You are on page 1of 7

M E D R E S E - T E K K E İLİŞKİSİ V E TOPLUM

HAYATINA ETKİSİ

Doç. Dr. Mehmet BAYRAKDAR

(A. Ü. İlahiyat Fakültesi)


V

K onumuz, ne medresenin, ne de tek­


kenin ayrı birer kurum olarak tek
başına toplum hayatına etkisini, oynadığı
e s s e s e l e r arasındaki başka mimarî benzer­
likler ileri sürerek, onlardan, özellikle de
Hıristiyanlıktan alınma olduğu şeklindeki
son derece faydah ve ö n e m l i rolü, İslam asılsız iddialarının tenkidine burada o'nv.ck-
kültürünün g e l i ş m e s i n e ve z e n g i n l e ş m e s i ­ sizin, hiç ş ü p h e s i z diyebiliriz ki, her iki
ne olan, e ğ i t i m d e n ekonomiye ve ruh s a ğ ­ m ü e s s e s e varoluşunu Hz. Peygamber'in
lığına kadarki insan faaliyetlerinin çeşitli s a ğ l ı ğ ı n d a tesis ettiği iki m ü e s s e s e d e n
sahasındaki katkısını ele almak o l m a y ı p ; almaktadır. Medrese, Bedr gazvesinden
ancak bu iki kurumun ç e ş i t l i devirlerde sonra, okuma ve yazma bilmeyen Müslü­
kendi aralarındaki karşılıklı ilişkilerin tabi­ manlar için açılan mektebe dayjr.i;
atına, bunların toplum hayatına y a n s ı m a ­ tekke A s h â b us-Suffâ veya Ehl us-Suffâ
sına ve bu y a n s ı m a n ı n toplum hayatında denen g e l e n e ğ e dayanmaktadır. Belki her
meydana getirdiği m ü s b e t ya da ınenfî et­ iki m ü e s s e s e de, tarih içinde g e l i ş m e ge­
kilerine kısaca bir g ö z atmak olacaktır. çirirken, zaman zaman, İslam'ın yayıldığı
Bilindiği gibi, özellikle menfî mânâda ç e ş i t l i b ö l g e l e r d e bulunan yabancı m ü e s ­
bir medrese - tekke ilişkisinden bahsedilin­ seselerin mimarî tarzlarından sonradan
ce ilk akla gelen ş e y , Osmanlılarda, özel­ bir ö l ç ü d e etkilenmiş olabilir; bu ise. ta­
likle b a ş k e n t İstanbul'da XVII. yüzyılda or­ mamen başka bir şeydir.
taya çıkan ve bir türlü sonu gelmeyen med­ Bir yüksek öğretim m ü e s s e s e s i ola­
reselilerle tekkeliler arasındaki kavgalar rak medrese ve tasavvuf veya sûfiyya de­
ve ç e k i ş m e l e r d i r . Fakat sebeb, gaye ve ta­ nen derûnî bir ilmin özel olarak tahsil ve
biatları az ç o k farklı olarak bu tür menfî bir bakıma da icra edildiği bir m ü e s s e s »
veya m ü s b e t mânâdaki medrese - tekke, olarak tekkenin ortaya çıkışı, H. U/M. VIII.
başka bir ifadeyle, ulema - mutasavvıf iliş­ yüzyılın ortalarına doğrudur. Bugüne kadar
kisinin kökleri ç o k daha eskilere uzandığı bildiklerimize göre, Emevî halifelerinden
ve bu ilişkinin tabiatı, medrese ve tekkenin Velid ibn Abdülmelik'in 707 yılında Şam'­
tarihî g e l i ş i m l e r i n e bağlı olduğu için, me­ da inşa ettirdiği bir Tıb medresesi ve ona
seleyi İslam medeniyetinde bu iki m ü e s s e ­ bağlı bir hastahane medresenin ilk örne­
senin ortaya çıkışıyla ve geçirdikleri tari­ ğini teşkil ettiği gibi (1), kendisine ilk de­
hî d e ğ i ş i m s ü r e c i n e paralel olarak ele al- fa Sûfî lakabı verilen Ebû Hâşim Osma.ı
P 8k gerekir.
İslam'da medrese ve tekke gibi iki (1) Bayrakdar [M.) : İslâm'da Bilim va Teknolcjl
önemli m ü e s s e s e n i n , özellikle oriyantalist- Tarihli, Diyanet Vakfı Yayınları, No. 30, Ankara.
lerin yabancı medeniyetlerdeki benzer mü- 1985. 8. 16

191
fbn Şerik el-Kûfî (öl. 776)'in yine Şam'da, Ebû Haşim'e rastlar ve ona kendinin ve mürid-
lerinin toplanabilecekleri bir yerleri olup ol­
Ramla denilen yerde kurduğu bir zâviye de
madığını sorar. Ebû Hâşim'in menfi cevabına
tekkenin ilk örneğini teşkil etmektedir (2). karşılık, hükümdar onlara bir bina yaptıracağım
Bundan sonra medrese ve tekke (3), birin­ söyler. Bu rivayetle Lâmiî, ilk zaviyenin nasıl
cisi ikincisine nazaran daha hızlı olmak kurulduğunu anlatmak istemektedir. Buna da­
özere sayıca artarak diğer yerlere yayılır. yanan bazı araştırıcılar da, mutasavvıfları za­
viye gibi müesseselerinin, Yahudi ve Hıristiyan
H. IV/M. X. yüzyılın sonlarına kadar
mistiklerinin manastırlarından etkilenerek vücud
açılan tüm medrese ve tekkeler için şu buldukları olasılıkları üzerinde dururlar. Bkz.,
önemli noktalara burada İşaret etmek ge­ Ocak (A. Y.) : Zaviyeler, Vakıflar Dergisi, sayı
rekir. Bütün medrese ve tekkeler, velevki XII, s. 247. Halbuki, bir sivil zâviye niteliğinde
bir devlet başkanı, bir vezir veya bir zen­ olmasa bile, o günlerde bir sınır boyu olan
Abadan'da daha önce bir ribat inşa edildiği ve
gin tarafından da açılsalar, devlete bağlı
bu ribatta sınır boylarını bekleyen mutasavvıf­
olmayan tam manasıyla özerk müessese­ ların toplandıkları ve İbrahim Ethem'den, Hasan
lerdi; resmî değillerdi. Bütün medreseler, el-Basrî'den, Şakîk'ten Hallâç'a kadar bir çok
gerek programları, gerek gayeleri ve gerek­ ilk mutasavvıfın aynı zamanda asker ve militan
s e fonksiyonları itibariyls bugünkü fen fa­ kimseler olduğu bilinmektedir, işte bunun için
dir ki, haklı olarak L. Massignon, Abadan Ri-
külte ve üniversitelerine benzerlerdi, içle­
bat'ının Ebû el-Hâşim zâviyesine örnek teşkil
rinde dîni ilimler okutulmazdı ve ulema ettiğini söylemektedir. Bkz., Massignon (L.) :
denen din adamı yetiştirmezlerdi. Tekke­ Essai sur les Origines du Lexique Tecnigve dela
lerde İse, her devirde olduğu gibi, bu de­ Mystique Musulmane, Etudes Musulmanes, s .
virde de tasavvuf ilmî tahsil edilirdi. Do­ No : II, J . Vrin, Paris, 1968, s . 234
(3) Tarih boyunca medrese için tek bir kelime kul­
layısıyla bu son noktadan şu netice çıkar
lanıldığı halde, tekke için, zaman ve mekana
ki, mutasavvıf denen zümre tekke gibi bir göre değişen çeşitli isimler kullanılmıştır. Tek­
müesseseye daha M. VIII. yüzyıldan itiba­ ke kelimesine daha çok XIV. yüzyıldan sonra
ren sahipken, ulema henüz bir müessese­ rastlanmaktadır. Daha önceleri ribat, zaviye,
ye sahib değildi, başka bir deyişle, ulema hângâh veya hânigâh, buk'a savmaa ve düvcy-
re kelimeleri kullanılıyordu. Daha sonraki yüz-
henüz medreseyi temsil etmiyordu, ki bu
yıllarda.yani XV. yüzyıldan itibaren bunlara tek
durum M. X, yüzyılın sonlarına kadar sü­ ke, imaret, âsitâne ve dergâh kelimeleri de ek­
recektir. Fakat bu, bu devirlerde ulema lenmiş ve müessese daha çok bu son isimlerle
zümresinin yokluğu anlamını taşımaz. özellikle de tekke ismiyle ifade edilir olmuş­
Bilindiği gibi, daha Peygamberimizin tur. Hatta meşhur seyyah İbn Zübeyr'in bil­
dirdiğine göre, XII ve XIII. yüzyıllarda Mısır
kendi devrinde Ashâb'dan okuma yazması
ve Suriye'deki bazı tekkelere medrese adının
olan ve dinî sahada söz sahibi k'şilerin bile verildiği olmuştur. Bkz., İbn Zübeyr : Rıh-
çoğunluğu bugün din ilimleri denen tefsir, le, De Goeje neşri, Leiden, 1907, 2. baskı,
hadis ve fıkıhın ilk meseleleriyle uğraşır­ s. 245
larken, Tamîm ed-Dârî, Ebû Zerr el-Ğifarî
(4) Ulema kendi ilim geleneklerini Ashâb'ın ileri
(öl. 652), Ebû'l-Dardâ, Huzayfa (öl. 657) ve
gele.nleriyle başlattığı gibi, mutasavvıfların bil-
Imrân Huzâ'î gibi çok azı da zuhd ve tak­ zat kendileri ve tasavvuf tarihi üzerine araştır­
vada ileri gitmişlerdi. Birinciler adeta ule­ ma yapan bugünkü araştırıcılar da tasavvufu
maya örnek teşkil ederken, ikinciler de zühd ve takvada ileri giden Ashâbdan ve Ta
biundan kimselerle başlatırlar. Bu konuda bk::.,
mutasavvıflara örnek teşk'I etmişlerdir. (4).
Ebû Tâlib el-Mekkr : Kût el-Kulüb, Kahire, 1309,
Yukarda da belirtmeye çalıştığımız gibi,
s. 149; burada el-Mekkî şöyle der : «Bu ilim­
İkincileri takip eden mutasavvıflar, kısa de imâmımız Hasan el-Basrî'dir, Allah kendisin­
zamanda müesseseleşmeye başladıkları den razı olsun. Onun yolunu izler onu takib
halde, birincileri takip eden ulema uzun ederiz, nurumuzu onun ışığından alırız.» Ali el-
Hujvirî : Keşf ül-Mahcûb, ingilizce tere. R. A.
zaman ilmi birbirierinden aralarında üstad-
Nicholson, GMS. serisi. No : 17, London, 1911,
tilmiz şeklinde şahsen kurdukları bir irti­
s. 44; Şa'rânî : Levâkıh ül-Envâr, Kahire, tarih­
batla, hiç bir resmî müesseseye ihtiyaç siz, s . 21, Anawati (G. C.) et Gardet (L.) :
Mystique IWusulmane, Etudes iWusulmanes, S .
(2) Lâmiî Çelebi : Terceme-I Nefelıât ül-Üns, Is- No : Vli, J. Vrin, Paris. 2. baskı, 1968, s s . 24-26;
tanbul, 1279, s. 83. Lâmiî bu eserinde, Tere. s . Trimingham (J. S.) : Islam in the Sudan. Oxford
86. naklettiği bir rivayete göre, bölgenin Hıris­ University Press, 1946, s s . 187-188; Ibn Hal-
tiyan hükümdarı bir gün ormanda dolaşırken dûn : Mukaddime, Kahire, tarihsiz, s . 467

192
duymadan alıyorlardı. Çoğu zaman, bu s i s ­
raftarları kolayca sokaklara çıkamaz o l m u ş ­
tem eğitim ve öğretimde şahıs evleri ve
lardır. Hatta rivayet edildiğine g ö r e , Muhâ­
câmiler okul vazifesini görüyorlardı. Ule­
s i b î olaydan sonra hayatının sonuna kadar
ma henüz bu devirde, yani IVI. X. yüzyılın
gizlenmek zorunda kalmış ve öldüğü zaman
sonlarına kadarki devirde, henüz m e d r e s e
ö l ü s ü n e cenazesini ancak götürebilecek
gib' çok önemli bir m ü e s s e s e y e sahip ol­
dört kişi g e l e b i l m i ş t i r (5). Bu tür olayla­
mamasına rağmen, sayıca ç o k oldukları gi­
rın daha şiddetli ve canlı bir misalini de.
bi, gerek devlet nezdinde ve gerekse halk
tarihte Gulâm ül-Halil Mihnesi adıyla bili­
nezdinde büyük bir nüfuza sahip ve din
nen ve M. 875 yılında vuku bulan bir b a ş ­
işleri başta olmak ü z e r e devletle halk
ka olay t e ş k i l eder. Hanbeli mezhebinden,
arasındaki hemen bütün işleri onlar yürü­
fakîh ve v â i z olan Gulâm ül-HaliI, mutasav­
tüyordu. Buna karşılık, sûfîler veya muta­
vıfların sapık ve dinsiz olduklarını s ö y l e y e ­
savvıflar, daha erken devirden itibaren
rek halkı aleyhlerine ayaklandırmakla kal­
tekke gibi önemli bir m ü e s s e s e y e sahip
mayarak, aynı şeyleri devrin Abbasi hali­
olmalarına rağmen, s a y ı c a az, tuttukları ta­
fesi el- Muvaffak'a da s ö y l e y e r e k aleyhle­
savvuf yolu k i ş i s e l bir hareketten ö t e y e
rine tahrike muvaffak olmuştur. Halife Bağ-
geçemiyordu ve bundan dolayı da ne halk dad'da y e t m i ş i aşkın bir grup mutasavvıfı
ne de idareciler yanında pek fazla itibar­ h a p s e t t i r m i ş ve i ş k e n c e yaptırmıştır. Da­
ları yoktu. ha sonra, Bağdat kadısının haklarında ha­
Genel durum bu olunca, ulema ile mu­ lifeye verdiği bir olumlu rapordan dolayı
tasavvıflar arasında m ü s b e t m â n â d a b'r mutasavvıflar hapisten ve i ş k e n c e d e n kur­
ilişkiden b a h s e d i l e m e y e c e ğ i kendiliğinden tulabilmişlerdir (6).
ortaya çıkmaktadır. Nitekim de, gerek Ehl-i
H. i V / M . X. yüzyılın sonları, medrese
Sünnet'in ve gerekse Ehl-i Şia'nın erken
ve tekke tarihi açısından yeni bir d ö n e ­
devir uleması birlikte, tasavvufun bi'dat ol­
min b a ş l a n g ı c ı olduğu gibi, bunlar arasın­
duğunu, mutasavvıfların da zındık o l d u ğ u ­
daki ilişkinin tabiatının da yenilenme ve
nu söylemeleriyle g e r ç e k t e n aralarında bir
d e ğ i ş m e y e yüz tuttuğu bir dönemdir. Bi­
tartışma ortaya çıkmıştır. Tasavvufun, İsla-
lindiği gibi, Fâtimiler kendi akide ve inanç­
mî olup olmadığı hakkındaki bu t a r t ı ş m a ,
ları olan Şiiliği yayabilmek için, din ilimle­
ki halen günümüzde de devam etmekte­
rinin akademik seviyede tahsili ve incelen­
dir, ulema ile mutasavvıflar arasındaki iliş­
mesi ve bunların devlet eliyle yürütülmesi
kinin ilk devir için hem sebebi, hem de
ihtiyacını hissedince, o gün başkentleri olan
tabiatı olmuştur. Zaman zaman k i ş i s e l tar­
Kahire'de M . 969 yılında, bugünkü Ezher
tışma sınırlarını aşarak, bu mesele toplu­
Üniversite'nin temelini teşkil eden, o
ma yansımış ve huzursuzluk kaynağı o l m u ş ­
g ü n d e n beri aynı adı t a ş ı y a n el-Ezher Med-
tur.
resesi'ni açarlar. İslam'da, devletin i!k res­
Ulema fetvalarıyla yaratılan Hallâc-ı mi statülü ve ilk din ve sosyal ilimler yük­
Mansûr olayı gibi bazı özel olayları bir ke­ sek kurumu olan bu medreseyle, ulema s ı ­
nara bırakarak, bu konuda daha ç o k top­ nıfı artık medreseyi temsil etmeye başla­
lumsallık kazanmış bir kaç olayı misal ka­ mıştır. Burada ş u noktaya i ş a r e t etmek
bilinden burada zikretmek istiyoruz. yerinde olacaktır ki, Fâtimilerin hakimiyeti
Bilindiği gibi, İslam u l e m a s ı arasında boyunca Ezher tvledresesi'nde tasavvuf oku-
tasavvuf ve mutasavvıflara en çok tenkid tulmamtştır ve mutasavvıflar öğretim kad­
ve suçlamada bulunanlar Hanbelilerdir. rosunda yer almamıştır. Bu durum, genel­
Naslarin zahiri mânâlarına ö n e m veren de Şii ulemanın tasavvufa karşı tâ b a ş t a n
Hanbelî mezhebinin kurucusu Ahmed ibn beri takındıkları menfî tutumlarıyla açıkla-
Hanbel (öl. 855), zamanının m e ş h u r muta­
savvıfı Hâris el-Muhâsibî (781 - 857) nin
(5) Ateş (S.) : İslâm Tasavvufu. Pars Matbaası.
Haslardan t e v i l yoluyla ortaya attığı tasav­ Ankara, 1967. s . 53; Arberry (A.J.) : Mysti­
vuf! düşüncelerini reddetmekle kalmayarak, cism, the Cambridge History of Islam.c. 2, 1970
halkı her fırsatta aleyhine kışkırtmaktan s s . 608-609
çekinmemiştir. Korkudan Muhâsibî v e ta­ (6) Ateş (S.) : islâm Tasavvufu, Pars Matbaası,
Ankara, 1967, s . 53

193
nabllir. Tabî, durum Mısır'm Memluklula- belerinden Ibn ül-Kayyim el-Cevzî (8) gibi
nn eUne geçmesiyle değişecektir. Hanbell uleması eski tartışmaları canlan­
Ne zamanki. Büyük Selçuklu veziri, dırmak istemişlerse de, uzun bir süre, yanî
büyük siyaset ve devlet adamı Nizâm ül- XVII. yüzyıla kadar, ulema ve mutasavvıfla­
MOlk. aynı amaçlara yönelik, yani din ilim­ rın ekseriyeti arasında toplumda huzur v e
lerinin akademik tahsili ve Sünnî akidenin sükûneti canlı tutmaya yarayan bir birlik
daha İyi savunulabilmesi gayesiyle, Bağdad' meydana gelmişti. Ayrıca, devlet adamia
da M. 1067 yılında kendi adıyla meşhur
olacak medreseyi açınca, önemli olay, bu (7) Arberry (A. J.) : Sufism, An Account of th«
sefer ulemayla birlikte medreseye tasav­ Mystics of İslam, Etiıical and Religious Clas-
vuf dersleri ve gerek idareci personel, ge­ sics of East and West, George Allen and Un-
rekse öğretim elemanı olarak mutasavvıfla­ wln Ltd.. London, second Impession, igsg
8. 86
rın da girmesidir. Mesela, Imâm-ı Gazâlî'
nin kardeşi meşhur mutasavvıf Ahmed el- (8) Nasıl Gazâlî'nin filozoflardan bazılarını bazı
Gazâlî öğretim üyesi, diğer bir meşhur mu­ görüşleri için tenkidleri kendinden sonra yanlış
yorumlanarak sanki onun felsefeyi tamamen
tasavvıf Ebû Necîb el-Suhreverdî (öl. 1168)
reddettiği şeklinde bir sonuç çıkartılmışsa, ibn
rektör olarak sözkonusu medresede vazife Teymiye'nin de başta Hallaç, Ibn el-Arabi. İbn
yapmışlardır (7). Şüphesiz bunda, medre­ el-Fâriz, Sadreddin Konevî ve Tilimsânî gibi mu­
senin yapımında bazı mutasavvıfların mad­ tasavvıfları İttihad, ittisal ve Vahdet ül-Vücûd
dî ve manevî katkıları rol oynamışsa da. gibi bazı fikirlerini İslamiyete aykırı bulması
Nizâm ül-!\/Iülk'ön kendisinin sûfî meşreb- ve sonuncu mutasavvıfı bazı taşkın yaşantı­
sından dolayı fâcir kabul etmesinden de, onun
liğinin ve siyasette ileri görüşlülüğünün
tamamen tasavvuf aleytarı bir kimse olarak
hasseten rol oynadığı kesindir; zira o za­ gösterilmiştir. Halbuki bu doğru değildir. Çün­
manlar artık mutasavvıflar dikkate değer kü, Ibn Teymiye kendisi Kâdiri olduğu gibi, Şeyh
ve yönlendirilmesi gereken bir zümre ve Abdülkâdir Geylânî'nin Futûh üi-Ğayb adlı ese­
güç haline gelmişlerdi. rine bir şerh yazmakla tasavvuf üzerine eser
yazmıştır. Diğer taraftan iyi bilmekteyiz ki, ibn
Böylece özellikle Nizamiye Medrese- Teymiye mutasavvıfları kendisi üç sınıfa ayı­
siyle birlikte hem ulema hem de mutasav­ rarak değerlendirmektedir. FuzayI İbn lyâd. ib­
rahim b. Edhem, Şakîk el-Belhî, Ma'rûf el-KerhI
vıf medresede beraberce temsil ediliyordu.
ve Sarî ei-Sakat gibi daha bir çok erken devir
Bu durum bir ölçüde iki zümre arasındaki
mutasavvıfını birinci sınıftan sayarak bunların
daha önceki menfî ilişkiyi yumuşatmıştı. gerek düşüncelerinde ve gerek yaşantılarında
Fakat daha esaslı ve hızlı bir yumuşama, İslamiyet'e aykırı hiç bir şey bulmayarak, on­
aynı medresede bir zamanlar kelâm mü­ ları Kitâb ve Sünnet'in Şeyhleri diyerek hatta
derrisliği yapan ve fakat daha sonra za­ över. İkinci sınıfa, Ebû Yazîd el-Bestâmî, Ebû
el-Hüseyin el-Nûrî ve Ebû Bekr el-Şitili gibi mu.
hirî ilimlerle yetinmeyerek tasavvufa mey­
tasawiflari dahil ederek, her ne kadar onların
leden Imâm-ı Gazâlî (1058- l l l l j ile başla­ bazı düşünce ve davranışlarmın hata); olduğunu
yacaktır. Bilindiği gibi, Gazâlî, henüz genç söylüyorsa da, onlar bunları vecd halinde işle-
yaşta ilmî şöhretin zirvesinde ermiş bir ule­ miş olduklarına dikkat çekerek kınamaz, mazur
ma idi. Böyle bir ulemanın birdenbire, kal­ görür. Üçüncü sınıha, yukarda isimlerini saydığı-
bine arız olan bir şüpheden dolayı tasavvu­ mız Vahdet ül-Vucûdcu mutasavvıfları ele alır
ve onlarm hangi görüşlerinin İslamiyet'e aykırı
fa yönelmesi ve kurtuluşu onda bulması,
olduğunu göstererek reddeder. Sanırız şu sözleri
tasavvufun İslam âleminde, özellikle de ule­ İbn Teymiye'nin tasavvufa karşı tutumunu bize
ma arasında haklılık ve geçerlilik kazan­ en iyi şekilde yansıtmaktadır : «Bazıları, ne­
masına vesile oldu. Kendisinden sonra ge­ nin doğru nenin yanlış olduğuna bakmaksızın
len bir çok ünlü kimseler onun yolunu iz­ tasavvufun her şeyini kabul eder; bazıları da
aksine doğrusuna ve yanlışına bakmaksızın ta­
leyerek şahıslarında hem ulemalık hem de
mamen tasavvufu reddeder, bazı kelâm ve fı-
mutasawiflik vasıflarını beraberce temsil kıhçıların yaptıkları gibi. Tasavvuf veya benzeri
etmeye başladılar. Bunun neticesinde, if­ şeye olan doğru tutum, Kur'ân ve Sünnet'e uy­
rat Ve tefrite kaçan ulema ile mutasavvıf­ gun olanı kabul etmek, uygun olmayan şeyi
lar arasında fiiliyata dönüşmeyen karşılıklı reddetmektir.» Bkz., Ibn Teymiye : Macmu'a
suçlamalar bu devirde de devam etmişse Fetavâ Şeyh il-lslâm Ibn Teymiye, derleyen Ab­
durrahman el-Âsimî ve Muhammed Riyaz s ,
de ve zaman zaman Ibn Teymiye ve tale­
X, 8. 82

194
rıyla idarecilerin bu dengeyi ve birliği ko­
selerin de bulunduğu bir vâiz sınıfı, çok
rumak için ayrıca ö z e n g ö s t e r d i k l e r i n e de
daha ileri giderek, mutasavvıfları tekfir et­
işaret etmek yerinde olacaktır. Özellikle
m i ş l e r ; bununla da kalmayarak, İstanbul'da,
Osmanlı idarecileri bu konuya tâ devletin
ö z e l l i k l e Mevlevi ve Halvetî tekkelerini
kuruluş yıllarından beri ö n e m v e r m i ş l e r d i r .
basmaya, sokaklarda rasladıkları mutasav­
IVlesela Osman Bey. bu denge siyasetini, vıf ve d e r v i ş l e r e saldırmaya başlarlar. Dev­
ulemayı temsil eden Dursun Fakîh ile mu­ rin Vezir-i Azamı Melek Ahmed Paşa'nın
tasavvıfları temsil eden Edebâlî'yi bera­ durumu yatıştırmada aciz kalması, veya
berce yanında bulundurması ve her ikisi­ vaizler lehine fırsat s a ğ l a m a s ı üzerine Ka­
ne de e ş i t ç e hürmet etmesiyle s a ğ l a m ı ş ­ dı-Zâdeliler şiddetlerini bir kat daha artı­
tır. Aynı siyaseti oğulları da sürdürmüştür. rırlar Ve bu arada hatta devlet işlerine bile
Orhan Gazi. Osmanlıların ilk medresesi du­ m ü d a h a l e etmeye başlarlar. Durum bütün
rumunda olan İznik M e d r e s e s i n i n rsktörlü- ş i d d e t i y l e . Köprülü Mehmed Paşa'nın ve­
ğönû devrinin ünlü mutasavvıfı Davûd el- zirliğinin ilk günlerinde de devam eder. Ka-
Kayserî (öl. 1350)'ye verirken, Alaeddin E s - dı-Zâdeiiler diğer tekkeleri de y a ğ m a et­
ved ve Taceddin Kurdî gibi ulemaya da meye, caddelerde d e r v i ş avcılığma çıkma­
aynı medresede ö n e m l i mevkiler v e r m i ş t i r . ya, yakaladıklarını imân tazelemeye davet
Bu adet ve siyaset kendilerinden sonraki edip, kabul etmeyenleri ö l d ü r m e y e ve bu
Sultanlar tarafından da devam ettirilmiştir. arada camilerde makamla Ezan ve Nât-ı
Ulemanın ç o ğ u da iki yönlüydü; mesela Şerif okumayı yasaklamaya başlıyorlar. Bu
bu sempozyumun adına düzenlendiği Hacı durum adeta İstanbul halkını ikiye b ö l m ü ş ,
Bsyram-ı Velî Hazretleri hem m u t a s a v v ı t dirlik ve düzen kalmamı^itı. Hatta bu vâiz
hem de müderris idi. grupları, toplu isyan maksadıyla Sultaft
XVI. yüzyıldan itibaren özellikle O s ­ Meiinıed Camii gibi camilerde taraftarları­
manlı'larda Mehmet Birgivî (1523- 1573) nı ve halkı toplanmaya davet etmişlerdir.
nin çabalarıyla, tasavvuf ve mutasavvıflar Nihayet, işin çığırından çıkmakta olduğunu
aleyhine eskiden beri yapıla gelen tenkid- anlayan Köprülü, Padişah'm da izniyle, du­
ruma son vermek için, Üstüvânî Mehmed
ler. devrin genel dinî ve sosyal yapısının
Efendi ve Türk Ahmed, Divâne Mustat.
ia tesiriyle yeniden canlandırılır. Büyük öl­
gibi d i ğ e r elebaşıları 1656 senesinde Kıb-
çüde İbn Teymiye (öl. 1328) ve onun tale­
r\s'a s ü r g ü n e g ö n d e r m e k zorunda r c l m ı ş -
besi İbn Kayyim el-Cevzî (öl. 1350)'nin et­
tır (10). B ö y l e c e XVll. yüzyılda başlayan DU
kisinde kalan Birgivî (9), bir ara Bayramiye
medrese-tekke kavgası, zaten duraklama­
tarikatına da intisab etmesine r a ğ m e n ; se­
ya ve gerilemeye başlayan Osmanlı Dev-
mâ, ittihat, ittisal ve rabıta gibi ş e y l e r i n
fetini menfî y ö n d e n etkileyerek, daha son­
bidat olduğunu s ö y l e y e r e k , şeriatın e s a s ,
raki yüzyıllarda da zaman zaman devam
*asawufun ise İslâmî olmadığını belirtiyor­
edegelmiştir.
du. Birgivî'yi, talebelerinden bir ç o k vâiz
izlemeye başlar. O zamanlar Ayasofya C a ­
mii vâizi olan ve Küçük Kadı-Zâde diye
tanınan Balıkesirli Mehmed Efendi (1582- (9) Birgivi'nin kendisi Redd ül-Kabriye adlı eserinin
1635), Birgivî'den daha sert bir ş e k i l d e ta­ önsözünde, eserinin büyük bir kısmını ibn
Kayyim et-Cevzi'nin Igâsât ül-Lehvân fi Mesâid
savvuf Ve mutasavvıflar aleyhinde bulunur.
il-Şeytân adlı eserinden seçmelerin oluşturdu»
Eleştirilerine, devrin t a n ı n m ı ş mutasavvıfı ğunu bildirmektedir. Bkz., Birgivî : Risale Redd
Abdülmecid S i v â s î Efendi cevap verir. Fa­ il-Kabriye, Sül. Küt,, Esad Efendi, No : 3780.
kat bu tür münakaşalar henüz fiiliyata dö­ V. 46 b vd. İbn Teymiye'den el Cevzî vasıta-
sıyla etkilenmiş olacağı gibi, islam aleminde
nüşmez ve k i ş i s e l kalır.
çok iyi tanınan ibn Teymiye'yi, Birgivi'nin ta­
Fakat kısa bir zaman sonra, Kadı-Zâ- nımamış olacacjı zaten düşünülemez. Kaldıkl,
de'nin yolundan giden, bundan dolayı da o zamanlar ibn Teymiye'nin kendi eserlerinden
kendilerine «Kadı-Zâdeliler» denen ve ara­ olan Ahkâm üş-Şer'iye de Türkçeye çevrilmiş
İdi.
larında Üstüvânî Mehmed Efendi (1608-
(10) Yurdaydın (H. G.) : islâm Tarihi Dersleri. An­
1668) ve talebeleri durumunda olan Ş e y h kara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Yay. No :
yeli, Çavuşoğlu, K ö s e Mehmed gibi kim­ 154. Ankara, 1982, s . 128-129

195
XVII. yOzyrIda başlayan bu tür fiilî kav- dan, ulemanın zıddına olarak maişet yönün­
galarm olaysal tasvirlerinden öte, burûda den devlete bağlı olmamaları v e yine s a ­
onların sebebleri üzerinde durmak dahe dece devletle halk arasındaki ilişkileri d ü ­
önemlidir sanırız. Kendilerini ge.çek Müs­ zenleyen fakat esasta devleti temsil eden
lüman kabul eden bu '<adı-Zâdeliler'e ba­ ulemanın zıddına, temelde halka dayanma­
kılırsa, kendilerini bu tür davranışlara iten ları ve halkla uğraşmaları diğer yandan,
sebeb, mutasavvıfların elinde bozulmuş mutasavvıflara tam ve bağımsız bir kitle
olan Islamiyeti eski safiyetinr, kavuşturmaV gücü kazandırmıştır. Bu güç sebebiyle z a ­
ve insanları Islamî olmadığını kabul ettik man zaman idarecileri bile tehdid e t m i ş ­
leri tasavvuf gibi bir bidatla meşguliyet­ lerdir.
ken mfsn etmektir. Başka bir yönden, ulema gibi zâhiri di­
Ne var ki, medrese ve tekkenin geçir­ nî bilgilerinin yanında, mutasavvıfların ay­
dikleri tarihi gelişimler sonucu ulema ve rıca fazladan derûnî bilgilerinin olması on­
mutasavvıfların durumlarındaki değişiklik­ lara karizmatik bir karakter kazandırmış
ler, XVI. ve XVII. yüzyılın genel dinî, sos­ ve bundan dolayı da, sadece halk değil
yal ve siyasî olayların akışı içinde bu iki sultanlar ve hükümdariar bile gelecekleri­
zümrenin durumu değerlendirilip, ayrıca ni, gördükleri kâbuslu rüyalarının yorumu­
Kadi-Zâdelilerin tasavvufun İslâmî olmadı­ nu önsezgilerinden bekletmeyi bilerek
ğı şeklindeki ileri sürdükleri tezin çok e s ­ güvenle saygının birleştiği bir ruhî bağlı­
kilerden beri tekrarianagelen eskimiş bir lık temin etmişlerdir.
slagon olduğu düşünüldüğünde, İleri sür­ Bütün bunlara ilâveten, insanı psikolo­
dükleri bu sebebin bir bahane olduğu ken­ jik yönleriyle ulemadan çok daha iyi tanı-
diliğinden ortaya çıkabilir. yabilen mutasavvıflar, gerek dinî ve gerek­
Bizce, asıl sebeb, aşağıda maddeler se toplumsal hayatta insanlara zorlukları,
halinde izaha çalışacağımız mutasavvıflar katılıkları ve kurulukları değil; ümidi, to­
lehine olan tarihî gelişmeler neticesinde leransı ve kolaylıkları göstermesini bilmiş­
gerek halk ve gerekse idareciler nezdinde lerdir. Böylece de basit bir insanın ki k a ­
ulemanın itibar ve otorite kaybına uğrama­ dar yüce bir insanin ruhunda taht kurabil­
sıyla, bunları yeniden elde edelim çabası­ mişlerdir. Yol gösterici olmuşlardır.
na girişmesidir. Bütün bu sebepler zaman içinde; mu­
Şimdi, medrese ve tekke müessesele­ tasavvıfları ulemaya kıskandıran sayısız
rinin geçirdikleri tarihî gelişimlere bağlı avantajlar ve gerek halk ve gerekse sul­
olarak mutasavvıfların lehine, ulemanınsa tanlar nezdinde ulemayı gölgede bırakan
aleyhine olarak ortaya çıkan durumları gö­ büyük bir nüfuz sağlamıştır. İsteyerek ve­
relim. Herşeyden önce, mutasavvıflar baş­ ya istemeyerek her sultan ve hükümdar bir
tan beri kendi müesseseleri olan ve daimî şeyhe bağlanmıştır. Bir sultan bir şeyhin
surette gelişmeye uğrayan tekkenin yanın­ ricasını yerine getirmede tereddüt etme­
da, XI. yüzyıldan itibaren ulemayla biriik- miştir. Mesela, Hâcı Bayram'a yakınlığı do­
te medreseye de sahip olması; bunun ne­ layısıyla, 11. IVIurad, Şeyhin kendisinden
ticesi olarak da, mutasavvıfların resmî eği­ dervişlerin vergi ve askerlikten muafiyet i s ­
tim müesseselerinde aynı zamanda söz s a ­ teğini kabul etmiştir (11). Daha sonraki
hibi olmaları ve sadece mutasavvıf olanla­ sultanlar bu adeti devam ettirmişler. Gerek
rın yanında, aynı zamanda mutasavvıf ule­ zenginler ve gerekse idareciler dervişlerin
ma olan ikinci bir mutasavvıf zümresinin tekkelerinin maddî giderierini temin için
ortaya çıkmasıdır. Bu, kısa zamanda İslam vakıflar kurmuşlardır. Bu yolla özellikle M ı ­
toplumlarında söz sahibi olan kimselerin sır'da daha sonra Anadolu'da bir çok şeyh
çoğunun sayıca ya mutasavvıf ya da en ve derviş servet sahibi olmuştur. Halk v e
azından tasavvuf taraftarı olmalarına s e ­ sultanlar ulemanın fetvalarından ziyade
beb olmuştur. mutasavvıfların fetvalarına itibar eder o l -
Diğer yönden, mutasavvıfların özellik­
le XII. yüzyılın başından itibaren tarikat-
(11) Gündüz (i.) : Osmanlılarda Devlet - Tekke mü­
laşmasıyla kitleler oluşturmaları bir yan­ nasebetleri, Seha Neşriyat, İstanbul, 1984. s . 27

196
muştur; hatta gerektiği zaman ulemayı
temsfl eden Şeyh öl-lsJâm'm fetvası bir
şeyhin fetvasıyla zıd düşerse Şeyh ül-islâm mS^^rr^ kavgası
fetvasında Israr ederse, azledliebilirdi ve
mutasavvıflar aleyhine pek konuşturulmaz- S'^Çfenen mu a s a i . ' ^ ^ ' - ? " " < Vönden
dı. Mesela, Şeyh ûl-lslam Çivizade, bîr yan­ kavgasıdır ^'"^^'"^3 bir sm.f
dan Muhylddln Ibn el-Arabî ve Mevlana gibi
büyük mutasavvıflara dil uzattığı kadar,
(12) Müstakim-Zâde Süleyman Şemseddin : 0er-
para vakfının câiz olmadığı hakkındaki g ö ­ hat ül-Meşayih, s . 20; İlmiye Salnamesi. 1334,
rüş ve fetvasında aksi görüşü savunan 361; Yurdaydm (H. G.) ; Age., s s . 114-115
meşhur mutasavvıf Bâlî Efendi (öl. 1552) 113J XVII. yüzyılda mutasavvıflarm bir çok mües­
ye karşı yenik düşmesi İşine son verilme­ seseye hâkim olması sadece Osmanlı Ana-
dolusuna has bir durum değildi. Kuzey Afri­
sinin asıl sebebi olarak gösterilmekte­ ka'da özellikle de Tunus, Cezayir ve hatta Fas'­
dir (12). Mutasavvıfların gerek halk nez- ta mutasavvıflar devlet içinde devlet idiler.
dinde gerekse İdareciler nezdinde itibar Bkz„ Andre (P. J.) : Contribution h I'Etude
ve otoriteleri, XVII. ve XVIII. yüzyıllarda des Confreries Reliqieuses Musulmanes, Edi­
tions la Maiso'n des livres, Alger, 1956 s s .
o derece artmış ki. hasseten Mısır ve Os­ 154, 187, 201 Mısır'da da durum farklı değildi,
manlı ülkesinde adeta mutasavvıflar ule­ eğitim başta olmak üzere, XVIII. yüzyılda, ule­
manın yaptığı işler de dahil bütün işleri manın yaptığı her İşi, mutasavvıflar üstlenmiş­
yürütmeye ve bütün sektörlere hakim ol­ lerdi ve hemen herkes kendini bir tarikata bağlı
sOfî kabul ederdi. Bkz., Heyworth - Dunne (J.) :
maya başlamışlardır (13).
Introduction to the History of Education in
İşte bunun içindir kl. XVII. yüzyıldan Modern Egypt, Luzac and Co., London, 1938.
s. 10

197

You might also like