You are on page 1of 162

/

Gl

] ..,
-
1Clt{(Q� qryo�ı)
(�
GÜNDÜZ VASSAF • Tarihi Yargılıyorum
GÜNDÜZ VASSAPın kh:aplan: Ctnnttın Dibi, Ctlıotllt'lllt! Ovga, � Scsimitı Duyıır­
madılı/Avnqxı'dG Tılrit lKi Çootlılatı, Zdı4 \t ülı4 Tatlai Ncdirl Nt Dtgildir?,
Anntm Bdltu, 'fO Yıl Onu 40 yıl Sonnr Amcnlıa • Rı.sya, Tarilıl Yaıgılıyonun.

lleı.işlm Yayınlan 1233 • Çagdaş Tllrk.çe Edebiyat 167


ISBN-13. 978-97>-05-0504-1
� 2007 Iletişim Yaymalık A. S.
I. BASKI 2007, Istanbul (5000 adet)
2. BASKI 2007, Istanbul (3000 adet)

EDfTOR Kıvanç Koçak


KAPAK Hakkı Mısırh�lu
KAPAKTAKI RESIM Dalgıçlann 1985\c keşfettigi, Marsilya
yakınlannda bltlutıan. girişi deniz alundan olan
Cosquer Magarası'ndan 27.000 pl Oncc yapılmış el resmi
KAPAK FILMI Mat Yaptm
UYGUUMA Hllsnıl Abbas
DOZELTI Ceren Kınık
MONTAJ $ahin Eyilma
BASKI � OLI Sena Ofset

Uet:işim Yayınlan
Binbırdirek Mcydaru Sokak Iletişim Han No. 7 Cagaloglu 341221stanbul
Tel: 212.51622 60-61-62• Faks: 212.5 1612 58
e-maU: Uctisim®ilctisi.m.com.tr web: wwwileıisim.com.tr

GÜNDÜZ VASSAF

Tarihi
Yargılıyornın

.. l l e t ı , ı m
Boıim için tarihi şiirsellqtiren
Babam Dr. Ethtm Vassaf'a
Bu kıtap Harvard Ünrversitesı Ortad<>Qu �rmaları
Merkezi'nde 3 Mayıs 2006'da ve Sofya Üniversite­
si'nde düzenlenen Krıminoloji Kongresi'nde 29 AQus­
tos 2006'da verdKjım ko,uşmalann birleştirilmiş ve
genişletılmış şeklidir. Beni bu toplantılara davet et­
mekle metnın oluşmasının yolunu açan Cemal Kafa.
dar. lenore Martin ve Paolo Giulinı ıle yazdıklarımın
kilapiaşmasını öneren Selçuk Esenbel'e, metnı oku­
yup düşüncelerini paylaşan Engın Akarfı. Leyla Kayhan
ve Betül Tanbay'a, kapak ıasanmı içın Hakkı Mısırfı<>Q­
Iu'na teşekkür ederim. Tabii ki hata. eksık, göze, kula­
Qa hoş gelmeyen ne varsa sorumlulugu bana ait.
"Tarihin bizi donattıgı kıt malzemeyle
insanı yargtlamayı kesinlikle reddediyorum."
Mahatma Gandhi
lÇlNDEXlLER

Önsöz __ ____ ______ ____ lJ

I.
TARİH VE TOTALlTARlZM

Merlıumu Nasıl Bilirdi.niz? ____ ·..··-··-16


-·---

Tarihi Ununuran Devletlerle Devrimler 17


Terzi Tarihçiler _20
Ulusal Masallannıud.a "Öteki"nin Kadi 23
GWıey Afrilıuı --

lsrail .-25
BitmtJı TüJı�nrruJı Bilmeym Başlıuı OmtJılcr 6
Ve Magdurlar 9
Ulusal Masallanmızda Kendimizin Katli ·---··---·· ··-.3 1
Kimi n Kalıramanbn? _32
Kim.lerdensiniz? .35
Ulusal Tarihin Tarihe Dire 7
---- -·40
Tarih Ne lşe Yarar? Şizofren Kimlikli Tarlhim.iz ___ 42
Yanndan Bakınca Bizim Neytınlı tlginç? ____ __ #
Babamın Sesi -· ..·-··-········- -·----

- - ·-··· ·-
· - .. .. 4-7 -·····

Çivi Yazısı Nano Teknolojiye Karşı_·-- -----·-·-·-···- - 4


· 8
Tarih Gizleniyor, Tarih Kayboluyar --··· .50
Totalitarizınin ineesiyle Kabası.... _52
Hayalet Zcplinler _ ..52
Bey� Saray'a Göre Tari ...53
Parayı Basan Tarih Yazar:
Scmıaymin Tarihçilige Soyunması . -·-·--.... . ._54- ___

SOzden Yazıya, Yazıdan Söze·--···-- . ...56 _

Yazı Ozgürlükten, Söz Totalitarizmden Yana 58


Yahoo, Google, Microsoft: Bilgj.nin Tekelleşmesi ___ 6Q
Ben Ben miyim?: Postmodernizm ve
Gerçege Güvenin Sarsılması _
_ .
__.. . ...67
---·-·-·-·--

Tarihe Karşı Tarihi Korumak.... - ............. ---·-·-- ...68


- . -
. -.....•

Ozel Hayatın Sonu__ --- - - - - - 70

u.
TAR1Hl YARGIUYORUM

Herodot'tan Günümüze Tarih Eleştirisi __ H


Barışı Yazmayan Tarihçiler, Savaş Düşkünü Efsaneler 80
Eskimalarda Savaş_ _ _
__ _ 83
"Geçmişi Denetleyen Gelece� Denetler" 86
21. Y üzyılda Demokrasi:
"Non Titulo, Sed Exercitio Talis?" ,,________
_ __ 87
21. Yüzyılda Dm __ ..90
Bayraklı Köktencilik ...92
Tek Tannb Dinlerden, Tannlı, Tannsız Yeni Diniere ..95
Homojen Bau, Heterojen Dünya_. ..97
Tarih Efsane, Efsane Gerçek Olunca.. . . _ ... . _ 100
.........- ....... _ ..

Tarihte Bueym Rolü: Galüeo, lran Şahı.. . Ben.... .._102 ___


Anna Karenina Tarihi ···· · -·····- ---· --·-·····-·· · - -···· · -----···-- 104
Haklı Savaş Patolojisi . · ····· ···· · ···-
- · ··· ·-·· -··· - ·-· ·--···-······--- - _ı 07
_
_

Dev Aynasında Ulusal Tarih__ _ııo


Insanın Insana Vahşeti: Kahtımsal mı? Kültürel mi? _ı 14
Tanm Toplumu ve Otesi:
Hiroşima'dan Sonra Gülme Dersleri ······-··-···· -·-·-·-·- ··· -· -·- · ·············120
Biz mi Savaşıyoruz , Bizi mi Savaşunyorlar? 122
İnsanın Olağ.ınüstü Başansı __ 126
lnsanın Insanı KötOlemesL--·---- - ··--_ _ ._128
Kimlik Peşinde Kıyamet_.......... ....-.... ..... ..........
.. -·--·-· · - · ..··-·-· . 129.
.. ..

Dönme Dolaplarda OzgürlOk _130


Asya'da An Ehlileştiren,
Afıib'da Zebrayı Niçin Ehlileştirmedi? _ __132
"Savaşta Ne Yapun Baba?"-···--· ·-..·· -·-· . . ..........................................._135
Bir Varmış Bir Yokmuş, Almanlar Otoriter,
Amerikalılar Demokranruş ... _ __ 136
Tuvaluluyuz Hepimiz: Uyumlu insanın Aymazlıgı _138
Cephede Piknikten Cephesiz Savaşlara... ....
. .. ... .... _ ... -.. 142
Dünya Gibi 10.000 Gezegen--·· -· ----·· --146

Sonsöz _______ _151

KAYNAJ<ÇA_
·--· -·---- -·- ·---·· -·-- ..···-- -· --- -- _153
Onsöz

Dünyada kaç yerde kaç savaş var bilmiyoruz. Katliamlar,


kınmlar sıradanlaşu.
Tarihe baktıgımızda, asngım asnk, kestigim kestik, impara­
torluklarl.a diktatörlükler, kaotik donemterin çaresizligi üzeri­
ne yükselmiş. Açlıgın, korkunun kol gezdigi dönemlerde sı­
gınmışız umutsuzlu�muzu seferber edip sırtım
r za binen re­
jimlere. Zamanında kervanlann geçtigi topraklarla, gemilerin
yelken açtıkları denizleri deneLleyenlerin küreselleşen düna
y ­
sı yeni lotaliter egemeniikiere gebe. Nicedir içimize inim
inim işlenen, işletilen, çaresizligimiz olmuş düzen ugruna bi­
zi özgürlüklerimizden vazgeçiren.
Eli kulagında mı yeni dO:nya imparatorluklanyla dikta­
LOrler?
Ezberimizi tekrarlamakla yetinir, dünya çapında sari bir
hastalıga yakalanmış gibi "ah başımıza neler neler geldi" diye
dövünmemizi, bükemedigimiz eli öpmeyi sürdürürsek, evel.
Bu kitabı bunlan söylemek, hepimizin bildiklerini bir ke.z
daha tekrarlamak için yazmadım. What is History? (Tarih
Nedir?) adlı kitabında E.H. Carr, "Tarihi tanımadan tarihçi­
yi tanıyın" diye bizi uyanr. Tarihçiyi tarumak, geçmişimize
hangi aynalann tu tuldugıt na bakmak demek.
Dünyanın neresinde, kim olursak olalım, tarihimize nasıl
13
baku�ımız1 gözden geçirdigim bu kitapta kendimizi yargıla­
mamızı yargılıyorum. Yargıladıgtm tarihimiz degil, tarih di­
ye ne bildi�imiz.
Tarihimize bakıp "biz buyuzn diye sunulanlan sorguluyo­
rum. Geçmişimizin nasıl tanıtıldı�ının, kendimizi nasıl ta­
nıdıgımızın, toplumsal evrimimizi engellerligine inanıyo­
rum. Tarihten özgürleşerek yeniden tarihimize bakmamızı
öneriyorum. Asırlardır sürdürdügümüz alışkanlıktarımız­
dan kurtulup, kendimize farkh bakmaya başlamamızta, ne­
reden gelip nereye gittigimizin serCıveninde, yaşadıgımız ta­
rihin de yolunu degiştirebiliriz.
Tarihimize bakıp aramızdaki farklılıklan abarurken, bizi
birleştiren insanlıgunızın hayret verici gücünü, teker teker
ve hep birlikte neye muktedir oldugumuzu yadsıyoruz.
Tarihin zaman tünelinde geriye do�ru yolculugumuz he­
pimiz için aşagı yukan aynı. Lafı uzatmaya gerek yok. Dün­
yanın neresinde, ne zaman dogmuşsak dogalım, anneleri­
miz, babalarımız, dinlerimiz, devletlerimiz bize bir geçmiş
giydiriyor. Onlar giydirdikçe biz de ha babam giyiniyoruz.
Çogumuz, geçmişin elbiselerini günümuz terzilerinin dik­
mesini yadırgamadan kabullenmekle kalmayıp, elbiseleri­
ınizi bedenimizden ayın bile edemiyoruz.
Tarih, giydiklerimizin, bize giydirilenlerin, üstümüzdeki­
leri yenileyip, degişmemiş sandıgmıız eskilerimizi sandık­
lardan çıkanp tekrar giyinmemizin öyküsü.
Örtünme Lutkunlugumuzun telaşında kendimizi görmez,
görmek istemez olduk. "Biz" diye, birbirinden farklı, birbir­
lerine zıt gOn1ntülerimizi benimsedik. Görüntülerimizle
çarpışuk, görüntülerimizi savaşurdık.
SoyunaiLm. Soyunalım ki bizi giydirenlerle yCızleşelim,
kendimizi gOrebilelim. Tekrar giyineceksek. istedigirniz gibi
giyinebilmemiz için gene de soyunmamız lazım.
Boston, Nisan 2007

14
l.
T ARlH VE TOTALlTARlZM
Merhumu Nasıl Bilirdiniz?

Gelecegln tarihçileri bugünü nasıl yazacaklar?


Müslümanların cenaze törenlerinde cemaate sorarlar
"Merhumu nasıl bilirdiniz" diye, ardından herkes hakkını
helal eder.
Tarihe geçmek arzusu benzer bir şey olmalı; iyi bilinmez­
sek hiç olmazsa kötü şeyler söylenmesin.
Amerikalı psikiyalrist Robert jay Lifton ..Ölümsüzlugu­
müze inanmamızın dört yolu vardır," der. "Kalıtımsal
olümsüzlükte çocuktanrnız, torunlanmızla gelecekte varlı­
gımızı sürdünl nlz. Dini Olümsüzlükte, cennette yaşamanın,
Nirvana'ya ulaşmanın vaadi vardır. Müzisyenler, mimarlar,
maternalikçiler buluşlan, eserleriyle Olümsüzleşir. Devrimci
Olümsüzlükte, hepimiz bir şeyi yapıp yapmamak, söyleyip
soylememekle, tarihimizin tek tek belirleyicileri oldugumu­
zun bilincındeysek, ilelebet var olacagız demektir."
"Gelecegin tarihçileri bugünü nasıl yazacak?" sorusunun
cevabı, devlet başkanlanndan imihar bombacılarına kadar
bireyin, tarihe geçmek, ölümsüzlük ihtirasıyla da ilgili.
16
Gene de çogumuz gündelik yaşamlanmızın girdabmda
anlık, geçici tepkilerle yaşamımızı sürdürürüz.
Öyle de istenir. Çogu zaman ancak birilerinin işine geldi­
ginde, çıkarlan tehlikeye girdigi.nde, bize tarihi sorumlulu­
gumuz hatırlatılır.
Bostan'un ileri gelen tüccarlarıdır, şehrin limanında işsiz
güçsüzleri, içip içip gelişigüzel başkaldıran tayfalan özgür­
lük ruhuyla ateşleyip İngiltere'ye karşı bagımsızlık savaşına
seferber eden. ABD tarihine özgürlük için savaştı diye adı
geçenler; john Hancock gibi vergi ödemek istemeyen ka­
çakçı tüccarlann menfaatleri adına galeyana getirilip, İngi­
lizlerin mallannı yagm alayan, gemilerdeki çayı denize dö­
kenler, Boston limanında kol gezen çetelerdir.
Yalan, eksik ve yanlış bilgilendirme yöntemleri, Hitler'in
propaganda bakanı Goebbels'le tarihimizde ilk kez sistema­
tik bir şekilde uygulandı. Günümüzde bu yöntemler, küre­
sel ısırıma olmadıgını iddia eden petrol şirketlerinin halkla
ilişkiler adı altında yürüttükleri kampanyalardan, ABD'li
başkan adaylannın paketlenip piyasaya sürülmesine, terö­
rizme karşı yaratılan paranayaya kadar sıradan uygulamalar.
Olanlan ne kadar eksik, yalan yanhş da bilsek, tarihimizi
yaratanlann, tarihe geçmek için çırpınaduranlann var say­
dıklan bir şey var. tleride tarihçiterin günümüzü degerlen­
direbilmek, anlayabilmek için ellerinde yeterli derecede
malzeme olacagı. Oysa bugün biz ne yaparsak yapalım, ya­
nna izi kalrnadıysa, tarihin parçası olamayacagız demektir.
Gelecegin tarihçilerinin, bıraktıklarımıza ulaşmasımn
önünde ne gibi engeller olabilir?

Tarihi Unutturan Devletlerle Devrimler

"Tarih yazmakta" iki deneyimim oldu. Biri TOrkiye'de


psikoloji tarihi, digeri annemin hayatı. tkincisini yazmama,

17
12 Eylül ve YÖK'le birlikte Bogaziçi Üniversitesi'nden istifa
etmeden Once Şerif Mardin'le yapugımız bir sobbette,
onun, T ürkiye'de biyografı, otobiyografi yaztınının yok de­
necek kadar az oldugunu söylemesi destek oldu. Eski Yu­
nan'da, Roma'da otobiyografi varken ilk Türkçe otobiyogra­
fı ancak 16. yüzyılda Yeni Delhi'de yazılan Babiirname. Son
yıllara kadar da bu tür kitaplar yazılmazdı.
Neden diye düşündügürnde aklıma şunlar gelmişti.
Cumhuriyet'in ilk ytllannda kimin biyografısi yazılabilir­
di ki?
Paşalan, padişahlan yazacak olsamz, onlar vatan haini bi­
liniyor. Kadılan, hocalan yazsanız, onlar da gerici. Geçmişi­
ni, yeni yarattıgı yan miwloJık bir sis perdesiyle Onüp süs­
leyen genç cumhuriyet yarına bakıyor. Tarihini sıfırdan baş­
lauyor. Tek tük biyografi çahşmalannın en bilinenleri Fatih
Rıfkı Atay, Şevket Süreyya Aydemir gıbi Ataturk'ün maiye­
tinde çalışaniann Atatürk'ü aniatmalan ki, onlar da, konu­
ya mesafe alamadan, arşivten araştırmadan yazılmış methi­
ye düzeyinde.
Biyografı eksikliginin nedenleri arasında, bu tür eserlerin
cemaatten cemiyete geçmiş toplumların ürünu oldugu da
düşünülebilir. Toplulugun men[aati ugruna, cemaaue var
olamayan veya sindiriJen birey, cemiyetin ürünu. Njal� Sa­
ga, Mahabarat.a gibi lzlanda ve Him efsaneleri, her ne kadar
bir kişinin macerasını dile getiriyor olsa da, asti anlaulan,
bir cemaatin dünyası, adetlen, yaşadıktan. Her şeyin payla­
şıldıgı cemaatte ihtiyaç duyulmayan birey, ancak yalnızlaş­
masına olanak tanınan cemiyette sivriliyor. Don Kişot'la bir­
likte romanın tarihsel çıkışından da bildigirniz gibi, birey
cemaatlere degil cemiyetlere Ozgü. Cemaanen cemiyete ye­
ni geçmekte olan, hem de geçmişini silerek yeni bir tarih
yazmına başlanan Cumhuriyet'te, biyografiye yer yoktu.
Ancak şimdi, aradan neredeyse yüz yıl geçtikten sonra,

18
Türkiye'de yeni kuşaklar Osmanlı tarihçisi olabilmekte, ki­
tap raflarımızda biyografiye, otobiyografiye rastlanmakta.
Geçmişin yükünden kurtulmak isteyen Cumhuriyet, gü­
cünü geçmişinden degil gelecege inancından alarak yola
çıkmak istedi. Benim gibi, anne babalan Osmanlı lmpara­
torlugu'nda dogup büyürlükten sonra (babamm dogumu
1898, anneminki 1904), Cumhuriyet'te yaşayan, yaşlanan­
larm çocuklan bilecektir. Annem de babam da, Rumeli kö­
kenli. lkisi de, 1948 Birleşmiş Milletler tanımına göre soy­
kmm sayılabilecek Balkan'lardaki Müslüman-Türk katli­
amından söz etmezlerdi. Tıpkı Osmanlı'nın son yıllannda­
ki, gene aynı tanıma göre, Ermeni soykınmından söz etme­
dikleri gibi. Bugün, kimliklerini mazlum olmakla özdeşti­
renlerin yaptıklannm tersine, Cumhuriyet'in ilk kuşagı, bir
tek kendi felaketlerinden söz edip, "Bizim canımız can, on­
lannki patlıcan" demedi. Geçmişle ugraşmadılar. Yanna
bakolar.
Türkiye Cumhuriyeti, tarihin sıfırlanmasının tek ömegi
degil tabii. Fransız, Sovyet devrimleri aynı şeyi yaptı. Roma
lmparatorlugu, aynı topraklarda yerlerine geçtiklerinin geç­
mişini yok sayarak, kurdun ernzirdigi Romulus ve Remus
efsanesiyle başlar. Romalılar kendilerinden önce bu toprak­
lara egemen olan Etrüskleri tarihten o denli silerler ki, hala
çözemedigimiz dilLeri bile unutturulur.
Dünyanın ilk tarihçileri, Haükarnaslı Herodot ve Thuky­
dides'le başlayan eski Yunan tarihi de bir bakıma öyle. On­
lar da, dört bin yıllık Mısır tarihinin farkında olmalanna
ragmen, kendi başlannda olup bitenler üzerine odaklandı.
Zamanla hafızamızdan, tarihten silinen Mısır uygarhgı an­
cak Napolyon'un Osmanlı lmparatorlugu'na saidmsından
sonra keşfedildi. Unutulan dilinin anlaşılması için de
Champollion'un Rosetta Taşı'nın karakterlerini çözmesi ge­
rekti.

19
Geçmişi, ancak kendilerine ulaşabilen malzemeyle deger­
lendirebilecek olan tarihçilerin bir sorunu, özellikle km lma
noktalannda, toplurolann yeni egemenlerinin tarihi sil baş­
tan yapma arzusu. Böyle dönemlerde gelecege aktarılması
engelleneo tarih yakılıp, yagmalanıp, imha ediliyor. Merak
edilmesi gericilik diye ayıplanıyor, araşunlması kınanıyor,
araşurmacının başına dert açabiliyor. Tarih, sadece zamanın
degil, baskının da altında gömülüyor. Yeni tarihçilerio geç­
mişe erişmesine köprüler anhyor.

Terzi Tarihçiler

Terzi vardır, müşterisini memnun etmek için kumaşı öyle


diker, biçer Id, duruma göre onu oldugundan zayıf da gös­
terebilir. zarif ve görkemli de. Toplumun kınlma noktala­
nndan, darbelerden sonra, geçmişi başka senaryotarla yaz­
ma siparişi verilen tarihçiler bu tür terzilerden pek farklı
degil.
Ancak terzi tarihçi her ne kadar toplumun yeni egemen­
lerini memnun etmek istese, ne kadar devrime inansa da
yazdıklannın geçerliligi, tarih siparişi verenlerin kendilerini .
ne kadar aldatabilecekleri, başkalannın bu aldatmacaya ne
kadar tahammül edecekleriyle sınırlı.
Kimi tarih aldatmacalannın ömrü kısa, kimirıinki uzun
olmuş. Kimi tariht aldatmacalann etrafında ikincil bir ede­
biyat, davranış tarzlan, felsefe ve sanat gelişirken, kimi
kukla tiyatrosu gibi diktatörlerin, şiddetin zoruyla sürebil­
miş. Kimi uyduruk tarihler, işlevi bitince ya da dikiş tutma­
yınca unutulup gitmiş. Fransız devriminin etkisiyle Hollan­
da'da kurulan Batavya Cumhuriyeti tarihin ancak bir dip­
notu; adını günümüzde HoUandahlar bile bilmiyor. Ne de
bugün 5. Cumhuriyet dönemini yaşayan Fransa'da dünya
tarihini sıfırdan başlatuklan, lhaftanın on gün, günün on sa-

20
at, saatin yüz dakikadan oluştugu devrimci Cumhuriyet
takvimi var.
lgneyi başkalanna batırmadan Once çuvaldızı kendimize
sokahm. Şimdi yazacaklanm, henüz kitabı yeni okumaya
başlamış birçok okuru belki kızdıracak, kitabı ellerinden at­
maya yöneltecek. Yazmamaksa metne haksızlık. Once kendi
yaşadtklanrnızı, bildiklerimili birlikLe buyüteç aluna koy­
malı ki, sıra başkalanna geldiginde, "Biz"- "Onlar" dıye ta­
raf tutmaktan arınmış olarak kitabın amacına, bizatihi tari­
hin ta kendisine, neyin nasıl yazıldıgına odaklanabilelim.
Nuım Hikmet'ın "Don naia gelip uzak Asya'dah" diye
başlayan mısrası Türkı)re Cumhuriyeti'nin resmt tarihinin
özeti. Türklerin "Ata"sı Mustafa Kemal'in ulusuna benim­
setmek istedigi "Güneş Dil Teorisi" siparişini alan silbaştan­
cı tarihçilerimiz, bir millet yaratabilmek için kimligimizin
adresini degiştirdi.
Imparatorlukta "etrak-ı bi idrak" diye aşagılanan, milleti
soroldugunda lslllm ya da Osmanlı diye cevap veren Turkler,
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte kendilerini yeni kurulacak
ulusun nesnesi konumunc!a bulurlar. Bir anektoda göre Türk
kimliginin oluşmasının Oneülerinden bir Osmanlı aydım
Frarısa'da Milli Kütüphane'ye gitliginde giriş kartı doldurma­
sı istenir. Milliyet hanesinin yanına lslam yazmca, "Bu sizın
dininiz" diye reddedüir. "Osmanlı" yazar, "Bu da imparator­
lugunuzun adı" derler. Çaresiz kalınca aklına "Türk" yazmak
gelir. BOylece kütüphaneye girip, Türk kimlikli bir ulus dev­
letin doguşuyla sonuçlanacak çalışmalarını sürdürür.
Vatandaşlan için katıksız, saf bır tarih yaratmak isteyen
Cumhuriyet'le birlikte Osmanlı, Selçuklu ve IslAm geçmişi
tarihin ı;Oplügüne anlırken, başta Sümerlerle, Hititler ol­
mak üzere, Çin ve Hindistan'dan Avrupa'ya kadar yeryü­
zünde tüm dil ve uygarlıkların kaynagı olarak Orta Asya
Türkleri gösterilir. Çankaya'nın bu resmt görüşünü kanıtla-

21
sınlar diye devlet bursuyla Avrupa'da yetişlirilen tarihçiler
yurda doneınce sipariş uzerine tarih yazarlar.
O yıllann Ankarası'nı HalillnaJcık şöyle anlaur:

WAtatürk bu fakülteyi (DICF) Lanh tezinde ileri saralen


görüşleri ispatlamak için kurdu (...) Açılışta ilk dersi, ha­
tırlıyorum, Afet Hanım (!nan) verdi, eski Emografya Mü­
zesi büyı1k salonunda derste Ataturk hazır bulundu.... Te­
zin esası şuydu; Ona Asya'da bir deniz vardı, kuraklık
)'Oktu ve orada ilk medeniyet TOrk ırkı tarafından kurul­
du; orada kuraklık başlaytnca TOrkler dünyanın dört bır
köşesine yayıldılar, giuiklen yere medeniyeti goturdüler..
O dOnem bir heyecan ve mısyon dönemiydi. Ama zamanla
aşın gOruşlerden sıynldım."

1930'lu yıllarda Türkiye'de her okul çocugunun, vaLan­


daşın ezberleyip benimsedigi bu tarih safsatası arşivlerde
merak nesnesi olarak toz topluyor. Gunümılzde tek bilinen,
M.Ö. 4000 yıllarında Amu Derya Nehri havzasındaki ku­
raklık sonucu, Gonur Tepe diye bilinen bir yörenin terk
edilmesi. Ama bu yutturmaca tarihi yazanlara hlllll 2000'lı
yıllarda Türkiye'de çalışmalanndan Otlirü ödul veriliyordu.
Uzun yıllardır anlaulan Anadolu insamnın anti-emperyalist
kurtuluş savaşı verdigi söylemi ise aslında ulusal bilinçleri
oluşmamış, kendilerine atfedılen milli kimliklerinden biha­
ber Anadolu köy ve kasabalarındaki Turk ve KOn Müslü­
manların, işgalci Hıristiyan ordularıyla, işbirlikçi Rum ve
Enneni azıniıkianna karşı, dinten adına seferber edilişleriy­
le uyuşmuyor.
Uydurulmuş tarihlere Ornek çok. ABD'de "Şükran Günü"
(Thanksgiving) bu ülkede yaşayan, her dilden ve dinden
insanı biraraya geliren en buyük tatil. Kutlanan, beyaz
adamlarla kızılderiliterin hasat kalkuktan sonra sofra kur­
matan. Ununurulan, Kuzey ve Güney Amerika'da en az 40

22
milyon kızıJderilinin, kınm ve kaüiamlarla, lO milyona in­
miş olması.
Kızılderili tarihi anlamsızlaşonlarak da unutturulmuş. Kı­
zılderili isimlerine verilen yeni anlamlarla, anlamlan anlam­
sızlaştınlmış. Soykırıma ugraulan Cherokeeler otomobil
markası; Iroquislan tek bir devlette birleştiren Hiawatha, Bo­
gaz'da seyreden ABD başkansolasunun teknesi; lrak işgali
öncesi Mezopotamya'yt yerle bir eden ABD füzeleri, Toma­
hawk; askeri helikopterleri, Apache; beyazların Boston dedi­
gi Shawmut, banka. Yahudi soykınmından sonra Almaniann
otomobillerine, sürat teknelerine, süs köpeklerine, bankalan­
na Yahudi isimleri verdiklerini düşünebiliyor musunuz?
Ulus devletlerin, dinlerin, ABD'de Şükran Günü kutlama­
lan gibi sorgulanmayan, ezberlere dönüştürülen, zamanla
gerçek gibi algılanan efsaneleri var. Hele günümüzde yal­
nızlaşan insanın, kimlik bulma, kimlik pekiştirme yarışın­
da; başkalarından farklı olduklannı, başkalarından üstün,
güzel, kahraman, zeki, hatta herkesten çok ezilmiş, herkes­
ten çok haksızhga ugramış olduklannı kanlllama çabaların­
da, neler neler uyduruluyor, ııeler neler söylenebiliyor.
Hangi ulusun, hangi toplulugun tarihini deşersek deşe­
lim, ulusal masallannda kuruluş öykülerinin günün koşul­
lanna göre uyduruldugunu, degişen gerçekiere göre tarihle­
rine çeki düzen verip geçmişlerini algılamalarını degişlir­
melerirıin, şaşırucı degil sıradan oldugunu görürüz.

Ulusal Masalla nmızda "Öteki"nin I<atli

Güney Afrika
Dünyanın gelmiş geçmiş en ırkçı rejimlerinden biri ola­
rak 20. yüZ}'lla dehşet damgasmı vuran Güney Afrika Cum­
huriyeti'nin, tarihçileri aracuıgıyla vatandaşianna benimset-

23
lirdigi söylem; kuş uçmaz kervan geçmez bu vahşi belde­
nin, kahnru çeken, topraklarını işleyen, dlllerine Afrikaans
adını vererek yöreyle bütünleşen Hollandalı beyazların, sö­
mürgeci İngiliz emperyalizmine karşı mücadelesidir!
Hollandalılar davalannda ne kadar haklı olduklarının bir
kanıu olarak ıngilizlerin kurdugu dünyanın ilk temerküz
kamplarında, kadın ve çocuk�arla birlikle ölen 26.000 va­
tandaşlarını gösterirler.
Kuzey Avrupa'nın, iklimi berbat, gökyüzü karanlık ülke­
lerinden Afrika'ya el koymaya gelen Ingilizlerle Hollandalı­
lar kendi aralannda çarpışadursun, ikisi de buradaki uygar­
lıklan yok sayarlar. Taribçileri. bu topraklann öyküsünü be­
yaz adamın gelişiyle başlatırken, nadiren söz ettikleri Zulu­
lar gibi yerlilere, din düşmanı, vahşi yarauklar olarak bakar­
Lar. Yalanlarıyla yiizleşmeleriru zorunlu kılan tarihi gerçek­
lerle karşılaşınca, gerçegi inkar ederler. Arkeologlar, Zim­
babwe uygarlıgının kalınulanyla karşıJaşuklannda bunların
vahşi siyahilere ait olamayacagını, yöreye bır ara gelen Arap
ya da Hintli tüccarların eserlerı oldugunu iddia ederler.
Kendilerine Boer adını veren Hollandahlann, apanheid
rejimlerinin kuruluş mitolojisinde ırkçılıklarını haklı gös­
terme çabalarındaki yolculukları, iki bin kusur yıl öncesi­
ne, Tevrat'a dayandırılır.
Sömürge tarihçileri, beyaz adamın uygariaştırma misyo­
nu olarak, vahşi addettikleri siyahileri Hıristiyanlaştırmala­
nnı dogal karşılarlar. Ama Tanrı'nın sıyahileri niçin vahşi
ve ilkel yaraıngına gerekçe bulmakta zorlanırlar. Ta ki kur­
tuluşu Eski Ahit'te, Adem ve Havva'nın ogulları Habil ve
Kabil'de bulana kadar. Okul kitaplarına, beyaz ırkm Ha­
bil'den, Afrikalılann ise kardeş katili Kabil'den türedigini,
Tanrı'nın Kabil'in soyunu cezalandırmak için Afrikalıları bu
halde bırakugını yazarlar.
Manchester'da, sanayi tarihi müzesinde karşılaşmışum.

24
Güçlu olduklannı Afrikaltiann gözlerine soka soka beliet­
mek için her fırsatı kollayan beyazlar, Afrika'ya demiryolu
dOşedikten sonra 19. yüzyılın başında sanayi devriminin en
güçlü simgesi lokomotifleri de beyaza boyarlar. Demiryo­
lunda çalışan siyahileri, kömür tozundan kararan beyaz lo­
komotifi sürekli temiz tutmaya mahküm ederek onlara
hadlerini bildiren bir anlayış1 taSaVVUr edebiliyor musunuz?
Ama sonunda Güney Afrika halkım kamplarda, tellerle
çevrili bölgelerde yaşamaya zorlayan ırkçı rejimin yıkılma­
sıyla, tarihçiler de şimdi yeni bir tarih yazmaya başladı.
Siyasi güçlerin yazdtrtogı yalan tarihin başka bir çarpıcı
ve çagdaş Omegi, Hobsbawm'ın ll. yüzyılda Haçlı Seferle­
ri'nin Kudüs ve dolaylarında kurduktan beyliklere benzetti­
gi lsrail.

ısrail

19. yüzyıl sonunda özellikle dogu Avrupa'da saldınlara


ugrayan, batı Avrupa'dansa dışlanan Yahudilerin Filistin'de
devlet kurma projesi, tkinci Dünya Savaş1'nda karşılaşukla­
rı dehşetengiz soykımula ivme kazanıp savaş sonrası niha­
yet gerçekleşince, yeni devlet için yeni bir tarih yazıldı.
Fransa'dan gelen Yahudi, Fransızca, Macaristan'dan gelen
Macarca, Yunanistan'dan gelen Yunanca konuştugundan,
önce ortak bir dil geliştirmeleri gerekiyordu. Neredeyse iki
bin yıldır kullanılmayan lbranice, yeni kelimelerin ilavesiy­
le, kurulması düşlerren tsrait'in resmt dili olarak benimsen­
di. Sıra tarih yazımına gelince, tasarlanan projenin gerekçe­
si, Afrika'da Hollandalılann ayrıcalıklı konumlan için yap­
uklan gibi, kutsal kitaplannın Filistin'i kendilerine vaade­
dilmiş topraklar olarak gösterdigine dayandınldı. Afrika'da
yerleştikleri topraklardaki yerli halkı yok sayan Hollandalı­
lar gibi, Yahudiler de yeniden yazıp imal ettikleri tarihlerin­
de Filistin'i boş bir ülke olarak gösterdiler. Öyle bir tarih

25
tablosu çizdiler ki, sanki Filistinliler binlerce yıl bu toprak­
ları ekip biçmemişlerdi. Tarih yazımlarında dünya bastnına
hAkim çevrelerse, burayı "Topraksız insanlar için insansız
topraklar" C'A !and withom a people, for a people without
a land") yalanıyla tanımlar. lşgal ettikleri topraklardan sür­
dükleri Filistintileri hiç görmemiş olan İsrailli yeni kuşak­
lar bu yalanlara inandılar. İsrail'in kuruluşundan sonra elli
yıl boyunca bu ülkede dogup büyüyenler, başka ülkelerden
buraya gelip yerleşen Yahudiler, sanki Filistinliler burada
hiç yaşamamış, binlerce yıldır tek bir agaç dikmemiş gibi,
lsraillilerin çölü yoktan var ettiklerine inancillar ("Out of
nothirıg we made the desen bloom"). Uluslararası toplantı­
larda varlıklarını inkar edemedikleri Filistinlilerin, toprak­
larını gönüllü olarak terk euikleri söylendi.
Yeni kuşaklar bu uydurma tarih görüşüyle 2000'li yıllara
kadar kandınldı. Başka birçok ülkede oldugu gibi, onlar da
elli yıl boyunca topraklanna göz diken düşmaniarına karşı
haklı olduklan duygusunu tarihçiterin yalanianna dayanıp
benirnseyerek, topraklan için can vermeye, başkalarını öl­
dürmeye kendilerini vakfeuiler.
Ta ki l998'de arşivler açıldıkLan, lsrail'in "Yeni Tarihçileri"
diye adlandmlan Benny Morris gibi tarihçilerle Ahoron Co­
hen gibi politikacılar, bu yalanların aksini kanıtlayan belge­
lerle karşılaşıncaya kadar. Özellikle ilk Başbakan Ben Guri­
on'un "Haganah" adlı savaş çetesine verdigi, Filistin toprakla­
rında yaşayaniann köylerinden sürülmesi emriyle Lydda'daki
gibi enıik temizlernelerin ortaya çıkması, ısrail'in resmi tari­
hini bir çırp1da tehlikeye düşürdü, eleştiriye açı verdi.

Bitrnek Tükenmek Bilmeyen Başka Omekler

"Tarih, gerçeklerden zarar görecek kimsenin kalrnama­


s1yla gün ışıgma çıkar" diye bir söz vardır. lsrailli yazar
Amos Oz da, "Gerçegi gerçekler tehdit eder" der.

26
Hangi ülkenin geçmişine baksanız kocaman yalanlar ya­
ratmışlar, işlerine gelmeyen şeylerden söz etmemeyi, onlan
sessizlige gömmeyi tercih etmişler.
Bugün Ruslara, "llk Rus devletini kim kurdu?" diye sora­
cak olsanız verecekleri "Siavlar" cevabının yalan olduguna
inandımıakta zorluk çekersiniz. Rusya'yt, kuzeyden gelen
İskandinavyalı akıncılarla tüccarların, bu yörelerde yaşa­
yanlan devlet çatısı alunda birleştirerek kurduklarının hafı­
zalardan sildirilmiş olması, tarihin ne denli buz üstOne ya­
zılmış siparişlerden oldugunun başka bir örnegi degil mi?
Çin'de Uygur ve Tibetlileri yok sayıp, susturup katleden,
Çin tarihini Han'lann tarihinden ıbareuniş gibi yazanlar da
aynı konumda.

* * *

lngilizler, Avustralya'yt imparatorluklarına katarken bu


kıtada yaşayan yerli halkı, Alıorijinieri katlemıiş. Katliam­
dan tam yüzyıl sonra, 1904'te Avustralya'nın "kuruluşu"nu
kutlayan emperyalizmin beyaz tarihçileri 45.000 yıllık tari­
hi olan yerli halktan söz etmemiş, katliamı yapan kurucuia­
nn adına heykel dikmişler. Aradan bir yüz yıl daha geçmesi
gerekmiş, Aborijirılerin sesinin duyulması için.� Bizi bura­
da katlettiniz, topragımızı çalıp buradan sürdünuz, dinimi­
zi degişlirmeye zorladınız" diye konuşmuşlar tOrenin yapıl­
dıgı aynı meydanda.

* * *

Avrupaltiara "Yeni Dünya"larında soykırımın kapısını


açan Columbus (Kristof Kolomb) adına ABD'de ulusal bay­
ram var. Columbia, New York'ta bir universitenin, Güney
Amerika'da bir devletin adı.

* * *

27
Caroline Elkins'in sözlü tarihi de kapsayan araşurmaları
sonucu BriLain� Gulag (lngiltere'nin Gulag'ı) adıyla yayımla­
nan kitabı, Kenya'da tarihin susturuldugunun, sessiz bırakıl­
dıgının başka bir ömegini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.
Oysa Elkins, Harvard Üniversitesi'nde doktora ögrenci­
siyken, Ingilizierin Kenyalılan uygarlaştırrnaktaki başanla­
rını anlatan bir tez yazmak için yola koyulmuş. Elkjns, da­
ha çahşmalannın başında, Ingilizierin sistematik bir şekilde
Kenya'nın bagunsızhgtyla sonuçlanan döneme ilişkin belge­
leri imha ettigini ögt"enir. Zamanla, lngilizlerin, topraklarını
ellerinden aldıklan köylülerin başkaldırma hareketini has­
urmak için onlan ıemerküz kamplarına, dikenli tellerle
çevrili köylere yerleştirdiklerinti, yüz binlerce köylüyü kat­
leuiklerini, 1009 kişiyi asoklarını keşfeder. lngilizlerin tari­
hi susturmaktaki başansı Mau Mau diye adlandırdıkları
başkaldırma hareketine katılan Renyalılan vahşi, ilkel yara­
uklar olarak göstermeleri, dünyanın olup biteni önemseme­
yip ilgilenmemelerini saglamışur.

* * *

19. yüzyılda İngilizlerin, kendileriyle ticaret yapma tekli­


�ni, "Sizin ürünlerınize ihtiyacım yok" diyerek geri çeviren
lmparator Ch'ien Lung'un ülkesi Çin, "Afyon Savaşı''yla
birlikte sokaklarında "Çinliler ve köpekler giremez" tabela­
Larının asıldıgı bir memlekete döndü. Uygarlıgının doruk
noktasında "üstünde guneş batmayan" boyutlara varan In­
giliz lmparatorlu�. savaşta galibiyetlerinden sonra Çin'e
zorla afyon satıp, insanlarını afyona atışurarak 20. yüzyılda
mafyanın faaliyetlerine örnek teşkil edjyordu.

* * oJt

Kitaplannda toplum yapısını inceledigi Kürtlere Kürt de­


digi için, tsrnail Beşikçi Türkiye hapishanelerinde 25 yıl

28
yanı. ABD'de Kızılderililerin, 19. yl)zyıbn sonlanndan
l934'e kadar, güneş tannlanna ibadet etmesi, tannlan için
dans etmesi yasaku.

* * *

Kimilerinin anlı şanlı diye bakngı tarihler, başka bir ba­


kışla, baştan aşagı bir suçlar silsilesi. lmparatorluklar, dev­
teLler, kahramartlar, tarihin konusu ve nesnesi olarak çalışıl­
dıgı gibi, cürüm işleyen kişiler gibi ele alınabilmeli, genişle­
Liimiş bir kriminoloji disiplininin yOntemleriyle de incele­
nebilmeli. Psikolojide kişilerin sadece gelişimlerini degil
patolojilerini de inceleyen ayn ayn dallar var. Tarih disipli­
ni bu aşamaya gelmekten henüz uzak. Bu yolda ilk adım ta­
rihte ne oldugu kadar, toplurolann tarihlerini nasıl algıladı­
gı, nasıl ele aldıgı üzerine yogunlaşmak olabilir.
Gelecegin tarihçilerine yalanlanmlZl aktaracagımızdan
şüphem yok. Ama yalanla nmıza nasıl inarıabildigimizi ın­
celemenin olgunluguna çoktan vardık. Dolayısıyla yalanla­
nmızı nasıl sürdürebildigimizi de aktarabilmeliyiz gelece­
gm tarihçilerine.
Onlarca, yüzlerce tarihçi var igneyle kuyu kazarcasma,
kendi kimliklerinden soyunarak, aitliklerine mesafe koyabi­
lerek, geçmişi araştıran. Ancak bunlann tarih yazımında ko­
numu, virtüöz de olsalar, belirli gOrüşlere angaje orkestralar
ve orkestra şeflerinin nezdinde, üçüncü keman olmak gibi.

Ve Magdurlar

Alı.şuk tarihçüe:rin genellikle galipterin tarihini yazmasına.


Faşizmi Ovmek yasaklamrken, neden zulüm ve katliarnı meş­
rulaştıran tarihler hala okullarda çocuklara okutulabiliyor,
milinglerde, ekranlarda, satır aralannda tekrarlanageliyor?
Yalanlannnz, yalan söyleyen tarihçilerimiz, sadece galip-
29
lerden yana. Ezilenler de ezilmişliklerini abartmakta, "ben­
den magduru yok, en magdur benim" diye kendilenni On
plana çıkartmakta, aşagılık komplekslerinden soyunup ÜS­
tünlük komplekslerine burünmekte yanş halinde. Emper­
yalistlerı, faşistleri eleştirrnek kolay. Ezilenler konusunda
suskunlugumuz, sansürümüz, çifte standartlarımıza başka
bir Ornek degil mi? lşte Yahudi düşmanı sayılınz endi$esiy­
le lsrail'i eleştirmekten çekinmemizde çifte standart. Lşte
Cherokee kızılderiliJeTinin siyahi kölelere sahip oldugunu
dile getırmek istemeyen zihniyeL
ABD'de de kolelik geçmişlerinden sıtkı sıynlan kimi siya­
hHer bir yandan "Afrika'da bizim de tarihimiz, kültürümüz
vardı" derken; Benin, Niger gibi uygarhklara sahip çıkabile­
cekken, "Kara Athena" adlı bır tezi benimseyip Mısır Uy­
garlıgı'nda firavunların siyahi oldugunu kanıtlamaya kalk­
ması neyin nesi? Beyaz adamın korkunçlugunu, köle ricare­
tini ibret verici örneklerle şiirlerimizde, şarkılanmızda de­
falarca dile getiren bizler, Afrika'nın içlerinden salıiliere
uzanan köle ticaretinde siyahilerio oynadıgı kilit rollerden
söz etmeyecek miyiz? Soykınm denılınce, kendilerınden
başka kimsenin akla gelmesını ısterneyen Yahudilerin, ken­
dilerine soykınm yaptldıgını kanıtlamak için tarihi tek ta­
raflı gösteren, rakamlarla oynayan Ermenilerin, Ermenilere
soykırım yaptlmadıgına inanmak için tarihlerini görmezlik­
ten gelen Türklerin, Kürtlerin tek yantı inançlarını besleyen
tarihçilerio roh1 ne zaman sona erecek? Ne soykınmmış, ne
soykırun degilmiş tarihçiler karar versin diyorlar. Hangi ta­
rıhçiler? Almanların Avrupa'da soykınm yapugına karar ve­
rip japonlann Asya'da yapuklannı görmezlikten gelen, Hit­
ler'i suçlarken Japon imparatoru Hirohito'yu dokunulmaz­
Lık tahtında bırakanlar mı?
Zaten tarihçiler, kendilerine tarihçi diyenler, niçin hu­
kukçu olmaya soyunur ki?

30
Nümberg Mahkemelerinde Naziler soykırım ve ınsanlıga
kasıt suçlarından yargılanmadılar. Ikinci Dünya Savaşı'nda
Ingiltere ve ABD'nin hava bombardımanıyla katleuikleri si­
villenn sayısı, Almanlar'ın öldürdüklerinden çok. Kendile­
rinin de işledigi cürümlerden düşmanlarını yargıtayamayan
galiplerin, Nürnberg Mahkemelerinde Almanlan suçladık­
lan tek şey, başkalannın topraklarına zorbalıkla el koymak
üzere saldmp savaş başlatmış olmalanydt. Galipler, yeni­
lenlerle aynı savaş suçlarını işlediginden, Nümberg'de Al­
manlan, Tokyo Mahkemelerinde Japonlan ancak saldırgan­
lık nederuyle yargtlayabildiler.
Eger gelecegin tarihine bır mıras bırakılacaksa, tarih ya­
zarken kim haklı kim haksız kavgalanmızda taraf tutma, ha­
kem olma gelenegirniz artık olmasın. Geçmişimizi anlamak
ile yargılamak kargaşasında bocalayan tarihçinin hakemligi
günümüzün propaganda\anna esir olmaya mahkUm.
Geçmiş soykımnlar bizi ofkemizde bogdugunda, günü­
müzde olup bitene duyarlı olamayacak kadar sesimizin kı­
sılmasına neden oluyor.

Ulusal Masallarunızda Kendimizin Katli

20. yüzyılda devieLierin katlenigi kendi vatandaşlarının


sayısı 170 ınilyonun üstünde. Sadece Mao rejimi Çin'de 70
milyon insanın ölümünden sorumlu.
Tarih kitaplanmızda yoktur kendimize nasıl kıydıgımız.
Okul kitaplan yazmaz, üniversitelerde yeri yoktur devletle­
rimizin vatandaş katliamı. Şiddetin tarihte en buyük tetık­
çisi sadece başkalanna karşı degil, kendi insanianna da kar­
şı çıkabilen ulus devlet olmuş.
Ulusal masallanmız, saf be saf TOrkün, vatan adına saf be
saf Türkü katlettigini yazmaz. Yazılsın diye de tarihçilerimi­
zin bir talebini görmedim. Aşagıdaki rakamlar 12 Eylül

31
1980 sonrası Türkiye Cumhuriyeti tarihinin iki yıllık döne­
miyle sınırlı.
- 1.683.000 kişi fişiendi
- 7.000 kişi için idam cezası istendi
- s ı 7 kişi için idam cezası verildi
- 50 kişi asıldı
- 14.000 kişi vatandaşlıktan allldı
- 171 kişi işkenceden öldü
- 400 gazeteci için 4.000 yıl hapis cezası istendi, 3.315 yıl
hapis cezası verildi.
Sovyetler Birligi, Çin, lspanya, Almanya, Fransa, Yuna­
nistan, $ili. Meksika... Güzel günler görmek adına iç duş­
man addettiklerimizden, birbirimizden kunulmanın örnek­
leri çok.

Kimin Kahramanlan?

"Yalanlann somut temsilcisi olan kahramanlar; tuısaklth ar­


zum.uzım haıutıdır. Özgür yaşamaya cesaret edemedigimizden,
bu işi tapındıgtmız kahramanlara havale ederiz. Kahramanlar
içimizdeki Lotalitarizmin karakteristik ömehleridir. Onlar ay­
nı zamanda totaliter yönetimler için de vazgeçilmezlerdir. . To­
.

taliter bir toplum, kahramansız var olamaz. Özgür bir toplum


kahramanlarla var olamaz" diye yazmışım Cehenneme ÖVgü
kitabımda.
Galileo'nun bu konuda sözleri daha veciz: "Ne yazık" de­
miş, '"kahramanlara ihtiyacı olaın ülkelere".
"Kahramanlar Çagı" diye tarihçiterin adlandırdıgı dönem
bile var eski Yunan tarihinde.
Aklımda Winston Churchill var. Be.ş lngiliz askerinin
ölümüne karşı, çogu silahsız 7.000 Sudanlı'nın katledildi�i
1898 Omdurman Savaşı'nda, İngilizlerin olmayan kahra­
manlı�ıru efsaneleştirdigi ilk kitabı The River War' dan (Ne-

32
hir Savaşı) ölümüne kadar her fırsatta savaş kollayan, savaş
çıkarmak, savaşlara kaulmak isteyen Winston Churchill.
Akdeniz'de bir yatta dolanırken, o zamanki lngiltere Başba­
kanı'nın kansı Lady Asquith ınanzaranın güzelligine bakıp,
"Mükemmel," deyince bakın ne demiş:

"Evtt, auş menzilı mükemmel, görüş mukemmel, yatta si­


lahımız olsa şimdi ne guzel bombalatnnrdım...
"

tkinci Dünya Savaşı'nda karşısına en az onun kadar savaş


caniısı Hitler çıkmasa, ABD'nin savaşa kaulmasıyla kazanan
tarafLa oldugundan şansı dönmese; ingiliz lmparatorlu­
gu'nun en büyük yenilgisinin sorumlusu olarak, "Churc­
hill's Folly" (Churchill'in Budalalıgı) diye bilinen, Çanakka­
le Savaşı'yla tarihe geçecekti. Nitekim tkincı Dünya Savaşı
bittiginde, şöhretinin doruk noktasında olmasına ragmen,
Churchill'in huyunu bilen lngılız halkı, ilk seçimlerde onu
emeklilige sevk etti. Gandhi'yl "yan çıplak fakir" diye aşa­
gılayan, Hindistan'ın lngiliz sömürgesi olarak kalmasını sa­
vunan Churchill iktidarda kalsa, Hindistan'ın özgürlUgüne
karşı milyonların katiedilmesine neden olabilecek bir hü­
kümetin başında olabilirdi.
Aklımda Pizarro var. Yeni Dünya'yı tspanya Kralı ve Papa
adına z.aptedenlerden, tspanya'da okul çocuklannın kahra­
manlanndan, ülkesinde heykelleri dikilen "conquistador"
(fetihçi) Francesco Piz.arro. Onun başansı, ziyafete çagırdı­
gı lnka Kralı Atahualpa'ya davet mek1runda saldınp silahlı
168 askeriyle, 10.000 küsur silahsız lnka'yı katletmesi, ül­
keyi ele geçirip zenginligine el koyması. Piz.arro, uygarlıgı
adına elde euigi bu zaferi, kaztkta yakılmak yerine bogdur­
tarak öldümügü kralın, dinini degiştinneye son anda razı
edip, ona lsa'nın azizlerinden Yahya'ya atfen juan de Atahu­
alpa adını vererek taçlandırmış.
Aklımda Çin Halk Cumhurıyeti'nin kurucusu Başkan

33
Mao var. Marx ve Engels'in Komünisı Manifestosu'ndan il­
ham alıp işçi sınıfı devrimi yapmak isteyen, Çin'de işçı ol­
madıgından, devrimi koyh:ılerle yapmak üzere yola çıkan
Başkan Mao. O koylulerı devrım kahramanı ilan etmiş,
köylüler de onu. Çin'in 2.000 yıllık tarıhinde öncü rolü oy­
nadılar sa[saı..asıyla köylüleri kahramantaşuran Mao nun ik­
Lidan döneminde, Çin'de 70 milyon kadar ınsanın açlıktan
öldügü, bır kısmının da sıyasi nedenlerle öldün:ıldugü tah­
min edilıyor. Aç bır köylünün agaç kabugunu kemınrken
yakalanıp. devlet malına zarar verdi gerekçesiyle ıdam edil­
dıgini okumuştum.
Kahraman köylü afışleri, kahraman köylü operaları sade
Çin'de degil, dünyada un saldı. Köylünün kalmadıgı Belçika
gibi sanayileşmiş ülkelerde, Paris'te, lsı..anbul'da, New York'ta
Maocular köylü devrimi yapmaya kalkıştı. Mao'nun ölü­
münden sonra, "Önemli olan fareyı yakalayan kedinin rengi
degil farenin yakalanmasıdır" sozlerıyle, sosyalizmı Lerk e­
dip, komünist diktayla kapitalıst ekonomiyi bırleşuren
Çin'de, bugün dokunulmazlıgı olan Mao hala kahraman.
Aklımda genç Karayip Cumhuriyeti eski Ingiliz sömürge­
si Barbados'un başkenu Brıdgetown'un merkezındekı MKah­
ramanlar Meydanı"nda gördügum Amirat Nelson heykeli
var. Üç yuz küsur yıllık sömürge tarıhleri boyunca kendi
kahramanlan olmadıgından, ama kahramanlara düşkun­
lokJerinden, Barb�doslular kendilerint somürgele�urenlerin
kahramanını kahramanlaşurmışlar. Bridgeıo v.. n'da 3)'nt
meydandaki saat kulesi de 1 97S'le buraya ilk geldigımde
Londra'daki saati gösteriyordu
Sahneyi gene degişurıyorum. Aklımda, o zamanl..ı Bau Al­
manya'da, Marburg'da, sevgHimle televizyonda film seyrelli­
gim bir akşamusu:ı var Sevgilimin babası Ingiltere'de Sir
Francis Orake'i canlandırmasıyla unlenen bir aktör. Drake,
16. ylizyılda ALias ve Pasifik OkyanQ!)Iarında lspanyollan,

34
digerleri fırtınalarda battıktan sonra elinde kalan tek gemi­
siyle mat etmiş. Avrupa'ya ilk tütünü o getirmiş. İngiliz de­
niz imparatorlugu, varlıgını Kraliçe Elizabeth'in kaptan-ı
deryası Francis Drake'e borçlu. Sevgilimin babası, Ingiliz te­
levizyonunda iki yll boyunca her hafta Drake'i canlandırmış.
Ekranda bir zaferden digerine koşmuş, ingiliz bayragını
dünyanın yedi denizinde dalgalandınnış. Drake dediklerin­
de, Ingiliz halkının gözünde sevgilimin babası canlanıyor.
Marburg'da televizyon kanallarını kanşurırken ekranda,
gemisinin güvertesinde, kaptan kılıgında gene çıkıverdi
karşımıza. Almanlar fılmlerinde altyazı kullanmadıklann­
dan, sevgitim önce Almanca konuşan babasını garipsedi.
Asıl garipsedigi, babasının kahraman degil kötü adam ol­
masıydı. Filmde İspanyolların perişan ettigi hain ingiliz
kaptanını, rolünün hakkını vererek oynuyordu. Meger In­
giltere'de gösterime girmeyen bu film, tspanya piyasası için
çevrilmiş.
Kahramanlanmızı kahraman, düşmanlarımızı düşman
yapan, bizim onlara nasıl bakngımız, tarih şablonumuza ki­
mi seçip, nasıl yerleştirdigimiz. Kimi kahramanlanmız tu
kaka olurken, adı sam unutulmuşlann, ölümlerinden yüz­
yıllar sonra "çagdaş" deger yargılarımızla benimsenmesi,
sevgilimin babasının bir çırpıda rol degişlirerek Ozetledigi
tarihsel bir süreç.

Kiınlerdensiniz?

Yalaniann tekrarlana tekrarlana gerçege dönüşmesinin,


gerçek olarak alg1lanmasının, kimligimizin, kültürümüzün
parças1 olmasının Ornekleri çok. Gelecegin tarihçileri günü­
müzü anlayabilmek için bu engelleri aşmak zorunda. Bizim
bugün onlar için yapabilecegimiz, en azından yalanlanmı­
zın kayıt defterini tutmak olmalı.

35
Ulusal tarihimiz biraz da birbirlerine aşık olanların yarat­
tıkları geçmiş gibi.
Tamşugımız günü kutlayıp andıkça birlikteligimizi pekiş­
tiriyor, tanışmadan önceki hayatımızdan seçtiklerımizden,
o güne dogru ilerleyen adımlardan oluşan bir geçmış yaratı­
yoruz. Eger olduysa, başka sevgiiiierin kollarında geçen
mutlu anlar sansüre t.akıhyor. Tanışmamızın kaçınılmazligı­
na irıandıkça, şarkısından hatıra nesnesine kadar kendimi­
ze ait bir dünya kuruyor, yeni birlikteligimizden yola çıka­
rak başkalanm dost, düşman, ötekı diye aynşunyoruz.
Herhalde "kaçınılmaz geçmiş" uyduruluşuna en iyi ör­
nek, Bau uygarlıgının eski Yunan'dan başlayıp mutlu sona,
günümüz egemenligine erişmiş oldugu ınancı. Açın Bau
aleminde herhangi bir tarih kitabını, Yunan'dan başlar, Ro­
ma'dan, Batı Avrupa'dan geçip, Bizansı neredeyse es geçe­
rek, lslam'ın aydınlanma uzerindekı köprü rolunden sözel­
meyerek, bugünlere gelir.
Ya bir film şeridi gibi gözümüzde yer eden, Ona Asya'dan
gelip Anadolu'ya yerleşen biz Türkler?
Biz, biz miyiz?
A l p Arslan ve Selçuklular l07l'de Malazgirl'ten sonra
Anadolu'ya kaç kişi yerleştiler ki? DNA araşnrmaları bugün
Anadolu nüfusunun en çok % 30'unun Orta Asya kökenli
oldugunu gösteriyor. Her ne kadar milli tarih bılincimiz he­
pimizi bırleşlirdigi söylenen Türk kanına dayandınlsa da,
Tiirhlerin Tarihi kitabmda jean-Paul Roux, "Türklenn cia­
marlannda eski Türk kanından, elmacık kemıklerını çıkık
ve gözlerini çekik yapan o kandan daha çok yabancı, Mo­
gol, Çinli, Yunanlı, Kafkas, Rus, Afrikalı kanı akmaktaclır"
der. Bence gene de eksik bir liste. Sankı hiç "kız alınıp ve­
rilmemiş gıbi" bin küsur yıl bir arada yaşadıg1mız Yahudile­
rin, Ermenılerin, Künlerin adı geçmiyor.
"Rus" adının İskandinavya'dan gelmesine, Rus devletinı

36
ilk, Kiev havzasında yaşayanlan dize getirip birleştiren Vi­
kinglerin kurmuş olmasına ragmen , günümüz Rusya ı.arihi,
Slav şablonuna göre uydurolmuş bir tarihtir. Bulgaristan'da
Bulgarların bir Türk kavimi oldugundan söz etmeyenler de
Slavlan yüceltir. Mao'nun, köylü hareketiyle iktidan ele ge­
çirdigi Çin'de, Komünist Partisi'nin buyrukları dogrultu­
sunda yazılan tarihlerinde günümüzdeki mutlu sona köylü
isyanlanmn birikimiyle gelindigi yazılır. Bir bölüm Müslü­
man'ın Hindistan'dan kopmasıyla hiç yoktan birdenbire var
olan Pakistan'da, ulus bilincini yaratmak için 5.000 yıllık
bir tarih uydurulur. Osmanlılardan bagımsızlaştıktan sonra
Yunanistan'da, klasik Atina dönemiyle devamlılık icat edile­
rek tarih uydurma çabalarma , Hobsbawm gibi istisnalar dı­
şında, çogu Avrupa tarihçisi sessiz kalmıştır. lspanya'mn
kuruluşunun kahramanı, Endülüs'te, Müslümanlara karşı
savaşn diye bilinen El Cid, Müslüman ve de Hıristiyanların
hesabına dövüşen paralı bir askerdir.
ABD'de, 20. yüzyılm başında, neredeyse İngilizce gazete
sayısı kadar Almanca gazete basılırdı. Her iki Dünya Sava­
şı'nda da Almanlarla çarpışan ABD'de yaratılan yeni tarihte,
lngiHz asıllıların varlıgı vurgulanıp abartılırken Alman kö­
kenli aileler soyadlarını degişıirdi. Benim gençlik günlerim­
de New York'ta "Germantown" (Alman şehri) olarak bili­
nen Manhattan'ın dogu yakasında bugün bu ismi kullan­
mayı deneyin, size aydan gelmişsiniz gibi bakarlar.
Tarihte yeni kimlikler oluştukça, kimliklere uygun tarih­
ler uyduruluyor, eski kimlikler unuuuruluyor.

Ulusal Tarihin Tarihe Direnişi

Son yüzyıUar, tarihçiterin ulus devlet hizmelinde çalışma­


larının tanıgı.
lşe geçmiş bulmakla başladılar; "işte ulusumuzun tarihi

37
budur" diye dayattıktan sonra tarihçileri geçmişin aynnula­
n üzerinde uzmanlaştırdılar. Kitlelerin tek tip elbise giyme­
si, herkesin aynı bilinçle şanlanması istendi, meçhul bir
düşmanın varlıgı sürekli hissettirildi. lşte hlllll duygulan
şahlandıran, dünyanın ilk milli marşı Marseillaise'den bir
kıta:

"Vatandaşlar silahiara sanhn


Kurun taburlannın
Marş, marş
Kirli kanlanyla (düşmanlann)
Topraklanmız sulansm."

Kışktrtılan milli duyguların kimi vuracagının belli olma­


dıgı hepimize bir uyarı olmalı. Milli marşı besteleyen Cla­
ude-joseph son anda kurtulmuş giyotinden. Napolyon'dan
bu yana vatanperverlik duygıulanmızı şahlandınp galeyana
geliren bando mızıkada kullamlmak üzere icad edilen sak­
safon da kurtuluşu cazda bulmuş.
Ulus devlet bilincinin oluşturulması gibi, toplumun her
katmanında seferberlik gerektiren "topyekün ideolojinin"
çarpıcı bir ömegi 20. yüzyılın başlannda Sovyetler Birli­
gi'nden:
Bostan Modern Sanat Muzesi'nde (MFA) Sovyet devrimi­
nin ilk yıllannda tekstil sanayinin ürünlerini gösteren bir
sergi gezdim. Komunist Partisi'nin direktilleriyle, tekstil sa­
nayi, orak çekiç, fabrika bacası, traktör gıbi devrim simge­
lerini taşıyan giysiler üretmiş. losanlar yeni giysiletiyle pro­
paganda afişi gibi sokaklarda yürOmOş; işe, okula gitmiş.
Tasanmcılar arasmda geçirnsizlik, kıskançlık sonucu proje­
ye l933'te son verilmiş.
Kirnilerine göre bu tür "topyekün bilinçlenme" miadını
çoktan doldurdu. Her halukarda köprünOn alundan çok
sular akugı kesin.

38
ABD'ye eskiden göç edenler adlannı degiştirir, "memle­
ket karnın doydugıt yerdir" şianyla yeni ülkelerine kaynaş­
maya gayret eder, azınlık olmak istemezlerdi. 1960'lı yılla­
rın ortalanna kadar ABD'li siyahHer de kurtuluşu beyazlar
gibi olmaya çabalamakLa aradılar. Çeşit çeşit kremlerle ten­
lerinin rengini açmaya, kıvırcık saçlarını düzelnneye çalışu­
lar. O dönem siyahi dergilerinde çıkan reklamlar beyaz gibi
olmayı, beyazlara özenmeyi teşvik eder. Bugün ABD herke­
sin ortak bir potada benzeştigi degil, tersine insanların ay­
nşugl bir topluluk. Tek tip Amerikalı yerine Lehli, Afrikalı,
Yunan, İtalyan vb. çeşit çeşit Amerikalılar var.
tkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa'ya işçi göçü de sadece
bu ülkelerin demografik yapısını degiştirmekle kalmadı,
"çok kültürlü" toplum anlaylŞı çeşitli emik ve dini gruplan
kamplaşurdı, gettolaştudı. Bugün herhangi bir Bau Avrupa
ülkesinde okutulan ulusal tarihin o ülkede dogup büyüyen­
lerle ilgisi sınırlı. Anık tarih kitaplannda birbirlerinden çok
(arklı insaniann yaşadıgı bir Avrupa vurgulanıyor.
Bir tek, yerli halk Ainolann soykırımından sonra homo­
jen bir toplum oluşturan, yaşianan nüfusuna ragmen göç
almayı reddeden, yabancılardan hoşlanmayan, gelecegini
işçiler yerine robotlarda gören japonya'da ya da lzlanda gibi
saf kalmış ülkelerde ulusal tarihin geçerliligi var.
Oysa ulus bilinçlerinin kalebemleri oları tarihçiler, gerçek
anlamda çok uluslu olan ülkelerinde, gelecege hAll!. tozlan­
mı,ş bir paradigmanın ayrıoutarım sunmakla meşguller.
Avrupa Birligi'nin kurulmasıyla. yüzyıllardır birbirleriyle
savaşmış ülkelerin busumet dolu tarihlerinin yeniden yazı­
mı, ortak bir Avrupa tarihi yazmak yerine ulusal tarih ki­
taplarından birbirlerini rencide edecek maddelerin çıkarıl­
masl, yumuşaulrnasından ibareL Yeni bir tarih yazmak yeri­
ne, herkesin işine gelecek sansürle işi halletmeye çalışıyor,
bildik tepsilerde sunduklan tarihle geviş getiriyorlar. Bal-

39
kan ülkelerinde de husumetten arındırılmış, benzer tarih
yazma girişimleri var.
Ya Batı sömürgeciliginin, Afrika, Ortadogu gibi yörelerde
yaşayaniann özelliklerini hiçe sayarak emperyalizmin eel­
veliyle çizdikleri ulusal sınırlar içine hapsettigi. ulus devlet­
ler? Bölünmüş ailelerin, bölünmüş kabilelerin, bölünmüş
halkların zorlandıgı yapay siyasi ortamlarda, suni teneffüsle
yaşaulan bir Ürdün'ün, sömürgecilerin bol-yöne.t politikala­
nnın dogurdugu Burkina Faso'nun, Papua Yeni Gine'nin,
bayraklar seçip milli marşlar bestelettirdikten sonra, ulusal
tarihlerini "ke.şfedip" yazmalannın ne anlamı olabilir ki?
Tarihlerinin yazılmas1, sırf bagımsız devlet oldular diye ulu­
sal havayolu kurmalanndan farklı degil. Nasıl olsa o hava­
yollarını büyük şirketlerin yutacagı, isimlerinin, renkleri­
nin de.gişecegi gibi, tarihleri de buza yazılanlar üstüne kan
dökülmesinden öteye gitmeyecek.
Ne var ki, bu ülkelerden Harvard ve Oxford gibi seçkin
üniversitelerde okumuş kimi gençlerin çabası ve tabii hoca­
lannın da destegiyle, eski modeli tekrarlayarak ulusal para­
digmalar çerçevesinde tarih yazma sevdasının daha uzun
süre desteklenecegi bir ortamda yaşryoruz.
Eric Hobsbawm, "Haşhaş tohumu nasıl afyon müptelası­
nın hammaddesiyse, milliyetçi. köktenci ideolojilerin oluş­
masında tarih aynı işlevi görür," der ve ilave eder: "lstedik­
lerini tariht kaynaklarda bulamazlarsa uydururlar."

Yok Olan Tarihi Tarihleştirrnek

Geçmişlerini sıfırlayrp yok edenlerle, geçmiş uyduranlar,


tarihin bilinmesine hep engel oluşturduysa da asıl dert, var
olan malzemenin zamanla yok olmuş, ulaşılmaz, anlaşılmaz
olmuş olması.
Ege Denizi'nde, Girit'in güneyinde Santerini Adası'nın

40
ortası, M.Ö. 1350 yıllarında volkanik patlamayla çöker.
Aradan 3.500 yıl geçer. Burada kazı yapan Spyridon Mari­
natos adlı Yunanlı arkeolog volkanik küllerin o günden beri
gizledigi Minos uygarlıgına ilişkin kalınnlar ve birkaç bina­
da, daha dün yapılmış gibi taze duvar resimleri bulur. Dün­
ya basını "Atlantis bulundu" diye manşet atar. Linear A
(Çizgi A) adı verilen bu toplumun yazısı hala çözülmüş de­
gil. Haklannda ne biliyorsalk, duvar resimlerinden, günü­
müze kalan tek ruk nesnelerden çıkarıyoruz.
Bir kışırru, sanat tarihçisi eşim Lyvia ile SanlOri'nin kuze­
yinde, Minoslulardan kalma duvar resimlerinin bulundugu
Kea Adası'nda geçirdim. Bu toplumun tarihini anlayabil­
mek, bilmecenin parçalarım birleştirmekten geçiyor. Ada­
daki müzenin bekçisi Lefteris her sabah eşime çalışma salo­
nunu açugmda, onu, bir uygarlıgm tek tanıkları, üç bin yıl­
lık evlerin, mabetierin yıkıntılarından ana kalan, parmak
büyüklügünde binlerce parça karşılıyordu. Lyvia'nın işi,
hangi parçanın hangi duvardan düşmüş olabilecegini tespit
etmek, parçalan eksik bir bilmeceyi tamamiareasma neyin
resirolenmiş olabilecegine ilişkin varsayımlarda bulunmak,
buradan yola çıkarak hayvanları, bitkileri, insanları, tören­
leri, dinleri, savaşlarıyla Minos uygarlıgının tarihini anla­
maya çalışıp yazmaku. Dünyada bu işi yapan, bu işi yapabi­
lecek bilgiye haiz yirmi kişi var yok. 1.500 yıl sürmüş koca
bir uygarhgı anlama serüveni, bu kadar az sayıda insanın,
bu kadar sınırlı, anlaşılması güç malzemeyi nasıl yorumla­
yacaklarına bagh.
Tarihçilelin malzemelerine erişebilmelerinin önünde baş­
ka engeller de var. "Gizli tarih" bunlardan biri. Birkaç yıl
önce, Çin'de kadınların aralannda geliştirdikleri özel bir al­
fabeyle, erkekleri dışiayarak yüzyıllardır haberleştigi ortaya
çıktı. Kadınlar günlük tutmuş, mektuplaşmış asırlar boyun­
ca, erkeklerden gizli bir kadın tarihini kaydetmişler.

41
Tarihi gizlemek devletler için de olagan, sıradan bır olay.
Dünyaya yayılmış Katolik "vatandaşlarına" devletler gibi
hesap verme sorumlulugu olmayan Vatikan'ın bin kusur
yıllık arşivlerinde kimbilir neler gizlidir?
Bir yanda Çin'de Mao'nun "kultur devrimi"nde oldugu
gibi eski Çin eserlerini imha edıp tarihı unutturanlar, bır
yanda yok olmuş bir uırihi canlandırmaya çalışanlar.
Geçmişi tarihleşlirmenin cunlmle kucaklaşan boyutlan
da var. İngiltere eski Başbakam Margaret Thatcher'ın oglu
Mark, Ekvator Ginesi'nde darbe girişiminden tutuklandı,
annesinin araya girmesi ve kefaletiyle serbest bırakıldı. Gi­
ne'nın petrol kaynaklarını pazadamak için çete kuran
Thatcher ve ahbaplan, işbirlikçi cumhurbaşkanı adaylan ve
bu iş için tuttuklan paralı askerleriyle, Ingiltere'nin bilgisi
dahillnde hükümeli devirmeye çalışırken yakalandılar. Gü­
ney Afrıka hukCımetinin istibbaratı sayesinde yakayı ele
vermeseler, kimbilir bu darbe Bau basınında demokrasi adı­
na nas1l anlatılacak, Ekvator Ginesi halkına yeni kahraman­
ları okul kitaplarında nasıl sunulacaku?
Turkiye de, darbe tarihlerinin okul kıtaplannda sürekli
degiştirildigi, darbeleri "zinde kuvveller" deyimiyle meşru­
taşuran tarihçilere ödül veren, darbed adlarını sokak isim­
lerine, kültür merkezlerine veren bir ülke.

Tarih Ne lşe Yarar? Şizofren Kimlikli Tarihimiz

Tarihçinin bir sorunu malzeme kıtlı�ı, onu bulmak, ona


ulaşmaksa; bir sorunu da elindeki malzemeyi nasıl algıladı­
gı, nasıl degerlendırdigi.
Bulunanla, bulunanı aniayıp anlatmak, anlamiandırmak
arasındaki kopukluk, düne bakışımızda surekli degişen iliş­
kinin kaygan zemininde, tarihimizin şizofren kimlikli olma
potansiyelini ortaya çıkarıyor.

42
Tarihçiler genellikle yaşadıklan dönemlerin deger yargı�
larımn noteri, güç ilişkilerinin cambazı; içselleştirdikleri
egemen düşüncenin el feneriyle tarihe ışık tunuklan, tarihi
aydınlaı:tıklan zannına kapılanlar.
Geçmişin havasını bugüne yansıtmasını en çok tarihçiler�
den beklerken, en çok tarihçiler günün havasıyla bize geç­
mişi teneffüs etlirenler.
Tarihçiler, istisnalar dışında, şu ya da bu şekilde şartlan­
dıklan için istediklerini gün ışıgma çıkartıp istemediklerini
es geçen, olanları, söylenenleri bağlamlarından soyutlayıp
yöntemlerinin, ideolojilerinin kalıplarına yerleştirenler.
Bristol Üniversitesi'nden john Vincent, tarihin, kazanan­
Iann tarihi oldugunu hanrlatırken, şu çarpıcı örneği verir:
Roma lmparatorlugu'ndan kalan dokümanların % 90'ı, im�
paratorlugun Hıristiyanlıgı benimsediği donerne ait. O yüz­
yıllardan nelerin günümüze kalacağını paganlar kararlaşur­
mış olsaydı, Roma tarihi diye bugün bildiklerimizin kayna­
gı bambaşka kayıtlardan oluşacaku.
Düzenin gerçek diye kaydettiği tarih1, gerçek oluyor.
lşte dinlerin mudzelere inanmalan sonucu gerçek diye
kaydettikleri anılar, tanıklıklar. Hele Hıristiyanlarm cadılan
yargıladıklan, cadılann cadılıgını kanıtladıklan mahkeme ka­
yıtları. Bugün biz "cadılar gerçek değildi" derken, aslında ca­
dılann gerçekliğine inanmayan günümüzün egemen düşün­
cesinden ve geçmişte yargılananlardan yana tavır alıyor, o gü­
nün egemen düzenine karşı başka bir gerçeği savunuyoruz.
Tarih denilen şeyin, nasıl olduğumuzdan çok, düne bu­
günden nasıl bakugımızm göstergesi oldugunu tarihçiler de
aruk biliyor. Tarih diye yazılanlar, çok [arklı uygarlıklar
kurma potansiyelimizden gerçekleştirebildiklerimizin kü­
çücük bir göstergesi; kimi uygarlıkların başka uygarlıklan
engeUemesinin, yaşamlarını kısa kesmesinin hikllyesi. Gü­
ney Amerika'da Aztek ve tnka uygarlıkları Avrupalılar tara-

43
fından imha edilip kendilerine yabancı bir din ve kültürle
bütünleştirildiklerinde, iki yüz yıllık geçmişleri bile yoktu.
Tarihimizin ne oldugunu geçmişimizden neleri seçip gü­
nümüze taşıdıgımız, neye, niçin, nasıl bakugımız belirliyor.
Tarihi, Quentin Skinner'ın öngördügü gibi, müzikten mi­
mariye, resimden felsefeye kadar geçmişte bizim çeşilli ne­
denlerle var ettigirniz ortamla, bizi şimdi var eden ortamın
ilişkilendirilmesi canlandmyor.
Gelecegimizin olası binbir gelecekten hangisi olacagı geç­
mişimizde neyi önemsedigimizle de ilgili.
Tarihçi, geçmişte aradıklarıyla gelecegimizin habercisi
olabileceginin ne kadar bilincinde, sorumlulugunun ne ka­
dar farkında? Farkındaysa evrensel ahlaki degerler üzerine
kurulu, özgür ve adil bir toplum onun için ne kadar önem­
li? Çalışmalanna, araşurdıklanna, yazdıklanna ne ölçüde
yansıyor?
E.H. Catt'rn sordugu gibi: "Tarih ne işe yarar?"

Yanndan Bakınca Bizim Neyimiz Uginç?

Yüzyıhmızı yazacak taıihçilerin başhca sorununun, malze­


me kulıgı degil malzeme bollugu olacagı bloglarla, You Tu­
be'la, Google'la, lüzumluyu lüzumsuzdan, çöpü çöp olma­
yandan ayın etmenin, başlı başına sorun olacagı söylenebilir.
Gerçekten öyle mi?
Yoksa gelecegin tarihçileri günümüze ulaşınada geçmişte
söz konusu olmayan bambaşka engellerle mi karşılaşacaklar?
Bu engeller ne olabilir?
Bugünden yarına bakmca gelecegin tarihçilerinin neyle
ilgileneceklerini, onlar için neye bakmanın önemli olacagı­
nı kestirrnek güç. En çok merak edeceklerinin belki bugün
kaydı bile tutulmuyordur. Tecrübemiz, bugün yaşadıklan­
mızdan ileride nelerin önemli olabilecegini kestirebilmenin

44
neredeyse imkansız oldugunu gösteriyor.
Toynbee, Ingiltere'de Kamu Arşivleri (Public Records Of­
fice) kuruldugunda, ileride kimsenin ilgisini çekmez, çok
da yer tutar diye demiryollan yapımıyla ilgili tüm belgele­
rin imha edildigini anlatır. Kaybolan, donyanın ilk demir­
yollarına ait bilgilerdir.
Günlük yaşannmızın en dogal alışkanlıklarını kayda de­
ger bulmaytz.
ABD'de ı:anmla ugra.şanlar nufusun % l'inin altında. Yeni
teknolojilerle yakında belki geleneksel ı:anm sona erecek,
gen mühendisligiyle yiyeceklerimiz laboratuvarlarda üreti­
lecek. Gün gelir de geleneksel tanma dönmemiz gerekirse
becerebilecek mıyiz topra�n. toprakta çalışaniann unutul­
muş dilini anlamayt?
lletişim ve bilgi çagtnda üretmekten uzaklaşan tOrümüz,
psikologlann "O�nilmiş çaresizlik" (leamed helplessness)
diye adlandırdıgı konumda. Geçenlerde Boston'da bir dos­
tum 1 7 yaşındaki oglunun hayatında çivi çakıldıgtm gör­
medigini söyledikten sonra, "Yann Çin birdenbire ihracatı­
m durdursa Amerikalılar donsuz dolaşmaya mecbur kala­
cak" derken, en basit ugraşlanmızın olagan sayılmaması ge­
rekrigini vurguluyordu.
Bugün neye önem verdıgimiz tarihe bakışımızı da etkili­
yor. 20. )rfizytlın son çeyreginde gundelik hayat, tarihçiler
için birdenbire önem kazandı. Gel de şimdi Avrupa köylü­
sünOn 9. yüzytlda nasıl yaşadıgının malzemesini bul.
Avrupa Orı:açagt'nda yapılan tablolarda çocuklar yetişkin
suratlanyla resmedilir. Bugun en hafif hastalıklarından çöp
adam resimlerine kadar her şeyiyle ilgilendigımiz çocukla­
no, ergenlik çagına ölmeden varabilmelerinin sorun oldugu
o dOnemierde boyle ilgi olmadıgından bilgi de yok. Michel
Foucault'nun Deliligin Tarihi eserindeki gibi, delilerin üs­
tünden düzenin meşruiyelinin sorgulanabilecegi, Ona-

45
çag'da kimin aklından geçebilirdi? Günümüzde delilik üze­
rine yazılan kitaplar, Ort.açag'da Tanrı ve peygamberler üze­
rine yazılanlardan çok.
Başı.a ABD olmak üzere devletler biyolojik ve kimyasal si­
lahlarını gizlilik içinde geliştirmekten öte, bunları gizli yer­
lerde depoluyor. Varlıgımız ıçin birincil derecede tehlikeli,
en ufak bir insan beceriksizlıgi ve haı.asıyla sızma tehlikesi
olan bu ölümcül maddeleri, ileride bir gun bulmak, imha
etmek gerekirse bulabilecek miyiz? Her gOn cürüm üstüne
cürüm işleyen gelişmiş ülkelerin şirketleri zehirli auklannı,
Afrika ülkelerine gömmekle, denizlere atmakla meşgul. Ge­
lecelue bunların etkisizleştirilmesi istenırse izleri nasıl bu­
lunacak? 2006'nın sonlarına dogru Fildişi Sahili'nin eski
başkenLi Abidjan'da on binlerce insanın zehirlenmesi, kus­
ması. sekiz kişinin olmesiyle ortaya çıkan toksik atık ola}'l
gelecekteki felaketlerin de habercisi.
Afrika'ya zehir aı.an Probo Koala adlı gemi Panama'ya ka­
yıtlı. Tayfası Rus. lşletmeci şirket Yunan. Gemiyi kiralayan
şirket Arnsterdam'da, şirketin merkezi lsviçre'de. Gunluk
işler Londra'da bır bürodan yönlendiriliyor Suç ışleyenler,
bu dolambaçlı OrgOLienmeyle, usta canıler gibi arkalannda
iz bırakmıyorlar.
Savaşların, işsizligin ve dogaya müdahalemizin sonucu
olarak göçe zorlanan milyonlarca insanla birlikte, tarıhleri
de yok oluyor. Sırf Çin'de "Three Gorges Dam" (Üç Bogaz
Barajı) adlı barajın yapılmasıyla topraklarından olup oraya
buraya dagılan insan sa}'lSt 1.4 milyon. Göçe zorlananların
çocukları, belki başka dillerle konuşacaklan yeni mekanla­
nnda atalannın yüzlerce. binlerce yıl yaşadıgı yerlerle ilgili
neyi haurlayacaklar? Dünyamızda yaşanan göçlerle böyle
nice yer, tarihiyle birlikte yok olmaya mahkUm.
Tarihi yok olacakların tarihini tutan, Oykülerini, şarkılarını
kaydeden, mezar ıaşlanna son bır defa bakan kaç kişi var?

46
Babamın Sesi

Gelecegin tarihçilerinin gunOmüzü anlayabilmelerinin


Onundeki bir başka engel teknolojiden kaynaklanıyor.
Babam Ethem Vassaf, son yıllan ABD'de olmak üzere SO
kusur yıla yakın psikiyatrist olarak çalıştı. Tıbbın diger
alanianna göre, bireyin anlatuklanyla donyasının derinlik­
lerine girildiginden, psikiyatride daktorun tuttugu vaka
notları, ömegin bir apandisil olayının ubbi tutanaklanndan
daha de�şik, daha kapsamlı. Babam Oldukten sonra annem
onun hayauyla ilgili birçok şeyi toplayıp albümler hazırla­
mış. Zaman zaman yapugım gibi, geçen gün bunlardan bi­
risini gözden geçirirken, bir zarfın içinden mavi renkte, şef­
faf, bükülebilir, gOnümüzün CD'lerine benzeyen disketlerle
karşılaştım. Annemin el yazısıyla zarfın üstüne yazdıgı not­
ta "Ethem'in son hastasıyla ilgili bilgilern diyordu.
Aşina olmadıgım bu teknoloji, demek 1960'larda ABD'de
hastaların kayıtlarını tutmak için kullanılıyordu. Bende
kaydı olmayan babamın sesini duyma özlemiyle, ABD'nin
önde gelen tıp merkezlerinden biri olan Bostan'da hastane­
leri dolandım. Hiçbirinde elimdeki nesneyi dinietebilecek
bir cihaz olmadıgı gibi, ilgililer de sanki uzaydan gelmiş bir
nesneye bakıyordu.
Kaybolan sade babamın sesi degil. Türkiye'de, Once Os­
manlıca'nın sonra da lstanbullu'nun sesi çoktan unutuldu.
Son duydugum Osmanlı sesi, 2006'da ölen, Sultan Abdül­
mecit'in kızı Cemile Sultan'm torunu, yengem Behrement
Sertel'e aitti.
Tarihin farklı dOnemlerinde bir dilin nasıl konuşuldugunu
bilmek isteyebüiriz. Omegin Shakespeare dönemindeki İngi­
lizce'nin sesi aruk unutuldugu gibi, hangi hızda konuşuldu­
gunu da bilmedigimizden, oyunlarının, mesela Hamlet'in
sahnelertmesinin ne kadar sllrdügunü tam kestiremiyoruz.

47
lngilizce'nin, bugünün Amerikası'nda benim çocukluguma
göre çok daha hızlı konuşuldugunu, eskiden bir dakikada
diyetim beş kelime konuşulurken -kelimeler de kısaltıldı­
gından- şimdi belki iki misli o1dugunu söyleyebilirim. Daha
çabuk konuşuyor, daha çok kelime kullanıyoruz. Günlük
konuşmalanmızda, telefonda, e-postalanmızda, tekst yolla­
mada dilimiz, bilgisayar programı korourlanna benzeyen,
edebi kimligini yitiren, pragmatik bir araç haline dönüşüyor.
Tilrumüzün evrimiyle toplumsal ilişkilerimiz açısmdan,
hangi hızla ve nasıl konuştugumuzun bir önemi olmalı.
Sanmıyorumki birileri, içinde yaşadıgtmız bu degişimin
kayıtlarını tutuyor olsun.
Binlerce yıllık yaşam tarzlannın tarihte son tanıklarıyız.

Çivi Yazısı Nano Teknolojye


i Karşı

Güney Afrika'da Kalabari Çölü'nde, Kongo'da lluri or�


manlarında, Avustralya'da Tasmania Adası'nda, Brezilya'da
yagmur ormanlannda yaşayan Sanlardan, Pigmelerden,
Aborijinlerden, Malezya'da Bateklerden haberimiz oldugun­
da kirnilerini silah ve mikroplanınızla yok ettik, kimilerini
bilkat garibesi diye teşhir ettik. Bu insanlan inceleme mera­
kımızdan antropoloji diye bir dal da kurduk; ama "onlar­
dan neler ögrenebiliriz" diye sormayı akıl edemedik, kendi­
mize yakışuramadık.
Kalahan Çölü'nde 30.000 yillık tarihi olan bir Sanlı, yü­
rüyerek katettigi yüzlerce kilometre mesafe uzaklıkta tek
bir kökun, başka yerlerde de ayn ayn yüzlerce kökün nere­
de oldugunu, haritasız, yazısız, nasıl hatırlıyor, nasıl bulu­
yor? Bellegimizi dijital sistemlere devrettigimiz gelişmiş ül­
kelerde lise mezunlan hesap makinesiz bölme, çarpma bile
yapamazken, turüroüzün bu tür bilişsel yetenekleri, gele­
cekte var olabilmemiz için belki de elzem olacak. Merak

48
edilmedigi, incelenmedigi için kaybolup gidiyor. Farklı ko­
şullarda, tanm toplumu Oneesi nasıl oldugumuzun tanıklı­
gı, binlerce yıllık tarih, anlaşılınadan yok oluyor. Günü­
müzde bu insaniann en çok peşine düşenler, onların gele­
neksel ilaçlarının, otlarının genetik yapısının, patentini
alan bio-korsanlarla çok uluslu ilaç şirketleri.
1
Babamm ses kayıtlarına dönersek, ileride bir gün l960'lı
yıllarda sadece psikıyatristlenn degil, diger dokıorlann da
tuttuklan kaynlardan yola çıkıp araştırma yapmak isteyen
tarihçi, teknolojik engellerden ötürü bu bilgilere ulaşama­
yacak. Bir dönemin hastatarla ilgili bilgileri, Rosetta taşı bu­
lunana kadar çözülemeyen Mısırlıların dili gibi anlaşılmaz
kalacak. Mutlaka bugün, ClA, FBI gibi kuruluşlarda bu bil­
gileri okuyabiJecek cihazlar vardır. Ancak 2082'de bu konu­
da tez yazmak isteyen bir doktora ögrencisinin teknolojiye
ulaşmakta yaşayacagı güçlükleri, çalışmasının ne kadar pa
halıya mal olacagını, hatta bu nedenle konusunu degiştire­
cegini, şimdiden gözümün önüne getirebiliyorum.
Sorun, beş bin kosur yıl süren yazı ve matbaa geçmişi­
mizden sonra, birini bırakıp yenisini kullandıgımtz geçici
teknolojilerin, ileride erişilemez, aniaşılamaz olmasından
da ibaret degil. Tarihçilerio elindeki en dayanıklı kayıt mal­
zemesi MlA Mezopotamya'da ilk yazılanmız için Sümerlile­
rin kullandıklan tabletler. Papirüs kilden, kagıt papirOSten
daha az dayanıklı. Çogu kitap ve gazetelerimizde kullandı­
gımız ucuz kagıdın omn:ı yüz yıl bile degU. Silmerlerin kil
tabietlerini hala okuyabilirken. bugün kullandıklanmtz, bı­
rakın gelecegin tarihçileri tarafından anlaşllmasını, biz bile
olmeden yok oluyor.
Bilgisayarımızın aniden çOkmesini, içindeki bilgilerin
yok olmasını bir kez yaşamamış bile olsak, çogumuz bir ya­
kınımızın bu durumla karşılaşugının mutlaka tanıgızdır.
Korkum. elektronik, dijital orumlarda saklanan bilgilerimi-

49
zin, adını koyamadıgım bir tur elektro-manyetik radyas­
yonla, dünyadaki tüm bilgi saklama sistemlerini çökertebi­
lecegi. Tarihimizin ilk bilgi kayıt malzemelerinin kalıcı ol­
masına Ozen gOsteriliyordu. Yeni teknolojilerle kaydettikle­
rimiz buza yazılan yazı gibi. Hele nano teknolojilerin neler
getirecegini havsalamızın alabilmesi için daha çok erken.
Babamın sesi kayboldu. Bugun kendi sesimiz kaybolma
tehlikesiyle karşı karşıya.

Tarih Gizleniyor, Tarih Kayboluyar

Kaybolan sadece sesimiz degil aynı zamanda oylanmız.


ABD'de kullanılmaya başlanan, başka ulkelere de yayılan
elektronik oy makineleriyle, demokrasinin olmazsa olmazı,
gizli oy açık tasnif yöntemi ortadan kalkıyor. Elektronik oy­
lan n açık tasnifle sayılması mumkun degil, seçım sonuçla­
rına itiraz maddeten olanaksız, patent baklarını koruyan
fırmalar da makinelerınin nasıl çalışugını, aylan nasıl sayıp
tasnif ettiklerini gizli tutuyor. Tek bilinen, Prince[Qn Üni­
versitesi'nden bilgisayar profesörlerinin çalışmalan sonucu
ltacherlann seçim sonuçlannı degiştirebileceklerinin kanıt­
lanmış olması.
lzsiz bir toplum yaraulıyor.
Bu gidişle tarihe, izimizi bırakmaktan da çekınebiliriz.
Teknolojide gelişmeler sonucu gOzetlenebilir olmamız, dav­
ranışlanmızın, yazdıklanmmn izlenebılıyor olması. suskun­
Iugumuza, vatandaşlık sorumluluklanmıza ket vurmamıza,
kOşemize çekilip edilgen kalrnamıı.a neden olmuyor mu?
Terôrizmle mucadele adı altında anık ABD'de mahkeme
izni olmaksızın herkesin telefonu dinlenebiliyor, e-postası
okunabiliyor. Suleyman Demirel döneminin eski Içişleri Ba­
kanı Faruk Sükan'ın "Solculann soluk alışlannı bile dinliyo­
ruz" sözleri, totaliter devletin ensemizde oldugunun ifade-

so
siydi. George Bush'un eski Savunma Bakanı Donald Rums­
feld'in işkence yöntemlerini savunurken. "Ben de günde on
saat ayaktayım" sözleri Batı'da da özgürlüklerimizin alenen
yok edildiginin belinisi. ABD ve Ingiltere başta olmak üzere
yeni teknolojilerle izlenen, biometrik yöntemlerle fişlenen,
DNA ömegi kaydedilen her vatandaşa potansiyel suçlu ola­
rak bakılıyor. Gel de korkmadan tarihin oluşumuna kani.
İngiltere, tren istasyonlarına, havaalanlanna, parklara, so­
kak köşelerine, alış-veriş merkezlerine yerleştirilmiş 4.2
milyon kamerayla (her 14 kişiye bir kamera düşüyor) dün­
yada vatandaşlannın davranışlarını en çok kaydeden, izle­
yen ülke. Yeni geliştirilen Optag sisteminde, havaalaniann­
da yolcuların yanlannda taŞıdıklan chiplerle her adımlan
izlenecek. Son haber bu ülkede oturaniann çöplerinin de
denetlenecegi. Yunanistan ve Portekiz'den sonra lngiltere,
kagu, şişe, plastik vb. çöpterin aynşunlmadan atılmasında
Avrupa sonuncusuymuş. Devlet katındakiler herkesin evi­
nin önüne btraktıgı çöp kutusuna, hangi tür çöpün hangi
miktarda atıldıgını ölçen bir elektronik aygıt yerleştirmeyi
kararlaştırmışlar. lngilizler şikayetçi. Şikayetlerinin nedeni
ayrıca ürkütücü: Edilgenleştirildikçe yilirdikleri özgürlük­
lerinin farkında olmayanlar, çöp kayıt teknolojisi için bele­
diyeye ödeyecekleri ücretten müşteki.
lster terörizine karşı çıkmak bahanesiyle olsun ister çev­
reyi korumak adına, özgürlügümüzü teslim alıyorlar.
21. yüzyıl totalitarizminin başarısı, gelecekten günümüze
baloldıgında sessiz, edilgen kitlelerin tarihi mi olacak?
Eskiden imparatorluklann hapishaneleri, Bastille ve To­
wer of London gibi, adlanyla bile ünlüydü. ABD imparator­
lugu o denli izlenemeyecek bir tarih bırakıyor ki, yasalara
tAbi olmasın diye Guantanamo'daki askeri üssünden başka,
çeşitli ülkelerde kurdugu korsan hapishanelerinin sade yeri
degil mevcudiyetleri bile gizli.

51
Yaşadıgınıız tarih gizleniyor, yaşadıgımız tarih kayboluyor.
Geçmişin de hep gizli kapaklı taranan olmamış mı?
Bizim, hem günümüzü kaydetmekteki yöntemlerimiz iz
buakmayan cinsten, hem de toplumlarımıza egemen güç
odaklan da dahil olmak uzere, tarihimizde her zamankinden
daha çok izlendigirniz için iz bırakmamaya gayret ediyoruz.

Totalitarizmin ineesiyle Kabası

Gelecegin tarihçileri bugüne ulaşabilseler de, bulabile­


cekleri, günümüzde giderek güçlenen totalitarizmin elegin­
den nelerin sızabilecegine baglı. Totalitarizmin veba gibi sa­
rileşebilecegi bir zamanın eşiginde oldugumuzun ilk haber­
cileri bilimkurgu türünden romanlan aracılıgıyla bize ses­
lenmişlerdi . Biz romanıyla Zamyetin, Cesur Yeni Dünya ile
Huxley, 1984 ile Orwell.
Bu kişıler 20. yüzyılın başlanndan itibaren devlelin, ege­
men güçlerin, toplumu topyekun denenın altına almasının
öykülerini yazdı. Yazdıkları, onlar yaşarken bile, bir ölçüde
gerçekleşti.
Aşagıda, bilginin bize ulaşmasının nasıl engellenebildigi­
nin üç ömegi var. Birincisi, başarılı bır ..kaba totalitarizm"
ömegi. Kaba oldugu için de gizlice yapılmış. Digerlerini, göz
göre göre yapıldıgından, görmezden gelmeye şartlandınldık.

Hayalet Ztplinlu
Stalin döneminde ABD, Sovyetler Birligl'nin peşpeşe imal
ettigi çok sayıda zeplinden urker olmuştu. Haurlatmakta
yarar var. Uçak kullanmamız, Nazilerın medar-ı iftibarı
Hindenburg'un 1937'de New jersey'e inış yaparken aniden
infılak etmesinden sonra yaygınlaştı. Göklere hakimiyetin
ölçüsü, en agır yük taşıyabilen, en uzun mesafeyi katedebi­
len, en hızlı gidebilen zeplinlere kimin sahip oldugu idi. Ya-


tak odaları, lokantaları, konser salonları, kütüphaneleriyle,
üç Boeing 747 uzunlugunda Hindenburg ve benzerleri, gü­
nümüz teknolojisiyle karşılaştınldıgında bile gıpta edici.
Uçaklardan önce, zeplinlerin şaşalı yıllarında, Avrupa'dan
Güney ve Kuzey Amerika'ya giden yüz binlerce yolcu, ok­
yanuslan bu gökyüzü transatlantiklerinde aşu.
Stalin dOneminde Sovyet zeplinleri ABD'yi telaşlandınr.
Asya'yı boydan boya, St. Petersburg'dan Vladivostok'a, her
yenisi mesafeleri bir Oncekinden daha hızlı kateden zeplin­
lerin haberleri, sosyalizmin göklerdeki başansı, zeplinleri
teker teker tanıtan posta pullarında bile dile getirilerek
dünyaya duyurulur.
Sovyetler Birligi. çOktükten sonra, arşivler yagmalanıp açık
pazarda satılmasa, ileride tarihçiler 20. yüzyılın amansız
zeplin yarışında Sovyetlerin üstün çıkngmı, üstelik bunu
ClA kaynaklarının da dogruladıgını yazacaktı. Yalaniara
ABD de kanmış. Sovyetler iiç beş zeplin yapmış, o kadar!

Beyaz Saray'a Göre Tarih

Sıra "Beyaz Saray'a göre tarih" diye adlandıracag1m "ince


totalitarizm" Omegi.nde.
Iktidarda kalma süreleri zaten kısıtlı olan bu ülkenin baş­
kanları, özellikle ikinci ve son dönemleri için seçildiklerin­
de, kendilerini gelecegi.n tarihçilerine begendirmeye çaba­
lar. Şaşmaz aymazlıklarıyla, haklı olduklarına inandıklann­
dan, gelecekte tarihin bunu dogrulamasını isterler. Yapnk­
lannın kayıtlarını, gelecekte dikilecegini umdukları heykel­
lerinin, adlarının verilecegi uzay mekiklerinin, savaş gemi­
lerinin özlemiyle tutarlar. Ancak her türlü kaytt başkanlar
için kaygı nedenidir.
Nixon'ın, aleyhinde kullanılabilecek birçok belgeyi imha
etmesine ragnten görevinden alınmış olması, özel bir afla
hapse antmaktan son anda kurtulması, günümüz liderleri-

53
nin arşivlerini oluştururken korkulu rüyası. Ôzellikle
ABD'de, her başkanın evraklarını, adianna kurulacak olan
kuruphandere gidecegi bilinciyle üretmeleri, arşivleri daha
açılmadan şaibeli kılmakta. "Tarih hakkımda ne karar vere­
cek?" kaygısı, ileride bu kararı verecek olanlara "uygun"
malzeme saglamak arzusuyla Onuşüyor. lnce totalitarizmde
bilgiler sade günün kamuoyunu yönlendirmek degil, gele­
cegin tarihçilerini de etkilemek üzere üretiliyor.
Zamyetinlerden, Orwellerden bu yana kOprünün alundan
çok sular aku. Bilginin, herhangi bir ı:ırun gibi imal edihp,
pa ketleru p dagı uldıgt , günümüzde kabul leni len bir o lgu.
,

Bu konuda ihtisaslaşmak, beceri sahibi olmak, üniversite­


lerde, özel kurslarda müfredaun parçası. Eskisine göre daha
çok bilgiye daha kolaylıkla ulaşabiliyoruz. Ancak önce ga­
zete, sonra radyo, ardından televizyonda oldugu gibi bilgi
ve haber, tekelleşen şirketlerin reklamlan deneuroinde edil­
genleşti, homojenleşli, düzenle bürünleşu. Gunumüzde Go�
ogle gibi şirkeılerin, Time Wamer ve America On Une gibi
başka şirketlere ortak olması, You Tube'u satın almasıyla,
düzenin denetim agı yenı teknolojilerle genişliyor.

Parayı Basan Tarih Yazar:


Sennayenin Tarflıçilige Soyutıması

Yannın tarihınİ bugünden imal edenler, yannın tarihçile­


rini koliayarak onlara gunümüzün kayıtlarını şekillendirip
paketleyenler sadece devletler degil. Kureselleşme adı alun­
da kap itali n tekelleşıigi günüm üzde, dev şirketler de, dev­
letler ve devlet adamlan kadar tarihe nasıl geçeceklerı ko­
nusunda duyarlı.
Bunun bir ömegi Ikinci Dünya Savaşı yıllarında Nazilerle
ş
i birligi yapan, Alrnanya"da }'atınmlarını sürduren, Hitler'ın
seçim kampanyaianna bagış yapan, Almanların bir yabancı­
ya verebı lecegi en büyük nişan olan Grosskmdla taltif edi-

54
len, Yahudi düşmanı, Ford otomobil şirketinin salıibi
Henry Ford. Savaşın bitiminden yıllar sonra şirketin prestij
yitirip geçmişinin tartışılmasıyla Ford çözümü, tarihçitere
sipariş ettigi şirket tarihinde buldu. Artık şirketlerin de,
devletler gibi "resmi tarihleri" var. Yeni yetişen tarihçiler,
Hilal-i Alımere (Kızılay) talim edeceklerine, şirket tarihçisi
olarak iyi para kazanabiliyor.
Şirketlerin korkusu, prestij yitirmeleriyle satışlannın dü­
şecegi endişesinden ibaret degil. Son y1lların en büyük
skandallarından biri, lsviçre !bankalarının, Nazilerin ölüm
kamplarında katletligi Yahudilerin mirasçılarına ölüm serti­
fikası getirme zorunlulugu gibi engeller çıkararak paraları­
na el koymasıydı.
Ke.za ITT gibi Amerikan şirkellerini Şili'de devletleştiren
Ailende lıükümetiyle, lngiliz petrol .şirketlerini tran'da dev­
letleştiren Musadclık hükümetinin devrilmesinde bu şirket­
lerin aynadıklan roller Ylllardtr örtbas ediidiyse de, birkaç
karikau1r nedeniyle bile Danimarka malianna karşı dünya
çapında bir boykotun ortaya çıkabildigi düşünüldügünde,
şirketlerin çıkarlarını koruyabilmek için kamuoyunun du­
yarlılıklarını denetleme gayretleri de kaçınılmaz.
Evrensel ahlak ilkelerini çigneyen, uluslararası yasalan
ilılal eden, küresel ısınma, çevre kirliligi, nükleer atıklar gi­
bi konularda tarih önünde suçlu konumunda olan şirketle­
rin, gelecekte yargılanıp, büyük tazminaLiar ödeme zorluk­
larıyla karşıla.şmalan gündemdeyken, "yarın için yarına
karşı" şimdiden hazırlanmaları kaçınılmaz. Özetle, günü­
müzde yeni bir uzmaniaşma alanı olarak yaygırılaşan şiT­
keder tarihi, gelecegin tarihçilerinin önünde örülen kalın
bir sis perdesi
Para-tarih ilişkisinin en ters tepen örneklerinden biriyse,
Fransız Devrimi'nin oluşumunda bardagı taşırarı son damla
olarak degerlendirilen "Ekmek bulamıyorlarsa pasLa yesin-

ss
ler" sözleriyle halkı ayaklandıran, giyolinde başı vurulan
Kraliçe Marie Antoinette'ln boyle bir şey dememiş olması.
Leeds Üniversitesi'nden Simon Burrows, kraldan para sız­
dırmak isteyen lngiliz dolandıncılannın iftira dolu broşür­
ler basıp krala şantaj yapuklannı, kralın bu broşürleri satın
alıp imha euintigini, ancak kayıt meraklısı bir saray bürok­
rannın broşürlerin metnini kopya elligini ve isyancılar Bas­
lille'i basuklannda kopyalan bulaniann kraliçenin sözlerini
halk arasında yaydıgını beliniyor.

Sözden Yaz1ya, Yazıdan Söze

Egemen düzen sansure, eksik, yalan ve yanlış bilgilendir­


meye başvururken, suçüstü yakalanma korkusuyla da, kayıt
tutmaktan kaçınıyor; gizlemek istediklerini sözle iletiyor.
lik insan ancak göz göze geldiginde sözle haberleşebili­
yordu. Bilgisayarlarımıza yerleştirdıgımız cihazlarla tekrar
göz. gOz.e gelip karşılıklı konuşabildigımiz. günlere dönüyo­
ruz. Günlük yaşantımızda yazmın agrlıklı yeri, belki uygar­
Lıgımızda bir ara dönem.
Dumanla bır tepeden ötekine yollanan haberlenn anında
kaybolması gibi, asırlardır mektuplaşoktan sonra, telefonla
haberleşmeye başladıgımızdan beri, konuştuklarımızın izi­
ni bırakmadıgımızdan, neler konuşuldugunu da hiçbir za­
man kimse bilemeyecek. Çan kaumızda, annemin ögren­
ciyken bır arkadaşına yazdıgı mektuba gelen cevabı bul­
dum. İstanbul'da oturan annem ve arkadaşı, 1930'lu yıllar­
da henüz. çok az telefon oldugundan, hafta sonu nerede, ne
zaman buluşup hangi sinemaya gideceklerini karartaşur­
mak için KadıkOy-Şişli arası rnekruplaşmışlar.
Elektronik iletişim, tarihin kaydedılmemesi demek, ı:-.ri­
hin yok olması demek, tarihin olmaması demek. Eskısine
göre bellegi neredeyse sonsuz dijital ortamlarda, belki her

56
zamankinden daha çok kayda geçiriyoruz yapuklarımızı,
ancak her şey de her zamankinden daha kolay yok edil.iyor,
daha çok siliniyor.
Telefonla, kolaylıkla silinen e-postayla tarihçilerio en kıy­
metli malzemelerinden birisi olan mektup tarihe kanşu.
Arnk posta kutulanmızdan tek çıkan famralar ve reklamlar.
Kendine Ozgü bir edebi tür saytlabilecek aşk mekLubu da
yok artık. Elektronik ortamda anonim aşklar bilgisayar
oyunlannda, tabir caizse kansız savaşlar gibi. Aşk rnekm­
bunun ortadan kalkmasıyla, çagımızda aşkın ifadesini, aşk
ilişkilerini acaba nasıl anlayabilecek, hangi malzerneye göre
degeriendirecek gelecegin tarihçileri?
Evet, eskisinden daha çok haberleşiyoruz. Ama yazdıkla­
mnız oluşur oluşmaz silindikçe, geçmişimizden iz bırakmı­
yoruz.
Eskiden teknolojiler yontma taş, cilalı taş gibi isimlerle,
binlerce ytllık dönemlere damgasını vururken, teknolojile­
rio yenilertip degiştigi sureler kısaldıkça kısalıyor. Hızın
esas oldugu iletişim teknolojisinde istikamet belli.
Giderek kuçolen ekranlarda kısa şifreli mesajiara indir­
genmiş düşüncelerimizle duygulanmızı, mektuba göre çok
daha az kelime ve harf kullanarak, dilimizi zenginleştiren
gramer kurallannı hiçe sayarak birbirimize aktarıyoruz. Ye­
ni iletişim teknolojilerinin dilimize ve dolayısıyla dOşOnce­
rnize yoksullaştıncı etkisiyle esnekligimizi yitiriyor, atıllaşı­
yoruz. Doganın ve insanın gizlerini çözmekte anahtar rolü­
nü oynayan yazılı ifademiz; paslanmış, orası burası kop­
muş, egrilmiş çarpık bir araç olarak, zaten aşılması zor ku­
şaklar arası mesafenin anlamlı ktlınmasım, geçmişin ania­
şılmasını daha da zorlaşnracak. DOşOnce yapımızın, beyni­
mizin bitişsel özelliklerinin, bizden beş yüz yıl önce yaşa­
yanlarla arasındaki mesafe, elli yıl sonrasından bize baka­
cak olanlarla bir gün karşılaşunlabiUrse belki çok daha ya-

57
kın gözukecek. Hızla degişen dilimizde ifade ve düşünce
Larzlarımız degişlikçe, gelecegin tarihçilerinin günumazun
zihin yapısını anlamalan da gOçleşecek. Şizofren kimlikli
tarihimizin bugünden geçmiş zamanın ruhunu yakalaması
daha da zor olacak.
Sesimizi tanıyan, anlayan, yazıya dOnüştüren mevcut tek­
nolojiler aracılıgıyla yakın bir gelecekte yazıyla yapukları­
mızı sözle yapabilecegiz. Bilgisayanınıza "açıl" diyecegiz
açılacak, "dediklerimi yaz" diyecegiz yazacak, "gönder" di­
yecegiz gönderecek, "sU" diyecegiz silecek. Ekraniann başı­
na geçip, yan yerine sesli, görüntülü mesajlar bırakacagız.
Hayalimız kolaylaşacak. Dokunmatik yaşanumızda yazı­
nın yeri azalacak. Gün gelecek, gelecegın tarihçilerine eski­
si gibi yazı bırakmayacagız. Bu degişimle birlikte belki ön­
göremedigimiz bambaşka bir tarih anlayışı ortaya çıkacak.

Yazı Ozgürlukten, Söz Tot.alitarizmden Yana

Tannlar peygamberierimize sözle hitap eni.


Ônüne gelen sOzu alıp degişürmesin, emellerine alet et­
mesin diye, Tanrı'nın sözünü yazıya bagladık. Tanrı'nın, bir
gün bir şey, başka bir gün başka bir şey soyleme hakkını
elinden aldık. Topraklanmızın egemenleri de bize ilk sözle
hükmetti. Sözlerini yazıya dönüştürduk, isteyenin sözü is­
tedigi şekilde kullanmasını zorlaşurdık. Avrupa'da Magna
Carta, egemenlerin gücünün yazılı bir kontralla sınırlan­
masının ilk ömegi. Bizi sözle denelleyen ya da yücelten ef­
sanelerimizi terk euigimizden bu yana mücadelemiz sürü­
yor. Evrensel lnsan Haklan Beyannamesi gibi sözleşmelerle,
anayasalarla, hukukla egemenleri denetlerneye çabalıyoruz.
Tabii tersi de oluyor. Egemenler de, idam fermanlanyla,
karşımıza kendi çıkarlarını koruyan metinler, kanunlar da­
yatıyor. Ancak her halükarda yazılı metinlerin, yorumlara

58
açık olsa da, keyfiyeti engelleyen, tutarlılık gerekören özel­
likleri var. lktidarlannı korumak için işkenceye başvuran
rejimler bile, iddialarmı meşru kılahilrnek için yazılı, imzalı
ifadelere mecbur.
Metinler, şu ya da bu tür degerierin bekçiligini yapukları
gibi, metinler üzerinde degişimin de, anlık duygu yerine
düşünce yoluyla, uzl.aşmayla saglanmasını kaçınılmaz kılı­
yor. En popüler diktatörleri bile geçici, onlann baskıcı ana­
yasalarını bile ktlan da bu özellik olsa gerek.
Tarih öncesi toplumlarda, neyin mümkün neyin müm­
kün olmadıgı, kim güçlüyse onun agzından çıkan bir çift
söze baglıydı. Yazıoın oluşmasıyla egemenlerin sözlerini
kayda geçirmeye başladık. Kayıtlarla birlikte, egemenler de,
tariht miraslan da sorgulan ır oldu. Kayıtlarla birlikte, tica­
reti, günlük yaşamı, devletlerin birbirleriyle ilişkilerini, ya­
zılı metinlere, sözleşmelere, antlaşmalara baglayan hukuk
gelişti. Artık devletlerin, şirketlerin çagdaş cürümlerinin
sırrı, kayıt tutma sistemlerinde gizli. Bilgi, depolama sis­
temlerinin karmaşıklıgında gizlendikçe ve silinmezse, gele­
cekte kayıtları incelemek isteyen tarihçiler karşılarında aşıl­
maz engeller bulacaklar.
Sadece günlük yaşamlanrnızda degil, devletlerarası ilişki­
lerde de siyaset yapma biçimi yazıdan söze kayıyor. Eski­
den karadan, denizlerden, at sıronda, kalyonlarla, bir dev­
letten digerine haberler taşmırdı. Günümüzde devlet baş­
kanları, başbakanlar ulak oldu. Mektup alıp gönderme yeri­
ne, uçaklarına atlayıp bir yerden bir yere gidiyor, kapalı ka­
pılar ardında konuşmalarla, gizlice devlet politikalarmı çizi­
yor, dünyanın gidişine yon veriyorlar. Belgesiz diplomasi
çagındayız. Tanıklıgumz, sahte gülümsemelerle el sıkıştık­
ları bildik senaryolu basın toplanılları. Yüz yüze görüşme­
dikleri zamanlar, telefonda konuşuyorlar. Gene yaz1h belge
yok. Ne konuşuldugundan, ne kararlaşnnldıgından, kendı

59
hükümet üyelerinin bile çogu zaman haberi olmadıgı gibi,
gelecegin tarihçileri, olsa olsa tercümanların gizli tutmuş
olabilecekleri günlüklerle yelinnneye mecbur kalacak.
Yann için kaybolan, sadece nelerin konuşuldugu karar­
laştınldıgı degil. Yazılı belgelerden yararlananlar aynı za­
manda diplomasinin nasıl yürütüldugunün, kişiler ve dev­
letlerarası güç il işkilerinin, hitap tarzlannın, psikodinami­
ginin de malzemesine sahiptiler. Kanuni Sultan Süley­
man'm Fransa Kralı François'ya hitap ederken, "Ben Jıi, sul­
tanlar su1tanı, hakanlar hakanı, hükumdarlara ta{ vemı, Ai­
lah'ın yeryüZündeki gölgesi... diye başlayıp, saurlarca sırala­
n

dıgı sıfadanndan sonra, "Sen ki Fransa vilayetinin Kralı


François�ın," diye başlayan mektubu buna bir örnek. Ilişki­
lerin yazıyla ifade edilmesi, kalıcı oldugundan, başkalanyla
paylaşılacagmdan, kelimelerin mtinayla tanılarak, düşünce­
lerin mantık silsitesiyle geliştirilerek ifade edilmesine ola­
nak saglıyor; taraflann, agızlanndan çıkan sözlerle cephe­
leşmedikleri, yazıda aşagılama oldugunda bile, tepkilerini
ayarlayabilecekleri, daha anlayışlı olabilecekleri bir ortamı
mo.mkün kılıyordu.

Yahoo, Google, Microsoft: Bilginin Tekelleşmesi

Tarihçilerin saglıklı bilgilere ulaşabilmesinin önünde bir


başka tehlike bilginin tekelleşmesi, merkezileşmesi.
Sovyetler Birligi gibi kaba totaliter rejimlerde bu zaten ya­
pılıyordu. Moskovalı bir araştırmacı yabancı yayunlara ulaş­
mak istediginde, parti komiserlerine ilgisinin gerekçesini
açıkladıktan sonra, ancak konusuyla ilgili kitaplara bakma­
sına izin verilirdi. Komünist partilerinin neşrettikleri dışın­
da, yabancı gazetelerin satışı yasak, bunlan bulundurmak
suçtu. Bugün ABD'de, meclisin ezici bir çogunlukla benim­
sedigi Patriot Yasası uyarmca, kütüphaneler, kitapçılar, ki-

60
min hangi kitabı aldıgını, okudugunu, hükümetin talebi
üzerine ilgili kişiye haber etmeksizin büdinnek zorunda.
Açık raf sistemi olan Ingiltere'deki Cambridge Üniversi­
tesi'nin kütüphanesinde, yamyamltk üzerine kitaplan ince­
lemek istedigimde, bunlara bakabilmem için özel izin ge­
rekligi sOylenmişti. Ideolojik duyarWıklarumz kadar türü­
müzün "ayıplan" da bilgiye ulaşmamızı engelleyebiliyor.
Hoşumuza gitmeyen, işimize gelmeyen geçmişimize ula­
ştiması istenmiyor.
Bin nüsha basılan bir kitabın bin kopyası var demektir.
Kitaplann bir kısmının başına kaza gelse, bir kısmı Nazi Al­
manyası'nda Kristalnacht'da ya da Türkiye'de 1 2 Eylül aske­
ri rejimi boyunca "zararlı", "tehlikeli" addedildiginden, sa­
hipleri ya da devlet tarafından yakılıp yok edilse, bir kısmı
zamanJa kaybolsa bile genede birkaç kopyasının tüm hadire­
leri atlatmasına, sonraki kuşaklara kalmasına fırsat var. Bir
kitabın, birden fazla nüshası olması tahrifau da engelliyor.
Biri çıkıp, "(alanca kitapta falanca şeyler yazıyor" diye yalan
yanlış birşeyler söyleyince, aym kitaba sahip başkalan "Ha­
yır, bak falanca sayfada şöyle degil böyle yazıyor" diyebili­
yor. Bagtamından kopamlıp başka anJamlar yüklenen alınn­
lar için, "Bak, yazar, kitabın önceki sayfalannda şöyle de de­
miş, yazılanlan çarpıuyorsun" diye uyarabiliyor. Ya da Tür­
kiye'de, mahkemede intihalle suçlanan, 12 Eylül'ün YÖK es­
ki Başkanı lbsan Dogramac1, iddialan reddedip, "Ben kitabı­
mı Benjamin Spock'tan çok daha önce yazmışom" deyince,
"Haydi o zaman göster o tarihte yazdıgını söyledigin kitabı"
denerek yüzleşmeye mecbur bırakılabiliyor.
Kitaplar, bir düşüncenin, binlerce tastikli noter vesikası
gibi.
Fransız Devrimi'nde yayımlanan ansiklopedi, kilise ve
aristokrasinin bilgi üzerindeki tekelini ktrmakta önemli rol
oynamış, Avrupa'da Aydınlanma'rnn kitlelere yayılmasını

61
saglamıştı. Oysa 2 1 . yüzyılın, birçok dilde yayımlanan dün­
ya çapmdaki internet Wikipedia ansiklopedisi, kitlelerin al­
daulıp yönlendirildikleri bir savaş alanı olmaya aday. Kulla­
nıcıların yazıroma kauldıgı Wikipedia'daki maddelerin içe­
rigi, elektronik ortamda her an tazelenip istege gOre degişti­
rilebildiginden, ansiklopedi, bilgilerin depolandıgı bir yer­
ken, amk yaz boz tahtası. En son, 2006 ABD meclis seçim­
lerinde iki rakip adayın geçmişleriyle ilgili ansiklopedideki
maddelerin, adaylan küçük düşürecek şekilde degiştirile­
rek, ilaveler yapılarak, tahrif edilmesi buna bir Ornek. Bilgi
maddesi sayı.sının sınırsız, Wikipedia'nın gönüllü bilgi ko­
miserlerinin sayısının sınırlı oldugu bu eşiLSiz ilişkide ge­
nellikle tahri[atın farkında olunmuyor. Yukandaki ömegi
bilmemizin nedeni, olayı, her iki adayın taraftarlarının hası­
na yansıtmış olması. Yoksa Osmanlı lmparatorlugu'nda Ma­
runi ve Yezidilerin konumu gibi uzmanlık gerektiren, sınırlı
sayıda kişinin ilgilenecegi. bir maddede yapılacak tahrifatın
kim farkında olacak ki? Ansiklopedide yer bulan bu tür
maddeleri her an çarpıtma keyfiyetimiz bizim gelecek ku­
şaklara bırakacagrmız mirasın parçası. En geniş paydanın
da katılabilirliginin mümkün oldugu ortamlarda ve de an­
cak kritik düşUnceyle vanlahilen dogrulanmızı bu sefer de
katılunemın denetimsiz keyfine terk etmiş oluyoruz.
Bilginin tahrifatı kadar önemli olan bilginin erişilebilirli­
gi. Dünyamızda en çok başvurulan kaynak Google. tlgilen­
digi.miz konuyu girdigimizde ekranda karşımıza ilk çıkan,
yüz binlerce, bazen milyonlarca referanstan ilk on tanesi.
Kendi adımla bile ilgili 80.600 referans içinde, vergi dairesi­
nin bildirdigi annemin evini kaça satugımdan kimin hangi
yazısında benden söz ettigine, Caretta kaplumbagalannın
korunmasıyla ilgili imza kampanyalanndan, kitap şirketle­
rinin sanş ilanlanna kadar ço� ne idügü belirsiz kayıtlar
var. Ama benim de çok Onemsedigim, Türkiye'de psikoloji

62
tarihiyle ilgıli çalışınama auf, bilmem kaçıncı sırada. Ekran­
daki yıgınlarca bılginin içine o denli gömülmfış ki, bul de­
seniz ben bulamam. En çok dikkati çeken, ilgili sayfa açıl­
dıgında ilk on sırada olanlar. Bilgilerin sıralanması, en çok
hangilerine başvurulduguna göre belirleniyor. Tarihte neyin
önemli oldugu Google'ın tekelinde! Bilginin, sıralamanın
neresinde olacagı manipülasyona açık. O denli açık ki, ka­
yıtlan Ost sıralara yüksellmekte uzmanlaşmış şirketler var.
Guanlian Weehly'de okudugum bir haberin başhgı şöyle:
"Google tarihi sOmürgeleştiriyor.,. Washington Posl, New
Yorh Tımes gibi birçok gazetenin arşivine ortak olan Goog­
le, 200 yıl geriye giderek 18. yüzyıla kadar olup bitenler
hakkında bilgi sunuyor. Bundan böyle birçok araştırmacı,
tarihçi, birinci elden kaynaklann peşine düşmenin zahme­
tine katlanmak yerine, aynı ölçüde saglıklıdır inancıyla bil­
gilerini, her rürlü müdahaleye açık, Google'ın elektronik
ortamından aiacak. Oysa Google verdigi bilgilerle daha
şimdiden tarihi alt üst etmeye, devletleri birbirine düşur­
ıneye aday.
Tebriz'in nerede oldugunu belirtirken Google'ın bu şehir­
den "halen tran hudutlan içinde olan Güney Azerbey­
can'da" diye söz etmesi, geçenlerde lran hükümetinden sen
tepkilere neden oldu. "Tebriz ve Güney Azerbeycan 4.000
yıldır lran'a aittir" diyen hükümet sözcüsü Google'ı, Iran'in
içişlerine kanşmakla suçladı. 19. yüzyılda Kuzey Azerbey­
can'ı topraklanna katan Rusya'dan sonra, Stalin'in de Ikinci
Dunya Savaşı ertesi geri kalan kısmını alma çabasını hatır­
Latan sOzcü, Google'ın girişimini, bu bölgenin bagımsız
Azerbeycan Cumhuriyeti'yle birleştirilmesine yönelik bir
ABD provakosyonu olarak gördügünü açıkladı.
Eskiden kitaplar el yazısıyla kopya edilip çogalrılırken,
günümüzde kütOphanelere s1gamayacak sayıda kitap basıt­
ması. bilgileri muhafaza etme biçimimizi degiştiriyor. Tek-

63
sas'da, Houston Üniversitesi'nin iki yıl önce yapılan yeni
kütüphanesinde kitap yok. Bu kitapsız ktltüphanede, bilgi­
ler dijital olarak kayıtlı. Kitaba ulaşmak isteyen onu ekran­
da bulup, okuyor. E-posta, mektuplan kaldırdıgı gibi, uzun
vadede kitaplarımız da e-kitap olacak. Google, Harvard,
Cambridge gibi dünyanın ileri gelen üniversitelerinin kü­
tüphaneleriyle yapugı anllaşmaya göre, bu kururolann tOm
kitaplannı elektronik ortama dönüştürmeye başladı bile.
Bu gidişle Google ya da benzeri bir kuruluş, yüzyılımız
bitmeden dünyanın, hem de dijital ortamda, tek merkezi
kütüphanesi olabilir.
Merkezi otorite tarafından elektronik ortamda muhafaza
edilen kitap emsalsiz, yani tek kalınca, tahrifaun, başka
kaynaklarta denellenmesi olasahgı ortadan kalkıyor. Buyu­
run, bilgilerin, gazete yazılannın, arşiv kayıllannın ege­
menlerin çıkarlarına göre degiştirildigi George Orwell'in
1 984'üne.
Yukarda yazdıklarım bilim kurgu senaryosu degil Aşagı­
daki Ornekten görulecegi gibi, dünyamızın en az dörue biri
için şu anda geçerli.
Geçenlerde (Nisan 2006), ABD'de, Çin'le ilgili bir meclis
komisyonunun oturumunu canlı olarak televizyoncia sey­
rettim. Bir uzman, Yahoo, Google, Sun Micro Systems gibi
şirketlerin Çin'deki rolünden söz etti. Anlauıklan dehşet
verici. Şirkeller Komünist Panisi'yle anlaşarak, Çin'deki in­
ternet sistemini o şekilde kurmuşlar ki, ancak bu tek partili
rejimın onayladıgı bılgılere ulaşılabıliyor. Dünya nufusu­
nun dörtte birini oluşturan Çiniiierin internette ulaşabile­
cekleri bilgi ve tarih evreni, Komünist Parusi'nin doktrinle­
riyle denedi ve sınırlı. Evinizdeki bilgisayardan Google'a gi­
np "demokrasi" diye tuşladıgınızda karşınıza çıkan bilgiler,
totalitarizmin demokrasi anlayışının eleginden geçmiş
maddelerden ibaret. Google gibi şirketler, Çin polisi ve g\l-
64
venlikten sorumlu istihbarat kurumlanyla da işbirligi ha­
linde. Kişilerin e-posı.alanyla internet kullanımlan denet­
lendiginden, rejime ters gelenler, kaygılan para kazanmak
olan bu çokuluslu şirketler tarafından güvenlik güçlerine
ihbar ediliyor. Google, denelimsiz diktatorya! konumuyla
dünyanın tek bilgi belirleyicisi olma yolunda. Sahip oldugu
You Tube şirketi aracılıgıyla da. hangi "video"ların gosreri­
lip hangilerinın gösterilmeyeceğine karar vererek -ömegin
Taytand'da krala karşı olanlan gösterimden kaldırıp. askere
karş1 olanlara müdahale etmezken-, ülkelerin siyası gele­
ceklerini şirket tercihine göre yönlendirebiliyor.
Aynı şekilde Bush yönetimi de, haberleşme şirketlerinin
ışbirligiyle, ABD'de istedigi zaman istedıgi kişinin e-postası­
nı okuyarak, telefon konuşmasını dinleyerek, ülke çapında
casusluk yaptı, vatandaşlannı denetledi. Anayasaya gOre bu
suç; Başkanın görevinden alınmasını, şirketlerin yargılan­
masını, faaliyetlerinın durdurulmasını, tazminat oderneleri­
ni gerektiriyor.
Totaliter mekanizmaların guçlenip dünya çapında yay­
gınlaşarak uygulamalannı sürdürmesiyle gelecegin tarihçi­
leri her zamankinden çok bilgi gizlemesı, çarpuması ve yok
edilmesiyle karşılaşacaklar.
Bilgi şirketlerinin diger bir etkinlik alanı haberleşmemizi
saglamak oldugundan günümüzde siyasi eylemler de aniann
aracılıgıyla ıfade edilir oldu. Şirketler, ı.arihin kaydından da
öte, aruk oluşmasırun , yönlendirilmesinın parçası. Meydan­
larda, sokaklarda yüz binierin protestosunun günümüzde
bilgisayar aracılıgıyla da oluşrurulan, paylaşılan, iletilen me­
tinler çerçevesinde yurutulebiliyor olması, tarihimizin yarına
nasıl yansıyacagıru etkileyecek. Diyelim ABD'de, bilgısayarla­
n başmda bır milyon kışı ortak bir metinde anlaşıp Irak sava­
şını protesto ettiklerini Beyaz Saray'a e-postayla ileuiler. Eyle­
mimiz oturdugumuz yerde, parmaklanmızm ucunda. Ancak

65
on kişinin Beyaz Saray Onunde protestosu haber olur, kamu­
oyuna yansır, ı:arihe intikal ederken, belki bir milyon kişmin
eylemi, yagtnadan geçen yagrnur bulutu gibi uçup gıdecek.
DOnyanın gidişall hakkında her zamankinden çok fikir
sahibiyken, düşüncelerimizi, tavnmızı yeni sessiz teknolo­
jilerle ifade euigimizden, çevremizı apolitik bilıyor, oyle
bildikçe biz de çaresizleşiyor muyuz? Kolay, ucuz ve teleku­
laklara ragmen milinglerde coplanma tehlikesi olmadıgm­
dan nispeten tehlikesiz bır ifade tarzı olan yeni tur eylemle­
rimiz kamuoyuna yansımadıkça, omuz omuza, göz göze
paylaşılmadıkça, tarih Onunde etkinligini yiliriyor mu?
Forrest Gump lllmmden bildigimiz, gorumulerın mani­
pulasyonu ıle kahramanımızto gerçekten tarıhl olayiann
içinde yer almış gibi gosterilmesi, teknolojinin yalanı nasıl
gerçek gibi gösterebileceginin eglenceli bir örnegi. Sovyet­
ler Birligi, siyaset sahnesınden çıkardıgı liderlerıni tarihten
silmekle ünlüydü. Bu nedenle Lenın ve Troçki'nın birlikte
fotagrafiannı bulmak mumkün degil. Troçki'nin olması ge­
reken yerde hep boşluk var. Artık ge�mişle o denlı oyna>'a­
biliriz ki eskı filmlerden sigara içılmesini bile sılmemiz
mümkl1n. Ses kayıtlannda oynayarak, günümuzden, tarih­
ten, istedigirniz kişiye, ist-:digimizı SOyletmemız de müm­
kün. Buna blogcuların özgür sorurnsuzlugunu da ekleyince
günümüz teknolojisi gelecegin tarıhçılenne karşılaşılmadık
sorunlar sunacak.
Merkezi otorite olarak devleLierin, dınlerın, bilgıyı, kitap­
lan, haberleşmeyi denetlernesi toplumumuzun tarihi kadar
eski. Artık şirketler de aynı rolde. Guçleri, devletlerden öte.
Sadece bilginin kullanımını denetlemekle kalmıyor, giderek
bilgının sahibi de olma konumuna gelıyorlar. Dunyanın en
zengın insanı, bilgisayarlanmızı her açugtmızda küreselleş­
memizin milli marşı tabır ettigim "ding dong dong" sesli
Microsofl'un sahibı Bill Gates'in, tanhtmizin en paha biçil-

66
mez eserlerinden sayılan leonarda da Vinci'nin el yazmala­
nndan oluşan Ldcester Codex'ini satın alması, bilgi impara­
torlugunu kendi eüyle taçlandırmasının simgesL
Gelecegin tarihçilerinin önündeki engellere, devletlerin
denetiminin ötesinde boylece bir yenisi eklendL Bilgi üret­
mek, yaymak konumunda, devletlerden de güçlü, bizatihi
bilginin sahibi Google, Microsoft gibi özel şirketler.

Ben Ben miyim?: Postmodernizm ve


Gerçege Güvenin Sarsılması

Aynı olaya farklı bakılabilecegi binlerce yıldır bilinmiyar­


muş gibi, posanodemizm adt alunda göreceligi kutsama­
ınızla ölçülerimizi şaşırdık. Ölçüsüzlügümüzün şaşkınlıgın­
da, öznel gerçeklerimizin iktidannı ilan ettigirniz dünyala­
nmızın imparatorcuklan olduk. Göreceligimizin, evrensel
degerieri yadsıyan ahl�ki çöküntüsünde, somut olaylan
simgeleştirerek, kendimizi tarihimizden soyutladık. Göre­
celigin belirsizüginde totaliter düzenierin gerçekleriyle yüz­
leşebilecek evrensel degerieri geçersiz kıldık
Yaşadıgımız döneme egemen postmodernizmin lodos
dalgasının bırakacagı entelektüel malzemenin içinden çık­
ması gelecegin tarihçileri için kolay olmayacak. Postmo­
dem yaklaşımların, deneylede: tekrarlanarak kanıtlanabilir
olgulann gerçekligini bile inkar etmesi, gelecegin tarihçele­
riyle aramıza sis perdesi örmesinden öte, onlara elle tutulur
malzeme bırakmamız1 da engelliyor.
Böylece yakın tarihimizle ilgili bilgi ve olgulan, bakana go­
re degişebileceginin kayllsızlıgıyla kaydederken, gelecegin ta­
rihçilerine son derece müphem bir dünya aktarmış oluyoruz.
Postmodem bakışın tarih yazrmına etkisini inceleyen bir
kitabın adı benim yazdıklarımdan çok daha çarpıcı ve kau.
K. Wmdschuttle'ın yazdıgı kitabın adı Tarihin Katli.

67
Tarihçilerin, hele yakın dönemleri incelerken, duygulan­
run, aitliklerinin esiri olmalan kaçınılmaz. Ele almak iste­
dikleri konuları seçer, dile getirir, yorumlarken, egemen
düzenin baskısı olmasa bile alışkanlıklanndan, sessiz uyum
mekanizmalanndan etkileurneleri de dogal. Zaten bunu bil­
digimizden, olaylan ele alış biçirnimizi incelemek de ı:arih
bilim dalının bir parçası. Ancak '-her belge okuyana göre
degişir, farklı kimlik kazanır, başka gerçegi yansıur" diye
gören postmodern yaklaşım, gelecegin tarihçilerinın kafası­
nı kanşurmaktan başka işe yaramayacak. Kuşkusuz belge­
ler mutlak degil. Yoksa, tarihçinin ugraşı arşivcilik olsaydı,
tarih belgelerden ibaret olurdu.
Esas olan ne tarihçinin belgeye yansıtugı, ne de belgenin
tarihçiye.
Belgeler ve tarihçileri, ayrı ayn akukt.an sonra aynı nchir­
de birleşen derelere benzetiyorum. Ikisinin, zamanın ruhu­
nu yansıtan bir butOnde birleştigini göremedikçe, nesneler­
le olayların gölge ve yansımalarında kayboldukça, gelecege
kaygan, bölük pörçük bir dünyayla, tutumsuzlugumuzdan,
tav1rsıı.lıgımızdan kaynaklanan bir ahlaksızlıgı da miras bı­
rakıyoruz demektir.

Tarihe Karşı Tarihi Korumak

Kimyasal, biyolojik, nükleer savaşlara karşı devletlerin si­


vil savunma adı alunda bir yıgtn girişimi, planı var. Eksigi­
miz, bilgmin tekelleşmesinden, manipüle edilmesınden, de­
giştirllmesinden, yok edilip unuuurulmasından, nas1l koru­
nacagımız. Tekdüzeleşen bir dünyaya dogru yol alırken ge­
lecegimizi tehlikeye anyoruz.
Yok edilme tehlikesine karşı Amazon'u, yagmur ormanla­
nnı korumak istememizin nedeni, saY15ını bile bilmedigi­
miz emsalsiz yaşam türlerinin yaşamlarını devam etlirebil-

68
rnek. Çeşitliligi.n korunması evrimin sürekliliginin geregi.
Yaşadıklanmızın, düşündüklerimizin kaydedilip, korunma­
sı, Amazan ormanlannın korunmasından farklı degil. Gele­
cegin toplumlan, günümüzde yaşadıgımız toplumların ev­
rimi sonucu ortaya çıkacak. Bildiklerimiz güç odaklannda
tekelleştikçe, "Mc Medya" giiçlendikçe, gelecegin lekdüze,
totaliter dünyasına davetiye çıkanyoruz demektir.
llk bilinen efsanemiz Gılgamış Destanı'nı yazana kadar
belki binlerce yıllık bir sözlü tarih bellegi.ne sahip olma gü­
cümüzü göstermişken nasıl oluyor da bugün bellegi.mizin
çok kıt oldugu, her şeyi hemen unuttugumuz soylenince,
bu sanki evrensel bir gerçekmiş , türüroüzün bir özelligiy­
miş gibi başımızı tasdik edercesine sallıyoruz?
Günümüzde kullanılan haber teknolojisi, reklamlar gibi
anlık, dikkat çekici, sesli görüntüler üzerine kurulu. Özel­
likle ekrandan aynı anda gelen çeşitli simge ve mesajlarla
izleyici bogtılurken, karşılaşugı bolluk önünde de bilgilen­
dirilelim sanıyor. Bunun en iyi ömegi ABD kamuoyu.
Düzen böyle ayakta duruyor.
Kıt olan bellegi.miz degil.
Bellegimizi duyarsızlaştıran, bilincimizi edilgenleştiren
bir taarruzla karşı karşıyayız.
Anketler de nasıl düşündügümüzün degi.L, o gün için na­
sıl yönlendirildigimizin bir ölçütü.
Gelecegin tarihçilerinin günümüze bakmalanndaki en­
gelleri kaldumanın yolu, teknoloji ve tekelleşmenin tehdit­
lerine önlem alarak, hepimizin günün tarihçisi olması.
Kimimiz bir yerin, nesnenin, duygu ya da çagnşımlannın
günlügünü tutabilir, kimimiz o gün yaptıklarımızın. Kimi­
nin konusu, çevresinde degişen dogayı kaydetmek olabilir,
kiminin teması aşkın, özverinin tanıkhgı. Kimi korkularını
yazabilir, kimi rüyalanOL Kimi kartpostal biriktirir, kimi in­
cik boncuk. "Gelecekten günümüze bakuklannda, ne bil-

69
melerini isterdik?" sorusunun cevabını, bizim için degerli,
keyifli olanlan akLararak ayn ayn verebiliriz.
Fotografla, ses kaydıyla, günümüzün kokuları ve dokula­
nyla her birimiz gelecege mektuplanmızı yazabiliriz. Anne
ve babalanmızın genlerini raşıdıgımız gibi, günümüzün ta­
rihini kaydenneyi kuşaktan kuşaga sürdürebiliriz. Çıkarla­
rına ters geldiginden, günümüzü oldugu gibi kaydetmek is­
temeyen güçlerin tarihimizin malzemesini belirlemesine
müsaade edecegimize göre, biz de kaydedelim aklımıza ne
geliyorsa, içimizden ne geçiyorsa.

Özel Hayatın Sonu

Günlük tutmak, günümüze tanıklık eden düşüncelerimi­


zin, duygularımızın kaydını tutmak, özel hayatımızın ileri­
de tarihçiler tarafından didik didik edilebilecegi anlamına
gelmiyor mu? üzel dünyamızın kamulaşunlması anlamına
gelen günlüklerimizin başkaları tarafından paylaşılmasım
ister miyiz?
Modem insanın özel hayatı, biri kendisinden, bin dışarı­
dan, iki tfır saldın alanda.
Dışandan gelen saldın teknoloji aracılıgıyla davranışlan­
mızın izlenip, denetlenmesi, dış güçlerin kişilik profilleri­
mizi çıkararak bizi bizden iyi tanımaJan olarak gündemde.
Özellikle dijital teknoloji aracılıgıyla bizler dünyayı izledik­
çe, günlük yaşamımızın gereklerini yerine getirdikçe, bi­
zimle ilgili bilgiler de, bildik bilmedik kurumlar tarafından
bir yerlerde depolamyor. Hepimize potansiyel suçlu gözüy­
le bakan devletler, vatandaşlanyla düşmanlarını bir görüp
-hele terörizm gerekçesiyle- bizi izliyor, dinliyor, fişliyor.
llişkide bulundugumuz kurumlar, onlara sundugumuz bil­
gilerle, bizi daha iyi tanıyor, bizi tanımak isteyen başkala­
rıyla ellerindeki bilgileri paylaşıyorlar.

70
lmemet aracılıgıyla satın aldıgımız kitaplann, müzigin
kayıtlan var. Amazon, Netflix gibi kuruluşlar hangi tür ki­
taplardan, filmlerden, müzikten hoşlandıgımızm profillni
çıkanyor. Kredi kartlanmızdan nerede ne yedigimizi, nere­
de kaldıgtmlZl, ne zaman nereye giltigimizi, içkiden iç ça­
maşınna kadar, neler sann aldıgımızı izliyorlar. Kamusal
alanlara, sokaklara, alışveriş merkezlerine, binalara yerleşti­
rilmiş kameralar her an yaptıklarımızı izliyor, kaydediyor.
Dış güçlerin saldırısı, kayıtları, özel yaşantımızı kamusal­
laştınyor.
Ama modern insan da, kendi nzasıyla özel yaşamını, özel
yaşam alanını yok ediyor.
Freud'un da etkisiyle duygulanmızı , şuuralomızı, rüyala­
nmızı önce psikiyatristlerle, derken neredeyse önümüze ge­
len herkesle paylaşmaya başladık. Birbirlerini tanımayan
insanlar, ilgilerine göre onlan biraraya geLiren binbir çeşit
gruplarda, yaşantılannın aynnularını. duygu ve düşüncele­
rini paylaşıyorlar.
Özel yaşantımız eglence sanayisinin parçası. "Reality
Show'' denilen programlarda, hayatımızia ilgili ne varsa teş­
hir ediyoruz. Çekirdek ailenin çözülmesiyle, yalnızlaşıp
ilişki agını yitiren birey, bir zamanlar özel sayılan dünyası­
nı, anonim ilişkilerinde telafi euneye çabalıyor. Okullarda,
iş yerlerinde uzmanlar, oldugumuz gibi olmamızı, birbiri­
mize açık olmamızı ögütlerken, özel dünyamızın yok olma­
sını teşvik ediyor.
Sonuçta özel yaşantıya müdahale, ister dışımızdaki top­
lumsal denetim mekanizmalanndan gelsin, ister kendi ge­
reksinmelerimizden, modem dünyamızcia kamusallaştırılan
birey ona malı oluyor. Başkasının çocugunu yapmak için
kiraladıgımız bedenlerimizden, satılık genlerimize kadar,
birey parsellenip özelleştiriliyor. Özgür bireyin yerini tüke­
tici birey alıyor. Birey, tüketilen nesneye dönüşüyor. Cema-
71
atten cemiyete geçtigimizde özel dünyasını keşfeden birey,
tarihimizin bu aşamasında özel yaşamını yitirerek, genleri­
mizin bile kaydını tutmaya haztrlanan, totalüer güçlere tes­
lim olmanın eşiginde.
Birkaç yıl Once lzlanda'nın meclis kararıyla tüm vatan­
daşlannın genetik yapısıyla ilgili bilgileri bir ABD şirketine
salması, gelecekte bizleri neler beklerliginin habercisi .
Özel alanımtzı korumanın Uk şartı, özel alanımız oldugu
bilincini yaşatmamız. Gelecege mektup yazmak, günlük
tutmak, bunun yollarından biri.

n
II.
T ARlHl YARGILIYORUM
Herodot'tan Günümüze Tarih Eleştirisi

Yazılı tarihımiz, )'aptıklanmız kadar nelere, nasıl bakıldı­


gıyla ilgili.
YazılanJara baksamz, savaştarla savaşçı kahramanianınız­
dan geçilmiyor. "Tarıhimiz" deyince aklımıza gelen, bizı
kurtaran, dunyayt fetheden, çelik iradelı savaşçılarımız.
Gözlerimiz, meydanlanmızda şahlanan atlar üsründeki sa­
vaş kahramanlanmızın he>•kellerine dikilmış.
Milli bayramlarrmızda savaştan, ölduren ve ölenleri andı­
gınuzda resmi geçit yapanlar, bando mızıka peşinde yün1-
yen askerler de�. savaşlardan dersimazi aldık diyen banş
yürüyuşçuleri olmalı.
Tarih, eksık anlatıyor, yanlış anlatıyor, yalan söyluyor ya­
nnlara "bız buyuz, biz buyduk'" diye seslenirken.
Gelecekte, sırtlarındaki yukten kurtulmuş adar, kahra­
maniarımazdan daha çok dikkatını çekecek, hayatlarında
atı belki ancak hayvanat bahçelerınde gorecek çocukların.
Tarihçiler, çelenksiz mezarlarında yatan uzun barış dö­
nemlerimn ınsanlarana sınlannı çevirmışler. Adlarını bel-

74
leklerine, kilaplannın fihristierine yerleştirmemiş, savaş çı­
gırtkanlanm banş havartlerine tercih eLmişler.
Tarih adına ön plana çıkarttıklanmız, ileride tarihçiterin
hangi konulan ele alacaklannı etkiliyor. Onlara bugünden
yapabilecegimiz uyan, ilk tarihçimiz olarak bilinen Balikar­
naslı Heredot'la onu izleyen Thukydides'ten bu yana, tari­
i ledigirniz yolun eleştirisi olabilir.
himizi kaydetmekte z
Kalemlerimiz savaş için hazırolda durmuş.
Dünyanın ilk tarih kitabı olarak bilinen kitabının ilk
cümlesinin sonuna dogru, bilinen dünyayı gezmiş tozmuş
olmasına ragınen, Hemdot eserinde özellikle neyi yazmak
istedigini, "Lki ırk (Perslerle, Helenler) nasıl birbirleri)ıle
çauşmaya tutuşru" sözleriyle açtklar.
Ardından Thukydides, Atina-Sparta savaşlanru yazar.
Roma uygarhgmın kuruluş efsanesi Aeneid, Virgil'in "Ar­
ma vinmıque cano" (Silahlann ve insanın şarkısırlu bu) söz­
leriyle; Odysseia ise "Kutsal Troya'nın yerle bir edilişiyle"
cümlesiyle başlar. tlyada'nın ilk cümlesinde, savaştan sonra
Hades'i boylayan Akhalılann akıbeti, Türklerin ilk kitabı
olarak bilinen Kutadgu Bilig'de Kun Togdu'nun "Sen aske­
rinle bir memleketi ele geçirince zenginleşirsin... askerin
annkça yeni ganimet gelir... bu böyle gider" sözleri vardır.
Insan tabiannda olan savaşiann Allah'ın dünyayı yarattıgm­
dan bu yana oldugunu yazan, savaşları haklı haksız olanlar
diye ikiye ayıran lbn Haldun. " ... Hakstz savaşlar, Araplar,
Türkler, Türkmenler, Kürtler gibi çöllerde yaşayan vahşi
milletlerde görülür" diye yazar. tık dünya tarihi yazarlann­
dan Taberi'ye göre Nuh peygamberin gemisini yapmasın­
dan önceki dönemdeki hayali toplumsal sınınandırmarun
başında savaşçılar vardtr.
Her yerde savaş, her yerde savaşçı.
Efsanelerimiz de, tarihçilerimiz de, bizleri savaşlarla, sa­
vaşçLlarla tanışurdı. Bugün de tarih deyince ilk aklımıza ge-

75
!en muzaffer savaşçılann, savaşçı imparatorluklann isimle­
ri. Hangi ülkede, hangi yüzyılda olursa olsun, ögt'encilere
gına gelmesine ragmen, en çok savaşlar, kalıramanlar ve sa­
vaş sonrası yapılan antlaşmalar üzerinde durulur.
Sun Tzu'nun Bingfa (Savaş Sanatı) adlı kitabı, yazıldı�m­
dan iki bin yıl sonra hala Stalin ve Mao'nun el kitabı olabi­
liyordu. Saldırganlıgı reddeden, Aikido'nun kurucusu Mori­
hei Ueshiba'nın Banş Sanatı kitabının adını bilen, bilmiyor­
sa yoklugunu hisseden bir başbakan, başkan dünyada var
mı acaba?
Herkes biliyor savaş çıkarmanın kolay, barışı korumanın
zor oldugunu. Gene de toplumun olanaklanru, devlet büt­
çelerini, beyin gücümüzü olası savaşlara seferber ederken,
haklı bildigirniz savaşianınıza gerekçe yaratabilmek için
provakasyonlara bile başvuruyoruz. Başkalannın savaşlara
hazırlıgı, yatkınlıgı üzerine casusluk yaparken. herhangi bir
toplumun tarihte bir "barış casusu" oldu mu acaba?
Barışı korumak için, banş adına devletlerimizin maddi ve
manevi yatınm yapmamasma ragmen, tarihimizde bu denli
banş olması kayda de�er.
Kayda deger ama kaydedilmiyor.
lik tarihçilerimizden Thukydides, Sparta ile Atina arasın­
da çıkan Pelepones savaşlanru şu nedenle yazdı�nı söyler:

ulnsan do�asına uygun olan, aynı ya da benzer olayiann


lekrarlanaca�ının bilincinde olarak, tüm açıklı�ıyla olup
biteni anlatmak."

Herodot'a ilk tarihçi denmesinin nedeni kendisinden ön­


ce gelenler gibi savaşları, olayları anlatmaktan öte, nedenle­
ri üzerinde durmasıydı. Oysa savaşlarta sarmaş dolaş olun­
ca tarihçilerimiz asırlar boyunca, savaşiann nedeniyle pek
ilgilenmez oldu.
Bir doktor dÜŞünün, durmadan hastalıklan, hastalıklann

76
belirtilerini anlatıyor, nedenlerini araşnrrnıyor. Tarihçiler
de, nedeni araşrıracaklanna nas1lı dillerine doladılar. Savaş­
Iann nedenlerinin, banşın olabilirliginin, gündeme gelmesi,
17. yüzyılda kraliıkiann yerine cumhuriyetierin kurulma­
sıyla banşın gelecegine inanan Kanı, Montesquieu ve Tho­
mas Paine'i; 19. yüzyılda, yönetim biçimi ne olursa olsun,
u1uslararası ticareti n savaşları gereksiz kılacagına inanan
john Stuart Mill'i ve nihayet Birincı Dünya Savaşı'nm kı­
yımlanna isyan edenleri bekledi.
Tarihimiz boyunca savaşçıların yüceltildigı tarihçi top­
lumlanmızda banş aşagılandı. banş ıstemek erkeklige, er­
keklik onuruna yakıştınlmadı. Ister Enarun'un, PerUdes'in
Alinası, ister 1 5 . yuzyılda Floransa , Ceneviz gibi şehir dev­
letleri, ister bugünün Türkiyesi'nin egemen söylemi olsun,
savaşmak erkeklik onurunun doruk noktası, asaletin kanın,
toplumun şanı olarak algllandı.
Uygarlık adına göklere çıkanlan eski Yunan'da barış iste­
yenlerin tek örnegi tiyatroda, o da ancak bir komedide.
Aristophanes'in LysisLrata'sında ikinci smu vatandaş adde­
dilen kadınlara düşer barış isternek Üstelik sanki kadınia­
nn tek gücü dişüikleriyrniş gibi erkeklere ..sizinle yatmaya­
cagız" diye şantaj yaparak. Seks boykotu, iradesiz diye su­
nulan kadınların sekse düşkünlükleri yüzünden sona erer.
Spartalı Atinalı erkekler şanh savaşianna devam eder.
20. yüzyıl savaşları, orduların çarpışmasından çok "top­
yekün savaş" stratejileriyle ulus devletlerin vahşetine, as­
kerlerin de yeni silahlarıyla kitle katliamına dönüştükçe, ta­
rihimizde ilk defa roplum, egemen düzenin tabularını yıka­
rak savaşa karşı çıku. Birinci Dünya Savaşı'nda cepheye git­
meyi reddedenler vatan haini diye kurşuna diziliyordu. Ça­
nakkale'de 1976'da, 30 yaşımda kısa dönem askerlik yapar­
ken, askerlik yapugımdan ötürü kendimi vatan haini his­
setmiştim. Devlet, doktorası olan bir psikolog olarak ben-
77
den yararlanacagına, hiç olmazsa bana birkaç agaç diktire­
cegine, eski bir silahla bir hedefe beş alu kurşun sıkınam
için beni besledi, yaurdı, giydirdi, üstüne de maaş verdi.
Bugün savaş halinde olan birçok ülkede bile vicdani retçi
olmak gençlerin yasal hakkı oldugu gibi, isterlerse askerlik­
lerini kamu hizmellerinde, okullarda, hastanelerde, yerine
getirebiliyorlar. Bir zamanlar savaşta ölenler kahramania.şn­
nlırken, kamuoyunda savaş aleyhtarlıgını kışkınır korku­
suyla, ABD'nin lrak Orneginde oldugu gibi, anık devieLler
ölülerini gizliyor, zorunlu askerlige tepkiler nedenıyle pro­
fesyonel ordular kurmaya mecbur kalıyor.
Buda'nın, lsa'nın ögretileri gibi istisnalar dışında asırlardır
savaş edebiyauyla beslenen toplumlarunız. türüroüzün ben­
ce asıl dogal halinin ifadesiyle nihayet 20. yüzyılda, Remar­
que'ın Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok, Hasek'in Aslan Asher
Şvayh, Heller'in Catch-22 gibi savaş karşıu eserleriyle karşı­
laştı. Gandhi'yle tanıştı ve nihayet barışın aşagılanmayıp
toplumca kabul görmesinirL, erkeklerin savaşçı yetiştirilme­
mesinin, sivil hasJetleri benimsernelerinin tanıgt olduk.
Oysa deger yargılarımızın asırlardn barışı yadsıyan tu­
tumları, tarihçiterin de savaşın insanın dogal hali oldugu
iddialarmı dogrulamasını kaçınılmaz kıldı. Bu kitabı yazar­
ken Bostan'da gittigim kütüphanenin tarih kitaplarına ay­
rıJmış bölümünde dalanırken dikkatimi çekti, kitapların
belki üçte biri savaşla ilgiliydi. Savaşmak askerlerin tek işi,
ama bunca konu varken, tarihçiler savaşlan yazmaktan
kendilerini alamamış. Savaşın tarihimizdeki yerinin, dep­
rem gibi, veba gibi felaketler içinde olması gerekirken yazı­
lan, zaferler üzerine kurulu bir tarih. Küçük yaşlanmızdan
itibaren bize okutrurulan, benimsettirilen tarih, savaşın
toplumlann patolojisinin bir açıklaması olacagtna, manuk­
la ahiakın bizi terk eltigi ortamlan meşrulaştıran bir yakla­
şımın ifadesi.

78
Columbia Ü niversitesi'nin himayesinde her yıl ABD'nin
en iyi gazeteci ve yazarianna verilen Pulitzer Ödülü'nü,
atom bombasının Nagasaki'ye atılmasını anlatan yazısıyla
1945 yılında William Laurence almış. Odal alan yazısından
birkaç cümle. Önce atom bombası:

"Bir güzellik Omegi ile karşı karşıyayım. Tarihin tartışma­


sız en akıl gerektiren ugraşmın ı.asanmının arkasında mil­
yonlarca saatlik ınsan gilcü var. Bu çapta bir beyin güeü,
tarihimizde ilk kez bir problemin çözümü için biraraya
geldi."

Nagasaki'de yaşayanlan katiedecek saldın Oneesi son ha­


zırlıgı da şöyle anlauyor:

"Atom bombasının nasıl atılaca�ının açıklaması papaztn


duyarlı duasıyla bitti. Oradan hep birlikte bomba ekipleri­
nin uçuştan önce yapuklan geleneksel kahvaltıya gittik."

Ne var ki, savaşlara karşı çıkarken bile aynı bakışın gö­


nüllü tutsaklarıyız. "Açlıga, yoksulluga karşı savaşalım"
derken, satyagraha felsefesinde pasif direnişte birlikte karşı­
sındakini küçük düşürmemeyi de esas alan Gandhi için
"barış savaşçısı" tabirini kullanırken, seçtigimtz kelimelerle
hepimiz savaş kültürümüz\1 pekiştirmiyar muyuz? Ya da
terörizme karşı savaş nasıl mümkün olabilir ki savaşın ken­
disi terörizmken? Insanın layık oldugu yere gelmesi için
çırpınan Nietzsche bile Böyle Buyurdu Zerdı"lşt'te savaş dilini
öylesine kullanır ki, Hitler'in kahramanı olur.
Savaş daşkünlügümüz gelecege bakış1mıza da yansımış.
Bilimkurgu kitaplanmınn en çok üstünde durdugu konu
bin yıl, on bin yıl, yüz bin yal sonraki çauşmalarımtz. Ken­
dimize böyle bakmayı sürdürerek, gelecek kuşakların da bi­
zi en çok savaş ve kahramanlaruruzia ele almaları için dave­
tiye çıkaruyoruz.

79
Banşı Yazmayan Tarihçiler, Savaş Düşkünü Efsaneler

Tarillimizde savaş donemlerinden çok banş dönemleri,


toplumlarm sulh içinde, toleranstan da Ote hoşgörüyle ya­
şadıktan uzun dOnemler var. Savaşlar, tarihimizde istisna
oldugu içın isimleri, tarihlerı var. Aklımızda onlar kalıyor.
Barış dönemlerinin adı bile yok. Tarihçiler savaşlara isim
vermış, banşa degil. Barış, sanki hıç yaşanmamış, ''ıleride
güzel günler görecegtz çocuklar" türünden ütopya. Gerçek
tam tersi.
Bir örnek japon tarihi. Adaların yerli halkı. çogu mavi
gozlü sarışın Ainuların soykınmından sonra japonya, beş
yüz }'ll boyunca, 12. yüzyıla kadar barış adası. Ardından,
fasılatarla ıç savaşların oldugu dört yu.: yıllık bir dönem,
sonra gene Tokugawa rejiminde, 19. yüzyılın ortalarına ka­
dar 250 yıllık bir barış dönemi var. japonya, anayasasında
sa\·aşı yasaklamış bir ülke. Oysa bugün japonya deyince ak­
ltmıza savaş kültürtınden turerne samura}'lar, kamıkazeler,
karateciler, kendocular gelir. Neden huzur ve barış kultürü­
nün incelikleri Chado, lkebana ve Origamı'den bihaberiz?
(Sırasıyla: çay seremonisi, çiçek duzenleme ve l<Agıı kada­
ma sanatları.)
Neden başka bir ada uygarlıgımn, lngiltere'nin, savaş do­
lu tarihine odaklanan tarihçiler, burasını japonya'nın tari­
hıyle karşılaşurmaz, savaşa karşı barış dönemlerinin dina­
miklerint araşurma ihuyacını hissetmezler?
Mogol asıllı Müslüman denizci Zheng He, o güne kadarkı
tarihimizin en büyük donanmastyla toplam 28 yıl süren yedi
buyük denız yolculugundan ilkini 1402'de yapar. Bu çapta
başka bir filo, ancak beş yüz yıl sonra, Bınnci Dünya Sava­
şı'nda birarara geurilir. Zheng, 300 gemtSindeki 28.000 de­
nizciyle dünyanın keşfine çıkar. Hint, Arap ve Pasifik Okya­
nuslannda kırka yakın ülkeye -eski hantalara ve kimi kalın-

so
olara göre belki Amerika'da Vırginia sahillerine kadar- ula­
şır. Tek bir ülkeyi işgal etmez. Amaç savaş degil, gittikleri
yerlerde Çin'i tanıtmak, ticaret yapmaktır. Beraberlerinde
porselen, el yazmalan, çay, ipek ve müzik aletleri görururler;
zürafa, baharat gibi mailarta geri dönerler. Çin, her ülkeden
önce icat ettigi barut, pusula, önlü arkalı yelken sistemi, do­
nanması ve askerleriyle danyayı fethedebilecekken Ming lm­
parator Zhu Di, bu seyahatlerden dönen donanmasını yakıp
Çiniilere deniz aşm seyahati yasaklar. lmparatorluk Koruüç­
yus ögtetisinin etkisiyle 600 yıl boyunca içine kapanır.
Neden?
Neden gücü oldugu halde emperyalizmi benimsememiş
bir ülke gerçegini tarih bilincimizde baş tacı etrnezken, Pi­
casso'nun banş güvercinine konacak yer bulamamanın ka­
ramsarhgına kapıldık? ·

Türklerin, "Biz adam olmayız" demesi gibi, tür olarak da


benimsedigirniz aynı tekerleme, bizi günümözü gün etme­
ye, benden sonra tufan anlayışıyla lakaytlıga, sorumsuzluga
sevk etmiyor mu?
Vahşetin üstünde dura dura patolojik bir huyumuz geliş­
miş. Filmiere yansmıgımız popüler tarihimiz psikopat bir
katilin cinayetlerini öve öve anlatması gibi.
Tarihe, kazananlada kaybedenierin arasmda ilelebet süre­
cek, güçlünun zayı.fı ezdigi bir çanşma olarak bakıyoruz.
Günümüzden geriye bakngımtzda yaşanan uzun ban� sü­
reçleri yerine binbir tesadüfün yanyana gelmesinden patla­
yan savaşlara bakıyoruz.
Savaş halimizi adeta meşrulaştırma çaresizliginde olan bi­
yologlarımız, saldırganlık geni bulabilmek için dünyanın
parasını harcıyor, laboratuvarlarında dünyanın vaktini geçi­
riyorlar. Savaşa isteksiz olmalarma ragmen, en eski dogu ve
batı destanlanmızm kahramanlannı, Mahabaraıa'mn Arju­
na'sını, nyada'nın Aşil'ini yüceltip, savaşı insanın kaçıml-

81
maz akıbeti olarak sunuyoruz. Birçok kişi için uygarlıgınn­
zın başta gelen yazarlanndan Shakespeare'in eserlerinde de
savaş ve katliamlardan geçilmiyor.
Tarihimize bakıp şunu rahathkla söyleyebilirim, insan sa­
vaşa ne kadar yatkınsa, en az o kadar, hatta daha [azla ban­
şa da yatkın.
Soguk Savaş döneminde ABD i l e Sovyetler arası savaş
çıkmamasını, ikisinde de nükleer silahlar olmasına borçlu
oldugumuzu, en muteber profesörden en saygın devlet ada­
rnma kadar söylemeyen kalmadı. Onlara "saçmalLyorsun"
diyen olmadı. Tarihimizde bu tür silahlar yokken de yaşa­
nan barış dönemlerini, nükleer silahiann varlıgına borçlu
olmadıgımızı kolaylıkla göz ardı edebiliyoruz.
Türk-Yunan düşmanlıgı, ebediyen varmış gibi, kaçınıl­
maz bir olguymuş gibi gösterilir. Iki halkın Anadolu'da bir­
arada bin yıla yakın yaşadıkları, Bizans, Selçuklu ve Os­
manlı lmparatorlukJarının tarihinin tozlannda örtülü bıra­
kılır; günün husumetle beslenen siyasi dinamik ve çıkarla­
rına ters düşrügünden, bu hoşgörülü yaşamı mümkün kı­
lan koşullar örnek gösıerilecegine göz ardı edilir.
Yüz yıl öncesine kadar Ortadogu'da Yahudi, Hıristiyan,
Müslüman sulh içinde yaşamışken, dünya kamuoyu onları
çatışır bilir. Engin Akarlı'nınki gibi, 1920'de Batı müdahale
edene kadar Lübnan'da barış ve istikrarı belgeleyen istisnai
çalışmalar dışında, bu ülkede demokrasinin tesis olmaması­
nı Dogu'nun geri liginde arayan günümüz tarihçilerinin ço­
gu bu aymazlıgın parçası. Günümüzdeki çatışmalarla ilgili
uzmantıklarını popüler medyada usanmadan konuşturan­
lar, tarihimizin en büyük kısmını oluşturan normal barışçıl
ilişkileri ve birliktelikleri göz ardı ediyorlar.
Batılı Hıristiyanların saldırısıyla başlayan, Müslümanlarla
birlikte Yahudileri ve Ortodoks Hıristiyanlan katleden Haç­
lı Seferleri, Aslan Yürekli Richardlanyla, Selahaddinleriyle

82
ilkokul kitaplarına, filmiere konu olurken, lslam'ın kuruluş
yıllarında Muhammed'in savaş taktisyenligi vurgulanırken,
banş içinde geçen Kudüs'ün bin ytThk tarihinden söz edil­
mez. Nazilerin ölüm kamplannda 1941-45 arası süren Ya­
hudi soyktrımı bir daha yaşanmasın diye duyarlılı�mızı
belleklerimizde taze tutarken, Yahudilerin beş yüz yıllık
Endühis döneminde Müslümanlarla birlikte uygarhklannın
Altın Çagı'ru yaşadıkları, Moses Maimonides gibi düşümlr­
lerin günümüze buradan seslendikleri, bu barış dönemini
mümkün kılan özelliklerle birlikte tarihin dipnotları ara­
sında bırakılır.
Tıpkı Hindistan'ın Alun Çag1 gibi.
lngilizler, 1857 katliamayla Yeni Delhi'de son Mo�ol lmpa­
ratoru Sahadır Şah'ı devirene kadar Hindistan'da uzun dö­
nemler barış içinde yaşayan Müslümanlarla Hindular Taj
Mahat gibi Dogu kültürünün emsalsiz örneklerini verdi. Batı
sömürgeciliginin böl-yönet anlaflŞı, bugün bu bölgede nük­
leer silahiara sahip iki düşman ülkeye neden olmadı mı?

Eskimolarda Savaş

Dinler, devletler arası çanşmaların kaçınılrnazhgmı vur­


gularcasına, dünya kamuoyunun kötümserlikle şartlanma­
sı, barışın yaygmlaşmasını engelliyor. Arap intihar kamika­
zeleri, çagdaş Ortadogu tarihinin olmazsa olmaz simgeleri
olarak, banşa inancunızın hayalden öteye gidemeyecegini
düşündürrüyor. Oysa tkinci Dünya Savaşı'nda Araplann fa­
şizme karşı Yahudileri koruduklarını, onlara Müslüman di­
ye belge veren Paris imamını, toprakları Nazi yanlısı Vichy
hükümetine baglıyken (aşistlerle işbirligini reddeden Fas
Kralı'nı, Tunus'ta Müslümanların cemaat olarak Yahudilere
sahip çıkma çabalarını dünya kamuoyu bilse, uikurnuz ge­
nişlemez, bugün için banşa inancımız pekişmez mi? Zıtlaş-

83
marun kör ve sagır ortanunda, bunlann hatırlaolmasını is­
temeyen Yahudiler de çok Araplar da.
Gelecegimize nasıl bakacagımızı geçmişimize nasıl baku­
gımız belirliyor.
Bugün kendi çatışmalanının çözemiyorsak, hiç olmazsa
yannın tarihçilerine, bir zamanlar nelerin mümkün oldu­
gunu haurlatmayı sürdürelim.
lnuit (Eskimo) tarihinde hiç savaş oldu mu acaba? Kan
davalan dışmda husumet çıkugında taraflar karşılıklı şarkı­
larla auşıyor ya da güreşe tutuşuyorlar. Ne rüzgar tanrılan
var ne de ulu yaraocılan. Ne bir öbür dünya var cezalandı­
nldıkları ne de bu dünyada toprak ugruna savaş verip, mal
mülk ugnına birbirlerini katlediyorlar.
lnuit tarihi, ilgisini çekmiyor taribçilerimizin. Bu işi ant­
ropologlara bırakmışlar.
Tarihin bir amacı, modem tarihin kurucusu Ranke'ye gö­
re olanı oldugu gibi anlatmak ise (wie es eigentlich gewesen)
aruk olanı, oldugu gibi göremeyecegimizin bilincindeyiz.
Ama şimdiye kadar yapugımız gibi gelecegimizi geçmişimiz­
de gömmek yerine, geçmişimizi zenginleştirmek, şiddet ka­
lıplanndan özgürleşlirmek de bizim elimizdeyken, akıntıya
kürek çekmek konumunda bırakıyoruz kimi tarihçileri.
Şiddetsiz bir geçmişimizin de oldugunu es geçmemizden
ibaret degil aymazlıgımız. Dünyanın sonunu getirecek diye
hop orurup hop kalkugımtz olası çauşmaların banş içinde
geçiştirildiginin tanıklan da sanki biz degiliz.
Totaliter rejimler, şiddetle karşı çıkıldıgından degil, asıl
güçlerini yilirdikleri için de yok olup gidebiliyor.
Evet, 20. yüzyıl belki türüroüzün en vahşi çagı idi. Bunu
kerrat eelveli gibi tekrarlamayan tarihçi kalmadL. Hitler,
Stalin, Mao ve Pol Pot rejimlerinin katliamlan dışında ABD
ve Sovyetler Birligi, savaştırdıklan uydulan aracılıgıyla
dünyada nice katliam ve tahribata neden oldular. Fark et-

84
medigimiz ise 20. yüzyılın, şiddete başvurulmadan nice to­
talitarizmin de tarih sahnesinden silindigi bir yüzytl oldu­
gu. Bu yüzyıl, kimi en güçlü dikta rejimlerinin bile, belki
de tarihimizde ilk defa, zora başvurulmadan, savaş çıkma­
dan, yıkılıp yok olmalanyla da haurlanmalı.
20. yüzyılın sonlanna dogru inandıncıhklarını yitiren
donyanın iki süper gucünden biri, Sovyetler Birligi ve onun
hegomanyasmda Dogu Avrupa'da totaliter rejimierin hepsi,
tran'da Şah'ın diktatörlügü, sonuçlannı begenelim, begen­
meyelim, killelerin tek bir SÖzüyle, "yeter" demesiyle teslim
olmadı mı?
tç savaştarla iktidara gelen Portekiz'de Salazar, tspanya'da
Franko rejimleri, faşizmden demokrasiye devrim olmadan,
silahlı çatışma olmadan, banş içinde geçmedi mi? Güney
Afrika'daki ırkçı (apartheid) rejimini şiddete başvurarak
yıkmak amacıyla kurulan, Mandda'nın hapiste geçirdigi 27
yıl boyunca başkanlıgını yaptıg1 Afrika Ulusal Kongresi
(ANC) sonunda Güney Afrika mallanmn dünya çapında
boykotu sonucu tek bir kişiyi hapishaneye atmadan iktida­
ra gelmedi mi?
Amerikalılar, Saigon'daki elçilik binalannın damından
helikopterlerle kaçarken biten Vietnam Savaşı, çok daha
önce ABD sokaklarındaki yürüyüşlerle, üniversitelerdeki
açık oturumla. la, Beyaz Saray ve Pentagon'daki protestolar­
la, gençlerin savaşa gitmeyi reddetmesiyle sona ermişti.
Çogumuzun sandıgının tersine günümüzde banşı tesis
etmek, geçmişten Oç almakı.an, geçmişten hesap sormakıan,
geçmişi cezalandırmaktan geçmiyor. Türkiye'nin Kenan Ev­
ren gibi darbecilerinden; ABD'nin, Vietnam'da, Kamboç­
ya'da, Timorlardaki ka[Jiamın mimarlanndan Henry Kissin­
geriardan aklandıgının belirtisi, bu insanların yargılandıkla­
n degil sokaga çıkmaktan, tarihten ve toplumdan uı.anacak­
lan gün olacak. Bizim yüzüroüze bakmaktan yüzlerinin kı-

as
zaracagı gün olacak. Bunun için de önce kendimizle yüzle­
şebilmemiz lazım. Mesele toplurolann geçmişlerini tek tük
sembolik örneklerle yapay yargılamalanndan öte.

"Geçmişi Denedeyen Gelecegi Deneder"

20. yüzyılda, ABD'nin dünya "imparatorlugunu" Ingilte­


re'den devralması aym aile içinde tahun sahibinin degişme­
si gibiydi. Dünyamızın dört bir yanına yayılan iki impara­
torlukla, İngilizce dünyanın egemen dili oldu. Önce Ingilte­
re, sonra Amerika kendi tarihleriyle birlikte dünya tarihini
yeniden yazdılar. Bu süreç, iki ülke tarihçilerinin çalışmala­
rıyla bugün de devam ediyor. Bir fizikçinin milletinin ko­
nusuyla ilişkisini etkilernemesi geregi tarihçi için de söz ko­
nusu. Ancak tarihçinin yaşadıgı ortamın, seçecegi konuları
belirlemesi ve yorumlamasındaki rolünün kaçınılmaz oldu­
gu, Amerikalı ı:arihçilerin daha çok Amerikan ı:arihi, Boliv­
yalıların Bolivya tarihi üzerine çalışacagı da ortada. Ne var
ki, dünya hakimi olmanın olanaklarıyla Amerikalılar, başka
ülkelerin tarihi üzerine de dünyanın sayılı uzmanlarından
olurken, bu düzende, Bolivyalı tarihçilerio yazdıklan Boliv­
ya tarihiyle sınırlı olmaya mahküm.
Bizlerin de, sadece dünya tarihini degil ülkelerimizin,
dinlerimizin tarihini de onlann dilinden okudukça, dünya­
mızı onların bakış açısından görmemiz kaçınılmaz. Roma,
Mısır, Hitit, Osmanlı gibi eski imparatorlukların tarihini,
benim de bu kitabı yazarken yapugım gibi, en çok ABD im­
paratorlugundaki tarihçilerden Lngilizce okuyor, onların ki­
taplarını kendi dilierimize çeviriyoruz.
Çok seslilige ragmen tarih yazımında süregelen Angio­
Amerikan tekelinin kınlması, dünya tarihinin dünya tara­
fından yazılması, geçmişte neye nasıl bakugımızı degiştire­
cegi gibi, gelecegin nasıl yaşanacagını da degişlirebillr. Gü-

86
nümüz tarih metadolojisinin geçerli sayılan yaklaşımları
dogrulrusunda hangi tür tebliglerin dergilerde yayımlanaca­
gı, hangi konuların kongrelerde tamşılacagı Bau'da belirle­
niyor. En zengin kütüphaneler Bau'da. Maddi olanaklarla
donanımlı, düzgün ve güvenli çalışma koşulları orada. Ya­
raucılık ve ahla.ki açıdan bu hakimiyet Batı'da çalışanlann
tekeline b1rak1lmamalı. Tabii başta Çin gibi, tarihlerini gtz­
lerneye yeltenen kimi ülkelerin arşivlerini kapalı tutup, ar­
şivlere girmek isteyenleri de sakıncah görmesinin, Batı'nın
ayncalıkh konumunda etkisi var.
George Orwell'in 1984 adlı kitabında totaliter rejimin
sözcüsü O'Brien, tarihin kim tarafından nasıl yaz1ldıgının
önemini vurgular:

"Geçmişi denetleyen gelecegi denetler; günO denetleyen


geçmişi."

2 1 . Yüzyılda Demokrasi:
"Non Titulo, Sed Exerdtio Talis?"

Lngiliz feylesofu Hobbes, Kral Charles tahundan indirilip


kafası kesitdikten sonra ingiltere'de 17. yüzyılda kurulan
cumhuriyeti kastederek Latince sözlerle "Yönetmeye hakkı
olmayan bir hükümete itaat edilmeli mi?u diye sorar, Levi­
ac.han adh kitabında. Sonra da, devlet bizi korudugu için
itaalin de gerekli oldugunu savunur.
Demokrasiler üçlü bir kuvvetler aynmı ilkesi üstüne ku­
rulu: Adalet sistemi yargı, meclisler yasama, hükümetler
yürütmeden sorumlu. Ama günümüzde demokrasiye yü­
rütme el koymuş durumda. Parlamemer demokrasinin be­
şigi diye bilinen lngiltere'de, özgürlükler ülkesi olarak tanı­
nan ABD'de, vatandaşiann çogunlugu ülkelerinin Irak sal­
dmsına karşı olmasına ragmen, Angio-Amerikan güçleri sa-

87
vaşlanyla, ınsanhga karşı cOrümleriyle, dünyayı hepımiz
için olabileceginden daha sıkıntılı bir yer haline getinyor.
Parlamenter demokrasi kisvesi altında hükümeLierin dik­
tatörlük mertebesine geldiklerinin donyada örnekleri çok.
lik aklıma gelen Putin'in Rusyası. Çin'in zaten demokratik
olma iddiası yok. Güney Amerika'da Venezuela gibı ülkeler,
sosyalizm adına, Sovyetler'de çoktan iOas eden tek parti sis­
temine kaymakta.
Demokrasilere gOnOmOzde meşruiyeL gôrüntusu veren
seçimler, her seferinde egemen duzenin pekiştirilmesiyle
sonuçlanıyor. DO.Zenin çıkarianna ters düşen seçimler sayıl­
mıyor. Sosyalistlenn seçildigi Şili, MOslomanlann seçıldigi
Cezayir, bagımsızlık yanlısı Arısude'ın seçildigı Haili'de
egemen güçler darbe yapıp düzenlerıni sürdürüyor. Avru­
pa'da, Amerika'da, dünyanın başta gelen demokrasileri, Bir­
leşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, desteklerliklerı bu dar­
belerirı arlwında yerini alıyor.
Kayıtlı seçmenierin % SO'sinden çogunun oy bile kullan­
madıgı, seçimlerdeki baraj sistemlerinden ötürü kullanılan
oylann meclise yansımadıg1 birçok ulkede, asugım astık,
kestigim kesük hükümeLler azınlık oylarıyla iktidarda. Hele
ABD'nin askert üslerini donyanm dört bir yanına yayan son
başkanı, ilk seçimlerde rakibinden daha az oy aldıgı halde
mahkeme kararıyla başkan oldu.
Demokrasiterin olmazsa olmazı oy vermek, demokrasi­
nin özü olmaktan çıkıp afyon u olma yolunda.
Seçimlerde vatandaşiara birşeylerin degişecegi.nin düşleri
pazarlanıyor, umut tacirleri birşeylerin degişebileceglnin
hayalini satıyor. Gerçekten adU bir dünya düşleriyle yola çı­
kan politikacılar da var. Onların ayagı kaydınlıyor, kandın­
lıyor, etkisizleştirilip bazen de öldurüiOyorlar.
Düzen devam ediyor.
ABD'de seçimler, basket, beyzbol, hokey ve futbol ligle-

88
rinde şampiyonluk maçlan sıklıgında. Maçlarda oldugu gi­
bi, yitirilen bir seçimin ardından yeni oyuncutarla başka bir
seçimin beklentisi canlı tutuluyor. Heyecan doruk nokta­
stnda kalıyor. SenalO ve kongre üyelerinin üçte biri, iki yıl­
da bir yenileniyor, cumhurbaşkanı dört yılda bir. Bir seçim
bitmeden digeri başlıyor. Vali, eyalet parlamentosu, seçimle
gelen polis şefi, başsavcı gibilerini de ilave ederseniz
ABD'liler neredeyse süreklı seçim halinde. Münavebeli ola­
rak farklı adaylar ve parLiler kazandıkça, ABD'li birşeylerin
degiştigi, degişebilecegi inancının iyimserligiyle yaşıyor. Bir
şeyin degişmediginin farkına varabilenler, bir sonrakı seçım
beklentisiyle, taze tuLUyor inançlarını.
Kendisini hiç sorgulamadan, degişen isim ve gorumulerte
düzen devam edıyor.
Seçimlerle tazelenen umut şartlanmamızla, düzenin dOn­
me dolaptannda kıth yükselip kıth iniyor umutlanmız.
Şu anda savaşlarıyla dünyada adaletsizligi pekiştirenler,
diktatOrlükle degil, demokratik sistemlerle idare edilen ül­
keler.
Bu sistemden radikal bir dönüş olursa, seçimlere baglılı­
gımıza ragmen degil, umutlarımızm uçuculugu yüzünden
yeni bir düzeni benimsemeye t�ne oldugumuz için olacak.
Ama nasıl bir düzen?
Tarihe bakogımızda, totaliter dUşler peşinde asugım asttk,
kestigim kestik, imparatorluklarla diktatörlükler, kaotik dö­
nemlerin çaresizllgi üzerine yükselmiş. Umutsuzlugun, açlı­
gm, korkunun kol gezdigi dönemlerde sıgınmışız çaresizli­
gimizi seferber edip bizi Ozgürlüklerimizden vazgeçinerek
sınımıza btnen rejimlere, vazgeçilmez addeuigimiz güçlü
liderlerle dikı.atOrlere.
Bezecek miyiz?
Eli kulagında mı yeni dünya imparatorluklanyla dlkta­
tOrler?
89
Ezberimizi tekrarlamakla yetinir, dünya çapında sari bir
hastalıga yakalanmış gibi ah başımtza neler neler geldi diye
dövünmemizi, bükemedigimiz eli Opmeyi surdurursek,
evet! 20. yuzyıhn LOtalıter düzenlerı btzim beklentilerimizle
beslenerek, omuzlanmıza aldıklarımıza boyun egmemizle
yükseldi.
Ancak şunu da unutmamalıyız: Topluma �on vermek ıste­
yen her harekelin, bu hareketlere mensup kışıler ve önderle­
rin de bize ihtiyacı var. Onlar da, devletler gıbi. bizden aldık­
Lan destekle meşrulaşıyorlar. Eger günümüzde, her zaman­
kinden çok baskıya, yalan dalana başvuruluyor; Tanrı'ya, ef­
sanevi liderlere, bayrak, düşman, terör gibı simgelere sıgını­
yorlarsa, meşruiyetlerint yilirdiklennin farkında oldukları,
bizlere güvenmedikleri, bizlerden korktukları içın. Btz baskı,
dikta rejimlerinden korktugumuz kadar, onlar da btzden
korkuyor. Ozgürlugun olmazsa olmazlanndan bin ise korku­
suz toplumlarda yaşamak.

2 L . Yüzyılda Din

Ortadogu'da üç din arasmda derın çatışmalarm ve bırbir­


lerini )fOk eune gayretlerının boy gostermesi daha çok son
iki yüzyılın eseri ve Onemli ölçüde bölge dışından zorlama­
larla onaya çıkmış bir durum. Bu dinlerin mensuplan On

dogu'da içıçe, yan yana, beş )'UZ yıla yakın birlikte yaşadı­
lar. lsl�m hukukunda, dhımmi adı verılen diger diniere
mensup kişilerle, bırarada yaşamanın, her dinin kendı bü­
tünlügünü korumasının kuralları, asırlar boyunca bu bir­
liktellgi sagladı. Dinlenn bırarada yaşayabılecegi, Avrupalı­
lar için o kadar rahat kabul edilebilir bır kavram olmadı.
Nitekim Haçlı Ordusu, geçligi yollarda Yahudılerı kesip,
Hıristiyanlıgın başkenti Constantinople dahıl şehirlerı yag­
maladıktan sonra, Kudüs dolaylarında ışgal bölgelerine yer-

90
le.ştiklerinde, kendilerinden farklı inançlara sahip olanlara
karşı bestedikleri hoşgörüsüzlüklerini sergilediler. Ortado­
gu'ya dinler arası barış, normal düzene dönüş, Batılı Hıristi­
yanların saldınlarının sona ermesiyle geri geldi. Günümüz­
de aym şekilde Yahudilerle Müslümanlar arası çatışma, elli
yıl önce, gene Batı'da vahşetin tanıklarının, soykırımdan
kurtulanların, işgal ettikleri topraklarda kurdukları devlet
sonucu çıktı. Yoksa Yahudiler, sonradan gelen iki tek Tanrı­
lı dinin mensuplan Hıristiyan ve Müslümanlarla, onak kül­
tür ve ekonomilerden beslenerek, karşılıklı etkileşim içinde
gündelik yaşamlarını 1500 yıldır bu topraklarda sürdürü­
yorlardı. Keza Asya'da Budistlerle jainlerin 2500 yıllık or­
tak tarihlerinde tek dini savaşları yok. Başkalarıyla çatışma
olasılıgında yaşadıklan yerlerden geri çekilmeyi, Hindis­
tan'dan, Çin'den, Viemam'dan ayrılmayı tercih etmişler.
lster Ortadogu'da olsun ister Hindistan'da, 2 1 . yuzyılda
dinler arası çatışmalar eskiden oldugu gibi, Tanrı'yı, melek­
leri, cennet ve cehennemİ yorumlayış biçimlerimizden,
Tanrı şöyle degil böyle söylemek istemiştir diye gerekçeler­
le cepheleşmemizden kaynaklanmıyor. Devletler başkalan­
nın dinini degiştitmek üzere birbirlerine saldırmıyor. En
aşın Hıristiyanlar arnk, "lsa'nın katili" diye Yahudileri suç­
lamıyor. Bilakis günümüzde ABD imparatorluguna yOn ve­
renler kıyamet günü beklentilerınde ısrail'i kollayan judeo­
Hıristiyan oluşumlu kOktenci akımlar.
Binlerce yıllık dini aidiyetlerimiz siyasal ve külturel kim­
liklere büründü.
Modem dünyamızın ahlaki çöküntüsüyle karşı karşıya
oldugumuzdan neredeyse herkes, fikir birligi etmışcesine
şikayetçi. Şikllyet edilen boşlugu, koşullar elverişli olması­
na ragmen, yeni peygamberler, yeni dinler doldurmuyor.
Bildik dinlerin siyaset sahnesinde boy göstermesi eski ko­
numlarını andırıyor. Ancak eskiden egemen konumda olma-

91
lannın gücünün gelirdigi esneklikte sürdürebildikleri uzlaş­
macı çogulculugun tersine, daha katı bir tavır takınıyorlar.
Aydınlanma'dan sonraki yüzyıllarda dinsizlik de bir tür
din olur. Devlet, toplumsal ilişkilerin dılzenlenmesinde di­
nin oynadıgı rolü yerine getirirken; 2 1 . yüzyılda varhklannı
yeniden anlamlı kılmak için çabalayan geleneksel dinler,
bugün devlet-din aynmmda yilirdikleri dünyevi güçlerini
telafi etmenin arayışında.
Günümüz tarihinin sahnesinde dinler dünyevi adaletsiz­
lik ve ahlaksızlıktan yakınmanın, siyaset gütmenin aracı
oluyor.
Mürit yoklugundan kilise binalannın diskoteklere, hatta
camilere bile çevrilebildigi Avrupa Birligi ülkelerinde, Tür­
kiye gibi her fırsatta Müslüman oldugu hatırlatılan bir ül­
kenin Hıristiyanlar arasına katılmasına duyulan tepki dini
degil, siyasi ve kültürel kaynaklı. Yoksa 20. yüzyılın serma­
ye ve iş gücü göçleriyle, dinlerin uyuşmazlıgı çoktan sona
erdi. Küresel sermayede her dinin parası var.

Bayrakit Köktencilik

Hal böyleyken kimi tarihçiler Onaçag gözlükleriyle, top­


lumlar degişmemiş, insanlar modernleşmemiş, dinler aynı
kalmış gibi bakıyorlar. Tapınaklanmızın aynı kalmasından,
yüzlerce yıldır aynı camilere, aynı kiliselere, havralara git­
memizden, ibadet biçimlerimizin degişmemesinden, yüzyLI­
Iarcadır aynı şekilde diz çöküp namaz kılmamızdan, aynı
dualan mınldanmamızdan mı şartlanmışlar günümüzü gö­
rememeye? Farkında degiUer mi din-toplum ilişkisinde ye­
ni bir döneme girildiginin? GOnlyorlar da, geleneksel dini
simgelere sıgınıp onlardan siyasi güçlerini alanlar karşısın­
da, cesaret mi edemiyorlar, bizim degiştigimizi, dünyanın
degiştigini, dinin degiştigini söylemeye? Din devletten ayrı-

92
dır diye, gQndelik yaşamda dinin yeri olmadıgı iddiasıyla,
dtlzenin istikrarsızlık ve adaletsizliginde insaniann isyan ve
istikrar arama duygusuna karşı tavrımızı daha ne kadar
sürdürecegiz?
lyi ya da kötü, din ve devlet ilişkitennde yenı oluşan, za­
marumızın ruhunu yansıtan toplumsal dinamiklere tanıklı­
gımız tarihe bakışımıza yansımıyor.
lnançlarımLz ugruna kolaylıkla kışkırulan, farklılıkları
vurgulanan dini aidiyellerimiz degil mi dünyalı olma bılin­
cimizin yerleşmesini, yaygınlaşmasını kostekleyen? ..Öteki"
dinden bildigirniz kişiyle baş başa kalıp beraber oldugu­
muzda, ..Aslında hepimiz aynıytz, dünyamızı mahveden ba­
şımızdakiler" diyen biz degil miyiz?
Konu din olunca tarihçiler yazmıyor dinin toplumsal ev­
rimini, nasıl algılandıgının degişimini. Darwin'in tahundan
indirdigi Tann'nın toplumsal evriminin tamklıgında tarih­
çiler sessiz kaldı. Laik toplurolann oluşmasıyla çogu tarih­
çiler dinin toplumsal rolünü göz ardı elli, dinle ılgilenmez
oldu.
Dinler tarihine sanki modemizme geçişle son nokta kon­
du. Mesele tarihçinin dini, toplumun yeni donuşümlerinin
içine yerleştirememesinde, toplumsal işlevini göz ardı eL­
mesinde.
Atalanmız her şeyde, doga üstü güçleri, Tann'yı görüyor­
lardı. Gökyüzü gürluyorsa gürleyen, su çaglıyorsa çaglayan
Tanrı'ydı. Tanrt, ayak bastıgımız toprak, içtigirniz su, başı­
mızın üstundeki agacın yapraklanndaydı. '"Pameizm" adını
verecegimiz bu inancımızda Tanrı her yerdeydi, her şeydi.
Zamanla soyudar olduk Tannlanmız1. Tannlarımızın isim­
leri oldu; kımlikleri, tapınaklan oldu. Mevsimlerin, gecele­
rin, gündüzlerin, aşkın ve savaşın, kumarda şansın, toprak­
da hasatm Tannsı vardı amk. Tannlarımız once binlercey­
di, sonra yüzlerce. Bazen onlar da bizım adımıza birbırlen-

93
ne dtışerken, biri bizi kollamazsa digerine adak sunardık.
Erken öten horozun akıbetine ugrayan Mısırlı lknathon'u
saymazsak, iki bin yıl Once insanoglu Leke i ncti rdi Tanrısını.
Tanrı tek, dınler, birı;ogumuz için tek Tanrılı oldu.
Tanrı'nın ıradesini yorumlama yetkısi tek merkezlı ör­
gütleri n tekeline geçti� ölçüde de lek Tanrı toLalitarizmi
başladı.
Günlılk yaşantınıızın her alanını deneLiedi tek Tanrımu.
Evlenmemizi, çocugumuza isim verilmesını, ne zaman neyi
yi yip ye meyecegimiz i , mirasımızı, çalışma saallerimizi,
dükkaniann bile hangi gunlerde hangı saatlerde açılıp ka­
panacagını denetledi. Devlet ve dinin modern za manlarda
birbirinden ayrılması , bırçok alanda bilimin dinın yerini al­
masıyla, Tanrı Ozel yaşanumız.ın uzantısı oldu; duada, dini
bayramlarda, olum gıbi istisnai günlerde anılan bır va rl ıga
dOntışul. Gücünden yiuren dın, günumuzde her wrlü top­
lumsal tatminsizligimizden yola çıkarak, farklı yerlerde,
farklı biçimlerde ifadesini buldugu siperlerden k!ih savunu­
yor, kAh saldınyor.
Dinin evrimsel sılrecındekı degişen rolune deginmeyen;
dinı, toplumsal yapı ve geçmışimizi incelememiz.de bir sa­
biL gibi degeriendiren tarihçılenmiz, tarıhımiz1 ve dolayısıy­
la kendimizi anlarnamazın önı.:ıne duvar Ordılklerı gibi, du­
varı aşacaklarına ge lecegin tarihçilerıne devrederek, daha
da yılkseltmiş oluyor, dokunulmazlık zırhına burünen din
duvarını daha da aşılmaz kılıyorlar.
Dirlin dokunulmazlıgında, gün dogdu kalledilen kurban­
lanyla din üzerinden siyaset yapan lara . Hıristiyan, Hindu,
Müslüman ve Şimocu akLmlar, günumuzde bırçok ülkede
milliyetçilikle harmanlanarak. )abancı düşmanlıgı zeminm­
de UOteki"ne karşı seferber ettiklerı bayraklı köktencıltkle
mi lyonları peşlerinden surılklüyor.

94
Tek Tannlı Dinlerden, Tannlı, Tannsız Yeni Diniere

Dinin dokunutmazlıgında dinin gelecegini göremez ol­


duk. Günümüzdeki dinlerimizi guneş kadar sabit sanıyoruz.
Tarih gelecek için bir ipucuysa, dinler de degişecek.
Yerlerine yenileri ya da tek bir yenisi gelecek, belki Tanrı­
sız dinler olacak, belki yok olup gidecekler. Tarihte her şe­
yin degiştigi, Mısır'da binlerce yıl süren dinlerin yok olup
gittigi gibi, günümüz dinleri de benzer süreçlerden geç­
mekte.
Dinler konusunda turucu oldugumuzdan, çogumuz o ya
da bu dine ait oldugumuzdan, böyle bir gerçegi kabutlen­
mekte zorlanıyoruz. Oysa tarihimizde vazgeçilmez bildilde­
rimizin yok oluşlanmn Ornekleri çok. Dünyanın itk evren­
sel tarihini yazan Polybios, Büyük lskender ve Darius'un
imparatorluklannın batmış oldugunu belintikten sonra sıra
yaşadıgı, ait oldugu döneme gelince, "Roma lmparatorlu­
gu'nun gelecegi için endişeye gerek yok" derken, Roma'nın
hep rakipsiz kalacagını yaza<:ak kadar dar görüştü, hem de
çogumuzun bugün de oldugu gibi, anligımizin, bayragımı­
zın kalıcı oldugu inanemın rutsagıydı.
Oysa koca Osmanlı lmparatorlugu bugün Istanbul'da
Taksim'e açılan küçük bir sokagın adına dönüştü. Gücü­
nün doruk noktasındaki ABD iınparaLOrlugunun sonunu
ise şimdiden kutlayanlar var.
Einstein'ın yaşamının son yıllannda doğa yasalannın mü­
kemmeliyetini takdir ederken "zar atmaz" diye andığı Tan­
rı'yla, dinleri birbirinden ayn tutmak lazım.
Günümuz dinlerinin de yok olması, degışmesı, özüne
dönmesi, kendisini yenilernesi kaçuulmaz.
Tarihte tek referans noktamız Bau'da Hıristiyanlık olsaydı
bu düşüneeye varabilmemiz çok zor olurdu. Orı:.adogu, As­
ya ve Afrika tarihleri boyunca birçok din ve kühürden in-

95
sanla kaynaşmış, farklı dinlerin varlıgına alışmış. farklı dın­
lerden eıkilenip nice dönüşümler geçirmış. Nispeten genç
bir uygarlık olan Avrupa, Lanrn toplumuna, şehirlerde yaşa­
maya, Mezopouımya'dan, Mısır'dan, lndus vadisinden üç
dört bin yıl sonra geçmiş. Hıristiyanhgı benimsedikten son­
ra Lanhimizin en tekdüze, kapalı, degişmez din anlayışına
sahne olmuş.
6.-7. yüzyıldan itibaren Hırisliyanlıgın egemen oldugu
Avrupa, kendi dinlerinin aynnulanmn Letikledigi bir savaş
meydanı. Aynı dınden ınsaniann Constantinople'da 1204'te
kiliseterin yagmalanmasıyla bırbirierine tahammülsuzlükle­
ri yetmiyormuş gibi, Haçlı Sererteriyle de lslarn'a savaş açu­
lar. lsa'mn eski dininın mürillerine uıharnrnül ederneyip en­
gizisyonda yakukları Yahudilerin, lspanya'da, tngiltere'de,
Fransa'da yüzlerce yıl boyunca yaşamalarmı yasakladılar,
Rusya'da pogromlarla kademler. 20. yuzyıla geldigimızde
bile Aydmlanma kültürlerine ragmen, Almanya'da Yahudi­
leri, Bosna'da Müshimanlan soykınına lılbi tuuular. lngihe­
re'de, Irianda'da yüz yıllar boyunca savaşan Katoliklerle
Protestanlar daha geçenlerde silahlarını bırakular.
Avrupa, dini devletten ayırınakLa Oncıl ve ilk olmasını
belki bu kanlı, hoşgOrılsüz geçmışine borçlu. 17. yüzy1lda,
Protestaniarta Katoliklerin kıtanın dört bir yanında birbirle­
rini kıyasıya kallettikleri "Otuz Yıl Savaşlan"ndan sonra
Westphalia Barışı'yla, Avrupaltlar, hiç olmazsa kendi dinle­
rinin çeşilliligini barındırınayı becerebildı.
Batı'nın modem Larihi boyunca barbar gözüyle bakugı
Türkler ise 20. yüzyıla kadar tarihlerinde bir dınler resmi
geçidinin uınıgı.
Turkler şamanlıkLan sonra, [arklı yer ve dönemlerde Bu­
dizrn, Taoizm, Manişeizm, Hınstiyanlık ve Hazar ımpara­
torlugunda topluca Yahudiligi benirnsedikleri gibi, Islam
adına kurduktan devletlerde de, etkılenip etkilediklen baş-
96
ka dinlerle birlikte yaşadılar. Onlara hukuk sisteminde özel
bir yer tanırken, Batılılar Hıristiyanlık zırhına burundü.
Dinin degişebilirliginin Bau dışmda başka çok örnegi var.
Mısır'da yaşayanlar, flravunlann çok Tanrılı dinlerinden
lknathon döneminde bir ara tek Tanrılı bir etine, Romalılar­
la Hıristiyanlıga, Abbasilerle lslam'a geçti ler. Endonezyalı­
lar, Budist ve Hindu olduktan sonra Müsliimanlıgı benim­
sediler. Katı bilinen japonlar, 6. yüzyılda benimserlikleri
Budizm ve Çin kültürunü, esiki dinleri Şintoizmle harman­
ladılar. Bir ara H1ristiyanlıgm ülkelerinde yayılmasım teşvik
ettiler, son yüzyılda ise modern dünyanın, Batı yaşam tarzı­
nın öncülerinden oldular. Rusya hıtkimiyeti alunda yaşayan
kimi Müslümanlar, toplum ve Çar'la buriinleşliler; lslam'ın
halifesi, temsilcisi sıfatı vurgulanan son Osmanlı sultanlan­
na baglılık hissetmediler. Dünyamn en kapalı ülkelerinden
Çin, Mao doneminde dinleri yerine geçen komünizm dışın­
da, Taoizm, Konfüçyusçuluk. Budizm ve yer yer lslam ve
Şamanizm'in oluşturdugu kültür ve din mozaigı. Sayılma­
yacak kadar çok din, dil ve kültürün birarada yaşadıgı çag­
daş Hindistan başka bir örnek.
Huntington'un dinler üzerine kurulu medeniyetler çatış­
ması tezinin bir Batılıdan çıkması tesadüf degil!

Homojen Batı, Heterojen Dünya

Dünyadaki ortak tecrübenin tersine, Bau tek bir dinin


kalesi olmuş. Din savaşlanrun bedeli agır gelince Ayd ınlan­
ma'yla birlikte dini devletten ayırmış, günlük yaşarrusında
bugün giderek dünyaca sahlplenilen evrensel degerieri ge­
çerli kılmış. Ancak başka ülkelerde dinlerin birarada yaşa­
nabilirligine, çeşit ve degişkenligine yabancı kalmış. Afri­
ka'da, Avustralya'da, Kuzey ve Giiney Amerika'da yerlileri
soykırıma ugratan Avrupalılar, bugün tarihlerinde ilk defa

97
kendi topraklannda karşılaşuklan, farklı bir din ve ülkeler­
den gelen göçmenlerle birarada degil, yan yana yaşamayı
bile sindiremiyorlar.
Batı'ya özgü. bildikleri evrensel degerierden kendileri ko­
puyor, bu degerierin başka kültürlerde de oldugunu yadsı­
yorlar. Aydınlanma'dan bu yana demokrasıyi içseUeştirdik­
ten sonra, iki yeızyıldtr emperyalisl konumlanyla dünyayı
hakkaniyelSiz kılmanın çelişkisinde, şizofrenik bir görüntü
içindeler. Angio-Amerikan guçlerinin -Irak öme�nde ol­
dugu gibi- demokrasiyle emperyalizmi bagdaşorma gafiet­
lerinin bulıranında bocalıyorlar. "lyi niyetimiz Laketir edil­
miyor" diye yakınıp, dünya tarafından anJaşılmazlıklannın
(!) düş kınklıgı ve öfkesinde saldırganlaşıyorlar.
Kuvözde yaşayan bir bebekmiş gibı kendiJerini yabancı
etmeniere o denli kapaınnşlar ki, dünyayı dolaşırken bile
alıştıklarından vazgeçemiyor, gittikleri yerlerde kendi lo­
kanlalanm, otelleri, kendi dillerinden konuşan insanları,
şartlandtklan yaşam tarziamu anyorlar. Bunlan bulamamak
kimileri için tehlike çanlannı çalıyor; en açtk fikirlileri, ya­
bancı ortamlarda bulunmayı macera olarak algılıyor.
Bau son iki yüz yıldır danyayı hegemonyası allına alır­
ken, Batı'nın tarihi, başkalannın da larihi oldu. Sömürge­
leştirilen alkeler Bau'nın tarihini ögrenmek, deger yargılan­
nı benimsemekten öle, kultOrel ve kurumsal anlamda Ba­
u'yla zorunJu olarak bütılnleşirken, Batı'da evrenselleşmeye
yönelik bilinç, 20. yüzyllın ilk yansında doruguna urma­
nan emperyalizmin dOnya paylaştmı savaşlanyla lepetaklak
oldu. Her şeyin en iyisinin, en dogrusunun kendilerinde ol­
duguna inandtklan benmerkezci bir dünya gOrüşüyle, baş­
kalamu aşagıladılar, tarihlerini kuçılmsectiler, yaşam biçim­
lerini yıkmaya koyuldular. Hele sanayi devriminden sonra,
donyanın neresinde olursa olsun birbirine benzeyen wp­
lumsal yaşantımızdan ötilrü, çeşitli uygarlıklann dogayla ve

98
birbirimizle ilişkimize, çalışma hayatımıza yönelik farklı
yaklaşımlan tekdüzeleşir oldu. Buna ragmen çeşitli ülkeler,
Banlılaştınlmalanna ragtnen kendi dil, din, sanat, tarih ve
adetlerini bir ölçüde koruyup gerçek anlamda çok kültürlü
olurken günümüzde evrenselleşrnesi kaçınılmaz bir dOnya­
nın ilk vatandaşlan oldular.
Batı'nın bugün oturdugu "uygarlık biziz" tahtından düne
ve yarına bu benmerkezci küçümseyici gözlerle bakmaması
için, tarihi yeniden yazılmayı bekliyor. Bir zamanlar mo­
dernleşme kurarncılannın inandıgı gibi, Batı'da yaşamayan­
larm gelecegi, Batı'nın tarihinin tekerrürü gibi yaşanmıyor.
jack Goody'nin kitabının başlıgında Ozetledigi Theft of His­
tory'de (Tarihin Çalınması) dünya tarihi de, Batı'nın teke­
linden kurtanldıktan sonra hep birlikte yeniden keşfeditip
yazılmayı bekliyor.
Dünyada neyin nerede oldugunu tanımlamamızda pusu­
lamtz kıble diye Batı'yı gösteriyor. Uzakdogu ülkeleri nere­
ye, kime gOre uzak? Avrupa için "ortabau".· Amerika için
"uzakbatı" tabirleri kullanılsaydı, bunlara evrensellige karşı
Onyargılı ifadeler diye bakılmaz mıydı?
Bu arada çoktan miyadını doldurmuş olmasına ragmen,
günümuz tanışrnalannda, edebiyatında suni teneffüsle ya­
şatılan Dogu-Bao ikilemi de pop kühürümüzde direnişini
sürdüruyor. Edward Said'le doruk noktasına ulaşan bu tar­
uşmanın tortusunda, Dogu-Bau arasında hakkaniyet ya da
benzerlik aramak bizi evrerıSellige karşı yapay bır ikileme
hapsediyor.
Sorun, evrensel bir tarih yazımına dogru yola çıkarken ,
Batı'nın aşamalı geçmişini ileriye dogru bir istikametmiş gi­
bi algıladıgımız bakışımtzdan Batı'yla birlikte Ozgürleşmek,
farklı külturterin evrensel degerierini topluca Ozumsemek.

99
Tarih Efsane, Efsane Gerçek Olunca

Dinlerin dokunulmazlıgı, efsanelerimizden kalma alış­


kanlıklanmızdan kaynaklanıyor olmalı.
Düzenin gönüllü köleleri olmamız, hep bır başkasıyla ye­
niledigimiz efsanelerimizi sorgulamamış olmamızın, efsa­
nelerimizin dUzeni meşrulaştırma rolünden olmalı.
Geçenlerde Londra'da British Museurn'da, Bengal yarau-
1� efsanesi Puja'nın kahramanı Durga'nın maceralarını ko­
nu alan bir heykelin yapılışını seyrederken efsanelerin rolu
aklımdan geçti. Belirsizlige tahammülsuzlügümuzden kaos­
tan kaçan, guven verici ortamlara, kahrarnanlara, Tannlara
sıgınmak isteyen, düzen kurma Ozlemirnizde, efsanelerimi­
zin vazgeçilmez rolü var.
Bu Bengal efsanesi, anlaşmazhklarından bölünen Tannla­
ra, şeyran Malisharasura'nun öncülügünde cinlenn saldın­
sıyla başlar. Biraraya gelen Tanrılar, kendılenni korusun di­
ye Durga adındaki Tanrıçayı yaratırlar. Her bin Durga'ya
ayn bir güç bahşeder, onu binbir çeşit silahlarla donatır.
I<ahramanımız Durga, yakalanmamak ıçın surekli şekıl de­
gtştiren şeytanı. evrenin bir ucundan dıgerine ko,alar, son
savaşta kafasını keser. Tanrıların düzenı yeniden kurulur,
eski hamam eski tas, her şey oldugu gibi devam eder.
Hangi kültüre baksak yaraultş efsaneleri uç aşagı beş yu­
kan boyle. Hepsinde, kaos'tan düzene, düzenın sarsılmasın­
dan, tekdüze gunlere geçtlır. Hepsınde bızım ıçin savaşan
kunancılar, kahramanlar vardır. Boylece biz de işler kotuye
gittiginde, bir lideri, kahramanı arar durur, araya araya onu
sonunda bulup var ederiz.
Böyle bulur, böyle yaratırtz başımıza çoreklenen, başımı­
za çöreklenrneleri için davetiye çıkardıgımız, zamanla pış­
man oldugumuz, diktatOrlerle Lotaliler sistemleri.
Çogumuza göre ya çag atiatan kahramanlarımızdır düze-

100
ni degiştiren ya da tarihsel süreçlerin sarsılmaz kurallarının
belirleyiciligidir.
Fazla üstünde durmay1z, toplumsal hareketlerin hangi
koşullarda başarılı, hangi koşullarda başansız olduklannın.
Siyasi, iktisadi, cografi etmenleri inceleyen tarihçiler çeşitli
konularda toplum bilincinin oluşmasını, kitlelerin homur­
danmasını, siyasileşmesini genellikle es geçer, hele demok­
rasilerde seçmenierin oylannın kantitatif incelemesiyle ye­
tinirler.
20. yüzyllda, Vlemam hariç, barış harekellerinin, başka
bir savaşta tekrar başlayana kadar, saman alevi gibi söndü­
günü kaç defa gördük. Toplumu dönüştürme, etkileme sü­
recindeki çabalarımız, banş yolunda başarı ve başarısızlık­
lanmız tarihsel süreçleri içinde irdelenmedikçe, yoksun ka­
lıyor yeni kuşaklar geçmişin tecrübesinden.
Egemen düzenin savaş tarihçileri, tarihimiz boyunca yeni
taktik ve stratejHerle tekamül ettirdigirniz savaşların daha
"iyisinin" yaptiabitmesi için harp akademilerinde en ince
ayrıntıtarla ugraşırken, aklımızdan geçmiyor savaş tarihi ol­
dugu gibi, neden banş tarihi diye bir disiplin olmadıgını
sorgulay1p talep etmek, okullarımızda derslerini vermek,
üniversitelerimizde kürsülerini kurmak. Böylece kötürnser­
lige, savaşların kaçınılmaz oldugu düşüncesine kaptlıyor,
barışın ancak savaşla saglanabilecegi safsatasıyla kendimizi
aldatıyoruz.
Seçimlerde oy vermeyen, gazete okumayan, düzenden
kendilerini hertaraf edenleri apolitik olarak tanımlayıp, si­
yasi davranışlarımızı dllzenin kalıplaşmış tantmları içinde
incelerken; yeni hareketlerin, yeni tavuların, günümüzde
oluşturdugu yaşam biçimleri üzerinde durmuyor; toplum­
sal dinamikleri, egemen düzenin biçtigi roller açtSından in­
celemekten öteye gidemiyoruz.

101
Tarihte Bireyin Rolü: Galileo, tran Şahı.. . Ben

Kimi tarihçiler, tarihin bireyi degil, bireyin tarihi yarattıgına


inanırlar. tık aklıma gelen, Latife Hanım'la dostluk kurduk­
tan sonra Atatürk'ün de hayaunı yazmak isteyen, Napol­
yon, Bismarck, Lincoln, Rembrandt biyografileriyle tanı­
nan, Emile Ludwig. Aynı ekolün Türkiye'de temsilcisi Şev­
ket Süreyya Aydemir, Atatürk'ün hayatını yazdıgı Tek Adam
kitabında, Ankara'da dinledigim ve etkisi alunda kaldıgım
konferanslannda, bu gOrüşu dile getirip, güçlü, kuvvetli li­
derlerin tarihin akışını yönlendirdiklerinden, degiştırebil­
diklerinden söz ederken, Atatürk ve lnönü'yu şu örnekle
karşLlaşurmışn:

Mustafa Kemal'e, lsmel Paşa ile arasındaki fark soruldu­


gunda, usakın demiş, Ben Çankaya'yı, lsmet de Pembe
KOşkU aynı günlerde yapurdık. Zaman geçti, ikimizin de
damı akmaya başladı. Ben ustalan ça!';ınp çauyı indirti p
yeniden yapunum. lsmet, o gün, bu gündür, damını ya­
mar durur."

Kimi tarihçiler bireyin tarihteki Onemini vurgulayıp abar­


tarak, süslü satırlarıyla yuceluikleri kahramanları Ornek
göstererek, tarih boyunca nice gencin düşUncesinin düşler­
de bogulmasına, akıntıya karşı kürek çekmesine, idealleri
ugruna bogazlanmasına neden oldular.
Tarihçilerin, neredeyse geleneksel denilebilecek bu tavn­
nı eleştiren Braudel, tarihin dalgasını yakalayanlardan söz
ederken, tarihin, tarihe ragmen degil, tarihle birlikte oluş­
turuldugunu vurgular.
Babam 1970'te Bostan'da öldükten sonra onu İzmir'de
Kokluca Mezarhgı'na defnettik. Annemle birlikte, yenge­
min akrabalannın sahibi oldugu Kuşadası'ndaki, Kısmet
Oteli'nde bir haftalıgına dinlenmeye, kendimizi toparlama-

102
ya gittik. Kaldıgımızın ikincil günü otel, biz hariç, müşteri­
lerden boşaltıldı. Dönemin D1şişleri. Bakanı lhsan Sabri
Çaglayangil'le tran'ın diktatörü Şah Rıza Pehlevi başbaşa
müzakerelerde bulunmak üzere birkaç günlügüne otelimize
yerleştiler. Günümüzde dünyanın binbir felaketiyle şokla­
nıp duyarsıziaşmış bilincimizin tersine, o yogun tepkili yıl­
lanmızda, gizli servisi Savak'ın işkenceleriyle anılan lran
Şahı, dünyada demokratik muhalefetin en çok nefret ettigi,
görüldügü yerde bir kaşık suda bagulacak kişi konumun­
daydı. Çaglayangil, babamı siyaset hayatından tanıdıgm­
dan, otelde birlikte kaldıgımız günlerde bize yakınlık gös­
terdi, üzüntümüzü paylaştı, Şah'la birlikle dördüroüzün
sohbet ettigimiz, çay, sigara içtigirniz vesileler oldu.
"Acaba Şah'ı öldürerek tarihin akışını degi.ştirebilir mi­
yim, lran halkını zulümden kurtarabilir miyim?" düşüncesi
o günlerde aklundan çıkmadı. Marx'ın Feuerbach için yaz­
dıgı ünlü l l . tezinde dedigi gibi meselenin özü dünyayı de­
giştirmekse, örnrum bo) u bundan iyi bir fırsat karşuna çı­
kabilir miydi? Güçlükle uyuyabildigim o günlerde, kendi
kendime sürekli taroşır oldum bireyin tarihteki rolünü. Bir
ulusun makus talihinin degişmesi, birkaç santim ötemdey­
di. Ama cinayetirole asıl degi.şecek olan tarih degil, sıradan
bir isim daha eklenecek olan tarihimizdeki katillerin sayı­
sıydı. Sanki Avusturya veliahn öldürülmese Birinci Dünya
Savaşı çıkmayacak; New York'ta lkiz Kuleler'e intihar saldl­
nsı olmasa ABD, Asya'da Çin'i, Rusya'yı çevreleyen üsler
kurmayacak, Afganistan'a girmeyecek, Irak'ı işgal etmeye­
cekti.
Tesadüfler sonucu dogru zamanda, dogru yerde olan,
dogru kişileri efsaneleştirerek yaranyoruz tarihi yönlendir­
digini söyledigirniz kahramanlanmm.
Tarihimizin vazgeçilmez bireyler safsatasından bir başka
örnek Galileo Galilei.

103
Güneşin dünyanın etrafında degil, dünyanın güneşin et­
rafında döndügünü kanıdayarak Kopemik'in kuramını dog­
rulayan Galileo, ahiilki çöküntü içinde olan Valikan'ın ikti­
darını temelden sarsınca, Papa çOzümü, Galileo'yu işken­
ceyle tehdit ederek, söylediklerini yalanlatunnakta buldu.
Galileo tövbe etti, kahramanken inzivaya çekildi. Ozgürlük
yaniuarını hayal kınklıgına ugratması, onlann gözünden
düşmesi ya da izinden gidenlerin davalanndan vazgeçmesi,
tarihin degişmesini engellemedi. Galileo, düzeni alt üst
eden çalışmalarını gizlice sürdürdü. Katolik Kilisesi'nin
dünyevi iktidarı sona erdi
Kendisinden, kahramanlık bekleomesinin ne kadar ibret
verici oldugunu Galileo, Brecht'in agzından, şu sOzlerle ifa­
de eder: "Ne yazık, kahramana ihtiyacı olan memlekete."

Anna Karenina Tarihi

Kendimize, gelecek kuşaklara şımdiye kadar tarihimizde


neyin, nasıl iyi ginigini anlauna, araştırma sorumlulugu­
muz var. Savaşlarm kaçınılmaz olduguna inanarak, savaşia­
nn üstünde durdukça, rulette kaybettikçe oynayan kumar­
baz gibi, savaşları durduramayız. Savaş yerine hangi top­
lumsal koşullarda barış, adalet, tolerans, hoşgörünün ege­
men oldugunu araşormamızı, bu konularda doktora tezleri,
kitaplar yazmamızı engelleyen ne var ki?
Sosyal bilimler de, barışın yaşatılması yerıne, kavga eden­
ler arasında arabuluculuk yöntemleri gelışLirmekte öteye
halA gidemedi.
Geçenlerde Harvard Üniversitesi'nde, ABD'nin Onde ge­
len sosyal bilimcilerinden birinin konuşmacı oldugu bır se­
minere katıldım. Konu, Ortadogu'da barış.
Türkiye'den giden bir üniversite heyeri olarak 1978'de
Beyrut'ta Arafal'la görüştügümüzde, Arafat, masasının üs-

104
tünde duran sürahinin aluna koydugu bilyenin Filistin'i,
sallanmaya başlayan sürahinin Ortadogu'yu temsil ettigini
söyleyerek, lsraii-Filistin çatışması çözülmeden, ne Ortado­
gu'ya ne de dünyaya banş gelemeyecegini belirtmişti.
Arafat'La konuşmamızdan bu yana geçen otuz yılda Orta­
dogu'da daha da çok kan dökülmüş, sayısız arabuluculuk
girişimi iflas etmişken, o gün Harvard Üniversitesi'nde banş
için önerilen çözüm, toplantıda esen hava, aymazlıgımızın
ibret verici bir ifadesi oldu. Konuşmacının sosyal bilimciler
tarafından takdirle karşılanan önerisi, ABD'de eski Başkan
Carter'ın yıllar önce Sedat ve Begin'i Amerika'da yanyana ge­
tirip Mısır'ın İsrail'i tanımasını sagladıgı gibi, bugün de lsrail
ve Filistin liderleri arasında aynı şeyin yapılmasıydı. Konuş­
macı için tek sorun arabuluculuk yapacak kişinin insan
haklan ihlalleriyle dünya çapında itibannı yitiren Bush ola­
mayacagından, yerine kimin bulunabilecegiydi. Konuşma
al�larla bittikten sonra toplantıya. katılaniann birbiri ardı­
na ortaya atugı arabulucu isimleriyle barışa yaklaşmış olma­
nın duygusu salona yayıldı. Şu ya da bu isme itiraz gelme­
siyle bir an için yaşanan burukluk, yerini başka bir ismin
önerilmesiyle tekrar barışa yaklaşıldıgı coşkusuna bıraktı.
Toplantıya katılanlar düşüncelerinin dogruluguna o ka­
dar inanıyorlardı ki, Mısır'da Sedat'm bir suikast sonucu öl­
dürülmesini, Mısıriılarta İsraillilerin arasında husumelin gi­
derilmek bir yana bugün her zamankinden fazla oldugunu,
barışın saglanmasının birarada yaşama inancından geçtigi­
ni, banşın barometresinin insan oldugunu, eger biliyorlar­
sa, unutmuşlardı.
Toplantının sonuna dogru, beni bir psikolog olarak da
çok etkileyen eski bir tecrübemi paylaşum.
Anlattıklanm, Arafat'la görüşmemiz nedeniyle Beyrul'tay­
ken, göçmen kamplannda Filistinü yuva çocuklarıyla yaptı­
gım araştırmanın sonuçlanydı. Beş alu yaşlanndaki yuva

105
çocuklarından Filistinli bir çocugun resmini yapmalarını is­
temiştim. Hepsinin bildigirniz çöp adam türünden yapugı
resimlerdeki çocuklann elinde bir de kalaşnikof vardı. Bu­
nu anlamgımda, toplanuda başlar, "Filistinlilerin çocuklan­
nı terörist olsun diye yetiştirdiklerini biliyorduk" dereesine
sallandı. Araştırmarnın ikinci kısmında, aynı çocuklardan
lsrailli bir çocugun resmini yapmalarını istemiştim. Hepsi
kagıdın Ost kısmına çarpı işaretleri, her çarpı işaretinin alu­
na da, kagıdm dibine kadar inen noktalar yapmtşu. Çarpı­
lar o günlerde Beyrut semalannda aniden beliren lsrail sa­
vaş uçaklarını, noktalar da uçakların atugı bombaları ifade
ediyormuş. Yuva çocukları, savaş uçaklanndan tanıdıkları,
hayatlannda hiç görmedikleri lsraillileri, insan olarak bile
tahayyül edemiyordu.
Toplantıdaki sosyal bilimciler, çevrelerinden o kadar ko­
puktu ki, barış istemelerine ragmen farkında bile degillerdi
savaş magduru çocuklann halel-i ruhiyesinin.
İsrail'in 2006 yazındaki son Lübnan saldınsında, iki ülke­
de yaşayanların haberieşebilmesi için blog kuran Charles
Chuman, "En büyük cürOm düşmanını tanımamak, onu in­
san olarak inkar etmek" demiş. ispanya iç savaşına katılan
George Orwell de düşmanını tammasını anlaur. Şehir içi bir
çauşma esnasında, bir elinde pantolonu, hayatını kurtar­
mak için kaçan bir adam görür, ona ateş edemez, "Buraya
faşistlerle savaşmaya gelmiştim, ama pantelonsuz bir adam
faşist olamaz, o da benden farksız bir insandı" der.
lsraillilerle Lübnanltiann savaş sürerken haberleşmesini
saglayan başka bir blogcu, Mustafa Hamoui'ye göre de:
"Haberleşmek hiçbir zaman kötü olamaz, birisine ondan
nefret euigini söylemek çok daha iyi, çünkü sana 'neden'
diye sordugunda diyalog başlayacaktır."
Tarihimizde banşı mümkün kılan ortam ve konulan in­
celemedigimiz sürece, gelecegin tarihçilerini de mahkom

106
kılmıyor muyuz günümüze bakuklarında savaşlan incele­
meye? Onlan da mahküm kılmıyor muyuz, insanın yazgısı­
nın savaş olduguna inanmaya?
Savaşlann kaçınılmaz olduguna inanarak, davetiye çıkar­
mıyar muyuz savaşlan n kaçınılmazhgına?
Tolstoy, Anna Karmina romanına şu ünlü cümlesiyle baş­
lar: "Mutlu aileler birbirlerine benzer. Mutsuz ailelerin
mutsuzlugu kendilerine özgüdür." Böyle başlar mutsuz bir
kadının öyküsü ve imihanna kadar sayfalar boyunca mut­
suzlugu sürer gider. Rornanda, operada, hayatta başkalan­
nın mutlulugu ilgimizi pek çekmiyor, mutsuzluk üzerine
en ufak bir belirti, bir dedikoduysa, günlenınizi işgal edi­
yor, hayal gücümüzü beslıyor. Nice yazar mutlu olmak için
yaşamadıklannı bile neredeyse övünçle söyleyebiliyor!
Neyi ekersen, onu biçersin. Mutsuzlugumuzun, neyin iyi
degil de kötü gitliginin üstünde durdukça, huzursuzlukla­
nmızı dalga dalga gelecege yayıyoruz. Mutsuzlugumuzun
üstünde durarak mutlu olamayacagımız gibi, savaşiann üs­
tünde durarak da savaşlan engelleyemeyiz. lnsanda güzeü,
saglıklıyı yeşertrnenin yolu, güzelden, saglıklıdan söz et­
mekle mümkün. Tersi degil.
tki örnek:
Uygarlıklannı yok eden beyaz adamın yüzyıllarca zulmü­
nü çeken Afrikalılarla, sömürgecilige karşı önce Fransa,
sonra'da ABD karşısında 50 yıl direnirken milyonlarca ölü
veren Vietnamlılar, kimliklerinde anıtlaşurrnadıklan ısurap
dolu bir geçmişi hatırlatmak yerine dünyada ortak bir gele­
cegin her şeye ragmen güler yüzlü temsilcileri.

Haklı Savaş Patolojisi

N e var ki, insanı konu alan psikolojinin konusu bile,


mutlu degil mutsuz, saglıklı degil, saglıksız insan. Egitimle-

107
ri boyunca klinik psikologlar mutsuzlugumuzun psikodi­
namiklerini ögrenir. Mutlu insaniann nasıl mutlu oldukla­
nnı bilmez, bizi mutlu yapan etmenleri araşurmazlar. Biri
mutlu, biri mutsuz iki yoksul insanın arasındaki farkın ne­
reden geldigini açıklayamazlar.
Psikolojide "askert psikoloji" diye bir uzmanlık alanı var­
ken, banş psikolojisi" yoklUr. Tarihte de "askert tarih" di­
..

ye bir disiplin varken "barış tarihi" olmadıgı. gibi psikolog­


lar, askerlerin, orduların mükemmel "savaş makineleri" ol­
maları, ölmeden öldürmeleri için çaba barcar. Barışçıl ıop­
lumlann oluşmasında psikolojinın rolüne ilişkin araşurma­
lara, yazılara rastlanmaz. Gayretleri çatışan taraflar arasında
arabulucu olmaktan öteye gitmez.
Benzer bir şekilde tarih yazımında kadının rolü yadsındı­
gından, tarih diye bildigimizin "erkek agırltklı" bir bakış ol­
dugunun farkına varmamız yeni sayılır.
Birliktelik yerine rekabet, barış yerine savaş, özveri yeri­
ne saldırganlık üzerine duruyor, şiddet ve savaşın kaltumsal
Lemelleriru arıyor, yuvadan itibaren yarışnrdıgırnız çocukla­
ra rekabetin erdemlerini anlatıyorsak, gelecegimizin şiddet
içinde, savaştarla sürüp gitmesi için ugraşıyoruz demektir.
Gelecegin tarihçilerinin bize nasıl bakacagı., bugün kendi­
mize nasıl baktıgı.mıza baglı. Mesele, bugün içinde yaşadı­
gımız koşullar ne kadar kötü olursa olsun, bu koşulları biz
yaraıugtmıza göre, degiştirebilecegimizi de unutmamamız.
Kendimizle ilgili önyargılarımızın, tOrümOzOn degişmez bir
ozclligi olmadıgı gerçegini, gelecegin tarihçilerine aktarma­
dıkça, onları da benzer kalıplarla düşunmeye mahküm edi­
yoruz demektir.
Yı1zyı1lar boyunca krallarımtzın, padişahlarımızın bizleri
yOnetme hakkının Tanrı'dan geldigine inandınldık, olup bi­
tenlere Tanrı'nm hikmeti, savaşlanna haktan yana diye bak­
uk. Bugün de savaşlann, türüroüzde kaçınılmaz olduguna

108
inandmimak istiyoruz ki, aitliklerimizin apotellerini takıp
hepsi birbirinden "haklı savaşlanmız" sürüp gidebilsin.
lleride gunümuzü inceleyecek tarihçilerio bu inançlan
surdurup surdürmemeleri, haklı haksız savaş ikileminden
özgürleşmeleri bizim elimizde.
Birşeyler için, canımızı feda etmenin dogru olduguna ta­
rih boyunca o denJi şartiandınidık ki. Kendi kendimle, si­
zinle yılksek sesle tamşmak istedigim şu: Özellikle son
yüzyıllarda göklere çıkardıgımız memleketimiz için savaş­
mayı, inancımız ugnına ölmeyı, gözden geçirmemiz gerek­
miyor mu? Annemin, "lnsan vatanı için Olmemeli, vatanı
için yaşamalı" sözleri aklımda.
Çek halkı, Sovyetler, ülkelerini işgal ettiginde Prag'da şe­
hir meydanında çaresizlikten kendini yakan bir ögrenciyi,
jan Palach'ı kahramanlaştırdı. Wenceslas Meydanı'nda her
yıl onu anma törenleri düzenliyorlar. Ad1 giderek unutulan­
sa, ülkesindeki polis devletini vatandaşlanndan aldıgı güçle
kan dökılirneden demokrasiye donuştürmek isteyen, Prag
Baharı'nın miman, Çekoslavakya'nın işgalinden sonra ücra
bir köyde orman memurluguna sürülen, emekliliginde ses­
siz sedasız ölen başkanları Alexander Dubçek.
Türkiye'de de 27 Mayıs askert darbesini alkışlayanlar bi­
le, ordunun düzmece Yassıada Mahkemesi'ni aşagılayan
Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın "men" tavrını takdir eder­
ken, mahkeme başkanma "Reis Bey" diye hitap elli diye
Adnan Menderes'i neden küçürnsediklerini düşünüyorum.
Sakın olumden korktugumuz için, korkumuzu belli et­
memek için, bize hain, korkak denmemesi için, kendimızi
Olumlerine kahramanca gidenlerin yerine koydugumuzdan
onları baş tacı ediyor olmayalım?
Uygarlıgımızın bu aşamasında ölüme "kahramanca git­
mek" deyiminin ne arılama geldiginin artık toplumca sor­
gulanması gerekmiyor mu?

109
Selçuklular Anadolu'yu fethettikten sonra, Türklerle ev­
lenen, din degiştirip Müslüman olan, Türk ismi alan Rum­
lar, toplu halde sonuna kadar savaşmalı mıyclılar Türklerin
boyunduruguna girmernek için?
Türkler Anadolu'yu işgale gelirken haksız, lstiklal Sava­
şı'nda Anadolu'da topraklannda direnirken haklı mıydılar?
ingilizie rin silahlandırdıgı Araplar Osmanlı'ya karşı bagım­
sızhklan için savaşırken haklı, gene aynı savaşta Bau em­
peryalizminin Ortadogu'ya yerleşmesinin yolunu açarken
haksız mıydılrr?
Bugün Asur, Babil, Mısır tarihini inceleyenlerden, halen
bu mpraklarda oturanlardan, kim ırgalıyor eski savaşların
haklı mı haksız mı oldugunu?
Geçmişi bu açıdan sorgulamazken, yakın tarihimizdeki
savaşlan haklı haksız diye ayırmaya teşneyiz. Bu savaşlar
hakkında fazla bir şey bilmesek de, ister Irak'ta olsun ister
savaş çıkana kadar adını bile duymadıgımız bir ülkede,
hangi tarafı tutarsak tutalım aslında haktan degil savaştan
yana bir tavır sergiiemiş oluyoruz.
Günümüzde, ahlak, adalet örtüleriyle sarmaladıgımız
haklı savaş anlayışırnızı geçmişe bakugımızda kaale bile al­
maz, "Roma mı yoksa Kartaca mı haklıydı?" diye sormak
akhmlZln ucundan geçmezken, günümüz savaşianna gelin­
ce, "aru!� bilinçlendik, haklı ve haksız savaşı birbirinden
ayırt edebiliyoruz" diye kendimizi kandınrken savaş1 teşvik
etmiyor muyuz?
Savaşlarm hepsi haksız ve her haksız savaş bir başka hak­
sız savaşa gebe.

Dev Aynasında Ulusal Tarih

Küçücük Avrupa kıtası hep boyundan büyük işlere kal­


kışmış.

110
Avrupa, yeryüzünde en çok sıklıkla, en çok savaşın çıktıg1
yer. Din savaştan, dil savaşlan, hanedan savaştan, ideolojik
savaşlar... Saymalda bitmeyecek nedenlerle, saymakta bitme­
yecek kadar savaş. Afrika'ya, Asya'ya, Amerika'ya uygarlık
götürüyoruz iddiasıyla buralan sömürgeleştirip insanlan kö­
leleştiren bu küçücük kıta, çanşmalannı herkesin başına sal­
dıgl Birinci ve tkinci Dünya Savaşlannı da çıkarmış.
Dünyaya karşı pişman olduklarının emaresine rastla­
madım.
Tarihi bir kararla, savaş yerine ticaret yapalım şianyla Av­
rupa Birligi'ni kurduktan sonra, ilk yaptıklan işlerden biri,
kin, düşmanlık duygulanyla dolu okul kitaplanndaki ulu­
sal tarihlerini gözden geçirip, degiştirmek oldu.
Avrupalı emperyalist devletlerin sömürgeterindeki gücü
"böl-yönet" yöntemlerine, dint provokasyonlara da dayalıy­
dı. Yeni kurulan ulus devletler de içselleştirdikleri bu yükle
yola koyulmaya mecbur kaldılar. Fırından yeni çıkmış,
kahramanlanyla katmerli ulusal tarihleriyle, başkalarıyla
geçinememenin önceden atılmış tohumlarını biçtiler. Beş
alu yaşlannda ilkokul çocuklannın kalplerine, beyinlerine,
husumet ve geçimsizlik tohumlannı saldılar. lşte son yüzyı­
lın Ortadogu'su.
Nereden geldigimizi, kim oldugumuzu beliettiren ulusal
tarihler, kışkınılan dint aidiyetler bizi efsanelerimizin kuk­
lalan yaptı. Okullarda okutularılardan farklı bir dünyanın
varlıgıyla ancak, yabancı yayımlarda, seyahat edebiidiysek
yurt dışında karşılaşabildik. Ne komşularımızın bizi nasıl
gördüklerini ögrenebildik ne de onları tanıyabildik. ABD'li­
ler bugün güney sınırını geçip çahşmaya gelen Meksikalı iş­
çilerden kaçak diye şikAyet ederken, Meksikalılann, "Tarih­
lerini ögrensinler, 100 yıl önce topraklanmızı işgal edip,
Teksas'ı, California'yı ilhak eden ABD'nin sınm bizi geçti"
dediklerinin farkında degil. Ben, Osmanlı lmparatorlu-

111
gıt'nda "Ermeni tebcirini" bu konuda tek kelime geçmeyen
okul kitaplanmızdan degil, ancak yurt dışmda üniversite­
deyken ögrendim. Bilgi Üniversitesi'nde 2005 yılında yapı­
lan "lmparatorlugun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenile­
ri" adlı toplantıya katılan kon�macılanmn birçogunun ko­
nuyla ilk defa yurt dışındayken aşina olmalan tesadüf degil.
Günümüzde, ulusal davalada ilgili tartıŞmalı konularda
diyalog adı alunda temaslar, genellikle, taraflar maça çıkar­
casına hazırlandıgından, önyargtları pekiştirmekten başka
işe yaramıyor. lster Türk-Ermeni sorunu olsun, ister Ingil­
tere-trlanda ya da Estonya-Rusya, tarihe milli maç yaparca­
sına çıkmaya soyunanların iddiataşmalan herkes için hüs­
ranla sonuçlanırken, "karşı tarafın" görüşünü, kendilerini
onların yerine koyarak anlamaya çalışanlar da hainlikle
suçlanıyor. Hatta taraflar bu kişilerin üzerine odaklanıyor,
onlar da, tarihten sahne çalmışcasına, husumetlerin hedefi
oluyor. Birbirlerine karşıt tezler sunup tarihçinin hakemlik
yapmasını isteyenler, bilmiyor Iki geçmişi anlamak ile yargı­
lamak karşısında hocalayanların hakemligi günümüzün
propagandası olmaya mahkUm.
Tarihsel sorumlulugumuz husumetlerimizi yarına devret­
memeyi gerektirirken, ulusal kimliklerimiz tarihimizi anla­
mayı engelledigi gibi, günümüzde de yeni kuşakların, bam­
başka bir baglam içinde eski kavgalara taraf olmasma neden
oluyor. Benim ulusal kurtuluş savaşım neden iyi de, bana
karşı yapılan kötü? Osmanlı'ya karşı bagımsızlıklan için sa­
vaşanların, Orne�n Bulgarlar ve Yunanlıların, Osmanlı'ya
"hain", "sanlmış" deyip ulus devlet kurma mücadelesi ve­
ren Türklerden ne farkı var?
Tarihimize evrensel degerlerimizle bakabilmemiz, kendi­
mizi başkalarının açısından da görebilmemize baglı. Suriye­
li, Türk'ün tarihini incelesin, ABD'li Meksika'nın. Ancak
tecrübelerimizi karşılaşnrdıgımızda birbirimizi, kendimizi

112
anlayabilir, hep birlikte, ulus devlet sınırlanm aşan bir dün­
ya tarihi yazmaya koyulabiliriz. Deli saçması arşiv savaşla­
nnda düşmanhgımızın çöplüklerinde eşelenmek, kendi so­
runlanmızı dev aynasında büyütmek yerine, bizim herke­
sin, herkesin bizim sorunlanmızın tarnşmasına katılmasım
saglamah, kendimize mesafe alabilmeli, "ötekini" insancıl­
laştırabilmeliyiz.
Tarih anlayışımız buna ne kadar hazır emin degilim.
Cenevre'de World University Service'in (Dünya Üniversi­
teler Birligi) ev sahipligi yapugı bir toplantıda benden 1 2
Eylül döneminde Türkiye'de askerin YÖK'ü kurmasıyla
özerkligini yitiren üniversiteler üzerinde konuşma yapmam
istenmişti. Tam konferans salonuna girecekken, o güne dek
toplaoutann kendi sorunlan üzerine odaktanmasına alışmış
Güney Amerikalılar oturumu boykot etti.
Modern tarihin kurucusu Leopold von Ranke şöyle der:

"Bir ulusun ne denli bagımsız oldugunu dünyadaki yeri


belirler. Bu da devielin korunabilmesi için olanaklannı se­
ferber etmesini gerektirir. En üst yasa budur.�

Yani savaş.
Başka bir tarihçi, Carr ise, ulus devlet aitliginin dinin ye­
rini aldıgını anlatırken 19. yüzyıla gelindiginde ulus ugruna
öldürmek takdir edilirken din savaşlannda çarpışanlann
aşagılandıgından söz eder.
Bu arılayış bizi bugüne getirdi.
Dünyayı tanımak, dünyamn tarihini ögrenmek için her
zamankinden çok imkanımız var. Artık lbn Baruta'nın,
Marko Polo'nun yollannı milyonlarcamız aşındırıyor, arke­
ologlar, sanat taribçileri, amropologlar sayLSız çalışmalarıyla
bizi bize tanıuyor. İnsanın evreTLSel tarihini zenginleştiTip
derinleştiren bunca malzeme varken ulusal tarihlerimizin
sınırında daraldıkça daralıyoruz. Kopemik devrimine rag-

113
men, dünyanın güneşin etrafında döndügüne alışamayan­
lar, dünyayı evrenin merkezi olarak görmekte ısrar etmişti
Bizler de, çevremize ulusal devletlerimizin dürbünlerinden
baktyoruz. Dünyanın her tarafına yayılı çıkarlarına ragınen
ABD'nin bile televizyon kanalları, dergUeri, gazeteleri her
yıl dış haberlere daha az yer ayırıyor. Türkiye'de, Türk'ten
başka insanlann yaşadıgırun söylenınesini hala bölücülük
sayanlar var. Dünyada, evrende, yerimize ilişkin ufkumu­
zun açılmasına ragmen tarihe bakışımız daralıyor.
Ancak başkalannın aynalannda da kendimizi gördügü­
mıizde husumetlerimizi aşıp ortak tarihimizin bilincinde
evrensel bir gelecegi gerçekleştirebiliriz.
Önemli olan tarihin nasıl yorumlandıgı. "Yeter ki," der
NietzSche, "hayan, türümüzü yüceitici olsun".

lnsanın lnsana Vahşeti:


Kalıtımsal mı? Kültürel mi?

Bu sorunun aşk için soroldugunu hiç duymadım.


Aşkı savunmak, aşık olma halimizi haklı çıkarmak gibi
bir gerekçeye ihtiyacımız olmadıgından mı?
tık olarak 100.000 yıl kadar önce Afrika'dan, Salıra'da sa­
vanalardan belki en fazla birkaç bin kişUik bir grupla yola
çıkıp çogalarak dünyanın dört bir yaruna dagılan homo sa­
piens sapiens adını verdigirniz türüroüzün gelecegi için çogu
kişi iyimser degil. Diger türler yaşam mücadelesinde var
olabilmek için, özellikle başka türlere karşı şiddete başvu­
rurken, bizim durup dururken birbirirıe saldıran, şiddetsiz
duramayan, sistemalik vahşet uygulayan tek tür oldugu­
muz söyleniyor.
Bu iddia geçersiz.
lnsarun birbirine karşı şiddet uygulayan tek tür oldugu
dogru degil.

114
Bize yakın, en barışçıl bildigirniz türler de şiddete başvu­
ruyor. Bunu elli yıl boyunca Tanzanya ormanlannda şem­
panzelerle yaşayan Jane Goodall'm çalışmalarıyla, yunuslan
izleyenterin gözlemlerinden biliyoruz. Şempanzeler zaman
zaman iktidar kavgası için savaşliklan gibi, sevgili, güler
yüzlü yunuslanmız da (ilk duydugumda beni de müthiş
hayal kmklıgına ugnmı) topluca ır.za geçiyor, bebeklerini
öldürüyor, kendi ailelerinden porpo ise lan, onlarla rekabet
'

balinde olmadıklan halde, gelişigüzel katiediyor ve durup


dururken insana da saldırabiliyorlar.
En yakın akrabalanmiZ şempanzelerle kalınınsal özellik­
lerimizi bel irleyen DNA'mızın % 98. Tsi aynı olduguna göre,
saldırganlık ve savaşm türümüze özgü oldugu iddiası ge­
çersiz.
Hatta, on binlerce yıldır yaşam tarzlarını degiştirmeden
sürdüren kimi çagdaş avcı top1 umlarıyla şempanzelerde sal­
dırganlıgı karşılaşuranlardan, insanda şiddetin daha az ol­
dugunu gozlemleyenler de var. tkisinde de saldırganlıgın,
grupların büyüklügü ve çevrenin özellikleriyle ilişkisine de­
ginilirken, soyut genellemeler yerine şiddetin olup olma­
masında ortamın önemi vurgulanıyor.
Pek kimsenin varlıgının farkında olmadıgı, bize şempanze­
ler kadar yakın akrabalanmlZ bonoboları 1970'lerde "keşfet­
meseydik" gene de türüroüzde kalınınsal özelliklerimizin,
belirli ortamlarda şiddeti kaçınılmaz ktldıgını söyleyebilirdik
Kongo yagmur ormanlannda yaşayan, sayılan 50.000'i
geçmedigi sanılan bonobolann yaşamında kaçınılmaz olan
savaş degil barış. Bonobolar, saldırganlıga neden olabilecek
ortamlarda, şempanzeterin tersine, kavga yerine her türlü
cinsel ilişkiye giriyor, gerginligi azaltmak, dost edinmek
için sevişiyor.
Tarihçiler 20. yüzyıl için insanoglunun en vahşi dönemi
diyor. Hobsbawm'a göre sırf siyasi nedenlerle bu yüzyılda

115
200 milyon insanı katlettik. Peki, vahşetimizin kalıtımsal
olmadıgını kanıtiasak da magara insanından bu yana süre­
gelen yaşantımıza bakıp, kültürümüz açısından tOrümüzde
vahşetin kaçınılmaz oldugunu söyleyebilir miyiz?
Maria adlı sekiz yaşında bir kız 1875'te tspanya'da Alta­
mira civannda babasıyla yüniyüşteyken oraya buraya bak­
ma merakıyla kaybolup kendisini bir magarada bulunca,
bir anda 15.000 yıl önceki yaşamımızın da tanıgı oldu. Kar­
Şlsında canlı gibi duran bogalar, türüroüzün tarihinde ilk
yapugı resimlerden örnekler vardı. Indi'den bildikleri , dün­
yanın M.Ö. 4004 yılında yarauldıgına inananlar daha Dar­
win'in 1859'da yayımlanan Türlerin Kökeni kitabının şoku­
nu atlatamarnışken, şimdi de vahşi bildikleri ilkel insan ka­
lıntılan yerine usta ressamların eserleriyle karşılaşmıştı.
Son buzul çagının bitmesine dogru 50.000 yıl önce başla­
yan avcı-toplayıcı dönemimizde, diger hayvanlarla az çok
benzer koşullarda yaşayan insan, onlar gibi hem avdı hem
de avlanan. Insanla diger hayvanlar arasında, dogaya ve bir­
birlerine karşı eşillik hakimdi. Bu dönemden kalan insan
kemiklerinde, muhtemelen açlıktan kaynaklanan tek tük
yamyamlık belirtilerine rastlaruyarsa da magara resimlerin­
den de bildigirniz gibi insanın avı başta mamutlar, geyikler,
dag keçileri, bizonlar gibi başka hayvanlardı.
Magaralarda da bu hayvanların resimleri var.
İnsanın, resimlerinde başka insanları düşman olarak gos­
termesine, tarihin çok daha sonraki dönemlerinde, ilk ta­
rım toplumunda tanık oluyoruz.
Magara resimlerinde insan, nadiren resmedildiginde, bu
kıtabın kapagında oldugu gibi, ya elinin iziyle belirtiliyor ya
da çocuk resimlerini andıran çöp adamlarla. Sırtına mızrak
saplanmış gibi gözüken birkaç insan resmi dışında, bu dö­
nemden kalma magaralardaki yüzlerce duvar resimlerinde
insanlan savaşırken, birbirlerini avlarken, öldürürken göste-

116
ren tek bir resırn yok. Hepsi usta ressamiann elinden çıkmış
birbirinden canlı hayvan resimlerinin tersine, çöp adam tar­
zında çizdikleri tek tük insan resimleri, o dönemde insanın
kendisinden çok hayvanlan önernsediginin belinisi.
Kendileri gibi acı çeken, kanı akan, ölen hayvaniara insan
o denli saygılı ki onlara yeniden hayat vermek istercesıne bu
hayvanlann kafataSı, iskelet ve derisini muntazam bir şekil­
de biraraya getirip gömdükleri "mezarlar" bile yapmtŞlar.
Ozetle, Oç kıtada bulunan yüzlerce magara resimlerinin
hiçbirinde insanın insanı avladıgı, insanın insanla savaşugı­
na ilişkin belirtı yok. Modem insanın, yani bizim kuhürü­
mUzOn başlangıcında bambaşka bir yaşam biçimi egemen.
lnsanlann birbirlerini düşman olarak resmetmesine ancak
on binlerce yıl sonra, uygarlıgımızın başlangıcı dedigirniz
Sumerlenn savaş tutSaklannın öldurulmesini muhürlerinde
resmettigi Uruk'da, aynı yıllarda Mısır'da Hierakonpolis'te
mezar resimlerinde, M.Ö. 3300 yıllannda rastlıyoruz. (Bkz.
On iç kapak.)
Hemdot'un o güne kadar bilinen tarihi başlatugı Mısır fi­
ravunu Nanner'in (Menes) döneminden kalma kabartma­
larda da, Narmer duşmanlan nı alt ederken gösterilir.
"llkel" insan, birbirine degil, dogaya, başka hayvaniara
karşı mücadele içınde. Ne var ki, dinlerimiz, tarihçılenmiz
ve biz, bu insanlara hep ilkelligı, vahşeti yakışurdık. Maga­
ra resimleri tspanya'da Altamira'da ve 1 940'ta Fransa'da
Lascoux'da bulunduklannda, kimse bunlann eskiden yapıl­
mış olacagına inanmak istemedi, resimler için modem res­
samiann oyunu, şakası dendL Ta ki bu tür resimlerin don­
yanın çeşitli yörelerinde daha 1 00 kusur magarada bulun­
masına, carbon 14 yöntemiyle yaşı inkar edilemeyecek ke­
sinlikle kanıtlanana kadar.
Banşçıl bonobolarta saldırgan şempanzeler gibi, Karayip­
lerin yerli insanlanndan Karibler, tarihte saldırganlıklanyla,

117
Tainolar barış severlikleriyle tanınıyor. Amazon'da, genel­
likle çanşmadan kaçınan Yanomamalı erkekler gergin bir
ortamda karşılaşuklarında şiddeLle ellerini kendi gögüsleri­
,

ne vururken, Mundurucular hiç tanımadıkları kabHelere


baskın yapabi lmek için 1000 kilometrelik yol katediyor.
tnsanın yaşamsal nedeni olmadan birbirine saldırması
bence ttırumüzün dogal bir özelligi degil kö künden yok
edilebilecek bir patolojisinin sonucu. Dogal hatinde saldır­
gan olmayan, barışçıl olan insanın topluca vahşileşmesi,
vahşi konumunu bir dönem sürdürebilmesi, saghklı insan­
Iann sari bir hastalıktan kınlması gibi. Nasıl tek bir kişinin
hastalıgı, çevresinde saglıklı insanlara bulaşabiliyorsa, sal­
dırganlık da, çeşitli davranış ve düşüncelerin belirli koşul­
larda biraraya gelmesiyle veba gibi yayılabiliyor. Hastahga
zayıf düştügümüz gibi, sald�rganhga da boyun egiyoruz.
Hastalık bunyemize yayıldıgı gibi, biz de bir süre saldırgan­
lıkla bütünleşebiliyoruz. Hayau boyunca kannca ezmeyen
bir kimse bir anda gözü dönmüş bir katil olabiliyor, annele­
rinin üzerine titredigi barışseverler yine annelerinin helaliy­
le kendilerini cephede buluyor. Yayılan saldırganlık, bulaşı­
cı hastalık gibi bir süre toplumun normu oluyor, savaş kül­
türüyle besleniyor, nihayet savaşla hastalık doruk noktasına
vanyor. Saldırganlıgın bitmesi, ilgili toplulugun dogal hali
olan banşçıl haline dönmesi, ölümterin de oldugu hastalıklı
dönemin geçmesini gerektiriyor.
Savaşa karşu olmaktan, banşıan yana toplurnlara dönüş­
tükçe, bagıştklık sistemimiz güçlendikçe savaşlar azalacak.
Bagışıklık sistemimizi güçlendirme yollannı keşfedip onları
uygulamaya koydukça, Einstein'ın "Savaşa ve banşa aynı an­
da hazırlanılmaz" sözlerini geçerli kılmaya başlayabilecegiz.
Dünyamız 1962 sonbaharmda nükleer savaşla yok olma­
nın eşigirıe geldiginde Kruşçev, Kennedy'ye, "Aman Başkan
ikimiz savaş görmüş insanlanz, savaş başlatmanın kolay,

118
durdurmasının güç oldugunu biliriz..." diye başlayan mek­
tubunu yazar. Haberleri olmaksızın Küba ve Türkiye'nin
sırundan yaptıklan pazarlıklarla her iki devletin kendisini
galip ilan etmesiyle, Washington ve Moskova savaş çıkan­
maktan vazgeçer.
Sovyetler ve ABD nflkleer savaşın eşigine geldiginde,
olup biteni şaşkınlık ve korkuyla izledik. Bir başlasa, hınç,
öfke ve inlikamın bulaşıcıhgında, propaganda eşliginde sari
hastalık gibi yayılacaktı.
Şu da unutulmamalı: Savaştınlan insanlar, gözleri kararn­
larak yıllarca birbirleriyle vuruşturulanlar, her şeye ragmen
banştan o kadar yana ki, devlet dur deyince, bir fırtmamn
aniden bitmesi gibi savaşmayı, çatışmanın tam ortasında
durdurabiliyorlar.
Hakem düdügüyle biten futbol maçı gibi, tam sabah saat
l l'de Birinci Dünya Savaşı bitmiş.
Bir lngiliz askerinin günlügünden:

"Onuncu saatin son saniyesinde a[eş kesildi. Bir Alman as­


keri savaşm son dakikasına kadar Ingiliz cephesini maki­
nelisiyle [aradı, saatin dolmasıyla siperinden dışan unnan­
dı, miğferini çıkardı, eski düşmanlan önünde nazikçe se­
lam verdi ve arkasını dönüp gitti."

Birinci Dünya Savaşı, askerlerin siperlerden yıllar bo­


yunca beş on metre toprak kazanmak için karşılıklı ateş et­
melerine, birbirlerini süngülemelerinin vahşetine ragmen,
insanın barışa temayülünü göstermesi açısından psikoloji
laboratuvarı gibi. Saghkh olma çabamız en hastalıklı ko­
şullarda bile direniyor. Askerler savaş boyunca, itaatsizlik­
ten divan-ı harbe sevk edilme, kurşuna dizilme korkuları­
na ragmen, komutanlarnun burnu dibinde, kaç kez ateş
kesip, belki savaş biter, karşı taraf ateş etmez diye ortamı
yokladılar.

119
Kuş gribi Omeginde oldugu gibi, giderek toplu halde ya­
şayan tılrümüzde hastalıklar kolayca dünya çapında yayıl­
dıgı, saghgımızm korunması güçleştigi gibi, saldırganlık da
en ücra toplumlan etkisi altma alıp savaşurabiliyor. Tanm
toplumuna göre avcı toplayıcı günlerinde daha saglıklı
olan� daha uzun yaşayan tılrümüz, son yüzyılda saglıklı ya­
şam koşullarını geliştirdikçe, şaş1lacak derecede uzun yaşa­
masını becerdi. Yüzyılımııda bu sürenin 150 yıla çıkaca�nı
öngörenler var. Ölümsüzlük bilimin hedefieri dahilinde.
Toplumsal banş girişimleri açısından henüz emeklerne
çagmdayız.
Birleşmiş Milletierin kuruluş gerekçesinde şu sözler vardır:

"Savaşlar insanın düşuncesinde başladıgına gore, banşın


surlan da insan düşüncesinin etrafına dikilmelidir."

Tanm Toplumu ve Ötesi:


Hiroşima'dan Sonra Gülme Dersleri

Bilinen ilk Ornekleri Çatalhöyük'te olan tarım toplumuna


takriben 10.000 yıl önce geçtikten, hayvanlan ehlileşlirdik­
ten sonra av, soylutann sporu. lhtiyaç degil, eglence.
lnsan tarım toplumuna geçmesiyle vahşileşiyor.
Günlük yaşamını avla, topladıgı meyva ve otlarla idame
ettirmekten kurtulan insan, yerleşik düzeninin zenginligin­
de düzenli ordular kurdu, savaşmak ıçın savaşn, savaşı ku­
rumsaliaşurdı. Yunan şehir devleti Sparta gibi bır topluma
geldigimizde toplumun kaltür normu savaş oldu, savaşlar­
da ugur getirsin diye çocuklar Tannlara kurban edildi.
Bireysel şiddetin toplumsallaşrnası, düzenli orduların sa­
vaşları, tanm toplumuyla başlıyor.
Afrika'da Kalahan Çölü'nde, Kongo'nun lruri ormanlann­
da, Arktik'de, Güney Amerika•da Amazon'da, on binlerce yıl

120
önceki kabıle hayauru bugün de sürdürebiten kimi yeriiierin
huzurlu, barışç1l yaşamlannda yok denecek kadar az olan
saldırganlıkJannda, çogunun verdigi en büyük ceza, adetle­
rine uymayanları sorgüne yollamalan. Uunlı yaşamlanyla,
günümüz modem insanı karşılaşnrılmgında, bırakın savaş­
larırnızı, aile içindeki şiddetimiz bile patolojik boyutlarda.
Öldürdakleri düşmanlannın kafataslarını kaynanp, ku­
çültüp, kötü ruhlardan anndırdıktan sonra tekrar düşman­
Ianna iade eden j(varos gibi Amazan'da yaşayan saldırgan­
lıklanyla ünlü birçok kabile de var. Ama elimizdeki bilgiler
savaşların, yerleşik toplumlarda biriktirilebilen maddi ola­
naklarla sürdürülebildigini, savaşçı insan sıfau ve sınıfının,
iş bölümü ve uzmaniaşma sonucu ortaya çıkmasıyla başla­
dıgını gösteriyor.
losanın zamanla vahşileşligini, toplumlarımızda insan
vahşetinin doruga çıktıgını, 20. yuzyıldaki Nazılerin ölüm
kamplan, Japonların Asya'da mezalimi, ABD'nın Hiroşima
ve Nagasaki'de atom bombalarını siviHere karşı kullanması
dogrulamıyor mu? İnsanın uygariaştıkça kendisine güveni
artarken, "ötekine" düşman gözüyle bakması, aşagılaması
ögTenilmtŞ bir vahşetin belirtisi degil mi?
Hele tarım toplumundan sonra toplu halde yaşamaya
başlamamızm acemiliginde birbirimizle boguşur bulduk
kendimizi.
İster başka türlerde olsun, isler insanda, sıkışunlmtŞ or­
tamlarda topluca yaşayaniann davranışlanndaki çarpıcı de­
gişiklerden bıri şiddetin anması. Dunyanın neresinde olur­
sa olsun, kırsal kesime göre şehirlerde cürüm oranı, intihar,
ırza geçme, cinayet daha yüksek.
Toplu halde, dar alanlarda birlikte yaşama geçmişimiz
çok yeni.
Daha alışamadık ... Tersine lopluluk içinde yalnızlaştık.
ABD'de bugün insanlar biraraya gelip gülme dersi alıyor.

121
Modem uygarlıklanmızda, kendimizi dar alanlara sıkış­
tırdıkça, psikologlann kafeslere koydukları farelerde de
gözlemledigi gibi vahşileştik. Daha yeni yeni şehirlerimizi
yaşanır kılmak, insancıllaşurmak, yaşadıgımız şehirlerin de
"vatandaşı" olmak bilincine vanyoruz.
Yeni mekanlanmızda gülmeyi bile tekrar ôgteniyoruz.

Biz mi Savaşıyoruz, Bizi mi Savaştınyorlar?

Yukandaki kısa başlık özetliyor şimdi yazacaklanmı.


Bizler savaş istiyoruz, imparatorlarımız, başkanlanmız,
meclislerimiz de, biz istiyoruz diye mi savaşa gidiyorlar?
Savaşların, içgüdülerimizden, kullurümüzden, savaş yapma
ihtiyacımızdan kaynaklandıgına; kaybedelim, kazanahm,
egemen düzenin, krallarla parlamentolann, savaş yapma ih­
Liyacımıza boyun egip bizim adımıza savaş üstOne savaş
ilan ettigine kim inanır?
Geçmişimiz, egemen duzenin bizi savaştırmak için çeşitli
gerekçelerle kandırmasırun tarihi.
Modem tarihimizde herhangi bir devletin tek bir kamu­
oyu yoklaması, referandumu var mı falaneayla savaşalım mı
diye? Cesaret edebilirler mi tekellerindeki bu en temel yet­
kiyi, kendilerine bu yetkiyi veren bizlerle paylaşmaya? Bel­
ki bu yetkiyi devretmemizi sorgulamadıgımızdan asıl biz
sorumluyuz adımıza ilan edilen savaşlardarı.
Hiçbir tarih çalışması bilmiyorum ki savaşiann nedenle­
rini araşunrken toplumca kabul edilip edilmemişligini in­
celemiş olsun. Hiçbir tarih çalışması bilmiyorum ki savaşla­
rın ilan ediliş gerekçelerinin, gerçek nedeniyle arasındaki
ilişkiyi araştırsın.
lsyanlanmız, egemen düzenlerıo şiddetinin şiddet dogur­
masının sonucu.
Populer bildigirniz devrirnlerimiz, ulusal kurtuluş savaş-

122
larumz kitlelerin talebi, tabandan gelen önlenemez bir dal­
ganın gücünden çok, küçük bir azınlıgm toplumun belirli
kesimlerini harekete geçirmesinin sonucu. Fransız, Sovyet
devrimlerinde de bu böyle, Türkiye, ABD, Hinctistan gibi
ülkelerin bagıınsızlık mücadelelerinde de. Mustafa Kemal,
Vladimir llyiç yola çıkoklannda parmakla sayılacak kadar
azdı cumhuriyeti ya da komünizmi isteyenler. Azınlık ol­
dukları sonradan ikisinin de devrimlerini koruyabilmek
için kurduktan totaliter/otoriter yönetim tarzlanndan, tek
parti sistemlerinden belli degil mi? Fransız Devrimi'nden
bu yana çok iyi bildigirniz gibi her devrim kendi çocuklan­
nı yemedi mi?
14 Ocak 2007'de ABD Başkanı Bush'u televizyonda, Sixty
Minutes adh bir programda seyrettim. lrak'a 20.000 asker
daha yollayacagını ilan etti. Bush televizyona çıkmadan bir
hafta önce yapılan genel seçimlerde halk, tercihini askerle­
rin geri çekilmesini talep eden Demokrat Parti'den yana be­
lirtmişti. Röportajı yapan gazeteci Bush'a anayasanın kendi­
sine verdigi başkomutan yetkisini kullanırken savaşın isten­
mediginin farkında olup olmadıgını sordu. Şu sözlerle cevap
verdi Bush: "Ben yalnız silahlı kuvvetlerin degil, egitimin de
başkomutaruyım. Bir görevim, savaş için halkımı egitmek."
Tarihi boyunca neredeyse sürekli savaş halinde olmasına
ragmen halkı savaşa inanmadıgı için onlan "egitmek" zo­
runlulugunda hisseden Bush, dört yıl önce bu savaşı halkı­
m kandırıp yalan söyleyerek, "Irak kitle imha silahlanyla
bize saldıracak" diye başlarmakla kalmadı, seferber ettigi
güçlerin savaş çıgırtkanlıgıyla saldırganlıgı popülerleştirdi.
Amerikalılar savaş caniısı olduktan, içgüdüleriyle savaşsız
duramadıkları için degil, yalan söylendigi, aidatıldıklan
için savaşı başlangıçta destekledi.
Tıpk1, tarihte başka imparatorluklann, devletlerin mübah
kıldıklan savaşlan destekleyenlerimiz oldugu gibi.
123
Şu an doruk noktasındaki Amerikan emperyalizminin
başlangıcı ve aradaki serüvenleri de, insaniann savaş ihtiya­
cı degil, onları yalanla savaştırmak üzerine kurulu.
ABD'nin dünya çapmda bir güç olması, ilk olarak 19. yüz­
yLlm sonlannda güney yanmkürede İspanyol egemenligine
karşı başlatngt savaşlarla, Filipinler, Meksika ve Küba'yı
kendi nüfuzu alnna geçinnesiyle başlar. ABD ilk savaşı Kü­
ba'da başlanr. Savaş başlamadan önce gazeteler Havana'ya
muhabirierini yollar. Bu gazetelerden biri sonradan Orson
Welles in furUaş Kaııe fılmiyle de ünlenecek, Randolph He­
'

arst'ın sahibi oldugu dönemin en güçlü gazetelerinden New


Yorh ]ounıal'dır. Hearst'ın, muhabiri Frederic Remington'a
verdigi talimat savaş başlayana kadar Havana'dan ayrLlma­
masıdtr. Remington, Küba'dan Hearst'a telgraf çeker:

W.R. Hearst, New Yorkjoumal, N.Y.


"Her şey sakin. Burada sorun yok. Savaş soz konusu degil.
DOnrnek istiyorum.
Remington."

Ve cevap:

Remington, Havana.
"Lutfen kal.
Foto�aflar senden, savaş benden.
WR. Hearst."

Derken ABD, Havana Limanı'nda bulunan savaş gemisi


USS Maine'i, kendi askerlerini öldürerek gizlice infılak eui­
rir, saldm oldugu düzmecesiyle Amerika-Ispanya Savaşı'nı
başlanr. Küba'dan 9.000 mil ötede Filipinleri de İspanyol­
lardan "kunaruken", ulusal direnişte çogu açlık ve hasta­
lıktan ölen 500.000 Filipinlinin katline neden olur. Tokyo
Iimanı'na da, şehri topa tutmak tehdidiyle savaş gemilerini
yerleştiren ABD, daha 1853'te japonya'yı kendisiyle serbest

124
ticarete zorlayarak Onceki Bau imparatorluklarından [arklı
olarak, sömürge edinmeden sOmürgeleşti.rmek politikasını
başlaur. Atlas ve Pasifık Okyanuslannda, Karayiplerde, Ha­
waii'de, Guam'da ele geçirdigi üsleriyle de ABD, imparator­
lugtınu saglama baglar. Türkiye'de de Halide Edip ve arka­
daşlarının, emperyalizme karşı ABD'den "Filipin tipi man­
da" talepleri bu döneme denk gelir.
ABD, Lkinci Dünya Savaşı'na, kimilerine göre önceden ha­
berli oldugu, japonların Pearl Harbor saldınsı gerekçesiyle
girer. Ancak bu karar alu ay once, lngtllere'nin savaşı surdü­
recek parası kalmadıgını söyleyen Churchill'le Roosevelt'in
Kanada kıyılannda bir savaş gemisinde yapukları gizli top­
lannda alınmışur. Toplantıda ABD Başkanı, Churchill'den,
savaşa girme karşıJıgtnda masranarını ABD'ye faiziyle Odeye­
cegine, ilaveten ıngiltere'nin müstemlekderindeki özel tica­
ret haklanndan da vazgeçeceginin taahhüdünü alır. Karayip­
lerde ve Kanada'da kimi askeri üslerini de ABD'ye devreden
ingiltere, savaşa katktsmm karşılıgı, % 2 [aizli elli yıllık bor­
cunun son taksidini 29 Aralık 2006'da ABD'ye Oder.
ABD'nin Vietnam Savaşı için parlamentosundan yetki al­
ması da düzmecedir. Başkan johnson, "uluslararası sularda
Vietnam gernilerimize saldırdı" yalanıyla Kongre'den savaş
yetkisi alır. ABD'nin yenilgisiyle sonuçlanan, bir milyondan
fazla Vietnamlının oldünildügü savaş yıllarca sürer.
lrak malum. Anglo-Amenkan emper>•alizmının yapışık
ikizleri, Saddam kitle imha silahlarıyla Bali'ya saidıracak
yalaruyla savaş suçlan nı işlemeye koyuldu.
ABD istisna degil. OsmarıJı hangi gerekçelerle Viyana ka­
pılarına dayandı, lskender Makedonya'dan Hindistan'a ka­
dar ordularını peşinden sürüklerken neler anlattı, Cesar
Rubicon'u neden geçti? Belki de hesap verme konumunda
olmayan imparatorların ganimet vaadleri, kitlelerin tann­
Laşrndıgı imparatorlara kullugu yetiyordu.

125
Tarihi ununurmanın en kolay yolu, Olülerimizi yeni sa­
vaşlara da davetiye çtkaran saygı tOrenleritnizde tarihi ko­
nuşmalarla anmak. Oysa Birinci Dünya Savaşı bittikten
sonra Avrupa'da çürüyen cesetleri toplama ihalesini kaza­
nan Yorkshirelı bir Ingiliz şirketi, "mıntıka temizliginden"
sonra da ölülerin kemiklerini bir zamk fabrikasına sattı.
Bugün Avrupa'nın en ücra koylerinde bu askerlerin anısına
anıtlar var.
Tarihi yazmanın en kolay yolu "neden" gibi rahatstz edici
sorular sormamak.
Tarihte hiçbir savaş "Biz istiyoruz" diye başlamadı.
Tarihte birçok savaş "Biz isuyoruz" diye bitti.
Yapılan tüm savaşlar düşmana degil, bize karşı.

lnsanm Olaganüstü Başansı

Aydınlann gelecegimiz için kOtOmserligi yetmiyormuş gi­


bi mürit peşindeki dinlerimizin cehennemden kurtarma id­
diasıyla acımasızca yargıladıgı insanın, ne Tanrı'ya ne de
dünyaya layık olmadıgını asırlardır sOyler dururuz.
Dünyamızda halen de yaşayan cyano bakterisinin dön
milyar yıldan uzun geçmişi varken, herhangi bir tOrun or­
talama ömrü birkaç milyon yıl stlrerken, tarım toplumunda
düzenli bir şekilde birarada yaşamaya başlayalt en fazla
10.000, modern insan dedigirniz homo sapiens sapiens türO­
müz Afrika'dan çıkıp dünyaya ya)'llalı daha 100.000 yıl ol­
madı. Ktlltür evrimimizde birlikte yaşamamızın suresi açı­
sından emekleme çagmda bebek bile degiliz.
Başlangıcın başlangıcmdayız:.
Yeter ki, dünyayı yok etmeden gelişip olgunlaşabilelim.
Türüroüzün kısa geçmişine bu açtdan bakugımızda bu-
gün geldigirniz yerle ne kadar Ovünsek yeridir.
Birkaç yüzyıl Oneesine kadar krallarla imparatorlanmı-

126
zın, Tanrı'nın yeryüzünde temsilcileri olduguna inanıyor,
buyruklannı baş tacı ediyorduk.
Birarada yaşamamn ilkelerini Evrensel lnsarı Hakları Be­
yannamesi'nde dile gelireli yüz yıl olmadı. Vicdanen savaş­
mayı reddetmek demokrasilerde vatandaş hakkı. Budistler,
Quakedar gibi milyonların mensup oldugu dinler savaşa
karşı. Yaktn zamana kadar kadının erkekle eşit olmamasını
dogal karştlıyorduk. Daha annemin Amerika'da okudugu
yıllarda Harvard mezunu kadınlar, ögietmenlikten öteye gi­
demiyor, okul müdfın1 olamıyorlardı. Binlerce yıl gündelik
yaşamımızın parçası olan kölelik yasaklanalı 200 yıl olma­
dı. Peygamberimiz diye yücelttigirniz Hz. lbrahim'in oglu­
nu Tanrı'ya kurban olarak sunmasını inancımızın gösterge­
si diye övündügümüz günlerden, birçok ülkede idam ceza­
sını kaldırdıgımız günlere geldik.
Dünyada bu kadar boş alan ,varken, kendimizi sıkışık ko­
şullarda yaşamaya mahkom ettigirniz halde, daha büyük fe­
lakeller yaratmamış olmamıza, türtimüzün kendisini koru­
ma içgüdüsüm1n başarısı diye bakabiliriz. lnsanın, toprak­
tan, dogadarı kopup, göklere yükselen binalarda, altlı üstlü,
birbirini tanımadan, birbirine selam vermeden yaşayabil­
mesi, ibret vericiyse de, en ters koşullarda bile yaşamasını
becerebilecegimizi göstermesi bakınundan umut verici.
1lk insan topluluklarında doga ile denge içinde var olma­
mız kendiliginden oluşan bir yaşam biçi.miydi. Dünyanın
gelecegini tehlikeye soktugumuzun bilincine varmamızın
otuz yıllık geçmişi var yok.
Dogarun duyarhlıgına, dünyanın kırılganlıgına dikkati­
mizi çekerek yeni teknolojiler ve yaşam biçimlerimizin ya­
ramgı tehlikelere bizi ilk uyaran Murray Bookchin'in Th�
Synthetic Environment (Yapay Çevre, 1961) ile Rachel Car­
son'un Silent Spring (Sessiz Bahar, 1962) kitaplarının yazı­
lış tarihlerini duşünlirsek, dunyayı korumak üzere imzala-

127
nan Kyoto Protokolu'ne bu kadar kısa zamanda varmamız,
rurümü.zun olaganüsLü gücünün, ögrenmeye ve degişmeye
açıkltgmın, esnekliginin ifadest.
l skoçyalı Charles Lyell, 1830'da ]eoloji'nin 1/keleri kiı.abım
ve bu kilapı.an büyük ölçüde etkilenen arkadaşı Darwin
1859'da Türlerin Kökeni'ni yazana kadar, dunyamn ve insa­
nın 6.000 yıl Once yarauldıgına inanırken, bugün tarihin
nesnesi kadar öwesi de oldugumuzun bilincine vardık.

Losanın Insanı Kötülernesi

Bu kadar kısa bır zamanda kendimizi sorgulamaya başla­


dıgımız, evnmımızı bile denelleyip yönlendirme konumu­
na geldigirniz halde türümuzü yerrnekten kunulamıyoruz.
Kötümserligimizin çaresizliginde günümüzü gün etmek is­
uyor, "benden sonra tufan• diyerek ahlak degerlerimtzin yı­
kılmasına, sevginin yok olmasına, bencılleşmemizle isten­
medik degişim karşısında edilgen kalıyoruz.
Kötuye baka baka, her şeyin kötüye giuigiru düşüne düşü­
ne, sOyleye söyleye, her şeyin kötüye gitligine şartlandırma­
dık mı kendimizi? Olumsuz tavnmızın boyundurugunda,
kerrac eecveli ezberimizde her şeyin kötüye gittigini, düşün­
meden sOyler olmadık mı? Çabuk yemeye, çabuk konuşma­
ya, çabuk tüketmeye ahşugımızdan, farkında olmayarak tek­
rarlann girdabında kendimizi kovalamaya başlamadık mı?
Biz degı l mıyiz anlık doyumlarla hayatın doyumsuzlu­
gundan yakınan?
Çaresizligimizin umutsuzlugunda, köktenci akımların
peşinde, kuısal kiı.aplann son savaşına, kıyamet gunune so­
yunuyoruz.
Dünyayı degtştiremedigımiz, gidişinden memnun olma­
dıgımız, ümitsizlige kapılıp gelecek[en ürktügümuz bugün­
lerde, ulusal ı.arihlerimizi kekelemek, dualanmtzı tekrarla-

128
mak yerine, en geniş bir taribt açıdan, başlangıçtan bugüne
nereden nereye geldigimizi gözden geçirmenin zamaru.
Gelecegin tarihçilerine mirasımız kendimizi tarumamız,
kendimizi tanıma çabamız olsun.

KimHk P�inde Kıyamet

Türüroüzün tarihi, aynşmamızın, aynşmamızın bilinciyle


farklılaşmamızın, farklılaştıkça cepheleşmemizin tarihi.
AvcHoplayıcı günlerimizde dogaya karşı var olma çaba­
mızla, işbirligi ve dayanışma içindeydik. Bölündükçe bölün­
dük. Dogayı dönüştürerek var olma serüvenimizde, alet kul­
larımasun ögrenip yeni aletler geliştirdikçe, i.şbirliginin yerini
işbölümü almaya başladı. Kültürel anlamlar yükleyip kadın
erkek rollerini, güce güvenip yöneıenle yönetilenin aynştıgı
toplumlar oluşturduk. Aitliklerimiz çeşitlendi; ruhhanlar
ruhhan bilinciyle, koleler köle bilinciyle kendilerini tarumJar
oldu. Dinlerimize, dülerimize göre aynşuk. kabilelerimizle,
bayraklarımızia kah önüşen kah zıtlaşan kimlikler edindik,
cemaatlerden cerniyetlere geçtigimizde bireyi keşfettik.
Günümüzde aitliklerden geçilmiyor. Çok kültürlülügün
farz oldugu postmodern toplumlanmızda hem çok kimlikli
olduk hem de başkalarına benzememek için azınlık. Aitlik­
lerio mini iktidar savaşlarıyla, kimJik modalan yanşında,
aynı kişi kadın. anne, feminist, eşcinsel, Kün, Müslüman.
aydm ve başka birçok kimlikle, kendisi olmak yerine, çeşit­
li ortamlarda farklı farklı akımlarm mensubu olarak boy
gösterir oldu.
Çok kültürlülügü bölücülük olarak gören, tek kimlikli
kalanlanmız ise din, bayrak savaşlannda kalkan yaptıklan
tarihi aitliklerinin tutsakları.
Agaçlardan ormanı göremez olduk.
Tarihimizin bu aşamasında kendimize bir tür olarak bak-
129
mamızın zamanı geldi. Geldi çünkü serseri mayın konumu­
muza dur demenin, kendimizi ve dünya)'l korumanın baş­
ka yolu yok. Sokrates Hd bin ytl önce, "Kendini tanı" de­
mişti. Kendimizi tarurlıkça başkalannı tanımaz, başkalannı
kuçümser, dışlar olduk. Başkalanna karşı oldugumuzu gös­
termek anlamında "biz" olma)'l tammlarken ipin ucunu ka­
çırdık. "Biz erkekler", "Biz kadınlar", "Biz Müslümanlar",
"Biz aydınlar", "Biz Amerikalılar" diye kendimizi tarumlar­
ken hepimizin "BlZ" oldugunu unuttuk.
lnsan olarak kendimize, .. Biz ınsanlar" diyebilmemız için
bizden farklı, bize tehdit oluşLUrabilecek paralel evrenlerde
yaşayan yarallklar mı gerekiyor? "Biz" olabilmemiz için
uzayWarın dunyaya saldırması, kıyametin habercisi bir gök
taşının dünyaya yaklaşması mı gerekiyor? Dönme dolap ki­
şilıklerimizle aynı istikamete giderken ne birey olabitiyoruz
ne de "biz". Önce dogaya saldırdık sonra birbirimize.
Sıra homo saprens sapiens olma bilincimızin gelişmesinde.
Gelecegin insanlanna, tarihçilerine, kendilerini tanıma fır­
satının yolunu belki biz açabiliriz

Dönme Dolaplarda Ozgürlük

Evet, okullanmızda ezberle yeliştirildik.


Evet, iktidarların kalebemleri gibi koşullandınldık
Evet, bılimi kullanacagımıza, bılime tapok.
Ya şimdi?
Geçmişi hep bir a�zdan eleştirir, geçınışten özgürleşrnek
için çabalarken şimdi de yeni bir ezberimiz var.
Birey.
Heddimiz birey olmak.
Evet, farklıytz.
Evet, izcı vatandaşiann degil, Ozgür bireylerin toplumu­
nu istiyoruz.

130
Ama şunları da unutmayalım.
Emik, dint, cinsel kimlikleTimizle binbir gruba bölünüp
haksızlık en çok bize yapılıyor diye adımızı duyurma yanşın­
da kimlik politikalarunızm gönOUü tutsaklan olurken, başı­
boş bırakngumz iktidarlan bir o kadar daha güçlendirdik
Evrensel degerierin hepimiz için geçerli olacagt bir dünya
kurmak yerine, bu degerieri ancak kendimize şemstye ola­
cak ölçüde benırnser olduk.
Aydınlanma'dan bu yana bir tür dini inanca dönüşen po­
zitivizmden kurtulalım derken, her şeyin göreceligini abart­
ugımız postmodernizmin kaygan, zeminsiz ortamında bir­
birinden anlaşılmaz düşüncelerin sagırlar diyalogunda kay­
bolduk
"Ben bireyim" diye, bize dayaulan çoktan seçmeli özgür­
lük ştklarınm edilgen tüketicileri olurken, lunaparklanmı­
zın dönme dolaplannda yönsüz kaldık.
'"Ben bireyim" diye farklılıgımızı yüceltirken, küreselle­
şen karar odaklan için cüceleştik, hepimiz istatistik olduk.
"Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz ıçin" diyenleri gele­
cekte bir tek Alexander Dumas'nın Üç Silahşorler'inden, da­
yanışmacı toplumların özgür bireylerini Nazım Hikmet'in
..Yaşamak bir agaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeş­
çesine" dizesinden mi bilecekler?
tık modern roman Don KişoL'Ia birlikte, edebiyatımız ister
katil olsun ister aşık, hep kendi kaderini çizen bir kahrama­
nın öyküsü. Oglumuz Dogan geçertlerde bu yapayilktan ya­
kındı. Don Kişot'La kadim dostu Sancho Pancho birliku�. yo­
la çıkarlar, onca yol kateder, başlanndan birlikte bunca olay
geçerken, öykumüz Don Kişot'a aiuir. 20. yüzyda geldigi­
mızde kahramanlardan kurtulan tek tük yazarlanmız, bunu
ancak düzenin beklemilerine karşı çıkan Jaroslav Hasek'in
Şvayk'ı, joseph Heller'in Yossarian'ı gibi anti-kahramanla­
nyla yapabildL Bir türlu vazgeçemedigimiz kahramanların

131
izini karşu kahramanlarla sürdurduk. Samuel Beckett'a gel­
digimizde, sahneye bile çıkmayan başka bir kahramanı Go­
dot'yu bekler dururuz.
Gunluk yaşanumızda hangimiz kahramanız ki? Yalnızlı­
gımızda hacalarken kahraman mı olmaya özeniyoruz? Ce­
maatlerln, ailelerin parçalanmasıyla bırlıkte hepimiz kendi­
mizln yalnız kalmış baş kişisiyiz o kadar. Romanların kah­
ramanlannda, kendimizin abanılmış, dev aynasına yansıul­
mış hayatlarını okuyoruz. Roman kahramanlarını benimse­
memiz kendimize tutsaklıgımızla kahraman yaratmanın
kolaylıgına sıgınan romancıların ifadesi.

Asya'da Atı Ehlileştiren,


Afrika'da Zebrayı Niçin Ehlil�tirmedi?

Yunan tragedyasında, kahramanın kendini üstün görüp,


her şeye muktedir sanması hali diye bildigirniz hubris, du­
ş\lşünun, hazin sonunun nedeni olur; kahramanımız kibi­
rinden Oturü Tannlar tarafından cezalandmlır.
Tur olarak aynı halden mustaiibiz.
Evrim sürecimizde dıger hayvanlar üzenne kurdugumuz
hakimiyet sonucu, kendimizi Ostun ılan etmemizin ibret
vericiliginin farkında degiliz. Sanki hayvanlan ehlil�tire­
bilmemiz nelere muktedir oldugumuzun ifadesi. Bu bece­
rikliligımizden degü de, kimı hayvanların ehlileştinlrneye
yatkınlıgından kaynaklanmıyor mu?
En akıllı biziz diye kendi kendimizi aklımızia taçlandırdı­
gımız tahumızdan Descanes, hızden başka yarauklann ru­
hu olmadıgını ilan etti. Tek Tanrılı dinlerimi.zın cennetle­
rinde de ruhsuz addetLigimiz hayvaniara yer yok. Her şey
bizim içın. Tanrılarımız yaroyarnmış gıbi, onlara insan kur­
ban euik. Onları, insan, haua erkek olarak hayal euik, tapı­
naklanmızda insan gibi resmetuk, çöllerde peygamberleri-

132
mizle insan gibi konuşturduk. Işte uygarlıgımızm paha bi­
çilmez harikalanndan Mikelanj'ın Vatikan'da, çıplak bede­
nini tülbentle örtmüş, saçı sakalı birbirine karışık tanrısı.
Yeryüzünde kurdugumuz insan merkezciligimizin tahtın­
dan, eski roketlerimizin çöplügü yapugımız uzaya da hük­
meden biziz. Hele tek Tanrılı dinlerimizle batı! inançları­
mızdan, Aydınlanma'yla da Tanrı'nın delaletinden bagım­
sızlaştıgtmızı iddia ettigim.izden bu yana, tarihimizden, ya­
nnımızdan sorumlu olan, ona yön veren tek bizmişiz gibi
davranıyoruz.
Böylece tarih yazınımız insanın yaptıklarından, insanın
insanla mücadelesinden ibaret kalıyor.
Tarihimizi, bilimsel oldugu iddiasıyla sınıf savaşı gibi ka­
nunlarla açıklayanlanmız oldugu gibi, güçlü liderlerin tarih
yaramklarına inananlanmız da az degil. Bunlara inanır,
bunları yazarken, evrim halinde bir yaratık oldugumuzu,
evrimimizin çevremizle, dogayla ilişkilerimiz sonucu ger­
çekleştigini göz ardı ediyor, tarihimizi bu dognıltuda yaza­
rak gelecegin tarihçilerini de yanlış yönlendiriyoruz. Evet,
tür olarak geliştikçe çevremizi denedemeyi ögrendik. Ama
nerelerde nasıl barındıgımız, neyle beslendigimizi, hangi
hayvanları ehlileşlirip ehlileştiremedigimizi, hangi toplu­
lukların neden tarıma geçemedigini çevremiz belirlemedi
mi? Asya'da atı ehlileşliren, Afrika'da zebrayı neden ehlileş­
tiremedi?
Tarihimizi yazarken vurgumuz insanı çevresinden soyut­
lamak oldu. Akdenizde donanmalarımızın zaferleriyle im­
paratorluklar kurabildiysek, Akdeniz havzasında deniz, ge­
mi yapa yapa kuraklaştırdıgımız ormanlanmız vardı. Cen­
giz Han, sınırlan bir uçtan digerine uzanan koca kara impa­
ratorlugunu, kıtalan boydan boya kateden atları olmasaydı
kurabilir, İslam ordulan Arap çöllerinde, Afrika'da devesiz
zafere ulaşabilir miydi? Truva gibi deniz kıylSında kurul-

133
muş şehirlerin, sular çekilince tepelerde kalmış kalıntıları
örnek olarak dunnasma ragmen, d oganın tarihimizi nasıl
belirlediginin üstünde istisnahr dışında durmadtk.
Farklı çevrelerden gelenlerin tarihlerinin farklı oldugu gibi,
çevremiz farklı olsaydı tarihimiz de bildigi:mizden farklı ola­
caktı. Tarih yazınımuda çevrenin rolünü unuttuk� unuttuk,
insanın rolünü abanukça abaırtuk. lklim degişiklikleri, bek­
lenmedik bir şekilde yagmurlann azalması, havanın ısınması
ya da soguması, kimbilir tarihimizi, nerelere neler ekip eke­
mec 'gimizi , nerelere göç ettigimizi nasıl etkiledi? Kayıt lan
tutulmadıgı için şimdilik bilemiyoruz. Yakın bir zamana ka­
dar insaru, dogasından soyutlayarak yazdık Geçmişi irieele­
yen yeni teknolojilerle tarih yeniden yazılabilir. Yazılıyor da.
Yeter ki tahumızdan ineli m.
Kapıdaki felaketin korku ve telaşında, küresel ısınınayla
kutupların eriyecegi, yüzyıhmız bitmeden Londra'nın, New
York'un sular alunda kalabilecegi olasıhgıyla, yeni yeni far­
kına varıyoruz doganın belirleyici rolünün. Ben bu saurları
yazarken, Pasifik adalannda Vanuatulular dön bin yıldır
yaşadıklan toprak larını terk etmekteydi. Bengal Körfezi'n­
deki Lohachara Adası dünyamuda bu nedenle terk edilen
ilk yerleşim yeri. Suların alunda kaldı. Lohachara artık sa­
dece haritalarda var. Burada yaşayanlar Sagar Adası'na yer­
leşmiş. Orası da yavaş yavaş yok olmakta.
Operalanyla, s enfoni leriyle kültürüroüze izle rini bırakan
Schubert, Brahms, Dvorak, Donizetti, Verdi, Pucci ni' ni n ad­
lanm verdigirniz Pasifik adalannın da batmaya aday olması
uygarlıgımızın ne denli dogaya baglı oldugunun bir hanr­
Iat ması mı?
Çevrenin tarihimiz üzerine etkisinin incelenmesi sosyal
bilimlerde yeni dogmakta olan bir alan. Ta 20. yüzyllın or­
talarına gelmemiz, Bloch, Febvre, Braudel ve Annates Tarih
Ekolü'nü beklememiz gerekci bu adımın aolabilmesi için.

1 34
Bugünlerde okumakta oldugum Michael Cook'un yazdıgı A
BriefHistory of the Human Race (Insanm Kısa Tarihi) gioi ki­
taplar bu yaklaşımın tek tük örneklerinden. Gene de, tari­
hin cografya, jeoloji, antropoloji, psikoloji, biyolÇ>jiyle ortak
alanlarda buluşması yaygınlaşıyor. Çevremizle diyalektik
ilişki içinde oldugumuz anlayışıyla, tarih bilincimiz, tarihi�
mize nasıl baktıgımız da degişecek.
Hükmedenleri hükmetmekten kurtaracak ancak kendile­
ridir. Tahumızdan kendimizi indireJim ki, türnınüzün gele­
cegini, geçmişimizin kibirinden özgür kılahm.
Tarih, insanın yapuklanndan da öte, insanı insan, dünya­
yı dünya, evreni evren yapan her şeyin toplamı.

"Savaşta Ne YapUn Baba?"

Gelecegin tarihçilerine bırakaca�mız miras, yaptı�mız


kadar yapmadıkJanmızla ilgili.
"Savaşta ne yapun baba?" diye sorulunca susakalmadı mı
Hitler [aşizminin kuşaklan. tleride, her zamankinden çok,
yapuklanımzla degil yapmadıklanmızla yargılanacagız.
Nümberg yargıçlanndan Drexel Sprecher bir millakann­
da şöyle demiş:

wMasum birisini öldürme emri alan askerin, kafasına silah


rumlana kadar emre karşı çıkması gerekir. Gene de, cina­
yete suç onakhgmdan mahkam olabilir. n

Toplum olarak itaate duyarlılık konusunda Lotaliter ku­


rumlann başında gelen ordunun da gerisindeyiz. ltaatin
esas oldugu orduda bile arnk, emir kabul edilemez oldu­
gunda asker, karşı çıkınazsa suçlu sayılabiliyor.
Nürnberg Mahkemelerinde ifadesini bulan, askerler için
hukuk anlayışına, sivil yaşantırnızda doktorluk'gibi insanın
yaşamını kutsayan mesleklerimizde bile varamadık

135
Babam Aydın'da genç bir doktorken mesleginden nasıl
pişman oldugunu anlatmıştı. Birisini idam etmişler. Ölü ra­
porunu irnzalayacak. Lnfazı resmileştirecek hükümet tabibi­
ni bulamamışlar. Adam meydanda sallanıyor. Babamı bulup
raporu imzalatmışlar.
Uluslararası Af Örgütü doktorlan, infazda hazır bulunup
tutanaklan imzalamalan Hipokrat yeminiyle bagdaşmadıgı
için, dünya çapında bir kampanyayla, tabip odalan kanalıyla,
bu görevi kabul etmemeye çagırdı. Çagnya kulak asılmadı.
Uyumlu doktor vahşetinin başka bir ömegini çocuklugıtm­
dan haurlıyorum. Yıl 1962, Yassıada, istanbul. Askert mahke­
menin idam karan üzerine Adnan Menderes, gizlice biriktir­
digi uyku haplanyla intihara ıeşebbüs eder. Doktorlan Men­
deres'in midesini yıkar, hayanm kurtanr. Nedense giderayak
prostat kontrolü yapma geregini de duyar, alelacele yazdıklan
''Saghgı yerindedir" raporuyla Menderes'i idam sehpasına
yollayıp, ölü raporunu imzalarlar. Kirndi bu doktorlar diye
merak etmişimdir. En kutsal mesleklerimizden diye bildigi­
rniz up mensuplan, vahşete bu denli uyumluysa, bizim hali­
mizi, nelere muktedir oldugumuzu düşünmek ürpertici.
Uyum saglamak, toplumdaki yerimizi korumaktan öte,
başımızın belaya girmesini önleyebiliyor. Güvende bisset­
medigimiz toplumlarda uyum saglayarak, kendimizi, yakın­
lanmtz.ı koruyabiüyoruz. Uyum saglamanm toplumsal be­
delini de böylece kuşaktan kuşaga aktarmış oluyoruz. Ço­
cukların, "Savaşta ne yaptın baba?" sorusuna verilerneyen
cevaplar, veremedi�miz cevaplar bu bedelin ifadesi.

Bir Varmış Bir Yokmuş, Almanlar Otoriter,


Amerikalılar Demokratm.ış...

tkinci Dünya Savaşı'ndan sonra sosyal bilimciler, totaliter


rejimlerde yaşayan Almanlarla japonlann herkesten farklı
136
olduklannı ileri sordu. Adorno, Horkheimer gibi dönemin
saygın düşünürlerinden oluşan Frankfurt Okulu, işi Alman
ulusunun kendilerine özgü otoriter kişili�i oldu�na kadar
götürdü. Kuramın cezbesine kapılan sosyal bilimciler, "olO­
riter kişilik" olduguna göre "demokrat" kişilik de vardır id­
diasından hareket ederek, savaş1 kazanan Amerikalıların
demokrat kişiliklere sahip olduklannı söylediler. Oysa,
ikinci Dünya Savaşı'nda Avrupa'yı ırkçı "otoriter" Nazi reji­
minden kurtarma iddiasıyla gelen "demokrat" ABD ordula­
nnda tecrit edilen siyahileri o beyazlarla aynı bardaktan su
içmesi bile yasaktı. Ayn taburlarda, ayn barakalarda, ayrı
kantinlerde yiyip, içfp, yatttlar.
Otoriteye karşı şiddete uyum egilimimizin hepimizde ol­
dugunu, iki psikolog, Zimbardo ve Smith 1 960'larda yap­
nklan hapishane ve ögrenme deneyleriyle gösterdi.
California'da üniversite ögrencilerini gardiyan ve mahpus
diye iki gruba ayırıp, deney için kurulan hapishanede ög­
rencilerin davranışlarını gözleroleyen Z.imbardo, gardiyan
deneklerin, hapishane koşullannda sınıf arkadaşianna gös­
terdigi beklenmedik şiddet karşısında, deneye son vermek
zorunda kaldı. tkinci araştırmada, gene üniversite ögrencisi
olan deneklere, cezanın ögtenme üzerinde etkisini araştıra­
cagını söyleyen Smith, yantış cevap verenlere, kontrol pa­
nelinde "Az"dan "Çok tehlikeli"ye kadar farklı dozlarda be­
lirtilen elektrik şok uygulamalarını istedi. Denekler, -şok
makinesi göstermelik oldugundan- bilerek yanlış cevap ve­
renlere, .şok verilince acı çektiklerini göstermeleri için gizli­
ce talimat verildiginden bihaberdi. Onların, "Ölecegi.m",
"Dur", "Yapma" haykınşlanna ragmen, Smith'in "Devam
edin, bilimin ilerlemesine katkıda bulunuyorsunuz" deme­
siyle ögtenciler, ibrenin "çok tehlikeli" göstermesine rag­
men elektroşok vermeyi sordordüler.
Elki altında ne denli edilgenleştigimizi gösteren bir başka

137
deneyde de, deneklere, birinin digerinden kısa oldugu ilk ba­
kışta belli olan iki sicimden hangisinin uzun oldugu sorulur.
Cevap veren ilk on bir kişiye, önceden gizlice talimat veril­
miş, kısa olana uzun demeleri istenmiştir. Sıra denege gelin­
ce, öncekilerin dediklerine uyarak, kısa olana o da uzun der.
Bu araştırmalara ragmen uyumu, tüm olumluluklarıyla
kabul ediyor; uyurnun saglıksız ve patolojik olabilecegin­
den söz etmiyoruz.

Tuvaluluyuz Hepimiz: Uyumlu insanın Aymazlıgı

Güney Pasifik'te Tuvalu, yakın zamana kadar donyanın


en yoksul üç ülkesinden biriyken, bu 1 1.000 kişilik ulus
devlet, internette kendisine verilen "rv" adresini 40 milyon
dolara bir California şirketine satınca, bölüşülen parayla
herkes bir gün içinde zenginleşiverdi. Ancak Tuvalu yok ol­
mak üzere. Deniz seviyesinin oç metre üsründekı bu ada
devletinin, küresel ısınma sonucu 15-20 yıl sonra suların
altında kalması bekleniyor. Gene de, ellerine geçen parayla
kapitalizmin tüket-at ruhunu bir çırpıda benimseyip uygu­
lamaya koyan Tuvalulular, harıl hanl otel, lokanta, gece ku­
lübü, hatta mezarlıklannın üsrüne bar bile inşa ediyor, ada­
Jannın yollarını asfalllayıp genişletiyorlar.
Tuvaluluların yeni yaşam tarzıyla birlikte ada halkında
aşın şişmanhk, şeker hastalıgı, yüksek tansiyon baş göster­
miş; adanın kimi cennet köşeleri oto mezarlıgına dönüş­
mCış; eskiden birbirleriyle sorgusuz sualsiz her şeylerini
paylaşanlarda cemaat ruhu kalmamış; her koyun kendi ba­
cagından asılır anlayışı yerleşmiş. Dünyada çevreyi en çok
kirleten ABD'yle, kişi başına en çok kirleten Avustralya'yı,
kuresel ısınınayı hızlandırdıkları için Tuvalu'nun batmasm­
dan sorumlu tutup, dava etmek isteyen Başbakanlan Koloa
Talake'ye de ilk seçimlerde yol vermişler.

138
Tuvalulular, memleketlerini terke zorlanacaklannı bile
bile, htzla yaklaşan son gelmeyecekmiş gibi tüketim çılgın­
lıgına uyum saglarken bizden farklı mı davramyorlar?
Dünyayı yaşanmaz kılar, başka gezegenlerde gelecegimizi
ararken ulus devletlerimizin savaşlanru da uzaya "yolcu be­
raberinde" götürmeye niyetleniyoruz.
Uyumlu olmamızı kamksayıp sorgulamamamız bizi
uyum milptalası yaptı. ldealimiz ahenk ve düzen. Tür ola­
rak patolojimiz o halde ki düzeni uyumlu, insanı uyumsuz
görüyoruz. insanı anlayabilmek, kendimizi tanıyabilmek
için Alman psikiyatristi Wilhelm Reich'ın çoktan unutulan
şu sözleri belki her zamankinden geçerli:

"Asıl araştırılması gereken, neden aç insanın çaldıgı ya da


sömürülen adamın grev yaptı�L de�. neden aç insaniann
ço�nun çalmadıgı ve sömürülenlerin çogunun greve gil­
medigidir. n

Staj yapugım psikiyatri kiliniginin bekleme odasının du­


vannda, insana haddini bildiren bir yazı vardı:

"Dünyayı degişlirmeye: kalkışacagına kendini degiştirme­


ye bak!"

Kendimizi degişlirerek, çevremizle bütünleşerek, işken­


ceye, açlıga, vahşete başkaldırmayarak dünyaya uyum saglı­
yoruz.
Uyumsuzlar, dünyaya isyan edenler.
"Deliligim insanlıga karşJ duydugum sevgidir" diye yaz­
mış, Nijinsky günlügünde.
Ailesi tarafından defalarca cinsel tecavüze ugrayan çocuk
susuyor, ailesine uyum saglıyor.
Çocuk yapmamak için sevişıneden önce prezervatif ta­
kanlara cehennem ateşinde yanacaklarını söyleyip milyon­
larca insanın dalaylı olarak AIDS'den ölümüne neden

139
olurken, Papa Yarikan'daki selefierinin ögretisine, uyum
saglıyor.
Son kahvesini içmeden önce, kamera önünde veda mesa­
jını okuyan intihar bombacısı cennete gidecegine inanıyor.
Şehit diye anıldıgtnda, kahramanlaştınldıgmda, o cemaali­
ne, cemaati ona uyum saglıyor.
Hükümetleri, Hiroşima ve Nagasaki'ye atom bombası
atıp yüz binlerce sivil katiettikten sonra, New York'ta, Ti­
mes Square'de coşkuyla toplanan Amerikalılar, savaşın biti­
şini kudarken ülkelerine baglıltklanna, sona eren savaşın
zaferine uyum saglıyor.
Toplum olarak başımıza gelen felaketierin önemli bir kıs­
mı son derece uyumlu olmamızdan kaynaklanmıyor mu?
Biz degil miyiz egemen düzene uyumu, ahlaki degerieri­
mizin üstünde rutan, vicdanımızı susturan? Biz degil miyiz
ahlak adına iktidara soyunanlara vicdanımızı teslim eden.
Gene biz degil miyiz, savaş insanın kaçınılmaz hali di­
yenlere, uyumlu uyumlu başıllliZl sallayan?
Gündemde olan, oyunun kurallannı degil, oyunu degiş­
tirmek.
Belki terslik daha tarım toplumu günlerimize, dogayla
uyumlu yaşamımızdan çıkıp, dogayı bize uydurma gayret­
Ierimize dayanıyor. Dogayı zap:t etmenin, kendimizi diger
canlılardan farklı kılmanın zafer sarhoşlugunda türümüzün
iktidanm ilan ederken, insanın insana kullugunun da to­
humlarını atuk. Avm başarıyla sonuçlanması için birbirine
uyumlu olması gereken insanı, işbirligi yerine, boyun eg­
meye uyumlu kıldı.k. Egemenlerin murlak gücüne karşı,
kendimizi ancak sıgmabildigimiz cemaatlerimizde güvende
hissettik. Zamanla, baskı toplumlan ve cemaatlerin tekdü­
zeligine tepldmiz, haklanmızı devlete karşı güvenceye al­
mak için yapugı sosyal kontratlarla, teknoloji ve bilimin ge­
lişmesi için de gerekli olan yaratıcı uyumsuz bireyde ifade-

140
sini buldu. Günümüzdeyse, çaresizligimizden sıgındıgımız
aidiyediklerimizin esenligimize çözüm olmadıgını fark et­
menin şaşkınlıgı, dogaya yeniden uyum saglayabilmek için
dayanışmacı bireylerin arayışı içindeyiz.
lsLatistiklere göre, 2006'dan beri Lürümüzün yarısından
fazlası, yoksulluk ve cürüm varoşlanyla kuşatılmış, kendi
hallerine terk edildikleri şehirlerde yaşıyor. Gelecegin şe­
hirleri Dubai'deki mimari barikalann degil, Kahire mezar­
lıklarında, Rio varoşlarında yaşayan milyonlarm dünyast.
Dünyayı bu konuma getiren egemen düzen, insaniann ne­
den aç bırakıldıgı, neden sömürüldügü sorusunu bir kez
daha gündeme getiriyor.
Çıkarlarımız öyle gerektirdigi, vicdanlanmız rahatladıgı
için bu temel soruyu sormayı, sosyalizmin çökmesiyle ar­
tan sosyal adaletsizlikle, dünya nüfusunun % S'inin dünya
zenginliklerinin % SO'sine sahip oldugu bir ortamda, Karl
Marx'ın her zamankinden daha fazla geçerli olan kapitaliz­
min eleştirisini unutmadık mı?
Sormadıklanmızı haurlamanın zamarn gelmedi mi?
Dünyayı hepimiz için daha yaşanmaz kılarken, bir yan­
dan her konuda uzmanlaşmamızın aymazlıgı içirıdeyiz. Ay­
rıntıları keşfederken bütünü göremememiz, geleceklen ba­
kıhnca, "güler misin aglanacak halimize" dedirtecek absürd
bir komedi gibi.
Daha iyi bir gelecek için ille de hep bir şeyler yapmak ge­
rekmiyor. Bir hahambaşı, ABD l l Eylül'den sonra Afganis­
tan ve lrak'a saldıracagına Başkan Bush 40 günlük yas ilan
edip dünyayı 40 gün boyunca, "ne oldu, niçirı oldu" diye
sessizce düşünmeye davet etmeliydi diyor. Taoisl felsefede
wu wei'in karşılıgı olan "hiçbir şey yapmamak" da ermişlik
sayılıyor.
Sicilirniz ne kadar kötü olursa olsun, en bencil toplumla­
nmızda bile süregelen, türüroüzün en önemli ve esrarengiz

141
özelliklerinden vicdammızın sırrını, evrimimizde rolünü
kimse keşfedemedi.
Kimilerine göre bu özelligimizi Tann bahşeaniş, kimine
göre vicdanımız, genlerimizden gelen bir ses. Yüz kızanıcı
suç, deyim olmaktan öte fizyolojik yapımızdan kaynaklanı­
yor. Dogruyla yanhşı.ayırt etmek ahlaki olmaktan öre biyo­
lojik olarak da türüroüzün parçası. Yalan söyleyince yüzü­
müzün kızarmas1, yalan söyleyince cildimizin elektrik titre­
şirolerindeki degişim; insanın dogal olarak ahlaklı bir varlık
oldugunun ifadesi, ahiakın türüroüzün evriminde vazgeçil­
mez bir yeri oldugunun kanıtı. Bizim türüroüze özgü oldu­
gunu sandıgım birbirlerini tammayanlar arasında bile olan
özverinin de, tarihimiz boyunca rekabete dayalı bunca top­
lum normumuza ters düşmesine ragmen varlıgım sürdüre­
bilmesi, bizim henüz dogamızın potansiyelini degeriendire­
cek toplumlarda yaşamadıgımızm1 bu toplumlan kurama­
dıgımızın belirtisi degil mi?
Sorun, tarihimizde kendilerini farklı kutuplarda bulan
uyumlu insan ile ahlaklı insanı birleştirebilmemizde; "ne
kadar da uyumlu" diye her fırsatla çocuklanmızın başını
akşamaktan vazgeçebilmekte. Yüzümüz kızarına özelligini
kaybetmedikçe tarihimiz de yüz kızarucı olmayabilir.

Cephede Piknikten Cephesiz Savaşlara


Birinci Dünya Savaşı öncesi Avrupa'da türümüzfın tari­
hindeki en büyük banş hareketine kaulan Avrupalı savaş
karşıtı milyonlarca genç, bir an içinde Birinci Dünya Savaşı
için "savaştan sona erdirecek savaş" olacagı inancıyla ken­
dilerini milli marşlan eşliginde uygun adım cepheye gidP.r
buldular. Dikenli tellerle ayrılan karşılıklı siperlerinden ay­
larca birbirlerine ateş ettiler, gene de kandmlmaJlp duşma­
mn düşmanlıgına inanmadılaır, komuLanlannı şaşırtular,
142
Noel geldiginde siperlerinden fırla}'lp birbirleriyle kucak­
laştılar, sigaralannı, çikolatalannı, kahvelerini paylaştılar,
hediyeler alıp verdiler, ileride görüşmek üzere adres degiş
tokuşu yapnlac.
Aynı şekilde 1 9 1 5'te Çanakkale'de birbirinden beş metre
mesafede siperler arası kokuşan cesetleri toplamak için sa­
vaşa zaman zaman ara verildiginde, çaUŞmalarda durgunluk
anında, lngılizler, Avustralyalılar, Yeni Zelandalılar, Türkler
birbirlerine çikolata, sigara ikram eniler, yeni bir emirle si­
perlerine döndüler.
Karşı taraf ateş etmezse belki savaş biter ümidiyle tersine
komut alana kadar ateşi kestiler.
Sonunda savaş sürdü, savaş galip geldi.
Savaştan korkanları, bunalıma girip savaşamayanlan, pa­
pazlarla psikiyatristler tekrar cepheye gönderebilmek için
Tannlarıyla bilimlerini seferber eui. Tann ve ubbın gücüyle
cepheye gönderemedikleri, devlet kararıyla vatan haini diye
kurşuna dızildi.
Okul kitaplanmızı yazan, ansiklopediler hazırlayan, tele­
vizyon programianna danışmanlık yapan uzman tarihçileri­
miz ne bu barışseverlerin olaganüstü koşullarda cephede
pikniklerinı yazdı ne de kurşuna dizilenleri. Onlann danı�­
manhgında savaş tarihleri temcit pilavı gibi kamuoyuna su­
nulurken barış, tarihin satır aralannda kaldı.
Egemenler istemiyor barış mikrobunun askere bulaşma­
sını. Istemiyorlar ilkokul çocuklarının barış temennilerinin
çöp adam resimlerinden öteye gitmesinı.
İnsaniann "Yeter" diye iki dünya savaşına karşı yükselen
isyankar sesleriyle sorguladıklacı egemen düzen, Vietnam
Savaşı yılianna geldigimizde dersini ogrenıniş olarak, askeri
cepheye yollamadan psikolojik yöntemlerle ona düşmanın­
dan nefret etmesini ogretti. Düşmanın ülkesi, inançları,
adetleri propaganda filmlerinde, egium konferanslannda,

143
aşagılık, hain, canı beş para etmez, çagdaş degerierden yok­
sun olarak tanıtıldı ki, asker "canı cehenneme" diyerek,
onu gönül rahallıgıyla ı.arih samnesinden silsin.
Ulus devletle birlikte düşman, karşı cephedeki askerden
Ote, Oteki ülke oldu. Birinci Dünya Savaşı'nda Alman ordu­
lannın stratejik doklrinini geliştiren Ludendorfrun "topye­
kUn savaş" kavramıyla birlikte ordular ordularta degil, ülke­
ler ülkelerle savaşır oldu. Yeni bir uzmanlık alanı olan psi­
kolojik savaş tüm ülkenin yıldırılıp yenilmesini esas aldı.
Ulus devieLler gençleri askere almakla kalmadı, vatandaş­
lannın ruhunu da askere aldı.
Ingiltere ve Fransa krallıklan savaşugında, savaş esnasın­
da bile bu ülkelenn vatandaşlan birbirlerinin ülkelerini zi­
yaret edebilirken, 20. yuzyılda. çoluk çocuk demeden Ame­
rikalılar kendi ülkelerinde yaşayanjaponları, lngilizler ken­
di ülkelerinde yaşayan Almanları, savaşçıymış gibı esir
kamplannda ruuular.
Türüroüzün tarihinde ilk kez, hele bilgisayar teknoloji­
sinden bu yana, yetişkinler gençlerden ogreniyor. Gençler
usta, yetişkinler çırak oldu. Dünya nüfusu gençleşiyor.
Gençler egemen düzeni takmtyor, savaşianna sıruarını çe­
viriyor. Günümüzde çauşmalar en çok paralı askerlerle,
adaletsizlige karşı infıalin Letikledigi fanatikler arasında.
Günümüzde devletleri, askeri psikologlan en çok kaygı­
landıran, modern dünyanın nimetlerinden yararlanmaya
alışmış, babalan gibi itaatkar olmayan, düzenin koflugunu
gören, ftlmlerinde, müziklerinde duzenin degerieriyle dalga
geçen gençleri , savaş makinasının parçası haline getireme­
mek. Bu ulkelerin nufuslan yaşlandıgı gibi, gençlenn çogu
isteseler bıle askere alınacak durumda degil. lngiliz ordusu­
nun bir raporuna gore 18-25 yaş arası erkek nüfusun üçte
ikisi asker olamayacak kadar şişman. ABD'de bugün zorun­
lu askerlik olsaydı Irak ve Afganistan'da savaşı engelleyecek

144
güçte bir muhalefet olabilirdi. Gelişmiş zengin toplurnlara
mecbun askerligi dayaLamayan egemen düzen, çözumu pa­
rah askerlerde, bugün Irak'ta kısmen oldugu gibı savaşın
özelleştirilmesinde, şirketlerin çalışurdıgı "guvenlik eleman­
larında" buluyor. Gelecek için yeni nano teknolojilere, in­
sansız, cephesiz savaşlara, pilotsuz uçaklara, mureueba[Slz
gemilere, sakatlandıgında kendini tamir eden robot askerle­
re, düşman gemilerine yanaşıp onları batırsın diye sırtianna
bomba bagladıklan yunuslara, hayvan alemine güveniyorlar.
Birinci Dünya Savaşı'nda, barış egilimlerine ragmen genç­
ler savaşa gitti. Bugün Batı'da tersi söz konusu. Savaşmak
istemeyen gençler savaş külruruyle yelişiyorlar.
Askerlenn çöllerde, ormanlarda giydıkleri kamunaj kıya­
fetleri, caddelerde, konserlerde asker olmak ıstemeyenlerin
sırtında. Ergenlik çagında delikanlılar haftada 20-30 saat
bılgisayar başında sanal savaş oyunlarında, oraya buraya
saldınp bu ulke benim, o ülke senin, insan oldurmekle
meşgulken aynı zamanda dünyada olup bıten savaşlara kar­
şı ilgisiz ve bilgısizler. lngılrere'de yaşadıgumz 1990'lı yıl­
Larda, o zaman dokuz yaşındaki oglumuz gibi ilkokul ço­
cuklarının War Hamnıer (Savaş Çekici) oyununu oynayabil­
meleri için, ülkenin birçok şehrinde hafta sonları toplan­
dıklan oyun merkezleri \ardı. Mc Donald:S hamburgercile­
rinin dunya çapında yayılması gibi, War Games adı alunda
bu savaş oyunları merkezlerı başka birçok ülkede de var.
Hollywood'un deger yargılarını yayrnaktaki rolünü, askeri
degerierin egemen oldugu, ABD ordusunun yatırım yapugı,
savaş oyunlan endüstrisi devraldı. Gençlenn sanal oyunla­
rı, gerçek savaşlan gündelik yaşantılarında meşrulaşonyor;
savaşları, gunlük yaşamın dogal bir uzanusı gibi görmeleri­
ni saglıyor Savaş yeni kuşaklann oyunu olunca, Blair, Bush
gibi savaş suçlulannın da ülkelerinde başbakan, başkan ola­
bilmesi bu patolojik dtlzenin ne denli içselleştinldiginin,

145
bu patolojik düzenle ne denli uyum içinde oldugumuzun
ifadesi. Çocuklann oynarken �mış" gibı yaparak dügmelere
basmalanyla, yetişkınterin basuklan dugmelerle savaşlannı
yürütmelerindeki duyarsızlıklan, bilgi çagındaki türümüzu
bilinçsiz kıJıyor.
"Yaz yıl sonra, bin yıl sonra tarih bizi nasıl yargılaya­
cak?" sorusu bile ayrrıazlıgımızın ifadesi. Sen etrafı bunca
mahveı, yapnklannla binlerce turü yok el, savaşların yetmi­
yormuş gibi dünyanın gelecegini ipotek aluna al, sonra da
gel sor, benim ıçın gelecekte ne dıyecekler diye!

Dünya Gibi 10.000 Gezegen

Astrofizikçiler Samanyolu galaksimızde dunyamtzdakı


yaşam koşullarına haiz en az 10.000 gezegen oldugunu
söyluyor. Evrende galaksi sayısı trilyonlan geçligine göre
bizim koşullanmızda hayata elverişh milyonlarca gezegen
olmalı. Kanı'ın kaçınılmaz gôrdügü sürekli bir banşı var
edecek dünya federasyonundan da öte, daha M.Ö. 4. yüz­
yılda Zeno'nun dedigi gibi "evrenin vaı.andaşlanyız". Ulku­
muz, ha)al fışkırması muhtemel sayısız başka dünyalada
da sınırlı degıl; fizikçiler paralel evrenlerden söz ediyor.
Ktsırlaşurdıgımız yaşamlanmızda birbırimizle ugraşugı­
mızdan ne uzayla ilgıli bilgimiz var ne de uzaym sohbeden­
mızde yeri. Dünyamızda nice uygarlıklar kurmuş olmamıza
ragmen günlük yaşanumızda incir çekirdegini doldurmaya­
cak olaylarla kendimizi abartarak abesle işLigal ediyor, tari­
he en kuçük dipnot olmayacak meselelerimizden kunula­
mıyoruz.
Bilgimiz bir yana merakırruz bile, uzaya bakıp burçlannı
izleyen, yıldıziann hareketlerini bılen, binlerce yıl Onceki
insan topluluklannın gerisinde. ışıklı şehirlerimizin aydın­
Iıgında uzayın derinliklerını göremez olduk. Evrenı, eVTen
146
içindeki yolculugumuzu düşüncemizden sildik. Tarihimize
gömüldük, geçmişte yaptıklarımızı yeniden keşfeLme ale­
mine daldık. Son dön beş bin yıldır yaşadıklanmıza kilit­
lenmenin bencilliginde, olup olmadık konularda, gelip ge­
çici uzmanlaşmamızm aymazlıgında, nereden gelip nereye
gitligimizi gönnez, düşunmez olduk. UIKumuzu genışlete­
cek, aynı zamanda haddimizi de bildirecek evrenle ilgilen­
mez, başımızı kaldırıp uzayın derinliklerine bakmazken,
geçmişimizi cins Arap allannın sütalesını araştırtreasma di­
dik didik etmeye vakfeuik.
Aramızdan kaç kişi, kendi türümüzCın, homo sapiens sapi­
ensin yaşını bilir? Kaçımız dünyanın, ayın, güneşin yaşını,
güneş sistemimizin kaç )'ll sonra oleceginı, evrenin % 90'nı­
nın hala ne oldugunu bılmedigimiz , anlamadıgtmız, göre­
medigimiz bir boşlugu dolduran kara madde ve kara enerji­
den oluştugunu, Samanyolu'ndaki adresimizi, komşu geze­
genlerin yerlerini biliriz? Oysa kendi törelerimize, rituelle­
rimize gösterdigi rniz abartılmış, neredeyse parotojik di}ece ­
gim merakla, asla unutmadıgımız, tarihler, yıllar, günler bi­
le var. Her lO Kasım'da Türki)'e'de birkaç dakikalıgına ha­
yatın dunnasını, Ingilizierin Kraliçelerinın dogum günunu
çay partileriyle kutlamalarını, Noel Baba'nın bacadan inece­
gi gunıl asla unutmazken, lsa o yılda mı bu yılda mı dogdu
diye tartışırken, varhgımızın bizatihı özüyle ilgili tarıhler
hakkında öylesine az bilgimiz, bu tarihlere öylesine az duy­
gusal, bitişsel yakmlıgımız var kı. Kendımize bu denlı ta­
pınmamız, evrende geçmişimizi , gelecegimizi yadsımamız
sonucunu onaya çıkarıyor.
Üstelik geçmişin kutsanıp belleklerimizde, heykelleri­
mizde dondurulması, sorgulanma)rıp ununurulması anla­
mına gelmiyor mu?
Gelecegin tarihçilerine , hiç olmazsa dunyalı olmaya baş­
ladıgımız bir bilincin ipuçlarını verelim.

147
Sorun, bilim adamlannın iddıa euigi gibi dünyamızdaki
yaşam koşuHanna haız daha 10.000 gezegenin olup olma­
dıgında de�il. ilgisizligimizde. Sorun, bizi aşan uygarlıkia­
nn olup olmadıgında degil, bencılligımizde, özgurluk anla­
yışınuzla bireysel sorumluluklarumzı bagdaşuramamamız­
da. Sorun, onlar da bize benziyorlarsa, haberleri donyaya
ulaşana kadar, kendilenni kısır kavgalannda yok etılllŞ ola­
bi 1meleri nde.
Şimdiye dek yaşamış t\1rlerin en başanhlanndan dinazor­
lar gibi başka birçok ttlnln yok olma nedenı, dunyamıza
çarpan bır meteor. Benzer bir kıyamet her an olabilir. Tek­
nolojimizin geldigi bu dOzeyde her an sonumuzu getirebi­
lecek böyle bir (acia ıçin bırakın hazırlıklı olmayı, önceden
haberimız olup olmaması bile umurumuzda degil. Meteora
karşı gelecek, onu yok edecek, rotasını degiştirecek bır ön­
lem alabilmeli, donyanın en çok eıkılenecek bölgelerint bo­
şaltmak, ona göre yiyecek, su stoklan yapmak için bir pla­
nmuz olmalıydı btle demiyorum. llk farkına vardıgımda bu
denlı ılgısız oldugumuza inanmakta guçluk çekmişlim.
Yıl 1997. Hale-Bopp meteorunun dunyadan gözle görülur
şekilde yakın geçeceginden, meteorun en i}i hangı saatle ne­
reden görülebilecegini gazeteler, televızyonlar bıldinyor, biz
dunyahlan sanki bir havai fişek gösterisıne davet ediyordu.
İngiltere'de yaşadıgım koyde, Great Uvermere'de Şölen hava­
sı esıyor, evlenınizin bahçelerınden olayı ayn ayn seyretmek­
tense, geceleri köy meydanında LOplanıyorduk. Adını, şehir
ışıklanndan uzak New Mexico çöllerınde uzayı gözellerken
keşfeden ıkı amatör astronot, Jım Bopp ve john Hale'den
alan meteorun upuzun alevden kuyrugu görmeye degerdi.
Hale-Bopp gibı, şimdiye kadar tespıt ertigımız metearia­
nn çogu, "kafayı uzaya takmış" amatörler tarafından bu­
lunmuş. Çizdigirniz yapay sınıriann ardından tehlikeli diye
duşman belledigtmiz komşulanmıza karşı güç ve silahları-

148
mtzt seferber eden bizler, uzaydan gelecek tehlikeye karşı
dünyanın bekçiligini çöllerdeki tek tük amatör astronomla­
nn eline Leslim etmişiz. Uygarlıgımızın bir asteroidun çarp­
masıyla son bulmasının, başımıza ı.aş düşmüşçesine, ancak
son anında farkında olacagız.
Kitabın son saurlannı yazdıgım bugünlerde New York TI­
mes gazetesinde yazısını okudugum bir astronot tam bu ko­
nuda elimiz kolumuzun bagh olmastndan yakınıyor, dün­
yanın en zengin devleti ABD hiç olmazsa alınabilecek On­
lemlerin araşunlması için bütçesine beş on kuruş ayırsın
diye yalvanyordu.
Son buzul çagından bu yana ancak 50.000, LOplu halde
yaşamaya başladıgımız tarun toplumundan bu yana 10.000
yıllık geçmişimizle, tür olarak ancak emekleme çagında bir
bebekken, elimizde dünyayı yok edebilecek nükleer silahla­
nmız var. Bebeklerin annelen. babalan vardır kendilerine,
çevrelerine zarar vermelerini engelleyen. Bizim boyle şansı­
mız yok.
Gelecekte tarihçiterin hakkımızda ne yazacagının cevabı,
gelece�miz olup olmayacagına da baglı.

149
Sonsöz

Her kuşakla tarihimizi yeniden yazıyoruz.


Nasıl bir gelecek istedigirniz geçmışimizde nasıl bir tarih
arayacagımıza baglı.
Gelecegi, geçmişin kıvılcımlannda arayarak bildik kavga­
larımızı diri tutarak sürdureceksek, bana ne tarihten.
O zaman, Ozgürlügümüz Oksüzlügumüzde.
Geçrnişı yadsımak, kendimize yakıştıramadıgımız bir
geçmişten kaçıp yeni bir dünya kurmak degil. Yeni bir don­
ya kurulacaksa tarihimizde görmezlikten geldigimiz, ihmal
ettigirniz tohumlan yeşertmekle olacak. Geçmişte oldu diye
kaydettiklerimiz türümuzün kaçmılmaz hali degil, bir hali.
Olabilecek hallerimizden sadece birisi.
Tarihin yargılanması suçlu aramak, suçlu bulmak için de­
gil, yarına sorumluluklarımlZl hatırlatmak için. Tanhçi ille
de bu sorumlulugu hissederek dOne bakmak zorunda da
degil. Mesleginin tit:lıligiyle işini yerine getirmesi, tarih için
tarih yapması yeterli. Zaten onlar olmasa bu kitap yazıla­
mazdı. Yeter ki as1l konusunun tarih degil, gelecegiyle bir­
likte insan oldugunu unutmasın.
Ikinci Dunya Savaşı'nın sonlanna dogru Naziler tarafın­
dan yakalanıp kurşuna dizilince yarım kalan Historian's
Craft (Tarihçinin Sanatı) adlı kitabında Marc Bloch, "Tarih

ısı
ne işe yarar?n sorusuna, merakımızı gidermek, okuyunca
keyif almak, ogrenmek, geçmişimizi anlamak gibi bildik
nedenleri saydıktan sonra, "Daha iyi yaşayabilmemizen diye
cevap verir.
E.H. Carr da çagdaş tarihimizin yeni başladıgını, gelece­
gin oluşmasında kendimizi bir güç olarak ancak son iki yüz
yıldır görmeye başladıgımızı söyler.
Yolumuz açık.

152
l<AYNAKÇA

Kitaplar
Akarlı, E., The Long Peace: Ollaman Ldıanon, 1861-1920, University of Califomia
Press, 1993.
Arendı, Hanna, The Hwnan Conditiı)n, University o( Chicago Press, Chıcago,
1958.
Arendı. Hanna, On Violmcc, Harcoun. Brace & World, New York. 1970.
Anes, P., Couurits ofChlldhod, Pimlico,londr.ı, 1996.
Arisıophanes, Lynsırata, O�ron Books, londra, 2005.
Annsu-ong, Kan:n. A Slıon Hirıory ofMyt.h, Canongaıe. Edinburgh, 2005.
Aruz, joan (ed), Art of ıht first Ciıie.s, Metropolitan Museum of An, New York,
2003.
Atay. F. R., Çankaya, lsunbul, 1969.
Babwmamcı-Memoirs of Babur, Prinu cınd Empc:ror. The Modem Ubrary, New
York, 2002.
Baıwjee, S., Dıırxcı Puja, Rupa & Co., Yeni Delhi, 200ot.
&ckeıt, S., Waitingfor Godıx, Faber and Fabcr, londra, 1965.
Berlin, 1., Hist.orfccıl lneviıabilil); Oxford University Press, Londra, 1953.
&rhn, l., Four Essays on UDtrt}( Oxford University Press, Oxford, 1979.
&nu!, M., BlO(;k Athaıa: The Afro-Asiatic Roou of Claulcal Civifization, Ruıgers
University Press, New Brunswick. N.j., 1987.
Black,J., Wlıy Wars Happrn, Reakıion Books, Londra, 1998.
Black,J., Using History, Hodder Amold. Londra, 2005.
Bloch. M .• The Hisıoricın� Crcıfı, Alfred A. Knopf. New York. ı 963.
Boumc, R, Cradie of Violaıcc: How Besteni \\Vtcıfnııu Mobs lgniıc:d ıht American
Revoluıion? john W\lcy & Son.s, Hobokcn, NJ., 2006.
Braudd, F., Mc:mory cınd the Mediıuranean, Vlntagc: Books, New York, 2002.
Brechı, B., Ufc: ofGcıli!eo, Arcadc, New York, 199-t.
Burke. P., New Perspcchvcs oo Histoncal 'Wriıing. Penn Staıc University Press, Uni­
versity Park, Pcnnsylvania, 1991.
Carson, Rachel, Silaıt Spring. HoughLon Miffi.in Boston, 2002
Carr. E., What ls History?, Alfred Knop{. New York, 1962.

153
Ccrvanıes, Don Qıuxocc, Ecco, N�w York, 2003.
Chang, jung, Hallıday, J MQQ, Anebor Books, New York, 2006.
Chesıer, J., Digiıal Dcsııny- Ntw Mcdia and the FıııutT of Dcmoaacy. New Press,
LondB, 2007.
Churdılll, W., The Rivcr War An Histoncal Accoıını of ıhc Reconqucsı of Soudan,
Lıbraray of lmpeıUI llıstory, Londra, 19H.
Colhngwood, RG., Eswys ın the Plıilosophy of Hıstory. Unıvemıy of Texa.s Press,
Ausun, 1965.
Cook, M.A., BriqHistory of the Human Rlıcc, W. W. No rıon, New York. 2003.

Dalryınpl�. W., The La.st Mugftal The Fal! of a Dynast) Dclhı, 1857, Knopf, New
York. 2007.
Darwin, C., The Origin of the Spcms and dır \<byagc of the Bcagl�. Alfred Knopf,
New York, 2003.
Dhaınınapada, Slıylight Paılıs Publuhıng, Wooclsıock. Verınom, 2002.
Dumas, A., The Th�Tt Mııskctctrs, New York, Vikıng, 2006.
Durant W.·Durmt. And, The Lessons of Hi.st.ol); Sımon and Schuster, New York. 1968.
Elkırıs, Carohne, Bntaın\ Gulag · The Bnıuıl W of Enıpı�T ın Korya, jonathan Ca-
i>(, Londra, 2005.
Fagan, B., Human Prrlııstory and ıhe firsı Ch·ilizaıions, The Teachıng Company.
Choınully, Vırginıa, 2003
Folq. R., Hıımans Bejort Humanity. Blackwell, Oxford. 1995.
Fromkın, D., A Pcacc ıo W All Peacc-The Fall of the Ouoman Empin and the C�T·
aııon of ılte Middlc Eası, Henry Holt and Company. New York. 1989.
Foucault, M., History of Madntss, Routledge, New York. 2006.
frılSCr, Nancy, Framıng}ıısıict ın a Globallung \\Wicl, New Ltft RC\1\ew, NovDec,
2005
Fukuyı.ına. E, Tht End of Hısıory and ı1tt Lası Mm, Free Press, New York, 1992.
Ga.s.seı,J., An Inurp�Tıation of Unıvcncı.l History. W.W Norıon, New York, 1973.
Glover,J , A Moral History ofıltt Twmticth Cmtury. Londra, jonathan Cal>(, 1999
Goodall,jane, Thr Chl.mpcın:cc: The iliing Lınlı Btıwun "Man" and "Btast", Edın-
burgh Umversiıy Press, Edınburgh. 1992.
Goody.j., The Thcft of History, Cambndge Uruversıty Press, Cambndge. 2006.
Gwllner, E., Plough, Sword and Boolı- The St:nıctun of human History. Uruversııy of
Chıcago Press, Londra, 1988
Guılaıne, J.· Zammıt, jean, Ongıns of War. Violrnce In Prdırsıory, Blackwell, Ox­
ford, 2005.
Halıl Inalafı Kilabı: Tanlıcılmn Kıubıı., Söyleşi: Emıne Oıykar.ı. Türkıye Iş Bankası
Ktllulr Yayınları, Istanbul, 2006.
Hasck. J , The Good Soldıcr Sveylıa and Hu fonıınts ın the World Wcu; Everyınan5,
Lonm, l993.
!Idier, J., Catch 22, Sen!mn; New York, 1996.
Htrodoı.. t1ıstorifi, Cambndge Unıversııy Pn:ss, 2002.
Hobbes, T., l...niatlıan, Oxford Unlveniıy Press, New York, 1998.
Hobsbawm, E., The Age of Extmnes History of the \\brld 19H-1991, Vinıage Bo­
oks, New York. 1996.

1 54
Hobsbawm, E., On Hisıory. Abacus, Londr.a, 2005.
Homtrus, TlK llia.d, Penguın, N� York, 2003.
Homerus, 11te Odyssey,jolın.s Hopkıns Uruversııy Press. Ba!timore, 2001.
Huntingıon, S., The Qa.sh of Civiliz4dons and tlıı: Rtmaking of \\i>rld Ordu; To-
uchsıone, New York, 1997.
Huxley, A., Brcıve New World, Ptrennial Classics, New York, 1998.
lbn Haldun, The Muqaddimah, Princelon Universıty Press, Pnnceıon, 2005.
Kagan, D., On tlıc Origins ofWar; Doubleday, New York, 1995.
Kanı.. 1., Pcrpttual Peau, &:ek. L, (ed.) Bobbs-Merrlll Company. lndianapolis, 1980.
Kenııedy, P., Tlıt Rüt and Fall j
o Grtaı PO\ıltrı, Vııııage Books, New York, 1989.
Kı.ııadgu Bilig. Türk Tarih Kunımu, An!kara. 1974-79.
l.apham, L (ed.), The Endofılıe 'Mırld. Sı. Manin's Press, New York, 1997.
Ufton, R.j., Rtvolutlonary lmmonaliry, Mao Tsr-ıung and tlıe Clıincse Culıural Rtvo-
lııılon, Random House, 1968.
Ludwig, E., Nııpolton, Modem Ubm-ay, New York. 1953.
Mahabaraıa, Uruversıty ofCalifornia Press, lkrkeley. 1973.
Marx, K., TlK German ldcology, Progrtss Publishers, Mosllova, l976.
Morris, B.. 1948 and Afur: hratl cınd the Paltstenians, Oxford, Ciarendon
Press,!994.
Morris, B., Binh of ıhe Paltsıaılan Rcjugu Problem, 1947-49, Revisiu�d 2004,
Cambridge University Press, 1989.
Morrison, W., Crimi11ology, Civillsaıion & The New World Orıkı; Routledge Caven-
dish, Abingdon, Oxfordshlrc, 2006.
Njal� Saga, Penguin, 2001, Londra.
Nl.eı:z.sche, E, Thus Spok.t Zaraıhııstra, Cambridge University Press, New York, 2006.
Nleı:z.sche, F., Urufmdy Mcditatioıu, Cambndge University Press, Caınbrid�. 2006.
Nljinsky. V., The Dıary of Wıslaw Nıjıns•y, Faraar, Sı:raus and Gıroux, N� York.
1999.
Orwell G.• NintUm dghıy-Jmır. Secker & Warburg, Londra. 1999.
Oı. A., A Talt ofl..oYc and Darlıncss, Ha:n:oun. Orlando, 2001.
Pindan Viaory Songs, Jolın.s Hopklns University Press, Baltimore, 1980.
Pinker, S., Tlıt Blanh Slat.c: Tlıt Modc.nı Dcnial of Human Naturc, Viking, New
York, 2002.
Plumb,j.H, The Deaılı ofthe Pası. Houghton Mifllin, Boston, l970.
Polybios, The lf'ısıoriı:s, Harvard University Press, Bostan, 1979.
Ra.nke, L, Tht Stcret of 'Mırld History, Forbam Unıversi:ıy Press, New York, 198 ı.
Robuts, A., The �ga Cou.p. Briilih Mm:aıary Plot to Srizc Oi1 Bıllions in Afriuı.
Profile Books, Londra, 2006.
Rouıc.,J.P.. Ttlrklcrin Tari!ıi, Kabala Yayınevı, lsctanbul, 2007.
Rudgley, R., Los! Civilisaıions of the Sıonc Age. Cc:mury, Londra, 1998.
Saltuk, A-, P4tcht.s ofMy Ufefrom 191 0-199'1, Peva PubUcadons. Istanbul, ı996.
Spencer, AJ.. Early Egypc. British Muscum Press. Londra. l993.
Spengler, 0., Duline ofthe Wı:st, Alfred Knopf, New York, ı 926.
Sun Tzu, The An of War (Ping Fa), Modern Ubrary, New York, 2000.
Sureyya, $., Tck Adam: Mustafa Kemal'in Hayatı, Rcrnzi Kiuıpevi, lstanbul, 1973,
155
Tabcri, The HisLory ofAl Taban, Statc Unıvcrsııy of New York Pnss. Albany. New
York, 1989.
Taylor, T , The Prc-huıory of Sex, Founh Esuıe, Londra, ı997.
The Eplc ofGilgiVII!slt, Pcnguın Oassla, Mıddltsex, 1970.
The Spanisiı-American Waı; (ed.) Robinson, Mary, Ol.scovery Enıerprlses Ltd., Car-
lısle, Mtisachuseu.s, 1998.
Thomas, Elıubeth, The Honnltıs Pcoplc, Vinıage, New York, 1989.
Thukydıdes, The PcloponnncsiaJı WaT, Uruvı:rsııy o( Chicago Press, Chıcago, ı989
Tolsıoy, L. \Var and Pcacc, Vikıng, New York, 2006
Toynbce. A., A Study of Hbıory. Dırford Unıversııy Press. New York. ı 947.
Toynbee, •.., Civili;ıaııon on Tıial, Oxrord Unıvcrsııy Pn.s.s, Oxrord, 1948.
Toynbee, A., Urban, G., Toynbcc on Toynbcc, Oxford University Press, New York.
1974
Toynbee, A., lkeda. D., The Toynbtt lUda Dialogııc, Kodansha lruemauonal Uml­
ted, Tokyo, 1976
Tuınan, J., 100 'Mıys Amcnco ls SctTWıng Up The "wld, Harper Percnn!.al, New
York, 2006.
Tuchmann, Barbara, The Proı.ıd Tower, MacMıllan, New York. 1966.
1\ımbull, C., The forcsı Ptoplc, Simon &r Schuster, New York, 1962.
Ueshıba, M., The Art of Pcace, Shambala, &sıon, 2005
Vassaf, G., Turkey. in lnıcrnaıional Psychology. (ed ) Sexton, V'ırginia, Hogan, J.,
Unıversııy of Nebra.ska PTess, lincoln, 1992.
\.'2ssJI, G., AnnDıt Btlkıs, lltll$ım Yayınlan, Istanbul, 2000.
Vass.af, G Cclı.cnncmc cA·p Gımddılı Haycııuı T«alıtanzm, llClJŞlm Yayınbn, Is­

tanbul, ı 999
Vassaf, G., Cmntlbı Dıbı: Modem Zammılarda Eglcncdı• Hll)at, llı:nşım Yayınlan,
Istanbul, 2003.
Vincenı, J., An lntdligcnı Pcrson\ Guidc to HIJIDry, Duckwonh Overlook, Londra,
2006.
Virgll, The Amcid, vı•ıng. New York. 2006
Wilkınson. T., Gtncsıs oftJıc Plıaraolu: Tbames &r Huclson, Londra. 2003
Wilson, E., Sociobıology- The New Synıhcss
i , Bdknap Pnss, Cambndgı:, 2000.
Zamycıin,Y., Wc, Modem Lıbrary. New York, 2006
\.VIndschuıtlı:, K., The Killing oj Hıstory, Macitay PTess, Austnlia, 199-4.
Wtangham, R., Pcıcrson, D, Dmıonic Males: Apcs and tJıc Origin oj Human Vio/cn-
ct, Hougluon Millin, New York, 1996.

Wtanglwn. R., Wil.son, M., Comparativt Ra.tcs of Viol(ri(C ın Clıimpan.lccs and Hu-
m.ans, Pnmaıes, c. i7, sayı 1, Ocak 2006.
•• Tlıl Pollrlcs ofHtslDI')I. Beacon Pnss. Boston. ı 970.
l.ınn, H
Zınn, H., nı� Fıın.n of Hıstory. Common Collf1I&C Press, Monroe, Maine, 1999.
Zı.nn, H., A PtOpld Huwry ofıJw: United SıattS, Pcrmnıal Cbssıcs, New York., 2003.

Gueıe ve Dergiler
lan Samplı:, "Stı:plKn Hawklng is uncenain about ıht fuıure," Gııanfian Wulıly,
ı ı Agusıos 2006.

1 56
"A lost Culture Emergcs" , National Gaıgraphic, Mm, 2001.
"Bioggıng wıthouı bordus", Guaniıan \\�clıl), 15 EylUl 2006.
"Bush suıkcs daım ıo conııol space", Guardıan �edi)\ 27 Ekım 2006.
"Evıdence puts dolphins in new lıght as kıllers". Nn. lorlı TınK.S 6 Ocak l Q96
"Cooglc news coloruza hısıory", Guardian \\cflıly 1 EylUl 2006
"Cooglc ıo block vıdeo clıps that Thaıs �y ınsulı kıng", New York Tımcs, 12 Ma·
yıs 2007.
"lranuın auıhontics oumıged afıcr Googlc rclocaıcs city of Tabriz", Guardian Wt·
tlıly, ı 7 Kasım 2006.
"lvory Coast govemmmı resigJU over dumpıng of deadly wasıe" Guardıan Wc·
clıly, 15 Eylül 2006.
"KıllerAsıcroıd", New York Times, l l Man 2007.
"l..Junchıng a � kınd of warfan," Guardran \\ctlıl.), 10 Kasım 2006.
Maır, P. Rulıng the Void? The Hollowıng of Wcstcm Dcmocra<:) New Ltfı Rnıew
)(asım-Aralık 2006.
Monbıoı. G. "The Dcnııl lndu5try", Guurd1411 Wulıl.)� 29 Eylül 2006
"Opıum of the lıvıng Room". Guardıan \\'rclıly, 17 Kasım 2006.
"Robot shakes a leg to compleıc ıts mlssıon", Guardian Wukly. 10 Kasım 2006.
"Survelllıınce society is all around us", GuarJian Wttlıly. 10 Kasım 2006.
"Suspecı n:ıııon", Guardian Wctlıly, 10 Kasım 2006
"
"Tag passengers for safcr aırporıs , Cuarılıan \Vtchly. 3 Kasım 2006
"The addıcuvc cnC}-clopedıa", Guardıaıı Wtchi.Y. 1 EylUl 2006
"The cosı o( savmg the planc.ı ıs JUSl one )'Car's gro...'th", Guardian \\'ttlıly, 13
Ekım 2006
Tlıt New }'orlın; 6 Kasım 2006.
"Two-tbırds of tccnagc.rs ıoo &.ı to bt soldiers", GıuırdiOI'I \Valıl), lO Kasım 2()()()
·wamıng of chaos over c.lccuoruc balloı". Gııardıan Wulıl_ı.: 3 Kasım 2006.
"Work sıaru on US gcrm war&.rc proJect", Guardian �alıly, ll Agusıos 2006

lnıcrncı
Dı Bcnedeııo, G., Ergüven, Ayşe (vd), "DNA diversııy and populauon admıxturc
In Anııtoha", Amc.ıican journııl of Physıcal Anlhropology, c. 115, s. 2. 25 Mayıs
2001 (pöf dosyası).

Toplanular
"Gıttk Hıstonograpby ın the fourıh Century BCE Dcclınc or �clopmcnı, A
\\'orkshop ın the Depanmcnı of Classıcs." Harvard Um•·cr51ıy, 2 Şubat 2007.

157
Büyük patlama ve Evren'in doguşu . 13. 7 milyar yıl önce .. ..

Samanyolu. .... l3.6 milyar


Güneş Sistemi ... . 4.5 milyar
.

Homo Erectus-lki ayak üstünde ilk insan ... l milyon ..

Homo Sapiens Sapiens-"B1Z" ... . .89.000


Afrika'dan dünyaya yayılışımız .. ... 66.000
tık duvar resimleri . . ... 30.000
Lik tarun. .... ıo.ooo
llk şehlrler-Çatalhöyük, Eriha . . 9.000 . . .

Llk yazt. ... .s.ooo


Lik kitap-Gılgamış.. ... 4.500
llk banş antlaşması-Kadeş . ... .3.265
BirL.şmiş Milletler'in kuruluşu ..... 62
Savaşın yasaklanrnası-Japonya ..... 60
Evrensel insan Haklan Sözleşınesi.. . .S9 .

Kyoto Protokolü . . . . ıo yıl önce.

1 58

�ıı nı it�mmı
9 789750 5050 4 1

You might also like