Professional Documents
Culture Documents
A.dan Z'Ye Yaşar Kemal YKY
A.dan Z'Ye Yaşar Kemal YKY
Alpay Kabacalı
KİTA P T A SA RIM I
Yetkin B aşarır
K İTA P-LIK D E R G İS İN İN A R M A Ğ A N ID IR
6 8 . S a y i, O c a k 2 0 0 4
© Yapi K re d İ K ü lt O r
S a n a t Y a y in c ilik T İ c a r e t v e S a n a y i A.Ş.
İstiklal C addesi N o. 285 Beyoğlu 3 4 4 3 3 İstanbul
T elefon : (o 2 12 ) 2 5 2 4 7 00 (pbx) F aks: (o 2 12 ) 29 3 0 7 23
http://w w w .yaplkrediyayinlarl.com
h ttp://w w w .shop.superonline.com /yky
h ttp://w w w .telew eb.com .tr
e-po sta: ykkultuRiDykykuItur.com .tr
B A SK I VE C İL T
Prom at
Sunu
Y A Ş A R KEMAL 3
AĞITLAR
â ş ik Kem al
Ço cu k
Y A Ş A R KEMAL 7
ğım varsa, o benim a rk ad aşım d ır, ço cu k değildir. Ç o cu k gibi b a k
m a m . Ayrı bir insan türü gibi b a k m a m . Niye bu böyle? İnanm adım
hiçbir zam an çocukların, insanların çocu klara davrandığı gibi ç o
cuk olduklarına. B asb ay a ğı in s a n d ıro n la r . Ç o k şeyler ö ğ r e n m e m iş
tir d a h a , zenginliği a z d ıry a ş la n m ış insanlara karşılık, d a h a az y a ş a
mıştır, a m a dü p e d ü z insandır. Anaların b ab aların ço cu klara yap tık
ları inanılmaz b irzulü m benim için. Ayrı b iry aratık m ış gibi bakıyor
lar. Korkunç baskılar yapıyorlar. Baskılar, dayaklar, öğü tler ca n ın
dan usandırıyor çocukları. Ya da şım artıyorlar şefkatle, o k şam a y la.
Ç ocu k, insanlıktan çıkıyor her iki halde de. Yine benim çocu klarda
s ap tad ığım bir şey var, bütün çoc u kla r evlerden k açm a k istiyor. B e
nim bu b ira ra ş tırm a m d ır. Derinliğine indiğin zam an her çocuk, bir
eli y a ğ d a , bir eli b ald a bile o lsa, k aç m a k istiyor. Ç o cu k , d ü n yam ız
d a rahatsız bir kişidir. Bu, dünyamızın da bir sorunu. Bu k ad a r kö
tü yetiştirilen, bu k ad a r kötü davranılan in sanlar büyüdükleri za
man yarım oluyorlar. S avaşların, kötülüklerin nedenlerini ararsak,
tem eld e , çocuklukta insanların b aşlarından g e ç e n le r karşımıza çı
kıyor. Bir gü n dünyam ız g e rçe k bir barışa, insanca bir y a ş a m a ka
v u ş a c a k s a ço cuklara davranışım ızın d e ğ iş m e s i gerekiyor. Bu, d ü n
yanın hiçbir yan ınd a san ırsam yapılm ıyor. Dünyadaki eğitim d ü z e
ni d e b erb at bir düzen. Dünyayı öğretecek leri, insanı öğretecekleri
yerd e dünyayı ve insanı ezberletiyorlar. Nasıl olmalı? Elbet e ğ itim
ciler u ğraşıyorlar bunun ü stünde. Bir Pestalozzi çıkıyor, bir adım
ileri atabiliyor. Ezberletm ek yerine g ö s te r m e k hiç o lm azsa. Am a bir
gü n insanoğlu gerçek ten iyi bir dünya kurarsa tek gid e c e ğ i yer, ez
berci ya da gö re rek eğitim değil, y a şa y ara k eğ itim d ir.”
Ço cu k lu k
Y A Ş A R KEMAL S
Köye, so n rad an G ö k ç e d a m adı verildi. O z a m a n la r köy, şim
diki gibi O s m a n iy e ’ye değil, Kadirli’ye bağlıydı.
Burası eski ç a ğ la rd a Kilikya ovasıydı, önem li bir bölgeydi.
Ç u k u ro v a ’ nın karnına doğru yü rü m ü ş kayalık bir dağın k o y ağ ın d a
ki H e m ite’ nin ö n ü n den C eyh an ırmağı akıyordu. Koyağın gü nb atı-
sındaki sivri kayalığın üstün d e o rta ça ğd a n kalm a Anavarza kalesi
yer alıyordu. Irmağın ötesin d e A kdeniz’ e kad a r hep deniz gibi g ö
züken , mavileyen düz bir ova uzanıyordu. Irmağın biraz ilerisinde,
G e ç Hitit dö n em i yerle şm esi K a rate p e vardı. Sonrad an Prof. Bos-
sert ve Prof. Halet Ç a m b e l ’ in çabalarıyla kazılar yapılıp açıkhava
m ü zesine dö n ü ştü rü le ce k olan kalıntıların yer aldığı bölge...
Köyde, 1 8 9 5 ’te yerleştirilmiş Tü rkm en ler yaşıyordu. Y aşa r
K e m a l’ in ailesi buraya 1 9 1 5 ’te yerleşm işti (bk. Göç).
Bab ası Sadık, uzun yıllardan sonra d o ğ a n biricik ço cu ğu n un
ü stüne titriyordu. Her yıl onun için k u rbanlar kestiriyordu.
Kem al üç b uçuk yaşlarındaydı. O yıl da ku rb an lar evin avlu
s u na getirilmiş, koyunların ayakları bağ lan m ıştı. Halasının kocası
bir koyunu kesti, karnını yararken bıçak deriden kaydı, karşıda d u
ran K e m a l’ in s a ğ gözünün üstüne sap lan dı. O gözü bir d a h a g ö r
medi.
B un dan biryıl sonra, b ab a sı ca m id e nam az kılarken bıçak la
nıp öldürüldü. Kem al oradaydı. B abasını, V a n ’ dan gelirken ö lü m
den kurtarıp besleyip büyüttüğü oğu llu ğ u Y u s u f bıçakladı. O a k
ş a m , s a b a h a kadar, yü reğim yan ıyor diye ağlad ı Kem al. Ve k ek e m e
oldu. K ekem eliği on iki y aşın a kad a r sürdü. Yalnız türkü söylerken
kekelem iyord u. Sonra nasıl geçtiğini hiç an ım sam ıyor.
Uzun yıllar babasının ö ld ü ğ ü n e inanm adı. Onun m ezarına
da gitm ed i. Mezarlığın yanından bile g e ç m e d i. Ö ldüğü için, kırıl
mış, küsm üştü b ab a sın a.
B ab ası S a d ık ’tan çok şey kalmıştı. Tahir am cası paraları d a
ğıtıp bitirdi. Dört yıl sonra ellerinde a vuçlarında hiçbir şey k a lm a
mıştı. O sıralar a m c a s ı, K e m a l’ in anasıyla evlendi, iki karılı oldu.
Evde d e hır g ü r başladı.
K em al, evde ve köyde do ku nulm azlığı olan tek kişiydi. B u
gün “ h ip e r a k tif ’ denilen çocu klardan dı. Köyün çocuklarını da tür
lü m ace rala ra , yaram azlıklara sürüklüyordu.
Ç o cu k lu ğ u n u n krallığında n e le ry o k tu ki... Ç iğ d e m le r, b a b a
sını öldüreni öldü rtm ek için uğraşlar, bir al tayı ovalarca k oştu rm a
lar, keklikler, kartallar, kartal yu valarına tırm an m a , böğürtlen t o p
lam a, C eyh an ırm ağın da y ü zm e ler, boyunu a şa n ekinler arasın d a
tavşan yavrusu a ram ala r, Anavarza kalesinin yıkıntıları arasın d a
renkli sera m ik parçaları to p la m a , akarsu ya dü şen yıldızlar, suyla
akıp gid en bulutlar, bir gü n ulu denizi g ö re b ilm e k dü şü ...
Anlatılam ayacak k ad a r zengindi o krallık. D o ğ ad a her y a r a
tık, her renk, koku onu sevinçten delirtiyor, kendinden geçirtiyor
du. D urm adan tü rküler söylüyordu. Köyde adını Deli Kem al koy
muşlardı.
O nca rom anında a n lata a nlata bitirem ediği çocukluk d ü n y a
sının bir yanı kan içindeydi, bir yanı düşlerin b ü y ü sü n d e ... Bir y a
nında ç a n ga l bıyıklı kanlı eşkıyalar, at hırsızları, bir yan ın d a büyük
destan cılar, bir yan ınd a tüyden ince K a ra c a o ğ la n ’ lar, bir yan ınd a
18 6 5 Kozanoğlu başkaldırısının şiirini söyleyen, Türk tarihinin en
büyük başkaldırı şairi D ad aloğlu ... Kem al, bir gü n saz şairlerinin
dizi dibind e, bir gü n bir definecinin ardında...
Annesi N ig ar Hatun, biricik ço c u ğu K e m a l’ in üzerine titriyor
du. O ğlunun “ Âşık K e m a l” olarak tan ınm asını, halk şairleri gibi şi
irler sö ylem esini hiç istem iyordu. O nlar gibi olursa başını alır gider,
yu vadan uçardı...
Bir gü n , babasının - b u g ü n k ü d e y iş le - koruması olan, Sa-
dık’ ın öldü rü lm esind en son ra da eşkıyalığa b aşlayan Zalanın O ğlu,
Toroslard a ca n d a rm a la r c a öldürüldü. Y u m u şa k , tatlı, g ü le r yüzlü
bir a d a m d ı Zalanın O ğlu. Bazı g e ce le r, yan ın d a beş eşkıya, K em al
lerin evine gelir, ona a rm a ğ a n la r getirirdi.
Onun ölüm haberini alır alm az Kem al uzun bir ağıt yaktı.
A nasına da söyledi. Anası, ilk olarak bu türküsünü sevdi, ilk olarak
şiir sö y le m esin e ses çıkarm adı.
Bir süre ön ce köye bir çerçi gelm işti. Köylü kadınlara istedik
lerini borca veriyor, bir deftere yazıyordu. Sekiz yaşlarındaki Kem al,
çerçiye bu yaptığının ne o ldu ğu n u sorm u ştu . Ç erçi, “ Y azıyorum ,"
dem işti, “ son ra yazdığımı o kuyorum , böylece kimin ne k ad a r bor
cu old u ğu n u u n u tm u yo ru m .” H em ite’ d e hiç o kur yazar yoktu. K ö
yün imamı Fettah Hoca bile yazı yazam ıyordu.
H e m İt e k ö y ü n ü n A n a v a r z a k a l e s i n d e n g ö r ü n ü ş ü
K em al, Zalanın Oğlu ü stün e yaktığı türküyü anasının s e v m e
si üzerine öyle bir co şk u y a kapıldı ki... Bu co şk u , belleğind eki ağı-
dı sildi. Ertesi s a b a h uyanınca ağıdı tü m ü yle unuttuğunu anladı.
D em ek, u n u tm am ak için y a z m a k gerekiyord u .
Artık dokuz yaşların daydı. Arkadaşı M eh m et, H e m ite’ye bir
sa a t uzaklıktaki Burhanlı köyünün ilkokuluna başlam ıştı. O da ka
rarını verdi. Okula yazılacak, üç a yd a o k u r y a z a r o lac ak , bir d a h a da
söylediklerini unu tm ayacaktı...
Bir s ab a h M eh m e t’ le birlikte yo la düştü. Salla C eyh an ırm a
ğını ge çip Burhanlı köyüne gittiler. Köyün öğ re tm e n i Ali Rıza Beyin
yan ına vardı, “ Ben o k u m a y a g e ld im ,” dedi. “ O lu r,” dedi ö ğ re tm e n .
Sonra kafa kâğıdını sordu. Yok. A yakkabısı, kalem defteri d e yok...
Giyitleri yırtık pırtık... Ö ğre tm en kafa kağıtsız, ayakkabısız okula
g e le m e y e c e ğ in i a n la tm a y a çalışıyor, Kem al y em in le r ediyordu ki üç
ayd a o k u r y a z a r olac ak , d a h a fazla b aşın a bela o lm ay a ca k ... S o n u n
d a Ali Rıza Bey yirmi b eş kuruş verdi; “ Git k endine de fter kalem a l ,”
dedi. Sonra onu bir sınıfa soktu, eline bir a lfa b e tutuşturdu. Kem al,
a lfa b e d e ki nar resim lerine hayran oldu. Bütün gün defterine nar re
simleri çizdi, g ö rd ü ğ ü bütün harfleri yazdı. Defter dold u. Bununla
da yetin m ed i. Eve d ö n ü n ce , b uld u ğ u bütün kâğıtları, hatta M eh
m e t’ in defterini doldurdu.
Ertesi gün a m ca sı onu k a s a b a y a gö tü rd ü. B eş defter, bir d ü
zine kalem aldı. Sonra güzel b ira y a k k a b ı, b irş a lv a r, b ir g ö m l e k , bir
de okul kasketi...
Üç ay sonra artık ga z e te bile okuyordu. D ağlara ta şla ra , bul
du ğ u kâğıtlara, duvarlara yazılar yazıyordu. Ö ğ re tm en in e gid ip t e
şekk ü r etti, artık sözü n d e du rm a, okuldan ayrılma zam anının g e l
diğini söyledi. Ö ğre tm en izin verm edi. Birinci s ın ıf böylece bitti.
İkinci ve sonraki sınıfları k a s a b a d a oku du , akrabalarının yanınd a
kalarak...
İlkokul bitince, Kadirli’ den yola düzülüp yüz beş kilometrelik
yolu yaya yürüyerek ortao ku la yazılm ak üzere A d a n a ’ya gitti. O n
dan son ra girip çıkm adığı iş k alm adı, nice serü venler y aşa d ı...
Çukurova
* * *
Fo lk lo r
rk k k
Göç
Kızıkan Tü rkm en aşireti, İran sınırındaki k öylerde y aşa rd ı.
Köylerin kimisi İran’ da , kimisi Türkiye’ deydi. Bu a şire t b u ray a , bir
sö ylentiye g ö re , S e y d iş e h ir’ den g e lm işti. B u r s a ’ dan geld ik leri
söylentisi d e vardı. Bir söylentiye g ö re de , K a fk a s y a ’ dan S e y d i ş e
hir’ e g e lm iş , o ra d a n B u r s a ’y a, ora d a n da V a n ’ a, sınır boylarına
g itm iş ...
Bu sü rgü n aşiretin beyi M ustafa Bey, Van Gölü kıyısındaki Er-
nis köyün d e otururdu. Ernis, şimdiki G ünseli k asa b ası...
Bu aşiretten, bu aileden bir devlet m em uru çıkmış: M uradi
ye ilçesinde k aym akam lık y a p a n , so n rad an kayıplara karışan Halil
Bey. Birçok da eşkıya... Doğu A n ad o lu ’ nun, İran’ dan K a fk a s y a ’ya
kad a r en ünlü eşkıyası, yirmi beş y aşların da vurulan Mahiro da
b unlar arasın d a...
M ustafa Bey b urad a Luvan Kürt aşiretinin beyinin kızıyla ev
lenm iş, iki aşiret birbirine a k r a b a olm uş.
O tarihlerde Luvan aşiretinin beyi, Gulihan Bey, Y aşa r K e
m a l’ in b ab a sı Sadık, onun y eğ en i.
Birinci Dünya Savaşı başlayalı birkaç ay olm u ş. 1 9 1 5 baharı...
O sm anlı ordusunu bozm u ş Rus o rdusu, Süphan dağının o ra
lardan top sesleriyle birlikte Ernis’e akıyor. Top gülleleri köyün içi
ne dü şüyor. Aile toplanıp öteki köylülerle birlikte yola koyuluyor.
V a n ’ a k ad a r geliyorlar, Van b o m b o ş . Bir hafta o rada kaldıktan s o n
ra solu ğ u D iyarbakır’ da, D iyarbakır’ ın köylerinde alıyorlar. Gulihan
Bey b urad a kalıyor. Ötekiler, M ardin’den aşa ğı çöle vuruyorlar. Bu
büyük aile, birer ikişer çöllerde dökülüyor.
Kalıyor büyük kardeş Sadık, ortancaları Salih, küçükleri Tahir.
Anaları Hırde Hatun. Sadık’ ın karısı Nigâr, N ig âr’ ın babası Aco, yakın
akrabalarından Hazal’ la - s o n r a d a n Tahir’ le e v le n e n -Z ü b e y d e .
Çöl ö n ce A co ’yu yeyip bitiriyor, birkaç hafta son ra da S alih ’ i.
Ölülerini k um lara g ö m ü y o r, yollarına d evam ediyorlar.
Atlarına yataklarını, öteki eşyayı, yiyeceklerini yüklemişler.
Ana, Hırde Hatun, hasta. Atın birine binebilirmiş ya, incinmesin diye,
bir buçuk yıl, Van’dan Ç u ku ro va’ya kadar sırtında taşıyor onu büyük
oğlu Sadık. Ana küçücük, Sadık bir metre doksandan da uzun...
Bir sabah tanyerleri ışım adan kalkıyorlar ki, an a yatağında
yok. Sadık orayı burayı, yanı yöreyi araştırıyor. Yok. Üç gün iki ge ce
anayı arıyorlar. Üçüncü gün Sadık, “ Yerini buldum a n a m ın ,” diye fır
lıyor, geldikleri yöne doğru koşarak yola düşüyor. A kşam a doğru, bir
kaç hurma bitmiş küçücük bir koyakta buluyor anasını. Bir hurma
ağacının altında uyumuş. Uyandırmıyor. Kendisi de zaten yorgun luk
tan ölüyor, o da anasının yanına kıvrılıyor. Gün ışırken bir de bakıyor
ki, anası yok yanında. Hemen koşarak yola düşüyor, çöldeki çizgile
re yol denirse eğer. Uzaktan y u m u lm uş, iki kat olm uş anasının karar
tısını görüyor. Ona yetişiyor. “ Ana nereye?” Ana konuşmuyor. Onu
sırtına alm ak istiyor, an a b in m em ek için çırpınıyor. Oğlu durm adan
nereye kaçtığını soruyor. Sonun da, öfkeyle karşılık veriyor ana: “ C e
hennemin dibine gidiyorum. Onlar da insan, beni yiyecek d eğillerya,
siz kaçın, bakalım nereye kad ar kaçacaksınız.”
V a n ’ dan Ç u k u ro v a ’ya kadar, dört beş kez kaçıyor an a. Oğlu
S a d ık ’ ın sırtına b in m em ek için inat ediyor.
M ezopotam ya çölü, G ü n e y d o ğ u , Doğu Anadolu sav aşta öl
dürü lm ü ş, sürü lm üş Ermenilerin, Kültlerin, Türkm enlerin, Azerile-
rin, Yezidilerin, Nasturilerin, Asurilerin, Süryanilerin sürüleri yokol-
m uş köpekleri, b abasız an asız kalmış çocuklarıyla dolup taşıyor.
Aç, azgın laşm ış k öpekler yüzlerce, binlerce sürü ler halinde
dolaşıyor, sald ıracak hayvan, ceren, kurt kuş arıyorlar.
Ç o c u k la r d a sürüler haline g e lm iş , aç sefil, çırılçıplak... Sürü
ler halinde dolaşıyor, köylere k a s a b a la ra saldırıyor, bir yanından
giriyorlar köyün, k asa b an ın , ö b ü r yanınd an çıkıyorlar. Köyde yiye
cek ad ın a hiçbir şey kalmıyor. Ç ek irg e sürüleri gibi.
Çöl, Urfa ce h e n n em i bitiyor. Bir o rm a n a girip pınarın başın a
konuyorlar. İslahiye’ nin ormanlıklı, serin d a ğla rın a u laşm ışlar ar
tık. Birkaç gü n sonra Ç u k u ro v a ’ da olacaklar. Büyük bir sevinç için
deler, kurtulm uşlar...
Ama hiç paraları kalmamış. Çukurova’ya varınca ne yeyip ne
içeceklerini düşünüyorlar. Yaşar Kem al’ in anası Nigâr Hatun, belin
deki kemeri çıkarıp kocası Sadık’a veriyor. “ O lm az,” diyor Sadık, “ bu
senin evlenme arm ağanın. Tek kardeşinin arm ağanı, bunu a la m a m .”
“ Al,” diyor N ig âr Hatun. “ Her şeyimizi, evimizi, malımızı
m ü lküm üzü , yurdum uzu yitirip b uralara kad a r g e lm e d ik mi? Bu da
s a n a kurban olsun. Ç alışır g e n e kazanırız.”
Sadık üzülüyor: “ Bu çok değerli bir kem er, b uralarda d e ğ e r i
ni bilen b ulunur mu ki?”
“ El elden ü stündür arşa kadar. V a ry o k la ki, el â le m d e kimler
v a r.”
K em er, Pazarcık beyi Hurşit Beye satılıyor. Hurşit Beyle karı-
Y A Ş A R KEMAL 23
sı üç k ese altın veriyorlar: “ Bu k e m e re b unlar az. Ne zam a n paran
olursa g e l, bu k em er şen in d ir.”
G öçü yükleyip yola koyuluyorlar. Ana, her zam anki gibi, Sa-
d ık ’ ın sırtında. Bir yarım sa a t son ra:
“ Bir inilti d u y d u m ,” diyor o ğ lu n a . “ İndir beni d e var b ak ç a
lıların a rasın a kim dir bu in ileyen .”
Sadık bakıyor ki, bir çalının dibine s o k u lm u ş, bir avuç kal
mış, bir deri bir kem ik bir çocuk. Ç o cu k ölü, ne s e s ne soluk... S o n
radan, çocukları her gördükleri yerd e öldüren atlılardan korktuğu
için işi çakal öldüye vu rdu ğun u söylüyor. Her bir yeri çü rü m ü ş. Y a
ralarında kurt kaynaşıyor. Adı Yusuf...
Ç o c u ğ u t e p e d e n tırn a ğ a tem izliyorlar. Ana otlard an re ç in e
ler k ayn atıp ilaçlar y ap ıyor. Üç g ü n , onun k en d in e g e lm e s in i b e k
liyorlar. Üç gü n s o n ra d a y o la d ü ş ü p O s m a n iy e ’y e varıyorlar. O ra
d a Y u su P u do k to ra götü rü y o rlar. D oktor ilaçlar veriyor, “ Bu ço c u k
iyi o la c a k , ço k gü çlü bir yaratılışı v a r ,” diyor. Seviniyorlar.
O radan T o p ra k k a le ’ye gidiyorlar. Hırde H atu n ’ un isteği üze
rine bir ev satın alınıyor. Eve h em en yerleşiyorlar. Hırde Hatun di
y or ki gelinine:
“ N ig âr kızım, şimdi bir su ısıt, beni iyice yıka. Sonra da hey
b elerden en güzel giyitlerimi çıkar. G e rd a n lığım ı, altın hırızmamı,
halhallarım ı, bileziklerimi d e g e tir.”
Giyinip kuşandıktan son ra a k şa m namazını kılıyor. Yatsı n a
m azına dururken, hane halkına, “ Siz gidin uyuyun, ben bu g e c e
çok uzun bir n am az k ıla c a ğ ım ,” diyor.
Sabahleyin onu sec d e y e varm ış, k ım ıld am ad an duru r b ulu
yorlar. Ö lm üş...
Onu Toprakkale m ezarlığına g ö m ü p yen iden yola koyuluyor
lar, Kadirli’ye varıyorlar. Sadık, İskân Kom isyonu B aşk an ın a , k e m e
ri satın alan Pazarcık beyi Hurşit Beyin m ektubu nu veriyor. Başkan
onu çok iyi karşılıyor:
“ Bak Kü rdoğlu , s a n a bir konak veriyorum ki, k asa b an ın en
güzel konağı. S an a tarlalar veriyorum ki, ovanın en bereketli t o p
rakları. S e m a il’ in konağını tarlalarını veriyoru m .”
Sadık istemiyor: “ Anam dedi ki, yu vasından atılmış kuşun
yuvası b a ş k a kuşa h ay re tm ez .”
“ O n lar kuş değil E rm eni.”
“ K u ş .”
“ E rm eni.”
Uzun bir tartışm adan so nra, iki ca n d a rm a çağırıyor B aşkan :
“ Bunları alın, doğru kayalık Hemite köyüne g ö tü rü n .”
O z a m a n la r Hemite, O s m a n iy e ’y e değil, Kadirli’ye bağlı.
Bol kayalıklı H em ite’ nin köylüleri on b eş, yirmi gün çalışıp
bu yeni g e le n le re güzel bir h u ğ yapıyorlar. Sıvıyorlar, döşüyorlar,
neleri e k sik se tam am lıyorlar.
Huğ, duvarları kam ıştan , damı sazdan yapılan ev. Köyde
renk renk to p ra k var. Mavi, sarı, kırmızı. Gönlü isteyen, istediği
renkte evini boyayabiliyor...
Y a ş a r K em al, işte bu köyde doğuyor.
İLK ÇALIŞMALAR
“ İlk şiirim ben onaltı y aşınd ayken yayım landı. Bu, kötü bir şi
irdi. Ç ünkü g e le n ek sel şiiri bırakm ış, o sıralarda şiir yazan yavan
şairlere ö y kün m eye başlam ıştım . İlk hikâyem i, adı Pis Hikdye’ dir,
da h a en iyi yazılarım içinde sayarım onu, yirmi üç y aşın d a yazdım .
O zam an çok şey biliyordum. Arif Dino, Abidin Dino, Güzin Dino’y-
la ta n ışm ış, onlarla dostluk ku rm u ştu m . A d a n a ’ daki sosyalist g e n ç
bir e d eb iy a t b ölü ğü nü n içindeydim . B i r d e R a m a za n o ğ lu Kitaplığı
denilen A d a n a ’daki büyük bir kitaplıkta çalışm ıştım . Geceleri de ki
taplıkta yatıyor, du rm ad an o ku yord u m . Gündüzleri de kitaplığa
kim secikler uğram ıyor, ben gündüzleri de , bir kitap kurdu olm uş
oku ha oku ed iyordu m . H o m ero s, Yunan klasikleri, on dokuzuncu
yüzyıl klasikleri benim d ü ş c e n n e tle r im d i. R a m a za n o ğ lu Kitaplığın
da otuz binden fazla kitap o ldu ğu söyleniyordu. Askerlik gelip çat-
masıydı, a m acım kitaplığın büyük bir kısmını oku m aktı. Ne k ad a r
o k u m a k m ü m k ü n s e Arif Dino, Güzin Dino s ay e sin d e neleri o kuyup,
neleri o k u m ay a ca ğ ım ı çok iyi biliyordum. Ç o k ön ce d e n ben de
kimleri ok u yacğım ı biraz biliyordum ya. O sıralar Milli Eğitim B a
kanlığınca değerli çevirm enlerden bir Dünya Klasikleri kurulu o lu ş
tu ru lm u ş, d o ğ u d a n batıdan harıl harıl çevirileryapılıyordu. R om an,
hikâye sanatının ne old u ğu n u an ladığım ı sand ığım g ü n lerd e yaz
m a ğ a başlad ım . Y azm adan ö n ce rom an , hikâye üstüne çok d ü ş ü
nüyor, ö n ü m e g e le n le de, özellikle Arif D ino’yla g e ce le r, g ü n le r s ü
ren k o n u şm ala r yap ıy ord u m . Benim y az m a isteğim ne fizik g e r e k
sin m e, ne delilikti. Bu işe bilinçle hazırlanıyordum. Hazır o ld u ğ u
mu anladığım gün d e işe ko yuldum . Pis Hikâye’yi, 1 9 4 6 ’ da yazdım .
O sırada Orta A n ad o lu ’ da bir k a s a b a d a askerliğim i yap ıyordu m ,
vaktim boldu. Sonra İstan b u l’a gittim , Fransız şirketinde gaz kont
rol m em uru oldu m . Böylelikle İstanb u l’ u ev ev, m utfak m utfak ö ğ
rendim. G az sayaçları m u tfak larda olurdu da. Bu bir yıl içinde İs
ta n b u l’ da hiç yaz m a d ım . G ü n d e 18 0 0 b a s a m a k çıkıyordum ve çok
yoru luyordum . 19 4 8 ’ de k a s a b a m Kadirli’ye d ö n d ü m , pirinç ta rlala
rında su bekçisi oldu m . Bir de daktilo aldım . 1 9 4 8 ’ d e Bebek hikâye
sini yazdım . Ardından Dükkdncı’yı. 1 9 4 9 ’ da bir rom an yazdım .
1 9 5 0 ’ d e bir şeyler karaladım . Folklor çalışm aları yaptım . 1 9 5 1 ’ de
Hüyükteki Nar Acjacı adlı kısa romanımı bitirdim. O yıl da İstan b u l’a
y en iden d ö n ü p Cumhuriyet g a z e te s in e röportaj yazarı o lara k girdim .
1 9 5 0 ’ de Orhan Veli öldü. Bu ölüm b an a çok a ğır geldi. O nun öld ü
ğü nü g a z e te d e ok u d u ğ u m g ü n , bütün k a s a b a d a a k ş a m a kad a r d o
laşıp O rh a n ’ ın ö ldü ğü n ü ö n ü m e g e le n e söyledim . Hiç kim se aldır
madı. Bu da b an a çok koydu. Yalnızlıktan bunaldım . K o s k o c a m a n ,
büyük şair Orhan Veli ölm ü ş, bun a hiç kimse aldırm ıyordu. K im se
nin tüyü bile kıpırdam ıyordu. O gü n k a s a b a b ana c e h e n n e m gibi
geldi. Bu k a s a b a b an a çok çektirmişti. R u s y a ’ya ca su slu k yaptığım ı
o n lar icat etm işler, b an a y ap m ad ıklarım bırakm am ışlar, evimi taş-
lamışlardı. Bir de polis h aftad a bir kere evimi basıyor, ev d e b u ld u
ğu en küçük bir kâğıt parçasını alıp götürüyordu. Her a r a m a d a da
evin önü yüzlerce insanla doluyor, kalabalık b an a bir tuhaf, aydan
g e lm iş bir yaratığ a b ak a r gibi bakıyordu. Bu a ra m a la rd a en güzel
rom anım saydığım rom anım ı da c a n d a rm a aldı gö tü rd ü. O romanı
g e c e m i g ü n d ü z ü m e katarak öylesine çok çalışarak yazm ıştım ki...
1 9 4 9 ’da bütün günlerim i bu ro m a n a verm iştim . Yukarda bu yılla
rım boş geçm işti, dem iştim ya... Bu romanın m acerasını a n ım s a
m ak istem ed im hiçbir z a m a n , ondan o lac ak o yıllara boş yıllar d e
diğim . Pis Hikâye, Bebek, bu uzun hikâyeler, d a h a yazdıklarım ın en
güzelleri içindeyse, bu rom an da öyle olacaktı. Onu bir d a h a yaz
m a ğ a yüreklilik gö s te r e m e d im . Belki bir gün yazarım . Ama öyle bir
yo ğu n lu kla , öyle taze bir lirizmle y az a b ile ce ğim i hiç sanm ıyorum .
Belki de o ro m ana bir d a h a y a n a ş a m a y ış ım bu y ü zd en d ir.”
İl k O k u m a l a r
V a sd ih o lu n u r
KOPYA Dip
KOPYAOin
İ d i ve s o y a d ı : . Y a şa r
Kem al G ö k ç e li
1951/1952 ht>
1/ 1/ 195* ı ± f r-
Cum huriyet g a z e t e s İ n İ n v e r m İ ş o l d u ğ u k İ m l İ k k a r t i
Rom anı C eva t F eh m i’ye gö tü rd ü , iş tatlıya b ağ la n d ı. Yıllar s o n
ra bir gü n N adir N a d i’ nin o d a s ın d a otururlarken C eva t Fehmi,
“ Bak, N a d ir,” diyecekti, “ Bu Eşkıya’yı niçin bu k ad a r severim biliyor
m usun? Birkaç satırını rom an ından çıka ra ca ğım diye çocu k e k m e
ğ ind en olmayı göz e a ld ı.” C ev a t F eh m i’yle büyük dostlu ğu bu olay
dan son ra başlam ıştı.
Dönemin ünlü savcısı Hicabi Dinç, İnce Memed g a z e te d e tefrika
edilirken, C eva t F ehm i’y e telefon etti: “ A n k a ra ’ dan em ir geldi. Bu
romanı k ese cek sin iz .” C ev a t Fehmi öfkelendi: “ Hicabi, Hicabi, o
s a n a A n ka ra ’dan telefon e d e n le r b a n a telefon etsinler. Sen mi a n
larsın rom a n d a n ben mi, on lar mı a n la rlar ro m a n d a n ben mi? G ü
cünüz yete rse kestirin b ak a lım !”
Gazetenin avukatını da çağrıp romanı incelediler. Takıldıkları
küçük bir parça tefrikadan çıkarıldı. Sonra kitapta y er aldı o parça.
Ertesi yıl Ç ağ la y a n Yayınları a rasın d a çıktı İnce Memed. İki cilt
olarak. Bu yayınevi, yayıncılık a la n ın d a büyük başarı kazanmıştı.
G a ze te bayileri aracılığıyla satılan “ plastik k ap ak lı” romanları bü
yük ilgi gö rü yord u. Ç o k g e ç m e d e n “ taklitleri” d e çıkmıştı piy asaya.
Am a kitap korsanları yoktu o d ö n e m d e ...
Yıl, 19 5 0 ... 20 O cak gü n ü Cumhuriyet g a z etesin e g e le n h ab erd e,
Varlık R om an A r m a ğ a m ’ m Y a ş a r K e m a l’ in kazandığı bildiriliyordu.
Bu, d ön em in önem li bir ed eb iyat olayıydı. Devletçe konulan ve
uzun yıllardır verilmeyen İnönü A r m a ğ a n la r ın d a n sonra ilk kez
“ y arış m a s ız ” bir ed eb iy a t ödülü konulm uştu. Seçiciler kurulunda
saygı ed eb iyatçılar vardı: Yaku p Kadri K a ra o s m a n o ğ lu , Nurullah
Ataç, R eşat Nuri G üntekin, A hm et Hamdi Tanpınar, Suut Kem al
Yetkin, vb. Kurulun dokuz üyesinden yedisi İnce Memed’e oy ve rm iş
ti. Y a ş a r K e m a l’ in d a h a ilk romanıyla kendini kabul ettirdiği g ö r ü
lüyordu. O yıl Varlık dergisinin okurları arasın d a düzen lediği a n k e t
te d e “ En b eğen ilen ro m a n cı” seçilmişti.
1 9 5 7 s o n u n d a , U N E S C O ’ nun İnce Memed’ i F ransızca ve İn gi
lizce o la ra k b a s tıra c a ğ ı h ab eri çıktı (Cumhuriyet, 5 Aralık 1 9 5 7 ) .
H a b e r d e , İnce Memed’in kısa bir sü re ö n ce (U lu sla ra rası) PEN
C lu b ta ra fın d a n “ en b aşarılı altı r o m a n ” a r a s ın a alın d ığı b elirtili
y o rd u .
Rom an ö n ce B ulgarcaya çevrildi. B u lga rista n ’ da 1 9 5 7 ’ de Bul-
YA ŞAR KEMAL 33
g a rc a s ı, 1 9 5 8 ’ d e Türkçesi çıktı. 1 9 5 9 ’da R u sçaya çevrildi. Bu ülke
lerde y ayım lan m asın ı sa ğ la y a n , Nâzım H ikm et’ti.
İngilizcesi 1 9 6 1 ’ de İngiltere’de (iki baskı) ve A BD ’de y a y ım la n
dı. Aynı yıl Fransızcaya ve İtalyancaya çevrildi. 1 9 6 2 ’ d e Alm ancası
(Doğu ve Batı A lm an y a ’ da), İspanyolcası çıktı. O yıl H indistan’ da
Imprint’d e İngilizce olarak bir kez d a h a basıldı.
O ndan so nra, tut İnce Memed’ i tutabilirsen... Dünyanın belli
başlı dillerinin h epsine çevrildi. C e p kitabı oldu, lüks edisyonları
yapıldı, körler için Braille alfabesiyle yayım landı...
Romanı İngilizceye ilk kez Edouard Roditi çevirmişti. Roditi ün
lü bir eleştirmendi ve Thilda’ nın akrabasıydı. Dedikodu çarkları he
men işlemiş, b ug ü n e kadar ağızdan ağıza aktarılan bir yalanı ortalı
ğ a salmıştı: Roditi, Thilda’ nın kardeşiymiş ve UNESCO’yu, Uluslara
rası PEN’ i etkileyebilecek kendi güçlü bir kişiymiş; Yaşar Kemal de
ününü bu - b i r tek romanını çe vire n - Roditi kardeşe borçluymuş!
Y aşa r Kem al, İnce Memed’ in ikinci cildini on beş yıl so n ra yazdı.
Kitap ön ce bir g a z e te d e tefrika edildi, 19 6 9 ’ da Ant Yayınları a ra s ın
d a çıktı. İkinci ciltle üçüncü cilt arasın d a yine on b eş yıllık bir za
man dilimi yer aldı; Hürriyet g a z e te s in d e tefrika edilen İnce Memed
III, ilk kez 1 9 8 4 ’te Toros Yayınları a rasın d a çıktı. Dördüncü ve son
cildin ilk basım tarihi ise 1 9 8 7 ’ dir.
Bu h e s a b a g ö re , dört ciltlik İnce Memed, otuz b eş, kırk yıllık bir
yaratım süreci içerisinde ortaya ko nu lm uş oluyor.
k k k
M İt Ya r a t m a
Rom an
k k ★
* * *
SİNEM A
St e n d h a l
* * *
YABANCILAŞMA
Y A Ş A R KEMAL 49
çaktır. İnsan, d o ğ a y a yakın o ldu ğu kadar, m akin aya da yakın o la
caktır. Ben, bunu m a k in a y la y e n i karşı karşıya gelen insanlarda çok
yak ın d an gö rd ü m . Bir traktörün ev halkından birisi old u ğu n u g ö r
düm .
Bir yaz a r için, çağım ız için teknolojik baskı söz konusu d e ğ il
dir. Teknolojik baskı olabilir s a n m a k , Tolstoy çağınd an k alm a bir
korkudur. Teknoloji o ç a ğ d a d a h a yeni o ld u ğ u n d a n birtakım inan
ları, yazarları ge rçe kten korkutmuştur. Teknoloji insanlığın g e le c e
ği bak ım ından ilk a ğız d a birtakım yazarları, insanları tedirgin et
miştir. İlk gü n lerd e bu gelişip gelen heyula elbetteki yü zeyde korku
verici bir olaydı. Bir b akım a da dedikleri, sandıkları haklı çıktı. Tek
nik insanları mutlu k ılm ağa gelirken, insan ilerlemesinin en güzel
bir safh ası olm u şk e n , insanları tu tsak kıldı, g ö rü lm e m iş zulüm lere
uğradı insanlık teknik yü zü nden . Ben tekniğin hiçbir kötü b ask ısı
nı ü s tü m d e d u y m a d ım , du ym u yo ru m . Teknik b an a sevindirici bir
mucize, bir büyü gibi geliyor. Halkın ço ğ u n lu ğ u da bu k ad a r zarar
g ö rm e s in e karşın teknikten y an a , onlara da teknik bir mucize, bir
büyü gibi geliyor. Teknik insanların eline g e çin c e, teknikle birlikte
yazarlar da , s an atçılar da özgün olackalardır. Y a b a n cıla şm a , yoz
laşm a , insanlık değerlerini yitirme insan yaratıclığım eng elley en en
büyük öğelerdir. İnsanlar teknolojinin kurtuluşundan son ra za
m an la y a b a n c ıla şm a la rd a n , yozla şm ala rd a n kurtulacak, insanlık
y a ra tm a gü cü n ü en g elley en bütün b askılardan arınacaktır.
M akina insanlığın eline g e ç in c e onun insan ü stüne hiçbir b a s
kısı o lm ay a ca k , aksin e, in sanoğlu nu do ğ an ın o lum su z baskıların
dan kurtaracaktır. Doğayı da kurtaracaktır. Tekniğin in sanlığa, d o
ğ a y a zararı g e n e teknik tarafından yo k ed ile ce k tir.”
YARGILANMAK
Polis, can darm a baskıları altında geçen (bk. Zilli Kurt) gençli
ğinde, Komünist Partisi kurucusu olduğu öne sürülerek tutuklandı,
Kozan Ağırceza M ahkem esi’ nde yargılandı (Nisan-Mayıs 1950). Olay
şuydu: Kadirlili bir çocuk, komünizm propagandası yaparken yak a
lanmış. Ç o k dövmüşler. O da bildiği bütün adları saymış, Komünist
Partisi kurucusu olarak. “ Kurucu” lar arasında arzuhalci Kemal de var!
B ir s a b a h c a n d a rm a la r g e lip K e m a l’ in ellerini kelepçelediler.
Savcıya, sonra sorgu yargıcın a, o ra d a n da h a p ish an e y e götürdüler.
Koğuşların dışındaki bir o d aya koym uşlardı onu. Bir hafta sonra,
k asab an ın ağalarıyla ırkçılarının düzenlediği “ m iting” in ardından
hapish an en in b asıla ca ğı, arzuhalci Kom ü n ist K e m a l’ in linç ed ile
ceği haberi h apish an e y e k ad a r ulaştı. C a n d a rm a kom utanı o gün
K e m a l’ i ikinci kata, c a n d a rm a d airesine çıkardı.
G erçekten de, “ m iting” den son ra kalabalık cezaevi avlusunu
doldurdu. C o ş m u ş bağırıyor, yeri g ö ğ ü inletiyorlardı. O da y u k ar
dan, pe n cered e n bu “ v a tan sev erler” i seyrediyordu. K om u tan , “ v a
tan millet sa k a ry a ” nutku çekip K e m a l’ in geceleyin Kozan Ağırce-
z a ’ sına yollandığını söyleyerek “ y u rtsever” vatan daşları yatıştırıp
dağılm alarını sağladı.
Bir hafta son ra da Kozan h ap ish an e sin e gön derildi. D ünya
nın en kötü h ap ish an elerin d en biri. H ap ish an e değil, işkence evi
sanki... Ağırceza m a h k e m e s in d e y argılan m ay a başlad ı. Bir süre
sonra salıverildi ya, y a r g ıla m a sürdü. S onu n d a aklandı. D u ru şm a
dan son ra m a h k e m e b aşkanı o d a s ın a çağırttı onu. Dedi ki:
“ Sizi m ah kû m edeyim diye çok baskı yapıldı b ana. Siz Ç u k u
rova’da kalmayın. Hem en İstanb u l’a gidin. O rad a , Yeni C a m i’ nin
a rk asın d a da arzuhalcilik y ap ar, hayatınızı kazanabilirsiniz. Sizi b u
rada ö ldürecekler. Yazık olac ak öldürülürseniz. ‘ B e b e k ’ hikâyesini
karım da ok u du . Edebiyattan iyi anlar. M erakından sizi g ö rm e y e
m a h k e m e y e k ad a r geldi. Ben d e dilinize, ustalığınıza hayran kal
dım. B an a söz verin, buralarda d u rm a y a c a ğ ın ız a .”
Söz verdi, teşe k k ü r etti.
Yıllar sonra m a h k e m e başkanım n ölüm ilânım g a z e te d e g ö r
dü, c e n az esin e gitti. V edat G ü n y o l’ la karşılaştılar. İkisi de şaşırdı
birbirini g ö rü n c e. M e ğ e r ölen yargıç, Fevzi Boran, Vedat G ü n y o l’ un
am ca sıy m ış. Y a ş a r Kem al, Cumhuriyet ga z etesin d ek i k ö şesin e “ Bir
Yargıç Ö ld ü ” başlığıyla yazdığı yazıda a d a le t kuru m u n dan söz etti,
Fevzi B oran ’ dan söz etti: “ Kozan ve yakınlarındaki halk um u du n u
on a bağ lam ıştı. Onun ada le tin e. Hiçbir tesirle, hiçbir çıkar için,
onun adaletten şa ş m a y a c a ğ ım biliyordu.” (Zulmün Artsın içinde).
İ N G İ L T E R E ’ D E B B C S T Ü D Y O S U N D A C A N Y Ü C E L ’ LE, 1 9 6 3
Yıllar son ra Ant d ergisin d ek i yazılarından dolayı k ovu ştu rm a
ya uğradı, yargılandı (19 6 7 -19 6 9 ):
Vedat D em ircioğlu ’ nun Teknik Üniversite y ata k h a n esin d en
atılıp öldürülm esinin ve öğrencilerin uykudayken co p la n a ra k , yarı
çıplak d u ru m d a m a h k e m e karşısına çıkarılmalarının ardından y a
y ım lanan “ Kanlı İktidarın Ortakları” , Kanlı P azar’ dan sonra y ay ım
lanan “ C a m ile r Kışla O ld u ” başlıklı yazılarından dolayı bu kitapçı
ğın yazarıyla birlikte Ağırceza M a h k e m e s i’ nde uzun sü re y a r g ıla n
dı; b eş yıl sonra aklandı. (Yazılar Baldaki Tuz içinde).
Yine bu sıralarda h akkında bir b a ş k a d ava açılmıştı: G e rek çe ,
Emile B u rn s’ ün Marksizmin Temel Kitabı’ nı çevirm iş, b öylece C eza
K a n u n u ’ nun ünlü 14 2 . m a dd esin in dördüncü fıkrasındaki “ k o m ü
nizmi ö v m e ” suçunu işlem iş olm asıyd ı. G e rçe kte , o sırada a ske rli
ğini y a p m a k ta bulunan çevirm enin adını ve rm ek sakıncalı g ö r ü n
d ü ğ ü için, Ant Yayınları’ nda çıkan, çevirm enin ta k m a adının kulla
nıldığı kitabı kendisinin çevirdiğini söyleyip “ s u ç u ” üzerine almıştı
Y a ş a r Kem al.
12 Mart M uhtırası’ nın ardından aydınlar, y azarlar h a p is h a n e
lere dold uru lu p gü lü n ç d a va la r a çılm a y a başlan m ıştı. Derken, M a
yıs 1 9 7 1 ’ de “ Balyoz H arekâtı” başlad ı. Radyo, “ teslim o lm a s ı” iste
nen aydınların, sendikacıların adlarını okudu sık aralıklarla... Y aşa r
Kem al, listenin en ön sıralarındaydı. Gidip “ te s lim ” oldu ve bir ay
so rgu su z su alsiz D avu tpaşa kışlasında tutuldu. Sonra da hiçbir g e
rekçe g ö sterilm ed en bırakıldı.
B un dan birkaç gü n sonra Marksizmin Temel Kitabı davası s o
nuçlanıyor ve “ çevirm en Y a ş a r K e m a l” on sekiz ay h ap se m ahkû m
ediliyordu. Yargıtay bu kararı b ozacak , Emile Burns, çevirm en Y a
ş a r Kem al ve çeviri kitap aklan acak lardı.
Gelelim son yargılan m ala rın a...
Yirmi yazar, 4 Ekim 19 9 4 gü n ü Türkiye G a ze teciler C em iye-
ti’ nde bir basın toplantısı d ü z en leyerek d ü şü n ce a çık lam a özg ü rlü
ğü ön ü n deki engellerin kaldırılmasını, Terörle M ü ca d e le Y asa-
s ı’ ndaki bazı hükümlerin değiştirilm esini istediler. Bu basın t o p
lantısına ne yazık ki az sayıda ga z ete ve dergi ile bir Alm an, bir İs
veç televizyonu ilgi gösterdi. Bunun üzerine, Y aşa r K e m a l’ in ö n e ri
siyle, bir kitap hazırlanm ası kararı alındı.
Yirmi dört yazarın yazılarını biraraya getiren Düşünce Özgürlü
ğü ve Türkiye başlıklı kitapta Y a ş a r K e m a l’ in iki yazısı yer alıyordu:
“ Türkiye’ nin Üstündeki Kara G ö k y ü zü ” ve “ Zulmün Artsın” .
Y a ş a r K em al, “ Zulmün Artsın” başlıklı yazısını (aynı adı ta ş ı
yan kitap içinde) A lm a n y a ’ daki Der Spiegel d ergisin e de g ö n d erm iş;
yazı A lm an cay a çevrilip “ Yalanlar Seferi” başlığıyla yayım lanm ıştı.
Yazının kimi bölümleri bir g a z e te d e Y a ş a r K e m a l’ i suçlayıcı
başlıklarla verilince kıyam et koptu! “ M ed y a ” nın ve siyasilerin bir
kesim i Y a ş a r Kem al için dem ediklerini bırakm adılar. İşi “ Y a ş a r Ke
mal vatan hainidir” e k ad a r vardıran lar oldu. Yazının b ütün ü n de ne
söylüyor, diye araştıran o lm adı. Elbet, onu sav u n a n lara da rastlan
dı.
Derken Düşünce Özgürlüğü ve Türkiye kitabı toplatıldı, Y aşa r
Kem al d e Terörle M ü cadele Y a s a s ı’ nm 8. m add esin i çiğn em ekten
Devlet G üvenlik M a h k e m e s i’ ne verildi. 12 Tem m u z 19 9 5 gü nü d u
ru şm a la r başladı ve yazarım ız birkaç ay son ra aklandı.
Bu a rad a Terörle M ü cadele Y a s a s ı’ nın 8. m add esi değiştiril
mişti. A m a bu, dışarıya karşı “ y a s a la rd a iyileştirme yapıyoruz; d e
m o kra tikleşm e y o lu n d a a d ım la r atıyoruz” gö rü n tü sü verm ekten
b aşk a bir yarar sağ lam ıyo rd u .
Ve birkaç ay son ra Y a ş a r K em al, “ Türkiye’ nin Üstündeki K a
ra G ö k y ü zü ” başlıklı yazısından dolayı bir kez d a h a Devlet Güvenlik
M a h k e m e s i’ ne gönderildi. 7 Mart 19 9 6 g ü n ü , ilk d u ru ş m a d a , savcı
“ b e ra a t” istedi. Aynı gü n m a h k e m e , kararını açıkladı: 1 yıl 8 ay h a
pis cezası, 46 6 bin 666 lira para cezası. Bu ceza, kısa bir d u ru şm a
arasın d an son ra, dinleyicilerin sa lo n a alın m ad ığı c e lse d e açıklan ı
y ordu. M ah k em e, yazarın “ Halkı ırk ve b ö lg e farklılığı göz ete rek
açıkça birbirine d ü ş m a n ilân ettiği” s o n u c u n a varm ış ve C ez a Ka-
n u n u ’ nun 3 12 / 2 . m add esin i uygulam ıştı. A m a cezasını erteliyordu;
iki yıl içinde aynı “ s u ç u ” bir a d a h a işlerse, ikisinin cezasını birden
çekecekti. Karar açıklandıktan sonra Y a ş a r Kem al, tam m a h k e m e
nin kap ısına gelm işti ki, geri d ö n d ü , seslen d i: “ Ben d e sizi m ah k û m
e d iy o ru m .”
Nokta dergisinin an latım ın a g ö re Y a ş a r K em al, romanlarıyla
n erede kesişip n ered e ayrıldığını kestirm enin g ü ç o ldu ğu renkli h a
yatına b i r d e “ b ölü cülü k ” sığdırmayı başarm ıştı.
Y argıtay’ ın kararı o n a m a s ın d a n sonra Y a ş a r K em al, Avrupa
İnsan Hakları M a h k e m e s i’ nde d ava açtı ve davayı kazandı!
Z İl l İ K u r t
K İ T A P - L I K D E R G İ S İ N İ N A R M A Ğ A N I D I R