You are on page 1of 575

KENAN EVREN

MİLLİYET YAYINLARI: 127



© Yaym Hakkı/Copyright: Milliyet Yaym A.Ş.-
Kenan Evren

Kapak Düzeni: Funda Eren

Birinci Baskı: Kasım 1990
ikinci Baskı: Kasım 1990
üçüncü Baskı: Kasım 1990
Dördüncü Baskı: Kasım 1990
ISBN-975-506-077-4
975-506-078-2

Bu kitap Erdem'de dizilmiş, Milli EQltim Basımevi'nde


basılmıştır.
KENAN EVREN

KENAN
EVREN'iN
IA\lS)lfU�lJ
Giriş 19
Dünyaya Gelişim ve Çocukluk Çağım 23
7 Rakamının Kronolojik Tablosu 23
İlkokula Başlamam 26
Ortaokul Dönemi 31
Lise Dönemi - Balıkesir Necatibey Lisesi 9'uncu Sınıf 34
Sınıfta Dönüyorum 35
lstanbul'a Gidişimiz ve Kadıköy Lisesine Kayıt Oluşum 36
Askeri Liseye Müracaat Fikri Yeniden Doğuyor 41
Askeri Lise Dönemi 42
Harbiye Dönemi 44
Zatünce Hastalığına Yakalanıyorum 46
Subay Oluyorum 51
Topçu Okulunda 54
Atatürk Vefat Ediyor 54
Malkara'daki Topçu Taburuna Gidiyorum 58
İlk Kıt'a Hizmetim 63
Tugay Karargahına Gidişim 64
32'inci Tugay Tümen Oluyor 65
Tümenimiz Çekiliyor 69
Tümenimiz Gelibolu'daki 2'nci Kolordu Emrine Giriyor 72
Tümenimiz Denizli'ye İntikal Ediyor 75
Üsteğmenlik Dönemim ve Evliliğim 76
İlk Çocuğumuzun Dünyaya Ölü Olarak Gelişi 78
İlk Şark Hizmetim 79
Akademi imtihanım Kazanışım 81
Erzwum'dan Ankara'ya Akademiye Gidiş 82
Harp Akademisinde ÜÇ Yıl 83

7
İlk Kızımın Dünyaya Gelişi 83

Akademiyi Bitiriş ve İkinci Kızımın Dünyaya Gelişi -


Genelkurmayda Staj 84
Kurmaylığımın Tasdiki ve Batarya Komutanlık Dönemi 87
Genelkurmayda Göreve Başlamam ve Binbaşı Oluşum 92

Üçüncü Kızımın Dünyaya Gelişi 102

Ankara'dan Tabur Komutanlığı Görevim İçin Yassıviran'a Hareketim 102

Yarbaylığa Tarfıim ve l 'inci Ordu'daki Yeni Görevim 105

Harp Akademisi'nde Öğretmenliğe Tayinim 106

Kore Tugayına Tayinim 107

İzmir'den Kore'ye Hareket 109


Kore'de Bir Yıl 112
Türlciye'ye Dönüş l 18
Ordu Donabm Okulu Kurmay �aşkanlığı Görevim 121

27 Mayıs Harekab 123

Generallerin ve Subayların Emekli Edilmeleri 126


2'nci Ordu Harek3t Başkanlığına Tayinim 126
Muş'taki 227'nci Alay Komutanlığına Tayinim 127

Erzurum 9'uncu Kolordu Kurmay Başkanlığı Görevim 130

Ankara'da Okullar Daire Başkanlığı'na Tayinim 132

Tümen K. Olarak Isparta'ya Hareket 138

Konya'da 2'nci Ordu Kurmay Başkanlığı GÖrevim 140

Korgeneral Oluşum ve
Trabzon'da l l'inci Kolordu Komutanlığına Tayinim 147

12 Mart Muhtırasının Metni 153

Ankara'da Kara Kuvvetleri Denetleme Kurul Başkanlığına Tayinim 156

Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığına Tayinim 160

Kıbrıs'a Müdahale Kararının Alınması 162

Harekat Başlıyor 163

l 'inci Harekat Sonunda Sonuçsuz Kalan Müzakereler ve 2'ioci Harekat 165

Orgeneralliğe Yükselişim 166

8
Af Kanununun Çıkışı 167
Kıbrıs Müzakerelerinde MSP'nin Tutumu 168
Genel Kurmay 2'inci Başkanlığına Tayinim 169

ABD'nin Ambargo Karan 169


Sovyet Rusya Seyahatim 170

Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Alpkaya'nın Emekli Edilişi 172

Ege Ordu Komutanlığı'na Tayinim 174

9 Eylül lzmir'in Kurtuluş 'föreni 174

Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Ersun'un Görevden Alınışı 176

1977 Seçimleri ve Hükilmet Kurma Çalışmaları 177

Kara Kuvvetleri Komutanhğı'na Tayinim 178

Koalisyon Hilkümetinin Düşüşü ve Ecevit'in Hilkümeti Kunn ası 181

Genelkurmay Başkanı Oluşum 186


Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na Org. Ersin'in Getirilmesi 191

Cumhurbaşakını İle İlk Görüşmem 193


l'inci Ordu Komutanhğı'na Org. Necdet Üruğ Tayin Ediliyor 194

Silah Sergileri Açtınyorum 194

Hilkilmetin Çektiği Döviz Sıkıntısını Gidermek İçin Yaptığım Teklif 195

Kamuoyunu Etkileyecek ilk Olay 195

Polisin Acıklı Durumu ve Bölünmüşlüğü 196


Güneydoğu Bölgesindeki Bölücü Hareketler 196
Milli Güvenlik Kurulu'ndaki Konuşmam 197

3'üncü Ordu Komutanlığı Karargatıında Komutanlarla Görüşmemiz 198

Kuvvet Komutanlanyla Birlikte Başbakanla Görüşmemiz 204

Başbakan Ecevit'in Görüşleri 205

Brüksel'de Yapılan SHAPEX Tatbikabna Kablıyorum 208

Siyasi Parti Liderlerinin Beyanattan 208

ABD Ambargoyu Kaldırıyor 209


Ağustos 1978 - Hava Kuvvetleri Komutanının Değişmesi 210

Silahlı Kuvvetler Günü Münasebetiyle Yayınladığım Mesaj 211

9
30 Ağustos Dolayısıyla Bir Dergiye Verdiğim Beyanat 214
Eylül 1978 218
Libya Seyahatim 220
Orgenenl Şükrü Kanatlı Tatbikab 222
Silahlı Kuvvetlere Yayınladığım Emir 22.2
Askeri Komite Toplantısı - Norveç ve Danimarka Gezisi 225
Ekim 1978 225
Ecevit ve Erbakan'm Talihsiz Beyanatı 226
Avrupa İnsan Haklan Komisyonunun·Hükümeti Suçlaması 226
CHP ve AP Koalisyon Fikri Doğuyor 226
29 Ekim Mesajım 227
Kasım 1978 229
Aralık 1978- Kahramanmaraş Olaylan 230
Jandarma Genel Komutanlığı'nın Kahramanmaraş Olaylan
Hakkındaki Raporu 230
13 İlde Sıkıyönetim ilan Ediliyor 234
Sıkıyönetim Eşgüdüm Komutanlığı Kurulmasına
Demirel ve Türkeş Karşı Çıkıyor 236
1979 Yılı 237
Gidişten Ümitli Değiliz 237
Cumhurbaşkanı ikaz Ediyor 240
Ecevil'in Sıkıyönetim İlaıundan Sonra Verdiği Beyanat 241
Yokluklar Gittikçe Çoğalıyor 241
Demirel Kahramanmaraş Olaylarını istismar Ediyor 241
CHP ile AP'nin Biraraya Gelmesi istekleri ve Demirel'in Cevabı 242
Milli Savunma Bakanı Hasan Esat lşık'ın Bakanlıktan Ayrılışı 243
içişleri Bakanlığına Hasan Fehmi Güneş Geliyor 244
Şubat 1979 Abdi İpekçi Öldürülüyor
- 244
Şubat Ayı Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısı 245
içişleri Bakınının Acı İtirafları 246
Cumhurbaşkanı Demirel ile Konuşuyor 247

10
OECD'nin E kononimik Durumumuz Hakkındaki Raporu 249
Mart 1979- Ecevil'in Milletten İstediği Fedakarlık 249
Demirel'in Ordu'ya Sataşması ve Ecevit'in Cevabı 250
Demirel'in Yine Ordu'ya Sataşması 250
Arka Arkaya Gelen Zamlar ve Demi.rel'in Beyanları 251
Mart Ayı Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısı 252
Nisan 1979- Demirel'in Hükümeti Suçlayan Beyanı 252
Anarşi Gittikçe Tırmanıyor 253
Bölücülük Hakkında Jandarma Denetleme Başkanının Raporu 254
Adalet Bakanının İtiraftan 258
Ecevit Nihayet Bölücülük Faaliyetlerini Kabul Ediyor­
Şerafettin Elçi ise Reddediyor 260
DİSK'in 1 Mayıs İçin Taksim'de Toplanacaklarını Açıklaması 260
Ecevit İstanbul Sıkıyönetim Komutanının Aldığı Karan
Kaldırtmaya Çalışıyor 261
Demirel Sıkıyönetim Komutanı'nın Kararına Rağmen
Gösteri Yapanları Koruyor 262
Bana Gelen Mektuplar Çoğalıyor, Müdahaleyi Düşünmüyorum 262
Mayıs 1979- İstonbul'da l Mayis Dolayısıyla
Sokağa Çıkma Yasağı Konuyor 263
Eceviı Komünist Partisi Kurulmalıdır Diyor 264
SALT-2 Anlaşmasına Türkiye Bulaştırılmak İsteniyor 264
19 Mayıs Dolayısıyla Yayınl:)dığım Mesaj 265
Demirel 27 Mayıs Bayramı Kaldınlmahdır Dedi 265
27 Mayıs Dolayısıyla Yayınladığım Mesaj 266
Demirel'in Cumhurbaşkanını Sert Bir Dille Kınaması 266
Haziran 1979 - Hükümetten İstifalar ve Milletvekilleri Transferleri 267
ABD'ye Seyahatim 268
Kanada'ya Geçiş 29}
Tüıkiye'ye Dönüş ZTO
Temmuz 1979 Parti Merkezlerine Saldın Başlıyor
- Zll

11
Sıkıyönetim Komutanlarına llave Yetkiler Verilmesi
Ecevit Tarafından Rağbet Görmüyor 272

Paıtilerarası Diyalog Çağrısını Demirel Reddediyor 272

Mısır Büyükelçiliği Teröristlerce İşgal Ediliyor 273

Uçağımız Kaza Geçiriyor 274

Demirel Ecevit'i Teröristlerin Başı Olmakla Suçluyor 274

Bazı Terör Olaylan 275

Ülke Durumunu Kuvvet Komutanı Arkadaşlarımla Konuşuyor,


Fikirlerini Öğreniyorum 276

Doktorlar lçin Tam Gün Yasası Çıkarılması 278

Ağustos 1 979- Yüksek Askeri Şfıra Toplanblan Sonuçlan 279

Anarşik Olayların Çoğalması 280

Demirel Milli Güvenlik Kurulunu Suçluyor 282

Silahlı Kuvvetler Günü Dolayısıyla Yayınladığım Mesaj 282

Eylül 1 979- Genelkurmay 2'inci Başkanının Başkanlığında


Ufak Bir Çalışma Grubu Kurduruyorum 283

Ara Seçimler Senato 1 /3 Yenileme Seçimleri 284

Prof. Turan Güneş'in Beyanati 284

Faruk Sükan da Başbakan Yardımcılığı'ndan İstifa Ediyor 285

Ekim 1 979 285

Seçimlerde Her Türlü Tedbir Alınması lçin Orduya Emir Veriyorum 286

Ecevit Hükümetinde Yapılan Son Sıkıyönetim Koordinasyon Toplanhsı 286

2'inci Başkan Küçük Çalışma Grubunun İlk Raporunu Getiriyor 296


Ecevit istifa Ediyor- Demirel Görev Alıyor 296

Kasım 1 979 298

Demirel'in Hükümet Programından Parçalar 299

Aralık 1 979 300


Demirel'in İlk Sıkıyönetim Koordin;tSyon Toplanbsı 300
Orgeneral Necdet Üruğ'un Konuşması 31 0

Uyarı Mektubu Hazırlanıyor 328

1 980 yılı 336

12
Ecevit'in Muhbra Hakkındaki Beyanab 340

Demirel'in Muhbraya Reaksiyonu 341

Korkut Özal ve Turhan Feyzioğlu ile Görüşmelerim 342

Cumhurbaşkanına Yeni Teklifim 342

Kuvvet Komutanları lle Birlikte Demirel İle Görüşmemiz 344

Demirel ile Yeniden Görüşmelerimiz 345

2'nci Sıkıyönetim Koordinasyon Toplanusı 346

Bugüne Kadar Çıkarılamayan Kanunlar 346

Anarşinin Önlenememesinin Sebepleri 348

Ankara Sıkıyönetim Komutanının Konuşması ve Demirel'in Sinirlenişi 349

Adana Sıkıyönetim Komutanın Söyledikleri 350

İstanbul Sıkıyönetim Komutanın Söyledikleri 351

Erzincan Sıkıyönetim Komutanının Söyledikleri 352

Benim Söylediklerim 352

TARİŞ'te Arama Yapılması ve tık Olayların Başlaması 353

24 Ocak Ekonomik Kararının Alınması İlk Zamlar 354

Milli Savunma Bakanını İkazım 355

Orhan Eyüboğlu ile Görüşmem 356

Şubat 1980 - Mustafa Üstündağ ile Görüşmem 357

TARİŞ'te Olayların Yeniden Başlaması 359

Olayların Vehameti Karşısinda Nahit Menteşe'nin Beyanatı 360


lstanbul'da Dükk3nlan Kapatma Olayı 360
Erzurum'daki Kış Tatbikauna Gidiş 361

3'üncü Sıkıyönetim Koordinasyon Toplanusı 362

Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanının Takdimi 363

Emniyet Genel Müdürünün Söyledikleri 366


Demirel'in 24 Ocak Kararlan Hakkında Söyledikleri 374

Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanının Söyledikleri 376

Erzurum Sıkıyönetim Komutanının Söyledikleri 376

Elazığ Sıkıyönetim Komutanının Söyledikleri 377

13
Ankara Sıkıyönetim Komutanının Söyledikleri 377
Adana Sıkıyönetim Komutanının Söyledikleri 379
Demirel'in Sıkıyönetim Komutanlarına Teşekkürü 380
Oramiral Celal Kayacan İle Göıüşmem 382
Orgeneral İrfan Ô7.aydınlı İle Görüşmem 386
Milli G üvenlik Kurulunda Ege'deki 714 Sayılı NOT AM'ın
Kaldırılması Kararı Alınması 386
Recai Kutan İle Görüşmem 388
Demirel'in Bana Gerekirse Görevi Bırakacağını Söylemesi 388
Rogers İle Yunanistan'ın NATO'nun Askeri Kanadına
Dönüşü Hakkında Görüşmelerimiz 389
Mart 1980 390
Çalışma Grubunun Hazırladığı Raporu Tetkik 390
İngiltere'deki Temas ve İncelemelerim 392
Norveç'teki Temas ve İncelemelerim 393
4'üncü Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısı 394
Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanının Takdimi 394
Emniyet Genel Müdürünün Takdimi 396
Ankara Sıkıyönetim Komutanın Takdimi 397
Adana Sıkıyönetim Komutanının Takdimi 400
Maliye Bakanının Söyledikleri 402
İçişleri Bakanının Söyledikleri 402
Benim Kısa Konuşmam 403
Adalet Bakanının Konuşması 404
Demirel'in Konuşması 405
Nisan 1980- Cumhurbaşkanlığı Seçim Hazırlıkları 410
Hapishanelerden Firarlar 415
Cumhurbaşkanı Seçimleri 416
5'inci Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısı 417
Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanının Tek.lifi 417
Ankara Sıkıyönetim Komutanının Söyledikleri 419

14
Adana Sıkıyönetim Komutanının Söyledikleri 421
Adalet Bakanının İtiraftan 422
Demirel'in Hakimlerden Şikayeti 423
Bazı Acı Olaylar 424
Cumhurbaşkanlığı Seçim Turları Devam Ediyor 426
Milli Savunma Bakanı ile Görüşmem 427
Oramiral Kemal Kayacan ile Görüşmem 427
Müdahale Fikrinin Belirmesi 428
Erbakan'ın Gayn Ciddi Davranışları 429
İkinci Bir Uyun Mektubuna Gerek Var mı? 430
Mayıs 1980 431
Demirel İle Görüşme ve Özel Harp Elemanlarını Kullanmam İçin
Bana Yaptığı Teklif 431
Bütün Hazırlıkların Tamamlanması Emrini Verişim 432
Brüksel Dönüşü Hava Meydanında Verdiğim Beyanat 433
Atatürk'e Yuh Çekiliyor 434
Müdahaleden Başka Çıkar Yol Yok 434
Eşim Lahey'de Hastalanıyor 435
19 Mayıs Dolayısıyla Yayınladığım Mesaj 435
İstanbul'da Komutanlarla Toplanb Yapıyorum 437
Demirel'in Cumhurbaşkanuu Halkın Seçmesi Önerisi 438
Demirel'in Anayasa Değişikliği önerisine Ecevit'in Tepkisi 439
Çorum Olaylan 440
Haziran 1980 441
Harekat Emrinin Hazır Olması İçin Verdiğim Emir 442
Fransa'ya Gidiş 442
Lahey'de Hastanede Olan Eşimle Birlikte Türkiye'ye Dönüş 443
Muhsin Batur Yeniden Cumhurbaşkanı Adayı Oluyor 444
Demirel Hükümetini Düşürme Çabaları 445
Dr. Faruk Sükan'ın AP'ye Girişi 446
Erbakan'ın Hükümete Verdiği Uyarı Mektubu 447

15
Hükümeti Düşilnne Çabalarının Devamı 447
6'ncı Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısı 448

Koordinasyon Başkanının Konuşması 450

Emniyet Genel Müdürünün Devletten Şikayeti 450

Benim Konuşmam 452

Demirel'in Konuşması 454

Bayrak Harekat Emrine Son Şekli Veriliyor 456


Harekat Tarihi 11 Temmuz Olarak Tespit Ediliyor 456

Temmuz 1980 457

Harekat Emri Yayınlanıyor 458


Harekat Tehir Ediliyor 460
Milletvekilleri ve Senatörler Hakkında Vardığımız Karar 461
Çorum ve Ordu'da İncelemel€(rimiz 462
Fatsa'da Yapılan Silah Araması Üzerine Ecevit'in Verdiği Beyanat 463
Fasta Belediye Başkanının Uygulamalarını Destekleyen Makalelerden
Birörnek 463
Güneydoğu Bölgesine Yapuğımız Gezi 465
Nihat Erim Öldürülüyor 466
İçişleri Bakanını Düşürme Çabalan 466
Demirel ve Ecevit Çankaya'da Cumhurbaşkanı Vekilinin
İsteği Üzerine Biraraya Geliyorlar 467

24 Temmuz 1980 Cumhurbaşkanı Vekili Çağlayangil'in


Demirel ve Ecevit'le Yapmış olduğu Görüşme Tutanağı 469

Siyasi Parti Liderleri ve Grup Temsilcileri


Çankaya Köşkünde Toplanıyorlar 485

Dışişleri Bakanı Hakkın da da Gensoru Veriliyor 498

Ağustos 1980 499

Not Defterimdekiler 500


7'inci ve Son Sıkıyönetim Koordinasyon Toplanbsı 505

Sıkıyönetim Komutanlarının Söyledikleri 507

İçişleri Bakanı Orhan Eren'ili Konuşması 514

Demirel'in Konuşması 516

16
Ağustos Yüksek Askeri Şfira Toplantısı 518

Demirel'in Erken Seçim Önerileri 520

Harekat Günü Yeniden Kararlaştırılıyor 522

Milli Güvenlik K onseyinin Kuruluş Şekli 523

Başbakan ve Bakan Olacaklar Gözden Geçiriliyor 524

Siyasi Parti Liderlerinin Gönderileceği Yerler Tespit Ediliyor 525

Suçlu Olan Milletvekillerinin Gönderileceği Mahal Tespit Ediliyor 525

Toplantı Sonunda İmzaladığımız Zabıt 526

Kuvvet Komutanı Arkadaşlanmı İkaz Ediyorum 528

30 Ağustos Mesajım 530

Bayrak Harekat Emri İletiliyor 534

Dışişleri Bakanı da Düşürülüyor 534

Konya Olaylan 535

Ecevit'in İşçilere Tribünlerden Sahaya İnmeleri Çağrısı 535

İlgili Komutanlıklar da Hazırlıklarını Tamamlıyorlar 536

Hazırlıklar Son Defa Gözden Geçiriliyor 537

l l Eylül Günü Cumhurbaşkanına Haftalık Görüşmeye Gidişim 541

Harekatı Eşime ve Kızıma Açıklıyorum 541

Genell"Urmaydaki Faaliyetler 542

TRT Genel Müdürü Genelkurmaya Getiriliyor 543

Parti Liderlerine Haber Gönderiliyor 544


Bayrak Harekatının Başlaması 545

17
GİRİŞ

Zaman zaman hayat hikayemi yazmayı düşünmüş ve buna birkaç defa


teşebbüs de etmişimdir. Ama her teşebbüsüm başlangıç safhasında11 öteye
geçememiş ve yazdıklarım zama11la değerini kaybeniğinden veya yazdıklarımı
kendim de beğeru11ediğimde11 yırtılıp çöp sepetine anlnııpır.

12 Eylül 1980 tarihinde Türkiye Cwnhuriyeti'ni Koruma ve Kollama Ha­


reklitınm liderliğini üstlendikten sonra birçok çevrelerden ve özellikle basın
mensuplarının bazılarmda11 dolaylı veya dolaysız yollardan müracaatlar
olmuşsa da, bunu yapmak gerekirse yine en iyisi tarafımdan kaleme alınarak
gerçekleştirilmesinin en doğru yol olacağına inandığımdan, bu gibi
müracaatları her seferinde geri çevirdim. Esasen o kadar yoğu11 işlerim
arasında buna ayıracak zanıarum da yoktu.

12 Eylül 1980 Harekatından sonra ne kadar büyük bir sorumluluk altında


bulu11duğumu, o günleri yaşamış her Türk vatandaşı idrak edebilir. Bu Ha­
rekatın muvaffak olmaması demek, bir iç savaş son11cu Türkiye'nin
parçala11ması ve dolayısıyla bin seneye yakın bir zamandır bizim olan bu
toprakların değişik ellere geçmesi, başka bir deyişle Turklüğün ve Türklerin,
Asya'daki diğer Türklerin durumuna düşmesi demektir.

Böyle bir durumla karşı karşıya bulunurken benim hayat hikiiye mi


başkasma anlatmam veya ken<i,im kaleme almam mümkün olabilir miydi?

Diğer taraftan hayat hikiiyemin yCL"llmasının da bir zaruret olduğwıu takdir

19
etmiyor değildim. Zira Türk milleti haklı olarak kimdi bu Kenan Paşa, nerede11
gelmiş, nasıl yetişmiş, bugüne kadar nasıl bir hayat geçirmiş, neden ve nasıl
bu Harekdtı yapmış veya daha doğrusu yapmak zorunda kalmış, ne gibi
yardımlar görmüş, ha11gi zorluklarla karşılaşmış ve 11asıl göğüs geımiş; bütün
bunları şimdiki ve gelecekteki nesiller bilmek isteyecekti.

İsteyecekti ama, be11im de bunlarla uğraşacak kadar vaktim yoktu. Hep bu


zamam aradım. Bir taraftan da acele ediyordum. Çünkü ne kadar yaşayacağmı
belli değildi. İnsan hayatının bir nefeslik olduğunu sevgili eşimin gözlerimin
önünde ve kucağımda hayata veda edişinden biliyorum. Şu anda 65 yaşımı da
bitirmek üzereyim. Ecelimle ölebileceğim gibi; beni öldürmek isteyenlerin de
kurşununa hedef olabilirim. O takdirde birçok hakikatler tarihin karanllkları
içinde kaybolup gidecek, dolayısıyla milletime ve gelecek nesillere söylemek
istediklerimi de söyleyemeyecektim. İşte bunun için acele ediyordum.

Bu işin çok zor olduğunu da biliyorum. Çünkü bugüne kadar günü gününe
hatıralarımı muntazam olarak kaydedemedim. Be11 ne bilirdim ki, bir zaman
gelecek Türk milletini11 mukadderatma hükmedecek ve 12 Eylül'ün lideri ve
arkasından da Cunıhurbaşkam olacağını?..

Her i11san gibi ben de zaman zaman hatıra defteri tutmaya heveslendim fa­
kat yazıma başlarken de ifade ettiğim gibi, hepsi yarıda kaldı.

12 Eylül'den muayye n bir süre önce ve özellikle 12 Eylü/'den sonra tut­


tuğunı bazı notlarım var. İşte 011larda11 ve daha çok hafızama müracaat ederek
hayat hikayemi yazmaya gayret edeceğim. Başlangıçta onun içi11 bu işin zor
olacağını yazdım. Ama zor da olsa, bunu başarmaya çalışacağım. Herhalde 12
Eylül Harekdtı'ndan ve onda11 sonra içinde yaşadığım durumlarda11 daha zor
olamaz. Mühim olan karar verebilmededir. Karar verdikten sonra onu yerine
getirmek de kolaylaşır. Be11 buna karar verdim. Başaracağım. Ama ne kadar
zamanda bunu tamamlayabilirim, şimdiden bir şey söyleyemem.

Bu satırları İstanbul'daki Harbiye Orduevinde yazıyorum. Bugün 19 Aralık


1983, Pazartesi_ 6 Kasım Milletvekilleri seçimi yapıldı. Hükümeti kurma
görevini 400 mevcutlu TBMM'de 211 sandalyeye sahip olan Anavata11 Partisi
Genel Başkanı Turgut Özal'a verdim. Bakanlar Kurulu listesine uygun olarak
Bakanların atamasım yaptım ve bir hafta dinlenmek üzere lstanbul'a dün gel­
dim. Cumartesi gününe kadar burada kalacağım. Bugün Başbakan Özal,
H ükünıet Programını Meclis'te okuyacak. Program üzerinde yapılacak
görüşmeler ve güven oylaması hafta sonunu bulacak.

20
İşte ben de bu boşluktan yararlanarak, bugüne kadarki yorgunluğumu biraz
olsun gidermeyi ve bu arada hatıralarıma Orduevinde başlamayı uygun bul­
dum . Ne kadar yazabilirsem burada yazacak, gerisini Ankara'da tamamlamaya
çalışacağım.

Acaba hayat hikdyeme hangi noktadan başlayayım diye düşünüyorum.


Öyle ya, başlangıç neresi olsun? Bu satırları okuyacak olanlar benim nerede
doğduğumu, ne zaman dünyaya geldiğimi herhalde öğrenmek isteyeceklerdir
diye düşündüm ve onun için de doğumumla bu işe başlamayı uygun gördüm.

21
DÜNYAYAGELİŞİM VE ÇOCUKLUK ÇAGIM

Nüfus cüzdanımda doğum tarihi olarak1 Ocak1918 tarihi yazar. Ancak bu


tarihin yanlış olduğunu hemen söylemeliyim. Zira nüfus cüzdanım alu ay son­
ra Manisa'nın Alaşehir ilçesinde alınmış ve doğum yerim olarak da Alaşehir
yazılmış. Uzun seneler ben de hep böyle sandım. Sonradan 1 9 1 7 senesinin
yedinci ayı yani Temmuz ayının 1 7'nci ve aynı zamanda Ramazan ayının
27'nci gecesi olan Kadir gecesinde Kula'da dünyaya
, geldiğimi araştıra araştıra
buldum.
Şimdiki nesiller buna akıl erdiremezler ama o tarihte çocukların doğum ta­
rihleri babalan veya anneleri tarafından Kur'an-ı Kerim'in baştaki sahifesine
yazılır, nüfus kağıdı sonradan ne zaman istenirse o zaman çıkartılırmış. Benim
esas doğum tarihim de babanı tarafından Kur'an-ı Kerim'e kaydedilmiş. An­
cak bir müddet sonra o Kur'an-ı Kerim'i bir arkadaşına hediye edince benim
hakiki doğum tarihim de unutulmuş gitmiş. Bilinen bir gerçek var ki, esas
doğumum 1 Ocak 191 8'den alU ay önce ve Kadir gecesi oluşudur.
İşte buradan hareketle, 1 9 1 7 senesi Temmuz ayının l 7'nci günü
doğduğumu buldum. Doğumumla başlayan bu 7 rakamları hayatım boyunca
birçok acı ve tatlı tarihleri oluşturacaktır.

İŞTE 7 RAKAMININ KRONOLOJİK TABWSU

Doğum ydı:1917
Ayı : 7'nci Ay (Temmuz)
Günü : l 7'nci Gece Ramazanın 27'nci Gecesi
Okula Başlama: 7 Yaş (1924)
23
Askeri Liseye Giriş yaşım : 17 Yaş ( 1934)
Evlenme Tarihi : 27 Mayıs 1944
Evlenme "Yaşım : 27 Yaş
K.K.K. olduğum Yıl : 1977
Genelkurmay Başkanlığına Başlama Tarihi : 7 Mart 1978
KaÇUlCI Genelkurmay Başkanı Oluşum : 17nci
Tandoğan'daki Evimin Numarası : 17
Babannn Ölüm Tarihi : 7 Mayıs 1957
Ağabeyimin Ölümü : 27 Ağustos 1979
Tk.KJığı Yaptığım Bt.lar : 57'nci ve 7'nci Batarya
Bt.KJığı Yaptığım Bt. : Tnci Bt.
Alay KJığı Yaptığım Alay : 227'nci Alay
Kmm Şenay'ın Evlenme Tarihi : 17 Ekim 197 1
ll'inci Kolordu KJığına Başladığım Tarih : 7 Eylül 1970
Cumhurbaşkanına Verdiğim Uyarı Mektubu Tarihi : 27 Aralık 1979
12 Eylül Harekab Cumhuriyetin 57'ıxi Ydında Gerçekleştirildi.
1982 Anayasasının Halk Oylamasına Sunulması : 7 Kasım
Ka�na Cumhurbaşkanı Olduğum : 7nci
Kaç Sene Süre İle Cumhurbaşkanlığı Yapacağım : 7 sene
1983 Seçimlerinden Sonra Teşekkül Eden TBMM'de İlk
Açıhş Konuşmam : 7 Aralık
Yeni Hükümeti Kurma Görevini Turgut ÖDl'a Verdiğim Tarih : 7 Aralık 1983
1983 seçimlerinden sonra kurulan TBMM, 17'nci dönem Millet
Meclisi oluyor.
Bunlar tespit edebildiğim tarihler.

Babam o tarihte Osmanlı İmparatorluğunun dış borçlarını ödeyemeyince dış


güçlerin baskıları ile bu borçlan ödemek maksadıyla 3 Ekim 1880 tarihinde
kurulmuş bulunan Düyun-u Umumiye (Genel Borçlar) teşk ilatında "Aşar
Kontrol Memuru" olarak görev yapmakta imiş.
Babam k üçük yaşlarda İstanbul'da okumak için şimdi Yugoslavya'da bulu-

24
nan Üsküp'ün Preşova kasabasından İstanbul'daki amcasının yanına gelmiş.
Fatih Medresesinde okuduktan sonra hayata atılmış ve hocalık, imamlık yap­
mamış bu mesleği tercih etmiş.

Annem ise Soma'lı fakat annemin annesi de vaktiyle Bulgaristan'ın Ziştov


şehrinden göç ederek Soma'ya yerleşmişler.

Ben annemin ve babamın dördüncü ve son çocuğuyum.

Dünyaya gelişim Türkiye'nin içinde bulunduğu ortam bakımından hiç de


iyi bir zamana rastlamamış. Birinci Cihan Harbi sona ermek üzere, Türkiye
çeşitli cephelerde 1911 yılından beri arka arkaya girdiği savaşların hepsinde
mağlup olmuş, bu son Birinci Cihan Savaşında da mağlup olmak üzere. Mem­
leketin her tarafı harap ve bitap. Fakirlik bütün ülkeyi sarmış. Ülke her yönü
ile geri kalmış. Okuma yazma nisbeti yüzde 10 civarında ya var, ya yok. Bir
zamanlar bütün A vrupa'yı, Asya'yı ve Afrika'yı titreten Osmanlı
İmparatorluğu yok olmak üzere.

İşte böyle bir zamanda dünyaya gözümü açıyor ve Kadir gecesi


doğduğumdan dolayı da 15 gün kadar adım Kadir oluyor. Bilahare Ahmet Ke­
nan olarak değiştiriliyor. Ağabeyim Rağıp, ben doğduğumda 12 yaşlarında
imiş. Bana anlattığına göre Kadir ismini beğenmemiş. Babama, ann eme, "ne
olur Kadir koymayın" diye yalvarmış, babam da onun isteğine uymuş ve Ah­
met Kenan olarak değiştirmiş.

15 Mayıs 1919 da Yunanlılar İzmir'e asker çıkararak Anadolu içlerine


doğru topraklarımızı işgale başladığı tarihte, biz Alaşehir'deymişiz. Yunanlılar
Alaşehir'e yaklaştığında, biz de Alaşehir'i terk ederek, Denizli'ye göç etmişiz.
Daha doğrusu, babamın Denizli'ye tayini çıktığı için, Denizli'ye gitmişiz.

Bu göç o tarihte at ve katır sırtında gerçekleştiriliyormuş. Ben henüz iki yaş


civarındaymışım. Tam bu göç sırasında ben kuvvetli bir ishale yakalanmış,
nerede ise ölmek üzere imişim. Annem beni sırtında ve kucağında taşımaktan
bitap düşmüş, nasıl olsa öleceğimi tahmin ederek beni yolda bırakmayı bile
aklından geçirdiğini, büyüdüğümde bana acı bir hatıra olarak anlatmıştı.
Öldünneyen Allah öldürmüyor!..

Dağda bayırda konaklaya konaklaya zannediyorum iki üç günde Denizli'ye


gelmişiz. Babam daha evvel Denizli'ye gittiği için, bizim başımızda ağabeyim
varmış.

İzmir'in işgali Ege şehirlerinde karşıkoyma hareketlerine yol açmış. Nite­


kim, Aydın, ilk işgalinde milli kuvvetler ve 57'nci tümen tarafından kur­
tarılmış, Deiıizli'de kurulan Heyeti Milliye, şehri savunma tedbirleri almış.
Yunanlılar bir müddet SQnra büyük kuvvetlerle ileri hareketlerine devam
etmişler ve Denizli'nin hemen yakınındaki Sarayköy'e kadar işgal etmişler.

25
Babam, Aşar Kontrol memurluk görevini Denizli'de devam ettirmiş. Büyük
Ağabeyim Şemsettin de 57'nci tümen'de cephe muhabere memuru olarak
görev yapmış. Rahmetli ağabeyim, cephede görev yaptığı halde istiklfil madal­
yası alamadığından dolayı çok üzülmüştü.

Kurtuluş savaşının zaferle sonuçlanmasından sonra babam evvela Berga­


ma'ya, kısa bir süre sonra da Muğla'ya tayin obnuş. ben de 7 yaşıma bastığım
için Muğla'da ilkokula 1924 yılında başlamışım.

İLKOKULA BAŞLAMAM

İlkokul birinci sınıftaki okul dönemimi hayal meyal hatırlanın. O tarihte


arap harfleri kullanıldığından, birinci sınıf ve hana ikinci sı.nıf dahi okuma yaz­
ma öğrenmekle geçerdi.

Birinci sınıf sonunda babam Alaşehir'e "Düyun-u Umumiye Müdürü" ola­


rak tayin edildi. İlkokulun mütebaki sınıflarını artık Alaşehir'de bitirdim.

O tarihte her sınıfın bir öğretmeni vardı. Öğrenci üst sınıflara geçtikçe
öğretmen de değişirdi. z.anncdiyoruın ki bu usul daha iyi netice veriyordu.

Şimdi bir öğretmen birinci sınıftan öğrenciyi alıyor ve okulu bitirinceye ka­
dar öğrenci aynı öğretmenle karşı karşıya kalıyor. Eğer çocuk iyi bir
öğretmene tesadüf eimiş ise mesele yok. Ortaokula geçtiğinde sıkıntı
çekmiyor. Ama zayıf bir öğretmene tesadüf etmiş ise o zaman çocuğun tahsil
hayatı ona bir türlü tatlı gelmiyor, hep zorlama ile sınıflarını geçiyor.

12 Eylül'den sonra bu usulü değiştirmek için uğraştım. Ancak bazı zorluk­


lar karşısında şimdilik l , 2 ve 3'üncü sınıfların bir öğretmen, 4 ve 5'inci
sınıfların başka bir öğretmen tarafından okutubnası şeklini uygulamaya koya­
bildik.

O tarihte, yani 1925 senesinde Alaşehir'de bir tek ilkokul vardı. Şehirde
ilkokul olabilecek bina bulunmadığından, dört odalı bir ev ilkokul olarak kul­
lanılıyor ve bir sınıfı da başka bir binada öğretim yapıyordu. Okulun en
küçükleri arasında idim. Zira o tarihlerde normal okul çağında okula gidenler
azınlıkta olup sekiz, dokuz, on yaşında da okula başlayanlar çoğunlukta idi.

İlkokul hayatım oldukça başarılı geçti. Sınıfımın başarılı öğrencileri


arasında sayılırdım. Sınıfın en küçükleri arasında yer aldığımdan. milli bay­
ramlarda şiirleri bana okuturlar. yine bayramlarda Kızılay ve Çocuk Esirgeme
Kurumu için takılan rozetleri bir kız arkadaşımla birlikte, takar ve toplanan

7.h
paralan ilgili yere teslim ederdik. Kız arlcadaş rozetleri ben de paralann atıldığı
kumbarayı taşırdık. Bu görevi yapmaktan çok zevk alırdım. Ancak bazılan
para vennemek için bizden kaçarlar veya ceket yakalarının altını göstererek
"daha evvel aldım" der bizi atlatırlardı. Onlara kızardım. Bir kuruş, yirmi para
atanlara da kızardım. Beş kuruş, on kuruş atarlarsa sevinir ve kız arkadaşıma
"on kuruş attı, beş kuruş attı" diye haber verirdim. Bazı zenginler eğer yirmi
beş kuruş atmışsa o çok büyük para demekti.

Alaşehir'de ikinci ve üçüncü sınıflarda iken oturduğumuz ev. evvelce tekke


olarak kullanılan ve bir tek büyük odası, yanında da toprak zeminli ahır
şeklinde bir mutfağı, üç dönümden fazla bahçesi olan eğer ev demek caiz ise,
öyle bir evdi. O bir tek odalı evde annem, babam, ağabeyim, ablam ve ben ol­
mak üzere beş kişi kalıyorduk. Elektrik yoktu. Akşamlan beş numara gaz lam­
bası altında çalışmak çok zor olduğundan. okuldan döner dönmez, akşam ka­
ranlığı basmadan ödevlerimi yapar, akşama bir şe� bırakmamaya çalışırdım.
Evlerde, hele bizim oturduğumuz şekildeki evlerde akrep ve yılanla ka�ı
ka�ıya gelmek her zaman mümkündü. Nitekim birkaç defa yılan, çok defa da
akrep öldürmüşüzdür. Bir seferinde hatırımda kaldığı kadarıyla üçüncü sınıfta
iken akşam yatağa gireceğim sırada yastığı alırken elimi akrep soktu, sabaha
kadar ağladım bağırdım. Yumurtayı kırıp pannağımı yumurta akına
batırmaktan başka yapılacak bir şey yoktu. Zira akrep sokması normal olaylar­
dan kabul edilir, başka ilaç kimse bilmezdi.

Neden böyle bir evde oturduğumuz ve ufacık bir yerin okul olarak kul­
lanıldığı sorusu akla gelebilir. Yunan işgalinden kurtulalı henüz üç sene
olmuş, Yunan ordusu çekilirken bütün şehirleri bu arada Alaşehir'i de ateşe
vererek yerle bir etmiş. Yangından kurtulabilmiş binalar tek tük kalmış. Otura­
cak ve okul yapılacak bina kalmamış, sebep bu.

O evde çok da hastalık geçirdim. Bulaşıcı bir hastalık geldiğ�nde hemen he­
men bütün çocuklar o hastalığa yakalanır, ölen ölür, kalan çelikleşirdi. Şehrin
kanalizasyonu ve içme suyu yoktu. Evden eve geçen ve ekseri evlerde de bu­
lunmayan bir derenin suyu; çamaşırda, temizlikte, yemekte ve hatta içme suyu
olarak kullanılırdı. Yağmur yağdığında dere bulanık aktığından evlerdeki sular
da çamurlu ve bulanık akardı. Tülbent dediğimiz ince dokunmuş bir bezden
süzer öyle içerdik. Kaynatarak içmeyi de bilmezdik. Aşı olmayı duymamıştık.
Zannederim yalnız çiçek aşısı yapılırdı. Böyle bir şehirde hastalık yayılmaz
mı? Kızamık normaldi, Ben de kızamığa yakalandım. Arkasından kızıl has­
talığına tutuldum. Kocakarı ilaçları ile kızıl hastalığını da geçiştirdiğimi
sanırken kısa bir süre sonra her tarafım şişmeye başladı. Beni şişmanlıyor
zannediyorlardı. Nihayet şişmanlamak.la bir ilgisi olmadığı anlaşılınca:
kocakarı ilaçlan yapan ve zamanın doktoru geçinen bir kadın geldi, kendine
göre otlardan bir bulamaç gibi bir ilaç yaptı, karnıma koydu sardı, bir müddet

27
öyle kaldı, tabii hiçbir faydası olmadı. Bunun üzerine bir koyun işkembesini
açrılar, içini boşaltmadah pisliği ile birlikte vücuduma sardılar. Üç-dört gün de
o hayvan pisliği üzerimde kaldı. O da bir fayda sağlamadı. Şişmem devam
ediyor ve nerede ise gözlerim kapanıyordu. İdrarını ise kan renginde
kıpkırmızı geliyordu.

İşte bu durumda iken babam beni hükümet doktoruna götürmek zorunda


kaldı. Şehirde esasen ondan başka doktor da yoktu. Doktor beni muayene eder
etmez babama, "Nerede kaldınız be adam, çocuk gidiyormuş. Eğer bir hafta
daha gelmemiş olsaydınız çocuk ölecekmiş" dedi. Meğerse "nefrit" olmuşum.

Beni sıkı bir perlıize soktular. İlaçlarımı verdiler. Doktorun söylediklerini


harfiyen yerine getirmek suretiyle iki aya yakın bir tedaviden sonra bu korkunç
hastalıktan da kurtuldum ve okuluma devama başladım.

Demek, iyi bir tedavi yapılmış ki, bugüne kadar böbreklerimde bir arıza
bırakmamış.

Bu hadise hafızamda o kadar yer etmiş ki anlatmadan geçemedim.

İşte bizim nesil böyle şartlar altında büyüdü. Doktora gitmek en son akla
gelirdi. Daha ziyade kocakarı ilaçlan dediğimiz ilaçlarla hastalık atlatılmaya
çalışılır, tabii bu arada birçok genç yaşta insanlar hayatlarının baharında ölüp
giderlerdi.

İlkokul dördüncü sınıfta iken öğretmenimiz Ece Bey sporu çok seven bir
öğretmen olduğu için bizi de spor yapmaya teşvik ederdi. Ben de uzun atla­
maya, üç adım atlamaya o tarihte başladım ve bu çalışmalarımı okul dışında da
arkadaşlanmla yarışma şeklinde devam ettirdim.

Yine böyle bir yarışmayı arkadaşlarla sürdürdüğüm sırada; yüksekçe bir


setten sürülmüş bir tarlaya atlama yaptım. Sürülmüş toprakta ters bir düşüş
olduğundan, sağ ayak bileğimdeki yedi mafsal çıktı. Eve zor gelebildim. Beni
yine mahallede bulunan kırıkçı çıkıkçı bir kadına götürdüler. Başka yapacak
bir şey de yoktu. Zira Alaşehir' de yalnız pratisyen bir hükümet doktoru vardı.
Tabii o da ihtisası olmadığından bu gibi bir olaya el sürmezdi. İzmir'e gitme­
miz de mümkün değildi.

O kadın beni bağırta bağırta ayak bileğimdeki çıkığı yerine koydu ve


ayağımı alçıya alarak eve gönderdi. Bir ay kadar alçılı ayakla dolaşhktan sonra
iyileşti ve hamdolsun bugüne kadar da bir arıza bırakmadı.

Yaz tatillerinde anne ve babalar çocuklarını boş kalmasın ve bir sanat sahibi
olsun diye bir sanatkar yanına çırak verirlerdi.

Babam da beni üçüncü sınıftan dördüncü sınıfa geçtiğim yaz aylarında, ai­
lece tanıdığımız ayakkabıcının yanına çırak verdi. Ağabeyim de küçüklüğünde

28
ayakkabıcılık öğrenmiş. Hertıalde benim de bu mesleği öğrenmemi istemiş
olabilirler. Fakat ben bu meslekte başarılı olamadım; mütemadiyen kaçaburuk
kırıyordum, bir ay çalıştıktan sonra utancımdan bırakmak zorunda kaldım.
(Kaçaburuk, pençe yapılırken, tahta çivilerin çivilenmesi için köselede delik
açan bir nevi kalın iğne gibi bir şey)

Dördüncü sınıftan beşinci sınıfa geçtiğim senenin tatilinde de, komşumuz


bulunan bir ahbabımızın helvacı ve şekerci dükkanında çalıştım. Burayı sev­
dim. Az da olsa tahin helvası, şeker ve lokum yapmayı öğrenmiştim. Eğer
okumamış olsaydım, belki de şekerci olabilirdim.

Ağabeyim postanede telgraf memuru idi. Boş zamanlarımda yanına gider,


maniplede mors harflerini öğrenirdim. Bir müddet sonra o yaşımda telgrafları
yazmayı ve almayı başarmıştım. İki ağabeyim de telgraf memuru olduğuna
göre belki ben de telgraf memuru olabilirdim. O zaman öğrendiğim mors
harflerini hala daha unutmuş değilim. Morsu öğrenmem askerlik hayatımda da
çok işime yaramıştır.

Bu arada Düyun-u Umumiye Teşkilatı lağvedildi. Babamı şimdiki adı ile


Tekel, o zamanki adı ile Reji memurluğuna verdiler.

Alaşehir'deki ağabeyimin de askerlik zamanı gelmişti. Askerlik hizmetini


yapmak üzere Manisa Askerlik Şubesine er olarak gitti.

Babamı da Samsun İskan İstatistik Başmemurluğuna tayin ettiler. Ablam


da evlenmişti. Babam bizi Samsun'a götürmedi, yalnız gitmeyi tercih etti. Zira
emekli olmayı düşünüyordu.

Ağabeyimin Manisa'da askerlik hizmetini yapması benim de hayatıma yön


vermesi bakımından mesut bir tesadüftür. Orada iken Manisa Ortaokulunda
büyük ağabeyimin kaymbiraderi de öğretmenliğe başlar. Muğla'dan esasen
birbirlerini tanıyorlar, aynı zamanda samimi arkadaşlıkları da var. Ağabeyimin
askerlik hizmeti bittiği sırada ben de ilkokulu bitirdim. Kendisi ilkokuldan
sonra okuma imkanı bulamadığına çok üzülür ve zaman zaman da babama ta­
rizlerde bulwmrdu. Benim okumamı çok arzu ederdi.

Alaşehir'deki ilkokul öğretmenlerim de beni çok sevdiklerinden ağabeyime


beni okutmaları için telkinde bulwtmuşlar. İşte bu yüzden ağabeyim öğretmen
arkadaşı ile birlikte Manisa Ortaokul Müdürlüğü ile teıhasa geçmek suretiyle
yatılı parasız olarak kaydım için gerekli işlemi yaptırıyorlar ve beni Manisa'ya
çağırıyorlar.

İlkokul dönemini kapatmadan, bli yaşlarda zevk aldığım oyun ve


meşgalelerim hakkında kısa bilgi vennek. istiyorum.

İlkokul çağında en çok zevk aldığım şeyler arasında sapanla kuş vurmak

29
gelirdi. Tatil günleri birkaç arkadaş ellerimizde l§stik sapanlarla mahalleler
arasında dolaşır. ekseriya serçe vurur, eve getirirdim. Yine günlerden bir gün
kuş vurmak için dolaştık, dolaştık fakat hiç serçe vuramadım. Eve boş
dönmemek için, yakınımdaki bir kumruya nişan aldım, sapanı çektim ve kum­
ruyu vurdum. Kuş yere düştü, yanına gittim ve elime aldım. O an içime bir
acıma hissi geldi, vurduğuma pişman oldum. Ölmek üzere olan kumruyu elim­
le okşadım, başından öptüm ve başını kopamıadan orada bıraktım. Bu olay.dan
sonra da bir daha kuş avlamadım.

Zevk aldıklarım arasında, tahtadan veya tenekeden pervane yapmak da yer


alınlı. Bağ zamanı misafir olarak gittiğimiz komşuların bağlarında hemen elime
bir tahta parçası alır, onu yontarak uçak pervanesine benzer pervane yapar ya
bir direk üstüne veya kavak ağacına monte ederdim. Rüzgarda dönmeye
başladığında karşısına geçer seyrederdim. Hangi bağa gitsek, benim bu hobi­
mi bildikleri için, "Haydi Kenan bize de bir pervane yap" derlerdi.

Mahallede çocuklarla birlikte oynadığımız oyunlar arasında en çok çelik


çomak yer alırdı. Aynca bilya oyunu da sevdiğimiz oyunlardandı.

Alaşehir evlerinin çoğu o tarihte kerpiçten yapıldığı ve sokaklarda da akan


sulardan dolayı çamur bulunduğundan, anların çeşitli türleri bol bol vardı.
Üzüm memleketi olunca, etbette anlar da her yerde bulunacaktı. Eşek ansı
dediğimiz san kırmızı renkli anlan öldümıekten de zevk alırdım. Bir gün,
evimizin kerpiçten yapılmış bahçe duvarındaki eşek ansı yuvasındaki anlan
öldürmeyi düşündüm. Yuva ağzını çamurla kapadım. Çocuk aklımla anlar
içeride hapsolurlarsa açlıktan öleceklerini zannediyordum. Fakat bir müddet
sonra bir de baktım ki, içeride kalan anlar yeniden delik açmışlar ve yuvalarına
girip çıkmaya başlamışlar. Arkadaşlardan birisi; bir sopaya bez sarar onu gaza
batırır ve kibritle yakar da, alevli alevli an yuvasına sokarsak hepsi ölür diye
akıl verdi. Ancak bunu yapmak için başa çuval geçirmek lazım dedi. Ben so­
payı buldum. bezi sardım, gaza bulaştırdım, başıma da çuvalı geçirdim ve
ateşledikten sonra an yuvasına sopayı soktum. Tabii sopa deliğe girince, ha­
vasızlıktan alev söndü. Yuvadaki bütün anlar dışarıya çıktı ve nasıl olduysa
birkaç tanesi çuvalın içine girip yüzümün birkaç yerinden soktular. Bağıra
bağıra kendimi eve anım. Elim yüzüm şişti. Bereket fazla olmadığından teh­
likeli bir durumla karşılaşmadım. Bu olayı da hala hatırlar ve "Küçükken az
yaramazlardan değilmişim" derim.

30
ORTAOKUL DÖNEMİ

Okula kaydolunmak üzere Manisa'ya gittiğimde, yaş problemi ortaya çıktı.


Nüfus cüzdanıma göre bir yaş küçük olduğumdan, Müdür Ali Cenap Bey
okula kaydımın yapılmasının mümkün olmadığını söyledi. Çok üzüldüm. Fa­
kat okulun katibi; doğum tarihim l Ocak 1918 olduğundan, 1918 senesini de
saymak gerektiği konusunda Müdürü ikna etmiş ve böylece okula kaydım
1929 senesinde yapılmıştı.

Eğer bu kayıt işi olmasa idi, paralı olarak okumam mümkün değildi.
Babam Samsun'da ufak bir memur. Aldığı maaşın ancak muayyen bir kısmını
Alaşehir'e gönderebiliyor. Değil beni paralı okutmak, evin geçimi bile zor
yapılıyor.

Bu sıkıntılı dönemimizde annem mecburen dikiş dikmeye başladı ve evin


idaresi öylelikle mümkün olabiliyordu.

O tarihlerde tahsilin ne kadar zor olduğunu bugünkü neslin iyi bilmesi


gerekir. Atatürk bu memleketi nasıl teslim aldı ve nerelere getirdi? Düşününüz
ki yurdumuzun en çok imkarıtara sahip Ege bölgesinde bile o senelerde yalnız
Manisa'da bir tek ortaokul var, ilçelerinde ancak birer ilkokul mevcut. Hiçbir
ilçede ortaokul yok. Lise ise o bölgede yalnızca İzmir'de var.

Bugün ise bütün ilçelerde birkaç ilkokul, birkaç ortaokul. lise, endüstri
meslek lisesi, kız meslek lisesi, bazı ilçelerde de ilaveten imam hatip liseleri ve
hatta yüksek okullar mevcut.

İşte bizim nesil böyle bir ortamda okuyabildik. Zengin olanlar çocuklarını
paralı yaıtlı olarak okutabiliyordu. Buna imkanı olmayan ailelerin çocuktan ise
ilkokul tahsili yapmakla yetinmek zorunda kalıyorlardı. Çoğu ilkokulu da oku­
muyorlardı.

Geçmişi tenkit ederken o devrin içinde bulunduğu şartlan iyi bilmek ve ona
göre değerlendirmek gerekir. Aksi taktirde yapılan tenkitler insafsız olur.

Ortaokula kayıt işlemim tamamlanmıştı. Parasız yatılı olduğumdan, artık


lise de dahil tahsilim garantiye alınmıştı. Ancak hiç sınıfta kalmamam gere­
kiyordu. Eğer herhangi bir sınıfta kalacak olursam parasız yatılılık hakkı m
kalkıyordu. Ona göre çalışmam lazımdı.

31
Ağabeyim okula kaydımı yaptırıp Alaşehir'e döndü. Yabancı bir şehirde
yapayalnız kalmıştım. İlk defa annemden, babamdan ve aile muhitimden ayn
kalıyordwn. Alaşehir'de iken akşamlan ekseriya başımı annemin dizine koyar
öyle uyurdum. Şimdi başımı koyacağım anne dizi yoktu. İlk gece yatakhanede
yatağın içine girdiğimde yalnızlığımı daha da fazla hissettim. Battaniyeyi
başımdan çekerek sessiz sessiz ağladığımı hfila unutamam. Fakat kısa zamanda
okula alıştım, birçok arkadaş edindim. Yatılı olanların hemen hemen hepsi
Manisa'nın ilçelerinden gelenlerdi. Akşam paydoslarında oynadığımız oyun,
bezden yapılmış topla oynanan futbol idi. Lastik veya meşin top alacak
param ız yoktu veya ona para vermeye kıyamıyorduk. Sınıfın en küçüğü benle
Akhisarlı Necmi idi. En küçükleri olduğumuz için de müsamerelerde hep
küçük çocuk rolü verilirdi. Hafta sonlarında şehire izinli çıktığımızda ya sine­
maya gider ya kiralık bisiklete biner veya o zamanki ismi ile "Hayvanat ve
Nebatat" dersi için kırlarda çiçek, böcek ve kelebek toplar defter yapraklan
arasında kuruturduk. Alaşehir'den ayda 2,5 lira harçlık parası gönderilir, onu
da kaybetmeyelim veya fazla harcamayalım diye okul katibine yatırır, hafta
sonları 50 kuruş alırdık. Bazen 1 lira isteyecek olsam Katip ne yapacaksın diye
sorardı. Ailelerimizin zengin, orta halli veya fakir olduğunu katibimiz bilir ve
ona göre harçlıklanmızı ayarlardı.

Birinci sene intibaksızlığın yarattığı tesir ve bazı yabancı dersler dolayısıyla


sene sonunda Fransızca ve Matematikten ikmale kaldım.

Jimnastiğe merakım ve kabiliyetim de vardı. Bundan dolayı okulun piramit


ekibine seçildim. Spor gösterilerinde daima görev alır ve ufak boyuma rağmen
en yüksekteki kasadan sıkıntısız atlar ve seyirciler tarafından da alk.ışlanırdım.

Resme de merak etmeye başladım. Son sınıfta Zeki isminde bir öğrenci
vardı, çok güzel karakalem tablolar yapardı. Onu seyrettikçe ben de heveslen­
dim. Nasıl yapıldığını baka baka öğrendim. Herhangi bir resmi karelere
bölmek suretiyle büyütme işlemini artık yapabiliyordum.

1930 senesinde Kubilay'ı Menemen'de gericiler şehit etmişlerdi. Bizde bu


hadise büyük etki yapmıştı. İlk portre resmim de Kubilay'ın kartpostaldan
büyüterek yaptığım resmi oldu. Çok benzetmiştim. Artık harçlığımın büyük
bölümünü resim kağıt ve kalemlerine vermeye başladım. Sonradan bu me­
rakım yağlıboyaya da sirayet edecek, fakat yağlıboyanın masraflı oluşundan
dolayı fazla devam etmeyecektir.

Karakalem resim yapma merakım subay çıkıncaya kadar devam etti. Subay
çıkmamla birlikte son buldu. Bırakmasam çok iyi olurdu, zira insanın boş za­
manlarını değerlendiren çok zevkli bir uğraşı dalı. Terk edişimin sebebi de,
kıt'aya çıktığımda resimle uğraşacak yer ve zaman bulamayışımdır. İnsan uzun

32
zaman bir işle meşgul olmayınca onu unutup gidiyor. Şimdi kalemi elime al­
sam yapabilir miyim bilemem.

Okulumu her sene geçtikçe daha da fazla ·seviyordum. Tatillerde eve


gidiyor, bir an .evvel okulun açılmasını sabırsızlıkla bekli-yordum. Okulumuz
bir aile ocağı gibiydi. Okul Müdürümüz Ali Cenap Bey, ailesi ve çocuk.lan ile
birlikte okulda kalır, aynca her gece bir öğretmen nöbetçi olarak bulunurdu.
Öğretmenlerimiz ise bütün problemlerimizi bilir ve alakadar olurdu. Bizlere
evlat muamelesi yaparlardı. Şimdi düşünüyorum da sınıfımızdaki arka­
daşlarımdan yüzde sekseni tahsillerine devam ettiler ve hepsi de hayatta mu­
vaffak oldular.

Bu arada ben Manisa'da okurken Samsun'da bulunan babam orada hasta­


landı ve malOlen emekliliğini istedi. Sene 19 30. İki senede emekli maaşı
bağlanamadı. Bu iki sene zarfında annem dikiş dikerek biraz da ağabeyim
yardım yaparak evin .geçimi sağlanabildi. İki sene sonunda 45 lira maaş
bağlandı ve iki seneye yakın birikmiş maaşı toptan verildi. (800 Lira ci­
vannda) 30 sene hizmeti olduğu halde ikramiye almadı. Sebebi, hizmeti 30
seneden birkaç ay noksanmış. Zavallı babam senelerce bu ikramiyeyi alabil­
mek için uğraştı. Danıştaya müracaat etti olmadı. Meclis dilekçe komisyonuna
müracaat etti olmadı. Cumhurbaşkanına müracaat etti olmadı. Nihayet arkasını
bıraktı. Eğer o ikramiyeyi alabilse idi başını sokacağı bir ev alacaku. Bir ev sa­
hibi olmayı hayatı boyunca arzu etti fakat o imkana kavuşamadı.
Kavuşamadan da hayata veda etti.

Rahmetli babam Medreseden mezun olduğu için bir din adamı idi, fakat din
adamlığı yapmadı. Aydın fikirli idi. Memuriyeti tercih etti. Emekli olduktan
sonra Alaşchir'den, İzmir'dcn camide imamlık ve müftülük yapması için çok
teklif aldı. Paraya ihtiyacı olmasına rağmen kabul etmedi, çünkü onun inancı
imamlığın para karşılığında yapılamayacağı merkezinde idi. Ben imamlıktan
para alamam, emekli de olmuşum o halde neden o görevi üstleneyim derdi.
Para için dua okuyanlan, para ile hatim indirenleri de hiçbir zaman tasvip et­
memiştir. Atatürk'ün yapuğı inkılapları da yerinde bulurdu.

Babamın emekliliğini anlaurken sözü uzattım. Tekrar okula dönelim.

İkinci ve üçüncü sınıflar da çabucak geçti. Son sınıfta roman okuma me­
rakım başladı. O sene bir hayli roman ve kitap okudum. Bu roman okuma me­
rakı lise birinci sınıfta başıma büyük bir gaile açacak ve bu yüzden sınıfta ka­
lacağım. Gerçi sınıfta kalmam hayatımın seyrini değiştirmiş, subay olmamı
sağlamışu ama, bu imkanı bulamayabilirdim.

Ortaokul son sınıfta bakalorya imtihanı vardı. Şimdiki nesil bakalorya imti­
hanının ne olduğunu bilmez. Bu imtihanda yalnız son sınıf derselerinden
değil, birinci ve ikinci sınıf derslerinden de imtihan olurduk. Bazılan sözlü,

33
bazıları da yazılı yapılırdı. Zor bir imtihan olduğu için, 15 gün kadar ders kesi­
mi verilir ve bu 15 gün zarfında imtihanlara hazırlanırdık.
Ahmet isminde bir arkadaşımla birlikte imtihanlara hazırlanırken onun siga­
ra içmesine heveslenerek ben de sigara içmeye başladım. Sigara içerken kendi­
mi daha büyümüş ve delikanlı olmuş zannederdim.

LisEoöNEMi

BALIKESİR NECATİBEY LİSESİ 9'UNCU SINIF

Bakalorya imtihanını da vermiş, artık liseye devama hak kazanmıştım. Sene


1932. O seneye kadar Manisa Ortaokulundan mezun olan parasız yatılı
öğrencileri İzmir Lisesine gönderirlerdi. 1932 senesinde bu karan
değiştirmişler, Balıkesir Lisesine gönderme-karan almışlardı.
Bu arada ondan fazla arkadaş aramızda anlaşarak-Askeri Liseye gitmeye
karar verdik. Tatilde müracaatımızı yaptık. İzmir'de sıhhi muayenclerimizi ta­
mamlattık. Çağnlmamazı beklemek üzere evlerimize döndük.
Bizi asker olmaya heveslendiren askerlik hocamız oldu. Kendisi genç bir
kurmay yüzbaşı idi, bizi asker olmaya teşvik etti. O tarihe kadar subay olmak
hatmmdan dahi geçmezdi. Sülalede hiç de asker yoktu. Asker olma hevesi o
tarihte başladı.
Ben müracaatımın sonucunu beklerken ağabeyim asker olmama karşı çıktı.
Benim asker olmamı istemiyordu. O tarihlerde böyle düşünmekte belki de
haklı idi. Zira Türkiye mütemadiyen haıp dönemi yaşamış ve harplerin acısını
da hep subaylar çekmiş. Her zaman ölümle karşı karşıya olan bir meslek.
Herhalde bunları düşünmüş olabilir. Bu konuyu kendisi ile hiç konuşmadım.
Onun bu muhaiefetine babam da katılınca, o sene Askeri Liseye gitmem de
mümkün olmadı. İlk subay olma teşebbüsüm böylece akamate uğradı.
Dersler başlayınca Balıkesir'e gittim. Yeni bir okul ve yeni bir muhit. Gerçi
Manisa Ortaokulundan gelen bir hayli arkadaş mevcuttu ama, benim için yine
de yabancı bir muhitti. Öğretmenlerimizin çoğunluğunu Üniversiteden yeni
mezun olmuş genç ve tecrübesiz öğretmenler teşkil ediyordu. Anlattıkları
dersleri kavramakta zorluk çekiyor ve bu yüzden de yavaş yavaş derslerden
soğumaya başlıyordum. Bu soğuma o raddeye geldi ki, sevmediğim hocaların
derslerinde roman okumayı tercih eder oldum.

34
Matematik hocası Sıfırcı Naci diye maruf çok kıt numara veren bir hocamız
vardı. Ara imtihanlardan birisinde Matematikten çok kıt numara verince
haksızlığa tahammül edemeyerek öğretmenler odasının kapısında yolunu
çevirerek neden haksız olarak kıt numara verdiğini soracak kadar ileriye git­
tim. Yapılmaması gereken bir hareketti. Ama o yaşın verdiği delilik mi
diyeyim, haşarılık mı diyeyim, her ne hal ise yaptım. İyi ki bir de dayak yeme­
dim. Öğretmen beni sert bir dille kovaladı. İşte artık o andan itibaren
öğretmenle aramızdaki ipler kopmuştu. Derdimi anlatacak bir büyüğüm de
yoktu ki ona anlatayım da öğretmenimle konuşsun. Babamı çağırsam gelmez­
di. Esasen tabiatım da buna müsait değildi. Derdimi kendi içime atar,
başkalarını kendi derdimle meşgul etmezdim.

Matematik dersine o günden itibaren çalışmamaya başladım. Matematik


zayıf olunca. ona dayalı derslerden Fizik ve Kimya da zayıf oldu. Bu üç derse
bir ders daha ilave edilince dört dersten bütünlemeye kaldım. O tarihte üç
dersten fazla bütünlemeye kalınınca doğrudan doğruya sınıfta kalınmış olurdu.
Ben de böylece lisenin ilk senesinde sınıfta. kaldım. Tabii parasız yatılılık
hakkılll da ortadan kalkb.

Bu olay bende büyük bir etki yarattı. Haksız olarak sınıfta kaldığıma
inandım. Bundan dolayı hayata atıldıktan sonra ve özellikle Cumhurbaşkanlığı
döneminde yurt sathında yaptığım gezilerde öğretmenlerle konuşurken hep
başımdan geçen bu olayı anlatır ve onlara dersinizi öğrencinize sevdiriniz ve
dersi anlatırken kendinizin anlayacağı şekilde deği.l. öğrencilerin anlayacağı bir
dille anlatınız, öğrenci haleti ruhiyesini iyi kavrayınız, davranışlarınızla
öğrencileriniz üzerinde saygınlık yaratınız, haksızlık yapmayınız diye tav­
siyede bulundum.

SINIFfA DÖNÜYORUM

Sınıfta kaldığımı babama ve ağabeyime söylediğimde onlar da üzüldüler


ama üzerime varmadılar. Paralı olarak başka bir okulda öğrenimime devam et­
mem mümkün değildi çünkü babamın emekli maaşı ancak ev.in idaresine kati
geliyordu.

35
İSTANBUL'A GİDİŞİMİZ VE KADIKÖY LİSESİ'NE
KAYIT OLUŞUM

Araya yine ağabeyim girdi ve hal çaresini de o buldu. Yengemin babaanne­


si İstanbul'da Kadıköyünde büyük bir evde yalnız oturuyormuş. Babama
İstanbul'a giderek orada yerleşmelerini tavsiye etti. İleride ben de memuriyet
görevimi İstanbul'a naklettirebilirsem hep beraber orada olur Kenan'ın da tah­
siline devam imkanı sağlanır dedi. B abam bu hal şeklini uygun karşıladı.
B abamın medrese tahsili de İstanbul'da geçtiği için orayı tekrar göm1ek arzu
etmiş olmalı ki, peki dedi ve yengemin babaannesine mektup yazılarak onun
da muvafakati alındı ve böylece o yaz İstanbul'a hareket ettik.

İstanbul'a gidişimiz İzmir'den Bursa isimli bir vapurla güverte yolcusu ola­
rak cereyan etmişti. İstanbul'a gece indik. İlk defa gördüğüm İstanbul'u garip­
sedim. Gerçi İzmir'i görmüştüm ama İstanbul elbette İzmir'den çok daha
büyük ve çok daha güzeldi.

Evimiz Kadıköy Altıyol ağzına çok yakın ve ahşap büyük üç katlı biP evdi.
Yengemin babaannesi saraylı idi. Saray teı:biyesi ile büyüdüğü için her hareke­
ti ölçülü ve teı:biyeli idi. Aynı katta oturuyorduk. Mutfak, tuvalet müşterekti.
Evin kirası beş lira idi.

İlk işimiz Kadıköy Lisesine kaydımı yaptırmak oldu. Lise şimdiki Fener­
bahçe stadyumunun bitişiğindeki san küçük binada idi.

İstanbul gibi Türkiye'nin en büyük ve her türlü tahsil kolaylıklarının bulun­


duğu bir şehirde bulunmam benim için büyük bir avantajdı. Bir sene evvel
B alıkesir'de yaptığım hatadan büyük bir ders almış olarak hevesle okula
başladım . Annemin, babamın yanımda oluşları da bana kuvvet veriyordu.
Okulu ve öğretmenlerimi sevmiştim. Çalışmaktan o kadar zevk alıyordum ki,
kışın o ahşap evde soğuktan mangalın ısıttığı odada yatağımın içinde sırtıma
yorganı da alarak gece yansından sonraki saatlere kadar zevkle Matematik
problemlerini hallettiğimi hfilA hatırlanın.

Şu işe bakınız ki, geçen sene sınıfta dönmeme sebep olan fen derslerinden
sınıfta en başarılılar arasında olmuştum. Hatta Matematik hocam rahmetli
Süleyman Sım Bey bana bazen bir üst sınıfın problemini verir ve bir hafta onu
çözeceğim diye beni uğraştınrdı. Bu hocam benim Askeri Liseye girmeme bile
razı olmamıştı. Kendisine gittiğinlde, "Sen iyi bir matematik hocası olursun"
demişti.

Daha evvel de yazdığım gibi, demek ki bir sene evvel sınıfta dönmemin se­
bebi öğretmenlerimi ve okulumu seven:ıemem idi.

36
Askeri Liseye girişimle başlayan askerlik hayatıma geçmeden; Manisa Or­
taokulu, Balıkesir Lisesi ve Kadıkôy Lisesi dönemimle ilgili bazı hususlara
değinmek istiyorum:
Daha evvel de ifade ettiğim gibi, ilkokulu bitirip Manisa'ya gelmem ve do­
layısıyla aile ocağından ayrılmam, ilk zamanlar bana bir hayli zor geldi. Ken­
dimi yapayalnız hissettim. Sınıfta benden büyük ve yaşlı çocuklar vardı.
Büyük ağabeyimin kayınbi raderi Tahsin Bey'in okulda Fizik ve Kimya
öğretmeni oluşu bana biraz kuvvet veriyo1"9u. Aynca Alaşehir'den sınıf arka­
daşım ve ailece çok iyi konuştuğumuz Muzaffer İpekoğlu'nun paralı yatılı
oluşu da kısmen olsun yalnızlığımın giderilmesinde bana yardımcı oluyordu.
Sinemayı ve radyoyu ilk defa Manisa'da gördüm. Hafta sonları en fazla
gittiğimiz yerler arasında sinema birinci sırayı alıyordu. O tarihte Manisa'da
sinemada sessiz film oynardı. Sinema salonundaki sessizliği gidermek için,
bir piyanist film boyunca piyano çalar dururdu.
Sinemaya gidemediğim haftalar, ya kira ile bisiklete biner, ya da okul
bahçesinde sabahtan akşama kadar futbol oynar veya kırlarda çiçek böcek top­
lardık.
Hatırımda kaldığı kadarı ile, ikinci sınıfta buluğ çağına girince, aşk roman­
ları okumaya başladım. Okulda kız öğrenci sayısı çok azdı. Örneğin bizim
sınıfta üç kız vardı. İkinci sınıfa geçtiğimizde dershanede iki kızı beraber oturt­
tular. Üçüncüsü tek kalınca yanına bir erkek arkadaşı vermek zorunda
kaldılar. Necmi de (P1T Genel Müdürlüğü ve Ulaştırma Bakanlığı yapan Nec­
mi Özgür) benim gibi sııµfın en küçüklerindendi. O kız arkadaşımızın yanına
onu verdiler. Hiç unutmam, Necmi kendisini kızla yan yana oturttular diye
ağlamaya başladı. Böyle olunca, değiştirdiler, başka bir arkadaşı verdiler.
Beni niye vermediler diye üzülmüştüm. Öyle ya, ben de küçüktüm.
Albaylığımda Ankara'da iken Necmi de o tarihte PTT Genel Müdür
Yardımcısı idi, onunla konuşurken bu olayı tatlı tatlı anlatır gülüşürdük.
Birinci sınıfın sonunda, okulda bir müsamere verildi. Ben de o
müsamerede kmnızı vahşiler rondunda rol almıştıin. Üzerimize giydiğimiz el­
biseler krepon kiğıtlardan yapılmış, vahşilerin elbiseleri idi. Giyinip soyun­
mamız satınenin gerisindeki odada yapılıyordu. Tabii rol alanlar arasında
kızlar da vardı. İçlerinde Semiha isminde bir kız arkadaş müsamere sonunda
bana bir kartpostal verdi. Kartpostalda, ilkokul çağında bir erkek ve bir kız
çocuk çeşme başına oturmuşlar, dudaklarından öpüşüyorlardı. O tarihte ben
öpüşmenin dudaktan olduğunu bile bilmiyor ve dolayısıyla bu resme bir mana
da veremiyordum. Fakat kartpostalı uzun seneler sakladım. Bir hayli sene
sonra, ancak aşk öpüşmesinin dudaktan olduğunu öğrendim. Şimdiki
çocuklar daha okula gitmeden televizyondan bunları öğreniyorlar. Öyle
37
inanıyorum ki, o kız arkadaşım da bilerek bu kartı bana vemiiş değildir. Esa­
sen benden üst sınıfta idi.
Necmi ile olan bir hatıramı da anlatmadan geçemeyeceğim:
O senelerde 1 Mayıs Bayramı yoktu. 5 Mayıs günü baharın gelişi do­
layısıyla bizi okulca kırlara götürürler, kırda çeşitli eğlence ve müsabakalar ter­
tip ederlerdi. İkinci sınıfta iken yine böyle bir 5 Mayıs günü kıra gittik. Sınıfın
en küçükleri olduğumuz için, Necmi ile beni suyla dolu kova içerisine atılmış
bir elmayı ağzımızla alma yarışmasına soktular. Ellerimizi arkadan bağladılar,
içi su dolu kovayı içindeki elma ile yere koydular, bizi de kovanın iki yanına
karşılıklı diz çökti!rdüler. Başlayın deyince, kafa kafaya verip elmayı
dişlerimizle alma yarışına başladık. Elma suyun içinde oradan oraya kayıyor,
ağızlarımız da küçük olduğundan elmayı kavrayamıyorduk. Bir çare
kalıyordu, o da dişimizi elmaya geçirmek. Bir müddet karşılıklı itişmeden son­
ra, benim tarafa gelen elmayı kovanın kenarına dayadım, üst dişlerimle
bastırdım, tabii bir süre ağzım ve burnum su içinde olduğundan nefes de ala­
madım, ama muvaffak olmuş ve elmayı ağzımla alarak yarışmayı kazanmıştım.
Okul Müdürü çeşitli yaraşımalarda birinci olanlara ödüllerini verdi. Bana da
termos düşmüştü. Sevindim. Akşam üzeri sıra halinde okula dönerken, o
yaştaki çocuklar doğru dürüst durur mu? İtişip kakışırlar. İşte böyle itişip
kakışma sırasında, koltuğumun altına sıkıştırdığım termos düştü. Bir şangırtı
oldu ama ben ne olduğunu anlayamadım. Yerden te.rmosu aldım, sallayınca
şangur şungur yaptığını gördüm. Arkadaşlar artık bunun bir işe yaramaya­
cağını söylediler. Termosun sıcağı sıcak, soğuğu soğuk tuttuğunu biliyordum
ama, içinin böyle cam gibi bir maddeden yapıldığını bilmiyordum. Çok
üzüldüm. Ağlamamak için kendimi zor tuttum. Aldığım ödülü kullanmak
kısmet olmamıştı.
İşte böyle ufak tefek bazı anılar var ki , aradan 60 sene de geçse
unutulmuyor.
Son sınıf öğrencilerinden birisi sıra ile bir günlük kıdemli öğrenci nöbeti tu­
tar ve koluna da kırmızı bir kurdele takardı. Son sınıfa geçtiğimde nöbetin gel­
mesini sabırsızlıkla beklerdim. Zira nöbetçi öğrencinin görevi, derse giriş zili
çaldığında bütün öğrencilerin zamanında dershanelere girmesini ve
öğretmenler gelinceye kadar gürültüsüz patırtısız herkesin sırasında oturarak
beklemelerini sağlamak, eğer öğretmen gelmemişse, o sınıfa girip kürsüde
durmak, gürültü yapan olursa ismini ahp idareye bildirmekti. Küçük sınıflar
onun i�in nöbetçi öğrencilerden çekinirlerdi. Hoşuma giden kız öğrenciler
vardı, nöbetim sarasında onlara da caka satardım. Bazı arkadaşlarımız, kız ar­
kadaşlarıyla okulda geliştirdikleri ilişkilerini ileride de sürdürdüler ve
evlendiler. Benim hiçbir kız öğrenci ile ilişkim olmada. Olmasını istedim ama
beceremedim.
38
Bir aıumı daha anlatmak istiyorum:
İkinci sınıfa geçtiğimizde, müşterek olan Fizik-Kimya laboratuvarının so­
rumluluğunu, öğrennenimiz Tahsin Bey bana vermişti. Laboratuvarın temiz ve
düzenli tutulmasından ben sorumlu idim. Anahtarı da bende bulunur, iste­
diğim zaman girer orada çalışabilirdim. Kimya dersinde, herhangi bir madde
üzerine gümüş veya altın kaplamayı öğrenmiş ve laboratuvarda da deneyini
yapmıştık . Bir k ol saatim vardı. O saatimi gümüşle kaplamayı aklıma koy­
dum. Bir gece laboratuvarı açtım, gümüş kaplama düzenini kurdum .
Laboratuvarda küçük bir gümüş parçası vardı. Saatin içini çıkardım, dış mu­
hafazasını kimyasal suyun içine koydu m, elektrik bağlantılarını yaptım, bir
süre bekledim. Saatin dış muhafazası gümüş kaplanmıştı. Saat kısmını içine
yerleştirmek istediğimde, bu sefer saatin muhafaza içine gil'!flediğini gördüm.
Sebebini anladım, gümüş kaplandığı için daralmıştı. Olmayacağını anlayınca,
işlemi terninc çevirdim. Yani kapladığım gümüşü tekrar gümüş parçasına nak­
letmek istedim, o da olmadı. Saati zorla muhafazaya sokmak istedim, neticede
saat bozuldu ve işe yaramaz hale geldi, ben de saatsiz kaldım ve tabii çok
üzüldüm.
Balıkesir Lisesi dönemine gelince, unutamadığım hatıralarım arasında
Atatürk'ün bizim dershaneye gelişi birinci sırayı alır. Yıl zannediyorum 1932
sonu veya 1933 başlan idi. Atatürk'ün Balıkesir'e geldiğini duymuştuk. Oku­
lumuza geleceğini de öğrenince çok sevindik. Dersimiz Kimya dersi idi. Labo­
ratuvarda kükürtlü Hidojen (H2S) üretiyorduk. Bunun kokusu çürük yumurta
kokusu gibi pis bir k okudur. İşte böyle pis bir koku neşredildiği sırada,
Atatürk ve maiyeti laboratuvara girdi. Bir hayli kalabalık bir maiyeti vardı. Bir
de büyükçe bir k'.öpek aramızda dolaşıyo� ve etrafı yok luyordu. Arka­
daşlarımızdan birisi, içinde kimyevi bir madde bulunan cam şişenin kapağını
açmak istiyor, fakat kapak açılmıyordu. Bunun üzerine Atatürk, "Açılmayınca
ne yaparsınız?" diye sordu. Şişeyi elinde tutan ark adaşımız şaşırdı
söyleyemedi. Atatürk kim söyleyecek deyince, önde bulunan Necmi Özgür,
"Şişenin ağız kısmını ispirto alevine tutarız" dedi ve öyle yapılarak kapak
açıldı. Atatürk'ü ilk defa bu kadar yakından görmüştüm. O §.nı, hfil§ tatlı bir
aıu olarak saklarım.

Sıra arkadaşım Afganlı Hasan'dı. En samimi arkadaşım da oydu. Hafta


sonları kahvehaneye gider, sabahtan akşama kadar tavla oynar, bazen futbol
maçlarına gider, ekseriya da Manisa'da olduğu gibi sinemayı tercih ederdik.
Sinemaya gittiğimiz bir gün, yanımdaki koltuğa Balıkesir'in en güzel
kızlarından şimdi ismini hatırlamadığım birisi oturdu. Kendi kendime bu ne
şans diye sevindim. Bir aralık dirseğim onun koluna temas etti, vücudum
karıncalaıur gibi bir hoş oldu. O da bu temastan hoşlanmış olacak ki, kolunu
k oltuk kenafı.ndan çekmedi. İlk defa yabancı bir k ız vücuduna temas etmenin

39
ne demek olduğunu bu olayda anlamış oldum. Bu hatırayı da nedense unut­
m amışım.

Sömestr tatilinde Alaşehir'e gittim. Dönüşte annem kurabiye yapmışu, onu


getirdim. Okulda koyacak bir yerim olmadığından, bavulda bıraktım. Sıra ar­
kadaşım Hasan'la tavan arasındaki bavulluğa çıkar birer ikişer kurabiyeleri
yerdik. Bir-iki gün sonra i�i. bir de baktık ki, bavula fare girmiş: pisliklerini
gördük. Bazı kurabiyeleri de kemirmiş. Burasına değmemiş, şurasını
ısırmamış diye diye kurabiyeleri yemeye devam ettik. Şimdi düşündükçe, nasıl
oldu da onları yedik diye hayret ediyorum.

Kadıköy'de okuduğum lise birinci sınıf döneminde anlatabileceğim, veya


hatınmda yer etmiş önemli olay olarak bir iki ufak hatıra var. Daha evvel
yazdığım gibi, geÇen sene sınıfta dönmem beni çok üzmüştü. Bunu hak etme­
diğime inanıyordum. Zira Balıkesir Lisesine gelinceye kadar okulda hep iyiler
arasında idim. Bana haksızlık yapıldığını kanıtlamak istiyordum. Onun için de
okul dışı zamanlard a mecbur kalmadıkça dışarıda gezmez, evde derslerime
ç alışırdım. Bir iki samimi arkadaşım vardı. Bazen onlarla Kadıköy'de dolaşır,
Süreyya veya Hale sinemalarına giderdim. Bazen de çapkınlık yapmak için bi­
zim yaştaki kızların peşine takılırdık. ama bu konuda hiç başarılı olamadım.
Utancımdan kıza ne diyeceğimi bilmez, yalnız takip eder veya göz göze gel­
diğimizde bir süre bakar, yine utanarak gözümü ayırmak zorunda kalırdım.
Yanına yaklaşıp da tersleneceğim diye korkardım . Aynca konuşmada muvaf­
fak olduğumu farzetsem, bir tatlıcı veya muhallebiciye girmek için paraya ih­
tiyaç olacaktı. Cebimde muayyen harçlığım vardı. Babam zengin birisi değildi
ki bana istediğim kadar para versin. Bir de sigara masrafım vardı. Sınıf arka­
daşlarım arasında zengin olanları kıskanırdım. Zira onları Cumartesi Pazar
günleri kollarında değişik kızlarla görürdüm.

Benim bu becereksizliğim daha doğrusu utangaçlığım subay çıkıncaya ka­


dar devam etti. Bir kız arkadaşım o zamana kadar olmadı.

Okulda, teneffüslerde ve öğle paydosunda küçücük bahçesinde ya bırdirbir


oynar veya uzun atlama ya da üç adım atlayışı yapardık. Sınıfta beni geçen ol­
mazdı. Arkadaşlar beni Fenerbahçe kulübünün atletizm bölümüne kaydettir­
mek istediler, ama ben kabul etmedim. Daha kendimi küçük buluyordum.

Okulumuz Fenerbahçe stadyumuna bitişikti. Böyle olunca tabii hep Fener­


bahçe kÜlübü taraftarıydık. Maçı olduğunda stadyuma girmek için 25 kuruşum
varsa, normal yoldan giderdim . Olmadığında. okul bahçe duvarından stadyu­
ma atlamayı denerdik. B azen duvarın öbür tarafında, ellerinde sopalı polisler
olur ve bu yüzden giremezdik.

Sene sonu geldiğinde okulumuzun Haydarpaşa'daki Askeri Tıp


Fakültesinin boşalttığı büyük tarihi binaya taşınacağını öğrendik. Yeni okulu-

40
muzu gidip görelim dedik. B irkaç arkadaşla Haydarpaşa Askeri Tıbbıye'yi
gezdik. Kocaman bir bina ve her taraf bomboş. Büyük büyük dershaneler ve
amfileri de var. Bodrum kata da indik. Orada bir salona girdiğimizde, mermer
masaların üzerinde birçok insan kadavrasını görünce evvela şaşırdık ve kork­
tuk. Ancak bunların tıp öğrencilerinin üzerinde ders gördükleri kadavralar
olduğunu öğrenince, rahatladık. Kadavraların çoğu kolundan. bacağından,
başından bıçakla kesilmiş, tüyler ürpertici bir manzara gösteriyordu. Salon
içersinde gezmeye devam ettik. Dip tarafta büyük sacdan yapılmış depo gibi
bir şey gördük. Kapağını zorla açtık. Bir de ne görelim; su içinde üst üste
konmuş birçok insan ölüsü . . . Ödümüz koptu ve kapağı kapatıp salondan
çıktık. Meğer tıp öğrencileri, bu ölüler üzerinde keserek biçerek ders görür­
lermiş. Bir arkadaşım da, doktor olacak bu öğrencileri alışurmak için geceleri
o salonda nöbet bekletirlermiş demez mi? İyice tiksindim. Günlerce o manzara
rüyama girdi. Aklımdan doktor olmayı geçirirdim, bu hadiseden sonra, doktor
olmaktan vazgeçtim. Askeri Liseyi bitirip Harbiye'ye geçerken de askeri dok­
tor olmam mümkün iken, bu olayı gözönüne alarak olmak istemedim.

ASKERİ LİSEYE MÜRACAAT FİKRİ


YENİDEN DOGUYOR

Artık 1 6 yaşını bitirip 1 7 yaşına basıyordum . Olaylan daha iyi kavrayabi­


liyor ve istikbalimi düşünebiliyordum. İstanbul'da olmamıza rağmen babamın
o tekaüt maaşı ile ünive rsite tahsilime devam edip edemeyeceğim beni
düşündürmeye başlamışu. Babama yük olmadan tahsilimi tamamlamak ve bir
an evvel hayata aularak maddi bakımdan babama ve anneme yardım etmek is­
ti yordum.

Tatil günleri , Askeri Lise ve Harp Okulu öğrencilerini Kadıköy'de


gördükçe. onların kıyafetlerine de imreniyordum. Bunların hepsi biraraya ge­
lince, Askeri okula girme konusu yine gündemime geldi. Okuldaki bir arka­
daşım�a birlikte Askeri Okula girmeyi kararlaşurdıktan sonra bu konuyu baba­
m a açtım. "Peki oğlum, nasıl istiyorsan öyle olsun" dedi. B u sefer asker
olmama karşı çıkmamıştı.

Kendi kendime müracaat işlerini ve sağlık muayenelerim i tamamladım.


Müsabaka imtihanına Kuleli Askeri Lisesinde girdim; bütün imtihanlar orada
yapıldı. İmtihan yazılı idi. İmtihan iyi geçmişti, yalnız Tarih dersinden
şüpheleniyordum. Neticeyi beklemeye başladım. Nihayet imtihanı iyi derece
ile kazandığıma dair tebligat gelmişti. Çok sevinçli idim . Zira artık mesleğim

41
belli idi. Manisa ortaokulunu bitirdikten sonraki m(iracaabmı ağabeyim engel­
lemişti. B u ikinci müracaatımı ise engelleyen olmamıştı. Gerçi Matematik
öğretmenim Süleyman s·ı m, asker olmamı istememişti ama bu tavsiyeyi dinle­
memiş, karanını kendim venniştim.

Anık hayatımda yeni bir safha başlayacaktı. Sülalemde hiç asker ol


madığından bu meslek hakkında bir bilgim de yoktu. Şerefli bir meslekti. Mu
hakkak ki zor tarafları çoktu. Çoktu ama, vatan savunmasında görev almak ka­
!lar şerefli başka ne olabilirdi. Zorla değil kendi isteğim ile bu mesleği
seçmiştim.

O tarihte İstanbul'da iki Askeri Lise vardı; birisi Kuleli, diğeri de Topkapı
yakınındaki Maltepe Askeri Lisesi idi. l O'uncu sınıfa o sene sekiz kişi aldılar,
beni de Maltepe Askeri Lisesine ayımuşlar.

ASKERİ LİSE DÖNEMİ

Okullar açıldığında babamla birlikte Maltepe'ye gittim ve okula teslim ol­


dum.

Babamla vedalaştıktan sonra kendimi yine başka bir muhitte ve yapayalnız


hissettim. Hemen elbise, çamaşır ve lüzumlu bütün eşya ve malzemeyi teslim
ettiler. IO'uncu sınıf 4'üncü kısma verildim. Numaram 2496 oldu.

Tesadüfe bakınız kj. sıra arkadaşım Manisa Ortaokulu'nda okuyanlardan


Şerif isminde bir arkadaşım idi. Bu bir iyi tesadüftü. Diğer sınıf ve kısımlarda
da Manisa Ortaokulundan mezun olmuş arkadaşlarım ı müteakip günlerde
gördüm kucaklaşhm. Böylece yalnızlığımı unutur gibi oldum.

Okulda geçirdiğim ilk geceyi anlatmadan geçemeyeceğim: Akşanı yat boru­


su ile yatakhanelerimize çıkhk (Askeri Okullarda derse ginne, dersten çıkma,
yemek zamanı, toplanma, yoklama, yatma, kalkma vb. sivil okullarda olduğu
gibi zille değil, boru ile. duyurulurdu). Büyük bir yatakhane, koryolalar da
altlı üstlü idi. Benim karyolam yatakhanenin duvar dibinde ve alt katta idi.
Kısa bir sürede uykuya dalmışım. z.aten küçük yaştan beri uykuyu çok sever
ve kolay kolay da ufak gürültülerden uyanmam. Gözümü açtığımda sabah
olmuş ve yatakhanede kimse kalmamış. Heyecanlandım, alelacele giyinip
aşağı kata indiğimde bütün öğrencilerin dershanelerde bulunduğunu an­
ladım ve çekine çekine dershaneye girdim. Henüz sabah m üzakeresindelenniş,
ders başl�amış. Sınıfa girdiğimde herk�s bana bakıyordu.

42
Sınıf çavuşu benim nerede olduğumu sordu. Uyumuş kalmışım deyince
herkes gülmeye başladı, ben de güldüm. O saate kadar beni göremeyince okul­
dan kaçtığımı zannetmişler. "Yahu insan ilk gece uyur kalır mı, sen ne
kaygısız insanmışsın. Biz ilk defa okula girdiğimiz gece sabaha kadar uyuya­
madık .. dediler.
Bu uykuculuğum bütün hayatım boyu devam etti. Okullarda yatakhaneyi en
geç terk edenler arasında her zaman ben bulunurdum. Şu satırları yazdığım
sırada 66 yaşındayım şimdi de uyuyamamaktan şikayetçiyim.
Askeri okullara yeni gelenlere eski öğrenciler "Kaydı Kabul" ismini takarlar
ve bu kaydı kabullerle her vesile ile alay ederler, onları kızdırmak için çeşitli
usulleri denerler, bu yüzden birçok kaydı kabulün okulu terk ettiği bile olur.
Ben bu kaydı kabullük devresini yaşamadım. Bunun birinci sebebi ilk gece
böyle fütursuzca uyuyup kalmam, ikincisi beni Manisa'dan tanıyan arka­
daşlarımın bulunuşu, üçüncüsü ise; dersler başladıktan bir hafta on gün kadar
sonra idi, trigonometri dersimiz vardı. Hocamız bir probleme kim cevap vere­
cek diye sınıfa sordu. Kimse cevap veremiyordu. Ben kolwnu kaldırdım, bana
söyle dedi; doğru cevabı verince bütün sınıf bana şöyle bir baktılar. Boş ol­
madığımı anladılar. Eski öğrenciler çalışkan öğrencilerle, samimi ve olduğu
gibi görünen öğrencilere pek takılmazlarmış. Bana takılmayışlarının üçüncü
sebebi de bu oldu
Okulumuza okul demek için bin şahit lazım. Osmanlı İmparatorluğundan
kalmış, bir zaman kışla, bir zaman hastane olarak kullanılmış kalorifersiz olan
bu binada dershanelerimizde gündüz dahi elektrik yakmak zorunda kalırdık.
Kedi büyüklüğünde fareler dolaşır, yazın koğuşlarda koryolalarımızda sabaha
kadar tahtakurusu öldürürdük. Kışın paydosta dahi dershanede oturmak zo­
rundaydık. Zira şimdi olduğu gibi gazino diye bir yerimiz yoktu.
Hafta sonlarında Kadıköy'deki evimize.evci çıkardım. Hafta tatillerinde en
büyük zevkim sinemaya gibllek veya Fenerbahçe futbol takımının maçlarını
kaçırmamak idi.
Aylar çabucak geçmiş, imtihanları muvaffakiyetle vermiş ve son sınıf
öğrencisi olmuştum. Harbiyeli olmama bir sene kalmıştı. O bir sene de göz
açıp kapayıncaya kadar geçti. Yine bakalorya imtihanları başlamış, bir yandan
da askeri mühendis yetiştirilmek üzere Almanya'ya tahsile gönderilecekler için
Avrupa imtihanlarına talip olanları yazıyorlardı.
Şimdi rahmetli olan çok samimi bir arkadaşım olan Faile Savaşman'la bir­
likte bu imtihanlara girmemeye, topçu subayı olmaya karar vemıiştik. Fakat
Okul Müdürü rahmetli Kurmay Albay Adil Türer, bizim haberimiz olmadan
hem beni hemde ıµicadaşun Faik'i bu imtihanlara yazdırmış. Katılmamazlık
edemezdik.
43
Bakalorya'dan sonra Avrupa imtihanlarına da böylece mecburen katıldık.
İstekli olmadığımızdan ekseriya. soruların yansını yapıp geri kalanlara cevap
vemıeden çıkıyorduk.

HARBİYE DÖNEMİ

Harbiye o tarihte İstanbul'da idi. Harbiye'ye geçiş merasimi 1 Mayıs günü


Gülhane Parkında olurdu. O günkü heyacanım ı Mm hatırlanın. Lacivert
elbiseleri çıkaracak, Haki ünifomıa giyecek ve manevra kemeri takacaktık.
Artık subay olmamıza iki sene kalmıştı. (O tarihte H arp Okulu İki sene idi.)
Ancak lise bitip Harp Okulu'na geçtiğimizde Harbiyeli elbisesini vemıezlerdi.
Asker elbisesisini verirler ve o elbise ile ayrıldığı sınıfa göre altı aylık staj için
kıt'alara gönderirlerdi. Sınıflara ayrılma lise diplomasındaki notlara ve isteğe
göre yapılırdı.

O tarihte en gözde meslek demiryol sınıfı, ikincisi ise süvari sınıfı idi. On­
ları topçu sınıfı takip ederdi. Demiryolculuk en tutulan sınıftı çünkü askerlik­
ten ayrıldıktan sonra da demiryollannda çalışmak mümkündü. Demiryola
ayrılabilmek için Matematik ile Fizik Kimyadan tam not yani beş almak gere­
kiyordu. Benim notlarım buna müsaitti.

Sınıflara ayrılırken ilk olarak demiryolu sınıfına ayrılmak isteyenleri sorar­


lardı. Hatırımda kaldığı kadarı ile kontenjan 1 7 kişi idi. Ayrılanlar ise 27 veya
28 kişi kadar vardık. Bu rakamı l 7'ye indirebilmek için kur'aya müracaat ede­
ceklerini, kur'ayı çekemeyenlerin jandarmaya ayrılacaklarını söylediler. Böyle
olunca ben ve benim gibi jandarma olmayı istemeyenler hemen kafileden
ayndık. Nasıl olsa topçu olabilecektim. Nitekim topçu sınıfına ayrılanlar için
Matematik ve Fizik Kimya notları yine beş, beş olanlardan başladılar, sonra
beş'ten, dört'e düştüler. Benim notlarım beş, beş olduğu için topçu sınıfına
rahatlıkla ayrıldım.

Topçu'ya aynlınca da altı ay staj görmek için Tuzla'daki 31'inci Topçu


Alayına gönderildik. Topçuların yansı Tuzla'da, diğer yansı da Danca'da staj
görürlerdi.

Bizi çadırlara yerleştirdiler. Altı ay süre ile çadırda yattık, çadırda yemek
yedik ve bir er gibi eğitime tabi tutulduk. O zan1anki topçu sınıfının çoğu atlı
topçu idi. B u bakımdan evvela ata binmeyi öğret-tiler. Hatırımda kaldığı ka-

44
dan ile her gün bir saat koca kadanalara biner ve manej talimi yapardık. Ata
binmeye alışık olmadığımızdan, her gün ata binmekten dolayı hepimizin apış
aralan yara oldu. O halimizle ata binmek çok zor olduğu için doktora çıkar,
ilaç vermesini isterdik. Ne ilaç ve ne de istirahat verirdi. Affedersiniz
"İdrarınızı avucunuza yapınız ve o idrarı yaralı yerinize sürünüz" derdi.
Çaresiz biz de öyle yapardık. Hakikaten kısa sürede yaralarımız iyi olmuştu.
Yaz aylan süresince güneş altında yaptığımız eğitim sonucu hepimiz meşin
gibi olduk. Atlan tımar etmek, yemini vermek ve suya götürmek de bize ait
idi. Bu altı aylık süre zarfında çok şey öğrendik. Bir erin nasıl yetiştirilmesi
gerektiğini ve topçuluk mesleğinin giriş kısmını burada öğrendiK. Bunun fay­
dasını subay çıkıp kıt'alara gittiğimizde gördük.
Hafta tatillerinde izinli çıktığımızda ayağımızda Çizme sırtımızda asker elbi­
sesi ile halk bizi ekseriya asker zanneder ve çağırmak gerekir.ıe, "Asker Ağa"
diye hitap ederdi. Yakalanmızdaki H.0. işaretine ve numaraya kimse bak­
mazdı. Fakat biz bundan üzüntü değil zevk duyar ve sivil elbise giymeyi
düşünmezdik. Esasen çoğumuzun sivil elbisesi hem yoktu ve hem de sivil el­
bise giymek yasaktı.
Biz Tuzla'da stajda iken Harp Okulu da Ankara'ya taşınmaya başladı.
Altı ay sonunda stajımız bitmiş Harp Okulu'na gitme zamanımız gelmişti.
Özel bir trenle güle oynaya şarkılar söyleyerek 22 Ekim 1 936 sabahı Anka­
ra'ya geldik.
O zamanki Gar binası eski Ankara istasyonu binası idi. Şimdiki Gar sonra­
dan yapıldı.
İstasyondan okula kadar şimdiki Anıtkabir'in bulunduğu tepe üzerinden
tarlaların içinden geçen ham yoldan yaya olarak okula geldik. İstasyon ile okul
arasında bir tek bina yoktu.
Okul yeni yapılmış, o zamana göre modem bir yapı idi. Kayıtlarımız
yapıldı. Elbiselerimiz, eşyalarımız, silahımız, teçhizatımız verildi ve hemen 29
Ekim Cumhuriyet Bayramı hazırlıklarına başlanıldı. Bir haftalık bir zaman
kalmıştı. Geçit resmini Atatürk'ün önünden geçerek yapacaktık. Her gün yaya
olarak Hipodrom'a kadar gider, birkaç tur yapar ve yine yaya olarak okula
dönerdik. Harp Okulu ilk defa olarak Ankara'da Atatürk'ün önünden
geçecekti. Onun için çok önem veriyorlardı. Arka çantalarının muntazam ol­
ması için, içine tahtadan yapılmış bir çerçeve konurdu. Hiçbirimizde bu
çerçeveler yoktu. Bahçeye bir süıii kırık dökük tahtaları koydular ve sabaha
kadar her öğrencinin arka çantasını hazı�lamasını istediler. Nasıl oldu şimdi
ben de- bilemiyorum, ama o gece her öğrenci arka çantasını ertesi günkü denet­
lemeye hazır etti.

45
1936 yılı 29 Ekim Cumhuriyet B ayramı'nı Atatürk'ün huzurunda geçit
resmi yaparak kutladık. Çok mutlu idik. Atatürk'ü yakından görememiştik
ama uzaktan silüet gibi de olsa O'nu görmek ve önünden geçmek bizi son
derece mutlu ediyor ve bütün yorgunluklarımızı unutturuyordu.

Yanlış hatırlamıyorsam 1 Kasım'da derslere başlamıştık. Numaram 4805,


Taburum 1'inci Tabur, Bölüğümüz 4'üncü Bölüktü.

Okul Komutanı Albay Mehmet Ağustos, Tabur Komutanımız Kurmay Bin­


başı Eşref Manas'tı. Her ikisi de zamanın en sert, disiplinli ve acımasız komu­
tanlarındandı. Yüzlerini arada s ırada görürdük. Özellikle Okul Komutanı Meh­
met Ağustos ayda bir defa dolaşır, okulu denetler ve her denetlemede birkaç
sınıf subayını, nöbetçi supayıru cezalandırdığını duyar, her ikisinden de
korkar, tir tir titrerdik. Bereket Bölük Komutanımız Yüzbaşı Burhan Bey de
aynı şekilde sert ve acımasızlardan değildi. O tarihte Harp Okulunda daha çok
askeri dersler okutulur, Fen derslerinden Matematik, Fizik. Kimya gibi
derslerle sosyal derslerden Tarih, Coğrafya, Edebiyat, Sosyoloji gibi dersler
okutulmaz, sadece askerliğin gerektirdiği ve sınıfın özelliğine uygun Askeri
Tarih, Askeri Coğrafya, Lisan dersi gibi dersler okutulurdu.

Haftanın iki günü sabahtan akşama kadar arazide eğitim ve tatbikat


yaptırılırdı. Dersler başladıktan bir iki ay sonra arkadaşlarımız arasında sonu
ölümle sonuçlanan zatürree olayları başgösterdi. Sık sık bizim sınıftan veya
son sınıf olan 2'nci sınıftan arkadaşlarımızın bu hastalığa tutulduğunu ve
çoğunun da öldüğünü duyar üzülürdük. Bizim bölükten ilk ölen, sınıfımızın
•.

aynı zamanda başçavuş görevini gören Ahmet (soyadım hatırlayamadım) oldu.


O sene Ankara çok sert bir kış geçiriyordu. Hava ne kadar soğuk olursa olsun,
tatbikat günleri muhakkak araziye çıkarılırdık. Genellikle kaputlarımızı giydir­
mezler, onu arka çantalarımıza dürer ne kadar soğuk, kar olursa olsun öyle ta­
lim yaptırırlardı. Ancak uzun istirahatlerde kaputları giymemize müsaade eder­
lerdi. Kaputu çıkarmak giymek sonra tekrar dürmeye üşendiğimizden;
çoğumuz bu zahmete katlanmaz, terli terli istirahat etmeyi tercih ederdik.

ZATÜRREE HASTAUCINA YAKALANIYORUM

Haunmda kaldığı kadar Ocak veya Şubat ayı içerisinde bir gün ben de
ateşlendim. Doktora çıktım, bana bir gün istirahat verdi. İstirahatler gündüz re­
virde akşam koğuşta geçirilirdi. Revir okul binasının dışında idi. (Şimdiki li­
san okulu) Revire gittim. Ateşim daha da çoğalmış ki akşama doğru yatakta el­
bisemle uyumu_ş kalmışım. Yüksek sesle bir kişinin "Ne yatıyorsun burada"
hitabı ile fırladım. Karşımdaki nöbetçi subayı idi ve odada benden başka kimse
46
kalmamıştı. Akşam karanlığı basmıştı. "Hastayım uyuyup kalmışım komu­
tanım" dedim. "Git koğuşuna" dedi. Yapılacak bir şey yoktu, mecburen kapu­
tumu giydim dışarıya çıktım. Dışarısı çok soğuk ve kar fırtınası vardı. Titreye
titreye okula geldim. Arkadaşlar koğuşlara çıkmışlar, yatma hazırlığı
yapıyorlardı. Halsiz bir şekilde kendimi yatağa attım ve uyudum. Ne kadar
uyuduğumu bilmiyorum. İstifra ederek uyandım. Dehşetli ateşinr vardı. Arka­
daşlarımın müdahalesi ile tekrar revire götürüldüm.
Aynı gün kısım ark.adaşım Abdullah da benimle birlikte revire yattı. İyi ve
müşfik bir doktorumuz vardı. Rütbesi yüzbaşı idi, tedaviye başladı. O günün
akşamı komaya girmişim. Mütemadiyen rüya gördüğümü biliyor, başka bir
şey hatırlamıyorum. Meğer ben· de zatürree olmuşum. Rüyamda beni istirahatli
olduğum gece uyandıran ve gecenin o ilerlemiş saatinde kar fırtınasında okula
gönderen nöbetçi subayını, Okul Komutanını görüyor, onları tabanca ile vur­
maya çalışıyor, vuramıyor. annem. babam gözlerimin önüne geliyordu.
GözÜl8ü zaman zaman açıyor. yine uykuya dalıyor ve tekrar aynı sahneler
gözlerimin önünden geçiyordu. Verilen ilaç sadece aspirin idi. Zira o tarihte
zatürree için verilecek başka ilaç da yoktu.
Üçüncü günün sabahı gözümü açtığımda kendimi iyi hissettim. Artık
ateşim düşmüştü. Doktor yüzbaşı " geçmiş olsun atlattın" dedi. Bazı şuruplar
ve haplar verdi. Benimle beraber yatan arkadaşım Abdullah odada yoktu. Has­
ta yatan arkadaşlarıma onu sordum, "çok ağırlaştı, tek kişilik bir odaya
kaldırdılar" dediler. Ertesi gün daha iyi idim. Ayağa kalktım, Abdullah'ın
odasına gittim� Nöbetçiler odadan içeriye sokmadılar. İçeriden gelen acaip ses­
leri kapının dışından, koridordan duyuyorduk. Zannediyorum ki o gün bağıra
bağıra öldü gitti. Ne kadar üzüldüm tahmin edemezssiniz. Ben de bu şekilde
ölebilirdim. Demek ki alnıma ölüm yazılmamış.
O zamanın askeri kaideleri, disiplin anlayışı böyle idi. Şimdi olsa daha bir­
kaç kişi bu şekilde öldüğünde çeşitli tedbirler alınır, tahkikat başlatılır. Has­
talık sebeplerini ortadan kaldıracak tedbirlere başvurulur. O soğukta istirahat­
liler ille de kendi koğuşlarında yatacak diye dışarıya çıkarılmaz. Hiç olmazsa
ateşi ölçtürülürdü. O kış eğer yanılmıyorsam 35 veya 36 harbiye talebesi genç
yaşta ölmüştü de yine de tahkikat açılmamıştı. Yalnız Okul Komutanı ile bizim
Tabur Komutanı değiştirilmiş. Okul Komutanlığına Kurmay Albay Han1it
DOÖRUER. Tabur Komutanlığına da Kurmay Yarbay İlyas DEMİRSOY get­
irilmişti. Bu değişiklikten sonra okulda bir çok tedbirler alındı. Çok
soğuklarda tatbikata çıkarılmadık. Yemeklerimiz daha güzel çıkmaya ve
öğrencilere daha yumuşak davranılmaya başlandı. Nekahat devrinde revirde
iki gün süre ile öksürdükçe ciğerlerimden kanlı balgam çıkardım. Tüberküloz
olduğuma zannettim: Fakat doktor "korkma tüberküloz d�ğil, ciğerindeki tah­
ribat temi�eniyor. Bwılan çıkarman iyiye alamet" dedi.
ı.

47
1 5 gün sonra revirden çıkıp tekrar okula geldiğimde arkadaşlarla kucak­
laştık. Meğer bir aralık benim de öldüğüm haberi yayılmış. Çok zayıf ve halsiz
düşmüştüm. İmdadıma birinci sömestr tatili yetişti . İstanbul'a gittiğimde
babam beni iyi bir doktora götürdü. Doktor kuvvet verici ve iştah açıcı bir­
takım ilaçlar vereli. Onları kullandım. Onbeş gün tatilden sonra o ilaçlara okul­
da da devam ettim ve kendimi toparladım. Ankara'nın ilk kışını da böylece at­
latmışum.

1936 ve 19.37 yıllarında Ankara'nın yegane gidilecek. vakit geçirilecek yeri


Ulus ve Samanpazan arası idi. Kızılay'da tek tük binalar yapılıyor, yeni yeni
gelişiyordu. Biz de hafta tatillerinde ekseriya Ulus'a gider ya bir sinemaya
girer veya yine o bölgede bize müsaade edilen kahvehanelere giderek tavla oy­
nayarak vaktimizi geçirirdik.

Sene sonu geldi, imtihanlar başladı. Bu imtihanları da muvaffakiyetle verip


ikinci sınıfa geçtim. Birinci sınıftan ikinci sınıfa geçen öğrencilere kısa bir tatil
verilir ve arkasından da kampa çıkılırdı. Harbiye İstanbul'da iken kamp
şimdiki Ayazağa bölgesinde yapılırmış. Ankara'ya taşındıktan sonra o za­
manın heyeti aramış taramış ve Kalecik ilçesinin bulunduğu Kızılırmak
kenarındaki bir yeri kamp sahası olarak seçmiş. Trenle Kalecik'e intikal ettik.
Üzerinde bir tek ağaç bile bulunmayan bir sırtta onar kişilik mahruti
çadırlarımız kurulmuş. Hepimizin eline birer yastık kılıfı ile yatak kılıfı tutuş­
turdular. Bir de kuru ot yığınları gösterdiler. Gidin oradan yataklarınızı ve
yastıklarınızı otla doldurup çadırlarınıza götürün dediler. Güle oynaya, birbiri­
mize şakalar yaparak yığınlardan yataklarımızı ve yastıklarımızı otla doldur­
duk, battaniye ve beyliklerimizi de aldık çadırlarımıza mangaca yerleştik. Ye­
mekhanemiz de her çadırın yanında arazide kazılarak hazırladığımız sahra
yemekhaneleri idi: yani hendeğe ayağımızı sokar, toprağa oturur, önümüze bir
mangalık ( 1 0 kişilik) yemek gelir, bakır aş kaplarımıza dağıtılır, kaşık çatalla
çala kaşık yemeğimizi yerdik. Yemek yerken gölge yapacak bir çadır bile yok­
tu. Allah'ın temmuz ve ağustos sıcağında güneş altında, ter içinde yemek mi
yerdik, dayak mı yerdik bilemezdik. Eğer rüzgar varsa ki ekseriya olurdu,
rüzgarın çıkardığı tozlar karavana ve aş kaplarımızdaki yemeğin üzerinde bir
toz tabakası oluşturur, onu kaşıkla temizler, yemeğe devam ederdik. Yemekle­
rin içinde sinek, an, böcek bulunması tabii idi. Onları da bir kenara atar, geri­
sini yerdik. Yemezseniz aç kalırsınız.

Mutfaktan yemeği alıp getirmek, sıra ile mangadan iki arkadaşa düşerdi;
beş günde bir sıra gelirdi. Ayrica manganın aş kaplarını. çatal kaşıklarını te­
mizlemek, mataralara su doldurmak da o iki kişiye aitti. Bunların yıkanması
için aynlinış bir bulaşıkhane de yoktu. Kızılırmağa karışan bir dereye gider ve
dere suyu ile yıkardık. Çamaşırlarımızı da derede, köylülerin yaptığı gibi
taşlara vura vura kendimiz yıkardık. Banyo ise, adını çamurun renginden

48
aldığı Kızılırmak nehrinde yapılırdı. O çamurlu suda sözde yıkanırdık.
Bölgede sivrisinek çok olduğundan sıtma vakaları da çoğalmıştı. Bir hayli
öğrenci sıtmaya tutulmuştu . Nasılsa bu sefer sıtma beni bulmadı. H albuki
Alaşehir'de ilkokul çağında iken sıtmadan çok çekn)iştim.

Bir Pazar günü o bulaşık ve çamaşır yıkadığımız dere sağnak şeklinde


yağan yağmurların tesiri ile taşıp, dered.e ağaçlar altında ordugfilı kurmuş oku­
lun destek kıt'alarının subay ve aileleri, hayvanlar, silahlar ve diğer
malzemeler büyük zarar görünce, kampı Ankara'da Harp Okulu'nun hemen
güneyine taşıdılar. Artık akşamları okulda yatıyor, yalnız gündüzleri eğitimi
dışarda yapıyorduk. Esasen kamp süresinin bitmesine on beş gün kalmıştı. O
süre de böylece tamamlanmış oldu. Bu olayı şunun için anlatıyorum; bizim
yetiştiğimiz devirle şimdi yetişenlerin malik oldukları imkanlar, gençler ta­
rafından iyi değerlendirilsin. O zamanın kumandanları da elbette biz eziyet
çekelim, bize azap olsun diye böyle hareket etniiyorlardı . Onlar da istemezler
mi idi daha iyi şartlar altında bu kamplar yapılsın; tabii ki isterlerdi. Ancak
kendilerine verilen imkanlar o kadardı ve o zamanın düşünce tarzı da bu idi.
Yani bir subay adayı birçok meşakkate, sıkıntıya katlanmasını bilmeli idi ki
böyle durumlarla ve hatta daha da kötü durumlarla karşılaştığında he,men mo­
ral bozukluğuna kapılmasın. Ben 1 957 yılının Ekim ayında yarbay rütbesi ile
Batı Almanya'daki Amerikan kuvvetlerinin tatbikatına müşahit olarak
katıldığımda oradaki Ame rikan birliklerini gezerken bir yerde çadırdan
yapılmış birer kişilik duşları gördüm. Amerikalı subay, astsubaylar banyo
yapıyorlardı. Oranın komutanı bize "Amerikan askerine bu banyoyu temin et­
mezsek buralara getiremeyiz" diye yan şaka yarı tariz kılıklı beyanda bulundu.
B i r hafta devam edecek bir tatbikatta dahi personelin banyo ihtiyacı
düşünülüyordu. Bugün çok şükür Amerikalılarınki gibi olmasa da biz de, per­
sonelin arazide yaz ve kış banyo yapacak tesislere ve çamaşırlarının yıkanacağı
otomatik makinalara sahibiz. Kışın en soğuk bölgelerinde dahi artık erlerin
çamaşırları bu makinalarda yıkanabiliyor ve askerler bonyo yapabiliyor. Erler
artık ot üzerinde yatmıyor. Her erin portatif karyolası. en soğuk mevsimde
dahi eri koruyacak uyku tulumu ve diğer lüzumlu teçhizatı var.

Kamptan sonra ikinci sınıfın derslerine başlamış ve büyük bir zevkle


omuzlarımızdaki birinci sınıf işaretini ikinci sınıf olarak değiştirmiştik. O
işareti değiştirmek dahi o yaşta büyük bir olay oluyor. Üst sınıflarda olmak in­
sana gurur veriyordu.

O senenin Cumhuriyet B ayramı merasimini de Atatürk'ün huzurunda


yaptık. Ne bilelim ki bu geçit resmi son geçit resmi olacaktı. Sene 1937, ikinci
sınıf subay olmuş, yeni bir sınıf Ankara'ya gelmişti. İki sınıfın mevcudu
2000'in üzerinde idi. Program yine aynı idi. Haftanın iki günü arazide, üç
buçuk günü içeride geçerdi. Zaman bir türlü geçmek bilmedi. Bir seneyi kap-

49
sayan bir takvim yapmış, her gün akşam o günü siler, subay çıkmamıza kaç
gün kaldığını böylece hemen bilebilirdik.

Erler de vatani görevlerini yaparken terhis tarihini günü gününe bilirler. Bir
e re terhisine ne kadar kaldığım sorduğunuzda ay ve günü ile cevabım hemen
alır.muz.
Gençlik çağlannda bir türlü geçmek bilmeyen günler yaşlandıkça o kadar
çabuk geçiyor ki. şimdi geçen ve geride kalan günlere bakıyorum da, zaman
ne çabuk akıp gitmiş diyorum. Koca bir ömür bu kadar kısa bir süre içinde
nasıl da kaybolup gitmiş.

İnsan böyle yaratılmış. Gençliğinde zamanın bir an evvel geçmesini diler.


Ah şu sene de bi r geçse de terfi etsem veya bu seneyi de bir geçirsem de görev
yerim değişse. -aman şu seneler çabuk geçse de çocuklarım büyüse, yürüse,
konuşmaya başlasa. okula gittiğini görsem diye günleri, aylan. seneleri iple
çeker: ama bir zaman gelir keşke o günleri tekrar yaşamak mümkün olsa.
keşke çocuklanm o ufacık hali ile kalsa gibi özlemler içinde kıvranınz.

Ölüm yaklaştıkça senelerin ne çabuk geçtiğinden şikayet ederiz. Ama öyle


zannediyorum ki bir zan1an geliyor. bu dünyanın meşakkatinden. yaşanılır bir
dünya olmadığından, hastalıklardan. ağn ve sızılardan, bütün sevdiklerimizi
teker teker kaybetmekten. dünyada yapayalnız kalmaktan şikayet ediliyor ve
artık biran evvel şu meşakkat dolu dünyadan çekilip gitmek arlusu içine giri ­
liyor.

Onun için şimdiki gençlere sesleniyorum; gençliğinizin kadrini. k_ıymetini


bilin. Unutmayınız ki şimdi yaşlanmış olarak gördükleriniz ve hatta
bazılannızın alay dahi ettiğiniz o yaşlİlar da bir zamanlar sizin gibi gençti.
çocuktu. ele avuca sığmaz birer afacandı. Onlar da sizin içinde bulunduğunuz
devirleri geçirdi. Onlar da sevdi, sevildi. Ama o bir türlü durmak bilmeyecek
zaman çarkının içinde yuğrula yuğrula ve o zaman çarkının içindeki dişlilerin
arasında biraz daha yıpranarak, biraz daha eziyet çekerek, gördüklerinden bi­
raz daha kahrolarak. bu hallere düşmüştür. Siz de o yaşlara gelince dönüp ar­
kamı.a bakacak ve bu dünyadan bir zevk ve leı.zct almadığınızı görecek ve his­
sedeceksiniz. Yaşanan hayau şöyle bir tahlil edecek olsak görürüz ki . yaşamın
üçte biri hatta daha fazlası uykuda geçer, ilk on veya_ onbeş senesi çocukluk
dcdiğintiz dönemdir ki ne yaptığımızı bilmeyiz. Hayatın son seneleri ise, has­
talıkla. ağn sızı ile geçer. Geriye kalan sürenin de yarıdan fazlası zaten sıkınulı
ve meşakkatli günlerle doludur. O halde geriye ne kalıyor? � ir hiç!
Omm için gençlere diyorum ki bulunduğunuz dönemin kıymetini iyi bilin,
bu dönemler bir daha geri gelmeyecektir. Yaşlılara daima hürmet edin, yardım
edin ve unutmayın ki onlar sizden çok çok tecrübelidir ve yine unubnayın ki
tecrübeyi öğreten bir okul yoktur. Tecrübe yaşadıkça kazanılır. Eğer o ka-

50
zanılari iecıiibelerden ders alınmaz veya o tecıiibeleri geçirenlerin sözleri din­
lenmez bir kenara ablırsa, işte o zaman bir fasit daire içinde döner durur ve ni­
hayet kendimizi "Tarih tekerrürden ibcrettir" vecizesi ile avuturuz. Halbuki
İnsanlar geçmişten ders almasını bilselerdi, tarih tekerrür etmezdi. Hakikatte
tarih tekenür etmiyor, biz insanlar onu tekrarlatıyoruz. (*)
Evet sevgili okurlarım. zamanın bir an evvel geçmesini istediğim Harp
Okulu ikinci sınıfından bahsederken. konuyu buralara kadar getirdim. Şimdi
tekrar o sıralara dönelim. Dönelim ama aradan bu kadar zaman geçmiş. akılda
ne kaldı ki?

SUBAY OLUYORUM

İkinci sınıfta da saatler günlen", günler aylan kovaladı. elle yaphğım takvi­
min bütün haneleri karalandı, arkasından tatil geldi, yine evlerimize dağıldık.
Subay olacağım ve omuzlanma tek demiri takacağım (**) 30 Ağustosu iple
çekiyordum. Hayata atılacak ve beni okutmak için birçok sıkınblara katlanımş·
olan anne ve �a alacağım maaştan yardımda bulunacaktım.
Güzel ve heyecanlı bir tatilin sonunda yine Ankara'da Harp Okulu'nda top­
landık. Daha evvelden alınmış ölçülerimize göre elbiselerimiz, şapkalarımız.
çizmelerimiz, kılıçlarımız, sırmadan yapılmış Büyük Üniformalarımız. Gri
kumaştan yapılmış paltolarımız. birer kol saati, manevra sandığı. harita
çantası. mataram ız dağıtılıyordu. Elbiseler. çizmeler kimimize tam, kimimize
dar. kimimize de bol geliyordu. Terziler. ayakkabıcılar noksanlıkları
gidermeye çalışıyorlardı.
(*) Belki bu duygu ile lstildil marşı şairi M. Akif:
Geçmişten adam hisse mi alırmış, ne masal şey
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar.
Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?
mısraları ile yakınmış, Atatürk tarihin bu nasipsi�liğini (Doğru Tarih) yoksunluğunda
aramış: (Tarih yazmak., yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa
değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtan bir mahiyet alır) hükmünü vermiş. gününü
yaşamak felsefesinin temsilcisi ômer Hayyam bile (Tarih kiinatın vicdanıdır) tasdi·
kine rağmen ne çare ki tarih, çoğu zaman (İhtiyar bir geveze) töhmetinden kurtula­
mamış.

(**) O tarihte Harp Okulu'ndan Asteğmen olarak mezun olunurdu.

51
30 Ağustos 1938 tarihi nihayet gelmişti. Okulun orta bahçesinde bir mera­
sim yapıldı, diplomalanmız elimize verildi. Artık subaydık. 30 Ağustos geçit
resmini, sırtımızda arka çantası, omuzumuzda tüfekle değil, üzerimizde subay
elbisesi, sırmalı büyük üniforma ve kılıçla yapıyorduk. Fakat Atatürk şeref
n
tribünü de yoktu. Hastalığından dolayı istanbul'da idi. O büyük insan, yol
göstericimiz o dfilıi en son olarak bizim sınıfın subaylık kararnamesini imza­
lamış fakat İstanbul'dan Ankara'ya gelememişti. O esnada bizler Atatürk'ün
hastalığının tehlikeli bir hastalık olduğunu da bilmiyorduk. (•)

Merasimden okula döndükten sonra hepimiz şehre dağıldık. Aksiliğe bakın


ki o gün bağırsaklarımı bozmuş, gittiğimiz lokantada değil içki içmek. yemek
bile yiyememiştim. Ertesi günü eşyalarımızı almış istasyona gitmiş, özel trenle
İstanbul'a akşam hareket etmiştik. Halıcıoğlundaki Topçu Okulu'nda 2
Eylül'de hazır olacaktık. 1 Eylül sabahı Haydarpaşa istasyonunda trenden in­
dik. Hemen tenha bir yerde, sırmalı kılıçlı üniformamı taktım, Kadıköy'deki
evime anne ve babama bu üniforma ile gitmek istiyordum. Bir taksiye binerek
evin önünde indim. Kapı açıldığında annem karşımda idi, ona sarıldım. Ar­
kasından babamın elini öptüm. Onlann yüzlerindeki sevinç ve bahtiyarlık he­
men belli oluyordu. Aldığım ilk maaş zenncderim 57 lira idi, ondan hemen 10
lirasını eve bıraktım. Bu yardımım İstanbul'da bulunduğum sürece devam etti.
Bir gece evde kaldıktan sonra ertesi gün Halıcıoğlu'ndaki Topçu Okulu'na tes­
lim oldum. Yeniden okul hayatı başlıyordu fakat artık hayatını kazannuş bir
subay olarak . . .

(•) Seneler geçti ve ben o eşsiz Başkomutanın hayatını vesikalardan okurken biz 30
Ağustos 1 938 bayra mını en genç subaylar olarak geçit res-ıninde kutlarken onun 29
Ekim 1938 tarihinde yayınladığı mesajını okuyacaktım:
"Zaferleri ve milisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferle beraber mede­
niyet nurlarını taşıyan Kahraman Türk Ordusu; memleketini en buhranlı ve müşkül an­
larda zulümden, feliket ve mus ibetlerden ve düşman istilasından nasıl korumuş ve
kurtarmış ise, cumhuriyetin bugünkü feyizli devrinde de, askerlik tekniğinin bütün
modem sil8h ve vasıtalarıyla mücehhez olduğun halde, vazifeni ayni bağlılıkla yapa­
cağına hiç şüphem yoktur. Bugün, cumhuriyetin on beşinci yılını mütemadiyen artan
büyük bir refah ve kudret içinde idrak eden Büyük Türk Milletinin huzurunda kahraman
ordu, sana kalbi şükranlarımı beyan ve ifade ederken büyllk ulusumuzun iftihar hisle­
rine de tercüman oluyorum. Türk Vatanını ve Türklük Camiasının şan ve şerefini, <!.ahi­
li ve harici her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni her an ifaya
hazır ve amade olduğunu benim ve Büyük Ulusumuzun. tam bir inan ve itimadımız
vardır. Büyük U lusumuzun orduya bahşettiği en son sistem fabrikalar ve silahlar ile bir
kat daha kuvvetlenerek büyük bir feragaı-ı nefs ve istihkarı hayat ile her türlü vazifeye
i faya müheyya olduğunuza eminim. Bu kanaatla Kara, Deniz ve Hava ordularımızın
kahraman ve tecrübeli komutanları ile subay ve eratını selamlar ve takdirlerimi bütün
ulus muvacehesinde beyan ederim. Cumhuriyet Bayramının onbeşinci yıldönilmü
hakkınızda kutlu oüun."

52
İki senelik Harp Okulu sırasında anlatabileceğim birkaç aruyı buraya aldım.
Bu sayfayı kapatmadan acaba daha ne anlatabilirim diye düşünüyor, önemli
sayabileceğim bir olay aklıma gelmiyor. Belki şwıları anlatabilirim:

Harp Okulu ikinci sınıfı bitirip İstanbul'da iyi bir tatil yaptıktan sonra,
subay oluşumuz için düzenlenecek törene katılmak üzere okula geldiğimde,
daha evvel Ankara'ya gelmiş olan arkadaşlardan birisi bana, " Kenan sicil nu­
maran 50" dedi. O güne kadar bize sicil numarasının ne manaya geldiğini an­
latmadıklarından, veya anlattılar da ben dinlemediğimden, bunu söyleyen ar­
kadaşıma : "Ne demek o" diye sordum. O da, "Yani topçular arasında
sıralamada yerin 50'nci oluyor" deyince ne manaya geldiğini anlamış oldum.
Aldığım bu sicil numarasının askerlik hayatı boyunca hiçbir şekilde
değişmeyeceğini bize daha evvel anlatmış olsalardı, okulda ona göre çalışır ve
üst sıralarda olmaya gayret sarfederdim. Topçu subayı olarak 203 kişi mezun
olmuştuk. Demek ki 203 kişi atasında 50'nci sırayı almışım.

Askeri liseyi bitirip Tuzla'ya altı aylık staja gittiğimizde, geceleri canımız
sıkılır, eğlence de olmadığı için bir meşgale arardık. Bazı arkadaşların küçük
küçük poker oynadıklarını görünce ben de pokere merak sardım ve oynamaya
başladı�. Ankara'ya Harp Okulu'na gelince okulda oynamadım. Birinci
sınıftan ikinci sınıfa geçtiğimizde Kalccik'e kampa gittik, Cumartesi Pazar
günleri ve bazı akşamlan can sıkıntısından poker oynamaya başladım. Umu­
miyetle kaybetmez, kazanırdım. Hiçbir şeyin müptelası olmadığım gibi. poker
veya diğer talih oyunlarının da müptelAsı olmadım. Subay çıktıktan sonra da
zan1an zaman oynadım. Ancak eğlence hududunu aşmadım. Yani işi kumara
dökmedim.

Ankara'da geçen iki senelik Harp Okulu döneminde de bir kız arkadaşım
olmadı. Esasen o tarihte Ankara ufak bir şehir. Bir kız arkadaşla gezmeniz
mümkün de değil. Zira muhakkak her tarafta fıldır fıldır dolaşan inzibat subay­
larına yakalanırsınız. Harbiyeli bir öğrencinin bir kız arkadaşıyla kol kola veya
el ele dolaşması yasak olduğundan böyle bir şeye tevessül de etmezdik.

Hafta sonları cebimde param varsa şehre iner, ya kahvehaneye veya sine­
maya gider. param yoksa okulda kalır resim yapar, yahut da kitap okurdum.
Babam aylık harçlık olarak beş lira gönderir, okuldan verilen aylık maaşla bir­
likte bunu bir ay idare etmeye çalışırdım. Hatırımda kaldığı kadar, birinci
sınıfta aylık maaşımız üçbuçuk lira, ikinci sınıfta ise beşbuçuk lira civarında
idi. Bu kitabı okuyanlara bu rakamlar çok gülünç gelebilir. Bir karşılaştınna
olması bakımından, bir paket sigaranın 11 kuruş. bir kilo ekmeğin 7 veya 7 .5
kuruş. bir kilo etin 50 kuruşla 60 kuruş arasında olduğunu, lüks olmayan bir
lokantada 75 kuruşa karın doyurulabildiğini söylersem, bu rakamların pek de
küçük olmadığı anlaşılaca,ktır zannederim.

53
TOPÇU OKULUNDA

Şimdi şu sahrlan karalarken geçmiş günleri hatırlamaya çalışıyor ve kendi


kendime soruyorum. "Hayatta en tatlı günlerim ne zaman oldu?" diye. Te­
reddütsüz cevap verebiliyorum: "Topçu Okulu'nda geçen birbuçuk yıllık
süre."
Bu biıbuçuk yıllık süreyi unutmamız mümkün değil. 57 lira maaş alır, bu­
nun 10 lirasını eve, 10 lirasını da yeniden taksitle diktirdiğim elbiselere,
çizmeye vesairenin taksidine yahnr, 8 ile 10 lira arasında da bir aylık tabldot
ücretini verir, elimde 30 lira civarında para kalırdı� Bu para ile İstanbul'un en
pahalı eğlence yerlerine gider eğlenebilirdik. Beyoğlu'nda yanında l l çeşit
mezesi ile bir şişe rakı l 10 kuruş idi. Barda 2.5 liraya bir kadeh votka veya
likör içer, gece yansına kadar eğlenirdik. İçkili ve şaık.ılı gazinolarda en önde
masa ayırtabilir, masrafımız 2.5 lirayı geçmezdi. Garsona verilen 25 kuruş
bahşiş iyi bahşiş idi. Her hafta muhakkak bir eğlence yerine giderdik.
Gelecek umurumuı.da bile değildi. Avrupa'da savaş rüzg§rlan yavaş yavaş
esmeye başlıyor, o da bizi ilgilendirmiyordu.

ATAlÜRK VEFAT EDİYOR

Birinci sınıfa başladığımızda İstanbul'da Savarona yatında hasta olan


Atatürk'ün sağlık durumu ağırlaşmaya başlamış ve gazetelerde her gün sağlık
raporu neşredilir olmuştu. Hepimizi en çok üzen olay bu idi. Ölümü halinde
Türkiye'nin durumu ne olurdu? Yerine kim Cumhurbaşkanı seçilirdi? Sık sık
aramıı.da bu konulan görüşür İsmet İNÖNÜ'den başka o makama layık olanı
da bulamaı.dık. 10 Kasım tarihi gelip çatmıştı. Birinci dersten çıkmış ikinci
derse girecektik. Okuldaki bayrağın yanya indirilmiş olduğunu gördük. Ölüm
haberi hemen yayılmıştı. Kimse konuşamıyordu. Etrafı bir sessizlik kap­
lamıştı. Ders zili çaldı. Dershanelere girdik. Hiç unutmam, dersimiz hayvan
bakımı idi, veteriner olan hocamız hiçbir şey olmamış gibi ders anlatıyordu.
Aralarında benim de bulunduğum birkaç arkadaş hıçkırarak ağlamaya
başlayınca hıçkırıklar bütün dershaneyi kapladı öğretmen de dayanamayıp
dersten çıkıp gitti. Şu satıdan yazarken, yine o anı yaşıyor ve gözlerim
yaşarıyor. Bütün okulda dersler paydos edilmişti. Gazinodaki radyonun
�4
başında toplandık. Haberleri anında alabilmek için hiç birimiz radyodan
aynlamıyorduk. Günlerce o radyo başında hep beraber ağladık, ağladık. İkinei
gün İsmet İNÖNÜ'nün Cumhurbaşkanlığına seçilme haberini alınca
yüreğimize biraz olsun su seıpildi. İstanbul'da o büyük kurtarıcının katafalkı
.önünden geçmeyen insan kalmadı. Bu geçiş bir hafta devam etti. Cenazenin
kaldırıldığı gün top arabasının hemen·önünde okulumuz çelengini taşıyanlar
arasında olduğum için top arabası geçerken yedisinden yetmişine bütün
İstanbullular'ın ç ığlıklarını yakinen görebiliyordum. O manzarayı
görmeyenlerin bunu tahayyül etmeleri bile mümkün değil. Ana caddeye açılan
yollar, bütün binalar insan seli, yola taşmayı önlemek için itfaiye arabalan
halkın üzerine su sıkıyor, halk yine de dağılmıyor. Hatta bir kısım kadın, er­
kek vat�daşlar göğüslerini açarak, "sık suyu, öldürsen de git�em" diye
haykırıyordu. Karaköy'den geçerken bir binanın üçüncü katındaki pencereden
bir kadın kendisini top arabasının üzerine atacak iken yanındakiler geriye
çekerek kurtardılar. Bu ne sevgi idi Yarabbi! Bu ne bağlılıktı ! Hangi devlet
adamına böyle bir sevgi nasip olmuştur. Atatürk'e küfür eden, heykellerine
saldıran o sapıklar, o yobazlar bu sahneleri görmediler. Türk milleti tarihte ne
çekmiş ise, bu gibi kara cahil yobazlar yüzünden çekmiştir. Acaba o Atatürk
hayatını hiçe sayarak bu mücadeleye atılmasa ve Türkiye'yi esaretten kurtar­
masa idi o yobaz, yobazlığını daha rahat mı yapabilecekti! O yobaz vatandan
ne anlar, milletten ne anlar. Onun kafasının içinde sadece hurafeler var. Za­
vallı, hurafelerin içinde kendisini kaybetmiş. O Müslümanlığı sadece başına
fes veya sarık geçirmekte, üfürükçülere inanmakta, sabah akşam tekkelerde
ayinlere iştirak etmekte, kendisi her türlü mel'aneti işlerle.en, kansının
kızlarının başını yüzünü örttürmekte, onları cahil bırakmakta görüyor,
Müslümanlığın bu olduğuna inanıyor. O yobaz için yurt düşmanlar tarafından
işgale uğramış, memleket sömürülmüş. millet cahil kalmış, ülke kalkına­
mamış, medeni milletlerle olan mesafemiz gittikçe açılmış, ilimde, teknikte çok
geride kalmışız, bütün bunların bir değeri yoktur. Yeter ki onun çıkarlarına
dokunan olmasın, fesine, sarığına, kıyafetine karışan olmasın, istediği kadar
kadınla evlenebilsin. İşte onların Atatürlc.'e düşmanlıkları bınıdandır.
Atatürk'ün na�şını sel halini alan gözyaşları arasında Saraybumu'na
yanaşan muhribe yerleştirdik ve Ankara'ya uğurladık. Yanımda param olsa idi
ben de muhriple İzmit'e ve oradan trenle Ankara'ya gidebilecektim. Zira
isteyen gidebiliyordu. Parasızlıktan gidemedim.
İşte Topçu Okulu'na başladıktan sonra en acı hatıra olarak hfill bu anılanmı
muhafaza eder, habrladıkça yine gözyaşlanını tutamam.
Atatürk'ün ölümü ile birlikte yurtta bir aylık yas µ.an edilmişti. O bir ay ar­
kasından diğer birer aylar akıp gitti. Hangi acı unutulmuyor ki. Bu acı da
yavaş yavaş unutuldu, yine normal hayata döndük. Asteğmenliğimiz devam

55
ediyordu. Omuzlarımızda taşıdığımız demirin üzerine bir yıldız ilave ederek
teğmen olmamız için altı ay geçmesi gerekiyordu. O tarih Şubat'ın sonu idi. O
kadar çabuk geldi ki Şubat'ın 28'inde teğmen rütbelerini taktık. En çok zevk
duyduğum rütbeler; ilk subay çıktığım asteğmenlik rütbesiyle teğmenlik
rütbesi olmuştur. Ondan sonraki rütbolerde o heyecanı duymadım. General·
olurken de aynı heyecanı tatmadım desem yalan söylemiş olurum. Her okulda
olduğu gibi insanlar kendi kafasına denk buldukları ile daha samimi olarak ar­
kadaşlıklarını sürdürürler. Harbiye'den beri ben, Tahsin BARIN ve Faik
SAVAŞMAN üç samimi arkadaş idik. İçtiğimiz su ayn gitmezdi . Para­
larımızda dahi ayrılık yoktu. Birçok eğlence yerine beraber gider, hep birlikte
eğlenirdik. Her ikisinin de kalbi pırlanta gibi idi. Kimseye fenalık yapmaz­
lardı. İkisinin de annesi babası küçük yaşta ölmüş. Benim annem. babam on­
ların da annesi babası idi. Okul sıralarında birbirimizden aynlmadığımız bu iki
arkadaşımla kıt'alara dağıldıktan sonra bir daha biraraya gelemedik. Bazen
aramızda konuşur, evlendikten sonra çocuklarımız olursa birbirleri ile evlendi­
rirdik. O ne tatlı hayaller idi. Hepimizin de çocukları oldu fakat birbirleri ile
evlenmediler. Hatta birbirlerini görmediler bile. Evvela Tahsin'i sonra da
Faik'i kaybettim. Sıra şimdi bana geldi. Faik 1 2 Eylül sonrasını görebildi, bir­
birimizi tekrar kucakladık. Fakat Tahsin ancak korgeneralliğimi görebildi. Her
ikisini tekrar rahmetle anıyorum.

Topçu Okulu'nda iken şiire merak sardım. Sevdiğim şiirleri bir defterde
topladım. Çoğunu ezberden okurdum. En çok hoşlandığım şiirler Ömer
Hayyam'ın şiirleri ile Namık Kemal, Faruk Nafiz Çamlıbel ve AHiettin
Gövsa'nın şiirleri idi. İçki masasında Ömer Hayyam'ın şiirlerini okur,
Atatürk'ü andığım zamanlarda da Faruk Nafiz'in ve. AHiettin Gövsa'nın
Atatürk'ün ölümünden sonra yazdıkları o çok güzel ve duyarak yazılmış
şiirlerini okurdum. Vatan şairi Namık Kemal'in şiirlerinin ise ayn bir yeri
vardı. Magosa'da sürgünde zindanda iken karşılıklı olarak şair Hikmet ile bir­
likte söyleyip yazıdıklan vatan şiirini çok sever ve sık sık tekrar ederdim. Şiir
yazmayı çok denedim fakat muvaffak olamadım. O bir Allah vergisi. Bir kıt'a
yazar, arkasını getiremez çöp sepetine atardım.

Müziği de severdim. Bir müzik aleti çalmayı çok istedim. O zamanlar akor­
deon, sevilen bir müzik aleti idi. Birçok arkadaşım akordeon veya gitar desleri
aldılar. Ben yapamadım. Ne akordeon alacak parayı bulabildim ve ne de
öğretmene vereceğim parayı. Öyle olunca da öğrenemedim. Bir müzik aleti
çalamadığıma MHi. daha üzülür ve çalanları kıskanırım. Karakalem resim yap­
mayı Topçu Okulu'nda da devam ettirdim. Yaptığım tabloları arkadaşlarıma
verdim, bende bir tanesi bile yoktur. Hafta tatillerinde en çok zevk aldığım
sazlı ve şarkılı gazinolara gitmekti. Hele yazın Tepebaşı gazinosu ile Küçük
Çiftlik Parkı'nın hemen hemen daimi müşterilerinden sayılırdım. Param ol-

56
dukça da dans zevkimi gidermek için barlara giderdim. Dans etmeyi sever ve
iyi de dans ederdim. Ancak bardakfkonsomatris kızlara acırdım. Hoşlansın
hoşlanmasın, yorgun olsun olmasın, önüne gelenle dans etmeye veya içki
içmeye mecburdular. Hatta ne kadar içki ısmarlatır ise, o kadar fazla para
alırlar. KendHerini para karşılığı satan kızlara karşı daima acuna hissi duy­
muşumdur. Cemiyetin büyük yarası olarak devam edip gidiyor. Kitap oku­
maya da daha ortaokul sıralanndan beri merakım vardı. Bu merakım Topçu
Okulu'nda da devam etti. Burada felsefi eserleri merak etmeye başladım. Ec­
nebi yazarlardan Anatol Farance'ın eserlerini ne zaman bulsam alır okurdum.
Aldığım kitaplardan bugün yanımda bir tane bile yok. Okumaları için
tanıdıklara verdim, bir daha geri gelmedi.

Birinci sınıf bitti, ikinci sınıfa geçtik. Bu arada 1 Eylül 1 939 günü Alman­
ya'nın Polonya'ya taarruzu ile 2'nci Cihan Harbi başladı . Gerçi harp
Türkiye'den uzakta idi anla aylar geçtikçe harp gittikçe genişliyor ve sıcak
rüzgarlan Türk.iye'yc de esiyordu. Pekfila Türkiye de kendisini harbin içinde
bulabilirdi. Hükümet bunu düşünmüş olacak ki, bizim ikinci sınıfı altı ay
kısaltarak Şubat ayı içerisinde kıt'alara gönderilmemizi kararlaştırdı. Hem
seviniyor ve hem de üzülüyorduk. Seviniyorduk, çünkü talebelikten kurtula­
caktık. Üzülüyorduk, çünkü senelerdir berabet olduğumuz arkadaşlarımızdan
ayrılacak ve İstanbul'a da veda edecektik. Harbin verdiği sıkınular memlekette
yavaş yavaş hissedilmeye başlandı. Birçok madde bulunmaz oldu. Karaborsa
denilen o meş'um canavar hortladı. O zamana kadar karaborsanın ne olduğunu
bilmezdim. Şubat ayının başlan idi artık kur'aları çekmemize çok az zaman
kalmıştı. Hepimiz Türkiye'nin bir köşesine vatan savurniıası hizmetine gide­
cektik. Kur'a yerleri hemen hemen belli olmuştu. Trakya bölgesi ve şarktaki
birlikler ön sırayı alıyordu. Kur'ada İstanbul ve Ankara da bir hayli vardı.
Kur'alann çekiminden bir gün evvel yatakhanelere çıktık lavabolarda elimizi
yüzümü yıkıyoruz. Urfalı "Dostum Alaattin" olarak hitap ettiğimiz ve hepimi­
zin sevdiği arkadaşımız kendine özgü şivesi ile "Kur'alann içinde bir tane
Urfa varmış, ne olur onu çeken bec.imle değişsin" diyordu. Ben de kendisine
şaka olsun diye "Merak etme dostum Alaattin, o bir taneyi ben çekeceğim ama
sen de neresi olursa olsun benimle değişecek misin" dedim. "İstanbul, Ankara
hariç neresi olursa olsun değişeceğim" diye cevap verdi. Arkadaşlarla
gülüştük ve yattık.

57
MALKARA'DAKİ TOPÇU TABURUNA GİDİYORUM

Ertesi gün torbadan kur'alan kendi elimizle çekmeye başladık. Sıra bana
geldiğinde şeytan sanki beni dürttü; sağ elimle çekeceğime sol elle çektim.
Kağıt açıldı. U�a'daki Süvari Tümeninin Topçu Alayım çekmeyeyim mi! O
anda dondum kaldım. Kur'a yerini değiştirmek aklıma geldi. B ir Urfa1ı arka­
daşımız daha vardı; adı Nurettin olan o arkadaşıma gittim. "Nurettin Urfa'yı
çektim, benimle yerini değişir misin" dedim. " Ben Ankara'yı çektim
değişmem" dedi. Alaattin'i aradım. Dostum nereyi çektin diye sordum. Edime
diye cevap verince "Ben sözümde durdum Urfa'yı çektim, değişir misin"
deyince " Değişirim" dedi. Edime İstanbul'a daha yakın olduğundan tercih
etm iştim. Hemen dilekçelerimizi verdik ve karşılıklı olarak yerlerimizi
değiştirdik. Birçok arkadaş bu şekilde yerlerini değiştirmişlerdi. Bazıları da
para karşılığında yerlerini sabnıştı. Benimle değiştirme yapmayan Nurettin An­
kara'da bir aşk yüzünden intihar etti ve genç yaşta öldü. Kaderin elinden,
alınyazısından kimse kurtulamıyor. Benimle değişmiş olsaydı belki şu anda o
da yaşıyor olacaktı. Acaba ben ne olacaktım? İçtiğimiz su ayn gitmeyen en sa­
mimi arkadaşım Tahsin Barın ise Erzuruın'u çekmişti. O da çok uğraştı fakat
Şa.ı,X olduğu için değiştiremedi.
Artık bir daha İstanbul'a gelip gelmeyeceğimiz belli olmadığından Şubat'ın
1 5'ine kadar İstanbul'da m ümkün olduğu kadar hoş vakit geçirmek için
eğlence yerlerinden çıkmadık. Hareket günü geldiğinde yanımda Edime'ye
gidecek kadar para kalmıştı.
Annem eşyalarımı hazırlamıştı. Yatağım yorganım her şey hazırdı. 15
Şubat 1 940 günü trenle Edime'ye yapayalnız hareket ettim. Edime'ye
vardığımda 28'inci Tümen Karargfiluna gittim çünkü görev yerim bu Tümenin
Topçu Alayının 1 'inci Batarya Takım Komutanlığı idi. Tümen Karargahına
gittiğimde taburumun Edime'de değil Malkara'da olduğunu söylediler. Dona­
kalm ıştım. Ben Edime diye gelmiş ve harcırahımı da Edime'ye kadar ver­
mişlerdi. Malkara'ya gidecek param yoktu. Harcırahımı istedim. Tümenin Le­
vazım Müdürü harcırah kağıdımı hazırlattı.
Muhasebe Müdürüne gittiğimde "Senin tayin emrin henüz Tümene gelme­
miş" diye bana harcırahımı vermedi. Tekrar Levazım Müdürüne gittim ve du­
runm anlattım. Çok iyi bir subaydı. Rütbesi Yarbay olmasına rağmen benimle
M uhasebe Müdürünün yanına kadar geldi ve "Bu çocuk deli m i ki
İstanbul'daki Topçu Okulu'nu bırakıp buraya gelsin. Elbette arkasından tayin

58
emri gelecektir" dedi ise de Muhasebe Müdüıüne laf anlatamadı. Muhasebe
Müdürü Tümen Komutanhğma değil. Maliye Bakanlığma bağh olduğu için
Tümen Levazun Müdürü emir de veremiyordu. İlk defa karşıma mevzuat haz­
retleri çıkmışu. Bu mevzuat daha hayaum boyu karşıma çıkmaya devam ede­
cektir. Üzerimde para olmadığını Levazım Müdürü biliyordu. Biliyordu ama,
onun da elinden bir şey gelmiyordu. Bir aralık benim tayin olduğum taburun
mutemedini gönnüş; git sizin taburun mutemedi Teğmen Oğuz Akalm'ı gör, o
sana ödünç para verir harcuahtm sonra alırsın teğmenim dedi. Başka yapacak
bir şey yoktu.
Bizden bir sene ovvel Topçu Okulu'nu bitirmiş 1937'li Oğuz Akalın'ı
Tümen Karargfiln'nda buldum. Kendisine durumu anlatUm ve ödünç para iste­
dim. Ne kadar istediğimi sordu, 10 lira yeter hedıalde dedim. 15 lira desem o
kadar verecekti. 10 lira istediğim için 10 lira verdi. Parayı alu almaz Malka­
ra'ya giden otobüs aradım. Malkara'ya yoktu. Bunun üzerine evvela Tekir­
dağ'a giden bir otobüse bindim. Hava soğuk ve karh idi. Tekirdağ'a kazasız
belasız geldik. O gece Tekirdağ'da bir otelde kaldun.
Ertesi gün Malkara'ya giden bir otobüse bindim. Hareket ettikten kısa bir
süre sonra geriye döndük çünkü fazla kardan Malkara yolu kapalı imiş. Yolun
açılmasmı bekleyecektik. Tekrar aynı otele geldim. Bir gün iki gün geçti,
üzerimdeki para yavaş yavaş azahyordu. Kaç gün daha kalacağımı bileme­
diğimden yemekleri çok idareli ve ucuzundan yemek suretiyle idare etmeye
çahşıyordum. Eğer bir iki gün daha kalsaydım Askerlik Şubesi Başkanma
gidip durumumu anlatacak ve ödünç para isteyecektim. Bereket versin ki
üçüncü gün yolun açlldığı haberi geldi de hareket ettik ve ben de ödünç para
aramaktan kurtuldınn . Baştma gelen bu olay hayabm boyunca bana büyük bir
ders oldu. Her yolculuğa çıktşta muhakkak yanımda fazla para bulundurmayı
hiçbir zaman ihmal ettnedim. Onun için eskiler dememişler mi "Bir musibet
bin nasihatten daha iyidir" diye.
Otobüs Malkara'ya 4 kilometre kala fazla kardan bu sefer de aksmı kmh.
Yine yolda kaldtk. Akşam üzerine yakin bir saatti. Şehre haber gönderip vasıta
gelmesini bekleyinceye kadar otobüste yanımda oturan Malkara savcısı ile bir­
likte yürümeyi tercih ettik. 4 kilometreyi bir saatte alarak akşam olmak üzere
iken Malkara'ya ayak OOsbm.
İşte böyle macerah bir yolculuktan sonra ktt'ama ulaşm1Ştım.
Topçu Okulmıdaki günleri kapaup yeni ve yorucu bir dönemin başlayacağı
ktt'a hizmetini anlatmaya başlamadan evvel. Topçu Okulu ile ilgili bazı
arularum anlatmak istiyorum.

Subay olmanın. her aybaşı muntazaman bir maaşa sahip olmanm, daha
doğrusu hayatuu kazannuş olmanın verdiği bir sevinç ve rahatlık içinde idik.
59
Harbiyeden mezun olurken bir takım elbise ve çizme ile o zamanın kıyafetine
uygun bir de kaput verm işlerdi. Daha fiyakalı olabilmek kendimizi dışarıda
kızlara beğendirebilmek için, hemen hemen hepimiz Beyazıt'taki askeri terzi­
lerle çizmecilere koştuk. Tabii koşanlar arasında ben de vardım.

İngiliz kumaşı lastikotin Manchesterden yapılmış bir takım subay elbisesi


(düz pantalonu ve külotu dahil) dikişi dahil 65 liraya, bir çizme 25 liraya ve bir
askeri şapkayı 5 liraya yaptırdım. Şapka parası hariç diğer ikisini takside
bağladım. Her ay aklımda kaldığına göre 5 veya 7.5 lira taksit ödüyordum.

Hiç sivil elbisem yoktu. Ona da ihtiyacım vardı. Zira her yere üniforma ile
gidemiyorduk. Onun fiyatı zannedersem 35 lira civarında idi. Sivil ayakkabı 5
lira, sivil gömlek, kravat da takside bağlandı. Böylece bu ihtiyacım gideril­
mişti. Taksitlerin ödenmesi bir sene devam etti.

Aybaşı olunca taksit toplayıcılar okulun bahçesini doldururlardı. Zira aynı


gün almazlarsa, o ay bJ.Zı arkadaşlarımız hemen paralarını harcarlar ve taksidi
aksatırlardı. Onun için sıcağı sıcağına hemen paralarını almak isterlerdi. Bu hal
bize de kolaylık sağlardı.

Askeri ve siyil elbiselerim tamam olduğuna göre iş bir kız arkadaş bulmaya
kalmışu. Bulacağım kız arkadaşla evlenmemiz mümkün değildi . Mevcut kanun
üsteğmen olup üzerinden iki sene geçmeden evlenmeye mani idi. Yani beş
sene sonra evlenmek mümkündü. Nikah memuru nikfilı muamelesini yap­
mazdı. E sasen ben evlenmeyi de düşünmüyordum. Bir kısım arkadaşlarımız
hile yoluna sapmak, subay olduğunu saklamak suretiyle evlendiler. Ama bun­
lardan çoğu ihbar sonucu üç ay hapse mahkOm oldular.

Bir kız arkadaşım oldu. Onunla bir hayli flört ettim. Sonunda bakum ki ev­
lenmek için vaad istiyor, bana da gittikçe bağlamyor. kendisine açıkça bir
mektup yazmak ve evlenmemizin mümkün olmadığını o mektupta izah etmek
suretiyle aylar sonra arkadaşlığımıza son verdim.

Arkasından iki üç kız arkadaşla flört ettim. Onları da sonunda bıraktım.


Kıt'alara gideceğimiz zaman hiç kız arkadaşım yoktu . Bu yüzden okuldan
ayrılışımız dolayısıyla Harbiye Orduevi'nde düzenlediğimiz veda gecesi
eğlencesine yalnız geldim.

İçkiye bu dönemde başladım. Hafta ortası okulda içki içmemiz mümkün


'değildi. Cumartesi, Pazar günleri umumiyetle Beyoğlu'na çıkar, kafayı orada
tütsüledikten sonra ya bir sazlı sözlü gazinoya veya bir bara giderdik. Hiç
unutmam Beyoğlu'ndaki bir lokantada 1 1 çeşit meze, bir küçük rakı şişesi (35
cl.lik) l 1 0 kuruştu. En çok gittiğimiz lokanta Hüsnü Tabiat Lokantasıydı. Bu­
rası daha pahalıydı ama temiz ve nezih bir yerdi.

İkinci sınıfta iken bir kız arkadaŞımla hafta ortasındaki günlerden bir akşam

60
randevulaştık. Son dersten sonra akşam yemeği yemeden okuldan ayrılmam
gerekiyordu. Aksi gibi o günkü nöbetçi subayı birinci sınıfın sınıf subayı
Yüzbaşı Enver Eralp'ti. Çok titiz ve hiç müsamahası olmayan bir subay
olduğunu hepimiz bilirdik. Geceleri yatakhanelere muhakkak gelir ve karyola­
larda yatanları kontrol ederdi. Yatağımı boş bıraksam olmayacak. içinde bir
kişi yatıyomıuş gibi suni olarak yorganı kabartıp şekil versem Enver Bey'i
kandıramazdım. En iyisi karyolayı olduğu gibi yatakhaneden çıkarıp, bavul­
ların muhafaza edildiği depoya koymaktı. Deponun anahtarı arkadaşımdaydı.
Onunla anlaşarak karyolayı kaldırıp oraya koyduk.
Kız arkadaşımla buluşup Yenikapı'daki deniz kenarında bulunan Çakır'ın
gazinosuna gittik. Cebimde 5 lira param vardı. İkimiz de içkili yemeğimizi ye­
dik. Hava da çok güzel ve sakindi. Deniz kenarındaki kiralık sandalla deniz
gezisi yapmak istedik. Bir müddet kürek çektikten sonra muhabbete dalmışız.
Bir aralık başımı sahile çevirdiğimde sahilden bir hayJi uzaklaştığımızı,
ışıkların ufalmasından anladım. Meğer akınu bizi sürüklemiş. Saat de bir hayli
ilerlemişti. Küreklere sarıldım. Yaz günü çok sakin bir hava olduğundan yo­
rulmadan sahile ulaştık. Gecenin o ilerlemiş saatinde küreklerin su içinde ya­
kamoz denilen pınlu olayını hfila unutan1an1.
Son tramvayı kaçırmamak için biraz acele tramvay durağına geldik. Kız ar­
kadaşımın evi Ortaköy'de idi. Ortaköy tramvayı bulamadığımızdan, Ka­
raköy'den geçen bir tramvaya atladık. Karaköy'e geldiğimizde saat gece
yansını geçiyordu. Tabii bu saatten sonra tramvay bulunmazdı. Mecburen bir
taksiye bindik. Ortaköy'de onu bıraktım, geriye köprüye geldim. O saatten
sonra Haliç vapurları da işlemiyordu. Okulumuzun bulunduğu Halıcıoğlu'na
kadar yürümem mümkün değildi. Cebimde ise 25 kuruşum kalmıştı. 25
kuruşla taksi tutmam da imkansızdı. Mecburen köprünün hemen yanında
sıralanmış sandallara yan·aşum. Baktım sandalcılardan birisi beni görünce uy­
kusundan uyandı. "Merhaba hemşehrim" diye seslendim. O da Karadeniz
şivesiyle, "Buyur beyim" dedi. Halıcıoğlu'na kaça götürürsün diye sor­
duğumda, 50 kuruş istedi. Ben de gayet samimi olarak kayıkçıya "Bak
hemşehrim, 50 kuruşum olsa hiç itiraz etmeden verirdim. Ama 25 kuruştan
başka meteliğim yok. Geç de kaldım. Okula bu gece yetişmem l§zım. Kürek
çekmesini bilirim. Küreğin yansını ben, yansını sen çekersin oldu mu"
deyince; Karadenizli kabadayı adammış, "Atla beyim" dedi. Böylece sabaha
kadar sokakta kalmaktan kurtuldum.
Okula geldiğimde saat zannediyorum 02.00'yi geçiyordu. Yatakhaneye gir­
dlın, bir de baktım ki karyolam yerine gelmiş. Meğer arkadaşlar nöbetçi subayı
kontrolu yaptıktan sonra beni.m geç geleceğimi tahı!t in ederek karyolamı de­
podan alıp yerine koymuşlar.
Okuldan kaçma adetim yoktur. Topçu Okulu'nda zannederim iki defa. gece
61
kaçtım. Birisi buydu. B unda da az kalsın sabaha kadar parasızlık yüzünden
sokakta kalacak ve rezil olacakum.
İkinci kaçışımızda bir arkadaşımla birlikte Beyoğlu'ndaki Londra Bar'a
gidip eğlenmiştik. Ama onda böyle bir durumla karşılaşmamıştım.
Başka bir olay da başımdan şöyle geçti :
Cumartesi akşamı Beyoğlu'nda eğlendik. Saate dikkat etmemişim. Bir
aralık saate baktığımda gece yansına yaklaşıyordu. Zannediyorum Kadıköy'e
son vapur saat 24.00 civarında idi. Bulunduğum yerden tramvayla gitmeye
çalışsam yetişmem mümkün değil. Taksi ise pahalı. Yaya olarak Yüksek
Kaldırımdan bazen de koşarak köprü Kadıköy iskelesine geldim, ama vapur
da iskeleden ayrılmış gidiyordu. Ne yapayım, tekrar Beyoğlu'na çıkıp sabahçı
kahvelerden birinde sabahlamak mümkündü ama, tekrar o yolu hem de yokuş
yukan çıkmaya üşendim. Aynca eve bir haber bırakmamıştım. Annem babam
merak eder diye düşündüm. Onlann meraklı olduğunu biliyordum. Daha evvel
sandalla gitmeye alıştım ya. yine sandalcılara gittim. Kadıköy'e bir liraya pa­
zarlık ettim. Saraybumu'na geldiğimizde gerimizden motorlu bir takanın bize
doğru yanaştığını görünce, sandalcı bana, "Teğmenim. eğer bu taka Haydar­
paşa önünden geçiyoIBa ona bağlanıp gidelim mi ?" diye sordu. Ben de, "Olur
öyle yapalım" dedim. Taka bize yanaştığında sandalcı Karadeniz şivesiyle on­
lara bağırdı ve ip atarak bağlanmak istediğini, eğer Haydarpaşa önünden
geçiyorlarsa oraya kadar götürmelerini söyledi. Onlar da, "Peki ip at" dediler.
Sandalcı, sandalın içindeki uzun urganın bir ucunu sandalın burnuna bağladı,
geri kalan toman motora fırlattı. Ama taka dum1amış. bir taraftan hafif de olsa
yoluna devam ediyordu. Sandalcı usta denizci imiş ki, .fırlattığı urgan takaya
ulaştı. Onlar da ipi yakalayıp halkaya bağladılar. B ağJanır bağlanmaz takanın
hızını artırdılar. Saraybumunun o akınulı ve çırpıntılı yerinde bizim sandalın
bumu biraz yana dönmüştü. Taka boşta kalan ipi aldıktan sonra birdenbire
sandala hızlıca asılınca, sandal nerede ise devrilecekti. Bereket ki devrilmedi.
Zira eğer devrilseydi, o tarihte yüzme bilmediğim için ben de orada gecenin
karanlığında ve akıntıda boğulup gibniştim. Şansım varmış ...
Eve geldiğimde babamı seccadenin üzerinde tesbih çekerken gördüm. Bana
baktı "Nerede kaldın be oğlum" dedi. "Vapuru kaçırdım, sandalla geldim.
Neden yatmadınız, ne var merak edecek" diye karşılık verdiğimde ,
"Gelmeyeceğim desen biz de beklemeyiz. Burası İstanbul, binbir olay olabilir.
Sen de baba olunca görürüm o zaman" dedi.
Haklı olduğunu baba olduktan sonra ben de anladım. Çocuklardan birisi
akşam üzeri biraz geç kalsa, gözüm pencerede gözler dururdum.
Daha anlatacak habral� var ama. ben tadında bırakmak için bu kadarla yeti­
niyor ve şimdi kıt'a hinnetimle ilgili anılara geçiyorum.

62
İLK KIT'A HİZMETİM

Şimdi şu satırları yazdığım bugün 1 4 Temmuz 1984, Cumartesi. Aorya


Köşkü'ndeyim. Buraya geleli on gün oldu. Hatıratıma uzun süredir ara ver­
mek zorunda kalmıştım. Zira olaylar olaylan izledi seçimlerden sonra işlerimin
daha rahatlayacağını zannetmiştim, o rahatlamayı bulamadım. Esasen hayatım
boyunca bu rahatı hiçbir zaman bulamadım, bulamadan da hayattan göçüp gi­
deceğim. Bütün notlarımı alardk buraya gelmiştim, aradan on gün geçti ancak
bugün zaman bulabildim. Kaldığım yerden hatıratıma devam edeyim.

Okul hayatı, öğrencilik devri kapanmış, önümde yeni bir yol başlamıştı.
Taburda tanıdığım hiç kimse yoktu. Tayin olduğum l 'irıci Bataryanın Komu­
tanı Yüzbaşı Rıza Orpcn idi . l 927'de Harp Okulu'ndan mezun olmuş. Tabur
Komutanımız B inbaşı Nuri Çallı'dan sonra en kıdemli subaydı.

Batarya Komutanının çalışma odasına portatif karyolasını akşamlan kurar.


sabahlan kaldınrdım. Yatacak başka da oda yoktu. Taburda kışlada kalan Ta­
bur Komutanı ile birlikte dört subaydık. İşte bu dört subayın iştiraki ile kurul­
muş tabldota dahil oldum . Geldiğimde 2 .5 lira param kalmıştı. Kimseye de
birşey söyleyemi yordum. İki gün sonra 2'nci Batarya Komutanı Üsteğmen
Fethullah Önal yanıma yaklaşarak bir ihtiyacım olup olmadığını sordu, paraya
ihtiyacım varsa verebileceğini söyledi. "Kıt'aya ilk gelen subayın halinden an­
larım. Ben de ilk kıt'aya geldiğimde para sıkıntısı çektim. Kimse gelip de hali­
mi som1adı, çekinmeden söyle teğmenim" dedi. Bu hareketi o kadar hoşuma,
gitti ki hfila daha hatırımdan çıkmadığı için buraya yazmak ihtiyacım duydum.
Sıkıla büzüle, 5 lira verebilirse memnun olacağımı söyledim. Hemen çıkarıp
verdi. Ay başında ilk maaşımdan derhal ödedim. Geldiğimin ertesi günfi.
Yüzbaşım beni bataryaya takdim etti ve bana dönerek "Teğmenim, yeni bilgi­
lerle geldin. B atarya senindir. Bundan böyle talimi sen yaptınrsm" dedi ve
çekip gitti.

Kendi m i eğitime vemliş hani hani çalışıyor ve okuyup yazması bile


olm ayan, y u rt savunmasına gelm iş bu vatan evlatlarına birşeyler
öğretebilmekten büyük zevk duyuyordum.

63
TIJGAY KARARGAHINA GİDİŞİM

Bu arada harp tehlikesine karşı yeni yeni birlikler teşekkül etmeye


başlamıştı. Taburumuz da Edime'nin Havsa nahiyesinde teşekkül eden 32'nci
Tugaya bağlanmış böylece 28'nci Tümenden ayrılmıştık. Tabura iltihak e�tik­
ten 45 gün kadar sonra idi. Havsa'daki 32'nci Tugay Komutanlığı'ndan alınan
bir telsiz emriyle taburumuzdan "Mevzi keşfinden mütehassıs bir subayın ivedi
Havsa'ya gönderilmesi" isteniyordu. Tabur Komutanı bu görev için beni
seçmişti. Beni seçmekte haklı idi. Zira Tabur subaylarından birçoğu evli idi.
Evli olmayan benimle 1 937'li Hayri Ürenay vardı. Benim hiçbir takıntım yok­
tu. Tabur Komutanı gönlümü almak için de " Kenan, en yeni bilgilere sahip
olan sensin. Onun için seni seçtim" demek lüzumunu hissetti. Emredersiniz
Binbaşım dedim. Hurç ve manevra sandığımı alıp, harcırah da almadan Hav­
sa'ya gittim.
Bugün ilçe olan Havsa nahiyesine geldiğimde, büyükçe bir köy evine
yerleşmi ş Tugay Karargahına gittim ve geldiğimi bildirdim. Tuğgeneral
Mümtaz Ulusoy, Kurmay Başkanı Kurmay Yüzbaşı t. Hakkı Beydi. Aynca
Karargfilıta bir Piyade Binbaşı ve alaylı bir Piyade Yüzbaşı vardı. İşte Tugay
Karargfilıı bunlardan ibaretti.
Geldiğimin ertesi gilnü atlarla mevzi keşfine çıkıyorduk. Keşfe Tugay
Komutanı, Kurmay Başkanı ve ben katılıyorduk. Çakmak mevzii üzerinde Tu­
gaya tahsis edilen bölgenin teferruatlı etüdünü yapıyorduk. 15 gün bu şekilde
çalıştık. Akşamlan Karargahta Kurmay B aşkanı ile aynı odada kalıyorduk.
B aşka yatacak yer yoktu. Çok çalışkan ve bilgili bir Kurmay Subay idi.
Çerkeş zelzelesinde vefat ettiğini öğrendiğimde çok üzülmüştüm.
Görevim bitmişti, artık kıt'ama geri dönmem gerekiyordu. Yeni teşekkill
eoniş bir Tugayın çok işi vardı. Bütün yazışmalar Kurmay Başkanı ile Piyade
Binbaşı Faik Bey'in omuzlarında idi. Benim çalışmamdan Kurmay Başkanı
çok memnun kalmış olacak ki, Tugaya yeni tayinler yapılıncaya kadar benim
geçici olarak Karargfilıta kalmamı Tugay Komutanına teklif etti. Tugay Komu­
tanı da bu teklifi kabul etti.
Muvakkat olarak Tugay Karargfilıında çalışmam 1 944 senesine kadar de­
vam etti. Binbaşı Faik Bey işlerinin yansını bana devrettnişti. Tugayın lojistik
hizmetleri, sıhhi ye hizmetleri ve veteriner hizmetleri bana ait idi.
Okulda yalnız topçu mesleğinin gereklerini öğrenmiştik. Karargah hizmet­
leri ve yazışmalar hakkında hiç bilgim yoktu. Faik Bey'den öğrenmek sure­
tiyle kısa sürede işe nüfuz ettim. Bu arada daktiloyu da öğrenmek zorunda
kaldım. Zira daktilo yazabilen er miktarı bir veya iki ki'Şi idi. Mecburen kendi
yazılarımı kendim yazıyordum.
64
32'NCİ TUGAY TÜMEN OLUYOR

Kısa bir süre sonra Tugayımız Tümen oldu. Benim topçu taburu da Malka­
ra'dan hareket ederek Osmanlı Köyde teşekkül eden 36'ncı Topçu Alayının
1 'inci Taburunu teşkil etti. Zaman içerisinde Tümen Karargahının doktoru,
veterineri tayin oldu. O görevleri kendilerine devrettikten sonra yalnız lojistik
hizmetler bana kaldı. Yeni teşekkül eden bir Tümene mütemadiyen silah ve
malzeme geliyor, bunların Tümen Birliklerine dağıtımı benim tarafımdan
yapılıyordu. Karargfilıta benden kıdemsiz subay yoktu. Hepsi ya Binbaşı veya
Yarbay idi. Çok az bir miktah Yüzbaşı ve Üsteğmen rütbelerinde idiler.
Teğmen olarak ben ve Fahir Aruoba vardı.

Bu görevimde çok bunaldığım zamanlar olmuştur. Gece yanlarına kadar


hatta sabaha kadar çalıştığım günler az değildir. B azen yaptığım ufak tefek
hatalardan dolayı Tümen Komutanının lüzilmundan fazla tekdirine maruz
kaldığımda, dilekçe verir, beni kıt'ama göndermelerini isterdim. Bu
dilekçelerim iki veya üç defa olmuş, her seferinde de kabul edilmeyerek
görevimde kalmışımdır. İkide birde böyle dilekçe verdiğimi duyan Alayımızın
2'nci Tabur Komutanı Yarbay Kemal Bey bir gün Alaya gezmeye gittiğimde
bana aynen şöyle söylemiştir:
"Ulan ikide birde ne diye alaya gelmek için dilekçe verip duruyorsun. Bi­
zim çektiklerimizi görmüyor musun? Otur oturduğun yerde. Sen büyük
tecrübeler kazanıyorsun. ileride bunun faydasını göreceksin. Daha önünde
çok zamanın var. Kıt'aya da doyacaksın. "

Hakikaten, üç seneden fazla Tümen Karargfilıında çalışmam bana çok


şeyler kazandırdı. En başta Karargfilı hizmetlerini daha o rütbede iken
öğrendim. Akademiyi bitirip Kurmay Subay olduğumda bunun faydasını o za­
man anladım.

Aynca daha teğmenliğimde üst rütbeli subaylarla gece gündüz beraber


olduğumuzdan ve hemen hemen her gün birkaç defa Kurmay Başakanı veya
Tümen Komutanı ile karşı karşıya olduğumdan, büyük rütbelilere ve özellikle
generallere karşı olan çekingenliğim kalmadı. heriki hayatımda komutanlarla
çok rahat ve serbest görüşebilme yeteneğim gelişti. Ve nihayet Akademi imti­
hanını kazanmamda da muhakkak bu hizmetimin rolü oldu.

Tümen Karargfilıında en ki.demsiz subay olmama rağmen büyüklerimden


daima sevgi ve yardım gördüm. Yarbay rütbesindeki şube müdürleri ile briç
oynayabilir ve onlarla rahatlıkla her konuda konuşabilirdim. Bu kadar sevil­
meme rağmen terbiyemi hiçbir zaman bozmadım ve şırnannadım.

65
Havsa'da çalışmamı sürdürürken hastalandım. Tümen KarargaJunda uzman
doktor ve hastane yoktu. Yalnız pratisyen doktorlar vardı. Evde ise benden
başka lemse yoktu. Onun için beni Edime'deki Askeri Hastaneye gönderdiler.
Hastanede bir ay kadar kaldıktan sonra tekrar Havsa'ya döndüm. Döndükten
birkaç gün sonra mütemadiyen kaşmfuamdan şüphelendim. Çamaşırlarımı
muayene ettiğimde, birkaç bit buldum. Hizmet erim Cemal'e, çamaşırları
yık.ayan kadına çamaşırları kaynatmasını söyle dedim. Biti hastaneden getir­
diğim anlaşılıyordu. Kaşınmam bibniyordu. daha ince muayene yaptığımda bir
de ne göreyim; çamaşırlarım ve pijamamın dikiş yerleri bit sirkeleri ile dolu !
(Şimdiki nesil bit sirkesi nedir diye sorabilirler. Bitin yumurtalan rİa sirke tabir
edilir. Yumurtalar bir müddet o dikiş yerlerinde durur, vücut hararetiyle
yüzlerce sirke bit olurlar.)

Bütün çamaşırları g_özümün önünde tekrar uzun süre kaynattım. Böylece


bitten kurtuldum. Şimdiki neslin çoğu biti görse tanımazlar. Onun için belki
şunu sorabilirler, "Neden ilaç kullanmadınız. Mesel! DDT kullanabilirdiniz".
O tarihte maalesef biti öldürecek ilaç yoktu. Ya böyle kaynatacaktımz veya
etüv denilen alete koyup kuru buharla imha edecektiniz.

B i r gün, personel ve sicil işlerine bakan 2'nci Şube Müdürü Yarbay


Sel!hattin Bey bana, "Kenan hiç izin istemiyorsun. Birkaç günlüğüne izin iste­
mez mizsin?" diye sorunca şaşırdım. Zira çok önemli bir mazeret olmadan
kimseye izin vennezlerdi, izin yasaktı. Bunda bir sebep olması gerekirdi. Bir
hafta izin alıp İstanbul'a gittim. Eve gidince neden bana izin verdiklerini an­
ladım. Meğer bir süre önce babam ağır bir hastalık geçirmiş ama şimdi
iyileşmiş, bir şeyi kalmamış. Onlar da benim hastalandığınıızı duymuşlar. An­
nem izin dönüşünde benimle gelmek istedi. Evde ablam, eniştem ve çocukları
da vardı. Babama onlar bakardı. Annemle birlikte Havsa'ya ge(dik.

Annemle bir ay kadar beraber oturabildik. Oturduğumuz ev; iki odalı, mu­
hacirler için devlet tarafından yapılmış evlerden birisi idi. Bir odasında ev sahi­
bi kendisi, hanımı ve çocukları oturuyordu, bir odasında da biz kalıyorduk.
Evin arka cephesinde hayvan ahın ve onun yanında tuvalet vardı. Yani faraza
gece yansı tuvalete gibnek gerekse, giyinip kuşanacaksın, eline de ya fener
veya yanan bir çıra alacaksın, yağmur da yağsa, kar da yağsa böyle gidecek­
sin. Benim için bir şey değil de; -çünkü böyle hayata alıştık- annem için zor
oluyordu. Gerçi onlar da gençliğinde Yunan işgalinde böyle eziyetler
çekmişler ama şimdi kaloriferli olmasa da Kadıköy'de iki odalı bir evde otu­
ruyorlardı.

Zavallı anneciğim benim rahabm için bu sıkınnyı çekiyordu.

Bir gece evli olan arkadaşınım evine oturmaya gibniştik. Gecerlin geç saa­
tindt: karargfilıtan bir astsubay bana gelerek Kolordudan acele şifre geldiğini

66
söyledi. Şifre subaylığı görevini umumiyetle Tümen Komutanının emir subay­
lan yapardı. O olmayınca bana getirirlerdi. O zamanki şifreler harflerin rakam­
larla ifade edilmiş şekli idi. örneğin 54 rakamı "A" harfini, 32 rakamı "B" har­
fini ifade ederdi. Zaman zaman bu görevi ben yaptığımdan, şifre anahtarını
ezberlemiştim. Şifreyi alıp baktığımda, durumun hiç de iyi olmadığmı an­
ladım. Kolordudan gelen şifrede Almanlar'ın Bulgaristan'a girdiği haber veri­
liyor ve Tümenin yarın Edime'ye bereket etmesi emrediliyordu. Annemi eve
bıraktım ve "Amıe, yarmki otobüsle seni lstanbul'a gönderecetim. Hazırlıtını
yap" dedim ve Kurmay Başkanına gidip açtığım şifreyi verdim. Hemen
Tümen birliklerine alarm verildi. Sabaha kadar bunlarla uğraştık. Sabahleyin
Edime'den gelip İstanbul'a giden otobüse annemi bindirdim. Otobüs her za­
man boş geçerken bugün ancak bir kişilik yer bulabildim. Tabii Edirne'de bu
haber duyulunca orada da panik başlamış. Onun için yer kalmamış. Aylardan
zannediyorum Nisan ayı idi. Sene de 1941 .
Annemi yolcu ettikten sonra görevimin başına döndüm. Haber Havsa'ya
da yayılmış, subay ve astsubay aileletinde panik başlamıştı. Birçok subay,
astsubay ailelerini göndennek istediler ama vasıta bulamayıp mecburen ya
Havsa'ya bıraktılar veya Edime'ye götürüp oradan memleketlerine
gönderdiler.
Tümen ertesi gün hareket ederken sanki savaşa gidiyormuşuz gibi, aileler
ve çocuklar, babalarını uğurlarken hüngür hüngür ağlıyorlardı. O zaman kendi
kendime, iyi ki evli değilim diye sevindim. Bizim gibi belli olanlar ise·
köyden Edime viliyetine gidiyoruz diye seviniyorduk.
Edime'de Tümenimiz üç ay kadar kaldı. Burada kaldığımız sürece aklımıza
savaş kork.usu hiç gelmiyordu diyebilirim. Gündüzleri, Tümen Karargfilıı ola­
rak kullandığımız bir i!kokulda harıl harıl çalışıyor, geceleri de eğleniyorduk.
Hayabmızdan memnunduk.
Edime'deki bu güzel yaşanbmız uzun sürmedi. Üç ay kadar sonra Alınan­
lar'ın Türk.iye'ye taamız ihtimali ortadan kalkınca Tümenimiz tekrar Havsa'ya
döndü.
Çok yorµlmuştum. İzin olmamasına rağmen yakın arkadaşım Oğuz Akalın
ile birlikte üç günlüğüne izin istedik. Tümen Komutanı ve Kuımay Başkanı
beni sevdiklerinden izin isteğimizi reddetmediler. Birlikte İstanbul'a gittik. üç
gün eğlendik, biraz kendimize geldik. Üç gün sonunda görev yerimize
dönmek için Sirkeci'deki otobüslerin kalktığı yere geldik. Edirne istikametine
hiçbir otobüs kalkmıyor dediler. Dün yağan şiddetli yağmurlardan Edime yo­
lutıdaki bir iki köprü yıkılmış, onun için gidilemiyormuş. O tarihte İstanbul­
F.dime yolu asfalt değil, stabilize yoldu. Böyle yağmurlarda Sik sık bozulurdu.

67
Oğuz1a ne yapabiliriz diye düşündük. Trenle Pehlivanköy'e gideriz, orada
süvari tümeni var, Tümen Komutanının emir subayı Oğuz'un sınıf arkadaşı,
aynı zaman<!a samimi arkadaşı imiş. Oğuz, ondan iki at ahr atlarla Havsa'ya
gideriz dedi. Tren de henüz hareket etmemişti. Biletlerimizi alıp trene bindik.
Tren Pehlivanköy'e gece vardı. Tümen Karargfilımda Oğuz'un arkadaşını bul­
duk. Bize akşam yemeği yedirdikten sonra, birer seyisle birlikte iki güzel at
verdi, gece yola çıktık. Çünkü yann sabah Tümende bulunmamız gerekiyor­
du. Yani iznimiz yarın sabah bitiyordu.

Dünkü yağmur yüzünden her taraf çamur içinde, hava da bulutlu


olduğundan zifiri karanlıktı. Bir hayli gittikten sonra bir dereye geldik. Dere­
nin yağan yağmurdan bir hayli yükseldiğini farkettik. Dere kuvvetli akıyordu.
Ben, "Oğuz, duralım tetkik ettikten sonra karşıya geçelim" dedim. Öyle yapıp,
durduğumuzu gören seyislerden birisi, "Komutanım, ben atımı sürüp kontrol
edeyim" deyip ileri atıldı. Ben bağırarak mani oldum. "Dere kenarını takiben
gidelim, elbette bu dere bir yerde bitecektir" dedim. Öyle yaparak atlarımızla
kuzeye doğru dere kenarındaki yüksd<- çit ve çalılar boyunca yürüdük. B i r
süre sonunda köpek sesleri duyduk. Anladık ki, bir köye gelmişiz. O tarihte
Tarakya'daki köylerin hiçbirinde elektrik yoktu. Gece bir köye geldiğinizi an­
cak köpek seslerinden anlardınız.

Köy kahvesine girdik. Birçok köylü kahvede oturuyordu. Henüz yatma


vakti gelmemişti. Selam sabah, hoşbeşten ve çaylarımızı içtikten sonra, yolu­
muzu kaybettiğimizi bize bir kılavuz vererek Havsa yoluna çıkmamızı
sağlamalarını istedik. Önümüze elinde fenerli bir kılavuz verdiler. Ama kılavuz
yaya idi. Yolu farketmek mümkün değildi. Çünkü, dediğim gibi yollar ham
toprak yol olduğundan yağmurdan tarla ile yol bir olmuş. Bir de göz gözü
göımeyecek derecede karanlık. Yanın saat kadar böyle gittik. Adama acıdık,
"Hemşehrim, buraya kadar getirdin, teşekkür ederiz. Sen buradan sonra bize
tarif et, biz kendimiz gideriz" dedik. Köylü vatandaş da ileride bir ışığı
göstererek, "O istikamete giderseniz yolu bulursunuz" deyince, onu serbest
bıraktık ve yolumuza devam ettik. Kısa bir süre sonunda, bir sırttan aşağıya
dereye inince ışık kayboldu. Bir daha da ışığı göremedik. Kararlamadan yolu­
muza devam ettik. Bir aralık beyaz bir şerit gördük, "Hah şoseyi bulduk" diye
sevindik. Atımızı o şoseye yaklaştırdık ama at burnundan hırlayarak gitme­
mekte d ireniyor, Acaba neden gitmiyor diye dikkatlice bakınca gördük ki, bi­
zim yol diye gördüğümüz o beyaz şerit, İstanbul-Edime yolu kenarına yığılmış
kııma taşlar imiş. At onun için gitrni-yormuş. O zaman Oğuz'a, "Oğuz bu atlar
bizden akıllı ve bizden iyi gözleri var, en iyisi dizginleri serbest bırakalım onlar
yolu daha iyi bulacaklar galiba" dedim ve öyle yaptık. Dizgini bıraktık. Atlar
yola çıkış yerini buldular ve bizi sabaha karşı Havsa'ya ulaştırdılar.

Böylece zamanında görevimiz başında bulunduk.

68
Bazen kendi kendime somıuşUındur, acaba bizim yerimizde başka birisi
olsa böyle mi yapardı, yoksa yollar kapalı, otobüsler işlemiyor diye İstanbul
Merkez Komutanlığı'ndan belge alıp yol açılıncaya kadar İstanbul'da mı
kalırdı?
Bütün mesele vazife anlayışı ve gösterilen iyiliği kötüye kullanmamakta...

Hayaumda hiçbir zaman izin sonunda doktordan rapor alıp iznimi uzatma
yolunu tutmadım. Bunu tavsiye edenler oldu. Her seferinde reddettim.

Bu maceralı yolculuğumuzu da anlatmadan geçemedim.

1ÜMENİMİZ ÇEKİLİYOR

Aylar aylan kovaladı. Nihayet Almanlar'm Yunanistan'a taarruzları


başladı. Bulgaristan hududunu savunma görevi alan l O'uncu kolordu böylece
çok müşkül durumda kalmışb. Her zaman için Yunanistan topraklarından vaki
olabilecek bir Alman taarruzunda, kolordunun gerisi kesilebilir ve zırhlı meka­
nize Alman birlikleri karşısında kolordu çekilme imkanı bulamadan imha
olabilirdi. İşte bu tehlikeden dolayıdır ki, kolordunun Hadımköy mevzilerine
çekilmesi kararı verildi. Bizim 32'nci tümen de Yunan hududuna karşı kolor­
dunun çekilmesini koruma görevi almıştı. Evvela Pehli v'lflköy'e, bilahare
Çöpköy'e, arkasından Çokal Köyü'ne intikal ettik. Çekilirken halkın perişan
hali hal! daha gözlerimin önündedir. Malkara'da bir hafta kadar kalmıştık.
Halk panik içerisinde idi. Birçok aile evlerini eşyası ile birlikte bırakıp Anado­
lu'ya göç etmişler. Pazarda her şey yok pahasına satıldığı halde, alıcı bu­
lamıyor. Kazım, hindisini 5 kuruşa satıyor, yine de alan yok. Bu durum
karşısında Tümen Komutanı pazarda halka karşı bir konuşma yaparak, telaşa
kapılmamalarını, askeri zaruretler dolayısıyla bu harekatın yapıldığını, tekrar
dönüleceğini söyledi ise de faydası olmadı. Keşan'dan geçerken gece idi, halk
sokaklara dökülmüş yürüyüş kollarının önünü kesiyor, "Bizi bırakıp nereye
gidiyorsunuz" diye ağlıyor, bar bar bağırıyordu. İçimiz sızlayarak bu sahneleri
seyrediyorduk. Yapılacak bir şey yoktu. Hakikaten o gün için bu karar doğru
bir karardı. Geniş Trakya arazisinde zırhlı ve motorlu Alman birlikleri
karşısında, yaya ve atlı, hatta öküz kollarından teşekkül eden birliklerimizin
yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmasından ise, Hadımköy ve Koru­
Gamos hatlarında savunmak çok daha garantili bir hareket tarzı idi.
Tümenimizde motorlu araç olarak bir tek Almanya yapısı Ştover marka bir bi­
nek aracı ile bir de kamyon vardı, onlar da Tümen Komutanının binek aracı ve
erzak taşımak için verilmiş kamyon idi.

69
Malkara'dan, Gelibolu'nun Karaburgaz Köyüne intikal edinceye kadar,
bütün tümenin, tümendeki cephane paylarının taşınması benim sorumlu­
luğumda idi. Tümenin atlı araba kollan bu kadar cephaneyi taşıyabilecek ka­
pasitedP. değildi. Köylünün öküz arabalarına el atmak zorunda kaldık.
Köylülerden yüzden fazla öküz. arabası toplandı. Cephaneler iki gün içinde
bunlarla taşındı. Köylüye araba başına 5 lira tahakkuk ettirdiler. Birçok köylü
o parayı almadı. Zira gülünç bir rakamdı. Ordumuza hediyemiz olsun dediler
ve yerlerine döndüler. İşte böyle bir tümen ile zırtılı ve motorlu bir düşman
tümeni açık arazide nasıl muharebe edebilirdi. Onun için tahkimli mevzilere
girip ölünceye kadar o tahkim edilmiş mevzilerde savaşmayı daha uygun
gömıüşlerdi ki, kanaatımca doğru bir karardı.
Bu karan birçok kişi tenkit etmiştir. Ancak o gibiler ordunun bu durumunu
bilmeyen her zaman olduğu gibi askerlik hakkında da bilgisi sağdan soldan
işittikleri ile yetinmiş kişilerin affilcı tenkitleridir. Gerek Hadımköy ve gerekse
Gelibolu'daki Ortaköy mevzilerine çok emek verilmiş ve çok da para sarfedil­
f1!iŞtir. Ancak başka da çıkar yol yoktu. Orduya kısa sürede hareket kabiliyeti
ve zırh gücü kazandımıak mümkün değildi. O zamanki ordu, karşısına çıkacak
Alınan ordusu ile ancak böyle tahkim edilmiş mevzilerde ölüm kalım savaşı ve­
rebilirdi. Öyle zannediyorum ki ordunun bu çekilme harekatı Alınanlar'ın
Türkiye'ye taanuzdan vazgeçmelerinde rol oynamış olabilir.
Her millette olduğu gibi bizde de öyle kişiler vardır ki her konuda kalem
oynatır. Asker değildir, hatta askerlik dahi yapmamıştır ama o bir numaralı
stratejidir.
Ekonomist değildir. Ama ekonomist gibi ekonomi hakkında fikir yürütür.
Herhangi bir karan veya yapılan işi tenkit edebilmek için, o karann alındığı
veya icraatın yapıldığı zamanki iınkirı ve şartlan evvela gözönüne semıek gere­
kir, yoksa halen içinde bulunan hal ve şartlarla geçmişte yapılanlar tenkit edile­
cek olursa haksızlık edilmiş olur.
Çekilme harekatı &1rasında çektiğimiz sıkıntıları, ekmeksiz ve aç kaldığımız
günleri, adi ve patika halindeki yollarda, gideceği yeri bulamayan, bu sebepten
geciken birlikleri burada zikrebnek istemiyorum; çünkü faydası yok. Bugün
artık böyle durumlarla karşılaşmamız düşünülemez. O tarihteki ordumuz ile
bugünkü ordumuzu mukayese edecek olursak, aradaki farkı belirtmek yüzlerce
sahifeyi alır.
Tümen birliklerinin Pehlivanköy bölgesinden Çôpköy ve civarına çekilirlcen
.Ecgene nehrinden karşıya geçişini, o günkü imk.anların ımzı nasıl kıt olduğunu
gözler önüne sermek bakımından anlatmadan geçemeyeceğim.
Tümen birlikleri, piyade alaylan gibi yaya olanlarla, topçu alayı, nakliye ta-

70
buru gibi arabalı olanlardan teşekkül ediyordu. Arabalı olan birliklerde çekili,
yani atlı ve katırlı topçular Ergene nehrini geçemeyeceklerinden. uzak olmakla
beraber, mecburen eskiden kalma Uzunköprü civarındaki taş köprüden
eçirmeye kalksalar çok zaman alacak.
geçirildiler. Yaya birlikleri de köprüden g
dolayısıyfa Çöpköyü'ne gidiş bir gün gecikecekti. Onun için Tümen kurmay
heyeti yaya birliklerin Ergene nehri üzerinden sallarla geçirilmesini karar­
laştınnış. Biz de piyade alaylarıyla birlikte sallarla geçecekler arasında idik.
Nehre geldiğimizde ana baba günüyle karşılaştık. Üç-dört adet, halkın insan
naklinde kullandığı sallarla yaya erler karşı sahile geçiriliyorlar. Ancak piyade
alaylarında ağır makinalı tüfekler ve havanları taşıyan hayvanlar da var. Bu
hayvanlar üzerindeki silah ve eğerlerin ayn, hayvanların ayn olarak salla
geçirilmesine karar verilmiş. İyi ki öyle karar almışlar. Zira sıra hayvanlara
geldiğinde, salın içine zorla sokulan hayvan nehrin üzerinde giderken ürküyor
ve sağa sola oynamaya başlayınca salı deviriyot ve atla birlikte içindeki erler
de, salı kullanan da suya düşüyorlar. Bereket versin ki, erler elbiselerini
çıkann ış olarak biniyor ve yüzme bilenlerden seçiliyor. Bu şekilde olmayacağı
birkaç denemeden sonra anlaşılınca, başka yola başvuruldu. Atlar çıplak ola­
rak bırakıldı. Yanmay şeklinde 10- 1 5 atın arkasına erler geçtiler, ellerinde
kırbaçlarla atlan nehre doğru kovaladılar. Hayvan üıküp geriye kaçınca, arka­
daki erler hayvanın sağrısına, vücuduna veya başına, nereye rastgelirse
vuruyorlar. Hayvan da mecburen suya giriyor. Bir müddet gidip su derin­
leşince, gerisin geri geliyorlar. Bu sefer de başına başına vunnak suretiyle za­
vallı hayvanın karşı sahile yönelmesini sağlıyorlar. Zaten bir at karşıya
geçince, onu gören diğer atlar da yüze yüze onu takip ediyorlar.

Karşı sahile çıkan atlar sudan kurtulmuş olmanın verdiği sevinçle etrafta
cirit atarak koşup duruyorlar. Bir taraftan atlar koşuyor, bir taraftan yüzlerce
mehmetçik onları yakalamak için peşlerinden koşuyor. Velhasıl tam bir bay­
ram yeri. Ama neticede büyük bir zayiata uğramadan Tümen Ergene nehrini
geçti. Çöpköy'e akşam karanlığında geldik. Aylardan Nisan ayı olduğu için
akşamlan oldukça serin oluyor. Önden gelen öncü heyeti bize üç teğmen ve
üsteğmen arkadaş için köydeki evlerin birisinden bir oda ayırmış. Yatak
hurçlanmız ve manevra sandığımız kısa bir süre sonra geldi. Portatif karyola­
lanmızı kurup yataklarımızı hazırladık. Benim eşyalarım arasında yanımda
taşıdığım saçtan soba ve boruları da vardı. Hemen onu kurduk ama yakacak
odunumuz yoktu. Fahir Aruoba ile Vedat Şen ve ben aynı odada kalacaktık.
Fahir dışarıya çıkıp yakacak bir şey ararken, Tümen Komutanının Tümen
işocağında yaptırdığı kitap koymaya mahsus etajerin bizim eşyalar arasına
karıştığını gönnüş. Dışarıdan bir şeylerin kırılmakta olduğuna dair sesler ge­
liyor, "Ne yapıyorsun Fahir" diye sorduğumuzda; "Bunu yakanz. Tümen
Komutanı bir tane daha yaptınr" dedi. Olan olmuştu. Kırılan parçalan çivisi

71
dahi kalmayacak şekilde sobada yaktık. Bir de baktık, gece yansına doğru
Tümen Komutanının emir subayı bizim eve geldi, "Tümen Komutanının etajeri
kayıp, gördünüz mü? " diye bizlere soruyor. "Yok görmedik" dedik. Ertesi
günü Komutanın, emir subayını bir· hayli haşladı ğı nı öğrendik.
Tabii böyle yapışımızın bir sebebi vardı . Daha evvel de yazdığım gibi,
Tümende bir tek kamyon vardı. Bu kamyonu erzak taşısın veya cephane
taşısın veya tümen karargfilundaki subayların eşyasını taşısın diye vermişler.
Ama Tümen Komutanı bunların hiçbirisini yapmadı, hep kendi şahsi eşyalarını
taşıdı. Fakat nasıl olmuşsa etajeri diğer eşyalar arasına karışmış ve bizim
eşyalarla birlikte gelmiş. Bu duruma kızdığımızdan bunu yaptık. Şimdiki
aklımı?'. olsa yapmayız ama, o zamanki genç aklımızla böyle uygun olmayan bir
şeyi yapbk.

TÜMENİMİZ GELİBOLU'DAKİ
l'NCİ KOWRDU EMRİNE GİRİYOR

Tümenimiz 1 5 gün süre ile Yunan hududuna karşı Kolorduyu koruma


görevini yerine getirmiş ve görev sonunda 1 O'uncu Kolordudan ayrılarak
Gelibolu'daki 2'nci Kolordu kuruluşuna girmiş ve Tümen Karargfilu ile Kara­
burgaz Köyüne, alayları ile de Saros kıyılan civarına yerleşmişti. O tarihte
Karaburgaz köyü 32 haneli ufak bir köydü. Tümen evvela bir tarlada çadırlı
ordugaha geçti. Hepimiz çadırlarda idik. Her gün birkaç yılan öldürülürdü.
Bazı arkadaşların yataklarında, yatacakları zaman çöreklenmiş yılan bulun­
muştu. Yılanlarla yan yana yaşamaya da alışmıştık. Kışın bu şekilde
geçirilmesi mümkün olmadığından, kıt'a gücü ile bir tümen karargahı binası
yapıldı. Fakat birlikler çadırlarda ve zeminliklerde idi. Kış gelince felaket
başladı. Meşhur 1942 kışı gelip çatmışb. Almanları Rusya içerilerinde perişan
eden ve sonunda mağlubiyetlerine sebep olan muazzam kışı kıt'alann birçoğu
çadır ve zeminliklerde geçirdiler.
O daracık Gelibolu yarımadasında beş tümenli bir kolordu savunma görevi
alınıştı. Elbette bu kadar çok askerin bulunduğu ufacık bir yarımadaya ikmal
zor olacaktı. O sene milletçe büyük sıkıntıların çekildiği bir yıl olmuştu. Gıda
bakımından bilhassa İstanbul gibi büyük şehirlerde çok zorluklarla
karşılaşılmıştı.
Meşhur 1 94 1/1942 kışında Tümenimizde bir hayli insan ve hayvan zayiatı
oldu. Nasıl olmasın k i ! . . . Erlerin kışla binası olmadığından bir kısım erler,
"zeminlik" olarak isimlendirdiğimiz 30-40 metre uzunluğunda, 2-3 metre de­
rinliğinde ve 3-4 metre genişliğinde kazılmış toprak içindeki yerlerde

72
yatıyorlardı. Bu uzun, mezara benzer toprak altmdaki yerin üstü ya çadula
örtillüyor veya bulunabilmiş ise ağaç gövdeleri, teneke ve yine üzeri toprakla
dolduruluyordu. Yani yatakhane bir nevi toprak altma alınmış oluyordu. Bu
zeminliklerde soba da yakılabiliyordu. Subay, astsubay çadırları da buna
benzer gömme çadırlardı. El yüz yıkama yerleri, tuvaletler tabiatıyla dışarıda
olduğundan, erlerin birçoğu tuvaletlere gitmeden rastgele yerleri pisletiyor­
lardı.
Hayvanların da birçoğu dışarıda, kar ve yağmur altında kalıyordu. Bu
yüzden hayvanların tüyleri büyüyor ve buz tutmuş kuyruk ve yelelerinden
tanınmaz bir hal alıyordu . Hayvanların yem istihkakları tam olarak verilme­
diğinden, birbirlerinin kuyruklarını yiyorlardı. Bunu önlemek için birbirinden
uzak bağlanınca da toprak yalıyorlardı. Tavlada olma şansına sahip olan atlar
ise, tavladaki tahtadan olan yemlikleri ve duvar sıvalarını yemek suretiyle
karınlarını doyuruyorlardı. Buna mani olmak için yemliklerin içi ve kenarları
teneke ile kaplandı.

Böyle olunca; tabii erler arasında zatürree, zatülcemp ve diğer has­


talıklardan hayatını kaybedenler oluyor, hayvanlar da açlıktan veya toprak
yemeden mütevellit sancıdan ölüyorlardı. İşte 1942 kışı böyle zorluklar
arasında geçirildi.

Ben, Tümen Karargfilımda çalıştığım için Karaburgaz köyünde tümen Ha­


kimi Üsteğmen Rıza Tunç'la birlikte köy evinin bir odasında kalma şansına sa­
hiptim. Evin diğer odasında ise evin sahibi köylü bütün aile efradıyla birlikte
kalıyorlardı.

Banyo yapma imkanımız yoktu. Zira evde banyo yapılacak yer yoktu. Su
da yoktu. Sabahlan ibrikle ufak bir leğen içinde elimizi, yüzümüzü yıkardık.
Bir aralık hem ben, hem de Rıza Tunç bitlendik. Çaresi her gün çamaş ırları
çıkarıp bit aramak ve bulduğumuz bitleri iki tırnak arasmda öldürmekti. Hiç
kalmamacasına öldürüyoruz, fakat birkaç gün sonra yine bit buluyoruz. Bu
bitleri nereden aldığımızı bir türlü tespit edemedik. Hizmet erinden şüphe ettik,
onları muayene ettik, onlarda da bulamadık. Velhasıl mütemadiyen çamaşırları
çıkarıp çıkarıp bit öldürme mücadelemizi sürdürüyoruz.

Akşamlan gazino olarak kullanılan bir binamız var, oraya gidiyoruz. Ye­
mekten sonra, yatma zamanına kadar genellikle briç oynuyoruz. Bir gün lüks
lambası alunda briç oynarken, duvar dibinde olan masamızın dayandığı du­
varın üzerinde bir bitin yürümekte olduğunu hfildm Rıza Tunç görünce, "Bit
duvarda ne arıyor, demek ki biz biti buradan alıyoruz" dedi ve çalışan erlerden
birisini çağırdık. Akşamlan nerede yatıyorsunuz diye sorduğumuzda; sizler
gittikten sonra masaları birleştiriyor, yataklarımızı üzerine koyuyor ve burada
yatıyoruz karşılığını verdi. Biti nereden aldığımız artık anlaşılmıştı. Meğer

73
diğer subaylar da aynı durumla karşılaşmışlar ama, bit bulunması ayıp olduğu
için kimse sesini çıkaraınıyomıuş.
Gazinoda erlerin yatmasını önledik. Orada çalışanları da bit muayenesinden
geçirttik, bulunanları temizlettik ve biz de bitlenmekten kurtulduk.
Bunları neden anlatıyorum diye sorabilirsiniz. İkinci Cihan Harbi sırasında
Harbe iştirak etmememize rağmen neler çektiğimizi, ne gibi müşkülat içinde
olduğumuzu gelecek nesillere anlatabilmek için yazıyorum. Ne idik, nerelere
geldik, bunları iyi değerlendirmek luım. O zamanın imkanları bu kadardı. Al­
man taarruzuna karşı koyabilmek, yurdumuzu savunabilmek için bu millet çok
sıkıntılara göğüs gerdi ve sonunda da yurdwnuzu düşman istil§sından korudu.
Şehirlerimizde ise, özellikle İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerde
buğday unundan yapılmış beyaz ekmek bulunmuyor, çamur gibi ekmek ye­
mek zorunda kalınıyor, o da vesika ile, hemen hemen gıda maddelerinin çoğu
vesikayla alınıyor. Ekmek öyle, şeker, gazyağı, yakacak kömür, un,
Sümeıbank mamulleri gibi maddeler vesikaya tabi. Suistimal, karaborsa ise
almış yürümüş. Şekerin kilosu 7.5 kuruş iken, birdenbire 27.5 kuruşa
çıkarıldı, ona rağmen bulunamıyor. Kahve, çay yok... Nohut unundan kahve
yapıp satıyorlar. Şeker olmayınca, şekerli maddeler de bulunamıyor.
Mecburen pekmezle yapmaya başladılar. Velhasıl çok sıkıntılı bir dönem
geçirildi.
İşte böyle bir zamanda Hakim Rıza Tunç ile birlikte İstanbul'a bir haf­
talığına izinli gittik. O tarihte subaylara her ay tayın bedeli olarak un, şeker,
gazyağı, sabun gibi gıda ve diğer ihtiyaç maddeleri verirlerdi. Onlarla beraber
arkadaşlarımın istihkaklarını ekleyerek on tane birer kiloluk beyaz ekmek de
alarak iki bavulla İstanbul'a gittim. Bunları eve götürdüğümde evde bayram
havası esti. Annem 10 tane ekmeğin bayatlayacağını düşünerek, bir kısmını
komşularımıza dağıttı. Unla börek yaptı ama börek tepsisini dışarıya fırına
gönderemezdi. Zira unu nereden buldunuz diye sorarlardı. Bundan daha güzel
ve makbul hediye olamazdı.
Bir hafta Rıza Tunç1a bir hayli eğlendikten ve cebimizdeki paralar suyunu
çektikten sonra, vapurla gece yansı Gelibolu'ya indik. (1942 ve 1 943 senele­
rinde İstanbul'dan Gelibolu'ya en emin gidiş şekli vapurdu. Otobüsle direkt
Gelibolu'ya gidilemezdi.)
Daha evvel arkadaşlara telgrafla geleceğimiz günü bildirerek iskelede bir atlı
araba bulundurmalarını istemiştik. Eksik olmasınlar, dört tekerlekli Konya tipi
nakliye arabalarından birisini göndermişler. Araba yaylı olmadığından,
hoplaya zıplaya adi araba yolundan Karaburgaz'a giderken birbirimize
takılıyorduk. İstanbul'da tramvayla, otobüsle dolaş, Beyoğlu'nda lüks eğlence
yerlerinde eğlen, ondan sonra da gece yarısı buraya gel, nakliye arabasına bin,

74
toz yuta yuta 10 kilometrelik yolu hoplaya hoplaya git. Bu revayı hak mı diyor
ve gülüyorduk. Yani sıkıntılı zamanımızda bile işi şakaya alarak
gülebiliyorduk.

TÜMENİMİZ DENİZLİ'YE İNTİKAL EDİYOR

1942 kışı Alman ordulannın da ilerlemesine mani otmuş ve büyük zayiat


vermelerinde başlıca rolü oynamıştı. Artık harp talihi müttefikler tarafına
geçmiş ve dolayısıyla bir Atman saldın tahlikesi de yavaş yavaş ortadan kalk­
maya başlamıştı. Bunun neticesi olarak da orduda bazı lağv ve yer
değiştirmelere tevessül edilmişti. Bu meyanda bizim tümene de 1942 ba­
harında Denizli, Sarayköy, Aydın bölgesine intikal etme emri verildi. Sevinci­
miz çok fazla oldu. Artık insanlardan uzak, arazide çadır ve zeminliklerde
yaşamaktan kurtulacak ve şehir hayatına kavuşacakbk. Tümen Karargatn ile
Topçu Alay Karargfilıı ve benim topçu taburu Denizli'ye intikal edecektik.
Tümen karargfilıında çalıştığım için Denizli'ye gidecektim. Hoş, kıt'ama da
gönderilsem, yine Denizli'de olacaktım.
32'nci Tümenimiz Denizli yöresine intikal için evvela Gelibolu
Yanmadası'ndan körfez vapurlarıyla Çanakkale'ye geçti. Oradan kara yoluyla
Balıkesir'e 10 günde intikal ettik. Bu kadar uzun zaman alışının sebebi; üç
gün, günde 25-30 kilometre yürüyüş, bir gün istirahat ennekten dolayı oluyor­
du. Ben de at üzerinde üç gün Tümen Karargfilu ile birlikte yürüdüm. Üç gün
sonunda istirahat ettiğimiz bölgeden Harekat Şube Müdürü ile altımıza verilen
bir otomobille Balıkesir'e öncü olarak gittik. Balıkesir'de bulunan Ordu Ko­
mutanlığı'yla temas ederek, gelen kafilelerin trenlere bindirilerek mahallelerine
sevk işlerine nezaret ettik. Böylece ben ve şube müdürü en son trene kaldık.
Görüldüğü üzere, o tarihte yaya bir birlik 2 1 5 kilometre olan Çanakkale­
Balıkesir arasını 10 günde alabildi. Bugünkü imk3.nlarla tümen bu mesafeye
bir günde gidebilir.
Artık annemle babamı Denizli'ye yanıma aldırabilirdim. Nitekim babama
yazdığını mektupta Denizli'ye gehnelerini istedim. Hemen muvafalcatıru bildir­
di.
Denizli'ye gittiğimde, babamın evvelce Kurtuluş Savaşı sırasında Düyun-o
Umumiye Teşkilabnda Aşar Kontrol Memurluğu yaparken tanıdığı bir arka­
daşını görmemi, onun ev bulmada bana yardımcı olabileceğini bildirdi. Haki­
katen bu vasıta ile kolaylıkla ev buldum ve annemle babamı da yanıma
aldırdım.

75
Artık mıtntazam bir yaşantım olmuştu. Tabldot yemeklerinden kurtulmuş,
ev yemeğine kavuşmuştum. Çamaşırlarımı ona buna yıkannaktan, bitlenmek­
ten de kurtulmuştum İyi bir yaşantım vardı. 30 Ağustos 1942'de de üsteğmen
oldum.

ÜSTEGMENLİK DÖNEMİM VE EVLİLİGİM

Üsteğmen olduktan bir süre sonra Tümen Karargahından ayrılmış, kıt'arna


dönmüş ve kıt'a görevine başlamıştım. Babamla annem evlenmem için
girişimlerde bulunuyorlardı. 1 944 senesinden evvel evlenmem mümkün
değildi, zira mevcut bir kanuna göre subaylar ancak iki yıllık üsteğmen iken
evlenebilirlerdi. Henüz bir senelik üsteğmendim, bu yüzden evlenemezdim.
Aslında evlenmeyi hiç düşünmüyordum. Niyetim 1944 senesinde Harp
Akademisi imtihanlarına girmek ve bir iki sene içerisinde imtihanı kazanırsam
kurmay subay olduktan sonra evlenmek idi. Şayet kazanamazsam, o zaman
düşünürüm diyordum.
1 943 senesi içerisinde idik. Akşam evde yemek yerken babam
Alaşehir'deki ablamdan gelen bir mektubu bana verdi, okudum. Alaşehir'de
tanınmış bir ailenin kızı ile evlenmemi tavsiye ediyordu. Eniştemin de akrabası
oluyormuş. Babarİ1la annem de gayet iyi tanıdıklarını ifade ettiler. Evvela yine
olmaz dedim ve düşüncemi tekrarladım. Onlar da hayatta iken son olarak beni
de evlendirmek, böylece gözleri arkada kalarak dünyadan göçüp ginnek iste­
miyorlardı.
Fotoğraflar teati edildi, fotoğraftan müstakbel eşimi beğenmiştim. Fakat
görmeden nasıl olacaktı bu iş! Ben ablama gidip Alaşehir'de nişanlanacağım
kızı nasıl görecektim. Orası İstanbul, Ankara değil ki görüşüp tanışalım ! Bir
hal şekli ararken nihayet ben şu şekli uygun buldum:
Nişan için uygun cevabı verecektik. Nişan Alaşehir'de olacak, ben de
nişanlımı o gece görecektim. Beğenirsem mesele yok. Beğenmezsem, ileride
nişanı bozacak sebepler yaratacaktım.
Böylece 4 Mart günü nişan merasimi onların evinde yapıldı. Nişanlımı,
kayınpeder, valideyi, baldızları orada gördüm ve tanıdım. Ablam da heyecan
içersinde idi. Zira araya giren, yani çöpçatan oydu. Nişandan sonra bana heye­
canla sordu "Nasıl beğendin mi Kenan", ben de "Beğendim Abla" diye cevap
verince bir ohh çekti.
Artık nişanlı idim. Bu arada Alaydaki benim gibi bekar arkadaşlarım da bi­
rer birer evlenmeye başlamışlardı. Nişan olmuştu ama, elimizde avucumuzda

76
düğün yapacak ve ev eşyası düzecek paramız da yoktu. Bu zorluğu nasıl ye­
neceğimi düşünürken Ankara'da açılan uçaksavar kursuna çağrıldım.

İngilizler'den Amerikan uçaksavar bataryaları için Batarya Komutanı


yetiştinnek üzere açılan bu kurslara bir' hayli subay katılmıştık. İki aylık bu
kursu muvaffakiyetle bitirip tekrar kıt' ama dönrnüştiim .

Düğün tarihini de 1944 yılı Mayıs ayı olarak kararlaştınnıştık ki Mart ayı
içerisinde 1 Nisan'da Hayfa'da başlayacak uçaksavar kursuna katılmam emri
geldi. Bu ilk yurt dışına çıkışım olacak ve orada tasarruf edeceğim para ile de
düğün yapma ve ev eşyası alma imkanına kavuşacaktım. Kurs 1 aylık idi. On
subaydık. Bu bir aylık kursu da. ikrnaİ edip, 30 Nisan 1 944'te Hayfa'dan yur­
da hareket ettik.

Denizli'ye döndükten kısa bir süre sonra idi ki, Tümenimizin lağvedileceği
ve bu arada mensup olduğum Topçu Taburunun da Haziran başlarında Ecea­
bat'ın Bigalı köyündeki 7'nci Tümenin 3'ncü taburunu teşkil edeceğini
öğrendim. Nikah ve ufak da olsa bir düğün 19 Mayıs günü Alaşehir'de ola­
cak, esas düğün 27 Mayıs 1 944 günü Denizli'de yapılacaktı. Bir taraftan
düğün hazırlığı yapıyor, diğer taraftan da gideceğim köyde nasıl ev bulacağımı
düşünüyordum. Evlenir evlenmez kanını köye mi götürecektim? Eşim için bu
büyük bir düş kırıklığı olmayacak mı idi? Aklımdan evliliği durdunnak veya
büsbütün vazgeçmeyi bile geçiriyordum. Fakat bu kadar hazırlıktan sonra
böyle bir şey yapmaya vicdanım da rıza göstenniyordu. Akademi imtihanını
kazanacağıma güveniyordum . Bütün bu aksiliklere rağmen sonunda hem
Alaşehir'de ve hem de Denizli'de düğünümüz yapıldı ve böylece evlilik
hayatım da başlamış oldu.

Bu satırları karalarken neden bunları yazıyorum, okuyanlar acaba "bana ne


bunlardan" derler mi diye de düşünüyorum. Fakat hayatımı olduğu gibi
okuyucularımın gözleri önüne sermek istiyorum. Ben de milyonlarca vatan­
daşım gibi çeşitli sıkıntılarla, haksızlıklarla, iyi ve tatlı günlerle karşı karşıya
kaldım. Hiçbir zaman moralimi bozmadım. İsyan ennedim. Tahammül ennek,
sabrennek gerektiğine inandım. Dünyanın yaratılışında dahi adaletsizlikler var.
Allah bile adaletsizlik yaparsa, kulları yapmaz mı diye düşündüm. Ve nihayet
tesadüfler beni Cumhurbaşkanlığına kadar getirdi. İstedim ki okuyanlanm
beni olduğu gibi görebilsin. Onun için böyle teferruata iniyorum.

Daha evvel de işaret ettiğim gibi evlilik tarihimiz 27 Mayıs 1944 idi. Kimin
aklına gelirdi ki bu tarih bir zaman sonra 1960'ta ihtilal tarihi ve resmi tatil
günü olacak. Yine 7 rakamı hayatımın önemli günlerinden birini oluşturdu.
Bataryanın Denizli'den hareket güniı 2 Haziran 1 944 olarak tespit edildi. Bir
müddet için eşimi Denizli'de annem ve babamın yanına bırakacak bilahare
Bigalı Köyüne götürecektim. Ertesi gün Alaya gittiğimde Ankara'daki bir ar-

77
daşımdan tayinimin Menemen'de yeni kurulmakta olan Kolordu uçaksavar ta­
burunun 57'nci batarya takım komutanlığına çıktığına dair bir telgraf aldım.
Dünyalar benim olmuştu. Hemen Alay Komutanına çıkıp telgrafı gösterdim.
Bana hiç olmaisa bir hafta on gün izin vemıelerini istedim: O zamana kadar da
tayin emrimin Tümene nasll olsa geleceğini söyledim. Tümen Komutanına ile­
teceğini bild}rdi. Getirdiği cevap olumsuz idi. Tümen Komutanı resmen tayin
emri gelmediğinden, bir arkadaşımdan gelen mektup veya telgrafa dayanarak.
bunu yapamayacağını söylemiş. Üzüntüm pek çok oldu. Fakat yapacağım bir
şey yoktu. Doktordan rapor almak aklımdan bile geçmedi. Böyle oyunlara
hayatım boyunca müracaat etmedim. Tümen Komutanının mesuliyetten kork­
ması hertıalde böyle bir karar almasına neden oldu .. O tarihte telefon imkanları
da bugünkü gibi değildi ki Ankara'yı telefonla bulup bu tayinin yapılıp
yapılmadığını tahkik edebilsin. Gideceğim güne kadar yine ümit içerisinde
idim. Bir haftada Ankara'dan Orduya, Ordu'dan Kolorduya, Kolordudan
Tümene tayin emrimin ulaşamayacağını biliyordum ama yine de ümidimi kay­
betmemiştim. Maalesef ümidim boşa çıktı ve ben bir haftalık evli iken batar­
yam ile 2 Haziran günü Denizli'den trenle Bandırma'ya hareket ettim; oradan
araba vapuru ile Eceabat'a indik ve Bigalı köyüne ulaştık. Tabii ki çadırlı or­
dugfilıa geçtik. 1 7 Hazirana kadar bir nevi misafir gibi orada kaldım. Tayin
emrim ben ayrıldıktan kısa bir süre sonra Denizli'ye gelmiş. Oradan 7'nci
Tümene ulaşmış, bana 17 Haziran'da geldi. Bir gün son vapurla İzmir'e. ora­
dan da Menemen'e gelerek hemen bir ev tuttum ve evi Menemen'e taşıdım.
Artık rahattım ve sevinçli idim. Yeni gelmiş uçaksavar toplan hakkında
hiçbir bilgisi olmayan erlere ve astsubaylara gece gündüz demeden öğretmenlik
yapıyordum. Kısa zamanda bataryayı·yetiştirdim ve teftişimizi muvaffakiyetle
verdim. Bir taraftan da Akademi imtihanına hazırlanıyordum.

İLK ÇOCUGUMUZUN DÜNYAYA ÖLÜ OLARAK GELİŞİ

Eşim hamile idi. İlk çocuğumuzu dünyaya getinnek üzere kanını 1 1 Nisan
1945 gUnü İzmir Askeri Hastanesine yatırdım. Karun evde doğum yapmak is­
tiyordu. Menemen'de doktor yoktu. İlk doğumun ekseriya tehlikeli olabi­
leceğini doktor arkadaşlarım ifade ediyorlardı. Buna dayanarak hastanede
doğum yapmasının daha doğru olacağına onu da inandırmıştım. Nitekim 13
Nisan 194.S Pazar günü ben de hastaneye gelmiştim. O gün öğle saatlerine
78
doğru doğum sancılan başladı. MütelıMsıs, Pazar günü olduğundan hastanede
yoktu. İhtisas yapan doktor vardı. Ebe ve hemşireler odaya girip çıkıyorlar fa­
kat doğumun beş veya altı saat sonra gerçekleşeceğini söylüyorlardı. Ben de
heyecanla dışarıda dolaşıyor ve haber bekliyordum. Yanımda ablam da vardı.
Bir aralık doktor ve hemşirelerin acele ve telaşlı girip çıkmal'lınru gördüm. Ne
olduğunu sorduğumda, mütehassıs doktor binbaşıyı telefonla çağırdıklarını ve
tehlikeli bir doğum olacağını, eşime eklimsi nöbeti geldiğini, ya annenin
hayatını veya çocuğun hayatını kurtaracaklarını söylediler. Ben eşimin
hayatının önemli olduğunu, gerekiyorsa çocuğu feda edebilecekİerini
söyledim. İyi bir tesadüf mütehassıs doktor evden çıkmak üzere iken telefonu
almış ve hemen taksi ile gelmişti. Uzun bir mücadeleden sonra erkek olan ilk
çocuğumuzun kafasını parçalamak suretiyle eşimi kurtardılar. Fakat kanın ko­
mada idi. Hiçbir şey duymuyor ve görmüyordu. Bu koma hali iki gün iki gece
devam etti. Bu iki gün zarfında başucundan hiç ayrılmadım. Kendine gel­
diğinde bir gün süre ile çocuğun ayn bir odada olduğunu söylemek suretiyle
oyaladık, fakat daha sonra hakikati açıklamak zorunda kaldık. Anne olarak
onun üzüntüsü elbette ki çok fazla oldu. Teselli ebnek zor oldu.

Rahmetli eşim ölünceye kadar bu olayı zaman zaman habrlar ve kabahati


hastaneye yaurdığımdan dolayı bende bulurdu.

Kasım ayı gelmiş ve Harp Akademisi giriş imtihanları da başlamıştı.


İmtihanlara İzmir'de Kolordu merkezinde girdim.

İLK ŞARK HİZMEIİM

İmtihanın en son günü idi ki, Erzururn'daki Uçaksavar taburu 7'nci Batar­
ya Takım Komutanlığına tayinim gelmez mi!

İlk çocuğumuzun ölümü üzüntüsünü henüz üzerimizden atamamışken bir


yeni üzüntü kaynağı daha bu tayin meselesi oldu. Şark tayinleri genellikle ba­
har ve yaz aylarında gelirdi, ben ve sekiz-dokuz arkadaşımın tayinleri tam kış
ayında geldi. Hiç beklenmedik bir zamanda gelen böyle bir tayin elbette üzüntü
yaran yordu.

Benden bir sene evvel Erzururn'a giden ilkokuldan beri sınf arkadaşım olan
Muzaffer jpekoğlu'ndan bir mektup aldım. Tayinimi o da öğrenmiş, mektu­
bunda gelince ev bulana kadar evlerinde misafir kalabileceğimizi bildiriyordu.

79
Kanını da götüreyim mi, götümıeyeyim mi diye bir hayli düşündüm. Akademi
imtihanım iyi gitmişti. Eğer kazanacak olursam ekim ayında Ankara'ya gide­
cektik. O takdirde bir sene için evi Erzuruın'a taşımaya değmezdi. Fakat ya ka­
zanamazsam ne olacaktı. Bir seneyi ooşuna yalnız geçirmiş olmayacak mı
idim? Karım da benim gibi düşünüyordu. Sonunda birlikte gitmeye karar ver­
dik.

Üç gece iki günlük bir tren yolculuğundan sonra ve üç defa tren aktannası
yaparak Aralık ayının ortasında Erzurum'a vasıl olduk. Her taraf kar "'.e buzlar
altında idi. istasyonda ipekoğlu ve eşi bizi karşıladı ve doğru evlerine gittik.
Hemen ertesi günü ev aramaya başladık. Bir hafta ev aradık, bulamadık. Daha
fazla da evlerinde kalamazdık. 32'nci Tümende beraber bulunduğumuz Askeri
Hfil<lm olan ve birbuçuk sene aynı odayı paylaştığım arkadaşım Rıza Tunç da
Erzurum Siyasi Mahkemesinde hfildm idi. Durumumu o da biliyordu. Bir odalı
müstakil evini bana terk ederek kendisi bekar misafirhanesine taşındı. 15 gün
de orada kaldık. Yine de ev bulamıyorduk. Ev olarak gösterdikleri yerler
ahırdan farksız idi. Karım hüngür hüngür ağlamaya başladı. Daha fazla da
emanet evde kalamazdık. Bir aralık "Beni Alaşehir'e gönder bari" dedi. Karımı
beraber getirdiğime, Alaşehir'de bırakmadığıma ben de kanın da pi şman
olmuştuk. Nihayet taburumuzdan evli olan bir yedek subay terhis oldu. Aynı
taburdan bir yüzbaşı ile müşterek bir evde oturuyorlardı. O evi beğendik.
Çatısı topraktı ama oturulabilecek gibi idi. Bir oda ve mutfaktan ibaretti. Yatak
odası, otumıa odası, yemek odası, banyo hepsi o bir tek oda idi. Elektriği bile
yoktu. Lüks lambası veya gaz lambası ile oturuyorduk.

Bunları, bu kitabı okuyan yeni neslin bizim ne zor şartlar altında vazife
gördüğümüzü bilmeleri için anlatıyorum. O tarihte Erzurum'da kaloriferli bir
tek ev vardı. Gerisi ya sobalı veya ocaklı idi. Çatısı kiremitli ev parmakla
gösterilecek kadar azdı, Kışın sebze bulmak büyük bir nimetti. Trenden pırasa
veya ıspanak, lahana geldiğinde duyabilir ve yetişebilirsek alabilirdik. Bütün
bu mahrO.miyetlere rağmen yine de kötümser değildik. O türlü hayata da
alışmıştık. Yalnız biz değildik ki, herkes aşağı yukarı aynı durumda idi.

80
AKADEMİ İMTİHANINI KAZANIŞIM

Mart ayı gelmişti. Zannediyorum Mart ayının ortaları idi ki, akademi imti­
hanını kazandığıma dair Akademide okuyan bir arkadaşımdan telgraf aldım.
Kan koca o kadar sevindik ki, dünyalar bizim oldu. Bütün çektiğimiz sıkıntılar
bir anda yok oldu. Bizi sevenler tebrik ediyor, bir kısmı da kıskanıyordu. O
zamanki yönetmeliklere göre Akademi imtihanını kazanarı subaylar eğer
piyadeden gayri sınıftan ise Piyade Birliklerinde, Piyade ise Topçu Birlikle­
rinde altı ay süre ile staja tabi tutulurdu. Topçu olduğum için Erzurum'daki
Piyade Alayına verildim.

15 Nisan 1 946 günü Alayda staja başladım. Piyade Bölüklerinde Bölük


Komutanlığı görevi almadan mevcut Bölük Komutanı yanında eğitime çıkıyor,
tatbikatlara iştirak ediyordum. Alay Komutanımız Kurmay Albay Cevdet
Çulpan'dı . Staja başladıktan kısa bir süre sonra Sovyetlerin Boğazlarla,
doğuda Kars, Ardahan üzerindeki istekleri artık doruk noktasına gelmişti. Bir
Sovy�t saldırısına karşı doğuda da savunma mevzilerinin beton tahk.imatla tak­
viye edilmesi emri verildi. Mayıs ayı içerisinde savunmada görev alacak birlik­
lerin mevzilerini tahkim etmek üzere Pasinler ovasına intikalleri emredildi.
Emirde ailelerin mevzi bölgesine getirilmeyeceği kayıtlı idi. Alayımız Ezirmik
köyüne intikal ederek çadırlı ordugaha geçti. Alay Komutaru sorumluluğu
üzerine alarak subay ailelerinin de götürülebileceğini, ancak aile çadırlarının iyi
gizlenmesini emretti. Sevinmiştik. Ezirmik köyü içinde ağaçlıklı bir bahçeye
çadırlarımızı kurduk. Benim gibi sekiz-on aile de aynı bahçe içerisinde idik.
Gündüz gece devamlı olarak beton silah mevzileri döküyor, bir taraftan da
eğitimi aralıksız sürdürüyorduk. Yorucu bir mesai içerisinde olmamıza rağmen
hayatım ızdarı memnunduk. Yemeğimizi genellikle tabldottan alıyor, çadır
içinde gazocağında pişirdiğimiz yemeklerle takviye ediyorduk. Çadır içinde de
olsa, insan ailesi ile birarada bulunmanın verdiği bir kuvvetle moralini yüksek
tutabiliyordu. Hiç olmazsa acaba ne yapıyor, hasta mı, bir ihtiyacı var m ı
sorularından kurtuluyordu. B u yaşantımız birkaç ay böylece devam etti.

Temmuz ayı içerisinde bir gün Alay Komutanının beni çağırdığını


söylediler. Gidip kendisini gördüğümde; Alayın seferberlik hazırlıklarının çok
eski olduğunu, bu hazırlıkların tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini ve bu
görevi de bana verdiğini söyledi. Görev Erzurum'da yapılacaktı. Ailemi tekrar
Erzurum'daki evimize getirdim ve seferberlik hazırlıkları çalışmama da hemen

81
başladım. Şimdiye kadar bu konuda bir görev almamıştım. Fakat Tümen Ka­
rargfilıında çalıştığım süre zarfında bazı bilgiler edinmiştim. Bu konu üzerinde
yazılmış kitap ve talimatları da okuyarak. çalışmalarıma başladım. Birkaç aydarı
evvel bitirilecek bir görev değildi. Büyük bir titizlikle hazır-lıklarımın sonuna
gelmiştim ki; Kars, Sarıkamış bölgesindeki birliklerin Sovyet taarru zu ihtimali
karşısında Erzurum mevzilerine çekilmeleri emri verilmiş ve Erzurum bu
yüzden arıa baba gününe dönmüştü. Erzurum doğusundaki birliklerin öncüleri
Erzurum'a ve havalisine gelmeye başlarıuşlar, bir taraftan intikal edecek birlik­
ler için yer aranırken, diğer taraftarı gelecek subay ve astsubay aileleri için de
ev aranı yordu.

İşte tam böyle bir hengame ve kargaşalık içerisinde iken bizim de altı aylık
staj süremiz dolmuş ve Ankara'daki Akademiye hareketimiz çok yaklaşmıştı.
Seferberlik hazırlık dosyalarını bölük kademesine varıncaya kadar hazırlamış
ve dosyaları Alay komutanına takdim etmiştim. Alay Komutarıı beğenmiş ve
teşekkür etmişti .
.

ERZURUM'DAN ANKARA'YA AKADEMİYE GİDİŞ

15 Ekim 1946 günü Erzurum'a veda ederek Ankara'ya hareket ettik. Bir ar­
kadaşımın aracılığı ile Ankara'da bir evi Erzurum'darı kiralamış ve iki aylığım
da peşin göndenniştik. Ev problemimiz böylece halledilmiş olarak gayet mem­
nun ve sevinçli bir yolculuktarı sonra Ankara'ya geldik. Hurcumuzda bulunarı
,yatak yorgarıdarı istifade ederek geceyi evimizde geçirmiştik ki, Akademinin
İstanbul'a taşınma emri aldığını ve bu bakımdan öğrenime İstarıbul Yıldız'da
başlayacağı haberini aldım. Bu haber üzerine bir şok daha geçirdik. Mesele
İstarıbul'a gitmek gitmemekten değil, İstanbul'da ev bulmaktarı kaynak­
larııyordu. Şimdi olduğu gibi Orduevleri yoktu ki evvela oraya yerleşip rahat
rahat ev arayabilelim. İstarıbul'da akrabamız da yoktu. Yine bir arkadaşımın
aracılığı ile Beşiktaş'ta bir ev bulundu ve biz mecburen evi görmeden tarif
üzerine Ankara'darı kiraladık. Ankara'da 1 5 gün kadar kaldık ve Kasım
başlarında İstarıbul'a hareket ettik.

Beşiktaş'a geldiğimizde tuttuğumuz evin çatı katında iki küçük odadarı iba­
r�t ve mutfağın üç kat aşağıda ev sahibi ile müşterek olduğunu gördük.
Üzülmüştük ama, onu bulduğumuza da şükrettik. Sokak kapısı da müşterekti.
Bereket versin ev sahipleri iyi insanlardı.

82
HARP AKADEMİSİNDE ÜÇ YIL

Artık üç seneli! zorlu ve sıkıntılı bir Akademi dönemi başlıyordu. Bu üç


senelik Akademi dönemi bize çok şey öğretti. Her şeyden evvel komutanlık
san'aunı, intizamı , muntazam çalışmayı, kuvvetler arası i şbirliğini öğrenmek
imkanını elde enik. Genel kültürumüz daha da arttı , olaylan derinlemesine in­
celeme, muhakeme etme ve neticeye ulaşma kabiliyetimiz gelişti.
İlk seneki çalışmam çok yoğun oldu. Bir plan tatbikatında taraf komutanı
olmam dolayısıyla üç gün üç gece uyumadan görev yaptığım zamanı hiç unut­
mam. Sinema, tiyatro veya bir sazlı salona giderken çekine çekine gider,
Beyoğlu'na çıkmamaya da özel önem verirdik. Zira bu gibi yerlerde
öğretmenlerimiz tarafından sıkça görülmek aleyhimize olabilirdi. Üç senelik
bu yoğun çalışmaya ve sıkmuya eşimiz de katlanmak zorunda idi..
Bu disiplinli ve sıkıntılı hayata ayak uyduramayanlar sene sonunda okuldan
ayrılmak suretiyle ceremesini öderlerdi. Nitekim birinci sınıfa 44 kişi girdik,
İkinci sınıfa 9 kişi zayiat vermek suretiyle 35 kişi geçtik. Dokuz arkadaşımızın
kimi dersten, kimi okul şartlarına intibaksızlıktan ayrıldılar. Birinci sınıfı mu­
vaffakiyetle bitirmek demek okulu bitirmeyi yan yarıya garanti etmek demekti.
Nitekim bu 35 kişi ne Akademi ikinci sınıfta ve ne de üçüncü sınıfta fire verdi.

İLK KIZIMIZIN DÜNYAYA GELİŞİ

İkinci sınıfta iken kızım Şenay dünyaya geldi. istanbul'da olmamıza


rağmen, ilk doğumun etkisi albnda kalarak eşim doğumu evde ebe ile yapmayı
arzu etti. Zira daha evvel de anlattığım gibi ilk çocuğumuzu kaybetmesinin
sebebini hastaneden çek.inmesine ve ürkmesine bağlardı. Bu bir inançtı.
İnanca hürmet ettim ve zorlamadım. Zira birinci doğumda, doğumun hasta­
nede yapılmasını arzu eden bendim.

83
İlk defa evlat sahibi olmanın sevincini ikimiz de paylaştık. Gerçi bir taraftan
çocuğun bazı problemleri, zaman zaman ağlaması, sızlaması, hastalanması be­
nim çalışmalarımı aksatıyor ve hatta uykusuz kalmama bil� sebep oluyordu
ama, bu sıkıntılara severek katlanıyordum.

Akademi ikinci sınıfa geçtiğimizde evimizi de değiştirmiş, üç odalı bir eve


taşınmıştık. Gerçi kirası eski eve nazaran bir kat fazla idi ama rahattık.

İkinci sınıf da bitti. Son sınıfa geçtik. Okulun bitmesine artık bir şey kal­
mamıştı.

AKADEMİYİ BİTİRİŞ VE İKİNCİ KIZIMIZIN


DÜNYAYA GELlŞİ - GENELKURMAYDA STA.J

Sene 1 949 okulumu bitirmiştim, staj için Ankara'ya Genelkurmay


Başkanlığına gidecektim; hareketimize 40 gün kalmıştı ki, ikinci kızım Gülay
dünyaya geldi. 16 ay ara ile ikinci çocuğumuz olmuştu. Her ikisi de çok-küçük
idi. Bereket ki okul bitmişti, yoksa çok sıkıntı çekebilirdim.

Zor bir tahsil dönemini muvaffaki yetle bitirmiş ve çok iyj derece ile mezun
olmuştum. Ancak henüz kurmay subay değildik. Kurmay olabilmemiz için
Genelkurmay Başkanlığı'ndaki staj süresini de muvaffakiyetle tamamlamak,
kurmay olur sicilini almak ve bu sicilin bizzat Genelkurmay Başkanı tarafından
tasdiki gerekiyordu. Bu süre bir seneden aşağı olmazdı. Kurmaylık tasdik
edilmedikçe de kıdem alamazdık.

Genelkurmay B aşkam o tarihte Orgeneral Abdurrrahman Nafiz


Gürman'dı. Denizli de iken de Ordu Komutanımız idi. Sertliği ile fevkalade
dürüstlüğü ve müsamahasızlığı ile tanınan İstiklal Harbi Komutarılanndan idi.
O kadar dürüst idi ki, kıt'alara denetlemeye gittiğinde yemek yemediği gibi ,
kahve dahi içmez derlerdi . Ordu Komutanı iken 2'nci Ordu Karargahı o ta­
rihte Balıkesir'de idi. Evinden Karargaha ve Karargahtan evine otomobille
gitmez, faytonla gidip gelirdi. Fayton evvela Ordu Kurmay B aşkanını alır
bırakır, sonra kendisi karargaha gelirdi. Akşamları da tersi yapılırdı. Sebebi
tasarrufa riayet ve devlete yük olunmaması idi. İkinci Cihan Harbi sırasında
ülkenin çektiği sıkıntıyı o zaman yaşayanlar iyi bilir. Her şeyde tasarruf vardı.

84
(•) Tümen karargahında çalışırken ödeneksizlikten zarf kağıt alınamazdı. Ge­
·1en zarflar atılmaz ters çevrilir yeniden yapıştırılır yine kullanılır, kağıt olarak
da tek taraflı yazılmış kağıtların arka yüzleri de kullanılır ve hatta eski defterler
kesilerek kağıdından istifade edilirdi. İşte Genelkurmay Başkanı Orgeneral
Abdurrahman Nafiz de tasarrufa bu derece riayet eden komutanlar arasında
idi. Kendisini rahmetle anıyorum. Yoksulluk çekerek hayattan göçüp gitti. Hiç
de sesi çıkmadı. Kimseye de yüz suyu dökmedi.
istanbul'dan Ankara'ya yalnız gittim. Eşimi biri kırkını· çıkarmamış iki
çocuğumla trene bindirip Alaşehir'e kayınpeder ve validenin yanına
gönderdim. Trende iki çocukla çektiği sıkıntıyı bilahare
/
bana her zaman an-
latırdı. Bereket kompartmandakiler kendisine yard ım etmişler, trende salıncak
kurmuşlar.
Ben de Ankara'da ev aramaya başladım. Her devirde olduğu gibi o zaman
da Ankara'da ev sıkıntısı had safhada idi. Mevcut evlerin ise kiraları
astronomik rakamlara ulaşıyordu. Nihayet Tandoğan meydanında yeni yeni
yapılan evlerden birinin bodrum katını 85 lira aylıkla tutabildim. Bu rakam be­
nim için fazla idi, fakat çaresiz kalmıştım. Sıkıntıya düşmemek için sigarayı
bıraktım. Böylece ayda 10 lira kazancım oldu.
Genelkurmay Başkanlığındaki staj dönemimde hiç sıkıntı çekmedim.
Teğmen rütbesi ile Tümen karargahında iki buçuk sene çalışmamın değerini
şimdi görüyor ve tümende çalışırken mütemadiyen kıt'aya gönderilmem için
dilekçe verdiğim sırada 2'nci Tabur Komutanı rahmetli olan Kemal Bey'in
bana "Otur oturd�ğun yerde, sen bu çalışmalarının faydasını ileride
göreceksin" sözlerini bir kerre daha hatırlıyor, kendisini minnetle yad
ediyorum.
Genelkurmay B aşkanlığının o tarihteki dört başkanlığında muayye·n
aralıklarla görev yapmış, en son Harita Genel Müdürlüğünde de staja tabi tu­
tulmuştuk. Onbeş gün de orada staj görmüş, yeniden Genelkurmaya
dönmüştük. Gerçi bir senemiz henüz dolmamıştı ama dolsa da bir sene sonun­
da kurmaylıklarımızın tasdik edileceğinin şüpheli olduğu söyleniyordu.
Zira iki senede kurmaylıklo.rı tasdik edilen sınıflar vardı. Biz bunların
münakaşasını yaparken 1 950 seçimleri yaklaştı. 1 946 seçimlerinde halkta
CHP'ye karşı bir soğukluk olduğu muhakkaktı. O tarihte subay ve astsubay­
ların oy verme hakkı yoktu. Ancak eşlerimiz oy kullanırlardı. Subay ve astsu-
(•) Eski komutanların hemen hemen hepsi bu düşüncenin sahibi idiler. Atatürk'ün Ge­
nelkurmay Başkanı Rahmetli Fevzi Çakmak da ilk zamanlar 1. Cihan Harbi'nden
kalmış bir Benz-Mercedes otomobili ile evvela Mareşali, sonra İkinci Başkan Asim
Gündüz paşayı, daha sonra da Milli Müdafaa Baş Müsteşarı Nazmi Solak Paşayı alır,
vazifeye beraber giderlermiş.

85
baylar oy kullanmıyor diye politikanın dışında değildik. Sık sık aramızda poli­
tik konulan da konuşur ve hatta aram ızda münakaşa dahi yapardık. Halk 2'nci
Cihın Harbinin verdiği çeşitli sıkıntılar içersinde çok bunalmıştı. Harbin
dışında kalmak halk için mühim değildi. Harp nasıl olsa sona ennişti. Onlar
için mühim olan harp senelerinde ekmek bulamamak, un bulamamak, şeker,
gazyaği, bardak, fincan, kumaş, çay, kahve, otomobil lastiği gibi birçok ih­
tiyaç maddesini bulamamak, karaborsanın alıp yürümesi, ağır vergiler, elinde­
ki hayvanın, a'rpanın, buğdayın, samanın, otun ordu ihtiyacı için zorla
alınması, kame ile birçok gıda maddesinin alınabilmesi vesaire gibi çekilen
sıkıntılar idi. Harp yıllarındaki o sıkıntıları halk bir türlü unutamamıştı. Halk
bir kurtarıcı arıyordu. Onu da bulmuştu: Demokrat Parti. Ona büyük bel
bağlanmıştı. Her tarafta konuşulan bu idi. Ordunun büyük çoğunluğu da De­
mokrat Parti'den yana idi. İşte böyle bir ortam içersinde 14 Mayıs 1950
seçimleri yapıldı ve sonuçta Demokrat Parti büyük bir zafer kazanarak Atatürk
döneminden beri tek parti olarak iktidarı sürc;lüren CHP'den iktidarı devir
almıştı . Bu seçim böyle neticelendikten sonra yüksek komuta hey'etinin za­
m anın Cumhurbaşakanı İsmet İnönü'ye gittikleri ve emrederlerse duruma
müdahale edebilecekleri, fakat İnönü'nün bunu tasvip etmediği bir dedikodu
olarak söylendi. Doğru mudur, yanlış mıdır bilemem. Ancak Genelkunnay
Başkanı Orgeneral Abdurrrahman Nafiz, netice belli olur olmaz istifasını he­
men venniş ve Genelkumıay Başkanlığı'ndan çekilmişti. Böylece yeni ikti­
darın kendisini o makamdan almalanna fırsat vennemişti.

Yerine Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nuri Yamut, Genelkunnay


Başkanlığı'na tayin edildi. Orgeneral Nuri Yamut da orduda sevilen, dengeli,
yumuşak tabiatlı ve bilgili komutanlarımız arasında yer alırdı.

Vazifeye başladıktan sonra bütün subayları Genelkunnay'ın arka bahçesine


topladı (o tarihte Genelkunnay binası içerisinde bütün subayları toplayacak bir
salon yoktu.) Demokratik sisteme geçildiğini, bunun memleketimiz için hayırlı
olacağını, ordunun politik çalkantılara karışmaması gerektiğini, herkesin
görevini sürdünnesini içeren bir konuşma yaptı. Esasen subay kitlesinin
çoğunluğu özellikle genç subaylar neticeden memnun idiler. Memnun
olmayanlar daha ziyade yaşlı ve eski döneme sıkı sıkıya bağlı ve bu çok partili
sistemin memlekete fayda sağlamayacağı inancını besleyen kesimdi.

Netice böyle tecelli etmişti ama hakikaten bu sistem bize uyacak mı idi.
Atatörk'ün binbir güçlük içersinde gerçekleştirdiği inkılaplardan acaba geri
dönülecek miydi? Laiklik ne olacaktı? Yer altında uyuyan bir yobaz sınıf vardı.
Onlara taviz verilecek miydi? Münevver olsun olmasın birçok kişinin ka­
fasında bu sualler dolaşıp duruyordu. Bizim gibi genç neslin kafasında bunlar
pek yer etmiyordu ama, çok gönnüş geçinniş, en büyük okul olan hayat
tecrübesi okulundan geçmiş yaşlı ağabeylerimizin kafasında haklı olarak bu

86
sualler dolaşıyor ve bizlere de ifade ediliyordu. Demokrat Parti büyük bir zafer
kazanmış ve Mecliste tam bir hegemonya kurabilecek güçte idi. Bu zafer
sarhoşluğu ile arzu edilmeyen kararlar alabilir miydi? Biz de bundan şüphe et­
miyor değildik. Madem ki 2'nci Cihan Harbi demokrasinin zaferi ile
sonuçlanmış ve den;ıokrasi ile idare edilen ülkeler her sahada en ileri ülkelerdi,
madem ki Atatürk de çok partili sisteme geçmek için iki defa deneme yapmıştı
ve yine madem ki Atatürk Türk milletine çağdaş uygarlığın üstüne çıkmayı he­
def olarak göstermişti, o halde bu alınan netice de iyi olması gerekirdi. Biz
böyle düşünüyorduk.

KURMAYU(;IMIN TASDİKİ
VE BATARYA KOMUTANLIK DÖNEMİ

Orgeneral Nuri Yamut, göreve başladıktan 1 5 gün sonra bizim kur­


maylıklarımızı tasdik etmiş, biz de büyük sevinç içersinde yakalanmızdaki
sınıf renklerini çıkararak kurmay rengini takmışbk. Kurmay subaylık görevim
de böylece başlamış oluyordu. Kurmaylığımız tasdik edilir edilmez, üç senelik
kıdemimiz de verildi. Böylece yedi senelik yüzbaşı oldum. O tarihte
yüzbaşılık.ta bekleme süresi dokuz yıldı. Binbaşılığa terfi edebilmek için de en
az iki senelik kıt'a hizmeti yapılması gerekiyordu. Bu bakımdan 30
Ağustos'tan evvel kıt'aya çıkmam zaruri idi. Ağustos'ta tayinim Arıkara'da
bulunan 28'inci Tümen Topçu Alayı 7'nci Batarya Komutanlığına çıkb. Yine 7
rakamı karşımda. Sene 1950 Demokrat Parti'nin iktidara gelmesi ile Amerikan
askeri yardımı ve Marshal yardimı da hız kazandı. Yardımdan askeri araç gereç
gelişi çoğaldı. Kadro noksanlarımız tamamlanmaya ve bu arada Amerikan
eğitim sistemi de orduya girmeye başladı. Birçok subay sınıf okullarında
açılan kurslara katılıyor, kıt'alarda da kurslar açılıyordu. Amerikan yardım
ekipleri Tümen kademesine kadar gelmiş ve hemen hemen her işimize
karışmaya başlamışlardı. Yenilikleri öğretmelerine kızmıyorduk, fakat araç ve
gereçlerin bakım durumlarını denetlemeye gelmelerine tahammül edemiyor bu
hal çok ağrımıza gidiyordu. Yapabileceğimiz bir şey yoktu. Zira ülkelerimiz
arasında yapılan anlaşmanın gereği bu idi. Kısa bir süre önce Sovyet tehdidine
maruz kalmamız bizi Amerikalılarla daha sıkı bir işbirliğine itiyordu. Avru­
pa'da Kuzey Atlantik İttifakı dediğimiz NATO kurulmuş, fakat Tüı:kiye bu itti­
faka dahil olamamıştı. Müracaat etmesine rağmen Türkiye ve Yurıanistan'ı bu

87
ittifaka almıyorlardı. Buna en fazla karşı çıkan ülkelerin başında İngiltere ge­
liyordu. Haksız da değildi , her iki ülke de çok fakir, orduları o zaman bir hayli
demorle silahlarla teçhiz edilmiş, aynca bu iki ülke tarih boyunca birbirleri ile
dost olamamış. Ancak Atatürk ve Venizelos döneminde kısa bir süre dostluk
teessüs edebilmiş, fakat bu dostluk 2'nci Cihan Harbi'nden sonra yeniden bo­
zulmuş. İngiltere bu durumları gayet iyi biliyor. İleride NATO'nun başına
büyük problem yaratacağını tahmin ediyor. Bunda da haksız değil. Bugün
bakıyorum da Yunanistan aynı ittifak içinde bulunmasına rağmen ülkesine
yönelik tehlikenin kuzeyden değil, Türkiye'den geldiğini açık açık
söyleyebilmekte. Türkiye'ye yapılan her türlü yardımı önlemek için çeşitli yol­
lara başvunnakta, Ege'yi nerede ise Yunan gölü haline cWnüştünne gayretleri
içersinde bulunmakta; velhasıl Türkiye'ye bir.dost ve müttefik olarak değil, bir
düşman gözü ile bakmakta. Bu yüzden de N ATO ittifakının başını
mütemadiyen ağrıtmaktadır. İnönü döneminde yapılan başvuruya Demokrat
Parti hükümeti de katılmasına ve her türlü çabayı göstennesine rağmen
Türkiye NATO'ya alınamıyordu.

Bu arada Kore savaştan başlamış ve Birleşmiş Milletler Kore'ye vaki


komünist saldırısını durdunn ak ve Kore'nin bağımsızlığını ve toprak
bütünlüğünü korumak için Birleşmiş Milletlere üye ülkeleri Kore safında
savaşa katılmaya veya yardım yapmaya davet etmişti. O zamanki mevcut
hükümet bu davete icabetle bir Tugay kuvvetinde bir birliğin Kore'ye
gönderilmesi kararını aldı. Tugay Ankara'da teşekkül ettiriliyordu. Piyade
Alayı olarak Ayaş'taki Piyade Alayı seçilmiş, Topçu Taburu olarak da evvela
benim bulunduğum 28'inci Tümen Topçu Alayının 3'üncü Topçu Taburunun
gitmesi uygun görülmüş, fakat bilahare Amerikan Yardım Kurulunun isteği ile
Ankara'daki Zırhlı Tugayın Topçu Taburunda karar kılınmıştı. Kore'ye gitme­
m in böylece önlenmiş olduğunu bilahare öğrendim. Ancak tesadüfler beni Tu­
gay Kunnay Başkanı olarak 1 95 8 yılında Kore'ye gönderecek bu gidişim so­
nunda alacağım bir senelik kıdem farkı hayatımın yönünü değiştirecekti. Eğer
bu bir senelik kıdemi alıp da sımf arkadaşlarımdan bir sene öne geçmemiş ol­
saydım; Kara Kuvvetleri Komutanı ve arkasından Genelkunnay B aşkanı ol­
mam mümkün değildi.

Kıt'a hizmetim rahat ve huzur içersinde geçiyordu. Alay Komutanımız


Kunnay Albay Cemal Aydınalp çok anlayışlı ve insan idaresini bilen bir zatb.
Tabur Komutanım ise, Askeri Liseyi bitirip Harp Okulu'n'! gittneden evvel
Tuzla'da gördüğümüz aln aylık staj süresince bize Bfüük Komutanlığı yapmış
ve bilahare Kunnay olmuş Binbaşı Naim Topses idi. Binbaşılık rütbesinde
kunnay olanlar bir sene kıt'a hizmeti yaptıklarından Kunnay B inbaşı Naim
Topses, bir sene sonunda Genelkunnay Eğitim Şubesi Müdürlüğüne tayin

88
edilmiş, yerine Genelkurmay'dan Kurmay Binbaşı Turgut Yurdabak gelmişti.
Her iki Tabur Komutanı ile çok iyi bir uyum içersinde görev yaptım.
Büyük bir çoğunlukla iktidara gelen ve hükümet olan Demokrat Parti'nin
almaya başladığı bazı kararlar ve yaptığı icraat bizim gibi Atatürkçü gençler
üzerinde bazı olumsuz etkiler yapmaya başlamıştı. Bunların başında Türkçe
okunan ezanın yeniden "ezan� Muhammedi" propagandası ile Arapçaya
dönüştürülmesi oldu. Bunun maksadı açıktı. Yobaz ve gerici, tutucu zümreyi
memnun etmek ve onların desteğini sağlayarak uzun süre iktidarda kalabil­
mek. Ne Celal Bayar, ne Adnan Menderes ve n� de birçok bakan ve milletve­
kili dinine düşkün beş vakit namaz kılan, oruç tutan kişiler değildi. Kaldı ki
Atatürk'ün döneminden gelmiş bir hayli bakan ve milletvekili aralarında mev­
cuttu. Kur'an-ı Kerim'i iyi etüd etmediklerinden ve dini politikaya alet etmek
istediklerinden dolayıdır ki bu kararı aldılar. İşte alınan bu karar ve verilen bu
tavizdir ki o zamana kadar sinmiş olan ve fırsat bekleyen yobaz ve gerici
zümreyi ayağa kaldırmış, istekl'tr istekleri kovalamış, tavizler tavizleri takip
etmiştir. O zamana kadar Atatürk'ün heykellerine değil saldırmak el sürmeye
bile kimse cesaret edemezken, yer yer Atatürk heykel ve büstlerine saldırılar
başlamış, gittikçe çoğalma gösterince Atatürk heykel ve büstlerine saldıranları
cezalandıran kanun çıkarma zorunluğu doğmuştur.
Ezan Türkçe olsa ne olur, Arapça olsa ne olur. Aslında önemli bir olay ol­
maması gerekir. Bu nihayet namaz vaktinin geldiğini halka duyuran bir yayma
aracıdır. Hıristiyanlar çanla bu işi yaparlarken Müslümanlıkta ezan olarak ka­
bul edilmiş. Atatürk'ün güttüğü gaye zannediyorum ki başka idi. O zamana
kadar Türk olduğu halde sorulduğunda kendisini Türk'üm diye tanıtmaktan
utanan, Elhamdülillah Müslümanım diyen Türk milletine Türklüğünü kabul et­
tirmek, Türklüğü ile övünmesini, mutlu olmasını ona aşılamak ve nihayet na­
maz vaktini belirtmekten gayn bir vazifesi olmayan ezanın da Türk milletine
Türkçe olarak okunabileceğini ispat etmekti. Zira Ku:r'an-ı Kerim'de de ezana
ait bir ayet olmadığı gibi bilakis birçok ayette Allah "siz anlayasınız diye ben
Kur'anı sizin lisanınız üzere, Arapça olarak indirdim" diyor.
İşte örnekleri : Kur'an-ı Kerim'in; Meryem Suresi 97'nci ayeti şöyle
söylüyor: "Ey Muhammet biz Kur'anı Allah'a karşı gelmekten sakınanları
müjde/emen ve inatçı milleti uyarman için senin dilinde indirerek kolay­
laşnrdık. "
TA-HA Suresinin l 1 3'üncü ayeti de şöyledir: "İşte Kur'anı Arapça okun­
mak üzere indirdik. Onda tehditleri türlü türlü açıkladık ki belki sakınırlar ya­
hut onlara ibret verir."
Belki bazı gerici"ve tutucular diyecekler ki , "bakın burada Kur'anı Arapça
okunmak üzere indirdik diyor. O halde, bu bir emirdir, Kur'an Arapça okun­
malıdır." Böyle diyenler elbette vardır. Yalnız birinci cümleyi alarak bunu

89
savunanlar hataya düşüyorlar. Zira ondan sonra gelen cümle niçin Arapça indi­
rildiğini açıklıyor. Tehditleri anlasınlar ki belki sakınırlar veya ibret olur diye
buyuruyor. Dünyada çeşitli milletler sonradan İslamiyeti kabul ettiğine göre
bütün bu milletler de kendi dillerini terk edip Arapçayı mı kullanınalan gerekir­
di. Eğer böyle bir anlayış olsaydı, Allah istese bütün milletleri bir millet olarak
ve bir lisan üzere yaratmaz mı idi. Buna kadir değil mi idi? Nitekim Hud Sure­
si 1 1 8 ve 1 19'uncu ayetleri bakın ne diyor: "Eğer Rabbim dilese idi insanları
tek bir ümmet kılardı. "

SOra Suresinin 8'inci ayeti de bu konuda şöyle der: "Eğer Allah dilemiş ol­
saydı hepsini tek bir ümmet yapardı. " Maide Suresi 48'inci ayeti de şöyle der:
"Her biriniz için bir yol ve yöntem kıldık. Eğer A llah dilese idi sizi bir tek
ümmet yapardı. "

Bu ayetlerden de anlaşılıyor ki Allah dilememiş ve dünyayı da bir iimmet


olarak yaratmamış. Öyle ise her millet Arapçayı öğı;enrnek zorunda değildir.
Diğer ayetlere devam ediyoruz;

İbrahim Suresi 4'üncü ayet: "Kendilerine apaçık anlatabilsin diye her Pey­
gamberi kendi mil/etinin dilinde gönderdik."

Yusuf Suresi 2'nci ayet: "Biz onu �yani Kur'anı- anlayasınız diye Arapça
bir Kur'an olarak indirdik. "

Fussilet Suresi 44'üncü ayeti: "Biz b u Kur'anı yabancı bir dil ile ortaya
koysaydık; (Ayetleri uzun açıklanmalı değil miydi ? Bir Arap'a yabancı bir dil
ile söylenir mi) derlerdi."

Bu ayet çok enteresandır. Bir Arap'a nasıl ki başka bir dil üzerinden
Kur'anı-ı Kerim indirilmiş olsa onlar böyle söyleyecek ise, bir Türk, bir İranlı,
bir Pakistanlı . . . da aynı şeyi söylemeyecek mi? Ben bundan bir şey an­
lamıyorum demeyecek mi?

SOr§ Suresinin Tinci Ayeti: "Ey Muhammet! Böylece şehirlerin anası olan
Mekke 'de ve çevresinde bulunanları uyarman, şüphe götürmeyen toplanma
günü ile uyarman için sana Arapça okunan bir kitap vahyettik. "

Duban Suresi 58 ve 59'uncu Ayetleri : "Ey Muhammet! Biz, öğüt alırlar


diye Kur'anı senin dilinde indirerek kolayca anlaşılmasmı sağladık. "

AhkM Suresi 1 2'nci Ayeti: "Kur'andan önce Musa'nın kitabı Tevrat bir
rahmet ve rehberdir. Bu Kur'an zulüm edenleri uyarmak ve· iyi davrananlara
müjde olmak üzere Arap dili ile indirilmiş, kendinden öncekileri doğrulayan
bir kitaptır. "

Bütün bu ayetlerden de anlaşılıyor ki Kur'an-ı Kerim Araplar anlasın diye


Arapça olarak indirilmiştir. Mühim olan onun anlaşılmasıdır. Allah kendine

90
okunsun diye Kur'an'ı indirmedi. Müslüman olan kullan anlasın öğrensin
diye indirdi. O halde hiçbir şey anlamadan Kur'an'ı okumak mı daha sevapbr,
yoksa anlayarak hazmederek okumak ve ona göre amel ebnek mi daha se­
vaptır.

Ezan da Arapça' dır. Neden? Çünkü Araplar'a göre söylenmiştir. "Allahu


Ekber" demekle "Tarın uludur" demek arasında ne fark vardır. Tanrı uludur
denilince herkes tarafından anlaşılıyor. Daha iyi değil mi? Atatürk bunu çok iyi
bildiği ve etüd ettiği içindir ki ezanı Türkçe okutmuştur. Bu da yerleşmiş git­
mişti. Değiştirmeye ve yobazlığa bağnazlığa ödün vermeye ne gerek vardı.
Maksat başka idi. Maksat oy avcılığı idi. Oy olsun da, oy gelsin de nasıl ge­
lirse gelsin, nereden gelirse gelsin felsefesi kafalara haklın olduğu sürece, akıl
ve iz'ana dayalı iş yapmak elbette mümkün olmaz. (•)

İşte bu gidişin iyi bir başlangıç olmadığı inancı yavaş yavaş yayılmaya
başlamıştı. Buna benzer tavizler ve davranışlar ordu ile hükümet arasını git­
tikçe açacak, oy alma pahasına doğu ve güneydoğuda devletin en üst
kademelerinde bulunanların oradaki kabile şeyhlerinin ayağına gidip el
öpmeleri, Saidi Nursi denilen ve hakiki ismi Saidi Kürdi olan Atatürk ve
Türklük düşmanının yaptıklarına göz yumulması ve buna benzer daha birçok
olay, nihayet memleketi 27 Mayıs 1960'a getirecekti.

Kıt'a hizmetimin dolmasına az bir zaman kalmıştı. 4 Nisan 1952'de


Türkiye Yunanistan'la birlikte NATO i.ttifakına alınmıştı. Bu ittifaka
alınmamıza en büyük etken Türk Tugayının Kore muharebelerinde gösterdiği
kahramanlık ve Türk askerinin kaybolmayan savaş kabiliyeti olduğu muhak­
kaktır. Türkiye NATO'ya alınınca Yunanistan'ın dışarıda bırakılması olmazd�..
Batı tarafından her zaman kollanmış ve hatta birçok şımarıklıklarına rağmen
hoş tutulmaya çalışılmış olan Yunanistan da böylece NATO'ya dahil olmuştu.

Genelkurmay Karargfilıı o tarihte çok küçük bir Karargfilıh. NATO'ya dahil


olunca işler çok büyümüş ve birçok askeri konular ortada kalmıştı. Bir sene
evvel Tabur Komutanım olup bilahare Genelkurmay Eğitim Şubesi
Müdürlüğüne tayin olan Kurmay Yarbay Naim Topses beni Genelkurmay
Eğitim Şubesine almak istediğini, hatta 30 Ağustos'u beklemeden Haziran'da
çağırabileceğini söyledi. Muvafakatımı istedi. Genelkurmay Personel
B aşkanlığında General AıniraJ Şube Müdürü olan Kurmay Yarbay Nihat
. . ........ de beni kendi yerine almak istiyordu. Zira kendisi Naim Topses'le

(•) Atatürk'ün "şerrin en kötüsü ehven-i şerdir" hükmünün tipik bir isbatı olarak De­
mokrat Parti çıkardığı kanunda sarahatle "Ezan Arapça okunsun" dememiş, Türkçe
okunma kaydını kaldırmış, "isteyen istediği şekilde okuyabilir" demiştir. Neticenin ne
olacağını elbette bilerek... ibretli olan Atatürkçülüğü kimselere bırakmayan
Cumhuriyet Halk Partisinin de bu karara müsbet oy vermiş olmasıdır.

91
birlikte Napoli'deki NATO Karargfilıına tayin edilmişler ve yakında da hareket
edeceklerdi. Personel işlerini sevmediğim, Eğitim işlerinden daha çok
hoşlandığım için Naim Topses'in teklifine peki dedim.

GENELKURMAY'DA GÖREVE BAŞLAMAM


VE BİNBAŞI OLUŞUM

1 952 Haziran ayı ortasında geçici olarak Eğitim Şubesine gelip vazifeye
başladım. 30 Ağustos 1952'de de tayinim çıktı. Bu tarihten sonra dört sene
müddetle bu şubede Binbaşı rütbesiyle manevra ve tatbikatlarla, kunnay tezle­
rine, NATO'nun eğitimle ilgili konularına, yurt dışına gideceklerin işlerine ba­
kan kısımda kısım amiri olarak çalışum.
NATO'ya yeni girmiştik. Beynelmilel Karargahlarda hiç bulunmamışum.
Okul lisanım Fransızca idi. Gelen dökümanlar ve mesajlar daha çok İngilizce
idi. O tarihte lisan bilen subaylar hele İngilizce bilenler parmakla gösterilecek
kadar azdı. NATO'nun Napoli ve Paris'teki karargfilılanna tayin edilen
subaylar lisan bilmeden gönderilınişlerdi. Orada iki sene zarfında öğrenirler
denmişti. Genelkurmay'a çuvallar dolusu yazı ve kitap gelmişti. Tercüme
edilmeden işlem yapılması mümkün değildi. Sık sık filan tarih, filan sayılı
yazıya cevap alınamadı, diye NATO'dan mesaj alıyor fakat o söylenen yazıyı
bulamıyorduk. Aradan aylar geçtikten sonra bir gün tercüme edilmiş olarak
önümüze geliyordu. Tercümeyi yapanlar yedek subaylardı. Onlar da kolej me­
zunu olup doğru dürüst İngilizce bilmediklerinden yapUkları tercümeleri anla­
mak için ayrıca tercüme etmek gerekiyordu. Lisan bilen subay noksanlığı
yüzünden N ATO ittifakırun sağladığı yararlardan uzun süre istifade edeme­
diğimiz gibi alınan birçok karar da maalesef Türkiye'nin aleyhine olmuştur.
Bizim Napoli ve Paris karargahlarında lisan bilen subayımız birkaç kişi ol­
masına karşı Yunanlılar'ın gönderdikleri subayların hepsi lisan biliyor ve bu
yüzden de birçok önemli postları onlar yürütüyordu. NATO karargahlarındaki
bizim subaylar önlerinde İngilizce ders-kitapları sabahtan akşama kadar lisan
öğrenmeye çalışıyorlardı. Okulda dahi İngilizce dersi görmemiş bir kişinin
orada öğreneceği lisan ne olabilirse, işte o kadar oluyordu. Ancak sokak ve
kokteyl İngilizcesi öğrenebiliyorlardı. İşim çok ağırdı. Hiç boş zamanım yok­
tu. Başarabilmek için bütün gayretimle çalışıyordum. Fransızcanın aruk geçerli

92
olmadığı anlaşılmaya başlanmıştı. Ankara'da Amerikalılar tarafından İngilizce
kurslar açılmış orduda da buna paralel kurslar faaliyete geçirilmişti.
Amerikalılar'ın Ankara'da açtıkları kurslar akşamlan olduğundan bana cazip
geldi. Bir taraftan da o kurslara devamA başladım. Dış görev alabilmek için li­
san m uhakkak lazımdı. İlk gidenler lisan bilmeden gitmişlerdi" ama bunun
sakıncası anlaşılmıştı . Artık bundan böyle lisan imtihanında muvaffak
olmayanlar dış göreve gönderilmeyeceklerdi. O tarihe kadar orduda kim lisan
biliyor ve ne derece biliyor buna ait elde bir bilgi de yoktu. Dış ülkelere kurs
veya staj için giden subayların işlemlerine de ben bakıyordum. Hangi esasa
göre gönderecektim . Araya birçok iltimas giriyor, tanıdığı olan gidiyor fakat
daha iyi lisan bilip de kimsesi olmayanlar gidemiyordu. Bunu düzeltmek gere­
kiyordu. Ordu içinde lisan bilen subayları tespit için bir lisan imtihanı
yapılmasını komutanlarıma teklif ettim. Kabul ettiler. Ankara'da İngilizce lisan
imtihanı yapıldı. Böylece her subayın lisan bilme derecesi notla belirlendi.
Artık rahattım. O listeye göre kursa veya staja gönderilebilecekleri tespit edebi­
liyordum. Her subayda bir İngilizce öğrenme merakı başlamıştı. İyi bir şeydi,
fakat işini gücünü bırakıp görev esnasında dahi İngilizce çalışanlar az değildi.
Bu da iyi bir durum yaratmıyordu. Vaktiyle lisana hiç önem verilmemesinin
veya lisan öğretmek için tedbirler düşünülmemesi ve alınmamasının acısını
şimdi çekiyorduk. Komuta kademesinden hiçbirisi İngilizce bilmiyordu. Hatta
Fransızca da bilmiyordu. Bu durum elbette çok acı idi.

Görevimin gereği olarak Napo1i'de yapılan NATO manevra ve tatbikatları


planlama toplantılarına, eğitim toplantılarına gidiyordum. Bu toplantılar ve
diğer subayların ve komutanların gittikleri toplantıların hepsi tercümeli oluyor­
du.

Götürdüğümüz tercümanların İngilizceleri kuvvetli olmadığından ve ko­


nu ya da hakim bulunmadıklarından çok sıkıntı çekiyorduk. Orada çalışan sub­
aylarımız da İngilizce bilmediklerinden onlardan da istifade edemiyor, velhasıl
binbir müşkülat içerisinde meseleleri hal etmeye çabalıyorduk. Genelkurmay
Başkanlığında beni tanımayan hemen hemen hiç kimse yoktu. Bütün komuta
kademesi hatta Milli Savunma Bakanı da beni tanıyorlar ve seviyorlardı.
Çünkü günde birkaç def� imzaya çıkıyor NATO işi olduğu için de öncelik
alıyordum. Dış göreve gideceklerin seçimi ve onayı da benden geçtiği için
tanınıyordum. Dış ülkelerde yapılan manevra ve tatbikatlara bizden de müşahit
çağrılırdı. Hiçbirine kendimi yazmaz daha çok hiç yurt dışına çıkmamış subay­
ları l isteye dahil etmeye çalışırdım. Genelkurmay Başkanı yine Nuri Yamut,
ikinci Başkan ise Orgenaral Zekai Okan idi. Ne zaman ikinci Başkan Zekai
Okan'a imzaya gitsem, "gel bakalım NATO'cu" diye bana iltifat ederdi. Hepi­
miz onu sever ve sayardık. NATO'ya dahil olduktan sonra, Yunan ve Türk
kuvvetlerine komuta edecek karargahın İzmir veya Atina'da kurulması

93
üzerinde çok münakaşalar yürütüldüğü bir zamanda Zekai Okan bu karargfilıa
karşı çıkıyor, Türk kuvvetlerine Türk komutanın, Yunan kuvvetlerine de Yu­
nan komutanın komuta etmesi tezini s;ıvunuyordu. Emsal olarak da · itaıyan
kuvvetlerine komuta eden İtalyan komutanını Comlandsouth'ı gösteriyordu.
Zekai Okan bir Amerikalı generalin Türk kuvvetlerine emir ve komuta etmesini
ve Türk Kara Kuvvetleri üzerinde bir komuta yetkisi obuasını kabul edemiyor­
du. Fakat zamanın Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve dolayısıyla hükümet,
Amerikalı bir generalin bu emir komuta sorumluluğunu almasında bir sakınca
görmüyordu. Tabii neticede hükümetin dediği oldu. Bundan sonra NATO
Komutanlığının Türkiye'de kurulması üzerinde ısrar edildi ve bilindiği gibi
İzmir'de COMLANDSOUTHEAST Karargahı kuruldu. İşte Genelkurmay
Başkanlığı ile Dışişleri arasındaki bu çekişme sonunda Genelkurmay Başkanı
Nuri Y amut ile İkinci B aşkan Zekai Okan'ın başlarını yedi ve her ikisi de
emekli oldular. Nuri Yamut esasen z_amanını doldurmuştu. Fakat Zekai
Okan'ın Kara Kuvvetleri Komutanı ohnası mevzu bahisti, ohnadı. Kıymetli bir
komutan böylece harcanmıştı. Gerek Genelkurmay Karargfilıındaki subaylar
ve gerekse ordunun birçok subayı bu duruma üzülmüşlerdi. Sene 1 954'tü.

Genelkurmay Başkanlığına Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin


B aransel ve İkinci Başkanlığa da Orgeneral Rüştü Erdelhun getirihnişlerdi. Or­
general Nurettin B aransel Genelkurmay Başkanlığı makamına oturur oturmaz
ilk verdiği emirler arasında Kam Kuvvetlerinde er eğitim merkezlerinin hemen
faaliyete geçirilmesi oldu. Amerikalılar bir hayli zamandır bu konu üzerinde
nedense çok ısrarlı idiler. Zekai Okan ve Nuri Yamut buna karşı di­
reniyorlardı. Muhabere sınıfı ile istihkam sınıfının er eğitim merkezleri esasen
açılmış ve faaliyete geçmişlerdi, ama Piyade, Topçu, Süvari birliklerinin eğitim
merkezleri açılmamıştı. Bir gün Eğitim Daire Başkanı Fevzi Okan ile birlikte
İkinci B aşkan Zekai Okan'ın odasına girip bu eğitim merkezleri mevzuunu ye­
niden açtığımızda; o sakin adam elini masaya vurarak "ben bu makamda otur­
duğum sürece bir daha bu konunun açılmamasını emrediyorum" diye yüksek
sesle Daire Başkanına bağırdığını hatırlanın. Arkasından da ilave etmişti "Ben
eğitim merkezleri açılmasına karşı değilim. Nitekim Muhabere ve İstihkıimm
eğitim merkezleri açıldı. Ancak Piyade, Topçu gibi ka/abalık sınıflar için de bu
merkezler açılacak olursa bu sınıflardaki subayların özellikle küçük rütbeli
subayların çoğunu yutar. Zaten subay sıkıntısı çekiyoruz, bu sıkıntı daha da
çoğalır. Onun için karşıyım. "

O günden sonra bir daha bu konu açıhnamıştı. Orgeneral Nurettin B aransel


kurulma emrini verir vermez hemen faaliyete geçildi. Eğitim merkezlerinin
açılmasına Eğitim Dairesi olarak biz de taraftar idik. Kısa zamanda açıldı. Fa­
kat Zekai Okan'ın dediği zamanla tahakkuk etti. Orduda subay ve astsubay
sıkıntısı daha da had safhaya geldi. Bugün hfila bu konu orduda münakaşası

94
yapılan bir konudur. Genelkunnay Başkanı Orgeneral Baransel'in yeni emir
ve icraatları arka arkaya geliyordu. O güne kadar orduda askerlerin karyolada
yannası bahis konusu değildi. Tahtadan ranzalarda yatılır, yatak kılıflarına ge­
nellikle ot veya eski kışlık elbise paıçalannın makinada kırpılmasından meyda­
na gelen kıbk konulurdu. Verilen emirle karyolalar yapılmaya ve yatakların
içine de pamuk konulmaya başlandı. Yine evvelce battaniyeler kılıfsız olarak
kullanılırken nevresim verilmeye, yastık yüzü ve yatak yüzleri de orduya
girmeye başladı. Yemekhanelere, yatakhanelere erlerin kılık ve kıyafetine el
atıldı ve gözle görülür ilerlemeler kaydedildi. Bando kıyafetleri, inzibat
kıyafetleri, şehi�lik elbiseler vesaire hep Baransel zamanında başlatılan
değişikliklerdir.
Milli Savunma Bakanı Ethem Mendercs'ti. İlk zamanlar Genelkurmay
Başkanı ile aralarından su sızmıyordu. Fakat gün geçtikçe ikisi arasındaki
münasebetlerin tatsızlaşmaya başladığını hissetmekte idik. Bu hal ayan beyan
belli oluyordu. Nitekim bir gün Genelkurmay Başkanı Milli Savunma Ba­
kanı'm bir iş içip ziyarete gittiğinde Özel Kalem Müdürü odasında onbeş daki­
ka bekletildiği haberi subaylar arasında hemen yayıldı.
Hipodromda geçit resminde yine Milli Savunma Bakanı Ethem Men­
deres'in, Genelkunnay Başkanı Orgeneral Baransel'i parmağı ile işaret ederek
çağırması üzerine, Baransel'in kendisine "Bir Genelkunnay Başkanı'nın böyle
parmak işareti ile çağrılamayacağını" hatırlattığı ve bu yüzden aralarında tatsız
münakaşa çıktığını da işittik. Benim de şahit olduğum bir olayı anlatmadan
geçemeyeceğim. Zira gelecek nesillere bunlar iyi birer ders olacak. İnsanlar
hiçbir. zaman zafer sarhoşluğuna kapılmamalı. Karşısındakinin makamına
saygı gösteirneli ve "Ne oldum değil, ne olacağım" demelidir.
Sene zannederim 1 955 idi. NATO'ya gireli üç sene olmuştu. Her sene Av­
rupa Müttefik Kuvvetler Başkomutanlık Karargahında kısaltılmış adıyla
SHAPE'de, her NATO ,ülkesinin Genelkunnay Başkanları, Kuvvet Komutan­
ları, bazı Kara, Deniz, Hava Birliklerinin komutanları ve NATO komutan­
larının iştiraki ile bir toplantı yapılır, bunun adına tatbikat derler, kısaca da
SHAPEX olarak ifade edilir. Bu tatbikat bugün de icra edilmekte fakat iştirak
edenlerin miktarı az tutulmaktadır. Tatbikat Mayıs ayında yapılır davetiyeleri
üç ay evvelinden gelirdi. Hatırımda kaldığına göre Mart ayı idi davetler gelmiş
ve gidecekler de tespit edilmişti. Genelkunnay Başkanı, Üç Kuvvet Komu­
tanı, Ordu Komutanları Paris'e gideceklerdi (O tarihte SHAPE Paris'te idi).
Tatbikat iki gün devam ediyordu. Gidiş dönüş dahil beş veya altı günlük onay
alınıyordu. Onayın alınacağı sırada Yüksek Askeri Şura toplantısı vardı. Ge­
nelkurmay Başkanı Orgeneral B aransel bir gün beri çağırarak ·�Binbaşım bu
tatbikatın hey'et başkanı benim, tatbikata oryante olmam için hey'etten iki gün
evvel gitmem gerekir ki orada dökümanları okuma zamanım olsun. Bu hususu

95
Milli Savunma Bakanı'na anlat ve benim onayımı iki gün fazla çıkar." dedi.
Emredersiniz dedim ve Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes'e durumu izah
ettim. Peki dedi. Ben de onayı o şekilde çıkardım. Aradan bir müddet geçti.
Genelkurmay Başkanı harcırahım aldı, iki gün sonra hareket edecekti ki, seni
Milli Savunma Bakanı çağırıyor dediler. Her zaman imza için girip çıktığım bir
yerdi. Gittim. Odasına girer girmez sert bir şekilde "Binbaşım siz Genelkur­
may Başkanı'nın onayım iki gün/azla almışsınız. Hey'etten iki gün evvel git­
mesini gerektirecek bir durum yokmuş bana kül yutturmuşsunuz" deyince ben
de sinirlendim. Kendisine "Ben bu tatbikata gitmiş değilim. İkinci defa yapılan
bir tatbikat. Ben size kısa bir süre önce Genelkurmay Başakammızın isteği11i
arz edip muvaffakatınızı aldım ve 011ayı da buna göre size imzalattım. "" ce­
vabım verdim. Yine sinirli bir şekilde "Olmaz efendim, o adama söyleyin
hey'etle birlikte gidecek, eğer erke11 gitmesini gerektiren bir durum varsa bana
izah etsin" dedi. O adam dediği Silahlı Kuvvetlerin başı Genelkurmay Başkanı
idi. Ben bir Binbaşıyım eğer sormak gerekirse kendisi telefonu açar veya
çağırır konuşurdu. Belli idi ki artık aralarındaki ipler ya kopmuştu veya kop­
ması için bu bir bahane idi. Ben Milli Savunma Bakanı'nın söylediği o çirkin
sözleri Genelkurmay Başkanına _nasıl söylerdim. Düşündüm taşındım durumu
evvela Eğitim Daire Başkanına söylemeyj, eğer Genelkurmay Başkanına
söylemek gerekiyorsa ki elbette söylenecekti, onun söylemesinin daha uygun
olacağını düşündüm. Eğitim Daire Başkanımız T ümgeneral Cavit Çevik'ti.
Dinledikten sonra "Ke11an sen bu11u Harekat Başka11111a söyle, ben araya gir­
memiş olayım" dedi. Harekat Başkanı Korgeneral Salih C�şkun'a çıktım aynı
şeyi o da söyledi. İkinci Başkan da araya girmeyince benim söylememden
başka yol kalmamıştı. Herkes merakla neticeyi bekliyordu. Odaya girdim ve
hemen söze ba�ladım. "Milli Savunma Bakanı11111 be11i bugün çağırdığını
SHAPEX'e gidecek komutanların onayı alınırken neden Genelkurmay
Başkanının iki gün evvel gitmesi gerektiğini bana sorduğwıl{, kendisine
lüzumunu izah ettikten sonra, böyle bir zaruretin olmadığmı, durumu yeni
öğrendiğini, hey'etin hep beraber gitmesini eğer buna rağmen erken gidilmesi
zarureti varsa zat-ı alilerinin telefonla kendileri11e izah edilmesini istediğini"
gayet ywnuşak bir dille arz ettim. Biraz düşündükten.sonra "Peki siz kendisine
izah etmediniz mi" diye sordu. "İzah ettiğimi hatta onaylanmadan evvel kendi­
sine arz edip muvafakatım aldıktan sonra onayı imzaya sunduğumu, buna
rağmen zat-ı alinizin izah etmesini istediğini" söyleyince, "Peki oğlum, her
taşın altından bir şeyler çıkmaya başladı. Sen git çocuğum. " dedi. Durumu iyi
idare etmiş, büyük hadiseleri önlemiştim. Eğer Milli Savunma Bakarurun bana
söylediklerini ve o sinirli halini aynen nakletseydim durum çok değişik şekiller
alabilirdi.

Orgeneral Baransel, çok mağrur bir k umandan idi. Ben işi böyle

96
yumuşatmakla iyi mi yaptım, kötü mil yaptım diye kendi kendime
düşündüğüm zamanlar çok olmuştur. Sonunda doğruyu yaptığıma inandım.
Yangına körükle giunek doğru olmayacağı gibi bu kadar sene komutanlık
yapmış, istiklal Harbine iştirak etmiş bir komutana "söyle o adama" şeklinde
bir hitabı yapanın terbiye seviyesine ben de inemezdim. Karargah subayının,
kurmay subayın bir vasfı da komutanlar arasındaki vaki olabilecek bazı
anlaşmazlıkların yükünü üzerine alarak, hatta kabahati olmasa da kabahati
yüklenmek ve böylece üst komutanla, emrindeki ast komutanlar arasındaki
geçimsizliği önlemektir. Ben bunu yaptım.

Genelkurmay Başkanı'nın odasından çıkar çıkmaz B aransel, hemen emir


subayını çağırdı. Uçak biletlerini iade etmesi emrini verdi ve kışla doktorundan
da on gün istirahat almak suretiyle SHAPEX'e gitmedi. Milli Savunma Ba­
kanına da telefon eunedi. Haysiyet ve şerefine düşkün bir komutanın yapa­
cağını yaptı . Bu olayın üzerinden birkaç gün geçtikten sonra o tarihteki Hava
Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Fevzi Uçaner'in Milli Savunma Bakanına
gelerek Genelkurmay Başkanı'nın erken gitmesine gerek olmadığını hep bera­
ber gidilmesini söylediği ve Genelkurmay B aşkanı'nın iki gün evvel giderek
İsviçre ve Paris'te gezeceğini şikayet olarak ileri sürdüğünü öğrendim. Ne ka­
dar çirkin bir hareket. Söylediği gibi de olsa Hava Kuvvetleri Komutanlığı gibi
en yüksek makarna yükselmiş bir komutanın iki gün için böyle bir harekette
bulunması doğru olur mu? Ama zaman zaman böyle durumlarla karşılaşı­
yorduk. Bu gibi yakışık almayan olaylar elbette küçük kademelerde
duyuluyordu. Bunun neticesinde de subayların üst kademelerdeki komutanlara
karşı olması gereken güven duygulan sarsılıyor ve tabii bunun neticesinde
ordu alt kademelerinde teşkilatlanmalar başlıyordu. Sade bir vatandaş dahi
komutanlara karşı hükümet erkanını bu şekil davranışlarını ve komutanlar
arasındaki çekişmeleri kabul edemezken, aynı camia içersinde görev yapan
subay tabakası kabul edebilir mi? Genelkurmay Başkanı Orgeneral Baransel'in
kusuru yok mu idi? Elbette vardı. En büyük kusuru eğlenceye fazla düşkün ol­
ması, gösterişi haddinden fazla sevmesi, maiyetini çok küçük göm1esi gibi
tabiatları sayılabilir. Ancak bunlan Genelkurmay Başkanı olduktan sonra ikti­
sab etmemişti ki. Bu alışkanlıkları oldum olası mevcuttu. Mevcut iktidar bunu
bile bile Genelkurmay Başkanlığına getirmişti. Demokrat Parti �tidanrun ordu
üzerinde bu ikinci hatası oluyordu. B irinci hatayı. l 952'de işlemiş, Milli Sa­
vunma B akanlığına Kurmay Albaylıktan emekli olmuş Seyfi Kurtbek'i getir­
mişti. Seyfi Kurtbek yabancı memlekette görev yapmış, lisan bilen bir kurmay
subaydı. Zamanın komuta kademesini beğenmeyen mağrur, her şeyi kendisi­
nin en iyi bildiğine inanan ve komutanlara ters düştüğü için istifa ederek ordu­
dan ayrılmış bir subaydı. Milli Savunma Bakanı olur olmaz o mak am ı
hazmedemedi. B abası yaşında olan ve kendisine komutanlık yapmış Genelkur-

97
may Başkanı Orgeneral Nuri Yamut'un önüne geçmekle, yapılan Harp oyun­
larına işti� ederek kendisine kıymet ve itibar kazanacağını zaıınetti. Buna
benzer hallerinin ordu üzerinde ve özellikle komuta kademelerinde bıraktığı
olumsuz izlenimlerinden dolayı kısa sürede Milli Savunma Bakanhğmdan
al'andı, yerine Ethem Menderes getirildi. Ethem Menderes de Adnan Men­
deres'e olan yakanhğmdan cesaret alarak Silahlı Kuvvetler üzerinde baska de­
nemelerine girişti. Makamına giren generallere hakaret etmekle, Genelkurmay
Başkanı veya Kuvvet Komutanlarım kapısında bekletmekle orduyu sindi­
receğini zannetti. Hayat pahalıhğından dolayı subay ve astsubaylar çok zor
şartlar aitmda geçimlerini sağlayabiliyorlardı. Apartmanların bodrum katlan
onlara mahsusutu. Oralarda dahi rahat değillerdi. Ev .arayan subaylara ev
sahipleri "siz burayı kiralayamazsınız, maaşınızı verseniz klıfi gelmez" derler­
di. Adlan gazozculuğa çıkmışu. Zira gazinoya gidebilenler ancak bir gazoz
içebilirdi. Bu durumu düzeltmeye çahşacaklarına, orduyu rencide edecek hare­
ketlere girişmekte mahzur görmediler. İşte bu yanlışhklar ve hatalar zincirinin
halkaları eklene eklene, nil�.ıyet bildiğimiz 27 Mayıs patlamasma sebep oldu.

Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes ile Genelkurmay Başkam


arasmdaki bu geçimsizlik ve sürtüşmeler Orgeneral Baransel'in emekliliği ile
sonuçlandı. (Tarih 25.8. 1 955) Yerine de Orgeneral İ. Hakkı Tunaboylu geti­
rildi. İkinci Başkan yine Rüştü Erdelhun idi. Tunaboylu disiplini, doğruluğu,
acımazhğı ve sertliği ile tanınan bir komutanda. Ancak Tuğgeneral ve
Tümgeneralliğindeki aktivitesi artık kalmamıştı. Yaşlanmışta . O kadar yorgun­
du ki. bir gün yanına imzaya girdiğimde bir tatbikaun tenkit emrini okurken
sandalyesinde uyuyup kaldığını hatuiarım. Gözümle görmemekle birlikte. bir
yerde Savunma Bakanının paltosunu giymesi için tuttuğu dilden dile dolaşıyor
ve bittabi küçük rütbeliler üzerinde bu hal bir soğuk duş etkisi yapıyordu.
İkinci Başkan Rüştü Erdelhun ise tam manasıyla hükümetin paralelinde ve
.Amerikan hayranı idi. Amerikalı olsun, isterse astsubay olsun, makamında ka­
bul eder ve onları kapılara kadar uğurlardı.

Bir taraftan Dışişleri, bir taraftan Genelkurmayın bu haddinden fazla Amer­


ikan taraftarlığı, Amerikalıların anlaşma imzalamaya bile lüzum hissetmeden
birçok ABD tesisinin Türkiye'de kurulmasına imkan sağlamıştı. Bu kadar tes­
limiyetçiliğin acısını çok sonra çekmeye başladık ve Kıbrıs krizinde ise bu
sıkıntı had safhaya ulaşu. Nitekim 1 974 ambargosundan sonra biz de ikili
anlaşmaları feshetmek suretiyle karşılıklı çıkarlarımıza uygun bir anlaşma yap­
ma imk3nına kavuşabildik..

Ben aynı görevime devam ediyor ve İngilizcemi de yavaş yavaş ilerletiyor­


dum. Gelen mesajların teıciimesi ile İngilizcesi arasındaki yanlışhkları dahi ba­
zen bulabiliyordum. Bu arada Napoli'ye gidiş gelişlerim her sene olduğu gibi
devam ediyordu. NATO içersinde atom, biyoloji ve kimya harbi önem ka-

98
zanmış ve bu konuda bilgi sahibi olacak subaylan yetiştirmek ürere Alman­
ya'da Obcr Ambergaw şehrinde kurslar açılıyordu. Otuz kurmay subayın
katıldığı bir kursa ben de iştirak ettim. Almanya'run Münib şehrinin 1953 yılki
durumunu da bu vesile ile görme imk3nını elde ettim.
İkinci Cihan harbinin izleri hfil! duruyordu. Yıkılmış evler, binalar bir �yli
idi. Kızlar, ihtiyar kadınlar da dahil olmak üzere herkes altlannda bisikletlerle
iş yerlerine gidip geliyorlardı. Otomobil azınlıkta idi. 1957'de, 1963'te kısa
sürelerle de olsa Almanya'yı tekrar gördüm ve bu gidişlerimde aradaki farkı
mukayese etme imkinıru buldum. Mütemadiyen gelişen ve renginleşen bir
ülke. Tarihler ilerledikçe harbin tahribatının tamamiyle kalktığını görmek hiç
de zor olmadı.
Bu arada bir NATO tatbikatının çıkarma safhasını planlamak. üzere 1955
yılında Malta'ya da gittim. Üç günlük bir gidişti. Orada dikkatimi çeken İngiliz
subaylannın ceket kol dirseklerinin yamalı olması idi. İkinci Cihan Harbinin
sıkıntısı devam ediyordu. Subaylar da bu sıkıntıya ve fedak.irlığa iştirak
ediyorlardı. Bir akşam İngiliz harp gemisinde kokteyl verdiler. O kokteyle
dahi aynı elbiselerle geldiler. Milletçe katlanılan fedakarlığa güzel bir misaldi.
Bizde olsa yamalı elbise ile kokteyle gitmek ayıp kabul edilir.
Seneler ilerliyor, iki kızımız da büyümeye devam ediyorlardı. Arka arkaya
dünyaya gelen kızlarımızı büyütmek kolay olmadı. Özellikle eşim çok
yoruluyordu. Onları iyi giydirmek o zaman için zordu. Fak.at rahmetli eşim
dikiş bildiği için gerek kendi elbiselerini ve gerekse çocukların elbiselerini
kendisi diker bu suretle yalnız kumaş masrafı bize kalırdı. Aralannda 16 ay
fark olduğundan görenler ikiz zannederlerdi. Her Avrupa'ya gidişimde onlara
oyuncak, elbise ve elbiselik kumaş alır sevindirirdim. O tarihte Türkiye'de çok
basit oyuncaklar bulunduğundan aldığım pilli ve elektrikli oyuncaklarla biz
dahi oynardık.

Yaz aylan taıilimizi Alaşehir'de kayınpeder ve validenin bağında geçirirdik.


O zaman denire girmek adeti olmadığı gibi olsa bile hangi para ile gidebilecek­
tik. Dinlenme kampının adını bile bilmezdik. Ne askerlerin ne de sivil
sektörün böyle kampları vardı. İstanbul, İzmir gibi şehirlerde plajlar vardı v�
onlara sabah gidip akşam dönülürdü.
Bu arada 1954 senesi milletvekili seçimi yapılmış, Demokrat Parti 1950
seçimlerinden daha çok milletvekilliğini kazanmış, Cumhuriyet Halk Partisi
ise, ancak 34 milletvekilliğini alabilmişti. Demokrat Parti'nin bu zaferi onları
daha da şımartmış ve her istediklerini yapmalarına yolaçmıştı. Memleketteki
siyasi tansiyon gittikçe artmaya başladığı gibi, ekonomik sıkınblar da kendini
artık hissettiriyordu. Döviz rezervleri tükenmiş bu yüzden birçok mal bulu­
namıyor, hatta yurt dışı resmi gidişleri de kısıtlanmaya başlanıyordu. İnönü-

99
Menderes çatışması da gittikçe dozunu artırıyor ve bu hal aklı başında hiç kim­
se tarafından normal karşılanmıyordu. Özellikle Başbakan Menderes'in İnönü
hakkında. mecliste veya halkın karşısında yaptığı konuşmalarda sarf ettiği
yakışıksız sözler yurttaki siyasi tansiyonu gittikçe yükseltiyordu. İşte bu
dönemde başlayan Halk Parti-Demokrat Parti çekişmesi bir türlü bitmeyecek
ve neticede zaman zaman Demokratik sistemin duraklamasına yol açacaktı.

Çok partili sisteme geçmiştik ama biz bu sistemi partiler çatışması ve hatta
partiler kavgası haline dönüştürmüştük. Bugüne kadar hiçbir konuda iktidar
partisi ile muhalefet partileri anlaşamamışlar ve bu anlaşmazlıkları kavga
şekline dönüştüm1üşlerse bunun başlangıcını bu tarihlerde aramak doğru olur.
Ne olurdu Menderes; tarihi şahsiyet haline gelmiş ve Atatilrk'ün en yakın arka­
daşı olan, uzun süre başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapmış İsmet İnönü'ye
gerekli saygıyı gösterse, konuşmalarını daha ölçillü yapsa idi. Zararlı mı
çıkardı? Aksine daha da karlı çıkardı. Ama yapmadı. İsmet İnönü de keza çok
ağır tenkitler yapmıyor değildi. Ancak tahrik ediliyordu. 1954 seçimleri de da­
hil olmak üzere Türk milleti Demokrat Parti'ye gerekli desteğini vermiş ve o
partinin iktidarda kalmasını sağlamıştı. Seçim sistemi çoğunluk sistemi olduğu
için de mecliste aldığı oy oranının çok üzerinde sandalye adedine sahip
olmuştu. Yukarda değindiğim gibi, 1 954 seçimlerinden sonra memleketin
ekonom ik durumu gittikçe bozulmaya başlamış, birçok malın sıkıntısı
başgöstermiş, döviz rezervleri tükenmeye yüz tutmuştu. Artık Demokrat Parti
için zirveden iniş yavaş yavaş beliriyordu. Bu iniş iktidarı daha sinirli yapıyor,
iki parti arasındaki çekişmenin de dozu gittikçe çoğalıyordu. Öyle hale gelindi
ki, İnönü'nün yurt gezileri bile engellenmeye başlandı. En çirkini de Uşak'ta
başına taş atılması oldu. O taşı atan cahil vatandaş elbette kabahatli idi . Ancak
ondan çok kabahatli olanı memleketteki siyasi tansiyonu bu derece gergin hale
getirenler idi. Bunların sonucu iyi mi oldu? Demokrasi bu mu idi? Vatandaşlan
birbi rine düşman kamplar haline getirmenin adı demokrasi olabilir mi? Türk
m illt'.!ti asırlar boyu tek lidere bağlı olarak varlığını devam ettirmiş. Milleti, yeni
çok partili .sisteme yavaş yavaş alıştırmak, sevdirmek yerine çeşitli kan1plar ya­
ratılmasına ve bu kampların da birbirine düşman olmaları için her tilrlil çabayı
gösterdik. Neticenin nerelere vardığını da hep beraber gördük ve yaşadık.

Ah bu iktidar hırsı, koltuk hırsı yok mu, her kötülük buradan kaynak­
lanıyor.

1 955 yılına girdik. Şubat ayı sonlarına doğru idi. İzmir A isancak limanının
temel atma töreni yapılacak. Temel, B aşbakan Adnan Menderes tarafından
atılacak. Törene Genelkurmay Başkanını da davet ettiler. Baransel refakatine
beni de alarak İzmir'e götürdü. Yolda B ursa'ya uğradık. 5'inci Tümeni denet­
ledikten sonra İzmir'e geldik. Ertesi günü Gaziemir Havaalanı'nda Başbakan'ı
karşıladık. Karşılamanın şatafatlı olması için Parti teşkilatı civar illerden gelen-

100
leri de hava meydanına almışlar. Alan, ana baba günü idi. O tarihte İzmir'de
yurt içi bölge komutanlığı vardı. Komutanı da Orgeneral Cemal Gürsel idi.
Genelkurmay Başkanı ve Gürsel kalabalığa katılmadan bir kenarda beklediler.
Menderes'i ikaz etmiş olacaklar ki, kalabalığa katılıp otomobillere doğru gi­
derken dönüp bizlere teveccüh etti ve gelip hepimizin elini sıktı. Bir konvoy
halinde Alsancak Limanına gidildi. Yol boyunca da muazzam kalabalık vardı.
Tezahürat, yollan kesmeler, kurban kanlan ara'.Jında merasim yerine gidildi.
Orası da ayn bir alemdi. Menderes irticalen uzun bir konuşma yaptı. Tezahürat
burada da çok fazla idi. Menderes, esasında iyi bir hatip idi. Halk tarafından
da sevilen bir liderdi. Kendi kıymetini bilemedi. Eğer zafer sarhoşluğuna ken­
disini kaptırmasa, kanunlara daha saygılı olsa, plan ve program mefhumuna
uysa ve lüzumsuz sertliklere ve anti demokratik eylemlere başvurmasaydı iyi
bir devlet adamı ve lider olurdu. Kendisine yazık etti.
Temel atma töreninden sonra M anisa'daki Eğitim Tugayını, Balıkesir'deki
5'inci Kolordu Komutanlığını, Susurluk'taki Alayı, Eskişehir'deki Hava Bir­
liklerini denetleyerek Ankara'ya döndük. İşte Baransel'in Paris'e SHAPEX
tatbikatına gitmemesi olayı bu geziden sonra olmuş ve artık Genelkurmay
Başkanı Baransel ile Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes arasındaki ipler
iyiden iyiye gerilmiş ve nihayet Ağustos'ta kopmuştu. Ağustos sonunda Ge­
nelkurmay Başkanlığı'ndan ayrılmış, yerini Orgeneral İ. Hakkı Tunaboylu'ya
bırakmıştı. Bu olay Baransel'i çok üzmüş ve kısa bir süre sonra felç olmasına
sebep olmuştu.
Rahmetli eşim üçüncü çocuğumuza hamile idi. Maaş durumum biraz daha
düzeldiğinden, Bahçelievler'de üç oda bir solonlu eve taşınmıştık. Tabii yine
sobalı. Esasen o tarihlerde kalorifedi dairede oturmak bizlerin haddi değildi.
Hizmet erleri de çoktan kalkmış, sobayı yakmak, boşfiltmak, temizlemek,
kömür taşımak genellikle biz erkeklere düşerdi.
O tarihte Ankara'da lojman olarak Namık Kemal Mahallesinde Milli Savun­
ma Bakanlığına tahsisli muayyen miktarda daire mevcuttu. Orada oturmak
·
aklımızdan dahi geçmezken, ekim ayı içcrsinde arkadaşlarımdan biri koşarak
geldi ve bu dairelerden birinin bana çıktığı müjdesini getirdi. İnanamadım.
Meğer kur'a ile yapılan tahsiste kur'a bana çıkmış. O kadar sevindik ki
dünyalar bizim oldu. Kasım ayı sonu ile aralık ayı başlarında doğum bekliyor­
duk. Alelacele yeni evimize taşındık ve ilk defa kaloriferli bir evde oturmanın
zevkini tattık.

101
ÜÇÜNCÜ KIZIMIN DÜNYAYA GELİŞİ

30 Kasun günü doğum alametleri başlayınca eşimi alelacele Ankara


Doğumevine kaldırdım. Ben de aşağıda bek.leme odasmda beklemeye
başladım. Akşam üzeri 20. 15'te hemşire bana bir kız çocuğumuzun olduğunu
müjdeleyince gayri ihtiyari donup kaldım, "yine kız mı oldu" dediğimi
hatırhyorum. Teşekkür edip eve geldim. İki kızımız olduğu için bu sefer her
ikimiz de oğlan bekliyorduk. Allah vermedi.
Fakat seneler ilerledikçe ve çocuklarımız da hayırlı birer evlat olunca, iyi ki
kız çocuğu olmuş diye de Allah'a dua ettik.
Ertesi gün Doğumevine ziyarete gittiğimde; eşimin sıhhatinin iyi, fakat
doğumun yine de İstanbul'dakiler gibi kolay olmadığını öğrendim. Üçüncü
günü evimize çıkardım; zira hastane paralı idi ...

ANKARA'DAN yASSIVİRAN'DAKİ
.

TABUR KOMUfANUGI GÖREVİM İÇİN HAREKETİM

1956 yllına girdiğimizde, artık o sene 30 Ağustos'undan evvel Tabur Kom­


utanlığı görevi ile kıt'aya çıkmam gerekiyordu. Bu du-rum beni bir hayli
düşündürüyordu. 1 949 senesinden beri Ankara'da idim. Yedi sene sonunda
beni yine Ank.ara'da bırakmaları çok zordu. Komutanlarım beni her ne kadar
seviyorlarsa da, tayinler Kara Kuvvetleri Komutanlığında yapılıyordu. Kara
Kuvvetleri Tayin Şubesioc:leki subaylarda, Genelkurmay Karargfilunda bulu­
nanlara, hele sık sık dış ülkelere gidenlere karşı bir kıskançlık hissi vardı.
Bunu bildiğim için büyük bir ihtimalle Ankara dışına tayinimi bekliyordum.
Nitekim de öyle oldu.
Çatalca bölgesinde Yassıviran'daki Topçu Alayının 1 'inci Topçu Taburu
Komutanlığına tayininı çıktı.

ıaı
Bu Taburun bulunduğu yere evi götürmem mümkün değildi. Zira orada
köy bile yoktu. Bir tepenin üzerinde çifte nöbetçiler denilen bir mevkide idi.
İlk iki çocuğum okula başlanuşlardı. Üçüncü çocuğum ise daha dokuz aylık
idi. Ya İstanbul'a götürecek hafta sonları eve gidebilecektim veya Ankara'da
bırakacaktım. Kıt'a hizmeti bir sene idi. Bir sene sonunda nereye tayin ola­
cağım belli değildi ki İstanbul'a.götüreyim. Bir sene içinde iki ev nakli nasıl
yapabilirdim. Bu düşünce ile Ankara'da btrakmaya karar verdim ve Yassıviran
Çifte Nöbetçilere yalnız gittim. İlk defa eşimden ve çocuklarımdan ayn bir yıl
geçirecektim. Bir taraftan beni böyle bir yere tayin edenlere kızıyor, diğer ta­
raftan da hak veriyordum. Öyle ya yedi senedir Ankara'da üç sene de
İstanbul'daki Akademi tahsilini hesaba katarsam toplam on senemiz
Türkiye'nin en büyük iki şehrinde geçmişti. Aslında Akademi tahsili do­
layısıyla İstanbul'da geçen senelerimi saymamak daha doğru olurdu. Zira
İstanbul'un nimetini değil cefasını çekmiştik. Fakat personelciler onu da hesa­
ba kabyorlardı. Eşime üç küçük çocuğumuzun bütün sorumluluğunu bırakarak
çok üzgün ve moral bozukluğu içerisinde Yassıviran'a 30 Ağustos'tan birkaç
gün evvel gittim ve fiilen göreve başladım. Tümen Komutanı rahmetli
Tümgeneral Muharrem İhsan Kızıloğlu idi. Tümenin harekat şube müdürü
Çankın'daki Piyade okuluna dokuz aylık tekamül kursuna gibniş, Tümenin
Kurmay Başkanı ayrılmış henüz yerine tayin olmamış. Bir tek kurmay subay
var. Tümen ekim ayında da büyük bir NATO tatbikauna hem de atışlı bir tat­
bikata iştirak edecek. Tümen Komutanı benim Genelkurmay Tatbikatlar
Şubesinden geldiğimi ve bu işleri planlayan subay olduğumu da biliyor. Bun­
dan dolayı daha Tabur Komutanlığına başlamadan Tümenin Harekat Şube
Müdürü kurstan dönünceye kadar beni geçici olarak Tümen Harekat ve Eğitim
Şube Müdürlüğü görevine verdi. Tümen Komutanı ile hemen hemen her gün
arazide dolaşmak suretiyle tatbikatı hazırlıyor, provaları yaptırıyorduk. Hiç
boş zamanımız yoktu. Tabir caiz ise başımı kaşıyacak vak.tim yok. Tatbikat za­
manı geldi ve yüzümüzün akı ile tatbikatı iyi bir şekilde bitirdik. Tekrar
Yassıviran'a döndük. Kısa bir süre sonra, zannederim kasım ayı başlarında
kursta bulunan Tümenin Harek�t ve Eğitim Şube Müdürü geldi. Tümen
Komutanı benim arzu edersem Personel Şube Müdürü olarak Tümende kalabi­
leceğimi söyledi. Ben de kendisine gösterdiği bu itimattan dolayı teşekkür et­
tim, Tabur Komutanlığı görevini tercih ettiğimi bildirdim. O zaman Tümen
Komutanı "ben de olsam böyle karar verirdimn dedi. Böylece Tümen Ka­
rargahındaki görevim sona ermiş ve Tabur Komutanlığı görevim fiilen
başlamıştı. Geceleri yattığım oda, Tabur Komutanı makam odasının hemen
yanında bulunan alb-yedi metre karelik bir oda idi. Gündüzleri eğitim ve diğer
görevlerle meşgul olduğumdan çabucak geçip gidiyordu. Ancak akşamlan bir
türlü bitmiyordu. Bereket ki muavinimin evi İstanbul'da olduğu için beş gün
kışlada kalıyordu, aynı zamanda da sınıf arkadaşımdı. Hafta sonları o da ve

103
diğer evleri İstanbul'da olan subaylar da İstanbul'a giderler ve ben genellikle
yapayalnız kalırdım. Kış aylan bir türlü geçmek bilmezdi.
Bu anıda büyük kızım Şenay'ın ağır ve ateşli bir hastalık geçirdiğini
aldığım mektuptan öğrendim. Üzüntüm son haddini buldu. Yapacak bir şeyim
yoktu ki. Kısa izin alıp Ankara'ya gidip geldim. Onlara biraz moral verdim o
kadar. Bana kim moral verecekti. Bu sıkıntılar yetmiyormuş gibi, kurban bay­
ramından, istifade ile Ankara'da çocuklarımın yanında bulunduğum bir sırada
bayramın ikinci günü ağabeyimden İzmirde bulunan babamın ağır hasta
olduğunu ve acele gelmemi bildiren bir telgraf aldım. Meğer vefat etmiş, git­
tiğimde cenazesini yatakta gördüm. Bana çok dokundu. Aile topluluğumuzda
bu ilk kayıptı. En sevdiğim bir varlığım gitmişti. Sabaha kadar cenazesi
başında ağlaya ağlaya bekledim.
Vefat tarihi 7 Mayıs 1957. Gerçi 86 yaşında idi. Ölümü normal kabul edil­
mesi gerekir. Hep öyle söylenir. Birçokları keşke ben de o kadar yaşasam
diyebilir. Ama babasını seven bir evlat için hiç de öyle olmuyor. İsterse 1 00
yaşında olsun. Dünyada be ş kuruş bırakmadan çok arzu etmesine rağmen bir
ev sahibi olamayan, dinine bağlı ancak aydın fikirli, Atatürk'ü seven,
doğruluk ve dürüstlük timsali sevgili babamı elimle toprağına yerleştirip tekrar
Ankara'ya döndüm. Birkaç gün sonra da görevimin başına gittim. Kim gi­
derse gitsin hayat mücadelesi devam ediyordu. Biz de topraktaki yerimizi
alıncaya kadar hayatla olan mücadelemizi sürdürecektik. Buna mecburduk.
Sıkıntılı günlerime, bir de bu babamın ölümü karıştı. Saçlarım işte burada,
yani Çifte Nöbetçiler denen mahalde ağarmaya ve dökülmeye başladı. Aradan
28 yıl geçtiği halde şu satırları yazarken yine o günlere dönüyorum. Gözlerim
yine yaşlanıyor ve notlarıma ara veriyorum. Zira yalnız babam değil, sevgili
eşim, annem, iki ağabeyimin ölüm halleri gözlerimin önünden gitmiyor. Onlar
gitmedikçe de kalem oynatmam çok zor. Allah kimseyi hayatta yalnız
bırakm asın.
Kıt'a hizmetimin bitme�ine üç ay kadar kalmıştı ki Alay Komutanım Topçu
Albay Burhanettin Deran bir akşam felç oldu. Gece vakti İstanbul'a hastaneye
kaldırdık. Alayın dört tabur komutamndan en kıdemli ben olduğum için Alay
Komutanlığına vekalet etme görevi de bana düşüyordu. Esasında diğer üç ta­
bur komutanı benden evvel Harp Okulu'ndan mezun olmuşlardı. Biri 1937,
diğeri 1 936 ve üçüncüsü de 1 935 senesinde mezun olmuş, ben ise 1 938'li
idim. Kurmay kıdemlerimle onların önüne geçtiğim için vekalet etme bana
düşüyordu.
Burhanettin Bey'in hastalığı kolay iyileşecek bir hastalık değildi; nitekim 30
Ağustos'a kadar hastane tedavisi devam ettiğinden benim de Alay Komu­
tanlığım o tarihe kadar sürdü.

104
YARBAYLIGA TERFÜM
VE 1 'İNCİ ORDU'DAKİ YENİ GÖREVİM

Ağustos ortalarında tayinim geldi. İ stanbul'dak.i 1 'inci Ordu Harekat ve


Eğitim Başkanlığı Eğitim Kısım Yardımcılığına tayin edilmiştim. İstanbul ol­
masına rağmen bu tayine sevinemedim . Zira İ stanbul'da hayat çok pahalı , ev
kiralan ise ateş pahası idi . Yassıviran'dan İ stanbul'a gidip nasıl ev araya­
caktım, Cumartesi, Pazar günleri gitmekle ev nasıl bulunurdu. Daha ziyade
Beşiktaş semti olmak üzere birkaç kez civar yerlerde çok ev aradımsa da ke­
seme uygun ev bulamıyordum. Zaten ev sahipleri subay olduğumu anlar anla­
maz benim o kirayı veremeyceğ i m i yüzüme karşı söylemekten
çekinmiyorlardı.

Tam bu ev aramaları sırasında bir de Almanya'da yapılacak NATO manev­


ralarına 1 'inci Ordu müşahidi olarak seçildiğim haberi gelmez mi? Sevinmem
gerekirken üzüldüm. Gidip gelmem bir on günü alıyordu. Bu on gün benim
için çok önemli idi. Ev aramasına ara verip, yanımda diğer bir Kurmay Albay­
la Almanya'ya hereket ettik. Ben de 3Ö Ağustos 1 957'de Yarbay olmuştum.
Almanya dönüşü Ankara'ya gidip evi toparladım ve İ stanbul'a gelip Ordue­
vi'ne yerleştik.

O zamanki Orduevi eski Harbiye binasında kontrplaklarla ayrılmış odalar­


dan ibaret ve içersinde kedi büyüklüğünde farelerin dolaştığı, tahtakurusu ile
dolu, bakımsız berbat bir haldeydi. Eşimle birlikte hemen hemen her gün ev
aramaya çıkıyorduk. Nihayet Beşiktaş'ın Ihlamur semtinde bostan tarlası
içersinde eski yapı iki katlı bir evin zemin katını kiralamak zorunda kaldık.

Geceleri karım ve çocuklarımın yalnız kalmaları bir mesele idi, etraf o kadar
tenha ve karanlıktı. Evi doğru dürüst görememişim. Meğer banyosu rezalet
ısıtma tertibab yok. Mutfağı sonradan ilave edilmiş, yağmur yağdığında her ta­
rafı akar bir halde imiş. Tavanına portatif çadır germek zorunda kaldık.
.
Bu sıkınblar yetmiyormuş gibi, bir de ortanca kızım hastalanmaz mı? Bir­
kaç doktora gitmemize rağmen ateşini bir türlü düşüremedik. Grip dediler, ati­
pik pnömoni dediler ama verilen ilaçlar fayda vermiyordu. Nihayet bir dokto­
run tavsiyesi ile rahmetli doktor İ hsan Sabri Sabar'a götürdüm. Enfiltrasyon
teşhisini koydu. Yani çocuk·bir yerden tüberküloz mikrobu almış, başlangıçta

1 05
yakalaımşız. Ona göre tedavi değiştirdik. Her gün muntazam bazı ilaç ve
iğnenin yapılması gerekiyordu.
Civarda iğne yapan bir klzcağlz bulduk. Bir defasında gelemedi. Bu hal bir
daha tekerrür edince, benim iğne yapmayı öğrenmem gerektiğine inandlDl.
Tarif üzerine ilk iğneyi o kızın nezaretinde yaparken çektiğim heyecaru hiç
unutamam. Ya yanlış bir yere iğneyi saplar da çocuğuımm sakat kalmasına se­
bep olursam? Bu heyecerum bir hafta kadar devam etti. Bir şey olmayınca ce­
saretim artll ve ondan sonraki iğneleri rahatlıkla yapmaya başladım. Kısa süre
sonra çocuğun ateşi düşmeye başladı ama evimizin huzuru kaybolmuştu. Bir­
taraftan da ev araştırıyor, fakat bulamıyordum. Bu böyle olmayacaktı. Bir
aralık eşimin de caruna tak dOO.iği için bari Kore'ye talip ol, sen oraya gidersin
ben de A/aşehir'e babamın yanına giderim dedi. O zamana kadar bu husus hiç
aklıma gelmemişti. Ankara'daki arkadaşlarıma beni buradan tayin etmelerini
yazinıştım ama, Kore'ye gitmem akluna gelmemişti. Kızgın bir zamarumda di­
lekçemi yazıp verdim. Benim de car11D1a tak etmişti.
O tarihlerde memleketin her tarafında yokluklar ve pahalıhk süratle
yayıhyordu. Et alabilmek için sabahleyin erkenden kasap dükkanında sıraya
girmek gerekiyordu. Geç kalmırsa bulunmayabiliyordu� Etler de Avustral­
ya'dan kesilmiş olarak gelmiş üzeri beyaz kumaşla kaph kart sığır etleri idi.
Halk buna hemen isim bulmuştu; "Kefenli Et" Sabahın çok erken saatlerinde
kasaba gihnek. kapı.cılarla birlikte üniformamla sıraya girip itiş tepiş et almam,
oturduğumuz evin verdiği zorluklar, bunun neticesi huzursuzluk iş hayatıma
da sirayet ediyordu.

HARP AKADEMİSİ'NDE OOREI'MENLİGE TAYİNİM

Aralık ayuun başlan idi ki, İstanbul'daki llarp Akademileri öğretmenliğine


tayinim çıkageldi. Buna sevindim çünkü evimin bulunduğu semt, Akademiye
yaklOOı.
15 Aralık 1957 günü yeni görevime başladun. Lojistik öğrebnenliğine ver­
mişlerdi. Esasmda Akademide Lojistik öğretmeni vardı. Ancak 1 958
Ağustos'unda kıt'aya çıkacağı için beni ona yard1D1c1 olarak vermişlerdi.
Bugüne kadarki kurmay görevlerimde hiç lojistik hizmetlerinde çalışma­
mıştım. Zorluk çekecektim. Gidiple, "Ben lojistik hizmetlerinde hiç
çalışmadun. Beni Harekit öğrebnenliğine verin" demeyi gururuma yedireme­
dim. Hani harll bu konu ile ilgili kitap, talimname ve eserleri okumaya
başladım. Geceleri evde çalışmam mümkün değil� zira çalışacak oda yoktu.
106
Büyük kızım hemen yakınımızdaki ilkokula devam ediyor. ortanca kızını
ise tedavisi dolayısıyla üç ay okula gidemiyor. kitaplardan derslerini takip
ediyordu.
Akademide yeni tanışbğım arkadaşlara ev aradığımı, çok sıkıntıda
olduğumu, civartannda bana münasip ev bulurlarsa haber vermelerini tambih
etmiştim. Akademi öğretmenlerinden birinin Fatih Çarşamba semtinde bir
apartmanı varmış, bir dairesi boşalmış; uygun fiyatla da bana kiraya verebi­
leceğini söyledi. Hemen eşimle birlikte gidip gördük ve beğendik. Akademiye
uzakb. sapa bir semtti ama ev güzeldi. Kış ortasında derlıal taşındık. Artık çok
rahatUk. · Evimizin huzuru da gelmişti. Ortanca çocuğum da burada okuluna
başlanuş. bir taraftan da tedavisine devam ediyorduk.

KORE TIJGAYINA TAYİNİM

Kışı da atlatmış. Mart ayının son yansına gelmiştik ki; Akademide bir gün
öğrennen arkadaşlarımdan birisi "Kenan haydi hayırlısı Kore Tugayı Harekôt
ve Eğitim Şube Müdürlüğüne tayi11in çıktı " demez mi? Evvela bir şaşkınlık
geçirdim. İnanmak istemedim ama verilen bilgi şaka değildi. 3 Nisan'da
İzmiı'de bulunmam gerekiyormuş. Akşam evde bu haberi verince rahmetli
eşim başladı ağlamaya. bunu değiştirtmek mümkün değil mi diye sordu. Değil
dedim. Ancak hastalık sebebi ile tayin iptal edilebilirdi. Kore Tugayına tayini
çıkanların bu tayininin değiştirilmesinin mümkün olmadığını gayet iyi biliyor­
dum. Tayin isteğimi belirten dilekçemi hangi haleti ruhiye içerisinde verdiğimi
daha evvel izah etmiştim. Gerçi şimdi o sıkmblı dönem atlablmıştı ama. ben
dilekçe venliğimi bile unutmuştum. Artık olan olmuştu. Yoldan dönmek
imkansızdı. Çocukların okulları vardı. Onun için onları İstanbul'da bırakıp 3
Nisan'da Seferihisaı'da bulunacak şekilde Akademi ile ilişkimi kesip Seferihi­
sata hareket ettim. Tesadüfe bakınız ki yanına yardımcı olarak. verildiğim Lo­
jistik Öğretmeni Kurmay Albay Fuat Bey de Kore Tugay Komutan
Yardımcılığına tayin edilmişti. Böylece ikimiz de aynı zamanda okuldan
aynlmış olduk. 9'uncu Kore Tugayının teşkili. eğitimi, atışları ile meşgul ol­
mak: benim görevimdi. Üç ay içinde bütün hazırlıklann bitmesi gerekiyor­
du. Biz böyle gece gündüz uğraşırken Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce bını­
dan böyle Kore'ye gidecek subay ve astsubaylara bir senelik kıdemin
verilmeyeceğine dair bir kanun da kabul edilmez mi? Bütün subay ve astsu-

107
baylan büyük bir telaş ve hayal kırıklığı kapladı. Ben yapılan bu hatanın er geç
düzeltileceğine inanmıştım. Zira sekiz sene Kore'ye giden birliklerdeki subay
ve astsubaylara bir sene kıdem vereceksin, dokuzuncu seneye gelince aynı Tu­
gayın mensuplarına bu hakkı tanımayacaksın. Bu büyük bir haksızlıktı.
Şartlarda bir değişiklik olmadığına göre dönüşte biz bu hakkımızı Danıştayda
açacağımız dava ile alacağımıza inanmıştım. Nitekim de öyle oldu. Dönüşte da­
vayı kazandık. Bütün mesele kıskançlıktan doğuyordu. B i rçokları "Efendim
hmp bitti. Giden subay ve astsubaylara iki maaş veriliyor. Orada aldıkları par­
alarla da birçok eşya getiriyor. Bir de bir senelik kıd�nı neden veriliyor" diye
tenkit ediyor ve sonunda da durum meclise intikal ettirilerek o kanun
çıkartılıyor. Peki 4'üncü Tugaydan itibaren Tugaylar da aynı durumda değil
miydi? Neden onlara bu kıdem verildi. Eğer Harp sona erdikten sonra giden
kafilelere bu hak verilmeseydi elbette kimse bir hak iddia edemezdi.

Çocukların okulları sona erdiğinde izin alarak İstanbul'a gittim, evi topar­
ladım. eşyaları Alaşehir'e eşimi ve çocukları Seferihisar'a getirdim. Yirmi gün
kadar Askeri Gazino misafirhanesinin bir odasında hep beraber kaldık.

Günler sayılı olunca çok çabuk geçtiği malam . Kore'ye hareket zamanı
yaklaştıkça üzüntümüz artıyordu. Özellikle eşim çok üzülü-yordu. Bunun
kabahatinin kendisinde olduğuna inanıyordu. Çünkü beni dilekçe vem1eye zor­
layan kendisi idi. Ben kendisini teselli etmeye çalışıyordum ama o üzüntüsünü
yenemiyordu. Haksız da değildi. Gideceğim ülke dünyanın öbür ucu. Her an
yine savaş başlayabilir. Bir sene müddetle üç çocukla yalnız kalacaktı. Gerçi
Ala-şehir'de annesi babası ile birlikte olacaktı ama, evlendikten sonra aMe
baba evi insanın kendi evi gibi olmuyor. Bereket versin ki İstanbul'da hastala­
nan ve tedavisi devamlı yapılan ortanca kızımın hastalığı tamamiyle iyileşmişti.

Ankara'da Genelkurmay Karargfilunda çalışırken Alaşehir'de teşekkül eden


ve ağ.abryimin de dahil olduğu 1 9 kişilik bir yapı kooperatifine. ben de dahil
olmuştum. Kooperatif iyi çalışmış ve evler birkaç aya kadar bitirilip teslim
edilecekti. Eşim ve çocuklarım da o zamana kadar kay\(lpcderlerde kalacak, bi­
ter bittnez evimize taşınacaktı.

İzmir'den hareketimize on gün kadar bir zaman kalmışu ki, her iki Tugay
Komutan Yardımcılarımız Kurmay Albayların tayini çıku.

Yerlerine Kurmay Albay Reşit Pasin ile Kurmay Albay Bekir Ecevit tayin
edildiler. Bu da büyük bir hata idi. İki aydan fazla bir zamandan beri Tugayla
birlikte olan iki yardımcının alınına sebebi bizce belli olmamakla birlikte, bazı
ş ikayet ve iltimasların rol oynadığı söylendi. İki Albay da haklı olarak çok
üzüldüler. Tugay subayları da çok üzülmüşlerdi fakat yapılacak bir şey yoktu.
Tugay Komutanımız ise daha bizim Tugayın teşkil emri çıkmadan evvel 8'inci
Kore Tugay Komutanı hakkında vaki bir şikftyet üzerin� Kore'ye erken git-

108
tiğinden, en kıdemli olan Komutan Yardımcısı Albay Reşit Pasin Tugay'a ve­
kalet ediyordu.

İZMİR'DEN KOREYE HAREKET

Tugay Amerikalılarca temin edilen iki gemi ile iki kafile halinde Kore'ye
naklediliyordu. Ben ilk kafile ile gidecektim . Gemide aşağı yukarı 3000 kişi
idik. Geminin icra subayı olarak da ben seçilmiştim. Haziran ayı ortalarına
doğru İzmiı'den benim bulunduğum ilk kafile hareket edecekti.

Hareket günü gelip çatmışu. Cumhuriyet meydanı uğurlayıcılarla hınca hınç


dolu idi. Bütün askerler ve subay astsubaylar gemiye bindirildikten sonra beni
uğurlamaya gelen karım. çocuklarım , annem, ağabeylerim, ablam, onların
eşleri ve çocukları kayınpcder ve valide, diğer iki bacanağım ve çocukları ve
diğer akrabalarla teker teker kucaklaşarak vedalaştım.

Ağlamalar, sarılmalar v.e öpüşmelerden sonra gemi merdivenlerine doğru


yürüyor bir taraftan da ban�mmn çaldığı marşlarla içimde tuhaf bir burukluk
hissediyordum. Gemiye girdikten biraz sonra düdük sesleri bando sesleri
arasında gemi yavaş yavaş rıhtımdan ayrılmaya başladı. En üst güverteye çıkıp
beni uğurlamaya gelenlere mendil sallaya sallaya uzun süre orada kaldım.
Aruk Türkiye ile bağlar kopmuş. sefer hükümlerinin uygulanmaya başlandığı
bir dönem başlamıştı. Önümdeki bir sene bana neler getirip neler götür�cekti.
Sağ salim geriye dönebilecek miydim? Tekrar savaş başlar mıydı? Kafamda
bi rçok soru dolaşıyor cevaplarını bulamıyordum. Ailemin bütün fertlerinin
rıhtımdan ayrılırkenki manzarası bir türlü gözlerimin önünden kaybolmuyor;
sersem gibiyim. Geminin bütün disiplin. yemek, temizlik sorumluluğu benim­
di. Gemi Komutanından sonra hemen hemen işlerin çoğu icra subayında
düğümleniyordu ki o da bendim. İzmir gözden kaybolurken ben de göreve
sarıldım. Geminin içinde 3000 kişiye yetecek kadar yatak vardı fakat yemek
yiyecek böyle büyük bir salon yoktu. Öğle yemeği zamanı geldi. Askerleri
daha evvel hazırladığımız bir plana göre sıra ile yemekhaneye almaya başladık.
Yemekler self servis. olarak v.eriliyor, yemeğini yiyen hemen çıkıyordu. Saat
15 .00'i geçtiği halde yemek yiyenler hfila bitmemişti. Akşam yemeği zamanına
yaklaştık yemek yine devam ediyordu. İlgili Amerikalı subay bana müracaat
ederek 5000 kişiye yemek verdiklerini fakat yine de sonunu alamadıklarını
söyleyince oparlörle bütün gemiye anons yapmak lüzumunu hissettim. Bunun
sebebini araştırınca anlaşıldı ki bizim mehmetçikler Amerikan yemeklerini
beğenmişler. Beğenmişler ama yemek az. yanında ekmek iki dilim olunca
yemeği yer yemez dolaşıp tekrar sıraya giriyor iki hatta üç defa yemek yiyenler

1 09
oluyormuş. Bunu gemideki bu düzenle önlemek mümkün değildi. Geminin
matbaasında hemen 30 günlük birer kame bastınldı. Her ere bir kame verildi
kapıdan girerken o günkü taı;,ihe göre kapıda bekleyen bir Amerikalı personel
tarafından karnesi zımba ile deliniyor, karnesini göstenneyene de yemek veril­
miyordu. İki gün sonra işler düzene girdi.

Gemimiz Süveyş kanalına ginneden önce İsmailiye limanında bir müddet


bekledi. O tarihlerde Mısır Cumhurbaşkanı Abdülnasn'm en gözde olduğu de­
virdi. Türkiye ile Mısır'm münasebetleri hiç iyi değildi. Bunu Mısır halkı da
biliyordu. Geminin etrafında sandallarla dolaşan Mısırlı halk gemidekilere ha­
karet ediyor. Nasır'm resimlerini göstererek onu metheden biz Türklere ise ha­
karet amiz sözler sarfediyorlardı. Gemideki personele karşılık vermemelerini
ve dışarıya çıkmamalanru tembih etmek suretiyle herhangi bir çirkin olayın
meydana gelmesini önlemeye çalışıyorduk.

Süveyş kanalına girmeden evvel Gemi komutanı Süveyş'te seyrettiğimiz


sürece personelin kamaralanndan dışanya çıkmamalanru zira kanalın iki ya­
kasındaki bazı Mısırlılann gemiye öteberi atabileceklerini ve hatta ateş de ede­
bilecekleri ihtimalinin bulunduğunu mecbur olmadıkça bu emre riayet edilme­
sini istedi . Bunu da temin yine bana düşüyordu. Mütemadiyen dışanda
dolaşmak suretiyle bunu temin edebildim. Bir. olay olmadan da Süveyş'i
geçerek Kml Deniz'e indik. Sıcak gittikçe artıyor tahammül edilmez hal
alıyordu. Herkese tuz haptan dağıtılıyor ve günde birkaç tane alınması sık sık
hatırlatılıyordu. Almayanlarda fazla tuz kaybından dolayı ani bayılmalar
görülüyordu. Bilhassa mutfakta ve bulaşıkhanede sıcak karşısında çalışanlarda
bu bayılmalar daha çok oluyordu. Mekke hizasına geldiğimizde gemi durdu.
Bütün subay astsubay ve erler güvertelere çıktı. Topluca iki rekat nafile namazı
kıldık. O kızgın güneş altında iki rekat namaz kılıncaya kadar herk.es denize
girip çıkmış gibi terden smlsıklam oldu. Üzerimizde kısa kollu bir gömlek ve
keten kısa pantolan olmasına rağmen bu kadar terlemiştik. Güneye indikçe
sıcak daha da çoğalacaktı. Gemi su, akaryakıt ve erzak ikmali yapmak için
Aden limanına uğradı. O tarihte Aden İngiliz sömürgesi idi. Sabah limana gir­
dik. İkmal akşama kadar devam edecekti. Subayların bir kısınma şehri gezme
müsaadesi verdik. Bu arada ben de çıktım. Liman civanndaki Aden şehri bir
İngil� şehri idi. Avrupa şehirlerinden farkı yoktu. Burada İngilizler oturuyor­
lardı. İçerdeki şehir Araplara ait olup zavallı bir halde idi. Toprak evler, sokak­
larda entari ile oturan halk, pislik ve sefalet hemen göze çarpı yordu. İki şehir
arasında tarif edilemeyecek kadar fark vardı. Tam bir sömürge idi. Gemi bura­
dan sonra bir daha ikmal yapmadan Kore'ye kadar gidecekti. İzrnir'den bu ik­
mali yapamıyordu Çünkü Amerikalılann standartlanna göre gıda maddesi bu­
hmanuyordu.

1 10
Akşam Aden'den hareket ettik ve Hint Okyanusu'na açıldık. O güne kadar
çok sak.in sularda seyreden gemimiz ertesi günden itibaren Hint Denizi'nin
meşhur dalgalan ile boğuşmaya başladı. 3000 kişiyi taşıyan o dev gemi okya­
nusta bir sandal gibi sallanmaya, zaman zaman batıp çıkmaya başlayınca per­
sonelin büyük kısmını deniz tuttu. Asker olsun subay olsun denize alışık ol­
mayanlar yataktan dışan çıkamıyorlar, bir lokma yemek dahi yemiyorlardı.
Ayakta kalanlar 500 kişi kadardı. Ayakta kalanlar arasında ben de vardım. Üç
beş gün bu sallanma devam etti. Personelin bir kısmı zaman ilerledikçe denize
alıştılar. Dolayısıyla hastalanan miktar da zamanla azaldı.

Deniz yolculuğu bir gün. üç gün, nihayet bir hafta zevkli oluyor. Ama hiç
kara yüzü gönneden gece gündüz mütemadiyen denizde seyretmek insanı
sıkmaya başlıyor. Gemide eğlence imkaru da yok. Kuş bile görmemek, ka­
maralara kapanıp kalmak çok sıkıcı oluyor. On günden fazla günlerimiz hep
böyle geçti. Nihayet Taylandlılann Kore'ye bizimle beraber gidecek olan bir
bölük askerini almak üzere Bangkok limanına uğradık. Fakat aksiliğe bakın ki
Bangkok'ta bulaşıcı bir hastalık olduğundan gemi nhtımdan birkaç mil uzakta
demir attı. Tayland bölüğü ufak bir gemi ile bizim gemiye yanaşmak suretiyle
erlerini gemimize aldık. Şehrini de çok uzaktan seyredebildik. Gemi kaptanı
motorla şehre gittiğine göre bel.ki de bizim şehre çıkmamızı önlemek için böyle
bir tertip düşünülmüş olabilir diye de aklımızdan geçirmedik değil

B angkok'tan ayrıldık. Artık çok az bir zamanımız kalmıştı. Bizim erlerle


Taylandlı erler ilk gün gayet samimi oldular. Hiçbir olay olmadı. Banyo ve tu­
valetler müşterek olduğu için yan yaha olan koğuşlardaki erler de aynı tuvalet­
leri kullanıyorlardı. Taylandlılar dini inançları gereği yüzünü yıkadıkları bir
yerde ayaklannı yıkamazlannış. Akşamlan bizim mehmetçikler lavabolarda
ayaklarını da yıkayınca aralarında münakaşalar başlamış. İki er de bu yüzden·
ilişmişler. Bu iki er üst güvertede dolaşırlarken tekrar atışmışlar. Taylandlı er
cebinde taşıdığı bıçakla bizim ere saldırmış, bizim metunetçik de Taylandlırun
elinden btçağı kaptığı gibi eri denize atmaya kalkışmış. Bereket civardaki erler
tarafından olay büyümeden önlenmiş. Durum bana intikal ettirilince
başlarındaki Bölük Komutanlarını çağırdım. Kendisine Türk askerinin bazı
özelliklerini anlattım. Hele bıçakla saldırmalara hiç hoşgörü ile bakamaya­
cağım bir daha böyle bir olayın cereyan etmemesi için erlerine gerekli tembi­
hatta bulunmasını, ben de bizim erlere misafir olan Taylandlılann dini
inançlarına saygı göstermelerini ve lavabolarını ayırmaları hususunu
söyleyeceğimi bildirdim. Olay da böylece kapandı ve Kore'ye ayak basıncaya
kadar başkaca bir olay olmadı.

İzmir'den hareketimizden 30 gün sonra sabah erken saatte Güney Kore'nin


İnchon limanına yanaştık. Gemiyi iki saat içinde terk etmemizi söylediler. Zira

111
orada kuvvetli cezir olur ve dolayısıyla deniz de bir hayli çekilinniş. Bizi başta
Tugay Komutanı Tuğgeneral Rasim Atakan olmak üzere S'inci Tugayın bazı
ilgilileri, Amerikalılar, Koreliler, merasimle karşıladılar. İki saat sonra gemi
rıhtımdan uzaklaştı, kısa bir müddet sonra da deniz yavaş yavaş çekildi. Civar­
daki sandallar denizin dibindeki çamurlar üzerinde kaldı. İlk defa cezir hadise­
sini gördüğümüzden hepimizin ilgisini çekmişti bu olay.

KORE'DE BİR YIL

Bütün personel gemiyi boşalttıktan sonra garnizonlarımıza hareket ettik.


Birkaç gün sonra Kore'den ayrılacak olan S'inci Tugayın birinci kafilesi aynı
gemiye binmeye başlayacaktı. Görevi S'inci Tugayın Harekat ve Eğitim Şube
Müdüründen teslim almaya başladım. Sorumluluk bölgesini beraberce
dolaştık. Savunma Planlan üzerinde gerekli bilgileri aldım.

Çalıştığımız yerler çadır, yattığımız yerler de çadırdı. Senenin en sıcak


günleri idi. Rutubetli bir memleket olduğundan sıcak bunaltıcı oluyordu.
Bölgeyi gezimiz esnasında ilk dikkatimi çeken, her tarafın pirinç tarlaları ile
kaplı olması, yolların çok dar ve stabilize oluşu, halkın çok fakir fakat uysal
bir tabiatta oluşu, köylerin hiçbirinde elektrik bulunmayışı gibi hususlar oldu:;
Kısa bir zaman sonra Amerikan Kolordusuna mensup birlikleri ziyaretimizde
onların barakalara ve hatta biriketten yapılmış binalara yarleşmiş olduğunu
gördük. B iz neden ç�dı rda kalıyorduk. Kore'de doğru dürüst birliği olan
yalnız Amerikalılarla biz kalmıştık. Diğer ülkeler birliklerini çekmişler yalnız
Seul'de sembolik olarak mesela manga çapında asker bırakmışlardı. bizim de
barakalı yerleşme düzenine geçmek istediğimizi söyledik. Barakayı ve kurul­
m ası için gereken kereste, çivi gibi malzemeyi vereceklerini, ancak kurul­
masına karışmayacaklarını bildirdiler. Kabul ettik. Kısa bir süre içinde baraka
ve malzemeleri gelmeye başladı. Evvela erler içindeki sanatkarlarla baraka kur­
ma işine başladık. İnce marangozluk işleri için de boğaz tokluğuna Koreli sa­
natkarları çalıştırmak suretiyle kısa sürede gamizonlarımız barakalı iskfuıa
geçmeye başladı. Her garnizonun hemen yanında ve yakınındaki köylerdeki
Koreliler hemen hemen Türkçeyi rahatlıkla konuşuyor ve anlaşmada hiçbir
sıkıntı çekmiyorduk. Her garnizonda ve özellikle Tugay Karargfilıının bulun­
duğu garnizondaki Koreliler de telaffuzları değişik olmakla beraber güzel
Türkçe konuşabiliyorlardı. Halk çok fakirdi . Fakat bu fakirliğine rağmen

1 12
giyimleri çok temizdi . Umumiyetle beyaz elbiseyi tercih ederlerdi. Pirinç tar­
lasında, su ve çamur içinde çalışırken dahi üzerlerinde beyaz elbise bulwıurdu.
Yemek zamanlan telörgü ile çevrili birliklerin yanına ellerinde tencere ve te­
nekelerle birçok kadın, erkek, çocuk, yanaşır ve yemek artıklarını alırlardı. Bu
artık yemeklerin iyilerini kendileri yer, artanını domuzlara yediri rlerdi.
Köylerine girerken oraya mahsus olan kurutulmuş balık ve turşu kokusu in­
sanı rahatsız ederdi. Hırsızlık çok fazla idi. Türk birliklerinin bulwıduğu garni­
zonlarda hırsızlık yapmazlardı fakat Amerikan garnizonlarından her türlü mal­
zeme ve bu arada silah dahi çalınırdı. Bizde hırsızlık olmayışının en büyük
sebebi nöbetçilerimizin sık ve dikkatli olmalan aynca her nöbetçide mermi bu­
lunması idi. Amerikan garnizonlarında yalnız giriş yerlerinde nöbetçi bulunur,
ççvre nöbetçileri ise yok denecek kadar az olurdu. Mern1i de bulundurmaz­
lardı. Hırsızlar o kadar cesur ve maharetliydiler ki. şayet herhangi bir jeep
aracı yokuşa tırmarurk�n ağır gidiyorsa, aracın arkasında bulwıan yedek teker­
lek (stepne) rahatlıkla çalınabilir veya şehi rde şoför aracını terk etmiş de bir
dükkana girmiş ise. araç olduğu gibi çalınır ve bir daha da bulunmazdı. Ençok
tursızlık Amerikan px'lerinde yani kantinlerinde olurdu. Bir gün Amerikan ana
deposuna kantin malzemesi getiren treni olduğu gibi soydular. Bütün buna
rağmen halk üzerinde ne silah ne de bıçak bulundururdu. Halk çok çalışkan
uysal bir karaktere sahipti. Türklere karşı hayranlıktan ve sevgileri sonsuzdu.
Amerikalıları bizim kadar sevmezlerdi. Sorduğumuzda onların burada bulun­
malarında kendi menfaatleri de var. Fakat siz Türklerin hiçbir çıkarınız yok.
Aynca 1 950- 1953 arasında Türk Tugayının savaşlarda gösterdiği üstün cesa­
rete de hayranız derlerdi.

Kore'ye ilk ayak bastığımızda ve müteakip günlerde çekik gözler, yuvarlak


yüzler, çıkık elmacık kemiklerini yadırgamıştık. Zamanla bu tiplere alışmaya
ve güzel bile görmeye başladık. Telörgü dışına askerlerin çıkması yasaktı, haf­
ta sonları münavebe ile izin verilirdi. Subay ve astsubaylara da akşamlan
muayyen günlerde telörgü dışına çıkma izni vardı. Yani bütün zamanımız o
daracık garnizon içinde geçerd i . B i r m üddet sonra artık sıkıcı olmaya
başlamıştı. Hafta sonları Seul'e inmem mümkündü. Fakat inip de ne yapa­
caktım?

Ayda verilen otuz dolar maaşla nereye gidebilirdim ki. Kaldı ki, Türkiye'ye
dönerken o zamana kadar sahip olamadığım buzdolabı. çamaşır makinası, teyp
gibi bazı eşyayı ve çocuklarıma, akrabalarıma hediyelik eşyayı alabilmem için
de, para biriktirmem ve gelirken aldığımız harcıraha bu paralan ilave etmem
gerekiyordu. Onun için Cumartesi, Pazarları dahi garnizonda kalmayı tercih
ediyordum. 29 Ağustos akşamı Lojistik Şube Müdürü ile birlikte başkent
_l'
Seu e inm i ş gece de Amerikan subay kulübünde eğlenmiştik. Dönüşte

1 13
şoförün aşm hızı yüzünden aracım havada uçarak bir polis karakolunun du­
varına son sürat ile çarpmış, fakat büyük bir talih eseri hem şoför hem de ben
ölmeden yara bere ile kurtulmuştuk. Garnizona döndüğümde doktor morfin
yapmak suretiyle beni uyutmaya gayret etti. Ona rağmen kazanın kor­
kunçluğundan zaman zaman uykumdah fırladım. Ertesi gün 30 Ağustos mera­
simi dolayısıyla yataktan kalktımsa da fazla ayakta duramadım, hemen yathm.
Bir hafta ağrılardan yataktan çıkamadım. Haftada iki defa kanma mektup
yazıyordum. Bu olayı ona yazmadım. Ama memlekete döndüğümde o tarihlere
yakın bir tarihle rüyasında gördüğünü söylemişti. Kazada araç o kadar harap
olmuştu ki, tamir kabul ebllediğinden kaydı silinmişti. Öldünneyen Allah yine
öldümıemişti.
Sıcak ve rutubetli aylan yavaş yavaş geride buakıyorduk. Kore'de
yağmurlar çoğunlukla temmuz, ağustos aylarında yağıyor. Fakat yağan bu
yağmurlar serinlik değil aksine bunalbcı bir sıcağa sebep oluyordu.
Birliklerin eğitim düzeyini yüksek tutmak ve atış kabiliyetini arllnnak için
sık sık tatbikat yaptınyor ve bol cephane tahsis ediyorduk. Ben görevim icabı
her fırsatta araziye çıkıyor muhtemel görevlere karşı araziyi tetkik ebllek sure­
tiyle planlarımızı geliştiriyordum. Bölgemizi o kadar güzel tanımıştım ki, her
yere gece de dahil haritasız gidebilirdim. Zaman zaman Amerikalılarla temas
etme zorunda kaldığımdan, Ankara'da iken öğrendiğim İngilizcemi ilerletme
imkanına da kavuşmuştum. Hatta Tugaydaki Amerikalı binbaşı ile tercümansız
konuşur birçok konuyu kendim hallederdim.
En büyük sıkıntlm, eşimden ve çocuklarımdan ayn olmamdı. Memleket
hasreti üzerine bir de aile hasreti eklenince günler gittikçe zorlaşıyordu. Aradan
üç ay kadar zaman geçmişti ki Tugayın Kunnay Başkanı ile Baş Hfildmi
arasında geçimsizlik başladı. Baş Hakim bizim Tugaydan evvel Tugay Komu­
tanı ile birlikte geldiği için sırtını daha çok Komutana dayayarak Kunnay
Başkaruha haber venneden bazı girişimlerde bulunuyor, bu da ikisi arasındaki
anlaşmazlıkları gittikçe artırıyordu. Kunnay Başkanı durumu Tugay Komutanı
ile konuşarak halledeceğine Komutana resmi yazılar yazmaya başladı. Kendi­
sini uyarmama rağmen bu tutumunda ısrar etti. Neticede Kurmay Başkanı ile
Komutan arasındaki ilişkiler hiç de hoş olmayacak bir mecraya sürüklendi.
Kurmay Başkanı durumdan şikayet eder bir mektubu Kara Kuvvetleri Komu­
tanlığına gönderip de Tugay Komutanına bunun için sual açthnca Tugay Kom­
utant, Kara Kuvvetleri Komutanlığına uzun bir yazı ile Kunnay Başkanının
çalışmasından memnun olmadığını onunla çalışaınayacağlnı, yerine de Kur­
may Başkanı tayin etmemelerini benim hem Kurmay Başkanhğl ve hem de
Harekat ve Eğitim Şube Müdürlüğü görevini rah�a yürütebileceğimi bildir­
miş. Bu yazışmalara sonradan muttali oldum. Kara Kuvvetleri Komutanhğl
Tugay Komutanının bu teklifi üzerine evvela Tugay Baş Hakimini geriye

1 14
çekti. Arkasından kısa bir süre sonra Kunnay Başkamnı Türkiye'ye aldllar.
Benim de Kunnay Başkanlığına tayinim geldi. 195 8 yılının Aralık ayı başında
Kurmay Başkanlığı görevine başladım. Baş Hakim işleri karıştırmış ve kendi­
sini muhitine sevdirememişti. Yerine yeni bir Baş Hakim tayin edildi. Onunla
çok yakın bir işbirliği içerisinde görevimi yürüttüm. Karargahtaki şube
müdürleri ve subaylar arasında arada sırada meydana gelen geçimsizlikleri
tatlılıkla gerektiğinde de sertlikle halletmek suretiyle olayların çıkmasını
önledim. Yurt dışında insanlar birbirinin açık kapısını arıyor. Eğer fazla para
harcıyor ve kıymetli şeyler alıyor.ia kıskançlık başlıyor. A rkasından onun
aleyhinde birçok dedikodu etrafa yayılıyor ve elbette neticede geçimsizlikler
başlıyor. Benim bir açık tarafım olmadığından bu bakımdan almm da açık
olduğundan subay ve astsubaylar benden çok çekinirlerdi. Bir amirin maiyeti
üzerinde otorite kurabilmesi için başta gelen husus; kanunlara, talimatlara har­
fiyen uyması; dürüst ve adil olmasıdır. Eğer böyle hareket etmeyip de mak­
amın kendisine verdiği kanuni yetkilere dayanarak otorite kurmaya çalışırsa bu
otorite devamlı olmaz. Bir noktada yıkılır. Bir amir maiyetinde dürüstlüğü ile
örnek olabiliyor ve hele bir de zorla değil de ikna metodunu kullanarak onları
verdiği emirlere inandırabiliyorsa kurduğu otorite kolay kolay yıkılmaz. O
güne kadar hep böyle hareket ettim bu satırları yazdığım tarihe kadar da bun­
dan ayrı lm adım. Dünyada kimseden çekinmeden dolaşabilmek,
konuşabilmek, alnı açık olabilmek kadar insanı kendinden emin duruma geti­
ren rahatlatan başka bir zevk olduğunu zannetmiyorum.
Tugay Komutanı bütün ışleri hemen hemen bana bıraknuştı. Kolordu ile
olan yazışmaları ast birliklere yazılan emirlerin yüzde seksenden fazlasını ben
imzalayıp gö�eriyordum. Komutan yardımclları ayn ayn garnizonlarda bu­
lunduklarından karargaha arada sırada gelirlerdi. Komutan ise hemen hemen
her gün Seul'e gider gece geç vakit gelir, hatta bir iki kez gece de gelmeyince
bizi merakta bırakırdı. Böyle olunca bütün işler bana bakıyor ve bu yüzden
Seul'e �eye dahi vakit bulamıyordum.
Yılbaşına yaklaşıyorduk. Hıristiyanlar için 25(26 Aralık Krismas gecesi
olup. hepsi sabahlara kadar içerler ve eğlenirlerdi. Kolordu Komutanı
Amerikalı Korgeneral Alman asıllı Trapnell sert bir komutandı. Tam o Kris­
mas gecesi gece yansından sonra bütün birliklere alarm verdi. Alarm haberi
lelefonla bana ulaştırılır ulaşunlmaz beş on dakika içerisinde giyindim. Fakat
alarm sireni henüz çalmıyordu. Kendim sirenin yanına kadar gidip çaldım. B i­
raz bekledim erlerin barakalarında hareket başladı. fakat bizim şube
müdürlerinin barakalarında ne ışık ne de bir.hareket yoktu. O barakalara git­
tim. Kendim alarmın kod ismini vererek çabuk hazırlanmalanm emrettim.
Diğer garnizonları da telefonla takip ediyordum. Kısa sürede Tugay hazırlığını
bitirdi ve alamı bölgesine hareket etti. Yolda giderken Amerikan garnizonları
yanından geçiyorduk. Daha yeni yeni hazırlanıyorlardı. Tugay birlikleri alamı
1 15
bölgesine gidip mevzilerini işgal ettikten sonra raporumuzu kolorduya verdik.
İlk raporu veren bizim Tugay oldu. Benim şube müdürleri bu alarmın hakiki
bir alarm olduğunu zannederek birbirleriyle eşyalarını ne yapacaklarını
konuşmuşlar, baş uçlarında bulunan çocuklarının resimlerine son defa bakıp
gözleri yaşlı ayrılmışlar. Benim bizzat gelerek çok ciddi bir tavırla alarm habe­
rini ulaştırmam ve Krismas gecesinde alarm verilmesinin çok garip olduğunu
düşünmeleri böyle bir fikre kapılmalarına sebep olmuş. Alarm bölgesine gittik­
ten sonra eğitim maksadıyla verilen bir alam1 olduğunu anlamışlar.
Ayda bir defa muhakkak alarm verilir ve görev bölgelerine gider, bir veya
iki gün kalır dönerdik.
1 959 senesinin Şubat ayının ikinci yansında Kore'deki bütün kuvvetler bir
hafta sürekli kış tatbikatına çıktık. Hava çok soğuk bütün akarsular buz tut­
muştu. Hepimiz geceieri de arazide çadırlarda kalıyorduk. Üzerimize giy­
diğimiz çamaşır ve elbiseler kış şartlarına göre hazırlanmış olduklarından
ayrıca çadır sobalarımız bulunduğundan. gıda ise mükemmel olduğundan
hiçbir sıkıntı çekınedik. Koreli birliklerde bizdeki teçhizat yoktu. O yüzden iki
erleri donarak öldü.
Tatbikat Kuzey Kore ile olan hududa yakın bölgede cereyan ettiği ve Türle
Tugayı da ileri hatlarda bulunduğundan gece nöbetçi erlere emniyet
bakımından mermi veriyorduk. Bir gece Amerikan Tümeni bizim Tugayın
üzerinden aşarak taarruz edecekti. Gece yansına doğru Amerikan kolordusun­
dan çok acele bir mesaj geldi. Mesajda "Türle Tugayı erleri üzerinde hakiki
mem1i bulunduğu öğrenilmiştir. Aşarak taarruz esnasında bir kaza olabilmesi
ihtimaline karşı bir saat içersindc mermilerin toplatılarak� toplattınldığının bil­
dirilmesi" kaydediliyordu. Cephe boyunca yayılmış Tugayın nöbetçilerinden
bir saat içirisinde bu mermilerin toplattırılması mümkün değildi. Telefonla
böyle bir kaza olması mümkün değildir. Amerikan Tümeni cepheden değil ger­
iden geleceğine ve Tugay personelinin de bu aşarak taarruzdan haberdar
olduğuna göre çekinmeye gerek olmadığını bildirmemize rağmen ısrar edildi.
B en de emri yayınlayın ama bu emrin bir saat içersinde bütün birliklere
ulaştırılması imkanı yoktur. Mes'uliyeti üzerime alıyorum. Tugay Komutanını
uyandırmaya gerek yok. Bir saat son:a kolorduya mermiler toplanmıştır 4iye
mesajı çekersiniz emrini verdim. Nitekim aşma yapıldı. erlerden mermiler top­
lanmadığı halde hiçbir olay da cereyan etmedi. B unu şunun için anlattım ;
Amerikalılar gamizonlannctaki nöbetçilere mermi vermedikleri gibi hudut
bölgesinde cereyan eden ve hakiki muharebe şartlan altında yapılan tatbikatta
dahi emniyet nöbetçilerine mermi vermiyorlardı . B izim anlayışımıza göre bu
doğru değildi. Muharebe şartlan neyi gerektiriyorsa tatbikatta da bu şaitlar ye­
rine getirilmelidir. Kaza da olabilir ama kaza olacaktır diye tedbirlerden fe­
dakarlıkta bulunmamak gerekir.

1 16
Bu tatbikat bittikten bir müddet sonra idi. Zannederim Mart ayı içerisinde
Tugay Komutanımızın da Tiirkiye'ye tayini geldi. Sebebini anlamıştık; daha
evvel Kurmay Başkanı ile Baş Hakim arasında cereyan eden olaylar sonunda
her ikisi de geriye alırunış sıra şimdi Tugay Komutanına gelmişti. Tetkik
ettiğimizde görüyoruz ki; bütün Kore Tugayı Komutanlarının hemen hemen
hepsi zamanından evvel alınmış. Sebebi, haklarında yapılan ihbar ve
şikayetlerdir. Bizim Tugay Komutanı Tuğgeneral Rahmetli Rasim Atakan'ın
da alınnrn sebebi aynı idi. O tarihte Seul'deki büyükelçimiz Dr. Kamil İdil idi.
Kamil Bey, aşağı yukarı sekiz senedir orada büyükelçilik yapmış ve Tugay
Komutanlarının bu erken değişmelerinden dolayı Seul'deki kordiplomatik ve
Amerikalılar nezdinde müşkül durumda kalmış. Türkler doğru dürüst bir Tu­
gay Komutanı bulamıyorlar mı ki; senesi dolmadan geri alınıyor, yerine gelen
de aynı akibete maruz kalıyordu. Bu gibi sorulara cevap vermek hakikaten
güç. Büyükelçi Mayıs ayında Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes'in
Kore'yi ziyaret edeceğini de biliyor. Ankara'ya bir telgraf çekerek bu erken
aynlmaların burada yarattığı menfi durumu dile getiriyor. Yakında Milli Sa­
vunma Bakanı da geleceğine göre o gelinceye kadar bu tayinin durdurulmasını
gerekiyorsa, Milli Savuruna Bakanının bu hususa burada karar vermesini bil­
diriyor. Ancak bu telgrafa cevap gelmediğinden Tugay Komutanı bütün Tu­
gaya, Kolordu, Ordu Komutanlarına, Korelilere ve diğer ilgili kişilere Alla­
haısmarladık diyor, merasimle Japonya'ya uğurlanıyor. Uğurladığımız günün
ertesi günü tayinin durdurulduğuna dair mesaj geliyor. Japonya'daki irtibat
bürosuna durum bildirilmek suretiyle Tugay Komutanı geri getirtilebildi. Bu
olay büsbütün ayıp oldu. Herkese veda etmiş olan bir Komutan yan yoldan
çevrilerek tekrar görevine döndürülüyordu. Ne yapalım bizim bütün işlerimiz
bugüne kadar böyle gelmiş böyle gitmiş. Bürokrasi çarkımızın işleyişi bu. Tu­
gay Komutanının dönüşüne biz de sevindik, ama bu iş zamanında olsa çok
daha iyi olacakh.
Mayıs ayında Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes geldi. Tugay Ka­
rargfilunı ve bazı birliklerimizi gördü. Kendisine brifing verdik çok memnun
aynldı ve Tugay Komutanının yerinde kalması da böylece sağlanmış oldu.
Tugayın dönüş hazırlıkları başlamıştı. Yurda dönmenin sevinci de
başlamıştı. Biriktirebildiğim paralarla 8.5 ayak bir buzdolabı ve çamaşır maki­
nası alabildiğime çok seviniyordum. Zira o zamana kadar böyle bir şey al­
mamız mümkün olmamışb. Teldolap bizim buzdolabımızdı.
Türkiye'de olup bitenler hakkında çok az ve kıt haberler alıyorduk. 1958
senesinde Türkiye'den ayrılırken esasen memleketin içinde bulunduğu durum
iç açıcı değildi. 1959 yılında da durumun düzelmediğini ve daha da kötüye git­
tiğini dış basın ve aldığımız mektuplardan öğreniyorduk. Bundan dolayı da el­
bette üzüntü duyuyorduk.

1 17
TÜRKİYE'YE DÖNÜŞ

Zaman akıp gidiyordu. Dönüş zamanı da geldi. Benim bulunduğum ilk ka­
file temmuz başında yine Inchon limanından hareket ettik ve geldiğimiz yolu
takiben aynı sıkıntılara katlanarak ve Hint Denizinde bir hafta geceli gündüzlü
gelirkenkinden daha fazla sallandıktan, o çekibnez sıcaklara katlandıktan sonra
temmuz sonunda İnnir limanına geldik.

Yine aynı kalabalık rıhtımda idi. Eşimi, çocuklarım ı, annem i, kardeşlerimi


ve akrabalarımı rıhtıma indikten sonra uzaktan görüyor fakat yanlarına gide­
miyor, onlar da bana gelemiyorlardı. Hepimize kaçakçı gözü ile bakılıyordu.
Evvela araçlarla kışlaya gidecektik. Orada bavullarımız eşyalarımız aranacak,
ondan sonra şehre çıkışa müsaade edilecekti. Büyük kızımla ortanca kızım ve
ağabeyimin çocukları dayanamayarak emniyet kordonunu yarıp koşa koşa
bana ulaştılar. Çocuklarım hem ağlıyor, hem sarılıyorlardı. Bu sahneyi basın
da tespit edip ertesi günkü gazetelerde basıldı.

Kışlada ben işimi bitirip akşam ablamların evine geldim. Artık evime sev­
diklerime de kavuşmuştum. Bir sene yurt dışında yalruz kalmanın ne demek
olduğunu ancak bunu çekenler bilebilir. Yurt içi tayinim daha Kore'de iken
gelmişti. Ankara'daki Ordu Donatım Okulu Kurmay Başkanlığına tayinim
çıkmıştı. Ankara oluşuna sevinmiştim fakat daha faal bir göreve gelemeyişime
de üzülmüştüm. Bir aylık iznimi Alaşehir'de kendi evimde geçirdim. Bir ay
sonunda Ankara'ya gelip yeni görevime başladım.

Bu bir senelik sıkıntılı Kore'deki görevim bana birçok tecrübe kazandınmş


ve bilgimi artırmıştı. Türkiye'de subay astsubay ve er seferi kadrosu tamam
bir birlikte çalışmak mümkün değildir. Kore Tugayında seferi kadro tamam
olduğu gibi, savaş halinde vaki olacak zayiatı karşılayabilecek subay, astsubay
ve erler de vardı. Yokluk çekihniyordu. Ne istersek deıtıal ikmali yaptlıyordu.
Tahsisatı vardı yoktu sıkıntısı mevcut değildi. Sık sık Amerikalılarla müşterek
tatbikat yapıyor ve yenilikleri öğrenmek imkanını buluyorduk. En ufak bir işi
dahi komutana sormaktan kurtulmuştuk. Ender işleri komutana götürürdük.
Her makamın görev ve yetkileri belirlenmiş olduğundan işler daha sür'atli
yapılabiliyordu. En ast düzeydeki bir görevlinin dahi görev talimatı vardı. De­
vamlı talimatlar sayesinde sık sık komuta kademelerine soru sormaktan kurtu-

1 18
lunduğu gibi, her seferinde yeni emir yazmak külfetinden de makamları kur­
tarıyordu. Türkiye'de iken de bunları biliyorduk ama ordaki kadar detaylı ve
muntazamını gönnemiştik. Emir ve talimatlara her makamın uyması gerek­
tiğini de orada daha açık olarak gördüm. Bir gün demiryolu hemzemin
geçidinde dunnaın gerekirken dunnadan geçtiğim için arkamızdan gelen
Amerikan askeri polis (MP) erleri, jeep'imin önünde ve arkasında "9'uncu
Kore Türk Tugayı Kunnay B aşkanı aracı" olduğuna dair yazı olmasına
rağmen arabamızı durdunnuş ve benden özür dileyerek şoförün ehliyetini
almıştı. Yine bir gün Tugay komutanının arabasını da du·mı aması gereken bir
yerde durduklarından ötürü aynı işlemi yapmışlar. Fakat Tugay Komutanı
bana nasıl karışırlar diye kıyametleri kopannıştı. Onlar vazifelerini yapı­
yorlardı. Yalıuz bize değil Amerikalı komutanlara karşı da görevlerini eksiksiz
yaparlardı. Biz bu gibi görevlilerin ikazlarına alışmamışız. Türkiye'dc olmaz
ya, farzı mahal bir inzibat eri böyle bir işlem yapmaya kalksa er muhakkak o
görevden alınır. Sivil makamlarda da aynı durum yok mu? Milletvekili araba­
larına karıştı diye az mı trafik polisi sürgüne gönderilmiştir. Bütün mesele ka­
nun ve nizamlara istisnasız herkesin uymak zorunda olduğunu kafamıza sok­
mamızda ve görevli personelin de bunu sağlamak olduğunu kabul
etmemizdedir.

Kore'de teşhis ettiğim bir husus da; subay olsun astsubay olsun her kişinin
birbirinin aldığını merak etmesi, eğer kendisi alamamış ise kıskançlık duyarak
gayri meşru yollardan da para elde ederek, o eşyayı almaya çalışmasıdır. Bu
da subay ve astsubayların eline çok az para geçmesinden oluyor. Çoluğuna
çoc_uğuna bir şeyler alabilmek için elindeki para kafi gelmiyor, gelmeyince,
Amerikan px'lerinde ucuz olup dışarıda pahalı olan bir eşyayı alıp dışarıda
satıyor, böylece o istediğini alabiliyor. Bununla çok mücadele ettim fakat mu­
vaffak olamadım. Bunu yalnız bizim Tugay mensupları değil Amerikalılar da
yapıyorlar. Halbuki onların eline bizim subay ve astsubaylarla mukayese ka­
bul etmeyecek ölçüde para geçiyor. Ona rağmen yapıyorlardı. Kanunlarımız
da bunu önleyemiyor. Herhangi bir şeyin ticaret olabilmesi için o şeyin birden
fazla zamanlarda tekrar edilmesi yani o işin adet haline getirilmesi gerekiyor.
Eğer bir defa almış ve sat,arken yakalanmış ise, ben bunu beğenmedim vaz­
geçtim başka bir şey almak için bunu elimden çıkarıyorum diyor ve beraat
ediyor.

Kore'de bulunmanın sağladığı faydalardan bir diğeri de İn �izcemi ilerlet­


me imkaıuna kavuşmam oldu. Ne çare ki Türkiye'ye döndükten sonra bulun­
duğum görevler icabı öğrendiklerimi ilerletmek değil aksine öğrendiklerimi de
unuttum.

Orada bir de Amerikalıların insan hayatına verdikleri önem dikkatimi çekti.


Zaman zaman trafik kazaları, atışlardaki kazalar ve diğer iş kazaları eksik ol-

1 19
mazdı. Kazanın olduğu yerin koordinatlarını kolordunun ilgili servisine tele­
fonla bildirdikten kısa bir süre sonra kurtarma helikopteri gelir yaralıyı alır ve
hastaneye götürür. Eğer hastaneye ulaşıncaya kadar yaralı ölmemiş ise hasta­
nede her llirlü ihtimam gösterilerek yaşaması sağlanırdı. B ir sene içerisinde
hastanede ölen insanımız olmadı. Onalu şehit verdik bunların hepsi hastaneye
gitmeden evvel ölenlerdi. Amerikalı doktor ve hemşire için milliyet bahis mev­
zuu değil, onu insan olarak görüyor ve ona göre muamele ediyor. Bizim has­
tanelerimizde bugün dahi bu ihtimamı ve bakımı göremiyoruz. Demek ki bu iş
biraz da aile ocağındaki yetişme tarzına ve eğitime bağlı. Bunlar olmadıkça
bakım personelinden böyle bir muamele beklememeliyiz.

Bir diğer husus kanunlarımızın birçok kısımlan yetersiz ve komuta makam­


larının yetkileri sınırlı. Bu konuda bir misal vermek isterim:

Bizden evvelki 8'inci Tugaydan bir subay bir Amerikalı subayla samimi ar­
kadaşlık kuruyor. Bizim subay normal iznini kullanmak üzere Tokyo'ya gide­
cek. Subay ve astsubayların postane kanalı ile Japonya'dan gönderilen paketle­
ri açılıp içindekiler muayene edildikten sonra sahibine verilir. Amerikalılarda
böyle bir usul yok. Bizim subay, arkadaşı Amerikalı subaydan ricada bulunur.
Ben Japonya'dan postaya vereceğim paketi senin adresine göndereceğim kabul
eder misin der. O da bir mahzur görmez. Fakat subayımızın gönderdiği paketin
içinde yüzden fazla kravat vardır. Paket postanede patlar ve içindeki kravatlar
da meydana çıkar. Amerikalı subay sorguya çekilir. Kendisine ait olmadığını,
bir Türk subayının gönderd iğini ve kendisinin yalnız aracı olduğunu
içindekilerini de bilmediğini söylerse de bu mazereti kabul edilmez ve onbeş
gün içinde mahkemeye çıkarılmadan bir disiplin kurulu bu subayın subaylığına
son verir ve Amerika'ya gönderir. Türle Tugayının komutanları araya girerse
de muvaffak olamazlar. B izim subaya ise, hiçbir şey yapılamaz, zira ifadesinde
ben bunları memleketime götürüp akrabalarıma, arlcadaşlarıma hediye olarak
verecektim der ve kendisini kurtarır. İşte Amerikan ordusundaki disiplin kural­
ları bu kadar acımasızdır. Bizde böyle bir şey yapılsa yer yerinden oynar,
"böyle bir şey olur mu" "bu adalet midir" "mahkeme varlcen bir kurula böyle
yetkiler verilir mi?" gibi eleştiriler birbirini takip eder gider. Belki Amerik­
alılarınki acımasız ama bizim ki de çok müsamahalı. Dünyadaki birkaç ülke
hariç tutulursa, askeri şahıslar hakkında uygulanan Askeri Muhakeme usulleri
bizimki kadar adil ve aynen sivillere uygulanan muhakeme usulüne benzer
askeri muhakeme usulünü başka ülkenin Silahlı Kuvvetlerinde bulmak çok
zordur. Askeri mahkemelerimizde de hakim sınıfından olanlar çoğunluktadır.
Birçok demokratik ülkelerd.e ya sadece askerlerden teşekkül eden veya asker
olanı ağırlıkta olan mahkemelerde yargılanma yapılır.

120
ORDU DONA1™ OKULU
KURMAY BAŞKANLIGI GÖREVİM

9 Eylül 1 959 günü Ankara'daki Ordu Donatım Okulu Kum1ay Başkanlığı


görevime başladım. Bahçelievlcrde kalorifersiz bir eve yerleştik. Evimiz fena
değil üç oda �ir salonlu. Çok çalışmaya alışmış benim gibi bir kimse için bu
görev bana hafif geldi.
Bu görevde zevkle çalıştığımı söyleyemem. Kore'ye gitmeden kısa bir w re
önce b i r senelik kıdemin kaldırildığını anlatmış ve dönüşte Danıştay'a
müracaat etmek suretiyle bu hakkımlZI almaya çalışacağımızı da beyan
etmiştim. Göreve başladıktan kısa bir süre sonra müracaatımızı yaptık.
Danıştay'dan kısa sürede karar çıkartmak tabii ki mümkün değil, bir hayli bek­
lemek gerekti. 1960 yılının mart a):'ı sonlarında mahkeme kararını lehimize ver­
di ve ben nisan ayında Albay oldum.
Ankara'da, İstanbul'da özellikle talebe olaylan bitmiyordu. Her iki şehirde
de sıkıyönetim ilan edilmişti. Hemen hemen her gün Ankara'nın bir yerinde
gösteri yapılıyor, po lisle öğrenciler arasında çatışmalar cereyan ediyordu.
Siyasal Bilgiler Fakültesinde cereyan eden olaylara atlı bir süvari bölüğü
müdahale etmek zorunda kalmış ye asker silah kullanmıştı. Kızılay ise her gün
kaynıyordu. Demokrat Parti, Halk Partisi çekişmesi ise had safhaya ulaşmıştı.
İsmet İnönü'nün Meclis konuşmalarından bazıları basında yasaklanıyor, gezil­
erine mani olunuyor, yolları kesiliyor, Uşak'ta başına taş atılıyordu. Harp
Okulu talebeleri Kızılay'da yüıi.iyüş yapıyor, Güven abidesine çelenk koyuy­
or, İstanbul'da da buna benzer olaylar çoğalarak devam ediyordu. Başbakan
Adnan Menderes Kızılay'daki bir talebe gösterisine gidiyor, kendisini zor ara­
baya atarak kurtarıyor. Ordu bu durumdan çok rahatsız. Bunu sezmemek
mümkün değil. Yüksek komuta kademesi, ilgilileri uyaracağına bilakis iktidar
yanlısı davranışlarıyla alt kademenin itimadını da kaybetmiş. Bu olaylara tuz
biber eken bir de Mecliste Tahkikat Komisyonu kurulması ve bu komisyonun
mahkeme gibi karar verme yetkisi ile teçhiz edilmesi bardağı taşıran damla
oldu.
Bir ihtilal hazırlığından söz edilir olmuş ve hatta Kara Kuvvetleri Komu­
tanlığı Karargahı ile Genelkurmayın koridor ve odalarında bu hususun alenen
konuşulmaya başlanıldığını da duymaya başlamıştık. Bu badireden çıkışın ye­
gane yolu seçime gitmekti. Esasen seçime bir sene vardı. Seçim bu gergin ha­
vayı yumuşatabilir ve bir bekleme dönemine girilebilirdi. Her zaman olduğu
gibi maalesef iktidar seçimde iktidarı kaybetme korkusu ile bu karan alamadı.
Hükümet istifa etti, ama Adnan Menderes yine başbakan olarak kaldı, yeni ba­
kanlar kurulu teşekkül etti. Etti ama değişen bir şey olmadı. Çünkü başbakan

121
aynı kalmıştı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar ise tamamiyle Adnan Menderes'i
destekliyor tarafsızlığını koruyamıyordu. Ekonomik durum da günden güne'.
kötüye gidiyor, yokluklar çoğalıyor, karaborsa hortluyordu. İktidara 1 950
seçimleriyle ge!en Demokrat Partinin plansız programsız günlük politika oyun­
ları ile döviz rezervlerini hovanlaca harcaması sonunda 'J:'ürkiye'yi bu noktaya
getirmişti. Evet, bu dönemde çok şey yapıldı. Kalkınma çabuklaşh. Yollar, ba­
rajlar, fabrikalar birbiri ardına yapıldı ama çeşmenin suyu bitince de sıkıntılar
başladı. Ordu Donatım Okulunda da subaylar rahatsızdı ve bu rabatsızlık.Jarını
bana dile getirmekten çekinmiyorlardı. Okul Komutanına açılamıyorlardı zira
kardeşi Demokrat Parti'den milletvekili, aynı zamada Meclisteki Soruşturma
Komisyonunun da üyesi idi.

Olaylar olaylan kovaladı. Meclisteki partiler arası çekişmeler gittikçe


şiddetlendi. Meclisteki bu çirkin çekişmeler, kavgalar, gürültüler, yumruk­
laşmalar elbette halka intikal edecekti. Nitekim de ediyordu. Bu lüzumsuz
çekişme ve kavgalar devlete ve millete yarar mı sağlıyordu? Genç sayılabilecek
demokrasimizin oturmasına ve gelişmesine yardımcı mı oluyordu? Elbette ki
hayır! Aksine vatandaşlan birbirine düşman ediyor, kavgalar köy kahvesine
kadar giriyor, bunun sonucu kahveler ayrılıyor, camiler bile ayrılıyordu.
Halkımızın okumuşluk düzeyi maalesef çok düşüktü. Çabuk kandınlabiliyor­
du. Oylar para ile satın alınabiliyordu. Halkımız demokrasiyi yanlış anlamıştı.
Demokrasi geldi ya, her istediğini rahatlıkla yapabilirdi. Eğer partili ise ve hele
bir de partinin üst kademelerini eline geçirmiş ise bölgesinde en nüfuzlu kişi o
oluyordu, hele bu kişi iktidar partisine mensup ise, kamu· görevlileri onun her
i stediğini yapmak zorundaydılar. Yapmazlarsa kısa sürede sü rgüne
gönderilirlerdi. Valiler de bu nüfuzlu parti ileri gelenlerinin emri alhndaydılar.
Böyle olunca da her iş çığırından çıkmaya başladı, rahatsızlık ve huzursuzluk­
lar yurt sathına yayıldı. Bu duruma dur diyecek güç olarak Silahlı Kuvvetler
akla geliyordu. Türk milleti tarih boyunca en sıkınhlı dönemlerinde hep Silahlı
Kuvvetlerinden medet ummuştur. Durumu millet olarak kendisi düzeltmesi
gerekirken Silahlı Kuvvetleri teşvik ve tahrik ebneyi tercih etmiştir. Sokakta.
çarşıda, ev sohbetlerinde subayları açıkça tahrik etmekten çekinmiyorlar,
"Daha ne bekliyorsunuz, bu millet sizi niye besliyor, millet mahvoluyor,
gençlerimiz ölüyor, bir iç savaş mı çıksın istiyorsunuz" gibi sözler
söyleyebiliyorlardı. Hatta bazı yerlerde hakaret derecesine varan sataşmalarda
bulunabiliyorlardı. İşte bütün bu olaylar üst üste gelip, yüksek komuta kade­
mesi de sessizliğini muhafaza edince; hareket, ordunun alt kademesinden geldi
ve 27 Mayıs 1960 sabahı bilinen ihtilal oldu.

122
rT MAYIS HAREKATi

İhtilali ilk haber veren sabaha karşı 04.00'de kapı komşumuz oldu. Kapıyı
çalarak radyoyu dinlememizi söyledi. Radyoyu açtığımızda ordunun yönetime
el koyduğunu öğrendik. Hepimiz sevinmiştik Ancak ihtilalin başı kimdi onu
bilmiyorduk. Hemen giyindim beklemeye başladım. Kısa bir süre sonra okul­
dan jeep'im gelmişti, atladım okula gitmek üz.ere yola çıktığımda apartmanların
pencerelerinden ve balkonlarından bana bile tezahürat yapıldığını, evlere bay­
rak asıldığını gördüm. Yol boyunca Haıbiyeli öğrencilere rastlıyor, onların sağ
elini kaldırarak bir işaret verdiklerini fark edi-yordum ama. selama da benzete­
mi yordum. Onlar böyle yaptıkça ben de selam verip yoluma devam
ediyordum. Okula geldikten sonra bu işaretlerin parola ve işareti olduğunu
öğrendim. Okula geldiğimde bazı subayların benden evvel gelmiş olduklarını,
fakat Okul Komutanının henüz gelmediğini fark ettim.
Gelen subaylardan bir kısmının Milli Birlik Komitesi ile irtibab olduğunu
sonradan öğrendim. Hatta biri Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ı teslim almaya gi­
denler arasında imiş. Okul Komutanına bi.le�k araç göndermemişler. Kurmay
Başkanı olarak okula ben komuta etmeye başladım. Hiçbir yerden emir al­
mamıştık, ne yapacakbk bilemiyorduk. İhtilal karargfilunın şimdiki Genelkur­
may Harp Tarihinin bulunduğu binada faaliyet gösterdiğini öğrendim. Araba­
ma atlayarak oraya gittim. Ana baba günü gibi giren çıkan belli değildi. Bir
kurmay subay gördüm, ondan ne yapacağımızı sordum. Okul etrafındaki yol­
lan kontrol etmemizi araçları aramamızı sokağa çıkma yasağına uymayanları ve
şüpheli gördüğümüz kişileri Sıkıyönetim Komutanlığına göndermemizi
söyledi. Öğleden sonra bütün okul personelini getirttim. Herkes okulda yabp
kalkacaktı. Okul komutanı hfila gelmemişti. Ankara'daki durum kontrol altına
alındıktan sonra gelmesine müsaade edildi. Öğle saatlerine doğru Kara Kuv­
vetleri Komutanlığından emekli olup İzmir'e yerleşen Orgeneral Cemal
Gürsel'in uçakla alınarak, Ankara'ya getirildiği ve Devlet Başkanlığı görevini
aldığını öğrendik. Bu haber içimize su serpti. Zira Ağa Cemal olarak tanınan
bu komutan; doğruluğu, dürüstlüğü ve mertliği ile tanınır v.e herkes tarafından
sevilirdi. Kara Kuvvetleri Komutanlığından emekli oluşuna da o tarihte Milli
Savurıma Bakanı Ethem Menderes'e yazdığı bir mektup sebep olmuştu. Mek­
tubunda.memleketin içinde bulunduğu nazik durum ve bmıa karşı alınması ge­
reken tedbirleri dile getirmiş ve bu yüzden de emekli edilmişti. İhtilalin başı
değildi. Sonradan ihtilali yapanlar tarafından başa getirilmişti. Bundan do-
123
layıdır ki Milli Birlik Komitesi üyelerine tam manasıyla hakim olamamıştı. Mil­
li Birlik Komitesi üyeleri ilan edilince şahsen bende olumlu bir etki yapmadığı
gibi büyük bir çoğunluk üzerinde de aynı ·görüş hakim oldu. Türle Ordusu
Afrika'nın birçok ülkesi gibi yeni kurulmuş bir ordu değildi ki yüzbaşı ve bin­
başı rütbesindekilrrin de bulunduğu bir komite tarafından yönetilsin! Nitekim
bunun mahzurları sonra görülecek ve Ordu içinde ikinci bir grup teşekkül ede­
rek Milli B irlik Komitesinin etkinliğini azaltacak ve 14'ler olayı dediğimiz Milli
Birlik Komitesinden 14 kişinin ayıklanması olayını doğuracaktı. (*) Türle Or­
dusunun yapısı bir Ordu Komutanının Yüzbaşı rütbesindeki bir subayın ar­
kasından gittnesine müsait değildir. Bu gibi çirlein durumlar zaman zaman oldu
ve hiç de hoş karşılanmadı.

27 Mayıs günü ve ertesi günü İsmet İnönü'nün evi ziyaretçi subaylarla dol­
du kıştı. Okuldan birçok subay benden izin alarak ziyaretine gitti. Bu ziyaret
daha ertesi günler de devam etti. Aynı günü Demokrat Parti'ye mensup bütün
bakan ve m illetvekilleri de Harp Okulu'na götürülüp gözetim altına alındılar.
Bunların içinden birçoğunun okula girerken tekmelendiklerini ve yumruk­
landıklarını sonradan öğrendik. Celal Bayar ile Adnan Menderes aynı çirkin
duruma maruz kalmamaları için okulun arlea kapısından alınmışlar. Bu iki tipik
olay, ihtilalin Cumhuriyet Halk Partisi için yapılmış olduğu intibamı ya­
ratıyordu. Hatta birçoğumuzun kafasında acaba bu ihtilalin arkasında İsmet
İnönü mü vardı suali haklı olarak belirdi. Sonradan anlaşıldı ki böyle bir dur­
um kesinlikle yokmuş. Ne birçok subayın İnönü'yü böyle ziyaret etmeleri
doğru idi ne de Demokrat Parti milletvekillerinin tekme tokatla Harp Okulu'na
sokulmalan ... İkisi de yapılmasa daha iyi olurdu. Ancak alttan gelen bu gibi
ihtilal hareketlerinde kütleye hakim olmak mümkün olamaz. Aynca yine alttan
gelen ihtilallerin dayanacağı bir güç, bir toplum olacaktı. Yalnız orduya
dayanıl� gerçekleştirilecek bir ihtilfil desteksiz kalabilir. B unun içindir ki ih­
tilfili gerçekleştirenler, tarihi bir şahsiyet olan İnönü'ye ve dolayısıyla onun
partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi'ne dayanmak gereğini duydular. Yoksa
ihtilal muvaffak olmazdı. İşte Demokrat Parti ve onun başkanı Adnan Men-

(*) 27 Mayıs ihtilalinden sonra teşekkül eden Milli Birlik Komitesinde 38 General ve
subay vardı. Bu 38 arkadaş arasında zaman geçtikçe fikir ayrılıkları kendisini gösterme
ye başladı. B unların içinde Alb. Alpaslan Türkeş'in başını çektiği 14 kişi, iktidarı he­
men bırakmamak ve bir parti hüviyeti içerisinde kurulan düzeni devam ettirmek iste­
mişler, başta o günkü ihtilfilin lideri Org. Cemal Gürsel ve diğerleri ise, Anayasa'nın
hazırlanıp halk oyuna sunulmasından sonra hemen seçimlerin yapılarak Demokratik
parlamenter sisteme geçilmesini savunmuşlardı. Bu fikir ayrılığı büyük boyutlara
ulaşmaya başlayınca, 13 Kasım 1960 günü ani bir kararla bu 14 kişi evlerinden
alınmış, Milli Birlik Komitesi üyelikleri de üzerlerinden kaldırılmış ve her biri
yurtdışındaki görevlere atanarak iki sene süre ile Türkiye'den uzaklaştırılmışlardı.

lşte 14'ler olayı dediğim husus kısaca bu idi.

124
deres'in en büyük hatası bence karşılarına daima İsmet inönü'yil almaları, ona
hakaret etmeleri, gezilerine vanncaya kadar mani olmalan, velhasıl partisi se­
vilmese de kendisi Atatürk'ün çok yakın silah ve mesai arkadaşı, Garp Cephe­
si Komutanı; Atatürk'ten sonra uzun süre Cumhurbaşkanlığı yapmış,
Türkiye'yi 2'nci Cihan Harbi'ne girmekten korumuş. çok partili demokratik
sistemi ülkeye getirmiş bir tarihi şahsiyete gösterilmesi gereken saygıyı
göstermemiş olmasıdır. Türk milletinin bir hasleti de kişileri çabuk unutmasına
rağmen mağdur duruma düşmüş olanlara karşı acıma hissine kapılmasıdır.
Ö· ·le zannediyorum ki; Eğer Adnan Menderes iktidardan düşmek korkusuna
kapılmayarak gayri meşru yollan denememiş olsa, kanunsuzluklara göz yum­
masa, Silahlı Kuvvetleri ihmal etmese bu durumlarla karşılaşmaz ve memleket
demokrasi yolunda daha fazla mesafe alır ve müteakip müdahalelere de gerek
kalmazdı. Evet, muhalefet de çok aşın ve sert muhalefet yapıyordu, ancak ikti­
dara düşen görev yangına körükle gitmek değil bilakis sert muhalefeti etkisiz
kılacak ve onlan utandıracak hareketlerde bulunmaktır. Bugüne kadar hiçbir
muhalefetin iktidann yaptıklarını doğru bulduğu görülmemiş, bundan sonra da
zannedersem görülmeyecektir. Halbuki muhalefetin de haklının hakkını
tanıması, iyiye de iyi demesini bilmesi gerekir. Muhalefet böyle yapmıyor diy­
erek kuvvetli taraf olan iktidarın kuvvetine dayanarak sinirlilik göstem1esi
memleket hayrına olmuyor. Askeri idareler döneminde böyle sertlikler oluyor
anıa, bu o idarenin gereğidir. Zira askeri idare karşısında muhalefet göm1ek
istemez. Görürse onu ezer.

İhtilalin ertesi günleri kritik dönemler atlatılmıştı. Ancak basınımızda neler


çıkmıyordu ki. Büyük puntolarla "İşkence Maki-na /arı " "İnsa nların Et Ba lık
Kurumu Kıyma ma kinala mıda kıyıldığı " "Başbakanlık kasasmda bulunan
kadm külotu" "Cela l Bayar'ın bankada 103 milyon lirası olduğu" gibi haberler·
kafaları bulandırıyordu.

Ben de bir aralık bu haberlere inandım . Zamanla bunların yalan olduğu


meydana çıkınca da hem bu haberi yayanlara ve hem de basınımıza itimadımı
kaybettim ve kızdım.

Basının vazifesi bu olmamalı. Her duyduğu haberi basan bir gazete


görevini iyi yapmıyor demektir. Böyle yalan haberler çoğaldıkça basının ver­
diği haberler de şüphe ile karşılanır oluyor.

1 25
GENERAILERİN VE SUDAYLARIN
EMEKii EDiıMErntl

Milli Birlik Komitesinin Silahlı Kuvvetlerde yaptığı ilk operasyon, general­


lerin emekliye sevk edilmeleri oldu. O kadar fazla general emekli edildi ki,
Tümen Komutanlıklarına Albaylar. Kolordulara Tümgeneraller. Ordulara da
Korgenaraller komuta etmek wrunda kaldılar. Arkasmdan da subayların
emeklilik operasyonu geldi. İhtilfili yapanlar ilk sabrı orduya atıyorlardı. 7000
civarında albay. yaıbay. binbaşı emekli edildi.

Bu operasyon ordu içerisinde büyük huzursuzluklara ve dolayısıyla Milli


Birlik Komitesine karşı yeni güçlerin oluşmasma sebep oldu. EMİNSU diye
adlanclırlan Emekli İnkılap Subayları bu büyük subay kitlesi Milli Birlikçilerin
daima karşısmda oldular. Böyle bir operasyon hiçbir kesimde yapılmadı.
Üniversite öğretim üyeleri arasmda yapmaya kalklşhlar, basındaki reaksiyon
sonucu kararlarından geri dönmek zorunda kaldılar.

Emekli edilen subaylar arasında Ordu Donahm Okul Komutanı da vardı.


Kabahati kardeşinin Demokrat Partiden milletvekili oluşu idi. Okula ben veka­
let eblleye başladım.

2'Nd ORDU HAREKAT BAŞKANLIGINA TAYİNİM

Bu arada Milli Birlik Komitesi bütün kumıay subayları A. B ve C kategori­


sine ayırmış. Beni de A kategorisine ayumışlar. Böyle -olunca da tayinim Kon­
ya'daki 2'nci Ordu Harekat Başkanlığına yapıldı.

Ankara'ya geleli bir sene olmuştu. Gerçi _benim için önemli bir görevdi.
Zira 27 Mayıs'tan evvel Ordu Harekat Başkanlığında tuğgeneraller bulunuyor­
du.

Ancak tekrar ev nakli gözükmüştü. Rahmetli eşim üzgündü. Ev toplanacak


ve yeniden yerleşecekti. Bu ev toplayıp, gittiğimiz yerde yerleşmeler daha
senelerre devam edecekti.

. 10 Eylül 1960 tarihinde Konya'daki görevime başladım. O tarihte Kon­


ya'da alb daireli sobalı bir lojman vardı. o da makamlara tahsisli idi. Ordu Yar­
başkanı olan albay, evini getirmeyeceğinden. lojmandaki tahsisli dairesini bana
devir etti. Böylece ev meselesi halledilmiş oldu. Çocuklarım için de bir
problemimiz yoktu. Büyük ve ortanca çocuklanm Şenay'la Gülay ortaokulda
idiler, en küçüğü Miray ise henüz okul çağına gelmemişti.

126
Ankara'dan aynlmam bir bakıma da yaranma olmuştu. Hem Ankara'nm o
politika kokan havasından uzaklaşmış. hem de bir sene içerisinde dört ordu
komutanı ile çalışmak. kendimi onlara tanıbnak imkanını bulmuştum. Kon­
ya'da huzurlu bir hayaıımaz oldu. Ben de eşim de Konya'yı sevmiştik.
1961 yılına ginniştik. Nisan ayı başında Alaşehir'deki kaympcderin ağır
hasta olduğuna dair telgraf aldık. Çocukları komşulara emanet ederek eşimle
Alaşehi r'e gittik. Gittiğimiz gün olan 4 Nisan'da kayınpcderi de kaybettik.
Gözlerimizin önünde hayata veda etti. Bu ölüm eşim üzerinde büyük etki ya­
rath.

MUŞ'TAKİ 227'NCİ ALAY KOMUTANUGINA TAYİNİM

Temmuz ayında senelik iznimizi geçinnek üzere Alaşchir'e kayınvalideye


gittik. Hem bağ hizmetlerine yardım ediyor ve hem de yalnız kalan
kayınvalideyi teselli ediyorduk. Bağda bulunduğumuz bir gün Konya'dan
Ordu Karargfilımdan namıma çekilen bir telgraftan Muş'ta bulunan 227'nci
Pi yade Alayı Komutanlığına tayin edildiğim ve 30 Ağustos'tan evvel yeni
görev yerinde bulunmam gerektiği bildiriliyordu.
Ailecek büyük üzüntü içerisinde kaldık. Asabım çok bozulmuştu. Zira bir
iki ay evvel Kara Kuvvetlerindeki kurmay subayların tayinleri ile ilgili şubede
çalışan bir sınıf arkadaşımla telefonla yapıhğımız konuşma sırasında "Bu sene
bana şark hizmeti var m1" diye somıuş. "Hayır, senin için bu sene şark hizmeti
bahis konusu değildir" cevabını almıştım.

Günlerim zehir olmuştu. Ankara'ya giderek bu haksız tayini değiştirmeyi.


şayet muvaffak olamazsam istifa ebneyi kararlaşbrdım ve bu kararla Anka­
ra'ya gittim. Eşim ve çocuklarım da Konya'ya döndüler.
Ankara'da muhtelif kişilerle temas ettim. Bunu ancak Milli Savunma Ba­
kanı Orgeneral Fahri Özdilek'in değiştirebileceğini söylediler. Emeklilik di­
lekçemi de hazırlayıp. Fahri Özdilek'i görmek üzere Özel Kalem Müdürünün
odasında beklemeye başladım. O gün Milli Birlik Komitesi'nin emekli ettikleri
subaylar için yaphnlan evlerin teslim töreni varmış. Bakan da orada buluna­
cağından uzun süre gelemeyecekmiş. Bu boşlılktan istifade ile Kara Kuvvetle­
ri ve Genelkunnay karargahında tanıdığım bazı arkadaşlarla durumumu gö­
rüştüm. Beni sevdiklerine inandığım bu arkadaşlar, katiyen istifa etmememi,

127
zira ordu içerisinde teşekkül eden bir grubun bunları yap�ığını, benim gibilcri
emekliliğe zorlamak suretiyle meydanın kendilerine kalmasını istediklerini ve
Ankara'da döndürül�n dolapları anlattılar. Tayini yapan şubedeki sınıf ar­
kadaşıma sorduğumda ise: Genelkunnay - B aşkanı Orgeneral Cevdet Su­
nay'ın kısa bir süre önce Doğu'da yaptığı denetlemelerde Muş'taki alayı
beğenmediğini, bu alaya bir kurmay albayın verilmesini emrettiğini, kendisine.
gösterdikleri altı ?day arasından beni seçtiğini söylüyorlardı.

O gün akşama kadar Milli Savunma Bakanı Fahri Özdilek makamına gel­
medi. Bir gün daha beklemekten ise, Konya'ya gidip eşime de danışmayı uy­
gun gördüm. Eğer emekliliğimi istersem ne yapacaktık. Alaşehir'e gidip
bağcılıkla mı uğraşacaktım; yoksa büyük şehre yerleşip emekli maaşımızla
mı geçinecektik. Bu hususa beraber karar vennemiz gerekiyordu. Eğer
askerlikten ayrılmayı uygun bulmazsak o taktirde Muş'a gitmekten başka yol
kalmıyordu.

Konya'ya gittiğimde eşim; iyi ki emekliliğini muameleye koymamışsın , bu


kadar hizmetine yazık olaçaktı. Neden istikbaline mani olacaksm. Seninle
uğraşanlarla sen de mücadele edersin. Sen Muş'a git, ben de çocukları alır
Alaşehir'e gider bir sene annemle birlikte otururum. Ne yapalım bu üçüncü
ayrılığımız olacak, ama buna da katlamrım dedi.

İşte hayatımın seyrini değiştiren kararlardan birisi de bu oldu. Eşyaları bir


daha topladık. Çocukları Alaşehir'e yolcu ettim. Bir iki gün sonra da ben tren­
le Muş'a hareket ettim ve 10 Eylül 1961 günü de Alaya iltihak ettim.

Ankara'da tayin şubesinde konuşurken Alay Komutanlığı göre-vinin bir


sene mi yoksa iki sene mi olacağını sonnuştum. Zira Albaylıkta Kıt'a hizmeti
mecburiyeti bir sene idi. Ancak iki sene de bırakılabiliyorlardı. B ir sene sonra
alacıikl�rını söylediler. Çocukları Muş'a götüm1ememin bir sebebi de bu oldu.
B ir sene için neden anlan da perişan edeyim diye düşünmüştüm.

Alay komutanlığı görevime dört elle sarıldım. Alay komutanının loj­


manı olmasına rağmen Alayda bir odada yatıp kalkmayı daha uygun bul­
dum. Lojmanı da çok zor durumda bulunan bir subaya verdim.

Muş'un o tarihteki durumu bugünkü ile kıyaslanamayacak derecede kötü


idi. Alayın yerleşmesi ise kerpiç binalar ve barakalarda idi . Gece gündüz
demeden büyük bir çalışma temposu ile alayı hem yerleşme ve hem de eğitim
bakımından iyi bir d uruma getird �.
Geceleri vakit zor geçiyordu. Bereket vilayatte anlaşabileceğim vali, Cum­
huriyet savcısı ve ağır ceza reisi gibi kişiler vardı. Onlarla şehir içersinde ba­
rakadan yapılmış bir askeri gazinoda buluşur, bazen briç oynayarak bazen de
muhabbet ederek vakit geçirmeye çalışırdık.

128
O sene kış çok şiddetli geçti. Üç gün aralıksız kar yağdığını haurlanm.

Ankara'da "teşekkül eden grubun başını Harp Okulu Komutanı Talat Ayde­
m ir' in çektiğini duyuyor, fakat çok uzakta olduğumdan neler olup bitti8ini
takip edemiyordum. İyi ki bu karışık dönemde Ankara'da bulunmamıştım.
Konya'ya ve arkasından Muş'a gitmemize çok üzülmüştüm ama özellikle 22
şubat 1 962 günü Ankara'da Harp Okulu Komutanının Okul öğrencileri ile
yaptığı darbe teşebbüsünü sonradan öğrenince, bu tayinlerin de hakkımda
hayırlı olduğuna inandım. Allah'ın çizdiği mukadderat yolunu fazla kurcala­
maya gelmiyor. Allah ne yapıyorsa iyi yapıyor. Zaten fena yapmak istiyorsa
ne tedbir alınırsa alınsın, o fenalık başa geliyor.

Biraz da mukadderata inanmak lazım� Bazıları "İnsan kendi mukadderatını


kendisi çizmelidir" derler. İnsan gelecekte nelerin olacağını bilebilse belki bu
söz doğru olabilir. Ancak gelecek meçhullerle dolu, ona hakim olmak
mümkün olamıyor ki...

Ordu Komutanımız Orgeneral Refik Yılmaz, Konya'ya ilk gittiğ.imde Kon­


ya'daki 2'nci Ordu Komutanımız, Akademide öğretmenliğe tayin edildiğim za­
man da Kara Harp Akademisi Komutanımızdı. Beni Konya'da daha yakından
tanımış ve sevm işti. Tayin mevsimi gelmeden benim Erzurum'daki 9'uncu
Kolordu'nun Kum1ay Başkanl ığına tayin edilmem hususunda Kara Kuvvetleri
Komutanlığına teklifte bulunmuş. 22 Şubat olaylarından sonra Talat Aydemir
taraftan birçok subay suçlarına göre ya emekli edilmiş veya başka yerlere tayin
edilm işlerdi. 9'uncu Kolordu'nun Kunnay Başkanı da emekli edilenler
arasında idi. Allah'ın işine bakın ki; Beni Muş'a alay komutanlığına tayin eden
şubenin müdürü emekli yapılmış, yardımcısı olan sınıf arkadaşım ise Erzurum
Askerlik Dairesi Başkanlığına tayin edilmişti . Artık işler tersine dönmüş. ordu
yavaş yavaş yerine otum1aya başlan11ştı. Ordunun bu duruma sokulmasında
başta İsmet İnönü olmak üzere, Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay ve o za­
man İkinci Başkan olan Memduh Tağmaç'ın büyük rolleri olduğunu bilahare
öğrendim. 22 Şubat 1 962 günü Harp Okulu darbe girişiminde bulunduğunda
İnönü, başbakan olarak büyük riskler altında bu harekatın basunlmasında aktif
rol oynamış. Memduh Tağmaç ise kurşunlar altında gece Genelkunnay ka­
rargfiluna gelerek duruma müdahale etmiştir.

Eğer bu cesareti gösterememiş olsalardı memleketin yönetimi albay Talat


Aydemir'in eline geçebilirdi. Ondan sonra ne olurdu bilinemez.

Bazı ülkelerde olduğu gibi kim erken kalkar ve zırhlı birliği ele geçirirse,
devleti ele geçirirdi. Herhalde Talat Aydemire yönetim bırakılmazdı. İnönü.
bu ayaklanmayı Talat Aydemir'i mahkemeye verilmeyeceğine dair söz vermek
suretiyle kan dökülmeden bastırmayı başarmış ve yalnızca emekli etmekle ikti­
fa etmişti. Ancak kanaatimce bu hoşgörü iyi sonuç vennemiş, sonunda aynı

1 29
albay bu sefer emekli olarak 2 1 Mayıs'ta aynı şeyi Harp okulu öğrencileri ve
bir kısım subaylarla yapmak istemiş, muvaffak olamamış ve sonunda da idam
sehpasında hayatını yitirmiştir. Eğer 22 Şubat'ta mahkemeye verilip
mahkı1miyetle cezalandınlsa idi, 21 Mayıs olayı da olmayabilirdi.

Af olayının her zaman iyi netice vermediğine bu hadise iyi bir örnek teşkil
eder.

ERZURUM 9'UNCU KOLORDU


KURMAY BAŞKANLIGI GÖREVİM

9'uncu Kolordu Kurmay Başkanlığına tayinime sevinm iştim. Artık


çocuklarımı da Erzurum'a getirebilirdim. Kurmay Başkanına tahsisli lojman da
van1ı ve lojman ayııı zamanda kaloriferli idi.

Alaşehir'e gidip evi tekrar topladıktan sonra Erzurum'a geldik ve 12 Eylül


1962 tarihinde yeni görevime başladım.

Muş'ta bulunduğum sırada Erzurum'da da çok ·olaylar cereyan etmiş, Talat


Aydemir taraftarları ile karşı olanlar arasında tabanca çekmelere varıncaya ka­
dar çirkin olaylar çıkmış. Her subay tabancasını üzerinde taşır ve gece kapı
çalındığında acaba toplamaya mı geldiler korkusu ile kapıyı açarken dahi elde
tabanca bulundurur olmuşlar.

Göreve tiaşladığımda Talat Aydemir taraftarları temizlendiğinden artık o du­


rumlar bir daha tekerrür etmedi.

Erzurum'a bu ikinci gelişim oluyordu. Üsteğmen olarak geldiğim 1 945


senesindeki Erzurum ile 1962'deki Erzurum arasında çok büyük fark vardı.
Şehir çok büyümüş, kaloriferli apartmanlar ve binalar bir hayli çoğalmış,
subay ve astsubaylar için lojmanlar az da olsa yapımı devam ettirilmekte,
Üniversite açılmış velhasıl modem bir şehir manzarası almaya başlamış.

Eylülde Ordu Komutanımız değişti. Orgeneral Refik Yılmaz ayrılmış, ye­


rine Orgeneral Refik Tulga gelmişti.

Erzurum'un içinde ordu, kolordu ve tümen bulunduğundan subay ve astsu­


bay kalabalığı vardı. Komutanların üzerinde önemle durdukları hususların
başında 27 Mayıs'tan ve 22 Şubat olaylarından sonra bozulmaya başlayan

1 30
disiplinin yeniden tesisi ve subay, astsubaylar arasında kaybolan samimiyetin
kurulması olmuştur. Silahlı Kuvvetler artık tamamiyle kışlasına çekilmeli ve
eğitimi ile uğraşmalı idi. Bunun üzerinde çok durulmasına rağmen maalesef
siyasiler ortalığı bulandırmaktan geri kalmıyorlardı. Talat Aydemir ve taraftar­
lan bir taraftan, politikacılar bir taraftan, Milli Birlik Komitesi üyeleri bir taraf­
tan ordu içindeki faaliyetlerini sürdürüyor ve yine ortamı gerginleştiriyorlardı.
Bu kanşıklıklann en çok olduğu yer tabiatıyla Ankara idi. Ankara'dan
Erlurum'a gelen haberler hiç de iyi değildi. Biz Erzurum'da ne kadar sakin
olursak olalım, Ankara yerine oturmadıkça orası durulmadıkça bizim de rahat
olmamız mümkün olamazdı. Nitekim olmuyordu. Harp Okulu mensuplan
başta öğrenciler olmak üzere şımartılmıştı. 27 Mayıs Harekatı, Harp Oku­
lu'ndaki öğrencilerle başlatılmıştı ya, zannediyorlardı ki istedikleri zaman
yönetimi ele geçirebilecekler ve her istediklerini yaptırabilecekler...
27 Mayıs Harekatı muvaffak olmuş ise bu harekitı Silahlı Kuvvetlerin
büyük bir çoğunluğu ve halkın desteklemesi sayesinde olmuştur. İşte bunu
kavrayamayan ve Silahlı Kuvvetlerin fiilen yönetimi üstlenme gibi bir heves
içersinde olmadığını anlayamayan Talat Aydemir ve birlcaç taraftarı bu sefer 2 1
Mayıs 1 963 günü yeniden bir darbe girişiminde bulundular. Talat Aydemir
emekli olmasına rağmen gece Harp Okuluna gelerek Harp Okuluna el atıyor,
yine talebeleri sokaklara döküyor ve Ankara'daki bir kısım birlikleri de hare­
kete geçirerek bir aralık radyoevini ele geçiriyor ve hatta bildiri dahi
yayınlıyor, fakat kısa sürede radyocvi el değiştirerek mukabil anons yapılınca
gece hemen evden aynldım ve kolordu karargahına geldim. Ordu Komutani o
gün Erlurum'da değildi. Konya'da bir toplantıya katılmış, yolda bulunuyor­
du. Ordu Kurmay Başkanı ile temasa geçtim ve Kolordu Komutanının da
emirlerini alarak bütün birliklere Ankara'daki bu harekatı tasvip etmediğimizi,
Ordunun yönetimin yanında olduğumuzu bildirdik. Erzurum mahalli radyosu
da faaliyete geçirilerek neşriyata başlatıldı ve ordunun yönetimin yanında
olduğu bütün yöreye duyuruldu. Diğer Ordu Komutanları, Hava Kuvvetleri
de bu aya.Jµarımayı desteklemedi ve neticede Ankara'daki bu isyıµı hareketi
kısa sürede bastırıldı.
Bu arada Ankara'da ölenler ve yaralananlar da oldu. Başta Talat Aydemir
olmak üzere isyan hareketine katılanlar tutuklandılar ve sıkıyönetim mahkeme­
sine verildiler. Sonunda Talat Aydemir ve Fethi Gürcan idam edildiler diğer
subaylar da çeşitli cezalara çarptırıldılar. Daha evvel de söylediğim gibi eğer
22 Şubat olaylarında Talat Aydemir ve etrafındakiler cezalandınlsalaroı belki
de bu harekat olmayacak, iki kişi hayatını kaybetmeyecek, birçok subayın is­
tikbali mahvolmayacak ve 2000'e yakın Harp Okulu öğrencisi de suçlusu
suçsuzu mesleklerinden atılmayacaklardı. Af ı;nuhakkak ki iyi bir şey, daha
doğrusu af edebilmek büyüklere yaraşan bir haslet Ancak, af edilecek ile edil-

131
meyecekleri iyi ayırt etmek şartıyla iyi bir şey. Bazen lüzumsuz ve sık sık
çıkarılan aflar yaraların sarılmasına değil, yeni yeni yaraların açılmasına sebep
olduğu gibi, devlete karşı işlenmi ş suçların affından devlet ve millet zarar
görmekte. Buna benzer aflar memleketin başına büyük işler açacak ve yeni
müdahalelere sebebiyet verecektir. Bunları ileride göreceğiz.

Doğu hizmetim bu senenin 30 Ağustosun'da doluyordu. Normal olarak bir


karargiha atanmam gerekiyordu. Eğer Doğu hizmetimin bir sene daha
uzatılmasını arzu edersem, d ilekçe ile müracaat etmem gerekiyordu. Ordu
Komutanım i le Kolordu komutanım uzatmamı istediler. Ancak ben
gösterdikleri itimada teşekkür ederek mukadderatımı değiştirmek istemediğimi
belirttim.

Silahlı Kuvvetlerin muhtelif bölgelerde dinlenme kampları açılmaya


başlamıştı. Üçüncü Ordu da Trabzon'da Akçaabat yakınında Yıldızlı denilen
mevkide çadırlı bir kamp tesis etti. İlk açılışı bu senenin yazında yapılacaku.

Temmuz sonuna doğru bu kampa gittik. İlk kampa gidişimiz bu tarihte


oldu. Hem eşim ve hem de çocuklarım çok memnundular.

Erzurum lise birinci sınıfta olan büyük kızım, orta son sınıfta bulunan or­
tanca kızım ve ilkokul ikinci sınıftaki küçük kızım sınıflarını geçmişlerdi.

ANKARA'DA OKULLAR DAİRE BAŞKANLIGINA TAYİNİM

Kampta iken Ağustos ayı ortalarına doğru tayin emirleri geldi. Benim tayi­
nim de Kara Kuvvetleri Okullar Daire Başkanlığına yapılmıştı. Ankara'ya
oluşuna sevindik. Generalliğe terfiime de bir sene kalmıştı. 1964 senesinde al­
baylıktaki alu senemi tamamlıyordum.

Kamp dönüşü yine eşyalar toplanmaya başlamıştı. Eşya toplamak görevi de


bana aitti. Zira her malzemeyi eşyayı yerli yerine koyar, kınlacakların
kırılmaması için her türlü tedbiri alırdım. Bugüne kadar on defa eşya top­
lamıştım hiçbir zayiat olmadı. B u, l l 'inci ev taşınması olacaktı. O tarihte
eşyaları kamyonla taşımak verilen harcırahla mümkün olmadığından, hep dem­
iryolu ile yapıyordum. Yalnız Ankara'dan Konya'ya giderken mesafe yakın
olduğundan kamyonu tercih ettim. Eşya toplamakta mütehassıs olmuştum. Her

1 32
parçanın ambalajı, sandığı belli idi. Eşyalar kırılmıyordu ama harap oluyordu.
Soba ve boruları dahi bizimle gider, bizimle gelirdi.

l l 'inci taşınmayı da yaptık ve çocuklarla birlikte Erzurum'dan akşamlan


kalkan trene 20 Ağustos gecesi bindik. Sevenimiz çokmuş ki Ordu Komutanı
ve eşleri başta olmak üzere bütün komutanlar, arkadaşlar ve eşleri istasyonu
doldurdular. Büyük bir kalabalığın el ve mendil sallamaları ile Erzurum'a da
veda ettik. Ankara yoluna koyulduk. Ankara' da gideceğimiz yer Orduevi idi.
Erzurum'dan hareketimizden evvel yer ayırtmıştık. Yoksa yer bulmak
mümkün değildi . Orduda general kalmadığı için bizim gibi kıdemli Albaylar
artık evvelce Generallere tahsis edilen yerlerde kalabiliyorduk. Lojman tahsis
meselesi halledilinceye kadar bir ay süre ile Orduevinde yatıp kalkmak, yiyip
içmek zorunda kaldık. Bir ay sonunda Namık Kemal Mahallesindeki devlet
konutlarından iki oda bir salonlu tiplerden bir daire bana tahsis edildi. Ona da
şükrediyorduk. Hem ucuz ve hem de kaloriferli idi.

Okullar Dairesi B aşkanlığı görevime 22 A ğustos 1963 günü fiilen


başladım. Onbeş günlük mehil müddetini bile düşünmedim . Zira Daire
Başkanı ayrılmıştı. Benim ise yapacak başka işim yok!U. Orduevinde kalıp ne
yapacaktım. Ev arama derdi de yoktu. Okullar Dairesi olarak bana Kuleli
Askeri Lisesi, Erzincan Askeri Lisesi, Konya Astsubay Hazırlama Okulu
doğrudan doğruya bağlı olup, Harp Okulu ve diğer sınıf okullarındaki Astsu­
bay okullarının eğitim işleri ile de benim daire meşgul oluyordu.

Göreve başlar başlamaz karşıma ilk olarak 2 1 Mayıs olaylarına katılmış


olan 2000'e yakın Harp Okulu öğrencilerinin hepsinin birden okuldan atılıp
atılmamaları konusu çıku. Bu öğrencilerden bir kısmı esasen mahkOm olmuş,
bir kısmı da mahkOm olmamış ama mahkeme hunların da olaylara karışmış
olabilecekleri şüphesi bulunduğundan hapis cezası almamış olmalarına rağmen
suçlu sayılabileceklerine karar vermiş, geri kalanlar ise beraat etmişti. Mah­
keme böyle bir karar vermiş olmasına rağmen, o tarihteki Harp Okulu Komu­
tanı başta olmak üzere 2 1 Mayıs olaylarının etkisini üzerlerinden atamamış
olan bir kısım General ve subaylar, disiplin karan ile istinasız bütün
öğrencilerin Harp Okulu ile ilişiklerinin kesilmesini istiyorlardı. Konu Okullar
Dairesi olarak beni ilgilendiriyordu.

Bu konuyu daha Erzurum'da iken biz de duyuyor ve aramızda münakaşa


ediyorduk. Oradaki hakim görüş; beraat etmiş olanların okuldan atılmamaları
istikametinde idi. Benim de görüşüm bu istikametteydi . Genelkurmay İkinci
B aşkanı Memduh Tağmaç beni çağırarak fikrimi sordu. Ben buna esasen
hazırlıklı idim. Açıkça fikrimi söyledim. Onun da görüşünün aynı istikamette
olduğunu tahmin ettim. Tahmin ettim diyorum, zira Memduh Tağmaç son ana
kadar kararını belli etmez. Ben Akademide okurken Harp Tarihi
öğretmenimizdi, son ana kadar hocanın kararının ne olduğunu öğrenemezdik.

1 33
Sonunda meselenin hal tarzını bildirir, o zaman öğrenirdik. Bu konuda da tam
kararını öğrenemedim. Belki de muhtelif kademelerin fikirlerini almak istiyor­
du. Ayrılırken bana "Sen bu konudaki etüdünü hazırla yakında Genelkurmay
Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay'ın Başkanlığında bir şara toplanacak, orada
etüdünü takdim edersin" dedi. Bunun üzerine detaylı bir etüd hazırladım ve
toplanan şılrada takdim ettim. Bu takdimimde muhtelif hal tarzlarını ortaya
koydum ve her hal tarzının fayda ve mahzurlarını saydım. Mahzuru en az olan
ve en adil hal tarzının "Cezaya çatptırılanların behemahal okulla ilişiklerinin ke­
silmesi, suça az da olsa bulaşmış olabileceklerin de okulla ilişiklerinin kesilebi­
leceğini, ama okuldan dışarı çıkmamış, revirde yatan veya şehre
dağıldıklarında bazı subayların evladım yaptığınız doğru bir hareket tarzı değil,
silahını bırak gel benimle diyen subaylara peki deyip bu işi daha başlangıçta
bırakan ve hatta bu harekata Bölük Komutanının zoru ile katıldık benim bir ka­
bahatim yok" diyenlerin okulla ilişkilerinin kesilmemesi olduğunu savundum.
Bunu sonuna kadar savundum. Fakat görüşmeler sonunda bu hareUta kanısın
kaulmasm hepsinin ilişiklerinin kesilmesi ancak bu öğrencilerin üniversitelerin
çeşitli fakültelerine kayıtlarının yaptmlması karan ağır bastı. Ben madem ki
hepsini suçlu kabul ediyorsunuz o takdirde bırakalım kendileri üniversite imti­
hanlarına girsinler, kazamrlarsa kazandık/an fakültelere devam etsinler. Biz
onlara hem hepiniz suçlusunuz diyor, diğer taraftan da kusura bakmayın sizi
okuldan atıyoruz ama bu kabahatimizi örtmek için de üniversitelere imtihansız
alıyoruz demek suretiyle tezata düşüyoruz dedim. Bunu da kabul ettiremedim.
Çünkü Başbakan İsmet İnönü Genelkurmay Başkanına bu çocuklami
üniversitelere kaydettirilmesini söylemiş. Sanki bunlar orduda kalırsa zararlı
olacak, ama devlet hizmetine girerlerse yararlı olacaklardı. Karar almmışu ve
bu karar istikametinde Harp Okulu disiplin kurulu da bütün öğrencilerin
disiplini büyük ölçüde bozduklarından dolayı okulla ilişiklerinin kesilmesine
karar vermişti. Harp Okulu zaten eğitim ve öğretim yapmıyordu, öğrenciler ta­
tilde idiler. Kendilerine gerekli tebligat yapıldı ve Harp Okulu bomboş kaldı. O
tarihte Harp Okulu iki sene idi. Okul iki sene ile mezun vennedi. Bu da Kara
Kuvvetlerinde boşluk yarattı.

Bu karardan üç veya dört ay sonra idi. Harp Okulu Komutanı bana telefon
ederek "Kenan ilişiğini kestiğimiz öğrencilerden son sınıftan birisi çıkıp geldi.
Çocuk altı aydır hava değişiminde memleketinde imiş. Ben bunu okula al­
madım, sana gönderiyorum. Kara Kuvvetleri Komutanına söyle ne emrediyor­
sa ona göre hareket edeyim" dedi. Çocuğu bana göndennesini rica ettim.
Çocuk geldi. Tüberküloz teşhisi ile altı ay hava değişimi almış 21 Mayıs olay­
larında da Ankara'da değil memleketinde imiş. Çocuğa acıdım. Hiç kabahati
yoktu. Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Tural'a gittim ve öğrencinin durumu­
nu anlattım. Bunu okula almamız gerektiğini de ilave ettim. Olmaz dedi. Ben
"Komutanım büyük bir haksızlık olmuyor mu" deyince, "Sen köpek

1 34
hikbyesini biliyor musun?" dedi. "Hayır efendim" diye cevap verince hikayeyi
anlatmaya başladı.

Bir çiftlik sahibinin çiftliği koruması için birkaç saldırgan köpeği varmış.
Köpekler kuş uçurtmuyor/armış. Epey zaman geçtikten sonra köpeklerin artık
eskisi gibi yabancılara saldırmadığını, gelenlere kuyruk sallamaya başladığını
görmüş. Kahyaya bu köpeklerin hepsini atmasını ve yerlerine yeni köpekler
almasını emretmiş. Kahya emri yerine getirmiş. Yeni gelen köpekler de anık
kimseyi çiftliğe sokmuyormuş. Fakat çok kısa bir süre sonunda bu köpekler
de yozlaşmış. Onlar da eskileri gibi yabancılara saldırmamaya başlayınca
çiftlik ağası kahyayı çağırmış "Kahya siz eski köpeklerin hepsini atmadınız
mı" diye sorunca "Attık efendim" diye karşılık vermiş. Ağa "Sen bir bakıcısını
sıkıştır belki de kalan olmuştur" diye emretmiş. Kahya bakıcısına sorunca
bakıcı "Bir encik kalmıştı efendim " demiş (Köpek yavrusuna encik denir).
Kahya durumu ağaya anlatınca "Tamam o encik gelenleri bozmuştur. Hepsini
yeniden atın başkalannı alın" emrini vermiş.

"Anladın mı şimdi dedi. O bir tek öğrenci yeni alınan/an bozabilir. 'Zaten
şimdi ikinci sınıfta da kimse yok. Bir kişi ile ikinci sınıf olur mu? Onu da bir
fakülteye yerleştirin olsun bitsin" dedi. Cemal Tural'a fazla ısrara da gelmez­
di. Üzüntü ile yanından çıkhm. Çocuğa durumu anlattım. Hiç olmazsa beni
Hukuk Fakültesine kaydettirin dedi. Bu isteğini yerine getirdim. Okullar Dai­
resi Başkanlığına geldiğimde ilk karşıma çıkan bu olay böylece kapanmış
oldu. Ben mi haklı idim yoksa suçlu suçsuz bütün Harbiyelileri okuldan at­
mayı savunanlar ve sonunda kazananlar mı haklı idi. buna tarih cevabını ver­
sin. Bu olayın içinde yaşadığım için etki altında kalarak yanlış bir
değerlen'dirme yapmış olabilirim. Bizden sonra gelecek nesillere bunun ha­
kemliğini bırakmak her halde daha doğru olur.

Okullar Dairesi Başkanı iken en çok sıkıntı duyduğum hususlardan birisi


de öğrencilerin Askeri Liselere alımında istenen iltimaslardı. Hem müsabaka
imtihanları yapılıyor ve hem de başta komutanlar olmak üzere birçok iltimas
istekleri birbirini kovalıyordu. Elimden geldiğince ve gücüm yettiğince bu gibi
iltimaslan önlemeye gayret sarfettim. Bu gayretimde beni destekleyen komu­
tanlarım da oldu. Kızanlar da bulundu. Bu iltimaslar nasıl olsa oluyordu. Be­
nim rütbedekilerin bunu önlemeleri mümkün de değildi. Yönetmelikte böyle
bir uygulamaya yer verilmiyordu. Madem ki yönetmeliğin dışına çıkılıyordu,
o halde yönetmeliği değiştinnenin daha uygun olacağını düşündüm ve bu
düşüncemi de komutanlarıma açtım. Kabul ettiler. Bu �eğişikliğe göre yine
müsabaka imtihanı yapılacak bu imtihana girenlerden. yaş, sağlık durumu ve
diğer nitelikleri uygun olmak kaydıyla imtihanı kazanamamış olanlardan Ge­
nelkurmay Başkanı�ın beş ve Kara Kuvvetleri Komutanın da dört öğrenciyi

1 35
okula aldınna )'.etkisi olacaktı. Rahatlamıştım , hiç olmazsa yapılan işlem
yönetmeliğe uygun oluyordu. Zamanla bu uygulama da dejenere edilmeye
başlandı . Bu rakamlar da aşıldı. Yalnız Genelkunnay Başkanı ve Kara Kuv­
vetleri Komutanına tanınan bu kontenj an halk arasında yanlış bir dedikoduya
dönüşerek "General Kontenjanı" zannı ile bütün generallere mektupla veya
şifahi müracaatların yağmasına neden oldu.
Genelkunnay Başkanı olduğumda bunun acısını vaktiyle çeken ve adaletsiz
bir uygulama olduğuna gönülden inandığım ve ben başta olmak üzere bütün
komutanları müşkül durumda bırakan bu uygulamaya son verdim ve üniversite
imtihanlarında olduğu gibi kim imtihanı kazannuş ise, onların alınmasını em­
rettim ve o gün, bu gündür bu iş böyle devam edip gitmektedir.

30 Ağustos 1 964'te benim de generallik sıram gelmişti. Kore'ye gidip bir


sene kıdem almamış olsaydım normal olarak sınıf arkadaşlarım gibi 1 965
yılında generallik sıranı gelecekti. Bir sene kıdem alarak önümdeki sınıfın so­
nuna katılmam terfi görüşmelerinde benim için kötü şans olabilirdi. Zira
Yüksek Askeri ŞOrada; birçok terfi sırasına giren kunnay albaylar arasında
pekala " B ir sene daha bekleyebilir. Nasıl olsa Kore kıdemi ile bu sınıfa
kat!lmıştır. Kendi sınıfı ile değerlendim1eye gelecek sene sokalım" diyebilirler­
di. Fakat iyi şansım Askeri Şuraya katılan komutanların büyük bir çoğunluğu
tarafından tanınmış olmamdı. Birçok ar!.:.adaşımız maalesef bu tanınamama
yüzünden terfi edememiştir.
29 Ağustos 1 964 günü generalliğe terfi ettiğim bana bildirildi. Elbette bu
benim için. ailem için, çocuklarım ve akrabalarım için önemli bir olaydı.
Bugüne kadar terfilerimde hiçbir aksama olmamıştı. Albaylığa kadar menfi si­
cil almadıkça terfi ettnek normaldi. Fakat general olmak seçimle idi. Olmak da
olmamak da mümkündü. Şayet olmasaydım müteakip seneleri bekleyecektim.
Gerçi terfi etmemem için önemli bir sebep göremiyordum ama o güne kadar ne
kıymetlerin general olamadığını gördüğümden dolayıdır ki kendimden fazla
emin olamıyordum . İnsan tartmak kadar zor bir tartının bulunmadığını
Orgeneral olup Yüksek Askeri ŞOra'ya katıldıktan sonra daha da iyi anladım.
O hassas terazi bugüne kadar bulunamamış bundan sonra da bulunacağını zan­
netmiyorum. Yine her kişinin kendi kıymet ölçüleri ne ise tartı o kişinin takdi­
rine göre olacaktır.
General olduğum 30 Ağustos günü akşamı eşimi ve çocuklarımı alarak Or­
duevi'ne gittik. İlk defa generallere ayrılan bölümde oturuyorduk. Evvelce
olduğu gibi yer bulup bulmama durumu ile karşılaşmadık. Müzik dinleyip bi­
raz dans ederek kendimize göre eğlendik.
Bulunduğum makamın kadrosu 27 Mayıs İhtilalinden evvel tuggeneraldi .
Ordudan çok sayıda general emekli edilince bazı kadrolar bu arada Kara Kuv­
vetlerinin birçok Daire Başkanlıkları da Albay yapılmıştı. Yavaş yavaş yine

1 36
kadrolar değiştirilmeye başlandı. Okullar Daire Başkanlığının kadrosu da
Tuğgeneral yapıldı ve ben de aynı görevde kaldım.

Büyük kızımla ortanca kızım liseye. en küçük kızım ise ilkokula devam
ediyorlardı. Bugüne kadar o şehirden bu şehire mütemadiyen yer ve okul
değiştirmelerine rağmen çok şükür hiçbirisinin okulda sene kaybı olmadı.
Subay çocuklarının alınyazısı ekseriya budur. Yer değiştirmelerden en çok
zarar gören çocuklar oluyor.

1 964 senesinde Ankara'da bir daire sahibi olmaya karar verdik. Zira dönüp
dolaşıp tekrar geleceğimiz yer Ankara olacaktı. Namık Kemal Mahallesinde
oturduğumuz iki odalı ev artık bize küçük gelmeye başlamıştı. Üç çocuk bir
odada yatıp kalkıyor ve orda çalışıyorlardı. Kat mülkiyeti kanunu da çıkmıştı.
Hem bankalar hem de Ordu Yardımlaşma Kurumu 40.000 liraya kadar yirmi
sene vadeli ve %6 faizli ev kredisi veriyorlardı.

Emlak Kredi B ankas ı'nda ev kredi hesabımız v ardı fakat Ordu


Yardımlaşmadan almayı daha uygun bularak Ankara'da bir daire aramaya
başladık. Uzun aramalardan sonra Tandoğan Meydanı'nda yapılacak bir apart­
man dairesine temelden talip olduk. 95 .000 liraya anlaştığımız bu dairenin
40.000 lirasını Ordu Yardımlaşmadan sağladık. Gerisini de Alaşehir'de bir
kooperatife girmek suretiyle edindiğim bahçeli evi sattnak ve gerisini da taksit
taksit ödemek suretiyle 95.000 lirayı tamamladık ve 1965 yılının yazında ken­
di evimize taşındık� Çok sevinçli idik. Bir ev sahibi olmak bir subay ve me­
mur için hakikaten önemli ve mutlu bir olaydı. Büyük bir sıkıntıya katlanma­
dan bu eve sahip olmam iti raf edeyim ki rahmetli eşimin tutumluluğu
sayesinde olmuştur. Lüzumsuz hiçbir masrafı yoktu. Lüksü o da benim gibi
sevmezdi. Eğlence yerlerine gidip masraf yapmazdık. Orduevi'ndeki eğlence
ile iktifa ederdik. En fazla gittiğimiz sinema idi. Ben Kore'de bulunduğum
s.üre zarfında eşime verilen iki maaşın büyük bi r kısmını biriktinniş,
dönüşümde beni sevindirmişti. Eğer o bu tasanuflan yapmasa idi evi bu kadar
kolaylıkla alamazdık. O güne kadar yemek odası takımımız da yoktu. Misafir
odası takımımız da yoktu. Yeni eve taşınırken onlan da almak suretiyle evimiz
biraz eşyaya kavuştu. Hiç .unutmam uzatılabilen formika kaplı yemek masası 8
sandal yası bir büfe ve vitrini 4.500 liraya aldık. Şimdi zannediyorum iki mil­
yona yakındır. O takım hala daha durur. Bugün çocuklarım "Baba artık bun­
ları değiştir" diyorlar ama ben henüz düşünmüyorum. İleride emekli olunca
düşünürüm diyorum.

Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na hizmet veren Harp Okulu'na kaynaklık


yapan iki Askeri Lise vardı. Birisi Kuleli, diğeri Erzincan Askeri Lisesi idi .
1 964 senesinde Genelkurmay Başkanlığı'ndan Erzincan Askeri Lisesi'nin
lağvedilmesi emrini aldık. Sebebi Erzurum'da bulunan 3'üncü Ordu Ka­
rargfilıı 'nın Erzincan'a intikal ettirilmesinin çabuklaştınlabilmesi için Ordu Ka-

1 37
rargalıının yerleşebileceği bir binanın bulunması zorunluluğu idi. Halen Ordu
Karargalıı olarak kullanılan binadan gayri hakikaten Ordu karargalıı olabilecek
başka bir bina Erzincan'da yoktu. Yeniden yapımına başlansa en aşağı dört se­
neyi alırdı. Böylece okul söndürüldü ve yal.ruz Kuleli Askeri Lisesi bırakıldı .
B u karar ordunun Erzurum'dan Erzincan'a intikali bakımınc;an o gün için belki
doğruydu. Fakat ileriki senelerde Haıp Okulu'na alınacak öğrenciler konusun­
da sıkıntı yarattı ve bunun sonucu Bursa'da Işıklar ve arkasından İzmir'de
M3J.tepe Askeri Liselerinin açılmasını gerekli kıldı.

Okullar Daire Başkanlığında üç sene de Tuğgeneral olarak görev yaptım. O


tarihte generaller için her yer kıt'a görevi olarak kabul ediliyordu. Onun için
Tugay Komutanlığına çıkmadan 1967 senesinde yine terfi sırasına girdim. O
tarihlerde generalliğin bütün rütbelerinde bekleme süresi üç yıldı. 1967 senesi
Ağustosunun 29'uncu günü terfi listesi ile birlikte tayinler belli oldu ve bütün
generallerin en geç 30 Ağustos günü yeni görev yerlerinde bulunması emri ve­
rildi. Gerçi birkaç gün evvelinden terfi ettiğimi gayri resmi olarak öğrenmiştim
ama nereye tayin edileceğimi en son güne kadar öğrenemedim. B ir aralık
Keşan'daki Tümen Komutanlığı dendi, arkasından Adapazan'ndaki Tümen
Komutanlığı havadisi çıktı, bir aralık Sivas'taki Tümen Komutanlığı şayiası
yayıldı, fakat sonunda hiçbirisi olmadı; Isparta'daki Eğitim Tümen Komu­
tarılığı kat'ileşti. Neresi olursa olsun, yine yalnız gitmeye mecburdum. Zira or­
tanca kızım ODTÜ Kimya Mühendisliğini kazanmış, büyük kızım imtihanı ka­
zanamamış ancak göreve girmişti. Onlan kime bırakacaktık'?

TÜMEN KOMUTANI OLARAK ISPARTA'YA HAREKET

30 Ağustos sabahı omuzlarıma bir yıldız daha takarak eşimle ve


çocuklarımla vedalaşıp gözyaşı dökerek Ankara'dan Isparta'ya hareket ettim.

Öğleden sonra Isparta'ya vasıl olarak görevi benden evvelki Tümen Komu­
tanı Nusret Özselçuk'tan devir aldım.

Buraya tayinimden memnun olmamıştım. Sebebine gelince evvela Isparta


B aşbakan Süleyman Demirel'in memleketi idi. Kardeşi Şevket Demirel ise
Adalet Partisi'nin İl Başkanıydı. B u durum çalışmalanm esnasında bazı
güçlüklerle karşılaşmama sebep olabilirdi. Nitekim zaman zaman olmadı değil.

İkinci olarak tümenin muharip bir tümen olmayıp eğitim tümeni olmasıydı.

138
Eğitime gelen erlerin gördükleri eğitim sonunda dağıtımlarında birçok makam­
dan gelecek iltimas istekleriyle karşı karşıya kalacağım endişesiydi. B ununla
da çok mücadele ettim ve birçok kişinin istediklerini yerine getiremediğimden
dolayı da o kişilerle aramız açıldı.

İşte başlıca bu iki önemli sebeptir ki beni bu tayin memnun ettnemişti.

Hayatta her zaman iyi şeylerle karşılaşmak mümkün olmuyor ki . Isparta,


şehir olarak çok güzel bir şehirdi. Halkı da iyi idi. Vali ve Belediye Başkanı ile
de iyi ilişkiler kurmuştum.

Eşimden ve çocuklanmdan ayn kalışım beni üzüyordu. Bu dördüncü de­


fadır ki bizi ayınyordu. Hele bu yaştan sonra daha da zor oluyordu.
Tümen Komutanına tahsisli lojmanı kullanmadım. Orduevi'ne yerleşmeyi
tercih ettim. Tugay Komutanının lojmanı yoktu_ Bana tahsis edilmiş olan loj­
manı ona verdim. Orduevi'nde her öğün hemen hemen aynı yemekleri yemek­
ten bıkmıştım. Fakat bu sıkıntıya katlanmaktan ·başka da yapabileceğim bir şey
yoktu.

Isparta'da bulunduğum süre içersinde Adalet Partisi İl Başkanı Şevket


Demirel'le yıldızımız banşmadı. Sebebi 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı do­
layısıyla Orduevi'nde düzenlenen gecede kendisine benim, valinin, tugay
komutanının ve belediye başkanının oturduğumuz şeref masasında yer ver­
meyip, Cumhuriyet Halk Partisi İl Başkanı ile birlikte ayn bir masada yer ver­
memdi. B u olay soğukluğun başlangıcı oldu. Ben en doğrusunu yaptığıma
inanıyorum. İl veya İlçe parti başkanlarını daha evvelki dönemlerde olduğu
gibi her sahada etkili kişiler kabul edecek ve öyle muamele yapacak olursak,
memleket yine 1950'li yıllardaki duruma sürüklenirdi.

Fakat maalesef vilayetin ve belediyenin muhtelif sebeplerle verdikleri ye­


meklerde Adalet parti il başkanı; vali veya belediye başkanının karşısında veya
hemen yanında yer alıyordu . Türkiye'yi bundan kurtarmalıyız. Parti
teşkilatının yön�ticiler üzerindeki baskılanna mani olmalıyız. Atatürk ilk za­
manlarda Parti Başkanlan ve Valileri ayn ayn görevlendirdi. Fakat bir süre
sonra baktı ki, ya vali parti başkanı üzerinde hegemonya kuruyor veya parti
başkanı vali üzerinde otorite kuruyor. Hangisi etkili ise idareyi o eline
alıyordu. Bunun sakıncalarını fark eden Atatürk, bir müddet sonra valiler aynı
zamanda parti müfettişliği görevini yürütecektir demek suretiyle bu mahzun•
ortadan kaladırdı. Tabii o devirde tek parti olduğundan bu iş böylece halledile­
bildi. Ama çok partili dönemde bunu yapmak mümkün olamadığından, hangi
parti iktidarda ise, o partinin il ve ilçe teşkilatı kendi etkinliklerini ispat ettnek
ve böylece otoritenin kendisinde olduğuna halkı inandırmak için vali, kayma­
kam ve diğer kamu görevlileri üzerinde baskı kurdular ve sonunda da idare
felç oldu, politize oldu, tarafsı.zlığını kaybetti.

1 39
Bir sene de bundan evvelki senelerde olduğu gibi çabucak geçti. Aynı
görevde kalacak m ıydım, yoksa başka bir göreve mi tayin edilecektim
bilemiyordum. Tatilde eşim ve çocuklarım da Isparta'ya geldiler. Eğridir gölü
kenarında bir kamp kurduk. Orada bir ay kadar kaldık. Eşim lsparta'yı sevdi.
O da üç çocukla Ankara'da yalnız kalmaktan sıkılmıştı. B üyük kızım Basın­
Yayın Yüksek Okulunu kazanmış. hem çalışıyor ve hem de okuluna geceleri
devam ediyordu. Her iki kızımızı da yurda vermeyi ve Isparta'da kalsak da
başka bir yere tayin edilsek de eşimle aynı yerde olmayı kararlaştırdık.

Ağustos ayının sonlarına doğru tayinler belli oldu. Tayinim Konya'daki


2'nci Ordu Kurmay B aşkanlığına çıkmıştı. Sevindik, zira Konya Arıkara'ya
çok daha yakındı. Çocuklarımız sık sık Konya'ya gelebilirlerdi.

KONYA'DA 2'NCİ ORDU


KURMAY BAŞKANLIGI GÖREVİM

Isparta'ya. Ispartalılar'a veda ederek Ankara'ya oradan da Konya'ya gittim


ve 4 Eylül 1 968 tarihinde görevime başladım. Artık eşim küçük kızım Miray
bizimle beraberdi. O da ortaokula başlamıştı. Diğer iki kızımın biri ODTÜ yur­
dunda, ötekisi özel yurtta kalıyorlardı.

Ordu Komutanı rahmetli Orgeneral Nazmi Karakoç idi. Ben Kara Kuvvet­
leri Okullar Daire Başkanı iken, o da Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı idi.
Dört sene beraber emrinde çalışmıştım. Huyunu suyunu, titizliğini çok iyi bi­
liyordum. Sert ve titiz olmasına, göıiinüşte acımasız bir intiba bırakmasına
rağmen. aslında mertıametli tarafı fazlaydı.

İki kızımın Ankara'da yurtlarda kalması ve onlardan ayn bulunmamız beni


ve özellikle eşimi çok üzüyordu. En büyük üzüntü kaynağımız bu idi. Başkaca
bir sıkıntımız yoktu. Üniversitelerde masum gençlik hareketi dediğimiz hare­
ketler başlamıştı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi bu hareketlerin merkezi hatta
teröristlerin eğitim merkezi halindeydi.

Konya'da 1 960- 1 9 6 1 arasında da bulunduğumuz için Konya'yı iyi tanıyor


aynı zamanda seviyorduk. Arada geçen yedi sene içersinde bir hayli subay,
astsubay loj m anları yapılmıştı . Meram'daki lojmanlar bu yapılanlar
arasındaydı. Ordu Komutanının da artık lojmanı vardı. 1 960'ta Ordu Komu­
tanları Ordu Karargfilurun bir bölümünü lojman olarak kullanırlardı.

140
Hava Kuvvetlerine ait bir üssün bulunuşu ve bu üsde havacı teğmenlerin
harbe hazırlık eğitimi görmeleri, orduya ait birçok birliğin Konya'da
konuşlandırılması dolayısıyla şehir içersinde büyük bir subay ve astsubay
topluluğu oluşturuyordu.

Konya'nın sosyal yapısı gereği Ankara İstanbul gibi eğlence yerlerinden


mahnlmdu. Bu topluluğun eğlence ihtiyaçlarını giderebilecek yegane yer Or­
duevi'ydi. Hafta sonları Orduevi'nde eğlence tertiplemek·suretiyle bu ihtiyacı
gidermeye çalışırdık. Ordu Komutanı ve ailesi ile her hafta olmasa da sık sık
bu toplantılara katılırdık. Böylece subaylar ve aileleri arasındaki birlik ve
dayanışma ruhunu canlı tutmaya çalışırdık.

Ben gelmeden evvelki sene Mevlana'dan başlayıp Atatürk heykelinin bu­


lunduğu meydanda son bulan gericilerin, yobazların çoğunlukta bulunduğu bir
yürüyüş düzenlenmiş ve Orduevi önünden geçerken buraya karşı çirkin
gösterilerde bulunulmuş. Bunu üzülerek Ordu Komutanı bana anlatmıştı. Bu
sene de yine solculara karşı sağcılar tarafından bir miting ve yürüyüş düzen­
leneceği haberini aldık. Geçen sene cereyan eden olaylan bildiğimizden Ordu
Karargahı ve Orduevi'nde geniş güvenlik önlemleri aldık. Asker getirdik ve
askere mermi verdik. Aynca bir helikopter havadan yürüyüşü takip etmekle
görevlendirildi. Yürüyüşe katılanlara da şu haberi yaydık "Eğer bu yürüyüş
esnasında geçen seneki gibi tecavüze varan olaylar görülecek olursa helikop­
terden bomba ve makinalı tüfekle müdahale edilecek. Karadaki askerlerde de
mermi v ardı r. Ona göre hareket edilsin." Bunun etkisi görüldü ve yürüyüş
hiçbir olay cereyan etmeden sona erdi.

Konya nedense gericilerin, dincilerin merkezi olarak kabul edilir ve bu gibi


gösteriler bu şehirde düzenlenir. 12 Eylül öncesinde 6 Eylül'deki gösteri de
Konya'da yapılmıştı.

Esasında Konya halkı, gerici bir halk değildir. Çoğunluğu aydın fikirli ve
bu gibi gerici akımları tasvip de etmez. Ama bunda menfaat umanlar Konya'yı
bu maksatla istismar ederler.

Ordu Kurmay Başkanlığım zamanında başkaca önemli bir olay Konya'da


cereyan etmedi.

Ankara'da İstanbul'da sık sık sağ sol çatışmalar oluyor ve bunu biz de
yakından takip ediyorduk. Deniz Gezmiş ve taraftarlarının gerçekleştirdikleri
eylemleri basından takip ediyor ve gidişin hiç de iyi olmadığını görüyorduk.
İşin acı tarafı emniyet kuvvetlerince aranan Deniz Gezmiş ve bir kısım arka­
daşlarının Orta Doğu Teknik Üniversitesinin yurtlarında kalabildikleri ve bu
üniversiteyi bir üs olarak kullandık.lan, silahlı atış eğitimlerini bu üniversite
içersinde yaptıklarının sonradan anlaşılması olmuştur. Yine ne acıdır ki üni­
versitelerde bu olaylar olur ve her geçen gün çoğalırken, zamanın bazı

141
rektörleri emniyet kuvvetlerini üniversite kampüsü içersine sokmamakta dire­
niyorlardı. Sebep olarak da Anayasada üniversitelerin özerk olduğunu
gösteriyorlardı, özerk olduğuna göre de üniversite içerisine Rektörlüğün
müsaadesi olmadan emniyet kuvvetleri giremez diyorlardı.

İşte bu sakat görüş olaylan gittikçe tı rmandıracak ve nihayet öyle bir hale
getirecek ki; o haydut öğrenciler, istedikleri anda Rektörü, Dekanı makam
odasından atabilecek, öğretim görevlilerini tekme ile sınıftan dışarıya
kovalayabilecektir. O korkunç günlere yavaş yavaş yaklaşıyorduk. Silahlı
Kuvvetler içersinde de yine gruplaşmaların yavaş yavaş başladığım ve
özellikle Ankara'da bu gruplaşmaların çoğaldığı haberlerini alıyorduk.

Gidişin iyi bir gidiş olmadığı açıkça görülmekteydi. Anayasaya göre polis
üniversite içersine giremediğine göre yanlış bir taktikle üniversitelerde solun
karşısına sağ güçleri çıkarmak ve böylece bir denge kurma karan alındı. Bu
sefer sağcı ve solcu olarak evvela üniversitelerde, arkasından üniversiteler
dışında ve diğer okullarda taşkilal kurulmaya başlandı. Bunun sonucu olarak
karşılıklı silahlı saldırılar başladı. Devletin gücü yerine bu güçler birbirleriyle
çarpıştılar. Üniversitelerde ilk olaylar başlar başlamaz devletin gücü bunların
üzerine sevk edilebilse ve yılanın başı küçükken ezile bilseydi. 1 97 1 - 1972 kri­
zine gelmeyebilirdik. Parlamento ise bu konu üzerinde anlaşamıyor, milletve­
killeri karşı partiyi suçlamakla vakit geçiriyorlardı.

1969 senesi mart ayında Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cemal Tural,


Genelkurmay B aşkanlığında üç senesini doldurduğundan bu görevden
alınmış. Askeri Şura Üyesi yaptlmışu. Yerine Kara Kuvvetleri Komutanı Or­
general Memduh Tağmaç, Genelkurmay Başkanı olmuştu. Kara Kuvvetleri
Komutanlığına ise emekliliğine 5-6 ay kalan Orgeneral Fikret Esen getirilmişti.
Orgeneral Cemal Tural Genelkurmay Başkanlığından almışım bir türlü haz­
medememiŞti. Emekliliğini de istememiş ve Şura Üyesi olarak kalmayı kabul­
lenmişti.

Cemal Tural'm Genelkurmay Başkanlığından ayrılışı da bir garip olmuş.


Birkaç ay evvelinden lüzumsuz bazı kuruluşlara veda ziyaretleri düzenlemiş.
B u hal basında da garip karşılanmıştı. Genelkurmay Karargihı önünde
yapılması adet olan devir ve teslim törenini dahi yaptırmamış ayrılıp gitmişti.

Ordu Komutanım Orgeneral Nazmi Karak:oç ile Cemal Tural'm birbirlerine


karşı yakınlıkları vardı. Bu yakınlığın yüzbaşılıklarında başladığını Nazmi Ka­
rakoç bana anlatmıştı. Cemal Tural, Kara Kuvvetleri Komutanı iken Nazmi
Karakoç da üç sene ona kurmay başkanlığı yapmıştı ki o tarihte ben de Kara
Kuvvetleri Okullar Daire Başkanı idim.

Kıbns'taki Türk Alayı her sene yaz aylarında değiştirilir ve bu değiştirme


2'nci Ordunun sorumluluğunda cereyan ederdi . Yeni birlik İskenderun'da

142
teşekkül eder, eğitimi, atışları yaptırılır, İskenderun'dan merasimle uğurlanır,
Kıbrıs'tan dönen birlikler de Mersin'de merasimle karşılanırdı. (•) Ordu
Komutanı İskenderun'dan uğurlanacak olan Kıbrıs birliğini görmek ve mera­
simde bulunmak üzere İskenderun'a giderken beni de yanına aldı. Beraberce
İskenderun'a gittik. O tarihte İskenderun'da 39'uncu Tümen bulunuyordu.
Tümen Komutanı da ralunetli Tümgeneral Mithat Kopsavaş idi.
İskenderun'a gittiğimizin ertesi günü idi. Tümen bölgesini hiç
görmediğimden Ordu Komutanından müsaade alarak Tümen birliklerini ve
bölgeyi görmeye gittim. Gezim biraz uzun olduğundan akşam geç olarak yani
akşam karanlığında İskenderun'a döndüm. Şehre girdiğimde bir anormall ik
hissettim.
Yollarda trafik erlerinin çokluğu göze çarpıyordu. Orduevi önüne gel­
diğimde merasim bölüğü, bando ve subayların bulwıduğunu görünce hayretim
daha da arttı. Araçtan inince Tümen Komutanı Mithat Kopsavaş'ı gördüm.
Kendisine "Hayrola bu nedir, Ordu Komutam da yok" deyince, "Sorma Cemal
Tura/ geliyor. Ordu Komutaiıı da onu karşılamaya gitti. Nerede ise gelirler"
dedi. "Karanlık basmış, merasim yapılmaması lazım" deyince, "Ordu Komu­
tanı emretti"
cevabını aldım. Hoş bir durum değildi. Ancak olan olmuştu.
Ordu Komutanı orada olmadığına göre düzeltmek de mümkün değildi.
"Kopsavaş bu iş iyi olmamış, bunun kokusu çıkar" dedim.

1 0- 1 5 dakika sonra Nazmi Karakoç ile Cemal Tural geldiler. Arabadan in­
diklerinde Cemal Tural'ın sivil elbiseli olduğunu görünce yapılan hatanın:
büyüklüğünü daha da iyi anladım. Tural merasim bölüğünü denetlerken Ordu
Komutanı Nazmi Karakoç'un canının sıkkın olduğunu yüz hatlarından an­
ladım. Orgeneral Tural odasına çekildikten sonra Ordu Komutanına
"Komutamm bu nasıl oldu ? Sayın Tural'ın burada ne işi var. Yarın kıt'a
uğurlanacak. Merasimde o da nıı bulunacak, Genelkurmayın bundan haberi
var mı" deyince, "Yok canını kimseye haber vermeden evvela Konya'ya gel­
miş, benim burada olduğumu öğrenince yoluna devam etmiş. Adana'ya gel­
diğinde Kolordudan bana telefon etti. Ben de yoldan karşılamaya g ittim"

(•) Kıbrıs Adası bilindiği üzere 1 'inci Cihan Harbi sonunda lngiltere'nin bir
müstemlekesiydi. Adada iki toplum vardı. Rumlar ve Türkler. Rumlar çoğunlukta idi.
950'1i yıllarda Rumların başlattıkları bağımsızlık mücadelesi Yunanistan'la birleşme
(Enosis) şekline dönüşünce Türkiye'nin müdahalesi üzerine İngiltere, Türkiye, Yunani­
stan ve Kıbrıs Cumhuriyeti arasında varılan anlaşma ile Kıbrıs Bağımsız bir Cumhuri­
yet olmuş ve adadaki Türk ve Rum toplumlarının herhangi bir saldırıdan k,orunmalan
için 1960 yılında imzalanan Londra ve Zürih anlaşmaları ile Lefkoşe'de bir Türk ve Yu­
nan Alayından oluşan bir askeri birlik kurulmuştu.
lşte Kıbrıs Türk Alayı olarak isimlendirilen bu.

143
cevabını verdi. "Peki Komutamm merasim kıt'asını niye çıkardık hem de sivil
o lduğu halde" diye sorduğumda "Ne bileyim ben sivil olduğunu. Telefonda
merasim ister misiniz diye sordum, huyunu bilirsin merasimi, şatafatı çok
sever, isterim dedi, ben de emri verdim. Karşılamada sivil olduğunu görünce
çok canım sıkıldı. Kenan" dedi. "Komutanım Tural'lll Memduh Tağmaç 'la
arasımn ne kadar açık olduğunu biliyorsunuz. Yamı gazeteler bunu yazacak ve
hatta buradan hemen Ankara 'ya bildirecekler de bulunacaktır. Bumm kokusu
mutlaka çıkacaktır. Hiç olmazsa yarmki merasimi siz yapm Tura/ bulunmasm"
deyince. "Kenan, Tural-böy/edir. Aklına eseni yapar. Yaptığı doğru mudur
yanlış mıdır diye de muhakeme etmez. Şimdi bizi de müşkül duruma soktu.
Akşam yemekte yarınki merasimde bulunmamasım ben söyleyeceğim" dedi.

Ertesi gün iskelede merasimi Ordu Komutanı kabul edip gem iye çıktık. B ir
de baktık ki Tural bizim arkamızdan geldi. O da kıt'anın önünden geçerek sivil
şapkasını çıkararak birliği selamladı ve gemiye geldi. Karakoç'un asabı çok
bozuldu. Fakat ne yapsın sineye çekti. Gemide yarım saat kaldıktan sonra
ayrıldık. Gemideki birliği iskeleden uğurladık, Orduevi'ne döndük. Akşam
yemeğini yeni yemiş ve odalarımıza çekilmek üzere idik ki Tümen Komutanı
M ithat Kopsavaş bana geldi, elindeki mesajı gösterdi. Mesaj Genelkurmay
B aşkanından geliyor ve hem O rdu Komutanına ve hem de Tural'a hitap edi­
yordu. Tural'a ait olan kısmı izinsiz olarak neden Ankara'dan aynldığını ve
İ skenderun'a gittiğini soruyor ve hemen Ankara'ya hareket etmesini bildi riyor­
du. Ordu Komutanına da neden Cemal Tural'ın İskcnderun'a geldiğini Genel­
kurmay Başkanlığına bildinnediğini soruyordu.

Ordu Komutanı kızgın bir hareketle mesajı aldı ve Tural'ın odasına girdi.
B i r m üddet sonra çıktı. Mesaj ı kendisine okumuş, yaptığı hareketin doğru ol­
m adığını kendisine anlatmış. Genelkurmay B aşkanlığından aynldığından do­
layı üzülmesine ve sinirlenmesine gerek olmadığını, hiç kimseye üç sene Kara
Kuvvetleri Komutanlığı ve üç sene de Genelkurmay Başkanlığı yapmanın nas­
ip olmayacağını şerefle hizmet yapıp, şerefle ayrıldığını bundan dolayi kim­
seye kızmaya hakkı olmadığını söylemiş.

Genelkurmay Başkanlığına v ereceğimiz cev.apta da, bu konuyu önemli


görmediğimizi, bir Şura Üyesi ve Genelkurmay B aşkanlığı yapmış bir
o rgeneralin İskenderun'a gelmiş olmasını kötü yönde mütalaa etmediğimizi,
Kıbrıs Birliğinin gidişinden sonra orduca verilecek detaylı bir raporda bu ko­
nuya da değinileceğini, bu bakımdan mücerret o larak Orgeneral Tural'ın
İskenderun'a gelişini Genelkunnay Başkanlığına bildinne lüzumunu duy­
madığımızı ifade eden bir cevabi mesaj göndem1emizi emretti. Cemal Tural da
izin almadığından dolayı özür dileyen ve sabah Ankara'ya h,areket edeceğini
belirten bir mesaj ı Genelkurmay B cişkanlığına gönderdi ve olay böylece ka­
pandı. Ancak bu olay uzun zaman Nazmi Karakoç'un asabını bozdu. Yerden

144
göğe kadar haklı idi. Kimin olsa canı sıkılırdı. B ana da dert yandı. Bu hareket
yapılır mı? Benimle olan arkadaşlığını bu şekilde istismar etmeye hakkı var
mı? Ama işte bunun huyu böyledir, demek suretiyle içini döktü.
Bu tarihten sonra dostlukları bozulmasa da çok azaldı.
O sene 30 Ağustosunda Kara Kuvvetleri Komutanlığı boşalacaktı . En
kıdemli Orgeneral Nazmi Karakoç idi . Nonnal olarak onun Kara Kuvvetleri
Komutanı olması gerekiyordu. Gerçi bir sene daha orgeneral olarak kalabile­
cekti ama her ne olursa olsun, Kara Kuvvetleri Komutanlığı yapmış olarak
emekli olmakla Ordu Komutanlığı yapmış olarak emekli olmak arasında fark
vardı. Bu olay onun Kara Kuvvetleri Komutanı olmasına da mani olabilirdi.
Esasen Memduh Tağmaç'la yıldızları pek barışmazdı. Canının sıkılması bu
bakımdan doğruydu.
Ağustos ayı geldiğinde çeşitli şayialar yayılmaya başlandı. Ben şahsen
N�mi Karakoç'un Kara Kuvvetleri komutanı olacağını kuvvetle ümit ediyor
ve bu inancımı kendisine de söylüyordum . Lakin kendisi buna pek
inanmıyordu. Sonunda zannediyorum Ağustos ayının son günleri idi müjdeli
haber geldi. O kadar kısa bir süre kalmışu ki, Ordu olarak ne biz ne de vilayet
kendis.ine bir yemek dahi veremedik. Tabiri amiyanesiyle palas pandıras
ayrıldı. Karakoç'un Kara Kuvvetleri Komutanı oluşuna biz de sevinmiştik. En
kıdemli Ordu Komutanı idi ve dürüstlüğüne, çalışkanlığına kimse bir şey
söyleyemezdi. Böyle olunca da Ordunun geleneklerine uygun olarak Kara­
koç'un Kara Kuvvetleri Komutanı oluşu kimseyi raha:tsız edemezdi.
Yerine Ordu Komutanlığına Genelkunnay İkinci Başkanı Orgeneral Faruk
Gürler tayin edilmişti. Kendisini yakinen tanıdığım için sevinmiştim. Harp
Okulu'na ilk gittiğimizde bize kısa bir süre de olsa Takım Komutanlığı ve
Harp Akademisinde okurken de öğretmenliğimizi yapmıştı. Bilgili. çalışkan,
dengeli, müşfik bir komutan olarak tanınırdı.
Çocuğunun tahsili dolayısıyla ailesini Ankara'da bırakmak zorunda kalmış,
bu yüzden yalnız olarak Konya'ya gelmişti. 1 970 senesi 30 Ağustosunda
Kara Kuvvetleri Komutanlık sırası bu sefer ona geliyordu. Çünkü bir sene
sonra Nazmi Karakoç emekli olacak ve en kıdemli Ordu Komutanı olarak sıra
Faruk Gürler'e gelecekti.

1 969 senesi Türkiye sathında olayların tım1anmaya devam ettiği bir sene
oldu. Üniversitelerde ve şehirlerde, işçi kesiminde işgaller, boykotlar, adam
öldünneler, yürüyüşler, mitingler. grevler birbirini takip ediyor ve maalesef
önlenemiyordu. Yurt sathında duyulan bu rahatsızlıklardan Silahlı Kuvvetlerin
müteessir olmaması düşünülemezdi. Esasen daha evvelki senelerde başlamış
olan gruplaşmalar ve yönetime el koyma heveslileri gittikçe çoğalıyordu.

145
Orgeneral Faruk Gürler Ordu içerisinde sevilen bir komutan olduğundan
dolayı da adından sık sık bahsedilirdi. Rahmetli Faruk Gürler bwıdan üzüntü
duyar ve bir arkadaş gibi içini zaman zaman bana dökerdi. Ordu Komu­
tanlığındayken yönetime el koyma yanlısı olmamıştır. Evet memleketin içinde
bulunduğu durumdan o da bizler gibi üzüntü duyuyor ve bwıu gizlemiyordu.
Ancak bunun yolu darbe yapmak değildir diyordu. Hatta bir gün kendisine
Ankara'dan atılmış imzasız bir mektup gelmişti. Mekruhu bana gösterdi.
Mektup çok kısa ve meali de aşağı yukarı şöyle idi: HKendini harcama, orduda
seviliyorsun, bir darbe olursa seni başa geçirecegiz. Benim fikrimi sordu.
n

mektubu yırtıp atayım mı yoksa üst makamlara mı göndereyim. Biraz


düşündükten sonra bana kalırsa yırtıp atmak daha doğru olur şeklinde cevap­
landırdım.
Rahmetli kendisi daha ince düşünür ve biraz da evhamlı bir tabiata sahipti.
Onun için bana. "Hayır Ke11an ben bunu Genelkurmay Başka11lıgına
gö11dereceğim, zira benimle uğraşa11 bir hayli kişi var. Bu mektup bir tertip de
olabilir. Bakalım mektubu ilgili üst makamlara gö11derecek mi yoksa saklaya­
cak nu diye bir komplo kurmuş olabilir. 011u11 içi11 ben bu mektubu Genelkur­
nıay Başka1111ıa göndereceğim.
Bak Kenan sa11a birşey söyleyeyim; ba11a zanıan zaman bu çeşit telkinler
yapılıyor. Be11im ihtilalin başma geçmem ve Devlet Başkanı olmam isteniyor.
Ben bu gibi fikirlere karşı çıktını. Ben Ge11elkumıay Başkanlığı yaparım ama
Cumhurbaşkanlığı yapamam. Ona hazırlıklı değilim ve ben ihtilal adamı
daği/im" demiştir.
Kendisine biraz fazlaca evhama kapılmakla birlikte düşüncesinin doğru
olabileceğini ve mektubu Genelkurmay Başkariına gönder-mesini uygun bul­
duğumu söyledim. Mektubu özel bir mektubun içerisine koyarak Orgeneral
Memduh Tağmaç'a gönderdi.
Aramızda geçen bu muhavereyi hata hatı rlar ve o zaman bana böyle
söyleyen Faruk Gürler'in 1 973 senesinde Cumhurbaşkanı olmak için sarf
ettiği gayretleri ile karşılaştım ve sonunda etrafının etkisi altında kalarak. bu
işe giriştiği neticesine ulaşırım.
Orgeneral Nazmi Karakoç. Ordu Birliklerini ne kadar seyrek dolaşır ve sık
sık dolaşmaktan hoşlanmazsa, Orgeneral Faruk Glirler de tam aksine
mütemadiyen dolaşan bir komutandı. Bu yüzden de Konya'da işlerin
yürütüİmesi çoğunlukla bana kalırdı. Esasen Kurmay Başkanlanrun bir görevi
de Komutanı fazla yormamak, onu lüzumsuz işlerle meşgul etmemek ve rahat
çalışmasını sağlamaktır. Bu benim dördüncü Kurmay Başkanlığı görevim
olduğu için artık Kurmay B aşkanlığında ihtisas sahibi olmuştum. Faruk
Gürler memnuniyetini sık sık söylerdi. Kendisini hiç yormadığımı ve en rahat
bir görev gördüğünü ifade etmekten de çekinmezdi.

146
KORG� OLUŞUM VE TRABZON'DA
ll'İNd KOLORDU KOMUTANLICINA TAYİNİM

l 970 senesinin yazaylanna ulaşmıştık. Benim tümgenerallikteki üç senem


doluyor ve korgenerallik sı ram geliyordu.
Ordu Komutam Faruk Gürler'in de Ordu Komutanlığındaki süresi
doluyordu.
Ağustos ayında her sene olduğu gibi Yüksek Askeri Şura toplandı. Gerçi
Şfira üyeleri başta Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve Kara Kuvvetleri
Komutanı Orgeneral Nazmi Karakoç olmak üzere beni yakinen tanıyorlardı
ama. mahrut gittikçe daralıyor ve her terfide birçok arkadaşımız emekliye sevk
ediliyordu. Yedi kişi korgeneralliğe yükselecek, bir o kadarı ise emekli edile­
cekti.
Ordu Komutanı, ŞOra Toplanbsmın ikinci veya üçüncü günü idi ki telefon­
la ordudan bir üst rütbeye yükselen generallerle genarelliğe yükselen albayları
bana bildirdi. Fakat benden hiç bahsebniyordu, dayanamadım; "Konıutamm
benim terfiinı ne oldu?" diye sorunca. "Sen kendinde11 şüphe mi ediyorsun"
diye cevaplayınca rahatladım.
Ailece sevindik. Dost ve tanıdıkların tebrikleri devam edip durdu. Terfilerin
arkasından tayinler ilan edildi. Ben Trabzon'daki l l 'inci Kolordu Komu­
tanlığına. Ordu Komutanı Faruk Gürler Kara Kuvvetleri Komutanlığına, Or­
general Semih Sancar'da 2'nci Ordu Komutanlığına tayin edildi. Eşim
ağlamaya başladı. Terfi sevincini unubnuştu. Konya'da iken çocukları sık sık
görmek, telefonla konuşmak mümkün oluyordu. Trabzon'da bu nasıl olacakb,
üzüntüsünün yegane sebebi buydu.
Eşyayı nereye bırakacakhk? Konya'da Eğitim Kolordusu vardı. Oraya
tayinimiz çrksa olmaz mıydı? Bunların kabahati biraz da bende idi. Ne Faruk
Gürler'e ve ne de Nazmi Karakoç'a tayin konusunda hiçbir istekte bulun­
mamışhm. Adetim değildi. Kaldı ki dereyi görmeden paça sıvanmazdı. Terfi
edip ebneyeceğim belli olmadan nasıl olur da tayin hakkındaki isteğimi ilgili
makamlara iletebilirdim. İnancını o ki, vazife istenmez tevcih edilir. Vazifenin
iyisi kötüsü olamaz. İnsan kendisine verilen görevi en iyi şekilde yerine getir­
mek için gayret göstermelidir. Olan olmuştu elbette görev yerine gidecektik.

147
Eşyaları toplayıp Eğitim Kolordu Komutanlığı'na tayin edilen arkadaşımın
evine muvakkaten bıraktık, yanımıza lüzumlu eşyalarımızı alarak hareket ettik.
Yeni Ordu Komutam Semih Sancar lütfedip beni bando ve merasim bölüğü ile
Ordu Karargfilıı önünden uğurladı. Gözlerimiz yaşlı Konya'dan ayrıldık. Kon­
ya'ya iyice alışmıştık. Onun için ayrılmak bize zor geldi.

Ankara'da bir iki gün kaldık, çocuklarımızı gördjik kucaklaştık. Orada da


bir ağlama faslından sonra Ankara'ya gelen 1 1 'inci Kolordu Komutanından
görevi devir alarak Kolordunun arabasıyla yola koyulduk.

B i r günde gitmek zor olmasına reğmen karanlık basmadan 7 Eylül 1 970


günü akşam üzeri Trabzon'a vasıl olduk ve lojmana yerleştik. Yanımızda
yalnız küçük kızım Miray v ardı. O da lise ikinci sınıfa geçmişti. Allah kısmet
ederse, liseyi Trabzon'da bitirecekti. Çünkü Trabzon'da iki sene kalmamız
mukadderdi.

Kolorduya bağlı fazla birlik yoktu ama bölgesi çok genişti . Bayburt,
Aşkale ve Artvin'deki birlikler Kolorduya bağlı idi. Hangi birliği görmeye git­
sem muhakkak Karadeniz sıradağlarını geçmem gerekiyordu. Sovyet hududu­
nun büyük bir kısmı da Kolordunun sorumluluk bölgesi içersindeydi . Eve
yerleşir yerleşmez ilk işim Kolorduya bağh birlikleri yerinde gidip görmek
oldu. Eyül ayı Trabzon'un en iyi mevsimiydi. Karadeniz dağlan da öyle.

Kısa sürede Trabzon'a alıştık ve hem Trabzon'u hem de Trabzonluları ben


ve eşim sevdik. Trabzonlular da bizi sevdi. Yapılan ufak tefek i yilikler halkın
sevgisini kazanmaya yetiyor.

Göreve başladıktan kısa bir süre sonra idi. Bir gün yerli gazetelerden biri­
sinde bir yazı gözüme ilişti . "Paşamızdan Ricamız" başlığı altında yazılan
yazıda şunlar yer alıyordu: Evvelce Amerikalıların dinlenme istasyonu olarak
kullanılan ve Amerikalıların burayı terk etmeleri sonunda Kolorduya devredi­
len Boztepe'deki tesislerin hemen yanındaki cami içersinde Selçuklulardan kal­
ma bir ziyaretgah mevcut. İsmi de "Evren Dede" idi. Bu türbeye gidebilmek
için Kolordu Karargfilıının içinden geçmek gerekiyor. Otobüsler de garnizo­
nun içindeki yoldan geçmek zorunda. Amerikalıların bulunduğu zamanlarda
halk bu yoldan rahatlıkla istifade eder ve "Evren Dede"ye ziyarete ve camiye
gidebiliyorlarmış. Kolordu buraya taşındıktan sonra Kolordu Komutanı bu
yolu kapatmış ve halk camiye ve "Evren Dede"ye gidemez olmuş. Benim bu
yolu tekrar açmam isteniyordu. isteği haklı buldum ve yolu açtım. İşte bu ha­
reketim halk üzerinde müsbet yönde büyük etki yapmış. Bu ·yüzden bir hayli
teşekkür aldım.

Halkımızın bazı inançları vardır ki, bunu söküp atmak mümkün değildir.
Gerçi dinimize göre istekler yalnız Allah'tan yapılır. Allah'la kul arasına ne
yaşayanlar ve ne de ölmüşler giremez, ama büyük bir halk kitlesinde bunun

148
aksine ecdattan gelme alışkanlıkla böyle isim yapmış ve rahmeti ralunana
kavuşmuş evliyalardan maalesef medet wnulur. ondan istekte bulunulur. Mum
adanır, bez bağlanır. tuz b1rakılır vesaire. Bu bir inançtır. Asırların
yerleştirdiği bir inançtır. Yanlış da olsa ona saygı göstermek gerekir. Nitekim
rahmetli eşimde de bu inanç vardı. "Evren Dede"yi o da sık sık ziyaret eder,
caminin imamına para verirdi. Ben de camiyi tamir ettirdim, badana yaptırdım.
Bu bir tesadüftü. Kolordu Komutanı Evren Paşa ile evliyaullahtan kabul edi­
len Evren Dede yan yana gelmişlerdi. Eşimin Evren Dede'nin bulunduğu ca­
miye para yardımı ölünceye kadar devan1 eni.
Trabzon'da halkın ailesiyle gidip oturabileceği doğru dürüst bir yazlık
bahçesi yoktur. Ancak Kale Park denilen ve kolordunun kontrolunda bulunan
bir bahçe vardır ki içersinde Kolordu Komutanının lojmanı ve Orduevi olarak
kullanılan bir gazino ve geniş bir bahçesi mevcuttur. Buraya halkın ailesiyle
girip oturabilmesi için giriş kartı ihdas etmek suretiyle büyük çoğunluğun,
özellikle memurlar, öğretmenler, üniversite mensupları ve bir kısım halkın bu­
radan istifadesini sağladım. Bu da asker-sivil kaynaşmasını sağladı. İşte böyle
birkaç ufak tefek hareket halkın bana ve dolayısıyla askere karşı sevgisinin art­
masına vesile oldu. Eşim de subay, astsubay eşleri ve Trabzon'un ileri gelen
ailelerinin iştiraklan ile düzenlediği günlerden, kermeslerden elde ettiği para­
larla birçok fakir çocuklann giydirilmesini, bazı okullara ders malzemesi
alınmasını gerçekleştirince. Trabzonluların
,
bize ve bizim de Trabzonlulara
duyduğwnuz sevgi ve saygı her geçen gün daha da iyiye doğru gidiyordu.
Ailecek bizi sıkıntıya sokan ve üzüntüye sevk eden husus iki kızımızın Arı­
kara'da yalnız başlarına yurtlarda bulunmaları ve anarşik olayların gittikçe
tırmanma göstermesiydi . Özellikle Orta Doğu Teknik Üniversitesi olaylann
odak merkezi haline gelmişti. Ortanca kızım Gülay da bu üniversitenin yur­
dunda kalıyordu.
Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük şehirlerde ve hatta diğer küçük
şehirlerle kırsal bölgelerde anarşik olaylar gittikçe çoğalmaya, banka soygun­
ları, silahlı ve bombalı eylemler, sağ ve sol çatışmaları vatandaşı huzursuz et­
meye başlamıştı. Trabzon'da Karadeniz Üniversitesi bulunduğundan, burada
da sık sık çatışmalar ve gösteriler cereyan ediyordu. Birkaç defa üniversiteye
askeri birlik göndermek suretiyle büyük ve kanlı olayların çıkmasına mani
olundu.
Anarşist ve teröristler bir taraftan, üniversite öğrencileri bir taraftan,
işçilerin bir kesimi diğer taraftan her gün bu şehirlerde bir olay yaratllıyor,
adam öldürülüyor:. konsolos kaçırılıyor. banka soyuluyor, miting yapılıyor,
gösteri yürüyüşü düzenleniyor, zamanın hükümet başkanı da yollar yürümekle
aşınmaz derken, muhalefet partileri işçileri işgale, öğrencilt!ri boykota teşvik

149
edici beyanlarda bulunmaktan çekinmiyorlardı. Temas ettiğim kişiler memleke­
tin içinde bulunduğu ortamdan duydukları endişeleri dile getiriyorlar ve kurtu­
luş ümidini yine Silahlı Kuvvetlerden beklediklerini bazen üstü kapalı, bezen
de açıkça ifadeden çekinmiyorlardı.

Silahlı Kuvvet mensupları bu tedirginliğin dışında kalamazdı. Ülkenin bir


felakete sürüklendiğini gören sade vatandaş ne kadar tedirgin olursa yurdu ve
cumhuriyeti korumak ve kollamakla görevli Silahlı Kuvvetlerin mensupları
özellikle komuta kademelerindekiler en az o sade vatandaşlar kadar tedirginlik
duyacakları tabii idi. Etkin bir önlem alınmadığını gördükçe de gizli gizli
teşkilatlanmaların ortaya çıkması kaçınılmaz oluyordu. Nitekim Ankara'da Si­
lahlı Kuvvetler içersinde gruplaşmaların başladığı, birbirleriyle münakaşa ve
kavga edecek raddelere geldiği haberleri bize kadar ulaşıyordu.

Ben, kar kış demeden sık sık birlikleri denetlemeye gidiyor, subay ve ast­
subayların kendi görevleri üzerine eğilmelerini, siyasi olaylarla ilgilenmemele­
rini, bu gibi konularla meşgul olan makamların bulunduğunu ifade etmeye
çalışı yordum.

Bir aralık gazetelerde Ankara Tandoğan meydanındaki bir evde, Deniz Gez­
miş denen teröristin misafir edildiğinin anlaşıldığı evin mühürlendiği ve evdeki
kiracı kan kocanın gözaltına alındığı haberini okudum . Gazetedeki adres ve
basılan resim, bizim evin adresiydi. Kiraya verdiğimiz kişi bir özel klinikte
doktordu ve ben Konya da görev yaparken yedek subaylığını Konya'da
yapmıştı. İyi insanlar diye onlara kiraya vermiştik. Kansının böyle kişilerle ir­
tibatta olduğunu ve kocası nöbette iken teröristleri evine alacağını nereden bi­
lebilirdik ki. Bu haberi okuyunca şaşkına döndük. Eşyalarımızın bir kısmi da
evin bir odasında kilitli bulunuyordu. Evin hali ne durumdadır, eşyalar yerinde
duruyor mu diye haklı olarak merak ettik. Kısa bir süre için izin alıp Anka­
ra'ya geldim. Evi açtırdım. Ev berbat olmuştu. Bereket eşyalara dokunul­
mamıştı. Evi tahliye ettirdim.

B u arada Ankara'da birçok komutan ve arkadaşla görüştüm. Gördüğüm


m anzara hiç de iç açıcı değildi . 27 Mayıs 1 960'tan evvelki durum
yaşanıyordu. Generallerin ve subayların tabancalarla dolaşmaya başladıkları
dikkatimi çekti. B u tabanca taşıma ihtiyacı her an bir taarruza uğram a
endişesinden doğuyordu. Bazı generallerin evleri ·bombalanmıştı da. Anarşik
olaylar bir türlü bitmiyordu. Hapishanelerden firarlar, öldürme olaylan, adam
kaçırmalar birbirini kovalıyordu.

Bu arada Ordu ilinin Perşembe ilçesinde İngilizlerle müşterek çalıştırılan ra­


darda görevli dört İngiliz Teslim Töre ve arkadaşları tarafından kaçırıldılar.
Güvenlik kuvvetleri ve Askeri birlikler sıkı bir araştırma ve takip sonucu bu
çete grubunu Kızıldere köyünde bir evde sıkıştırdılar. Teslim olmadıkları gibi,

1 50
hiçbir suçu olmayan dört İngilizi de öldürdüler. Bunun üzerine çıkan çatışma
sonunda biri hariç hepsi ölü olarak ele geçirildi. O bir kişi de maalesef 1 974'te
çıkarılan aftan yararlanarak dışarı çıktı. Bugün yurt dışında mel'anetine devam
ediyor.

Bu olay yurt çapında derin yankılar yarattı. Büyük infial uyan-dırdı. Hepi­
miz bu kaçırm a olayını nefretle karşılamıştık. Anayasa'nın verdiği geniş
özgürlük ve kanunların yetersizlikleri yüzünden m aalesef birçok demek,
vakıf, sendikalar ve meslek kuruluşları üzerinde bir şey yapılamıyor, Meclis
de gerekli tedbirleri alacak kanunları çıkarmada yetersiz kalıyordu.

Üniversitelerimiz rezaletti. Doğru dürüst hiç bir üniversitede öğretim


yapılamıyordu. Sık sık üniversiteler bir hafta, on gün ve hatta bazen süresiz
tatil ediliyor, buna dur diyecek bir güç buluna-mı yordu. Silah wru ile sınıf
geçen öğrencilerin miktarı bir hayli idi. Üniversitelerdeki öğrencileri
yönlendiren üniversite yöneticileri değil, öğrenci kuruluşlarını ellerine
geçirmiş bulunan bir avuç haydut grubu idi. Bütün öğrenci kuruluşları bu gibi
haydutların elindeydi.

5 Mart 197 1 günü Ankara'dari büyük kızım Şenay telefon etti. Orta Doğu
Teknik Üniversitesinde devam eden olaylar dolayısıyla askeri birlikler
üniversite içersine girmiş yurtlarda arama yapacaklarmış. Öğrenciler karşı
koyup silahla mukabelede bulununca karşılıklı ateşler başlamış. Silah seslen
Bahçelievler'den duyulmakta imiş. Bu haberi alır almaz kan koca şoke olduk.
Gerçi kızım böyle olaylara karışmazdı ama, bir serseri kurşuna hedef olabilir­
di. Yurtlardan hiç kimseyi dışarıya bırakmadıklarından ve çatışma da devam
ettiğinden birçok kötü düşünceler kafamızı kemirip duruyordu.

Ankara'daki arkadaşlarıma telefonla durumu bildirip alakadar olmalarını ve


bir haber iletmelerini rica ettim. Bu arada Jandarma Genel Komutan
Yardımcısına telefon ederek kızımı yurttan çıkannasını istedim. Öğleden sonra
kızım Gülay bir arkadaşının evinden telefon ederek, yurttan çıktığını,
sıhhatinin yerinde olduğunu, merak eonememizi söyledi. Ben rahatlamıştım
ama kanın günlerce bu olayın etkisinden kurtulamadı.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi'ndeki askere silah çekme ve birkaç subay


ve erin yaralanmasına sebep olan bu korkunç olay artık bardağı taşıran son
damla olmuştu. Bu bir ayaklanmanın provası idi. Eğer gerekli önlemler
alınmaz, Meclis lüzumlu kanurıları çıkarmazsa daha korkunç olaylar bunu
takip edebilirdi. Nitekim dört gün sonra Onlu Komutanından aldığım bir tele­
fon emriyle 9 Mart günü Ankara'da bulunmam bildirildi.

9 Mart 1 97 1 günü sabah kararılığında yola çıkarak akşam üzeri Ank.ara'ya


vardım. Çağnlrnamın maksadını tahmin eoneme rağmen ilgililerle temas etmek
suretiyle toplantının sebebini tam olarak öğrendim.

151
Toplantı Genelkunnay'da yapılacaktı. Bu toplantıya Kuvvet Komutanları,
bütüil'Ordu Komutanları, Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarı ve her Ordudan
bir Kolordu Komutanı hariç bütün Kolordu Komutanları, Genelkunnay J.
Başkanları çağnlmışu.

Ertesi gün yani l O Mart l 97 1 günü Genelkunnay şara S alonunda top­


landık. Genelkunnay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç ilk konuşmayı ya­
parak memleketin içinde bulunduğu durumu gözler önüne sennek suretiyle ne
yapılması gerektiği hususunda Ordunun en üst kademelerini işgal eden bizlerin
fikirlerini öğrenmek istediğini ve en kıdemsizden başlayarak sıra ile hepimizin
ayn ayı:ı düşüncelerini alacağını, çekinmeden fikirlerimizi ifade etmemiz gerek­
tiğini söyledi.

Uzun süren bir toplanu oldu. Büyük bir çoğunluk duruma müdahale edil­
mesini aksi takdirde gittikçe tınnanan yurt sathındaki olayların bir iç savaşa ka­
dar gidebileceğini, böyle bir durumla karşılaşılırsa Silahlı Kuvvetlerin de
bölünebileceğini, sonunda çok fazla kan dökülebileceğini, halkın büyük bir te­
dirginlik içersinde bulunduğunu ve Silahlı Kuvvetler mensuplarına bu gidişe
dur demediklerinden dolayı nefretle bakmaya başladıklarını, bazı yerlerde ha­
karet d �hi ettiklerini, Meclisin fesh edilmesini, bir Kurucu Meclis kurularak
evvela Anayasa'nın değiştirilmesini, bu kadar geniş hürriyetleri içinde taşıyan
bir Anayasa ile demokrasiye geçiş süresi çok kısa olan Türkiye gibi bir ülke
değil de İngiltcre'de dahi ülkenin doğru dürüst idare edilemeyeceğini ,
ciğerlerimize o kadar fazla hürriyet havası girdi ki alı şık olmayan bu
ciğerlerimizin patladığını, Anayasa değişikliğinden sonra diğer bazı kanun­
larımızın da hemen ele alınması gerektiğini dile getirdiler.

Bir kısım komutan arkadaşlarımızdan, biraz daha beklenmesi gerektiğini,


veya hükümete ve Meclise muhtıra verilerek onların bu düzenlemeyi yap­
masının uygun olacağını söyleyenler de vardı.

Genelkunnay Başkanı ve Kuvvet Komutanları bu toplantıda konuşmadılar


ve fikirlerini belirtmediler.

Toplantı sona erdikten sonra en geç 1 2 Mart günü Ankara dışından gelen
bütün komutanların görev yerlerinde bulunmaları emri verildi.

Ben de 12 Mart sabahı Hava Kuvvetlerinin tahsis ettiği bir C-47 uçağı ile
çok kötü bir havada ve buzlanma tehlikesi atlatarak öğleden evvel Trabzon'a
döndüm.

Kolordu Karargfilıında öğle yemeği yerken öğle ajansı Genelkurmay


B aşkanı ve Kuvvet Komutanlarının müştereken verdikleri muhtırayı okudu.

Muhtıra Cumhurbaşkanına, Meclis Başkanına ve Hükümet Başkanına ve­


rilmişti. Hem hükümetin çekilmesi i steniyor ve hem de görevden uzak-

1 52
laştınlmış bir iktidara mensup milletvekilleriyle hükümete karşı cephe almış
milletvekillerine Anayasa değişikliği yapUnlmak isteniyordu. Bunun bir netice
vermeyeceğine inanm ıştım. N itekim de i stenilen şekilde Anayasa
değiştirilemedi.

MUH11RANIN ME1Nİ

1 . Parlamento ve Hükünıet süregelen tutum, görüş ve icraatı ile yurdumuzu


anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sok­
muş, Atatürk'ün bize hedef verdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak
ümidini kamuoyunda yitirmiş ve Anayasa'mn öngördüğü reformları ta­
hakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir teh­
like içi11e düşüralmüştür.

2. Türk milleti11in ve si11esinden çıka11 Silahlı Kuvvetleri '11i11 bu vahim or­


tam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliği giderecek çarelerin
partilerüstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut
anarşik durumu giderecek ve Anayasa 'mn öngördüğü reformları
Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap ka11unlarını uygulayacak kuv­
vetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri
görülmektedir.

3. Bu husus süratle tahakkuk ettirilmediği takdirde Türk Silahlı Kuvvetleri


kanunların ke11disi11e vemıiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak
ve kollamak görevini yerine getirerek idareyi doğrudan doğruya üzerine
almağa kararlıdır.

Bilgilerinize.
MEMDUH TAGMAÇ FAR UK GÜRLER
Orgeneral Orgeneral
Genelkurmay Başkam v.f! Kara Kuvvetleri Komutam ve
Milli Güvenlik Kurulu Uyesi Milli Güvenlik"Kurulu Üyesi

CELAL EYİCEOGLU M UHSiN BATUR


Oramiral Orgeneral
Deniz Kuvvetleri Komutam ve Hava Kuvvetleri Komutanı ve
Milli Güvenlik Kurulu Üyesi Milli Güvenlik Kurulu Üyesi

153
Bu uyandan sonra hükümet.istifa etti, bağımsızlardan ve Meclis dışından
alınanlarla yeni bir hükümet kuruldu. İşler daha sıkı tutulmaya, Meclis de
Anayasa değişikliklerini ele almaya başladı. Genelkurmay Başkanlığının
yapılmasını istediği değişiklikler tam olmamakla birlikte bazı değişiklikler
gerçekleştirildi. Günden güne anarşik olaylar azaldı, idam cezalan da yerine
getirildi.
Bu olaylar cereyan ederken; 1 97 1 baharında büyük kızım Şenay'ın kendi
dairesinde çalıştığı bir arkadaşı ile nişanını Trabzon'da yapuk.
Kızım hem çalışıyor ve hem de Basın-Yayın Yüksek Okulunda geceleri
okuyordu. Anne babasından ayn, yurtlarda gayri müsait şartlar altında
yaşamını �ürdüm1esi kolay değildi. Ama hayatını da kazanmak zorundaydı.
Bugün artık yalnız erkeğin çalışması ile bir evin geçindirilmesi mümkün
olamıyordu. Gelecekte hayat şartlan daha da zorlaşacaktı. Onun için hayat
mücadelesine alışması gerekiyordu. Mezun olmasına da çok az zaman kalmışu.
O sene içersinde mezun olacaktı. Düğünleri de 1 97 1 Ekim'inde yapıiacakU.
Eşimin düğün hazırlıkları için Ankara'ya gitmesi gerekti. Sonbaharda tek
başına Ankara'da Orduevi'nde kalarak bir ay süre ile gerekli hazırlıklan yaptı
fakat çok da yoruldu. Esasen Konya'ya ordu Kurmay Başkanlığına gittiğimiz
sene rahmetliye de kan tahlili neticesinde şeker hastalığı teşhisi konmuştu.
Yorgunluk ve üzüntü tabii şekeri daha da çoğaltıyordu. O bir ay içersinde
çektiği sıkınulan sık sık dile getirirdi. Başında erkek olmadan Orduevi
köşelerinde düğün hazırlıklarını tek başına yürütmek, kolay değildi.
Bu yorgunluğun arkasından 1 7 Ekim'de Ankara Orduevi'nde Şenay'ın
düğününü de yaptık. Böylece ilk çocuğumuzu evden uğurluyorduk. İnsanın
içinde hem yuva kurmasından dolayı bir sevinç, hem de evden uğurlamanın
acaba mes'ut olabilecek mi sorusuna o anda verilemeyecek cevabın uyandırdığı
bir üzüntü, daha doğrusu kuruntu. Bu iki zıt kuvvetin çarpışmasının insanda
yaratuğı burukluğu tarif etmek çok güç. Bunu ancak yaşayanlar bilebilir. Ama
aradan zaman geçip de onların mes'ut olduklannı göıünce o ikinci güç yani in­
sanı kuruntuya sevk eden güç yavaş yavaş ortadan kaybolup yerini sevince
bırakıyor.
Onları evlendirip ertesi gün balayı için İstanbul'a yolcu ettikten sonra biz
de, kan koca ve küçük kızımla Trabzon'a hareket ettik. Yine kürkçü dükUruna
gelmiştik..
Eşimin üst üste gtıen bu yorgunluklarının sonucu esasen mevcut olan ve
zaman zaman rahatsızlık veren bel ve vücut ağrılan çoğaldı ve tahammül edil­
mez bir hal aldı. Trabzon'daki hastanelerde maalesef fizik tedavi uzman ve te­
sisleri yoktu. Böyle olunca doktorların tavsiyesi üzerine B ursa Kaplıcalarında
tedavi görmesi için eşimi Bursa Askeri Hastanesine göndermek zorunda
154
kaldım. Yirmi gün orada tedavi gördükten sonra ağrılan geçmiş ve morali
düzelmiş olarak Trabzon'a döndü.

Artık Ankara'da düşündüğ\imüz yalnız Gülay'dı. Şenay hem fakülteyi bi­


tinniş, hem de yuva kurmuş başında kocası vardı. Gülay da hamdolsun iyi
okuyordu. Bugüne kadar hiçbir sınıfta kaybı olmamıştı. 1972'de fakülteyi o
da bitirecekti. Esasen her üç çocuğumuzun da okuma problemi olmadı. Hepsi
de bu kadar yer değiştirmelerine rağmen hiç kayıpları olmadan okullarını bitir­
diler. Bir aile için bu sevinilecek bir durumdu. Zaman zaman tanıdıklarımız ve
dostlarımız gıpta ile bunu ifade etmişlerdir.

Bu arada Askeri Personel Kanununda bir değişiklik yapıldı. 1970 senesine


kadar generalliğin bütün rütbelerinde bekleme suresi üç sene idi. B u üç sene
sonunda ya terfi eder veya emekli olunurdu. Çıkarılan kanunla generallikte
bekleme süreleri dörder seneye çıkarıldı. Böylece her rütbede iki sene kıt'a
hizmetinde, iki sene de karargah himıetinde bulunmak imkanı olacaktı.

Bu fikir Orgeneral Faruk Gürler'in fikri idi. Konya'da Ordu Komutanı


iken bu düşüncesini bana açmış ben de doğru bir karar olur demiştim.

Yine Personel Kanununda yapılan bir değişiklikle kıdem sıralamasında,


terfi ettiği sene Yüksek Askeri ŞOradan aldığı notlar esas alınmaya başlandı.
Eski uygulamada Harp Okulundan çıkarken alınan sicil numarası esastı. Yani
bir subay Harp Okulu'ndan mezuniyette hangi sırada ise emekli oluncaya ka­
dar o sıra bozulmazdı. Bu çok haksız ve adaletsiz bir uygulamaydı. Mesela
ben Harp Okulundan mezun olurken 203 topçu subayı arasında 50'nci
olmuştum. ondan sonra Harp Akademisini bitirirken Pekiyi derece ve
altıncılıkla bitirdim, fakat benim o 50'nci sıram değişmedi. General olurken
Yüksek Askeri Şurada her Şura Üyesinin verdiği bir not vardır. O nota göre
generalliğe terfi edilir ve generallikte de üst rütbelere yükselinir. is�diğiniz ka­
dar fazla not alın yine de Harp Okulundaki o sıra değişmezdi. İşin kötüsü ben
Kore kıdemi aldığımdan 1 937 Harp Okulu mezunlarının arkasına ya­
manmıştım. Her terfi sonunda o sınıfın en sonunda yer alır, yani en kıdemsiz
duruma düşerdim. İşte yeni kanunla bu haksızlık da giderildi. Gerek sub­
aylıktaki terfilerde ve gerekse generalliğe ve generallikteki yükselmelerde
alınan notlara göre sıralama esas alındı.

Bu değişikliğin hayatımın bundan sonraki dönemlerinde büyük etkisi ola­


caktır. Bu etkiyi ileride izah edeceğim.

1972 yılına girmiştik. İki senelik kıt'a hizmetim 30 Ağustos'ta bitecekti.


Kolordu Komutanlığında kalmam mümkündü. Kanun da müsait idi. Ancak,
normal olarak iki sene sonunda karargah hizmetlnC alınmakta böylece geriden
gelen arkadaşlara kıt'a hizmeti yapma imkanları sağlanmaktaydı. Bu bakımdan
Ankara'ya gitmem kuvvetle muhtemeldi.

155
Yaz aylarına gireceğimiz bir sırada 22 Mayıs 1 972'de ortanca kızım
Gülay'ın aynı üniversitede ve aynı sınıfta okuduğu bir arkadaşı ile söz kesmek
üzere ailesiyle birlikte Trabzon'a gelmeleri gerekti. Fakat gelen ailesinin ısrarı
üzerine onların da nişan merasimlerini bir iki gün içersinde Trabzon'da yaptık.
Kan koca yüreğimiz yine bir cızz etti. Ne çocukla ve ne de ailesiyle bir
tanışıklığımız vardı. İkisi birbirlerini tanıyorlardı o kadar. Okullarını
bitirmeden düğünlerini düşünmüyorduk. Mademki her ikisi bu işe karar ver­
mişlerdi ve ikisi de masterlerini yapıyorlardı, mesele yoktu. Zaman bizim
gençliğimizdeki zaman değildi. Doğrusu da buydu.

Nişana Şenay'la kocası da Ankara'dan geldiler. Nişandan hemen sonra da


hem Şenay'lar ve hem Gülay'lar gittiler.

ANKARA'DA KARA KlNVETLERİ


DENETLEME KURUL BAŞKANLitiINA TAYİNİM

Ağustos'ta tayinlerimiz geldi. Kara Kuvvetleri Denetleme Kurul


Başkanlığına tayinim çıkmıştı. Bir sene evvel kurulmuş yeni bir başkanlıktı.
Bütün Kara Kuvvetlerine bağlı birlik ve kuruluşları hey'et halinde Kara Kuv­
vetleri Komutanı adına denetliyor ve denetleme sonuçlarını değerlendirerek
aldığı notlarla birlikte Komutana arz ediyordu. Görevi daha ziyade Ankara
dışında sürdürü yor, Ankara'da yalnız rapor düzenleme süres ince
kalınabiliyordu.

Trabzon'dan büyük bir üzüntü ile ayrıldık. Ankara'ya iki çocuğumuzun bu­
lunduğu yere gittiğimizden dolayı bir taraftan seviniyor, fakat iki sene
içersinde edindiğimiz dostlardan ve sıcak muhitten ayrılığın verdiği üzüntüyü
de aynı zamanda yaşıyorduk. Trabzon'a istemeyerek gelmiştik, fakat kan koca
gözlerimiz yaşlı ayrılıyorduk. Eşyalar bir daha toplanmıştı. Bu 14'üncü ev
nakliydi. 28 senelik evliydik; demek ki her iki senede bir ev toplamış ev
'taşımışız.

Ank.ara'ya gelince bir müddet yine Orduevi'nde kalmak zorunda idik. Zira
Ankara'dan ayrılan veya emekli olanların lojmanları yeni gelenlere tahsis edi­
liyordu. Bir aydan fazla bir süre Orduevi'nde kaldıktan sonra Namık Kemal
Devlet Mahallesindeki lojmanlardan birisine yerleştik.

156
Göreve başlamam 30 Ağustos'tan birkaç gün evvel oldu. O sırada Kara
Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler'di. Çeşitli zamanlarda bana
komutanlık, ögretmenlik yapmış, sevdiğim, saydığım, güvendiğim bir komu­
tandı . En son olarak da Konya'da kendisi 2'nci Ordu Komutanı iken ben de
Kunnay Başkanı olarak hizmet yapmıştım.

Gelir gelmez kendisini ziyaret etmiş ve göreve başladığımı bildinniştim.


Aramızda cereyan eden kısa konuşma sonunda, yeni kurulan Denetleme Kuru­
luna çok önem verdiğini, artık Kara Kuvvetleri Komutanlarının sık sık denet­
lemeye çıkamadıklarını , çıkuklannda da birliğin her yönünü amiyane tabiri ile
ıcığını cıcığını göm1elerinin mümkün olamadığını, birçok yabancı ordularda
olduğu gibi böyle bir.,kuruluşa ihtiyaç duyduğunu bu bakımdan beni buraya
tayin ettiğini ifade etti. Kendisine "Selefimin bu sene terfi edemeyerek emekli
olduğunu benim de ileride aynı akibetle karşılaşmam mukadder olmasın"
dediğimde, Böyle şey olur mu. Sen bu teşkilatı yerine oturtacaksın, her yeni­
liğe karşı olduğu gibi buna karşı da birlik komutanlarında bir allerji hissettim.
Bu allerjiyi sen giderebilirsin ve teşkilatı hem sevdirir ve hem de yerine otur­
tursun. Bunun için seni özellikle seçtim cevabını verdi.

Birkaç gün sonra da Genelkunnay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç,


zamanını dold�rduğu için Genelkunnay B aşkanlığından ayrıldı ve yerine Or­
general Faruk Gürler tayin edildi.

Kara Kuvvetleri Komutanlığına da 2'nci Ordu ve aynı zamanda Ankara


Sıkıyönetim Komutanı olan Orgeneral Semih Sancar getirildi.

Orgeneral Sancar da çeşitli zamanlarda bana komutanlık yapmıştı. İlk


komutanlığı ben Kara Kuvvetleri Okullar Daire B aşkanı iken Kara Kuvvetleri
Kunnay Yarbaşkanı olarak vukubuldu. Bilahare ben Tümgeneralliğe terfi edip
Isparta'ya Tümen Komutanlığına gittiğimde Eğitim Kolordu Komutanı olarak
bana komutanlık yaptı. Konya'dan Trabzon'a gitmed�n evvel üç dört gün de
Ordu Komutanım oldu.

Aramızda en ufak bir anlaşmazlık olmamıştı. Kendisine karşı daima saygı


duymuşwndur. Orgeneral Sancar da beni daima sevmiş ve takdirini her zaman
ifade etmiştir.

Ankara yine karışıku. Siyasi tansiyon hata istenilen şekilde yatışamamıştı.


Gerçi anarşik olaylar Sıkıyönetim Komutanlarının aldıkları müessir tedbirlerle
büyük ölçüde azalmış, birçok anarşist yakalanmış, bir kısmı müsademelerde
ölmüş, bir kısmı da mahkemelerde gerekli cezalara çarptırılmıştı. Fakat Büyük
Millet Meclisindeki çalkantılar gittikçe çoğalıyor ve hükümetler de bir partiye
dayanmadığından rahat iş göremiyor, Genelkunnayın desteği ile ayakta dura­
biliyordu. Yedi ay sonra Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın görev süresi do-

1 57
luyor, yerine Cumhurbaşkanı adayı aranıyordu. Daha şimdiden Cumhur­
başkanı adayı olarak Genelkurmay Başkanı Orgeneral Faruk Qürler'den bah­
sediliyordu. Onu teşvik ve tahrik edenler de az değildi. Yakın çevresi kendisini
bu işe ikna için her türlü çaba içerisine girdi. Bu karmakarışık ortan1da benim
görevim icabı sık sık denetlemeye çıkmam ve denetlemelerimin 15-20 gün za­
man alması hakkımda hayırlı oldu. Böylece olayların dışında kalabildim. Bu
arada Erzurum, Kars ve Trakya'daki bazı birliklerin denetlemelerini yaptım.
1 973 senesi Şubat ayı içersinde Isparta, Antalya ve Burdur'daki birlikleri
denetlemeye giderken eşimi de birlikte götürdüm. Burdur'da son gecemizdi;
bir hafta on gündür durmadan ve dinlenmeden denetleme yapıyordum. Eşim
yorgunluğumu görüyordu. O gece Tugay Gazinosu misafirhanesinde gece
yansından sonra eşim kuvvetli kalp çarpıntısı ile uyanıyor ve bir saat kadar
u yuyamıyor. Beni de uyandırmıyor. Sabahleyin durumu bana anlattı.
Üzüldüm, neden beni uyandırmadın diye de kendisine söylendim.
Önemsememiş.
İşte bu olay rahmetli eşimin kalbindeki rahatsızlığın ilk işareti oldu. Anka­
ra'ya döndüğümüzde birkaç doktora gösterdikse de muayene eden doktorlar
önemsemedi. Taşikardi deyip geçtiler. İşte hastalığın üzerinde durmama,
önemsememe bir sene sonra başımıza daha büyük işler açacak ye nihayet sev­
gili eşimin enfarktüs, hem de çok ağır bir enfarktüs geçirmesine müncer ola­
calcb.
Burdur'dan Ankara'ya döndükten kısa bir süre sonra Cumhurbaşkanı Cev­
det Sunay'ın görev süresinin sona ermesi dolayısıyla seçilecek yeni Cumhur­
başkanı konusu ortaya çıktı. Bu konu ile ilgili olarak Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Faruk Gürler, Genelkurmay Yüksek Askeri Şura salonunda Kuvvet
Komutanlarını, Ankara'daki Korgeneral rütbesindeki generalleri toplayarak Si­
lahlı Kuvvetlerin bu konudaki görüşünü almak istedi ve bizlerden bundan son­
ra seçilecek Cumhurbaşkanının asker orijinli mi yoksa sivil mi olması gerektiği
hususundaki fikirlerimizi öğrenmek istediğini söyledi.
Hepimiz ayn ayn fikirlerimizi ortaya koyduk. Asker orijinli olmasını ileri
sürenler olduğu gibi, sivil veya asker olmasının önemli olmadığını, o m�amı
dolduracak bir niteliğe sahip olmasının, Atatürk inkılap ve ilkelerinden taviz
vermeyecek ve taraf tutmayacak, milletçe sevilen ve sayılan bir kişi olmasını
isteyenler de bir hayli yekun tutuyordu. Ben de bu ikinci grup arasında bulu­
nuyordum.
Bu toplantıdan çıkardığımız mana şu oldu:
Faruk Gürler kendisini Cumhurbaşkanı seçtirmek istiyor. Hepimizde bu fi­
kir doğdu ve böyle bir toplantı tertiplemiş olmasını da çoğumuz hoş
karşılamadık.

1 58
2'nci Ordu Komutanı iken benimle yapuğı bir konuşmada. "Ben Genelkur­
may Başkanlığı yapanın ama Cumhurbaşkanlığı yapainam. Böyle bir makam­
da da gözi1m yok" diyen ve bunda samimi olduğunu ifade eden Faruk Gürler,
aradan ikibuçuk sene geçtikten sonra şimdi Cumhurbaşkanlığı kartını
oynuyordu.
Ben bu karan Faruk Gürler'in resen kendisinin verdiği inancında değilim.
Öyle zannediyorum ki yakın çevresi onu bu yola itti ve kendisini de buna in­
andırdılar. Nitekim bu yakın çevredekiler, siyasi partilerin milletvekillerinden
birçoğu ile temasa geçmek suretiyle şayet Faruk Gürler aday olursa, kimlerin
müsbet oy vereceklerinin çetelesini tutmaya başladılar ve kendilerini Faruk
Gürler'in Cumhurbaşkanlığını kazanacağına inandırdıkları gibi Faruk Paşa'yı
da inandırdılar.
Kendisine 2'nci Ordu Komutanı iken Kurmay Başkanlığı yapmış olmam­
dan ve !leni de sevdiğine inandığımdan cesaret alarak siyasilerin verdikleri
sözlere inanmamasını, bu sözlerin oyun olabileceğini, kaldı ki, Meclisteki oy­
lamada kimin müsbet kimin menfi oy verdiğini bilmenin mümkün olinadığını,
Genelkurmay Başkanlığına iktidarın isteyerek getinnediğini, buradan uzak­
laştırmanın en iyi yolunun böyle bir manevra olabileceğini, çok müşkül du­
rumla karşı karşıya kalabileceğini, bu yüzden Genelkurmay Başkanlığından
ayrılmamasını söylemek istedim. Fakat yakınındaki arkadaşlarım "Sakın
söyleme, böyle söyleyenlere kızıyor, seni çok sever, seni de kırar" dediler.
Ben de bu söylenene inandım ve bu konuda bir şey söylemedim. Bugün kendi
kendimi bu yüzden hfila suçlu hissederim. Keşke söyleseydim belki faydası
olurdu diye düşünürüm . Zira Faruk Paşa'yı birçok meziyetlerinden dolayı
hakikaten severdim, sayardım.
Olan olmuş ve nihayet Cumhurbaşkanlığına adaylığını koymak üzere 6
Mart 1 97 3 günü Genelkurmay Başkanlığından istifa euniş ve aynı gün Senato­
dan istifa ederek ayrılan Mehmet İzmen'in yerine Cumhurbaşkanlığı konten­
janından senatör seçilmiş, 7 Mart 1973 günü de Senatoya katılmışu.
Oyun oynanmış ve çoğunluk partisi olan AP'nin istediği yerine getirilmişti.
Günlerce oylama devam edecek sonunda seçilemeyecek, bizler de bu acıklı
sahneyi Meclis locasından üzüntü ile seyredecektik.
Nihayet iktidardaki Adalet Partisi ile muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi
liderlerinin anlaşmaları ile Fahri Korutürk aday gösterilecek ve Korutü.rk 6 Ni­
san 1 97 3 günü Cumhurbaşkanlığına seçilecek ve bu perde de kapanacaktı.
Kapandı fakat Silahlı Kuvvetlerin prestiji de büyük ölçüde zedelendi. Faruk
Gürler de kahrından kanser olup hayattan göçüp gitti.
Faruk Gürler'in Genelkurmay Başkanlığından ayrılmasıyla boşalan Genel-

159
kuımay Başkanlığına Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Semih Sancar tay­
in edildi. Kara Kuvvetl�ri Komutanlığına da Orgeneral Eşref Akıncı ,getirildi.

Kara Kuvvetleri Komutanlığına gelen Orgeneral Eşref Akıncı 3'üncü Ordu


Komutanı olarak ben Trabzon'da l l ' inci Kolordu Komutanı iken bana iki
sene müddetle Ordu Komutanlığı yapmıştı. Kendisini yakinen tanıyor,
seviyor, sayıyor ve her hali ile takdir ediyordum. Dürüst, namus ve şerefine
son derece düşkün, titiz, çalışkan bir komutandı. Orgeneral Akıncı da beni se­
verdi. Yakinen tanıdığım bir komutanla çalışmak benim için iyi bir şanstı.

KARA KUVVE1LERİ KURMAY BAŞKANLitiINA TAYİNİM

1 973 Ağustosu geldiğinde Kara Kuvvetleri Başkanlığı boşalmıştı. Eşim ve


küçük kızımla birlikte Tuzla Piyade Okulu kampında tatilimi geçirirken daha
on gün olmuştu ki, O rgeneral Eşref Akıncı telefonla benim Kara Kuvvetleri
Kuımay Başkanlığına tayin edildiğimi ve hemen iltihak -etmemi istedi.

Tatilimi yanda kesip alelacele Ankara'ya döndük ve Kuımay Başkanlığı


görevini devir aldım. Bu benim beşinci Kum1ay Başkanlığı görevim oluyordu.
İlki Kore Tugayı Kuımay Başkanlığı, ikincisi Ordu Donatım Okulu Kuımay
B aşkanlığı, üçüncüsü 9'uncu Kolordu Kuımay Başkanlığı, dördüncüsü ise
2 'nci Ordu Kuımay Başkanlığı idi. Benim kadar Kuımay Başkanlığı
görevinde bulunan az kuımay subay bulunur. Altıncısı da 1 975 senesinde Ge­
nelkurmay İkinci Başkanlığı olacaktı.

Bu tayine sevinmiştim. İyi bir görev idi. Gerçi benden evvel ve ondan ev­
velki Kuımay Başkanlan terfi edememişlerdi ama yine de terfi için şanslı bir
makam sayılırdı. Bir senedir Kara Kuvvetleri Denetleme Kurul B aşkanlığı
yapmış olmam ve 1 963 senesinden 1967 senesine kadar dört sene Kara Kuv­
vetlerinde Okullar Daire Başkanlığında bulunmam benim içih avantajdı. Yeni
görevime kısa zamanda intibak etmemde geçmiş bu tecrübelerimin büyük ya­
rarlan oldu.

Bu arada ortanca kızım Orta Doğu Teknik Üniversitesini bitirmiş. masterini


tamamlamış ve İpraş'ta göreve başlamıştı. Nişanlısı da yedeksubaylığını
Gölcük Tersanesinde yapıyordu.

Çocuklarımızla hep bir arada bulunuşumuz onlann üniversite tahsili za-

l (ı()
manına kadar mümkün olabilmiş, üniversite zamanında ise aynlık mukadder
olmuştu. Şimdi de ortanca kızım İzmit İpraş rafinerisinde bizden ayn olarak
çalışıyordu. Bizim için ve onun için de zordu. Ama ancak orada iş bulabil­
mişti. r::sasen nişanlısı yedeksubaylık görevini bitirdikten ve işe yerleştikten
sonra evleneceklerdi. Bu ayn oluşlar özellikle eşimi çok rahatsız ediyor, he­
men hemen her zaman huzursuz oluyordu. Anne ile baba arasında bu yönde
elbette fark olacaktı.

Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı görevi elbette çok yüklü idi. Boş za­
manım hemen hemen hiç olmuyor, evin işleri ile de fazla ilgilenemiyordum.
Bir aralık eşim evde bir kalp sıkıntısı . daha geçirdi, eve geldiğimde bana
geçirdiği sıkıntıyı izah edince birkaç doktora götürdüm. Birşey bulamadılar.
Yine Taşikardi teşhisi koydular ve bir ilaç vererek bunu devamlı kullanmasını
tavsiye ettiler. Bir müddet kullandı fakat yine başka bir gün başka bir doktor
ilacı bırakmasını söylüyor. İnsan haleti ruhiyesinin gereği olarak da "hasta
değilsin ilaç kullanma" diyene uymak zorunda kalınıyor. Bunda da böyle oldu
ve ilaç terk.edildi.

4 Mart 1974 günü idi. Sabah Kara Kuvvetlerinde hanl hanl çalışırken tele­
fon çaldı. Karşımdaki eşimdi. Kendisini iyi . hissetmediğini yine kalp
atışlarının fazlalaştığını söyledi. Karargahın doktorunu alarak eve gittik. Dok­
tor muayene etti; evde bir saate yakın kaldık. Sonunda şimdilik bir şey yok
geçti dedi. Benim de bir toplantım olduğundan tekrar karargaha döndüm.
Odamda toplantıda iken yine telefon çaldı. Telefondaki eşim " Kenan çabuk gel
ben iyi değilim" dedi. Elim ayağım kesildi. Doktora telefon ettim, ambulansı
da alarak eve gelmesini söyledim. Hemen eve gittim. Arkamdan doktor geldi.
Eşimin durumu hakikaten iyi değildi. Sararmıştı, soğuk soğuk terliyordu.
Kalp atıştan iyi değil, tansiyonu da düşüyordu. Ambulansla hastaneye
kaldırdık. Öğleye doğru arka cidar enfarktüsü tam kendisini belli etmişti.

Şu satıdan yazarken bile hfila o günün heyecanım yaşıyorum. Akşama ka­


dar normal seyir etti, fakat gece birdenbire ağırlaştı kalp atıştan çok kanşık bir
durum aldı. Bu hal iki gün iki gece devam etti. Ben de hastanede kalıyordum.
Üçüncü gün akşamüzeri doktor koşarak ve yüzü gülerek geldi. Geçmiş olsun
Paşam, hastanız tehlikeli durumu atlattı. Kalp atışları normale döndü dedi. Bu
kadar sıkıntılı bir dönemden sonra böyle bir haber çok sevindirici idi. Yanına
giderek müjdeli haberi verdim. Fakat sevinemedi. Zira enfarktüs oluşuna çok
üzülüyordu. O günden sonra gündüzleri göreve gidiyor, akşamlan hastanede
eşimle kalıyor böylece ona güç-veriyordum. Küçük kızım okuyordu. Onun da
bir faydası dokunamıyordu.

Tam bir ay yataktan kalkmadan hastanede kaldık. Hastaneye yatışının


1 5'inci günü idi. Sabah sütünü içerken yüzünde hafif bir çarpıklık hissettim.

161
Süt de ağzının sol köşesinden sızıyordu. Felç alametleri idi. Pazar olduğu için
hastanede doktoru da yoktu. Telefonla başhekime durumu anlattım. Kısa bir
süre sonra Başhekim ve ilgili doktorlar gelip muayene ettiler. enfarklüsten
m ütevellit bir pıhtının beyin damarlarından birini bkadığını. bereket çok hafif
olduğunu. bu kadar hafif bir olayı benim fark etmemin büyük bir şans
old uğunu ifade ettiler. İlaçlar verildi. Eşime bu durumu söylemedik. O da sor­
madı. Bir hafta içerisinde de felç hali kayboldu.
Beşinci hafta sonunda hastaneden alıp eve getirdim ve bir müddet de evde
tedavisine devam ellikten sonrn. temmuz ayında Tu1Ja kampına gittik.
Ben hemen geri döndüm zira Kıbrıs'ıak i olaylar hiç de iyi değildi. Her an
K ı brıs'a müdahale gerekebil i rdi. Ben böyle bir durumla karşılaşmam ız ihıima­
l i ne karşı ornda görev alacak Ankara'<Jaki Kara havacılık bi rliklerini. hclikop­
ıerle taşınacak alayı denetliyor. nOk!:;anlarını tamamlatıyor ve hiç helikoptere
binmem iş erleri birkaç defa helikopterlere bindirmek sureti yle provalar
yaptın yordum. Bunların çok faydası olduj;JUnu Kıbrıs Barış Harekatı sırasında
anladık.
1 5 Temmuz günü Kıbns'taki meşhur EOKA'nın başı Sampson'un darbe
yapt ığı. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios'un Kıbrıs' tan kaçtığı ve Rumların
adadaki Türklere karşı katliama giriştiği haberi geldi. Artık bardaktaki su
taşmıştı. Adaya müdahaleden başka çıkar yol kalmamıştı. Aksi takdirde ada
Yunanistan'a ilhak edilecek ve adadaki Türklerin katliamı da devanı edecekti.

KIBRIS'A MÜDAHALE KARARININ ALINMASI

O zamanki CHP ile MSP koalisyonundan oluşan F.cevit Hükümeti Meclis­


ten gerekli yetkiyi kısa sürede temin ederek adaya m üdahale kararını aldı. (•ı
K ara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Eşref Akıncı bana bu kar.trı bildirdi ve
20 Temmuz günü müdahalenin yapılacağını. bu tarihi kimsenin bilmemesini
söyledi. Hemen karargahta ilgili başkanları toplayarak Kıbrıs'taki durumu izah

( * ) O tarihteki Bakanlar Kurulu aşağıdaki B�anlardan oluşuyordu:

Başbakan: Bülent Ecevit (CHP Genel B şk.), Başbakan Yardımcısı ve Devlet B akanı:
Necmettin Erbakan (MSP Genci Bşk.). Devlet Bakanı: Orhan Eyüboğlu, Devlet Bakanı:
lsmail Hakkı Birler, Devlet Bakanı: Süleyman Arif Emre, Devlet Bakanı: Şevket Ka­
zan. Milli Savunma Bakanı: Hasan Esat Işık, Dışişleri Bakanı: Turan Güneş. Maliye
Bakanı: Deniz Baykal. Milli Eğilim Bakanı: Mustafa Üstündağ, Bayındırlık B akanı:
Erol Çevik.er. Sağlık ve Sosyal Yardım B akanı: Sellihallin Cizrelioğlu. Gümrük ve Tek­
el Bakanı: Mahmut Türkmenoğlu. Ulaştınna Bakanı: Ferda Güley, Çalışma B akanı:
Önder Sav. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı: Ali T�puz, Köyişleri ve Kooperatifler
Bakanı: Mustafa Ok. Orman Bakanı: Ahıneı Şener. Gençlik ve Spor Bakanı: Muslihit­
tin Y ılmaz Mete, İçişleri B akanı: Oğuzhan Asiltürk, Ticaret Bakanı: Fehim Adak, Gıda.
Tarım ve Hayvancılık Bakanı: Korkut Özal, Sanayi ve Teknoloji Bakanı : Abdülkerim
Doğru.

1 62
ettim. Elimizdeki planın her an tatbik edilebileceğini, binaenaleyh hemen
görevli birliklere bugün emirlerin ulaştmlmasını, birliklerin dört gün içerisinde
bütün hazırlıklan bitirmesi emrini verdim.
Bu hazırlıklar sürdürülürken Başbakan Ecevit İngiltere'ye giderek İngiltere
Başbakanına.1961 Londra ve Zürih Anlaşmalanndaki yetkiye dayanarak bera­
berce adaya müdahale edilmesi teklifini yapmış, fakat İngillere bu teklifi red
ettnişti.
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgenerai Eşref Akıncı Genclkum13y
Başkanlığından aldığı emre uyarak müşterek harekatı daha yakından sevk ve
idare etmek üzere ufak bir karnrgahı ile birlikte Genelkumıay Başkanının yet­
kisini de alarak Adana'ya hareket etli.
Bütün işler bana kalmıştı. Gece gündfü: fasıla<;ız çalışarak görev alan Birlik
Komutanlannı Ankarn'ya çağınp son direktifleri vennek suretiyle birkaç ufak
tefek noksanı ile birlikler 20 Temmuz sabahı harekata hazır hale gelmişlerdi.

HAREKAT BAŞLIYOR

Denizden nakledilecek birlikler 19 Temmuz akşamı denize açıldılar. 20


Temmuz sabahı denizden çıkan birliklerimizle havadan inen ve atlayan birlik­
lerimiz harekita başladılar.
Hepimiz çok heyecanlı idik. Savaşın en zor şekli anfibik ve hava indimıe
harekatı idi. Zira her şey denizden ve havadan icra ediliyordu. Türk Silahlı
Kuvvetlerinin ise. bu konuda tecrübesi de yoktu. Denizdeki bir fırtına ve heli­
kopterlerin ve paraşütçülerin inmesine ve atlamasına mani olabilecek şiddette
bir rüzgar bütün planlan alt üst edebilirdi. Gerçi metçorolojiden hava durum
raporlan alınmıştı anıa bu raporlarda da yanılma paylan her zaman olabiliyor­
du. İkinci Cihan Harbinin en büyük Normandiya çıkarmasında da fırtına
yüzünden 48 saat harek�t geciktirilmemiş mi idi? Paraşütçüler binaların, kili­
selerin üzerine düşmemişler mi idi? Bütün bu kötü ihtimaller gözümün önünde
geçit resmi yapıyordu. Birliklerimize güveniyorduk ama yalnız güven bu kötü
düşüncelerin ortadan kalkmasına kfili gelmiyordu.
Çıkanna harekatı iki saat gecikme ile başlamıştı. Çıkarmanın başladığı,
paraşütçülerin inmeye ve helikopterlerle taşınan birliklerin de zamanında ha­
rekat bölgesinde bulunduklarına dair haberleri aldık. Çıkarma kıyısı olarak
seçilen Gime'nin batı kısmı amfibi harekat bakımından hiç de uygun olan bir
bölge değildi. Sıralamak gerekiı:se belki de en gerilerde yer alırdı. Ancak
birçok avantajları da yok değildi. En büyük avantajı bizim kıyılarımıza en
yakın oluşu idi. Aynca uygun bir çıkanna yeri olarak kabul edilmediğinden

163
Rumlar tarafından da zayıf kuvvetlerle tutuluyordu. Kıbns'ta mevcut Türk
Alayının bulunduğu yere de en yakın bölge idi. Gerçi çıkarma gemileri esas
çıkarma sahillerinden daha batıda olan dar bir plaj sahasına çıkarma
yapmışlardı ama bu yanlışlık büyük bir mahzur doğurmadı. Bütün mesele
kıyıya çıkan birliklerle Kıbns'taki Türk Alayı bölgesine inen paraşütçülerin ve
helikopterlerle aynı bölgeye taşınan birliklerin en kısa zamanda
birleşmeleriydi. Bu birleşme geciktiği sürece ayn ayn imha edilmeleri tehlikesi
her zaman mümkündü. Birleşmeyi engelleyen veya geciktiren; kıyının hemen
gerisinde kıyıya paralel uzanan yüksek Beşparmak Dağlarıydı. Bu dağı aşan
yol ise Sent Hilaryon denilen geçitten geçiyordu. Harekatın birinci günü bu
birleşme gerçekleşmedi. O gece adada bulunan Yunan Alayı bizim Kıbrıs Türk
Alayının tuttuğu mevzilere karşı bir taarruza girişti ve Alayı ikiye bölecek bir
durum ortaya çıktı. Gece olduğu için Hava Kuvvetlerimizin müdahalesi
mümkün olamıyordu.
Bu durum karargahtaki generallerden bazılarının moraline tesir etti ve hatta
Birleşmiş Milletlerin aldığı ateşkes kararına uyulmasını bana teklif edenler bile
oldu. Çok sert cevap verdim. Bu bir savaştır. Savaşta bazı tepeler muhtelif
defalar el değiştirir. İnönü muharebelerinde bir tepe beş on defa el
değiştirmiştir. Harp Tarihini hiç tetkik etmediniz mi? Şimdi inen birliklerimizin
en zayıf anı; düşman da bundan yararlanmak isteyecektir. Araziyi en iyi onlar
bildiği için gecenin karanlığından istifade ile bu taarruza girişti. Sabah olunca
göreceksiniz bizim birlikler bu taarruzu püskürteceklerdir dedim. Söyleyip
söyleyeceklerine pişman olup görevleri başına gittiler. Sabaha kadar harekatı
takip ettik. Sabah olunca Hava Kuvvetlerinin yardımı ile Yunan Alayının taar­
ruzu püskürtüldü ve kaybedilen arazi geri alındı.
Bana akşam o teklifi yapan generalleri çağırdım ve işte gördünüz arazi geri
alındı. Sakın ola ki bir daha böyle ufak tefek muvaffakiyetsizliklerden morali­
niz bozulmasın dedim. Onlar da çok mahçup oldular.
İkinci günü denizde bir fırtına başlamaz mı? Korktuğumuz başımıza gel­
mişti. Ne kıt'a ve ne de ikmal maddelerimizi nakledebiliyorduk. Bu durum bir
gün devam etti. Bu zaman zarfında havadan nakliyatı yapmak suretiyle kısmen
de olsa telafi etme imkanını sağladık. 48 saat sonra taraflar Birleşmiş Milletle­
rin ateşkes çağrısına uydular, fakat yer yer çanşmalar birkaç gün daha devam
etti.
Üç gün üç gece uykusuzdum. Geceleri şezlong üzerinde zaman zaman bir
saat kadar uyku uyuyabilmiştim. Üçüncü gece rahat bir uyku uyuyabildim.
Zira harekat muvaffak olmuş, geniş bir köprü başı ve havabaşı elde edilmiş,
çıkan birliklerimizle inen birliklerimiz birleşmişlerdi.
20 Temmuz'da başlayan ve aşağı yukarı iki gün devam eden Kıbrıs Ha-

1 64
rekatı üzerinde daha çok şeyler yazılabilir. Hatta kitap yazılabilir. Ben bu ka­
darla birinci safha harekatı bitirmek istiyorum.

Eşim Tuzla kampında kalmaya devam ediyordu. Bu harekat dcılayısıyla


kamptan kapatmamıştık. Fakat oradaki subay ve astsubaylar, kıt'alan başına
dönmüş, kamplarda çok az sayıda emekliler veya aileler kalmışb.

1 İNCİ HAREKAT SONUNDA


'

SONUÇSUZ KALAN MÜZAKERELER


VE l'İNCİ HAREKAT

14 Ağustos'a k:adar Kıbns üzerinde siyasi müzakereler yoğun bir şekilde


Cenevre'de sürdürülmüş fakat bir neticeye ulaşılamamıştı. Türkiye o tarihte
Kıbns'taki Türlder için beş bölgeli bir kantonal sistem teklif etmiş, fakat Rum­
lar ve Yunanlılar tarafından bu teklif kabul edilmemişti. Öyle zannediyorum
ki, Rumların en büyük hatası bu olmuştu. Zira bu teklifi kabul etmiş olsalardı,
Kıbns Adası içerisinde beş ayn bölgede Türkler tarafından iskan edilmiş kan­
ton bulunacaktı ki, ileride bu kantonların teker teker yokedilmesi tehlikesi
doğacaktı . Rumlar ve Yunanlılar Türkiye'nin ikinci bir harekftta baş­
layacaklarını tahmin edememişlerdi. Bütün yapılan teklifler karşı taraftan red­
dedilince nihayet 14 Ağustos'ta ikinci harekatın yapılmasına karar verildi.

Bu arada Adana'ya giden Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Eşref


Akıncı birinci Harekattan sonra Ankara'ya dönmüştü. Sabahleyin Harekat
başladı ve kısa sürede bütün cephe boyunca birliklerimizin sür'atle ilerlemekte
oldukları haberleri gelmeye başladı.

Bu Harekat da iki günde tamamlandı ve hedefler ele geçirildi. Böylece


Kıbrıs Harekatı da sona ermiş oldu.

165
ORGENERAU.i(";E YÜKSELİŞİM

Ağustos ayının son haftasında Yüksek Askeri ŞOra toplandı. terfileri


konuştu ve benim de orgeneralliğe terfi ettiğim müjdelendi. ŞOradaki
değerlendimıede en fazla notu ben aldığını için orgeneralliğe terfi eden
üçümüzün (Orgeneral Hamza Günalp. Orgeneral Nurettin Ersin) en kıdemlisi
de ben oldum.
İşte iki sene evvel terfi kanun ve yönetmeliğinde yapılan°değişiklik bu terfi
ile birlikte benim Kara Kuvvetleri Komutanı ve arkasından Genelkurmay
Başkam olmamı sağladı. Eğer o değişiklik yapılmamış olsaydı. bugüne kadar
olduğu gibi ben Kore kıdemi alarak 19371ilerin arasına katıldığımdan Şilrada
ne not alırsam alayım. bu üç kişinin en sonunda yer alacalchm.
Terfi edince artık Kara Kuvvetleri Kumıay Başkanlığında kalmam mümkün
ol� azdı. Yüksek Askeri Şfira Üyeliğine geçmem muhtemeldi. Fakat 30
Ağustos'tan bir iki gün evvel Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar
beni çağırdı. Odasına gittiğimde Kara-Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Eşref
Akıncı da orada idi. Yeni rütbemi kutladıktan sonra "Kenan sen ŞOra
Üyeliğine gidip de ne yapacaksın. Orada sen sıkılırsın. Orgeneral olarak yine
Kurmay Başkanlığını devam ettirmeni istiyorum. Kara Kuvvetleri Komutanı
da bunu arzu ediyor. Bundan evvelki senelerde de Orgeneral Selahattin Selışık
ve Orgeneral Suat Kuyaş orgeneral rütbesi ile Kara Kuvvetleri Kurmay
Başkanlığı görevini yürüttüler. Ne dersin" dedi. Biraz düşündükten sonra.
"Sayın Komutanım. gösterdiğiniz bu itimattan dolayı hem size ve hem de Kara
Kuvvetleri Komutanına teşekkür ederim. Omuzuma bir yıldız daha takmakla
karakterimde bir değişiklik olmuş değildir. Memnuniyetle ve şerefle bu görevi
orgeneral rütbesiyle de yürütürüm. Ancak yerime geçmeyi bekleyen Kara
Kuvvetleri Denetleme Kurul Başkanı Korgeneral Vecihi Akın bana darılmasın.
biliyorsunuz sınıf arkadaşımdır, sanki ben ona mani olmuş duruma
düşmeyeyim" şeklinde cevaplandırdım. Orgeneral Sancar "Öyle şey olur mu?
Vecihi'nin memnun olması gerekir. Gelecek sene de o bu görevi yapar"
deyince kabul ettim.
Sonradan öğrendim ki; Orgeneral Sancar. Orgeneral Eşref Akıncı ile bu ko­
nuyu konuşmuşlar. Orgeneral Akıncı. Kenan'ın orgeneral olarak. Kurmay

166
Başkanlığı görevini yürütmesinden memnun olurum. Ancak bugüne kadar ge­
nellikle kurmay başkanları hep korgeneral rütbesiyle bu görevi yürüttüler.
Kendisine sormadan yaparsak belki gücenir. Kendisi rıza gösterirse iyi olur
demiş ve onun üz.erine beni çağı.muşlar. Böylece bir sene daha orgeneral ola­
rak kurmay başkanlığı görevinde kalmış oldum.
Bu sene sonuna doğnl ortanca kızımın nişanlısı yedeksubaylık hizmetini bi­
tirdi. 1975 Ocak ayının ilk haftasında Ankara'da düğünlerini yapıp Adana'ya
uğurladık..
İkinci kızımız da aramızdan ayrılmış. yalnız küçük kızumz kalmıştı. Eşim
enfarkfüs'ün btrakbğl etkiyi ha.ta üzerinden atamarmştı. Doktorlar da kendisini
fazla yormamasıru. merdiven çıkmamasını öğütlediğinden evin içinde birçok
işin yapılmasına da yardımcı oluyordum. Şimdi ise kalp rahatsızlığı geçirenlere
yürüyüş ve spor tavsiye ediyorlar.

AF KANUNUNUN ÇIKIŞI

1974 yılında Oınıhuriyet Halk Partisi iktidarının sınırlı olarak çıkardığı bir
af y�ının Anayasa mahkemesi kararlarıyla gittikçe genişletilmesi 1971 sene­
si 12 Mart döneminde yakalanıp hapishanelerde bulunan birçok anarşist ve
teröristlerin hapisten çıkınalanna ve ellerini kollarım sallayarak dolaşmalarına
sebep oldu.
Bu affın çıkarılmaması konusunda o dönemde maalesef etkili bir mücadele
verilmedi. Bu büyük hatanın sonuçlan. kısa zamanda görülmeye başlanacak
ve Türkiye hızla 12 Eylül 1980 dönemine yaklaşacakb.
Çeşitli tarihlerde çıkarılan af yasalanmn sonuçlarını tetkik ettiğimizde
görürüz ki . her af suç işlemeyi teşvik etmiş ve boşaltılan hapishaneler çok
daha kısa bir süre içinde yeniden dolmuştur. Suç işlemeyi alışkanlık haline
getirenler veya suç işleme hazırlığı içerisinde olanlar. yakın bir zamanda nasıl
olsa bir af yasası çıkar ve üç beş sene sonra kurtulurum inancı içerisinde
olmuşlar ve bu yüzden Tüıkiye'de suç işleme oranı azalmamıştır.
1978 senesinde ülke çapında gittikçe yaygınlaşan terör olaylan karşısında
ı.amanın hükünıeti İngiltere'den U7JDanlar getirtmişti. Bu uzmanların yaptıkları
tavsiyelerin başında. HSalcın ola /ci affı sık sık kullanmayın H hususu yer
alıyordu. Zira İngiltere de vaktiyle af mek.anizmasıru kullanmış fakat sonucun
aleyhlerine olduğunu anlamışlaıdı.

167
KIBRIS MÜZAKERELERİNDE

MSP'NİN TUTUMU YÜZÜNDEN


NE'IİCEYE ULAŞILAMIYOR

Kıbrıs Barış Harekatının sona ennesine rağmen gerek Birleşmiş Milletlerde


ve gerekse ikili olarak yapılan görüşmeler bir neticeye bağlanamıyordu. Zira
Cumhuriyet Halk Partisi, hükümeti yalnız başına değil Milli Selamet Partisi ile
bir koalisyonla kurabilmişti. Koalisyon kanadı Milli Selamet Partisi, Kıbns'ta
ele geçirilen topraklardan bir karışının bile verilmesine razı olmuyor, sanki
ulaşılan hedef, kazanılan araziyi kendisi kararlaştınnış gibi "Kanla alınan
toprak verilmez" diyerek bütün görüşmeleri baltalıyordu. Halbuki ele geçirilen
topraklar esasında kararlaştırılandan fazla idi. Sebebi de yapılacak
müzakerelerde bu fazlalıklar bir taviz olarak verilebilecekti. Fakat Erbakan san­
ki kendisi cephede savaşmış gibi bir mücahit havasıyla her müzakereyi netice­
siz bırakıyordu. Nihayet Cumhuriyet Halk Partisi, Erbakan'la ortak olarak
memleket işlerini yürütmenin mümkün olamayacağını anlamış olacak ki koalis­
yonu bozdu ve hükümetten çekildi.
Ecevit, erken seçim için çok uğraştı zira bir Kıbrıs zaferi elde edilmişti. Bu­
nun etkisi ortadan kalkmadan yapılacak bir erken seçim Cumhuriyet Halk Par­
tisi'ne büyük avantaj sağlayabilir ve tek başına iktidar olabilirdi.
Cumhuriyet Halk Partisinin böyle bir hesabın peşinde olması muhtemeldi.
Fakat Meclis erken seçime razı olmamış. neticede Birinci " Milliyetçi Cephe"
dediğimiz Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi koa­
lisyonu kurulmuştu.
Kıbrıs problemi şimdi daha da zor bir duruma gelmişti. Çünkü Milli
Selamet Partisi, yine koalisyonun içinde idi. Aynca Kıbns'ta verilecek bir
toprak tavizi karşısında Cumhuriyet Halk Partisi döneminde alındığı. Milliyetçi
Cephe döneminde verildiği haklı olarak söylenecekti. Nitekim de öyle oldu.
Bundan sonraki dönemlerde de Milli Selamet Partisi daima anahtar parti
olduğu için Kıtins problemi hiçbir zaman halledilemedi ve günümüze kadar
dayandı.
Asker, iki günde alacağı yeri aldı. Görevini en iyi şekilde yerine getirdi.
Fakat siyasiler on seneden fazladır neticeye ulaşamadılar.

1 68
GENELKURMAY İKİNCİ BAŞKANLIGINA TAYİNİM

1 975 senesinin Ağustos'una yaklaşıyorduk;· benim artık Kara Kuvvetleri


Kunnay B�kanlığında kalınanı düşünülemezdi. Ordu Komutanlığına çıkmam
da mümkün değildi. Zira bizden evvelki sınıflar Ordu Komutanlığına
çıkacaklardı. Genelkunnay İkinci B aşkanı olan Orgeneral Adnan Ersöz, iki
senedir İkinci Başkanlık yapıyordu. Bu sene Ordu Komutanlığına muhakkak
çıkacaktı. Kuvvetli bir ihtimalle ben Genelkunnay İkinci Başkanlığına gidebi­
lirdim. Kara Kuvvetleri Komutanım Orgeneral Eşref Akıncı da bana bunu ih­
sas etmişti. Nitekim Ağustos tayinlerinde İkinci B aşkanlığa tayinim çıktı. Ta­
bii ki eşimle birlikte sevindik. Genelkurmay B aşkanı Orgeneral Semih
Sancar'ın maiyetinde üçüncü defa çalışacakbm.
Yeni görevimde yabancılık çekmedim. Genelkurmaydaki J. Başkanları
kıymetli ve çalışkan arkadaşlardı. B u yüzden sıkıntı çekmiyordum. Görevim
icabı sık sık bakanlıklarla temasım oluyor, hükümete gerektiğinde Silahlı Kuv­
vetlerin durumu ve ihtiyaçları konusunda brifingler veriyor ve tabii bakanlarla,
bazı milletvekilleri ile tanışmak imkfuunı buluyordum.

ABD'NİN AMB ARGO KARARI

Kıbrıs Harekatı dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri'nin Şubat 1 975'te


aldığı ambargo dolayısıyla her türlü yardım kesildiği gibi kendi paramızla da
ABD'den Silahlı Kuvvetlerin ihtiyaçlarını temin edemiyorduk.
Diğer taraftan Petrol Üreten Ülkeler Teşkilatı OPECin petrol fiyatlarına sık
sık zam yapması dolayısıyla mevcut hükümet de Milli Savunmaya döviz tahsis
etmekte son derece güçlük çekiyor ve tahsis edebildiği dövizler ise son derece
kısıtlı kalıyor ve günden güne azalıyordu.
Sözde Türkiye NATO'ya üye bir ülke ve bir savaş çıkarsa, Amerika
Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere diğer NATO ülkeleri ile birlikte
müşterek düşmana k�ı savaşacaktı. Bu nasıl bir ittifaktı? Kıbns Harekatının

169
bununla ilgisi ne idi? Bu açıkça Türkiye üzerinde baskı icra ederek Kıbns'ta
i�eri tavizleri koparmak maksadını gütmüyor muydu?
Amerika Birleşik Devletleri'nin bu işlediği en büyük hatanın ikincisi
oluyordu. Birinci hata l 964 senesinde yine Kıbns'ta cereyan eden olaylar do­
layısıyla Türkiye'nin adaya müdahalesini önlemeye matuf meşhur Johnson
mektubu idi.
Türkiye'deki aşın solun eline bundan iyi. bundan daha mükemmel fırsat
geçmeı.di. Aşın sol bu fırsab çok iyi bir şekilde değerlendirdi ve ülke çapında
giriştiği propagandalarla Amerika ve NATO düşmanlığını her geçen gün biraz
daha yaygınlaşhrdı. Bu propaganda öyle bir noktaya ulaştı ki. Türkiye'deki
Amerikalllar sokakta rahatlıkla dolaşamadıkları gibi. hiçbir gemisi liman­
lanmız.a da uğrayamaz oldu.
Bu yü7.den başta üniversitelerimiz olmak üzere işçi kesiminde. okullarda
terör olayları her geçen gün çoğalıyor ve yine sağ sol çatışması haline
dönüşüyordu.
Allahtan Kıbrıs HareUıırun hemen akabinde İtalyanlardan iki filo F- 104 S
filosu alınmış ve Hava Kuvvetlerine katılınışb. Arkasından aynı uçaklardan iki
filo daha alınmış. böylece Hava Kuvvetlerimizin uçak noksanı önemli bir
ölçüde o gün için giderilmişti.

SOVYEI' RINYA SEYAHA1İM

Sovyet Rusya. elbette Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasında


meydana gelen bu soğukluktan istifade etmek isteyecekti. Nitekim Sovyet
Rusya Genelkumıay Başkanının Türkiye Gencllrunnay Başkanını davet etmesi
mevzu bahis oldu. Dışişleri Bakanlığı ilk etapta Genelkunnay Başkanının
değil. İkinci Başkanın gibllesinin daha doğru olacağı. esasen bizim Genelkur­
may Başkanının Sovyet Milli Savunma Bakam tarafından davet edilmesi ge­
rektiği fikrini ileri sürerek benim Sovyet Rusya'ya gitmem kararlaşbnldı.
Bu karar gereği 1976 se.nesi mayıs ayının son haftasında dört kişilik bir
heyetle Moskova'ya gittim. Eşimi de davet ettikleri için bu geziye rahmetli
eşim de katılmıştı. Eşim Mart 1976'da Londra'da safra kesesi ameliyatı
geçirmiş. hamneden. çıkalı iki ay olmuştu.
Cumhuriyetimizin lO'uncu yıldönümü olan 1933 yılında Sovyet mareşali
Voroşilof Türkiye'ye gelmiş. O tarihten beri bu ziyaret iade edilmemiş ve do­
layısıyla ilk defa bir Türle. orgenerali olarak ben bu ziyareti yapmış oluyordum.
170
Moskova'ya ayak basbğımdan itibaren bana yöneltilen soruların başında
hep bu husus yer alıyordu. "Neden bugüne kadar Tüıkiye'den bir üst rütbeli
general Sovyet Rusya'ya gelmedi" diyorlardı. Bu ziyaretimiz süresince bana
ve eşime son derece misafirpeıverlik gösterdiler. Misafirpeıvedikleri bize ben­
ziyor. Ne de olsa Asyalılar. Asyablann Avrupalılara naz.aran üstün taraflanmn
başında misafirperverlikleri geliyor. Daha sonraki hayatım süresince Avrupa'
ya ve Asya'ya yaptığım ziyaretlerde bunu daha iyi müşahade ettim.

Ziyaretim bir hafta sürdü. Bu bir hafta içerisinde Moskova. Leningrad ve


Volgagracl (Stalingrad) şehirlerini ve oralardaki askeri birliklerle. tarihi ve ni­
ristik yerleri gördüm. Leningrad'ı çok beğen-dik. Ne de olsa tarihi bir şehir ve
tarih kokuyor. İlk defa gündüzün 22 saat devam ettiği bir yeri gördük ve
yaşadık. Gece saat birde hila etraf aydınbktı.

Sonra h�yet arkadaşlarımdan öğrendim ki, iki saat gece karanlığı olmuş
arkasından yine aydınlanmış. Müzeleri çok fazla. saraylar da öyle. Hepsini
gezebilmek için haftalar lazım. İkinci Cihan haıbi sırasında Alman Orduları
Leningrad'a kadar geldiler. fakat şehri zaptedememişlerdi. Savunmanın
cereyan ettiği yerleri. harap olan sarayların yakılmış ve yıkılmış halinin
fotoğraflanru ve yeniden yapılmış hallerini. her gün bambardımandan. açlıktan
ölen binlerce sivil ve askerin gömüldüğü mezarl.ıldan gösterdiler.

Saraylarda ve kiliselerde o devirdeki çarların ve papazların sürdürdükleri


debdebeli yaşamı da tabii en iyi bir şekilde gözler önüne sennişler. Onları
görünce biz de etkilendik. Bir tarafta açbk ve sefalet içerisinde sürünen ve
bütün yükü çeken halk, diğer tarafta zevk ve sefa içerisinde debdebeli bir
hayat süren saray erkanı. Elbette netice böyle olacaktı. 7.aten böyle olmasa
çalışanın hakkı verilseydi komüniım neşvü nema bulabilir miydi7

Sovyet Rusya'da bugün yaşayan halk durumundan memnun mudur1 Bu


konuda bir şey söyleyemem. Dünyanın diğer ülkelerini görmediğinden.
mağazalarda her şeyin bol bol bulunduğunu, kuyruğa ginneden istediğini iste­
diği kadar alabildiğini, istediği şehirde i�diği evde oturabildiğini. arazisini
kendisinin işleyip ürettiğini satabildiğini ve aldığı paranın kendisinin
olduğunu, gazete, radyo ve televizyonun hür olduğunu. istediği parti veya
kişiyi seçme hakkı bulunduğunu ve demokrasinin diğer nimetlerini bilseler.
belki de yaşamlarından memnun olmayacaklar. Fakat bunları bilmıediklerin­
den ve demokrasinin iyi taraftan değil kötü tarafları daima kendilerine an­
latıldığından; komünizmin ise yalnızca iyi taraftan beyinlerine
yerleştirildiğinden dolayıdır ki hayatlarından memımndurlar. Tabii ki dünyada
Amerika Birleşik Devletleri ile boy ölçüşebilecek bir süper güç haline gelme­
lerinin de bunda büyük payı inkar edilemez.

Gezdiğimiz şehirlerde Bab dünyagnm şehirlerinde mevcut olan o hareketli

171
ve serbest yaşamı göremedik. Her şeyin en büyüğünü en göze hoş görünenini
yapmışlar. Binalar. metrolar, yollar hepsi güzel fakat halkta güleryüzlü çok az.
Metrolarındaki lüks, dünyanın hiçbir ülkesinde yok. Moskova çok muntazam
ve çok geniş caddeleri olan bir başkent. Ben Rusya'da böyle bir lüksle
karşılaşacağımı zannetmiyordum. Şaşırmadım desem yanlış söylemiş olurum.
Bir haftalık bir geziden sonra Türkiye'ye döndük. Eşimin safra kesesi ame­
liyatını iki ay evvel geçirmiş olmasından dolayı gezi sırasında bir aksilikle
karşılaşmaktan çok korkuyordum. Fakat hamdolsun korktuğum başıma gel­
medi.

HAVA KUVVE1LERİ KOMUTANI


ORG. EMİN ALPKA YA'NIN EMEKLİ EDİLİŞİ

İkinci Başkanlık görevim sırasında Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral


Emin Alpkaya'nın görevden alınması olayı da kamuoyunu bir hayli meşgul
etti. Kıbrıs Harekatından sonra Hava Kuvvetlerine alınan F- 104 S savaş
uçaklarının alınışı dolayısıyla firmanın rüşvet verdiği hususu gazetelerde her
gün bahsedilen bir konu haline geldi. Mecliste de bu konu görüşüldü.
Bunun üzerine Genelkurmay Başkanlığı bir soruşturma hey'eti teşkil etti ve
Milli Savunma Bakanlığı ile birlikte olayı soruşturmaya başladı.
Bu arada Hava Kuvvetleri Komutanı Emin Alpkaya'nın alelacele emekli
edilmesini Genelkurmay Başkanı istedi ve benden bir gün içerisinde karam�­
enin hazırlanmasını emretti. Emin Alpkaya bunu duymuş ve durumu izah et­
mek, dolayısıyla emekliliğini önlemek üzere Genelkurmay Başkanlığına gel­
mişti. Fakat Genelkurmay Başkanı kendisini kabul etmedi. Emin Alpkaya,
benim odamda bir müddet oturup dert yandı ve çıkıp gitti. Üzücü bir durum­
du. Ben de üzülmüştüm. Fakat yapabileceğim bir şey yoktu. Bütün mesele
uçakları satan firmanın Hava Kuvvetleri eşleri yardımlaşma derneğine 30.000
dolar hibede bulunmaları ve bundan Genelkurmay Başkanının haberi olma­
ması hadisesi idi. Halbuki Emin Alpkaya da haber verdiğini ifade ediyor, fa­
kat, Genelkunn ay Başkanına ulaşamıyordu.
Alelacele emeklilik kararnamesi işleme konulmuştu. Ancak yerine Hava
Kuvvetleri Komutanlığına teklif edilen Orgeneral İrfan Özaydınlı'run kararna­
mesi Başbakanlıkta takıl.mışu. Başbakan Süleyman Demirel, İrfan Paşa'nın
Hava Kuvvetleri Komutanlığına gelmesini arzu etmiyordu. Sebebi İrfan
Paşa'nın Muhsin Batur taraftarı olarak tanınması idi. Uzun süre kararname im­
zalanamadı ve Hava Kuvvetleri komutansız kaldı. Vekaletle idare ediliyordu.

1 72
Genelkunnay Başkanı Semih Sancar da İrfan Paşa'nın kararnamesinin
Başbakanlıktan döneceğini biliyordu ve bunu bana söylemişti. O halde neden
gönderdiniz Komutanım deyince, kıdemli olarak o vardı ben mecburdum
böyle yapmaya dedi. Bence doğru değildi. Evvela mutakabata varıp ondan
sonra kararname hazırlarunalıydı. Nitekim bu olay Silahlı Kuvvetler içersinde
bir yara açtı. İrfan Özaydınlı'dan sonra kıdem sırasında Orgeneral Ethem Ayan
geliyordu. Fakat Genelkurmay B aşkanı onu Hava Kuvvetleri Kommutanı
yapmak istemiyordu. Sebebini bir türlü anlamadım. Ondan başka da Hava
Kuvvetlerinde orgeneral rütbesinde general yoktu. Öyle olunca Korgeneral
Cemal Engin'i Hava Kuvvetleri Komutanlığına atanma kararnamesi gönderildi
ve Hava Kuvvetleri Komutanı kadrosu da korgenerale indirildi. Kararname
maalesef imzalandı ve yürürlüğe girdi. Tabii arkasından da İrfan Özaydınlı
Yüksek Askeri İdare Mahkemesine iptal davası açn ve davayı da kazandı. Çok
çirkin bir aurum ortaya çıktı. Sonunda istemeye istemeye Orgeneral Ethem
Ayan'ın kararnamesi gönderildi. Kararname yürürlüğe girince bu hadise de
böylece birçok çalkantılardan sonra kapandı.
Kapandı ama Silahlı Kuvvetler için hiç de iyi olmadı. Hukuk dışı zorlama­
ların sonucu elbette bu olacaktı.
Ağustos ayı yaklaşıyordu. Benim de orgenerallikteki iki senem 30
Ağustos'ta dolacaktı . Norm al olarak 30 Ağustos'ta Ordu Komutanlığına
çıkmam gerekecekti. Fakat mecburiyet de yoktu. Bir sene kalıp bir sene sonra
da Ordu Komutanlığına gitmem mümkündü. Hayatımda hiçbir zaman ileriye
dönük hesaplar yapmadığımdan ille Ordu Komutanlığı görevine tayin
edileyim diye hiçbir kimseden istekte bulunmadJm. Bugüne kadar olduğu gibi
b4ndan sonra da işi oluruna, talihe, yani Allah'a bıraktım.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar da bu konuda hiçbir şey
ima etmedi. 30 Ağustos general tayinlerinde beraber çalıştık. Fakat orgeneral
tayinlerinde benim katkım olmadı.

173
EGE ORDU KOMlITANUGINA TAYİNİM

Ağustos başında Ege Ordu Komutanlığına gideceğimi öğrendim. Eşimle


birlikte buna sevindik. Zira emekli ohmca İzmir'e yerleşmeyi düşünüyorduk.
Bu ilci sene içersinde orada gerekli hazırlıklarımızı da yaparız dedik ve
küçük kızını Miray'ın da Türkiye Odalar ve Borsalar Bidiği'ndeki görevini
İmıir Sanayi Odasına naklettirdik.

Şimdi şu satıdan yazmaya başladığım tarih 30 Kasım 1985. Demek ki


hayat hikayemi yamıaya başladığım tarih olan 19 Aralık l 983 tarihi üzerinden
iki seneye yakın bir süre geçmiş. Daha evvel de ifade ettiğim gibi 6 Kasım
l 983 seçimlerinden sonra görevim azalacağına daha da yoğunluk kazandı. Bu
yüzden de uzun zaman kalemi elime almak ve hatıralarımı yazmama imkan ol­
ma<b. Böyle parçaı>arça yazmaya gayret ettiğim bu yazılarımı ne zaman biti­
rebileceğimi tahmin edemiyorum.
Evet kaldığım yerden başlıyorum:

İzmir'e geldiğimi7.de gayet tabii olarak Orduevi'ne indik.


24 Ağustos 1976 günü yapılan devir ve teslim töreni ile Ege Ordu Komu­
tanlığı görevini 30 Ağustos'ta emekliye aynlacak olan Orgene-ral Turgut Su­
nalp'ten devir aldım.
İlk günler malıinı olan tebrik ziyaretleri ve iadei ziyaretlerle geçti.

9 EYLÜL İZMİR.'İN KURllJLUŞ TÖRENİ

9 Eylül İzmir'in kurtuluşu olduğu için bu hazırlıklarla meşgul olmaya


başladım. Aldığını bilgiler hayretimi mucip oldu ve beni çok ii7.dü. Geçen sene
y31>1lan geçit resminde. malmn örgütlere mensup güçler kendilerine özgü

174
lcıyafet ve pankartlarla şeref tribünü önünden geçerlren çeşitli slogan attıklarını
ve hatta yürüyüş esnasında sigara içtilclerini ve dumanım Vali ve Ordu Komu­
tanına hakaret amiz bir şekilde üfledilclerini öğrendim. Bu töreni düzenleyen
.
Belediye Başkam idi. Bunu öğrenince Belediye Başkanı İhsan Alyanak'ı
çağırdım ve kendisine "Eğer böyle bir durumla karşılaşırsam geçit resmindeki
yerimi terkedeceğim, binaenaleyh bwıa nıeydan verilmesin" dedim. Bana ol­
mayacağına dair teminat verdi.
9 Eylül günü ô.ımhuriyet Meydanında tören başladı. Törende birkaç bakan
ve milletvekili de vardı. Evvela geçit resmi askeri birlikler ve okulların geçişi
ile nonnal bir şekilde başladı. Arkasından siyasi partilerin gençlik kollan özel
kıyafetleri ile geçmeye başlayınca içime şüphe girdi. Bir aralık ellerinde Türk
bayrağı olmayan pejmürde kıyafetli ve slogan atan bir topluluk gelmeye
başladı. Sorduğumda Gültepe Belediyesine ve o semte ait bir grup olduğu
söylendi. Tam kürsü önüne geldilclerindc geçit resmini kabul ebneyerek san­
dalyeme oturdum. Ben böyle yapınca Vali de oturdu. Belediye Başkanı kürsü
önünde idi. "Hani bunlar olmayacaktı" dedim. "Bunlar sonradan araya gir­
mişler" dedi ve' harekete geçti. O grup geçinceye kadar yerimden kalkmadım.
Arkaya haber gönderilmiş olmalı ki. kortejde bir düzelme oldu ve düzenli
geçmeye başladılar. Biz de bunun üzerine tekrar geçit resmini kabul ebneye
başladık. Eğer çok kalabalık olmasa ve arabaJDI g<ıirmem mümkün olsaydı
oradan ayrılacaktım. Fakat o kadar kalat;)alıktı iti arabamı getirtmem
imkansızdı.
Göreve başladıktan sonra ilk çirkin olay bu oldu. Ceçnıiş senelerde buna
benzer ve hatta daha çirkin olayların cereyan elliğini bilahare öğrenince
şehirlerin kurtuluş günlerinin belediyelerce değil Valiliklerce veya Garnizon
Komutanlıklarınca düzenlenmesinin uygun olacağım. belediyelere bırakıldığı
takdirde. bu kutsal günlerin belediye başkanları elinde propaganda vesilesi
yapıldığını üst makamlara teklif ettim. İtibar görmedi. Nihayet onu da 1 2
Eylül'den sonra Başbakanlığın bir genelgesi ile Kurtuluş Bayramı törenlerinin
Valiliklerce düzenlemnesini sağladık.
En küçük kızım M'ray da İzmir Sanayi Odasındaki görevine başlamıştı.
Sırf onun Narlıdere'den İmıir'deki görev yerine gidip gelmesi için bir Renault
otomobil almıştık. Sabah akşam onunla gi-dip geliyordu. Şoför ehliyeti yeni
olduğundan bir hayli merakta idik. Akşamlan biraz gecikse. gözümüz pence­
rede gelmesini beklerdik.
Ordunun sorumluluk sahası çok genişti. F.dremit k<Jrfezinden Antalya'ya
kadar olan bütün kıyı bölgesi ile İç Ege'nin savunma sorumluluğu Ege Ordu
Komutanlığına aitti. Kuruluşundaki birliklerin hemen hemen hepsi eğitim bir­
likleri idi. Denetlemeye çıkbğım zaman bir haftadan önce dönemiyordum.

175
Eşim de hayatından memnundu. Zira çocukluğu İzmir'de geçmiş, İzmir'de
çok tanıdık.lan, akrabaları vardı. Arada sırada denetlemelerimde benimle bera­
ber seyahatlere gelirse de, genellikle İzmir'de kalmayı tercih ederdi. Çünkü
seyahati fazla sevmediği gibi Miray'ın da yalnız k�asıru arzulamazdı.

Anarşik olaylar İstanbul, Ankara, Adana ölçüsünde olmasa da İzmir'de de


sık sık görülmekteydi. Caddelerden geçerken slogan yazılmamış boş duvar
görebilmek bir mesele idi. Hatta Kürtçe yazılmış sloganlara da rastlıyorduk.
Silahlı saldırılar İzmir'de de oluyor, öldürme olaylan ise arada sırada da olsa
cereyan ediyordu. Üniversitedeki talabe olaylan da zaman zaman vuku
buluyordu. Bu yüzden Bomova'daki Topçu Eğitim Tugayından daima bir
hazır kıt'a bekletiyordum. Ordu Karargahı önündeki nöbetçilere mermi verdir­
mek zorunda kalmıştım. Zira anarşist ve teröristler otomobillerle caddeden
geçerken sağa sola rastgele ateş edebiliyorlardı .
..

KARA KUVVETLERİ KOMUfANI


ORG. NAMIK KEMAL ERSUN'UN GÖREVDEN ALINIŞI

1 977 senesi Haziran ayına girdiğimizde, 1 Haziran 1977 günü Kara Kuv­
vetleri Komutam Orgeneral Namık Kemal Ersun görevden alındı ve emekli
edildi. Tabiatıyla haber basında büyük yer tuttu. Orgeneral Namık Kemal Er­
sun'un nrumal olarak o senenin 30 Ağustos'una kadar görevde kalması gere­
kiyordu. Üç ay evvel görevden alırunası sebebini anlamak güçtü.

Sebebini nihayet şu olaya bağlayabildim. 1977 yılı içerisinde Başbakan


Süleyma11 Demirel Dogu Alladolu'da bir yurt gezisine çıkmış, bu sırada
Elazıg'a da ugramışn . İşte Elazıg'da bulwzdugu sırada 3 'üncü Ordu Komutanı
olan Orgeneral Ali Fethi Esener, Başbakan Demire/'e hiç geregi yok iken
Elazıg'da ordunun bir şildilli takdim etmiş ve bu olay da tabiatıyla basında yer
almıştı. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Namık Kemal Ersun, Bu olay
üzerine Orgeneral Ali Fethi Esener'den yazı ile olay hakkında bilgi istemiş ve
bu da vranışı dogru bulmadıgını belirtmişti. Ali Fethi Esener'e yazılan bu
yazıdan Başbakan'ın haberdar olmaması mümkün degildi.

İşte öyle zannediyorum ki Namık Kemal Ersun'un görevden alınmasını ge­


rektiren esas sebep bu olmuştu.

176
1977 SEÇİMLERİ
VE HÜKÜMET KURMA ÇALIŞMALARI

Diğer taraftan haziran ayına girdiğimizde 5 Haziran 1977'de milletvekilliği


genel seçimleri yapıldı. Bu seçimde Milliyetçi Cephe Hükümeti'nin bugüne
kadar izlediği hatalardan dolayı Cumhuriyet Halk Partisi'nin çoğunluğu alarak
yalnız başına bir hükümet kuracağı genel kanısı vardı. Fak.at netice böyle ol­
madı. Cumhuriyet Halle Partisi 226 milletvekilliğini ele geçiremedi. Cumhur­
başkanı en fazla milletvekiline sahip parti olarak Cumhuriyet Halk Partisine 14
Haziran 1 977'de hükümet kurma görevi vermiş ise de, 214 milletvekiline sa­
hip bu partiyi destekleyen başka bir parti bulunmadığından hükümeti kuramadı
ve 3 Temmuz l 977'de istifa eni. Bunun üzerine Milliyetçi Cephe denilen Ada­
let Partisi, Milli Selamet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi'nden müteşekkil
ikinci Milliyetçi Cephe hükümeti kuruldu ve Başbakanlığa Süleyman Demirel
getirildi. Bu seçimlerde Milli Selamet Partisi milletvekili sayısında yan yarıya
bir azalma olurken, Milliyetçi Hareker Partisi'nde büyük bir çoğalma olmuş,
üç olan milletvekilliğini 14'e çıkarabilmişti.
lznıir'de karşılaştıgım bazı Adalet Partisi milletvekilleri ile yaptığım
konuşmalarda Milli Selamet Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi ile yapılacak
bu koalisyonun Adalet Partisi'ne fayda degil zarar verecegilıi söylediğimde
bana yerden göğe kadar hak veriyorlar.fakat Süleyman Denıirel'in böyle iste­
diğini buna mani olamadık/arım ifade ediyorlardı.

Olan olmuştu. Sonunun hiç de iyi olmayacağını tahmin ettiğim halde,


içimden hayırlı olur inşaallah demekten başka bir şey yapamıyordum.
Bizler durumu dışarıdan daha net ve tarafsız olarak görebiliyorduk. Demirel
hükümeti Meclisten 1 Ağustos 1977 tarihinde güvenoyu alabilmişti.
Bu tarihe kadar yeni bir Kara Kuvvetleri Komutanı tayin edilememişti. Zira
hükümet kurulup Meclisten güven oyu alınamamışh. Demirel güven oyu alır
almaz Kara Kuvvetleri Komutanlığı için Orgeneral Ali Fethi Esener'in karar­
namesini Cwnhurbaşkanına göndermiş.

177
KARA KUVVETI..ERİ KOMUfANLIGINA TAYİNİM

Kara Kuvvetleri Komutanı olabilecek üç aday vardı. Bunlar sırası ile 1 'inci
ordu Kom utanı Orgeneral Adnan Ersöz, 2'nci Ordu Komutanı O rgeneral
Şükrü Olcay ve son sırada da 3'üncü Ordu Komutanı Orgeneral Ali Fethi
Esener idi.

Normal olarak Kara Kuvvetleri Komutanlığına en kıdemli olan Orgeneral


Adnan Ersöz'ün getirilmesi gerekirken Cumhurbaşkanlığına Orgeneral Ali Fet­
hi Esener'in kararnamesi gönderiliyordu.

Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, orduda bir hiyerarşik düzen vardır, bu


düzeni bozdunnam diyerek. Ali Fethi Esener'in kararnamesini imzalam ıyor.
Sonrad;;ın aldığım bilgilerden öğreniyorum ki Başbakan Demirel, uzun süre ka­
rarname inıza/annıaymca Başbaka11/ıktan istifa edeceği tehdidi ile Cumhur­
başkamm zorlanuş ise de, C11nıh11rbaşka111 kararım değiştirmemiş.
Bu konu hakkında rahmetli Ferit Melen bana şunlan anlatmıştı. Özet olarak
buraya almakta yarar gördüm, Demirel, A. Fethi Esener'in Kara Kuvvelleri
Komutanlığına tayin kararnamesini Cumhurbaşkanı F. Korutürk imzala­
mayınca; Demirel istifa edeceği tehdidini sayın Korutürk'e yapmış: Korutürk,
yeniden bir hükümet krizi yaşanmasını arzu etmemiş ve düşünmeye başlan11ş.
Konuyu F. Melen'e açmı ş ve "Demirel istifa edeceğini söylüyor ne dersiniz"
diye sormuş� Ferit Melen "benim bildiğim Demirci bundan dolayı istifa etmez"
karşılığını vermiş. Bu cevap karşısında Korutürk kararnameyi imzalaman1akta
direnmiş.

30 Ağustos gelince dört senelerini doldurduklarından dolayı her üç orgener­


al otomatikman emekli oluyor ve onlardan sonra en kıdemli olarak Kara Kuv­
vetleri Komutanlığına benim tayinim yapılıyor.

Bu konuda hiçbir girişimim olmadı. Hiç kimseye ne telefon ettim, ne de


sordum. Arada sırada o zaman Deniz Kuvvetleri Komutanı olan Oramiral
Bülend Ulusu telefon edip kısa bazı bilgiler veriyor, fakat ben "Bülend Paşa,
bu işlere kanşmak istemiyorum. Her şey olacağma varır. Hakkımda ne hayırlı
ise o olsun" diyordum.
Bu olay Silahlı Kuvvetler bakımından hiç de iyi olmadı. Böyle olmaması

1 78
arLu edilirdi. Genelkunnay Başkanının da buna alet olmaması en doğru yol
olurdu. Zira Kara Kuvvetleri Komutanlığına gelecek zat Genelkurmay
Başkanının teklifi üzerine üçlü kararname ile belirtilirdi. Demek ki Genelkur­
may Başkanı ile Başbakan anlaşmışlar fakat Cumhurbaşkanım hesaba kat­
mamışlardı.

İşte Ege Ordu Komutanlığından emekli olarak İzmir'de yerleşmeyi


düşünürken aniden Kara Kuvvetleri Komutanlığına tayinim böyle yapıldı.

Alelacele 4 Ağustos 1 977 tarihinde Ankara'ya hareket etmek zorunda


kaldım.

Kara Kuvvetleri Komutanlığım devir alacağım Komutan olmadığından Ge­


nelkunnay Başkanı Orgeneral Semih Sancar bana 5 Ağustos 1 977 günü
törenle Komutanlığı teslim etti.

Bu gibi devir teslim törenlerinde Milli Savunma Bakam da bulu-nur, ama


nedense zanıamn Milli Savunma Bakam Saade«in Bilgiç, Ankara'da olduğu
halde törene gelmedi ve tebrik de emıedi. Böylece bu tayini tasvip etmediğini.
istemeyerek kararnameyi imza eniğini zımnen de olsa belli etmiş oldu.

Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevim kanunun belirlediği uzatma hariç ol­


mak üzere iki sene devam etmeyecekti. Zira Genelkurmay Başkanı Orgeneral
Semih Sancar'ın süresi eğer bir sene daha uzatılmazsa -ki en son olarak ancak
bir sene daha uzatılabilirdi- 6 Mart 1978 tarihinde sona eriyordu. Ben hem De­
niz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülend Ulusu'dan ve hem de Hava Kuv­
vetleri Komutanı Orgeneral Ethem Ayan'dan kıdemli idim. Gerçi her üçümüz
aynı sene orgeneral olmuştuk ama ben karacı olduğum için kıdem bakımından
her ikisinin önünde bulunuyordum. Bu durumda Allah sağlık verir ve büyük
de bir mani olmazsa en erken Mart 1 978, en geç Mart 1 979'da Genelkunnay
Başkanı olmanı mukadderdi. İyi mi olacaktı. kötü mü olacaktı bunu istikbal
gösterecekti. Kader yolumu böyle çizmişti.

Memleketin hali hiç de iç açıcı değildi. Her geçen gün ülke çapındaki
anarşik olaylar gittikçe çoğalıyor. partiler ve özellikle parti liderleri arasındaki
siyasi çekişmeler bir türlü azalma göstermiyor, bilakis her geçen gün
tınnanıyordu. Sağ, sol çatışmalarının önü alınamıyor ve işin asıl acı tarafı bu
olayların çoğalması muhalefetteki partilerin işine yarıyor. üzüleceklerine ikti­
dardaki partinin iktidardan düşürülmesi için bir araç olarak kullanılıyordu. Ci­
nayet sağcı kesimce yapılmışsa sol kesim sağı, sol kesim tarafından yapılmışsa
sağcılar solu şiddetle eleştinnekte ve bu eleştinneler her gün televizyon, radyo­
dan işitilmekte, basın ise sahifelerini bol bol bunlara tahsis ebnekteydi. Bu
durum vatandaşlar arasındaki tansiyonu elbette yükseltiyor ve bu da ge­
leceğimiz bakırnındarı endişe kaynağı oluyordu.

179
Kara Kuvvetleri Komutanlığına başlar başlamaz Kara Kuvvetlerinin pro­
blemlerine hemen eğildim. Gerçi Kara Kuvvetlerinin durumu bana hiç de ya­
bancı değildi. Zira bir sene evvel Genelkunnay İkinci Başkanı idim . İkinci
B aşkan olmadan evvel bir sene Kara Kuvvetleri Denetleme Kurul Başkanlığı
ve iki sene de Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı yapmıştım. Fakat buna
rağmen son durumu öğerenmem gerekiyordu. Mütemadiyen brifingler alıyor
ve birlikleri yerinde görmek üzere denetlemelere çıkıyordum.

Bu gezilerim sırasında edindiğim intiba vatandaşların genellikle ikinci Milli­


yetçi Cephe Hükümeti dediğimiz üçlii koalisyondan memnun olmadıkları
merkezinde idi. Milli Selamet Partili ve Milliyetçi Hareket Partili Bakanlar Ba­
kanlıklanna kendi taraftarlannı doldurmakta ve böylece bakanlıklar partili
kişilerle parsellenmekte idi. Hatta bakanlıklarda tabanca ile dolaşan militan­
lann, görevini normal şartlar içindeymiş gibi yürütmeye çalışan tarafsız me­
murları tehdit ettikleri ve can güvenliğinin dahi tehlikeli boyutlara ulaştığı ha­
berleri bizlere ve dolayısıyla vatandaşlara kadar geliyordu. Erbakan ise, din
görevlilerini veya tarikat mensuplannı önemli yerlere yerleştirmekte, Sanayi
Baka11lığ111ı ele geçirdiğinden ağır sanayi kurma slogam ile plansız, pro­
gramsız,fizibilite etüdleri doğru dürüst yapılmamış ve hatta hiç yapılman11şfa­
brikalamı temellerini konut temeli atar gibi amıakta ve sözde bu yolla oy potan­
siyelini yükseltmekteydi. Bir çok kararname Erbakan veya onun bakanlarının
çekmecelerinde aylarca bekletilmekte ve bu kararnamelerin imzalanması
Başbakanla bir pazarlığı bağlanmaktaydı.

Bu gibi çirkin ve devlet idaresinde yapılmaması gereken işlerin cereyan


ettiği, bizim olduğu gibi vatandaşların da kulağına elbette geliyordu. Başbakan
Demirel ise koalisyonun bozulmaması pahasına bütün bu çirkin oyunlara göz
yumuyor ve tabii kanrnoyu karşısında kendisine, dolayısıyla partisine puan
kaybettiriyordu.

Yukarıdan beri ufak bir parçasını sıral�yabildiğim ve bizim bilmediğimiz


daha birçok uygunsuz işlem ve davranışlar Adalet Partisi mensuplarını da ra­
hatsız ediyordu. İzmir'de Ege Ordu Komutanı iken Haziran seçimlerinden he­
men sonra bazı Adalet Partisi mensuplarıyla yaptığım görüşmelerde "Adalet
Partisi'nin tekrar bir Milliyetçi Cephe koalisyonu kurmasının hiç de ülke
yararına olmayacağı ve eğer bôyle bir yola gidilecek olursa, Adalet Partisi'nin
zayıflayacağı ve hatta Milliyetçi Hareket Partisi tarafından Adalet Partisi'nin ele
geçirilebileceği tehlikesinin varit olduğu" hususundaki görüşüm yavaş yavaş
haklılık kazanmaya başlamışu.

1 80
KOALİSYON HUKÜMEliNİN DÜŞÜŞÜ
VE ECEVİTİN HÜKÜMETI KURMASI

B u durumdan Cumhuriyet Halk Partisi faydalanmaya çalışıyor ve


seçimlerde en fazla milletvekilliğine sahip olmasına rağmen hükümet kurama­
masının ezikliğini giderebilmek için çeşitli yollar arıyordu. Koalisyona dahil
küçük partilerle Cumhuriyet Halk Partisinin bir koalisyon kurması mümkün
değildi. Zira anahtar parti olan Milli Selamet Partisi şimdiki durumundan son
derece memnundu. Öyle bir imkana kavuşmuştu ki, bu imkanı elbette elinden
kaçırmak istemezdi. Milliyetçi Hareket Partisi ile koalisyona gitmesi ise
mümkün değildi. Zira CHP'nin bir numaralı can düşmanı o idi. Geriye bir yol
kalıyordu o da Adalet Partisinden bir kısım milletvekili ile anlaşıp onları parti­
sinden istifa ettirmek ve böylece mevcut hükümeti düşürdükten sonra istifa
eden bu milletvekillerini de bünyesine alarak hükümeti kurmak. Cumhuriyet
Halk Partisi bu yolu denedi ve bunda da muvaffak oldu. Adalet Partisinden 1 2
milletvekili 1 1 Aralık 1 977' d e istifa etmeye başladılar. B u .1 2 milletvekili 1 7
Aralık 1 977 günü Ecevit'i ziyaret ederek kendilerine bir kısım Bakanlıklar ve­
rilmek ve ilk yapılacak milletvekilliği seçimlerinde kontenjan adayı gösterilmek
şartıyla Cumhuriyet Halk Partisi ağırlıklı bir hükümeti destekleyeceklerini
ifade ettiler.
Bu milletveklillerinin istifa etmesi olayı günler, haftalar boyunca basında ve
kamuoyunda tartışıldı. Çeşitli dedikodular yapıldı. çizildi ve kulaklara
fısıldandı. AP'den ayrılan bu milletvekillçrinden bir kısmı Milli Selamet Partisi
ile kurulan koalisyonu tasvip etmeyenlerdi. Onlar mevcut yönetimin bugüne
kadarki tutumundan çok rahatsızlık duyuyorlardı. Bir kısmı iyi niyetle istifa
etmiş olabilirler. Ama bir kısmı vardı ki onların bakanlık vaadi alması ve başka
menfaatler karşılığında istifa etmiş olmaları da muhtemeldi.

Ecevit böyle bir teklifi olumlu karşıladı. Zira kendisi ve kendisiyle aynı par­
alelde olan bir kısım partili İkinci Milliyetçi Cephe hükümetinde koalisyon
ortağı olan Milliyetçi Hareket Partisinin gittikçe kuvvet kazanmasından, ba­
kanlıklara ve bakanlıklar yoluyla devletin diğer kesimlerine militan
yerleştirmesinden ve Silahlı Kuvvetlere sızmasından endişe duyuyor ve kanlı
bir ihtilalin patlak vermesinden korkuyordu. Nasıl olursa olsun, mevcut

181
hükümet çekilmeli ve hükümeti Cumhuriyet Halk Partisi ağırlıklı bir koalisyon
kurmalıydı.

Bu dönemde Ecevit, Adalet Partisi ile bir koalisyonu düşünmedi. Esasında


Adalet Partisi de böyle bir koalisyonu katiyen kabul etmezdi. A n cak
kamuoyunda bu tarihlerde devleti kurtaracak yegane yolun bir Cunıhuriyet
Halk Partisi ve Adalet Partisi koalisyonu olacağı fikri belirmeye başlamıştı.
Zira devletin içinde bulunduğu durum hiç de iç açıcı değildi. Ülke çapında
özellikle İstanbul başta olmak üzere bir kısım şehirlerimizde anarşi ve terör git­
tikçe tırmanıyor, sağ sol çatışmaları sonucu hayatını kaybeden vatandaş sayısı
her geçen gün çoğalıyordu.

Ekonomik sıkıntı ise; petrol krizi, Amerika'nın 1 975'ten beri uyguladığı


ekonomik ambargo, Dünya Bankası ve IMF gibi ulus-lararası kuruluşların
Amerika B irleşik Devletleri paralelinde hareket ederek Türkiye'ye kredi verme­
mesi, dış borçların ödenmemesi ve hatta dış temsilciliklerimizdeki personelin
m aaşlarının zamanında ödenememesi, gittikçe büyüyen bütçe açıklan gibi
sebeplerle büyük boyutlara ulaşmıştı.

Ambargo yüzünden Silahlı Kuvvetlerin modernizasyon programı uygulana­


madığı gibi, Amerika Birleşik Devletlerinden alınmış silah, araç ve nıalZl:me­
nin yedek parçaları Amerika'dan gelmediği11de11 her geçen gün arızalı olan si­
lahların sayısı yükseliyordu.
Kıbrıs meselesi ise hfila bir sonuca ulaştırılamamıştı. Karşı tarafın istediği
toprak fedakarlığı yapılamıyordu. Zira Erbakari hem 1 974' teki Ecevit
hükümeti döneminde ve hem de her iki Milliyetçi Cephe hükümetleri
döneminde " Kan dökülerek alınmış topraklann bir karışı bile geri verilemez"
diye tutturmuş ve bu yüzden de görüşmeler bir sonuca ulaştırılamamıştı. Belki
harekattan sonra başlayan müzakerelerde bir kısım toprak parçası ve Maraş
bölgesi verilebilseydi Kıbrıs problemi daha o tarihte halledilebilecek ve
uyuşmaz taraf olarak biz olmayacaktık.

Görülüyor ki 1977 sonuna gelindiğinde Türkiye'nin içeride ve dışarıdaki


görünümü üzücü idi. İşte Ecevit böyle bir Türkiye'yi yamalı bohçaya benzer
bir durumda teslim alıyordu. Adalet Partisinden istifa eden 1 2 milletvekili;
Cumhuriyetçi Güven Partisi (ki Mecliste üç milletvekili mevcut), Demokratik
Parti (Mecliste bir milletvekili var)'nin de iştiraki ile kurulan Cumhuriyet Halk
Partisi ağırlıklı hükümet, 7 Ocak 1978 günü açıklanıyordu.

Bu hükümette AP'den istifa eden 12 milletvekilinden 1 1 'i, Cumhuriyetçi


Güven Partisinden iki ve Demokratik Partiden bir olmak üzere Cumhuriyet
Halk Partisi dışında 1 3 bakan görev alıyor ve Cumhuriyet Halk Partili Bakan­
larla birlikte hükümetteki bakanlık sayısı başbakan yardımcılarıyla birlikte 33'e
yükseltiliyordu.

1 82
Ülke içinde büyük bir çoğunluk Ecevit'e hükümet kurma göre-vinin veril­
mesini memnuniyetle karşılamıştı. Çünkü İkinci Milliyetçi Cephe hükümetinin
bugüne kadarki icraatı ve özellikle Erbakan'ın tutum ve davranışları hiç de hoş
karşılanmamıştı. Halk nazarında Ecevit diğer bir tabirle Karaoğlan bir kurtarıcı
gibi görülüyordu. Umut kapısı idi. Ancak Adalet Partisinden istifa eden 1 2
milletvekilinden l O'una bakanlık verilmesini hemen hemen hiç kimse tasvip et­
medi. Bu durum istifa edenlerin bir menfaat karş•.lığında partilerinden istifa et­
tiklerini, memlekete hizmet aşkı ile bunu yapmadıklannı açıkça gösteriyordu
ki, sonucundan aklı başında herkes şüpheliydi. Nitekim ileride bunun kokuları
çıkacaktı. Aynca ayrılıkçı görüşü benimsediği bilinen ve bağımsız olarak
seçimleri kazanan bir kişi ye de bakanlık verilmesi affedilecek hatalardan
değildi. Bütün bunlara rağmen yine de iyimserlik ve ümit çoğunluğa hakimdi.

Ecevit hükümeti büyük bir gayret ve hızla göreve başladı. Göreve


başlan1asından iki ay sonra Genelkurmay B aşkanı Orgeneral Semih Sancar'ın
görev süresi sona erecekti . Gerçi yürürlükteki kanuna göre bir yıl daha
görevinin uzalllması mümkündü. Ancak Ecevit'in bu uzatmayı yapmayacağı
kuvvetle tahmin ediliyordu.

Ecevit hükümeti 12 Ocak 1978 günü hükümet programını okudu. Hükümet


üyeleri şurılardı:

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı:

Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu (Kayseri Milletvekili, Eski Devlet B akanı,


Başbakan Yardımcısı, Cumhuriyetçi Güven Partisi Genel Başkanı)

Devlet B akanı ve Başbakan Yardımcısı: Dr. Faruk Sükan (Konya Millet-


vekili, İçişleri Eski Bakanı, Demokratik Parti Genel Başkan Yardımcısı)

Devlet Bakanı: Hikmet Çetin (İstanbul Milletvekili)

Devlet Bakanı: Enver Akova (Sivas Milletvekili, Bağımsız)

Devlet Bakanı: Dr. Lütfü Doğan (Malatya Milletvekili, Eski Devlet Bakanı)

Devlet Bakanı: Salih Yıldız (Van Milletvekili, eski Devlet Bakanı, Cumhu-
riyetçi Güven Partisi)

Devlet Bakanı: Ali Rıza Septioğlu (Elazığ Milletvekili, Bağımsız)

Devlet Bakanı: Mustafa Kılıç (Ankara Milletvekili, B ağımsız)

Devlet Bakanı: Ahmet Şener (Trabzon Milletvekili, Orman Eski Bakanı)

Adalet Bakanı: Mehmet Can (Adana Milletvekili, Eski Gümrük ve Tekel


Bakanı)

Milli Savunma Bakanı: Hasan Esat Işık (Bursa Milletvekili, Eski Milli Sa­
vunma Bakanı)

1 83
İçişleri Bakanı: İıfan Özaydınlı (Balıkesir Milletvekili)
Dışişleri Bakanı : Prof. Dr. Gündüz Ökçün (Eskişehir Milletvekili, Eski
Dışişleri Bakanı)
Maliye Bakanı : Ziya Müezzinoğlu (Cumhuriyet Senatosu Kayseri Üyesi,
Eski Maliye ve Ticaret B akanı)
Milli Eğitim Bakanı : Necdet Uğur (İstanbul Milletvekili, Eski İçişleri B a-
kanı)
Bayındırlık Bakanı: Şerafettin Elçi (Mardin Milletvekili, Bağımsız)
Ticaret Bakanı: Teoman Köprülüler (Ankara Milletvekili)
Sağlık ve Sosyal Yardım B akanı : Dr. Mete Tan (Afyon Milletvekili,
Bağımsız)
Gümrük ve Tekel Bakanı : Tuncay Mataracı (Rize Milletvekili, Bağımsız)
Ulaştmna Bakanı : Güneş Öngüt (Afyon Milletvekili, Bağımsız)
Gıda-Tarım ve Hayvancılık Bakanı: Mehmet Yüceler (Kayseri Milletvekili,
Eski Gümrük ve Tekel Bakanı)
Çalışma Bakanı: A. B ahir Ersoy (İstanbul Milletvekili, Eski Çalışma Ba­
kanı)
Sanayi ve Teknoloji B akanı: Orhan Alp (Ankara Milletvekil i , Eski
B ayındırlık Bakanı, B ağımsız)
İşletmeler Bakanı : Prof. Dr. Kenan Bulutoğlu (Samsun Milletvekili, Eski
Devlet Bakanı)
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı: Doç. Dr. Deniz Baykal (Antalya Millet-
vekili, Eski Maliye Bakanı)
Turinn ve Tanıtma Bakanı: Alev Coşkun (İzmir Milletvekili)
İmar ve İskan Bakanı: Ahmet Karaaslan (Malatya Milletvekili, Bağımsız)
Köy İşleri ve Kooperatifler Bakanı : Ali Topuz (İstanbul Milletvekili, Eski
İmar ve İskan Köyişleri ve Kooperatifler Bakanı)
Onnan Bakanı: Vecdi İlhan (Kastamonu Milletvekili, Eski Onnan B akanı)
Gençlik ve Spor B akanı: Yüksel Çakmur (İzmir Milletvekili, Eski Gençlik
ve Spor Bakanı)
Sosy� Güvenlik Bakanı: Hilmi İşgüzar (Sinop Milletvekili, Bağımsız)
Kültür Bakanı: Doç. Dr. Ahmet Taner Kışlalı (İzmir Milletvekili)
Yerel Yönetim Bakanı: Mahmut ÖZdemir (Sivas Milletvekili)
1 3 Ocak günü eski Deniz Kuvvetleri Komutanı olan emekli Oramiral Hilmi

1 84
Fırat makamıma geldi. Hükümet üyeleriyle yaptığı konuşmalardan Mart'ta be­
nim Genelkurmay Başkanı olacağım hususunu öğrendiğini bildirdi. Biraz son­
ra da Genelkurmay Özel Kalem Müdürü Oman Kilercioğlu geldi. İfadesine
göre Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar, perşembe günü Cumhur­
başkanına haftalık görüşmeye gittiğinde Cumhurbaşkanı Genelkurmay
Başkanına "Sizinle beş senedir çalışıyoruz, sizi bırakmam" demiş. Genelkur­
may Başkanı da kendisinin tekrar görevinin uzatılmasını arzu etmediğini ancak
eğer göreve devamı arLu ediliyorsa memnuniyetle bunu yerine getireceğini
beyan etmiş. Bunun üzerine de Kilercioğlu'na "yeni hükümet üyeleri uzat­
manın nasıl yapılacağını bilmezler onun için sen git anlat" demiş. Kilercioğlu
da bunun doğru olmadığını belirterek, Cumhurbaşkanı böyle söyleyebilir ama
esas teklif edecek Bakanlar Kuruludur şeklinde cevap vermiş. Ben de kendi­
sine "Kilercioğlu, ben bu gibi dalavereli işlerle alakadar olmam. Biliyorsun
Ege Ordu Komutanı iken de hiçbir dolap çevirmedim. Mukadderatı kimse
değiştiremez. Her iş olacağma varır. Memleketimiz ve şahıslarımız içi11 hangisi
hayırlı ise o olsun" dedim. A rkasından Kilercioğlu, 26 Ağustos 1977 günü
Orduevi'nde verilen kokteylde benim bir sınıf arkadaşımın ve özellikle
hanımının her Bakanın yanma giderek Kara Kuvvetleri Komutanı'nın 1 'inci
Ordu Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin'in olması gerektiği hususunda büyük
çaba içerisinde olduğunu anlattı. Ben de kendisine "İyi söyledin. Be11 hiçbir
girişimde bulunmadım. Sonunda ne oldu, alın yazısı değişti mi" dedim.
Ecevit hükümeti Meclisten güven oyu aldıktan sonra 1 8 Ocak günü Hava
Kuvvetleri Komutanı ve Genelkurmay İkinci Başkanı ile birlikte Başbakan
Ecevit'i tebrike gittik. Çok sıcak bir kabul gösterdi.

20 Ocak günü içişleri Bakanı olan emekli Orgeneral İrfan Özaydınlı iadei
ziyaret için bana geldi, yanın saat kadar konuştuk. O da Mart'la benim Genel­
kunnay Başkanlığına atamamın yapılacağı kanaatında olduğunu, esasen başka
türlü bir alternatifin de düşünülemeyeceğini belirtti .

24 Ocak'ta d a Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık, iadei ziyarette bulun­
du. Her zaman olduğu gibi çok kibar ve mültefit idi.

2 Şubat günü Ecevit hü�etinin ilgili bakanlanrun da katılacağı ilk Milli


Güvenlik Kurulu Toplantısı Çankaya Köşkünde yapılacaktı. O günlerde gerek
basında ve gerekse Mecliste bilhassa milletvekili Süleyman Genç'in başım
çektiği bir kısım parlamenterler kontr gerilla konusunu sık sık gündeme geti­
riyorlardı. Buna hazırlık olmak üzere Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih
Sancar biz Kuvvet Komutanlarını odasında topladı. Bu toplantıya Jandarma
Genel Komutanı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri, Milli Savunma Ba­
kanlığı Müsteşarı, İkinci Başkan ve her zaman olduğu gibi Özel Kalem
Müdürü de kabldılar.

185
Genelkurmay B aşkanı evvela Türkiye B üyük M illet Meclisinde bütçe
konuşmaları dolayısıyla Senatör Niyazi Ünsal ile Milletvekili Süleyman
Genç'in kontr gerilla münasebetiyle Silahlı Kuvvetlere sataşmalarından duyu­
lan rahatsızlığı dile getiren ve gereği için Başbakana ve bilgi için Cumhur­
başkanına ve Milli Savunma Bakanına bir hafta önce yazdığı kişiye özel bir
yazıyı Özel Kalem Müdürüne okuttu. A rkasından basına verilmek üzere
hazırladığı bir bildiri müsveddesini okudu ve bunun verilmesinin uygun olup
olmayacağı hakkında fi kirlerimizi öğrenmek istedi. Hemen hemen hepimiz, bir
hafta evvel B aşbakana bir mektup yazılmış ve o günkü gazetelerde B aşba­
kanın sırası gelince bu konuda konuşacağım şeklinde bir beyanı çıkmış iken
şimdi böyle bir bildirinin yayınlamasının uygun olmayacağını belirtti k .

Bu gibi S ilahlı Kuvvetlere saldırılardan hepimiz üzüntü duyuyorduk. Kontr


gerilla dedikleri ise 1952 yılında kurulmuş Özel Harp Dairesi teşkilatıydı.
Düşman işgali karşısında yürütülecek gayrı nizami harple iştigal eden bir kuru­
luştu. Kontr gerilla tabiri sonradan uydurulmuş bir tabir olup Silahlı Kuvvetle­
ri yıpratmak için ele alınmıştır. Maalesef bu maksatlı beyanlara ve yazılanlara
Ecevit ve hükümeti de inanmış görünüyordu.

1 3 Ş ubat'la Yüksek Askeri Şuranın Olağan Şubat toplantısı vard ı .


Başbakan Ecevit Şuraya başkanlık etti ve akşama kadar d a Şurada kaldı.
Akşama kadar kalışı hepimizin hoşuna gitti . Zira Demirel öğleye kadar kalır ve
ondan sonra çekilir giderdi.

GENELKURMAY BAŞKANLIGINA TAYİNİMDEN ÖNCE


CEREYAN EDEN GÖRÜŞMELER
VE GENELKURMAY BAŞKANI OLUŞUM

1 9 Şubat günü sabahleyin İçişleri B akanı İrfan Özaydınlı beni evine davet
etti. B i r saate yakın bir görüşme yaptık. B u görüşmede Genelkurmay
Başkanının Mart'ta muhakkak emekli edileceğini, yerine de benim geleceğimi
söyledi. Benim bir defa da Milli S avunma B akanı ile görüşmemi tavsiye etti.
Ben de kendisi aızu ederse görüşürüm dedim. Öğleye doğru telefon etti, yarın
sözde ben randevu istiyormuşum gibi Milli Savunma B akanına telefon
edeceğim ve saat l O'da Milli Savunma Bakanının odasında buluşacağız. Öyle
yapıldı ve Milli Savunma B akanı Hasan Esat Işık1a odasında 20 dakika kadar

186
bir görüşme yaptık. O da aynı şeyi teyid etti ve bu iş tamamlanıncaya kadar
emniyet bakımından Ankara'dan ayrılmamamı istedi. Ben kendisine teminat
verdim. Bu değişiklikten dolayı katiyen bir olay olmaz hiç merak etmeyin. Ben
Ege Ordu Komutanlığının plan tatbikatında bulunmak üzere yarın İzmir'e gi­
deceğim. Müsterih olunuz dedim. Orgeneral Semih Sancar'ın böyle bir harek­
ette bulunmasının düşünülemeyeceğini, kaldı ki Silahlı Kuvvetlerin Genelkur­
may Başkanı değişiyor diye bir hareket yapacağını akla getirmenin bile doğru
olmayacağını, farzı muhal Orgeneral Sancar böyle bir delilik yapsa bile ar­
ka<;ında kimseyi bulamayacağını, Faruk Gürler hadisesinde bile Ordunun kılını
kıpırdatmadığını söyledim. Ancak Orgeneral Semih Sancar'a hiç kimsenin
görevinin uzatılmayacağı hakkında bir şey söylemediğini, bunun doğru olmay­
acağını, bilmesinde yarar bulunacağını, böylece veda ziyaretleri yapmak için
de imkan bulacağını ilave ettim. Memnun oldu ve bana hak verdi.

Ertesi günü 2 1 Şubat 1 978 saat 8.45'te Milli Savunma Bakanlığı müsteşarı
O rgene ral Selahattin Demircioğlu bana telefon ederek, Genelkurmay

Başkanlığına tayin k ramamemin bugün imzaya gönderildiği haberini verdi.
Sonradan öğrendiğime göre Milli Savunma Bakanı 1 6.30'da Genelkurmay
Başkanını ziyaret ederek kendisine bugüne kadar yaptığı hizmetlerden dolayı
teşekkürlerini sunduktan ve övgüde bulunduktan sonra görev süresinin
uzatılmayacağını da söylemiş. Böylece mesele halledilmiş oluyordu. Ben de
öğleden sonra İzmir'e hareket enim.

Genelkurmay B aşkanı Orgeneral Semih Sancar'a yapılan bu tebligattan


sonra Sancar'da bir reaksiyon hissetmedim. Normal ziyaretlerini yaptı, hatta
Kara Kuvvetlerine ait bazı birliklere yapılan ziyaretlerde ben ve eşim de birlikte
bulunduk.

Genelkurmay Başkanlığına atanma kararnamem çıkhktan sonra devir teslim


töreninin 6 Mart 1 978 günü yapılması kararlaştırdı.

6 Mart 1978 günü sanki bahardan kalma bir hava idi. Devir teslim töreni
Genelkurmay karargfilıının önündeki aIBlanlı merdivenlerin bulunduğu alanda
tertiplenmişti. Senato ve Meclis Başkanları ile B aşbakan, Milli Savunma Ba­
kanı diğer devlet erkanı, Kuvvet Komutanları, General, Amiraller ve NATO
komutanları törende 4diler. Büyük kizım Şenay ve eşi yurt dışında bulunduk­
larından onlar hariç çocuklarım törende hazırdılar. Rahmetli eşim de tabii be­
nimle beraberdi. Kimin aklına gelirdi ki bu mutlu günün üzerinden dört sene
geçtikten sonra yine Mart ayının 3'üncü günü eşim hayata gözlerini kapata­
caktı.

Merasim karşılıklı biyografılerin, emeklilik ve tayin kararnamelerinin okun­


ması, konuşmaların yapılması, Orgeneral Sancar'a çeşitli şilt ve armağanların
verilmesiyle son buldu.

187
Törende yaptığım konuşma şöyle idi:

Sayın Büyüklerim, Sayın Konuklar,

Değerli Silah Arkadaşlarım,

Silahlı Kuvvetlerimizin en büyük makamı olan Genelkurmay Başkanlığı


nöbetini devir aldığım şu anda, duyduğum mutluluk sonsuzdur. Bana bu
şerefli görevi tevcih buyuran değerli büyüklerime huzurlarınızda şükranlarımı
sunarım.
Şerefli olduğu kadar, ağır sorumlulukları da taşıyan bu göreve başlarken;
başta Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ebedi Başkomutan, Ulu Önder
Atatürk olmak üzere, ebediyete intikal emıiş ve henüz hayatta bulunan zamanın
bütü11 Ge11elkurmay Başkanlanmn Silahlı Kuvvetlere yaptıkları unutulmaz hiz­
metlerini saygı ile anar, yüksek şahıslarına karşı duyduğumuz sonsuz şükran
hislerimi, Silahlı Kuvvetlerimiz adına bir kere daha, burada ifade emıek iste­
rim.
Ayrıca; Kara Kuvvetlerinin muhtelif kadenielerinde görev yaparken,
müteaddit defalar, emrinde çalışmaktan zevk duyduğum değerli Komutamm,
Orgeneral Semih Sancar'da11 bu görevi devir almak benim için bahtiyarlıklaruı
en büyüğü olmuştur. Kendilerinin şimdiye kadar pek az askere nasip olan beş
senelik Genelkurmay Başkanlığı süresince ve daha evvelki görevlerinde, Si­
lahlı Kuvvetlere yaptıkları değerli hizmetler, kaza11dırdıkları eserler, daima
minnetle anılacaktır. Bütün ömrünü Silahlı Kuvvetlere adamış ve artık
üniforması teni olmuş bir askerin, çok sevdiği bu ocaktan şeklen de olsa
ayrılnıasmuı verdiği üzümüyü bizler de bir asker olarak, çok iyi hissediyor ve
o anı yaşar gibi oluyoruz. Ne var ki; Silahlı Kuvvetlere kazandırdıklarım ve
onların muhafaza edildiklerini, bu11/ara yenilerinin konulduğu11u görmekle
üzüntülerini unutacağını ve tesselli bulacaklarını ümit etmek istiyoruz.
Kendileri11i kanuni zorunlulukla aramızdan uğurlarken; bütün Sancar ailesi11e
bu11dan sonraki yaşantılarında da daima sağlıklı ve mutlu olmalarım, şahsım,
ailem ve Silahlı Kuvvetlerimizin bütü11 mensupları adma içten diliyorum.
Sayın Büyüklerim, Değerli Silah Arkadaşlarını, Sayın Ko11uklarımız,
Büyük ulusumuzun her zaman güven ve sevgisini kazanmış ve omm bir
parçası olan Silahlı Kuvvetlerimize emir ve komuta eti-nenin mutluluğu ve
büyük sorumluluğunu bilerek, bu günden itibaren başladığını yeni görevimin
devanu süresince, taşıyacağım müstesna şerefini, her bakmıdan bana yardımcı
olacaklarına bütün kalbimle inandığım,fedakdr veferagatli değerli komu.tan ve
silah arkadaşlarımla paylaşmak azim ve kararındayım.
Türk ulusunun bölünmezliğini ve vatamn bütünlüğünü korumak ve kolla­
mak hepimizin en başta gelen görevidir. Silahlı Kuvvetler; bu kutsal görevini

1 88
atalarına ve tarihine layık bir inanç ve azimle, her türlüfedakarlıklara katlana­
rak yapmağa, bu gibi menfur emel ve gayretleri yok etmeğe daima hazır bulu­
nacaktır.
Bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da, en büyük komutandan, en
kıdemsiz ere kadar, bütün Silahlı Kuvvetlerimizin, tanı bir disiplin anlayışı
içinde; fazilet, vatan sevgisi, vazife anlayışı gibi milli karakterimizin
gerçekleştirdiği üstün niteliklerden kuvvet alarak ve Atatürk ilkeleri ile dopdo­
lu olarak, devam ettirecek/eri sımrsız çalışmaların geliştirilmesi sayesinde,
daha modern ve etkili bir potansiyele ulaşacağına inanıyorum.
işte bu inanç içerisinde, benim için büyük bir değer ve mana taşıyan bu
müstesna törene huzurları ile şeref veren sayuı büyüklerime, misafir NATO
komutan/arma, değerli komutan ve silah arkadaşlarıma, sayın konuklara
saygılarımı ve en iyi dileklerimi swıuyorunı.
Tören bittikten sonra eve gittik. Kan-koca hem sevinçli hem
düşünceliydik. Sevinçli olmamız tabii ka_rşılanabilir ama düşünceli oluşumuz
pek nonnal karşılananrnzdı. Özellikle ben geleceği düşünüyordum. Memleke­
tin içinde bulunduğu her bakımdan acıklı durum meydanda idi. Anarşi ve terör
dunnak bilmiyor, her geçen gün daha da tınnanıyordu.

Ekonomik durum ise tabir caiz ise felaketti. Partilerarası çekişmeler ise mil­
leti bıktıracak noktaya gelmekteydi. Büyük bir yük omuzlanma yüklenmişti.
Bu makamlara gelmek için hiç de bir gayret içersinde bulunmadım. Her şey
kendi seyri içersinde cereyan etti. İzmir'de evimizi bile almış ve emeklilik
dönemini orada geçinneyi planlamıştık. Hayatım boyunca hırsa kapılmadım.
Daima kanaatkar oldum. Ama gelecekten yine ümidimi kesmedim. Elbette
Türle milleti bu zorlukları da yenmesini bilecektir dedim ve iyimserliğimi mu­
hafaza ettim. Allah'a da beni bu görevimde muvaffak kılması için dua ettim. O
gece elbisemdeki apoletleri sımıa işlemeıl apoletlerle değiştirdim ve ertesi günü
7 Mart tarihinde merasimle görevime başladım.

Tabii ilk işim Silahlı Kuvvetlere bir mesaj yayınlamaktı. Daha evvel
hazırladığım mesajı aynı gün bütün Silahlı Kuvvetlere yayınlattım.

Mesajım şöyle idi:

Değerli Silah Arkadaşlarım,


Türk Silahlı Kuvvetleri'nin en büyük makamı olan Genelkurmay
Başkanlığı şerefli görevine başladığım bugün, size hitap etmenin heyecanı ve
mutluluğu içindeyim.
Kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri'nin tarih in her devresinde, üstün
meziyetleri ile vatan ve millet sevgisini bağnnda birleştirerek, yüce mil/etimizin

189
barış içinde mesut yaşantısımn, güzel yurdumuzda ve bölgemizde huzurun en
kudretli bekçisi olarak, gösterdiği başarılar daima şan ve şerefle amlmıştzr.
Atatürk ilkeleri ile bütünleşmiş, yüreklerinde her an O'nwı heyecamnı, mil­
let ve vatan sevgisini ve bağlılığuıı duyan şerefli Türk Silahlı Kuvvetleri men­
supları olarak dev/etimizin ve cumhw·iyetimizin korunması ve kollanması, mil­
letimizin huzur ve mutluluğu uğrunda her türlü gayretlerimizin büyük
milletimizin geleceğinin yegane temi11atı olacağı şüphesizdir-.
Değerli Silah Arkadaşlarını,
Büyük milletimizin her zaman güven ve sevgisini kaza11n11ş, O'nwı bir
parçası olan sizlere emir � e komuta etmenin mutluluğu ve büyük sorumlu­
luğwıu bilerek, bu gü11den itibaren başladığım yeni görevimin devamı
süresince, her bakımdan bana yardımcı olacağımza bütün kalbimle inanmak­
tayım.
Bugüne kadar olduğu gibi, bunda11 sonra da, en büyük komutandan en
kıdemsiz er'e kadar, bütün Silahlı Kuvvetlerimizin, tam bir disiplin, fazilet,
vatan sevgisi ve vazife anlayışı içinde daha gı"içlü ve her türlü tehdidi za­
manmda karşılamaya hazır daha müessir bir güce ulaşacağımıza ve bunu idame
ettireceğimize inamyorunı.
Bu şerefli ve onur verici görevi devralırken ifasmda her zaman olduğu gibi
Türk Silahlı Kuvvetleri nıensuplamwı üstün meziyetlerine ve fedak!ırlık dere­
cesine varan gayret ve çalışma/arma olan güvenim sonsuzdur.
Bu inançla Türk Silahlı Kuvvetleri'nin karşılaşacağı her türlü meseleyi ve
çalışmalarım; üstün disiplin anlayışı, kanun, nizanı ve emirler çerçevesinde
çözümleyebileceğinden ve yürüteceğinden hiç şüphem yoktur.
Cumhuriyetimizin banisi ve milletimizin kurtarıcısı ulu önder Atatürk'ü ve
Türk'ün.bugüne kadar vermiş olduğu bütün şehitleri tazimle anmayı, mata/ ve
muharip gazilerimize, aziz şehitlerimizin dul ve yetimlerine ve Türk Silahlı
Kuvvetleri'nden ayrılrmş olanlara göreve başladığını şu anda şükranlarımı sun­
mayı bir borç biliyor, kutsal vazifelerinizde başarılar diliyorum.

190
KARA KlNVETLERİ KOMUfANLIGINA
ORG. NURETIİN ERSİN'İN GETİRİLMESİ
KARARLAŞTIRILIYOR

İlk günler ziyaret ve mukabil ziyaretlerle geçti. İlk ziyareti 7 Mart 1 978
günü Başbakan Ecevit'le Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık bi rlikte
yaptılar. B aşbakanı Genelkurmay karargahı önünde askeri merasimle
karşıladım . Bir saate yakın bir görüşme yaptık. Boşalan Kara Kmıvetleri
Komutanlığı için 1 'inci Ordu Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin'i tek.lif ettim.
İtiraz etmeden kabul ettiler. Zira kıdemce benden sonra gelen 1 'inci Ordu
Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin'di. Onun Kara Kuvvetleri Komutanlığına
gelmesi normaldi.

Silahlı Kuvvetlerde bugüne kadar kıdem müessesesine çok dikkat edilmiş


ve bunun bozulmamasına büyük gayret gösterilmiştir. Bu yüzden de Silahlı
Kuvvetler bünyesinde çatlaklıklar olmanuş. filan partinin adamı. falan kişinin
adamı gibi yakışUrmalar yapılamamışur.

Görüşme sırasında kendilerine şu öneride bulundum : "Biliyorsunuz mevcut


kanun Genelkurmay Başka11/ığı görevini üç sene olarak belirlemiş.fakat Ba­
kanlar Kurulu kararı ile bu süre birer sene birer sene olmak üzere üç sene daha
uzat1/abilmektedir. Ben bu uygulamanm karşlSlndayım. Genelkurmay
Başkanliğı makamma gelmiş bir kişinin görev süresi sabit olmalı, Bakanlar
Kurulu kararı ile uzatma yapılmamalid11·. Zira o zat da nih!IJet bir i11sandır.
Geldiği bu makamda daha fazla kalabilmek için kendisi11i mevcut iktidara
beğendirmek, iktidarm her istediğini yerine getirmek suretiyle bu arzusu11u
gerçekleştirmek isteyebilir. Genelkurmay Başka11ı böyle bir duruma
düşmemeli ve düşürülmemelidir. Bence bu husus çok önemlidir. Lütfen bu
kanunu değiştiriniz üç sene veya dört sene ha11gisi uygun görülüyorsa o kadar
süre ile Genelkurmay Başkam makammda kalsın. "
Bu teklifimi makul karşıladıklarını ve gerekli değişikliğin yapılması için
çalışacaklarını bildirdiler. Nitekim sonradan çıkarılan bir kanun değişikliği ile
bu süre dört sene olarak tespit edildi.

Aynı gün öğleden sonra Başbakan ve Milli Savunma Bakanına iadei


ziyarette bulundum. Böylece önemli ziyaret satbası tamamlanmışu.

1 975 ile 1976 arasında Genelkurmay İkinci Başkanlığı yaptığım için Genel­
kurmaydaki konular yabancım değildi. Ancak aradan birbuçuk sene
geçtiğinden son durumu öğrenmek için j. başkanlıklarından sıra ile brifing al­
mam elbette lüzumlu idi.

191
Bu arada bazı prensiplerimi karargahıma iletmem gerekiyordu. Ka­
rargfilıtaki subaylarla yaptığım konuşma genel olarak şunlan kapsıyordu:
- Savurganlıktan vazgeçilecektir; Her kademedeki komutan her hususta ta­
sarrufa azami riayet edecektir.
-Komutanlara hediye alınmayacak ve verilmeyecektir. Bu hediye
alışkanlığımm artık bırakmamız gerekir. Askerlikte astlık üst/ak durumu
vardır. Böyle olunca bir astın üstüne hediye vermesi, üstün de bunu kabul et­
mesi hem suçtur ve hem de doğru bir hareket tarzı değildir.
- Girriğim garnizonlarda komutanlar ancak bir yemek verecek. Bu yemek de
çok basit, mümkünse tabldot yemeği şeklinde olacak. Diğer yemek paralan ve
Orduevi'ndeki yatak ücretleri mutlaka alınacak. Zira geçici görev yolluğu bu­
nun için veriliyor.
- Garnizonlara gittiğimde komutanlar beni şehir dışında il hududunda değil,
garnizonda merasim bölüğü ile karşılayacak (Bugüne kadar komutanlar yollara
dii.şer bir benzinci veya boş bir yerde gelecek üst amiri bazen saatlerce bekler­
lerdi. Bunu ben de yaşadığını için çok sinirlenir, eğer elime bir yetki geçerse
bu uygulamayı kaldıracağım diye kendi kendime söz verirdim. işte bugün bu
fırsat geçmişti).
- Kokteyl şeklinde ziyafet verilmeyecek.
- Emniyet mülahazası ile yollara asker dizilmeyecek. Zira bu erler saatlerce,
bazen yağmur altmda soğukta arazide kalmakta, hiç de yararı olmamaktadır.
Kaldı ki zaten Komutan arabasmm arkas111dan bir koruma aracı takip ettiği
gibi, önde de eskort aracı bulunmaktadır.
- Eğer dış garnizonlara eşimle birlikte gidiyorsam ne uğurlarken ve ne de
karşılarken çiçek verilmeyecek. (Bu çiçek verme işine oldum olasıya karşı
çıkmışımdır. Ayrılırken verilen çiçek uçakta veya otomQbilde bozuluyor. Git­
tiğim yerde verilen çiçek ise Orduevi'ne götürülüyor. Orduevi11deki odaya da
esasen çiçek konuyor. O takdirde verilen bir kenara atılıyor.)
- Ankara'dan ayrılışlarınıda uğurlama için yalnız İkinci Başkan, Garnizon
Komutam yoksa Merkez Komutam ve Genelkurmay Protokol Şube Müdılrü
bulunacak, eşim de beraberimde ise ikinci Başkanın eşi uğurlamada buluna­
caktır (Daha evvelki uygulamada bütün Kuvvet Komutanları, Jandarma Genel
Komutam, ikinci Başkan bulunurlar, eşli ise saydığım komutanların da eşleri
hazır olurlardı.)
- Bayramlarda tebrik kart/an ancak iki üst makama kadar gö11derilecek, aynı
garnizon içinde ve karargdh dahili11de subay ve komutanlar arasmda tebrik
kartı teati edilmeyecektir.
- Yurt dışı ve yurt içi11e kurs, gezi ve geçici görevle gönderilen personel
miktarında azami ölçüde tasarrufa uyulacaktır.
192
Bunlan da içine alan ilk 1 nolu direktifim de 17 Mart 1 978 tarihli bir emirle
Silahlı Kuvvetlere yayınlandı.
Bu konuşmam nasıl aksetti ise basında da yer aldı ve gerek Silahlı Kuvvet­
ler personelinde ve gerekse kamuoyunda çok müsbet karşılandı.
Aslında ben bu konuşmamı kendimi beğendi rmek maksadıyla yap­
mamıştım. Bunlara inandığım, artık birtakım yanlış gelenek ve
alışkanlıklanmızdan kurtulmamız gerektiği için yapmıştım. Başlattığım bu uy­
gulamalar hemen neticesini vermedi. Yine de eski alışkanlıklar zaman zaman
tekrarlandı. Ama bugün bakıyorum da başlattığım uygulamalar meyvelerini
vermeye başladı ve hemen hemen yerleşti. Ümit ederim ki bundan sonra da
bozulmaz.

CUMHURBAŞKANI İLE İLK GÖRÜŞMEM

9 Mart günü saat 1 1 .00'de Cumhurbaşkanı beni kabul etti. Bir saat kadar
görüştük. Cumhurbaşkam bazı tavsiyelerde bulundu. Ezcümle Genelkurmay
Başkanlığı makam111ın iyi korunmasını, Kuvvet Komutanları arasındaki te­
sanüdün bozulmamasım, basınla olan ilişkilere dikkat edilmesini, askeri mal­
zeme/erin ve silahların anarşist ve teröristlerin eline geçmemesi için sıkı
güvenlik tedbirleri alınmasım , mevcut hükümette böyle bir şüphenin bulun-
·

duğunu söyleyerek başarı diledi.


Ben de kendilerine her bakımdan emin olmalannı, Silahlı Kuvvetlerin birlik
ve beraberliğinin her şeyin üstünde tutulacağını, buna büyük gayret
göstereceğimi ve izhar buyurulan itimada layık olmaya çalışacağımı ifade et­
tim.
Genelkurmay karargahında çok değerli general ve subaylar vardı. Bu
bakımdan şanslı sayılırdım.

193
l'İNCİ ORDU KOMUfANLIGINA
ORG. NECDET ÜRUG TAYİN EDİLİYOR

Orgeneral Nurettin Ersin Kara Kuvvetleri Komutanlığına tayin edilince


1 'inci
Ordu Komutanlığı boşalınışu. Oraya da alU ay evvel orgeneralliğe terfi
edip Yüksek Askeri Şurada bulunan ve kendisini yüzbaşılığından beri
tanıdığım, İkinci Başkanlığım sırasında da Genelkurmay Plan ve Prensipler
Başkanlığını dirayetle yapan her bakımdan güvenilebilecek, fikirlerini
çekinmeden söyleyebilen Orgeneral Necdet Üruğ'un tayini hususunda da Milli
Savunma Bakanı ve Başbakanla mutabakata vardık. Böylece Yüksek Askeri
Şura üyesi olan Orgeneral Necdet Üruğ 1 'inci Ordu Komutanlığına tayin edil­
di.

SİLAH SERGİLERİ AÇ11RIYORUM

Uzun zamandan beri zaman zaman bir kısım basında ve sistemli olarak da
nerede basıldığı, kimin bastığı, nereden para yardımı aldığı, basıldığı adreste
arandığında verilen adreste matbaacı değil bir dükkan veya kahvehane bulunan
ve adına naylon basın dediğimiz Leninci, Stalinci veya Maocu gazetelerde Si­
lahlı Kuvvetle.-imize ait çirkin yakışurmalar, sataşmalar yer almakta ve tabii
bundan sağduyu sahibi vatandaşlar gibi Silahlı Kuvvetler mensupları da büyük
üzüntü duymakta idiler.
İşte bu aleyhteki kampanyayı etkisiz hale getirebilmek ve halkın Silahlı
Kuvvetlerine olan sevgi ve saygısını pekleştirmek iÇin, Ankara, İstanbul gibi
büyük şehirlerde yurdun çeşitli yörelerindeki şehirlerimizde silah sergileri
açılmasını, halkın Silahlı Kuvvetlerimizi daha yakından tanımaları için kışlalar
da dahil olmak üzere bu sergileri gezmelerinin sağlanması emrini verdim. Bu
gibi gezileri parlamento üyelerine de sağladım. Hükümete brifing vermek sure­
tiyle çektiğimiz sıkın1ılan anlattım .

194
HÜKÜMETİN ÇEK11Gi DÖVİZ SIKIN11SINI
GİDERMEK İÇİN YAPTIGIM TEKLİF

Hükümetin de çok zor durumda olduğunu biliyordum. Sı.kmu yalnız Silahlı


Kuvvetlerde değildi ki. Her Bakanlığın kendine göre sıkıntıları vardı. Hayat
pahalı.lığı her geçen gün artıyor, kuyruklar ve karaborsa gittikçe çoğalıyordu.
Döviz gelirlerini çoğaltabilmek için gerekirse askeri dinlenme kamplarını
muayyen bir zaman için turistlere de açabileceğimi, yeter ki bu uygulamaya
bütün kamu kurumu ve bankalar da katılsınlar şeklinde teklifte de bulundum.
Ancak bu şartlar yerine getirilmediğinden teklif işlerlik kazanmadı. Yaptığım
teklif hakikaten samimi idi. Madem ki m illetçe çekmekte olduğumuz
sıkınUlardan kurtulmak istiyorduk. o halde milletçe bazı fedakarlıklarda bulun­
mamız kaçınılmazdı.
Fedekartıklar yalnız bir kanattan istenmemelidir. Bütün Bakanlıklar, kamu
kuruluşları, özel sektör ve halk, bu inancı paylaşmazsa böyle sıkıntıların
albndan kalkmak da elbette mümkün olmaz.
Bu teklifle istiyordum ki başta terfü ve ekonomik problemler olmak üzere
millette belirmeye başlayan ümitsizlik ve demokratik sistemden yavaş yavaş
süğuma ortadan kalksın. Aksi halde ülkeye ya komünizm veya faşizm gelecek.
Çok daha ihtimalle komünizm gelebilirdi.
Başbakan Ecevit'le münasebetlerimiz iyi idi. Gerçi Milli Güvenlik Kurulu
toplantılarında acı tenkitlerde bulunuyordum ama bu tutumum müna­
sebetlerimizin bozulmasına sebep olmuyordu. Esasen Genelkurmay Başkanı
elbette hükümette kim olursa olsun, Başbakanla iyi ilişkiler idame etmek ve
hükümete köstek değil mevcut kanunlar çerçevesinde yardımcı olmak ister.

KAMUOYUNU ETKİLEYECEK İLK OLAY

Ecevit iktidarı balayı günlerini yaşarken daha evvelce de işaret ettiğim gibi
sol ve sağ örgütler, teşkilatını gittikçe genişletmekte ve terör eylemlerini de
çoğaltmaktaydılar. Bütün kamuoyunu etkileyecek bir eylem hazırlığı
içersindeydiler. Günlük terör olaylan onların istediği ölçüde etkili olmuyordu.
Nisan ayının 1 7'nci günü istedikleri gerçekleşti. Daha evvelki dönemlerde
Adalet Partisinden ınilletvekli olup Mecliste kabadayılığı ve kavgacılığı ile ün
yapmış ve ha-len Malatya Belediye Başkanı olan meşhur Hamido, kendisine

195
postane vasıtasıyla gönderilen bir hediye paketinin elinde açılmasıyla patlayan
bombanın tesiri ile kendisi, gelini ve torunu paramparça olarak öldüğü haberi
bir bomba gibi yurt çapında çalkalandı. Bu olay yüzünden Malatya'da büyük
çapta gösteri, yağma ve dükkanları tahrip eylemleri oldu. Askeri birliklerin de
müdahalesiyle güçlükle daha büyük olayların vukuu önlenebildi. Hamido'ya
gönderilen bombalı paketler aynı anda Pazarcık ve Adıyaman'a d a
gönderilmişti. Fakat Pazarcık'ta kutuyu açmak isteyen b i r posta memuru
hayatını kaybetmiş, Adıyaman'daki ise bir tesadüf eseri patlan1an11ştı.

POLİSİN ACTKLI DURUMU VE BÖLÜNMÜŞLÜGÜ

Bu olaylar zinci ri de göste rm işti ki terör bundan sonra daha d a


tırmanacaktır. Nitekim geçen günler tahminimin doğruluğunu ispatlıyordu.
Mevcut emniyet kuvvetleriyle anarşi ve terörün önlenemeyeceği belli oluyordu.
Zira en başta emniyet kuvvetleri sayı bakımmdan kifayetli değildi. Eğitimleri
ise çok yeters{zdi. Silahı ile hiç atış yapnıanuş polisler vardı. Araçları da yeterli
değildi. Hatta akaryakıt sıkıntıları vardı. işin en kötü tarafı ise polis politize
olmuş ve bu yüzden de iki zıt kampa ayrılnuştı. Sola mensup polisler POL­
DER denilen derneğe, sağa mensup polisler ise POL-BİR isimli derneğe üye
olmuşlardı. Bütün bunlar Milli Güvenlik Kurulu topla11tıs111da dile getiriliyor
fakat gerekli tedbirler almanııyordu.

GÜNEYDOGU BÖLGESİNDEKİ BÖLÜCÜ HAREKE1LER

Güneydoğu Anadolu bölgesinde bölücülük hareketleri de gün geçtikçe


çoğalıyor, silah ve uyuşturucu madde kaçakçılığının ise büyük boyutlara
ulaştığı ve bölgenin bir silah deposu haline geldiğine dair sık sık haberler ge­
liyordu. Aynca o bölgeye giden subaylar karşı karşıya geldikleri üzücü olaylan
bir raporla Genelkurmay B aşkanlığına bildiriyorlardı. Bunlardan birkaçını
örnek olarak buraya koymak istiyorum:

Bir muhabere subaym111 Doğu bölgesinde görevle bulunduğu sırada şahit


olduğu ve bir rapor halinde bildirdikleri:
1 . Sitıas-Erzincan aras111da . . . . . şirketine ait otobüsle yolculuk yaparken
otobüsteki radyo haberleri dahil Türkçe yayın yapmadı. Hiç durmaksızın
Kürtçe band çaldı.

196
2. Erzincan-Tunceli arasındaki köprü, tünel, kayalıklara ve ev duvarlarına
yazılan yazılardan bazı örnekler;
a. 197,2 Kızı/dere intikamını alacağız

b. DENİZLER, İBOLAR, MAHİRLER ÖLMEZ

c. Asanları biz de asacağız

3. Elazığ'm otobüs terminalindeki wc'lerin kapı arkaları, Başbakana, Or­


duya ve hükümete yönelik ağza alınmayacak küfürlerle dolu.
4. Kovancı-Bingöl arasında üç durakta el kaldıran ve Türkçe konuşan va­
tandaşlar otobüste buş yer olmasma rağmen şoför tarafından almmamış fakat
kapıyı açıp şoförle Kürtçe konuşan alınmıştır.
5 . Önümde oturan iki Bitlisli vatandaşın yarı Türkçe konuşmalarından
Başkenti Diyarbakır olmak üzere bir Kürt Devleti kurulacağını duydum.
6. Halk savaşını büyük kentlerde başlattıklarını ve Doğu'da çok yakında
vahim iç savaşların cereyan edebileceğini halka yaygm bir şekilde duyurarak
tesir icra ettikleri, kendilerinin haklarım silah zoru ile alacaklarım kanıtlayan
yazı ve resimlerle seri bir propaganda içerisinde bulunduk/arı bu durumdan
çok etkilendiği için bunu bir raporla bildirmeyi bir görev saydığı ifade ediliyor.

MİLLİ GÜVENLİK KURULUNDAKİ KONUŞMAM

Her ay muntazaman yapılmakta olan Milli Güvenlik Kurulunda Mayıs ayı


toplantısı 22 Mayıs günü yapıldı. Bu toplantıya gitmeden evvel, şimdiye kadar
yapılmış olan Milli Güvenlik Kurullarında alınmış kararlan gözden geçirdim.
Anarşi, terör ve bölücülük olaylarının önlenmesi konusunda 1976 yılı
içersinde 228 sayılı bir karar alınmış olduğunu tespit ettim. Alınan bu tavsiye
kararında çok yararlı öneriler vardı.

Bugünkü Milli Güvenlik Kurulu Toplantısında anarşi, terör ve bölücülük


konuları gündeme geldiğinde, ben de söz alarak özetle şunlan dile getirdim:
.
"- 228 sayılı Milli Güvenlik Kurulu Kararının 2 'nci maddesinde yer alan
hususları yerine getirecek bir makama ihtiyaç vardır. Bu makam tespit edilme­
miştir.
- 4'üncü maddesindeki tavsiye kararı da yerine getirilmemiştir.
- 5 'inci maddesinde 'Devletin bütün istihbarat ve emniyet teşkilatı kemmiy-
et ve keyfıyet itibarıyla güçlendirilmeli, personel ve teçhizat yönlerinden tak-
1 91
viye edilerek modern hale sokulmasına müteveccih her türlü tedbir alınmalı,
kadro ve bütçe imkanları acilen temin edilmelidir' şeklindeki tavsiyesi de ye­
rine getirilmedi.

8'inci maddesindeki Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kurulması teklifi de


yerine getirilmemiştir. "

Aynca şu hususlara da değindim:

"- Dernekler kuruluş gayeleri dışında işler yapıyor. Hiçbir demek hakkında
bu yönde bir işleme tevessül edilmedi. Dernekler Kanunu ele alınarak bu ak­
saklıklar giderilmeli. Polisin derneği olur mu? Bu yüzden polis iki fraksiyona
bölünmüş. Polis dernekleri kapatılmalı.

- Polis Vazife ve Seldhiyet Kanunda değişiklik yapılması gerekiyor. Nite­


kim, Milli Güvenlik Kurulunun 229 sayılı tavsiye kararında da bu hususa yer
verilmiş.

- Silah aramaları aralıksız devam ettirilmeli. Bu konu da 229 sayılı karar da


mevcut ama bugüne kadar bir türlü gerçekleştirilememiş.

- Üniversiteler ve diğer okullarla ilgili olarak alınması tavsiye edilen kararlar


d a yapılmamış. Üniversite özerkliği nedir, ne değildir? Açık lığa
kavuşturulnuılıdır.

Bugün için en mühim ve acil konu kanaatimce bölücülüktür. Bu-na bütün


devlet kuruluşları dört elle sarılmazsa yakın zamanda geç kaldığımızı anlamış
olacağız. Vaktiyle de çok söylendi, çok yazıldı. Fakat hiçbirisi ciddiye
alınmadı ve dolayısıyla bu boyutlara ulaştı. "

Söylediklerimiz bu oda içinde kalıyor, alınan kararların yerine getirilmesi


hususunda ciddi bir çaba gözlenmiyordu. Esasen Milli Güvenlik Kurulu Ka­
rarlan emredici olmayıp, hükümete tavsiye niteliğini taşıyor. Bu yüzden de ek­
seriya hükümetlerin işine gelenler yerine getirilir, diğerleri kağıt üzerinde kalır.

3'ÜNCÜ ORDU KOMUTANLIGI KARARGAmNDA


KOMUTANLARLA AYRI AYRI GÖRÜŞMEM

Mayıs ayının sonunda Erzincan'da 3'üncü Ordu Karargahında yapılacak


plan tatbikatına Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz
Kuvvetleri Komutanı Oramiral B ülend Ulusu, Hava Kuvvetleri Komutam Or­
general Ethem Ayan'la birlikte gibniştik. Bu plan tatbikatına 3'üncü Ordu'ya

198
bağlı bütün Kolordu, Tümen ve Tugay Komutanlan ile o sene terfıe tabi bütün
albaylar iştirak ediyorlardı.
30 ve 3 1 Mayıs 1 978 günleri plan tatbikatı icra edildi. Tatbikatı müteakip
Ordunun bütün komutanlanru topladım yanımda Kuvvet Komutanlan ve Ordu
Komutanı da vardı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'dan hiç de iyi haberler gel­
miyordu. Durumu, yakinen bilmesi gereken bu komutan arkadaşlarımdan
öğrenmek istiyordum. Kendilerinden bölgedeki durumu ve bunlann silahlı
kuvvetler üzerindeki etkilerini çekinmeden dile getirmelerini istedim.
Söyledikleri hiç de iç açıcı değildi. O gün, içinde yaşadığımız durumu daha iyi
aksettireceği düşüncesiyle bazı komutanlann anlattıklarını özet olarak buraya
aktarmakta yarar görüyorum:
Bir Komutan arkadaşımız şunları söyledi:
- Çıldır'da hem aşırı sağ ve hem de aşırı sol mücadeleleri devam etmekte ve
günden güne artış kaydetmekte. Bu durumdan bazı subay ve �stsubaylarımız
da etkilenmektedir. Bir yedeksubayla bir er ideolojik saplantılarından dolayı
mahkemeye verilmişlerdir.
Göle'de aşırı sol çok etkin. Şehirde bir astsubayımızı dövdüler. Dev­
Gençliler, Marksist Leninistler, Maocular, TİKKO'cuların hepsi bu şehirde
faaliyetteler. Şehirdeki hemen hemen bütün duvarlar kızıla boyanmış slogan­
larla doldurulmuş, yöneticiler ses çıkaramıyorlar. Göle'de bir olay olmuyorsa
buraya aşırı solun tam manasıyla hakim olmasındandır.
Ardahan'da da aşırı sol hakimdir. Ülkücüleri etkisiz ha!e getirdi-ler.
Şehirde hamallar derneği var. Fakat bunların hepsi lise ve üni-versite
öğrencilerinden müteşekkil, bu dernek DEV-GENÇ 'in yasal bir derneği duru­
mwıda. Şehirde bir yedeksubay dişçiyi dövüyorlar, Alay Komutam subaylarla
birlikte olay mahalline gelince 400 kişi kadar toplan.ıp aralarında TÖB-DER'li
öğretmenler de olduğu halde "Faşist Ordu, emperyalistlerin uşakları" diye
bağırıp çağırıyorlar, taş atıyorlar.
Tevkif kararı olan ve aranan TÖB-DER'li bir öğretmen Ardahan'a tayin ed­
iliyor ve öğretmen bugüne kadar tutuklanmadı.
Yine Ardahan'da 19 Mayıs törenlerinde öğrenciler sol kollarım kaldırarak
"Devrimci lise, Devrimci Use" diye bağıra bağıra geçiyorlar, kaymakam vekili
bayramlarını kutlamak için bu öğrencilerin önünden geçerken, öğrenciler yere
oturuyorlar. Cumhurbaşkanı ve Türk ulusu için üç defa sağol diye komut ve­
rildiğinde bir tek öğrenci sesini çıkarmıyor.
Şeref tribünü önünden geçit resmi yapan öğrenciler "Kahrolsun faşistler"
diye bağırıyorlar.

199
Halk korktuğu için olaylarda şahitlik yapmıyor. Şehirde 10 aydır kayma­
kam yok. Polisin mevcudu 12, aracı yok, silahları müessir değil. Ordu için
aşırı solcular "Kokmuş bürokrasinin kof cevizi" tabirini kul/anıyorlar.
Diğer bir Komutan şunları anlanyordu:
- Biraz evvel Ardahan, Göle ve Çıldır'da söylenenler aynen Kars'ta da
.
geçerll. Halkın askere karşı aleyhte bariz bir tutumu şimdiye kadar görülmedi.
Ancak halkın Silahlı Kuvvet mensup/arma bakışlarında yumuşak olmadığı,
içinde kin bulunduğu da gözden kaçmıyor.
Solcu kesimle, Kürtçü kesim işbirliği halindedir. Polis bölünmüş durumda,
bu yüzden 26 Nisan'daki olayları basnranıamış asker müdahale etriıek zorunda
kalmıştır. Şehrin bütün sokaklarına aşırı sol ve Kürtçülüğe ait yazılar
yazılmıştır. Bu yazılar sildirilmemektedir. Savcılar işi hafife almakta, mahke­
melerpara cezalan ile işi geçiştirmektedirler.
Alparslan Lisesi, Endüstri Meslek Lisesi, Dede Korkut Eğitim Enstitüsü
aşın solun hakimiyeti alnna geçmiştir.
Başka bir Komutan arkadaşımızın anlamkları:
- Polis derneklerle bölünmüş durumdadır. Bölgede yeterli polis yoktur. Bu
bölünmüşlük yüzünden polisler birbirlerine de şüphe ile bakıyorlar. Ne acıdır
ki eski bir polis aynen "Bir zaman gelecek polis birbirini vuracak" demiştir.
Valiler ve kaymakamların büyük bir çoğunluğu pasif, savcı ve hakimlerin
çoğu ise hayatlarından korkuyorlar. Zira her �aman tehdit ediliyorlar. Bölge
yatılı okullarında tedrisat Kürtçe yapılıyor. Çünkü öğretmenlerin hepsi mahalli
halktan. Birkaç tane diğer bölgeden gelen öğretmenler ise can güvenliği ol­
madığından korkuyorlar.
Bölge halkının yüzde sekseni vatanma milletine bağlı insanlar. Fakat bu
yüzde yirmi hepsine hakim olabiliyor. Zira devletin gücü zayıf
Diğer bir Komutanın söyledikleri:
- Doğu Beyazıt'ta Lise müdürü ..... solcuların baş müşevvikidir. Başka bir
yere tayin edildiği halde gitmiyor, görevine devam ediyor. On aydır kaymakam
yoktu yeni geldi.
Diğer bir Komutanın anlamklan:
- Ağrı 'da son aylarda asayiş iyice bozulmuştur. Bunun sebebi, evvelce af-
tan yararlanan memurların Ağrı vilayetine tayin edilmeleridir. Dr........... ,

Milli Eğitim Müdürü........ , Enstitü müdürü ..... sosyalist kürtçüler grubunu


kuranlardır. Ağrı'nın ilçelerine de bu şekilde tayinler yapılmaktadır. Son iki
senedir bu bölgede hadise olmuyordu. Eğitim Enstitüsüne diğer illerden
öğrenciler geldikten sonra hadiseler başlamıştır. Bu öğrenciler gelmeden okul-

200
da sağcı ve solcu olanlar dengede idi, geldikten sonra denge solcuların lehine
bozulmuş ve hadiseler de başlamıştır. Okula sağcı öğrenciler sokulmuyor.
Halk ise sokağa çıkmaya korkuyor. Geceleri sokaklar bomboş. İlçelerde Azeri
Türkleri vardır, eylemlere karışmamaktadır/ar. Halk göçe zorlanıyor. Polis
bölünmüş. Jandarmanın gücü yetmiyor. Yönetim kifayetsiz ve tecrübesiz. En
küçük bir hadisede halkı karşılarına alıyorlar. İki ay evveline kadar sokaklarda
bir tek yazı ve slogan yoktu, şimdi vilayetin duvarına dahi yazı yazmışlardır.
Bunun sebebi Eğitim Enstitüsüne alman so11 öğrencilerdir. Aşırı sol jandar­
mayı da hedef almış durumdadırlar. Bir ja11darma binbaşısım taşlamışlardır.
Bölgedeki aşiretler Valiye gelmişler, kendilerinin korunmasını istemişler ve
"Eğer bizi korumayacaksamz biz kendimizi koruyacağız" demişlerdir.

Diğer bir Komutanın söyledikleri:


- Kürtçülerin ve aşın solun merkezi Bitlis ve Tatvan'dır. Bunlar tüm olarak
bölgeye hakimdirler. KA WA 'cılar grubu başta gelen illegal örgüt durumun­
dadır.
Başka bir komutanın ağzından:
- Van ve Hakkari'de aşırı sol perde arkasındadır. Kürtçü kesim duruma
hdkinıdir. Yüksekova, Başkale, Şemdinli kurtarılmış bölge haline gelmiştir.
Van 'da Şerafettin Elçi'nin hapishane arkadaşı adında Karayol­
larında çalışan bir kişi karayollarındaki bütün Banlı memurları tayin ettirebil­
miştir. Bu iki vilayetteki Batılı memurlar alınıyor, yerlerine Kürtçü memurlar
veriliyor.
Zaman zaman beyanname dağıtıyorlar ve bu beyannamelerin bir yerinde;
Silahlı Kuvvetlere defolun gidin diyebiliyorlar. Cahil ve köyde yaşayan halk
saf ve temizdir ama bunlara uymak zorunda kalıyorlar.
Öğretmen okullarında öğretmenler öğrencilere Kürtçe ödevler veriyorlar.
Bu şekilde ödev veren bir öğretmen yakalanmış, Batıya tayin edilmiş fakat tek­
rar yerinde bırakılmıştır. Van 'daki TÖB-DER Başkanı öğretmen okuluna
müdür olarak tayin edilmiştir. Milli Eğitim Müdürü de Kürtçüdür. Vali Milli
Eğitim Müdürünün tayinini istemiş, Diyarbakır'a tayin edilmiş.fakat Van'dan
bir hey'et Ankara'ya giderek "Ya bu öğretmen yerinde kalacak veya Vali bura­
da.n gidecek" di.ye uğraşmaktalar.
Diğer bir Komutan:
- Diyarbakır'da bu sene kitle olayları geçen seneye nazaran çok az. Buna
sebep bölge tamamiy/e aşırı solun kontra/undadır. Onun için hadise çıkmıyor.
Bu konu ile ilgili olduğundan 27 Haziran tarihli bir mektubu enteresan bul­
duğum için aynen buraya alıyorum:

201
Sayın Komutanım,
26 Haziran 1978 günü akşamı Em. Hv. Astsb. olan teyzemin kızının ko­
cası, eşi ve oğlu ile birlikte evimize geldiler. Kendileri Mardinli olup
Eskişehir'de yerleşmiştir. Uzun müddettir görmediği akraba. ve dostlarını ziya­
ret etmek üzere 20-25 Haziran 1978 tarihleri arasında Mardin'e gitmişler. Mar­
din'de kaldığı sürece gördüğü ve duyduğu hususlardan çok endişe ettiğinden
bun/an Konıuıanlarımıza duyurmak üzere ha.na anlam.
Özet olarak;
1 . Mardin tamamen aşm Mao ve Lenincilerin hakimiyetinde. Bu kisve
altında Kürtlerin faaliyette bulunduğunu,
2. Duvarlarda ve çeşitli yerlerde orak, çekfç ve kırmızı bayrakların olduğu,
ayrıca 1 Mayıs'ın Kürt bayramı olduğunu belirten yazıların bulunduğunu,
3. Evlerde, ordumuzda bulunmayan tipte, modern silahların bulunduğunu
ve değerlerinin 3040.000 Ti. olduğu. Bunların ne yapılacağı sorulduğunda
bayramımızı bekliyoruz, verilecek işaretle silahları kullanacağız, müstakil dev­
let kuracağız. Senelerce T.C. bizi ihmal etti, bundan sonra biz kendimiz daha
iyi hayat kuracağız, dediklerini,
4. Akraba.lan tarafından gece sokağa çıkmamaları ve yatarken pencereleri
açık bırakmama/an tembih edilmiş. Hemen hemen her gece birçok silahın
atıldığını ve bir serseri kurşunun kendilerine isabet edebileceğini,
söylediklerini,
5. TRT'nin TV yayınının izlenemediğini ve devamlı olarak Suriye televiz­
yonunun izlendiğini. Suriye'nin de televizyonu propaganda aracı olarak kul­
landığını; Türkler diğer memleketlerden para dilenmekte/er, çokfakirler, sizleri
her zaman olduğu gibi ihmal etmekteler, onlardan size/ayda yok gibi devamlı
sözler söylediklerini,
6. Geçenlerde Adana'da ülkücüler tarafından bıçakla öldürülen (Fethi veya
Fevzi) Maocu Eğitim Enstitüsü öğrencisinin cenaze töreninde Diyarba�ır, Siirt
civardan gelenlerle 5-6QOO aşırı solcu öğrenci grubunun Mardin'e geldiği, ce­
naze namazını kıldırmayıp imamı bir kenara iterek, büyük şehidimiz için dikkat
komutu ile kollarını havaya kaldırdıkları ve cenazenin mezara konulmasında da
kefenin sol tarafını yırtıp sol kolunu dışarıya aldıktan sonra gömülmesine izin
verdikleri, imamın böyle şey dinimizce gereksiz olduğu ve dua edeceğini
söylemesine rağmen, dinlemediklerini, anne ve babasının müdahalesi ile son
defa çocuklarının yüzünü görmesini istemelerini kabul etmedikleri ve ayrıca
anne ve babasını dövdüklerini, artık senin çocuğun değil, bizim büyük dav­
amızın şehididir, dediklerini,
7. Mardin'in her an patlamaya hazır bir ba.mba durumunda olduğu ve ak­
rabalarının ısrar etmelerine rağmen dahafazla kalamadığını, belirttiler.
Arz ederim.

202
Yine 1 5-26 Haziran 1 97 8 tirihleri arasmda Trabzon-Erzincan-Tunceli­
Elazığ-Diyarbakir-Urfa-Gaziantep bölgelerinde denetleme yapan bir Harita
Mühendis Albay'ın verdiği rapordan bazı örnekler.

Tunceli-Diyarbakır-Silvan-Batman-Siverek-Birecik arasındaki se­


yahatimde üzerine yazı yazılabilecek en küç_ük alandan istifade edilerek yazılan
sloganlardan bazı örnekler;
- Kürt halkına istiklal
- Sömürgeciler defolun
- İstiklal için kanımızın son damlasına kadar savaş
- Faşistlerden tek tek hesap sorulacak
- Nurhak ve Kızı/dere katliamlarının intikamı alınacak
- Deniz Gezmiş, YusufAslan, İbrahim Kaypakkayalar ölmezler
- KAWA 'da birleşiniz
- Kürdara Azadi (Kürtlere bağımsızlık)
Albay Tunceli'nde denetlemede bulunurken oradaki Harita B irliği persone­
linden ve Ziraat Okulu öğretmenlerinden duyduktan ise şunlar.

- Türkçe bilindiği halde askerlere ve emniyet mensuplarına Türkçe cevap


verilmiyor.
-Subay, astsubay ve .emniyet mensuplanna faşist köpekler diyorlar.
- Tunceli Valisinin arkasından Eco'nun (Ecevit) faşist köpeği diye .
bağırılmış.
- Onbeş kadar okulda bayrak merasimi yapılmamakta, istiklal marşı
söylenmemekte.
- Emniyet Müdürü dövülmüş.
- Resmi kişilere bakkallar "Size satılacak bir şeyimiz yol" diyerek mal sat-
maktan imtina etmekte, bu yüzden harita personeli jandarma tavassutu ile alış
veriş yapabilmekte.
- İstiklal mücadalesinde kullanılacak haritalar yapılıyor diye araziye dikilen
harita işaretleri tahrip edilmekte.
- 19 Mayıs gösterilerine, 15 okuldan ancak 17 öğrenci çıkarılabilmiş, o da
Ziraat Okulwıdan öğrençiler.
- Tunceli'ndeki gizli bir komitenin emri ile sosyal ve ekonomik faaliyetler
derhal durdurulabilmekte.
- Duvarlara san yaldızlı Kürt milli bayrağı yapışnnlmDkta.

203
- Kürt milli marşı diye bir marş toplu olarak okunabilmekte.

- Toplu olarak komünist enternasyonal marşı okunmakta.

- Kürt istiklal mücadelesinin patlaması ile birlikte bütün Doğu ve


Güneydoğu A11adolu'nwı tümden mücadeleye katılacağı anlatılmakta.

Albay gördüklerinden ve duyduklarından büyük ölçüde etkilendiği için


bunları bir rapor halinde Gcnclkunnay Başkanlığına bildinneyi bir vatan borcu
bildiğini i fade ediyor.

Hemen hemen aynı tarihlerde, B ingöl'deki TÖB -DER (Türkiye


Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği) şubesi başkam orada yapılan bir
genel kurul toplanusı dolayısıyla Cumhurbaşkanına telgraf çekerek, Kürtçe
gazete çıkanlmamasını, çıkanların toplatılmasını kınamakta ve Kürtçe gazete
çıkarılmasını isteyebilmektedir.

KlNVET KOMUTANLARMA BİRLİKTE


BAŞBAKANLA GÖRÜŞMEMİZ

Buraya kadar anlatmaya çalıştığım olaylan Başbakana iletmek için


B aşbakan Ecevit'in başkanlığında bir toplantı arzu enik ve kuvvet Komutanı
arkadaşlarımla birlikte bu toplantıda yukarıdaki konulan görüştük.

Kuvvet Komutanları kendi görüşlerini ve tekliflerini söyledikten sonra ben


de şunları özet olarak dile getirdim.

Bugün yurdumuzda aşırı akımlar ve bilhassa Kürtçülük hareketi doruk


noktas111a gelmiştir. Bunu inkar etmek mümkün değildir. Her gittiğim yerdeki
subay ve komutan arkadaşlarını ve hatta Valiler, belediye başkanları ve vatan­
daş bu11dan şikdyi!lçidir. Vatandaş bütün ümidini orduya bağlamış. Silahlı
Kuvvetlerdeki personelde bir tedirginlik var, rahat değil. Bu11u açıklıkla
söyleyebilirim. Aşırı cereya11/arın orduya gimıemesi ve ordunun da polis gibi
bölünmemesi için her tüi·lü gayreti gösteriyoruz. Fakat bu ortanı artarak devam
ederse öyle zannediyorum ki; bir zaman gelecek bizim gibi komutanların da
boyutunu aşacaktır. Benim endişem bundadır. Arkadaşlarımın verdikleri
misallere birkaç misal de ben vemıek istiyorum:

Ordunun manevi şahsiyetine ve mensuplarına sözle, yazı ile ve fiilen te­


cavüzler artmıştır. Ö ldürmeler başlamıştır. İstanbul'da bir emekli deniz yar­
bayının öldürülmesi olayı Silahlı Kuvvetler mensupları üzerinde büyük bir etki
yapmıştır. Bu gece de bir jandarma yüzbaşısı öldürülmüştür. Bundan sonra

204
subaylara bu gibi hadiselerde görev yaptırmak bir mesele olacaktır. Hakimler
müracaatlara başlamıştır. Gerekli tedbiri aldırdım fakat bu böyle devam ede­
mez. Çok mektup ve telgraf alıyorum.

Bunları önlemek için bazı tedbirlerin alınması gerektiğine inanıyoruz. Bu


tedbirler şunlar olabilir: •

1 . Her yerde ve bilhassa Doğu ve Güneydoğu'da kanun hakimiyetini kur­


mak ve devletin varlığım hissettirmek lazım. Bunun için de; emniyet teşkilatını
en kısa zamanda görev yapabilir bir hale getirmek gerekir. Emniyet teşkilatı is­
terse suçluları bulabilir. Polis mevcudu azdır çoğaltmak gerek. Emniyet
teşkilatını bölmemek, her iktidar değişikliğinde polisleri kitle halinde tayine
tabi tutmamak, onları mevcut iktidara da hizmet edebilecek, kanunları yansız
uygulayabilecek bir hale getimıek lazım,

2. Doğu ve Güneydoğu bölgesine yerli memur ve bilhassa öğremıen ve


hôkinı, savcı tayin emıemek, aşırı uçlardaki öğretmenlere öğretmenlik görevi
vermemek,

3. Doğu ve Güneydoğuyu sürgün yeri olmaktan çıkarmak,

4. Zaman zaman Doğu ve Güneydoğu bölgesinde silah araması , hüviyet


kontrolu yapmak, İçişleri Bakam da aym şeyi söylüyor,

5. Doğu ve Güneydoğu halkına devlet hizmetini götürmek oraya elimizi


uzamıak,

6. Şehirlere dağılan anarşist ve aşırı uç mensuplarıyla etkin mücadele yap­


mak,

7. Dernekler Kanunu ele alınması gerekir. Özellikle TÖB-DER mutlaka ka­


patılmalıdır,

8. TRT yayınları da kontrol edilmelidir. Parti mensuplarımn söylediklerini


her gün haber olarak vemıek zorunda değildir,

9. Olağanüstü Hal Kanunu çıkarılnıaltdır,

10. Bütün partiler Kürtçülük konusunda birleşmeli ve bunun kar-şısında


olduklarım beraberce kamuoyuna bir bildiri ile bildirmelidirler.

BAŞBAKAN ECEVİTİN GÖRÜŞLERİ

Bu görüşlerimiz karşısında Başbakan Ecevit umumi silah aramalarına karşı


olduğunu ancak araçların sık sık aranmasını ve hatta resmi araçlarla da silah ve

205
kaçak malzemenin kaçırılabileceğini, bu lxıkımdan resmi araçlann da aramaya
tabi tutulmasını, şiddet olaylarını tek yanlı olarak değerlendirdiğimizi, aşırı sol­
cuların ve Kürtçülük konusu üzerine en çok kendisinin gittiğini, halkla
konuşurken bu şekilde slogall atanların, pankart taşıy(lnların üzerine
çtlldnmeden yürüdüğünü, son Oll yılda dünyada etnik bölünmelerin başladığını
misaller vererek dünyada böyle olunca bizde de bu gibi hareketlerin olacağını,
evvela Arapların birleşmesini önlemek için batılı ülkelerin Kürtçülüğü teşvik
ettik/erilli, Amerikanuı da bir zamanlar Kürtçü unsurları tahrik ettiğini .ve bu
hususu Kissinger'e söylediğinde, "Evet bir zamanlar biz de bu teşviki yaptık,
fakat şimdi yapmcyoruz, artık aynı hataları işlemiyoruz" dediğini, 1974 'ten
sonra Künçülüğün ayrı bir boyut kazanarak Rumlar ve Ermenilerle işbirliği
yapaklarını söyledikten sonra şöyle devam etti: Bu hükiimeti çekemeyenler ev­
vela ekonomik krizi at/atamayacağımızı yazdılar. Arkasmdan dış problemleri
hal/edemeyeceğimizi söylediler. Bunlarda muvaffak olamayınca şimdi de or­
duya el atalar. Ordunun evvela Haziran'da sonra da 30 Ağustos'ta bir muhtıra
vereceğini yaymaya başladılar. Bu sinir harbinde ordunun sağlam durması
lazımdır.
Diğer taraftan sağdan gelen tehlikenin de küçümsenmemesi gerektiği ka­
naatuıda olduğunu, sol görünüm alnnda sağ eylemler görülmüştür.fakat sağ
görünüm alnnda sol eylemler olmamışnr, dedi.
İstihlxırattaki aksaklıkların giderilmesi için de Başbakan Yardımcısı Faruk
Sükan'ın lxışkanlığında bütün istihlxırat ünitelerinin bir araya gelmesi halinde
haberlerin daha doğru ve çabuk alınabileceğini, bu bakımdan bu ünitenin
süraıle kurulmasını istediğini sö�ledi.
Emniyetin de süratle teşkilatlanmasını, polise lise tahsilinden daha az tahsil
seviyesinde olanlarm alınmamasını, Toplum Polisinin yararlı olmadığım
değiştirilmesi gerektiğini, bütün işlerimizi demokratik usuller içerisinde
çözünılememizi, ülkemizin batı ülkeleri nezdindeki saygınlığının demokratik
bir idare ile yönetilmemizden geldiğini sözlerine ilave etti. (*)
Göıüldüğü gibi bir taraftan aşın uçlara mensup militanların eylemleri, diğer
taraftan bölücülük hareketleri ve bunların sonucu yurt çapında silahlanma
bütün yurt sathını sarmaya başlamış ve özellikle güneydoğu bölgesinde korku­
lacak boyutlara ulaşmıştı. Acil tedbirler alınmadığı takdirde olayların
önlenmesi mümkün olamayacağı anlaşıhr olmuştu. Başka ülkelerde de etnik
hareketlerin olması bizde olanları mazur gösteremezdi. Batı ülkeleri nezdinde

(*) Kuvvet Komutanlarıyla birlikte yapılan bu geziden sonra yanlış hatırlamıyorsam


durumu Milli Güvenlik Kurulunda arzettik. Hatta Cumhurbaşkanı benim konuşmamdan
sonra B aşbakana "ne diyorsunuz?" dedi. Başbakan cevaben "abartılıyor" cevabını ver­
di.

206
saygınlığımız artacak diye ülkenin bir kan gölü haline getirilmesine ve
bölünmesine de herlıalde göz yumulamazdı. Demokratik sistem içerisinde de
birçok kanuni tedbirlerin alınması mümkündü. Anayasamız da bu gibi tedbir­
lerin alınmasını önlemiyordu.

Toplantıda ileri sürdüğüm hususları daha da genişleterek Başbakanlığa tek­


lifleri de içeren bir yazı gönderdim. B u yazıdaki tekliflerim arasına,
Güneydoğu bölgesinde etkin bir silah araması yapılması hususunu da dahil et­
tim.

Başbakan Ecevit silah aramasına bir türlü rıza göstermiyordu. Sebep olarak
da jandarmanın bu aramalarda halka kötü muamele yapmasından kuşku duy­
duğunu söylüyor ve evvelce Irak'ta B arzani'nin Kürt ayaklanma hareketini
başlatmasına rağmen Türkiye'de böyle bir harekette bulunulmamasını, bizdeki
demokratik idarenin mevcudiyetine bağlıyordu. Ben ise kendisine aynı ka­
naatte olmadığımı, eğer biz de bugüne kadar böyle bir harekette bulun­
madılarsa, bunun sebebinin o bölgede güçlü bir ordumuzun bulunmasıdır, an­
cak zayıf bir zamanımızda durumun ne olacağının iyi düşünülmesi gerektiğini
söylüyordum. Bu konu üzerinde fikirlerimiz ayrılıyordu.

Ecevit yapı itibarıyla çok kibar, insancıl ve şair ruhlu bir kimse,
kötülüklerden ve sertliklerden daima kaçınan bir tip. Nitekim 1 9 Mayıs Stad­
yumunda Silahlı Kuvvetler günü dolayısıyla yapılan bir gösteri sırasında
Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayına mensup atlı birliğin subayları gösterilerini
bitirip kapıdan çıkacakları sırada bir at düştü, süvarisi olan yüzbaşı da tabii atla
birlikte yere yuvarlandı. Ben bu olayı herlıalde asker oluşumun etkisi ile gayet
normal karşılarken, Ecevit heyecanlandı. Acaba bir şey oldu mu diye yerinde
rahat edemedi. Ben de haber gönderterek durumun öğrenilmesini emrettim:
Biraz sonra gelen bilgiden hiçbir şey olmadığı anlaşılınca rahat etti. Aslında bu
takdir edilecek bir haslet. Ancak devletin varlığına kasdedilecek durumlar
karşısında devlet adamlarının bütün yumuşak davranışları bir tarafa bırakarak
devletin varlığı için her türlü tedbirleri alabilmeleri gerekir. Silah aram ası
yapılır, eğer kötü muamele yapacaklar olursa onların da cezalan verilir. Peşin
kararlılıkla jandarmanın kötü muamele y apacağını kabul edip bunu
yaptırmamanın doğruluğuna ben şahsen inanmıyorum.

200
BRÜKSEL'DE YAPILAN SHAPEX TATBİKA11
VE ASKERİ KOMİTE TOPLANTISINA KATILIYORUM

B rüksel'de he r sene yapılan SHAPEX tatbikatıyla Askeri Komite


toplantısına katılmak üzere Mayıs ayının ilk haftasında B rüksel'e gittim. Ge­
nelkurmay Başkanı olarak katılacağım ilk Askeri Komite toplantısı olduğundan
Avrupa Müttefik Kuvvetler Başkomutanı Orgeneral Haig ile NATO Genel
Sekreteri Luns'u ziyaret ettim.

Her ikisine Türk Silahlı Kuvvetlerinin içinde bulunduğu müşkül durumu ve


üç senedir Amerika B irleşik Devletlerinin uygulamakta olduğu ambargo do­
layısıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinin savaş gücünü yavaş yavaş kaybettiğini,
yedek parça stoklarının eridiğin i , şimdi uçak, tank gibi silahlardan
arızalananların tamiri için birbirlerinden kemirme yoluna gittiğimizi, böyle de­
vam ettiği takdirde Silahlı Kuvvetlerimizden önemli bir kısmını lağvetmek zo­
runda kalacağımızı , Kıbrıs HarekAtını askeri yardıma bağlamanın büyük hata
olduğunu, böyle ittifaka aklımızın ermediğini, vaktiyle Faransa'nın da Cezayir
hadiselerinde NATO'ya tahsis ettiği kuvvetleri kullandığını fakat ona
müeyyide uygulanmadığını, ambargonun biran evvel kaldırılması gerektiğini
anlattım. Her ikisi de bana hak verdiklerini, ambargonun kaldırılması için
çalışacaklarını ifade ettiler.

B rüksel dönüşü takip eden gün ve aylarda yurr sathındaki olaylar gittikçe
tırmanış göstermiş ve mevcut polis teşkilatı ile bunları önlemek mümkün ola­
mamıştı. Daha evvel de izah ettiğim üzere, polis dernekler vasıtasıyla birbirine
karşı iki kampa ayrılmı ştı. Bu acı d u rum Milli Güvenlik Kurulu
Toplantılarında asker kanat ve Başbakan Y arclımcıları Turhan Feyzioğlu ve Fa­
ruk Sükan tarafından acı bir şekilde dile getiriliyordu. Bunun neticesi görüldü
ve nihayet 5 Temmuz 1978· günü her iki demek Ankara Valiliğince kapatıldı.
Ancak yapılan işlem kanuna uygun değildi. Belliydi ki bu karar zevahiri kur­
tarmak için alınmıştı. Nitekim dernekler Danıştay'a müracaat ettiler ve 1 6 Tem­
muz günü Danıştay'ın verdiği kararla bu dernekler tekrar faaliyete geçtiler.

SİYASİ PARTI LİDERLERİNİN BEYANATLARI

Siyasi parti liderleri de boş durmuyor, hemen hemen her gün bir veya ikisi
beyanat veriyordu.

2 Temmuz günü muhalefetteki Demirel şu beyanatı veriyor:

208
"Hükünıet ayakta durdukça anarşiyi körükler, ona cesaret verir. Ecevit
hile, entrika ve desise ile ele geçirdiği bugünkü ayıplı hükümetin memleket
meseleleri a/tuıda ezilmesinden dolayı feryat ediyor. "

Bu gibi beyanlar arka arkaya devam edecek ve hiçbir gün Ecevit'e


Başbakan demeyecek, "Hükümetin Başı" tabirini kullanacaktır.
6 Temmuz günü verdiği bir beyanat daha:

"Her geçen gün bir önceki günü arattyor. Her şey beceriksiz ve devlet idar­
esini bilmeyen bir hükümet tarafından çok kötü bir hale getirilmiştir. Bu
hükünıete omuz verenler her gün birçok vatandaşmıızm hayatına mal olan
anarşiye, her gün ardı arkası kesilmeyen soygunlara, her gün hayatı çekilmez
hale getiren pahalılığa, işsizliğe, zulüm haline gelen partizanlığa omuz veımek­
tedirler. İşlenen bunca soygwıwı failleri meçhuldür. Kim ne yaparsa yamna
kar kalıyor. İktidar hırsı, bugünkü Halk Partisi yönetimini "Benden sonra tu­
fan" politikasına itmiş, her ne pahasına olursa olsun hii.kümette kalabilmek için
öğrenciyi bölmüşlerdir. Öğremıeni bölmüşlerdir. İşçiyi bölmüşlerdir. Polisi
bölmüşlerdir. Rejim düşman/arma, devlet düşman/arma arka olmuşlardır. On­
ları masum, devleti suçlu saymışlardır. "

Bu beyanatı veren aynı Demirel 1979 sonunda hükümeti devir alacak, yine
aynı bölünmüşlükler sürecek. yine faili meçhul cinayet ve soygunlar devam
edecek, yine partizanlık yapılacak, cinayetler çok büyük boyutlara eriştiği
halde kılını kıpırdatmayacak, gensoru önergesi ile evvela İçişleri Bakanını. ar­
kasından Dışişleri B akanını düşürecekler, sıra diğer bakanlara gelecek,
hükümette kalabilmek için bütün bunlan kabullenecektir.

ABD AMBARGOYU KALDIRIYOR

Temmuz ayının sonuna doğru Amerika Birleşik Devletleri Senatosu dört


seneye yakın bir süredir Türkiye'ye karşı uygulanmakta olan ambargo kararını
şartlı olarak kaldırdı. Bu karar muhakkak ki Silahlı Kuvvetlerimiz için önemli
bir karardı. Gerçi bu ambargo döneminde evvelce Amerika Birleşik Devletle­
rinden aldığımız birçok yedek parçayı Türkiye içerisinde imal etme imkftnına
kavuşmuştuk, fakat birçok silah ve malzeme sıkıntısı devam ediyordu.
Özellikle Hava Kuvvetlerimiz en çok etkilenen Kuvvetimiz olmuştu. Bu karar
1 Ağustos'ta Temsilciler Meclisince de onaylanıp yürürlüğe girdi.

Ağustos ayına geçmeden temmuz ayı içerisinde cereyan eden anarşik olay­
larda hayatını kaybedenlerle yaralananlarrun adedini vennek istiyorum;

200
Temmuz ayında 678 olay olmuŞ, 57 kişi hayahnı kaybetmiş, 4 74 kişi de
yaralanmıŞbr.

Temmuz 1978 ayma gelinceye kadar bu sene içinde cereyan eden anarşik
olaylarda hayabnı kaybedenlerle yaralanan vatandaş sayısı da şöyle idi;

Ocak'ta 46 ölü, 363 yaralı

Şubat'ta 29 ölü, 254 yaralı

Mart'ta 50 ölü, 633 yaralı

Nisan'da 45 ölü, 846 yaralı

Mayıs'ta 44 ölü, 964 yaralı

Haziran'da 50 ölü, 632 yaralı

TOPLAM: 264 ölü, 3692 yaralı

AGUSTOS 1978
HAVA KUVVETI.ERİ KOMUfANININ
DEGİŞMFBİ

Ağustos ayma gelmiştik. Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ethem


Ayan iki senesini tamamladığından nonnal olarak ayrılacak ve emekli olacaktı.
Yerine aday olarak Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği görevini yürüten
O rgeneral Tahsin Şahinkaya vardı. Milli Savunma B akanı ve Başbakanla
Şahinkaya'nın Hava Kı.ıvvetleri Komutanlığı hususunda mutabık kaldık ve in­
hasını yaptım. Kabul edilerek Hava Kuvvetleri Komutanlığı görevini
Şahinkaya devir aldı. Kara ve Deniz Kuvvetlerinde bir değişiklik yoktu.

Ağustosun ilk haftası içerisinde yapılan Yüksek Askeri ŞOra


toplantısında terfiler ele alındı. Getirdiğim adilane bir sistemle general terfileri
hiçbir ihtilafa yol açmayacak şekilde yapıldı ve yine aldığım tedbirlerle terfiler
radyodan ilan edilinceye kadar basma da sızmadı. Yaptığım kamuoyu yokla­
ması sonucu terfilerin büyük bir çoğunlukla tasvip gördüğünü anladım. Tabii
kendi hesabıma ve Askeri Şura hesabına sevindim.

26 Ağustos tarihi Türk Silahlı Kuvvetleri günü olarak kabul edildiğinden


bugüne kadar cereyan eden anarşi ve terör olaylanyla basında yayınlanan ve

2 10
hatta bazı milletvekillerince Silahlı Kuvvetler mensuplarına Mecliste yapılan
sözlü saldın ve sataşmalara cevap vennek ve subay, astsubaylann morallerini
takviye etmek maksadıyla bu günden istifade ederek aşağ ıdaki emri
yayınladım:

SİLAHLI KUVVETLER GÜNÜ MÜNASEBElİYLE


YAYINLADIGIM MESAJ

Değerli Silah Arkadaşlarım,


Türk Silahlı Kuvvetleri'nin birer parçası olan Kara Kuvvetleri'nin
2187'nci, Deniz ·Kuvvetleri'nin 888'i11ci, Hava Kuvvetleri'nin 67'nci ve Jan­
darma Genel Komutanlığı'mn l 39'uncu senesini idrak ettiğimiz Silahlı Kuv­
vetler günü, bütün Türk Ulusu'na ve Silahlı Kuvvetler Mensuplarına kutlu ol­
sun.
Türk Silahlı Kuvvetleri, iki bin yılı aşkın bir zaman içinde, Türk Ulu­
su'nwı bugüne kadar varlığını korumasmda başlıca etken olmuştur. Tarihsel
zorlamalar ve yapılan hatalar nedeniyle Türk Devletleri zaman zaman tarih sah­
nesinden silinmiş, ancak, Türk toplumu varlığım günümüze kadar korumak
başarısını göstermiştir. Bu gerçek; asker doğmuş ve daima asker yaşamış bir
ulusun bağrından her zaman bir silahlı güç oluşturma yeteneği ile
sağlanmıştır.
Ulusların içinden ve özünden doğan silahlı kuvvetlerin kendisi ile onu
doğuran kaynak arasındaki bağ ne kadar giJ,venli olur ve bütünleşirse; silahlı
kuvvetlerin etkisi ve gücü de o oranda yükselir ve süreklilik kazamr. Türk Or­
dusu dün olduğu gibi bugün de bu anlayışın somut örtıeklerini vermektedir.
Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri, Türk Ulusu için sadece güvence ve savaş
gücü değil, onun gelişmesinde, yükselmesinde ve çağdaşlaşmasında büyük
katkıları olan bir eğitim ve öğretim ocağıdır.
Türk Silahlı Kuvvetleri, Kurtuluş Savaşında temelini kanla yoğurup kur­
duğu Cumhuriyetimizin teşekkülündeki katkısı yamnda, bugünkü aşamada
ulusumuzun başlıca somut gücünü ve güvencesini oluşturur. Bu güç, kay­
nağını ve desteğini Türk Ulusundan alır. Büyük kurtancı ve Başkomutan
ATATÜRK bu gerçeği çok iyi anlamış ve onu şöyle ifade etmiştir:
"Bütün milletleri tanıdım. Onları savaş meydanlarında, ateş altında bir mil­
letin ruhunun çıplak ve açık olarak onaya çıktığı ölüm karşısında gördüm. Ye-

21 1
min ederim senin kuvvetin, imanuı bütün dünya milletlerinin ordularını
aşmaktadır. "

Büyük A TATÜRK, Türk Ulusunun bağrından çıkmış Silahlı Kuvvetlerine


böyle inanmış ve onu üstün dehası ve sevk idaresi ile kendisinden kat kat
üstün düşmanlarına karşı kullanarak, bütün dünyamn hayran kaldığrzaferleri
kazanmıştır. Tarihi olaylar göstermiştir ki ; Türk Ordusu disiplini bozul­
madıkça, iyi eğitildikçe ve ehil ellerde sevk ve idare edildikçe; silah ve malze­
mesi üstün olmasa da kendisine denk ve kendisinden üstün düşman kuvvetle­
rini daima mağlup emıiştir. İşte Türk Silahlı Kuvverleri'nin bu erişilmez
vasıflaruıı bilen dış ve iç düşmanlar, onu bölmek ve zayıflatmak için zaman za­
man ona sataşmakta ve kışkırtmaya çalışmaktadırlar. Ancak, geçmiş ve yakm
tarihinden ders alan Silahlı Kuvvetlerin kıymetli mensupları bu gibi gafillerin
oyununa gelmeyecek ve onlara alet olmayacaktır.

Türk Silahlı Kuvvetleri, uğrunda binlerce şehit verdiği genç Cumhuriyet


idaresini ve Demokrasiyi daima kollayacak ve koruyacaktır. Çünkü o Silahlı
Kuvvetler bu Cumhuriyeti ATATÜRK'ünden teslim almıştır ve onun Türk
Milletine yakışır bir idare şekli olduğuna inanmışt1r. Bunun içindir ki, Türkiye
Cunıhuriyeti'nin ulusal savwınıasımn ana ilkesi, Türk Silahlı Kuvvetlerini
ülke ve ulusun varlığma yönelebilecek her türlü dış ve iç tehlikelere karşı , onu
güvenle koruyabilecek bir düzeyde bulundurmaktır. Bugün Silahlı Kuvvetleri­
miz, u/usunıuzwı güvenine her bakmıdan layık ve yeterlidir demek, ilerleme,
modernizasyon ve devrimcilik ilkelerine aykırı düşebilir. Silahlı gücün yeterli
olduğunu söylemek duraklama an/anıma gelir ki, bu, çağdaş ilerleme
çaba/arma ters düşer ve Silahlı Kuvvetlerimizi daha üstün düzeye çıkarma
amaçlarımızı frenler. Silahlı Kuvvet/erimizin modem silahlarla donatılarak et­
kinliğini artırmak ve muhtemel hasımlarımızm gelecekteki girişimlerini güvenle
karşılamak başlıca uğraşmıız olacaktır.

Değerli Silah Arkadaşlarını,

Türk Silahlı Kuvvetleri geleceğin muhtemel savaş/arma haztrlannıakla bera­


ber, barışçı bir felsefeye de sahiptir. Bu felsefe, Birleşmiş Milletlerin ilke ve
idealleri uğrunda Kore'de gösterilen başanlardan beri süregelmektedir. Onun
saldırgan amaç gümıeyen paktlar içerisinde yeralışı da barışçı bir turum ve
felsefede bulunduğunu kanıtlar. Bundan başka, Türkiye Cumhuriyeti Devle­
ti'nin Orta Doğu'da özel ve önemli stratejik durumu nedeniyle Devletimizin
bölgede bir istikrar amili olmasmda Silahlı Kuvvetlerimizin önemli katkısı bu­
lwıduğımu da unutmamak gerekir.

Bilindiği üzere dünya uluslamım çıkarları veya çıkar çatışmaları , onları bir­
birine yaklaştırmakta veya uzaklaştırmaktadır. Uluslarm güç birliği yapma­
larmda, onlara yönelik tehlikeler kadar çıkarlar da rol oynamaktadır. 1974
212
yılmda haklı ve meşru nedenlerle uygulanan Kıbrıs Barış Hare/aıtı'ndan doğan
dış olaylar ve ittifak içindeki dostlarımızm davranışları, Silahlı Kuvvetlerimi­
zilı muharebe gücünü etkilemekten geri kalmamıştır. Bu dönemdeki olaylardan
aldığımız derslerden anlaşılmıştır ki, ulusal varlığın güvence içerisinde bulun­
durulması çareleri yine ulusal varlığın içindedir. Dost dayanışmalar içinde de
olsa; ulusal yapıya uygun bir Savunma Konsepti ve Savunma Sanayii gerekli
ve hatta zorunludur.
Türk Ulusu geçmişte örnekleri görüldüğü gibi, ulusal varlığını ve benliğini
koruma Jaıvramımn gurur veren özveri a11layış11ıı göstermiştir. Esasen Silahlı
Kuvvetlerimizin başlıca güç kaynağı da budur. Büyük önder ATATÜRK, Si­
lahlı Kuvvetlerini niteleyen bildirilerinin birinde, şöyle demişlerdir:
"Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve Jaıbiliyetinin, Türk vatansever­
liğinin çelikleşmiş bir ifadesidir. " Türk Silahlı Kuvvetleri, dün olduğu gibi,
bugün de bu iltifata layık güçte ve yetenektedir. ATATÜRK'ün gösterdiği yol­
da ve onun ilkeleri doğrultusunda, Cumhuriyetimizin ve Demokrasimizin ko­
ruyucu bekçiliğbıdedir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Son zamanlarda
dünyamn birçok ülkesinde görülen anarşik olayların bizde de görülmesi, Mil­
letimizi bedbinliğe uğratmasın. Silahlı Kuvvetlerimiz varoldukça,
ATATÜRK'ün kurduğu ve bizlere emanet ettiği bu Cumhuriyeti yıkmağa kim­
senin gücü yetmeyecektir. Çünkü bu orduyu ve milleti en iyi anlayan ve
tanıyan ATATÜRK "Memleketini en buhranlı ve müşkül anlarda zulümden,
felaket ve musibetlerden ve düşman istilasmdan nasıl korumuş ve kurtarmış
isen; Cumhuriyetin bugünkü feyizli devrinde de askerlik tekniğinin bütün
modern silah ve vasıtaları ile mücehhez olduğun halde vazifeni aynı bağlılıkla
yapacağma hiç şüphem yoktur" diyerek bu itimadım belirtmişlerdir.
Değerli Silah Arkadaşlarım,
Silahlı Kuvvetlerimizin bu mutlu yıl dönümünde, başta Büyük Kur­
tarıcımız ATATÜRK olmak üzere, bu kutsal vatan uğrunda hayatlarını /eda
eden ve bizlere bugünleri gösteren aziz şehitlerimizi tazimle anar, malül ve mu­
harip gazilerimizle, şehitlerimizin dul ve yetimlerine, Silahlı Kuvvetlerimizin
değerli mensup/arma ve onun saflarından ayrılmış olan tüm emeklilerine en
derin şükranlarımı, sevgilerimi ve saygılarımı sunarım.

1 2 Eylül Harekıitı'nın hatınmdan bile geçmediği 1 978 senesi Ağustos


ayında Silahlı Kuvvetlerin demokratik sistemin bekçisi olduğunu ve onu
korumaya kararlı olduğunu belirtmiştim. Bana dikta heveslisi diyenlerin bu ve
bundan sonra yayınladığım mesajları dikkatle okumalarını öneririm.

213
30 AGUSTOS DOLAYISIYLA
BİR DERGİYE VERDİGİM BEYANAT

30 Ağustos Zafer Bayramı da yaklaşıyordu. 30 Ağustostan 15-20 gün ka­


dar önce haftalık bir dergi benim Genelkurmay B aşkanı olmamdan sonra ilk
30 Ağustos münasebetiyle dergisinde yayınlanmak üzere bana bazı sorular
sormuş ve bunlara cevap rica ennişti. Sorulan sorular entcrasan olduğundan,
sorularla cevaplan buraya almakta yarar gördüm.
1 . Soru: Genelkurmay Başkanı olarak ilk 30 Ağustos'u idrak ederken Türk
Silahlı Kuvvetlerinin genel durumunu nasıl değerlendiriyorsunÜz?
1 . Cevap: Memleketin içinde bulunduğu ekonomik durum hepimizin
malı1mudur. Bu sıkıntılı duruma bir de dört seneye yakın süreden beri Ameri­
ka Birleşik Devletleri'nin uyguladığı silah ve ekonomik ambargo eklenince,
Silahlı Kuvvetlerimizin bundan etkilenmemesi elbette mümkün değildi. Bütün
çabalarımız, bu etkiyi en asgari hadde tutabilmek için, personelin eğitim ve
moralini üstün seviyede muhafaza eone üzerinde taplanmaktadır. Zira, eğitimi
zayıf ve morali bozuk bir Silahlı Kuvvet, ne kadar modem silahlara sahip
olursa olsun. muharebe gücü ve kabiliyeti zayıf olarak değerlendirilir. Subay
ve astsubaylarımızı en çok sıkıntıya sokan husus. ev kiralarının astronomik ra­
kamlara ulaşması ve sık sık tayin gören bu personelin yeni görevine intikal
için devletten aldığı harcıraha mukabil, 7-8 misli fazla para ödemesidir. Bugün
özellikle küçük r'ütbeli birçok subay ve astsubay gecekondularda veya civar
köy ve kasabalarda oturmak zorunda kalmaktadırlar. Buna çare olarak, yeter
sayıda lojman yapımının gerekli olduğunu gördük. Bu konuda Milli Savunma
Bakanlığı ile müşterek çalışmalarımız var. Eğer 5-7 yıl içerisinde lojman mik­
tarını, ihtiyacı karşılayacak seviyeye çıkarabilirsek en büyük problemi hallet­
miş olacağız.
Aynca bugün Türk Silahlı Kuvvetlerinin elinde bulunan silahlan da tama­
miyle modem saymak mümkün değildir. Bütün çabamız, büyük bir kısmı,
İkinci Cihan Harbine ait olan silahlarımızı geleceğin harplerinde kullanabilecek
modem silahlarla değiştirmeğe yöneliktir. Tabii, bunu ekonomik gücümüz
oranında tahakkuk ettirebiliyoruz. Bugün için bu silahların hemen hemen hep­
sini dış ülkelerden tedarik zorundayız. Üzülerek ifade edeyim ki, aynı ittifak
içerisinde bulunduğumuz müttefiklerimiz, çok pahalı ve peşin ödeme gücümüz
mahdut olan bu silahların alımında kolaylık ve anlayış göstermemektedirler.
NATO'ya girişimizden beri, diğer ülkelere kıyasla en büyük Silahlı Kuvveti
biz hazır tuttuk ve ekonomik gücü büyük ülkeler kuvvetlerini azalbrken, biz
mütemadiyen çoğaltbk. Ancak, sonunda da ambargo ile karşılaştık. Bu durum
böyle devam ettiği takdirde Silahlı Kuvvetlerimizin mevcudunda bir azalnnaya

2 14
gitmek kaçınılmaz olacaktır. Esasen bu konuda, göreve başladığım günden
beri çalışmalar sürdürülmekte ve bir kısım tasarruf tedbirleri alınmış bulun­
maktadır. Bununla beraber, Türk Silahlı Kuvvetlerinin tarihi, en güç şartlar
altında dahi yüksek moral ve disiplini sayesinde kazanılmış birçok zaferlerle
doludur. Silahlı Kuvvetlerimizin kendisine verilecek her türlü görevi en
mükemmel şekilde yerine getireceğinden asla şüphem yoktur.
2. Soru: Sağlık personeli için çıkarılan tam gün çalışma yasasının, Silahlı
Kuvvetlerdeki diğer personel tarafından olumlu karşılanmadığı söyleniyor. Bu
konudaki görüşleriniz nelerdir?
2 . Cevap: Sağlık personeli için çıkarılan tam gün çalışma yasasının,
meclise verilen bir önerge ile Silahlı Kuvvetler Sağlık Personeline de uygulan­
ması, yaratacağı ayrıcalıkla subay ve astsubaylar için huzursuzluk kaynağı ola­
caktır. Düşününüz ki, daha güç şartlar altında nöbet tutan bir subay ve astsu­
bay ücret almayacak, diğer taraftan aynı garnizonda konforlu bir binada nöbet
tutan sağlık personeli ücret alacaktır. Yine aynı garnizonda gece eğitimine
çıkan veya fazla mesai yapan subay ve astsubaylar hiçbir ödenek almazlarken,
sağlık personeli alacaktır. Aynı mahrumiyet bölgesinde bulunan bu iki sınıf
subay ve astsubayların mahrumiyet yeri ödenekleri de birbiri ile
kıyaslanamayacak kadar farklı olacaktır. İşte bu gibi ayrıcalıklar, Silahlı Kuv­
vetlerimizin morali üzerinde olumsuz etkiler yapar. Bunu telafi için,
önümüzdeki yasama döneminde. Parlamentoya bünyemize uygun bir kanun
tasarısı göndereceğiz. Bu kanunun bu dönemde çıkarılması, Silahlı Kuvvetleri
huzura kavuşturacaktır.
3. Soru: Dört yıla yakın süren silah ambargosu kalkarken Silahlı Kuvvetle­
rin eksiklerinin nasıl tamamlanacağını düşünüyorsunuz? Bu konuda Türk
Savaş Sanayi inin kurulması hususunda yapılan g i rişimleri nasıl
değerlendiriyorsunuz?
3 . Cevap: NATO ittifakı kurulmasında öncülük yapan AB D'nin, dört
seneye yakın bir zamandan beri TÜRKİYE'ye büyük bir inatla ve şuursuzca
uyguladığı ambargonun Silahlı Kuvvetlerimize ve özellikle Hava Kuvvetleri­
mize etkileri elbette olmuştur. Ambargonun kalkması. bir yönüyle, temininde
güçlük çektiğimiz bir kısım yedek parçanın alımında kolaylık sağlayacaktır.
Ancak ABD hibe şeklindeki yardımı yürürlüğe koymadıkça ve döviz dar
boğazı devam ettiği sürece sağlanacak silah ve malzemenin alımında, yine
müşkülatla karşılaşılacaktır. Vaktiyle yapılan hataların cezasını şimdi bizler
çekiyoruz. NATO'ya girmeden önce, o zamana göre fena sayılamayacak harp
sanayiimiz mevcuttu. Amerikan yardımı başladıktan sonra, sanki bu yardım
sonsuza dek sürecekmiş gibi, Harp Sanayiimiz ile uğraşan fabrikalarımızın
kapısına zincir vurduk veya başka maksatlarda kullandık. Bir zaman geldi ki,
ABD askeri yardımı durdu; fakat, ABD menşeli olan bu silah ve araçların ida-

2 15
mesi için milli bütçeden yedek parça almağa devam etmek zorunda kaldık.
Öyle zannediyorum ki, Amerikan ordusunun elinden çıkarıp bize hibe şeklinde
verdiği bu silah ve araçların fiyatı kadar parayı bugün, onların yedek
parçalarına ödemekteyiz.
Bu dört senelik ambargo bize çok şey öğretti, bizi kamçıladı. Bugün birçok
yedek parça ve malzemeyi kendi fabrika ve atölyelerimizde imal edebiliyoruz.
Türle mühendis ve işçilerinin kendilerine imkan sağlandığında çok büyük işleri
başarabildiğini bizzat yerinde yaptığım incelemelerde gördüm. Bu bakımdan,
bir an evvel yerli harp sanayiimizin geliştirilmesinde büyük yararlar
görmekteyim. Kimseye fazla güvenilmemesi gerektiği, bu ambargo olayı ile
büsbütün su yüzüne çıkmıştır.
4. Soru: TÜRKİYE'nin tüm ulusça çok ağır bir ekonomik dar boğazdan
geçmekte olduğu günümüzde Silahlı Kuvvetlerin yurt sorunlarınm çözümüne
katkısını nasıl görüyorsunuz? Asli savunma görevi ihmal edilmeden yapılacak
önemli işler hakkında açıklan1ada.bulunur musunuz?
4. Cevap: Bir ulus çok ağır bir ekonomik darboğazdan geçerlcen bu krizin
en kısa zamanda atlatılabilmesi için, bütün kuruluşların ve bu arada tabii Si­
lahh Kuvvetlerin de yardımcı olması kaçımlmaz bir zarurettir. Aksi halde, ulus
o ekonomik kriz içerisinde boğulur gider. Tabii onunla birlikte, bağrından
çıkmış Silahlı Kuvvetlerin ayakta durması da mümkün olmaz. Silahlı Kuvvet­
lerimiz, etkinliğine zarar vermeden ekonomiye bazı katkılarda bulunabilir.
Örneğin; NATO'nun yaptığı boru hatlarından yurt çapmda faydalanma; bunu,
diğer bir kısım NATO ülkeleri de uygulamaktadırlar. Boru hattının boş kapasi­
telerinden faydalanma, Silahlı Kuvvetlere zarar vermez. Esasen bu konudaki
çalışmalara dört sene evvel başlanılmıştı.
Keza, halen Silahlı Kuvvetlerin elinde bulunan bir çok hava alanlarımız
v ardır. Bu alanların bir kısmmda şimdiye kadar kuru ziraat yapılmakta idi,
yazın otların ve mahsülün, ufak bir ihmal sonucu yanması suretiyle hava mey­
danlarındaki tesisleri tehlikeye sokmasını önlemek ve aynı zamanda yurt eko­
nomisine daha fazla katkıda bulunmak üzere, buralarda sulu ziraatın yapılması
için Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile prensip anlaşmasına varılmıştır. Bu
işbirliği de, Silahlı Kuvvetlerin gücünü azaltmaz bilakis hem yurda hem Silahlı
Kuvvetlere faydalar sağlar.
Türk Silahh Kuvvetleri evvelce olduğu gibi , yurdumuzun ağaç­
landırılmasında ve orman yangınlarının söndürülmesinde de her zaman
yardımcı olmaktadır.
Bunlar sayabildiğim birkaç örnektir. Gerektiğinde kendi eğitimimize ve
muharebe gücüne zarar vermeden diğer alanlarda da ekonomiye katkıda bulun­
mak mümkündür.

216
; . Soru: Ülkenin içinde bulunduğu tedhiş ortamı içinde Silahlı Kuvvetlerin
bütün tahrike rağmen sağukkanlılığını muhafaza ederek. olaylan yakından iz­
lemesi, en üst kedemedeki sorumluların anayasal görevlerine Milli Güvenlik
Kurulu içinde devam etmeleri sizce ordunun günlük siyasi olayların dışına
çıkmış olduğunun işareti olarak kabul edilebilir mi?

5 . Cevap: En üst kademedeki komutanların Milli Güvenlik Kuruluna


kaulmalarını, ben. ordunun günlük siyasi olayların içine kaulması olarak kabul
etmiyorum. Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının memleketin iç
ve dış politikasını çok yakından izlemeleri gerektiğine inanıyorum. Bu seviye­
deki komutanların iç ve dış politikayı yakından izlemelerini ve görüşlerini Milli
Güvenlik Kurulunda açıklan1alarını, ordunun politika içine sokulması şeklinde
yorumlamak yanlış olur. Silahlı Kuvvetlerimiz ülkede cereyan eden anarşiyi,
tedhiş olaylarını ve bölücülük akımlarını çok yakından takip etmekte ve
emniyet kuvvetlerine yasal görevi uyarınca gerektiğinde yardımda bulunmak­
tadır. Tedhiş olaylarının ergeç önleneceğine inanmaktayız. Bununla bera­
ber, önlenemeyecek boyutlara ulaşırsa, o zaman, vatanın bütünlüğünü ve reji­
mi kurtannak için Silahlı Kuvvetler, elbette kendisine verilecek görevleri
yerine getirecektir.

6. Soru: Başbakan'ın İstanbul'da bulunuşu sırasında 1 'inci Ordi.ı ile ilgili


karargah ve tesisleri gezmesi bazı siyasi çevrelerde yadırganmış, bunun art
düşüncelerle yapıldığı iddialarını ileri sürenler bile olmuştur. Bu ziyaretleri
nasıl karşılıyor ve değerlendiriyorsunuz?

6. Cevap: Yukarıda da değindiğimiz gibi, dört seneye yakın bir zamandır


yurdumuza karşı uygulanan silah ambargosu ile ekonomik ambargoda en çok
Silahlı Kuvvetlerimizin etkilendiği hepimizin malfunudur. Ambargonun etkile­
rini en asgari hadde indirmek için, Silahlı Kuvvetlerimiz. elinde bulunabilen
her türlü tedbiri almış ve bu meyanda, şimdiye kadar dış kaynaktan sağlanan
birçok silah, yedek parça ve malzemeyi kendi olanakları ile imal etmeye
başlamıştır. Bu konuda Silahlı Kuvvetlerin imkanlarını hükümet Başkaru'na
ve ilgili hükümet üyelerine yerinde göstermek, karşılaştığı mali ve kanuni
güçlükleri mahallinde izah etmek ve bu zorluklar giderildiği takdirde; şimdi
yapmakta olduğunun çok üstünde bir kapasite ile çalışabileceğini ve daha
büyük işler başarabileceğini en yetkili makamlara duyurabilmek maksadı ile,
Başbakanın ve ilgili bakanların İstanbul'da bulunuşundan faydalanılarak, bu
gezi tarafımdan düzenlenmiştiF.

Silahlı. Kuvvetler, imkan ve kabiliyetlerini yalnız hükümet üyelerine değil;


T.B.M.M.'nin açılmasını müteakip, Milli Savunma Komisyonu üyelerine, bir
kısım parlamenterlere ve bu arada TRT ve basına da göstermek kararındadır.
Böylece Türk Milleti, kendi öz varlığı olan Silahlı Kuvvetlerini daha yakından

217
tanıma olanağına kavuşacak, ona olan güveni bir kat daha artacak ve bu sure­
tle, bazı kötü niyetli, milleti bölücü çevrelerin yaymaya çalıştığı gibi, Türle Si­
lahlı Kuvvetlerinin yalnız tüketici değil, aynı zamanda üreticiliği ve eğiticiliği
ile yurt kalkınmasına ve ekonomisine katkıda bulunduğu da yerinde ispat­
lanmış olacakbr.

Ağustos ayı başlarında yapılan Yüksek Askeri Şura Toplantısında Kıbrıs


Türle Barış Kuvvetleri Komutanı olan Korgeneral Haydar Saltık orgeneralliğe
yükselmişti. Kendisini tümgeneralliğinden beri yakından tanırdım. Ben Genel­
kurmay İkinci Başkanı iken Haydar Saltık da Genelkumıay Harekat Başkanı
idi. Kendisini Genelkurmay İkinci Başkanlığına teklif ettim. İkinci Başkan
olan Orgeneral Sedat Celasun'u da Jandarma Genel Komutanlığına aday
gösterdim. Bu tekliflerim kabul edilerek tayin kararnameleri çıktı.

EYLÜL 1978

Ağustos ayını da geride bırakmış, .Eylül ayma girmiştik. Anarşi ve terör bir
türlü azalmıyor, aksine çoğalıyordu. Ağustos ayında yurt sathında 768 olay
cereyan etmiş, bu olaylarda 60 kişi ölmüş, 630 kişi de yaralanmıştı.

Senelerdir yurt çapında devam eden anarşik olaylar, üniversiteler ve hatta


orta öğretimdeki öğrenciler arasındaki silahlı bombalı saldırılar, bu yüzden
bazı fakülte. üniversite ve okulların süreli veya süresiz öğretime ara vermeleri,
kanuna uygun olsun olmasın sık sık yapılan grevler, fabrika ve işyeri işgalleri,
işi yavaşlatma eylemleri, mitingler, gösteri yürüyüşleri, sokaklarda gece
gündüz adam öldürmeler, bombalı parıkart asmalar, barıka ve işyeri soygun­
ları, evlere duvarlara hatta şehirler arası yollarda kayalara ve trafik işareti bulu­
nan levhalara yazılmış çeşitli sloganlar azalmıyor, aksine çoğalıyordu. Partile­
rin ve dolayısıyla parlamentonun tutumu yüzünden azalacağa da benze­
miyord� . Zira ülkeyi gün geÇtikçe felakete sürükleyen bu gidişe dur diyebil­
mek için, partilerin biraraya gelerek müşterek tedbir düşünmeleri gerekirleen,
muhalefette bulunan partiler anarşi ve terörün çoğalmasından memnun olmakta
.
ve bunu iktidardaki partiyi iktidardan düşürme aracı olarak kullanmakta yarar
ümit ennekteydiler. İşte bu yüzden anarşi ve terörün bir türlü sonu gelmemek­
teydi.

218
Basın da bir başıboşluk içerisinde ve özellikle kimin tarafından çıkartıldığı,
nereden beslendiği bilinmeyen naylon basın dediğimiz bir kısım gazete ve der­
giler açıkça komünizm propagandası yapmakta, devletin emniyet teşkilatında
görev almış kişileri resimleri ve ev adresleri ile açıklamakta, yurdumuzun
çeşitli yörelerinde Silahlı Kuvvetlerimiz tarafından yapılan tatbikatları bile yöre
halkı üzerinde bir baskı aracı niteliğinde takdim ederek, bu gibi tatbikatları
faşist usulü gösteriler şeklinde takdim edebilmekte, ordunun çeşitli kademele­
rinde şerefle hizmet etmiş komutanlara iftiralar yağdırabilmekte, 12 Mart
döneminde sıkıyönetim komutanlığı yapmış komutanlarla subayları tahkir ede­
cek şekilde yazı ve fotoğraflarını neşredcbilmekte ve Ankara'nın en kalabalık
ve işlek yeri olan Kızılay'da duvarlara bu generallerin büyük boy fotoğraflan
asılarak faşistlikle suçlanabilmekte ve işin acı tarafı bu asılan fotoğrafların in­
dirilip indirilemeyeceği tartışılabilmektc ve sonunda benim müdahalemle Mer­
kez Komutanlığı vasıtasıyla indirilmektedir.

Bu yazdıklarım olanların ancak küçük bir bölümüdür. Bütün bu olaylar


sade vatandaşlan ne kadar üzüyorsa elbette beni de bir hayli üzüyordu. Her ay
Cumhurbaşkanıııın başkanlı ğında yapılan Milli Güvenli k Kurulu
toplaJJtılannda bu gidişten duyduğum üzüntüleri ve alınması gereken tedbirleri
dile getiriyordum. Hatta. bazen acı da konuşuyordum. Aynı konuda Milli
Güvenlik Kurulu üyesi olan Başbakan Yardımcılan, Turhan Feyzioğlu ile Fa­
ruk Sükan ve Kuvvet Komutanları da gidişin iyi olmadığını, alınması gereken
tedbirleri açık açık söylüyorlar fakat söylenenler o odada kalıyor, fiiliyatta et­
kin tedbirler bir türlü alınamıyordu.

Eylül ayına girdiğimizde Sivas olaylan patlak verdi. Yine alevi sünni
çatışması şeklinde cereyan eden toplumsal olaylar sonucu l OOO'den fazla
işyeri ve bina tahrip edildi. 1 2 kişi öldü, l OO'e yakın vatandaş da yaralandı.
Askeri birliklerin de müdahalesi ile olaylar zorlukla basurılabildi.

Anarşi ve terörden ölen ve yaralanarıların sayısı gittikçe artıyordu.


Teröristler emniyet kuvvetlerinin yetersizliğinden, bölünmüşlüğünden yarar­
lanıyorlar ve eylemlerini rahatlıkla ve fütursuzca gerçekleştiriyorlardı.

B aşbakan Yardımcısı Turhan Feyzioğlu gerek Milli Güvenlik Kurulunda


ve gerekse Bakanlar Kurulunda söyledikleri hususların yerine getirilmediğini
ve kendisinin uyutulmak i stendiğini görünce 1 8 Eylül günü istifa etti ve
partisinin de desteğini çekti. Böylece Ecevit hükümeti ilk yarayı almış oldu.

219
LİBYA SEYAHATİM

Bu arada Libya Halk Cemahiriyesi Genelkurmay Başkanının vaki daveti


üzerine Libya'ya yaptığım geziyi de anlaonak isterim .
Genelkurınay Başkam olur olmaz, Yugoslavya Genelkurmay Başkam ile
Libya Genelkurmay Başkanının davetini almıştım. Başbakan Ecevit'le
yaptığım görüşmede ilk ziyaretimin Yugoslavya'ya yapılmasını arzu ettiğini
söyledi. Ben de aynı fikirde idim. Fakat tam buna karar vereceğim bir sırada
üçüncü dünya ülkelerinin Belgrad'da yaptıkları zirve toplantısında Mareşal
Tito ile Hindistan Başbakanı İndira Gandi Kıbrıs hakkında müşterek bir karar
tasarısı sundular. Bu karar. toplantıda kabul edildi. Teklif Türk toplumu ve
Türkiye aleyhine, Kıbns Rum toplumu lehine idi. Böyle bir karar alındıktan
sonra. kararın öncülüğünü yapan bir ülkeye ilk ziyaretimi yapmanı uygun
düşmeyecekti. Düşüncemi Ecevit'e açtım. o da bir şey diyemedi. Bunun
üzerine ilk dış resmi ziyaretimi Libya'ya yapmaya karar verdim.
31 Ağustos günü öğleye kadar İstanbul'daki Deniz ve Hava Harp Okul­
larından mezun olan teğmenlerin merasimlerinde bulunduktan sonra askeri bir
uçakla Libya'ya hareket ettim.
Ziyaretim hem Libya Genelkurmay Başkanının ülkemize vaki ziyaretini
iade etmek ve hem de Libya Devriminin 9'uncu yıldönümü olan 1 Eylül kutla­
ma törenlerinde bulunma maksadını içeriyordu.
Altı saatlik bir hava yolculuğundan sonra akşam karanlığında Trablus­
garp'taki askeri havaalanına vardım. Askeri merasimle Libya Genelkurmay
Başkanı ve diğer askeri zevat tarafından karşılandık ve ikametimize tahsis edi­
len villaya yerleştik.
l ve 2 Eylül günleri akşanıa kadar ziyaretler ve görüşmelerle geçti. Bu ara­
da o zaman Başbakan makamında bulunan ve Albay Kaddafı'den sonra ikinci
adam durumunda olan Binbaşı Callut'la görüşme imkanını buldum.
Görüşmeler çok samimi bir hava içerisinde cereyan etti.
Törenler 1 Eylül gecesi saat 1 O.OO'da başladı ve gündüz hava çok sıcak
olduğundan geçit resmini gece saatlerinde yapıyorlardı. Evvela Albay Kaddafi
bir saatten fazla halka hitap eni. Muazzam bir kalabalık kürsünün yanına kadar
bütün alanı doldurmuştu. Halk sık sık Albay Kaddafi'ye tezahürat yapıyordu.
İrticalen konuştuğu için ne söylediğini anlayamıyordum. Bir saatlik
konuşmadan sonra geçit resmi başladı. İki saate yakın da o devam etti. Zırhlı
ve mekanize birliklerin çokluğu ve tanklarla motorlu araçlardan bir haylisinin
yepyeni oluşu dikkatimi çekti. Aynca yüzleri maskeli erkek ve kadın terör gıu­
plannın geçişi de enteresandı. Uzun menzilli füzeler ve tanklar Sovyet yapısı,

motorlu araçların bir kısmı ise Alman Mercedes yapısı idi.

220
Merasim gece yansını bir saat geçtikten sonra sona erdi.

2 Eylül aynı zamanda Ramazan B ayramının da birinci günü idi. Albay


Kaddafi 2 Eylül gecesi beni kendi köyünde kabul edeceğini bildirmiş, bunun
için de kendi özel uçağını tahsis enniş. Akşam yemeğinden sonra havaalanına
gittik. Özel salonda beklemeye başladık. Bekleme uzun sürünce sebebini sor­
dum . Albay Kaddafı'nin iki uçuş ekibi varmış: birisi İngiliz pilotlar, diğeri
Libyalı pilotlarmış. İlgililer İngiliz pilotlar ve ekibini çağımuşlar. Albay Kad­
dafi Libyalı pilotlarla gelmemizi emredince anlan toplamak zan1an almış. An­
cak, o pilotlar da-bulunduğu halde yine hareket ebniyorduk. Bu sefer de " Özür
dileriz bayram dolayısıyla Kaddafı'ye tebrike gelenler o kadar çok ki kuyruk
bir türlü bitmiyor" mazaretini öne sürdüler. Bunun üzerine "Eğer kabul ebney­
ecekler ise dönelim. Yann bu ziyaretin yapılması mümkün değildir. Zira 3
Eylül sabahı hareket etmek mecburiyetindeyim" dedim. Telefonlar çalıştı, ni­
hayet gece 1 1 .OO'e yakın saatte hareket edebildik. Özel bir hava meydanına in­
dikten sonra yanm saat kadar da karadari otomobille gittik ve nihayet bir katlı
bir binaya geldik. Bir müddet beklemeyi müteakip Albay Kaddafi beyaz bir
harmaniye sarılmış ve başında beyaz bir fes ile geldi. Kendisi ile tanıştık.
Yanm saatten fazla karşılıklı görüştük. Bize karşı yakınlığı her halinden belli
oluyordu. Bende bıraktığı ilk intiba çok mağrur oluşu. Aklına eseni hemen ya­
pan bi r lider. Nitekim 1 Eylül akşamı tören yerinden halka karşı yaptığı
konuşmada "Fabrikalarda çalışan işçiler yarından itibaren fabrikaları alsınlar
fabrikalara onlar da ortaktırlar" demiş. Tabii bunun neticesi olarak da bütün
fabrikalar ertesi gün işçiler tarafından işgal edilmiş. Böyle ani kararlar veren
ve yarın ne olacağını bilmeyen insanlar ister yerli ister yabancı olsun yeni
yatırımlara girişebilirler mi? Bugün için petrol gelirlerinden dolayı bir sıkıntıya
düşmüyor. Ancak yarın ne olacak, bu petrol gelirleri devamlı olabilir mi?
Gerçi Kaddafi halkın yararına çok şeyler yapmış. Tanın alanında çok müsbet
çalışmaları var. Halkını sefaletten kurtarmış. Bunlar iyi şeyler fakat bunun hep
böyle devam edeceğini beklememek lazım. Nitekim de öyle oldu. Bir zanl an
sonra sıkıntılar başgösterdi.

O gece de ancak saat 02.00'de dönebildik ve ertesi gün de Türkiye'ye hare­


ket ettim. Libya seyahatim de böylece bitmiş oldu.

Feyzioğlu'nun isti fası ile Ecevit hükümetinin ilk yarayı almış olduğuna
değinmiştim. Bu yarayı, müteakip yaraların takip edeceği muhakkaktı . Zira ne
anarşi ve terör duruyor ve ne de ekonomik durum düzeliyordu. Her ikisi de
kötüye ginnekte ve iyileştirme girişimleri de görülmemekte idi. İktidarda kala­
bilmek için Ecevit birçok tavizi daha hükümetin ilk kuruluşunda veml iş ve bu
tavizlerin arkası da kesilmemişti. Bir oy bir oydur felsefesinden hareketle Mar­
din B ağı"m sız milletvekili olan ve bölücülerle işbirliği yaptığı söylenen
Şerafettin Elçi'ye Bayındırlık Bakanlığını vermiş ve o da Bakanlığı kendi yan-

22 1
daşlarıyla doldurmuş ve bakanlıkta Kürtçe konuşmalar başlamıştı. Fevzioğlu
bunları bildiği gibi, Faruk Sükan da biliyordu. Ayrıca Gümrük ve Tekel Ba­
kanı Tuncay Mataracı ile Sosyal Güvenlik B akanı Hilmi İşgüzar'ın suistimal
dedikoduları ayyuka çıkıyor ve hiçbir işlem yapılmıyordu. Böyle bir
hükümetin elbette uzun ömürlü olacağı beklenemezdi.

ORGENERAL ŞÜKRÜ KANA11..1 TATBİKATI

Eylül ayı içerisinde Diyarbakır bölgesinde Silahlı Kuvvetlerin normal tatbi­


katları arasında yer alan bir tatbikat yapılmıştı. Tatbikatın adı Orgeneral Şükrü
Kanatlı idi. Tatbikatı ben ve Kuvvet Komutanı arkadaşlarım da izlemiştik.
H alk tatbikatı içtenlikle izliyor fakat onları yönlendirmeye çalışan malum
bölücü çevreler bu tatbikatı da maksatlı yapılmış bir tatbikat olarak nitelendiri­
yor, basında ve hatta mecliste bazı milletvekilleri Silahlı Kuvvetlere açıkça
sataşmaktan ve hatta hakaret etmekten geri kalmıyordu.

Cizre'ye tatbikat dolayısıyla gittiğim izde, şehrin sokaklarında duvarlara


yazılmış çirkin sloganlar dikkatimizi çekm iş ve bizi karşılamaya gelen ve
ayrılıkçı güçlerle işbirliği yaptığını bildiğimiz belediye başkanını orada
haşlamıştım.

Bu olaylar canımızı büsbütün sıkmıştı. Türkiye iyiye değil kötüye gidiyor­


du. Eğer bu durum devam ederse Türkiye'nin yakın bir tarihte parçalanması
mukadderdi. Tçrörist ve bölücü çevreler S ilahlı Kuvvetleri küçük düşürmek
için psikolojik bir saldınya geçmişti. Bu hal Silahlı Kuvvetlerin en alt kademe­
sinden en üst kademesine kadar herkesi üzüyordu. Genelkurmay Başkanlığına
gönderilen imzasız veya imzalı mektuplar bunu teyid ediyordu. Bunun üzerine
S ilahlı Kuvvetlere bir emir yayınlamak lüzumunu hissettim ve şu em ri
yayınladım:

SİLAlll1 KUVVETI..ERE YAYINLADIGIM EMİR

Değerli Silah Arkadaşlanm,


Son günlerde bazı yayın organlarının; kontrgerilla, 1 Mayıs Jaşkmıcılığı, 5
Haziran seçimlerine engel olma ve cunta gibi başlıklar altında Türk Silahlı

222
Kuvvetleri'ni yasa dışı birtakım tertipler içinde gösterme çabaları dikkati
çekmektedir. Her gün artan bir dozla devam eden bu yayınlar, giderek kişisel
isnatlardan Silahlı Kuvvetler içinde yaia dışı organize birtakım güçlerin varlığı
iddiasına ve bunun himaye gördüğü şeklindeki bir tırmanışa dönüşmüştür.

Büyük Türk lllusu'nun emrinde ve hizmetinde bulunmanm sağladığı tarihi


tecrübeler ve gücünü ondan almanın verdiği sorumluluk bilinci Türk Silahlı
Kuvvetlerine ülkemizde ve dünyadaki seçkin yerini kazandımuştır. Bu bilinç
o 'na her türlü siyasi tertip, kuruluş ve düşünce dışmda kalmak görevini de
yüklemekte ve mensuplarının disiplin anlayışında en sağlam güvenceye
kavuşmaktadır.

Kıymetli Silah Arkadaşlarım;

Silahlı Kuvvetleri kanlı olaylardan, milli iradeye nu'idahale isnatlanna kadar


türlü karanlık ve kirli tertiplerin içine çekme gayretleri ile varılmak istenen
amaç, bir taraftan kişilere hakaretle, merak ve heyecan tahrikçiliği ile kişisel
davaların sağlayacağı propaganda imkanlarından yararlanmak, diğer taraftan
kamu oyu oluşturarak müesseselerin saygınlığına gölge düşürmek, tansiyonu
yüksek tutarak gerilimi sağlamak, psikolojik baskı yoluyla devletin en büyük
meşru gücünü etkisiz hale getirmektir. Oynanmak istenen bu. oyunda iç ve dış
düşmanlar, kendilerine engel olacak gücün Silahlı Kuvvetlerimiz olduğunu
bilmektedir. Bu saldırıların asıl nedeni; aşırı uçların hedeflerine ulaşmada
çıkacak en büyük engel olarak sizleri gömıelerindendir. Doğrudan saldırılarla
yıkamayacak/arı bu büyük gücü, psiolojik baskı ve isnatlarla yıpratmayı ve
kamuoyu önünde suçlayıp etkisiz hale getirmeyi amaçlamaktadırlar. Türk Si­
lahlı Kuvvetleri, bu oyunlara asla gelmeyecektir. O daima yasaların yamnda,
Ş
suçluların, bozguncuların ve kışkırtıcılarm kar ısında olacaktır. Türk Silahlı
Kuvvetleri, her yönden gelecek her türlü silahlı ve yasa dışı eylemlere
karşıdır. Bunları her zaman kıracak güçtedir. Aşırı uçlann Tür� Silahlı Kuv­
vetlerilıi yanlarına çekmek ve karşılarına almadan önce parçalamak gayretleri
asla amacma ulaşamayacaktır.

Aziz Silah Arkadaşlarım;

Zihinler bulandırılarak kavram kargaşası yaratılmasına ve özellikle ne anla­


ma geldiği, söyleyenin maksadına göre değişen yeni sözcüklerle kamuoyunda
Anayasal düzene ve Silahlı Kuvvetlere karşı tereddütler yaratılmasına özen
gösterilmektedir. Silahlı Kuvvetlerimizin moral gücü, soğukkanlılığı ve
sağduyusu bu tertipleri etkisiz hale getimıeye yetecektir. Anayasa'da ifadesini
bulmuş Türkiye Cumhuriyeti'ni içten ve dıştan gelecek her türlü tehlikeye
karşı korumak ve kollamakla görevli Türk Silahlı Kuvvetleri, bu tür tertiplere
fırsat vermemenin kesin kararlılığı ve dikkati içindedir.

223
Bu yayınlar aleyhine açılmış bulunan davaların, bağımsız yargı organ­
larınca en isabetli çözümlere ulaştırılacağında11 şüphe yoktur. Silahlı Kuvvetle­
rin vakur sessizliği kendisine, yasalara ve anayasal kuruluşlara ola11
güveni�ıden kaynaklanmaktadır.
Büyük Atatürk'ün kurduğu Türk Silahlı Kuvvetleri, O 'muı emaneti olan
Türkiye Cumhuriyeti'ni böldürmeyecek ve o'nu bir avuç maceracıya teslim et­
meyecektir.
Ulusumuzu11 bölünmez bir parçası olan Türk Silahlı Kuvvetleri, Büyük
Türk milletinden aldığı destekle her zamanki11den daha güçlüdür. O 'nu
alışılagelmiş baskı metod/arıyla görev yapamaz duruma düşürmeyi kimse
başaramayacak ve buna kimsenin gücü yetmeyecektir. Dün olduğu gibi,
bugün de Türk Silahlı Kuvvetleri, ulusunu11 , tarihin enginliklerinde11 gele11
meşru'iyet bili11ci11i11 e11 büyük güvencesi olmakta devam edecektir.
Bu vesile ile hepinize kutsal vazifeleri11izde başarılar diler, emrin en küçük
birliklere kadar ulaştırılnıasım rica ederim.
Bu mesajda da görüleceği üzere, Silahlı Kuvvetler mensuplarının oynan­
mak istenen oyuna gelmemesi ve demokratik sistemin yaşatılması için her türlü
gayretin sarf edilmesi gereği dile getirilmiştir.
Ekim ayına geçmeden eylül ayında cereyan eden anarşik olaylarda
Türkiye'nin çeşitli yörelerinde hayatlarını kaybeden vatandaşlarla yaralanan
vatandaşların miktarını açıklamak istiyorum.
Eylül 1978'de 434 olayda 93 ölü, 633 yaralı verilmiştir.
Anarşi ve terörün önlenememesinden hükümet de tedirgin ve htızursuz. Bir
şeyler yapmak istiyorlar fakat tarafsız davranamıyorlar. Bunlarla mücadele
edecek olan istihbarat ve emniyet kuvvetlerinin daha etkili hale getirilmesi için
her türlü desteği sağlayamıyor. Diğer bakanlık ve kuruluşların bütçelerinden
aktarma yaparak bunları güçlendiremiyor. İngiltere'den uzmanlar getirtiyor,
ancak onların tavsiyelerini yerine getiremiyor. En mühimi de kanuni bazı zecri
tedbirleri alamıyor. Özel mahkemeler kurduramıyor. Zamanla bu durumun
düzeleceğine inanmış daha doğrusu bu urmanışı Türkiye'nin bir numaralı me­
selesi olarak görmüyor.

224
ASKERİ KOMİTE TOPLANTISI
NORVEÇ VE DANİMARKA GEZİSİ

Eylül ayında nonnal olarak NATO Genelkunnay Başkanlarının bir gezisi


ve bir günlük de Askeri Komite toplantısı yapılır. Bu senenin eylül ayında
yapılacak gezi Norveç ve Danimarka'yı kapsıyordu. Askeri Komite Toplantısı
da Danimarka'da yapıldı. Dikkatimi çeken; bu ülkelerin halklarında NATO Ge­
nelkurİnay B aşkanlarının gezileri s_ı rasında hiçbir alakanın mevcut olmayışı ve
hatta mahalli basında bile yer almayışı hususu oldu. B izim memleketimizde
olsa, halk büyük ilgi göstereceği gibi, basınımızın da baş köşesinde yer alır.
Nitekim 198 1 yılında Türkiye'ye yapılan gezi sırasında İstanbul'da bulunduk­
ları sürece her gittikleri yerde halk kendilerine büyük ilgi göstenniş ve
alkışlamıştır. Avrupa ülkelerinde askerlere karşı bir antipati olduğu gözden
kaçmıyor.
Bu gezimiz daha ziyade askeri birlik ve müesseseleri kapsıyordu. Askeri
birlik ve kuruluşlarda verilen brifinglerde en küçük rütbeli subaya varıncaya
kadar İngilizceyi rahatlıkla konuşabilmeleri ve anlamaları dikkatimi çeken diğer
bir husus oldu. B izim de askeri liselerimizi kolej haline getinnemizdeki isabet
derecesini böylece anlamış oldum. Bugün artık Harp Okullarından mezun olan
subaylarımızın çoğu İngilizceyi ve bir kısmı da Almanca ve Fransızcayı
öğrenmiş duruma geldiler.

EKİM 1978

Ekim ayma girdiğimizde anarşik olaylardaki tınnanış devam ettiği gibi


döviz kıtlığından dolayı başta akaryakıt olmak üzere birçok ihtiyaç maddesinin
yoklukları da başlamıştı. Polisiye tedbirlerle karaborsayı önlemeye çalışan
yönetim bunda da muvaffak Olilffi ıyordu. Esasen İkinci Cihan Savaşından beri
memleketimizde zaman zaman uygulamaya konulan polisiye tedbirlerle kara­
borsayı önlemek hiçbir zaman mümkün olamamıştır. Şimdi de muvaffak
olduğu söylenemez.

225
ECEVİT VE ERBAKAN'IN TALİHSİZ BEYANATI

Ankara'da B ahçelievler'de altı TİP'li gencin ve aynca yurdun diğer


yörelerinde cereyan eden olaylarda 3 kişinin öldürüldüğü 9 Ekim gününü takip
eden 1 3 Ekim günü Başbakan Ecevit talihsiz bir beyanat veriyor ve "Kanlı
olayların sonuna geldi.k" diyor. 1 5 Ekim'de ise Erbakan "Anarşi Adalet Partisi
zamanında başladı" şeklinde beyanat veriyor. Bu beyanatı nasıl verebiliyor, in­
sanın aklı almıyor. Zira Adalet Partisi hükümet olduğu zaman da Milli Selamet
Partisi onun ortağı idi. Eğer 1 967, 1 968 olaylarını kastediyorsa neden l 975'te
ve l 977'de Adalet Partisi ile koalisyona razı oldu. Kaldı ki 1 979'un sonunda
Cumhuriyet Halk Partisi ağırlıklı hükümet istifa ettikten sonra kurulacak Ada­
let Partisi hükümetine de dışardan destek sağlayacaktır.

AVRUPA İNSAN HAKLARI KOMİSYONUNUN


HÜKÜMETİ SUÇLAMASI

Bu arada Avrupa Konseyi "İnsan Hakları ihlal edi.liyor" diye hükümetin sa­
vunmasını istemiştir. İnsan haklarını, demokrasiyi, hürriyeti hiçbir zaman
ağzından düşürmeyen Ecevit hükümeti zamanında; Avrupa Konseyinin
Türkiye'de insan haklan ihlal ediliyor diye yaygarayı basması garip bir tesadüf
değil midiı'?

CHP .VE AP KOALİSYON FİKRİ DOGUYOR

Partiler arasındaki çekişmeler ve karşılıklı suçlamalar öyle bir hal aldı ki he­
men her gün televizyonda, radyoda, basında iktidar muhalefet kavgasını
görmek adet haline geldi. Yanın yamalak bir destekle ayakta durmaya çalışan
yamalı bohça durumundaki Ecevit hükümetinin Türkiye'nin geçirmekte olduğu
zor günlerin ve şartların üstesinden gelmesi mümkün görülemiyordu. Biz de
zaman zaman aramızda yaptığımız değerlendirmelerde artık iki büyük parti
olan Cumhuriyet Halk Partisi ile Adalet Partisinin biraraya gelerek koalisyon
kurmalarının ve böylece bu ağır sorunların alundan . kalkmalannın doğru ola­
cağını dile getirdik. Bu kanı, yavaş yavaş kamuoyunda da belirmeye başladı.
Bunu evvela 28 Ekim'de Türle İş dile getirdi ve "Cumhuriyet Halk Partisi­
Adalet Partisi ortak hükümet kurmalıdır" şeklinde basına aksettirdi. Cumhur-
226
başkanı Korutürk de 29 Ekim'de "Partilerin biraraya gelmesi gerekir" demek
suretiyle bu birleşmeyi ima yoluyla komuoyuna duyurdu.

29 EKİM MFSA.JIM

Ben de 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı münasebetiyle Silahlı Kuvvetlere


yayınladığını mesajın bir yerinde şunları söylüyordum:
"Bahşettiği nimetlerden yararlanarak, büyük kurtarıcı Atatürk'ün deyirrii ile
çağdaş medeniyetlerin üstüne bir an önce ulaşabilmek için, bütün yurtseverle­
rin el ele, gönül gönüle birleşmemiz gerekirken; son on sene içerisinde, bu ni­
metleri kötü emellerine alet ederek, bir taraftan yurdumuzu bölmeye, diğer ta­
raftan dikta ve şeriat düzenleriyle ulusumuzufelakete sürüklemeye çalışanların
çıkabilmiş olması ve sayılarının her geçen gün biraz daha artmaSı, bu mutlu
günde en büyük üzüntü kaynağımızı teşkil etmektedir.
Yüce Atatürk'ün "Ey Türk Gençliği, birinci vazifen Türk İstiklalini ve Türk
Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir" hitabı ile Cumhuriyeti
emanet ettiği ve "Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur"
diyerek büyük güven gösterdiği gençlerimizin az da olsa bir kısmının, bu kut­
sal göreve ilgisiz kalabilmesi ve hatta yurdu bölmek isteyenlerle aynı paralelde
bulunması, ulusumuz için büyük bir talihsizliktir. Bu gibi/erin, genç
dimağlarına yerleştirilmek istenen sapık ideolojilerin kirli iç yüzünü
görebilmeleri için, tarihimizi iyi incelemeleri ve Atatürk ilkelerinin ne
olduğunu çok iyi anlamaları en doğru yol olurdu. Bu zavallılar bilmelidirler ki,
özledikleri ve özendikleri o rejimlerin gelmesi halinde, bugün yazabildik/erinin
bir satırmı yazmak, meydanlarda istediklerini söyleyebilmek, en haklı
düşüncelerini dahi yakınlarına olsun açabilmek imkanından mahrUnı kalacak­
lardır. Bunu anlamak ve bütün dehşeti ile görebilmek için, tarihte düşledikleri
rejimlerle yönetilen ülke örneklerine bir defa bakmaları yeterlidir. Bu nedenle,
Türk Silahlı Kuvvetleri, uğrunda uzun mücadeleler vermiş olan ve en değerli
varlığımızı teşkil eden hürriyetimizin tek güvencesi Cumhuriyetin yoz­
laşnrılmasına hiçbir zaman müsaade ve müsamaha etmeyecektir.
Silahlı Kuvvetlerimizin bu kararlı tutumunu bilen ve hangi tarafa hizmet et­
tikleri çok açık bir şekilde bilinen bazı gazeteler ve yayın organları, bu yüzden
onu yıpratmak ve yüce ulusunun beslediği sonsuz güveni yıkarak, sapık emel­
lerine ulaşabilmek için, lehinde bir kelime bile kullanmadan, şerefli
mensuplarına hemen her gün çok ağır ve haksız iftiralarda bulunmaktadırlar.
Yine bu gazetelerle yayın organları, Silahlı Kuvvetlerimizin her yıl
ülkemizin çeşitli bölgelerinde uyguladıgı tatbikatlardan ya/ruz dolu ve güney

227
doğu Anadolu bölgesinde yapılanları ele alarak, sözde bu tatbikatların o bölge
halkımızı yıldırmak kasdini taşıdığını yazmaya çalışmakta ve hizmet ettikleri
maksadın somut delilini teşkil eden bu davranışları dikkatimizden
kaçmamaktadır.
Dü11yanın hiçbir yerinde, hiçbir gazete ve yayın organımn, yurt savun­
masını yüklenmiş Silahlı Kuvvetlerini hedef alan böylesine maksatlı yayınlar
yaptığı görülmemiştir. Öyle inamyorum ki bu, Anayasanın kendilerine verdiği
hudutsuz hürriyeti11 kötü amaçlarla kullamlmasıdır ve beğe11dikleri,
değiştirmeye özendikleri rejim o11lara bu engin hürriyeti sağlamaktadır.
Vatamn her karış toprağının ne kadar kutsal olduğunu, bu gibi bölücülerden
çok iyi bilen ve onlara bu menfur amaçlarını gerçekleştirme fırsatım vermem­
eye kesin kararlı olan Türk Silahlı Kuvvetleri, böyle boş tehdit ve iftiralara
aldırış etmeden, memleketin her köşesi11de yıllardan beri yapmakta olduğu bu
tatbikatları, yeri ve ko11usu hakkında bu ve benzeri unsurlardan izin almaya ge­
rek görmeden icraya devam edecek ve yurt bütü11lüğüne, ulusal
bağımsızlığımıza göz dikenlerin daima karşısında ve onları yok etmeye hazır
olacaktır.
Yüce Türk ulusu, Cumhuriyet yönetimine, birçok safhaları ve tecrübeleri
aşarak kavuşmuştur.
Halkımızı, bu yönetim şeklinden bezdirerek, özledikleri totaliter rejimi ge­
tirmeye çalışanların oyunlarına kapılmamak hepimizi11 başlıca görevimiz ol­
malıdır. Yanlış yolda olanların da yakın bir gelecekte Ulu Atatürk'ü11 çizdiği
yolu bulma/arım ümit etmek isteriz.
Bir kısmını yukarıya aldığım bu mesajı yayınlamamın sebebi şu idi: Daha
evvel de değindiğim gibi her geçen gün Silahlı Kuvvetleri pasifize etmek için
ona saldınlar çoğalmakta ve buna hükümet kanadından bir reaksiyon
gösterilememekteydi. Bu husus Silahlı Kuvvetlerin büyük bir çoğunluğunu ra­
hatsız ediyordu. Bunun adı basın hürriyeti olamaz. Ülkenin savunmasını
üstlenmiş bir güce tatbikat yapıyor diye adice saldın yapılamaz. Yapılırsa ya­
panlar hemen gerekli cezaya çaıptınlmalıdır. Silahlı Kuvvetlere sahip çıkan ol-

mazsa, elbette Genelkurmay Başkanı olarak ben çıkacaktım.

Ekim ayındaki ölü ve yaralı bilançosu şöye idi:


83 ölü 560 yaralı.

228
KASIM 1978

Kasım ayı da aynı minval üzere geçti, değişen hiçbir şey yok. Değişme
emareleri de yok. İktidar olayların üstesinden geleceğine inançlı, muhalefet ise
olayların devam etmesinden ve hatta çoğalmasından memnun. İktidarın biran
evvel iktiqardan uzaklaşmasını dört gözle bekliyor.
Atatürk'ün ölümünün 40'ıncı yıldönümü münasebetiyle Silahlı Kuvvetler
mensuplarına yayınladığım mesajın bir yerinde, yine rejimi yıkmaya çalışan
güçleri belki doğru yola getirir inancıyla ve aslında Silahlı Kuvvetler
mensuplarına moral gücü vermek maksadıyla şöyle seslendim:
Aziz Atatürk,
Hayatın pahasına gerçekleştirdiğin ve çok sevdiğin Türk Ulusuna armağan
ettiğin kıymetli eserlerini ve ilkelerini değiştirmek ve hatta yıkmak isteyenler
maalesef bugün de, sağımızda solumuzda mevcuttur. Hatta bazı sapıklar ilkel­
erini yıkamayınca, senin heykellerine ve resimlerine saldırmaktadırlar. Bu gibi
sözle veyafiili saldırılar, kalpleri yurt ve millet sevgisiyle yanıp tutuşan ve Ne
·

Mutlu Türküm diyebilen bizim gibi/eri çok üzmektedir.


Ancak; koyduğun ve emanet ettiğin ilkelerin en sadık ve güçlü bekçisi, göz
bebeğin Türk Silahlı Kuvvetleri, bu tür davranışları hassasiyetle izlemekte ve
gerektiğinde bu gibi/eri süratle yok etmenin kesin kararlılığı içinde bulunmak­
tadır.
Kasım ayı da 69 ölü, 5 1 7 yaralı ile sahifeyi kapattı. Ölenlerin içinde; bir
başkomiser, bir polis, dört öğrenci, üç mühendis var. Aynca Sağmalcılar Ce­
zaevinden 1 3 tutuklu ve mahkOm kaçtı, bir banka ve para götüren bir otomobil
soyuldu.

229
ARALIK 1978

KAHRAMANMARAŞ OLAYLARI

Aralık ayunn en önemli olayı 22-26 Aralık günleri arasında cereyan eden ve
1 07 kişinin ölümü, 205 kişinin yaralanması ve 500'e yakın ev ve işyerinin tah­
ribi ile sonuçlanan korkunç Kahramanmaraş katliamı olmuştur.

Kahramanmaraş'ta öldürülen iki öğretmenin cenaze töreninde Milliyetçi


Hareket Partisi militanları ve dinci yobazlar tarafından başlanlan katliam kısa
sürede bütün şehre yayılmış, şehirdeki emniyet kuvvetleri ve askeri birliklerle
dahi katliam önlenememiş ve Gaziantep'ten mekanize birliklerin gönderilmesi
sonucu ancak 27 Aralık günü durdurulabilmiştir.

Olaylar sırasında çoğunlukla Alevi vatandaşların oturdukları evler ve


işyerleri yakılmış yıkılmış ve çocuklarla hamile kadınlar da dahil olmak üzere
hunharca 107 kişi katledilmiştir.

Olaylar başlar _başlamaz 23 Aralık günü İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı ile
Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun Kahramanmaraşa gitmişler ve olay­
lara mahallinde müdahale etmişlerse de, gözlerini kan bürümüş canilerin şehrin
muhtelif yerlerindeki katliamına ve tahribata mani Qlamamışlardır.

Jandarma Ganel Komutanının döndükten sonra bana anlattıklarından benim


de tüylerim ürperdi. Beş-altı aylık çocuğun bacaklarından tutup ikiye
bölünmüş, kamından bıçaklanmış kadın, çocuk, genç, ihtiyar cesetlerini
gözleri ile görmüş. Sonradan kendisinden aldığım rapordan bazı ilginç yerleri
burada açıklamakta yarar görüyorum. Bu raporda olayların oluş şekline
geçmeden evvel olayın nedenleri üzerinde durarak şöyle diyor:

JANDARMA GENEL KOMUTANLIGININ


KAHRAMANMARAŞ OLAYLARI HAKKINDAKİ RAPORU

"Kahramanmaraş olaylarına dar bir çerçevede bakış yanılgılara neden olur.


Böyle bir bakışla alınacak önlemlerle, geni§ çerçevede bakışla alınacak
önlemler arasında bi1yilkfarklılıklar olacaktır.

230
Aynca, Kahramanmaraş olaylan sadece bu bölgeye özgü, bu bölgenin du­
rumu nedeni ile burada oluşmuş; bir başka bölgede oluşma imkdnı
bulunmayan bir olay da değildir. Benzerleri yurdıunuzun çeşitli bölgelerinde
meydana gelmiş, ancak belki bir rastlantı, belki yöneticilerin uyanıklığı veya
kuvvetin yeterliliği gibi nedenlerle Kahramanmaraş'taki boyutlara varmadan
durdurulmuştur.
Esasen ülkemizdeki olayların büyük bir bölümünü dünyadaki olaylardan;
bir bölgemizdeki olayları da Türkiye'nin diğer bölgelerindeki olaylardan so­
yutlamaya imkan yoktur. Fakat bölgelerin durumu, olayların biçim ve neden­
lerini birbirinden farklı kılar. Kahramanmaraş olayları da, bu bölgenin
özelliğine görefarklı �ir biçimde oluşmuş ve gelişmiştir.
Anadolumuzun tarihine göz atıldığında ihtilallerin, isyanların ardının kesil­
mediği görülür. Bunun nedenleri olarak, genel hatları ile şunlar gösterilir:
1 . Anadolu'nun, tarihi istila yolları üzerinde bulunması nedeni ile, kültür,
inanç ve nizam bakımından çok geniş bir koalisyona sahip oluşu ve her
zümrenin kendi kültür, inanç ve nizamını diğerlerine egemen kılma arzu ve
uğraşısı,
2. Kitle beraberliğinin sağlanmasında en büyük etken olan din'in
ülkemizde; mezhep, tarikat gibi bölünmeler nedeni ile ayrılmalara neden
oluşu,
3. Ulusal birlik ve beraberliğin sağlanmasında en büyük etken olan milli­
yetçiliğin dahi ayrı görüş sahiplerince ayn tarif edilip öğretilmesi ve bu neden­
le birlik yaratma yerine hasmane ayrılış/ara neden olması,
4. Sun'i etnik ayrılıkların yaratılması ve maksatlı olarak kullanılması (Laz,
Kürt, Çerkez, Abaza, Gürcü gibi ırkçı ayn/ık/arla Doğulu, Batılı, Karadenizli
·

gibi coğrafi ayrılıklar),


5. Okumamışın, okıunuşu dinsizlik ve kftfirlikle damgalaması; okıunuşların
ise ile�ici, tutucu, gerici diye bölünmeleri ve birbirlerine karşı olmaları,
6. Son zamanlarda kiminin elinde kızıl, kiminin elinde yobaz damgasının
bulunması ve bunun acımasız olarak rastgele alınlara vurulması.
Bütün bu ayrılık/an bir ulusal kültür oluşturacak ve bir eğitim potası içinde
giderecek biçimde, bir ulusal eğitim politikası kurulmazsa; her gelen iktidar bir
evvel okuna.n kitabı kaldırır ve yerine bir başkasını koyarsa; bir tarihin kahra­
man dediğini bir sonraki yazar hain yaparsa; aileden ve dini kültürden edinilen
inanç, tarih, sosyoloji ve pedagoji deslerinde yıkılırsa; ülkemizdeki
parçalanmaların, bölünmelerin ve kavgalann bitmesini beklemek iyimserlikten
de öte bir görü§ olacalçtır. "

23 1
Jandarma Genel Komutanı raporunda Kahramanmaraş'taki iktidar
mücadeleleri hakkında şu hususlara değinmektedir:
Adalet Partisi ve Milliyetçi Cephe iktidarı, iktidar olabilme ve iktidarda kal­
abilme uğruna Milliyetçi Hareket Partisi ve bunun yan kuruluş/an ile işbirliği
ve koalisyon yapmış, idarede okullarda militanlara ve militanları destekleyen
tutum, ortam ve örgütlenmelere imkfın vermiştir. Böylece bu ilde, ağırlıklı ola­
rak Eğitim Enstitüsünde Milliyetçi Hareket Partisi yanlısı militanlar hfıkim
olmuş, köye hizmet götürecek Yol, Su, Elektrik (YSE teşkilatı) ile köylünün
çıkar ilişkisi bulunan Orman idaresine, okulların militan örgütlenmesine imkdn
verecek Milli Eğitime, asayişin bir numaralı gücü olan ·polis'e yanlı kişiler
atandırılmış veya çeşitli yollarla bunlar egemen Jalınmışnr.
Bu düze11 ve tutum, 1970'ten beri Kahramanmaraş'ta yanlı idare, öğretim
ve örgütlenme devam etmiştir.
Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında ise; bu gibi kitlelere hitap gücü olan
kuruluşlara aksi görüş sahipleri atanmış, polise POL-DER; eğitime TÖB-DER
egemen kılınnıışnr.
Eğitim Enstitüsünde, Milliyetçi Hareket Partisi militanlarının büyük kısmı
başka enstitülere nakledilmiş, YSE, Polis ve Orman idaresi ile Milli Eğitimde
çoğunluk aşırı sol görüşlü idareye ve uygulayıcıların eline geçmiştir. Bunlar
ise genellikle yerli olup, alevi kesime mensupturlar.
Adalet Partisi ve Milliyetçi Cephe devrindeki tutum, Kahramanmaraş'taki
çoğunluğun azınlığa, Cumhuriyet Halk Partisi zamamndaki tutum ise azınlığın
çoğunluğa tahakkümüne yol açmışnr.
YSE'nin imkfınları, belediyeye karşın alevi/erin oturduğu mahallelerde ve
alevi köylerinde kullanılmıştır (Olaylar sırasında Silahlı Kuvvetlere sığınan
alevi halkı köy ve kasabalara tahliye için Validen araç istendiğinde; YSE'nin
araçları askerle himaye etmek gerekecektir cevabının alınması bunun en açık
ve resmi kanındır).
Polisin çoğu POL-DER'Ii ve sünni kesimin kanaatine göre alevidir. Yan
tutmuş ve alevi/eri açıkça himaye emıiştir. Karşı tarafa insanlık dışı işkence
yapmıştır. (cop'u yağlayıp edep yerinde kullandığı polis yetkililerinin ifadesi­
dir). Olay günü polis tarafından da vurulan sünni vatandaşların olduğu yaygın
kanaattir. (Halkın polise değil, yanlı idareciye karşı olduğu ve mesela yansız
emniyet müdürünün, halkın her kesiminde saygınlık gördüğü ve güvenlik
içinde dolaştığı; yanlıların ise, toplumun bir kesimince düşman olarak
görüldüğü ve son aşamada da kurşunlandığı, polis yetkililerinin ve valinin
beyanları ile sabittir..)
YSE ve Orman idaresi, imkanlarını alevi vatandaşlara tahsis etmiş
görünümünü vermiştir.
232
Yukarıdaki hususlar, Kahramanmaraş'ta yerli müdürler sorununu açmış ve
yerli müdürlerin yarattığı azınlığın, çoğunluğa tahakkümü, infiali sürekli
artırmıştır. Yerli müdürler sorunu Valice de kabul edilmiş ve bu sorunun halli
için girişimlerde bulunduğunu ve bulunacağını söylemiştir.
Orgeneral Celasun bizzat yaşadığı olaylan gün gün, saat saat anlattıktan
yorum ve sonuç olarak da şu hususlan zikretmiştir:
so nra

"Olaylara dar bir çerçevede, nedenlerine inilmeden bakışta; Kahramanma­


raş'ta irticaın hortladığı, devlete yönelik bir hareketin yapıldığı kanısı uyan­
maktadır. Ancak, olayların oluşu detaylı bir şekilde incelenirse, bunun uzun
süre devam eden yanlı yönetimleri11 taraflarda oluşturduğu isyan hissinin pat­
lama noktasma gelmesinden kaynaklandığı anlaşılacaktır. Taarruz edilen dev­
letin polisi değil ke11di yasal amirini tanımayan POL-DER'i11 polisidir. Yansız
ve etkin bir şekilde görev yapan devlrtin polisi saygmlık görmektedir.
Halkın Karayollarımn, Devlet Su işlerinin, Silahlı Kuvvetlerin, belediyenin
araçlarına husumeti yoktur. Gavur icadı devlet malı deyip taarruz emıiyor.
Yanlı bir yönetim sürdüre11 YSE'nin, drman 'ın ve polisin araçlarına
saldırıyor.
Halkın saldırısından, devlet dairelerinin ve okulların çoğunluğu masumdur.
Yanlı yönetime sahne olmuş, YSE ve Orman İdaresi binalarına, karşıt
görüşlülerin eline geçtiğ,ini bildiği okullara saldırmıştır. Sokak kavgasını tahrik
edenler ve yöneltenler aşırı sağın ve aşarı solun militanları olmuştur. Gece
komşu ev ve mahalleye sızarak öldümıeleri başlatan bidayet de alevi/erin tem­
silcileri militanlarıdır. İrticanm temsilcisi gösterilmek istenen kısım katliamın
haber almması üzerine karşı harekete geçmiştir.
Bu olayın müşevvikleri, şiddetlendirici ve yaygınlaştırıcı/arı; sağ kesimde
mürteciler ve muhtemelen sağcı komandolar, sol kesimde ise yasa dışı aşırı sol
militanlardır. Fakat büyük kitle bunun dışındadır.
Olayları başlatanların Milliyetçi Hareket Partisi yanlısı ülkücü militanların
olduğu ve olaylar süresince bunların aktif "?ilerini sürdürdüğü kanısı
yaygındır. Bwıu doğrulayan görünümler mevcuttur.
Alevi kesimine de dışarıdan katılmaların olduğu kuşkusuzdur.
Yerel idare amirlerinin, bölgede mevcut devlet kuruluşları üzerinde tam bir
etkinlikleri olmadığı üzüntü ile görülmtıştür.
Partizan tasarruflu tayinler, memur/an taraflı icraata yöneltmiş ve hamile­
rine dayanarak rahatlıkla üstlerine sırt çevirebilmiştir. Neticede hareketlerinde
kendini, düşünceleri dışında kayıtsız kabul eden ve memariyet sıfatı ile
bağdaşmayan bir icraatçılar manzumesi oluşmuştur. Öyle ki, solcu
öğretmenlerin cenaze törenine katılmalarını sağlamak için Enstitü Müdürü ra-

233
hatlıkla olayın başladığı cenaze günü öğretime ara vermiş okulu kimseden
müsaade almadan tatil edebilmiştir.
Resmi devlet kıuuluşlarının, parti merkezleri haline gelmesine, hizmet ye­
ritıe politika imal edilmesine seyirci kalınmıştır. Böylece aktifpolitikanın içine
itilen bir kısım memur (bilhassa yerli) politik arenadaki çatışmanın uçlardaki
uzantısı haline sokulmuştur. Memur yanındaki arkadaşına kızgındır. Güven
duygusundan yoksun bırakılmıştır. Bu tür uygulamalarla oluşan sosyal kutup­
laşma mezhep aynlığını da istismar eden maksatlı tahrikçilerin de etkisi ile ev­
vela gruplar arasındaki nıünaferete, bilahare düşmanlığa dönüşmüş ve sonun­
da patlama noktasına gelinmiştir."
Bu rapordan da görüleceği üzere, Kahramanmaraş olaylarından alınacak
çok dersler vardır. Ne zaman ki mevcut yönetimler partizanlığa ağırlık vermiş,
devleti, mevcut devlet kuruluşları yerine parti teşkilatındaki görevlilerin etki­
siyle yürütmeye kalkmış, halkı kutuplara bölmüş ise, bu gibi olaylar patlak
venniştir. Bunların arkasından da askeri müdahaleler kaçınılmaz olmuştur.

O günler ve çekilen ızdıraplar geride kaldı. Şimdi bu katliamı yapanlar idam


edilsin mi, edilmesin mi münakaşasını yapıyoruz. Acaba aynı felaket kendi
kansı, çocuğu, annesi ve babasının başına gelmiş olsaydı idamlar kalksın
diyenler yine de aynı fikirleri savunacaklar mıydı. Hiç zannetmiyorum. Bunları
yapanların bir kısmı idama mahk6m oldu fakat bu cezalar infaz edilmedi, edi­
leceği de yok.

13 İLDE SIKIYÖNETİM İLAN EDİLİYOR

25 Aralık akşamı idi. Bu olaylar hepimizin canını sıkmıştı. Kara, Deniz ve


Hava Kuvvetleri Komutanları eşleri ile birlikte bize gelmişlerdi. Hanımlar ken­
di aralarında görüşürlerken biz de ayn bir köşede memleketin acıklı durumunu
görüşüyor, Milli Güvenlik Kurulunda dile getirdiklerimizin tıaUi yerine getiril­
memiş olmasından, kanuni ve idari tedbirlere başvurulamamasından duy­
duğumuz üzüntüyü dile getiriyorduk ki saat 22.00'den sonraki bir saatte
B aşbakan Ecevit'in beni Hariciye Köşkünde beklediği haberi geldi. Kalktım
gittim. O da çok üzgündü. Kahramanmaraş olaylarından sonra bazı illerde
sıkıyönetim ilan edilmesini düşündüğünü bu konuda benim de fikrimi almak
i stediğini söyledi. Sıkıyönetim ilanını düşündükleri iller şunlardı: İstanbul,
Ankara, Kahramanmaraş, Adana, Elazığ, Bingöl, Erzurum , Erzincan, Gazian­
tep, Kaıs, Malatya, Sivas. Urfa.

234
Ben hemen çok uygun bulduğumu söyledim. O gece Cumhuriyet Halk
Partisi meclis grubundan 70'e yakın milletvekilinin muhalefetine rağmen
F.cevit zorlukla bu karan grup kararı olarak geçimıiş, Bakanlar Kurulu kararını
da aldıktan sonra karan Cumhurbaşkanını gece uyandmnak suretiyle imza­
latmış ve böylece 26 Aralık 1 978 saat 07.00'den itibaren bu illerde
sıkıyönetim ilan edilmiş oldu.
Daha karar imzalanmadan ben Genelkunnay Karargatıına gittim. İkinci
Başkan Haydar Saltık ve ilgili başkanlarla sabaha kadar sıkıyönetim komutan­
larını tespit ettik. Milli Savunm a Bakanlığı da sıkıyönetim askeri mahkemele­
rine verilecek askeri savcı ve hakimlerin tayinlerini yaptı.
Bu arada Kuvvet Komutanı arkadaşlarımla yaptığım görüşmede Diyar­
bakır'ın da sıkıyönetim ilan edilen iller arasına alınmasını teklif ettiler, bunu
ben de uygun bularak 26 Aralık günü bir vesile ile Başbakan'a söyledim. " 1 3
ilde sıkıyönetim ilanını bile gruptan zor geçirdim. Bağlayıcı gru p karan aldım.
Eğer Diyarbakır vilayetini de dahil edecek olursam, muhalif milletvekilleri
arasına Diyarbakır milletvekilleri de katılacak, böylece bu kararın meclisten
geçirilmesi çok zorlaşacak. Onun için şimdilik Diyarbakır'ı almadım" cevabını
verdi.
Ecevit belki de haklı idi. Zira Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri
arasında aşın sola kaymış ve kürtçülük propagandası yapan 70-75 kadar mil­
letvekili olduğu söyleniyordu. Aslında Cumhuriyet Halk Partisinin çoğunluğu
bu azınlığın yaptıklarını tasvip etmiyordu. Ancak iktidarda kalabilmek uğruna
onlara taviz vermek zorunda kalıyorlardı. Mühim olan devletin bekası değil,
her ne pahasına olursa olsun iktidar olabilmekti. İşte haklı olmadıkları taraf bu
idi.
1 3 ilde sıkıyönetim ilanı meseleyi hal etmemişti. Milli Güvenlik Kurulu
Toplantılarında Diyarbakır'dan başka, Suriye, Irak, İran ve Sovyet Rusya hu­
dudundaki bütün illerin de sıkıyönetim kapsamına alınmasını ve bunlara
İzmir'in de ilave edilmesini teklif edeceğiz fakat bu teklifimiz de ötekiler gibi
rağbet gönneyecektir.
Kahramanmaraş olaylanndan başka anarşik olaylar bakımından Aralık ayı
bir hayli hareketli geçti. Bu ay içerisinde Tilrkiye'nin muhtelif şehirlerinde
Kahramanmaraş'takiler de dahil olmak üzere 229 vatandaş hayatını kaybetti,
627 vatandaş ise yaralandı. Ölenler arasında altı öğrenci, beş öğretmen. iki po­
lis, bir üniversite genel sekreteri olup, iki mutemed soyulması ile dört banka
soygınıu da bu ay içerisinde vukubuldu.
Elazığ'da öğrencilere ateş açılması sonucu çıkan olaylarda beş kişi öldü, 30
işyeri tahrip edildi.

235
SIKIYÖNETİM �GÜDÜM KOMUTANUCI KURULMASINA
DEMİREL VE TÜRKF1} KARŞI ÇIKlYOR

Cumhurbaşkanı Korutürk. "Tüm güçler anarşinin önlenmesi için birleşmeli"


çağrısında bulundu. Fakat dinleyen kim? Aksine bütün güçler anarşinin
önlenmemesi için birleşiyorlardı. İ�Le bir örnek:

Sıkıyönetimden sonra· sıkıyönetim komutanları arasında koordinasyonu


sağlamak için Genelkurmay Karargahında bir Sıkıyönetim Koordinasyon
Başkanlığı kurulur. 197 1 senesinde ilan edilen sıkıyönetimde de bu ba�kanlık
kurulmuştu. Bu sefer Ecevit bu başkanlığın adını yeni Türkçeye çevirdi ve
"Sıkıyönetim Eşgüdüm B aşkanlığı" dedi. Sıkıyönetim Komutanlıktan o tarih­
teki yasalara göre Başbakana bağlı olduklarından Eşgüdürn Başkanlığı da nor­
mal olarak Başbakanlık namına görev yapıyordu.

Demirel ile Alparslan Türk.eş, kurulan bu Eşgüdürn Başkanlığının Anaya­


"Kahramanmaraş olaylarınm so­
saya aykırı olduğunu beyan ettiler. Demirel
rumlusu Ecevit ve bakanlarıdır. Hükümetin yakasını bırakmayacagız. Ne
sıkıyönetim, ne de bir başka kanunda Eşgüdüm Dairesi var diyen çıksın or­
taya, bu hükümetin Başbakanına ve bakanlarına itimadımız yoktur." şeklinde
beyanat verdi.

Bu B aşkanlığın Anayasaya aykırı olmadığını onlar da biliyorlardı. 197 1


sıkıyönetim döneminde de uygulanmıştı. 1 979 senesi sonunda Ecevit
hükümenen ayrılıp Demirel hükürneti kurduktan sonra da bu Başkanlık
görevine devam etti. Madem Anayasaya aykırı idi, neden hükümeti kurunca bu
başkanlığı lağvetmedi. Maksat iktidara anarşi konusunda yardımcı değil köstek
olmak veya her karara karşı çıkmak. Zira muhalefet demek iktidarın ak
dediğine illa ki kara dernekti. B izdeki siyasi partilerin mantığı bu. Yapılan bir
işin ülke yararına olup olmadığına bakmayacaksın, ülke yararına olmadığım
süslü püslü kelimelerle halka anlatacak onu kandıracaksın.

Ben çok partili sisteme geçtiğimiz günden beri muhalefet partilerinin ikti­
darın aldığı kararlardan bir tekine veya çıkarılan kanunlara evet dediğini, uy­
gun bir uygulamadır dediğini görmedim. Göremeden de göçüp gideceğim.

236
1979 YILI

Yeni bir seneye girmiştik. Maalesef yeni senenin geçen seneden daha iyi
olacağım düşünemiyorduk. Aksine çok daha kötü bir sene geçireceğimiz inan­
cını taşıyorduk. Anarşi ve terôr bakımından kôtü, ekonomik sıkınular
bakımından kötü bir yıl bizi bekliyordu.
Böyle kôtümser olmamızı gerektiren birçok sebep vardı. En başta siyasi
partilerin çekişmesi geliyordu. Ortam her geçen gün daha da sertleşiyordu.
Muhalefet iktidarı devirmek için bütün gücü ile çalışıyordu. Muvaffak olsa ne
yapacaktı? Bir hükümet kuracak çoğunluğa sahip mi? Hayır. Yeni bir seçime
gidebilecekler mi? Hayır. o halde ne bekliyordu? amnmez. İktidar ise az bir
çoğunlukla iktidarını sürdürebiliyor. Her an düşme tehlikesi ile karşı karşıya.
Diğer bir sebep, ekonomik durumun her geçen gün daha da kötüye gidişinin
açıkça görülmesiydi. Birçok ana gıda maddeleri bile bulunmaz bir halde.
Döviz yokluğundan akaryakıt da bulunmuyor. Nakliyat durma noktasına gel­
diği gibi, kış ortasında evler ve işyerleri ısıtılamıyor. Bu sıkınUlann ortadan
kalkacağına dair bir ışık da görülmüyor.
Anarşi ve teröre gelince, her geçen ay bir evvelki aydan daha fazla,
öldürme, yaralama olaylan ile doluyor. Hükümetin etkin bir tedbir aldığı
görülmüyor.
İşte başlıcalarını sıraladığım bu sebeplerden dolayı 1979 yılına iyimserlikle
bakamıyoruz. Milletin büyük bir çoğunluğu da aynı görüşü paylaşıyor. Basın
da aynı kanaatte.

GİDİŞTEN ÜMİ1Lİ DEGİLİZ

Kuvvet Komutanı arkadaşlarla zaman zaman yaptığım görüşmelerden edin­


diğim intiba da o ki; onlar da gelecek hakkında karamsar. Ecevit hükümetinin
mevcut bu bunalımın üstesinden gelebileceğinden kuşkulu ve hatta ümitsizler.
Mevcut problemlere biz de yenilerini ilave etmemek için dikkat ediyoruz. Fa­
kat doğu ve güneydoğu bölgesindeki bölücülük ve kürtçülük cereyanlarından
son derece rahatsızız. Bu rahatsızlığımızı her vesile ile dile getiriyoruz. Ancak

237
inandıramıyoruz. Rahmetli B aşbakan Yardımcısı Orhan Eyüpoğlu ve yine
B aşbakan Yardımcısı Faruk Silk.an da bizim endişelerimizi paylaşıyorlar fakat
etkili olamıyorlardı.

Bizi rahatsız eden ve devleti temelinden sarsacak bazı olaylara burada


kısaca değinçceğim:

- Devleti bölmeyi amaçlayan ve maalesef yasal örgütlerden birisi olan (Dev­


rimci Demokratik Kültür Dernekleri) DDKD, yaptığı bir kongrede "Yörede
Kürt halkından olmayan kamu görevlilerinin bölgeden uzaklaştırılması" ka­
rarını alabiliyor, fakat bu karara karşı bir işlem yapılamıyor.

Derneğin aldığı bu karar devlet tarafından yerine g�tirilmediği için 16 Ocak


1979 günü Kızıltepe'deki bir ilkokul öğreuneni bir grup tarafından dövülüyor
ve şehri terk etmesi için kendisine ihtarda bulunuluyor.

22 Ocak 1 979 günü, Mardin B ayındırlık Müdürlüğünde görevl i ve


kürtçülüğe karşı olan bir mimar mühendis KA WA grubuna mensup bir kişi ta­
rafından tabanca ile yaylım ateşine tutularak ağır yaralanıyor.

24 Ocak 1 979 günü Mardin'in Derik ilçesi savcı yardımcısının evi uzun
menzilli silahlarla taranıyor.

Tunceli bölgesinde harita çalışmaları yapan bir mühendis binbaşının ifade­


sinden, kendisine ve askerlerine bölgede kaldıkları sürece lokantalardan yemek
verilmediği, arazide dikilen işaretlerin çeşitli defalar yıkıldığı, şehirde halk ko­
mitelerinin mevcut olduğu ve bu halk komitelerinin aldıkları kararların uygu­
l anmaya konulduğu , bu kararlara ·karşı gelenler olursa feci şekilde
dövüldükleri ve bölgeden gitmeleri için her türlü baskı tedbirlerinin uygu­
landığı öğreniliyor.

Aynca Diyarbakır'daki dört lisede Milli Güvenlik öğreunenliği görevi ya­


pan subayların verdikleri raporlardan da şu hususlar Genelkurmay
Başkanlığına intikal etmiştir:

1 . Öğrencilerin büyük bir çoğunluğu öğretmenlerine olan saygitılıklarını yi­


tirmişlerdir,
2. Öğrenciler dersleri ile uğraşacaklarına siyasetle uğraşmakta ve kendileri­
nin ayrı bir millet olduklarım söylemekteler,
3. Bir kısım öğrenciler, Milli Güvenlik Bilgisi dersleri; egemen güçlerin
devrimci güçleri uyutmak için konulduğu görüşündeler,
4. Okulun duvarlarında, sıraların üstlerinde kürtçülük sloganları yazılı,
hiçbir dershanede Atatürk'ün resmi yok,
S. Öğrenciler Milli GiJvenlik Bilgisi öğretmenlerinin şahsında bütün subay-

238
/ara antipati duymakta ve onları kürtçülüğü engelleyen bir güç olarak
görmekteler,
6. Öğretmen dershaneye girdiği11de hiçbir öğrenci ayağa kalknuyor. İkaz
edilmesi11e rağmen kalkmamakta dire11iliyor. Nasıl hareket edilmesi gerektiği
kendilerine izah edildiğinde bir öğrenci "Biz Pavlov'un köpekleri değiliz" diye
cevap verebiliyor,
7. Bazı okullarda öğretmene. devamlı olarak aşağıdaki sorular sorulmakta:
- Pasaportwıuz var mı? Diyarbakır'a nasıl girdiniz?
- Kürdistan devleti hakkında bilgi verir misiniz?
- Kü11ler, Osmanlı devletinin kuruluşundan önce de vardı, ne dersiniz?
- ATATÜRK'ün kaç babası vardı, ATATÜRK bir önder midir?
8. Öğrencilere bir savaş olsa katılmaz mısınız diye sorulduğunda, kendi
savaşımız olursa katılırız, şeklinde cevap alınıyor.

Çok az ve çarpıcı olan bu örnekler de gösteriyor ki; senelerin ihmali sonucu


bu yöre halkı kendilerinin ayn bir millet olduğuna i nanm ış ve devlet otoritesi
de olmayınca yöre halkı legal ve illegal bölücü veya Marksist, Lcninist
örgütlerin etkisi altına ginniştir.

Ne hazindir ki, bir öğrenci öğretmenine "Pasaportunu� var mı? Diyar­


bakır'a nasıl girdiniz?" diye soru sorabiliyor. B u çocuklar bir günde, iki
günde, bir senede, iki senede bu hale gelmediler. Çok ustalıkla yürütülen
kampanya ile yöre bu hale getirildi. Gerçi 30-35 yaşın üstündeki halk böyle
düşünmüyor ama yetişen genç nesil bir müddet sonra 40, 45 , 50, yaşına gele­
cekler. Eğer bunlara doğru olan, kendilerinin ayn bir ırk değil , Türk kol­
larından biri olduğu anlatılmazsa ve oradaki okullara kasıtlı olarak o yöreden
yetişmiş öğretmenler verilirse sonuç elbette böyle olacaktır. Nasıl uzun vadeli
bir çalışma sonucu yörenin bu hale getirildiğine iyi bir misali Muş'ta Alay
Komutanı iken bana intikal eden bir olayla anlatacağım.

Sene 1 96 1 . Muş'ta Alay Komutanıyım. Kolordu Komutanı, arabası ile


Muş'a gelirken yolda yaya yürüyen bir çocuğa rastlıyor, arabasına alıyor. Ko­
lordu Komutanı ile çocuk arasında şöyle bir konuşma geçiyor:

- Nereye gidiyorsun?

- Okula gidiyohım.

- Kaçıncı sınıftasın?

- İlkokul ... sınıftayım.

- Büyüyünce ne olacaksın?

239
- Ya öğrebnen veya hakim olacağım.
- Neden?

- Çünkü öğretmen veya hakim olduktan sonra yine buraya geleceğim ve


Kürt çocuklarını yetiştireceğim veya Kürt halkının davalarına bakacağım.

- Çocuğum sen de Türk değil misin, bak ne güzel Türkçe konuşuyorsun.

- Hayır, ben Kürdüm. Evde hep Kürtçe konuşuyoruz. Okulda Türkçe


öğreniyorum.

Daha o senelerde ilkokul çağındaki bu çocuğa bakınız nasıl Kürtçülük fikir­


leri aşılanmış. O çocuğun şimdi ne olduğunu bilemiyorum. Ancak eğer
söylediği meslekte ise, şimdi en az 35 yaşındadır. Biz bu olayların içinde
yaşadığımızdan dolayıdır ki gelecekten endişeliyiz ve bir an evvel gerekli
ekonomik, sosyal ve idari tedbirlerin alınmasını istiyoruz. İsteklerimizi hem
yazılı ve hem de sözlü olarak dile getiriyoruz.

Geciktirdiğimiz takdirde gelecekte, Irak'taki olaylara benzer olaylarla


karşılaşabiliriz.

Başbakan Ecevit ise bizim gibi düşünmüyor. Onun düşünce tarzı çok iyim­
ser.

CUMHURBAŞKANI İKAZ EDİYOR

Yeni yıla girerken Cumhurbaşkanı Korutürk de yayınladığı yeni yıl me­


sajının bir yerinde 'Tedbirler paketi süratle kanunlaşmalıdır. Kanunlarımız tam
bir tarafsızlıkla uygulanmalı ve siyasi görüşlerine göre vatandaşlar arasında
farklı muamele yapılmamalıdır" diyor. Fakat ileriki aylarda göreceğiz ki, ne
tedbirler paketi kanunlaşacak ve ne de vatandaşlar arasındaki siyasi görüşlere
bakılmadan eşit muamele yapılacak.

240
ECEVİT'İN SIKIYÖNETİM İLANINDAN SONRA
VERDİGİ BEYANAT

Başbakan Ecevit sıkıyönetim ilanından sonra basına verdiği beyanatta


"Sıkıyönetim ilanına ragnıen hükümet demokrasi ilkelerine bağlı kalacak"
dedi. Sıkıyönetim ilan edilen bölgelerde eğer bazı demokrasi ilkelerinden
ayrılınmayacaksa, neden sıkıyönetim ilanına lüzum görüldü? Sıkıyönetim
Komutanı, gece sokağa çıkma yasağı koyması veya sokakta beş kişiden fazla
biraraya gelmeyecek gibi insanların gezme oturma hürriyetini kısıtlayacak ted­
birler alması, bir gazeteyi kapatması, sansür koyması gerekirse bunları ala­
mayacak mı? Eğer normal düzenle anarşi ve terör önlenebilseydi neden
sıkıyönetime ihtiyaç duyulsun? Kanunlar sıkıy'önetim komutanlarına ne gibi
yetkiler veriy'Jrsa onlan kullanacakur demesi gerekirken bu beyanat talihsiz
olmuş ve nitekim Demirel bunu hemen yakalayarak tenkit etmiştir.

YOKLUKLAR GİTTİKÇE ÇoGALIYOR

Ocak ayı içerisinde yoklukların sıkıntısı gittikçe hissedilmeye başlandı.


Bunların başında akaryakıt geliyordu. Hayati önemi haiz ilaçların da bulun­
madığı Ank.ara'da gıda maddeleri fiyatlarının % 39 nisbetinde arttığı, yakıt
yokluğundan resmi dairelerin kaloriferlerinin de yanmadığı ve bu yüzden
birçok memurun görevine gelmediği, Et Balık Kurumu mamullerine % 44- 1 10
arasında değişen zamların yapıldığı gazete sahifelerinde yer alıyordu.

DEMİREL KAHRAMANMARAŞ OLAYLARINI


İSTİSMAR EDİYOR

Kahramanmaraş olaylan muhalefetin eline iyi bir koz olarak geçti. Muhale­
fet bunu sık sık kullanmaya başladı. Nitekim Demirel "Hiçbir ülkede 106
kişinir Kahramanmaraş'taki gibi öldüğü olaydan sonra hükümetin işbaşında
durdugu görülmemiştir " şeklinde beyanat verdi. Doğru, hakikaten bu olay bir
hükümeti düşürebilecek bir olay. Nitekim İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı bu
ayın başında istifa etti. Ancak Demirel hükümeti zamanında da Kahramanına-

241
raş olaylarının bir ufağı Çorum'da olacak fakat Demirel hükümetten
ayrılmayacaktır. Eğer her olaydan sonra hükümetler çekilecek olsa, ülkede is­
tikrar mı kalır? Kaldı ki hükümeti kuran çoğunluk partisinin lideridir. O istifa
etse hükümeti azınlık partisi mi kuracak? Nereden baksanız sakat. Hükümetin
bir kusuru varsa hesap görülecek yer meclistir.

CHP İLE AP'NİN BİRARAYA GELME İSTEKLERİ


VE DEMİREL'İN CEVABI

Aralık ayı sonunda cereyan eden Kahramanm·araş'taki kanlı olaylar sonun­


da Türkiye'de dunnayan v"C gittikçe tınnanan anarşi ve terör olaylan karşısında
Cumhurbaşkanı dahil, has·ında ve kamuoyunda Cumhuriyet Halk Partisi ile
Adalet Partisinin biraraya gelerek diyalog kurmaları ve müşterek hükümet kur­
maları fikri yeniden sık sık ortaya atılır olmuştu. Bu istek milletin
çoğunluğunun isteği idi. Zira meclisteki partilerin sandalye sayılan kuvvetli bir
hükümet kurulmasını ancak Cumhuriyet Halk Partisi ile Adalet Partisinin bira­
raya gelmesiyle mümkün kılabiliyordu.
Bu istekler üzerine Demirel "Türkiye'de iktidar yok ki diyalog kuralını,
Cumhuriyet Halk Partisi ile koalisyonu gerektiren bir durum yok"
"Cumhuriyet Halk Partisi-Adalet partisi uzlaşmasmr istemek beceriksiz idareyi
örtme taktiğidir" gibi beyanlarda bulunuyor ve ·böyle bir işbirliğine karşı
olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Aynı Demirel'e 24 Ekim 1979 tarihinde
hükümeti kurma görevi verilecek, Demirel büyük bir iddia ile hükümeti kura­
cak, fakat terör olaylan azalmayıp gittikçe çoğalma gösterince 2 1 Aralı'k. 1 979
günü "Anarşi hükümet sorunu olmaktan çıktı, devlet tümü ile, millet tümü ile
huzur ve sükOnun sağla�ası yanında yer almalıdır" diyecek, yani kendisi
hükümet olduğu zaman bütün millet yanında olacak, ama başkası hükümette
iken ona milletçe yardımcı olunmayacak. İşte bizde iktidar ve muhalefet olun­
duğu zaman izlenecek tutuma en iyi örnek.

242
MİLLİ SAVUNMA BAKANI HASAN ESAT IŞIK'IN
BAKANLIKTAN AYRD..JŞI

Ocak ayına gelinceye kadar Milli Savunma bakanı Hasan Esat Işık ile bazı
sürtüşmelerimiz oldu. Hasan Esat Işık, Genelkurmay Başkanlığı ile Milli Sa­
vurana Bakanlığının ayn ayn Başbakanlığa bağlı olmasını bir türlü hazmede­
miyor ve Genelkurmay Başkanlığının Milli Savurana Bakanlığına bağlı ol­
masını istiyordu. Bunu açıkça ifade edemese de, imalı olarak dile getiriyordu.
Büyükelçilik yaptığından ve·hayah Dışişlerinde geçtiğinden dolayıdır ki daha
çok Dışişleri Bakanlığının işleri ile uğraşmaktan kendisini alıkoyamazdı. Za­
man zaman yapılan toplantımda, brifinglerde. ordunun ihtiyaçları, subay ve
astsubaylara sağlanmasını istediğimiz sosyal haklar üzerinde birbirimize ters
düşmeye başladık. Kuvvet Komutanlarının da bulunduğu bir toplantıda
subay, astsubaylara yaptırılacak lojmanlar üzerinde konuşurken kendisi, loj­
manların ayn mahalleler halinde olmaması, halkın içine karışmamız, mesela
şehirdeki apartmanların bir veya birkaç dairesinin lojman olarak kullanılması,
böylece halkla kaynaşmamız gerektiğini öne sürdü. Bunun mümkün olamaya­
cağım sebepleriyle izah edince aramızda hoş olmayan bir münakaşa oldu.
Aynca Milli Savunma Bakanı ile İkinci Başkan arasında Meclis Bütçe Komis­
yonuna verilecek brifing konusunda da yine hoş olmayan bir telefon
konuşması cereyan ettiğini İkinci Başkan'dan öğrenince, durumu Cumhur­
başkanına izah ettim ve daha çirkin olaylar cereyan e$1ebilir, Milli Savurana
Bakanı değiştirilse çok iyi olur dedim. Cumhurbaşkanı Başbakan Ecevit'e
söylemiş olmalı ki Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık 14 Ocak günü istifa
etti ve yerine Neş'et Akmandor tayin edildi.
Hasan Esat Işık çok zeki, devlet hizmetinde uzun zaman çalıştığı için
tecrübeli bir zat. Ancak bazı saplanblan var, supleksi az. Çabuk sinirlenen bir
mizaca sahip. Gerçi Milli Savurana Bakanlığından ayrıldıktan ve hatta iktidar­
dan ayrıldıktan sonra da dostluğumuz devam etmiştir, fakat Milli Savunma
B akanı olarak kalmış olsaydı belki bu dostluğumuza da halel gelebilirdi.
Ayrılmasının iyi olduğu inancımı hfila muhafaza ederim.

243
İÇİŞLERİ BAKANLIGINA
HASAN FEHMİ GÜNEŞ GELİYOR

İrfan Özaydınlı'nın ist:fası ile boşalan İçişleri Bakanlığına da Hasan Fehmi


Güneş getirildi. Bir müddet sonra l'>ir kadınla gayri meşru hayat yaşadığı ga­
zetelerden birisinde fotoğraflarla yayınlanınca o da görevinden istifa etmek zo­
runda kalacak. İçişleri Bakanlığı çok feragat ve fedakarlık isteyen bir makam.
Özellikle terör olaylarının gittikçe çoğaldığı ve ülkenin birçok yerinde
sıkıyönetimin uygulandığı·bir ortamda.
Ocak ayını kapatmadan bu ayın da ölü ve yaralı bilançosunu zikretmek ya­
rarlı olacak.Ur.
Ocak ayı içerisinde bütün yurt satlunda 542 olay cereyan etmiş ve 43 vatan-'
daşımız hayaunı kaybenniş, 430 vatandaşımız da yaralanmıştır.

ŞUBAT 1979

ABDİ İPEKÇİ ÖLDÜRÜLÜYOR

Şubat ayına girer girmez 1 Şubat günü Milliyet gazetesi başyazarı ve genel
yayın müdürü Abdi İpekçi otomobili ile evine giderken öldürüldü. Bu olay
hem yurt sathında ve hem de dünyada büyük yankı uyandırdı. Artık öldürme
olaylan basın mensuplarına da sirayet etmişti. Cani de maalesef buluna­
mamışU.
Cumhurbaşkanı Korutürk üzüntüsünü dile getirmiş ve bölücülere karşı
bütün partilerden ortak tavır takınmalarını istemişti. Cumhurbaşkanı bu isteğini
dile getiredursun, Abdi İpekçi'nin İstanbul'da yapılan cenaze töreninde
Başbakan Ecevit ile ana muhalefet partisi başkanı Demirel biraraya geliyorlar,
fakat maalesef orada dahi gfüüşmüyorlardı. Basın bunu, "Cenaze töreninde
bile Ecevit Demirel görüşmesi olmadı" şeklinde kamuoyuna duyurdu.

244
ŞUBAT A YI SIKIYÖNETİM KOORDİNASYON TOPLANTISI

2 Şubat günü Başbakan Ecevit'in başkanlığında İkinci Sıkıyönetim Koor­


dinasyon toplantısı yapıldı. Toplantıya ben, Başbakan Yardımcısı Faruk
Sükan, İçişleri Bakanı, Milli Savunma Bakanı, Adalet Bakanı, Kuvvet Komu­
tanları, Jandanna Genel Komutanı, Sıkıyönetim Komutanları ve diğer ilgililer
katıldılar. Sıkıyönetim ilanı üzerinden henüz çok kısa süre geçmişti. Top­
lantıda en önemli hususlara işaret eden Faruk Sükan oldu. Kısaca şunlara
değindi:
Tek11ik Ü11iversitesi eski rektörü Karafakıoğlu ile Abdi İpekçi'nin
öldürülmesi göstermiştir ki, ci11ayet ve terör şebekeleri yeni yeni hedefler
seçmektedirler. Bu11dan sonra toplumda büyük heyecan yaratacak hedefler de
seçebilecekleri a11laşılıyor. Bunun için anarşinin kay11�/arı, iç ve dış mihrak­
ları üzeri11de çok ciddi tahliller yapmak zorundayız. Meseleyi basit sağ sol
olayı olarak değerlendirmenin yanlış olacağı ka,naatindeyim. Tedhiş hareketle­
rinin mutlaka milletler arası bazı mihraklar tarafuuian beslendiğini unutmamak
lazmıdır. Ortadoğu'daki güçlü Türk devletini istemeyen pek çok komşu veya
süper devl!!tler bulunabileceğinin hesabım da bu memleketin sorumlularının
hiçbir şekilde meseleyi dejenere etmeden düşünmeleri ve bu mihraklara doğru
gimıeleri lazımdır.
Bu noktada Milli İstihbarat Teşkilatımıza büyük görevler düşmektedir.
Sıkıyönetim ilan edilen şehirlerimizde anarşik olaylar tırmanma
göstermektedir. Bunun için mahalli zabıta kuvvetleri günün 24 saatinde görev
yapacak şekilde takviye edilmesi gereklidir. Herhangi bir olaya en kısa zaman­
da mesela üç daldka içerisinde eldpler müdahale edebilmelidir.
Hassas noktalar vardır, mesela elektrik sa/lfrallerine, su depolarına,
köprülere, demiryollarma, resmi dairelere sabotajların yapılabileceğini gözden
uzak tutmamak lazım. Sivil Savunma Teşkilatım harekete geçirmek suretiyle
011/ardan istifade mümkündür. Ancak araç, telsiz ve diğer lüzumlu malzeme ile
donatunlannın sağlanması gerekir.
Fransa'da 1968 senesi11de evvela öğrenci hareketleriyle başlayan olaylar
Fransa'ya yayillp yaygınlaşınca Fransız hükümeti bütçesinin yarısına yakın bir
ödeneği İçişleri Bakanlığına tahsis etmek suretiyle emniyet kuvvetlerini kısa
zamanda güçlendirmiş ve böylece anarşistlerle mücadeleyi kazanmışnr.
Biz de ne yapıp yapıp İçişleri Bakanlığımıta ek ödenekler vererek polisi­
mizi güçlendirmeliyiz. Sıkıyönetim geçici bir idare şekli olduğuna göre zabıta
kuvvetlerimizin günümüz şartlarına, ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde reor­
ganizasyonunu bu acı tecrübelerden ders alarak hiç vakit kaybetmeden yap-

245
malıyız. Emniyet Genel Müdürlüğü karargdhını ıslah etmek lazımdır. Burası
ıslah edilmediği müddetçe birçok hususun gerçekleştirilmesi mümkü11 değildir.
Bir ciddi merkeze ihtiyaç vardır. Politik cereyanların tesiri altında yıpranmış
olanların oradan derhal uzaklaştırılması şarmr.

İÇİŞLERİ BAKANININ ACI İTİRAFLARI

Toplantıda İçişleri Bakanı H. Fehmi Güneş'in söylediklerinden enteresan


olanlarını da zikretmek istiyorum:
İçişleri Bakanlığımn özellikle emniyet örgütü şu anda karşı karşıya bulun­
duğumuz terör problemini sürdürebilecek, üzerine gidebilecek, onunla
başedebilecek kabiliyette değildir. Şu anda benim İçişleri Bakanı olarak tutu­
nabileceğim tek dalım jandarma kuvvetleridir. Polis çok geleneksel, çok bez­
gin, psikolojik olarak çok çökmüş durumdadır. Benim emniyetteki istihbarat
örgütüm olayların önünden değil arkasından gitmektedir. Önceden istihbarat
yapacak ne güçtedir ve ne de anlayıştadır. Bugün Türkiye yoğun bir silah
kaçakçılığı baskını altındadır. Hatta şimdi lran'a da bizden silah geçmektedir.
Biz silah girişini önleyemiyoruz. istihbaratımız zayıf. Bütün bunların halli
paraya mütevakkıf Bugün Almanya'nın hurdaya çıkardığı ve bize yardım ola­
rak verdiği araç ve teçhizatı kullanıyoruz. Bunu şunun için söylüyorum ki,
araç malzeme almak hiç de kolay değil. Ödeneğimiz yok. Jandarmanın denizde
kaçakçılarla mücadele için İstanbul'da bir botu var. Yapımı devam edenlerin
parasını ödeyemiyoruz. Ba_kanlığımıza finansman açısından anlayış
gösterilmeli, kuşkusuz yatırımlar önemli, üretime yönelik yatırımlar önemli,
ama biz bu işlerle başedemezsek korkarım ki yatırımların hiçbiri11i yapamayız.
Sıkıyönetim Komutanlarımızla çok iyi bir işbirliği içindeyiz. Bizden istedikleri
eleman, malzeme listelerini verirlerken bizim durumumuzu da lütfen gözönüne
alsınlar. Sıkıyönetim bölgeleri dışında aracımız da yok, telsisimiz de yok, ele­
manımız yok, bomba uzmanımız yok. Bir tek balistik laboratuvarımız var. Bir
tek mikroskopumuz var. Mikroskop aldığımızı farz edelim fakat uzmanımız
yok. Uzman yetiştirmek için İngiltere'ye yeni eleman gönderdik. İstihbarat
okulumuz var. Bir dönemde 20 kişi eğitebiliyoruz. Gülünç bir rakam. Emir
verdim 50'ye çıkaracağız. Çok polisimiz var, ama işe yarayacak polisimiz çok
az. Sadece 17 ilimizde fotoğraf makinamız var, 50 ilde yok.
Bütün bunları düzeltmek için çalışıyorum. Eğer bu sorumluluğu bize
yüklüyor/arsa bunu bütün gücümüzle kaldırmaya çalışacağız. Ama/alan kişiyi
şuraya getireceğim dediğim zaman birçok arkadaşlarımız karşımıza dikiliyor.

246
Filanı buradan alacağım dediğim zaman, birçok arkadaşlarım karşımıza diki­
liyor (Milletvekilleri, partililer ve Bakan arkadaşlarını kasdediyor). Bunu bize
bıraksınlar. Bir Bakam, bir bekçi bir polis vesaire işi ile uğraştırmasınlar.
Bunları belki bu kurulda söylememem lazımdı fakat içimi dökmek ihtiyacını
duydum.
Emniyet kuvvetlerinin acıklı durumu en selahiyetli bir ağızdan bundan daha
açık ve samimi olarak dile getirilemez. Senelerin ihmali, vurdumduymazlığı
polisi bu hale getirmişti. Polisin bu duruma gelmesi yalnız şimdiki iktidara
yüklenemezdi. Gelmiş geçmiş bütün iktidarların bunda vebali vardır. Bu hale
gelmiş emniyet kuvvetlerinin kısa zamanda düzeltilmesi elbette mümkün ol­
maz. Ama büyük bir hamle ile buna başlamak lazım. İşte yapılmayan bu. Ba­
kan dertli, ödenek istiyor, ödenek verilmiyor. İmkanlar çok kısıtlı. Yalnız bir
şeyi unuttu; polisin derneklere bölünmesi hususu. onu da belki kasden
söylemedi.
Dcmirel'in kulakları çınlasın. 12 Eylül'den sonra, Sıkıyönetim Komutan­
lanna bütün yetkileri verdik. İ steselerdi anarşi ve terörü önlerlerdi. Bir darbeye
karar verdiklerinden görevlerini yapmadılar diye sağda solda hep bu temayı
işledi.
Polisin durumunu bir İçişleri Bakanı bütün açıklığı ile ortaya koyuyor.
Demirel zamanında da polisin durumu pek farklı değildi. O dönem geldiğinde
bu noktaya tekrar değineceğim.

CUMHURBAŞKANI DEMİREL İLE KONUŞUYOR

8 Şubat günü Demirel Cumhurbaşkanı Korutürk ile iki saate yakın


görüştükten sonra "Ecevit istediği takdirde görüşmeyi reddetmeyeceğini"
açıkladı. Fakat bu sözlerinin hemen arkasından da "Hükümet Anayasanın
dışındadır" demeyi ihmal ebnedi.
Cumhurbaşkanı da " Ülkeye huzur gelmesi ve rejimin korunması için lider­
lerin ve partilerin işbirliği yapması lüzumludur" şeklinde yeni bir açıklama
daha yaptı.
9 Şubat günü de Ecevit Cumhurbaşkanı ile görüştükten sonra "Hükümet
sorunu yoktur" şeklinde bir beyanda bulundu.
1 0 Şubat'ta Cumhurbaşkanının istediği birlik, beraberlik ve işbirliği
çağrısının aksine mecliste Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri ile Adalet
Partisi milletvekilleri sille tokat birbirlerine girdiler.
247
Ecevit isterse görüşürüm diyen Demirel 1 1 şubat günü "Dünyanın hiçbir
ülkesinde zimmetinde 1 200 ölü, yüzde 70 enflasyon, itibarsızlık, zulüm,
işkence, adaletsiz ve merhametsiz partizanlık bulunan böyle bir hükümet, bir
gün dahi ayakta duramaz. Hırsı boyunu aşmiş bir kadro idareyi gasbetti"
şeklinde beyanat veriyordu.
Bir taraftan sırf Cumhurbaşkanı istiyor diye Ecevit isterse görüşürüm diye­
ceksin, diğer taraftan hemen arkasından konuşacağın kişiyi böylesine çirkin
kelimelerle suçlayacaksın. Elbette böyle bir durumda diyalog kurulamaz.
Uzun senelerden beri vaktiyle idam edilmiş veya müsademe sonunda
öldürülmüş teröristlerin ölüm günleri geldiğinde taraftarlarınca vatan kurtaran
arslanlar gibi anılması ve o gün yurt çapında eylemler yapılması gelenek haline
getirilmişti. İşte şubat ayının 19'una gelindiğinde Ulaş Bardakçı denilen
teröristin ölüm yıldönümünde Marksist, Leninist militanlar yurtta terör havası
estirdiler.
B u meyanda Kartal'da eski Milliyetçi Hareket Partisi ilçe başkanı, Anka­
ra'da bir polis, Adana'da bir öğrenci, Mersin'de ve Tarsus'ta sağ görüşlü iki
kişi öldürüldü. B u rs a'da TOFAŞ'ın buhar santralı havaya uçuruldu.
istanbul'un çeşitli yerlerinde 30 bombalı pankart asıldı. Eskişehir'de Milliyetçi
Hareket Partisi, Ülkücü Gençlik Derneği ve Tabipler Odası binaları bomba­
landı. Kars'ta Vali Konağı dahil dört yere bomba atıldı.
Sıkıyönetim ilanı henüz iki ayı doldunnadığı halde muhalefet sıkıyönetimin
sulandırıldığını, Eşgüdüm ucubesi ile Sıkıyönetim Komutanlarının yetkilerine
müdahale edildiğini ortaya atmaya başlayınca buna cevap vennek de yine bana
düştü.
B u beyanların maksatlı olarak yapıldığını d ile getirdikten sonra
"Sıkıyönetimin yumuşak bir tutum izledikleri ve henüz anarşinin kökenine in­
emedikleri iddiasım ileri sürenlerin amacı, bu konuda komutanlıkları gayri ktı­
nuni yollara sürerek, samk ve hükümlülere işkence yapmayı , zamanlı za­
mansız aramalarla vatandaşı huzursuz etmeyi telkin ise aldanmaktadırlar"
şeklinde açıklamada bulunduk ve sıkıyönetimin keyfi ve zulme dayalı bir
yönetim olmadığını, Sıkıyönetim Komutanlıklarının Eşgüdüm Başkanlığına
bağlı olmadığını belirttim ve Silahlı Kuvvetler mensuplarının çıkar
çekişmelerine konu edilmemesini istedim.
Anarşik olaylar böyle cereyan ederken Şubat ayında ekonomik durum da'
kötüye gidiyordu. Akaryakıt sıkıntısı hfil1 giderilememişti. B u yüzden
araçların bir gün tek, bir gün çift numaralı olanlarının sefere çıkması teklifleri
yapılmaya başlandı.

248
OECD'NİN EKONOMİK DURUMUMUZ
HAKKINDAKİ RAPORU

OECD'nin Türle ekonomisi hakkında verdiği rapor da iç açıcı değildi. Ge­


nel olarak şöyle diyordu:

"Türkiye'niJı ekonomik darboğazda11 kurtulma ümidi görülmemekte,


Türkiye'nin durumu iflas durumuna gelmiş olan Peru'da11 da kritik.
Herşeyde11 önce Türkiye, kendisine yardım edecek ülkeleri, ekonomisini
düzeltme konusunda kesin kararlar almağa hazır olduğuna inandırmalıdır."
Bundan dolayı da hükümetimizin OECD ülkelerinden istediği bir milyar
dolarlık yardımı kabul edilmedi. Zira borç verecek ülkeler borcu verirlcen ken­
di şartlarının kabul edilmesini istiyordu. B izim hükümet ise buna
yanaşmıyordu.

Terörün şubat ayı bilançosu şöyle: 600 olayda 46 vatandaş ölmüş, 458 va­
tandaş yaralanmışur.

MART 1979

ECEvtriN MİLLETIEN İSTEDiGi FEDAKARLIK

Mart ayına girildiğinde Ecevit bütün milleten zorluklara göğüs germesini


istemek zorunda kalarak özetle şöyle bir beyanat vemıek ihtiyacını duydu:

"Türkiye zaman geçirmeden bazı köklü çözüm ve özverilere yönelmek zo­


rundadır. Uluslar dar zamanlarda göğüsleyebildikleri zorluklara göre
büyüktürler. "
Doğruluğundan hiç şüphemiz yok, ancak bu söz yalnız iktidarda bulunan­
lar tarafından değil, muhalefette olduğu zaman da söylenebilmelidir. İktidarda
iken milletten fedakarlık isteyeceksiniz, muhalefette iken ise, iktidarın becerik­
sizliğinden halkımız perişan oldu. Beceriksizliği örtmek için milletten özveri
isteniyor diyeceksiniz. İşte bu olmadı. Bunda samimiyet yoktur. Maalesef
bugüne kadar hep böyle olmuştur. Gelecekte bunları göreceğiz.

249
Ecevit bu beyanatı verdikten bir gün sonra 2 Mart günü İstanbul'da en
büyük soygun olayı gerçekleştirildi. Cerrahpaşa Hastanesi personelinin
maaşını getiren ambulans ve polis otosu pusuya düşürülerek 1 5 milyon para
alındı.

DEMİREL'İN ORDUYA SATAŞMASI


VE ECEVİT'İN CEVABI

Şubat ayının son günü Demirel tarafından "Hükümetin aczini ve kusurunu


örmıek için ordunun nüfuzunu kullanmaya kalkmıştır" şeklindeki beyanatına
Ecevit 2 Mart günü "Silahlı Kuvvetlere gölge düşürülmesi sorumlu bir dav­
ranış sayılmaz" şeklinde cevap veriyor, Demirel ise buna karşılık "Silahlı Kuv­
vetlerin gölgesinde iktidar olunamaz, bir zamanlarm Ordu + Halk Partisi =
İktidarformülüne bugün yine müracaat edilmektedir" diyor.
Bu gibi çirkin isnatlar ve yakışunnalann ne iktidara ve ne de muhalefete bir
yarar sağlamadığını bu politikacıla; hala anlayamamışlar. Şimdi Silahlı Kuv­
vetleri de kendi çirkin emellerine alet etmek istiyorlar. Ben buna cevap verme­
dim. Vermedim ama, ordunun Cumhuriyet Halk Partisi paralelinde
gösterilmesi hem beni, hem diğer komutan arkadaşlarımı çok üzdü. Elbette
.

diğer mensuplarını da üzmüştür.

Esasen o tarihte Sarıkanuş'ta yapılan kış tatbikatında idik. Çok soğuk bir
havada icra edilen tatbikattan sonra Sarıkamış Orduevinde verilen akşam
yemeğinde bir konuşma yaptım. Konuşmamda Türk milletini bölmek isteyen­
lere şiddetle çatarak "Ceset/erimizin üzerinden geçmeden bu vatan bölünemez"
dedim ve Harp Okulu Marşı ile yemeği bitirdik.

DEMİREL'İN YİNE ORDUYA SATAŞMASI

Demi rel susmuyor, her gün konuşuyor; işte 3 Mart günü yaptığı
konuşmanın ufak bir bölümü:

"Hükümet günahlarının içinde boğulup gidecek. 14 ay içinde meydana ge­


len kan denizinin baş sorumlusu hükümettir. Başbakan silahların gölgesine
sığınmıştır. Bu hükümet elinde, sıkıyönetim netice alamaz."

250
Bu gibi karşılıklı suçlamaları şunun için yazıyorum ve daha da yazmaya de­
vam edeceğim. İleride siyasete atılacaklara belki iyi bir örnek olur.

Böyle yapılan konuşmalar yurda hiçbir yarar sağlamadığı gibi ülkeyi ağır
ağır bunalımlara sürükleyecek ve sonunda 12 Eylül Harekatı ile noktalana­
caktır.

İşte 12 Mart günü yine Demirel'in 1 2 Mart 197 1 Muhtırasının yıldönümü


dolayısıyla verdiği beyanat:

"Muhtıra sebepleri bugün 40-45 katı ile var. Ancak muhnranm bir çözüm
olmadığı görüşündeyim. Bu hükümet gider, milletin derdi biter.
Bunalımlı dönemlerden çıkış için halik oylaması yapılmaması bir eksiklik­
tir. Başkanlık sistemi de düşünülebilir."

ARKA ARKAYA GELEN ZAMLAR


VE DEMİREL'İN BEYANLARI

Mart ayı aynı zamanda birçok ürünlere zamların yapıldığı bir ay oldu.
Akaryakıt sıkıntısı ise had safhada. Bu yüzden şehirlerarası taşımacılık da
yapılamıyor.

Akaryakıt fi yatlarına % 67-% 1 00, sigaraya % 30- % 50 arasında zam


yapıldı.

Şekere, demir çeliğe, kömüre, yağ fiyatlarına, elektriğe de büyük ölçüde


zam geldi.

B u zamlar karşısında Demirel, "Bu ekonomik tedbirler vatandaşuı kanını


emme hareketidir. Ecevit istifa etmelidir."
Alparslan Türkeş de "Zamlar vatandaşın başına balyoz gibi inmiştir.
Yaşanıak mucize haline gelmiştir " dediler.
1980 başında iktidara Demirel gçlecek akaryakıt dahil birçok ihtiyaç mad­
delerine zam yapacak; bu sefer de Ecevit bu zamları tenkit edecektir.

Mart ayında yurt sathında 792 çeşitli terör olaylan cereyan etmiş bu olaylar-
·

da 57 kişi ölmüş, 662 kişi yaralanmıştır.

25 1
MART AYI SIKIYÖNETİM KOORDİNASYON TOPLANTISI

Mart ayında da şubat ayında olduğu gibi iki Sıkıyönetim Koordinasyon


toplantısı yapıldı. Bu toplantılarda Sıkıyönetim Komutanları ihtiyaçları dile
getiriyorlardı. Özellikle polisin çok yetersiz, disiplinsiz olduğu, tabancasını hiç
kullanmamış, nasıl ateş edileceğini bile bilmeyen polislerin bulunduğu, motor­
lu araç noksanı . telsiz noksanı ortaya konuyor ve biran evvel bu noksanların
giderilmesi isteniyordu. Aksi halde böyle bir polis gücü ile senelerce eğitim
kamplarında özel eğitim görerek yetiştirilm iş teröristlerle mücadelenin
mümkün olmayacağı açıkça söyleniyordu.
Bütün bu söylenenler not ediliyor fakat müteakip aylarda yine de etkin
önlemler ilgili Bakanlıkça alınamıyordu.

NİSAN 1979

DEMİREL'İN HÜKÜMETİ SUÇLAYAN BEYANI

Nisan ayına girdiğimiz gün Demirel çok sert ve acı bir beyanat verdi. Şöyle
söylüyordu: "Türkiye'nin çeşitli yerlerinde bu tür olayları yapanlar cesareti
nereden alıyorlar? Bunlardan on tanesi bir hükümeti götürmeye yeter. Merhum
Belediye Başkam ile gelini ve torununu katledenler ortada yok. Ümraniye
vahşetini yapanlar hfila yakalanamamıştır. İstanbul Üniversitesi vahşetinin fail­
leri ortada yoktur. Sağmalcılar Cezaevi ile Gaziallfep Cezaevini güpegündüz
basarak adam kaçıranlar ortada yoktur. Devlet nerededir! Bunlar ne için
yakalanamıyor. Açıkça iddia ediyorum bu hükümet bunları yakalayamaz, ya­
kalamaz. Cür'et ve cesareti bu işi yapanlar hükümetin aczinden almaktadırlar.
Türkiye'de hükümet olduğunu kimse söyleyemez. Gasp ve soygun olayları
artmıştır. Türkiye'de isteyen istediğini mi alacaktır? Hükümet olaylaruı üstüne
varamıyor. Varsa ortaklarım bulur. Bu hükümeti hükümet yapan mihraklar
vardır. Bunlara dokunamaz. Bu �tıkümet anarşinin de hamisi olmuştur. Ken­
disini hükümetyapan anarşiye dokunamaz."
Görüldüğü gibi bundan daha ağır bir saldın ve itham düşünülemez. Bunu
sade bir vatandaş söylese Başbakana ve hükümetin manevi şahsiyetine haka­
retten mahkOm olur.

252
Söylenenler yalan da değildir. Ancak kabahat hükümette midir, yoksa
bugüne kadar başta emniyet kuvvetleri olmak üzere devletin çeşitli kuru­
luşlarının ve Anayasal kuruluşların bu hale gelmesine seyirci kalan gelmiş
geçmiş hükümetlerin midir, Parlamentonun mudur? Bunu iyi düşünmek ve
karar vermek gerekir.
Nitekim ileride hükümeti Demirel kuracak, onun döneminde de olaylar
önlenemeyecek, yine faili meçhul adam öldürme olaylan devam edecek,
hapishanelerden kaçmalar, kaçırmalar, gasplar, vahşetler olacaktır. 197 1 olay­
larında iktidarda Adalet Partisi değil miydi? 12 Mart Muhtırası verilmese ve Si­
lahlı Kuvvetler olaya el atmasa, 1 97 1 olaylan önlenebilecek miydi? Mesele
hükümetlerin değişmesinde değil, Anayasa başta olmak üzere birçok kanunda
köklü değişiklikler yapıp devleti yeni temeller üzerine oturtmakta idi.
Öyle zannediyorum ki bunun böyle olduğunu Demirel de biliyordu. Fakat
hükümeti yıpratmak ve dolayısıyla devim1ek için eline çok güzel fırsat
geçmişti. Bir taraftan terör olaylan, diğer taraftan ekonomik durumun her
geçen gün iyiye değil kötüye gitmesinden elbette istifade edecekti.

ANARŞİ GİTIİK.ÇE TIRMANIYOR

Ekonomik durumun kötüye gidişini, ülkede aylardır sıkıntısı çekilen petrol


yokluğu açık bir şekilde ortaya koymakta idi. Döviz sıkıntısı devam ediyor ve
tabii döviz olmayınca da petrol ithal edilemiyordu. Kahramann1araş'ta mazot
yokluğundan traktörlerini çalıştıramayan 1 800 çiftçinin Valiliği işgal ettiğini 1 1
Nisan tarihli gazetelerden öğreniyoruz. Yine aynı günkü gazetelerde 1 5 ay
içersinde 32 polis ile 12 bekçi öldürülmüş. Bu haberlerin verilişinden üç gün
sonra Beykoz'da iki polis daha öldürülüyor. Aynı gün Şekerbank'ın eski ge­
nel müdürü evinde öldürüldükten sonra başucuna şöyle yazılmış bir kağıt
bırakılıyor: "Beklenen gün geldi. Bir halk düşmam daha yok oldu. Ne ilki ne
de sonu olacak.Tekelci burjuvazinin adamının, militanlarımız taraf111da11fizik
yapısuıuı ortadan kaldmlmasma karar verildi. Karar gece saat 09.30'da uygu­
landı. Ya özgürlük, ya ölüm, ihtilal yolu, Çayanların yolu."
Görüldüğü gibi ülke her gün biraz daha ihtilale, iç savaşa yaklaşıyor. Bu
durumu görmemek için insanın gözlerini kapaması, kulaklarım tıkaması lazım.
Nitekim hükümetin içinde bulunan bazı bakanlarla yedi bağımsız bakanın
Başbakana gizli muhtıra verdikleri duyuldu.

253
BÖLÜCÜLÜK HAKKINDA
JANDARMA DENE1LEME BAŞKANININ RAPORU

Bölücülük hareketlerini yerinde görmek ve güney hudutlarımızda alınması


gereken tedbirleri tespit etmek maksadıyla Jandarma Genel Komutanlığı De­
netleme Başkanının başkanlığında bir teftiş kurulu görevlendirilmişti. 22 gün
süren bu teftiş sonunda Kurul Başkanının verdiği raporu okumuştum. Bu
raporun 6 Nisan 1 979 günü Başbakan Ecevit'in başkanlığında yapılacak
Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısında okunmasını uygun bulmuştum.
Rapor aynen bu toplantıda okundu. Raporun içinde bulunanlar çok açık olarak
o bölgedeki durumu aksettiriyordu. Bunların hükümet kanadınca da bilinme­
sinde yarar vardı. Raporun önemli gördüğüm bölümlerini aşağıya alıyorum:
"Bugün Suruç'tan Uludere'ye, daha ötelere kadar, Gü11ey hudut
bölgelerimiz, adım adım yoğun bir bölücülük humması içindedir.
Biz, Doğuya gittikçe yoğu11laşan, her vatanseveri yürekten yaralaya11 bu
hummayı gördük, irkildik; oralarda görev yapa11 arkadaşlarımızm üzü11tülerini,
endişelerini, çaresizliklerini, her şeye rağmen yurtseverlik duygularmm zirve­
sinde yiğitçe görevleri11i sürdürdüklerini müşahade ettik:
Oralarda, artık Devriye Talimatı'ndaki klasik (2) kişilik devriyelerle göreve
çıkmak hayal olmuştur. Bir köye, (20) kişiden az müfreze ile girmek, arama
yapmak, oradan bir ka11u11 kaçağım çıkamıak artık cesaret isteye11 bir iş haline
gelmiştir.
Dağlar, taşlar anlamları korkunç Kürtçe sloganlarla doludur. Şehirler, köy
ve kasabalar için için kaynamaktadır. Arkadaşlarımız ke11di/eri11i bir
müstemlekeci asker gibi hissettiklerini, bölge halkım11, kendileri11e bir işgal or­
dusıuıun subayı nazarı ile baktığım söylemektedirler.
Hudut bölgelerimiz, sessiz ve deri11de11 bir kaosa sürüklenmektedir.
900 Yıl uğrunda can verdiğimiz, şehit kanları ile suladığımız dağlarda, yay­
lalarda, dar sokakların dönemeçlerinde pusuya yata11 Kalaşnikov namluları,
kardeş kanı akıtmak, ölüm kusmak için geriye doğru saymaya başlamıştır.
Ne yazık, o yörelerde, Silahlı Kuvvetler dışmda ayakta duran sağlıklı bir
devlet organı daha kalmarmştır. Devlet müesseseleri, yaygm bir güvensizlik ve
ürkeklik havası içinde otorite ve saygınlığını yitirmeye başlamıştır.
Biz Mardin 'de iken, Derik'de bir polis, güpegündüz sokak ortasında
kurşuna dizilerek öldürülnıüştür. Davaya bakacak olan Derik Hakimi istirahat
almış, bir diğeri kendi kendini reddetmiş, Mazıdağı Hdkimi yetkisizlik karan
vermiş. Yüksek Hdkimler Kurulunca görevli kılınan Mardin Hakimi ise samk
bir öğretmenle üç eğitim enstitüsü öğrencisini tutuklayacak yürekliliği

254
gösterememiştir. İşin dramatik yanı savcı, bu sanıkların sorguları yapılırken
pencerelere kum torbaları yığılmak suretiyle can güvenliklerinin sağlanması
talebinde bulunmuştur.
Biz Uifa'da iken, Suruç'ta, Cezaevi nöbeti11den dönen (2) Jandamıa erimiz
güpegündüz kurşunlanarak silahları ellerinden almmış, failleri buluna­
mamıştır.
Biz Mardbı 'de iken, Öğretmen Okulu öğrencileri; derslerin Kürtçe verilme­
sini sağlamak için dersleri boykot etmişlerdir.
?4 Eylül 1978'de, Mardi11 Eğitim Enstitüsü kapısına asıla11 pa110 ve pan-
ka11/arda şu sloganlar göze çarpıyordu:
"Yaşasın Kürdistan'm Kurtuluş Savaşı "
"Yaşasm Kürdistan Devleti"
"Silahlı Mücadelemiz Sürecektir"
"Yaşasın Bağımsız Kürdistan''
"Kürtlere Özgürlük, So11una Kadar Savaş"
Ve öğrencilerin dağıttıkları beyannamelerde tefsire lüzum olmayacak
açıklıkta şu sözler yer alıyor:
- "Kürt halkmm bağımsızlığı uğrunda dövüşerek toprağa düşen her bir şehit,
kendisinde11 sonra gele11 bi11lercesi11in ruhunu aydınlatacaktır. Şurası bilinmeli­
dir ki, özgürlüğü11 kapısı kanlı ellerle çalımr ve açılır...
"

29 Aralık 1978 gü11ü Nusaybin Hop nıağaralarmda ele geçirilen 494 Rus
roketi11i o mağaraya /dm getirip gömmüştü? Ne zaman, nerede, ne amaçla kul­
lamlacaktı? Ele geçirilemeyen bi11lerce silah 11erelerde saklamyor? Ne zaman
ölüm kusmaya başlayacaklar?
Duvarlara: "Kahrolsun Türldye Cumhuriyeti"
"Kürdistan'a Hoş Geldiniz"
"İşgalciler Defolwı"
"Kürdistan'ın Sömürge Zinciri Parçalanacaktlr"
"Bıjı Rızgariye .. Bıjı Peşmerge"
"Kürdistan Militarist Güçlere Mezar Olacak"
gibi sloganları yazan eller, hangi şen'i eylemlerin taslağını hazırlıyor?
Suruç Ortaokulunda bir öğrenci defteri11i11 yapraklarını nıçın
Kan..Kan.Kan kelimeleri ile doldumıuştur? Körpe çocuklara sınıf geçme no­
tunu ihtilal yapma metodu öğretisine göre veren öğretmenleri denetleyen bir
255
merci kalmadı mı? Bu öğretmenleri, körpe çocuklarımızın beyinlerini çağ dışı
metodlarla yıkasmlar, çimemolaştırsmlar, devletitı, ülke bütiü1/üğü11ün,
özgürlük/erin, nizanı dediğimiz tıe varsa tümünün temeline dinamit koysunlar,
yıksınlar, vursunlar, öldürsü11/er diye mi o güzelim okullarda yetiştirip toplu­
mwı içine saltveriyoruz?
Ciıre'deki MiT elemanı bana "Paşam" diyordu "Biz her şeyi bütün açıklığı
rle yazıyoruz. Yazdık/armuz neden dikkate aluımıyor? Bir halı üzerindeyiz.
Halı, usul usul altımızdan çekiliyor. Bunu, basiretimiz bağlanmışçasına seyre­
diyoruz. Biraz daha çekilirse yıkılacağız ve sanırım, o vakit kalkmamız zor
olacak" sözleri ile kaygılarım d�le getiriyordu.
Bir aja11, ilk ihtilal kurşunu sıkıldığı zaman ihtilalci unsurların uygulayacağı
stratejiyi şöyle anlatıyordu:
"Önce karakollar, kışlalar basılacak. Askerlerin silahlan almacak. Subaylar,
Kürt soyunda11 olmayan memurlar, işgalcileri11 dmali11e hizmet eden yerli
işbirlikçiler kurşuna dizilecek. "
Suruç ilçe Jandarma Bölük Komutam oralardaki arkadaşlarımızm içi11de
bulunduğu haleti ruhiyeyi çok sanıimi sözcüklerle ifade ederken:
"Komutanım" diyordu, "Memleket elden gidiyor. Buralar, günbegün
Türkiye olmakta11 çıkıyor. Birgün karakol/arımız basılacak, işgal kuvveti
sayılan askerlerimiz silahları alımp, kurşu11a dizilecek. Biz, bu gidişi görüyor
ve yaşıyoruz. Elimiz kolumuz bağlı, çaresizlik içinde o günleri mi
bekleyeceğiz. "
Biz oralarda iken, Cizre ve Şmıak'ta, Molla Mustafa Barzani için sembolik
ce11aze namazları kılınmış, camide11 mezarlıklara kadar binlerce kişi büyük bir
uğultu ve velvele ile yürüyerek gövde gösterisi yapnuş, yüzleri maskeli kimse­
lerce Barzani'nin büyük boy posterleri taşmmış, söylendiğine göre, bir zabua
müdahalesi hali11de ölüm kusmak üzere otomatik tüfekli milita11lar mevzilere
sokulmuş, tepelere, evlerin dam/arma gözcüler dikilmiş ve ne yazık, bu trajik
olaylardan sonra ne birfail bulunabilmiş, ne de devlet otoritesini sağlayan bir
işlem yapılabilmiştir.
Muhtelif tarihlerde Derik Kaymakamının ve Cumhuriyet Savcısımn evlerine
uzun namlulu silahlarla ateş edilmiş, Kızıltepe Hakim ve Savcısının evleri
kurşunlanmış, patlayıcı madde atılmıştır.
MardiJı'de polis karakolu otomatik silahlarla taranmış, Cizre'de kayma­
kamın evi ve polis karakolu taşlanmıştır. Tekmil devlet memurları açık açık
tehdit edilerek, günbegün artan bir baskı ve terör havası içinde pasifize edilmiş
ve susturulmuştur.

256
Bölücülük tehlikesi, amansız bir ahtapot gibi gezdiğimiz hudut kesimlerini
sarmış durumdadır. KAWA 'lar, SIVAN'cılar, KOMAL, .RIZGARI grupları,
DDKD'ciler, KUK'cular, DAGCl'lar, APOCU'lar, yer altında ve yer üstünde
faaliyette bulunan legal, illegal teşekküller kasabalardan köylere doğru kor­
kunç bir doğurganlıkla yayılmakta ve çoğa/maktadırlar.
Terör ve baskı ile sindirile11 yöre halkı bu derneklere üye olarak kaydedil­
mekte, tehditle, silah zoru ile haraç alınmakta, davanın zafere ulaşması içi11 i11-
sa11lık dışı her türlü eylem mubah sayılmaktadır.
Şırnak ilçesi Kızı/su Bucak Takım Komutanı olan Jandamıa Başçavuşu, iki
anarşistin takibi sırasmda kurşu11lanarak şehit ediliyor. Failler bellidir. Takip
sırasında Ja11darma müfrezeleri taraft11da11 kılavuz olarak kullamlan (2) köy
muhtan, birer hafta ara ile evleri11de kurşuna dizilerek öldürüldüler. Dağ ya­
sasma göre, işgal kuvvetlerine kim yardım ederse bwıwı cezası ölümdür.
Legal olsun, illegal olsun, tekmil örgütler, artık kuytularda, loş karanlık
köşelerde, yer alımda değil, gün ışığına hasret bir da11aburnu gibi yer yüzüne
çıkarak duyargagalarını uzatmış, ağır ve temki11li adımlarla yürüyüşe
-geçmiştir.
Ne yazık, oralarda Silahlı Kuvvetler dışında sağlıklı bir devlet teşekkülü
daha kalmamış, Devlet teşekküleri otorite ve saygınlıklarını ge11iş ölçüde yitir­
miş durumdadır.
Devlet olduğu zaman özgürlükler vardır, demokrasi vardır. Görevli me­
murların güpegündüz öldürüldüğü, nizamı sağlayacak devlet görevlilerinin ev­
lerinin kurşunlamp bombalandığı, öldürülmeyen/erin sindirildiği, yıldırıldığı,
yiğitçe görev yapan memurlar111 ise, teminattan, can güvenliğinden yoksun bu­
lunduğu bu bölgede devlet otorite ve saygınlığının giderek azalmakta olduğu
kuşku götürmez bir gerçektir.
O yöreler, bir-iki ay, bir-iki yılda mı bu hale gelmiştir? Elbetteki hayır. Bu
çürüme, bu dejenerasyon kammızca bir-iki yılın değil, uzun yılların inzimam
eden ihmal ve ilgisizliklerinin mukadder sonucudur.
Dakika dakika iken, gün gan iken, vakit geçirilmeden o yörelerde alınması
gereken önlemler vardır.
Nihai hedef: Söz konusu yurt köşelerinde, devletin zedelenen nüfuz ve
otoritesinin, azalan saygınlığının iadesi olmalıdır.
Üst düzeyde realize edilecek önlemler cesaretle uygulama alanına konulur­
sa, kuşkumuz yok ki olağanüstü bir korku ve ürkeklik içinde suskunluğa
gömülmüş, sindirilmiş masum vatandaş kitleleri huzur ve güvenliğe
kavuşacak, her önlemi bütün içtenliği ile destekleyecek ve alkışlayacaktır.

257
Jandarma ve özellikle polis, bölgenin, yukardan beri bütün vehameti ile arz
edilen özelliğine göre yeni baştan teşkilatlandırılmalı, yönlendirilmeli, teçhiz ve
takviye edilmelidir.
Yasal çizgilerden ayrılmayarak, örnek devlet memuru onur ve saygınlığı
içinde görev yapan memurlar yöresel siyasal baskılardan ve bazı güçlerin tasal­
lutundan korunmalı, devlet, kendini temsil eden memuruna sahip çıkmalıdır.
Bilindiği üzere, yörede yoksul olup okuma imkam olmayan zeki ve kabili­
yetli çocukları yetiştirmek, yörellill kalkınmasında bunlardan faydalanmak
üzere yatılı bölge okullan açtık.
Allcak, bu okullar zamanla ihmale uğradı. Buralara mahalli ve kötü maksatlı
öğretmenler verilerek, öğrencilere bölücülük, kürtçülük ve aşırı sol fikirler
aşılandı. Adeta bura/adan yetişenler, bölücülüğün, kürtçülüğün ve aşırı sol
a/amlann öncülüğünü yaymaya başladılar.
Bu yatılı bölge okulları , en kısa zamanda ıslah edilmeli; buralara milliyetçi
ve sok dürüst öğretmenler atanmalı, öğrenciler çok titiz seçilmeli ve okulu bi­
ten öğrenciler yörede geçerli sallat dallarma göre endüstri meslek okullarında
yetiştirilmeli. Ayrıca bunlara milli ve Türklük duygusu iyice aşılanarak, kendil­
erinden azami şekildefaydalanma yolları bulunmalıdır.
Biz, burada, sadece 22 gün süren denetlememizde ediıuliğimiz izlenimleri,
gözlemlerimizin sonuçlarım , abartmadan, çarpıtmadan vurgulamaya çalıştık.
Çizdiğimiz kanava, kuşkusuz acı gerçeklerin çok daha yumuşatılnıışı , çok
daha sevimli olanıdır. Gerçeği anlamak için oralara gitmek, ora insanlarının
arasında dolaşmak, dağları, taşları, duvarları dolduran korkunç sloganları oku­
mak, estirilen tedhiş ve terör havası içinde yaşamak, bürokratik engelleri bir
yana iterek oralarda görev yapan vatansever memurların den/erini, dujgularını
dinlemek lazımdır.
Ve arabalarımız sokaklardan geçerken, kin ve garaz kıvılcımları ile tutuşan
mütecessis gözlerin bizi süzdüğünü, o bakışların hiç de dostça olmadığım
görerek irkildik. Kuşku ve üzüntülerle yüklü olarak başkente dö1Zdük.

ADALET BAKANININ İTİRAFLARI

Aynı konu ile ilgili olarak 23 Nisan günkü Sıkıyönetim Koordinasyon


Toplantısında Doğu bölgesinde yaptiğı geziden dönen Adalet Bakanı Mehmet
Can'ın toplantıda yaptığı konuşmayı da buraya alıyorum: Böylece Doğu ve
Güneydoğu Anadolu'nun o tarihteki durumu daha açık olarak anlaşılmış ola­
caktır.

258
Sayın Başbakanım,

Ben yaptığım son doğu gezisinde durumu hakikaten çok vahim gördüm.
Bingöl, Adıyaman, Malatya, Elazığ, Diyarbakır'a uğradım. Oradaki kamu
görevlileri yılmış durumdadırlar. Hepsi can korkusundadırlar. Çoğu da oraya
sürgün edilmişlerdir veya yerli halktandırlar. Tunceli'nin Ovacık kazası hariç
hiçbir kazasında kaymakam yoktur. Vilayet Jandarma Komutanlığından bir
yüzbaşı vekalet etmektedir. Durum o kadarfecidir ki, bölge halkından olmayan
kamu görevlilerine ateş edilmekte, evlerine bomba atılmakta böylece o
görevliyi kat;..ı rmaya çalışmaktadırlar. Bir savcmın a11lamğına göre, bir köydeki
suçluyu aramak ve yakalamak için bir jandarma üsteğmeninilı 25 Jandarma eri
ile gittiği köyde, kızların, çocukların, kadınlarm karşı çıkması ve jandarmaların
üzerine hücum emıeleri üzerine jandarmalar müessif bir olay olmaması için
geri dönmüşlerdir. Bunu d ,jyan çiiğer köylerin de aym durumu tekrar etmele­
rinden korkarım.

Jandarma Alay Komutanlığına vekalet eden jandarma yüzbaşısımn ailesi


doktora gidiyor, rapor almak istiyor. Doktor, veremem, buradaki örgütten
emir almam gerekir diyor.

Tunceli'nde dört saat kaldım. Fraksiyonlar arasındaki silahlı mücadeleden


dolayı bu dört saat süresince silah sesleri kesilmedi.

Pertek Savcısı evinin iki defa bomba_/andığını söyledi. Hakimin evini de


bombalamışlar. Yatak odasının ışığım yakıyor, kendim karanlıkta- çatı katında
yatıyorum. Ne olur beni buradan alın diye yalvardı. Tunceli Valisi de kendisi­
nin alınması için yalvarıyor. Diyarbakır Valisi, Kars Valisi de ne olur beni alm
diyorlar.
Öğremıenlerin büyük bir bölümü fraksiyonlara mensuplar. Tunceli'nde 15
gündür eğitim yapılmıyor. Forumlar düzenliyorlarmış. Anadolu'daki liselerd­
en diploma alamayan fraksiyon mensupları Tunceli'ne gelip oradaki lise-den
diploma alabiliyorlarmış.

Aym durum Bingöl'de de mevcut. Nevruz günü her tarafta ateşler


yakılmış, kırsal bölgelerden de sabaha kadar sesleri kesilmemiş, Okullarda
İstiklal Marşı söylenmemektedir. Atatürk'ün resmi sınıflardan alınıp çamura
atılmış. Öğretmen mani olmaya kalkmış, ·öldürmüşler.

Bingö/'deki Ağır Ceza Mahkemesi hakimleri biz artık karar veremiyoruz.


Bir suçlu için 500-1000 kişi toplanıyor. Biz de can korkusu ile maalesef kefa­
letle suçluyu serbest bırakmak durumunda kalıyoruz. Halk şahitlik yapmıyor.
Kahvede adam vuruluyor. Kimse şahitlik yapmıyor. Vurulan da vuranı
söy lemiyor .
Durumun vahametini Jandannanın raporu ile Adalet Bakanının bu

259
söylediklerinden daha açık bir şekilde kim dile getirebilir ki? Ama maalesef
Başbakan bwılan duyacak, fakat kös dinlemiş gibi hiçbir önlem alınayacakbr.

ECEVİf NİHAYET
BÖLÜCÜLÜK FAALİYElLERİNİ KABUL EDİYOR
ŞERAFETIİN ELÇİ İSE REDDEDİYOR

Bu raporun okunmasını takip eden günlerde Ecevit bölücülüğün tehlikesini


kavramış olacak ki, "Bölücülük önemli boyutlara ulaştı. iç nedenlerle
Türkiye'yi bölmek isteyenler var" şeklinde beyanat vermek lüzumunu hisseti.
Ancak bu beyanattan kısa bir süre sonra Bayındırlık B akanı Şerafettin Elçi,
bölücülük olduğu iddiasını reddetti ve "Ben Kürdüm" sözünü bir daha tekrar­
ladı. Başbakan buna da ses çıkarmadı ve o zat bakanlık koltuğunda oturmaya
devam etti.
Ecevit ya hükümet krizinden çekindi veya o beyanatı inanarak değil, bazı
etkili çevreleri tattnin ettnek için verdi. Başka sebep olabilir mi bilemem.
Şerafettin Elçi'nin bu beyanını ele alarak Türkiye Büyük Millet Meclisinde
"Bakan olmak için ben Türküm demek lazımdır" şeklinde bir konuşma yapan
Turhan Feyzioğlu, bir kısım Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri tarafından
yumruklanmıştır. Bu da gösteriyordu ki; Şerafettin Elçi yalnız değildir. Kendi­
si gibi düşünen bir hayli milletvekili vardır ve bwılar Cumhuriyet Halk Partisi
içerisinde yuvalanmışlardır.

DİSK'İN 1 MAYIS İÇİN TAKSİM'DE


TOPLANACAKLARINI AÇIKLAMASI

1 Mayıs yaklaştıkça Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu her sene


olduğu gibi, yine Tak.sim'de komünizm glisterileri hazırlıklarına başladı.
Sıkıyönetim Komutanlığının bu gösterilere müsaade etmeyeceğini bil­
diğinden, 15 gün kala DİSK Genel Sekreteri tehdit eder şekilde aşağıdaki
beyanab basına verdi:
"Türkiye'(l,e 100.000 kişilik bir hapishane gereklidir. Hepimizi hapis etsin-

260
/er ki, o zaman Türkiye ne oluyor görsünler. Fazla bir şey kazanmadık ki kay­
bedelim. Yüzbinler cezaevine girse de 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlayacagız. "
Göıüldüğü üzere Türkiye'de kanunlara ve yönetime saygısızlık.ve itaatsiz­
lik öyle bir noktaya gelmiş ki; Sıkıyönetim Komutanlığının tebliğine rağmen
bir işçi sendikaları konfederasyonu genel sekreteri böyle bir beyanda buluna­
biliyor ve Sıkıyönetim Komutanlığına meydan okuyabiliyor.

ECEVİT İSTANBUL SIKIYÖNETİM KOMUTANININ


ALDI<il KARARI KALDIRMAYA ÇAUŞIYOR

İşin acıklı tarafı hükümetin bu meydan okuma karşısında bir reaksiyonda


bulunmamasıdır. İstanbul Sıkıyönetim Komutanı, 1 Mayıs günü Taksim'de
gösteri yapılmasını men etmiş olmasına rağmen, Taksim'e işçilerin gelmesi ih­
timali bulunduğunu dikkate alarak 1 Mayıs günü bütün İstanbul'da sokağa
çıkma yasağı koymuştu. Hükümet alınan bu karardan rahatsızlık duymuş ve
kararın verilmemesi için Başbakan Ecevit benim de l 'inci Ordu Komutanı nez­
dinde teşebbüste bulunmamı istemişti. Sebep olarak da; Sıkıyönetim Komu­
tanlığının bu kararına rağmen geniş bir işçi kitlesinin sokağa çıkabileceğini ve
büyük hadiselerin patlak verebileceğini göstermiştir. Ben kendisine; hiçbir şey
olmaz, yapmaya teşebbüs edenler bulunursa gerekli cezaya çarptırılırlar. Kaldı
ki Sıkıyönetim Komutanının verdiği bir emri geri aldırtınak da m ümkün
değildir dedim. Nitekim 1 Mayıs günü Behice Boran ve taraftarlarının yasağa
rağmen yapmak istedikleri yürüyüş anında önlenmiş ve yapanlar da tutuk­
lanmışlardır. Behice Boran'ın tutuklanması da Başbakan ve bazı hükümet
üyelerini rahatsız etmiştir.
İktidar böyle de, muhalefet başka türlü-mü? Onlar da kendi taraftarları için
aynı tutum içersindeler. İşte ufak bir örnek:

261
DEMİREL SIKIYÖNETİM KOMUTANININ
KARARINA RAGMEN GÖSTERİ YAPANLARI KORUYOR

Demirel yurt içi gezilerini devam ettiriyor. Samsun'dan Ankara'ya


dönüşünde Kınkkale'ye uğruyor. Ankara Sıkıyönetim Komutanının gösterileri
yasaklamasına rağmen Kırıkkale Adalet Partisi ilçe başkanı Demirel'i pankart­
larla ve büyük bir kalabalıkla karşılıyor ve ilçeye sokuyor. Bunun üzerine An­
kara Sıkıyönetim Komutanı Kırıkkale Adalet Partisi ilçe başkanını tutukluyor.
Bunu duyan Demirel Ankara Sıkıyönetim Komutanına ilçe başkanının tutuklu­
luk halinin kaldırılması için telgraf çekiyor. Sıkıyönetim Komutanı bu isteği
yerine getirmedi. B unun hıncını Demirel iktidara geldikten sonra 1 980
Ağustos tayinlerinde Ankara Sıkıyönetim Komutanın görev yerini değiştirmek
suretiyle almıştır.
Nisan ayı sonuna yaklaşırken Cumhuriyet Halk Partisinden üç milletvekili
istifa etti. Artık iktidar sallanmaya başlamıştı. Bu istifaları diğer istifalar takip
edecekti.

BANA GELEN MEKTIJPLAR ÇüGAUYOR


MÜDAHALEYİ DÜŞÜNMÜYORUM

Türkiye'nin içinde bulunduğu bu kritik ortam karşısında, vatandaşlardan


Silahlı Kuvvetler içerisinden gelen imzasız veya yanlış isim ve imzalı mektu­
plar çoğalmaya başladı. Bunlardan birçoğu bana küfür yağdırıyordu. Böyle
zamanlarda bu gibi mektupların gelmesi normaldi. Her dönemde bu böyle
olmuştur. Ancak ben bir müdahaleyi şimdilik düşünmüyordum. Bu kritik dev­
renin atlatılabileceğine ve sağduyunun hakim geleceğine inanıyordum. Bıçak
kemiğe dayanmadan yapılacak bir müdahalenin yurda yarardan çok zarar ve­
receği tarihteki misalleri ile sabitti . Şahsen gelip üstü kapalı veya açık bir
şekilde Silahlı Kuvvetlerin müdahalesinden başka bir çıkar yol olmadığını
söyleyenler de az değildi. Hatta bunlar arasında milletvekili ve senatörler de
mevcuttu. Hükümet üyelerinden bile ümitsizliğe kapılmış olanlar. Ecevit'in bu
yükün albndan kalkamayacağına inananlar vardı.

262
MAYIS 1979

İSTANBUL'DA l MAYIS OOLAYISIYLA


SOKAGA ÇIKMA YASAGI KONUYOR

Mayıs ayına 1 Mayıs1a girdik. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 26 Nisan


günü bir bildiri yayınlayarak, İstanbul'da l Mayıs'ta sokağa çıkma yasağı
koydu. Bu kararın yayınlanmasını takip eden gün DİSK Genel Başkanı A.
Baştürk l Mayıs'ta Taksim'de olacağız diye beyanat verdi. Tansiyon gittikçe
yükseliyordu. Bölücülerin ve komünistlerin istedikleri zaten tansiyonun
yükselmesi ve zaman zaman ihtilal provaları yapmaktı. 1 Mayıs onlar için en
uygun tarihti ve yeri de Taksim olacaktı.
Sıkıyönetim Komutanlığının bu karan onlara bir şoketkisi yaptı. 1 Mayıs
günü Behice Boran'ın evi önünde toplanan 300 kişi kadar bir topluluk Behice
Boran başta olmak üzere yürüyüşe geçer geçmez hepsi sıkıyönetim emniyet
kuvvetlerince yakalanıp gözetim altına alındılar. Ancak, o zamanki sıkıyönetim
kanununda bu suça verilen ceza çok az olduğundan kısa bir süre sonra
salıverildiler.
1 Mayıs günü yurt çapında kanlı olayların çoğalmasına neden oldu. Bu gün
beş şehirde sekiz kişi öldürüldü.
Her senenin mayıs ayı başında Brüksel'de NATO Karargahında yapılan
SİIAPEX tatbikatını izlemek ve Askeri Komite Toplantısına katılmak üzere 9
Mayıs günü Brüksel'e hareket ettim.
Burada NATO ülkelerinin Genelkunnay Başkanlarıyla yaptığım özel
konuşmalarda bana Türkiye'deki anarşistler tarafından yapılan terör olay­
larından duydukları endişeleri dile getirdiklerinde üzülüyor ve maalesef cevap
vennekte güçlük çekiyordum. Gerçi bu gibi olaylar İtalya gibi, İngiltere, Al­
manya gibi ülkelerde de oluyordu. Ancak bizdeki olaylar zaman zaman olmak­
tan çıkmış, süreklilik kazanmıştı. İşin en fena tarafı ise gittikçe de çoğalma
göstennesiydi.

263
ECEVİT KOMÜNİST PARTİSİ KURULMALIDIR DİYOR

Aynı tarihlerde Başbakan Ecevit de Strasburg'da Avrupa Konseyi Parla­


menterleri ile yaptığı konuşmada kendisine sorulan bir soru üzerine "Eger
Cumhuriyet Halk Partisi Mecliste çogunlugu alır ve tek başına hükümet kura­
bilirse Türkiye'de de komünist partisi kurulur" şeklinde bir beyanat vermiş ve
tabii bu beyanat basında da yer almışh.

SALT-2 ANLAŞMASINA TÜRKİYE


BULAŞTIRILMAK İS1ENİYOR

Mayıs ayı içerisinde Amerikan U-2 uçaklarının Türkiye üzerinde uçması


hususunda Amerika Birleşik Devletlerinden baskılar gelmeye başladı. Amerika
Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği arasında imzalanmış bulu.nan SALT-2
anlaşmasına Sovyetlerin uyup uymadığını Amerika Birleşik Devlttlerinin
kontrol edebilmesinin, ancak Türkiye üzerinden uçarak Karadenize çıkacak
uçaklarla mümkün olabileceğini ileri sürüyor ve bizi bunu kabule wrluyordu.
Elindeki koz tabii Amerika Birleşik Devletlerinin yapacağı askeri ve ekonomik
yardım idi. Biz Genelkurmay Başkanlığı olarak buna karşı idik. Hükümet de
karşı idi. Nihayet hükümet şöyle bir formül buldu. Amerika'ya "Madem ki siz
Sovyetlerle SALT-2 anlaşmasını imzaladınız ve karşılıklı olarak stratejik silah­
ların kontrol mekanizmasını kabul ettiniz; o halde Sovyetler Birliği bu
kontrolün bizim topraklar üzerinden havalanacak U-2 uçak.lan ile yapılmasını
onaylasın. Biz de o takdirde bu müsadeyi veririz" şeklinde bir cevap verildi.
Bu cevap tabii ki Amarika'yı memnun etmedi ve günlerce bunun münakaşası
yapıldı durdu.
Haziran ayında benim Amerika Birleşik Devletlerine yapbğım gezi sırasında
dahi bu konu ortaya atıldı. Benim tarafımdan da red- dedildi. O tarihteki Ame­
rika Birleşik Devletleri Milli Savunma Bakam Brown ile Amerika'da yapbğım
konuşma çok tatsız oldu. İleride buna değineceğim.
Mayıs ayı içinde iki bayram bir hafta ara ile yapılıyordu. 19 Mayıs Gençlik
ve Spor Bayramı ile 27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı. Bu gibi bayram
günlerinde Silahlı Kuvvetlere mesaj yayınlıyor, böylece düşüncelerimi Silahlı
Kuvvetlere iletmek ve morallerini yüksek tutmak imkanını buluyordum. 1 9
Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı münasebetiyle yayınladığım mesaj ın bir
bölümünde şöyle demiştim:

264
19 MAYIS DOLAYISIYLA YAYINLADIGIM MESAJ

" Ülkemizin güçlenmesini ve dünyada layık olduğu önemli yerini almasını


istemeyen çevrelerin tahriki ile sınıfsız ve kaynaşmış bir kitle olan kahraman
ulusumuzun bütünlük ve bağımsızlığına yöneltilecek kirli emeller de, özünü
Atatürkçü Türk gençliğinden alan Silahlı Kuvvetlerimizin bu heyecanla
çelikleşen iradesi ve yenilmez gücü karşısında eriyip yok olacaklardır.

Bölücü davranış ve tahriklerin sahipleri Türk Silahlı Kuvvetlerinin kendile­


rine asla müsamaha göstemıeyeceğini ve her şeye rağmen aralanndan cesaret
edebilenler çıktığı takdirde, gereken dersi, tarihte mevcut birçok örneklerdeki
gibi, alacaklarını bilmelidirler.

Türk Silahlı Kuvvetleri, yüce ulusumuzun en doğal hakkı olan ve çetin


mücadeleler sonunda kavuştuğu bağımsızlık ve bütünlüğünü, Atatürk ilkeleri­
nin ışığı altında sonsuza kadar korumayı, bu yolda verilmiş şehitlerin ve aziz
Atatürk'ün ruhlarına ödenmesi gereken şerefli bir vefa borcu saymaktadır. "

DEMİREL 27 MAYIS BAYRAMI KALDIRILMALIDIR DEDİ

27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa B ayramı yaklaşırken Demirel hiç lüzumu


yokken "Anayasa Bayramı kaldırılmalıdır" diye bir beyanat verdi. Madem bu
bayramın kaldırılmasını istiyorsun, çoğunlukla iktidar olduğun dönemde
neden kaldırmadın. Şimdi mi aklına geldi. 27 Mayıs olmasaydı, acaba sen
mevcut olur muydun, Adalet Partisi olur muydu?

Ben de 27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramına taraftar değildim. Zira 27


Mayıs'tan evvel de Türkiye'de bir Anayasa vardı. Yalnız Anayasa Mahkemesi
yoktu. Hürriyet de vardı, fakat kısıtlamalar getirilmek istenmişti. Kaldı ki bu
bayram günü millet 27 Mayıs taraftan olanlar, olmayanlar diye ikiye
böıünüyordu. Ancak bugün bunu söylemenin zamanı mıydı? Memleket zaten
çeşitli kamplara bölünmüş, yangının üzerine benzinle gitmenin filemi var mı?

Ben de 27 Mayıs dolayısıyla Silahlı Kuvvetlere bir mesaj yayınladım. Bu


mesajın bir yerinde bölücülere değinmak lüzumunu hissederek, şöyle dedim:

265
r1 MAYIS DOLAYIS1YLA YAYJNLADI(';nı I\ıIBSAJ

"Türk ulusu emin olmalıdır ki; ülke bütünlüğünü parçalamaya, k<ırdeş k<ım
dökerek ulusal huzur ve güveni kendi haris çıkarları uğruna feda etmeye
kalkışanlar, karşılarında daima yüreği yurt aşkı ile dolu Türk Silahlı Kuvvetle­
rini bulacaktır.
Şartlar ne kadar ağır olursa olsun, Türk Silahlı _Kuvvetleri mensupları,
yüce Türk ulusunun refah ve saadeti için her türlüfedakdrlığa seve seve kat­
larunaya daima hazır olacaktır."

DEVLEr BAKANI ATAMASI DOLAYISIYLA DEMİREL'İN


CUMHURBAŞKANINI SERT BİR DİLLE KINAMASI

Mayıs ayı sonunda Devl_et Bakanı Akova istifa etti, yerine Hasan Korkut
getirildi. Bu kararname çıkar çıkmaz Adalet Partisi Başkanlık Divanı Cumhur­
başkanı Korutürk'ü sert bir dille kınadı ve "Korutürk tarafsızlığını yitirmiştir,
Türkiye'deki bunalımın mihrakında hükümetin başı ile Cumhurbaşkanının yan
yana olduğu ortaya çıkmıştır" dedi. Adalet Partisinin böyle bir beyanat verme­
sine sebep olan Hasan Korkut'un Bakanlık vaadi ile bağımsız olması idi. Ada­
let Partisinin bu çıkışı Cumhurbaşkanını çok üzmüş olacak ki, bir mesaj
yayınlayarak Türkiye Büyük Millet Meclisinden güven oyu istedi. Korutürk
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına yazdığı mektupta "Türkiye Büyük
Millet Meclisinin kararı tarafsızlığımdan ayrıldığım şeklinde tecelli ederse
Cumhurbaşkanlığından çekilmeye ve görevimi tarafsız bir Cumhurbaşkanına
devretmeye hazır olduğumu belirtmek isterim" dedi.
Adalet Partisi Başkanlık Div� da "tumhurbaşkanı tarafsızlığı hakkında
tereddüde düşmüş ise takdir kendilerine aittir. Korutürk bu hassasiyetini dev­
lete karşı olan tehlikelere göstermeliydi" şeklinde yeni bir bildiri yayınladı.
Lüzumsuz bir münakaşa açılmış ve Cumhurbaşkanı da bu polemiklerin
içine çekilmişti. Kanaatimce bu durumun yaratılmasına gerek yoktu. Bu
hükümet kurulurken Adalet Partisinden istifa eden milletvekillerine de bakanlık
verilmemiş miydi? Anayasa ve kanunlarda bunu önleyen bir husus var mıydı?
Hasan Korkut'un bakan olmasını önleyen kanuni bir engel yokken, Cumhur­
başkanı hangi sebebe dayanarak bunu geriye çevirebilirdi. Farz edelim Hasan
Korkut olmadı da başka birisi oldu. Ne fark ederdi ki? Hiç. Ama mesele o
değil. Mesele, Cumhurbaşkanını ve hükümeti yıpratmak.
266
HAZİRAN 1979

HÜKÜMETIEN İSTİFALAR VE DİGER isriFALARLA

MİLLETVEKİLİ 1RANSFERLERİ BAŞLIYOR

Haziran'ın ilk haftasında suistimal dedikoduları ayyuka çıkan ve hakkında


soruşturma açılması dahi istenen, fakat Mecliste bu isteği reddedilen Sosyal
Güvenlik Bakanı Hilmi İşgüzar bakanlıktan istifa ettirildi. Haziran içinde bir
hayli istifalar birbirini takip etti. Bunlar sırası ile şöyle cereyan etti:

Cumhuriyet Halk Partisinden milletvekili Karahan, 16 Haziran'da istifa


ederek Adalet Partisine girdi ve girerken de Demirel'e "Değerli Gene�
Başkanım, millete hizmetin Adalet Partisi istikametinde olacağını gördüm"
dedi.

Evvelce Cumhuriyet Halk Partisinin yaptığını_ şimdi Adalet Partisi yapmaya


başladı. Milletvekili transferine hız verdi.

1 8 Haziran'da Devlet Bakanı Septioğlu ve bağımsız milletvekili İnkaya,


Adalet Partisine girdiler.

Bir gün sonra Cumhuriyet Halk Partisinden Senatör Hamdi Özer de istifa
etti.

2 1 Haziran'da bir süre önce Cumhuriyet Halk Partisinden istifa edip


Mecliste bağımsız olarak görev yapan Musaoğlu ve Cengiz, Adalet Partisine
girdiler. Böylece iktidar Mecliste azınlığa düştü. Meclisi tatile sokmak sure­
tiyle hükümet zaman"kazandı. Bu tatile girme karan muhalefet tarafından tepki
ile karşılandı ve Adalet Partisi bir bildiri yayınlayarak hükümeti gayri
meşrulukla suçladı.

Nedense partiler sık sık bu gayri meşruluğu hep ortaya atarlar.

267
ABD'YE SEVAHATİM

Haziran'ın ikinci haftası içinde Amerika Birleşik Devletleri Genelkunnay


B aşkanı ile Kanada Genelkunnay Başkanının evvelce yapmış oldukları daveti
kabul ederek, her iki ülke askeri tesislerini gönnek üzere Amerika Birleşik
Devletlerine hareket ettim.

Washington'a vardığımızda çok yorulmuştuk. Bir taraftan uzun uçak yol­


culuğu, diğer taraftan yedi saatlik saat farkı insanı hakikaten yoruyor. Bizi,
Nixon'un devrilmesine yol açan meşhur Watergate otelinde misafir ettiler.
Hakikaten büyük ve güzel bir otel.

Ertesi gün Pentagon'un önündeki çim sahada merasimle karşıladılar. Bana


A.B.D. Genelkunnay Başkanı Org. Jhones tarafından madalya verildi. Bila­
hare Genelkunnay Karargfilıında brifıng aldım. Kara, Deniz ve Hava Kuvvet­
leri Komutanları ile Marine Komutanını ziyaretten sonra Cumhurbaşkanlığı
danışmanı Brezinski ve Milli Savunma Bakanı B_rown'ı ziyaret ettim.

Brown bir toplantıya katılmak zorunda olduğundan benimle ancak 1 0 daki­


ka görüşebileceğini bildinnesine rağmen 20 dakika kadar içerde kaldım.
Yanımda bana mihmandar olarak verilen bit koramiral de vardı. Brown
hoşgeldinizden sonra hemen U-2 uçaklarına Türkiye üzerinden uçma müsadesi
meselesini açtı . B u konuda hükümetimizin kararını bildiğimden bunun
mümkün olamayacağını, vaktiyle Türkiye'den uçarak Sovyet Rusya'ya indiri­
len U-2 uçağı misalini verdim. Türkiye'nin yeniden böyle bir duruma düşmek
istemediğini anlattım. Kaba bir şekilde "Sema/arınız üzerinden geçen Sovyet
uçaklarına müsaade ediyorsunuz da, müttefikiniz bir ülkenin uçaklarına
müsaade etmiyorsunuz, bu doğru bir yaklaşım değil" deyince ben de sinirlen­
dim ve "Verilen müsadeler normal hava seyri sefer yolları üzerinden uçan hava
yollarına ait uçaklardır. Askeri nakliye uçağı dahi olsa içinde harp silah ve mal­
zemesi olmadığını deklare ediyorlar ve öyle müsaade veriliyor. Eğer bizim ra­
darlarımızın menzili dışuıdan uçuyorlar da biz tespit edemiyorsak siz de bize
daha modern radarlar veriniz ki bunları tespit edebilelim veya siz tespit ediyor­
sanız müttefik ülke olarak bize bildiriniz" şeklinde cevap verdim.

Bu cevaba çok sinirlenmiş olacak ki hemen ayağa kalkn. Ben de kalknm ve


birbirimizin elini sıkmadan ayrıldık. Canım sıkılmıştı. Bu durumu mihman­
darım koramiral de gördüğü için bana " Bakanın bu davranışını tasvip etme­
diğini" söylemek zorunluluğunu duydu. Amerika Birleşik Devletleri Genelkur­
may B aşkanı Orgeneral Jhones'a da bu ·durumu anlattım. O da çok üzüldü.

B ir haftalık gezi süresince çeşitli bölgelerdeki askeri birlik ve tesisleri,


askeri okulları gezmek gönnek benim için hem çok istifadeli hem de üzilcil

268
oldu. Üzücü oluşunun sebebi orada gördüğüm modem silah, malzeme ve
imkanlara bizim sahip olamayışımızdı.
Bu arada bir günlüğüne Florida'daki meşhur Disney World'e de
götürdüler. Bir harika idi. Dört sene içerisinde o muazzam yeri nasıl inşa ede­
bilmiş1er bilmem. Rahmetli eşim de yanımda idi. Her ikimiz de çok beğenmiş
ve etkilenmiştik. Özellikle sun'i kuş cenneti, yeraltı mağarasında sandalla ge­
zinti ve büyük bir havuzdaki yunus balıklarının, balinaların, fok balıklarının
ve su kayak ekibinin gösterileri büyüleyici idi.
Gezimizin son durağı New York idi. Orada bir gece kaldık ve meşhur 204
katlı Empire State'e çıkıp bütün New York'u tepeden gördük.

KANADA'YA GEÇİŞ

New York yakınındaki Amerikan Harp Okulu West Point'i de gördükten


sonra Kanada'run başkenti Ottawa'ya geçtik.
Ottawa'da Kanada Genelkurmay Başkanı tarafından karşılandık ve
ikAmetimize tahsis edifen güzel bir misafirtıaneye geçtik.
Ertesi giln Kanada Genelkumıay Başkanlığında bir brifing verdiler. Bila­
hare askeri birlik ve tesislerle turistik ve tarihi yerlerin gezilmesi başladı. .Ka­
nada'yı da çok beğendik; hatta diyebilirim ki; daha da sakin ve insanları daha
da .insancıl. Şehirleri de Amerikaya nazaran daha temiz.
Gezimiz sırasında en çok beğenimizi çeken Niyagara Şelalesi oldu. Orayı
gömıeden güzelliğini tarif etmek mümkün değil. Muazzam bir şelale ve çok
uzaktan seyrederken bile şelalenin düştüğü yerden çıkardığı su tanecekleri ince
bir yağmur gibi insanı ıslatıyor. Öğle yemeğini de hemen şelalenin yakınında
yapılmış döner bir kulede yedik.
Kebek şehri de enteresan. Tarihi bir şehir olduğundan kale ve kışlasında
askerler Fransız kıyafet ve usullerini muhafaza ediyorlar. Kebek'te Fransızca
konuşuluyor. Zaten Kanada'run en büyük prob-lemi de budur. Ülkede iki
toplum var. İngiliz ve Fransız asıllılar. İngiliz asıllılar çoğunlukta ama Fransız
asıllılara da dokunmamışlar. Her iki toplµm lisanlarını muhafaza ediyor. Dev­
lette bir memuriyete girebilmek için hem İngilizce ve hem de Fransızcayı bil­
mek şart koşulmuş. Bundan kendileri de şik!yetçi ama başka da çare bula-
·

mamışlar.
Ziyaretimiz sonunda Kanadalıların bir uçağı ile Batı Almanya'ya geldik.

269
Gece saatinde geldiğimizden Almanya'daki Kanada Birliğinin misafirhane­
sinde geceyi geçirdik ve ertesi gün Türkiye'ye hareket ettik.
Uçakta iken bir İngilizce gazetede U-2 uçaklarına uçuş izni verilmemesi ha­
linde Amerikalıların hibe yardımı olarak verecekleri 50 milyon dolan vermeye­
ceklerine dair haberi okuyunca sinirlendim. Yeşilköy hayaalaruna indiğimizde
de gazetecilere gezi hakkında kısa bilgi verdikten sonra şu şekilde bir beyanda
bulundum:

TÜRKİYE'YE DÖNÜŞ

"50 milyonluk hibe yardımının reddedildiğini burada öğrenince hem


üzüldüm hem tuhaf karşıladım. Amerikan askeri makamları bunun U-2
uçakları ile ilgili olduğu kanaatin�diler. 50 milyon değil 150 milyon bile ver­
seler, bizim U-2 uçaklarına izin vermemiz mümkün değildir. Amerikan ma­
kamlarının ekonomik durumumuzun kritik olduğu şu dönemde, bu yardımın
yapılmasının U-2 mevzuu ile karıştırılmaması gerektiğini söylerken, tersini
yapmaları, kamuoyunda konunun inandırıcılık derecesini tereddüte
düşürmüştür. Bu ya11lışlığın düzeleceğini ümit ederim. "

1 5 günlük süre içerisinde Türkiye'de çok şeyler olmuş, Meclis tatile gir­
mişti.
Amerika'ya gitmeden evvel Başbakan Ecevit ile görüştüğümde istifalardan
dolayı Meclis'te zor durumda kaldıklarını, Meclise tatil karan aldın labilirse ra­
hatlayacağını söylemişti. Onda muvaffak olmuştu. Fakat bu kazanılan zaman
kendisine ve partisine bir yarar sağlamamış, bilakis zarar vermişti.
Haziran ayının son günü Ankara'daki Milliyetçi Hareket Partisi Genel Mer­
kezi ve hemen yakınındaki polis karakolu otomatik silahlarla tarandı. Bu olay
partiler arasında esasen mevcut olan gerginliği daha da gerginleştirdi.
Böylece Haziran ayı da 6 1 5 olayda 90 kişinin ölümü ve 486 kişinin yara­
lanması ile kapanıyordu. Kapanıyordu ama, rakamlar da gittikçe yükse­
liyordu.

270
TEMMUZ 1979

PAR1İ MERKEZLERİNE SALDIRI BAŞLIYOR

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merkezinin otomatik silahlarla ta ranması


hadisesi partiler arasındaki gerginliği daha da artırmıştı demiştim. Nitekim Al­
parslan Türkeş bu olay üzerine "Türldye'de akan her kanın, saldırıya uğrayan
her yerin manevi faili Ecevit'tir" dedi ve Milliyetçi Hareket Partisi Genel İ dare
Kurulu bildirisinde de "Komünistler iktidardan cesaret alarak muhalefeti ve
sıkıyönetimi sindimıe hareketine geçtiler" ifadesini kullandılar.

Adalet Partisi Genel İ dare Kurulu bildirisiyle de "Yoğunlaşan saldırılar


gösteriyor ki anarşi merkezleri cür'et/erini artıracak yeni bir siyasi ortama
kavuşmuşlardır" denildi.

Cumhurbaşkanı Korutürk de; "Siyasi partiler hiç değilse genel bir anlayış
içine girmelidirler. Bu inisiyatif iktidar partisinden gelmelidir" şeklinde beyan­
da bulundular.

Bütün bu söylenenler bir kulaktan giriyor, öteki kulaktan çıkıyor, günlük


gazete sahifelerini dolduruyordu o kadar. Kimse oturup da, Türkiye'nin idare­
sinde bir bozukluk var. Bunun esas sebebi nedir? Neden Türkiye bugünlere
geldi, neden bu olaylar önlenemiyor? Neler yapmak lazım ki bunlar
önlenebilsin diye düşünmüyor veya düşünmek istemiyor. Milliyetçi Hareket
Partisi Genel Başkanı kendi genel merkezi kurşunlandı diye akan bütün kan­
ların sorumluluğunu Ecevit'e yüklüyor. Dinime küfreden bari Müslüman olsa.
Kendi taraftarları da kan dökmüyor mu? Soldakilere nazaran azınlıkta olduk­
larından belki daha az kan dôküyorlar, ama döküyorlar.

İ şin acı tarafı ülkücü kuruluşların Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merke­
zinden yönlendirildikleri 12 Eylül 1980 Harekatından sonra ortaya çıktı ve bu
yüzden ilgililer mahkemeye verildiler.

271
SIKIYÖNETİM KOMUTANLARINA
iLAVE YETKİLER VERİLMFSİ
ECEVİT TARAFINDAN RAGBET GÖRMÜYOR

Ecevit iktidara gelir gelmez 6 Ocak 1978 tarihinde verdiği beyanatta "ilk
işimiz can güvenligini saglamaktır" demişti. Fakat bunu gerçekleştirememişti.
Mevcut Anayasa ve kanunlarla da gerçekleştirilmesi mümkün değildi.
Değiştirilmesi hakkındaki tekliflerimiz ise rağbet görmüyordu. O, demokratik
sistem içerisinde her şeyin hallolacağına inanmıştı. Biz de demoktarik sistem­
den ayrılalım demiyorduk. Ancak Sıkıyönetim Komutanlarına ilave bazı
yetkilerin verilmesini, çok hafif olan bazı cezaların artınlmasını, verilen ölüm
cezalarının geciktirilmeden yerine getirilmesini, muhakeme usulü kanununda
bazı değişikliklere gidilmesini, partiler arası çekişmelerin durdurulmasını, der­
nekler ve sendikalar kanunu ile gösteri ve yürüyüş kanunlarında yeni
düzenlemeler yapılmasını, denetleme mekanizmasının etkin bir şekilde
işletilmesini istiyorduk. İşte olayların önlenememesinin kökeninde bunlar
yatıyordu. Bu hususlara 12 Eylül dönemini anlatırken daha detaylı olarak
değineceğim .

PARTİLER ARASI DİYALOG ÇAGRISINI


DEMİREL REDDEDİYOR

Olaylar böyle gittikçe tırmanırken Cumhurbaşkanı başta olmak üzere bütün


kamuoyunda Mkim olan kanaat partiler arasında diyalog kurulması ve bütün
partilerin terör karşısında müşterek hareket etmeleri istikametinde idi.
Diyalog istendikçe Demirel buna karşı çıkıyor ve "Türkiye'nin meselesi
diyalog eksikligi degil, bugünkü hükünıetin aczi ve tükenmişligidir" diye diya­
log isteyenlerle adeta alay ediyordu.
Alparslan Türkeş bir taraftan bütün kanlı olayların baş sorumlusu Ecevit'tir
diyor, diğer taraftan da 3 Temmuz günü "Memleketin ana meselelerinde
biraraya gelinmesi rejimimizin gelecegi açısından zaruridir" diyor. Hangisine
i nanmak gerek bilemiyorum.
Aynı gün Ecevit "HükiJmet siyasi partiler arasında diyaloga hazırdır" diyor­
du.

272
Esas diyaloğa hazır olması gereken ana muhalefet partisi olan Adalet Partisi
ise; Cumhurbaşkanının bu diyalog çağrısına bakınız nasıl karşılık veriyordu:
"Diyalog yeri meclistir. Diyalog isteyen çevreler, maddi manevi cebir kul­
lanarak meclislerin tatile sokuldugunu görmelidir" demek suretiyle hem diya­
loğu reddediyor ve hem de Cumhurbaşkanını suçluyordu.

MISIR BÜYÜKELÇİLİGİ
FİLİSTİNLİ TERÖRİSTLERCE İŞGAL EDİLİYOR

Temmuz ayının 1 3'üncü günü Mısır Büyükelçilik binası dört Filistinli ge­
rilla tarafından basıldı ve kapıda· nöbet bekleyen iki polis şehit edildi. İşgal
olayı üç gün devam etti. Komando ekibimiz hazır durumda bekletilfyordu.
Hükümet müsaade ettiği takdirde helikopterle çatıya komandolar indirilecek ve
halatlarla sarkmak suretiyle pencerelerden içeriye girilecekti. Fakat hükümet
Filistin Kurtuluş Örgütü ile temas kurmak suretiyle bir temsilciyi Ankara'ya
getirtti ve bu temsilci teröristlerle konuşarak onları teslim olmaya ikna etti.
Teröristler elçilikten çıktıktan sonra yolda bekleyen İçişleri Bakanı H. Feh­
mi Güneş'e sarılarak öptü. Sahneyi ben de karşı apartmandan Başbakan
Ecevit'le birlikte izledim. Teröristlerin lideri bakana sarıldı bakan da
şaşkınlıktan bir şey yapamadı. Geriye de itemedi. Bu olay da günlerce Demi­
rel'in ağzınd� sakız oldu. "Canileri öpmek cinayet teşvikidir" dedi.
Bizim komandolar tarafından bir operasyon yapılmaması çok iyi oldu. Zira
çok can gidebilirdi.
12 Mart döneminin Başbakanı Prof. Nihat Erim'in İstanbul'daki evine 1 5
Temmuz günü patlayıcı madde atıldı. Bereket can kaybı olmadı. Sol örgütlerin
hedeflerinden biri olduğu biliniyordu ama bu hadise bunu açıklıkla ortaya koy­
du. Bir sene sonra maalesef Nihat Erim'i de kaybedeceğiz.

273
UÇAGIMIZ KAZA GEÇİRİYOR

Temmuz ayı benim için de uğursuz bir ay oldu. 20 Temmuz günü


Gölcük'te denizaltının ve diğer gemilerin denize indirilmesi ve bazı harp gemi­
lerinin de kızağa konması töreni yapılacaktı. Törene Cumhurbaşkanı Korutürk
de gelecekti.

Aynı günün sabahı askeri bir uçakla Ankara'dan Gölcük yakınındaki Cen­
giz Topel meydanına hareket ettik. Uçakta rahmetli eşim, ortanca kızım ve ko­
cası, küçük kızım, bazı Bakanlar ve eşleri, Kuvvet Komutanlarından bazıları
da vardı. Uçak Cengiz Topel meydanına indikten kısa bir süre sonra zelzele
olur gibi zangır zangır titremeye başladı ve bir süre sonra pist ortasında durdu.
Çoğumuz ne olduğunun farkında değildik. Ben kuvvetli bir fren yapıldığından
dolayı böyle sarsıldığımızı zannediyordum. Merdiveni getirdiler, indikten son­
ra gördük ki büyük bir kaza atlatmışız. Uçak pistte o sür'atle ilerlerken burun­
daki tekerlek kırılmış, kırılınca uçak burun üzerinde sürtünerek pistte ilerlemiş
ve Viscount uça_ğının dört motorundaki pervanerelcr yere çarparak hepsi
kırılmış. Allah'tan pisten çıkmamış ve yangın olmamış. Eğer öyle bir şey ol­
saydı cayır cayır yanabilirdik.

Temmuz ;:lyı terör olayları bakımından da çok hareketli bir ay oldu.

Ankara'da Piyangotepe denilen bir gecekondu semtinde Halkın Kurtuluşu


denen illegal sol bir örgütün tapulu arazileri parselleyip kur'a ile dağıttığı
öğreniliyor.
Özel sektör temsilcileri gazetelere tam sayfa ilanlar vererek mevcut iktidann
politikasını tenkit etmeye ve böylece Cumhuriyet Halk Partisi iktidarını daha
da zor duruma sokmaya ba'.şlayınca, Ecevit bu kesime şiddetle hücum etti.
İ şte bu olayların cereyan ettiği bir sırada 24 temmuz günü İ stanbul'da
lOO'e yakın militan yedi işyerini bastı ve bombaladı.

DEMİREL ECEVİT'İ TERÖRİSILERİN BAŞI OLMAKLA


SUÇLUYOR

Demirel bu fırsatı kaçırır mı? Hemen ertesi gün "Eylemciler direktifi Ecev­
it'ten alıyor. Hükümetin başı (bir türlü Başbakan diyemedi) bir avuç para ba­
basuıuı hükümeti tehdit ettigini açıkça ilan ederek bunların hak/andan gelinme­
sini istemiştir. Bu talebi iki gün sonra yerine getirilmiştir" diyerek Ecevit'i de
teröristlerin başı yaptı çıktı işin içinden.

274
Bunu sade bir vatandaş söylese ceza kanunlarımıza göre ağır bir suç
işlemiş olur. Ama parlamenter söylerse suç olmuyor.

BAZI 1ERÖR OLAYLARI

Yine Temmuz ayının 27'nci günü DEV-YOL denilen Devrimci Yol militan­
ları İstanbul Çemberlitaş'ta yol kestiler. Camiye bombalı pankart astılar, bir
askeri vurdular. Polis otosunu kurşunladılar.

30 Temmuz günü Uıfa Adalet Partisi milletvekili Celal Bucak ve yedi kişi
APO'cu denilen bölücü örgüt militanları tarafından ağır yaralandılar. Hilvan'ın
bir köyü silahlı saldırganlarca basıldı, dört kişi öldürüldü. Diyarbakır, Adana,
Simav, Vakfıkebir, Balıkesiı'de altı kişi öldürüldü.

İstanbul Cerrahpaşa Hastanesinde ise çok çirkin bir olay ortaya çıkanldi.
Bu hastanede görevli doktorlardan küçük bir grubun yaralı komünist sol örgüt
elemanlarını gizlice tedavi ettikleri anlaşıldı ve zanlılar göı.etim altına alındı.

Görüldüğü üzere örgütlerin el atmadıkta n yer kalmamış. Yav(lş yavaş


bütün yurt çapında her kuruluşa sızmışlardı. Silahlı Kuvvetler içerisine de
sızdıkları haberlerini alıyorduk. Özellikle Askeri Liseler ve H arp Okulundan
bu yüzden birçok öğrencinin okulla ilişiğini kesiyor, fakat bir süre sonra
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi bu karan iptal ederek, öğrenciler bu sefer bi­
rer k ahraman olarak tekr ar okula dönüyorl ardı. Aynı durum diğer sivil
teşkillerde de fazlasıyla mevcuttu. Orada verilen kararlan da Danıştay iptal
ediyordu.

Temmuz ayı terör olayları bakımından çok yüklü demiştim. İşte Temmuz
ayının son gününde de Artvin'de, Valilik, Jandarma Komutanlığı lojmanları ile
polis ve jandarmaya ait merkezlerin bir bölümü silahlı ve bombalı saldırıya
uğruyor, beş gün önce de Valinin makam otosu bir bomba ile havaya
uçurulmuştu. Artık valilere ve devletin güvenlik kuvvetlerine de fiili saldırılar
başlamıştı. Bu çok düşündürücü idi. Jandarma Genel Komutanına bu olayı
mahallinde bir müfettişle inceletmesini istedim. Gönderilen rapor içler acısı
idi. Vali aciz kalmış. Karşı tepelere beyaz taşlarla "Küçük Rusya" diye yazı
yazılmış. Müfettiş Valiye, bu yazıya neden mani olmuyorsunuz, neden orta­
dan kaldırtmıyorsunuz diye sorduğıında; Valinin cevabı "Ne yapayım ,
sildiriyorum yine yazıyorlar baş edemedim" oluyor. Peki otomobiliniı.e bomba
yerleştirilmiş neden gerekli emniyet tedbirleri aldırmadınız diye sorulduğunda
da; "Mühim değil otomobil esasen sigortalı. Sigortadan devlet parasını alacak"
şeklinde cevap verebilmiş.

Böyle idare amirleri ile Türkiye'de anarşi ve terör önlenebilir mi? Otomo-

275
bile konon bombayı devletin temeline konmuş bir bomba olarak görmeyip de
otomobilin maddi değeri ile ölçen bir zihniyet oldukça, eğitilmiş ve rej�mi
yıkmak için şartlandırılmış o kişilerle nasıl başa çıkılabilir. Elbette ki
çıkılamaz.

İşte Temmuz ayının anarşi bilançosu; 470 olay, 1 0 1 ölü, 384 yaralı.

ÜLKE DURUMUNU
KUVVET KOMUTANI ARKADAŞLARIMLA KONUŞUYOR,
FİKİRLERİNİ öGRENiYORUM

Tam tarihini hatırlamıyorum ama zannederim bu aylar içerisinde Kuvvet


Komutanı arkadaşlarımla tek tek içinde bulunduğumuz acıklı durumu ve ne
yapılması gerektiği konusunu görüşmeye başladım.
Evvela Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin ile, bilahare
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülend l)lusu ile ve en son olarak da
Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya ile görüştüm. Onlar
da benim gibi Türkiye'nin perişan halini yakından görüyorlar, her ay Milli
Güvenlik Kurulunda ve Sıkıyönetim Koordinasyon toplantılarında bulunuyor­
lar, verilen brifinglerde ortaya konanları dinliyorlar ve aynca hep birlikte git­
tiğimiz plan tatbikatları ve kıt'a tatbikatlarında ordu, kolordu ve bazen de
tümen komutanlarıyla yaptığımız konuşmalarda onlann bölgelerinde cereyan
eden olaylar hakkındaki düşüncelerini biliyorlardı.
Ben Kuvvet Komutanı arkadaşlarımla konuşmamda "Zannederim 12 Mart
dönemini daha kötü bir durumda yaşıyoruz. Gördüğünüz gibi bugüne kadar
hükümet önemli gördüğümüz tedbirlere el atmadı. Kanunlarda hiçbir
değişik/ige gitmiyor, gitmek de istemiyor. Devlet Güvenlik Mahkemeleri11i1Z
kurulmasına evvelce karşı çıktığı için buna inandığı halde el atmıyor. Ağır ceza
nıahkemelerilldeıı birisini buna memur etmek istiyorfakat onu da bir türlü ya-
pamadı.
Her güll ben subaylardan çeşitli mektuplar alıyorum. Her halde siz de
alıyorsunuz. Hatta ordu içerisinde gizli örgütlerin bile kurulmuş olabi­
leceğinden şüpheleniyorum. Eğer bu durum böyle devam ederse yeniden bir
27 Mayıs olmasuıdan korkarım. Milli Güvenlik Kurulunda ben de, siz de
söylenmesi gereken her şeyi açıkça ve çekinmeden söylüyoruz. Anıa hüküm.et
bir şey yapmıyor. Müdahale kaçınılmaz olabilir ne dersiniz" diye sorduğumda,
meğer onlar da dolu imiş fakat benden çekindiklerinden açılamıyortamuş. On-

276
lara da çeşitli mektuplar, kişi ve kuruluş temsilcileri geliyor ve dert yanıyorlar,
ümitlerini Silahlı Kuvvetlere bağladıklannı söylüyorlarmış. Beni tasvip ettiler.

Bir aralık Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Bcdrettin Demirel Anka­


ra'ya gelmişti. Demirel aynı zamanda benim sınıf arkadaşım olduğundan ken­
disi ile daha rahat konuşabiliyordum. Ona da fikrimi açınca, "Komutanım ben
de size ne zamandır bu konuyu açmak istiyordum fakat cesaret edemiyordum.
Ben lstanbul'da bulundugum için çeşit.fi çevrelerle ve bu arada üniversite
ögretinı üyeleri ile de görevim icabı konuşuyorum. Hepsinin ümidi sizde. An­
cak sizin bu durumdan ülkeyi kurtarabileceginize inamyorlar ve size
güveniyorlar. Geç kalımrsa çok daha müşkül durumlarla karşı karşıya kalahili­
riz" dedi.
Herkes gibi ben de içinde bulunduğumuz feci durumu görüyor ve bir
şeyler yapmak gerektiğine inanıyordum. Fakat Türkiye her on senede bir
askeri müdahale ile mi yönetilecekti. Türkiye'nin dünyada önemli bir yeri var.
Güney Amerika ülkeleri veya Afrika ülkeleri gibi mi olalım. Askerin politikaya
bulaşmasının zararlarını tarih boyu gördük ve yaşadık. En yakını 27 Mayıs
1960 ihtilali. O zaman Silahlı Kuvvetler ne hale gelmişti biliyoruz. Yine aynı
-
duruma mı düşelim?

İşte bütün bunlan düşünüyor ve uykum kaçıyordu. Mecbur olmadıkça


bıçak kemiğe dayanmadıkça müdahale yapılmamasını düşünüyor ve belki bu
politikacılar akıllannı başlanna alırlar diye ümidimi kaybetmiyordum.

Hükümetin başansızlığı yalruz terCSrle mücadele sahasında değildi. Ekono­


mik durum konusunda da başarısızdı. Bunun aynası piyasa idi. Hayat pa­
halılığı günden güne çoğalıyor, yoklar listesine giren ihtiyaç maddeleri listesi
de artıyordu. Bunların başını akaryakıt çekiyordu. Yoklar çoğalınca karaborsa
da onu takip ediyordu. Resmi fiyatlar başka satın alınan fiyatlar başka idi.
Fiyatlann devlet tarafından tesbiti ve piyasa kontrolü Türkiye'de çeşitli
dönemlerde uygulandı. Fakat her defasında muvaffakiyet vaadetmedi ve he­
men arkasından karaborsa takip etti. Arz talep arasında denge kurulamadığı
sürece bunu önlemek de mümkün değil. Talebi karşılamak ise yurt içi üretimin
artırılmasına veya yurt dışından ithal etmeye bağlı olduğu kuşkusuz. İç
üretimin çoğalblması yatınmlann artınlmasına, ithal mallan için ise, döviz tah­
sisine bağb. Hem yabnmlar az hem de döviz yoksa ve herkes dövizini kendisi
bulsun denirse durum elbette bundan parlak olmayacakbr.

ın
DOKTORLAR İÇİN TAM GÜN YASASI ÇIKARILMASI
KAıişISINDA DOKTORLAR İSTİFAYA BAŞLIYORLAR

Sosyal adaletçi görünmek için birçok tedbirlere başvuruldu. Bunların


başında doktorlar için çıkarılan tam gün yasası geliyordu. Bu kanunla doktor­
ların görevlerini yalnız hastanelerde yapacakları ve dışarıda muayenehanelerini
kapatacakları zannedildi. Ancak netice hiç de öyle olmadı. Hastanelerde görevli
doktorlardan temmuz ayı sonuna kadar 600 civarında doktor istifa etti. Böylece
hastaneler boşaldı. Bu kanun çıkarılırke� ben Genelkunnay Başkanı olarak
karşı çıktım. Bu kanun Silahlı Kuvvetlere tatbik edilirse, diğer sınıf subaylarla
doktorlar arasında ayrıcalık yaratılacağından büyük huzursuzluklara sebep ola­
cak dedim. Ama bu teklifimiz dikkate alınmadı. Tatbik edilmeye başlanınca
söylediğimin doğruluğu ortaya çıktı. Bunun üzerine gazetelere bu kanun aley­
hine beyanat vennek zorunda kaldım. Bu kanun hem sivil sekWrdeki doktor­
lar, hem de askeri doktorlar üzerinde büyük tahribat yaptı. İleride değiştirilmek
zorunda kalındı.

Velhasıl hükümet hemen hemen her sahada başarısız olunca, vaktiyle mille­
tin ümidi olarak bilinen ve kendisinden büyük işler yapacağı beklenen Ka­
raoğlan Ecevit, halkın gözünden iyice düştü ve tabii Cumhuriyet Halk Partisi
de bu düşüşten nasibini aldi. Bir seçim olsa Cumhuriyet Halk Partisi
çoğunluğunu muhakkak ki kaybedebilirdi. B unu Süleyman Demirel de
görüyor ve yurt gezilerin sıklaştırarak seçim havası yaratıyor ve kurtuluş yolu­
nun bir erle.en seçim olacağını söylüyordu.

Temmuz ayının sayfasını kapatmadan bu ayın da anarşi ve tert5r tablosunu


çizmek istiyorum:

470 olayda 101 kişi ölmüş, 384 kişi de yaralanmıştı.

278
ACUSTOS 1979

YÜKSEK ASKERİ ŞÜRA TOPLANTILARI SONUÇLARI

Ağustos ayına ginniştik. Bu ayın ilk haftası içerisinde Yüksek Askeri Şura
toplanmış ve bir üst rütbeye yükselecek general ve amirallerle, generalliğe terfi
edecek albayların durumunu görüşmüştük.

Ağustos ayı aynı zamanda yüksek komuta kadamesinde de değişikliklerin


olduğu bir aydır. Ancak 1 979 senesinin Ağustos'unda emekli olacak Kuvvet
Kom u tanı olmad ı ğ ı ndan Kuvvet Komutanl arında bir değişikl i k
düşünülmüyordu. Yalnız Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülend Ulusu
Kuvvet Komutanlığında iki senesini doldurmuştu. Kanuna göre bir sene daha
görevinin uzatılması mümkündü. B aşbakan ve Milli Savunma Bakanına uzat­
ma taraftan olduğumu bildirdim. uygun buldular. Cumhurbaşkanı da uygun
bulmuştu. Öyle olunca teklifimi yaptım ve Ulusu'nun görevi 1 980 senesi
Ağustos'una kadar uzatılmış oldu.

Diğer Kuvvet Komutanlıklanyla Jandarma Genel Komutanının durum­


lannda bir değişiklik olmadı. Ordu Komutanlarında da büyük bir değişikliğe
gerek duyulmadı. Yalnız 3'üncü Ordu Komutanı Orgeneral Mahmut Ülker
Doğu'daki iki senesini doldurmuştu. Değiştirilmesi gereki yordu. Onu Yüksek
Askeri şara Üyeliğine aldik, yerine de Orgeneral Selahattin Demircioğlu'nu
verdik. Her ikisi de sınıf arkadaşımdır. Mahmut Ülker, '(üksek Askeri Şura
Üyeliğine alınmasına üzülerek emekliliğini istedi. Kendisi ya İzmir'deki
NATO Komutanlığını veya Harp Akademileri Komutanlığını istiyordu. Her
ikisi de mümkün değildi. Zira NATO Komutanlığı yapabilmek için İngilizceyi
çok iyi bilmesi gerekir, halbuki İngilizcesi benimki kadardı. Harp Akademileri
Komutanlığında ise Orgeneral Bedrettin Demirel vardı. Onu nereye alacaktık.
Velhasıl bu yüzden Mahmut Ülker o zaman bana kınlmışu ama sonra kendisi
de hatasını kabul etti zannederim.

1 'inci Ordu Komutanı Necdet Üruğ, 2'nci Ordu Komutanı İbrahim


Şenocak, Ege ordu Komutanı A. Sait Özçivril yerlerinde kalmışlardı.

279
ANARŞİK OLAYLARIN ÇoGALMASI

Ağustos ayı içersinde de anarşik olaylar çoğalarak devam etti. Bunlardan


önemli olanlan; 5 Ağustos günü Adana Milliyetçi Hareket Partisi İl binası ile
30 i ş yerinin tahrip edilmes i , 8 Ağustos günü O rta Doğu Teknik
Üniversitesinin açılış töreninde enternasyonal marşının söylenmesi, İstiklal
M arşı söylenirken öğrencilerin oturarak dinlemeleri, yurt çapında birçok
işyerinde greve gidilmesi veya grev kararının alınması. 20 Ağustos günü
Kağıthane Jandarma Karakol Komutanı bir astsubayın daha evvelki olaylarda
militanları yakaladı diye DEV-SOL militanlarınca intikam almak kasdiyle özel
otosu ile giderken öldürülmesi, yine İstanbul'da 22 Ağustos günü iki jandarma
erinin görev sırasında öldürülmesi olaylarını gösterebiliriz. Gerçi her gün
ülkenin çeşitli yerlerinde olaylar devam ediyor ve neticede bu ay içersinde 559
olayda 142 va�aş hayauru kaybediyor ve 418 kişi de yaralanıyordu. Ancak
önemli gördüğüm için yalnız bunları zikretmek lüzumunu hissettim.

B u ay içerisinde Urfa milletvekili Celal Bucak, m akamıma gelerek Hil­


van'da ve birçok köylerinde cereyan eden olaylarla APO'cu diye adlandırılan
PKK yanlısı militanlann bölgede estirdikleri tedhiş havası hakkında enteresan
bilgiler verdi. Hatta bazı asker kişilerin, bekçilerin, muhtarlann isimlerini vere­
rek bunların APO'cularla işbirliği halinde olduklannı, öğretmenlerin büyük bir
kısmının APO'cu olduklarını , Kahta'da, Suruç'ta, S iverek'te gittikçe
kümelendiklerini acı acı anlattı. Kendisine, peki bunlan neden bana an­
l atıyorsun. Sen milletvekilisin, mecılste bunları niye dile getirm iyorsun,
hükümetin ilgili bakanlarına. B aşbakana neden anlatmıyorsun diye sor­
duğumda bana "Bu meclis hiçbir şey yapacak durumda değil, artık meclise iti­
madım kalmadı. Bu isimleri hükümete bildirsem bir işlem yapmayacakları gibi
verdiğim isimleri de kendilerine ulaştırırlar ve bunları benim söylediğimi ifşa
ederler, hayatımdan korkuyorum" dedi.
Bu ay mı idi kat'i olarak söyleyemeyeceğim ama yaz ayları içersindeydi.
Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu Başkanı ile Türkiye'nin çeşitli
yörelerinden gelen üyelerinden oluşan bir heyet de yine beni ziyaret ederek;
yurt sathındaki esnaf ve sanatkar/arın büyük sıkıntı içerisinde olduklarını,
anarşist ve terörist/erin sık sık esnaf ve sanatkdr/arın dükkdn veya iş/erlerine
gelerek silah tehdidi ile para aldıklarını, vermeyenleri vurduklarını, zaman za­
man kepenk kapamrdıklarını, bu durumun böyle devam edemeyeceğini, kendi­
/erenin aile efradı ile birlikte üç milyona yakın bir gaç oluşturduklarını, bugüne
kadar her zaman devletin yanında olduklannı, ancak sabırlarının taşmak üzere
bulunduğwıu, böyle devam ederse silah/anacaklarını, bu işe bir dur denmesi
gerektiğini" söylediler. Kendilerine, bunları bana niye söylüyorsunuz,

280
hükümete neden ilebniyorsunuz diye sorduğumda "Bu hükünıetin bir şey ya­
pacak durumda olmadığını, söylesek de fayda sağlamayacağını" ifade ettiler.
Peki ben ne yapayım, bir ihtilal mi istiyorsunuz şeklinde sorduğumda ise;
çekine çekine "hayır, onu demek istemedik ama size güveniyoruz. Hakümeti
ikaz edersiniz" dediler.
Memleket bu hale gelmişti. Artık vatandaş ve kuruluşlar derdini anlatacak,
medet umacak bir yer arıyor, onu da askerde buluyorlardı.
ismini vennekte mahzur gördüğüm bir Senatör de bana gelmiş, "Bu meclis
hiçbir faydalt iş göremez. Çekişmekten başka yaptıkları hiçbir şey yok. Bu
meclisten doğru dürüst yurt yararma bir kanun da çıkamaz. Duruma müdahale
etmeniz lazım. Aksi takdirde memleket elden gidecek, parçalanacak,
komünistler idareye el koyacak" diyebilmiştir.
B i raz evvel Orta Doğu Teknik Üniversitesinin açılış töreninde
komünistlerin enternasyonal marşının söylendiğini yazmıştım. Bu durum yurt
sathında büyük yankılar yaptı. İşin acı tarafı bu törende bazı milletvekillerinin
de bulunmuş olması idi." Gerçi bunu takip eden günlerde üniversitenin
profesörleri Ankara'da İstiklal Marşına saygı yürüyüşü yapıp, Atatürk anıtına
çelenk koydular, ama ne yapılırsa yapılsın bu büyük ayıbı örtemezdi. Suçlular
da yakalanmamış ve haklarında hiçbir işlem yapılmamıştı . Birçok
üniversitemizin durumu maalesef böyle idi. Öğrencilerin büyük bir çoğunluğu
bu durumdan memnun değil tedirgindi. Bir azınlık olan silahlı militanlar diğer
kuruluşlarda olduğu gibi üniversitelerimizi de ele gcçinnişlerdi. Ortada devlet
yoktu ki. Kanunlarımız kifayetli olmamakla beraber, mevcut kanunlarımız da
tam tatbik edilmiyordu, senelerce devanı eden mahkemeler sonuçlanmıyordu.
Bölünme adalet mekanizmasına da girmişti. Her kuruluşta bölünme olurken,
adalet mekanizmasının bunun dışında kalacağını düşünmek elbette mümkün
değildir. Ordu içerisinde de bölünmeler başlamıştı. Özellikle askeri okul­
larımıza el ablmıştı.
Orta Doğu Teknik Üniversitesindeki bu olaydan sonra Demirel "Hükümet
eğitimi marksizme kaydırıdı. Enternasyonal marşını söylemek cesaretini
gösterenlerin arkasında bu hükümef vardır" demek suretiyle bunun sorumlu­
luğunu hükümete yükledi.

281
DEMİREL MİLLİ GÜVENLİK KURULUNU DA SUÇLUYOR

Aynca terör olaylarını ele alarak Cumhurbaşkanı Korutürk'e de bir mektup


göndererek mektubunda "APO'cular halk mahkemeleri kuruyor. B olge
halkından haraç alıyorlar. Bir Bakandan bile haraç aldılar. Hükümet meclis
desteğini kaybetmemek için bu çetenin üzerine gidemiyor. Milli Güvenlik Ku­
rulu görevini yerine getirmeli" demek suretiyle bu sefer MiÜi Güvenlik Kuru­
lunu da sözde V'!Zifeye çağırıyor, Milli Güvenlik Kurulunun, hükümet ve
asker kanadından teşekkül ettiğini ve üye çoğunluğunun hükümet kanadında
olduğunu, kaldı ki Anayasa gereği bu kurulun icrai ve emredici bir fonksiyonu
olmadığını, ancak hükümete bir tavsiye karan alabileceğini Demirel çok iyi bi­
lir. Zira uzun süre Başbakan olarak kendisi de bu kurulda bulunmuş ve alınan
tavsiye kararlarının bir kısmını ise yerine getirmemiştir.

SİLAHLI KlNVE1LER GÜNÜ DOLAYISIYLA


YAYINLADIGIM l\ffiiAJ

26 Ağustos Silahlı KuVNetler günü münasebetiyle yayınladığım mesajın bir


yerinde ben de enternasyonal marşı olayına değinerek şöyle demiştim:
"Bundan evvelki konuşmalarımda da deği11diğim gibi; iç güve11/iğimizi teh­
dit etmeye başlayan anarşik olaylaruı kışkınıcısı bazı çıkar çevrelerinin yurdu­
muzda ortaya koymak istedikleri senaryolar, hiçbir yurtseverin kabul edemey­
eceği kadar acıdır. Ke11di çıkarlarım ülke bütünlüğü11ün üstü11de görenler,
geleceğimizin teminatı olan gençlerimizi sapık ideolojileri11in vaadleriyle aldata�
rak, onları Türk istiklalinin sembolü İstiklal Marşmuza di)hi saygısızlıkta bulu­
nabilecek kadar Türklüğünden uzaklaştırabilmektedir/er. Ama, sizleri temin
ederim ki; o ke11dini ve milleti11i idrakten aciz vata11 hainleri, her zama11 olduğu
gibi karşılarında yine bizleri, Türk Silahlı Kuvvetlerini bulacaklar ve bunların
hesabını millet önünde vereceklerdir. 011ların ilim ve ilfan yuvası okul­
larımızdan temizlendiğilıi ve bu okulları11, kalbi Atatürk sevgisi, vatan ve millet
aşkı ile yanıp tutuşan, birbirleriyle uygarcafikir münakaşası yapabilen, eli si­
lahsız, kültürlü gençlerle dolu olduğunu görmek bizim de en büyük arzumuz­
dur.

Aziz Arkııdaşlanm,

Sizler de bu olayları görüp, duydukça eminim ki en az benim kadar üzüntü


duymaktasınız. Ancak, şuna inanınız ki; bu satılmış zavallılar bir avuç

282
azmlıktlr ve siz onların hepsiiıi bir anda ·yok edebilecek güÇtesiniz, asil sessiz­
liğinizi ve sabrınızı, güçlerinin kanıtı imiş gibi göstermek isteyenler, nasıl
yanıldıklarını bir zaman gelecek acı.bir şekilde göreceklerdir."
Bilmem bundan daha açık olarak bir Genelkurmay Başkam beyanda bulu­
nabilir mi? Bu mesajımla ben eğer böyle devam ederse bir zaman gelecek Si­
lahlı Kuvvetler hepinizin hakkından gelecektir. Aklınızı başınıza toplayın,
doğru yoldan yürüyün demek istedim. Mevcut yönetim de bundan hissesini
alması gerekirdi. Ama onlar da anlamadılar veya anladılar da bir şey yapacak
durumda değildiler.
Yurdumuzun içinde bulunduğu durumu zaman zaman kuvvet Komutanları,
Ordu Komutanlarıyla görüşmeye devam ediyordum. Daha evvel de yazdığım
gibi durum yönetime el koymamızı gerektirecek bir noktaya doğru gidiyordu.
Hazırlıklı olmazsak, patlak verecek bir iç ayaklanmada çok kötü durumlarla
karşılaşabilir ve bir iç harbe sürüklenebilirdik. Öyle bir noktaya gelmekteydik
ki , bazı şehirlerimiz tamamiyle örgüt mensuplarının eline geçmiş ve o şehir
kurtarılmış bölge ilan edilmişti.
Büyük şehirlerimizde ise mahalleler, semtler, sokaklar birtakım örgütlerce
kurtarılmış bölge ilan edilmişti. Oralarda taraftarları nöbet tutmakta ve içeriye
kendi taraftarlarından başka kimseleri sokmamakta, hatta polisler bile bu kur­
tarılmış bölgelere girmeye cesaret edememekteydiler.

EYLÜL 1979

GENELKURMAY İKİNCİ BAŞKANININ BAŞKANLIGINDA


UFAK BİR ÇALIŞMA GRUBU KURDURUYORUM

Bu konuda Kuvvet Komutanlarıyla mutabakata vardıktan sonra, İkinci


Başkanım Orgeneral Haydar Saltık'ı çağırarak kendisine şu görevi verdim:
"Senin başkanlığında çok itimat ettiğimiz iki kurmay subayla bir çalışma
grubu kurunuz. Bu gruba kapalı olarak başka bir görev veriniz. Ancak esas
görevleri, bir müdahale zamanı gelmiş midir, müdahale mi daha iyi netice verir
yoksa ilgilileri ikaz mı daha münasiptir. Bun/an etüd etsinler ve zaman zaman

283
bana rapor versinler. Rapor daktilo ile değil, el yazısı ile olmalı ki gizlilik ihlal
edilmemeli. "
Saltık bu görevi aldıktan sonra iki kunnay subayı seçti, bana seçilenleri bil­
dirdi, tasvip ettim ve ekip 1 1 Eylül 1 979'dan itibaren çalışmaya başladı.
Böylece Eylül ayına ginniş oluyorduk. Ordunun rahatsızlığı anlaşılmıştı ki,
Başbakan Yardımcısı ralunetli Orhan Eyüboğlu "Ordu Doğu'daki durumdan
rahatsız" şeklinde bir beyanat vennek zorunluluğunu duydu.

ARA SEÇİMLE SENATO 1 /3 YENİLEME SEÇİMLERİ

Ekim ayının 14'ünde Senato üçte bir yenileme seçimleriyle mecliste boşalan
milletvekillikleri için beş ilde ara seçimi yapılacağından eylül ayında partiler
seçim havasına ginnişlerdi. Eğer Adalet Partisi bu beş ilde seçimi kazanacak
olursa Cumhuriyet Halk Partisinin artık iktidarda kalması mümkün değildi.
Esasen daha şimdiden mecliste çoğunluğu kaybetmiş durumdaydı. Yurtta
seçim havası başlayınca tansiyon da yükselmeye başlamış ve günde 13 kişinin
öldüğü günler olmuştu.
9 Eylül günü Adalet Partisi temsilciler meclisi şöyle bir bildiri yayınladı:
"14 Ekim'de bu gayri meşru hükümet tarihe gömülecek ve bütün sorumlu­
ları hesap verecektir."
10 Eylül'de de "Adalet Partisi iktidar olursa askerlik ve yedek subaylık 12
aya indirilecek" diye bir beyanat vennek suretiyle askerlik görevini de seçim
propagandasına alet ettiler. Seçimden sonra ise böyle bir indirim de olmadı.

PROF. TURAN GÜNEŞ'İN BEYANATi

Cumhuriyet Halk Partisinin durumu içler acısı idi. Bu partinin önde gelen­
lerinden ralunetli Turan Güneş "Demokrasinin biçimi kaldı. Kendi gidiyor.
Teröran önemli kaynaklarından biri devletin yokluğudur. Bükü.met, muhale­
fet, Anayasal kuruluşlar, idare bunlar ciddiyetlerini korumuyor" diyordu. Ne
kadar doğru konuşuyordu. Hakikaten ülke elden gidiyor, fakat herk.es kendi
havasında, koltuk peşinde, kimsede ciddiyet kalmamış. Nur içinde yatsın.

284
FARUK SÜKAN DA
BAŞBAKAN YARDIMCILIGINDAN İSTİFA EDİYOR

Turan Güneş'in bu beyanatından birkaç gün sonra idi ki hükümette


Başbakan Yardımcılığı görevinde bulunan Dr. Faruk Sükan istifa etti. Bir
hafta onbeş gün sonra da İmar ve İskan Bakanı Karaaslan istifa etti. Meclisteki
sandalye durumu şöyle oldu:
Cumhuriyet Halk Partisi : 219
Muhalefet : 224
z.aman zaman Dr. Faruk Sükan'la görüşür ve yurdun acıklı durumunu dile
getirir ve hükümetin hiçbir konuda gözle görülür bir başarı sağlayamadığını
söylerdik. En son geldiğinde bu sorumluluğa daha fazla ortak olmak isteme­
diğini ve bu yüzden istifayı düşündüğünü söylemiş, bu konuda benim de fik­
rimi öğrenmek istemişti. Ben de kendisine, bu hükümet nasıl olsa düşecek,
durum bunu gösteriyor. En iyi olarak siz karar verebilirsiniz, ben de olsam si­
zin gibi düşünürdüm dedim.
Eylül ayından Ekim ayına girerken Eylül'ün anarşi tablosu şöyleydi:
566 olay olmuş, 147 kişi ölmüş, 454 kişi yaralanmış.
Görüldüğü gibi. ölü miktarı mütemadiyen yükseliyor. Ağustos'ta 1 42,
Temmuz'da 101, Haziran'da 90 idi.

EKİM 1979

Daha ayın başında iken Kars'ın Adalet Partisi Senatör adayı öldürüldü. Bir
gün sonra Atatürk'ten emanet Savarona yatının bir bölümü yakıldı. Yanma
olayında sabotaj olduğu açıkça belli olmasına reğmen maalesef yakanlar yaka­
lanamadı.
Bu olay üzerinde çok durdum ama netice alınamadı. Neticeyi alacak olan
adalet mekanizması suçluyu ortaya çıkaramadı.

285
SEÇİMLER İÇİN HER TÜRLÜ TEDBİR ALINMASI İÇİN
ORDUYA EMİR VERİYORUM

14 Ekim seçimlerinin yapılmaması için aşın sol örgütler büyük çaba


içersinde idiler. Seçim yapılacak illerde olay çıkaracakları, sandıklan
kaçıracakları hakkında bilgiler alıyorduk. Milli Güvenlik Kurulunda bu konu
görüşülürken ben, "Seçimlerin emniyet içersinde yapılması için Silahlı Kuv­
vetlerin her türlü tedbirleri almaları hususunda emir vereceğimi, bu konuda
müsterih olmalarını" bildirdim.

Seçim hakikaten emniyet içersinde cereyan etti. Her türlü tedbiri almıştık.
Korktuğumuz olayların hiçbirisi olmadı.
Alınan tedbirlerden Adalet Partisi Genel Başkanı Demirel de memnun
olmuş ki, bu memnuniyetini basına verdiği bir demeçle dile getirdi.
Seçim sonuçlan Cumhuriyet Halk Partisi için bir hezimet şeklinde_ tecelli
etti. Beş ilde yapılan milletvekilliği seçimlerinin beşini de Adalet Partisi almıştı.
Bu iller arasında Edime de vardı. Edime bugüne kadar oylarını hep Cumhuriy­
et Halk Partisi tarafında kullanmış olmasına rağmen şimdi Adalet Partisine
kaymıştı.
Senato üçte bir yenileme seçimlerinde de Cumhuriyet Halk Partisi büyük
yenilgiye uğramış ve seçim sonucunda Cumhuriyet Halk Partisi senatodaki
çoğunluğunu yitinnişti.
.

Artık Cumhuriyet Halk Partisi mecliste tek başına çoğunluğa sahip ol-
madığından iktidarda kalması mümkün değildi. Ya Milli Selamet Partisi ile
koalisyona gidecek veya muhalefetteki partilerin koalisyonla kuracağı bir
hükümete iktidarı devir edecekti.

ECEVİf HiJKüMETiNDE YAPILAN


SON SIKIYÖNETİM KOORDİNASYON TOPLANTISI

Hükümetin nasıl kurulacağı henüz konuşulduğu bir ortamda 19 Ekim 1 979


günü Başbakan Ecevit, Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısı tertip etti. Bu
koordinasyon toplantısı E.cevit hükümetinin son toplantısı oldu.
Sıkıyönetim ilanı üzerinden on ay geçmişti. On ay sonra yapılan bu top-
286
lantıda dile getirilen hususlardan birçoğu enteresan olduğundan burada zikre­
dilmesinde yarar görüyorum. Hükümetin bugüne kadar aldığı karar ve tedbir­
lerde henüz hangi noktadayız onu gösterecektir.
Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanı Korg. Selfillattin Cambazoğlu cereyan
eden olayları zikrettikten sonra teklif olarak şunları söylüyordu:
l . Mevcut anarşik ortanun sür'atle ortadan kaldmlabilmesi konusunda,
devlet çapında ve sıkryönetime paralel olarak bir strateji tespit edilerek, bütün
anayasal kuruluşların teröre ve bölücülüğe karşı kesin ve ortak bir tavır
takmmalarının sağlanması,
Not: Bugüne kadar kesin sonuç alınmamasının başta gelen sebepleri
arasında bu husus önemli bir yer tutuyordu. Bütün anayasal kuruluşlar bu ko­
nuda bir ve beraber olmazsa, her kuruluş ayn istikamete çekerse, bu kuru­
luşlardan bazıları yönetimin muvaffak olmaması için çalışırsa, adli mekanizma
başta olmak üzere hukukun üstünlüğü zırhı içerisine sığınır, devletin batışına
seyirci kalır, can korkusu ile alınması gereken karar ve tedbirleri alamazlarsa,
yurt çapında gittikçe çoğalan olayların önlenemeyeceği artık ortaya çıktığından
bu teklifin yapılmasının haklılığı ortaya çıkar.
2. Emniyet örgütünün disiplin, eğitim, atış, araç ve gereç yönünden
güçlendirilmesinin luzlandmlnıası,
Not: Bu konuda elle tutulur, gözle görülür bir ilerleme hfüi
sağlanamamıştı. Sıkıyönetim Komutanlarının hepsi bundan şikayetçi idiler.
3. Başta Emniyet ve Milli Eğitim teşkilatı olmak üzere bütün kamu kuru­
luşlarında tarafsızlaşarma çalışmalarının sürdürülmesi,
Not: Bu hususun gerçekleştirilmesinin mümkün olmayacağını teklifi yapan
Başkan da biliyor, ama bunu söylemeyi vicdanının bir sesi olarak düşünüyor.
4. Demek/erin amaçlan dışındafaaliyette bulunmalarının önlenmesi, bilhas­
sa polis ve öğretmenler gibi kamu görevlilerinin demek/erle ilişkileri ve bun-.
lamı derneklere girmeleri konuswıda daha olıunlu bir dıuuma getirilmesi,
Not: Bugüne kadar TÖB-DER, POL-DER, POL-BİR gibi öğretmen ve po­
lis derneklerine bir çözüm bulunamadı. Hükümet bulunmasını da arzu etmiyor.
Zira bir konuşmasında Ecevit "İşçilere sendika kurma hakkını verdik, kamu
görevlilerine de dernek kuıma hakkı tanımak gerekir" demişti.
5. Halkın muhbirlik yapması halinde endqe duyduğu can ve mal güvenliği
konusunda güvenceye_ kavuşturulması..
Aynı toplantıda, anarşi ve terörün en yoğun olduğu İstanbul Sıkıyönetim
Komutanının söylediklerine kulak verelim (Org. Necdet Üruğ):

287
- "Yukarıda11 beri açıklana11 anarşik eylemlerin son dönemde bariz bir artış
kaydemıesinin temel amacının biraz evvel sözcü arkadaşımızın da ifade ettikleri
gibi halkı korkutup sindirmek suretiyle 1 4 Ekim 'de seçim için sandık
başlarına gimıeyi önlemeyi hedef aldığmdan şüphe yoktıu. Ele geçen afiş, pan­
kart ve bildirilerde işlerin tamamı münhasıran seçimlerin içinde bulunduğumuz
duruma çare olmadığı, seçimin boykot edilmesi gerektiği, kurtuluşun ancak
silahlı devrimle mümkün olduğu mealindedir. İstanbul'da seçimleri boykot ve
sabote etme çabasmm illegal Türkiye Komünist Partisine (TKP) bağlı DEV­
YOL, DEV-SOL, HALKIN YOLU ve HALKIN KURTULUŞU fraksiyonları
tarafından yürütüldüğü, üzerinde önemle durulacak bir konudur. Bu frak­
siyonlara mensup militanların TKP yanlısı legal demek, sendika ve diğer orga­
nize gruplar içinde bulunduğunda kuşku yoktur.

- Diğer bir konuya değineceğim: Son çıkan yan ödenekler sorununu protes­
to emıek anıaccyla başta Beykoz, Eyüp, Bayrampaşa ilçeleri olmak üzere bazı
ilkokullardaki 1 235 öğremıen 3 Ekim günü görevlerine gelmemek, 100 kadar
orta dereceli okul öğremıeni de bütünleme smavlamıa katılmamak suretiyle
yürüttükleri boykot ve öğrenimi engelleme eylemleri üzerinde büyük bir has­
saiyetle durulması gereken bir konu olarak değerlendirilmektedir.

On ay içersinde ele geçen samk miktarı 8737'dir. lstanbul'da bu miktarm


4286'sı öğrenci, 1331 adedi işçi, 2596'sı bir işi olmaya11lardır. Bu eylemlerin
içinde de 53 öğremıenin, 1 1 2 memurun varlığım da teessürle ifade etmek iste­
rim. İsta11bul'da görev almış ordu birlikleri ve emniyet kuvvetlerinin miktarı
25.384 'e ulaşmaktadır. Bu11un 8500 'ü emniyet kuvvetidir. Bunun ancak
4000'i sokakta hizmet görmektedir. Gerisi büro hizmetlerilıdedir. 4000 polisin
kendi kullanma yöntemlerine göre ancak 2000 'i fiilen her gün görev
başmdadır. Zira bir gün hizmette, bir gün istirahattadırlar. Buna mukabil 9000
askerfiilen her saat İstanbul içinde hizmet gömıektedir. Tam eğitimini tamam­
/anuş erler terhis olmuşlardır. Şimdi eğitim merkezlerinden gelen erleri kısa bir
eğitimden sonra asayiş hizmetlerine veımekteyiz. Bundan dolayı iki kolordu­
nwı eğitim düzeyi kritik bir duruma gelmiştir. Bilhassa son yapılan seçimler
dolayısıyla birlikler cidden çok yorgun haldedirler. Yorgunluğun sebebinin
başuıda siyasi partilerimizin bize yardımcı olmamaları gelmektedir. Seçim
süresince İstanbul'da siyasi partilerimiz 440 açık hava toplantısı tertip
emıişlerdir. Ancak bunun 1 4 'ü yapılmıştır. Ama biz 440 açık hava toplannsı
için tertibat aldık. Hiçbir parti bize bir gün evvelinden haber verme zahmetinde
bulunmanıışnr. Sabahm erken saatinde asker, polis ve diğer görevliler toplann
mahalline gimıiştir. Fakat toplann yapılmamışnr.

Sayın Başbakanım,
lstanbul'da sıkıyönetim idaresinin ne dereceye kadar etkin olduğu elbette

288
hükümetimizin, komutanlarımızın takdirlerine .maruzdur. Ancak bana vazife
tevcih edilmiş bir komutan olarak, eski tabiri ile sokaktaki neferinden, en
büyük rütbeli generaline kadar tüm sıkıyönetimde görevli personelin, bu arada
şükranla kaydederim emniyet kuvvetlerinin anarşi ile mücadelede huzur ve
sükanun saglanması ve devlet otoritesinin hakim kılınması için, her türlü hava
şanları altında gece, gündüz, bayram tatili demeden, milletine karşı büyük bir
vazife duygusu, mesuliyeti ve şevki içinde görev yapmalarını , vatanperverlik
duyguları içinde, özverilerini hayranlıkla ifade ettigimi huzurlarınızda
arzediyorum. Buna ragmen hakümet direkti/indeki şiddet eylemlerinin kay­
nagına halen inilemedigini, bu yönde başarılı ola.machgımızı teessiJrle ifade et­
mek mecburiyetindeyim. Bu yöndeki başarısız/ıklar şu. sebeplere dayanmak-
tadu:

- istihbarat desteginden tamamen yoksunuz. Yakalanan sanıkların sorgu­


lamalarında örgüte ulaşmak mümkün olamamaktadır. Sebebi Sıkıyönetim
Savcılıgı ve Mahkemelerin örgüte ulaşacak bir çalışma ve yöntem içinde ol­
mamalarıdır. Nitekim on aydır bir tek örgüt davası ele alınmamıştır. Mesela
sanık Türk Halk Kurtuluş Ordusu veya Cephesine mensuptur, gizli örgüt kur­
muştur, devleti yıkmak için çalışmaktadır gibi bir dava henüz açılmış degildir.
Sebep olarak da kesin deliller, kuvvetli deliller ele geçmedi derler. Bu durum
böyle devam ettigi müddetçe sıkıyönetim on ay da uzatılsa, olaylara intizar et­
mekten, onun peşinden koşmaktan başka güvenlik kuvvetlerinin yapacagı
hiçbir iş yoktur.

Bugan çok organize olmuş bir anarşi ile karşı karşıyayız. Örgütleri meyda­
na çıkarmak temel vazifemizdir. Bunca güçlükler karşısında bir de Yargıtay
içtihad kararları, yakalanan eylemcilerin sıkıyönetimin elinden kunulmalarına
imkdn vermektedir. Zira ruhsatsız silah ve cephane taşımak ve hatta bomba
bulundurmak sıkıyönetim suçu olarak kabul edilmiyor ve sivil mahkemelere
veriliyor. lçtihad kararına göre sanık bu silah ve cephaneyi gizli bir örgüt hes­
abına kullanırsa veya anarşik bir eylemle ilişkili ise o zaman sıkıyönetim mah­
kemesine sevk edilebiliyor. Bu husus bizim işlerimizi çok aksatıyor. Silah ve
mermi kaçakçılarına ise el süremiyoruz. Bir kişiyi 1.750.000 adet mermi ile
yakaladık , sıkıyönetim mahkemesine veremedik. Sebep bu mermi
kaçakçılarının anarşist gruplara mensup olduklarına veya onları
desteklediklerine dair ellerinde kuvvetli deliller yokmuş. Diger bir içtihad kara­
rı Anayasal düzene karşı propaganda faaliyetifikir hürriyeti kabul ediliyor.

Sıkıyönetimi rahatsız eden ve halkı da bezdiren faaliyetlerden birisi de; afiş,


pankart, resim asma suçudur. Son çıkan kanwıla bu suç da sıkıyönetimin yet­
kisi dışına çıkarıldı. Adam DEV-YOL, DEV-SOL, TEK YOL DEVRiM yazılı
pankart afiş asıyor, biz sıkıyönetim mahkemesine veremiyoruz. Normal mah­
kemeye sevk ediliyor. Ne olduklarını da bilemiyoruz. Bu içtihad kararları

289
yüzünden yaka/adıgınuz anarşist ve teröristler elimizden kurtuluyorlar. Bütün
bunlar mevcut kanunlanmızdaki boşluklardır, giderilmesi gereldr.
Şimdi de tekliflerime geçiyorum:
1 . Devlet memuru ve hizmetlisi bulunan ldşilerin derneklere girmesi men
edilemiyorsa hiç olmazsa bakanlıgın müsaadesiyle olsun.
2. Polisteki sivri uçlann sür'atle temizlenmesi gereldr.
3 . Öğrencileri bir disiplin düzeni içine alma girişimine hemen başlamak
lazım.
4. Sokağa ha/dm olabilmemiz için vasıtaya, el telsizine şiddetle ihtiyacımız
var. Polis mobil hale getirilemez ve telsizle teçhiz edilmezse sokağa hôkim ola­
mayız. Polisimizi mobil hale getirmek zorundayız. Bunu yapmazsak sokaga
hdkim olamayız.
5. Disiplin suçu işleyenlere bir şey yapılmıyor. Meseld şu 1235 ögretmene
ne yapıldı diye soruyorum. Hiçbirşey yapılmamış. Böyle hareket edildigi
sürece caydırıcı olamayız."
3'üncü Ordu :ve Sıkıyönetim Komutanı Org. Selalıattin Demircioğlu da
bölgesinde cereyan eden olaylan anlattıktan sonra önerilerini özet olarak şöyle
sıraladı:
"- Bölgenin yeterli istihbarat yönünden takviye edilmesi çok önemlidir.
- Polisin POL-DER ve POL-BİR şeklinde iki kampa bölünmesi büyük
mahzur doğuruyor. Buna mani olucu kanuni tedbirler alınmalıdır.
- Bölücü/ilk, Kürtçülilkfaaliyetlerinin önlenebilmesi için devletçe bölgenin
ekonomik. ve kültürel kalkınması sağlanmalı müsbet yönde propagandaya ve
psikolojik tedbirlere önem verilmelidir.
- Sıkıyönetim dışında bulunan bölgelerdeki mülki. amirler yasaların kendi­
sine verdiği yetkileri tam /cul/anmalıdırlar.
- Jandarma azdır, telsizleri yoktur.
- 1974 yılına kadar uyum içinde yaşayan bölge sakinleri bu tarihten itibaren
alevi ve sünni ayırımı sonucu birbirlerine karşı husumet beslemeye ve düşman
kamplara ayrılmaya başlamışlardır. Bu şekildeki bölünme giderek Türk-Kürt
ayırım ve gruplaşmasına dönüşmüştür. Bölgede organize edilmekte olan aşırı
sol ve aşın sağ da karşılıklı olarak sol ve sağ maskesi altında bu gruplar
arasındaki husumeti geliştirmeye çalışmaktadır. Bu çalışmalar sünni halkı sağ
görüş içine ve alevi kesimi de sol görüş içine çekerek yönetmek şeklinde ce­
reyan etmektedir.

290
- Polis mevcudunun yetersizliği ve özellikle eğitiminin noksanlığı, çok az
da olsa bazı bölücü fikirlerin polis içinde mevcudiyeti polisin gücünü azalt­
maktadır. Bu mahzurların en kısa zamanda giderilmesi ve eğitiminin
geliştirilmesi önem kazanmaktatbr."

Diyarbakır'daki Sıkıyönetim Komutanı Korg. Cemalettin Altınok ise


şunları söylüyor:
"Tekliflerimi arzetmeden evvel, bizi tekliflere götüren ve bizi hizmetlerimizi
yapmada güçlüklere götüren, bazen de genç görevlileri üzen olayları arzetmek
isterim:

Yapmadıklarımız veya yapamadıldanmız, çoğunlukla iyi yapnldanmızı alıp


götürmektedir. Şöyle arz edebilirim:

Aylardan beri Siverek Kazasında kaymakam yoktur. Son 1 .5 ay içersinde


Jandçırma Komutanı yoktur. Belediye reisi yoktur. Emniyet dmiri yoktur.
Bunlar olmayınca APO'cular gelip buraya luVdm oluyorlar. Bunu müteaddit
defalar arz ettik. Fakar maalesef bugüne kadar bu konu halledilmedi.

Devletin çok yüksek makam ve mevkilerinde bulunan bir zat geliyor, görev
yapan bir jandarma erini tokatlıyor ve "biz de sıkıyönetime karşıyız" diyor.

Gene devletin çok yüksek makamlannda bulunan birisi abartılmış haberleri


daha da abartarak sıkıyönetim komutanına geliyor, sıkıyönetimi suçluyor.
Bunlar tabii sıkıyönetimin icraatını güçleştiren, zaafa uğratan hususlar.

Bugün birçok yerde emniyet amiri yok. Birçok Kaymakamlık genç, yeni
mezun olmuş maiyet memurlannın elinde.

Sorgulamada yeterli ve yetenekli personelden yoksunuz. Bu yüzden


suçlunun dosyaları doğru dürüst hazırlanamadığından, suçlular kendilerini
kurtarıyorlar. "

Erzurum ve Kars illeri Sıkıyönetim Komutanı Korg. Ragıp Uluğbay ver­


diği izahattan sonra şunları ilive ediyor:
"Bölgemizde emniyet teşkildtı, şube müdürü ve dmir seviyesinde olanlar
dahil sayısal bakımdan da personel noksam var. Amir ve rüıbeli kadrolardaki
noksanlıklar giderilememiştir. Birçok ilçede emniyet timirlikleri, komiser mua­
vinleri tarafından yürütülmektedir. Birçok halde de bu komiser muavinleri tra­
fik kesiminden yetiştirilmiş kişilerdir. O_laylara ilk müdahale edecek ve ilk
soruşturmayı yapacak olan emniyet teştildtımız, yukarıda arz ettiğim şekliyle
ve içlerindeki görüş aynlıkları nedeniyle yeterli olamamakta ve hazuladıldarı
tahkikat evrakı ile suçlular yeterince ve zamanında yasal işleme tabi tutulama­
maktadır.

- Birçok ilçemizde ya kaymakam yoktur 'veya çolc genç ve tecrübesiz ele-

291
manlardır. Bilhassa Kars ili dahilindeki ilçelere tecrübeli ve yetenekli kayma­
kamlarm atandınlmasına ihtiyaç vardır.

- istihbarat konusundaki zafiyet bizde de aynen devam etmektedir.


- Ö ğretmen kurumlarındaki disiplin kuralları müessir bir şekilde
işlememektedir. Yaptığımız bütün uyarılar müsbet netice vermemiştir."
Adana, Kahramanmaraş, Gaziantep Sıkıyönetim Komutanı Korg. Nevzat
Bölügiray'ın söylediklerinden bazıları da şöyle:
"Sayın Başbakanım,
İstanbul'dan sonra, anarşide ikinci sırayı alrın Ada11a'da anarşi giderek
tırmanmış ve adeta bir senaryoya uygun olarak gelişmiş ve emniyet
müdürlerimizin şehit edilmesiyle de noktalanmıştır. Olayların tırmanıp bu boy­
utlara varışından itibaren alınan askeri önlemlerle Adana'da 1 Ekim'den itiba­
ren büyük bir süktlnet sağlanmıştır. Ancak cinayetlerin devam edt;ceği
kanısındayız.
Şubat 1 979 tarihinden bugüne kadar yapılan tekliflerden karşılananlar,
özetle bir miktar polisin temini, bir miktar silah ve mermi temininden ibarettir.
Tekliflerden olumlu sonuç alınamayanlar ise, yine çok özet olarak emniyet
teşkilatı için özel kanunların çıkarılması, noksan emniyet personelinin tamam­
lanması, emniyet teşkilatına yeterli teknik personel ve malzeme temini, emniyet
teşkilatının dernek kurmalarının yasaklanması, emniyet teşkilatında bir denet­
leme sisteminin kurulması, devlet dairelerinde bölücülüğü ile tanınmış mahalli
memurların kullanılmaması, bankalarda özel güvenlik mensuplarının silah kul­
lanması yetkilerinin düzenlenmesi gibi hususlardır.
Diğer ö11emli bir konu da, aylardır emniyet müdürlüğünün müteaddit ve va­
limizin ısrarlı müracaatlarına rağmen emniyet müdürlüğünün akaryakıt
ödeneğinin bir türlü temin edilememesi ve emniyet müdürlüğünün piyasaya
yalvara yalvara iki buçuk milyon da borçlanmak suretiyle araçlarını bugüne ka­
dar yürütebilmesi ve sonunda da durması konusudur.
Şehit edilen Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul'un öldürülme olayını solcu
eylemcilerle beraber bir istismar konusu yapan ve çoğu POL-DER'li olan
200'ü aşkın polis, devleti hiçe saymış ve aşırı sol işçilerle beraber direnişe
geçmiştir. Adana 28-29 Eylül günleri yeniçeri ocağı ayaklanmasını andıran bir
kısım polisin direnişleri ve görevi terkleri ile 48 saat tamamen emniyet
yönünden boşlukta kalmış, Kahramanmaraş halkı korkulu saatler yaşamıştır.
Alınan önlemlerle bu boşluk askeri güçlerle doldurulmuştur. Ancak önemli
olan görevi anarşi ve terörü önlemek olan pol(sin bir bölümünün bizzat anarşi
içerisinde olmasıdır. Adana'da anarşi ve terörün önlenemeyişinin temelinde
yatan esas nedenlerden birisi; polisin bir bölümünün anarşinin içinde ol-
292
masu1ır. Bu olaylara katılanlar sıkıyönetim mahkemesine verilmiştir. 14'a tu­
tuklanmıştır. Sadece 56'sı açıga alınan bu grubun 186'sı halen görevdedir.
Şeklen görevdedir. Çankü görev yapmadıgı gibi, bu olayların unutulmasını
müteakip yine eski eylemlerine başlayacaklardır. Bu iki grup polis derhal Ada­
na'dan alınmadıkça sıkıyönetim Komutanlıgı bQnyesi içinde görev yapma/an
ve emniyet Madürlügüniln de başanya ulaşması mümkün olamayacaktır.

Aslında polis sorunu sadece bir miktar sorunu degildir. Miktarca çok, an­
cak yeteneksiz ve yanlı poliSin yarar yerine zarar verecegi endişesi içindeyim.
Cinayet, istihbarat ve sorgulama eleman/an ç_ok azdır. Sorgulama elemanı hiç
yoktur. Bu üniteler takviye edilmeden olayların önü alınamayacagı gibi cinayet
failleri de, illegal örgütler de istedigimiz şekilde ortaya çıkanlamayacaktır.

Gaziantep Emniyet Madürü vekildir. Bu şehir çok zor koşullar altındadır.


Bir an önce bir Emniyet Müdürünün atanması zorunludur.

Sonuç olarak; Adana Emniyet Örgütü önerilerimiz yönünde bir an önce is­
/ah edilmezse, bugün için askerin büyük çapta yüklendigi asayiş görevini
sıkıyönetimi müteakip asla yapamaz ve Adana'da büyük boyutlara varabilecek
anarşik patlamalar önlenemez."

B iraz da Ankara Sıkıyönetim Komutanı Korg. Nihat Özer'in


söylediklerinden bazılarını dinleyelim:
Özer, Sıkıyönetimin bir dönem1 daha uzatılması gereğini konuşmasının
başında değindi ve sebep olarak şunları söyledi.
"Şubat ayında A tatürk Bulvarı üzerindeki Vakıflar Bankası Genel
Müdürlük binası içindeki banka şubesi güpe gündüz soyulmuş ve soygunu
yapanlar yakalanmışlardır. Bu ekibin elebaşısı olan Dogan Toker adındaki
ODTÜ'den bir ögrenci, 1977 yılında Ankara'da DEV-GENÇ adındaki illegal
örgütün başkanlıgını yapmış. Savcının yaptı�; sorgulamada suçunu itiraf etti.
Bankadaki tanıklar hem yüzünden hem konuşmasından teşhis ettiler. Fakat
duruşma başladıktan sonra ikinci celsede tanıklar aniden dönüş yaparak soy­
gunu bunlann yapmadıgını söylediler. Savcının talebi üzerine tanıklardan altısı
tutuklanarak askeri cezaevine girince ertesi sabah birer dilekçe vererek
dogruyu söyleyeceklerini belirttiler. işin aslı araşnrıldıgında, suçluların avu­
katından BANK-SEN sendikasına kadar kişi ve kuruluşlann bunda parmagı
oldugu meydana çıktı. Malam oldugu üzere avukatın dosyayı tetkik etme
hakkı var.

Tanıkların ilk ifadelerinin fotokopilerini almak suretiyle DEV-GENÇ'in


Ankara'daki şubesine vermişler. DEV-GENÇ'in elemanları tanıklara teker te­
ker giderek böyle ifade vermeye devam etmeleri halintk sonlarının iyi olmaya­
cagı şeklinde tehditte bulunmuşlardır. Bu tanıklar da korkulanndan ifadelerini

293
değiştirmek zorunda kalmışlar. Ayrıca bankalardaki çalışanlar üzerinde
hdkimiyet kuran BANK-SEN sendikası bu bankanın % 30 personelini ele
geçirerek bunlar üzerinde baskı kurmaya çalıştıkları da tesbit edildi. Bu an­
lattığım hadise yasa dışı örgütlerin ve sendikaların DİSK'le ilişkili olan
BANK-SEN'in neler yapacağını göstermesi bakımından bir örnek teşkil
ediyor. Yarın öbürüsü gün, BANK-SEN bir bankadaki bütün personeli
TÜRKİYE ÖGREIMENLER BANKASJ'nda uyguladığı gibi baskı ile sendi­
kaya kayıt. ettirirse, artık bankalarda silahlı soygtina lüzum kalmadan, banka­
...
ları içten soymak ve para piyast:fsını ele geçirmek ve böylece örgütlere mali
destek sağlama imkanına kavuşacak demektir.
Diğer bir olay:
1 1 Ekim günü Ana/arta/ar Caddesinde Adliyenin yanında TÜRKİYE .
DEVRİMCi KOMÜNİST PARTİSİ inşa örgütünün pankart asma olayı cerey­
an etti. Maksatları milletvekili seçimlerini yaptırmamak. Bunları yapanların
çoğu . ODTÜ-Hacettepe Üniversitesi, Sağlık Koleji, Ankara Tıp Fakültesi
öğrencileri, öğrencilerin genellikle "Yurtsever Devrimci Gençlik", "İlerici
Gençlik" gibi derneklere mensup oldukları tesbit edildi. Bugün PKK yanlısı
olan bütün dernekler, "İlerici, devrimci ve yurtsever" deyimlerini kendilerine
slogan kabul etmişlerdir. Hiçbir zaman komünist deyimini kul/anmazlar.
Maliye Bakanlığı yemekhanesinde bildiri dağıtılıyor. Oradakilere nutuklar
söyleniyor. Seçim aleyhinde konuşmalar yapılıyor. Hür Demokratik rejimin
aleyhinde konuşuyorlar. İlgililer kendileri bir şey yapamıyor, yalnız
sıkıyönetime sanki müjde veriyorlar. Duruma el attık ve yemekhane
yöneticisini, memurunu, garsonunu, aşçısını hepsini toplamak zorunda kaldık.
İki gün emniyette kaldılar. Sorgulandılar, aç kaldık diye feryat etmeye
başladılar. Halbuki Maliye Bakanının verdiği ödenekle dışarıdan yemek getirt­
tiklerini tesbit ettik. Sonunda oranın bir anarşi yuvası olmaktan kurtarılmasını,
aksi halde yemekhaneyi kapatacağımızı bildirdik. Bu gibi olaylar yalnız Maliye
Bakanlığında değil, birçok yerde cereyan etmektedir. Her kuruluş kendisi bir
kenera çekilerek sıkıyönetime müracaat etmekte ve bizzat önlem almamızı iste­
mekteler. Halbuki dileğimiz herkesin kendi kapısını temizlemesidir.
Devlet örgüt elemanlarından anndırılmadıkça, devlete, cumhuriyete sahip
görevliler, görevlerine sahip çıkmadıkça, sıkıyönetimin uğraşıları sadece bir
süre polisin yerini işgal etmekten, sokaktaki hareketi önlemekten öteye gide­
mez. Biz devlet mekanizmasının içine girerek bunları da temizleme yetkisine
sahip değiliz. Ancak suç işlediği takdirde alabiliriz. "
Bütün sıkıyönetim komutanları polis ve jandanna noksanlığından yakınıyor
ve ilave jandanna ve polis gücü verilmesini istiyorlardı. Bunun üzerine Jandar­
ma Genel Komutam Orgeneral Sedat Celimın söz alarak yeni celpte er mik:tan
294
azaldığından, yeniden jandanna takviyesinin yapılmasının mümkün olmadığını
açıkladı. Aynca, jandamıa subay ve astsubay noksanının da had safhaya gel­
diğini, mütemadiyen emekliliklerini istediklerini söyledi. Emekliliklerini
isteyen subay ve astsubaylarla konuştuğumda, görev yapmaktan yılgınlık ge­
tirdiklerini, gecesinin gündüzünün, cumartes� pazarının, bayram ve istirahat­
lerinin olmadığını, buna mukabil aldıkları maaşla ı.or geçinebildiklerini, sık sık
ölümle �ehdit edildiklerini söylemişlerdir.
Sıkıyönetim Komutanları jandamıanın ve polisin telsiz noksanlığından da
şikayet ediyorlardı. Orgeneral Celasun 1976 senesinden beri jandarmanın bir
tek telsiz alamadığını yana yakıla anlattı.
Jandarma Genel Komutanının ardından Adalet Bakanı Mehmet Can söz
aldı ve Başbakana hitaben yaptığı konuşmada, adalet mekanizmasından acı acı
dert yandı. Adalette aksaklık olduğunda kendisinden sorulduğunu, ancak yet­
kinin kendisinde değil başka ellerde olduğunu örneğin, tayinleri Hfildrnler ve
Savcılar Yüksek Kurulu'nun yaptığını en kötü memurun Danıştaydan karar
alıp yapılan işlemi durdurduğunu, mahkemelerin liçka olduğunu söyledi ve
şöyle devam etti:
"Hiçbirisine dokunamıyoruz. Ben buradan ayrılıp gideceğim.fakat bu statü
değişmezse. 1 961 'den beri uygulanan bu hal adaletin hükümetten çıktığını
gösteriyor. Yani sorumlu hükünıetlerdir, ama yetkiler başka organ/ardadır. Ol­
maz bu sayın Başbakanım ... Bu durumun muhakkak düzelmesi ldzım. So­
rumluluğu da hakimlere vermemiz ldzım. TRT'ye dokunamıyoruz. Derneklere
dokunamıyoruz, Üniversitelere dokunamıyoruz. 400 kişilik bir üniversite
öğrencilerini derse alıyoruz, 400 kişisi dışanda geziyor, haftada bir derse gi­
riyor. Ama sorumlu hep hükümet oluyor. Hükümetler Sayıştay'a karışamıyor,
hdkime karışamıyor, savcıya karışamıyor. Ama biz varız... Basın bize
karışıyor, o bile bize karışıyor. Türkiye'de karışıyor."
Mehmet Can bunları içtenlikle söylemişti. Sıkıyönetim toplanbsı bittikten
sonra Mehmet Can'ın koridorda yanına gittim ve "Sayın Can çok güzel
söylediniz. Sizden evvel de Adalet Bakanlan şikayetçi idi. Madem bu duru.
mun sakatlığını kabul ediyorsunuz, şimdi muhalefete geçeceksiniz. İktidar
partisi ile anlaşıp bu durumu düzeltin" Uedim. Bir şey söylemedi.
Başbakan Bülent Ecevit, toplantı sonunda kısa bir konuşma yaparak
Sıkıyönetim Komutanlarına ve İçişleri Bakanı'na teşekkür ederek toplantıyı
kapattı.
Görüldüğü gibi Sıkıyönetim Komutanlarının isteklerinden bugüne kadar,
dile getirilmesine rağmen, hfili yerine getirilmeyen ve bu yüzden her toplanbda
tekrar edilen hususlar var. Sıkıyönetime rağmen neden anarşi ve terörün
önüne geçilemedi diye soru soranlar var. İşte bundan dolayı önü alınamadı.
295
Bu gibi olaylar geniş yetkilerle önlenir, yetkisiz komutan ne yapsın.
Görüldüğü gibi bazı kanunlar ve içtihat kararlan elini kolunu bağlamış.
Atatürk döneminde de Türkiye'nin birçok bölgesinde ayaklanma olayları ce­
reyan etti. Ama oraya bu olaylan basbrmak için gönderilen IComutana öyle yet­
kiler verildi ki, o komutan bu yetkilerini gerektiğinde kullanarak muvaffak
oldu. Ulu Önder Atatürk Sakarya Muharebesinde meclisin yetkisini alarak
Başkomutanlığa gitmeseydi acaba muvaffakiyet ne ölçüde olurdu, düşünmeye
değer.

İKİNCİ BAŞKAN KÜÇÜK


ÇALIŞMA GRUBUNUN İLK RAPORUNU GETİRİYOR

İkinci Başkan Haydar Salbk'ın başkanlığında kurduğum iki kişilik kurulun


iki raporu bana getirildi. Rapor bir durum muhakemesi şeklinde hazırlanıyor
ve sonunda karar teklifi yer aliyordu. İlk iki rapor da gösteriyordu ki memleket
gilnbe gün iç harbe doğru sürükleniyordu. Mevcut düzenle, anarşinin ve
bölücülüğün önlenmesinin mümkün olanıayacağl, mevcut Büyük Millet Mecli­
si ile çeşitli problemlerin halledilemeyeceği, eğer Ulkenin parçalanması
önlenmek isteniyorsa Meclisin feshedilmesi ve yönetime el konulması, bir Ku­
rucu Meclis kurulması, geç kallrursa, Silahlı Kuvv.etlerin de bir iç savaş içine
sürüklenme tehlikesiyle karşı karşıya gelmesi korkusunun bulunduğu husus­
ları raporlarda yer allyordu. Raporları okuyor, dolapta saklıyordum. Ancak
ben henüz böyle bir durumun mevcut olmadlğl düşüncesindeydim.

ECEV1TtsriFA FJ>İYOR · DEMİREL GÖREV AUYOR

15 Ekim 1979 günü Ecevit hükümeti çekilme karan aldl ve istifası Cumhur­
başkanınca kabul edildi. Hüküm.eti kurma görevi Adalet Partisi Genel Başkanı
Süleyman Demirel'e verildi. Z.aten başkasına vermek mümkün de değildi; tah­
travalli oynar gibi bir Ecevit yukarıya çıkıyor, Demirel aşağı iniyor. B ir
müddet sonra Demirel yukarı, Ecevit aşağıya iniyor. Şimdi de Demirel yukarı
çıktı., Ecevit aşağıya indi.
Demirel'in yukarıda kalabilmesi için diğer partilerin desteğine ihtiyaç vardı.
Bunlar da Milli Selamet Partisi ile MilliyetÇi Hareket Partisi olacaktı. Yani Er­
bakan ile Türkeş. Her ikisi de koalisyona dahil olmadılar. Dışardan Demirel'i
destekleyeceklerini söylediler. Yani Demiıel'in kurduğu hükümet bir azınlık
hükUmeti olacaktı.

296
25 Ek.im'de Cumhurbaşkanı, Demirel'e hilkümeti kurma görevini verdi.
Demirel hilkümeti Adalet Partili milletvekilleriyle kurdu.
Bakanlar Kurulu aşağıdaki bakanlardan oluşuyordu:
Başbakan : Süleyman Demirel
Devlet Bakam : Ekrem Ceyhun
Devlet Bakam : Ahmet Karahan
Devlet Bakam : Kök.sal Toptan
Devlet Bakam : Oıtıan Eren
Devlet Bakam : Metin Musaoğlu
Devlet Bakam : Mehmet Kelleci
Adalet Bakam : Ömer Ucuzal
Milli Savumna Bakanı : A. İhsan Birincioğlu
İçişleri Bakanı : Mustafa Gülcügil
Dışişleri Bakam : Hayrettin Eıkmen
Maliye Bakam : İsmet Sezgin
Milli Eğitim Bakanı : Oıtıan Cemal Fersoy
Bayındırlık Bakanı : Selahattin Kılıç
Ticaret Bakam : Halil Başol
Sağlık ve Sosyal Yıınt ım Bakanı : Ali Münif İslamoğlu

Gümrük ve Tekel Bakanı : Ahmet ç.aicmak


Ulaşnmıa Bakanı : Hüseyin Özalp
Gıda Tanın ve Hayvancılık Bakanı : Cemal Külahlı

Çalışma Bakanı : Cavit Erdemir


Sanayi ve İşletmeler Bakanı : Nuri Bayar
F.nerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı : Esat Kıratlıoğlu

Turizm ve Tanıtma Bakanı : Barlas Küntay


imar ve İskan Bakanı : Turgut Toker
Köyişleri Bakanı : Ahmet Karayiğit
Omıan Bakanı : Hasan Ek.inci
Gençlik ve Spor Bakanı : Talat Asal

297
Sosyal Güvenlik Bakanı : Sümer Oral
Kültür Bakanı : Tevfik Koraltan
Hüküınetin kurulması ve hükümet programının hazırlanması bir aya yakın
zaman almışu. Hükümet programı o tarihte evvela Senatoda okunur sonra
Büyük Millet Meclisinde okunurdu. Senatodaki programın okunması 20
Kasını günü yapıldı.
Bu arada 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlama törenleri yapıldı. Her bay­
ramda olduğu gibi 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla Silahlı Kuvvetler
mensuplarına bir mesaj yayınladım. Bu mesajın bir yerinde anarşist ve
bölücülere yine değinmek lüzumunu hissettim. Silahlı Kuvvetlerin bu konuda
ne kadar hassas olduğunu onlara anlatmak ve millete de biraz olsun moral ver­
mek istiyordum. Mesajda değindiğim husus şöyleydi:
"Her karış toprağı mübarek şehit kanları ile sulanmış olarak atalarımızdan
teslim aldığımız kutsal yurdumuzu parçalamak, kaderde, kıvançta ve tasada
bölünmez bir bütün olan asil milletimizi bölmek isteyen iç ve özellikle dış
düşmanlarımız tarihin belli dönemlerinde olduğu gibi bugün de haince plan­
larının tahakkuku için durmadan çalışmaktadırlar.
İçinde bulunduğumuz ekonomik ve politik durumdan faydalanmak isteyen­
lerin emellerine ulaşmak için sarf ettikleri gayretler bizi iyi tanımayanların hasta
adam olarak ni.telemelerine neden olmaktadır.
Bütün bunlar milletimizin öz varlığı olan Silahlı Kuvvetlerimizi de elbette
rahatsız etmekte ve üzmektedir.. Bütün bu cereyan eden olayları yakından iz­
leyip dikkatle değerlendirerek, vatanın bütünlüğü ve milletin bölünmezliği
konularında milletçe el ele vererek kısa sürede esenliğe kavuşacağımıza ve hür
dünyada layık olduğumuz yeri alacağımıza inanıyor ve bunu sabırsızlıkla bek­
liyoruz. "

. KASIM 1979

Kasım ayına girerken Ekim ayı içerisinde yurt sathında 573 olay cereyan
etmiş ve bu olaylarda 1 02 vatandaşımız ölmüş, 452 vatandaşımız da yara­
lanmıştı.

298
DEMİREL'İN HÜKÜMET PROGRAMİNDAN PARÇALAR

Demirel 20 Kasım'da Senato'da okuduğu hükümet programında


"Vatandaşın can güvenliği sağlanacaktır" demişti. Can güvenliği o kadar kay­
bolmuştu ki; basit tedbirlerle bunu sağlamak mümkün görülmüyordu. O ted­
birleri acaba alabilecek miydi? Almayı düşündüğü kanuni ve idari tedbirler için
kendisini dışarıdan desteklemeyi vaad eden Erbakan ile Türkeş bu desteği
verecekler miydi? �u konuda Demirel'in muvaffak olması. özellikle Erba­
kan'ın işine gelir miydi? Bu desteği hükümet kurulurken vaad eden Erbakan
bu vaadinde samimi miydi? Hiç zannetmiyorum. Erbakan'ın "Allah Bir"
dediğine bile inanmaya gelmez. Nitekim ileride bunun böyle olduğu meydana
çıkacak ve Demirel hükümetini düşünnek için akla gelmedik oyunlar oynaya­
cakbr.
Demirel "Vatandaşın can güvenliği sağlanacaktır" dediğinin ertesi günü
yurtta iki polis ile dokuz vatandaş teröristlerce öldürüldü ve Demirel "Anarşi
bir parti, bir hükümet meselesi olmaktan çıkmıştır. Anarşiye karşı partilerin
işbirliği şarttır" demek zorunluluğunu bile hisseblliştir. Aynı Demirel Ecevit
hükümeti zamanında Cumhurbaşkanınca yapılan işbirliği çağrılarına olumsuz
karşılık verip "Anarşinin başı Halk Partisidir" derken, şimdi kendisi hükümeti
kurunca partileri işbirliğine çağırıyor.
Hükümet programı Büyük Millet Meclisinde okunuyor ve 25 Kasım'da
229 kabul, 208 red ve 1 çekimser oyla Demirel Hükümeti güven oyu alıyor.
Ayru gün de Abdi İpekçi'yi öldürmekten sanık olarak tutuklu bulunan
Mehmet Ali Ağca hapishaneden kaçıyor. Yine aynı gün Türkiye sathında do­
kuz kişi öldürülüyor ve eski İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş Senato'da ta­
bancasının kabzasıyla Adalet Partili bir senatörü başından yaralıyor.
28 Kasını günü Adana'da ayru anda dört kahve bombalandı, bir gün sonra
da Kayseri'de cerayan eden olaylarda on kişi öldü ve bu yüzden şehirde
sokağa çıkma yasağı kondu.
Ecevit; hükümeti devir ederken 1 1 milyar dolarlık dış borç ödeme kolaylığı
sağladık. Dövizi artmış, ticaret açığı azalmış, bir Türkiye devir ediyoruz der­
ken; Demirel de 190 milyon dolarlık petrol faturası geldi. Bu hafta ödenmesi
gerek. Ödemede güçlük çekiyoruz.·Ülke Ecevit'in çizdiği tablo gibi değil di­
yordu.
Hangisine inanacaksınız?

29')
ARALIK 1979

Kasım ayından Aralık ayına geçerken bu ay içerisinde yurt sathında 2 1 8


olay cereyan etmiş ve bu olaylarda 64 kişi ölmüş, 1 7 1 kişi de yaralanmıştır.
Nedense bu ay içerisinde olaylarda biraz da olsa azalma göze çarpmıştır.

DEMİREL'İN İLK
SIKIYÖNETİM KOORDİNASYON TOPLANTISI

Demirel Meclis'ten güven oyunu aldıktan kısa bir süre sonra 4 Aralık 1 979
günü ilk Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısını yaptı. Bu toplantıya birçok
Bakanı da çağınnıştı. Demirel toplantıyı açış konuşmasının bir yerinde şöyle
söylüyordu:
"Sıkıyönetim görevini, Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup subay, astsubay,
erbaş ve erler bugüne kadar canla başla yürütmüşlerdir. Bundan sonra da
başarı ile yürüteceklerdir. Yurdumuzu bir alev sarmıştır. Bu alevi söndürmek
için yaptıgınız başarılı görevlere şükran borçluyum. Ancak, bu yangının
söndürülemediği de bir gerçektir. Sıkıyönetim Komutanları kendi sıkıntılarını
ve bu yangını söndürmek, hedefe ulaşmak için ne lazım geldigini açıklasınlar.
Yetki lazımsa yetki, silah lazımsa silah, para lazımsa para, insan lazımsa insan
bulalım. İlldki bu yangını söndürelim. Zira sıkıyönetim devletin son
çaresidir. "
Açış konuşmasından sonra evvela Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanı
sıkıyönetimin ilanından bugüne kadar cereyan eden olaylan, yapılan teklifleri,
tekliflerden gerçekleştirilenlerle gerçekleştirilemeyenleri, anarşik olaylarin bir
türlü önlenememesinin sebeplerini, alınması gerekli yasal, idari, istihbarat,
psikolojik tedbirler hakkında geniş bir bilgi sundu. Sıkıyönetim Koordinasyon
B aşkanı Tümgeneral Selfilıattin Cam bazoğlu 'nun bu konuşması çok uzun
olduğundan, buraya yalnız konuşma sonunda yaptığı (Sonuç ve Öneriler)
kısmını alacağım. Cambazoğlu'nun bu kısımda söyledikleri şunlardı:

300
SONUÇ VE ÖNERİLER
Sayın Başbakanım ,
İç ve dış kaynaklardan tahrik, teşvik ve finanse edildiğine şüphe bulun­
mayan �inin alınan tüm tedbirlere rağmen bir türlü kesin olarak durdurula­
madığı malumlarıdır. Bu meyanda ele geçirilen ve yurt dışındaki bazı
yerlerden gönderildiği anlaşılan dökümanlar, yurdumuzdaki eylemci kesim­
lerle ilişkili olan yabancı kaynaklı merkezlerin de varlığını doğrulamaktadır.
Yasa dışı şiddet olaylarının önlenebilmesi bakımından bugüne kadar
Sıkıyönetim Komutanlıkları gerek raporlarda, gerekse Sıkıyönetiı:n Koordi­
nasyon toplanblannda önerilerde bulunmuşlar, Genelkurmay Başkanlığınca da
muhtelif vesilelerle konuya ilişkin görüş ve öneriler ilgili makamlara
bildirilmiştir. Bir bölümü ele alınan söz konusu bu önerilerin büyük bir kısımı
henüz sonuçlandınlamamışbr. Müsaadelerinizle şimdi de bu önerilerin durumu
hakkında özet bilgiler an edeceğim.
A. YASAL KONULAR:
( 1 ) Anarşinin olağanüstü boyutlara ulaşması nedeniyle mevcut yasalar ile
idari tedbirlerin kifayet etmediği anlaşılmaktadır. Anarşinin önlenebilmesi
maksadıyla kesin önlemleri kapsayacak şekilde ele alınan fakat henüz yasa­
laştırılamayan olağanüstü hal kanunu ivedilikle çıkarılmalıdır.
(2) Adli Kolluk Teşkilatı bulunmaması nedeniyle suçluların takip ve yaka­
lanması güçleşmekte, Cumhuriyet Savcılarının da dosyalan yeterli düzeyde
geliştirebilmeleri mümkün olamamaktadır. Bu konuda Genel Zabıtanın bir bi­
rimi olarak ilk aşamada 25 ilde uygulamaya geçilmiş olup, söz konusu
teşkilatın kurulmasını sağlayacak yasa çalışmaları henüz tamamlanamamıştır.
(3) Cezaevlerinin dış korunması görevi aslen Adalet Bakanlığının olmasına
rağmen, geçici olarak bu görev jandarmaya verilmiş, ancak bu görevle ilgili
olarak bir örgütün kurulması yolundaki çalışmalar sürdürülmekle beraber
henüz bir sonuç alınamamıştır. Jandarmanın bu şekildeki görevlere
bağlanması sonucu anarşik olaylan takip konusunda etkinliği azalmaktadır.
Cezaevlerinin emniyetle korunması için yasal ve m addi tedbirlerin ele
alınmasında zaruret vardır.
(4) Sadece İstanbul'da bulunun bankalar ile öğrenci tesisleri korunması için
1 .400 yerde jandarma komando rrleri nöbet tutmaktadırlar. Vurucu güç olarak
kullanılması gereken bu birliklerin bu şekilde dağıblmış vaziyette kullanılması
nedeniyle etkinliği azalmaktadır. B ankalar ile önemli tesis ve kişilerin korun­
maları konusunda hazırlanan tasarının yasalaşması çalışmalarına hız verilmesi
gerekmektedir.
(5) Anarşi konusunda yanlı ve hana hedef gösterir mahiyetteki yayınların
önlenebilmesi maksadıyla gerekli yasal tedbirler alınmalıdır.

301
(6) Anarşik olaylara karışmış kişiler için af çıkacağı söylentilerinin önünün
alınması, her ne sebeple olursa olsun af çıkarılmamasının yararlı olacağı
düşünülmektedir.
(7) Ceza ve Usul Yasalarımız klasik suç tiplerine göre düzenlemeler getir­
miştir. Örgütsel ve illegal suçlar kavramı yeni doğmuş olduğundan klasik suç
kavramları ve usul hükümleri ile bu suçlarla mücadelede kifayetsiz
kalınmaktadır. Bu itibarla yeni suç tiplerine uygun, cezai ve usule ilişkin yeni
düzenlemelere gibnek zorunluluğu vardır. Davaların müşterek ve genel gaye
içinde görülmesi halinde yetki ve görev yönünden de yeni hükümlere ihtiyaç
vardır.
(8) T.C.K'nun 125'inci maddesi ile ülke bütünlüğü ihlal edildiği takdirde
pek ağır cezalar söz konusu edildiği halde, bunun propagandası 142'inci mad­
dede caydıncılıktan uzak hafif bir ceza tehdidine bağlanmıştır. 125'inci mad­
deye yönelik propagandanın bu suçun ağırlığı ile orantılı olarak arttırılması zo­
runludur.
(9) Güvenlik kuvvetlerinin silah kullanma konusunda olayın dehşet ve kor­
kusu ile zaruretin sınırını tecavüz ebneleri halinde T.C.K'nun 50'nci madde­
sindeki ceza tehdidi kaldırılarak silah kullanma yetkisi genişletilmelidir.
(10) Seçim kanununda yapılan son tadille Yüksek Seçim Kuruluna, radyo
ve TV'.de yapılacak konuşmaların anayasaya uygwıluğu denetleme görevi ve­
rilmiştir. Ancak Anayasaya a)'k.ırı. konuşma metinlerinin saptanması halinde
Yüksek Seçim Kurulunun yetkileri hususunda açık bir düzenleme yoktur. Tel­
evizyon ve radyodaki Anayasaya aykırı konuşmaların yayına sokulmaması hu­
susunda açık bir hüküm getirilmesi gereklidir. Keza yazılı metin vermekten
kaçınan veya yazılı metin dışına çıkan parti temsilcileri hakkında önlem ve ce­
zai sorumluluklar getirilmelidir.

(1 1 ) Halkın, gözü önünde cereyan eden olaylar hakkında pasif bir tavır
takınarak tanıklıktan çekindiği izlenmektedir. Tanıklık için can ve mal
güvenliği sağlayacak, tanıklığı bir yük olmaktan çıkaracak yasal tedbirlerin
alınarak halkın aktif katkısının sağlanması zorunludur.
(12) 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu İle İlgili Hususlar
(a) Şiddet olaylarının gelişmesine büyük katkısı olan silah kaçakçılığı henüz
kesin olarak önlenememiştir. 1402 sayılı yasanın 1 5'inci maddesinde
gösterilen suçların Sıkı yönetim Askeri Mahkemesinde görülebilmesi için,
suçun sıkıyönetim ilanına veya faaliyetine ilişkin olması kuralı aranmaktadır.
Gösterilen suçlar arasında, asayişi geniş ölçüde haleldar ebnesine rağmen ticari
amaçlı silah satışı veya kaçakçılığı sıkıyönetim ilan ve faaliyetlerine ilişkin bu­
lunmamakta ve bu yüzden Sıkıyönetim Mahkemelerinin söz konusu suçlara

302
bakamaması sonucu doğmaktadır. Askeri Yargıtayın göreve ilişkin içtihatları
da bu düşünceyi doğrular niteliktedir. Madde değişinceye kadar sıkıyönetim
bölgelerindeki bu çeşit suçların Sıkıyönetim Askeri Mahkemelerinin görevine
girmesini sağlayabilmek için idari önlemlerin de alınabileceği
düşünülmektedir.

(b) Sıkıyönetim Askeri Mahkemelerinin, sıkıyönetim sona ermesi halinde


henüz sonuçlandırılamayan davalar bitirilinceye kadar görevlerine devamını
sağlayacak ve halen T.B.M.M'de bulunan tasarının yasalaşurılması zorunlu­
dur.

(c) Siyasi amaçla adam öldüıme aynı amaçla takibi şikayete bağlı olmayan
müessir filde bulunma ve T.C.K.'nun 5 1 6 ve 5 17'nci maddelerinde gösterilen
mala karşı kasten verilen zarar (Nası Izrar) suçlan ile T.C.K'nun 5 36'ncı
maddesinin 1402 sayılı yasa kapsamına alınması gerekmektedir.

(d) Sıkıyönetim Kanununun 26'ncı maddesinde öngürülen Sıkıyönetim


Hizmet Tazminatını günün koşullarına göre düzenleyen tasan yasa­
laşU �alıdır.
(e) Sıkıyönetim görevlilerinin kazandan iaşesini sağlayacak yasal önlemler
alınmalıdır.

(f) 1402 sayılı yasanın 1 6'ncı maddesindeki cezanın asgari haddinin


T.C.K.'nun 526'ncı maddesinde olduğu gibi 3 aydan başlatılması uygun ola­
cakbr.

B. EMNİYET ÖRGÜTÜNÜN GÜÇLENDİRİLMESİ:

Gelişmiş ülkelerde her bin kişiye 4 polis düştüğü ve söz konusu bu


ülkelerde polislerin üniversite mezunları arasından seçildiği bilinmektedir.
Ülkemizde her bin kişiye 1-2 polis düşmekte, bunların da eğitim düzeyleri ol­
dukça yetersiz bulunmaktadır. Bu konu üzerinde sayısal ve nitelik yönünden
çalışılmakla beraber henüz yeterli ve istenilen seviyeye ulaşılamamıştır. Ko­
nuya ilişkin olarak;

( 1 ) Başta Adana ve Gaziantep Emniyet Müdürleri olmak üzere birçok il ve


ilçede noksan olan emniyet görevlilerinin tamamlanması,

(2) Emniyet örgütünün araç v e gereç yönünden hiçbir fedakirlıktan


kaçınılmadan güçlendirilmesi,

(3) Polisin gerek mesleğe alınışında 2-3 ay, gerekse meslekte yapılan kısa
süreli eğitimlerin yetersizliği göwnüne alınarak ni�liğinin yükseltilmesi,
(4) Polis ödeneklerinin hareket kabiliyetini amracak, haberleşme ve abş
eğitimlerini karşılayacak düzeyde �ğlanması,

303
(5) Polis örgütünde Silahlı Kuvvetlerde olduğu gibi disiplinin sağlanması
ve taraflı hareketlere engel olunması,

((?) Adana'da Emniyet Müdürünün öldürülmesi üzerine meydana gelen


olaylara karışbğı tespit edilen polisler ile diğer illerde benzeri olaylarla ilişkileri
nedeniyle bölgelerinden alınmaları için Başbakanlığa sunulan ve henüz hak­
larında bir işlem yapıldığı öğrenilemeyen polis ve diğer kamu görevlileri konu­
sunda gerekli işlemlerin yapılması,

(7) Polislerin olaylara daha etkin müdahalesini sağlayacak yasal


düzenlemenin yapılması,

(8) Emniyet ve asayişin sağlanması ile ilgili görev yerine getirilirken mey­
dana gelen olaylarda personelin ölümününe, sakat kalmasına ya da yaralan­
masına yol açan üzücü durumlarla karşılaşılmaktadır. 1475 sayılı kanun ile bu
konudaki tüzükte belirtilen miktarları günün koşullarına göre yükseltmeyi
amaçlayan ve halen T.B.M.M.'de bulunan tasarının gerek sıkıyönetim gerekse
İl İdaresi Kanunu gereğince asayişin sağlanması ile görevlendirilen askeri per­
sonele de uygulanacak şekilde ivedilikle yasalaştırılması zorunlu
görülmektedir.

(9) Ancak, yukarıda arz edilen önlemler ile emniyet örgütünün yeniden
teşkilatlandınlmasının kısa vadede mümkün olamayacağı dikkate alınarak daha
iyi durumda bulunan jandarmanın güçlendirilmesine önem verilmesi uygun
görülmektedir.

C. İSTİHBARAT KONULARI:
(1) İstihbarat elemanlarının sayısal ve nitelik yönünden yetersizliği ve mev­
cut istihbarat örgütlerinin dağınık bir durum arzetrnesi, olayların önlenmesinde
ve örgütlerin ortaya çıkarılmasında menfi rol oynayan başlıca etkenlerdir. Bu
nedenle istihbarat örgütlerinin merkezileştirilmesi yanında eleman sayısı ve
niteliklerinin arttınlmasında fayda görülmektedir.

(2) Sorgulama, parmak izi ve benzeri uzman personelin azlığı, bazı


teşkilatlarda da hiç olmayışı soruşturmaların tam olarak yapılmasını menfi
yönde etkilemektedir.

(3) Anarşik olaylarda kullanılan silahların diğer olaylarla ilgisini tespit ede­
bilmek için, ülke çapında yeterli bir balistik merkezin Ankara'da faaliyete
geçirilmesi zorunludur.

D. İDARİ SORUNLAR:
(1) Birçok ilçede kaymakam olmayışı nedeniyle devlet otoritesinin zaafiyeti
söz konusu olmaktadır.

(2) Başta Emniyet ve Milli Eğitim olmak üzere bazı kamu kuruluşlarında
304
yanlı hareket edenler, hatta olaylara karışanlar olduğu gibi, bazı sendika ve
derneklerin de amaçlan dışında faaliyet gösterdikleri müşahade edilmektedir.
Yanlı hareket eden söz konusu görevliler ile amaçlan dışında faaliyette bulu­
nan sendika ve dernekler hakkında tedbirler alınması, bilhassa Emniyet ve
Milli Eğitim görevlilerinin demek kurmamalanru sağlayacak düzenlemenin
yapılm ası zorunlu görülmektedir.

(3) Özellikle büyük kentlerimizde gecekondu·bölgelerinin süratle mahalle,


köy muhtarlığı veya belediye teşkilatı halinde organize edilmesi, arsa, bina
mülkiyeti ve iskan sorunlannın halledilmesi gerekmektedir.

(4) Kaçakçılığın önlenebilmesi için yasal tedbirlerin yanında ekonomik


önlemlerin de alınması zorunludur.

(5) Güvenlik kuvvetlerinin bütün gayretlerine rağmen gereği gibi


önlenemeyen anarşi konusunda herkes herşeyi sıkıyönetimden beklemektedir.
Halkın, kamu yönetici ve görevlilerinin bu konuda kendilerine düşen görevi
yapmalan ve aktif katkılannı sağlayacak tedbirlerin uygulanması zorunlu
görülmektedir. ·

(6) Anarşik olaylarda kullanılan patlayıcı maddelerin eylemcilerin eline


geçmemesi için merkezi üretim yerleri ve depolan ile inşaat, taş ocağı ve ben­
zeri yedenle kontrol sağlanmalıdır.

(7) Sıkıyönetim uygulamaları nedeniyle yetkilerini kullanan Sıkıyönetim


Komutanları ve sıkıyönetim görevlileri hakkında bu uygulamaları nedeni ile
bazı kesimlerce tazminat davalan açıldığı ve kamuoyu önünde müşkül duruma
düşürülmeye çalışildığı görülmektedir. Görevlerini büyük bir titizlikle yerine
getinneye çalışan söz konusu görevlilerin gerek hukuken savunulmalan ve ge­
rekse s�z konusu psikolojik baskıdan ayn tutulabilmeleri için gerekli teminat
sağlanmalıdır.

Sayın Başbakanım ,

Sonuç olarak öncelik sırasıyla;

- Mevcut anarşik ortamın süratle ortadan kaldmlması konusunda artık, dev­


let çapında ve sıkıyönetime paralel olarak bir strateji tespit edilerek, bütün
anayasal kuruluşlarca teröre ve bölücülüğe karşı kesin ve ortak bir tavır
takınılmasını,

- Aşın uçlar tarafından eylemlerin yoğun olduğu bölgelerden başlanarak


süratle terörün ve bölücülüğün üzerine gidilmekle beraber, arz edilen kamu,
emniyet ve istihbarat örgütleri ile ilgili yasal ve idari hususlann ivedilikle ele
alınmasını,

- Terörün hakiki amaçları, güvenlik kuvvetlerinin tarafsızlığı ve etkinliği,

305
taruklığm insanlık ve vatan görevi olduğu yolunda yayın organlan vasıtasıyla
kamuoyu oluşturulmasını,

- İşsizlik, pahalılık, işçi ve öğrenci sorunları ile benzeri konularda süratle


ve asgari olarak istismar edilemeyecek düzeyde tedbirler alınmasını,

- Bölücülük olaylarının önlenebilmesi maksadıyla Doğu ve Güneydoğu An­


adolu' da kısa vadede alınacak yasal ve idari önlemler ile birlikte, uzun vadede
de sosyo-ekonomik ve eğitsel tedbirlerin süratle saptanıp, ısrarla uygulan­
masını, tensiplerine arz ederim.

Arkasından bütün Sıkıyönetim Komutanları ayn ayn kendi bölgeleri ile il­
gili bilgileri ve teklifleri sundular. Türkiye'de cereyan eden anarşik olaylarla,
öldürme ve yaralama olaylarının % 40'ına sahip olan İstanbul Sıkıyönetim
Komutanı en geniş izahab verdi ve alınması gerekli tedbirleri de açıkça dile ge­
tirdi. Toplanu dokuz saat devam etti. Sonunda Demirel bir konuşma yaparak
toplantıyı R.apatu. Konuşması aynen şöyle idi:

"9 saate yakın bir süredir sıkıyönetim uygulamaları ile görüşmeler devam
etti; ş imdi ben bir özet yapacağım . Ama konuşmaların hepsini değil, bir
kısmını ele alacağım . Evvela şunu ifade edeyim ki bundan önceki toplanularda
S ıkıyönetim Komutanlarının neleri talep ettiklerini bilmiyorum. Bunların hep­
sini sayın Cambazoğlu'ndan isteyeceğim. Ve neler yapılıp neler yapılmadığını
ortaya çıkaracağım. Bir gerçek var ortada hepinizin olaylan ne kadar büyük bir
feryat i çinde dile getirdiğinizi gördüm. Bunlar benim için yabancı değildir. 1 1
aydır devam eden sıkıyönetim ile idare devresinde genel bir ayaklanma ve
kalkı ş önlenmiştir. Bu bir gerçektir. B unda Sıkıyönetim l\omutanlıklarında
görev yapan bütün subay, astsubay, erbaş ve erlerin büyük gayret ve çalışması
v a r. Hepsine şükran borçluyum.

1 1 ay sonra geriye bakUğımızda hfil:i bıçağın sırunda durduğumuzu, hiçbir


örgütün köküne inemediğimizi ve cinayetleri işleyenlerin % 40 hatta % 60'mı
bildiğimizi görüyor fakat maalesef bir sonuç alamıyoruz. Bütün bunlar ya­
panın yanına kalıyor. B iz kusur aram ıyoruz. Bu toplanUdan çare çıkaracağız.
Hadiseler ortaya kondu. Hedefte sanıyorum ihtilaf yoktur. Burada değil, mil­
lette de böyledir. Türkiye'nin bütünlüğünü muhafaza Türkiye'nin bir numaralı
meselesidir. Bir milli meseledir. Gayri siyasidir. Siyasilik vasfını yitirmiştir.
B u memlekette bugüne kadar katiller masum muamelesi gördü. Görev yapan­
lar ise suçlu ve faşist ilan edildi. Artık bugün görev yapılmasını herkes
gönülden istemektedir.

Komünistlerin yaptığı hareketlerin Türk Silahlı Kuvvetleri içinde olduğu


söylenen kontr gerillanın yaphğı ifade edildi. Ancak bugün bu mücadelede ben
bunu bir avantaj sanıyorum. Sıcak haıp, evet sınırlarımızdadır. Ama içimiz
herşeyden önemlidir. Evvela kendi içimizi derleyip toparlamak mecburiyetin-

306
deyiz. Bugünün harpleri zaten içten çökertmeyi esas alır. Bölücülük, siyasi
sürtüşmeler ve komünizm iç içedir. Bugün benim vatandaşımı birbirine
düşüren gizli bir güç vardır. Kars'ı dışa açılan pencere haline getinnek istiyor­
lar. Rize-Adana hattında olay çıkarılarak bir Kürt, bir Enneni devleti kunnaya
çalışıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti Devletine sahip çıkmayanlar haindir. Bizim
kavgamız bunlarladır. Türkiye'yi sevenlerin bu mücadeleye devam etmesi
gerekir.
Metodoloji öneriyorum. Cambazoğlu bunları gözden geçirdikten sonra,
bunları birlikte bir tasnife tabi tutucağız. Buna göre:
1. İdari Tedbirler
Kim ve ne yapacak, bunu tespit edeceğiz. Sıkıyönetim Kanununun verdiği
yetkileri tam olarak kullanınız. Bu yetkiler yetmiyorsa biz kanunları meclise
sevk edelim. Sizin yapacaklarınızı siz yapın bize bıraktıklarınızı biz yaparız.
2.Bakanlann Yapacağı İşler
Bunları biz ve bakan arlcadaşlanm yapacağız.
3. Yasa İhtiyaçtan
Esasen yasalar B akanlar Kumlu'nun önündedir. Bunların tümünü
bütçeden önce çıkaracağız. Daha önceden hazırlanmış olan yasaların bir kere
daha gözden geçirilmesini rica edeceğim. Yasa tekliflerini komisyonların
teşkilini müteakip hemen önlerine getireceğiz.
Şehit ailelerinin hayat boyu bakılmalarına ait kanun Meclis'tedir. Meclis'te
özel gündem talep edip bunu meclislere bizzat kendim anlatacağım. İdari ted­
birlerin en önemlisi polis üzerindedir. Onu ele alacağız. Emniyet Müdürleri
için Sıkıyönetim Komutanları ile muhakkak. konuşulacaktır.
Türkiye'yi rahatsız eden nedir? Bir avuç maceracı Türkiye'yi rahatsız
ediyor. Bunlar şu veya bu şekilde himaye gönnüştür. Devlet kendi kendini
yiyor. Polis, öğretmen, memur ve kamu görevlisi maalesef devlet düşmanlığı
yapıyor. Buna çare bulacağız. Biz bunun için hükümetteyiz, Milleti rahatsız
edenler ya devletten maaş alıyor, veya devlet himayesindedir. Bunların
karşısında devlet 1 9 Aralık 1 978 tarihine kadar sessizdir. Ciddiye
alınmamıştır. 5 Kasım 1 978'de Bağımsız Kürdistan Mitingi Adana'da yapıldı.
Gaziantep'teki kavga Adana'ya intikal etmiştir. Gaziantep'te 1 Mayıs 1978
yürüyüşünün resimleri bende var. İşte oradan buraya geldik. Sıkıyönetim
1
birçok olaylardan sonra ilan edilmiştir. 1 1 aydır devam ediyor. Canla başla
çalıştık ama netice alamadık. Peki neticeyi nasıl alacağız? Netice almamız
lazım. Biz biran önce bu hizmetten çıkmak istiyoruz diyorsunuz. Ama bunu
böyle bırakıp gidemezsiniz. Bunun için bu yangını söndürünceye kadar

307
göreve devam mecburiyeti vardır. Türkiye'yi bu hale getirenlerin kökenlerine
inmek gerekir. Örgütler için hiçbir dava açılmadığı görülüyor. Bataklık ortada
durdukça sivrisinek öldürmekle netice alınmaz. Köküne inmek için istihbarat
yok. nedenini de biliyorum. İstihbaratçılar sıkıyönetime yardımcı olmamış hat­
ta yer yer anarşiyi korumuştur. Anarşistlere yüz verile verile bu hale gelin­
miştir. Polis birbirleriyle dövüşüyor hale gelmiştir. Polis afiş asar hale gel­
miştir. Polis kokartlı Marksist Leninist yazılı pankartlar asmıştır. Polisin bütün
tayinlerini POLDER yapmıştır. Devlet derneklerle idare edilemez demişizdir.
Bunu anlatamadık, mahkemeler ceza veremiyor, devlet ceza veremez hale gel­
miş halk tanıklık yapmıyor. Polis görevini yapmıyör. Verilen cezalar çok az.
Ceza vermeyen mahkemeler olmaz. Böyle hukuk devleti olmaz. Adaleti tevdi
edemiyorsak bunun adı hukuk devleti olmaz. 1974 affını çıkartmayın diye çok
uğraştık ama muvaffak olamadık. Cezaevleri yol geçen hanına dönmüş. Bir
suçlu deli kılığına girip deli hastanesinden kaçıp gidiyor. Gardiyanlar büyük
suistimalci hale gelmiş. 10 tutuklu bulunan bir cezaevinde 1 7 gardiyan mevcut
iken 2000 tutuklusu olan bir cezaevinde gardiyan yok. Bunların hepsinin
üzerine gideceğiz. Bu duruma göre terörist olmak adeta teşvik edilmiş. Örgütü
bulamıyoruz. Görev yapanlara sahip çıkamıyoruz. Birçok hakim ve savcılara
kurşun çekilmiştir. B unlara yeniden sahip çıkmaya başlamalıyız. Bu işlerin
kökünü, beynini, karargatunı ve başını bulamıyoruz. Bunlara kim direktif ve­
riyor. Kim yaptırıyor. 1 97 1 - 1973 döneminden önce hepsini bulmuştuk. Şimdi
bulamıyoruz. Hepsi ceza yemişti. Bugünkü durum eskiden farklıdır. Doktor
var, hasta var, reçete var ama, hastalık devam ediyor. Bunun üzerine vara­
cağız. Çıkamaz da değiliz çere var. Mücadele yolunu seçtik ancak vaktimiz
yok. Bu mücadeleyi yıldırım savaşı şeklinde hukuki olarak yapmaya mecbu­
ruz. �vleti işletmeliyiz. Kanunlar yapacağız. Mevcut imkanları sonuna kadar
kullanalım. Yasaları ve yetkileri sonuna kadar kullanalım. İdari tedbirler
alalım. Yasalar çıkaralım. Bütün bunlara ilaveten psikolojik savaş yapalım. B u
psikolojik savaşı akıllı bir şekilde yürütmek mecburiyetindeyiz. Milletimizi ar­
kamızda tutmak, parlamentoy\J, basın ve TRT'yi desteğimize almak zorun­
dayız. Bunun için ne gerekirse yapılacakur.

Okullar okunmaz halde ise, olmasınlar daha iyi. Okulları okunur hale getir­
mek mecburiyetindeyiz.

Kanıu kuruluşlarında demokratik otoriteyi sağlamak mecburiyetindeyiz.

Belediyeler, öğretmenler ve dernekler üzerinde devamlı durulacak ve gereği


yapılacaktır.

Gelecek toplantıda olanlar ve olmayanlar konusu konuşulacak ve bundan


sonra ilave isteklerinizi söyleyin denecektir.

Stralejimiz ne olmalı? Büyük illerdeki bu mücadeleye devam ederken küçük

308
yerlerdeki olayların olmamasını sağlamalıyız. Mesela Turgutlu'da, Hilvan'da,
Şavşat'ta bir mesele olmamalıdır. öncelikle bwılan bastımıalıyız. Çünkü bura­
ları küçüktür. Oralarda suçluyu bulmak kolaydır. 5-6 büyük şehirde olan
anarşik olaylar ve bölücülük için sizlerin söylediğiniz esaslara göre planlar
yapmalıyız. Bu planların stratejisi, taktiği ve birde icrası olmalıdır. Bir de tak­
vimi bulunmalıdır. Bir 'G' Günü tayin edip oradan geriye gelip ne yapa­
cağımız tespit edilmelidir. Yapılsın dediğimiz işlerde kim ne zaman nasıl
yapılacak hususları da tebit edilmelidir. Savaşın başındayız. Anarşinin gücünü
kudretini kabul edemiyorum. Devletimiz daha güçlü kudretlidir.- Milletimiz
artık rahat nefes almalıdır. Her şeyden önce bunu sağlamalıyız.
Benim sizlerden ricam şudur: şunu yazdık bunu istedik diye _işin peşini
bırakmayın bakanlara ve gerekirse bana direkt telefon açarak işlerinizi takip
ediniz.
Sizleri bu yokluklar karşısında yılgınlığa düşmemiş olarak göreve devam
etmenizden dolayı takdirle karşılıyorum. Tebrik ve takdir ediyorum. Bunu
milletime de biızat söyleyeceğim. Milletimiz ve hükümetimizin sizlere güveni
sonsuzdur. Vazifelerinizi gönül huzuru ve azizliği içinde yapın.
Tekrar tebrik ve takdirlerimi sunuyorum."

Demirel dışarıdan destekle, hem de çürük bir destekle iktidarda olduğundan


habersiz. Sanki mecliste çoğunluğu sahip bir iktidarın Başbakanı gibi
konuşuyordu. Şubat sonuna kadar bu kanunlar çıkarılmadığı gibi, 12 Eylüle
kadar da bir türlü çıkarılamadı. Belki kendisi de bu söylediklerinlıi birçoğunu
gerçekleştiremeyeceğini biliyordu. Yapmayı elbette istiyordu, kim istemezdi
ki, lfildn istemekle yapmak ayn ayn şeylerdi.
Bu toplantıdan sonra İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Necdet
Üruğ ile beni ertesi gün Hariciye Köşküne davet etti ve orada Necdet
Üruğ'dan dün yaptığı konuşmayı mümkünse kendisine verilmesini istedi.
Ordu Komutanı da el yazısı ile olan konuşmasını takdim etti.
Takdim edilen bu konuşmayı buraya almak istiyorum. Konuşma metnini
çok sonradan elde etmek imkanına kavuştum. Esasen Necdet paşa bu kağıtta
yazılı olanlarını Sıkıyönetim Koordinasyon toplantısında okumuştu.
ORGENERAL NECDE°T ÜRUG'UN KONUŞMASI

Bir ay sonra Sıkıyönetim idaresi bir yılını doldurmuş bulunacaktır. Bu bir


yıllık süre sonunda, anarşinin ulaştığı düzen nedir, sıkıyönetim uygulaması ne.
yapabilmiştiı1 Bunları dile getirmek istiyorum.
öncelikle ülkeyi can ve mal yönünden tedirgin eden anarşiyi meydana geti­
ren eylemlerin kısa bir tasnifini yapalım.
\
Anarşik eylemler bugüne kadar başlıca:
A- Sokak hareketleri:
Korsan miting gösteri yürüyüşü, rastgele silfilı ve patlayıcı madde atmak.
8- Psikolojik etkileme hareketleri:
Afiş, pankart vs. asmak, yapıştırmak, bildiri ve benzeri matbuayı
dağıtınak, genel yerlere resim yapmak, yazı yazmak, yasaklanmış matbuayı
satınak, dağıtınak, rastgele ateş etme, patlayıcı madde atma.
C- Gasp:
Bankalar başta olmak üzere, toplu para bulunduran kurum ve kuru­
luşlardaki soygunlar, toplu para nakillerindeki soygunlar, kuyumcu soygun­
ları, münferit soygunlar, oto çalınması.
D- Okul olaylan:
Hem öğrenci, hem de öğretınenler tarafından okula gelmemek ve derse
ginnemek şeklinde boykot, okula ginneyi engelleme, ders sırasında slogan at­
mak, karşıt görüşlüler arasında kavga çıkarmak şeklinde öğretim özgürlüğünü
kısıtlamak, bildiri dağıtmak, afiş, pankart, duvar gazetesi asmak.
E- İşçi olayları:
Kanunsuz grev, iş yavaşlatması, tamamen işi durdurma, karşıt görüşlüler
arasında kavga, iş yerine giriş çıkışı engelleme, fiili işgal, sendikaların işçi
ayartınası, sendikal rekabet, wrla sendikaya üye kaydetme.
F- Demek hareketleri:
Derneklerin tüzüklerindeki amaçları dışına çıkmaları, politikaya karışmaları,
bölücülüğü tahrik etıneleri, devlet otoritesini zayıf düşürücü hareketlerde bu­
lunmaları.
C- Silahlı saldın sonucu yaralama ve ôldürmeler:
Güvenlik kuvvetlerine karşı, karşıt gruplar arasında hedef gözetmeden,
karşıt gruplar arasında belirli kişileri hedef alan suikast ve cinayetler, kahve ta­
ramaları.

310
H- Karşı gruplara veya kişilere karşı bombalı suikastler.
İ- Bombalı veya silatıla sabotaj, tahripler.
şeklinde tezahür ebniş bulunmaktadır.

Bu olayların hemen her cinsi 1 1 aydır İstanbul'da her giin değişik adetlerde
olmak üzere vukua gelmektedir.
Bütün bu eylemler, şüphesiz bir iç harbe müncer olacak bir seri ayaklanma
hareketleridir. Bugün anarşi veya tedhiş olarak adlandırdığımız eylemler seri­
sinin bir iç isyanın vasıtaları olduğunda şüphe yoktur.
Böylece ülkemiz bir iç tehditle karşı karşıya bulunduğuna göre, tehdidin
bugünkü boyutlarının bir değerlendirmesini yapmak gerekecektir.
Şimdi bir yıldan beri İstanbul'da meydana gelmiş bulunan ve yukarıda
çeşitleri açıklanmış bulunan anarşi ve eylemlerinin miktarına eylemcilerin be­
nimsedikleri ideolojik görüşleri itibariyle kısaca bir göz atalım:
Eylül ve Ekim aylarını kapsayan beşinci sıkıyönetim devresinde, bütün
olaylarda rekor seviyeye ulaşan bir artma olmuştur. 6'ncı sıkıyönetim
döneminin birinci ayı sonunda özellikle, suikast olaylarında, banka soygun­
larında, beşinci dönem rakkamlarına, ölü sayısında ise 2/3 e ulaşılmıştır.
Bilindiği veçhile bu eylemler hem aşın sol, hem de aşın sağ görüşlü kesim­
den kaynaklanmaktadır. Ancak, tespit edilen eylemcilerden büyük miktarı,
aşın sol kesime mensuptur. İdeolojik mensubiyeti bilinemeyen eylemcilerin de
çoğunun eylemlerindeki benzerlik bakımından, sol kesim içinde bulunduk-

larında şüphe yoktur.


Buna göre, aşın eylemci uçların hedefleri nedir? Bu soruyu yanıtlayalım:
A- Çok bilinçli ve organize usullerle çalışan aşın sol hedefini açıkça ilan
ebniş durumdadır. Bunu kitaplarında, gazete ve mecmualarında, el ilanları,
pankart ve afişlerinde görmek mümkündür.
Aşın solun hedefi, işçi sınıfı ve emekçi halkın oluşturduğu ilerici, devrim­
ci, demokratik güçlerle silahlı halk eylemine kalkışarak, mevcut anayasal
düzeni yıkmak, parçalamak, yerine proletarya diktatörlüğünü kurmaktır.
Özetle, Türkiye'de Marksist-Leninist bir idare kurmak ve TKP kanalı ile
Türkiye'yi Moskova'nın peyki bir ülke haline getirmektir.

Gene kendi vesikalarına göre sol, bu hedefe 3 safhalı bir strateji ile vamıayı
planlamıştır. Şöyle ki:
1 'inci safha : Şehir gerillacılığı
2'nci satha : Kırsal bölge g<?rillacılığı

311
3'üncü safha Silahlı Kuvvetleri bertaraf edip, iktidarı ele almayı
amaçlayan iç haıp.

B- Eylemci sağ ise; ideolojik hedeflerini, ülkeyi komünistlerden temizlemek


ve ülkenin komünist olmasını önlemek olarak belirlemektedir. Nitekim, bu ke­
sim mensuplanmn kaUldığı eylemlerin çoğunun, sol kesime mensup kişilere
karşı silahlı saldın, ôldürrne, suikast ve bombalamalar olduğu dikkat nazarda
tutulursa, ideolojik hedeflerinin olmasa bile, taktik hedeflerinin söyledikleri
gibi olduğu sonucuna varılmaktadır. Bu arada önemle belirtilmesi gereken bir
nokta da; eylemci solun bilinen 35 frakSiyonunun tümünün Marksist-Leninist
hareketin açuğı bayrak altında birleşmek gibi, müşterek ve açık seçik şekilde
belirgin bir hedefleri olmasına karşı, eylemci sağın, kendi içlerinde organize
olmamış bir kısmı teokratik, bir kısmı ise, ırkçı faşist görüşü .benimsemiş
gruplar halinde bulunduğu tahmin edilmektedir. Sağın, sol gibi ihtilal teorisine
dayalı sistemli ve bilimsel bir teşkilatlanma içinde olmadığı bir gerçektir.

Bir yıllık sıkıyönetim uygulamasından vardığımız sonuç; eylemci solun,


ülkenin birinci öncelikli bir tehdit teşkil ettiği istikametindedir.

Marksist modeldeki ihtilalci teşkilat, üç ana unsurdan oluşur. Bunlar:

Parti Merkez Komitesi


Sivil kitle örgütleri ve cephe gruplan

Askeri elemanlardır.

İşte illegal örgütlerden olan TKP ve ona bağlı THKO/C bu teşkilatlanma


tablosuny. aynen yansıtmaktadır.

Bugün ülkemizi ve milli bütünlüğümüzü bölünme noktasına getiren sosyal


y
bün emizde çeşitli çalkantılara sebep olan, devlet otoritesini ve hiyerarşisini
tahrip eden, eğitim ve çalışma hayaum felce uğratmaya Çalışan unsurlann
başında, kitle örgütlerinin bulunduğunda şüphe yoktur. Bugünkü tedhiş lite­
ratüründe bu örgütler bizde "İlerici-Devrimci-Demokrat kitle örgütleri" olarak
yer almış bulunmaktadır. Bu örgütleri ş<iylece tasnif edebiliriz:

Sendikalar,

Okullar ve talebe dernekleri,

Belediye teşkilatlan ve muhtarlıklar,

Meslek mensuplan dernekleri,

Çeşitli maksatlı paravan dernekler,

Gecekondu sakinleri.

Legal görüntü içinde bulunan bu örgütlerin, illegal örgüt ve faaliyetlere

312
kaynak teşkil ettiğinde ve birçok yasa dışı eylemlerin organize edildiği merkez­
ler oluşturduklarında şüphe yoktur.
Aynca, bu legal görüntüdeki örgütler arasında, çok sıkı ve iç içe girmiş or­
ganik bağların mevcut olduğu da açık bir gerçektir. Nitekim, "DEV-BİR" de­
nilen derneğin bir bildirisinde, "Okullarımızı, Öğrenci-Öğretmen-İşçi bir­
liğinde faşizme karşı kavga seslerinin yükseldiği yerler haline getirmeliyiz,
geçmiş yıllarda çoğu liselerde yaptığımız gibi, işçilere, emekçilere karşı
yapılan her türlü faşist saldırılara, işçi çıkarmalarına, polis saldırısına, gece­
kondu yıkımına, kısacası; halkımız üzerindeki her türlü baskı, zorbalık ve
haksızlığa karşı sesimizi yükseltmeliyiz" sözcükleri, bu görüşümüzün kanıtı
olmaktadır.
Kanaatimizce, bu görüntü içindeki örgütler, maruz bulunduğumuz tehdidin
başlangıcını teşkil etmektedir. Bu arada özellikle gecekondu bölgesini
kapsayan, belediye teşkille ri ve muhtarlıkların bizzat anarşinin planlandığı ve
düzenlendiği mihraklar olduğunda şüphe yoktur. Birçok muhtarın illegal sol
örgütlerin bölgesel semt komitelerini oluşturdukları bir vakıadır.
Şimdi de anarşi ve tedhişin istanbul'daki görüntüsünü yansıtmaya
çalışalım :
İstanbul'da hususiyle sol örgütlerin, halkı devletten koparip, pasifize et­
meye yönelik şehir gerillacılığı safhasında bulunduğunu ifade etmek gerekir.
İstanbul, şehir gerillacılığı yönünden en uygun şartlan haiz başlıca
şehirlerimizin en önde gelenidir. Zira:
A- İstanbul en geniş endüstri merkezimiz olup, bu yolda devamlı bir
gelişim içindedir. Geniş bir işçi kesimini barındırmaktadır. Takriben 150.000
işyeri ve bir milyona yakın işçi vardır. Sendikal faaliyetlerin merkezidir.
B- Üniversite yüksek okul ve orta dereceli okulların tek!süf ettiği bir
şehirdir.
4 Üniversite
32 Fakülte
24 Yüksek okul ve akademi
234 Orta dereceli okul mevcut olup, hali hazırda bunların 325.000
öğrencisi bulunmaktadır. Bu kalabalık öğrenci kitlesinin ekonomik, sosyal,
·

eğitsel ve ailevi birçok problemleri vardır.


C- Kırsal bölgeden istanbul'a geniş çaplı bir nüfus akışı vardır. Her yıl
İstanbul'un nüfusuna 200-250 bin kişi katılmaktadır. Sağlıksız bir yerleşimin
sonucu, gecekondu bölgeleri oluşmaktadır. 445.000 gecekonduda 2.200.000
kişi oturmaktadır.
313
D- Geniş bir alanda va çok dağınık ve plansız olarak gelişen bir şehir
olduğundan, devlet otoritesi ve mahalli idareler hizmetleri etkin ve yeterli ola­
rak halka götüıülememektedir. Otorite ve hizmet boşluğu, anarşi mihrakları ta­
rafından başka şek.illerde doldurulmaktadır.
E- Şehir, anarşistlere yataklık edecek, onları her yönden destekleyecek im­
kanlara ve bilhassa silah ve mühimmat kaçakçılığına çok elverişli bir coğrafi
konuma sahip bulunmaktadır.
F- Halen İstanbul'da istanbul'un vasfı mümeyyizlerinden (belirli
vasıflardan) biri olan çeşitli adi zabıta vakaları ile, örgütsel ideolojik eylemler,
çoğu kez biıbirine karışmaktadır. Adi bir yankesiciliğe dahi örgütsel mahiyet
verilmeye çalışılmaktadır.
Şimdi de sıkıyönetimin ilanından bu yana geçen 1 1 ay içinde çeşitli eylem­
lerde yakalanan saruklann m�guliyetleri ile, dahil bulundukları eylemci kesimi
belirleyen bilgileri inceleyelim:
A- 1 1 ay içinde ele geçen sanık miktarı 9.166'dır. Bu miktar sanığın;
4413'ü öğrenci
1402'si işçi
2740'1 belirli işi olmayan
54'ü öğrebnen
1 12'si memurdur.
B- İdeolojik görüş itibariyle 9 1 66 sanığın;
1596'sı eylemci sağ
245 1 'i eylemci sola mensup bulunmakta olup,
5 1 19'unun ise, belirli bir göriişü saptanamamıştır.
Ancak bu miktarın çoğunu (2400) öğrenciler teşkil ettiğine göre, bunların
da büyük kesiminin sol göriişü benimsediği açık bir gerçektir.
Böylece İstanbul'daki iç tehdit, tehdidi oluşturan çevre ve kaynaklar ile
anarşinin geliştiği vasat ve anarşistleri� kişilikleri ortaya konduktan sonra
şimdi de, güvenlik kuvvetleri ve bunların icraau hakkında kısa bir bilgi vennek
istemekteyim.
Slkıyönetim ilanı ile birlikte İstanbul Emniyet Müdürlüğü ve Jandarma Ko­
mando Alay Komutanlığa, Sıkıyönetim Komutanlığı emrine ginnişlerdir.
Bütün bu kuvvetler, askeri birliklerle beraber İstanbul'da anarşiyi durdurmak
ve anarşiyi meydana getiren gizli örgütleri ve bunlara mensup kişileri ortaya
çıkartıp yakalamak ve adalete teslim ebnek hususunda ellerinden gelen gayreti
göstermiş ve göstennektedirler.

314
A. İstanbul Emniyet Müdürlüğü:

- 53 Emniyet Müdürü, 46 Emniyet Amiri, 401 Başkomiser ve muavini,


262 komiser ve muavini 74 15 polis olmak üzere toplam 8 177 kişilik bir ka­
droya sahiptir. Bu miktarın ortalama 4000' i ofis ve idari hizmetlerde
çalışmakta ancak, geri l,calan 4200'ü fiilen zabıta hizmetini görebilmektedir.
�izmet 24 saat esasına göre düzenlendiğinden, her gün için ancak 2250 polisi
sokakta görev başında görmek mümkündür.

- Görülebildiği kadarı ile polis en ihmal edilmiş, yalnız ve bakımsız bir


devlet organıdır. Bu sebepten ötürü de;

İdeolojik bölüntüye uğramış,

Hiyerarşik kontrol ve denetimini kaybebniş,

Saygınlığını ve otoritesini yitirmiş,

Silah araç ve gereçten yoksun,

Giyim ve kuşamı görevle bağdaşmayan,

Halk gözünde mütenezzil (aşağılanmış) bir kişiliğe sahip bir teşkilat haline
gelmiştir.

- Bütün bu olumsuz görünüşüne rağmen polis, ekseriyeti ile cansiperane


(canını siper eden) bir gayretle anarşi ile mücadelede sıkıyönetimin en etkin bir
vasıtası olmaktadır. Son sıkıyönetim devrelerinde İstanbul polisinin daha etkin
ve daha bilinçli bir görev çabası içinde bulunduğu müşahade edilmektedir.

- Ayaklanmanın şehir gerillacılığı safhasında anarşi ile mücadele ve bilhas­


t tutularak,
sa kriminal faaliyetler temelde polisin sorumluluğu olduğu dikkate
komutanlık, tüm imkanları ile daha etkin görev yapabilmesi için polisi destek­
lemeye çalışmaktadır.

B- İl Jandarma Alay Komutanlığı:

1 563 kişilik mevcudu ile hudutları içinde polis bölgesi dışındaki geniş
kırsal alanlarda normal zabıta hizmetlerini dahi yürütemeyecek bir durumdadır.
Karakollara bağlı kalmaları ve miktarlarının da az olması sebebiyle, anarşi ile
mücadelede etkin olamamaktadır. Kırsal bölgelerde askeri birliklerin
konuşlanmış olması, il jandarmasının seyyar kullanılma boşluğunu kapatmak­
tadır. Birçok kritik sabit hedeflerin korunması ordu birlikleri tarafından
üslenilmiştir. Bu jandarma, hapishanelerin güvenliği konularında dahi ordu
birliklerinin desteğine ihtiyaç göstermektedir.

C- Jandamıa Komando Alay Komutanlığı:


1405 mevcutlu bu alay, tamamen seyyar olarak asayiş hizmeti yapmak

315
maksadıyla teşkil edilmiş olmasına rağmen, halen şehir içinde başta bankalar
ve vergi daireleri olmak üzere, büyük miktarda para toplayan ve kullanan
kamu ve özel sektör kuruluşlarının ve banka ve mutemetlerin para nakillerinin
korunması gibi tamamen statik bir göreve bağlanmış bulunmaktadır. Böylece,
tedhiş ile çok etkin bir mücadele kabiliyetine sahip bulunan Jandarma Koman­
do Alayından layıkı veçhile istifade edilememektedir.
Bankalara ve vergi dairelerine bakarak, İstanbul'da resmi ve özel para
işlemi yapan tüm ticari müesseseler, fabrikalar, işyeri, otel ve eğlence yeri, ga­
zete idarehaneleri, siyasi parti binaları, sendikalar, ecnebi temsilcilikler ve
kişiler özel korunm a talep etmektedirler. Bu istekler, komutanlık için en büyük
problem olmaktadır. Halen bu isteklerin bankalara yönelik büyük bir kısmı
Jandarma Komando Alayı tarafından karşılanmaktadır.
D- Sıkıyönetim Görev Birlikleri:

- İstanbul'da 3 tümen, 2 zırhlı tugay ve İstanbul Merkez Komutanlığı mu­


harip unsurları ile anarşi ile mücadele ve asayiş ve huzuru temin etmek üzere,
sıkıyönetime tahsis edilmişlerdir.
Böylece;
1 1 general
615 subay
264 astsubay
7607 er ve erbaş
sıkıyönetimde görev almış bulunmakatadır. Bu personel, gece gündüz ve
her türlü hava şartları altında İstanbul sokaklarında anarşi ile mücadele ennek­
tedirler.
- Gerek olaylara müdahale süratini artırmak, gerekse akaryakıttan tasarruf
etmek ve yakın caydırıcılık sağlamak m aksadıyla, hassas olarak
değerlendirilen belirli bölgelerde "Ani Müdahale Kuvveti" olarak yukarıdaki
tümen ve tugaylara mensup 34 bölük ve 4 takımlık bir kuvvet, şehir içinde
kullanılmayan okul, yurt ve kamuya ait diğer binalardan faydalanılarak
konuşlandınlrnışlardır.
- 1 15 x 50 Km. ebadında, İstanbul belediye hudutları içinde 1 1 .000 adet
radde ve sokağın bulunduğu ve üzerinde 5 milyonu aşkın nüfusun barındığı
İstanbul şehri, polisi ve askeri ile tüm güvenlik kuvvetlerini adeta yutup, orta­
dan kaldırmaktadır.
Bu sebepten ötürü, önemli günlerde ve büyük olaylar ihtimali k�ısında 1
Mayıs ve seçimlerde olduğu gibi, zaman zaman Tfakyadan takviye kuvvetleri

'H6
cel�dilerek, İstanbul'daki güvenlik önlemlerinin artırılması yoluna gidil­
miştir.

- Karadeniz Boğazı iki tarafındaki kıyılar dahil, boğaz ve Marmaranın deniz


ve kıyılarının ve köprülerin güvenliği sıkıyönetim emrinde olarak Kuzey Deniz
Saha Komutanlığı tarafından sağlanmaktadır.

- Polis ve jandarmanın mevcutlarındaki yetersizlikler dolayısıyla askeri bir­


likler, mecburi olarak banka, fabrika, PIT merkezleri, iskele ve istasyon gibi
yerlerde sabit koruma görevleri üslenmişlerdir. Böylece İstanbul içindeki
askeri birliklerin tüm personeli her an hizmet başında bulunmaktadır. Bu
sebeple de, bu birliklere mensup personelin mesleki eğitimleri halen çok kritik
bir duruma gelmiş bulunmaktadır.

8'inci sıkıyönetim uygulaması bakımından ulaşılan sonuç nedir?

A- İstanbul'da 1 1 aydır sıkıyönetim idaresinin ne derecede etkin olabildiği,


sizlerin takdirlerine kalmıştır. İcraatımız konusunda aylık raporlarımız
Başbakanlık makamına sunulmuştur. Aynca basın haber bültenleri elinizdedir.
Ancak ben, doğruca Başbakanlığa karşı sorumlu bir komutan olarak, eski ta­
biri ile, saka neferinden en yüksek rütbeli generaline kadar sıkıyönetimde
görev almış tüm personelin, anarşi ile mücadele, huzur ve sükunun
sağlanması ve devlet otoritesinin hakim kılınması için gec� gündüz, tatil, bay­
ram demeden her türlü hava şartlan altında, milletimize karşı büyük bir vazife
duygu ve mesuliyeti ve şevki içinde görev yapma azimleri ve gösterdikleri va­
tanperverlik örnekleri dolayısıyla, hayranlık ve gıpta hislerimi ifade etmek iste­
rim.

B- Kanımca, İstanbul'da kamu düzeni ve genel güvenlik teessüs etmiş du­


rumdadır. Sıkıyönetim ilan sebebi olan, ayaklanma vatan ve cumhuriyete karşı
kuvvetli ve eylemli kalkışma, ülkenin ve milletin bölünmezliğini tehlikeye
düşürme ve anayasanın tanıdığı hür demokratik düzeni veya temel hak ve
hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelme gibi, anarşi hedefleri, kitlesel ve
yaygın bir boyut kazanamamış, belirtilerden ve münferit ve mevzii
eylemlerden ileri gidememiştir. Şüphesiz bu netice, sıkıyönetim görev birlik­
lerinin İstanbul üzerinde sürdürdükleri baskı sonucudur. Bugün İstanbul'da
devlet gücünün giremediği tek bir nokta kalmamıştır. Buna karşılık, özellikle
adam öldürme şeklinde neticelenr.n suikast ve cinayetleri kapsayan şiddet
örgütlerinin kaynağına inmek, cinayet şebekelerini ve dolayısıyla, illegal
örgütleri ortaya çıkartıp köklerini kazımak mümkün olamamışnr.

Bu yönde başarılı olamadığımızı, dolayısıyla, sağ ve sol arasında tamamen


kan davası mahiyetini almış . cinayet ve suikastlere engel olunamadığını,
teessürle. ifede etmek isterim.

317
Teşhis edilebildiği kadan ile bu başarısızlık şu sebeplere dayanmaktadır.

- Şüphe yoktur ki, bir iç ayaklanmanın başlangıç hareketleri içinde bulun­


maktayız. Anarşi, bu savaşın kurallarını en geniş şekilde ve acımasızca kul­
lanır. Faaliyetlerini her türlü kayıt ve sırunn dışında tutarken, güvenlik kuvvet­
leri, nomıal vazife ve selahiyet sınırlan içinde .sıkı sıkıya kapalı bulunmaktadır.

- Güvenlik kuvvetlerinin ateş açması, çeşitli koşul ve kuralların meydana


gelmesine bağlıdır. Bu yetkinin istimali' getireceği cezai sonuçlarla birlikte tek
erin veya küçük rütbeli bir personelin sorumluluğuna bırakılmaktadır. Bu se­
bepten dolayı da güvenlik kuvvetleri, ileride gelebilecek bir sorumluluktan
kaçınmak üzere ateş etmede mütereddit bulunmaktadır. Bu yüzden de çok kere
kendi yaşamlanndan olmaktadırlar.

- Bütün askeri faaliyetlerde olduğu gibi, anarşi ile mücadelede de en önemli


aracın, istihbarat olduğunda şüphe yoktur. Anarşistleri ve bunların dahil
olduğu gizli yeraltı örgütlerini ve hareket planlarını ortaya çıkartıp vwucu kuv­
vetlerimize operasyon istikameti açacak olan istihbarat, askeri istihbaratın konu

ve kabiliyetleri dışında kalmaktadır.

Bu istihbaratı sağlayacak olan polis ve MİTin 1 1 aydır zikre şayan bir de­
stek sağladığı söylenemez. 1 1 aydır bütün teşkilatı ve mensupları ile bir
örgütün ele geçemeyişi bu istihbarat boşluğunu açıkça belirlemektedir.

- Polisle MİT teşkilau arasında istihbaratın elde edilmesinde önemli bir ko­
pukluk ve koordinasyonsuzluk mevcuttur. Polisin bizzat kendisi istihba­
ratsızlık.tan yakınmaktadır.

Yakalanan sanıkların polisteki ilk sorgulamalarında çok kere örgüte


ulaşmak mümkün olamamak.tadır. Zira:

a) Suçluyu konuşturmak. için kullanılan yöntemler çok iptidai usullere bağlı


kalmaktadır. Bu yönde yapılan en küçük bir müdahale işkence avazelerine se­
bep olmaktadır.
b) Geçmişteki uygulamalardan örneklenen polis, haklı olarak ürkek ve
çekingen davranmakta, dolayısıyla sorgulamalarda çok kez sathi
kalımnaktadır.

c) Komutanlık savcıları, bu sorgulama sırasında polis ile hiçbir şekilde


işbirliği yapmamakta ve yardımcı olmamaktadır. İşkence avazeleri karşısında
dertıal polis aleyhine soruşturma açmaktadır.

Sıkıyönetim savcı ve hfildmleri de olaylan örgüte ulaşacak şekilde inceleme


zahmet ve gayretinden daima uzak bulunma yolunu tercih etmektedir. Şöyle
ki:

a) Savcılık tahkikatı, temelde sanıklann gönüllü olarak yapacakları itiraflara

318
ve bulunabilirse, tanıkların korkmadan verecekleri ifadelere bağlı kalmaktadır.
Can kôrkusu, tanıklık müessesesini işlemez hale getirmiştir.
b) Savcılar, tahkikatlanrn dosya üzerinde yapmakta olay mahallerinde
araştırma ve soruştunna yöntemine itibar ebnemektedirler.
c) Tutuklanmış sanıkların soruşturmasının derinleştirilmesinde yeniden po­
lisle işbirliği için ne isteklidirler, ne de pratik çare bulabilmektedirler. Böylece,
çeşitli �ik eylemlerin birbiri ile örgütsel bağlarını ortaya çıkarmak mümkün
olamamaktadır.
d) Olayları mücerret (yalnız) olarak ele almakta kesin deliller olmadıkça,
örgütsel incelemeye yönelmemektedirler.
Nitekim, ideolojik amaç taşıdığında şüphe olmayan çeşitli cinayet, suikast,
sabotaj, planlı soygun, bombalama, silahlı saldın gibi olaylara ait dosyalar ve
bazılarının da sağ ve soldan 450'ye yakın sanığı elde bulunmasına rağmen,
savcılık, 1 1 aydır bilhassa eylemci sola ait tek bir örgütsel iddianame tanzim
etmemiştir. Oysa, birçok cinayet ve planlı soygunu solun çeşitli fraksiyonuna
mensup örgütlerin kamuoyu önünde açıkça kabullendikleri bir vakıadır.
Halen ideolojik ve örgütsel nitelik taşıyan olaylara karıştığı saptanan 35
sol, 6 7 sağ örgüt vardır. Savcılarımız ve hak.imlerimiz, eldeki sanıkların bu
-

örgütlere mensup olduklarının kesin kanıtlarını istemektedirler. Bugüne kadar


gizli örgüt veya silahlı çete kurmaktan ancak, 4 kişi mahkılm edilebilmiştir.
e) Savcı ve hfildmlerin de ürkek ve çekingen olduklarını kabul etmek
lazımdır.
B irçok illegal örgüte mensup kişilerin ve grupların işledikleri anarşik
suçlara ait elde dosya bulunmasına rağmen bilhassa sol örgütler için, hfila bir
dava ikame edilememiş olması anarşinin giderek urmanmasının başlıca sebebi
olmaktadır. Bu duruma, aynca cezalardaki asgarilik prensibinin de büyük dah­
li olmuştur.
Sıkıyönetim adliyesi, sıkıyönetimin etkinliğinin, komutanın icraatından,
askerin sokağa dökülmesinden çok, sıkıyönetim adliyesinin tarafsız, adil ve
fakat amansız icraatı ile sağlanabileceği anlayışında hiçbfr zaman olamamıştır.
Çoğu kez, komutanlığının tutuklama isteğine karşı çıkması suretiyle, komu­
tanlık icraauru zayıflablla, hatta otoritesini sarsmaya imkan veren durumlar ya­
ratmıştır.
Bir nevi bir iç savaş hali içinde sulh ve sükun devresindeki normal muhak­
emat usul kanunları ile anarşiyi durdurmak mümkün olamamaktadır ve
mantıken de olamaz.
Bunca güçlükler arasında, anarşinin köküne inmek için çııpınırken, askeri

3 19
yargıtay içtihat kararlan, komutanlığın elini kolunu büsbütün bağlamaktadır.

Şöyle ki:

a) İçtihatlar, bombalar, dinamitler dahil, ruhsatsız silah ve mühimmat bu-


lundurma ve taşıma,

b) Silah ve menni kaçakçılığı,

c) Anayasal düzene karşı propaganda faaliyeti,

d) Afiş, pankart, resim vs. asmak, yapışbnnak ve yazmak,

e) Türk Ceza Kanununun 448. maddesindeki adam öldünne eylemleri ile,

t) 456 ve milte�p maddelerindeki müessir fiil ile, 5 1 6 ve 5 1 7. maddele-


rindeki yazılı nası izrar suçlarından takibi şikayete bağlı olmayanların gizli bir
örgütte kuvvetli kanıtlan bulunmadığı sürece sıkıyönetim mahkemelerinin
görev ve yetkileri dışında bırakılmasını amir bulunmaktadır.

Bu durum, anarşi tezahürü olaylar üzerinde, esasen çekingen davranan


sıkıyönetim savcı ve mahkemelerinin devamlı güvensizlik karan almalarına
müncer olmakta, böylece anarşi sanıkları sıkıyönetimin elinden sıyrılarak, hem
de tutuksuz olarak umumi mahkemelere gönderilmektedirler. Bu suretle, ne bir
örgüt şeması elde etmeye, ne de anarşinin şiddetini azaltmaya imkan bulunabil­
mektedir. Üzerinde patlamaya hazır dinamit, kapsül bulunan, evinde ise bir
çok dinamit lokumu bulunan bir şahsı, "örgütsel ilintisi saptanamamıştır" diye­
rek, adiyen, 6 1 36. maddeye tabi olarak umumi mahkemeye sevk etmeyi
sıkıyönetim icraatı ile bağdaştınnak mümkün değildir.

Bu konuda 20 Kasım 1979'a kadar verilmiş mahkeme kararlan bize bazı


açıklamalar getinnektedir. Şöyle ki:

20 Kasıma kadar 3423 kişinin mahkemesi karara bağlanmıştır.

Bunlardan 1 388 kişi 3 aya kadar, (bunların suçlan sıkıyönetim yasaklarını


çiğnemek olmaktadır.)

56 kişi 3 ay ile bir yıl,

7 1 kişi bir yıl ile 5 yıl,

32 kişi de 5 yıldan fazla hapis cezasına çarptırılmışlardır.

Buna mukabil, 683 kişi beraat etmiş, 1 1 93 kişi hakkında yukarıda


açıklanan sebepler dolayısıyla görevsizlik karan verilmiştir.

g) Vatandaş bir çözillmüşlük içindedir. İhbar ve tanıklık gibi fo�iyonlarla


devlete yardımcı olmamaktadırlar. Mahkeme için tanık bulunamamakta, bulu­
nanlar da zorla getirilmektedir. " Doğruyu söylesem öldürülürüm" korkusu
hakimdir.

320
Gerek kamu ve gerekse özel kuruluşlar tamamen bir atalet içindedir. Yasal
yetki ve mecburiyetlerinin gereği olan en küçük koruma tedbirleri dahi alma­
maktadırlar. Herkes güvenlik kuvvetlerince korunmasını istemektedir.
Böyl.ce, anarşi bu yönc!e hedefine varmıştır denebilir.

Buraya kadar karşı karşıya bulunduğumuz iç ayaklanma tehdidinin boyut­


larını belirledikten sonra, şimdi anarşiyi durdurmak ve yok etmek için alınacak
ilave tedbirleri tesbite çalışacağım.

1 ) Maruz bulunduğumuz ayaklanmayı ve iç savaşı başlangıcında iken


boğmak için, öncelikle hükümetin bir "İç savunma ve geliştirme" konsept ve
doktrinini ortaya koyması gerekir.

a) İç savunmanın amacı; sosyal yapıyı yıkıcı eylemlerden korumak ve kur­


tarmaktır. İç savunmanın şümulü; ayaklanma hareketinin ve anarşistlerin halk
üzerinde ika ettikleri tesir ve tesis ettikleri kontrolün seviyesine göre tayin edi­
lir.

b) İç geliştirme ise; sosyal yapının ihtiyaçlarına cevap verebilecek yeterlikte


politik, ekonomik, sosyal ve eğitsel müesseseler kurarak, onun dengeli
gelişmesini inkişaf ettirmektir.

2) İç savunma ve geliştirme stratejisi, ayaklanmayı önlemek veya yok et­


mek için, bir hükümetin politik, ekonomik, psikolojik ve bütün polis ve iç
güvenlik kuvvetleri dahil, askeri gücünü kullanma ve geliştirme ilim ve sa­
natını ihtiva eder. B una göre, iç savunma ve geliştirme programlan,
müştereken ve aynı zamanda uygulanmalıdır.

3) Bu m illi strateji, anarşistleri, halktan fiziki ve psikol()jik olarak tecrit


ederken, halktan personel, malzeme ve istihbarat desteği almalarını
önleyebilmelidir.

Psikolojik harekat; bu stratejinin büyük bir bölümünü teşkil etmeli ve ayak­


lanmayı, yok etmesi kadar, mani de olabilmelidir.

Anarşistlerin teşkilatlarını ve yönetici kadrosunu bertaraf etmek veya etkisiz


hale getirmek, bu stratejinin temel ilkesi olmalıdır.

Her ayaklanma hareketinin nüvesini teşkil eden ve ekseriya küçük bir gru­
bun oluşturduğu merkezi yönetici kadrosu (liderler) çok iyi gizlenmesine
rağmen, meydana çıkartılmalı, yok edilmeli veya başka şekillerde yetersiz hale
getirilmelidir.

4) Vurucu tedhiş unsurlarının (kuvvetlerin) yok edilmesi; milli stratejinin


formüle edilmesinde önemle dikkate alınacak diğer bir unsurdur.

B u unsurlar üzerinde baskı, öncelikle polis ve diğer güvenlik kuvvetlerince


sürdürülür ve zayiat vermelerine, ikmal maddelerinin tahribine, morallerinin

321
bozulmasına çalışılır. Bu arada strateji, anarşistlere eylemlerini gönüllü olarak
durdurmaları hususunda ikazda bulunan müsbet propagandaları da ihtiva et­
melidir.

5) Anarşinin bugün ulaştığı boyutlar, proplemio sadece sıkıyönetimiailanı


ile veya sadece, İçişleri Bakanlığının gayretleri ile halledilebilme hudutlarını
çoktan aşmış bulunmaktadır. Zira anarşik eylemleri, düçar olduğumuz sosyal,
ekonomik, politik, etnik sorunlardan soyutlamak mümkün değildir. Buna
göre, çeşitli gayretleri anarşiyi yok etme istikametinde koordineli bir şekilde
birleştirebilmek üzree hükümet seviyesinde bir "İç savunma geliştinne koordi­
nasyon merkezi"nin kurulması wrunludur. Bu merkezin fonksiyonu", hükümet
organlarının yerini alıp, görevlerini ifa etmek değil, bilakis iç savunma ve
geliştimıe gayretlerinin planlama ve koordinasyonu için mihrak noktalan
sağlamaktır.

6) Planlama; politik, ekonomik, sosyal, psikolojik alanlara teşmil edilir.


Planlama hedefleri sadece anarşistlerin tesirsiz hale getirilmesini değil, aynı za­
manda halkın desteğini kazanmak ve devam ettinne yönünde ağırlık vermeli­
dir.

İdari tedbirler.

1) istanbul'da mevcut gecekondu bölgeleri, süratle mahalle, köy muhtarlığı


veya belediye teşkilatına bağlarunalı, bina mülkiyeti, iskan işleri gibi problem­
lerin halli için, hali hazır durumu tescil eden yeni yasalar çıkartılmalıdır.

2) İstanbul'a ikamet, tahsil ve iş tutma çalışma maksadıyla girişler ve işçi


çalıştıracak işyeri tesisi, yasaya dayalı kontrol ve izine tabi tutulmalıdır.

3) Kimlik bildirme kanunu tam olarak süratle uygularunaya konmalı, cezai


müeyyideleri ağırlaştınlmalıdır.

4) Belediye zabıtası, kendi hizmet sahasında otorite ve etkinliğini artıracak


bir teşkilat ve sisteme kavuşturulmalı, silah satma ve kullaruna yetkisine sahip
bulunmalıdır.

5) Banka, vergi daireleri, PTT binaları, sosyal sigortalar, tekel depoları,


büyük marketler gibi büyük para toplayan ve bulunduran resmi ve yan resmi
kuruluşlar için, özel koruma, polis ve bekçi teşkilatı kurma mecburiyeti geti­
rilmeli, bunlann görev ve yetkileri yasalarla belirlenmelidir.
6) Büyük soygun olaylarını önlemek üzere, toplu para nakline lüzum
göstenneyen çok sistemin maaş dağıumında kullanılması sağlanmalı ve yaygıri
hale getirilmelidir.

7) Eylemcilerin bombalı suikast, sabotaj vs. eylemlerini önlemek üzere,


inşaat, taş ocakları gibi yerlerde kullanılan dinamit, dinamit lokumu, fünye

322
kapsül, saniyeli fitil gibi patlayıcı maddelerin satış ve kullanılması merkezi bir
kontrole bağlanmalı ve etkin denetleme yöntemleri geliştirilmelidir.

8) Kaçak silah ithalini ve yurt içinde yapımını kesin şekilde önleyecek çok
ağır müeyyideli tedbirler bulunmalıdır. Silah kaçakçısının ve silah taşıyanın ne
maksatla olursa .olsun, yargı mercii, sıkıyönetim komutanlığı olmalıdır.
Olağanüstü hallerde ruhsatsız silah bulundunnanın cezaları artırılmalıdır.

9) Gerek anarşistlerin kaçıp kurtulmalarına, gerekse silah kaçakçılannın


banrunalanna imkan vermemek için sıkıyönetim ilan edilmeyen mücavir
vilayetlerde valilere bazı özel yetkiler tanınmalı ve sıkıyönetim komutanlığı ile
koordinasyon yetkisi verilmelidir.

10) Öğretmen ve polisler, silahlı kuvvetler mensuptan hiçbir siyasi partiye


ve derneğe üye olmamalıdırlar. Diğer devlet memuru ve hizmetlilerin ise, der­
neklere girmeleri bakanlıkların müsaadesine bağlı bulunmalıdır.

1 1 ) Dernekler Yasası, Üniversite öğrencilerinin demek ve sendikalar ile


ilişkilerini disipline edecek şekilde, şartlara bağlı bulunduracak, orta öğretim
öğrencilerinin ise, demek ve sendikalarla ilişkilerini tamamen kesecek, ortadan_
kaldıracak' şekilde tadil edilmelidir.

12) Cezaevleri süratle islah ve modernize edilmelidir. B ilhassa,


Paşakapısının cezaevi vasfı yoktur. Bakırköy akıl hastanesi, cezalı ve tutuklu
kısmı tecrit edilmiş yeni bir binaya nakledilmelidir.

1 3) Çalışma müdürlükleri ve iş mahkemeleri, iş ihtilaflarını süratle hallede-


cek şekilde organize edilmelidir.

Kolluk kuvvetlerine ait önlemler:

1 ) Polis:
a) Anarşinin bugünkü şekline ve özelliklerine göre bastırılması, temelde bir
polis görevi olarak devam etmektedir. Sıkıyönetimin, daha doğrusu askeri bir­
lik teknik ve taktiği ile sokaklarda asker gezdirmek ile terörün en korkunç uy­
gulaması olan cinayet ve suikastların önlenmesi mümkün değildir. Bu iş krim­
inal bir polis çalışmasını gerektirir. Bu bakımdan, polis süratle adli ve önleyici
zabıta hizmetlerini ifa edecek şekilde yeniden organize, teslih ve teçhiz
edilmelidir.

b) Sıkıyönetimin varlığına istinaden, İstanbul polisinden başlangıçtan


bugüne kadar, 500 polis çekilmiştir. İstanbul'un çeşitli özellikleri dikkate
alınarak, bilhassa önleyici zabıta hizmetini yapacak şekilde polis miktarı
artırılmalıdır. Komutanlığın mutabakatı sağlanmadan hiçbir tayin
yapılmamalıdır.

c) Karakollar, askeri kışla statüsüne kavuşturulmalı, polislere karakolda


323
yatına mecburiyeti getirilmeli, yatma imkanları sağlanmalıdır. Karakollar ci­
varına polisler için lojman yapılmalıdır.

d) Ö nleyici zabıta görevinin ekip sistemi ile yürütülmesi esas kabul edilme­
li, buna göre de karakollar, yeter personel, mutorlu araç, telsizle do­
natılmalıdır. Şimdilik çok hassas bölgelerde ekip hizmetini asgari seviyede
yürütebilmek üzere 5-6 kişiyi istiab edebilecek kabiliyetli 100 Landrover tipi
araç, l 00 oto �elsizi, 100 çelik yelek, makinalı tabanca sağlanmalıdır.

e) Polisin her türlü hava ve iklim şartı altında ve arazide görev yapacak
şekilde ve tipte giyecek isulıkakının verilmesi sağlanmalıdır.

f) Emniyet Müdürlüğü, araç ve gereçlerinin bakımı için özel bir bakım


teşkilatı kurulmalıdır.

g) Karakolları başsızlıktan kurtarmak için. süratle komiser ve komiser mua­


vini rütbesinde yeter personelin tayini sağlanmalıdır.

h) İstanbul emniyeti için uygun, rahat ve modem cihazlarla donatılmış bir


sorgulama yeri ve yeter kapasitede bir nezarethane sağlanmalı, aynca adli
zabıta soruşturması için yetenekli polis takviyesi yapılmalıdır.

i) Büyük gecekondu bölgelerinde jandarma ve polisten oluşan karma kara­


kollar tesis adilmelidir.

j) İstanbul polisinde titiz bir inceleme yapılarak, ideolojik saplanusı bulunan


ve polislik vekanru kaybetmiş memurların İstanbul'dan süratle tayin edilmele­
ri, başka illerden sürülecek şaibeli emniyet mensuplarının İstanbul'a sureti ka­
tiyede gönderilmemeleri sağlanmaladır.

k) İstanbul' da 1 1 .OOO' e yakın sokak ve cadde olduğu dikkate alınarak,


halen mevcut 2500 mahalle bekçisine ilaveten asgari bir bu kadar daha bekçi
temin edilmelidir.

l) Bekçiler tabi oldukları 772 sayıh kanuna göre 8 saatten fazla


çalıştınlamamaktadırlar. Sıkıyönetim süresince 8 saatten fazla çalışmak mutlak
bir zaruret olduğuna göre, bekçilerin de polis gibi fazla mesai ücreti alabilmele­
ri için gerekli yasa değişikliği yapılmalıdır.

m) Emniyet istihbarat teşkilatı, etkin bir görev yapacak şekilde yetenekli


personelle modernize edilmelidir. Bu maksatla özel eğitim tertipleri alınmalıdır.
Soygun, adam kaçırma, terör, tedhiş gibi psikolojik ve para toplama amaçh
faaliyetlere ait istihbaratın özellikle polis tarafından yapılması sağlanmalıdır,

n) Cinayet, soygun vs. kriminolojik olayların teknik incelemelerini yap­


mak, suç ve suç dosyalarının süratle ilgi ve bütünlüğünü saptamak, pasaport
işlemlerini kovuşturmak için kompütrize sisteme geçilmelidir.

324
2) Jandanna:
a) Merkez ilçelerinde h Jandanna Alay Komutanlığına bağlı karakollardaki
kuvvet miktarı çok kifayetsizdir. Bu karakollar, hemen tamamiyle nüfus ke­
safetine sahip gecekondu bölgelerinin kontrolünden sorumlu bulunmak­
tadırlar. Yeter bir adli ve önleyici zabıta hizmetinin yürütülebilmesi için, hem
mevcut karakolların kuvveti arttınlmalı, hem de yeni jandarma karakolları ih­
das edilmelidir.
b) istanbul'daki Boğaziçi, Galata, Atatürk ve çevre yolu köprülerinin
güvenliği, emniyet ve belediyeden alınmalı, İl Jandarma Alay Komutanlığı
bünyesinde yeniden teşkil edilmelidir.
c) İl Jandarma Alay Komutanlığının çevre muhafazasından sorumlu bulun­
duğu Yeşilköy Hava Limanının fiziki emniyet önlemleri içerisinde önem
taşıyan, çevre aydınlatması, nöbetçi kulübelerinin onarılması, aralarında
telefon irtibatı tesisi en kısa zamanda tahakkuk ettirilmelidir.
d) Kuruluşlar için özel koruma düzenleri, süratle tahakkuk ettirilerek, jan­
darma komando birliklerinin banka önlerindeki sabit koruma hizmetinden kur­
tarılmaları, bunun yerine devriye hizmetine yöneltilmesi sağlanmalıdır.
3) İç savunma ve geliştirma programının yönetiminde en önemli unsurlar­
dan birisinin, güvenlik kuvvetlerinin devlete sadık, tarafsız, disiplinl_i ve
yüksek moral ve ahlaki niteliklere sahip olmaları gerektiği daima göz önünde
bulundurulmalıdır.
İstihbarata yönelik önlemler:
1 ) Esas istihbarat sağlayıcı organ olarak, MİT anarşik istihbarat yapacak
şekilde, yetki, teşkilat, çalışma yöntemleri bakımından yeni bir reorganizasyo­
na tabi tutulmalıdır.

2) Polis - MİT istihbarat işbirliği, daha verimli yöntemlere bağlanmalı, bu


husus yasal temellere oturtulmalıdır. Karşılıklı güven havası yaratılmalıdır.
3) MİT, gerçek hüviyeti içinde Sıkıyönetim Komutanlığı ile irtibat ve koor­
dinasyonunu devam ettirebilmelidir. Bugün MİTden hiç bir resmi rapor
alınamamaktadır.
4) MİT, polis, askeri unsurlar ve zaman zaman da askeri savcıların
katılacağı özel soruşturma timleri, komutanlığın emrinde teşkil edilmeli, buna
yasal destek sağlanmalıdır.
5) Anarşik örgüt ve mensuplarının Türkiye sathında meydana
çıkartılabilmesi için askeri ve sivil adliyedeki bu tür suç dosyalarının maksada
uygun bir modele göre kompütrize edilmesi sağlanmalı.

325
6) Anarşik olaylarda kullanılan silahların birbirleri ile bağlantısı bulunup
bulunmadığını ve kimler tarafından kullanıldıklarını tespit için, Türkiye
sathında silahların ve merm ilerin balistik bağlantısını sağlamak ve
değerlendirmek üzere, merkezi ve otomatize edilmiş. bir laboratuvar tesis
edilmeli, terminallerle diğer vilayetlere bağlanmalıdır.

7) İ hbarlar ve görgü tanıklığı üzerinde halkı teşvik edecek, yardıma


çağıracak tedbirler alınmalıdır. Para mükafatı cazip bir metod teşkil edebilir.

8) MİT de polis gibi politikadan anndınlmalıdır.


9) İç savunma ve geliştirme harekatı; tamamen iç istihbaratın başarısına
dayanır. Bu başarı için, iç tehdidi değerlendirmeye, güvenlik makamlarını ikaz
etmeye, anarşi örgütüne nüfuz edebilmeye ve anarşiyi etkisiz kılmak üzere
yardımda bulunmaya muktedir özel polis fonksiyonuna sahip uyanık bir
teşkilatın gerekli olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Güvenlik kuvvetleri­
nin istihbarat kabiliyetleri bu yönde süratle geliştirilmeli veya yeniden organize
edilmelidir.

Psikolojik önlemler:

1 ) Devletin düzeni ve milletin birliğine yönelik çeşitli gençlik kesimlerinin


eylemlerine karşı kuşaklan bir araya getirici, en azından, nötr kitleyi koruyucu
ve uç grupları caydırıcı her türlü siyasal ve ideolojik etkiden uzak, milli bir
pisikolojik savaş stratejisinin tespit edilmesi, bunun yöntemlerinin saptanıp,
süratle devlet çapında uygulamaya geçilmesi sağlanmalıdır. Bu maksatla,
bütün basın ve yayın araçlarından faydalanılmalıdır. Belirli yazarlar bir konsept
etrafında toplanmalıdır.

2) Yayın araçlarının değerleri yitirici, moral bozucu, menfi etki yapıcı,


heyecan verici ve bilhassa, devlet otoritesini ve Silahlı Kuvvetleri küçük
düşürücü ve acz içinde gösteren yayınlar, etkin şekilde kontrol altına
alınmalıdır. -

3) Psikolojik uğraş hedefi olarak bilhassa öğrenciler ele alınmalıdır.


4) Anarşi ve terör olaylarında suçlu kişilerin çoğunun askerlik yapmamış
kişiler olduğu dikkate alınarak, lise ve üniversitelerde yaz tatillerinde
öğrencilerin askeri eğitime tabi tutulmaları, böylece isyankar ve katı düşünceli
gençlerin, otoriteye hürmetkar olmaları için uygun bir telkin imkanı
sağlanmalıdır.

5) Psikolojik harekatın kapsamındaki en önemli faaliyetin, halkın desteklen­


mesi ve kaynakların kontrolü olduğu göz önünde tutularak İstanbul'da önemli
maddelerin dağıtımı süratle adaletli bir nizama bağlanmalıdır. Bugünkü kadro­
su ile sıkıyönetim bu görevi yapamaz.
6) Tedhiş gruplarını koordine ebnelerini ve eylem birliğini yapmalarını

326
önlemek üzere legal örgütlerin, demek ve sendikaların yasaya dayalı tedbir­
lerle disiplin altına alınmaları sağlanmalıdır.

Önemli yasa değişiklikleri, ek öneriler istekler:

t) Önemli kanun değişiklikleri:


1) TC kanununun 448. ve müteakip maddelerinde yazılı adam öldünne,
456 ve müteakip maddelerinde yazılı müessir fiil suçlan ile, 5 1 6 ve 5 1 7. mad­
delerinde yazılı nası izrar suçlarından takibi şikayete bağlı olmayanların, siyasi
amaçla işlenmeleri halinin ve TC kanununun 536, 6 1 36 maddelerinin 1402
sayılı yasanın 15. maddesine dahil edilmesi sağlanmalıdır.
2) 1402 sayılı kanunun 1 6. maddesinde yazılı cezanın asgari haddi 6 aydan
başlatılmalıdır. Aynca 1 7. maddesi "sıkıyönetim mahkemelerince verilen
hürriyeti bağlayıcı cezalar para cezasına veya kanunların öngördüğü tedbirlere
çevrilemez" şeklinde değiştirilmelidir.

3) Soruştumıanın etkin biçimde ve illegal örgütlerin meydana çıkanhnasıru


sağlayacak şekilde, Sıkıyönetim Komutanlığına 1 402 sayılı kanunda tanınan
gözalb süresi, 1 5'den 30 güne çıkartıtnialıdır.

1402 sayılı kanunun 1 3 ve 1 5 . maddeleri yanlış anlamalara gelmeyecek


şekilde açıklığa kavuşturulmalıdır.

4) Mahkeme önünde gerçek tanıklıktan kaçmayı, tanığın tanınmasını


önleyici bazı yeni hükümler, usul kanununa ithal edilmelidir.

5) Kaçak sanıkların teslim olmaları için izalei şekavete (Eşkiyalığın yok


edilmesine) benzer yeni bir kanun çıkarblmalıdır.

Diğer ilave öneriler.

1 ) Sıkıyönetim tazminatı yetersiz ve _semboliktir. Erlere de teşmil edilmeli­


dir.

2) İstanbul polisi, tayin endişesi ile hareketsiz<Jir. Tayin işleminin süratle


sonuçlandırılması.

3) Anarşi ile mücadelede yer almış belirli kişilerin fiziki olarak devlet
güvenliği albna alınması.
4) Anarşik e ylemlerde yer alıp yakalanın üniversite öğrencilerinin,
üniversite ile ilişiği kesilerek, asker edilmesi, bulundukları çevrenin dışında bu
askerliklerini yapmaları.

5) Polislerin silahlı kuvvetler kazanından iaşe edilmeleri.

6) 1402'nin hfildın ve savcıların atanması ile ilgili hükmünün "komutanın


teklifini" kapsayacak şekilde tadili.

Askeri birlikler için istekler.

327
Panço veya muşamba, çelik yelek, masonetkelepçe, elektrik el feneri, cop,
seyyar oparlör, transistörlü amplifikatör, foto-film gibi.

Aralık ayına girer girmez, ayın ikinci günü yağa % 100 zam yapıldı. &:evit
hükümeti zamanında yapılan zamları tenkit eden bu zamlar gasphr diyen Demi­
rel, şimdi ilk zammını yapıyordu.
Adam öldürmeler de emniyet mensuplarına, görevli silahlı kuvvetler men­
suplarına yöneltilmişti. Böylece komünist örgütlerin birinci safha olan propa­
ganda safhası tamamlanmış, ikinci satha olan emniyet kuvvetleriyle Silahlı
Kuvvetlere saldırılar başlamışrı. Bu safhada halkın Silahlı Kuvvetlere ve Em­
niyet Kuvvetlerine olan güvenleri sarsılacak, böylece üçüncü satha olan silahlı
ayaklanmaya geçiş sağlanacaku. Nitekim 6 Aralık günü bir polis ile bir er
teröristlerce şehit edildi. B ir gün sonra da İstanbul Üniversitesi İktisat
Fakültesi Sosyoloj i ve Metodoloji Kürsüsü Başkanı Profesör Tütengil
öldürüldü. Tütengil'in cenaze töreninde de olaylar çıkh ve bir kişi öldü, 1 3 kişi
yaralandı. Güvenlik kuvvetleri olaylan yabşbrmak için havaya ateş açmak ro­
runda kaldı. Bu ateşe öğrenciler de ateşle karşılık verdiler.

UYARI MEK1UBU HAZIRLANIYOR

Aralık ayı başlarında her senenin bu ayı içerisinde yapılması mutad olan
NATO'nun Askeri Komite Toplanhsına katılmak üzere Bıüksel'e gitmem
gerekiyordu. Gitmeden evvel Kuvvet Komutanı arkadaşlarımla Brüksel
dönüşü İstanbul'da buluşmamızı ve orada mevcut bazı Kara, Deniz ve Hava
birliklerini denetledikten sonra Ordu ve Kolordu Komutanları ve Harp Aka­
demeleri Komutanlarıyla Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu gözden
geçirmemizi ve ne yapılması gerektiği hususunda bu Komutan arka­
daşlarımızın da fikirlerini almamızın doğru olacağım söyledim. Onlar da bu
fikrimi uygun buldular.
Brüksel dönüşü 2 1 Aralık 1 979 günü bu maksatla İstanbul l 'inci Ordu Ka­
rargfilıında bir toplantı yaptık. Toplanbda Ordu ve Kolordu komutanlarından,
Harp Akademileri Komutanından içinde yaşadığımız bu ortamdan Türkiye'nin
kurtarılabilmesi için ne düşündüklerini açıklıkla dile getirmelerini istedim.

328
Ortaya konan fi.kirleri toparlamak gerekirse; bu safhada 27 Mayıs gibi bir
müdahalede bulunmanın doğru olmayacağı, Parlamentonun, siyasi partilerin
ve diğer bütün Anayasal kuruluşların birlik ve beraberlik i çinde olmalan ve
terörün önlenmesi hususunda her kuruluşun üzerine düşen görevi yerine getir­
mesi için bir uyarıda bulunulmasının ve bu uyarı şeklinin nasıl yapılması ge­
rektiğinin bizim tarafımızdan kararlaştınlmasının uygun olacağı üzerinde he­
men hemen fikir birliğine varıldı.

Aynı gün İstanbul'dan dönüşte Gölcük'teki Donanma Komutanlığına gel­


o
dik ve 15'nci Kolordu Komutanını da oraya çağırarak Donanma K mutanı ile
birlikte fikirlerini sorduk. Onlar da aynı kanaatte idiler. Hemen müdahale fikri­
ni benimsemiyorlardı.

Geceyi Gölcük'te geçirdikten sonra 22 Aralık günü Eskişehir'deki 1 'inci


Taktik Hava Kuvvetleri Komutanlığına uğradık. Oradaki Taktik Hava Kuvvet
Komutanı da bu düşünceye iştirak etti. Aynı gün Ankara'ya dönüldü.

24 Aralık günü Kuvvet Komutanları ve Jandarma Genel Komutanı ve


İkinci Başkanla odamda toplandık. Durumu gözden geçirdik ve Cumhur­
başkanına verilecek mektupla, Silahlı Kuvvetlerin görüşünü aksettirecek met­
nin hazırlanması emrini verdim.

Diğer Ordu ve Kolordu Komutanlarıyla muhtelif vesilelerle yaptığımız


görüşmelerde onların da fikirlerinin aşağı yukarı bu istikamette olduğunu esa­
sen biliyordum. Ancak buna rağmen 25 Aralık günü Kuvvet Komutanlarını da
alarak Diyaıbakır'a gittim.

2'nci Ordu Komutanı, Adana'daki 6'ncı Kolordu Komutanı, Elazığ'daki


8'inci Kolordu komutanı, Diyarbakır'daki 7'nci Kolordu Komutanı ve 2'inci
Taktik Hava Kuvvetleri Komutanlarının Diyarbakır'da bulunmalan emrini
daha evvelden verdiğim için bu komutanlarla bir toplantı yaptık. Onlann da
düşüncelerini sordum. Genellikle bir uyarı mektubunun verilmesi hususunda
fi.kir orada da belirdi. 26 Aralık günü Ankara'ya döndük.

Erzincan'daki 3'üncü Ordu Komutanı ve Ege Ordu Komutanı ile telefonla


konuşmak suretiyle onların da uyan mektubu üzerindeki mutabakatlarını
aldım. Böylece Kara. Deniz ve Hava Kuvvetlerindeki bütün Ordu, Kolordu ve
Kolordu seviyesindeki komutanların mutabakatlarını almış olduk.

26 Aralık günü Ankara'da Kuvvet Komutanları, Jandarma Genel Komu­


tanı ve Genelkurmay İkinci Başkanıyla bir toplantı daha yaptık. Toplantıda,
benim imzalayacağım mektupla, Türk Silahlı Kuvvetlerinin görüşünü aksetti­
ren mektubu tekrar gözden geçirdik. Mektupların kaleme alınmasında dikkat
ettiğimiz husus, bunun muhatabının mevcut hükümet veya muayyen partilerin
veya kuruluşların olmaması, bütün siyasi partilerle Anayasal kuruluşlara hitap

329
etmesi idi. Zira aşağı yukarı bir aydan biraz fazla zamandır iktidarda olan bir
hükümeti sorumlu tutmak elbette mümkün değildi . Bu toplantıda Cumhur­
başkanına vereceğim mektubun ayru zamanda radyodan da okunmasının doğru
olup olmayacağı hususunu da münakaşa ettik. Hatırlanacağı üzere 1 2 Mart
Muhtırası böyle olmuştu. Hem Cumhurbaşkanına, hem Meclis Başkanına ve
hem de hükümete verilmiş ve aynı zamanda radyodan da okutturulmuştu.

Görüşmelerimiz sonunda böyle bir hal tarzını uygun görmedik. Doğruca


Cumhurbaşkanına verilmesinin ve Cumhurbaşkanı tarafından başta hükümet
ve parti başkanları olmak üzere ilgili Anayasal kuruluşlara ile.tilmesinin daha
uygun olacağını düşündük. Zira Cumhurbaşkanı ayru zamanda Milli Güvenlik
Kurulunun da başkanı idi. B izler de Milli Güvenlik Kurulunun üyeleri
olduğumuza göre bu hal şekli en uygunu oluyordu.

27 A ralık sabahı Komutanlarla tekrar toplandık ve hayırlı uğurlu olur


inşallah diyerek, uyan mektubunu imzaladık. İmzadan sonra ben arkadaşlara
"Bu mektubun bir yarar sağlayacağı inancı içerisinde değilim. Göreceksiniz
hiçbir şey düzelmeyecektir. Ama biz bu görevimizi de yerine getirelim ki ile­
ride tarih bizi bu yönden tenkit etmesin" dedim.

Tarafımdan imzalanan mektup metni aşağıdadır:

Ankara 27.12.1979

Sayın Cumhurbaşkanım,
Ülkemizin içinde bulunduğu ortamda devletimizin bekası, milli birliğinin
sağlanması, halkın mal ve can güvenliğinin temini için; anarşi terör ve
bölücülüğe karşı parlamenter demokratik rejim içerisinde Anayasal kuru­
luşların ve özellikle siyasi partilerin, Atatürkçü milli bir görüşle müştereken
tedbirler ve çareler arama/an kaçınılmaz bir zorunluk olarak görülmektedir.

Milli Güvenlik Kurulunun muhtelif topla.ntılannda bu konuda alınan karar­


ların mahalefete mensup siyasi partilerin kısır tutum ve davranış/an yüzünden
olumlu sonuçlara götürülemediği yüksek maltlmlarıdır.

Kuvvet Komutanları ile beraber yaptığım son gezilerimde Ordu ve Kolordu


Komutanı seviyesindeki general ve amirallerle görüşmelerimde, milli birlik ve
beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde, sürat/e bir sonuca
ulaşabilmek için gerekli tedbirlerin müştereken teshiri amacı ile, tüm Anayasal
kuruluşlar ve siyasi partilerin bir kere da.ha uyarılması bütün Komutanlarca
müştereken dile getirildi.

330
Bu karar ışığında Türk Silahlı Kuvvetlerinin göfüşlerini, Milli Güvenlik
Kurulu Başkanı olarak Zat-ı .alilerine sunuyonun. ·
Gereğini yüksek takdirlerine arz ederim.
Saygılarımla
Kenan Evren
Orgeneral
Genelkurmay Başkanı
Bu mektuba ilişik Türle Silahlı Kuvvetlerinin görüşünü aksettiren mektup
ise şöyleydi:
Ülkemizin içinde bulunduğu son derece önemli siyasi, ekonomik ve sosyal
ortamda her geçen gün hızını biraz daha artıran anarşi, terör ve bölücülüğe
karşı milli birlik ve beraberliğin sağlanabilmesi için, Türk Silahlı Kuvvetleri,
ülke yönetiminde etkili ve sorumlu Anayasal kuruluşları ve özellikle siyasi
partileri göreve davet etmek mecburiyetinde kalmıştır. -
Kahramanmaraş olaylarının yıldönümünde, henüz ilk ve orta öğretim
çağındaki evlatlarımızın örgütlü eylemciler tarafından zorla sürüklendikleri
anarşik olaylar ibretle f!Uişahade edilmektedir.
Anayasamızın getirdiği geniş hürriyetleri kötüye kullanarak, İstiklal
Marşımız yerine komünist enternasyonali söyleyenlere, şeriat düzeni da­
vetçilerine, demokratik rejim yerine her türlü faşizmi getirmek isteyenlere,
anarşiye, yıkıcılığa ve bölücülüğe milletimizin tahammülü kalmamıştır.
iktidar olan siyasi partilerin bütün devlet kademelerini kendi siyasi
görüşleri doğrultusunda hareket edecek kişilerle doldurması, kamu
görevlilerinin ve vatandaşlann bölünmesini zorunlu hale getirmektedir. Siyasi
panilerce yaratılan bu bölünme giderek anarşi ve bölücülüğü destekleyen iç
kaynakların şekillenmesine, himayesine, polis, öğretmen ve diğer birçok ku­
ruluşun birbirine düşman kamplara aynlmalanna neden olmaktadır.
Türk Silahlı Kuvvetleri, ülkemizin siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlarına
bir çözüm getiremeyen, anarşi ve bölücülüğün ülke bütünlüğünü tehdit eden
boyutlara varmasını önleyemeyen, bölücü ve yıkıcı gruplara tavizler veren ve
kısır siyasi çekişmeler nedeni ile uzlaşmaz tutwnlarını sürdüren siyasi partileri
uyarmaya karar venniştir.
Bölgemizdeki gelişmeler Orta Doğu'da her an sıcak bir çatışmaya
dönüşebilecek durumdadır. işte anarşist ve bölücüler yun sathında genel bir
ayaklanmanın provalarını yapmaktadırlar.
Ülkede birlik ve beraberliğin, vatandaşın can ve mal güvenliğinin süratle
sağlanabilmesi için gerekli /asa ve uzun vadeli tedbirlerin yüce meclislerimizde

331
en kısa zamanda kararlaştırılması bugankü ortam içinde hayati bir önem
taşımaktadır.
Diğer yandan meclislerin açılışından bir buçuk ay sonra komisyonların an­
cak teşkil edilebilmesi ve ülkenin acilen çözüm bekleyen konulannı müzakere
için bugüne kadar müşterek bir gündemin saptanamaması üzüntü ile izlenmek­
tedir.
Atatürk milliyetçiliğinden alınan ilham ve hızla vatandaşlarımızı kaderde,
kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde milli şuur ve ilkeler
etrafında toplamanın, iç barış ve huzurun sağlanmasında temel unsur olduğu
apaçık bir gerçektir. Ülkenin içinde bulunduğu bu durumdan bir an evvel kur­
tulması hükümetler kadar diğer siyasi partilerimizin de görevleri arasındadır.
Türk Silahlı Kuvvetleri iç hizmet yasası ve kendisine verilen görev ve so­
·rumluluğunun idraki içinde ülkemizin bugankü hayati sorunları karşısında
siyasi partilerimizin, bir an önce milli menfaatlerimizi ön plana alarak, Anaya­
samızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle biraraya gelerek
anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere
karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer Anayasal kuruluşların da
bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir.

Kenan Evren Nurettin Ersin B illend Ulusu


Orgeneral Orgeneral Oramiral
Genelkurmay Başkanı Kara Kuvvetleri K. Deniz Kuvvetleri K.

Tahsin Şahinkaya Sedat Celasun


Orgeneral Orgeneral
Hava Kuvvetleri K. Jandarma Genel K.

Her hafta Perşembe günleri saat 1 7 .OO'de Cumhurbaşkanına gider ve haf­


talık görüşmemizi yapardık. Bu mektubu da 27 Aralık 1979 Perşembe günü
Cumhurbaşkanına vermeyi uygun bulduk.
O gün saat 17 .OO'de mektubu Cumhurbaşkanına verdim ve bu mektubu
vermek için çok düşündüğümüzü, Türkiye'nin ikide bir böyle durumlarla
karşılaşmasını hiç arzu etmediğimizi, ancak yun sathında yapt1ğım bütün gezi­
lerde, denetlemelerde Silahlı Kuvvetlerin komuta kademesindekilerin çok ra­
hatsız olduklarını, hatta derhal yönetime el konulmasını düşünenlerin de bu­
lunduğunu, Silahlı Kuvvetlerdeki subayların da büyük bir çoğunluğunun
tedirginlik içinde olduğunu bildiğimden büyük garnizonlardaki denetleme/e­
rimden veya plan tatbikatlarından sonra subaylara hitap ederek, onlara Tür-
332
kiye'nin içinde bulunduğu durumdan kurtulması için her türlü çabanın saif
edildiğini, kendilerinin eğitimleriyle meşgul olmalarını, birlik ve beraberlikleri­
ni. kaybetmemelerini söylediğimi, çeşitli mektuplar aldığımızı, hatta bunlardan
bir çoğunun hakaret amiz bir lisanla yazıldığını, 27 Mayıs gibi alttan gelecek
bir hareketten çekindiğimizi, Milli Güvenlik Kurulunda da çekinmeden düşün­
celerimizi ve alınması gereken tedbirleri acı acı dile getirdiğimizi, bu mektubu
vermeseydik vazifemizi yapmamış olacağımızı, o takdirde daha kötü durum­
larla karşılaşnıanıızuı mukadder olduğwıu söyledim. Bu mektubwı doğrudan
doğruya radyodan okunmasını da düşündük fakat Zat-ı alinize vermeyi daha
uygun bulduk. Onun için size takdim ediyorum diye de ilave ettim.
Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Korutürk, iyi ki bana getirdiniz. Eğer ra­
dyo ve televizyondan okutmuş olsaydınız ben bu koltuğu bırakıp giderdim
dedi.
Bir saate yakın görüşmemiz sürdü. Cumhurbaşkanı sonunda "Yarın
Başbakan ile ana muhalefet partisini çağırıp görüşeceğini ve kendilerine bu
mekt14bu vereceğini, esasen yarın saat 1 1 .00 'de Başbakanın haftalık
görüşmeye geleceğini., öğleden sonra da Ecevit'i çağıracağını, aralarında diya­
log kurmalarını isteyeceğini" söyledi.
Ben de "Esasen bizim düşündüğümüz bu iki partinin biraraya gelerek koa­
lisyon kurmalarıdır. Diğer bütün koalisyonlar denendi. Hiç birisinden bir ne­
tice çıkmadı. Şimdiki hükümetin dışarıdan sağlanacak destekle büyük işler
başarmasının mümkün olmadığını, Erbakan 'a hiçbir zaman güvenileme­
yeceğini, en büyük bu iki partinin biraraya gelmesini bütün aklı başında olan­
ların arzuladığını, başka türlü çıkış yolu göremediğimizi, İtalya 'daki terör
olaylarında sağdaki iktidar partisiyle komünist partinin terörü önleme konu­
sunda işbirliği yaptığını, bizde de pekdld, buna benzer bir işbirliğinin
yapılabileceğini" ifade ettim ve köşkten ayrıldım.
Büyük bir yükten kurtulmuştum. Bu mektubun bir yarar sağlayacağı ve iş­
lerin düzeleceği inancında değildim. Bu inancımı her zaman Kuvvet Komutanı
arkadaşlarıma da ifade ettim. Onlar da bu düşünceme katılırlardı. Zira Meclis­
teki partiler o hale gelmişlerdi ki, en mantıki ve arılaşma sağlanabilecek konu­
larda bile anlaşamayan bu partilerin şimdi bu mektupla anlaşmaları elbette
mümkün değildi. Fakat yine de içimde bir ümit yok değildi. Olur ya bir mü­
dahale korkusu ile belki anlaşabilirler diye düşünebiliyordum. Bir müdahale
yapılmasını hiç arzu etmiyordum. Çünkü müdahalenin ne getirip ne götüreceği
belli değildi. Müdahale sonucu memleket bir iç savaşa da sürüklenebilirdi.
Ekonomik durumumuz zaten berbat, büsbütün kötüye gidebilirdi.
Büyük bir yükten kurtulmuştum ama, esas yükün bundan sonra geleceğini
de biliyordum. Başbakan Demirel ve Cumhurbaşkanı nelerin yapılmasını iste-

333
diğimizi soracakları muhakkak. Bunu bildiğim ve beklediğim için, on� da
hazırlıklı idim. Gerçekleştirilmesini istediğimiz hususlar da hazırdı.
Gece saat 23.00'e yakın bir saatte evde yatmak üzere iken telefon çaldı.
Telefonu açtığımda Cumhurbaşkarum telefonun öbür ucunda buldum. "Mektup
meselesini düşündügünü, iki üç gün sonra hem yurtta ve hem de bütün
dünyada yılbaşının kutlanacagını, yılbaşının yurtta tedirginlik yaratmadan kut­
lanmasını temin ve dünya kamuoyunu da bu yı lbaşında Türkiye'ye
yöneltmemek için mektubu yılbaşını takip eden günde muhataplarına vermeyi
uygun buldugwıu, bunda bir mahzur olup olmayacagını" soruyordu. Hiçbir
mahzuru yoktur. Biz yılbaşım düşünmemiştik. Kendilerince nasıl tensip ediliy­
orsa öyle yapllabileceğini belirttim. Bunun üzerine 31 Aralık saat 17.fJO'de Ge­
nelkurmaya gelecegim. Orada Kuvvet Komutanları ve Jandarma Genel Komu­
tanı da bulunursa beraber görüşürüz dediler. Ben de emredersiniz dedim ve
yattını.
Ertesi gün, cereyan eden bu durumu Kuvvet Komutanları ve Jandarma
Genel Komutanına anlattım. •

30 Aralık Pazar günü sabam Cumhurbaşkanı beni tekrar telefonla aradı ve


3 1 Aralık saat 1 7.00'de kendisinin Genelkurmaya gelmesinin doğru olmaya­
cagını, bizim 1 Ocak günü saat 16.00'da Cumhurbaşkanlığı Köşküne-gelme­
mizi istediler.
Bir taraftan bu hususlar cereyan ederken, diğer yandan da Aralık ayında
çeşitli anarşik olaylar birbirini takip etti. En önemlileri; 1 2 Aralık günü silahlı
dört kişinin güney ekspresini soyması, 14 Aralık günü hiçbir suçu olmayan
dört Amerikalı'nın Aorya'daki evlerine giderken öldürülmeleri, Beşiktaş'ta bir
kahveye konan bombanın patlaması sonucu beş kişinin ölmesi 22 kişinin yara­
lanması, Ankara'da karşıt görüşlü iki polisten birinin diğerini öldürmesi,
ülkücü gençlerden 50 kişilik bir grubun Gümrük ve Tekel Bakanlık binasını
basarak solcu olan memurları dövmeleri, İstanbul'da DEV- YOL grubunu ara­
mak isteyen iki devriye erinin şehit edilmesi, Kahramanmaraş olarlarının
yıldönümü münasebetiyle 24 Aralık günü bütün yurtta terör havası estirilerek,
TÖB-DER'li öğretmenlerin derslere girmemesi, bu yüzden 5000'e yakın
kişinin gözaltına alınması, aynı gün Ankara Milliyetçi Hareket Partisi Merkez
İlçe Başkanının, bir PIT müdürünün, bir öğrencinin Öldürülmesi, Adalet Par­
tili iki milletvekilinin evlerine bomba atılması, İstanbul'da çeşitli yerlere bom­
balı pankartlar asılması, Güvenlik kuvvetlerinin üzerine patlayıcı madde
atılması, Kars'ta bütün işyerlerinin kapattırılması, derslerin yapılamaması,
Tunceli'nde hiçbir okulda derslerin yapılmaması, Samsun'da Devlet
Hastanesinin işgal edilerek doktor ve öteki görevlilere işi bıraktınp saygı
duruşuna geçirtilmesi, Balıkesir'deki olaylarda beş polis, on öğrencinin yara­
lanması, İmıiı'de gösteri yapan bir grup öğrencinin güvenlik. kuvvetlerine ateş
334
açması, İstanbul'da bir, Ankara'da üç, Manisa'da iki , Trabron'da bir kişinin
öldürülmesi olaylarını sayabiliriz. Bwılann hepsi 24 Aralık günü cereyan eden
olaylardır.

Bu olaylar olmazdan üç gün evvel Demirel, "Anarşi hükümet sorunu ol­


maktan çıktı. Devlet tümü ile, millet tümü ile huzur ve süktlnun sağlanması
yanında yer almalıdır" diyordu. Bunun böyle olduğunu hükümet sorumlu­
luğunu yüklendikten sonra mı anladı? Nasıl ki vaktiyle kendisi huzur ve
sükunun sağlanması yanında yer almamış, kabahati o zamanın hükümeti
üzerine atmış ve onlan komünistleri himaye etmekle suçlamış ise, şimdi de
muhalefette olan parti, mevcut hükümeti ülkücüleri himaye etmekle
suçluyordu.

Yapma etme dünyası, .ne ekersen onu biçersin. Demirel hükümetini


dışardan desteklemeyi vaadeden Erbakan bile "Adalet Partisi memleketi
feldkete sürüklüyor. Hükümet anarşi için boş laftan başka bir şey yapmıyor.
Hükümet iç ve dış politikada vahim noktaya geldi. NATO'yu İslam ülkelerine
karşı kullandırmayacağız. Adalet Partisi hükümetini, verdiğimiz mehil süresi
içinde destekleriz. Ama daha vahim gidişat olursa konuyu düşünürüz" demeye
başladı.

Milliyetçi Hareket Partisi Başkanı Alparslan Türkeş de Başbakan Demi­


rel1e görüştü ve Demirel'den can güvenliği istediğini açıkladı.

Görüldüğü gibi, Mecliste grubu bulunan partilerin hepsi anarşi ve terörün


önlenmesi konusunda yardımcı olacaklarına, her biri ayn istikametlere doğru
gitmektedirler.

Aralık ayını da geride bırakıyor ve 1980 yılı Ocak ayına giriyorduk. 1 979
senesi Türkiye için hiç de iyi bir sene olmamışu. Gerek anarşi, gerek ekono­
mik durum gittikçe kötüleşmişti. Vatandaşların büyük bir çoğunluğunda
kötümserlik yüzlerinden okunuyordu. Siyasi tansiyon ise, her zaman olduğu
gibi yüksekti. Esasen çok partili sisteme geçtiğimiz 1946 yılından beri ülkede
siyasi çekişmeler bir türlü nonnal rayına otunnamışu ki. Partiler arasındaki
ilişkiler daima gergin olmuş, birbirleriyle adeta kanlı bıçaklı hale gelmişler.
Zannedersiniz ki her gün memlekette seçim var. Partiler arasındaki bu
çekişmelerin, Büyük Millet Meclisindeki kavgalann yumruklaşmaların,
küfürleşmelerin halka sirayet etmemesi mümkün mü? Elbette mümkün değil.
Demokrasiyi biz çekişme, kavga rejimi olarak anlamışız. Halbuki konuşmaya
gelince, demokrasi anlaşma, diyalog rejimidir deriz. Ne münasebet, bizdeki
demokraside ne zaman diyalog yapılmış, ne zaman karşılıklı oturup anlaşmaya
varılabilmiş! 1950'lerden beri sürüp gelen partiler arasındaki düşmanlık
1980'lere geldiğimizde de aynen devam etınekte. Onun içindir ki 1980 yılına
hiç de iyi düşüncelerle giremiyoruz diyorum.

335
1 979 senesini kapatacağımız Aralık ayında Türkiye sathında 79 1 anarşik
olay cereyan etmiş ve bu olaylar sonucunda 1 77 vatandaş ölmüş, 5 14 vatandaş
da yaralanmışb. 1979 senesi içerisinde toplam 7384 anarşik olay cereyan etmiş
ve bu olaylarda 1 252 kişi ölmüş, 5400 kişi de yaralanmış oluyordu. İşte bir
senenin acı tablosu bu.

1980 YILI

Ocak ayının ilk günü Cumhurbaşkanı Korutürk'ün isteğine uyarak Kuvvet


Komutanları ve Jandaıma Genel Komutam ile birlikte saat 1 6.00'da Çankaya
Köşkü'ne gittik. Cumhurbaşkanı benim 27 Aralık'ta kendisine verdiğim
mektup konusunda Kuvvet Komutanları ile Jandaıma Genel Komutanının da
fikirlerini öğrenmek istemiş olacak ki bu toplanbyı yapmak ihtiyacını duymuş.
Onlar da aşağı yukarı benim söylediklerimi başka ifadelerle dile getirdiler. Si­
lahlı Kuvvetlerin yönetime el koymak gibi bir heves içinde olmadığını, ancak
Türkiye'nin her geçen gün biraz daha kötüye gittiğini, böyle devam ederse bir
iç savaşın da kaçınılmaz olabileceği, bütün partiler ve Anayasal kuruluşlar elele
verirlerse ancak o taktirde bu durumun altından kalkılabileceği inancında
olduğumuzu, hükümetin görevden ayrılmasını düşünmediğimizi, esasen bir
aylık hükümetten böyle bir istekte bulunmanın haksızlık olacağını ifade ettikten
sonra yazılı olarak şu teklifleri kendilerine takdim ettim:
Bir seneyi aşkın bir süredir, sıkıyönetime ragmen . anarşi, yıkıcılık ve
bölücülügün kesin olarak önlenmemesi; milletin Ülnitsizligini daha da armrarak
onu bir yandan karamsarlıga atarken, Cumhuriyeti ve y urdun yegdne
güvencesi olan Silahlı Kuvvetlerimizi de rahatsız ve tedirgin etmeye
başlamıştır. Bunun üzerine; bilindigi gibi, devletin muhtelif kademelerinde,
anarşi ile mücadele eden sorumlu ve tatbikatçıların da katılması ile mesele her
yönü ile defalarca enine boyuna incelenmiş, kesin sonuca varı/mama nedenleri
özetle şu şekilde tespit edilmiştir:
1 . Anarşi ile mücadelede siyasi partilerimiz ve Anayasal kuruluşlanmız bir
ve beraber olamanuşlardır.
2. Kısa ve uzun vadede giderilmesi gereken bazı yasal kifayetsizlikler mev­
cut olup bu konudaki çalışmalar gecikmiştir.
3. Mahkemeler ve yargı faaliyetleri agır işlemekte, bir türlü örgütsel suçlara
yönelememektedir.

336
4. Devlet çarkı iyi çalışmamakta, partizan ve yanlı hareketten bir türlü kur­
tulamamaktadır.
5. Emniyet Teşkilatının kemiyet ve ke"Yfiyet bakımından arzettiği yetersiz
durum bir türlü düzeltilememektedir.
6. Bir dini kurum ve kışla gibi her türla siyasal.etkiden uzak tutulması ge­
reken Milli Eğitim ve Güvenlik Teşkilatı her türlü siyasi ve aşırı akımların bir
arenası haline getirilmiş, bunun sonucu olarak da polis ve öğretmen politi­
kanın içine itilmiştir.
7. Yeni nesillere Atatürk ilkelerinin gerektiği şekilde anlatılamamış olması
nedeni ile bu boşluk yabancı ve zararlı ideolojiler tarafından doldurulmaya
başlanmıştır. Böylece öğretim kurumlarımız bilimsel çalışmalar yapan ve iyi
bir Türk vatandaşı yetiştiren kurumlar olmaktan çıkarak politika yapılan yerler
haline gilmiştir.
8. Anarşiyi acımasızca besleyen silah kaçakçılığının iç ve dış kaynakları ile
hiçbir zaman etkili bir mücadeleye girişilememiştir.
9. iç ve dış tahrik odakları bölgedeki ve komşu ülkelerdeki gelişmelere pa­
ralel olarak yıkıcılık ve bölücülüğü aktif bir şekilde desteklemeye devam
etmişlerdir.
10. Bütün bu olumsuz etki ve/aktörler karşısında, Meclislerimiz kendile­
rinden beklenen dinamik ve verimli bir çalışma düzenine bir türlü gireme­
mişler, bütün bunların sonucu olarak halkımızın devlete olan güveni sarsılmış
ve dolayısıyla anarşi ile mücadelede en büyük destek olması gereken halkın
aktifyardımı sağlanamamışnr.
Başlıca, yasal ve idari önlemler olarak iki grupta toplanan tedbirler özetle
şunlardır:
1 . Yasal Tedbirler:
Temel hak ve özgürlüklere dokunulmadan mevcut yasama, yargı ve
yürütme düzeninin etkinliğinin arnrılmasını amaçlayan bu tedbirler:
A. Sıkıyönetim Komutanlarının yetkilerinin ve Sıkıyönetim Güvenlik Kuv­
vetlerinin etkinliğinin artırılması, anarşiyi besleyen silah kaçakçılığı suçlarının
sıkıyönetim kapsamına alınması, sıkıyönetim ile ilgili bazı cezaların artırılması,
Güvenlik Kuvvetlerine mukavemet ve saldırı halinde yakalananlar hakkında
Suçüstü Hükümlerinin uygulanması, sıkıyönetimin sona ermesi halinde,
Sıkıyönetim Askeri Mahkemelerinin davalar bitinceye kadar görevlerine de­
vam edebilmeleri, Sıkıyönetim Komutanlarının gözaltında bulundurma
süresinin 15 günden 30 güne çıkarılması gibi konularda 1402 sayılı
Sıkıyönetim Kanununda öngörülen değişiklikler,

337
B. Emniyet Teşkilatuım etkinliğini artımıayı amaçlayan kanun tasarıları,
C. Mahkemelerin sürat/e karar alabilmeleri11i ve bazı cezai müqyideleri
artırmayı amaçlayan ceza usul yasalarındaki değişiklikler,
D. Adli Kolluk Teşkilatı, cezaevlerinin dış koruma teşkilatı ile bankalar,
önemli tesis ve ki�ilerin korunması için özel koruma polis ve bekçi teşkilatının
kurulmasım ö11göre11 yasa tasarıları,
E. Polis, öğretmen ve diğer kamu görevlilerinin yansız hareketlerini
sağlamak ve demek/er ile ilişkilerini disiplin altına almak maksad111a yönelik
olarak dernekler yasasında yapılacak değişiklikler,
F. Anarşik olaylara karışmış kişiler için af çıkarılmaması, radyo ve televiz­
yonda yapılacak seçim propagandalarının kontrol altına alınması , ülke
bütünlüğünü ihlal edici mahiyetteki yayınlarla, her türlü zararlı ve ideolojik
yaymların önlenmesi, gecekondu bölgelerinin organize edilmesi, mülki ma­
kamlar ile bazı kamu görevlilerinin anarşi ile mücadelede etkinliklerinin
armnlnıasuu sağlayacak yasal önlemler,
G. Anarşinin tırmanması halinde mevcut yasalarla olayların önlenemediği
durumlarda, sık sık sıkıyönetime başvurmamak üzere olağanüstü hal ve devlet
giivenlik mahkemeleri tasarılarının yasalaşması,
H. Anayasamızın 28'inci maddesinde gösterilen toplanma veya gösteri
yürüyüşü yapma hakkımn, geçirilen tecrübelerin ışığı altmda, kamu dı1';e11i11i
daha etkin bir şekilde koruma yönünden yeniden düzenlenmesi,
İ. Gene, Anayasamızın 29'wıcu maddesinde belirtilmiş olan dernek kurma
hakkmın bir daha, içinde bulunulan duruma düşmemek için, daha gerçekçi bir
görüşle yeniden ele almması,
J. Hakim teminatının bazen menfi işleyen ve devlet yönetimini ters yönde
etkileyen kısımlarının düzeltilmesi,
K. Seçim ve Siyasal Partiler Kanununun günümüz koşullarına göre yeni­
den düzenlenerek bilinen aksaklıkların giderilmesi,
L. Valilerin yetkilerinin aımrılarak, beraber çalıştığı daire başkanı veya şube
müdürlerinin amiri durunıwıa getirilmesi,
M. Danıştay yetkilerinin, devlet yönetimini menfi yönde etkilemeyecek
şekilde yeniden ele alınması,
N. Demek/ere, Bakanlıklar ve diğer resmi kuruluşlarca yapılabilecek her
türlü mali ve diğer yardımlara engel olucu tedbit:lerin getirilmesi,
O. Gazete ve dergi çıkarma usullerinin daha disiplinli hale getirilmesi için
gerekli yasal tedbirlerin alınması.

338
2. İdari Tedbirler:
A. Siyasal partilerimizin ve diğer Anayasal kuruluşlarımızın, zaman kay­
betmeden, anqrşi, yıkıcılık ve bölücülükle mücadelede kesin ve ortak bir tavır
içine girerek, bu konuda samimiyetle mutabakat sağlamaları; parti liderlerinin
ortak bir deklarasyonla anarşi ile mücadelede bir ve beraber olduklarını,
alınacak tedbirleri desteklediklerini TRT ve basın yoluyla komuoyuna duyur­
ma/an,
B. Partilerin aşırı akımlarla ilişkisi ola11 legal veya illegal kuruluşlarla her
türlü irtibatlarını kesnie/eri ve bunu kamuaywıa açıklama/an,
C. İktidarların ve taraftarlarının da anarşi ile mücadelede partilerin
göstereceği yakın ilgi ve desteği kendi siyasal çıkarları için istismar etmemele­
ri,
D. Siyasi partilerimizin, muhtelif şekillerde bünyelerine sızmış olan yıkıcı
ve bölücü unsurlardan, parlamento dahil, teşkilatlarım anndırmaları,
E. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nill, anarşi ile mücadelesinde kesintisiz
çalışmasının sağlanması,
F. Devlet hizmetlerinde kesin olarak partizanlığa son verilmes{,
G. Devlete ve kamu kuruluşlanna sıznuş olan militanların temizlenmesi,
H. Sıkryönetim Komutanlıklarının personel, silah, araç, gereç ve mali ih-
tiyaçlarının öncelikle ve süratle karşılanması,
İ. Güvenlik Teşkilatının güçlendirilmesi,
J. Öğretim kurlJn!larının politize olmaktan kwtarılması,
K. Atatürk ilkelerinden asla taviz verilmemesi,
L. TRT, Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet işleri Başkanlığı ile işbirliği ve
dayanışma halinde, devletin mevcut düzenine, milleti ve ülkesi ile
bölünmezliğine yönelik her türlü tehdide karşı, kuşakları biraraya getirici milli
bir "Psi�olojik Karşı Savaş" stratejisinin uygulanması.
Sonuç olarak; anarşi yıkıcılık ve bölücülükle mücadelenin başarıya
ulaşabilmesi için yukanda arzedilen yasal ve idari tedbirlerin yerine getirilme­
siyle birlikte, siyasal partilerimizin ve Anayasal kuruluşlarımızın bu
mücadelede kesin ve ortak bir tavır içine; Meclislerimizin de yurt sorunlarına
sahip çıkarak dinamik ve verimli bir çalışma düzenine girmesi zorunlu
görülmektedir.

339
Cumhurbaşkanı hepimizi dinledikten ve yazılı teklifimizi aldıktan sonra Si­
lahlı Kuvvetlerin yönetime el koymasının birçok problemleri de arkasından
getireceğini, içinde bulunduğumuz ekonomik durumun da ne kadar feci
olduğunu hepimizin gördüğünü, akaryakıt alacak döviz bulunamadığından va­
tandaşların çektiği sıkıntıyı yine hepimizin bildiğini, böyle bir durumda
müdahalenin işleri daha da kötüleştireceğini, parlamenter bir sistem içerisinde
bunların hallinin daha doğru olacağını söyledi ve Başbakan ile Ecevit'i beraber
çağırarak mektubu kendilerine vereceğini, aynı zamanda da öğle aj ansında
radyodan okutturacağım belirtti ve toplanuyı böylece bitirmiş oldu.

2 Ocak günü saat 1 l .OO'de Cumhurbaşkanı Başbakan Demirel ile Ecevit'i


beraber çağırmış ve mektubu kendilerine vermiş. Her ikisi Cumhurbaşkanının
yanında 35 dakika kadar kalmışlar.

Ecevit Cumhurbaşkanından ayrıldıktan sonra gazetecilere şu talihsiz beya­


nab veriyor:

ECEVİT'İN MUHTIRA HAKKINDAKİ BEYANATi

"Mektup 12 Mart'a oranla değişik, hiç olmazsa bir model göstermiyor,


ayrıca Cumhuriyet Halk Partisi hiçbir döneminde demokrasiyi koruma
açısından bir uyarı almadı oysa bu hükünıet daha 51 'inci gününde böyle bir
uyarı almıştır. Bu aranızzdakifarkı göstermektedir. "
Verilen bu mektup karşısında ana muhalefet partisinin başkanı olarak, ikti­
dardaki partinin başkanı ile ve hatta diğer parti başkanlarıyla biraraya gelerek
durumu değerlendireceğine ve neler yapılması gerektiğini müştereken
konuşacağına, daha ilk günü mektuptan kendisine ait olan kısımlan anlama­
m aktan gelip, günahı 35 günlük hükümete yıkma yolları aram ası Ecevit'in zih­
niyetini açık olarak ortaya koymaktadır.

Bu uyan mektubu üzülerek ifade edeyim ki yine Adalet Partisi hükümeti


dönemine rastlamıştır. Bunun böyle olmasını biz de arzu etmiyorduk. Fakat ne
yapalım ki hadisat bizi bu noktaya getirmişti. Ara seçim olmasa, Cumhuriyet
Halk Partisi hükümeti azınlığa düşüp istifa etmeseydi eminim ki aynı mektup
Cumhuriyet Halk Partisi döneminde verilmiş olacaktı. Zaten böyle bir
dönemde Adalet Partisinin dışarıdan destek vaadi ile hükümet kunnayı kabul­
lenmesi bence büyük bir hata idi. Erbakan ve Türkeş acaba neden koalisyona
razı olmayıp böyle bir destek formülünü uygun bulmuşlardı? Bir art niyetleri
olmasa koalisyon kurmayı istemezler miydi? Her an dışarıdan desteği çekme
tehditleri gelmeyecek miydi? Nitekim zaman zaman bu tehditler Demoltlesin
kılıcı gibi kullarulmadı mı?

340
Biz mektupta, bütiln siyasi partiler ve Anayasal kuruluşları anarşi, terör ve
bölücülük konusunda bir ve beraber olmaya davet ediyoruz, Cumhuriyet Halk
Partisi ise böyle bir mektup hiçbir zaman Cumhuriyet Halk Partisi hükümetleri
döneminde verilmemiştir demek suretiyle kendisine övünç kaynağı çıkanyor.

DEMİREL'İN MUHTIRAYA REAKSİYONU

Aynı gün Demirel de;

"35 günde ne yapılabilirse onun azamisini yaptık" diye çok kısa bir beyanat
veriyordu. Demirel bunda haklı idi. Hakikaten senelerce devam etmiş ve
kangrenleşmiş bir durumu 35 gün içinde düzeltmek elbette mümkün değildi.
Mektup mevcut hükümete verilmemişti ki, mektup çok açık bir şekilde bütün
siyasi partileri ve Anayasal kuruluşları gfüeve çağırıyordu. Demirel'in
yanıldığı nokta bu olmuştur. Mektubun muhatabı kendisini kabul etmiş ve
bundan dolayı da hemen Milli Savunma B akanı A. İhsan B irincioğlu'nu
çağırarak mektuptan duyduğu üzüntilyü hatta istifayı düşündüğünü söylemiş.

Birincioğlu saat 15.00'te bana gelerek Başbakan Demirel'in kendisine


söylediklerini aktardı. Birincioğlu da çok üzüntülü idi. Kendisine mektubun
hükümete verilmediğini, bunu okuyan herkesin böyle olduğunu rahatlıkla an­
layacağnı, binaenaleyh hükümetten çekilmeyi gerektirecek bir durum ol­
madığını, eğer bizim istediğimiz gerçekleşirse daha rahat iş yapabileceğini,
üzüntil yerine sevinilmesi gerektiğini söyleyince; o halde bunu B aşbakana da
söylememin uygun olacağını ifade etti. Kendisine, yarın görüşebilirim. Kendi­
sine söyleyiniz yarın istediği saatte görüşürüz dedim.

Milli Savunma B a11.anı B irincioğlu ile konuşmamız bir saat kadar devam
etti. Ayrıldıktan bir müddet sonra telefon ederek, Başbakanla görüştüğünü,
yarın bu görüşme yapılırsa, basın tarafından takip edileceğinden uygun bul­
madığını, birkaç gün sonra bu görüşmenin yapılmasının daha doğru olacağını
söylemiş, ben de ne zaman ar.lu ederlerse görüşürüz dedim.

34 1
KORKlIT ÖZAL VE TURHAN FEYZİOOLU İLE
GÖRÜŞMELERİM

Aynı gün Milli Selamet Partisinden Korkut Özal'la Cumhuriyetçi Güven


Partisi Genel Başkanı Turtıan Feyzioğlu ayn ayn saatlerde geldiler. Feyzioğlu
ile Ecevit hükümeti zamanında Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında beraber
olur ve yurt meselelerini acı acı dile getirirdik. Yine içinde bulunduğmuz kor­
kunç durumu görüştük. Kendisine Silahlı Kuvvetlerin bir müdahalesini bu
aşamada düşünmediğimizi, ancak işleri daha da karıştırarak bizleri buna mec­
bur etmemeleri gerektiğini de söyledim. Feyzioğlu'nu, açık konuşmasından,
Atatürkçülüğe gönülden bağlı olmasından, kötü politikacı olmadığından, mem­
leket menfaatlerini parti ve şahsi menfaatlerinin önünde tutmasından dolayı
sever ve takdir ederdim.

Korkut Özal ise, öyle zannediyorum ki, nabız yoklamasına gelmiş. Ona da
Erbakan'ın takip ettiği kaypak politikadan dolayı rahatsız olduğumuzu, dinin
politikaya alet edilmemesi gereğini söyledim.

CUMHURBAŞKANINA.YENİ TEKLİFİM

3 Ocak Perşembe günü haftalık görüşme için Cumhurbaşkanına gittiğimde,


noımal bilgileri sunduktan sonra yine mektup meselesine dönerek kendilerine
yalnız Başbakan ve ana muhalefet partisi genel başkanı ile görüşmenin kifayet
etmeyeceğini, Senato ve Meclis Başkanlarıyla, diğer parti liderleri ile de
konuşmasının yararlı olacağım, zira onların da yapması gereken birçok işler
bulunduğunu söyledim. Uygun karşıladı ve yarın Senato ve Meclis Başkanını
çağırırım. Diğer parti başkanlarını biraz zaman geçtikten sonra çağırırım
buyurdular. Öyle zannediyorum ki Milli Selamet Partisi Genel Başkanı Erba­
kan'la, Milliyetçi Hareket Partisi Genel B aşkanı Alparslan Türkeş'ten pek
hoşlanmıyorlar ve bu yüzden onlarla karşılaşmak da istemiyorlardı.

Cumhurbaşkanının yanından ayrıldıktan sonra Cumhurbaşkanı Genel Sek­


reteri Haluk Bayülken'e uğradım. Yanında Hukuk Müşaviri İlhan Öztrak da
vardı. Orada Cumhurbaşkanına yaptığım teklifi izah ettim ve Cumhur­
başkanlığı makamına bu dönemde çok işler düşüyor. B ütün Anayasal kuru­
luşları uyarmak gerekir. B iz mektubu laf olsun veya üzerimizden bir yükü at­
mak için vermedik. Size de bu konuda Cumhurbaşkanına zaman zaman
tekliflerde bulunmanız hususunda görevler düşüyor dedim. Bu görevi yapa­
caklarını ifade ettiler.

342
Ertesi gün yani 4 Ocak günü dün konuştuğumuz gibi Cumhurbaşkanı, Se­
nato Başkam İ . Sabri Çağlayangil ve Meclis Başkanı Cahit Karakaş'la
konuşmuş, saat 1 2.00'de bana telefon ederek Köşke gelmemi rica etti. Hemen
gittim. Cumhurbaşkanı görüşmenin çok yararlı geçtiğini söyledikten sonra
Çağlayangil'in kendisine Başbakan Demirel ile bazı bakanların çok üzgün ol­
duklarını, bu yüzden istifa etmeyi düşündüklerini söylemiş. Karakaş ise dün
gece Ecevit'le görüşmüş, Ecevit'in tekrar hükümeti almaya hazır olmadıklarını
bildirmiş. Cumhurbaşkanı, Çağlayangil'e bu mektubun hükümete verilme­
diğini, bütün siyasi partilere ve Anayasal kuruluşlara hitap ettiğini belirtmiş.
Bununla beraber eğer siz de Başbakanla görüşür ve bunu kendisine ifade eder­
seniz böyle bir kritik durumda bir de hükümet buhranı doğmamış olur dedi.
Kendisine hemen konuşabileceğimi söyledim. Cumhurbaşkanı anlaşılıyor ki
hükümet buhranından çok çekiniyor. Esasen Cumhurbaşkanlığı süresinin dol­
masına üç ay kalmıştı. Bu üç ayı da atlatmaya gayret ediyordu. Yanından
ayrıldıktan sonra B aşbakandan randevu istedim, saat 1 6.00'da Hariciye
Köşkü'nde buluştuk. Kendisine Milli Savunma Bakanı A. İhsan Birin­
cioğlu'na mektup hakkında söylediklerimi aynen tekrarladım ve bu mektuptan
üzüntü değil memnunluk duyması gerektiğini ilave ettinı. Zira diğer siyasi par­
tilerle Anayasal kuruluşlar eğer bu konuda yardımcı olurlarsa hükümetin de işi
kolaylaşacaktı. Kendisini üzen nokta, bu işe dört elle sanlınışken, böyle bir
durumla karşılaşmaları olmuş. İktidara geldiği günden beri Silahlı Kuvvetlerin
her istediklerini yerine getirdiğini, bu mektubun Milli Güvenlik Kurulunda
konuşulmasının daha doğru olacağını da söyleyince; kendisine, bu mektup Si­
lahlı Kuvvetlerin ihtiyaçları karşılansın diye verilmemiştir. O ayn bir konudur.
Memleket elden gidiyor onun için verilmiştir. Milli Güvenlik Kurulunda
konuşulması hususuna gelince; orada alman kararlardan birçoğu yerine getiril­
memiştir. Kaldı ki; Milli Güvenlik Kurulunda alınan kararlar tavsiye kararlan
olup, hükümeti bile bağlamazken, diğer siyasi partileri ve Anayasal kuruluşları
nasıl bağlar! Bağlayıcılığı daha kuvvetli olsun diye bu mektup bütün partilere
ve Anayasal kuruluşlara Silahlı Kuvvetlerin isteği olarak verilmiştir dedim.
Görüşinemiz gayet soğuk bir şekilde bitti. Kendisi bu toplantıyı müteakip parti
grubuna gitmiş ve orada, Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı ile
görüştüğünü ve bu mektubun hükümete verilmediğini söylemek suretiyle on­
ları teskin ebiliş.
Ertesi günkü bütün gazetelerde Başbakan Demirel'in grupta söylediği bu
sözleri yer aldı. İşte bu günden itibaren mektup muhteviyatına kimse sahip
çıkmadı. Hede.es ve her kuruluş topu birbirine atmaya başladı ve bu da basında
karikatüristlere yaradı.
6 Ocak Pazar günü Başbakan beni arayarak yarın saat 1 7.00'de Hariciye
Köşkünde Kuvvet Komutanları ve Jandarma Genel Komutanı ile buluşmamızı

343
ve orada bizim isteklerimizi öğrenmek istediğini bildirdi. Bu toplantıyı esasen
bekliyorduk. Hazırlığımız da tamamdı.

KUVVET KOMUTANLARI İLE BİRLİK1E


DEMİREL İLE GÖRÜŞMEMİZ

7 Ocak günü hep beraber Hariciye Köşküne gittik. Başbakan Demirel bizi
bu duruma iten sıkıntılarımızı öğrenmek istediğini söyleyerek söze başladı.
Bunun üzerine ben söz alarak bugünlere nasıl geldiğimizi, şimdiye kadar gel­
miş geçmiş bütün hükümetler tarafından nelerin ihmal edildiğini, yapılan parti-'
zanlıklan, anarşi ve terörle neden etkili mücadele yapılamadığını, memleketin
bir uçuruma doğru yuvarlandığını bütün aklı başındaki insanların gördüğünü,
devlet dairelerinin solcu ve sağcılar tarafından işgal edildiğini, şehirlerin, ma­
hallelerin kurtarılmış �lgeler haline getirildiğini, yürürlükteki kanunlarla bun­
ları önlemenin mümkün olamayacağının anlaşıldığını, Sıkıyönetim Komutan­
ları ve Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan idari, yasal ve psikolojik
tedbirlerin bir türlü alınmadığım, çıkarılması gereken kanunların mecliste en­
gellendiğini uzun uzun anlattıktan sonra, bunların giderilmesi için alınması ge­
reken yasal ve idari tedbirleri birer birer saydım ve 1 Ocak 1980 günü Cum­
hurbaşkanına verdiğimiz yazılı önerinin bir suretini kendisine verdim.

Benden sonra Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları da bazı ufak


tefek noktalara temas ettiler. Sonunda ben Adalet Partisi ile Cumhuriyet Halk
Partisinin işbirliği yapmasının zorunluluğuna değindim ve büyük bir vatandaş
kitlesiyle S ilahlı Kuvvetlerin de böyle düşündüğünü ifade ederek
söyleyeceklerimizi tamamladık.

Başbakan Demirel son olarak teklif ettiğim iki büyük partinin işbirliği kon­
usuna hiç temas etmeden, ileri sürdüğümüz teklifleri 9 Ocak günü tekrar
toplanarak tasnif edilmiş olarak yeniden gözden geçirmemizi, acil olanlarla
uzun vadeli olanlarını ayırt ettikten sonra bunları Milli Güvenlik Kuruluna
götürmemizi ve oradan bir karar çıkarmamızı teklif etti. Uygun bularak üç saat
devam eden toplanumız sona erdi.

Demirel Adalet Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisinin işbirliği yapması tek­
lifine hiç değinmediğine göre, bu teklifi benimsemediği anlaşılıyordu. Ecevit
yaptığımız bu teklifi duymuş gibi aynı gün basına bir beyanat vererek "Bu or­
tamda ild büyük pani işbirligi yapmalıdır" diyordu.

344
DEMİREL İLE YENİDEN GÖRÜŞMELERİMİZ

Başbakanın isteği doğrultusunda 9 Ocak günü Hariciye Köşkü'nde saat


17 .OO'de yine biraraya geldik; dört saat süre ile yaptığımız teklifler üzerinde
görüştük. Biz düşündüklerimizi söyledik, Demirel söyledi ve toplantı çok iyi
bir hava içerisinde sona erdi. O günkü notlarıma bakıyorum, 9 Ocak toplantısı
için şöyle yamuşım:
"Demirel'in söyledikleri çok güzel, hemen hemen bütün tekliflerimizi tas­
vip ediyor. Fakat yine de Cumhuriyet Halk Partisi ile işbirliği teklifi için bir
şey söylemedi. Halbuki Ecevit bu işbirliği teklifini müteaddit defalar yaptı.
Öyle zannediyorum ki bu iş böyle yürümeyecek. Zira Milli Selamet Partisi ve
Milliyetçi Hareket Partisinin dıştan desteği ile bu isteklerimizin yerine getiril­
mesi mümkün değil. Allah vere de bizi askeri bir müdahaleye mecbur etmese/-
er. "
Tatlı biten toplantıdan sonra Başbakanla birlikte akşam yemeği yiyip
dağıldık.
Toplantıdan bir gün sonra idi. Vaktiyle hükümette görev alınış fakat ismini
açıklamakta mahzur gördüğüm bir parlamenter bana gelerek, Demirel
hükümetinin göreve geldikten sonra büyük çapta yaptığı vali, emniyet teşkilatı
ve diğer kuruluşların başına getirdikleri hakkında bilgiler verdi. Hepsini çok
iyi tanıyordu. Dört ilin valisinin Milli Selamet Partili olduğunu ve hatta bunlar­
dan birisinin vaktiyle minareden ezan okuduğunu, bir valinin Milliyetçi Hare­
ket Partili, Emniyet Genel Müdürü ile yardımcısının da Milli Selamet Partili,
bir bakanlığın müsteşarının Milliyetçi Hareket Partili, Milli Eğitim Ba­
kanlığında beş genel müdürün Milliyetçi Hareket Partili olduklarını
söylüyordu. En korkunç iddiası ise; Gazi Eğitim Enstitüsünün daha evvel
okuldan atılmış öğrencilerinin yeniden okula alınmaya başlamaları hususunda
verdiği bilgilerdi. Su iki parti mevcut hükümeti dışarıdan destekleyeceklerine
göre elbette bunun karşılığında bazı tavizler alacaktı. Bunlar bir parlamenterin
bana söyledikleriydi daha kimbilir neler olmuştu. Bu konuda Ankara
Sıkıyönetim Komutanının da sıkıntısı vardı. Ankara'daki bazı bakanlık ve ku­
ruluşlara bu sefer de Milliyetçi Hareket Partisi tandanslı ve hatta militanların
yerleşmeye başladığını Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısında söyleyince
Başbakan Demirel sinirlenmiş ve böyle bir şeyin olmadığını, hükümeti kurark­
en hiçbir partiyle anlaşma yapmadığını ve heıtıangi bir partiye gebe olmadığını
ifade ettnişti.
Bu söylediğim olay İkinci Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısının
yapıldığı 14 Ocak tarihinde cereyan ettnişti. Bu toplantıdan evvel 1 1 Ocak'ta
Demirel basına bir beyanat veriyor ve koalisyon meselesi diye bir mesele yok-
345
tur diyordu. Bu beyanatı vermesinden bir gün sonra 12 Ocak günü Ecevit ile
Demirel biraraya geliyorlar ve karşılıklı üç saat konuşuyorlar. Toplantıdan son­
ra Dem irel basına "Yeni bir hükümet formülünü yararlı ve gerekli
görmüyorum" demek suretiyle bu iki büyük partinin işbirliği yapma kapısını
da kapatmış oluyordu.

2'Nci SIKIYÖNETİM KOORDİNASYON TOPLANTISI

14 Ocak günü Genelkurmayda Demirel Hükümetinin ikinci S ıkıyönetim


Koordinasyon Toplantısı yapılıyordu. B u toplantıya nonnal olarak
Sıkıyönetim Komutanlarıyla Kuvvet Komutanları ve Sıkıyönetim Koordinas­
yon B aşkanı katılırlardı. Aynca lüzum görülen diğer takdimci general ve
subaylar da bulunurdu. Bu seferki toplantıya Başbakan 1 6 .Bakanı da beraber
getirmişti. Toplantı sabah 9.30'da başladı 1 9.30'a kadar on saat devam etti.
Her Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısında olduğu gibi bu toplantıda da
evvela Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanı genel bir takdim yaptıktan sonra
Sıkıyönetim Komutanları da kendi bölgelerini ilgilendiren konulan ve teklifle­
rini takdim ettiler. Daha evvel de temas ettiğim gibi Ecevit hükümeti
döneminde; "Sıkıyönetim Eşgüdüm (Koordinasyon) Başkanlığı diye bir
makam ne Anayasada ve ne de diğer kanunlarda yoktur. Vardır diyen çıksın
ortaya" şeklinde beyanlarda bulunan Demtrel bu ikinci toplantı olmasına
rağmen Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanlığını kaldırmadı ve sonuna kadar
da kaldırmayacak. Halbuki o zamanki kanunlara göre Sıkıy6netim Komutan­
ları doğrudan doğruya Başbakana bağlıydılar. Binaenaleyh kanunlarda böyle
bir makamın olmadığını iddia eden Demirel, eğer yararlı olmayan bir makam
ise kaldırtabilirdi. Demek ki muhalefette bulunduğu zaman faydasız, iktidara
gelindiğinde faydalı oluyor. Bu örnek bile bir liderin muhalefetteki tutumu ile,
iktidardaki tutumunu açıklıkla ortaya koyabilecektir. Ak'a kara, kara'ya ak
deme meselesi.
Bu toplantıda ileri sürülen bazı hususlara değinmekte yarar görüyorum.

BUGÜNE KADAR ÇIKARILAMAYAN KANUNLAR

Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanı Tümgeneral Seldhattin Cambazoglu,


Türkiye Büyük Millet Meclisinde olup da bugüne kadar çıkarılamayan kanun­
ları şöyle sıralıyordu:
346
- 1402 sayılı Sıkryönetim Kanunu değişiklikleri
- Silah kaçakçılığımn Sıkıyönetim Mahkemeleri kapsamına alınması
- Sıkıyönetim Askeri Mahkemelerinin, sıkıyönetimin sona ermesi halinde,
henüz sonuçlandırılamayan davalar bitirilinceye kadar görevlerine devamının
sağlanması
- Adam öldürme ve nas-ı ızrar suçlarmdan takibi şikbyete bağlı olmayan­
ların, siyasi amaçla işlenmesi halinde sıkryönetim suçlan kapsamına alınması
- Sıkıyönetim Mahkemelerince verilen hürriyeti bağlayıcı cezaların para ce­
zasına veya kanunların öngördügü diğer tedbirle_re çevrilmemesi veya ertelen-
memesi
- Taraflı hdkim ve savcıların değiştirilmesi konusunda Genelkurmay
Başkanlığının atamalarda daha etkin kılınması
- Sıkryönetim suçlarının sıkryönetim ilamndan sona işlenmesi halinde ceza
anırım nedem· sayılması
- Sıkıyönetimin ilanı halinde davaların sıkıyönetime intikalindeki
gecikmelerin önlenmesi
- Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinin göreve başlamasına kadar suçun
işlendiği yerdeki adli makamların yardımcı olmaları
- Sıkıyönetim Komutanlığı emirlerine riayetsizlik halinde ceza miktarmın
artınimarı

- Güvenlik kuvvetlerinin silah kullanma yetkisinin genişletilmesi


- 1402 Sıkıyönetim Kanununun 13 ve 15 'inci maddelerinin belirtilen
değişikliklerle birlikte açıklığa kavuşturulması
- Sıkıyönetim görevlilerinin yasal teminan
- Sıkryönetim görevlilerinin korunmaları
- Duruşmaya gelinceye kadar tanığın hüviyetinin saklanarak güvenliğinin
sağlanması
- Sıkıyönetim mahkemelerinin süratlendirilmesi
- Sıkryönetim s�çlarına ve sahte nüfus cüzdanı tanzim edenlere verilecek
cezalaruı anırılmarı
Bu kanun tekliflerinin hiçbirisi bugüne kadar meclislerde görüşülüp kanun­
laşnnlmamışn.
Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanı, 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet­
leri Kanununda yapılması gereken değişiklikler, 3201 sayılı Emniyet Teşkilat

347
Kanununda düşünülen değişiklikler, 5442 sayılı İl İdaresi Kanununda
yapılması lüzumlu görülen değişikliklerle, 1 7 1 sayılı Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşü Hürriyeti hakkındaki kanunda, 657 sayılı Devlet Memurları Kanu­
nunda, 1 630 sayılı Dernekler Kanununda, 14 1 2 sayılı Ceza Muhakemeleri
Usulü Kanununda, Türk Ceza Kanununda yapılması gerekli düzenlemeleri de
uzun uzun izah etmiştir.

ANARŞİNİN ÖNLENEMEMF'SİNİN SEBEPLERİ

Bu izahatından sonra bugüne kadar sürdürülen bütün çabalara rağmen


anarşinin önlenememesi konusunda mevcut problem ve dertleri de şöyle
sıralıyordu:
Emniyet Teşkilatının:
- Sayısal azlıgı
- Nitelik yönünden yetersizligi
- Sorgulama ekiplerinin kifayetsizligi
- Balistik muayenelerinin sürüncemede kalmtısı
-Aramalarda çok ihtiyaç duyulan kadın polis noksanlıgı
- Polisin araç, gereç ve silah noksanlıgı
Sıkıyönetim Koordinasyon B aşkanı konuşmasına devamla şunları
söylüyordu:
- Diger taraftan bazı devlet ve kamu kuruluşlarında bir kısım militan ve par­
tizan/ar ile yeni atananlar dahil kifayetsiz elemanlar yinefaaliyet halindedirler.
- Mahkemelerde arzu edilen sür'at henüz saglanamamıştır.
- Anarşi konusunda bütün kademelerde planlı ve ısrarlı bir propaganda uy-
gulamasına Mld geçilememiştir.
Ve nihayet, anarşi, yıkıcılık ve bölücülükle mücadelede, başlıca kuvvet
kaynagı olarak görülen Anayasal kuruluşlar arasında bir ve beraber olma
konusunda maalesef istenilen bir mesafe kat edilememiştir.

348
ANKARA SIKIYÖNETİM KOMUI'ANININ KONUŞMASI
VE DEMİREL'İN SİNİRLENİŞİ

Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanının konuşmasından sonra Ankara


Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Nihat Özer söz aldı ve konuşmasının bir
yerinde şöyle dedi:

"Hükümet kurulduktan sonra sizi11 adımza, hükümet adına fetva vermeye


çalışan lxızı kişi ve gruplar ortaya çıktı. Mesela bunlardan birisi de Milliyetçi
Hareket Partisi milletvekili Sadi Somuncuoğlu'dur. Bu zat, sıkıyönetim de­
vam edecek, a11cak kadrolar değişecek, şunlar yerleşecek şeklinde beyanat
verdi. Buna benzer sizi destekleyen partiler içinde pek çok sizler adına ahkıim
kesmeye çalışanlar zuhur etti. Bunlarda11 bir kısmı da devlet dairelerine
yerleşmiş veya yerleşme çabası içerisinde, bunlarm isimlerini ve yerlerini size
ayrıca sunabilirim. "
Başbakan Demirel'in Ankara Sıkıyönetim Komutanı ile muhalefette iken
Kırıkkale Adalet Partisi ilçe başkanının sıkıyönetim emirlerine aykın hareket
etmekten dolayı tutuklanması hadisesi vardı. Toplantıdaki bu konuşma da ek­
lenince Demirel sinirlendi ve hiç gereği yokken sert bir konuşma yaptı ve bu
konuşma sonunda, "Biz sandalye meclubu değiliz, hükümet meclubu değiliz,
sadece görev meclubuyuz. Görev yapma heves/isiyiz ve şayet görev yap­
mamız önlenecek olursa, onu millete şikayet edeceğiz. Hiçbir şeyin göz yaşına
bakmayız. Gözümüzü kırpmayız. Yeter ki doğru yolda gidelim. Doğru yolun
tarifini de yapmışızdtr. Türkiye'nin lehine olan yol doğru yoldur, başka
aradığımız bir şey yoktur. Ne reyi düşünürüz, 11e şunu düşünürüz, ne bunu
düşünürüz, ne kimsenin hoşuna gitmeyi düşünürüz. Hiçbir şeyi düşünmeyiz.
Bunları şwiwı için söylüyorum: destek veren partilere herhangi bir şekilde
gebe değiliz. Yani eğer desteklerini çekiverir/erse, ne olur filan diye de hiç
umurunwzda değildir. "
Demirel'in bu sert çıkışı üzerine, Korgeneral Nihat Özer tekrar söz alarak
ştınlan sliyledi:

En taze bir bilgi sunmak isterim; dün akşam Tuzluçayır bölgesinde askeri
time ateş eden iki kişiden biri yakalandı. Bu kişi bir bakanlığa çaycı olarak
alınmış. Evinde yapılan operasyonda silah bulundu ve alındı. Diğer kişiyi de
tespit ettiler. Onun da hangi lxıkanlıkta olduğunu zati dlinize arz ederim.
Demirel'in bu slizlerinin ne kadar doğru olduğu ileriki aylarda ortaya
çıkacak.ur. Milli Selamet Partisi Genel Başkanı Erbakan ikidebir de hükümete
verdiği desteği kastederek, kadayıf tepsisinin altı kızarmaya başladı diyecek,
hatta basının önünde kadayıf tepsisini getirip masanın üstüne koyacak ve arnk

349
kadayıf pişti diyecek, İçişleri Bakanı için gensoru verecek, bakanın istifa etme­
sini sağlayacak, arkasından hükümetin dış politikasından sanki sadece
Dışişleri Bakanı sorumlu imiş gibi onun hakkında da gensoru verip
güvensizlik oyu ile onu da düşürecek, müteakiben bu bakanlan diğer bakan­
ların düşürülmesi takip edecek diye beyan verecek :ve böylece hükümeti gülünç
duruma düşürecek; bütün bunlar karşısında (Biz sandalye meclubu değiliz,
hükümet meclubu değiliz, kimsenin hoşuna gitmeyi düşünmeyiz) diyen aynı
Demirel hükümette kalmaya devam edecektir. Bu da gösteriyor ki sözlerinde
samimi değildir.

ADANA SIKIYÖNETİM KOMUTANININ SÖYLEDİKLERİ,


POLİSTEN şiKAYET

Aynı sıkıyönetim toplantısında Adana Sıkıyönetim Komutam Korgeneral


Nevzat Bölügiray polislerden yakınıyor ve şöyle diyordu:
"Maalesefµkalanan sol örgütler içerisinde 7 polis ve komiser çıkmıştır.
Polislerin daha çok sol örgütlerle işbirliği halinde olmasından dolayıdır ki
bugüne kadar Adana'da sol örgütlerin işledikleri cinayet ve yaralama olaylan,
sağ örgütlerin işledikleri aynı tür olaylara nazaran iki misli olmasına rağmen
sol örgütler hakkında 4 dava açılabilmişken, sağ örgütler aleyhine 9 dava
açılmıştır. Bunun sebebi polisin sol örgütler üzerine gitmeyip daha çok sağ
örgütleri meydana çıkarmalarıdır."
Adana Sıkıyönetim Komutanı Bölügiray konuşmasında şunlan da
s()ylüyordu:
"Eylemci solun aralık ayında en fazla faaliyet gösterdiği yer okullar oldu.
İlk hareket 4 Aralık günü ben Ankara'da Sıkıyönetim Toplantısında iken, Yapı
Meslek Lisesi'ndeki öğrencilerin devriye gezen askerlerimize ateş etmesiyle
başladı. Saatlerce okulun pencerelerinden ateş etmişlerdir, dinamit atmışlardır.
Jandarma ve polisin kayzer ve panzerlerin himayesinde olan güvenlik kuvvet­
leri, masum çocukları hedef almamak maksadıyla ateş açmamışlardır. 'Buradan
veJdiğim emirler gereğince ateş edilmemiştir.
Ne yazıktır ki, bu hareketi başlatan aynı lisenin müdür ve öğretmenleri ken­
dilerini bir odaya kilitlettirmek suretiyle olayın dışında kalacaklannı
sanmışlardır. Ama teşvikçi kendileridir. Öğretmenler tarafından eline silah ve­
rilen bu çocuklar ateş ederken, kız çocukları da ondan ona tabanca taşımış,
hatta biri diğerine seslenerek (koş buradan askerin kafası daha iyi görünüyor,
buradan daha iyi vurursun) diyecek kadar şartlanmış oldukları görülmüştür.
Askerlerimizi burada zapdetmek hakikaten bir mesele olmuştur.
350
Adı geçen lisede bu olaylar, çauşmalar sürüp giderken yanındaki liseler de
aynı harekete başlamışlardır. Onları tecrit edip çıkamıakla. tahliye etmekle ye­
tinildi.
2 1 -22 Aralık günleri de sıcak geçti. Adana ve Gaziantep'de Stalin'in
doğumunun l OO'üncü yılı dolayısıyla çok canlı bir şekilde kutladılar. Mani ol­
mak isteyen askerlerimize de ateş ederek birkaç erin yaralanmasına sebep ol­
dular."
Aynı durum diğer sıkıyönetim bölgelerinde de mevcuttu. Bu durum
karşısında sıkıyönetim komutanları ne yapsın? Her toplantıda bar bar
bağırıyorlar. Polisin derneği olmaz, polis de bir çeşit askerdir. asker demekle
yönetilir mi diye. Fakat dinleyen yok ki. Ne yapalım kanunu meclisten
geçiremeyiz deyip işin içinden sıyrılmaya çalışıyorlar.

isrANBUL SIKIYÖNETİM KOMlITANININ SÖYLEDİKLERİ

Yine aynı sıkıyönetim toplantısında İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Orge­


neralNecdet Üruğ sıkıntılarını dile getiriyor. Birkaç örnek vermek isterim :
"274 sayılı kanunla 275 sayılı kanunda yazılı hususlar sıkıyönetim suçlan
kaps(\lll ına girmiyor. Ben ancak grev ve lokavtı yasaklayabilirim. İşçi işveren
münasebetlerinde çok dikkatli davranmak rorundayım" diyor.
Aynca yargının ağır işlemesinden de şikayet ediyor ve buna misal olarak
Ülker Bisküvi fabrikasındaki lokavt ve fiili durumla ilgili olarak Zeytinburnu
Cumhuriyet Savcılığının 29 Ağustos 1 979 tarihinde başlattığı soruşturmanın
hata bir neticeye bağlanmadığını, bu gibi geciken davaların anarşiye cesaret
verdiğini gösteriyor.
Yine İstanbul Sıkıyönetim Komutanı lise öğrencilerini ele alarak hepimiz
için düşündürücü olan şunları dile getiriyor:
"Ele geçen 10.873 sanıktan 5779'u öğrencidir. Cinayet sanıklarının çoğu
da lise öğrencileri veya liseden terkli olanlardır. Güvenlik kuvvetlerimize karşı
hiçbir fakültede görülmeyen mukavemet ve saldın lise öğrencilerinden
görülmektedir. Lise öğrencilerinin bu hale gelmesinde, Kahramanmaraş olay­
larının yıldönümü olan 24 Arahk'ta boykota giden TÖB-DER'li öğretmenler
olduğunda hiç kuşkumuz yoktur. Bu öğretmenlerin süratle tasviye edilmeleri
acil bir ihtiyaçur.
Kamu ve özel sektöre ait bütün teşkiller ve iş yerleri güvenlikleri için
sıkıyönetimden koruma istemektedirler. Önüne gelen herkes beni koru diyor.

35 1
Her müessese hatta geçen perşembe günü başsavcı, İstanbul Adliye Sarayının
korunmasını istemiştir. 7 1 26 sayılı kanuna göre malOmlanruz her kuruluş
sabotajlara, yangınlara, diğer tabii afetlere ve saldırılara karşı sivil savunma
planına uygun olarak kendilerini koruyucu tedbirler almakla mükelleftir. Bu­
nun takipçisi viliyetlerde valilerdir. Bu önemli olan fakat o derece ihmal edil­
miş olan kanunun kesin şekilde uygulanmaya konması için bir hükümet karar
ve emiznamesinin yayınlanmasında yarar görüyoruz.

ERZİNCAN SIKIYÖNETİM KOMUfANININ SÖYLEDİKLERİ

Erzincan Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Selahattin Dcmircioğlu, bundan


evvelki toplantıda dile getirdiği jandarma ve polisin araç, telsiz, teknik
personel takviyesinin bugüne kadar yerine getirilmediğini, istihbarat nok­
sanlığının devam etmekte olduğunu dile getinyor ve evvelce önerilmiş bulunan
özellikle sıkıyönetim ka-nununda yapılması gereken değişikliklerin biran evvel
gerçekleştirilmesini istiyordu.
Sıkıyönetim Komutanları için çok önemli olan bu kanun değişikliği, diğer
kanunlar gibi maalesef 1 2 Eylül'e gelinceye kadar çıkarılamayacak ve her
toplantıda bu husus acı acı dile getirilecektir.

BENİM SÖYLIDİKLERİM

Aynı toplantıda ben de söz alarak; TÖB-DER'in kapatılması ile işi11 halledil­
miş olmayacağım, bu derneklerin aranması gerektiğini, bütün derneklerin za­
man zaman denetlenmesinin bwıların kuruluş amaç/arma uygun o/arakfaaliyet
gösterip göstermediğini ortaya çıkamıası bakımmdan çok yararlı olacağım, an­
cak valilerin mevcut teşkilatı ile 40.000'leri bula11 dernekleri denetlemesi11in de
mümkün olamayacağını, bunu11 için bir denetleme meka11iznıasmm kurul­
masını, bütün okullarımızm da etkin bir şekilde denetlemeye tabi tutulmasını,
özellikle okullarda zaman zaman yapıla11 toplu boykot, direniş gibi hareketlerin
cezasız bırakılmamasım, polis, jandarma ve Milli lstihbarat Teşkilatı elemanları
mevcut bakımından da kafi bulunmadığına göre, sıkıyönetim bölgelerinin
önem derecesine göre oralarda şıklet merkezi yapmamızuı ·doğru olacağım tek­
lif olarak ileri sürdüm.
Böylece Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısı da bitmiş oldu. Önümüzdeki
Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısına kadar bakalım yapılan tekliflerin han­
gileri gerçekleştirilecek göreceğiz.

352
Yasa çıkarılması hakkındaki teklifleri mevcut iktidarın yerine getinnesi
mümkün değildi. Zira Adalet Partisi mecliste çoğunluğa sahip bulunmuyordu.
Nitekim mecliste bulunan önlemler paketinin bir maddesi Cumhuriyet Halk
Partisi ve Milli Selamet Partisinin oyları ile reddedildi. Dernekler Kanununda
yapılması gereken değişiklik tekliflerini de bu iki partinin reddedeceği haberi
1 6 Ocak tarihli basında yer aldı. Bu haberin doğruluğu da 1 8 Ocak tarihli
gazeteler-den anlaşıldı. Derneklerin siyasal faaliyetlerini engelleyen yasa
değişikliği teklifi Türkiye �üyük Millet Meclisinin 17 Ocak tarihli birleşiminde
Cumhuriyet Halk Partisi ve Milli Selamet Partisinin oylan ile reddedilmişti.
Bu olaydan da anlaşılmıştı ki, Demirel'in hükümeti kurarken destek vereceğini
söyleyen Milli Selamet Partisi bu desteğini Adalet Partisine değil Cumhuriyet
Halk Partisine veriyordu. Bu tutum içerisinda olan bir parti ile yola çıkmanın
yanlışlığı yavaş yavaş anlaşılmaya başlanm�ştı.
Ocak ayı içerisinde anarşik olaylarda bir azalma görülmemiş, başta
İstanbul, Ankara, Adana ve İzmir olmak üzere yer yer öldürme ve yaralama
olayları yurt sathında devam etmişti. Ocak ayının anarşi bilançosu da şöyle idi:
657 olayda 141 kişi ölmüş, 495 kişi yaralanmıştı.

TARİŞ'1E ARAMA YAPILMASI


VE İLK OLAYLARIN BAŞLAMASI

İzmir'deki TARİŞ'e bağlı fabrikalarda silah ve patlayıcı madde bulun­


duğuna dair haberler üzerine 22 Ocak günü TARİŞ'in beş ünitesinde arama
yapan polislere ateş açılmış ve neticede on polisle, 30 kişi yaralanmıştı.
TARİŞ olaylan böylece başlamış oluyordu. İşin acı tarafı bu olayların ertesi
günü lzmir'deki bir grup öğrenci TARİŞ'te cereyan eden olaylan protesto et­
mek maskesi altında gösterilere başlamasıydı. Bu izinsiz gösteriyi önlemek is­
teyen polisle öğrenciler arasında çatışma çıkm·ış. Öğrencilerin ateş açması
üzerine başlayan karşılıklı ateşte çok sayıda yaralının olduğu öğrenilmişti.
Öğrenciler Ege Üniversitesi Tıp Fakültesini işgal etmişler ve İzmir-Ankara yo­
lunu da bir süre trafiğe _kapatmışlardı.
Bu olaylar devam ederken yine İzmir'in Balçova ve Narlıdere belediye
işçilerinin de TARİŞ olaylarını protesto için direnişe geçtiği haherleri de gel­
mişti.
Ülkenin hangi noktaya geldiğini herkes görüyordu. Bazı fabrikalarda
çalışan işçilerin fabrikaya silah ve patlayıcı madde soktukları öğreniliyor ve
devletin güvenlik güçleri kanuni yetkili!rini kullanarak suf arama yapma mak-

353
sadıyla o fabrikalara girmek istediğinde silahlı mukavemet ve saldırı ile
karşılaşıyor ve bununla hiç alakası olmayan öğrenciler ve belediye işçileri de
aynı tür gösteri ve direniş hareketlerine girişebiliyorlar. Bu hareketi tasvip et­
mediklerini meclisteki diğer partilerin de dile getirmeleri gerekmez miydi?
Gönül bunu istemez mi? Ne gezer. Ya ses çıkarmazlar veya aksine işçi
yanında görünmek için bu olayı tasvip eder tutum içerisine bile girerler.
Türkiye onun için koşar adımla bataklığa doğru sürükleniyordu.
İzmir'de cereyan eden bu olaylar kafi değilmiş gibi İstanbul'da da bir grup
anarşist TARİŞ ve Ege Üniversitesi olaylarını protesto için Karagümrük ka­
rakolunu basarak beş polisle beş bekçiyi karakolun nezarethanesine hapsedip
polisle adeta alay ediyorlardı. Böyle polisle anarşistlerle mücadele yapılabilir
mı"?.

24 OC AK EKONOMİK KARARININ ALINMASI VE ZAMLAR

Ocak ayındaki bir mühim olay da hükümetin yürürlüğe koyduğu meşhur 24


Ocak kararlan oldu. Bu karar öyle zannediyorum ki alınması zorunlu bir
karardı. Zira Türkiye'nin yokluklar içinden çıkmasının başka yolu yoktu.
Bütçenin büyük bir kısmı çeşitli alanlarda yapılan sübvansiyona gidiyordu. Bu
kararlar bir bomba gibi patladı. Büyük bir devalüasyonla dolar 35 liradan 70
liraya çıkarıldı.
Alınan bu ekonomik kararlann gereği olarak da birçok ihtiyaç maddelerine
geniş çapta zamlar yapılmaya başlandı. Mesela gübreye % 500-800 arasında,
elektriğe % 78 oranında, İstanbul şehir vapurları yolcu ücretlerine % l 00, et
ve et ürünlerine % 100, sakatata % 200, lastik fıyatlanna % 52 oranında zam
yapılınca; çeşitli çevrelerden reaksiyonlar gelmeye başladı.
Alınan bu kararlan savunmak ve gerekliliğini izah etmek için Demirel üç
gün üst üste basın toplantısı yaptı. 20 gündür evinde hasta olduğu için yatan
Ecevit, Demirel'in basın toplantısının hemen akabinde yataktan kalkarak -o da
alınan kararlara veryansın yüklenmeye başladı. Bu konuşmalarında o kadar
ağır hücumlar yaptı ki Demirel'in rejimi değiştirmeye çalıştığını ileri sürerek,
işçilere haklarını almaları ve bu değişikliğe müsaade etmemeleri çağrısında bu­
lundu. Bu rejimi Güney Amerika ülkelerindeki rejime benzetti ve tabii yurt ça­
pında düşmesini arzu ettiğimiz siyasi tansiyonu daha da artırdı. Modeli tenkit
etmek, beğenmemek elbette hakkı, esasen iki partinin programlan da farklı.
Fakat tenkit edeceğim diye, büyük bir kitleyi direnmeye, başka bir deyişle
ayaklanmaya çağırmak, Güney Amerika ülkelerine benz.etmek niye? Anarşi ile

354
çalkalanan ve kendi döneminde de bu anarşiye çare bulunamamışken yeni yeni
anarşi odaklarını eyleme davet etmek böyle büyük bir partinin liderine yakışır
mı? Kaldı ki anarşinin önlenememesinden dolayı S ilahlı Kuvvetler de bütün
parti ve Anayasal kuruluşlara bir uyan mektubu vermiş.

Bütün mesele iktidara gelen partiyi başarısız kılmak, ben muvaffak ola­
madım sen de m uvaffak olma felsefesi hakim.

Ekonomik politikaya gelince, sizin uyguladığınız ekonomik model de


görüldü ve acı acı yaşandı. Her gün yoklar listesine yeniler eklendi. O kor­
kunç kış aylarını vatandaşlar akaryakıtsızlıktan titreyerek geçirdi. Fabrikalar,
nakil vasıtaları, traktörler çalışamadı, yemek pişirecek tüp gaz bulunmadı.
Karaborsa aldı yürüdü. Bırak gelen iktidar ekonomik politikasını yürütsün,
ona biraz zaman tanı. Kafi zaman geçtikten sonra tenkitlerini yap. Ama yine de
işçileri direnişe çağırmamak kaydıyla yap.

Bu tansiyon yükselmesinin ve direnişe çağırmanın neticeleri de yer yer


görülmeye başlandı. İstanbul şehir hallan ücretlerini protesto etmek mak­
sadıyla Ada'dan İstanbul'a gelecek yolcuların hiçbirisi bilet almadan vapurlara
bindiler, Kartal'da dükkanlar açtırılmadı. Yurdun çeşitli yerlerinde protesto
gösterileri yapıldı. Bu gösteriler Şubat ayında da devam edecek.

30 Ocak tarihli not defterime aldığım notlara bakıyorum, şunları not


etmişim:

MİLLİ SAVUNMA BAKANI iLE IBKRAR GÖRÜŞJ\ılEM


VE İKAZIM

"Saat 1 0.00'da Milli Savunma Bakanı A. İhsan B irincioğlu makamıma gel-


di. Kendisi ile bir saate yakın konuştuk. Kendisine liderler arasında yine söz
düellosunun başladığını, tansiyonun da tabii yükseldiğini, bu durumun iyiye
işaret olmadığını söyledim.

Birincioğlu alınan ekonomik kararların yerinde olduğunu, başka çare kal­


madığını, bunların arkasından gelecek vergi refonnlan ve diğer tedbirlerle
memleketin düzlüğe çıkacağını, fakat Ordunun kendilerini desteklemesi gerek­
tiğini ifade etti.

Bilahare Ecevit'in işçileri kıyama sevk eden beyanatına değindi. Ben de


beyanatı katiyen tasvip etmediğimi, fakat Başbakanın basın toplantısında
söylediklerinden bir kısmını da uygun bulmadığımı, çekişmelere son verilmesi
gerektiğini, nonnal bir dönem yaşamadığımızı söyledim.

355
B irincioğlu, kendi partisi içerisinde Cumhuriyet Halk Partililerle temasta
olanların bulunduğunu, içlerinde Milliyetçi Hareket Partisi taraftarlarının bu­
lunduğunu, bir seçim yapılsa Alparslan Türkeş'in Milliyetçi Hareket Partisinin
şimdikinden çok fazla milletvekili çıkaracağım ümit ettiğini, bundan da üzüntü
duyduğunu belirtti."
Saat 17.00'de Başbakan Demirel ile Başbakanlık makamında bir görüşme
yaptık. Görüşmede Milli Savunma Bakanı Birincioğlu da bulundu. Kendisi ile
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin'in durumunu görüştük.
Mart'ın ilk haftası sonunda Nurettin Ersin'in iki senesi doluyordu. O tarihte ya
emekli olacaktı veya bir sene daha uzatılacaktı. Ben bir sene uzatılmasını teklif
ettim. Kabul etti.

ORHAN EYÜBOGLU İLE GÖRÜŞMEM

3 1 Ocak günü Cumhuriyet Halk Partisi eski genel sekreteri olan rahmetli
Ortıan Eyüboğlu geldi. Kendisi ile bir saate yakın görüştük. Çgk dertli bir hali
vardı. Ecevit'in tutumundan ve parti içindeki hareketlerinden şikayet etti.
Partisinin bölünme durumunda olduğunu, güçlükle ayakta tutabildiklerini, me­
cliste bir kötümserlik havasının esmekte olduğunu, parlamentodan ümidini
kesmiş çok kimselerin bulunduğunu, Deniz Baykal'ın bu durumdan yararlana­
rak gittikçe taraftarlarını çoğalttnaya başladığını, partiyi derleyip toparlayacak
kişinin ancak Turan Güneş olabileceğini yakınarak söyledi.
Ecevit hükümeti döneminde Başbakan yardımcısı olan rahmetli Orhan
Eyüboğlu o zaman da Ecevit'in bazı tutumlarını tasvip ettnez ve özellikle
güney doğu bölgesindeki bölücülük hareketleri karşısındaki yumuşak ve
çekingen tutumunu tenkit eder ve buradaki durumun ileride Türkiye'nin başına
büyük dertler açabileceğini söylerdi.
Konuşma esnasında ben de kendisine içinde bulunduğumuz siyasi çekişme
ortamından hiç de memnun olmadığımızı, Ecevit'in 24 Ocak ekonomik karar­
lan karşısında takındığı tavn ve bunu önlemek için işçileri ayaklanmaya
çağırışını hiç de uygun bulmadığımızı söyledim . Bu konuda bana hak verdi.
Maalesef bazen böyle kendi kendine ani ve fevri kararlar alıyor, bizi de zor du­
ruma düşürüyor dedi. Ecevit'in en çok, eşi Rahşan hanımın etkisi altında
olduğunu, ikinci derecede de etrafındaki birkaç kişinin etkisinde bulunduğunu
da sözlerine ekledi. B en kendisi ile görüşsem nasıl olur diye fikrini sor­
duğumda, bu safhada konuşmamamı tavsiye etti. Ben de bu tavsiyeye uydum.
Eğer uygun bulsa görüşmeyi düşünüyordum.

356
Aynı gün Cumhurt>aşkaru ile haftalık görüşmemiz vardı. Eyüboğlu ile
aramızda geçen görüşmeyi Cumhurt>aşkaruna söyledim ve bu gidişten hiç de
memnun olmadığımızı ilave ettim.

ŞUBAT 1980

MUSTAFA ÜSTÜNDA('; İLE GÖRÜŞMEM

Bu arada Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), kanun­


larımıza göre yasak olmasına rağmen genel greve gideceğini beyan etmişti.
Sözde hükümetin aldığı kararlan protesto edecek ve böylece bu kararlardan
dönüşü sağlayacakh. Eğer böyle bir karar alınacak olursa memleket için fela­
ket olurdu. İç huzur ve güveni sağlamak için canla başla uğraş veren emniyet
kuvvetlerimizle Silahlı Kuvvetlerimiz, bir de genel greve katılacak işçilerle ve
sendikalarla uğraşmak zorunda kalacak ve bunun neticesinde Ordu ile işçiler
karşı karşıya gelebilecekti. Bunu düşünerek DİSK üzerinde etkili olabilecek
Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Sekreteri ile görüşmeyi uygun buldum ve
bu maksatla Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri Mustafa Üstündağ'ı 5
Şubat günü Genelkunnaya çağırarak kendisiyJe 45 dakika görüştüm.

Görüşmemizin ağırlık merkezini DİSK'in aldığı genel grev konusu teşkil


eni. Üstündağ'a Maıksist ve Leninist örgütlerin işçiler arasında dağıttıkları ve
bir nüshası elimde olan bildiriyi okudum.

Bu bildiri işçilerimize açıkça mevcut rejime karşı ayaklanmayı öneriyordu.


İçinde bulunduğumuz şu durumda böyle bir grev gerçekleştirilecek olursa işte
o zaman bütün işçi haklarının ellerinden alınabileceğini, buna seyirci kal­
mamızın mümkün olamayacağını, memleketimizin bugün için böyle bir bulıra­
na tahammülü olmadığını, bu konuda çok hassas olduğumuzu, binaenaleyh il­
gilileri uyarmalannda büyük yarar bulunduğunu açık bir şekilde belirttim.
Üstündağ da, DİSK'in bu çeşit bir girişimini kat'iyen tasvip etmediklerini,
bunu önlemek için ellerinden gelen çabayı göstereceklerini, halen Viyana'da
bulunan Ecevit ile de telefonla görüşeceğini söyleyerek, Demirel hükümetinin
aldığı son ekonomik kararlan çok tehlikeli bulduğunu sözlerine ilave etti ve
Demirel'in kendileriyle bir koalisyona gitmemesini, bir azınlık hükümeti ile bu
işleri yüıiitmeye çalışmasını da tenkit etti.

357
Mecli ste bütçe görüşmeleri devam edi yordu. Üstündağ'a bütçe
görüşmelerinden sonra acaba Adalet Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi koalis­
yonu mümkün olabilir mi diye sorduğumda; parti grubunun bu safhada buna
karşı çıkacağını zannettiğini söyledi.

Ö halde ne yapabilirsiniz, Milli Selamet Partisi ile bir koalisyona mı gide­


ceksiniz diye bir başka soru yönelttiğimde; kat'iyen Milli Selamet Partisi ile bir
koalisyon yapmayız dedi. Ben kendisine o zaman ortada bir hal çaresi
kalmıyor, hükümet bupranı doğar, bence iki büyük partinin biraraya gelerek,
seçim kanunu, maaş ve ücret sistemleri ve diğer değiştirilmesi wrunlu bazı ka­
nunları beraberce ele almaları ve arkasından da seçime gitmeleri en uygun bir
hal tarzı olmuyor mu diye sorduğumda, evet bu hal tarzı bence de uygun olur
dediler.

Son olarak, Cumhuriyet Halk Partisinin içinde aşın solda, Marksist, Lenin­
ist ve Maocu olanların bulunduğunu, k�mca bunların Cumhuriyet Halk Par­
tisine bel bağlamış ve aşın olmayan sosyal demokrat çizgideki vatandaşlan ra­
hatsız ettiğini, bu gibileri aralarından temizlediklerinde, daha da güçlü duruma
gelebileceklerini söylediğimde, buna bir cevap vermedi. Fakat bendeki intiba­
da bunu tasvip ettiği merkezindeydi.

Konuşmamız böylece son buldu. 1 2 Eylül Harekfüından sonra bazı çevreler


Silahlı Kuvvetler anarşi ve terörün üzerine gitmedi. İstese pekfila bu yangını
söndürebilirdi. Nitekim 1 2 Eylül'den sonra önledi . 12 Eylül'den evvel de
sıkıyönetim vardı. 12 Eylül'den evvel anarşi ve terörün üzerine gitme.yişlerinin
sebebi; yönetime el koymaya kararlı idiler. Onun için fazla ilgilenmediler
iddiasına karşı gerekli cevabı ileride daha detaylı olarak vereceğim. Ancak
Mustafa Üstündağ'la yaptığım bu kısa konuşma vesilesiyle, kısa da olsa bu
hususa değinmeyi yararlı görüyorum.

Eğer bizim yönetime el koyma gibi bir hırsımız olsaydı, Genelkurmay


Ç
B aşkam olarak benane diye Üstündağ'ı ağırıp bu konulan konuşma gereğini
duyayım? B anane, benim üstüme vazife mi? DİSK genel greve gidecekmiş,
giderse gitsin, işler biraz daha karışsın, Adalet Partisi ile Cumhuriyet Halk
Partisinin biraraya gelerek, halledilmesi gereken acil konulan ele alarak
halletmelerini istemek bize ne sağlar, ne yaparlarsa yapsınlar işler biraz daha
içinden çıkılmaz hale gelsin de, bizim de işimizi kolaylaşbrsın diye düşünmem
daha doğru olmaz mı idi? Ama hiçbir zaman böyle bir art düşüncenin içinde ol­
madım. Her fırsattan istifade ile siyasi partilerin biraraya gelerek, bu korkunç
gidişi durduracak önlemleri almalarını bitmeyen bir sabırla bekledim. Biraraya
gelmeyeceklerini de tahmin ediyordum. Zira biraraya gelmek için değil, gelme­
mek için ne yapmak lazımsa bol bol yapıyorlardı. Ama yine de uygun
fırsatlarda bu telkinlerimi ilgililere yapıyordum. Yapmaya da devam edecek­
tim.
358
Bütün bunlar cereyan ederken diğer taraftan anarşi ve terörden hayatını
kaybedenlerin ve yaralananların sayısı da gittikçe artıyordu. Soygunlar ve
hapishanelerden kaçışlar, hapishane işgalleri de devam ediyordu.

TARİŞ'TE OLAYLARIN YENİDEN BAŞLAMASI

8 Şubat günü İzmir' deki TARİŞ iplik fabrikasındaki işçilerle polis arasında
yine çatışma çıkmış ve ikisi polis on kişi yaralanmıştı. İstanbul'da MİGROS'a
ait yiyecek maddeleri satan altı kamyon teröristler tarafından kaçırılmış ve fakir
halkın bulunduğu semte götürülerek halk tarafından yağma ettirilmiş ve kam­
yonlar da tahrip edilmişti. İstanbul'da bu yağma olayları cereyan ederken An­
kara'da da aynı gün dört mağaza yağma edilmişti. Bunların belli bir örgüt ta­
rafından yönlendirildiği kuşkusuzdu.
Bir gün sonra bu sefer de İstanbul'un Yedikule semtinde polis karakolu
DEV-SOL'a mensup anarşistlerce basılmış, bir polis öldürülmüş, üç polisle
iki anarşist yaralanmış, anarşistler ise kaçmışlardı.
TARİŞ'teki olayların sonu bir türlü alınamıyordu. 10 Şubat günü
TARİŞ'teki otomatik silahlı militanlar polise ateş açmış ve meşhur TARİŞ
olaylan da bu hareketle başlamış oluyordu. Göstericilerden 500'e yakını
gözaltına alınmış, bir gün sonra İzmir Adalet Partisi il merkezi basılarak bom­
balanmış, Çiğli havaalanı yolu barikatlarla göstericiler tarafından kapatılmış,
ancak üç saat sonra açılabilmişti. TARİŞ'in iplik fabrikasındaki işgal olayı de­
vam etmiş, bütün işçiler fabrika içerisinde kalmış, demir kapılar kapatılmış,
fabrika duvarlarının etrafına pamuk balyaları dizilmiş, üzerine gaz ve benzin
dökülmüş, her an yanmaya hazır bir durumda olduğu, fabrika içindeki tezgah­
ların ve iplik dokuma makara ve iğlerinin tahrip edildiği 14 Şubat günü meka­
nize askeri birliklerin müdahalesinden sonra fabrika boşaltılınca ortaya çıktı.
Zararın o günkü fiyatlarla 80 milyon lira civarında olduğu söyleniyordu.
1 1 Şubat günü Ankara'da Orta Doğu Teknik Üniversitesindeki öğrenciler
de jandarma ile çatışmaya girdiler, yaralananlar oldu. Ankara-Eskişehir yolu
ikibuçuk saat süre ile öğrenciler tarafından trafiğe kapatıldı.

359
OLAYLARIN VEHAME1İ KARŞISINDA
NAHİT MENTEŞE'� BEYANATI

Bu olaylardan bir gün sonra Adalet Partisi Genel Sekreteri Nahit Menteşe
durumun gittikçe vehametini kavradıklarından olacak ki. bir bildiri
yayınlayarak, erken seçim istediklerini söyledikten sonra, sağdaki oyların
bölünmesi çekilen ızdırabın nedenidir diyordu. Sağdaki oyların bölünmesini
çekilen ızdırabın kaynağı olarak gören aynı Adalet Partisi mensupları, 1 2
Eylül'den sonra kurulan sağ partiler kfili değilmiş gibi, bu sefer başka bir sağ
parti kurmaktan da çekinmeyeceklerdir. B u tutumları da gösteriyor ki
kendilerinin kurduğu bu sağ parti varken, diğer sağ partiler olmayacak, bütün
sağı destekleyenler kendilerine oy verecek, ama başka bir sağ parti veya
partiler kurulmuşken, onlara iltihak veya destekleme söz konusu olunca kabul
edilmeyecek, illa ki kendi partileri etrafında birleşme olacak.

İSTANBUL'DA DÜKKANLARI KAPATMA OLAYI

1 4 Şubat günü de İstanbul'da olaylarla dolu olarak geçti. Sol terörist gru­
plar bir gün evvelinden dükkfuı diikkfuı dolaşarak 14 Şubat günü dükkanlarını
açmamalarını aksi halde öldürüleceklerini ve dükkfuılannı tahrip edeceklerini
söylemişler ve bu eylemlerinde de muvaffak olmuşlardı. İşin acı tarafı bu teh­
didi yapanların bir kısmının çocuk denecek yaşlarda olması ve işadamlarının
ve dükkan sahiplerinin bu tebliğe uymalarıdır. Bugün İstanbul'un büyük bir
bölümü terk edilmiş şehir manzarasını almış. Fırıncılar evlerinden asker zoru
ile getirilerek ve fırınların önünde asker bekletilerek çalıştınlmış ve halkın ek­
mek ihtiyacı sağlanmışb. Bu olaylar cereyan ederken Ecevit yangının üzerine
benzin dökercesine şu beyanatta bulunuyordu:

"Demirel'in ekonomik politikasının dikta rejimi dışında uygulanma şansı


yoktur. Bu amaçla polis kılığına sokulmuş iktidar eşkiyası halka işkence yap­
maya başlamıştır. TARIŞ'ten tedhişçilerin temizlenmesini biz de istiyoruz.
Ama hükümetin amacı, TARİŞ'i sağcı militanlara terk etmek, TARIŞ'in eko­
nomik gücünü çıkar çevrelerine teslim etmektir. Oyun budur."
Belki de söylediklerinde haklı idi. Ama kendi iktidarları döneminde de
TARİŞ gibi müesseselere bu sefer de solcu militanlar yerleştirilmedi mi?
Yerleştirilmedi ise, bu silahlı mücadeleye giren fabrikayı tahrip edenler kimler,
sağ militanlar mı?

360
İşte Cumhurbaşkanına verdiğimiz mektubu hiçbir partinin ve hiçbir Anaya­
sal kuruluşun kendisine muhatap almadığının en çarpıcı örneklerinden birisi de
bu oluyordu. Biz biraraya gelerek bu anarşi ve teröre çare bulun diyoruz, on­
lar tam aksine kamuoyunu etkilemek ve bundan da sözde partisine kazanç
çıkarmak için durumu daha da gerginleştirecek tutum içerisine giriyorlar.

ERZURUM'DA.Kİ KIŞ TATBİKATINA GİDİŞ

Bu olaylar cereyan ederken ben ve Kuvvet Komutanları arkadaşlarım Er­


zurum'da her sene kış aylarında yaptırılan kış tatbikatını izlemek için 14 Şubat
günü Erzurum'a gihniştik. Tatbikata bazı parlamenterleri de davet ebniştik.
14 Şubat akşamı Orduevinde verilen yemek sonunda yaptığım kısa
konuşmada; "Biz dış düşmanlarla degil iç düşmanlarla ugraşıyoruz. Yedi
düvel ile savaşmış ve ülkesini düşmanlarda_n temizlemiş bu millet sıkıyönetime
ragmen neden bu hainlerin hakkından gelemiyor diye haklı olarak sual
sorabiliriz. Kan dökmek istemiyoruz. Eger kan dökmeyi göze alsak, bir ayda
bunların hakkından geliriz" dedim.
1 5 Şubat günü de tatbikatı öğleye kadar izledikten sonra yaptığım tenkit
konuşmasında; evvela harekat sırasında gördüğüm noksan taraflara değindim.
Bilahare, tatbikatla bir ilgisi olmamakla beraber, ülkemizi ilgilendiren
meseleler olduğu için şunları da konuşmamın arasına sokmak lüzumunu his­
settim.
"Bizim esas görevimiz budur: düşmanla çarpışmayı ögremıektir. Mevcu­
diyetimizin esas sebebi de budur. Ama ne yapalım ki bir sıkıyönetim
dönemine girdik. Birçok birliklerimiz bu yüzden bu tür tatbikatlardan mahrum
kalmaktadır. Tabii bu da Silahlı Kuvvetlerimizin aleyhine olmaktadır.
Sıkıyönetimin bir an evvel kaldırılmasını canı gönülden arzu ederiz. Onun
içindir ki bazı kanuni zorunlulukların yerine getirilmesini biran evvel bekle­
mekteyiz. Sıkıyönetim Komutanlarına görev vermişiz, yetkilerini kısıtlamışız.
Bir Komutan ancak kendisine verilen yetkilerle görevini yerine getirebilir.
Onun içindir ki, a·narşik olayların biran evvel önünün alınabilmesi için
sıkıyönetim komutanlarımıza bir kısım ilave yetkilerin verilmesini ve cezaların
da biraz arnnlmasını istemekteyiz. "
Bu konuya değinmemin esas sebebi Sıkıyönetim Kanununda yapılmasını
arzu ettiğimiz bir kısım değişiklik tekliflerinin biran evvel kanunlaşmasını
sağlamaktı. Zira bu konuşmamı basının yazacağı muhakkaktı. Nitekim ertesi

361
gün bütün basında bu konuşmam yer aldı. Böylece siyasi partiler bu kanunu
ele alır ve kunurılaşunrlar diye düşündüm ve böyle yapılacağını bekledim. Ne
gezer. Muhalefet tarafından çeşitli engellemelerle sözkonusu olan kanun l 2
Eylül'e kadar Meclisten geçirilemedi.

Aynı konuşmamın bir yerinde de, okullarımızda o güne kadar okutulmakta


olan Milli Güvenlik dersleri konusuna da değinmek zorunda kaldım. Çünkü
bir kısım basınımızda sanki bu dersler yeni konmuş gibi; adı geçen dersleri
g
okutmaktan maksadın çocuklanmıza faşist bil iler vermek olduğu, bu derslerin
okullarımızdan kaldırılması gerektiği hususu yer almıştı. Bunu şiddetle tenkit
ettim. Bu gibi yayınların maksatlı yapıldığını, Milli Güvenlik derslerinin benim
ortaokul öğrenciliğim zamanından beri okutulmakta olduğunu, yurt savunması
görevinin milletçe yapılması gerektiğini, bunun için de okullarımızda bunları
okutmanın şart olduğunu söyledikten sonra, "eğer biz vatan ve millet sevgisini
kaybedersek batarız. yapmayalım bunu. Bu tenkit değildir. Biz tenkide her za­
man açığız, zevk duyarız. Ama yapıcı tenkitten zevk duyarız, yıkıcı tenkitten
değil. Askeri yıpratmak bu millete hiçbir şey kazandırmaz" dedim.

Bu konuşmamın yurt sa�nd ak,i aksi çok müspet oldu. Bu konuda tas­
vipkar bir hayli mektup aldım.

Tatbikatı izleyenler arasında Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili eski Deniz


Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Kemal Kayacan da vardı. Tatbikat ye­
rinde yapuğım tenkitten sonra bir aralık Kayacan yanıma gelerek Ecevit namına
benimle görüşmek istediğini söyledi. Ben de kendisine Ankara'ya döndükten
sonraki 1 8 Şubat gününü verdim.

3'ÜNCÜ SIKIYÖNETİM KOORDİNASYON TOPLANTISI

1 7 şubat günü genişletilmiş Sıkıyönetim Koordinasyon toplantısı vardı.


Genelkurmayda yapılan bu toplanuya Başbakan Demirel 17 Bakanı da getirdi.
Saat 1 1 .00'de başlayan toplantı saat 22.00'y� kadar 1 1 saat devam etti.

Toplantıyı her zaman olduğu gibi Başbakan aşağıdaki konuşma ile açtı:

"4 Aralık 1979'dan 40 gün sonra 14 Ocak 1 980 günleri yapmış bulun­
duğumuz toplanbların üçüncüsünü yapıyoruz. Yani 14 Ocak 1980 toplan­
tısından bugüne 33 gün geçmiştir. Bu 33 gün zarfında önümüze katıp
götürmeye çalıştığımız ve mutlaka başarıya ulaştırmaya kararlı olduğumuz, az­
mettiğimiz, mecbur olduğumuz, mahkfun olduğumuz bir büyük davayı anaya­
sa müessesesi olan sıkıyönetim görevini devletimizin başvurabileceği ,

362
bugünkü anayasal sistem içerisinde başvurabileceği en son çareyi başarılı
kılmak ve Silahlı Kuvvetlerimizi her meselede olduğu gibi bu işin içinden za­
ferle ve şerefle yenilerini ekleyerek çıkarmak için giriştiğimiz bu gayretlerin
mutlaka neticeye ulaşması ve mutlaka memleketimizin sulh ve sükuna
kavuşması bakımından atılan adımlan bir defa daha gözden geçirip
önümüzdeki günlerde ne çeşit adımlar atmamız gerektiği hususunda bir durum
muhakemesi yapacağız. Hadise ne idi? Nereye geldik? Hangi merhalelerden
geçerek, artık Türkiye sulh ve sükuna kavuşmuştur, kanun nizan1 hfildmiyeti
tümüyle sağlanmıştır, Silahlı Kuvvetlerimizin anayasanın 124'üncü maddesine
göre meclisler katında kendilerine verilen görev kemaliyle ikmal edilmiştir ve
artık bundan böyle sıkıyönetimsiz Türkiye'yi idare etmek imkfuı dahiline girer,
onun kadroları da şudur diyebileceğimiz noktaya ne Zanl"an gelebileceğmizi
düşünmemiz gerekecektir. Neredeyiz? Nerede duruyoruz? Önümüzdeki hangi
merhaleler görünüyor, ne çeşit müşküller görünüyor, bu merhaleleri nasıl ve
ne zanlan aşacağız ve kabataslak bu mücadeleyi ne zaman haşan ile biti­
receğinlizi bir defa daha sesli düşünürüz de onun gerektirdiği planları projele­
ri, onun gerektirdiği tedbirleri bir defa daha gözden geçirmekte ve hadisenin
bizi önüne kabp götüreceği yerde bizim hadiseyi önümüze katıp götürmemiz
için aylardır yaptığımız çalışmalara ve sıkıyönetim 14'üncü ayına gelip
dolarken yapılmış bütün çalışmalara bir defa daha göz atmakta fayda vardır."
Demirel'in bu konuşmasının ardından her sıkıyönetim toplanbsında olduğu
gibi, ilk söz Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanı Tümgeneral Selfillattin Cam­
bazoğlu'na verildi.
Demirel muhalefette iken bu başkanlığı Anayasaya ve kanwılara aykın bul­
duğunu söylüyor, kaldırılması gerektiğini savunuyordu. Halbuki hfila daha bu
Başkanlık görevini sürdürüyor.

SIKIYÖNETİM KOORDİNASYON BAŞKANININ TAKDİMİ

Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanı Tümgeneral Selfillattin Canlbazoğlu bir


aylık oiayların değerlendirilmesini yapıyor ve bir yerinde şunları söylüyordu:
"Yasa dışı bir örgütün İ stanbul'da birçok fabrika ve işyerinde dağıttığı
Devrimci Marksist Yayın adlı bir broşürde işçilerin DİSK önderliğinde fabrika
komiteleri, eylem komiteleri kurmaları, bütjin yurt sathında genel greve gitme­
leri istenmekte, bu genel grev yolu devrime giden yol olarak gösterilmektedir.
Bazı sendikalar vasıtasıyla başlatılan grevlerin yaygınlaşbnlarak öğrenci, me­
mur, teknik eleman kitlesinin de katılmasıyla önümüzdeki dönemde genel

363
greve gidilmesine çalışılacağı tahmin edilmektedir (Benim bu konuda Cumhu­
riyet Halk Partisi Genel Sekreteri Mustafa Üstündağ'a böyle bir genel greve
giderlerse işte o zaman şimdiki işçi haklarını da ellerinden kaçırırlar dediğimi
tabii takdimci General bilmiyordu) diyor ve son bir ay içerisinde cereyan eden
olayların karakteristiğini de şöyle sıralıyordu:
- Polis karakollarına baskuılar, emniyet mensupları ile askerlere yönelik
saldırılar ve bwıları öldürme, yaralama ve silahlannı alma, (Nitekim geçtiğimiz
dönemlerde bu tür olaylarda büyük artış olmuştu)
- işçilerin, bazı sendikaların öncülüğünde genel grev provasına sokulması,
- F_abrika işgali ve. tahribi ile üretimin düşürülmesi veya durdurulması,
(TARİŞ olaylan ile iki aya yakındır devam eden Tekel işçileri direnişi buna ti­
pik örneklerdir)
- Kamu ulaşım araçlarına.yapılan saldırılar,
- Dükkan ve mağazaların tehditle açnrılmaması, tahribi, bu gibi özel ticari
yerlerden para ve mal gaspedilmesi ve giderek yağmacılık şekline
dönüştürülme çabaları , makbuzla veya makbuzsuz silah tehdidi ile kişi ve ev­
lerden para toplama,
Bunları sıraladıktan sonra;
"Bu olayların yanı sıra ele geçirilen birçok yasa dışı yayınlarda Devlet
güçlerini bölmeye matuf çabalar dikkati çekmekte, özellikle ordunun
bölünmesi safhasına gelindiği belirtilerek "Askerin, subayın emrini dinleme­
mesi için iki ateş arasında kalması gerekir. Bu ancak devrimci durunıwı ülke
çapında krize yükselmesi ile ortaya çıkar" denilmekte ve Lenin'den örnekler
verilerek "Vurmadan devrilmez ve bekleyerek devrim olmaz" denilerek anarşi
körüklenmektedir. Bu konuda o kadar ileri gidilmektedir ki "Rus askerine se­
lam dur, Türk askerini arkadan vur" şeklinde slogan atılabllmekte ve yazı
yazılabilmektedir" diye Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanı devam ediyordu.
Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanı şunları da söylemeden geçemedi:
"Bu gibi diğer bir olay da Fransa Türk Öğrenci Birliği Merkez Yönetim
Kurulu imzası ile yaymlanan ve yun içinde vuku bulan yasa dışı eylemleri des­
tekleyici mahiyette bildiriler ele geçirilmiş olmasıdır. Çok az bir öğrenciye na­
sip olan ve devletin imkanlarından faydalanarak yurt dışında öğrenime
gönderilen bu gençlerin böyle bir tutumda bulwımalarını takdirlerinize arz ede­
rim."
Söylenenler ne kadar acı idi. Beyinleri yıkanmış vatan hainleri Türklüğünü,
tarihini, dinini ve geleneğini unutmuş ve "Rus askerine selam dur, Türle aske­
rini arlcadan vur" diyebilmekteydi. Nitekim de vuruyordu. Memleketimizde

364
Rus askeri olsa muhakkak ki ona da selam duracaktı. O Rus askeri ki asırlar
boyu bizimle savaşa savaşa koca bir imparatorluğumuzu devirmiş ve işte bu
acıklı duruma getinnişti.
1 2 Eylül'e gerek yoktu. Demokratik sistem içerisinde bunlar halledilirdi
diyen o sözde demokrasi havarilerine seslenmek istiyorum. Daha ne kadar
bekleyecektiniz, Türkiye topraklan bôlünilp parçalanıncaya, Türle milleti diye
bir millet bırakılmayıncaya kadar mı?
Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanı son bölümde sonuç ve öneriler
kısmına geçiyor ve şu önerileri bir defa daha ortaya koyuyordu:
"Şimdiye kadar ileri sürülmüş bulunan önerilerin yerine getirilmesi ve
özellikle;

- Devletin etkinliği mutlaka ve her kademede saglanmalıdır.

- Devlet dairelerinde amirlerin kuruluşlarına sahip çıkma/an sağlatunalı ve


her görevin sorumlusu bulundurulmalı, kamu kuruluşları içinde ve bunların
birbirleri arasında çok sıkı bir koordinasyon ve işbirliği tesis edilmelidir.

: Twıceli'nin durumuna özel önem verilmeli, ildeki yönetim boşlugu gide­


rilmeli ve devletin varlıgı her yönü ile kanıtlanmalıdır.

- Bankalar, önemli tesis ve kişiler ile cezaevlerinin dış korwıması hususun­


da sürdürülen çalışmalardan henüz bir sonuç almamamıştır. Bu konudaki ya­
sal çalışmalar süratle sonuçlandırılmalıdır.

-.Anarşiye karşı etkin bir biçimde mücadele edilmesi için halkın desteginin
sağlanması zorunludur. Bu destegi saglamak için

( l ) idarenin yansız ve etkin oldugu hakkmda halka güven verilmeli

(2) Devletin her kademesinde halka iyi muamele. edilmeli, halkla diyalog
kurulmalı ve devam ettirilmeli

(3) İhbar müessesesi halk can ve güvenlik endişesi duymadan ihbarda bu­
lunabilecek duruma getirilmeli

(4) Halk ihbar edilenin ceza göreceğine inanmalı, suçlular için adalet meka­
nizması süratle karar vermeli

(5) Basın ve yayın organları vasıtasıyla kamuoyu devamlı olarak


aydırlatılmalı

(6)Ana.rşiyi artırıcı ve değerleri yitirici yayınlar önlenmeli

(7) Ha/km ve kamu kuruluşlarının anarşinin önlenmesi konusunda aktif


katkısının sağlanması yönünde psikolojik karşı savunma uygulamasına süratle
ve kararlılıkla geçilmelidir.

365
Sayın Başbakatıını: Sonuç olarak, alman bütün önlemlere ve birçok yasa
dışı örgüt militanının yakalanmış olmasına rağmen olayların henüz istenilen
düzeyde önlenemediği ve illkenin genel bir karışıklığa sürüklenmek istendiği
görülmektedir. Bugüne kadar sonuçlandırılamayan yasal ve idari ö11lemlerle il­
gili çalışmalarm siiratle tamanıla11masmı, alınan önlemleri11 devam ettirilmesi
yanında yukarıda arzedilen yetıi tedbirlerin de süraıle ve etki11 bir biçimde uy­
gulanmaya konulmasmı ı•e nihayet kamuoyuna süratle ve menfi yönde etki
yaptığı gözö11wıde bulundurularak iç siyasi ortamm sertleştirilmemesini takdir
ve tensiplerine arz ederim."

EMNİYET GENEL MÜDÜRÜNÜN SÖYLEDİKLERİ

Aynı toplantıda Emniyet Genel Müdülii Turan Şener söz alarak sıkıyönetim
dışındaki illerde cereyan eden anarşik olaylan anlatmış ve sözü İzmir'deki
TARİŞ olaylarına getirdikten sonra DİSK'in aldığı kararlar hakkında şunları
söylemiştir.
Sayın Başbakanım:

DİSK'itı 31 Ocak - 2 Şubat 1980 tarihleri arasmda Ören'de yapmış olduğu


toplatıtı sonunda alınan kararlara bir göz attığımızda ne yapmak istedikleri
açıkça 011aya çıkmaktadır. Bu kararlar viografta görüldüğü gibi sendika demek
ve demokratik kuruluşlarla dayanışma ve eylem birliği içinde bulu11mak, sen­
dikalara bağlı iş yerlerilıde çalışan bili11çli ve yetiştirilmiş yetenek sahibi ele­
manlardan oluşan eylem komiteleri kurmak, sıkıyönetim dışuıda kalan bazı il­
lerde anti demokratik baskı yasaları, işçi kıyımına, hayat pahalılığma karşı
mitingler tertiplemek, DİSK'in öncülüğünde sosyalistlerin birlik ve
dayanl§malarını tesis, tarihsel bir görev olarak kabul etmek için bölgesel çapta
grev yapılacaktır. 'Zaman ve süresi daha sonra DİSK yönetim kurulunca sap­
tanacak genel grev yapılacaktır. Grev karan alınml§ ve alınacak fabrikalarda
grev komiteleri oluşturmak yasal olmayan genel grevin yasallaştırılması içi11
mücadele etmek, grevde bulu11an işçileri desteklemek ve maddi yardım
sağ/amale. İşçilerin DİSK'te toplanmasmı engelleyen kapitalistlere karşı het
kademede birlik sağlanması için her türlü çabayı saifetmek. 1 Mayıs 1980 yılı
için 1 Mayıs komitelerinin vakit geçirilmeden kurulması. Lokavt uygulanan
fabrika mamQllerini boykot etmek, DİSK üyelerine yönelik saldırıların
püskürtülmesi için bölgesel komitelerin oluşturulması.

Bu kararlar l§ığlnda DİSK bütün gücü ile lzmir'e yönelmiş. 26 Ocak 1980
tarihintk lrmir'tk kniplediği yiiriüş
iy e mMhlelifillerden getirdiği öğrenci, me-
366
mur ve işçilerle birlikte bir gövde gösterisi yapmak istemiştir. l Şubat 1980
günü Antalya'da ANT Birlik'te iki saatlik bir işi bırakma eylemi
gerçekleştirilmiş, 9 şubat 1980 günü de bir miting ve gösteri yürüyüşü
düzenlenmiştir. TARİŞ'teki militanların sürekli olarak işçi ve işvereni huzur­
suz etmesi üzerine 22 Ocak 1980 tarihinde bir arama yapılmış ve bu aramayı
bahane ederek DİSK başta olmak üzere Ege Üniversitesi öğrencileri dahil
bütün sol kuruluşlar bu ilimizde işçi layımına karşı bir eylem birliği kampan­
yası başlatmışlardır. İznıir'itı cadde ve sokak/arma bir göz atnğımızda bu ku­
ruluşların ne yapmak istedikleri viografta görülen sloganlardan açıkça
anlaşılmaktadır. İşte sloganlar:
-Kahrolsun zam zulüm düzeni (Devrimci-Yol)
-Z.amlara ikili a11laşmalara direnelim
- 'Zam zulünıe karşı direnelim

-'Zam zulüm iştefaşizt


ANT BİRLİK'ten, Cevizli, Cibali TARİŞ işçilerine selam olsun
-Kurtuluş kavgadan geçer
- TARİŞ'te faşistlere iş yok
- TÖB-DER'le birlik dayanışma
- TARİŞ işçileri ile omuz omuza
- Direnelim, TARİŞ işçilerinin yamndayız
- Emekçilerin halkla bütünleşeceği devrimci kuvvet yenilemez
- TARİŞfaşistlere mezar olacaktır
- Oligarşiyi döktüğü kanda boğacağız
-'Zam zulüm işkence iştefaşizm

- Yeni MC'ye, zamlara vefaşist salduılara karşı direnelim


-Faşist polis elini TARİŞ'ten çek
- Halk güçlerinin devrimci yo/dakj yürüyüşü zafer kazanacak.faşizm mutla-
ka ezilecektir
- Yiğit TARİŞ işçileri oligarşiye karşı devrimciler şiddetle direniyorlar, di-
renecekler
- TARİŞ'de faşistlere yer yok, genel grev içill birleştik
- TARİŞ'in hesabını soracağız
-Sıkıyönetiminizi de yıkacağız

367
- Zafer işçi ve emekçilerin olacak, yaşasın sosyalizm
- Zamlan geri aldırmak bir dilim ekmeğimize karşı uzanan elleri kırmak,
temel tüketim maddelerinbıfiyatlarını düşürmek MHP, MiT, ÜGD, Kontrge­
rilla gibifaşist cinayet ocaklarını dağıtmak için ileri
Emniyet Genel Müdürü konuşmasını sürdürdü:
Güvenlik kuvvetleri TARIŞ'in boşalmasını sağ/arkan, aşırı sol militanlar
Çiğli, Altındağ ve Gültepe semtlerinde eylemlerini sürdürerek halkı olayların
içine sokmak istemişlerdir. Bilhassa Gültepe Belediye Başkanı AYDIN ER­
TEN taraftndan organize edilen olaylarda yine Belediye Başkanı tarafuıdan
Doğu ve Güneydoğu bölgeleri11de11 getirip buraya iska11 ettiği kişiler kolluk
kuvvetlerine silahlı mukavemette bulu11nı1'şlar ve olaylar sırasuıda bağımsız
Kürdistan sloganları atılmış, Belediyeye ait hoparlörlerle bu sloganlar tekrar­
lanmıştır. Halen lzmir'de güve11lik kuvvetlerince bu bölgeleri temizleme ope­
rasyonları devam ettirilmektedir.
Emniyet Genel Müdürünün bu takdiminden sonra Başbakan Demirel söz
alarak, Sıkıyönetim Komutanlarına hitaben: "Siz nıemleketi11 çeşitli yörelerinde
cansiperane gayretlerle büyük bir vatanperverlik duygusu içerisinde görev ifa
ederken, l;JUrada bize intikal ettirdiğiniz şeylerin tümü takip görmektedir"
diyordu.
1 2 Eylül'den sonra "Sıkıyönetim Komutanları görevlerini yapmadılar, 12
Eylül'den sonra anarşinin üstesinden geldiklerine göre 1 2 Eylal'den evvel de
sıkıyönetim vardı, eğer isteselerdi o zaman da üstesinden gelirlerdi. Yönetime
el koymak için isteyerek olaylarm üzerine gitmediler" diyebilen Demirel işte bu
toplantıda sıkıyönetim komutanlarına cansiperane çalıştıklarından dolayı
teşekkür ediyordu.
Aynı konuşmasında Demirel 5-6 Şubat günleri 1 6 il'in valisi ile yaptığı
toplantı hakkında da detaylı bilgi veriken sözü bölücülüğe, komünistliğe getir­
miş ve şöyle demiştir:
"Tabii ki bölücülükle aşm solculuk, komü11istlik bir yerde üst üstedir. O
ondan mı evveldir, önemli değildir. Siyasi Kürtçülük peşinde olanlar, eğer bir
Kürt devleti kurulabilirse varsın komünist olsun. Eğer müstakil bir Kürt devle­
ti kurulabiliyôrsa, o zaman biz komünist devlet kurmayız diyecek değillerdir.
Böyle devlet kurulabiliyorsa, varsın komünist olsun. Eğer komünistlik bir
bağımsız Kürt devleti kurmaya yardımcı oluyorsa, aynı zamanda komünisttir.
Yani iki gaye orada birleşmiştir. Komünist olduğundan dolayı Kürtçü. Kürtçü
olduğundan dolayı komünist. ikisi bir aradadır. Ayrılması da mümkün
değildir. "
Demirel bir aralık Tunceli'nde cereyan eden olaylara değinmiş ve şunları
söylemiştir.
368
"3 gün evvel Twıceli'nde cereyan eden olaylarda bana istihbarat
teşkilatımızın verdiği bilgilere göre nıakinalı tüfek kullanılmıştır. Eğer o istih­
barat teyit edildi ise bilemiyorum, bundan tevahhuş ederim (çok korkarım).
Dersim intikamı söz konusudur. Türkiye'deki anarşinin kökeninde bu vardır.
Buna çok dikkatle bakmak lc1zımdır."
Demirel Tunceli Valisinden aldığı bilgilere değinirken de,
"Bu il'de 1743
tane komite kurulmuş. Devlet olarak burada fevkalc1de zaaf içerisinde
olduğumuz sanıyorum ki pek çok kişinin meçhulü değildir " demek suretiyle
devletin zaaf içinde olduğunu itiraf etmek zorunda kalmıştır.
Konuşmasını sürdüren Demirel İzmir Gültepe semtinde cereyan eden olay­
lara değinirken de şunları söylemiştir:
"Gültepe semtinde silahlı kuvvetlerimizin şemsiyesi altında polis, jandarma
büyük bir arama yapmıştır. Ancak ateşle karşılaşmıştır. Maalesef 3 polisimiz
şehit olmuştur. Bundan birkaç gün evvel de bir süreden beri TARIŞ fabri­
kasım işgal etmiş bulunan işçiler, (ne yapıyorsunuz burada) diyen Devlet
Güvenlik Kuvvetleri üstüne uzun menzilli silahlarla ateş ederek cevap ver­
mişlerdir. "
Demirel'in yaptığı uzun konuşmanın bir bölümü de şöyle:
"Türk Devleti savunmasızdır. Yani psikolojik savunmasızdır. Şöyle ki:
hani bunu hükümetler yapar, hükümetler yaptığı zaman sanki siyasi organ
olduğu içi11, kendisi11i savunuyormuş gibi anlaşılır. Hükümetler yapmasa kim
savunacak devleti? Ama bu inceliği ortadan kaldırnıak mümkü11 değildir. O iti­
barla, yine hükümetler kendi yapacağını yapsın da, bunun dışmda propaganda
kokmayan, daha doğrusu vatandaşın hamasi duygularına hitap eden, aklına
vicdamna hitap eden, ama bir de şartlandırıyorlar gibi herhangi bir düşünceye
götürmeyen bir strateji uygulanması lazım. Bunun kolay olmadığı kabul edil­
melidir. Bu zamana kadar biz bunu yapamadık. Yani yapmadık da, yapanıadık
da ikisi beraber geliyor. Yapılması ihtiyacına senelerce kdni olduk, yapa­
madık. Şimdi zaruret haline gelmiştir.
Beyin yıkayıcılarm okulda, kahvede, Türkiye'nin fabrikasında ve her ye­
rinde beyin yıkayıcıların karşısma sadece güçle, kuvvetle dikilmek mümkün
değildir. Biraz Cumhuriyete, Türk devletine ve milletin bütünlüğü11e sadakan
başka yollardan giderek de yapmak lazımdır. Okulların bozulmuş olması, orta
tedrisatta anarşinin meydana gelmesi ve bugün tedrisatın, öğretmenlerin en
büyük anarşi kaynağı olması karşısında TRT ki her eve giren bir şeydir. Sa­
dece çocuk okula gider, ama televizyon her evin her ferdine hitap eder. Bun­
ları içine alan psikolojik karşı savunma, devletin, rejimin ve milletin savunul­
ması demektir.

369
Dünyada hemen hemen roman solun elindedir. Şiir geniş çapta solu11 elin­
dedir. Piyes geniş çapta solun elindedir. Güzel sanatların hemen hemen
tünıü11e sol sızmıştır (sol deyince yıkıcı, bölücü, aşırısına varan komünistler,
Marks'tan gelen komünistleri kastediyorum). "

Demirel bu konuşması sonunda İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral


Necdet Üruğ'a söz verdi. Üruğ bölgesinde çeşitli kanun dışı kuruluşlar ve
yaptık.lan eylemler hakkında gerekli izahatı verdi. Üruğ hepimizin kafasında
bir soru işareti olan (neden anarşi ve terör önlenemedi) konusuna değinmek
lüzumunu hisseuniş olacak ki, şöyle konuştu:
Başarısızlığm ana sebebi olarak 14 aydır bu top/annlarda zikredile11 ve hdld
daha hal/edilemeyen polisi11 bölünmüşlüğü teşkilat bozukluğu , teçhizat nok­
sa11/ığı, eğitimsizliği, istihbarat yokluğu, yasa boşluğu ve yetersizlikleri gibi
devamlı olarak ifade edile11 hususlara tekrar temas etmeyeceğim. Bu kere daha
ziyade devletimizin süratle çare bulması gereken psiko-sosyal konulara
deği11eceğim. Gerçekleri ve ya11lış da olsa kişisel nuişahade/erinıi açıkça ifade
edeceğim. Öncelikle siyasi partilerimizi11 sanki her taraf güllük gülistanlıkmış
imişçesine izahı mümkün o/nıaya11 bir seri11ka11/ılık ve vurdumduymazlık
içinde parlamentoda politik anarşiyi tahrik etmeleri ve bu11u televizyo11 ek­
ram11a ve radyosuna sirayet ettirmeleri terörü giderek güçlendirmektedir.
Terörün ihtiyacı istikrarsız, karmaşık ve karanlık vasatı , siyasi partilerimiz
kendi elleri ile yaratmaktadırlar. Bu11a ilaveten İstanbul 'da kuma11dam
olduğum J 'inci Ordu me11supları bundan büyük ölçüde müştekidir/er, muzda­
riptirler. Biz yolda sabaha kadar anarşistlerle mücadele ederke11, par/amemoda
bu mücadelenin, bu şekilde siyasi mücadeleni11 yapılması içi11 mi sokakları
müdafaa emıekteyiz, anarşiste göğüs gemıekteyiz diye ba11a sormaktadırlar.

Sayın Başbakamm,

Teröristlerle güvenlik kuvvetlerimiz arasındaki mücadele 14 aydır eşit ol­


nıaya11 şartlar içinde cereyan emıektedir. Zira bir taraftan teröristler diledikleri
şekilde zalimane ve insani duygulardan yoksu11 olarak vurup öldürürlerken,
güvenlik kuvvetleri normal zamanların önleyici zabıta kanwılarımn klSltlayıcı
hükümlerine göre hareket etme mecburiyetine sıkı sıkıya bağlı bulunmak­
tadırlar. Müsademe esnasmda bir anarşist vuruluyor, arkasından vura11 eri
kanunun gereği tutuklu olarak mahkemeye sevk ediyorlar. Gerçekte ve cereyan
eden olaylara göre açıkça bir harbin şartlarını yaşadığımıza göre, güvenlik
kuvvetleri bu mücadelenin gerektirdiği harp hali yetkilerinden yoksun olarak,
bir hırsız polis kovalamasım sürdürmektedirler. Tedhiş, kamu kuruluşlarmda,
meslek teşekküllerinde, demek/erde, sendikalarda ve okullarda yerleşmiş,
örgütlenmiş, anarşi mihrakları tarafından himaye ve destek gömıekteler. 7.at-ı
alinize bunu açıkça belirtmiştim. Anarşistlerin biraz daha şartlandırılmış, ruh-

370
suz yaratıklar haline getirilmiş/eri kanlı katil terörist biçiminde karşımıza
çıkmaktadır. Legaldeki bu organlar teröre kaynak olmaktadır."
l 'inci Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı ortaya çıkarılan cinayet ve sabotaj
örgüt mensuplarının meslek gruplarına göre bölünmelerini rakamlarla gözler
önüne sererek 121 kişinin üniversite yüksek okul öğrencisi, 11 B'inin orta
öğretimde okuyan öğrenci, 4 öğremıe11, 1 1 kişini11 memur, doktor, mühendis,
avukat gibi meslek gruplarından olduğu11u, 145'inin işçi, 204'ünün boşta ge­
zen veya sıvacı, badanacı, seyyar satıcı, 130'unun vaktiyle cinayet işlemiş,
yaralanuş kişiler olduğunu söyleyerek günlük yaşantımızda teröristlerle bera­
ber yaşadığımızın açık bir ifadesi olduğu ortadadır diyordu.
l 'inci Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı "Günlük yaşamımız içi11de halk ile
bu derece iç içe olmuş illegal örgütlerin kolaylıkla meydana çıkarıla­
nıayacakları açık bir gerçektir. İllegal sol örgütler bütün Türkiye sathına
yaygın olarak il seviyesinden başlayarak mahalle, okul.fabrika, işyeri, demek
komiteleri halinde teşkilatlannuş bulunmaktadır. Hana orta dereceli okullarda
örgüt/e11me sınıf komitelerine kadar yaygmlaşmış durumdadır. Boşalan,
ayıklana11 hücreler belirli.kaynaklarda yetiştirilen ve eğitilen militanlarla siiratle
do/durulmaktadır.
Karşı karşıya bulunduğumuz terör aleti bünyevi bir olgu değil, dışandan
devamlı surette milli bünyemize zerk edile11 ideolojik bir mikroptur.
Halka geli11ce, halk bir sinmişlik, korkaklık içi11dedir. Güvenlik kuvvetle­
rine ve adli makamlara en ufak bir şekilde dahi yardımdan ve işbirliğinden
kaçmmaktadırlar. 16-17 yaşmdaki bir çocuk bir otobüs dolusu insana emer-
11asyo11ali ayakta dbıletebilmektedir. 5-6 kişilik bir grup güpegü11düz Kadıköy
çarşısmda 40-50 dükk!inı kapatabilmektedir.
Meselenin en hazin tarafı da mağdurların görmedim, duymadım, bilmiyo­
rum şekli11deki sorumsuzluk içi11de olmalarıdır. Anarşinin kan ve can kadar
milli hasletlerimizden de bazı şeyleri koparıp götürdüğü artık gözle görülür bir
hale gelmiştir.
13 Şubat günkü dükkanları açnrmanıa olayı, İstanbul esnafı için kara bir
leke olarak tarihte yer alacaktır. Bu kadar korkaklık hayatta görülmüş bir şey
değildir. İstanbu/'da bir yüksek sanayici; İstanbul'da Devlet otoritesi kalktı
diyor. Devlet otoritesi yoktur dendiği gün istanbul'un 1 1 .000 caddesi11de
26.193 güvenlik görevlisi 13 ge11eralin konıutasmda hizmet etmekteydi. "
Sıkıyönetim Komutanı çok dertli v e haklı tenkitlerini dile getirerek
konuşmasını şöyle sürdürüyor:

"Şüphesiz legal derneklerin bütün mensuplarım anarşiyi tahrik ve teşvik et­


mekle suçlamak mümkün değildir. Ancak bir grup derneklerin o dernek içinde

371
yuvalanmış militan yöneticilerinin kontrol altına girmeli, namuslu çoğunluğun
mesuliyet a11layış111dan uzak bir nemelazımcılık içinde bulunmaları sonucu
olduğu da bir gerçektir. İyi örgütlenmiş militan azmlık sendikada binlerce
işçiyi, okulda yüzlerce öğrenciyi, kamu kurumlarında yüzlerce görevliyi, so­
kakta bir sürü boş gezeri kendi arzuları istikametinde eylemlere, yasa dışı hare­
ketlere sürükleyebilmekte, devlet otoritesinin karşıs111a çıkabilmektedir. Buna
mukabil mesela bir mühendisler odası birliğinin seçimine kim giderse gitsin
deyip o militanlara oda.nm idaresini bırakmayı yeğ görmektedir/er. "

1 'inci Ordu Komutanı başka bir konuya geçip şöyle demektedir:


"B uraya kadarki açıklamalarımda belirttiğim gibi; t(im milli
müesseselerimizi tahribe yönelmiş bulunan illegal sol, bugüne kadar dimdik
ayakta kalabilmiş, memleketini seven, mefla2reci ve Atatürkçü gücü olan Türk
Silahlı Kuvvetlerini parçalamak ve dağıtmak gayretini son dönemde iyice
artırmış bulunmaktadll°. Bwıwı yazılı belgelerini makanıımza takdim etmiştim.
Bu takdim ettiğimiz belgede şöyle bir not var. Müsaadenizle bunu burada
okuyayım:

Türkiye'de polis gibi ordu da bölünme süreci içinde bulunmaktadır. Bu


.

bölünmenin daha ilerleyebilmesi, ordusuyla, jandarmasıyla, polisiyle tanı bir


bölünmeye, hareketsizliğe varabilmesi için önlerine yığmların somut örgütlü fi­
ziksel güçlerin çıkartılması gerekmektedir. Bilinçli, örgütlü, akıllıca
yönlendirilen bir yığm hareketi askerin üstüne çökmeden ordu bölünemez.
Askerin, subayuı emrini dinlememesi için iki ateş arasında bırakılması gerekir.
İşte bugün, anarşinin şekillendiği korsan yürüyüşler, fabrikadaki işçi ey­
lemleri, okullardaki öğrenci hareketleri, askerlere toplu saldırılar bu doktrinin
hafifprovaları olmaktadır."

l 'inci Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı çok dertli idi. Belediyeden, kamu


kuruluşlan ıidan görevlerini yapmadıklan için dertli idi. Orgeneral Üruğ
konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Say111 Başbakanım, kısaca birkaç önerim var, onu da arz edeceğim. Ve bi­
raz da kw·u/u deı1lerimi dile getireceğim.

Evvela valilerin kendi kanunlarına göre belediyeler üzerinde bazı yasal yet­
kilerinin olması lazım. 'Zannediyorum ki bu yetkilerin valiler tarafından eksik­
siz ve tereddütsüz kullanılması gerekir. Görüldüğü üzere terör ve anarşinin
mihrakı ve planlandığı beyin yeri İstanbul'dur. Daha evvelki önerimde. arz
e"iğim gibi, lstanbul'un süratle temizlenmesi diğer yerlere bir rahatlık getire­
cektir. Bu bakımdan da MiT ve Emniyet Müdürlüğü istihbarat ve sorgulama
bakımuıdan süratle takviyeye muhtaçtır. Uygun sorgulama timleri ehil sorgula­
ma kişileri bulwımadğı için (mevcutların kötü olduğunu belirmıek istemiyo-

372
rum) birçok anarşist sorgulama süzgecinden sızıp gitmekte ve belki büyük ip
uçlarını elimizden kaçırmaktayız. O bakımdan daha evvelce de arz ettiğim gibi
mobil ekipler kurmak suretiyle bu sorgucuları oradan oraya götürmekte yarar
var. "

Orgeneral Üruğ İstanbul'da yakıt yokluğundan okulların ısıblamadığmı dile


getiriyor ve Milli Eğitim Bakanından "Eğer okulların yakıt sıkıntısı devam ede­
cekse tedrisata Marta kadar ara verilmesini" istiyordu. Zira diyordu,
"Soğuktan üşüyen öğrenciler malam çevrelerce kışkırtılarak yeniden direnme,
okulu engelleme olayları olabilir. "

Üruğ her sokakta, her binada asker bulundurmanın da mahzurlarına


değinerek şunları söylüyordu:
"İstanbutda kullanılan asker sayısı J 'inci Ordu Komutanlığının son im­
kanıdır. Her tarafta asker kullanmak, her yer ve her noktayı asker himayesine
vermek mümkün değil, hem de uygun bir hal tarzı değildir. Müesseseler kendi
özel koruma teşkil/erine kavuşmrulmalıdır. Kapı beklemekten sokakta gezecek
asker bulamıyoruz. İstanbul'un feryadına da tabii kulaklarımızı tıkayamayız.
Ancak bu sorun ne zaman hallolacak? Bugün Trakyadan tek asker çekecek ha­
lim yoktur. Çorlu 'da herhangi bir ihtimale karşı , bütün askerler sokağa
dökülmüştür. Daha evvel arzettiğim gibi, 12.193 kişi bugün için İstanbu/'da
sokaklarda vazife görmektedir. "

Orgeneral Üruğ işçi çıkarmalarını da ele aldı ve konuşmasını şöyle


sürdürdü:
"İşçilerin işten çıkarılması, mutlak devletin kontra/unda bulunmalıdır. Özel
sektör dahil bütün işçileri anarşistlikle itham etmek mümkün değildir. Bunların
bir kısmı açlık derdinde, yaşam derdindedir/er. Aç bırakılan insan ister istemez
kulağma üflendiği şekilde yürümeye meyyal olur. Binaenaleyh bir işçinin işten
çıkarılma korkusu, evinin gecekondusunun yıkılmasının korkusu işçiyi dev­
lete karşı direnmeye sevk etmektedir. İşçiyi işten çıkarma ile, gecekondu
yıkımını iyi değerlendirmek lazım. Çünkü bunlar anarşist değildir. "

Üruğ, DİSK konusuna da değinmeden edemedi. Şöyle dedi:


"DİSK önderliği, D İSK önderliği deniyor. Benim müşahedeme göre bu
adamları çeşitli zamanlarda çağırdım. !(.endi/eriyle konuştum. Bunlar sosyaliz­
min ne olduğunu bilmeyen insanlardır. DİSK bunların önderliğinde değil,
DİSK başkalarının kontra/undadır. Efendim bakın 12 Şubat günü yaptıkları
konsey toplantısına kimler iştirak etmiş:

Halkevleri Genel Başkanı, KÖ Y-KOOP, Türkiye Yazarlar Sendikası,


T M-DER, TÜMÖD , TÜMAS, Türk Tabibler Birliği.
Ü

373
Bu akıllılar, bu okumuşlar DISK'i kullanmaktadırlar. DISK'i bunlarda1ı
tecrit etmek lazım, DISK'i karşıya almak değil. "

DEMİREL'İN 24 OCAK KARARLARI HAKKINDA


SÖYLEDİKLERİ

Başbakan Demirel 24 Ocak'ta yürürlüğe giren ekonomik kararlar do­


layısıyla yurtta görülen pahalılıktan bir bölüm halkın sıkıntıya düştüğünü ve
bunu da terörist örgütlerin istismar ettiğini bazı sıkıyönetim komutanları ortaya
atınca, o tarihte Başbakanlık müsteşarı olan Turgut Özal'ı toplantıya çağırarak
bir saat süre ile hepimize bir birfing verdirdi. Arkasından da kendisi söz ala­
rak, alınan bu kararların lüzumluluğunu izah etti. Konuşmalarının bazı
bölümlerini 'buraya almakta yarar görüyorum. Zira vaktiyle petrql üreten
ülkeler petrol fiyatlarına zam yaptıkça, Türkiye'de ben petrole zam yapmam
diyen ve bu yüzden büyük ölçüde sübvansiyonlara katlanan aynı Başbakan
bakınız bu toplantıda neler söylüyordu:
"Petrol yok, döviz yok, mal yok, ilaç yok, hammadde yok, gübre yok. Bu
kalemler fevkalade ö1ıemli; yani ilaç olmazsa bu11u11 olnıamazlıguıa
katlanamayız. Sonra, üretim yok. Bu11/ar111 neticesi birbirine bağlı, para yok,
yani lira yok orta yerde. 351 milyar açığı para basarak kapatamazs111; mümkün
değil. Kağıdınız, mürekkebiniz, matbaamz da olsa mümkü1ı değildir. Devleti
batırmanın başka adıdır. İmparatorlukları batırmıştır. O yok, iş yok. Bu11a
Türkiye tahammül edebilir mi? Bir yedi tane yok. Bir de bunun arkasuıda
pahalılaşma devam ediyor. Buna Türkiye tahammül edemez. Öyleyse 11e
sağlayacaktır bu tedbirler dediğimiz şey ve nasıl sağlayacak? Yedi tane yoku
var yapacak. Petrol var olacak, döviz var olacak. Evvela döviz var olacak,
petrol var olacak, yatırım var olacak, mal var olacak, üretim var olacak, para
var olacak. Mesele sadece döviz bulmaktan ibaret değil. Hepsi beraber
düşünülecek ve pahalılaşma kontrol altma alınacak. Büyük stratejinin hedefi
budur. Şimdi burada dövizin önemli yeri var. Türk eko1ıomisi1ıde değer
biçmede, doğru iktisadi, mali politika/ar takip edilirse, yani biraz evvel Sayın
Özal'ın izah ettiği gibi Merkez Bankası bir gelir kaynağı zannedilip para basma
makinasi halinden çıkarılırsa ve devletin yapacakları masraflar swı 'i
kaynaklardan değil de sağlam kqynak/ardan karşılanırsa ve enjlasyonu1ı sebebi
olan Alma1ıya'da lngiltere'de enflasyonun sebebi ne ise Türkiye'de de odur. O
memleketlerde olmayıp Türkiye de olmasının sebebi; onların doğru iktisadi,
mali politika takip etmesidir. Bizim yanlış iktisadi politika takip etmemizdir. O

374
doğru politikalara eğer başvurabilirsek, efendim bir liradan satalım gübreyi
satılabilirse, satılamıyorsa 90 milyar gübre hesabı bunun. 90 milyar para
vereceksiniz gübre alacaksınız, satacaksınız karşılığında 10 milyar alacaksınız.
80 milyarı nereden alacaksınız? Deryadan mı? Türkiye bu hesaba kafasını
yatıramazsa dışarıda ciddi telakki edilmez. Hesabını bilmeyen bir memlekete
kimse el uzatmaz. Hesabını bilmeyen bir kişiye el uzatmadığı gibi.
Binaenaleyh Türkiye hesaplarını dengeye getirmiş olmalı ki dışarıda itibarı
artsın. İşte bu hareketin önemli sebeplerinden birisi de içeride ve dışarıda
Türkiye'11in itibarım artımıalı ki; bu adamlar hesabım kitabını biliyor, bwılara
güvenilir, yani bunlara ben ödünç para verirsem batmaz desin. "
Bu konuşmadan sonra dış ülkelerden ve finans kuruluşlarından borç para
almanın tam zamanı olduğunu zira onların da ellerinde para biriktiğini,
güvenilir borç verecek ülke aradıklarını, Türkiyenin önünde şimdi fevkalade
aydınlık pencere açıldığını ifade ettikten sonra şunları söyledi:
"Şimdi burada nasıl olacak bu iş diyeceksiniz. Yani bu yedi tane sekiz tane
yoktan vara nasıl geçeceğiz? İki yol var. Türk parasını kendi kaynaklarımızla
bulacağız. Yani şu malı alana bu on lira ise, bunun maliyeti 20 lira olup da
bunu 011 liraya satıyorsa 011 lira ilave ediyoruz demektir. Devletten bunu
vermeyeceğiz. Yani aslrnda Türkiye zam yapmış olmak suretiyle soyuyor
değil. Vatandaşına ilave olarak verdiği kaynağı kesiyor. Bu hizmeti kullanan
bedelini ödesin diyor. Niçin adada oturan vatandaşın vapur parasını benim
fikara Anadolu köylüm ödesin. Niçin henüz 15.000 köyünde elektrik bulwıan
15 milyon i11sa111 karanlıkta olan 27.500 köyünde elektrik olmayan bir
memlekette her kilovat saat elektriği 60 kuruşu benim vergi veren vatandaşım
ödeyecek? 60 kuruş kimseyi batırmaz. Kilovat saat başına yakan ödesin de
olmayan yere de o kaynaklarla elektrik götürelim. Hadisenin sosyal adaletli
tarafı bu. Yani devlet üste vermeye devam etmeyecek, eşit olacak. Eşit hale
getirilecektir. "
Söylenenler doğru veya yanlış, bunun üzerinde durmayacağım. Ancak,
yeni hükümet olmuyorsunuz ki! Bundan evvelki dönemlerde de çeşitli zaman­
larda hükümet ettiniz, o zaman neden böyle yapmadınız da şimdi
yapıyorsunuz? 12 Eylül'den sonra ve hatta 6 Kasım 1983 seçimlerinden sonra
da aynı ekonomik ve mali politika yürütülmektedir. Onu da tenkit etniesine ne
diyelim.·Kendi iktidar ise ve o bunu tatbik ediyorsa doğrudur. Başkası iktidar­
da ve onlar uyguluyorsa yanlışur. Anlayış maalesef budur. Başbakan Demirel
böylece pahalılıktan şikayet edenlere cevap venniş oluyordu.

375
DİYARBAKIR SIKIYÖNETİM KOMUTANININ
SÖYLEDİKLERİ

Toplantıda Diyarbakır'daki 7'nci Kolordu ve Sıkıyönetim Komutanı Kor­


general Cemalettin Altınok söz alarak şu enteresan olayı anlatıyordu. Devlet
çarkının nasıl işlediğine ve bozulduğuna güzel bir örnek olacağı için buraya
alıyorum. Şöyle diyordu Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanı:
"Bölgemdeki Siverek ilçesine daha bir Kaymakam ve Emniyet Amiri
bulamadık. (Siverek ki en çok olay olan ve APO'culamı ko11trolwıda bulunan
bir ilçedir) Kaymakam tayin edildifakat gelmiyor. Size enteresan bir olay daha
söyleyeceğim. Bitlis'ten Siverek'e bir emniyet amiri tayin edilmiş, ancak
Bitlis'te görülen bu emniyet amiri iki senedir Bitlis'e gelmemiş. İlk bulunduğu
yerde duruyor. Emniyet Genel Müdürlüğü ise onu Bitlis'te biliyor ve biz onu
Siverek'e tayin edeceğiz ne dersiniz diye Bitlis'e soruyor. "
Ne garip değil mi? Emniyet Müdürü tayin edilmiş iki senedir gitmemiş.
Maaşını almaya devam ediyor ve Emniyet Genel Müdürlüğü de onu tayin ettiği
yerde biliyor!

ERZURUM SIKIYÖNETİM KOMUTANININ SÖYLEDİKLERİ"

Erzurum Kolordu Komutanı ve Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Ragıp


IBuğbay da şunları söylüyordu:
"Kars il merkezinde amir ve memur olarak 287 emniyet görevlisi bulun­
maktadır. Birçok ilçelerde rütbeli memur yoktur. Mesela Iğdır 26 polis
memuru bir komiser muavininin emir ve komutasındadır. Aralık Emniyet
Amirliği yalnız sekiz polis tarafından tedvir edilmekte hiçbir rütbeli polis
bulunmamaktadır. Çıldır, Arpaçay, Posofta yedi polis memuru vardır. Susuz,
Selim, Digor ve Hanak ilçelerinde hiçbir polis memuru yoktur. Hanak en
hassas ilçelerimiz arasında yer almaktadır. Bu ilçelerde altışar bekçi ile emniyet
işleri yürütülmektedir. 1979 yılı içerisinde tayinleri yapılıp da Kars ili
dahilinde görevlerine katılmayan 78 polis memuru, beş komiser, 13
başkomiser, iki emniyet amiri ve bir şube müdürü bulunmaktadır. Bunların
iltihaklannın sağkınması gereklidir. "
Görüldüğü gibi olayların en yoğun olduğu Kars ilinin emniyet
görevlilerinin durumu maalesef bu. Neden anarşiyle mücadelede muvaffak
olunmuyor sorusunun bir cevabı da bunlar oluyor.

376
ELAZIG SIKIYÖNETİM KOMUfANININ SÖYLEDİKLERİ

Elazığ Kolordu Komutanı ve Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Talat


Çetinelli'nin de aynı derdi var.
"Bölgemize tayin olup da bugüne kadar görevine katılmayan, polis memu­
ru, emniyet amiri miktarı oldukça kabarıktır. 40'a yakın Elazıg'da, 20 'ye
yakuı Malatya 'da , 64 'e yakın Tunceli'nde polis memuru ve amiri
katılmanııştır" diye dert: yanıyordu.
Tayin olan bu polisler ya rapor almışlardır, veya tayinlerini durdurmaya
uğraşıyorlardır, yahut da istifa etmişlerdir. POL-DER ve POL-B İR
yöneticilerinin araya girmiş olmaları da kuvvetle muhtemeldir. İşte polisin
acıklı hali budur.

ANKARA SIKIYÖNETİM KOMUfANININ SÖYLEDİKLERİ


Ankara Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Nihat Özer de söz alarak Anka­
ra'da bu dönemde cereyan eden olaylar hakkında bilgi vermiştir. Devlet Daire­
lerinin ne hale geldiğini anlama bakımından bir bakanlıkta cereyan eden olaylar
hakkında Korgeneral Nihat Özer'in verdiği izahattan bir bölürniinü buraya al­
mak istiyorum :
"Bir önıek sunmak bakımından bir bakanlığa alınmış bir memurun resmini
ve eylemlerini sizlere sunacağım. Bu kişi 1 962 doğumlu olup, 1977 de
memuriyete alınmıştır. Bir mahkeme kararı ile yaşı üç yaş büyütülmüş ve
1959 doğum/uya çevrilmiştir. Ortaokul mezunudur. Yozgat'lıdır. Yozgat'm
bir ilçesinin Eymir Belediyesinde bir memurluk imtihamna girmiş olarak
gösterilriıiştir. Fakat orada kadrosuzluk nedeniyle göreve başlatılmadığı için
Ankara'daki bir bakanlığın özlük işlerine getirilmiştir. Burada göreve
başladığmdan itibaren türlü eylemlere karışmış, türlü eylemlerin faili olmuş bir
kişidir. Bu memuriyeti sırasmda bir buçuk yıl içerisinde 138 gün istirahat
almış, 43 gün izin kullanmıştır. Bu şahıs yakın bir tarihte ayağmdan 7
kurşunla yaralanmış, Bakanlık hekimliğince bir hastaneye sevk pusulası
doldurarak hastaneye sevk edilmiş, hastanede tedavisi yapılmış. Bu
yaralamanın polise intikal edip etmediği araştırıldığı zaman bakanlığın özlük
işleri müdür muavini benim buiıdan haberim yok diye bilgisi olmadığını
bildimıiştir. Bütün dökümanlar, roporlar, evraklar onaya çıkarıldığı zaman bu
acı gerçek ortaya çıkmıştır.
Özlük işleri müdürü bu yaralı kiş�yi görmemiştir. Doktor kaşesini bırakmış

377
doktorun yerin e imza atılmıştır. Doktor celbedilmiş, doktorun bu tutumu ken­
disine empoze edildiği anlaşılmış, hemşireye doktor yerine imza atma yetkisi
verilmiştir. Ta bii hastaneyi sıkıştırdığımız zaman, bize bakanlıktan bôyle bir
yaralı geldiği için biz bakmılıkça polise bildirildiği kanaatı ile hakkında işlem
yapmadık demişlerdir. Bakanlığuı ilgili ünitesine sorduğıunuz zaman onlar da
herhalde doktor, özlük işleri müdürü bunu haber vermiştir demişlerdir. Halbu­
ki ne doktorun ne özlük işlerinin bu olaydan haberi yoktur. "
Ankara Sıkıyönetim Komutanı, basından ve basın savcısından da şiUyetçi.
Basın özgürlü ğünün basın anarşisine dönüştürüldüğüı;ıü ileri süren Korgeneral
Nihat Özer şunları sözlerine ekliyordu:
"Hali hazırdaki basının durumunu basın özgürlüğü olarak 11itelendirmek
mümkün değildir. Olsa olsa basm anarşisidir. Kitabevleri_ çıkarılan yasalar bir
yana, en basit kurallara dahi uymadan çıkarılmış kitap, dergi ve gazetelerle
dolup taşmaktadır. Yargı organlarımn buiılar üıerindeki denetimi11in pek ciddi
olmadığı iizüntü ile görülmüştür. Bir ilaç ham maddesinin ithali için döviz
yokluğu çekilirken Rusya :�aki Lenin'bı, Marksist ve benzeri şeyleri11 ingilizce
kitapları ithal edilmiştir. Uç kitabevine özel oiarak döviz tahsis edilmiş ve kita­
plar 70-80 paket halinde PIT de yakalanmıştır. Aym kitaplardan daha küçük
miktarda Rus ko11solosluğuna sevk.edilmiştir. Onun dışmdaki kitaplara el kon­
muştur. İçişleri Bakanlığma yazılmış, Bakanlık bunlarm girmesi11i Kültür Ba­
kanlığı ve diğer yerlerle temas kurmak suretiyle yasaklanuştır. Bas111 savcılığı
hakkmda da iki kitap üzerinde dumıak isterim. 2 'nci baskısı Türkiye'de yasak­
lanmış bir kitabın içerisinden pasajlar ihtiva eden bir kitap maalesefAnkara
basm savcılı ğından kovuşturmaya yer olmadığı kararı almış ve serbest
bırakılmışt1r. Bu kitap emniyette halen muhafaza edilmektedir.
Ayrıca bir felsefe öğretmeni tarafından Rusya'daki eğitimi metheden ve
çocuklara zehirli bilgiler veren bir kitabm da maalesef basın savcılığı tarafmdan
serbest bıraklinıası dikkat çekicidir. Yazarı, dağıtıldığı yer belli olmayan bu
kitap basm yasasma aykırı olarak yayınlanmasına rağmen, bu da basm
savcılığınca ko vuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiş. Her iki husus Adalet
Bakanlığına bildirilmiştir. Herhalde Adlı/et Bakanlığmda bu kitaplar yeniden
bir incelemeye tabi tutulur."
Belediyede cereyan eden olaylar hakkında ise Özer şunları söylüyordu:
"Sayın Başbakamm: A nkara'da bir de belediye işçileri sorunu mevcuttur.
Ma/Unılarımz iki aydır maaşlarının ödenmemesi bahanesiyle 15 gündür
belediye temizlik işçileri ve fen işçileri işi bırakmışlardır. Bunların Ankara
Valiliği kanalı ile makamlarınıza ve Maliye Bakanlığına iletilen para ihtiyacı
244 milyon liradır. Bu para zaman zaman hükümetler tarafından belediyelere
tahsis edilmektedir. Acaba bu para yerine mi saif ediliyor, edilmiyor mu, bir

378
kısım militanları beslemek için kullamlıyor mu? Bunu biz de incelemek
lüzumunu duyduk.TÖB-DER Başkanı Gültekin Gazioğlu 'nun belediyeden
maaş aldığı, bunwı gibi birçok APO'cuların Park ve Bahçeler Müdürlüğünden
maaş aldığı ve daha birçok militanın belediyede üslenmiş olduğu meydana
çıktı.
Hükümet milyonlarca lira destek sağlarken bu paranın nereye salf edil­
diğini tetkik etmek için herhalde bir formül bir yasal yol bulmak zorundadır.
Yoksa bir yandan hükünıeti güç durumda bırakmak, işçileri bu yolla istismara
yöneltmek bdkımından, her defasmda verilen tavizlerin herhalde bir gün sonu­
nun aluıması gerekir. Belediye yasalarının çıkarılması, buralara verilen para­
larm sorulması ve işçi alımlarında da mutlaka gerçek ihtiyaçların tetkiki zaruri
bir hal almaktadır. Bunu da takdirlerinize sunarım."

ADANA SIKIYÖNETİM KOMUTANININ SÖYLEDİKLERİ

Adana'daki Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Nevzat Bölilgiray da cezae­


vinin olmayışından acı acı dert yanıyordu. Sıkıyönetim ilan edileli 14 ay olmuş
hala daha tutuklu ve gözetim altında bulunanları koyacak doğru dürüst bir bi­
naya sahip değil. Bakınız Bölügiray_ bu konuda neler söylüyor.:
"Şimdi size Adana Askeri Cezaevi denen yerin bir albümünü takdim
ediyorum. Fotoğraflarda da göreceğiniz gibi, bu bina çevre duvarı dahi
olmayan, çevresinde sadece tel örgü bulunan bir yerdir. Bu binamn içerisi11de,
azılı katiller bulıuunaktadır. Bunlar yatak/arım tel örgü üzerine amıak suretiyle
üzerine basarak mahkemenin karar safhasında hepsi birden kaçabilir. Böyle
bir durum karşısmda iki şık var: yt.ı seyredilecek bunlar, veyahut da benim
verdiğim emir gereğince, makineli tüfeklerle taranacaktır. Bu konuyu üzeri11e
basarak önemle dikkatinize sunuyorum. "
Korgeneral Bölügiray önümüzdeki dönemde neler olabileceği hususunda
şu bilgileri veriyordu:
"Memur, işçi ve darge/irlilerin ekonomik buhram devam ettiği müddetçe,
sol örgütlerce istismara devam edileceği, özellikle öğrencilerle öğretmenlerin
katılmasıyla toplum hareketlerinin olabileceği, nitekim buraya gelmeden bir
gün önce gerek Başbakanlık müsteşarının telefonu ile, gerekse oradaki istihba­
rat teşkilatı ile 4000 DEV-YOL militanının korsan miting yapacağını bunların
kaleşnikoflu emniyet timlerinin olduğunu, müdahale karşısında ateşle muka­
bele edeceklerini öğrendik. İyi ki öğrendik. Biz de şehri işgal ettik. Her ta-

379
rafmı kestik. Dolayısıyla hiçbir hareket olmadı. Ama bu ileride de olmayacak
demek değildir. İleride sol örgütlerden bildiri dağıtma, patlayıcı madde atma,
pankart asma ve korsan miting yapma faaliyetlerine devam edecekleri ve
güvenlik kuvvetlerine silahlı tecavüzlerde bu/unabilecekleri,fabrikalarda işçi
ve işveren anlaşmazlıklarının devam edeceği ve DİSK'in kışkırtması ve gayret­
leri ile bazı olayların meydana gelebileceği, önlemler alınmadığı takdirde
öğretmenlerin okullarda yarattığı huzursuzluk ve tahriklerin bazı olaylara sabep
olabileceği, ev ve iş yer/erindeki soygunların devam edeceği değerlen­
dirilmektedir. "

DEMİREL KONUŞUYOR
VE SIKIYÖNETİM KOMUTANLARINA TEŞEKKÜR EDİYOR

Kısaca toplantıyı toparlayalım. Takriben 9.5 saattir çalışıyoruz. Bu


toplantıda bir ülke11i11 içi11de bulunduğu büyük belanm karşısmda yapılan
fevkalade cansiperane mücadele yeniden gözden geçirilmiştir. Bu mücadele bir
stratejiye dayanır. Stratejinin özünde devlete musallat olan bir tecavüzü
mutlaka mağlup emıenıiz lazımdır. Tecavüz devlete müteveccihtir. Binaenaleyh
bunu devletin meşru zeminlerde kalarak, meşru yollardan giderek meşru gücü
ile mağlup etmesi lazımdır. Bu çizgileri Çizişimin sebepleri hukuk devletine
gösterdiğim itinadır. Aksi halde birçok şeyi kontrol altuıda tutamayız. Daha da
çok büyük işlerle karşı karşıya kalırız. Bu ölü toprağı serpilmesi değildir. Ülke
üzerine vata11daşa sen otur rahat rahat, biz o işin hakkından geliriz manasında
bunu anlamaması lazımdır. Vatandaşın uyanıklığı rejim bekçiliği11in temi11atı
olarak Anayasa'nm himayesinde yer almıştır. Ama her şeye rağmen bu duruma
sürüklenmiş her ülkede yapılan işlerin çok daha ötesinde büyük bir gayret
saifediliyor. Sizlere takdirlerimi, teşekkürlerimi, tebriklerimi sunuyorum.
Emirleri11izde bulunan subaylarımıza, astsubaylarımıza, erlerimize de
takdirlerimi teşekkürlerimi sunuyorum. Yapılan değerle11dirmenin meseleyi
vukufla bildiğimizi ortaya koyduğunu ifade etmeliyim. Ve görev yapan değerli
komutanlarımızın büyük bir vatanperverlik şuuru içinde devlete sahipliğini
takdirle karşılıyorum. Ve bunu gelecek için teminat sayıyorum. Ortaya birçok
ihtiyaçlar kondu, tahliller kondu. Bunların hepsi ahenk içinde çalışmanın
gereği idi. Bunlar da fevkaldde vukufla kondu. Hükümetle ilgili olanları
tümüyle takibi ele alınacak takip görecektir. Genelkurmay Başkanlığımız, Milli
Savunma Bakanlığımızla ilgili olanlar yine aynı biçimde takibe tabi olacaktır.
Gelecek toplantuıın başında bu toplantıda bundan evvelki toplantıda yapıldığı
gibi ne olmuş ne kalmış, bunların üzerinde hassasiyetle durulacaktır. Yine
380
birinci toplantıda söylediğim şeyi tekrarlayarak bundan sonraki kısma
geçeceğim. Yazı ile istediğiniz bazı şeyler olmuyorsa onu derhal aramak
suretiyle, sayuı Genelkurmay Başkanımızı, içişleri Bakammızı kimi
ilgilendiriyorsa aramak suretiyle takip yapmanızı, görev yaparken görev
şevkinizin kırılmaması için şart görüyorum. Bu toplantıda neler konmuştur
ortaya zannediyorum bunun bir tahlilini yapmamız lazımdır. İstihbarat
noksanlığmdan geliyor. İstihbarat noksanlığımızı gidermek için her türlü
gayretin saıfedilmesi lazımdır. Neyimiz noksansa onların üzeri11e varalım. Bu
mücadelede istihbarat ihtiyacımn giderilmesi fevkalô.de önem taşıyor. O
olmadığı takdirde kara11lıkta kalıyoruz. Ne kadar gayret sa1fetsek hedefini
bulmuyor. Gayret onun içindir ki memleketi kim rahatsız ediyor. Onun peşine
düşülecektir.
Polis meselesi bütün komutanlar tarafından dile getirildi. Evet aslmda
Türkiye'nin iyi yetişmiş polisi olsaydı, belki sıkıyönetime hacet kalmazdı. "Za­
ten Türkiye sakin memleketti. Türkiye kalkmmaya başlaymca, çeşitli cereyan­
lara maruz kalmca, demokrasi vesaire memlekette bugünkü şekilde anlaşılınca,
ve komünizan hareketler sayın Orgeneral Üruğ'wı ifade ettiği gibi malam
çevrelerden beynelmilel emelleri ülkemiz üzerindeki malam emellerin kay-
11attığı kazanlar ve batı Avrupada 1 .5 milyon insanımızın bulunması ve batı
Avrupada bulunan her şeyin yamı burada bulunması gibi bir takım işler ve
Türkiye'yi parçalamak için bu işe tahsis edilmiş çeşitli teşkilatların kaynathğı
kazan bugünkü polis teşkilatı ile Türkiyeyi idare etmenin mümkün olmadığını
göstermiştir. Polis teşkilatı göre_vini yapmadığı için silahlı kuvvetlerimize
görev düşmüştür. Biz istiyoruz ki silahlı kuvvetlerimize bu çeşit görevler çok
az düşsün. Onun için olağanüstü hal kanununu meydana getirelim diyoruz.
Polis meselesindeki zorlukları hep biliyorsunuz. Maalesefpolis bölünmüştür.
içine fitne sokulmuştur. Bufit11eyi de Türkiye ne kadar zamanda temizleyebilir
bi/emiyorum.
Üçüncü konu idare amirleri idi. İdare amiri bulunmayan ilçe kalmasın.
Kaymakamlar bakımından sayın komutanlarımızuı dile getirdiği geniş çapta
tayinler yapılmıştır. Bunların bir kısmı gidiyor, bir kısmı gitmiyor. Siverek'te
kaymakam yok denildiğine göre daha dün İçişleri Bakanı ile yeni
konuşmuştuk. Bir defa daha konuşalım. Yerli memur şikdyetleri oldu.
Türkiye'nin bir büyük meselesidir. Bilhassa Doğu ve Güneydoğu için bu
meseleyi çok kısa zamanda aşabileceğimizi zannetmiyorum. Bu da bir devlet
meselesidir. Üzüntü ile ifade edeyim ki Türkiye'nin siyasi istikrarının bozul­
duğu yıllarda bunlarfevktıldde ustaca yapılmış işlerdir.
Okullar açılırsa diye bir endişe var hepinizde gördüm. Ona göre bu
endişeyi ihtiyatlı davranmanın bir neticesi olarak alıyorum. Okullar size bir

381
takım problemler çıkarabilir endişesinden daha çok bir takım problemler
çıkarabileceğine ihtimal vemıenizdir.
Örgütler meselesi üzerinde dumldu. Samyorum ki bu toplant1dan hepimizi
sevinçle dışarıya götürecek olan şeylerden birisi örgütler üzerinde
sıkıyönetimin fevkalade başarılı olmasıdır. Hiç olmazsa Türkiyeyi kim ra­
hatsız ediyor biliyoruz.
Tunceli meselesi devlet meselesi olarak değerli komutanlarınuzla konuşarak
ve üstü11de durarak Tunceli için yeni bir politika adapte etmemiz şarttır.
Hapishanelerden firarlar devam ediyor. Faili meçhul cbıayetler ve faili
meçhul diğer olay/arm durumu üzerinde çalışmalar yer yer sevi11diricidir.
Esnaf ve sa11atkılrlar111 ileri gelenleri ile görüşeceğim. 011/arm ileri gele11/eri
benim yakınlarımdır. Hepsi ile görüşeceğim. Ben herkesin vatandaşltk
görevini yapmasım söylüyorum. Her korkanın sıkıyönetime koşması,
sıkıyönetimden kuvvet istemesi ile oaşa çıkamayız ki. İşte mesele oraya
varıyor. İstanbul meselesbıde fevkaldde üzgünüm. Yani kapatm deyince her­
kesin dükklimnı kapatıp gitmesi 3-5 çocuğun tehdidi ile, Anadolwıwı çok ye­
rinde bunu yapnmıak mümkün değildir.
Tekrar hepinize teşekkür ederim.

ORAMİRAL KEMAL KAYACAN İLE GÖRÜŞMEM

Erzurum'daki kış tatbikatında kendisine verdiğim randevuya uygun olarak


Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekili Oramiral Kemal Kayacan 1 8 Şubat günü
saaat 10.30'da bana geldi. Kendisinin Ecevit tarafından gönderildiğini ve onun
tekliflerini getirdiğini söyleyerek. Ecevit'le konuşmasında aldığı notları daktilo
edilmiş olarak bana verdi. Bu teklifler aşağıdadır.
Demirel hükümetinin düşmesi halinde Cumhuriyet Halk Partisi - Adalet
Partisinin koalisyon kum1ası, veya tarafsız bir Başbakanın her iki partiden ba­
kan alarak hükümet kurması veya tarafsız bir Başbakanın tarafsız bir hükümet
kurarak her iki partinin desteklemesi hakkında ve diğer konularda şunları
söyledi:
Bu demokrasilerde olağanüstü koşullarda akla gelebilen bir çözüm yoludur.
Fakar bu yolda bir istek Silahlı Kuvvetlerden gelirse içerde ve dışarda olumsuz
tepkilere yol açar. Partilerin özellikle iki büyük partinin o/ağa11üstü koşullar
nedeni ile o yönde bir arayış içine kendilerinden girmeleri demokratik yönden
daha az sakmcalı olur. Normal mekanizma dışından gelecek bir isteğe Halk
Partisi uyamaz.

382
Ecevit, Avrupa'ya yaptlğı son seyahatinde batılı liderlerle özel görüşmeler
de yaptı. Bunlardan çoğu bir Cumhuriyet Halk Partisi - Adalet Partisi birliğini
öneriyor/arsa da bu temennilerini ima yollu dahi ortaya koymuyorlar. Bunu
açıklamayı sakıncalı buluyorlar, politik açıdan buna benzer sakıncalar, bu
teklifSilahlı Kuvvetlerden de gelse aynıdır.
12 Mart dönemi izlenemez, yaralanırız, Demokratik ülkelerde itibarımız
sifır olur. Cumhuriyet Halk Partisi buna uyamaz. Gerçi lran ve Afgan olayları
nedeniyle batıda Türkiye'ye ilgi artnuşflr. Batıda bazı memleketler Türkiye'de
demokrasiden çok istikrat isterler.- Demokrasiyi düşünmezler fakat kendi
ülkeleri11i11 kamuoyu bunu hazmetnıez ke11dileri11den çok şey yitirirler.
Ecevit bütçede11 sonra bu sorunu ele alacak ve üzerine eğilecektir. ilgililer
dışmdan, partiler dışuıdan herhangi bir istek gelmezse hele baskı gelmezse bir
çözüm bulwınıası ve demokratik kurallar içinde demokratik mekanizma içinde
sağla11ması için eli11de11 geleni yapmaya çalışacaktır.
Ada/eti11 icraya baskısı çok karmaşıktır. Ciddi durmak gerek. Keyfi işler
bunları daha da kdrıştmr. Ecevit'e göre tıkanmalara iyi teşhis koymadan ileride
daha büyük tehlikeler yaratacak yollara gimıenıek gereklidir.
Kamu düzeni ko11usunda Ecevit daha çok kamu yönetiminin özlük haklan
ile ilgili rejimin Türk Silahlı kuvvetleri veya Dışişleri Bakanlığuıdaki gibi bazı
kw·al/ara bağlanmasmda11 yanadır.
İstanbu/'daki Sıkıyönetim hakim ve savcilamı111 değiştirilmesi Ecevit'i çok
tedirgin etti, bu konuyu ayrılmadan evvel de sizi11le görüşmüş. Bu savcı ve
hakimlerin ayrılmayı kendileri11in istemelerinin bir görüntü olduğu kamsında.
Bu gibi durumlara mani olnıamza büyük önem vermekte. Aksi halde Silahlı
Kuvvetlerin ve Sıkıyönetimin yara alacağmdan içte ve dışta kaygı duyula­
cağından e11dişe etmektedir. İsta11bul sıkıyönetiminde Ecevit hükümette iken
bazı tedirginlikler vardı. Bu11/an sizin de bildiği11izi söylüyor. Son zamanlarda
bu tediginlik çok artfl. İstanbu/'da Cumhuriyet Halk Partisinin en olgun
kişileri işbaşına getirildi. İstanbu/'da yaşlı başlı olgun ve hiçbir olayla ilgisi ol­
mayan kişilerin evleri aramyor, Cumhuriyet Halk Partisi örgütü çok üzgün ve
kaygılıdır. Ecevit bunları zor frenliyor. Bu konuda herhangi bir tavır almayı
istemiyor sizin müdahalenizi rica ediyor.
Ağca 'yı kaçıranların yakalanması çok ağır gitmektedir. Bu dw·umda adliye
ve emniyetin eli kolu bağlı. Askerin içinde olan durum nedeniyle müdahale
edemiyorlar. Valinin de bu konuda tedirginlikleri var, sizin hassasiyetinizi bi­
liyor, orta ve alt kademelerde bazı suçlular var, bunun sorumluluğu Silahlı
Kuvvetler üzerinde kalacak.
Kayseri'de açık terör vardır. Polisler sabaha karşı evlere girmekte ve

383
kadınları soymakta, erkeklerin gözlerini kapayıp 10 kilometre uzağa
götürmekte, işkence etmektedir. Durum çok vahim, bu duruma sizin ilginizde
büyük yarar görmekte.
İzmir'deki durum: TARİŞ ve Antbirlik'te bazı militanlar bulunuyor diye
izlenen taktik haklı gösterilemez. Bu militanların geniş kitlelerde provokasyon
yapmalarına vasat oluştumıaktadır.
Ecevit'in güvendiği bir kısım arkadaşlarının bazı idarece/erle hatta vali ile
emniyet mensupları ile yaptığı temas sonucu izlenim şudur:
Kıdem tazminatı ödemeksizin onbinlerce işçiyi tasfiye ederek yerlerine Mil­
liyetçi Hareket Partilileri almak gibi bir plan vardır.
Vali endişelerini hükümete tam duyuramaz, fakat endişesi var, onun bu
endişelerini biz de paylaşryoruz (Valiye ait hususlar gizlidir).
NOT: Saym Ecevit bu görüşleri verdikten sonra Sayın Orgeneral Kenan
Evren hakkında çok sitayişkar sözler söylemiştir. Bunları samimi bir üslupla
söylemesinden ben de büyük kıvanç duydum.
Yazılı olarak getirdiği ve okuduğu bu teklifleri sunduktan sonra; bütçenin
Meclisten geçmesini müteakip Cumhuriyet Halk Partisinden Turan Güneş'in
Başbakan olnıasım ve omm kuracağı hükümette Adalet Partisinden ve Cumhu­
riyet Halk Partisinden a/uıacak Bakanların görev almasım ve böylece Adalet
Parti - Cumhuriyet Halk Partisi koalisyonunun kurulmasını düşündüğünü,
bunu da ancak benim gerçekleştirebileceğimi dile getirdi.
Ben de bu teklifleri dinledikten sonra, şunları sôyledim:
"Askerlerde yurtiçi durumun parlamentonun bugünkü tutumu ile
düzeleceğine ait umutlar azalmaktadır.
Silahlı Kuvvetlere halktan ve hatta kendi içinden tazyikler var, istenen birlik
ve beraberliğin biran evvel sağlanması genel istek. Bu da bugünkü gazetelerde
yazılı yabancıların bile önerdiği CHP-AP işbirliği.
Bizim düşüncemiz de aymdır. Bu iki büyük parti ana sorunları halledebilir,
demokratik nizam içinde yapılacak bu birliğin olmasını bekliyoruz.
Son olaylar tansiyonu daha da armmııştır.
Askerler Sayın Ecevit'in Güney Amerika modeli sözüne kırgın. Biz Güney
Amerika Silahlı Kuvvetleri değiliz, cumhuriyet kurulduğundan beri olan olay­
lar böyle olmadığımızı ispatlanııştır. Asker, bugün bir Güney Amerika modeli
olmaması için herşeyi yapmaktadır.
lzmir olaylarında idarenin büyük hataları var. Basiretsizliği var. Binlerce
işçinin emeği ile oynanması buna neden oldu. Biz kan dökülmesini istemiyo-

384
ruz, ispatı son lznıir olayıdır. 3 polis şehit, biri astsubay olarak birçok er
yaralı. Bu11a karşı bir tek sivil ölü veya yaralı değil. Halka karşı silahlı bir
hareketi kesinlikle önlüyoruz, yarail ve ölü versek de.
Aldığım raporlarda bu işe karışanlar (militanlar) kendi sapık ideo/ojileri11i
yürütmek isteyenlerdir. Bunlar aym zamanda CHP karşısında olup, tahrik
ettiği masımı halka da bu antipatiyi aşılamışlardır. Bu11lar CHP'yi ve Genel
Başkamm tutmuyor ve sevmiyor. TARİŞ'e MHP ta11da11s/ı işçilerin alınmasım
ben de tasvip etmiyorum. Ancak CHP'nin birşey demeye hakkı yok. Zira ik­
tidarda iken siz de sol ta11da11slı işçileri aldmız.
Bugün liderlerin ve konuşan parti ileri gele11lerinin bu gergin havayı
sertleştirmek yeri11e yumuşamıaları gerekmektedir. Birbirleri11i suçlamalar bir
nevi tahrik olmaktadır.
Önümü:::de güç günler var. Bütçeden sonra hükünıet durumu, Cumhur­
başkanlığı seçimi. Bu seçim de diğer problemler gibi CHP-AP anlaşmasıyla
hel/edilebilir.
MHP'ye çatmak onu güçlendiriyor. AP, 3 parlame11terlik MHP'yi
hükümete almakla 011u büyüttü. CHP'11in de devamlı çatması bu şer teşekkülü
güçlendiriyor. Yamı bir seçim olsa 'belki de 40 parlamenterle ortaya çıkacak
bir dert olacak.
Yurdu11 içinde duruma bir çare bulunamaması ve bilhassa iki büyük parti-
11in birbirlerine olan zıt tutumu, anlaşmaz tutumu, Silahlı Kuvvetlerde MHP
sempatizam grupçuklar oluştumıaya başladı. Bu11un bir nede11i de; değersiz
olan, zararlı ola11 bu partiye sanki büyük güçmüş gibi önem verilerek yapılan
hiicımılardır.
Anarşiyi çıkaran solun bazı CHP'lilerce ve hatta CHP parlamenterleri11ce
himaye edilmesi CHP'yi de zan altında bırakmakta. DİSK as/111da başmda
gözüken liderleri taraf111da11 değil, çok aşırı ve adı az duyulan kişilerce idare
edilmektedir. Bu işçi teşekkülü ile ilgile11e11 bir CHP'li, CHP'yi zan alıma
sokmaktadır. Atatürk'ü11 kurduğu Halk Evleri bugün komünist yuvası hali11e
gelmiştir. Başmda Yıldız var.
Bizim dileğimiz, bizi istemediğimiz yollara imıemenizdir. İki büyük parti
anlaşıp problemleri halle başlarsa büyük bir ferahlık duyacağız. Onlardan bu
fedakarlığı bekliyoruz ve bunu beklemek de hakkımızdır."
Gôrüşmemizin sonunda; yakında İngiltere'ye gideceğim. oradan
döndükten sonra başka alternatifler üzerinde de görüşürüz diyerek
konuşmamızı tamamladım.

385
ORGENERAL İRFAN ÖZAYDINLI İLE GÖRÜŞMEM

Aynı gün akşama doğru da yine Cumhuriyet Halk Partisinden olup,


Ecevit'in son defa kurduğu hükümette İçişleri B akanlığı yapan Emekli Hava
Orgeneral İ rfan Özaydınlı randevu istedi. Akşama doğru onunla konuştum.
Kendisi, İzmir'de 10 Şubat'ta cereyan eden kanlı TARİŞ olaylarını mahallinde
görmek üzere Ecevit tarafından görevlendirilmiş ve bir rapor hazırlamış. O ra­
poru bana da vermek istedi.

Kendisine biraz da sert bir ifade ile Adalet Partisi hükümetinin işçileri işten
çıkarma işlemi yanlış olabilir, bunu ben de tasvip etmiyorum. Ancak bunun
yolu, fabrikayı işgal etmek, fabrika içindeki makinalan tahrip etmek, devletin
asayiş birlikleriyle silahlı çatışmaya girmek, adam öldürmek değildir. Kanuni
yollar vardır. O yolla haklarını ararlar. Eğer her haksız muameleye karşı silahlı
eyleme geçilecek olursa işte sonunda ülkenin düşeceği durum bu olur. Yapılan
bu işgal, tahrip ve saldın olaylarını mazur göstermeye çalışmanızı kabul etmem
mümkün değildir şeklinde cevap vardim. Raporu da almadım.

MiLLl GÜVENUK KURULUNDA


EGE'DEKİ 714 SAYILI NOTAM'IN
KALDIRILMASI KARARININ ALINMASI

19 Şubat günü Milli Güvenlik Kurulu toplantısı vardı. Bu toplantıda


İzmir'le Hatay ilinin sıkıyönetim kapsamına alınması, buna mukabil Sivas'tan
sıkıyönetimin kaldınlması karan alındı.
Aynca Kıbrıs Harekatından sonra tarafımızdan Ege Denizinde ihdas edilen
ve o tarihten beri Ege hava sahasının bütün sivil hava yollarına kapatılmasına
yol açan 714 sayılı notam'ın kaldırılması hususu da görüşülerek kabul edildi.
Alınan bu karar gereğince 714 sayılı notam 22 Şubat günü resmen kaldırıldı ve
öğle ajansında da ilan edildi.
Aynı günün akşamı da Yunanistan kendi notamını kaldırdı. Böylece Ege
Denizi sivil ttafiğe açılmış oldu.
Bu karar muhalefet ve bir kısım basın tarafından tenkit edildi. Hala daha bi­
len bilmeyen kişiler tarafından bu husus hakkında konuşulur, üzerinde yazılar
yazılır.
Konuya açıklık getirmesi bakımından bunun üzerindeki fikirlerimi
açıklamak istiyorum.

386
20 Temmuz 1974 tarihinde başlattığımız Kıbns Harekatı ile birlikte, Yuna­
nistan'dan Türkiye'ye vaki olabilecek bir hava saldınsını kafi bir zaman önce
haber alarak gerekli önleme tedbirlerini alabilmek maksadıyla Ege Denizinin
ortasından geçen bir hattı bir NOTAM1a ilan ettik. Bu demekti ki: 7 14 sayılı
bu hattı geçerek Türkiye istikametinde uçacak her uçak, bize haber verecektir.
Haber vermeden geçecek uçak olursa bizim Hava Kuvvetlerimize ait uçaklar
bu geçen uçağı önleyecek, teşhisini yapacak, gerekirse geri dönmeye icbar
edecek. Biz bu 7 14 sayılı NOTAM'ı ilan edince Yunanistan da Ege Denizini
tehlikeli bölge ilan etmek s uretiyle hava yollannın Ege Denizi üzerindeki
uçuşlarını yasaklamış oldu. Bu durum böyle devam eni durdu.
Bu arada Yunanistan'ın yeniden NATO'nun askeri kanadına dönme
çalışmaları da devam ediyordu. B ü tün NATO ülkeleri Yunanistan'ın
NATO'nun askeri kanadına dönmesini engelleyen ülke olarak Türkiye'yi
görüyor, bizi suçluyorlardı. Türkiye bu konuda haklı olmakla beraber
NATO'nun diğer üye ülkeleri özellikle sivil kanadı bu haklılığımızı anlamıyor,
daha doğrusu anlamak istemi yordu. Mücadelemiz sürekli olarak devam
ediyordu. Diğer taraftan ilan ettiğimiz bu 7 14 sayılı NOTAM bize de zarar
vermeye başlam ıştı. Hava Kuvvetlerimizle görüştüğümüzde, Yunanlıların
kendi adalarıyla devamlı hava trafiği olmakta ve hergün bu adalara uçak sefer­
leri işletmekte olduğu, aynca askeri uçaklarını da tatbikatlar dolayısıyla sık sık
Ege Denizine gönderdiği ve hiçbir zaman da 714 sayılı hattı_ geçerken bize ha­
ber vermediği, bu yüzden uçaklarımızın hemen hemen her gün Ege'ye çeşitli
zamanlarda önleme ve teşhis uçuşu yapmak wrunda kaldığı, bugüne kadar
hiçbir Yunan uçağını geriye çevirmedikleri, genç pilotlarımızın bir gün arzu
edilmeyen bir durum yaratarak. Yunan uçakları ile silahlı çatışmaya girmesinin
ihtimal dışı olmadığı, aynca sivil hava yollarının İstanbul-Atina arasında
çalışamamasından dolayı da kaybımızın çok olduğu ortaya çıktı. Genelkur­
mayda bu konuyu m üzakere ettik ve sonunda ilan ettiğimiz 7 1 4 sayılı
NOTAM'ı kaldınnamızın uygun olacağı kararına vardık.

Esasen evvelce NATO makamları bu NOTAM'ın kaldınlmasıru bize telkin


etmiş fakat biz reddetmiştik. Vardığımız bu neticeyi ben Başbakana arzettim.
Hükümet de bu hal şeklini benimsedi ve Milli Güvenlik Kuruluna konu getiril­
di. Meselenin esası budur. Senelerce bize hiçbir fayda sağlamamış ve aksine
zarar vermiş olan bir hattı yine kendi kararımızla kaldınnış olduk. Eğer.bu hat
kaldınlmamış olsaydı bugüne kadar hava yollarıyla izmir'e gelemeyecek turist
kafileleri yüzünden uğrayacağımız kayıpla, her gün Ege'ya çıkan askeri
uçaklarımız dolayısıyla uğrayacağımız zararlar iyi değerlendirilmelidir. Kaldı
ki koyduğumuz bu 7 14 sayılı hattın uluslararası bir geçerliliği de yoktu. Bu
hat bir savaş tehlikesine karşı bizim tarafımızdan ihdas edilmiş fakat
beynelmilel bir kuruluş olan ICAO tarafından onaylanmış da değildi.

İşte 714 sayılı NOTAM'ın kal�ınlması olayı böyle cereyan etmiştir.

387
RECAİ KurAN İLE GÖRÜŞMEM

22 Şubat 1980 günü öğleden sonra kendisini Milli Selamet Partisi içinde
daha makul bir kişi olarak gördüğüm Milli Selamet Partisinin Genel Başkan
Yardımcısı Recai Kutan'ı Genelkurmaya çağırdım. Çağırma sebebim mecliste
bulunan 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanununda yapılmasını istediğimiz
değişiklikleri biran evvel kanunlaştırmaktı. Zira meclisteki Adalet Komisyonu­
nun başkanı Milli Selamet Partisindendi.

Recai Kutan'a şunu sordum: Siz iktidardaki Adalet Partisi ile mi işbirliği
yapıyorsu11uz, onu mu destekliyorsunuz? Yoksa muhalefetteki Cumhuriyet
Halk Partisi ile mi işbirliği yapıyorsunuz, onu mu destekliyorsunuz? Erba­
kan'm ko11uşmalamıda11 mevcut hükümeti desteklediğiniz değil, muhalefet ile
işbirliği içerisinde olduğunuz i11tibaı uyamyor. Yoksa bütçede11 sonra Cumhu­
riyet Halk Partisi ile bir koalisyonu mu düşünüyorsu11uz?
Kutan buna karşılık olarak, kati yen böyle bir koalisyonu düşünmediklerini
söyledikten sonra, isteklerimi Erbakan'a ileteceğini ve bu kanunun geçmesini
sağlayacağını da sözlerine ilave etti.

Başbakanın yapması gereken işi de ben yapıyordum. İleride bu kanun tekli­


fi komisyondan geçecek, fakat sulandırılarak geçecekti. Bu sefer de Meclis
Genel Kurulu gündemine alınmayacak ve 12 Eylül gelinceye kadar da üzerinde
hiçbir işlem yapılmayacaktı.

DEMİREL'İN BANA GEREKİRSE


GÖREVİ BIRAKACAGINI SÖYLEMFliİ

Kat'i tarihini hatırlanuyorum, ama bu aylar içerisindeki bir günde Başbakan


Demirel ile konuşurken bana, iktidar olmak için büyük bir arzu içerisinde bu­
lwımadıklamıı, ülkenin içi11de bulunduğu durumdan kurtarılnıası içi11 göreve
talip olduklarım, 24 Ocak ekonomik ktırarlamıın lüzumunu anlattıktan sonra;
yalnız bu ktırarlarla da meselenin halledilemeyeceğini, hemen aka.binde vergi
ka11unları11da büyük değişikliklere gideceklerini, zira devletin vergi gelirlerini
arnrnıadan, bütçe açığım gidermenin mümkün olamayacağını ve buna bağlı
olarak da enflasyonun geriye çekilemeyeceğini, başlamış yatırını/arın bitirile­
meyec ·ğbıi, eğer bu ktı11unların çıkarılmasını engelleyecek olurlarsa; görevi
bırakıp millete şikayet edeceğini anlattı.
Ben de kendisine, vergi kanunu gibi bir kanunu meclisten geçirmesini

388
inıkdn dahilinde görnıedigimi, çünkü Cumhuriyet Halk Partisi esasen muhale­
fette oldugu için buna müspet oy vermeyecegini, Milli Selamet Partisinin ise
dışarıdan destek vaad emıesine ragmen bu konuda destek olmayacagmı,- nite­
kim bugüne kadarki tutumu ile bunu ortaya koydugunu söyledim. Ben de ver­
gi refonnunun çıkarılması gerektiğine inanıyordum . Bu vergi refonnu
gerçekleştirilmeden, 24 Ocak kararlarının bir yarar sağlamayacağını ve neti­
cede % l QO'ler seviyesinde seyreden enflasyonun geriye çekilemeyeceğine
inanı yordum.

Böyle söyleyen Demirel, yalnız vergi kanunları konusunda değil, her ko­
nuda müşkülat çıkaran Milli Selamet Partisinin tutumları karşısında ne görevi
bırakacak ve ne de millete şikayet edecekti. Hatta Milli Selamet Partisinin tutu­
mu aylar geçtikçe öyle bir hal aldı ki; B akanlan gensorularla teker teker
düşürmeye başladı. Yine de Demirel kılını kıpırdatmadı. Demek ki sözünde
samimi değildi.

ROGERS İLE YUNANİSTAN'IN


NATO'NUN ASKERİ KANADINA DÖNÜŞÜ
HAKKINDA GÖRÜŞMELERİMİZ

27 Şubat günü N ATO'nun A vnıpa Müttefik Kuvvetler Başkomutanı Or­


general Rogers geldi. Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına tekrar
dönüşü için hazırladığı planı getirdi ve resmen �ize tevdi ediyorum dedi.

Saat 14.00'den saat 1 8 .00'e kadar dört saat süre ile bu plan üzerinde
görüştük. Aynı planı Yunanistan'a da venniş. Onlar bu planı reddetmişler.
Ben de kendisine bu planda iki nokta üzerinde mutabık olmadığımı buna
rağmen tekl i fi tetkik edip 25 Mart'ta İkinci B aşkanla cev abımızı
göndereceğimizi bildirdim.

Bu çalışma yeni değildi. Rogers'dan evvelki N ATO Başkomutanı


Orgeneral Haig ile de bu konu üzerinde görüşmelerimiz olmuş, onun getirdiği
çeşitli planlar illerinde de mutabakata varamamıştık.

Şubat ayı kısa bir ay olmasına rağmen anarşik olaylar bakımından diğer ay­
lara nazaran hayli yoğun bir ay olmuştu. Yurt sathında 700 anarşi k olay
cereyan etmiş ve bu olaylar sonucunda da 1 65 kişi ölmüş, 402 kişi de yara­
lanmıştı.

Diğer taraftan grevler, işi yavaşlatma eylemleri de çoğalarak devam etmekte


idi. Türk Havayollan grev karan aldı ancak hükümet iki ay erteledi.

389
77 fabrikada grev karan alındı. Tekel işçilerinin iki aya yakın bir zamandır
sürdürdükleri direnişleri devam ediyor ve bu yüzden de sigara ve içki arayan
ne bulursa kaça bulursa alıyorlar. Tabii bu hal karaborsacıların işine
yarıyordu.

MART 1980

İngiltere Genelkunnay Başkanı ile Norveç Genelkunnay Başkanının vaki


davetlerine uyarak 3 Mart günü İngiltere'ye, 9 Mart günü de İngiltere'den
Norveç'e gittim.

ÇALIŞMA GRUBUNUN HAZIRLADIGI RAPORU TETKİK

İngiltere ve Norveç gezime başlamadan birkaç gün evvel bana vekalet ede­
cek olan Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin'e Genelkurmay
İkinci Başkanı Orgeneral Haydar Saltık'ın başkanlığında kurduğum çalışma
grubunun çalışmalannı benim yokluğumda gözden geçirmesi emrini verdim.
İkinci Başkan Orgeneral Haydar Saltık'a da Orgeneral Nurettin Ersin'e ver­
diğim emir hakkında bilgi verdim. Genelkurmay İkinci Başkam Saltık'm em­
rinde çalışan bu özel çalışma grubundan hiç kimsenin haberi yoktu. Yalnız
Kuvvet Komutanları ile Jandanna Genel Komutanına bilgi venniştim. Bu
çalışma grubundan şüphelenen bazı asker arkadaşlar bana gelerek Orgeneral
Haydar Saltık'ın gizli gizli çalışma yaptığım, ihtilfil hazırlığı içinde olduğunu
söylemişlerdi. Ben de kendilerine böyle bir şeyin mümkün olmadığım, o
ç alışma grubunu benim kurdurduğumu, Silahlı Kuvvetler mevcudunun
azaltılması için, Harp Akademilerine ve Kuvvet Komutanlıklarına yaptırdığım
etüdler üzerinde çalıştıklarını söylerdim. Aynı şüphenin Kuvvet Komutan­
larında da olabileceği düşüncesi ile bu çalışma grubunu ilk kurdurduğum tarih­
lerde onlara da bilgi vermiştim.
Bu emrim üzerine yapılan etüd ve hazırlıkları ihtiva edilen 25 dosya
Orgeneral Nurettin Ersin'le İkinci Başkan Haydar Saltık'a 4 Mart günü takdim
edilmiş. Orgeneral aynı takdimin Kuvvet Komutanlarına ve Jandarma Genel
Komutanına da yapılmasını istemiş. 10 Mart günü de onlara bu etüd ve
hazırlıklar takdim edilmiş.

390
Bu takdim sonunda, Komutanlar, ülke sorunlarına çözüm getirebilmek ve
anarşi ortamından kurtulabilmek için yönetime tam müdahale edilmesi husu­
sunda fikir birliğUıe varmışlar.
Ben Norveç'ten döner dönmez etüd bana arzedildi ve Kuvvet Komutanı ar­
kadaşlarımın düşünceleri de anlauldı. Etüdü aldım, 15 ve 16 Mart günleri oku­
dum ve İkinci Başkana "Evet durum gittikçe vahim bir hal alıyor. Eninde so­
nunda bu işi temizlemek bize düşecek, bunda hiç şüphem yok. Ancak henüz o
noktaya gelmedik. Daha beklemek zorundayız. Hazırlıklarınızı yürütünüz"
emrini verdim. Aynca, bir müdahaleden sonra yasama görevini yapacak olan
bir teşkilata ihtiyaç olacak. Kurulacak bu kurulun adı Milli Güvenlik Konseyi
olmalıdır. Konsey, Genelkurmay Başkanının başkanlığında Yüksek Askeri
Şura üyelerinden teşkil edilmeli ve Anayasal kuruluşlar olan, üniversite,
basın, işçi, işveren, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, milletvekilleri gibi organ­
lardan da temsilcileri dahil edilmeli dedim.
Bu hususta daha evvel aramızda yaptığımız görüşmelerde Milli Güvenlik
Konseyinin böyle bir yapıda olmasını düşünmüştük. Hatta Türkiye Büyük
Millet Meclisini kapatmayı da düşünmüyor, onları izinli kabul ederiz diyor­
duk. Fakat ileride anlatacağım sebeplerden dolayı sonradan bu düşüncemizden
vazgeçtik.
Yine aynı günü İkinci Başkana verdiğim emirde hazırlıkların ani durumlara
da hemen cevap verecek şekilde olması, hükümette görev alacak Bakan isimle­
ri üzerinde de hazırlık yapılması, Haziran veya Temmuz aylarına göre
hazırlıkların bitirilmesi gerektiğini belirttim.
Askerlikte planlar yapılırken; en kötü durum dikkate alınarak, o durum a ce­
vap verecek tedbirler ön planda tutulur. Bizim için en kötü durum memlekette
bir iç ayaklanmanın başlaması veya o noktaya gelinmekte olduğunu belli eden
emarelerin ortaya çıkması ve bunlara karşı mevcut parlamentonun şimdi
olduğu gibi görev yapmaması, veya hazırlıklarımız meydana çıkarak bizleri
emekliye sevketmeleri ve mahkemeye vermeleri gibi hususlar olabilirdi. Onun
için hazırlıkların noksansız yapılmasını istiyordum. Kuvvet Komutanı arka­
daşlarımla görüşürken şu hususları da söylemek lüzumunu hissettim:
Yurtta cereyan eden anarşik olayları hepimiz görüyoruz. Bu anarşik olayla­
ra biz de kurban gidebiliriz. İçimizden birisine böyle bir suikast yapılacak
olursa derhal idareye el koyacağız. Eğer beni öldürürlerse aynı şeyi sizler ya­
parsınız. Bugüne kadar aramızda önemli hiçbir ihtilaf olmadı. Hep birlik ve
beraberlik içinde olduk. f!izi birbirimize düşürmek isteyenler yalan yanlış
düzmece haberler uydururlar. Mesela benim sizden herhangi biriniz hakkında
dedikoduya dayanarak aleyhinizde konuştuğum haberi alabilirsiniz. Vaktiyle
böyle durumlar olmuş ve bu yüzden Genelkurmay Başkanı ile Kuvvet Komu-

391
tan/arı veya Kuvvet Komutanları arasına soğukluk ve dargınlıklar girmiştir.
Biz de aynı durumlara düşmeyelim. Eger böyle bir haber alacak olursamz he­
men açıkça bunu birbirinize söyleyiniz. Bana atfen bir haber alacak olursamz
çekinmeden bana da söyleyebilirsiniz demek suretiyle onları ikaz ettim.
B u konuyu çok önemli görüyordum. Aramıza girecek geçimsizlik sebepleri
her şeyi alt üst edebilirdi. Bu işe inanarak atılıyoruz. Sonuna kadar da inan­
cımızın bozulmasına sebep olacaklara bu fırsatı vermemeliydik.

İNGİLTERE'DEKİ 1EMAS VE İNCELEMELERİM

İngiltere'de bulunduğum süre zarfında İngiltere Genelkurmay Başkanından


başka Kuvvet Komutanlarını, Milli Savunma Bakanını ziyaret etme fırsatını
buldum. Ayrıca Portland'daki Deniz Eğitim tesislerini ve bu arada bir deniz ta­
tabikatını, zırhlı birlikler eğitim merkezini, Taktik Hava Kuvvetleri Komu­
tanlığı karargfilı ve birliklerini de inceledim.

Milli Savunma B akanı ile görüşmemiz sırasında tabii Türkiye için güncel
konu olan ülkemizdeki terör olaylan da hemen gündeme geldi. Bakan Kürt
meselesini açınca; aslında Türkiye için bir Kürt meselesinin olmadığını, Kürt
denilen bu insanların da Orta Asyadan gelen Türk boylarından birisi olduğunu,
fakat tarih boyunca bu insanların dış güçler tarafından tahrik edilerek isyana
teşvik edildiğini, Kerkük petrolleri konusu ortaya atıldığında İngiltere'nin de
ajanları bölgeye sokarak bu insanları isyan ettirdiğini açıkça söyledim. B u ko­
nuda hiçbir şey diyemedi.

İngiltere'ye yaptığım seyahatin son günil olan 8 Mart akşamr Londra


Büyük.elçimiz bir kokteyl tertipledi ve bu kokteyle Londra'da bulunan bazı
Türkleri de davet etti. Bizim basınımızın bir kısmının temsilcileri de bu kok­
teyle davetli idiler. Kokteylde konuşmalarımız daha ziyade Türkiye'de cereyan
eden ve kendilerini de haklı olarak çok üzen terör olaylan üzerinde ağırlık ka­
zanıyordu. Oradaki konuşmalar sırasında şunları söylediğimi haurtıyorum:

"Devlete karşı savaş açanlarla daha etkili mücadele edebilmek için polis va­
zife ve seldhiyeti kanununun değiştirilmesi gerekir. Güvenlik kuvvetlerine
daha etkili görev yapma imkanı veren bir kanun için CHP iktidarı zamanından
beri çalışmalar yapılmış.fakat ortaya henüz bir netice çıkmamıştır. Tasarının
en kısa zamanda met/islere sevki lüzumludur. Polis ve jandarmanın silah kul­
lanma şeklini tayin eden mevcut kanunda eksiklikler ve yetersizlikler vardır.
Bu kanun değiştirilmelidir. "

392
Bu tarihlerde Türkiye'de basın daha şimdiden Cumhurbaşkanı adayları
üzerinde bazı tahminler yapıyor ve kendilerine göre isimler ortaya auyorlardt.
Bu isimler arasında benim ismimden de bahsediliyordu. Gazetelerin taktiği de
esasen böyledir. Bir ismi ortaya koyar ve arkasından bunun tekzip edilmesini
bekler. Böylece doğruyu bulmaya çahşır. İşte bu kokteyl sırasında da bir mu­
habir bana "Baz ı gazeteler sizin Cumhurbaşkanlığına aday olduğunuzu
yazıyorlar, bunun asit var mıdır?" diye bir soru yöneltti. Ben gazetecilere
şöyle cevap verdim:

"Bu da nereden çıktı? Ben Cumhurbaşkanlığına aday değilini, zaten ola­


mam da. Ben ne milletvekiliyim, ne de senatörüm. Ben Genelkurmay
Başkaruyam ve görevimden de memnunum."

Bunun üzerine gazeteciler "Eğer Cumhurbaşkanı olmak ister ve büyük


destek bulursam parlamentoya girmem için bilinen bir formül olduğunu bu
fom1ülün Faruk Gürler için uygulandığını" söyleyince; Ben de kendilerine
"Faruk paşa benim hocamdı, komutanımdı, çok saygı beslediğim başkanamd1.
Ama ben Faruk paşa değilim" diye cevap verdim. Bu konuşmalarım ertesi
günkü Türkiye gazetelerinde büyük puntolarla yer aldı.

NORVEÇ'TEKİ TEMAS VE İNCELEMELERİM

Norveç'e yaptığım ziyaret sırasmda da, Savunma Bakanı, Dışişleri Bakan


Yarchmcısı, Başbakan ve en sonunda Kral ile görüşme imkanını buldum. Bu­
radaki konuşmalarımızda kısa da olsa Türkiye'deki anarşik olaylar muhakkak
mevzu bahis edili yordu.

Bu ziyaretlerden sonra Sovyet hududundaki birlik ve karakollanm, bu ta­


rihte Norveç'te devam etmekte olan NATO'nun Çevik Kuvvet tatbikatmı izle­
dim.

Noveç'te şahsıma karşı büyük bir karşdama ve hüsnü kabul gördüm. Ora­
daki Büyük.elçinin ifadesine göre; bugüne kadar hiçbir ülkenin Genelkurmay
Başkanma böyle bir karştlama ve itina gösterilmemiş.

3 Mart'ta başladığım gezimi 12 Mart'ta tamamlayarak aynı gün Türkiye'ye


döndüm.

393
4'ÜNCÜ SIKIYÖNETİM KOORDİNASYON TOPLANTISI

Dôndükten beş gün sonra 17 Mart'ta Sıkıyönetim Koordinasyon toplantısı


yapıldı. Bu Demirel'in yapbğı dördüncü Sıkıyönetim Koordinasyon toplantısı
idi. Yine her zaman olduğu gibi Başbakan Demirel kısa bir konuşma ile
toplantıyı açtı ve ilk sözü adet olduğu üzere Sıkıyönetim Koordinasyon
Başkanına verdi.

SIKIYÖNETİM KOORDİNASYON BAŞKANININ TAKDİMİ

Koordinasyon Başkanı Tümgeneral SeHihattin Cambazoğlu son bir ay


içerisinde sıkıyönetim bölgelerinde cereyan eden olaylan ve değerlendirmesini
ve sonunda da tekliflerini takdim etti.
Şöyle diyordu Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanı:
"Son bir aylık dönem içerisinde vuku bulan olaylarda, bir evvelki aya göre
yüzde 4 bir artış olmuştur. Güvenlik kuvvetlerine yapılan 95 silahlı saldırıda; 4
erimiz, 8 polis ve 2 bekçimiz olmak üzere 14 güvenlik görevlimiz şehit edil­
miş, 18'i de yaralanmıştır.
Olayları degerlendirecek olursak, bu devre içerisinde güvenlik mensu­
plarına karşı daha cüretkılr bir davranış içine girdikleri, kalabalık yer ve saat­
lerde halkın arasına saklanıp güvenlik kuvvetlerine ateş ettikleri tesbit edil­
miştir.
Ölü sayısının illere dagılımı şöyledir: lstanbul'da 60, Diyarbakır'da 7, Er­
zurum'da 3, Tunceli'nde 1 , Ankara'da 19, Mardin'de 6, Kahramanmaraş'ta 2,
Hatay'da 1, Urfa'da 14, Adana'da 4, Malatya'da 2, Kars'ta 1, Siirt'te 7,
İzmir'de 3, Bingöl'de l 'dir.
Yasal grev ve lokavtların yanında yasa dışı direniş, fabrika işgalleri,
çalışma özgürfügünü engelleme olayları sürerken, hayat pahalılığı, işçilerin
ücret ve tazminatlarında kısıtlamalar yapılacağı , bazı haklarının ellerinden
alınacağı, toplu işten çıkarma ve sıkıyönetimi protesto konuları işlenmekte, işçi
ve diger dar gelirliler arasında huzursuzluklar yaratılmaktadır.
Görünüşte DİSK'in önderliğinde yapılacağı imajı yaratılan genel grev eyle­
mine bilhassa yasa dışı örgütlerin el attığı, hazırlıkların geliştirilmesine
TKP'nin yan kuruluşları olan DEV-YOL, DEV-SOL, Halkın Kurtuluşu, Dev­
rimci Sendika Muhalefeti ve Kurtuluş gibi örgütlerin eylem birliği yaparak akt­
if şekilde katıldıklarına dair haberler çeşitli kaynaklardan teyit edilmiş bulun-

394
maktadır. Sol kanattaki bazı legal partilerden de bu eylemlere destek
sağlandığına dair haberler al111maktadır. Ayrıca yasal grevlerin fabrika işgali,
çalışma özgürlüğünü engelleme, tahrip, yaralama, sabotaj ve kitlesel sokak
hareketleri gibi kamu düzenini bozucu hareketlere dönüştürüleceği ve direnişin
sona erdiği fabrikalarda da sempati, dayamşma maskesi altında tekrar direnişe
geçileceği yolunda haberler artmış bulunmaktadır. Yasa dışı örgütlerin
önümüzdeki dönemde de, henüz varlıklarını koruduklarım, halen güçlü ve et­
kin olduklarını ispat etmek düşüncesi ile bilhassa operasyon/arın icra edildiği
mahallerde bilinen türdeki eylemlerine devam edebilecekleri, havaların
ısınması ve yaylalara gidişfaaliyetlerinin de başlaması ile bilhassa Güneydoğu
Anadoluda olayların kirsal bölgelere kayabileceği, işçi olaylarının da genel
grev kararın ı n safha safha uygulama biçiminde gelişebileceği
değerlendirilmektedir.
Sonuç ve öneriler olarak da!·
1 . Başlangıçta istihbarat ve emniyet teşkilatım bölmeyi ve işlemez duruma
getimıeyi hedef alan söz konusu çevrelerin faaliyetleri son günlerde ordumuza
da yönelmiş bulunmaktadır. Askerlerimize saldırılması ve şehit edilmesi
yanında, bütün general, subay, astsubay ve erlerimizi faşist, ordumuzu işgal
ordusu diye niteleyip, tüm silahlı kuvvetlerimizi düşman göstererek. silahlı
devrim çağrısı yapan birçok bildirinin ele geçirilmiş olması bu düşünceyi
doğmlamaktadır.
2. Anarşi ve terörü besleyen silah kaçakçılığı konusu hdld ciddiyetini
korumaktadır. 14 aylık süre içinde sıkıyönetim bölgelerinde çoğu İspanya,
Belçika, Fransa, İtalya, Çekoslavakya ve Sovyet Rusya menşeli 81 1 uzun
namlulu silah, 6356 muhtelif tabanca ve 1 .349.975 adet mermi ele geçmiş
olup takribi olarak 450 milyon liraya tekabül emıektedir.
3. Emniyet teşkilatının güçlendirilmesi ile ilgili çalışmalar sürdürülmekle
beraber polisin personel, araç, silah ve diğer malzeme ihtiyacı ile uzman per­
sonel eksikliği devam etmektedir. Sıkıyönetim sonrası da göz önünde bulun­
durul.ırak, polisin bütün imkanlarla ve ısrarla güçlendirilmesine çalışılmalıdır.
4. Bankalar ile özel tesis ve kişilerin korunması ile ilgili olarak, özel koru­
ma teşkildtı süratle yasalaştırılmalıdır.
5. Olağanüstü hal kanunu çıkarılmalı, buna evlerin gereğinde aranabilmesi
de dahil edilmelidir.
6. Ceza ve tutukevi ihtiyaç/an süratle karşılanmalıdır.
7. Yapılan tayinler nedeni ile personelin süratle atandıkları yerlere
kan/malan sağlanmalı.
8. Komisyonda 1402 sayılı sıkıyönetim kanununda yapılacak değişiklik,

395
tasarıdan çıkarılan silah kullanma yetkilerinin genişletilmesi hususu tekrar
gözden geçirilmeli ve yasalaştırılmalıdır" demek suretiyle takdimini bitirirken
sonuç olarak şunları söyledi:
"Sayın Başbakamm,
Sonuç olarak, bugüne kadar tahlil ve değerlendirmeler sonucu ülkemizde
yaşanmakta olan anarşi, terör ve bölücülüğün iç ve dış ihanet kaynakları ta­
rafından beslendiği ve devleti hedef aldığı saptanmış bulwınıaktadlf. Terörizmi
besleyen ortamın da anarşi olduğu malumlarıdır. Otorite boşluğundan kaynak­
lanan ve trafikte, çarşı pazarda, idarede, yargıda, yasamada kısaca sosyal,
ekonomik ve politik alanlarda görülen anarşi genellikle kendi eserimizdir.
Otorite boşluğu ve her alandaki sorumsuz davramşlar/a oluşturu/a11 yaygm
anarşi ortamı, iç ve dış kaynaklı terörizme çok uygun bir zemin teşkil etmiş ve
gelişmesini kolaylaştırmıştır. Bugün sıkıyönetime terörün durdurulması görevi
verilmiştir. Otorite boşluğu, başka bir deyimle sosyal, ekonomik ve politik
anarşi, sıkıyö11etimin yetki ve etki alam dışmdadır. Anarşi ve sebepleri ortadan
kaldırılmadıkça terörizmin sili11mesi belki kısa zama11 içi11de mümkün olacak
ancak a11arşi yenide11 terörizme kaynaklık yapacak ve aym 11oktalara geri
dönülecektir. Bu nedenle bir tarafta11 terörizmle mücadele edilirken, aym za­
manda anarşi ile de etkili şekilde mücadele zorunludur. Nitekim a11arşik ortanı
bulu11m{ıya11 bir kısım batı ülkeleri11de terörizme karşı alına11 bilimsel, yasal ve
ekonomik ö11/emler daha kısa sürede etkili olmuştur. Teröre karşı tedbirler
alımrken anarşik bir vasat oluşmaması için sosyo-ekonomik konuların
güçle11dirilmesi çalışmaları birlikte sürdürülmüştür.
Bu bakmıdan anarşi, terör ve bölücülükle mücadele konusunda başlatılan
çalışma/arm ve daha önce arzedile11 öneriler de dahil olmak üzere belirtilen hu­
susların siiratle yerine getirilmesini tensiplerine arz ederim."

EMNİYET GENEL MÜDÜRÜ TURAN ŞENER'İN TAKDİMİ

Aynı toplantıda Emniyet Genel Müdürlüğü yaptığı takdimde Türkiye'de


Halkın Kurtuluşu (THK) adı ile anılan ve legal alanda Yurtsever Gençlik
Federasyonu. vasıtasıyla çalışmalarını sürdüren ve bugün için küçüm­
senmeyecek üye potansiyeline sahip olan ve Türkiye Devrimci Komünist Par­
tisi (TDKP) olarak isim değiştiren örgütün faaliyetlerini sürdüreceğini bir bil­
diri ile açıkladığını söyledikten sonra, bu bildiride yer alan bazı önemli husus­
ları .şöyle açıklıyordu:
"Ülkemizin Kürt-Türk ulusu ve azınlık milliyet/erinden devrimcilerine,
işçilerine, yoksul köylülerine ve tüm emekçilerine:

396
TDKP kuruldu. işçi smifımızuı ve emekçi halkımızm özlemi gerçekleşti. .
Komünistler işçi suıifına ve halkımıza verdiği sözü yerine getirdiler. İşçilere,
köylülere, yurttaşlara, yoksul köylülere, şehir ve kırlarm tüm ezilenlerine,
gençlere, kadmlara, ezilen Kürt ulusu ve tüm azmlık milliyet/erine, askerlere,
erlere hitap ediyor ve siz erler; sizler vatan görevi demagojisi ile s1rt111a
iinifornıa giydirilip emperyalistlerin, komprador/arın ve toprak ağalamı111 mu­
haflZlığma itilmiş işçi ve köylülersi11iz. Kürdista11 'da, TAR İŞ 'te, Cey­
la11p11ıar'da grevler, sokak gösterileri ve direnişlerde faşist ge11eral/er ta­
rafı11da11 üzer/erine sürü/düğünüz, analarımz, bacılarımzdU". Dün jandarmayı ,
komandoyu sizin üzerinize kışkırttı/ardı. Yamı yine ay111s111ı yapacak/ar.faşist
generallerin ve subayların vur emrini dinlemeyin, silahlarmızı mutlaka birine
doğrultacaksanız, size bu emri verene doğrultun, smif kardç,;lerilıizle birleşin,
Kürt ve Kürdistan 'da ve çeşitli milliyetlerde11, işçiler, köylüler ve tüm
emekçiler devrimin güçlü dalgasımn hızlı bir şekilde yükseldiği kitlelerin grev­
ler, çeşitli direnişler, sokak gösterileri, boykotlar, toprak işgalleri için yığmlar
halinde sımf mücadelesinin barikatlarımn atıldığı şanlı mücadele günlerini
yaşıyoruz.
Bu mücadelede daha güçlü olmak için TDKP'nilı yükselen bayrağı altında
birleşin."
Buraya aldığını bu bildiri yüzlerce değişik fraksiyonların yay111/adıkları
yıkıcı, bölüc{i. ve halkı isyana davet eden bildirilerden sadece bir örnektir.
Gördüğünüz gibi adım adını toplu ayaklanma gününe doğru yak­
laşmaktadırlar. Bizim siyasilerimiz ise bunlarla mücadelede etkili olmayanı ve
her ayki toplantılarında dile getirdik/eri teklijTeri gerçekleştirememekte, sadece
birbirleriyle söz mücadelesi yapmaktadırlar. Komutan arkadaşlarımla birlikte
sabırla bwılaruı akzllar111111 baş/arma geleceği günleri beklemekteyiz.
Sıkıyönetim daha yeni ilan edilen İzmir'in Sıkıyönetim Komutanı da
kauldığı bu ilk toplantıda, "Demek/er, sendikalar, eğitim kuruluş/an ve idare
amirleri ile memurlamı poiitikada11 tecriti, toplantı, gösteri yürüyüşleri kanu­
nunun tahditleri gibi kesin sonuç verecek tedbirlerin al111mas111111 gerekli
olduğu kanaatmdayım. Ayrıca bugünkü kanuni mevzuat ve tatbikatı ile idared­
en sıkıyönetimden kesin sonuç beklemek mümkün değildir" diyordu.

ANKARA SIKIYÖNETİM KOMUfANININ TAKDİMİ

Takdim sırası Ankara Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Nihat Özer'e gel­


mişti. Konuşmasına şu enteresan olayı anlatarak. başladı:

397
"12 Mart günü saat 15.00 sıralarmda, sizlere dağıtılan resimde gördüğünüz
kızcağız Kızılay meyda11mda, bazı sloganları havi elle yazılmış afişleri çevreye
yapıştırıp dağıtırken yakalanmış. 1 7 yaşmdaki Yener Uz adındaki Kimya Mes­
lek Lisesi ikinci sınıf öğrencisi olan bu kız, sorgulamasında bu11/arı aldığı yeri
bilmediğini, ancak bu yeri gösterebileceğini söylemiştir. Kendisinin kılık
kıyafeti değiştirilerek bir sivil araca bindirilmiş, gösterdiği adrese gidilmiştir.
Bu adresin Konur sokaktaki 4 numaralı apartmanın Türkiye Mimar
Mühendisler odasmın olduğu görülmüştür. Bw·aya saat 20.30 sıralarında ekip­
lerle girilmiş, içeride 22 'si Gazi Eğitim öğrencisi, 2'si memur, biri öğretmen,
biri işsiz olmak üzere kütüphanede 26 kişi yakalanmış, bunların ispirtolu ka­
lemlerle, keçe kalemlerle, örnekleri burada sergilenmiş bulunan kağıtlara slo­
gan yazdıkları tes,it edilmiştir.
Bu 26 kişinin sorgulamasında kendilerinin 200 lira harçlık ve akşam
yemeği karşılığı gazete katlamak için buraya geldiklerini, hatta bu gibi işler için
de Gazi Eğitim Enstitüsünde küçük bazı ilanların konulduğu bildirilmiştir.
Bu aramayı müteakip başka telefonlardan haber.verilmiş olsa gerek ki bir
senatör ve iki milletvekili gelerek arama ekibine adeta hesap sorarcasına soru­
lar yönelmıişler gerekli cevabı aldıktan sonra uzaklaşmış/ardır. Bu senatör ve
iki milletvekilinin mesleği bu yerle ilgili değildir. Bu iki milletvekili bu yere
gelmeden evvel 10 Mart günü askeri mahkeme tarafından tutukluluk hali
kaldırılan TÖB-DER Başkanı Gazioğlu ile birlikte bizce bilinen bir /oka11tada
yemek yemişler, bilahare bir milletvekilinin evine gitmişler. Gazioğlu ile bu
evde bir süre kaldıktan sonra Mimar Mühendis/er Odasına gelmişler ve burada
biraz evvel arz ettiğim mü.daha/eden sonra gitmişlerdir.
Bu olayı açıklamamdan maksadını gecekonduda oturan 1 7 yaşındaki bir
lise öğrencisi kızın ve 22 Gazi Eğitim öğrencisinin nerelerde, kimler tarafından
eğitime tabi tutulduğu, yöneltildiği, finanse edildiği, anarşinin nerelerden kay­
nak/andığını gözler önüne serebilmekti.
Aynca Mimar Mühendisler Odası Birliğinde ele geçen kitaplardaki örnekler
de masanın üzerinde sergilenmiştir. Bunlarm ne derece mesleki ve eğitici nite­
likte olduğunu ortaya koyabilmektedir. Türk Mimar Mühendisler Odası Birliği
bizce sabıkalı bir yerdir. Adam öldürmekten 24 yıl ağır hapse nıahkifnı olan
Mahmut Esat Güven burada iki tabanca ile birçok parlamentere ders verirken
yakalanmış, 1979 şubat ayında Vakıflar Bankası soygununun esas faili olan
Tevfik Doğan Toker de yine soygunu müteakip buraya kaçmış ve bu dernek­
ten çıkarken yakalannuştır."
Ankara Sıkıyönetim Komutanı Ankara Eğitim Enstitüsünde cereyan eden
b�r imtihan olayını da anlatmadan geçemedi. Zira her iktidara gelenin taraftan
veya militanı olanların zihniyetini açıklaması bakımından bu küçük olay da en­
teresandı. Şöyle anlatıyordu Sıkıyönetim Komutam:

398
"İkinci olay Ankara Eğitim Enstitüsünde Türkçe sınavında cereyan etmiştir.
Sınav sırasında dört öğrenci kopya çekerken bu duruma müdahale etmek is-
teyen öğretmenlere aynı salonda görevli öğretmen .............................. .

ayağını sıraya dayayarak o öğretmenlerin kopya çeken öğrencilere yak­


laşmasını önlemiş ve bu tarafa geçemezsiniz. Biz burada iki yılın acısını
çıkaracağız (Cumhuriyet Halk Partisi dönemini kasdediyor) demiş ve böylece
öğrencilerin kopya çekmesini sağlamıştır. Durum zabıtla tespit edilmiş ve
olaya Milli Eğitim Bakanlığı müfettişleri el koymuştur. Bu öğretmen Gazi
Eğitime yeni atanan -Müdür yardımcılarından birisidir. Buna benzer kopya
çekme olayı aynı okulun başka bir dershanesinde de cereyan etmiş, kopya
çeken öğre11ciler ayaklanarak, mani olmak isteyen öğretme11lerin üzerine
yürümüş, 011lara hakaret etmişlerdir.
Bu olaylar Öğretmen Okulları Genel Müdürlüğünce görevlendirilen
öğretmenleri11 himaye, teşvik ve müsamahaları sonucu yaratılmıştır. Şubat ve
Mart aylarında 97 öğretmen Gazi Eğitim Enstitüsüne tayin edilmiş, bunlar bi­
lahare bir emirle ihtiyaç olmadığı halde iki yıllık Eğitim Enstitüsünde
görevlendirilmişlerdir. Bunlardan 26'sı maaşım alıp okula uğramamış, JO'u
Gazi Eğitim Enstitüsü müdürlüğünce verilen görevlerin hiçbirisini kabul etme­
miş, 51'i 10 Mart'tan beri okula uğranıamış, ancak 20 'si düzenli bir şekilde
göreve devanı etmişlerdir.
Bu olay da Eğitim Enstitüsündeki durumun eğitim sonuçlarını belirleyecek
kopyalı imtihanların bize ne sağlayacağının, çocuklarımızı kimlere emanet
ettiğimizin bir görüntüsüdür."
Ankara Sıkıyönetim Komutanı bu örnekleri verdikten sonra, sol örgütlerin
maksatlarını da şöyle dile getiriyordu:
"Çok bilineli ve teşkildtlı çalışan aşın solwı, hedefini kitaplarda, dergilerde,
bildirilerde, asmış oldukları pankanlarda, yandaş/an ve destekleyici dernekle­
rin yayın organlarında görmek mümkündür. Bu hedef şu şekilde özetlenebilir:
İşçi sınıfı emekçi halkın oluşturduğu ve kendilerini ilerici, devrimci demok­
ratik güçler olarak tanıtan yasa dişı örgütlerin desteği ile silahlı halk eylemine
kalkışarak mevcut Anayasal düzeni yıkmak, parçalamak, yerine proletarya
diktatörlüğünü kurmaktır. Böylece Türkiye'yi Moskova paralelinde Marksist
Leninist bir çizgiye oturtmaktır. Bu ana hedefe ulaşmak için levhada da
görülen ve sıralanan konular birer atlama taşı olarak kullanılmaktadır. Bunlar
rejim değişikliğinin halk ihtilali ile yapılacağı imajı yaratmak, bunun için halkı
bilinçlendirmek, taraftarlarını artırmak, diğerlerini sindirmek, karşıt görüşlü
olanları yok etmek, güvenlik kuvvetlerini, hükümeti küçük düşürmek, halkı
güvenlik kuvvetleriyle karşı karşıya getirmek, sürekli eylemlere baş vurarak
halkı, güvenlik kuvvetlerini bıkkınlığa ve karamsarlığa düşürmek, halka ve
yandaş/arma, güvenlik kuvvetlerinin ve devletin baskı unsuru olmaktan başka
bir işe yaramadığım, aciz ve etkisiz o/duğımu vurgulamak, yoksul halka ke11-
dileri11e yasa dışı sol örgütlerin sahip çıkacağı, devletin hiçbir şekilde 011/arla
ilgile11nıeyeceği hususlarında i11a11dırıcı örnekler vermektir. "

ADANA SIKIYÖNETİM KOMUfANININ TAKDİMİ

Toplantıda sözü Adana. Kahramanm araş ve Hatay illeri Sıkıyönetim


Komutanı Korgeneral Nevzat Bölügiray alıyor, bölgesinde son bir aylık
dönem içerisinde cereyan eden anarşik olayları, yakalananları, mahkemelerde
devam eden davalan, aldığı ilave önlemleri anlattıktan sonra tek.lifler kısmına
geçiyor ve emniyet teşkilatı ile ilgili olarak şunlan söylüyordu:
"Adana Emniyet Müdürlüğü emrine 1977 senesinden beri tayin olup da bir
türlü katılmayanlar vardır. Bımwı listesini takdim ettik. Ya bunlar katılırlar,
yahut da nerede ise oraya tayinleri yapılarak bizim üzerimizde gösterilmez.
Beni üzen diğer bir konu da, Kahramanmaraş Emniyet Müdürünün tayini
hususudur. Bu arkadaşı üç ay öıice tayin etmişlerdi. Dürüst, çalışkan ve
yansız birkişi olması 11ede11iy/e teklif ettik, tayini durduruldu. 15 gün önce
Adana Emniyet Müdür Yardmıcıhğ111a tayin edildi. Demek ki Adana Emniyet
Müdürlüğünü takviyeye karar verdiler diye sevindim. Cuma günü de Mersin
Emniyet Müdür Yardımcılığ111a tayini çık111ca Sıkıyönetim Kanununa aykırı
olarak yapılan bu tayini geçersiz saydığımızı ve bu arkadaşın Kahranıa11nıa­
raş'ta görevine devanı edeceğini İçişleri Baka11/ığı11a arz ettik. Genel
Müdürlükten istirhamını bizi e11gellenıe/eri11i değil desteklemelerini bekliyo­
ruz."
Sıkıyönetim Komutanı Emniyet Teşkilatı hakkındaki bu yakınmasından
sonra. kaymakam noksanlığını dile getirerek. hfila daha Reyhanlı, Samandağ,
Yayladağ ilçelerinin anarşi bakımından kritik ilçeler olmasına rağmen kayma­
kam tayinlerinin yapılmadığını söylüyordu.
Adana'daki okullann durumuna da değinerek Aralık ayında cereyan eden
TÖB-DER'li öğretmenlerin boykot olayından beri Adana'daki birçok okulann
müdürsüz, yani başsız bir durumda olduklannı, buradaki toplantılarda bu
konular dile getirilmesine rağmen hala daha tayinlerin yapılmadığını, bu okul­
ların çok bakımsız, pis. camı kapısı olmayan sınıflann bulunduğunu, bu okul­
larla da bölge komutanı olarak görev yapan subaylann ilgilenmek zorunda
kaldıklarını, birle.aç okuldan 20'şer kamyon çöp toplatıldığını, sıralar üzerinde

400
hala daha sloganlar bulunduğunu, sözü edilen okullara biran önce otoriter
müdürlerin tayin edilmesini istiyordu.
Aynca öğretmenler arasında yapılan devamlı tayinlerin, bazen de yanlı ta­
yinlerin öğretmenleri huzursuz ettiğini, bugüne kadar bu tayinlerin bitmiş ol­
ması gerektiği, atanan öğretmen ve emniyet görevlilerinin vil ayet defter­
darlığında harcırah tahsisatı bittiğinde tayin yerlerine gönderilemediği, esasen
tayin edilen bu kişiler birer militan durumunda olduklan için uzun süre
bölgede kalarak n1elanetlerine devam ettiklerini. bunun çaresini de yetkisini
kullanarak bölge dışına atmakta bulduğunu yakınarak söylüyordu.
Sıkıyönetim Komutanı konuşmasını bugüne kadar yaptığı tekliflerin ancak
% 20'sinin yerine getildiğini belirterek bitiriyordu:
"A narşinin kökünün kazımp kawınıayacağı hususundaki görüşlerimi he­
men her toplantıda detaylı olarak açıkladığını için tekrarlamıyorum. Yalmz o
zamanki açıklamalanmda anarşi ve terörün daha uzun süre devam edeceğini,
ancak teklif ettiğimiz tedbirlerin taman1111111 almnıası halinde bugünkü boyut­
lar111111 çok altına düşeceğini arz emıiştim. Bundan önceki üç toplantlda ise ih­
tiyaç ve tekliflerimizi sözlü ve yazılı olarak geniş bir şekilde açıklamış bulu­
nuyorum.

Bugüne kadar iyimser bir tahminle bun,'amı %20 civanndaki bölümü


yapılabilmiş, % 80 hakk111da bir işlem yapılaman11şt1r. Bu toplantılarda bun­
lamı tekrarında bir yarar görmüyorum. Ancak bunlardan yapılanlar var da, bi­
zim bilgilerimiz yoksa, Bakanlığınuz lütfederlerse aydmlanmış oluruz. "

Aynı durum diğer Sıkı yönetim Komutanları için de varit idi. Demirel
Başbakan olarak hükümeti kurduktan hemen sonra 4 Aralık 1979'da yaptığı
ilk sıkıyönetim koordinasyon toplantısında. sıkıyönetim komutanlanna hitaben
yaptığı konuşmada. para istiyorsanız para, insan istiyorsanız insan. silah is­
tiyorsanız silah vereceğiz. Yeter ki bu terör ve anarşi belasından kurtulalım
demişti . İşte aradan üç buçuk ay geçm iş, isteklerin ancak % 20'si
k'lf'Şılanabilm işti.
İmkıinlan değerlendirmeden vaadde bulunulursa netice elbette bu olur.
Nitekim aynı toplantıda İstanbul ve Ankara Sıkı yönetim Komutanları
belediyelerin mali sıkıntı içerisinde olduklarını, bu sebeple belediye işçilerinin
ücretlerini ödeyemediklerini, bu yüzden de zaman zaman temizlik işçilerinin
greve başvurdukları, bunun da halkı tedirgin ettiği, anarşistlerin de bu durumu
istismar ettiklerini, mümkünse Maliye Bakanlığının bu belediyelere para
yardımında bulunmalarını teklif etmişlerdi. Toplantıda bulunan Maliye Bakanı
·

bakınız nasıl dert yanıyordu; şöyle söylüyordu :

401
MALİYE BAKANI İSMET SEZGİN'İN SÖYLEDİKLERİ

"Bugün Türk devleti büyük bir sıkıntı içerisüıdedir. Bir maddi sıkıntı
içindeyiz. Biz bu kadar sıkıntı içerisinde bunalır, neyi nereye verip bulup
buluşturacağımızı düşünürken, devletten, hazineden 100 milyonlarca liranın
bu belediyelere grev var, çöpler duruyor, sağlığa zarar veriyor diye benim
genel müdür/erimden daha fazla para alan bir temizlik işçisi11i11 maaşını verebil­
mek için, 011/arın arasında hiç görev yapmada11·, sadece ay, başlarmda gelip
adamlarım beslemek üzere militanlarm, yandaşlarımn beslenmesi için verdiğim
bu paralara doğrusu Maliye Bakam olarak üzülüyorum. "
Maliye Bakanı hazinenin acıklı durumunu böylece bu toplantıda dile getir­
miş oluyordu.
Sıkıyönetim Komutanlanrun mevcut problemlerini �ikayetlerini not almak
ve gerekirse açıklayıcı bilgiler vermek üzere bazı Bakanlar bu toplantılarda
hazır bulunurdu. İçişleri Bakanı ise görevi icabı her Sıkıyönetim Koordinas­
yon toplantısında hazır bulunurdu.

İÇİŞLERİ BAKANI GÜLCÜGİL'İN SÖYLEDİKLERİ

Bu seferki toplantıda emniyet kuvvetleri hakkında komutanların ileri


sürdükleri şikiyetleri cevaplandırmak üzere İçişleri Bakarıı Gülcügil söz aldı
ve tayin edilip de görev yerine gitmeyen polis memuru ve emniyet görevlileri
için şunları söyledi; o da devletin diğer sektöründen şikayetçi:
"Konıutanlarımızuı hemen hemen hepsi polisin kifayetsizliğinden bahsetti­
ler. Şunu açık olarak söylemek gerekir ki bu personel kifayetsizliği bir müddet
daha devanı edecektir. Daha evvelce beyan ettiğim gibi 47.662 polisimiz var.
Bunlardan 7000'den fazlası koruma görevlerinde çalışıyor. Geri kalan
40.000 'in 1 7.000'i POL-DER'de, 2000 küsuru da POL-BİR'de kayıtlı. Bu
derneklere kayıt olmuş ve dolayısıyla politize olmuş polislerin hepsini
bünyemizden atmak mümkün değil, doğru da bulmuyoruz. Bunları devletin
yanına çekmeye çalışıyoruz. Gece okulları açmak suretiyle polis yetiştirme
gayreti içindeyiz.
Komutanlarımız atanan polislerin atandıkları yere gitmediklerini buyurdu­
lar. Bunun birkaç nedeni var. Bir kısmı rapor alıp gitmiyor. Bir kısmımn
harcırahı gitmedi.
Diğer bir sıkıntımız daha vardır. O da karşımıza Danıştay'ın çıkmasıdır.

402
Adana Sıkıyönetim Komutam bir POL-DER Genel Başkanmın tayin edildiğini
fakat tayin yerine gitmediğini söyledi. Ben size başka bir misal vereceğün.
POL-DER Genel Başkanlığı yapmış bir amirden bahsedeceğim. Bu kişi
bugüne kadar muhtelif cezalara çarptırılmış ve yedi defa da tayini yapılmıştır.
Maalesef hepsinde karşımıza Danıştay'ın kararları çıkmıştır. Sanki Danıştay'la
ortaktır. Her seferinde Danıştay 'a müracaat ediyor ve ertesi günü tehiri icra
kararı alarak karşımıza geliyor. Bu hal bir tane, iki tane değildir. Bu durumda
olan halen 30'danfazla kişi vardır. Bunların hepsi de polistir. Elimiz kolumuz
bağlıdır" diyerek o da derdini ortaya koyuyordu. Bu konuda kendisine hak
vennemek mümkün değil. Danıştay'ın bu tilr tasarrufları maalesef bütün dev­
let dairelerini iş göremez hale getinnişti.
Genelkunnay Başkanı olarak bu sıkıntıyı biz de çekiyorduk. Hatta Yüksek
Askeri şarada generalliğe terfi edememiş veya generallikte bir üst rütbeye
yükselememiş albay ve generallerden bir kısmı Askeri Yüksek İdare
Mahkemesine başvuruyor ve oradan terfi kararı alarak karşımıza dikiliyordu.
Devleti işlemez hale getiren faktörler arasında bu konuya da yer vennemek
mümkün değil. Eğer 1 2 Eylül'den sonra biz Danıştay'a müracaat yolunu ka­
patmasaydık, icraatımızda muvaffak olmamız mümkün değildi.
Bu gibi Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantılarında mümkün oldukça söz
almamaya ve dolayısıyla konuşmamaya dikkat ediyordum. Zira o zamanki ka­
nunlarımıza göre, Sıkıyönetim Komutanlıkları doğrudan doğruya Başbakana
bağlı idiler. Ancak mühim gördüğüm bazı konular olursa onun üzerinde kısa
olmak kaydıyla görüşlerimi bildirirdim.

BENİM KISA KONUŞMAM

Sıkıyönetim Komutanlarının konuşmaları bitince ben de söz aldım.


Söylediklerim özetle şunlardı:
1 . Cezaevlerinden nıahkamların kaçışı adet haline geldi. Cezaevleri denet­
lenmez mi? Gardiyanlar zaman zanıan koğuşlara girip etrafı kontrol etmezler
mi? Dehliz kazarak kaçryorlar, kazılan topraklar nerelere konur hiç. gören ol­
maz mı?
2. Erzurum Sıkıyönetim Komutanı bazı bankaların emniyet tedbiri al­
madıklarından şikayet etti. Sıkıyönetim Komutanlarının bu gibi istenen tedbir­
leri almayan kuruluşları kapatmak yetkisi var. Birkaç tanesini kapatın bakın o
zaman nasıl düzene girer. Arkadaşlar yetkilerini kullansınlar.

403
Nitekim Adana Sıkıyönetim Komutam okullarda anarşik eylemlere ele­
başıltk yapan öğrencileri vilayet s111ırları dışma çıkamuş, öğrenci o/aylarında
da hissedilir azalma gürülmüş.

3. Jandarma erlerimizin eğitimi kifayetli değil. Eğitim merkezinde gördüğü


dört aylık eğitimden sonra doğruca kıt'a/ara gidiyorlar. Gider gitme: de her
gün olaylarla karşı karşıya kaldıklaruıdan ilave eğitim yapamıyor/ar ve do­
/ay1S1yla anarşist ve teröristler karşısmda yeterli olamıyorlar. Jandarmaların da
Kara Kuvvetlerinde olduğu gibi zaman zaman değiştirilip eğitimlerini tazeleme­
/eri yararlı olur.

4. Milli Savunma Bakam Birincioğ/u, askerin silah kullanma yetkisini kul­


lanmadığmdan yak111mıştı. Ben de hıma verdiğim cevapta; İç Hizmet Kanuıı ve
Yönetmeliğindeki askerin silah kullanma yetkisi ile ilgili maddenin çok sarih
olmadığını, bu yüzden takdir yetkisini yanlış kullanan birçok askerin mahkum
olduğunu, erlerin de mahkum olma tehlikesinden kurtulmak için silah1111 kul­
lanmamayı tercih ettiğini söyledim ve bu yetkinin daha kolay kullan ılmasmı
sağlayacak ka111m değişikliğine ihtiyaç bulunduğunu ilave e"im.

5. Ankara Sıkıyönetim Komutam konuşmasmda hakim noksanlığmdan çok


sıkmtıda olduklanm , bir çare olarak kısmi seferberlik ilan edilerek, yalmz
hakimlerin silah alıma alınması teklifini yapmıştı. Ben bu konuşmamda; böyle
bir şeyin mümkün olmadığım, yalnız hfıkimleri silah altma alacak bir seferber­
lik uygulamasımn kanwıen imkansız olduğunu belirttim.

6. Sayın Başbakana hitaben de şunlan söyledim:


Bizim en çok sıkmtı çektiğimiz 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanununda
yapılacak olan değişiklikleri içeren kanunun biran evvel çıkarılmamasıdır.
Diğer Sıkıyönetim Komutanları da buna değindiler. Bu iş çok uzadı . Daha ko­
misyon lardaki incelemesi tamamlanmadı. Arkasmdan korkarım Meclis tatile
girecek, kanun da kalacaktır. Halbuki bu kanwıa Sıkıyönetim Komutanlarının
çok ihtiyacı vardır. Onun için bir defa daha istirham ediyorum.

ADALET BAKANININ KONUŞMASI

Benden sonra Adalet Bakanı Ömer Ucuzal söz alarak. Bakanlıkta kendileri
göreve gelmeden evvel uygulanan kanunsuz işlemlere değindi. 657 sayılı Dev­
let Memurlan Kanununa göre alınacak memurlar için önce ilanın yapılması,
muayyen tarihte imtihan edilmesi ve imtihanda, ehliyetli göıiilenlerin işe
alınmaları gerekirken, daha evvel binlerce memurun tayininde bu kanunf yol

404
uygulanmamış. aynı günde hem müracaat, hem imtihan, hem de tayin işleri
yapılmış. Böylece belli düşüncenin sahibi kişiler toplanmış ve bunlardan bin­
lercesi cezaevlerine müdür, memur, gardiyan olarak gönderilmiş. Böyle olun­
ca evvela idare zayıflamış. sonra da İnfaz kanunundaki görüşme sistemi bo­
zulmuş, bir tel örgünün veya bir camın arkasında görüşme yapılması
kaldırılmış. Hapishaneye , hastaneye ziyarete gidilir gibi kapılar açılarak ziya­
retçiler içeriye alınma usulü getirilmiştir.

Yine infaz sistemine göre hapishanede di siplinin sağlanması için bir çay
ocağı ve kantin bulunur. Bu �ay ocakları ve kantinler kaldırılmış; her tutuklu­
nun, her mahkfunun yanına bir tüpgaz. çay takımı ve yemek takımına izin ve­
rilmiş. O tüpgaz ile zaman zaman demirleri ısıtarak bükme ve koparma gibi
imkanlar sağlanmış. Mahkumlar gardiyarılan tutup ölüm tehdidi ile kapıyı
açtırmışlar. Nitekim kaçma olaylan hep böyle cereyan etmiş. Biz şimdi disipli­
ni tesis etmeye çalışıyoruz, dedi.

Görüldüğü gibi, Adalet Bakanı, Bakanlığın ve cezaevlerinin acıklı durumu­


nu gözler önüne seriyor.

Ne hale gelmişi z ! . ..

DEMİREL'İN KONUŞMASI

Son olarak B aşbakan Süleyman Demirel konuştu. Özetle şu noktalara


değindi :

l . Sıkıyönetim ilanına neden gerek duyulmuştur. Anayasanın 1 24'üncü


maddesini de okuyarak uzun uzun izah etti. Demokratik yollardan bu ayaklan­
malar önlenemediği için sıkıyönetim ilanına lüzum görülmüştür dedikten son-
ra,

"Devletin kanunlarım uygulayan müesseselerinde aşınma olnıU§ ve bu


aşınmanın içerisine çeşitli meseleler girmiş. Bir taraftan bölünme cereyanları,
öbür taraftan cumhuriyeti yıkma cereyanları girmiş ve devlet kendi
düşmanlarını da besler hale gelmiş, esasen bu tahlilleri yaptığımız zaman, bu
memleketin vatandaşı devletini yemiyor, devlet kendi kendini yiyor. Orta
öğretim müesseselerinden şikciyet ederken, herhalde şikayet ettiğiniz 12-18
yaşmdald çocuklar değil, o çocukları o hale getirenler yani devletten maaş alan
öğretmenlerdir. Allaha çok şükür ki şimdilik hiç olmazsa vatandaş devlete
karşı değil, vatandaş bize sahip çıksın diye devlete sarılıyor. Bence büyük zor­
luklarm içerisinde en çok ümit veren husus budur. Yalnız eğer ekonomik

405
gidişatı müsbete döndüremezse, kaybedecek bir şeyi kalmayan vatandaşın bir
takım yanlış yollara sapnıamasım bekleyemeyiz" dedi ve 24 Ocak kararlannın
meyvesini venneye başladığını , sıkıntısı çekilen bir kısım maddelerin sağlanan
kredilerle temin edildiğini, devletin hesabını kitabını bilir bir duruma geldiğini
uzun uzun anlattı.
Bilfillare yine anarşi ve terörle mücadele konusuna döndü ve ileri sürülen
noksanlıklara, aksaklıklara değinmek lüzumunu duyarak şunlan söyledi:
"Bu mücadeleyi yürütebilmemiz için istihbarat hizmetleri tam olacak, ondan
sonra erruıiyet teşkilatımızı düzelteceğiz. Jandarmamızı da emniyet teşkilatıyla
birlikte ele alacağız. Silahlı kuvvetlerimiz bu harmo11ide çekirdek görevi
görecek. Hizmetler onun emrinde görülecek.
Polis meselesi karşımıza en zor mesele olarak çıkıyor. Çünkü İçişleri Ba­
kanı arkadaşımın izah enikleri gibi, polisi bir yerden alıp başka bir yere koy­
duğumuzda da sıkıntı çıkıyor. Bu durum gerçekten devletin hazin bir manza­
rasıdır. Devletin polisi fevkalade kötü bir şekilde bozulmuştur. Bizim
istediğimiz polisin, devletin polisi olmasıdır. Halen devletin polisi olmaktan
çıkarılmıştır. İçlerinde çok yiğit kahraman vatan çocukları da vardır. Ama ne
yapalım ki, bir yerinden çürümeye başladığı zaman bu ünifomıanm altında iyi
ve kötüyü ayırt etmekte bizatihi kendi idaresi güçlük çekiyor. Dört aya yakın
bir süredir polisle uğraşıyoruz. Polisin iyi elemanlarım çıkarıp hassas yerlere
koyalım.fakat itiraf edeyim ki, öyle ters işler yapılıyor ki, işte Adana'dafaşist
general diye elini kaldıran polis o gibi hassas bir yere gönderilebilmiş.
Sıkıyönetim komutanlarının hemen hemen hepsinin şikayetçi olduğu hu­
sus, klifi polis gücünün bulunmaması, bulunanın da kafi olmamasıdır. "
Konuşmasını sürdüren Demirel, anarşist ve teröristlerin yaptıklanndan bir­
iki örnek verdikten sonra, Sıkıyönetim Mahkemelerindeki hfilc.im noksanlığına
çare bulunması, gerekiyorsa bu konuda kanun hazırlanması gereğine işaret etti.
Örgüt davalarına başlanmış olmasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi ve
cezaevleri konusuna gelerek şunları söyledi:
"Cezaevleri birfaciadır. Bir şeyi düzeltmek aslında yeniden yapmaktan çok
daha zor. Cezaevleri aynen daha evvel sayın komutanların burada tarif ettikleri
gibidir. Oraları anarşinin okullarıdır. Çok rahat okuldur. Kimseyi rahatsız et­
miyor. MahkUml.ar orada eğitim görüyorlar ve kaçtıklarında dafacia haline ge­
liyorlar. Canavar kesiliyorlar. Cezaevi meselesi önümüzde duran ve amansız
bir mücadeleyi g erektiren bir konudur. İs/ahı için her türlü gayreti
göstermemiz gerekir. Ayrıca cezaevlerinde gardiyan faciasıyla da karşı
karşıyayız. Gardiyanların büyük bir kısmı elden çıkmıştır. Polis gibi rüşvete
ve her türlü işleri yapmaya alıştırılmış/ardır. Bunların bu görevlerden alınarak,
yerlerine yenilerinin konması bir zaman işidir."
406
Demirel silah kaçakçılığına, meclis komisyonlarındaki kanunların durumu­
na, ideolojik maksatlı grevlerin ülke ekonomisine verdiği zararlara, bu yüzden
yurt sathında ampul sıkıntısı yağ sıkıntısı çekildiğine, DİSK'in Marksist bir
paralelde olduğuna, anarşist ve teröristlerin istihbarat örgütlerimizi pasifize
etme gayretlerine, aynı taktiği emniyet güçleri üzerinde de sürdürdüklerine,
bazı küçük belediye başkanlarının durumuna, önümüzdeki 1 Mayıs'ta Mark­
sist Leninist örgütlerin gösteri yapmalarına izin verilmemesine, ÇUKOBİRLİK
ve TARİŞ'in durumlarına değindikten sonra, sıkıyönetim koordinasyon
başkanından bugüne kadar yapılan dört sıkıyönetim koordinasyon
toplantısında ileri sürülen ihtiyaçlardan ve aksaklıklardan hangilerinin yerine
getirildiği veya getirilmediğini, nelerin yapılmadığı ve giderilemediğini
gösteren bir listenin hazırlanarak kendisine verilmesini istedi ve sıkıyönetim
komutanlarına teşekkür edip başarılar dileyerek toplantıyı kapattı.

Bu söylediklerinden belediyelerin, ÇUKOBİRLİGİN durumları ile ilgili


olarak dile getirdikleri ve devletin kamu görevlilerini göreve göndermekte aciz
kaldığını dile getiren aşağıdaki konuşmasını buraya almak istiyorum. Devletin
ne halde olduğunu açıklaması bakım ından ibret verici olacaktır.

"Belediyelerin durumuna bir kesin ve köklü çare bulmak şarttır. onun için
bir kanun tasarısı sevkettik. Eğer kuşa benzetmez/erse o kanunun içerisinden
onu çıkaracağız. Ama ondan evvel de bir takım geçici tedbirleri düşüneceğiz.
Onların dafevkaldde itinalı olması lazımdır. Adana'da teke/fabrikasının başsız
olduğunu sayın komutan ifade ettiler. Ona da sayın Çakmak arkadaşım
söyledi, gönderelim. Yani zorluk var. Böyle karışık yerlere adam
göndemıekte zorluğumuz var. Gidenler durmuyor. Kaçıp geliyor. idareci bul­
makta Türkiye'nin şu anda zorluğu var. Yani bu kadar insanın içerisinden
idareci bulmakta Türkiye'nin şu anda zorluğu var. Yani bunu mazeret olarak
söylemiyorum. Ben mazeret tanımıyorum. Kendimde de tanımıyorum. Kim­
seye de tanımıyorum. Mazereti sırf bir gerçek olarak söylüyorum.
ÇUKOBIRLIK meselesifevkaldde önemlidir. TARIŞ misali gözönünde tutu­
larak mesele halledilmelidir. Mesele rastgele halledilecek bir konu değildir.
ÇUKOBİRLIK Türkiye 'nin eri büyük kooperatiflerinden biridir. Niye
ÇUKOBİRLİK'in maaşını devlet versin? Belediyeninkini devlet versin? Her­
kesinkini devlet versin? Nereden bulsun da versin? ÇUKOBIRLİK devlet hiz­
meti görmüyor ki. Kooperatif hizmeti görüyor. Maalesef aynı TARIŞ 'te
olduğu gibi, her tarafı adamla doldurmuşlar. Hem adamlara çok para verirler.
50 bin lira/alan verirler, eline 25.000-30.000 lira net geçecek şekilde para ve­
rirler, sonra bu adamlara bu parayı vermek için ehliyetfalan da aramazlar. On�
farın adını koymuş_lar: "DOLAŞ DOLAŞ GEL AL MAAŞ. "
Ee şimdi bu hale getirilmiş bu ÇUKOBİRLIK. Bunun is/ahında çok dik­
katli olmak lazım. Is/ah edilinceye kadar ne yapacağımızı ben de bilmiyorum.

407
Bir bu olsa on defa çözeriz. Bin tane mesele. Saym komutan şundan emin ol­
malıdırlar ki, bu ÇUKOBİRLİK meselesi kendisinden habersiz ve kendi
başına dert çıka.racak şekilde çözülmez. Yani bu11u11 çözümüne girişileceği zaJ
man, mutlaka. sizin mutabık olacağımı bir çözüm ile gidilir. Yeniden sıkmtılar
istemiyorum. Aslında askerin işçi ile karşı karşıya kalmasmda fevkaldde
itillilltyım.
Göriildüğü üzere, her sıkıyönetim toplantısında olduğu gibi, bu toplantıda
da Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanı ve komutanları ayn ayrı bölgelerinde
son bir ay içerisinde cereyan eden olaylan, yakalanan anarşist ve teröristlerin
miktarları, mahkemelerdeki durumları ve bugüne bdar halledilemeyen konu­
lan ve ihtiyaçtan dile getirmişlerdir. Buraya aldıklarım konuşulanların çok az
bir bölümüdür. Hepsini yazmaya kalksam bu kitap kadar yer tutar.
Demirel zaman zaman "yönetimin başında bulunanlar şikayet eunez, orası
çare bulma yerleridir" der. Ama kendisi de şikayet ediyor, düzeltilsin diyor, fa­
kat aylar geçiyor şikayet edilen konular aynen duruyor. İnşallah bundan sonra
istenenler yerine getirilir de, bu milletin başındaki büyük beli giderilmeye
başlar.
Devlet çarkı o kadar bozulmuş ki, giderileceğine dair ümidim maalesef yok.
Kanuni değişikliklerin çıkarılacağına da inanmıyorum. Zira her götüriilen tek­
life CHP kanadı ile MSP karşı çıkıyor. Sözde MSP Adalet Partisi iktidarını
dışarıdan destekleyecekti.
Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı olup, halen CHP milletvekili emekli
Oramiral Kemal Kayacan, TBMM Milli Savunma Komisyon Başkanı olması
dolayısıyla, komisyonda mevcut kanun teklif ve tasanlan hakkında bana bilgi
vermek ve bu münasebetle de benim düşüncelerimi öğrenmek için arada sırada
bana gelirdi.
24 Mart Pazartesi günü saat 15.30'da yine bana gelmiş, Meclis Komisyon­
larında 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanun Tasarısı üzerindeki çalışmalarla, diğer
askeri konulan içeren kanun tasanlan hakkında bilgi verdikten sonra; yakın bir
tarihte Diyarbakır'da bir sinemada öldüriile"n üsteğmen için kendilerinin de
büyük üzüntü duyduklarını, sakin olmamızı, sözlü yazılı tahriklere
kapılmamamızı, askeri tahrik etmek isteyen çevrelerin bulunduğunu, yegane
güvenceleri olan Ordunun soğukkanlı olması gerektiğini söylemesi üzerine,
ben de kendisine özetle şunları söyledim:
"Kuvvetle umuyoruz ki bu bir siyasi cinayettir. Zira bu subay istihbarat
kısmında çalışan soruşturma subayı idi. Araştırmalar sürdürülüyor. Bu olay­
dan sonra Silahlı Kuvvetlerin er dahil her kesiminden mektuplar geldi. Hepsi
büyük üzümü içerisindeler. Tansiyonu yükseltmemek için, yayınladığım ta­
mimde sakin olmalarını, soğukkanlılıklarını muhafaza ·etmelerini bildirdim.

408
Bu vesile ile bilhassa şunu da söylemek isterim ki; Meclise intikal etmiş
idam cezalarımn tasdik edilmeyip bekletilmesi çok sakuıcalı olmaktadır. Ka­
nunlarımızda idam cezası varsa infaz edilir. Yok yüce Meclis istemiyorsa,
idam cezası kaldırılır.
Ege'deki duruma gelince:
Şu a11da gerek NATO, gerekse başka yerde11 hiçbir teklif gelmemiştir. Bi­
zim Ege'de Yunanistan lehine hiçbir fedakarlık yapmamız bahis konusu
değildir. En son kabul edeceğimiz hal şekli, Ege'ni11 karasularımn her iki dev­
letin egeme11/iği11dc olması, diğer uluslararası alanlarm denizde COMNAV­
SOUTH'a, havada AIRSOUTH'a bağlan�ıasıdır. Linmi'de yapılacak herşeye
şiddetle karşıyız. Ywıanistall'ın askeri kanada menfaat elde ederek dönmesi
bahis konusu edilemez.
Cumhurbaşkam seçimi ko11uswıa gelince:
Bu ko11uda asker kanad111111 görüşü11ü bundan evvelki kolluşnıalarımda size
söyledim. Bu iş parlamelltonun işidir. Cumhurbaşkam seçimillİll kilitlenmesi-
11i, gecikmesi11i isteyenler vardır. Bizler zanıa11111da olmasım ve bu seçimin
yurtta bir ta11siyo11 yükselmesine nede11 olmasım istemiyoruz. Bu konuda şu11u
tekrarlayayım; Çağlayangil gibi isimler asker ka11ada çok ters gelmektedir. Bi­
zim dileğimiz, bu görevi bihakk111 yapacak, askerle diyalog kurabilecek birinin
olmasıdır. Dışarıda herfırsatı bahane eden çevreler var. Hayat çok pahalı/a11dı.
Geçim çok zorlaştı. İnşallah bu Salı turlar başlar ve zamanında birer."
Mart ayı. Şubat ayı gibi, terör olaylan bakımından hayli yüklü ve hareketli
bir ay olarak geçiyordu. Birkaç önemli örnek vennek gerekirse şunları
zikredebiliriz:

5 Mart günü banka soyan 3 terörist. 2 erimizi şehit ettiler. Aynı gün Zile'de
cereyan eden toplu olaylarda bir kişi öldü, 15 kişi yaralandı. İstanbul'da 2,
Urfa'da 2 vatandaş öldürüldü.

1 1 Mart günü 7 kişi teröristler tarafından kurşuna dizilerek öldürüldü. Aynı


günü yurt sathında 6 kişi daha öldürüldü.

16 Mart günü Van Cezaevinden 15 metre tünel kazılmak suretiyle 33 siyasi


suçlu kaçtı.

1 8 Mart günü Siverek'teki cenaze töreninde çıkan çatışmada 5 kişi ve yur-


dun diğer yerlerinde 3 kişi öldürüldü.
19 Mart günü Maden-İş Sendikası 39 işyerinde daha grev başlattı.
20 Mart günü Diyarbakır'da sinemada bir üsteğmen şehit edildi.
2 1 Mart günü İstanbul Paşakapı Cezaevinden 3 anarşist kaçtı. Yurt
sathında 8 ölü var.

409
24 Mart günü Konya, Antalya, Eskişehir Öğretmen Liselerinde olaylar
çıku. İvrit Öğretmen Lisesinde de geniş ölçüde tahribat yapıldı. 7'si öğretmen
olmak üzere 8 kişr yaralandı, 1 50 öğrenci gözetim aluna alındı. Olayların sebe­
bi okullardaki öğrenciler arasına diğer okullardan sağ tandanslı olanların geti­
rilmesini protesto içindir.
25 Mart günü Adana ve Osmaniye Cezaevlerinden 9'u sağ, biri sol 1 0
mahkı1m kaçu.

Ecevit iktidarı döneminde hapishaneden kaçma olayları karşısında


" Hapishaneler yol geçen hanına döndü" diyen Demirel şimdi birşey diyemiyor.
"Gülme komşuna gelir başına" , "Çalma kapıyı çalarlar kapını" darbı meselleri
boşuna söylenmemiş.
28 Mart günü Mardin'in Derik ilçesinde vuku bulan çatışmada bir yüzbaşı,
bir astsubay ve bir er şehit edildi, üç terörist öldürüldü. Aynı gün İstanbul'da
bir MİT görevlisi ve diğer şehi rlerde ise biri polis olmak üzere beş kişi
öldürüldü. Bu günün ölü sayısı 12 kişi idi.
Mart ayının toplam bilançosu ise 7 16 olayda, 1 83 ölü, 526 yaralıdır.

NİSAN 1980

CUMHURBAŞKANLIGI SEÇİM HAZIRLIKLARI

6 Nisan'da Cumhurbaşkanı Korutürk'ün görev süresi sona eriyordu. Bu­


nun için 1 5 gün evvelinden Cumhurbaşkanı seçiminin yapılması gerekiyordu.
Meclisteki partiler anlaşmadan o zamanki seçim sistemine göre bir adayın 2/3
nisbetinde oyu toplaması mümkün görülmüyordu. Daha evvel bilhassa iki
büyük parti olan Cumhuriyet Halk Partisi ile Adalet Partisinin bir aday
üzerinde anlaşmaları gerekiyordu.
Bu anlaşma bir türlü yapılamamışu. Yapılamadığı için de bu kriz aylarca
devam edecekti. Ecevit birkaç defa basın aracılığı ile diyalog çağrısında bulun­
du, en son olarak 1 8 Mart günü bu çağnsıru tekrarlayınca 19 Mart günü Demi­
rel bu konuda basına şöyle söylüyordu:

"Hayhay ama ne konuşalım , hazırlıksız yapılacak bir görüşme hadiseyi


çabuklaştırmaz. Sorwıa yarar değil zarar verir. "
Cumhurbaşkanlığı seçiminin 22 Maı:t günü başlayacağı aylar ve hatta

4 10
seneler evvel bilindiğine göre bu hazırlık şimdiye kadar yapılamaz mı idi?
Hazırlık denen nedir ki bugüne kadar bitirilememişti?
Meselenin esası şu idi. Adalet Partisi Mecliste gerekli çoğunluğu alamaya­
cağını biliyordu. Cumhurba�kanı 6 Nisan'da görevden ayrıldıktan sonra
Anayasaya göre Cumhurbaşkanlığına Senato Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil
vekalet edecekti. Böyle olduğuna göre Adalet Partisinin acele etmesini gerek­
tirecek bir durum yoktu. Vekaletle bu durumu mümkün olduğu kadar devam
ettirmek Demirel'in menfaatine idi.
Cumhuriyet Halk Partisi ise bu durumu bildiğinden dolayıdır ki, İhsan
Sabri Çağlayangil'in vekalet etmemesi için acele ediyordu.
Anlaşma olmayınca 22 Mart günü yapılması gereken seçimde ortaya bir
aday çıkmadığından seçim o günü yapılamadı. Bundan sonraki günlerde Ada­
let Partisinden ve Cumhuriyet Halk Partisinden adaylar belirlenmiş ise de ne­
tice alınamadı.
3 1 Mart günü endişemi Milli Savunma Bakanı A. İhsan Birincioğlu'na
söyledim. Bu işin hafife aluımanıası gerekir. Biran evvel Cumhurbaşkanlığı
meselesinin hallinde büyük yarar vardır. Biz Meclis Başkanı Cahit Karakaş'ı
Cumhurbaşkanlığı makamı için uygun görüyoruz. Partizan bir kişi değildir.
Mesela onun üzerinde anlaşma sağlanabilir mi bilmem dediğimde, Birincioğlu
Cahit Karakaş için Adalet Partisinden de bir hayli parlamenterin oy verebi­
leceği inancında olduğunu, fakat Demirel'in bugüne kadar bir görüş ortaya
koymadığını, ne düşündüğünü bilmenin mümkün olamadığını söyledi.

1 Nisan Salı günü saat 1 4.00'te emekli Oramiral Kemal Kayacan ile bir
görüşme yaptım. Bu görüşmeyi notlarımın arasına almamıştım. Bir tesadüf
eseri, Kayacan benimle yaptığı konuşmaları daktilo ettirerek muhafaza etmiş
ve 22 Ağustos 1 987 tarihli bir mektubu ile bana göndermiş.
İsterseniz bugünkü konuşmamızı gelin onun notlarından takip edelim:
22. Ağustos. 1987

Sayın Cumhurbaşkanım,
12 Eylül Harekatından evvel Mecliste Milli Savunma Komisyonu Başkam
olmam nedeni ile 1980 başlarmdan itibaren birçok defa beni Genelkurmay
Başkanlığı makamına çağırarak kısa süre komisyondaki kanunlar hakkında
görüşür ve uzun sürede içinde bulunduğumuz çok ciddi ortam hakkında
görüşlerinizi ve düzelmesi için rıeler yapılması gerektiğini söylemek lütfunda
bulunurdunuz.

411
Bir iki görüşmede11 so11ra sizde11 aldığını müsaade ile görüş ve önerilerinizi
11ot edip yine sizin müsaadenizle zanıamn CHP Genel Başkam Büfem Ecevit'e
iletir ve onun cevap/armı da size arzeder ve kişiselfikirlerimi de söylerdim.
Bu görüşmelerde tüm arzunuz başta Cumhurbaşka11lrğı seçimi olarak bünl11
problemlerin demokratik esaslar içinde çözümlenmesi ve bunun için de CHP­
AP'nin işbirliği yapması idi.
O tarihte siie soramamıştım, i11a111yorum ki aynı ö11erileri11izi AP'ye
yapıyordunuz.
Demokrasinin devamı için yapttğımz bu çalışmalara ve ö11erilerinize rağmen
bugün demokrasi havarisi geçinen ve meydanlarda, geçirdiğimiz o acı günlerde
hiç suçları Yokmuş gibi büyük büyük laflar eden parti liderleri bildikleri yoldan
şaşmadılar ve sizleri Atatürk'ün kurduğu cumhuriyeti devam ettirmek için yap­
makta haklı olduğunuz 12 Eylül Banş Harekatım yapmaya mecbur ettiler.
Geçenlerde bazı özel kitap ve 11otlanmı kanştırırken sizinle yaptığmıız
görüşmelere ait not/an buldum. Bun/an tekrar okudum ve o günleri tekrar
düşündüm, siz hiçbir zaman askeri bir harekat yapmak istemediniz, istediğiniz
demokrasi içi11de dertlerin halledilmesi idi, bu yazılar da bu isteğinizin bir
kamtıdır.
İleride belki 12 Eylül neden yapıldı diye bir kitap yazabilirsiniz, veya yaz­
mak isteyenlere not vermek istersiniz düşüncesiyle ve başkalarımn eline
geçmemesi için bu not/an ekte size sunmayı uygun gördüm.
Derin saygılarımı arzederim.
Kemal Kayacan
Emekli Oramiral

1 NİSAN 1980 SALI G ÜNÜ SAAT 1 4.00TE


GENELKURMAY BAŞKANl /LE YAPILAN GÖRÜŞME

Kendisine soıi olaylarda şehit edilen Silahlı Kuvvetler mensuplarına ait


olaylardan çok üzüldüğünüzü ve başsağlığı dileklerinizi söyledim. Teşekkür
etti. Bundan so11raki konuşmalar aşağuiadır:
Büyük çoğunluğu ile Silahlı Kuvvetlere doktor yetiştirecek yeni kurulması
düşünülen fakültenin kendisi tarafından istenmemesi nedeniyle işlemin durdu­
rulduğu konusunda cevabı:
Kesinlikle yalandır. Bunu bilhassa ben istedim, Silahlı Kuvvetlerde doktor
durumu çok ciddi. Bunu bilhassa istedim, bana başında Ankara
4 12
Üniversitesinin Gülhanede birfakülte kurmak istediklerini Gülhane Konımam
söyledi, ben de bunlara i11anmadığm11 yazı ile bildirmelerini rica ettim.
Gülhane Komutam ve Dekan geldiler, görüşmelerde Dekamn istekli ol­
mad1ğ1111 hissettim, Gülhane Komutanı bana "yazılr istemekte hakir imişsiniz"
dedi. Da111ştay 8'inci Daire Başkam bunlardan bir profesörü11 kardeşi, onlar
kurmak istemiyor/ar. Ben bu fakülteye Gülhanece her türlü yardımı yapa­
cağını, bıma şiddetle ihtiyacamız var.
Bundan sonraki konuşma Cumhurbaşkam seçimi üzerinde oldu ve şu
şekilde devanı etti:
- Amiralim sizinle herşeyi açık olarak ko11uşabilirim, bu yüzde11 sizi rica et­
tim kusura bakma. Bunları açıkça konuşacak başka dostum yok. Bana liitfen
Cunıhurbaşkam seçimi için bilgi ver, günler geçiyor, aday yok ve problem
halledilemez duruma giriyor, ne olacak?
- Ben kendisi11e sizin bu konuda çok evvelde11 yaptığ1111z diyalog çağrısını
ve çalışmalarımzı anlattım. AP'nin bu çağrıyı Ge11el Başkan tarafindan sudan
bahanelerle atlamğım ve Demire/'in direktifleri ile olsa gerek AP idarecilerinin
ana konuya girmeden görüşme yaptıklarım, CHP'nin bu konudaki iyi niyet ve
hareketlerinin bir sonuç vemıediğbıi söyledim.
- Bu Saym Demirel'in Çağ/ayangi/'i getirme taktiği olabilir, onu biz dahil
kimse istemiyor, ona AP'den dahi oy çıkacağı şüphelidir bence. Bu olamaz ve
olmayacak. Sana söyledim Paşam, biz Komutanlar bu işe katılmıyoruz. Ana­
yasa ortada, istediğimiz TBMM'niıı kendi iradesiyle seçim yapması. Tek iste­
diğimiz, bizlere ters görünümde olacak birini getirmesinler. Demirel;
Çağ/ayangil gibi a11tipati beslenen isimlerden sonra aynı paralelde olan Sadettin
Bilgiç veya Türü11'ü de getirmek isteyebilir.
- Ben sizin çalışnıalarımzı, basma vereceğiniz bilgileri ve hatta yapacağınız
basm toplamısmdan bahsederek Cumhurbaşkanlığı seçiminin süresi içinde
yapılması için bütün gayretinizle çalıştığımzı tekrar vurguladmı.
- Ba11a gelen haberler Amiralim, Kemal Güven'i11, Batur'wı istenilen oyu
alamayacağı merkezinde, burada Karakaş ortaya çıkarılamaz mı ? On_a Adalet
Partisinin de oy vereceğini tahmin ediyorum. CHP'nin bu konuda kanaan 11e­
diracalxı?
- Ben kendisini şahsen sevdiğimi, CHP'liler/e beraber olduğumda bu konu
açıldığında önemli sayılacak bir kesimin sempati beslemediğini ve bu hislerini
açıkça söylediklerini, buna rağmen liderler anlaşırsa belki gereken oyu alabi­
leceğini ifade ettim.
- Bana, bizler bize ters düşmeyecek her şahsa saygı duyarız, orijini asker
olanı da isteriz, Anayasaya göre TBMM'nin alacağı karara saygılıyız; ancak,

413
diğer addyların istenen oyu alamayacaklamıdan Devlet ve Meclis tecrübesi olan
Karakaş üzerinde durmaktayım, gerekli oyu alabilirse bu iş Cumartesi
akşamına kadar hallolabilir dedi.
Bu arada işin gecikmesi nedeniyle bazı çirkin işler de olduğunu sana anla­
tayım, bazı kendini bilmezler Komutanlara filancayı seçtirin, eğer o seçilirse
sizi kontenjan senatörü yapacak diye haber yollamak cesaretinde bulunuyorlar.
Bu gidiş iyi değil, zamanında bunun halledilmesini beklemekteyiz. Bu işin hal­
linden sonra inşallah Meclis çalışmaya .başlar ve bizlerin üzerinde önemle dur­
duğumuz Seçim Kanunu ve Partiler Kanunu değişikliğini ele alır. Kanımca de­
mokrasimiz için bu iki yasanın değişmesi şarttır. Demokrasimiz daha
güçlenecektir.
- Alman ve Amerikan yardımlarıyla, Amerika ile imzalanan Savunma
İşbirliği Anlaşmasını sordum.
- Amerika 5 yıllık bir plan yaptı , o planı inceliyoruz, bu iş iyi gidiyor. Al­
man yardımı da çok iyi, bu taraflardan şu anda memnwıuz.
Savunma anlaşmasında biz isteklerimizin % 90'ından fazlasını elde ettik,
taviz verilmedi değil çok az ve önemli değil. Amerika başlangıçta çok şeyler is­
tedi, hepsinin reddini sağladık. Bizim isteklerimiz oldu. Bu anlaşmaların Me­
clisten geçirilmesini de biz istedik, hükümetler geçici bu işler kalıcıdır, bu
yüzden Meclisin onayım gerekli gördük. Mecliste görüşülürken durum daha
açık olarak ortaya çıkacak.
Ayrılırken size saygılarım yolladı ve Cumhurbaşkanı seçimini zamanmda
yapılması için her olanağı tekrarlamanızı rica etti ve bu isteğinin kendisi dahil
tüm Komutanlarm olduğunu ilave etti. Aynca aman AP'nin oyununa gelmeyi­
niz dedi.
Kanaatım :
Cumhurbaşkanı seçiminde uzama olmazsa ve onlara ters düşmeyecek birisi
seçilirse Silahlı Kuvvetlerden hiç ses çıkmayacak. Bu işler olmazsa hareketleri
değişebilecektir.
Karakaş'a sempatisi varsa da bu isim üzerinde seçimin biralı evvel tamam ­
lanması yönünden de olduğu tahmin olunabilir, veya bu seçim konuswıda bil­
gi verenlerin Karakaş'a sempatileri de olabilir. Karakaş için diğer komutan­
lann kanaatını bilmiyorum.

414
HAPİSHANELERDEN FİRARLAR

Nisan ayına girdiğimizde 1 Nisan tarihli gazetelerde 1 Nisan şakası yapar


gibi şu haber yer alıyordu: " Van Cezaevinden 58 kişi daha tünel kazarak
kaçh."

1 5 gün önce yine aynı cczaevinden 33 siyasi mahkum kaçmıştı. Bu sefer


devletle alay eder gibi 58 kişi kaçıyordu.

Cezaevleri, emniyet kuvvetleri, öğretim kurumlan, dernekler, sendikalar,


devletin diğer kuruluşları birer birer bozulmuş. Nereye baksanız sağlam bir
kuruluş göremiyorsıinuz. Bereket versin Silahlı Kuvvetler bu bozulmanın
dışında kalabilmiş. Fakat o da yavaş yavaş bozulmaya yüz tutmuş. Özellikle
yeni yetişenlerin birçoklarının beyinleri yıkanniış. Nitekim Tuzla'daki Piyade
Okulu'ndan dört teğmen firarda, 1 2 Eylül'den sonraki bir tarihte bunlardan
ikisi yakalandı. Maalesef bunların soygun ve iki görevli eri şehit etme olayına
karıştığı bildirildi. Diğer ikisinin yurt dışına kaçhğı anlaşıldı.

Bu olay da gösteriyordu ki, Silahlı Kuvvetlerde de bozulmalar başlamıştı.


Esasen bir toplumda bütün kuruluşlar bozulurken bu toplumun bir parçası
olan Silahlı Kuvvetleri onlardan ayn tutmak elbette mümkün olamazdı.

Aynı gün, yani 58 mahkumun kaçtığı 3 1 Mart günü İstanbul'da iki polis
bombalı pankart indirmeye çalışırken paramparça olmuş, 1 O ilimizde toplam
1 1 kişi öldürülmüş ve Ağn'da cereyan eden olaylarda bazı dükkaruar tahrip
edilmişti. Yani bir günde 1 3 ölü.

Artık günlük ölü ve yaralı sayılan gittikçe çoğalmaya başlamıştı. 2 Nisan


günkü olaylarda 1 1 kişi ölürken Ecevit, "Cumhuriyet Halk Partisi, Adalet Par­
tisi ve Milli Selamet Partisi koalisyonu kurulmalı" diye beyanat veriyor, Demi­
rel de "Ecevit'in yüreği varsa hükümeti millette arasm" diye cevap veriyordu.

Neden koalisyona bir de Milli Selamet Partisi alıİlmak isteniyordu. Sebep


basit, Milli Selamet Partisinin iştahını kabartmak suretiyle, bu partinin Adalet
Partisini desteklemesini önlemektir. Milli Selamet Partisine kur yaparak Cum­
huriyet Halk Partisi, Milli Selamet Partisi koalisyonunu bir daha denemek.

İleriki aylarda bu formül üzerinde çok faaliyetler olacak fakat Erbakan an­
cak kendisinin Başbakan olması kaydıyla böyle bir koalisyona razı olacağını
söylemesi üzerine gerçekleşemeyecektir.

Aynı tarihte, yani 2 Nisan'da yine Ecevit Belçika televizyonuna beyanat ve­
riyor ve şunları söylüyordu: "Cumhurbaşkanı seçimi gecikirse darbe dahil
başka ihtimaller onaya çıkabilir. Demi.re/ bwıalım üstüne bunalım yaratıyor."

415
CUMHURBAŞKANLIGI SEÇİMLERİ

Nihayet 6 Nisan tarihi geldi ve Cumhurbaşkanı Korutürk'ün süresi dol­


duğundan görevinden ayrıldı, Çağlayangil de Cumhurbaşkanlığına vekalete
başladı. Demirel memnundu. Zira Cumhurbaşkanı artık kendisinin en sadık
dostu olmuştu.
Cumhurbaşkanlığı için Adalet Partisinden Saadettin Bilgiç aday gösterildi.
9 N isan günü yapılan oylamada l 93 oy alabildi. Saadettin Bilgiç'in
seçilemeyeceğini Demirel de biliyordu. Zaten seçilmemesi için Blıgiç'i
göstemıişti. O bundan rahatsız değildi. Rahatsız olan Cumhuriyet Halk Partisi
idi. Nitekim Demirel "Cumhurbaşkam seçilememesinin devlette boşluk yarat­
nıadığmı" söyledi "vekil asildir" demek su.retiyle sıkınuda olmadığını alenen or­
taya koymuştu.
Cumhuriyet Halk Partisinden henüz aday gösterilmemişti. Nihayet onlar da
1 3 Nisan'da Muhsin Batur'u aday gösterdiler. Böylece her iki büyük partinin
Cumhurbaşkanı adayları belli olmuştu.
1 4 Nisan günü yapılan oylamada Batur 265 , B i lgiç ise 209 oy
alabilmişlerdi. Bu oylama günler, haftalar. aylarca devam edecek hiçbirisi ge­
rekli oyu alamayacak ve Meclis aylarca yasama görevini yerine getirmeyecek.
oylama turları ile çok kıymetli olan zamanı harcayacaklardır.
Nisan ayı anarşik olaylar bakı mından oldukça yoğun bir ay olarak
geçiyordu. Günlük öldürmeler IO'un üzerine çıkmaya başlanuştı.
1 6 Nisan günü İstanbul'da yine bir Amerikalı astsubay ile bir Türk arka­
daşı, Gaziantep'de bir polis. Mardin'de iki öğrenci, Aydın'da bir öğretmen,
Ankara ve İstanbul'da iki işçi öldürülmüştü.
Her Amerikalının öldürülmesinde NATO'nun Napoli'deki Komutanından
ve B rüksel'deki B aşkomutandan bana mektup gelir, mektupta duydukları
endişe dile getirilir, Türkiye'deki Amerikalıların saldırılardan korunmasının
sağlanması istenirdi. Kendilerine gerekli cevabı verirdim. Ancak mazur
gösterecek bir sebep bulmakta güçlük çekerdim.
Bu ayki Milli Güvenlik Kurulu Toplantısında bir aylık anarşik olaylar
gözden geçirilmiŞ ve alınması gerekli tedbirler üzerinde görüşmeler cereyan
etmişti. Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kurulması zarureti ortaya konmuş ve
Milli Güvenlik Kurulunun tavsiye karan hükümete bildirilmişti. Bu kanunun
çıkarılmasını Demirel hükümeti de istiyordu, fakat Cunıhuriyet Halk Partisi bu
mahkemeye başından beri karşı çıktığından engelleme yapıyor, Milli Selamet
Partisi de aynı paralelde hareket ettiği için, Sıkıyönetim Kanunundaki
değişiklikler gibi bu kanun da çıkarılamıyordu. Hiçbir zanıan da çıkarılamadı.

416
S'İNci SIKIYÖNETİM KOORDİNASYON TOPLANTISI

16 Nisan günü aylık sıkıyönetim koordinasyon toplantısı yapıldı. Toplantı


yine Başbakan Demirel'in bir açış konuşması ile başladı. Demirel bu toplantıda
da sıkıyönetim komutanlarına teşekkür etmek lüzumunu hissetmiş olacak ki
yine "Huzurunuzda bu mücadeleyi canla başla yürüten degerli sıkıyönetim
komutanlarımıza, onların emirlerindeki devletin bütün kuvvetlerine
şükranlarımı sunmayı bir görev sayıyorum" demek suretiyle onlara iltifatta bu­
lunmuştu.
Bunları şunun için sıksıic tekrar ediyorum 12 Eylül'den sonra Demirel bazı
çevrelere ve bu arada basının belirli mensuplarına, "12 Eylül'den evvel de
ülkede sıkıyönetim vardı. O zaman neden bu anarşik olaylara mani olmadılar
da 12 Eylül'den sonra mani oldular. Demek isteselerdi mani olabilecek/ermiş.
Bilerek mani olmamışlar" şeklinde beyanlarda bulundu. işte onun için tekrar
ediyorum. Eğer sıkıyönetim komutanları görevlerini yapmıyor olsalardı, onları
değiştirmek için girişimde bulunurdu. Böyle bir girişimde bulunmadığı gibi
aksine şükranlarını sunuyordu.

SIKIYÖNE'IİM KOORDİNASYON BAŞKANININ TEKLİFİ


Başbakanın arkasından yine Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanı


Tümgeneral S. Cambazoğlu'na söz verilmişti. Cambazoğlu, son bir ay
içerisinde sıkıyönetim bölgelerinde cereyan eden olayları, mahkemelere intikal
edenleri, yakalanan örgüt elemanlarını, izah ettikten sonra teklifler kısmına
geçmişti.
Cambazoğlu teklif olarak şunları söylüyordu:
"Sayın Başbakanım,

Bütün bu zorluklara ragmen (ki bu zorlukların çogu meselenin tabiatından


gelmektedir) anarşi, terör ve bölücülükle �ücadelede tesbit ve takip edilen
strateji, yaşanılan olaylar ve geçirilen tecrübelerin bir sonucudur. Şüphesiz bu­
nun düzeltilmesi, geliştirilmesi düşünülebilir. Anarşi, terör ve bölücülük mih­
raklarını yok ederek devleti, milletimizin ve yurdumuzun bölünmezligini savu­
nan bu stratejinin mücadale sahnesine sürülen sıkıyönetimler dahil tüm devlet
güçleri ile mutlaka kesin sonuca ulaşması gerekmektedir. Şimdiye kadar bu
hedef istikametinde verilmekte olan savaşın sonucu ihanet mihraklannı ortadan
kaldırma yolunda önemli aşamalara ulaşılmışnr. Ancak olaylann yine devam

417
etmesi, ölüm olaylarının da artması yanında menfur saldırıların polisimize,
askerlerimize ve istihbarat görevlilerine de yönelmesi, yasa dışı örgütlerin
üzerine amansız bir şekilde gidildiğinin bir kanıtı olarak değerlendirilebilir.
Söz konusu örgütler açığa çıktıkça, bir süre daha bu şiddet hareketlerinin de­
vanı etmesi beklenebilir. Bu maksatla;
- Tesbit elli/en strateji azimle uygulamaya devam edilmelidir.
- Doğu ve güneydoğu Anadolu bölgesinde subay, astsubay ve erlerimize
kadar varan silahlı saldırılar, bölücü akımların artarak devam ettiğini ve konu­
nun üzerinde hass_iyetle durulmasını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle bölge
halkını tedirgin eden mihraklar üzerine azimle gidilirken, bölgede bu konuda
bütün devlet kuruluşlarının katılacağı bir çalışma ile önlemler tesbit edilmeli ve
uygulamaya konulmalıdır.
- Anarşi ve terörü besleyen silah kaçakçılığı konusu ciddiyetini korumak­
tadır. Kaçakçılığın önlenmesi için M.G.K. kararları doğrultusunda etkin bir
mücadeleye girişilmelidir.
Emniyet teşkilatının güçlendirilmesi yönündeki çalışmaların zaman aldığı
bilinmekle beraber, bütün imkanlar kullanılarak acil tedbirler alınırken, silahlı
kuvvetlerde olduğu gibi, sistemli bir şekilde personel yetiştirilmesine, araç, si­
lah ve malzeme tedarik ve bakımı işlemlerine hız verilmeli, bilinen noksanlar
muvacehesinde mevcutların da siklet merkezi yapılarak kullanılması esas
alınmalı, ayrıca polisi.n sosyo-ekonomik durumu da süratle düzeltilmelillir.
- Keza cezaevleri sorunu devam 'tmektedir. Cezaevlerinden firarları
önlemek için bunların korunması ile birlikte idarecilerin is/ahı ve garlliyanların
eğitimleri ve göreve sadakatlerinin sağlanması yönünde ciddi tedbirler
alınmalı, aynca başlatılan cezaevi inşaatları biran evvel bitirilmelillir.
- Bu mücadelede önemli faktör olan ve detayları ile üzerinde durulmaya
çalışılan psikolojik harekat konusu önemine binaen devlet düzeyinde ve tesbit
elli/en prensiplere uygun olarak süratle tatbike konulmalıdır.
- Yasal önlemlerden özellikle meclis gündeminde bulunan 1402 sayılr
sıkıyönetim kanununda yapılacak değişikliklerle, olağanüstü hal kanunu ve
bankalar ile önemli tesis ve kişilerin korunması ile ilgili özel koruma teşkilatı
yasası öncelikle çıkarılmalıdır.
- Sıkıyönetim adli makamlarına intikal eden dava dosyalarının
sonuçlandırılmaması, anarşi ve terörü cüretle harekete yöneltirken halkta ve
güvenlik kuvvetleri üzerinde kötümserliğe yol açmaktadır. Bu nedenle söz ko­
nusu mahkemelere işlerlik kazandıracak yasal ve idari önlemlerin alınmasında
gecikmeye meydan verilmemeli, diğer bir ifade ile de devlet hak edenlere
süratle ve etkin bir şekilde ceza verebilmelidir.
418
- Ve nihayet tesbit edilen stratejiye uygun olarak mücadele sahasının da­
raltılması maksadıyla bir problem olmaya devam eden sancılı ilçeler sorunu
süratle çözümlenmeli, bunlara mutlaka, sahip çıkılmalıdır. Bunun için de söz
konusu yerlerde devlet kadroları üstün yetenekli idareciler ile tamamlan­
malu:Ur.
Sayın Başbaktınım,
Sonuç olarak, anarşi, terör ve bölücülükle mücadelede kendi irademiz ve
emrimiz altındaki idare ve sıkıyönetim komutanlıkları tüm imkanları zorlayarak
bu mücadeleyi sürdürmektedirler. Bu mücadelede sonuca daha çabuk varabil­
mek için önce de arz edildiği gibi yasama, yargı organları ile siyasi partilerimiz
başta olmak üzere tüm anayasal kuruluşlarımızın müşterek bir tavır almaları
hususu önemini korumaktadır. Anarşi, terör ve bölücülükle mücadele konu­
sunda tesbit edilen strateji istikametinde azimle uygulamaya devam edilmesini,
şimdiye ktıdar belirtilen önerilerle ilgili çalışmaların süratle tamamlanmasını
takdir ve tensiplerine arz ederim.

ANKARA SIKIYÖNETİM KOMUTANININ SÖYLEDİKLERİ

Ankara Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Nihat Özer, son bir aylık süre
içerisinde bölgesinde cereyan eden anarşi ve terör olaylan ile sağ ve soldaki
terör örgütlerinin faaliyetleri ve gerçekleştirilen operasyonlar hakkında bilgi
verdikten sonra, soldaki Marksist ve Leninist örgütlerin çizdikleri hedefe
ul�ma bakımından hangi satbada olduklarını şöyle ifade ediyordu.

"Bu konuyu tam bir açıklığa ktıvuşturmak için mevcut anarşi ve yıkıcı faa­
liyetlerin hangi boyutlarda Sıkıyönetim Komutanlıklarına devredildiği, halen
ne durumda olduğu ve gelecekteki durumun nasıl görüldüğü hususlarının ayn
ayrı incelenmesi ve teşhisin tam olarak konulması gerekmektedir. Ancak bu
teşhisten sonra devletin bütün imkanları kullanılarak hedefe gidilmesi esas
alınmalıdır. Marksist kökenli bir rejimin kurulabilmesi için o ülkedeki mevcut
• rejimin yıkılması faaliyetleri gen.,el olarak 3 safhadan geçmektedir. Bu safhala­

ra ulaşmada halen ülkemizde uygulanmakta olan metodlar, teşkilatlanma ve


propaganda safhası, öncü savaşının verilmesi, devlet otoritesinin yıkılması
veya felç edilmesi, ayaklanma ve neticeye ulaşma safhasıdır. Sıkıyönetimin
ilanından itibaren ülkemizin birçok kesimlerinde tedricen artan eylemlerle
başlayan örgütler, onaya çıktın ekonomik bunalımla beraber hayat pahalılığıru
ve bunun gibi kendi lehlerine kullanabilecekleri konuları gizlenerek yoğun bir
eylem safhasına girmiş bulunmaktadırlar. Güvenlik kuvvetleri halkla devlet
419
otoritesi arasında bir sun'i denge oluşturmaktadır. Bu dengenin ortadan
kaldırılarak halka ve sempatizanlara devletten daha güçlü olundugu inancını ya­
ramıak, devlet otoritesinin iflas ettigini inandırmak için, güvenlik kuvvetlerine
tecavüz emıek, pU5u kurarak öldümıek, onlarla çatışmaya girerek baht;meler ya­
ramıak, öncü savaşım başlatmak prensibi ile daha önce anarşiye karşı etkin
önlemler almış veya aldırmış olan bazı kimselere suikastlar düzenleyerek
güvenlik ve istihbarat örgütü içinde panik yaratmak taktiğinin bütün diğer ey­
lem türleri ile beraber her fırsatta yürürlüğe konmasıyla iki aşamada da
dügümlenen ikinci safha ülkemizde halen fiili olarak başlamış bulunmaktadır.
Türkiye'nin gelişmesini engellemek isteyen daima güçsüz ve muhtaç duruma
düşürmekle bir bunalım içine sürüklenmesini, böylece komünizmin kucağına
düşmesini isteyen dış güçlerin ve onların ülkemizdeki yandaşlarınm her geçen.
gün yeni bir taktik ve yeni bir modelle ortaya çıkmasma kesin olarak mani ola­
cak, topyekan bir mücadele içerlsinde olmamız şarttır. Hedefe ulaşabilmek için
maddi, manevi psikolojik bütün faaliyetlerden faydalanarak, bu konu sadece
sıkıyönetimlere bırakılmadan bütün anayasal güçler tarafından sürdürülmelidir.
Ülkemizi içten yıkmak isteyen düşman acele etmekte ve kati neticeye ulaştığı/il
hesaplamaktadır. Böyle bir tehlikeye ancak topyekan savunma ile karşıllk ve­
rilmesi kaçımlmaz olarak görülmektedir. "

Korgeneral Nihat Özer bunları söyledikten sonra, bizim takip etmekte


olduğumuz strateji hakkında da şöyle söylüyordu:

"Mevcut koşullar çerçevesinde saptanan stratejiye göre sürdürülmekte olan


sıkıyönetim uygulamaları bilinmektedir. Bizi tahdit eden hususlar tamamen ya­
salarla çizilmiştir. Mahkemelere imikal etmiş örgüt davalarıllln henüz
sonuçlandırılmamış olması ve halen mecliste bulunan yasa tasarılarının
çıkan/maması halinde anarşinin söndürülmesi uzun süre alabilecek veya
münakaşalı bir durum arzedebilecektfr.

Parlamentosundan, en küçük devlet örgütüne kadar her seviyedeki organlar


anarşi ve terörle mücadelede devletten yana kararlı bir tutumla yasal görevlerini
eksiksiz yapmaları, topyekun bir tavır ortaya koymaları şarttır.

Sayın Başbakamm,

Bunları birkaç konuyla, birkaç örnekle huzurunuza getimıek isterim. Bütün


anayasal kuruluşları söylerken, başta parlamentomuzu arzemıek isterim.
Haziran ayından beri dokunulmazlığının kaldırılmasını istediğimiz bir senatör
hakkında, mart ayında senatörün dokonulmazlığımn kaldırılmasına lüzum
olmadığı kararı bize intikal etmiş, milletvekilinin dokunulmaz/ığımn
kaldırılması hakkında da, 12 Mart tarihli yazınında henüz anayasa ve adalet
komisyonl�rından kurulu karma bir komisyonda bir işlem görmediği bize
bildirilmiştir. "

420
Maalesef meclislerdeki �natör ve milletvekilleri arasında da olaylara ismi
karışmış olanlar vardı. Meclislerimiz bunlara kanat geriyordu. Meclisimiz bu
konuda sıkıyönetimlere yardımcı olmazsa diğer kuruluş ve organlarımızdan
yardımcı olmaları nasıl beklenebilirdi?

ADANA SIKIYÖNE1İM KOMUTANININ SÖYLEDİ<ii

Adana Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral N. Bölügiray söz aldı. Yaptığı


takdim sırasında çok enteresan bir olayı anlatmıştı. Öğretmenlerimizden
bazılarının ilkokul öğrencilerine bile ideolojik dersler verdiğini simgeleyen bu
olayı burada zikretmekte yarar görüyorum:

"Adıyaman'm Pınarbaşı'ndaki ilkokulda bir öğretmenin program dışı der­


sler verdiğinin öğrenilmesi üzerine ilköğretim müdürü ve ilgililerden oluşan bir
heyet dershaneye ani olarak girerler. Öğretmene dersin konusu ne olduğu sor­
ulur. Öğretmen ah/dk dersi olduğunu söyler. Öğretmenden dersin konusunun
açıklanması istendiğinde öğretmen işçi, patron konusunu işlediğini ifade eder.
İlköğretim müdürü dört gruba ayrılmış bulunan öğrenci gruplarının ne
olduğunu sorunca, her gruba şimdiye kadar öldürülmüş anarşistlerin isimleri­
nin verildiği ortaya çıkar. "
Görüldüğü üzere daha ilkokul çağındaki beyinlere patronların işçiler
üzerindeki baskıları, onların zenginlikleri, işçilerin fakirliği konusu şırınga
edilmektedir.

Adana Sıkıyönetim Komutanı bu ibret verici olayı anlattıktan sonra,


bugüne kadar yaptığı teklifleri tekrar etmeyeceğini, zira her seferinde bu
teklifleri söylediğini, fakat yerine getirilmediğini acı acı dile getiriyor ve
cezaevi sıkınbsını bir daha ortaya seriyordu.

Korgeneral Bölügiray yeni teklif olarak şunları söylüyordu:

"Dün akşam Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanı bakanlıklarda yapılan


işleri gösteren bir dosya verdiler. Bu dosyayı tetkikimde Adana'ya birçok po­
lis, amir ve memur verildiği yazılıdır. Bu bilgi ve ifadeden Emniyet Genel
Müdürlüğü ile 5 aydır aramızda süren sağırlar diyaloğunun yine devam ettiğini
üzüntü ile gördüm. Çünkü verildiği ifade edilenler, Adana'da isyan edip ata­
nanların yerine verilenlerdir. Sadece bunlardan 500'e yakını acemi ve aday po­
listir. Bir miktar polis ve rütbeli şahıs verilmiştir. Polis açığı devam etmekte­
dir. 5 aydır anlatmaya çalıştığımız ise, Adana emniyetinin kadrosunun her
yönü ile takviyesi idi. Bu maksatla geçen ay zatıalinizin verdiği emrin
yapıldığına dair herhangi bir işaret almış değilim."

421
Adana Sıkıyönetim Komutanı tekliflerinden yapılamayanlar için dertli. Der­
dini dökmek ihtiyacında. Ne yapsın? Anarşi ve terör olayları ondan soruluyor. .
Neden bugüne kadar bir türlü önlenemedi diyorlar. Şöyle diyor sıkıyönetim
komutanı:

"Adana cezaevinin durumuna deginmek istiyorwn. Adana cezaevi 600-700


kişilik kapasiteye sahip olmasına ragmen, bugün 1 71 0 kişi bulunmaktadır.
Hela, kapı önleri, karidorlar ve çıkış kapılarına kadar insa!l doludur. Bir tek
kişi bile alacak hali yoktur. Bu cezaevindefirar olaylan, linç olayları vardır. Ve
devam edecektir. Belki de toplu isyanla kapıları kırıp kaçma imkanı da
bulacaklardır. 40 gardiyan var. Bunların bir kısmı sag eylemcileri, bir kısmı
sol eylemcileri tutmak üzere bölünmüşlerdir. Tabanca dahil mahkfJnılara her
şeyi temin etmektedirler. Bu gardiyanları mutlak surette biran önce buradan
almak gerekir. Cumhuriyet savcısı ile yaptıgımız anlaşmaya göre, bunların
yerine adam vermesinler. Gene militan gelecektir. Biz seçip bölgeden savcılar
kurulu ile seçelim. Bu teklifi 25 gün önce yaptık. Bir cevap alamadık. Şimdi
önemli olan tutuklamalar devam ediyor. Bunları nereye koyacagız?
Adana açık cezaevi silah temin etme yeridir. Onun da kaldırılmasını teklif
ettik. Buna da bir cevap alamadık.
Kahramanmaraş Emniyet Müdürünün sıkıyönetim kanunu hil4fina ve bazı
partililerin baskısı ve valinin istegi ile oradan Adana 'ya . tayin edilmesi,
Adana 'ya tayin edildikten sonra yine bana sorulmadan Mersin'e aluımasını da
zikretmek isterim. Dün bana verilen dosyadan bu emniyet müdürünün
Adana'ya istenmeyişinde Adana valisi tarafından bu teklifin yapıldıgını yeni
ögrenmiş bulunuyorum. Eger asayişin korunmasından biz sorumlu isek,
ka'}unun icabı olarak, beraber çalışacagımız kişilerin bize sorulması gerekir.
Eger biz değil de valiler sorumlu ise o zaman bize gerek yoktur. "
Bu kitaba aldıklarım sıkıyönetim komutanlarının dile getirdiklerinin ancak
ufak bir bölümüdür. İşte onun içindir ki sıkıyönetimler etkili olamıyor.

ADALET BAKANININ İTİRAFLARI

Sıkıyönetim komutanlarının çezaevi noksanlığından, cezaevlerindeki firar­


lanlan şikayetçi olmaları ürerine Adalet Bakanı Ömer Ucuzal söz alarak şu hu­
susları açıkça itiraf etmekten kendini alamadı:

"100 küsur hapishaneyi teftiş ettirdim. Vazifelerini yapmayanlara ikazda


bulunduk. Ama firarları önleme imkanlarına kavuşamadım. Nitekim geçmiş

422
dönemde 3051 firar vuku bulmuş. Yani üst üste her ayda 150 kişi firar etmiş.
En son Van hapishanesinden.firar olayı zuhur etti. Yetkili arkadaşlarımla ma­
halline gidip gördüm. Gördüğüm manzara çok üzücü idi. Hapishane içindeki
insanlara gereken değer verilmediği sabittir. Yetkili arkadaşların görev yap­
madığı da sabit. Aslında tünel kazarakfirar edildiği de hala tereddütlü bir du­
rumdadır. Çünkü o delikten insanın çikması mümkün değil. "

DEMİREL'İN llAKİMLERDEN Şi:KAYETİ

Adalet Bakanının arkasından Başbakan Demirel sözü alarak "B u


sürtüşmeleri ortadan kaldıralım. Komutanlarımız gönül huzuru ile işlerini,
görevlerini yapabilsinler. Biz her zaman için onlara yardımcıyız. Hükümet
olarak ne aksıyorsa onları düzeltmenin Y-Ollarınz buluruz. Para lazımsa para
buluruz, yetki lazımsa yetki buluruz, kanun lazımsa kanun buluruz. Öyle
girdik meselenin içine, her halükfirda şartlar ne olursa olsun Türkiye
Cumhuriyeti devletini ayakta tutarız" diyordu.
Güzel ve parlak sözler. Bunlar sık sık söyleniyor. Fakat bugüne kadar yet­
ki kafi değildir dendi Sıkıyönetim KomutaQ.lannın yetkisini artıracak kanun
çıkarılamadı. Çıkarılacağı da şüpheli. Zira parlamentoda çoğunluğa sahip
değil. Kanunlar da aynı sebepten çıkarılamadı. Şimdiye kadar çıkarılamadığı
gibi bundan sonraki aylar zarfında da çıkarılamadı.
Sıkıyönetim Komutanları, yeterli sayıda askeri hfildm ve savcı ol­
madığından ve dolayısıyla mahkemelerin zamanında sonuçlandırılamadığından
şikayet ediyorlardı. Bunlara cevap olarak Demirel "Sivil mahkemelerden ve si­
vil hfikimlerden faydalanamıyoruz. ?,aten fayda/ansan ne olacak. Sivil yargı
işlemediği için mesele sıkıyönetime, askeri yargıya kalmıştır. Bir tane idam
kararı 16 ay zarfında mahkemelerden ve Yargıtaydan geçip Meclise intikal et­
memiştir. Bir tane karar bekliyorum; bu askeri şehit eden kararı kaptığım gibi
Meclisin huzuruna gidip Meclislere bunu tasdik etmeye mecbursunuz, aksi
halde vebal sizindir, diyebileyim " diyordu.

O Meclisten hiçbir idam kararı geçmezdi. Nitekim adi idam kararları sene­
lerdir meclislerde bekliyordu. Bir tanesi bile tasdik edilmedi. heriki aylarda
Sıkıyönetim Mahkemelerinden de idam kararları gelecek fakat meclisten
geçmeyecektir. Zira muhalefetin bir kanadı idamlara karşı idi. Aslında insani
düşüncelerden dolayı idama karşı olduklarını zannetmiyorum.
Avrupa Konseyine dahil ülkelerde idam olmadığı için onlar da Avrupalı
423
dostlarına yaranmak, onlara hoş görünmek için karşı ç ıktıklarını
zannediyorum.

Bu Sıkıyönetim Koordinasyon ToplanUsı da böylece sona ermiş oluyordu.

BAZI ACI OLAYLAR

Hapishanelerden firar olaylarından her S ıkıyönetim Koordinasyon


Toplanusında acı acı şika.yet edilirken 2 1 Nisan günil de İstanbul'da adliyeye
götürülen 23 siyasi ve adi tutuklu cezaevi arabasından kaçtı. Sanki vaktiyle
"Cezaevleri yol geçen ham oldu" diyen Demirel ile alay ediyorlardı.

22 Nisan günü ise Tarsus'ta yolu ukayan göstericilerle güvenlik kuvvetleri


arasında çıkan çatışmada 9 kişi ve Türkiye'nin diğer şehirlerinde 1 1 olmak
üzere bir günde 20 kişi öldürülmüştü. Artık ölü sayısı yavaş yavaş 20'lere
dayanmaya başlamışu.

_ 24 Nisan günü emekli Oramiral Kemal Kayacan1a bir görüşmemiz daha


oldu. Bu konuşmayı da onun tuttuğu notlardan alıyorum. Bu görüşmeyi de
maalesef not almamışım.

24 NiSAN 1980 PERŞEMBE GÜNÜ SAAT 18.15TE


GENEL KURMAY BAŞKAN/ iLE YAP/LAN GÖRÜŞME

- Halen komisyon ve meclislerde olan Silahlı Kuvvetlere ait yasalar


üzerinde görüşüldükten sonra Sayın Ecevit'in üzerinde önemle durduğu ve
son zamanlarda istismar konusu haline getirilen Anayasa üzerindeki tarnşnıalar
ve Sayın Ecevit'in "Bu işe ait bir beyanat vs. beni üzer, zira bu konuda
şiddetle mücadele vereceğim" sözleri nakil edildi. Buna cevabı:
Biz bu konuda bir şey söylemeyeceğiz. Biz Anayasa değişsin demedik, bi­
zim arzumuz Meclisi daha iyi bir duruma getirmek için Seçim Kanununun ve
Ön Seçim Sisteminin değiştirilmesi ve hatta Partiler Kanununda gerekli
düzeltmelerin yapılmasıdır. Bugünkü kanunlar değişmezse gelecek seçimlerde
Meclislere istenilen vasıfta, yurda faydalı olacak kişilerin gireceğinden
şüphemiz vardır dedi.
- Anayasa konusunda Korgeneral rütbesindeki/erin ve hatta 1. Ordu Konıu­
tanımn değişmesinde yarar gördüklerinin ifade edildiğini daha açıkçası asker-

424 •
/erce Anayasa değişmesinin ö11 görüldüğü hakkında dedikodular çıkarıldığını
söylemem üzerine:
Bunlar doğru değildir, bu işin güç olduğunu görerek bize mal etmek yoluna
gitmiş olabilirler, yukarıda söylediğim gibi askerler seçim sistemi ve bunlarla
ilgili yasaların değişmesini temenni ediyorlar diye izahat verdi.
- So11 zamanlarda Sıkıyönetimin birçok suçsuz yurttaşı ve pek çok hiçbir
olaya katılmamış CHP'lileri nezarete aldığını, bu hareketlerin halk kesiminde
iyi karşı/anmadığım ve bunlara ait olaylardan misaller vererek anlattım, son
Ankara olaylarını da izah ettim. Yanllş ihbarların askeri yanlış yollara ittiği11i
ve hatta askeri tuzağa düşürürcesine işler yaptırdığını da ilave ettim. Buna şu
karşılığı verdi:
Bunlara sebep polistir. Polis hdld temizlenmemiş olup 2-3 parçaya
bölünmüştür. Aşırı solun CHP'ye menfi tesirleri çoktur. CHP'nin öncelikle
yapmakta olduğu bu mücadeleyi daha da hızlandırması kanımca lazımdır.
Sıkıyönetim Komutanları çok güç şartlar altındadır. Aldığı istihbarata göre
yaptığı hareketlerde bazen yanlışlıklar olmakta ise de, bunları, öğrenildiğinde
hemeh halli cihetine gidilmektedir.
- Sayın Ecevit'in aşırı uçlarm hiçbirini korumadan her zaman "biz faşizme
de komünizme de karşıyız" dediğini söyledim ve aşırı solla devamlı mücadele
edildiğini tekrarladım. Bana şu cevabı verdi:
Bunu biliyorum, ancak bu da yetmiyor, DiSK bugün aşırı uçların bir nevi
eğitim merkezidir. Bu teşekkülün toplantılarına giden CHP milletvekilleri var,
böyle olunca mücadele verimi ne dw·uma düşer? Son Tarsus hadisesi bwılann
amaçlarım daha iyi olarak ortaya koymaktadır. 1 Mayıs için gizlice Tarsus'a
gelen aşırı uçlar olay için yolun masum bir istek olan üstgeçit yapılmasını
sağlamak üzere halkça barikat/anmaya başlamasını fırsat bilmişler ve yolun
kapanmasına dahi yardım etmişlerdir. Trafik ekipleri yolu açmaya çalışırken
aşırı solcular taş atarak engellemiş ve şehirde özel olarak bulundurduğumuz
komando birliğinin yardıma gelip engelleri kaldırmaya başlaması üzerine direkt
olarak askerlere ateş açmışlardır. Asker ve emniyet mensuplarının güçlü olarak
gelmeleri üzerine ateşlerini halka çevirmişlerdir. Askerlerin kurşunu ile ölen
ve yarala11an yoktur, asker havaya ateş açmıştır.
- Bu olay onların bir taktiği, yalnız onların değil sağ, sol teröristlerin tak­
tiği. Halkla askeri karşı karşıya getirmek, halktan asker saygısını sevgisini
azaltmak ve zayıf andiı isteklerine nail olmak. Bunu, sıkıyönetim icraatım
yanlış yollara sevkle de yapmaya çalışıyorlar. Bana:
Bunlara bu oyunlara gelmemek için herşeyi yapacağız ve yapıyoruz, buna
herkesin yardımı şart dedi.

425
- Bundan sonra Cumhurbaşkanı seçimlerini sordu, durumu anlattım. Sayın
Ecevit'in bu iş için de diyalog istediğini fakat Demirel'in reddettiğini söyledim.
Bana şunları söyledi:
Bu önemli işin bu kadar uzaması bizleri çok üzmektedir. Şu anda kişisel
görüşüm, Saadettin Bilgiç'in ve Sayın Batur'un da seçilemeyeceğidir. Aday­
ların dağişmesi halinde belki hal yolu bulunabilir. Sizin söylediğiniz adaylar­
dan Karakaş'ın ortaya çıkması sonuç vermez, kendi partisinde sevilmediğini
öğrendim, bu haliyle kazanamaz. Sırrı Atalay'ın da hiçbir sonuç alamaya­
cağına inanıyorum. Bu arada Sayın Ecevit'in Demire/'/e temas kurması
mümkün olmaz mı? Bu önemli işin halli için ben Demire/'e haber yolladım, bu
iş en kısa zamanda tamamlanmalıdır. Bu işin Haziran'a kadar uzatılmasına ve
dışarıdan birinin getirilmesine karşıyız. Bu iş mevcut yasalar içinde ve parla­
mentoda helledilmelidir, çok geç.kalındı.
Özel Ricalan:
- Sayın Ecevit'in tüm aşırı uçlara (faşist ve komünist ile bölücüler dahil)
CHP'nin karşı olduğunu IV'de tekrarlaması
- Cumhurbaşkanı seçimi için gerekiyorsa fedakarlık yapıp AP Genel
Başkanı ile görüşmesi
- Birçok askeri yasalar genel kurulda. Bwılann acele çıkması lazım, haftada
iki gün bunlara verilmesi.
Not: Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları 28 Nisan Pazartesi Er­
zincan'a gidip Çarşamba dönecek/et:.
25 Nisan günü de 15 vatandaş, 28 Nisan'da ise 2 1 vatandaş hayatını kay­
bebnişti.

CUMHURBAŞKANUGI SEÇİM 1lJRLARI DEVAM EDİYOR

Bütün bu acı olaylar yaşanırken; parlamentoda haftalardır Cumhur­


başkanlığı seçim turları devam ediyor, aday olan Muhsin Batur ile Sadettin
Bilgiç bir türlü illi oyu sa�yamadıklarından Meclis de hiçbir iş yapmıyordu.
Meclis, bazı günler bir, bazı günler iki tur oylama yapıyor ve dağılıyordu.
Bu yüzden bir tek kanun ele alınamıyordu. Bu durumdan bütün kamuoyu ve
dolayısıyla biz de rahatsızlık duyuyorduk.
Hergün yurt sathında 15-20 vatandaş hayatını kaybederken, gece gündüz

426
çalışması gereken parlamento bir aydır görev yapmıyor, yalnızca Cumhur­
başkanı seçim turları ile gününü gün ediyordu.

MİLLİ SAVUNMA BAKANI İLE GÖRÜŞMEM

Bu durumdan birçok milletvekili de şikayetçi ve tedirgindi. Bunlardan bir


tanesi de Milli Savunma Bakanı A. İhsan Birincioğlu idi. Zaman zaman bana
geliyor, Cumhurbaşkanı seçimi konusunda Demirel'in takındığı tavırdan
şikayet ediyordu. Görüşmelerimiz arasında kendisine, uyarı mektubunun iş
olsun diye verilmedi.ğini, maa!esef bu mektubun ciddiye alınmadığını, bundan
üzüntü duyduğumuzu, bizi arzu etmediğimiz kararlar almaya mecbur
bırakmamaları gerektiğini söylerdim.
Böyle bir konuşmamız 24 Nisan �ü de cereyan etti Kendisine aynen
şunları söyledim:
"Herkesin ve tabii bu arada Silahlı Kuvvetlerin de bir sabır noktası vardır.
Bu işin bu şekilde ifa nihaye beklemeye tahammülü yoktur. Eğer böyle devam
ederse ya alttan gelen tazyiklere dayanamayarak bu sele katılmak zorunda
kalını veya bizi bir kenara iterler. Binaenaleyh biran evvel Cumhurbaşkanlığı
meselesi halledi.lmelidi.r. Bunu Başbakana anlatınız."
A. İhsan Birincioğlu Başbakanla konuşacağını söyledi.

ORAMİRAL KEMAL KAYACAN İLE KONUŞMAM

Milli Savunma Bakanı ile yaptığım bu konuşmadan sonra emekli Oramiral


Kemal Kayacan geldi. Ecevit'ten bana mesaj getirdiğini söyledi. Cumhuriyet
Halk Partisi ile Adalet Partisinin müşterek bir hükümet kurmalarının lüzwmmu
yine öne sürdü. Ancak, böyle bir hükümet kurulmadan evvel Cumhurbaşkanı
seçiminin bitirilmesinin gerekli olduğunu, Muhsin Batur'un adaylıktan
yakında çekileceğini, kendisini Cumhuriyet Halk Partisinin aday
göstereceğini, seçilebilmesi için bizim de ağırlığımızı koymamız gerektiğini
söyledi.
Ben kendisine bu konuda bir cesaret vermediğim gibi şu noktada Demi­
rel'in böyle bir koalisyona razı olmayacağı kanaatında olduğumu da belirttim.

427
Ecevit'ten getirdiğini söylediği bu mesaj hakikaten Ecevit'in mi, yoksa ken­
disinin fikri miydi orasuu bilemiyorum.
Aynı akşam görevinden ayrıldığı için vedaya gelen Napoli'deki Güney Av­
rupa Müttefik Kuvvetler Komutanı Oramiral Shear onuruna benim Orduevinde
bir yemeğim vardı.
Milli Savunma Bakanı Birincioğlu yemekte yanıma gelerek Demirel ile
görüştüğünü, Demirel'in artık bu işi halletmenin zamanı gelmiştir dediğini
bana nakletti. Sevindim. İnşaallah dedim. Zira Demirel'in bu söylediğine de
inanmıyordum.

MÜDAHALE FİKRİNİN BELİRMF.Sİ

24 Nisan tarihli not defterime bunları kaydettikten sonra şunları da


yazmışım : "Durum hiç de iyi degil. Hiçbir şeyin �alledildigi yok. Galiba so­
nwıda bu işe müdahale etmek zorunda kalacagız. Kuvvet Komutanları ile
yaptıgımız görüşmede önümüzdeki haftayı da beklemenin uygun olacagı neti­
cesine vardık. Eger durum böyle devam eder ve partiler bu anlayışsızlık
içerisinde olurlarsa bir müdahaleden başka çıkar yol kalmıyor. "
İşte ilk müdahale fikri bu tarihte kafamıza yerleşmeye başlıyordu. Gerçi her
an bir müdahale zorunluluğu ile karşı karşıya kalabileceğimiz ihtimalini
aklımızdan çıkarmıyor ve hazırlıklarımızı ona göre yapıyorduk. Ancak, mec­
bur olmadıkça da bu yola başvurmamaya ben şahsen kararlıydım. Zira bundan
evvel yapılan 27 Mayıs 1960 müdahalesi ile 12 Mart 1971 müdahalesinin yur­
dumuza ve özellikle Silahlı Kuvvetlerimize verdiği maddi ve manevi zararları
görmüş ve içinde yaşamıştım. Tekrar böyle bir durumla karşı ka�ıya kalma­
mamızı gönülden temenni ediyordum. Derhal bir müdahalenin gerekli
olduğuna inanan çevrelerin beni korkaklık, pısırıklıkla itham ettiklerini tahmin
ediyordum. Bu yönde mektuplar da alıyqrdum. Fakat ne derlerse desinler, en
son dakikaya kadar, meşhur tabirle, bıçak kemiğe dayanıncaya kadar sabret­
meye kararlı idim. istiyordum kı; eğer müdahaleden başka bir yol kal­
madığından dolayı müdahale gerçekleştirilecek olursa, millet de buna inanmalı
ve kabul etmeliydi. Çünkü bu sefer gerçekleştirilecek bir müdahaleyi 27
Mayıs'ta olduğu gibi bir partiye dayanarak, ondan güç alarak değil, milleti ar­
kamıza alarak, onun desteğini sağlayarak yapmamız gerekliydi.
Genelkurmayda teşkil ettiğim iki kurmay subaydan kurulu çalışma grubu­
nun zaman zaman verdiği raporlar her ne kadar artık bir müdahaleden başka

428
çıkar yol olmadığı mealinde idiyseler de, onları dolabıma koyuyor, kendilerine
hiçbir şey söylemeden çalışmalarınızı sürdürün diyordum.

ERBAKAN'IN GAYRI CİDDİ DAVRANIŞLARI

Nisan ayının sonuna geldiğimizde, anarşik olaylar mütemadiyen tırmanma


gösterirken Demirel hükümetini dışardan destekleyeceğini söyleyen Erbakan
milletle alay eder gibi Demirel'i ziyaret ediyor ve basının önünde Demirel'e ge­
tirdiği kadayıf tepsisinden kadayıf ikram ediyordu.

O dlhıemi yaşamamış olanlar bunun anlamını kavramayabilirler. Onun için


bu kadayıf meselesini izah etmek istiyorum.
Hükümetin icraata başladığı sırada Başbakan Demirel 100 günlük bir icraat
programı yaptığını ilan etti. İşte bu yüz gün dolduktan sonra Erbakan,
hükümetin bu süre içerisinde bir şey yapamadığını ileri sürerek zaman zaman
fınna sürdüğüm kadayıf tepsisine bakıyorum, yavaş yavaş kadayı fın altı
kızarmaya başladı der ve sözde bu hükümetin de sonunun geldiğini alaylı bir
·

şekilde ima etmek isterdi.

Şimdi kadayıf tepsisi ile Demirel'e gelip pişmiş olan kadayıftan ona ikram
etmek suretiyle, artık senin de sonun geldi demek istiyordu.

Böyle gayn ciddi bir partinin başkanının sözü ile yola çıkanın hali elbette
bu olurdu.

Maalesef Cumhuriyet Halk Partisi de, Adalet Partisi de bu parti ile koalis­
yon kurdu fakat her ikisi de hüsrana uğradılar. Bu iki büyük parti birbiri ile bi­
raraya gelemiyor da, böyle bir partinin başkanına güvenerek koalisyon
kuruyor. Milletin büyük bir çoğunluğunun da akıl erdiremediği nokta işte bu­
dur. Bu ufacık parti senelerce iki büyük partiyi elinde oynattı ve memleketin
mukadderatı üzerinde maalesef söz sahibi oldu.

Erbakan'ın bu tutumu karşısında; Demirel'in kendisinden, Adalet Partisi


hükümetini destekleyip desteklemeyeceği konusunda ciddi bir söz alması gere­
kirken, hükümetten ayrılmama pahasına Erbakan'ın bu hoş olmayan sözde
esprisine cevap vermiyor, kadayıfı afiyetle basın mensupları önünde yiyor ve
"Hoca benim kilomun eksikliğini fark etmiş onu tamamlamaya çalışıyor" de­
mek suretiyle mukabil espri yapıyordu. Millet kan ağlarken bunlar milletin
gözünün içine baka balc.a sanki milletle alay ediyorlardı.

Mayıs ayına geçmeden Nisan ayı içerisinde cereyan eden anarşik olaylarda
hayatını kaybeten ve yaralanan vatandaş adedine de bir göz atmada yarar var.

429
Bu ay içerisinde yurt sathında 803 olay olmuş ve bu olaylar sonucu 247 va­
tandaş ölmüş, 475 vatandaş yaralanmıştır. Yani üst üs�e her gün sekiz kişi
ölmüş demektir.

...

İKİNCİ BİR UYARI MEKTUBUNA GEREK VAR MI?

Nisan ayı içerisinde Kuvvet Komutanlan ve İkinci Başkanla zaman zaman


vaki olan görüşmelerimizde, sene başında Cumhurbaşkanına verdiğimiz ve
Cumhurbaşkanının da Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi Genel
B aşkanlanna. ilettiği uyan mektubu ile Başbakana verdiğimiz yapılması
gereken işler listesi üzerinde bugüne kadar hiçbir işlem yapılmadığını, sanki
mektup verilmemiş gibi bir vurdumduymazlık içinde bulunduklanm, bizi oya­
layarak zaman kazanmak istediklerini ortaya koyduk ve bu durum ka�ısında
acaba ne yapmamız gerektiğini değerlendirdik.
İkinci bir uyan mektubunun verilmesi fikri üzerinde de durduk. Gerçi bu­
nun da bir netice vermeyeceği muhakkaktı ama.yine de İkinci Başkana böyle
bir uyan mektubunun hazırlanması görevini verdim. Fakat bu hal tarzından bi­
lahare vazgeçtim. Zira böyle bir mektubun verilmesi, ülkede siyasi tansiyonu
artırmaktan, muhalefet partilerine ve özellikle Cumhuriyet Halk Partisine mev­
cut iktidan devirmeleri için fırsat vermekten başka bir fayda sağlamayacağına
inanıyordum.
Cumhurbaşkanı hala seçilemiyor ve dolayısıyla Meclis de muayyen
günlerde toplanıp bir veya iki tur seçim için oylama yapmaktan başka bir işle
meşgul olmuyordu. Bunun neticesi anarşi ile mücadele için beklediğimiz
kanunlann hiçbiri bu durumda ele alınamıyordu.

430
MAYIS 1980

DEMİREL İLE GÖRÜŞMEM


VE ÖZEL HARP ELEMANLARINI KULLANMAM İÇİN
BANA YAPTIGI TEKLİF

5 Mayıs günü Milli Savunma Bakanı A. İhsan Birincioğlu ile biraraya gel­
dik. Kendisine yine Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunu açtım. Bu iş halledil­
medikçe meclisin hiçbir işe el atacağı yok. Cumhurbaşkanlığı makamı bu ka­
dar hafife alınamaz. Hem millete ve hem de dünyaya rezil oluyoruz.
Başlxıkana söyleseniz de bu mesele artık halledilse, zira Silahlı Kuvvetler ola­
rak biz de endişe duyuyoruz dedim.
Birincioğlu bu hususu müteaddit defalar Başbakana söylediğini bu akşam
Başbakanın benimle bu konuyu konuşacağını söyledi. Hakikaten Demirel
akşam üzeri beni Hariciye Köşkü'ne çağırdı. Bir saate yakın görüştük. Fakat
hiç Cumhurbaşkanı seçiminden bahsetmiyordu. Güneydoğu Anadolu'daki
bölücü ve anarşik olaylardan bahsediyor, bunun bir türlü önlenemediğinden
şikayet ediyordu. Maksadını anlamıştım. Diyarbakır'daki 7'nci Kolordu ve
Sıkıyönetim Komutanının değiştirilmesini dolaylı olarak istiyordu. Kendisine,
Sıkıyönetim Komutanının bu hususta bir ihmali veya kusuru olmadığını,
bugüne kadar gelmiş geçmiş iktidarların o bölgede uyguladıkları yanlış
politika yüzünden yörenin patlamaya hazır barut fıçısı haline geldiğini, aynca
Diyarbakır'da sıkıyönetimin ilk anda değil, sonradan ilan edildiğini, kaldı ki
oradaki korgeneralin bu sene terfi sırasında bulunduğunu, ya terfi edip
ayrılacağını veya terfi edemeyip emekli olacağını, bu bakımdan görevinden
alınmasını düşünmediğimi söyledim.

Bu konu üzerinde fazla dumıayarak konuyu değiştirdi. Özel Harp Dairesin­


deki personeli teröristlerle mücadelede kullanmamızı ve onlarla çete savaşı
yapmak suretiyle öldürülmelerini, vaktiyle de bu teşkilatın böyle kullanıldığını
söyledi ( 197 1 Sıkıyönetim dönemindeki Kızıldere olaylarında kullanılan per­
soneli kastediyordu).
Bu hal tarzına şiddetle karşı çıktım. Büyük emeklerle kurulan bu teşkilatın
43 1
görevinin bu olmadığını, vaktiyle yanlış kullanıldığını, ben Genelkurmay
Başkanı olduktan sonra Özel Harp Teşkilatım esas görevine yönelttiğimi, tek­
rar kontrgerilla söylentileri11i11 ortaya atılmasma müsaade edemeyeceğimi, dev­
letin güvenlik kuvvetlerini güçlendilmemiz gerektiğini belirttim.
Konuşmamız bitmek üzere iken ben Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunu
açtım. Bir an evvel bu meselenin ha1ledilmesi gerektiğini söylemek zorunda
kaldım. Bunun üzerine, "Evet iş o noktaya geldi. Yugoslavya Cumhurbaşkanı
Mareşal Tito'nun cenaze töreni için Belgrad'a gideceğim. Orada Ecevit'le ·

buluşacağız. Orada kendisiyle bu konuyu konuşacağım" dedi.


Sanki Türkiye'dc konuşmak mümkün değilmiş gibi Yugoslavya'da cenaze
töreninde buluşacak ve bu kadar mühim bir konuyu ayak üzeri konuşacak.
Belli ki bizi oyalıyor, zaman kazanmak istiyordu.

Bu görüşmemizden sonra iyice kanaat getirdim ki, Başbakan bizi yanlış


yollara sevk etmek istiyor, oyalama taktiği kullanıyordu.

BÜTÜN HAZIRLIKLARIN TAMMlIl,ANMAS


EMRİNİ VERİŞİM

Başbakanın yanından Genelkurmaya döndüm. İkinci Başkana durumu an­


lattım ve şu emri verdim: '7 Mayıs günü Askeri Komite ve SHAPEX tatbi­
katına gideceğim. Dönünceye kadar bütün ha_zırlıklar tamamlansm. Radyo ve
televizyona verilecek tebliğler, beyanatlar da hazırlansın. Bu partilerin memle­
keti felakete sürüklemelerine daha fazla seyirci kalamayız. Brüksel'den
dönüşte artık bu işi halledelim. "
Bu fikrimi Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin'e de
söyledim.

7 Mayıs günü eşimle birlikte B rüksel'e hareket ettim. Brüksel'de evvela


SHAPEX adı verilen tatbikata katıldım. Tatbikat sonunda Askeri Komite
toplantısı yapıldı. Toplantı 12 Mayıs günü idi. 1 3 Mayıs günü eşimle beraber
yurda dönecektik. Fakat Brüksel'de bulunan kızım ve torunum anne ve
annannesinin yani �şimin bir hafta daha kalması hususunda ısrar ettiler. Karım
bu ısrara dayanamac;lı peki dedi. Ben de ısrar etmedim. Bir hafta on gün din­
lenmiş olur diye düşündüm. Şekeri son aylarda bir türlü düşmüyordu. Peıtıi­
zine fazla dikkat etmediği gibi ensülin de yaptırmıyordu. Hem kendisine hem
kızıma şekerli ve hamurlu gıdalar vermemelerirı.i, perhizine dikkat etmelenni
sıkı sıkıya tembih ettim.

432
12 Mayıs akşamı kaldığımız sefarette yatacağımız sırada eşim sanki 1 8
Mayıs'ta başına gelecek felaketi hissetm iş gibi bana "Kenan ben niye
kalıyorum ki , ben de seninle gelsem daha iyi olurdu" dedi. Ona ait eşyaları
kızımda bırakmıştık. Sabahleyin de hava meydanına gidecektik. Bunu da
düşünerek " Artık bu saatten sonra çok zor olur. Hem bir hafta burada dinlenir
Ayça ile de beraber olursun" dedim. O da buna uydu, am a her nedense
kaldığına pek sevinememişti.

BRÜKSEL DÖNÜŞÜ HAVA MEYDANINDA


VERDİGİM BEYANAT

Ben 1 3 Mayıs günü Yeşilköy hava meydanına indiğimde basın mensupları


ve TRT etrafımı sardı. Brüksel'deki çalışmalar hakkında kısa bilgi verdikten
sonra orada bulunduğum süre zarfında Askeri Komite üyelerinin benden
Cumhurbaşkanlığı seçiminin neden bir sonuca ulaştırılamadığı hususundaki
sorularının bitmediğini, buna verilecek cevabı bulmakta wrluk çektiğimi belir­
terek"Verilecek bir cevap da yoktu. Bazı dostlarıma şaka yollu takılmak mec­
buriyetini hissettim. Herhalde Cunıhurbaşka11lıg111a layık bir kimse bu­
lamıyor/ar ki seçemiyorlar veya o kadar çok aday var ki bir tanesini bulup
seçemiyor/ar demek zorunda kaldım. Ama bir vatandaş olarak şunu ifade et­
mek isterim ki; artık bu işe bir hal çaresi bulmak lazım. Partilerin biraraya
gelerek artık bu konuyu halletmeleri zamamnın geldigi ve hatta geçtigi in­
ancındayım" şeklinde bir beyanat verdim.
Verdiğim bu beyanat ertesi günkü gazetelerde manşet oldu. Ben de esasen
bunu istiyordum. Belki partilerin aklı başına gelir de bu konuya ciddiyetle
eğilirler diye düşünüyordum. Maalesef bir faydası olmadı.

Başbakan Demirel "Genelkurmay Başkamnm beyanatını yanlış istikamet­


lere çekerek parlamellto üzerinde birtakım spekülasyonlara götürmek fevka­
lade hatalıdır" diye beyanat verirken. Cumhuriyet Halk Partisi bildirisinde
"Evren'in söylediklerinin degerlendirilmesi iktidara düşer" deniyor, Milliyetçi
Hareket Partisi ise "Zorlama ve müdahale hiçbir kaynaktan ve canipten telkin
edilemez" şeklinde bildiri yayınlıyor, Milli Selamet Partisi de "Genelkurmay
Başkanının temennileri tüm Türk vatandaşlarımn kalbindeki görüşler istikame­
tindedir" diyordu.
Görüldüğü gibi mektup olayında olduğu gibi yine hiçbir parti bu konuya
sal"Jp çıkmıyor, birisi yanlış istikametlere çekilmesin derken, diğeri topu ikti-

433
darın üzerine auyor, bir diğeri parlamentoya hiçbir canipten baskı yöneltilemez
şeklinde işi saptınnaya çalışıyordu.

Cumhuıbaşkaru adaylarından Muhsin Batur da verdiğim bu beyanattan


alınarak üzüntü duyduğunu belirtiyor, dışarıdan ikaz ve müdahale yapılmışur
diyerek adaylıktan çekiliyordu. Çekilmek için bir fırsat kolluyor olmalı ki,
böyle bir karar almak gereği duydu. Esasen kontenjan scnatörlüğündeki süresi
de yakında doluyordu. Adaylıktan çekilmese de bir netice alması beklenmiyor­
du.

ATATÜRK'E YUH ÇEKİLİYOR

1 5 Mayıs günü İstanbul'da çok çirkin bir olay cereyan etti. O gün Regaip
Kandili olduğundan camilerden birisinde mevlOt okunuyor ve mcvlat televiz­
yondan naklen veriliyordu. Mevlıidun sonunda duası yapılırken Atatürk'ün
ismi hoca tarafından söylenince bir grup tarafından yuh çekildi ve lanet olsun
diye bağınldı.
Bu olay yurt çapında büyük yankı yapu. Tabii aşın solun ekmeğine de yağ
sürülmüş oldu.
1 8 Mayıs Pazar olmasına rağmen Kuvvet Komutanları, Jandanna Genel
Komutanı ve İkinci Başkanın kaUldığı bir toplantı yaptık.

MÜDAHALEDEN BAŞKA ÇIKAR YOL YOK

Memleketin içinde bulunduğu durumu tekrar gözden geçirdik. Bu arada


parti başkanlarına yapılması düşünülen ikinci bir ikaz mektubu konusunu da
görüştük. Bunun bir fayda sağlamayacağına, müdahaleden başka çıkar yol ol­
madığına karar verdik. Ancak ben, Ordu Komutanları ile Kolordu seviyesin­
deki komutanların da bu konudaki fikirlerinin alınması gerektiğini öne sürünce
hepsi tarafından tasvip gördü. Buna göre de, bütün hazırlıkların Temmuz'un
ilk haftasına kadar bitirilmesine karar verildi.

434
F.ŞİM LAHEY'DE HASTALANIYOR

Bu karar alındıktan sonra eve geldim. Uzun süre çalışum. Gece saat
23.30'da telefon çaldı. Karşımda İkinci Başkan Haydar Saluk vardı. Eve ka­
dar gelmek istiyordu. Herhalde mühim bir olay vardı ki eve gelmek müsaadesi
istiyordu. Gel tabii dedim. Evlerimiz birbirine çok yakın olduğundan beş daki­
ka sonra geldi. Kendisine Biii ksel'den daimi temsilcimiz Büyükelçi Osman
Olcay ile Lahey Büyük.elçisi telefon etmişler. Eşim Sekine bugün Hollanda'da
beyin damarlarından birisinin tıkanması sonucu ağır bir felç olayı geçinniş, he­
men hastaneye kaldırmışlar halen yoğun bakımda imiş, başında kızım ve dam­
adım da bulunuyormuş. Üzülerek bu haberi verdi. O anda beynimden vurul­
muşa döndüm. Ne yapacağımı bir an düşündüm. Kızımla görüşme imkanının
olduğunu söyledi. Zor da olsa telefonda bulup konuştum. O gün hep beraber
Hollanda'ya gitmişler, Lahey'in meşhur çiçek parkını gezmişler, bilahare din­
lenmek için parkta bir ağaç altında oturup piknik yaparken aniden annesinin
konuşamaz bir hal aldığını, anormal bakışları bulunduğunu fark etmişler, he­
men cankurtaran çağırtarak hastaneye kaldırmışlar ancak bunları söyleyebildi.

Telefonla bu görüşmeler yapılırken gürültü ile uyanan küçük kızım Miray


da yanımıza geldi. Durumu öğrenince ağlamaya başladı. Ertesi günü gitmem
mümkün değildi zira 19 Mayıs Bayramı vardı. Ancak merasimden sonra gi­
debilirdim. Sabam ror yapum.

1 9 Mayıs gösterilerinin yapıldığı stadyumda Başbakan Demirel'e konuyu


açtım. Çok fena dedi. Akşam hareket etmem için müsaade alıp geceyarısı La­
hey'e hareket ettim.

20 Mayıs sabam Lahey'e vardım. Doğru hastaneye gittim. �1ın hfila yoğun
bakımda idi. Beni görünce ağlamaya başladı. Konuşamıyordu ve sağ tarafı
olduğu gibi felçli idi. Doktoru ile görüştüğümde ağır bir vak'a olduğunu
söyleyince büyük bir moral çöküntüsü hissettim.

23 Mayıs gününe kadar Lahey'de kaldım. Eşimi yoğun bakımdan normal


odaya aldılar ben de mecburen 23 Mayıs günü Türkiye'ye hareket ettim.

19 MAYIS DOLAYISIYLA YAYINLADIGIM �AJ

Hollanda'ya hareketimden evvel 1 9 Mayıs Gençlik ve Spor B ayramı


münasebetiyle Silahlı Kuvvetlere bir mesaj yayınlamış ve basına da verdir­
miştim. Mesajdaki önemli kısımlar şunlardı:

435
"Atatürk'ün Cumhuriyeti emanet e"iği Türk Gençliğinin, O 'nun ema11etini,
ilkelerini ve devrimlerini sonsuza kadar sürdürecek iman ve güce sahip
olduğwıa inanıyorum. Ama ne yazık ki, bugün vatan ve millet sevgisinden
yoksun, kalpleri kararmış bir klSlm zavallılar, memleketi tekrar köle durumuna
getirecekfelaketlere sürüklemek için herJürlü gayreti sa1fetmektedirler.
Bu zavallılar o kadar gaflet içerisindedir/er ki, bugünkü geniş hürriyet ha­
vas11ıı kendilerine teneffüs ettiren büyük Atatürk'ü11 yerine ellerinde
başkalarının resimleri11i, bağımsızlığm sembolü olan ve milyonlarca şehit ve
ecdadımızın kanları ile ısla11mış Türk Bayrağı yerine başka bayraklar
taşıyabilmektedir/er. Diğer yandan yüzleri gibi ruhları da kararmış söide
müslüman geçinen bir avuç sapık camilerimizde O'na dil uzatmaya cesµret ede­
bilmektedirler.
Kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerinin değerli mensupları,
Bu gibi çirkin ve bir Türke yaraşmayan olayların seni 11e kadar derinden
üzdüğü11ü çok iyi biliyorum. Sen bu mübarek vatam tarih boyunca diş ve iç
saldırılara karşı nasıl kahramanca korumuş, milleti11i11 refah ve saadeti içi11 her
türlü fedakarlığa katlannuş isen, bugün de, yann da aym azi:n ve kararlılıkla
bu vazifeni yine en mükemmel şekilde yapacağm muhakkaktır.
Atatürk 61 yıl evvel bugün başlamğı mücadeleyi sonunda senin gücü11le se­
nin imamnla kurdu ve ilelebet korunmasuıı da sana bıraktı. Sen gerekirse
kanmm son dam/asma kadar bu Cumhuriyeti ve Atatürk'ün ilkelerini koruya­
cak ve kollayacaksın.
Türk Silahlı Kuvvetl�rinin, . Türkiye Cumhuriyetini sonsuza dek
yaşatacağım, fıundan hiç kimsenin şüphesi o/mamasmı bu mutlu gün nedeniyle
bir kere daha belirtirim. "
Gece yansı Hollanda'ya hareket ederken hava alanında Orgeneral Nurettin
Ersin'e beni İstanbul'da karşılamasını ve lstanbul'da Ordu ve Kolordu Komu­
tanlarıyla 18 Mayıs günü kararlaştırdığımız yönetime el koyma hususunu
görüşeceğimizi söyledim.

Beni Yeşilköy'de k�ıladı. Hastalıktan duyduğu üzüntüyü dile getirdi. Ben


de çok üzgündüm. Fakat ne yapayım ki başımda bir de memleket meselesi
vardı. Bunu hallebnek zorunda idik.

436
İSfANBUL'DA KOMUTANLARLA TOPLANTI YAPIYORUM

24 Mayıs günü Ordu Karargahında Ordu Komutam, Haıp Akademileri


Komutanı ve Kolordu seviyesindeki komutanlarla bir toplantı yaptık. Onların
ne düşündüklerini sordum. Hepsi de artık bir müdahalenin zaruretine
inanmışlardı. Kendilerine bizim de aynı kanaati taşıdığımızı belirttim. Ertesi
günü Ankara'ya döndüm.

Hollanda'dan İstanbul'a dönüşümde 20 Mayıs günü Tuzla'daki Piyade


Okul Komutam Tümgeneral Sabri Demirbağ'ın otomobiline ateş açıldığım ve
ayağından yaralandığım öğrenince çok canım sıkılmıştı. Teröristler artık gene­
rallere de saldın düzenleme cesaretini kendilerinde buluyorlardı. Bu olay de­
neme idi. Bunun arkasından sıra daha üst düzeydekilere gelecek ve bunu da
silahlı ayaklanma takip edecekti.

1 8 Mayıs'ta Kayseri'ye giden Ecevit orada "Demirel kadar yıkıcı bir kişi
daha olsa memleket çoktan batardı" şeklinde yıkıcı ve tahrik edici bir beyanat
vermişti.

26 Mayıs'ta Milli Güvenlik Kurulu Toplantısı yapıldı. Netice yok.


Söylenenler dört duvar arasında kalıyor. Aynı şeylerin tekrarından başka
yapılan bir şey görülmüyor.

Hatırımda kaldığı kadarıyla Mayıs ayı içerisinde ve zannederim


Brüksel'deki Askeri Komite Toplantısından döndükten sonra idi, 1 950'den
sonra da uzun süre Cumhuriyet Halk Partisi içerisinde parlamenter olarak
görev yapmış, Ecevit'e karşı olmuş ve bu yüzden Cumhuriyet Halk Partisin­
den ayrılarak Cumhuriyetçi Güven Partisini kuranlar arasında yer almış,
tanınmış politikacılardan fakat dürüst. sözünü sakınmayan, doğruya doğru,
eğriye eğri diyebilen bir zatın methini çok duymuştum. Deniz Kuvvetleri
Komutam Oramiral Bülend Ulusu da aynı şekilde bu zatı bana methetmişti. Bu
zatla tanışmayı ben de arzu ediyordum. Bülend Ulusu'dan bu hususu temin
edip edemeyeceğini sorduğumda, mümkün olacağını söylemişti.

Bu zatla evimde iki saate yakın bir görüşme yaptım. Memleketin içinde bu­
lunduğu durumu bizim kadar belki de daha yakından takip ettiği belli idi.

Bu görüşme sonunda kendisine, ülkenin içine düştüğü bu bataktan kur­


tarılması için ne yapılması gerektiği hakkındaki fikrini sordum. Mesela bir
müdahaleyi düşünür müsünüz? Bu bir çıkış yolu olabilir mi dediğimde; Ben
Genelkurmay Başkam olsam bir müdahaleyi düşünürdüm şeklinde cevap ver­
di.

437
Bu zatın açık kalpliliği ve sözlülüğü hoşuma gitmiş ve kendisinin
güvenilebilir bir kişi olduğu hususunda şüphem kalmamıştı. Böylece asker ol­
mayan bir kişi ve hem de devlet yönetiminde uzun süre hizmet etmiş bir
kişinin de bizim gibi düşünmekte olduğunu öğrenmiş bulunuyordum. Bu hu­
sus bana kuvvet vermişti.

Bu .görüşmeden sonra kendisiyle sık sık buluşmuş, konuşmuş ve birçok


hususlarda yardımını görmüştüm. 12 Eylül müdahalesinden sonra da kendi­
sinden bilhassa hukuki konularda çok yararlandık.

Mayıs ayı içerisinde siyasi alanda şu faaliyetlere şahit oluyorduk:

DEMİREL'İN CUMHURBAŞKANINI
HALKIN SEÇMESİ ÖNERİSİ

Mecliste Cumhurbaşkanı bir türlü seçilemeyince; Demirel Cumhurbaşkanını


halkın seçmesini önerdi ve bun� için de Anayasa değişikliği istedi. Bu beya­
natı verdiği tarih 2 1 Mayıstı. Böyle bir hal şeklinin gerçekleşemeyeceğini o da
biliyordu. Anayasa değişikliği için Mecliste 2/3 çoğunluğa ihtiyaç vardı. Bu
çoğunluk partisinde olmadığı gibi, 1(2 çoğunluk dahi yoktu. Cumhuriyet Halk
Partisinin kabul ettneyeceği bir Anayasa değişikliğinin Meclisten geçirilmesi
mümkün değildi. O halde niye böyle bir fikri ortaya sürmüştü? Akla ister iste­
mez şu geliyordu: Nasıl olsa Cumhurbaşkanlığına vekalet eden vardı. O da Se­
nato B aşkanı i. Sabri Çağlayangil'di. Çağlayangil Adalet Partisindendi ve
Demirel'in her istediğini yerine getirmeye hazırdı. O halde ortada bir sıkınb
yoktu. Meclis uzun zamandır Cumhurbaşkanını seçemiyordu. Ortada bir bu­
nalım vardı. Bu bunalım mecliste çözülemiyordu. O halde millete gittnek gere­
kir. Bunun için de Anayasa değişikliği zorunludur. Değişikliği Meclis yapa­
mayacağına göre erken seçim karan almaktan başka çıkar yol kalmamıştır. B u
yol açılırsa, yani erken seçime gidilirse, seçimde halkın karşısına geçecek ve
"Görüyorsunuz bu Anayasa ile devlet yönetilemiyor. O halde bize seçimlerde
2(3 çoğunluğu sağlayın ki, biz bütün bu aksaklıkları giderebilelim" diyecektir.
İşte akla gelen budur. Eğer teklifi kabul edilir de Cumhurbaşkanlığı seçimi
için halka gidilirse nasıl olsa kendisinin göstereceği aday rahatlıkla seçilecektir.
Manzara onu göstermektedir. Hatta kendisini de aday göstermesi mümkündür.
Görüldüğü gibi ustaca oynanmış bir oyundur.

438
DEMİREL'İN ANAYASA DEGİŞİKLİGİ ÖNERİSİNE
ECEVİT'İN TEPKİSİ

Bu teklif Demirel tarafından ortaya atılır atılmaz hemen ertesi günü Ecevit
sıcağı sıcağına aşağıdaki cevabı veriyordu:

"İstenen Anayasa değişikliği demokrasi değil koyu bir cükta rejimidir.


Cumhurbaşkanlığı seçiminde yeterli sayıyı bulamayıp Anayasa değişikliği için
yeterli sayıyı bulurlarsa çok ilginç olur."
Cumhurbaşkanının halk oylamasıyla seçilmesi neden dikta rejimi oluyor,
neden demokratik olmuyor. Bunu da izah etmek zor. Birçok demokratik
ülkelerde Cumhurbaşkanlan halk oylamasıyla seçilmiyor mu?
Aslında ben de Cumhurbaşkanının halk oylamasıyla seçilmesine taraftarım.
1982 Anayasası hazırlanırken, bunun böyle olmasını çok arzu ettim fakat
çoğunluğun isteğine uyarak fazla ısrarlı olmadım.
24 Mayıs günü Demirel ile Ecevit biraraya gelerek uzun bir görüşme
yaptılar ancak bu görüşmeden bir sonuç alınmadığı anlaşıldı.
Dcmirel'in bu Anayasa değişikliğine hem Cumhuriyet Halk Partisi ve hem
de Milli Selamet Partisi karşı idiler. Böyle olunca Cumhuriyet Halk Partisi,
Milli Selamet Partisi ve bağımsızlarla kontenjan üyeleri biraraya gelirse Cum­
hurbaşkanı seçebilecek çoğunluğu bulabilecekleri ve böyle bir yol izleneceği
şayiaları dolaşmaya başladı fakat bu hal tarzı da gerçekleşemedi.
Cereyan eden bu olaylar üzerinde çeşitli yorum ve spekülasyonlar
yapılırken, 27 Mayıs günü Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı ve Milli
Cephe koalisyonu döneminde Gümrük ve Tekel B akanlığı yapmış olan Gün
Sazak evinin önünde teröristler tarafından öldürüldü. Bu olay yurt sathında
büyük tepkilere sebep oldu ve siyasi tansiyonu da tabii artırdı. Cenazesinin
kaldırıldığı 30 Mayıs günü birçok il ve ilçede gösteriler yapıldı. Bazı okullar
tatil edildi. Korkudan oralardaki esnaf dükkanlarını açmadı. O gün cereyan
eden olaylarda 20 vatandaş can verdi.

439
ÇORUM OLAYLARI

Gün Sazak'ın öldürüldüğü 27 Mayıs gününü takip eden 28 Mayıs günü


Çorum'da Kahramanmaraş'takine benzer olaylar patlak verdi. Evvela 100 ka­
dar Milliyetçi Hareket Partili gencin Gün Sazak'ın öldürülmesini protesto mak­
sadıyla başlattığı olaylara güvenlik kuvvetleri müdahale etmeyince bazı sol
görüşlü olarak bilinen kişilerin işyerlerinin taşlanması, tahrip edilmesi ve
yağmalanması şekline dönüşmüş. Bu olaylara da polis müdahale etmemiş ve
ilgilenmemiştir. Olaylar 29 Mayıs akşam üzeri de devam etmiş ve çarşıdaki
alevilere ait dükkanların tahrip edilmesine başlanmışur. Buna misilleme olarak
alevilerin bindiği bir otomobilden sünnilerin bulunduğu sokaklara silahla rast­
gele ateş açıldığı ve bazı kişilerin öldürüldüğü haberi yayılınca olaylar gittikçe
büyümüş. Bunun üzerine alevi vatandaşlar bir mahallede toplanarak sokaklara
barikatlar kurmuşlar ve böylece hem Milliyetçi Hareket Partililerin ve hem de
güvenlik kuvvetlerinin girmelerini ve görev yapmalarını engellemişlerdir. Bu
gece yansından sonraki bir saatte alevilerin bulunduğu mahallede iki polisin
öldürüldüğü, bir polisin yaralandığı 30 Mayıs günü öğrenilmiştir. Alevi vatan­
daşlar mahalleye gelen valiye ve tugay komutanına polise güvenmediklerini
söylemeleri üzerine bölge jandarmaya devredilmiştir.
Bugün Valilikçe sokağa çıkma yasağı ilan edilmesine rağmen askeri birlik­
lerden yardım istenmiş buna rağmen akşam saatlerinden itibaren aileler göçe
başlamışlar yer yer yangın ve yağma olayları görülmüştür.
3 1 Mayıs günü İçişleri Bakanı ile Jandarma Genel Komutanı Çorum'a gel­
mişler vilayette Validen izahat almak için Valinin odasına girdiklerinde Cum­
huriyet Halk Partili parlamenterlerin bellerinde tabanca olduğu halde odaya
doldukları ve hatta yer bulamayan bazı parlamenterlerin valinin masasına otur­
dukları esefle görülmüştür.
Vali gerekli izahatı verirken telefon çalmış ve telefonun diğer ucunda vali­
nin eşi evine taamıza başlandığını ve evin camlarının taşlarla kırıldığını
söylemesi üzerine Vali İçişleri Bakanından eve gitmek için izin istemiş İçişleri
Bakanı da bu izni vermiştir. Olaya muttali olan ve odada bulunan Jandarma
Genel Komutanı Tugay Komutanına dönerek şu emri veriyor: "Vali konağına
hücum devlet otoritesine karşı bir taarruz manasını taşır. Şimdi size
emrediyorum gereken askeri kuvvetleri emrini.:e alarak bu topluluğu dertıal
dağıunız. Şayet mukavemet ederlerse çekinmeden ateş ediniz." Emri alan Tu-
440
gay Komutanı hemen olay mahalline gitmiş arkasından odadaki parlamenterler
de Tugay Komutanını takip etmişlerdir. Tugay Komutanı ateş açmaya lüzum
kalmadan topluluğu dağıtmıştır. Akşam üzeri "içişleri B akanı ve Jandarma
Genel Komutanı Ankara'ya dönmüşler fakat olaylar Çorum'da devam etmiş
ancak 7 Haziran günü şehirde sükunet avdet etmiştir.
B ütün bu olaylar sonucunda iki polis şehit edilmiş, altı vatandaş
öldürülinüş, pek çok vatandaş yaralanmış ve alevi vatandaşlara ait birçok
işyeri ve ev tahrip ve yağma edilmiş, bir kısmı da yakılmıştır.

Çorum'da bu kanlı ve tahrip olaylan cereyan ederken civar köylerde ufak


çapta da olsa çatışmalar sürdürülmüştür. Bilahare ölü miktarı 33'e
yükselmiştir.

Bu olay da göstermiştir ki; emniyet kuvvetleri tarafsız değil taraftır. Bura­


daki emniyet kuvvetleri sünni vatandaşları korumuş, alevi vatandaşlara karşı
yapılan saldırılara ve yağmalama olaylarına başlangıçta seyirci kalmıştır.

Kahramanmaraş olaylarında o zamanki Başbakan Ecevit'i şiddetle eleştiren


Demirel küçük çapta bi r Kahramanmaraş olayı yaşamış fakat istifa etmeyi
haklı olarak düşünmemiştir. Ama kendisi muhalefette iken Ecevit'in istifasını
istemişti.

Mayıs ayının anarşi bilançosu şöyle idi: 239 kişi ölmüş, 577 kişi de yara­
lanmıştı. Bunların arasında bir de general vardı.

HAZİRAN 1980

Fransa Genelkurmay Başkanı birkaç ay evvel beni ülkesine davet etmişti.


Genelkunnay Başkanı Orgeneral Merry'nin bu davetini kabul etmiş ve ziyaret
tarihi olarak da 8 Haziran tarihini kararlaştırmıştım. Orgeneral Merry, ben Ege
Ordu Komutanı iken, o tarihte Genelkurmay Başkanı olan Orgeneral Semih
Sancar'ın davetlisi olarak Türkiye'ye gelmiş ve iki gün İzmir ve civarında ona
ev sahipliği yapmıştım. Benim yapacağım bu ziyaret Merry'nin ziyaretini iade
olacak.n. Hükümet de bu ziyaretin yararlı olacağını düşünüyordu.
Hollanda'da hastanede yatan ve Türkiye'ye naklinde bir mahzur olmadığı
doktorları tarafından ifade edilen eşimi Fransa dönüşü alıp Türkiye'ye getir­
mem de böylece mümkün olabilecekti.

441
HAREKAT EMRİNİN HAZIR OLMASI İÇİN VERDİGİM EMİR

Fransa'ya yapacağım bu seyahatten evvel yönetime el koyma harekatının


icrası için bütün Silahlı Kuvvetlere verilecek harekat emrinin hazır olmasını is­
temiştim.
İkinci Başkan hazırlanan harekat emrini 4 Haziran günü bana takdim etti.
Harekatın ismi BAYRAK Harekatı olacaktı. Emri aldım, tetkik ettim. He­
rekabn bel kemiğini İstanbul teşkil edecekti. Onun için İstanbul Sıkıyönetim ve
1 'inci Ordu Komutanı ile bu harekat emri üzerinde görüşmek ve teklifleri varsa
onları da dinlemek ve uygun olanlarını emre dahil etmek istiyordum. Bunun
için İstanbul'a hareket ettim. Orada Bayrak Harekat emri üzerinde ufak tefek
rötuşlar yaparak emri Genelkurmay İstihbarat B aşkanı ile Ankara'ya
gönderdim.

FRANSA'YA GİDİŞ

Ben de 8 Haziran 1980 günü askeri uçakla Paris'e hareket ettim. Yanımda
Deniz Kuvvetlerinden bir amiral, Özel Kalem Müdürü, bir doktor ve emir
subayı vardı. Uçağımız İtalya kuzeyinden Fransa'ya girdiği bir sırada uçak
motor gürültüsünde bir azalma oldu. Ben herlıalde pilot gaz kesti, alçalmaya
başlıyoruz diye düşünürken, uçak personelinden olan bir astsubay yanıma
gelerek, sağ motordaki yağ pompasında bir arıza var, pilot yangın çıkma
tehlikesi olabileceği endişesiyle sağ motoru stop etti. Merak etmeyiniz, tek
motorla Paris'e kadar gider ve iniş yapabiliriz dedi. Yapabileceğimiz bir şey
yoktu. Peki çocuğum dedim. Uçaktaki arkadaşlar heyecanlanmışlar gözlerini
sağ motordan ayırmıyorlardı. Kendilerine merak etmemelerini, tek motorla
yolumuza devam edebileceğimizi, soğukkanblıklarını muhafaza etmeleriqi
söyledim. Hakikaten hiçbir sıkıntılı durum olmadan 45 dakika sonra Paris
askeri hava alanına rahatlıkla indik.

Fransa Genelkurmay Başkanı ve diğer ilgililer tarafından kaışılandık.

İncelemelerimiz evvela Paris'te ve civarındaki askeri birlik ve tesislerde


başladı. Kara ve Hava birliklerini, yeraltı komuta yerlerini, hava savunma
teşkillerini gördüm. Genelkurmay karagfilıında verilen brifingte bütün Fransız
Silahlı Kuvvetleri hakkında oldukça detaylı bilgi aldım. Genelkurmay ka­
rargfilıının altı yeraltı harp karargfilıı şeklinde inşa edilmiş. Genelkurmay
Başkanı Merry, bir aralık bana "Biz Türkiye'nin stratejik durumunu anlamış

442
durumdayız. Artık bundan sonra Türkiye ile olan ilişkilerimize daha çok önem
venne karan aldık" dedi: Belki bu sözlerinde samimi idi. Ancak, müteakip ay­
lar içerisinde cereyan eden olaylar hiç de bu sözleri doğrulayıcı yönde olmadı.
Hatta Merry'nin nonnal tekaütlüğüne altı ay varken üç ay evvelinden tekaüde
sevk edildi. Sebebini kavrayabilmiş değilim. Haıa daha içimde bir şüphe
vardır. Acaba,·bana bu kadar samimi davrandı ve biz Türkiye'nin önemini
kavradık ilişkilerimizi daha çok geliştinnek istiyoruz dediği için mi erken
emekliye sevk edildi! Tabii kati bir fikir yüril"!1ek mümkün değil..
Deniz birliklerini görmem için Marsilya'ya götürdüler. Bir gece Marsil­
ya'da kaldım. Oradaki deniz birlik ve tesislerini inceledim. Bilahare piyade
okulunu gösterdiler. Tesislerini ve bazı dershanelerini çok beğendim.
Türkiye'den piyade okul komutarıını göndermek istediğimi Genelkurmay
Başkanına söylediğimde uygun karşıladılar. Fakat ben Türkiye'ye döndükten
sonra bu isteğimizi bir türlü gerçekleştinnediler.
Fransa'daki incelemelerim 1 3 Haziran günü bitti. Öğleden sonra Fran­
sa'dan Hollanda'ya geçtim. Uçağımız da tamir edilmişti. Lahey'deki Leydin
Üniversite hastanesinde yatan Sekine'yi gördüm. Bıraktığım zamana nazaran
daha iyi buldum. Az da olsa bazı kelimeleri telaffuz etmeye başlamıştı. Sağ ta­
raftaki felç hali devam ediyordu.

LAHEY'DE HASTANEDE OLAN EŞİMLE BİRLİK1E


TÜRKİYE'YE DÖNÜŞ

14 Haziran Cumartesi günü hastaneden ambulansla alarak uçağa getirdik.


Uçağa ambulansla gelişi ve sedye ile uçağa bindirilişi ağırına gitmişti, uçakta
ağlamaya başlamışu. Öyle ya, oraya Türkiye'den giderken sapasağlam gitmiş
şimdi sedye ile dönüyordu. Bizimle beraber kızım Şenay da geliyordu. Toru­
numuz Ayça kalıyordu.
Hava meydanından bizi Büyükelçi, eşi ve Hollanda Genelkunnay Başkanı
uğurladı. Altı saatlik bir yolculuktan sonra Ankara'ya geldik.
Sekine'yi yine ambulansla Gülhane Askeri Hastanesine kaldırdık. Yanında
kızım Şenay kalıyordu. Hava yolculuğunun Sekine'ye dokunabileceğinden
korkuyordum. Zira uçağın tazyik kabini tam olarak çalışmıyordu. Bir şey
olmadan salimen Ankara'ya gelişimize sevindim. Hiç olmazsa her gün
kendisini görebilecek ve ona moral gücü verebilecektim.
Nitekim, her gün aralıksız ona uğradım. Günler geçtikçe yaptırılan ekzer-

443
sizlerin yararlan görülmeye başlandı. Konuşması gittikçe açılıyordu. Yürüme
ekzersizleri de yararlı oluyordu. Yanına ziyaretçi gelmesini istemiyordu. Arka­
daşlarının kendisini böyle bir durumda görmelerini istem iyordu. Bu ziyaretçi
kabul etmeme isteği uzun süre devam etti. Birkaç ay sonra ancak Alaşehir'den
ve İzmir'den tanıdığı birkaç samimi arkadaşını kabule razı oldu. Bu da kendisi
için iyi oldu. Zira her gün muayyen insanlan görüp yalnız orµarla görüşmek
moral bozucu olabilirdi. Benim üzüntüm çok fazla idi. Her gün yaptığım
ziyarette başlangıçta tekerlekli sandalyede birisi tarafından iterek götürülüp
getirilmesini ve sağ elini kullaoom ayışını, zaman ilerdikçe. bastonla ve fakat
yine zorlukla ve çok kısa bir süre için yürüyebildiğini görmek elbette benim de
moralim üzerinde büyük etki yapıyordu.

Aradan bu kadar sene geçmiş olmasına rağmen şimdi şı.ı satıdan yazarken
dahi gözyaşlarımı tutamıyorum. Ne olur Allahım o haliyle de olsa yaşıyor ol­
saydı diyor ve zaman zaman günaha girerek Allah'a isyan ediyorum.

Bu konuya zaman zaman ileride temas edeceğimden şimdilik burada kese­


rek, Haziran ayında cereyan eden siyasi ve anarşik olaylara temas eunek
istiyorum.

MUHSİN BATIJR YENİDEN


CUMHURBAŞKANI ADAYI OLUYOR

Haziran ayının başında Muhsin Batur Mayıs ayında Cumhurbaşkanlığı


adaylığından çekilmiş o1masına rağmen yeniden aday gösterildi . Esasen altı
senelik senatörlük süresi 4 Haziran da sona e recek ve senatörlükten
çekilecekti. O halde bu dört gün içerisinde ya yeterli oy alarak Cumhurbaşkanı
seçilecek veya senatörlükten ayrılıp köşesine çekilecekti.

Cumhuriyet Halk Partisi tarafından Muhsin Batur bu şekilde ikinci defa


aday gösterilince Adalet Partisi tarafından da eski 1 'inci Ordu Komutanı olup
mecliste Adalet Partisi Milletvekili olan Orgeneral Faik Türün aday
gösterilmişti.

Çok gariptir, idareyi sivilleştirmek istediklerini söyleyen ve askerlerin


politikaya karışmasından rahatsızlık duyan ve hatta tasvip euneyen 27 Mayıs
1960 Harekanrun, 12 Mart 197 1 Müdahalesinin daima karşısında bulunmuş ve
halen de bulunmaya devam eden bu iki büyük partinin liderleri ne
düşünmüşlerse yine cumhurbaşkanlığına aday olarak iki emekli orgenerali
göstermişlerdi.

444
Bunlardan birisi 1 2 Mart 197 1 Muhttrasmı verenlerden Orgeneral Muhsin
Batur, diğeri ise o dönemde İstanbul l 'inci Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı
yapmış olan Orgeneral Faik Türün'dü. Her ikisini de sever ve bazı yönleri ile
takdir ederim. Hatta Muhsin B atur'la Haıp Akademilerinde tahsilde iken üç
sene sınıf arkadaşlığımız da vardı.

Kasdım onları küçük düşüm1ek değil. Bu iki parti liderinin samimiyetini ve


zanlan zaman askerler aleyhine ifade ettikleriyle bu olayı kai'Şılaştınnakur.

Buna benzer bir durum 12 Eylül Harekaundan sonra tekrar demokrat* par­
lamenter sisteme dönmek için siyasi partilerin kurulmasına müsaade edildiği
1983 yılı Mayıs ayında cereyan etti. O tarihte evvela Bülend Ulusu'nun
başlattığı ve fakat sonradan bundan vazgeçtiği parti kunna faaliyetlerini emekli
Orgeneral Turgut Sunalp'in devam ettirmesi üzerine, Demirel hemen Orgeneral
Ali Fethi Esener'i bulmuş ve ona parti kurdurtmuştu. Bu olaya ileride temas
edeceğimden burada bu kadarla yetiniyorum.

Muhsin Batur'la, Faik Türün'ün aday oldukları bu Cumhurbaşkanlığı


seçim turları 5 Haziran 1980 akşamına kadar her gün büyük bir mücadele
içerisinde devanı etmiş ve en son gün olan 5 Haziran günkü oylamada B atur
303 oy alabilmiş ve seçilebilmek için gerekli oya sahip olamadığından adaylığı
sona ermişti.

Bu durumdan sonra bir müddet Cumhuriyet Halk Partisi yeni bir aday
ortaya çıkaramamış ve yalnız kalan Faik Türün de kafi oyu toplayamadığından
lüzumsuz oylamalar devam edip durmuştur. Tabii Meclis bu arada başka işlere
el atamanuş ve dolayısıyla Sıkıyönetim Komutanlarının çıkmasını bekledikleri
kanunlar da çıkanlamanuşur.

DEMİREL HÜKÜMETİNİ DÜŞÜRME ÇABALARI

B ir nevi azınlık hükümeti olan Demirel hükümetini düşürmek için


çalışmalar da sürdürülmekteydi. Özellikle Cumhuriyet Halk Partisi ile Milli
Selamet Partisi bu konuda dirsek teması sürdürüyorlardı. Zira bu iki parti bir
koal i syon kurabilirse pekUi i ktidar olabilecek bir çoğunluğu
Ancak Cumhuriyet Halk Partisi 1973- 1974 döneminde bu
sağlayabiliyorlardı.
koalisyonu denemiş ve sonunda koalisyonu bozmak zorunda kalmışu. Tekrar
böyle bir maceraya ablmaktan haklı olarak çekiniyordu.

Silahlı Kuvvetlerin de Milli Selamet Partili bir koalisyonu arzu etmediğini


biliyorlardı.

445
Erbakan ise Cumhuriyet Halle Partisinin Demirel'i düşünneyi çok istediğini
biliyordu ve bunun için de ancak kendi partisi ile işbirliği yapması halinde bu
isteğin gerçekleşebileceğini tabii takdir ediyordu. Bu bakımdan kendisini çok
ağıra satmaya çaba gösteriyordu. Erbakan Ecevit'in başbakanlığını
istemiyordu. Kendisinin başbakan olması şartını ortaya atıyordu. Onun
felsefesine göre, bugüne kadar, çeşitli defalar, Dem irel ve Ecevit
başkanlığında hükümetlerkurulmuş fakat hiçbir hüküınetin muvaffak olmadığı
ortaya çıkmıştır. O halde bu defa da kendisinin başkanlığında bir hükümet
kurulması gerekir. İşte felsefe budur. Nitekim 6 Haziran tarihli gazetelerde bu
fonnül yer almaya başlamıştı.
Erbakan'ın bu formülüne karşılık Ecevit, Demirel'in ikide birde erken
seçime gitme teklif ve tehditlerine karşılık olarak "Erken seçime giderim ama
bu hükümetle değil, tarafsız bir Başbakan başkanlığında Adalet Partisi- Cum­
huriyet Halk Partisi ve Milli Selamet Partisi koalisyo11unda11 oluşacak bir
hükümetle giderim" dedi.
Bu hal taızı bir nevi kurnazca erken seçime hayır demekti. Çünkü böyle bir
koalisyonun kurulamayacağını o da biliyordu. Bu teklife karşı Demirel sıcağı
sıcağına "Hükümet kurma tartışmasına girmem" demek suretiyle düşüncesini
ortaya döküyordu.

DR. FARUK SÜKAN'IN AP'YE GİRİŞİ

Demokratik Partinin Meclisteki tek temsilcici olan Dr. Faruk Sükan'ın


partisi kendi kendisini feshetmişti. Faruk Sükan bir yere girmek istiyordu.
Adalet Partisine girmek istediğini bir aralık sohbetimiz sırasında bana açınca;
ben de kendisine iyi olur, Adalet Partisi sizden istifade eder demiştim.
8 Haziran günü Sükan vaktiyle kurucuları arasında bulunduğu Adalet Parti­
sine. 1 1 eski Demokratik Partili arkadaşıyla yapılan bir törenle tekrar döıunüş
oluyordu.
Bu tören sırasında Demirel "Siyaseti kan davası yapmamak lazımdır" diyor­
du. Ne kadar doğru bir söz değil mi? Ama yalnız kendi partisine girenler için
bu söz geçerli. 12 Eylül'den sonra Adalet Partisinden ayrılıp da başka parti­
lerde yer alanlar için ise geçerli değildir. Onlar birer haindir. Partiyi
hançerlemişlerdir.
9 Haziran'da sekizinci devalüasyon yapıldı ve dolar 78 lira oldu. Yani beş
ayda sekizinci ayarlama.

446
12 Eylül'den sonra yapılan bu ayarlamaları tenkit edenler arasında maalesef
bu ayarlamalar o tarihte doğrudur diyenler de var. Yani kendileri yaparsa
doğrudur. Başka iktidarlar tarafından yapılırsa yanlıştır!

ERBAKAN'IN HÜKÜMETE VERDİGİ UYARI MEKTUBU


HÜKÜMETİ DÜŞÜRME ÇABALARININ DEVAMI

10 Haziran günü Erbakan mevcut hükümetin Başbakanına yani Demirel'e


16 maddelik bir uyan mektubu verdiğini açıkladı. Ya bu 16 maddedeki istekler
yerine getirilir veya verdiğimiz desteği çekeriz diyordu. İşte oyunun son per­
desi başlıyordu. Erbakan artık bu tarihten sonra kedinin fare ile oynaması gibi,
Demirel iktidarı ile oynayacak ve Demirel de iktidar uğruna yani koltuk uğruna
bütün bu oynanan oyunlara boynunu kırarak katlanacakb.
Bu mektubun verildiğini öğrenen Ecevit boş durur mu? Hemen bu fırsatı
değerlendirmeyi düşündü. 1 3 Haziran günü Meclise vereceği bir gensoru
önergesi ile hükümeti düşürmeyi planladı. Tabii bu planı- yaparken Milli Se­
lemet Partisini arkasına alacaktı. Zira Milli Selamet Partisi desteği olmadan
bunu gerçekleştirmesi mümkün değildi.

Esasen Ecevit ile Erbakan 1 O Haziran günü biraraya gelmişler ve


görüşmüşlerdi. Görüşme sırasında bu formül de ele alınmış olmalı ki bu
durum ortaya çıkıyordu.

13 Haziran günü Ecevit aynı zamanda şöyle bir beyanat da veriyordu:


"Hükümet Ağustos'a kadar düşürülmeli. Eğer Ağustos'a kadar hükümet
düşürülmezse, orduda büyük tahribat yapacak. "
Buradan da anlaşılıyorki Cumhuriyet Halk Partisi de Milli Selamet Partisi
de hükümeti düşürmede kararlı idiler. Ancak düşürüldükten sonra kurulacak
hükümet şekli üzerinde anlaşamadıklarından harekete geçemiyorlardı. Hiçbir
parti, hiçbir Anayasal kuruluş verdiğimiz uyarı mektubunu düşünmüyordu. O
mektup bir kenara itilmiş böyle bir şey olmamış gibi davranışlar
sürdürülüyordu. Sanki biz, biraraya gelin memleketin içine düşmüş olduğu şu
acıklı duruma bir çare bulun dememişiz de; birbirinizin kuyusunu biraz daha
kazmaya devam edin ki o kuyulara sizlerle beraber bütün ülke de düşsün
demişiz gibi bir umursamazlık içerisindeler.
447
Zaman zaman kokteyllerde bazı politikacılar ve parlamenterlerle biraraya
geldiğimizde, bu düşüncemi mümkün olduğu kadar açık bir şekilde dile geti­
riyor ve hatta bazen de bizi müdahaleye mecbur etmesinler diyordum. Yine de
ciddiye almadıkları görülüyordu. İşte gayri ciddiliğe çok güzel bir örnek: Erba­
kan 15 Haziran günü basın mensuplarına, Demi�l'e verdiği 16 maddelik uyarı
mektubunu kasdederek; "Demirel'i falakaya yatırdık, elimizde sopa bekliyo­
ruz. Bir şartımız bile kabul edilmezse destegi geri alacagız" diyordu.
Bundan daha gayri ciddi bir davranış gösterilebilir mi? Ülkede falaka kaldı
mı ki falakadan bahsediliyor. Kendi arzuladığı teokratik dilzen gelirse belki
tekrar falaka cezası geri gelebilecektir.
Bir taraftan bu olaylar cereyan ederken, diğer taraftan da anarşi ve terör
olayları bütün şiddetiyle ve çoğalarak devam ediyordu. İki aydır da
Sıkıyönetim Koordinasyon toplantısı yapılmamıştı. Bu toplantılarda
sıkıyönetim komutanlarının söylediklerinden rahatsızlık duyan Demirel
toplantıları iki ayda bir yapmayı uygun görmüş olmalı ki Mayıs ayında
Koordinasyon toplantısının yapılması hususunda emir vemıemişti.

6'NCI SIKIYÖNETİM KOORDİNASYON TOPLANTISI

16 Haziran günü bütün Sıkıyönetim Komutanlarının, Kuvvet Komutan­


larının, benim ve ilgili Bakanlarla bazı amirlerin karıldığı Sıkıyönetim Koordi­
nasyon toplanhsı Genelkumıayda Başbakan Demirel'in başkanlığında yapıldı.
Demirel toplantıyı açarken, -yine Sıkıyönetim ilanını gerektiren olaylardan
dolayı Anayasanın 124'üncü maddesi gereğince sıkıyönetime ihtiyaç duyul­
duğunu belirtti. Nedense her Sıkıyönetim Koordinasyon toplantısında bunu
söylüyor. Bugüne kadar sarfedilen gayretleri dile getirdi ve bu mücadeleden
Silahlı Kuvvetlerin mutlaka muvaffak olarak çıkması gerektiğini bir defa daha
vurguladı ve şöyle devam etti:
"Bu mücadeleyi sürdürürken, zaaflarımız ve sıkmtılanmız var, devletimizin
birtakım kanunlardan gelen Anayasadan gelen sıkmtıları var ve böylesine
büyük bir mücadelede dhengi armoniyi tesis ederken, zaman zaman aksamalar
var. Bütün bunları nazarı dikkate alarak sanıyorum ki hizmetlerimizi daha iyi
yapmanın yollannı aramaktır."
Daha sonra yedi aylık hükilmetleri döneminde bu mücadeleyi ne zaman ve
hangi safhalardan geçirerek bitirebileceklerini düşündüklerini ve aynı
düşünceyi devam ettireceklerini söyledi ve şöyle devam etti:

448
"Bilhassa istihbarat açığınıızm kapatılması, polisimizin fevkalade zaafa
düşürülmüş olması, polisinıizi11 mevcudu içerisindeki kullamlabilecek,fayda­
lamlabilecek unsurlarından faydalanmak biri11ci prensip olmak şartıyla
düzeltilmesi, çeşitli vasıtalarla takviyesi şeklinde geniş bir program tatbikine
giriştik. Bu zincirde iki şeyi bilerek söylemedim. Bu11lardan birisi mahkeme­
lerdir. Birisi de cezaevleridir. Yedi aydır burada yaptığımız toplantılarda ce­
zaevleri meselesi ö11emli bir ko11u olarak ö11ünıüze geldi. Cezaevleri11denfirar­
lar, cezaevlerinin şartları, cezaevlerini11 adeta birer anarşi eğitim merkezi haline
gelmiş olması gibi durumlar sık sık şikayet ko11usu yapıldı ve bu şikayetler
bugüne kadar devanı edip geldi. Diğer fevkaldde önemli ve meselenin hemen
henıe11 ruhu11u teşkil eden bir diğer konu da mahkemelerdir. Aşağı yukarı
günde 80 dava ikame edilmiş olmasma rağmen, 8 davamn neticelendiği, bu
durumda her geçe11 gün 72 davamn mahkemelerin önünde duran büyük
sayıdaki davalara eklendiğini gördük. 18 ay zarfında 4000'i aşa11 cinayet hadi­
sesi olmuştur. 4000'e yakın cinayet hadisesi11in olduğu yerden meclisin ö11ü11e
tek idam kararı gelmemiştir.
Memleketi kasıp kavuran bu ya11gm111 karş1S111da devletin adeta ceza vere­
mez hali devanı ediyor. Ceza veremez haline nasıl bir çare bulu11acağım da şu
ana kadar hiç olmazsa bir Anayasa meselesi yapmadan bir yere varamadık.
Yani bir Anayasa meselesi haline durum getirilmedikçe bir yere varamadık.
Soruşturmaların daha iyi yapılması ve bugü11kü mevzuat çerçevesi içinde nıe­
seleleri11 daha iyi yürütülmesi hakkmda çeşitli telki11ler, tavsiyeler oldu, karar
oldu mesele geldi tıkandı. Ceza veremeyen devlet durumu11da11 çıkamadık ve
çok önemli cezalar verilemedi. Suç ve cezamn tayini yargı orgamna aittir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti yargı organ/arma geldi tıkandı. Esasen sivil mah­
keme/erde bu· durum vardı. Askeri mahkemelerde de aşağı yukarı aym durum­
la karşı karşıya kaldık. Bunca hadise o/nıuşmr. Bu11/ar111 içerisinde ciddi ola­
rak verilmiş karar/arm sayısı hemen henıe11 parmakla sayılacak kadar azdır.
Toplantımn başmda şunu ifade etmek istiyorum ki; faili meçhul kalmış çeşitli
suçlar ile mahkemeler cezaevleri meseleleri ve polisimizin takviyesi meseleleri
yine bu büyük mücadelede ö11ümüzde devletin zaaf noktası olarak duruyor."
Göriildüğü gibi Başbakan da adli mahkemelerden şikayetçi ve hatta dertli.
İyi ama, bunu düzeltmenin yolu bu toplantıdan geçmez. Bunun yeri Türk.iye
Büyük Millet Meclisidir, halktır. Oraya bu konuyu götürmek gerekir. Bugüne
kadar hiçbir iktidar bunu ele almadı. Bunu kapalı kapılar arkasında değil,
açıkça çekinmeden millete anlatmak lazım. Söyledikleri yanlış da değil,
doğrudur. Bundan biz de rahatsızdık. Rahatsız olduğumuz içindir ki
Sıkıyönetim Koordinasyon toplantılarında durumu dile getiriyor ve çare bu­
lunmasını arzu ediyorduk. Çare bir türlü bulunamıyor, şikayetler devam edilip
duruyordu.

449
SIKIYÖNETİM KOORDİNASYON BAŞKANI
KORGENERAL CAMBAZoGLU'NUN KONUŞMASI

Cambazoğlu her seferinde olduğu gibi. bütün sıkıyönetim bölgelerinde ce­


reyan eden olaylan anlattıktan sonra, şimdiye kadar gerçekleştirilemeyenler
arasında 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanununda yapılması gerekli değişiklikleri
içeren kanun tasansuu, bankalar ve önemli tesislerin özel koruma teşkilatı kur­
maları ile ilgili tasarıyı ve ceza muhakemeleri usul kanunu ile Türle Ceza Kanu­
nunda yapılması düşünülen ve Sıkıyönetim Komutanlarının daha etkili ol­
masını sağlamaya m atuf bazı yasa önerilerinin Türkiye Büyük Millet
Meclisinden geçirilmesinde güçlüklerle �ılaşıldığıru söyledi.

Bilahare bölücülükle mücadelede alınması gerekli tedbirleri; idari ve yasal


önlemler, eğitim ve öğretimle ilgili önlemler, istihbarat teşklııiu ile ilgili
önlemler, emniyet ve asa}'işle ilgili önlemler, sosyo-elfonomik önlemler
başlıkları alunda dile gctiıdi.

EMNİYET GENEL MÜDÜRÜ TIJRAN ŞENER'İN


DEVLEITEN şiKAYKfİ

Bu toplanb sırasında Emniyet Genel Müdürünün yapbğı takdimde emniyet


personeli hakkında söyledikleri de dikkat çekiciydi. Bakınız
' ne diyordu Em-
niyet Genel Müdüıü:

"Sayın Başbakanım; devre içinde gelişen bazı olaylarda bilhassa Çorum ol­
aylannda devlet zabıtasının bir kesiminin hizmet veremez hale sokulmasındaki
planlı ve maksatlı girişim maalesef başarıya ulaşmış görülmektedir. Hizmetle­
rinin yapısı nedeni ile daha kolay ithama müsait bir devlet gücü arz olunan ta­
lihsizliği nedeniyle ve başka kuvvetlerle kıyaslanınca inandırıcılığı daha kolay
kabul olunan bir sebeple Çorum'da belli bir süre saf dışı edilebilnıiştir. Oysa
şehrin olaylara sahne olan bu kesiminde pek çok yere Türkiye Devrimci
Komünist Panisi yazılan yazılıp amblemleri asılmış ve buralara polis ve aske­
rin giremeyeceği yazılmıştır. Başkaklıranlara devlet güçleri arasuıda tercih yap­
ma hakkını tanıdığınız gün pek çok şeyi yitirebileceğimiz gerçeğini unutma­
manız gerekmektedir. Bu mukavemet, kanunları ihldl sahasına sokulmuşsa;
kanunların verdiği yetki içinde yasal meşru devlet güçleriyle de kırılmak gere­
kir. Devlet güçlerinden birinin nuıhldim edilmesi pahasına değil. Merzifon'da
Çorum'a kıyasen barikat mukavemeti bu ölçü ve anlayışla kınlmıştır. Ordu. ili-
450
mizde ise Fatsa ve Aybastı ilçeleri dikkate değer gelişmelere sahne olmaktadır.
Özellikle Devrimci Yol fraksiyonunun mahalli idare ve yöneticilerinden de
gördüğü destek ve anlayışla bir vatan oluşturmada hayli mesafe kat edildiği
görülmektedir. Derlenen bilgilerden Fatsa yansıda görüldüğü üzere bir illegal
örgütlenmenin varlığı ve etkin olduğu intibaı alınmaktadır."
Çorum olaylannda bir mahalle halkının mahallelerine barikat kurarak poli­
sin içeriye girmesine müsaade etmeyeceği, askerin girmesini istediği olaydan
Emniyet Genel Müdürü belki haklı olarak şikayet ediyor. Ancak haklı ol­
madığı husus; Emniyet Kuvvetlerinin taraf tutmayan ve fıeı: türlü kanunsuz
olaya kanunların kendisine verdiği yetkiye dayanarak müdahale etmediği hu­
susudur. Çorum'da maalesef polis başlangıçta taraf tutmak ve anında olayların
üzerine gitmemek suretiyle güvenirliği yitirmiştir. Bunu gören vatandaş da ona
güvenmediğini dile getirmiş ve ilgili amirlerin karan ile bölge askere teslim
edilmiştir. Böyle olmasına sebep olan de yine polisin kendisidir.
Enıniyet Genel Müdürü sıkıyönetim uygulaması dışında olan diğer 47 ilde­
ki olaylan anlattı, değerlendirmesini yaptı ve şöyle devam etti:
"Hayli uzun süreli sayılabilecek uygulama dönemi içindeki müşahademiz
bizi lxm sonuçlara ulaşnrrmş bulwunaktadır.
Devletin bekası kadar, yurdun birlik ve düzeni açısından da önemi olan
bazı hususlara temastafayda görmekteyiz. Bwılardan birincisi, zabıta güç ve
müessireyeti bakımmdan sıkıyönetim uygulaması dışında kalan il/erimizde de
en az sıkıyönetim bölgeleri kadar müessir olmamızuı zaruri olduğu hususudur.
Ancak bu suretle muzır faaliyet unsurlarının şans, güven ve imkanlarını
çökertmek mümkün olacaktır. Sıkıyönetim dışı iller, sıkıyönetimden
kaçanların sığmacağı yerler olmaktan bu suretle çıkarılabilecek/erdir.
İkincisi, sıkıyönetim dışı illerdeki zabıta çallşmalarının sıkıyönetim içi il­
lerle ahenkleştirilmesi zaruretidir. Bilhassa toplu kontrol ve genel atamaların
analizleştirilmesi önem anetmektedir.
Üçüncüsü, devletimizin, ülkemizin karşı karşıya olduğu meselelerin dar
bölgeler içinde değil, nihai planda Türkiye mikyasında değerlendirilip
yorumlanması hizmet direktiflerine bağlanmasıdır. Mesele Türkiye'nin
nieselesidir. Tek ilin sınırları içinde değildir. Sonuçlarını orada hasıl etse bile,
bu gerçek değişmemektedir. Bu balamdan taşra birimleriyle merkez arasındaki
kesintisiz karşılıklı ve rahat işleyen bir bilgi alışverişi ameliyesinin hayati
zaruret olduğu ortadadır. Karşı karşıya olduğumuz afete, beklenen müessir·
darbelerin vurulabilmesi için bütün ilgili ve yetkili kurumların topyeklın savaş
konseptine uygun ahenkli ve koordineli gayretlerinin sarfına bağlı olduğu
aşilcbrdu.

45 1
Antalya'da Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Siyasi işler Komisyonu
terörizm konusunu inceledi. Bendeniz verilen emir üzerine bu toplamıya
katıldım. Maruz bırakıldığım sorular emirleriniz üzerine düzenlenen bir bri­
fingle sözünü ettiğimiz master plamn varlığma beni iyice kiini etti. Özellikle bu
komisyonun komünist üyelerinin bana yönelttiği sorular, siyasi suçlulara kötü
muamele, işkence ve faşist provokasyonu gibi üç ana noktada topla11makta idi.
Uluslararası Af örgütü ve ülkemizde yazılan bazı makaleler, sorulara temel
dayanak yapılmakta idi. Ve demokrasilerin burada şeytani bir çember içi11e
aluıdığmı bir kez daha müşahade ettim. Bu master planm bir uygulamasmm
ülkemiz üzerinde olduğu kamsı be11de iyice kuvvetlendi. "
Bu Avrupa Konseyinin Türkiye'ye müdahalesi her zaman var olmuştur. 12
Eylül müdahalesinden sonra ise ne müdahaleler yaptığını, ne kararlar aldığını
ileride anıatacağım.

BENİM KONUŞMAM

Toplanb sonunda ben de söz aldım. Kanun hfilcimiyeti üzerinde durarak, bu


hale gelişimizin başlıca sebepleri arasında kanunların tatbik edilmeyişini ve et­
tirilmeyişini gösterdim. Ve konuşmamı şöyle sürdürdüm:
"Bu gibi anarşik olaylarda bu görev daha ziyade em11iyet mensup/arma
düşüyor. Emniyet mensupları ise zamanla saygmlığım yitirmiş. Halk emniyet
mensuplarından değil, emniyet mensupları halktan korkmaya başlamışlar.
Emniyet mensuplarım bu saygınlığı sağlayabilecek bir duruma getirmemiz
lazımdır ki, onun için çalışıyoruz. Bunun kolay gerçekleşmeyeceği de malfl.nı.
Adalet mekanizmamız da tam manasıyla iş göremez hale gelmiş. Emniyet
mensupları böyle, Adalet mekanizması böyle olu11ca olayların üstesinden
gelmek de zorlaşmış, bunun sonucu anarşistler hedef seçmeye başlamışlar.
Emniyet mensuplarını da hedefleri arasına alarak onları öldümıekte tereddüt
etmemişler. Bunun cezası, normal bir vatandaşı öldüre11den farksız. Yani
sokakta bir kişiyi vuranla . emniyet mensubunu vuran arasında bir fark
olmuyor. Halbuki memleketin huzur ve güvenini sağlamakla görevli bu kişiler
kendi hayatlarını riske atıyorlar. Polis, ja11darma, asker ve mahkemede görevli
hakimi vuranların cezası idam olmalıdır.
Sayın Başbakanım,
Sıkıyönetim Komutanlıklarımn yetkilerinin genişletilmesi mevzuunda 1402
sayılı kanunda bazı değişiklikler teklif ettik. Meclise geldi takıldı. Bu kanunun

452
komisyonlarda mazakeresi sırasında Zatı Alinizin de bildiği üzere ne
macadeleler verdik. Sıkıyönetim Komutanlarının koydukları yasaklara
riayetsizlik cezasını aç aya çıkaralım dedik. Kıyametler koptu. Kanun uzun
zamandır çıkarılamadı. Ondan sonra da Sıkıyönetim Komutanları hdld bu
anarşinin üstesinden gelemedi diyoruz. Sıkıyönetim zaten normal düzenle
halledilememiş olayları halletsin diye konulmuş bir sistem. Ama biz
sıkıyönetim ildn ediyoruz, ancak normal zamandaki Ceza Muhakemeleri Usul
Kanunu ile mahkemeyi yürümıeye çalışıyoruz. Bunun için de aradan 1 8 ay
geçmiş hdld daha bir tek ağır ceza verildiğini göremiyoruz. İdam cezasım da
göremedik. Ben şunu düşünüyorum: Acaba neden sıkıyönetim ildn edildikten
sonra geçen ilk 11 ay içerisinde yavaş yavaş olaylar tırmandı da, son 7 aydır
daha çoğaldı? Hele ilk aylarda hemen hemen hiç olay olmadı. Benim kanaatim
odur ki, anarşistler evveld sıkıyönetimden bir çekinme dönemi geçirdiler.
Zaman geçtikçe denemeye başladılar. Baktılar ki, önemli bir ceza alan yok; bir
ay, üç ay, beş ay gibi cezalar verildiğini gördüler, hapishaneden kaçma
olayları da cesaretlerini artırdı. Bunların cesaretini kıracak adalet
mekanizmasıdır. Bana öyle geliyor ki, bu durumda sıkıyönetim ildn
emıekte11se, etmemek daha iyi. Nitekim sıkıyönetim.ildn edilmeyen bölgelerde
olaym daha az olduğu11u görüyoruz. Eğer normal kanunlarla bu işi
ha/ledebileceksek zaten sıkıyönetime gerek yok. Madem sıkıyönetim ilan
etmişiz, o halde onun gerektirdiği kanu11i mevzuatı ortaya koymamız lazım.
Ayrıca ben derim ki, sıkryönetim mahkemelerinin verdiği kararlar hemen
icra edilmeli. Zira bizfevkalade hal yaşıyoruz. O halin gerektirdiği işlemleri
yerine getirmemiz lazım. Mahkeme kararları Yargıtay'uı bozmadığı kararlar
pek az. Zaman da çok uzuyor. Yargıtay'daki hdkimler de tehdit mektupları
alıyorlar. Onlar da aile, çoluk çocuk sahibi. İşi uzamıak işine gelebilir.
İran bile bu işin hakkmdan gelebildi, biz gelemedik. Elimizdeki kanunlarla
bu iş daha senelerce sürer v� Silahlı Kuvvetlerimiz de günden güne yıpranır.
Biz de istiyoruz ki şu işin içinden biran evvel sıyrılalım, esas görevimize
dönelim. Parlamentonun bütün üyelerinin bunu elbirliği ile hal/emıelerinde
büyük/ayda vardır kanaatındayım. "
Birbuçuk senedir bir neticeye ulaşamamamız ve her ay toplanıp aynı şeyleri
tekrar etmemiz ve sonuçta elle tutulur bir sonuca varamayışımız sinirlerimi
bozmuştu. Onun için konuşmamı sinirli bir hava içerisinde yapnm.
Benim bu konuşmam sürerken Demirel'in suratı asıldı. Hiç memnun ol­
madığı belliydi. Sözü o aldı, uzun bir konuşma yapu. Ben özet olarak buraya
alacağım.

453
DEMİREL'İN KONUŞMASI

Evvela sıkıyönetimin ilanını gerektiren halin ortaya çıkması sonuctı


sıkıyönetimin ilan edildiğini, bunun bir Anayasal idare şekli olduğunu, Anaya­
sa çerçevesinde işleri yürütmeye çalıştıklarını, sıkıyönetim ilanına sebep olan
Kahramanmaraş olaylarını, gittikçe tırmanan şiddet olaylan karşısında
başlangıçta 1 3 ilde nan edilen sıkıyönetimin bugüne kadar 20 ile çıkarıldığını,
yaygın şiddet olaylarını önleyebilmek için burada yaptığımız toplantılarda neler
yapmamız gerektiğini, noksanlarımızın ne olduğunu arilştırdığımızı, devletin .
noksanlarının ortaya çıktığını, bu noksanların düzeltmeye çalıştığımızı, mevcut
kanunlarda yetki noksanlığının giderilmesi hususunda faaliyetleri olduğunu,
yeni yetkilere ihtiyaç gördüklerini ve bunun için 1 0 adet kanun tasarısının
Eylül l 978'den beri konuşulmaya başlandığını, iktidara geldikten sonra bun­
ları Meclislerden geçirdiklerini, ancak daha sonra Sıkıyönetim Komutanlarına
ilave yetkilerin verilmesi gereğinin ortaya çıktığını, birkaç kanunun daha buna
ilave edildiğini, bunları da Meclislere sevk ettiklerini, Meclis gündeminde
olduğunu, ancak Cumhurbaşkanı seçimi dolayısıyla Mart ayından beri bu
kanunların görüşülemediğini, diğer siyasi parti ve grupları ile kanunların
çıkarılması için temasa geçtiklerini, kendisinin bizzat parti başkanlarından rica
ettiğini, buna rağmen şu ana kadar bu kanunları meclise getirip kanun­
laştıramadıklannı, Milll Güvenlik Kurulunun tavsiyesi üzerine çıkarılması iste­
nen Fevkalade Hal Kanunu konusunda anlaşma sağlayamadıklarını, parlamen­
toda görüş birliği bulunmadığını, şimdilik mevcut yetkilerimizi sonuna kadar
kullanmakla iktifa edebileceğimizi, İran misalinin bizi yanlış yollara
götürebileceğini, onların her önüne geleni astıklarını, bizim ise bunu yap­
mamızın mümkün olmadığını, sıkıyönetimin yavaş yavaş etkili olmaya
başladığını, bunun göstergesinin de bu sene 1 Mayıs'ın sakin geçmesinin
olduğunu, mahkemelerin maalesef ağır işlediğini, ceza veremez bir duruma
düştüğümüzü, ceza verilemeyince de caydıncılığımızın kalmadığını, 1 8 aydan
beri şehit edilen bir asker, bir polis için verilmiş kararın ellerine geçmediğini,
bundan dolayı Sıkıyönetim Komutanlarının haklı olarak şikayette bulunduk­
larını, şimdiye kadar sürdürülen mücadelemizi bundan sonra da devam ettirme­
miz gereğini, dile getirdikten sonra, Sıkıyönetim Komutanlarının istek ve di­
leklerine de değindi ve bu arada benim polis, hllim ve güvenlik güçlerini
öldüren veya öldürmeye teşebbüs edenlere verilen cezanın ağırlaştırılması
hakkında yaptığım teklifi dikkate alacaklarını ve hemen yarınki Güvenlik Ku­
rulunda bu meseleyi konuştuktan sonra gerekli kanun değişikliğine gidecekle­
rini ifade etti.

Demirel ekonomik duruma, alınan tedbirlere, grevlere, işçi hareketlerine,

454
dış ülkelerden sağladıkları kredilere uzun uzun değindikten sonra, kom,ış­
masını şu sözlerle tamamladı:

"Bu kadar sıkıntı içerisinde canla başla görev yapmaya çalışıyorsunuz. Size
millet adına temsil ettiğim hükümet adına minnetlerimizi şükranlarımızı
swuıyorımı. Maiyetinizdeki değerli komutanlarımıza, subaylarımıza, astsubay­
larımıza ve erlerimize canını dişine takarak Türkiye'de yüzde yüz disiplini
sağlamak için gösterdikleri gayretlerden Türkiye Cumhuriyetini devlet olarak
ayakta tutmak için gösterdikleri gayretlerden dolayı da yine minnetlerimi su­
nııyorunı. Millet, devletimizin ve milletimizin en büyük kuruluşu olan Silahlı
Kuvvetlerimize olan büyük itimadını her gün artırarak muhafaza etmektedir.
Bu da Türkiye birliğinin temel şartıdır."

Bu Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısı da böylece sona erdi. Yaptığım


konuşmada İran misalini verdiğime pişman oldum. Söylemesem daha iyi olur­
du. Zira İran'da kanun nizam olmadan bir veya birkaç kişinin karan He yüzden
fazla insanı sorgusuz sualsiz asabiliyorlardı. Bizde bunu yapmak elbette
mümkün değildi. Sinirli bir anımda bu misali vermekle; Demirel'e, karşı cevap
verme imkanını sağlamış oldum.

Hükümeti devir aldığı tarihten sonra yaptığı ilk Sıkıyönetim Koordinasyon


toplantısında,"Para istiyorsanız para, insan istiyorsanız insan, kanun istiyor­
sanız kanun, yetki istiyorsanız yetkiyi vereceğim; yeter ki sizler bu anarşi
yangınını söndürünüz" diyen Demirel, aradan altı ay geçtikten sonra kanunları
çıkarmak ve dolayısıyla yetkileri ve cezaları artırmak gücünün kendisinde bu­
lunmadığını, bu gücün Türkiye Büyük Millet Meclisinde olduğunu söylüyor.
İktidara geldiği zaman da meclisin aritmetiği ayıu idi. Bu aritmetiği bile bile ik­
tidar oldu. Bize karşı acz ifade edeceğine, kendisine destek vaad eden Milli
SelametPartisi ve Milliyetçi Hareket Partisi liderlerine gidip, eğer şu, şu ka­
nunların çıkarılmasında bana yardımcı olmazsanız ben bu yükümlülüğü daha
fazla taşıyamam demesi daha doğru olmaz mı idi? O zaman millete hesap ver­
mesi daha kolay olmaz mı idi?

Mevcut kanunlarla bu yangını söndürmenin mümkün olamadığı 1 8 aylık


sıkıyönetim uygulamasından anlaşılmıştı. Hfila daha ayıu kanunlarla bu ara­
bayı yüıütmeye çalışmanın ne millete ve dolayısıyla ne de kendilerine bir yarar
sağlamayacağı ortada değil miydi? Artık iyice anlaşılmıştı ki; Demirel'in de bir
şey yapacağı yoktur.

Onun taktiğinin zaman kazanmak ve seçimlere kadar durumu idare etmek


olduğu artık iyice belli olmuştu. İktidarı aldığı ilk aylarda, özellikle 24 Ocak
kararlarından sonra, "Biz makam düşkünü değiliz. lhldsla yola çıktık.
Yürürlüğe koyduğumuz bu kararların çıkaracağımız bazı vergi kanunlarıyla da
tamamlanması gerekir. Bunlar olmadan bu kararların yürümesi mümkün
455
değildir. Eter bu kanunların çıkarılmasını engelleyecek olurlarsa görevi
bırakır, millete gider onları millete şikcfyet ederim" demesinin de doğru
olmadığı anlaşılıyordu. Ne o vergi kanunlarını ve ne de bizim istediğimiz
anarşi ile mücadele kanunlanru çıkartabilmişti.

BAYRAK HAREKAT EMRİNE SON ŞEKLİ VERİLİYOR

Bu Sıkıyönetim Koordinasyon toplantısından sonra Genelkurmayda Kuv­


vet Komutanları, Sıkıyönetim Komutanları ve İkinci Başkanla bir araya geldik
ve kendilerine Bayrak Harekat emri hakkında bilgi verildi, teklifleri alındı ve
yakında harekat emrinin gönderileceği kendilerine bildirildi. 1 'inci Ordu
Komutanının bazı teklifleri oldu onlardan bir kısmı dikkate alınarak harekat
emrinin biraz daha geliştirilmesi emrini İkinci Başkana verdim.

HAREKAT TARİHİ
11 TEMMUZ OLARAK TESPİT EDİLİYOR

Sıkıyönetim Komutanları gittikten sonra Kuvvet Komutanı arkadaşlarımla


yeniden biraraya geldik. Yönetime el koyma tarihi üzerinde görüş teatisinde
bulunduk. Ben şimdilik en uygun tarih olarak 1 1 Temmuz tarihinin uygun
olacağını, ancak bu tarihin kat'i olarak tespitinde birçok faktörlerin rol
oynayabileceğini dikkate alarak şimdilik harekat emrine son şeklini verelim
ondan sonra harekat gününü tespit ederiz dedim.

Harekat emrine son şeklini vermek üzere 1 7 Haziran günü odamda Kuvvet
Komutanları, Jandarma Genel Komutanı ve İkinci B aşkanla toplandık. Emri
gözden geçirmeye başladık. Bu gözden geçirme 1 8 Haziran, 19 haziran, 20
Haziran günleri de muayyen saatlerde toplanmak suretiyle devam etti. Bazı
düzeltmeler yapılarak son şekli meydana çıku. Yalnız harekat günü açık
bırakıldı. Bu tarih en son anda açıklanacaktı. Benim kafamdaki 1 1 Temmuz idi
ama kat'i değildi. 27 Haziran gününe kadar bu çalışmalardan Kuvvet Komu­
tanları, Jandarma Genel Komutanı, İkinci Başkan ve iki kişilik ekipten başka
hiç kimse haberdar değildi.

Kuvvet Komutanı arkadaşlarımdan bilhassa bu konuya büyük dikkat ve iti­


na göstermelerini, kurmay başkanlarına dahi hiç bir hususta bilgi
sızdırmamalarını rica etmiştim.

456
İkinci Başkan llaydar Saltık, Haziran ayı sonlarına yaklaşırken benden
yavaş yavaş bazı (j) başkanlarına bu konuda bilgi vermeye başlaması husu­
sunda müsaade istedi. Bu müsaadeyi verdim.

İlk olarak 27 Haziran'da J-3 yani Harekat ve Eğitim Başkanına duyurdu ve


28 Haziran günü İkinci Başkanla J-3 ve iki kişilik çalışma grubu biraraya gele­
rek Harekat emrinin son rötuşları yapıldı.

Bir iki gün ara ile İstihbarat (J�2), Plan ve Prensipler (J-5) de devreye girdi
ve 30 Haziran günü İkinci Başkanın başkanlığında bir toplantı yaptılar. Emir
hazırdı.

TEMMUZ 1980

1 Temmuz günü Kuvvet Komutanları, Jandarma Genel Komutanı e İkinci �


Başkan ile odamda yeniden toplandık. Harekatın başlangıç gününün 1 1 veya
12 Temmuz olmasını uygun bulduk. Zira, Cumhuriyet Halk Partisi, hükümeti
düşürmek için gensoru önergesi vereceğini ve bunu Milli Selamet Partisinin de
destekleyeceği� dair olan haberlere daha evvel değinmiştim. Bu tahakkuk
ederse bizim işimiz daha da kolaylaşacaktı . 30 Haziran tarihli gazetelerde
Ecevit ile Erbakan'ın 28 Haziran günü beklenmedik bir görüşme yaptıkları ve
Ecevit'in de, bunalımdan çıkış için olumlu bir aşamaya u laştıklarına dair
haberler yer almıştı. Yine aynı günkü gazetelerde Erbakan'ın yeni hükümet
formülü üzerinde Ecevit ile anlaşmaya vardığı, Milli Selamet Partisinin
hükümeti düşürmek için işbirliği yapacağı fakat Ecevit'e de şartlan olduğu yer
alıyor ve bu şartlar sıralanıyordu.

30 Haziran tarihli gazetelerde ise Erbakan'ın Başbakanlığı kabul edilirse


Milli Selamet Partisinin hükümeti düşürme yönünde oy kullanacağı haberi var­
di.
Bütün bu olup bitenlerden Cumhuriyet Halk Partisi ile Milli Selamet
Partisinin Demirel hükümetini düşürecekleri intibaı doğuyordu.

Aynca devlet borçlarının üç sene ertelenmesi için Paris'te yapılacak


toplantının tarihleri de 8, 9, 10 Temmuz tarihleri idi. Bundan evvel yapılacak
bir müdahale bu ertelemeyi bıraktırabilir ve dolayısıyla borç ödemede bir
sıkıntı ile karşı karşıya kalınabilirdi. Bunları da düşünmek zorundaydık.

. 457
Bütün bu mülahazalarla harekAt gününün 1 1 veya 12 Temmuz olmasını ka­
rarlaştırdık.

llAREKATEMRİ YAYINLANIYOR

Artık her şey hazırdı. 1 1 veya 1 2 Temmuz gününe çok az bir zaman
kalmıştı. Harekat emrinin Ordu Komutanlıklarıyla, Sıkıyönetim Komu­
tanlıklarına ulaşbnlınası gerekiyordu. Emirler 3 Temmuz' günü özel kuryelerle
ulaştırılmaya başlandı. Harekat Başkanı, 1 'inci Ordu Komutanlığı, Ege Ordu
Komutanlığı, Donanma Komutanlığı , 2'nci ve 5'inci Kolordu Komu­
tanlıklarıyla 1 'inci Taktik Hava Kuvvetleri Komutanlığına, İstihbarat Başkanı,
3'üncü Ordu Komutanlığı, 6'ncı Kolordu Komutanlığı, 7'nci, 8'inci ve
9'uncu Komutanlıkları ile Yurt İçi Doğu Bölge Kom�tanlığına, 5 Temmuz
günü Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri Komutanlıklarına teslim edildi. (Kon­
ya'daki 2'nci Ordu Komutanlığınıriki (\e Kara Kuvvetleri Komutanlığına tes­
llın edildi) Dosya ile gönderilen harekat emri şöyle idi:
Yüce milletimizi içinde bulunduğu çok yönlü huzursuzluk ve endişeden
kurtararak en kısa zamanda güven ve refah sağlayıcı düzeye çıkarmayı ve kay­
bolan devlet nizamını yeniden tesis etmeyi amaçlayan bu harekAtın tüm sorum­
luluğunu TÜRK SİLAlll.I. KUVVETLERİ yüklenmiş bulunmaktadır. Şartlar
ne olursa olsun, silahlı kuvvetlerimiz, bu kutsal ve tarihi sorumluluğu
yüklenidc.en, bütün gücünü, şerefli saflarında yer alan personelinin yüksek va­
zife ve sorumluluk şuuru ile karşılıklı sevgi, saygı ve güvene dayalı DİSİPLİN
ruhundan almıştır.

Bu şuur ve ruhla yürütülecek ATATÜRKÇÜ hamlelerde başarı, silahlı


kuvvetler personelince aşağıdaki ilkelere sımsıkı bağlı kalınması ve bu ilkelerin
her kademede büyük bir titizlik İçinde uygulanması ile mümkün olacaktır.
Bütün görevler emir ve komuta kanalı içerisinde yerine getirilecek, bunwı
dışında şahsi gayret ve icraat gibi münferit davranışlara müsamaha edilmeye­
cektir.

Ülkemizin bu kargaşadan çıkmasını kendi menfaatlerine zarar sayan çeşitli


mihrak ve gruplar, silahlı kuvvetlerimizin en büyük gücü olan disiplin bağını
kırmaya ve onu parçalamaya yönelik sinsi faaliyetlerini sürdüreceklerdir. Bu
tür faaliyetlerden, Türle. Silahlı Kuvvetleri personelinin ve onun şahsında bütün
silahlı kuvvetlerimizin etkilenmemesi için,
1. Her personel, bu harekatı büyük bir tevazu, kesin kararWık, üstün va-

458
tanseverlik duygusu ve tam bir disiplin anlayışı içerisinde icra edecektir.
Hiçbir komutan, disiplinden asla taviz venneyecektir.
2. Harekat bütün yurtta silahlı kuvvetler personelinin üstün görev tutkusu
ile başarılacaktır. Her kademedeki personelin görevi birbiri ile
kıyaslanmayacak kadar önemlidir. Bu hal istismar edilmemelidir. Sinsi mih­
rakların sabırsızlıkla bekledilqeri (Bilinçsiz beyail've ifadelerden) (olumlu veya
olumsuz sohbet ve tartışmalardan), (lüzumlu veya lüzumsuz beceri, cesaret ve
kahramanlık hikayelerinden) mutlaka kaçınılacak ve Silahlı Kuvvetler adına
sözcülük yapar duruma girilmeyecektir. Gerektiğinde sadece ve sadece (Silahlı
Kuvvetlerimizin ATATÜRK ilkeleri doğrultusunda ve emir-komuta kanalı
içerisinde her türlü problemi ülke ve millet yararına çözümleyecek güçte
olduğu) vurgulanacaktır.
İçinde bulunduğumuz bu dönemde her kademedeki Silahlı Kuvvetler per­
sonelinin sivil halkla teması olacakur. Hali hazırda halkımızın büyük bir
çoğunluğu, ülkenin bir an önce her türlü dertten kurtularak, huzura kavuşması
özlemi ile dolu bulunmakta ve Silahlı Kuvvetlerimizin halk üzerindeki güven
ve itibarına gölge düşürmemek, gerekse bu büyük çoğunluğun sempatisini yi­
tirmemek maksadı ile şu konular üzerinde hassasiyetle durulacakbr:
1 . Her türlü temasta halka azami nezaket k�deleri içerisinde davranılacak,
onda mutlaka bu temastan memnun olduğu hissi yaraUlara.k güven duygusu
pekleştirilecektir.
2. Şikayet ve müracaatlar ilgi ve sabırla dinlenecek, iyi değerlendirilecek,
bürokrasinin ağır işleyen çarkı dışında azami ölçüde süratle sonuçlandırılmaya
çalışılacakbr.
3. Bilhassa devletin KİTier dahil her türlü daire ve müesseselerinde vatan­
daşa mevcut kanun ve nizamlar içinde yardımcı olunarak, hizmet gecikmeksi­
zin yapılacak, (Bugün git, yann gel) politikası mutlaka önlenecek ve derdine
mümkün olan çareler bulunacakbr.
4. Hiçbir yer ve zamanda, vatandaşlara kötü, haksız ve nahoş dav­
ranışlarda bulunulmayacakur.
5. Bilinmeyen konularda bilgiçlik taslayıp halkı yanlış yola sevk ebnekten
kaçınılacaktır. Bu durumda kişinin koni.ı ile ilgili makama müracaab. için ge­
rekli kolaylık gösterilecek ve yardımcı olunacaktır.
6. Demokratik parlamenter nizam içinde halkın herhangi bir siyasi parti ve
yasal görüşe sahip olması en tabii hakkıdır. Kişi veya grubun ülke zararına
faaliyetleri tespit edilmediği sürece herlcese TARAPSIZ VE F.ŞİT MUAMELE
yapılacaklır.

459
7. Tasallut, talan, hırsızlık, çapulculuk, zorbalık. görevlllere itaatsizlik ve
hafife alma, alay ve hakaret gibi beklenilmeyen davranışlara müsamaha edil­
meyecektir.

8. Bölücü, halkı yönetime karşı kışkırtıcı, devlet otoritesine ve yasalara


saygınlığı engelleyici, asılsız haberlerle halkı veya devlet güçlerini yanıltıcı, il­
legal örgütlerle teması muhafaza ederek eylemci (terörist) karakterinde ısrarla
duranlar hakkında onlan diskalifiye edici ve yaS'al yollara başvurarak şiddetle
cezalandırıcı tedbirler alınacak ve bu faaliyetler aralıksız sürdürülecektir.

9. Harekatı tereddütle karşılayan veya karşı tavır takınanlarla aşın bölücü


fikirleri benimseyenler hakkında gerekli yasal işlem yapılacakur.

HAREKAT IBHİR EDİLİYOR

B u Harekat emirleri Ordu ve Kolordu seviyesindeki komutanlıklara


u laştırılırken Cumhuriyet Halk Partisinin Adalet Partisi hükümetinin
düşürülmesi için verdiği gensoru sonunda 3 Temmuz günü yapılan güven oy­
lamasında Demirel 2 14 güvensizlik oyuna karşı 227 güven oyu olarak iktidar­
da kalmışu. Erbakan'ın partisi Cumhuriyet Halk Partisine de oyun oynamış ve
Demirel hükümetine güven oyu vennişti.

Bu hal bizim planımızı da bozmuştu. Zira, güven oyuna rağmen bu


müdahaleyi gerçekleştirecek olursak; Cumhuriyet H al k Partisinin
düşüremediği bir iktidarı biz askerler düşünnüş olacaktık ki, Demirel'in zaman
zaman diline doladığı Cumhuriyet Halk Partisi + Ordu = İktidar sözlerine
haklılık kazandıracaktık. Böyle bir duruma düşmeyi hiç istemezdik. Aynca 8,
9 ve 1 0 Temmuz günleri Paris'te yapılacak borç erteleme görüşmeleri de 22
Temmuz tarihine ertelenmişti. Sanki bizim yapmayı kararlaştırdığımız
yönetime tümü ile el koyma harekaumızı haber almışlardı.

Bu iki aksi tesadüf beni 1 1 Temmuz'da gerçekleştireceğimiz harekatı tehir


etme kararına götürdü. Bu karanını hemen İkinci Başkana söyledim ve
şimdilik gönderilen harekat emirlerini uygulamaya koymamalanru 7 Temmuz
günü bildirdim. 8 Temmuz günü de evimde Kuvvet Komutanları ve Jandanna
Genel Komutanı ile toplandık. Onlara da bu düşüncelerimi açıklayınca bana
hak verdiler.

Bu kararın bir faydası d aha olacaktı. Eğer 1 1 Temmuz'da bu harekata


girişmiş olsaydık, yurt sathında anarşi ve terörle mücadele verecek Ordu
Komutanlarını Ağustos ayı başında yapmamız kanuni bir zorunluk olan
Yüksek Askeri Şurayı nasıl toplayacakUk? Toplasak dahi bu harekatta görev

460
alıp da terfi edemeyen general ve albaylan nasıl emekli edecektik? O takdirde
hiç kimseyi emekli etmemek ve herkesi olduğu rütbede dondurmak gerekecek­
ti. Bu hal ileride telafisi çok güç problemleri de beraberinde getirecekti. Öyle
ise Ağu�1os terfilerinden ve tayinlerinden sonra bu harekat yapılmalıydı. Bu da
ancak Eylül ayı olabilirdi. Gerçi Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülend
Ulusu Ağustos'ta Kuvvet Komutanlığındaki azami üç seneyi dolduracağından
emekli edilmesi gerekecekti ama buna katlanmaktan başka çaremiz
kalmıyordu. Zaten harekatı Temmuz ayında yapmamızı zorlayan etkenlerden
birisi de Bülend Ulusu'nun Ağustos'ta emekli olma durumu idi.
Demek ki 1 1 Temmuz karan erken verilmiş bir karar olmuştu. Bütün
emirler mahallerine ulaşmıştı. Bunları tekrar toplamak gerekecekti. Bu durum
harekatın duyulması tehlikesini de beraber getiriyordu. Hele Ağustos'ta terfi
edemeyen korgenerallerden bazısı tarafından tehevvüre kapılarak böyle bir
hazırlık içinde bulunulduğunu hükümettekilerden herhangi bir kişiye
söylemeleri de mümkündü.
Ben arkadaşlarımdan hiç birisinin böyle bir harekette bulunacağına ihtimal
vermiyordum. Güvenilir komutanlardı. Aynca böyle bir müdahalenin gerekli
olduğunu onlar da tasvip etmişlerdi. Buna rağmen şüpheye düşmemek
mümkün olamıyor. Harekat emirleri Ağustos ayı başına kadar gönderilen
adreslerde kaldı. Esasen bu harekat emri Genelkurmaydan verilecek uygulama
emrinde belirtilen tarihte yürürlüğe girecekti.

MİLLElVEKİLLERİ VE SENAlÖRLER
HAKKINDA VARDIGIMIZ KARAR

Kuvvet Komutanları. Jandarma Genel Komutanı ve İkinci başkanla harekat


emri hazırlanmadan evvel yaptığımız toplantılarda, Meclislerdeki ve Senatoda­
ki milletvekili ve senatörlerin ne olacağı hususunda çeşitli alternatifler üzerinde
durulurken, bunları izinli kabul etme şıkkı da ortaya atıldı. Böylece maaşlarını
almaya devam edeceklerine göre bu harekata da karşı çıkmamış olurlar dendi.
Fakat aylarca ve aylarca hiçbir iş yapamayan, ülkenin içine sürüklenmekte
olduğu felaketli duruma dur demeyen ve uyanlara rağmen bazı hayati könular­
da bir ve beraber olamayan parlamentoyu hem kapatacak ve hem de izinli ka­
bul ederek maaşlarını vermeye devam edeceğiz. Mille t bizden bunun sebebini
sormaz mı? Onlara ne diyeceğiz? Bozulnnış düzeni düzelttikten Anayasayı
değiştirdikten sonra bunlara haydi buyurun meclise, tekrar kavga ederek duru­
mu eski haline getirin mi diyeceğiz dedik ve bu hal şeklini uygun bulmadık.

461
ÇORUM VE ORDU'DAİNCELEMELERİMİZ

Çorum'da cereyan eden olaylan yerinde gönnek ve Fats"a'da aylardır


süregelen öldünne ve yıldınna olaylan hakkında Ordu Valisinden gerekli bilgi­
leri almak ve buna göre de Ordu ve Fatsa'da ilave tedbirlere lüzum olup ol­
madığını mahallinde görmek üzere kuvvet Komutanları ve Janda�a Genel
Komutanı ile 8 Temmuz günü Çorum'a gittik. Validen ve Tugay Komu­
tanından lüzumlu bilgileri aldık. Cereyan etmiş olan olaylardan büyük üzüntü
duyduk.

Akşamı Amasya'da geçirdikten sonra helikopterle evvela Samsun'a ve ora­


d� da Ordu'ya geçtik.

Samsun'dan Ordu'ya hareketimizden evvel Samsun Valisi Fatsa üzerinden


geçerken yüksekten gaçmemizi çekine çekine tavsiye etti. Sebebi Fatsa'daki
gözü dönmüş teröristlerin bize ateş açma ihtimali imiş.

Fatsa'da belediye başkanı olan terzi Fikri , orada kendine göre bir devlet
kurmuş. Her mahallede mahalle komiteleri var. Vatandaşlar her türlü şikayet
ve dileklerini bu komitelere bildiriyor, komitelerin karan uygulanıyor. Uygu­
lamayanlar çeşitli cezalara çarptırılıyorlar ve hatta herkesin gözü önünde
öldürülebiliyorlar. Böyle bir ilçe haline gelmiş. Ne kaymakam ne hakim ve
savcılar ve hatta ne polis ve jandarma bunlara karşı bir şey yapamıyorlar. On­
lar da yıldırılmış. İnanılması güç ve hayret verici bir durum mevcut. Bütün ce­
reyan eden olaylan Ordu Valisi acı acı bize anlattı. Oraya doğudan bir de tabur
göndermiştik. Valiye bu taburdan istifade ile .devlet gücünü burada
yerleştinnesi tavsiyesinde bulunduk.

Ankara'ya döndüğümüz günün ertesi günü 11 Temmuz'da Vali Fatsa'da


sokağa çıkma yasağı koyarak büyük çapta bir arama yaptırdı. Ancak bu arama
daha evvel haber alındığından önemli bir netice elde edilemedi.

Vali bu aramayı yaptırdı ve savcı Fatsa belediye başkanını tutuklattı diye


muhalefette ve basında neler söylenmedi neler yazılmadı ki! Sanki Fatsa'da
bugüne kadar cereyan eden olayların müsebbibleri; terör örgütleri değil de
yönetim, yani Vali!

462
FATSA'DA YAPILAN SİLAH ARAMASI ÜZERİNE
ECEVİf'İN VERDİGİ BEYANAT

İşte 14 Temmuz günü Ecevit'in Fatsa olaylan hakkındaki beyanatt:


"Hükümet sağın işgali altındaki kesimlerden hiç birisini kurtarılmış
bölgeler arasında saymamaktadır. Oysa Yozgat'ın nasılfaşist bir işgal altında
bulunduğunu Türkiye'de bilmeyen kimse yoktur.
Kara maskeli muhbirlerle Fatsa'da operasyon yapılmış olması, bu iktidarm
yüz karasıdır. Bu şekilde operasyonlarla artık iktidarın maskesi inmiş faşizmin
kara yüzü ortaya çıkmıştır."
Ecevit bu beyanauru başka bir olay dolayısıyla vemıiş olsaydı mesele yok­
tu. Nihayet muhalefet başkanıdır. Elbette iktidarın yapuklarıru iyi de olsa ten­
kit edecektir denebilir. Ancak Fatsa gibi küçük bir ilçenin içinde ve köylerinde
bugüne kadar cereyan eden olaylar ve hayatlarını kaybeden vatandaşların
çokluğu göz önüne alındığında bu beyanau vemıekte haklı olduğunu söylemek
mümkün olamıyor.

FATSA BELEDİYE BAŞKANININ UYGULAMALARINI


DESTEKLEYEN MAKALELERDEN BİR ÖRNEK

Fatsa belediye başkanının Fatsa'da uyguladığı sistemi uygun bulan ve hatta


mahalle komitelerini de demokratik bir uygulama olarak gören, böyle bir sis­
tem içerisinde ne güzel idare ediliyordu, ne diye böyle genel bir aramaya gerek
duyuldu şeklinde bazı gazete yazarları da makaleler yazdılar. Bunlardan bir ta­
nesinin ilginç yerlerini buraya almakta yarar görüyorum. Makalesinde şöyle
diyordu:
"Fatsa'da müthiş bir olay vardı. Bir belediye başkanı halkkı elele vermiş.
Karadeniz'in küçücük bir kasabasına Ankara'daki politikacı kafasının almaya­
cağı bir demokrasi anlayışı sokmuştur. Kadın, erkek, genç, ihtiyar herkes
konuşuyor, herkes her konuda düşüncesini söylüyor, işler böyle yürüyordu.
Sonra, bu örnek, sağın gözüne batmaya başladı. Başka yerlerdeki
"Kurtarılmış Bölge" öyküsüyle Fatsa'nın öyküsü bile bile bir tutulmaya, bu
alışılmamış demokrasi denemesi anarşi etiketinin altına sokulmaya başlandı."
Aynı yazar makalesinin başka bir yerinde de şunları söylüyordu:

463
"Fatsa'da Türkiye'nin başka köşelerinde olmayan bir şey vardı.: İlçede 11
halk komitesi kurulmuştu. Bu komiteler halkın oylarıyla seçilmekte, her ma­
halledeki halk, şikayetlerini bu komitelere yapmakta, komiteler sorunları
doğrudan doğruya çözmeye çalışmakta, çözemediklerini de belediyeye aktar­
maktadır. "
Görüldüğü gibi u facık bir ilçedeki belediye başkanının komünist
ülkelerdeki idare şekline benzer bir idare sistemi kum1uş olması diğer
şehirlerdeki belediyelere de örnek olarak gösterilebilmektedir. Methedilen ve
diğerlerine örnek gösterilen bu belediye başkanı 1 2 Eylül'den sonra
mahkemeye verilmiş, mahkemesi sonunda devletin Anayasal nizamını
değiştirmeye yönelik suçtan dolayı Tüf1( Ceza Kanununun 146'ncı maddesine
dayanarak ağır hapis cezası ile cezalandınlmıştır. Aynı belediye başkanı 1972
senesinde cereyan eden Kızıldere olaylarından dolayı yine mahkemeye veril­
miş fakat 1 974 yılındaki aftan yararlanarak ceza almaktan kurtulmuştur.
İşte örnek gösterilen belediye başkanının durumu budur. Anarşi ve terör
böyle böyle teşvik gördü ve dolayısıyla önü bir türlü alınamadı.
Ordu vilayetine Kuvvet Komutanları ile birlikte yaptığımız gezi sonunda
Başbakan Demirel'e oralardaki acıklı durumu anlattım ve Ordu'nun Aybastı,
Fatsa. Çamaş gibi ilçe ve köylerinde cereyan eden ve önü bir türlü alınamayan
öldüm1e olaylarıyla mücadalede emniyet kuvvetlerinin muvaffak olamadığının
anlaşıldığını, Bolu'daki komando tugayını o bölgeye göndererek, bu tugayla
bir temizleme harekatına girişmemizin doğru olacağı, ancak Ordu ilinde
sıkıyönetim uygulanmadığına göre bu tugayı kullanmanın bazı hukuki zorluk­
ları olacağını söylediğimde, teklifimi kabul etti. Bunun üzerine Komando Tu­
gay Komutanını çağırarak kendisine bu görevi verebilmem için evvela yörede
çok iyi bir keşif ve istihbarat yapmasını istedim. Tugay komutanı 20 gün kadar
keşifle uğraştı. Hazırlıklarını yapmaya devam etti. Sıkıyönetim ilan edileme­
diğinden bu tugayı emniyet kuvveti olarak kullanmak uygun düşmeyeceği için
harekata başlatmadım. Bu hazırlık 12 Eylül'den sonra komando tugayı ile
Ordu ili dahilinde yaptırdığımız temizleme operasyonun başarılmasında çok
yarar sağlamıştır.

464
GÜNEYDOGU BÖLGESİNE YAPTIGIMIZ GEZİ

Güneydoğu bölgesindeki durumu yerinde gönnek üzere. Kara Kuvvetleri


Komutanı. Hava Kuvvetleri Komutanı ve Jandanna Genel Komutanı ile
birlikte 17 Temmuz günü Van'a gittik, aynı gün Yüksekova. Şemdinli.
Hakkari'ye giderek akşam Van'a döndük. Bölgedeki askeri birliklerle
jandam1a birliklerini gördük ve komutanlarından olaylar hakkında bilgi aldık.
1 8 Temmuz günü Ağrı. Kars ve Erzurum garnizonlarını denetleyip aynı
şekilde tümen, tugay ve kolordu komutanlarından o yöre hakkında taze bilgiler
edindik.
1 9 Temmuz günü de Elazığ. Tunceli. Diyarbakır gamizonlarındaki birlikle­
ri görüp gerekli bilgileri aldık. Aynı şekilde 20 Temmuz günü Siverek'i de
gördükten sonra Kayseri'ye geçtik.
Bu gezi sonu intibaımız bize yönetime el koymamızın gerekli olduğu
hakkındaki fikrimizi daha da kuvvetlendirdi. Gördüklerimiz. dinlediklerimiz­
den anlanuştık ki; eğer çok gecikecek olursak, öyle bir noktaya gelebilirdik ki,
artık iş işten geçmiş olur ve kendimizi bir iç harbin içinde bulabiliriz. Durum o
kadar acıklı.
Kayseri'de bulunduğumuz 20 Temmuz günü 1974 yılında gerçekle'ştirilen
Kıbrıs Barış Harek§.tının altıncı yıldönümü dolayısıyla, bu harek§.ta fiilen
katılan Hava İndirme Tugayında tertiplenen törene de katıldık.
. Bu törende Atatürk'ü ve Kıbrıs Harekatı sırasında tugaydan şehit düşen 76
subay, astsubay ve erleri canlandıran anıtın da açılışı yapılmıştı. Bu anıtın
açılışı münasebetiyle orada yaptığım konuşmada şehit düşenlere değinerek
şunlan söyledim:
"Bugün maalesefAtatürk'ü ağzma almaktan çeki11e11/er var. Atatürk ilkele­
rilıden ayrılma yolunda ola11/ar var. Atatürk'ün izindeyiz diyerek, etrafım al­
datarak O'mm izinden sapanlar var. Ama bugün şu topluluk huzurwula Silahlı
Kuvvetlerin başı olarak ifade ediyorum ki Atatürk'ü11 bize emanet ettiği bu
�mleketi, bu eserleri kimseye çiğnetmeyiz. Bizden sonra gelenlere tertemiz
teslim emıedikçe görevimizde11 ayrılmayız. Bu hai11 kişilerin cezası yakı11da
verilecektir.
Yakm zamanlarda maalesef yurt içinde vatandaşlarımızın kurşunlarıyla
şehit oluyorsunuz. Bu beni ve benim gibi düşünen herkesi çok derinden
üzmektedir. Yine maalesef ifade edeceğim ki vatan içindeki hainlerle
boğuşmaktayız. Ama Silahlı Kuvvetler şimdiye kadar olduğu gibi bundan da
başarı ile çıkacaknr. Bundan kimsenin şüphesi olmasın."

465
Bu konuşmam basında yer aldı. Fakat ne teröristlere, ne iktidara ve ne de
muhalefete bir etkisi olmadı. Bundan daha açık nasıl söyleyebilirdim bilmem.

NİHAT ERİM ÖLDÜRÜLÜYOR

2 1 Temmuz günü Ankara'ya döndük. Biz bu gezide iken 1 9 Temmuz günü


1 2 Mart döneminin B aşbakanı olan Nihat Erim istanbul'da teröristlerce
öldürülmüştü. Hainler o dönemde öldürülen, idam edilen teröristlerin sözde
intikamını alıyorlardı. Teröristlerin hedef olarak seçtikleri kişilere dikkat edile­
cek olursa makam ve mevki sahiplerine sıra geldiği açıklıkla görülecekti.
Böylece şimdi görevde olanlara da bir gözdağı verilmek isteniyordu. Eğer siz
de terörist öldürtmeye devam edecek olursanız sizin de akıbetiniz bu olacaktır
diyorlardı.

Tabii bu öldürme olayı; yurt sathında büyük yankılar yaptı ve esasen her
gün yükselen siyasi tansiyonu daha da artırdı.

Bu olay üzerine Ecevit ile Türkeş milli birlik çağrısında bulundular. Sanki
kendileri birlik içerisinde imişler gibi. birliği milletten bekliyorlardı. Bugüne
kadar milleti çeşitli kamplara böldüler, bölünen bu kampları kendi taraflarına
çekmek için her türlü gayretin içerisinde bulundular. Şimdi _otumrnşlar millete
birlik olun diyorlar. Evvela siz birlik olun ki, millet de sizi örnek alsın. Böyle
felaketli zamanlarda birlik olmayacağız da ne zaman olacağız.

Demirel de 1974'teki affın memleketi bu noktaya getirdiğini söylüyordu. O


da kabahati bulmuştu. 1 974 affı. Kendilerinin hiç kusuru yokmuş gibi bütün
sorumluluğu bu affa bağlayıp çıkmıştı işin içinden.

İÇİŞLERİ BAKANINI DÜŞÜRME ÇABALARI


Bu olaylar cereyan ederken Cumhuriyet Halk Partisi, Milli Selamet


Partisinin de desteğini alarak İçişleri Bakanı hakkında bir gensoru önergesi
verdi. Milli Selamet Partisi bu gensoruyu desteklediğini ve İçişleri Bakanının
düşürülmesi için yapılacak güven oylamasında Cumhuriyet Halk Partisi ile
birlikte müspet yönde oy kullanacağını açıklamıştı. Artık Cumhuriyet Halk
Partisi ile Milli Selamet Partisi yakınlaşması gözle görülür bir hal almıştı. Milli
Selamet Partisi gerçi daha evvel Cumhuriyet Halk Partisinin verdiği gensoru

466
önergesinde en son anda tavır değiştirmişti ama şimdi beraber hareket etmeye
başlamışh.

Gensoru sonunda güvensizlik oyu ile İçişleri Bakanı Mustafa Gülcügil'in


düşürüleceğini anlayan Başbakan Demirel 2 1 Temmuz günü Gülcügil'i Ba­
kanlıktan istifa ettirdi ve böylece ilk firesini verdi.

Aynı günü Başbakan gittikçe tırmanan terör olaylan muvacehesinde, teröre


karşı işbirliği yapmak için parti liderlerine mektup gönderdiği basında
açıklanıyordu. Demirel ve Ecevit'in 24 Temmuz günü Çağlayangil'in
Çankaya'da vereceği akşam yemeğinde biraraya gelecekleri hususu da basında
yer alıyordu.

İki liderin biraraya gelmelerinden bir gün evvel 23 Temmuz günü de sağ
kesim, 27 Mayıs günü Ankara'da öldürülen Gün Sazak'ın intikamını almak
için Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) eski Genel Başkanı
Kemal Türkler'i öldürmüştü. Artık bir soldan bir sağdan öldürme olaylan kan
davasına dönüşmüştü.

DEMİREL VE ECEVİT ÇANKAYA'DA


CUMHURBAŞKANI VEKİLİNİN İSTEGİ ÜZERİNE
BİRARAYA GELİYORLAR

İki liderin Çankaya'da buluşup konuşacakları gün olan 24 Temmuz günkü


bir gazetede "Sayın Liderler" diye başlayan şöyle bir yazı çıkmıştı. B u yazıyı
enteresan bulduğum için aşağıya alıyorum:

Şöyle diyordu yazı,

Bu akşam saat 20.00'de Çankaya'da beraber olacaksınız. Buluşmanızdan


önce sizlere Türkiye'nin 2.5 yıllık a1ıaı-ş{ bilançosunu hatırlatalım:
3000 'den fazla ölü, 3000 'in en az üç katı yaralı. Bu sizlere Türkiye'de
anarşi ile ne kadar büyük bir savaş verildiğini göstermiyor mu?
Sayın Liderler,
Vatandaş, hain bir kurşuna hedef olmamak için, korku ve panik içinde ev­
lerine kapamyor. Her gün bir ünlü kişinin ödürülmesini üzüntü ve endişe ile
izliyor.
Bu paniği, bu endişeyi, bu üzüntüyü sizler yani iki büyük partinin işbirliği
önleyebilir ve Türkiye'de hükümetler de ancak bu yolla güçlenebilir.
467
Son haince öldürmeler karşısında sizler;
- Fevkalade üzüntülüyüm dediniz ve şöyle devam ettiniz:
- Türk halkı şimdiye kadar hep temkinli ve ağır başlılıkla mücadelesini
sürdürmüştür. Bu olayda da sağlıklı düşüneceğine inanryorum.
Sayın Liderler;
Türk halkı da bugü11 ''fevkalade üzgün" ve sizlerin bu akşam Çankaya'da
"sağlıklı düşü11me11izi" istiyor.
Ne kadar içten bir istek. Buna katılmamak mümkün mü? Gazetede yer alan
bu içten gelen istek, bütün milletin aylardır, senelerdir beklediği bir istek idi.
Herkes bu buluşmanın sonunda iyi haberler bekliyordu. Zira artık bıkmıştı.
Her gün televizyonda, radyoda, gazetelerde gördüğü ve okuduğu anarşik olay­
lardan bıkmışu. Her gün can veren, yaralanan, sakat kalan, hayatının daha ba­
harındaki gençleri görmekten, dinlemekten, okumaktan bıkmıştı. Artık ta­
hammülünün sonuna gelmişti. Eğer sizler bu duruma dur diyecek tedbirleri
alamayacaksanız alacak bir kurtarıcıyı bekliyordu. Bu kurtarıcı kim olursa ol­
sun. Yeter ki buna bir son versin. Vatandaş haklı olarak toplantı sonucundan
bir şeyler bekliyordu. Fakat heyhat! Yine bir netice yok. Bilakis aralarındaki
ipler biraz daha gerilmişti. Nasıl bi r netice alınsın ki ! Daha bu toplantı
yapılmadan bir gün evvel Demirel Meclis'te yaptı§t konuşmada "Cumhuriyet
Halk Partisi - Adalet Partisi ortak hükümeti anarşiyi önlemez" diye beyanat
vermişti.
Böyle bir inançla toplantıya katılan liderin kaUldığı toplantıdan elbette bir
sonuç alınmazdı. Demirel'i en iyi bilen Erbakan, iki liderin Çankaya
toplantısından bir gün sonra; "Demirel bu görüşme ile Ecevit'i aldat1yor"
diyordu. Belki de doğru idi. Kamuoyunu avutmak, askerleri avutmak ve bu
suretle zaman kazanmak için böyle bir toplantıyı tertip etmiş olabilirdi. İşte gel­
dik, konuştuk fakat ana noktalarda anlaşamadık demek suretiyle tek başına ik­
tidarını her ne pahasına olursa olsun sürdümıek istiyor da olabilirdi.
Çağlayangil'in iyi niyetle gerçekleştirdiği bu toplantıda görüşülen hususları
buraya almakta yarar görüyorum. Tarihe ışık tutacağına inandığım bu toplantı
zaprı şöyle idi:

468
24 TEMMUZ 1980 TARİHİNDE
CUMHURBAŞKANI VEKİLİ ÇAGLAYANGİL'İN
DEMİREL VE ECEVİT'LE YAPMIŞ OLDUGU
GÖRÜŞME TUTANAGI

Cumhurbaşkanı Vekili Çağlayangil:


Konuşmamızı açabilmek için ben, bir girizgah yapayım. Sayın Ecevit ikti­
dardayken Türkiye'nin içine düştüğü bunalıma hangi açıdan bakardı bilemiy­
orum. Bendeniz Demirel kabinelerinde ve Hüküınet sorumluluğu altında bu­
lunduğum uzun yıllarda iç politika çekişmelerinin, içte ve dışta memleketin
görüntüsüne ve itibanna yaptığı tahribatın üzüntüsünden bir türlü kurtula­
mazdım. Kaç defa bu çatı altında Cumhurbaşkanı Sayın Korutürk'e dert
yanmışımdır:

"Kader iki genç lideri bu memleketin mukadderatında son söz sahibi


yapmıştır. Kim ne derse desin Demirel'in faşist, Ecevit'in komünist olduğuna
inanacak aklı başında bir Türk bulamazsınız. B u liderlerin görüşleri , politika­
lan farklı olabilir. Ancak memleketin bekası ve milletin selameti söz konusu
oldukça, her ikisi de (memleket varsın batsın, bizim dediğimiz dediktir) diye­
bilecek bir zihniyeti taşıyamazlar. Siz inisiyatifi neden ele almıyorsunuz? Bu
iki lideri özel olarak davet edip, niçin yakınlaşmanın, anlaşmanın yardımcısı
olmuyorsunuz? Özel bir yemekte, her türlü teşrifattan, kompleksten uzak ola­
rak memleket problemlerine beraberce eğilirseniz mutlaka olumlu bir sonuç
alırsınız" derdim.

Sayın Korutürk bana:

"Aman İhsan Bey bu olacak iş mi?" derdi. "Ben bunu kaç defa denedim,
Liderlerden biri demokrasilerde özgürlükler kısıti anmamal ı , B atı
demokrasilerinde ne varsa, bizde de hepsi olmalı. Mesela Komünist Partisi
serbest bırakılmalı . Eğer demokrasiyi süs olarak benimsemediysek, bütün
icaplanna uymalıyız. Diyalog kurulmalı, demokrasi içinde uzlaşma ile sonuç
alınmalı diyecek, öbür lider evvela olup bitenlere konulacak teşhiste mutabık
olalım. Bütün bu olaylann arkasında komünizm vardır. Yeraltı faaliyetleri ile
memleketin altı üstüne getiriliyor. Ülkedeki bunalımın devasını komünizmin
serbest olmasında arayan bir anlayışla nasıl diyalog kurabiliriz, nasıl uzlaşırız"
diyecektir.

"Sonra bu iki lider kapıdan çıkarken. (havanda su dövüldü) diye beyanat


verirlerse ona da şaşmayın. Bunu bir defa daha bana tekrarlamayın" derdi.

Üzülürdüm, birşey yapamazdım.

469
Kader geldi çattı, eğreti olarak bile olsa şimdi ben aynı makamda
oturuyorum. Kendi kendime (hadi bakalım başkalarına verdiğin öğütleri şimdi
kendin yap) diyorum.
Beni sizleri davete cesaretlendiren düşünceler, memleketin içinde
çalkalandığı bunalımın yanında bu mülahazalardan da kaynaklanıyor. Çağrıma
uydunuz, lütfedip teşrif buyurdunuz, her ikinize de yürekten şükranlarımı su­
nanın.
Muhterem arkadaşlarım,
Memleketin durumunu yeni baştan hikayeye kalkışarak, sizleri sıkmak iste­
mem. Son üç günün ölüleri ne hale geldiğimizin, neyin eşiğinde olduğwnuzun
en canlı tasvirleridir. Memleket sağ sol kavgasını gerilerde bırak.mışur. Bir ta­
rafta Devlet var, öbür tarafta ona kasteden sağlı, sollu terör var. Sağ sol mese­
lesi, terörün iç taksimatı haline geldi. Bu durumda (sen hangisinden yanasın?)
diye birbirimizden soramayız. Bunlardan hangisinin tercih edileceğini
tartışamayız. Cenaze başında suçlu aramanın zamanı da gelip geçti.
Şimdi mutlaka birşey yapmak ihtiyacı ile karşı karşıyayız. Birşey yapmaya
ancak siz ikiniz kadirsiniz. Bu benim gözümde de böyledir. Türk milletinin
gözünde de böyledir. Şu mütevazı davetim memleket çapında ak.is gördü. Her
taraftan telefon, telgraflar yağıyor. Millet bir müjdeye, bir iyi habere, bir
güleryüze susamıştır. Milleti mahzun etmeye, inkisar içinde bırakmaya razı
olacağımızı sanmıyorum.
Birşeyleri ancak siz ikiniz yaparsınız diyorum. Bunun sebebi, siz ikiniz
Türle siyasi kamuoyunun yüzde seksenini temsil eden kitlelerin sözcüsüsünüz.
Geçen gün Atatürlc'ün I OO'üncü doğum yılı hazırlıkları toplantısında, "Biz iki­
miz birleşirsek, bu konu ile ilgili yasayı birle.aç günde Meclisten çıkarırız"
demiştiniz. Doğrudur, siz hangi yasayı isteseniz, hatta isteseniz Anayasa
değişikliğini de, � hızla gerçekleştirebilirsiniz.
Onun içindir ki millet herşeyi ikinizden bekliyor.
Bugünkü konuşmamız beli rli bir konuya saplanıp kalmayacak. Neyi
isterseniz konuşacağız. Tüm dikkatler üzerinize dikilmiş olmasına rağmen, bir
yemekle herşeyin hallolunacağını da ne iddia edebiliriz, ne bekleyebiliriz.
Bilmem Papanın nasıl seçildiğini tekrar anlatmama lüzum var mı? Yüksek
malumlarınızdır ki Papayı seçmek için bütün Kardinaller Roma'da Vatikan'da
Sixteen Kilisesinde toplanırlar. Kardinallerin hepsi kiliseye girdikten sonra
kapı kapanır ve dışarıdan kilitlenir. Oy vermeye başlanır. Oy verme muamelesi
Papanın seçimi tamam oluncaya kadar devam eder. Papa seçildiği anda o
zamana kadar kullanılan bütün oy kağıtları şömineye konarak yakılır ve
dışarıda Papanın seçiminin neticesini bekleyen halk kilisenin bacasından
dumanların çıktığını görünce o zaman kilitli kapıyı açarlar, Papanın seçimi

470
böylece hitam bulur. Biz de bu işi Papa seçimi gibi keşke bir celsede
halledebilseydik. Ama ben bu hikayeyi şunun için anlattım . Bir kere elime
geçtiniz, Papanın seçimi misali bacadan duman çıkmadan sizi bırakmak iste­
miyorum.

Şimdi, konuşmayı açmak üzere bazı mülahazalarımı gelişi güzel an.etmeme


de müsaadelerinizi istirham edeceğim:

Otuz yıl devlete çalıştım. 1 5 yılı valilikte geçti. Bu milletle haşır neşir ol­
dum. Toplumumuzu tanıdığımı sanıyorum. Yirmi yıla yakın da Parlamento

içindeyim Tecrübe bana şunu öğretti: rejim, ne çeşit olursa olsun, idare ede­
bilmek için mutlaka disiplin ve otorite gerekiyor. Bizim şimdiye kadar kurabil­
diğimiz koalisyonlar disiplin ve otoriteyi sağlamada asla yeterli olamadılar:
Ancemaatin memleketi idare etmek mümkün değil. Sayın Ecevit de, Sayın
Demirel de denedi. Ben de bu denemelerin içinde yaşadım. Çoğunun acısını
beraber çektim. Bu itibarla istikrarlı, sürekli bir hükümete bu devlet muhtaçtır.
İstikrarın başlıca şartı, memlekette huzur ve sükı1nu sağlayabilmektir.Huzur
ve 'sükı1nu sağlamak için her şeyden önce terörü geride bırakmaya mecburuz.
Terörü önlemek için evvela teşhiste mutabakat aramak gereklidir, diyeceksi­
niz. Doğrudur. Ancak terörün bir değil, pek çok sebepleri vardır. Bunlardan
birine sahip çıkar, diğerini ihmal edersek, hem kendimizin haklı olduğu fik­
rinde ısrar ederiz, hem de mutabakata varamayız. Teröre sebep olarak
göstereceğimiz unsurlar, ayn ayn doğru olabilir. Ama birimizinkinin doğru ol­
ması diğerininkinin yanlış olmasını gerektirmez. Terörün sebeplerini sayıp
dökmek yerine, teröre karşı davranışta mutabakat aramak daha netice verici
gibi gözüküyor. Şu cihet mutlaka belirlenmiştir ki, memleketimizin içine
düştüğü anarşi ve terör afeti karşısında siyasi partiler ve anayasal kuruluşlar
ortak bir tavır alamazlarsa, bu afetin önü alınamayacaktır. B ütün siyasi partile­
rin ve anayasal kuruluşların ittifakından evvel, ben, iki büyük lider, iki önemli
parti arasında bir görüş birliği arıyorum. İşe buradan başlamak, bana en kes­
tirme yol görünüyor. Çünkü ikinizin ortak tavrı ve anlaşması , birçok
güçlüklerin çözümünün kapısını açacak en kıymetli anahtar olacaktır. Bu ortak
tavır, bu anlaşma terörün önlenmesinden başlayarak, sırasıyla bizi saran bütün
güçlüklerde ve milli nitelik kazanan, hayati tehlike arzeden diğer meselelerde
de denenecektir. B unun kolay bir i ş olmadığını biliyorum. Bunun bir
toplantıda, bir yemekte çözülecek bir mesele olmadığını da idrak ediyorum.
Ama iyi başlayabilirsek, mutlaka olumlu bir sonuca ulaşabileceğimizi umuyor­
um. Çok defa beraber düşünüyor, ayn konuşuyoruz. Nasıl hepimiz memleke­
tin selamete çıkmasında tek bir yürek gibi berabersek, bunun yollarını aramada
da beraber olmanın çarelerini bulabiliriz.

İki büyük parti arasında işbirliği ve ortak tavı r. . . Bunun çeşitli yollan, al­
ternatifleri vardır. Onları iki lider en büyük yetki ile araştırabilirsiniz. Bu

471
başlangıç toplantısı ışıklı bir noktaya ulaşabilirse, bu toplantıları tekrarlar ve
muhakkak bir sonuca varırız. Buna mecbur olduğumuzu sanıyorum.

Karşılaştığımız problemler tek bir partinin altından kalkabileceği durumu


aşmıştır. Bu güçlükleri asgari iki büyük parti birbirine destek olarak
göğüslemeye mecburdur. Başka türlü üstesinden gelemeyiz. Son Milli
Güvenlik Kurulu Toplantısında Komutanlar çeşitli kaynaklardan derlenen is­
tihbaratı dinledikten sonra, bir öneride bulundular. " Ana M uhalefet Partisi
Liderini, Anayasal Kuruluşlar Başkanlarını bu Kurula davet edelim, bu bilgiler
onlara da verilsin. Bu gerçeklere vakıf olduktan sonra Güvenlik Mihkemeleri
dahil her türlü önlemlerin alınmasına muvafakat edeceklerine şüphe yoktur"
dediler. Sayın Demirel böyle bir davetin Milli Güvenlik Kurulu üzerinde siyasi
tartışmalara yol açacağını öne sürdü. Gerekiyorsa Milli Güvenlik Başkanı
sıfatıyla Cumhurbaşkanı Vekili, Ana Muhalefet Partisi lideriyle, kuruluş
başkanlarını ayn ayn davet etsin. Hükümet ve Komutanların gıyabında bu bil­
giler kendilerine verilsin dedi. Ben, anarşi ve terör ile mücadelede gerekli ted­
birler ve yasalarla ilgili olarak Başhukuk Danışmanıma bir dosya hazırlattım.
Komutanlar da bu yetkilere ihtiyaç duyuyorlar. Onları Zat-ı Alilerine hatıra
kabilinden takdim edeceğim.

Teröristlerin silahı karşısında, özgürlüklerin ve demokrasinin savunması


her geçen gün biraz daha zor hale gelmektedir. Hiçbir kaide, nizam ve insaf
tanımayan örgütler tarafından yaratılan olağanüstü hal, normal zamanların
önleme tedbirleri ile karşılanmaz hale gelmiştir. Bunun çaresini iki lider bera­
ber arayacaksınız. B u çare belki de demokrasinin normal kurallarının dışına
taşabilir. İhtiyacı en az zararlı halde karşılayacak tedbirleri beraberce araya­
cağız.

Maruzatımı özetlepıek istersem şu neticelere varıyoruz: Memleketin acıklı


durumu karşısında muhakkak birşeyler yapmağa mecburuz. Çok tehlikeli, son
derece önemli bir noktada bulunuyoruz. Yapacağımız şeyler sureti kat'iyede
ortak bir tavırla çözümlenebilir. Ortak bir tavır için asgari iki parti arasında
görüş birliğine ihtiyaç vardır. Ben sizleri bu maksat için davet ettim. Millet si­
zin inisiyatifinizi bekliyor. Millet sizden çok şeyler bekliyor. İşte bu akşam
bunları konuşacağız, benim maruzatım budur.

Bundan !Enra Ecevit söz alclı ve şöyle konuştu:

Herşeyden evvel bu toplantıyı düzenlediğiniz ve bu konulan konuşmak


imkanını verdiğiniz için teşekkür ettnek istiyorum. Memleketin güç durumda
olduğu doğrudur. Herşeyden umut kesilmesini teşvik edici olaylartn ve kan
dökülmelerinin sürüp gitmesine rağmen, Türle. halkı çareyi yine TBMM'den ve
partilerden, özellikle iki büyük partiden beklemeğe devam ediyor. Sizin de
dediğiniz gibi işte bunun için bütün gözler bizim buluşmamıza çevrilmiştir.

472
Bu; çok sevindiricidir. Çünkü, halkımızın çözümü demokratik kurallar içinde
aradığını gösteriyor. Demokrasinin bütün aksaklıklarına, eksikliklerine
rağmen halkımız. neticeyi yine de demokrasiden beklemektedir. Bu ıterçeğin
mantıki sonucu olarak, alınacak bütün tedbirleri o mekanizma içinde almamız
gerekir. Yani alacağımız önlemlerin demokrasi ile çelişmemesi lazımdır. De­
mokrasi dışında tedbirlere başvurulursa demokrasinin kendi kurumlan
hüsrana uğrar. Sorunlar ne kadar ağır olursa olsun, çözümler demokratik hak­
lar ve özgürlükler zedelenmeden alınmalıdır. Önlemleri böyle aramalıyız.
Çağımızda ve yöremizde yer alan olaylar, demokrasi kuralları ile bağdaşmayan
yetkilerin huzur sağlamak şöyle dursun, huzursuzluğu arttırdığını gösteriyor.
İşte İran gözlerimizin önünde. Bütün şiddet tedbirlerine rağmen bir türlü huzu­
ra kavuşamıyor. Başka ülkelere de bakalım. Türkiye'nin ortağı bulunduğu
ülkeler topluluğu ile de bağlantılarımızı sağlıklı olarak sürdürebilmemiz. ala­
cağımız önlemlerin yine demokrasi kuralları içinde kalmasını zorunlu hale so­
kuyor.
Türkiye'nin jeopolitik durumunun özelliği var. "Türkiye demokrasiden ne
kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın ortaklarımız bulunan devletler yine Türkiye'den
vazgeçmez, ilişkilerini sürdürürler" denebilir. Bu belki de doğrudur. ama on­
ların kamuoylan bu duruma büyük tepki gösterirler. 1 2 Mart'ta da böyle oldu.
Kaldı ki dıştan yapılan tahrikler ne olursa olsun. sağdan da soldan da devlete
karşı yönelen bütün akımlar, aslında demokrasiyi yıkmayı hedef almaktadır.
Biz demokrasiyi savunacağız diye bu rejimin ana kurallarını ihmal ederek
önlem almaya kalkışınca onların arzusuna hizmet etmiş, Türkiye'de demokra­
siyi kaldınnaya vasıta olmuş oluruz. Bunlar genel olarak mülfilıazalanmdır.
Şimdi konulann aynntılarına geliyorum. Olağanüstü hal yaşıyoruz. Bu gibi
durumlarda devlete olağanüstü yetkiler verilebileceğini kabul ediyorum. Batıda
da bunların örnekleri vardır. Ancak unutmamak gerekir ki, Türkiye'de demok­
rasi benimsenmiştir, ama gelenekleri henüz yerleşmemiştir. Bizde demokrasiyi
özgürlüklerinden soyutlama temayülü vardır. Demokrasimizin gelenek eksik­
liği karşısında toplumumuzun bazı etkin kesimlerinde, demokrasinin zaman
zaman ihmal edilmek istendiği görülmektedir. Demek istiyorum ki, olağanüstü
yetkilerin devlete verilmesi konusunda, demokrasinin sağlam gelenekli
ülkelerinde yürürlüğe konabilen yetki yasaları oralarda yararlı sonuçlar verebi­
lir. Ancak, aynı olağanüstü yetkiler, Türkiye gibi ülkelerde demokrasi ile
bağdaşmayan sorunlar yaratabilirler. Mesela; İngiltere'de radyo ve televizyon
için B BCye uygulanan bir statü var. Aynı statüyü Türkiye'ye tatbik ederseniz
TRT düpedüz bir iktidar televizyonu olarak ortaya çıkar. Aynı şey Fransa'da
da görülmüştür. Demokrasiyi kurtannak ve kuvvetlendinnek için alınan
önlemler, Türkiye'de uygulansaydı bizde demokrasinin sonu olurdu.
İngiltere'nin İrlanda için aldığı önlemlere de aynı şeyler söylenebilir. Türk

473
h;µkırun sabırlı bir bekleyiş içinde olduğu doğrudur. Fakat haklarına kısıntılar
getirilirse, Türk halkının sabrı sona erer diye kaygılanırım . Alınması
düşünülecek bütün önlemler halkımızın bu özelliği gözönünde tutularak uygu­
lanmalıdır.

Alınması istenen önlemlerin bir kısmını evvelce biz meclise sunduk. Bu


yeni Hükümet gelince de çıkarılmasına destek olduk. Bu tasanlar müzakere
safhasına geldiği vakit konuyu gruplarımızda görüştük. Bazı değişiklikler
önerildi. Ortak bir çabayla tasarıların kanunlaşmasını sağladık.

Demirel'in mektubunda sözünü ettiği yasaları iki bôlün1e ayınnak lazımdır.


B i rincisinde Güvenlik Mahkemeleri ve Olağanüstü Hal Kanunları varclır.
İkincisinde diğer tasarılar yer alıyor. Diğer tasarılar bizim için sorun yaratmaz.
Bu tasarılar komisyondan bizim çoğunluğumuzla çıkmıştır. Mutabık kalabili­
riz. Bunlar için bizden güçlük beklenmez. Yalnız eğer beni bağışlarsa Sayın
Demirel'in bir yaklaşımı oluyor. İşbirliği ve uzlaşma isterken hiçbirşey vennek
istemiyor. Sade kendi istediklerini almaya bakıyor. Bizim de önerebileceğimiz
bazı şeyler elbette olacaktır. Mesela, eğer vergi tasarısı ele alinacaksa bizim is­
tediğimiz Belediye Gelir ve Yetkileri Tasarılarıyla birlikte ele alınmalıdır. Bun­
lar da ayn bir kategoridir. Sözünü ettiğimiz tasarılann bazılarına her iki partid­
en muhalefet şerhleri kondu. Bunlar yapacağımız diyalog içinde halloluı:ıabilir.

Evvelce de işaret ettiğim gibi Devlet Güvenlik Mahkemesi ve Olağanüstü


Hal Tasarıları bizim için ciddi birer sorundur. Ben de Komutanlarla birlikte
çalıştım . Eğer arada kökten bir değişiklik olmadıysa onların ille de Devlet
G üvenlik Mahkemesi diye . saplanıp kalacaklarını sanm ıyorum. Onların
şikayetleri var, "Mahkemeler yüklüdür. Çok iş var. Ağır işli yorlar. Usul
Hükümleri de zorlaştırıcı bir rol oynuyor. Yargıçlarda büyük bir can korkusu
ve terörün baskısı var. Hakimin, Savcının tanıkların korunabilmesi bir sorun
oluyor. Bu yüzden Sıkıyönetim bunların üstesinden gelemiyor" diyorlar.
Askerler bu duruma bir çözüm getirilmesini istiyorlar. Biz bu şikayetlerin mut­
laka Devlet Güvenlik Mahkemeleri yoluyla karşılanmasına gerek gönnüyoruz.
B u şekil mahkemeyi sakıncalı buluyoruz. Devlet Güvenlik Mahkemesine
Anayasa'da yer verilmiştir. Doğrudur, ama 12 Mart dönemi ortadadır. Bu
hüküm Anayasaya dışardan empoze edilmiştir. Anayasamızda bir yama gibi
duruyor. Çünkü Anayasada genel olarak tabii hfil<lm ilkesi vardır. Mahkemele­
rin bağımsızlığı, kurumsal yollara bağlanmıştır. En önemli konu da hakimlerin
seçilmesinde siy�al gücün etkisi olmamasıdır. Devlet Güvenlik Mahkemeleri­
nin kuruluş biçimi bu ilkeleri zedeliyor. 1 38. madde bu ilkelerin dışına
çıkıyor. Bize göre Anayasamızdaki yargı organlan ile ilgili genel denge asla
bozulmamalıdır. Bunun için bu mahkemeler daha kurulmadan talihsizlikle
m ahll bir hale gelmişlerdir. Bunlann kuruluş biçimi doğarken tepki uy­
andırmaktadır. Onun içindir ki, Anayasanın bu hükmü mümkünse hemen

474
veya diğer bazı Anayasa hükümleri gibi bir kenara bırakılarak başka türlü
çözüm aranmalıdır. Mesela, Anayasa Cumhurbaşkanı seçimini 1 5 günde
öngörüyor. Toprak Reformunun çıkarılmasını istiyor, istiyor ama olmuyor.
Biz Hükümene iken bu sakıncayı giderecek bir tasan hazırladık. Önlem paketi
içinde Meclise sunduk. Bizden sonraki hükümet bizim hazırladığımız bu ta­
sarıyı paketin içinden çıkard ı . B u bir talihsizlik oldu. Yoksa bizim
hazırladığımız tasan kanunlaşabilseydi bugünkü ihtiyaç şimdiye kadar çoktan
ortadan kalkmış olacaktı. B iz belli illerde belli mahkemelerin münhasıran bu
davalara bakmasını, civar illerdeki aynı nitelikte bulunan davaların da bu mah­
kemelere gelmesini kabul ediyoruz. Bu neyi sağlayacaktı? Evvela sürati
sağlayacaktı. Sonra da o mahkemeler sadece terör işleri ile meşgul olacaktı.
Şimdiki m ahkemeler körlerin fili tanımlamasına uygun bir hale geldi. Kim
hangi uzvu ele geçirirse tanımlamayı ona göre yapıyor. Zannediyorum ki, bi­
zim düşüncelerimiz, ihtiyacı karşılayacak ve mevcut sakıncaları giderecektir.
Eğer bugünkü hükümetin, hakimleri ille de ben seçeyim, hfildmleri siyasi güç
seçsin diye bir iddiası yok ise, Devlet Güvenlik Mahkemesi sorunu bu
endişeleri giderecek tarzda çözümlenebilir. Ya bizim hazırladığımız tasarıyı
çıkarırız veya Anayasa'daki bugünkü hükmü elbirliği ile kaldırır yeni bir mah­
keme tasarısı hazırlarız. Bu yolla da şekil noksanı ortadan kalkar. Olağanüstü
hal konusuna gelince, sözlerime başlarken koyduğum genel kurallar içinde
birtakım olağanüstü yetkiler düşünülebilir.

Demirel diyor ki bu yetkiyi siyasi güçlere değil, Devlete tanıyacağız. Hangi


Devlete? Devletin içinde Valiler var, siyasi gücün getirdiği görevliler var.
Hiçbirimizin inkfu" edemediği bir cihet ortadadır. Türkiye'de bu anlamda Dev­
let büyük tahribata uğramıştır. Bu konu bütçemizi de tahrip euniştir. B irkaç
kabine değişikliği daha olursa, korkanın ki , bütçe sadece maaşlara yettneye­
cektir. Memurların da ne Devlete, hana ne de kendilerine güveni kalmamışnr.
Kamuoyunda da güven kalmamıştır. Bu kamu görevlilerine mi olağanüstü yet­
kiler tanıyacağız? Kamu görevlilerinin hepsini bugünkü hükümet atamak­
ta.Hangi hükümet? "Bu memlekette bütün fesadın kaynağı Halk Partisindedir"
diyen bir başkanın hükümeti. Kamu görevlileri icraatında ışığı bu hükümetin
başından alacaklardır. Bu durumda olağanüstü hal yetkilerine samimi bir
teşhis nasıl konuyor bilemiyorum. Biz buna ne kadar razı olmazsak, eğer
hükümette biz olsak Demirel de razı olmaz. B en Demirel'e diyorum ki
olağanüstü yetkileri Devlete ve Onun kamu görevlilerine tanıyabilmek için ge­
lin evvela kamu yönetimini iktidara tabi olmaktan çıkaralım. Hangi makama
olursa olsun bütün mevkilere atamaları objektif kurallara tabi tutalım. Özlük
haklan ile ilgili siyasal i ktidar yetkileri son derece sınırlı olsun. Devletin
sürekliliği güvence altına alınsın, muhalefet huzur içinde çalışabilsin. Kendi
gözlerimle gördüm. Bir Nevşehir Valisi, dışarda dehşet verici olaylar olurken

475
emniyet müdürü. maarif müdürü bir de odacı kapıyı kilitleyip saklanabiliyor­
lar. Aynı Vali benim yanımda gerçekleri tahrif ederek Sayın Başbakana beyan­
larda bulunabiliyor. Bu hallere tanık oldum. Buna rağmen o iktidarlara
olağanüstü yctki-ler mi tanıyacağım? Bunları bizden istemek insafsızlık olur.
Ama bunun yolu vardır. Kamu yönetimi evvela herkesin güvenebileceği hale
getirilir. O zaman yetkiler tanınabilir. Kamu yönetiminde tahribat öyle bir nok­
taya geliyor ki bu noktadan itibaren hiçbirimiz bu tahribau onaramayacağız.

Koalisyonlardan söz ediliyor. Bugünkü durumda koalisyonlarla yaşamağa


mecburuz. Demi rel de azınlık hükümetleri ilkesine karşı çıktı. sonunda geldi
kendisi azınlık hükümeti kurdu. Bunu şikayet için söylemiyorum. Ben azınlık
hükümetlerine karşı değilim. Koalisyonlar da bu memlekette pekala başarılı
olabilir. Koalisyonların en ciddisi 196 1 yılında Halk Partisi Adalet Partisi
arasında kuruldu. Adalet Partisi o devirde tabandan gelen af istekleriyle baskı
altında kalmasaydı o Hükümet daha çok şeyler başarabilecekti. ·Ben o
Hükümetin içinde bulundum. O Hükümet olmasaydı 27 Mayıs Devri
aşılamazdı . O tür Hükümet bugün kurulacak olsa o hükümetin en başta gelen
görevi. Devleti onarmak olacakur. Devlet bir araçtır. eğer sağlıklı işlemiyorsa
o vasıtaya ne türlü yetki tanırsanız tanıyın işletemezsiniz. Devlet otoritelerine
tanınan yetkiler bugünkü haliyle de az değildir. Ama kötü kullanılıyor. Tekno­
loji ne kadar ilerlerse ilerlesin. makineyi kullanabilecek ehil kimseler buluna­
mazsa, yarar sağlayamazsınız. Kötü kullananın elindeki Mersedesten iyi kulla­
nanın Anadol'u daha yararlıdır. İşte görüyoruz. vakalar olup gidiyor. Bir
netice alamıyoruz. Biz Hükümene iken vilayetlerde brifingler yapılırdı. Balis­
tik incelemelerinden bir netice alınamadığından şikayetler geldi. İnceledik.
meğerse vakalarcla kullanılan kurşunları toplayıp, bir torbaya koyup onbeş gün
sonra balistik uzmanlarına gönderiyorlamuş. Bu kurşunların hangi tarihte ve
hangi olayda kullanıldıkları tespit edilemediği için incelenmesine ihtiyaç ve
lüzum kalmıyor, hepsini çöpe atıyorlarmış. Devlet cihazlan böyle olursa yetki­
lerden bir netice alınamaz. Ama dediğim gibi bir onarım hükümeti kurulursa.
bu sakıncalar ortadan kalkacakur. Böyle bir Hükümetin hiçbir kanadına baskı
yapılamayacaktır. Her kanat, ortağını gösterecek. mazeretini öne sürecektir.

Ben daha evvellerden Türkiye'nin birkaç ay içinde bunalıma gireceğini bi­


liyordum. Bunu önlemeye çalİştım. İstifamı vermek için Sayın Korutürk'e git­
tiğim gün. mesaj bıraktım. Demirel kendisini yine eski ortaklarıyla işbirliğine
mecbur görüyorsa bu Devlete yazık olur. Ama eğer mecbur hissebniyorsa biz
ona öyle kerhen değil. belirli koşullarla destek sağlarız. Şartlarımız da makul
olur dedim. Bunları ne zaman söyledim? Bir seçim yenilgisine uğramışım.
Parti içi sorunlarım var. O berbat şarlar içinde söylemişim. Demirel siyasi
tecrübeye sahiptir. Bunun ne kadar zor olduğunu bilir. Bize 2 l ay demediğini
bırakmadı. Biz ona rağmen "partinizi. biz destekleyelim" dedik. Olmadı. Yıl

476
sonundan sonra da bu aşama geride kaldı. O zaman geniş tabanlı hükümet ve
koalisyon çağnlannda bulundum.
12 Mart dönemlerini hatırlıyorum. Ben o zaman Genel Sekreterdim. İnönü
ile görüşüyorduk. Bana en çok ağır gelen, beni her zaman düşündüren bir
müşahadesini dile getirdi. " Demokrasiyi düşe. kalka yürütüyoruz. Biz
siyasiler kaideleri bozuyoruz, restorasyonu Ordu'ya düşüyor. Biz bozdukça
bu böyle sürüp gidecektir. Restorasyon hep Ordu'ya düşecektir ve restoras­
yon arası devirler daima var olacakrır."
Şimdi bakıyorum, bir bakıma talihli gelişmeler var. Restorasyon her devir­
dekinden daha zorunlu hale gelmesine rağmen , askerlerin müdahale ihtimali
yok denecek kadar zayıftır. Neden böyle oldu? Çünkü tecrübe sahibi oldular.
Akıllı insanlar. Gördüler ki müdahaleler işe yaramıyor. Kitle çatışmalarına en­
gel olunamıyor. Çözümü Silahlı Kuvetlerde aramak beklenemez. Onlar dış
düşmana göre eğitilmişlerdir. Siyasi bir tertibe girseler, Kıbns'a çıkarma ya­
par gibi hareket ediyorlar. Bu yollarla da siyasi meselelerin üstesinden geline­
miyor. Müdahaleler herŞeyi bozuyor. İnönü'nün kerameti ordu bakımından
geçerliliğini yitirmiş olsa bile, temeli doğrudur. Demokrasimizde yine onanın
devrine geldik. Biz hükümet olduk beceremedik. Demirel hükümet oldu. O da
beceremedi. Deneyecek neyimiz kaldı? Tek başına iktidar mı? Onun sonu da
12 Mart'a çıkıyor. Bunalım çok derinlerden kaynaklanıyor. Bu d�ğaldır. Bi­
zim jeopolitik mevkimizde demokrasiyi bizim kadar işletebilecek başka bir
millet bulmak mümkün değildir. Ülke budur. Her 5 yılda bir nüfusumuz Dani­
marka kadar artıyor. Kimse bunun altından kalkamaz. Hiçbirimiz bunun
alundan tek başına kalkan1ayız. Vergi refonuu yapalım diyeceksiniz. Bunu salt
çoğunlukla yapan partinin başı derde giriyor. Bunu ancak ikimiz beraber olur­
sak yapabiliriz. Ben önerimde direniyorum. Uzlaşmada direniyorum.
Uzlaşamıyorlar diyorlar ama. uzlaşma alışverişle mümkündür. Karşılıklı
çalışırız. Belirli ve mutabık kalacağımız bir program üzerinde seçime kadar
yürüyecek, süresi sınırlı bir birleşmede görüş birliğine varırız. B enim
söyleyeceklerim bunlandır.
Cumhurb•aru Vekili Çağlayang)I konuştu:
Teşekkür ederim Sayın Genel Başkan. Konuşmalarınızı eğer iyi anlayabil­
dimse, şöylece özetlemek istiyorum:
Buyuruyorsunuz ki içinde bulunduğumuz şartlar bizi birtakım tedbirler al­
maya zorluyor. Ama bu tedbirler mutlaka demokratik kuralları özenle uygulay­
arak alınmalıdır. Şiddete, baskıya başvurulursa anarşi daha da artar.
Olağanüstü durum, olağanüstü tedbirlere ihtiyaç gösterebilir ama, bunlar
Türkiye gibi genç bir demokraside ihtiyat ile uygulanmalıdır. Olağanüstü Hal

477
ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri dışında Mecliste bulunan terörü önlemeye
yararlı yasa tasanlanru zaten biz benimsemiş bulunuyoruz. Bunlan kabul ede­
biliriz.
Devlet Güvenlik Mahkemesinin Anayasada yazıldığı gibi kurulmasını yargı
organlan için konulmuş genel kurallara aykırı buluyorsunuz. O haliyle bu
mahkemelerin kurulmasına razı değilsiniz. Sizin hazırladığınız tasan biçiminde
münhasıran terör davalarına bakan bir mahkemeyi kabul edebileceksiniz.
Olağanüstü Hal Kanunu konusunda ise. (tarafsızlığından şüphe ettiğim
bugünkü iktidara bu yetkileri tanımam. Yapılacak iş, belirli bir süre için, mu­
tabık kalınacak bir programla ortak bir hükümet kurmaktır. Kurtuluş bundadır)
buyuruyor.mnuz. Öyle mi efendim?
Ecevit:
Evet efendim, söylediklerimin özeti budur.
Cumhurbaşkanı Vekili Çağlayangil:
Şimdi de Sayın Başbakanı dinleyelim.
Delrirel:

Meseleyi çok iyi ortaya koydunuz Sayın Başkan. Sayın Ecevit de


düşüncelerini büyük bir açıklıkla dile getirdi. 1980 Türkiye'sinin sıkıntıları
küçümsenemez. Bu memleketin varları var, yoklan var. 1 950'lerden beri
herşeyi kötü yaptığımız, yahut hiçbir şey yapmadığımız iddialan kabul edile­
mez.
Nüfusumuz 45 milyona ulaştı. Fert başına düşen milli gelirde bin dolan
aştık. Bugün Türkiye bu haliyle dahi enteresan bir ülkedir. Altıyüz küsur sene­
lik bir mozaik imparatorluğun tasfiyesini tamamlayan, etrafı tarihi huswnetlerle
sanlı bir Türkiye'nin idaresi kolay değildir.
Yüzellialtı devlet içindeki 23 demokrasiden biri olan Türkiye, fevkalade id­
dialı bir durumdadır. Bir taraftan hürriyetçi demokrasiyi korumak, bir taraftan
kalkınmayı tamamlamak. Türkiye her tarafından bir yel değirmeni gibi rüzgar
alıyor. Çeşitli sıkıntılarla ayakta durmaya çabalıyor. Bu kolay bir iş değildir.
Bulunduğumuz günün yakın ve uzak mazi ile ilişkileri vardır. Bunları tahlil et­
meye kalkarsak Vatikan'daki Papa seçimi misaline döneriz. Bacadan dumanı
çıkartabilir miyiz, çıkartamaz mıyız, onu da bilemem.
Türkiye'nin meselelerine bakarken Sayın Ecevit'le farklılıklarımız olduğu
muhakkaktır. Ama biz farklılıkları aramaktan ziyade, hangi noktalarda
müşterek.iz, onu arayıp bulmak wrundayız. Farklılıkta kim haklı noktasına.
yönelirsek hakem de bulamayız. O davranış çok iddialı olur ve olumlu bir yere
varabilmemiz güçleşir. Bugün en iyiyi yapmaktan ziyade, iyi ile yetinmek du-
478
rumundayız. Mademki meselelerin tümünü halledemiyoruz, ittifaka varabil­
diğimiz acil ve mühim konulan çözebilmekte bir ortaklık aramalıyız. Ben bera­
ber· olmamızın da, diyaloğa başlamamızın da hedefini bunda görüyorum.
Türkiye'yi yeniden kuracak değiliz. Onun kanayan yaralarını sarmaya
çalışıyoruz.
Devlet anarşinin, terörün hakkından gelemiyor.Devletin anarşiyi tesirsiz
hale getirememesi güçsüzlüğünün ölçüsü olamaz. Bugünkü zorluklara
rağmen, ben Devlette güçsüzlüğü kabul etmiyorum. Bugünkü durum,
uğraşmaya mecbur olduğumuz işin cibilliyetinden, tiynetinden ileri geliyor.
Maruz kaldığımız sıkıntıları, hukukun içinde kalarak berteraf etmek
mecburiyetindeyiz. Güçlük oradan geliyor.
Kimse inkar edemez ki, Türkiye'nin meseleleri vardır ve bu memleket ra­
hatsızdır. "Sinekleri mi kovalayacağız, bataklığı mı kurutacağız" bunları ara­
mamız mümkündür. Ama rahatsızlığın mevcudiyeti muhakkaktır. Bugün yedi
büyük şehrimizde bütün Türkiye'de işlenen cinayetlerin yüzde doksanı
işleniyor. Sade İstanbul'da Tüı:Jdye cinayetlerinin yüzde otuzu işleniyor. Bu
"pattem" olayların başlangıcından beri böylece sürüp gidiyor. İstanbul-Ankara
mihrakında fazla değişiklik görülmüyor.
1 980 Türkiye'sinin problemlerine çare arıyoruz. Türkiye'nin yedi ilinde ci­
nayetlerin yüzde doksanı var dedim. Herşey tek başına cinayetlerle izah edile­
mez. Doğrudur ama ben meseleyi anlaşılabilir hale getirmek için bu yolu takip
ediyorum. Bu zincire ek olarak şurada, burada da meseleler çıkıyor. 1 970
yılında bu zincirin başka halkaları vardı. Bu hal sıkıyönetimin mevcudiyetine
rağmen, böyle devam ediyor. Sıkıyönetim kalkarsa ne olur, o da ayn bir me­
seledir.
Kanayan yedi şehrin yanında nisbi sükunet şehirleri vardır. Ne olursa ol­
sun, bu duruma iyi d'!nemez. Bu durum zaman zaman paniğe sabebiyet veri­
yor. Devletin müessiriyeti zedeleniyor. Otorite aşınmıştır. İdare vatandaşın
gözünden düşmektedir. Devletin varlığında tereddütler uyanmaktadır. O halde
birinci işimiz, önümüzde duran meselenin yerini ve şeklini tespit etmek ola­
caktır. Bunların yanında Çorum, Yozgat, Amasya, Tokat, Kırşehir gibi illerin
içinde başka başka problemler var. Orada vatandaşlar "provoke" ediliyor.
Yedi aydır yedi ildeki yangın Sıkıyönetimin mevcudiyetine rağmen
söndürülemedi. Bu, fevkalade önemli bir meseledir. Bu konuda görev sadece
askerin değildir. Devletin herşeyi düşünmüş olup da, kendi güvenliğini
düşünemediğini kabul edemeyiz. Bütün istihbarat kaynaklan haberlerini Milli
Güvenlik Kuruluna getiriyorlar. Kurulda Komutanların, uzmanların fikirlerini
dinlendikten sonra, gerekli tavsiye kararlan alınıyor.
Ülke silah deposu haline geldi. Silah kaçakçılığı aldı yürüdü. Hapishaneler

479
yolgeçen hanına döndü. Olaylann yüzde altmışının faili bulunamıyor. Bu iş ne
zamana kadar böyle devam edecek? Bu işi kimler bitirecek? Gôrev hangi orga­
na düşüyor? Bu konular üzerinde dunnaya mecburuz. Bizce bu işin söruiıesi
için birinci derecede görevliler şu zincire bağlıdır: İstihbarat, Polis, Kamu
Yöneticileri, Silahlı Kuvvetler, Mahkemeler.
B u zincirde polis zayıf ise diğer halkalar ne derece kuvvetli olurlarsa olsun­
lar. bir netice alınamaz. Biz göreve gelince polisin eksikliklerini iyi niyetle gi­
dermeye çalıştık. Ancak hfila eksiklikler var.
Ben bir noktaya gelmek istiyorum. Yinni senedir bu işin içindeyim. Milita­
rizmin daima karşısında oldum. 1980 Türkiye'si 1970 Mayıs'ına kıyasen daha
da tehlikeli bir durumdadır. Ben onbcş senedir askeri müdahalenin şifalı bir
reçete olmadığını söyleyip geliyorum.
B unun yanında Türkiye'nin varları da vardır. Altmışyedi ilimizin pek
çoğunda ciddi bir problem yoktur. B u illerin pekçoğu hala sakindir.
Beşyüzyetmişbeş kazamızın ellisi hariç. diğerleri salimdir. Bunları teker teker
saymak mümkün. Ben bu rakamları rahatlayalım diye söylemiyorum. Biz bu
yangını söndüremezsek, problemi olmayanlar da bulaşık hale gelecektir. Bu
durumda (bunalım vardır) diye sola sağa saldırır hale gelecek değiliz. Ne yapa­
cağımız bellidir. Meselelerin üzerine varacağız, faili meçhul suç
bırakmanıalıyız. Kim ne yapıyorsa cezasını çekmelidir. Türkiye'yi bölmeye
kalkışmış olanların hakkından gelmeye mecburuz. Bunu başaramazsak işin
sonunun nereye varacağı belli olmaz.
Ben, Türk Devletinin yaprak gibi ti trediği yargısının d a
karşısındayım. Ancak Türkiye'nin rahata kavuşması söylediklerimizin
yapılmasına gerçekleşmesine bağlıdır. Varlığını rejime borçlu olan müesseseler
bu gerçeği unutmamalıdırlar. Doğru yola gelmelidirler. Sıkıyönetim ilan edil­
miştir. Bu en son alınacak güvenlik tedbirimizdir. Buna rağmen olaylar bir yıl
yedi aydır durmuyor. Kan dökülmekte devanı ediyor. Silahlı Kuvvetler bu­
nalmıştır. Üçümüzün arasında bunları konuşmakta mahzur görmüyorum ama,
bütün gayretlere rağmen yangının söndürülememiş olması askerimizi çok
üzüyor. Onlar büyük bir vatanperverlikle çalışıyorlar. Rejime atılan kurşunlar,
hepimizden ziyade askeri üzüyor. (Peki ne istiyorlar) derseniz yeni yasalara ih­
tiyaç olduğu kanaatindedirler. Teklif fiilen bu görevi yapan Kumandanlardan
gelmiştir. Onlar (daha ne yapalım ki bu yangın sönsün)ün araştınnası
içindedirler. Bu arayışların zübdesi olarak, (bugünkü mevzuat içinde yapabile­
ceklerimiz ancak bu kadardır) neticesine vannışlardır. Cephede harp yapan
asker bir saat içinde müessir bir hale gelebilir. Ama şehir gerillasına karşı
yapılan savaşta güçlükler kolay kolay aşılamıyor. Fevkalade Hal Kanununu
netice almak için istiyorlar. Askerlerimiz hassastır. Bir neferin düğmesi kopuk

480
olsa onlara göre O rdunun düğmesi kopmuştur. Asker, Ordu yıpranıyor kay­
gusuna kapılınca, tedirgin olur. Bir avuç caninin peşinde koşar hale gelmek,
onları üzmektedir. Cinayetlerin devamını gördükçe eza duyuyorlar. Netice,
(Silahlı Kuvvetler bu haliyle uzun müddet bu işin içinde muhafaza edilemeze)
varıyor. Yani birşey bulmak lazım. Askerlerimize bir güç vermek lazım.
Silahlı Kuvvetleri bu işin içinden çıkam1ak kolay, Sıkıyönetimi uzatmayız,
mesele hallolur, ama Türkiye bu işin üstesinden gelmedikçe, Ordu bu işin
içinden sıyrılmış sayılamaz. Bunun içindir ki, Sıkıyönetim ilgililerinin görev
ve yetkilerini yeniden tanzim ihtiyacı doğdu. Görevler belirlenmeli, yetkiler
takviye edilmelidir. Hükümet kim olursa olsun buna acilen ihtiyaç vardır.
istenilen şeyler de makOldur. Bu devirde İstiklfil Mahkemeleri kurdurulamaz.
Tunceli Kanunları, Takrir-i SükOn Kanunları çıkartılamaz. Fakat işin oralara
varmasını istemiyorsak, mutlaka birşeyler yapılmalıdır.
Devlet güçlüdür diyoruz. Neden netice alınamadı? Mahkemeler onsekiz
aydır sürüp gidiyor. Öldürme işlerine karışmaktan binyediyüzelli kişi tutuklu
bulunuyor. Hiçbirisi hfila neticeye bağlanamadı. Bunların azılıları kaçıyor,
yeni yeni cinayetlere başlıyorlar. Çok konuşuluyor ama mahkemelerden bir
netice çıkmıyor. Devlet ceza veremez bir görüntüye giriyor. Suçluya ceza ve­
remeyen bir Devlet düşünülemez. Hal böyle olunca evvela bu konuda uzlaşma
aramaya devam etmekte yarar vardır. Parlamento düşmanlığı yaratmaktan da
kaçınmalıyız. Bizim çıkarılması istenilen kanunlar üzerinde bir siyasi amacımız
yoktur. Zaten biz bu tasarıları hazırlanmış bulduk. Bir özel gündem yaparız.
İki parti oturur mutabık kalırız. Komisyonlar kurmaya bile hacet kalmadan bu
iş tertiplenebilir. Görev yapmak isteyenlere de destek oluruz.
Gerçekten Türkiye'nin bu hale gelişi, sistemi nazarı dikkate almadan izah
edilemez. Sistemde kusur bularak da izah edilemez. Ancak sistemde yapa­
cağımız düzeltmeler için iki partinin biraraya gelmesinde ben de fayda
görürüm.
Güvenlik Mahkemesi ve Fevkalade Hal Kanununa· olan ihtiyacımız açıkur.
Ben (bunları yapabilirsek çok iyi olur, yapamayacaksak seçime gidelim)
derim. Böyle devam ederse çok kan kaybederiz. Seçime gidilince ne netice
alınır'? Seçim ne getirir, ne götürür diye uğraşmayalım. bunları bırakalım. Ha­
kem millettir. Rejimin temel kaidesi budur. Ağustos içinde karar alabilsek, iki
ayda yani Ekim ortasında seçim yaparız. Saçim ne tablo getirir diye tahmin­
lerde bulunmakta da yarar yok. Eğer seçim bozuk bir tablo getirirse, bugün
konuşulan meseleler o gün yine konuşulacak demektir.
Ben sözil edilen meselelere teker teker temas eUniyorum. Bunun sebebi
konuşmalarımızı bir sonuca vardırabilmek içindir. Kamu görevlilerinin siyasi
iktidarların tesirinden uzak tutulması hakkında Sayın Ecevit'in görüşlerine ta-
481
mamen katılının. Bu konuda anlaşabiliriz. 1 50-200 belirli makama politik
postlar gözüyle bakar, üst tarafını siyasi güçten tamamıyla uzak tutabiliriz.
Cumhurb•an Vekili Çağlayangil:
Bu toplantıyı düşünürken, buradan "spektaküler" bir netice çıkabileceğini
katiyen ummuyordum ve hatta bir sonuca varacağmızdan da şüpheliydim.
Ama sizleri dinledikçe mutlu oluyorum. Siz beraber konuşuyorsunuz. Sayın
Ecevit. "olağanüstü hallerde olağanüstü tedbirler almak lazımdır, bu doğrudur,
ama bu tedbirler sureti katiyede demokratik kurallar içinde alınmalıdır" diyor.
Sayın Demirel de, "muhakkak birtakım tedbirleri almalıyız, ama hu tedbirler
İstiklal Mahkemesi kum1akla olmaz, Tunceli Kanunları çıkarılamaz, Takrir-i
Sükun Kanunlarının devri geçmiştir, sureti katiyede hukuk kurallarının içinde
kalalım" diyor. Bu iki noktada tam bir ittifak vardır.
Muallakta kalan birtakım meseleler var. Mesela, birleşip beraber hükümet
olmak, Cumhurbaşkanını bir an evvel seçmek meseleleri konuşulamadı. An­
cak, evvela mutabık kalınan noktalardan gidilerek mutabakatı daha zor olan
noktalara zamanla varmakla isabet görüyorum. Halen her iki lider Devlet
Güvenlik Mahkemeleri ve Olağanüstü Hal Kanunu dışındaki terörle ilgili ka­
nunların çıkarılmasında mutabakatlarını ifade eunişlerdir. O kanunların neler
olduğunu tespit edelim, bir kere bu mutabakatı teyit edelim. Ondan sonra,
diğer konulara zamanla geçmek mümkündür, ben böyle düşünüyorum.
Sayın Demirel, bunun büyük bir aşama olduğunu söyledi ve bunun
üzerinde her iki taraf da, çıkanlmasında mahzur görmedikleri beş kanunu bera­
berce tespit ettiler.
Ecevit:
Anarşi konusu üzerinde duruyorsunuz. Cumhurbaşkanlığı seçimi meselesi
ne olacak? Buna alışmış durumda m ıyiz? " Bunu bir tarafa bırakalım , başka
işlerle meşgul olalım"mı diyeceğiz? Aynı zamanda seçim devam ederken de,
Meclislerin Kanunları görüşmesine engel yoktur. Biz CHP olarak daima
çoğunluk sağlamaya çalışıyoruz. AP ise. hep Meclisi terkediyor. Biz şimdiye
kadar daima sorumluluk duygusu ile hareket ettik. Reisicumhur seçimi tur­
larını baştan savılması gereken bir günah haline getirmek doğru olmaz.
Başbakanın bundan huzursuzluk duymaz hale gelmiş olmasını anlamıyorum.
7 aydır Meclisler susuyor. Denetim namına sadece bir gensoru görüşüldü.
Bu durumda demokrasiden elimizde ne kalıyor? Sayın Demirel'in görüşlerini
kabul eunemiz mümkün değildir. Mutlaka uzlaşmamız lazımdır. Halbuki
Demirel Anayasanın zaruri hale getirdiği uzlaşmayı reddediyor. Sadece Ka­
nunları geçirmek için "gelin benimle uzlaşın" diyor. Reisicumhur seçimini ve
denetim yollarını gündemden çıkaramayız.
Polisimize, Devletimize, Askerimize, bir noktada haksızlık ediyoruz.

482
bazı güçler AP'den yararlanarak Devletin yerini almak istiyorlar.
Boşluklar açılıyor, o boşluk.lan dolduruyorlar. Bahçelievler'de neler oluyor?
Haraç işliyor. Silahlı zorbalar CHP Parlamenterlerinin evlerine zorla giriyor­
lar. Bunları hep MHP'liler yapıyor. Sağcı militanlar mütemadiyen güçlenmeye
çalışıyor, Alevi mahallelerine saldırıyorlar. Polisin yanında cereyan eden olay­
lara. polis göz yumabiliyor. Sol fraksiyonlar kışkırtılıyor. Silah, kudret aracı
oldu. Seçimle alınamayan neticeler silahla alınıyor.

Sade 7 ilde değil, onun civarında hilfil diye adlandırılan illerde ciddi olaylar
oluyor. vahşet oluyor. Bununla ilgili resimleri görseniz bakmaya tahammül
edemezsiniz. Derileri soyulmuş insanlara bile rastlanabiliyor. Yozgat'ta
sükunet var deniyor. Bu zorbalığın sükunetidir. O tür sükuna razı olacak
mıyız? Aslına bakarsanız Yozgat'la Fatsa'nın farkı nedir? Böyle şeylere razı
olmak. mümkün değildir. Bunlar ölü sükılnetidir, makbul sayılmazlar.
Sağcıların yıllardır "delqare" edilen planlarına uygun bir devleti, kendi dev­
letini kurmak emelleri vardır. Kazanda kaynayan ateşi bu Hükümet koruyor.
Bu hal devam ettikçe hangi yetki neyi halledecek? Biz Şiran'da, Niksar'da
canımızı zor kurtardık. Sağ veya sol kesim bir yöreyi tam olarak hükmüne
alınca orada olay ç ıkartmıyorlar. Muğla'da da yeni örgütlenmeler var.
İdareden, Valilerden yardım görüyorlar. Silahlı Kuvvetlerimizin bu durum
karşısında moral bozukluğunu anlayışla karşılanıamız lazımdır. İngiltere'de on
yılı aşkın bir zamandır ordu, iç olayların içinden çıkamıyor. Bunun sebebi,
Ordu bu işten ayrılırsa durumun daha beter olacağına inanılmış olmasıdır. Bu
vaziyette Silahlı Kuvvetler kendilerini yapacak.lan göreve göre yetiştirmeye
çalışırlar.
Bizde Sıkıyönetim, vur kaç olaylarından netice alamıyor. Sivas, Erzincan
durumları gözönünde. Sıkıyönetime ihtiyaç olan yerlerde de tersine bir uygu­
lama var. Bizi. vaktiyle Maraş'ta niye zanıanında Sıkıyönetim ilan etmediniz
diye kınayan Adalet Partisi, şimdi mesela Çorum'da Sıkıyönetim ilanına
yanaşmamaktadır. Bize göre Çorum, Tokat, Amasya, Yozgat'ta _Sıkıyönetim
ilanı zorunlu bir hale gelmiştir. Biz muhalefet olarak buna razı olduğumuz,
hatta teşvik ettiğimiz halde bu yola gidilmiyor.
MHP Sıkıyönetimde aradığını bulamamıştır. Çünkü bugünün Sıkıyönetimi
1 2 Mart devri gibi olamaz. Silahlı Kuvvetler gereken dersleri almışlardır.
MHP'nin hakimi yet sağladğı yerlerde de AP, Sıkıyönetim i lanına
yanaşmamaktadır.
Seçimden de söz ediliyor. Bu konuda bizim diyeceğimiz yoktur. Seçimi,
Milli Selamet Partisi de, Milliyetçi Hareket Partisi de istediğine göre, yeter oy­
lar vardır. Bizden niye talepte bulunuluyor? Biz bu vaziyette seçim
yapılabileceğine inanam ıyoruz. Cenazeler musalla taşına götürülemiyor, halkı
seçim sandığı başına nasıl göndereceğiz? Biz MHP'liler gibi "vandettacı"

483
değiliz. Seçimi de reddeuneyiz ama, seçimi sorumlu bir Hi.ikümetin yapması
lazımdır. Bunlar çözülmeden seçimden nasıl bahsedilebiliyor. Kendileri is­
tiyorlarsa seçim için bizim yeşil ışığımıza gerek yoktur. Sözü edilen bazı konu­
lar için kanuna ihtiyaç duyulmaz. Mesela cezaevlerinde alınacak tedbirler gibi.
Ben yine uzlaşmaya döneceğim. Sayın Demirel, "biz CHP ile ancak savaşta
biraraya gelebiliriz" demişti. Bizce bugün memlekette savaş hali vardır.
Düşman Sayın Çağlayangil'in dediği gibi içimizdedir. Çekişmeleri bırakıp bu
duruma bir çözüm arayalım diyoruz. Beraberliği sağlayalım diyoruz. Beraber­
liğin en makbulü böyle sağlanabilir. Bu birlik gerçekleşebilirse, Türkiye'yi
bölme arzulan sönecektir. Bize göre, Cumhurbaşkanı seçimi çözülmeden,
Meclisler çalışır hale gelmeden işbirliği yapılamaz.
Derrirel :
Sayın Ecevit'in öne sürdüğü düşüncelerin hepsinin teker teker cevabı
vardır. Ancak, hedef uzlaşma olduğuna göre ben burada yeni tartışma
açabilecek beyanlarda bulunmak istemiyorum. Cumhurbaşkanı seçiminde
uzlaşmayı kim istemez. Ama uzlaşamıyoruz işte. Bizim dediğimizi, başkaları
kabul euniyor, başkalarının dediğine, biz razı olamıyoruz. Uzlaşma nasıl ola­
cak, kabahati kimde arayacağız? Bugün vardığımız nokta bile bir aşamadır.
Evvela, üzerinde mutabık kaldığımız kanunları hızla çıkaralım, diğer hususlar­
da da uzlaşma zemini aramaya devam ederiz.
Sayın Cumhurbaşkanı Vekili:
Görüşmelere bu suretle son verildi. Bu konuşmalardan sonra, daha evvel
temas edilen konular üzerinde karşılıklı sohbet yaptık. Çıkarılacak kanunları
aynntılan ile tespit ettik. Konunun gruplarda ve Mecliste nasıl uygulamaya
konlİlacağı hususları da görüşüldü.

Görüldüğü üzere bu toplantıya katılan Ecevit, Demirel'in Milliyetçi Hareket


Partisinin desteğini bırakarak kendi partisi ile işbirliği yapmasını i'ştemiş ve
böylece iki büyük partinin biraraya gelmesiyle problemlerin ve terörün öni.inj.in
alınabileceğine inanmıştı.Toplantıda hep bu temayı savundu, Demirel ise, bu
işbirliğine yanaşmayıp Mecliste bulunan birçok kanun tasarılarının ve özellikle
anarşi ve terörle mücadele kanunlarının birarı evvel çıkarılmasında kendisine
yardımcı olunmasını istiyordu. Ne Demirel Ecevit'in isteklerine evet diyor ve
ne de Ecevit, Demirel'in istediklerine evet diyordu. İkisi de müşterek bir nok­
tada birleşemiyorlardı.
Demirel'in, Ecevit'in partisi ile işbirliğine katiyen razı olmayacağını biliyor­
dum. Zira bir konuşmamızda içinde birçok komünistin bulunduğu bir parti ile
ben nasıl biraraya gelirim demişti. Böyle bir di.işünce içerisinde bulunan bir
parti başkanından elbette işbirliği teklifine evet demesi beklenemezdi. Farzı
muhal Ecevit'in teklifi Demirel tarafından kabul edilmiş olsaydı acaba ne
484
değişecekti ve bizim geriye bıraktığımız müdahale fikrimizin büsbütün ortadan
kalkmasına sebep olur muydu? Hiç zannetmiyorum. Zira bu iki parti isteyerek
biraraya gelmeyecekler, asker kanatla kamuoyu baskısı sonucu böyle bir hal
tarzına rıza göstemıiş olacaklar, B aşbakan konusunda anlaşamayacaklar,
icraatta anlaşamayacaklar, esasta anlaşamayacaklardı. Ama böyle bir hal tarzı
bizim müdahalemizi de zorlaştıracak, devam ettiği ve işler iyiye gittiği veya
erken seçimde an\aştıklan takdirde imkansız hale gelecekti. Çünkü bu iki parti­
nin biraraya gelmesini isteyen bizdik. Hem iki partinin biraraya gelerek
işbirliği yapmalarını isteyeceğiz ve hem de bu isteğimiz gerçekleşmesine
rağmen yönetime el koyacağız, mümkün değil; ancak bq işbirliği de netice ver­
mez ve kör döğüşü devam ederse mümkün olabilir ve millet tarafından da de­
stek görürdü.
i. Sabri Çağlayangil 1 1 Temmuz günü de bütün Parti liderleriyle
Çankaya'da bir toplantı düzenlemiş bu toplantıda görüşülenlerin özetini de bu­
raya almak istiyorum. Bir saat 40 dakika süren toplantıda tutulan özet tutanak
şöyle:
11 TEMMUZ 1980
SAAT: 17 .00-18.40
ÇANKAYA KÖŞKÜ
CUMHURBAŞKANI VEKİLİ
SAYIN İHSAN SABRİ ÇAGLAYANGİL'İN
ÇANKAYA KÖŞKÜ'NDE DÜZENLEDİGİ
SİYASİ PARTİ LİDERLERİ VE GRUP TEMSİLCİLERİ
TOPLANTISI (ÖZET TUfANAK)
TOPLANTIYA KATILANLAR
Sayın Mehmet ÜNALDI Cumhuriyet Senatosu Başkan Vekili
Sayın Cahit KARAKAŞ Millet Meclisi Başkanı
Sayın Süleyman DEMİREL Başbakan ve Adalet Partisi Gn. Bşk.
Sayın Bülent ECEVİT Ana Muhalefet Partisi Gn. Bşk.
Sayın Necmettin ERBAKAN MSP Genel Başkanı
Sayın Alpaslan TÜRKEŞ MHP Genel Başkanı
Sayın Turhan FEYZİOGLU CGP Genel B aşkanı
Sayın Hüsamettin AKMUMCU NP Genel Başkanı
Sayın Mustafa TİMİSİ TBP Genel Başkanı
Sayın Fahri ÖZDİLEK Cumhuriyet Senatosu MBG B şk.
Sayın Fahri ÇOKER Cumhuriyet Senatosu KG Yön. Kur. Ü.

CUMHURBAŞKANLIGI
Sayın BÜYÜKELÇİ Ü. Halfak BAYÜLKEN Genel Sekreter
Sayın Prof. İlhan ÖZTRAK Başkanlık Danışmanı

485
Cumhurbaşkanı Vekili: Davetimize gelmenizi şükranla karşılıyorum. Bun­
dan bir süre önce Sayın Millet Meclisi Başkanımızla bir görüşme yaptık. B u
görüşmede, 3 . 5 ayd ı r T . B . M . M . 'de Cumhurbaşkanı s e ç i m i ni n
sonuçlanamamış olmasının prestij ziyanına sebep olduğunu ve b u konunun
prestij ziyanından da öteye birtakım daha yoğun ihtilatlara sebebiyet verebi­
leceğini tespit ettik. Açıkça anlaşılmaktadir ki, Partiler arasında uzlaşma ol­
mad ıkça Cumhurbaşkanı seçimi sonuçlanamayacaktır, Millet Meclisi
Başkanımız Sayın Karakaş'la böyle bir uzlaşmaya nasıl katkıda bulunabiliriz
diye düşündük. Sayın Karakaş Sayın Ecevitle, ben de Sayın Demirel ile temas
etmek ve böyle bir ar�tım1ada bulunmak için mutabık kaldık. Sayın Demirel
ile gerekli şekilde geniş bir temasa vakit bulamamış olduğum bir sırada Sayın
Ecevit benimle görüşme isteğinde bulundular. Gerek Sayın Meclis B aşkanı,
gerek Sayın CHP Genel Başkanı ile yapmış olduğum konuşmalardan şu sonuç
çıktı ki, böyle bir araştınnanın yapılmasında yarar vardır. Sayın Demirel ile bi­
lahare yapmış olduğum temastan da, kendileri de böyle bir araştınnayı uygun
buldukları anlaşıldı. Bundan sonra kendimce bir prosedür tespit ettim. Önce
İktidar ve Ana Muhalefet Partilerinin Sayın Liderleriyle birlikte görü�meyi ele
aldım. Bunun elbette bir gerekçesi var. Bu gerekçeyi şöyle izah edebilirim. Bi­
lindiği gibi Cumhurbaşkanı seçimi için Genel Kurul'da 3 1 8 reye ihtiyaç vardır.
Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisinden biri Genel Kuruldaki yekiindan
tartı edilecek olursa diğerinin elinde yaklaşık 260-267 gibi bir rey kalıyor. Bu
rakamlardan 3 1 8'e varabilmek için geriye kalanını 9 ayn kesimden elde etmek
gerekiyor. Fakat fireler dikkate afınacak olursa bu aradaki farkı kapatmanın im­
kansız gibi olduğu anlaşılır.

Bu sebepledir ki , iki büyük parti arasındaki uzlaşma sağlayabilir miyiz diye


bir denemeye girdik. işte yine bu sebepledir ki, ilk olarak AP ve CHP'nin
Sayın Liderleri ile birlikte görüşmeyi doğru buldum.

Şimdi, yaptığım bu ikili görüşmenin ve ondan sonra diğer liderlerle devam


ettiğim görüşmelerin bir özetlemesini takdime çalışacağım. Bu konuşmaların
eski Türkçe ile tuttuğum notlan 1 1 0 sayfayı buldu. Takdir buyrulur ki, bu eski
Türkçe notların özet halinde yeni harflere çevrilmesi, onlann daktilo edilmesi
ve bütün bu işler için dün akşam geç saatlerden sonra ancak bu sabahki
müşterek toplantımıza kadar çok kısa bir vakte malik olabilmemiz dolayısıyla,
umanın ki, şimdi sunacağım genel özetleme bir takım eksiklikl.er veya faz­
lalıklar ihtiva etmez. Her halükarda şayet eksiklik veya fazlalıklar varsa, sayın
arkadaşlanmın bunlan işaret etmelerini rica ederim.

(Cumhurbaşkanı Vekili bu sözlerinden sonra hazırl anmış ve toplanuya


iştirak edenlere de birer nüshası sunulmuş olan 10 sayfalık aşağıdaki metni
okumuşlardır:)

486
Cumhurbaşkanı seçimini , Türkiye Büyük Millet Meclisi, üç buçuk aydır
sonuçlandıramam aktadır. Son hafta içinde de , Parlamentoda çoğunluk
sağlanabilmesi zorlaşmıştır. Başkan seçimi tamamlanmadan Meclislerin tatil
karan almalarında hukuki sakıncalar görülüyor. En kısa zamanda bitirilmesi
esasen her bakımdan gerekli olan Cumhurbaşkanı seçiminin biran evvel
gerçekleşmesinde sayısız yararlar bulunduğu bu durumla da ortaya çıkmıştır.
Şimdiye kadar denenen yollar. Parlamento içindeki parti ve gruplar, özellik.le
üye sayısı fazla olan iki parti arasında bir uzlaşma olmadıkça. B aşkan
seçiminin daha da uzayabileceğini göstennektedir.

Bu durum karşısında Başkanlık seçimini kolaylaştırabilmek amacıyla, parti


ve gruplar arasında bir yakınlaşmayı araştırmak ve mümkünse sağlamak için
girişimde bulunmayı kendime görev saydım. Evvela iktidar ve Ana Muhalefet
Partilerinden başlayarak parlamentodaki bütün parti ve grupların lider ve
Başkanlarıyla, bildiğiniz gibi görüşmeler yaptım.
Bu temaslarımın neticelerini özetleyerek açıklıyorum: Cumhuriyet Halk
Partisi Sayın Liderinin görüşleri şöyledir:
Cumhurbaşkanı seçimi aşılmadıkça devletin diğer mekanizmaları da
işleyemediği için, bu seçimin bir an evvel gerçekleştirilmesinde zorunluk
vardır.
Anayasamızın kurduğu sistemde ve Parlamentonun bugünkü kuvvet
dengesinde, seçimi zorlaştıran unsurlar bulunduğu bir gerçek ise de, bunların
giderilmesi için Anayasa değişikliğine gidilm�sini uygun bulmayız. Bu
güçlükler uzlaşma yoluyla aşılmalıdır. Cumhurbaşkanlığı makamına getirile­
cek kimsede, daha seçim safhasında i.ızlaşılmayı Anayasamız öngördüğü için,
si stem i böylesine kurmuştur. Buna rağmen, partilerarası uzlaşma
gi rişimlerinden şimdiye kadar sonuç alınamamış, ortak bir aday
çıkarılamamıştır. Bu durumda Türkiye Büyük Millet Meclisinin temayülünü
Parlamenterlerin iradesiyle tespit etmek yoluna gidilmelidir. Bu yol şimiye ka­
dar denenmemiştir. Partiler ve Liderler, Parlamenterlerin temayüllerinin belir­
lenmesine bir zemin hazırlamalı, bir kanal açmalıdırlar. Şu hale göre, partiler,
hiç olmazsa üye sayısı fazla olan iki parti, Cumhurbaşkanlığına uygun
gördükleri adayları gruplarında yapacakları eğilim yoklamalarıyla veya liderleri
ya da yetkili temsilcileri arasında varacakları bir mutabakatla tespit ederek
düzenleyecekleri bir programla T.B.M.M.'nin tercihine sunmalı ve en çok oy
toplayacağı belirlenen kimseyi ortak aday olarak benimsemeyi kabullenmeli­
dirler.

Bu deneme sonuç vermezse partiler, hiç olmazsa üye sayısı fazla olan iki
parti bir araya gelerek beraberce kabul edebilecekleri bir aday üzerinde
mutabakat aramalıdırlar.

487
Adalet Partisi Liderinin ise görüşleri §l)yledir:
Cumhurbaşkanlığı makamının fonksiyonu ve önemi karşısında bu makama
T . B . M. M. 'deki partilerden birinin içinden gelmiş bir parlamenterin
seçilmesinde isabet vardır. Bu göreve, bunalımdan kurtulalım da, kim olursa
olsun zihniyetiyle bir seçim yapılamaz. Seçimin biran evvel neticelenmesi
lazımdır. Ancak bu zaruret göreve mutlaka ehil ve Iayıkının seçilmesi gereğini
ortadan kaldmnamalıdır. Anayasanın Cumhurbaşkanında aradığı tarafsızlık.,
seçildikten sonraki devreye aittir. Yani Anayasamız, Cumhurbaşkanının ta­
rafsızlar arasından seçilmesini değil, seçildikten sonra tarafsızlaşmasını
öngörmektedir. Bunun içindir ki parlan1entoda üye sayısı şalt çoğunluğa en
yakın olan partilerin kendi adaylarını Başkan görmeyi istemeleri ve buna
çalışmaları tabiidir. Durum CHP için de, AP için de aynıdır. Parlamentoda üye
sayısı fazla olan bu iki partinin kuvvetleri birbirine eşittir. Kendileri dıŞında
kalanların oy sayısı ise, zaruri fireler hesaba katılınca, noksanlarını tamamlaya­
cak orantıda değildir.

Bu duruma partilerin resmen aday gösterememeleri, bağlayıcı grup kararlan


alamamaları, gizli oy gibi şartlar da eklenince, hem Başkan seçimi, hem de
partilerarası uzlaşma gerçekleşememiştir. Uzlaşmayı arzu etmeyecek kimse
yoktur. Ancak v arılacak hedeflerin çatışması halinde uzlaşmanın mutlaka
gerçekleşmesi beklenemez. Cumhurbaşkanı seçimindeki güçlük; bu durumlar­
dan kaynaklanmaktadır.

Parti grupları veya yöneticileri arasında kararlaştınlan başkan adaylarını


T.B.M.M. Genel Kuruluna sunarak, bunlar arasındaki tercihin, parlamenterle­
rin o ylarına başvurulmak suretiyle tespit edilmesinden sağlıklı bir sonuç
alınması mümkün değildir. Cumhurbaşkanı adaylarının Parlamentodaki
seçmenleri kadrolaşmış ve gruplaşmış bir haldedir. Parlamenterlerin ferdi ira­
desi, partilerin ve grupların kollektif iradesi halini almaktadır. Şimdiye kadar
parlamentoya sunulmuş olan değişik adaylar üzerinde toplanan oylar esasen
böyle bir denemenin uygulanması niteliğindedir. Kendi partisinin dışındaki
adaylara oy vermeye niyetli veya kararlı parlamenterler; oyların gizli ol­
m asından yararlanarak bu arzularını zaten gerçekleştirmişlerdir. Bugünkü sis­
teme göre aranan salt çoğunluktur. Bu denemeler salt çoğunluğu sağlayacak
bir sonuç veremedi ve veremezler. Verebilseler seçim kendiliğinden tamam­
lanmış olur. Bu denemeyi istediğiniz kadar uzatın veya tekrarlayın netice, yine
üye sayısı birbirine yakın olan, iki çok sayılı partinin en kuvvetli adayları
üzerinde kalır. Bunların arasında da çok farklı oylar görülmez. Bu sonucu be­
nimseyerek, Başkanı bu yolla seçmek ve bunu örnek hale getirmek, Anaya­
sanın ilkelerine de mantığa da uygun düşmez.

B u i şte tek çıkar yol, Anayasa değişikliği yaparak Cumhurbaşkanının,

488
bugünkü statüsüne hiç dokunmadan, yetkilerini değiştirmeden millete
seçtinnektir. B.u hakkın sahibine, kaynağına inmektir. Cumhurbaşkanının bu
yolla seçilmesi, sadece seçmeni değişeceği için, bu usul hakkında hertıangi bir
endişeye mahal yoktur. Bu sistemde salt çoğunluğu kazanamayan bir adayın
seçilmesi ihtimali, parlamento içinde salt çoğunluğu kazanamayan bir adayın
seçimiyle mukayase edilmemelidir. Yurdun dört bucağına yayılmış, milyonlar­
ca seçmen arasında en çok oy almış olanla, Parlamento içindeki parti ve
grupların tercihi eşdeğerde tutulan1az. Bu itibarla Anayasanın ve Seçim Kanu­
nunun belirli hükümleri en kısa zamanda değiştirilerek, Başkanın Millete
seçtirilmesi, en isabetli ve ilerisi için de gerekli çözümdür. Güçlük yöntemin
veya ilkenin tespit edilmemiş olmasından çıkmaktadır. Seçimin hedefi ne
yöntemdir ne de ilkedir. Seçimin hedefi kişidir. Kim olacak sorusuna bir ce­
vap bulunmadıkça ve onun üzerinde bir mutabakat sağlanmadıkça, bugünkü
Meclis aritmetiği içinde netice almak mümkün değildir. Bunun içindir ki mil­
lete gidelim diyoruz.
Şimdiye kadar teklifimiz kabul edilmiş olsaydı, Cumhurbaşkanı çoktan
seçilmiş olurdu.
Milli Selamet Partisi Genel Başkanırun düşünceleri şöyledir:
Her Parlamenterin, aslında millete hizmette toplanan görevlerinin bir
parçası da Cumhurbaşkanı seçimidir.
Cumhurbaşkanının bugüne kadar seçilmemiş olması iç açıcı değildir. Bu
yüzden birçok önemli yasalar ve buna bağlı tedbirler beklemektedir.
Cumhurbaşkanı seçiminde en büyük rol, üye sayısı fazla iki partiye düşer.
Bu iki parti dışında Başkanlık seçiminde yararlanabilecek 100 oyluk bir bölüm
vardır. Bünyesinde 250 oy toplayabilen ve dışardaki 100 oya sahip olmasını
bilen parti, kendi adayını seçtirebilir. Parlamentonun önünde tamamı ile de­
mokratik bir yolla Başkan seçme imkanı durmaktadır. Müstakil veya
ısmarlama bir aday yerine bir partilinin seçilebilmesi için çalışılmalıdır.
Seçilecek kimsenin vasıflan üzerinde de durulmalıdır. Türk.iye'nin bugün ih­
tiyacı olan hasletleri taşıyan bir zat seçilebilmelidir. Bu konuda görev, daha
çok sandalyesi fazla olan Partilere düşüyor. Bu partiler kendi adayları üzerinde
toplanabilseler şimdiye kadar seçim gerçekleşebilirdi.
B ir partili seçilemiyorsa, Partiler dışı adaylarla c!a çözüme gidilebilir. An­
cak, halen Parlamentoda bulunmayan bir zatın dışardan Parlamentoya
alınarak, Başkan seçilmesi asla düşünülmemelidir. Böyle bir davranış Parla­
menterlerin kendilerini inkarı demek olur.
Milli Birlik Grubu Başkanın görüşleri şöyledir:
1961 yılından bu yana yapılan seçimlerde bu mile.ama daima partisizler

489
otunnuştur. Bunca yıldar sonuç verici olan bu usule şimdi de uyulsa seçimin
kolaylaşacağı umulabilir. Bir partisizin seçilmesi, bir partiliyi seçmek arzusun­
dan doğan iç rekabetleri de önler. Mukabil taraf adayın tarafsız kalacağına
inandığı takdirde bir partili de seçilebilir. Bugün Meclisin içinde bu vazifeye
layık arkadaşlar vardır. Parti Liderleri, mensuplarını baskıdan uzak tutar ve
konuyu bir haysiyet meselesi telakki etmezlerse, seçim kolaylaşır. Ülkenin
bugünkü nazik durumunda seçimi Millete götünnek veya balokaj ı andıran bir
sistemle Parlamento içinde aday aran1ak gibi tekliflere meydan verilmemelidir.

Cumhurbaşkanı mutlaka meclislerin kendi bünyeleri içinden seçilmelidir.


Dışardan istiane edilmesi yersizdir.

Cumhurbaşkanının uzun süredir seçilememesi içte ve dışta eleştirilere sebep


olmaktadır. Bu duruma son verilmelidir.

Cumtruriyetçi Güven Partisi Liderinin görüşleri şöyledir:


Gitgide büyüyen anarşi ve ciddi ekonom ik güçlükler sebebiyle kendisini
çok önemli işler bekleyen Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, Cumhurbaşkanı
seçimi yüzünden kilitlenmesi üzücüdür. Görevini yapmayan bir Parlamento
düşünülemez. Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni boşa dönen bir çark olmaktan
kurtam1ak acil bir görev halini almıştır. Kanun çıkmıyor. Önemli ve çok ciddi
konulardaki soruşturma önergeleri ele alınmıyor. Bu durum sürüp gidemez.

Cumhurbaşkanı seçim i , ancak, sayılan yeterli partiler arasındaki bir


uzlaşma ile çözülebilir. Senatoya ve Millet Meclisine Başkan seçilirken, parla­
mento, yıllardan beri, bir "centilmenlik anlaşmasıyla" güçlükleri aşmıştır.
Cumhurbaşkanı seçiminde de bugüne kadar, ancak, bir isim üzerinde
anlaşmaya, uzlaşmaya varılarak sonuç alınabilmiştir.

Sadece yöntem üzerinde anlaşmakla sorunun çözüleceğine inanmak güçtür.


Kişi ve isim üzerinde anlaşmak zorunludur. Aksi halde seçim sürüncemede
kalır.

Siyasi Partiler, Cumhurbaşkanlığı seçiminde yeterince destek sağlaya­


bileceğini umdukları partili veya bağımsız adayların isimlerini diğer parti ve
gruplara vererek ve aralarında teması sürdürerek tek bir isim üzerinde yeterli
desteği bulmaya çalışmalıdırlar.

İkili, üçlü veya daha geniş toplantılar yapılarak, partili veya bağımsız ortak
bir aday üzerinde uzlaşma şarttı r.

Bu yol sonuç venniyorsa, en doğru karar Meclisin derhal seçimleri yeni­


leme karan alması olur.

Özetle, Başkan seçiminde, uzlaşma bugünkü Anayasaya göre tek çıkar yol­
dur. Uzlaşma yoksa, vakit geçirilmeden, çözüm seçimde, millet iradesinde
aranmalıdır.

490
Türkiye Birlik Partisi Liderinin görüşleri şöyledir:
Türkiye Birlik Partisinin bu sorunu çözmeye yeterli sayısal gücü yoktur.
Görev, üye sayısı çok olan partilere düşer. Bu partilerin, Meclisi kilitleyen
davranışlardan kaçınmaları gerekir.

Türkiye B üyük Millet Meclisinin sayıca büyük iki partisi, v akit


geçirmeden, yanyana gelerek; bu işe bir çözüm aramalıdırlar.

Bize göre seçilecek Cumhurbaşkanı halkın içinde kalmasını bilmeli, gerek­


tiğinde hükümete yön verebilmelidir. Kendini tecrit etmiş bir Cumhurbaşkanı
bekleneni veremez. Cumhurbaşkanı seçiminde Meclis içinde çözüm zor­
laşıyorsa, halkın iradesine gidilmesinde demokratik yarar vardır. Bu usulün
Başkanlık sistemine dönüşeceği tartışmaları yanında geleneklerimize uygun
olduğu düşünülmelidir.

Zaruretlere dayanılarak parlamento dışından bir ad�y üzerinde mutabık kal­


maya çalışmak bizi rahatsız eden bir çözüm olur. Temel kural Parlamento
içinde ehlini bulmaktır.

Ni7.am Partisi Liderinin görüşleri şöyledir:


Cumhurbaşkanı seçiminin uzamasıyla ortaya çıkan durum, mesela tedbirler
paketindeki birtakım kanunların çıkarılamamış olmasından daha vahim
sayılmalıdır. Bu işin uzaması yersiz tekliflerin öne sürülmesine de vesile
yapılmamalıdır.

Seçim Millete yaptırılırsa. sorun kesin olarak çözülür. Bunun sebebi


açıktır. Senato ara seçimlerinin gösterdiği siya�i şuur Türkiye B üyük Millet
Meclisine aksedememiştir. Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, Milliyetçi Ha­
reket Partisi, Nizam Partisi, Cumhuriyetçi Güven Partisi taraftarlarının ülkeye
dağılmış tabanı, bugün siyasi hayatımızın kahir ekseriyetini teşkil etmektedir.
Onların zihniyetlerine uygun bir B aşkanın seçilmesinde isabet vardır. Bu
sağlanamıyorsa, vakit geçirilmeden erken seçime gidilmelidir. Özetlemek gere­
kirse, Cumhurbaşkanlığı seçiminin gerçekleştirilmesi ya Başkanı Millete
seçtirmekle, ya da erken seçime giderek, Parlanıentonun aritmetiğini halkın
değişen siyasi temayüllerine uygun hale getirmekle çözülür.

Cumhurbaşkanınca Seçilen Üyeler Grubunun Temsilcisinin görüşleri


�yledir:
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin. Cumhurbaşkanını hfili seçememesi ve
fiilen tatile girmiş görünümünde kalması üzücü ve endişe vericidir. Cumhur­
başkanı seçiminin tatilden evvel sonuçlandırılması zorunludur. Partilerin,
özellikle sayılan fazla. iki partinin mutabakatı sağlanmadan, bu seçimin
gerçekleşebileceğine i nanmıyoruz. Bu partiler kendi partilerinden bir Cumhur-

491
başkanı mı, yoksa Türkiye Cumhuriyeti'ne mi bir B aşkan seçilecek, evvela bu
konuyu teemmül etmelidirler.

Cumhurbaşkanının Parlamento'da seçilebilmesi, yeterli sayıya sahip parti


ve gruplar arasındaki mutabakata bağlıdır. Ülkenin bugünkü nazik durumu
gözönünde bulundurulursa, B aşkan seçiminin erken seçim yoluyla
çöümlenmesine çalışmanın uygun bir yol olacağı kanaatinde değiliz.

Özetlemek gerekirse bu seçimin ana şartı anlaşmadır.

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanının görüşleri şöyledir:


Cumhurbaşkanı seçiminde çekilen zorluğun başlıca sebebi, parlamento
içindeki aritmetiğin milli iradeden tamamen ayn düşmüş olmasıdır. Parlamento
içi ve Parlamento dışı siyasi şuur arasında uyum sağlanamamaktadır. Başkan
seçimi, vakit kaybetmeden gerçekleştirilecek bir erken seçimle halledilmelidir.
En sağlıklı yol budur.

Erken seçime gidilmesi yolu tıkanırsa, parti liderleri Cumhurbaşkanı


seçimini sonuçlandıracak bir prosedür üzerinde anlaşmaya çalışmalıdırlar.

Bugün solun karşısındaki partilerin temsil ettikleri oy oranı seçmenlerin ka­


hir çoğunluğuna, yani % 70'e ulaşmıştır. Bir milletin % 70'inin temsilcisi ol­
mak, Devlet Başkanı için yeterlidir.

Cumhurbaşkanı partililer arac:;ından seçilmelidir. Kuralın aslı budur. Bir


partili üzerinde mutabakat sağlanamazsa, bir bağımsızın üzerinde birleşilmesi
ç areleri aranabilir. Ancak dışarıdan bir isim üzerinde mutabık kalmaya
çalışarak, geciken seçime bu yolla çare aranmaya kalkışılması, koskoca Parla­
mentoya bir nev'i hakaret olur. Bu şekilde gelecek bir B aşkan, halktan kopuk
kalmış demektir.

Çağlayangil: Acaba özetlememde fazlalıklar veya eksiklikler var mı? (hemen


hiçbir lider veya temsilcisi bu hususta herhangi bir römarkta bulunmadı) De­
mek ki, sunduğum özet genellikle görüşmelerimizin, Sayın Liderlerle ve Tem­
silcilerl e yaptığım görüşmelerin özetlerini , özünü iyi yansıtıyor. B u
münasebetle şunu belirtmek isterim ki, şüphesiz bir demokraside daima çeşitli
'
görüşlere yer vardır. Ve yine denilebilir ki, bu çeşitli görüşlerin her birisinde
de bir gerçek payı mevcut olabilir. B ununla beraber başka bir gerçek var ki,
onu tekrar etmek i stiyorum : 3.5 aydır T.B.M.M.'de Cumhurbaşkanı
seçilememiştir. Bilindiği gibi, Anayasamız gereğince Cumhurbaşkanı seçimi
yapılacağı zaman Meclisler tatilde iseler derhal toplanbya çağrılırlar. Oysa ki
şimdi devam eden turlarda çoğunluk sağlanamadığı ve bu sebeple Meclislerin
fiili tatile girdikleri gibi bir durum hasıl olmaktadır. Meclislerin fiili tatile gir­
miş gibi bir durumda olmaları birçok bakımlardan. sakıncalıdır. B i r kere
Anayasanın bahsini ettiğim hükmü dolayısıyla şüphesiz sakıncalıdır. Belki bu

492
hukuki yön tartışılabilir ama, ne olursa olsun hukuken ve fiilen tatile gireme­
miş bir Meclis Genel Kurulunun haftanın her beş günü açılması ve her açılışı
müteakip de toplantı nisabının olmayışı dolayısıyla dağılması gibi bir durum
şüphesiz kamuoyunda, halkta, herkeste görevine yapamayan bir Parlamento
imajını hasıl edecektir. Bu durumdan başta ben olmak üzere Millet de, herkes
de endişe hisseder ve şüphesiz böyle bir durumun devamı bıkkınlık hisleri tev­
lit eder.

Ben Cumhurbaşkanlığı Vekilliği görevini bir Anayasa hükmü icabı olarak


yerine getinnekteyim. Yani Anayasa hükmü beni buraya getinniştir. Herkes
gibi ben de sormaktayım: Ne zamana kadar? Şu hususu bir tartışmaya neden
olmak için değil, fakat içtenlikle arzetmek isterim ki, bugün memlekette bir
Çorum olayı var, bir Fatsa olayı var. Günden güne artan anarşi, tıpkı Çorum
ve Fatsa gibi bu da bir gerçek. Bütün bu gerçeklere rağmen, bu durumlar,
siyasi partilere hergün yekdiğerini batırıp çıkarına arzu ve iştihasından ne
yazık ki men edemiyor. Parlamento çalışamıyor. Cumhurbaşkanı seçilemiyor.
Karşılıklı suçlan1alar devam ediyor ve anarşi tınnanıyor. Sayın Siyasi Parti Li­
derlerimizle temaslarımız şüphesiz ki Cumhurbaşkanı seçimini de kolay­
laştırmaya yarayacaktır. Acaba, Sayın Liderlerimiz geçici bir siyasi
mütarekeye hazır mıdırlar? B ir hususu ileri sünneyi hem şahsi mizacım itiba­
riyle ve hem de görevimin icabı olarak düşündüm. Şüphesiz yann sizlerle te­
maslarımın bir özetlemesini daha başka bir üslupla kamuoyuna, m illetimize
açıklayacağım. Sizlere şunu sormak isterim: Özetlediğim ve her biri ayn bir
siyasi parti veya grubun düşüncelerini, önerilerini aksettiren kısımlarda kamu­
oyuna yapacağım açıklamada temas etmemde mahzurlu addettiğiniz bölümler,
kısımlar var mıdır? Varsa bildinnenizi rica ederim. Bunu da bu arada ifade et­
mek istedim.

Fahri ÖZDİLEK: Sözleriniz arasında bilhassa sonunda temas ettiğiniz siya­


si mütareke konusuna dokunmak istiyorum. Acaba rica etsem, iktidar ve mu­
halefet ve bizler, kimin tarafından sorulursa sorulsun birbirimizi suçlayacak
sözlcrd�n içtinap etmeyi kabul edemez miyiz? Bu şekilde hareket etmek sure-
"

tiyle muhakkak ki, aramızdaki münasebetler de olumlu şekilde etkilenecektir.


Bazen en ufak bir kelimenin dahi tahrik edici olduğunu hepimiz görüyoruz.
Yaşım itibariyle bu siyasi mütareke önerinize candan katılıyorum.
Cumhurbaşkanı Vekili.: Teşekkür ederim Sayın Özdilek. Benim de
söylemek istediğim ·hususları daha da açtınız.

Bülent ECEVİT: Türkiye sorunları gerçekten partiler arasında bir siyasi


mütarekeye ihtiyaç verecek boyutlara ulaşmıştır. Ben daha evvelce böyle bir
mütarekenin lüzumuna işaret etmiştim. Münakaşa açılması kasdıyle değil, fa­
kat durumu izah sadedinde ifade etmek isterim ki, hepimizin bildiği gibi bugün

493
bir azınlık hükümeti iş başındadır. Ben bu tip Hükümetlerin daima savunucusu
oldum. Düşünüyordum ki, demokrasimizin en büyük eksiği uzlaşma
kurallarını bu gibi gelenekleri geliştirememiş olmamızdır. Böyle gelenekleri
yerleştirmekte muhakkak ki yarar vardır. Aynca bir azınlık hükümetinin erde­
mi, Mecliste oyların çokluğu ile ayakta durabileceğine göre, bir bakıma Parla­
mento ile uzlaşmaya itina göstermesini gerektiren bir Hükümet tamdır. Onun
için, azınlık hükümetlerinin, bizde demokrasimiz yönünden iyi gelenekler ya­
ratacağı ü m idiyle bu tip hükümetlerin kurulmasını savunmuştum. Oysa
bugünkü azınlık hükümeti salt çoğunluğa sahip Hükümetlerle kıyas edilirse,
onlardan daha ileri bir derecede kendi bildiği şekilde yürümektedir ve Parla­
mento ile böyle bir uzlaşmanın hasıl olmasına yardımcı olduğu söylenemez.
Biz 22 aylık Hükümetimiz sırasında çok ağır tenkitlere uğramıştık. Filhakika,
bizim bugün m uhalefet olarak yaptığımız tenkitlerle karşılaştırılırsa bize
yapılan, bizim uğradığımız tenkitler çok çok ağırdı. Bu duruma rağmen, yani
şimdiye kadar yumuşak üsluplu. çok dikkatli bir muhalefet yapmış olmamıza
rağmen, maalesef uzlaşma imkanı kolay olmuyor. Bu sebepledi r ki, böyle
uzlaşma yollarını, anlaşma yollarını kurumlaştırma denebilecek yeni
yöntemlerle, üslupta yaptığımız yumuşak katkıya ilaveten. denemeye koymak
isteğiyle yeni bir hükümet şeklini önerdik. Maalesef bu önerimiz bildiğiniz gibi
reddedildi. Şüphe yok ki, yalnız üslupta dikkatli olmak uzlaşma için kafi gel­
miyor.

Cumhurbaşkanı Vekili: Benim tekli fimin ötesinde diyebileceğim bazı


önerileriniz de olduğu sözleriniz arasında, Bunların bir kısmı şüphesiz işgal
ettiğim makamla pek uzak şeyler. Diğer taraftan, ileri sürdüğünüz genel fikirler
arasında, ben mesela, ısrarla. iktidarla muhalefetin kurumlaştırılmış bir istişare
vücuda getirebileceklerine de işaret etmek isterim. Ve böyle bir hususa ben
şahsen umumiyetle yardımcı olurum. Demokrasimiz çok genç. Ama memle­
ketimizi ı:ehlikelere düşürmeyecek ortak bir noktada da buluşmak zarureti
aşikardır. Hiç şüphe yok ki, adeta anarşistlere cür'et verir gibi söz düellosu
içinde olmamız hiçbir veçhile memleketin yararına değildir. Halk şaşımuştır.
Daha yumuşak bir havanın ortaya çıkmasından eminimki millet çok memnun
olacaktır.

Bülent ECEVİT: Bu sözlerinize şüphesiz ki iştirak ediyorum. Ancak şunu


da belirtmek isterim ki, bu siyasi mütareke ve yumuşama hususunda evvelce
yaptığımız öneriler reddedilmiş olduğu cihetle, bu toplantı vesilesiyle böyle bir
öneriyi tekrar getirmiş addedilmek istemem. Ama fikirlere şüphesiz ki iştirak
ediyorum.

Cahit KARAKAŞ: Parlamentonun çalışamamakta olması dolayısıyla mem­


leket içerisindeki hava çok ağırdır. Hatta Parlamento mensuplarının gittikleri

494
yerlerde halk tarafından kötü muamelelere maruz kalabilmeleri ihtimalinden
dahi ürkmekteyim. Gelenekler şüphesiz ki kurulabilir, tesis edilebilir. Her
bakımdan uzlaşma yollarına başvurmak. bunlardan yararlanmak çok yerinde
olur. Meclislerin Anayasa hükümlerine rağmen, Cumhurbaşkanı seçmek için
toplanıp gerekli bir salt çoğunluk olmadığından dolayı dağılmaları konusunda.
Anayasa'nın bazı maddeleri dolayısıyla da. zor durumlarla karşı karşıya
kalınmaktadır. Filhakika belirli bir süre meclisteki çalışmalara iştirak etmeyen­
lere uygulanacak ciddi müeyyideler vardır. Hatta bunların devanu halinde me­
busluk sıfatının sona ermesi dahi mevzuubahis olabilir. Eğer bu müeyyideler
·uygulanmazsa. bu takdirde de bu toplantılara gelenler şüphesiz şikayet etmekte
haklı olacaklardır. Biz kalkıp allahın sıcağında hergün toplantılara
gelmekteyiz. Siz bunlara iştirak etn1eyenlere niçin bu müeyyideleri uygu­
lamıyorsunuz diye soracaklardır. Genellikle bir siyasi mütareke, bir uzlaşma
havası içine girilmesinde büyük isabet olacağı kanısındayız.

Mehmet ÜNALDI: Ben de Sayın Karakaş'ın fikirlerine aynen iştirak


ediyorum. Bugünkü toplantımızda üzerinde ittifak edilen siyasi mütareke kon­
usuna sözlerimi mesnet alacağım. Anarşi. çöküntü, enflasyon belası gibi ko­
nularda. kimse bunlar ortadan kaldırılmasın. yok edilmesin demiyor ve diye­
mez de. Keza Meclis gündeminde bekleyen veya gündeme alınması gereken
zaruri yasa tasarıları mevcuttur. Cumhurbaşkanı seçimi ise birinci meseleyi
teşkil etmektedir. Bütün bunlar siyasi mütareReye bağlıdır. B unun için ne
şartlar gerekiyor ise önerileri ortaya koyalım. Havayı müsait bulduğum için
söylüyorum.

Cumhurbaşkanı Vekili: Acaba siz ve Sayın Karakaş bu beliren yumuşama


havasını gruplarda Meclislerde başlatmaya vesile olamaz m ısınız? Bu yolda
çalışmakta yarar görüyorum.

Mehmet ÜNALDI: Bilindiği gibi bu tarzda bir çalışma pek yürümüyor. Bu


yöntemin başarı sağlaması ancak liderler seviyesinde yapıldığı taktirde yararlı
sonuçlar vei"ebilecektir düşüncesindeyim.

Kontenjan Grubu Temsilcisi Fahri ÇOKER: Sayın Başkan. sonuç olarak


Sayın Liderlerin, Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu ağır bunalım ortamını
dikkate alarak, durumu daha da ağırlaştırmamak için, bir siyasi mütarekenin
karşılıklı müsamahanın içine girmeleri lüzumunu belirttiler. Sayın Özdilek ve
Sayın Ünaldı da, bunun önemi üzerinde durdular. Konumuz, Cumhur­
başkanlığı seçimi ve TBMM çalışmaları olduğuna göre ben, bu siyasi
m ütarekenin, ilk aşama olarak Cumhurbaşkanı seçi m inin bir sonuca
götürülmesi çalışmaları ile başlamasını aızdeceğim.

495
Ana görevi kanun yapmak ve yürütmeyi denetlemek olan Türkiye Büyük
Millet Meclisinin, içinde bulunduğumuz ortamda bu görevini kemaliyle yerine
getirdiği kuşkulu ve halen gündemindeki anarşi ile etkin mücadale önlemleri ,
ekonomik istikrar ve sosyal güvenlik ile ilgili ve toplumumuz için hayati
önemde tasan ve tekliflerin görüşülmeyi beklediği bir dönemde 1 1 1 gündür
Cumhurbaşkanı seçimi ile meşguliyeti herhalde ferahlık verici bir manzara ol­
masa gerektir.

Aslında, bu 1 1 1 gün içinde seçim için 75 birleşim yapılmış, ancak bunun


23'ünde toplantı nisabı olan 3 1 8 üye hazır bulunmadığı için turlara
geçilememiş, 52 birleşimde yapılan 1 1 0 turun 52'sinde çoğunluk olmadığı
anlaşıldığından oyların ayırım ve tasnifi yapılan1amıştır. Bu itibarla, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin, Cumhurbaşkanı seçiminde de bu görevle olan ilgisini
tam olarak göstermediğini iddia etmek heıtıalde insafsızlık olmayacaktır. Kaldı
ki, partili adayların oy miktarları dahi, kendilerinin çoğu kez partilerince ciddi
olarak desteklenmediğini ortaya koymuştur.

Arzında zorunluk duyduğumuz bu kısa tespitten sonra müsaadenizle ko­


nuya geçiyorum. Önce şunu arzetmek mecburiyetindeyim ki; Grubumuz,
Anayasanın 97'nci maddesinde Devletin başı kişi olarak nitelenen Cumhur­
başkanının, Meclislerde temsil edilen tüm partilerden yeterli oy alarak
seçilmesi gerektiği, özellikle iki büyük partiden doyurucu oy almadan
seçilmesinin Milletin birliğini temsil esprisine aykırı düştüğü görüşündedir. Bu
nedenle de, çözüm yolunu seçilecek kişi üzerinde anlaşma ve uzlaşmada
görmektedir. Özellikle bugünkü Meclis aritmetiğine göre hiçbir partili aday,
partiler ve gruplararası bir anlaşma ve uzlaşma olmadan seçilme şansına sahip
olmadığı gerçeği, bu anlaşma ve uzlaşmayı, Cumhurbaşkanının biran önce
seçilebilmesinin ilk şartı haline ·getirmektedir.

Aylarca önce başlayan Cumhurbaşkanı seçiminin bir sonuca


bağlanamaması, basında ve kamuoyunda Parlamentoya yönelik eleştirilere
neden olmaya başlamıŞtır. Bunun başında, Parlamentonun fiilen tatile girmiş
olduğu gelmektedir. Gerçekten, Anayasa ve İçtüzüğe göre, Cumhurbaşkanı
seçimi gündemde oldukça Meclislerin tatil kararı vermesi mümkün olmamasına
rağmen, birleşik toplantıda 1 3 Haziran 1980 tarihinden bu yana yalnız bir kez
3 Temmuz 1 980 Perşembe günü çoğunluk sağlanmış ve 109, 1 l O'uncu turlar
yapılmıştır. B azı parti yöneticilerinin, seçim sonuçlanmazsa filli tatilin
başlayacağı yolunda basında yer alan demeçleri, adeta teşvik niteliğinde talih­
siz bir durum yaratmıştır. B una engel olunmaz ve birleşik toplantılarda
çoğunluk sağlanamazsa ne olacaktır? Haftanın beş günü Başkanlık Divanı,
kürsüde yerini alacak, Başkan otomatik cihazla yoklama yapacak ve yeterli
çoğunluk mevcut olmadığından birleşimi bir gün sonraya bırakacaktır. Bu du­
rumun haftalar ve aylar sürdürülmesi mümkün müdür? Parlamenterin 1 1 1

496
günde duyduğu bezginlik halka sirayet etmiştir. Devleti devlet yapan kuralların
kaynağı Parlamentonun bu tür davranışı, kişiler ve kurumlar için kötü bir
örnek teşkil edeceği gibi taze demokrasimizi zedeleyebilecek davranışlara ve
hatta rejim tartışmalarına neden olabilecektir.

İşte bu nedenlerledir ki Grubumuz, Cumhurbaşkanı seçiminin fıilf bir tatile


meydan ve imkan verilmeden sonuçlandırılmasının zorunluluğuna inanmak­
tadır.

Bu arada gerçekleşmeye başlayan fiili tatilde, erken seçim söylentilerinin


etkisini dikkatten uzak tubnak gerektiğini düşünmekteyiz. Zira, s ayın üyeler,
basında "Nafile turlar" olarak nitelenen ve bir sonuç vermediği açıklığa
kavuşan turlara katılmaktansa seçim bölgesine giderek örgütle, önseçimin bel­
kemiği delegelerle teması sürdürmeyi, biraz da haklı olarak tercih edebilir. An­
cak, bu düşüncenin ötesinde daha gerçekçi olarak grubumuz, yeni bir seçim
karan almanın pek kolay olmayacağı kanısındadır. Çünkü 1 977 seçimlerinde
235 Milletvekili Meclise yeniden gelememiştir. 1973 de bu miktar 256'dır. Ni­
hayet bir geçim problemi karşısında olan Milletvekilleri özellikle bu ekonomik
ortamda, kendilerini mevcut imkanlardan mahrum etmeyi göze alamayacak­
lardır. Kaldı ki seçim, bugünkü tabloyu yeni imkanlara elverişli biçimde
değiştirmezse, durum, yeni bunalımlara neden olacaktır.

Bu itibarla, Cumhurbaşkanı seçiminin bu aşamada ve mümkün olan en kısa


zamanda gerçekleştirilmesinde sayısız yararlar gördüğümüzü arzediyoruz.

Maruzatımın başında çözüm yolunu, seçilecek kişi üzerinde anlaşma ve


uzlaşma olarak belirttiğimize göre, seçimin başladığından bugüne kadarki
müşahadelerimizi dikkate alarak önerimizi iki aşamalı bir biçimde sunmak­
tayız:
1 . Kanımızca, Cumhuriyet Senatosu ve Millet Meclisi B aşkanlan, Cum­
hurbaşkanı seçimine yakın bir prosedür içinde ve Meclislerde temsil olunan
hemen bütün parti ve gnıplann oylarıyla seçilmekte ve protokol bakımından da
Cumhurbaşkanlığı makamına en yakın bir durumda bulunmaktadırlar. Bu iti­
barla ya bu zevattan biri üzerinde uzlaşılmalı, bu mümkün olmadığı taktirde
her ikisi .Jafü ve grup yöneticilerinin müşterek imzalarıyla aday olarak
önerilmelidir. Yöneticiler, önceden ilk 2 veya 3 turda daha çok oy alanın tek
aday olarak Yüce Meclisin oylamasına sunulması ve seçilmesi konusunda bir
mutabakata vannalıdırlar.

2. Bir başka çözüm yolu, en azından iki büyük parti yöneticilerinin partili,
ya da partisiz bir üye üzerinde anlaşarak aynı şekilde müşterek imza ile oyla­
maya sunulmasıdır.

497
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKKINDA DA
GENSORU VERİLİYOR

Temmuz ayının sonuna gelindiğinde 29 Temmuz günü bu sefer de Milli Se­


lamet Partisi, Türkiye Büyük Millet Meclisine Dışişleri Bakanı hakkında gen­
soru önergesi verdi. Bu gensoruyu yalnız Milli Selamet Partisi olarak vermesi
mümkün değildi. Cumhuriyet Halk Partisi ile anlaşmıştı. İçişleri Bakanı
hakkında Cumhuriyet Halk Partisi gensoruyu vermiş ve Milli Selamet Partisi
bu gensoruyu destekleyeceğini beyan etmişti. Şimdi Milli Selamet Partisi
önergeyi veriyor, Cumhuriyet Halk Partisi desteyleyecekti. Bu bir rezalet idi.
Dışişleri Bakanının dış siyaset hakkında bir kusuru olmamıştı. Dış siyasetin
tesbiti iktidarın sorumluluğunda olması gerekmez miydi? Maksat teker teker
bakanlan düşürmek ve sonunda Demirel hükümctini perişan bir duruma getir­
mekti. Bunu Eıbakan açıkça ifade etmekten çekinmiyordu. Demirel ise bak.an­
larını sıra ile kuman edecek ve böylece iktidar koltuğunda kalacaktı. Dışişleri
Bakanı hakkında verilen bu gensoru önergesini aklı başında olan ve insaf sahi­
bi hiç kimse tasvip etmiyordu. Gensoru sonunda güven oylamasına gidileceği
muhakkaktı. Eğer böyle bir durum olursa hükümetin bunu bir güven oylaması
haline dönüştürmesi ve şayet hükümete de güvensizlik oyu verilirse iktidardan
ayrılması en makul ve doğru bir karar olurdu. Bu hususta biz böyle
düşündüğümüz gibi, asker, sivil, bürokrat ve hatta Adalet Partili bir kısım
milletvekili ve partililer de aynı düşünceyi paylaşıyorlardı.
Bazı milletvekili ve Süleyman Demirel'e yakınlığından emin olduğum
politikacılarla memleketin acıklı durumu üzerinde görüşürken, kendilerine
"Eğer Dışişleri Bakamm güvellsizlik oyu ile düşürecek olurlarsa, hükümeti11
de güven oyu istenıesi11i ve şayet hükümeti de düşürürlerse bizim işimizi ko­
laylaştırmış olurlar" dediğimi bugün gibi gayet iyi hatırlıyorum. Bu kişilerin
isimlerini burada vermek istemiyorum. Doğru da Ölmaz. Bu söylediğimi
Demirel'e söyleyip söylemediklerini bilmiyorum. Ancak, bunlardan birisi son­
radan bana gelerek, "Demirel'in ağzım aradım. Hiç de güve11 oyuna gitmeye
11iyetli olmadığım anladım. Böyle olu11ca da sizin söylediğinizi kendisine aktar­
nıadım" dediğini de hatırlıyorum. Söyleseydi de müspetcevap alacağını tahmin
etmiyorum. Ancak, bir hükümet buhranı doğması halinde müdahalemiz daha
da haklılık kazanacaktı. Gönlüm Adalet Partisi hükümeti iktidarda iken böyle
bir müdahale yapmayı arzu ebniyordu. Zira 1960 müdahalesi Demokrat Parti
iktidarına k�ı yapılmıştı. 1 97 1 muhtırası Demokrat Partinin mirasçısı olan
Adalet Partisi iktidarına verilmişti. Bizim verdiğimiz uyan mektubu da Adalet
Partisi iktidarı zamanına tesadüf ehnişti. İstiyordum ki yönetime el koyma ha-

498
rekatı Adalet Partisi iktidardan çekildiği bir zamanda olsun. Böylece Ordu dai­
ma sağ iktidarın karşısında, solla aynı paralelde görüntüsünü ortadan
kaldırmış olurduk. Fakat bunda muvaffak olamadım. Kendim Demirel'e gidip
bu düşüncemi elbette söyleyemezdim. Bizim halimiz, tavrımız ve tutumumuz­
dan bwıu anlaması gerekirdi. Belki anladı ama talunin enııedi.
Temmuz ayını kapatmadan Haziran ve Temmuz aylarının kanlı bilançoswıu
vermek istiyorum.
Haziran'da 627 olayda 230 kişi ölmüş, 466 kişi yaralarunışken; Temmuz
ayında 797 olay olmuş 341 kişi ölmüş, 5 1 0 kişi yaralanmıştı. Teminuz'da
günlük ölü sayısı yaklaşık dokuza yükselmişti

ACUSTOS 1980

Ağustos ayına girerkert hazırlıklarımızı gözden geçiriyor ve yönetime el


koyduktan sonra hazırlanacak Anayasanın nasıl bir Anayasa olması gerektiği
hususwıdaki çalışmalarımız da hız kazanıyordu.
Kat'i tarihi hatırlayamadığım fakat Temmuz ayı olması muhtemel bir tarih­
te, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülend Ulusu bir gün bana gelerek,
Büyükelçi Coşkun Kırca ile, kontenjan senatörü Adnan Başer Kafaoğlu'nun
beraberce hazırladıkları bir Anayasa taslağını verdi. Üzerinde epey çalıştım.
Ancak uygun bulmadım. Katı tarafları çoktu. Her tarafa çekilebilen bir
Anayasadan sonra böyle bir Anayasa zorluklar çıkarabilirdi. Diktatörlüğe de
götürebilirdi. Esasen bize hemen bir Anayasa gerekli değildi. Bir kurucu
meclis kurulmasını düşündüğümüze göre, Anayasayı hazırlama görevini bu
meclise vermemiz poğru olur diye düşünmüştüm.
Yönetime el koyduktan sonra Anayasa dahil diğer sahalarda yapılmasını
düşündüklerimi cep defterime not ediyordum. Bu notlar bir hayli olmuştu.
Not ettiklerimi defterimdeki sıraya göre buraya almayı uygun buldum. heride
bu harekatın tarihini yazacak olanlara hedıalde yardımcı oJ.ur. Bunlardan bir
kısmı gerçekleştirilmiŞ, diğer bir kısmı ise ya sonradan vazgeçilmiş veva 7ıt­
man kafi gelmediği için yerine getirilememiştir.

499
NOT DEFIERiMDEKİLF.R

1 . Anayasa çok teferruatlı, ana esaslan kapsayacak şekilde daha kısa ve ôz


olmalı ve çeşitli yönlere çekilemeyecek şekilde kaleme alınmalı.
Not: Maalesef tersi oldu. 1961 Anayasasından da daha teferruatlı oldu. Se­
bebi; gelecek iktidarlar diğer kanunları kolaylıkla değiştirebileceklerinden, ka­
nunlarda yer alması gereken hususlar da bu mülahaza ile Anayasaya kondu.
2. Anayasanın 1 4'üncü maddesindeki "kişi dokunulmazlığı ve hürriyeti.
kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hikim kararı
olmadıkça kayıtlanarnaz" hükmü çok ağır işliyor ve deliller kayboluyor. Bazı
olağanüstü hallerde bu yetki manalli mülki makamlara verilebilmeli.
3. Anayasanın 1 5'inci maddesinde "kişinin üstü, özel kağıtları ve eşya
aranamaz" kaydı var. Bunu belirten ve aramaya yetki veren kanunun
çıkarılması lazım.
4. Anayasanın l 7'nci maddesinde, hakim karan olı_nadıkça haberleşme
hürriyetinin kaldırılamayacağı yazılı. Askeri birliklerde. okullarda ve bazı
müesseselerde buna ihtiyaç var. Değiştirilmesi lazım.
5. 23'üncü maddede "Gazete ve dergi çıkarılması önceden izin alma ve mali
teminat yatırma şartına bağlanamaz" kaydı var. Gazete ve dergiyi çıkaracak
şahsın iyi hali olup olmadığı, vaktiyle bazı suçlardan mahk.Om olup olmadığı
araştırılmalı. Odacı alırken bile iyi hal kağıdı arıyoruz da, bir gazete ve dergi
çıkarandan bu aranm az mı? Bu maddenin de değişmesi lazım.
6. 28'inci maddede "Herkes önceden izin almaksızın silahsız ve saldırısız
toplanma veya gösteri yürüyüşü yapma hakkına sahiptir" kısmı değişmeli.
7. 56'ncı maddede partilere ğevletçe yapılacak para yardımı var. Bu da
kaldırılmalı.
8. Senato kaldırılmalı.
9. 68'inci maddedeki milletvekili seçilme yeterliliği yeniden ele alınmalıdır.
..
10. 79'uncu maddedeki milletvekillerinin yasama dokunulmazlığı, ancak
meclis çatısı altındaki sözlerinden ve hareketlerinden dolayı olmalı. Meclis
dışında bu dokunulmazlık zırlu olmamalı.
Gerek bu maddede ve gerekse 80'inci maddede aralıksız bir ay meclis
çalışmalarına mazeretsiz katılmaması halinde milletvekilliğinin düşeceği yazılı.
Bu fıkra da değiştirilmeli. Bir ay çok uzun bir süre, daha az olmalı.
1 1 . Kanunların görüşülmesini engelleyen çapraşık usuller kaldırılmalı.
1 2. Cumhurbaşkanının gôrev ve yetkileri genişletilmeli.
13. B akanlar Kurulu Meclis dışından seçilmeli. Böylece milletvekillerinin

500
Bakanlar Kurulu üzerindeki murakabesi daha etkili olur. Aynı zamanda millet­
vekileri bakan olacağım hırsindan kurtulur ve mecliste çoğunluğu sağlamak
pahasına bakanların mecliste bulunmak zorunluluğu ortadan kalkar.
14. 1 20'nci maddedeki üniversitelerle ilgili madde yeniden ele alınmalı.
İlmi özerklik hariç idari özerklik kaldınlrnalı.
1 5. Olağanüstü hal uygulamasına cevaz veren 1 23'üncü madde yeniden ele
alınmalı ve anarşik olaylar vukuunda da olağanüstü hal uygulanabilmeli.

1 6. Koalisyon dönemlerinde bakanlar kurulu kararını oy birliği ile


çıkarmak çok güç oluyor. 2/3 çoğunlukla da bu karar alınabilmeli.
1 7. l 45'inci maddedeki Anayasa Mahkemesi Meclisin üzerinde bir organ
değil, ona yardımcı bir kuruluş olmalı. Kanun çıkUktan sonra değil, çıkmadan
evvel Anayasaya uygunluğunu tetkik edip karar vermeli.
1 8 . Seçim Kanunu ve Siyasi Partiler Kanunu yeni baştan hazırlanmalı.
Mecliste yapılan bazı mühim oylamalarda parti grup kararına uyma zorunlu­
luğu kaldırılmalı. Parti başkanları birer diktatör durumundan kurtarılmalı ve
muayyen bir süre sonra değişmesi prensibi kabul edilmeli.
19. Muayyen bir süre İçişleri, Milli Eğitim ve Adalet Bakanlan partili olma­
malı.
20. Valilerin atamaları Bakanlar Kurulunca değ�l. Cumhurbaşkanınca
yapılmalı.
2 1 . Cumhurbaşkanı seçimi Amerika'da olduğu gibi tek dereceli olarak halk
tarafından seçilmeli ve iki defa seçilebilmeli.
22. Muayyen bazı illerde vali aynı zamanda belediye başkanı olmalı.
23. Vilayetlerin birkaçının üzerinde bölge valiliği makamı olmalı; böylece
merkeziyetçilikten biraz olsun uzaklaşılmalı.
24. Grev, Lokavt ve Dernekler Kanunu değişmeli, toplu sözleşmelerde
anlaşma sağlanamazsa hakem müessesesine gidilmeli, aynı işi gören işçiler
arasındaki ücret farklılıkları giderilmeli.
25. Daruştay'ın yetkileri yeniden ele alınmalı.
26. Milletvekillerinin partilerinden istifa etmeleri halinde başka partiye
geçişleri önlenmeli.
27. Meclis B aşkanının seçilmesi aylar almamalı. Kolaylık getirici usuller
bulunmalı ve yenisi seçilinceye kadar eski görevine devam etmeli.
28. Toprak Reformu Kanunu çıkarılmalı.
29. Bazı mühim konularda referandumla halkın oyuna müracaat edilmeli.
Mesela Anayasa değişikliği gibi.

30. Hapishanedekiler oy kullanmamalı.

501
3 1 . Bazı suçlar için af çıkarılmamalı.

32. Kanunlar kadük olmamalı.

33. Cumartesi günleri tekrar yarım gün çalışma zorunluluğu getirilmeli.

34. Cezaevleri bau ülkeleri cezaevlerine benzetilrneli.


35. Dış temsilciliklerdeki personel sayısı azaltılacak.

36. Asgari ücret konusu halledilmeli, toplu konut yapımı ele alınmalı, gece-
kondu işi halledilmeli.

37. Doktorlara ait tam gün çalışma yasası değiştirilecek.

38. Yeni vergi reform kanunları çıkarılmalı.

39. B ir kişinin dört-beş yerden maaş ve ücret almasının önüne geçilmeli.


Yönetim Kurulları arpalık olmaktan kurtarılmalı.

40. İktidara gelen bir parti muayyen yerlerdeki kişileri değiştirme yetkisine
sahip olmalı.

4 1 . Radyo ve televizyondan her gün siyasi parti lider ve yardımcılarının,


genel sekreterlerinin dakikalarca beyanat vermelerinin önüne geçilmeli.

42. Hfilc.im ve sav �ılarla, güvenlik kuvvetlerine karşı işlenen öldürme


suçlarının cezası ölüm olmalı.

43. Trafik Kanunu hemen çıkarılmalı.

44. Sendika ağalarının her konuda söz sahibi olmaları önlenmeli. Bir fabri­
kaya işçi alınırken bile işçi temsilcisinin onayının alınması ve mühendisleri
dövmeleri önlenmeli.

45. Belediyeler Kanunu değiştirilmeli.

46. 27 Mayıs Anayasa ve Hürriyet Bayramı ile 1 Mayıs B ayramı


kaldırılmalı.

47. Emniyet kuvvetlerinin silah kullanma yetkisi genişletilmeli.

48. Dinin politikaya alet edilmemesi için kesin kanuru tedbirler getirilmeli.

49. Devlet hizmetinde partizanlık yapan memurlar kısa zamanda temizlene-


cek.

50. İmam Hatip okulları bu rakamda dondurulacak.

5 1 . Turizme önem verilecek.

52. Petrol ve maden aramalarına hız verilecek. Bunun için ecnebi


sermayeden istifade edµecek.

502
53. Tanın ve Hayvancılık refonnu yapılacak.
54. Her sahada tasarrufa büyük önem verilecek. Bilhassa akaryakıt kul­
lanımındaki savurganlığa son verilecek.
55. Emniyet hizmetlerinde görev yapanlardan herhangi bir kişinin yasa dışı
örgütlere yardım ettiği tespit edilirse, o örgüt mensuplarına verilen cezanın iki
kau emniyet görevlisine verilmeli.
56. Tıp fakültc�eri çoğaltılacak ve üniversiteyi bitiren doktorlara devletin
göstereceği yerde üç sene hizmet yapma mecburiyeti getirilecek.
- 1
57. üniversitelerin disiplin yönettnelikleri birbirine benzeyecek.
58.Üniversitelerdeki öğretim görevlisi profesörlerin derslere girmeleri
mecburiyeti getirilecek.
59. Ortaokul ve lise müdürlerine makanı ödeneği verilecek ve okulun bütün
idaresinden sorumlu tutulacak.
60. Okullara ceketsiz, kravatsız, taraşsız pejmürde kıyafetlerle gidiş
önlenecek.
6 1 . Yurt dışına kaçan ve çağınldığı halde gelmeyenler, Türk vatan­
daşlığından çıkarılacak.
62. Nüfus planlan1ası, doğum kontrolu ele alınacak.
63. Merkez valiliği kadrosu azaltılacak ve dondurulacak. Valilikten
alınanlara başka görevler verilebilmeli, kabul etmeyenler emekli edilmeli.
64. İdam cezalan hemen tasdik edilecek.
65. Siyasi partilerdeki gençlik kollan. kadın kollan gibi örgütler olmamalı.
66. Cumhurbaşkanlannın, her sene meclisin açılışında bir konuşma yapma­
ları uygun olur.
Not defterime kaydettiklerim aslında 1 03 adetti. Bunlardan bir kısmı
önemsizdi, onun için buraya almadım. Bir kısmının ise gerçekleştirilmesinin
uygun olmayacağına kanaat getirdiğim için almadım.
12 Eylül'den sonra bunların haricinde daha birçok konulara el atılmış ve
gerçekleştirilmiştir.
Yukanda sıraladı:"lar,_;m içerisinde gerçekleştirilmesinde muvaffak ola­
rrtadığırİl ve bunun için -de hala daha üzüntü duyduğum konu; Cumhur­
başkanının halk tarafından ve tek dereceli olarak seçilmesi hususudur. Zira
ben, Cumhurbaşkanı seçilen kişinin gücünü milletten almasının doğru ola­
cağına inanmışum. Büyük Millet Meclisinde dönen oyunları hepimiz çok iyi
hatırlıyoruz. Halk tarafından seçim yapılacak olursa, bu oyunlar çok daha az
503
olacağı gibi, gücü de o nisbette daha fazla olur. B u konu üzerinde fazla
ağırlığımı koysam belki Anayasayı o şekilde düzenletebilirdim fakat ağırlığımı
koymadım. Belki ben yanlış düşünüyor olabilirim d iyerek çoğunluğun fikrine
saygı gösterdim. Ancak bu inancımı hfil! daha muhafaza ederim. H alk ta­
rafından seçildiği takdirde Cumhurbaşkanlarının iki defa da seçilmesinde bir
mahzur olmazdı.

Gerçekleştiremediğimden dolayı şimdi üzüntü duyduğum diğer bir husus


da, mahkemeler tarafından idam cezalarının kısa sürede infaz edilmesi için ka­
nunlarda gerekli düzenlemenin yapılamamış olmasıdır. 1 2 Eylül'den evvelki
terör olaylarından dolayı ölüm cezasına çarptırılmış kişilerin dosyalan mecliste
bekletiliyor, bir türlü tasdik edilmiyordu. Bunun teröristleri eylem yapmakta
cesaretlendirdiği kuşkusuzdu. Bu teröristleri en fazla korkutan cezanın idam
edilmek olduğunu 12 Eylül'den sonraki dönemde aralarında geçen konuşmalar
vesilesiyle öğrendik. Yeniden teşekkül edecek meclisin geçmişten ders alarak
idam cezalarını tasdik edeceğini düşündük. Ama gördük ki Avrupa Konseyine
dahil üye ülkelerin bu konuda yaptıkları baskı, etkisini gösterdi ve bunun neti­
cesi olarak birçok masum insanın canına acımasızca kıyan gözü dönmüş hain­
lerin ölüm cezalan tasdik edilmedi. Bunun böyle olacağını bilebilseydik, ya
Yargıtay'ın onayladığı ölüm cezalan tasdik edilir veya bu kararın Cumhur­
başkanınca onaylanması sonucunda yerine getirilir şeklinde düzenleme ya­
pardık. Bunda da yanıldığımızı şimdi anladım. İnsan öldürmekten zevk duyan
insan dünyada herhalde parmakla gösterilecek kadar azdır. Hiçbir aklı başında
insan adam öldürmek istemez. Ben de istemem. Ancak yaradılışı gereği suçsuz
ve masum insanları bile tavuk keser gibi öldüren ve ülkeyi karı gölüne
döndüren insanların da Avrupa Konseyi ülkelerine hoş görüneceğim diye idam
edilmemelerini vicdanım kabul etmiyor. Bu hainler 5000 civarında insanın
carıına kıydılar. Bunların içerisinde, kahvede oturup birbirleriyle güzel güzel
muhabbet edenler, otobüsle evine gidenler, sokakta dolaşan, parkta oturan va­
tandaşlarla toplumun güvenliğini sağlamaya çalışan polis, jandarma, asker,
subay, astsubaylar da var. Gidenler gitti Allah rahmet eylesin diyeceğiz ve on­
ları öldürenleri ise idama mahkam olmalarına rağmen bir müddet sonunda
hapishaneden çıkaracağız. Bunun adına adalet mi diyeceğiz. Adaleti bağımsız
mahkemeler_ dağıtacak ve bu bağımsız mahkemeler ölüm cezası verecek ama
meclisimiz bunu tasdik etmeyecek. O takdirde ceza kanunlarımızdaki ölüm cez­
alarını niye bırakıyoruz? Madem ki yerine getirilmeyecek, neden bu vebali
hıikimleri n omuzunda b ı rakı yoruz? İ şte bu konuyu bi r tür!ü
benimseyemiyorum. Kaldı ki Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 2'nci mad­
desi de ölüm cezalarını kaldırmamıştır. Normal mahkemelerin verdikleri ölüm
cezaları dışında insanların yaşama hakları ellerinden alınamaz demiştir. Bu
açık hükme rağmen Avrupa Konseyine dahil ülkeler Türkiye üzerinde baskı

504
yaparlarken; evet İnsan Haklan Sözleşmesinin 2'nci maddesi böyle der ama,
bizler ülkelerimizde ölüm cezalarını kaldırdık sizde kaldırın demektedirler. B u
durumun kapitülasyonlar devrinde Osmanlı hükümetine batılı ülkelerin
yaprıklan baskılardan farkı nedir? Aynı şey değil mi? O dönemi acı acı tenkit
ediyoruz da, biz de aynı durumda kalmıyor muyuz? B i r ülkenin yargı
bağımsızlığından daha üstün ne düşünülebilir ki? Hani sırası gelince tam
bağımsızlık d i ye bar bar bağıranlar? Bu konuda neden seslerini
yükselttniyorlar?

Gerçekleştiremediğim diğer konulara o kadar üzülmüyorum. Hana onlar­


dan bir kısmı üzerinde ben de sonradan fikrimi değiştirdim. Ama bu iki konu­
daki üzüntümü hfila muhafaza ennekteyim.

3 Ağustos günü Sıkıyönetim Koordinasyon Toplanusı yapılacaktı . B u


toplantı son Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısı oluyordu. Bir gün sonra d a
4 Ağustos'ta Yüksek Askeri Şura toplanacak, dört gün süre ile generalliğe terfi
edecek albaylarla, bir üst rütbeye terfi edecek general ve amirallerin durumunu
görüşecektik. Bu Yüksek Askeri Şura kararlarının açıklanmasını müteakip terfi
edemeyen bir kısım korgenerallerle, dört senesini dolduran orgeneraller kanuni
zorunluluk gereği emekli edileceklerdi.

1 1 Temmuz'da yürürlüğe konması düşünülen fakat ikinci bir emirle uygu­


lanması durdurulan Bayrak Harekat emri bugüne kadar Ordu ve Kolordu
Komutanlıklarında duruyordu. İhtimal vermemekle beraber, terfi edemeyip
emekli olan bazı kolordu komutanlarımızın elindeki Harekat emrini kırgınlık
veya kızgınlıkla, Başbakana veya bir Bakana açıklaması ihtimalini düşünerek,
Bayrak Harekat emrini ihtiva eden dosyaların toplattınlmasını uygun buldum
ve gerekli emirleri vererek 4 Ağustos'tan itibaren bu emirlerin toplattırılmasına
başlattım. Toplama işi 7 Ağustos'ta tamamlandı.

7'Nd VE SON
SIKIYÖNETİM KOORDİNASYON TOPLANTISI

3 Ağustos günü yapılan Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısında,


Koordinasyon Başk2'1l olan Tümgeneral S. Cambazoğlu arkadaşı�ız ilk
takdimi yaptı. Takdiminde Şunları dile getiriyordu:

"Olaylar tırmahmaya devam ettnektedir. Ölümle sonuçlanan olaylar bu


dönemde 1 8 aylık sıkıyönetim süresinin en yüksek seviyesini bulmuşnır.

Bir süreden beri siyasi parti yönetici ve üyelerine vaki olan saldırılar bir

505
m illetvekiline de yöneltilmek suretiyle, bütün partilerin şid(let eylemleri içine
çekilmesi amaçlanmış ve saldın olaylan parlamento üyelerini de hedef almıştır.
Bir sendika liderinin öldürülmesi suretiyle işçilerin kanunsuz grev ve dire­
nişICre itilmesine ve böylece kamu hizmetlerinde üretimin felce uğratılmasına
çalışılmaktadır.

Bu dönemde mezhep ayrılığı konusunda kışkırtıcı faaliyetler yoğunluk ka­


zanmıştır.

Cezaevlerinden kaçışlar, militanlara moral verecek, görevlilerle halkı ise


yılgınlığa itecek eylemler olarak devam ennektcdir.

Diğer silahlı saldırı, gasp-soygun, pankart asma olaylarının devan1 ettiril­


mesi suretiyle öteden beri hedefleri ve iddialan olan rejimin işlemezliğinin is­
patına ve böylece halkın yeni bir kurtarıcı veya yeni bir başka rejim arayışı
içine sokulmasına çalışılmıştır."

Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanı son dönem içerisinde cereyan eden


olaylan, alınan tedbirleri. yakalanan �ylemcileri anlattıktan sonra, sonuç ve
teklifler kısmına geçmiş ve bu bölümde aşağıdaki teklifleri ileri sürmüştü:

"- Uzm anlaşmış. nitelik ve nicelik bakımından yeterli bir emniyet örgütü,
bu alandaki yoğun çalışmalar.ı rağmen henüz gerçekleştirilememiştir.

- Bütün devlet hizmetlerinde tam bir etkinlik ve tarafsızlık sağlanmak sure­


tiyle devlet kuruluşları ve idare, yeterli ölçüde işlerliğe kavuşturula­
madığından. her şeyi sıkıyönetimden bekleme eğilimleri sürmektedir.

- Doğu ve güney doğu bölgelerimizde, henüz devlet personelinin istekle


görev yapacağı bir ortam oluşturulamamıştır.

- Anarşi. terör ve bölücü mihraklara önemli darbeler indirilmiş olmasına


rağmen yakalananlara ceza verilememesi ve yakalananların yerlerinin yeni
militanlarla doldurulması sonucu, yıkıcı ve bölücü örgütler tesirlerini sürdü­
rebilmektedirler.

- Etnik ve ideolojik mücadele ve bölünmeden sonra şimdi de, mezhep


bölücülüğü önem kazanmaya başlamıştır.

- Mallkemelerin ceza vermedeki yetersizlikleri devam etmektedir.

- B u kadar zaman geçmiş olmasına karşı, anarşi, terör ve bölücülük konu-


sunda hfilft bir teşhis ve tedavi birliğine varılamamıştır.

- Bütün bunlarla birlikte 1 8 aydan beri olayların içinde bulunan Silahlı


Kuvvetler. disiplin ve eğitim zaafına uğramaya devam etme1'tedir.

Kamuoyunda. meclislere ve Anayasal kuruluşlara karşı artan bir


güvensizlik ortamı oluşmaktadır. Anayasal kuruluşlar ve siyasi partiler

506
arasındaki ilişkiler istenen düzeyde ahenkli ve iyi olmadığından, halk tedirgin­
dir.

MalOmları olduğu üzere bu son husus anarşi ve terörün de hedefleri olup,


şartlar bu yönü ile anarşiye yardım eder durumdadır.

Arzedilen bu zaafların giderilmesi çareleri daha önceki Sıkıyönetim


Koordinasyon ve Milli Güvenlik Kurulu Toplantılarında tefcmıatlı olarak
arzedilmiştir. Bunlar genel olarak;

- Anarşi ile mücadele yasalarının çıkarılması,

- Tarafsız, etkin, adil ve süratle ceza veren bir devlet durumuna gelinerek
halkın desteğinin sağlanması,

- Hassas bölgelerde mutlaka devlet gücünün hakim kılınması, doğu ve


güneydoğu Anadolu bölgeleri için, bölgede yapılan inceleme gezilerinin
sonuçlan olarak önerilen hususlarin yerine getirilmesi,

- Emniyet kuvvetleri ile mahalli emniyete ai t istihbarat ünitelerinin


güçlendirilmesi.

Sonuç olarak; Sıkıyönetim Komutanlıkları tüm imkanlarını zorlayarak


anarşi, terör ve bölücülükle mücadeleye devam etmektedirler. Sonuca daha
çabuk ulaşmayı sağlamak amacı ile Sıkıyönetim Komutanlıkları ile güvenlik
kuvvetlerini anarşi, terör ve bölücülükle mücadelede daha güçlü ve daha etkin
kılabilecek yasa değişikliklerinin bi ran önce meclisten geçi rilerek
yasalaştırılmasına çalışılması, bugüne kadar önerilen diğer önlemlerle ilgili
çalışmalara hız verilmesi gerekmektedir."

SIKIYÖNETİM KOMUTANLARININ
SÖYUDİKLERİ

Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanının bu takdiminden sonra söz l 'inci


Ordu ve Sıkıyönetim Komutanına verildi. Her zaman olduğu gibi, Komutan
yine dertli idi. Nasıl dertli olmasın ki, Türkiye'de cereyan eden anarşi ve terör
olaylarının yansına yakını İstanbul'da cereyan ediyordu. Beş milyon nüfusa
sahip koca bir şehir, Avrupa'daki bazı ülkelerin nüfusu kadar nüfusu var.
Senelerce ihmale uğramı: önüne gelen rastgele yerde ev yapmış, evin sokağı
•.

yok, numarası yok, bölgesinde karakol yok. Allah'a emanet edilmiş. Her
toplantıda bu sıkıntılarını dile getiriyor, fakat yapılan bir şey yok. Bütün kuru­
luş ve kişiler her konuda Sıkıyönetim Komutanına başvuruyor. Sıkıyönetimin

507
görevi olmadığı halde ondan medet umuluyor. Bakınız Komutan bunları nasıl
ortaya koyuyor, dinleyelim:

"Ben zaman bakım111dan bir değerlendirmeye girmeyeceğim ve bir öneriler


paketini önünüze sunmayacağım. A ncak, bazı hususlarda kişisel
mülahazalarımı müsaade ederseniz huzw·unuza getirmeyi yararlı görüyorum.
Sıkıyönetim 16'ncı ayını tamamlamaktadır. Ancak bu 16 ay içerisinde
maalesef bazı günler 35-40 kişinin öldürülmesine varan terör bütün şiddetiyle,
bün"in dehşetiyle devanı etmektedir. Bu, bize bir şey gösteriyor. Evet, buyur­
duğunuz gibi olay/ar111 üzerine varılıyor, ancak bir şeylerimiz noksan. Eğer
olaylar giderek azalsaydı, tempo aşağıya doğru inseydi, o zaman buyur­
duğwıuz hususu bir teselli olarak kabul edip bundan sonra üzerine, üzerine
yürüyeceğiz diye hükme varmak mümkündü. A ncak giderek
şiddetlenmektedir, miktarlar giderek artmaktadır. Asgari olarak en şiddetli dev­
rinin seviyesini muhafaza etmektedir. O halde bir şeyimiz noksan. Bu nok­
sammızı ortaya çıkarmamız gerekir. Zannediyorum ki bu bir şeyimiz noksan
derken, Silahlı Kuvvetler olarak bize verilen görevler yerine getirilmiştir ve
getirilmektedir. Her gece yatıp kalkıp düşündüm, acaba daha ne yapabilirim
şeklindeki soruma henüz cevap bulamamaktayım. Zannediyorum ki bu bir
şeyler yapmak sadece Silahlı Kuvvetlerin değil, tüm devlet organlarının, tüm
devlet gücünün üstlenmesi gereken bir problem olmaktadır. Eğer yalmzca so­
kakta sıkıyönetim geziyor, sıkıyönetim sokaklara hakim oluyor şeklinde bir i­
yimserlikle meseleleri alır, buna mukabil devlet organları vazifelerini yapmaz­
larsa, kendi sorumluluklarının idraki içerisinde olmazlarsa, yalmz
sıkıyönetimle 1 980 Türkiyesüıi sosyo-ekonomik ve iç siyasal problemlerle
yaklaşmak gerçekçiliğine sahip olamayız. Herkes, herşeyi sıkıyönetimden
beklemektedir. Peki diğer devlet organları ne yapacak? Hapishanelerde isyan
çıkar sıkıyönetim, vapura mazot bulunmaz sıkıyönetim, otobüs yolda bozulur
sıkıyönetim. Sıkıyönetimin de bir gücü var. Muayyen yetkileri var. Vazife ve
selahiyeti olmayan ve hele hele vazifesi başkalarına ait olan bir işi sıkıyönetim
niye üstlensin. Sıkıyönetim Komutanlığı hakikaten anarşinin üzerine
gitmelidir. Ama devlet organları bizi o kadar meşgul etmektedirler ki,
bacağımıza o kadar yapışmış/ardır ki, biz gücümüzün yarısım bu tali işlere,
başkalarının yapması geken işlere harcamaktayız. Bu yüzden kendi işimizi tam
olarak görememekteyiz. Bir polis emniyet müdürü naçar kalmış, en uçtaki
karakolların askerle korunmasını bizden istemiştir. Bu olacak şey değil. Diğer
devlet kuruluşları da aynı şeyleri yapmaktadır. Bu şekilde devam ettiği sürece
sıkıyönetimden daha fazlasını beklemeyin Sayın Başbakanım. Biz canımızı
veririz, ama canımızı vermekle işler hallolmuyor ki. Tüm devletin organlan bu
nıesuliyeti hissederse ve içinde bulunduğumuz duruma ciddiyetle bakarlarsa o
zaman işler hal yoluna girebilir. Bunu söylerken, devlet organları dediğim

508
vakit parlamentodan başlayarak en son küçük memura kadar bütii.11 görevlileri
kasdediyorum.
İstanbul olaylamı mihrak noktasıdır. lstanbul'a bu kadar daha poİis ve
asker koysak olaylara mani olabilecek miyiz? Za11nemıiyorum. Zira anarşiye
mani olacak tedbirler aluımamıştır. Diğer şehirlerde ko11trol kolay olmaktadır.
Çünkü vildyet küçük, nüfus az. Bu yüzden sıkıyönetim orada oturmuştur,
idare etkinliği11i gösterebilmektedir. lstanbul'un nüfusu yaklaşık beşbuçuk
milyo11, ucu bucağı belli değil, sokağı yok, muhtarı yok, idarecisi yok, bele­
diyesi yok. Bu bakımdan İstanbul'da anarşi devanı edecektir dedim. Evvela
İsta11bul'a girişi komrol altma almak gerek. Bu şehre her sene 200.000 kişi
geliyor. En az da 100.000 gecekondu yapılıyor. Bunun içinden nasıl çıkılır? O
halde bir kontrol alıma almak imkamnı bize bahşedin lütfen. Biz sokaktan
adamı yakalıyoruz, öbür taraftan 1 .5 milyon işsiz var. Aç insan kalkıp
İstanbu/'a gelmiş iş bulamamış. O halde bir şey yapacaktır. Kolayım da bul­
muştur. Bugünkü sisli, bulamk havada11 faydala11arak, devlet namma, örgüt
namma parayı alıyoruz diyor. Bu hareketi maişetini temi11 emıek içindir. "
1 'inci Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı cezaevlerinin acıklı durumlarını ve
yer olmadığından, birçok azılı tutuklulan kışlalarda banndırmak zorunda
kaldığını, sorgulama ekiplerinin kifayetsizliğini, riskli bir görev olduğundan
polisin sorgulama ekibinde görev almak istemediğini, görevden kaçmaya
çalıştıklarını, bunlara ayn statü uygulanmasını tekli f ettikten sonra,
kaçakçılığın. silahlann TIR'larla geldiğini belirterek bu konuda şöyle dert
yandı:

"lstanbul'da TIR'larla kim uğraşacak? Bunlar nereye girer, nerede kalır?


Kim bakacak bunlara belli değil. Bu sıkıyönetim vazifesimi sayın
Başbakamm? Tuttuk ona da el attık. Ne yapalım efendim. Çünkü kaçakçılık
onlarla oluyor. Silahlar onlar vasıtasıyla giriyor. Trakya'da birlikleri denet­
lerken, çeşitli yerlerde TIR grupları gördüm. Sultanahmet'te de TIR'lar var.
Kim bakacak buna? işte devlet organlarından maksadını bu sayın
Başbakanını. Birisi sahip çıkmaz. Kimin vazifesi bilemiyorum. Ama herhalde
sıkıyönetimin vazifesi değildir. Fakat aldık üstümüze, ne yapalım memleket
hizmeti diye. "
Diğer sıkıyönetim komutanları da kendi bölgeleri ile ilgili sıkıntılarını teker
teker anlattılar. Diyarbakır ve Şanlı Urfa sıkıyönetim komutanı konuşmasının
bir yerinde şöyle söylüyordu; enteresan bulduğum için buraya alıyorum. Dev­
letin dişlileri nasıl bozulmuş hu misallerden anlaşılıyor:

"Siverek'e gönderilen Emniyet Amiri sürgün gelmiş. en hassas olan bu


şehirde bir senedir kaymakam yok. Emniyet amiri de yoktur. istirham ettik.
Bunun üzerine Adana'dan sürülen bir komiser Şanlıwfa'ya geldi. Ben bunu
509
ne yapayım sayın Başbakanım. Uifa'da hdld bir vali yok. Vektiletle idare edi­
liyor. "Beşiri'de, Şırnak'ta, Uludere'de kaymakam yok. Benim bölgenıİll ne
kadar hassas olduğu ma/Unılarıdır. Buna rağmen birçok ilçesinde kaymakam
yoktur. Polis birçok olaya gidemiyor. Korkuyor. Başım çevirip geçiyor.
Suçluların yakalanmamasmm nedenlerinden birisi de budur.
Savur ilçesinde polis ve bekçiyi dövmekten iki kişiyi yakaladık. Üç ay
sonra mahkeme tutukluluk halini kaldırdı. Aym kişiler Savur'a dönüyorlar,
(sıkıyönetim hdkinılerine para yedirdik bizi serbest bıraktılar) diye rahatça
söyleyebiliyorlar. Ayrıca bir de ziyafet veriyorlar. İşin acı tarafı, bu yemeğe
kaymakam, jandarma komutam, emniyet amiri de gidiyorlar. Polis ve bekçi
dö.ven bu kişilerle bir masada yemek yiyebiliyorlar. Bu gibi yönetici ve
emniyet mensuplarıyla anarşi ve te_rörün önüne nasıl geçilir. Sıkıyönetim
komutam ne yapsm ? Bölgede benimle çalışacak bir emniyet amiri
göremiyorum. "
Sıkıyönetim komutanı adalet mensuplarından da şikayetçi. Bu hususta
bakın neler söylüyor:

"Dünyam11 silahım yakalıyoruz. 6136 sayılı kanuna göre kaçak silah bulun­
duranları adliyeye veriyorum, mahkeme silahlan hapsediyor, sahiplerini
serbest bırakıyor. Kaçakçılığı önleyelim diye uğraşıyoruz, bu yüzden şehitler
veriyoruz. Diğer taraftan şehirlerde yeni yeni kaçak e�)'a satan dükkanlar
açılıyor. Hatta geçen hafta televizyonda (asker dönüşü) diye bir film vardı.
Filmde kaçakçıyı masum yaptı, ekmek parasım kazandırdı, jandarmayı
kötüledi. Bu durum karşısmda bizim subayımız, erimiz kaçakçılarm üzerine
nasıl gitsi11? Yetkilerimiz ise smırlı.
Başka bir misal vereceğim: cezaevinde mahkumlar grev yapıyor. Biz bir
şey yapanuyoruz. Hapishanede disiplini sağlayabilmek için sıkıyönetim komu­
tanına bu konuda yetkiler verilmesi /azını. Ben bugün bir albaya 28 gü11
disiplin hapsi verebiliyorum da hapishaneye karışanuyorum."
İşte durum bu kadar acıklı. Senelerin ihmali devletin yöneticisini hakim ve
emniyet mensuplarını bu hale getirmiş.

Diğer sıkıyönetim komutanları teker teker si5z alarak, adet olduğu üzere
bölgesindeki olaylan, alınan tedbirleri, bugüne kadar yaptıkları tekliflerin
çoğunun yerine getirilmediğini, yeni tekliflerini anlattılar. Erzurum, Kars,
Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Ragıp Uluğbay da bakın neler söylüyor:

"Sayın Başbakanım:
Maltlmlarınız olduğu üzere Türkiye'mizi rahatsız eden anarşi ve terörün
hasseten aşırı solun gayesi demokratik, parlame11ter sistemimizi, hukuk
düzenimizi, insan hak ve hürriyetlerimizi bir kelime ile devletimizi yıkmak, bir

510
komünist peyki haline getirmektir. Bu yolda eylemleriyle bir savaş
sürdürmektedirler. Bölücüler ise, memleketimizi parçalayarak bir bölümünde
Kürt devleti kurmak suretiyle toprak ye milli bütünlüğümüze kasdetmektedir.
Her ikisi11de de güçler yalmz onların bildiğimiz örgütleri, militan kadroları ı•e
vurucu timleri değildir. Bu11ları memleket içinde ve dışmda destekleyen güçler
ve mihraklar var. Gayeleri malum ola11 bu tehdit güçleri eylemleri11i insan
hakları, hukuk kuralları, adalet prensipleri ve buna benzer insani ve mede11i
düşüncelere uygull olarak düze11lememektedir/er. Oniamı kuralları hedejleri11e
ulaşmak içi11 her türlü vastta ve çareye başvurarak hiçbir yasayı tammamaknr.
Milita11lar ke11disi11de11 isteneni mutlaka yapmak zonmdadırlar. Aksi onlar içi11
ölümdür. A11arşist ve terörist malım, camm, istikbalini ortaya koymuş kişidir.
Bu11unla mücadele eden devlet güçleri icraatını kanu11, hukuk kuralları adalet
ve insa11 hak/arma saygmlık içi11de yapmak mecburiyeti11dedirler.
Saym Başbakamnı, oyu11un kuralları iki taraf için aynı ve eşit değildir. Bir
taraf gayesine ulaşmak içi11 hiçbir kurala tabi değilken, diğer taraf tabiri lütfen
mazur görü11 oyunda faul yapmamak zorundadır. Aksi takdirde
ceza/a11dmlacakttr. Bu >ıede11/edir ki a11arşi ve terörü, komrol altma alıp
sürdürmekle görevli devlet kuvvetleri bu mücadeleyi tahdit/erle yürütmek
zoru11dadır. Bu sözlerimle devleti11 temeli o/a11 hukuk düzenini, demokratik
rejimi, insani kuralları suçlamak ve bir tarafa bırakılsm demiyorum. A11cak
süratle ve müessir 11etice almmas11wı nede11/erinden ö11emli bir u11sur olarak
dile getirmek istiyorum. Tehdit devleti11 tahribi olduğuna göre, bu tehdidi11
bertaraf edilmesi11de mücadale vere11 devlet güçleri11in fevkalade halin
gerektirdiği yetkilerle do11anlması gerektiği ka11aamıdayım."
Sıkıyönetim Kom utanlarından Adana, Kahramanmaraş, Gaziantep
Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Nevzat Bölügiray, bölgesinde cereyan eden
olaylan, yapılan operasyonları, yakalanan militanl�m. mahkemelerin durum­
lanrıı izah ettikten sonra Başbakan Dcmirel'in (Hedefe ne zan1an ulaşılacaktır)
şeklinde ilk sıkıyönetim koordinasyon toplantısında sorduğu soruya cevap
teşkil etmek üzere, bu konuda şunları söyledi:

"Bugüne kadar açıkladığım görüş ve değerlendirmelerimde bir değişiklik


yokıw·. Tekrarmda da yarar gömıüyorum. Be11den önce yapılan yorumlara da
ay11en katılıyorum. Özet olarak bugüne kadar bütü11 sıkıyönetim süresi11ce
yapıla11 teklifler tümü ile karşıla11nıadan, anarşi ve terör ö11lenenıeyecektir.
Devanı edecektir. Ye11i ö11eriler yoktur. Eski tekliflerden, buraya gelmeden
önce İçişleri Baka11lığmdan cevap aldım. Diğerlerini burada aldmı. Bunları
i11celediğimde, emniyet ör:;ütü ile ilgili olarak verilen cevaplarm bir
böliimünün, sadece cevap vermiş olmak için yazılmış olduğu kamsma vardım.
Ayrıca şunu son söz olarak belirtmek istiyorum:

511
Çaltşmalarımızda bürokrat/arla partizanltk/a uğraşmanın ve mücadele etme­
nin sıkıyönetim görevlilerini e11 az anarşi ve terör kadar meşgul ettiğini ve yor­
duğwıu da belirtmek isterim.
Arzederim."
Görüldüğü üzere Korgeneral Bölügiray şimdiye kadar her sıkıyönetim
koordinasyon toplantısında yaptığı tekliflerin ve aynca yazı ile çeşitli ba­
kanlıklara ve özellikle İçişleri Bakanlığına yaptığı müracaatların bir sonuca
ulaşman1asından son derece sıkıntılı. Bu konuşma bunu açıkça gösteriyor.

Korgeneral Bölügiray'dan sonra Adalet Bakanı Ömer Ucuzal da söz aldı.


Ucuzal her toplantıda bahis mevzuu olan cezaevlerinin acıklı durumunu ve
cezaevi yöneticilerinin davranışlarını , noksan kadroları tamamlayamayış
nedenlerini aşağıdaki konuşmasıyla dile getirdi:

"Ülkemizi bufevkalade hal içine iten hadise hiç şüphesiz anarşidir. Anarşi
ile uzaktan yakmdan ilişkisi bulunan kuruluşların hepsinde de hemen hemen az
çok bir noksanlık görülmektedir. Bu noksa11lığ111 giderilmesi için de büyük
gayretler satfedilmektedir. Benim bakanlığım malumlamıız olduğu üzere bir
umum müdürlüğü cezaevleri ve tevkif evlerine bakmakta, devletin güve11/ik
güçlerinin karşısma silahla çıkandan, devletin bütün kanunlarım hiçe sayan
kişilerin pes dediği yer de cezaevleridir. Evet cezaevlerimizde büyük
sıkuırılarımız var. Büyük problem halini almış birkaç cezaevi de mevcuttur.
Yalmz saym Başbakanım, daha önce de bu yüksek kurulda arzettiğim gibi, ce­
zaevlerinde büyük sıkıntımız sadace o yere yakalayıp, toplamp getirilen kona11
kişilerde11 değil, yılların meydana getirdiği disiplinli bir müessese olan cezaev­
leri11i biz disiplinini tümden kaybetmiş olarak teslim aldığımızı daha önce de bu
kurulun ö11ünde arz etmiştim. Bütün sıkmtl infaz perso11eli11i11 tahrip edilmesin­
den doğuyor. Göreve başladığımızdan itibaren karşılaşacağımız sıkmtm111
başında bulunduğumuz için ilk işim cezaevlerinin durumuml tespit etmek oldu.
Eski bir savcı olarak gördüm ki, cezaevlerinde müdür olarak, memur olarak,
gardiyan olarak disipline düşkün, görevini yapan ve hükümlüyü ıslah ederek
de cemiyete yararlı hale getirecek i11sanların hemen hemen çoğu görevini
bırakıp ayrılmış, bunlardan müddeti dolanlar emekli olmuş, müddeti dolmay­
a11lar ise istifa ile ayrılıp gitmişler. Bunun sebebini aradım gördiinı ve tespit et­
tim ki cezaevi müdürleri dahil memuru ve gardiyanı cezaevlerindeki mtuldulara
hizmetli hale getirilmiş, buna tahammül edemeyen kişiler de görevi terk ederek
aynlmışlar.
Saym Başlxıkamm,
İnsan bir yerde görev yaparken ya tahsili ile ya ihtisası ile ya tecrübesi ile o
görevi yürütme imkanına kavuşur. Bu kısa zamanda temini mümkün değil,
yetişmiş müdür bulamadığımızı sıkıntısını Zat-ı Alinize arzettim. Bakanlar Ku-

512
rulu olarak bana emekli olmuş arzu eden disiplinli, disiplini sağlayacak hiç ol­
mazsa bir kısım büyük cezaevlerinin başma getirilmelerine imkan sağlayan 25
kadro verdiniz .. cezaevlerine müdür tayin edeyim diye, personel kanununun
bir acizliği iki aydan beri ancak 3-5 kişiyi tayin etme imkanına kavuştum. Bir­
takım formaliteler yine hiç olmazsa her cezaevine 1 0-15 disiplinli güvenilir
gardiyan koymak suretiyle işi yoluna koyma çabası için müracaatımı
değerlendirdiniz, 500 kadro verdiniz. Bu kadroya da hiç olmazsa tecrübeli
eleman alma yolunda Saym Jandarma Genel Komutanlığımıza müracaat ettik.
Jandarma erlerinden, komando erleri11den müracaat eden o/ursu gardiyan ola­
rak diye. Maalesef oradan da müspet netice alamadık. Yine Zat-ı Alinizin
yardımıyla bütçeden bir ödüllendirme imkamm, hiç olmazsa bu hizmeti yapa­
cak kişileri teşvik edelim diye bir imkan sağ/adımı. Bu sefer yan ödeme karar­
namesinde yine infaz memur/arma, diğer memurlara nazaran/arklı bir imkan
sağladınız. Buna rağmen boşluğu dolduramıyor, bu boşluk sadece i11/az me­
murlarmdan da gelmiyor Saym Başbakamm. Daha önce de arzettiğim gibi, bir
kısım savcılarımızın tutumundan doğuyor. Nisan başmdan beri haftamn Cu­
martesi, Pazar'ı 46 vilayeti dolaştım, aşağı yukarı 130 cezaevilıi gezip
gördüm. Cezaevlerini birbiri ile mukayesede vardığmı bir şey; hem i11faz me­
mur/arın111 tutumu11da11, hem de il savcısımıı görevini ciddi tutup tutma­
masmdan orada büyükfarklılığım gördüm. Kısaca şunu arzetmek istiyorum.
Saym Başbakamnı,
Birbirimize yardım edeceğiz ve göreve geldiğimiz günden beri de Say111
Komutanlarmu:la irtibatlarımız oldu. Teklifleri oldu, bu teklifler kanun tasarısı
yö11ü11den oldu. Onları süratle hazırladık, cezaevleri yönünden ke11di/eri ile de
devamlı mümkün olam yapmaya çalışıyoruz. Bunun yamnda cezaevi binası
sıkmtımız da mevcut. Devir teslim aldığım zama11da çok cezaevlerinin
içerisinde isyanlar sebebiyle radyatör, su, elektrik, mutfak, görüşme yerleri ve
müşahade hücrelerinin tümünün tahrip edildiği11i de gördüm. Saym
Başbakanını bu bir kısmı isya11lar isyam ke11dilerine meslek haline getirmiş,
dışarıdaki a11arşistleri11 içeride de boş durmama ve içeride de birtakım hadiseler
çıkararak kamuoyu karşısında devleti zor duruma düşürme gibi davramşları
veya bunun yamnda canları sıkıldıkça bir başka yere gidebilme gibi turistik
davranış içerisinde cezaevlerinde tek sağlam müşahade hücresi bulamadım.
Sayın Başbakamm, altı aydır aşağı yukarı yüzde 70'ine yakın meydana
getirdiğim tamirat ekipleriyle bu hücreleri tamamlamış bulunmaktayım.
Mutfaklar tahrip edildiği için herkes kendi yemeğini pişirecek imkanları da
sağlanmış, her ranzanın altmda bir tüpgazı, onun yanında çay takımı, onun
yanında tavası tenceresi bu tüpler zaman zaman kötü kullanılmış; tüpleri yavaş
yavaş çektik, mutfakları kurduk ondan . sonra çay-kahvesini bir ocağa
bağladık, hepsini disiplin altına aldık. Birtakım yolsuzluklar vardı, onları

513
önledik ve devleti milyarlarca zarara sokmuş, önümüzdeki kış gelmekte bir
takını cezaevlerinin henüz doğru dürüst keşifleri bize imik.al emıedi, ihalesini
yapamadık. Kalorifer tesisatlamun çailşma güçlüğü ile karşı karş(vayı z.
Bumm yamnda bu hadiseler gibi met·cut disiplin ·de ortadan kaldmlnuş, bir
saygısızllk başlanuş, bir toplu ziyaret usulü konmuş. Saym Başbakamm
cezaeı·lerine geçen dönemde dışandan hastane kapısı açı lir gibi, hapishanenin
kaplSI açılmış, içeriden koğuş la r açılnuş, herkes ca111 n111 istediği yerde
oturmuş, istediği alışı-erişi yanyana oturma.k suretiyle yapnuşlar.
C ezael'!eri 11i11 ıe/efo11 borçlanm ödeme imka11Jız hale gelmiş. Say111
Başhaka111m, çünkü del'Omll şehirlerarası malıkıinı/ar, mel'kujlar telefonu işgal
etmişler. Tabii müdüre, infaz menıurıma , bilmem gardiyana emrederek bu
işleri mpnuşlar, l'e/hasıl değerli zamammzı almak i.\'femiyorum. Bir de binaya
560 milyon tahsisat \'erdiniz. Bitmesi
ihtiyactn11z l'Or, bu sebeple lütfettiniz
gereken bu yıl içerisindeki 13-14 tane cezael'ini de bitirme gayreti
i�·erisindeyiz. Ama maalesef tabii onlar bitmeden her gün Saym
Komutan/armuz ı·e giil'enlik kuvl'etleri taraf111dan toplanan sayı armkça bizim
yine cezael'i sıkmtm11z da del'am edecek çünkü 24 ifa 1200 kişilik
cezael'lerimizin hepsinin kapasitesi iki misline çıkn11ş l'(Jziye11edir. B u 641
cezaeı·ini11 hepsinde bu sık111tı var. Tahmin ediyorum bitenlerle de bu sık111ttyı
karşlfayamayacağız. Yine bina bakm1111dan da bu sı k111 tm11z del'Onı edecektir.
Diyarbaktr'da bitmek üzere olan cezaevini tabii yine ihtiyaç/an sebebiyle bir
kısm1111 işgal ettiler. Şimdi Erzurunı 'da bir sık111tm11z çıktt , onu da mümkün
olan şekilde hallederiz. Saym Başbakamnı, sık111ttyı kabul ediyorum. A ma
nıel'cut problemi ortadan kaldtrnıak için de bütün gücümüzle _wlmadan ,
bıkmadan çalışıp yerine getireceğiz. Saygılar swıarmı."

İÇİŞLERİ BAKANI ORHAN EREN'İN KONUŞMASI

Adalet Bakanının konuşmasından sonra, sözü İçişleri B akanı Orhan Eren


alarak; özet olarak şunlan söylüyordu:

'Türkiye'de herşey düzgünmüş de, polis bozulmuş gibi bir intibaya gelmek
yanlış our. Herşeyde olan çökü11tü polisi de gelmiş bulmuştur. Geçmiş iki
sene zarfında polise hiçbir şey verilmemiştir. Silah verilmemiştir. Vasıta veril­
memiştir. Bugün polisin silahı dahi yoktur. Varsa bile çok azdır. Vasuası
yün7.nıez, telsizlerde duyarsmız, hatta valilerin altındaki arabalar bile çok za­
man yürüyecek durumda değildir."

Orhan Eren. yeni açtıkJan polis okullanndan mezun olacak genç polislerden

5 14
bazı Sıkıyönetim komutanlıkları bölgelerine kaç polis vereceğini rakamlarla
ifade ettikten sonra, bakınız acıklı durumu nasıl dile getiriyor:

"Tayinleri yapıp Tunceli'ye polisleri göndermek imkanını bulamıyoruz.


Ama büyük bir gayretin içindeyiz. Tunceli'de sıkıntı sadece polis sıkıntısı
değildir. (Jandarma Genel Konwtanını kastederek) Sayın Orgeneralimle de iki­
üç gün evvel görüştük, orada yani Tunceli'de bizim jandarmamızın telsiz
vasıtası da yoktur. Birbirleri ile haberleşme inıka11ları da yok. Karakollar
arasmda telli haberleşmeyi yapamryorlar. Telleri kesiyorlar. Telsiz 'verelim de­
dik, arada role istasyonları lazım. Role istasyo11larım korumak için de rolenin
olduğu yere karakol kurmak icap ediyor. Bu arada Alnıa11ya'da11 getirttiğimiz
telsizlerden bir miktar jandarmaya verilmiştir. Deneyecekler, başarılı olursa o
telsizlerden bir miktanm daha Twıceli'ye göndemıek suretiyle ja11darmamızın
telsiz ihtiyacını gidermiş olacağız.
n

Görüyor musunuz devlet ne hale gelmiş! ...

Sıkıyönetim ilan edileli 20 ay olmuş. hfili polisin, jandarmanın telsizini,


aracını temin edememişiz. Tayin edilenleri yerine gönderememişiz. Ondan
sonra da sıkıyönetim ilan ettik, silahlı kuvvetler anarşinin üstesinden gelmek
istemediği için başarılı olunamadı diyoruz. Bunu söylemek için insanda biraz
olsun vicdan bulunması gerek ...

İçişleri B akanı Orhan Eren konuşmasını sürdürüyor. S ı kı yönetim


bölgelerindeki araç noksanını gidermek için, gümrüklerde bulunan terk edilmiş
araçlardan yararlandıklarını, buradan tedarik ettikleri bir kısım aracı İstanbul,
Ankara, Adana gibi illerimize gönderdiklerini, bu illerin durumlarının
diğerlerine nazaran biraz daha iyi olduğunu belirttikten sonra, "Diğer illeri
okursam hep beraber ağlamamız icap eder" diye samimi itirafta bulunuyor.

Oıtıan Eren konuşmasını bitirirken şöyle dedi:

"Polis de yaralıdır, vasuası azdır, polisin miktanm artımıaya gayret ediyo­


ruz. İnşallah Meclis çalışır hale geldiği zamali; wlisin, polislik mesleğinin caz­
ip hale gelmesini temin etmek için kanun teklifinde bulunacağız. Daha fazla
para vereceğiz. Daha/azla inıka11/ar verilecek. O zaman Sayın Komutan/arm
isteklerini daha iyi şekilde yerine getirmek imka11/arma kavuşmuş olacağız. n

Bu samimi konuşmadan da anlaşılacağı üz.ere, Meclisin çalışır hale gelmesi


Allah'a kalmış. B iz de inşallah diyelim. Eğer anarşist ve teröristler o imkanı
verirlerse ...

Her zaman olduğu gibi son konuşmayı yine Başbakan Süleyman Demirel
yaptı. Konuşması oldukça uz1.ondu. Zaten hiçbir Sıkıyönetim Koordinasyon
toplantısında kısa konuşma· yapmadı. Hepsini buraya almam m ümkün ol­
madığından, mühim gördüğüm kısımlan almakla yetineceğim.

5 15
DEMİREL'İN KONUŞMASI

Konuşmasına verilen bilgilere teşekkür ederek başladı. Son iki aylık dönem
içerisinde öldürme olaylarının fazlalaşmasına, eski Başbakanlardan Nihat
Erim'in, bir milletvekilinin, bir sendika liderinin öldürülmelerinin de bu
dönem içinde vuku bulduğuna değindikten sonra,

"Devlet bu cinayetleri işleyen ve işleten mihrakları henüz tesirsiz hale geti­


rememiştir. Bütün gayretlere rağmen. Bu bir gerçek. Yalmz bir gerçek daha
var, bütün gayretlere rağmen diyorum. Gayretler var, gayretler
küçümsenmeyecek gayretler. Gayretler azimle sebat ile ve canla başla
yürütülen gayretlerdir" demek suretiyle sürdürülmekte olan gayretleri takdir
ettiğini gösterdi.

Bu dönem içinde muhtelif bölgelerde şehit edilen polis ve askerlere de


değinerek, Güneydoğu bölgemizde ele geçen roketatar üzerinde hassasiyetle
durmak gereğine işaret etti. Çorum ve Fatsa olaylanna değindikten sonra,
şunları söyledi:

"Aslında Türkiye'de anarşinin bir netice olduğunu, devletin işlerliğinde


meydana gelen arızadan doğduğunu, devletin devlet gibi hareket edememesin­
den doğduğunu, devletin caydırıcılık gücünde zedelenme bulunduğunun bir
neticesidir dedik. Şimdi bu mücadeleyi yürütürken gayet tabii dönüp devleti
devlet gibi arıyoruz. Eğer zaten devlet, devlet gibi olsa, devletin polisi eksiksiz
olsa, başka şeyleri eksiksiz olsa, idaresi eksiksiz olsa, mahkemesi tam işlese,
Türkiye bu duruma gelmezdi. Bunları o hale getirmeden bu meselenin içinden
çıkamayız. Esasen devleti, devlet haline getirmeden, devlete işlerlik ka­
zandırmadan devamlı bir süküneti Türkiye'de sağlamamız mümkün değildir.
Böyle gitmemiz de mümkün değildir. Ya/mz bunu yapıncaya kadar geçecek bir
süreyi kazanmamız lazım."
Devletin devlet olmadığını Sayın Demirel de itiraf ediyor. Ancak bu devlet
iki senelik Ecevit döneminde mi bu hale geldi? Yoksa uzun senelerin ihmali ile
mi gelindi? Herhalde bu devlet daha evvel sağlamdı da, iki senede bu şekle
dönüştü diyemeyiz. Dersek, haksızlık etmiş oluruz. Bugüne kadar gelmiş
geçmiş bütün yönetimlerin bunda günahı olduğunda hiç şüphe yoktur.
Özellikle kendisinin kurduğu koalisyon dönemleri devlette büyük yararlar
açmıştır.

Demirel bu arada Küıt devleti kurmak amacıyla kurulan APO gibi çeşitli il­
legal örgütlerle mücadele edilmesini , bu fügütün arkasında bulunan ve destek­
leyen dış güçleri ve ülkeleri saydıktan sonra, alevilik-sünnilik ayrımını
kışkırtan güçler hakkında da görüşlerini açıkladı. Buradan yine m�emele­
rimizin işlemeyişine değinerek;

5 16
"Mahkemelerimizi işletmeliyiz. işlemiyor, bu kadar işliyor meselesini bir
defa daha kendi aramızda konuşacağız. Onu sayın Genelkurmay Başkanınuzla
birçok kereler konuştuk. Son günlerde de 8-1 0 defa yine konuştuk.
Mahkemeleri biz teşkil ettiğimize göre, işlemeyen mahkeme yerine işleyen
mahkeme koymak acaba elimizde değil mi? işte Türkiye Cumhuriyeti Devleti
gelmiş tıkanmış mahkemeye. Bu kadar oluyor diyemeyiz" demek suretiyle
mahkemelerde yapılması gereken işlere temas etti. Söyledikleri doğru ol­
masına doğru da, bunun çaresini bulacak olan biz askerler değil, hükümet ve
parlamento. Bunları burada söylemenin yararı yok. Biz şikayet mercii değiliz.
Parlamentoda çıkıp bunu anlatmak hükümete düşer.
Demirel, Sıkıyönetim Komutanlarının söylediklerine ve özellikle l'inci
Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Necdet Üruğ'un konuş01asına ge­
rekli cevaplan vererek konuşmasını sürdürdü. Soldaki anarşist ve teröristlerle,
sağdaki eylemcilerin giriştikleri eylemleri karşılaştırdı ve soldaki eylemcilerin
mevcut nizamı yıkarak yerine Marksist ve Leninist bir rejim getirmeye
uğraşııken; sağdakilerin devletin yanında yer aldığını, mevcut rejimi korumaya
çalıştığını ifade etti. Aıkasından bunları söylemekle sağda eylem yapanları,
adam öldürenleri koruyor değilim, kim suç işlerse cezasını görmelidir demek
suretiyle kendisinin yanlış anlaşılmasını önlemeye çalıştı.
Demirel aslında bunu yeni söylemiyordu. Yurt sathında yaptığı
konuşmaların birisinde de buna benzer bir beyanat vermişti. 7.annediyorum,
"Devlete silah çekenle, ona mani olmaya çalışanları bir tutamam " demişti
Demirel konuşmasının sonuna doğru,
"Devlet bu mücadeleyi azimle yapıyor, azimle yapmaya da devam etmeli­
dir. Bu mücadeleyi devlet sadece askerlerin işidir, efendim sıkıyönetim komu­
tanları var, sıkıyönetim onları yapsın diye mi devlet milleti arkasına da alarak
bu mücadeleyi yapıyor. Efendim, ben ne yapayım, askerler yapmadı
başaramadı demekfevka/Me dakilet olur" dedi.
Görüyor musunuz, bu toplantıda çok doğru olanı söylediği halde, 1 2
Eylül'den sonraki dönemde bunun tam tersine, "Efendim sıkıyönetim ilan edil­
miş, sıkıyönetim kommanlarına yetkiler verilmiş, hükümet olarak bizim yapa­
cak bir şeyimiz yok ki. Askerler isteselerdi anarşi ve terörü önleyebilirlerdi,
nitekim 1 2 Eylül günü bıçakla kesilir gibi kesildi. idareye el koymaya kararlı
oldukları için bilerek anarşinin üzerine gitmediler" diyebildi. İnsanda insaf,
izan olmazsa işte böyle söyler, "Dün dündür, bugün bugündür" dediği gibi.
Demek ki bunu söylediğine göre, kendisi fevkalMe dalfilet içindedir.
Demirel son olarak şunları söyl�yerek toplantıyı bitirdi:
"Değerli Komutanlarımıza gördüğünüz hizmetten dolayı hükümet adına ve

517
temsil ettiğimiz millet ad111a yine şükranlarımızı sunuyorum. Her defasında
canla başla gayret salfedzyorsunuz. Burada yapılan konuşmalar şöyle yapalım,
böyle yapalım, daha iyiyi aramak konuşmalarıdır. Yoksa yapılanları
beğenmeme konuşmaları değildir. Biliyorum ki, siz benden daha çok muzda­
ripsinizdir. Yani şu işin başarıya ulaştırılmasında benden daha çok heveslisi­
nizdir. Binaenaleyh böyle bir anlayış havası içerisinde biz bu hizmetleri
yürüttük geldik. Allah yardımcınız olsun. Hepimizin yardımcısı olsun. Hepi­
nize çok teşekkür ederim."
Bu Sıkıyönetim Koordinasyon toplantısının son yapılan Sıkıyönetim Koor­
dinasyon Toplantısı olduğunu biliyordum. Zira yarın Yüksek Askeri Şura
toplanacak ve terfiler belli olduktan sonra, Kuvvet Komutanlarıyla biraraya
gelerek, 1 1 Temmuz'da yapılacak iken tehir edilen harekatın gününü khrar­
laştıracaktık. Bunun 30 Ağustos'tan hemen sonra yapılmasını düşünüyorduk.
Demirel'in dediği gibi, Allah yardımcımız olsun.

ACUSTOS YÜKSEK ASKERİ ŞÜRA TOPLANTISI

Ertesi gün olan 4 Ağustos pazartesi günü Yüksek Askeri Şura Toplantısı
başladı.

Toplantı 8 Ağustos gününe kadar dört gün devam etti. Terfi eden general­
lerle, generalliğe terfi eden albayların durumları görüşüldü. Terfi edemeyen
generallerin de emeklilikleri kararlaştırıldı. Deniz Kuvvetleri Komutanı Orami­
ral Bülcnd Ulusu'nun görev süresi sona eriyordu. Zira geçen sene görev
süresi bir sene uzatılmıştı . Mevcut kanun karşısında yeniden uzatılması
mümkün değildi. Üzülüyordum, ancak yapabileceğim bir şey yoktu. Bugüne
kadar çok uyum içerisinde çalışmıştık. Yerine en kıdemli olarak Milli Güvenlik
Kurulu Genel Sekreteri Oramiral Arif Akdoğanlar'ın Deniz Kuvvetleri Komu­
tanlığına getirilmesi gerekiyordu. Zira askerlikte kıdem esastı. Ancak, Deniz
Kuvvetleri c am i ası içinde yaptığım araştırmada, bu topluluğun Arif
Akdoğanlar'ı benimsemediğini anladım. Böyle olunca, durumu Bülend Ulusu
ile konuştum. O da kendi yerine Donanma Komutanı olan Oramiral Nejat
Tümer'in getirilmesini teklif etti. Başbakan Süleyman Demirel1e de bu konuyu
konuşmam gerekiyordu. Düşüncemi kendisine açtığımda teklifımi uygun bul­
du. Böylece Oramiral Nejat Tümer'in Deniz Kuvvetleri Komutanlığına tayin ka­
rarnamesi Çıkarıldı. Kararname çıkar çıkmaz Oramiral Arif Akdoğanlar haklı
olarak emekliliğini istedi.

Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya'run iki senesi dol-

518
muştu. Uzatılmazsa emekli edilmesi gerekiyordu. Uzatma teklifini Başbakana
götürdüm. Kabul ettiler. Şahinkaya'nın görev süresi 198 1 Ağustos'una kadar
uzauldı. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin'in görev süresi
ise Mart ayında bir sene uzatılmış olduğundan, Kuvvet Komutanlığından
yalnız Bülend Ulusu değişmiş oluyordu. İkinci Başkan Orgeneral Haydar
Saltık da görev süresi tamam olan ve 30 Ağustos'ta emekliye ayrılacak Ege
Ordu Komutanı Orgeneral A. Sait Özçivril'in yerine tayin edildi. Boşalan
İls.inci Başkanlığa ise, bu Şurada orgeneralliğe terfi eden Necdet Öztorun geti­
rildi. Tayin kararnamesinde en büyük zorluk Ankara'daki Kolordu ve
Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Nihat Özer oldu. Ben Özer'in kalmasını
düşünüyordum, Başbakan Demirel ise onun bu görevden alınmasını istiyordu.
Sebebini anlamıştım. İktidara gelmeden evvelki bir tarihte Sıkıyönetim
yasağına rağmen Kırıkkale Adalet Partisi İlçe Başkanının Demirel'i büyük
kalabalıkla ilçede karşılaması sonucu ilçe başkanının sıkıyönetimce tutuklan­
ması ve Demirel'in tutukluluk halini kaldırması için telgrafla Sıkıyönetim
Komutanlığına müracaat etmesi ve bu müracaatın yerine getirilmemesi idi.
Aynca Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantılarında, Nihat Özer'in zaman za­
man Milliyetçi Hareket Partisi tandanslı veya militanların devlet dairelerine
yerleştirilmelerinden dolayı duyduğu endişeyi dile getirmiş olması da bu
görevden alınması isteğinde rol oynadığı kanaatindeydim. Aramızda fazla
tatsızlık çıkmaması için, Başbakanın isteğine peki dedim ve yerine Korgeneral
Recep Ergun'u teklif ettim. Memnun oldu ve bütün tayin kararnamelerini im­
zaladı.
Bu suretle en zor bir görev olan, temler ve arkasından tayinler halledilmiş
oluyordu.
Emekli olan korgeneral ve orgeneral arkadaşlarımızdan Bayrak Harekat
emri hakkında sağda solda konuşmalarından ve neticede bu harekıiun meydana
çıkmasından çekinmiyor değildim. Günlerce bu sıkıntım devam etti. Gerçi
meydana çıkması işimizi engellemeyecekti. Zira böyle bir durum karşısında
planı dertıal yürürlüğe koymaya kararlı idik. Ancak, zorluk doğuracağı mu­
hakkaktı. Bu rahatsızlığım ay sonuna kadar devam etti. Fakat hiçbir arka­
daşımız böyle çirkin bir davranışta bulunmadı.
Bu hal de gösteriyordu ki, kolordu seviyesine kadar bütün komutan arka­
daşlarımız, müdahalenin gereğine gönülden inanmışlardı. Aksi varit olsa idi
muhakkak bir yerden sızabilirdi. Buna inanmışlardı zira kendilerinin de
fikirleri alındığında bunu söylemişlerdi. Bize de güveniyorlardı. Mesele
burada idi.
Müdahale gününü kat'i olarak kararlaştımıamıştık. 30 Ağustosa kadar
böyle bir şeyi düşünmüyorduk. Ancak hazırlıklarımızı her geçen gün daha da,

5 19
ilerletiyorduk. Ben yönetime el koyduktan sonra kurulacak hükümete
Başbakan olacak kişi ile, bakan olacaklar üzerinde düşünüyor ve Kuvvet
Komutanı arkadaşlarım ve İkinci B aşkanla bu konuyu görüşüyorduk.
Başbakan olarak Turhan Feyzioğlu'nu en münasip buluyorduk. Tam olarak
karar vermemiştik. 1 96 1 yılından beri bakanlık yapmış zatların isimlerinin
çıkarılmasını ve hangi bakanlığı yaptığının da karşısına yazılmasını istedim.
B unlara bakarak aralarından seçmek daha kolay olur diye düşünmüştük. İkinci
B aşkan bu hazırlığı yapmaya başladı. Biz de bir taraftan aklımıza gelen kişileri
defterimize kayıt ediyorduk. Bu hazırlıklarımız 1 2 Eylül'e kadar bitmedi.

DEMİREL'İN ERKEN SEÇİM ÖNERİLERİ

1 2 Ağustos'ta Şeker B ayramı başladı. Türkiye Büyük Millet Meclisi Cum­


hurbaşkanını seçemediğinden tatile girememişti. Girememişti ama bir iş de
yaptığı yoktu. Yalnız hükümeti düşürme ve yeni hükümeti oluşturma oyunları
sürdürülüyordu. Bunu bilen B aşbakan Demirel mütemadiyen erken seçim
yapılmasını istiyor ve bunu koz olarak kullanıyordu. Kanaatımca en çıkar yol
da bu idi. Seçim sonucu ne verirdi kestirmek zor olmakla beraber; bu bu­
nalımdan çıkaracak en akıllı yol görünüyordu. Fakat diğer partiler buna
yanaşmadığı gibi hatta Adalet Partisi içerisindeki milletvekillerinden bile bir
haylisi erken seçime taraftar görünmüyorlardı. Zira eğer böyle bir karara evet
diyece\' olurlarsa kazanıp kazanamayacaklarından emin olmadıkları için bir
senelik milletvekilliği maaşlarından mahrum kalma i htimalleri vardı. B u
yüzden onlar da istemiyorlardı.

Esasen Türkiye bu gibi kriz dönemlerinde seçime gidebilmeyi öğrenmiş ol­


saydı, belki de müdahalelere gerek kalmadan problemler halledilebilirdi. Hal­
buki batı ülkelerinde bizdeki krizli durumlardan çok daha hafif durumlarda ra­
hatlıkla erken seçime gidilebili yor ve böylece halk iktidardan veya
koalisyondan memnun mudur, yoksa iktidar değişikliği mi istiyor, bunu ra­
hatlıkla ortaya koyabiliyor. Bizde bu ne zaman yerleşebilecek bilemiyorum.

Erken seçimin yapılması için bazı müsbet emareler belirmeye başladı. Bay­
ramdan hemen sonra 15 Ağustos'ta Milli Selamet Partisinin, 1 8 Ağustos'ta d a
Adalet Partisinin meclise erken seçim için önerge vereceklerine dair haberler
gazetelerde yer aldı. Fakat bu haberin çıkmasından üç gün sonra yine
gazetelerde erken seçim için Milli Selamet Partisi içerisinde görüş ayrılığı
çıktığı yazılıyordu. Bir gün sonra Milli Selamet Partisi 26 Ekim'de seçim için
önergesini meclise verdi. Üç gün sonra da Adalet Partisi erken seçimle ilgili

520
önergesini meclise veriyordu. Ancak, Cumhuriyet Halk Partisi erken seçimin
karşısında idi. Nitekim Ecevit bu hükümetle ne erken seçim ve ne de normal
seçim olur diyordu !

Erken seçim kararının bu durumda meclisten çıkacağına inanmıyordum .


Zira 2 1 Ağustos günü Meclis Anayasa Komisyonunda bu konu üzerinde
yapılan görüşmelerde kavga çıkmış, bir karar almamamışh.

25 Ağustos günü Meclis Alt Komisyonu, erken seçim Anayasaya aykırıdır


deyip işin içinden çıkn.

Bir taraftan komisyonlarda bu görüşmeler sürdürülürken, diğer taraftan da


Cumhuriyet Halk Partisi ile Milli Selamet Partisi, hükümeti devirmek ve. bir
koalisyonla yeni hükümet kurulması üzerinde gizli pazarlıklar yürütülüyordu.
Bunun ilk belirtileri 29 Ağustos günü Erbakan'ın verdiği beyanatla ortaya
çıktı. Erbakan şöyle diyordu: "Hükümet güven oyu istese de düşürüversek".
İki gün sonra da aynı Erbakan "Adalet Partisinin artık iktidarda kalması
mümkün değil" diyordu.

Aruk işler iyice karışmaya başlamış, hükümet het an düşürülme korkusu ile
karşı karşıya kalmıştı. Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen için Milli Selamet
Partisinin verdiği gensoru önergesi Eylül'ün ilk haftası içerisinde mecliste
görüşülecek ve tabii arkasından düşürülecekti.

Siyasi alanda bu olaylar arka arkaya cereyan ederken, Ağustos ayında


anarşik olaylarda daha evvelki aylara nazaran bir hrmanrna olmuş, günlük ölü
miktarları 15, 1 7, 19, 20 rakamlarına ulaşmaya başlamıştı. Bunlardan bazı
örnekler vennek isterim:

1 Ağustos günü 20 ölü

4 Ağustos günü 1 5 ölü

5 Ağustos günü 1 3 ölü

6 Ağustos günü 1 6 ölü

7 Ağustos günü 1 6 ölü

9 Ağustos günü 14 ölü

1 1 Ağustos günü 19 ölü

Şeker Bayramı günleri olan 12, 1 3, 14 Ağustos günlerinde 27 ölü,

1 5 Ağustos günü 1 9 ölü

1 7 Ağustos günü 14 ölü

1 8 Ağustos günü 14 ölü

23 Ağustos günü 1 0 ölü


521
26 Ağustos günü 1 9 ölü
28 Ağustos günü 17 ölü
29 Ağustos günü 12 ölü
30 Ağustos günü 17 ölü
Aylık bilanço 358 ölü, 468 yaralıdır.

Göıiildüğü üzere her gün bu kadar vatandaş öldürülür, yaralanır ve sakat


kalırken, bizim meclisimiz hiçbir iş yapmamakta ısrar etmekte, devleti
Cumhurbaşkansız bırakabilmekte, günlük adam öldürme, banka, işyeri
soyma, gasp ve saldın olaylan, bölücülük hareketlerini normal birer adi
olaylarmış gibi görebilmekte, beraberce tedbir düşüneceklerine, birbirlerini
devirebilmek, işleri büsbütün çıkmaza sokmak için çeşitli politik oyunlar
sergilemektedir.

HAREKAT GÜNÜ YENİDEN KARARLAŞTIRILIYOR

Bu durum karşısında Genelkurmay'daki odamda Kuvvet Komutanları ve


Genelkurmay İkinci Başkanlığına yeni başlayan Necdet Öztorun ile 26
Ağustos günü bir toplanu yaptık.
Aramızda uzun göıiiş teatisinden sonra müdahalenin kaçınılmaz olduğuna
ittifakla karar verdik. Toplanh üç saat devam etti. Toplantı sırasında bütün ihti­
maller gözden geçirildi. Bugüne kadar müdahale sonucunda Devlet Başkanlığı
konusunu hiç açmamıştım. Arkadaşlarım da buna değinmemişlerdi. Yasama
görevlerini hangi kuruluş yapacakh? Bu harekete karşı gelebilecek güçler han­
gileri olabilir ve onlara karşı ne gibi tedbirler alınması gerekir'? Parti liderleri ne
olacakb, nıtuklamaya gerek var mı idi? Milletvekili ve senatörlerden hangileri
gözetim altına alınmalıydı? Ankara'da bunları nereye koyacaktık?
Yayınlanacak bildiriler hazır mıydı? Ast kademelere hangi tarihte bilgi
verilecekti, gibi akla gelebilecek bütün ihtimaller ve istifhamları gözden
geçirdik.
Evvela 5 Eylül Cuma günü Harek!tın yapılmasını uygun bulduk. Ancak
İkinci Başkan, Ankara Sıkıyönetim Komutanının yeni göreve başlaması do­
layısıyla 5 Eylül'e kadar bütün hazırlıkları tam manasıyla yerine
getiremeyeceğini kendisine ifade ettiğini söyleyince, bir hafta sonraki 12 Eylül

522
Cuma gününü uygun bulduk. Yedi rakamlarının hayatımda oynadığı rolleri
düşünerek, bir aralık 7 Eylül ve 17 Eylül tarihini düşündümse de; bu tarihlerin
Cuma gününe tesadüf ehnemesi nedeniyle vazgeçtim. Cuma gününün uğurlu
bir gün olması ve Cumartesi, Pazar'ın da talil günleri bulunması, bir süre için
durduracağımız banka m uameleleri, devlet işleri, hava seferleri iptali gibi
konularda bize zorluk çıkarmayacağını düşünmüştük.

Sabaha k�ı saat 03.CX>'te de Hare.kat fiilen başlayacakb.

MİLLİ GÜVENLİK KONSEYİNİN KURULUŞ ŞEKLİ

Yasama görevini yürütecek olan kurulun benim başkanlığımda Yüksek


Askeri ŞOra üyelerinden oluşturulacak bir konsey tarafından yürütülmesini
düşilndükse de, yaptığımız durum muhakemesi sonunda bunun çok zor ola­
cağını anladık. Zira Yüksek Askeri Şura üyelerinin birçoğu Ordu Komutanı
idi. Bunlar, bütün yurtta sıkıyönetim ilan edeceğimize göre aynı zamanda
sıkıyönetim komutanlığı görevlerini de yürüteceklerdi. Bu konsey sık sık, ba­
zen her gün toplanmak zorunda kalacaktı. O takdirde ya sıkıyönetim
gö revlerini aksatacaklar veya konsey çalı şmala rına muntazam
katılamayacaklardı. Buno düşünerek, bu hal şeklinden vazgeçtik. Daha evvel
1 'inci Ordu Komutanı Orgeneral Necdet Üruğ ve diğer bazı komutanlarla bu
konuda yaptığım istişarede, onlar da aynı sakıncaları düşünerek. konsey
çalışm alarına katılmamalarının doğru olacağını, bana ve Kuvvet Komutan­
larına bu işi bıraktıklannı ifade ettnişlerdi. Bu düşüncelerle sonunda konseyin
benim başkanlığımda kurulacak ve Kuvvet Komutanları ile Jandarma Genel
Komutanından teşkil edilmesini kararlaştırdık.

Adına Milli Güvenlik Kurulu diyemezdik, çünkü kanunlarımıza göre bu


kurul Cumhurbaşkanının başkanlığında Başbakan, bazı bakanlar, Kuvvet
Komutanları ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterinden oluşur ve ayda bir
toplanırdı, görevleri de kanunla düzenlenmişti.

Milli Birlik Kom itesi diyemezdik, çünkü bu isim 27 Mayıs 1960 darbesin­
den sonra teşekkül eden 38 kişilik bir kurula verilmişti.

Sonunda "Milli Güvenlik Konseyi" ismini bulduk. Konseyin bir sekretar­


yası bulunması gerekiyordu. Bu çalışmaların başından beri bizimle beraber
çalışan Orgeneral Hayadar Saltık idi. O, Ege Ordu Komutanlığına gibnişti.
Ancak onu getirmemiz şarttı. Zira Harekat emirlerinin ve diğer konuların

523
hazırlanmasında her şeyi en ince teferruatına kadar o biliyordu. Fonnülü bul­
muştum. Harekattan birkaç gün evvel Harp Akademileri Komutanı Orgeneral
Süreyya Yüksel'i İzmir'e gönderir, gayri resmi olarak Ordu hakkında bilgileri
alır ve l l Eylül günü Orgeneral Haydar Saltık Ankara'ya gelir, Orgeneral
Süreyya Yüksel de 1 2 Eylül günü verceğimiz emirle Ege Ordu Komutanlığı
görevine fiilen başlardı. İzmir'de Akademiler Komutanının ne işi olduğu soru­
labilir ve şüpheyi davet edebilirdi. B unun için verilecek cevabı da bulmuştum.
Her sene Kara, Hava ve Deniz Harp Akademileri öğrencilerinin yurdun muh­
telif yörelerinde yapukları kunnay gezileri için bölgede inceleme yapmak mak­
sadıyla İzmir'e gitmiş olacakU.
Ordu Komutanlarının Ankara'ya çağrılıp çağrılmaması hususunu da
görüştük.
Çağrılmaları ve Harekaun kendilerine izah edilmesi yararlı olabilirdi. Ancak
mahzuru fazla idi. Askeri ŞOra Toplanusı 8 Ağustos'ta bitmiş ve Ordu Komu­
tanları görevleri başına dönmüşlerdi. Ordu Komutanlarının Ankara'ya geldik­
lerini gizlemek mümkün değildi. Başbakana ve Cumhurbaşkanına bunu izah
etmek de wrdu.
Esasen Ordu Komutanlarından yalnız Ege Ordu Komutanı ile Konya'daki
2'nci Ordu Komutanı Orgeneral İbrahim Şenocak değişmişti. Ege Ordu
Komutanlığını devir alacak Orgeneral Süreyya Yüksel'e daha evvel kendisine
göndereceğimiz kurye ile ve 2'nci Ordu Komutanlığını devir alan Bedrettin
Demirel'e de yine ona gönderilecek kurye ile izah e�ek mümkündü. Nitekim
öyle yapıldı. Bu bakımdan Ordu Komutanlarını Ankara'ya çağınnaktan vaz­
geçtik.
Görüşmelerimiz sırasında mevcut hükümeti devinniş duruma düşmemek
için Başbakana haber yollayarak, hükümetin istifa etmesi teklifi ortaya atıldı.
Böyle bir şeyi Demirel'in yapmayacağı muhakkaktı. Sonra, daha Harekat
başlamadan nasıl olacak da kendisine "Biz yarın yönetime el koyacağız. En
iyisi mi sen istifa et de bizim de işimiz kolaylaşsın. Dolayısıyla bu hareket sana
karşı yapılmamış olsun" diyecektik. ManUksız bulduk ve bu teklifi reddettik.

BAŞBAKAN VE BAKAN OLACAKLAR


GÖWEN GEÇİRİLİYOR

Başbakan kim olacaktı. Bunu da aramızda münakaşa ettik. Bir kısım arka­
daşım benim hem Devlet Başkanı ve hem de hükümet başkanı olmamı istediler.

524
Böyle bir hal şeklini ben kabul etmedim. Bu konuyu Harekattan 24 saat evvel
kararlaşunrız dedik ve muallfilc.ta bırakuk.
Bakan olacak isimler üzerinde de konuşuldu fakat bunların da, başbakanla
birlikte ileride görüşülmesini doğru bulduk. Zira bakan olacak kişileri sağdan
soldan soruşturacak ve en mühimi de kendisine kabul edip etmeyeceğini sora­
caktık. Şimdiden böyle bir araştmnayı nasıl yapar ve kendisine sorardık.
Sıkıyönetim Komutanlıklarında görev alacak subayların seçimini Kuvvet
Komutanlıklarına bırak.uk.
İzinde bulunan subaylardan önemli görevde olanlarla kendilerine görev ve­
rileceklerin özel tertiplerle çağrılmasını kararlaşurdık.

SİYASİ PARTİ LİDERLERİNİN


GÖNDERİLECEGİ YERLER TESPİT EDİLİYOR

Siyasi parti liderlerinin nereye gönderileceği hususu epey zamanımızı aldı.


Ankara'da kalmalarını sakıncalı bulduk. 27 Mayıs'taki çirkin olaylan gördük
ve yaşadık. Yine böyle durumlarla karşılaşabilirlerdi. Aynca Ankara'da lehte
ve alcyte nümayişler de olabilirdi. Onun için muvakkat bir zaman için Ankara
dışında ve kimse ile temas edemeyecekleri, aynı zamanda her türlü ih:
tiyaçlanna cevap verebilecek bir yerin seçilmesi gerekiyordu. Nihayet bul­
muştuk: Gelibolu'da Hamzakoy'daki kamp tesisleri ile İzmir Menteş'teki Harp
Okulu ve Uzunada'daki Deniz Kuvvetlerinin motelleri en uygun yerlerdi.

SUÇLU OLAN MİLLETVEKİLLERİNİN


GÖNDERİLECEGİ MAHAL TESPİT EDİLİYOR

Suçlu olan milletvekilleri ile senatörleri Ankara'da koyacağımız bir yer bul­
mak da mesele oldu. Kaç kişi olacağını bilemiyorduk. Yüz rakamını da
geçebilirdi. Bugünkü toplantımızda Zir'deki tesisleri, Etimesgut'taki Zırtılı
Eğitim Tümeni ve Eğitim Merkezi Tesisleri ile Çubuk'taki Alayın kışlasını uy­
gun bulduk. Fakat sonraki günlerde bu yerlerin uygun olmayacağı anlaşıldı ve
Ankara'daki İstihbarat Okulunu bu işe tahsis enik.
Bu arada Anayasayı da konuştuk. Öyle ya, ne olacaktı Anayasa. Mevcut
525
Anayasayı yürürlükten kaldıracaktık, fakat yerine ne koyacaktık. Bunun
üzerinde ilgililerin çalışmalarını ve 7 Eylül'e kadar sonuçlanmasını karar­
laşurdık. Fakat sonraki günlerde bundan da vazgeçtik. 1 2 Eylül'den sonra bir
hukukçu arkadaşımız Emin Paksüt bu konuda bize yardımcı olarak 2326 sayılı
Kanunu hazırladı ve bu Kanun bize çok büyük serbestiyet sağladı.

TOPLANTI SONUNDA İMZALADIGIMIZ ZABIT

Bu konuşmalar sonunda tarihi bir vesika olması düşüncesiyle İkinci


B aşkan kendi el yazısı ile vardığımız kararlan kaleme aldı ve bu vesikayı hepi­
miz imzaladık.

Jandarma Genel komutam Orgeneral Sedat Celasun görevle Ankarn dışında


bulunduğundan bu vesikayı imzalayamamıştı. Görevden döndükten sonra 2
Eylül günü imzaladı. Fotokopisi ekli olan bu vesikada onun· için toplantıda bu­
lunanlar arnsında Orgeneral Celasun'un ismi yoktur ve imzası üzerindeki tarih
de 2 Eylül'dür.

Hepimiz imzaladığı vesika şöyle idi:

Topla11tı Gü11ü : 26 Ağustos 1 980 Salı


Topla11tıya Katıla11lar : Orgeneral Kenan EVREN
Orgeneral Nurettin ERSİN
Orgeneral Tahsin ŞAHİNKAYA
Oramiral Nejat TÜMER
Korge11eral Necdet ÖZFORUN
(30 Ağustos'ta Orgeneral olacaktıJ

1. Gündemde Konuşulanlar ve Özetler:


a. Tarih Tespiti
Saym Genelkurmay Başkanının önerisi üzerine 5 Eylül 1980 günü idareye
el koyma tarihi olarak incelendi. Komuta heyetindeki değişiklikler ve bilhassa
Ankara Sıkıyönetim ve 4'üncü Kolordu Komutamnın hazırlıklarını tanı yap­
ması içi11 istediği zaman dikkate alınarak müştereken 12 Eylül 1 980 Cuma
526
günü kararlaştırıldı ve ilgililere 5 ilti 12 Eylül günleri arasuıda idareye el konu­
/acağmın tebliğine karar verildi.
b. Hazırlıklarm tam yapılması amacı ile 1 Eylül 1980 tarihinde ANKARA­
İSTANBUL-İZMİR ve ADANA Sıkıyönetim Komutanları, ast birlik komu­
tanlarına durumu açıklayarak, bu komuta seviyesinde pla11ları geliştirmeye
başlamaları tespit edildi. Bilgi yalmz ana ve nıümkü11 olan hallerde General,
Amiral düzeyindeki Komuta11lara verilecek.
c. Ordu Komuta11larının ANKARA 'da toplanarak görüşmelerin ve
müzakerelerin yapılmas111a lüzum olmadığı kararı verilerek emirleri11 1
Eylül'de11 evvel kendilerine yollanması tespit edildi.
d. ANKARA , İSTANBUL, İZMİR ve ADANA dışuıdaki Ordu ve Örfi
İdare Komutan/an ayrıntılı bilgiyi "HEDEF" tarihinde11 üç gü11 evvel ilgililere
bildirecekler.
e. Milli Güvenlik Konseyi'ni11 Ge11elkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları
ve Ja11darma Genel Komutamnda11 oluşması ve Orgeneral Haydar Saltık'm
aym zamanda sekreterliğini yapması kararlaştırıldı.
Genelkurmay Başkanı Konsey ve Devlet Başkam olacaktır.
f. Orgeneral Haydar Saltık'uı Devlet Başkam Genel Sekreterliği11e getiril­
mesi kararlaştırıldı.
g. Ka11un gücündeki kararnamelerin ve yönemıeliklerin Devlet Başkam ta­
rafından 011ayla11masma karar verildi.
h. Hükümetbı istifa ettirilmesi için başbakan ile konuşmanın sakıncaları
dikkate alınarak vazgeçildi.
k. Meclislerin lağvedilmesi kararlaştırıldı.
2. Hazırlıklar İle İlgili Diğer Hususlar:
a. Başbakanın seçilmesi hususu en geç 24 saat evvel karara varılacak.
Say111 Komutanın elinde bulunan listedeki isimler tartışıldı ve bakanların
başbakan ile birlikte seçilmesine karar verildi.
b. Emekli generallerden kimlere görev verileceği incelendi.
c. Sıkıyönetim Komutanlığı emrine verilecek subayları kuvvetler seçecek.
d. İzinde bulwıan personel özel tertiplerle vazifeye çağrılacak.
e. Parti liderlerinin korunmalı ikameti için HAMZAKOY, MENTEŞ,
UZUNADA düşünülecek ve ayrı ayn yerleştirilecek.
f. Suçlu senatör ve milletvekilleri ZİR, ÇUBUK, Zırhlı Eğitim Merkezinde
toplanma/an planlanacak.
527
g. Anayasanın yürürlükten kalkması işi 1 Eylü/'de11 itibaren uzmanlarla ele
alınacak, 7 Eylül'de en geç olarak sonuçla11dmlacak.
h. Sıkıyönetim Mahkemelerinin kuruluşu ve yetkileri ele almacak ve mah­
kemelere sivil hakimler atanabilecek. Albay Sezgin ile görüşülecek. Çalışmalar
1 Eylül'de başlayacak.
k. Bildirilerin sonuç/andın iması 8 Eylül'e kadar (en geç) saglanacak.
Orgeneral Kenan EVREN Orgeneral Nurettin ERSİN

İmza İmza
Orgeneral Tahsin ŞAHİNKAYA

İmza
Orgeneral Nejat TÜMER

İmza
Korgeneral Necdet ÖZfORUN

İmza
26 Ağustos'ta yaptığımız bu görüşme sırasında Hava Kuvvetleri Komutanı
Orgeneral Tahsin Şahinkaya'nın Amerika'ya yapacağı ziyaret bahis mevzuu
oldu. Daha evvelden kararlaştırılmış bulunan bu ziyaretin 12 veya 13 Eylül'de
bitmesi gerekiyormuş. Şahinkaya bu durum karşısında nasıl hareket etmesi ge­
rektiğini sordu. Geziyi iptal etmek olmazdr. Mühim bir sebep bulmak gere­
kiyordu. Böyle bir mazereti bulmak çok zordu. Onun için seyahati
gerçekleştirmesini fakat en geç 1 1 Eylül günü Ankara'da bulunacak şekilde
gezi programında kısaltıma yapmasını kararlaştırdık.

Toplantı sonunda. aldığımız bu kararın vatan ve milletimiz için hayırlı ol­


masını diledik.

KUVVET KOMlITANI ARKADAŞI...ARiın İKAZ EDİYORUM

Ben arkadaşlarımı bir defa daha ikaz ettim. Aramızı bozmak ve bizi
parçalamak için çeşitli entrikalara başvurulacaktır. Bu konuda çok dikkatli ol­
mamız gerekir. Bize iletilen aleyhimizdeki dedikodu mahiyetindeki sözlere he­
men inanmamamızı, duyduklarımızı birbirimize çekinmeden söylemek sure­
tiyle hakikati ortaya çıkarmamızı istedim. Beş kişi olan biz, sağlam
durabilirsek, bu badireyi rahatlıkla atlatabiliriz, aksi halde çok zor günler

528
yaşarız demek suretiyle arkadaşlarımın dikkatini çektim. B u kararımız
hakkında eşlerine bile bigi vennemelerini istedim.
Hatırımda kaldığı kadarı ile şunu da söyledim: "Memleket elden gidiyor.
Daha bir süre böyle devanı edecek olursa memleketin bir iç savaşa
sürüklenmesi ve sonunda parçalanması mukadderdir. Yapacağımız bu
müdahale ile bunu önleyeceğimize inanıyorum. Milletin büyük bir
çoğunluğwıun bizimle beraber olacağmdan şüphe etmiyorum. Az bir ihtimal
olmakla birlikte şayet muvaffak olamazsak, kim muvaffak olursa o idareyi ele
alrr ve memleket bu çalkantuian kurtulur. Politikacıların çeşitli engellemeleri ile
karşı karşıya kalacağımız kuşkusuzdur. Daha birçok zorluklar bizi bekliyor.
Fakat Allah 'm izni ile hepsini de aşacağız, yeter ki birlik ve beraberliğimizi
kaybemıeyelim. "
Oç saat süren toplantımız sona ermişti. Kafamda çeşitli istifhamlar ve te­
reddütler dolaşmıyor değildi. Muvaffak olacağımıza inanıyordum. Ama, yine
de birtakım sorulan kafamdan atmak mümkün olmuyordu. Diğer taraftan da
eşimin hala hastanede olması beni son derece üzüyordu. Gerçi artık
konuşabiliyor ve kısa mesafe içinde olsa da bastonla ve koluna gimıek sure­
tiyle yürümeye başlamıştı. Ancak sağ elini kullanamıyor ve konuşması ile
yürümesinin tamamiyle iyileşeceği ümidi de yoktu. Gülhane Hastanesine
yattığı günden beri hemen hemen her gün ya öğleyin veya akşam üzeri
uğruyor, ona moral vermeye çalışıyordum. Ancak bu hastalık Sekine'yi moral
bakımından çok çökertmişti. İyileşmenin çok ağır seyretmesi, rahat
konuşamaması, yürüyememesi, elini kullanamaması onu son derece
üzüyordu. Zaman zaman doktora bir iğne yapmaları suretiyle öldürmelerini
bile sôyleyebiliyordu. Bu yüzden ilaçlarını saklıyorduk. Tabii ki bu halin beni
üzmemesi mümkün müydü? İzmir'de Ege Ordu Komutanlığından emekli olup
orada yerleşmiş olsaydık belki bu hastalık da başımıza gelmeyecekti diye
düşünüyor, Genelkunnay Başkanı olduğuma da için için linet ediyordum.
İşte böyle karma karışık düşünceler arasında bocalarken kendimi topar­
ladım ve olan olmuştur, gerekli karar verilmiştir, şimdi verilen bu kararın en
iyi bir şekilde yerine getirilmesi için çalışmam gerekir dedim ve İkinci Başkanı
çağırdım . Kendisine Ağustos ayı başında toplattığımız Bayrak Harekat emir­
lerinin ilgili komutanlıklara ulaştırılması için harekete geçilmesi emrini verdim.

529
30 AGUSTOS MESAJIM

30 Ağustos Zafer B ayramı yak l aşı yord u . Bu bayram dolayısı y l a


hazırladığım v e televizyonda canl ı olarak yayınlanmasını istediğim konu�ma
metnini tekrar gözden geçi rd i m . Bu mesajın her seferk inden daha sert ve an­
lanı lı olma�ını arı;u ettim. Zira Gcnclkumtay Ba�kanı olarak yayınlanacak son
mesaj olacakıı.

Bu mesajımı aynen buraya geçim1ek istiyorum :



"A=i= Yurttaşlanm ,

Kahraman Silah Arkadaş/armı,

Yüce U/usumu=wı yeniden do.�uşımu müjdeleyen ve Türkiye Cumhuriye­


tine hayat \'eren büyük =aferimi:i 11 58'i 11ci yı /dönümüne, U Iu Ö 11derimiz
Atatürk'ü11 ayduılamğı yolda ve ilkeleri11de11 asla ta1·iz l'ermemeye kararlı ola­
rak u/aşnuş lmlımuyoruz.

Ulusumuza ve Türk Silahlı Kul'l'etleri me11sup/ar111a kutlu olsun.

Ebedi Başkomuta111n11 : Atatürk'ün 30 A,�ustos 1 922 günü Büyük Zafer De­


sta111 '11111 bir amsı olarak Türk Ordusuna armağan ettiği bu mutlu Bayram, bu
:nidan itibaren aym :amanda Silahlı Ku1•vetlerimi:i11 kuruluş gü11ü olarak da
kutla11acakttr.

Kara Kul'l'etleriy fe 2 189, De11iz Kuvvetleriyle 890, Hava Kuvvetleriyle 59


ve Jaıularnıa Genel Komutanlığı ile de 14 /'inci yı/1111 idrak eden Türk Silahlı
Kul'l'etleri için, bu muhteşem zaferin _wldö11ünıünden daha a11/amlı ve daha
güzel bir kuruluş günü düşünebilmek esasen mümkün değildir.

Uluswıun engin güven l'e gurur kqy11ağı kahraman Türk Ordusu, ke11disi11e
bahşedilen bu kutsal güne layık olduğunu, gerektiğinde, daima en mükemmel
şekilde gösterecek ve birçok yüzyıllart aşarak Büyük 'Zaferin meş'a/esini, Ulu
A tatürk'ün izinde, sonsu :a kadar şan ve şerefle 11esilde11 11esile taşıyacaktır.

Çiüıkü o, erişilmez giiciüıü, tarih SO)falanm menkıbe/eriyle süsleyen kahra­


man soyundan, iistiüı moral ve disiplin ruhundan almakta; çağdaş bilim ve tek­
niğe dayanan eğitimini, modem harp silah ve malzemesi ile de her geçen gün
bir kat daha geliştirmektedir.

So11 yıllarda ülke ekonomisinin uğradığı talihsiz bwıalrmlamı olumsuz etkil­


erine rağmen, 01ıım Atan".irk i11a11cı ve sı m rsız yurt sevgisiyle dolu çelik g öğsü,

530
en kötü emellerin tufamyla dahi yıkılmaz bir kale ve aşılmaz bir dağ olarak kal­
acaktır.

Ancak, Türk Silahlı Kuvvetlerini, dışa bağınıli ülkeleri11 daima zarar


gördüğü bazı olumsuz etkilerden koruyabilmek veya bu zarart en düşük
düzeye indirebilmek için, Milli H01p Sanayii11e öncelik vermek ı•e sür'atle
gerçekleştirmek gerekt(�ini de aynca önemle ıw-gulanıak isterim.

Ne yazık ki, Yüce Atatiirk'ün uza,�ı gören üstü.11 dehası ile başlalfl,�ı yerli
Ha1p Sanayii atJ/1n11111n, ay111 heyecenla demm ettirilememesi ı·e bir aralık ta­
mamen ll'l"kedilmesine sebep olan hata ve ihmallerin bedelini, Türk Silahli
Kımwleri bugün oldukça a,�ır bir bwıalmıla iidemektedir.

Dünya'111n en güçlü ve kahraman Ordusunun korkusuz saı·aşçılan, ihtiyaç


duyduk/art re çok iyi de,�er/endirecekleri muhakkak olan yeterli silah ve mal­
zemeyi, dış ülkelerden bi11bir güçlükle ve çok pahali bir şekilde sağlayabilmek
yerine, ulu.\·unun eşsiz zekôs111dmı ve becerisi11den bek/emektedir. Çünkü 011-
/ar, güç/erini11 de ötesinde, tüm çabalan111, ülkemize en (\'İyi, en doğruyu ve
en güzeli verebilme tutkusu11a adanuş, tarih boyu)ıca fedakôrlik ve kahra­
nıa11lı,�111 simgesi, uygarlık ve bilimin öncü.\·tl, ahlôk111 ve hakkm koruyucusu
olarak, Türk Ulusunun hayafllıa büyük değerler katn11şt1r. Toprağmm ekilme­
si11de, yurd11nu11 imamıda , yurrtaşı11111 eğitilmesinde, daima yardmıcı olmuş,
Türkün bağımsdık ve 01111rwıu kötü emellerden korumuş \'C kurtarnuşttr.

Nitekim; bugün de, a/dat1/arak iç ı·e dış ihanet odak/ar111111 kukla/an haline
getirilmiş bazı zavallı kişileri11, güzel \'atamnu=ı ka11 ve kin gölü hali11e getire­
rek parçalamayı amaçlayan anarşik eylemleri11in karşısmda büyük bir heyecan
ve hassas bir görev bilinci ile di�ilmiş bulwımaktadır.

Ulusumuzun mutluluk ve huzw_-u uğruna seve seve üstlendiği sıkıyönetim


hizmetini, çeşitli yerlerde çalışarak esas görevi11de11 ayrı kalma pahasma da
olsa, gece ve gündüz ara vermeden sadakatle ve gayretle yürütmektedir. Bu­
mmla beraber, eğitimin ve savpş görevlerinin aksatılmaması için gösterilen
bütün çabalara rağmen, birlikler üzerinde az da olsa yaramğı olumsuz etkileri
ortadan kaldırabilmek için, iki yıla yaklaşan sıkıyönetim uygulamasına bir a11
önce son verilmesi gerektiğine inanmak.tayız.

Uygun yasal tedbirler alınmak suretiyle, normal düzene dönülmesini birçok


defalar talep emıiş olmanuza karşılık, halen yürürlükteki yasa/armuzm bıma
imkan vermediğini görmekte ve bu konuda, yeni yasal düze11/emelere ihtiyaç
duyulduğu görüşünü taşımaktayız.

Ancak, Sıkıyönetim Komutan/amım hiç olmazsa bazı sorwılatına çöz.ünı


getirebilmek üzere, yetkilerinin arttmlması ile ilgili olarak su11ula11 yasa
değişikliğinin Meclis/erimizden geçirilebilmesi için saıfedile11 çabalanmız
maalesef netice vermemiştir.

531
Son yirmi yılda, yurdumuzda, ortalama her iki yıla karşılık bir yıl
sıkıyönetim uygulaması zorunluluğu ortaya çıktıgma göre, nedenlerinin çok iy�
bir tahlilden geçirilerek bir çözüm yolu bulunması gerekli görülmekte ve bu
görevin de Meclislerimize düştüğüne i11anılmaktadır.
Meclislerimizi11 aylardır çalışamaz ve Cumhurbaşkam seçimi gibi çok
ö11emli bir görevini yapamaz duruma getirilmiş olmasmdan ulusumuz derin
ızdırap duyarken , ülkede huzur ve süku11u11 sadece Sıkıyönetim Komuta11-
larında11 beklenmesinin ve kısa sürede gerçekleşmemesi üzerine de, on/arm
suçlanmasının insafla ve sağduyu ile bağdaştırılması , elbette mümkü11
degildir.
Nitekim, yurdumuzda olduğu gibi, a11arşi11in hüküm sürdüğü tüm ülkelerde
mücadele, ulusça verilerek yapılmakta ve a11cak bu suretle, üstesinden geli11e­
bilmektedir.
Tarihimizin, birlik ve beraber/igirııize ait birçok güzel örneklerle dolu ol­
ması/la karşılık bugün böyle bir bütünleşmeyi sadece sözle istemekte.fakat 11e
yazık ki, asla gerçek/eştirememekteyiz.
Bütün bwılara ilave olarak devlet otoritesinin düştüğü zafiyet de, anarşi ve
terörün üreyip gelişmesine elverişli ayn bir ortam yaratmakta; ö11ce/eri, öğrenci
öğremieninde11, suçlu emniyet görevlisi11den, evlat babadan çeki11mekte iken,
bugün bu düzen tamame11 tersine dönmüş bulwımaktadır.
Unumıamak gerekir ki, vata11daş devlet otoritesini11 etkinliği ve suçlularm
sür'atle cezalandmldıklamıı görmek ister. Ancak o zaman devletine güvenir,
yardımcı olur ve beklenen bütü11leşme de bu suretle sağlanabilir.
Değerli Arkadaşltırım,
Yurt ekonomisinin içinde bu/u11duğu bunalımın ortadan kaldırılabilmesi için
elbirliği ile satfedilecek çabalar yeri11e, sapık ideolojileri11 bilinçsiz köleleri ta­
rafmdan sürdürj1/e11 bu azgın a11arşi ve terör, hiçbir soruna çözüm getirme­
mekte ve sadece bütünlüğümüze göz diken kötü emellere hizmet etmektedir.
Yurtta doğmasım düşledikleri kargaşa ile demokratik düze11i11 ve ülke
bıiJüıılüğı"Jııün yok edilmesini amaçlayan anarşinin idrakten yoksun vatan haini
yaratıcıları, elbette layık oldukları cezayı bulacak, tarihimizde bir zamanlar
türemeye yelte11e11 benzerleri gibi, Türk Silahlı Kuvvetleri11in kahredici yum­
ruğu altında ezilerek, akıttıkları kardeş kanlarının gü11ahları içinde boğulup
gidecekler ve Yüce Türk Ulusu, bağrında.n doğan Türk Silahlı Kuvvetlerinin
yarattığı güven ortamı içi11de, so11suza kadar birçok bayramları refah ve mutlu­
lu/darla kutlayacaktır.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kahraman Evladı,

532
Sen bağımsızlığımızm tek ve en büyük güvencesi, Atatürk ilkelerinin sadık
ve fedakar bekçisi, geleceğimizin gerçek sahibisin.
Atatürk ideali en güçlü rehberin, Cumhuriyetimiz en kutsal emanetindir.
Onlarla yaşa, onlarla sonsuza ulaş.
Cennet yurdun için mucizeler yarat, her köşesi iyilik, doğruluk ve güzellik
çiçekleriyle dolsun.
Kahraman Ulusunu mutlu ve hür yaşat ki şehitlerinin ruhları şad olsun.
Atatürk ilkelerinde11 asla taviz verme, onları amacma götür.
Bu senin, Türk Ulusuna ve yurduna karşı en kutsal görevin ve en yüce so­
runılu/uğwıdur.
Ulusun sana güvenmekte, seninle gurur duymaktadır. Sen bu güvene layık
olduğunu yüzyıllardan beri her zaman, en mükemmel şekilde gösterdin; gele­
cekte de, kudretle ve büyük bir görev anlayışı ile göstereceğine kesin inanç
besliyorum.
Saym Yurttaşlarım, Değerli Arkadaşlanm,
Türk Silahlı Kuvvetleri, sorumluluklarımn engin bilinci içerisinde, kendi­
sine düşecek görevleri, yasaların verdiği yetkilerden güç alarak, şevk ve heye­
canla yerine getirmeye hazır bulunmakta, aziz ve kahraman ulusunun daima
emrilıde ve hizmetinde.olmanın sımrsız gururunu yaşamaktadır.
Sizleri, bu engin gurur ve heyecanla se_/amlıyor, Türk Silahlı Kuvvetler
Kuruluş Gününü ve Zafer Bayramınızı, en içten sağlık, mutluluk ve başarı di­
leklerimle kutluyorum.
Bizlere bu eşsiz zaferi armağan eden, Büyük kurtarıcımız Atatürk'ü ve aziz
şehitlerimizi tazimle amyor, nıalül ve muharip gazilerimizle, şehitlerimizin dul
ve yetimlerine, Silahlı Kuvvetlerimize uzun yıllar değerli hizmetler vermiş ve
bugün sajlarmdan şeklen ayrılmış tüm emeklilerine derin şükranlarımla, hepi­
nize sevgUer sunuyorum.

Görüldüğü üzere mesaj çok açıktı. Silahlı Kuvvetlerin anarşi ve terörü


önlemeye kesin kararlı olduğu net bir şekilde anlaşılıyordu.

533
BAYRAK HAREKAT EMRİ İLETİLİYOR

İkinci Başkana verdiğim emir gereği Bayrak Harekat emirleri 28. 3 1


Ağustos günleriyle 1 Eylül, 2 Eylül, 3 Eylül, 4 Eylül günleri ilgili bütün
komutanlıklara özel kuryeler ile götürülerek bizzat komutanlara teslim edildi.
Bu HarekAt emrinde HarekAtın başlayacağı gün ve saat belirtilmemişti. Bu
kısım açık bırakılmış, 5 Eylül'dcn itibaren her an hazır olwıması bildirilmişti.

Artık her şey hazırdı. Bütün yurtta sıkıyönetim ilan edilecekti. Bunun için
Sıkıyönetim Komutanları ile bölgeleri tespit edilmişti. Gerçi Harekatın
başlangıç günü 12 Eylül ve saatini de 03.00 olarak kararlaştırmıştık ama 5
Eylül'den sonra gelişecek olaylar bu günü öne veya sonraya almayı
gerektirebilirdi.

DIŞİŞLERİ BAKANI DA DÜŞÜRÜLÜYOR

Daha evvel Milli Selamet Partisinin Dışişleri Bakanı Hayrctiin Erkmen


hakkında verdiği gensoru önergesinden bahsetmiştim. Cumhuriyet Halk Par­
tisinin bu önergeyi destekleyeceği ve dolayısıyla Erkmen'in B akanlıktan
düşürüleceği kuşkusuz idi. Her yerde, her toplantıda bu konu konuşuluyor,
böyle saçma şey olamayacağı, bir ülkenin dışişleri politikasının yalnızca bir
Bakana yüklenemeyeceği, Bakanın bunu gerektirecek bir davranış içerisinde
bulunmadığı, binaenaleyh eğer böyle bir durum vuku bulursa hükümetin
güvenoyuna başvumıasırun doğru olacağı ısrarla ileri sürülüyordu.

Ben de konuştuğum kişilere aynı şeyi söylüyordum. Fakat gelin görün ki,
1 Eylül günkü basında hükümetin bu konuyu bir güvenoyu meselesi yapmaya­
cağı hakkında beyanat yer alıyordu. Yani Başbakan Dışişleri Bakanı Hayrettin
Erk.men'i de feda ediyordi. Bir yerde Sayın Erkmen1e görüştüğümde, o da bu
karardan duyduğu üzüntüyü belli etmişti.

5 Eylül günü gensoru görüşüldü ve yapılan oylama sonunda Erk.men ba­


kanlıktan düşürüldü. Bunun arkası muhakkak gelecekati. Aynı gün Ecevit bu
konuda beyanat veriyor ve "Artık hükümet boşluktadır" diyordu.

534
KONYA OLAYLARI

Bu olaydan bir gün sonra Konya'da çok çirkin olaylar cereyan etti. Milli
Selamet Partisi İsrail'in Kudüs'ü işgali dolayısıyla Konya'da bir miting
tertiplemiş ve bu mitinge Türkiye'nin çeşitli yörelerinden militanlarını, din
adamlarını ve hatta ülkemizde bulunan müslüman ülkelerin adamlarını da
iştirak ettirmişti. Mevlana türbesi ve · camii önündeki meydanda büyük
nümayişlerle konuşmalar yapılmış, İstikUl.l Marşımızı söyleyenler protesto
edilmiş, bu esnada yerlere oturulmuş. bir kısım yobazlar "Ezan sesi istiyoruz,
bu marşı söylemiyoruz" diye bağırmışlar, Erbakan ve vaktiyle bakanlık
yapmış bir kısım Milli Selamet Partili m illetvekillerinin de katıldığı kortej kol
kola girerek, eski Türkçe pankartlarla, ilahilerle yürüyüşe geçmişler ve tam
manası ile tarihte cereyan eden 3 1 Mart olayını tekrar ebnek istemişlerdir.

Sözde bu gösterinin bir maksadı da komünistlere karşı güç gösterisinde bu­


lwımakh.

Olayı televizyonda seyredip ertesi günü gazetelerde de okuyunca çok sinir­


lendik.

O Erbakan ki; 30 Ağustos Zafer Bayramının Anıtkabir'dcki kısmı ile Ge­


nelkumı ay Başkanlığında yapılan kutlama törenlerine katılmamış ve
katılmayışına o günü Karadeniz şehirlerimizden birisinde vefat eden bir din
adamının cenaze torenini bahane olarak göstermişti. Erbakan için bir hocanın
cenaze töreninde bulunmak daha mühimdi. Esasen Anıt.kabir'e gitmeyi
Başbakan Yardımcısı iken dahi kerhen yerine getinnemiştir.

30 Ağustos Bayramına katılmayan bu kişi Konya'da tarihteki 3 1 Mart pro­


vasına çekinmeden kaulabiliyordu.

ECEVİT'İN İŞÇİLERE
TRİBÜNLERDEN SAHAYA İNMELERİ ÇAGRISI

Aynı gün Cumhuriyet Halk Partisi Genel B aşkanı Bülent Ecevit de


İstanbul'da yapılan Petrol-İş Sendikasının l 7'nci Merkez Genel Kurul
toplantısına kablmış ve orada yaphğı konuşmasının bir yerinde şöyle dediği 7
Eylül günkü gazetelerde yer almışb.

"Türkiye'de sanki bir nıaç oynamyor. Bu maçta _sahada siyasal partiler ve


siyaset adamları vardır. Toplumun büyük bir kesimi ise tribünlerde seyirci

535
durumdadır. Sahada oynanan kavgalı döğüşlü tatsız, tuzsuz, sıkıcı ve sa,bır
taşırıcı bir maçtır. Bu maçı izlemekten usanan/ar artık zaman zaman kendi tut­
tukları takıma bile kızar olmuşlardır. İşçiler de genellikle tribünlerdeki
seyirciler arasında yer altyorlar. Orada bir yanlışlık var. Bu yanlışlık nerede?
Yanlışlık sahada aranıyor, kaptanlarda aranıyor, kurallarda aranıyor. Tabii he­
pimizin kendimize göre kusurları vardır. Ama asıl yanlışlığı daha derinde bir
yerde aramak gerekir. Bence asıl yanlışlık demokratik siyasal macade/eiıin bir
tar seyircilik maç samlmasmdadır. Oysa demokrasi ancak bu tar ayrımlar orta­
dan kalktığı oranda gerçeklik kazamr. Çünkü demokrasi hallan kendi kendisini
yönetmesidir.
Şimdi ben Petrol-İş Kongresine tribünlerdeki işçileri sahaya çağırmak için
geldim.
Demokrasi sahasmda demokrasinin sağlıklı kuralları içinde siyasal sürece
katkıda bulunmaya, çağırmaya geldim. Yalnız Petrol-İş değil, demokrasiyi be­
nimsemiş tüm Türk işçilerini çağırmaya geldim.
Böyle giderse, birisi düdüğü çalar demokrasi biter. " dedi.
Görüldüğü gibi Ecevit, bütün işçileri bir nevi demokrasiyi koruma kisvesi
altında eyleme çağırıyordu.
Ö yle zannediyorum ki, Ecevit benim 30 Ağustos mesajımdan bir şeyler se­
zinlemiş ve düdük çalmadan işçileri harekete geçirmek istemişti. Fakat Ece­
vit'in bu çağrısına vatan ve milletine bağlı olan fedakar işçilerimiz rağbet etme­
diler ve bir harekette de bulunmadılar.

Il.GİLİ KOMUTANLIKLAR DA
HAZIRLIKLARINI TAMAMLIYORLAR

Harekat günü yaklaştıkça biz de çalışmalarımıza hız veriyorduk. Harekat


günü Milli Güvenlik Konseyi Sekretaryası hemen vazifeye başlaya­
m ayacağından, bu görevi bir süre Genelkurmay Karargahının yürütmesi gere­
kiyordu. B u hususta İkinci Başkana emrimi verdim. Böylece Milli Güvenlik
Konseyi Sekreteryası işi de geçici olarak halledildi.

Bu arada Ordu ve Kolordu Komutanlıklarının bizim gönderdiğimiz Harekat


emrine göre hazırladıkları kendi planlan da tasdik için Genelkurmaya geliyor
ve tasdik edilerek iade ediliyordu. 5 Eylül günü Ankara 4'üncü Kolordu ve
Sıkıyönetim Komutanlığının planı da gelmiş ve tasdik edilmişti.

536
Daha evvelce de değindiğim gibi, siyasi organların Harekat hakkında haber
almaları ihtimali karşısında Ani olarak Harekata başlanabilmesi için bir saatlik
bir hazırlığı müteakip· derhal H arekata başlanması hususunda gerekli
hazırlıklann yapılması emrini 7 Eylül günü verdim. Buna göre hazırlıklara
başlandı.

HAZlRLIKLAR SON DEFA GÖZDEN GEÇİRİLİYOR

8 Eylül 1 980 günü benim odamda son bir koordinasyon toplantısı yaptım.
Toplantıya Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuv­
vetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral
Tahsin Şahinkaya, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun, Ge­
nelkurmay Il'nci Başkanı Orgeneral Necdet Öztorun katıldılar. Bu toplantıda
birçok konulan gözden geçirdik. Bunları şöyle sıralamak mümkün:

Evvelce bütün hazırlıkları yapılıp son şekli verildikten sonra, ilgili Komu­
tanlıklara özel kuryelerle ulaştınlması talimatını II'nci Başkana ve Kuvvet
Komutanlarına verdiğim "Bayrak Harekat Emri"nin bütün ilgili Komutanlarca
teslim alındığı bildirilmiş, yani bu herekit emri yerlerine ulaştırıldığı
anlaşılmıştı.

Bayrak Harekftt Emri'ni alan bazı Komutanlıklardan ilave kıt'a istekleri


gelmeye başladı. Bu isteklerden bir kısmı haklı, bir kısmı da fazla birlik zarar
vermez felsefesinden hareketle istenmişti. Savaşta da böyle olurmuş. Cephe­
deki komutanlar mütemadiyen yeni kıt'a veya topçu ateşi veya hava desteği is­
terlermiş. Bu istekler değerlendirilerek gere�i olan isteklerin yerine getiri­
leceği kararlaştırıldı.

12 Eylül günü göreve başlayacak olan Milli Güvenlik Konseyi Genel Sek­
reterliğinin yapacağı hizmetler gözden geçirildi. Genel Sekreterliğin Genelkur­
may B aşkanlığı binası içinde görev yapması mahzurlu bulundu. Türkiye
Büyük Millet Meclisi'nin uygun bir bölümünde hizmetini sürdürmesi, aynca
Devlet Başkanı olarak benim de Genel Sekreterliğimi yapması uygun bulundu.

12 Eylül'den itibaren yurdun iç güvenlik, belediye, halkın iaşesi, ulaştırma


ve PIT hizmetlerinin nasıl yürütüleceği konulan üzerinde göıiişmeler yapıldı.
12 Eylül saat 03.00'ten i tibaren telefonlarının kesilmesi gereken kişiler tespit
edilerek bu konuda hazırlık emri verildi (Parti liderleri, Cumhurbaşkanı Vekili
gibi).

Sivil Hizmetler Başkanlığının sorumluluğunda yürütülecek olan;

537
Fmniyet Müdürlüğü hizmetleri,
Trafik Müdürlüğü hizmetleri,
Bakanlıkların aksaksız çalıştınlması,
Bakanlıklara yeni atanacak sivil ve askeri şahısların seçim hazırlıklarının bi­
ran evvel bitirilmesi,
Harp Akademilerinin kısa bir süre tatil edilerek burada mevcut
öğrebnenlerle öğrencilerin önemli hizmet yerlerinde kullanılmaları,
Ankara'daki İstihbarat Okulu'nun üst katının gözetim altına alnıması
gereken önemli kişi ve siyasetçiler için hazırlanması,
1 1/12 Eylül gecesi ve 12 Eylül günü özellikle büyük karargfilılarda nöbet
tutacak nöbetçi amirleri ve nöbetçi subaylarının güvenilir tecrübeli subaylardan
seçilmesi ve bunların iki gün evvelden belli edilmesi, Her Bakanlığa birer irti­
bat subayı ve kontrol heyetlerinin gönderilmesi, bunların yapacakları
g�revlerin genel hatlarıyla madde madde yazıh olarak kendilerine verilmesi, bu
yazılı görevlerin iki gün evvelinden irtibat heyeti başkanına ulaştırılması karar­
laştırıldı.
Aynca şu kararlar da bu toplantıda alındı:
- Ekonomi ve Mali Hizmetler, Genelkurmay J-5 Başkanlığınca yürütülecek
ve burada Merkez Bankası Başkanı İsmail Aydınoğlu ile yakın temas kurula­
cak ve Milli Savunma Bakanlığı Komptrolörü de bu işlerde koordinatör ola­
cak.
Valiliklerde, Belediye Başkanhk!annda, Kaymakamlıklar ve Muh­
tarlıklarda hizmetler aksatılmadan aynen yürütülecek, bu makamlardaki
değişiklikler ileride uygulanmak üz.ere şimdiden hazırlıklar yapılacak.
-Türkiye'deki bütün hastaneler bir elden idare ve kontrol edilecek.
- Milli Savunma Bakanlığı İşçi Hizmetleri Başkanlığında çalışan Albay
Talat Sargın iş ve işçilerle ilgili bütün işlemler için hazırlıklı olacak, bütün grev
ve lokavtlar kaldırılacak. Fabrikaların tam kapasite ile çalışmaları sağlanacak.
Milli Savunma Bakanlığı işyerlerinde daha evvel kabul edilmiş bulunan zamlar
derhal yürürlüğe konulacak.
- Genelkurmay J-6 Başkanlığı, PTf ve TRTde kontrolü ele alacak. Bunun
için gerekli hazırlıklarım tamamlayacak. TRT Genel Müdürü Kasaroğlu bir
süre için görevinde kalacak. Değiştirilmesi hususu ileride düşünülecek.
- Genelkurmay Genel Sekreteri Tuğgeneral Fikret Küpeli Sıkıyönetim
Komutanlıkları tebliğleri dahil, sivil ve idari hizmetlerle ilgili ilk tebliğleri
sıraya koyacak, son gözden geçirmeleri yapıldıkları sonra II'nci Başkan ve

538
Kuvvet Komutanlanrun tasvibini alacak, Harekattan iki gün evvel TRTde
okwımaya hazır hale getirecek.

- Genelkunnay Personel Başkanlığı, Genelkunnay Adli Müşavirliği. Sivil


İşler Başkanlığı koordineli bir şekilde çalışacaklar ve kurulacak Sıkıyönetim
mahkemelerinin hazırlıklarını tamamlayacaklar.

- Sivil İşler Başkanlığı hapishanelere el koyma hususunu planlayacak,


hapishanelerdeki yönetici ve gardiyanların durumwm inceleyecek.

- Altın, mücevherat ve kıymetli malzeme ve eşyaların bulunduğu yerler


koruma altına alınacak.

- Genelkunnay'daki bütün Başkanlıklar yarından itibaren saat saat olaylan


tespit eden cerideler tutmaya başlayacaklar.

- · Milli Güvenlik Konseyi Sekreterliğine seçilen Orgeneral Haydar Saltık


son ana kadar Ege Ordu Komutanlığında kalacak, 1 1 Eylül günü uçakla AnJca­
ra'ya getirtilecek ve yerine Orgeneral Süreyya Yüksel bakacak.

Bunlar d a kararlaştınldıktan sonra. 1 2 Eylül saat 03.00'ten itibaren


sırasıyla TRT'den yayınlanacak olan 9 adet bildiriyi teker teker gözden
geçirdik.

Bilfilıare, Milli Güvenlik Konseyi ve Devlet Başkanı olarak benim ve Kon­


sey Üyesi görevini yürütecek Kuvvet Komutanlarının Konsey Üyesi sıfatıyla
yapacakları yeminler üzerinde II'nci Başkanın son tashihleri de yaparak hazır
etmesi em{İni verdim.

12 Eylül'den sonra Arutkabir'e hemen bir ziyaret yapmamızı da karar altına


aldık.

Başbakanlıktaki ve diğer özel para sarfeden Bakanlık ve kuruluşlardaki


paraların o günkü durumu zabıtla tespit edilmesi ve özellikle örtülü
ödeneklerin unutulmaması emrinin verilm�sini de kararlaştırdık.

12 Eylill saat 03.00'te TRT işgal edilecek, yayınlar kontrol altına alınacak,
hazırlanan bildiriler sırasıyla okunacak, polis radyosu da Jandanna Genel
Komutanlığı emrinde olarak neşriyat yapacak.

Süleyman Demirel ve Bülent &:evit Gclibolu'dak.i Hamzakoy Dinlenme te­


sislerine, Necmettin Erbakan ve Alpaslan Törlceş İzmir Uzunada'daki Deniz
Kuvvetlerine ait motellere yerleştirilecek. Orada kaldıkları süre içerisinde he­
rhangi bir olaya sebebiyet vennezlerse uygun bir süre sonra evlerine
dönmeleri için aynca emir verilecek. Hamzakoy ve Uzunada denizden de em­
niyete alınacak.

1 3 Eylül günü yayınlanacak gazetelerin kontrolü Sıkıyönetim Komu­


tanlıklarınca yapılacak ve ondan sonra dağıtımına müsaade edilecektir.

539
Böylece yukarıda yazılı bütün konular üzerinde aldığımız kararların
yürürlüğe konulması için II'nci Başkal)a orada emirleri verdim. Kuvvet Ko­
mutanları da kendilerini ilgilendiren konularda ilgililere gerekli emirleri vere­
ceklerdir.
Oldukça uzun süren toplantımız sona ermiş, artık sıra son rötuşların
yapılmasına ve emirl.erin verilmesine kalmışh.
9 Eylül günü saat 1 0.00'da odamda Kuvvet Komutanları ve Jandarma
Genel Komutanı ile tekrar toplandık. Bu toplantı sonunda Kuvvet Komu­
tanlıktan ile Ordu ve Kolordu Komutanlarına daha evvel gönderilmiş olan
Bayrak Harekfü emrinin 1 2 Eylül 1980 günü saat 03.00'te icra edilmesi
hakkındaki emri yine inşallah hayırlı ve uğurlu olur temennisi ile imzaladım.
İmzalanan bu icra emri ve daha evvel gönderilen direktifte yapılan bazı ufak te­
fek düzeltcmeler 10 Eylül günü özel kurye uçakları ile ilgili komutanlıklara
kurye subaylarla gönderildi.
Bu arada İkinci Başkan Orgeneral Necdet Öztorun'u 10 Eylül günü kurye
uçakla İzmir'e gönderdim. İzmir Hava Meydanında Orgeneral Haydar Saltık'a
gerekli bilgileri verdi ve aynı gün Ankara'ya döndü.
1 1 Eylül günü Orgeneral Haydar Salnk Ege Ordu Komutanlığını, Orgeneral
Süreyya Yüksel'e bırakarak Ankara'ya gelmişti. Orgeneral Saltık'a Milli
Güvenlik Konseyi Sekreterliği ile Devlet Başkanlığı Genel Sekreterliği
görevini vemıiştik. Esasen İzmir'e giderken böyle bir görev alacağını biliyor­
du. Saltık saat 22.00'de ilgili subaylarla bir toplantı yapmış ve Milli Güvenlik
Konseyi Genel Sekreterliği teşkilat şemasını ortaya çıkarmışh. Kurulacak dai­
releri şöyle tespit etmiştik:
1. İhtisas Komisyonları Dairesi
2. Yürütme Organı ile İlişkiler Dairesi
3. Silahlı Kuvvetlerle İlişkiler Dairesi

4. Müşterek İstihbarat Dairesi

5. İcra Dairesi

6. Basın ve Halkla İlişkiler Dairesi

7. Müracaat ve Şikayetler Dairesi

540
11 EYLÜL GÜNÜ CUMHURBAŞKANINA
HAFfALIK GÖRÜŞMEYE GİDİŞİM

Bugün Perşembe olduğu için mutad olarak saat 1 7 .OO'de Cumhurbaşkanı


Vekiline haftalık görüşmeye gitmem gerekiyordu. Saat 1 7.00'de haftalık tak­
dim konularını- ihtiva eden dosya ile Çankaya Köşküne gittim.

Her zaman olduğu gibi i. Sabri Çağlayangil çok nazik bir şekilde odasında
beni karşıladı. Esasen Sayın Çağlayangil'in bana karşı muamelesi her zaman
çok samimi ve içten olmuştur. Bugün de öyle oldu. Kendisine nom1al konu­
lan arzettikten sonra. hatırımda kaldığı kadarı ile Çağlayangil Orduda bir
sıkıntı var mı diye sordu; ben kendisine yine hatırımda kaldığı kadarı ile
önemli bir sıkıntı olmadığını. Erbakan'ın Konya'daki mitinginden duy­
duğumuz üzüntüyü. siyasi ortamdaki çekişmelerin anarşist ve teröristlere kuv­
vet verdiğini söyledim.

Böylece birbirimizden gayet samimi bir hava içerisinde ayrıldık.

HAREKATI F..ŞİME VE KIZIMA AÇIKLIYORUM

Genelkum1aya gelerek kısa bir çalışmadan sonra her gün yaptığım gibi
Gülhane Hastanesinde tedavisi devam eden eşim Sekine'ye gittim. Yarım saat
kadar yanında kaldım . Ayrılırken kendisine yönetime el koyacağımızı. merak
etmemesini söyledim. Hiçbir reaksiyon göstermedi. Sadece iyi yapar.ıınız dedi
çünkü o da her gün gazeteleri okuyor, televizyonu seyredi_ror ve ülkenin
içinde bulunduğu acıklı durumu hastalığına rağmen takdir edebiliyordu.
Yanında refakatçi olar.ık şimdi o da rahmetli olan baldızım kalıyordu. Bu ha­
beri ona dahi söylememiş.

Eve uğradım, o zaman henüz evlenmemiş olan en küçük kızım Miray'a bu


akşam eve gelmeyeceğimi, yarın yönetime el koyacağımızı, sabahleyin evde
oturmasını söyledim.

O biraz heyecanlandı. Ne de olsa gençti. Annesi hasta ne olacağı belli


değil, beni de kaybeder.ıe yapayalnız kalmaktan korkabilirdi. Hiç merak et­
memesini söyledim ve Genelkurmaya geldim.

54 1
GENELKURMAYDAKİ FAALİYETLER

Bugün Gcrıelkum1ayda ve Kuvvet Komutanlık.lan Karargfilılannda kalacak


pe rsonel esasen tespit edilmişti. Caddeye bakan pencerelerin karartma perde­
lerinin kapatılmasını ve mecbur olmadıkça bu odalann kullanılmamasını, iç
bahçeye bakan odalarda çalışılmasını emreuniştik. Bu konuda işimizi kolay­
laştıran bir fırsat elimizde vardı. Bu fırsat; tam bu tarihler arasında bir NATO
tatbikatının icra edilir durumda olmasıydı. Gerçi tatbikat harita üzerinde yani
araziye çıkmadan karargfilı seviyesinde oynanan bir tatbikanı ama kamuoyuna
karşı bu tatbikatı bahane edebilirdik.
Nitekim Gölcük'teki donanmayı 1 O ve 1 1 Eylül günleri harekete geçirmiş
ve gemileri Karadeniz, Ege ve Marmara'daki bazı limanlara göndermiştik.
B unu da tatbikat gereği böyle yapıldı demek suretiyle kamufle enik.

Genelkum1ayın altında, Kuvvet Komutanlıklarının bir kısım elemanlan da


dahil Genelkurmay Karargahının çalışabileceği yeraltı harp karargahı vardı.
Karargah burada çalışmak suretiyle dışandan bakıldığında Genelkurmay Ka-
·

rargahında çalışma yapılmadığı intibaı verilebilmişti.

O gece bazı gazete muhabir ve yazarlannın kulaklarına gelen dedikodular­


dan şüphelenerek gece yansını geçen saatlere kadar Genelkurmay Karargahı
önünde dolaştıklannı 1 2 Eylül'den sonra öğrendim. Hiçbir şey fark edeme­
m i şler.

Ordu ve Kolordu Komutanlıklarından Harekata hazır olduklanna dair me-


sajlar gelmeye başlamıştı. Bu haberler sıra ile şöyle geldi:

1 6.0S'de Adana'daki 6'ncı Kolordu ve Sıkıyönetim Komutanlığından,

1 6.09'da Eskişehir'deki 1 'inci Taktik Hava Kuvvetleri Komutanlığından,

1 8.29'da Gelibolu'daki 2'nci Kolordu Komutanlığından,

1 8.50'de Kara Kuvvetleri Komutanlığından,

1 9.C)()'da Erzurum'daki 9'uncu Kolordu Komutanlığından,

20.00'de bütün �irliklerin Harekata hazır haberleri tamamlanmış oldu.


Ankara Garnizonunu asker bakımından takviye eunek gerekiyordu; daha
evvel yaptığımız plan gereği Polatlı Topçu Okulundan bir tabur saat 19.00'da
Ankara'ya hareket ettirildi. Aynca Kınkkale'den de bir tabur Çubuk'a ve
Çubuk'tak.i tabur da Ankara'ya gönderilmiş, böylece Ankara'da vukuu muhte­
mel olaylara karşı kati kuvvet toplanmıştı.

Saat 20.00'de bu saate kadar H arekat hazırlık.lan hakkında bana. Kuvvet

542
Komutanlarına ve Jandarma Genel Komutanına bir brifing verildi. Brifinge
Milli Güvenlik Komseyi Genel Sekreteri, İkinci Başkan, Genelkurmayın G>
Başkanları ve Daire Başkanlan kaUldılar.

Brifingte her (j) Başkanı kendi Başkanlığını ilgilendiren konularda bilgi


takdim ettiler.

Brifing sonunda ben kısa bir konuşma yaparak bu Harekatın Türk Ulusuna
hayırlı ve uğurlu olmasını diledim.

TRT GENEL MÜDÜRÜ GENELKURMAYA GETİRİLİYOR

1 2 Eylül saat 03.CXJ'te başlayacak bu Harekatın aynı saatte radyodan verile­


bilmesi için bütün radyo verici- istasyonlannın o saatte işler durumda olması
gerekiyordu. İlgililerle konuştuğumuzda bunu ancak TRT yapabilirdi. Eğer
gerekli tedbir önceden alınmazsa, bu haberi Türkiyc'nin her yeri almayabilirdi.
Bunu tem i n için Genelkurmay Muhabere Elektronik B aşkanlığı
görevlendirildi. Bu Başkanlığın nom1al görevleri gereği TRT ile her zaman te­
mastan oluyordu. TRT Genel Müdürü Doğan Kasaroğlu Muhabere Elektronik
Başkanı tarafından telefonla aranm ak suretiyle kendisi 1 8.30 civannda Genel­
kumıaya getirildi ve bu gece yapılacak Harekat izah edilerek gece yansından
sonra da istasyonlann çalışır durumda olmalarının sağlanması istendi. İyi ki
Kasaroğlu çağrılmış. zira gece 24.00'ten sonra yurdun muhtelif yerlerinde
radyo aktarma istasyonlarında çalışanlar; buraları kapatıp evlerine giderler ve
sabaha karşı neşriyat başlayıncaya kadar da orada bulunmazlarmış.

Bunlar evvelden ikaz-edilmek suretiyle görevli personelin evlerine gitmeleri


önlendi. Eğer bu tedbir alınmanuş olsaydı. gerçi Harekat yine yapılacaktı ama
Türkiye'nin her tarafındaki vatandaşlara. Türkiye'de yönetime el konulduğu,
bütün yurtta sıkıyönetim ilan edildiği, sokağa çıkma yasağı konduğu ve en
mühimi de bu Harekatın başında benim bulunduğum ve alttan gelen bir ihtilat
olmadığı hususları kısa bir müddet de olsa duyurulamayacaktı.

Parti liderlerinin gönderileceği yerler tespit edilmiş. uçak ve helikopterler


hazırlanmıştı.

Demirel ve Ecevit Gelibolu'nun Hamzakoyundaki plaj tesislerindeki motel­


lere: Erbakan ile Türkeş de İzmir Uzunada'daki Deniz Kuvvetlerinin motelle­
rine yerleştirileceklerdi.

Böyleci şimdiye kadar birbirlerinin ellerini dahi kertıen sıkan, bir türlü bira­
raya gelip Türkiye'nin içine düştüğü ortamdan kurtarılması için işbirliği yapma

543
basiretini gösteremeyen özellikle, Demirel ile Ecevit'i hiç olmazsa bu vesile ile
biraraya getirmiş oluyorduk.
Fakat sonradan gördük ki , burada da biraraya gelip konuşmamışlar.
ikametlerine tahsis edile.o moteller yan yana olmasına rağmen bir ay süre ile
birbirleriyle konuşmamışlardı.
Adı geçen parti liderlerinin evlerinden alınması için gecenin o saatinde
kapıya subay gönderilmemesi, birer milletvekili veya bakan bulunarak subayla
birlikte evlerine giuneleri ve çok kibar hareket edilmesini, muvakkat ikamet
edecekleri mahallere arzu ederler.;e eşlerini birlikte götürebilecekleri hususunda
İkinci Başkana emir verdim. Heyecanlanıp kalp krizi geçirmeleri ihtimalini bile
düşünerek bu emri vermiştim.

PAR11 LİDERLERİNE HABER GÖNDERİLİYOR

Başbakan Süleyman Demirel'in evine Nahit Menteşe. Bülent Ecevit'in


evine de emekli Hava Orgenerali İrfan Özaydınlı'yı göndermeyi uygun bul­
duk.
Yanlarında birer subayla gidecekler fakat eve subaylar girmeyecekti. Ne
olur.;a olsun, her ikisi de Başbakanlık yapmışlardı. Evet, birçok hataları vardı,
ancak bu hatalar kendilerine kötü muamele yapılmasının mazereti olamazdı. 27
Mayıs'ta çirkin olaylar cerayan ettiğini biliyordum . Hatta Etimesgut
Havaalanında uçağa binişlerinin televizyonla tespit edilmesini, ancak televiz­
yonda gösterilmemesini de emrettim.
Genelkurmay'da saat 20.00'de verilen brifıngten sonra Kuvvet Komutan­
·lan ile Jandarma Genel Komutanı Karargfilılarına gitmişlerdi.
Bu saate kadar Türkiye'nin hiçbir tarafından şimdi anlatacağım olay dışında
çatlak ses gelmemişti:
Akşam saatlerinde Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun
bana gelmek istediğini bildirmişti. Gelmesini söyledim.
Bu gece başlayacak Harekat gereği bazı general ve subaylara görevler ver­
diğini, hepsinin seve seve ve gözyaşları ile bu görevleri kabul ettiğini, ancak
bir generalin bu görevi yapamayacağını ifade ettiğini belirtti ve benden ne em­
rettiğimi sordu. Şimdi o general nerede diye sordum. Karargfilıta gözetim
altında olduğu cevabını aldım. O generali çok iyi tanıyordum. Adalet Partisi
yanlısı olduğunu da biliyordum. Onu al gel, bir de ben görüşeyim, gerekir.;e
burada bu gece alıkoyar yarın da emekli ederiz dedim. 15 dakika sonra
geldiler. Kendisine niye verilen görevi kabul etmediğini sorduğumda, Komu-

544
tanım bu Harekatın başında sizin olduğunuzu bilmiyordum. Daha doğrusu in­
anmadım. Ama şimdi anladım ki, başta siz varsınız. İnandım. Verilecek her
vazifeyi seve seve yerine getiririm dedi. B unun üzerine Orgeneral Sedat Cela­
sun'a aynı görevi kendisine verin yalnız dikkat edin şeklinde emir verdim.
Hakikaten görevini yerine getirdi, bundan dolayı da kendisine bir ceza verme­
dik.
Ancak bu general normal olarak emekli olduktan sonra 1 983 senesinde ku­
rulan ve kurulduktan kısa bir süre sonra kapatuğımız Büyük Türkiye Partisine
girdi.
Subayların gece evlerine gitmemeleri, garnizonlarda yapılan hazırlık ve
kıt'a intikalleri gibi faaliyetler bazı kişilerin dikkatini çekmiş olması elbette
muhtemeldi. Esasen son günü yapılan bu hareketlerin saklanması da mümkün
değildi. Her an Başbakandan ve Cumhurbaşkanı Vekilinden bir telefon
bekliyordum. Nitekim saatini tam hatırlayamadığım akşam saatlerinde
Başbakanlıktan emir subayına telefon edildiğini ve Başb.ikanın benimle
telefonla konuşmak istediğini emir subayı bana söyledi . Karargahta ol­
madığımı, evde de bulamadığını söylersin dedim. O saatte ne konuşabilirdim
ki, dört-beş saat sonra Harekata başlıyoruz mu deseydim. B i r daha da ara­
madılar.

Ertesi gün yani 1 2 Eylül günü çok yoğun bir gün olacaktı. Biraz da olsa
uyumanın yararlı olacağını düşünerek gece 1 2.00'de yattım ve saat 03 .00'te
beni uyandırmalarını tembih ettim. Bu üç saatlik uyku hakikaten yararlı oldu.
Uyandığımda emir subayı geldi; saat 03.00 civarında Ecevit'in kendisini tele­
fonla aradığını, evinin civarında askerlerin çoğaldığını, bir tank gördüğünü,
bir askeri harekat mı var acaba. Genelkurmay Başkanı ile görüşebilir miyim
diye sorduğunu, kendisinin Genelkurmay Başkanının istirahatte olduğunu, ra­
hatsız edemeyeceğini, evet bu saatte askeri harekatın başladığını ve yönetime
el konulduğunu cevaben bildirdiğini söyledi. İyi yapmışsın dedim.

BAYRAK HAREKATININ BAŞLAMASI

Şimdi 1 2 Eylül saat 03.00'den itibaren o gün cereyan eden olaylan saat
saat zikretmek istiyorum:

Saat 03.00'te 8 Eylül'de imzaladığım icra emri gereği bütün yurtta Bayrak

545
Harekat Direktifinin uygulanmasına; TRT. P1T ve diğer muhabere sistemle·
rine el atılmak. suretiyle başlanmıştır.

03.00'te İçişleri Bak.anlığı. 03. l O'da Emniyet Genci Müdür!i.iğü, 03. l 2'de
Polis Koleji ve Polis Telsiz İstasyonu, 03. 1 5'de Poiis Radyosu kendisine
görev olarak verilen Jandarma Komutanl ığınca hiçbir m ukavemetle
karşılaşmadan ele geçirilmişti.

15 dakika evvel. yani saat 02.45'te Ankara 4'üncü Kolordu ve Sıkıyönetim


Komutanı, Emniyet Genel Müdürünün, Ankara Emniyet Müdürü ve
Yardımcılarının tüm kadrosu ile Silahlı Kuvvetlerle beraber olduklarını ve
" VATAN SAÖOLSUN" diyerek kendisi ile kucaklaştıklarını Genelkurmaya
bildirmiştir.

03.00'te Başbakan Öemirel'in konutunu korumakla görevli 1 2 koruma po­


lisi oraya gelen askeri ekibe silahlarını vererek katıldılar.

03.45'te Bütün Silahlı Kuvvetlere Teyakkuz durumu verildi. Zira içeride


başlayan bu Harekattan yararlanmak isteyen bazı komşu ülkelerden
Türkiye'ye karşı bir hareket beklenebilirdi. Esasen bu ihtimal de göz önünde
tutularak., yayınlanan B ayrak Harekat emrinde hudutlarda alınacak. ilave em­
niyet tedbirleri de belirtilmişti.

03.45'te Trabzon hariç olmak üzere TRT ve bütün mahalli radyo istasyon­
larının kontrol altına alındığı ve yayına hazır duruma getirildiği. Trabzon ile
de, irtibatın sağlanmasına çalışıldığı bildirildi.

Böylece saat 04.00'te yayınlanacak. ilk mesajımın yayınında bir ak.sama ol-
·

mayacağı anlaşılıyordu.

04.00'de Milli Güvenlik Konseyi'nin ilk bildirisi olan 1 numaralı bildiri


radyolardan yayınlanmaya başladı. Bildiri şöyle idi:

Yüce Türk Milleti;


Büyük Atatürk'ün bize emanet ettiği ülkesi ve milletiyle bir bütün olan,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, son yıllarda izlediğimiz gibi dış ve iç
düşmanların tahriki ile, varlığına, rejimine ve bağımsızlığına yönelikfikri ve
fiziki haince saklın/ar içindedir.
Devlet, başlıca organlan ile işlemez duruma getirilmiş, A11ayasal kuı-ulu.şlar
tezat veya suskunluğa bürünmüş, siyasi partiler kısır çekişmeler ve uzlaşmaz
tutumları ile devleti kurtaracak birlik ve beraberliği sağlayamamışlar ve
lüzumlu tedbirleri almamışlardır. Böylece yıkıcı ve bölücü mihraklar jaaliyetle­
rini alabildiğine arttırmışlar ve vatandaşlann can ve mal güvenliği tehlikeye
düşmüştür.
Atatürkçülük yerine irticai ve diğer sapık ideolojik fikirler üretilerek, sis-
546
temli bir şekilde ve haince, ilkokullarda11 üniversitelere kadar eğitim kuru­
luşları, idare sistemi, yargı organları, iç güvenlik teşkildtı, işçi kuruluşları,
siyasi partiler ve nihayet yurdumuzu11 e11 masum köşelerindeki yurttaşlarımız
dahi saldırı ve baskı alımda tutularak bölünme ve iç harbin eşiğine getiril­
.
mişlerdir. Kısaca devlet güçsüz bırakılmış ve acze düşürülmüştür.
Aziz Türk Milleti;
İşte bu ortanı içerisinde Türk Silahlı Kuv\.'etleri, İç Hizmet Kanununun
verdiği Türkiye Cumhıuiyetiui kollama ve koruma görevini Yüce Türk Milleti
adma emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getimıe kararını almış ve
ülke yönetimine bütünü ile el koymuştur.
Girişilen Harekan unu.. ı, ülke bÜIÜlılüğümı konun.ak, milli birlik ve bera­
,

berliği sağlamak, mutıt.: el bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet


otoritesini ve varlığım yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine
mani olaıı sebepleri ortadan kaldırmaktır.
Parlamento ve hiikünıet feshedilmiştir. Parlamellto üyelerinin dokunul-
mazlığı kaldırılmışnr.
Bütün yurtta sıkıyönetim ilan edilmiştir.
Yurt dışuıa çıkışlar yasaklannuşnr.
Vata11daşların can ve mal güvenliğini süratle sağlamak bakımından saat
05.00'teu itibaren ikinci bir emre kadar sokağa çıknıa yasağı konulmuşnu.
Bu kollama ve koruma harekatı hakkında teferruatlı açıklanıa bugün saat
13.00'teki Türkiye Radyoları ve Televizyonun haber bülteninde tarafımdan
yapılacaktır. Vatandaşların sükunet içinde radyo ve televizyonları başında
yaymla1ıacak bildirileri izlemelerini ve bunlara tanı uymalarını ve bağnndan
çıkan Türk Silahlı Kuvvetlerine güvenmelerini beklerim.

Bugün gece yansına kadar bütün komutanhklardan alınan mesajlardan Ha­


rekatın planlandığı şekilde cereyan ettiği. önemli hiçbir olayın vuku bulmadığı
ve halkın bu Harekatı olumlu bir şekilde kaışıladığı anlaşılıyordu.

Hudut bölgelerinde de bir hadise cereyan etmemişti.

Süleyman Demirel. Bülent &:evit ve Necmettin Erbakan evlerinden alınmış


ve uçakla kendilerinin ikametleri için ayrılan şehirlerdeki motellere
götüıülmüşlerdi.

547
Alpaslan Tilrkeş'in gece yansından sonra evinden çıktığı ve evin boş
olduğu haberi gelmişti.
Bu durum Silahlı Kuvvetler içerisinden birisinin Türk:eş'e haber verdiğini
gösteriyordu. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı bir bildiri yayınlayarak
Türk:eş'in Sıkıyönetim Komutanlığına teslim olmasını bildirmiş ise de bir fay­
dası olmadı.
Böyle olunca Türkeş taraftarlarının Ordu içerisinde duruma hfilcim olacak­
ları, şeklinde dedikodular kulağıma geldi. Böyle bir şeyin olması mümkün
değildi. Ordunun haleti ruhiyesini çok iyi biliyordum. Ancak Türkeş'in yaka­
lanamaması bizim için de kötü bir not olacaktı. Gerçi yurt içinde başka bir yere
gitİniş olacağı ihtimaline karşı bütün sıkıyönetim komutanlıklarına emir
yayınlanmışu ama, ortaya çıkmaması halinde Milli Güvenlik Konseyi emirle­
rine karşı gelmekten hakkında muamele yapılacağını belirtir bir bildiri
yayınlanması emrini verdim.
Bu bildirinin yayınlanmasının ertesi günü (14 Eylül 1980) ortaya çıkarak
Sıkıyönetim Komutanlığına teslim oldu ve İzmir Uzunada'ya Erbakan'ın
yanına gönderildi.
12 Eylül günü televizyon ekibini Genelkurmaya çağırttım ve saat 1 3.00'te
yayınlanacak. olan konuşmamı kayıt ettirdim. önemli bir mesaj olduğu için bu
mesajı da buraya alarak bu kitabı tamamlamak istiyorum. Ancak bu konuşma
metninden evvel 6 numaralı bildiri olarak 12 Eylül saat 06.35'te radyodan Si­
lahlı Kuvvetlere yayınlanan mesajı da buraya almakta yarar görüyorum.
Mesajım şöyle idi:
Kahraman Silah Arkadaşlarım,
Türkiye Cumhuriyetinin ülke bütünlüğü ve ulusal birlik ve beraberliğinin
maruz kaldığı hayati tehlike karşısinda Türk Silahlı Kuvvetleri kendisine İç
Hizmet Yasası ile verilmiş olan tarihi görevini, ulusunun büyük çoğunluğunun
ümit ve özlemle beklediği doğrultuda, üstün disiplin anlayışı, şı_mrsız yurt ve
ulus sevgisi, bilinçli bir kararlılık ve vakarla ifa ederek, yönetime el koymuş
ve tüm ülkede, kısa sürede tam ve kesin kontrolu sağlamış bulunmaktadır.
Ekonomik, sosyal ve siyasal sorunların yaramğı saxısız bunalımlar ulusal
varlığımıza kasdederken, bu tarihi karara başvurulmasaydı, Ulu Atatürk'ün
kutsal emanetleri ve ilkeleri sapık ideolojilerin kölesi olacak ve Türk Silahlı
Kuvvetlerinin yurduna geleneksel ve sınu:sız bağlılığı, eşsiz kahramanlık ve
fedekdrlığı, şanlı tarihinin ve ulusunun önünde bufeldketin ağır vebali altında
kalacaktı.
Aziz Silah Arkadaşlarım,

548
Sizlere, üstün gayret ve feragatle yürüttüğünüz hizmetlerinizin yanında,
Yüce Türk Ulusunun refah ve mutluluğwıun sağlanması için anarşi, terör,
bölücülük ve komünist.faşist.fanatik dinsel ideolojilerle mücadelede başarılı
olacağınıza kesin inanç beslediğim tarihi ve şerefli sorwnluluk tevdi. ediyorum.
Gücünüzü, Aziz Türk Ulusunun vefa dolu kalbinde sizler için yaşattığı
büyük güven ve gurul'dan, damarlarınızda yurt sevgisiyle alevlenen asil kan­
dan ve Bayrağınızla birlikte ebedi.yete kadar götürmeye and içtiğiniz Atatürk il­
kelerinden alacaksınız.
Ülkemizin geçirdiğifeldketli ve bunalımlı dönemlerde, ulusumuzun daima
en büyük destek ve güvenine mazhar olan şahsi çıkar ve ikbal hırsından uzak
yüksekferagat vefedakdrlığınız, üstün disiplin anlayışınız; sonsuz çalışma ve
başarma azminiz, vakur ve bilinçli hizmet aşkınız, Türkiye Cumhuriyetinin
Atatürk ilkeleri doğrultusunda ebedi.yete kadar hür ve bağımsı yaşatılmasında
en kutsal ülkünüz olacaktır.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin bütün mensuplarının, geçmişte olduğu gibi
bugün de emir-komuta zinciri içinde, alacakları görevleri üstün disiplin ruhu
ve vatanseverlik duyguları ile güçlerini de aşan gayretle ifa etmelerini, her
türlü kışkırtıcı faaliyete karşı kendilerinden beklenen olgunluk ve
soğukkanlılığı göstermelerini, Yüce Ulusumuzun nazarında Türk Silahlı Kuv­
vetlerinin sahip olduğu saygınlığı zedeleyici söz ve davranışlardan
kaçınmalarını, iç ve dış tehditlere karşı daima uyanık ve hazır bulunmalarını
rica ederim.

Bu mesajım canlı olarak değil, radyo spikeri vasıtasıyla okunmuştu.

Şimdi metnini aşağıya alacağım konuşma ise canlı olarak saat 1 3.00'te hem
televizyondan ve hem de radyodan yayınlanmışu.

Konuşmam şöyle idi:

Yüce Türk Milleti,


30 Ağustos Zafer Bayramı dolayısıyla sizlere radyo ve televizyondan hitap
etmek imkanını bulmuş ve ayrılan kısıtlı süre içerisinde mümkün olduğu ka­
dar, yurdumuzun içinde bulundutu siyasi ve ekonomik durumu ii6 aııarşik ve
bölücü eylemleri; alınması gereken tedbirleri çok kısa olarak izah etmeye
çalışmıştım. Yine çok iyi hatırlayacaksmız ki, iki yıldır herfırsattan istifade ile
muhtelif defalar verdiğim beyanat ve radyo-televizyon konuşmalarımda da bu
hayati önemi olan konuları dile getirmiştim.
549
Kalbi bu vatan ve millet için atan sağduyu sahibi vatandaşlarım kabul ede­
ceklerdir ki; ülkemizin halen içinde bulımduğu hayati önemi haiz siyasi, eko­
nomik ve sosyal sorunlar, devlet ve mil/etimizin bekdsım tehdit eder boyutlara
ulaşmış ve bu hal devletimizi, Cumhuriyet tarihinin en ağır buhramna
sürüklemiştir.
Yine hepinizin bildiği gibi; anarşi, terör ve bölücülük:her gün 20 civarında
vatandaşımızın hayatını söndürmektedir. Aym dini ve milli değerleri paylaşan
Türk Vatandaşları siyasi çıkarlar uğruna, çeşitli suni ayrılıklar yaratılmak sure­
tiyle muhtelif kamplara bölünmüş ve birb.irlerinin kanlarını çekinmeden
akıtacak kadar gözleri döndürülerek, adeta birbirlerine düşman edilmiş{erdir.
Atatürk ilkelerini esas alarak kurula11 Cumhuriyetimizin bu duruma
düşürülebileceğini, bundan /O sene evvel tasavvur dahi etmek mümkün
değildi.
Bugüne kadar iktidara gelen çeşitli hükümetlerin, her yıl artan bir hız ile
yaygınlaşan ve dünya tarihüule Slıyısız örnekleri görülen özel harbin sızma ve
çökertme harekôtına karşı iç ::üren/iği sağlayacak kararları ve tedbirleri birinci
öncelikle alacaklarını vadetmefaine rağmen; sonuç alacak teşebbüsleri, siyasi
çıkar çatışma/an ve basit parti hesapları, kaprisler, hayaller, gerçek dışı talepler
ve Türk Devletinin niteliklerine ters düşe11 gizli ve açık emeller arasmda
kaybolup gitmiştir.
Düşmamn amaç ve yöntemleri, a11arşi, terör ve bölücülüğün ulaştığı düzey;
özel hukuki tedbirlere, idari düzenlemelere, sasyol koşullarm geliştirilmesi11e,
milli eğitim ve iş hayatının düzenlenmesine ihtiyaç göstermekteyken; milletin
vekaletini taşryan milletvekilleri ve senatörler Meclislerde aylardan beri, hiçbir
sorumluluk duymadan, yalmz parti menfaat ve disiplini uğruna bu olaylara
seyirci kalabilmişlerdir. İktidarları11 başarı ümit ederek aldıkları her tedhir, mu­
halefet/er taraft11da11 kına11arak ve hatta memleket yararına da olsa balta­
la11mıştır. Milli birlik ve beraberliğe en fazla muhtaç olduğumuz dönemlerde
bile kutuplaşmalar ve bölü11meler adeta teşvik edilmiş; yangını beraberce
söndürmek yerine, ilzeri11e benzin dökülerek memleket bilerek ve siyasi
çıkarlar uğruna, suf iktidara gelebilmek pahasına bir yangın yerine çevrilmek
istenmiştir.
Ağızlarından düşürmedikleri hukuk devleti kavramı, bir kısım anayasal ku­
ruluşlarca, devletin parçalanması pahasına da olsa yalmz kişilerin müdafaası
olarak yorumlanmış, devletin ve milletin savunulması ise sahipsiz kalmıştır.
Anayasanın kuvvetler ayrılığı ilkesinin birlikte getirdiği sorumluluk, uygu­
lamada kuvvetler çatışmasına dönüştürülmüştür.
Di1şü11celerimiz, dinimiz üzerinde ve akla gelebilen her konuda dış ve iç
lcavnaklı bölücü ve yıkıcı faaliyetler bütün şiddetiyle sürdürülürken ne hazindir

551)
ki; bir kısmı gerçeğe uymayan özerklik, dar görüşlü , sahibinden başkasının
inanmadığı bilimsellik ve koşulları dikkate almayan salt hukuk savunucuları,
yıkılacak devletin enkazı altmda kalacaklamım, yokolup gideceklerini11 idraki
içinde olamadıkları görünümünü vemıişlerdir. Bu acı hakikat/arı görüp çare
arayanların veya Türk Ulusunu uyaran ve milleti bütünleşmeye davet ede11lerin
ise seslerini duymak mümkün olamamıştır. (Bir kısmı kıymetli Türk basınımn
bu konuda zaman zaman yaptıkları uyarıları burada şükranla belirtmek iste-

rim.)
Siyasi partiler, bu kritik dönemde milletin özlemle beklediği önlemleri al­
mak yerine; iç gerilimi devamlı olarak arttırarak, yıkıcı ve bölücü mihrakları
büsbütün kışkırtarak, 011/ara ciiret ve cesaret verecek beyan ve eylemleri ile
adeta yarışırcasına seçim yatırımları için zemin yaratma yollarmı tercih
etmişlerdir.
İktidara geJen siyasi partiler, devlet teşkildtımn bütün kademelerini kendi
görüşleri doğrultusundaki kişilerle doldurarak, kamu görevlilerinin ve vatan­
daşlarımızm bir tarafa girerek kamplara bölünmesini zorunlu hale gen·mıişler,
giderek anarşi ve bölücülüğü destekleyen kaynakların şekillenmesine ve kamu
kuruluşlarında çalışanlarla, polis ve öğretmenlerin dahi birbirine düşman kam­
plara ayrılmalarına neden olan partizan tutum ve davranışlardan vaz­
geçmemişlerdir. Böylece tarafsız halkımız, devletten bekledi�/erini parti
kapılarmda aramaya mecbur bırakılarak devlet otoritesi yok olmaya, vatan­
daşların hak ve hukukunu korumak ve ona tarafsız hizmet götürmek yerine,
devletin saygınlığı yavaş yavaş erimeye mahkum olmuş ve dolayısıyla
ülkemizde tanı otorite boşluğu teşekkül etmiştir.
Bir kısım bedbahtlar Türk Milletinin bağımsızlığını, birlik ve beraberliğini
temsil eden İstik/dl Marşımıza, koyu taassup veya sapık ideolojik amaçlarla
protesto maksadıyla oturarak veya İstiklal Marşı yerine Enternasyonali
söyleyerek açıkça saygısızlık gösterebilmişler ve buna doğrudan sorumlu
kj.şiler tevil yoluna sapmak suretiyle savunmalarım yapabilmişlerdir.
Uzun zamandan beri bu fevkalade üzücü olayları yakmdan takip eden Türk
Silahlı Kuvvetleri hatırlayacağımz gibi; milletin kendisine verdiği yetkileri
kullanamayan ve bu korkunç gidişi acz içinde seyreden anayasal kuruluşların
tümünü Cumhurbaşkammız aracılığıyla uyararak, almması gereken tedbirlere
de yer vermek suretiyle büyük Türk Milletine karşı yüklendiği sorumluluğu
dile getirmiştir. Aradan geçe11 8 aylık süre içerisinde yaptığımız sayısız
uyarma/ara rağme11 hemen hemen bu tedbirlerin hiçbirine yasama ve yürümıe
organları ile diğer anayasal kuruluşlardan yeterli bir cevap alınanumuş ve bu
konuda müspetfaaliyetleri de izlenememiştir. Bu uyarı mektubundan sonra bir
kısım yasaları etkisiz hale getirerek çıkaran Meclislerimiz 22 Mart 1980
tarihinden beri siyasi çıkar hesapları ile çıkmaza sürüklenen Cıunhurbaşkanlığı

55 1
seçiminden dolayı içinde bulunduğumuz buhran ile mücadelede en kıymetli
unsur olan zamanı füt�rsuzca harcamışlardır. Dünyanın hiçbir ülkesinde
Cumhurbaşkanlığı makamı ve seçimi bu kadar hafife almmamış ve bu kadar
zaman boşa harcanmamıştır.
Asayiş ve ekonomik bunalıma çareler getirmesi ve kanunlar yapması bekle­
nen yasama organlarımız, memleket üzerine çöken bu kabusa karşı kayıtsız
kalmışlardır.
Anayasamız, Türk Vatandaşlarının dini inançlarından ötürü
kınanamayacağını açıkça belirtmiş olmasına rağmen, tek bir oyun peşinde
koşan siyasi partilerimiz, yüce Atatürk'ün Cumhuriyeti döneminde unutulmuş
mezhep ayrılıklarını kışkırtmakta faydalar görerek Erzincan, Sivas, Kahraman­
maraş, Tunceli ve Çorum illerinde siyasi çıkarlar uğruna vatandaşlarımızın bir­
birini katletmelerine neden olmuşlardır.
Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaŞayan ve kendini Türk vatandaşı
kabul eden herkesin tek bir vücut halinde Türk Milletini oluşturduğu unutul­
muş ve değişik mezheplere bağlı vatandaşlarımızın tam bir kardeşlik bağı ile
kaynaşmalarını engellemek isteyen kışkırtıcılar siyasi destek görmüşlerdir.
Bir kısım anayasal kuruluşlar muhtelif etkiler altında anarşi, terör ve
bölücülük karşısında tarafsız, adil ve ortak bir yol izlemek yerine, bizzat
Anayasanuı ihlali karşıs111da dahi sessiz kalmayı tercih etmişlerdir.
Bütün bu şartlara rağmen; hukuk devletinin temel ilkelerini savunmakla
görevli anayasal kuruluşlarımız, devletin en üst kademesindeki anarşizmin ya­
rattığı tehlikenin büyüklüğüllü idrak edemediklerinden veya terör odaklarımn
tehdidinden çekindiklerinden, devletin temellerine konan dinamitle her an
parçalanma tehlikesi karşısında olduğunu gözlerden kaçırmaya çalışmışlardır.
Devlet çökertildiği zaman Anayasamn kanatları altına sığınan tüm hukuk ku­
rumları ile özerk, bilim ve müessese ve derneklerinin bu enkaz altında yok ola­
cağı unutulmuştur.
Son iki yıllık süre içinde terör 5.241 can almış, 14.152 kişinin yaralan­
masına veya sakat kalmasına sebep olmuştur. İstiklôl Harbinde, Sakarya
Savaşındaki şehit miktarı 5.713, yaralı miktarımız 18.480'dir. Bu basit mu­
kayese dahi Türkiye'de hiçbir insanlık duygusuna değer vermeyen bir örtülü
harbin uygulandığını açıkça ortaya koymaktadır.
Sevgili Vatandaşlarım,
İşte bütün bunlar ve buna benzer sayılabilecek ve hepiniz tarafından
yakınen bilinen daha birçok sebeplerden dolayı Türk Silahlı Kuvvetleri ülkenin
ve milletin bütünlüğünü, milletin hak, hukuk ve hürriyetini korumak, can ve
mal güvenliğini sağlayarak korkudan kurtarmak, refah ve mutluluğunu
sağlamak, kanun ve nizam hdkimiyetini, diğer bir deyimle devlet otoritesini ta-

552
rafsız olarak yeniden tesis ve idame etmek gayesiyle devlet yönetimine el koy­
mak zorunda kalmıştır. Bugünden itibaren yeni hükümet ve yasama organı ku­
ruluncaya kadar muvakkat bir zaman için yasama ve yürütme yetkileri benim
başka11lığımda, Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri Komuta11ları ile Ja11darma
Genel Komutamndan oluşan Milli Güvenlik Konseyi tarafından
kullanılacaktır.
B üyük A tatürk'ün deyimiyle "Ulusal kültürümüzü, çağdaş uygarlık
düzeyinin üstüne çıkarmak yurdumuzu dünyanın en mamur ve en uygar araç
ve kaynak/arma sahip kılmak" hedefine yönelik hızlı bir kalkmma döneminin
e11 kısa zamanda gerçekleştirilmesi zaruretine inanıyoruz. Bu ina11cımızın
gerçekleşmesi için yüce ulusumuzun, bağrından çıkardığı ve yurdumuzdaki
kutuplaşmada hiçbir tarafı tutmayan, sadece Atatürk ilkeleri doğrultusunda
yürüyen Türk Silahlı Kuvvetleri yönetimine güveneceğinden kuşkumuz yok­
tur. içinde bulunduğumuz buhrandan çıkmamız için ulusça, arzu edildiğine i­
nandığımız, disiplinli ve her türlü tasarrufa ağırlık veren bir yaşam ve
dayamşnıa ortamma girilmesini ve milletçe gücümüzün tümünü ortaya koyacak
bir çalışma hızını bekliyor ve yüce Türk Milletine güveniyoruz.
Vatandaşlarımızı kaderde, kıvançta ve tasada ortak bir bütü11 halinde milli
şuur ve ülküler etrafında birleştirmeni11 iç barış ve huzurun sağlanmasında
vazgeçilmez faktör olduğu düşüncesiyle, Atatürk Milliyetçiliği11den hız ve il­
ham almanın, politikada "Yurtta sulh, cihanda sulh " ilkesine bağlı kaim.a nın,
milli mücadele ruhunun, millet egemenliği11e Atatürk ilke ve devrimlerine olan
bağlılığın tam şuuru11u yerleştimıek ve geliştirmekle ülkemize yönelik tehditle­
rin ulusca göğüsleneceğine inanıyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti, NATO dahil tüm ittifak ve anlaşmalara bağlı kalarak,
başta komşularımız- olmak üzere bütün ülkelerle karşılıklı bağımsızlık ve saygı
esasına dayalı, birbirlerinin iç işleri11e karışmamak kaydıyla eşit şartlar altında
ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkilerini geliştimıe kararındadır.
Uluslararası sorunların barışçı yollarla çözümlenmesinden yana bir dış
politika izlenmesine devam edilecektir.
Birçok tutum ve davranışlarıyla demokratik özgürlükçü parlamenter sis­
teme inancını defalarca kanıtlayan Türk Silahlı Kuvvetleri, en kısa zamanda
Bakanlar Kurulu'nu kurarak, yürütme sorumluluğunu bu Kurula bırakacak ve
hür demokratik parlamenter sistemin şimdi olduğu gibi dejenere edilmesine ve
tıkanmasına mani olucu ve Türk toplumuna yaraşır bir Anayasa ve S�çim Ka­
nunu ile Partiler Kanununu hazırlamayı ve bunlara paralel düzenlemeleri yap­
mayı müteakip insan hak ve hürriyetlerine saygılı, milli dayanışmayı ön plana
alan, sosyal adaleti gerçekleştirecek. ferdin ve toplumun huzur, güven ve re­
fahına önem veren özgürlükçü demokratik, idik ve sosyal hukuk kurallarına
dayalı bir yönetime ülke idaresini devredecektir.

553
Sayılan bu hazırlıklar tanıamlanmcaya kadar Yurdumuzda her türlü siyasi
faaliyetler her kademede durdurulmuştur. Zorunlu olarak faaliyetleri
durdıuulan siyasi paı1ilerin yeniden hazırlanacak Anayasadaki düzenlemelere
ve yeni Seçim ve Partiler Kanununa göre zamam, koşullan ilan edilecek
seçimlerden yeterince önce faaliyete geçmesine müsaade edilecektir.
Parlamento üyeleri, siyasi faaliyetlerden dolayı suçlanmayacak ve yeni
yönetime karşı suç teşkil edecek tutum ve davramşlarda bulwınuıdıklan sürece
haklaruuJa herhangi bir işlem yapılmayacaktır.
Ancak, kaııUJı/ann suç kabul ettiği fiilleri vaktiyle işlediği saptanan
parlamenterler hakkmda gerekli kovuşturma yapılacakttr. Adalet Partisi,
Cumhuriyet Halk Partisi, Milli Selamet Partisi ve Milliyetçi Hareket
Partileri11in parti başkanları şimdilik can güvenlik/erinin sağlanması amacı ile
Silahlı Kuvvetlerin koruma ve gözetiminde belirli yerlerde ikamete tabi
tutulmuşlardır. Durum müsait olunca serbest btrakılacaklardır.
Memlekene idarenin.tam bir tarafsızlık içinde vatandaşın hizmetine koşması
sağlanacaktır. Devlet hizmetinde bulunanlamı siyasi etkiler dışmda çalışmaları
ka11u11 hdliinıiyeti alıma 'alınacaktır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin yö11etinıe el
koyduğu şu a11da devletin yanmda tarafsız ve adil hizmet görecek yöneticiler,
eski zamamn siyasi davramşlarına yönelmedikçe hizmet ve görevlerine devam
edeceklerdir.
Ka11un ve nizanı hiikimiyetitıi sağlamada tecrübeli ve yetenekli kişilerden
oluşan mahkemelerin süratle ve doğru kararlar verebilmelerini ve bunları
korkusuzca uygulayabilmeleritıi sağlayacak yasal ve idari tedbirler aluıacaktlr.
Memleketin ekonomik koşullarını kendi gücümüzle iyileştirmek içi11 her
ala11da elden gelen gayret satfedilecektir. Çalışkan ve vatanperver Türk
işçisini11 mevcut ekonomik koşullar çerçevesinde her türlü hakları koruna'­
caktır.
Atıcak temiz Türk işçisini sömüren, onları kendi ideolojik görüşleri is­
tikılmetinde kullatınıak içi11 her türlü baskı oyun/arma başvuran, işçinin hakkı
yerine ke11di me11faatlerini ön pla11da tutan txızı ağalarm bufaaliyetleri11e asla
müsaade edilmeyecektir.
Tüm ifvere11lerin iş barışının koşullarım sağlayacak esaslardan ayrılmadan
üretinıüı annrılması ve ihracata yönelik gayretleri11 gelişmesi11e yardımcı olma­
ları için her türlü tedbir alınacaktır.
Köylünün, milletin efendisi olduğu inancını, kuvveden fiilen çıkarmak için
tarım alanında üretimi artıracak bir tarım seferberliği ve fiyat politikası ile ge­
rekli diğer önlemlerin alınmasına, bi(hassa önem verilecektir. _Türk
köylüsünün tarlasından ayrılıp şehirlere göç emıesini zorlayan ekonomik ve
sosyal nedenlere çare aranacaktır.

554
Eğitim ve öğretimde Atatürk Milliyetçiliğini yeniden yurdun en ücra
köşelerine kadar yaygınlaştıracak tedbirler en kısa zamanda alınacaktır.

Yarının teminatı ola11 evlatlarımızın Atatürk ilkeleri yerine yabancı


ideolojilerle yetişerek sonu11da birer anarşist olmasını önleyecek tedbirler
alınacaktır. Bu maksatla hepimizin tek tek saygıyla andığımız
öğretmenlerimizin Der'/i, Bir'li derneklere üye olarak bölünmeleritıe müsaade
edilmeyecektir. Her düzeyde öğrencinin amacı Atatürk ilkeleri ve milliyetçiliği
ile pekişmiş ve üretime yönelik bilgi ve becerisitıi kazanmak olacaktır.

En kıdemsiz erindetı, etı üst konıuta11ına kadar Türk Silahlı Kuvvetlerinin


tüm personeli, bu amaçlara ulaşmada devletin iç ve dış tehditlere karşı kollayıcı
ve koruyucu gücü olarak siyasetin dışmda kalacaktır.

Aziz Yurttaşlarını;

Bir defa daha belirtiyorum ki; Silahlı Kuvvetler aziz Türk Milletinin hakkı
olan refah ve mutluluğu, vatan ve milletin bütünlüğü ve gittikçe etkisi
azalhlmaya çalışılan Atatürk ilkelerine yenidetı güç ve işlerlik kazandımıak,
ke11di kendini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam temeller üzerine
oturtmak, kaybolan Devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el
koymak zorunda kalmıştır.

Komutan, subay, astsubay ve erler olarak hepimiz vatan ve milletin refah


ve mutluluğu uğruna her şeyimizi, bu arada hayatınım dahi seve seve feda
etmeye hazırız. Memlekette her zaman bulunabilen ve özellikle son zamanlarda
çoğalan kötü niyetli birçok kişi ve kuruluşlar sizlere yalanlar düzerek, bunun
aksi11i söyleyebilecekler ve menfi propagandalara başvurabileceklerdir.
Bunlara asla- inanmayınız. Bütün uygulamalar milletin gözü Ölıünde
yapılacaktır.

Kıymetli Vatandaş/arını;

Her zaman milletiyle bir bütün ve Türk milletinin emrinde olan Türk Silahlı
Kuvvetlerine ve yeni yönetime karşı yapılacak her türlü direniş, gösteri ve tu­
tum amnda en sert şekilde kırılarak cezalandırılacaktır.

Yurtta kan dökülmemesi için bütün vatandaşlarımın tahriklere


kapılmaksızın sükWıet içinde yayınlanacak bildiriler doğrultuswıda hareket et­
melerini ve ikinci bir bildiriye kadar sokağa çıkmamalarını rica ederim.

Vatandaşlarımın birbirlerinin hak ve hukukuna saygılı olmalarını, sevgi


içinde kırgınlıklarını unutmalarını, hepimizin bu mübarek topraklar üzerinde
aynı haklara sahip bir Türk vatandaşı olduğumuzun idraki içerisinde olarak
yeni yönetime yardımcı olmalarım vatanseverlik ve asil karakterlerinden
bekler, mutlu ve aydınlık yarınlar dilerim.

555
••

ALBUM

557
Ağabeyim Ragıp, ablam Nazire ve ben <6 aylık iken>. <.1 91 8>.

559
E
'2

o
z
"'""

CLİ
:ı:ı
ı..
:c

"'
<
iii �� .
CLI
c

J
Q) ---'
111 . �
O'I
N
O'I ..,
"'""

�-
c
Vi
_ıri
,
3

Bir bayram günü Alaşehlr'de <1 928l.


560
Manisa Ortaokulu (1 930>.
561
Kadıköy lisesi
1 . sınıfta
arkadaşlarla
11 934).

Maltepe Askeri
lisesi 1 o. sınıfta
resmi elbise ile ilk
ı zınıı çıkışım
<Ekim 1 934>.

562
Ankara'da Harp Okulu'nun
1 . sınıfında, arazide eğitim
sonu istirahatte
1 1 1 Nisan 1 937l.

Maltepe Askeri
Lisesi 'ni bitirip
Harp Okulu'na
gitmeden evvel
, kıta hizmetini
gördüğümüz
Tuzla'da binicilik
eğitiminde
!Temmuz 1 936>.

563
Harp Okulu 1 . sınıf sonunda kamp eğitimi için gittiğimiz Kalecik'te
çadırlarda yatacağımız ot yatak ve yastıklara otları doldururken
ffemmuz 1 937!.

Harp Okulu 1 . sınıf sonunda


Kalecik'te hafif makineli
tüfekle ateş eğitiminde
!Temmuz 1 937!.

Harp Okulu 1 . sınıf sonunda Kalecik'te yapılan kamp eğitiminde güneş


altında öğle yemeğini sahra masa sında yerken !Temmuz 1 937!.

564
Harp Okulu 1 . sınıf sonunda kamp eğitimi için
gittiğimiz Kalecik'te, kaldığımız çadır önünde
sabah curiıenmesinde !Temmuz 1 937).

Kalecik
Kampı:nda
mangadaki
arkadaşların
mataralarına su
doldurmaya
giderken
ıremmuz 1 937l. 565
ı::::

ı::::
Q)
E
>Ol
Q)
.....
Tümen Karargahında arkadaştarıa
11 941 ).

566
Hayta'da
uçaksavar
Kursu'nda
öğretmen
ve
arkadaş­
ı arla
(1 944).

Akademiyi bitirme hatırası <22 Ağustos 1 949> .

16 Ağustos 1 958 günü suvan'daki


Ankara Okulu'
nun Tugay'da
yaptığı gösteri
için okuldan
gelen iki oksüz
Koreli çocuk ile
bir hatıra.

567
Kore'de Kurmay Başkanı iken 11 959).
568
M uş'ta Alay Komutanı
iken kayak yaparken.

·ruğgeneraı olduğum 1 964 senesi eşim ve çocuklarımla (1 9641.


569
2. Ordu Harekat Başkanlığı görevinde iken Ordu Kurmay Başkanı ve
·

varbaşkanı ile birlikte <1 960>

ikinci Ordu Kurmay Başkanı iken Ordu Komutanı Faruk Gürler'le <1 970l.

570
Trabzon'da il. Kolordu Komutanı iken Aşkale'deki zırhlı Tugay'ın kış
tatbikatında <1 8 Şubat 1 972>.

Ege Ordu Komutanı ikenf ·.


·
• ·

balık avında <1 977>.

Ege Ofdu Komutanlığı'ndan Kara


Kuvvetleri Komutanlığı'na tayınım
dolayısıyia ordu subaylarına veda <4 Ağustos 1 977>.
57 1
- ·
. K.KK1ığı görevine başlamak
üzere. izmlr'den gelişte
. Etlmesgut Havaaıanı'nda
karşııanışım 12-3 Eylül 1 977l

içişleri Bakanı
i rfan özaydınıı ile.
120 ocak 1 978l.

Kara Kuvvetıerı Komutanı iken, Genel Kurmay Başkanı olduktan


sonra, Genel Kurmay Başkanı semih Sancar. Milli savu nma Bakanı
Hasan Esat ışık, Kuvvet Komutanları ve diğer general ve amirallerle
Çekilmiş bir veda fotoğrafı 16 Mart 1 978l.

572
573
Başbakan Bülent Ecevit ve Milli savunma Bakanı Hasan Esat ışık ile

Başbakan
Bülent Ecevit,
senato Başkanı
Sırn Atalay ile

Cı.mhurbaşkanı Fahri Korutürk başkanlığında yapılan Milli Güvenlik


Kurulu toplantısında iken.

574
BİRİNCİ CİLDİN SONU

You might also like