Professional Documents
Culture Documents
YAZAN:
WtLL DURANT
TÜRKÇESt:
ORHAN BAHAEDDİN
İSLÂM MEDENİYETİ
Tercüman gazetesinde hazırlanan
bu eser Kervan Kitapçılık A. Ş.
ofset tesislerinde basılm ıştır
1001 Temel Eser i
iftiharla sunuyoruz
Tarihimize m ânâ, millî benliğimize güç ka
tan kütüphaneler dolusu birbirinden seçme eser
lere sahip bulunuyoruz. Edebiyat, tarih, sosyo
loji, felsefe, folklor gibi milli ruhu geliş tiren,ona
yön veren konularda "G erçek eserler" elimizin
altındadır. Ne var ki, elimizin altındaki bu
eserlerden çoğunlukla istifade edemeyiz. Çünkü
devirler değişm elere yol açm ış, dil değişm iş,
yazı değişm iştir.
Gözden ve gönülden uzak kalmış unutul
maya yüz tutm uş -Ama değerinden hiçbir şey
kaybetm em iş, çoğunluğu daha da önem kazan
mış* binlerce cilt eser, bir süre daha el atılmazsa,
tarihin derinliklerinde kaybolup gideceklerdir.
Çünkü onları derleyip - toparlayacak ve
günümüzün türkçesi ile baskıya hazırlayacak
değerdeki kalemler, gün geçtikçe azalm aktadır.
KEMAL ILICAK
İLK HALİFELER
(632 - 660)
^ r
11
I
Hârûn - Reşid
P :3
yıllarına doğru, Selçuk adındaki hüküm darlarının
idaresindeki Türkler, Türkistan ve M averâünnehr’e
hakim bulunuyordu. Gazneli Mahmud, bu rakip Türk
iktidarını kösteklemek amacıyla Selçuk’un oğulların
dan birini yakalatarak H indistan'da hapsetti (1029).
Bu harekete pek fazla hiddetlenen Selçuklu Türk-
leıi, kumandanları Tuğrul Bey’in emrinde hemen he
men bütün İran’ı aldıkları gibi; müstakbel yayılma ha
reketlerini de destekleyecek bir davranışta bulunarak,
halife Kaaim’e, İslâm ’ı kabul ettiklerini ve kendisine
tabi olduklarını bildirdiler. Halife Büveyhîler'den yıl
gın durumdaydı. Gözü pek Türklerin kendisini kurta
racaklarını düşünerek Tuğrul Bey'i yardıma çağırdı.
Tuğrul Bey 1055'te gelerek Büveyhıler'i kovdu. Halife
Kaaim. Tuğrul'un bir yeğeniyle evlendi ve onu Do-
ğu’nun ve Batı’nın hükümdarı ilân etti.
Küçük Müslüman hanedanları birer birer Selçuk
luların karşısında dize geldi. Dolayısıyla, yeniden
Bağdad’ın hâkimiyetini tanıdılar. Selçuklu hüküm dar
ları da Sultan Unvanım aldı. Halifenin görevini de ta
mamen dinî alarıa inhisar ettirdiler. Ama bunun yanı-
sıra Müslümanlığa yepyeni bir dirilik, idareye sağlam
lık getirdiler. Onlar, iki asır sonraki Moğollar gibi,
medeniyeti tahrib etmediler, aksine benimsediler. Ken
di iktidarlarıyla dinin iktidarını birleştirdiler; Müslü
manlıkla. Hıristiyanlık arasındaki uzun düelloyu de
vam ettirecek kuvveti getirdiler. Biz. bu düelloya
Haçlı Seferleri diyoruz.
Selçuklular fetih hareketlerini 1060'tan itibaren
Anadolu'ya cloi/ru yöneltmeye başladılar.
İSLÂM SAHNESİ
632 — 1058
1. İKTİSAT
P o s ta , s a d e c e h ü k ü m e t ve -çok ö n e m l i şahıslaım
işini g ö r ü r d ü . Başlı ca fa yd as ı ve gör evi hükümet
m e r k e z i y l e e y a l e t l e r a r a s ı n d a e m i r ve bilgi a lı ş ve riş in i
s a ğ l a m a k t ı . Diğ er t a r a f t a n b u v a s ı t a ile vez ir ler , m a
hallî i d a r e c i l e r h a k k ı n d a gizli bi l g il e r d e a l ır dı . Diğer
t a r a f t a n b u te ş k i l â t j i i z e r g â h l a r ı d a y a y ı n l a r d ı . B u y a
y ı n l a r d a n t ü c c a r l a r ve h a c ı l a r f a y d a l a n ı r d ı . G ü z e r g â h
la ilgili y a y ı n l a r d a m u h t e l i f nıeı h a l e ve a r a l a r ı n d a k i
u z a k l ı k l a r b e l ir ti li r d i. B u n l a r M ü s l ü m a n c o ğ r a f y a c ı l a
r ı n a ç o k faydal ı o l m u ş t u r . T a r i h t e ilk d e f a m e k t u p ta
ş ı m a iş in de g ü v e r c i n d e n f a y d a l a n a n l a r da M ü s l ü m a n ,
l a r d ı r (837). M u n z a m bilgiler, s e y y a h l a r , t ü c c a r l a r ve
B a ğ d a d ' d a c a s u s vazifesi g ö r e n bin yedi vüz yaşlı k a
dın t a r a f ı n d a n s a ğ l a n ı r d ı . A m a k o n t r o l için is te ndi ği
kad ar para harcansın, dünyanın her yerinde görülen
z o r la p n r a t o p l a m a ve i r t i k â b ö n l e n e m i y o r d u . E ya le t
valileri bağlı b u l u n d u k l a r ı m a k a m d a n p a r a b e k l iy o r ,
d i ğ e r t a r a f t a n m e r k e z i id a re o n l a r d a n m uayyen bir
p a r a b e k l iy o r , ak s i h a l d e o görevi p a r a m ukabilinde
başkasına Jevrediyordu. H a k i m l e r iyi p a r a a l ı y o r d u ;
a m a y ine de c ö m e r t k e s e l e r i n tesiri a l t ı n d a k a l m ı y o r
de ğ il le rd i. Hz. M u h a m m e d ' i n üç h â k i m d e n iki sin in
c e h e n n e m l i k o l d u ğ u n u söylediği rivayet edilir.
İ s l â m h u k u k u k uv v et in i K u r ’â n ' d a n a l ı y o r d u . D a
h a d o ğ r u s u h u k u k ve d i n b i r b ü t ü n d ü . H e r s u ç b i r g ü
n a h , h e r g ü n a h biı s u ç t u . H u k u k ilmi d e il a h iy a t ın b i r
dalı ydı . Y a n ıl a n f ü t u h a t s o n u n d a ü l k e gen işl eyi p, İs
lâm h ’ik ’. ı k u n i ’. n s o r u m l u l u k l a r ı ve m e s e l e le r i a r t m a y a
h ı ş l a 1 i r c a , h u k u k ç u l a r tla yeni d u r u m l a r a g ö r e çeşitli
ı
tefsirlerde bulundular. Dolayısıyla hadisler İslâm hu
kukunun ikinci bir dayanağı haline geldi. Hukukun
dayandığı hadis ve tefsirlerin artması Müslümanlık,
tâki hukuk mesleğine özel bir önem kazandırdı. Kanu
nu tatbik eden veya ortaya koyan hukukçular (fâkih-
ler) X. yüzyıla doğru ruhani bir mahiyet kazandılar.
XII. yiizvıl Fransa'sındaki gibi imparatorlukla birlet
tiler, Abbasî mutlakiyetinin desteği oldular.
Mû’tekid İslâm hukukunda dört hukuk mektebi
doğdu. 767'de ölen Ebû Hanife Nu’man bin Sabit, kı-
yasî tefsir prensibiyle Kur'ân hukukunda ihtilâl yaptı.
Ebû Hanife; bir küçük cemiyet için yapılmış olan bir
hukuk, bir şehir ve sanayi cemiyetine tatbik edilmek
istendiği zaman harfi harfine değil, kıyas yoluyla tef
sir edilmelidir, diyordu. Böyleçe ipotekli kâr ve ödünç
verme sistemini tasdik etti.
Ebû Hanife şöyle demiştir: «Hukuk kaideleri, gra
mer veya mantık kaidelerine benzemez. Umûmî âdet
lerle ifadesini bulur ve bunlarda meydana gelen şart
lara göre değişir.»
İlerici bir hukukun bu liberal görüşüne karşı,
Medineli muhafazakârlar Mâlik ibni Enes'de de (715—
795) sağlam bir müdafi buldular. Malik, hukukla alâ
kalı bin yedi yüz hadise dayanarak, bu hadislerden
çoğunun Medine'de ortaya çıktığını ileri sürdü, orada
meydana gelen fikir birliğinin Kur’ân ve hadislerin
tefsirinde kritervum olması gerektiğini sövledi.
Bağdad ve Kahire'de yaşayan Muhammedü’l-Şâfîî
(767—820) yanılmazlığın, Medine’dekinden daha sağ
lam bir temele dayanması gerektiğini ileri sürüvor.
hak hukuk meselelerindeki en son kararın ancak İs
lâm cemaatinin tamamının rızasıyla gerçekleşebile
ceğini söylüyordu. Bu fikirleri fazla geniş bulan, tale
besi Ahmed ibni Hanbel, hukukun doğrudan doğruya
Kur'Sn ve hadislere dayanması gerektiğini ileri süren
dördüncü bir sistemin kurucusu oldu. Mutezile'nin fel
sefedeki akılcılığını reddettiği için Me’mûn tarafından
hapse atıldıysa da, fikirlerinde öylesine ısrar göster
di ki, ölümünde hemen hemen bütün Bağdad halkı ce
nazesinde bulundu.
Bir asır süren münakaşalardan sonra bu dört hu
kuk sistemi de İslâm âleminde yerleşti. Hanefî, Mâ
liki, Şâliî ve Hanbelî mezhepleri prensipte aynı esas
ları kabul etmekle beraber teferruatta birbirinden ay
rılıyordu. Hepsi de, aslında kanunsuz olan bir beşeri
yeti idare etmek için, ilâhi bir menşe lüzumunu ve İs
lâm hukukunun bir ilâhi menşee dayanması hususun
da aynı görüşü taşıyordu. Hepsi de Müslümanların tâbi
olması gereken n/zamları en küçük teferruatına kadar
isiiyor; diş temizliğinden, aile hukuku, giyim kuşam
ve sacların edepli bir şekilde düzenlenmesine kadar
hiç bir şeyi ihmal etmiyordu. Kaidelerin pek fazla ol
ması beşeri gelişmeyi boğabilir. Bu bakımdan tefsir
ler kanunların katılığı ile hayatın akışını bağdaştırıcı
bir rol oynar. Hanefî hukukunun son derece liberal ol
masına rağmen, genellikle İslâm hukukunda fazla mu
hafazakâr olma temayülü görülmüş bu da ekonomi ve
fikir hayatının serbest bir şekilde gelişmesini önle
miştir.
M ü s l ü m a n ş e h i r l e r i n i n h e m e n h e p s i o n bin veya
d ah a a 7 nüfuslu, mütevazi b ü y ü k lü k te şehirlerdi. Ev
ler k ü ç ü k b i r a l a n a s ı k ı ş m ı ş o l u r d u . G en el l ik le h e p s i
n in a k ı n ve k u ş a t m a l a r a k ar ş ı s a v u n m a s u r l a r ı b u l u
n u r d u . S o k a k l a r d a z a m a n ı n b a ş k a ü l k e l e r i n d e k i gibi
a y d ı n l a t m a t e r t i b a t ı y o k t u ; ç a m u r ve toz iç in d e y d il e r.
E v l e r i n ö n ü n d e u z a y ı p gi d e n y e k n e s a k b i r d u v a r o l u r ,
/ a t e n k ü ç ü k o la n ev le r b u d u v a r ı n a r k a s ı n a s a k l a n ı r
dı. Ş e h r i n b ü t ü n i h t i ş a m ı c a m i s i n d e o r t a y a ç ı k a r d ı.
D iğ e r t a r a f t a n . M ü s l ü m a n m e d e n i y e t i n i n öyle ş e h ir l e r i
d e v a r d ı ki, b ı ı n l a r güzellik, bilgi ve s a a d e t i n zi rv e si n e
çıkmıştı
M e k k e ve M e d i n e m u k a d d e s ş e h i r l e r d i . Biri Mu
h a m m e d ’in d o ğ u m yeri, diğ eri ilk m ü s l ü m a n l a r l a b i r l i k
le h i c r e t e t tiğ i ve m e z a r ı n ı n b u l u n d u ğ u ş e h ir d i . II.
Vclid, m ü t e v a z i M e d i n e c a m i i n i m u h t e ş e m b i r ş e k i l d e
y e n i d e n inş a e t t i r d i . B u iki ş e h i r E m e v î l e r z a m a n ı n d a
so n d e r e c e ca nl ı ve p a r l a k b i r h a y a t geç ird i. S a v a ş ga
n i m e t l e r i , M e d in e ' y e a k m ı ş ve vatandaşlar arasında
taksim edilmişti. Mekke’ye gelen hacı adaylarının sa
yısı gittikçe artıyor, buna paralel olarak ticaret hayatı
canlanıyor, refah yükseliyordu. Böylece mukaddes şehir
ler zenginleşti, hayat canlandı; şehirlerin çevresi villa
ve saraylarla donandı. Kendine mahsus kibar bir hüz
nü olan melodiler etrafa yayılıyor, şâirler aşk ve savaş
şiirleri yazıyordu.
Kudüs de İslâm’ın mukaddes şehirlerinden biriy
di. VIII yüzyıldan itibaren, burada nüfusun ekseriye
ti Müslümanlara geçmişti. Abdülmâlik Mescid-i Aksa'-
yı yaptırdı Bu cami 746'da yıkıldı, 785'te tekrar yapıl
dı. Daha sonra da bir çok tamirler gördü. Mukaddesi,
Mescid-i Aksa'nırı Şam'daki Ulucami'den daha güzel ol
duğunu kaydeder.
K u z e y d e k i T r a b l u s ’u n «bin g e m i a l a c a k b ü y ü l ü k -
le m ü k e m m e l b i r l i m a n ı vardı »; T i b e r i a d a s ı c a k s u
k a y n a k l a r ı ve y a s e m i n l e r i y l e t a n ı n ı r d ı . M ü s l ü m a n s ey
yah ı Y a k u ı , 1224'te N a z a r e t ’te n şöyle b a h s e d i y o r d u :
« M e r y e m ’in oğlu M es ih İ s a b u r a d a d o ğ d u . . . S e l â m o l
s u n ona... A m a ş e h i r ha l k ı, b i r b a k i r e n i n ç o c u ğ u o l a
m a y a c a ğ ı n ı s ö y le y e r e k o n a şe r e f s iz l ik is n a d ett il er. »
\. » k û b i , B a a l h c k ' i n S u r i y e ’nin e n güzel ş e h i r l e r i n d e n
b i n o l d u ğ u n u y az m ış , M u k a d d e s i d e ş e h r i n r e f a h için
de oUlti'junu ilâve e t m i ş t i .
A n t a k y a d a S u r i y e ş e h i r l e r i a r a s ı n d a Ş a m ’d a n geri
k a l m a z d ı . B u ra s ı 635’ten 964’e k a d a r M ü s l ü m a n l a r d a
kal dı. O t a r i h t e n i t i b a r e n 1084'e k a d a r Bizanslılara
geçti. İsidnı c o g n f y a c ı l a ı ı ş e h i r d e k i güzel H ı r i s t i y a n
kiliselerinden, ta ra ç a la r halinde sıralanm ış evlerden,
b a h ç e ve p a r k l a r d a n , h e r e v d e a k a r s u o l u ş u n d a n s i t a
yişle b a h s e d e r
Ta rs us biivük b i r şe h ir d i . İ b n i H a v k a l , ş e h i r d e
vüz bin e r k e k n ü l u s o l d u ğ u n u t a h m i n e d e r . R u m İm-
n a r a t o r u N i c e p h o r c % 5 ’te ş e h r i a l m ış , b ü t ü n c a m i l e r i
y ı k t ı r m ı ş , K ıı r 'â n l a r ı y a k l ı r m ı ş t ı r . İ ki k e r v a n y o l u n u n
k a v ş a ğ ı n d a o la n H a l e p de ze n g in b i r ş e h i r d i . M u k a d
desi. H a l e p ' t e n şöyle b a h s e d e r : « B u r a s ı k a l a b a l ı k b i r
ş e h ir , evleri kagir; iki t a r a f ı n d a m a ğ a z a l a r ı n sıralan
dığı gölgelik c a d d e l e r i var.» H a l e p c a m i i n i n f il d iş in d e n
y a p ı l m a m i h r a b ı ve pü /e ll i ğ iv le iin sa la n m i n b e r i m e ş
h u r d u . C a m i n i n h e m e n y a k ı n ı n d a b e ş ko le j, b i r hasla-
h a n e ve alt: kilise v ar dı .
Y a k û b î , H ı ı m ı ı s ' u n , S u r i y e ’n in e n b ü y ü k ş e h i r l e r i n
d e n biri o l d u ğ u n u y a z a r . İ s t a h r i , 950’d e b u r a d a n b a h
s e d e r k e n : « H e m e n h e m e n b ü t ü n s o k a k ve c a d d e l e r taş
k a p l ı d ı r » de r . M u k a d d e s i d e ş e h r i n k a d ı n l c r ı m n g ü ze l
likle ri yle t a n ı n d ı ğ ı n ı ilâve e d e r .
Vt n ih a y et B a ğ d a d î . .
B u ğ d n d es ki b i r B a b i l o n v a ş e h r i d i r . 1848’de, Dicle
n e h r i n d e , N e b a k a t n a z a r ’ın a d ı n ı ta ş ı y a n kirem itler
b u l u n m u ş t u r . S a s â n i l e r z a m a n ı n d a gelişti. Ş e h i r d e
çeşitli H ı r i s t i y a n kiliseleri ve N e s t u r i m anastırları
vard ı, tk l im i r ıi n ı n ço k iyi o l m a s ı el-M ansur'un d ik
k a t i n i ç ek ti . Belki de. isyan e t m e y e h a z ı r b i r h a l k ta-
b a k a s ’m n k a y n a ş tı ğ ı, id a re si m ü ş k ü l B a s r a ve K ü f e ş e
h i r l e r i n d e n u z a k t a o l m a k istedi. A m a h e r şeyi n ü s t ü n
de, lıic .şüphesi/, h e m ü l k e n i n i ç l e r i n d e o l a n , h e m de,
Dicle b âv es in d e o l s u n , b ü y ü k su k a n a l l a r ı y a r d ı m ı y l a
o l s u n iki n e h i r k ıy ı s ı n d a k i b ü t ü n ş e h i r l e r ve n ih a y et
B a s r a körf ezi \ e d o la yı s ıy la d ü n v a n m b ü t ü n liman la-
larıyla ıc nıa sı bı ı 'ı ın an b u ş e h i r d e s t r a t e j i k b i r a v a n t a j
g ö r d ü Böylece (762) d e h ü k ü m e t d a i r e l e r i n i K ıı f e’d e n
B a ğ d a d ’u taşıdı. Ş e h r i iç içe üç s u r ve g en i ş b i r hcn.
d e k l e kubat tı. B a ğ d a d a d ı n ı d a M e d i n e t ü ’s-Selâm ( S u lh
Ş e h r i) o l a r a k d e ğ i ş t ir d i. Yiiz bin işçi k u l l a n a r a k , k e n
disi. e b e v e y n l e r i ve â m m e tesi sle ri için d ö r t yılda,
ş a h a n e b i r inşaat y a p t ı r d ı . U l - M a n s u r 'u n ş e h r i d e n e n
b u m u a z z a m in ş a a t ı n o r t a s ı n d a hal ifelik s a r a y ı viik-
se li yo ıd ıı . Halifelik s a r a \ ı yaldızlı ka p ı sı d o la yı s ıy la
-Altın Kypt'> veya pırıl pırıl y a n a n k u b b e s i d o l a v ı s ı v h
«Yeşil Ku bbe» d i \ o a n ı l ı r d ı . Ş e h r i n s u r l a r ı n ı n d ı ş ı n d a
vc Dicle n e h r i n i n b a t ı s a h i l i n d e a y r ı c a b ir d e yazlık
s a r a y y a p t ı r d ı . H a r u n Re şid h a y a t ı n ı n b ü y ü k b i r k ı s m ı
nı b u s a r a y d a g e ç i r d i. Bu s a r a y ı n pencerelerinden,
d ü n y a n ı n y a r ı s ı n ı t e m s il e d e n yüz g e m i n i n yüklerini
boşalttığını g e r m e k m ü m k ü n d ü .
H ü k ü m d a r l ı k b i n a i a r ı D ic l e’n in iki y a n m a s ı r a l a
n ı y o r d u . G ü n e ş i ö n l e m e k için d a r a c ı k y a p ı l a n s o k a k l a r ,
s ı r a s ı r a d ü k k â n l a r ı n g ü r ü l t ü l e r i a r a s ı n d a v ar iı k lı va
tandaşların ikam etgâhlarına kadar uzanıyordu. Her
s a n a t e r b a b ı n ı n b i r s o k a ğ ı ya d a ç a r ş ı s ı v a r d ı : K o k u
c u l a r ip ç ile r, s a r r a f l a r , i p e k ç i l e r , k i t a p ç ı l a r vs.. Çarş ı
pazarın dah a ötesin d e halkın ik a m et m ahalleleri yer
a l ı y o r d u . Z e n g i n l e r i n k i h a r i ç , h e m e n h e m e n h e p s i, a n
cak bir ö m ü r bovu d ay an a cak çekikle k erpiçten yapıl
mı şt ı.
E l i m i / d e rıiilııs h a k k ı n d a k es in b i r bilgi b u l u n m u
yor. M u h t e m e l e n yedi y üz bini b u l u y o r d u . B a / ı l a n ise
ş e h r i n n ü f u s u n u iki m i l y o n o l a r a k t a h m i n e d i y o r . H e r
hâili k â r d a , X y ü z yı ld a, İ s t a n b u l ’d a n s o n r a d ü n y a n ı n
en b ü y ü k ş eh r i B a ğ d a d ’dı. Ş e h i r d e çok k a l a b a l ı k b i r
H ı r i s t i y a n m a h a l l e s i var dı. B u r a d a kilis ele r, m a n a s t ı r -
F : 6
lar ve okullardan başka Nesiurîler vc Ortodoks Hıris-
tiyanlar için de ayr» kısımlar vardı. Harun, el-Mansur'-
un bir camisini yeniden inşa etti ve büyüttü; el-Mu-
tedid de Harun’un bu camisini yeniden yaptı ve bü
yüttü Şehirde ibadete açık yüzlerce cami vardı.
Bağdad’ın içinde vc yakınlarında binlerce şâhâne
ikametgâh, konaklar, villalar yapılmıştı. Bunların dış
görünüşü sade olmakla beraber içleri büyük bir ihti
şam içindeydi Eb'ü-1 fidâ’nın yazdığı şu akıl almaz
satırlar bize Bağdad sarayının ihtişamı hakkında bir
fikir vermektedir: «Bağdad hükümdarlık sarayının dö
şemelerindeki halıların sayısı yirmi iki bindi. Duvar
larında on iki bin beşyüz tanesi ipek olmak üzere otuz
sekiz hin duvar halısı asılıydı.» Halife ve ailesinin,
vezir ve hükümet adamlarının şehrin doğu kesimin
deki ikâmetgâhları kilometrelerce karelik bir alanı
kaplıyordu. Barmekî Cafer şehrin güneydoğusunda
ihtişamı oJürr.iine sebep olan muhteşem bir ikametgâh
yaptırarak bıı kesime doğru bir aristokrat göçüne yol
açtı. Harun'un kıskançlığından kaçınarak burasını
Memım’a sundu; Harun bunu oğlu adına kabul etti.
Cafer de düşüşüne kadar Kasr-ı Caferi’de vaşamava
tıevam etti.
632 — 1058
I. İLİM
Bazı y a n l ı ş i n a n ı ş l a r ı n a k s i n e M u h a m m e t ] i l m e b ü
y ü k ö n e m v e r i y o r ve e t r a i ı n d a k i l e r i ilim y a p m a y a t e ş
vik e d i y o r d u -
« Ö ğ r e n m e k için y u v a s ı n ı t e r k e d e n , Allah y o l u n d a
y ü r ü y o r d e m e k t i r . . . Â li m in k a l e m i n i n m ü r e k k e b i , şe
h i d i n k a n ı n d a n d a h a m u k a d d e s t i r . » A n ’a n e l e r b ö y le
d er . H e r ne o ' ı ı r s a o l s u n , A r a p l a r ' ı n S u r i y e ’d e e s k i Yu
nan kültürüyle teması o n la rd a şiddetli b ir ö ğ ren m e
i h t i r a s ı u v u n d ı r d ı ve k ı s a z a m a n d a ilim a d a m l a r ı , İ s
lâm diiıısasında b ü y ü k itib a r kazandılar..
Ö ğ r e t i n ; , ço eı ık d a h a k o n u ş m a y ı ö ğ r e n i r ö ğ r e n m e z
b a ş l ı y o r ve ilk o l a r a k : E ş h e d ü en lâ il ah e ill'Allah ve
eş l ı c d ü e n n e M u h a t m n c d c n a b d ü h ü ve R a s û l ü h » sö zleri
ö ğ r e t i l i y o r d u . Özel h o c a l a r ı o l a n bazı z e n g i n ç o c u k l a r ı
h a r iç , alıı y a s ı n a «»elen b i i t ü n e r k e k ç o c u k l a r , k ö l e l e r
ve bazı k ı z l a r b i r i l k o k u l a g i d e r l e r d i . B u o k u l l a r ge
n el li k l e b i r c a m i d e , b a / a n d a a ç ı k h a v a d a , b i r ç e ş ı n e
b a ş ı n d a o l u r d u . D e r s l e r va p a r a s ı z ya d a h e m e n h e r
k e s i n r a h a t ç a k a t ı l a b i l e c e ğ i k a d a r u c u z o l u r d u . Öğret-
menler, öğrenci başına, velilerden cüz'î bir haftalık
alırdı. Kalan masraflar hayırseverler tarafından karşı
lanırdı. Öğretim sade idi: Müslümana gerekli dualar
ve K ur’ân’ı okumaya yetecek kadar kıraat; bunun dı
şında ilahiyat, tarih, ahlâk ve hukuk olarak da doğru
dan doğruya Kur’ân okunurdu. Yazma vc hesap daha
ileri Öğrenim derecelerine bırakılırdı. Bunun sebebi,
belki de vazının Doğu'da özel bir hazırlık safhasını ge
rektiren bir sanat olmasıydı. Her gün K ur’ân'ın bir
kısmı öğrenciye öğretiliyor ve ezberletiliyordu. Bu öğ
retimin amacı, öğrenciye bütün Kur'ân’ı ezberletmek
ti. Bunu başaranlara «hâftz» deniyor vc bu olay özel
olarak kullanıyordu. Aynı zamanda yazı yazmayı, yay
kullanmavı öğrenen ve ilmini daha ileri götürenlere
«el-kâmiı» deniyordu. Sistem hâfıza, disiplin sopaydı.
Normal ceza ayak tabanına bir palmiye sopasıyla vur
maktan ibaretti. Harun, oğlu Emin'in özel hocasına
şövle demişti: «Onun zihnî kabiliyetini boğacak kadar
sert, tenbeltiğe alıştıracak vadar yumuşak olma.. Onu
mümkün olduğu kadar iyilikle, tatlılıkla terbiye et;
am a eğet bundan anlamazsa, o zaman şiddete başvur
maktan da kaçınma.»
ilk öğretim karakteri teşekkül ettirmeyi, ikinci
öğretim bilgi vermeyi hedef tutuyordu, ilim adamları
bir camide, bir sütunun veya bir duvarın dibine diz
çöküp Kur'ân tefsiri yapar, hadis, ilahiyat ve hukuk
dersleri verirdi. Bilinmeyen bir tarihte, ikinci derece
deki bu okullar bir şekil ve nizama bağlandı, devletten
vardım görmeye başladı ve bövlece medrese (vahut
kolej) hâline geldiler, llâhiyat ilmine gramer, dil, ede
biyat, mantık, matematik, astronomi ve güzel konuş
ma sanatı (retorik) eklendi Arapça bütün dillerin cn
mükemmeli kabul edildiği ve iyi Arapça konuşanın da
müstesna bir veri olduğu için gramere büyük önem
veriliyordu. Bu kolejlerde öğrenim parasızdı; bazı du
rumlarda da hükümet veya hayırseverler profesörlerin
parasını verdikleri gibi öğrencilere de, maddî yardım
da bulunuyorlardı. Kur’ân hariç, diğer ilimlerde kitap
değil, öğretmenin söyledikleri esastı. Yani öğrencilcr,
kitaptan değil, insandan öğreniyor; kitabı değil, insanı
öğreniyordu. Meşhur bir hoca ile karşılaşıp ondan
faydalanabilmek için bütün İslâm dünyasını dolaşan
öğrenciler vardı. Kendisine önemli bir mevki sağlar
mak isteyen bütün talebelerin Mekke, Şam, Bağdad ve
Kahire’dekı büyük ilim adamlarını görmesi lâzımdı.
Bunu kolaylaştıran tek âmil de, bütün tslâm dünyasın
daki çeşitli halklar arasında ilim ve edebiyat dilinin
Arapça olmasaydı. Latince de bundan daha geniş bir sa
haya yayılmış değildir. O devirde, bir Müslüman şeh
rine giren bir ziyaretçi, günün hangi saatinde olursa
olsuıı, bir camiye gitti mi, orada bir ilim adamının kon
feransım dinleyeceğinden emîndi. Gezici talebeler, çok
defa medresede parasız öğrenim görmekle kalmazdı,
İkamet ve yemek ihtiyaçları da bir süre için karşılanır
dı. Herhangi bir derece verilmezdi; talebenin gayesi,
bir hocadan tasvib sertifikası almaktan ibaretti, öğre
nilecek önemli bir şeyde konuşma tarz ve usulleri
(âdâb) idi ki, her centilmenin buna vâkıf olması lâ
zımdı.
Müslümanlar Semerkand’ı aldıkları zaman (712)
Çinliler’den, keten ve başka bitkileri dövüp hamur
yaptıktan sonra, bu hamuru ince yapraklar hâlinde ku
rutmayı öğrendiler. Bu madde, henüz papirüsün unu-
tıılmadığı bir çağda Orta Doeu'va girerek parşömenin
y e r i n i aldı. İ s l â m d ü n y a s ı n d a ilk k âğ ıt f a b r i k a s ı 794'tc
ve zi r H a r u ' u n oğlu el-Fazl t a r a f ı n d a n B a ğ d a d ' d a k u r u l
du. Daha s o n ra M ü slü m a n la r kâğıt yapım ını Sic il ya
ve Ispanya'ya g ö t ü r d ü l e r ; k â ğ ı t ç ı l ı k b u r a d a n İ t a l y a ve
F r a n s a ’ya geçti. K â ğ ı d ı n Ç i n ’d e k u l l a n ı l m a y a b a ş l a m a
sı M i l â t ’t a n s o n r a 105 yı lı na r a s t l a r . M e k k e ' d e 797 yı
lı nd a, M ı s ı r ’d a 800, I s p a n y a ' d a 950, İ s t a n b u l ’d a 1100,
S i c i l y a d a 1102, İ t a l y a ’d a 1154, A l m a n y a ' d a 1228, İngil
t e r e ' d e 1309 y ı l l a r ı n d a k u l l a n ı l d ı . B u y e n i icat s a y e
s i n d e k i t a p ç ı l ı k hızla gelişti. Y a k u b î , k e n d i z a m a n ı n d a
(891) B a ğ d a d ' d a y ü z d e n fazla k i t a b e v i o l d u ğ u n u b il d i
r iy o r.
K i t a p ç ı d ü k k â n l a r ı , o d e v i r d e , ay nı z a m a n d a is
l ı n s a h iş le r in in , h a t s a n a t ı n ı n ve e d e b î t o p l a n t ı l a r ı n d a
m erkeziydi. Talebelerin çoğu hayatını k itap istinsah
e d e r e k k a z a n ı r d ı . X. y ü z y ı l d a n i t i b a r e n el y a z m a l a r ı n a
özel b i r d e ğ e r ve r il d iğ i n i ve k i t a p k o l e k s i y o n c u l a r ı n ı n
n âd ir yazm alara büyük p a ra la r ödediğini görüyoruz.
D iğ e r t a r a f t a n m u h a r r i r l e r k i t a p l a r ı n ı n s a t ı ş ı n d a n a s
la p a r a b e k l e m e z d i ; o n l a r ı n g e ç i m i n i h ü k ü m d a r l a r ve
ya b ü y ü k z e n g i n l e r t e m i n e d i y o r d u . O d e v r i n Islâm
d ü n y a s ı n d a e d e b i y a t ve s a n a t a s i l z a d e l e r i n veya b ü v ü k
z e n g i n l e r i n zevkini t a t m i n e t m e k için b i r v a s ıt a y d ı
C a m i l e r d e n ç o ğ u n u n k ü t ü p h a n e s i o l d u ğ u gibi, b a
zı ş e h i r l e r d e u m u m î k ü t ü p h a n e l e r d e v a r d ı . 950 y ıl ın
da M usul'da hayırseverler tarafından k u ru lm u ş bir kü
t ü p h a n e v a r d ı ki t a l e b e l e r b u r a d a n s a d e c e k i t a p değil,
k â ğ ı t d a t e m i n e d e r d i . Rey ş e h r i n d e k i u m u m î k ü t ü p
h a n e d e k i k i t a p l a r ı n list es ini o n t a n e b ü y ü k k a t a l o g a n
cak alıyordu. B asra k ü tü p h a n esi, k ü tü p h a n e d e çalışan
ilim a d a m l a r ı n a avlık v e r ir d i . CoĞrafvacı Y a k u t , hazır-
ladini c o ğ r a l v a l ü g a t i n e m a l z e m e t o p l a m a k ü z e r e M crv
ve H a r z e m ' d e k i k ü t ü p h a n e l e r d e t a m ü ç yıl ç a l ı ş m ı ş t ı .
M o ü o ll a r , B a ğ d a d ’ı y ı k t ı k l a r ı z a m a n ş e h i r d e o t u z
altı u m u m i k ü t ü p h a n e v a r d ı . B i r h e k i m , k e n d i s i n i s a
rayında yaşam aya davet eden B u h ara h ü k ü m d a rın ın
davetini reddetm işti. Ç ünkü sadece kütüphanesini
n a k l e t m e k içiıı d ü r t y ü z d e v e y e iht iya cı v a r d ı . El-Vaki-
di, altı s ü z k i t a p s a n d ı ğ ı b ı r a k m ı ş t ı . B u s a n d ı k l a r d a n
h e r b i r i n i iki kişi g ü ç l ü k l e y e r i n d e n k a l d ı r ı y o r d u . X.
yü zy ıl da , S ^ h i b ibni A b b a s gibi h ü k ü m d a r l a r ı n k ü t ü p
h a n e s i n d e k i k i t a p l a r ı n sayısı, b ü t ü n A v r u p a k ü t ü p h a
n e l e r i n d e k i k i t a p s a y ı s ı n d a n d a h a ç o k t u . Ç i n ' d e k i M in e
H ı ı a n c d e v r i n i s a y m a z s a k , V I I I . , IX., X. ve XI. a s ı r
l a r d a d ü n y a n ı n hiç b i r y e r i n d e b ö vl e b i r k i t a p aşkı
o l m a m ı ş ı i.
Bu b ü y ü k t e r c ü m e ç a l ı ş m a l a r ı 750’d e n 900’e k a d a r
d e v a m e t t i . S a n s k r i t ç e , P eh le v îe e , Y u n a n ’c a ve S u r i y e
d i l l e r i n d e n e s e r l e r t e r c ü m e e d i ld i. B e y t ü ’l H i k m e ' d e k i
m ütercim lerin başında H u n a i n ib n i t s h a k (809— 873)
adlı b ir N e stû rî hekim i vardı. Kendi ifadesine göre
G a l i e n ’in y ü z k a d a r e s e r i n i t e r c ü m e e t ti . Bu s a y e d e b u
b ü y ü k â l i m i n bazı e s e r l e r i y o k o l u p g i t m e k t e n k u r t u l
d u . H u n a i n ibni î s h a k , b u n l a r d a n b a ş k a A risto'nun,
E f l â t u n , H i p o k r a t , D i o s c o r i d e , B a t l a m y u s ’t a n d a ter^
c i i m e l e r v a p t ı . T e v r a t ’ı d a t e r c ü m e e tt i.
E l - M e ’m u tı , H u n a i n ’e, t e r c ü m e e t t i ğ i kitapların
a ğ ırl ığ ı k a d a r a l t ı n ö d e y e r e k h â z i n e y i t e h l i k e y e d ü ş ü r
d ü . El M ü t e v e k k i l o n u s a r a y h e k i m i v a p t ı ; a m a H u n a -
ın, ö l ü m t e h d i d i n e r a ğ m e n , h a l i f e n i n b i r d ü ş m a n ı n a
k a r ş ı k u l l a n m a k is te d iğ i z e h i r i y a p m a y ı n c a b i r yıl h a p
s e d i l d i . Oğ lu İ s h a k ib ni H u n a i n t e r c ü m e l e r i n d e b a b a
s ı n a y a r d ı m c ı o l d u , k e n d i s i d e A r i s t o ' n u n ç e ş it li e s e r
le rini ç e v i r d i.
850 vı l ın a d o ğ r u e s k i Y u n a n c a a s t r o n o m i , m a t e
m a t i k ve tı p e s e r l e r i n i n ç o ğ u t e r c ü m e e d i l m i ş b u l u n u ^
y o r d u . Çe şitli Y u n a n e s e r l e r i A r a p ç a t e r c ü m e l e r i s a y e
s i n d e g ü n ü m ü z e u la ş t ı.
D i k k a t i ç e k e n n o k t a , ş i i r ve t a r i h e çok düşkün
o l a n M ü s l ü m a n l a r ı n , Y u n a n şiir, t i y a t r o ve t a r i h i n e
ö n e m verm em eleridir. Onlar, bu a lan lard a Y unanistan
y e r i n e İ r a n ' ı ö r n e k a l d ı l a r . D i ğ e r t a r a f t a n P l a t o n ' u n ve
A r i s t o ’n u n İ s l â m d ü n y a s ı n a Neo-Platonik b ir görüşle
girm esi h em M üslüm anlık hem de bütiin d ii n vn için
kayıp oldu. Aristo ve Platon'un hemen bütün eserleri,
doğru olmayan kısımlar bulunmakla beraber tamamen
tercüme edildi. Müslüman âlimleri, Yunan felsefesiyle
Jslâm felsefesini bağdaştırmak istedikleri için orijinal
eserler yerine Neo-Platonik tefsirleri tercih ettiler.
Gerçek Aristo ise ancak mantık ve ilim eserleriyle
Müslümanlığa geldi.
P : 8
hikmeti hakkmdaki fikirleri: Incil'de bunun İsa ile
birleştirilm esi ve «... ön ce Allah vard ı...» «... O o l
masa, var olanların hiçbiri olm azdı» diye ilâhi sözler;
Neo-Platonik felsefenin İlâhî hikmetin yaradılışın bir
unsura olarak teşhisi; bütün bunlar mutekid Islâm
camiasmda Kur'ân'ın daima Allah'ta var olduğunu ve
bunu Muhammed vasıtasiyle ifşa ettiği inancını kuv
vetlendiriyordu. Müslümanlıkta felsefe, ilk ifadesini
Mutezile (görüşte ayrılan) görüşünün gelişmesinde bul
du. Bunlar Kur'ân'ın ezelî oluşunu inkâr ediyordu. On
lar Islâm 'ın mukaddes kitabına karşı olan hürmetle
rini belirtiyor, ancak, kitap ve hadisler muhakemeye
karşı geliyorsa, o zaman K u r’ân’ı ve an'aneleri meca
zen tefsir etmek gerektiğini ileri sürüyorlardı. Böyle*
ce din ve aklı bağdaştırmaya çalışma gayretine «K e
lâm » yahut «m an tık » dediler. Onlar Kur'ân'da, el, ayak,
hiddet, kin gibi Allah'a atfedilen şeyleri kelim e mânâ-
siyle almanın hatalı olduğunu iddia ediyordu, insan
zekâsı hiç b ir zaman Allah'ın gerçek tabiatını ve ona
atfedilen şeyleri kavrayamazdı. Üstelik M ûtezile'ye gö
re, iîikad ehlinin yaptığı gibi hadiselerin önceden Al
lah tarafından tesbit edilm iş olduğuna, cennet ve cehen
nemliklerin Allah tarafından seçilmiş olduğuna inan
mak, insanın maneviyatını ve inisiyatifini mahveden
bir şey olurdu.
Bu temel üzerinde başlayan tefekkür, Mansur,
Harun Reşid ve Me'mun zamanında hızla yayıldı. K o
nu, önceleri bazı ilim adamlarının meclislerinde görü'
şülürken halifelere intikal etti, onlarla birlikte görü
şülmeye başlandı; daha sonra kolej ve cam ilerde açık
ça konuşmalar oldu. Böylece bu yeni fik ir akımı hem
sesini duyurdu, hem de etkili olmaya başladı. M e’mıın
bu inanışı benimsedi ve Mutezile doktrinini krallığın
resmî inancı olarak ilân etti. Daha sonra 832’de bütün
Müslümanların K u r’ân'ın zaman içinde yaratıldığına
inanmalarını emretti. Daha sonra bunu kabul etmeyen
lerin şahitliğinin kabul edilm eyeceğini bunlann hakim
de olamayacağını belirtti. Başka emirnameler bu inanışın
mecburiyetini, Allah'ın fizik gözle görülem eyeceği, her
kesin ihtiyarında serbest olduğuna kadar vardırdı; niha
yet bütün bu meselelere inandığı hususunda yemin et
mekten kaçınmak en büyük suçlardan biri haline geldi.
Me'mûn 833'de öldü. Ama onun ardından gelen el-Mu-
tasım ve el-Vâsık açtığı kampanyayı devam ettirdiler,
ibn i Hanbel adındaki ilâhiyat âlimi bunu reddetti. Mur
lıakemesi sırasında da sorulan her suale K u r’ân’dan
âyetler okuyarak cevap verdi. Bunun üzerine bayılın-
caya kadar kırbaçlanarak hapse atıldı. Ancak çektiği
ızdıraplar, onu halkın gözünde b ir velî mertebesine
yükseltti ve bu fikre karşı bir reaksiyon doğmaya baş
ladı.
Diğer taraftan Mutezile felsefesi, ilk ünlü simasını
yetiştirm işti. Ebû Yusuf Yakub ibni el-Kindî. Bu
zat 803'te K û fe’de doğmuştu. Şehrin valisinin oğluydu.
Önce orada, sönra Bağdad'da tahsil görmüş el-Me’mun
ve el-Mutasım'm sarayında tercüman, âlim ve filo zo f
olarak büyük bir ün yapmıştı. O da, tslâm kültürünün
bu gelişme ve parlama yıllarında, diğer ilim adamları
gibi akıl almaz bir şekilde çalışıyor Ve durmadan oku
yordu. Aritm etik, geom etri, astronomi, m eteoroloji, coğ
rafya, fizik; siyaset; müzik, tıp, felsefe konularında iki
yüz altmış beş eser yazdı. O da Eflâtun gibi her şey
den önce matematik bilmeyen kimsenin filo zo f olama
yacağına inanıyordu. El-Kindî, sağlık, felsefe, tıp ve mu
sikiyi de matematik yolla ifadeye çalıştı. Med ve cezir
olaylarını inceledi, düşen cisim lerin hızını tayin eden
kanunları tesbite çalıştı, optikle ilgili bir kitabında ışık
olaylarım inceledi. «H ıristiyan lığın M üdafaası» adlı
eseriyle Islâm dünyasında şok tesiri yarattı. B ir mesai
arkadaşıyla birlikte «A risto İlâh iyatı»m tercüme etti.
Aristo ile Platon’un fikirlerin i bağdaştırmaya çalışarak
her ikisinin de N eoPlaton cu olduğunu ileri sürdü. Ona
göre manevî varlığın üç derecesi vardı: Allah yani ya
ratıcı, onun belirm esi ve insan ruhu, insan ruhunu
gerçek bilgiyi kavramaya yönetebilirse hürriyeti ve
ölümsüzlüğü kazanabilirdi. El-Kindî, Aristo'dan aktif,
yani İlâhî zekâ ile, pasif, yani beşerî zekâ fikrini aldı.
Bu sadece diişünme kabiliyetinden ibaretti. Bu düşün
ce ibni Sina'dan, İbni Rüşd'e geçti.
641 — 1086
AFRİKA’NIN FETHİ
j
Böylece Bağdad’m önemi azalırken, Kahire'nin önemi
artmaya başladı. 1047'de yeni hükümet merkezini zi
yaret eden Nasır-ı Husrev çoğu tuğladan ve beş, altı
katlı 20.000 ev ve 20.000 mağaza olduğunu yazar. «Bu
mağazalar, altın, mücevher ve ipekli kumaşlarla öylesi
jıe dolu olurdu ki, insan oturacak yer bulamazdı.»
Başlıca caddeler güneşin ışınlarından korunur, gecele
ri de lambalarla aydmlatılırdı. Fiyatlar hükümet tara-
rafmdan tesbit edilmişti. Normalden fazla fiyat iste
yen herkes bir deveye bindirilir, eline bir çan verilir
ve suçu itiraf ettirilerek bütün şehirde dola^tınlırdı.
Şüphesiz şehirde milyonerler de vardı. Bir tüccarın
kurak geçen beş yıl boyunca bütün nüfusu bedava bes
Jediği kaydedilir. Yakub ibni Killize ölümünde hemen
hemen 30.000.000 dolan bulan bir servet bırakmıştı.
Fatımî hükümetleri genellikle liberal ve iyilikseverdi.
Fatımîlerin yükselişi Mustansır’ın uzun süren hü
kümranlığı sırasında zirvesine ulaştı. Bu hükümdar
kendisini tamamen lükse ve eğlenceye verdi. 1067 yılın
da Türk birlikleri ayaklanarak sarayı yağma etti. Onun
ölümünden sonra Fatımî imparatorluğu dağılmaya baş
ladı. Fas ve îfrikiyve zaten daha önce ayrılmıştı. Ar
amdan Filistin ve Suriye elden çıktı. 1171’de Selahad-
din son Fatımî halifesini tahttan indirdiği zaman, ida
re tamamen çığnndan çıkmış dunundaydı.
t
AFRİKA'DA İSLAM MEDENİYETİ
(641—1058)
649 — 1071
1. Halifeler ve Em irler
1058 — 1258
1
1086 — 1300
1038 — 1250
1038 — 1291
(1057—1258)
MÜSLÜMANLIK V E HIRİSTİYANLIK