'a, "derin devlet 2002 ile 2010 arası 1 milyar dolarla AKP’ye
7 başarısız darbe planlattı, Hizmet sizi kurtardı; ancak Yahudiler bu sefer Ergenekoncu
Gladyoculara 10 milyar dolar verirse donunuzu bile satın alır ve bu sefer cemaatın sizi
kurtarabilecek güçte olacağını sanmıyorum" demiştim. Çok kibirlilerdi. Ömer Çelik pişkin pişkin
gülmüş, devlet biziz dostum demek istiyordu; eski dostum Kalın, derin düşüncelere dalmış ve
yorum yapmamıştı. Oysa muhteşem ikili ABD’den Yahudi lobisini Mavi Marmara konusunda
ikna turundan geliyordu ve kendi kendilerini kapana sıkıştırmışlardı. Demokratların desteğini
kaybeden AKP, Cumhuriyetçi Neoconların kucağına düşmüştü. İslam düşmanı siyonistler artık
AKP'nin ortağı oldu. Dışişleri bakanlığı Müsteaşarı Feridun Sinirlioğlu, İsrailli meslekdaşı ile
Roma'da görüşüp TSK'nı Suriye savaşı için İsrail desteğini aldı. Oysa muhteşem ikiliye
'Sinirlioğlu İsrail'in nüfuz ajanıdır, bu adamı size kim çaktı' diye de uyarmıştım. Dinlemeye
niyetleri yoktu.

Siyasal İslamcıları haramlarla donat, dünyada rahat yaşat sonra elinden dinini, imanını davasını,
ideolojisini, onurunu, şerefini al yani! Yahudiler, Türk İslamcıları çözmüştü, zayıf damarlarını
bulmuştu. Bu saatten sonra gökten melekler inse, Erdoğan Süfyandır dese, bu sihirdir diye
inanmayacak bir kitle var. Sanki beyinlerine kelepçe takılmış, göremiyorlar. Bu konuda ne
demek istediğimi anlamak istiyorsanız; The Divergent (Uyumsuz) ve 2. serisi Insurgent
(Kuralsız) filmlerini seyredin; orada 5 fraksiyon var, dictator Janet aslında Erdoğan’a tıpatıp
uyuyor, oysa çözümün düşman ve hain görülen sıradışında olduğu ortaya çıkıyor. ‘Divergent’,
yani tüm fraksiyonlarla uyum içinde ve beraber çalışabilen sıradışı Hizmet’tir.

Doğan medya adam gibi gazetecilik, muhalif partiler adam gibi muhalefet yapsaydı, Erdoğan bu
kadar rahat at oynatamazdı. Susana zulüm gelip yapışıyor! Bahsettiğim filmde de zaten diktatörü
bildiği halde savaşmayı göze alamayan fraksiyonlar vardı. Hepsini ikna eden, hiç bir kategoriye
uymayan, düşman sanılan sıradışı Divergent grubu oldu.

Örneğin MHP Lideri Devlet Bahçeli, halen Erdoğan'ın azınlık hükümeti ile erken seçim
formülüne evet dediğine göre şehit kanları MHP'ye oy kazandırır zannediyor! Fuat Avni demek
haklıymış, bu karanlık 30 Martdan sonra 22 ay, yani Aralık 2015'de bitecek, 22 Kasımda eğer
erken seçim olursa Erdoğan, daha doğrusu AKP çok ağır bir seçim yenilgisi alacaktır.

Şaka gibi gerçekten, Erdoğan 7 Haziran yenilgisine rağmen ülkeyi erken seçime götürecek
kaosları Efgan Ala, Hakan Fidan ve Fahri Kasırga’ya hazırlattı, şehit kanından oy devşirmeyi
umuyordu. Türk kamuoyu balık hafızalı. 2012'de Öcalan'dan PKK'ya "saldırın" talimatını içeren
mektubu Kandil'e Fidan'ın MİT'i götürdü. PKK saldırdı, 134 asker ve polisi şehit verdik. Bugün
gelen şehitlerin mimarı aynı alçaklar… Bırakın dış güçler saçmalığını da içerde terör oyunu
oynayan hainleri bulun. Siz ülkeyi yönetemezseniz, dış güçlerin zaten kucağına oturursunuz,
aslında çoktan oturmuşsunuz…Hizmeti boğmak, bitirmek isteyenler, çok geç kaldınız! Ülkede
tek şakirt bırakmasanız, bu dava Asyalı, Afrikalı, Avrupalı...gençlerle yürür!

Erdoğan, IŞİD'in İslam'ın imajına büyük zarar verdiğini söylemiş. Böyle algı konuşmalarıyla
aklanamaz. 25 Aralık dosyası açılsın salafi terörist gruplarla silah, militan ve petrol ticareti
yapmış mı yapmamış mı görelim! Erdoğan, IŞİD'in El Kaida'dan doğma olduğunu yeni anlamış,
yaptığı konuşmada yine Al Nusra'ya laf etmemiş. Salafi teröründen rant sağladın mı diye
gazeteciler yine soramamışlar? Etrafında dolaştırdığı gazeteci bozuntularında zaten bu yürek
yok. Erdoğan, IŞİD kaçak petrolü Esad rejimine satıyordu diye hedef saptırmış, yine yalan
söylüyor. IŞİD ve Al Nusra, Nusayri Alevisi katilleridir. Savaş suçlarından hüküm giyen
Sırbistan eski devlet baaşkanı Slodan Miloseviç ve Liberya eski devlet başkanı Charles Taylor
halen Avrupa’da hapisteler. Erdoğan ve muhteşem dörtlüsü de savaş suçları, kendi vatandaşını
öldürmek için devlet terörü organize ettirmekten asla yırtamaz! Galiba Erdoğan başta olmak
üzere Ahmet Davutoğlu, Efkan Ala ve Hakan Fidan Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (UCM)
yargılanana kadar bu kaos durmayacak! Legal yolları içeride tıkıyorlar ve seçim sonuçlarını
takmıyorlar.

Hitler savaşı kaybettiğine son dakikaya kadar inanmadı. Almanları uçurumdan itti. 50 milyon
insan öldü. Erdoğan'ın talep ettiği 400 mankurt milletvekili hesabı da işte böyle bir karanlık
hesaptır! Milli iradeye saygısı olmayan Erdoğan ve AKP, devletin tüm imkanlarını kullanarak
terör estirmesi, Siyasal İslamcıların gerçek alçak yüzüdür

Diyelim ki, 22 Kasım'da seçim yenilendi, HDP veya yerine kurulan başka bir parti yine barajı
geçti. Erdoğan, yeniden seçim mi isteyecektir? Erken seçim olana kadar Erdoğan, ülkeyi
terörüyle kasıp kavurmayı ve milliyetçiliği yükselterek MHP oylarını çalmayı planlıyor. CHP,
MHP ve HDP, Erdoğan'ın devlet terörünü kullanarak tek başına iktidara AKP'yi tekrar getirme
oyununa engel olacak basirette değiller.

Yetki verildikten 45 gün sonra hükümet kurulamazsa cumhurbaşkanı erken seçime götürebilir.
HDP'li bakanlı geçici hükümeti MHP istemeyecektir. Erdoğan, koalisyonu yokuşa sürerek
dışarıdan MHP'li azınlık hükümeti ile erken seçim peşinde. HDP'nin Kasım'a kadar
kapatılmasına zorlayacaktır. Ortadoğu'daki gelişmelerin de etkisiyle Kürt milliyetçiliği
sosyolojik bir ivme kazandı. HDP'ye muhafazakar Kürtlerin kayması, devlet terörü organize
etmekle durmaz, bilakis artar. Erdoğan'ın ve AKP'nin meydana getirdiği otoriterleşme kaygısının
rolünü AKP'liler görmek istemiyor. HDP'nin oyları bu kaygı sayesinde arttı. HDP kapatılırsa
Erdoğan'ın diktatörlük iddiası sona ermeyeceğine göre AKP'nin oyun planı saçmalık ve zaman
kaybıdır. Neron projesi nereye kadar sürebilir?

Muhafazakâr Kürt oylarını HDP'ye kaptıran AKP oy kaybetmede hatasını kabul etmiyor.
AKPnin Erdoğan'ın diktatörlük eğilimi kaçışın ana nedenidir. PKK bağlantlı olduğu çok açık
Kürt oyları son 20 yılda sadece AKP döneminde ciddi artış gösterdi. Bakalım:

1995'de HADEP yüzde 4.17

1999’da HADEP yüzde 4.75

2002’de DEHAP yüzde 6.21

2007’da Bağımsızlar yüzde 5.24

2011’de Bağımsızlar yüzde 6.58

2012’de sözde Kürt barış süreci başladıktan sonra AKP desteği ile 2015'te HDP, 7 haziran’da
yüzde 13.12 oy aldı. O halde, AKP, PKK’yı güçlendirdi. Havuz medyası soytarılık yaparak
algıyla işleri tersinden gösteriyor.

Dün de yanılmaz, hata yapmaz, kusurdan azade, çok bilmiş şaşmazlardı… Bugün de yüzde 100
her zaman haklılar ve öyle de olmalıdır! Milleti aptal yerine koyuyorlar ve yüzde 41 bundan razı
olduğunu sandıkta deklare ediyor. AKP demokratik yollarla asla iktidarı bırakma gibi bir
düşünceyi taşımıyor. AKP, 7 Haziran seçim yenilgisinde faturayı HDP'ye kesti. 30 Mart’daki
gibi bu defa sandığa sokamadığı kedilere cezayı kesse daha mantıklı olurdu! Gazeteci Deniz
Zeyrek bam teline dokunmuş: 13 yıldan beri ülkeyi yöneten AKP Hükümeti ne zaman olumsuz
bir durum olsa, hemen mağdur ayağına yatıp "kandırıldık" diyor. Bindik Erdoğan’ın kıyamet
gemisine, hızla Neoconların Suriye’de kurguladığı Armagedon savaşına doğru ilerliyoruz. Henüz
her şey bitmedi. TSK, bu hain planlara dur diyecektir.

Kur’an’ın özüne dönüp Asrı Saadeti getireceklerini vaat eden IŞİD şekilcidir, sembolleri ustaca
kullanıyor. Gerçek selefiliği kirletiyor. Selefi olduğunu iddia eden IŞİD’in Sufi tarikat tekke,
mezar ve türbelerini yok etmesi, İslam alimlerine karşı olması bizi uyandırmalıydı. IŞİD’in
Musul’a girdikten sonra gündelik hayatla ilgili yayınladığı 16 radikal madde, İslam’ı dünyaya
baskı, şiddet, zorbalık, barbarlık, modernlik karşıtı gerici bir din olarak tanıtmak için planlanmış.
IŞİD’i kesinlikle Müslümanlar yönetmiyor, arkasındaki güç ezik Müslümanları kullanıyor.
Global Salafizm ile ilgili akademik makale hazırlıyorum. Üçe ayrılan Salafizm’de şiddete
başvuran IŞİD tipi, Kur’an’ın özüne, dinin ruhuna, barış misyonuna karşıdır. Eğer Türklerin
elinden İslam’ın Sufilik ruhu alınırsa, işte böyle dinin özünü unutmuş, ruhsuz kalmış Vehhabi,
IŞİD’e özenen şapşallaşmış Araplardan farkı kalmayacaktır. Sahabe İslam’ı IŞİD olamaz.
Sufilik asırlardır Türklerin ordusundan daha önemli görü fetihlerde ordudan önce giden yumuşak
tebliğ gücü olarak desteklenmiş teblig ruhudur. Tiran’ın Vehhabi atına oynamasıyla samimi
niyetli, ihlaslı öz Sufilik katlediliyor. El Nusra, IŞİD ve Horasan Örgütü ile Tiran, Neocon ve
İsrail ortaklığı Sufiliği, çok çeşitliliği, İslam’ın özünü öldürmeye çalışıyorlar. ABD Başkanı
Obama’nın ÖSO’na ve diğer Suriyeli ve Iraklı İslami muhaliflere destek kararı alması işe
yaramayacak gözüküyor. Fitne tohumu, Bocco hapishanesinde sağlam atılmış, IŞİD’in üst düzet
8 yöneticisi aynı Amerikan hapşihanesinde 5 ile 8 yıl arası beraber kalmış, hazırlanmalarına izin
verilmiş. IŞİD, İslam alimlerine, fakihlerine, mütefekkirlerine ve müçtehitlerine inanmayarak,
kendisini din için karar vermeye yetkili görüyor. İşte asıl sorunda buradan başlıyor. Kim yetkili?

IŞİD, Musul’da 11 ile 46 yaş arası kızların ve kadınların sünnet edilmesiyle ilgili bir fetva
yayınladı. Bu husus, kültürel bir uygulamadır, İslami değildir, ancak Batı’da İslam’a karşı
kullanılan, kadınların İslam’ı seçmelerine engel olmak için en güçlü argüman, delil olarak
gösteriliyor. IŞİD, sadece savaş zamanlarında uygulanan hukuku barış zamanında da
uygulayarak dünyada herkesin kafasını karıştırdı. Din değiştirme özgürlüğü en fazla tartışılan
konudur, bir insan hakları ve özgür seçim özgürlüğü olarak algılanıyordu. Ancak IŞİD,
Hıristiyanlara üç seçenek sunarak insan haklarının rafa kaldırılmasını sağlamak üzere. Çünkü, ya
Müslüman olun, ya cizye (koruma vergisi) ödemeyi kabul edin veya savaş diyerek tüm dünyayı
savaşa çağırıyor. Bu bir herc ü merç, yani Armageddon savaş planıdır. Tanrı’yı savaşa zorlamak
tabiri olarak koyu katı din yorumu Evenagelik, yani Neoconların ana doktrinidir, İslami değildir.
IŞİD ile alemlere rahmet, ahlak, özgürlük ve adalet dini olarak vaz’edilmiş İslamiyet’in büyük
hasarlar alması ve tüm dünyada Müslümanlara karşı bir nefret uyandırılması hedefleniyor.

Suriye’de IŞİD’e karşı savaşan sadece Kürtler ve ÖSO değil. Esed güçlerinin yanı sıra IŞİD’e
karşı verdiği savaşla da dikkatleri üzerine çeken İslami Cephe, geçtiğimiz yıl kasım ayında
Ahrar’uş Şam İslami Hareketi, Ceyş’ul İslam, Tevhid Tugayı, Sukur’uş Şam, Liva’ul Hak,
Ensar’uş Şam, Kürt İslam Cephesi isimli grupların birleşmesiyle kurulmuştu. Muhaliflerin çatı
kuruluşu SMDK’dan maddi ve askeri yardım geldiği sürece bağlılıklarını sürdürüyor. Çoğu
grubun sivil komutanları, ÖSO kurmayları Suriye dışında Hatay’da olduğu gerekçesiyle
operasyon emirlerini kabul etmiyor. ÖSO, 3 yıldır Neocon John McCain tarafından desteklidir.
IŞİD’in ısrarla istediği Halep’in düşmesi halinde Türkiye, büyük bir göç dalgasıyla daha karşı
karşıya kalabilir.

IŞİD, Sufileri yok ederek sert İslam’ı yorumu ana yorum olarak dünyaya kabul ettirmeye
çalışıyor ve bazı kesimleri kendisine çekmeyi başarıyor. Arz ve talep meselesi. Dünyada Batı
işgalciliği, üstünlüğü, sömürgeciliğine karşı IŞİD gibi sert olmak lazım diyen çok sayıda ezik
Müslüman nüfusu bulunuyor. Moğol işgalleri sırasında da İslam dünyaı benzer bir aşağılık
kompleksi ve travma yaşamıştı. Zaten İbni Teymiye İslam’ı Moğol işgali travmasına karşı
gelişmiş Kur’an yorumudur, Hadisleri ve İslam alimlerini, yani icmayı takmaz. Suudi, Vehhabi
İslam’ının teolojik olarak ana kaynağıdır. Geçmişte Moğol belasından Teymiye İslam’ı
sayesinde Müslümanlar kurtulmadı. Muhyiddin Arabi’nin açtığı kalplerin kazanıldığı Sufi yolda
Ebul Vefa el Bağdadı veya El Kurdi, Mevlana Rumi, Yunus Emre, Ahi Evran, Yesevi Sufiliği ile
kurtulmayı başardı. Anadolu bu İslam ile asırlarca tüm İslam dünyasına barış ve özgürlük sundu.

Bu nedenle, Sufilik döneminin asıl şimdi başladığını düşünüyorum. Bu nedenle uzman


psikologluk, MSW tezimi, Sufi terapi üzerine Üstad Said Nursi ve Fethullah Gülen
Hocaefendi’nin Sufilik konusunda eseri Kalbin Zümrüt Tepeleri’nde yoğunlaşarak yazdım. Batı
dünyasında bir ilki gerçekleştirdim. Batılı akademide Sufilik, İslam’dan öte yüksek insanlık
seviyesi olarak sunulur ve içi boşaltılır. Mevlana’ya neredeyse Müslüman değildi diyecekler,
Kur’an ile, Peygamber ile ilgisini görmek istemiyorlar. Sufilik İslam’ın özüdür dedim, modernite
asrının idrakine model olarak Üstadı ve Gülen’i gösterdim. Üstad Said Nursi, 29 Mektubun
sonunda Sufiliğin 9 kuralını açıklarken, IŞİD tarzı bir yıkımdan ve ülkemizde halen yaşanan bir
Tiranizm devrinden sonra, ‘Sufi altın çağı dönecek’ demek istiyordu. Bu devir zaruri, gelmiştir.

Cemaatler ve tarikatlar, insan var oldukca yaşayacak, hiç bir Tiran ve IŞİD yok edemez. Parti
cemaatı veya IŞİD tarzı çok kültürlü ve dini yapıyı yok eden homojen bir İslami yönetim modeli,
İslam’ın evrensel insanlık, ahlak, hukuk ve barış yolculuğuna aykırıdır. Cumhuriyet kurulurken
Süfyanizm, İngilizlerin zoruyla ve elitlerin Fransız kültürü etkisinde olması nedeniyle tüm
tarikatları ve halifeliği resmen kaldırmıştı. Tiran, şimdi hepsini tek elde toplayıp, devlet eliyle
yok edeceğini sanıyor. Derin devlet, dindar müslümanları ve Sufileri, tıpkı IŞİD gibi yok etmek,
eritmek, eğer kabul etmezlerse ülkeden kovmak istiyor. Tiran’a ve Süfyanizm’e göre, cemaatler
gereksiz, birer ikişer biat etmekle kalmayıp varlıklarını da yavaş yavaş ortadan kaldırmalıdır.
IŞİD’in mantığı da aynıdır. Politik İslamcıların zihniyetinde demokrasi ve insan hakları
bulunmuyor. Teolojik ve pratik zulümde, IŞİD, Tiran ile Süfyanizm aynı fikirde. Artık devletin
başına Halife geçtiği ve cemaatlerin varlık sebeplerinin ortadan kalktığı fikri medya ile
kamuoyuna pompalanacaktır. IŞİD resmen öldürüyor, Tiran kanırta kanırta… Eski despot
laiklerin yaptığını şimdi Tiran, despot parti devleti ile dayatıyor. Devlete bire bir entegre bir dini
anlayış uygulanacaktır. Bu devlet dini, Sufiliği öldürme hamlesi, dinin özü ve ruhunu alma
girişimidir. Dünyevileşmiş Müslümanlara şok tedavisi lazım galiba!

IŞİD, İslam düşmanlığı konusunda zirvede olan bir global Neocon planıdır, IŞİD ve Tiran aynı
aktörün kuklası, maskesi, aracıdır. Bunlar ortaya çıkmayacak sanıyorlar ve fena halde
yanılıyorlar. Müslümanların 1920’lerin cahil köylüleri veya 1960’ların şaşkınları değildir. 40
yıldır yetişen iyi eğitimli Müslümanların Neoconların dayatttığı IŞİD ve Tiran zulmüne onay
vermesi beklenemez. Bu kumpas bozulacaktır. Bumerang, tuzağı kuranları vuracaktır. İslam
sahipsiz değildir, Allah koruyacaktır; Müslümanları ve teblig makamını asla yalancı politik
İslam temsil edemez. Sufilerin direncini bekliyorum. Gülen Hocaefendi, meşaleyi yaktı, İslam
davasında mertler ve namertler belli olacaktır.

NEDEN SİYASAL İSLAMCILAR ZULMEDİYOR?

Havuz medyası, PKK ve HDP düşmanlığı ile Erdoğan ve AKP’lilerin selefi terörüne net desteği
ve ticaretinin üstünü örtebileceklerini sanıyor. “Yeni Osmanlı projesi” diye Vehhabilerle
Erdoğan’ın Suriye’ye dayattığı Panİslamizm oysa çöktü. PKK aracı ile toplumda algı oluşturma,
aşırı milliyetçiliği hortlatma, hem imajı kurtarma hemde tek başına iktidar devşirme derdine
düşmelerindendir. Asla samimi değiller. İslam uzmanı Karen Armstrong 2014 tarihli son
kitabında şiddetin Sünni İslam için normal olduğunu anlatarak AKP ve IŞİD’i eşit legalleştirdi.
İkiside devlet terörü ile hakimiyet alanında güya birliği sağlama peşinde. Karen Armstrong, tüm
din kökenli devlet ve akımlarda şiddeti ve devlet terörünü onaylarken, Osmanlı’nın 14 ve 18.
yüzyıl arasını teğet geçti. Çünkü bu 400 yıl içinde çok kültürlü, çok dinli, çok hukuklu adil bir
pluralistik toplumsal barış modeli vardır. Erdoğan, bunun tam tersini yaparak Osmanlı modelini
getiremezdi, getiremedi. Rehbersiz bir İslam dünyasını Süfyanlar ve Yezitler yönetiyor.

Khalid Abou El Fadl gibi IŞİD’in Baas Selefi evliliği olduğunu, arkasında Suudiler, Katar,İsrail
ve Türkiye bulunduğunu söyleyecek bir babayiğit ülkemizde çıkmıyor veya ender çıkıyor. AKP
tarzı diktacı akımlarda İslamcılar, (görüşlerinde Selefi yüzeysellik hâkim olduğu için) cemaat ve
tarikat karşıtı olurlar, zaten bugün bu yüzden derin devlet refleksleriyle aynı yanlış kulvara
girdiler! Bugün AKP ile kirli Siyasal İslamcıların cemaatlerin kökünü kazımak isteyenlerle niye
iş birliği yaptığını anlamak güç değildir. Hep böyle oldu. İktidar ve güç zehirledi, İslam’ı
siyasetlerine alet edip istismar ettiler. Siyasal İslamcılar, eskiden beri heterodoks tasavvufi Sufi
İslam yorumunu ret ettiler. Yunus Emre, Mevlana, Abdülkadir Geylani ve İbni Arabi gibi alimler
onlara sadece politika için lazım oldu. Menzil grubu veya bir başkasının AKP parti devleti İslam
modeline zorla veya isteyerek boyun eğmesi ölçü değildir. Dünyayı tanımayan garip
Müslümanlardan her yerde bol miktarda bulunuyor. Çözüm üreten Hizmet’i durduramazlar.
Türkiye’den başka muktedir olacakları alan bilmeyenlerin dünyevi ve kısır düşünmesi doğaldır.

Popüler dindarlığı ve Yaşayan Halk İslam’ını en az “laikler kadar küçümseyen güya ilerici
dindar Siyasal İslamcılar, iktidara gelince devleti yemekle yetindiler, dini yaşam en kötü dönemi
yaşıyor. İlahiyat fakültesi ve İmam hatiplerde namaz kılma ve oruç tutma oranı inanılmaz
biçimde düştü. Dini mektep yükselmek ve dünyalık kazanmak bir araç olunca ibadetler, takva,
ihsan ve ihlas gibi değerlerin sadece edebiyatı yapılır oldu. Gösteriş budalası şekilci, tüketen ama
üretmeyen Müslüman tipi üretildi. Hizmet’de eğer bu tiplerden varsa, dökülmeleri temiz davanın
gereğidir.

Seçkinlerin laikleriyle Siyasal İslamcılar aynı kumaştan olduklarını kısa bir süre sonra fark
ettiler. Resmî din, resmî ideoloji ve İslamcılık derin yapının yapısı ile tıpatıp örtüşmektedir. Eski
vesayet düzeninin radikal, despot, laik Kemalizmi yerine “Yeşil Süfyanizm” inşa edildi. Derin
yapı başarılı oldu; hem İslamcı olmaya devam edip hem de bazı cemaatlerin bitirilmesinde rol
oynayan beş vakit namazında zalimliği seçen tuhaf Müslümanlar türetildi. Devleti kutsayan bu
tür için ötekini yok etmek vatan kahramanlığı oluverdi. Vicdanlarda zulüm içselleştirildi, daha
doğrusu vicdan böyle susturuldu. Kur’an zulmeden ve alay eden kindarların akibetini bildiriyor.
Her şey zamana kaldı.

Yolsuzlukla kirlenmeyen, ÖKK’in derin projesiyle ikiye bölünemeyen, nifak sokulamayan,


boyun eğdirilemeyen, bağımsızlığı seçen Hizmet hareketini AKP’ye düşman bellettiler. Rakip
olarak gördükleri için seve seve bu zulmü reva gördüler. Zaten geçmişten miras kalmış bir
intikam ve kinleri de vardı. Derin yapı, tümüyle kendilerine bağlanmayan Süleyman Efendi ve
Mahmut Hoca oluşumlarını ikiye bölerek manipüle ettiler. Cemaatı ne yapsalar bölemediler.
Bunca baskıya ve oyuna rağmen ayakta direnmeye devam eden cemaatı çok küçümsediklerini
daha yeni yeni kavrıyorlar. Latif Erdoğan, Kemalletin Özdemir, Hüseyin Gülerce ve Ahmet
Keleş bekledikleri kırılmayı gerçekleştiremedi. Oysa 13 yıldır köklü dindar oluşumları ihale
dünyasına çekerek sıcak finans kapitale yar ettiler, iş ve rant kapılarını açarak kendilerine biat
ettirdiler. Kopardıkları, küstürdükleri ve Araf’ta kalan cemaat mensupları sayısı yüzde 1’i bile
bulmadı. Zaten bu aşamadan sonra daha fazla zulüm dava adamı sayısını artırmaya yarayacaktır.
Halbuki pek çok cemaat ve tarikatlardan hazzetmeyen siyasal İslamcı ideolojiyi temsil eden
AKP, merkezi sağa oturmuştu. Böylece derin devlet için son derece kullanışlı hale getirilmesi
masa, nisa, kasa üçlemesinde kirlenmelerle sağlandı. Şantaj ve tehdit ekipleri harıl harıl kasetler
çekti. Herkesin bir fiyatı veya zafiyeti olduğunu düşünmüşlerdi. Eski vesayet rejiminin
seçkinleriyle Siyasal İslamcı seçkinler arasında, cemaat ve tarikat antipatisi üzerinde ittifak önce
MGK’larda sağlandı. 2004 MGK kararlarını imzalayan korkaklar oldukları halde toplumda
kabadayılık, mertlik ve cesurluk nutukları atıyorlardı. Popülizmde laikleri geçtiler. Yalancılıkta
zirveye çıktılar.

AKP’nin üçüncü döneminde Mason Bektaşi, kafatascı derin devletin Devlet İslam’ı
dayatmasıyla hortladı. 2 dönem çok sevinen Müslümanlara goller atıldı, sahip olduğu konforun
değişmesini istemeyen tenperverler olduklarını bilmiyorlardı. Planı yapanlar sosyoloji bilimini
kullanarak her ihtimali oysa hesaplamıştı. Derin yapının GATA’da 1986’da sunduğu irtica
brifingini askeri öğrenci olarak dinlemiştim. O yıllarda hangi cemaat ve tarikatları iç düşman
olarak fişlemişlerse bugün değişen hiç bir şey yok. Modernist İlahiyat ve devletçi Diyanet
anlayışı Müslümanları daha da yozlaştırdı. O brifingde konuşan Ankara İlahiyat’ın yetiştirdiği en
derin molla Prof. Dr. İbrahim Ağah Çubukçu, askeri öğrencilere, “sizin yaptığınız vatan hizmeti
kutsaldır, namaz kılmanıza, oruç tutmanıza gerek yok” diye fetva vermişti. Bugünkü namazsız
oruçsuz siyasal İslamcılar için vatan kahramanlığı mefhumu ve ötekini vatan haini görme
kolaycılığı sırıtıyor. Aynı taktiklerle Müslümanları zehirliyor, iftira atıyor ve akrep yılan gibi
sokuyorlar.

Derin yapı, AKP ile tarikatlara ve ufak cemaatlere hiç görmedikleri kadar materyal destek ve
patronaj sağlayarak hepsini tek Siyasal İslam sepetine attı. Eğer yumurtalar kırılırsa hepsi birden
çöpe gidecekler. Mason Bektaşi derin yapılar, ÖKK ve MİT, cemaat ve tarikatları, 150 yıldır
yanlış İslam yorumu olarak kodladılar. Siyasal İslamcılarla bugün işbirliği yaptılar ve zulmü
kanıksattılar. AKP iktidarı kaybederse, Türkiye’de Müslümanlığın yok olacağını zanneden
safderunlar güruhu, türünün son örneği kelaynaklar olarak ülkemizde bol miktarda bulunuyor.

Medeniyete kadın eli değmeden erkeklerle buraya kadar! “Batılı medeniyete yakınlaşınca
kadınlar sözümüzü dinlemiyor,” demekle olmuyor beyler! Bayan sosyologlar Fatıma
Mernissi’den Amina Wadud’a, Asma Barlas’tan Saba Mahmud’a, Sedef Arat Koç’tan Nilüfer
Göle’ye size çözüm sunabilir. İhtilaf varsa, çözüm yollarını sadece siyasetçi ve ilahiyatçılara
değil, sosyologlara da sormalısınız. Çirkin siyaset değil, samimiyet lazım. Asr-ı Saadet, 30 yıl
Peygamberimizle beraber Dört Halife dönemlerinde getirdiği eşitlik, özgürlük ve ayrımcılıktan
uzak mutluluk yılları neden Müslümanlar aramaz hale geldiler. Ütopya değildi! Hizmet
cemaatını yönlendiren Gülen Hocaefendi’nin eserleri ve vaazlarında hep bu hülya vardır,
yaşıyor, yaşatılıyor. Altın çağ, altın nesil ile gelir.

Eski Arap âdetleri ve kültürü Emevi ve Abbasilerle saltanat ve çirkin siyasi politikalarıyla
asrımızda Siyasal İslamcılık olarak geri döndü. İslam tarihi boyunca erkeklerin kaleme aldığı
mevcut dinî yorumlar, kadın perspektifinden nasslara bakamadı, Irkçı ve cinsiyet ayrımcı
anlayışlar hastalıklıdır, İslami değildir. Vehhabi ve IŞİD İslam’ının önerdiği sözde Kur’an
İslam’ı Siyasal İslamcılar için iyi, erkek egemendir, kadınların haklarını barındırmıyor. Kadına
takvalı, edepli hayalı ol derken, aynı tonda erkeklere de gözünü haramlardan sakındır, kibir
taslama diye Kur’an defalarca hatırlatılıyor. Erkek egemen bir kültürde yaşayan geleneksel
kültürel Müslümanlar, kadın perspektifinden Kur’an yaklaşmazsa pek çok meseleyi net
göremiyorlar. Beğendiğim sosyolog bayanlardan Asma Barlas, “Kur’an ve Hadis’te kadın
hakları Batı medeniyetinin sunduğundan çok fazlasıyla zaten vardır” diyor. Barlas’ın görüşlerini
buradan okuyabilirsiniz. http://www.canadaturk.ca/?p=2036
Camridge ve Harvadlı Mısırlı Akademisyen Leila Ahmed, “Yaşayan İslam”, “Kadınların İslam”ı
ve Kur’an’a ters, ayrımcı “Erkek İslam”ı var görüşünü savunuyor. 82 yaşında bir fenomen olarak
Arap baharı yorumları ve 2012’de yayınlanan hatırası ile değerli bir akademisyen. Anne
tarafından Türk, bir Osmanlı kadını. Saba Mahmut’da okunması gereken Mısırlı
akademisyenlerden. Talad Asad’ın talebesi Mahmud, Siyasal İslamcılık yalan popülizmine vurgu
yapıyor ve Mısır’ın düştüğü durumu doğru analiz ediyor.

Mısırlı akademisyen Hüseyin Agrama, Türk Siyasal İslamcılık ile Mısır Siyasal İslamcılık aynı
hastalıklı hücrelerden beslendiğini savunuyor. Agrama’nın eserleri ve makalelerinin dili Edward
Said ve Suudi Talad Asad’tan daha ağır, ülkemizde bu seviyede yaşayan entelektüel sosyolog
neredeyse yok gibi. Eskiden beri geleneğe bağlı köklü tarikat ve cemaatleri beğenmeyen Siyasal
İslamcılık, Seyyid Kutup, Muhammed Abduh ve Raşid Rıza çocuğudur. 1960’larda bu şahısların
kitaplarını Türkçe’ye çevirenin siyasal kanada yönelen Said Nursi’nin talabesi Salih Özcan
olduğu ve MİT’in yardım ettiğini Yeni Asya yazarı Kazım Güleçyüz ve Yeni Şafak yazarı Müfit
Yüksel iddia ettiler. İki nesil İslamcılar bu eserlerden beslendiler. Oysa siyasal İslam’ın bu
öncülerinde Batının ezikliği ve tepkisi vardır. Pakistanlı Mevdudi ve Fazlur Rahman, farklı
Kur’an yorumları ile siyasal İslam’a ABD’ye gititikten sonra daha fazla derinlik, mana ve
tarafsız perspektif kazandırmıştır. Bazı tesbitleri her ikisinin de kendi vatanlarında yanlış
yorumlanmıştır.

Aşırı Laikci derin devleti, hatta tüm devleti tağutî devlet, kâfir, şeytan işi sayan Siyasal
İslamcılık, AKP ile bugün aşırı milliyetçi maskaralığa ve şarlatanlığa soyundu. Yozlaşmış
Mason Bektaşi Derin devletin kafatası aşırı ırkçı yapısının kullanışlı aracı olmuş bugünkü
Siyasal İslamcılık, ükemizde sağlanmış koskoca 1000 yıllık Türk ve Kürt, Alevi ve Sünni
kardeşliği bozuyor. Tek hedefleri, ne olursa olsun tek başında iktidarda kalıp haklarında
yolsuzluk ve hainlik soruşturmalarının açılmaması. Hesap vermek ve hatalarını düzeltmek
istemiyorlar. Kibirlerinden taviz vermiyorlar.

İktidarının ikbali için PKK aracılığıyla, aşırı milliyetçilik gazına bastılar, vatan evlatlarını ölüme
çağıran Türk tipi Siyasal İslamcılık, bu ahlaksızlıkla Kürt dindarları kaybetti. Bunun faturasını
kendilerine keseceklerine Türk ve Kürt milletlerine ağır bedeller ödetmek istiyorlar. Vehhabilere
organik bağımlı Siyasal İslam, Anadolu İslam’ının ihlaslı dindarlığını, toplumsal sigorta olan
sivil toplulukçu cemaatleri hayasızca hedef alıyor. Aşırı Arap milliyetçiliği kökenli Selefi
İlahiyatı’nı Diyanet’e sokma ve Siyasal İslam’ın omurgası yapma çabaları, Sünni İslam’a daha
büyük zararlar verecek gözüküyor. IŞİD ve türevleri selefi Kur’an İslam’ı, İslam’ın en sağlıklı
duruşlarından birini sergileyen Anadolu Müslümanlığı’nı bitirme hamlesi olarak okunabilir. Bu
kötü niyetli global ve yerel projelere ikballeri için göz yuman, zulümlerde ortaklık yapan
AKP’nin tıpkı ANAP gibi yakın tarihte tabelasının bile kalmayacağını öngörmek abartı olmaz.
Çarıklı evliya halkımız, kirli derin devletin gücüne teslim olan merkezi sağları af etmemiş,
mühlet vermiş, ama er geç sandıkta cezalandırmıştır. Uzatmaları oynuyorlar. Neye
dayanıyorum? Kur’ana…
Kur’anı Hermeneutic yorumlama tefsir ve tevil diye bir bilim var. Bu dersi Wilfrid Laurier
Üniversitesi’nde Pakistanlı Kanadalı sosyolog Dr. Ali Hasan Zahidi’den aldım; sınıfta 6
agnostik, laik feminist Hıristiyan 1 İranlı Şii ile müzakere çok zevkliydi. ABD’de öğretim üyesi
olan Kanadalı Dr. Eyup Mahmud gibi kör bir İslam aliminin yazdığı 15 Kur’an tefsiri
karşılaştırmalı inceleme tarzı kitap çalışmaları ideal çözümü sunuyor. 22 farklı tefsiri 40 yıldır
müzakereli biçimde okutan dünyada tek İslam alimi Fethullah Gülen Hocaefendidir. Bilimin
dönüp dolaşıp geleceği yer burasıdır. Maalesef ülkemizde onca ilahiyat fakültesi var, halen Carl
Jung, Roger Frager, C. Lévi-Strauss’ta örneğini gördüğümüz türden derinlikli İslami araştırmalar
yoktur. Almanya ve Fransa kadar olamıyoruz.

Bazıları hermeneutic yorumlama, ezoterik bağlamda mistik yanılsamayı da barındırır diye


bilimsel olmadığını düşünüyor. Bilimdir ve maalesef halen ülkemizde bunu Sosyoloji veya
İlahiyat fakültelerinde okutacak bilimsel özgürlük atmosferi yoktur. Bu nedenle zaten devlet
İslam’ı gulyabanisinden kurtulamıyoruz, bir hortlak bir zombi gibi geri dönüyor. İmamı Azam’ın
yetiştiği dönemde Bağdat’da 5 bin müçtehid varmış. Sanıyormusunuz ki, bu kadar İslam alimi
özgür olmayan bir ortamda yetişebilir? İbni Teymiye, aslında çok iyi Kuran yorumcusu,
evvaliyatı Sufi, bir İslam alimidir. Onu yeniden yorumlatan 18. Yüzyılda İngiliz istihbaratıdır,
aşırı Arap milliyetçliğini hortlatarak Osmanlı devletini bölmek için kullanmıştır. Bugün tekfirci
kolu ile Sünni İslam yeni bir global saldırı altındaysa, bunda entelektüel derinliği olmayan
Siyasal İslamcıların dar, ırkçı, cinsiyetçi, ayrımcı, kindar oluşu; parayı, gücü, din ve imandan
daha fazla seven anlayışlarının rolü vardır. Tek model insan olmadığı gibi tek model parti dini ve
devleti de olmaz. Çeşitlilik zenginliktir, tabi ki inançlara ve kültürlere hoşgörü elzem; insanları
oldukları gibi kabul etme ve saygı ile temel yüksek insani değerlere sahip olmak esastır.
Zulmeden İslamcı, Kur’an’da zalim tanımına baksın.

Çözüm Kur’andadır. Kur’an’ı anlamak için her 25 yılda bir yeniden tefsir edilmesini savunan
Gülen Hocafendi’yi anlayacak entelektüellerden ülkemizde pek az var. Yeni Kur’an tefsir ve
tevilinde sadece ilahiyatçılar olmamalı, tüm sosyal ve fen bilimlerinden akademisyenler böyle bir
komisyona seçilmeli, Kur’an’ı bu asra, çağın gereklerine ve bilimsel gelişmelere uygun yeniden
okutmalı ve yorumlamalıdır. Risaleler Kur’an’ın mucizevi, icaz tefsiri olarak bir daldır.

Zaman gazetesinde Doç. Dr. Uğur Kömeçoğlu’nun yayınlanan “Derin İslamcılar” başlıklı
makalede, Selefiliğe yakın olan Siyasal İslam bakış açısıyla, İbni Arabi’nin harflerin (ve
fonemlerin) ayrı bir ümmet olduğu teorisi asla anlaşılamaz tesbiti mükemmeldi. Türk İslamcıları
Risale-i Nur gibi bir başyapıt veremedi ve Nurcuları kıskandılar. Dil kısırlaşınca, halkı basit ve
içi boşatılmış klişe terimlerle kandırmak kolaylaştı. Said Nursi’nin eserlerindeki mükemmel
Osmanlı Türkçesi zenginliğine yaslanan Kur’anî kavramlarla bugünkü Türkçemiz
kaynaştırılamadı.
On Birinci Bölüm

Savaş Suçluları ve IŞİD’in Sonu

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başta olmak
üzere Ahmet Davutoğlu, Efkan Ala ve Hakan Fidan hakkında inceleme başlattığı basına yansıdı.
El Nusra'nın Suriye Guta'da 2013'de kullandığı kimyasal silah sonucu ölen ve yaralı sayısı 4 bine
yakındı. Suriye devleti, BM ve UCM'ye belgeleriyle suç duyurusunda bulunde ve
başvurdu. AKP'lilerin yolsuzluğa aldırmak yerine, "bizim hırsız güçlensin" dediği ortadaydı.
Ancak Suriye dramının dini, milli, siyasi savunalacak hiç bir yanı yoktu. Uluslararası
Yugoslavya Ceza Mahkemesi ICTY'nin efsane başsavcısı Carla Del Ponte, uluslaraarsı organ
mafyası haline geldiği için Kosova Başbakanı Haşim Taçi'nin peşindeydi! Erdoğan’ın dostu olan
Taçi, BM Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından savaş suçu işlemekten yargılanmaya başladı!
Taçi 1999 yılında 7 bin Sırp, Hırvat ve Bosnalı esiri savaş sonrası Kosova'ya getirerek 100
milyon dolarlık bir organ pazarı oluşturdu! Bu işteki parayı sevmiş olacak ki, Kırgızistan, Rusya,
Moldova gibi ülkelerden 20 bin dolara bulduğu organı Kosova'da 120 bin'e satıyordu! Avrupa
Birliği Parlementerler Meclisi - 2014 / Organ Ticareti Raporu'nda bunu tesbit etti.

Kosova, Avrupa kaçak organ ticareti'nin merkezi olmuştu. 25 Mart 2015’de İspanya'da
Türkiye'nin de imza koyduğu Avrupa Birliği Organ Ticareti Yasaklanması antlaşmasıyla
Taçi'nin işi zorlaştı! Taçi’nin Türk doktor Yusuf Sönmez ile bu işleri yapması, Erdoğan ve
Davudoğlu’ndan aldığı destek kayıtlara geçti.

İsviçreli Hukukçu Carla Del Ponti, eski Yugoslavya'da ki bu başarısından sonra 2013 yılında
Suriye’de kritik bir göreve getirildi! Türk sınırına yakın Han El Assal köyünde 19 Mart 2013'de
Kimyasal silah kullanılmasından sonra Suriye BM'ye başvurmuştu. Han El Assal'da kullanılan
kimyasalın Suriye envanterinde olmadığını BM Suriye Kimyasal Silah Komisyonu Üyesi Carla
Del Ponti açıkladı!
Namı Diğer ‘Kurt Ponti’, bu silahların muhaliflerce kullanıldığını ifade etti! Hangi muhaliflerdi
peki? Taçi’yi yakalamak için 8 yıl bekleyen Ponti, Suriye’de bu kadar beklemedi. 17 Kasım
2013'de, Mayıs'ta Adana'da yakalanan kimyasallar için BM Komisyonu'na başvurdu. Han El
Assal ve Guta'da kullanılan kimyasallar ile Adana'da yakalanan kimyasallar arasında ki bağı
Carla Del Ponti çözmeyi hedefliyordu. BM, UÇM'de dava açma yetkisini bu komisyona ve
savcılara veriyor! Ne Güvenlik Konseyi'ne, ne de diğerlerine vermiyor. 72

UCM'nin Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere Ahmet Davutoğlu, Efkan Ala ve Hakan
Fidan hakkında inceleme başlattığı Avukat Vural Ergül’ün Odatv’deki yazısınd iddia edildi.
Erdoğan ve hükümetin Suriye politikalarında öne çıkan isimlerinin uluslararası savaş suçları
mahkemesinde yargılanacağı çeşitli çevrelerce dile getirilmekteydi. Aslında, UCM’de başlayan
şimdilik yalnızca “inceleme süreci”nden ibaretti. Sürecin soruşturma ve yargılama sürecine
dönüşmesi olasılığı yüksekti, bu nedenle Erdoğan IŞİD ve El Nusra politikasında 1 Ağustos

72
Gökhan Özbek. Uzun Adamları Bekleyen Tehlike: UCM.
http://www.gokhanozbek.blogspot.com.tr (11 Ağustos 2015).
2015’de ani bir U dönüşü yaptı ve savaş açtı. Suriye içinde savaşan gruplara silah, militn ve para
gönderdiği, dolaylı yollardan Suriye’deki iç savaşı kışkırttığı, IŞİD’in yasadışı petrol satışına
aracılık ettiği, toprakları üzerinden terörist grupların geçişine göz yumduğu ve benzeri
suçlamalar nedeniyle AKP ve Erdoğan uzun zamandır yabancı medyada suçlanıyordu.

Adana’da durdurulan silah yüklü MİT TIR’larına ilişkin olarak, halen 25 asker ile 4 savcının
tutuklu yargılandığı dosya içeriği, Erdoğan ve ekibinin uluslararası ceza mahkemesi
yargılanması sırasında savaş suçu iddiasının en önemli kanıtlarından birini oluşturuyordu. MİT
TIR’ları dosyasının sanıkları pekala mağdur yahut tanık olarak da Uluslararası Ceza
Mahkemesinde görülebilecek dava dosyasının da tarafı olabileceklerdi. Suç işlenmesi emri
veren, bakandan, valiye, polis memurundan, istihbarat görevlisine kadar tüm sorumlular, hatta
savaş suçunun kanıtlarını gizlemek amacıyla başkaca suçlar işleyen hakim, savcı, istihbarat
görevlileri dahi sanık olarak yer alabilecekti. 73 Sadeece mesele silah sevkiyatu değildi,
kimyasal silahta satılmıştı.

Peki hangi güç ve neden bu davaya müdahil olarak Adana’da Kkmyasal silahları bertaraf
etti? Türk Ceza Kanunu'na göre 5564 sayılı Kimyasal Silah Kanunu'na göre kimler yargılamadan
kurtularak 20 yıl hapis cezasının üstü kapatıldı? Erdoğan kliki, o kadar kontrolsüz ve
patavatsızca planlar yapıyor ki, bunları kestirmek için istihbarat bilgisine bile gerek
kalmıyordu! Bu davanın üstü de kapatıldı kapatılmasına da, ama yakanalan Thionyl
Chloride(SOCl2), Potassium Fluoride(KF), Methanol(CH3OH), Methanol(CH3OH),
Isopropanol(C3H8O), Isopropanolamine (C3H9NO), White Phosphorus (P4), Medical Glikoz ve
Boksit gibi kimyasallara ne oldu?

Bu kimyasalları öyle bakkaldan alamazsanız! MKE'den ve üniversitelerle işbirliği sonucu elde


edersiniz! Zaten Kimyasal Silah Davası'nda zanlılar MKE ile Çukurova Üniversitesi işbirliği
yaptıklarını kabul ediyorlar! Dava kısaca şöyles seyretti:

Zanlılar: El Nusra üyesiyiz!

SAVCI: Kimyasal Silah Ticareti var ve uluslararası terörist bunlar!

HAKİM; masumunuz, güle güle!

Suriye'de BM kayıtlarına göre şu ana kadar kimyasal silah kullandığı kesinleşen tek örgüt
“Bashair An-Nasr” dır! Bu örgütü not edin! “Bashair An-Nasr” örgütü Türkiye sınırına 40 km
uzakta 19 Mart 2013'de TR'de yakalan kimyasalların aynısını kullanmıştır! Bu ufak Çaplı
kimyasal saldırıda 19 sivil, 1 Esat Askeri öldü! Kullanılan yöntem ise füzeye entegre edilmiş
Sarin Gazı! Kimyasal Silah kullanımı iddiaları üzerine BM Araştırma Komisyonu Mart- Nisan
2013'de inceleme yaptı! Sonuçlar muhalifleri gösterdi! BM Kom. Üyesi Carlo Del Ponte, 19
Mart'ta kullanılan kimyasal silahın muhaliflerce kullanıldığını ve Suriye envanterinde olmadığını
söyledi! Böylece Errdoğan ve ekibinin Esad kullandı yalanı hemen çöktü. Bu kimyasal silah
kullanımını Türk Medyası tabi ki görmedi! Ama kadere bakın ki 30 Mayıs 2013'de Adana'da
yukarıda listesini verdiğim kimyasal maddeler yakalandı! Türkiye sınırına yakın Han El-Assal
köyünde 19 Mart 2013'de kullanılan kimyasal için Suriye, bir gün sonra BM'ye
73
Vural Ergül. Erdoğan ve Ekibi UCM’de yargılanabilir. Odatv.
başvurmuştu! BM Kimyasal Silah Araştırma Komisyonu ise 6 Mayıs'ta El Nusra'ya bağlı
“Bashair An-Nasr” Örgütü'nün kullandığını vurguladı! Bu açıklamadan 24 gün sonra ise 2 kg
Sarin Gazı maddesi Adana'da yakalandı! Yakalan Hyttem Qassab, El Nusra üyesidir! Bu örgüt
MİT tarafından kurulan Ahraruş Şam İslam Hareketi, AŞİH çinde ki suikast yapılanmasıdır!
Yürekli hukukçular BM'den 19 Mart 2013'de yapılan kimyasal silah saldırısının raporunu
istemeli, sorumlular hakkında dava açılmalı! Eğer Adana'da ki Kimyasal Silah Davası'nın üstü
örtülmeseydi, tüm Dünya'nın ayağa kalktığı 21 Ağustos 2013 saldırısı olmayacaktı!
Şam'ın Guta Kenti'nde 21 Ağustos 2013'de gerçekleşen kimyasal Saldırıda 1300'ü Aşkın sivil ve
asker hayatını kaybetti! Otokratik Klik, Guta'daki Saldırıda Obama'yı kandırmayı deneyecek
kadar hileye başvurması da dikkatlerden kaçmadı! Biz yapmadık Suriye yaptı! 74

Suriye Hükümeti’nin, BM Güvenlik Konseyine başvurusuna sunduğu belgeler ile Alman Die
Welt gazetesinde Alfred Hckensberger ve İngiliz The Guardian gazetesinde Martin Chulov
imzasıyla yayınlanan çeşitli haberlerde; Amerikan İstihbarat örgütü CIA’nın elinde, Erdoğan’ın
rant ekibinin IŞİD ile petrol ticaretini belgeleyen deliller olduğu basına sızmıştı. Böylelikle,
konusu suç oluşturan bir eylemin hangi düzeyde olursa olsun hiçbir faili kurtarmayacağı evrensel
bir hukuk ilkesi gereği bir kez daha unutulmamak üzere hatırlanacaktır. Erdoğan ekibinin
haklarında başlatılan inceleme çerçevesinde şu aşamada Uluslararası Ceza Mahkemesi,
Türkiye’nin yargılama için taraf devlet olmaması nedeniyle soruşturmayı sürdürmesi mümkün
değildir. Erdoğan cumhurbaşkanı iken Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargılama yetkisini
kabul etmesi beklenilmese de, değişecek siyasal dengeler, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin
yargılama yetkisinin kabul edilebileceği bir deklarasyon yayınlamasını olası kılıyordu. Sadece
BM Güvenlik Konseyi’nin bir karar alarak Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne bir başvuruda
bulunursa Erdoğan ve ekibinin UCM’de yargılanmasını sağlayabilecektir.

2014’de Suriye’nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Beşar Caferi, BM Genel Sekreteri Ban
Ki-mun’a ve Güvenlik Konseyi’ne Türkiye’yi “teröristlerin Suriye’ye girişine yardımcı olmakla”
suçlayarak şikayet etmiş, soruşturma istemişti. Soruşturma halen açık. Suriye, ayrıca Charlie
Hebdo dergisi saldırısını düzenleyenler ile irtibatlı olan ve Fransa’da bir kadın polis ile bir
markette dört rehineyi öldüren Amedy Coulibaly’nin imam nikahlı eşi Hayat Boumeddiene’in
Suriye’ye kaçak yollarla girişine yardım ettiği iddiasıyla da Türkiye’yi yine Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi’ne şikayet etmişti. O soruşturma da halen açık.

Ancak, ne Suriye’nin başvurusu üzerine ne de Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısının talebi


üzerine, BM Güvenlik Konseyi’nin Türkiye aleyhine alacağı bir karara, kararı ‘veto’ yetkisi
bulunan Amerika, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya’dan oluşan beş daimi üyenin izin vermesi
beklenmiyor. Ancak bu durum; BM Güvenlik Konseyi’nin alacağı olası bir kararı veto
edebilecek ülkelere karşı, soruşturulacak isimlerin kişisel güvenlikleri için Türkiye’nin tüm
ulusal çıkarlarını feda etme tehlikesini de beraberinde getiriyor. Bu çerçevede, İncirlik Üssünün
ABD’nin kullanımına IŞİD ile savaşta açılmasında, BM Güvenlik Konseyi’nin alacağı aleyhte
bir kararı ABD’nin ‘veto’ yetkisi ile etkisiz hale getirme gücünün veya sözünün ne kadar
belirleyici olduğu zaman içerisinde ortaya çıkacaktır. Veto yetkisini kullanabilecek diğer, dört
ülke İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya’ya karşı hangi ödünler verildiği yahut verileceği

74
Gökhan Özbek. 30 Tümen Faciası ve MİT.
http://www.gokhanozbek.blogspot.com.tr (7 Ağustos 2015).
muammadır. Erdoğan’ın Esad’a ve Suriye’ye karşı artık eski düşmanlığını sürdürmesi de
beklenilmemelidir.

Her ne kadar, UCM yargılamaları için yalnızca Roma Statüsü’ne taraf olma tarihi esas alınsa da,
silah sevki ve yardım yapıldığı iddia olunan Suriye rejim muhalifleri, Suriye’de iç çatışmaları
sonuçlandırmadıkça devam eden bir suç olarak yargılanabilecektir. Kaldı ki, UCM yargılaması
için Roma Statüsü’nü imzalayacak bir siyasi irade, 1 Temmuz 2002′ye kadar geriye dönük olarak
da UCM’nin yargılama yetkisini tanıyabilir. BM Güvenlik Konseyi’nin vereceği kararlarda ise
zaten taraf olma tarihi ile sınırlı olmayacak. Aslında uygulamada, Suriye’nin bir deklarasyon
yayınlayarak, UCM’nin yargılama yetkisini kabul etmesiyle Uluslararası Ceza Mahkemesine
başvurusundan da etkin bir sonuç beklenilmemelidir. Dünya devletleri tarafından giderek daha
çok kabul gören UCM’yi tanıyan taraf ülke sayısı Filistin ile birlikte 123 oldu. AB üyesi ve
adayları arasında, Türkiye dışında UCM yetkisini tanımayan bir başka ülke bulunmuyor. Bu
nedenle, AB politikaları gereği, kurulacak yeni bir hükümeti belirleyecek siyasi güç, sorumlu
gerçek kişi yöneticilerinin yargılanmasını istemesi ve bunun için UCM yargılamasının kapısını
açması pekala mümkündür. Uluslararası Ceza Mahkemesinde açılan incelemenin yargılamaya
dönüşmesi olasılığı haliyle AKP üzerinde Erdoğan’ın etkisini azaltacağı gibi AKP
çevrelerinde, Erdoğan’sız bir AKP tartışmalarını da yeniden başlatabilecektir. Öte UCM
incelemesinde Davudoğlu adının geçmesi artık AKP’de onun dışında bir isim arayışını da
zorunlu kılabilecektir. Aynı çerçevede, UCM incelemesinde yargılanma olasılığı, bugüne değin
hala kararnamesi imzalanmamış MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ında sonudur. Yine aynı şekilde,
Efkan Ala başta olmak üzere özellikle MİT TIR’ları dosyasında sorumluluğu bulunduğu iddiaları
çerçevesinde yargılanmaları gündeme gelebilecek olan ve halen AKP’de yer alan isimlerin
bakanlıkları için de ısrar edilmesi mümkün olmayacaktır.

UCM SÜRECİ NASIL İŞLİYOR?

UCM Savcısı, UCM yargı yetkisi alanına giren suçlarla ilgili bilgilere dayanarak kendiliğinden
de soruşturma açabiliyor. UCM nezdinde Türkiye aleyhine savaş suçu ile ilgili soruşturma
açılması talebiyle yapılmış kimi başvurular var ancak bunlardan en ciddisi, Halkın Kurtuluş
Partisi’nin yapmış olduğu başvuru. Suriye Hükümetinin yapmış olduğu başvurular ise UCM’ye
değil doğrudan BM Güvenlik Konseyi’ne yapılmış başvurular. Suriye’de Ayn-El Arap (Kobani)
bölgesinden yapılacağı söylenilen başvuru ise henüz yapılmış değil. UCM Savcısı, Roma Statüsü
gereği kendisine yapılan suç duyuruları gibi gelen bilgi ve belgelerin ciddiliğini ve
güvenilirliğini araştırmakta. Bunun için ilgili devletlerden, Birleşmiş Milletler Organlarından,
hükümetler arası veya hükümet dışı örgütlerden veya uygun gördüğü diğer güvenilir
kaynaklardan ek bilgi ve belge isteyebilmekte. UCM Savcısı hatta bunun için yazılı veya sözlü
ifade de alabilmekte. Savcı, bir soruşturmanın derinleştirilmesi için haklı nedenler tespit
ettiğinde, Ön Yargılama Dairesinden, topladığı destekleyici belgeler eşliğinde bir soruşturma
yetkisi talebinde bulunmakta. Bu çerçevede, suçun mağdurları UCM Ön Yargılama Dairesine
Usul ve Delil Kurallarına uygun olarak açıklama yapabiliyor. Savcının talebini ve dayanağı
delillerini inceledikten sonra UCM Ön Yargılama Dairesi de, soruşturmayı derinleştirmek için
haklı nedenler olduğuna kanaat getirirse ve dava, Mahkemenin yetki alanına giriyor ise
soruşturmayı başlatma yetkisi veriyor. Savcının soruşturma yetkisi verilmesi talebinin UCM Ön
Yargılama Dairesi tarafından reddedilmesi durumunda ise Savcı, sonradan aynı durumla ilgili
olarak, yeni olay ve delillere dayanarak yeniden talepte bulunabiliyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Roma Statüsü’nü şimdilik imzalamamış olması nedeniyle UCM
Savcılığı, başlattığı ilk inceleme sonrası UCM yazı işleri müdürlüğünden talepte bulunarak,
UCM yetkisini tanıyıp tanımayacağını sorabilecek. Ancak, UCM Savcılığı istese bile Türkiye bu
talebe olumlu cevap vermesi beklenilmiyor. UCM Savcılık makamı, başlattığı ilk inceleme
ardından, incelemesini bitirdiğinde doğrudan veya duruma göre BM Güvenlik Konseyi’nde
soruşturulan, başvuruların sonucu için bekleme kararı da verebilecek. Konu ile ilgili inceleme
sonuçları ise daha sonra yayınlanacak. AKP hükümeti döneminde, Türk Ceza Kanunu’nda
yapılan değişiklikler ile soykırım suçu ve insanlığa karşı suçlarına yer verilmesinin
ardından Erdoğan ve e Suriye ekibinin savaş suçundan TC mahkemelerinde de yargılanması bir
hükümet değişikliği sonrasında mümkün olabilir. UCM’nin soruşturma konusu olan insanlığa
karşı suç kapsamında Türk Mahkemelerinde yargılanması durumunda UCM savcılığı,
soruşturma konusu suç isnatları ile ilgili olarak ulusal makamlarda etkili soruşturma/kovuşturma
süreçleri devam ettiği için, tamamlayıcılık ilkesi gereğince bu aşamada soruşturma
yürütmeyeceğine karar vererek, süreci izlemeye devam edeceğini açıklayacak.

UCM yargılama sonucunda yargıladığı şahsa çeşitli cezalar verebiliyor. Buna göre, Erdoğa ve
Suriye ekibi hakkında inceleme süreci yargıya dönüşecek ve mahkumiyet kararı verilecek olursa
bu cezalar azami 30 yılı aşmamak kaydıyla belirli süreli hapis veya suçun ağırlığının ve sanığın
şahsi durumunun elvermesi halinde müebbet hapis olacak. Mahkeme sanıkların yargılanma
öncesinde ve sırasındaki tutum ve davranışlarını ceza indirimine esas alabilmekte. Verilecek olan
ceza miktarını süreç belirleyecek. Sanıklara verilen hapis cezalarının yanında ayrıca belli
ölçütlere göre para cezası da verilebilmekte. Buna göre, suçtan doğrudan veya dolaylı olarak elde
edilen mallar, varlıklar ve kazançlara el konulabiliyor. Bu hüküm, özellikle IŞİD ile yasadışı
petrol ticareti yapıldığına ilişkin iddialar çerçevesinde, suç yoluyla elde edildiği kanıtlanırsa
sanıkların mal, varlık, hak ve kazançları üzerinden verilebilecek para cezasını belirleyecek.

HAPİS CEZALARI ÖZEL BM CEZAVİNDE ÇEKTİRİLİYOR

Uygulamada, savaş suçlularının cezaları, savaş suçlularının yargılamasının yapıldığı; Hollanda,


Lahey’de, BM tarafından yaptırılan Scheveningen Özel Cezaevinde çektiriliyor. Scheveningen
Özel Cezaevi, Karadziç, Milosoviç, Mladiç gibi Sırp savaş suçlularına ev sahipliği ile ünlenmişti.
Evrensel ölçütlerde insan haklarına saygı esası üzerine kurulu cezaevi taşıdığı bir çok özellik ve
lükse rağmen yine de savaş suçlularının korkulu rüyası… BM cezaevinde her biri 5.1 m
uzunluğunda 3 m genişliğinde 84 adet hücre bulunuyor. Her bir hücrede ise tuvalet, duş ve
çalışma masası var. Serbest internet kullanımı hariç, bilgisayar imkanı ve uydu kanalıyla
tutukluların kendi dillerinden yayınları dinleme olanağı sunulan Özel Cezaevi, misafirlerine
çeşitli sanat dalları ve bilim alanında kurs imkanları sunan BM’nin özel cezaevindeö spor,
jimnastik salonları, masa tenisi ve diğer çeşitli spor dallarıyla ilgilenmek imkanı da var.

24 saat doktor, hemşire, ruhbilim hekimi ve cezaevine bitişik hastanenin bulunduğu


Scheveningen Özel Cezaevinin bilinen cezaevlerinden en farklı yanı ise, günün büyük
bölümünde hücre kapılarının açık bırakılması. Hücre kapıları sadece gün ortasında kısa bir süre
için o da, BM’nin infaz memurlarının nöbet değişimi saatinde kapatılıyor.

UCM’DEN KURTULUŞUN YOLU; ÖLÜM


UCM’de, kişi sorumluluğu ilkesi esası nedeniyle yalnızca gerçek kişiler yargılanabildiği için,
kişinin ölümü halinde soruşturma ya da yargılama veya verilen mahkumiyet kararının infazı son
bulmakta. Aksi takdirde, yukarıda aktardığımız bilgiler çerçevesinde incelenmekte olan
Erdoğann ve Suriye ekibi ile ilgili iddialar hakkında her hangi bir zamanaşımı söz konusu
olamayacağı için koşulları oluştuğunda yargılama kararı verilmesi gelecekte de pekala mümkün.
Bu sebeple UCM süreci anlaşıldığı kadarıyla daha çok uzun zaman ülke gündeminde tartışılmaya
devam edecektir. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde ceza alan savaş suçlusu diktatörler Sırbistan
eski devlet başkanı Slodan Miloseviç, Bosna soykırımı sorumlusu Sırp kasap Mladiç, ve Liberya
eski devlet başkanı Charles Taylor halen hapisteler. Mahkemenin verdiği ömür boyu hapis
cezasından tek kurtuluş yolu ölümdür! MHP lideri Devlet Bahçeli, savaç suçlusu şüphelisi Efgan
Ala ve Hakan Fidan ile çalışmak istemeyecektir. Davudoğlu da siyasi bir mevtadır! Güney
Afrika'ya gidip oradan zor çıkan Sudan devlet başkanı Ömer Beşir gibi Erdoğan da yarın benzer
biçimde zavallı duruma düşer. MHP'li AKP koalisyonu TSK'nın elini PKK ve IŞİD'e karşı
güçlendirir. Ancak Erdoğan, Fidan, Davudoğlu, Ala ve Kasırga'dan TSK kurtulmalıdır!

IŞİD ve PKK ulusal güvenlik sorunu olduğu gibi bunları kullanarak siyaset yapıp oy
devşirenlerde kim olursa olsun birer ulusal güvenlik sorunudur. Recep Tayyip Erdoğan ve Hakan
Fidan artık bir ulusal güvenlik sorunları ve ülkemize yüktür. Zira izledikleri kirli politikalar
çökmüş, ülkemizi dünyada yalnızlaştırmış, toplumsal barışı, birliği ve dirliği parçalamış ve
ülkeyi bir açık hava hapishanesi haline getirmiştir. Bu nedenle PKK ve IŞİD'e operasyon
yaptıran TSK ekibi, terörle mücadele ettiği için mağdur edilmiş emniyet ve yargı elemanlarını,
Hidayet Karaca ve Mehmet Baransu'yu hapisten çıkarmalı ve alçak siyasi infaz dönemini
sonlandırmalıdır.

Erdoğan'ın MİT tırları savunmasıyla yanlışına ortak arayışı çöktü. MİT, mahkemede iddiayı
kabul etmedi ve yakalanan silah yüklü tırlara sahip çıkmadı, resmi belge yollamadı. MİT'in
IŞİD'e resmi desteği anlamına gelebilecek böyle bir belge ulusal ve uluslararası bir skandal
olurdu. Erdoğan’ın Al Nusra, Ahrar al Şam ve IŞİD’in eline geçen bu silah ticareti ile yargı
önünde hesap vermesi yakındır. Yabancı istihbaratlar dinleye dinleye belge zengini olmuşlar!

Erdoğan ülke içinde hukuku bitirince, Uluslarası Savaş Suçları ceza Mahkemesi, Tayyip
Erdoğan, Hakan Fidan, Efgan Ala ve Ahmet Davudoğlu’nu betaraf edecek adımını attı. Oysa
bunun işaretleri Mayıs 2013’de gelmiş, ABD Başkanı Obama, Erdoğan ve Fidan’a Washington
DC'de Beyaz Saray görüşmesinde sağlam deliller sunmuştu. Kendi suçlarını örtbast için cemaatı
günah keçisi yapan Erdoğan yönetimi, Al Nusra, Ahrar Al Şam’a açık desteğini ve IŞİD’e kaçak
petrol ticaretini kesmeyince 2. Başkan Biden, açıkca Amerikan Kongresi'nde yaptığı konuşmada
dünyaya duyurmak zorunda kaldı. Felaket göstere göstere geldi. Havuz medyasının algı
operasyonu yabancı medyada komedi trajedi olarak algılandı. AKP’liler gelen afeti görmek,
duymak, bilmek istemediler.

Ocak 2015’de salafi teröristlere silah taşıyan tırları yakalayan asker, polis, savcı ve hakimler
ülkemizin namusunu kurtarmak istiyordu. Buna izin vermeyenler onları hapse yolladı ve
kaçınılmaz sona gidişlerini onayladılar. Şimdi sıra asıl kahramanların hapisten çıkıp, bu elim
suçlara karışanların hesap vermesine geldi. PKK ve IŞİD'in ülkemize vereceği zararı yok
edebilecek kapasite, bilgi, deneyime sahip emniyet ve yargı güçleri eski görevlerine geri
döndürülürse, ulusal güvenliğimizi tehdit eden büyük kumpas sona erecektir. Zira ne kadar salafi
miltanın 2 milyon mülteci ile ülkemize girdiğini bilmiyoruz. MİT, TSK’ya doğru bilgiler
vermiyor. Emniyet, Erdoğan’ın siyasi baskısının esiri oldu. 26 adet Suriye mülteci kampında
IŞİD’ın açıkca militan eğitimi yaptığı basına yansıdı. Erdoğan’ın emrinden çıkmayan AFAD ve
Kızılay’dan başka kimse kamplara giremediği için felaketin boyutları bilinmiyor.

PKK ve IŞİD ile gerçek mücadeleyi paralel yaftasıyla tasfiye ettiren Gladyo ekibi Erdoğan'ı
kafesleyip gaza getirdiler. TSK, ipleri eline aldı ve bu yanlışa dur demeye 2 Ekim 2014’den beri
başladı. PKK’yı kullananların Kobani bahanesiyle ülkemizi yakması sadece bir maskeydi.
Çözümü asla istemeyen Kandil ve KCK’yı kuran Fidan ekibi son kozlarını oynamıştı. KCK’nın
yüzde 25’i MİT personeli itirafı AKP Milletvekili trolcülerin reisi Taha Ün’den geldi. O halde,
KCK’ya operasyon yapan Emniyetçiler ve yargı mensupları neden sürgün ve emekli edildi,
meslekten atıldı, veya halen hapisteler?!...

Erdoğan’ın IŞİD ve türevi salafi cihadcılara verdiği destek ve ticareti nedeniyle dış politikamız
çöktü ve diplomatlarımız son 4 yıldır kara günler yaşadılar. Dışişleri, bundan sonra IŞİD'e karşı
destek bulmak için yurtdışında göğsünü gere gere konuşabilir, PKK ile mücadele nedenimizi
rahatca anlatılabilir. Elbette ilk karşılacakları soru terör üzerinden servet kazanan siyasilere ve
bürokratların ne yapılacağıdır. Üstü örtülemeyecek kadar büyük ve açık suçlar işlediler, belgeler
yabancı istihbaratların elinde dolaşıyor ve medyaya yavaş yavaş servis yapıyorlar. Türkiye, itibar
ve güvenirliğini kaybetti. Cemaata suçu atmakla Erdoğan kendisini ve seçmeni aldatıyor.

IŞİD ile mücadele edilmesi kaçınılmazdı. Yezid'i kullananlar bunu ıskaladılar veya kasten
ülkemizin olumlu kredisini çizdirdiler. Türkiye yalnızlaştırıldı. Burada onurlu bir yalnızlık
yoktu, rezaletler vardı. Dış düşman fobisiyle ülkemizin açık hapishanesi haline getirilmesi uzun
süre yaşatılamazdı.Yeşil Süfyanizm'in sonu ateşli ve sesli bir yıkımla geldi, geliyor. Erdoğan'ın
arkasına saklanan azınlık darbeci gruba, bence sessiz bir karşı darbe yapılmıştır.

Genelkurmay, 2 Ekim 2014'den beri PKK ile Ocak 2015'den beri IŞİD ile mücadele ediyor.
Erdoğan'ı destekleyen Gladyocu Karanlık MİT ve TSK ekibi kaybettiler. 3. Grup dediğim
çoğunluk kesimin kazanması ülkemizde asıl ulusal güvenlik sorunlarını çözecek, çakma düşman
cemaat algısı sona erecek ve normalleşme süreci başlayacaktır. TSK ve MİT içinde, gerçek
ulusal güvenlik sorunları nedeniyle PKK ve IŞİD'le mücadele eden grupla, bunları yöneten ve
destekleyen grubun savaşını izliyoruz. Çok şükür ki, IŞİD'i PKK'ya karşı kullanma politikasının
Kürtlerde kin ve nefreti artırıp Büyük Kürdistan'ı kurma projesi olduğu anlaşıldı! TSK, ulusal
güvenlik gerekçesiyle ülkemizin adını kirletenleri tasfiye sürecini başlattı, Aralık ayına kadar bu
sürecin etkileri ülkemize net yansıyacaktır.

2009'da Fidan'ı MİT başına getiren İsrail yanlısı, İslam düşmanı Neocon siyonist, Gladyo MİT
ve TSK ekibi, IŞİD ile PKK savaşı kurguladılar. Kürt barışı ile Oslo'dan beri PKK'yı güçlendiren
ve Dolmabahçe travmasına yol açıp HDP'yi de güçlendiren Yalçın Akdoğan ve Beşir Atalay da
siyasi birer mevta olmuşlardır. 2009'dan beri Fidan ile paralel diye devletten tasfiye edilen
emniyet ve yargı mensupları, PKK ve IŞİD tezgahına karşı çıkanlardır. Fidan'ın karanlık
konsorsiyumu ile birikte Erdoğan, AKP ve Türkiye kaybetti. IŞİD ve PKK'yı temizleyecek
gerçek devlet adamları mağdur edildiler! IŞİD'e yönelik henüz yabancı medyaya yansıyan ve
yazdığım bilinen adreslere operasyon yapıldı, Fidan'ın IŞİD hücreleri yerinde duruyor! Bu
sorunu meydana getiren Erdoğan, Fidan, Ala, Atalay, Akdoğan ve Kasırga ile yola devam
edilemeyeceği açıktır.

Cemaat’ın Kürtlerin güvenini kazanması Erdoğan tarafından kıskanıldı ve bugünlere 2009’dan


beri gelindi. Geçmişte de Kürtlerin İslami potansiyelinin ortaya çıkmasının önü çakma İslami
yapılarla kesilmişti. Türk ve Kürt Hizbullah’ını hatırlayınız. Nurcu demeye dilimin varmadığı
120 kişilik Tahşiyeciler grubu MİT'in bu tür istihbarat çalışmasının ürünüdür. Kumpas çöktü
ama Hidayet Karaca halen içerde tutsak oarak tutuluyor. IŞİD içinde savaşan dindar Kürtlerde
bulunuyor. İslam milliyeti ve kültür, Türk ve Kürtleri birbirine bağlayan kardeşlik bağıdır. Gülen
grubunun samimi yaptığı Doğu hizmeti iyi anlaşılacaktır. Hiç bir devlet, istihbarat teşkilatı, örgüt
ve cemaat, sosyolojik realiteleri gözardı ederek savaşamaz. Sosyoloji uzmanlarına, güvenlik ve
terör uzmanı akademisyen ve aydınlara sözü bırakınız. Kürt sorunu çözümünde en iyi doktora
tezini Emre Uslu yazdı, ancak Erdoğan ve AKP anlamadılar, ret ettiler. Oysa Uslu, aklın yolunu
gösterdi. Bari bu sefer Emre Uslu'yu dinleyin, doğruları ve çözümü 2011’den beri ısrarla
yazıyordu. Belirsiz Oslo sürecinde, PKK elebaşı Abdulah Öcalan’a verilen sözler tıkır tıkır
işliyordu. PKK kurduğu mahkemelerde davalara hükmediyordu. Bölgedeki valiler PKK nın
isteklerini harfiyen yerine getiriyordu. PKK her il ve ilçeye atadığı sorumlularla paralel vali
kaymakam oluşturdu. 2013'de Erdoğan'ın başbakanlık genelgesiyle Güneydoğu’da arama
listesindeki teröristleri şehrin ortasında dahi yakalamak yasaklanmıştı!

Erdoğan'ın PKK'yı Kürt sorunu çözümünde tek muhatap haline getirmesi AKP'den dindar
Kürtleri kaçırdı, HDP'nin umut haline geldiğini göremedi. Diktatör ve otoriyer Erdoğan imajının
karşısına geöen HDP Eşbaşkanı Selahaddin Demirtaş, solcular, Aleviler, liberaller, beyaz Türkler
ve dindar Kürtlerden yüzde 5 fazladan emanet oy topladı. Oysa Kürtlerin çoğunluğu PKK'nın
modası geçmiş Marksist-Leninist ideolojisini ve aşırı milliyetçiliğini benimsemiyor. Liberal
demokrasi istiyor. PKK'yı barış güvercini gibi görenler bu terör örgütünün binlerce Kürt'ün
ölümünden de mesul olduğunu unuttu. IŞİD'i kullanma AKP'yi batırdı. Elbette PKK, Kürtlerin
temsilcisi değildir, Kürtler de PKK demek değildir. PKK uzantısı PYD, IŞİD ile savaşıyor diye
PKK'nın terörleri hoş görülemez. TSK IŞİD terörünü yok etmek için PKK ile işbirliği yapamaz,
PKK'yı yok eder diye IŞİDcilere gizli destekte olamaz. Kamuoyu olanları pek anlamıyor, ancak
TSK, 7 aydır çok ciddi olarak IŞİD ile mücadele halinde. Erdoğan'ın yol açtığı pislikleri
temizliyor.

Ocak 2015'de KKK Komutanı Hulusi Akar'a ABD'de IŞİD'le mücadelesinden dolayı NATO
nişanı verildi. IŞİD'i engelleme AKP değil TSK başarısıdır. Son 7 ayda 1600 salafi yabancı
sınırdışı edilmiş, 15 bin kişinin girişi engellenmiş, 500 kişi IŞİD'e giderken gözaltına alınmış ve
son operasyonlarla artık 100 IŞİD elamanı tutukludur. BM, NATO, AB ve yabancı devletlerin
Suriye mülteci krizinde Türkiye'ye yardım etmeme sebebi, Erdoğan'ın salafi terörüne desteği ve
şahsi servet edindiği kara ticaretiydi. Amerikalılar Suriye’de Türkiye’nin kuracağı 100 kmlik,
“IŞİD’ten arındırılmış bölge” de güvenliği TSK'ya değil PYD ve ÖSO vermek istiyormuş.
Havuz medyası, Erdoğan’ın ABD ile yaptığı PYD anlaşmasından habersiz gibi yayın yapıyor!
Erdoğan iki cümle kurarsa, hepsi şekil ve ahval değiştirir.

Suriye'de IŞİD'ten arındırılmış bölge, 1990’larda PKK'ya yarayan yeni BM Mahmur kampı
olmasın diye, BM gücü yanında Türk barış gücü görev yapmalıdır. Türkiye, Suriyeli mültecilere
5.1 milyar dolar cebinden harcadı, sadece 300 milyon dolar dış yardım geldi. Benzer mülteci
felaketi Kanada’da olsa idi masrafın hepsini söke söke BM’den alırdı. Şahsi görüşüm, Suriye'de
IŞD'ten arındırılmış güvenli bölge yurtdışından gelecek yardımı artırır. BM burayı kendi
standardlarında kurmalıdır. Diplomaside 'al gülüm ver gülüm' vardır. 2 milyon Suriyeliyi geri
döndürmek için Erdoğan PYD tavizi verebilir. Peki, TSK nasıl tavır alacaktır? HDP karşıtı
naralar atanlar yarın offsayta düşebilir. PKK’dan PYD ile görüşmesi istenmeyeceğine göre,
HDP, TSK’ya Suriye'de lazım olacaktır.

Emniyet’ten Eski terörle Mücadele Müdürü Ümit Bavbek, 1980'de darbeci Kenan Evren'e
Abdulah Öcalan'ı kullanma projesini sunmuştu. 28 Şubatta da Bavbek'in Sisi projesi vardı. Dün
Arif Doğan ve Veli Küçük'e JİTEM kurduranlar, bugün Tiran'a SADAT kurdurdu. IŞİD terörünü
kullanarak bir yere varamaz da dememiş miydim? Erdoğan'ın PKK ve IŞİD konusunda yaptığı
yanlışları hep yazdım.

Erdoğan ve avanakları irtica yerine paraleli icat etti ve her türlü hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, talan,
vatana ihaneti, örtmeye çalışıyorlardı. Erdoğan'ın yeşil 28 Şubat'ında zulüm 10 kat daha fazla
zalimlikte askeri vesayeti çoktan geçti! Toplumsal barış ve birliği paralel komedisi ile parçaladı,
kin ve nefret ile toplumu polarize edip herkesi birbirine düşman yaptı. MİT'in cemaatleri tehditle
bazılarını da vaatlerle Gülen Cemaati'nin karşısında birleştirme gayreti de çökmüştür. Yaşanan
kırılma çok büyüktür. El Kaida ile ülkemin teröriste destekte beraber anılması kanıma
dokunuyor. Erdoğan, siyasi istikbali için İslam düşmanlarına utanmadan istediği tüm malzemeyi
verdi. Erdoğan'ın en büyük korkusu tarikat ve cemaatlerin kendi aleyhine dönmesiydi. Risaleyi
Nur cemaatlerinde homurdanma hızlandı, arkası gelecektir. Türkiye'nin mahkemelerinde
savunma yapmak küfürdür diyen IŞİD destekçisi Halis Bayancuk ile MİT cemaata iftara atsın
diye özel görüşmüştü. Bayuncuk'un IŞİD operasyonunda tutuklanması ile karanlık MİT'in bir
projesi daha çökmüş oldu.

PKK, Erdoğan sayesinde koparabildiği kadar taviz kopartıp global güçlerle Büyük Kürdistan
pazarlığı yapıyordu, TSK bu gidişata dur demiştir. Gülen Hocaefendi ve Hizmet cemaatı günah
keçisi yapıldı. İftiralarla yaptıkları tüm çirkinlikleri örtbast için büyük bir şal görevi görüyordu.
Deniz artık bitti, kirli yolun sonuna gelindi. Erdoğan, İslam’ın elmas hakikatları politikaya alet
edilirse nasıl doğru yoldan saptırılacağını her gün ispatlıyor; TSK dine, kültüre ve örfe yapılan
bunca saygısızlıkları da görüyordur! TSK, PKK ve IŞİD ile ciddi mücadele etmemeyi ulusal
güvenlik sorunu olarak gördü ve gerekeni Erdoğan'a rağmen yapıyor. Unutmadan, AKP’lilerin
pek sevdiği Al Nusra da terörün bir parçasıdır; Katar şeyhinin ulufe milyar doları ile IŞİD'ten Al
Nusra'ya geçiş kabul edilemez...

Eskiden ülkede “Emret komutanım” gazeteciliği vardı. Şimdiyse “Beyefendi rahatsız olmasın”
gazeteciliği var. Bu karanlık dönem çok yakında geçecektir. Görüşlerime ve analizlerime
katılmayabilirsiniz, varsa entelektüel yorumunuz yazınız, konuşunuz, yoksa susunuz. Dünya hali
budur. Birileri size kahraman diyor ve hak etmediğiniz biçimde övüyor; diğer grup hain diyor ve
hak etmediğiniz biçimde sövüyor! Mevlana güzel demiş: ne seni övene nede seni sövene fazla
itibar etme der, kendi kalbine bak, Allah ne diyor ona bak. Allah senden razıysa, gerisi boş bir
lafı güzaf. Gazeteci, kamuoyunun vicdanıdır, doğruları yazmazsa vicdan iflas eder. Erdoğan,
toplum vicdanını satın aldı, kirletti, bunun vebali büyüktür... Milleti aptal yerine koyanları
deşifre etmeyen gazeteciler, siyasi körlükte zirvede dolaşıyorlar. Havuz medyası gazeteci ve
yazarlarını bu gözle okuyunuz... Kıvırtmakla, algıyla yakın geçmişte işlenen bunca günah, suç ve
vebalden sıyrılmaları mümkün değildir.

MİT içinde CIA ile OTOKRATİK KLİK'e karşı işbirliği yapan başka bir klik ilk defa bu kadar
belirgenleşti! Yapılan darbe MİT içinde Fidan karşıtlarını güçlendirmiştir! 30. Tümen'in
lokalizasyon bilgileri eş-zamanlı olarak CIA'e bildirdiler! Artık kamuoyunun İslam Cephesi
olarak bildiği IŞİD'in düşman kardeşi, Selefi örgütler toplamı AŞİH'te MİT denetimi
kaybetmiştir! MİT tarafından Özgürlük Savaşcısı olarak planlanan AŞİH'te liderlik bu
operasyonla Nusra Cephesi'ne geçmiş, Türkmenler pasifize edildi! Suruç'ta OTOKRATİK KLİK
ile katliam planlayan AŞİH, CIA'den bağımsız hareket etmesinin cezasını örgütte liderlik
değişerek çekmiştir! Darbe çift taraflı gerçekleşmiştir! Birinci Darbe: AŞİH'e yani Ahraruş Şam
İslam Hareketi'ne, İkinci Darbe: MİT'e ve Hakan Fidan'a! Bu öylesine basit bir başarısızlık
değil, MİT için uluslararası fiyasko ve kendi içinde darbedir!
Sınırdan tam techizatlı olarak geçirdiği 30. Tümen, sadece 8 saat sonra 1 kurşun atmadan nasıl
teslim alındı?
MİT, hata yaptıkça uluslararası itibar kaybetmeye, daha çok hata yapmaya devam ediyor! Albay
Nedim Hasan, Suriye’da Guta kimyasal silah kullanılırken misyonu tartışılan bir adamken, hangi
akıl onu yem etmiştir!
ABD'den izin alınarak Kırşehir'de eğitilen 30. Tümen, yine ABD istihbaratı ile Nusra'nın eline
geçmesinin nedeni nedir? 2011'den beri ülkemize 1100 kez girip çıkan bu teröristin nerede
olduğunu bilen yok! MİT'in Suriye'deki faaliyetlerinin karakutusu kayıp!
El Nusra, Ahraruş Şam'ın liderliğini, ağır silahlar ile Hatay ve Urfa'da gözetim altında tutulan
militanlarını istiyor! 30. Tümen Lideri Albay Nedim Hasan'ın nerede tutulduğunu kimse
bilmiyor! Nusra Cephesi, Albay'ı başka istihbarat örgütlerine teslim etti! Albay Nedim Hasan,
MİT'in Suriye'de kolu olan Heysem Topalca'nın sağ kolu olduğunu unutmayın! Topalca,
Suriye'de Kimyasal Silah kullanımı dahil 3 bini aşkın insanın ölümünden sorumlu uluslararası
terörist! Aynı Topalca, Niğde'de 1 asker, 1 polis, 1 vatandaşımızı katleden IŞİD militanları
davasında baş şüpheli olarak aranıyor! El Nusra ile MİT, rehin alınan 30. Tümen için pazarlık
yapıyor! Hani şu Fidan'ın tek kurşun atmayan paintball'cu özgürlük militanları!
OTOKRATİK KLİK, Albay Nedim Hasan'ı kaybedince değerini anladı ama iş işten geçti! Şimdi
ne yapsalar boşuna! Topalca ve Albay, Suriye'de kimyasal silah kullanan ekibin lideridir! Bunlar
TC Pasaportu taşımakta, TC'den para almaktadır!
Yayınlanacak çünkü; Heysem Topalca'yı hangi AB ülkesi elinde tutuyorsa, 30. Tümen'in Lideri
Albay Nedim Hasan'ı da o teslim alıyor! BM, ABD'den ibaret değil! Bu yüzden Suriye'de
Kimyasal Silah Raporu er geç yayınlanacak! Erdoğan, Dünya 5'ten büyük derken, BM'de tek
ABD'nin olmadığını unuttu! Sadece İncirlik değil, tüm hava üstlerimiz TBMM'den habersiz
verildi
Bugüne kadar BM raporunun açıklanmamasının yegane nedeni, RTE rejiminin ABD'ye verdiği
hava üstleri tavizidir! BM Kimyasal Silah Araştırma Komisyonu, kullanılan Kimyasal Silahların
örneklerini ve özelliklerini er geç açıklayacaktır!
Oysa Adana Polisi 28 Mayıs 2013'de Sarin gazı yapımında kullanılan malzemelerle birlikte 1'i
Suriyeli 6 kişi göz altına aldı! Hytham Qassab dahil 5 kişi Ahraruş Şam İslam Hareketi ( ŞİH)
adlı terör örgütüne yardımdan dolayı tutuklandı! Çok değil 17 Temmuz 2013'de tüm tutuklu
sanıklar tahliye edildi!
Çünkü Qassab, MİT'in devşirdiği uluslararası bir teröristti! Qassab ve elinde yakalana
kimyasallar adli laboratuvarlarda beyaz fosfor ve Sarin gazı yapımında kullanılan malzemeler
olduğu duruyor!
Ama dahi adaletimiz bunlar kimyasal silah değil demesine şaşırmadık!. Beyaz fosfor bir anda
anti-freeze, füze kalıpları serum oldu!- Qassab bile mahkemede bunlar birleşince kimyasal silah
olduğunu bilmiyorum dedi ama o mahkeme hayır bunlar anti-freeze dedi! Daha da vahimi anlı
şanlı, Makine Ve Kimya Endüstrisi Kurumu (MKE ) silah üretiminden anti-freeze üretimine
geçmişte haberimiz yoktu!
Üstelik 132 sayfalık iddianame deki tanelerde bu teröristlerin tape kayıtları ve MKE Bağlantıları
mevcuttu! Adana'da yakalanan uluslararası savaş tacirlerince "Züğürdün Atom Bombası, Sarin
Gazı" buharlaştı, masumane anti-freeze dönüştü! Qassab tahliye olmasından sadece 1 ay sonra
Suriye Guta'da ortaya çıktı! Üstelik Füze ile fırlatılan Sarin Gazı ile! BM Uluslararası
Araştırma Komisyonu 12 Aralık 2013'de Guta'da kullanılan Sarin gazının füze ile ateşlendiğini
açıkladı! Çoğunluğu çocuk ve sivil olmak üzere Esat askerleri dahil 1335 kişi öldü! 3600'ü
Aşkın yaralı ile sonuçlanan kimyasal felaket yaşandı! Suriye, Adana'da yakalanan kimyasal ile
Guta'da gerçekleşen katliam arasındaki bağın araştırılması için 17 Kasım 2013'de BM'ye
başvurdu! Suriye BM'den 5 ana başlıkta taleplerini sıraladı! Talepler bugüne Işık tutuyor!
BİR: Sarin Gazı dosyasının bir nüshasının Suriye'ye iletilmesi zorunlu kılınsın.
İKİ: Terörle ilgili soruşturmalar, Suriye ve uluslararası tarafları kapsayacak şekilde genişletilsin.
ÜÇ: İddianamede adı geçen Türk şirketlerine, son 3 yıl içinde söz konusu maddeleri kimlere
sattıkları sorulsun.
DÖRT: Bahsedilen kimyasallarla, Suriye'de kullanılan kimyasal silahların nitelik ve özellikleri
BM Komisyonu tarafından karşılaştırılsın.
BEŞ: Türk makamlarına, tutuklu sanıkların neden tahliye edildiği sorulsun.
Suriye'nin 3-4-5 numaralı talepleri özellikle OROKRATİK KLİK'in dengesini bozdu!
Çünkü suç üstü yakalandılar! iki yıl önce Esad'ı devirmek için Taşeron AŞİH aracılığıyla savaş
planlayanlar, bugün kendilerini kurtarmak için savaş çıkartanlardır! Guta'da ABD'ye rağmen
katliam yapan AŞİH Militanı Qassab, ABD tarafından bertaraf edildiğini söylememe gerek
yok! Suriye'de suç üstü yakalan OTOKRATİK KLİK, uluslararası Lahey şantajı altında ezildi
resmen! Bu Yüzden çıkış yolu aradılar! Üstelik Esad hala ayakta iken, 7 Haziran'da çok büyük
bir halk darbesi alan bu OTOKRATİK KLİK, çözümsüz kaldı! İmdada Fidan
yetişti! Düşünsenize PYD desteklediniz, IŞİD'e karşı Esat ile hareket etti! ÖSO'yu desteklediniz
adamlar Baasçı çıktı, kontrolünüze girmedi! IŞİD'i desteklediniz konsolosluğumuzu bastı,
karizmanızı çizdi, rehineleri takas ederek, Türkmenleri desteklediniz El Nusra yok etti! El
Nusra'yı desteklediniz adamlar açıktan Türkiye'ye bir hafta önce Fidan'ın 30. Tümenini bertaraf
etti! Esat'la mücadele unutuldu, PYD ve PKK ile mücadele başladı! Korkarım OTOKRATİK
KLİK "Kardeşim Esat, beni paralelciler kandırdı" diyecek. AŞİH'i sen besle, silah ver,
Kırşehir'de eğit donat, Konya'dan Tırlarla silah gönder onlarda yakında seninle
savaşacak! Fidan'ın ve Stajyer Başbakanın stratejik derinliği Suriye'de resmen kayıp oldu!
Üstüne Lahey biletini aldılar! Suruç ile başlayan provakasyonun Kandil ile devam etmesi
böylesine bir stratejik iflasın ürünüdür!
Kandil'in bombalanmasına sevinenler, sizin milliyetçi duygularınızı sömürerek kendini kurtarmak
istiyor! Anlamsız Kandil saldırısı bitecek, ya sonra! Çünkü bir operasyon düşünün, plansız ve
stratejisiz olsun! Kandil işte öyle bir operasyondu! Lahey'den korkanlar,1 Mart 2003'de bir
İncirlik'i ABD'ye çok görmüşlerdi. Şimdi tüm hava üstlerini ABD'ye açtılar!
Diyarbakır'dan havalanan US Force jetleri IŞİD'i bombaladı, Esad'ı devirip Ortadoğu Sultanlığı
hayali kuranlar, Lahey korkusundan ülkenin tüm askeri üstlerini ABD'ye meclis kararı olmadan
açtılar! Şimdi ne olacak? Taviz, tavizi doğuracak. Suriye'de Güvenli koridoru TSK'ya
kurduracak, IRAK petrolünü kendi taşıyacaklar! Erdoğan, son bir hamle ile Çin ile ilişki kursa
da, Çin'e verilecek 20 milyar Dolarlık nükleer ihale, ABD tarafından ret edilecektir! Sahi
Suriye'nin BM'ye kimyasal başvurusu ne olacak? Esad, Güvenlik koridorunu kabul ettiği gün
sonuçlanacak! En çokta kimyasal silah sağlayan Türk Şirketleri sorusu merak uyandırıyor!
Şimdiden AKP bağlantısının seslerini duyuyorum!
Suriye İç Savaşı'ndan sonra kurulan bu şirketlerin hortumları KAÇ-AK mı yakında
öğreneceksiniz ama biliniz ki Uluslararası Suç işlediler.
Kim bilir Adana'daki Sarin Gazı davası, siyasal nedenden değil de, uçu "Bıbacığıma"
dokunduğundan kapatılmış olabilir mi? Ne dersiniz? 75
Şimdi anladınız mı, AŞİH içinde ki El Nusra, MİT'çi ve Türkmenlerden oluşan 30. Tümen'e
ABD destekli neden bir darbe yapılmıştı? Türkiye’nin mükemmel kredisini tüketenlerin milli bir
devlet politikası yoktu ve yeni bir Türkiye kurmadıkları çok açıktı.

Müslümanlara kurulan büyük kumpas, IŞİD ile patlayacaktır. Türkiye müslümanları eğer
kendilerine gelmezse, elbet bu zulüm Gayretullah’a dokunur ve Allah özlerine dönmeleri için
gereken bela ve musibetleri verecektir. Gülen Hocaefendi’nin sağlam ve mert duruşu, bu nedenle
çok değerlidir ve Türk Müslümanlarının şerefini, itibarını kurtarıyor. Gülen Hocaefendi’nin
Gayretullah’a dokunmasın çırpınışı, tüm Müslümanların bel bağladığı Türklerden umudunu
kesmesini engelliyor. Sabredelim. Üstad Said Nursi, Türklerin özlerine döneceğini ve kahraman
Türk ordusunun ahirzamanda İslam’a tekrar hizmet edeceğini haber vermişti. patlayacaktır.
Türkiye müslümanları eğer kendilerine gelmezse, elbet bu zulüm Gayretullah’a dokunur ve
Allah özlerine dönmeleri için gereken bela ve musibetleri verecektir. Gülen Hocaefendi’nin
sağlam ve mert duruşu, bu nedenle çok değerlidir ve Türk Müslümanlarının şerefini, itibarını
kurtarıyor. Gülen Hocaefendi’nin Gayretullah’a dokunmasın çırpınışı, tüm Müslümanların bel
bağladığı Türklerden umudunu kesmesini engelliyordu.

Üstad Said Nursi, Türklerin özlerine döneceğini ve kahraman Türk ordusunun ve ahirzamanda
İslam’a tekrar hizmet edeceğini eserlerinde haber vermişti.76 Hakiki imanı yenileme cabası
kıyamet kopana kadar devam edecek birinci vazifedir. “Nur şakirdleri bu vazifeyi tamamıyla
Risale-i Nur’da gördüklerinden, ikinci ve üçüncü vazifeler buna nisbeten ikinci ve üçüncü dere-
cedir diye, Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini haklı olarak bir nevi Mehdi telâkki ediyorlar.” 77.
Devamcısı olan Hizmet Hareketi ve lideri Gülen, bu nedenle önemlidir.

75
Gökhan Özbek. Kimyasal Oyunlar.
http://www.gokhanozbek.blogspot.com.tr (4 Ağustos 2015).

76
Said Nursi. Sikke-i Tasdik sh: 9
77
Said Nursi. Emirdağ Lâhikası-I sh: 266
On İkinci Bölüm

Selefi Sorununa Çözüm Yolları

Fethullah Gülen, ünlü The Wall Street Journal (WSJ) gazetesine yazdığı makalede,78 aşırılık ve
terörle mücadele konusunda uluslararası camiaya ve Müslümanlara önemli mesajlar verdi. İslam
adına işlenen terör eylemlerinin Müslümanları yabancılaştırdığı ve İslam aleyhine yanlış algıları
derinleştirdiği uyarısında bulunan Gülen, terörün dini olmadığını dile getirdi.

Fethullah Gülen Hocaefendi, İslam'ın lekelenen imajını düzeltmek için "Öncelikle, şiddeti
kınamalı ve mağduriyet psikolojisinin tuzağına düşmemeliyiz. Zulme uğratılmış olmak terörü
kınamamayı veya teröre tevessül etmeyi meşrulaştırmaz." tespitini yaptı. Teröristlerin İslam
adına ağır günahlar işlemekte olduğunu kaydeden Hocaefendi, bunun Kur'an-ı Kerim ve
Efendimizin (s.a.v)'in sünnetinde net bir şekilde görüldüğünü anlattı.

Terörün en büyük kurbanının Müslümanlar olduğunu vurgulayan Gülen, uluslararası camia ve


medyanın Müslümanları rencide etmesinin de terörle mücadeleye sekte vurduğunu kaydederek
şu tespiti dile getirdi: "Terörizm çok yönlü (buutlu) bir sorun olması hasebiyle çözüm adına
planların da siyasi, ekonomik, sosyal ve dini buudları ele alması zorunludur. Sorunu sadece dine
indirgeyen yaklaşımlar hem teröristlerin ağına düşme riski taşıyan gençlere hem de bütün
insanlığa haksızlık sayılır."

ZULÜM VE TERÖRLE MÜCADELE ETMEZSEK BİZ MÜSLÜMANLAR DA MESUL


OLURUZ

Fethullah Gülen Hocaefendi'nin WSJ için kaleme aldığı "Müslümanlar Aşırılık Kanseriyle
Mücadele Etmeli" başlıklı makalesinin tamamı şu şekilde:

"IŞİD olarak bilinen ve kendini İslam Devleti diye adlandıran grup, Ortadoğu'da katliam
yapmaya devam ederken, Müslümanlar olarak bize düşen IŞİD ve onu taklit eden benzeri terörist
grupların totaliter ideolojileriyle yüzleşmektir. İslam adına yapılan her terör eylemi
Müslümanları yaşadıkları toplumlarda yabancılaştırarak ve İslam aleyhine yanlış algıları
derinleştirerek tüm Müslümanları en derinden etkilemektedir.

Şiddete tevessül eden radikallerin zulümlerinden dolayı İslam dinini suçlamak insafla
bağdaşmaz. Fakat, teröristler Müslüman kimliğiyle ortaya çıktıkları için Müslümanlar bu
problemi inkar edemezler ve terör kanserinin toplumda yayılmasını engellemek için ellerinden
geleni yapmakla mükelleftirler. Eğer bunu yapmazsak dinimizin bozulan imajından bizler de
kısmen mesul oluruz.

78
Fethullah Gülen. “Muslims Must Combat the Extremist Cancer,” The Wall Street Journal. 27 A[ust 2015. Available
at
http://www.wsj.com/articles/muslims-must-combat-the-extremist-cancer-1440718377
Öncelikle, şiddeti kınamalı ve mağduriyet psikolojisinin tuzağına düşmemeliyiz. Zulme
uğratılmış olmak terörü kınamamayı veya teröre tevessül etmeyi meşrulaştırmaz. Teröristlerin
İslam adına ağır günahlar işlemekte olduğu sadece benim kanaatim değil. Kur'an-ı Kerim ve
Efendimiz'in (s.a.v) sünneti gibi temel kaynakların dürüstçe incelenmesi bu neticeyi net bir
şekilde ortaya koyar. Hayatını hadis, siyer ve tefsir yoluyla Kur'an'da ilahi maksatları anlamaya
adamış selef-i salihinin, ulemanın bizlere naklettiği Peygamberimiz'in (s.a.v) örnek hayatı ve
Kur'an'ın elmas düsturları teröristlerin yaptıklarını dinen tecviz adına ortaya attıkları iddiaları
çürütür.

İSLAM'IN DOĞRU ANLAŞILMASI İÇİN KENDİ SESİMİZİN DUYULMASINA


ÇALIŞMALIYIZ

İkinci bir husus ise, İslam'ın bütüncül bir şekilde anlaşılması teşvik edilmelidir; çünkü dinin
müntesiplerinin kültürel farklılıklarını yaşamalarında gösterdiği hoşgörü bazen dini temel
değerler aleyhine suistimal edilebilir. Halbuki İslam'ın temel değerleri kişilerin yorumuna
bırakılmamış, naslarla tespit edilmiştir. Kur'an-ı Kerim'de tek bir masumun öldürülmesini bütün
insanlığı öldürmeye denk tutan ayet misal olarak verilebilir. (Kur'an-ı Kerim 5:32). Efendimiz
(s.a.v) savunma maksatlı meşru bir savaşta dahi savaşcı olmayan insanlara, bilhassa kadınlar,
çocuklar ve din adamlarına karşı şiddeti kesin bir dille yasaklamıştır.

Müslümanlar olarak bizler dünyanın her yanında barış arayan insanlarla dayanışma göstererek bu
değerleri temsil etmek mecburiyetindeyiz. İnsan psikolojisinin doğası ve habercilik dünyasının
dinamikleri göz önüne alındığında, asıl duyulması gereken sağduyulu seslerden daha ziyade
radikallerin manşetlere mevzu olması kaçınılmazdır . Fakat bizler medyayı suçlamak yerine,
kendi sesimizin duyulmasını sağlamak için yeni yollar aramalıyız.

HAYAT, İZZET VE HÜRRİYET, İSLAM'IN TEMEL DEĞERLERİNDENDİR

Üçüncü olarak Müslümanlar insan hayatı, izzeti ve hürriyeti gibi değerleri daha bir gür sesle
müdafaa etmelidir. Bunlar aynı zamanda temel İslami değerlerdir ve hiçbir liderin, dini olsun
siyasi olsun, bunları insanların elinden almaya hakkı yoktur. Dinimizin ruhuna sadakat aynı
zamanda kültürel, sosyal, dini ve siyasi çeşitliliğe de saygılı olmayı gerektirir. Cenab-ı Hak
Kur'an-ı Kerim'de birbirini tanımayı insanları farklı yaratışının hikmeti olarak sunmuş (49:13) ve
bütün insanları kerim yarattığını beyan buyurmuştur (17:70).

DEMOKRATİK DEĞERLER OKUL MÜFREDATLARINA EKLENMELİ

Dördüncüsü, Müslümanlar müspet ve insani bilimler, sanatla birlikte her canlıya saygının da
içinde mezcedildiği eğitim imkânlarını toplumlarının her ferdine sunmalıdır. Müslüman
toplulukların devletleri, demokratik değerleri okul müfredatlarına işlemelidir. Sivil toplumun da
karşılıklı saygı ve hoşgörüyü yaygınlaştırmada önemli bir rolü vardır. Hizmet camiasının
fertlerinin 150'den fazla ülkede bini aşkın eğitim müesseseleri ve diyalog merkezleri kurmasının
arkasında bu saik vardır.

Beşinci olarak, Müslümanların sağlıklı dini eğitim hürriyetlerinin temini de radikallerin aşırı
ideolojilerini yaymalarının önünde kritik bir set olabilir. Müslüman toplumların birçoğunda
olduğu gibi dini hürriyetler kısıtlandığı zaman, din kıyıda köşede ehliyetsiz ve radikal kimselerin
yorumuna bırakılmış olur.

KADINLARIN TOPLUMDAKİ ROLÜ ÖNEMLİ

Son olarak Müslümanlar kadın ve erkek haklarının eşit olmasının savunucusu olmalıdır.
Kadınlara toplumda almak istedikleri her türlü rol için fırsat verilmeli ve eşitliklerini inkar eden
sosyal baskılardan korunmalıdırlar. Efendimizin (s.a.v) zevce-i pakleri Hz. Aişe (ra) bu mevzuda
güzel bir misaldir ki kendileri hem bir alime, öğretici ve toplum önderi rollerini oynamıştır.

TERÖRİZMİN EN BÜYÜK KURBANI İSLAM VE MÜSLÜMANLAR

Terörizm çok yönlü (buutlu) bir sorun olması hasebiyle çözüm adına planların da siyasi,
ekonomik, sosyal ve dini buudları ele alması zorunludur. Sorunu sadece dine indirgeyen
yaklaşımlar hem teröristlerin ağına düşme riski taşıyan gençlere hem de bütün insanlığa haksızlık
sayılır. Uluslararası camia, terörizmin birinci planda kurbanlarının hem gerçekten hem de
sembolik olarak Müslümanlar olduğunu ve Müslümanların teröristleri dışlayarak eleman
toplamalarının önüne geçebileceklerini idrak etmelidir. Dolayısıyla devletler Müslüman
vatandaşları rencide edebilecek beyan ve hareketlerden sakınmalıdır.

Şiddette tevessül eden aşırılığın, terörizmin dini yoktur. Her devirde dini kaynakları suistimal
eden insanlar olmuş ve olacaktır. Ancak nasıl ki Hıristiyanların çoğu Kur'an yakılmasını veya Ku
Klux Klan'ın eylemlerini desteklemiyorsa ve Budistler Rohingya Müslümanlarına karşı
zulümleri onaylamıyorsa, Müslümanların kahir ekseriyeti de şiddeti tasdik etmiyor.

Müslümanların tarih boyunca medeniyetin ilerlemesinde büyük katkıları olmuştur. Bizim en


büyük katkımız karşılıklı saygı, hürriyet ve adaleti kucakladığımız dönemlerde olmuştur.
İslam'ın lekelenen imajını düzeltmek çok zor olabilir, ancak Müslümanlar bulundukları
toplumlarda barış ve huzurun timsali olabilirler." 79

79
Orhan Akkurt. “Gülen, Wall Street Journal'a yazdı: Müslümanlar, aşırılık kanseriyle mücadele etmeli,” Cihan
Haber Ajansı.
http://www.cihan.com.tr/tr/gulen-wall-street-journala-yazdi-muslumanlar-asirilik-kanseriyle-mucadele-etmeli-
1873024.htm

You might also like