Professional Documents
Culture Documents
DOKTORA TEZĐ
ALĐ BULUT
Tez Danışmanı:
ISPARTA, 2009
ÖZET
The aim of this study is to analyse of the muqaddimas to tafseers of the early
era in terms of Usool at-Tafseer. The basic question of this research is “What are the
original works in Usool at-Tafseer?” The conclusion is reached by the main line are as
follow:
In terminology of Tafseer, both “Muqaddima” and “Usool at Tafseer” are
concepts same meaning. In a similar way, the muqaddimas are the first examples of
works of Usool at-Tafseer.
Today, there are limited numbers of muqaddimas to tafseers in the early era;
for example Muqatil b. Sulayman, Abu Ubayda, Ibn Qutayba, al-Huwari, al-Tusteri, al-
Ayashi, al-Qommi, al-Tabari… These are different size as content and volume. Some of
them were created as edited collections (Muqatil, al-Tusteri etc.). Especially the
muqaddimas of Ibn Qutayba, al-Huwari, al-Tabari are known by their authentic authors.
Although they are products of different ideas, the muqaddimas, in generally,
contains the information about Usool at-Tafseer may have headings such as: The history
of the Qur’an, the idea of the Qur’an, the form of the Qur’an, the history of tafseer,
methodology of tafseer. In connection with, some of the muqaddimas, especially,
contains very significant methodological concepts (Tafseer-ta’wil, majaz, nasikh
mansukh muhkam-mutashabih etc.). It seems that these have very similar characteristics
of content of Usool at-Tafseer’s classic works in the next period. (az-Zarkashi’s al-
Burhan fi Ulum al-Qur’an and al-Suyuti’s al-Itkan fi Ulum al-Qur’an etc.). Indeed, al-
Suyuti’s al-Itkan fi Ulum al-Qur’an also is a muqaddima to tafseer. In conclusion, the
muqaddimas are one of the primary sources of Usool at-Tafseer.
Key Words: Early era, Muqaddimah, original works, Usool at-Tafseer, Methodology.
i
ĐÇĐNDEKĐLER
ĐÇĐNDEKĐLER……………………………………………………….………… i
KISALTMALAR...……………………………………………………….......... iv
ÖNSÖZ...……………………………………………………………...………… vi
GĐRĐŞ
I- Çalışmanın Konusu ve Amacı …….……………………………………… 1
II- Çalışmanın Önemi……………………………………………........................ 3
III- Konunun Sınırlandırılması ………………………………………………... 11
IV- Çalışmanın Metodu ……………………………………………...…………. 13
V- “Mukaddime” ve “Tefsir Usûlü” Kavramlarının Tahlili …........................ 15
A- Mukaddime ve Tefsirde Mukaddime Geleneği ………………...…....... 15
a- “Mukaddime” Kelimesi ………………………………………………15
b- Tefsirde Mukaddime Geleneği …………………………………….... 17
B- “Tefsir Usûlü” Kavramı ………………………………………………… 22
a- “Usûl” Kelimesinin Etimolojisi ……………………………………... 22
1- “Usûl” Kelimesinin Anlamları………………………..…………. 22
2- “Usûl” Kelimesinin Tefsir Dışındaki Kullanım Alanları...….…. 26
3- Tefsirde “Usûl” Kelimesi………………………………………… 29
b- “Tefsir Usûlü” Kavramının Tarihsel Gelişimi…………………..…. 33
c- “Ulûmu’l-Kur’ân” Kavramının Tarihsel Gelişimi…………………. 34
d- “Tefsir Usûlü” Kavramının Tahlili ………………………………… 43
C- “Mukaddime” ve “Tefsir Usûlü” Kavramları Arasındaki Đlgi……….. 49
BĐRĐNCĐ BÖLÜM
ERKEN DÖNEM TEFSĐR MUKADDĐMELERĐNE GENEL BĐR BAKIŞ
I- Mukâtil b. Suleyman’ın Tefsîr’i ve Mukaddimesi……………………… 54
II- Ebu Ubeyde’nin Mecâzu’l-Kur’ân’ı ve Mukaddimesi………….............61
III- Abdurrazzâk’ın Tefsîr’i ve Mukaddimesi ………………………….… 64
ii
ĐKĐNCĐ BÖLÜM
TEFSĐRE ETKĐSĐ AÇISINDAN ERKEN DÖNEM TEFSĐR
MUKADDĐMELERĐNDE KUR’ÂN TASAVVURU
I- Kur’ân Metninin Tespiti ve Mushaf’a Bakış………………………………. 82
II- Kur’ân’ın Nitelikleri ………………………………….……….……………. 94
A- Kur’ân’ın Fitne Zamanında Çıkış Yolu Olması………………………...98
B- Kur’ân’ın Kelâmullâh Vasfı ……………………………………………..100
C- Kur’ân’ın Hidâyet Rehberi Oluşu ……………………………………... 101
D- Kur’ân’ın Kıyamete Kadar Geçerliliği………………………………… 103
E- Kur’ân’ın Etkileyici Bir Üsluba Sahip Olması……………………….... 104
III- Kur’ân’ın Tilâveti …………………………………………......................... 105
IV- Yedi Harf ve Yedi Kırâat …..…………………………………………........ 110
V- Kur’ân’ın Muhtevası………..…………………………..………………........ 117
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
METODOLOJĐK VERĐLERĐN ERKEN DÖNEM TEFSĐR
MUKADDĐMELERĐNE YANSIMASI
I- Dil-Tefsir Đlişkisi……………………………………………………………… 125
II- Tefsirle Đlgili Başlıca Kavramlar…………………………………………… 133
A- Tefsîr-Te’vîl …………………………………………………..…………..133
B- Meânî ………………………………………………………………..…… 139
C- Mecâz……………………………………………………………….…….. 141
D- Beyân…………………………………………………………………..…. 147
E- Fehm………...…………………………………………………............…. 150
III- Kur’ân Đlimlerine Yönelik Öne Çıkan Kavramlar……………...........….. 155
iii
KISALTMALAR
s. : Sayfa
SA.Ü.S.B.E. : Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
S.D.Ü.S.B.E. : Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
ss. : Sayfadan sayfaya
Suppl : Supplementband
S.Ü.S.B.E. : Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Thk. : Tahkik
Tlk. : Ta’lik
Thr. : Tahric
T.D.V.Y. : Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları
Trc. : Tercüme Eden
ts. : Tarihsiz
Tsh. : Tashih
U.Ü.S.B.E. : Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
vr. : Varak
vd. : ve devamı
Yayın. : Yayınlayan/Yayına hazırlayan
y.y. : Yayın yeri yok
vi
ÖNSÖZ
Söz konusu eserlerin yanı sıra bir alana daha dikkat çekmek gerekmektedir:
Tefsir mukaddimeleri. Şüphesiz ki tefsirin önemli bölümlerinden birisini oluşturan
mukaddimeler, genellikle tefsir ve müellifi hakkında bilgiler içermesi açısından ön
plana çıkmaktadır. Diğer taraftan mukaddimeler, Tefsir Usûlü’ne dair birtakım
veriler taşıması yönüyle de câlib-i dikkattir. Mukaddimelerin taşıdığı veriler, erken
döneme gidildikçe daha da önem kazanmaktadır. Çünkü malumdur ki, tefsir tedvin
ve telifi, hicrî ilk asırlardan itibaren başlamaktadır. Bu dönemde telif edilen tefsir
mukaddimeleri ise, Tefsir Usûlü’nün tarihsel sürecinin takibi açısından ilk elden
kaynaklar arasında yer almaktadır.
GĐRĐŞ
Kur’ân’ın nüzûlü, toplanması, kırâati… gibi konular aşağı yukarı hicrî altıncı
asırdan beri, bir terim olarak Ulûmu’l-Kur’ân ismi ile bilinmektedir. Bundan
önce de pek çok müfessir, tefsirlerinin mukaddimelerinde bu konularla ilgili
toplu bilgiler vermişlerdir. Tabii bu bilgiler, her müfessirin konuya olan ilgisi
ve verdiği önem nispetinde gerek açıklama ve gerekse mevzuların hakkının
verilmesi yönünden birbirinden farklı seviyelerde olmuştur. Tabiatıyla bu gibi
bilgiler, edebi eser araştırıcıları indinde gerçekten lüzumlu ve araştırılan
metinlerin anlaşılması için mutlaka gerekli bilgilerdir… Kur’ân’ın
anlaşılabilmesi için bu tür bilgilere olan ihtiyaç bizzat eskilerin de hissetmiş
oldukları bir ihtiyaçtır.1
Aynı hususa farklı araştırmacılar da değinmişlerdir. Mesela Adnan Zarzûr,
“mukaddime” veya “mukaddimeler” şeklinde Kur’ân’ın kolay anlaşılmasını
sağlayacak ilimleri içeren ve tefsire giriş mahiyetinde olan büyük eser tasniflerinin
bir gelenek haline geldiğini söylemekte ve bu konuda Taberî (ö.310/922), Đbn Atiyye
(ö. 543/1148) ve Kitâbu’l-Mebânî gibi örnekler vermektedir.2 Halid Akk ise, erken
dönem tasnif ve tedvinindeki ilk adımlarda her bir ilim dalının kendine ait usûl ve
kâidelerinin oluşmaya başladığını, aynı oluşumun tefsirde de gerçekleştiğini dile
getirmekte ve müfessirlerin tefsirlerine yazdıkları mukaddimelerin tefsir ilminin
önemli kâide ve usûllerini içerdiğini belirtmektedir.3 Tefsir Usûlü’ne ilişkin ilk
eserler, önceleri tefsirlerin mukaddimeleri şeklinde ortaya çıkmış ve zamanla
1
Emin HÛLÎ, Kur’ân Tefsirinde Yeni Bir Metod, (Çev. Mevlüt Güngör), Kur’ân Kitaplığı/2,
Bayrak Matbaası, Đstanbul, 1995, s.77.
2
Adnan ZARZÛR, Ulûmu’l-Kur’ân Medhal ilâ Tefsîri’l-Kur’ân ve Beyânu Đ’câzih, el-
Mektebetu’l-Đslâmiyye, III. Baskı, Beyrut, 1412/1991, s.123-124.
3
Halid A. AKK, Usûlu’t-Tefsîr ve Kavâiduh, Dâru’n-Nefâis, II. Baskı, Beyrut, 1406/1986, s.34-
35.
2
müstakilleşerek Hicrî III. asırda telif edilmiştir.4 Yani tefsir mukaddimeleri, Tefsir
Usûlü eserleri içerisinde zaman açısından öncelikli telif olma özelliğini taşımaktadır.
Bir bakıma erken dönemde -konulu Kur’ân ilimlerinin ve müstakil eserlerin yanı
sıra- tefsir bilgileri, mukaddimeler ve tefsirler aracılığıyla verilmiştir. Mukaddimeler,
içerdiği kapsamlı konularla Ulûmu’l-Kur’ân alanının ilk nüvelerini oluşturmaktadır.5
Dolayısıyla -ilgili tespitlerden de anlaşıldığı gibi- erken dönemde telif
edilen/derlenen mukaddimeler, Tefsir Usûlü açısından temel kaynaklardan birisi
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sebeple Tefsir Usûlü’ne yönelik çalışmamızın
mihverini erken dönem tefsir mukaddimeleri oluşturmaktadır.
Şüphesiz ki böyle bir çalışmada, Tefsir Usûlü gibi geniş bir alanın bütününü
incelemek mümkün olmayacaktır. Fakat en azından tefsir mukaddimelerindeki
bilgilerin neliğini (mahiyetini) tanımlamak, günümüz tefsir araştırmaları açısından
faydalı olacaktır, kanaatindeyiz. Dolayısıyla söz konusu tefsir mukaddimelerini
inceleyerek bu sahaya ilişkin kültür birikimimizden hareketle Tefsir Usûlü’ne dair
farklı yaklaşımların sergilenip sergilenmediğini ortaya koymanın gayreti içinde
olacağız. Özellikle erken dönem tefsir mukaddimelerindeki tefsire ilişkin bilgileri
4
Bedreddin ÇETĐNER, “Usûl-ü Tefsir”, Şâmil Đslâm Ansiklopedisi, Şâmil Yayınevi, Đstanbul,
1994, VI, 256.
5
Muhammed SAFÂ’, Ulûmu’l-Kur’ân min Hilâli Mukaddimâti’t-Tefâsîr, Muessesetu’r-Risâle,
Beyrut, 1425/2004, I, 16-17.
3
6
EBU UBEYDE, Ma’mer b. Musennâ, Mecâzu’l-Kur’ân, (Thk. M. Fuad Sezgin), Mussesetu’r-
Risâle, II. Baskı, Beyrut, 1401/1981, “Mukaddime”, s.13.
7
Erdoğan BAŞ, “Kur’an Đlimlerinin Doğuşu ve Tarihi Gelişimi (I-IV. Asır)”, Kur’an ve Tefsir
Araştırmaları-III, ĐSAV, Đstanbul, 2002, s.32-33; Abdülhamit BĐRIŞIK, “Kur’an Đlimleri
Terimlerinin Kaynağı ve Oluşumu”, 1. Đslâmî Đlimlerde Terminoloji Sorunu Sempozyumu,
Đslâmî Araştırmalar Yayınları, Ankara, 2006, s.59-63.
8
BAŞ, “Kur’an Đlimlerinin Doğuşu ve Tarihi Gelişimi (I-IV. Asır)”, s.34.
4
1- Hicrî II. asrın başından itibaren tedvin edilen hadis kitaplarının tefsir ve
Fedâilu’l-Kur’ân bölümleri. Kütüb-i Sitte’nin tefsir bölümleri araştırıldığında
Ulûmu’l-Kur’ân’ın çeşitli alt dallarıyla karşılaşılacaktır.10 Hadis kitaplarının tefsirle
ilgili bölümleri “Kitâbu’t-Tefsir” ve “Kitâbu Fedâili’l-Kur’ân” şeklinde iki ana
bölüme ayrılmaktadır.11 Yine aynı dönemde tedvin edilen Siyer ve Meğazi
kitaplarındaki esbâb-ı nüzûl, mekkî-medenî, nâsih-mensûh ve tefsirle ilgili malumat
da bu grupta sayılabilir.
9
Bkz. M. SAFÂ’, Ulûmu’l-Kur’ân, I, 168-197.
10
Konuya ilişkin Yüksek Lisans düzeyindeki iki çalışmadan bahsedebiliriz: 1- Hasan GÜÇ, el-
Kütübü’s-Sitte’de Bulunan Tefsir Bölümleri, Mahiyetleri ve Karşılaştırılmaları (Danışman:
Ali Osman Koçkuzu), S.Ü.S.B.E., Konya, 1990: Bu çalışmada, Kütüb-i Sitte’nin tefsir bölümleri
mukayeseli olarak ele alınmakta; tefsir bölümleri, çeşitli meseleler açısından (kaynakları, ayrıldığı
ve birleştiği noktalar gibi) incelenmektedir. 2- Halil BĐLGEN, Sahîh-i Buhârî’de Tefsir
Rivâyetleri ve Değerlendirilmesi (Danışman: Şükrü Aslan), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Erzurum, 1999: Bu çalışmada ise, Buhârî’nin tefsir anlayışı ve tefsir hadis ilişkisi ele
alınmakta; diğer hadis eserlerinden farklı bir üslupla hadis külliyatının içerisinde müstakil bir
bölüm olarak Buhârî’deki tefsir rivâyetleri incelenmektedir.
11
Hadis kitaplarının tefsir kısımları matbu bir eserde toplanmıştır. Bkz. Câmiu’t-Tefsîr min
Kutubi’l-Ehâdîs, (Thr. Hâlid b. Abdilkâdir), Dâru Tayyibe, I. Baskı, Riyad, 1421.
5
Hicrî ilk asırlardaki tefsirle ilgili telifâtı iki açıdan yorumlamak mümkündür.
Birincisi, “tedvin dönemi” şeklinde adlandırılan dönemde oldukça zengin tefsir
eserlerinin ortaya çıkmasıdır. Đkincisi ise, mezheplerin kendilerine ait metotlarının
tefsire yansımasıdır.13 Tedvin döneminde bir taraftan, Hz. Peygamber, Sahâbe,
Tâbiûn ve Tâbiûn’u takip eden kuşaktan isnat yoluyla tefsir rivâyetleri
nakledilirken,14 diğer taraftan da tefsir esaslarının şekillendiği görülmektedir.
Çalışmamız açısından ifade edilmesi gereken bir husus, erken dönemde Tefsir
Usûlü’nün kapsamına giren kavram ve esasların tespitinde mukaddimelere başvurma
zaruretidir. Günümüzde tefsirle ilgili kavramlar hâlâ tartışılmakta, bunlara ilişkin
değişik tanımlamalar yapılmaktadır. Tefsirin temel ilke ve esaslarının erken dönemde
şekillendiği göz önüne alınırsa, kavramların ilk olarak hangi anlamlarda kullanıldığı,
zamanla hangi anlam değişikliklerine uğradıkları (anlam daralması/genişlemesinin
tespiti) ve sonraki safhalara etkileri gibi konuların Tefsir Usûlü’nün gelişimi
açısından araştırılma zarureti vardır. Hatta bu anlamda tefsir mukaddimelerinin
Tefsir Usûlü’nde önemli işlevlerinin olduğunun, yeterince gündeme gelmediğini de
söyleyebiliriz. Nitekim ‘Tefsir Đlminde Usûl Meselesi’nin tartışıldığı bir
sempozyumda şu görüşler dile getirilmiştir:
12
Hâzım S. HAYDAR, Ulûmu’l-Kur’ân beyne’l-Burhân ve’l-Đtkân: Dirâse Mukârane, Dâru’z-
Zamân, Medine, 1420, s.66-82.
13
Bu konuda Đmam Şâfiî’yi zikredebiliriz. Çünkü Đmam Şâfiî’nin ilk dönem ekollerinin Kitap
Sünnet, icma ve kıyas şeklindeki dört kaynağa bağlı olarak tefsirdeki metodu sonraki dönemlerde
oldukça etkili olmuştur. Đmam Şâfiî’nin Đslâm fıkıh literatüründeki rolü ve onun tefsirdeki yöntemi
hakkında geniş bilgi için bkz. Mehmet Sadık GÜR, Đmam Şafii’nin Tefsir Usûlündeki Yeri,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi (Danışman: Muhammed Çelik), D.Ü.S.B.E., Diyarbakır,
2001.
14
MENNÂU’L-KATTÂN, Mebâhis fî Ulûmi’l-Kur’ân, Muessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1414/1993,
s.340.
15
Đsmail CERRAHOĞLU, “Müzakereler”, Đslâmî Đlimlerde Metodoloji (Usûl) Mes’elesi 1, Ensar
Neşriyat, Tartışmalı Đlmî Toplantılar Dizisi, Đstanbul, 2005, s.595.
6
Tarih boyunca müfessirler, kendi bilgi seviyelerine göre Kur’ân’ı tefsir etme
yoluna gitmişlerdir. Geçmişte yazılmış tefsirlerin her biri, çağlarının anlayışına hitap
eden ve döneminin ihtiyaçlarına cevap veren, kendi yöntem ve metotlarını ortaya
koyan bir özelliğe sahiptir.18 Bunu Tefsir Usûlü’ne dair eserlerde de görmekteyiz.
Birbirinin devamıymış gibi bir görünüme sahip olan bu eserlerdeki planlarda dikkati
çeken nokta, kendi dönemlerinin ihtiyaçları ve bilimler tasnifinin hâkim olmasıdır.
Tefsir Usûlü kitaplarında, kendi dönemlerdeki bilim anlayışı itibariyle, usûl ile
tarihin birbirinden ayırt edilmediği bir durum arz etmektedir. Ayrıca Tefsir Usûlü
kitaplarının daha çok Kur’ân metninin vasıflarını yansıtan bir nitelik taşıdığı da
görülmektedir. Dolayısıyla çalışmamızda aynı durumun mukaddimeler için de
geçerli olup olmadığını izlemeye çalışacağız.
Öte yandan Kur’ân ilimleri, tefsir ilimleri ve Tefsir Usûlü’nün iç içe oluşu
nedeniyle günümüzde konuya dair bir karmaşanın yaşandığı da dile getirilmektedir.
Buna göre mesela Tefsir Usûlü namıyla yazılan eserlerde, genelde Kur’ân ilimleri ve
16
M. SAFÂ’, Ulûmu’l-Kur’ân, I, 16.
17
Đbrahim Hilmi KARSLI, “Tarihsel Gelişimleri Đtibariyle Tefsir Mukaddimelerine Dair Bir
Đnceleme”, Atatürk Üniversitesi Đlâhiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:20, Erzurum, 2003, s.227, 256.
18
Özellikle Usûl-ü Fıkh’ın günümüz problemlerinin çözümüne yeterliliği ve temel kaynakların
(Kur’ân ve Sünnet) yeni bir okuyuş tarzını içeren metodoloji kurmanın gerekliliği konusunda
tartışmalar hakkında bkz. Mehmet ERDEM, “Yeni Usul Arayışlarının Arka Planı ve Problemleri
Üzerine”, Fırat Üniversitesi Đlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 7, Elazığ, 2002, ss.71-85.
7
Tefsir tarihi ele alınmaktadır.19 Zira kavramların iç içe geçmişliği söz konusudur. O
halde; Tefsir Usûlü kavramı kullanılmadan önce Tefsir Usûlü kapsamına giren
ilimler, prensipler ve kâideler var mıdır? Eğer varsa bunlar hangi ismin altında
kullanılmıştır? Đsimleri konulmamışsa hangi ilmin kapsamı içinde
20
değerlendirilmişlerdir? Öyleyse, kavramların tarihçesinin ve tefsirde nasıl
kullanıldığının tetkik edilmesinin zarureti ortadadır.
19
Murat SÜLÜN, “Müzakere”, Kur’ân ve Tefsir Araştırmaları-III, s.45.
20
Đsmet ERSÖZ, “Müzakereler”, Kur’ân ve Tefsir Araştırmaları-III, s.88-89.
21
Bkz. YAKUT HAMEVÎ, Rûmî, Mu’cemu’l-Udebâ Đrşâdu’l-Erîb ilâ Ma’rifeti’l-Edîb, Dâru’l-
Garbi’l-Đslâmî, I. Baskı, Beyrut, 1993, VI, 2453.
22
Ali TURGUT, Tefsir Usûlü ve Kaynakları, M.Ü.Đ.F.Y., Đstanbul, 1991, Eserin Önsöz’ü.
23
Kitaptaki (et-Tefsîr ve’l-Mufessirûn, Dâru’l-Kutubi’l-Hadîse, II. Baskı, Kahire, 1396/1976)
sırasına göre, istifade edilen ve zikredilen tefsir mukaddimelerinden bazıları şunlardır: Sa’lebî
(ö.427/1035) el-Keşf ve’l-Beyân (I, 228-229), Bagavî (ö.516/1122) Meâlimu’t-Tenzîl (I, 237), Đbn
Kesîr (ö.774/1372) Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm (I, 244), Seâlibî (ö.876/1472) el-Cevâhiru’l-Hısân fî
Tefsîri’l-Kur’ân (I, 248), Suyutî (ö.911/1506) ed-Durru’l-Mensûr (I, 252-253), Beydâvî
(ö.685/1286) Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Tevîl (I, 300-301), Ebu’l-Berekât Nesefî (ö.710/1310)
Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl (I, 305), Hâzin (ö.741/1341) Lubâbu’t-Te’vîl fî Meânî’t-
Tenzîl (I, 311), Ebu Hayyân (ö.745/1344) el-Bahru’l-Muhît (I, 318-320), Nisâbûrî (ö.850/1446?)
Garâibu’l-Kur’ân ve Ragâibu’l-Furkân (I, 328-330), Hatîb Şirbînî (ö.977/1569) es-Sirâcu’l-Munîr
(I, 339-340), Ebussuûd (ö.982/1574) Đrşâdu’l-Akli’s-Selîm Đlâ Mezâya’l-Kur’âni’l-Kerîm (I, 348-
349), Âlûsî (ö.1270/1853) Rûhu’l-Meânî fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm ve’s-Sebı’l-Mesânî (I, 354-
355), Kadı Abdulcebbâr (ö.414/1025) Tenzîhu’l-Kur’ân ani’l-Matâin (I, 392), Tabresî
(ö.548/1153) Mecmau’l-Beyân (II, 103-105), Feyzu’l-Kâşânî (ö.1091/1680) Tefsîru’s-Sâfî (II, 149-
160), Abdullah Alevî (ö.1243/1828) Tefsîru’l-Kur’ân (II, 187-188), Cenâbezî Sultan Muhammed
(ö.1327/1909) Beyânu’s-Saâde fî Makâmâti’l-Đbâdeh (II, 200-205), Şevkânî (ö.1250/1834)
8
adıyla neşretmiştir.32
32
Mukaddimetân fî Ulûmi’l-Kur’ân ve humâ Mukaddimetu Kitâbu’l-Mebânî ve
Mukaddimetu Đbn Atiyye, Mektebetu’l-Hancî, 1954.
33
Eserde, on bir tefsir mukaddimesine değinilmektedir. Bkz. Tefsir Usûlü ve Tarihi, M.Ü.Đ.F.V.Y.,
Đstanbul, 2001, ss.36-40.
34
Eserde, son dönem tefsir mukaddimelerinden; Kâsımî’nin Mehâsînu’t-Te’vîl, Đbn Âşûr’un et-
Tahrîr ve’t-Tenvîr, Şenkıtî’nin Advâu’l-Beyân, R. Rıza’nın Tefsîru’l-Menâr, Vehbe Zuhaylî’nin
et-Tefsîru’l-Munîr, Elmalılı’nın Hak Dini Kur’ân Dili, Süleyman Ateş’in Yüce Kur’ân’ın Çağdaş
Tefsiri ve Mevdudî’nin Tefhîmu’l-Kur’ân’ı olmak üzere sekiz tanesi tanıtılmaktadır. Bkz. 20.
Asırda Kur’ân Đlimleri Çalışmaları, Timaş Yayınları, Đstanbul, 1996, ss.205-215.
35
“Hicrî V-XI. Asırlarda Kur’an Đlimleri”, Kur’ân ve Tefsir Araştırmaları-III, s.61. Ulûmu’l-
Kur’ân’la alâkalı bilgilerin hicrî V. asırdan önce telif edilen tefsir mukaddimelerinde de
verildiğinin dile getirildiği tebliğde, söze Taberî mukaddimesi ile başlanmaktadır. Daha sonra
sırasıyla Bagavî, Đbn Atiyye, Kitâbu’l-Mebânî (Mukaddimetân), Tabresî, Kurtubî, Đbn Teymiyye,
Hâzin, Ebu Hayyân ve Đbn Kesîr tefsir mukaddimeleri hakkında bilgi verilmektedir. (ÇELĐK,
“Hicrî V-XI. Asırlarda Kur’an Đlimleri”, s.61-65).
10
36
Makalede, incelemeye -müelliflerin vefat tarihleri esas alınarak- hicrî II. asrın sonu III. asrın
başında telif edilen mukaddimelerden başlanmaktadır: Đlk olarak Ferrâ’nın Meânî’l-Kur’ân’ında
kendisine ait bir girişin bulunmadığı, Ahfeş’in eserine (Meânî’l-Kur’ân) mukaddime yazmadığı
zikredildikten sonra Ebu Ubeyde’nin Mecâzu’l-Kur’ân’ı ile Đbn Kuteybe (ö.276/889)’nin iki
eserinin (Te’vîlu Muşkili’l-Kur’ân ve Tefsîru Garîbi’l-Kur’ân) mukaddimeleri hakkında kısa bilgi
verilmektedir. Hicrî III. asır mukaddimeleri ile ilgili olarak, bunlarda yorum metodolojisine dair
kısa bazı açıklamaların bulunduğu fakat derli toplu bir bilgiye ulaşmanın mümkün olmadığı
belirtilmektedir. Daha sonra Huvvârî, Tusterî, Taberî ve Semerkandî mukaddimelerine kısaca
değinilerek diğer asırlara geçilmektedir. Bkz. “Tefsir Mukaddimeleri”, s.225-260.
37
Ankara Üniversitesi Đlahiyat Fakültesi, Ankara, 1978.
38
Ankara Üniversitesi Đlahiyat Fakültesi, Ankara, 1978.
39
Ankara Üniversitesi Đlahiyat Fakültesi, Ankara, 1994.
40
Atatürk Üniversitesi Đlahiyat Fakültesi, Erzurum, 1998.
41
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Danışman: Abdülbaki Turan, Konya, 1992.
42
Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Danışman: Đsmail Çalışkan, Sivas, 2006.
43
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Danışman: Durmuş Ali Kayapınar, Konya, 2004.
44
Bu çalışmada, giriş kısmında on bir tefsir mukaddimesi tanıtılmış, birinci bölümde Kur’ân’ı
tanımlayan kavramlar, ikinci bölümde Kur’ân kıraati, üçüncü bölümde ise Kur’ân ilimleri ve
Tefsir Usûlü konuları, Taberî ve Đbn Âşûr mukaddimeleri mukayese edilerek ele alınmıştır. Bkz.
Taberi ve T. Đbn-i Âşûr Tefsir Mukaddimelerinin Usûl Açısından Değerlendirilmesi,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi (Danışman: Muhsin Demirci), M.Ü.S.B.E., Đstanbul, 2004.
45
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Danışman: Đsmet Ersöz, Konya, 2005.
46
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Danışman: Muhsin Demirci, Đstanbul, 2007.
11
47
Söz konusu çalışmanın birinci bölümünde, usûl konularına yer verip vermemeleri açısından iki
ayrı grup halinde kırk dört tefsir mukaddimesine yer verilmektedir. Bkz. Annaoraz
NURMUHAMMEDOV, Đbn Aşur ve Mukaddimesi Bağlamında Tefsir Usûlündeki Yeri,
Yayımlanmamış Doktora Tezi (Danışman: Abdurrahman Çetin), U.Ü.S.B.E., Bursa, 2005, s.18-
51.
48
Çalışmamızın son aşamasına doğru haberdar olduğumuz ve yayımlandığını (Ulûmu’l-Kur’ân min
Hilâli Mukaddimâti’t-Tefâsîr, I-II, Muessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1425/2004) tespit ettiğimiz söz
konusu eser; bir giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. Eserin Giriş bölümünde mukaddime ve tefsir
mukaddimelerinin doğuşu hakkında bilgi verilmiştir. (I, 19-23). Birinci bölümde “Ulûmu’l-
Kur’ân” kavramının tanımı, kapsamı, doğuşu, gelişmesi üzerinde durulmuş ve konuyla ilgili
eserler zikredilmiştir. (I, 25-248). Đkinci bölümde, şu müfessirlerin tefsir mukaddimeleri ele
alınmıştır: Abdurrazzâk, Taberî, Semerkandî, Mâverdî, Vâhidî (el-Vasît fî Tefsîri’l-Kur’ân),
Bagavî, Đbn Atiyye, Đbnu’l-Cevzî, Kurtubî, Đbn Cuzeyy, Hâzin (I, 250-513), Ebu Hayyân, Đbn
Kesîr (II, 5-48). Üçüncü bölümde, müstakil başlıklar halinde tefsir mukaddimelerindeki konular
işlenmiştir. (II, 49-392). Bu çalışmada, yazar, erken dönemdeki tefsirlerin çoğuna ulaşmanın
zorluğunu dile getirmiş (I, 196) ve hicrî ilk dört asırdan sadece Abdurrazzâk, Taberî ve
Semerkandî tefsirlerinin mukaddimelerine yer vermiştir. Biz ise, söz konusu eserden farklı olarak,
Tefsir Usûlü kavramını esas aldığımız çalışmamızı erken dönemle sınırlandırdık. Buna göre
çalışmamızda; Abdurrazzâk ve Taberî mukaddimelerinin yanı sıra, elde ettiğimiz Mukâtil b.
Suleymân, Ebu Ubeyde, Đbn Kuteybe, Huvvârî, Tusterî, Ayyâşî ve Kummî tefsir mukaddimelerini
inceledik. Çalışmamız, yukarıda da izah ettiğimiz üzere, erken dönem tefsir mukaddimelerindeki
metodolojik verileri tespit etme çabasına yöneliktir. Diğer bir deyişle, mukaddimelerden usûlü
tespit etme ve mukaddimeleri aynı yönde değerlendirme amacını taşımaktadır. Bunu yaparken de
mukaddimeler ile Tefsir Usûlü eserlerinin içerik mukayesesi söz konusudur.
12
altında yaklaşık elli kadar tefsir saymaktadır.49 Bunun yanı sıra gerek tefsir
mahiyetinde gerekse Kur’ân ilimleri kapsamında değerlendirilebilecek yüzlerce eser
ismi sıralamaktadır.50 Son dönemde ise mesela Cerrahoğlu, erken dönem
tefsirlerinden günümüze intikal edenler ile sadece kaynaklarda zikredilen tefsirlerin
listesini vermektedir. Buna göre erken dönemden günümüze, gerek matbu gerekse
yazma halinde, yirmi tefsir intikal etmiştir. Günümüze ulaşmayan ve sadece
kaynaklarda ismi geçen tefsirlerin sayısı ise, seksendir. Ayrıca ölüm tarihleri tespit
edilemeyen on altı müellifin de tefsiri vardır.51 Biz, bütün bunlar içerisinden
günümüze ulaşan tefsir mukaddimelerini elde edip incelemeye çalıştık.
49
ĐBNU’N-NEDÎM, Ebu’l-Ferac Muhammed, el-Fihrist, (Tlk. Đbrahim Ramazan) Dâru’l-Ma’rife,
Beyrut, 1415/1994, s.52-53.
50
ĐBNU’N-NEDÎM, el-Fihrist, s.53-58.
51
Bkz. CERRAHOĞLU, Kur’ân Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Amiller, A.Ü.Đ.F.Y.,
A.Ü.B., Ankara, 1968, ss.132-164. Bugün için kaynaklarda sadece ismi geçen tefsirlerin
mukaddimelerinin bulunup bulunmadığını bilememekteyiz. Zamanla konu hakkında daha fazla
bilginin ortaya çıkacağını ümit ediyoruz.
52
Tefsirde usûl tartışmaları hakkında bkz. Mustafa ÖZTÜRK, “Tefsirde Usûl(süzlük) Sorunu”,
Đslâmiyât, c.6, Sayı:4, Ankara, 2003, s.69-84; Đbrahim GÖRENER, Tefsîr ve Tefsîr Usûlü
Üzerine Düşünceler, Laçin, Kayseri, 2004; A.Mlf., “Türkçe’de Usûl Kelimesinin Kullanımı
Hakkında Bir Değerlendirme: Tefsîr Usûlü Örneği”, Bilig, Sayı:27, Ankara, 2003, s.179-199;
A.Mlf., “Algılama-Anlama ve Tefsir”, Dokuz Eylül Üniversitesi Đlahiyat Fakültesi Dergisi,
Sayı:XVII, Đzmir, 2003, s.275-277; Salahattin POLAT, “Soruşturma”, (Đslami Đlimler Sorunu),
Đslamiyât, c.6, Sayı:4, Ankara, 2003, s.190; Đslâmî Đlimlerde Metodoloji (Usûl) Mes’elesi 1,
s.541-652. Ayrıca 18-23 Ağustos 2008 tarihleri arasında Đstanbul’da Kur’ân ve Tefsîr
Araştırmaları Yaz Akademisi tertip edilmiştir. Tarihte ve Günümüzde Kur’ân Đlimleri ve Tefsîr
Usûlü konusunun işlendiği Akademi’de sunulan ve basılan tebliğlerden bazıları şunlardır:
Lütfullah CEBECĐ, “Geleneksel Tefsir Usûlü ve Yeni Usûl Arayışları”, (s.3-17), GÖRENER,
“Tefsir Usûlü ve Kur’ân Đlimlerinin Tefsir Yöntemi Açısından Değerlendirilmesi” (s.149-158),
Gıyasettin ASLAN, “Tefsir Usûlünün Fıkıh Usûlünden Arındırılmasına Dair” (s.173-217), Burhan
BALTACI, “Tefsir Usûlünün Yeniden Đnşasına Fıkıh Usûlünün Katkısı -Şâtıbî Örneği-“ (s.247-
13
olarak tefsir mukaddimelerini ele aldık ve bunları daha sonra ayrıntılı çerçevesini
çizeceğimiz “Tefsir Usûlü” kavramı kapsamında incelemeye çalıştık.
a- “Mukaddime” Kelimesi
Arapça م-د- قkökünden türeyen “mukaddime”, herhangi bir şeyin baş tarafı
( )أول كل شيءanlamına gelmektedir. Ordunun ileride bulunan öncü birliğine
“mukaddimetu’l-ceyş” adı verilir.53 Bu anlamdan istiare yapılarak “mukaddimetu’l-
kitâb” ve “mukaddimetu’l-kelâm” denilir.54 Mukaddimetu’l-kitâb, esas maksada
başlamadan önce eserin başında zikredilen ilgili sözdür.55 Mukaddime, “Takdîm”den
geçişli (müteaddî) bir anlama da sahiptir. Çünkü ordunun ileri birliğindeki asker,
zafer için düşmana karşı şecaatiyle kendini ileri atmıştır.56 Kelimenin Arapça ism-i
mefûl formu (mukaddeme) ise, komutan tarafından ileri geçirilmiş bölük anlamını
mündemiçtir.57
53
ĐBN FÂRĐS, Ebu’l-Huseyn Ahmed b. Zekeriyyâ, Mu’cemu Mekâyîsi’l-Luga, (Thk. Abdusselâm
Muhammed Hârun), Dâru’l-Cîl, Beyrut, 1392/1972, V, 65; CEVHERÎ, Đsmâil b. Hammâd, es-
Sıhâh Tâcu’l-Luga ve Sıhâhu’l-Arabiyye, (Thk. Ahmed Abdulgafûr Attâr), Dâru’l-Ilm li’l-
Melâyîn, IV. Baskı, Beyrut, 1410/1990, V, 2008.
54
ĐBN MANZÛR, Cemâluddîn Muhammed b. Mukerrem, Lisânu’l-Arab, Dâru’l-Fikr, III. Baskı,
Beyrut, 1414/1994, XII, 469; ZEBÎDÎ, Muhibbuddîn Muhammed, Tâcu’l-Arûs min Cevâhiri’l-
Kâmus, (Thk. Ali Şîrî), Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1414/1994, XVII, 556.
55
CURCÂNÎ, Seyyid Şerîf, Kitâbu’t-Ta’rîfât, y.y., ts., s.225.
56
TEHÂNEVÎ, Muhammed Ali, Mevsûatu Keşşâfı Istılâhâti’l-Funûn ve’l-Ulûm, Mektebetu
Lübnan, I. Baskı, Beyrut, 1996, II, 1629. Bir Mantık terimi olarak Mukaddime hakkında bkz.
TEHÂNEVÎ, a.g.e., II, 1629-1631.
57
Kâmus Tercemesi, (Trc. Âsım Efendi), Cemal Efendi Matbaası, Đstanbul, 1305, IV, 438.
58
Mukaddime ve diğer terimler hakkında bkz. Đsmail DURMUŞ, “Mukaddime”, DĐA, Đstanbul,
2006, XXXI, 115-117.
16
59
Bkz. “Kitâbu’l-Mesâil ve’l-Cevâbât fi’l-Ma’rife” (Resâilu’l-Câhız içinde), http://
www.almeshkat.net/ books/ open.php?cat=17&book=2734, 23.02.2009, s.373, 380.
60
DURMUŞ, “Mukaddime”, XXXI, 115-116.
61
Örneğin “Kitâbu Mukaddimeti’l-Ma’rife”. Bu, Eski Yunan’da telif edilen tıp tarihi kapsamında
Arapçaya çevrilen bir eserdir. (ĐBNU’N-NEDÎM, el-Fihrist, s.355).
62
Dilbilimsel eserlerden Muberred (ö.286/899)’in Kitâbu’l-Medhal Đlâ Sîbeveyh ve Kitâbu’l-Medhal
fi’n-Nahv’i (el-Fihrist, s.83); Nadr b. Şumeyl (ö.204/819)’in Kitâbu’l-Medhal Đlâ Kitâbi’l-Ayn (el-
Fihrist, s.75); Đbn Muksim (ö.362/974)’in Kitâbu’l-Medhal Đlâ Ilmi’ş-Şi’r’i (el-Fihrist, s.52)
örnek verilebilir.
63
Nahiv ilmiyle ilgili Đbn Deresteveyh (ö.330/941)’in Kitâbu’l-Mubtede’ fi’n-Nahv’i vardır. (el-
Fihrist, s.88).
64
Tefsir, Arapça, Nahiv, Hadis, Fıkıh gibi ilim dallarındaki “Mukaddime” adlı eserler için bkz.
KÂTĐP ÇELEBÎ, Keşfu’z-Zunûn an Esâmi’l-Kutubi ve’l-Funûn, Dâru’l-Fikr, 1402/1982, II,
1794-1805; Keşfu’z-Zunûn Zeyli, II, 541-545; Süleymaniye Kütüphanesi Eser Adı Kataloğu,
ĐSAM, Đstanbul, 1996, IV, 199-250.
65
MUALLĐM NACĐ, Lugât-ı Nâci, Çağrı Yayınları, Đstanbul, 1987, s.820; Ferit DEVELLĐOĞLU,
Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, (Yayın: Aydın Sami Güneyçal) Aydın Kitabevi
Yayınları, 20. Baskı, Ankara, 2003, s.677.
66
MUALLĐM NACĐ, Lugât-ı Nâci, s.820.
67
ŞEMSEDDĐN SAMĐ, Kâmûs-ı Türkî, (Nşr. Ahmed Cevdet), Dersaadet Đkdam Matbaası,
Đstanbul, 1317, s.1390.
17
68
ŞEMSEDDĐN SAMĐ, Kâmûs-ı Türkî, s.1390.
69
KOMĐSYON, Büyük Türkçe Sözlük, Hayat Yayınları, ts., s.881.
70
KALKAŞENDÎ, Ahmed b. Ali, Subhu’l-A’şâ fî Sınâati’l-Đnşâ, Dâru’l-Fikr, I. Baskı, Beyrut,
1407/1987, VI, 267.
18
Usûl71 adlı Fıkıh Usûlü kitabına işaret ederek, kitabı tefsirine bir mukaddime olarak
yazdığını şöyle dile getirmektedir:
ﱠ/Kaddeme” fiili
Tefsirlerin girişinde, “Mukaddime” kelimesinin türediği “قدم
de kullanılmaktadır. Bunun örnekleri, mesela Mâverdî (ö.450/1058)76 ile Endülüslü
müfessirlerden Đbn Atiyye (ö.543/1148)’de görülmektedir. Đbn Atiyye, şöyle
demektedir:
ّ )
“…Tefsirde söze başlamadan önce, müfessirlerin çoğunun takdim ettiği (قدم
77
ّ
şeyleri… takdim edeceğiz (”)نقدم.
71
Eser, 4 cilt olarak basılmıştır: Usûlu’l-Fıkh (el-Fusûl fi’l-Usûl), (Thk. Acîl Câsım Neşemî),
Mektebetu’l-Đrşâd, II. Baskı, Đstanbul, 1414/1994.
72
CESSÂS, Ebu Bekr Ahmed b. Ali, Ahkâmu’l-Kur’ân, (Nşr. Sıdkî Muhammed Cemîl), Dâru’l-
Fikr, Beyrut, 1414/1994, I, 9.
73
Mukaddimetân, s.6.
74
Bkz. Mukaddimetân, s.8vd.
75
RÂGIB ĐSFAHÂNÎ, Mukaddimetu Câmiı’t-Tefâsîr, (Thk. Ahmed Hasan Ferhât), Dâru’d-Dave,
Kuveyt, 1984, s.91. Diğer taraftan tefsirin ismiyle alâkalı olarak Safvân Adnân Dâvûdî, tefsirin
“Câmiu’t-Tefâsîr” şeklinde yanlış isimlendirildiğini, doğrusunun ise, “Câmiu’t-Tefsîr” olduğunu,
bu ismin ise, bizzat müellif tarafından zikredildiğini ifade etmektedir. Bkz. Mufredâtu Elfâzi’l-
Kur’ân, Dâru’l-Kalem-ed-Dâru’ş-Şâmiyye, I. Baskı, Dımeşk-Beyrut, 1412/1992, “Tercemetu’l-
Muellif”, s.8.
76
Mâverdî, Kur’ân’ın tefsirine fasıllar halinde mukaddime yazdığını söylemektedir. (en-Nuketu
ve’l-Uyûn, Tlk. Abdulmaksûd b. Abdirrahîm, Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, Muessesetu’l-Kutubi’s-
Sekâfiyye, Beyrut, ts., I, 21).
77
Mukaddimetân s.256.
19
78
ĐBN CUZEYY, Kelbî, Kitâbu’t-Teshîl li Ulûmi’t-Tenzîl, (Thk. Muhammed Abdulmunım
Yunusî- Đbrahim Utve Avad), Dâru’l-Kutubi’l-Hadîseh, Kahire, 1973, I, 5.
79
ĐBN CUZEYY, Kitâbu’t-Teshîl, I, 5-6, 25.
80
HÂZĐN, Ali b. Muhammed, Lubâbu’t-Te’vîl fî Meânî’t-Tenzîl, 1317, yy., I, 4.
81
MEHÂĐMÎ, Ali b. Ahmed, Tefsîru’l-Kur’ân (Tebsîru’r-Rahmân ve Teysîru’l-Mennân),
Alemu’l-Kutub, II. Baskı, Beyrut, 1403/1983, I, 4.
82
BĐKÂÎ, Ebu’l-Hasen Đbrahîm, Nazmu’d-Durer fî Tenâsubi’l-Âyâti ve’s-Suver, Dâru’l-Kutubi’l-
Ilmiyye, I. Baskı, Beyrut, 1415/1995, I, 4.
83
FEYZU’L-KÂŞANÎ, Molla Muhsin, Tefsîru’s-Sâfî, Muessesetu’l-‘Alemi li’l-Matbûât, Beyrut,
1982, I, 13-14.
84
ĐBN ACÎBEH, Hasenî Ebu’l-Abbas, el-Bahru’l-Medîd fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Mecîd, (Thk. Ömer
Ahmed Râvî), Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, Beyrut, 1423/2002, I, 19.
20
1- Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân
2- Semerkandî, Bâhru’l-Ulûm
85
Bkz. REŞĐD RIZA, Muhammed, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Hakîm (Tefsîru’l-Menâr), Dâru’l-Fikr, II.
Baskı, Beyrut, 1393/1973, I, 17; ELMALILI, Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Matbaai
Ebu’z-Ziya, Đstanbul, 1935, I, 6.
86
ĐBN ÂŞÛR, Muhammed Tâhir, Tefsîru’t-Tahrîr ve’t-Tenvîr, ed-Dâru’t-Tunûsiyye, Tunus, 1984,
I, 10vd.
87
Bkz. ZERKEŞÎ, Bedruddîn Muhammed, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’ân, (Thk. Muhammed Ebu’l-
Fadl Đbrâhîm), el-Mektebetu’l-Asriyye, Beyrut, II. Baskı, 1391/1972, II, 74, 208; SUYUTÎ,
Celâluddîn, el-Đtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Dâru’l-Mârife, y.y., ts., I, 8, 11; ZERKÂNÎ, Muhammed
Abdulazîm, Menâhilu’l-Đrfân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, I. Baskı, Beyrut,
1409/1988, II, 34, 185.
21
88
Mukaddime, müstakil olarak da basılmıştır: Mukaddimetu Tefsîri Đmam Kurtubî (Thk.
Muhammed T.B. Munyar), Dâru Đbn Hazm, Beyrut, 1418/1997.
89
KARSLI, “Tefsir Mukaddimeleri”, s.230.
22
Arapçada asl, herhangi bir şeyin aşağı tarafı ( )اسفلdemektir.90 Yine asl, bir
şeyin esası anlamındadır.91 Kur’ân’da asl iki; usûl kelimesi bir âyette geçmektedir.
Asl kelimesinin geçtiği âyetlerin ilkinde, bir temsil getirilmiş; bu temsilde güzel söz;
kökü sabit, dalları gökte olan muhteşem bir ağaca benzetilmiştir.92 Diğer âyette;
Cehennemdeki zakkum ağacının bir özelliği olarak, bu ağacın Cehennemin
kökünden ( )في أصل الجحيمyani aslından çıktığı anlatılmaktadır.93 Usûl kelimesinin
geçtiği âyette ise, hurma ağaçlarının kesilmesi veya kökleri üzerinde dikili
kalmasından bahsedilmekte; ağacın kökleri üzerinde durması قائمة علي ُأصولھا
ifadesiyle tasvir edilmektedir.94 Dolayısıyla Kur’ân’da usûl kelimesi, kök anlamını
(asl) içeren aynı anlam alanında geçmektedir. Benzer durum, usûl kelimesinin
hadislerdeki kullanım için de geçerlidir.95
Asl kelimesinin müşterek bir isim96 olduğunu söyleyen Ebu Hilâl Askerî
(ö.400/1010)’ye göre bir şeyin aslının hakikati, kendisiyle başlanılan şeydir ( وحقيقة
)أصل الشيء عندي ما ُبدء منه. Bundan hareketle mesela “insanın aslı topraktır” ya da “bu
duvarın aslı tek bir taştır” denilmiştir. Çünkü duvarın bina edilmesine o tek taş ve
90
FERÂHÎDÎ, Halîl b. Ahmed, Kitâbu’l-Ayn, (Thk. Mehdî Mahzûmî-Đbrahim Samraî),
Muessesetu’l-A’lemî li’l-Matbûât, Beyrut, 1408/1988, VII, 156; CEVHERÎ, es-Sıhâh, IV, 1623;
ĐBN MANZÛR, Lisânu’l-Arâb, XI, 16; ZEBÎDÎ, Tâcu’l-Arûs, XIV, 18; Kâmus Tercemesi, III,
1151.
91
ĐBN FÂRĐS, Mu’cemu Mekâyîsi’l-Luga, I, 109.
َ ُ ْ َ طيبة
ٌ ِ َ أصلھا ٍ َ َ َ َ ًطي َبة
ٍ َ كشجرة َ ﱢ كلمةً َ ﱢ ً َ َ ُﷲ ضرب ﱠ ْ َ َ /“Allah’ın, güzel bir söz için
92
ِ َ وفرعھا ِفي ﱠ
السماء َ ُ ْ َ َ ثابت َ ِ َ مثال َ َ َ كيف َ ْ َ ترى
َ َ ألم
nasıl bir misal verdiğini görmüyor musun?: Kökü sabit, dalları göğe doğru uzanan güzel bir ağaç
gibidir (o).” Đbrahîm,14/24.
ِ ْ َ تخر ُج ِفي
ِ ِ َ ْ أصل ُ ْ َ ٌشجرة َ ِ ﱠ/“O bir ağaçtır ki Cehennemin kökünden çıkar” Saffât,37/64.
93
الجحيم َ َ َ إنھا
ْ ْ ﱠ ْ َ ِ ُ ُ على َ َ ًقائمة ْ َ لينة
َ ُ ُ ْ َ َ أو ْ ُ ْ َ َ َما/“Herhangi bir hurma ağacı kestiniz
94
َ ِ ِ َ وليخزي
الفاسقين ِ ِ ِ َ أصولھا
َ ِ ُ ِ َ ِفبإذن ﷲ َ ِ َ تركتموھا ْ ِ قطعتم
ٍ َ ِ من
veya kökleri üzerinde dikili bıraktınızsa, hep Allah’ın izniyle ve o fasıkları perişan edeceği içindir”
Haşr,59/5.
95
Bkz. WENSĐNCK, A.J., el-Mu’cemu’l-Mufehres li Elfâzi’l-Hadîsi’n-Nebevî, Mektebetu Berîl,
Leiden, 1936, I, 66.
96
‘Duvarın aslı, dağın aslı, insanın aslı, seninle filanın arasındaki düşmanlığın aslı, falan meselenin
aslı’ gibi. ‘Falan meselenin aslı’ şeklindeki ifadede mecâz varken, duvar ve dağla ilgili kullanımda
hakikat vardır. (ASKERÎ, Ebu Hilâl, Hasen b. Abdillâh, el-Furûku’l-Lugaviyye, Tlk. M. Bâsil,
Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, III. Baskı, Beyrut, 1426/2005, s.183).
23
tuğlayla başlanmıştır.97 “Asl” ile “esas” kelimeleri arasında “bir şeyin esası, temeli”
şeklinde müştereklik söz konusudur.98 Râgıb Đsfahânî’nin izahına göre de, bir şeyin
aslı, onun oturduğu şeydir ()قاعدة. Öyle ki o kâidenin yükselmesi düşünülürse, onun
yükselmesi sebebiyle diğerleri de yükselecektir.99
Türkçede usûl kelimesi; asıllar, kökler, başlangıç, tertip, nizam, kâide, üslûp,
suret, tarz, yol, yöntem, metot, soy, yavaşlık, nâzikâne tavır gibi pek çok anlama
gelmektedir.103 Usûl, asl kelimesinin çoğuludur. Asl kelimesinin de; kök, dip,
hakikat, temel, esas, kâide, mebde’, menba’, asıl, soy gibi anlamları vardır.104
Türkçenin klasik sözlüklerinde usûlün tariflerinden birisi şöyledir:
97
ASKERÎ, el-Furûku’l-Lugaviyye, s.183.
98
Askerî’nin izahına göre “asl” ile “esas” kelimesinin geldiği üss arasındaki fark şöyledir: Asl,
ّ ) ancak her asl, üss olamaz. Bu
üssten daha kapsamlıdır. Her üss, asl olabilir (أن األس ال يكون اال أصال
sebeple bir şeyin üssü, aslı oluşturmakla birlikte bir başkasının fer’i olamaz. ()ال يكون فرعا لغيره.
Örneğin, duvarın aslı, duvarın üssü şeklinde isimlendirilebilir. Duvarın fer’i ise, örfteki kullanıma
göre üss olarak isimlendirilmez. Bkz. ASKERÎ, el-Furûku’l-Lugaviyye, s.183.
99
RÂĞIB ĐSFAHÂNÎ, el-Mufredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, (Thk. M. Seyyid Kîlânî), Dâru’l-Ma’rife,
Beyrut, ts., s.19.
100
CURCÂNÎ, Kitâbu’t-Ta’rîfât, s.28.
101
CURCÂNÎ, Kitâbu’t-Ta’rîfât, s.28. Fıkıh Usûlü’nün tarifleri hakkında bkz. ÂMĐDÎ, Ebu’l-
Hasen, Seyfuddîn, el-Đhkâm fî Usûli’l-Ahkâm, (Tlk. Abdurrazzâk Afîfî), el-Mektebetu’l-
Đslâmiyye, II. Baskı, Beyrut, 1402, I, 5-7; ZEKĐYÜDDÎN ŞA’BÂN, Đslâm Hukuk Đlminin
Esasları (Usûlü’l-Fıkh), (Trc. Đbrahim Kâfi Dönmez), T.D.V.Y., V. Baskı, Ankara, 2001, s.28;
Fahrettin ATAR, Fıkıh Usûlü, M.Ü.Đ.F.V.Y., II. Basım, Đstanbul, 1992, s.1-4.
102
TEHÂNEVÎ, Keşşâf, I, 213.
103
MUALLĐM NÂCĐ, Lugat-ı Nâci, s.81; ŞEMSETTĐN SÂMĐ, Kâmûs-i Türkî, s.124;
DEVELLĐOĞLU, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, s.1123.
104
MUALLĐM NÂCĐ, Lugat-ı Nâci, s.80; ŞEMSETTĐN SÂMĐ, Kâmûs-i Türkî, s.122.
24
Bu bağlamda usûl ile aynı anlam alanında yer alan bir kelimeye daha işaret
etmek gerekmektedir. Bu da, anlamı bizzat asl kelimesi ile izah edilen Umm ()ّأم
kelimesidir. Buna göre Umm, her bir şeyin aslını ifade etmektedir (أم الشيء: )أصله.107
Aynı şekilde Umm, bir nesnenin varlık (vucûd) kaynağını (asl) oluşturan şeye de
denilmektedir ki108 anne için kullanılır.109 Bu açıdan ummâhât ve usûl kelimelerinin
peşpeşe kullanımı dikkat çekicidir.110 Umm, birtakım kavramsal anlamlara da sahiptir.
Mesela, Kur’ân’daki hüküm bildiren muhkem âyetlere Ummu’l-Kitap ve Ummu’l-
105
ŞEMSETTĐN SÂMĐ, Kâmûs-i Türkî, s.124; DEVELLĐOĞLU, Osmanlıca-Türkçe
Ansiklopedik Lügat, s.1123.
106
DEMĐRCĐ, Tefsir Usûlü ve Tarihi, s.86.
107
CEVHERÎ, es-Sıhâh, V, 1863; ĐBN MANZÛR, Lisânu’l-Arab, XII, 31.
108
RÂGIB ĐSFAHÂNÎ, el-Mufredât, s.22.
109
ĐBN MANZÛR, Lisânu’l-Arab, XII, 28; ZEBÎDÎ, Tâcu’l-Arûs, XVI, 27.
110
Câhız, geçmiş ulemanın meziyetlerini anlatırken, onların ilme vukûfiyetlerini dile getirirken ( فحفظوا
)االمھات واالصولifadesini kullanmaktadır. Bkz. “Kitâbu Fasl ma beyne’l-Adâveti ve’l-Hasedi”,
(Resâilu’l-Câhız içinde), s.123.
25
111
FERÂHÎDÎ, Kitâbu’l-Ayn, VIII, 426.
112
ĐBN MANZÛR, Lisânu’l-Arab, XII, 31.
113
Ra’d,13/39; Zuhrûf,43/4.
114
RÂGIB ĐSFAHÂNÎ, el-Mufredât, s.22
115
FERÂHÎDÎ, Kitâbu’l-Ayn, VIII, 426; EBU UBEYDE, Mecâzu’l-Kur’ân, s.5-6; ĐBN MANZÛR,
Lisânu’l-Arab, XII, 31; TABERÎ, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli
Âyi’l-Kur’ân, (Thr. Sıdkî Cemîl Attâr), Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1415/1995, I, 73-74.
116
RÂGIB ĐSFAHÂNÎ, el-Mufredât, s.23; ĐBN MANZÛR, Lisânu’l-Arab, XII, 31.
117
FERÂHÎDÎ, Kitâbu’l-Ayn, VIII, 426.
118
ZEBÎDÎ, Tâcu’l-Arûs, XVI, 35.
119
ĐBN MANZÛR, Lisânu’l-Arab, XII, 26.
120
Mevsûatu’l-Đmâmi’ş-Şâfiî el-Kitâbu’l-Umm, (Thk. Ahmed Bedreddîn Hassûn), Dâru Kuteybe, I.
Baskı, Beyrut, 1416/1996, “Takdimetu’l-Muhakkik”, I, 81.
26
Fıkıhta usûl kelimesi, hicrî II. yüzyıldan itibaren “Usûl” şeklinde yalın olarak
kullanıldığı gibi122 “Usûlu’l-Fıkh”, “Ilmu’l-Usûl” ve “Usûli’l-Ahkâm” gibi farklı
izafet kalıplarına da sahiptir. Fıkıh Usûlü’ne dair, Đmam Ebu Abdillah Muhammed b.
Hasen (ö.189/804)’in Kitâbu Usûli’l-Fıkh,123 Đmamiyye Şi‘asından Ebu Ali Đbnu’l-
Cuneyd (ö.281/894)’in Kitâbu’l-Efhâm li Usûli’l-Ahkâm,124 Ebu Bekr Muhammed
Ebherî (ö.375/985)’nin Kitâbun fî Usûli’l-Fıkh,125 Cessâs, Serahsî (ö.483/1089) ve
Pezdevî (ö.482/1089)’nin el-Usûl, Âmidî (ö.631/1233)’nin el-Đhkâm fî Usûli’l-
Ahkâm ile Beydâvî’nin muhtasar Minhâcu’l-Vusûl ilâ Ilmi’l-Usûl adlı eserleri
zikredilebilir. Dilde; ister duvarın üzerine tavanın bina edilmesi gibi maddî, isterse
hükmün delil üzerine bina edilmesi gibi manevî olsun kendisi üzerine bir başkasının
bina edildiği şey anlamına gelen asl, ıstılahta çeşitli anlamlara gelirse de usûlcüler bu
kelimeyi daha çok, “delil” ve “kâide” anlamında kullanmışlardır.126
Usûl kelimesi, Kelâm için de kullanılmıştır.127 Aynı şekilde Kelâm ilmi, dinî
ilimlerin kendisi üzerine bina edilmesi sebebiyle, bu ilimlerin temelini
oluşturmasından dolayı “Usûlu’d-Dîn” olarak da isimlendirilmiştir.128 Yani Kelâm
ilmine “Usûlu’d-Dîn” denilmesinin sebebi, bu ilmin, Đslâm Dini’nin temel
121
Usûl kelimesi, başka ilim dallarında da kullanılmıştır. Mesela Đlm-i Nücûm ile ilgili olarak,
Muhammed b. Đshak (ö.275/888)’ın Aslu’l-Usûl fî Havâssı’n-Nucûm ve Ahkâmihâ ve Ahkamu’l-
Mevâlîd; nahiv ile ilgili ise Đbnu’s-Serrâc (ö.361/972)’ın “Usûl” adlı eseri zikredilebilir. Bkz.
Keşfu’z-Zunûn, I, 107, 111.
122
Đbnu’n-Nedîm, çok yerde fıkhı kastederken usûl kelimesini yalın olarak kullanmaktadır. Mesela
fıkıhla ilgili eserlere ilişkin başlıklardan birisi şöyledir: الكتب المصنفة في األصول والفقه وأسماء الذين
( صنفوھاel-Fihrist, s.271). Ayrıca bkz. el-Fihrist, s.253, 262, 267, 269, 275.
123
el-Fihrist, s.254.
124
el-Fihrist, s.243.
125
el-Fihrist, s.249.
126
HUSEYN HAMĐD HASAN, Usûlu’l-Fıkh, Dâru’n-Nehdati’l-Arabiyye, Kahire, 1970, s.6-7.
127
Meselâ Đbn Hallikân, Hâris Muhâsibî hakkında bilgi verirken, onun zühd ve “usûl” konusunda
kitaplarının bulunduğunu zikreder. (ĐBN HALLĐKÂN, Ebu’l-Abbas Şemsuddin Ahmed,
Vefeyâtu’l-A’yân ve Ebnâu’z-Zamân, Dâru Sadr, Beyrut, 1397/1977, II, 57). Hatîb Bağdadî ise,
usûlü “Usûlu’d-Diyânât” olarak beyân eder. (HATÎB BAĞDÂDÎ, Ebu Bekr Ahmed b. Ali, Târîhu
Bağdâd, Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, Beyrut, ts., VIII, 211).
128
TEHÂNEVÎ, Keşşâf, I, 29, 31.
27
129
Bekir TOPALOĞLU, Kelâm Đlmi, Damla Yayınevi, Đstanbul, 1991, s.45.
130
KÂTĐP ÇELEBÎ, Keşfu’z-Zunûn, I, 114.
131
EŞ’ARÎ, Ebu’l-Hasen, el-Đbâne an Usûli’d-Diyâne, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, II. Baskı, Beyrut,
1410/1990.
132
KÂTĐP ÇELEBÎ, Keşfu’z-Zunûn, I, 113.
133
ĐBNU’N-NEDÎM, el-Fihrist, s.225.
134
ĐBNU’N-NEDÎM, el-Fihrist, s.236.
135
CUVEYNÎ, Ebu’l-Meâlî, Kitâbu’l-Đrşâd ilâ Kavâtıı’l-Edilleti fî Usûli’l-Đ’tikâd, (Thk. Esad
Temîm), Muessesetu’l-Kutubi’s-Sekâfiyye, Beyrut, 1413-1992.
136
Hakîm Tirmizî, bir eserinde yer verdiği 291 hadisin her birini “asl” şeklinde isimlendirmiştir. Bkz.
Nevâdiru’l-Usûl fî Ma’rifeti Ehâdîsi’r-Râsûl, (Thk. Mustafa Abdulkâdir Ata), Dâru’l-Kutubi’l-
Ilmıyye, I. Baskı, Beyrut, 1413/1992, I, 21.
137
ĐBNU’L-ESÎR, Ebu’s-Seâdât, Câmiu’l-Usûl min Ehâdîsi’r-Rasûl, (Thk. Muhammed Hâmid),
Dâru Đhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, IV. Baskı, Beyrut, 1404/1984, I, 12-13.
28
138
Bkz. KÂTĐP ÇELEBÎ, Keşfu’z-Zunûn, I, 109; BURSALI MEHMET TÂHĐR, Osmanlı
Müellifleri, Đstanbul, 1333, I, 105, 243, 255; TEHÂNEVÎ, Keşşâf, I, 215.
139
Bkz. Mücteba UĞUR, Hadis Đlimleri Edebiyatı, T.D.V.Y., Ankara, 1996, s.138, 140, 151.
140
ASKERÎ, Ebu Hilâl, el-Evâil, Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, I. Baskı, Beyrut, 1407/1987, s.255.
141
CÂBĐRÎ, Muhammed Âbid, Arap-Đslâm Kültürünün Akıl Yapısı, (Çeviri: Burhan Köroğlu-
Hasan Hacak-Ekrem Demirli), Kitabevi, Đstanbul, 1999, s.148.
142
DURMUŞ, “Mukaddime,” XXXI, 115.
143
Necati ÖNER, Klasik Mantık, A.Ü.Đ.F.Y., VI. Baskı, Ankara, 1991, s.6; Hasan KÜÇÜK,
Đslâmda ve Batıda Mantık, Fatih Yayınevi, Đstanbul, 1978, s.21.
29
aynı anlam alanında yer alan usûl ve mukaddime kelimelerinin kavramsal anlamlara
mebni ilk kullanımlara sahip olduğu söylenebilir.
Şimdi sıra usûl kelimesinin Tefsir alanında nasıl kullanıldığını tespit etmeye
gelmiştir.
144
MUKÂTĐL B. SULEYMAN, Tefsîru Mukâtil b. Suleyman, (Thk. Abdullah Mahmud Şehâte),
el-Hey’etu’l-Mısrıyyetu’l-Âmme li’l-Kitâb, 1979, IV, 422; EBU UBEYDE, Mecâzu’l-Kur’ân, II,
267.
145
MUKÂTĐL, Tefsîr, IV, 545-546.
146
EBU UBEYDE, Mecâzu’l-Kur’ân, II, 136.
147
Nahl,16/26.
148
ABDURRAZZÂK B. HEMMÂM, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Kerîm, (Thk. Mustafa Muslim
Muhammed), Mektebetu’r-Ruşd, I. Baskı, Riyad, 1410/1989, II, 355.
149
ُ َ ْ َ ُعنه
Haşr sûresindeki فانتھوا ْ َ نھاك ْم
ُ َ َ وما ُ ُ َ الرسول
َ َ ُفخذوه ْ ُ َ وما
ُ ُ آتاكم ﱠ َ َ /“Peygamber size ne vermişse onu alın, size
neyi yasaklamışsa ondan da kaçının” âyeti hakkında Sehl şöyle demiştir: “Usûl-i mezhebimiz
üçtür: Helal yemek, fiillerinde ve ahlâkında Hz. Peygamber’e tabi olmak ve halis niyetli olmak”.
(TUSTERÎ, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Dâru’l-Kutubi’l-Arabiyyeti’l-Kubrâ, Mısır, 1329, s.101).
30
150
Cessâs, Usûl-i Fıkh ifadesini el-Fusûl fî Usûl’ün başında zikretmektedir. Bkz. Usûlu’l-Fıkh (el-
Fusûl fi’l-Usûl), I, 30.
151
CESSÂS, Ahkâmu’l-Kur’ân, I, 9.
152
Bkz. ZEMAHŞERÎ, Ebu’l-Kâsım Mahmûd, el-Keşşâf an Hakâiki’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvîl fî
Vucûhi’t-Te’vîl, Dâru’l-Fikr, 1397/1977, I, 18.
153
BEYDÂVÎ, Ebû Saîd Nâsıruddîn Abdullah, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Dâru Sâdır,
Beyrut, ts., I, 6.
154
TABRESÎ, Ebû Ali Fadl b. Hasen, Mecmau’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, Dâru’l-Fikr, Beyrut,
1414/1994, I, 15-16.
155
ĐBN CUZEYY, Kitâbu’t-Teshîl, I, 11, 14; EBU HAYYÂN, Muhammed b. Yusuf, el-Bahru’l-
Muhît, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1412/ 1992, I, 13.
156
ZERKEŞÎ, el-Burhân, I, 13, II, 6, 9; SUYUTÎ, el-Đtkân, II, 136, 232, 238.
31
157
MÂVERDÎ, en-Nuketu ve’l-Uyûn, I, 21.
158
Mukaddimetân, s.205.
159
KURTUBÎ, Ebu Abdillah Muhammed, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, Dâru’l-Kâtibi’l-Arabiyye,
III. Baskı, Kahire, 1387/1967, I, 2.
32
Kur’ân’ın her âyeti açıklanmış (mansûs) değildir. Bu sebeple usûle arz edilerek re’y
ile istihraç etmek gerekmektedir. Tefsir ve te’vîlin birleşmesiyle oluşan re’y ile tefsir,
akıldan sadır olan ve usûle arz edilmeyen tefsirdir. Usûl ise, ya muhkem bir âyet
veya mütevatir bir haber veya icmadan oluşmaktadır.160 Böylece tefsirde takip
edilecek usûle ilişkin bir sıralama yapılmış olmaktadır. Keza aynı dönemde yaşamış
bir başka önemli isim olan Kâfiyecî (ö.879/1478) de, tefsirin kâidelerini anlattığı
eserinde, “usûle arz edilen tefsir” konusunda benzer açıklamalar yapmaktadır.161
Neticede buraya kadar yer verdiğimiz izahlardan, tefsirde sözü edilen usûl ile
mânâ istinbâtının gerçekleşmesinin esaslarını oluşturan Fıkıh Usûlü arasında bir
paralellik arz ettiği anlaşılmaktadır.
160
MEHÂĐMÎ, Tefsîru’l-Kur’ân, I, 6.
161
Bkz. KÂFĐYECÎ, Muhyiddin, Kitâbu’t-Teysîr fî Kavâidi Ilmi’t-Tefsîr, (Nşr. Đsmail Cerrahoğlu),
A.Ü.Đ.F.Y., Ankara, 1974, (Arapça Metni) s.7. Konu, üçüncü bölümde detaylıca ele alınacaktır.
162
ĐBN TEYMĐYYE, Ebu’l-Abbâs Takiyuddîn, Mukaddime fî Usûli’t-Tefsîr, (Thk. Adnân Zarzûr),
Dâru’l-Kur’âni’l-Kerîm, I. Baskı, Kuveyt, 1391/1971, s.33.
163
DĐHLEVÎ, Şah Veliyyullâh, el-Fevzu’l-Kebîr fî Usûli’t-Tefsîr, Dâru’l-Beşâiri’l-Đslâmiyye, II.
Baskı, Beyrut, 1408/1987, s.17.
164
SUYUTÎ, el-Đtkân, II, 264.
33
usûl kadar tefsirde bu anlamda kullanılan bir başka kelime de kâidedir. Nitekim
Tefsir Usûlü kapsamında değerlendirilen eserler içerisinde “”قواعد165 de geçmektedir.
Bu arada eser isimlerinde ve içerikte “ ”قانونkelimesinin de kullanıldığını
görmekteyiz.166
165
Buna örnek olarak, Tûfî (ö.716/1317)’nin el-Đksîr fî Kavâidi Ilmi’t-Tefsîr ile bu esere reddiye
olarak yazılan (HAYDAR, Ulûmu’l-Kur’ân, s.86-87) Kâfiyecî’nin et-Teysîr fî Kavâidi Ilmi’t-
Tefsîr’i verilebilir.
166
Mesela Đbn Ruşd (ö.520/1126)’ün Kelâm alanındaki eserinde Kânûn ifadesi kullanılmakta (el-Keşf
an Menâhici’l-Edille fî Akâidi’l-Edille, (Thk. M. Âbid Câbirî), Merkezu’d-Dirâsâti’l-Vahdeti’l-
Arabiyye, I. Baskı, Beyrut, 1998, s.205-206); Ebu Bekr Đbnu’l-Arabî (ö.543/1148)’nin bir eseri ise,
Kânûnu’t-Te’vîl başlığını taşımaktadır.
167
ÖZTÜRK, “Tefsirde Usûl(süzlük) Sorunu”, s.70.
168
ÇELĐK, “Hicrî V-XI. Asırlarda Kur’ân Đlimleri”, s.52.
169
M. SAFÂ’, Ulûmu’l-Kur’ân, I, 52-53.
170
ÇĐÇEK, 20. Asırda Kur’an Đlimleri Çalışmaları, s.27; ÖZTÜRK, “Tefsirde Usûl(süzlük)
Sorunu”, s.75.
171
Suat YILDIRIM, “Müzakere”, Kur’an ve Tefsir Araştırmaları-III, s.95.
172
Hatta Tefsir Usûlü ve Hadis Usûlü gibi ifadelerin modern kullanımlar olduğu, gelenekte bu tür
kavramsallaştırmaların bulunmadığı da belirtilmektedir. Ulûmu’l-Kur’ân ise, geleneksel bir
kullanımdır. Bkz. Hayri KIRBAŞOĞLU, “Soruşturma” (Đslami Đlimler Sorunu), Đslamiyât, c.6,
Sayı:4, Ankara, 2003, s.177.
34
173
Eserlerin listesi için bkz. Ali BULUT, “Türkiye’de ‘Tefsir Usûlü/Ulûmu’l-Kur’ân’ Tartışmaları -
Bir Literatür Đncelemesi-”, Tarihte ve Günümüzde Kur’an Đlimleri ve Tefsir Usulü (Kur’ân ve
Tefsir Araştırmaları Yaz Akademisi Tebliğ Kitapçığı), Đstanbul, 2008, s.304.
174
Bakara,2/269.
175
( الحكمة وھي علم القرآن والفقه فيهMUKÂTĐL, Tefsîr, I, 223).
176
ZERKEŞÎ, el-Burhân, I, 7.
35
vermektedir.177 Müteakip asırlarda da aynı adı taşıyan eserler telif edilmiştir. Mesela
nahiv âlimi ediplerden Bağdat’ta ve Basra’da yaşamış Ebu Bekr Sûlî Muhammed b.
Yahya (ö.335/946)’nın Kitâbu’ş-Şâmil fî Ilmi’l-Kur’ân adlı tamamlanmamış eseri,178
Medineli kurrâ, dil ve şiir âlimi Đbn Muksim Ebu Bekr Muhammed b. Hasen
(ö.364/974)’nin Kitâbu’l-Envâr fî Ilmi’l-Kur’ân’ı,179 kırâat ve tefsir imamı Nisaburlu
Ahmed b. Ali Beyhakî (ö.544/1150)’nin el-Muhît bi Ilmi’l-Kur’ân’ı180 bunlardan
bazılarıdır. Böylece “Ilmu’l-Kur’ân” adını taşıyan en erken eser, hicrî III. asra kadar
gitmektedir. Ancak söz konusu eserlerin isimleri dışında herhangi bir bilgiye sahip
değiliz. En azından eserlerin muhtevaları hakkında bilgi sahibi olabilseydik, “Ilmu’l-
Kur’ân” adının hangi kavramsal çerçeveye sahip olduğuna ilişkin tespitlerimizi daha
fazla veriler ışığında gerçekleştirebilirdik.
177
ĐBNU’N-NEDÎM, el-Fihrist, s.128, 114; NUVEYHIZ, Âdil, Mu’cemu’l-Mufessirîn, Muessesetu
Nuveyhız es-Sekâfiyye, III. Baskı, 1409/1988, II, 751.
178
ĐBNU’N-NEDÎM, el-Fihrist, s.185; NUVEYHIZ, Mu’cem, II, 647-648.
179
ĐBNU’N-NEDÎM, el-Fihrist, s.52.
180
NUVEYHIZ, Mu’cem, I, 50.
181
FERRÂ, Ebu Zekeriyyâ Yahyâ b. Ziyâd, Meânî’l-Kur’ân, (Thk. M. Ali Neccâr-Ahmed Yusuf
Necâtî), Dâru’s-Surûr, yy., ts., I, 419.
182
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 56.
183
SEMERKANDÎ, Ebu’l-Leys, Tefsîru’s-Semerkandî (Bahru’l-Ulûm), (Thk. Muhibbuddîn Ebî
Saîd), Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1416/1996, I, 94.
184
NUVEYHIZ, Mu’cem, I, 373.
185
ĐBNU’L-CEVZÎ, Ebu’l-Ferac, Zâdu’l-Mesîr fî Ilmi’t-Tefsîr, el-Mektebetu’l-Đslâmî, Beyrut,
1384/1964, I, 3-4.
186
NUVEYHIZ, Mu’cem, I, 285-286.
36
187
A. Nedim SERĐNSU, Kur’ân’ın Anlaşılmasında Esbâb-ı Nüzûl’ün Rolü, Şule Yayınları,
Đstanbul, 1994, s.45.
188
KÂTĐP ÇELEBÎ, Keşfu’z-Zunûn, I, 427–462; TAŞKÖPRÎZADE, Ebu’l-Hayr, Ahmed Efendi,
Mevzûatu’l-Ulûm, (Çev. Kemaleddin Mehmed Efendi), Đkdam Matbaası, I. Baskı, 1313, I, 509–
575.
189
Rağıb, mukaddimesinde “ ”شرف علم التفسيرbaşlığını atmıştır. (Mukaddime, s.91).
190
Đbn Atiyye, “Ilmu’t-Tefsîr”den pek çok konuyu kitabında zikrettiğini söylemektedir.
(Mukaddimetân, s.255-256).
191
Zemahşerî, el-Keşşâf’ın mukaddimesinde, “Ilmu’t-Tefsîr” ifadesine yer vermektedir. Buna göre
tefsir ilmi, gönülleri en çok dolduran, isabetli fikirlerle kendisine ulaşılan, garib nüktelerle
gönülleri olgunlaştıran ardı ardına saklanan gizliliklerin telafisi ancak keskin basiret ile idrak
edilebilen bir ilimdir. Bu ilim hakkında söz söylemek, her ilim sahibi için mümkün değildir. (el-
Keşşâf, I, 15. Krş. CERRAHOĞLU, Tefsir Tarihi, I, 352).
192
Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl’in mukaddimesinde “Ilmu’t-Tefsîr” ifadesini
kullanarak, dini ilimlerin reisi olan Ilmu’t-Tefsîr’in ilimlerin en yücesi ve üstünü olduğunu
söylemektedir. (Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, I, 5).
193
Hâzin’e göre Bagavî’nin tefsiri, ilm-i tefsirdeki eserlerin zirvesini oluşturmaktadır. (Lubâbu’t-
Te’vîl, I, 3).
194
ZERKEŞÎ, el-Burhân, I, 16.
195
Ilmu’t-Tefsîr, Ebu Hayyân’ın mukaddimede tercih ettiği ve sıkça kullandığı bir ifadedir. (el-
Bahru’l-Muhît, I, 10-11, 13, 14).
196
BĐKÂÎ, Nazmu’d-Durer, I, 5.
197
SUYUTÎ, el-Itkân, I, 5.
198
Đbn Acîbeh, Ilmu’t-Tefsîr, ilimlerin en yücesidir, demektedir. (el-Bahru’l-Medîd, I, 16).
199
ŞEVKÂNÎ, Muhammed b. Ali, Fethu’l-Kadîr el-Câmi’ beyne Fenniyyi’r-Rivâyeti ve’d-
Dirâyeti min Ilmi’t-Tefsîr, Dâru’l-Ma’rife, III. Baskı, Beyrut, 1417/1997, I, 13, 16.
200
Âlûsî, “Ilmu’t-Tefsîr”, Allah’ın muradını araştıran bir ilimdir, demektedir. (Rûhu’l-Meânî fî
Tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm ve’s-Sebı’l-Mesânî, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1417/1997, I, 10).
201
ĐBN ÂŞÛR, Tefsîru’t-Tahrîr ve’t-Tenvîr, I, 11, 18.
202
Nitekim Suyutî’nin bir eseri et-Tahbîr fi Ulûmi’t-Tefsîr adını taşımaktadır. (el-Itkân, I, 5). Yine
Suyutî, Kâfiyecî’nin “Ulûmu’t-Tefsîr” konusunda kitabını yazdığını söyler. (el-Itkân, I, 4). Ebu
Hayyân ile Âlûsî de “Ulûmu’t-Tefsîr” ifadesini de kullananlardandır. (EBU HAYYÂN, el-
Bahru’l-Muhît, I, 14; ÂLÛSÎ, Rûhu’l-Meânî, I, 13).
37
“Ulûmu’l-Kur’ân” adını taşıyan ilk esere gelince, en erken eserin hicrî III.
yüzyılda yazıldığı ifade edilmektedir. Subhi Salih, bu konuda ilk çalışmanın tarihçi,
mütercim ve edebiyatçı kimliği bulunan Đbn Merzebân (ö.309/921) tarafından
yapıldığı görüşündedir.208 Đbn Merzebân’ın oldukça hacimli olan ve 27 cüzden
oluşan “el-Hâvî fî Ulûmi’l-Kur’ân” adlı bir eserinden bahsedilmektedir.209
203
SUYUTÎ, el-Đtkân, I, 4.
204
ZERKÂNÎ, Menâhilu’l-Đrfân, I, 34-35; SUBHI’S-SÂLĐH, Mebâhis fî Ulûmi’l-Kur’ân, Dâru’l-
Ilm li’l-Melâyîn, V. Baskı, Beyrut, 1968, s.123-124.
205
ZERKÂNÎ, Menâhilu’l-Đrfân, I, 35.
206
ZARZÛR, Ulûmu’l-Kur’ân, s.125-126.
207
M. SAFÂ’, Ulûmu’l-Kur’ân, I, 117.
208
SUBHĐ’S-SÂLĐH, Mebâhis, s.124.
209
ĐBNU’N-NEDÎM, el-Fihrist, s.114, 183.
38
Zerkânî ise, hicrî IV. asırdan önce bilinen anlamıyla tedvin edilen bir
“Ulûmu’l-Kur’ân” eserinin bulunmadığını savunmaktadır. Ulemanın zihninde
Ulûmu’l-Kur’ân’ın topluca bir arada olduğunu belirten ve buna da Đmam Şâfiî’nin
olayını delil getiren Zerkânî, “Ulûmu’l-Kur’ân” ıstılahının hicrî VII. asırda ortaya
çıktığının bilindiğini, ancak araştırmalarıyla bunu hicrî V. asra götürme başarısını
elde ettiğini söylemektedir. Ona göre “Ulûmu’l-Kur’ân”, Ali b. Đbrahim b. Saîd Hûfî
(ö.430/1038)’nin “el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’ân” adlı eseriyle ıstılahlaşmıştır.212
210
Diğer adı Acâibu Ulûmi’l-Kur’ân şeklindeki eserin içeriği şöyledir: Fedâilu’l-Kur’ân, Halku’l-
Kur’ân konusunda Kur’ân’ın mahlûk olmadığına dair rivayetler ve görüşler, yedi harf meselesi,
Kitâbet-i Mushaf, Kur’ân’daki sûre, âyet, kelime ve harf sayıları, Kur’ân’ın cüzleri, Mekkî-
Medenî, Lugâti’l-Kur’ân ve Arapça dışındaki lafızlar, Vakf ve Đbtida’, Kur’ân’daki müteşâbihler
ve bütün bu sayılanlarla irtibatlı diğer konular. (AHMED HALÎL, Neş’etu’t-Tefsîr, s.45-46).
Kitabın Đbnu’l-Enbârî’ye nispetinin yanlışlığı konusunda bir değerlendirme için bkz. M. SAFÂ’,
Ulûmu’l-Kur’ân, I, 155-157.
211
AHMED HALÎL, Neş’etu’t-Tefsîr, s.45.
212
ZERKÂNÎ, Menâhilu’l-Đrfân, I, 34-36.
213
Adnan ZARZÛR, el-Kur’ân ve Nusûsuh, Dımeşk, Matbaatu Halid b. Velid, 1980, s.112-113;
A.Mlf., Ulûmu’l-Kur’ân, s.123-126.
39
214
ZARZÛR, el-Kur’ân ve Nusûsuh, s.112-113.
215
ĐBNU’N-NEDÎM, el-Fihrist, s.51, 59.
216
NUVEYHIZ, Mu’cem, II, 640.
217
NUVEYHIZ, Mu’cem, I, 341.
218
HAYDAR, Ulûmu’l-Kur’ân, s.85-86.
219
Udfuvî, tefsirinin mukaddimesinde şöyle demektedir: “Bu, telif ettiğimiz bir kitaptır. Ulûmu’l-
Kur’ân’dan bazılarını içerir.” Daha sonra Udfuvî, çeşitli Kur’ân ilimlerini sayarak (kıraat, nâsih-
mensûh, muhkem-müteşâbih, âyet sayıları, vakf ve cümle bitişleri, sarf, takdim-te’hir, nahiv,
mekkî-medenî gibi) bu ilimlere yer verme sebebini, telif ettiği kitabın tefsirde bir başkasına ihtiyaç
bırakmayacak donanıma sahip olması, şeklinde izah etmektedir. el-Đstiğna fî Ulûmi’l-Kur’ân,
(Süleyman MOLLAĐBRAHĐMOĞLU, Muhammed b. Ali el-Udfuvî ve Tefsir Metodu, Đstanbul,
1995, s.129-130’dan naklen).
40
göstermektedir.220 Đbn Tarâr Muâfî b. Zekeriya (ö.390/1000)’nın büyük tefsiri de, el-
Beyânu’l-Mûciz an Ulûmi’l-Kur’âni’l-Mu’cîz adını taşımaktadır.221
Mekkî b. Ebî Tâlib (ö.437/1045), sûre sırasına göre Kur’ân’daki i’rabla ilgili
müşkil hususları ele aldığı Kitâbu Muşkili Đ’râbi’l-Kur’ân’ın mukaddimesinde
“Ulûmu’l-Kur’ân talibine gerekli en büyük şey, Kur’ân’ın i’rabını bilmesidir”
demektedir.226 Şi‘a’nın fakihi olarak tanıtılan Ebu Ca’fer Tûsî (ö.460/1068),
Tefsîru’t-Tıbyân’ın mukaddimesinde, Şi‘a’nın rağbet ettiği Kur’ân ilimlerinden
bahsetmekte ve çeşitli Kur’ân ilimlerini zikretmektedir.227 Đmamiyye mezhebine
mensup olan Tabresî de tefsirin mukaddimesinde, yazdığı kitabın, gâyet özlü bir
biçimde ve güzel bir nazım ve tertip ile Kur’ân ilimlerini bünyesinde topladığını
anlatmakta ve kitabını “Mecmau’l-Beyân li Ulûmi’l-Kur’ân” olarak isimlendirdiğini
zikretmektedir.228 Đtikadî yönden Mâturidî amelî yönden Hanefi olan Ömer Nesefî
de, et-Teysîr fi’t-Tefsîr adlı tefsirinin sonundaki manzum ferağ kaydında, tefsirinde
220
HAYDAR, Ulûmu’l-Kur’ân, s.74-75.
221
NUVEYHIZ, Mu’cem, II, 680.
222
NUVEYHIZ, Mu’cem, I, 52.
223
NUVEYHIZ, Mu’cem, I, 31.
224
NUVEYHIZ, Mu’cem, I, 270.
225
Ortak nokta, Endülüslü müfessirlerin tefsirlerinde “Ulûm” başlığını kullanmış olmalarıdır.
226
Kitâbu Muşkili Đ’râbi’l-Kur’ân, (Thk. Yasin M. Sevvâs), Dâru’l-Me’mûn li’t-Turâs, Dımeşk, ts.,
I, 1.
227
TÛSÎ, Ebu Cafer, et-Tibyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, Dâru Đhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, ts., I, 2.
228
TABRESÎ, Mecmau’l-Beyân, I, 8-9.
41
yoğun bir şekilde Kur’ân ilimlerine yer verdiğini söylemektedir.229 Aynı asırlardaki
eserlerden; “Ulûmu’l-Kur’ân” ismiyle müsemma Đbnu’l-Cevzî’nin Funûnu’l-Efnân fî
Uyûni Ulûmi’l-Kur’ân’ı230 ve Ebu Şâme Makdisî (ö.665/1267)’nin Kitâbu’l-
Murşidi’l-Vecîz ilâ Ulûmi Teteallaku bi’l-Kitâbi’l-Azîz’i, tefsirden farklı bir
kategoridedir; yani kavramsal anlam içermektedir.231 Dolayısıyla “Ulûmu’l-Kur’ân”,
hem tefsir isimlerinde geçen hem de ıstılahî anlamı içeren bir kullanıma sahiptir.
229
Ö. Nesefî şöyle demektedir: “(Bu kitap), Kur’ân ilimlerinden her ilim hakkında bol bol malumat
getirilmek suretiyle sona ermiştir. (Bunlar); nüzûl sebepleri, (Kur’ân) kıssaları, (sûrelerin)
isimleri, tefsir ve şerh cihetleri gibi. Lügatlerın, nahiv, i’rab ve müşkilü’l-Kur’ân’la ilgili
meselelerin açıklanması, kıraatler, meânî, nazmu’l-Kur’ân vecihleri, fıkhî ve kelâmî meseleler,
işârî izahlar, nükteler, güzel öğütler gibi…”. A. Hümeyra ASLANTÜRK, Ömer en-Nesefî ve
Tefsirdeki Metodu, Fakülte Kitabevi, I. Baskı, Isparta, 2007, s.96.
230
Đki bölüm halinde tertip edilen Funûnu’l-Efnân fî Uyûni Ulûmi’l-Kur’ân’ın birinci bölümünde
Kur’ân ilimleri ve Tefsir Usûlü, ikinci bölümde dil kuralları incelenmiştir.
231
EBU ŞÂME MAKDĐSÎ, Kitâbu’l-Murşidi’l-Vecîz ilâ Ulûmi Teteallaku bi’l-Kitâbi’l-Azîz,
(Thk. Tayyar Altıkulaç), T.D.V.Y., II. Baskı, Ankara, 1986.
232
KĐFÂFÎ, fî Ulûmi’l-Kur’ân, Dâru’n-Nehdati’l-Arabiyye, Beyrut, 1401/1981, s.33’den naklen
SERĐNSU, Kur’ân’ın Anlaşılmasında Esbâb-ı Nüzûl’ün Rolü, s.45.
233
SERĐNSU, Kur’ân’ın Anlaşılmasında Esbâb-ı Nüzûl’ün Rolü, s.57. Konu hakkında bkz. Bilal
DELĐSER, ez-Zerkeşî ve Kur’an Đlimlerindeki Yeri, Yayımlanmamış Doktora Tezi (Danışman:
A. Nedim Serinsu), A.Ü.S.B.E., Ankara, 2004, s.39-42.
234
ZERKEŞÎ, el-Burhân, I, 9.
235
NUVEYHIZ, Mu’cem, I, 270. Celâleddîn Bulkînî’nin adı geçen eseri, Mevâkiu’l-Ulûm min
Mevâkii’n-Nucûm olsa gerektir.
42
236
NUVEYHIZ, Mu’cem, I, 398.
237
Suyutî’nin adı geçen eserine son bölümde değineceğiz.
238
NUVEYHIZ, Mu’cem, II, 487. Eser, 10 cilt olarak basılmıştır. Eser hakkında detaylı bir inceleme
için bkz. A. BĐRIŞIK, Muhammed b. Akîle ve ez-Ziyâde vel-Đhsân fî Ulûmi’l-Kur’ân’ı,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi (Danışman: Ali Özek), M.Ü.S.B.E., Đstanbul, 1990.
239
Bkz. BULUT, a.g.t., s.306-309.
240
Mesela Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü’nün başlıca kaynakları arasında, Zerkeşî’nin el-Burhân’ını,
Suyutî’nin el-Đtkân’ını, Đbn Teymiyye’nin Mukaddime fî Usûli’t-Tefsîr’ini, Zerkânî’nin
Menâhilu’l-Đrfân’ını, Subhi Salih’in Mebâhis’ini saymaktadır. Bkz. Tefsir Usûlü, T.D.V.Y., X.
Baskı, Ankara, 1993, s.7.
241
M. SAFÂ’, Ulûmu’l-Kur’ân, I, 52-53.
242
TAYYÂR, Fusûlun fî Usûli’t-Tefsîr, Riyad, 1413h., s.11’den naklen M. SAFÂ’, Ulûmu’l-
Kur’ân, I, 54.
43
tefsirle doğrudan ilgisi bulunan diğer konuları içermektedir.243 Bu bakış açısına göre
“Ulûmu’l-Kur’ân”, doğrudan ya da dolaylı olarak Kur’ân’la ilgisi bulunan her
konuyu kapsar iken, “Tefsir Usûlü”nün kapsamı daha dardır. Şimdi “Tefsir
Usûlü”nün nasıl tanımlandığına bakabiliriz.
243
M. SAFÂ’, Ulûmu’l-Kur’ân, I, 54-55.
244
ZEMAHŞERÎ, el-Keşşâf, I, 15.
245
EBU HAYYÂN, el-Bahru’l-Muhît, I, 13.
246
ZERKEŞÎ, el-Burhân, I, 13.
247
KÂTĐP ÇELEBÎ, Keşfu’z-Zunûn, I, 427.
248
ZERKÂNÎ, Menâhil, II, 4-5.
44
Tefsir Usûlü’nün tariflerine gelince, konuyla ilgili yaklaşımları iki ana grupta
ele alabiliriz. Birincisi, Tefsir Usûlü’nün metodolojiyi ifade ettiğine dair yaklaşımdır.
Nitekim Tefsire Giriş adlı eserinde Mehmed Sofuoğlu, “Tefsîr Usûlü Đlmi (Đlmu
Usûli’t-Tefsîr) Tefsîrin Dayandığı Esaslar” başlığı altında bu doğrultuda açıklamalar
yapmaktadır. Buna göre “Tefsir” ve “Usûl” kelimelerinden oluşan ve bir isim
tamlaması olan “Usûlu’t-Tefsîr” sözü, bu terkîbî mânâsından özel isimliğe
nakledilerek söz konusu ilmin özel ismini oluşturmaktadır. Usûl kelimesinin tekili
olan asl ise, üzerine bina edilen temel anlamına gelmektedir:
“Şu halde burada tefsîr, bir takım asıllar, kaideler ve esâslar üzerine kurulub
dayanıyor demekdir. Şüphesiz bu kuruluş hissî değil aklîdir ve tefsîr asılları
tefsîre mahsus olan delîller, esâslar ve kaideler demekdir.”250
Tefsirin asıllarının zikredildiği eserlerden birisi, Cemâleddîn Kâsımî’nin
“Tefsîr Kâideleri” adıyla (Temhîdun Hatîrun fî Kavâidi’t-Tefsîr) sıraladığı tefsir
mukaddimesidir. Bir diğeri ise, Kâfiyecî’nin Kitâbu’t-Teysîr fî Kavâidi Ilmi’t-Tefsîr
adını verdiği eseridir. Neticede Tefsir Usûlü ilmi, Batılıların “metot” ve “loji”
isimlerinden oluşturdukları Metodoloji anlamına göre “Tefsir Metodolojisi”
mânâsına gelmektedir.251
249
OKĐÇ, Tayyib, Tefsir Dersleri Notları, A.Ü.Đ.F. Ders Notları, Fotokopi Nüsha, s.1.
250
Mehmed SOFUOĞLU, Tefsîre Giriş, Çağrı Yayınları, Đstanbul, 1981, s.195.
251
SOFUOĞLU, Tefsîre Giriş, s.195-196.
45
“Tefsir Usûlü”ne ilişkin Fehd Rûmî ise iki ayrı tarif yapmaktadır. Onun
birinci tarifine göre “Tefsir Usûlü”; tefsir ilminin temel aldığı, şartları ve adabı
yönüyle müfessiri ilgilendiren, yol ve metot itibariyle tefsire müteallik konulara
252
AKK, Usûlu’t-Tefsîr ve Kavâiduh, s.30-31.
253
SABBAĞ, Tefsir Usûlü Araştırmaları, s.8-9.
254
Tahsin GÖRGÜN, “Klasik Anlama Yöntemlerinin (Fıkıh ve Tefsir Usûlü) Đmkân ve Sınırları”
Đlâhî Sözün Gücü içinde, Gelenek Yayıncılık, Đstanbul, 2003, s.193, 201. Bu bağlamda Tefsir
Usûlü şöyle de tanımlanmıştır: “Tefsir Usûlü, Kur’ân ilimleri adı verilen nasih-mensuh, i’caz,
esbâb-ı nüzûl vb. ilimler çerçevesinde -belli bir tenkide tabi tutulmadan- yer verilen bilgileri
ayıklayan; -yani sözgelimi esbâb-ı nüzûle dair hacimli eserlerdeki bilgilerden hangilerine yer
verilip hangilerinin nazar-ı itibara alınmayacağını ortaya koyan- disiplinin adıdır. Bu yönüyle
Usûl-i Fıkhın elfâz ve delâlet bahislerini de kapsar”. (SÜLÜN, “Müzakere”, s.45).
46
şâmil olan kaide ve esasları içermektedir. Diğer tarifine göre ise “Tefsir Usûlü”,
kendisiyle Kur’ân’ın doğru bir şekilde anlaşılmasının sağlandığı ve tefsirde yanlış
yolların ve yanlışlıkların açığa çıktığı bir ilimdir. Bu ilmin gayesine gelince, tefsirde
doğru kâideleri, doğru yolları, güçlü metotları; müfessir için de muhkem şartları,
kendine has adabını ortaya koymak suretiyle tefsiri belli bir disipline bağlamaktır.
Aynen tecvid ilminin amacının Kur’ân’ın doğru okunması olduğu gibi, “Tefsir
Usûlü”nün gayesi de Kur’ân’ın mânâlarının doğru bir şekilde anlaşılmasıdır. Bu
açıdan “Tefsir Usûlü” birtakım faydaları haizdir: 1- Kur’ân’ın mânâlarının tahrif
gayretlerine karşı güçlü bir ilmî donanıma sahip olmak. 2- Tefsirde kabul ile ret
arasında seçim yapılabilecek doğru yolları bilmek. 3- Kur’ân’ı doğru bir şekilde
anlamaya yardım edecek kâideleri bilmek. 4- Geçmişin Kur’ân’ın lafız ve mânâ
olarak muhafaza gayretlerine muttali olmak, onlara uymak ve onların metotları üzere
yürümek.255
255
FEHD RÛMÎ, Buhûsun fî Usûli’t-Tefsîr ve Menâhicuh, Mektebetu’t-Tevbe, yy., 1419, s.11-13.
256
DEMĐRCĐ, Tefsir Usûlü ve Tarihi, s.92-93.
257
DEMĐRCĐ, Tefsir Usûlü ve Tarihi, s.93. Bir başka tarife göre de Tefsir Usûlü, âyetten murad
olunan mananın elde edilmesi noktasında bir vasıta ilim olma özelliğini göstermektedir: “Tefsir
Usûlü, “Allah’ın muradına delalet etmesi bakımından ihtiva ettiği mânâları açıklayıp ortaya
koymada kullanılması gereken esaslar ve metodlardır”. (ÇELĐK, “Hicrî V-XI. Asırlarda Kur’ân
Đlimleri”, s.51-52).
47
Aynı bağlamda dikkat çekilen bir husus da, usûl kelimesinin “asıllar/kökler”
anlamına geldiği; Türkçede genelde “yöntem” anlamında kullanıldığı, usûlün metot
anlamında kullanılmasının ise bazı karışıklıklara neden olduğudur.263 Buna göre
Kur’ân ilimleri, Kur’ân tarihi, tefsir tarihini bünyesinde toplayan Tefsir Usûlü, bütün
bu malzemesiyle tefsir yöntemi konusunda gerekli malzemeyi sunmaktadır.
Dolayısıyla Tefsir Usûlü başlığını taşıyan eserler yöntem konusuna girmemekte, bir
tefsir eyleminde mutlaka bakılması gereken konuları alt alta sıralaması itibariyle
258
Örneğin “Tefsirde Usûl(süzlük) Sorunu” başlıklı makalede, usûl kelimesinden metodoloji
kastedilmiştir. (ÖZTÜRK, a.g.m., s.69). Yine bir başka eserde, usûl ile ilgili problemlerden kasdın
metodoloji olduğu ifade edilmiştir. Bkz. Ömer DUMLU, Kur’an Tefsirinde Yöntem, Anadolu
Yayınları, Đzmir, 1998, s.3.
259
ÇELĐK, “Hicrî V-XI. Asırlarda Kur’ân Đlimleri”, s.53.
260
MENNÂU’L-KATTÂN, Mebâhis, s.16.
261
Uygulamalı Tefsir Usûlü ve Tefsir Tarihi, s.VII.
262
“Müzakere”, Tefsir Eğitim ve Öğretimin Problemleri-Sempozyum, Kurav Yayınları, Bursa,
2007, s.35.
263
GÖRENER, “Türkçe’de Usûl Kelimesinin Kullanımı Hakkında Bir Değerlendirme”, s.180-182.
48
“Tefsir Usûlü” ile ilgili söylemler bunlarla sınırlı değildir. Daha önce de
değindiğimiz gibi bu kavramdan neyin anlaşılması/anlaşılmaması gerektiğine dair
araştırmalar yapılmakta ve yeni yaklaşımlar sergilenmektedir.267
264
GÖRENER, “Tefsir Usûlü ve Kur’ân Đlimlerinin Tefsir Yöntemi Açısından Değerlendirilmesi”,
Tarihte ve Günümüzde Kur’ân Đlimleri ve Tefsîr Usûlü (Kur’ân ve Tefsîr Araştırmaları Yaz
Akademisi Tebliğ Kitapçığı), s.156.
265
Tefsir Usûlü, bu anlamda şöyle de tarif edilmiştir: “Tefsir Usûlü ya da Đlmu Usûli't Tefsir, Kur’ân-
ı Kerim’in insanlar tarafından anlaşmasına yardımcı olmak üzere onu, insanların zihinlerine,
akıllarına yaklaştırma çalışmaları diyebileceğimiz tefsirin ve müfessirlerin prensiplerini, şartlarını
ve çerçevesini belirleyen, tarihini tespit eden ilim veya ilimlerin hepsine birden verilen isimdir.”.
(ÇETĐNER, “Usûl-ü Tefsir”, Şâmil Đslâm Ansiklopedisi, VI, 256).
266
ÇELĐK, “Hicrî V-XI. Asırlarda Kur’ân Đlimleri”, s.52-53.
267
Konuya ilişkin müstakil çalışmalara 52 nolu dipnotta işaret edilmişti.
49
“Bu eser iki kısımdır. Birinci kısmı Usûl-i Tefsir’e dâirdir. Buna “Tefsîr
Đlmi’nin Mukaddimesi” adı da verilmektedir…”270
Bu açıklamaya göre “Tefsir Usûlü”ne aynı zamanda tefsir ilminin
mukaddimesi de denilmektedir. Yine tefsir mukaddimelerinin de tefsir esaslarının
268
SUYUTÎ, el-Itkân, I, 8.
269
CEVDET BEY, Tefsir Usul ve Tarihi, Ahmed Kamil Matbaası, Đstanbul, 1927, s.152.
270
BĐLMEN, Tefsir Tarihi: Usûl-i Tefsir veya Mukaddime-i Đlm-i Tefsir, I, 8. Nitekim eserin ilk
bölümü Kur’ân, ikinci bölümü tefsir, üçüncü bölümü ise müfessirler, tefsirle alâkası olan diğer
ilimler ile tefsirdeki ihtilaf sebepleri ve çeşitleri hakkındadır.
50
271
SOFUOĞLU, Tefsîre Giriş, s.195-196.
51
BĐRĐNCĐ BÖLÜM
1
KÂTĐP ÇELEBÎ, Keşfu’z-Zunûn, I, 430.
2
Fuad SEZGĐN, Buhârî’nin Kaynakları, Kitabiyât, Ankara, 2000, s.25.
3
el-Fihrist, s.53. Ayrıca bugün elimizde tam metni mevcut olmayan ve Đbn Abbas’tan gelen
rivayetleri içeren Ali b. Ebî Talha (ö.143/760)’nın Tefsir Sahifesi hakkında bilgi için bkz. Sahîfetu
Ali b. Ebî Talha an Đbn Abbâs fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Kerîm, (Thk. Thr. Râşid Abdulmun’im
Reccâl), Dâru’l-Cîl, II. Baskı, Beyrut, 1414/1994, ss.5-76; ZEHEBÎ, et-Tefsîr ve’l-Mufessirûn, I,
77-83; CERRAHOĞLU, “Ali Đbn Abi Talha’nın Tefsir Sahifesi”, Ankara Üniversitesi Đlahiyat
Fakültesi Dergisi, c.XVII, Ankara, 1976, ss.55-82; Talat KOÇYĐĞĐT, Hadis Tarihi, T.D.V.Y.,
Ankara, 1997, ss.64-66.
4
ĐBN HACER, Askalânî Ahmed b. Ali, Tehzîbu’t-Tehzîb, Dâru’l-Fikr, I. Baskı, Beyrut,
1415/1995, VIII, 48-49.
5
Muhakkikin verdiği bilgiye göre, Mücâhid’in tefsirinin 544 tarihli tek bir yazma nüshası
bulunmaktadır. Hicrî VI. yüzyıla ait olan bu nüsha, Dâru’l-Kutubi’l-Mısrıyye’de 1075 numarada
kayıtlıdır. Bkz. Tefsîru Mucâhid, (Thk. Abdurrahmân Tâhir b. M. Suratî), Matâbiu’d-Devhati’l-
Hadîse, I. Baskı, Katar, 1396/1976, “Muhakkik Mukaddimesi”, s.56.
52
Üçüncü olarak göze çarpan tefsir, baş tarafta besmeleyle ilgili açıklamalar
yapılan Ferrâ’nın Meânî’l-Kur’ân’ıdır. Hicrî 204 senesinde Ferrâ’nın imla ettirdiği
tefsir, Muhammed b. Cehm Simmerî (ö.277/890) tarafından rivayet edilmiştir. Tefsir,
Ferrâ’dan naklen, şu isimle başlamaktadır: “Tefsîru Muşkili Đ’râbi’l-Kur’ân ve
6
Nitekim kaynaklarda da Âdem b. Ebî Iyâs’ın bir tefsirinden bahsedilmektedir. Bkz.
CERRAHOĞLU, “Tefsirde Mücahid ve Ona Đsnad Edilen Tefsir”, Ankara Üniversitesi Đlahiyat
Fakültesi Dergisi, c.XXIII, Ankara, 1978, ss.31-50.
7
Rivayette Mücâhid’in değil Âdem b. Ebî Iyâs’ın adı geçmesinin, tefsirin isnad edildiği ismi tespit
açısından dikkate değer bir durumdur.
8
Tefsîru Mucâhid, s.68.
9
Muhakkik, Mücâhid’den Fatiha sûresiyle ilgili gelen rivayetleri derleyerek dipnotta vermiştir. Bkz.
Tefsîru Mucâhid, s.68.
10
Atâ b. Ebî Rabâh’ın bir tefsir sahibi olduğu zikredilmektedir. Bkz. Keşfu’z-Zunûn, I, 453.
11
Eser, iki yazma nüshası ile Ebu Ubeyd Kâsım b. Sellâm’ın Lugâtu Kabâili’l-Arab’ı
karşılaştırılarak mukayeseli olarak neşredilmiştir. Yazma risalelerin ilki, Lügatu’l-Kur’ân adıyla
Đstanbul Esad Efendi Kütüphanesi’nde 91/3 numarada kayıtlıdır. Kitâbu Garîbi’l-Kur’ân adlı
ikinci yazma risale ise, Đstanbul Atıf Efendi Kütüphanesi’nde 2815/8 numarada kayıtlıdır.
Mukaddime diyebileceğimiz giriş, bu iki yazma risalenin başında bulunmaktadır. Eserde,
Bakara’dan başlayarak sûre sırasıyla Kur’ân’da geçen garib kelimelerin diğer kabilelerin
lehçesindeki anlamlarına yer verilmektedir. Bkz. CERRAHOĞLU, “Tefsirde Atâ b. Ebi Rabâh ve
Đbn Abbâs’dan Rivayet Ettiği Garibu’l-Kur’anı”, Ankara Üniversitesi Đlahiyat Fakültesi
Dergisi, c.XXII, Ankara, 1978, ss.17-104. Eser hakkında bir inceleme için bkz. Andrew RĐPPĐN,
“Ibn ‘Abbâs’s Al-Lughât fî’l-Qur’ân”, The Qur’an: Formative Interpretation içinde, (Ed.
Andrew Rippin), Ashgate, Great Britain-USA, 1999, ss.109-121.
12
Her üç eserin de aynı kaynaktan geldiği, eserlerin, isnadın değişmeyen ilk zincirlerine
atfedilebildiği ancak asıl Đbn Abbas’a ait olduğu tespit edilmiştir. (CERRAHOĞLU, “Tefsirde Atâ
b. Ebi Rabâh”, s.24).
13
CERRAHOĞLU, “Tefsirde Atâ b. Ebi Rabâh”, s.25-26.
53
Meânîh”. Başlığın altında, besmeledeki “ism” kelimesinden önce Elif harfinin hazfi
üzerinde durulmakta, hemen ardından Fatiha sûresine geçilmektedir.14
14
FERRÂ, Meânî’l-Kur’ân, I, 1-2.
15
Bkz. Sufyân es-Sevrî ve Eseruhu fi’t-Tefsîr, Dâru’l-Kutub, I. Baskı, Bağdat, 1401/1981, s.213.
16
CERRAHOĞLU, Kur’ân Tefsirinin Doğuşu, s.139.
17
Süleymaniye Kütüphanesi’nde mevcut olan bu tür tefsirlerin ilki, Şi‘a imamlarından Ca’fer b.
Muhammed es-Sâdık (ö.148/765)’a isnad edilmektedir. Tefsirin yazma nüshası hakkında verilen
bir bilgiye göre, yazma nüshası tek cilt olan ve Ca’fer es-Sadık’ın görüşlerini içeren bu işari tefsiri
Ca’fer es-Sadık’ın yazmadığı kesindir. Tefsir, sonraki dönemde başkası tarafından yazılmıştır.
(MOLLAĐBRAHĐMOĞLU, Süleymaniye Kütüphanesi’nde Bulunan Yazma Tefsirler, s.479-
481). Yine Ebu Bekr Đbn Ebî Şeybe (ö.235/849)’ye isnad edilen bir başka tefsir daha vardır.
Başında mukaddime bulunmayan bu tefsir de, hicrî V. asra aittir. (MOLLAĐBRAHĐMOĞLU,
a.g.e., s.485-487).
18
Đbnu’l-Yezîdî (ö.237/851)’nin Garîbu’l-Kur’ân ve Tefsîruhu adlı eseri (Thk. Abdurrazzâk
Huseyn, Muessesetu’r-Risâle, I. Baskı, Beyrut, 1407/1987) örnek gösterilebilir.
19
ĐBNU’N-NEDÎM, el-Fihrist, s.53.
54
20
ŞEHÂTE, Abdullah Mahmud, Tefsîru Mukâtil b. Suleymân, el-Hey’etu’l-Mısrıyyetu’l-Âmme
li’l-Kitâb, 1979, V, 69; NUVEHYIZ, Mu’cem, II, 683. Diğer taraftan Şehâte, Mukâtil’den önce
tam tefsir yazma geleneğinin oluşmadığına dair bir kanaate varmıştır. (Tefsîru Mukâtil, V, 69).
Buna karşın şöyle bir kanaat de dile getirilmektedir: “Yalnız başına, erken dönem müfessirlerine
ilişkin Fuat Sezgin’in kayıtları dahi Şehâte’nin yaklaşımını dayanaksız hâle getirmektedir. Bir
kısmı Mukâtil’den önce yaşayan ve tefsirleri günümüze kadar ulaşmayan bu müfessirlerin,
Kur’ân’ın ne kadarını tefsire konu ettikleri bu gün için meçhuldür.” (Mehmet Akif KOÇ, Tefsirde
Bir Kaynak Đncelemesi -es-Sa‘lebī (427/1036) Tefsirinde Mukâtil b. Suleyman (150/767)
Rivayetleri-, Kitâbiyât, Ankara, 2005, s.13).
21
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, “Mukaddimetu’t-Tahkîk”.
22
Mukâtil’in eserleri şunlardır: Kitâbu’t-Tefsîri’l-Kebîr, Kitâbu’l-Eşbâh ve’n-Nezâir, Kitâbu
Tefsîri’l-Hamsi Mie Âye, Kitâbu’n-Nâsih ve’l-Mensûh, Kitâbu’l-Kırâât, Kitâbu Muteşâbihi’l-
Kur’ân, Kitâbu’l-Cevâbât fi’l-Kur’ân, Kitâbu’r-Radd ale’l-Kaderiyye, Kitâbu’l-Aksâm ve’l-Lugât,
Kitâbu’t-Takdîm ve’t-Te’hîr, Kitâbu’l-Âyât ve’l-Muteşâbihât (ĐBNU’N-NEDÎM, el-Fihrist,
s.222). Bugün eserlerin ilk üçüne ulaşılmıştır. Eserler ve yazma nüshaları hakkında bilgi için bkz.
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, “Mukaddimetu’t-Tahkîk”. Türkçeye çevrilen iki eser; Kitâbu’l-Eşbâh ve’n-
Nezâir (Kur’ân Terimleri Sözlüğü, Çev. M. Beşir Eryarsoy, Đşaret Yayınları, Đstanbul, 2004) ile
Kitâbu Tefsîri’l-Hamsi Mie Âye (Ahkam Âyetleri Tefsiri, Çev. M. Beşir Eryarsoy, Đşaret
Yayınları, Đstanbul, 2005)’dir.
23
Tam adı, Ebu’l-Hasen Mukâtil b. Suleyman b. Beşîr Ezdî Horasânî’dir. Müfessir, mütekellim,
kurrâ ve muhaddisdir. Belh’de doğan Mukâtil; Mısır, Bağdat ve Basra’da ilim tahsil etmiş,
Basra’da vefat etmiştir. Geniş bilgi için bkz. ĐBNU’N-NEDÎM, el-Fihrist, s.222; ĐBN EBÎ
HATĐM, Kitâbu’l-Cerh ve’t-Ta’dîl, I. Baskı, Haydarâbâd, Matbaatu Meclisi Dâri’l-Meârifi
Osmânî, 1372/1952, VIII, 354-355; HATÎB BAĞDÂDÎ, Târîhu Bağdâd, XIII, 160-169; ĐBN
HALLĐKÂN, Vefeyât, V, 255-257; ZEHEBÎ, Muhammed b. Ahmed, Târîhu’l-Đslâm, (Thk. Ömer
Abdusselâm Tedmûrî), Dâru’l-Kutubi’l-Arabiyye, II. Baskı, 1417/1997, IX, 639-642; A.Mlf.,
Siyeru A’lâmı’n-Nubelâ, (Thk. Şuayb Arnavut), Muessesetu’r-Risâle, X. Baskı, y.y., 1414/1994,
VII, 201-202; A.Mlf., Mîzânu’l-Đ’tidâl fî Nakdi’r-Ricâl, (Thk. Ali M. Becâvî), Dâru’l-Fikr,
Beyrut, ts., IV, 173-175; ĐBN HACER, Tehzîbu’t-Tehzîb, VIII, 320-325; ĐBNU’L-IMÂD,
Şihâbuddin, Şezerâtu’z-Zeheb fî Ahbâri men Zeheb, (Thk. Mahmûd Arnavût), Dâru Đbn Kesîr,
Dımeşk-Beyrut, 1410/1989, II, 228-229; EDNEVÎ, Ahmed b. Muhammed, Tabakâtu’l-
Mufessirîn, (Thk. Suleyman b. Salih), Mektebetu’l-Ulûm ve’l-Hikem, I. Baskı, el-Medînetu’l-
Munevvere, 1417/1997, s.20; DÂVÛDÎ, Şemsuddîn Muhammed b. Ali, Tabakâtu’l-Mufessirîn,
Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, Beyrut, ts., II, 330-331; KEHHÂLE, Ömer Rıza, Mu’cemu’l-Muellifîn,
55
Kaynaklarda Mukâtil ile ilgili çeşitli görüşler yer almaktadır. Buna göre
Eş’arî (ö.324/936), onu Mürcie’nin içinde saymakta;25 Đbnu’n-Nedîm, Zeydî
olduğunu söylemektedir.26 Yine onun Müşebbihe’ye mensubiyetinden
bahsedilmektedir.27 Mukâtil’in Mürcie, Müşebbihe ve Mücessime’yi birleştirdiğini
söyleyen Ali Sami en-Neşşâr,28 şöyle bir yorum yapmaktadır:
“Öyle anlaşılıyor ki, Mukâtil b. Süleyman yaşadığı yöreye, mücavir olan ülkelerin
kültürlerine inceden inceye vakıf idi. Binaenaleyh kendisine muvafık olan her
görüşü aldı…”29
Buradaki ifadelerden Mukâtil’in pek çok kültürden haberdar olduğu
anlaşılmaktadır. Hareketli bir dönemin siyasî, fikrî ve sosyal çalkantılardan her
kurum ve şahıs gibi Mukâtil de derinden etkilenmiştir. Çok kültürlü bir ortamda
yaşayan Mukâtil hakkında, çeşitli eleştiriler yapılmıştır. Bu eleştiriler, onun yaşadığı
dönemdeki farklı itikadi mezhep akımlarının bir neticesidir ve söz konusu tefsirde,
herhangi bir mezhep mücadelesi göze çarpmamaktadır.30 Bazen ona yapılan
41
Đsnad zincirinde toplam altı isim mevcuttur. Ancak sonraki iki ismin sadece nakilde bulunduklarını
düşünüyoruz.
42
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 25. Ayrıca bkz. HATÎB BAĞDÂDÎ, Târîhu Bağdâd, XIV, 78.
43
Bkz. ÇELĐK, Đlk Müfessirlerden Mukâtil b. Süleyman’ın Tefsirdeki Metodu, s.19.
44
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 25-26.
45
HATÎB BAĞDÂDÎ, Târîhu Bağdâd, XIV, 79.
46
Diğer taraftan, “bu kitabı telif ettim” ifadesinin Mukâtil’e ait olduğu da dile getirilmiştir. (ÇELĐK,
a.g.e., s.20). Fakat bizce konunun akışı, ravilerin anlatımı tarzında gerçekleşmektedir.
47
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 25.
48
Ravinin ismi, mukaddimede bir yer hariç, Ubeydullâh b. Sâbit olarak geçmektedir. Biz, hem
muhakkikin dipnottaki bu isme işaretini (Tefsîr, I, 25) hem de kaynakları (Târîhu Bağdâd, IX,
426; ĐBN KESÎR, Ebu’l-Fidâ Đsmail, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Thk. Ahmed Abdulvehhâb, Dâru’l-
58
Mukaddimenin Abdulhâlık ile ilgisini doğrulayan bir başka bulgu ise, Sa’lebî
tefsir mukaddimesindeki Mukâtil’in tefsiriyle ilgili isnadda adının geçmesidir. Yani
hem Sa’lebî hem de matbu Mukâtil tefsirindeki ortak ravi ismi, Abdulhâlık’tır.
Ondan sonraki isimler farklılaşmaktadır.55
Hadîs, Kahire 1414/1994, XI, 141) dikkate alarak, Abdullah b. Sâbit şeklindeki kullanımı tercih
ettik.
49
HATÎB BAĞDÂDÎ, Târîhu Bağdâd, VII, 143.
50
Bkz. MUKÂTĐL, Tefsîr, III, 123, 128, 182, 615, 618, 620, IV, 177, 277.
51
Söz konusu isimlerin tefsirdeki yerleri için bkz. ÇELĐK, a.g.e., s.20-21.
52
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 25.
53
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 25-26.
54
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 26.
55
Matbu tefsirde Abdulhâlık’tan sonraki isim Kâdî Ebu Abdillah Muhammed b. Ali b. Zâdelec iken
(Tefsîr, I, 25), Sa’lebî tefsirinde ise, Ebu Đshak Đbrahim b. Muhammed Mihracânî’dir. (Đshak
GOLDFELD, Mufessirû Şarki’l-Âlemi’l-Đslâmî fî’l-Erbaati’l-Kurûni’l-Hicrîyyeti’l-Ûlâ:
Neşru Mahtûtati Mukaddimeti’s-Sa’lebî li Kitâbi’l-Keşf ve’l-Beyân an Tefsîri’l-Kur’ân,
Tıbâati Mektebeti ve Matbaati’s-Serrûcî, Akkâ, 1984, s.39).
59
56
Mukâtil’in, tefsiri, Dahhâk (ö.106/723)’ın sağlığında kitap haline getirdiği rivayet edilmektedir.
(ĐBN HACER, Tehzîb, VIII, 321).
57
Ölüm tarihi Mukâtil’den çok sonra olan Ferrâ, Ebu Ubeyde ve Sa’leb (ö.291/904)’den gelen bazı
rivayetlerin buna işaret ettiğine dair bkz. ÇELĐK, a.g.e., s.22-23.
58
KOÇ, Tefsirde Bir Kaynak Đncelemesi, s.62.
59
C.H.M. VERSTEEGH, Arabic Grammar and Qur’ânic Exegesis in Early Islam, Ed. J. H.
Hospers- E.J.Brill, Leiden, 1994, 130-131’den aktaran KOÇ, Tefsirde Bir Kaynak Đncelemesi,
s.63.
60
Josef Van ESS, Theologie Und Gesellschaft im 2. und 3. Jahrhundert Hidschra, Walter de
Gruyter, Berlin, 1992, II, 517-521’den aktaran KOÇ, a.g.e., s.64.
60
alan konular, tefsirin ilk ravisi Huzeyl’e aittir.61 Mukâtil’den tefsiri nakleden Huzeyl
hicrî II. asır sonlarında vefat ettiğine göre, mukaddime, hicrî II. asrın damgasını
taşımaktadır. Abdulhâlık ise, mukaddimeye son şeklini vermiştir.
61
Diğer taraftan muhakkik, tefsirin Köprülü nüshasını ayrıntılı olarak tanıtırken, verdiği dipnotta, bu
nüshanın, tefsirin ravisine istinaden “Tefsîru Huzeyl b. Habîb rivâyeten an Mukâtil” şeklinde
isimlendirildiğini dile getirerek buna karşı çıkmaktadır. Muhakkik, tefsiri, tefsir edene mi yoksa
onu rivayet edene mi nispet etmek gerektiğini sormakta, cevaben de sözün nakledene değil
söyleyene nispet edilmesi gerektiği görüşünü savunmaktadır. Bkz. “Mukaddimetu’t-Tahkîk”.
62
ARÛSÎ, Muhammed, Mukâtil b. Suleyman Mufessiran li’l-Kur’ân, Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Câmiatu Mannûbe, 2001-2002, s.66-67’den aktaran KOÇ, Tefsirde Bir Kaynak
Đncelemesi, s.65.
63
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 26.
64
Mukâtil’in tefsirinde yer alan sayısal bilgiler hakkında bkz. KOÇ, a.g.e., ss.52-57.
61
isimlerden naklen Huruf-ı Mukattaa ile ilgili yorumlarla son bulmakta, ardından
Bakara sûresinin ilk üç âyetinin tefsirine geçilmektedir.65
Ebu Ubeyde (ö.210/825), Basralı bir nahiv âlimidir.66 Çeşitli alanlarda çoğu
günümüze ulaşmayan iki yüze yakın eserinden bahsedilen67 Ebu Ubeyde’nin Hâricî
olduğu68 ve Hâricîlerin Sufriyye69 veya Đbâdiyye koluna mensup bulunduğu
belirtilmiştir.70 Mu’tezile’nin önde gelen isimlerinden Nazzâm (ö.220/835)’ı övdüğü
için Kaderî olduğu görüşünü aktaran Câhız, onun ilmî yönünün büyüklüğünü
övmektedir.71 Kaynaklarda onunla ilgili bazı eleştiriler yer almaktadır.72 Dilinden
korkulduğundan onun bulunduğu mekâna girilmediği, cenazesine kimsenin
katılmadığı rivayet edilmektedir.73 Ebu Ubeyde’den, atalarının aslen Yahudi
olduğuna dair bir rivayet nakledilmektedir.74 Ebu Ubeyde’nin Yahudi asıllı
65
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 28-29.
66
Ebu Ubeyde, Basra’da yaşamış, sonra Bağdat’a gitmiş ve Basra’da vefat etmiştir. Geniş bilgi için
bkz. ĐBNU’N-NEDÎM, el-Fihrist, s.76-77; ĐBN KUTEYBE, el-Meârif, (Thk. Serve Ukkâşe), el-
Heyetu’l-Mısriyyetu’l-Âmme, VI. Baskı, Mısır, 1992, s.543; ZUBEYDÎ, Ebu Bekr Muhammed,
Tabakâtu’n-Nahviyyîn ve’l-Lugaviyyîn, (Thk. Muhammed Ebu’l-Fadl Đbrahim), I. Baskı, Mısır,
1373/1954, s.192-195; ĐBN HALLĐKÂN, Vefeyât, V, 235-243; HATÎB BAĞDÂDÎ, Târîhu
Bağdâd, XIII, 252-258; ĐBN HACER, Tehzîb, VIII, 285-287; ZEHEBÎ, Mîzân, IV,155; A.Mlf.,
Siyer, IX, 445-447; A.Mlf., Târîhu’l-Đslâm, XIV, 397-400; ĐBNU’L-ĐMÂD, Şezerât, III, 50-51;
DÂVÛDÎ, Tabakâtu’l-Mufessirîn, II, 326; SUYÛTÎ, Buğyetu’l-Vuât fi Tabakâti’l-Lugaviyyîn
ve’n-Nuhât, el-Mektebetu’l-Asriyye, Beyrut, ts., II, 294-296; Keşfu’z-Zunûn, II, 466-467;
ZĐRĐKLÎ, Hayreddîn, el-A’lâm: Kâmûsu Terâcim, Dâru’l-Ilm li’l-Melâyîn, XVI. Baskı, Beyrut,
1995, VII, 272, KEHHÂLE, Mu’cemu’l-Muellifîn, III, 901-902; GAL, I, 102-103; Suppl., I,
162; Osman KARAKURT, Ebû Ubeyde Ma’mer Đbnü’l-Müsennâ, Hayâtı, Eserleri ve Tefsîr
Đlmindeki Yeri, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi (Danışman: M. Sait Şimşek), S.Ü.S.B.E.,
Konya, 1988, ss.13-47; NUVEYHĐZ, Mu’cemu’l-Mufessirîn, s.681; Süleyman TÜLÜCÜ,
“Ma’mer b. Müsennâ”, DĐA, Ankara, 2003, XXVII, 551-552.
67
ĐBN HALLĐKÂN, Vefeyât, V, 238.
68
CÂHIZ, Ebu Osmân, el-Beyân ve’t-Tebyîn, (Thk. Abdusselâm M. Hârûn), Nşr. Mektebetu’l-
Hancî, Mektebetu’l-Musennâ, II. Baskı, Kahire, 1380/1960, I, 347; ZUBEYDÎ, Tabakât, s.193;
ĐBN HALLĐKÂN, Vefeyât, V, 240-241; ĐBNU’L-ĐMÂD, Şezerât, III, 50; ZEHEBÎ, Siyer, IX,
446.
69
EŞ’ARÎ, Makâlâtu’l-Đslâmiyyîn, s.120.
70
SUYUTÎ, Buğyetu’l-Vuât, II, 295.
71
CÂHIZ, el-Beyân ve’t-Tebyîn, I, 331. Yine ĐBN HALLĐKÂN, Vefeyât, V, 235, 238.
72
ĐBNU’N-NEDÎM, el-Fihrist, s.76; ZUBEYDÎ, Tabakât, s.193-195; HATÎB BAĞDÂDÎ, Târîhu
Bağdâd, XIII, 255; ĐBN HALLĐKÂN, Vefeyât, V, 235, 238, 241; ZEHEBÎ, Siyer, IX, 446-447;
A.Mlf., Târihu’l-Đslâm, XIV, 399.
73
ĐBN HALLĐKÂN, Vefeyât, V, 240; ĐBN HACER, Tehzîb, VIII, 286.
74
ĐBNU’N-NEDÎM, el-Fihrist, s.76; ĐBN HALLĐKÂN, Vefeyât, V, 240.
62
olduğuyla ilgili öne sürülen bu rivayette, onun kendi atasını kastetmediği zannı ağır
basmaktadır.75 Ebu Ubeyde’nin Hâricîlere, Kaderiyyeye ve atalarının da Yahudiliğe
nispeti nedeniyle kendi döneminde sevilmemesine rağmen, tefsirde bu yönlere
delâlet eden bir husus mevcut değildir.76
75
Mecâzu’l-Kur’ân, “Mukaddime”, I, 9.
76
Mecâzu’l-Kur’ân, “Mukaddime”, I, 11.
77
Fuad Sezgin’in doçentlik tezinin ismi, Abu Ubayda ve Mecâz al-Qur’an: Tefsir Tarihine Bir
Mukaddime’dir.
78
el-Fihrist, s.77; ĐBN HALLĐKÂN, Vefeyât, V, 238.
79
Mecâzu’l-Kur’ân, “Mukaddime”, I, 17-18. Öte yandan Đbn Hişâm’ın es-Sîresi ile ilgili bir
çalışmada, Đbn Hişâm’ın tefsir kaynaklarından birisinin Ebu Ubeyde olduğu, fakat es-Sîre’de
geçen ve Ebu Ubeyde’nin tefsirini içeren bir naklin Mecâzu’l-Kur’ân’da yer almadığı, bu
durumun, eserle ilgili ileri sürülen söz konusu görüşleri çürüttüğü ve adı geçen yazarın başka
eserlerinin varlığını güçlendirdiği ifade edilmektedir. Bkz. Mustafa ÖZEL, “Bir Tefsir Kaynağı
Olarak Đbn Hişam’ın es-Sîresi”, D.E.Ü. Đlahiyat Fakültesi Dergisi, XIV, Đzmir, 2001, s.212.
63
80
Mecâzu’l-Kur’ân, “Mukaddime”, I, 19.
81
Mecâzu’l-Kur’ân, “Mukaddime”, I, 19.
82
Bkz. EBU UBEYDE, Mecâzu’l-Kur’ân, I, 50, 259, 375, II, 133.
83
Mecâzu’l-Kur’ân, “Mukaddime”, I, 17.
84
Adem YERĐNDE, “Mecâzu’l-Kur’ân”, DĐA, Ankara, 2003, XXVIII, 226.
85
EBU UBEYDE, Mecâzu’l-Kur’ân, I, 1-19.
86
Mecâzu’l-Kur’ân, “Mukaddime”, I, 23-25.
87
Mecâzu’l-Kur’ân, “Mukaddime”, I, 24.
88
YERĐNDE, “Mecâzu’l-Kur’ân”, XXVIII, 225.
64
uzunca olan ikinci mukaddimede ele alınan konu, Kur’ân dilinin Arapça olmasıdır.
Kur’ân’da Arap diline benzer özelliklerin bulunduğu belirtilmekte ve mecâzdan
kastın ne olduğu örneklerle anlatılmaktadır. Üçüncü mukaddimede ise, öncekilerin
özeti mahiyetinde olmakla birlikte, Kur’ân’da Arapça dışında başka dilden bir
kelimenin bulunmadığına vurgu yapılmaktadır.
89
ِ ِ َ رءوس ﱠ
Ebu Ubeyde’ye الشياطين طلعھا َ َ ﱠ
ُ ُ ُ ُكأنه َ ُ ْ َ /“Tomurcukları şeytanların başları gibidir” âyetinin
bilinmediği söylenince, onun cevabı şudur: Allah, Araplara ancak kelamları miktarınca
konuşmaktadır/hitap etmektedir. (ĐBN HALLĐKÂN, Vefeyât, V, 236; ĐBNU’L-ĐMÂD, Şezerât,
III, 50).
90
HATÎB BAĞDÂDÎ, Târîhu Bağdâd, XIII, 254; ĐBN HALLĐKÂN, Vefeyât, V, 236.
91
Mecâzu’l-Kur’ân, “Mukaddime”, I, 16.
92
Abdurrazzâk b. Hemmâm Ebu Bekr Hımyerî, San’a’da doğmuş, genç yaşta ilim almış, yedi sene
Ma’mer b. Râşid (ö.154/770)’le birlikte bulunmuştur. Ticaret için Şam’a gitmiş, orada ilim
adamlarıyla görüşmüştür. Yemen’de 211 yılında vefat etmiştir. Geniş bilgi için bkz. ĐBNU’N-
NEDÎM, el-Fihrist, s.76-77; ĐBN HALLĐKÂN, Vefeyât, III, 216-217; ĐBN HACER, Tehzîb, V,
213-217; ZEHEBÎ, Mîzân, II, 609-614; A.Mlf., Siyer, IX, 563-580; A.Mlf., Târihu’l-Đslâm, XV,
260-266; ĐBNU’L-IMÂD, Şezerât, III, 55-56; DÂVÛDÎ, Tabakâtu’l-Mufessirîn, I, 302-303;
Keşfu’z-Zunûn, I, 452; GAL, I, 333; ZĐRĐKLÎ, el-A’lâm, III, 353; KEHHÂLE, Mu’cemu’l-
Muellifîn, II, 142; NUVEYHIZ, Mu’cem, I, 281-282.
93
Abdurrazzâk’ın tefsir dışında hadis, fıkıh ve tarih gibi alanlardaki diğer eserleri şunlardır: el-
Musannef fi’l-Hadîs, el-Câmiu’l-Kebîr fi’l-Hadîs, es-Sunen fi’l-Fıkh, Tezkiyetu’l-Ervâh an
Mevâkıi’l-Ervâh, el-Meğâzî, el-Emâlî. (ZĐRĐKLÎ, el-A’lâm, III, 353; KEHHÂLE, Mu’cemu’l-
Muellifîn, II, 142).
65
94
ĐBN KUTEYBE, el-Meârif, s.624.
95
ZEHEBÎ, Siyer, IX, 564.
96
ZEHEBÎ, Mîzân, II, 609-610.
97
Bkz. ZEHEBÎ, Siyer, IX, 570; ĐBN HACER, Tehzîb, V, 215; DÂVÛDÎ, Tabakâtu’l-Mufessirîn,
I, 302.
98
Bkz. Tefsîru’l-Kur’âni’l-Kerîm li Đmâm Abdirrazzâk b. Hemmâm es-Sanânî, (Thk. M.
Mustafa Muslim), Mektebetu’r-Ruşd, I. Baskı, Riyad, 1410/1989, “Mukaddimetu’l-Muhakkık”, I,
12-25. Ayrıca KEHHÂLE, Mu’cemu’l-Muellifîn, II, 142.
99
Zeki Velidi TOGAN, “Türkiye Kütüphanelerindeki Bazı Yazmalar”, Đslâm Tetkikleri Enstitüsü
Dergisi, Đstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, c.II, Cüz:1, Đstanbul, 1957, s.65-66.
66
Đki ayrı baskısı yapılan tefsir, ilk olarak Mustafa Müslim Muhammed
tarafından tahkik edilmiş ve 1989 yılında Riyad’da basılmıştır. Muhakkik, tahkikte
her iki nüsha ile Taberî’nin Câmiu’l-Beyân’ından105 ve Suyutî’nin ed-Durru’l-
Mensûr adlı tefsirinden karşılaştırmalı olarak yararlandığını belirtmektedir.106
Muhakkik, Dâru’l-Kutubi’l-Mısrıyye nüshasının baş tarafında bazı sayfaların
rutubete maruz kaldığını ve ancak nüshanın yedinci sayfasından itibaren rahatça
okunabildiğini belirtmektedir. Dâru’l-Kutubi’l-Mısrıyye nüshasında yer alan
rivayetlerin, sayfaların okunamaması sebebiyle tefsirin önceki baskısında yer
almadığını düşünüyoruz. Tefsirin bir diğer baskısı, Abdulkerim Emin Kalacî
tarafından Dâru’l-Kutubi’l-Mısrıyye nüshası esas alınarak107 1991 yılında iki cilt
halinde Beyrut’ta yapılmıştır. Dört sayfa kadar yer tutan mukaddime, Abdulkerim
Emin Kal‘acî tahkikli baskısında yer almaktadır.108 Abdurrazzâk’ın, tefsirine veciz
100
CERRAHOĞLU, “Abdurazzâk Đbn Hemmâm ve Tefsiri”, A.Ü.Đ.F.D., c.XV, Ankara, 1968,
s.106, 111.
101
Tefsîru’l-Kur’âni’l-Kerîm li Đmâm Abdirrazzâk, “Mukaddimetu’l-Muhakkık”, I, 5-6.
102
Konu hakkında bkz. TOGAN, “Türkiye Kütüphanelerindeki Bazı Yazmalar”, s.65; Tefsîru’l-
Kur’âni’l-Kerîm li Đmâm Abdirrazzâk, “Mukaddimetu’l-Muhakkık”, I, 31.
103
TOGAN, “Türkiye Kütüphanelerindeki Bazı Yazmalar”, s.65; Tefsîru’l-Kur’âni’l-Kerîm li
Đmâm Abdirrazzâk, “Mukaddimetu’l-Muhakkık”, I, 32. Yine Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîz, (Thk. A.
Emin Kalacî), Dâru’l-Ma’rife, I. Baskı, Beyrut, 1411/1991, “Mukaddimetu’l-Muhakkık”, I, 31.
104
Tefsîru’l-Kur’âni’l-Kerîm li Đmâm Abdirrazzâk, “Mukaddimetu’l-Muhakkık”, I, 32; Tefsîru’l-
Kur’âni’l-Azîz, “Mukaddimetu’l-Muhakkık”, I, 31.
105
Abdurrazzâk’ın tefsiri, Taberî’nin de kaynakları arasında yer almaktadır. (Tefsîru’l-Kur’âni’l-
Azîz, “Mukaddimetu’l-Muhakkık”, I, 31).
106
Tefsîru’l-Kur’âni’l-Kerîm li Đmâm Abdirrazzâk, “Mukaddimetu’l-Muhakkık”, I, 32-35.
107
Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîz, “Mukaddimetu’n-Nâşir”, I, 5.
108
Abdurrazzâk tefsirinin mukaddimesinin olmadığı da belirtilmiştir. (KARSLI, “Tefsir
Mukaddimeleri”, s.233). Ancak tefsirin başında bir mukaddimenin bulunduğu, hem kaynaklarda
67
bir mukaddime ile başladığı ve tefsire mukaddime yazan ilk kişi olduğu da ifade
edilmektedir.109 Ancak incelediğimiz kadarıyla günümüze ulaşan en erken tefsir
mukaddimesi, Mukâtil tefsirine ait görünmektedir. Dolayısıyla, telif edilen ilk
mukaddimenin Abdurrazzâk tefsirine ait olmadığını söyleyebiliriz.
1- Kur’ân’ın cem’i,
Bu iki ana başlık altında, tefsir çeşitleri ile Kur’ân’ın nüzûlü gibi sayılı birkaç
konu ele alınmaktadır.110
zikredilmiş (AHMED HALÎL, Neş’etu’t-Tefsîr, s.44) hem de inceleme konusu yapılmıştır. (M.
SAFÂ’, Ulûmu’l-Kur’ân, I, 257).
109
M. SAFÂ’, a.g.e., I, 256.
110
ABDURRAZZÂK, Tefsîr, I, 57-60.
111
Tam adı, Ebu Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe Dîneverî’dir. Küçük yaşta ilim
öğrenmeye başlayan Đbn Kuteybe’nin çok sayıda hocası ve talebesi bulunmaktadır. Bir ara
Dînever’de Kadılık görevinde bulunan Đbn Kuteybe, Bağdat’ta vefat etmiştir. Geniş bilgi için bkz.
ĐBN HALLĐKÂN, Vefeyât, III, 42-44; HATÎB BAĞDÂDÎ, Târîhu Bağdâd, X, 170-171; ĐBN
HACER, Tehzîb, V, 213-217; ZEHEBÎ, Mîzân, II, 503; ZEHEBÎ, Siyer, XIII, 296-302; ĐBNU’L-
IMÂD, Şezerât, III, 318-319; DÂVÛDÎ, Tabakâtu’l-Mufessirîn, I, 251-252; ZĐRĐKLÎ, el-A’lâm,
IV, 137; KEHHÂLE, Mu’cemu’l-Muellifîn, II, 297-298; Suppl., I, 184-187; NUVEYHIZ,
Mu’cem, I, 327-328; Mustafa KURT, Đbn Kuteybe ve Tefsir Anlayışı, M.Ü.Đ.F.V.Y., Đstanbul,
1996, s.73vd.
68
112
Đbn Kuteybe’nin eserlerinden bazıları şunlardır: Kitâbu Meânî’l-Kur’ân, Muşkilu’l-Hadîs,
Gâribu’l-Hadîs, Te’vîlu Muhtelifi’l-Hadîs, el-Meârif, eş-Şi’r ve’ş-Şuarâ’, el-Đhtilâf fi’l-Lafz ve’r-
Raddu ale’l-Cehmiyye ve’l-Muşebbihe, er-Raddu ale’l-Kâili bi Halki’l-Kur’ân, Kitâbu’l-Vuzerâ’,
Kitâbu’l-Envâ’, Kitâbu Uyûni’ş-Şi’r, Kitâbu’l-Cerâsîm. Bkz. Te’vîlu Muşkili’l-Kur’ân, (Thk.
Ahmed Sakr), Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, III. Baskı, Beyrut, 1401/1981, “Mukaddime”, ss.7-31;
KURT, Đbn Kuteybe ve Tefsir Anlayışı, ss.87-90.
113
Mesela onun Müşebbihe mezhebinden olduğu iddiasının nedeni, eserinde mecâz ve diğer üslup
tarzlarını kullanmasıdır. Bu ifade tarzlarının kullanımı ise, Đbn Kuteybe’nin Müşebbihe mezhebine
mensup olmasından değil, Arap dilinin kendine has özelliğindendir. Đbn Kuteybe, mecâzî tefsiriyle
teşbihçi çözümler ile akılcı çözümler arasında orta bir yoldadır. Bu açıdan Te’vîlu Muşkili’l-
Kur’ân, bir nevî “Kur’ânî Mecâzlar” kitabıdır. (KURT, Đbn Kuteybe ve Tefsir Anlayışı, s.169).
114
ĐBN TAĞRĐBĐRDÎ, Ebu’l-Mehâsin, en-Nucûmu’z-Zâhira fî Mulûki Mısri’l-Kahire, (Dâru’l-
Kutub baskısından tıpkıbasım), Vizâretu’s-Sekâfe, Kahire, ts., III, 75-76; ĐBN HACER, Mîzân, II,
503; Te’vîlu Muşkili’l-Kurân, “Mukaddime”, ss.2-87; KURT, a.g.e., ss.73-90.
115
Te’vîlu Muşkili’l-Kurân, “Mukaddime”, ss.45-76.
116
Te’vîlu Muşkili’l-Kurân, “Mukaddime”, ss.50-54.
117
Đbn Kuteybe’nin her iki eseri de “Kur’ân Tefsiri” niteliğindedir. (KURT, a.g.e., s.95). Đbn Kuteybe
ile ilgili söz konusu çalışmada, onun tefsir anlayışı, dirâyet yönü, belâgat ilmindeki yeri, kıraat,
ahkâm âyetleri ve Kelâm ilmiyle alâkalı âyetleri açıklamadaki izah tarzı incelenmektedir.
118
Te’vîlu Muşkili’l-Kurân, “Mukaddime”, s.14; Tefsîru Garîbi’l-Kur’ân, (Thk. Ahmed Sakr),
Dâru Đhyâi’l-Kutubi’l-Arabiyye, 1378/1958, “Mukaddime”. Her iki eser, Ebu Abdillah M. Kinânî
Kurtubî (ö.387/997) tarafından “el-Kurteyn” adıyla Mushaf tertibiyle bir araya getirilmiştir: el-
Kurteyn li’bni Mutarraf el-Kinânî ev Kitâbey Muşkili’l-Kur’ân ve Garîbihî li’bni Kuteybe,
Mektebetu’l-Hancî, Mısır, 1355. Eser hakkındaki eleştiriler için bkz. Te’vîlu Muşkili’l-Kurân,
“Mukaddime”, s.84-85.
69
119
Krş. KURT, Đbn Kuteybe ve Tefsir Anlayışı, s.97.
120
CERRAHOĞLU, Kur’ân Tefsirinin Doğuşu, s.152.
121
Đsmail ÇALIŞKAN, Siyasal Tefsirin Oluşum Süreci, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2003,
s.126-127.
122
Mesela, Kehf,18/17; Hacc,22/45; Ahkâf,46/25.
123
ĐBN KUTEYBE, Te’vîlu Muşkili’l-Kurân, s.9-11.
124
ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.12.
125
ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.13.
126
Hacc,22/45; Ahkâf,46/25.
127
ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.10.
128
ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.20-23.
70
Đbn Kuteybe’nin amacı şudur: Kitap; kısa, eksiksiz, açık ve özlü olacaktır. O,
yaygın lafızlar üzerinde istişhad etmeyecek, sözü uzatmayacak ve kitabı nahivle,
hadisle ve isnadlarla doldurmayacaktır.131 Diğer taraftan o, müfessirlerin ve
dilbilimcilerin kitaplarından yararlandığını ve onların yolunu tuttuğunu ifade
etmektedir.132 Te’vîl ve tefsirle ilgili konulara değindikten sonra sözlerini dua ile
bitirmektedir.133
129
KURT, Đbn Kuteybe ve Tefsir Anlayışı, s.134.
130
ĐBN KUTEYBE, Tefsîr, s.3.
131
ĐBN KUTEYBE, Tefsîr, s.3.
132
ĐBN KUTEYBE, Tefsîr, s.4.
133
ĐBN KUTEYBE, Tefsîr, s.5.
134
Te’vîlu Muhtelifi’l-Hadîs, el-Meârif, eş-Şi’r ve’ş-Şuarâ’; mukaddime yazdığı eserlerdendir.
71
135
Huvvâre kabilesi, hicrî II. yüzyılın başlarından itibaren Đbâdîliğin yayıldığı en önemli Kuzey
Afrika kabilesidir. Bu kabile, hicrî I. yüzyılda Müslüman olmuştur. (Ethem Ruhi FIĞLALI,
Đbadiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, A.Ü.Đ.F.Y., Ankara, 1983, s.99). Bugün hâlâ Batı Afrika’da
aynı ismi taşıyan kabileler yaşamaktadır. (Tefsîru Kitâbillâhi’l-Azîz, (Thk. Belhâc b. Saîd Şerîfî),
Dâru’l-Garbi’l-Đslâmî, Beyrut, 1990, “Mukaddime”, I, 9).
136
Tefsiri tahkik eden Şerîfî, kaynaklarda Huvvârî ve tefsiri hakkında sınırlı bilginin yer aldığını
belirtmektedir. Buna göre Huvvârî, hafız olduktan sonra ilk eğitimini Kadı olan babasından
almıştır. Đlim elde etmek için Kayravan ve Tahert’e gitmiştir. Tahmini doğum yılı 210 ve vefat
tarihi 280’li yıllardır. Bkz. Tefsîru Kitâbillâhi’l-Azîz, “Mukaddime”, I, 5-44.
137
Tefsîru Kitâbillâhi’l-Azîz, “Mukaddime”, I, 19. Fuad Sezgin de günümüze ulaşan tefsirin
Đbâdiyye’ye mensup olduğunu belirtmektedir. (SEZGĐN, Târihu’t-Turâsi’l-Arabî, I. Mücelled, I.
Cüz, s.96).
138
Hâricîlerin tefsir ilmindeki yerine ilişkin bkz. ZEHEBÎ, et-Tefsîr ve’l-Mufessirûn, II, 300-336;
ZEHEBÎ, Đtticâhâtu’l-Munharife fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Kerîm, Kahire, 1986, s.64-65; MÜSLĐM
ABDULLAH, Eseru Tatavvuri’l-Fikri fi’t-Tefsîr fi’l-Asri’l-Abbâsî, Muessesetu’r-Risâle, I.
Baskı, Beyrut, 1405/1984, ss.21-218; Celal KIRCA, “Mezhebî Tefsir Ekolünün Ortaya Çıkışı”,
Đslâmî Araştırmalar, Ankara, 1987, Sayı:5, ss.56-57; ÇALIŞKAN, Siyasal Tefsirin Oluşum
Süreci, ss.81-85.
139
Đlk dönem Hâricî tefsir geleneği içinde Huvvarî tefsirinin yeri hakkında bkz. Hatice
CERRAHOĞLU TEBER, Hûd b. Muhakkem el-Huvvârî’nin Tefsirinde Yorum Yöntemi,
Yayımlanmamış Doktora Tezi (Danışman: Halis Albayrak), A.Ü.S.B.E., Ankara, 2004;
Abdulmelik VERGĐ, Hûd b. Muhakkem el-Huvvârî ve Tefsîrindeki Yöntemi, Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi (Danışman: Muammer Erbaş), D.E.Ü.S.B.E., Đzmir, 2006.
140
ÇALIŞKAN, a.g.e., s.84-85.
141
HALÎLÎ, Ahmed b. Hamd, Cevâhiru’t-Tefsîr Envârun min Beyâni’t-Tenzîl, (Nşr. Mektebetu’l-
Đstikâme), Matbaatu’l-Elvâni’l-Hadîse, I. Baskı, Amman, ts., I, 35.
72
Mukaddimede herhangi bir aşırı Đbadî görüşe yer vermeyen Huvvârî, ana
hatlarıyla şu konulara değinmektedir: Kur’ân’ın nâzil olması, Kur’ân’ın yedi harf
üzere nüzûlü, Kur’ân’ın toplanması, Mushaflar arasındaki farklılıklar, mekkî-medenî,
Kur’ân’ın özellikleri, tefsir çeşitleri, zâhir-bâtın, re’y ile tefsirin zemmi, müfessirin
bilmesi gereken hususlar, bazı Sahâbe ve Tâbiûn müfessirleri.146
142
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 61-72.
143
Tefsîru Kitâbillâhi’l-Azîz, “Mukaddime”, I, 61.
144
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 68.
145
Örnek için bkz. HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 63, 65, 66, 69.
146
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 61-72.
147
Tefsîru Kitâbillâhi’l-Azîz, “Mukaddime”, I, 23.
73
“Şâyet yazmalarda bulduğumdan başka bir isim koymam caiz olsaydı, kitabın
adı şu olurdu: ‘Tefsîru’ş-Şeyh Hûd el-Huvvârî (Muhtasaru Tefsîri Đbn Sellâm
el-Basrî)’. Çünkü Đbn Sellâm’ın tefsiri, eş-Şeyh Hûd el-Huvvârî’nin tefsirinin
aslıdır.”148
Şerîfî’ye göre, yazmalarda, Yahya b. Sellâm’ın tefsirinin Huvvârî’nin
tefsirinin aslı olduğu konusuna niçin işaret edilmediğine dair sorulara verilecek
cevaplar zordur. Belki de müellif, mukaddimenin eksik kısmında Đbn Sellâm’ın
tefsirine dayandığını ve onu özetlediğini ifade etmektedir. Đlk müstensihler müellifin
konuya dair sözlerini nakletmiş olabilirler. Ancak yazmaların ilk varağı/varakları,
hicrî III. veya IV. asırda kaybolduğundan bize ulaşmamıştır.149 Bununla birlikte
Huvvârî’nin tefsiri, Đbn Sellâm’ın tefsirine ilave bazı bilgi ve hazifleri de
içermektedir.150
148
Tefsîru Kitâbillâhi’l-Azîz, “Mukaddime”, I, 24.
149
Tefsîru Kitâbillâhi’l-Azîz, “Mukaddime”, I, 25.
150
Tefsîru Kitâbillâhi’l-Azîz, “Mukaddime”, I, 36-37.
151
Tefsîru Kitâbillâhi’l-Azîz, “Mukaddime”, I, 26.
152
CERRAHOĞLU, Yahyâ Đbn Sallâm ve Tefsirdeki Metodu, A.Ü.Đ.F.Y., A.Ü.B., Ankara, 1970,
s.82.
74
153
ĐBN EBÎ ZEMENÎN, Ebu Abdillah Muhammed, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîz, (Thk. Huseyn b.
Ukkâşe-M. Mustafa Kenz), I. Baskı, el-Fârûku’l-Hadîse, 1423/2002, I, 111.
154
ĐBN EBÎ ZEMENÎN, Tefsîr, I, 111-114.
155
Ebu Muhammed Sehl b. Abdillah, ilk sufilerdendir. Tuster’de doğmuş, Basra’ya yerleşmiş ve
orada vefat etmiştir. Geniş bilgi için bkz. SULEMÎ, Ebu Abdirrahmân, Tabakâtu’s-Sûfiyye, (Thk.
Nureddin Şureybe), III. Baskı, Mektebetu’l-Hancî, Kahire, 1406/1986, s.206-211; EBU NUAYM,
Ahmed b. Abdillah Đsfahânî, Hılyetu’l-Evliyâ ve Tabakâtu’l-Asfiyâ, Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye,
Beyrut, ts., X, 189-212; ĐBN HALLĐKÂN, Vefeyât, II, 429-430; KUŞEYRÎ, Abdulkerîm b.
Hevâzin, er-Risâletu’l-Kuşeyriyye, Mısır, 1318, s.17; ZĐRĐKLÎ, el-A’lâm, III, 143; KEHHÂLE,
Mu’cemu’l-Muellifîn, I, 802; GAL, I, 333; Târihu’t-Turâsi’l-Arabî, I. Cild 4. Mücelled, 129-
130; Süleyman ATEŞ, Đşârî Tefsir Okulu, A.Ü.Đ.F.Y., Ankara, 1974, ss.65-73; NUVEYHIZ,
Mu’cem, I, 218; Tefsîru’t-Tusterî, (Tlk. M. Bâsil Uyûnu’s-Sûd), yy., ts., “Mukaddimetu’l-
Muhakkık”, ss.3-13.
156
ATEŞ, Đşârî Tefsir Okulu, s.64.
157
Kaynaklarda zikredilen ve çoğu günümüze ulaşmayan eserlerinden bazıları şunlardır: Dekâiku’l-
Muhibbîn, Mevâizu’l-Ârifîn, Cevâbâtu Ehli’l-Yakîn, Kısasu’l-Enbiyâ, el-Gâye li Ehli’n-Nihâye,
Risâle (ZĐRĐKLÎ, el-A’lâm, III, 143; KEHHÂLE, Mu’cemu’l-Muellifîn, I, 802). Onun el-
Muaraza v’'r-Radd ala Ehli’l-Fırak ve Ehlu’d-Daâvi adlı eseri basılmıştır. (Thk. M. Kemal
Đbrahim Ca’fer, Dâru’l-Đnsân, Kahire, 1980).
158
ZĐRĐKLÎ, el-A’lâm, III, 143; NUVEYHIZ, Mu’cem, I, 218.
159
Tefsirin iki ayrı baskına ulaştık. Birinci baskı, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm adıyla Mısır’da (Dâru’l-
Kutubi’l-Arabiyyeti’l-Kubrâ) 1329 yılında gerçekleştirilmiştir. Đkincisi ise, M. Bâsil Uyûnu’s-Sûd
tarafından tahkik ve haşiyesi yapılan Tefsîru’t-Tusterî adlı baskısıdır.
75
başında ise beş sayfayı aşan bir mukaddime bulunmaktadır.160 Ancak ifadelerinden
ve içeriğinden, mukaddimenin, Tusterî’nin görüşlerinin bir derlemesi olduğu
anlaşılmaktadır. Mukaddime, tefsirin isnadı ile başlamaktadır. Tefsirin başındaki bu
isnad zincirinden ve mukaddime içerisindeki ifadelerden anlaşıldığına göre tefsiri
derleyen, Ebu Bekr Muhammed b. Ahmed Beledî (ö.?)’dir. Tefsiri ondan icazeten
nakleden ve yazan kişi, Beledî’nin torunu Ebu Nasr Ahmed b. Abdilcebbâr
(ö.?)’dır.161
160
TUSTERÎ, Tefsîr, s.2-7. Aynı mukaddime, M. Bâsil Uyûnu’s-Sûd tahkikli baskıda 15-21. sayfalar
arasında yer almaktadır.
161
TUSTERÎ, Tefsîr, s.2. Bkz. ATEŞ, Đşârî Tefsîr Okulu, s.65.
162
Bkz. TUSTERÎ, Tefsîr, s.87, 92, 93, 99, 107, 117, 125, 126, 133.
163
Tefsîru’t-Tusterî, “Mukaddimetu’l-Muhakkık”, s.12.
164
Tefsîru’t-Tusterî, “Mukaddimetu’l-Muhakkık”, s.13. Tefsiri, Tusterî’nin mi telif ettiği, yoksa
onun görüşlerinden mi oluşturulduğu hususunda bkz. ZEHEBÎ, et-Tefsîr ve’l-Mufessirûn, II,
380; ATEŞ, Đşârî Tefsir Okulu, s.65-66; Mustafa ÖZTÜRK, Tefsir Tarihi Araştırmaları,
Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2005, s.229-230.
165
Örneğin TUSTERÎ, Tefsîr, s.5, 6.
166
ĐBN HALLĐKÂN, Vefeyât, II, 429; SULEMÎ, Tabakâtu’s-Sûfiyye, s.206.
76
Hicrî III. asır Şiî âlimlerinin önde gelenleri arasında sayılan Ayyâşî (ö.
320/932)170, Ehl-i Sünnet iken Şi‘a’ya geçmiştir.171 Đbnu’n-Nedîm onu Zeydiyye
167
Konuyla ilgili mesela Nûr,24/40 ve Şûrâ,42/52 âyetlerine yer verilmektedir. Bkz. Tefsîr, s.4.
168
TUSTERÎ, Tefsîr, s.6.
169
TUSTERÎ, Tefsîr, s.6-7.
170
Târihu’t-Turâsi’l-Arabî, I. Cild I. Mücelled, s.99.
171
Ebu’n-Nasr Muhammed b. Mesud Ayyâşî, aslen Semerkantlıdır. Horasan’da Đmâmiyye Şi‘asının
imamıdır. (ĐBNU’N-NEDÎM, el-Fihrist, s.240-241; BROCKELLMAN, Târihu’l-Edebi’l-Arabî,
IV, 14). Küçük yaştan itibaren ilim elde eden Ayyâşî’nin çeşitli alanlarda yaklaşık iki yüze yakın
eseri vardır. Şiîliğe geçmeden önceki eserleri içerisinde Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman gibi
isimler yer almaktadır. (ĐBNU’N-NEDÎM, el-Fihrist, s.240-242; SEZGĐN, Târihu’t-Turâsi’l-
Arabî, I. Cild I. Mücelled, s.98-99).
77
Đmamiyye Đsnâ Aşeriyye Şi‘ası içerisinde önemli bir yere sahip olan ve
Şi‘a’nın güvenilir muhaddisleri arasında sayılan Ebu’l-Hasen Ali b. Đbrahim Kummî
(ö.307/919?)’ye ait tefsirin de bir mukaddimesi bulunmaktadır. Kummî tefsirinin
mukaddimesi, Tayyib Musevî Cezâirî tashih ve ta’likli 1991 Beyrut baskısına göre
yaklaşık 28 sayfadır. Mukaddimede, Ayyâşî tefsirinin mukaddimesi ile paralel
172
el-Fihrist, s.240.
173
Süleyman ATEŞ, “Đmamiyye Şiasının Tefsir Anlayışı”, Ankara Üniversitesi Đlahiyat Fakültesi
Dergisi, C.XX, Ankara, 1975, s.151.
174
Tefsîru’l-Ayyâşî, Tlk. Hâşim Resûlî Muhallâtî, Muessesetu’l-A’lemi li’l-Matbuât, Beyrut,
1411/1991, “Mukaddimetu’l-Kitâb”, I, 6. Tefsirin uydurma haberlerle dolu olduğu da
belirtilmektedir. Bkz. ATEŞ, a.g.m., s.151.
175
Tefsîru’l-Ayyâşî, “Mukaddimetu’l-Kitâb”, I, 7.
176
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 13-30.
78
konuların yanı sıra, Kur’ân’ın tahrif edildiğine dair aşırı iddialar gündeme
getirilmektedir. Mukaddimenin son kısmında ise çeşitli inanç ve düşüncelere
(Putperestler, Dehriyye, Kaderiyye, Cebriyye [Mucbira] ve Mu’tezile…) Kur’ân’da
reddiye yapıldığı âyetlerden örnekler verilerek savunulmaktadır.177
177
KUMMÎ, Ebu’l-Hasen Ali b. Đbrahim, Tefsîru’l-Kummî, (Tsh. Talk. Tayyib Musevî Cezâirî),
Beyrut, 1991, I, 1-28. Kummî ve tefsiri hakkında bilgi için bkz. Tayyib Musevî Cezâirî’nin tefsire
yazdığı mukaddime.
178
Hasan Askerî’ye nispet edilen tefsirin başında tefsirin imla edilişinin konu edildiği bir hikâyeden
sonra Kur’ân ve Ehl-i Beyt’in üstünlüğü anlatılmaktadır. Bkz. ZEHEBÎ, et-Tefsîr ve’l-
Mufessirûn, II, 79-81.
179
Bkz. HIBERÎ, Ebu Abdillah, Tefsîru’l-Hıberî, (Thk. M. Rızâ Huseynî), Muessesetu Âli’l-Beyt,
Beyrut, 1987/1408, ss.231-234. Hicrî III. yüzyıl Şiî müfessirlerinden Ebu Abdillah Huseyin b.
Hakem Hıberî, Kufelidir ve Zeydiyye mezhebine mensuptur. Aynı zamanda muhaddis olan Hıberî,
sika olarak kabul edilmiştir. Hıberî’nin ilmi kişiliği, mezhebe mensubiyeti ve tefsiri hakkında bilgi
için bkz. M. Rızâ Huseynî’nin tefsire yazdığı mukaddime, ss.17-227.
180
Furâtu’l-Kûfî, Şi‘a’ya göre Gaybet-i Suğra’dandır. Tefsirin mukaddimesi için bkz. Tefsîru
Furâti’l-Kûfî, (Thk. M. Kâzım), Muessesetu’n-Nu’mân, Beyrut, 1412/1992, I, 45-48.
181
Taberî’nin tam ismi, Muhammed b. Cerîr b. Yezîd b. Kesîr b. Gâlib Taberî’dir. Taberistan’da
dünyaya gelen Taberî, erken yaşlarda ilim tahsiline başlamıştır. Değişik beldeleri dolaşan Taberî,
Bağdat’a gelmiş, hayatının sonuna kadar Bağdat’ta kalmış ve 310/922 tarihinde orada vefat
etmiştir. Geniş bilgi için bkz. HATÎB BAĞDÂDÎ, Târîhu Bağdâd, II, 162-169; YAKUT
HAMEVÎ, Mu’cemu’l-Udebâ, VI, 2441-2469; ZEHEBÎ, Mîzân, III, 498-499; A.Mlf.,
Tezkiratu’l-Huffâz, Dâru Đhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, ts., II, 710-716; A.Mlf., Siyer, XIV,
267-282; SUYUTÎ, Tabakâtu’l-Mufessirîn, (Thk. Ali M. Ömer), Mektebetu Vehbe, I. Baskı,
Kahire, 1396/1976, s.95-97; DÂVÛDÎ, Tabakâtu’l-Mufessirîn, II, 110-118; Keşfu’z-Zunûn, I,
297-298, 437; ZĐRĐKLÎ, el-A’lâm, VI, 69; KEHHÂLE, Mu’cemu’l-Muellifîn, III, 190-191;
Suppl., I, 217-218; ZEHEBÎ, et-Tefsîr ve’l-Mufessirûn, I, 205-224; NUVEYHIZ, Mu’cem, II,
508.
182
Taberî’nin eserlerinden bazıları şunlardır: Târîhu’l-Umem ve’l-Mulûk, Đhtilâfu’l-Fukahâ,
Tehzîbu’l-Âsâr, Kitâbu’l-Musned, Kitâbu’l-Kırâât ve Tenzîlu’l-Kur’ân, Kitâbu Edebî’n-Nufûsi’l-
Ceyyide ve’l-Ahlâki’n-Nefsiyye, Kitâbu Şerhi’s-Sunne, Kitâbu Fedâili Ebî Bekr ve Ömer, Kitâbu
79
daha sonra onun bir kolu olan “Cerîriyye” adlı fıkhî mezhebin temellerini atmıştır.
Hanbelîlerle mücadelesinden dolayı, Hanbelîler Taberî’yi Râfizîlikle itham
etmişlerdir. Yine Taberî, Şiîliğe meyletmekle itham edilmiştir.183
Taberî’nin tefsiri, alanında haklı bir şöhrete sahiptir.184 Tefsir hakkında hem
tefsiri tanıtan hem de tefsirin tarihi kıymetini öne çıkaran çok sayıda övgü dolu
sözler söylenmiştir. Mesela Đbn Atiyye, tefsirin kapsayıcılığına, uzağı yakın ettiğine
vurgu yapmaktadır.185 Yine Suyutî, müfessirlerin önde geleni olarak tanıttığı
Taberî’nin tefsirini övmekte, onun tefsirde rivayet ile dirayeti cem ettiğini
söylemektedir.186 Đlk üç asrın tefsir birikiminin bir hâsılası olan Taberî tefsiri,
Kur’ân’ın nâzil olduğu dönem ile sonraki asırlar arasında muhkem bir köprü vazifesi
görmektedir.187
189
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 13-16.
190
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 17-56.
191
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 56-64.
192
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 64-72.
193
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 73-76.
81
kadar geniş yelpaze oluşturan müfessirlere ait olma özelliği taşımaktadır. Gerek
derleme şeklinde oluşturulsun gerekse bizzat müellif tarafından yazılsın
mukaddimeler, içerikleri ve hacimleri itibariyle birbirinden farklı boyutlarda
olabilmektedir. Ancak burada vurgulayacağımız husus, -her ne kadar farklı
yaklaşımlar sergilense de- oldukça muhtevalı mukaddimelerin telif edilmiş olmasıdır.
Öyle ki muhteva, bazı mukaddimelerde onlarca sayfayı bulabilmekte; bazılarında ise,
birkaç sayfalık özet anlatımda kendini gösterebilmektedir. Bu da, mukaddimelerde,
Kur’ân tasavvurundan tefsirde takip edilmesi gereken esaslara kadar pek çok
mevzuya değinildiği anlamına gelmektedir.
82
ĐKĐNCĐ BÖLÜM
Hz. Peygamber’e belli bir zaman diliminde indirilen Kur’ân; Đslam inancının
temel esaslarından birini oluşturmakta ve nüzûlünden itibaren sürekli okunan,
anlaşılmaya çalışılan Kitap olma özelliği taşımaktadır. Hangi mezhep ya da fırka
mensubu tarafından yapılırsa yapılsın, bütün tefsir faaliyetlerinin temelinde, Kur’ân
tasavvuru yatmaktadır. Her şeyden önce Kur’ân tasavvurunun şekillenmesinde en
önemli kaynak, bizzat Kur’ân’ın kendisidir. Çünkü Kur’ân’ın nüzûlü, gönderiliş
gayesi, vasıfları… bizzat âyetlerde tavsif edilmektedir. Đkinci aslî kaynak, Kur’ân’ı
tebyin ve tebliğ etmekle görevli Hz. Peygamber’in Sünneti’dir. Kur’ân tasavvurunun
şekillenmesinde diğer önemli kaynaklar da, -tabiîdir ki- nüzûle şahit olan Sahâbe
nesli ile hemen akabinden gelen nesillerdir. Đşte söz konusu nesillere müteakip
dönemde telif edilen ve bütün bu kaynaklardan faydalanan tefsirlerin
mukaddimelerinde, Kur’ân tasavvuru kapsamında değerlendirilebilecek yaklaşımlar
sergilenmektedir. Mukaddimelerdeki yaklaşımları incelemek, hem tefsir
metodolojisinin hangi temele oturduğunu görmek hem de mukaddimelerin
muhtevasını ortaya koymak açısından önem arz etmektedir.
içine alan anlatımlar, özellikle “Tâbîun ve sonrası dönemde Kur’ân’ın bir bütün
olarak Mushaf şeklinde algılanışının”1 tezahürü mesabesindedir.
1
Ali Galip GEZGĐN, “Kur’ân’ın Metinsel Niteliği”, Dinî Araştırmalar, c.9, Sayı: 27, Ankara,
2007, s.95. Sözlü metin niteliğindeki Kur’ân’ın yazılı metin olarak algılanışı hakkında bkz.
GEZGĐN, a.g.m., ss.79-108.
2
ABDURRAZZÂK, Tefsîr, I, 60.
3
Beytu’l-Izze, mahiyeti hakkında kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamakla birlikte, Kur’ân’ın bir
bütün halinde indirildiği ve dünya semasında bulunduğu rivayet edilen yerin adıdır. (Abdullah
AYDEMĐR, “Beytülizze”, DĐA, Đstanbul, 1992, VI, 90).
4
ABDURRAZZÂK, Tefsîr, I, 60.
5
Burûc,85/21-22.
6
Vâkıâ,56/75-77.
7
TUSTERÎ, Tefsîr, s.2.
8
Levh-i Mahfûz, kaynaklarda başlıca şu üç alanda söz konusu edilmektedir: 1- Kur’ân’ın nüzûlünde
bir aşama, 2- Olmuş ve olacak her şeyin önceden kaydedildiği yer, 3- Kur’ân’ın ve bütün
vahiylerin asıl kaynağı. (Abdurrahman ATEŞ, “Tefsir Geleneğinde Levh-i Mahfuz Düşüncesi”,
Đslâmî Araştırmalar, c.16, Sayı:3, Ankara, 2003, s.392-397).
84
Kâtibin melekleri, onu Cebrail’e yirmi senede, Cebrail de Hz. Peygamber’e aynı
sürede parça parça indirmiştir. Müşriklerce ileri sürülen Kur’ân’ın Hz. Peygamber’e
topluca bir defada indirilmediği eleştirilerine karşı; Allah, âyette onu Hz.
Peygamber’in kalbine iyice yerleştirmek için böyle indirdiğini bildirmiştir.9
Dolayısıyla âyet, Hz. Peygamber’e sorulan sorulara bir cevap niteliğindedir. Şâyet
Kur’ân toptan indirilse, sorulan sorulara Hz. Peygamber’in vereceği bir cevabı
bulunmadığından Kur’ân parça parça inzâl edilmiştir.10
9
Furkân,25/32.
10
TUSTERÎ, Tefsîr, s.4-5. Ayrıca ABDURRAZZÂK, Tefsîr, I, 60.
11
Burûc,85/22.
12
TUSTERÎ, Tefsîr, s.4.
13
Đshak ÖZGEL, “Kur’ân’ın Üç Aşamalı Nüzûlü Anlayışının Lügavî Temelleri Üzerine Bir
Değerlendirme (Kur’ân Tasavvuru Oluşturmaya Doğru)”, Arayışlar, Yıl:3, Sayı:5-6, Isparta,
2001, s.97-98.
85
Đlk ve son nâzil olan âyetin/sûrenin hangisi olduğu meselesi ise Huvvârî
mukaddimesinde zikredilmektedir. Buna göre Hz. Peygamber’e inen ilk sûre, Alak
sûresidir. Alak sûresinin ne kadarının indiği ihtilaflıdır. Kimisine göre sûrenin ilk beş
âyeti kimisine göre de ilk sekiz âyeti, nâzil olan ilk âyetlerdir. Bir başka görüşe göre,
ilk nâzil olan âyetler, Müddessir sûresinin baş tarafındadır.14 Huvvârî, genel tercihin
Alak sûresinden yana olduğunu söylemektedir.15 Kur’ân’dan son inen âyetlere
gelince, bir görüşe göre Tevbe sûresinin son iki âyetidir, bir diğer görüşe göre de
Bakara sûresinin 281. âyetidir.16 Burada ilk ve son inen âyet/sûrenin tespiti söz
konusudur ki bunu, nüzûlü bakımından Kur’ân vahyinin sınırlarını belirlemeye
yönelik bir gayret olarak değerlendirebiliriz. Bu durum, bir taraftan Kur’ân vahyinin
tarihini haber verirken diğer taraftan Kur’ân’ın tertibinin nüzûl sırasına göre
gerçekleşmediğini ortaya koymaktadır.
14
Aynı görüş için bkz. MÜSLĐM, Đmân, 73 (I, 144).
15
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 62.
16
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 62. Mukâtil ve Taberî tefsirlerinde de; Alak sûresinin 1-5 âyetlerinin ilk
inen; Bakara sûresinin 281. âyetinin ise son inen âyet olduğu nakledilmiştir. Bkz. MUKÂTĐL,
Tefsîr, I, 228, IV, 761; TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, III, 156-157, XV, 317-320.
17
ABDURRAZZÂK, Tefsîr, I, 57-58.
18
Bkz. BUHÂRÎ, Fedâilu’l-Kur’ân, 3 (VI, 98-99).
86
Đbn Kuteybe ise, Kur’ân tarihi ile ilgili bilgiler vermemekle birlikte, يأتيه ِ ِ ْ َ ال
َ
حميد
ٍ ِ َ حكيم
ٍ ِ َ من ِ ِ ْ َ من
ْ ِ ٌخلفه َ ْتن ِزيل ْ ِ َيديه َوال
ِ ْ َ َ بين
ِ ْ َ من ُ ِ َ ْ / “O öyle aziz kitaptır ki, bâtıl ona hiçbir
ْ ِ الباطل
şekilde yaklaşamaz. Hakîm ve Hamîd Allah’tan indirilmiştir”19 âyetini delil getirerek
Kur’ân’ın Allah’ın koruması altında olduğuna dair güçlü vurgular yapmaktadır. Đbn
Kuteybe’nin Muşkilu’l-Kur’ân’a, bu âyetin yanı sıra Kur’ân’da hiçbir eğriliğin ()عوج
bulunmadığını bildiren âyetle20 başlaması,21 Müslümanların zihninde ne denli sağlam
bir anlayışın oluştuğunu ve buna verilen önemi göstermektedir. Đbn Kuteybe’ye göre,
Kur’ân’ın indiği toplumda sivri dilleriyle karşılık verme hususunda üstlerine hiç
kimsenin bulunmadığı fesâhat ve belâgat ehli, hatip ve şair kişiler dahi onda herhangi
bir kusur bulabilmiş değillerdir.22 Hâlbuki Kur’ân’ın pek çok yerinde inkârcıların
hangi düşmanca tutum içinde oldukları tavsif edilmiştir. Zira onlar Kur’ân hakkında,
“o bir sihirdir”,23 “o kâhin sözüdür”,24 “öncekilerin masallarıdır”25 gibi sözler
söyleyen; Hz. Peygamber’e ve onun doğruluğuna delil ve nübüvvetine alâmet olan
Kur’ân’a düşmanlık yapan ve benzer bir sûre getirmeleri için defalarca meydan
okunan kişilerdir. Dolayısıyla Đbn Kuteybe, fesâhat ve belâgat ehli müşriklerin bile
muaraza edemediği ve hiçbir saldırı gerekçesini bulamadığı bir Kur’ân’a olan inancı
ikrar etmektedir. Burada Đbn Kuteybe’nin inancına medar olan bu düşünceleri
zikrettiği siyak da oldukça dikkate değerdir. Zira o, bütün bunlara, Kur’ân hakkında
ileri geri konuşan ve onu kendi akıllarınca yorumlayan kişileri eleştirirken yer
vermektedir. Buna göre inkârcılar (Mülhitler) Kur’ân’a saldırmışlar, ona itirazda
bulunmuşlar; Kur’ân hakkında saçmalayıp onu terk etmişlerdir. Onlar kıt
anlayışlarıyla, hasta ve sakat görüşleriyle Âl-i Đmrân sûresinin yedinci âyetine tabi
olmuşlar, sözü saptırarak tahrif etmişlerdir. Onlar, Kur’ân’ın yolundan sapmışlar
sonra da Kur’ân’da çelişki, hata, nazım bozukluğu ve ihtilaf gibi hususların
bulunduğuna dair hükme varmışlar; konuya ilişkin akıl kurcalayıcı ve şüphe
düşürücü görüşler ileri sürmüşlerdir. Şâyet Kur’ân, muarızların kendi akıllarınca ve
19
Fussilet,41/42.
20
Kehf,18/1.
21
ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.3.
22
ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.22-23.
23
Yûnus,10/76.
24
Hâkka,69/42.
25
Furkân,25/5.
87
26
ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.22.
27
Muhakkik, sûre sayının 113 olmasını Enfâl ile Tevbe sûrelerinin tek bir sûre sayılmasına
bağlamaktadır. Zira Huvvârî, Enfâl ve Tevbe sûrelerinin arasında besmelenin yazılmaması,
dolayısıyla Enfâl ve Tevbe’nin tek bir sûre sayılmasıyla ilgili bir rivayete de yer vermektedir.
(HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 67).
28
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 64-65.
29
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 67-68. Ayrıca hadis için bkz. HATÎB BAĞDÂDÎ, Şerefu Eshâbi’l-Hadîs,
(Thk. Mehmed Said Hatîboğlu), D.Đ.B.Y., II. Baskı, Ankara, 1991, s.33.
88
özellikle iki kapak arasındaki Mushaf’ı önlerinde bulan Sahâbe sonrası neslin olduğu
söylenebilir. Dolayısıyla nüzûlüne şahit olmayan ve toplu halde önlerinde bulan
sonraki neslin Kur’ân’a olan inancının övgüye layık olacak kadar büyük olduğu
beyân edilmektedir. Kanaatimizce Huvvârî’nin mukaddimede bu tür meselelere yer
vermesi, sadece Kur’ân hakkındaki tarihi olayların açıklanmasına matuf değildir.
Anlatılan tarihi olaylar ve şekilsel bilgiler, aynı zamanda Kur’ân hakkında hiçbir
şüphe duyulmaması gerektiğine yönelik sağlam bir inanç oluşturmayı da
amaçlamaktadır.
30
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 67-68. Konu hakkında ayrıca bkz. ĐBN EBÎ DÂVUD, Kitâbu’l-Mesâhif,
(Nşr. Arthur Jeffery), Matbaatu’r-Rahmâniyye, I. Baskı, Mısır, 1355/1936, s.150-152.
31
Yine Furâtu’l-Kûfî’nin de ismi tahrife inananlar arasında geçmektedir. (Şaban KARATAŞ, Şia’da
ve Sünni Kaynaklarda Kur’an Tarihi, Ekin Yayınları, Đstanbul, 1996, s.159).
89
dönem Şiî kaynaklarında görülen tavrın bir benzeri olarak-32 Kur’ân’ın tahrif edildiği
düşüncesinin zıddı istikametinde Fussilet sûresinin 42. âyetine atfen Kur’ân’a batılın
hiçbir şekilde yaklaşamayacağını anlatan rivayetleri zikretmektedirler.
Mukaddimelerdeki rivayetler bununla sınırlı değildir. Buna göre Kur’ân,
“Kitâbullah”tır. Allah, Kur’ân’ı fasıl fasıl ayırmış, sağlam kılmış, üstün yapmış,
ilmiyle korumuş, nuruyla sağlamlaştırmış, sultanıyla teyit etmiş, kötü niyetlilerden,
hevasına uyan kişiden, batılın yaklaşmasından korumuştur. Hz. Ali, Kur’ân’ın
indirilişine bizzat Allah’ın ve meleklerin şahitlik ettiklerini bildiren âyeti33 delil
getirerek, Allah’ın Kur’ân’ı ilmiyle indirdiğini ve melekleri de Kur’ân’ın tasdikine
şahit tuttuğunu anlatmıştır.34
2- إماما َ ِ واجعلنا ِ ْ ُ ﱠ
ً َ ِ للمتقين َ ْ َ ْ َ âyeti,37 إماما َ ِ واجعل َلنا من ْ ُ ﱠ
ً َ ِ اللمتقين َ ْ َ şeklinde inmiştir.
32
Mesela Şiî ahbarının önde gelen kaynaklarından Kuleynî (ö.329/940)’nin el-Usûl mine’l-Kâfî adlı
eseri, her iki yönde de ahbar içermektedir. Eser, bir taraftan Kur’ân’ın ancak nâzil olduğu şekliyle
Hz. Ali ve Ehl-i Beyt tarafından cem edildiği, Hz. Ali ve Ehl-i Beyt’i öven âyetlerin çıkarıldığı
gibi iddiaları içerirken; diğer taraftan bunun zıddı istikametinde, değiştirilmediğine dair işaretleri
de içermektedir. Bkz. el-Usûl mine’l-Kâfî, Dâru Saab, IV. Baskı, Beyrut, 1401, I, 228, 229, 423,
424, 434, II, 619. Krş. Mazlum UYAR, Đmâmiyye Şîası’nda Düşünce Ekolleri Ahbârîlik,
Ayışığı Kitapları, Đstanbul, 2000, s.83-84, 257.
33
Nisâ,4/166.
34
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 14-15, 17, 18; KUMMÎ, Tefsîr, I, 2.
35
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 25.
36
Âl-i Đmrân,3/110.
37
Furkân,25/74.
90
ِ ِ ْ َ ومن
3- خلفه ْ ِ َ يديه
ِ ْ َ َ بين
ِ ْ َ من ٌ َ َلهُ ُ َ ﱢâyeti,38 يديه
ْ ِ معقبات ِ ْ َ َ بين ِ ِ ْ َ من
ْ ِ خلفه ورقيب
ِ ْ َ من ٌ َ َلهُ ُ َ ﱢşeklinde
ْ ِ معقبات
inmiştir. Ona göre bu türün örnekleri çoktur.
َ َ َ بما لكن ﱠ
ُ َ ْ َ ُﷲ ْ ِ َ 39 ve ربك َ ِ ُ بلغ َما ُ ُ َياأَي َﱡھا ﱠ
ْ الرسول َ ﱢ 40
َ ْ َ ِ أنزل
1- إليك َ ِ يشھد َ من َ ﱢ َ ْ َ ِ أنزل
ْ ِ إليك âyetlerinde
علي
ّ فيsözü kaldırılmıştır.
َ ِ إن ﱠ
ِ ﱠâyetinde,41 ظلموا َ ِ وسيعلم ﱠ َ ُِ ﱠ ترى ِ ْإذ
42
ُ َ َ َ كفروا
2- وظلموا ُ َ َ الذين ُ َ َ الذين َََُْ َ ve الظالمون ََْ
َ َ ولو
âyetlerinde43 آل محمد حقھمsözü kaldırılmıştır. Kummî’ye göre bu tür tahrifin de
örnekleri çoktur.44
38
Ra’d,13/11.
39
Nisâ,4/166.
40
Mâide,5/67.
41
Nisâ,4/168.
42
Şuarâ,26/227.
43
Enâm,6/93.
44
KUMMÎ, Tefsîr, I, 10-11.
45
Kur’ân’da tahrif yapıldığına inananlar, bu konudaki rivayetlere sarılmış; inanmayanlar ise, tahrif
iddialarını reddetmiş ve bunu ima eden rivayetleri yoruma tabi tutmuşlardır. Bkz. KARATAŞ,
Kur’an Tarihi, s.154-189.
46
Şi‘a ve tahrif konusunda, bu mukaddimelerde yer alan ve Şi‘a-Kur’ân ilişkisini kuran rivayetler,
“Lafzi Tahrif” genel başlığı altında “Đmamiyye Şîasını, Kur’ân’ın Tahrif Edilmesi Konusunda Zan
Altında Bırakan Deliller” alt başlığıyla verilmiştir. Bkz. KARATAŞ, Kur’an Tarihi, s.116.
47
Musa Kazım YILMAZ, “Şia’nın Kur’an Đlimleriyle Đlgili Görüşleri”, Milletlerarası Tarihte ve
Günümüzde Şiilik Sempozyumu, ĐSAV, Đstanbul, 1993, s.163.
91
Kur’ân hakkında şüphe götürmez bir inanca sahip olmanın vurgulu ifadelerini
bulduğumuz mukaddimelerden birisi de, Kur’ân’ın cem’i ve istinsâhı meselesine de
geniş yer veren53 Taberî’ye aittir. Zira Taberî, daha sözün başında, Kur’ân’ın Allah
tarafından korunmasını, Müslümanlara lütfedilen en büyük nimetlerden ve
üstünlüklerden birisi olarak zikretmektedir. Taberî’ye göre Allah, Kur’ân’ı
uyumayan bir gözle korumaktadır ve onu sapasağlam kuşatmaktadır. Kur’ân,
kendisinde hiçbir şüphenin bulunmadığı Allah’ın Kitabı’dır. Batıl, hiçbir şekilde ona
ulaşamayacaktır.54 Bu çerçevede Taberî, büyüğüyle küçüğüyle cinler ve insanlar bir
48
Şi‘a’nın Kur’ân’da tahrif yapıldığı iddialarına ilişkin bkz. Süleyman ATEŞ, “Đmamiyye Şiasının
Tefsir Anlayışı”, s.147-172; Sakıp YILDIZ, “Şîa’nın Kur’ân-ı Kerîm ve Tefsîriyle Đlgili
Görüşleri”, Atatürk Üniversitesi Đlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:V, Erzurum, 1982, ss.45-69;
YILMAZ, “Şia’nın Kur’an Đlimleriyle Đlgili Görüşleri”, ss.175-189; KARATAŞ, Kur’an Tarihi,
s.81vd.; UYAR, Ahbârîlik, ss.256-258; Mehmet ATALAN, “Şiî Kaynaklarda Ali b. Ebî Tâlib ve
Fâtıma Mushafı”, Dinî Araştırmalar, c.8, Sayı:23, Ankara, 2005, ss.93-110.
49
ATALAN, a.g.m., s.94-95.
50
Kur’ân’ın tahrif edilip edilmediği meselesi, sonraki dönem Şiî tefsir mukaddimelerinde
tartışılmaya devam etmiştir. Örneğin Tabresî Mecmau’l-Beyân’ın mukaddimesinde, Kur’ân’da
ziyadeliğin bulunduğu görüşünün icmâen batıl; eksik olduğu görüşünün ise sahih olan mezhebin
hilâfına bir görüş olduğunu söylemektedir. (Mecmau’l-Beyân, I, 16). Hicrî XI. asır Şiî
müfessirlerinden Mevlâ Abdullatîf Kazrânî (ö. h.XI.?) ise, tefsirinin mukaddimesinde Kur’ân’da
tebdil ve tağyirin vaki olduğu görüşünü zikretmektedir. (Mirâtu’l-Envâr ve Mişkâtu’l-Esrâr’dan
naklen ZEHEBÎ, et-Tefsîr ve’l-Mufessirûn, II, 62-63, 77). Yine Feyzu’l-Kâşanî de, Tefsîru’s-Sâfî
mukaddimesinde, Kur’ân’da eksiklik, tağyir gibi hususların bulunup bulunmadığı meselesine
geniş yer vermektedir. (Tefsîru’s-Sâfî, I, 40-55). Ayrıca bkz. CENÂBEZÎ, Beyânu’s-Saâde fî
Makâmâti’l-Đbâde, Muessesetu’l-A’lemi li’l-Matbûât, II. Baskı, Beyrut, 1988, I, 19-20. Batılı
ilim adamlarının, Kur’ân araştırmalarında Şiî tefsir mukaddimelerinden de yararlandıkları
görülmektedir. Örneğin” Arthur Jeffery, Kur’ân’ın cem’ine ilişkin bir Şiî geleneğin bulunduğu
konusunda Tefsîru’s-Sâfî’nin mukaddimesini kaynak göstermektedir. Bkz. Arthur JEFFERY,
Materyals for The History of The Text of The Qur’ân, Leiden, 1937, s.5-6.
51
KARATAŞ, Kur’an Tarihi, s.135.
52
UYAR, Ahbârîlik, s.257-258.
53
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 43-47.
54
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 15-16.
92
“Bu ilmi, her devrin en adil olanları taşır. Onlar bunu, aşırı gidenlerin
tahrifinden, batıl ehlinin tahribatından ve cahillerin te’vîlinden korurlar.”57
Çeşitli hadis ve tasavvuf kaynaklarında yer alan ve sıhhati tartışma konusu
yapılan58 rivayet hakkında yorumlar yapılmıştır. Mesela hicrî IV. asır
mutasavvıflarından Ebu Tâlib Mekkî (ö.386/996)’ye göre hadiste bahsedilen adil
kişiler, Kur’ân ve Sünnet ayrımı yapılmaksızın dinin tamamı üzerinde koruyucu olan
ilim ve adalet vasıflarına sahip marifetullah ehlinden (ehl-i ilm billâh) olanlardır.59
55
Bkz. TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 18.
56
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 46.
57
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 26.
58
Meşhur tarihçi ve muhaddis Hatîb Bağdâdî, Đbrahim b. Abdirrahmân Uzrî rivayetini zikrettikten
sonra şu dğerlendirmeyi içeren rivayet yer vermektedir: Hz. Peygamber’den gelen bu hadisin
uydurma olup olmadığının Ahmed b. Hanbel (ö.241/855)’e sorulması üzerine, o, hadisin sahih
olduğunu ve hadisi pek çok kişiden dinlediğini söylemiştir. (Şerefu Eshâbi’l-Hadîs, s.29). Ayrıca
bkz. ĐBN HĐBBÂN, Ebu Hâtim, Kitâbu’s-Sikât, Muessesetu’l-Kutubi’s-Sekâfiyye, I. Baskı,
Haydarâbâd, 1398/1978, IV, 10. Diğer taraftan rivayet, genellikle zayıf hadis kategorisinde
değerlendirilmektedir. (ĐBN ADÎ, Ebu Ahmed Curcânî, el-Kâmil fî Duafâi’r-Ricâl, Thk. Âdil
Ahmed Abdulmevcûd-Ali M. Muavvız, Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, Beyrut, 1997, III, 457-458;
BEYHAKÎ, Delâilu’n-Nubuvve, Thk. Abdulmu’tî Kalacî, Dâru’l-Kutubi’l-Ilmıyye, I. Baskı,
Beyrut, 1405, I, 44; ĐBN HACER, Lisânu’l-Mîzân, Muessesetu’l-‘Alemî li’l-Matbûât, III. Baskı,
Beyrut, 1406/1986, I, 77; HEYSEMÎ, Nûruddîn Ali b. Ebi Bekr, Keşfu’l-Estâr an Zevâidi’l-
Bezzâr alel’l-Kutubi’s-Sitteti, Thk. Habîburrahmân Azamî, Muessesetu’r-Risâle, I. Baskı,
Beyrut, 1399/1979, I, 86; A. Mlf., Buğyetu’r-Râid fî Tahkîki Mecmeı’z-Zevâid ve Menbaı’l-
Fevâid, Thk. Abdullah Dervîş, Dâru’l-Fikr, 1414/1994, I, 359; MUTTAKÎ HĐNDÎ, Kenzu’l-
Ummâl fî Suneni’l-Akvâl ve’l-Efâl, Muessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1413/1993, X, 176; HATÎB
BAĞDÂDÎ, Şerefu Eshâbi’l-Hadîs, “Ta’lîkât”, s.156. Hatta rivâyetin uydurma olma ihtimalinden
de bahsedilmektedir. (Ahmet YILDIRIM, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki
Dayanakları, T.D.V.Y., I. Baskı, Ankara, 2000, s.329). Rivâyetin tahric ve değerlendirmesi için
bkz. YILDIRIM, a.g.e., s.328-329.
59
Marifetullah ehli (ehl-i ilm billâh) ise, aklî ilimler (ulûmu’l-ma’kûl) yerine yakîn ilmini (ılm-i
yakîn), şahsi görüşe dayalı ilim yerine (ılm-i re’y) sünnet ilmini (ılm-i sünnet) tercih ederler. Onlar,
hadis ehline ve ravilerine, hadislerini açıklamak (tefsir) suretiyle destek çıkarlar. Naklin olmadığı
ve ravilerin keşfedemediği noktalarda Allah’ın onlara bahşettiği ilimlerle açıklama yaparlar. Onlar,
93
Böylece hadis edebiyatında da oldukça önemli bir yeri olan “ilim” ifadesi, söz
konusu rivayette “tefsir” anlamını ifade etmektedir. Çünkü rivayet, bir tefsirin
başında yer almakta ve Kur’ân’ın tefsirinin konu edildiği bir bağlamda gelmektedir.
Metnin bağlamı içerisinde, rivayetin öncesinde ve sonrasında tefsiri bilmenin önemi
anlatılmakta ve tefsirin tahrife, tahribata ve yanlış yorumlara karşı “koruyucu”
özelliğinden bahsedilmektedir. Bu bağlamda müfessirler de, rivayetteki “bu ilim”
ifadesine “Allah’ın koruması altında olan Kur’ân’ın tefsiri” şeklinde özel bir anlam
yüklemiştir. Yani rivayet ile tefsir ilmi arasında sıkı bir irtibat kurmuştur. Nitekim
Đbn Atiyye, mukaddimede, söz konusu rivayete atıfta bulunarak Abdurrazzâk, Ali b.
Ebî Talha, Buhârî ve diğerlerinin tefsir telif ettiklerini söylemektedir.62 Kurtubî ise
konuştukları hususları Allah’tan alarak Allah adına konuşurlar. Bu, Allah’ın bir lütfüdür ve Allah
dilediğine verir. Zira Allah, sabredenlerin ve Allah’ın âyetlerine yakinen inananların içerisinden
bazısını, doğru yola ileten önderler (Secde,32/24) olarak çıkarmıştır. Bunun tersine aşırı gidenler,
manevî sarhoşluk içinde ölçüsüz ve dengesiz söz eden şatahat sahipleridir. Çünkü onlar ilmin
ölçülerini çiğneyerek ve sınırları ortadan kaldırarak, hükümlerin geçerliliğini düşürmüşlerdir.
Batıla düşenler, boş iddia ve bidat sahipleridir. Çünkü onlar, hakkı batılla gidermek için mücadele
etmişler, iftira atmışlar, kendi görüş ve düşünceleriyle bidat çıkarmışlardır. Cahiller ise, ilmin
inceliklerini inkâr eden, zâhiri akıllarıyla bildiklerine göre iftira atanlardır. Yine, sünnetleri kendi
şahsî görüş ve anlayışına göre te’vîl eden ve selefin daha önce söz söylemediği veya işaret
etmediği şekilde konuşan herkes, boş zorlamalara giren ve batıla dalan kişilerdir. (EBU TÂLĐB
MEKKÎ, Kûtu’l-Kulûb fî Muameleti’l-Mahbûb ve Vasfı Tarîki’l-Murîd ilâ Makâmı’t-
Tevhîd, (Thk. Saîd Nasîb Mekârim), Dâru Sâdır, Beyrut, I. Baskı, 1995, I, 353. Krş. EBU TÂLĐB
MEKKÎ, Kûtu’l-Kulûb-Kalplerin Azığı, (Çev. Yakup Çiçek), Umran Yayınları, Đstanbul, 1999,
II, 264-265).
60
Beyhakî’nin açıklamasına göre Allah, Kur’ân’ı peygambere indirmiş, âyette buyurduğu gibi
Hıcr,15/9 hıfzını garanti altına almıştır. Hz. Peygamber de, yine âyette geçtiği gibi (Nahl,16/44)
Allah’ın dinini ve kitabını açıklayıcı bir konumdadır. Onun vefatından sonra toplum, Allah’ın
Kitabı’nda ve onun sünnetinde nas ve delâlet yoluyla açıklanacak hususlarla baş başa kalmıştır.
Toplumun içerisinden ise her asırda âlimler çıkmıştır. Onlar, toplumu bidatlerden koruyarak
Allah’ın dininin beyân görevini gerçekleştirmektedirler. Konuyla ilgili hadis, Sahâbe’den itibaren
her dönemde gerçekleşmiştir. Hadisin gerçekleşmesi, her asırdaki hadis ravilerinin bilinmesiyle
olmuştur. Hadis ravilerinin tanınıp bilinmesini sağlayanlar da, eser yazan cerh ve tadil âlimleridir.
(BEYHAKÎ, Delâilu’n-Nubuvve, I, 44).
61
Bkz. HATÎB BAĞDÂDÎ, Şerefu Eshâbi’l-Hadîs, s.11, 28-30. Hatîb Bağdâdî, hicrî III. yüzyılda
geçen şöyle bir olay nakletmektedir: Kadı Đsmâîl b. Đshâk (ö.282/895)’a gelen bir davada, hadis
yazan birinin mahkemedeki şahitliği konusunda söz konusu hadis delil getirilmiştir: Hâkime Hz.
Peygamber’in hadis nakilcilerini adaletli saydığı hatırlatılmış ve Hz. Peygamber’in adaletli
saydığını hâkimin hiç tereddütsüz adil sayması gerektiği ifade edilmiştir. Bunun üzerine hâkim,
hadis nakilcisinin mahkemedeki şahitliğini kabul etmiştir. (Şerefu Eshâbi’l-Hadîs, s.29-30).
62
Mukaddimetân, s.264.
94
63
KURTUBÎ, el-Câmi’, I, 36.
64
ZERKÂNÎ, Menâhilu’l-Đrfân, II, 25.
65
M. SAFÂ’, Ulûmu’l-Kur’ân, II, 288-289.
66
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 67; TUSTERÎ, Tefsîr, s.2; TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 56.
95
67
EBU UBEYDE, Mecâzu’l-Kur’ân, s.1, 18.
68
Yûsuf,12/3; Neml,27/76; Kıyâme,75/17-18.
69
Furkân,25/1.
70
EBU UBEYDE, Mecâzu’l-Kur’ân, s.3, 18.
71
Kehf,18/1-2.
72
Hıcr,15/9.
73
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 64.
74
Şûrâ,42/52.
75
Câsiye,45/20.
76
Yûnus,10/57; Đsrâ,17/82; Fussilet,41/44.
77
Bakara,2/2, 185; Âl-i Đmrân, 3/138; Fussilet,41/44.
78
Nisâ,4/174; A’râf,7/157.
79
ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.3.
80
Ebu Ubeyde ve Taberî, “sûre” ve “âyet” kelimelerinin anlamlarına da yer vermektedirler.
(Mecâzu’l-Kur’ân, s.3-5; Câmiu’l-Beyân, I, 6).
81
EBU UBEYDE, Mecâzu’l-Kur’ân, s.3-6.
82
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 28; TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 73.
83
EBU UBEYDE, Mecâzu’l-Kur’ân, s.6-7.
96
“Bana Tevrat’ın yerine Seb-ı Tıvâl verilmiştir. Onlar, Kur’ân’dır. Đncil’in yerine
Mesânî verilmiştir. Onlar, Kur’ân’ın hidâyetidir. Zebur’un yerine Miûn
verilmiştir. Onlar, Kur’ân’ın kokusudur ve beni Mufassal ile üstün kılmıştır”.84
Hz. Peygamber’den gelen hadis ile hem Kur’ân’daki sûrelerin diziliş sırası
(Seb-ı Tıvâl, Mesânî, Miûn, Mufassal) verilmekte, hem de onların manevi değeri
ifade edilmiş olmaktadır. Hadisteki kavramların hangi sûreleri içine aldığına gelince,
Ebu Ubeyde’nin açıklamasına göre Seb-ı Tıvâl, Fatiha’dan sonra gelen yedi uzun
sûreye denilmektedir. Bunlar; Bakara, Âl-i Đmrân, Nisâ, Mâide, Enâm, A’râf, Enfâl
sûreleridir. (Taberî’deki izahta Saîd b. Cübeyr’e göre yedinci sûre Yûnus sûresidir).
Enfâl ve Tevbe sûrelerinin Seb-ı Tıvâl’den olup olmadığı kesin olarak belli değildir.
Bu sûrelere Seb-ı Tıvâl denilmesinin sebebi, bunların diğer sûrelere oranla daha uzun
olmalarıdır. Miûn, yüz kadar âyeti olan veya âyet sayısı az da olsa yüzü geçen ya da
yüzden aşağı olan sûrelere denilmektedir. Mesânî, âyetleri Miûn sûrelerinden daha az
olan veya buna yakın sûrelere denilmektedir. Đbn Abbas, Mesânî denilmesinin
sebebini, bu sûrelerde peş peşe misallerin, haberlerin ve ibretlerin zikredilmesi,
olarak açıklamaktadır. Mufassal ise, Kur’ân’ın son kısmında aralarında besmelenin
sıkça tekrar edildiği kısa sûrelere denilmektedir.85 Burada hem Mushaf şekilsel
açıdan tanıtılmış olmakta hem de tertibe göre sûreler gruplandırmaktadır.
84
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 28; TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 68-69.
85
Ebu Ubeyde ve Taberî, sûrelerin isimleri hakkında Hz. Peygamber’in hadisinde geçen sıralamayı
içeren şiire de yer vermektedirler. (Mecâzu’l-Kur’ân, s.6-7; Câmiu’l-Beyân I, 68-71). Konu
hakkında ayrıca bkz. ZERKÂNÎ, Menâhilu’l-Đrfân, I, 352-353.
97
86
TUSTERÎ, Tefsîr, s.2. Rivayetin benzerine Đbn Kuteybe de bir başka eserinde yer vermiştir. Bkz.
Uyûnu’l-Ahbâr, (Dâru’l-Kutub baskısından tıpkıbasım), Vizâretu’s-Sekâfe, yy., 1963, II, 133.
87
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 14-15. Yine KUMMÎ, Tefsîr, I, 2-3.
88
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 14. Ayyâşî tefsir mukaddimesinde aynı rivayetin Hz. Peygamber’den naklen
farklı versiyonları da zikredilmektedir. (Tefsîr, I, 13-15, 17). Ayrıca bkz. KULEYNÎ, el-Usûl, II,
598-599.
89
Hâris b. Abdillah ‘Aver Ebu Zuheyr Kûfî, hicrî 65 tarihinde vefat etmiştir. Bilgi ve
değerlendirmeler için bkz. ĐBN HACER, Tehzîbu’t-Tehzîb, II, 115-117.
90
TĐRMĐZÎ, Fedâilu’l-Kur’ân, 14 (V, 173).
91
MUBÂREKFÛRÎ, Ebu’l-Ulâ Muhammed, Tuhfetu’l-Ahvezî Şerhu Câmiı’t-Tirmizî, (Thr. Râid
b. Sabrî), Beytu’l-Efkâri’d-Devliyye, Amman-Riyad, ts., II, 2154.
92
ÇALIŞKAN, Siyasal Tefsirin Oluşum Süreci, s.60-61.
98
“Bakınız, eğer benden sonra bir fitne olursa -ki o olmuştur- bu durumda
size iki haslet yeter: Allah’ın Kitabı ve Ali b. Ebî Tâlib. Çünkü Ali
hakkında Rasulullâh’tan şöyle işittim: ‘Bu, bana iman eden ilk kişidir ve
kıyamet günü benimle musafaha edecek ilk kişidir…’” 96
Ebu Abdillah’tan gelen rivayette ise, emirlik ve hilafetin Ebu Bekir, Ömer ve
Beni Ümeyye ailelerine ve yine sahâbilerden Talha ile Zubeyr nesline asla
93
TĐRMĐZÎ, Fedâilu’l-Kur’ân, 14, (V, 172-173); DÂRĐMÎ, Fedâilu’l-Kur’ân, 1, (II, 710-711);
BEZZÂR, Ebu Bekr Ahmed, el-Bahru’r-Zehâr (Musnedu’l-Bezzâr), (Thk. Mahfûzurrahmân),
Mektebetu’l-Ulûm ve’l-Hıkem, I. Baskı, el-Medînetu’l-Munevvera, 1409/1988, III, 71-73; ĐBN
EBÎ ŞEYBE, Ebu Bekr, el-Kitâbu’l-Musannef fi’l-Ehâdîsi ve’l-Âsâr, (Thk. Muhtâr Ahmed
Nedvî), ed-Dâru’s-Selefiyye, I. Baskı, Bombay, 1401/1981, X, 482.
94
Bkz. Mukaddimetân, s.59; KURTUBÎ, el-Câmi’, I, 5; HÂZĐN, Lubâbu’t-Te’vîl, I, 4;
FEYZU’L-KÂŞANÎ, Tefsîru’s-Sâfî, I, 15-17.
95
MUBÂREKFÛRÎ, Tuhfetu’l-Ahvezî, II, 2154. Hadisin, Sahâbe arasında çıkan ihtilafa işaret ettiği
muhtelif kaynaklarda da belirtilmektedir. Mesela Gazzâlî (ö.505/1111), Hz. Ali’den gelen benzer
rivayete yer verdikten sonra, Hz. Peygamber’in, kendisinden sonra ortaya çıkacak olan ayrılık ve
tefrika zamanında Allah’ın Kitabı’na sarılmasını emir ve tavsiye ettiği Huzeyfe hadisine yer
vermektedir. (Đhyâu Ulûmiddîn, Dâru Đhyâi Kutubi’l-Arabiyye, Mısır, ts., I, 291).
96
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 16.
99
97
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 16.
98
Mesela Kummî, iman ettikten sonra küfre düşenleri konu edinen âyetleri (Âl-i Đmrân,3/86-91)
sadece “Ehl-i Beyt düşmanları” (Tefsîr, I, 107); Allah’a karşı yalan uyduranların büyük bir günah
işlediğini haber veren âyeti (Nisâ,4/50) “Ehl-i Beyt’in hakkını gasbedenler” şeklinde
yorumlamıştır. (Tefsîr, I, 140).
100
Hicrî II. asırda ortaya çıkan ve büyük tartışmalara yol açan, pratikte hiçbir
faydası bulunmayan, aksine fitne ve huzursuzluğa sebep olan99 hususlardan birisi
Halku’l-Kur’ân meselesidir. Đslam dünyasında “Mihne” diye anılan bir dönemde bu
mesele, “Kur’ân mahlûk mudur değil midir?” sorusu etrafında geniş yankı
uyandırmış ve çeşitli mücadelelere yol açmıştır.100 O dönemin güncel tartışması olan
Halku’l-Kur’ân meselesi, sadece Ayyâşî tefsir mukaddimesinde yer almaktadır:
Fudayl b. Yesar dedi ki: Rıza’ya Kur’ân’ı sordum. O da bana, “O, Allah’ın
kelamıdır” dedi. Zurâre’den: Ona Kur’ân’dan sordum, bunun üzerine o
bana şöyle dedi: “Ne Hâlik’tır, ne mahlûktur. Fakat o, Hâlik’ın
Kelâmı’dır.”101
Konu hakkındaki görüşler, bunlarla da sınırlı değildir. Đmam Rıza’ya
Kur’ân’ın sorulması üzerine, Đmam Rıza, sözü Halku’l-Kur’ân meselesine getirerek
Mürcie’ye ve Ebu Hanife’ye102 beddua etmektedir.103 Mukaddimede Ebu Hanife ve
Mürcie’nin ismi olumsuz104 bir bakış açısıyla zikredilmekte; Ebu Hanife ve
Mürcie’nin, Kur’ân’ın mahlûk olduğu fikrini kabul ettikleri görüşü dile
getirilmektedir. Ebu Hanife’nin eserlerinde ise, onun Allah’ın kelâmı olan Kur’ân’ın
99
Talat SAKALLI, “Halife Me’mun ve Hadisçilerle Olan Münasebetleri II”, Erciyes Üniversitesi
Đlâhiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:7, Kayseri, 1990, s.125.
100
Halku’l-Kur’ân meselesi hakkında bkz. EŞ’ARÎ, Makâlâtu’l-Đslâmiyyîn, s.191-193; ĐBN HAZM,
Ebu Muhammed Ali, el-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ehvâ ve’n-Nihal, (Thk. M. Đbrahim Nasr-
Abdurrahman Umeyra), Dâru’l-Cîl, Beyrut, ts., III, 11-23; HATÎB BAĞDÂDÎ, Târîhu Bağdâd,
XIII, 246-247; SUBKÎ, Tacuddîn Ebu Nasr Abdulvehhab, Tabakâtu’ş-Şâfiiyyeti’l-Kubrâ, I.
Baskı, Matbaatu Isâ el-Bâbî el-Halebî, 1383/1964, II, 36-61; Montgomery WATT, Đslâm
Düşüncesinin Teşekkül Devri, (Çev. Ethem Ruhi Fığlalı), Umran Yayınları, I. Baskı, Ankara,
1981, s.305-308; CERRAHOĞLU, Tefsir Usûlü, s.190-191; Ali SAYI, “Halku’l-Kur’ân Meselesi
ve Tefsir Hareketi Açısından Değerlendirilmesi Üzerine”, Dokuz Eylül Üniversitesi Đlahiyat
Fakültesi Dergisi, Sayı: VI, Đzmir, 1989, s.599-618; SAKALLI, “Halife Me’mun ve Hadisçilerle
Olan Münasebetleri I-II”, Erciyes Üniversitesi Đlâhiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:6, Kayseri, 1989,
s.245-270 ve Sayı:7, 1990, s.113-131.
101
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 17-18.
102
Mürcie mezhebi ve Ebu Hanife hakkında geniş bilgi için bkz. HATÎB BAĞDÂDÎ, Târîhu
Bağdâd, XIII, 376-381; ŞEHRĐSTÂNÎ, el-Milel ve’n-Nihal, I, 141; EBU ZEHRA, Muhammed,
Ebu Hanife, (Çev. Osman Keskioğlu), D.Đ.B.Y., III. Baskı, Ankara, 1999, s.160-168; Sönmez
KUTLU, Türklerin Đslâmlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, T.D.V.Y., II. Baskı, Ankara,
2002; Đsa DOĞAN, Mürcie ve Ebu Hanife, Kardeş Matbaası, Samsun, 1992; Đbrahim Hakkı
ĐNAL, “Hanefî Literatüründe Ebû Hanife’nin Mürciîliği Problemi”, Đmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe ve
Düşünce Sistemi-Sempozyum Tebliğ ve Müzakereleri, (Ed. Đbrahim Hatiboğlu), Kur’ân
Araştırmaları Vakfı (KURAV), Bursa, 2005, II, 225-231.
103
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 19.
104
Aynı şekilde erken dönem Şiî müelliflerinden Nevbahtî (ö.301/910), Ebu Hanife’yi Mürcie’nin
içinde saymaktadır. (Şii Mezhepler (Fıraku’ş-Şia), Çev. Sabri Hizmetli-Hasan Onat-Ramazan
Şimşek, Fotokopi Nüsha, Ankara, 1995, s.19).
101
105
Ebu Hanife’nin Halku’l-Kur’ân hakkındaki görüşleri için bkz. Đmâm-ı Â’zamın Beş Eseri el-
Âlim ve’l-Müteallim el-Fıkh el-Ebsat el-Fıkh el-Ekber Risâletü Ebî Hanîfe el-Vasiyye, (Çev.
Mustafa Öz), M.Ü.Đ.F.V.Y., III. Baskı, Đstanbul, 2002, s.55-56, Arapça Kısmı, s.70-71; MOLLA
ALĐ KÂRĐ, Şerhu’l-Fıkhi’l-Ekber, (Thk. Ali Muhammed Dendel), Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, I.
Baskı, Beyrut, 1416/1995, s.47-58.
106
Ebu Hanife’nin Halku’l-Kur’ân hakkındaki görüşlerine ilişkin değerlendirmeler için bkz. HATÎB
BAĞDÂDÎ, Târîhu Bağdâd, XIII, 383-395; DOĞAN, Mürcie ve Ebu Hanife, ss.159-163; Faruk
BEŞER, “Ebu Hanîfe’nin Kur’ân Anlayışı”, Đmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe ve Düşünce Sistemi, I,
240-244; Yusuf Şevki YAVUZ, “Ebû Hanîfe”, DĐA, Đstanbul, 1994, X, 140; Hasan KESKĐN,
“Ebû Hanîfe’nin Beş Risâlesinde Bazı Tefsir Problemlerine Yaklaşımı”, Đslâmî Araştırmalar-
Ebû Hanîfe Özel Sayısı, c.15, Sayı:1-2, Ankara, 2002, s.225-227.
107
Đbn Kuteybe, Kur’ân’ın Allah’ın kelâmı olup mahlûk olmadığını bir eserinde genişçe ele
almaktadır. Bkz. el-Đhtilâf fi’l-Lafz ve’r-Râddu ale’l-Cehmiyye ve’l-Muşebbihe, (Thk.
Muhammed b. Zâhid Kevserî), el-Mektebetu’l-Ezheriyye, I. Baskı, 1442/2001, s.36vd.
108
Taberî, konuya ilişkin Mu’tezile’ye şiddetle muhalefet etmiştir. (YAKUT HAMEVÎ, Mu’cemu’l-
Udebâ, VI, 2462).
109
Bkz. YAVUZ, “Halku’l-Kur’ân”, DĐA, Đstanbul, 1997, XV, 372.
110
ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.3.
102
111
TUSTERÎ, Tefsîr, s.2.
112
Tusterî’nin ifadeleri şöyledir: “Kulun kalbi, Allah’ın tevhidinin madenidir; göğsü, onun
cevherinden bir nurdur. Bedeninin kuvvetini onun madeninden alır. Kişinin kalbinde tâbi olacağı
veya yüz çevireceği bir şey olmazsa, öyleyse Cennet ona nasıl menzil olsun? Allah onunla beraber
ve yardımcısı değilse, onun yanında kim olsun? Kur’ân, onun imamı ve Hz. Peygamber de ona
şefaatçi değilse, ona kim şefaat etsin?” (Tefsîr, s.3). Bu arada Kur’ân’ın şefaatçi olmasıyla ilgili
Tusterî ve Ayyâşî, Hz. Peygamber’den gelen şu hadisi de zikretmektedirler: “Kur’ân şefaat
edicidir, şefaati umulandır, aleyhte tanıklık edicidir (mâhil), tasdik olunandır (musaddak). Kur’ân,
kime şefaat ederse, o kurtulur, kimin aleyhine de tanıklık ederse o helak olur” (TUSTERÎ, Tefsîr,
s.3; AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 13). Ayrıca bkz. MÜSLĐM, Müsâfirîn, 42 (I, 553); DÂRĐMÎ, Fedâilu’l-
Kur’ân, 1, (II, 707); AHMED B. HANBEL, V, 249, 251, 255, 257; ABDURRAZZAK, el-
Musannef, (Thk. Habîburrahmân A’zamî), y.y., ts., III, 372-373; ĐBN EBÎ ŞEYBE, el-Musannef,
X, 497.
113
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 14, 16-18. Ayrıca KUMMÎ, Tefsîr, I, 2-3.
114
A’râf,7/3; Hûd,11/112; Tâhâ,20/123; Kıyâme,75/18.
115
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 14, 16-18.
116
Mâide,5/16.
103
Yapışılacak sağlam bir ip olan Kur’ân; ihtilaf anında sığınacakların sığınağı, akıl
sahiplerinin varacakları akıl kaynağı, Şeytanın vesveselerinden korunma yeridir.117
Bu düşünceleriyle varlığı bir bütün olarak gördüğü anlaşılan Taberî; genelde
peygamberliği özelde Hz. Peygamber’in peygamberliğini ve Kur’ân’ı evrenin
bütünlüğü içerisinde konumlandırmaktadır. Yani Taberî’nin Kur’ân tasavvuru,
Kur’ân’ı evrensel bütünlük içerinde ele alan bir tasavvurdur.118 Aynı zamanda onun
bakışına göre Kur’ân, müminlerin kalplerindeki manevi hastalıklara ve şeytanın
vesveselerine karşı şifadır. Kur’ân, âyetlerini açıklayarak müminleri kendisi
dışındaki bütün öğütlerden müstağni kılmıştır.119
“…Eğer bir âyet, herhangi bir toplum hakkında iner ve o toplum ölünce
âyet de ölürse, o zaman Kur’ân’dan hiçbir şey kalmaz. Fakat başından
sonuna kadar Kur’ân, gökler ve yer durduğu müddetçe geçerlidir. Her bir
toplum için bir âyet vardır. Onlar, ondan hayır ya da şer nasibini alır”.120
Đmam Ebu Ca’fer’in bu ifadeleri, Kur’ân’ın sadece indiği toplum ile sınırlı
olmadığı düşüncesini ortaya koymaktadır. Buna göre eğer Kur’ân toplumla sınırlı
olsa, hakkında âyetin indiği toplumun fertleri öldüğünde, o âyetlerin dolayısıyla
Kur’ân’ın da yok olması gerekecektir. Dolayısıyla Kur’ân, kıyamete kadar
geçerliliğini sürdürecektir. Yine Kur’ân, sadece bir topluluk için değil, herkes için
geçerlidir. Toplumlar, Kur’ân’dan nasiplerini alacaklardır. Ancak bu, onların
Kur’ân’ın gösterdiği yola girip girmemeleriyle ilgili bir durumdur. Eğer toplumlar,
Kur’ân’a uyarsa hayır olarak, uymazsa şer olarak karşılığını göreceklerdir.
117
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 15-16.
118
Konu hakkında bkz. AYDIN, Taberî’nin Kur’an’ı Yorumlama Yöntemi, s.33-34.
119
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 48.
120
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 21.
104
Taberî ise, üstüne basa basa Kur’ân’ın tüm zamanlar için geçerliliğini ifade
etmektedir. Buna göre Kur’ân, Allah’ın peygamberini desteklediği bir delildir. Bu
yüzden Kur’ân, kıyamete kadar baki kalacak, zamanın değişmesiyle
değişmeyecektir. Hatta zaman ilerledikçe Kur’ân’ın ışığı daha da artacaktır. Zaman,
Kur’ân’ın öğretilerini yok edemeyecektir.121
Kur’ân’ın tüm zamanlar için geçerli olduğu hususu, Tefsir Usûlü kitaplarında
da dile getirilmektedir. Mesela Zerkeşî’ye göre Kur’ân’ın yol göstericiliği her zaman
için geçerlidir. Çünkü Kur’ân, âlemlerin rabbinin kelâmıdır ve gönderdiği
kitaplarının en üstünüdür.122 Modern dönemde de Kur’ân’ın evrenselliği üzerinde
durulmuş, hiçbir âyetin zamanla ve mekânla sınırlı olmadığı,123 aksine evrensel ve
ebedi olduğu görüşü savunulmuştur.124 Bununla birlikte Kur’ân’ın evrensellik
iddiasını içermiş olsa bile günümüz insanına hitap etmeye elverişli olmadığı, sadece
indiği dönemde yaşanıp bittiği şeklinde görüşler de yok değildir. Fakat bunlar,
Kur’ân’ın bütün zamanları kapsayan evrensel ve çağlar üstü bir vasfa sahip olduğu
gerçeği karşısında taraflı yorumlardan başka bir şey değildir.125
121
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 14-15.
122
ZERKEŞÎ, el-Burhân, I, 449.
123
Tarihselcilik düşüncesi, tarihsellik ve evrensellik kavramlarının ne anlama geldiği; zaman ve
mekân ile ilişkili olmak anlamında Kur’ân’ın tarihsel yorumu hakkında geniş bilgi için bkz. Đshak
ÖZGEL, Tarihselcilik Düşüncesi Bağlamında Kur’ân’ın Tarihsel Yorumu (Metodolojik Bir
Teklif), Yayımlanmamış Doktora Tezi (Danışman: Đsmail Yakıt), S.D.Ü.S.B.E., Isparta, 2002,
s.119vd.
124
Konu hakkında bkz. J.M.S. BALJON, Kur’ân Yorumunda Çağdaş Yönelimler, (Çev. Şaban Ali
Düzgün), Fecr Yayınları, II. Baskı, Ankara, 2000, s.98.
125
Bkz. Ali Galip GEZGĐN, Kur’ân’da Hz. Peygamber’e Yapılan Uyarılar, Fakülte Kitabevi,
Isparta, 2003, s.10-13, 48.
105
126
Cinn,72/1.
127
TUSTERÎ, Tefsîr, s.2; AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 14, 17. Hz. Peygamber’in ashabına sabah namazını
kıldırırken okuduğu Kur’ân’ı dinleyen cinler, kavimlerine dönüp âyette geçen sözleri
söylemişlerdir. Bkz. BUHÂRÎ, Ezân, 105 (I, 187-188); Tefsîr 72, 1 (VI, 71-72); MÜSLĐM, Salât,
149 (I, 331-332); TĐRMĐZÎ, Tefsîr 72, 1 (V, 426-427); AHMED B. HANBEL, I, 252.
128
ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.3; AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 14; TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 27.
129
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 26-27. Söz konusu benzetmeyle ilgili olarak bazı tefsir mukaddimelerinde,
Âdem b. Ebî Iyas’tan naklen, geceleyin hükümdardan bir mektup alan, yanlarında lamba olmadığı
için okuyamayan ve mektubun içeriği konusunda tedirginlik yaşayan toplumun misali
verilmektedir. Lambaya sahip olanlar ise, mektubu okuyabilecek ve içeriğini bilebileceklerdir.
Mukaddimetân, s.256; ĐBNU’L-CEVZÎ, Zâdu’l-Mesîr, I, 4; ŞEVKÂNÎ, Fethu’l-Kadîr, I, 16.
106
Đbn Mesud şöyle demiştir: “Hz. Peygamber bize on âyet öğrettiği zaman
onları öğrenmeden başkasına geçmezdik.”134
Rivayetlerdeki “on âyeti okuduğu zaman” şeklinde değil “öğrendiği zaman”
ifadesinin geçmesini yorumlarsak, burada âyetleri okumaktan ziyade öğrenmenin söz
konusu olduğunu söyleyebiliriz. Âyeti öğrenme çabası ise, şu iki alanda
gerçekleşmektedir:
130
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 27.
131
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 26.
132
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 71-72.
133
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 57.
134
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 27; HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 71; TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 56. Tâbiûn
müfessirlerinden Mücâhid’e isnad edilen tefsirin başında ise sadece bu rivayet bulunmaktadır.
(Tefsîru Mucâhid, s.68).
107
şeklinde ilaveler yer almaktadır.135 Taberî ise, Sahâbe tefsiri bağlamında insanların
tefsir ilmine teşvik edilmesi kapsamında, hem Kur’ân’ın onar âyet şeklinde formüle
edilen ve Kur’ân’ı bölüm bölüm öğrenmek gerektiğini anlatan bu rivayete hem de
yukarıdaki misale peş peşe yer vermektedir.136 Anlaşılan o ki Kur’ân’ın ilim ve
amelle birlikte öğrenilmesi meselesi, bir tefsir ameliyesi olarak görülmektedir. Söz
konusu rivayette “ilim ve amel”in peş peşe gelmesinden, Kur’ân’ın kısım kısım ilim
ve amelle birlikte öğrenilmesinin zorunluluğu sonucu çıkarılabilir.
Söz konusu iki alan (ilim ve amel), Taberî’de “mânâlarını ve onlardaki ameli
öğrenme” şeklinde açıklığa kavuşmaktadır.137 Yani âyetin içerdiği amelî hükümleri
öğrenmek, bir bakıma âyetin tefsirini yapmak anlamına gelmektedir. Bu açıdan Đbn
Mesud’un öğrenmek için sadece Bakara sûresi üzerinde tam sekiz sene durduğu138
göz önüne alınırsa, tefsirin oldukça uzun bir sürece yayıldığı dikkatlerden
kaçmayacaktır.
135
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 71.
136
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 56-57.
137
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 56. Aynı şekilde Abdurrazzâk’ın Musannef’inde yer alan bir
rivayette de, “âyetteki helali, haramı, emri ve nehyi öğrenmek” şeklinde izah edilmektedir.
(Musannef, III, 380).
138
MÂLĐK B. ENES, Muvatta, Kitâbu’l-Kur’ân, 4 (I, 205).
139
Nâziât,79/31.
140
Nâziât,79/32.
141
ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.5.
142
Ra’d,13/4.
108
Tusterî, Kur’ân okuyucularını üçlü bir ayırıma tabi tutmuştur. Buna göre
insanlar, Kur’ân kırâatinde üç makam üzeredirler: Birinci grup kendilerine Fehmu’l-
Kur’ân’ın verildiği; dünyalık peşinde olmayan Allah’ın has kulları ve velileridir. Bu
guruba fehmin verilme sebebi, onların zâhiren ve bâtınen emirleri yapmaları ve
nehiylerden kaçınmalarıdır. Onların gayretleri, Kur’ân’ın okunuşuna (lahn) ve güzel
sesle zorlayarak okumaya değil, sadece onu anlamaya teksîf edilmiştir (tefehhum).
Onlar; ilmiyle amildirler, Allah’tan yardım isterler ve Kur’ân’ın adabı üzere
istikrarlıdırlar.151
143
Rum,30/22.
144
Neml,27/88.
145
Bakara,2/179.
146
Vâkıa,56/19.
147
Yûnus,10/42-43.
148
Nisâ,4/145, 146; Munâfıkûn,63/4.
149
ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.5-8. Đbn Kuteybe, Muşkilu’l-Kur’ân’ın mukaddimesinin dışındaki
yerlerde de, mesela “Kur’ân kendisiyle amel edilmesi için inmiştir. Fakat insanlar onun tilâvetini
amel edinmişlerdir” gibi sözlere yer vererek Kur’ân’ı sadece okumanın yeterli olmadığına, onun
düz bir şekilde okunup geçilmemesi gerektiğine de işaret etmektedir. (Te’vîl, s.233).
150
TUSTERÎ, Tefsîr, s.5.
151
Mukaddimede, hacda yaşanan şöyle bir olay da anlatılmaktadır: Muhammed b. Sevvâr,
Tâbiûn’dan Eyyub Sahtiyânî (ö.131/748)’yi görmüştür. Eyyub, Kur’ân’ın başından başlayarak
namaz kılmaktadır. Bu arada onun yakınında Kâbe’ye dönmüş Basralı bir adam vardır. Adam,
َ ُ ُ ْ َ أنھم
Mutaffifîn sûresinden başlamıştır ve sûrenin dördüncü ve beşinci âyetlerini ( مبعوثون َ ِ َ ُ يظن
ْ ُ أولئك َ ﱠ َأال َ ُ ﱡ
عظيم
ٍ ِ َ ليوم
ٍ ْ َ ِ / Onlar, büyük bir gün için diriltileceklerini zannetmezler mi?) tekrar edip durmaktadır.
Eyyub Kur’ân’ın üçte birine ulaştığında, adam hâlâ aynı âyetleri tekrar edip durmaktadır. Seher
109
vakti geldiğinde Eyyub Fil Sûresi’ne ulaşmıştır. Adam ise en son, altıncı âyeti ( لرب الناس ِ َ ﱢ ُ ُ َ يوم
ُ يقوم ﱠ َ َْ
َ
َ ِ َ ْ
العالمين/ki o gün insanlar âlemlerin Rabbi huzuruna varacaklar) okumaktadır. Adam bayılmıştır.
Yanına vardıklarında ise, adamı ölü bulmuşlardır. (TUSTERÎ, Tefsîr, s.5-6).
152
TUSTERÎ, Tefsîr, s.3-6. Kur’ân okuyanlara ilişkin benzer bir sınıflamayı Đbn Kuteybe de bir
başka eserinde yer vermiştir. Bkz. Uyûnu’l-Ahbâr, II, 132-133.
153
Ebu Hureyre’den Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Kur’ân’ı başkasıyla
zorlamaksızın değil, Arap okuyuşuyla (luhûn) okuyun. Onu, kilise ve havralardakilerin, heva ve
bidat ehlinin okuyuşları gibi okumayın. Çünkü ben ve ümmetim, onu tekellüf ile okumaktan uzağız.
Benden sonra toplumlar gelecektir. Onların sesleri, dinleyenin kalbini meftun eden kadın
şarkıcıların seslerine dönüşecektir. Onlar gafillerin ta kendileridir”.
154
TUSTERÎ, Tefsîr, s.6.
155
Nitekim kaynaklarda Kârî kelimesini Sahâbenin âbid-zâhid anlamında kullandığı da
nakledilmektedir: Hz. Ömer’in ( )اني ألحب أن أنظر اال القاري أبيض الثيابsözündeki القاريkelimesi âbid-
zâhid anlamına gelmekte, Hâricilere, hurûc etmeden önce ibadet ehli oldukları için, Kurrâ
110
daha yaygın kullaıldığı görülmektedir. Tefsirlerde ise her iki kavram birbiriyle
açıklanmıştır. Mesela Ebu Ubeyde, آن
َ القر َ ْ َ َ فإذا
ْ ُ ْ قرأت َ ِ َ âyetini156 تلوت َ ِ َ şeklinde tefsir
َ ْ فإذا
etmektedir. Taberî de “Kur’ân’ın kırâati” ve “kârî” kelimelerini sıkça kullanmakla
birlikte yeri geldikçe “Kur’ân’ın tilâveti” ve “tâlî” ifadelerini de kullanmaktadır.157
Bu bağlamda Taberî, yedi harf meselesinde, Sahâbe’nin Kur’ân’ın mânâlarında değil
tilâvetinde ihtilafa düştüğünü, Hz. Peygamber’in de onlardan her birisinden
kırâatlerini okumasını istediğini, sonra da onların ihtilaf ettikleri kırâatleri
doğruladığını söylerken her iki kavramı da birbirinin yerine kullanmıştır.158 Neticede
Kur’ân’ın okunuşuna ilişkin söz konusu kavramlar arasında herhangi bir farkın
olmadığı hem Ebu Ubeyde’nin hem de Taberî’nin izahından anlaşılmaktadır. Yani
kırâat ve tilâvet kelimeleri birbirlerinin yerine kullanılabilmektedir. Bununla birlikte,
“kârî” ile “kırâat” kelimelerinin, mukaddimelerde ıstılah kullanımı da
159
görülmektedir.
Hz. Osman zamanında bariz bir şekilde ortaya çıkan ve hicrî ilk yüzyıllardan
itibaren gündemde olan Kur’ân’ın yedi harf üzere nüzûlü meselesi,160 Huvvârî,
Ayyâşî ve özellikle de Taberî mukaddimelerinde işlenmektedir. Đbn Kuteybe ise,
mukaddimeden hemen sonra konuyu genişçe ele almaktadır. Bu sebeple diğer
mukaddimelerdeki açıklamalara değinip ardından Đbn Kuteybe ve Taberî’nin
görüşleri ile konuya devam edeceğiz.
denilmektedir. Bkz. ĐBN ABDĐLBER, Ebu Ömer Yusuf, el-Đstizkâr, Beyrut, 1414/1993, XXVI,
48-49.
156
Nahl,16/98.
157
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 23vd.
158
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 36-37.
159
Bkz. EBU UBEYDE, Mecâzu’l-Kur’ân, I, 3, 6, 13; TUSTERÎ, Tefsîr, s.3, 5; AYYÂŞÎ, Tefsîr, I,
19, 25-26; ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.14; HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 63-66; TABERÎ, Câmiu’l-Beyân,
I, 23 vd.
160
CERRAHOĞLU, Tefsir Usûlü, s.95.
111
Đbn Kuteybe, Kur’ân’ın yedi harf üzere nüzûlü meselesine her iki eserinin
mukaddimesinde de yer vermemekte; bu meseleyi Muşkilu’l-Kur’ân’ın
mukaddimesinden hemen sonra ele almaktadır. Önemine binaen Đbn Kuteybe’nin bu
konudaki görüşlerini zikretmek yerinde olacaktır.
161
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 62-63.
162
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 63.
163
Sâd,38/39.
164
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 24.
165
Diğer taraftan Şi‘a’nın, Ebu Ca’fer’den naklen Kur’ân’ın tek bir harf üzere indiğini belirten
hadislere muhalif olması sebebiyle, Ehl-i Sünnet kaynaklarında bulunan yedi harfle ilgili hadisleri
kabul etmediği ifade edilmektedir. Bkz. YILMAZ, “Şia’nın Kur’an Đlimleriyle Đlgili Görüşleri”,
s.172-174; KARATAŞ, Kur’an Tarihi, s.59-61.
112
Kırâat farklılıklarının yedi çeşit olduğunu belirten Đbn Kuteybe, “Eğer mânâ
bir ise, farklı lafızları okumak caizdir. O halde mânâ farklı olursa da caiz midir?”
sorusunu sormakta ve şöyle cevaplamaktadır: Đhtilaf iki çeşittir. 1- Teğayür Đhtilafı,
2- Tezat ihtilafı. Tezat ihtilafı, asla caiz değildir. Çünkü emir ve nehiy, nâsih ve
ٍ بعد ُ ﱠ
167
mensûh, ancak Allah’a aittir. Teğayür ihtilafı ise caizdir. Örneğin أمة َ ََ ﱠ
َ ْ َ وادكر
âyetinin mânâsı حين
ٍ بعدdemektir. Aynı âyet, أمه
ٍ بعدokunursa o zaman da نسيان له
ٍ بعد
demektir. Her iki mânâ birden olabilir. Çünkü âyetteki ifadeye göre, Hz. Yusuf’un
zindan arkadaşı onu bir müddet geçtikten sonra veya unuttuktan sonra hatırlamış
olabilir. Allah, âyeti peygamberine her iki mânâyı birden kastederek indirmiştir.168
Đbn Kuteybe kırâat vecihlerinin hepsiyle okumanın caiz olup olmadığı sorusuna ise,
Kur’ân’ın yazısına muhalif olmaksızın Mushaf’a muvafık olan her bir kırâatle
okumanın caiz olduğunu söylemektedir. Ona göre böyle okumak, Mushaf’a muhalif
olmak anlamına gelmemektedir. Çünkü Sahâbe ve Tâbiûn kendi dilleriyle serbestçe
okumuşlardır. Aynı durum, onlar için geçerli olduğu gibi sonraki -Kur’ân hususunda
kendilerine güvenilen ve te’vîli bilen- kurrâ için de geçerlidir. Sonraki nesle gelince
artık arza-i ahirede belirlenmiş tek bir Mushaf vardır. Ona düşmanlık etmemek
gerekir.169
166
ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.33-40.
167
Yusuf,12/45.
168
ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.40.
169
ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.40.
113
170
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 24vd.
171
Taberî’ye göre rivayetlerde geçen “harf” kelimesi “kıraat” anlamına gelmektedir: Araplar bir
adamın kıraati hakkında حرف فالنderler. Yine aynen Arapların şairlerin kasideleri için كلمة فالن
dedikleri gibi, her bir hece harfine de “harf” demektedirler. (Câmiu’l-Beyân, I, 38-40).
172
Nisa,4/82.
114
Yedi harf üzere okumanın mevcut olmadığını söyleyen ve Hz. Peygamber ile
ashabının okuduğu diğer altı harfin ne olduğu sorusuna cevap veren Taberî, bunların
neshedilip kaldırılmadığı ya da toplumun onları zayi etmediği düşüncesindedir:
Kur’ân’ın hıfzedilmesi emredilmiştir. Kur’ân’ın kırâatlerini okumak ise serbest
bırakılmıştır.174 Kırâatte tek bir harfin seçilmesinin sebebini açıklayan Taberî’ye göre
Hz. Osman döneminde Kur’ân’ın indiği yedi kırâatten bir kısmını yalanlayanlar
vardır. Hâlbuki Hz. Peygamber, bunları yalanlamayı yasaklamış ve konuya ilişkin
tartışmanın kişiyi inkâra sevk edeceğini haber vermiştir. Bu sebeplerle Hz. Osman,
Kur’ân’ı tek bir Mushaf ve tek bir harf üzere toplamış ve diğer kırâatleri içeren
Mushafları yaktırmıştır. Hz. Osman’ın faaliyetine güvenilmiş, diğer altı harf terk
173
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 35-38.
174
Taberî, konuyla ilgili şu örneği vermektedir: Bir kişi yeminini bozması durumunda, onu dilediği şu
üç kefaretin birisiyle öder: 1- Köle azat etmek, 2- Yemek yedirmek, 3- Giydirmek. O halde, tek bir
okunuş üzere sabit kalmak vacip görülmüş ve diğer harflerle okumak da yasaklanmamıştır.
(Câmiu’l-Beyân, I, 41).
115
Neticede yedi harf meselesi, erken dönemde öne çıkan konular arasında yer
almaktadır. Yapılan açıklamalar ise, yedi harfin belli bir vakte has olduğu noktasında
yoğunlaşmaktadır.
Taberî’nin “yedi harf” mevzusu kapsamında yer verdiği rivayet ise şöyledir:
“Kur’ân, yedi harf üzere indirilmiştir. Her bir harfin bir zâhiri ve bâtını
vardır. Her bir harfin bir haddi vardır. Her bir haddin muttala‘ı vardır”.178
Benzer rivayetler, Tusterî ve imamlardan naklen Ayyâşî mukaddimesinde
zikredilmektedir. Rivayetlerde dört ana kavram geçmektedir: 1- Zâhir, 2- Bâtın, 3-
Hadd, 4- Muttala’.179 Taberî, bu dört kavramı şöyle açıklamaktadır: Kur’ân’ın zâhiri,
onun tilâvetidir. Kur’ân’ın bâtını, onun te’vîlidir. Hadd; Allah’ın, Kur’ân’ın indiği
yedi vecihten her birine koyduğu sınırdır ve sınırı aşmak caiz değildir. Muttala’ ise,
175
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 46-47.
176
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 47-48.
177
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 70.
178
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 25. Bu konu, bazı kaynaklarda da yedi harf meselesiyle ilgili olarak
geçmektedir. Bkz. EBU NUAYM, Hılye, I, 65; ĐBN HĐBBÂN, el-Đhsân fî Takrîbi Sahîhi Đbn
Hibbân bi Tertîbi Đbn Belbân, Muessesetu’r-Risâle, III. Baskı, Beyrut, 1418/1997, I, 276.
179
Bu kelime, “mutalla” ve “matla” şeklinde de geçmektedir.
116
Allah’ın koyduğu helal haram gibi kendisine her uyulan haddin kıyamette yardımcı
olacak bir sonucunun (sevabın); ya da kendisine uyulmayan her haddin getirdiği bir
cezasının (günahın) bulunmasıdır. Yani yaptığına göre kişinin iyi ya da kötü sonuca
muttali olmasıdır.180
180
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 51.
181
TUSTERÎ, Tefsîr, s.3.
182
Ahkâf,46/29-30.
183
TUSTERÎ, Tefsîr, s.2.
184
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 14.
185
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 22-23.
186
Süleyman Ateş’e göre Hadd’le ilgili en açık görüş, “her harften Allah’ın murat ettiği mânânın bir
sonu” şeklindeki bir anlamdır. Yine matla’ ile ilgili olarak da, “kapalı olan mânâ ve hükümlerden
her birinin asıl kastedilen mânâya vakıf olunabilecek bir ıttıla yeri olduğu” şeklindeki görüş
açıktır. (ATEŞ, Sülemî, s.18-19).
117
V- Kur’ân’ın Muhtevası
187
Kavramlar hakkında açıklamalar için bkz. BAGAVÎ, Şerhu’s-Sunne, el-Mektebetu’l-Đslâmî, II.
Baskı, Beyrut, 1403/1983, I, 262-263.
188
Kitâbu’l-Murşidi’l-Vecîz, “Muhakkikin Önsözü”, s.9.
189
Bkz. KURTUBÎ, el-Câmi’, I, 43; CERRAHOĞLU, Tefsir Usûlü, s.101.
190
Kıraat-tefsir ilişkisine dair geniş bilgi için bkz. HASAN ZĐYAUDDĐN ITR, el-Ahrufu’s-Seba ve
Menziletu’l-Kırââti Minhâ, Dâru’l-Beşâiri’l-Đslâmiyye, I. Baskı, Beyrut, 1409/1988;
Abdurrahman ÇETĐN, Kıraatlerin Tefsire Etkisi/Kur’ân’ın Farklı Yorumlanmasına Tesir
Eden Kırâatlar, Marifet Yay., Đstanbul, 2001.
191
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 26.
192
Nahl,16/89.
118
193
MUKÂTĐL, Tefsîr, II, 483.
194
KOÇ, Tefsirde Bir Kaynak Đncelemesi, s.42.
195
ABDURRAZZÂK, Tefsîr, I, 59-60; HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 69.
196
Ankebût,29/43.
197
TUSTERÎ, Tefsîr, s.5.
198
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 18, 21.
119
“Kur’ân, dört bölümdür: Dörtte biri bizim, dörtte biri düşmanlarımız, dörtte
biri helal ve haram, dörtte biri feraiz ve ahkâm hakkındadır. Bize, Kur’ân’ın
üstünlükleri (kerâim) vardır.”199
Konu, Ayyâşî tefsirinde, Đmam Ebu Ca’fer’den naklen “Kur’ân’ın Đndirildiği
Hususlar” başlığı altında ele alınmaktadır. Yine Hz Ali’den ve Ebu Ca’fer’den
nakledilen aynı tasnifin üçlüsü de yapılmıştır.200 Her iki tasnif arasında içerik olarak
fark yoktur. Fakat asıl mesele, “biz” ve “düşmanlarımız” sözünden maksadın ne
olduğudur? Her ne kadar ilk bakışta bu karşıt ifadelerin genele şâmil (yani inananlar
ile düşmanları) bir kullanıma sahip olduğu görülüyorsa da söz konusu
mukaddimelerden bunun böyle olmadığı anlaşılmaktadır. Zira imam Ebu Ca’fer,
Kur’ân’ın üçte birini, kendilerine ve kendilerini sevenlere ( )أحباءhasretmekte; bir
diğer Şiî müfessir Furâtu’l-Kûfî’nin tefsir mukaddimesinde ise “dörtte biri bizim
özellikle Ehl-i Beyt hakkındadır” şeklinde açıklama yapılmaktadır. Bu ve benzeri
izahlar, “biz” ve “düşman”dan maksadın “Ehl-i Beyt” ve “düşmanları” olduğunu
göstermektedir. Yine Kur’ân’ın üstünlüklerinin ( )كرائمEhl-i Beyt’e ve Hz. Ali’ye ait
olduğu sık sık dile getirilmektedir. Böylece Kur’ân’ın muhtevası, Şiî tefsir
mukaddimelerindeki bu tür ifadelerle Şi‘a’ya has bir renge bürünmekte ve Kur’ân
mezhebî bakış açısıyla tavsif edilmektedir.201 Söz konusu tasnifler, Şi‘a’nın Kur’ân’a
kendi pencerelerinden yaklaştığına dair bariz birer örnektir.
Yedi harf meselesi bağlamında “Kur’ân’ı Cennet’in yedi kapısı olan yedi
harf üzere okumakla emrolundum” şeklinde hadislere yer veren Taberî ise, bu tür
hadislerdeki Cennet’in yedi kapısının “emir, nehiy, tergîb, terhîb, kasas, mesel” gibi
amel edildiğinde kendisiyle cennetin hak edildiği şeyler anlamına geldiğini
belirtmektedir.202 Taberî’ye göre Hz. Peygamber’in “Kur’ân yedi harf üzere
indirilmiştir” hadisi, -yukarıdaki açıklamalardan farklı olarak- “emir, nehiy, vaad,
vaid, cedel, kasas, mesel” şeklinde yedi vecih olarak da anlaşılmıştır. Taberî, Kur’ân
ile diğer peygamberlere gönderilen kitaplar arasında muhteva ve üstünlük açısından
mukayese ihtiva eden izahlarda da bulunmaktadır. Buna göre “ilk kitap, tek bir harf
199
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 20. Ayrıca Tefsîru’l-Hıberî, s.233; Tefsîru Furâti’l-Kûfî, I, 45-48.
Rivayetlerin bazısında “helal-haram” ifadelerinin yerine “sunen ve emsâl” geçmektedir. (Tefsîru
Furâti’l-Kûfî, I, 47; AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 20-21).
200
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 21.
201
Şi‘â’nın Kur’ân’a yaklaşımını gösteren bu örnek de, “Lafzî Tahrif” kapsamında
değerlendirilmektedir. Bkz. KARATAŞ, Kur’an Tarihi, s.116.
202
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 36.
120
üzere nâzil olmuştur. Kur’ân ise, yedi harf üzere nâzil olmuştur” hadisinin anlamı,
ilk peygamberlere nâzil olan kitapların hadleri, helali, haramı, ahkâmı içermemesidir.
Önceki nâzil olan kitaplardan Zebur, tezkira ve vaaz; Đncil ise, övgü ve yüceltmekten
başka hüküm ihtiva etmemektedir. Kur’ân’dan önce inen her kitap, Kur’ân’ın
kapsadığı yedi çeşit hükümden bazısını kapsarken; Kur’ân, kendisinin önemli bir
özelliği olarak yedi hükmün tümünü içine almaktadır. Öncekileri cennete götüren
sadece bir tek yol var iken Kur’ân’a tabi olanları cennete götüren yedi yön ve yol
vardır. Cennetin kapısına ulaştıran yollar şunlardır:
203
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 49-51.
204
A’râf,7/101. Ayrıca Hûd,11/100.
205
Kehf,18/13.
121
2- Sizden öncekiler.
3- Sizden sonrakiler.
Đmam Ebu Abdillah’ın saydığı listenin ilk sırasında yer alan “sizler”
ifadesinden Kur’ân’ın okunduğu andaki muhataplarının olduğu âşikârdır. Yani
Kur’ân hangi dönemde okunuyorsa ve hangi dönemin insanına hitap ediyorsa,
muhatap onlardır. Öncekiler, geçmişte yaşayanlar iken; sonrakiler, gelecekte
yaşayacak olanlardır. Hayrete duçar olacak tarzda Kur’ân’da zikredilen gökyüzü ve
yeryüzünün haberleri de, listeye dâhildir.
206
Tâhâ,20/99.
207
Yûsuf,12/111; Hıcr,15/75; Hacc,22/46.
208
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 27; ABDURRAZZÂK, Tefsîr, I 59; ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.10;
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 69; TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 36.
209
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 27.
210
Mukâtil mukaddimesindeki açıklamaların benzeri, diğer erken dönem hadis kaynaklarında geçen
aynı hadisler için de yapılmıştır. Örneğin Tirmizî’deki söz konusu hadisi yorumlayan şârihe göre,
öncekilerin haberleri; geçmiş milletlerin hallerinin anlatılması; geleceğin haberleri ise, kıyametin
şartları ve halleriyle ilgili vuku bulacak olaylardır. Şârih, açıklamasının sonunda, ibarenin çok
geniş mânâlar içerdiğini ( )وفي العبارة تفننifade etmektedir. (MUBÂREKFÛRÎ, Tuhfetu’l-Ahvezî,
II, 2154).
211
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 19.
122
212
Örneğin SEMERKANDÎ, Tefsîr, I, 11; ZERKEŞÎ, el-Burhân, I, 454, II, 154.
213
Enâm,6/38; Nahl,16/89.
214
SUYÛTÎ, el-Đtkân, II, 160.
215
SUYÛTÎ, el-Đtkân, II, 161.
216
CERRAHOĞLU, Tefsir Usûlü, s.303-304; Celal KIRCA, Đlimler ve Yorumlar Açısından
Kur’an’a Yönelişler, Tuğra Neşriyat, Đstanbul, ts., s.218; DEMĐRCĐ, Tefsir Usûlü, s.279.
217
GAZZÂLÎ, Đhyâu Ulûmiddîn, I, 290.
218
ZEHEBÎ, et-Tefsîr ve’l-Mufessirûn, II, 478.
219
Bkz. Mevzûatu’l-Ulûm, II, 175.
123
sıkıntılarından bir kinâye olmakla birlikte, zorlama bir izahla bilimsel gelişmeler ve
modern endüstriye bir referans olabilecektir.220 Son dönemlerde özellikle âyetlerden
hareketle her şeyi içeriyorsa Kur’ân’ın modern bilimi de içermesi gerektiği
tartışılmıştır.221
220
J.J.G. JANSEN, Kur’ân’a Yaklaşımlar, (Çev. Halilrahman Açar) Fecr Yayınevi, II. Baskı,
Ankara, 1999, s.86-87.
221
JANSEN, Kur’ân’a Yaklaşımlar, s.86. Ayrıca bilimsel tefsir konusunda geniş bilgi için bkz.
CERRAHOĞLU, Tefsir Usûlü, s.303-311; KIRCA, Đlimler ve Yorumlar Açısından Kur’an’a
Yönelişler, s.213-235; A.Mlf., Kur’ân ve Bilim, Marifet Yayınları, Đstanbul, 1996, s.32-92;
DEMĐRCĐ, Tefsir Usûlü, s.277-283.
222
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 17, 25.
124
223
ZERKÂNÎ, Menâhil, I, 21.
125
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
I- Dil-Tefsir Đlişkisi
1
Örneğin Yusuf,12/2; Đbrahim,14/4; Nahl,16/64; Şuarâ,26/192-195; Zuhrûf,43/3.
2
EBU UBEYDE, Mecâz, I, 8-16, 18-19.
126
kapsadığı gibi; istiâre, teşbîh, temsîl, teşhîs-intâk, kinâye gibi alanlarda Belâgat
kapsamına da girmektedir.3
Ebu Ubeyde’ye paralel açıklamalarda bulunan Đbn Kuteybe ise konu hakkında
detaylı anlatımlar yapmaktadır. Hatta Đbn Kuteybe’nin de, Te’vîlu Muşkili’l-
3
Adem YERĐNDE, “Mecâzu’l-Kur’ân”, XXVIII, s.225-226.
4
Kur’ân’da yabancı kelimeler mevzusu, oryantalist yaklaşımın Kur’ân incelemelerinde en fazla öne
çıkardığı belki istismar ettiği konulardan birisidir. Örneğin Arthur Jeffery, The Foreign
Vocabulary of the Qur’an adlı eserinde, konu hakkında, başta Suyutî’nin el-Đtkân’ı olmak üzere
Đslâm kaynaklarını temel alarak oryantalist yaklaşımla ilk dönem klasik tartışmalarını ortaya
koymaya çalışmıştır. Jeffery’nin konuya yaklaşımı ise, dilbilimsel boyutta kalmayıp teolojik ve
politik uzantılara da sahiptir. (Bilal GÖKKIR, “Kur’an’da Yabancı Kelimeler Meselesine
Oryantalist Bir Yaklaşım”, Marife, Yıl:2, Sayı:3, Konya, 2002, s.135-142).
5
EBU UBEYDE, Mecâz, I, 17-18.
6
JANSEN, Kur’an’a Yaklaşımlar, s.114, 121, 176.
127
Đbn Kuteybe’ye göre olaylara çok yönlü bakabilen ve ilmi geniş olan kişi,
Kur’ân’ın faziletini idrak eder, Arapların dil üslûplarını ( )المذاھبve üslûplarındaki
çeşitlilikleri anlar, Allah’ın onlara has kıldığı dili bilir. Çünkü kendine özgü
özellikler taşıyan bu dil, diğer toplumlara has değildir. Bu noktada sözü Kur’ân’a
getiren Đbn Kuteybe, indirildiği dildeki mucizeliği yönüyle Kur’ân’ın, Hz.
Peygamber’in hak olarak gönderildiğinin ispat vasıtası olduğunu ifade etmektedir:
Allah, Kitapla onun nübüvvetine delil ikame etmek istemiş ve onu Hz. Peygamber’in
َ َ ) yapmıştır. Diğer peygamberler için de alâmetler verilmiştir. Mesela
bir işareti (علم
sihrin yaygın olduğu toplumda Mûsâ peygambere verilenler (denizin yarılması, Hz.
Mûsâ’nın elinin beyaza bürünmesi, asası gibi) ve tıp biliminin yaygın olduğu
toplumda Đsa peygambere verilenler (ölülerin diriltilmesi, çamurdan kuşların
yaratılması, âmânın gözünün görmesi gibi), gönderildikleri zamanlara hastır. Hz.
Peygamber’e de beyânın zirvede olduğu bir dönemde hiçbir insan ve cinin benzerini
getiremeyecekleri Kitap (Kur’ân) indirilmiştir. Kur’ân’ın indirildiği dönemde
Arapların hatipleri, her alanda, dilde sadeliği değil çeşitli üslûbu içinde barındıran
hitaplarda bulunmaktadırlar. Arapçanın ise kendine özgü i’rabı söz konusudur.
Arapçadaki i’rab hatalarının, Kur’ân’da ve hadiste yapılması sonucunda vahim
sonuçlar meydana çıkacak ve Arapça kelimelerde hareke ve harflerin değişmesi gibi
nedenler, anlam farklılıklarına sebep olacaktır.10 Bu düşünceleriyle Đbn Kuteybe,
7
“Bana Cevâmiu’l-Kelim verildi” şeklinde tercüme edebileceğimiz hadis için bkz. BUHÂRÎ,
Cihâd, 122 (IV, 12), Ta’bîr, 22 (VIII, 76), Đ’tisâm, 1 (VIII, 138); MÜSLĐM, Mesâcid, (I, 371-372);
NESÂÎ, Cihâd 1 (VI, 3-4); TĐRMĐZÎ, Siyer, 5 (IV, 123); AHMED B. HANBEL, II, 172, 250.
8
ْ ِ ْ َ َ بالعرف
Đbn Kuteybe, yaklaşık on kadar âyet örneği vermektedir. Bunların ilki “ وأعرض ْ ُ ْ َ العفو
ِ ْ ُ ْ ِ وأمر َ ْ َ ْ خذ
ُْ
َ ِ ِ َ ْ عن
الجاھلين ْ َ / Af yolunu tut, maruf ile emret ve cahillerden sakın”(A’râf,7/199) âyetidir. Burada
verilen örnekler, çalışmamızın önceki bölümünde geçmişti.
9
ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.3-11.
10
Đ’rab yanlışlarının hangi anlam farklılığına yol açtığına dair örnekler için bkz. ĐBN KUTEYBE,
Te’vîl, s.14-20.
128
Kur’ân’ın tercümesi meselesine de giren Đbn Kuteybe, onun başka bir dile
tam olarak tercüme edilemeyeceğini âyetlerden örnekler getirerek12 savunmaktadır:
Kur’ân, Arapçanın üslûpları ( )المذاھبüzere nâzil olmuştur. Bu yüzden hiç kimsenin,
Đncil’in Süryancadan Habeşçeye ve Rumcaya nakledilmesi ile Tevrat’ın, Zebur’un ve
Allah’ın diğer kitaplarının Arapçaya tercüme edilmesi gibi, Kur’ân’ı hiçbir dile
tercüme etmeye ve nakletmeye gücü yetmeyecektir.13
Tefsirinde Arap dili ve gramerine yer veren, kelime ve kavram analizi yapan,
i’raba dair çeşitli izahlar yapan14 Huvvârî ise, tefsirinin mukaddimesinde, konuya
ilişkin diğer erken dönem tefsir mukaddimelerinde zikredilmeyen özgün bir hususa
yer vermektedir:
11
ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.12-20.
12
Âyetler şunlardır: سواء ٍ َ َ على َ َ إليھم ْ ِ ْ َ ًخيانة
ْ ِ ْ َ ِ فانبذ ٍ ْ َ من
َ َ ِ قوم وإما َ َ َ ﱠ
ْ ِ تخافن َ ِ ﱠ/“Eğer bir topluluğun antlaşmayı
bozacağından endişe edersen sen de aynı şekilde antlaşmayı bozduğunu kendilerine bildir…”
ً َ َ سنين
(Enfâl,8/58); عددا ِ ْ َ ْ آذانھم ِفي
َ ِ ِ الكھف ْ ِ ِ َ على َ َ فضربنا
َ ْ َ َ َ /“Bunun üzerine biz de onları o mağarada yıllarca
derin bir uykuya daldırdık” (Kehf,18/11); وعميانا ً َ ْ ُ َ صما َ ْ َ َ يخرﱡ وا
ًّ ُ عليھا ِ َ ربھم َ ْلم
ْ ِ بآيات َ ﱢ ُ إذا ُ ﱢ
ِ َ ِ ذكروا َ َِ ﱠ/
َ ِ والذين
“Kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığında onlara karşı sağır ve kör davranmazlar.”
(Furkân,25/73). Bkz. ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.21-22.
13
ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.21-22.
14
VERGĐ, el-Huvvârî ve Tefsîrindeki Yöntemi, s.95-106.
15
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 71.
129
16
TUSTERÎ, Tefsîr, s.3-5.
17
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 21. Ayrıca KULEYNÎ, el-Usûl, II, 631.
18
Metinde ًشيئا َ ِقليال ْ ِ ْ َتركن ِإل
ً ْ َ يھم ُ َ ْ َ كدت
َ ْ ِ لقد ْ َ َولوال
َ َ ْ أن َ ﱠ
ْ َ َ ثبتناك ْ َ َ /“Eğer biz sana sebat vermemiş olsaydık, neredeyse
azıcık da olsa onlara meyledecektin” (Đsrâ,17/74) âyeti örnek gösterilmiştir.
19
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 21.
20
GEZGĐN, Kur’ân’da Hz. Peygamber’e Yapılan Uyarılar, s.261-262.
21
Mesela, “ ”يا ايھا النبيhitabıyla başlayan âyet (Talâk,65/1) gibi.
22
KUMMÎ, Tefsîr, I, 16.
130
Taberî’nin mukaddimede uzunca bir başlık altında yer verdiği ilk konu,
Kur’ân âyetlerinin mânâlarının Arap diliyle beyân edilmesi hakkındadır. Taberî’nin
böyle bir konuyu mukaddimenin başına koyması, onun dil-tefsir ilişkisine öncelik
tanıdığını ortaya koymaktadır. Zira ona göre, Arapçayı bilmeyen ve dilin kuralları
konusunda bilgisi sağlam olmayan kişilerin aklının karışması mümkündür: Kişi, eğer
muhatabına anlamadığı bir dille konuşursa, böylesi bir kimse kendini izah etmemiş
olacaktır. Allah’ın gönderdiği peygamberler, onların anlayacakları bir lisan ve
beyâna sahiptirler. Allah’ın, muhatapların anlamayacağı bir dille hitap etmesi ve
onlara başka bir lisan ve beyân ile peygamber göndermesi caiz değildir. Eğer
muhatap ya da elçi gönderilen kişi, kendisine söylenenden bir şey anlamıyorsa, o
zaman, hitabın gelmesinin öncesi ile sonrası arasında fark olmayacaktır. Çünkü hitap,
onun için hiçbir şey ifade etmemektedir. Bu durumda olan kişi, hitap öncesi cahil
olduğu gibi, hitaptan sonra da cahil kalacaktır ki, Allah böyle bir şeyden
münezzehtir. Öyleyse her peygamberi kavminin diliyle gönderen Allah, Kur’ân’ı da
Hz. Peygamber’in diliyle göndermiştir. Hz. Peygamber’in dili Arapça olduğuna göre
açıktır ki, Kur’ân da Arapçadır. Kur’ân’ın mânâları, Arapçanın mânâlarına muvafık;
23
Nitekim bir başka Şiî müfessir Kâzrânî (ö.XI. asır), bu hususun Arap dilinin üslûbundan
kaynaklandığını dile getirmektedir. (KÂZRÂNÎ, Mirâtu’l-Envâr ve Mişkâtu’l-Esrâr, s.13’den
naklen ZEHEBÎ, et-Tefsîr ve’l-Mufessirûn, II, 59). M. Abduh da, Bakara 107. âyetindeki ألم تعلم
hitabının Hz. Peygamber’in şahsında diğer müminler olduğunu söyledikten sonra, Arap dilinde
sözün bir şahsa yöneltilip başkasının kastedilmesinin yaygın olduğunu, o yüzden bazı ulemânın
Kur’ân’ın “Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” kabilinde indirildiğini söylediklerini
belirtmektedir. (Tefsîru’l-Menâr, I, 415).
24
Bkz. KUMMÎ, Tefsîr, I, 5-16.
131
Arapça ile diğer diller arasında ortak kelimelerin var olup olmadığı
noktasında Taberî, şu duruma dikkat çekmektedir: Bir tarafta Allah’ın, muhatabın
anlamayacağı bir dille hitap etmesinin caiz olmadığına dair rivayetler; diğer tarafta
25
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 17-19.
26
Sâd,38/29; Zümer,39/27-28.
27
Kur’ân’da نعقل- تعقلونşeklinde fiil sîgası ile geçen âyetlerdeki (Meselâ Yûsuf,12/2; Mülk,67/10)
akletmenin; “geçmiş ile günümüz arasında bağ kurmak suretiyle ibret almakla ilgili” olduğuna dair
bkz. Ali Galip GEZGĐN, Tefsirde Semantik Metod ve Kur’ân’da “Kavm” Kelimesinin
Semantik Analizi, Ötüken Neşriyat, Đstanbul, 2002, s.41.
28
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 57-58.
132
ise Kur’ân’da Habeşçe, Farsça gibi dillerden kelimelerin bulunduğuna dair rivayetler
bulunmaktadır. Taberî’ye göre bu durum, Kur’ân’daki Arapça olmadığı söylenen
kelimelerin, diller arasındaki müşterek kelimelerden olmasıyla izah edilmelidir.
Dirhem, dinar, devât, kalem, kırtâs vb., Arapça ile Farsçanın lafız ve mânâ itibariyle
ittifak ettiği kelimelerdendir. Müşterek kelimeler, her iki dilde de tek lafız ve tek
mânâ olarak kullanılmaktadır. Dolayısıyla birinin diğerine üstünlüğünden
bahsedilemez. Müşterek kelimeler, “Arabî-Acemî”, “Habeşî-Arabî” şeklinde
isimlendirilmelidir. Bu tür kelimeler, inkâr edilmedikçe, isimlendirildiği dillerden
herhangi birine nispeti mümkündür. Kur’ân’da başka dilden olduğu söylenen
kelimeler, aynı zamanda Arapçada da kullanılan kelimelerdir. Dolayısıyla Kur’ân’ın
tamamı, sadece Arapça ile nâzil olmuştur ve onda başka dilden kelime yoktur.29
Böylece Taberî, Kur’ân’da Arapçanın dışında başka dilden kelimelerin
bulunmadığını savunmaktadır. Taberî’nin yaklaşımı, Ebu Ubeyde ile paralellik arz
etmektedir.
29
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 20-24.
30
GEZGĐN, Tefsirde Semantik Metod, s.56. Kur’ân’ın doğru anlamada önde gelen yollardan birisi
olarak Arapçayı bilme ve Arapça ile Kur’ân arasındaki sıkı irtibat hakkında geniş bilgi için bkz.
GEZGĐN, a.g.e., s.47-70.
133
A- Tefsîr-Te’vîl
31
Tefsîr kelimesinin, Arap dilinde Taklîb yoluyla S-F-R/ر-ف- سkökünden de türediği de ifade
edilmiştir. (Mukaddimetân, s.173; ZERKEŞÎ, el-Burhân, II, 147; SUYUTÎ, el-Đtkân, 221).
Râgıb Đsfahânî, fesr ve sefr kelimelerinin, lafızları gibi mânâlarının da birbirine yakın olduğunu
söylemektedir. (RÂGIB ĐSFAHÂNÎ, Mukaddime, s.47).
32
FERÂHÎDÎ, Kitâbu’l-Ayn, VII, 247.
33
EBU UBEYDE, Mecâz, I, 1; ĐBN FÂRĐS, Mu’cemu Mekâyîsi’l-Luga, IV, 504.
34
Furkân,25/33. Âyetin meâli şöyledir: “Onların sana getirdikleri hiçbir temsil yoktur ki biz de sana
hakkı ve tefsirin daha güzelini getirmeyelim”.
35
MUKÂTĐL, Tefsîr, III, 234; TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, XIX, 267.
36
كثير ُ ْ َ َ ايديكم
ْ َ ويعفوا
ٍ ِ َ عن ْ َ َ َ فبما
ْ ُ ِ ْ َ كسبت َ ِ َ مصيبة ْ ُ َ َ َ وما
ْ ِ اصابكم
ٍ َ ِ ُ من َ َ Âyetin meali şöyledir: “Başınıza ne musibet
geldiyse, kendi ellerinizin kazancı iledir. Hâlbuki birçoğundan da sizi affediyor”.
37
AHMED B. HANBEL, I, 85.
38
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 54.
134
çıkmaktadır. Örneğin Hz. Ömer, Hz. Peygamber’in son inen âyetler arasında yer alan
ribâ âyetini tefsir etmediğini ( )لم يفسرsöylemekte;39 Hz. Aişe (ö.58/677) de, Hz.
Peygamber’in Cebrail’in kendisine öğrettiği sayılı birkaç âyeti “tefsir etmesinden”
( )يفسرbahsetmektedir.40
Erken dönemde tefsîr kelimesi, sadece Kur’ân ve Kur’ân’la ilgili alanlar için
değil diğer alanlar için de kullanılmıştır.45 Mesela Buhârî’de geçtiğine göre Ebu
Hureyre, Ehl-i Kitabın Tevrat’ı Đbranca okuyup onu Ehl-i Đslâm için Arapçaya
çevirdiğini söylerken “Tevrat’ın Arapçaya tercüme ve tefsiri” ifadelerini
39
ĐBN MÂCE, Ticârât, 58 (II, 764).
40
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 58-59.
41
FERÂHÎDÎ, Kitâbu’l-Ayn, VII, 248; CEVHERÎ, es-Sıhâh, II, 718; ĐBN FÂRĐS, Mu’cemu
Mekâyîsi’l-Luga, IV, 504.
42
FERÂHÎDÎ, Kitâbu’l-Ayn, VII, 248.
43
ZERKEŞÎ, el-Burhân, II, 147.
44
DUMAN, Uygulamalı Tefsir Usulü ve Tefsir Tarihi, s.44.
45
Đbnu’n-Nedîm, tıp literatürü hakkında bilgi verirken tıp biliminin öncüsü olarak kabul edilen
Hipokrat (ö.377 m.ö.)’ın eserleriyle ilgili şu ifadeleri kullanmıştır: Hipokrat’ın eserlerini şerh
edenler, müfessirlerdir ()المفسرون. Hipokrat’ın Arapçaya çevrilen eserleri, şerhler ( )الشروحve
tefsirlerdir ()التفاسير. Galen (ö.130? m.ö.)’in açıkladığı ( )يفسرkitaplar, Arapçaya tercüme edilmiştir.
Bkz. el-Fihrist, s.349.
135
Durum böyle olsa da, tefsirin, Kur’ân ile ilgili alanlar için bir ıstılah haline
geldiğinde hiç kuşku yoktur. Huvvârî’de geçtiği üzere, “Kur’ân’ın tefsiri” ifadesi,
Sahâbe ve Tâbiûn döneminde de kullanılmış ve erken dönemde yerleşik bir
kullanıma sahip olmuştur.48 Erken dönem tefsirlerinde Kur’ân’ın tefsiriyle meşgul
olanlar için “Ehl-i Tefsir”, “Müfessir” ve “Müteevvil” gibi terimler kullanılmıştır.49
Örneğin “Ehl-i Tefsir” ifadesi, Mukâtil,50 Tusterî51 ve Taberî52 tefsirlerinde;
“Müfessir” ifadesi, Ebu Ubeyde,53 Đbn Kuteybe,54 Huvvârî55 ve Taberî56 tefsirlerinde;
“Müteevvil” kelimesi de Taberî tefsirinde geçmektedir.57
Erken dönemde tefsir, bütün Kur’ân ilimlerini toplayıcı bir üst kavram
niteliğindedir. Nitekim “Tefsir” adını taşıyan eserleri hususi bir alana (Kur’ân) matuf
olarak zikreden Đbnu’n-Nedîm; Muşkilu’l-Kur’ân, Meânî’l-Kur’ân, Mecâzu’l-
Kur’ân, Garîbu’l-Kur’ân, Đ’râbu’l-Kur’ân, Luğâtu’l-Kur’ân58 gibi çeşitli adlardaki
eserleri تسمية الكتب المصنفة في تفسير القرأنbaşlığı altında saymaktadır.59 Söz konusu
başlık, “tefsîr”in Kur’ân’la ilgili alanların tümünü kapsayıcı genel bir kavram
olduğunu ortaya koymaktadır. Eserlere verilen başlıklar her ne kadar farklı yönlere
vurgu yapıyor olsa da, sonuçta Kur’ân’la ilgili bütün faaliyetler, bir tefsir ameliyesi
olarak değerlendirilmiştir. Ferrâ’nın Meânî’l-Kur’ân ismini verdiği eserinde âyeti
46
BUHÂRÎ, Tefsîr 2, 11 (V, 150); Đ’tisâm, 25 (VIII, 160), Tevhîd, 51 (VIII, 213).
47
Örneğin, “Develerin Yaşlarının Tefsiri Bâbı” (EBU DAVUD, Zekât, 8, II, 247) ve “Felaketin
Tefsiri Bâbı” (EBU DAVUD, Buyu’, 59, III, 747).
48
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 70, 71.
49
“Müfessir” kelimesi, erken dönemin başka kaynaklarında da geçmektedir. Bkz. ĐBNU’L-YEZÎDÎ,
Garîbu’l-Kur’ân ve Tefsîruhu, s.23-24.
50
MUKÂTĐL, Tefsîr, III, 286.
51
TUSTERÎ, Tefsîr, s.54, 91.
52
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 67.
53
EBU UBEYDE, Mecâz, I, 224.
54
ĐBN KUTEYBE, Tefsîr, s.4-5, 17. Diğer taraftan Đbn Kuteybe, her iki eserinde de
“Müteevvil/Müevvil” ifadelerini kullanmamaktadır. Özellikle adından da anlaşılacağı gibi Te’vîlu
Muşkili’l-Kur’ân adlı eseri tamamen te’vile yönelik olmasına rağmen Đbn Kuteybe, bu eserinde -
görebildiğimiz kadarıyla- “Muevvilûn” şeklinde bir ifadeye yer vermemektedir.
55
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 61, 70, 71.
56
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 58.
57
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 64.
58
ĐBNU’N-NEDÎM, el-Fihrist, s.53-54. Ayrıca bkz. Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, I/I, 83.
59
ĐBNU’N-NEDÎM, el-Fihrist, s.52-53.
136
“tefsir etmek”ten bahsetmesi,60 tefsîrin kuşatıcı bir kavram olduğunu gösteren bâriz
örneklerdendir.
60
FERRÂ, Meânî’l-Kur’ân, I, 193, 205.
61
CEVHERÎ, es-Sıhâh, IV, 1627-1628; ĐBN MANZÛR, Lisânu’l-Arab, XI, 33-34.
62
FERÂHÎDÎ, Kitâbu’l-Ayn, VIII, 369. Beytin anlamı şöyledir: “Biz sizinle onun (Kur’ân’ın)
tenzili için mücadele etmiştik. Fakat bugün onun te’vili için mücadele ediyoruz”. Bu beyti Sıffîn
savaşında Ammâr b. Yâsir (ö.37/657)’in Muaviye (ö.60/680) taraftarları için söylediği
kaydedilmektedir. Bkz. MESÛDÎ, Ebu’l-Hasen Ali b. Huseyn, Murûcu’z-Zeheb ve Meâdinu’l-
Cevher, (Tlk. M. Muhyiddin Abdulhamîd), Dâru’r-Racâ’, yy., ts., II, 263. Adı geçen beytin
Abdullah b. Ravâha tarafından Mekkeli müşrikler için söylendiği de kaydedilmiştir.
(ZEMAHŞERÎ, Esâsu’l-Belâga, Dâru’l-Fikr, III. Baskı, Mısır, 1985, s.25).
63
Mustafa ÖZTÜRK, “Tefsir-Te’vil Karşıtlığının Tarihsel ve Epistemolojik Kökeni”, Đslâmî
Araştırmalar, c.14, Sayı:1, Ankara, 2001, s.78.
64
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 27.
65
Bkz. Âl-i Đmrân,3/7, Nisâ,4/59, A’râf,7/53, Yûnus,10/39, Yûsuf,12/6, 21, 36, 37, 44, 45, 100, 101,
Đsrâ,17/35, Kehf,18/78, 82.
66
Mukâtil, el-Eşbâh ve’n-Nezâir adlı eserinde, Kur’ân’daki te’vîl kelimesinin beş şekilde tefsir
edildiğini söylemektedir. Te’vîl’in anlamları şöyledir: 1- Hz. Peygamber ve ümmetinin
hükümranlık süresi/hükümranlığının nihayeti, 2- Akıbet, 3- Rüya tabiri, 4- Tahkik (vuku bulma,
gerçekleşme), 5- Çeşit, tür. Bkz. el-Eşbâh ve’n-Nezâir fî’l-Kur’âni’l-Kerîm- Kur’an Terimleri
Sözlüğü, s.163-165. Ayrıca RÂGIB ISFAHÂNÎ, el-Mufredât, s.31.
137
te’vîlini öğret”( )اللھم فقھه في الدين و علمه التأويلşeklinde dua etmiştir.67 Yine Sahâbe, Hz.
Peygamber’in kendisine inen âyetlerin te’vîlini bildiğini söyleyerek68 “te’vîl”
kelimesini Hz. Peygamber’e nispet etmiştir.
67
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 71. Ayrıca ĐBN MÂCE, Mukaddime, 11 (I, 58).
68
EBU DAVUD, Menâsik, 56 (II, 459); DÂRĐMÎ, Menâsik, 34 (I, 375).
69
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 26.
70
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 27.
71
Kıyâme,75/17.
72
EBU UBEYDE, Mecâz, I, 1.
73
EBU UBEYDE, Mecâz, II, 103.
74
EBU UBEYDE, Mecâz, I, 13.
75
ABDURRAZZÂK, Tefsîr, I, 59.
76
KURT, a.g.e, s.94.
138
konu başlığında te’vîl ifadesini tercih etmiştir.77 Yine onun, “te’vîlin kabul
edilmeyenini ( )منكر التأويلve tefsirin zayıfını/mezhebî tefsiri/ikinci elden nakil olanını
( )منحول التفسيرterk ettik”78 şeklindeki sözlerinde, hem te’vîli hem de tefsiri görüyoruz.
Bu ifadeye göre tefsirin de te’vîlin de terk edilebilecek yönlerinin olduğu
anlaşılmaktadır. Yine Đbn Kuteybe, cezimle okunan bir kelimenin anlamının aynı
kelimenin ref’ ile okunmasıyla başka bir anlama dönüşeceğini söylerken, i’rab
farklılıklarının yol açtığı anlam farklılığını “te’vîl” kelimesi ( )انصرف التأويلile izah
etmektedir.79 Bizce bu durum, Đbn Kuteybe’nin her iki kelime arasında herhangi bir
fark görmediğini ortaya koymaktadır.
77
Başlık “Kur’ân’da Çokça Geçen 40 Lafzın Te’vili Bâbı” şeklindedir. ĐBN KUTEYBE, Tefsîr, s.6.
78
ĐBN KUTEYBE, Tefsîr, s.4.
79
ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.15.
80
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 68.
81
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 23, 27, 29.
82
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 25.
83
KUMMÎ, Tefsîr, I, 16, 22, 23, 27.
84
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, III, 250.
85
Bkz. TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 16, 58-59.
86
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 15.
87
Tefsir Usûlü terminolojisinde tefsir gibi te’vil kelimesi de müspet mânâda kullanılmış, günümüzde
ise, te’vil kelimesine “isabetsiz ve yanlış yorumların” kastedildiği menfi bir anlam da
yüklenmiştir. Bkz. GEZGĐN, Tefsirde Semantik Metod, s.86-87.
139
B- Meânî
Meânî kelimesinin tekili olan mânâ, kasıt (kast) ve maksat (murad) gibi
anlamlara gelmektedir.91 Her ne kadar lafızları farklı olsa da, “mânâ”, “tefsîr” ve
“te’vîl” kelimelerinin anlamı birdir92 ve bunların kullanımdaki amaçları birbirine
ُ ِ ْ َ يأتي
yakındır.93 Nitekim Ebu Ubeyde, ُتأويله ِ ْ َ يوم َ ِ ْ َ ينظرون إالﱠ
َ ْ َ ُتأويله َ ُ ُ َ ھل
ْ َ âyetinde94 geçen
“te’vîl” kelimesini; “beyân”, “mânâ” ve “tefsîr” kelimelerini peş peşe getirerek izah
etmektedir.95
Meânî kelimesiyle ilgili olarak Ebu Ubeyde, Đbn Kuteybe, Kummî ve Taberî
mukaddimelerindeki izahlar öne çıkmaktadır. Mesela Ebu Ubeyde, Kur’ân’da birden
fazla anlama gelebilen lafızların bulunduğunu ifade ederken Meânî kelimesini
88
Meânî’l-Kur’ân isimli eserlerin listesi için bkz. ĐBNU’N-NEDÎM, el-Fihrist, s.53-54.
89
ZERKEŞÎ, el-Burhân, II, 146-147. “Ehlu’l-Meânî” ifadesinin ilk defa hicrî V. asır
müfessirlerinden Sa’lebî tarafından kullanıldığına ilişkin bir tespit için bkz. Ali EROĞLU,
“Kur’ân-ı Kerim’in Tefsiri ve Ma’âni’l-Kur’ân Müelliflerinin Kur’ân Tefsiri’ne Getirdikleri”,
EKEV Akademi Dergisi, Yıl:6, Sayı:10, Kış:2002, s.50.
90
FERRÂ, Meânî’l-Kur’ân, “Mukaddime”, I, 11.
91
CEVHERÎ, es-Sıhâh, VI, 2440; ĐBN FÂRĐS, Mu’cemu Mekâyîsi’l-Luga, IV, 146; ĐBN
MANZÛR, Lisânu’l-Arab, XV, 105-106.
92
ĐBN MANZÛR, Lisânu’l-Arab, XV, 106.
93
ZERKEŞÎ, el-Burhân, II, 146.
94
A’râf,7/53.
95
EBU UBEYDE, Mecâz, I, 216.
140
kullanmıştır. Buna göre Ebu Ubeyde, çok anlamlı Kur’ân lafızlarının tefsirine
َ ِ ِ َ حرد
yönelik şu örneği vermiştir: قادرين ٍ ْ َ على ْ َ َ َ âyetindeki96 حرد
َ َ وغدوا َ َ ifadesi üç yönde
ٍ ْ َ على
َ َ ), 2- Engellemek üzere (نع
tefsir edilmiştir: 1- Bir maksatla (على قصد َ َ ), 3-
ٍ على م
Kızgınlık ve öfkeyle (على َ َ )غضب وحقد.97 Âyet, azgınlıklarından dolayı meyve
bahçelerinin afete uğradığı bahçe sahiplerini anlatan pasaj içerisinde yer almaktadır.
Âyette yoksullara yardım edebilecek güce sahip olan bahçe sahiplerinin sabahleyin
َ َ âyetinin tefsiri,
ٍ ْ َ على
bahçeye kötü niyetle gelişleri haber verilmektedir. Böylece حرد
üç ayrı anlam verilmek suretiyle yapılmıştır. Her bir tefsir ise, lafza verilen bir
anlamı karşılamaktadır. Bu örnekte de görüldüğü üzere, az lafızla çok mânâ ifade
eden Kur’ân’ın tefsir edilmesindeki amaç, âyette hangi anlamın ya da anlamların
kastedildiğini keşfetmek; diğer bir deyişle âyetteki anlamları bulup çıkarmaktır. Ebu
Ubeyde’ye benzer şekilde Đbn Kuteybe de Kur’ân lafızlarının pek çok anlamı
bünyesinde topladığını ( )من معانيه في القليل من لفظه وجمع الكثيرifade ederken meânî
ifadesini zikretmektedir.98
96
Kalem,68/25. Âyetin meâli şöyledir: “(Yoksullara yardıma) güçleri yettiği halde, onları
yardımdan mahrum etmek niyet ve azmi ile erkenden gittiler.”
97
EBU UBEYDE, Mecâz, I, 13.
98
ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.3.
99
KUMMÎ, Tefsîr, I, 23.
141
Cebriyye’nin kendi bakış açısıyla delil getirdiği âyetlere verdiği anlamların Kummî
nezdinde hiçbir değerinin bulunmadığı anlaşılmaktadır.
1- Ma’nâhu/معناه
2- Ya’nî/يعني101
Müfessirler, âyetleri her iki kalıpla da tefsir etmişler; murat edilen mânânın
hangisi olduğu ya da âyette kimlerin kastedildiği gibi hususları açıklamışlardır.
Kısaca mukaddimelere tefsir ameliyesinin ma’nâhu/ya’nî şeklindeki bir ifade tarzı da
yansımıştır.
C- Mecâz
100
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 16.
101
Bkz. EBU UBEYDE, Mecâz, I, 8; ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, I, 3; KUMMÎ, Tefsîr, I, 7, 11, 15, 16,
17; TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 68. Bu arada tefsirlerde “yani” anlamına gelen ( )أيkelimesi ile
“demek istiyor ki” anlamında ( )يريدkelimesi de kullanılmaktadır. Bkz. ĐBN KUTEYBE, Te’vîl,
s.5, 6; KUMMÎ, Tefsîr, I, 7.
102
FERÂHÎDÎ, Kitâbu’l-Ayn, VI, 165; CEVHERÎ, es-Sıhâh, II, 867; ĐBN MANZÛR, Lisânu’l-
Arab, V, 326.
103
TEHÂNEVÎ, Keşşâf, II, 1456.
104
Mecâz hakkında geniş bilgi için bkz. Ali KIZILIRMAK, Kur’ân’da Hakikat ve Mecâz,
Yayımlanmamış Doktora Tezi (Danışman: Şevki Saka), A.Ü.S.B.E., Ankara, 1996, s.10-19.
105
Mecâz, belâgatte, herhangi bir lafzın, hakiki anlamının dışında ilgisi sebebiyle başka bir anlamda
kullanılması manasına gelmektedir. (ALĐ CÂRĐM-MUSTAFA EMÎN, el-Belâgatu’l-Vâdıha,
Dâru’l-Meârif, Mısır,1964, s.71).
142
106
Bkz. Selim TÜRCAN, “Mecâz Teriminin Gelişim Sürecinde el-Ferrâ’nın Yeri”, Gazi Üniversitesi
Çorum Đlahiyat Fakültesi Dergisi, c.II, Sayı:4, Çorum, 2003, s.89-122.
107
Bkz. Nasr Hâmid EBU ZEYD, el-Đtticâhu’l-Aklî fi’t-Tefsîr (Dirâse fi Kadiyyeti’l-Mecâz fi’l-
Kur’ân ınde’l-Mu’tezile), el-Merkezu’s-Sikâfi’l-Arabiyyi-ed-Dâru’l-Beydâ, III. Baskı, Beyrut,
1996; Đsmail DURMUŞ, “Mecaz”, DĐA, Ankara, 2003, XXVIII, 217-220.
108
Bkz. ABDULAZÎZ B. ABDĐSSELÂM, Đzzuddîn, el-Đşâre ile’l-Îcâz fî Ba’di Envâi’l-Mecâz,
Matbaai Âmire, Đstanbul, 1313h.; ZERKEŞÎ, el-Burhân, II, 254-299; SUYUTÎ, el-Đtkân, II, 47-
61; KÂSIMÎ, Cemâleddin, Kur’ân’ı Anlamak-Tefsîr Đlminin Temel Meseleleri (Çev. Sezai
Özel), Đz Yayıncılık, Đstanbul, 1990, s.197-223; SUBHĐ’S-SÂLĐH, Mebâhis, s.327-333; Hikmet
AKDEMĐR, “Kur’an-ı Kerim’de Mecazın Varlığı Problemi”, Harran Üniversitesi Đlâhiyat
Fakültesi Dergisi, Sayı: IV, Şanlıurfa, 1998, s.59-90.
109
KÂSIMÎ, Kur’ân’ı Anlamak, s.197; Đsmail DURMUŞ, “Mecaz”, XXVIII, 219; BĐRIŞIK,
“Mecâzu’l-Kur’ân”, DĐA, Ankara, 2003, XXVIII, 224; YERĐNDE, “Mecâzu’l-Kur’ân”, XXVIII,
225.
110
Eser, basılmıştır. (Matbaai Âmire, Đstanbul, 1313h.).
111
ZERKEŞÎ, el-Burhân, II, 255; SUYUTÎ, el-Đtkân, II, 47.
112
ZERKEŞÎ, el-Burhân, I, 291; SUYUTÎ, el-Đtkân, I, 149.
113
Ebu Ubeyde’nin tefsiri, Kur’ân ilimlerinden Mecâzu’l-Kur’ân’a dair eserler arasında geçmektedir.
Bkz. DEMĐRCĐ, Tefsir Usûlü ve Tarihi, s.197.
114
Mecâzu’l-Kur’ân, “Mukaddime”, s.18-19.
143
inanması, eserin tefsir niteliğine delâlet etmektedir.115 Zira Ebu Ubeyde’nin, fetihler
esnasında yabancı unsurların Đslam’a girmesiyle Kur’ân’ın anlam ve üslûp
bakımından anlaşılmasında oluşan birtakım problemler karşısında duyulan ihtiyaca
cevap vermek üzere tefsiri kaleme aldığı ifade edilmektedir.116 Bu cihetle
incelenmesi gereken mesele, Kur’ân’ın tefsirinin yapıldığı bir esere mecâz isminin
niçin verildiğidir. Bir başka deyişle, tefsirde Mecâzu’l-Kur’ân adını kullanan ilk kişi
olarak, Ebu Ubeyde’nin mecâz kelimesinden hangi anlamı ya da anlamları
kastettiğidir.
115
Söz konusu olay, birinci bölümde anlatılmıştı.
116
YERĐNDE, “Mecâzu’l-Kur’ân”, XXVIII, s.225.
117
EBU UBEYDE, Mecâz, I, 24, 73, 128, II, 68, 83.
118
YERĐNDE, “Mecâzu’l-Kur’ân”, XXVIII, s.225-226.
119
KIZILIRMAK, Kur’ân’da Hakikat ve Mecâz, s.59; KARAKURT, Ebû Ubeyde Ma’mer
Đbnü’l-Müsennâ, Hayâtı, Eserleri ve Tefsîr Đlmindeki Yeri, s.68.
144
مضمر ُ ُ
َ ُ ”, “مجازالمختصر
َ ُ
مجازه ”, “المكرر ُ
مجاز ُ ﱠ ” gibi ifadeler, Arapçanın üslûp özelliyle
ُ
ilgilidir. Yine tefsirde; “مجازه كذا ”, “تفسيره كذا
ُ ”, “”معناه كذا, غريبهُ كذا
ُ ”, “تقديره كذا ُ
ُ ”, “ تأويله
”كذاgibi ifadeler geçmektedir. Fuad Sezgin’e göre bunların hepsinin mânâsı birdir ya
da birbirine yakındır. Ebu Ubeyde nazarında mecâz kelimesi, Kur’ân’ın başvurduğu
anlatım ve ifade üslûplarından ibarettir. Bu mânâsıyla mecâz, tabiatıyla sonraki
belâgat ehlinin tayin ettiği mânâdan daha kapsamlıdır.120
2- “Mânâ” anlamını ifade etmek için: Tefsirin pek çok yerinde “mecâzuhu”
ifadesinden hemen sonra kelimenin anlamı verilmektedir. Örneğin Enâm sûresi 31.
َ ْ َما َ ﱠifadesi ;ما ضيّعناArâf sûresi 103. âyetteki بھا
âyetteki فرطنا ُ َ َ َ ifadesi ; فكفروا بھا
َ ِ فظلموا
121
ِ َ يوم ﱢ
Tâhâ Sûresi 59. âyetindeki الزينة ُ ْ َ ifadesi يوم العيد
ُ ْ َ ”; aynı sûrenin 113. âyetindeki
َ ْ َ ﱠkelimesi بينا
صرفنا ; َ ﱠ ﱠEnbiya sûresi 93. âyetindeki تقطعوا ُ َ َ ﱠkelimesi اختلفوا وتفرقوا
anlamlarına gelmektedir.122 Tefsirde bu açıdan dikkat çeken nokta ise, “mecâzuhu”
kelimesi kadar “Ma’nâhu” ve “Ey”(:Yani) ifadelerinin de sıkça kullanılmasıdır.123
120
Mecâzu’l-Kur’ân, “Mukaddime”, I, 18-19. Ebu Ubeyde’yle aynı dönemde yaşayan ünlü
dilbilimcilerden Muberred (ö.286/899) de mecâzı, belâgatteki anlamından ziyade dilin ifade
üslupları olarak ifade etmektedir. Nitekim Muberred, Nahivcilerin mecâz yönünden hata ettiklerini
dile getirdiği âyetleri açıklarken “Mecâzu’l-âye” şeklinde dilbilimsel izahlar yapıyor. Örneğin إنما َ ِﱠ
أولياءه
ُ َ َِ ْ َ ُ
يخوف
ﱢ َ ُ ُ َ ْ ﱠ
الشيطان ُ
ذلكم
ْ ِ َ 3/175 âyetinde, Mecâzu’l-âye, birinci mefûlun hazfedilmesidir. Mânâsı,
َ ِ ْ َ يخوفھم
أولياءه ُ ’ ُ َ ﱢdir. Bkz. el-Kâmil, (Tlk. Muhammed Ebu’l-Fadl Đbrahim), Matbaatu Nehdati Mısır,
Kahire, ts., IV, 127.
121
EBU UBEYDE, Mecâz, I, 190, 223.
122
EBU UBEYDE, Mecâz, II, 20, 32, 43.
123
Örnek için bkz. EBU UBEYDE, Mecâz, I,28, 31, 33-37, 39, 40, 86, II, 35, 54,67, 150, 210, 239.
124
EBU UBEYDE, Mecâz, I, 20.
125
EBU UBEYDE, Mecâz, II, 193.
126
BUHÂRÎ, Tefsîr, 40, (VI, 34).
127
Buhârî’nin diğer pek çok âyette olduğu gibi, tâbiûn müfessirlerinden Mücâhid’e atfetmesinden
olsa gerek Đbn Hacer, açıklamanın Ebu Ubeyde’ye ait olduğunu belirtme ihtiyacını hissetmiş
olabilir. Fakat Buhârî’nin açıklamayı Mücâhid’e dayandırması, şöyle bir ihtimali de gündeme
getirmektedir: Mecâz kelimesini bu geniş anlamıyla Ebu Ubeyde’den önce Mücâhid mi
kullanmıştır?
145
128
ĐBN HACER, Fethu’l-Bârî bi Şerhi Sahîhi’l-Buhârî, (Thk. Abdulazîz b. Abdillah), Dâru’l-Fikr,
Beyrut, 1411/1991, IX, 518.
129
AYNÎ, Bedruddîn, Umdetu’l-Kârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, (Tsh. Abdullah Mahmud M. Ömer),
Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, Beyrut, 1421/2001, XIX, 210.
130
EBU UBEYDE, Mecâz, I, 28.
131
EBU UBEYDE, Mecâz, I, 272, 285, 335.
132
EBU UBEYDE, Mecâz, I, 210.
133
EBU UBEYDE, Mecâz, I, 86.
134
Müfessirlerden Kâsımî de Ebu Ubeyde’nin “Mecâz” sözü ile hakikatin zıddını değil, âyetten murat
edilen mânâyı kastettiğini söylemiştir. (Kur’ân’ı Anlamak, s.197).
135
M. Hıdr HUSEYN, “el-Mecâz ve’n-Nakl ve Eseruhumâ fî Lugati’l-Arabiyye”, Mecelletu
Mecmai’l-Lugati’l-Arabiyye el-Melikî, I, 292’den naklen AKDEMĐR, “Kur’an-ı Kerim’de
Mecazın Varlığı Problemi”, s.60. John Wansbrough, Ebu Ubeyde’nin mukaddimede, mecazın 39
çeşidini tanımladığını ifade etmekte ve bunların örneklerine yer vermektedir. Bkz. “Majâz al-
Qur’ân: Periphrastic Exegesis”, Formative Interpretation Đçinde, s.244.
136
HUSEYN, “el-Mecâz ve’n-Nakl ve Eseruhumâ fî Lugati’l-Arabiyye”, I, 292’den naklen
AKDEMĐR, “Kur’an-ı Kerim’de Mecazın Varlığı Problemi”, s.60.
137
Mecâzu’l-Kur’ân, “Mukaddime”, s.19. Diğer taraftan Đbn Kuteybe’nin mecâzı hakiki ifadenin
zıddı anlamına geldiğini gösteren ifadeleri de yok değildir. Bkz. ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.106,
132. Aynı şekilde Taberî’nin de Belâgatteki anlamına uygun olarak mecâzı kabul ettiğine dair
146
getirilmektedir. Yani mecâz, âyette murat edilen mânâya gidilecek yolları diğer bir
deyişle mânâya âyetin üslûp açısından sahip olduğu yoldan/yollardan geçilerek
ulaşılacağını anlatmaktadır. Bu durum da, murat edilen mânâya ulaşmak için,
âyetteki ifade şekillerini (üslûbu) bilmeyi gerekmektedir. Fakat diğer taraftan mecâz,
hakikatin zıddı anlamında Belâgat içerisinde yer alan edebî üslûp için özel bir anlam
taşımaktadır.
D- Beyân
143
CEVHERÎ, es-Sıhâh, V, 2082-2083; ĐBN MANZÛR, Lisânu’l-Arab, XIII, 67-69; ZEBÎDÎ,
Tâcu’l-Arûs, XVIII, 78-82.
144
Bkz. el-Mu’cemu’l-Mufehres, s.141-149.
145
Âl-i Đmrân,3/138; Rahmân,55/4; Kıyâme,75/19.
146
Beyân hakkında geniş bilgi için bkz. CÂHIZ, el-Beyân ve’t-Tebyîn; CÂBĐRÎ, Arap-Đslâm
Kültürünün Akıl Yapısı, s.17-325.
147
CÂBĐRÎ, Arap-Đslâm Kültürünün Akıl Yapısı, s.28. Beyânî araştırmaların diğer bazı öncüleri
Ferrâ ve Đmam Şâfiî’dir. Bu alanda hiçbir isim Kur’ân’daki beyânî söylemin yorumunun
148
te’vîl kelimesiyle ilgili أي ھل ينظرون إالّ بيانه ومعانيه وتفسيرهşeklinde beyân, meânî ve
tefsîr kelimelerini peş peşe sıralamaktadır.148 Burada meseleye sırf metin yönünden
baktığımızda, her üç kelimenin de birbiriyle aynı anlamı içerdiğini ve “beyân”ın
“tefsir” anlamına geldiğini söyleyebiliriz.
kurallarını tespit etmede Đmam Şâfiî’nin seviyesine ulaşamamıştır. Đmam Şâfiî’ye göre beyân,
Kur’ân söylemine göre hem kuralları konulmuş usûller hem de bu usûllerin ifadesi için belirlenen
özel bir yöntem anlamına gelmektedir. Đmam Şâfiî er-Risâle adlı eserinde bunu açıklamaya
çalışmıştır. Bkz. CÂBĐRÎ, Arap-Đslâm Kültürünün Akıl Yapısı, s.28-31.
148
EBU UBEYDE, Mecâz, I, 216.
149
“Fakat biz onu bir nur kıldık.” (Şûrâ,42/52).
150
“Biz, onu Arapça bir Kur’ân kıldık” (Zuhruf,43/3).
151
TUSTERÎ, Tefsîr, s.4.
152
CÂBĐRÎ, Arap-Đslâm Kültürünün Akıl Yapısı, s.28.
153
ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.12.
149
Đnsanın beyânda güç yetiremeyeceği durumlar da vardır. Böyle bir durum söz
konusu olduğunda, bu, Allah’ın elçileri için bir hüccet ve alem olacaktır.156 Đşte
burada söz, Kur’ân’a gelmektedir. Çünkü Kur’ân, insanların benzerini getirmeye
gücünün yetmeyeceği apaçık bir beyândır. Beyân ve konuşma (mantık) itibariyle
Kur’ân’dan daha beliğ, daha yüce ve daha şerefli bir söz yoktur. Şüphesiz ki en açık
beyân, Allah’ın beyânı; en üstün söz, Allah’ın sözüdür.157 Hz. Peygamber ise,
emrolunduğu üzere158 Kur’ân’ı insanlara beyân etmiştir.159 O, hem kendisine inen
Kur’ân’ı âyet âyet insanlara tebliğ etmiş, öğretmiş, hem de Kur’ân’ı tefsir etmiştir.
154
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 16-17. Ayrıca KUMMÎ, Tefsîr, I, 2-3.
155
Zuhruf,43/18.
156
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 17.
157
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 18.
158
Nahl,16/44.
159
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 60.
150
E- Fehm
Bilmek (ilim), bir şeyi kalpten bilip tanımak (marife), bilinçli olmak (şuur)
gibi anlamlara gelen161 “fehm” kelimesi, erken dönemde tefsirle ilgili kavramlardan
birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. “Fehm” kavramı açısından Tefsir Usûlü alanında
zikredilebilecek isimlerden birisi, Hâris Muhâsibî’dir. Zira onun bu sahada ilklerden
sayılan eseri, “el-Akl ve Fehmu’l-Kur’ân” adını taşımaktadır. Muhâsibî’nin aklın
mahiyeti ve anlamına ilişkin meseleleri ele aldığı bir diğer eseri ise, Kitâbu
Mâiyyeti’l-Akl ve Ma’nâhu ve Đhtilâfu’n-Nâsi Fîh’dir. Muhâsibî’nin her iki eseri de,
fehm ile ilgili önemli bilgiler içermektedir. Bu kitapların isimlerinde de görüldüğü
üzere, fehm ile akıl arasında sıkı bir irtibât vardır.162 Öyle ki fehm, “akıl” olarak, ismi
faili de “akıllı” olarak isimlendirilmiştir. Bunun sebebi, fehmin, dini ya da dünyevi
olsun insanın duyduğu, dokunduğu, tattığı, kokladığı her şeyi ifade etmesidir.163
Fehm ile dinleme arasında bir yakın alaka söz konusudur: Dinlemek fiili, düşünmek
160
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 16.
161
FERÂHÎDÎ, Kitâbu’l-Ayn, IV, 61; CEVHERÎ, es-Sıhâh, V, 2005; ĐBN MANZÛR, Lisânu’l-
Arab, XII, 459.
162
Akılla irtibatlı diğer kavram, beyândır. Kur’ân’ı (Beyân) anlamak, akıldan kaynaklandığından,
“beyân” da “akıl” diye isimlendirilen kelimelerdendir. Diğer kavramlar, basiret ve marifettir. Akıl,
dünya ve ahirette faydalı ve zararlı şeylere hak ettiği değeri takdir ettiği için “Basiret ve marifet”
anlamında kullanılmıştır. (HÂRĐS el-MUHÂSĐBÎ, ‘Kitâbu Mâiyyeti’l-Akl ve Ma’nâhu ve
Đhtilâfu’n-Nâsi Fîh’, el-Akl ve Fehmü’l-Kur’ân içinde, (Çev. Veysel Akdoğan), Đşaret Yayınları,
Đstanbul, 2003, s.210).
163
HÂRĐS el-MUHÂSĐBÎ, “Kitâbu Mâiyyeti’l-Akl”, s.210.
151
Hidâyet ehlinden ya da dalâlet ehlinden olsun herkes bir seciye olarak akıl
sahibi olma ve beyânı anlama noktasında eşit seviyededir. Çünkü Allah, Ehl-i Kitabı
َ ُ َ ْ َ وھم
kınarken يعلمون ُ َ َ بعد َما
ْ ُ َ ُعقلوه ْ ِ ُيحرفونه
ِ ْ َ من كالم ﱠ
ﷲِ ُ ﱠ
َ ُ ثم ُ َ ﱢ َ َ َ يسمعون
َ ُ َ ْ َ … /“…Onlar Allah’ın
kelâmını dinlerler ve iyice anladıktan sonra bile bile onu tahrif ederlerdi”167
buyurarak onların yaptıkları işin farkında olduklarını, kasten inkârcı tutum ve
davranış sergilediklerini haber vermektedir.168 Yani inkârcılar, Kur’ân’ı anladıkları
halde hakikati tahrif etmektedirler. Âyette belirtildiği şekilde, onların anladıktan
sonra bilerek tahrif etmeleri, anladıkları âyeti tahrif etmeleri demektir.169
164
Tusterî de, “Dinledi” fiilinin ()سمع به, “onu anladı” ( )فھم بهmanasına geldiğini söylemektedir.
(TUSTERÎ, Tefsîr, s.3). Yine ( ال تسمعواFussilet,41/26) âyeti de ال تفھمواşeklinde tefsir edilmiştir.
(ZERKEŞÎ, el-Burhân, I, 278-279).
165
Tâhâ,20/13.
166
HÂRĐS el-MUHÂSĐBÎ, “Kitâbu Mâiyyeti’l-Akl”, s.210.
167
Bakara,2/75.
168
HÂRĐS el-MUHÂSĐBÎ, “Kitâbu Mâiyyeti’l-Akl”, s.210.
169
HÂRĐS el-MUHÂSĐBÎ, “Kitâbu Mâiyyeti’l-Akl”, s.213.
170
Mukâtil, Kur’ân’daki hikmet kelimesinin beş şekilde tefsir edildiğini söylemektedir: 1- Emir ve
nehiylerden oluşan nasihatler, 2- Fehm, 3- Nübüvvet, 4- Kur’ân’ın tefsiri, 5- Kur’ân (MUKÂTĐL,
el-Eşbâh ve’n-Nezâir fî’l-Kur’âni’l-Kerîm- Kur’an Terimleri Sözlüğü, s.138-140).
171
Mukâtil’in açıklaması şöyledir: حكما يعنى الفھم والعقل. Mukâtil’in fehm kavramıyla ilgili
açıklamalarının benzeri, Huvvârî tefsiri ile aynı kaynaktan yararlanan Đbn Ebî Zemenîn tefsirinde
(En’âm sûresi 89. âyetin tefsiri ve Meryem sûresinin 12. âyeti) de yapılmaktadır. Bkz. ĐBN EBÎ
ZEMENÎN, Tefsîr, II, 183, III, 89.
172
EBU UBEYDE, Mecâz, I, 272.
152
َ َ ْ َ ُ ففھمناھا
Abdurrazzâk, tefsirinde, Kur’ân’da fehm kelimesinin geçtiği سليمان َ َََْ ﱠ
âyetindeki174 َففھمنا
َ ْ َ َ ﱠkelimesini “haber vermek” ifadesiyle açıklamaktadır. Davut
peygamber ile Süleyman peygamberin kıssasının anlatıldığı âyetin tefsirine göre
Allah, Davut peygamberin verdiği hükmü Süleyman peygambere haber vermiştir.175
Yani fehm kelimesi, Allah’tan gelen bir haberi/bildirimi ifade etmektedir.
173
EBU UBEYDE, Mecâz, I, 332.
174
Enbiyâ,21/79.
175
ABDURRAZZÂK, Tefsîr, III, 25-26.
176
ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.22.
ِ وضع ِ ﱠ َ إن َ ﱠ
177
Tusterî tefsirindeki zâhir ve bâtına ait tefsir örneklerinden bazıları şunlardır: للناس َ ِ ُ بيت
ٍ ْ َ أول ِﱠ
َ ِ َ َ ْ ِ وھدى
للعالمين ً َ َ ُ َببكة
ً ُ َ مباركا ِ ( َ ﱠÂl-i Đmrân,3/96) âyetinin zâhirî tefsirine göre Beyt’ten maksat,
للذي ِ َ ﱠ
Mekke’deki Beytullah (Kâbe) iken; bâtınî tefsirine göre ise Hz. Peygamber’dir. (TUSTERÎ,
Tefsîr, s.27). Yine A’râf sûresinde geçen ‘ashab-ı a’râf’, ‘ehl-i marife’dir. (TUSTERÎ, Tefsîr,
s.38).
178
Nisâ,4/78. Nisâ sûresindeki bu âyet, işârî tefsire dair Kur’ân’dan getirilen deliller arasında yer
almaktadır.
153
179
TUSTERÎ, Tefsîr, s.3.
180
TUSTERÎ, Tefsîr, s.3, 5.
181
A’râf,7/128.
182
TUSTERÎ, Tefsîr, s.5. Hemen bu ifadelerin ardından Cüneyd-i Bağdâdî’den, Bağdat’ta Arapça
konuşmayan siyahî bir kölenin Kur’ân hafızı olmadığı halde sorulan sorulara en güzel şekilde
cevap vermesi, onun velâyetine delil olarak anlatılmaktadır.
183
TUSTERÎ, Tefsîr, s.6.
184
TUSTERÎ, Tefsîr, s.15.
154
Fehm”185 ile diğerleri arasında çok büyük farklar mevcuttur. Kur’ân’ın fehminden
بغير ْ َ ﱢ
mahrum olacaklar, الحق ِ ْ َيتكبرون ِفي ْاأل
ِ ْ َ ِ رض َ ِ آياتي ﱠ
َ ُ الذين َ َ َ ﱠ ُ ِ ْ َ َ / “yeryüzünde
ْ َ سأصرف
ِ َ عن
haksızlıkla büyüklenenleri âyetlerimden uzaklaştıracağım” âyetinde186
zikredilmektedir. Hz. Peygamber’den nakledildiğine göre, kendisine Kur’ân’ın fehmi
verilenlere hayrın pek çoğu verilmiştir. Fehmu’l-Kur’ân’ın verilmediği kişi ise,
büyük bir ilmi kaybetmiştir.187 Bu bakış açısına göre Allah’ın seçtiği kullarına
bahşettiği “fehm”in nihâî noktasına ulaşılamayacaktır. Âyetin zâhirî anlamı bir
tarafa, bâtınî anlamıyla ne kadar anlam verilirse verilsin, her biri yetersiz kalacak,
ilâhî bir mevhibe olmakla birlikte fehm, âyetteki sınırsız anlamları
kuşatamayacaktır.188 Aslında nihai noktada “fehm etme” konusunun, Kur’ân’ın
okunmasıyla elde edilmesinden ziyade yalnızca ledünnî ilme sahip olanlara has bir
durum olarak indirgemeci bir yaklaşımla ortaya konulduğu söylenebilir. Bu da,
bizzat Kur’ân’da geçen “onun akledilemesi ve anlaşılması” söylemiyle çelişen bir
durum arz etmektedir.
Ayyâşî tefsir mukaddimesinde fehm, aklın yanı sıra kalple ilgili bir kullanımı
da içermektedir: Hz. Peygamber, kendisine inen her âyetin te’vîlini, tefsirini,
nâsihini-mensûhunu, muhkemini-müteşâbihini Hz. Ali’ye öğretmiş; âyetin fehmini
ve hıfzını öğretmesi için Allah’a dua etmiştir. Yine Hz. Peygamber, Hz. Ali’nin
kalbini ilim, fehm, hikmet ve nurla doldurması için dua etmiş ve Hz. Ali de duadan
sonra Kur’ân’ın ilmine, fehmine, hikmet ve nuruna dair hiçbir şey unutmamıştır.189
Buradaki izahlarda da fehmin akılla irtibatlı bir kullanımı söz konusudur. Zira Hz.
Ali, Hz. Peygamber’in kendisine öğrettiği âyeti iyice aklına yerleştirecek,
ezberleyecek ve unutmayacaktır. Yine fehm, kalple ilgili bir kavramdır. Çünkü bir
185
“Ehl-i Fehm” ifadesine tasavvufun önde gelen diğer kaynaklarında da yer verildiğini görüyoruz.
Örneğin Serrâc (ö.378/988), “Kitâbu Ehl-i Safveti fi’l-Fehmi ve’l-Đttibâi li Kitâbillâhi Azze ve
Celle” başlığı altında “Fehm” konusuyla ilgili açtığı bölümde Kur’ân’ın özelliklerine yer
verdikten sonra “Ehl-i Fehm” şeklinde bir özel sınıftan bahsetmektedir. Đlim ehlinden ehl-i fehm
(anlayış sahipleri) için, gayba imandan sonra doğru yola ulaştırıcı Allah’ın Kitabı’nın her harfinin
altında saklanmış çok sayıda fehm vardır. Konu hakkında âyetlerden (Enâm,6/38, Hıcr,15/21,
Nahl,16/89, Yâsîn,36/12) istidlal edilmiştir. Ehli fehm ise, Kur’ân’ın hidâyet ettiği doğruya
ulaşmanın yolunun Kur’ân’ı tedebbür, tefekkür, tezekkür ve uyanık bir kalp (huzur-ı kalp) ile
okumak olduğunu bilmektedir. Bkz. SERRÂC, Ebu Nasr, el-Luma’, (Thk. Abdulhalîm Mahmud-
Tâhâ Abdulbâki Surûr), Lecnetu Neşri’t-Turâsi’s-Sûfî, Matbaatu’s-Saâde, yy., ts., s.105-129.
186
A’raf,7/146.
187
TUSTERÎ, Tefsîr, s.39.
188
Üç bilgi sisteminden (Beyân, Đrfân, Burhân) kısaca “bâtının bilgisi” olarak ifade edebileceğimiz
Đrfân hakkında geniş bilgi için bkz. CÂBĐRÎ, a.g.e., s.329-480.
189
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 26.
155
190
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 18.
191
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 57.
192
Kur’ân’da anlama kavramı ile ilgili “Akıl”, “Fıkh”, “Đdrâk” ve “Fehm” kelimeleri ve anlamlarıyla
ilgili bilgi için bkz. GEZGĐN, Tefsirde Semantik Metod, s.39-46.
156
A- Mekkî-Medenî
ْ ِ َ ْ َ ”199 âyetinin
َ ُ ِ َ ُ وانتظر ِ ﱠإنھُ ْم
Ebu Ubeyde, “Bekle, onlar da beklemektedirler/منتظرون
mekkî olduğunu söyledikten sonra şu açıklamayı yapmaktadır: Hz. Peygamber’e,
hicret edinceye kadar kalmayı, beklemeyi, affı emreden her âyet mekkîdir. Hz.
Peygamber’e Medine’ye geldikten sonra açılımı ve harbi emreden her âyet de
medenîdir.200
193
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 27; HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 71; TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 15.
194
BÂKILLÂNÎ, Kâdî Ebu Bekr, el-Đntisâr li’l-Kur’ân, (Thk. M. Isâm Kudât), Dâru’l-Feth-Dâru
Đbn Hazm, I. Baskı, Amman-Beyrut, 1422/2001, I, 247; ZERKEŞÎ, el-Burhân, I, 191; SUYUTÎ,
el-Đtkân, I, 12.
195
Mukâtil, Fatiha sûresinin Medenî olduğunu ayrıca Mekkî de denildiğini söylemektedir.
(MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 35. Mukâtil’in, Mekkî sûrelerle ilgili tefsirinde düştüğü anakronizme dair
bkz. KOÇ, Tefsirde Bir Kaynak Đncelemesi, s.59-61). Huvvârî ise, sûrenin tamamının Mekkî
olduğunu zikretmektedir. (HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 73. Ayrıca bkz. HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 73, 266,
345, 513, II, 450).
196
ABDURRAZZÂK, Tefsîr, I, 115, 181, II, 265, 293, 353, III, 31.
197
KUMMÎ, Tefsîr, I, 29, 97, 131, 194, 223, 309.
198
Taberî, Fatiha sûresinin Mekkî olduğunu söyleyerek söze başlamaktadır. (TABERÎ, Câmiu’l-
Beyân, I, 77).
199
Secde,32/30.
200
EBU UBEYDE, Mecâz, II, 133.
157
B- Esbâb-ı Nüzûl
Bir önceki başlıkta ele alınan mekkî-medenî konusuyla da ilgili olan, Sahâbe
ve Tâbiûn’un önem verdiği ilimler arasında yer alan ve başlıca tefsir kaynaklarından
birisini oluşturan esbâb-ı nüzûle ilişkin bilgi,205 Huvvârî, Ayyâşî, Kummî ve Taberî
mukaddimelerinde yer almaktadır.
201
VERGĐ, el-Huvvârî ve Tefsîrindeki Yöntemi, s.87.
202
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 69-71. Ayrıca ĐBN EBÎ ŞEYBE, el-Musannef, X, 522; ZERKEŞÎ, el-
Burhân I, 187-210; SUYUTÎ, el-Đtkân, I, 11-24; ZERKÂNÎ, Menâhil I, 195-239.
203
ZERKEŞÎ, el-Burhân I, 187; CERRAHOĞLU, Tefsir Usûlü, s.59-60.
204
TEBER, el-Huvvârî’nin Tefsirinde Yorum Yöntemi, s.93.
205
SERĐNSU, Kur’ân’ın Anlaşılmasında Esbâb-ı Nüzûl’ün Rolü, s.58 vd.
158
206
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 71.
207
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 138, II, 390, 456, 484, III, 369-370, IV, 145, 378.
208
VERGĐ, el-Huvvârî ve Tefsîrindeki Yöntemi, s.63-69.
209
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 26.
210
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 22.
211
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 22-23.
212
“”يا ايھا الذين آمنوا ال تخونوا ﷲ والرسول وتخونوا اماناتكم
213
KUMMÎ, Tefsîr, I, 11.
159
C- Nâsih-Mensûh
214
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 56.
215
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 20.
216
Bkz. MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 1, 5, 11 vd.; ABDURRAZZÂK, Tefsîr, I, 41, 66, 73, 77, 89, 90vd.;
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 155; TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 256, 691-692, 702.
217
ĐBN FÂRĐS, Mu’cemu Mekâyîsi’l-Luga, V, 424; CEVHERÎ, es-Sıhâh, V, 433.
218
CEVHERÎ, es-Sıhâh, V, 433.
219
RÂĞIB ĐSFAHÂNÎ, el-Mufredât, s.490.
220
ZEMAHŞERÎ, Esâsu’l-Belâga, II, 438.
221
Kur’ân’da خ-س- نkökünden müştak dört kelime geçmektedir. Bunlar, üç yerde fiil (Bakara,2/106;
Hacc,22/52; Câsiye,45/29), bir yerde de isim (A’râf,7/154) halinde gelmektedir.
222
Hadislerdeki nesh konusunda bkz. Ali Osman KOÇKUZU, Hadiste Nâsih-Mensûh, M.Ü.Đ.F.Y.,
Đstanbul 1985.
160
223
Tahkik: Hâtim Sâlih Dâmin, Muessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1409/1988.
224
Örneğin Atâ’ b. Müslim (ö.115/733), en-Nâsih ve’l-Mensûh; Katâde b. Diâme, Kitâbu’n-Nâsih
ve’l-Mensûh fî Kitâbillâhi Teâlâ; Đbn Şihâb Zuhrî (ö.124/742), en-Nâsih ve’l-Mensûh; M. Kelbî
(ö.146/763), en-Nâsih ve’l-Mensûh; Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem (ö.182/798), en-Nâsih ve’l-
Mensûh bunlardan sadece birkaçıdır. Konuya ilişkin telifler hakkında bkz. Kitâbu’n-Nâsih ve’l-
Mensûh fî Kitâbillâhi Teâlâ adlı esere (Thk. Hâtim Sâlih Dâmin, Muessesetu’r-Risâle, Beyrut
1409/1988) yazılan mukaddime; M. Sait ŞĐMŞEK, Kur’ân’ın Anlaşılmasında Đki Mesele,
Yöneliş, Đstanbul, 1991, s.87-92.
225
Ebu Ubeyde, Bakara sûresinin 106. âyetini, bir başka âyetle nesh etmek ve unutturmak, gidermek
şeklinde açıklamaktadır. (Mecâz, I, 49).
226
ABDURRAZZÂK, Tefsîr, I, 55, 68, 70, 73, 96, 114, 157.
227
Tefsirin mukaddimesinde geçmese de Tusterî’nin neshi kabul ettiği anlaşılmaktadır: Mesela
“bundan hem bir içki çıkarırsınız hem de bir güzel rızık” meâlindeki (Nahl,16/67) âyet “hamr”
âyeti ile nesh edilmiştir. (Tefsîr, s.55).
228
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 27.
229
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 263-264.
230
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 129.
231
ĐBNU’N-NEDÎM, el-Fihrist, 222.
232
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 159, 168, 195, 202.
161
233
ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.3
234
Đbn Kuteybe, Kur’ân’da nesh ile ilgili olarak örneğin Bakara sûresinin 180. âyetinin miras
(Nisâ,4/7,11-12) âyetleriyle (Tefsîr, s.72); Nisâ sûresinin 15. âyetinin 16. âyetle nesh edildiğini
söylemektedir. (Tefsîr, s.122).
235
ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.60-61.
236
ĐBN KUTEYBE, Tefsîr, s.228, 229.
237
ĐBN KUTEYBE, Tefsîr, s.249.
238
TEBER, el-Huvvârî’nin Tefsirinde Yorum Yöntemi, s.86; VERGĐ, el-Huvvârî ve Tefsîrindeki
Yöntemi, s.70-74.
239
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 71. Nesh örnekleri için bkz. I, 135, 171, II, 67-68, 388-389, III, 128, 307,
353.
162
te’vîli vardır” demiştir.240 Đmam Ebu Abdillah’a nâsih mensûhun sorulması üzerine,
“Nâsih, sabittir, mensûh, geçendir” demektedir.241 Yine Ebu Abdillah, “Nâsih,
kendisiyle amel edilen sabittir, mensûh ise, kendisiyle amel edilip sonra da kendisini
nesh edenin geldiği şeydir” tarifini yapmaktadır.242 Đmam Ebu Ca’fer de, “Kur’ân,
nâsih ve mensûh olarak inmiştir” demektedir.243
Kummî tefsir mukaddimesinde ise nesh, başlı başına bir açıklama konusu
olmaktadır. Kur’ân’da nâsih-mensûhun bulunduğunu söyleyen Kummî, Đslam’ın ilk
dönemlerindeki hükümlerin kuvvetli dönemdeki hükümlerle neshedildiğini
örneklerle izah etmektedir. Kummî, mesela Bakara sûresindeki eşleri ölen kadınların
iddet müddetlerini düzenleyen hükümleri içeren âyetleri zikretmektedir. Bilindiği
üzere Mushaf tertibinde nâsih olduğu ifade edilen والذين يتوفون منكم ويذرون ازواجا يتربصن
بانفسھن اربعة اشھر وعشرâyeti244 önce, mensûh olduğu söylenen والذين يتوفون منكم ويذرون
ازواجا وصية الزواجھم متاعا إلى الحول غير اخراجâyeti245 ise sonra gelmektedir. Đşte bu
duruma takdîm-tehîr bağlamında işaret eden Kummî, önce mensûh olan âyetin
okunmasının vücûbiyetini ifade etmektedir.246 Yine Kummî, nesh konusunda bir
âyetin yarısının neshedildiğini yarısının ise hâl-i hazırda terk edildiğini ifade
etmektedir. Bu konuda Kummî, Müslüman erkek ve kadınların Müslüman olmayan
erkek ve kadınlarla evlilikleri meselesiyle ilgili âyet247 ile kısas âyetini248 örnek
vermektedir.249 Şu halde nesh meselesi, Şiî tefsir mukaddimelerinde önemli bir yer
tutmaktadır.
240
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 23. Benzer rivayetler için bkz. ĐBN ŞĐHÂB, Zuhrî, en-Nâsih ve’l-Mensûh,
(Thk. Hâtim Sâlih Dâmin), Muessesu’r-Risâle, II. Baskı, Beyrut, 1408/1988, s.15-16.
241
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 22.
242
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 23.
243
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 22.
244
Bakara,2/234.
245
Bakara,2/240.
246
KUMMÎ, Tefsîr, I, 5, 6, 8.
247
( وال تنكحوا المشركات حتى يؤمنBakara,2/221).
248
( وكتبنا عليھم فيھا ان النفس بالنفس والعين بالعين واالنف باالنف واالذن باالذن والسن بالسن والجروح قصاصMâide,5/45).
249
KUMMÎ, Tefsîr, I, 12-13.
163
D- Muhkem-Müteşâbih
250
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 15.
251
Mesela Bakara 106. âyetindeki neshe ilişkin bilgi ve değerlendirmeler için bkz. TABERÎ,
Câmiu’l-Beyân, I, 665-676. Yine I, 461, 700-705, II, 158-159. Taberî’nin nesh meselesiyle ilgili
görüşleri hakkında geniş bilgi için bkz. AYDIN, Taberî’nin Kur’an’ı Yorumlama Yönetimi,
s.38-45.
252
Muhkem kelimesi iki âyette (Âl-i Đmrân,3/7; Muhammed,47/20) -Ayrıca Hud,11/1-; müteşâbih
kelimesi ise beş âyette (Bakara,2/25; Âl-i Đmrân,3/7; En’âm,6/99, 141; Zümer,39/23) geçmektedir.
253
BUHÂRÎ, Tefsîr, 3 (V, 165-166); MÜSLĐM, Đlim, 1 (III, 2053); TĐRMĐZÎ, Tefsîr, 3 (V, 222-223);
EBU DAVUD, Sünnet, 2 (V, 6); ĐBN MÂCE, Mukaddime, 7 (I, 18-19).
254
Hz. Ömer, Kur’ân’ın müteşâbihi hakkında soru soran kişiye sert tavır takınmış (DÂRĐMÎ,
Mukaddime, 19, I, 51; SUYUTÎ, el-Đtkân, II, 4); Hz. Ali, âyetlerin nâsihi-mensûhu ve muhkemi-
müteşâbihinden bahsetmiştir. (AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 26).
255
Âyetin meali şöyledir: “Sana kitabı indiren odur. Onun bir kısım âyetleri muhkemdir ki bunlar
Ummu’l-Kitap’tır. Diğerleri ise müteşâbihtir. Đşte kalplerinde eğrilik bulunanlar sırf fitne
çıkartmak ve onu te’vîl etmek için ondaki müteşâbihlerin ardına düşerler. Hâlbuki onun te’vîlini
ancak Allah bilir. Đlimde yüksek mevkiye ulaşanlar da ‘Biz ona inandık, hepsi Rabbimiz
katındandır’ derler. Bunu ancak aklıselim sahipleri düşünürler.”
256
ĐBNU’N-NEDÎM, el-Fihrist, 222.
257
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 27. Bugün için Mukâtil’in adı geçen eserine sahip değiliz.
258
Söz konusu âyetlerde; Allah’a şirk koşmamak, anne-babaya iyilik etmek, yoksulluk yüzünden
çocukları öldürmemek, açığıyla gizlisiyle zinaya yaklaşmamak, haksız yere cana kıymamak, yetim
malına el sürmemek, ölçü-tartıyı tam tam tutmak, adaleti gözetmek, ahdi yerine getirmek, tevhid
yolundan gitmek gibi prensipler bildirilmektedir.
164
259
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 263-264. Aynı açıklamaya erken dönem müfessirlerinden Ferrâ da yer
vermiştir. Meânî’l-Kur’ân, I, 190. Ayrıca bkz. TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, III, 234-239.
260
MUKÂTĐL, Tefsîr, II, 225.
261
Muhammed,47/17.
262
MUKÂTĐL, Tefsîr, IV, 47.
263
MUKÂTĐL, Tefsîr, IV, 304.
264
Müteşâbih-nesh ilişkisi hakkında bkz. ŞĐMŞEK, Kur’an’ın Anlaşılmasında Đki Mesele, s.19-22.
265
EBU UBEYDE, Mecâz, I, 86.
266
ABDURRAZZÂK, Tefsîr, I, 115.
267
ĐBN KUTEYBE, Te’vil, s.233.
165
mânâlı olsa, o zaman onun insanlar arasındaki üstünlüğü batıl olacak, imtihan
(mihne) ortadan kalkacak ve düşünceler ölecektir. Đlimde rusûh sahibi olanların
Kur’ân’daki müteşâbihi bilemeyeceği kanaatine katılmayan Đbn Kuteybe, bunun
yanlış bir düşünce olduğunu, Allah’ın Kur’ân’daki her bir şeyi kulların menfaati ve
murat ettiği mânâya delil olması için indirdiğini söylemektedir. Şâyet müteşâbihi
sadece Allah bilmiş olsa, bu, saldırı (ta’n) sebebi olacaktır. Hatta o, şöyle bir soru da
sormaktadır: “Bir kimse, Hz. Peygamber’in müteşâbihi bilmediğini söyleyebilir mi?”
Đbn Kuteybe’ye göre Allah’ın “onun te’vîlini ancak Allah bilir” sözüyle birlikte Hz.
Peygamber müteşâbihi bildiğine göre, Sahâbesinden de bilenler olacaktır. Çünkü Hz.
Peygamber Hz. Ali’ye tefsiri öğretmiş, Đbn Abbas için dua etmiştir. Đbn Abbas dört
kelime haricinde Kur’ân’ın tamamını bildiğini söylemiştir. Eğer rusûh sahipleri için
müteşâbih hakkında “iman ettik” demelerinden başka bir yol yoksa bu, onların
diğerlerine karşı üstünlüklerinin olmadığı anlamına gelecektir. Çünkü bütün
Müslümanlar “iman ettik” demektedirler. Hem müfessirler Kur’ân’dan bir şey
hakkında tevakkuf edip “bu müteşâbihtir, onu Allah’tan başkası bilemez”
dememişlerdir. Bilakis Kur’ân’ın tümünün tefsiri üzerine düşmüşler. Öyle ki Hurûf-ı
Mukattaa’yı bile tefsir etmişlerdir. Zira müteşâbihin aslı, lafzın zâhirde birbirine
benzemesidir.268
“Allah, Kur’ân’ı beşerli bir şekilde indirmiştir. Beş muhkem, beş müteşâbih,
beş helal, beş haram, beş emsal. Allah’ı bilen mümin, onun muhkemiyle amel
eder, müteşâbihine iman eder, helalini helal, haramını haram sayar ve onun
misallerini düşünür. Aynen “Onları ancak bilenler düşünüp anlayabilir”269
âyetinde olduğu gibi...”.270
Bu pasaja göre muhkem, amel edilenler iken; müteşâbih, mânâsı açık olan
âyetlerin dışında kalan ve hakkında hiçbir yorum yapılmayıp sadece iman edilmesi
gereken âyetlerdir. Allah’ın Kur’ân’daki muhkem-müteşâbihi, helal-haramı, emir ve
nehiyleri apaçık bir Arap diliyle açıkladığına işaret eden271 Tusterî, Âl-i Đmran
268
ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.86-102.
269
Ankebût,29/43.
270
TUSTERÎ, Tefsîr, s.5.
271
TUSTERÎ, Tefsîr, s.4.
166
sûresinin yedinci âyetindeki “her birisi rabbimizin katındandır” ifadesini “yani nâsih-
mensûh ve muhkem-müteşâbih” şeklinde tefsir etmiştir.272
272
TUSTERÎ, Tefsîr, s.24.
273
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 20-21. Abdurrazzâk da, “muhkem, kendisiyle amel edilenlerdir” şeklinde
açıklamaktadır. (Tefsîr, I, 115).
274
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 23.
275
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 22.
276
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 23.
277
يا ايھا الذين آمنوا اذا قمتم إلى الصالة فاغسلوا وجوھكم وايديكم إلى المرافق وامسحوا برؤسكم وارجلكم إلى الكعبين
(Mâide,5/6).
278
( حرمت عليكم امھاتكم وبناتكم واخواتكمNisâ,4/23);( حرمت عليكم الميتة والدم ولحم الخنزيرMâide,5/3).
167
mânâsı farklı olan âyetlerdir ()ما لفظه واحد ومعناه مختلف. Mesela Kur’ân’daki fitne ()الفتنة
kelimesi altı ayrı anlama (azap, küfür, sevgi, imtihan, Hakk, dalâlet) gelmektedir.279
1- Muhkem âyetler, kendisiyle amel edilen nâsih âyetlerdir. Kendisi ile amel
edilmeyen mensûh âyetler ise müteşâbihtir. Đbn Abbas’tan naklen, muhkem âyetler
nâsih olanlar (nâsihât), helal-haram içerenler, hadleri ve farzları bildirenler yani iman
edilip amel edilenler iken; müteşâbih âyetler mensûhlar (mensûhât), mukaddem ve
279
Âyetler ve izahları için bkz. KUMMÎ, Tefsîr, I, 7.
280
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 15.
281
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 54.
282
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 49-51.
168
3- Muhkem, tek bir anlama gelen âyetler; müteşâbih ise, birden fazla anlama
gelen âyetlerdir.
283
Bkz. TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, III, 231-238.
284
AYDIN, Taberî’nin Kur’an Anlayışı, s.46-47.
169
Konunun bağlantısına dair bir başka gösterge de, tasnifte tefsir” ve “te’vîl”
kavramlarının kullanımıdır. Mesela Mukâtil mukaddimesinde dörtlü tasnifin hemen
akabinde “te’vîl”in ne olduğu sorulmakta ve bunun yorumu sadedinde “o, olacak
olan şeylerdir/ ”ما ھو كائنdenilmektedir.290 Bu söz, gayb alanına veya Kur’ân’da
mânâsı bilenemeyen âyetlerin (müteşâbih) bulunduğuna işaret etmektedir. Yine
Abdurrazzâk mukaddimesinde tasnifin her dört maddesinde de “tefsir”
kullanılmakta, ancak dördüncüsünde “te’vîl” ve “tefsir” kelimeleri birlikte
verilmektedir: وتفسير ال يعلم تأويله اال ﷲ291 “Tefsirin te’vîlini ancak Allah’ın bildiği
tefsir” şeklinde tercüme edebileceğimiz cümlede; تأويلkelimesine bitişik olan “hû/”ه
zamirinin, öncesindeki تفسيرkelimesine gittiği görülmektedir. Bu da, son madde
kapsamına giren tefsiri bilmenin, sadece Allah’a râci olduğu anlamına gelmektedir.
Aynı şekilde Abdurrazzâk mukaddimesindeki rivayetin sonunda, “Kim bunu
285
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 27.
286
ABDURRAZZÂK, Tefsîr, I, 59; HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 69; TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 54.
287
TUSTERÎ, Tefsîr, s.24.
288
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 54.
289
Ebu’l-Leys Semerkandî de, Abdurrazzâk tefsirindeki tasnifi verip, bu tasnifin 3/7 âyetine muvafık
olduğunu söylemektedir. (SEMERKANDÎ, Tefsîr, I, 165).
290
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 27.
291
ABDURRAZZÂK, Tefsîr, I, 59.
170
Söz konusu ayırımın ilk maddesi, daha önce anlatıldığı gibi helal-haram
hakkında inen veya te’vîle ihtiyaç duyulmayan muhkem âyetleri kapsamaktadır.
Đkinci kısım âyetler, ancak Hz. Peygamber’in tefsir etmesi ve öğretmesi ile bilinen
âyetlerdir. Üçüncü kısım, Hz. Peygamber zamanında gerçekleşen ve Hz.
Peygamber’in yanında hüküm bulunmayan (zihar yapmak gibi) olaylar hakkında
inen âyetlerdir. Dördüncüsü ise, gerek Hz. Peygamber zamanında gerekse ondan
sonraki zamanda gerçekleşmiş ya da gerçekleşecek olaylar (Âl-i Muhammed’in
haklarının gasp edilmesi, düşmanlarına karşı Allah’ın va’d ettiği zaferin
gerçekleşmesi, Kâim’e, onun hurûcuna ve ricâte dair haberlerin gerçekleşmesi,
kıyamet gibi) hakkında inen âyetlerdir.293
292
ABDURRAZZÂK, Tefsîr, I, 59; HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 69; TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 54.
293
KUMMÎ, Tefsîr, I, 13-15. Öte yandan Đbn Abbas’tan gelen ve genelde Sünnî kaynaklarda görülen
dörtlü tasnifin, hicrî V. asır Şiî müfessirlerden Tûsî’nin et-Tibyân fî Tefsîri’l-Kur’ân’ında da
geçtiğini belirtebiliriz. Buna göre tefsirle ilgili tasnifin birinci maddesi, ancak Allah’ın bildiği
tefsirdir. Đkincisi, Arapça bilenlerin bildiği tefsirdir. Üçüncüsü, namaz ve zekât gibi mücmel olarak
zikredilen âyetlerin tefsiridir. Bunlar için imamların ahbârına ihtiyaç duyulmaktadır. Dördüncüsü,
iki muhtemel mânâyı içeren müteşâbih âyetlerin tefsiridir. (TÛSÎ, et-Tibyân fî Tefsîri’l-Kur’ân,
(Nşr. Ahmed Habîb), Necef, 1957, I, 605’den naklen UYAR, Ahbârîlik, s.253).
171
1- يتفكرون ْ ُ إليھم َ َ َ ﱠ
َ ُ ولعلھم َ َ َ ﱠ ْ ِ ْ َ ِ نزل ِ لتبين ِ ﱠ
َ للناس َما ُ ﱢ َ ْ إليك ﱢ
َ الذكر ِ ُ َ ﱢ َ ْ َ َ َ /“Sana da bu zikri indirdik
َ ْ َ ِ وأنزلنا
ki kendilerine indirileni insanlara anlatasın ve gerek ki teffekkür edeler!”294
2- يؤمنون ٍ ْ َ ِ ًورحمة
َ ُ ِ ْ ُ لقوم ً ُ َ فيه
َ ْ َ َ وھدى ِ ِ اختلفوا ِ لھم ﱠ
ُ َ َ ْ الذي ْ ُ َ لتبين
َ إال ِ ُ َ ﱢ َ َ ِ ْ عليك
ّ ِ الكتاب َ ْ َ َ وما
َ ْ َ َ أنزلنا َ َ /“Biz bu
kitabı sana, sırf ihtilâfa düştükleri konuları onlara açıklayasın ve iman eden
kimselere de bir rehber ve rahmet olsun diye indirdik”.295
3- قلوبھم َ ِ فأما ﱠ
ْ ِ ِ ُ ُ الذين ِفي متشابھات َ َ ﱠ ُ َ ُ َ الكتاب
ٌ َ ِ َ َ ُ وأخر ِ َ ِ ْ ھن ُ ﱡأم ٌ َ َ ْ ُ آيات
محكمات ُ ﱠ ٌ َ ُمنه َ َ ِ ْ عليك
ْ ِ الكتاب َ َ ْ َ الذي
َ ْ َ َ أنزل ِ ھو ﱠَُ
به
ِ ِ آمنا ِ ْ ِ ْ والراسخون ِفي
َ ُ ُ َ العلم
يقولون َ ﱠ َ ُ ِ ﷲُ َ ﱠ ُ َ ِ ْ َ يعلم
تأويله ِإالّ ﱠ ُ َ ْ َ وما ِ ِ ِ ْ َ وابتغاء
َ َ تأويله ِ َ ْ ِ ْ ابتغاء
َ َ ِ ْ َ الفتنة ْ ِ تشابه
َ َ ِ ْ ُمنه َ ُ ِ زي ٌغ َ َ ﱠ
َ َ َ َ فيتبعون َما َْ
األلباب ُ ْ ُ ّيذكر ِإال
ِ َ ْ َ ْ أولوا ُ وما َ ﱠ ﱠ ِ ْ ِ من
َ عند َ ﱢ
َ َ ربنا ْ ِ “ ُكلﱞSana kitabı indiren odur. Onun bir kısım âyetleri
muhkemdir ki bunlar Ummu’l-Kitap’tır. Diğerleri ise müteşâbihtir. Đşte kalplerinde
eğrilik bulunanlar sırf fitne çıkartmak ve onu te’vîl etmek için ondaki müteşâbihlerin
ardına düşerler. Hâlbuki onun te’vîlini ancak Allah bilir. Đlimde yüksek mevkiye
ulaşanlar da ‘Biz ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır’ derler. Bunu ancak
aklıselim sahipleri düşünürler.”296
2- Sadece Allah’ın bildiği te’vîl: Kıyamet saati, sura üfürülmesi, Đsa’nın inişi
gibi gelecekte meydana gelecek olaylarla ilgili bilgilerdir ki; bunların ilmi ancak
294
Nahl,16/44.
295
Nahl,16/64.
296
Âl-i Đmrân,3/7.
172
297
A’râf,7/187.
298
Bakara,2/11-12.
299
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 52-54.
300
Söz konusu taksimin Đbn Abbas’a veya Đbn Abbas tarikiyle Hz. Peygamber’e isnadını kabul
etmenin oldukça zor olduğu görüşünde olan Dücane Cündioğlu, “Tefsirin Dört Vechesi” başlığı
altında bazı değerlendirmeler yapmaktadır. Buna göre Đbn Abbas rivayetindeki bu taksimatta, re’ye
ilk iki şık yer vermektedir. Arapların veya Arapçayı bilenlerin tefsir edebilecekleri âyetler ile
sadece alimlerin tefsir edebilecekleri âyetler. Ulemadan maksadın, fukaha olması kuvvetle
muhtemeldir. Ulemanın ve üdebanın muhkem ve müteşabih âyetlerde söz hakkı yoktur. O halde
ilk iki şıkta, ulemanın zikredilmesiyle ahkâmın furuatı, yani ictihad (kıyas) yapılabilecek sahalar,
üdebanın zikredilmesiyle de ahkâm ve akaid dışında kalan sahalar yani Arap diline ait birtakım
inceliklerin bahis konusu edildiği konular kastedilmiş olmaktadır. Bu metin, en azından hicrî II.
asrın ortalarında meydandadır; tanımlanmış kavramlardan hareket etmektedir ve devrin şartlarını
yansıtmaktadır. Bu açıdan bu taksim, ancak mezhepler arasındaki çekişme dikkate alınarak
karşılığını bulabilecektir. Dolayısıyla taksimatın Kur’ân’ın nâzil olduğu döneme karşılık gelmesi
ve Kur’ân’ın ilk ve doğrudan muhatapları için geçerli olması mümkün değildir. Çünkü ulema
kavramının muhtevası, metinde yer aldığı şekliyle kullanılabilecek bir muhtevaya henüz
kavuşmamıştır. Hatta o dönem için sadece ulemaya tahsis edilebilecek kısımların bulunduğu bir
âyet tasavvuru da yoktur. Rivayette Araplara yani “nahviyyun”a mahsus bir alan açılmıştır.
Rivayetteki “Araplar”dan maksat, “nahiv âlimleri”dir. Kur’ân’ın nâzil olduğu dönemde rivayette
belirtilen sınıf içerisine kimlerin gireceği ve müteşabih âyetleri kimlerin ve ne zaman tayin ettiği
173
de soru olarak cevap beklemektedir. Müteşabih âyetler konusunda doğrudan muhataplar sessiz
kalmışlardır, çünkü bu konudaki ihtilaflar ve tartışmalar sonraki dönemlere ait bir meseledir.
(CÜNDĐOĞLU, Anlamın Tarihi, s.132-136).
301
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 54.
302
AYDIN, Taberî’nin Kur’an’ı Yorumlama Yöntemi, s.78.
174
V- Tefsir Metotları
Tefsir Usûlü literatüründe geçmişi hicrî ilk asırlara dayanan, ancak özellikle
Đbn Teymiyye tarafından isimlendirilen ve aynı zamanda Zerkeşî ile Suyutî gibi
müfessirler tarafından da verilen bir sıralama söz konusudur. Tefsir metotlarına
ilişkin sıralama; Kur’ân’ın Kur’ân ile tefsiri, Kur’ân’ın Sünnet ile tefsiri, Sahâbe ve
Tâbiûn kavilleri ile tefsiri ve Kur’ân’ın re’y ile tefsiri şeklindedir.303 Biz, tefsir
metotlarının mukaddimelerdeki izlerini takip ederken, Tefsir Usûlü’nde yer alan söz
konusu sıralamayı takip edeceğiz. Bunu gözetmedeki gayemiz, mukaddimelerdeki
bilgilerin belli bir metodolojik sıraya dayalı olarak irdelenmesini sağlamaktır. Ayrıca
bu durum, mukaddimelerdeki bilgilerin tefsir metotları itibariyle mukayesesine de bir
temel teşkil edecektir.
303
ĐBN TEYMĐYYE, Mukaddime, s.93; ZERKEŞÎ, el-Burhân, II, 175-176; SUYUTÎ, el-Đtkân, II,
225.
304
Kur’ân’ın Kur’ân’la tefsirinden maksat, Kur’ân’ın müfret lafızlarının, terkiplerinin ve ifadelerinin,
Kur’ân’ın bütünlüğü içerisinde diğer ilgili Kur’ân pasajlarının yardımıyla açıklanması, ilave olarak
Kur’ân’daki konuların, muhataplarının zihinlerine yerleştirmeğe çalıştığı kavramların terkîbî bir
yaklaşımla Kur’ânî bütünlük içerisinde incelenmesidir. (Halis ALBAYRAK, Kur’ân’ın
Bütünlüğü Üzerine-Kur’ân’ın Kur’ân’la Tefsiri, Şule Yayınları, II. Baskı, Đstanbul, 1993, s.43).
305
Kur’ân’ın Kur’ân’la tefsiri hakkında bkz. ŞENKÎTÎ, Muhammed Emin, Advâu’l-Beyân fî
Îdâhi’l-Kur’ân bi’l-Kur’ân, Riyad, 1403/1983, I, 67-92; ALBAYRAK, Kur’ân’ın Bütünlüğü
Üzerine, s.11-12; GEZGĐN, Tefsirde Semantik Metod, s.87.
175
306
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 27. Diğer taraftan bu sözle ilgili olarak Zerkeşî’nin el-Burhân’ında şöyle bir
açıklama yapılmaktadır: Đbn Abbas, Đsrâ sûresinin 51. âyetini “ölüm” ile tefsir etmiştir. Đbn
Abbas’ın âyeti sadece “ölüm” ile tefsir etmesinin de bir tefsire ihtiyacı vardır. Bazı yorumculara
göre Đbn Abbas’ın muradı, ölümün her şeyi yok ettiği gibi kişiyi de yok etmesidir. (ZERKEŞÎ, el-
Burhân, II, 180).
307
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 26.
308
ALBAYRAK, Kur’ân’ın Bütünlüğü Üzerine, s.11-12.
309
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 36.
310
Kıyâme,75/19.
176
311
MUKÂTĐL, Tefsîr, IV, 512.
312
“Mukaddimetu’t-Tahkîk”, I, s. I.
313
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 19-20.
314
Ra’d,13/43.
315
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 25.
316
Kummî, mesela Đsrailoğulları kıssası ile ilgili olarak; Bakara sûresinin 61. âyetinde geçen Hz.
Musa ve Đsrailoğulları arasındaki konuşmanın ( اتستبدلون الذي ھو ادنى بالذي ھو خير اھبطوا مصر فان لكم ما
)سألتمdevamının Mâide sûresinin 22. âyetinde ( ان فيھا قوما جبارين وانا لن ندخلھا حتى يخرجوا منھا فان يخرجوا
)منھا فانا داخلونolduğunu ifade etmektedir. (KUMMÎ, Tefsîr, I, 12).
317
Meâric,70/19.
318
Beled,90/12.
319
Hümeze,104/5.
320
Örnekler için bkz. EBU UBEYDE, Mecâz, II, 270, 299, 311.
177
bazısı bazısına benzer” şeklindeki sözün321 zımnında da, Kur’ân’ın Kur’ân’la tefsir
edildiği düşüncesinin yattığını söyleyebiliriz. Ebu Ubeyde’nin tefsirinde, bir âyetteki
kelimenin benzeri kullanımının başka bir âyette geçtiğinin örnekleri de yer
almaktadır.322
Aynı şekilde Taberî, pek çok âyetin tefsirinde Kur’ân’ın Kur’ân’la tefsirine
başvurmaktadır. Mesela “din günü”, “sırat-ı mustakîm”, “kendilerine nimet
verilenler”, “dalâleti satın almak”, Kur’ân’ın muhtelif âyetleriyle izah edilenlerden
321
EBU UBEYDE, Mecâz, II, 189.
322
Örneğin Kasas sûresinin 59. âyetindeki القرىkelimesi, En’âm sûresinin 92. âyetinde de
geçmektedir. (EBU UBEYDE, Mecâz, II, 108).
323
Đbn Kuteybe’nin takip ettiği yolun eleştirisi hakkında bkz. ALBAYRAK, Kur’ân’ın Bütünlüğü
Üzerine, s.128-129.
324
Örnekler için bkz. KURT, Đbn Kuteybe ve Tefsir Anlayışı, s.102-113.
325
Konu hakkında bkz. VERGĐ, el-Huvvârî ve Tefsîrindeki Yöntemi, s.51-53.
326
Bakara,2/157.
327
Kevser,108/2.
328
TUSTERÎ, Tefsîr, s.14.
178
329
Bkz. TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 97-98, 109, 113, 199.
330
Hz. Peygamber’in Kur’ân’ı tefsiri hususunda geniş bilgi için bkz. Suat YILDIRIM,
Peygamberimizin Kur’ân’ı Tefsîri, Yeni Akademi Yayınları, Đstanbul 2006.
331
Mesela Ebu Ubeyde tefsirinde hadislere başvurmuştur. Bkz. Mecâz, II, 177-178. Huvvârî de,
rivayet ağırlıklı tefsirinde hadislerden çokça yararlanmıştır. Bkz. VERGĐ, el-Huvvârî ve
Tefsîrindeki Yöntemi, s.54-55. Yine Đbn Kuteybe, Kur’ân’ın Sünnet ile tefsiri bağlamında
yaklaşık elli yerde şu amaçlarla hadislere başvurmuştur: Bir âyetin mânâsını teyit etmek, bir âyeti
izah etmek, bir âyetteki garib kelimenin mânâsını izah etmek, bir kelimenin çeşitli mânâsını teyit
etmek, birçok mânâya gelen bir kelimenin anlamını belirlemek veya tercih etmek, nüzûl sebebini
söylemek, gramerle ilgili konuda delil getirmek, yaptığı tercihlerde bir hadise dayanmak, iktibasta
bulunmak, sûrelerin faziletleri hakkındaki hadislere yer vermek. (KURT, Đbn Kuteybe ve Tefsir
Anlayışı, s.113-120).
332
Nisâ,4/80.
333
TUSTERÎ, Tefsîr, s.4.
334
TUSTERÎ, Tefsîr, s.22,39, 59.
335
Bakara,2/269.
336
TUSTERÎ, Tefsîr, s.21-22.
179
sayılmaktadır.337 Tefsirde sık sık hadislere yer verilmesi, bunun pratiğe yansıyan
işaretlerindendir.338
337
TUSTERÎ, Tefsîr, s.32-33.
338
Örnek için bkz. TUSTERÎ, Tefsîr, s.7, 8, 14, 19, 39, 67, 83, 115.
339
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 20.
180
“Hz. Peygamber, ancak Cebrail’in kendisine öğrettiği sayılı birkaç âyet tefsir
etmiştir”.346
Taberî’nin değerlendirmesine göre, Kur’ân’ın te’vîline karşı çıkanların
hataya düştükleri ve yanlış yorumladıkları rivayetlerden birisi budur. Dörtlü tefsir
tasnifinde geçtiği gibi, âyetlerin bir kısım mânâlarına ancak Hz. Peygamber’in
beyânıyla ulaşılabilmektedir. Hz. Peygamber; emir, nehiy, helal, haram gibi hüküm
bildiren âyetleri açıklamıştır. Bu tür hükümler, Kur’ân’ın zâhirinde mücmel olarak
zikredilmiştir. Bunların açıklanmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Zâhiren mücmel olan
âyetler, Allah katından gelen ve Hz. Peygamber’in diliyle inen vahiy doğrultusunda
340
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 19-20.
341
Haşr,59/7.
342
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 30.
343
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 29.
344
Nahl,16/44, 89.
345
KUMMÎ, Tefsîr, I, 4.
346
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 58-59. Taberî, Âişe hadisinin isnadında illetin bulunduğunu, çünkü
hadisin ravilerinden Cafer b. Muhammed Zubeyrî’nin bilinmeyen birisi olduğunu, dolayısıyla
hadisin senedinin delil gösterilemeyeceğini ifade etmektedir. (Câmiu’l-Beyân, a.y.).
181
tefsir edilmiştir. Kur’ân’da hiç kimsenin te’vîlini bilemeyeceği âyetler, ancak Hz.
Peygamber’in beyânıyla açıklığa kavuşabilir. Hz. Peygamber ise ya Cebrail’in ya da
Allah’ın dilediği bir başka elçinin öğretmesiyle bilebilir. Dolayısıyla Cebrail’in
sadece Hz. Peygamber’e öğrettiği ve Hz. Peygamber’in de ashabına tefsir ettiği
âyetler vardır ve şüphesiz ki bu âyetler sayılıdır. Hatta Allah, bazı âyetlerin
mânâlarını saklı tutmuş ve onları ne melek ne de peygamber hiçbir kimseye
öğretmemiştir. Fakat kullar, bu âyetlerin Allah katından olduğuna ve onların
mânâlarını yalnız Allah’ın bildiğine inanırlar. Allah, kulların mutlaka mânâlarını
bilmeleri gereken âyetleri Hz. Peygamber’e açıklamış, Hz. Peygamber de onları
öğretmiştir. Taberî, Hz. Peygamber’in Kur’ân’dan az sayıda âyeti tefsir ettiği
kanaatinin bir yanılgı olduğu düşüncesindedir. Ona göre bazılarının zannettiği gibi
Hz. Peygamber’in Kur’ân’dan az sayıda âyet tefsir etmesi söz konusu olsa, o zaman
Allah’ın peygamberine beyânı emrettiği âyet347 ile çelişik bir durum arz edecektir.
Yani Hz. Peygamber, insanlara açıklaması için inen âyetleri beyân etmemiş ve
açıklamayı da insanların kendilerine bırakmış olacaktır. Hâlbuki Allah, âyette Hz.
Peygamber’e kendisine indirileni tebliğ etmeyi emretmiş, o da emri yerine
getirmiştir. Đbn Mesud’dan gelen Kur’ân’ın onar âyet öğrendiklerini bildiren rivayet
de, -yanlış yorumlayanların aksine- Hz. Peygamber’in Kur’ân’dan az sayıda âyeti
tefsir etmediğini haber vermektedir. Allah’ın bilgisini saklı tuttuğu âyetlerin
dışındaki bütün âyetlerin mânâları anlaşılmaya çalışılmıştır.348 Böylece Taberî’ye
göre Âişe hadisi, Hz. Peygamber’in Kur’ân’ın az bir kısmını tefsir ettiğine delâlet
etmemekte, bilakis hadis, Allah’ın mânâsını Hz. Peygamber’e bildirdiği az sayıda
âyetin bulunduğunu göstermektedir.349 Kur’ân’ın bir kısım te’vîline ise ancak Hz.
Peygamber’in beyânı ile ulaşılmaktadır. Kur’ân’ın te’vîlini üçe ayıran taksimatta
Taberî, Kur’ân’ın indiği dil olan Arapçaya vakıf olan herkesin bileceği tefsir
bölümünde, müfessirin en isabetli tefsirinin, Hz. Peygamber’den gelen rivayetle
347
Nahl,16/44.
348
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 60-61.
349
Hz. Peygamber’in tefsirinin miktarına ilişkin; ne Kur’ân’ın az sayıda âyetini ne de tamamını tefsir
ettiğine dair görüşler ve değerlendirmesi hakkında bkz. YILDIRIM, Peygamberimizin Kur’ân’ı
Tefsîri, s.35-53.
182
Böylece başta Tusterî, Ayyâşî ve Taberî olmak üzere erken dönem tefsir
mukaddimelerinde, Hz. Peygamber’in konumunu anlatan, Sünnet’in tefsirdeki
kaynaklık niteliğine vurgu yapan açıklamaların yapıldığını söyleyebiliriz.
Ebu Ubeyde, Sahâbe tefsirinin farklı bir yönüne dikkat çekmektedir. Buna
göre Kur’ân’ın mânâlarını sorma ihtiyacı hissetmeyenler, selef ile Hz. Peygamber’e
inen vahye ulaşanlardır. Çünkü Kur’ân, onların dilindedir. Onların ilimleri, Kur’ân’ın
mânâlarını ve Arap dilindeki benzerleri bulunan Đ’rab, Garîb ve Meânî gibi çeşitli
konuları sormaya ihtiyaç bırakmamıştır.354 Kanaatimizce Ebu Ubeyde’nin bu
yorumu, tefsirde Sahâbe’nin konumunu ve sonraki nesillerin onlara duyduğu ihtiyacı
dile getirmesi açısından oldukça mühimdir.
350
Mustefîz hadis, ravi sayısının baş tarafta da son tarafta da aynı olduğu hadise denir. (SUBHĐ’S-
SÂLĐH, Hadis Đlimleri ve Istılahları, Çev. M.Yaşar Kandemir, D.Đ.B.Y., Ankara 1988, s.193).
Mustefîz hadis ile meşhur hadisin tarifleri konusunda bkz. Talat KOÇYĐĞĐT, Hadis Istılahları,
A.Ü.Đ.F.Y., A.Ü.B., Ankara, 1980, s.232-233.
351
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 63-64.
352
Tefsirin rivayet ve dirayet kaynakları hakkında geniş bilgi için bk. Sadreddin GÜMÜŞ, Kur’ân
Tefsîrinin Kaynakları, Kayıhan Yayınları, Đstanbul, 1990, s.31vd.
353
MUKÂTĐL, Tefsîr, I, 25.
354
EBU UBEYDE, Mecâz, I, 8.
183
355
Kalacî, Abdurrazzâk’ın tefsirini şu başlıklar altında incelemiştir: 1- Tefsirin giriş kısmı, 2- Hz.
Peygamber’in hadisleriyle tefsiri, 3- Sahâbe’den nakille tefsiri, 4- Âyeti birden fazla hadis ya da
nakille tefsiri, 5- Bir kelime ile tefsiri, 6- Bir cümle ya da birden fazla cümle ile tefsiri, 7- Tarihi
olaylar ve Sahâbe haberleri ile istişhadı, 8- Müşriklerin ve diğerlerinin Müslümanlara sordukları
sorular ile istişhadı, 9- Âyetin uzun haber ve kıssalarla tefsiri, 10- Az da olsa israiliyyat ile
istişhadı, 11- Tefsirinde fıkhî hükümlere yer vermesi. Bütün bu maddelerde de görüldüğü gibi
Abdurrazzâk tefsirinin rivayet yönü ağır basmaktadır. (Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîz,
“Mukaddimetu’l-Muhakkık”, I, 23-28).
356
Tefsîru’l-Kur’âni’l-Kerîm li Đmâm Abdirrazzâk, “Mukaddimetu’l-Muhakkık”, I, 5-6.
357
Mukaddimedeki Katâde’nin sözünü içeren rivayetin son kısmı, müstensih nüshasından
okunamadığından matbu baskıda eksik kalmıştır. Söz konusu rivayetin tam şekli ise muhtemelen
Tirmizî’nin Sunen’inde geçtiği gibidir: Ma’mer dedi ki, Katâde’den işittim: “Kur’ân’da hiçbir
âyet yoktur ki onun hakkında bir şey duymuş olmayayım” (TĐRMĐZÎ, Tefsîr, V, 200).
358
Hatta o, bu açıdan okuyucuyu sık sık Muşkilu’l-Kur’ân’a yönlendirmektedir. Örnek için bkz.
Tefsîr, s.39, 143, 175, 176, 228, 356.
359
ĐBN KUTEYBE, Te’vîl, s.23; Tefsîr, s.3-4.
184
Abbas ve Đbn Mesûd ile birlikte on beş kişiden,360 Tâbiûn’dan Katâde ve Mücâhid ile
birlikte on kişiden361 ve sonraki dönemden yirmi yedi kişiden362 nakilde
bulunmuştur.363
Diğer taraftan Đbn Kuteybe, Sahâbe tefsiri bağlamında, Đbn Abbas’a haksızca
tefsir isnat edildiğine işaret etmekte ve bu tür tefsir için “te’vîlin kabul edilmeyenini
( )منكر التأويلve tefsirin zayıfını ( )منحول التفسيرterk ettik”364 sözlerine yer vermektedir.
Đbn Kuteybe’nin terk ettiği Đbn Abbas’a haksız yere isnat edilen örnekler içerisinde,
mesela ويل365 kelimesi “cehennemdeki bir vadi”, ابل366 kelimesi “bulut”, نعيم367
kelimesi “kış gününde sıcak su”, زينة368 kelimesi “tarak”(müşt), المساجد369 kelimesi
“kişinin secde ettiği alnı, iki eli dizi ve ayağı” şeklinde tefsir edilmesidir. Đbn
Kuteybe, bu tür tefsir yanlışlarının tefsircilerden mi yoksa nakilcilerden mi
kaynaklandığının bilinemediğini dile getirmektedir.370 Onun bu sözleri, tefsirde
gerek Sahâbe’ye gerekse Tâbiûn’a nispet edilen sözlerin bir ayıklama işlemine tâbi
tutulduğunu göstermektedir.
360
Diğer sahâbiler şunlardır: Dört halife, Nuaym b. Mesud (ö.30/651), Ebu Zerr (ö.32/653), Abbas b.
Abdilmuttalib (ö.32/653), Đmran b. Huseyn (ö.52/672), Hz. Aişe (ö.57/676), Abdullah b. Amr
(ö.65/684), Zeyd b. Erkâm (ö.68/687), Enes b. Mâlik (ö.93/711), Saîd b. Cubeyr (ö.95/713). Bkz.
KURT, Đbn Kuteybe ve Tefsir Anlayışı, s.124.
361
Tâbiûn’dan diğer isimler şunlardır: Tâvus b. Keysân (ö.106/724), Đkrime (ö.109/725), Şa’bî
(ö.103/719), Hasan Basrî (ö.110/728), Atâ b. Ebî Rabâh (ö.114/732), Suddî’l-Kebîr (ö.127/745),
Kelbî (ö.146/764). Bkz. KURT, Đbn Kuteybe ve Tefsir Anlayışı, s.127.
362
Bazı isimler şunlardır: Halîl b. Ahmed (ö.175/791), Kisâî (ö.189/804), Sufyân b. Uyeyne
(ö.198/813), Haccâc (ö.206/821), Abdurrazzak b. Hemmâm (ö.211/826), Esmaî (ö.216/831),
Zeccâc (ö.311/915). Bkz. KURT, Đbn Kuteybe ve Tefsir Anlayışı, s.132-133.
363
Đbn Kuteybe’nin nakilde bulunduğu kişiler hakkında bilgi bkz. KURT, Đbn Kuteybe ve Tefsir
Anlayışı, s.124-133.
364
ĐBN KUTEYBE, Tefsîr, s.4.
365
Mutaffifîn,83/1.
366
Gâşiye,88/17.
367
Tekâsur,102/8.
368
A’râf,7/31.
369
Cin,72/18.
370
ĐBN KUTEYBE, Tefsîr, s.4-5.
371
Konu hakkında bkz.VERGĐ, el-Huvvârî ve Tefsîrindeki Yöntemi, s.56-58.
372
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 71.
185
âyetler hangi şahıslar hakkında inmişse gidip bizzat onlardan âyetleri sorup
öğrenmiştir. Mücâhid, Saîd b. Cubeyr, Dahhâk b. Muzâhim ve Ebu Sâlih’ten Kelbî
(ö.146/764)’nin tefsirlerinin her birisinin kaynağı, Đbn Abbas’tır. Tefsirin tümü, Đbn
Abbas ve Hasan’dan gelmiştir. Müfessirler, Đbn Abbas ve Hasan etrafında dönüp
dolaşmaktadır.373 Böylece bütünüyle tefsirin Sahâbe’den Đbn Abbas, Tâbiûn’dan da
Hasan Basrî’den geldiği tespitine yer veren Huvvârî; tefsirdeki iki ana kaynağın
konumu ve önemini ortaya koymuş olmaktadır.
373
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 71.
374
TUSTERÎ, Tefsîr, s.14, 21, 50, 51, 54, 93.
375
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 25-29.
186
يفسره من ﱠ
Taberî ise, hem “الصحابة ّ
الحض على العلم بتفسير القرآن ومن كان ﱢ /Kur’ân’ın
Tefsir Đlmine Teşvik ve Onu Tefsir Eden Sahâbe” başlığı altında hem de mütakip
başlıklar altında, Sahâbe ve Tâbiûn tefsiri hakkında geniş bilgi vermektedir. Burada
öne çıkan isim, yine Đbn Abbas’tır: Đbn Abbas, her bir âyetin ne hakkında, nerede
indiğini bilmektedir, Kur’ân’dan bir sûre (mesela Bakara sûresi) okuyup o sûreyi gün
boyu tefsir etmiştir. Hz. Ali tarafından hac emiri tayin edildiğinde, Đbn Abbas,
Türklerin ve Rumların duydukları takdirde Müslüman olacakları kadar etkili bir
hutbe vermiştir. Hutbenin sonunda o, Nûr sûresini okumuş ve tefsirini yapmaya
başlamıştır.379 Đbn Abbas hakkındaki bu ve benzeri bilgiler, tamamen tefsire teşvik
mahiyetindedir. Ancak bir taraftan Đbn Abbas hakkında bilgi verilirken diğer taraftan
da onun şahsında, okunan Kur’ân’ın ve yapılan tefsirin, insanları Müslüman edecek
kadar kuvvetli etkiye sahip olduğu anlatılmış olmaktadır.
Taberî, önceki nesillerin (selef) tefsirde nasıl bir tutum izlediğine ilişkin,
kişiler bazında olumlu ve olumsuz örnekler serdetmektedir: Kur’ân’ın te’vîline karşı
çıkanlar, Sahâbe ve Tâbiûn’dan gelen ve onların Kur’ân’ı tefsir etmede takındıkları
farklı tavırları anlatan rivayetleri yanlış yorumlamışlardır. Yanlış yorumlanan
rivayetlerden bazıları şunlardır: Medine fakîhleri, “Kur’ân’ın tefsiri” hakkında söz
söylemeyi büyük bir iş saymışlardır. Said b. Museyyeb’e Kur’ân’dan bir âyetin
tefsiri sorulduğunda, o, Kur’ân hakkında hiçbir şey söylemeyeceğini belirtir. Çünkü
Đbnu’l-Museyyeb, ancak Kur’ân’dan malum olanlar hakkında konuşmaktadır. Đbn
Sîrîn’den nakledildiğine göre Ubeyde Selmânî bir âyet hakkında kendisine
sorulunca, Kur’ân’ın kendilerine indirildiği kişilerin gittiği cevabını vermiştir. Đbn
Ebî Muleyke’den naklen, sorulan bir soruya Đbn Abbas, cevap vermemede ısrarcı
olmuştur. O soru, sonraki nesillere sorulsa onlardan bazıları hemen cevap
vereceklerdir. Yine Đbnu’l-Museyyeb’e, en iyi bilen birisi olarak, helaller-haramlar
376
( فاسألوا اھل الذكر ان كنتم ال تعلمونNahl,16/43).
377
KUMMÎ, Tefsîr, I, 4.
378
Erken dönem Şiî tefsirlerinin hemen hepsinde imamlardan nakiller yer almaktadır.
379
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 56-57.
187
sorulmuştur. Fakat ona Kur’ân’dan bir âyet sorulduğunda o hiç duymamış gibi
susmuştur. Đbnu’l-Museyyeb, Ikrime’nin âyetlere cevap verme konusundaki tavrını
eleştirmektedir.380 Tâbiûn’dan gelen ve Kur’ân’ın tefsirinden kaçındıklarını beyân
eden bu tür rivayetlerin yanlış anlaşıldığını ifade eden Taberî, söz konusu neslin,
tefsirlerinde isabetli olmayacağı korkusundan dolayı tefsirden kaçındıklarını
belirtmektedir. Yoksa Taberî’ye göre onlar, Kur’ân’ı tefsir etmenin
yasaklanmasından veya bunu yapabilecek âlimlerin bulunmamasından dolayı
çekinmiş değillerdir.381
380
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 58-60.
381
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 61.
382
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 61-63.
188
Mukaddimenin son kısmında yer alan Taberî’nin söz konusu uyarısı, böylece onun
metodolojik anlamda nihâî düşüncelerini de göstermiş olmaktadır.383
Bu kapsamda Taberî ile çağdaş olan ve rivayet açısından öne çıkan Đbn Ebî
Hâtim (ö.327/939)’in tefsir mukaddimesini de zikretmek gerekmektedir. Zira ilk üç
asrın tefsir rivayetlerini toplayan, rivayet tefsirleri içerisinde önemli bir yeri bulunan
bu tefsirin kısa ve özlü mukaddimesinde; Đbn Ebî Hâtim, Hz. Peygamber, Sahâbe ve
Tâbiûn’dan gelen en sağlam isnadlı haberleri derleyeceğini söylemektedir.384 Onun
bu sözleri, tefsir rivayetlerinin nasıl bir titizlikle tefsirlere alındığı gösteren385
örneklerden birisidir.
Kur’ân’ın re’y ile tefsiri meselesi; başta Abdurrazzâk olmak üzere Huvvârî,
Ayyâşî ve Taberî tefsir mukaddimelerinin ana konuları arasında yer almaktadır.
Mukâtil, Ebu Ubeyde, Đbn Kuteybe ve Tusterî’de ise dolaylı bilgiler yer almaktadır.
Abdurrazzâk mukaddimesindeki rivayet şöyledir:
“Şâyet Muhammed hakkında yüz yalancı yalan söylese, bu, bana göre, Kur’ân
hakkında yalan söylemelerinden daha iyidir. Çünkü Kur’ân hakkındaki
yalancılığın sonu, Allah’a ulaşmaktadır.”387
Kur’ân’a ilişkin söz söylemenin, Hz. Peygamber’e nisbeten daha ağır
bulunduğu anlaşılan Şa’bî’nin sözleri iki açıdan yorumlanabilir: Birincisi, Kur’ân,
Allah’ın Kitabı’dır. Onun kutsiyetini gölgeleyecek hiçbir söz söylenemez. Đkincisi,
383
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 63-64. Taberî, bundan sonra Kur’ân’ın, sûrelerin ve âyetlerin
isimleri meselesini ele almaktadır.
384
ĐBN EBÎ HÂTĐM, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, (Thk. Es’ad Muhammed Tayyib), Mektebetu Nizâr
Mustafa Bâz, Mekke, 1417/1997, I, 14-15.
385
Đbn Ebî Hâtim’in tefsiri üzerine yapılan bir çalışma için bkz. Mehmet Akif KOÇ, Đsnad Verileri
Çerçevesinde Erken Dönem Tefsir Faaliyetleri- Đbn Ebî Hâtim (ö.327/939) Tefsiri Örneğinde
Bir Literatür Đncelemesi, Kitâbiyât, Ankara, 2003, s.11vd.
386
ABDURRAZZÂK, Tefsîr, I, 59.
387
ABDURRAZZÂK, Tefsîr, a.y.
189
Kur’ân’ın tefsiri, bilinmeden söz söylenecek bir alan değildir. Kur’ân hakkında
hiçbir yanlış ve yanıltıcı söz sarf edilemez. Çünkü onunla ilgili yalan yanlış şeyler
söylenmesi, neticede bizzat Kur’ân’ı gönderen Allah adına söylenmiş demektir.
388
HUVVÂRÎ, Tefsîr, I, 70.
389
Mümin,40/4.
390
Bakara,2/176.
391
TUSTERÎ, Tefsîr, s.5.
190
Şiî müfessir Ayyâşî, konuyu “Kur’ân’ı Kendi Re’yi ile Tefsir Eden Kimse
Hakkında” ( )في من فسر القرأن برأيهbaşlığı altında müstakillen arz etmektedir. Ayyâşî,
imam Ebu Ca’fer’in şu sözüyle başlamaktadır:
Đnsanların akıllarına Kur’ân’ın tefsirinden daha uzak bir şey yoktur. Şüphesiz
âyetin başı bir şey hakkında inmiştir, ortası bir şey, sonu da bir başka şey
hakkında inmiştir.
ً ِ ْ َ ويطھركم
Bu sözlerinden sonra imam, “تطھيرا ِ ْ َ ْ أھل
ْ ُ َ البيت َ ُ َ ﱢ َ ْ َ الرجس َ ِ ْ ُ ِ ُﷲ
ْ ُ ْ َ ليذھب
َ ْ عنكم ﱢ يريد ﱠ َ ِﱠ
ُ ِ ُ إنما
/Ey Ehl-i Beyt, Allah, sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor” âyetini394
okumuş ve buna Cahiliyye’den arınmaya yönelik ( )من ميالد الجاھليةbir izah
getirmiştir.395
Sözün akışı, Kur’ân’ın tefsiri ile Ehl-i Beyt arasında irtibât kurulduğunu
göstermektedir. Zaten mukaddimedeki bağlam da aynı yöndedir. Zira Ayyâşî, re’y ile
tefsir meselesinin hemen öncesinde Kur’ân’da imamların kastedildiği hususları ve
imamların te’vîle ilişkin ilimlerini konu edinmektedir. Burada vurgulanan nokta,
392
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, III, 336.
393
TUSTERÎ, Tefsîr, s.5.
394
Ahzâb,33/33. Söz konusu âyetteki “ehl-i beyt” kavramının anlam alanına sadece Hz. Peygamber
ve bu âyetlerin indiği zaman hayatta olan hanımlarının girdiği konusunda bkz. M. Zeki DUMAN,
“Kur’ân-ı Kerîm’de “Ehl-i Beyt’”, Erciyes Üniversitesi Đlâhiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:11,
Kayseri, 2001, s.37-58.
395
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 29.
191
tefsirde insanların kendi kafalarına göre söz söyleyemeyecekleri, bunun ancak Hz.
Peygamber’den sonra Ehl-i Beyt ve imamlar vasıtasıyla gerçekleşeceğidir. Nitekim
Ayyâşî, imamlardan gelen rivayetlere yer vermektedir: Đmam Ebu Abdillah,
“Kur’ân’ı kendi re’yi ile tefsir eden kişi, isabet etse dahi ecir alamaz, hata ederse
günahı boynunadır” demiştir. Đmam Ebu Ca’fer’e göre, kişi bildiği konularda
konuşmalı, bilmediği konularda “Allahu a’lem/Allah daha iyi bilir” demelidir. Öyle
ki, kişi delil getirdiği âyetle semanın ve arzın en uzağına düşebilecektir.396 Đmam Ebu
Ca’fer, te’vîlin gerçekleşeni olduğu gibi henüz gerçekleşmeyeninin de bulunduğunu,
Kur’ân’ın, güneşin ve ayın akıp gittiği gibi akıp gittiğini, her ne zaman ondan bir şey
gelse “onun te’vîlini ancak Allah ve ilimde rasih olanlar bilir”397 âyetindeki
durumun gerçekleştiğini ve onu imamların bildiğini söylemektedir.398 Đmamların
sözlerinde, tefsirin kişisel görüşün sergileneceği bir alan olmadığına, delil getiren
kişinin kendi şahsî görüşüyle getirdiği delili zanna dayandırdığına ve yapılan işin
yanlışlığına işaret edilmektedir. Hatta konu, çok daha ileri boyuta taşınmakta, imam
Ebu Abdillah’tan naklen küfürle ilişkilendirilmektedir: Đki şahıs arasında kendi re’yi
ile hüküm veren kişi ile herhangi bir âyeti kendi re’yi ile tefsir eden kişi küfre
düşmüştür. ()فقد كفر.399 Böylece Kur’ân’ın re’y ile tefsirinin kesinlikle yasaklandığı;
tefsir için ise, imamların bilgisine başvurulması gerektiği nihai bir vurguyla
anlatılmaktadır.
396
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 29.
397
Âl-i Đmrân,3/7.
398
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 22-23.
399
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 29-30.
400
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 30.
192
401
AYYÂŞÎ, Tefsîr, I, 18.
402
Şi‘a’nın söz konusu öznel düşüncelerini ortaya koyan (Şiî tefsir mukaddimelerinde de yer alan)
Kur’ân’a yaklaşımları, “Anlam yönünden Tahrif” başlığı altında şu kategorilere ayrılmıştır: 1-
Bâzı âyetlerin Şi‘a’yı övecek şekilde yorumlanması, 2- Hz. Ali’nin nasb edilmesi ve O’nun
fazileti, 3- On iki imamın tayini, bunların ve Ehl-i Beyt’in faziletleri, 4- Ricat’in olacağına dair
Kur’ân’dan delil çıkarılması, 5- Bazı kişileri övecek bazılarını da yerecek te’villere gidilmesi. Bkz.
KARATAŞ, Kur’an Tarihi, s.93-115.
403
Kur’ân hakkında mücadelenin küfür olduğuna dair bkz. HEREVÎ, Abdullah, Zemmu’l-Kelâm ve
Ehlihi, Mektebetu’l-Gurabâi’l-Eseriyye, I. Baskı, Medine, 1419/1998, II, 53-117.
193
dayalıdır. Allah’ın dininde zan üzere konuşmak ise, Allah’a karşı bilmediği bir
hususta konuşmaktır. Bunu da Allah, kitabında kullarına yasaklamıştır: ربي َ إنما َ ﱠ
حرم َ ﱢ ُْ
َ قل ِ ﱠ
تقولوا ً َ ْ ُ به
ْ َ َ سلطانا
ُ ُ َ وأن ِ تشركوا ِ ﱠ
ْ با َما َ ْلم ُ َ ﱢ
ِ ِ ينزل ُ ِ ْ ُ وأن بغير ْ َ ﱢ
ْ َ َ الحق َ ْ َ ْ َ واإلثم
ِ ْ َ ِ والبغي َ ْ ِ ْ َ بطن
َ َ َ وما َ ْ ِ ظھر
َ َ منھا َ ِ ََْ
َ َ َ الفواحش َما
تعلمون على ﱠ
َ ُ َ ْ َ ﷲِ َما َال َ َ / “De ki: ‘Rabbim ancak açığıyla gizlisiyle bütün kötülükleri,
günahı, haksız yere sınırı aşmayı, hiçbir zaman delil indirmediği bir şeyi Allah’a
şirk koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram
kılmıştır’”.404 Nassa dayandırmadan Kur’ân’ı te’vîl eden kişi, Allah’ın hiçbir bilgi
vermediği konularda bilgisizce konuşmuş olmaktadır. Her ne kadar verilen mânâlar
Allah’ın muradına tevafük etse de, neticede yapılan şey, nehyedilen, sakındırılan,
günah bir fiildir.405
404
A’râf,7/33.
405
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 55-56.
406
KOÇ, Erken Dönem Tefsir Faaliyetleri, s.89.
407
Nitekim Taberî’nin tefsirinde kullandığı Kur’ân’ı anlama yöntemi çerçevesinde onun çok sayıda
tercihte bulunduğu ortaya konulmuş ve tefsir hakkındaki “rivayet tefsiri” şeklindeki
değerlendirmenin yerinde olmadığı, tefsirin “dirayet” tefsirleri içinde mütalaa edilmesi gerektiği
ifade edilmiştir. Bkz. AYDIN, Taberî’nin Kur’an’ı Yorumlama Yöntemi, s.169.
408
Nitekim Taberî, النھي عن القول في تأويل القرآن بالرأيbaşlığını atmıştır. Bkz. Câmiu’l-Beyân, I, 54.
194
arasında bir ayırıma gidilmiş olabilir. Şöyle ki: Te’vîlin yönü daha çok re’ye dönük
iken tefsirin yönü ise rivayete dönüktür. Te’vîl, re’yi temsil ederken; tefsir, rivayeti
temsil etmektedir. Yani re’y bir kutupta, tefsir ise bir diğer kutuptadır. Her iki kutup
bir araya gelemeyeceğinden ikisini bir araya getirmeye çalışanlar, zorlama bir iş
yapmış demektir. Dolayısıyla Kur’ân’ı kendi şahsi görüşüyle açıklayan kişi, iki farklı
uçları bir araya getirmiş olacaktır. Bu da yasaklanmıştır. Yani şahsi görüşün (re’y)
geçerli olmadığı bir alanda (tefsirde) söz söyleme durumu ortaya çıkmaktadır. Đşte
Kur’ân’ı “re’y ile tefsir etmek” ifadesinde böyle bir tezat söz konusu olabilecektir.
Te’vîlin re’ye bakan yönü daha ağır basmaktadır. Te’vîlin kazandığı sonraki anlama
göre, “te’vîl etmek”, zaten içinde şahsi görüşü barındırmaktadır. Dolayısıyla “re’y ile
te’vîl etmek” ifadesinde re’y, bir ziyadelik oluşturacaktır. Biz bu kadar bilgiyi
vermekle yetiniyor ve konu hakkında detaylı incelemeyi mukayese kısmına
bırakıyoruz.
A- Metodolojik Açıdan
Kanaatimizce her iki hususun tespit edilmesi, dörtlü tasnif ile tefsir
metotlarının metodolojik temelinin de ortaya konulmasını sağlayacaktır.
409
Konuya ilişkin ayrıca bir çalışma için bkz. Jane Dammen MCAULLĐFFE, “Quranic
Hermeneutics: The Views of al-Tabari and Ibn Kathir”, Approaches to the Hıstory of
Interpretation of the Qur’an, (Ed: A. Rippin), Clarendon Press, Oxford, 1988, s.46-62.
410
MUHÂSĐBÎ, el-Akl ve Fehmü’l-Kur’ân, s.300.
196
tilavet; bâtın, te’vîl; matla’, azgınlık ve taşkınlık gibi sebeplerle sınırı aşmak - مجاوزة
حدھا-; hadd, kavrayışın son sınırı-منتھى فھمھا-) Kur’ân ile hemhal olunması gerektiğine
dikkat çekmektedir. Âyetleri anlama ve gereğince amel etme konusunda, burasının
Kur’ân’ı okuyan, tefsirini bilen ve anlama konusunda son sınıra ulaşanlar ile bu
vasıflara sahip olmayan kişiler arasında bir ayırım noktası olduğuna işaret eden
Muhâsibî, işte bütün bu izahlardan sonra Đbn Abbas’tan naklen tefsirin dörtlü
tasnifine yer vermektedir.411
Burada konumuz açısından öne çıkan husus, Muhâsibî’nin bir kısım âyetlerin
bilinebilmesinin ancak “Kur’ân”, “Sünnet”, “Đcma” şeklinde özetleyebileceğimiz
kaynaklar yardımı ile mümkün olacağını söylemesi ve müteakiben de tefsirin dörtlü
tasnifine yer vermesidir. Yine Muhâsibî’nin bütün bunları mukaddimelerle aynı
bağlamda (muhkem-müteşâbih) zikretmiş olmasıdır.
411
Kur’ân dört vecih üzere indirilmiştir: 1- Herkesin bilmesi gereken helal-haram, 2- Đlim sahiplerinin
bildiği tefsir, 3- Yalnız Arapların bildiği Arapça, 4- Sadece Allah’ın bildiği te’vîl. (MUHÂSĐBÎ,
el-Akl ve Fehmü’l-Kur’ân, s.301-302).
412
MUHÂSĐBÎ, el-Akl ve Fehmü’l-Kur’ân, s.302vd.
413
MÂVERDÎ, en-Nuketu ve’l-Uyûn, I, 21.
197
duyulduğunu söylemekte, re’y ile tefsiri yasaklayan hadisi “delilde hataya düşmek”
şeklinde açıklayarak Kur’ân’ın tefsiri yapılırken en güzel mânâya hamledilmesi
(vucûh) gerektiğini bir başka hadisten ()القرآن ذلول ذو وجوه فاحملوه علي أحسن وجوھه414
delil getirmektedir. Kur’ân’dan mânâ istinbâtının gerekliliğine vurgu yapan Mâverdî,
bundan sonra bu konuda içtihadın caiz olduğunu esas almakta ve Đbn Abbas’ın tefsiri
dört kısma ayırdığını zikretmektedir. Bunun doğru bir tasnif olduğunu söyleyen
Mâverdî, tasnifteki her bir maddeyi izah etmektedir.415
Birincisi, Gaybî olaylar gibi içtihada yer olmayan Allah’ın ilmini kendine has
kıldığı tefsirdir: Bunlar tevkîfîdir; ya Kur’ân ile ya Hz. Peygamber’den gelen bir
beyân ile ya da te’vîlinde ittifak edilen icma ile bilinebilir. Eğer hakkında bir
tevkîfîlik yok ise, bilinmelidir ki, Allah onun ilmini kendine has kılmıştır.
414
Rivayet için bkz. DÂRAKUTNÎ, Sunen, IV, 145; MUTTAKÎ HĐNDÎ, Kenzu’l-Ummâl, 2469;
TABRESÎ, Mecmau’l-Beyân, I, 13.
415
MÂVERDÎ, en-Nuketu ve’l-Uyûn, I, 33-36.
416
MÂVERDÎ, en-Nuketu ve’l-Uyûn, I, 36-38.
198
Mâverdî’nin söz konusu izahları tetkik edildiğinde, onun aslında “usûl”ü dile
getirdiği görülecektir. Zira Mâverdî, söze başlarken mânâsı kapalı olan âyetlerin
ancak nakil ve içtihat yoluyla bilinebileceğini belirtirken, tefsir metotlarını da
göstermiş olmaktadır. Tasnifin birinci maddesi kapsamına giren gaybî olaylar gibi
ilmini sadece Allah’ın bildiği tefsirin bilinme yollarını ifade ederken de, bunları
“Kur’ân”, “Hz. Peygamber’in beyânı” ve “icma” şeklinde sıralamaktadır. Yine
tasnifin içtihadı içeren son maddesi de, tefsirde içtihadın özellikle lafız-mânâ ilişkisi
ekseninde belli bir usûle göre yapılacağını ifade etmektedir. Mâverdî’nin
mukaddimede dile getirdiği görüşler, bazı kaynaklarda özetlenmiş,418 bazı
kaynaklarda ise genişletilmiştir. Onun izahlarını genişleten isimlerden birisi,
Zerkeşî’dir.
Zerkeşî’ye geçmeden önce bir Tefsir Usûlü yazarı olan419 Đbn Teymiyye’nin
Mukaddime fî Usûli’t-Tefsîr adlı eserindeki tasnifin ele alınış tarzını inceleyebiliriz.
Konuyla ilgili öne çıkan husus, eserin, Taberî tefsir mukaddimesinden naklen Đbn
Abbas’tan gelen tasnif ile sona ermesidir. Đbn Teymiyye’nin eserini yazma gayesi
(Kur’ân’ın anlaşılmasına, tefsir ve mânâsının kavranmasına… yardımcı olan küllî
kâideleri içermesi) ve eserinde tefsir metotlarını izah etmesi göz önüne alındığında,
tasnifin metodolojik bağlamdaki yeri ortaya çıkmış olmaktadır.
417
MÂVERDÎ, en-Nuketu ve’l-Uyûn, I, 38-40.
418
Mesela Ömer Nesefî, Mâverdî tefsir mukaddimesindeki konuyla ilgili beyânları özetlemiştir. Bkz.
ASLANTÜRK, Ebû Hafs Ömer en-Nesefi’nin (ö.537-1142) “et-Teysîr fi’t-Tefsîr” Adlı
Eserinin Tahlili ve el-Bakara Sûresinin Tenkidli Neşri, Doktora Tezi (Danışman: Suat
Yıldırım), M.Ü.S.B.E., Đstanbul, 1995, s.5. (Arapça Metin).
419
KOÇ, Erken Dönem Tefsir Faaliyetleri, s.109.
199
anlatılmakta; bir yerde kısa geçilen nokta, bir başka yerde uzatılmaktadır. Eğer
Kur’ân’da bulunmazsa ondan sonra Sünnet’e başvurulur. Çünkü Sünnet, Kur’ân’ın
şârihi ve açıklayıcısıdır. Âyete göre420 Sünnet, Kur’ân’ın açıklayıcısı durumundadır.
Eğer Sünnet’te bulunmazsa, Sahâbe kavline müracaat edilir. Çünkü Sahâbe, vahyin
tanığı ve iyi bir anlayış sahibi olduklarından daha önceliklidirler. Eğer Sahâbe’de de
bulunmazsa istinbâta başvurulur. Kur’ân’ı mücerret re’y ile tefsir etmeye gelince, bu
yasaklanmıştır. Çünkü Sahâbe ve Tâbiûn tefsirinde de görüldüğü gibi selef,
bilmedikleri hususlarda Kur’ân’ı tefsir etmekten kaçınmışlardır. Bu yasak, işin ehli
olan kişiler için geçerli değildir.421 Đbn Teymiyye, bütün bu açıklamaları yaptıktan
sonra eserini Taberî mukaddimesinden naklen Đbn Abbas’tan gelen tefsirin dörtlü
tasnifiyle bitirmektedir.422
420
Nahl,16/64.
421
ĐBN TEYMĐYYE, Mukaddime, s.93vd.
422
ĐBN TEYMĐYYE, Mukaddime, s.115.
423
CERRAHOĞLU, Tefsir Tarihi, II, 208.
424
ĐBN KESÎR, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 1412/1992, I, 7-8. Aynı şekilde
Bikâî, isim vererek Taberî mukaddimesindeki tasnifi zikretmektedir. Bkz. Nazmu’d-Durer, I, 4-5.
200
Bütün bu tarihsel süreci gözden geçirirsek, konu ile ilgili izahların genellikle
Taberî’ye dayandığını söyleyebiliriz. Taberî’yi Mâverdî izlemiştir. Mâverdî, tasnifi
doğru bulduğunu belirtmiş, onun bu sözünü Zerkeşî teyit etmiş ve açıklamaları
genişletmiştir. Böylece ortaya çıkmaktadır ki erken dönem tefsir mukaddimelerinde
yer alan tasnif, sonraki dönemlerdeki metodolojik yorumlar için önemli bir veri
niteliğindedir. Bir anlamda tasnif, tefsir metotlarının başka ifade tarzını
oluşturmaktadır.
425
Buna göre birinci maddedeki tefsirde, dil ve i’rab hususunda uzman olmayan kişi, Kur’ân’dan
hiçbir şeyi tefsir etmeyi hak etmemekte, dilde bazı hususların bilinmesi ise yeterli olmamaktadır.
Đkinci kısımda (cehaleti mazur görülmeyen), hüküm ya da tevhit içeren naslardaki lafızların
zihinde akla ilk gelen anlamları söz konusudur. Her lafız, açık seçik tek bir mânâ ifade eder. Kişi
bilir ki bu kesin anlam, Allah’ın muradıdır. Bu kısımda ihtilaf ve yorum karmaşası yoktur. Kişi,
ُﷲفاعلم َ ﱠانهُ ۤال ِ ٰالهَ ِاالﱠ ﱠ
ْ َ ْ َ âyetinde (Muhammed,47/19) geldiği gibi “ ”الve االgibi bazı edatların ne anlama
geldiğini bilmese de tevhidi bilir. Yine namaz ve zekât gibi emir içeren ve herkesçe malum olan
âyetler hakkında cehaletini öne süremez. Üçüncü kısmın tefsirini ise, sadece Allah bilir. Bunlar,
kıyamet saati, yağmurun yağması, ruh, hurûf-ı mukattaa gibi gayb ile ilgili âyetlerdir. Kur’ân’daki
bu tür müteşâbih âyetler için içtihada yol yoktur. Bunlar ancak şu üç yolla bilinir: Ya Kur’ân’la, ya
Hz. Peygamberin beyânıyla ya da icma ile. Eğer bir âyet hakkında bu üçünden birisi yoksa
bilinmelidir ki, Allah, o âyetin ilmini kendine has kılmıştır. Dördüncü kısım ise, ulemanın
içtihadına yöneliktir. Te’vîlin ön plana çıktığı bu kısım, dilbilimsel tefsiri içerir. (ZERKEŞÎ, el-
Burhân, II, 164-166).
426
Bkz. ZERKEŞÎ, el-Burhân, II, 173vd.
427
ZERKEŞÎ, el-Burhân, II, 175-176. Yine SUYUTÎ, el-Đtkân, II, 225.
428
ZERKÂNÎ, Menâhil, II, 13-14.
201
O halde gerek Âl-i Đmrân sûresinin yedinci âyeti gerekse âyetin tefsiri
bağlamında yer verilen tasnif ile tefsir metotları arasında bir irtibâtın varlığı açıkça
ortaya çıkmaktadır. Bir başka deyişle tefsirin dörtlü tasnifinin merkezinde muhkem-
müteşâbih ayırımı yatmakta, dolayısıyla da Âl-i Đmrân sûresinin yedinci âyeti yer
almaktadır. Neticede tefsirdeki metodolojik sıralama, Kur’ân’ın Kur’ân’la, Sünnet’le,
Sahâbe ve Tâbiûn kavilleriyle tefsir edilmesi şeklindedir. Bundan sonra ise Kur’ân’ın
re’y ile tefsirinin nasıl olması gerektiği meselesi gelmektedir.
429
ELMALILI, Hak Dini Kur’an Dili, II, 1039.
430
Kur’ân’ın re’y ile tefsiri meselesiyle ilgili rivayetlerin geçtiği kaynaklara ilişkin bilgi için bkz.
Kadir GÜRLER, “Kur’ân’ın Re’y ile Tefsirini Yasaklayan Rivayetlere Eleştirel Bir Yaklaşım”,
Gazi Üniversitesi Çorum Đlahiyat Fakültesi Dergisi, 2004/1, c.III, Sayı:5, s.17-18.
202
Kaynaklarda re’y ile tefsire ilişkin -yukarıda ele aldığımız konunun devamı
olarak- sözün söylendiği bağlam da oldukça mühimdir. Zira kaynaklarda genellikle
dörtlü tasnif ile re’y hadisi peş peşe zikredilmekte veya birbiriyle irtibatlı yorumlar
yapılmaktadır.431
431
Hadis ile ilgili yorumlara “eğer sahih ise” diyerek başlandığını belirtmek gerekmektedir. Kur’ân’ın
re’y ile tefsirini yasaklayan rivayetlerin nakil geleneğine dayalı tefsir anlayışından re’ye dayalı
tefsir girişimleri sürecinde ortaya çıkan tartışmaların rivayet formundaki yansımaları ve Sahâbe’ye
(Đbn Abbas) ait bir sözün hadis formuna sokulmasına ilişkin değerlendirmeler için bkz. GÜRLER,
a.g.m., s.17-46.
432
TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, I, 54-56.
433
AYDIN, Taberî’nin Kur’an’ı Yorumlama Yöntemi, s.82.
434
Bakara,2/169; Nahl,16/44; Đsrâ,17/36. Re’y ile tefsir konusunda benzer âyetleri delil
getirilenlerden birisi, Zerkeşî’nin de başvurduğu isimler arasında yer alan Beyhakî’dir. Bkz.
Şuabu’l-Đmân, (Thk. M. Said Zağlûl), Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, I. Baskı, Beyrut, 1410/1990, II,
422-423.
203
bir esasa (asl) dayanmadan içtihat ile tefsir edilmesinin caiz olmadığını
belirtmektedir. 435
435
ZERKEŞÎ, el-Burhân, II, 161.
436
Beyhakî, Kur’ân hakkında kendi görüşüyle söz söyleyen kişinin isabet etse dahi hata edeceğini
belirten hadisi, sahih olması halinde, izlenen yolda hata edilmesi ( )أخطأ الطريقşeklinde izah
etmektedir. Takip edilecek yol ise, lafızların tefsirinde dilbilimcilere, yine nâsih-mensûha, sebeb-i
nüzûle, âyetlerin nüzûlüne şahit olan Sahâbe’nin tefsirine Kur’ân’ı tefsir eden Hz. Peygamber’in
Sünneti’ne (hadislere) başvurmaktır. Hz. Peygamber’den Kur’ân’ı tefsir eden bir rivayet gelmişse
bununla yetinilir; şâyet gelmemişse, bu durumda Hz. Peygamber’in tefsir etmediği âyetleri istidlal
yoluyla tefsir eden ilim ehlinin fikrine müracaat edilir. Bkz. ZERKEŞÎ, el-Burhân, II, 161-162.
Beyhakî, bir başka eserinde de “Zan ile Tefsirin Terk Edilmesi” başlığı altında konuya
değinmektedir Bkz. Şuabu’l-Đmân, II, 422-423.
437
Mâverdî, tefsirinin mukaddimesinde, bazı ihtiyat sahibi ilim erbabının, “Kur’ân’ı kendi görüşüyle
tefsir eden kimse, isabet etse dahi hata eder” hadisini zâhirine hamlettiklerini ve kendi
içtihatlarıyla delil olsa dahi Kur’ân’ın mânâlarını istinbâttan kaçındıklarını söylemektedir. Ona
göre böyle bir tutum, Kur’ân’ı tefsir edip hüküm çıkarmaktan uzaklaşmaktır. Çünkü Allah
istinbâta teşvik etmiştir (Nisâ,4/83). Şâyet aksine yaklaşımda bulunanların dedikleri doğru olsa, o
zaman Allah’ın kelamı, anlaşılmaz, hitabından maksat bilinmez, çözülmesi zor bilmece gibi
olacaktır. O halde, eğer sahih ise hadisin anlamı, Kur’ân’ı re’yi ile tefsir eden kimse, lafzından
başka bir şeye müracaat etmese, doğru bir tefsir yapmış olsa da delilde hata etmiştir. Çünkü böyle
yapan kişi, verdiği mânâya şahit getirmemiştir. (en-Nuketu ve’l-Uyûn, I, 34-35).
438
Ebu’l-Leys, nehyin Kur’ân’ın tümüyle değil müteşâbihleriyle ilgili olduğunu ifade etmektedir.
(ZERKEŞÎ, el-Burhân, II, 163-164).
439
Râgıb, her ilim sahibinin Kur’ân’ın tefsirini bilip bilemeyeceği hususundaki ihtilafı dile
getirmektedir. (ZERKEŞÎ, el-Burhân, II, 164).
440
Birincisi, müfessirin Arap dilini mükemmelen bilmesini gerektiren lafzın tefsiridir. Đkincisi, iki
mânâsı olan lafzın, muhtemel mânâlardan birine hamledilmesi için yapılan tefsirdir. Bunun için
müfessirin farklı ilim dallarını bilmesi, Arap diline tam olarak vakıf olması gerekmektedir. Ayrıca
Usûl (Fıkıh Usûlü) ilmine (emir-nehiy ve sigaları, mücmel-mübeyyen, umum-husus, mutlak-
mukayyed, muhkem-müteşâbih, hakikat-mecâz…) ve Füru’ (Fıkıh) ilmine de ihtiyaç duymaktadır.
(ZERKEŞÎ, el-Burhân, II, 168).
204
441
SUYUTÎ, el-Đtkân, II, 225-233.
442
Đbnu’n-Nakîb, re’y tefsirini beş kısma ayırmaktadır: 1- Gerekli ilimlere dayanmayan tefsir. 2-
Allah’tan başkasının bilmediği müteşâbihlerin tefsiri. 3- Batıl (Fâsid) mezhep asıl alınarak yapılan
tefsir. 4- Hiçbir delil olmadan ‘Allah’ın muradı budur’ şeklinde yapılan nihâî tefsir. 5- Şahsi arzu
ve isteğe göre yapılan tefsir. (SUYUTÎ, el-Đtkân, II, 234).
443
Đbnu’n-Nakîb, Kur’ân ilimlerini üç kısma ayırmaktadır: 1- Allah’ın hiçbir kula bahşetmediği
ilimler. 2- Kur’ân’daki bazı sırlar kâbilinden sadece Hz. Peygamber’i muttali kıldığı ilimler. 3-
Kur’ân’ın açık ve gizli mânâlarından, Allah’ın Rasulüne öğrettiği Rasulünden de öğretmesini
emrettiği ilimler. (SUYUTÎ, el-Đtkân, II, 234).
444
Mukaddimetu Đbn Atiyye, s.263. Ebu Hayyân da, tefsirinin mukaddimesinde, Đbn Atiyye’nin
görüşlerini tekrarlamaktadır. Bkz. el-Bahru’l-Muhît, I, 25.
205
Kur’ân’ın re’y ile tefsir edilmesini yasaklayan hadislere yer vermekte bunlara ilişkin
değerlendirmelere geçmektedir. Bu sebeple onun açıklamalarına ayrıntılı olarak
bakabiliriz. Öncelikle Kurtubî, Ebu Bekr Đbnu’l-Enbârî (ö.328/940) ve Đbn
Atiyye’nin hadislere getirdikleri izahlara yer vermektedir. Onların konuya ilişkin
Kur’ân hakkında hiçbir usûle dayanmadan bile bile yanlış yorum yapılmasına karşı
yaklaşımlarını doğru bulan Kurtubî, genel tercihin bu yönde olduğunu
445
söylemektedir. Hatta Kurtubî, aklına ilk gelen ve usûle dayanmadan hiçbir istidlal
yapılmadan vehm ürünü görüş beyân edenin hatalı ()مخطئ, aksine muhkem olan
ّ
ittifak edilen usûle (المتفق )األصول المحكمةhamlederek mânâ istinbat edenin övgüye
layık ( )ممدوحolduğunu da belirtmektedir. Kurtubî, tefsirin sadece nakle dayandığını
söyleyen ve Kur’ân’dan mânâ istinbatına karşı çıkanların görüşlerini de eleştirmekte
ve konuyu Sahâbe tefsirini örnek vererek savunmaktadır. Kurtubî’ye göre hadisteki
nehiy, iki anlamdan birine hamledilmiştir:
Birincisi, kişinin bir görüşe sahip olması ve ona meyletmesi neticesinde kendi
amacını doğrulatmak üzere delil getirmek için Kur’ân’ı kendi re’y ve hevasına göre
te’vîl etmesidir. Kur’ân’ın bu şekilde te’vîl edilmesi, şunlarla gerçekleştirilebilir: a-
Đlim: Kişi, Kur’ân’ı bile bile te’vil edebilir. Kendi bidatlerini doğrulatmak için bazı
âyetleri delil getirmesi gibi, kişi, aslında âyetten muradın öyle olmadığını bilir. Fakat
onun maksadı, düşmanına karşı üstünlük sağlamaktır. b- Cehalet: Cehaletle
gerçekleştirilen tefsirde, kişi, muhtemel mânâlara gelen bir âyette, anlayışını
maksadına uygun anlama yöneltir ve tercihini kendi görüşünden yana yapar. Böylece
kendi re’yi ile tefsir etmiş olur. Kişinin şahsi görüşü olmasa, tercihi de olmayacaktır.
c- Doğru Bir Niyet: Doğru bir niyetle gerçekleştirilen tefsirde, kişi, görüşü için
Kur’ân’dan bir delil arar ve kendisiyle murat edilen şeyin ne olduğunu bilerek o delil
üzerinde istidlal eder. Bunun örneği katı kalple mücadele etmek isteyen kişinin,
َ َ ُفرعون ِ ﱠإنه
kalbini kastederek طغى ْ َ ْ /“Firavun’a git. Çünkü o pek azmıştır”446
َ ْ َ ْ ِ اذھب ِ َإلى
âyetini okumasıdır. Yasak olan bu tür tefsir, bazı vaizler tarafından doğru bir
maksatla sözü güzelleştirmek ve dinleyiciyi uyarmak için kullanılabilmektedir.
Bazen bu tür tefsir, insanları ayartma ve ideolojik mezheplere davet gibi başka
445
KURTUBÎ, el-Câmi’, I, 32.
446
Tâhâ,20/24.
206
hesaplar için kullanabilmekte; Kur’ân, bile bile şahsî görüş ve mezhep düşüncesi
seviyesine indirgenebilmektedir.447
447
KURTUBÎ, el-Câmi’, I, 33-34.
448
Đsrâ,17/59.
449
KURTUBÎ, el-Câmi’, I, 33-34. Aynı görüşler için bkz. GAZZÂLÎ, Đhyâu Ulûmiddîn, I, 292.
Yine Gazzâlî’nin görüşleri başka tefsir mukaddimelerinde de özetlenmiştir. MEHÂĐMÎ, Tefsîru’l-
Kur’ân, I, 5; ŞEHÂTE, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Kerîm, Dâru Garîb, Kahire, ts., I, 7.
450
KÂZRÂNÎ, Mirâtu’l-Envâr ve Mişkâtu’l-Esrâr, s.13’den naklen ZEHEBÎ, et-Tefsîr ve’l-
Mufessirûn, II, 59-60.
451
FEYZU’L-KÂŞÂNÎ, Tefsîru’s-Sâfî, I, 8.
452
FEYZU’L-KÂŞÂNÎ, Tefsîru’s-Sâfî, I, 35-39.
207
Şu halde “re’y ile tefsir” ifadesine biri olumsuz diğeri olumlu olmak üzere iki
anlam yüklenmektedir. Re’y hadislerine yüklenen olumsuz anlamın kapsamına giren
hususlar üç kısımdır: Birincisi, tefsir ederken hatalı usûlün takip edilmesidir. Đkincisi,
araştırma ürünü olmayan ve usûle dayanmayan tefsir olması, yani Kur’ân’ın
mücerret re’y ile tefsir edilmesidir. Üçüncüsü, şahsi görüşleri doğrulatmak üzere
veya bile bile yanlış tefsir edilmesidir.
“Re’y ile tefsir” ifadesine yüklenen olumlu anlamın kapsamında ise, tefsirde
takip edilmesi gereken metotlar gösterilmekte hatta bunların sıralaması da
yapılmaktadır. Bu meyanda tefsirde takip edilmesi gereken usûlde, sadece nakil değil
naklin yanı sıra mânâ istinbâtının gerçekleşmesi için içtihada başvurmanın da zaruri
olduğu izahlara yansımaktadır.
Netice olarak, Taberî’nin söz konu dörtlü tefsir tasnifi kapsamında yer verdiği
re’y ile tefsir meselesi, sonraki dönemde (Mâverdî, Beyhakî, Đbn Atiyye, Kurtubî,
Zerkeşî, Suyutî, Âlûsî gibi) bir bakıma tefsirde takip edilmesi gereken usûle dair
açıklamaları içermektedir. Diğer bir deyişle sadece re’y ile tefsirin ne olduğu ve
hangi hususların re’y tefsiri kapsamına dâhil edildiği anlatılmamakta; re’y ile tefsirin
karşısında metodolojik izahlar da yapılmaktadır.
B- Đçerik Açısından
453
ÂLÛSÎ, Rûhu’l-Meânî, I, 15-18.
454
Ayrıca bkz. SEMERKANDÎ, Tefsîr, I, 12; BAGAVÎ, Tefsîr, I, 45-46; TABRESÎ, Mecmau’l-
Beyân, I, 7; ŞEHRĐSTÂNÎ, Muhammed Abdulkerîm, Mefâtîhu’l-Esrâr ve Mesâbîhu’l-Ebrâr,
(Yazma nüshadan tıpkıbasım), Merkez-i Đntişâr-ı Nüsha Hattî, Tahran, 1399/1988, I, vrk.25a-25b;
HÂZĐN, Tefsir, I, 6; MEHÂĐMÎ, Tefsîru’l-Kur’ân, I, 5-6; KÂFĐYECÎ, et-Teysîr, s.6-9; ĐBN
KESÎR, Tefsîr, I, 6; CENABEZÎ Sultan Muhammed, Beyânu’s-Saâde fî Makâmâti’l-Đbâdeh,
Muessesetu’a’lemi li’l-Matbûât, II. Baskı, Beyrut, 1408/1988, I, 15-16; ĐBN ÂŞÛR, et-Tahrîr
ve’t-Tenvîr, I, 28-38.
208
455
Burada erken dönemden itibaren Kur’ân ilimleri alanına dâhil olan esbâb-ı nüzûl, nâsih-mensûh,
muhkem-müteşâbih, Mekkî-Medenî gibi konulardaki müstakil eserlerin varlığını hatırlayabiliriz.
Fakat bunları incelemek, çalışmamızın sınırlarını aşacaktır.
456
Đbn Vehb ve eserleri hakkında bilgi için bkz. Saffet KÖSE, “Đbn Vehb”, DĐA, Đstanbul, 1999, XX,
441-443.
457
ĐBN VEHB, Abdullah, el-Câmi’ [fî Ulûmi’l-Kurân] (el-Câmi’: Die Koranwissensechaften),
(Thk. ve Nşr. Miklos Muranyi), Otto Harrassowitz, Wiesbaden, 1992. Kitabın tanıtımı için bkz.
Ahmet TÜRKER, “Kitap Tanıtımı” Đslâmî Araştırmalar Dergisi, c.9, Sayı:1-4, Ankara, 1996,
s.301-302.
458
1-ترغيب القرآن, 2- في العربية بالقرآن, 3-في اختالف حروف القرآن, 4-كتاب الناسخ والمنسوخ, 5- الناسخ من القرآن,
6-السجود, 7- في سجود القرآن.
459
Đsmail ÇALIŞKAN, “Tefsîr Usûlünün Đlk Kaynakları Üzerine Bir Tetkik -Abdullah b. Vehb
(ö.197/812) ve Muhâsibî (ö.243/857) Örneği”, Tarihte ve Günümüzde Kur’ân Đlimleri ve Tefsir
Usûlü (Kur’ân ve Tefsir Araştırmaları Yaz Akademisi Tebliğ Kitapçığı), s.165.
209
2- Muhâsibî’nin Fehmu’l-Kur’ân’ı
460
Bkz. ĐBN VEHB, el-Câmi’, s.3vd. Eserdeki Tefsir Usûlü verilerinin tasnif ve değerlendirmesi
hakkında bkz. ÇALIŞKAN, “Tefsîr Usûlünün Đlk Kaynakları Üzerine Bir Tetkik”, s.163-165.
461
ĐBN VEHB, el-Câmi’, s.10, 36.
462
ĐBN VEHB, el-Câmi’, s.24, 27.
463
Adil ÖKSÜZ, Tefsir Usûlü Açısından Hâris el-Muhâsibî’nin Fehmü’l-Kur’ân’ı,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi (Danışman: Suat Yıldırım), SA.Ü.S.B.E., Sakarya, 1996, s.1.
464
TURGUT, Tefsir Usûlü ve Kaynakları, s.13; M. SAFÂ’, Ulûmu’l-Kur’ân, I, 161-163.
465
ÇALIŞKAN, Siyasal Tefsirin Oluşum Süreci, s.125.
210
gibi konularda Ehl-i Sünnet çizgisindeki izahlarıyla Mu’tezile’ye karşı ciddi tavır
alması,466 eserin içeriğine de yansımaktadır.
466
MUHÂSĐBÎ, el-Akl ve Fehmü’l-Kur’an, s.327-328.
467
Bkz. MUHÂSĐBÎ, el-Akl ve Fehmü’l-Kur’an, s.257-409. Bu konuda inceleme için ÖKSÜZ,
Tefsir Usûlü Açısından Hâris el-Muhâsibî’nin Fehmü’l-Kur’ân’ı, s.30vd.; ÇALIŞKAN,
“Tefsîr Usûlünün Đlk Kaynakları Üzerine Bir Tetkik”, s.167-169.
211
468
KĐRĐŞ, er-Râğıb el-Đsfahânî’nin Mukaddimetü’t-Tefsîr Adlı Eseri, s.1.
469
KĐRĐŞ, a.g.e., s.54, 185.
470
Mukaddime’nin içeriği şöyledir: Müfred, mürekkeb, müşterek lafzın vasıfları, lafızdaki
müşterekliği ortaya çıkaran sebepler, muhatabın hitabın maksadını anlamasının önündeki engeller,
ihtilafları ortaya çıkaran ve şüpheleri artıran genel hususlar, Kur’ân’ın ihtiva ettiği kelâmın
kısımları, Kur’ân’ın beyân keyfiyyeti, te’vîl-tefsir arasındaki farklar, mânânın kendisiyle
açıklandığı vecihler, hakikat-mecâz, umum-husus, farklı bakış açılarına göre fâilin değişebilmesi,
zâhirde birbirine çelişkili gibi görünen lafızlar, Kur’ân’ın ilmî ve amelî hikmetlerin her birisini
ihtiva etmesi, Kur’ân’ın burhan ve delilleri ihtiva etmesi, dinler ekseninde hükümlerde neshin caiz
olup olmadığı hususlar, tefsirde nesh ile tahsis arasındaki farka duyulan ihtiyaç, Kur’ân’da te’vîlin
bilinmediği hususların olup olmaması, bazı âyetlerin müteşâbih kılınmasının hikmetleri, tefsir
ilminin üstünlüğü, müfessirin ihtiyaç duyduğu ilimler, tek bir ibarede iki farklı mânânın muradının
caiz olması ve Kur’ân’ın i’câzı. Bkz. RÂGIB ISFAHÂNÎ, Mukaddime, s.28vd. Mukaddime’de
yer alan konuların ayrıntılı incelemesi için bkz. KĐRĐŞ, a.g.e, s.77vd.
471
Mukaddime’de ana hatlarıyla şu konular ele alınmaktadır: Hz. Peygamber ve Sahâbe tefsiri, selefin
tefsirindeki ihtilafların mahiyeti ve sebepleri, çeşitli ekol ve metotların ortaya çıkmasıyla birlikte
tefsirde ihtilaf çeşitleri (nakle ve rivayete; istidlal/re’y metotlarına dayalı olarak), tefsirde doğru
yolun ne olduğu, Tâbiûn tefsiri. Bkz. ĐBN TEYMĐYYE, Mukaddime, s.33vd.
472
el-Burhân’ın muhtevası, ana hatlarıyla şöyledir: Sebeb-i nüzûl, âyetler ve sûreler arasındaki
münasebetler, fasılalar, vücûh ve nezâir, ilm-i müteşâbih, mübhemât, sûrelerin başlangıçları, sûre
sonları, mekkî-medenî, Kur’ân’ın nüzulüyle ilgili meseleler (ilk ve son inen âyetler, inzâl keyfiyeti
gibi), sûrelerin isimleri, Kur’ân’ın cem’i ve muhafazası ve sonraki nesillere nakliyle ilgili
meseleler, Kur’ân’ın dili, Kur’ân’ın kırâati, yazımı, faziletleri, okunuş keyfiyeti, hükümleri, nâsih-
mensûh, muhkem-müteşâbih, Kur’ân’ın i’câzı, Sünnet’in Kur’ân’a zıt düşmemesi, tefsir, hakikat-
mecâz, kinâye, üslubu’l-Kur’ân, edatlar. (ZERKEŞÎ, el-Burhân I, 22vd.).
473
DELĐSER, ez-Zerkeşî ve Kur’an Đlimlerindeki Yeri, s.211.
474
DELĐSER, ez-Zerkeşî ve Kur’an Đlimlerindeki Yeri, s.219. Eserin ihtiva ettiği konuların; Kur’ân
Metni, Tarih, Arap Dili, Anlama ve Kur’ân Eğitimi olmak üzere beş başlık altında bir incelemesi
için bkz. DELĐSER, ez-Zerkeşî ve Kur’an Đlimlerindeki Yeri, s.68vd.
212
475
SUYUTÎ, el-Đtkân, I, 4-8.
476
TURGUT, Tefsir Usûlü ve Kaynakları, s.23-43.
477
SUYUTÎ, el-Đtkân, I, 8.
478
el-Đtkân’ın konuları ana hatlarıyla şunlardır: Nüzûlü’l-Kur’ân (Mekkî-medenî, ilk ve son inen
âyetler, Kur’ân’ın indiriliş keyfiyeti…), Kur’ân’ın ve sûrelerin isimleri, Kur’ân’ın cem’i ve tertibi,
sûre âyet kelime ve harf sayıları, Kıraat (Âlî ve Nâzil Đsnatlar, raviler, vakf, imale, idgam gibi) ve
Kur’ân’ın tilavet adabı, Garîbu’l-Kur’ân, Kur’ân’ın dili, muarreb, vücûh ve nezâir, müfessirin
bilmeye muhtaç olduğu edatlar, i’rab, müfessirin bilmesi gereken kaideler, muhkem-müteşâbih,
takdim-tehir, umum-husus, mücmel-mübeyyen, nâsih-mensûh, muşkil, mutlak-mukayyed,
mantûk-mefhûm, Kur’ân’da hitap şekilleri, hakikat-mecâz, teşbih, istiâre, kinâye, ta’riz, hasr,
itnâb, haber, inşa, bedâiu’l-Kur’ân, âyet fasılaları, sûre başlangıç ve bitişleri, âyetler ve sûreler
arasındaki münasebetler, i’câzu’l-Kur’ân, isimler, künyeler, Kur’ân’dan istinbat edilen ilimler,
Fedâilü’l-Kur’ân, Kur’ân’ın hattı ve yazma adabı, Kur’ân’ın te’vili-tefsiri, tefsirin şartları,
garâibu’t-tefsîr ve müfessirler. (el-Đtkân, I, 8vd.).
479
Nüzûlü tekrar eden âyetler, nüzûlü hükmünden ya da hükmü nüzûlünden önce olan âyetler, parça
parça veya bütün olarak inen âyetler, meleklerin refakat edip (müşeyya’) etmediği âyetler, daha
önceki peygamberlere de indirilen ortak âyetler veya sadece Hz. Peygamber’e indirilen âyetler,
inzâl keyfiyyeti, mekkî-medenî, hadarî-seferî, nehârî-leylî, sayfî-şitâî, firâşî-nevmî, ardî-semâî vb.
ZERKEŞÎ, el-Burhân, I, 187-232; SUYUTÎ, el-Đtkân, I, 11-67.
213
konuları arasında yer almaktadır.480 Kur’ân’ın yedi harf üzere nüzûlü konusunda ise
mesela Kitâbu’l-Mebânî müellifi,481 Mâverdî,482 Bagavî,483 Đbn Atiyye,484 Kurtubî,485
Hâzin486 ve Âlûsî487 gibi müfessirler, mukaddimelerde geniş izahatta
bulunmuşlardır.488
480
Bkz. ZERKEŞÎ, el-Burhân I, 22-34; SUYUTÎ, el-Đtkân, I, 38-47; ZERKÂNÎ, Menâhil I, 107-
139.
481
Bkz. Mukaddimetân, s. 207-234.
482
Mâverdî, yedi harf konusunda ihtilafa dikkat çekmektedir. (en-Nuketu ve’l-Uyûn, I, 28-30).
483
BAGAVÎ, Meâlimu’t-Tenzîl, I, 46.
484
Đbn Atiyye de, yedi harf konusundaki ihtilafın derinliğine dikkat çekerek konuyu izah etmektedir.
Bkz. Mukaddimetân, s. 265-274.
485
KURTUBÎ, el-Câmi’, I, 41-49.
486
HÂZĐN, Tefsir, I, 2-15.
487
ÂLÛSÎ, Rûhu’l-Meânî, I, 9-58.
488
SUYUTÎ, el-Đtkân, I, 61-67. Ayrıca bkz. ZERKEŞÎ, el-Burhân, I, 211-227; ZERKÂNÎ, Menâhil,
I, 140-194; MENNÂU’L-KATTÂN, Mebâhis, s.156-185; SÂBÛNÎ, et-Tibyân, s.281-308.
489
ZERKEŞÎ, el-Burhân, I, 187-205.
490
SUYUTÎ, el-Đtkân, I, 11-24. Ayrıca Mukaddimetân, s.8-16; KURTUBÎ, el-Câmi’, I, 21, 61-62;
ĐBN CUZEYY, Teshîl, I, 8; ZERKÂNÎ, Menâhil I, 195-239.
491
Bkz. Mukaddimetân, s.17-171 ve s.274-276; ŞEHRĐSTÂNÎ, Mefâtîhu’l-Esrâr ve Mesâbîhu’l-
Ebrâr, I, Vrk.3a-6a; KURTUBÎ, el-Câmi’, I, 49-59; HÂZĐN, Tefsîr, I, 7-10; ĐBN CUZEYY,
Kitâbu’t-Teshîl, I, 6-7; ÂLÛSÎ, Rûhu’l-Meânî I, 40-49; Süleyman ATEŞ, Yüce Kur’ân’ın
Çağdaş Tefsîri, Yeni Ufuklar Neşriyat, Đstanbul, 1989, I, 5-40.
492
Bkz. ZERKEŞÎ, el-Burhân, I, 233-240; SUYUTÎ, el-Đtkân, I, 76-86; ZERKÂNÎ, Menâhil, I, 362-
409; SUBHĐ’S-SÂLĐH, Mebâhis, s.65-116; MENNÂU’L-KATTÂN, Mebâhis, s.118-138.
214
493
Bkz. ĐBN TEYMĐYYE, Mukaddime, s.33-115.
494
Bkz. RÂGIB ISFAHÂNÎ, Mukaddime, s.93-97; ZERKEŞÎ, el-Burhân, II, 3; SUYUTÎ, el-Đtkân,
II, 225-238.
495
Konuyla ilgili eserler hakkında bkz. ĐBNU’N-NEDÎM, el-Fihrist, s.56.
496
Sonraki dönemde muhkem-müteşâbih konusunda öne çıkan isimlerden birisi, Kadı Abdulcebbâr
(ö.414/1025)’dır. Kadı Abdulcebbâr, tefsirinin mukaddimesinde, mânâlarına vâkıf olunmadıkça ve
muhkem ile müteşâbih ayırt edilmedikçe Kur’ân’dan faydalanmanın mümkün olmadığına vurgu
yapmaktadır. Bkz. Tenzîhu’l-Kur’ân ani’l-Matâin, Dâru’n-Nehdati’l-Hadîse, Beyrut, ts., I, 7.
Ayrıca bkz. Mukaddimetân, s. 176-182; RÂGIB ISFAHÂNÎ, Mukaddime, s.89-90; ZERKEŞÎ,
el-Burhân, II, 68-77; SUYUTÎ, el-Đtkân, II, 3-17; ZERKÂNÎ, Menâhil, II, 288-324.
497
Tefsirin bazı yazmalarının başında bulunan mukaddimenin Mâturîdî’ye mi, Te’vîlât’ı şerh edene
mi, yoksa Mâturîdî mezhebinden birine mi ait olduğu tam olarak bilinememektedir. Bkz.
MÂTÜRÎDÎ, Ebû Mansûr, Te’vîlâtü’l-Kur’ân’dan Tercümeler, (Çev. Bekir Topaloğlu),
ĐEH&ĐMAV (Đmam Ebû Hanîfe ve Đmam Mâtürîdî Araştırma Vakfı), Đstanbul, 2003, s.3. Diğer
taraftan Suyutî, tefsir-te’vil ayırımına ilişkin Mâturîdî’den benzer görüşler nakletmektedir. (el-
Đtkân, 221). Bazı araştırmacılara göre de, tefsir-te’vil ayırımına işaret eden ilk şahsın imam
215
Mâturîdî olduğu tarihsel verilerle sabittir. Bkz. ÖZTÜRK, “Tefsir-Te’vil Karşıtlığının Tarihsel ve
Epistemolojik Kökeni”, s.79-80, 86.
498
Mâturîdî’ye göre tefsir, Kur’ân’ın hangi olay ve mevzu hakkında indiğini bilen ashaba; te’vîl ise
âyeti muhtemel mânâlara yönlendiren âlimlere aittir. (Te’vîlâtu’l-Kur’ân, Hacı Selim Ağa Ktp.
Arşiv No:1679, vrk.1a).
499
Mesela dilbilimcilerden Ebu Hilâl Askerî’nin tefsir ile te’vîl arasındaki farklara ilişkin yaptığı
açıklamalar için bkz. el-Furûku’l-Lugaviyye, s.70.
500
Bkz. Mukaddimetân, s.172-173.
501
RÂGIB ĐSFAHÂNÎ, Mukaddime, s.47-51.
502
Tefsir ile te’vil arasındaki farklar hakkında bkz. ZERKEŞÎ, el-Burhân, II, 147-153; SUYUTÎ, el-
Đtkân, 221-224; ELMALILI, Hak Dini Kur’an Dili, I, 27. Ayrıca CERRAHOĞLU, Tefsir
Usûlü, s.215; DEMĐRCĐ, a.g.e., s.88-89; GEZGĐN, Tefsirde Semantik Metod, s.86-87;
ÖZTÜRK, “Tefsir-Te’vil Karşıtlığının Tarihsel ve Epistemolojik Kökeni”, s.77-87.
503
Nesh, ıstılah olarak “Şer’i bir hükmün yine şer’i bir hükümle kaldırılmasıdır” şeklinde tarif
edilmiştir. Bkz. CURCÂNÎ, Kitâbu’t-Ta’rîfât, s.240; ZERKÂNÎ, Menâhil, II, 191. Nesh
kelimesinin etimolojisi, Semantik Analizi, ıstılahlaşma süreci ve Sahâbe’nin nesh anlayışı
konusunda bilgi için bkz. GEZGĐN, “Kur’ân’da “Nesh Problemi”ne Eleştirel Bir Bakış”, Đslâmî
Araştırmalar, c.14, Sayı:1, Ankara, 2001, s.51-52.
504
Sonraki tefsir kaynaklarında Kur’ân’da neshin üç çeşidinden bahsedilmektedir: 1- Tilâveti
mensûh, hükmü baki âyetler, 2- Hükmü mensûh, metni baki âyetler, 3- Hem hükmü hem de metni
mensûh âyetler. (ZERKEŞĐ, el-Burhân, II, 35-40; FÎRÛZÂBÂDÎ, Mecduddîn Muhammed,
Besâir Zevi’t-Temyîz fî Letâifi’l-Kitâbi’l-Azîz, el-Mektebetu’l-Ilmiyye, Beyrut, ts., I, 123-124;
SUYUTÎ, el-Đtkân, II, 28-33; ZERKÂNÎ, Menâhil, II, 231-234).
505
Mesela Taberî ile aynı dönem müfessirlerden Mu’tezili Ebû Müslim Đsfahânî (ö.322/934)’nin
Kur’ân’ın kendi bünyesi içinde neshin olmadığı görüşü, sonraki dönem kaynaklarında yer
almaktadır. Bkz. ZERKÂNÎ, Menâhil, II, 272. Nesh meselesinin on dört asırdan beri uzlaşmaz bir
tutum içerisinde sürekli olarak tartışıldığına dikkat çeken Zeki Duman, meselenin Kur’ân’a bakış
açısıyla ilgili olduğunu ve Kur’ân’a metodolojik yaklaşılmamasından kaynaklandığını ifade
etmektedir. Bkz. “Müzakereler-Kur’ân’da Nesh Konusuna Değişik Bir Yaklaşım”, Kur’ân ve
Tefsir Araştırmaları-III, s.396-397).
506
Bkz. ZERKEŞĐ, el-Burhân, II, 28-44; SUYUTÎ, el-Đtkân, II, 28-33; ZERKÂNÎ, Menâhil, II,
188-288.
216
konular, genelde aynı muhteva çerçevesine konabilecek nitelikte iken; özelde ise,
metodolojik birtakım verileri içinde barındırmaktadır. Netice olarak her ne kadar
mukaddimelerin/eserlerin yazılış amacını, rivayet, dirâyet, işârî, dilbilimsel… gibi
yaklaşımlar belirlese ve konuya yaklaşım tarzında -Şiî tefsir örneğinde olduğu gibi-
farklılık olsa da, söz konusu kaynakların genelinde, tefsir metodolojisinin alt yapısını
oluşturan bir muhtevanın bulunduğunu söyleyebiliriz.
217
SONUÇ
Tefsirde ilk mukaddime telifi, hicrî II. asra tekabül etmektedir. Söz konusu
asırda yaşayan Mukâtil’e ait tefsirin mukaddimesi, günümüze tam olarak ulaşan en
kadim tefsirin başında bulunması açısından kayda değer niteliktedir. Ancak sadece
Mukâtil’in görüşlerini içermeyen ve tefsirin ravilerine ait izler de taşıyan
mukaddimenin derleme şeklinde oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Aynı asırda yaşayan
Yahya b. Sellâm’ın tefsir mukaddimesi ise, günümüze tam olarak ulaşan en eski
Đbâdî tefsir vasfına sahip bulunan Huvvârî tefsirinin mukaddimesi vasıtasıyla
gelmektedir. Diğer bir deyişle, Huvvârî tefsirinin ana kaynağını, Yahya b. Sellâm
tefsiri oluşturmaktadır. Dolayısıyla Đbn Sellâm tefsirine ait bir mukaddime vardır.
Hatta muhtemeldir ki Đbn Sellâm’ın tefsiri, ilk müellif mukaddimesine sahiptir. Fakat
mukaddime dolaylı yoldan geldiği için, bunun ilk müellif mukaddimesi olup
olmadığını tam anlamıyla tespit edememekteyiz. Günümüze ulaşan ve birinci tekil
ifadeleri içeren ilk müellif mukaddimesinin ise, hicrî III. asır müellif/müfessirlerinden
Đbn Kuteybe’ye ait olduğunu söyleyebiliriz. Zira Đbn Kuteybe’den önceki tefsir
mukaddimelerinde ‘kitapta şunları amaçladım’ veya ‘şu sebeple kitabı telif ettim’
gibi müellif ifadelerine rastlanmamaktadır. (Abdurrazzâk ile Ebu Ubeyde
tefsirlerinin mukaddimeleri ise sadece rivayetlerden oluşmaktadır). Mukaddime
yazma geleneğinin en belirgin isimlerinden birisi olan Đbn Kuteybe, bu özelliğini
tefsirle ilgili her iki eserinde de göstermiş, eserlerine, amaç ve metodunu da anlattığı
218
Tefsir tarihinde oldukça önemli bir yere sahip olan ve haklı bir şöhrete sahip
bulunan Taberî tefsirinin mukaddimesi, ayrıca üzerinde durmayı gerektiren vasfa
sahiptir. Bizce bu mukaddime, birçok yönüyle tefsir mukaddime geleneğinin erken
dönemdeki en önemli temsilcisi konumundadır. Dolayısıyla tefsiri için “kaynak bir
eser” olacağı şeklindeki Taberî’nin sözlerine mukaddimeyi de dâhil edebiliriz. Zira
muhtevası oldukça genişleyen mukaddime, önceki tefsirlerde ele alınan konuların
çoğunu kapsar hale gelmiştir. Kur’ân’ın dilinin Arapça oluşundan onu anlamaya,
tefsir ve te’vîl meselelerinden tefsir tarihine kadar pek çok konunun ele alındığı
Taberî mukaddimesi, bu haliyle, elde edebildiğimiz erken dönem tefsirlerinin bir
birikimi gibi durmaktadır. Tefsirin mukaddimesi, erken dönem tefsirleri ile sonraki
tefsirler arasında bir geçiş noktası oluşturmaktadır.
- Kur’ân Tarihi
- Kur’ân Tasavvuru
- Tefsir Tarihi
- Tefsir Metodolojisi.
Yukarıda sıralanan maddeler ile ilgili dikkati çeken ilk nokta, bunların Taberî
sonrası klasik Tefsir Usûlü eserlerinin muhtevasını yansıtan bir görüntü arz
etmesidir. Zira bugün Tefsir Usûlü kaynaklarında görülen tefsir ile tarihin iç içe
geçmiş hali, erken dönem tefsir mukaddimelerinde (Abdurrazzâk, Huvvârî ve Taberî
tefsirlerinde olduğu gibi) belirgin bir şekildedir. Dolayısıyla mukaddimeler, Kur’ân
tasavvurundan, Kur’ân’ın tefsirine ve temel kavramlarına kadar geniş bir alanı
kapsamaktadır.
220
Erken dönem tefsir mukaddimeleri, nesil nesil gelişen tefsirin ilk literatür
bilgilerini ihtiva etmektedir. Bu sebeple mukaddimeler, tefsir tarihi ve Tefsir Usûlü
kaynaklarından birisini oluşturması açısından dikkate değer metinlerdir. Hele sonraki
dönemde kazandığı anlamıyla Tefsir Usûlü kavramının kullanılmadığı bir dönemde
yazılması nedeniyle, mukaddimeler, bu alanda önemli bir fonksiyon icra etmiştir.
Çünkü Tefsir Usûlü’ne ilişkin bilgiler, bir bakıma mukaddimeler aracılığıyla
verilmiştir.
Aynı şekilde, çalışmada yer yer dile getirdiğimiz gibi, Tefsir Usûlü’nün temel
kaynakları ile ilgili olarak vurgulanması gereken husus, sonraki temel kaynaklardan
bazılarının (Mesela Râgıb Đsfahânî’nin Mukaddimetu’t-Tefsîr’i ve Suyutî’nin el-
Đtkân’ı) aslında birer tefsir mukaddimesi olduğudur. Dolayısıyla “Mukaddime” ve
“Tefsir Usûlü” kavramlarının anlam bakımından birbiriyle ilgisi bulunduğu gibi, her
iki kavram kapsamındaki eserler arasında da içerik ve yazılış amacı gibi yönlerden
paralellikler bulunmaktadır.
tasniflerini oluşturan bir özellik arz etmektedir. Bazı klasik Tefsir Usûlü eserlerinin
de aslında birer tefsir mukaddimesi olduğu, bu durumu teyit etmektedir. Dolayısıyla
çalışmamız, tefsir metodolojisine yönelik önemli veriler içeren erken dönem tefsir
mukaddimelerinin, Tefsir Usûlü’nün ilk nüvelerini teşkil ettiği ve Tefsir Usûlü’nün
başlangıç eserlerinin önce mukaddimeler şeklinde gerçekleştiği tespitini doğrulayan
bir neticeye ulaşmıştır. Şu halde mukaddimeler, Tefsir Usûlü açısından evleviyetli
kaynak olma niteliğini hâizdir. Tefsir çalışmalarında bunun göz önüne alınması, elde
edilen bilgilerin daha sağlıklı bir zeminde değerlendirilmesine katkı sağlayacaktır.
222
KAYNAKÇA
Kitaplar:
Makaleler:
AKDEMĐR, H., “Kur’an-ı Kerim’de Mecazın Varlığı Problemi”, Harran
Üniversitesi Đlâhiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: IV, s.59-90, Şanlıurfa, 1998.
ATALAN, M., “Şiî Kaynaklarda Ali b. Ebî Tâlib ve Fâtıma Mushafı”, Dinî
Araştırmalar, c.8, Sayı:23, s.93-110, Ankara, 2005.
ATEŞ, A., “Tefsir Geleneğinde Levh-i Mahfuz Düşüncesi”, Đslâmî
Araştırmalar, c.16, Sayı:3, s.391-404, Ankara, 2003.
ATEŞ, S., “Đmamiyye Şiasının Tefsir Anlayışı”, Ankara Üniversitesi
Đlahiyat Fakültesi Dergisi, c.XX, s.147-172, Ankara, 1975.
CERRAHOĞLU, Đ., “Abdurazzâk Đbn Hemmâm ve Tefsiri”, Ankara
Üniversitesi Đlahiyat Fakültesi Dergisi, c.XV, s.99-111, Ankara, 1968.
----------, “Muhammed Đbn Cerir et-Taberî ve Tefsiri”, Ankara Üniversitesi
Đlâhiyat Fakültesi Dergisi, c.XVI, s.79-101, Ankara, 1968.
----------, “Ali Đbn Abi Talha’nın Tefsir Sahifesi”, Ankara Üniversitesi
Đlahiyat Fakültesi Dergisi, c.XVII, s.55-82, Ankara, 1976.
----------, “Tefsirde Atâ b. Ebi Rabâh ve Đbn Abbâs’dan Rivayet Ettiği
Garibu’l-Kur’anı”, Ankara Üniversitesi Đlahiyat Fakültesi Dergisi, c.XXII, s.17-
104, Ankara, 1978.
----------, “Tefsirde Mücahid ve Ona Đsnad Edilen Tefsir” Ankara
Üniversitesi Đlahiyat Fakültesi Dergisi, c.XXIII, s.31-50, Ankara, 1978.
DUMAN, M. Z., “Tabiun Döneminde Tefsir Faaliyeti (Meşhur Müfessirler,
Kaynakları ve Bu Tefsirin Değeri)”, Erciyes Üniversitesi Đlâhiyat Fakültesi
Dergisi, Sayı:4, s.209-238, Kayseri, 1987.
----------, “Kur’ân-ı Kerîm’de “Ehl-i Beyt””, Erciyes Üniversitesi Đlâhiyat
Fakültesi Dergisi, Sayı:11, s.37-58, Kayseri, 2001.
ERDEM, M., “Yeni Usul Arayışlarının Arka Planı ve Problemleri Üzerine”,
Fırat Üniversitesi Đlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 7, s.71-85, Elazığ, 2002.
EROĞLU, A., “Kur’ân-ı Kerim’in Tefsiri ve Maânil-Kur’ân Müelliflerinin
Kur’ân Tefsiri’ne Getirdikleri”, EKEV Akademi Dergisi, Yıl:6, Sayı:10, s.41-51,
Ankara, 2002.
GEZGĐN, A.G., “Kur’ân’da “Nesh Problemi”ne Eleştirel Bir Bakış”, Đslâmî
Araştırmalar, c.14, Sayı:1, s.49-67, Ankara, 2001.
----------, “Kur’ân’ın Metinsel Niteliği”, Dinî Araştırmalar, c.9, Sayı:27,
236
Diğer:
Đnternet Kaynakları:
CÂHIZ, Ebu Osmân, “Kitâbu’l-Mesâil ve’l-Cevâbât fi’l-Ma’rife” (Resâilu’l-
Câhız içinde), http://www.almeshkat.net/ books/ open.php?cat=17&book=2734,
(23.02.2009).
Tezler:
ARÛSÎ, M., Mukâtil b. Suleyman Mufessiran li’l-Kur’ân, Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Câmiatu Mannûbe, 2001-2002. (KOÇ, Tefsirde Bir Kaynak
Đncelemesi -es-Sa‘lebī (427/1036) Tefsirinde Mukâtil b. Suleyman (150/767)
Rivayetleri-, Kitâbiyât, Ankara, 2005’den naklen).
ASLANTÜRK, A. H., Ebû Hafs Ömer en-Nesefi’nin (ö.537-1142) “et-
Teysîr fi’t-Tefsîr” Adlı Eserinin Tahlili ve el-Bakara Sûresinin Tenkidli Neşri,
Doktora Tezi (Danışman: Suat Yıldırım), M.Ü.S.B.E., Đstanbul, 1995. (Arapça
Metin).
BĐLGEN, H., Sahîh-i Buhârî’de Tefsir Rivâyetleri ve Değerlendirilmesi,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi (Danışman: Şükrü Aslan), Atatürk Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum, 1999.
BĐRIŞIK, A., Muhammed b. Akîle ve ez-Ziyâde vel-Đhsân fî Ulûmi’l-
Kur’ân’ı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi (Danışman: Ali Özek), M.Ü.S.B.E.,
Đstanbul, 1990.
ÇELĐK, Đ., Đlk Müfessirlerden Mukâtil b. Süleyman’ın Tefsirdeki Metodu
(Yayımlanmamış Çalışma), Bursa, 1988.
238
Ansiklopedi Maddeleri:
AYDEMĐR, A., “Beytülizze”, DĐA, c.VI, s.90, Đstanbul, 1992.
BĐRIŞIK, A., “Mecâzu’l-Kur’ân”, DĐA, c.XXVIII, s.223-225, Ankara, 2003.
ÇETĐNER, B., “Usûl-ü Tefsir”, Şâmil Đslâm Ansiklopedisi, Şâmil Yayınevi,
c.VI, s.256-257, Đstanbul, 1994.
DURMUŞ, Đ., “Mecaz”, DĐA, c.XXVIII, s.217-220, Ankara 2003.
239
Tebliğler, Müzakereler:
BAŞ, E., “Kur’an Đlimlerinin Doğuşu ve Tarihi Gelişimi (I-IV. Asır)”,
Kur’an ve Tefsir Araştırmaları-III, ĐSAV, Đstanbul, 2002.
BEŞER, F., “Ebu Hanîfe’nin Kur’ân Anlayışı”, Đmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe
ve Düşünce Sistemi-Sempozyum Tebliğ ve Müzakereleri, (Ed. Đbrahim
Hatiboğlu), Kur’ân Araştırmaları Vakfı (KURAV), Bursa, 2005.
BĐRIŞIK, A., “Kur’an Đlimleri Terimlerinin Kaynağı ve Oluşumu”, 1. Đslâmî
Đlimlerde Terminoloji Sorunu Sempozyumu, Đslâmî Araştırmalar Yayınları,
Ankara, 2006.
BULUT, A., “Türkiye’de ‘Tefsir Usûlü/Ulûmu’l-Kur’ân’ Tartışmaları -Bir
Literatür Đncelemesi-”, Kur’an ve Tefsir Araştırmaları Yaz Akademisi-I Tarihte
ve Günümüzde Kur’an Đlimleri ve Tefsir Usulü (Kur’ân ve Tefsir Araştırmaları
Yaz Akademisi Tebliğ Kitapçığı), s.303-315, Đstanbul, 2008.
CERRAHOĞLU, Đ., “Müzakereler”, Đslâmî Đlimlerde Metodoloji (Usûl)
Mes’elesi 1, Ensar Neşriyat, Tartışmalı Đlmî Toplantılar Dizisi, Đstanbul, 2005.
ÇALIŞKAN, Đ., “Tefsîr Usûlünün Đlk Kaynakları Üzerine Bir Tetkik -
Abdullah b. Vehb (ö.197/812) ve Muhâsibî (ö.243/857) Örneği”, Tarihte ve
Günümüzde Kur’ân Đlimleri ve Tefsir Usûlü (Kur’ân ve Tefsir Araştırmaları Yaz
Akademisi Tebliğ Kitapçığı), s.161-172, Đstanbul, 2008.
ÇELĐK, Ö., “Hicrî V-XI. Asırlarda Kur’ân Đlimleri”, Kur’an ve Tefsir
Araştırmaları-III, ĐSAV, Đstanbul 2002.
DUMAN, M. Z., “Müzakereler-Kur’ân’da Nesh Konusuna Değişik Bir
Yaklaşım”, Kur’ân ve Tefsir Araştırmaları-III, ĐSAV, Đstanbul, 20002.
----------, “Müzakere”, Tefsir Eğitim ve Öğretimin Problemleri-
Sempozyum, Kurav Yayınları, Bursa, 2007.
ERSÖZ, Đ., “Müzakereler”, Kur’ân ve Tefsir Araştırmaları-III, ĐSAV,
Đstanbul, 2002.
GÖRENER, Đ., “Tefsir Usûlü ve Kur’ân Đlimlerinin Tefsir Yöntemi Açısından
Değerlendirilmesi”, Tarihte ve Günümüzde Kur’ân Đlimleri ve Tefsîr Usûlü
(Kur’ân ve Tefsîr Araştırmaları Yaz Akademisi Tebliğ Kitapçığı), Đstanbul, 2008.
240
ÖZGEÇMĐŞ
Kişisel Bilgiler:
Adı Soyadı: Ali BULUT
Doğum Yeri: Kütahya
Doğum Tarihi: 16.07.1971
Medeni Hali: Evli
Eğitim Durumu:
Lise: 1989-1993 Isparta Đmam Hatip Lisesi
Lisans: 1993-1998 Marmara Üniversitesi Đlahiyat Fakültesi
Yüksek Lisans: 1999-2002 SDÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü
Doktora: 2002-2009 SDÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü
Đş Deneyimi:
2000- Araştırma Görevliliği
3- Yayımlanan Makaleler:
1- “Arthur Jeffery(ö.1959)’nin Yayınladığı “Kitâbu’l-Mebânî”nin Müellifi
Üzerine Bir Değerlendirme”, Süleyman Demirel Üniversitesi Đlahiyat Fakültesi
Dergisi (Hakemli Dergi), Sayı:15, ss.181-198, Isparta, 2005/2.
2- “Erken Dönem Tefsir Kaynaklarının Tetkiki”, SOBE, Sayı:2, ss.66-70,
Ocak-Nisan 2006.
3- “‘Gelişme Döneminde Tefsir’ Adlı Kitap Üzerine”, Süleyman Demirel
Üniversitesi Đlahiyat Fakültesi Dergisi (Hakemli Dergi), Sayı:19. ss.187-190, Isparta,
2007/2.
4- “Kur’ân’ın Metniyle Đlgili Đddialara Reddiye: Mukaddimetu Kitâbi’l-
Mebânî Örneği”, Süleyman Demirel Üniversitesi Đlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:20,
ss.89-117, Isparta, 2008/1
Tebliğ:
1-“Türkiye’de ‘Tefsir Usûlü/Ulûmu’l-Kur’ân’ Tartışmaları -Bir Literatür
Đncelemesi-”, Kur’an ve Tefsir Araştırmaları Yaz Akademisi-I, 18-23 Ağustos 2008,
(Tebliğ Kitapçığı), s.301-315, Đstanbul, 2008.
Diğer:
4- Görevli Olduğu Bilimsel Toplantılar:
- Sempozyumlar:
1-Hoşgörü Yılı ve Đnanç Turizminde Göller Bölgesi Sempozyumu, Süleyman
Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2000, Isparta.
2-Türkiye’de Yüksek Din Eğitiminin Sorunları, Yeniden Yapılanması ve
Geleceği Sempozyumu, 16-17 Ekim 2003, Süleyman Demirel Üniversitesi Đlahiyat
Fakültesi, Isparta.
3- Uluslararası Türk Dünyasının Đslamiyete Katkıları/International
Symposium on The Contribution of Turkish World to Đslam, 31-Mayıs-01 Haziran
2007, Süleyman Demirel Üniversitesi Đlahiyat Fakültesi, Isparta.
5- Din Hizmetleri Deneyim Dersi Danışmanlığı ve Grup Sorumluluğu
1-Din Hizmetleri Deneyim Dersi Uygulama Danışmanlığı ve Grup
Sorumluluğu, 2006-2007 Eğitim-Öğretim Yılı Bahar Yarıyılı, SDÜ Đlahiyat
Fakültesi-Isparta Đl Müftülüğü işbirliği çerçevesinde.
3