Professional Documents
Culture Documents
KENAN
EVREN'iN
IA\lS)lfU�lJ
Giriş 19
Dünyaya Gelişim ve Çocukluk Çağım 23
7 Rakamının Kronolojik Tablosu 23
İlkokula Başlamam 26
Ortaokul Dönemi 31
Lise Dönemi - Balıkesir Necatibey Lisesi 9'uncu Sınıf 34
Sınıfta Dönüyorum 35
lstanbul'a Gidişimiz ve Kadıköy Lisesine Kayıt Oluşum 36
Askeri Liseye Müracaat Fikri Yeniden Doğuyor 41
Askeri Lise Dönemi 42
Harbiye Dönemi 44
Zatünce Hastalığına Yakalanıyorum 46
Subay Oluyorum 51
Topçu Okulunda 54
Atatürk Vefat Ediyor 54
Malkara'daki Topçu Taburuna Gidiyorum 58
İlk Kıt'a Hizmetim 63
Tugay Karargahına Gidişim 64
32'inci Tugay Tümen Oluyor 65
Tümenimiz Çekiliyor 69
Tümenimiz Gelibolu'daki 2'nci Kolordu Emrine Giriyor 72
Tümenimiz Denizli'ye İntikal Ediyor 75
Üsteğmenlik Dönemim ve Evliliğim 76
İlk Çocuğumuzun Dünyaya Ölü Olarak Gelişi 78
İlk Şark Hizmetim 79
Akademi imtihanım Kazanışım 81
Erzwum'dan Ankara'ya Akademiye Gidiş 82
Harp Akademisinde ÜÇ Yıl 83
7
İlk Kızımın Dünyaya Gelişi 83
Korgeneral Oluşum ve
Trabzon'da l l'inci Kolordu Komutanlığına Tayinim 147
8
Af Kanununun Çıkışı 167
Kıbrıs Müzakerelerinde MSP'nin Tutumu 168
Genel Kurmay 2'inci Başkanlığına Tayinim 169
9
30 Ağustos Dolayısıyla Bir Dergiye Verdiğim Beyanat 214
Eylül 1978 218
Libya Seyahatim 220
Orgenenl Şükrü Kanatlı Tatbikab 222
Silahlı Kuvvetlere Yayınladığım Emir 22.2
Askeri Komite Toplantısı - Norveç ve Danimarka Gezisi 225
Ekim 1978 225
Ecevit ve Erbakan'm Talihsiz Beyanatı 226
Avrupa İnsan Haklan Komisyonunun·Hükümeti Suçlaması 226
CHP ve AP Koalisyon Fikri Doğuyor 226
29 Ekim Mesajım 227
Kasım 1978 229
Aralık 1978- Kahramanmaraş Olaylan 230
Jandarma Genel Komutanlığı'nın Kahramanmaraş Olaylan
Hakkındaki Raporu 230
13 İlde Sıkıyönetim ilan Ediliyor 234
Sıkıyönetim Eşgüdüm Komutanlığı Kurulmasına
Demirel ve Türkeş Karşı Çıkıyor 236
1979 Yılı 237
Gidişten Ümitli Değiliz 237
Cumhurbaşkanı ikaz Ediyor 240
Ecevil'in Sıkıyönetim İlaıundan Sonra Verdiği Beyanat 241
Yokluklar Gittikçe Çoğalıyor 241
Demirel Kahramanmaraş Olaylarını istismar Ediyor 241
CHP ile AP'nin Biraraya Gelmesi istekleri ve Demirel'in Cevabı 242
Milli Savunma Bakanı Hasan Esat lşık'ın Bakanlıktan Ayrılışı 243
içişleri Bakanlığına Hasan Fehmi Güneş Geliyor 244
Şubat 1979 Abdi İpekçi Öldürülüyor
- 244
Şubat Ayı Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısı 245
içişleri Bakınının Acı İtirafları 246
Cumhurbaşkanı Demirel ile Konuşuyor 247
10
OECD'nin E kononimik Durumumuz Hakkındaki Raporu 249
Mart 1979- Ecevil'in Milletten İstediği Fedakarlık 249
Demirel'in Ordu'ya Sataşması ve Ecevit'in Cevabı 250
Demirel'in Yine Ordu'ya Sataşması 250
Arka Arkaya Gelen Zamlar ve Demi.rel'in Beyanları 251
Mart Ayı Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısı 252
Nisan 1979- Demirel'in Hükümeti Suçlayan Beyanı 252
Anarşi Gittikçe Tırmanıyor 253
Bölücülük Hakkında Jandarma Denetleme Başkanının Raporu 254
Adalet Bakanının İtiraftan 258
Ecevit Nihayet Bölücülük Faaliyetlerini Kabul Ediyor
Şerafettin Elçi ise Reddediyor 260
DİSK'in 1 Mayıs İçin Taksim'de Toplanacaklarını Açıklaması 260
Ecevit İstanbul Sıkıyönetim Komutanının Aldığı Karan
Kaldırtmaya Çalışıyor 261
Demirel Sıkıyönetim Komutanı'nın Kararına Rağmen
Gösteri Yapanları Koruyor 262
Bana Gelen Mektuplar Çoğalıyor, Müdahaleyi Düşünmüyorum 262
Mayıs 1979- İstonbul'da l Mayis Dolayısıyla
Sokağa Çıkma Yasağı Konuyor 263
Eceviı Komünist Partisi Kurulmalıdır Diyor 264
SALT-2 Anlaşmasına Türkiye Bulaştırılmak İsteniyor 264
19 Mayıs Dolayısıyla Yayınl:)dığım Mesaj 265
Demirel 27 Mayıs Bayramı Kaldınlmahdır Dedi 265
27 Mayıs Dolayısıyla Yayınladığım Mesaj 266
Demirel'in Cumhurbaşkanını Sert Bir Dille Kınaması 266
Haziran 1979 - Hükümetten İstifalar ve Milletvekilleri Transferleri 267
ABD'ye Seyahatim 268
Kanada'ya Geçiş 29}
Tüıkiye'ye Dönüş ZTO
Temmuz 1979 Parti Merkezlerine Saldın Başlıyor
- Zll
11
Sıkıyönetim Komutanlarına llave Yetkiler Verilmesi
Ecevit Tarafından Rağbet Görmüyor 272
Seçimlerde Her Türlü Tedbir Alınması lçin Orduya Emir Veriyorum 286
12
Ecevit'in Muhbra Hakkındaki Beyanab 340
13
Ankara Sıkıyönetim Komutanının Söyledikleri 377
Adana Sıkıyönetim Komutanının Söyledikleri 379
Demirel'in Sıkıyönetim Komutanlarına Teşekkürü 380
Oramiral Celal Kayacan İle Göıüşmem 382
Orgeneral İrfan Ô7.aydınlı İle Görüşmem 386
Milli G üvenlik Kurulunda Ege'deki 714 Sayılı NOT AM'ın
Kaldırılması Kararı Alınması 386
Recai Kutan İle Görüşmem 388
Demirel'in Bana Gerekirse Görevi Bırakacağını Söylemesi 388
Rogers İle Yunanistan'ın NATO'nun Askeri Kanadına
Dönüşü Hakkında Görüşmelerimiz 389
Mart 1980 390
Çalışma Grubunun Hazırladığı Raporu Tetkik 390
İngiltere'deki Temas ve İncelemelerim 392
Norveç'teki Temas ve İncelemelerim 393
4'üncü Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısı 394
Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanının Takdimi 394
Emniyet Genel Müdürünün Takdimi 396
Ankara Sıkıyönetim Komutanın Takdimi 397
Adana Sıkıyönetim Komutanının Takdimi 400
Maliye Bakanının Söyledikleri 402
İçişleri Bakanının Söyledikleri 402
Benim Kısa Konuşmam 403
Adalet Bakanının Konuşması 404
Demirel'in Konuşması 405
Nisan 1980- Cumhurbaşkanlığı Seçim Hazırlıkları 410
Hapishanelerden Firarlar 415
Cumhurbaşkanı Seçimleri 416
5'inci Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısı 417
Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanının Tek.lifi 417
Ankara Sıkıyönetim Komutanının Söyledikleri 419
14
Adana Sıkıyönetim Komutanının Söyledikleri 421
Adalet Bakanının İtiraftan 422
Demirel'in Hakimlerden Şikayeti 423
Bazı Acı Olaylar 424
Cumhurbaşkanlığı Seçim Turları Devam Ediyor 426
Milli Savunma Bakanı ile Görüşmem 427
Oramiral Kemal Kayacan ile Görüşmem 427
Müdahale Fikrinin Belirmesi 428
Erbakan'ın Gayn Ciddi Davranışları 429
İkinci Bir Uyun Mektubuna Gerek Var mı? 430
Mayıs 1980 431
Demirel İle Görüşme ve Özel Harp Elemanlarını Kullanmam İçin
Bana Yaptığı Teklif 431
Bütün Hazırlıkların Tamamlanması Emrini Verişim 432
Brüksel Dönüşü Hava Meydanında Verdiğim Beyanat 433
Atatürk'e Yuh Çekiliyor 434
Müdahaleden Başka Çıkar Yol Yok 434
Eşim Lahey'de Hastalanıyor 435
19 Mayıs Dolayısıyla Yayınladığım Mesaj 435
İstanbul'da Komutanlarla Toplanb Yapıyorum 437
Demirel'in Cumhurbaşkanuu Halkın Seçmesi Önerisi 438
Demirel'in Anayasa Değişikliği önerisine Ecevit'in Tepkisi 439
Çorum Olaylan 440
Haziran 1980 441
Harekat Emrinin Hazır Olması İçin Verdiğim Emir 442
Fransa'ya Gidiş 442
Lahey'de Hastanede Olan Eşimle Birlikte Türkiye'ye Dönüş 443
Muhsin Batur Yeniden Cumhurbaşkanı Adayı Oluyor 444
Demirel Hükümetini Düşürme Çabaları 445
Dr. Faruk Sükan'ın AP'ye Girişi 446
Erbakan'ın Hükümete Verdiği Uyarı Mektubu 447
15
Hükümeti Düşilnne Çabalarının Devamı 447
6'ncı Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısı 448
16
Ağustos Yüksek Askeri Şfira Toplantısı 518
17
GİRİŞ
19
etmiyor değildim. Zira Türk milleti haklı olarak kimdi bu Kenan Paşa, nerede11
gelmiş, nasıl yetişmiş, bugüne kadar nasıl bir hayat geçirmiş, neden ve nasıl
bu Harekdtı yapmış veya daha doğrusu yapmak zorunda kalmış, ne gibi
yardımlar görmüş, ha11gi zorluklarla karşılaşmış ve 11asıl göğüs geımiş; bütün
bunları şimdiki ve gelecekteki nesiller bilmek isteyecekti.
Bu işin çok zor olduğunu da biliyorum. Çünkü bugüne kadar günü gününe
hatıralarımı muntazam olarak kaydedemedim. Be11 ne bilirdim ki, bir zaman
gelecek Türk milletini11 mukadderatma hükmedecek ve 12 Eylül'ün lideri ve
arkasından da Cunıhurbaşkam olacağını?..
Her i11san gibi ben de zaman zaman hatıra defteri tutmaya heveslendim fa
kat yazıma başlarken de ifade ettiğim gibi, hepsi yarıda kaldı.
20
İşte ben de bu boşluktan yararlanarak, bugüne kadarki yorgunluğumu biraz
olsun gidermeyi ve bu arada hatıralarıma Orduevinde başlamayı uygun bul
dum . Ne kadar yazabilirsem burada yazacak, gerisini Ankara'da tamamlamaya
çalışacağım.
21
DÜNYAYAGELİŞİM VE ÇOCUKLUK ÇAGIM
Doğum ydı:1917
Ayı : 7'nci Ay (Temmuz)
Günü : l 7'nci Gece Ramazanın 27'nci Gecesi
Okula Başlama: 7 Yaş (1924)
23
Askeri Liseye Giriş yaşım : 17 Yaş ( 1934)
Evlenme Tarihi : 27 Mayıs 1944
Evlenme "Yaşım : 27 Yaş
K.K.K. olduğum Yıl : 1977
Genelkurmay Başkanlığına Başlama Tarihi : 7 Mart 1978
KaÇUlCI Genelkurmay Başkanı Oluşum : 17nci
Tandoğan'daki Evimin Numarası : 17
Babannn Ölüm Tarihi : 7 Mayıs 1957
Ağabeyimin Ölümü : 27 Ağustos 1979
Tk.KJığı Yaptığım Bt.lar : 57'nci ve 7'nci Batarya
Bt.KJığı Yaptığım Bt. : Tnci Bt.
Alay KJığı Yaptığım Alay : 227'nci Alay
Kmm Şenay'ın Evlenme Tarihi : 17 Ekim 197 1
ll'inci Kolordu KJığına Başladığım Tarih : 7 Eylül 1970
Cumhurbaşkanına Verdiğim Uyarı Mektubu Tarihi : 27 Aralık 1979
12 Eylül Harekab Cumhuriyetin 57'ıxi Ydında Gerçekleştirildi.
1982 Anayasasının Halk Oylamasına Sunulması : 7 Kasım
Ka�na Cumhurbaşkanı Olduğum : 7nci
Kaç Sene Süre İle Cumhurbaşkanlığı Yapacağım : 7 sene
1983 Seçimlerinden Sonra Teşekkül Eden TBMM'de İlk
Açıhş Konuşmam : 7 Aralık
Yeni Hükümeti Kurma Görevini Turgut ÖDl'a Verdiğim Tarih : 7 Aralık 1983
1983 seçimlerinden sonra kurulan TBMM, 17'nci dönem Millet
Meclisi oluyor.
Bunlar tespit edebildiğim tarihler.
24
nan Üsküp'ün Preşova kasabasından İstanbul'daki amcasının yanına gelmiş.
Fatih Medresesinde okuduktan sonra hayata atılmış ve hocalık, imamlık yap
mamış bu mesleği tercih etmiş.
25
Babam, Aşar Kontrol memurluk görevini Denizli'de devam ettirmiş. Büyük
Ağabeyim Şemsettin de 57'nci tümen'de cephe muhabere memuru olarak
görev yapmış. Rahmetli ağabeyim, cephede görev yaptığı halde istiklfil madal
yası alamadığından dolayı çok üzülmüştü.
İLKOKULA BAŞLAMAM
O tarihte her sınıfın bir öğretmeni vardı. Öğrenci üst sınıflara geçtikçe
öğretmen de değişirdi. z.anncdiyoruın ki bu usul daha iyi netice veriyordu.
Şimdi bir öğretmen birinci sınıftan öğrenciyi alıyor ve okulu bitirinceye ka
dar öğrenci aynı öğretmenle karşı karşıya kalıyor. Eğer çocuk iyi bir
öğretmene tesadüf eimiş ise mesele yok. Ortaokula geçtiğinde sıkıntı
çekmiyor. Ama zayıf bir öğretmene tesadüf etmiş ise o zaman çocuğun tahsil
hayatı ona bir türlü tatlı gelmiyor, hep zorlama ile sınıflarını geçiyor.
O tarihte, yani 1925 senesinde Alaşehir'de bir tek ilkokul vardı. Şehirde
ilkokul olabilecek bina bulunmadığından, dört odalı bir ev ilkokul olarak kul
lanılıyor ve bir sınıfı da başka bir binada öğretim yapıyordu. Okulun en
küçükleri arasında idim. Zira o tarihlerde normal okul çağında okula gidenler
azınlıkta olup sekiz, dokuz, on yaşında da okula başlayanlar çoğunlukta idi.
7.h
paralan ilgili yere teslim ederdik. Kız arlcadaş rozetleri ben de paralann atıldığı
kumbarayı taşırdık. Bu görevi yapmaktan çok zevk alırdım. Ancak bazılan
para vennemek için bizden kaçarlar veya ceket yakalarının altını göstererek
"daha evvel aldım" der bizi atlatırlardı. Onlara kızardım. Bir kuruş, yirmi para
atanlara da kızardım. Beş kuruş, on kuruş atarlarsa sevinir ve kız arkadaşıma
"on kuruş attı, beş kuruş attı" diye haber verirdim. Bazı zenginler eğer yirmi
beş kuruş atmışsa o çok büyük para demekti.
Neden böyle bir evde oturduğumuz ve ufacık bir yerin okul olarak kul
lanıldığı sorusu akla gelebilir. Yunan işgalinden kurtulalı henüz üç sene
olmuş, Yunan ordusu çekilirken bütün şehirleri bu arada Alaşehir'i de ateşe
vererek yerle bir etmiş. Yangından kurtulabilmiş binalar tek tük kalmış. Otura
cak ve okul yapılacak bina kalmamış, sebep bu.
O evde çok da hastalık geçirdim. Bulaşıcı bir hastalık geldiğ�nde hemen he
men bütün çocuklar o hastalığa yakalanır, ölen ölür, kalan çelikleşirdi. Şehrin
kanalizasyonu ve içme suyu yoktu. Evden eve geçen ve ekseri evlerde de bu
lunmayan bir derenin suyu; çamaşırda, temizlikte, yemekte ve hatta içme suyu
olarak kullanılırdı. Yağmur yağdığında dere bulanık aktığından evlerdeki sular
da çamurlu ve bulanık akardı. Tülbent dediğimiz ince dokunmuş bir bezden
süzer öyle içerdik. Kaynatarak içmeyi de bilmezdik. Aşı olmayı duymamıştık.
Zannederim yalnız çiçek aşısı yapılırdı. Böyle bir şehirde hastalık yayılmaz
mı? Kızamık normaldi, Ben de kızamığa yakalandım. Arkasından kızıl has
talığına tutuldum. Kocakarı ilaçları ile kızıl hastalığını da geçiştirdiğimi
sanırken kısa bir süre sonra her tarafım şişmeye başladı. Beni şişmanlıyor
zannediyorlardı. Nihayet şişmanlamak.la bir ilgisi olmadığı anlaşılınca:
kocakarı ilaçlan yapan ve zamanın doktoru geçinen bir kadın geldi, kendine
göre otlardan bir bulamaç gibi bir ilaç yaptı, karnıma koydu sardı, bir müddet
27
öyle kaldı, tabii hiçbir faydası olmadı. Bunun üzerine bir koyun işkembesini
açrılar, içini boşaltmadah pisliği ile birlikte vücuduma sardılar. Üç-dört gün de
o hayvan pisliği üzerimde kaldı. O da bir fayda sağlamadı. Şişmem devam
ediyor ve nerede ise gözlerim kapanıyordu. İdrarını ise kan renginde
kıpkırmızı geliyordu.
Demek, iyi bir tedavi yapılmış ki, bugüne kadar böbreklerimde bir arıza
bırakmamış.
İşte bizim nesil böyle şartlar altında büyüdü. Doktora gitmek en son akla
gelirdi. Daha ziyade kocakarı ilaçlan dediğimiz ilaçlarla hastalık atlatılmaya
çalışılır, tabii bu arada birçok genç yaşta insanlar hayatlarının baharında ölüp
giderlerdi.
İlkokul dördüncü sınıfta iken öğretmenimiz Ece Bey sporu çok seven bir
öğretmen olduğu için bizi de spor yapmaya teşvik ederdi. Ben de uzun atla
maya, üç adım atlamaya o tarihte başladım ve bu çalışmalarımı okul dışında da
arkadaşlanmla yarışma şeklinde devam ettirdim.
Yaz tatillerinde anne ve babalar çocuklarını boş kalmasın ve bir sanat sahibi
olsun diye bir sanatkar yanına çırak verirlerdi.
Babam da beni üçüncü sınıftan dördüncü sınıfa geçtiğim yaz aylarında, ai
lece tanıdığımız ayakkabıcının yanına çırak verdi. Ağabeyim de küçüklüğünde
28
ayakkabıcılık öğrenmiş. Hertıalde benim de bu mesleği öğrenmemi istemiş
olabilirler. Fakat ben bu meslekte başarılı olamadım; mütemadiyen kaçaburuk
kırıyordum, bir ay çalıştıktan sonra utancımdan bırakmak zorunda kaldım.
(Kaçaburuk, pençe yapılırken, tahta çivilerin çivilenmesi için köselede delik
açan bir nevi kalın iğne gibi bir şey)
İlkokul çağında en çok zevk aldığım şeyler arasında sapanla kuş vurmak
29
gelirdi. Tatil günleri birkaç arkadaş ellerimizde l§stik sapanlarla mahalleler
arasında dolaşır. ekseriya serçe vurur, eve getirirdim. Yine günlerden bir gün
kuş vurmak için dolaştık, dolaştık fakat hiç serçe vuramadım. Eve boş
dönmemek için, yakınımdaki bir kumruya nişan aldım, sapanı çektim ve kum
ruyu vurdum. Kuş yere düştü, yanına gittim ve elime aldım. O an içime bir
acıma hissi geldi, vurduğuma pişman oldum. Ölmek üzere olan kumruyu elim
le okşadım, başından öptüm ve başını kopamıadan orada bıraktım. Bu olay.dan
sonra da bir daha kuş avlamadım.
30
ORTAOKUL DÖNEMİ
Eğer bu kayıt işi olmasa idi, paralı olarak okumam mümkün değildi.
Babam Samsun'da ufak bir memur. Aldığı maaşın ancak muayyen bir kısmını
Alaşehir'e gönderebiliyor. Değil beni paralı okutmak, evin geçimi bile zor
yapılıyor.
Bugün ise bütün ilçelerde birkaç ilkokul, birkaç ortaokul. lise, endüstri
meslek lisesi, kız meslek lisesi, bazı ilçelerde de ilaveten imam hatip liseleri ve
hatta yüksek okullar mevcut.
İşte bizim nesil böyle bir ortamda okuyabildik. Zengin olanlar çocuklarını
paralı yaıtlı olarak okutabiliyordu. Buna imkanı olmayan ailelerin çocuktan ise
ilkokul tahsili yapmakla yetinmek zorunda kalıyorlardı. Çoğu ilkokulu da oku
muyorlardı.
Geçmişi tenkit ederken o devrin içinde bulunduğu şartlan iyi bilmek ve ona
göre değerlendirmek gerekir. Aksi taktirde yapılan tenkitler insafsız olur.
31
Ağabeyim okula kaydımı yaptırıp Alaşehir'e döndü. Yabancı bir şehirde
yapayalnız kalmıştım. İlk defa annemden, babamdan ve aile muhitimden ayn
kalıyordwn. Alaşehir'de iken akşamlan ekseriya başımı annemin dizine koyar
öyle uyurdum. Şimdi başımı koyacağım anne dizi yoktu. İlk gece yatakhanede
yatağın içine girdiğimde yalnızlığımı daha da fazla hissettim. Battaniyeyi
başımdan çekerek sessiz sessiz ağladığımı hfila unutamam. Fakat kısa zamanda
okula alıştım, birçok arkadaş edindim. Yatılı olanların hemen hemen hepsi
Manisa'nın ilçelerinden gelenlerdi. Akşam paydoslarında oynadığımız oyun,
bezden yapılmış topla oynanan futbol idi. Lastik veya meşin top alacak
param ız yoktu veya ona para vermeye kıyamıyorduk. Sınıfın en küçüğü benle
Akhisarlı Necmi idi. En küçükleri olduğumuz için de müsamerelerde hep
küçük çocuk rolü verilirdi. Hafta sonlarında şehire izinli çıktığımızda ya sine
maya gider ya kiralık bisiklete biner veya o zamanki ismi ile "Hayvanat ve
Nebatat" dersi için kırlarda çiçek, böcek ve kelebek toplar defter yapraklan
arasında kuruturduk. Alaşehir'den ayda 2,5 lira harçlık parası gönderilir, onu
da kaybetmeyelim veya fazla harcamayalım diye okul katibine yatırır, hafta
sonları 50 kuruş alırdık. Bazen 1 lira isteyecek olsam Katip ne yapacaksın diye
sorardı. Ailelerimizin zengin, orta halli veya fakir olduğunu katibimiz bilir ve
ona göre harçlıklanmızı ayarlardı.
Resme de merak etmeye başladım. Son sınıfta Zeki isminde bir öğrenci
vardı, çok güzel karakalem tablolar yapardı. Onu seyrettikçe ben de heveslen
dim. Nasıl yapıldığını baka baka öğrendim. Herhangi bir resmi karelere
bölmek suretiyle büyütme işlemini artık yapabiliyordum.
Karakalem resim yapma merakım subay çıkıncaya kadar devam etti. Subay
çıkmamla birlikte son buldu. Bırakmasam çok iyi olurdu, zira insanın boş za
manlarını değerlendiren çok zevkli bir uğraşı dalı. Terk edişimin sebebi de,
kıt'aya çıktığımda resimle uğraşacak yer ve zaman bulamayışımdır. İnsan uzun
32
zaman bir işle meşgul olmayınca onu unutup gidiyor. Şimdi kalemi elime al
sam yapabilir miyim bilemem.
Rahmetli babam Medreseden mezun olduğu için bir din adamı idi, fakat din
adamlığı yapmadı. Aydın fikirli idi. Memuriyeti tercih etti. Emekli olduktan
sonra Alaşchir'den, İzmir'dcn camide imamlık ve müftülük yapması için çok
teklif aldı. Paraya ihtiyacı olmasına rağmen kabul etmedi, çünkü onun inancı
imamlığın para karşılığında yapılamayacağı merkezinde idi. Ben imamlıktan
para alamam, emekli de olmuşum o halde neden o görevi üstleneyim derdi.
Para için dua okuyanlan, para ile hatim indirenleri de hiçbir zaman tasvip et
memiştir. Atatürk'ün yapuğı inkılapları da yerinde bulurdu.
İkinci ve üçüncü sınıflar da çabucak geçti. Son sınıfta roman okuma me
rakım başladı. O sene bir hayli roman ve kitap okudum. Bu roman okuma me
rakı lise birinci sınıfta başıma büyük bir gaile açacak ve bu yüzden sınıfta ka
lacağım. Gerçi sınıfta kalmam hayatımın seyrini değiştirmiş, subay olmamı
sağlamışu ama, bu imkanı bulamayabilirdim.
Ortaokul son sınıfta bakalorya imtihanı vardı. Şimdiki nesil bakalorya imti
hanının ne olduğunu bilmez. Bu imtihanda yalnız son sınıf derselerinden
değil, birinci ve ikinci sınıf derslerinden de imtihan olurduk. Bazılan sözlü,
33
bazıları da yazılı yapılırdı. Zor bir imtihan olduğu için, 15 gün kadar ders kesi
mi verilir ve bu 15 gün zarfında imtihanlara hazırlanırdık.
Ahmet isminde bir arkadaşımla birlikte imtihanlara hazırlanırken onun siga
ra içmesine heveslenerek ben de sigara içmeye başladım. Sigara içerken kendi
mi daha büyümüş ve delikanlı olmuş zannederdim.
LisEoöNEMi
34
Matematik hocası Sıfırcı Naci diye maruf çok kıt numara veren bir hocamız
vardı. Ara imtihanlardan birisinde Matematikten çok kıt numara verince
haksızlığa tahammül edemeyerek öğretmenler odasının kapısında yolunu
çevirerek neden haksız olarak kıt numara verdiğini soracak kadar ileriye git
tim. Yapılmaması gereken bir hareketti. Ama o yaşın verdiği delilik mi
diyeyim, haşarılık mı diyeyim, her ne hal ise yaptım. İyi ki bir de dayak yeme
dim. Öğretmen beni sert bir dille kovaladı. İşte artık o andan itibaren
öğretmenle aramızdaki ipler kopmuştu. Derdimi anlatacak bir büyüğüm de
yoktu ki ona anlatayım da öğretmenimle konuşsun. Babamı çağırsam gelmez
di. Esasen tabiatım da buna müsait değildi. Derdimi kendi içime atar,
başkalarını kendi derdimle meşgul etmezdim.
Bu olay bende büyük bir etki yarattı. Haksız olarak sınıfta kaldığıma
inandım. Bundan dolayı hayata atıldıktan sonra ve özellikle Cumhurbaşkanlığı
döneminde yurt sathında yaptığım gezilerde öğretmenlerle konuşurken hep
başımdan geçen bu olayı anlatır ve onlara dersinizi öğrencinize sevdiriniz ve
dersi anlatırken kendinizin anlayacağı şekilde deği.l. öğrencilerin anlayacağı bir
dille anlatınız, öğrenci haleti ruhiyesini iyi kavrayınız, davranışlarınızla
öğrencileriniz üzerinde saygınlık yaratınız, haksızlık yapmayınız diye tav
siyede bulundum.
SINIFfA DÖNÜYORUM
35
İSTANBUL'A GİDİŞİMİZ VE KADIKÖY LİSESİ'NE
KAYIT OLUŞUM
İstanbul'a gidişimiz İzmir'den Bursa isimli bir vapurla güverte yolcusu ola
rak cereyan etmişti. İstanbul'a gece indik. İlk defa gördüğüm İstanbul'u garip
sedim. Gerçi İzmir'i görmüştüm ama İstanbul elbette İzmir'den çok daha
büyük ve çok daha güzeldi.
Evimiz Kadıköy Altıyol ağzına çok yakın ve ahşap büyük üç katlı biP evdi.
Yengemin babaannesi saraylı idi. Saray teı:biyesi ile büyüdüğü için her hareke
ti ölçülü ve teı:biyeli idi. Aynı katta oturuyorduk. Mutfak, tuvalet müşterekti.
Evin kirası beş lira idi.
İlk işimiz Kadıköy Lisesine kaydımı yaptırmak oldu. Lise şimdiki Fener
bahçe stadyumunun bitişiğindeki san küçük binada idi.
Şu işe bakınız ki, geçen sene sınıfta dönmeme sebep olan fen derslerinden
sınıfta en başarılılar arasında olmuştum. Hatta Matematik hocam rahmetli
Süleyman Sım Bey bana bazen bir üst sınıfın problemini verir ve bir hafta onu
çözeceğim diye beni uğraştınrdı. Bu hocam benim Askeri Liseye girmeme bile
razı olmamıştı. Kendisine gittiğinlde, "Sen iyi bir matematik hocası olursun"
demişti.
Daha evvel de yazdığım gibi, demek ki bir sene evvel sınıfta dönmemin se
bebi öğretmenlerimi ve okulumu seven:ıemem idi.
36
Askeri Liseye girişimle başlayan askerlik hayatıma geçmeden; Manisa Or
taokulu, Balıkesir Lisesi ve Kadıkôy Lisesi dönemimle ilgili bazı hususlara
değinmek istiyorum:
Daha evvel de ifade ettiğim gibi, ilkokulu bitirip Manisa'ya gelmem ve do
layısıyla aile ocağından ayrılmam, ilk zamanlar bana bir hayli zor geldi. Ken
dimi yapayalnız hissettim. Sınıfta benden büyük ve yaşlı çocuklar vardı.
Büyük ağabeyimin kayınbi raderi Tahsin Bey'in okulda Fizik ve Kimya
öğretmeni oluşu bana biraz kuvvet veriyo1"9u. Aynca Alaşehir'den sınıf arka
daşım ve ailece çok iyi konuştuğumuz Muzaffer İpekoğlu'nun paralı yatılı
oluşu da kısmen olsun yalnızlığımın giderilmesinde bana yardımcı oluyordu.
Sinemayı ve radyoyu ilk defa Manisa'da gördüm. Hafta sonları en fazla
gittiğimiz yerler arasında sinema birinci sırayı alıyordu. O tarihte Manisa'da
sinemada sessiz film oynardı. Sinema salonundaki sessizliği gidermek için,
bir piyanist film boyunca piyano çalar dururdu.
Sinemaya gidemediğim haftalar, ya kira ile bisiklete biner, ya da okul
bahçesinde sabahtan akşama kadar futbol oynar veya kırlarda çiçek böcek top
lardık.
Hatırımda kaldığı kadarı ile, ikinci sınıfta buluğ çağına girince, aşk roman
ları okumaya başladım. Okulda kız öğrenci sayısı çok azdı. Örneğin bizim
sınıfta üç kız vardı. İkinci sınıfa geçtiğimizde dershanede iki kızı beraber oturt
tular. Üçüncüsü tek kalınca yanına bir erkek arkadaşı vermek zorunda
kaldılar. Necmi de (P1T Genel Müdürlüğü ve Ulaştırma Bakanlığı yapan Nec
mi Özgür) benim gibi sııµfın en küçüklerindendi. O kız arkadaşımızın yanına
onu verdiler. Hiç unutmam, Necmi kendisini kızla yan yana oturttular diye
ağlamaya başladı. Böyle olunca, değiştirdiler, başka bir arkadaşı verdiler.
Beni niye vermediler diye üzülmüştüm. Öyle ya, ben de küçüktüm.
Albaylığımda Ankara'da iken Necmi de o tarihte PTT Genel Müdür
Yardımcısı idi, onunla konuşurken bu olayı tatlı tatlı anlatır gülüşürdük.
Birinci sınıfın sonunda, okulda bir müsamere verildi. Ben de o
müsamerede kmnızı vahşiler rondunda rol almıştıin. Üzerimize giydiğimiz el
biseler krepon kiğıtlardan yapılmış, vahşilerin elbiseleri idi. Giyinip soyun
mamız satınenin gerisindeki odada yapılıyordu. Tabii rol alanlar arasında
kızlar da vardı. İçlerinde Semiha isminde bir kız arkadaş müsamere sonunda
bana bir kartpostal verdi. Kartpostalda, ilkokul çağında bir erkek ve bir kız
çocuk çeşme başına oturmuşlar, dudaklarından öpüşüyorlardı. O tarihte ben
öpüşmenin dudaktan olduğunu bile bilmiyor ve dolayısıyla bu resme bir mana
da veremiyordum. Fakat kartpostalı uzun seneler sakladım. Bir hayli sene
sonra, ancak aşk öpüşmesinin dudaktan olduğunu öğrendim. Şimdiki
çocuklar daha okula gitmeden televizyondan bunları öğreniyorlar. Öyle
37
inanıyorum ki, o kız arkadaşım da bilerek bu kartı bana vemiiş değildir. Esa
sen benden üst sınıfta idi.
Necmi ile olan bir hatıramı da anlatmadan geçemeyeceğim:
O senelerde 1 Mayıs Bayramı yoktu. 5 Mayıs günü baharın gelişi do
layısıyla bizi okulca kırlara götürürler, kırda çeşitli eğlence ve müsabakalar ter
tip ederlerdi. İkinci sınıfta iken yine böyle bir 5 Mayıs günü kıra gittik. Sınıfın
en küçükleri olduğumuz için, Necmi ile beni suyla dolu kova içerisine atılmış
bir elmayı ağzımızla alma yarışmasına soktular. Ellerimizi arkadan bağladılar,
içi su dolu kovayı içindeki elma ile yere koydular, bizi de kovanın iki yanına
karşılıklı diz çökti!rdüler. Başlayın deyince, kafa kafaya verip elmayı
dişlerimizle alma yarışına başladık. Elma suyun içinde oradan oraya kayıyor,
ağızlarımız da küçük olduğundan elmayı kavrayamıyorduk. Bir çare
kalıyordu, o da dişimizi elmaya geçirmek. Bir müddet karşılıklı itişmeden son
ra, benim tarafa gelen elmayı kovanın kenarına dayadım, üst dişlerimle
bastırdım, tabii bir süre ağzım ve burnum su içinde olduğundan nefes de ala
madım, ama muvaffak olmuş ve elmayı ağzımla alarak yarışmayı kazanmıştım.
Okul Müdürü çeşitli yaraşımalarda birinci olanlara ödüllerini verdi. Bana da
termos düşmüştü. Sevindim. Akşam üzeri sıra halinde okula dönerken, o
yaştaki çocuklar doğru dürüst durur mu? İtişip kakışırlar. İşte böyle itişip
kakışma sırasında, koltuğumun altına sıkıştırdığım termos düştü. Bir şangırtı
oldu ama ben ne olduğunu anlayamadım. Yerden te.rmosu aldım, sallayınca
şangur şungur yaptığını gördüm. Arkadaşlar artık bunun bir işe yaramaya
cağını söylediler. Termosun sıcağı sıcak, soğuğu soğuk tuttuğunu biliyordum
ama, içinin böyle cam gibi bir maddeden yapıldığını bilmiyordum. Çok
üzüldüm. Ağlamamak için kendimi zor tuttum. Aldığım ödülü kullanmak
kısmet olmamıştı.
İşte böyle ufak tefek bazı anılar var ki , aradan 60 sene de geçse
unutulmuyor.
Son sınıf öğrencilerinden birisi sıra ile bir günlük kıdemli öğrenci nöbeti tu
tar ve koluna da kırmızı bir kurdele takardı. Son sınıfa geçtiğimde nöbetin gel
mesini sabırsızlıkla beklerdim. Zira nöbetçi öğrencinin görevi, derse giriş zili
çaldığında bütün öğrencilerin zamanında dershanelere girmesini ve
öğretmenler gelinceye kadar gürültüsüz patırtısız herkesin sırasında oturarak
beklemelerini sağlamak, eğer öğretmen gelmemişse, o sınıfa girip kürsüde
durmak, gürültü yapan olursa ismini ahp idareye bildirmekti. Küçük sınıflar
onun i�in nöbetçi öğrencilerden çekinirlerdi. Hoşuma giden kız öğrenciler
vardı, nöbetim sarasında onlara da caka satardım. Bazı arkadaşlarımız, kız ar
kadaşlarıyla okulda geliştirdikleri ilişkilerini ileride de sürdürdüler ve
evlendiler. Benim hiçbir kız öğrenci ile ilişkim olmada. Olmasını istedim ama
beceremedim.
38
Bir aıumı daha anlatmak istiyorum:
İkinci sınıfa geçtiğimizde, müşterek olan Fizik-Kimya laboratuvarının so
rumluluğunu, öğrennenimiz Tahsin Bey bana vermişti. Laboratuvarın temiz ve
düzenli tutulmasından ben sorumlu idim. Anahtarı da bende bulunur, iste
diğim zaman girer orada çalışabilirdim. Kimya dersinde, herhangi bir madde
üzerine gümüş veya altın kaplamayı öğrenmiş ve laboratuvarda da deneyini
yapmıştık . Bir k ol saatim vardı. O saatimi gümüşle kaplamayı aklıma koy
dum. Bir gece laboratuvarı açtım, gümüş kaplama düzenini kurdum .
Laboratuvarda küçük bir gümüş parçası vardı. Saatin içini çıkardım, dış mu
hafazasını kimyasal suyun içine koydu m, elektrik bağlantılarını yaptım, bir
süre bekledim. Saatin dış muhafazası gümüş kaplanmıştı. Saat kısmını içine
yerleştirmek istediğimde, bu sefer saatin muhafaza içine gil'!flediğini gördüm.
Sebebini anladım, gümüş kaplandığı için daralmıştı. Olmayacağını anlayınca,
işlemi terninc çevirdim. Yani kapladığım gümüşü tekrar gümüş parçasına nak
letmek istedim, o da olmadı. Saati zorla muhafazaya sokmak istedim, neticede
saat bozuldu ve işe yaramaz hale geldi, ben de saatsiz kaldım ve tabii çok
üzüldüm.
Balıkesir Lisesi dönemine gelince, unutamadığım hatıralarım arasında
Atatürk'ün bizim dershaneye gelişi birinci sırayı alır. Yıl zannediyorum 1932
sonu veya 1933 başlan idi. Atatürk'ün Balıkesir'e geldiğini duymuştuk. Oku
lumuza geleceğini de öğrenince çok sevindik. Dersimiz Kimya dersi idi. Labo
ratuvarda kükürtlü Hidojen (H2S) üretiyorduk. Bunun kokusu çürük yumurta
kokusu gibi pis bir k okudur. İşte böyle pis bir koku neşredildiği sırada,
Atatürk ve maiyeti laboratuvara girdi. Bir hayli kalabalık bir maiyeti vardı. Bir
de büyükçe bir k'.öpek aramızda dolaşıyo� ve etrafı yok luyordu. Arka
daşlarımızdan birisi, içinde kimyevi bir madde bulunan cam şişenin kapağını
açmak istiyor, fakat kapak açılmıyordu. Bunun üzerine Atatürk, "Açılmayınca
ne yaparsınız?" diye sordu. Şişeyi elinde tutan ark adaşımız şaşırdı
söyleyemedi. Atatürk kim söyleyecek deyince, önde bulunan Necmi Özgür,
"Şişenin ağız kısmını ispirto alevine tutarız" dedi ve öyle yapılarak kapak
açıldı. Atatürk'ü ilk defa bu kadar yakından görmüştüm. O §.nı, hfil§ tatlı bir
aıu olarak saklarım.
39
ne demek olduğunu bu olayda anlamış oldum. Bu hatırayı da nedense unut
m amışım.
40
muzu gidip görelim dedik. B irkaç arkadaşla Haydarpaşa Askeri Tıbbıye'yi
gezdik. Kocaman bir bina ve her taraf bomboş. Büyük büyük dershaneler ve
amfileri de var. Bodrum kata da indik. Orada bir salona girdiğimizde, mermer
masaların üzerinde birçok insan kadavrasını görünce evvela şaşırdık ve kork
tuk. Ancak bunların tıp öğrencilerinin üzerinde ders gördükleri kadavralar
olduğunu öğrenince, rahatladık. Kadavraların çoğu kolundan. bacağından,
başından bıçakla kesilmiş, tüyler ürpertici bir manzara gösteriyordu. Salon
içersinde gezmeye devam ettik. Dip tarafta büyük sacdan yapılmış depo gibi
bir şey gördük. Kapağını zorla açtık. Bir de ne görelim; su içinde üst üste
konmuş birçok insan ölüsü . . . Ödümüz koptu ve kapağı kapatıp salondan
çıktık. Meğer tıp öğrencileri, bu ölüler üzerinde keserek biçerek ders görür
lermiş. Bir arkadaşım da, doktor olacak bu öğrencileri alışurmak için geceleri
o salonda nöbet bekletirlermiş demez mi? İyice tiksindim. Günlerce o manzara
rüyama girdi. Aklımdan doktor olmayı geçirirdim, bu hadiseden sonra, doktor
olmaktan vazgeçtim. Askeri Liseyi bitirip Harbiye'ye geçerken de askeri dok
tor olmam mümkün iken, bu olayı gözönüne alarak olmak istemedim.
41
belli idi. Manisa ortaokulunu bitirdikten sonraki m(iracaabmı ağabeyim engel
lemişti. B u ikinci müracaatımı ise engelleyen olmamıştı. Gerçi Matematik
öğretmenim Süleyman s·ı m, asker olmamı istememişti ama bu tavsiyeyi dinle
memiş, karanını kendim venniştim.
O tarihte İstanbul'da iki Askeri Lise vardı; birisi Kuleli, diğeri de Topkapı
yakınındaki Maltepe Askeri Lisesi idi. l O'uncu sınıfa o sene sekiz kişi aldılar,
beni de Maltepe Askeri Lisesine ayımuşlar.
42
Sınıf çavuşu benim nerede olduğumu sordu. Uyumuş kalmışım deyince
herkes gülmeye başladı, ben de güldüm. O saate kadar beni göremeyince okul
dan kaçtığımı zannetmişler. "Yahu insan ilk gece uyur kalır mı, sen ne
kaygısız insanmışsın. Biz ilk defa okula girdiğimiz gece sabaha kadar uyuya
madık .. dediler.
Bu uykuculuğum bütün hayatım boyu devam etti. Okullarda yatakhaneyi en
geç terk edenler arasında her zaman ben bulunurdum. Şu satırları yazdığım
sırada 66 yaşındayım şimdi de uyuyamamaktan şikayetçiyim.
Askeri okullara yeni gelenlere eski öğrenciler "Kaydı Kabul" ismini takarlar
ve bu kaydı kabullerle her vesile ile alay ederler, onları kızdırmak için çeşitli
usulleri denerler, bu yüzden birçok kaydı kabulün okulu terk ettiği bile olur.
Ben bu kaydı kabullük devresini yaşamadım. Bunun birinci sebebi ilk gece
böyle fütursuzca uyuyup kalmam, ikincisi beni Manisa'dan tanıyan arka
daşlarımın bulunuşu, üçüncüsü ise; dersler başladıktan bir hafta on gün kadar
sonra idi, trigonometri dersimiz vardı. Hocamız bir probleme kim cevap vere
cek diye sınıfa sordu. Kimse cevap veremiyordu. Ben kolwnu kaldırdım, bana
söyle dedi; doğru cevabı verince bütün sınıf bana şöyle bir baktılar. Boş ol
madığımı anladılar. Eski öğrenciler çalışkan öğrencilerle, samimi ve olduğu
gibi görünen öğrencilere pek takılmazlarmış. Bana takılmayışlarının üçüncü
sebebi de bu oldu
Okulumuza okul demek için bin şahit lazım. Osmanlı İmparatorluğundan
kalmış, bir zaman kışla, bir zaman hastane olarak kullanılmış kalorifersiz olan
bu binada dershanelerimizde gündüz dahi elektrik yakmak zorunda kalırdık.
Kedi büyüklüğünde fareler dolaşır, yazın koğuşlarda koryolalarımızda sabaha
kadar tahtakurusu öldürürdük. Kışın paydosta dahi dershanede oturmak zo
rundaydık. Zira şimdi olduğu gibi gazino diye bir yerimiz yoktu.
Hafta sonlarında Kadıköy'deki evimize.evci çıkardım. Hafta tatillerinde en
büyük zevkim sinemaya gibllek veya Fenerbahçe futbol takımının maçlarını
kaçırmamak idi.
Aylar çabucak geçmiş, imtihanları muvaffakiyetle vermiş ve son sınıf
öğrencisi olmuştum. Harbiyeli olmama bir sene kalmıştı. O bir sene de göz
açıp kapayıncaya kadar geçti. Yine bakalorya imtihanları başlamış, bir yandan
da askeri mühendis yetiştirilmek üzere Almanya'ya tahsile gönderilecekler için
Avrupa imtihanlarına talip olanları yazıyorlardı.
Şimdi rahmetli olan çok samimi bir arkadaşım olan Faile Savaşman'la bir
likte bu imtihanlara girmemeye, topçu subayı olmaya karar vemıiştik. Fakat
Okul Müdürü rahmetli Kurmay Albay Adil Türer, bizim haberimiz olmadan
hem beni hemde ıµicadaşun Faik'i bu imtihanlara yazdırmış. Katılmamazlık
edemezdik.
43
Bakalorya'dan sonra Avrupa imtihanlarına da böylece mecburen katıldık.
İstekli olmadığımızdan ekseriya. soruların yansını yapıp geri kalanlara cevap
vemıeden çıkıyorduk.
HARBİYE DÖNEMİ
O tarihte en gözde meslek demiryol sınıfı, ikincisi ise süvari sınıfı idi. On
ları topçu sınıfı takip ederdi. Demiryolculuk en tutulan sınıftı çünkü askerlik
ten ayrıldıktan sonra da demiryollannda çalışmak mümkündü. Demiryola
ayrılabilmek için Matematik ile Fizik Kimyadan tam not yani beş almak gere
kiyordu. Benim notlarım buna müsaitti.
Bizi çadırlara yerleştirdiler. Altı ay süre ile çadırda yattık, çadırda yemek
yedik ve bir er gibi eğitime tabi tutulduk. O zan1anki topçu sınıfının çoğu atlı
topçu idi. B u bakımdan evvela ata binmeyi öğret-tiler. Hatırımda kaldığı ka-
44
dan ile her gün bir saat koca kadanalara biner ve manej talimi yapardık. Ata
binmeye alışık olmadığımızdan, her gün ata binmekten dolayı hepimizin apış
aralan yara oldu. O halimizle ata binmek çok zor olduğu için doktora çıkar,
ilaç vermesini isterdik. Ne ilaç ve ne de istirahat verirdi. Affedersiniz
"İdrarınızı avucunuza yapınız ve o idrarı yaralı yerinize sürünüz" derdi.
Çaresiz biz de öyle yapardık. Hakikaten kısa sürede yaralarımız iyi olmuştu.
Yaz aylan süresince güneş altında yaptığımız eğitim sonucu hepimiz meşin
gibi olduk. Atlan tımar etmek, yemini vermek ve suya götürmek de bize ait
idi. Bu altı aylık süre zarfında çok şey öğrendik. Bir erin nasıl yetiştirilmesi
gerektiğini ve topçuluk mesleğinin giriş kısmını burada öğrendiK. Bunun fay
dasını subay çıkıp kıt'alara gittiğimizde gördük.
Hafta tatillerinde izinli çıktığımızda ayağımızda Çizme sırtımızda asker elbi
sesi ile halk bizi ekseriya asker zanneder ve çağırmak gerekir.ıe, "Asker Ağa"
diye hitap ederdi. Yakalanmızdaki H.0. işaretine ve numaraya kimse bak
mazdı. Fakat biz bundan üzüntü değil zevk duyar ve sivil elbise giymeyi
düşünmezdik. Esasen çoğumuzun sivil elbisesi hem yoktu ve hem de sivil el
bise giymek yasaktı.
Biz Tuzla'da stajda iken Harp Okulu da Ankara'ya taşınmaya başladı.
Altı ay sonunda stajımız bitmiş Harp Okulu'na gitme zamanımız gelmişti.
Özel bir trenle güle oynaya şarkılar söyleyerek 22 Ekim 1 936 sabahı Anka
ra'ya geldik.
O zamanki Gar binası eski Ankara istasyonu binası idi. Şimdiki Gar sonra
dan yapıldı.
İstasyondan okula kadar şimdiki Anıtkabir'in bulunduğu tepe üzerinden
tarlaların içinden geçen ham yoldan yaya olarak okula geldik. İstasyon ile okul
arasında bir tek bina yoktu.
Okul yeni yapılmış, o zamana göre modem bir yapı idi. Kayıtlarımız
yapıldı. Elbiselerimiz, eşyalarımız, silahımız, teçhizatımız verildi ve hemen 29
Ekim Cumhuriyet Bayramı hazırlıklarına başlanıldı. Bir haftalık bir zaman
kalmıştı. Geçit resmini Atatürk'ün önünden geçerek yapacaktık. Her gün yaya
olarak Hipodrom'a kadar gider, birkaç tur yapar ve yine yaya olarak okula
dönerdik. Harp Okulu ilk defa olarak Ankara'da Atatürk'ün önünden
geçecekti. Onun için çok önem veriyorlardı. Arka çantalarının muntazam ol
ması için, içine tahtadan yapılmış bir çerçeve konurdu. Hiçbirimizde bu
çerçeveler yoktu. Bahçeye bir süıii kırık dökük tahtaları koydular ve sabaha
kadar her öğrencinin arka çantasını hazı�lamasını istediler. Nasıl oldu şimdi
ben de- bilemiyorum, ama o gece her öğrenci arka çantasını ertesi günkü denet
lemeye hazır etti.
45
1936 yılı 29 Ekim Cumhuriyet B ayramı'nı Atatürk'ün huzurunda geçit
resmi yaparak kutladık. Çok mutlu idik. Atatürk'ü yakından görememiştik
ama uzaktan silüet gibi de olsa O'nu görmek ve önünden geçmek bizi son
derece mutlu ediyor ve bütün yorgunluklarımızı unutturuyordu.
Haunmda kaldığı kadar Ocak veya Şubat ayı içerisinde bir gün ben de
ateşlendim. Doktora çıktım, bana bir gün istirahat verdi. İstirahatler gündüz re
virde akşam koğuşta geçirilirdi. Revir okul binasının dışında idi. (Şimdiki li
san okulu) Revire gittim. Ateşim daha da çoğalmış ki akşama doğru yatakta el
bisemle uyumu_ş kalmışım. Yüksek sesle bir kişinin "Ne yatıyorsun burada"
hitabı ile fırladım. Karşımdaki nöbetçi subayı idi ve odada benden başka kimse
46
kalmamıştı. Akşam karanlığı basmıştı. "Hastayım uyuyup kalmışım komu
tanım" dedim. "Git koğuşuna" dedi. Yapılacak bir şey yoktu, mecburen kapu
tumu giydim dışarıya çıktım. Dışarısı çok soğuk ve kar fırtınası vardı. Titreye
titreye okula geldim. Arkadaşlar koğuşlara çıkmışlar, yatma hazırlığı
yapıyorlardı. Halsiz bir şekilde kendimi yatağa attım ve uyudum. Ne kadar
uyuduğumu bilmiyorum. İstifra ederek uyandım. Dehşetli ateşinr vardı. Arka
daşlarımın müdahalesi ile tekrar revire götürüldüm.
Aynı gün kısım ark.adaşım Abdullah da benimle birlikte revire yattı. İyi ve
müşfik bir doktorumuz vardı. Rütbesi yüzbaşı idi, tedaviye başladı. O günün
akşamı komaya girmişim. Mütemadiyen rüya gördüğümü biliyor, başka bir
şey hatırlamıyorum. Meğer ben· de zatürree olmuşum. Rüyamda beni istirahatli
olduğum gece uyandıran ve gecenin o ilerlemiş saatinde kar fırtınasında okula
gönderen nöbetçi subayını, Okul Komutanını görüyor, onları tabanca ile vur
maya çalışıyor, vuramıyor. annem. babam gözlerimin önüne geliyordu.
GözÜl8ü zaman zaman açıyor. yine uykuya dalıyor ve tekrar aynı sahneler
gözlerimin önünden geçiyordu. Verilen ilaç sadece aspirin idi. Zira o tarihte
zatürree için verilecek başka ilaç da yoktu.
Üçüncü günün sabahı gözümü açtığımda kendimi iyi hissettim. Artık
ateşim düşmüştü. Doktor yüzbaşı " geçmiş olsun atlattın" dedi. Bazı şuruplar
ve haplar verdi. Benimle beraber yatan arkadaşım Abdullah odada yoktu. Has
ta yatan arkadaşlarıma onu sordum, "çok ağırlaştı, tek kişilik bir odaya
kaldırdılar" dediler. Ertesi gün daha iyi idim. Ayağa kalktım, Abdullah'ın
odasına gittim� Nöbetçiler odadan içeriye sokmadılar. İçeriden gelen acaip ses
leri kapının dışından, koridordan duyuyorduk. Zannediyorum ki o gün bağıra
bağıra öldü gitti. Ne kadar üzüldüm tahmin edemezssiniz. Ben de bu şekilde
ölebilirdim. Demek ki alnıma ölüm yazılmamış.
O zamanın askeri kaideleri, disiplin anlayışı böyle idi. Şimdi olsa daha bir
kaç kişi bu şekilde öldüğünde çeşitli tedbirler alınır, tahkikat başlatılır. Has
talık sebeplerini ortadan kaldıracak tedbirlere başvurulur. O soğukta istirahat
liler ille de kendi koğuşlarında yatacak diye dışarıya çıkarılmaz. Hiç olmazsa
ateşi ölçtürülürdü. O kış eğer yanılmıyorsam 35 veya 36 harbiye talebesi genç
yaşta ölmüştü de yine de tahkikat açılmamıştı. Yalnız Okul Komutanı ile bizim
Tabur Komutanı değiştirilmiş. Okul Komutanlığına Kurmay Albay Han1it
DOÖRUER. Tabur Komutanlığına da Kurmay Yarbay İlyas DEMİRSOY get
irilmişti. Bu değişiklikten sonra okulda bir çok tedbirler alındı. Çok
soğuklarda tatbikata çıkarılmadık. Yemeklerimiz daha güzel çıkmaya ve
öğrencilere daha yumuşak davranılmaya başlandı. Nekahat devrinde revirde
iki gün süre ile öksürdükçe ciğerlerimden kanlı balgam çıkardım. Tüberküloz
olduğuma zannettim: Fakat doktor "korkma tüberküloz d�ğil, ciğerindeki tah
ribat temi�eniyor. Bwılan çıkarman iyiye alamet" dedi.
ı.
47
1 5 gün sonra revirden çıkıp tekrar okula geldiğimde arkadaşlarla kucak
laştık. Meğer bir aralık benim de öldüğüm haberi yayılmış. Çok zayıf ve halsiz
düşmüştüm. İmdadıma birinci sömestr tatili yetişti . İstanbul'a gittiğimde
babam beni iyi bir doktora götürdü. Doktor kuvvet verici ve iştah açıcı bir
takım ilaçlar vereli. Onları kullandım. Onbeş gün tatilden sonra o ilaçlara okul
da da devam ettim ve kendimi toparladım. Ankara'nın ilk kışını da böylece at
latmışum.
Mutfaktan yemeği alıp getirmek, sıra ile mangadan iki arkadaşa düşerdi;
beş günde bir sıra gelirdi. Ayrica manganın aş kaplarını. çatal kaşıklarını te
mizlemek, mataralara su doldurmak da o iki kişiye aitti. Bunların yıkanması
için aynlinış bir bulaşıkhane de yoktu. Kızılırmağa karışan bir dereye gider ve
dere suyu ile yıkardık. Çamaşırlarımızı da derede, köylülerin yaptığı gibi
taşlara vura vura kendimiz yıkardık. Banyo ise, adını çamurun renginden
48
aldığı Kızılırmak nehrinde yapılırdı. O çamurlu suda sözde yıkanırdık.
Bölgede sivrisinek çok olduğundan sıtma vakaları da çoğalmıştı. Bir hayli
öğrenci sıtmaya tutulmuştu . Nasılsa bu sefer sıtma beni bulmadı. H albuki
Alaşehir'de ilkokul çağında iken sıtmadan çok çekn)iştim.
49
sayan bir takvim yapmış, her gün akşam o günü siler, subay çıkmamıza kaç
gün kaldığını böylece hemen bilebilirdik.
Erler de vatani görevlerini yaparken terhis tarihini günü gününe bilirler. Bir
e re terhisine ne kadar kaldığım sorduğunuzda ay ve günü ile cevabım hemen
alır.muz.
Gençlik çağlannda bir türlü geçmek bilmeyen günler yaşlandıkça o kadar
çabuk geçiyor ki. şimdi geçen ve geride kalan günlere bakıyorum da, zaman
ne çabuk akıp gitmiş diyorum. Koca bir ömür bu kadar kısa bir süre içinde
nasıl da kaybolup gitmiş.
50
zanılari iecıiibelerden ders alınmaz veya o tecıiibeleri geçirenlerin sözleri din
lenmez bir kenara ablırsa, işte o zaman bir fasit daire içinde döner durur ve ni
hayet kendimizi "Tarih tekerrürden ibcrettir" vecizesi ile avuturuz. Halbuki
İnsanlar geçmişten ders almasını bilselerdi, tarih tekerrür etmezdi. Hakikatte
tarih tekenür etmiyor, biz insanlar onu tekrarlatıyoruz. (*)
Evet sevgili okurlarım. zamanın bir an evvel geçmesini istediğim Harp
Okulu ikinci sınıfından bahsederken. konuyu buralara kadar getirdim. Şimdi
tekrar o sıralara dönelim. Dönelim ama aradan bu kadar zaman geçmiş. akılda
ne kaldı ki?
SUBAY OLUYORUM
İkinci sınıfta da saatler günlen", günler aylan kovaladı. elle yaphğım takvi
min bütün haneleri karalandı, arkasından tatil geldi, yine evlerimize dağıldık.
Subay olacağım ve omuzlanma tek demiri takacağım (**) 30 Ağustosu iple
çekiyordum. Hayata atılacak ve beni okutmak için birçok sıkınblara katlanımş·
olan anne ve �a alacağım maaştan yardımda bulunacaktım.
Güzel ve heyecanlı bir tatilin sonunda yine Ankara'da Harp Okulu'nda top
landık. Daha evvelden alınmış ölçülerimize göre elbiselerimiz, şapkalarımız.
çizmelerimiz, kılıçlarımız, sırmadan yapılmış Büyük Üniformalarımız. Gri
kumaştan yapılmış paltolarımız. birer kol saati, manevra sandığı. harita
çantası. mataram ız dağıtılıyordu. Elbiseler. çizmeler kimimize tam, kimimize
dar. kimimize de bol geliyordu. Terziler. ayakkabıcılar noksanlıkları
gidermeye çalışıyorlardı.
(*) Belki bu duygu ile lstildil marşı şairi M. Akif:
Geçmişten adam hisse mi alırmış, ne masal şey
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar.
Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?
mısraları ile yakınmış, Atatürk tarihin bu nasipsi�liğini (Doğru Tarih) yoksunluğunda
aramış: (Tarih yazmak., yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa
değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtan bir mahiyet alır) hükmünü vermiş. gününü
yaşamak felsefesinin temsilcisi ômer Hayyam bile (Tarih kiinatın vicdanıdır) tasdi·
kine rağmen ne çare ki tarih, çoğu zaman (İhtiyar bir geveze) töhmetinden kurtula
mamış.
51
30 Ağustos 1938 tarihi nihayet gelmişti. Okulun orta bahçesinde bir mera
sim yapıldı, diplomalanmız elimize verildi. Artık subaydık. 30 Ağustos geçit
resmini, sırtımızda arka çantası, omuzumuzda tüfekle değil, üzerimizde subay
elbisesi, sırmalı büyük üniforma ve kılıçla yapıyorduk. Fakat Atatürk şeref
n
tribünü de yoktu. Hastalığından dolayı istanbul'da idi. O büyük insan, yol
göstericimiz o dfilıi en son olarak bizim sınıfın subaylık kararnamesini imza
lamış fakat İstanbul'dan Ankara'ya gelememişti. O esnada bizler Atatürk'ün
hastalığının tehlikeli bir hastalık olduğunu da bilmiyorduk. (•)
(•) Seneler geçti ve ben o eşsiz Başkomutanın hayatını vesikalardan okurken biz 30
Ağustos 1 938 bayra mını en genç subaylar olarak geçit res-ıninde kutlarken onun 29
Ekim 1938 tarihinde yayınladığı mesajını okuyacaktım:
"Zaferleri ve milisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferle beraber mede
niyet nurlarını taşıyan Kahraman Türk Ordusu; memleketini en buhranlı ve müşkül an
larda zulümden, feliket ve mus ibetlerden ve düşman istilasından nasıl korumuş ve
kurtarmış ise, cumhuriyetin bugünkü feyizli devrinde de, askerlik tekniğinin bütün
modem sil8h ve vasıtalarıyla mücehhez olduğun halde, vazifeni ayni bağlılıkla yapa
cağına hiç şüphem yoktur. Bugün, cumhuriyetin on beşinci yılını mütemadiyen artan
büyük bir refah ve kudret içinde idrak eden Büyük Türk Milletinin huzurunda kahraman
ordu, sana kalbi şükranlarımı beyan ve ifade ederken büyllk ulusumuzun iftihar hisle
rine de tercüman oluyorum. Türk Vatanını ve Türklük Camiasının şan ve şerefini, <!.ahi
li ve harici her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni her an ifaya
hazır ve amade olduğunu benim ve Büyük Ulusumuzun. tam bir inan ve itimadımız
vardır. Büyük U lusumuzun orduya bahşettiği en son sistem fabrikalar ve silahlar ile bir
kat daha kuvvetlenerek büyük bir feragaı-ı nefs ve istihkarı hayat ile her türlü vazifeye
i faya müheyya olduğunuza eminim. Bu kanaatla Kara, Deniz ve Hava ordularımızın
kahraman ve tecrübeli komutanları ile subay ve eratını selamlar ve takdirlerimi bütün
ulus muvacehesinde beyan ederim. Cumhuriyet Bayramının onbeşinci yıldönilmü
hakkınızda kutlu oüun."
52
İki senelik Harp Okulu sırasında anlatabileceğim birkaç aruyı buraya aldım.
Bu sayfayı kapatmadan acaba daha ne anlatabilirim diye düşünüyor, önemli
sayabileceğim bir olay aklıma gelmiyor. Belki şwıları anlatabilirim:
Harp Okulu ikinci sınıfı bitirip İstanbul'da iyi bir tatil yaptıktan sonra,
subay oluşumuz için düzenlenecek törene katılmak üzere okula geldiğimde,
daha evvel Ankara'ya gelmiş olan arkadaşlardan birisi bana, " Kenan sicil nu
maran 50" dedi. O güne kadar bize sicil numarasının ne manaya geldiğini an
latmadıklarından, veya anlattılar da ben dinlemediğimden, bunu söyleyen ar
kadaşıma : "Ne demek o" diye sordum. O da, "Yani topçular arasında
sıralamada yerin 50'nci oluyor" deyince ne manaya geldiğini anlamış oldum.
Aldığım bu sicil numarasının askerlik hayatı boyunca hiçbir şekilde
değişmeyeceğini bize daha evvel anlatmış olsalardı, okulda ona göre çalışır ve
üst sıralarda olmaya gayret sarfederdim. Topçu subayı olarak 203 kişi mezun
olmuştuk. Demek ki 203 kişi atasında 50'nci sırayı almışım.
Askeri liseyi bitirip Tuzla'ya altı aylık staja gittiğimizde, geceleri canımız
sıkılır, eğlence de olmadığı için bir meşgale arardık. Bazı arkadaşların küçük
küçük poker oynadıklarını görünce ben de pokere merak sardım ve oynamaya
başladı�. Ankara'ya Harp Okulu'na gelince okulda oynamadım. Birinci
sınıftan ikinci sınıfa geçtiğimizde Kalccik'e kampa gittik, Cumartesi Pazar
günleri ve bazı akşamlan can sıkıntısından poker oynamaya başladım. Umu
miyetle kaybetmez, kazanırdım. Hiçbir şeyin müptelası olmadığım gibi. poker
veya diğer talih oyunlarının da müptelAsı olmadım. Subay çıktıktan sonra da
zan1an zaman oynadım. Ancak eğlence hududunu aşmadım. Yani işi kumara
dökmedim.
Ankara'da geçen iki senelik Harp Okulu döneminde de bir kız arkadaşım
olmadı. Esasen o tarihte Ankara ufak bir şehir. Bir kız arkadaşla gezmeniz
mümkün de değil. Zira muhakkak her tarafta fıldır fıldır dolaşan inzibat subay
larına yakalanırsınız. Harbiyeli bir öğrencinin bir kız arkadaşıyla kol kola veya
el ele dolaşması yasak olduğundan böyle bir şeye tevessül de etmezdik.
Hafta sonları cebimde param varsa şehre iner, ya kahvehaneye veya sine
maya gider. param yoksa okulda kalır resim yapar, yahut da kitap okurdum.
Babam aylık harçlık olarak beş lira gönderir, okuldan verilen aylık maaşla bir
likte bunu bir ay idare etmeye çalışırdım. Hatırımda kaldığı kadar, birinci
sınıfta aylık maaşımız üçbuçuk lira, ikinci sınıfta ise beşbuçuk lira civarında
idi. Bu kitabı okuyanlara bu rakamlar çok gülünç gelebilir. Bir karşılaştınna
olması bakımından, bir paket sigaranın 11 kuruş. bir kilo ekmeğin 7 veya 7 .5
kuruş. bir kilo etin 50 kuruşla 60 kuruş arasında olduğunu, lüks olmayan bir
lokantada 75 kuruşa karın doyurulabildiğini söylersem, bu rakamların pek de
küçük olmadığı anlaşılaca,ktır zannederim.
53
TOPÇU OKULUNDA
55
ediyordu. Omuzlarımızda taşıdığımız demirin üzerine bir yıldız ilave ederek
teğmen olmamız için altı ay geçmesi gerekiyordu. O tarih Şubat'ın sonu idi. O
kadar çabuk geldi ki Şubat'ın 28'inde teğmen rütbelerini taktık. En çok zevk
duyduğum rütbeler; ilk subay çıktığım asteğmenlik rütbesiyle teğmenlik
rütbesi olmuştur. Ondan sonraki rütbolerde o heyecanı duymadım. General·
olurken de aynı heyecanı tatmadım desem yalan söylemiş olurum. Her okulda
olduğu gibi insanlar kendi kafasına denk buldukları ile daha samimi olarak ar
kadaşlıklarını sürdürürler. Harbiye'den beri ben, Tahsin BARIN ve Faik
SAVAŞMAN üç samimi arkadaş idik. İçtiğimiz su ayn gitmezdi . Para
larımızda dahi ayrılık yoktu. Birçok eğlence yerine beraber gider, hep birlikte
eğlenirdik. Her ikisinin de kalbi pırlanta gibi idi. Kimseye fenalık yapmaz
lardı. İkisinin de annesi babası küçük yaşta ölmüş. Benim annem. babam on
ların da annesi babası idi. Okul sıralarında birbirimizden aynlmadığımız bu iki
arkadaşımla kıt'alara dağıldıktan sonra bir daha biraraya gelemedik. Bazen
aramızda konuşur, evlendikten sonra çocuklarımız olursa birbirleri ile evlendi
rirdik. O ne tatlı hayaller idi. Hepimizin de çocukları oldu fakat birbirleri ile
evlenmediler. Hatta birbirlerini görmediler bile. Evvela Tahsin'i sonra da
Faik'i kaybettim. Sıra şimdi bana geldi. Faik 1 2 Eylül sonrasını görebildi, bir
birimizi tekrar kucakladık. Fakat Tahsin ancak korgeneralliğimi görebildi. Her
ikisini tekrar rahmetle anıyorum.
Topçu Okulu'nda iken şiire merak sardım. Sevdiğim şiirleri bir defterde
topladım. Çoğunu ezberden okurdum. En çok hoşlandığım şiirler Ömer
Hayyam'ın şiirleri ile Namık Kemal, Faruk Nafiz Çamlıbel ve AHiettin
Gövsa'nın şiirleri idi. İçki masasında Ömer Hayyam'ın şiirlerini okur,
Atatürk'ü andığım zamanlarda da Faruk Nafiz'in ve. AHiettin Gövsa'nın
Atatürk'ün ölümünden sonra yazdıkları o çok güzel ve duyarak yazılmış
şiirlerini okurdum. Vatan şairi Namık Kemal'in şiirlerinin ise ayn bir yeri
vardı. Magosa'da sürgünde zindanda iken karşılıklı olarak şair Hikmet ile bir
likte söyleyip yazıdıklan vatan şiirini çok sever ve sık sık tekrar ederdim. Şiir
yazmayı çok denedim fakat muvaffak olamadım. O bir Allah vergisi. Bir kıt'a
yazar, arkasını getiremez çöp sepetine atardım.
Müziği de severdim. Bir müzik aleti çalmayı çok istedim. O zamanlar akor
deon, sevilen bir müzik aleti idi. Birçok arkadaşım akordeon veya gitar desleri
aldılar. Ben yapamadım. Ne akordeon alacak parayı bulabildim ve ne de
öğretmene vereceğim parayı. Öyle olunca da öğrenemedim. Bir müzik aleti
çalamadığıma MHi. daha üzülür ve çalanları kıskanırım. Karakalem resim yap
mayı Topçu Okulu'nda da devam ettirdim. Yaptığım tabloları arkadaşlarıma
verdim, bende bir tanesi bile yoktur. Hafta tatillerinde en çok zevk aldığım
sazlı ve şarkılı gazinolara gitmekti. Hele yazın Tepebaşı gazinosu ile Küçük
Çiftlik Parkı'nın hemen hemen daimi müşterilerinden sayılırdım. Param ol-
56
dukça da dans zevkimi gidermek için barlara giderdim. Dans etmeyi sever ve
iyi de dans ederdim. Ancak bardakfkonsomatris kızlara acırdım. Hoşlansın
hoşlanmasın, yorgun olsun olmasın, önüne gelenle dans etmeye veya içki
içmeye mecburdular. Hatta ne kadar içki ısmarlatır ise, o kadar fazla para
alırlar. KendHerini para karşılığı satan kızlara karşı daima acuna hissi duy
muşumdur. Cemiyetin büyük yarası olarak devam edip gidiyor. Kitap oku
maya da daha ortaokul sıralanndan beri merakım vardı. Bu merakım Topçu
Okulu'nda da devam etti. Burada felsefi eserleri merak etmeye başladım. Ec
nebi yazarlardan Anatol Farance'ın eserlerini ne zaman bulsam alır okurdum.
Aldığım kitaplardan bugün yanımda bir tane bile yok. Okumaları için
tanıdıklara verdim, bir daha geri gelmedi.
Birinci sınıf bitti, ikinci sınıfa geçtik. Bu arada 1 Eylül 1 939 günü Alman
ya'nın Polonya'ya taarruzu ile 2'nci Cihan Harbi başladı . Gerçi harp
Türkiye'den uzakta idi anla aylar geçtikçe harp gittikçe genişliyor ve sıcak
rüzgarlan Türk.iye'yc de esiyordu. Pekfila Türkiye de kendisini harbin içinde
bulabilirdi. Hükümet bunu düşünmüş olacak ki, bizim ikinci sınıfı altı ay
kısaltarak Şubat ayı içerisinde kıt'alara gönderilmemizi kararlaştırdı. Hem
seviniyor ve hem de üzülüyorduk. Seviniyorduk, çünkü talebelikten kurtula
caktık. Üzülüyorduk, çünkü senelerdir berabet olduğumuz arkadaşlarımızdan
ayrılacak ve İstanbul'a da veda edecektik. Harbin verdiği sıkınular memlekette
yavaş yavaş hissedilmeye başlandı. Birçok madde bulunmaz oldu. Karaborsa
denilen o meş'um canavar hortladı. O zamana kadar karaborsanın ne olduğunu
bilmezdim. Şubat ayının başlan idi artık kur'aları çekmemize çok az zaman
kalmıştı. Hepimiz Türkiye'nin bir köşesine vatan savurniıası hizmetine gide
cektik. Kur'a yerleri hemen hemen belli olmuştu. Trakya bölgesi ve şarktaki
birlikler ön sırayı alıyordu. Kur'ada İstanbul ve Ankara da bir hayli vardı.
Kur'alann çekiminden bir gün evvel yatakhanelere çıktık lavabolarda elimizi
yüzümü yıkıyoruz. Urfalı "Dostum Alaattin" olarak hitap ettiğimiz ve hepimi
zin sevdiği arkadaşımız kendine özgü şivesi ile "Kur'alann içinde bir tane
Urfa varmış, ne olur onu çeken bec.imle değişsin" diyordu. Ben de kendisine
şaka olsun diye "Merak etme dostum Alaattin, o bir taneyi ben çekeceğim ama
sen de neresi olursa olsun benimle değişecek misin" dedim. "İstanbul, Ankara
hariç neresi olursa olsun değişeceğim" diye cevap verdi. Arkadaşlarla
gülüştük ve yattık.
57
MALKARA'DAKİ TOPÇU TABURUNA GİDİYORUM
Ertesi gün torbadan kur'alan kendi elimizle çekmeye başladık. Sıra bana
geldiğinde şeytan sanki beni dürttü; sağ elimle çekeceğime sol elle çektim.
Kağıt açıldı. U�a'daki Süvari Tümeninin Topçu Alayım çekmeyeyim mi! O
anda dondum kaldım. Kur'a yerini değiştirmek aklıma geldi. B ir Urfa1ı arka
daşımız daha vardı; adı Nurettin olan o arkadaşıma gittim. "Nurettin Urfa'yı
çektim, benimle yerini değişir misin" dedim. " Ben Ankara'yı çektim
değişmem" dedi. Alaattin'i aradım. Dostum nereyi çektin diye sordum. Edime
diye cevap verince "Ben sözümde durdum Urfa'yı çektim, değişir misin"
deyince " Değişirim" dedi. Edime İstanbul'a daha yakın olduğundan tercih
etm iştim. Hemen dilekçelerimizi verdik ve karşılıklı olarak yerlerimizi
değiştirdik. Birçok arkadaş bu şekilde yerlerini değiştirmişlerdi. Bazıları da
para karşılığında yerlerini sabnıştı. Benimle değiştirme yapmayan Nurettin An
kara'da bir aşk yüzünden intihar etti ve genç yaşta öldü. Kaderin elinden,
alınyazısından kimse kurtulamıyor. Benimle değişmiş olsaydı belki şu anda o
da yaşıyor olacaktı. Acaba ben ne olacaktım? İçtiğimiz su ayn gitmeyen en sa
mimi arkadaşım Tahsin Barın ise Erzuruın'u çekmişti. O da çok uğraştı fakat
Şa.ı,X olduğu için değiştiremedi.
Artık bir daha İstanbul'a gelip gelmeyeceğimiz belli olmadığından Şubat'ın
1 5'ine kadar İstanbul'da m ümkün olduğu kadar hoş vakit geçirmek için
eğlence yerlerinden çıkmadık. Hareket günü geldiğinde yanımda Edime'ye
gidecek kadar para kalmıştı.
Annem eşyalarımı hazırlamıştı. Yatağım yorganım her şey hazırdı. 15
Şubat 1 940 günü trenle Edime'ye yapayalnız hareket ettim. Edime'ye
vardığımda 28'inci Tümen Karargfiluna gittim çünkü görev yerim bu Tümenin
Topçu Alayının 1 'inci Batarya Takım Komutanlığı idi. Tümen Karargahına
gittiğimde taburumun Edime'de değil Malkara'da olduğunu söylediler. Dona
kalm ıştım. Ben Edime diye gelmiş ve harcırahımı da Edime'ye kadar ver
mişlerdi. Malkara'ya gidecek param yoktu. Harcırahımı istedim. Tümenin Le
vazım Müdürü harcırah kağıdımı hazırlattı.
Muhasebe Müdürüne gittiğimde "Senin tayin emrin henüz Tümene gelme
miş" diye bana harcırahımı vermedi. Tekrar Levazım Müdürüne gittim ve du
runm anlattım. Çok iyi bir subaydı. Rütbesi Yarbay olmasına rağmen benimle
M uhasebe Müdürünün yanına kadar geldi ve "Bu çocuk deli m i ki
İstanbul'daki Topçu Okulu'nu bırakıp buraya gelsin. Elbette arkasından tayin
58
emri gelecektir" dedi ise de Muhasebe Müdüıüne laf anlatamadı. Muhasebe
Müdürü Tümen Komutanhğma değil. Maliye Bakanlığma bağh olduğu için
Tümen Levazun Müdürü emir de veremiyordu. İlk defa karşıma mevzuat haz
retleri çıkmışu. Bu mevzuat daha hayaum boyu karşıma çıkmaya devam ede
cektir. Üzerimde para olmadığını Levazım Müdürü biliyordu. Biliyordu ama,
onun da elinden bir şey gelmiyordu. Bir aralık benim tayin olduğum taburun
mutemedini gönnüş; git sizin taburun mutemedi Teğmen Oğuz Akalm'ı gör, o
sana ödünç para verir harcuahtm sonra alırsın teğmenim dedi. Başka yapacak
bir şey yoktu.
Bizden bir sene ovvel Topçu Okulu'nu bitirmiş 1937'li Oğuz Akalın'ı
Tümen Karargfiln'nda buldum. Kendisine durumu anlatUm ve ödünç para iste
dim. Ne kadar istediğimi sordu, 10 lira yeter hedıalde dedim. 15 lira desem o
kadar verecekti. 10 lira istediğim için 10 lira verdi. Parayı alu almaz Malka
ra'ya giden otobüs aradım. Malkara'ya yoktu. Bunun üzerine evvela Tekir
dağ'a giden bir otobüse bindim. Hava soğuk ve karh idi. Tekirdağ'a kazasız
belasız geldik. O gece Tekirdağ'da bir otelde kaldun.
Ertesi gün Malkara'ya giden bir otobüse bindim. Hareket ettikten kısa bir
süre sonra geriye döndük çünkü fazla kardan Malkara yolu kapalı imiş. Yolun
açılmasmı bekleyecektik. Tekrar aynı otele geldim. Bir gün iki gün geçti,
üzerimdeki para yavaş yavaş azahyordu. Kaç gün daha kalacağımı bileme
diğimden yemekleri çok idareli ve ucuzundan yemek suretiyle idare etmeye
çahşıyordum. Eğer bir iki gün daha kalsaydım Askerlik Şubesi Başkanma
gidip durumumu anlatacak ve ödünç para isteyecektim. Bereket versin ki
üçüncü gün yolun açlldığı haberi geldi de hareket ettik ve ben de ödünç para
aramaktan kurtuldınn . Baştma gelen bu olay hayabm boyunca bana büyük bir
ders oldu. Her yolculuğa çıktşta muhakkak yanımda fazla para bulundurmayı
hiçbir zaman ihmal ettnedim. Onun için eskiler dememişler mi "Bir musibet
bin nasihatten daha iyidir" diye.
Otobüs Malkara'ya 4 kilometre kala fazla kardan bu sefer de aksmı kmh.
Yine yolda kaldtk. Akşam üzerine yakin bir saatti. Şehre haber gönderip vasıta
gelmesini bekleyinceye kadar otobüste yanımda oturan Malkara savcısı ile bir
likte yürümeyi tercih ettik. 4 kilometreyi bir saatte alarak akşam olmak üzere
iken Malkara'ya ayak OOsbm.
İşte böyle macerah bir yolculuktan sonra ktt'ama ulaşm1Ştım.
Topçu Okulmıdaki günleri kapaup yeni ve yorucu bir dönemin başlayacağı
ktt'a hizmetini anlatmaya başlamadan evvel. Topçu Okulu ile ilgili bazı
arularum anlatmak istiyorum.
Subay olmanın. her aybaşı muntazaman bir maaşa sahip olmanm, daha
doğrusu hayatuu kazannuş olmanın verdiği bir sevinç ve rahatlık içinde idik.
59
Harbiyeden mezun olurken bir takım elbise ve çizme ile o zamanın kıyafetine
uygun bir de kaput verm işlerdi. Daha fiyakalı olabilmek kendimizi dışarıda
kızlara beğendirebilmek için, hemen hemen hepimiz Beyazıt'taki askeri terzi
lerle çizmecilere koştuk. Tabii koşanlar arasında ben de vardım.
Hiç sivil elbisem yoktu. Ona da ihtiyacım vardı. Zira her yere üniforma ile
gidemiyorduk. Onun fiyatı zannedersem 35 lira civarında idi. Sivil ayakkabı 5
lira, sivil gömlek, kravat da takside bağlandı. Böylece bu ihtiyacım gideril
mişti. Taksitlerin ödenmesi bir sene devam etti.
Askeri ve siyil elbiselerim tamam olduğuna göre iş bir kız arkadaş bulmaya
kalmışu. Bulacağım kız arkadaşla evlenmemiz mümkün değildi . Mevcut kanun
üsteğmen olup üzerinden iki sene geçmeden evlenmeye mani idi. Yani beş
sene sonra evlenmek mümkündü. Nikah memuru nikfilı muamelesini yap
mazdı. E sasen ben evlenmeyi de düşünmüyordum. Bir kısım arkadaşlarımız
hile yoluna sapmak, subay olduğunu saklamak suretiyle evlendiler. Ama bun
lardan çoğu ihbar sonucu üç ay hapse mahkOm oldular.
Bir kız arkadaşım oldu. Onunla bir hayli flört ettim. Sonunda bakum ki ev
lenmek için vaad istiyor, bana da gittikçe bağlamyor. kendisine açıkça bir
mektup yazmak ve evlenmemizin mümkün olmadığını o mektupta izah etmek
suretiyle aylar sonra arkadaşlığımıza son verdim.
İkinci sınıfta iken bir kız arkadaŞımla hafta ortasındaki günlerden bir akşam
60
randevulaştık. Son dersten sonra akşam yemeği yemeden okuldan ayrılmam
gerekiyordu. Aksi gibi o günkü nöbetçi subayı birinci sınıfın sınıf subayı
Yüzbaşı Enver Eralp'ti. Çok titiz ve hiç müsamahası olmayan bir subay
olduğunu hepimiz bilirdik. Geceleri yatakhanelere muhakkak gelir ve karyola
larda yatanları kontrol ederdi. Yatağımı boş bıraksam olmayacak. içinde bir
kişi yatıyomıuş gibi suni olarak yorganı kabartıp şekil versem Enver Bey'i
kandıramazdım. En iyisi karyolayı olduğu gibi yatakhaneden çıkarıp, bavul
ların muhafaza edildiği depoya koymaktı. Deponun anahtarı arkadaşımdaydı.
Onunla anlaşarak karyolayı kaldırıp oraya koyduk.
Kız arkadaşımla buluşup Yenikapı'daki deniz kenarında bulunan Çakır'ın
gazinosuna gittik. Cebimde 5 lira param vardı. İkimiz de içkili yemeğimizi ye
dik. Hava da çok güzel ve sakindi. Deniz kenarındaki kiralık sandalla deniz
gezisi yapmak istedik. Bir müddet kürek çektikten sonra muhabbete dalmışız.
Bir aralık başımı sahile çevirdiğimde sahilden bir hayJi uzaklaştığımızı,
ışıkların ufalmasından anladım. Meğer akınu bizi sürüklemiş. Saat de bir hayli
ilerlemişti. Küreklere sarıldım. Yaz günü çok sakin bir hava olduğundan yo
rulmadan sahile ulaştık. Gecenin o ilerlemiş saatinde küreklerin su içinde ya
kamoz denilen pınlu olayını hfila unutan1an1.
Son tramvayı kaçırmamak için biraz acele tramvay durağına geldik. Kız ar
kadaşımın evi Ortaköy'de idi. Ortaköy tramvayı bulamadığımızdan, Ka
raköy'den geçen bir tramvaya atladık. Karaköy'e geldiğimizde saat gece
yansını geçiyordu. Tabii bu saatten sonra tramvay bulunmazdı. Mecburen bir
taksiye bindik. Ortaköy'de onu bıraktım, geriye köprüye geldim. O saatten
sonra Haliç vapurları da işlemiyordu. Okulumuzun bulunduğu Halıcıoğlu'na
kadar yürümem mümkün değildi. Cebimde ise 25 kuruşum kalmıştı. 25
kuruşla taksi tutmam da imkansızdı. Mecburen köprünün hemen yanında
sıralanmış sandallara yan·aşum. Baktım sandalcılardan birisi beni görünce uy
kusundan uyandı. "Merhaba hemşehrim" diye seslendim. O da Karadeniz
şivesiyle, "Buyur beyim" dedi. Halıcıoğlu'na kaça götürürsün diye sor
duğumda, 50 kuruş istedi. Ben de gayet samimi olarak kayıkçıya "Bak
hemşehrim, 50 kuruşum olsa hiç itiraz etmeden verirdim. Ama 25 kuruştan
başka meteliğim yok. Geç de kaldım. Okula bu gece yetişmem l§zım. Kürek
çekmesini bilirim. Küreğin yansını ben, yansını sen çekersin oldu mu"
deyince; Karadenizli kabadayı adammış, "Atla beyim" dedi. Böylece sabaha
kadar sokakta kalmaktan kurtuldum.
Okula geldiğimde saat zannediyorum 02.00'yi geçiyordu. Yatakhaneye gir
dlın, bir de baktım ki karyolam yerine gelmiş. Meğer arkadaşlar nöbetçi subayı
kontrolu yaptıktan sonra beni.m geç geleceğimi tahı!t in ederek karyolamı de
podan alıp yerine koymuşlar.
Okuldan kaçma adetim yoktur. Topçu Okulu'nda zannederim iki defa. gece
61
kaçtım. Birisi buydu. B unda da az kalsın sabaha kadar parasızlık yüzünden
sokakta kalacak ve rezil olacakum.
İkinci kaçışımızda bir arkadaşımla birlikte Beyoğlu'ndaki Londra Bar'a
gidip eğlenmiştik. Ama onda böyle bir durumla karşılaşmamıştım.
Başka bir olay da başımdan şöyle geçti :
Cumartesi akşamı Beyoğlu'nda eğlendik. Saate dikkat etmemişim. Bir
aralık saate baktığımda gece yansına yaklaşıyordu. Zannediyorum Kadıköy'e
son vapur saat 24.00 civarında idi. Bulunduğum yerden tramvayla gitmeye
çalışsam yetişmem mümkün değil. Taksi ise pahalı. Yaya olarak Yüksek
Kaldırımdan bazen de koşarak köprü Kadıköy iskelesine geldim, ama vapur
da iskeleden ayrılmış gidiyordu. Ne yapayım, tekrar Beyoğlu'na çıkıp sabahçı
kahvelerden birinde sabahlamak mümkündü ama, tekrar o yolu hem de yokuş
yukan çıkmaya üşendim. Aynca eve bir haber bırakmamıştım. Annem babam
merak eder diye düşündüm. Onlann meraklı olduğunu biliyordum. Daha evvel
sandalla gitmeye alıştım ya. yine sandalcılara gittim. Kadıköy'e bir liraya pa
zarlık ettim. Saraybumu'na geldiğimizde gerimizden motorlu bir takanın bize
doğru yanaştığını görünce, sandalcı bana, "Teğmenim. eğer bu taka Haydar
paşa önünden geçiyoIBa ona bağlanıp gidelim mi ?" diye sordu. Ben de, "Olur
öyle yapalım" dedim. Taka bize yanaştığında sandalcı Karadeniz şivesiyle on
lara bağırdı ve ip atarak bağlanmak istediğini, eğer Haydarpaşa önünden
geçiyorlarsa oraya kadar götürmelerini söyledi. Onlar da, "Peki ip at" dediler.
Sandalcı, sandalın içindeki uzun urganın bir ucunu sandalın burnuna bağladı,
geri kalan toman motora fırlattı. Ama taka dum1amış. bir taraftan hafif de olsa
yoluna devam ediyordu. Sandalcı usta denizci imiş ki, .fırlattığı urgan takaya
ulaştı. Onlar da ipi yakalayıp halkaya bağladılar. B ağJanır bağlanmaz takanın
hızını artırdılar. Saraybumunun o akınulı ve çırpıntılı yerinde bizim sandalın
bumu biraz yana dönmüştü. Taka boşta kalan ipi aldıktan sonra birdenbire
sandala hızlıca asılınca, sandal nerede ise devrilecekti. Bereket ki devrilmedi.
Zira eğer devrilseydi, o tarihte yüzme bilmediğim için ben de orada gecenin
karanlığında ve akıntıda boğulup gibniştim. Şansım varmış ...
Eve geldiğimde babamı seccadenin üzerinde tesbih çekerken gördüm. Bana
baktı "Nerede kaldın be oğlum" dedi. "Vapuru kaçırdım, sandalla geldim.
Neden yatmadınız, ne var merak edecek" diye karşılık verdiğimde ,
"Gelmeyeceğim desen biz de beklemeyiz. Burası İstanbul, binbir olay olabilir.
Sen de baba olunca görürüm o zaman" dedi.
Haklı olduğunu baba olduktan sonra ben de anladım. Çocuklardan birisi
akşam üzeri biraz geç kalsa, gözüm pencerede gözler dururdum.
Daha anlatacak habral� var ama. ben tadında bırakmak için bu kadarla yeti
niyor ve şimdi kıt'a hinnetimle ilgili anılara geçiyorum.
62
İLK KIT'A HİZMETİM
Okul hayatı, öğrencilik devri kapanmış, önümde yeni bir yol başlamıştı.
Taburda tanıdığım hiç kimse yoktu. Tayin olduğum l 'irıci Bataryanın Komu
tanı Yüzbaşı Rıza Orpcn idi . l 927'de Harp Okulu'ndan mezun olmuş. Tabur
Komutanımız B inbaşı Nuri Çallı'dan sonra en kıdemli subaydı.
63
TIJGAY KARARGAHINA GİDİŞİM
Kısa bir süre sonra Tugayımız Tümen oldu. Benim topçu taburu da Malka
ra'dan hareket ederek Osmanlı Köyde teşekkül eden 36'ncı Topçu Alayının
1 'inci Taburunu teşkil etti. Zaman içerisinde Tümen Karargahının doktoru,
veterineri tayin oldu. O görevleri kendilerine devrettikten sonra yalnız lojistik
hizmetler bana kaldı. Yeni teşekkül eden bir Tümene mütemadiyen silah ve
malzeme geliyor, bunların Tümen Birliklerine dağıtımı benim tarafımdan
yapılıyordu. Karargfilıta benden kıdemsiz subay yoktu. Hepsi ya Binbaşı veya
Yarbay idi. Çok az bir miktah Yüzbaşı ve Üsteğmen rütbelerinde idiler.
Teğmen olarak ben ve Fahir Aruoba vardı.
65
Havsa'da çalışmamı sürdürürken hastalandım. Tümen KarargaJunda uzman
doktor ve hastane yoktu. Yalnız pratisyen doktorlar vardı. Evde ise benden
başka lemse yoktu. Onun için beni Edime'deki Askeri Hastaneye gönderdiler.
Hastanede bir ay kadar kaldıktan sonra tekrar Havsa'ya döndüm. Döndükten
birkaç gün sonra mütemadiyen kaşmfuamdan şüphelendim. Çamaşırlarımı
muayene ettiğimde, birkaç bit buldum. Hizmet erim Cemal'e, çamaşırları
yık.ayan kadına çamaşırları kaynatmasını söyle dedim. Biti hastaneden getir
diğim anlaşılıyordu. Kaşınmam bibniyordu. daha ince muayene yaptığımda bir
de ne göreyim; çamaşırlarım ve pijamamın dikiş yerleri bit sirkeleri ile dolu !
(Şimdiki nesil bit sirkesi nedir diye sorabilirler. Bitin yumurtalan rİa sirke tabir
edilir. Yumurtalar bir müddet o dikiş yerlerinde durur, vücut hararetiyle
yüzlerce sirke bit olurlar.)
Annemle bir ay kadar beraber oturabildik. Oturduğumuz ev; iki odalı, mu
hacirler için devlet tarafından yapılmış evlerden birisi idi. Bir odasında ev sahi
bi kendisi, hanımı ve çocukları oturuyordu, bir odasında da biz kalıyorduk.
Evin arka cephesinde hayvan ahın ve onun yanında tuvalet vardı. Yani faraza
gece yansı tuvalete gibnek gerekse, giyinip kuşanacaksın, eline de ya fener
veya yanan bir çıra alacaksın, yağmur da yağsa, kar da yağsa böyle gidecek
sin. Benim için bir şey değil de; -çünkü böyle hayata alıştık- annem için zor
oluyordu. Gerçi onlar da gençliğinde Yunan işgalinde böyle eziyetler
çekmişler ama şimdi kaloriferli olmasa da Kadıköy'de iki odalı bir evde otu
ruyorlardı.
Bir gece evli olan arkadaşınım evine oturmaya gibniştik. Gecerlin geç saa
tindt: karargfilıtan bir astsubay bana gelerek Kolordudan acele şifre geldiğini
66
söyledi. Şifre subaylığı görevini umumiyetle Tümen Komutanının emir subay
lan yapardı. O olmayınca bana getirirlerdi. O zamanki şifreler harflerin rakam
larla ifade edilmiş şekli idi. örneğin 54 rakamı "A" harfini, 32 rakamı "B" har
fini ifade ederdi. Zaman zaman bu görevi ben yaptığımdan, şifre anahtarını
ezberlemiştim. Şifreyi alıp baktığımda, durumun hiç de iyi olmadığmı an
ladım. Kolordudan gelen şifrede Almanlar'ın Bulgaristan'a girdiği haber veri
liyor ve Tümenin yarın Edime'ye bereket etmesi emrediliyordu. Annemi eve
bıraktım ve "Amıe, yarmki otobüsle seni lstanbul'a gönderecetim. Hazırlıtını
yap" dedim ve Kurmay Başkanına gidip açtığım şifreyi verdim. Hemen
Tümen birliklerine alarm verildi. Sabaha kadar bunlarla uğraştık. Sabahleyin
Edime'den gelip İstanbul'a giden otobüse annemi bindirdim. Otobüs her za
man boş geçerken bugün ancak bir kişilik yer bulabildim. Tabii Edirne'de bu
haber duyulunca orada da panik başlamış. Onun için yer kalmamış. Aylardan
zannediyorum Nisan ayı idi. Sene de 1941 .
Annemi yolcu ettikten sonra görevimin başına döndüm. Haber Havsa'ya
da yayılmış, subay ve astsubay aileletinde panik başlamıştı. Birçok subay,
astsubay ailelerini göndennek istediler ama vasıta bulamayıp mecburen ya
Havsa'ya bıraktılar veya Edime'ye götürüp oradan memleketlerine
gönderdiler.
Tümen ertesi gün hareket ederken sanki savaşa gidiyormuşuz gibi, aileler
ve çocuklar, babalarını uğurlarken hüngür hüngür ağlıyorlardı. O zaman kendi
kendime, iyi ki evli değilim diye sevindim. Bizim gibi belli olanlar ise·
köyden Edime viliyetine gidiyoruz diye seviniyorduk.
Edime'de Tümenimiz üç ay kadar kaldı. Burada kaldığımız sürece aklımıza
savaş kork.usu hiç gelmiyordu diyebilirim. Gündüzleri, Tümen Karargfilıı ola
rak kullandığımız bir i!kokulda harıl harıl çalışıyor, geceleri de eğleniyorduk.
Hayabmızdan memnunduk.
Edime'deki bu güzel yaşanbmız uzun sürmedi. Üç ay kadar sonra Alınan
lar'ın Türk.iye'ye taamız ihtimali ortadan kalkınca Tümenimiz tekrar Havsa'ya
döndü.
Çok yorµlmuştum. İzin olmamasına rağmen yakın arkadaşım Oğuz Akalın
ile birlikte üç günlüğüne izin istedik. Tümen Komutanı ve Kuımay Başkanı
beni sevdiklerinden izin isteğimizi reddetmediler. Birlikte İstanbul'a gittik. üç
gün eğlendik, biraz kendimize geldik. Üç gün sonunda görev yerimize
dönmek için Sirkeci'deki otobüslerin kalktığı yere geldik. Edirne istikametine
hiçbir otobüs kalkmıyor dediler. Dün yağan şiddetli yağmurlardan Edime yo
lutıdaki bir iki köprü yıkılmış, onun için gidilemiyormuş. O tarihte İstanbul
F.dime yolu asfalt değil, stabilize yoldu. Böyle yağmurlarda Sik sık bozulurdu.
67
Oğuz1a ne yapabiliriz diye düşündük. Trenle Pehlivanköy'e gideriz, orada
süvari tümeni var, Tümen Komutanının emir subayı Oğuz'un sınıf arkadaşı,
aynı zaman<!a samimi arkadaşı imiş. Oğuz, ondan iki at ahr atlarla Havsa'ya
gideriz dedi. Tren de henüz hareket etmemişti. Biletlerimizi alıp trene bindik.
Tren Pehlivanköy'e gece vardı. Tümen Karargfilımda Oğuz'un arkadaşını bul
duk. Bize akşam yemeği yedirdikten sonra, birer seyisle birlikte iki güzel at
verdi, gece yola çıktık. Çünkü yann sabah Tümende bulunmamız gerekiyor
du. Yani iznimiz yarın sabah bitiyordu.
68
Bazen kendi kendime somıuşUındur, acaba bizim yerimizde başka birisi
olsa böyle mi yapardı, yoksa yollar kapalı, otobüsler işlemiyor diye İstanbul
Merkez Komutanlığı'ndan belge alıp yol açılıncaya kadar İstanbul'da mı
kalırdı?
Bütün mesele vazife anlayışı ve gösterilen iyiliği kötüye kullanmamakta...
Hayaumda hiçbir zaman izin sonunda doktordan rapor alıp iznimi uzatma
yolunu tutmadım. Bunu tavsiye edenler oldu. Her seferinde reddettim.
1ÜMENİMİZ ÇEKİLİYOR
69
Malkara'dan, Gelibolu'nun Karaburgaz Köyüne intikal edinceye kadar,
bütün tümenin, tümendeki cephane paylarının taşınması benim sorumlu
luğumda idi. Tümenin atlı araba kollan bu kadar cephaneyi taşıyabilecek ka
pasitedP. değildi. Köylünün öküz arabalarına el atmak zorunda kaldık.
Köylülerden yüzden fazla öküz. arabası toplandı. Cephaneler iki gün içinde
bunlarla taşındı. Köylüye araba başına 5 lira tahakkuk ettirdiler. Birçok köylü
o parayı almadı. Zira gülünç bir rakamdı. Ordumuza hediyemiz olsun dediler
ve yerlerine döndüler. İşte böyle bir tümen ile zırtılı ve motorlu bir düşman
tümeni açık arazide nasıl muharebe edebilirdi. Onun için tahkimli mevzilere
girip ölünceye kadar o tahkim edilmiş mevzilerde savaşmayı daha uygun
gömıüşlerdi ki, kanaatımca doğru bir karardı.
Bu karan birçok kişi tenkit etmiştir. Ancak o gibiler ordunun bu durumunu
bilmeyen her zaman olduğu gibi askerlik hakkında da bilgisi sağdan soldan
işittikleri ile yetinmiş kişilerin affilcı tenkitleridir. Gerek Hadımköy ve gerekse
Gelibolu'daki Ortaköy mevzilerine çok emek verilmiş ve çok da para sarfedil
f1!iŞtir. Ancak başka da çıkar yol yoktu. Orduya kısa sürede hareket kabiliyeti
ve zırh gücü kazandımıak mümkün değildi. O zamanki ordu, karşısına çıkacak
Alınan ordusu ile ancak böyle tahkim edilmiş mevzilerde ölüm kalım savaşı ve
rebilirdi. Öyle zannediyorum ki ordunun bu çekilme harekatı Alınanlar'ın
Türkiye'ye taanuzdan vazgeçmelerinde rol oynamış olabilir.
Her millette olduğu gibi bizde de öyle kişiler vardır ki her konuda kalem
oynatır. Asker değildir, hatta askerlik dahi yapmamıştır ama o bir numaralı
stratejidir.
Ekonomist değildir. Ama ekonomist gibi ekonomi hakkında fikir yürütür.
Herhangi bir karan veya yapılan işi tenkit edebilmek için, o karann alındığı
veya icraatın yapıldığı zamanki iınkirı ve şartlan evvela gözönüne semıek gere
kir, yoksa halen içinde bulunan hal ve şartlarla geçmişte yapılanlar tenkit edile
cek olursa haksızlık edilmiş olur.
Çekilme harekatı &1rasında çektiğimiz sıkıntıları, ekmeksiz ve aç kaldığımız
günleri, adi ve patika halindeki yollarda, gideceği yeri bulamayan, bu sebepten
geciken birlikleri burada zikrebnek istemiyorum; çünkü faydası yok. Bugün
artık böyle durumlarla karşılaşmamız düşünülemez. O tarihteki ordumuz ile
bugünkü ordumuzu mukayese edecek olursak, aradaki farkı belirtmek yüzlerce
sahifeyi alır.
Tümen birliklerinin Pehlivanköy bölgesinden Çôpköy ve civarına çekilirlcen
.Ecgene nehrinden karşıya geçişini, o günkü imk.anların ımzı nasıl kıt olduğunu
gözler önüne sermek bakımından anlatmadan geçemeyeceğim.
Tümen birlikleri, piyade alaylan gibi yaya olanlarla, topçu alayı, nakliye ta-
70
buru gibi arabalı olanlardan teşekkül ediyordu. Arabalı olan birliklerde çekili,
yani atlı ve katırlı topçular Ergene nehrini geçemeyeceklerinden. uzak olmakla
beraber, mecburen eskiden kalma Uzunköprü civarındaki taş köprüden
eçirmeye kalksalar çok zaman alacak.
geçirildiler. Yaya birlikleri de köprüden g
dolayısıyfa Çöpköyü'ne gidiş bir gün gecikecekti. Onun için Tümen kurmay
heyeti yaya birliklerin Ergene nehri üzerinden sallarla geçirilmesini karar
laştınnış. Biz de piyade alaylarıyla birlikte sallarla geçecekler arasında idik.
Nehre geldiğimizde ana baba günüyle karşılaştık. Üç-dört adet, halkın insan
naklinde kullandığı sallarla yaya erler karşı sahile geçiriliyorlar. Ancak piyade
alaylarında ağır makinalı tüfekler ve havanları taşıyan hayvanlar da var. Bu
hayvanlar üzerindeki silah ve eğerlerin ayn, hayvanların ayn olarak salla
geçirilmesine karar verilmiş. İyi ki öyle karar almışlar. Zira sıra hayvanlara
geldiğinde, salın içine zorla sokulan hayvan nehrin üzerinde giderken ürküyor
ve sağa sola oynamaya başlayınca salı deviriyot ve atla birlikte içindeki erler
de, salı kullanan da suya düşüyorlar. Bereket versin ki, erler elbiselerini
çıkann ış olarak biniyor ve yüzme bilenlerden seçiliyor. Bu şekilde olmayacağı
birkaç denemeden sonra anlaşılınca, başka yola başvuruldu. Atlar çıplak ola
rak bırakıldı. Yanmay şeklinde 10- 1 5 atın arkasına erler geçtiler, ellerinde
kırbaçlarla atlan nehre doğru kovaladılar. Hayvan üıküp geriye kaçınca, arka
daki erler hayvanın sağrısına, vücuduna veya başına, nereye rastgelirse
vuruyorlar. Hayvan da mecburen suya giriyor. Bir müddet gidip su derin
leşince, gerisin geri geliyorlar. Bu sefer de başına başına vunnak suretiyle za
vallı hayvanın karşı sahile yönelmesini sağlıyorlar. Zaten bir at karşıya
geçince, onu gören diğer atlar da yüze yüze onu takip ediyorlar.
Karşı sahile çıkan atlar sudan kurtulmuş olmanın verdiği sevinçle etrafta
cirit atarak koşup duruyorlar. Bir taraftan atlar koşuyor, bir taraftan yüzlerce
mehmetçik onları yakalamak için peşlerinden koşuyor. Velhasıl tam bir bay
ram yeri. Ama neticede büyük bir zayiata uğramadan Tümen Ergene nehrini
geçti. Çöpköy'e akşam karanlığında geldik. Aylardan Nisan ayı olduğu için
akşamlan oldukça serin oluyor. Önden gelen öncü heyeti bize üç teğmen ve
üsteğmen arkadaş için köydeki evlerin birisinden bir oda ayırmış. Yatak
hurçlanmız ve manevra sandığımız kısa bir süre sonra geldi. Portatif karyola
lanmızı kurup yataklarımızı hazırladık. Benim eşyalarım arasında yanımda
taşıdığım saçtan soba ve boruları da vardı. Hemen onu kurduk ama yakacak
odunumuz yoktu. Fahir Aruoba ile Vedat Şen ve ben aynı odada kalacaktık.
Fahir dışarıya çıkıp yakacak bir şey ararken, Tümen Komutanının Tümen
işocağında yaptırdığı kitap koymaya mahsus etajerin bizim eşyalar arasına
karıştığını gönnüş. Dışarıdan bir şeylerin kırılmakta olduğuna dair sesler ge
liyor, "Ne yapıyorsun Fahir" diye sorduğumuzda; "Bunu yakanz. Tümen
Komutanı bir tane daha yaptınr" dedi. Olan olmuştu. Kırılan parçalan çivisi
71
dahi kalmayacak şekilde sobada yaktık. Bir de baktık, gece yansına doğru
Tümen Komutanının emir subayı bizim eve geldi, "Tümen Komutanının etajeri
kayıp, gördünüz mü? " diye bizlere soruyor. "Yok görmedik" dedik. Ertesi
günü Komutanın, emir subayını bir· hayli haşladı ğı nı öğrendik.
Tabii böyle yapışımızın bir sebebi vardı . Daha evvel de yazdığım gibi,
Tümende bir tek kamyon vardı. Bu kamyonu erzak taşısın veya cephane
taşısın veya tümen karargfilundaki subayların eşyasını taşısın diye vermişler.
Ama Tümen Komutanı bunların hiçbirisini yapmadı, hep kendi şahsi eşyalarını
taşıdı. Fakat nasıl olmuşsa etajeri diğer eşyalar arasına karışmış ve bizim
eşyalarla birlikte gelmiş. Bu duruma kızdığımızdan bunu yaptık. Şimdiki
aklımı?'. olsa yapmayız ama, o zamanki genç aklımızla böyle uygun olmayan bir
şeyi yapbk.
TÜMENİMİZ GELİBOLU'DAKİ
l'NCİ KOWRDU EMRİNE GİRİYOR
72
yatıyorlardı. Bu uzun, mezara benzer toprak altmdaki yerin üstü ya çadula
örtillüyor veya bulunabilmiş ise ağaç gövdeleri, teneke ve yine üzeri toprakla
dolduruluyordu. Yani yatakhane bir nevi toprak altma alınmış oluyordu. Bu
zeminliklerde soba da yakılabiliyordu. Subay, astsubay çadırları da buna
benzer gömme çadırlardı. El yüz yıkama yerleri, tuvaletler tabiatıyla dışarıda
olduğundan, erlerin birçoğu tuvaletlere gitmeden rastgele yerleri pisletiyor
lardı.
Hayvanların da birçoğu dışarıda, kar ve yağmur altında kalıyordu. Bu
yüzden hayvanların tüyleri büyüyor ve buz tutmuş kuyruk ve yelelerinden
tanınmaz bir hal alıyordu . Hayvanların yem istihkakları tam olarak verilme
diğinden, birbirlerinin kuyruklarını yiyorlardı. Bunu önlemek için birbirinden
uzak bağlanınca da toprak yalıyorlardı. Tavlada olma şansına sahip olan atlar
ise, tavladaki tahtadan olan yemlikleri ve duvar sıvalarını yemek suretiyle
karınlarını doyuruyorlardı. Buna mani olmak için yemliklerin içi ve kenarları
teneke ile kaplandı.
Banyo yapma imkanımız yoktu. Zira evde banyo yapılacak yer yoktu. Su
da yoktu. Sabahlan ibrikle ufak bir leğen içinde elimizi, yüzümüzü yıkardık.
Bir aralık hem ben, hem de Rıza Tunç bitlendik. Çaresi her gün çamaş ırları
çıkarıp bit aramak ve bulduğumuz bitleri iki tırnak arasmda öldürmekti. Hiç
kalmamacasına öldürüyoruz, fakat birkaç gün sonra yine bit buluyoruz. Bu
bitleri nereden aldığımızı bir türlü tespit edemedik. Hizmet erinden şüphe ettik,
onları muayene ettik, onlarda da bulamadık. Velhasıl mütemadiyen çamaşırları
çıkarıp çıkarıp bit öldürme mücadelemizi sürdürüyoruz.
Akşamlan gazino olarak kullanılan bir binamız var, oraya gidiyoruz. Ye
mekten sonra, yatma zamanına kadar genellikle briç oynuyoruz. Bir gün lüks
lambası alunda briç oynarken, duvar dibinde olan masamızın dayandığı du
varın üzerinde bir bitin yürümekte olduğunu hfildm Rıza Tunç görünce, "Bit
duvarda ne arıyor, demek ki biz biti buradan alıyoruz" dedi ve çalışan erlerden
birisini çağırdık. Akşamlan nerede yatıyorsunuz diye sorduğumuzda; sizler
gittikten sonra masaları birleştiriyor, yataklarımızı üzerine koyuyor ve burada
yatıyoruz karşılığını verdi. Biti nereden aldığımız artık anlaşılmıştı. Meğer
73
diğer subaylar da aynı durumla karşılaşmışlar ama, bit bulunması ayıp olduğu
için kimse sesini çıkaraınıyomıuş.
Gazinoda erlerin yatmasını önledik. Orada çalışanları da bit muayenesinden
geçirttik, bulunanları temizlettik ve biz de bitlenmekten kurtulduk.
Bunları neden anlatıyorum diye sorabilirsiniz. İkinci Cihan Harbi sırasında
Harbe iştirak etmememize rağmen neler çektiğimizi, ne gibi müşkülat içinde
olduğumuzu gelecek nesillere anlatabilmek için yazıyorum. Ne idik, nerelere
geldik, bunları iyi değerlendirmek luım. O zamanın imkanları bu kadardı. Al
man taarruzuna karşı koyabilmek, yurdumuzu savunabilmek için bu millet çok
sıkıntılara göğüs gerdi ve sonunda da yurdwnuzu düşman istil§sından korudu.
Şehirlerimizde ise, özellikle İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerde
buğday unundan yapılmış beyaz ekmek bulunmuyor, çamur gibi ekmek ye
mek zorunda kalınıyor, o da vesika ile, hemen hemen gıda maddelerinin çoğu
vesikayla alınıyor. Ekmek öyle, şeker, gazyağı, yakacak kömür, un,
Sümeıbank mamulleri gibi maddeler vesikaya tabi. Suistimal, karaborsa ise
almış yürümüş. Şekerin kilosu 7.5 kuruş iken, birdenbire 27.5 kuruşa
çıkarıldı, ona rağmen bulunamıyor. Kahve, çay yok... Nohut unundan kahve
yapıp satıyorlar. Şeker olmayınca, şekerli maddeler de bulunamıyor.
Mecburen pekmezle yapmaya başladılar. Velhasıl çok sıkıntılı bir dönem
geçirildi.
İşte böyle bir zamanda Hakim Rıza Tunç ile birlikte İstanbul'a bir haf
talığına izinli gittik. O tarihte subaylara her ay tayın bedeli olarak un, şeker,
gazyağı, sabun gibi gıda ve diğer ihtiyaç maddeleri verirlerdi. Onlarla beraber
arkadaşlarımın istihkaklarını ekleyerek on tane birer kiloluk beyaz ekmek de
alarak iki bavulla İstanbul'a gittim. Bunları eve götürdüğümde evde bayram
havası esti. Annem 10 tane ekmeğin bayatlayacağını düşünerek, bir kısmını
komşularımıza dağıttı. Unla börek yaptı ama börek tepsisini dışarıya fırına
gönderemezdi. Zira unu nereden buldunuz diye sorarlardı. Bundan daha güzel
ve makbul hediye olamazdı.
Bir hafta Rıza Tunç1a bir hayli eğlendikten ve cebimizdeki paralar suyunu
çektikten sonra, vapurla gece yansı Gelibolu'ya indik. (1942 ve 1 943 senele
rinde İstanbul'dan Gelibolu'ya en emin gidiş şekli vapurdu. Otobüsle direkt
Gelibolu'ya gidilemezdi.)
Daha evvel arkadaşlara telgrafla geleceğimiz günü bildirerek iskelede bir atlı
araba bulundurmalarını istemiştik. Eksik olmasınlar, dört tekerlekli Konya tipi
nakliye arabalarından birisini göndermişler. Araba yaylı olmadığından,
hoplaya zıplaya adi araba yolundan Karaburgaz'a giderken birbirimize
takılıyorduk. İstanbul'da tramvayla, otobüsle dolaş, Beyoğlu'nda lüks eğlence
yerlerinde eğlen, ondan sonra da gece yarısı buraya gel, nakliye arabasına bin,
74
toz yuta yuta 10 kilometrelik yolu hoplaya hoplaya git. Bu revayı hak mı diyor
ve gülüyorduk. Yani sıkıntılı zamanımızda bile işi şakaya alarak
gülebiliyorduk.
75
Artık mıtntazam bir yaşantım olmuştu. Tabldot yemeklerinden kurtulmuş,
ev yemeğine kavuşmuştum. Çamaşırlarımı ona buna yıkannaktan, bitlenmek
ten de kurtulmuştum İyi bir yaşantım vardı. 30 Ağustos 1942'de de üsteğmen
oldum.
76
düğün yapacak ve ev eşyası düzecek paramız da yoktu. Bu zorluğu nasıl ye
neceğimi düşünürken Ankara'da açılan uçaksavar kursuna çağrıldım.
Düğün tarihini de 1944 yılı Mayıs ayı olarak kararlaştınnıştık ki Mart ayı
içerisinde 1 Nisan'da Hayfa'da başlayacak uçaksavar kursuna katılmam emri
geldi. Bu ilk yurt dışına çıkışım olacak ve orada tasarruf edeceğim para ile de
düğün yapma ve ev eşyası alma imkanına kavuşacaktım. Kurs 1 aylık idi. On
subaydık. Bu bir aylık kursu da. ikrnaİ edip, 30 Nisan 1 944'te Hayfa'dan yur
da hareket ettik.
Denizli'ye döndükten kısa bir süre sonra idi ki, Tümenimizin lağvedileceği
ve bu arada mensup olduğum Topçu Taburunun da Haziran başlarında Ecea
bat'ın Bigalı köyündeki 7'nci Tümenin 3'ncü taburunu teşkil edeceğini
öğrendim. Nikah ve ufak da olsa bir düğün 19 Mayıs günü Alaşehir'de ola
cak, esas düğün 27 Mayıs 1 944 günü Denizli'de yapılacaktı. Bir taraftan
düğün hazırlığı yapıyor, diğer taraftan da gideceğim köyde nasıl ev bulacağımı
düşünüyordum. Evlenir evlenmez kanını köye mi götürecektim? Eşim için bu
büyük bir düş kırıklığı olmayacak mı idi? Aklımdan evliliği durdunnak veya
büsbütün vazgeçmeyi bile geçiriyordum. Fakat bu kadar hazırlıktan sonra
böyle bir şey yapmaya vicdanım da rıza göstenniyordu. Akademi imtihanını
kazanacağıma güveniyordum . Bütün bu aksiliklere rağmen sonunda hem
Alaşehir'de ve hem de Denizli'de düğünümüz yapıldı ve böylece evlilik
hayatım da başlamış oldu.
Daha evvel de işaret ettiğim gibi evlilik tarihimiz 27 Mayıs 1944 idi. Kimin
aklına gelirdi ki bu tarih bir zaman sonra 1960'ta ihtilal tarihi ve resmi tatil
günü olacak. Yine 7 rakamı hayatımın önemli günlerinden birini oluşturdu.
Bataryanın Denizli'den hareket güniı 2 Haziran 1 944 olarak tespit edildi. Bir
müddet için eşimi Denizli'de annem ve babamın yanına bırakacak bilahare
Bigalı Köyüne götürecektim. Ertesi gün Alaya gittiğimde Ankara'daki bir ar-
77
daşımdan tayinimin Menemen'de yeni kurulmakta olan Kolordu uçaksavar ta
burunun 57'nci batarya takım komutanlığına çıktığına dair bir telgraf aldım.
Dünyalar benim olmuştu. Hemen Alay Komutanına çıkıp telgrafı gösterdim.
Bana hiç olmaisa bir hafta on gün izin vemıelerini istedim: O zamana kadar da
tayin emrimin Tümene nasll olsa geleceğini söyledim. Tümen Komutanına ile
teceğini bild}rdi. Getirdiği cevap olumsuz idi. Tümen Komutanı resmen tayin
emri gelmediğinden, bir arkadaşımdan gelen mektup veya telgrafa dayanarak.
bunu yapamayacağını söylemiş. Üzüntüm pek çok oldu. Fakat yapacağım bir
şey yoktu. Doktordan rapor almak aklımdan bile geçmedi. Böyle oyunlara
hayatım boyunca müracaat etmedim. Tümen Komutanının mesuliyetten kork
ması hertıalde böyle bir karar almasına neden oldu .. O tarihte telefon imkanları
da bugünkü gibi değildi ki Ankara'yı telefonla bulup bu tayinin yapılıp
yapılmadığını tahkik edebilsin. Gideceğim güne kadar yine ümit içerisinde
idim. Bir haftada Ankara'dan Orduya, Ordu'dan Kolorduya, Kolordudan
Tümene tayin emrimin ulaşamayacağını biliyordum ama yine de ümidimi kay
betmemiştim. Maalesef ümidim boşa çıktı ve ben bir haftalık evli iken batar
yam ile 2 Haziran günü Denizli'den trenle Bandırma'ya hareket ettim; oradan
araba vapuru ile Eceabat'a indik ve Bigalı köyüne ulaştık. Tabii ki çadırlı or
dugfilıa geçtik. 1 7 Hazirana kadar bir nevi misafir gibi orada kaldım. Tayin
emrim ben ayrıldıktan kısa bir süre sonra Denizli'ye gelmiş. Oradan 7'nci
Tümene ulaşmış, bana 17 Haziran'da geldi. Bir gün son vapurla İzmir'e. ora
dan da Menemen'e gelerek hemen bir ev tuttum ve evi Menemen'e taşıdım.
Artık rahattım ve sevinçli idim. Yeni gelmiş uçaksavar toplan hakkında
hiçbir bilgisi olmayan erlere ve astsubaylara gece gündüz demeden öğretmenlik
yapıyordum. Kısa zamanda bataryayı·yetiştirdim ve teftişimizi muvaffakiyetle
verdim. Bir taraftan da Akademi imtihanına hazırlanıyordum.
Eşim hamile idi. İlk çocuğumuzu dünyaya getinnek üzere kanını 1 1 Nisan
1945 gUnü İzmir Askeri Hastanesine yatırdım. Karun evde doğum yapmak is
tiyordu. Menemen'de doktor yoktu. İlk doğumun ekseriya tehlikeli olabi
leceğini doktor arkadaşlarım ifade ediyorlardı. Buna dayanarak hastanede
doğum yapmasının daha doğru olacağına onu da inandırmıştım. Nitekim 13
Nisan 194.S Pazar günü ben de hastaneye gelmiştim. O gün öğle saatlerine
78
doğru doğum sancılan başladı. MütelıMsıs, Pazar günü olduğundan hastanede
yoktu. İhtisas yapan doktor vardı. Ebe ve hemşireler odaya girip çıkıyorlar fa
kat doğumun beş veya altı saat sonra gerçekleşeceğini söylüyorlardı. Ben de
heyecanla dışarıda dolaşıyor ve haber bekliyordum. Yanımda ablam da vardı.
Bir aralık doktor ve hemşirelerin acele ve telaşlı girip çıkmal'lınru gördüm. Ne
olduğunu sorduğumda, mütehassıs doktor binbaşıyı telefonla çağırdıklarını ve
tehlikeli bir doğum olacağını, eşime eklimsi nöbeti geldiğini, ya annenin
hayatını veya çocuğun hayatını kurtaracaklarını söylediler. Ben eşimin
hayatının önemli olduğunu, gerekiyorsa çocuğu feda edebilecekİerini
söyledim. İyi bir tesadüf mütehassıs doktor evden çıkmak üzere iken telefonu
almış ve hemen taksi ile gelmişti. Uzun bir mücadeleden sonra erkek olan ilk
çocuğumuzun kafasını parçalamak suretiyle eşimi kurtardılar. Fakat kanın ko
mada idi. Hiçbir şey duymuyor ve görmüyordu. Bu koma hali iki gün iki gece
devam etti. Bu iki gün zarfında başucundan hiç ayrılmadım. Kendine gel
diğinde bir gün süre ile çocuğun ayn bir odada olduğunu söylemek suretiyle
oyaladık, fakat daha sonra hakikati açıklamak zorunda kaldık. Anne olarak
onun üzüntüsü elbette ki çok fazla oldu. Teselli ebnek zor oldu.
İmtihanın en son günü idi ki, Erzururn'daki Uçaksavar taburu 7'nci Batar
ya Takım Komutanlığına tayinim gelmez mi!
Benden bir sene evvel Erzururn'a giden ilkokuldan beri sınf arkadaşım olan
Muzaffer jpekoğlu'ndan bir mektup aldım. Tayinimi o da öğrenmiş, mektu
bunda gelince ev bulana kadar evlerinde misafir kalabileceğimizi bildiriyordu.
79
Kanını da götüreyim mi, götümıeyeyim mi diye bir hayli düşündüm. Akademi
imtihanım iyi gitmişti. Eğer kazanacak olursam ekim ayında Ankara'ya gide
cektik. O takdirde bir sene için evi Erzuruın'a taşımaya değmezdi. Fakat ya ka
zanamazsam ne olacaktı. Bir seneyi ooşuna yalnız geçirmiş olmayacak mı
idim? Karım da benim gibi düşünüyordu. Sonunda birlikte gitmeye karar ver
dik.
Üç gece iki günlük bir tren yolculuğundan sonra ve üç defa tren aktannası
yaparak Aralık ayının ortasında Erzurum'a vasıl olduk. Her taraf kar "'.e buzlar
altında idi. istasyonda ipekoğlu ve eşi bizi karşıladı ve doğru evlerine gittik.
Hemen ertesi günü ev aramaya başladık. Bir hafta ev aradık, bulamadık. Daha
fazla da evlerinde kalamazdık. 32'nci Tümende beraber bulunduğumuz Askeri
Hfil<lm olan ve birbuçuk sene aynı odayı paylaştığım arkadaşım Rıza Tunç da
Erzurum Siyasi Mahkemesinde hfildm idi. Durumumu o da biliyordu. Bir odalı
müstakil evini bana terk ederek kendisi bekar misafirhanesine taşındı. 15 gün
de orada kaldık. Yine de ev bulamıyorduk. Ev olarak gösterdikleri yerler
ahırdan farksız idi. Karım hüngür hüngür ağlamaya başladı. Daha fazla da
emanet evde kalamazdık. Bir aralık "Beni Alaşehir'e gönder bari" dedi. Karımı
beraber getirdiğime, Alaşehir'de bırakmadığıma ben de kanın da pi şman
olmuştuk. Nihayet taburumuzdan evli olan bir yedek subay terhis oldu. Aynı
taburdan bir yüzbaşı ile müşterek bir evde oturuyorlardı. O evi beğendik.
Çatısı topraktı ama oturulabilecek gibi idi. Bir oda ve mutfaktan ibaretti. Yatak
odası, otumıa odası, yemek odası, banyo hepsi o bir tek oda idi. Elektriği bile
yoktu. Lüks lambası veya gaz lambası ile oturuyorduk.
Bunları, bu kitabı okuyan yeni neslin bizim ne zor şartlar altında vazife
gördüğümüzü bilmeleri için anlatıyorum. O tarihte Erzurum'da kaloriferli bir
tek ev vardı. Gerisi ya sobalı veya ocaklı idi. Çatısı kiremitli ev parmakla
gösterilecek kadar azdı, Kışın sebze bulmak büyük bir nimetti. Trenden pırasa
veya ıspanak, lahana geldiğinde duyabilir ve yetişebilirsek alabilirdik. Bütün
bu mahrO.miyetlere rağmen yine de kötümser değildik. O türlü hayata da
alışmıştık. Yalnız biz değildik ki, herkes aşağı yukarı aynı durumda idi.
80
AKADEMİ İMTİHANINI KAZANIŞIM
Mart ayı gelmişti. Zannediyorum Mart ayının ortaları idi ki, akademi imti
hanını kazandığıma dair Akademide okuyan bir arkadaşımdan telgraf aldım.
Kan koca o kadar sevindik ki, dünyalar bizim oldu. Bütün çektiğimiz sıkıntılar
bir anda yok oldu. Bizi sevenler tebrik ediyor, bir kısmı da kıskanıyordu. O
zamanki yönetmeliklere göre Akademi imtihanını kazanarı subaylar eğer
piyadeden gayri sınıftan ise Piyade Birliklerinde, Piyade ise Topçu Birlikle
rinde altı ay süre ile staja tabi tutulurdu. Topçu olduğum için Erzurum'daki
Piyade Alayına verildim.
81
başladım. Şimdiye kadar bu konuda bir görev almamıştım. Fakat Tümen Ka
rargfilıında çalıştığım süre zarfında bazı bilgiler edinmiştim. Bu konu üzerinde
yazılmış kitap ve talimatları da okuyarak. çalışmalarıma başladım. Birkaç aydarı
evvel bitirilecek bir görev değildi. Büyük bir titizlikle hazır-lıklarımın sonuna
gelmiştim ki; Kars, Sarıkamış bölgesindeki birliklerin Sovyet taarru zu ihtimali
karşısında Erzurum mevzilerine çekilmeleri emri verilmiş ve Erzurum bu
yüzden arıa baba gününe dönmüştü. Erzurum doğusundaki birliklerin öncüleri
Erzurum'a ve havalisine gelmeye başlarıuşlar, bir taraftan intikal edecek birlik
ler için yer aranırken, diğer taraftarı gelecek subay ve astsubay aileleri için de
ev aranı yordu.
İşte tam böyle bir hengame ve kargaşalık içerisinde iken bizim de altı aylık
staj süremiz dolmuş ve Ankara'daki Akademiye hareketimiz çok yaklaşmıştı.
Seferberlik hazırlık dosyalarını bölük kademesine varıncaya kadar hazırlamış
ve dosyaları Alay komutanına takdim etmiştim. Alay Komutarıı beğenmiş ve
teşekkür etmişti .
.
15 Ekim 1946 günü Erzurum'a veda ederek Ankara'ya hareket ettik. Bir ar
kadaşımın aracılığı ile Ankara'da bir evi Erzurum'darı kiralamış ve iki aylığım
da peşin göndenniştik. Ev problemimiz böylece halledilmiş olarak gayet mem
nun ve sevinçli bir yolculuktarı sonra Ankara'ya geldik. Hurcumuzda bulunarı
,yatak yorgarıdarı istifade ederek geceyi evimizde geçirmiştik ki, Akademinin
İstanbul'a taşınma emri aldığını ve bu bakımdan öğrenime İstarıbul Yıldız'da
başlayacağı haberini aldım. Bu haber üzerine bir şok daha geçirdik. Mesele
İstarıbul'a gitmek gitmemekten değil, İstanbul'da ev bulmaktarı kaynak
larııyordu. Şimdi olduğu gibi Orduevleri yoktu ki evvela oraya yerleşip rahat
rahat ev arayabilelim. İstarıbul'da akrabamız da yoktu. Yine bir arkadaşımın
aracılığı ile Beşiktaş'ta bir ev bulundu ve biz mecburen evi görmeden tarif
üzerine Ankara'darı kiraladık. Ankara'da 1 5 gün kadar kaldık ve Kasım
başlarında İstarıbul'a hareket ettik.
Beşiktaş'a geldiğimizde tuttuğumuz evin çatı katında iki küçük odadarı iba
r�t ve mutfağın üç kat aşağıda ev sahibi ile müşterek olduğunu gördük.
Üzülmüştük ama, onu bulduğumuza da şükrettik. Sokak kapısı da müşterekti.
Bereket versin ev sahipleri iyi insanlardı.
82
HARP AKADEMİSİNDE ÜÇ YIL
83
İlk defa evlat sahibi olmanın sevincini ikimiz de paylaştık. Gerçi bir taraftan
çocuğun bazı problemleri, zaman zaman ağlaması, sızlaması, hastalanması be
nim çalışmalarımı aksatıyor ve hatta uykusuz kalmama bil� sebep oluyordu
ama, bu sıkıntılara severek katlanıyordum.
İkinci sınıf da bitti. Son sınıfa geçtik. Okulun bitmesine artık bir şey kal
mamıştı.
Zor bir tahsil dönemini muvaffaki yetle bitirmiş ve çok iyj derece ile mezun
olmuştum. Ancak henüz kurmay subay değildik. Kurmay olabilmemiz için
Genelkurmay Başkanlığı'ndaki staj süresini de muvaffakiyetle tamamlamak,
kurmay olur sicilini almak ve bu sicilin bizzat Genelkurmay Başkanı tarafından
tasdiki gerekiyordu. Bu süre bir seneden aşağı olmazdı. Kurmaylık tasdik
edilmedikçe de kıdem alamazdık.
84
(•) Tümen karargahında çalışırken ödeneksizlikten zarf kağıt alınamazdı. Ge
·1en zarflar atılmaz ters çevrilir yeniden yapıştırılır yine kullanılır, kağıt olarak
da tek taraflı yazılmış kağıtların arka yüzleri de kullanılır ve hatta eski defterler
kesilerek kağıdından istifade edilirdi. İşte Genelkurmay Başkanı Orgeneral
Abdurrahman Nafiz de tasarrufa bu derece riayet eden komutanlar arasında
idi. Kendisini rahmetle anıyorum. Yoksulluk çekerek hayattan göçüp gitti. Hiç
de sesi çıkmadı. Kimseye de yüz suyu dökmedi.
istanbul'dan Ankara'ya yalnız gittim. Eşimi biri kırkını· çıkarmamış iki
çocuğumla trene bindirip Alaşehir'e kayınpeder ve validenin yanına
gönderdim. Trende iki çocukla çektiği sıkıntıyı bilahare
/
bana her zaman an-
latırdı. Bereket kompartmandakiler kendisine yard ım etmişler, trende salıncak
kurmuşlar.
Ben de Ankara'da ev aramaya başladım. Her devirde olduğu gibi o zaman
da Ankara'da ev sıkıntısı had safhada idi. Mevcut evlerin ise kiraları
astronomik rakamlara ulaşıyordu. Nihayet Tandoğan meydanında yeni yeni
yapılan evlerden birinin bodrum katını 85 lira aylıkla tutabildim. Bu rakam be
nim için fazla idi, fakat çaresiz kalmıştım. Sıkıntıya düşmemek için sigarayı
bıraktım. Böylece ayda 10 lira kazancım oldu.
Genelkurmay Başkanlığındaki staj dönemimde hiç sıkıntı çekmedim.
Teğmen rütbesi ile Tümen karargahında iki buçuk sene çalışmamın değerini
şimdi görüyor ve tümende çalışırken mütemadiyen kıt'aya gönderilmem için
dilekçe verdiğim sırada 2'nci Tabur Komutanı rahmetli olan Kemal Bey'in
bana "Otur oturd�ğun yerde, sen bu çalışmalarının faydasını ileride
göreceksin" sözlerini bir kerre daha hatırlıyor, kendisini minnetle yad
ediyorum.
Genelkurmay B aşkanlığının o tarihteki dört başkanlığında muayye·n
aralıklarla görev yapmış, en son Harita Genel Müdürlüğünde de staja tabi tu
tulmuştuk. Onbeş gün de orada staj görmüş, yeniden Genelkurmaya
dönmüştük. Gerçi bir senemiz henüz dolmamıştı ama dolsa da bir sene sonun
da kurmaylıklarımızın tasdik edileceğinin şüpheli olduğu söyleniyordu.
Zira iki senede kurmaylıklo.rı tasdik edilen sınıflar vardı. Biz bunların
münakaşasını yaparken 1 950 seçimleri yaklaştı. 1 946 seçimlerinde halkta
CHP'ye karşı bir soğukluk olduğu muhakkaktı. O tarihte subay ve astsubay
ların oy verme hakkı yoktu. Ancak eşlerimiz oy kullanırlardı. Subay ve astsu-
(•) Eski komutanların hemen hemen hepsi bu düşüncenin sahibi idiler. Atatürk'ün Ge
nelkurmay Başkanı Rahmetli Fevzi Çakmak da ilk zamanlar 1. Cihan Harbi'nden
kalmış bir Benz-Mercedes otomobili ile evvela Mareşali, sonra İkinci Başkan Asim
Gündüz paşayı, daha sonra da Milli Müdafaa Baş Müsteşarı Nazmi Solak Paşayı alır,
vazifeye beraber giderlermiş.
85
baylar oy kullanmıyor diye politikanın dışında değildik. Sık sık aramızda poli
tik konulan da konuşur ve hatta aram ızda münakaşa dahi yapardık. Halk 2'nci
Cihın Harbinin verdiği çeşitli sıkıntılar içersinde çok bunalmıştı. Harbin
dışında kalmak halk için mühim değildi. Harp nasıl olsa sona ennişti. Onlar
için mühim olan harp senelerinde ekmek bulamamak, un bulamamak, şeker,
gazyaği, bardak, fincan, kumaş, çay, kahve, otomobil lastiği gibi birçok ih
tiyaç maddesini bulamamak, karaborsanın alıp yürümesi, ağır vergiler, elinde
ki hayvanın, a'rpanın, buğdayın, samanın, otun ordu ihtiyacı için zorla
alınması, kame ile birçok gıda maddesinin alınabilmesi vesaire gibi çekilen
sıkıntılar idi. Harp yıllarındaki o sıkıntıları halk bir türlü unutamamıştı. Halk
bir kurtarıcı arıyordu. Onu da bulmuştu: Demokrat Parti. Ona büyük bel
bağlanmıştı. Her tarafta konuşulan bu idi. Ordunun büyük çoğunluğu da De
mokrat Parti'den yana idi. İşte böyle bir ortam içersinde 14 Mayıs 1950
seçimleri yapıldı ve sonuçta Demokrat Parti büyük bir zafer kazanarak Atatürk
döneminden beri tek parti olarak iktidarı sürc;lüren CHP'den iktidarı devir
almıştı . Bu seçim böyle neticelendikten sonra yüksek komuta hey'etinin za
m anın Cumhurbaşakanı İsmet İnönü'ye gittikleri ve emrederlerse duruma
müdahale edebilecekleri, fakat İnönü'nün bunu tasvip etmediği bir dedikodu
olarak söylendi. Doğru mudur, yanlış mıdır bilemem. Ancak Genelkunnay
Başkanı Orgeneral Abdurrrahman Nafiz, netice belli olur olmaz istifasını he
men venniş ve Genelkumıay Başkanlığı'ndan çekilmişti. Böylece yeni ikti
darın kendisini o makamdan almalanna fırsat vennemişti.
Netice böyle tecelli etmişti ama hakikaten bu sistem bize uyacak mı idi.
Atatörk'ün binbir güçlük içersinde gerçekleştirdiği inkılaplardan acaba geri
dönülecek miydi? Laiklik ne olacaktı? Yer altında uyuyan bir yobaz sınıf vardı.
Onlara taviz verilecek miydi? Münevver olsun olmasın birçok kişinin ka
fasında bu sualler dolaşıp duruyordu. Bizim gibi genç neslin kafasında bunlar
pek yer etmiyordu ama, çok gönnüş geçinniş, en büyük okul olan hayat
tecrübesi okulundan geçmiş yaşlı ağabeylerimizin kafasında haklı olarak bu
86
sualler dolaşıyor ve bizlere de ifade ediliyordu. Demokrat Parti büyük bir zafer
kazanmış ve Mecliste tam bir hegemonya kurabilecek güçte idi. Bu zafer
sarhoşluğu ile arzu edilmeyen kararlar alabilir miydi? Biz de bundan şüphe et
miyor değildik. Madem ki 2'nci Cihan Harbi demokrasinin zaferi ile
sonuçlanmış ve den;ıokrasi ile idare edilen ülkeler her sahada en ileri ülkelerdi,
madem ki Atatürk de çok partili sisteme geçmek için iki defa deneme yapmıştı
ve yine madem ki Atatürk Türk milletine çağdaş uygarlığın üstüne çıkmayı he
def olarak göstermişti, o halde bu alınan netice de iyi olması gerekirdi. Biz
böyle düşünüyorduk.
KURMAYU(;IMIN TASDİKİ
VE BATARYA KOMUTANLIK DÖNEMİ
87
ittifaka almıyorlardı. Buna en fazla karşı çıkan ülkelerin başında İngiltere ge
liyordu. Haksız da değildi , her iki ülke de çok fakir, orduları o zaman bir hayli
demorle silahlarla teçhiz edilmiş, aynca bu iki ülke tarih boyunca birbirleri ile
dost olamamış. Ancak Atatürk ve Venizelos döneminde kısa bir süre dostluk
teessüs edebilmiş, fakat bu dostluk 2'nci Cihan Harbi'nden sonra yeniden bo
zulmuş. İngiltere bu durumları gayet iyi biliyor. İleride NATO'nun başına
büyük problem yaratacağını tahmin ediyor. Bunda da haksız değil. Bugün
bakıyorum da Yunanistan aynı ittifak içinde bulunmasına rağmen ülkesine
yönelik tehlikenin kuzeyden değil, Türkiye'den geldiğini açık açık
söyleyebilmekte. Türkiye'ye yapılan her türlü yardımı önlemek için çeşitli yol
lara başvunnakta, Ege'yi nerede ise Yunan gölü haline cWnüştünne gayretleri
içersinde bulunmakta; velhasıl Türkiye'ye bir.dost ve müttefik olarak değil, bir
düşman gözü ile bakmakta. Bu yüzden de N ATO ittifakının başını
mütemadiyen ağrıtmaktadır. İnönü döneminde yapılan başvuruya Demokrat
Parti hükümeti de katılmasına ve her türlü çabayı göstennesine rağmen
Türkiye NATO'ya alınamıyordu.
88
edilmiş, yerine Genelkurmay'dan Kurmay Binbaşı Turgut Yurdabak gelmişti.
Her iki Tabur Komutanı ile çok iyi bir uyum içersinde görev yaptım.
Büyük bir çoğunlukla iktidara gelen ve hükümet olan Demokrat Parti'nin
almaya başladığı bazı kararlar ve yaptığı icraat bizim gibi Atatürkçü gençler
üzerinde bazı olumsuz etkiler yapmaya başlamıştı. Bunların başında Türkçe
okunan ezanın yeniden "ezan� Muhammedi" propagandası ile Arapçaya
dönüştürülmesi oldu. Bunun maksadı açıktı. Yobaz ve gerici, tutucu zümreyi
memnun etmek ve onların desteğini sağlayarak uzun süre iktidarda kalabil
mek. Ne Celal Bayar, ne Adnan Menderes ve n� de birçok bakan ve milletve
kili dinine düşkün beş vakit namaz kılan, oruç tutan kişiler değildi. Kaldı ki
Atatürk'ün döneminden gelmiş bir hayli bakan ve milletvekili aralarında mev
cuttu. Kur'an-ı Kerim'i iyi etüd etmediklerinden ve dini politikaya alet etmek
istediklerinden dolayıdır ki bu kararı aldılar. İşte alınan bu karar ve verilen bu
tavizdir ki o zamana kadar sinmiş olan ve fırsat bekleyen yobaz ve gerici
zümreyi ayağa kaldırmış, istekl'tr istekleri kovalamış, tavizler tavizleri takip
etmiştir. O zamana kadar Atatürk'ün heykellerine değil saldırmak el sürmeye
bile kimse cesaret edemezken, yer yer Atatürk heykel ve büstlerine saldırılar
başlamış, gittikçe çoğalma gösterince Atatürk heykel ve büstlerine saldıranları
cezalandıran kanun çıkarma zorunluğu doğmuştur.
Ezan Türkçe olsa ne olur, Arapça olsa ne olur. Aslında önemli bir olay ol
maması gerekir. Bu nihayet namaz vaktinin geldiğini halka duyuran bir yayma
aracıdır. Hıristiyanlar çanla bu işi yaparlarken Müslümanlıkta ezan olarak ka
bul edilmiş. Atatürk'ün güttüğü gaye zannediyorum ki başka idi. O zamana
kadar Türk olduğu halde sorulduğunda kendisini Türk'üm diye tanıtmaktan
utanan, Elhamdülillah Müslümanım diyen Türk milletine Türklüğünü kabul et
tirmek, Türklüğü ile övünmesini, mutlu olmasını ona aşılamak ve nihayet na
maz vaktini belirtmekten gayn bir vazifesi olmayan ezanın da Türk milletine
Türkçe olarak okunabileceğini ispat etmekti. Zira Ku:r'an-ı Kerim'de de ezana
ait bir ayet olmadığı gibi bilakis birçok ayette Allah "siz anlayasınız diye ben
Kur'anı sizin lisanınız üzere, Arapça olarak indirdim" diyor.
İşte örnekleri : Kur'an-ı Kerim'in; Meryem Suresi 97'nci ayeti şöyle
söylüyor: "Ey Muhammet biz Kur'anı Allah'a karşı gelmekten sakınanları
müjde/emen ve inatçı milleti uyarman için senin dilinde indirerek kolay
laşnrdık. "
TA-HA Suresinin l 1 3'üncü ayeti de şöyledir: "İşte Kur'anı Arapça okun
mak üzere indirdik. Onda tehditleri türlü türlü açıkladık ki belki sakınırlar ya
hut onlara ibret verir."
Belki bazı gerici"ve tutucular diyecekler ki , "bakın burada Kur'anı Arapça
okunmak üzere indirdik diyor. O halde, bu bir emirdir, Kur'an Arapça okun
malıdır." Böyle diyenler elbette vardır. Yalnız birinci cümleyi alarak bunu
89
savunanlar hataya düşüyorlar. Zira ondan sonra gelen cümle niçin Arapça indi
rildiğini açıklıyor. Tehditleri anlasınlar ki belki sakınırlar veya ibret olur diye
buyuruyor. Dünyada çeşitli milletler sonradan İslamiyeti kabul ettiğine göre
bütün bu milletler de kendi dillerini terk edip Arapçayı mı kullanınalan gerekir
di. Eğer böyle bir anlayış olsaydı, Allah istese bütün milletleri bir millet olarak
ve bir lisan üzere yaratmaz mı idi. Buna kadir değil mi idi? Nitekim Hud Sure
si 1 1 8 ve 1 19'uncu ayetleri bakın ne diyor: "Eğer Rabbim dilese idi insanları
tek bir ümmet kılardı. "
SOra Suresinin 8'inci ayeti de bu konuda şöyle der: "Eğer Allah dilemiş ol
saydı hepsini tek bir ümmet yapardı. " Maide Suresi 48'inci ayeti de şöyle der:
"Her biriniz için bir yol ve yöntem kıldık. Eğer A llah dilese idi sizi bir tek
ümmet yapardı. "
İbrahim Suresi 4'üncü ayet: "Kendilerine apaçık anlatabilsin diye her Pey
gamberi kendi mil/etinin dilinde gönderdik."
Yusuf Suresi 2'nci ayet: "Biz onu �yani Kur'anı- anlayasınız diye Arapça
bir Kur'an olarak indirdik. "
Fussilet Suresi 44'üncü ayeti: "Biz b u Kur'anı yabancı bir dil ile ortaya
koysaydık; (Ayetleri uzun açıklanmalı değil miydi ? Bir Arap'a yabancı bir dil
ile söylenir mi) derlerdi."
Bu ayet çok enteresandır. Bir Arap'a nasıl ki başka bir dil üzerinden
Kur'anı-ı Kerim indirilmiş olsa onlar böyle söyleyecek ise, bir Türk, bir İranlı,
bir Pakistanlı . . . da aynı şeyi söylemeyecek mi? Ben bundan bir şey an
lamıyorum demeyecek mi?
SOr§ Suresinin Tinci Ayeti: "Ey Muhammet! Böylece şehirlerin anası olan
Mekke 'de ve çevresinde bulunanları uyarman, şüphe götürmeyen toplanma
günü ile uyarman için sana Arapça okunan bir kitap vahyettik. "
AhkM Suresi 1 2'nci Ayeti: "Kur'andan önce Musa'nın kitabı Tevrat bir
rahmet ve rehberdir. Bu Kur'an zulüm edenleri uyarmak ve· iyi davrananlara
müjde olmak üzere Arap dili ile indirilmiş, kendinden öncekileri doğrulayan
bir kitaptır. "
90
okunsun diye Kur'an'ı indirmedi. Müslüman olan kullan anlasın öğrensin
diye indirdi. O halde hiçbir şey anlamadan Kur'an'ı okumak mı daha sevapbr,
yoksa anlayarak hazmederek okumak ve ona göre amel ebnek mi daha se
vaptır.
İşte bu gidişin iyi bir başlangıç olmadığı inancı yavaş yavaş yayılmaya
başlamıştı. Buna benzer tavizler ve davranışlar ordu ile hükümet arasını git
tikçe açacak, oy alma pahasına doğu ve güneydoğuda devletin en üst
kademelerinde bulunanların oradaki kabile şeyhlerinin ayağına gidip el
öpmeleri, Saidi Nursi denilen ve hakiki ismi Saidi Kürdi olan Atatürk ve
Türklük düşmanının yaptıklarına göz yumulması ve buna benzer daha birçok
olay, nihayet memleketi 27 Mayıs 1960'a getirecekti.
(•) Atatürk'ün "şerrin en kötüsü ehven-i şerdir" hükmünün tipik bir isbatı olarak De
mokrat Parti çıkardığı kanunda sarahatle "Ezan Arapça okunsun" dememiş, Türkçe
okunma kaydını kaldırmış, "isteyen istediği şekilde okuyabilir" demiştir. Neticenin ne
olacağını elbette bilerek... ibretli olan Atatürkçülüğü kimselere bırakmayan
Cumhuriyet Halk Partisinin de bu karara müsbet oy vermiş olmasıdır.
91
birlikte Napoli'deki NATO Karargfilıına tayin edilmişler ve yakında da hareket
edeceklerdi. Personel işlerini sevmediğim, Eğitim işlerinden daha çok
hoşlandığım için Naim Topses'in teklifine peki dedim.
1 952 Haziran ayı ortasında geçici olarak Eğitim Şubesine gelip vazifeye
başladım. 30 Ağustos 1952'de de tayinim çıktı. Bu tarihten sonra dört sene
müddetle bu şubede Binbaşı rütbesiyle manevra ve tatbikatlarla, kunnay tezle
rine, NATO'nun eğitimle ilgili konularına, yurt dışına gideceklerin işlerine ba
kan kısımda kısım amiri olarak çalışum.
NATO'ya yeni girmiştik. Beynelmilel Karargahlarda hiç bulunmamışum.
Okul lisanım Fransızca idi. Gelen dökümanlar ve mesajlar daha çok İngilizce
idi. O tarihte lisan bilen subaylar hele İngilizce bilenler parmakla gösterilecek
kadar azdı. NATO'nun Napoli ve Paris'teki karargfilılanna tayin edilen
subaylar lisan bilmeden gönderilınişlerdi. Orada iki sene zarfında öğrenirler
denmişti. Genelkurmay'a çuvallar dolusu yazı ve kitap gelmişti. Tercüme
edilmeden işlem yapılması mümkün değildi. Sık sık filan tarih, filan sayılı
yazıya cevap alınamadı, diye NATO'dan mesaj alıyor fakat o söylenen yazıyı
bulamıyorduk. Aradan aylar geçtikten sonra bir gün tercüme edilmiş olarak
önümüze geliyordu. Tercümeyi yapanlar yedek subaylardı. Onlar da kolej me
zunu olup doğru dürüst İngilizce bilmediklerinden yapUkları tercümeleri anla
mak için ayrıca tercüme etmek gerekiyordu. Lisan bilen subay noksanlığı
yüzünden N ATO ittifakırun sağladığı yararlardan uzun süre istifade edeme
diğimiz gibi alınan birçok karar da maalesef Türkiye'nin aleyhine olmuştur.
Bizim Napoli ve Paris karargahlarında lisan bilen subayımız birkaç kişi ol
masına karşı Yunanlılar'ın gönderdikleri subayların hepsi lisan biliyor ve bu
yüzden de birçok önemli postları onlar yürütüyordu. NATO karargahlarındaki
bizim subaylar önlerinde İngilizce ders-kitapları sabahtan akşama kadar lisan
öğrenmeye çalışıyorlardı. Okulda dahi İngilizce dersi görmemiş bir kişinin
orada öğreneceği lisan ne olabilirse, işte o kadar oluyordu. Ancak sokak ve
kokteyl İngilizcesi öğrenebiliyorlardı. İşim çok ağırdı. Hiç boş zamanım yok
tu. Başarabilmek için bütün gayretimle çalışıyordum. Fransızcanın aruk geçerli
92
olmadığı anlaşılmaya başlanmıştı. Ankara'da Amerikalılar tarafından İngilizce
kurslar açılmış orduda da buna paralel kurslar faaliyete geçirilmişti.
Amerikalılar'ın Ankara'da açtıkları kurslar akşamlan olduğundan bana cazip
geldi. Bir taraftan da o kurslara devamA başladım. Dış görev alabilmek için li
san m uhakkak lazımdı. İlk gidenler lisan bilmeden gitmişlerdi" ama bunun
sakıncası anlaşılmıştı . Artık bundan böyle lisan imtihanında muvaffak
olmayanlar dış göreve gönderilmeyeceklerdi. O tarihe kadar orduda kim lisan
biliyor ve ne derece biliyor buna ait elde bir bilgi de yoktu. Dış ülkelere kurs
veya staj için giden subayların işlemlerine de ben bakıyordum. Hangi esasa
göre gönderecektim . Araya birçok iltimas giriyor, tanıdığı olan gidiyor fakat
daha iyi lisan bilip de kimsesi olmayanlar gidemiyordu. Bunu düzeltmek gere
kiyordu. Ordu içinde lisan bilen subayları tespit için bir lisan imtihanı
yapılmasını komutanlarıma teklif ettim. Kabul ettiler. Ankara'da İngilizce lisan
imtihanı yapıldı. Böylece her subayın lisan bilme derecesi notla belirlendi.
Artık rahattım. O listeye göre kursa veya staja gönderilebilecekleri tespit edebi
liyordum. Her subayda bir İngilizce öğrenme merakı başlamıştı. İyi bir şeydi,
fakat işini gücünü bırakıp görev esnasında dahi İngilizce çalışanlar az değildi.
Bu da iyi bir durum yaratmıyordu. Vaktiyle lisana hiç önem verilmemesinin
veya lisan öğretmek için tedbirler düşünülmemesi ve alınmamasının acısını
şimdi çekiyorduk. Komuta kademesinden hiçbirisi İngilizce bilmiyordu. Hatta
Fransızca da bilmiyordu. Bu durum elbette çok acı idi.
93
üzerinde çok münakaşalar yürütüldüğü bir zamanda Zekai Okan bu karargfilıa
karşı çıkıyor, Türk kuvvetlerine Türk komutanın, Yunan kuvvetlerine de Yu
nan komutanın komuta etmesi tezini s;ıvunuyordu. Emsal olarak da · itaıyan
kuvvetlerine komuta eden İtalyan komutanını Comlandsouth'ı gösteriyordu.
Zekai Okan bir Amerikalı generalin Türk kuvvetlerine emir ve komuta etmesini
ve Türk Kara Kuvvetleri üzerinde bir komuta yetkisi obuasını kabul edemiyor
du. Fakat zamanın Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve dolayısıyla hükümet,
Amerikalı bir generalin bu emir komuta sorumluluğunu almasında bir sakınca
görmüyordu. Tabii neticede hükümetin dediği oldu. Bundan sonra NATO
Komutanlığının Türkiye'de kurulması üzerinde ısrar edildi ve bilindiği gibi
İzmir'de COMLANDSOUTHEAST Karargahı kuruldu. İşte Genelkurmay
Başkanlığı ile Dışişleri arasındaki bu çekişme sonunda Genelkurmay Başkanı
Nuri Y amut ile İkinci B aşkan Zekai Okan'ın başlarını yedi ve her ikisi de
emekli oldular. Nuri Yamut esasen z_amanını doldurmuştu. Fakat Zekai
Okan'ın Kara Kuvvetleri Komutanı ohnası mevzu bahisti, ohnadı. Kıymetli bir
komutan böylece harcanmıştı. Gerek Genelkurmay Karargfilıındaki subaylar
ve gerekse ordunun birçok subayı bu duruma üzülmüşlerdi. Sene 1 954'tü.
94
yapılan bir konudur. Genelkunnay Başkanı Orgeneral Baransel'in yeni emir
ve icraatları arka arkaya geliyordu. O güne kadar orduda askerlerin karyolada
yannası bahis konusu değildi. Tahtadan ranzalarda yatılır, yatak kılıflarına ge
nellikle ot veya eski kışlık elbise paıçalannın makinada kırpılmasından meyda
na gelen kıbk konulurdu. Verilen emirle karyolalar yapılmaya ve yatakların
içine de pamuk konulmaya başlandı. Yine evvelce battaniyeler kılıfsız olarak
kullanılırken nevresim verilmeye, yastık yüzü ve yatak yüzleri de orduya
girmeye başladı. Yemekhanelere, yatakhanelere erlerin kılık ve kıyafetine el
atıldı ve gözle görülür ilerlemeler kaydedildi. Bando kıyafetleri, inzibat
kıyafetleri, şehi�lik elbiseler vesaire hep Baransel zamanında başlatılan
değişikliklerdir.
Milli Savunma Bakanı Ethem Mendercs'ti. İlk zamanlar Genelkurmay
Başkanı ile aralarından su sızmıyordu. Fakat gün geçtikçe ikisi arasındaki
münasebetlerin tatsızlaşmaya başladığını hissetmekte idik. Bu hal ayan beyan
belli oluyordu. Nitekim bir gün Genelkurmay Başkanı Milli Savunma Ba
kanı'm bir iş içip ziyarete gittiğinde Özel Kalem Müdürü odasında onbeş daki
ka bekletildiği haberi subaylar arasında hemen yayıldı.
Hipodromda geçit resminde yine Milli Savunma Bakanı Ethem Men
deres'in, Genelkunnay Başkanı Orgeneral Baransel'i parmağı ile işaret ederek
çağırması üzerine, Baransel'in kendisine "Bir Genelkunnay Başkanı'nın böyle
parmak işareti ile çağrılamayacağını" hatırlattığı ve bu yüzden aralarında tatsız
münakaşa çıktığını da işittik. Benim de şahit olduğum bir olayı anlatmadan
geçemeyeceğim. Zira gelecek nesillere bunlar iyi birer ders olacak. İnsanlar
hiçbir. zaman zafer sarhoşluğuna kapılmamalı. Karşısındakinin makamına
saygı gösteirneli ve "Ne oldum değil, ne olacağım" demelidir.
Sene zannederim 1 955 idi. NATO'ya gireli üç sene olmuştu. Her sene Av
rupa Müttefik Kuvvetler Başkomutanlık Karargahında kısaltılmış adıyla
SHAPE'de, her NATO ,ülkesinin Genelkunnay Başkanları, Kuvvet Komutan
ları, bazı Kara, Deniz, Hava Birliklerinin komutanları ve NATO komutan
larının iştiraki ile bir toplantı yapılır, bunun adına tatbikat derler, kısaca da
SHAPEX olarak ifade edilir. Bu tatbikat bugün de icra edilmekte fakat iştirak
edenlerin miktarı az tutulmaktadır. Tatbikat Mayıs ayında yapılır davetiyeleri
üç ay evvelinden gelirdi. Hatırımda kaldığına göre Mart ayı idi davetler gelmiş
ve gidecekler de tespit edilmişti. Genelkunnay Başkanı, Üç Kuvvet Komu
tanı, Ordu Komutanları Paris'e gideceklerdi (O tarihte SHAPE Paris'te idi).
Tatbikat iki gün devam ediyordu. Gidiş dönüş dahil beş veya altı günlük onay
alınıyordu. Onayın alınacağı sırada Yüksek Askeri Şura toplantısı vardı. Ge
nelkurmay Başkanı Orgeneral B aransel bir gün beri çağırarak ·�Binbaşım bu
tatbikatın hey'et başkanı benim, tatbikata oryante olmam için hey'etten iki gün
evvel gitmem gerekir ki orada dökümanları okuma zamanım olsun. Bu hususu
95
Milli Savunma Bakanı'na anlat ve benim onayımı iki gün fazla çıkar." dedi.
Emredersiniz dedim ve Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes'e durumu izah
ettim. Peki dedi. Ben de onayı o şekilde çıkardım. Aradan bir müddet geçti.
Genelkurmay Başkanı harcırahım aldı, iki gün sonra hareket edecekti ki, seni
Milli Savunma Bakanı çağırıyor dediler. Her zaman imza için girip çıktığım bir
yerdi. Gittim. Odasına girer girmez sert bir şekilde "Binbaşım siz Genelkur
may Başkanı'nın onayım iki gün/azla almışsınız. Hey'etten iki gün evvel git
mesini gerektirecek bir durum yokmuş bana kül yutturmuşsunuz" deyince ben
de sinirlendim. Kendisine "Ben bu tatbikata gitmiş değilim. İkinci defa yapılan
bir tatbikat. Ben size kısa bir süre önce Genelkurmay Başakammızın isteği11i
arz edip muvaffakatınızı aldım ve 011ayı da buna göre size imzalattım. "" ce
vabım verdim. Yine sinirli bir şekilde "Olmaz efendim, o adama söyleyin
hey'etle birlikte gidecek, eğer erke11 gitmesini gerektiren bir durum varsa bana
izah etsin" dedi. O adam dediği Silahlı Kuvvetlerin başı Genelkurmay Başkanı
idi. Ben bir Binbaşıyım eğer sormak gerekirse kendisi telefonu açar veya
çağırır konuşurdu. Belli idi ki artık aralarındaki ipler ya kopmuştu veya kop
ması için bu bir bahane idi. Ben Milli Savunma Bakanı'nın söylediği o çirkin
sözleri Genelkurmay Başkanına _nasıl söylerdim. Düşündüm taşındım durumu
evvela Eğitim Daire Başkanına söylemeyj, eğer Genelkurmay Başkanına
söylemek gerekiyorsa ki elbette söylenecekti, onun söylemesinin daha uygun
olacağını düşündüm. Eğitim Daire Başkanımız T ümgeneral Cavit Çevik'ti.
Dinledikten sonra "Ke11an sen bu11u Harekat Başka11111a söyle, ben araya gir
memiş olayım" dedi. Harekat Başkanı Korgeneral Salih C�şkun'a çıktım aynı
şeyi o da söyledi. İkinci Başkan da araya girmeyince benim söylememden
başka yol kalmamıştı. Herkes merakla neticeyi bekliyordu. Odaya girdim ve
hemen söze ba�ladım. "Milli Savunma Bakanı11111 be11i bugün çağırdığını
SHAPEX'e gidecek komutanların onayı alınırken neden Genelkurmay
Başkanının iki gün evvel gitmesi gerektiğini bana sorduğwıl{, kendisine
lüzumunu izah ettikten sonra, böyle bir zaruretin olmadığmı, durumu yeni
öğrendiğini, hey'etin hep beraber gitmesini eğer buna rağmen erken gidilmesi
zarureti varsa zat-ı alilerinin telefonla kendileri11e izah edilmesini istediğini"
gayet ywnuşak bir dille arz ettim. Biraz düşündükten.sonra "Peki siz kendisine
izah etmediniz mi" diye sordu. "İzah ettiğimi hatta onaylanmadan evvel kendi
sine arz edip muvafakatım aldıktan sonra onayı imzaya sunduğumu, buna
rağmen zat-ı alinizin izah etmesini istediğini" söyleyince, "Peki oğlum, her
taşın altından bir şeyler çıkmaya başladı. Sen git çocuğum. " dedi. Durumu iyi
idare etmiş, büyük hadiseleri önlemiştim. Eğer Milli Savunma Bakarurun bana
söylediklerini ve o sinirli halini aynen nakletseydim durum çok değişik şekiller
alabilirdi.
Orgeneral Baransel, çok mağrur bir k umandan idi. Ben işi böyle
96
yumuşatmakla iyi mi yaptım, kötü mil yaptım diye kendi kendime
düşündüğüm zamanlar çok olmuştur. Sonunda doğruyu yaptığıma inandım.
Yangına körükle giunek doğru olmayacağı gibi bu kadar sene komutanlık
yapmış, istiklal Harbine iştirak etmiş bir komutana "söyle o adama" şeklinde
bir hitabı yapanın terbiye seviyesine ben de inemezdim. Karargah subayının,
kurmay subayın bir vasfı da komutanlar arasındaki vaki olabilecek bazı
anlaşmazlıkların yükünü üzerine alarak, hatta kabahati olmasa da kabahati
yüklenmek ve böylece üst komutanla, emrindeki ast komutanlar arasındaki
geçimsizliği önlemektir. Ben bunu yaptım.
97
may Başkanı Orgeneral Nuri Yamut'un önüne geçmekle, yapılan Harp oyun
larına işti� ederek kendisine kıymet ve itibar kazanacağını zaıınetti. Buna
benzer hallerinin ordu üzerinde ve özellikle komuta kademelerinde bıraktığı
olumsuz izlenimlerinden dolayı kısa sürede Milli Savunma Bakanhğmdan
al'andı, yerine Ethem Menderes getirildi. Ethem Menderes de Adnan Men
deres'e olan yakanhğmdan cesaret alarak Silahlı Kuvvetler üzerinde baska de
nemelerine girişti. Makamına giren generallere hakaret etmekle, Genelkurmay
Başkanı veya Kuvvet Komutanlarım kapısında bekletmekle orduyu sindi
receğini zannetti. Hayat pahalıhğından dolayı subay ve astsubaylar çok zor
şartlar aitmda geçimlerini sağlayabiliyorlardı. Apartmanların bodrum katlan
onlara mahsusutu. Oralarda dahi rahat değillerdi. Ev .arayan subaylara ev
sahipleri "siz burayı kiralayamazsınız, maaşınızı verseniz klıfi gelmez" derler
di. Adlan gazozculuğa çıkmışu. Zira gazinoya gidebilenler ancak bir gazoz
içebilirdi. Bu durumu düzeltmeye çahşacaklarına, orduyu rencide edecek hare
ketlere girişmekte mahzur görmediler. İşte bu yanlışhklar ve hatalar zincirinin
halkaları eklene eklene, nil�.ıyet bildiğimiz 27 Mayıs patlamasma sebep oldu.
98
zanmış ve bu konuda bilgi sahibi olacak subaylan yetiştirmek ürere Alman
ya'da Obcr Ambergaw şehrinde kurslar açılıyordu. Otuz kurmay subayın
katıldığı bir kursa ben de iştirak ettim. Almanya'run Münib şehrinin 1953 yılki
durumunu da bu vesile ile görme imk3nını elde ettim.
İkinci Cihan harbinin izleri hfil! duruyordu. Yıkılmış evler, binalar bir �yli
idi. Kızlar, ihtiyar kadınlar da dahil olmak üzere herkes altlannda bisikletlerle
iş yerlerine gidip geliyorlardı. Otomobil azınlıkta idi. 1957'de, 1963'te kısa
sürelerle de olsa Almanya'yı tekrar gördüm ve bu gidişlerimde aradaki farkı
mukayese etme imkinıru buldum. Mütemadiyen gelişen ve renginleşen bir
ülke. Tarihler ilerledikçe harbin tahribatının tamamiyle kalktığını görmek hiç
de zor olmadı.
Bu arada bir NATO tatbikatının çıkarma safhasını planlamak. üzere 1955
yılında Malta'ya da gittim. Üç günlük bir gidişti. Orada dikkatimi çeken İngiliz
subaylannın ceket kol dirseklerinin yamalı olması idi. İkinci Cihan Harbinin
sıkıntısı devam ediyordu. Subaylar da bu sıkıntıya ve fedak.irlığa iştirak
ediyorlardı. Bir akşam İngiliz harp gemisinde kokteyl verdiler. O kokteyle
dahi aynı elbiselerle geldiler. Milletçe katlanılan fedakarlığa güzel bir misaldi.
Bizde olsa yamalı elbise ile kokteyle gitmek ayıp kabul edilir.
Seneler ilerliyor, iki kızımız da büyümeye devam ediyorlardı. Arka arkaya
dünyaya gelen kızlarımızı büyütmek kolay olmadı. Özellikle eşim çok
yoruluyordu. Onları iyi giydirmek o zaman için zordu. Fak.at rahmetli eşim
dikiş bildiği için gerek kendi elbiselerini ve gerekse çocukların elbiselerini
kendisi diker bu suretle yalnız kumaş masrafı bize kalırdı. Aralannda 16 ay
fark olduğundan görenler ikiz zannederlerdi. Her Avrupa'ya gidişimde onlara
oyuncak, elbise ve elbiselik kumaş alır sevindirirdim. O tarihte Türkiye'de çok
basit oyuncaklar bulunduğundan aldığım pilli ve elektrikli oyuncaklarla biz
dahi oynardık.
99
Menderes çatışması da gittikçe dozunu artırıyor ve bu hal aklı başında hiç kim
se tarafından normal karşılanmıyordu. Özellikle Başbakan Menderes'in İnönü
hakkında. mecliste veya halkın karşısında yaptığı konuşmalarda sarf ettiği
yakışıksız sözler yurttaki siyasi tansiyonu gittikçe yükseltiyordu. İşte bu
dönemde başlayan Halk Parti-Demokrat Parti çekişmesi bir türlü bitmeyecek
ve neticede zaman zaman Demokratik sistemin duraklamasına yol açacaktı.
Çok partili sisteme geçmiştik ama biz bu sistemi partiler çatışması ve hatta
partiler kavgası haline dönüştürmüştük. Bugüne kadar hiçbir konuda iktidar
partisi ile muhalefet partileri anlaşamamışlar ve bu anlaşmazlıkları kavga
şekline dönüştüm1üşlerse bunun başlangıcını bu tarihlerde aramak doğru olur.
Ne olurdu Menderes; tarihi şahsiyet haline gelmiş ve Atatilrk'ün en yakın arka
daşı olan, uzun süre başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapmış İsmet İnönü'ye
gerekli saygıyı gösterse, konuşmalarını daha ölçillü yapsa idi. Zararlı mı
çıkardı? Aksine daha da karlı çıkardı. Ama yapmadı. İsmet İnönü de keza çok
ağır tenkitler yapmıyor değildi. Ancak tahrik ediliyordu. 1954 seçimleri de da
hil olmak üzere Türk milleti Demokrat Parti'ye gerekli desteğini vermiş ve o
partinin iktidarda kalmasını sağlamıştı. Seçim sistemi çoğunluk sistemi olduğu
için de mecliste aldığı oy oranının çok üzerinde sandalye adedine sahip
olmuştu. Yukarda değindiğim gibi, 1 954 seçimlerinden sonra memleketin
ekonom ik durumu gittikçe bozulmaya başlamış, birçok malın sıkıntısı
başgöstermiş, döviz rezervleri tükenmeye yüz tutmuştu. Artık Demokrat Parti
için zirveden iniş yavaş yavaş beliriyordu. Bu iniş iktidarı daha sinirli yapıyor,
iki parti arasındaki çekişmenin de dozu gittikçe çoğalıyordu. Öyle hale gelindi
ki, İnönü'nün yurt gezileri bile engellenmeye başlandı. En çirkini de Uşak'ta
başına taş atılması oldu. O taşı atan cahil vatandaş elbette kabahatli idi . Ancak
ondan çok kabahatli olanı memleketteki siyasi tansiyonu bu derece gergin hale
getirenler idi. Bunların sonucu iyi mi oldu? Demokrasi bu mu idi? Vatandaşlan
birbi rine düşman kamplar haline getirmenin adı demokrasi olabilir mi? Türk
m illt'.!ti asırlar boyu tek lidere bağlı olarak varlığını devam ettirmiş. Milleti, yeni
çok partili .sisteme yavaş yavaş alıştırmak, sevdirmek yerine çeşitli kan1plar ya
ratılmasına ve bu kampların da birbirine düşman olmaları için her tilrlil çabayı
gösterdik. Neticenin nerelere vardığını da hep beraber gördük ve yaşadık.
Ah bu iktidar hırsı, koltuk hırsı yok mu, her kötülük buradan kaynak
lanıyor.
1 955 yılına girdik. Şubat ayı sonlarına doğru idi. İzmir A isancak limanının
temel atma töreni yapılacak. Temel, B aşbakan Adnan Menderes tarafından
atılacak. Törene Genelkurmay Başkanını da davet ettiler. Baransel refakatine
beni de alarak İzmir'e götürdü. Yolda B ursa'ya uğradık. 5'inci Tümeni denet
ledikten sonra İzmir'e geldik. Ertesi günü Gaziemir Havaalanı'nda Başbakan'ı
karşıladık. Karşılamanın şatafatlı olması için Parti teşkilatı civar illerden gelen-
100
leri de hava meydanına almışlar. Alan, ana baba günü idi. O tarihte İzmir'de
yurt içi bölge komutanlığı vardı. Komutanı da Orgeneral Cemal Gürsel idi.
Genelkurmay Başkanı ve Gürsel kalabalığa katılmadan bir kenarda beklediler.
Menderes'i ikaz etmiş olacaklar ki, kalabalığa katılıp otomobillere doğru gi
derken dönüp bizlere teveccüh etti ve gelip hepimizin elini sıktı. Bir konvoy
halinde Alsancak Limanına gidildi. Yol boyunca da muazzam kalabalık vardı.
Tezahürat, yollan kesmeler, kurban kanlan ara'.Jında merasim yerine gidildi.
Orası da ayn bir alemdi. Menderes irticalen uzun bir konuşma yaptı. Tezahürat
burada da çok fazla idi. Menderes, esasında iyi bir hatip idi. Halk tarafından
da sevilen bir liderdi. Kendi kıymetini bilemedi. Eğer zafer sarhoşluğuna ken
disini kaptırmasa, kanunlara daha saygılı olsa, plan ve program mefhumuna
uysa ve lüzumsuz sertliklere ve anti demokratik eylemlere başvurmasaydı iyi
bir devlet adamı ve lider olurdu. Kendisine yazık etti.
Temel atma töreninden sonra M anisa'daki Eğitim Tugayını, Balıkesir'deki
5'inci Kolordu Komutanlığını, Susurluk'taki Alayı, Eskişehir'deki Hava Bir
liklerini denetleyerek Ankara'ya döndük. İşte Baransel'in Paris'e SHAPEX
tatbikatına gitmemesi olayı bu geziden sonra olmuş ve artık Genelkurmay
Başkanı Baransel ile Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes arasındaki ipler
iyiden iyiye gerilmiş ve nihayet Ağustos'ta kopmuştu. Ağustos sonunda Ge
nelkurmay Başkanlığı'ndan ayrılmış, yerini Orgeneral İ. Hakkı Tunaboylu'ya
bırakmıştı. Bu olay Baransel'i çok üzmüş ve kısa bir süre sonra felç olmasına
sebep olmuştu.
Rahmetli eşim üçüncü çocuğumuza hamile idi. Maaş durumum biraz daha
düzeldiğinden, Bahçelievler'de üç oda bir solonlu eve taşınmıştık. Tabii yine
sobalı. Esasen o tarihlerde kalorifedi dairede oturmak bizlerin haddi değildi.
Hizmet erleri de çoktan kalkmış, sobayı yakmak, boşfiltmak, temizlemek,
kömür taşımak genellikle biz erkeklere düşerdi.
O tarihte Ankara'da lojman olarak Namık Kemal Mahallesinde Milli Savun
ma Bakanlığına tahsisli muayyen miktarda daire mevcuttu. Orada oturmak
·
aklımızdan dahi geçmezken, ekim ayı içcrsinde arkadaşlarımdan biri koşarak
geldi ve bu dairelerden birinin bana çıktığı müjdesini getirdi. İnanamadım.
Meğer kur'a ile yapılan tahsiste kur'a bana çıkmış. O kadar sevindik ki
dünyalar bizim oldu. Kasım ayı sonu ile aralık ayı başlarında doğum bekliyor
duk. Alelacele yeni evimize taşındık ve ilk defa kaloriferli bir evde oturmanın
zevkini tattık.
101
ÜÇÜNCÜ KIZIMIN DÜNYAYA GELİŞİ
ANKARA'DAN yASSIVİRAN'DAKİ
.
ıaı
Bu Taburun bulunduğu yere evi götürmem mümkün değildi. Zira orada
köy bile yoktu. Bir tepenin üzerinde çifte nöbetçiler denilen bir mevkide idi.
İlk iki çocuğum okula başlanuşlardı. Üçüncü çocuğum ise daha dokuz aylık
idi. Ya İstanbul'a götürecek hafta sonları eve gidebilecektim veya Ankara'da
bırakacaktım. Kıt'a hizmeti bir sene idi. Bir sene sonunda nereye tayin ola
cağım belli değildi ki İstanbul'a.götüreyim. Bir sene içinde iki ev nakli nasıl
yapabilirdim. Bu düşünce ile Ankara'da btrakmaya karar verdim ve Yassıviran
Çifte Nöbetçilere yalnız gittim. İlk defa eşimden ve çocuklarımdan ayn bir yıl
geçirecektim. Bir taraftan beni böyle bir yere tayin edenlere kızıyor, diğer ta
raftan da hak veriyordum. Öyle ya yedi senedir Ankara'da üç sene de
İstanbul'daki Akademi tahsilini hesaba katarsam toplam on senemiz
Türkiye'nin en büyük iki şehrinde geçmişti. Aslında Akademi tahsili do
layısıyla İstanbul'da geçen senelerimi saymamak daha doğru olurdu. Zira
İstanbul'un nimetini değil cefasını çekmiştik. Fakat personelciler onu da hesa
ba kabyorlardı. Eşime üç küçük çocuğumuzun bütün sorumluluğunu bırakarak
çok üzgün ve moral bozukluğu içerisinde Yassıviran'a 30 Ağustos'tan birkaç
gün evvel gittim ve fiilen göreve başladım. Tümen Komutanı rahmetli
Tümgeneral Muharrem İhsan Kızıloğlu idi. Tümenin harekat şube müdürü
Çankın'daki Piyade okuluna dokuz aylık tekamül kursuna gibniş, Tümenin
Kurmay Başkanı ayrılmış henüz yerine tayin olmamış. Bir tek kurmay subay
var. Tümen ekim ayında da büyük bir NATO tatbikauna hem de atışlı bir tat
bikata iştirak edecek. Tümen Komutanı benim Genelkurmay Tatbikatlar
Şubesinden geldiğimi ve bu işleri planlayan subay olduğumu da biliyor. Bun
dan dolayı daha Tabur Komutanlığına başlamadan Tümenin Harekat Şube
Müdürü kurstan dönünceye kadar beni geçici olarak Tümen Harekat ve Eğitim
Şube Müdürlüğü görevine verdi. Tümen Komutanı ile hemen hemen her gün
arazide dolaşmak suretiyle tatbikatı hazırlıyor, provaları yaptırıyorduk. Hiç
boş zamanımız yoktu. Tabir caiz ise başımı kaşıyacak vak.tim yok. Tatbikat za
manı geldi ve yüzümüzün akı ile tatbikatı iyi bir şekilde bitirdik. Tekrar
Yassıviran'a döndük. Kısa bir süre sonra, zannederim kasım ayı başlarında
kursta bulunan Tümenin Harek�t ve Eğitim Şube Müdürü geldi. Tümen
Komutanı benim arzu edersem Personel Şube Müdürü olarak Tümende kalabi
leceğimi söyledi. Ben de kendisine gösterdiği bu itimattan dolayı teşekkür et
tim, Tabur Komutanlığı görevini tercih ettiğimi bildirdim. O zaman Tümen
Komutanı "ben de olsam böyle karar verirdimn dedi. Böylece Tümen Ka
rargahındaki görevim sona ermiş ve Tabur Komutanlığı görevim fiilen
başlamıştı. Geceleri yattığım oda, Tabur Komutanı makam odasının hemen
yanında bulunan alb-yedi metre karelik bir oda idi. Gündüzleri eğitim ve diğer
görevlerle meşgul olduğumdan çabucak geçip gidiyordu. Ancak akşamlan bir
türlü bitmiyordu. Bereket ki muavinimin evi İstanbul'da olduğu için beş gün
kışlada kalıyordu, aynı zamanda da sınıf arkadaşımdı. Hafta sonları o da ve
103
diğer evleri İstanbul'da olan subaylar da İstanbul'a giderler ve ben genellikle
yapayalnız kalırdım. Kış aylan bir türlü geçmek bilmezdi.
Bu anıda büyük kızım Şenay'ın ağır ve ateşli bir hastalık geçirdiğini
aldığım mektuptan öğrendim. Üzüntüm son haddini buldu. Yapacak bir şeyim
yoktu ki. Kısa izin alıp Ankara'ya gidip geldim. Onlara biraz moral verdim o
kadar. Bana kim moral verecekti. Bu sıkıntılar yetmiyormuş gibi, kurban bay
ramından, istifade ile Ankara'da çocuklarımın yanında bulunduğum bir sırada
bayramın ikinci günü ağabeyimden İzmirde bulunan babamın ağır hasta
olduğunu ve acele gelmemi bildiren bir telgraf aldım. Meğer vefat etmiş, git
tiğimde cenazesini yatakta gördüm. Bana çok dokundu. Aile topluluğumuzda
bu ilk kayıptı. En sevdiğim bir varlığım gitmişti. Sabaha kadar cenazesi
başında ağlaya ağlaya bekledim.
Vefat tarihi 7 Mayıs 1957. Gerçi 86 yaşında idi. Ölümü normal kabul edil
mesi gerekir. Hep öyle söylenir. Birçokları keşke ben de o kadar yaşasam
diyebilir. Ama babasını seven bir evlat için hiç de öyle olmuyor. İsterse 1 00
yaşında olsun. Dünyada be ş kuruş bırakmadan çok arzu etmesine rağmen bir
ev sahibi olamayan, dinine bağlı ancak aydın fikirli, Atatürk'ü seven,
doğruluk ve dürüstlük timsali sevgili babamı elimle toprağına yerleştirip tekrar
Ankara'ya döndüm. Birkaç gün sonra da görevimin başına gittim. Kim gi
derse gitsin hayat mücadelesi devam ediyordu. Biz de topraktaki yerimizi
alıncaya kadar hayatla olan mücadelemizi sürdürecektik. Buna mecburduk.
Sıkıntılı günlerime, bir de bu babamın ölümü karıştı. Saçlarım işte burada,
yani Çifte Nöbetçiler denen mahalde ağarmaya ve dökülmeye başladı. Aradan
28 yıl geçtiği halde şu satırları yazarken yine o günlere dönüyorum. Gözlerim
yine yaşlanıyor ve notlarıma ara veriyorum. Zira yalnız babam değil, sevgili
eşim, annem, iki ağabeyimin ölüm halleri gözlerimin önünden gitmiyor. Onlar
gitmedikçe de kalem oynatmam çok zor. Allah kimseyi hayatta yalnız
bırakm asın.
Kıt'a hizmetimin bitme�ine üç ay kadar kalmıştı ki Alay Komutanım Topçu
Albay Burhanettin Deran bir akşam felç oldu. Gece vakti İstanbul'a hastaneye
kaldırdık. Alayın dört tabur komutamndan en kıdemli ben olduğum için Alay
Komutanlığına vekalet etme görevi de bana düşüyordu. Esasında diğer üç ta
bur komutanı benden evvel Harp Okulu'ndan mezun olmuşlardı. Biri 1937,
diğeri 1 936 ve üçüncüsü de 1 935 senesinde mezun olmuş, ben ise 1 938'li
idim. Kurmay kıdemlerimle onların önüne geçtiğim için vekalet etme bana
düşüyordu.
Burhanettin Bey'in hastalığı kolay iyileşecek bir hastalık değildi; nitekim 30
Ağustos'a kadar hastane tedavisi devam ettiğinden benim de Alay Komu
tanlığım o tarihe kadar sürdü.
104
YARBAYLIGA TERFÜM
VE 1 'İNCİ ORDU'DAKİ YENİ GÖREVİM
Geceleri karım ve çocuklarımın yalnız kalmaları bir mesele idi, etraf o kadar
tenha ve karanlıktı. Evi doğru dürüst görememişim. Meğer banyosu rezalet
ısıtma tertibab yok. Mutfağı sonradan ilave edilmiş, yağmur yağdığında her ta
rafı akar bir halde imiş. Tavanına portatif çadır germek zorunda kaldık.
.
Bu sıkınblar yetmiyormuş gibi, bir de ortanca kızım hastalanmaz mı? Bir
kaç doktora gitmemize rağmen ateşini bir türlü düşüremedik. Grip dediler, ati
pik pnömoni dediler ama verilen ilaçlar fayda vermiyordu. Nihayet bir dokto
run tavsiyesi ile rahmetli doktor İ hsan Sabri Sabar'a götürdüm. Enfiltrasyon
teşhisini koydu. Yani çocuk·bir yerden tüberküloz mikrobu almış, başlangıçta
1 05
yakalaımşız. Ona göre tedavi değiştirdik. Her gün muntazam bazı ilaç ve
iğnenin yapılması gerekiyordu.
Civarda iğne yapan bir klzcağlz bulduk. Bir defasında gelemedi. Bu hal bir
daha tekerrür edince, benim iğne yapmayı öğrenmem gerektiğine inandlDl.
Tarif üzerine ilk iğneyi o kızın nezaretinde yaparken çektiğim heyecaru hiç
unutamam. Ya yanlış bir yere iğneyi saplar da çocuğuımm sakat kalmasına se
bep olursam? Bu heyecerum bir hafta kadar devam etti. Bir şey olmayınca ce
saretim artll ve ondan sonraki iğneleri rahatlıkla yapmaya başladım. Kısa süre
sonra çocuğun ateşi düşmeye başladı ama evimizin huzuru kaybolmuştu. Bir
taraftan da ev araştırıyor, fakat bulamıyordum. Bu böyle olmayacaktı. Bir
aralık eşimin de caruna tak dOO.iği için bari Kore'ye talip ol, sen oraya gidersin
ben de A/aşehir'e babamın yanına giderim dedi. O zamana kadar bu husus hiç
aklıma gelmemişti. Ankara'daki arkadaşlarıma beni buradan tayin etmelerini
yazinıştım ama, Kore'ye gitmem akluna gelmemişti. Kızgın bir zamarumda di
lekçemi yazıp verdim. Benim de car11D1a tak etmişti.
O tarihlerde memleketin her tarafında yokluklar ve pahalıhk süratle
yayıhyordu. Et alabilmek için sabahleyin erkenden kasap dükkanında sıraya
girmek gerekiyordu. Geç kalmırsa bulunmayabiliyordu� Etler de Avustral
ya'dan kesilmiş olarak gelmiş üzeri beyaz kumaşla kaph kart sığır etleri idi.
Halk buna hemen isim bulmuştu; "Kefenli Et" Sabahın çok erken saatlerinde
kasaba gihnek. kapı.cılarla birlikte üniformamla sıraya girip itiş tepiş et almam,
oturduğumuz evin verdiği zorluklar, bunun neticesi huzursuzluk iş hayatıma
da sirayet ediyordu.
Kışı da atlatmış. Mart ayının son yansına gelmiştik ki; Akademide bir gün
öğrennen arkadaşlarımdan birisi "Kenan haydi hayırlısı Kore Tugayı Harekôt
ve Eğitim Şube Müdürlüğüne tayi11in çıktı " demez mi? Evvela bir şaşkınlık
geçirdim. İnanmak istemedim ama verilen bilgi şaka değildi. 3 Nisan'da
İzmiı'de bulunmam gerekiyormuş. Akşam evde bu haberi verince rahmetli
eşim başladı ağlamaya. bunu değiştirtmek mümkün değil mi diye sordu. Değil
dedim. Ancak hastalık sebebi ile tayin iptal edilebilirdi. Kore Tugayına tayini
çıkanların bu tayininin değiştirilmesinin mümkün olmadığını gayet iyi biliyor
dum. Tayin isteğimi belirten dilekçemi hangi haleti ruhiye içerisinde verdiğimi
daha evvel izah etmiştim. Gerçi şimdi o sıkmblı dönem atlablmıştı ama. ben
dilekçe venliğimi bile unutmuştum. Artık olan olmuştu. Yoldan dönmek
imkansızdı. Çocukların okulları vardı. Onun için onları İstanbul'da bırakıp 3
Nisan'da Seferihisaı'da bulunacak şekilde Akademi ile ilişkimi kesip Seferihi
sata hareket ettim. Tesadüfe bakınız ki yanına yardımcı olarak. verildiğim Lo
jistik Öğretmeni Kurmay Albay Fuat Bey de Kore Tugay Komutan
Yardımcılığına tayin edilmişti. Böylece ikimiz de aynı zamanda okuldan
aynlmış olduk. 9'uncu Kore Tugayının teşkili. eğitimi, atışları ile meşgul ol
mak: benim görevimdi. Üç ay içinde bütün hazırlıklann bitmesi gerekiyor
du. Biz böyle gece gündüz uğraşırken Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce bını
dan böyle Kore'ye gidecek subay ve astsubaylara bir senelik kıdemin
verilmeyeceğine dair bir kanun da kabul edilmez mi? Bütün subay ve astsu-
107
baylan büyük bir telaş ve hayal kırıklığı kapladı. Ben yapılan bu hatanın er geç
düzeltileceğine inanmıştım. Zira sekiz sene Kore'ye giden birliklerdeki subay
ve astsubaylara bir sene kıdem vereceksin, dokuzuncu seneye gelince aynı Tu
gayın mensuplarına bu hakkı tanımayacaksın. Bu büyük bir haksızlıktı.
Şartlarda bir değişiklik olmadığına göre dönüşte biz bu hakkımızı Danıştayda
açacağımız dava ile alacağımıza inanmıştım. Nitekim de öyle oldu. Dönüşte da
vayı kazandık. Bütün mesele kıskançlıktan doğuyordu. B i rçokları "Efendim
hmp bitti. Giden subay ve astsubaylara iki maaş veriliyor. Orada aldıkları par
alarla da birçok eşya getiriyor. Bir de bir senelik kıd�nı neden veriliyor" diye
tenkit ediyor ve sonunda da durum meclise intikal ettirilerek o kanun
çıkartılıyor. Peki 4'üncü Tugaydan itibaren Tugaylar da aynı durumda değil
miydi? Neden onlara bu kıdem verildi. Eğer Harp sona erdikten sonra giden
kafilelere bu hak verilmeseydi elbette kimse bir hak iddia edemezdi.
Çocukların okulları sona erdiğinde izin alarak İstanbul'a gittim, evi topar
ladım. eşyaları Alaşehir'e eşimi ve çocukları Seferihisar'a getirdim. Yirmi gün
kadar Askeri Gazino misafirhanesinin bir odasında hep beraber kaldık.
Günler sayılı olunca çok çabuk geçtiği malam . Kore'ye hareket zamanı
yaklaştıkça üzüntümüz artıyordu. Özellikle eşim çok üzülü-yordu. Bunun
kabahatinin kendisinde olduğuna inanıyordu. Çünkü beni dilekçe vem1eye zor
layan kendisi idi. Ben kendisini teselli etmeye çalışıyordum ama o üzüntüsünü
yenemiyordu. Haksız da değildi. Gideceğim ülke dünyanın öbür ucu. Her an
yine savaş başlayabilir. Bir sene müddetle üç çocukla yalnız kalacaktı. Gerçi
Ala-şehir'de annesi babası ile birlikte olacaktı ama, evlendikten sonra aMe
baba evi insanın kendi evi gibi olmuyor. Bereket versin ki İstanbul'da hastala
nan ve tedavisi devamlı yapılan ortanca kızımın hastalığı tamamiyle iyileşmişti.
İzmir'den hareketimize on gün kadar bir zaman kalmışu ki, her iki Tugay
Komutan Yardımcılarımız Kurmay Albayların tayini çıku.
Yerlerine Kurmay Albay Reşit Pasin ile Kurmay Albay Bekir Ecevit tayin
edildiler. Bu da büyük bir hata idi. İki aydan fazla bir zamandan beri Tugayla
birlikte olan iki yardımcının alınına sebebi bizce belli olmamakla birlikte, bazı
ş ikayet ve iltimasların rol oynadığı söylendi. İki Albay da haklı olarak çok
üzüldüler. Tugay subayları da çok üzülmüşlerdi fakat yapılacak bir şey yoktu.
Tugay Komutanımız ise daha bizim Tugayın teşkil emri çıkmadan evvel 8'inci
Kore Tugay Komutanı hakkında vaki bir şikftyet üzerin� Kore'ye erken git-
108
tiğinden, en kıdemli olan Komutan Yardımcısı Albay Reşit Pasin Tugay'a ve
kalet ediyordu.
Tugay Amerikalılarca temin edilen iki gemi ile iki kafile halinde Kore'ye
naklediliyordu. Ben ilk kafile ile gidecektim . Gemide aşağı yukarı 3000 kişi
idik. Geminin icra subayı olarak da ben seçilmiştim. Haziran ayı ortalarına
doğru İzmiı'den benim bulunduğum ilk kafile hareket edecekti.
1 09
oluyormuş. Bunu gemideki bu düzenle önlemek mümkün değildi. Geminin
matbaasında hemen 30 günlük birer kame bastınldı. Her ere bir kame verildi
kapıdan girerken o günkü taı;,ihe göre kapıda bekleyen bir Amerikalı personel
tarafından karnesi zımba ile deliniyor, karnesini göstenneyene de yemek veril
miyordu. İki gün sonra işler düzene girdi.
1 10
Akşam Aden'den hareket ettik ve Hint Okyanusu'na açıldık. O güne kadar
çok sak.in sularda seyreden gemimiz ertesi günden itibaren Hint Denizi'nin
meşhur dalgalan ile boğuşmaya başladı. 3000 kişiyi taşıyan o dev gemi okya
nusta bir sandal gibi sallanmaya, zaman zaman batıp çıkmaya başlayınca per
sonelin büyük kısmını deniz tuttu. Asker olsun subay olsun denize alışık ol
mayanlar yataktan dışan çıkamıyorlar, bir lokma yemek dahi yemiyorlardı.
Ayakta kalanlar 500 kişi kadardı. Ayakta kalanlar arasında ben de vardım. Üç
beş gün bu sallanma devam etti. Personelin bir kısmı zaman ilerledikçe denize
alıştılar. Dolayısıyla hastalanan miktar da zamanla azaldı.
Deniz yolculuğu bir gün. üç gün, nihayet bir hafta zevkli oluyor. Ama hiç
kara yüzü gönneden gece gündüz mütemadiyen denizde seyretmek insanı
sıkmaya başlıyor. Gemide eğlence imkaru da yok. Kuş bile görmemek, ka
maralara kapanıp kalmak çok sıkıcı oluyor. On günden fazla günlerimiz hep
böyle geçti. Nihayet Taylandlılann Kore'ye bizimle beraber gidecek olan bir
bölük askerini almak üzere Bangkok limanına uğradık. Fakat aksiliğe bakın ki
Bangkok'ta bulaşıcı bir hastalık olduğundan gemi nhtımdan birkaç mil uzakta
demir attı. Tayland bölüğü ufak bir gemi ile bizim gemiye yanaşmak suretiyle
erlerini gemimize aldık. Şehrini de çok uzaktan seyredebildik. Gemi kaptanı
motorla şehre gittiğine göre bel.ki de bizim şehre çıkmamızı önlemek için böyle
bir tertip düşünülmüş olabilir diye de aklımızdan geçirmedik değil
111
orada kuvvetli cezir olur ve dolayısıyla deniz de bir hayli çekilinniş. Bizi başta
Tugay Komutanı Tuğgeneral Rasim Atakan olmak üzere S'inci Tugayın bazı
ilgilileri, Amerikalılar, Koreliler, merasimle karşıladılar. İki saat sonra gemi
rıhtımdan uzaklaştı, kısa bir müddet sonra da deniz yavaş yavaş çekildi. Civar
daki sandallar denizin dibindeki çamurlar üzerinde kaldı. İlk defa cezir hadise
sini gördüğümüzden hepimizin ilgisini çekmişti bu olay.
1 12
giyimleri çok temizdi . Umumiyetle beyaz elbiseyi tercih ederlerdi. Pirinç tar
lasında, su ve çamur içinde çalışırken dahi üzerlerinde beyaz elbise bulwıurdu.
Yemek zamanlan telörgü ile çevrili birliklerin yanına ellerinde tencere ve te
nekelerle birçok kadın, erkek, çocuk, yanaşır ve yemek artıklarını alırlardı. Bu
artık yemeklerin iyilerini kendileri yer, artanını domuzlara yediri rlerdi.
Köylerine girerken oraya mahsus olan kurutulmuş balık ve turşu kokusu in
sanı rahatsız ederdi. Hırsızlık çok fazla idi. Türk birliklerinin bulwıduğu garni
zonlarda hırsızlık yapmazlardı fakat Amerikan garnizonlarından her türlü mal
zeme ve bu arada silah dahi çalınırdı. Bizde hırsızlık olmayışının en büyük
sebebi nöbetçilerimizin sık ve dikkatli olmalan aynca her nöbetçide mermi bu
lunması idi. Amerikan garnizonlarında yalnız giriş yerlerinde nöbetçi bulunur,
ççvre nöbetçileri ise yok denecek kadar az olurdu. Mern1i de bulundurmaz
lardı. Hırsızlar o kadar cesur ve maharetliydiler ki. şayet herhangi bir jeep
aracı yokuşa tırmarurk�n ağır gidiyorsa, aracın arkasında bulwıan yedek teker
lek (stepne) rahatlıkla çalınabilir veya şehi rde şoför aracını terk etmiş de bir
dükkana girmiş ise. araç olduğu gibi çalınır ve bir daha da bulunmazdı. Ençok
tursızlık Amerikan px'lerinde yani kantinlerinde olurdu. Bir gün Amerikan ana
deposuna kantin malzemesi getiren treni olduğu gibi soydular. Bütün buna
rağmen halk üzerinde ne silah ne de bıçak bulundururdu. Halk çok çalışkan
uysal bir karaktere sahipti. Türklere karşı hayranlıktan ve sevgileri sonsuzdu.
Amerikalıları bizim kadar sevmezlerdi. Sorduğumuzda onların burada bulun
malarında kendi menfaatleri de var. Fakat siz Türklerin hiçbir çıkarınız yok.
Aynca 1 950- 1953 arasında Türk Tugayının savaşlarda gösterdiği üstün cesa
rete de hayranız derlerdi.
Ayda verilen otuz dolar maaşla nereye gidebilirdim ki. Kaldı ki, Türkiye'ye
dönerken o zamana kadar sahip olamadığım buzdolabı. çamaşır makinası, teyp
gibi bazı eşyayı ve çocuklarıma, akrabalarıma hediyelik eşyayı alabilmem için
de, para biriktirmem ve gelirken aldığımız harcıraha bu paralan ilave etmem
gerekiyordu. Onun için Cumartesi, Pazarları dahi garnizonda kalmayı tercih
ediyordum. 29 Ağustos akşamı Lojistik Şube Müdürü ile birlikte başkent
_l'
Seu e inm i ş gece de Amerikan subay kulübünde eğlenmiştik. Dönüşte
1 13
şoförün aşm hızı yüzünden aracım havada uçarak bir polis karakolunun du
varına son sürat ile çarpmış, fakat büyük bir talih eseri hem şoför hem de ben
ölmeden yara bere ile kurtulmuştuk. Garnizona döndüğümde doktor morfin
yapmak suretiyle beni uyutmaya gayret etti. Ona rağmen kazanın kor
kunçluğundan zaman zaman uykumdah fırladım. Ertesi gün 30 Ağustos mera
simi dolayısıyla yataktan kalktımsa da fazla ayakta duramadım, hemen yathm.
Bir hafta ağrılardan yataktan çıkamadım. Haftada iki defa kanma mektup
yazıyordum. Bu olayı ona yazmadım. Ama memlekete döndüğümde o tarihlere
yakın bir tarihle rüyasında gördüğünü söylemişti. Kazada araç o kadar harap
olmuştu ki, tamir kabul ebllediğinden kaydı silinmişti. Öldünneyen Allah yine
öldümıemişti.
Sıcak ve rutubetli aylan yavaş yavaş geride buakıyorduk. Kore'de
yağmurlar çoğunlukla temmuz, ağustos aylarında yağıyor. Fakat yağan bu
yağmurlar serinlik değil aksine bunalbcı bir sıcağa sebep oluyordu.
Birliklerin eğitim düzeyini yüksek tutmak ve atış kabiliyetini arllnnak için
sık sık tatbikat yaptınyor ve bol cephane tahsis ediyorduk. Ben görevim icabı
her fırsatta araziye çıkıyor muhtemel görevlere karşı araziyi tetkik ebllek sure
tiyle planlarımızı geliştiriyordum. Bölgemizi o kadar güzel tanımıştım ki, her
yere gece de dahil haritasız gidebilirdim. Zaman zaman Amerikalılarla temas
etme zorunda kaldığımdan, Ankara'da iken öğrendiğim İngilizcemi ilerletme
imkanına da kavuşmuştum. Hatta Tugaydaki Amerikalı binbaşı ile tercümansız
konuşur birçok konuyu kendim hallederdim.
En büyük sıkıntlm, eşimden ve çocuklarımdan ayn olmamdı. Memleket
hasreti üzerine bir de aile hasreti eklenince günler gittikçe zorlaşıyordu. Aradan
üç ay kadar zaman geçmişti ki Tugayın Kunnay Başkanı ile Baş Hfildmi
arasında geçimsizlik başladı. Baş Hakim bizim Tugaydan evvel Tugay Komu
tanı ile birlikte geldiği için sırtını daha çok Komutana dayayarak Kunnay
Başkaruha haber venneden bazı girişimlerde bulunuyor, bu da ikisi arasındaki
anlaşmazlıkları gittikçe artırıyordu. Kunnay Başkanı durumu Tugay Komutanı
ile konuşarak halledeceğine Komutana resmi yazılar yazmaya başladı. Kendi
sini uyarmama rağmen bu tutumunda ısrar etti. Neticede Kurmay Başkanı ile
Komutan arasındaki ilişkiler hiç de hoş olmayacak bir mecraya sürüklendi.
Kurmay Başkanı durumdan şikayet eder bir mektubu Kara Kuvvetleri Komu
tanlığına gönderip de Tugay Komutanına bunun için sual açthnca Tugay Kom
utant, Kara Kuvvetleri Komutanlığına uzun bir yazı ile Kunnay Başkanının
çalışmasından memnun olmadığını onunla çalışaınayacağlnı, yerine de Kur
may Başkanı tayin etmemelerini benim hem Kurmay Başkanhğl ve hem de
Harekat ve Eğitim Şube Müdürlüğü görevini rah�a yürütebileceğimi bildir
miş. Bu yazışmalara sonradan muttali oldum. Kara Kuvvetleri Komutanhğl
Tugay Komutanının bu teklifi üzerine evvela Tugay Baş Hakimini geriye
1 14
çekti. Arkasından kısa bir süre sonra Kunnay Başkamnı Türkiye'ye aldllar.
Benim de Kunnay Başkanlığına tayinim geldi. 195 8 yılının Aralık ayı başında
Kurmay Başkanlığı görevine başladım. Baş Hakim işleri karıştırmış ve kendi
sini muhitine sevdirememişti. Yerine yeni bir Baş Hakim tayin edildi. Onunla
çok yakın bir işbirliği içerisinde görevimi yürüttüm. Karargahtaki şube
müdürleri ve subaylar arasında arada sırada meydana gelen geçimsizlikleri
tatlılıkla gerektiğinde de sertlikle halletmek suretiyle olayların çıkmasını
önledim. Yurt dışında insanlar birbirinin açık kapısını arıyor. Eğer fazla para
harcıyor ve kıymetli şeyler alıyor.ia kıskançlık başlıyor. A rkasından onun
aleyhinde birçok dedikodu etrafa yayılıyor ve elbette neticede geçimsizlikler
başlıyor. Benim bir açık tarafım olmadığından bu bakımdan almm da açık
olduğundan subay ve astsubaylar benden çok çekinirlerdi. Bir amirin maiyeti
üzerinde otorite kurabilmesi için başta gelen husus; kanunlara, talimatlara har
fiyen uyması; dürüst ve adil olmasıdır. Eğer böyle hareket etmeyip de mak
amın kendisine verdiği kanuni yetkilere dayanarak otorite kurmaya çalışırsa bu
otorite devamlı olmaz. Bir noktada yıkılır. Bir amir maiyetinde dürüstlüğü ile
örnek olabiliyor ve hele bir de zorla değil de ikna metodunu kullanarak onları
verdiği emirlere inandırabiliyorsa kurduğu otorite kolay kolay yıkılmaz. O
güne kadar hep böyle hareket ettim bu satırları yazdığım tarihe kadar da bun
dan ayrı lm adım. Dünyada kimseden çekinmeden dolaşabilmek,
konuşabilmek, alnı açık olabilmek kadar insanı kendinden emin duruma geti
ren rahatlatan başka bir zevk olduğunu zannetmiyorum.
Tugay Komutanı bütün ışleri hemen hemen bana bıraknuştı. Kolordu ile
olan yazışmaları ast birliklere yazılan emirlerin yüzde seksenden fazlasını ben
imzalayıp gö�eriyordum. Komutan yardımclları ayn ayn garnizonlarda bu
lunduklarından karargaha arada sırada gelirlerdi. Komutan ise hemen hemen
her gün Seul'e gider gece geç vakit gelir, hatta bir iki kez gece de gelmeyince
bizi merakta bırakırdı. Böyle olunca bütün işler bana bakıyor ve bu yüzden
Seul'e �eye dahi vakit bulamıyordum.
Yılbaşına yaklaşıyorduk. Hıristiyanlar için 25(26 Aralık Krismas gecesi
olup. hepsi sabahlara kadar içerler ve eğlenirlerdi. Kolordu Komutanı
Amerikalı Korgeneral Alman asıllı Trapnell sert bir komutandı. Tam o Kris
mas gecesi gece yansından sonra bütün birliklere alarm verdi. Alarm haberi
lelefonla bana ulaştırılır ulaşunlmaz beş on dakika içerisinde giyindim. Fakat
alarm sireni henüz çalmıyordu. Kendim sirenin yanına kadar gidip çaldım. B i
raz bekledim erlerin barakalarında hareket başladı. fakat bizim şube
müdürlerinin barakalarında ne ışık ne de bir.hareket yoktu. O barakalara git
tim. Kendim alarmın kod ismini vererek çabuk hazırlanmalanm emrettim.
Diğer garnizonları da telefonla takip ediyordum. Kısa sürede Tugay hazırlığını
bitirdi ve alamı bölgesine hareket etti. Yolda giderken Amerikan garnizonları
yanından geçiyorduk. Daha yeni yeni hazırlanıyorlardı. Tugay birlikleri alamı
1 15
bölgesine gidip mevzilerini işgal ettikten sonra raporumuzu kolorduya verdik.
İlk raporu veren bizim Tugay oldu. Benim şube müdürleri bu alarmın hakiki
bir alarm olduğunu zannederek birbirleriyle eşyalarını ne yapacaklarını
konuşmuşlar, baş uçlarında bulunan çocuklarının resimlerine son defa bakıp
gözleri yaşlı ayrılmışlar. Benim bizzat gelerek çok ciddi bir tavırla alarm habe
rini ulaştırmam ve Krismas gecesinde alarm verilmesinin çok garip olduğunu
düşünmeleri böyle bir fikre kapılmalarına sebep olmuş. Alarm bölgesine gittik
ten sonra eğitim maksadıyla verilen bir alam1 olduğunu anlamışlar.
Ayda bir defa muhakkak alarm verilir ve görev bölgelerine gider, bir veya
iki gün kalır dönerdik.
1 959 senesinin Şubat ayının ikinci yansında Kore'deki bütün kuvvetler bir
hafta sürekli kış tatbikatına çıktık. Hava çok soğuk bütün akarsular buz tut
muştu. Hepimiz geceieri de arazide çadırlarda kalıyorduk. Üzerimize giy
diğimiz çamaşır ve elbiseler kış şartlarına göre hazırlanmış olduklarından
ayrıca çadır sobalarımız bulunduğundan. gıda ise mükemmel olduğundan
hiçbir sıkıntı çekınedik. Koreli birliklerde bizdeki teçhizat yoktu. O yüzden iki
erleri donarak öldü.
Tatbikat Kuzey Kore ile olan hududa yakın bölgede cereyan ettiği ve Türle
Tugayı da ileri hatlarda bulunduğundan gece nöbetçi erlere emniyet
bakımından mermi veriyorduk. Bir gece Amerikan Tümeni bizim Tugayın
üzerinden aşarak taarruz edecekti. Gece yansına doğru Amerikan kolordusun
dan çok acele bir mesaj geldi. Mesajda "Türle Tugayı erleri üzerinde hakiki
mem1i bulunduğu öğrenilmiştir. Aşarak taarruz esnasında bir kaza olabilmesi
ihtimaline karşı bir saat içersindc mermilerin toplatılarak� toplattınldığının bil
dirilmesi" kaydediliyordu. Cephe boyunca yayılmış Tugayın nöbetçilerinden
bir saat içirisinde bu mermilerin toplattırılması mümkün değildi. Telefonla
böyle bir kaza olması mümkün değildir. Amerikan Tümeni cepheden değil ger
iden geleceğine ve Tugay personelinin de bu aşarak taarruzdan haberdar
olduğuna göre çekinmeye gerek olmadığını bildirmemize rağmen ısrar edildi.
B en de emri yayınlayın ama bu emrin bir saat içersinde bütün birliklere
ulaştırılması imkanı yoktur. Mes'uliyeti üzerime alıyorum. Tugay Komutanını
uyandırmaya gerek yok. Bir saat son:a kolorduya mermiler toplanmıştır 4iye
mesajı çekersiniz emrini verdim. Nitekim aşma yapıldı. erlerden mermiler top
lanmadığı halde hiçbir olay da cereyan etmedi. B unu şunun için anlattım ;
Amerikalılar gamizonlannctaki nöbetçilere mermi vermedikleri gibi hudut
bölgesinde cereyan eden ve hakiki muharebe şartlan altında yapılan tatbikatta
dahi emniyet nöbetçilerine mermi vermiyorlardı . B izim anlayışımıza göre bu
doğru değildi. Muharebe şartlan neyi gerektiriyorsa tatbikatta da bu şaitlar ye
rine getirilmelidir. Kaza da olabilir ama kaza olacaktır diye tedbirlerden fe
dakarlıkta bulunmamak gerekir.
1 16
Bu tatbikat bittikten bir müddet sonra idi. Zannederim Mart ayı içerisinde
Tugay Komutanımızın da Tiirkiye'ye tayini geldi. Sebebini anlamıştık; daha
evvel Kurmay Başkanı ile Baş Hakim arasında cereyan eden olaylar sonunda
her ikisi de geriye alırunış sıra şimdi Tugay Komutanına gelmişti. Tetkik
ettiğimizde görüyoruz ki; bütün Kore Tugayı Komutanlarının hemen hemen
hepsi zamanından evvel alınmış. Sebebi, haklarında yapılan ihbar ve
şikayetlerdir. Bizim Tugay Komutanı Tuğgeneral Rahmetli Rasim Atakan'ın
da alınnrn sebebi aynı idi. O tarihte Seul'deki büyükelçimiz Dr. Kamil İdil idi.
Kamil Bey, aşağı yukarı sekiz senedir orada büyükelçilik yapmış ve Tugay
Komutanlarının bu erken değişmelerinden dolayı Seul'deki kordiplomatik ve
Amerikalılar nezdinde müşkül durumda kalmış. Türkler doğru dürüst bir Tu
gay Komutanı bulamıyorlar mı ki; senesi dolmadan geri alınıyor, yerine gelen
de aynı akibete maruz kalıyordu. Bu gibi sorulara cevap vermek hakikaten
güç. Büyükelçi Mayıs ayında Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes'in
Kore'yi ziyaret edeceğini de biliyor. Ankara'ya bir telgraf çekerek bu erken
aynlmaların burada yarattığı menfi durumu dile getiriyor. Yakında Milli Sa
vunma Bakanı da geleceğine göre o gelinceye kadar bu tayinin durdurulmasını
gerekiyorsa, Milli Savuruna Bakanının bu hususa burada karar vermesini bil
diriyor. Ancak bu telgrafa cevap gelmediğinden Tugay Komutanı bütün Tu
gaya, Kolordu, Ordu Komutanlarına, Korelilere ve diğer ilgili kişilere Alla
haısmarladık diyor, merasimle Japonya'ya uğurlanıyor. Uğurladığımız günün
ertesi günü tayinin durdurulduğuna dair mesaj geliyor. Japonya'daki irtibat
bürosuna durum bildirilmek suretiyle Tugay Komutanı geri getirtilebildi. Bu
olay büsbütün ayıp oldu. Herkese veda etmiş olan bir Komutan yan yoldan
çevrilerek tekrar görevine döndürülüyordu. Ne yapalım bizim bütün işlerimiz
bugüne kadar böyle gelmiş böyle gitmiş. Bürokrasi çarkımızın işleyişi bu. Tu
gay Komutanının dönüşüne biz de sevindik, ama bu iş zamanında olsa çok
daha iyi olacakh.
Mayıs ayında Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes geldi. Tugay Ka
rargfilunı ve bazı birliklerimizi gördü. Kendisine brifing verdik çok memnun
aynldı ve Tugay Komutanının yerinde kalması da böylece sağlanmış oldu.
Tugayın dönüş hazırlıkları başlamıştı. Yurda dönmenin sevinci de
başlamıştı. Biriktirebildiğim paralarla 8.5 ayak bir buzdolabı ve çamaşır maki
nası alabildiğime çok seviniyordum. Zira o zamana kadar böyle bir şey al
mamız mümkün olmamışb. Teldolap bizim buzdolabımızdı.
Türkiye'de olup bitenler hakkında çok az ve kıt haberler alıyorduk. 1958
senesinde Türkiye'den ayrılırken esasen memleketin içinde bulunduğu durum
iç açıcı değildi. 1959 yılında da durumun düzelmediğini ve daha da kötüye git
tiğini dış basın ve aldığımız mektuplardan öğreniyorduk. Bundan dolayı da el
bette üzüntü duyuyorduk.
1 17
TÜRKİYE'YE DÖNÜŞ
Zaman akıp gidiyordu. Dönüş zamanı da geldi. Benim bulunduğum ilk ka
file temmuz başında yine Inchon limanından hareket ettik ve geldiğimiz yolu
takiben aynı sıkıntılara katlanarak ve Hint Denizinde bir hafta geceli gündüzlü
gelirkenkinden daha fazla sallandıktan, o çekibnez sıcaklara katlandıktan sonra
temmuz sonunda İnnir limanına geldik.
Kışlada ben işimi bitirip akşam ablamların evine geldim. Artık evime sev
diklerime de kavuşmuştum. Bir sene yurt dışında yalruz kalmanın ne demek
olduğunu ancak bunu çekenler bilebilir. Yurt içi tayinim daha Kore'de iken
gelmişti. Ankara'daki Ordu Donatım Okulu Kurmay Başkanlığına tayinim
çıkmıştı. Ankara oluşuna sevinmiştim fakat daha faal bir göreve gelemeyişime
de üzülmüştüm. Bir aylık iznimi Alaşehir'de kendi evimde geçirdim. Bir ay
sonunda Ankara'ya gelip yeni görevime başladım.
1 18
lunduğu gibi, her seferinde yeni emir yazmak külfetinden de makamları kur
tarıyordu. Türkiye'de iken de bunları biliyorduk ama ordaki kadar detaylı ve
muntazamını gönnemiştik. Emir ve talimatlara her makamın uyması gerek
tiğini de orada daha açık olarak gördüm. Bir gün demiryolu hemzemin
geçidinde dunnaın gerekirken dunnadan geçtiğim için arkamızdan gelen
Amerikan askeri polis (MP) erleri, jeep'imin önünde ve arkasında "9'uncu
Kore Türk Tugayı Kunnay B aşkanı aracı" olduğuna dair yazı olmasına
rağmen arabamızı durdunnuş ve benden özür dileyerek şoförün ehliyetini
almıştı. Yine bir gün Tugay komutanının arabasını da du·mı aması gereken bir
yerde durduklarından ötürü aynı işlemi yapmışlar. Fakat Tugay Komutanı
bana nasıl karışırlar diye kıyametleri kopannıştı. Onlar vazifelerini yapı
yorlardı. Yalıuz bize değil Amerikalı komutanlara karşı da görevlerini eksiksiz
yaparlardı. Biz bu gibi görevlilerin ikazlarına alışmamışız. Türkiye'dc olmaz
ya, farzı mahal bir inzibat eri böyle bir işlem yapmaya kalksa er muhakkak o
görevden alınır. Sivil makamlarda da aynı durum yok mu? Milletvekili araba
larına karıştı diye az mı trafik polisi sürgüne gönderilmiştir. Bütün mesele ka
nun ve nizamlara istisnasız herkesin uymak zorunda olduğunu kafamıza sok
mamızda ve görevli personelin de bunu sağlamak olduğunu kabul
etmemizdedir.
Kore'de teşhis ettiğim bir husus da; subay olsun astsubay olsun her kişinin
birbirinin aldığını merak etmesi, eğer kendisi alamamış ise kıskançlık duyarak
gayri meşru yollardan da para elde ederek, o eşyayı almaya çalışmasıdır. Bu
da subay ve astsubayların eline çok az para geçmesinden oluyor. Çoluğuna
çoc_uğuna bir şeyler alabilmek için elindeki para kafi gelmiyor, gelmeyince,
Amerikan px'lerinde ucuz olup dışarıda pahalı olan bir eşyayı alıp dışarıda
satıyor, böylece o istediğini alabiliyor. Bununla çok mücadele ettim fakat mu
vaffak olamadım. Bunu yalnız bizim Tugay mensupları değil Amerikalılar da
yapıyorlar. Halbuki onların eline bizim subay ve astsubaylarla mukayese ka
bul etmeyecek ölçüde para geçiyor. Ona rağmen yapıyorlardı. Kanunlarımız
da bunu önleyemiyor. Herhangi bir şeyin ticaret olabilmesi için o şeyin birden
fazla zamanlarda tekrar edilmesi yani o işin adet haline getirilmesi gerekiyor.
Eğer bir defa almış ve sat,arken yakalanmış ise, ben bunu beğenmedim vaz
geçtim başka bir şey almak için bunu elimden çıkarıyorum diyor ve beraat
ediyor.
1 19
mazdı. Kazanın olduğu yerin koordinatlarını kolordunun ilgili servisine tele
fonla bildirdikten kısa bir süre sonra kurtarma helikopteri gelir yaralıyı alır ve
hastaneye götürür. Eğer hastaneye ulaşıncaya kadar yaralı ölmemiş ise hasta
nede her llirlü ihtimam gösterilerek yaşaması sağlanırdı. B ir sene içerisinde
hastanede ölen insanımız olmadı. Onalu şehit verdik bunların hepsi hastaneye
gitmeden evvel ölenlerdi. Amerikalı doktor ve hemşire için milliyet bahis mev
zuu değil, onu insan olarak görüyor ve ona göre muamele ediyor. Bizim has
tanelerimizde bugün dahi bu ihtimamı ve bakımı göremiyoruz. Demek ki bu iş
biraz da aile ocağındaki yetişme tarzına ve eğitime bağlı. Bunlar olmadıkça
bakım personelinden böyle bir muamele beklememeliyiz.
Bizden evvelki 8'inci Tugaydan bir subay bir Amerikalı subayla samimi ar
kadaşlık kuruyor. Bizim subay normal iznini kullanmak üzere Tokyo'ya gide
cek. Subay ve astsubayların postane kanalı ile Japonya'dan gönderilen paketle
ri açılıp içindekiler muayene edildikten sonra sahibine verilir. Amerikalılarda
böyle bir usul yok. Bizim subay, arkadaşı Amerikalı subaydan ricada bulunur.
Ben Japonya'dan postaya vereceğim paketi senin adresine göndereceğim kabul
eder misin der. O da bir mahzur görmez. Fakat subayımızın gönderdiği paketin
içinde yüzden fazla kravat vardır. Paket postanede patlar ve içindeki kravatlar
da meydana çıkar. Amerikalı subay sorguya çekilir. Kendisine ait olmadığını,
bir Türk subayının gönderd iğini ve kendisinin yalnız aracı olduğunu
içindekilerini de bilmediğini söylerse de bu mazereti kabul edilmez ve onbeş
gün içinde mahkemeye çıkarılmadan bir disiplin kurulu bu subayın subaylığına
son verir ve Amerika'ya gönderir. Türle Tugayının komutanları araya girerse
de muvaffak olamazlar. B izim subaya ise, hiçbir şey yapılamaz, zira ifadesinde
ben bunları memleketime götürüp akrabalarıma, arlcadaşlarıma hediye olarak
verecektim der ve kendisini kurtarır. İşte Amerikan ordusundaki disiplin kural
ları bu kadar acımasızdır. Bizde böyle bir şey yapılsa yer yerinden oynar,
"böyle bir şey olur mu" "bu adalet midir" "mahkeme varlcen bir kurula böyle
yetkiler verilir mi?" gibi eleştiriler birbirini takip eder gider. Belki Amerik
alılarınki acımasız ama bizim ki de çok müsamahalı. Dünyadaki birkaç ülke
hariç tutulursa, askeri şahıslar hakkında uygulanan Askeri Muhakeme usulleri
bizimki kadar adil ve aynen sivillere uygulanan muhakeme usulüne benzer
askeri muhakeme usulünü başka ülkenin Silahlı Kuvvetlerinde bulmak çok
zordur. Askeri mahkemelerimizde de hakim sınıfından olanlar çoğunluktadır.
Birçok demokratik ülkelerd.e ya sadece askerlerden teşekkül eden veya asker
olanı ağırlıkta olan mahkemelerde yargılanma yapılır.
120
ORDU DONA1™ OKULU
KURMAY BAŞKANLIGI GÖREVİM
121
aynı kalmıştı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar ise tamamiyle Adnan Menderes'i
destekliyor tarafsızlığını koruyamıyordu. Ekonomik durum da günden güne'.
kötüye gidiyor, yokluklar çoğalıyor, karaborsa hortluyordu. İktidara 1 950
seçimleriyle ge!en Demokrat Partinin plansız programsız günlük politika oyun
ları ile döviz rezervlerini hovanlaca harcaması sonunda 'J:'ürkiye'yi bu noktaya
getirmişti. Evet, bu dönemde çok şey yapıldı. Kalkınma çabuklaşh. Yollar, ba
rajlar, fabrikalar birbiri ardına yapıldı ama çeşmenin suyu bitince de sıkıntılar
başladı. Ordu Donatım Okulunda da subaylar rahatsızdı ve bu rabatsızlık.Jarını
bana dile getirmekten çekinmiyorlardı. Okul Komutanına açılamıyorlardı zira
kardeşi Demokrat Parti'den milletvekili, aynı zamada Meclisteki Soruşturma
Komisyonunun da üyesi idi.
122
rT MAYIS HAREKATi
İhtilali ilk haber veren sabaha karşı 04.00'de kapı komşumuz oldu. Kapıyı
çalarak radyoyu dinlememizi söyledi. Radyoyu açtığımızda ordunun yönetime
el koyduğunu öğrendik. Hepimiz sevinmiştik Ancak ihtilalin başı kimdi onu
bilmiyorduk. Hemen giyindim beklemeye başladım. Kısa bir süre sonra okul
dan jeep'im gelmişti, atladım okula gitmek üz.ere yola çıktığımda apartmanların
pencerelerinden ve balkonlarından bana bile tezahürat yapıldığını, evlere bay
rak asıldığını gördüm. Yol boyunca Haıbiyeli öğrencilere rastlıyor, onların sağ
elini kaldırarak bir işaret verdiklerini fark edi-yordum ama. selama da benzete
mi yordum. Onlar böyle yaptıkça ben de selam verip yoluma devam
ediyordum. Okula geldikten sonra bu işaretlerin parola ve işareti olduğunu
öğrendim. Okula geldiğimde bazı subayların benden evvel gelmiş olduklarını,
fakat Okul Komutanının henüz gelmediğini fark ettim.
Gelen subaylardan bir kısmının Milli Birlik Komitesi ile irtibab olduğunu
sonradan öğrendim. Hatta biri Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ı teslim almaya gi
denler arasında imiş. Okul Komutanına bi.le�k araç göndermemişler. Kurmay
Başkanı olarak okula ben komuta etmeye başladım. Hiçbir yerden emir al
mamıştık, ne yapacakbk bilemiyorduk. İhtilal karargfilunın şimdiki Genelkur
may Harp Tarihinin bulunduğu binada faaliyet gösterdiğini öğrendim. Araba
ma atlayarak oraya gittim. Ana baba günü gibi giren çıkan belli değildi. Bir
kurmay subay gördüm, ondan ne yapacağımızı sordum. Okul etrafındaki yol
lan kontrol etmemizi araçları aramamızı sokağa çıkma yasağına uymayanları ve
şüpheli gördüğümüz kişileri Sıkıyönetim Komutanlığına göndermemizi
söyledi. Öğleden sonra bütün okul personelini getirttim. Herkes okulda yabp
kalkacaktı. Okul komutanı hfila gelmemişti. Ankara'daki durum kontrol altına
alındıktan sonra gelmesine müsaade edildi. Öğle saatlerine doğru Kara Kuv
vetleri Komutanlığından emekli olup İzmir'e yerleşen Orgeneral Cemal
Gürsel'in uçakla alınarak, Ankara'ya getirildiği ve Devlet Başkanlığı görevini
aldığını öğrendik. Bu haber içimize su serpti. Zira Ağa Cemal olarak tanınan
bu komutan; doğruluğu, dürüstlüğü ve mertliği ile tanınır v.e herkes tarafından
sevilirdi. Kara Kuvvetleri Komutanlığından emekli oluşuna da o tarihte Milli
Savurıma Bakanı Ethem Menderes'e yazdığı bir mektup sebep olmuştu. Mek
tubunda.memleketin içinde bulunduğu nazik durum ve bmıa karşı alınması ge
reken tedbirleri dile getirmiş ve bu yüzden de emekli edilmişti. İhtilalin başı
değildi. Sonradan ihtilali yapanlar tarafından başa getirilmişti. Bundan do-
123
layıdır ki Milli Birlik Komitesi üyelerine tam manasıyla hakim olamamıştı. Mil
li Birlik Komitesi üyeleri ilan edilince şahsen bende olumlu bir etki yapmadığı
gibi büyük bir çoğunluk üzerinde de aynı ·görüş hakim oldu. Türle Ordusu
Afrika'nın birçok ülkesi gibi yeni kurulmuş bir ordu değildi ki yüzbaşı ve bin
başı rütbesindekilrrin de bulunduğu bir komite tarafından yönetilsin! Nitekim
bunun mahzurları sonra görülecek ve Ordu içinde ikinci bir grup teşekkül ede
rek Milli B irlik Komitesinin etkinliğini azaltacak ve 14'ler olayı dediğimiz Milli
Birlik Komitesinden 14 kişinin ayıklanması olayını doğuracaktı. (*) Türle Or
dusunun yapısı bir Ordu Komutanının Yüzbaşı rütbesindeki bir subayın ar
kasından gittnesine müsait değildir. Bu gibi çirlein durumlar zaman zaman oldu
ve hiç de hoş karşılanmadı.
27 Mayıs günü ve ertesi günü İsmet İnönü'nün evi ziyaretçi subaylarla dol
du kıştı. Okuldan birçok subay benden izin alarak ziyaretine gitti. Bu ziyaret
daha ertesi günler de devam etti. Aynı günü Demokrat Parti'ye mensup bütün
bakan ve m illetvekilleri de Harp Okulu'na götürülüp gözetim altına alındılar.
Bunların içinden birçoğunun okula girerken tekmelendiklerini ve yumruk
landıklarını sonradan öğrendik. Celal Bayar ile Adnan Menderes aynı çirkin
duruma maruz kalmamaları için okulun arlea kapısından alınmışlar. Bu iki tipik
olay, ihtilalin Cumhuriyet Halk Partisi için yapılmış olduğu intibamı ya
ratıyordu. Hatta birçoğumuzun kafasında acaba bu ihtilalin arkasında İsmet
İnönü mü vardı suali haklı olarak belirdi. Sonradan anlaşıldı ki böyle bir dur
um kesinlikle yokmuş. Ne birçok subayın İnönü'yü böyle ziyaret etmeleri
doğru idi ne de Demokrat Parti milletvekillerinin tekme tokatla Harp Okulu'na
sokulmalan ... İkisi de yapılmasa daha iyi olurdu. Ancak alttan gelen bu gibi
ihtilal hareketlerinde kütleye hakim olmak mümkün olamaz. Aynca yine alttan
gelen ihtilallerin dayanacağı bir güç, bir toplum olacaktı. Yalnız orduya
dayanıl� gerçekleştirilecek bir ihtilfil desteksiz kalabilir. B unun içindir ki ih
tilfili gerçekleştirenler, tarihi bir şahsiyet olan İnönü'ye ve dolayısıyla onun
partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi'ne dayanmak gereğini duydular. Yoksa
ihtilal muvaffak olmazdı. İşte Demokrat Parti ve onun başkanı Adnan Men-
(*) 27 Mayıs ihtilalinden sonra teşekkül eden Milli Birlik Komitesinde 38 General ve
subay vardı. Bu 38 arkadaş arasında zaman geçtikçe fikir ayrılıkları kendisini gösterme
ye başladı. B unların içinde Alb. Alpaslan Türkeş'in başını çektiği 14 kişi, iktidarı he
men bırakmamak ve bir parti hüviyeti içerisinde kurulan düzeni devam ettirmek iste
mişler, başta o günkü ihtilfilin lideri Org. Cemal Gürsel ve diğerleri ise, Anayasa'nın
hazırlanıp halk oyuna sunulmasından sonra hemen seçimlerin yapılarak Demokratik
parlamenter sisteme geçilmesini savunmuşlardı. Bu fikir ayrılığı büyük boyutlara
ulaşmaya başlayınca, 13 Kasım 1960 günü ani bir kararla bu 14 kişi evlerinden
alınmış, Milli Birlik Komitesi üyelikleri de üzerlerinden kaldırılmış ve her biri
yurtdışındaki görevlere atanarak iki sene süre ile Türkiye'den uzaklaştırılmışlardı.
124
deres'in en büyük hatası bence karşılarına daima İsmet inönü'yil almaları, ona
hakaret etmeleri, gezilerine vanncaya kadar mani olmalan, velhasıl partisi se
vilmese de kendisi Atatürk'ün çok yakın silah ve mesai arkadaşı, Garp Cephe
si Komutanı; Atatürk'ten sonra uzun süre Cumhurbaşkanlığı yapmış,
Türkiye'yi 2'nci Cihan Harbi'ne girmekten korumuş. çok partili demokratik
sistemi ülkeye getirmiş bir tarihi şahsiyete gösterilmesi gereken saygıyı
göstermemiş olmasıdır. Türk milletinin bir hasleti de kişileri çabuk unutmasına
rağmen mağdur duruma düşmüş olanlara karşı acıma hissine kapılmasıdır.
Ö· ·le zannediyorum ki; Eğer Adnan Menderes iktidardan düşmek korkusuna
kapılmayarak gayri meşru yollan denememiş olsa, kanunsuzluklara göz yum
masa, Silahlı Kuvvetleri ihmal etmese bu durumlarla karşılaşmaz ve memleket
demokrasi yolunda daha fazla mesafe alır ve müteakip müdahalelere de gerek
kalmazdı. Evet, muhalefet de çok aşın ve sert muhalefet yapıyordu, ancak ikti
dara düşen görev yangına körükle gitmek değil bilakis sert muhalefeti etkisiz
kılacak ve onlan utandıracak hareketlerde bulunmaktır. Bugüne kadar hiçbir
muhalefetin iktidann yaptıklarını doğru bulduğu görülmemiş, bundan sonra da
zannedersem görülmeyecektir. Halbuki muhalefetin de haklının hakkını
tanıması, iyiye de iyi demesini bilmesi gerekir. Muhalefet böyle yapmıyor diy
erek kuvvetli taraf olan iktidarın kuvvetine dayanarak sinirlilik göstem1esi
memleket hayrına olmuyor. Askeri idareler döneminde böyle sertlikler oluyor
anıa, bu o idarenin gereğidir. Zira askeri idare karşısında muhalefet göm1ek
istemez. Görürse onu ezer.
1 25
GENERAILERİN VE SUDAYLARIN
EMEKii EDiıMErntl
Ankara'ya geleli bir sene olmuştu. Gerçi _benim için önemli bir görevdi.
Zira 27 Mayıs'tan evvel Ordu Harekat Başkanlığında tuğgeneraller bulunuyor
du.
126
Ankara'dan aynlmam bir bakıma da yaranma olmuştu. Hem Ankara'nm o
politika kokan havasından uzaklaşmış. hem de bir sene içerisinde dört ordu
komutanı ile çalışmak. kendimi onlara tanıbnak imkanını bulmuştum. Kon
ya'da huzurlu bir hayaıımaz oldu. Ben de eşim de Konya'yı sevmiştik.
1961 yılına ginniştik. Nisan ayı başında Alaşehir'deki kaympcderin ağır
hasta olduğuna dair telgraf aldık. Çocukları komşulara emanet ederek eşimle
Alaşehi r'e gittik. Gittiğimiz gün olan 4 Nisan'da kayınpcderi de kaybettik.
Gözlerimizin önünde hayata veda etti. Bu ölüm eşim üzerinde büyük etki ya
rath.
127
zira ordu içerisinde teşekkül eden bir grubun bunları yap�ığını, benim gibilcri
emekliliğe zorlamak suretiyle meydanın kendilerine kalmasını istediklerini ve
Ankara'da döndürül�n dolapları anlattılar. Tayini yapan şubedeki sınıf ar
kadaşıma sorduğumda ise: Genelkunnay - B aşkanı Orgeneral Cevdet Su
nay'ın kısa bir süre önce Doğu'da yaptığı denetlemelerde Muş'taki alayı
beğenmediğini, bu alaya bir kurmay albayın verilmesini emrettiğini, kendisine.
gösterdikleri altı ?day arasından beni seçtiğini söylüyorlardı.
O gün akşama kadar Milli Savunma Bakanı Fahri Özdilek makamına gel
medi. Bir gün daha beklemekten ise, Konya'ya gidip eşime de danışmayı uy
gun gördüm. Eğer emekliliğimi istersem ne yapacaktık. Alaşehir'e gidip
bağcılıkla mı uğraşacaktım; yoksa büyük şehre yerleşip emekli maaşımızla
mı geçinecektik. Bu hususa beraber karar vennemiz gerekiyordu. Eğer
askerlikten ayrılmayı uygun bulmazsak o taktirde Muş'a gitmekten başka yol
kalmıyordu.
128
O sene kış çok şiddetli geçti. Üç gün aralıksız kar yağdığını haurlanm.
Ankara'da "teşekkül eden grubun başını Harp Okulu Komutanı Talat Ayde
m ir' in çektiğini duyuyor, fakat çok uzakta olduğumdan neler olup bitti8ini
takip edemiyordum. İyi ki bu karışık dönemde Ankara'da bulunmamıştım.
Konya'ya ve arkasından Muş'a gitmemize çok üzülmüştüm ama özellikle 22
şubat 1 962 günü Ankara'da Harp Okulu Komutanının Okul öğrencileri ile
yaptığı darbe teşebbüsünü sonradan öğrenince, bu tayinlerin de hakkımda
hayırlı olduğuna inandım. Allah'ın çizdiği mukadderat yolunu fazla kurcala
maya gelmiyor. Allah ne yapıyorsa iyi yapıyor. Zaten fena yapmak istiyorsa
ne tedbir alınırsa alınsın, o fenalık başa geliyor.
Bazı ülkelerde olduğu gibi kim erken kalkar ve zırhlı birliği ele geçirirse,
devleti ele geçirirdi. Herhalde Talat Aydemire yönetim bırakılmazdı. İnönü.
bu ayaklanmayı Talat Aydemir'i mahkemeye verilmeyeceğine dair söz vermek
suretiyle kan dökülmeden bastırmayı başarmış ve yalnızca emekli etmekle ikti
fa etmişti. Ancak kanaatimce bu hoşgörü iyi sonuç vennemiş, sonunda aynı
1 29
albay bu sefer emekli olarak 2 1 Mayıs'ta aynı şeyi Harp okulu öğrencileri ve
bir kısım subaylarla yapmak istemiş, muvaffak olamamış ve sonunda da idam
sehpasında hayatını yitirmiştir. Eğer 22 Şubat'ta mahkemeye verilip
mahkı1miyetle cezalandınlsa idi, 21 Mayıs olayı da olmayabilirdi.
Af olayının her zaman iyi netice vermediğine bu hadise iyi bir örnek teşkil
eder.
1 30
disiplinin yeniden tesisi ve subay, astsubaylar arasında kaybolan samimiyetin
kurulması olmuştur. Silahlı Kuvvetler artık tamamiyle kışlasına çekilmeli ve
eğitimi ile uğraşmalı idi. Bunun üzerinde çok durulmasına rağmen maalesef
siyasiler ortalığı bulandırmaktan geri kalmıyorlardı. Talat Aydemir ve taraftar
lan bir taraftan, politikacılar bir taraftan, Milli Birlik Komitesi üyeleri bir taraf
tan ordu içindeki faaliyetlerini sürdürüyor ve yine ortamı gerginleştiriyorlardı.
Bu kanşıklıklann en çok olduğu yer tabiatıyla Ankara idi. Ankara'dan
Erlurum'a gelen haberler hiç de iyi değildi. Biz Erzurum'da ne kadar sakin
olursak olalım, Ankara yerine oturmadıkça orası durulmadıkça bizim de rahat
olmamız mümkün olamazdı. Nitekim olmuyordu. Harp Okulu mensuplan
başta öğrenciler olmak üzere şımartılmıştı. 27 Mayıs Harekatı, Harp Oku
lu'ndaki öğrencilerle başlatılmıştı ya, zannediyorlardı ki istedikleri zaman
yönetimi ele geçirebilecekler ve her istediklerini yaptırabilecekler...
27 Mayıs Harekatı muvaffak olmuş ise bu harekitı Silahlı Kuvvetlerin
büyük bir çoğunluğu ve halkın desteklemesi sayesinde olmuştur. İşte bunu
kavrayamayan ve Silahlı Kuvvetlerin fiilen yönetimi üstlenme gibi bir heves
içersinde olmadığını anlayamayan Talat Aydemir ve birlcaç taraftarı bu sefer 2 1
Mayıs 1 963 günü yeniden bir darbe girişiminde bulundular. Talat Aydemir
emekli olmasına rağmen gece Harp Okuluna gelerek Harp Okuluna el atıyor,
yine talebeleri sokaklara döküyor ve Ankara'daki bir kısım birlikleri de hare
kete geçirerek bir aralık radyoevini ele geçiriyor ve hatta bildiri dahi
yayınlıyor, fakat kısa sürede radyocvi el değiştirerek mukabil anons yapılınca
gece hemen evden aynldım ve kolordu karargahına geldim. Ordu Komutani o
gün Erlurum'da değildi. Konya'da bir toplantıya katılmış, yolda bulunuyor
du. Ordu Kurmay Başkanı ile temasa geçtim ve Kolordu Komutanının da
emirlerini alarak bütün birliklere Ankara'daki bu harekatı tasvip etmediğimizi,
Ordunun yönetimin yanında olduğumuzu bildirdik. Erzurum mahalli radyosu
da faaliyete geçirilerek neşriyata başlatıldı ve ordunun yönetimin yanında
olduğu bütün yöreye duyuruldu. Diğer Ordu Komutanları, Hava Kuvvetleri
de bu aya.Jµarımayı desteklemedi ve neticede Ankara'daki bu isyıµı hareketi
kısa sürede bastırıldı.
Bu arada Ankara'da ölenler ve yaralananlar da oldu. Başta Talat Aydemir
olmak üzere isyan hareketine katılanlar tutuklandılar ve sıkıyönetim mahkeme
sine verildiler. Sonunda Talat Aydemir ve Fethi Gürcan idam edildiler diğer
subaylar da çeşitli cezalara çarptırıldılar. Daha evvel de söylediğim gibi eğer
22 Şubat olaylarında Talat Aydemir ve etrafındakiler cezalandınlsalaroı belki
de bu harekat olmayacak, iki kişi hayatını kaybetmeyecek, birçok subayın is
tikbali mahvolmayacak ve 2000'e yakın Harp Okulu öğrencisi de suçlusu
suçsuzu mesleklerinden atılmayacaklardı. Af ı;nuhakkak ki iyi bir şey, daha
doğrusu af edebilmek büyüklere yaraşan bir haslet Ancak, af edilecek ile edil-
131
meyecekleri iyi ayırt etmek şartıyla iyi bir şey. Bazen lüzumsuz ve sık sık
çıkarılan aflar yaraların sarılmasına değil, yeni yeni yaraların açılmasına sebep
olduğu gibi, devlete karşı işlenmi ş suçların affından devlet ve millet zarar
görmekte. Buna benzer aflar memleketin başına büyük işler açacak ve yeni
müdahalelere sebebiyet verecektir. Bunları ileride göreceğiz.
Erzurum lise birinci sınıfta olan büyük kızım, orta son sınıfta bulunan or
tanca kızım ve ilkokul ikinci sınıftaki küçük kızım sınıflarını geçmişlerdi.
Kampta iken Ağustos ayı ortalarına doğru tayin emirleri geldi. Benim tayi
nim de Kara Kuvvetleri Okullar Daire Başkanlığına yapılmıştı. Ankara'ya
oluşuna sevindik. Generalliğe terfiime de bir sene kalmıştı. 1964 senesinde al
baylıktaki alu senemi tamamlıyordum.
1 32
parçanın ambalajı, sandığı belli idi. Eşyalar kırılmıyordu ama harap oluyordu.
Soba ve boruları dahi bizimle gider, bizimle gelirdi.
1 33
Sonunda meselenin hal tarzını bildirir, o zaman öğrenirdik. Bu konuda da tam
kararını öğrenemedim. Belki de muhtelif kademelerin fikirlerini almak istiyor
du. Ayrılırken bana "Sen bu konudaki etüdünü hazırla yakında Genelkurmay
Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay'ın Başkanlığında bir şara toplanacak, orada
etüdünü takdim edersin" dedi. Bunun üzerine detaylı bir etüd hazırladım ve
toplanan şılrada takdim ettim. Bu takdimimde muhtelif hal tarzlarını ortaya
koydum ve her hal tarzının fayda ve mahzurlarını saydım. Mahzuru en az olan
ve en adil hal tarzının "Cezaya çatptırılanların behemahal okulla ilişiklerinin ke
silmesi, suça az da olsa bulaşmış olabileceklerin de okulla ilişiklerinin kesilebi
leceğini, ama okuldan dışarı çıkmamış, revirde yatan veya şehre
dağıldıklarında bazı subayların evladım yaptığınız doğru bir hareket tarzı değil,
silahını bırak gel benimle diyen subaylara peki deyip bu işi daha başlangıçta
bırakan ve hatta bu harekata Bölük Komutanının zoru ile katıldık benim bir ka
bahatim yok" diyenlerin okulla ilişkilerinin kesilmemesi olduğunu savundum.
Bunu sonuna kadar savundum. Fakat görüşmeler sonunda bu hareUta kanısın
kaulmasm hepsinin ilişiklerinin kesilmesi ancak bu öğrencilerin üniversitelerin
çeşitli fakültelerine kayıtlarının yaptmlması karan ağır bastı. Ben madem ki
hepsini suçlu kabul ediyorsunuz o takdirde bırakalım kendileri üniversite imti
hanlarına girsinler, kazamrlarsa kazandık/an fakültelere devam etsinler. Biz
onlara hem hepiniz suçlusunuz diyor, diğer taraftan da kusura bakmayın sizi
okuldan atıyoruz ama bu kabahatimizi örtmek için de üniversitelere imtihansız
alıyoruz demek suretiyle tezata düşüyoruz dedim. Bunu da kabul ettiremedim.
Çünkü Başbakan İsmet İnönü Genelkurmay Başkanına bu çocuklami
üniversitelere kaydettirilmesini söylemiş. Sanki bunlar orduda kalırsa zararlı
olacak, ama devlet hizmetine girerlerse yararlı olacaklardı. Karar almmışu ve
bu karar istikametinde Harp Okulu disiplin kurulu da bütün öğrencilerin
disiplini büyük ölçüde bozduklarından dolayı okulla ilişiklerinin kesilmesine
karar vermişti. Harp Okulu zaten eğitim ve öğretim yapmıyordu, öğrenciler ta
tilde idiler. Kendilerine gerekli tebligat yapıldı ve Harp Okulu bomboş kaldı. O
tarihte Harp Okulu iki sene idi. Okul iki sene ile mezun vennedi. Bu da Kara
Kuvvetlerinde boşluk yarattı.
Bu karardan üç veya dört ay sonra idi. Harp Okulu Komutanı bana telefon
ederek "Kenan ilişiğini kestiğimiz öğrencilerden son sınıftan birisi çıkıp geldi.
Çocuk altı aydır hava değişiminde memleketinde imiş. Ben bunu okula al
madım, sana gönderiyorum. Kara Kuvvetleri Komutanına söyle ne emrediyor
sa ona göre hareket edeyim" dedi. Çocuğu bana göndennesini rica ettim.
Çocuk geldi. Tüberküloz teşhisi ile altı ay hava değişimi almış 21 Mayıs olay
larında da Ankara'da değil memleketinde imiş. Çocuğa acıdım. Hiç kabahati
yoktu. Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Tural'a gittim ve öğrencinin durumu
nu anlattım. Bunu okula almamız gerektiğini de ilave ettim. Olmaz dedi. Ben
"Komutanım büyük bir haksızlık olmuyor mu" deyince, "Sen köpek
1 34
hikbyesini biliyor musun?" dedi. "Hayır efendim" diye cevap verince hikayeyi
anlatmaya başladı.
Bir çiftlik sahibinin çiftliği koruması için birkaç saldırgan köpeği varmış.
Köpekler kuş uçurtmuyor/armış. Epey zaman geçtikten sonra köpeklerin artık
eskisi gibi yabancılara saldırmadığını, gelenlere kuyruk sallamaya başladığını
görmüş. Kahyaya bu köpeklerin hepsini atmasını ve yerlerine yeni köpekler
almasını emretmiş. Kahya emri yerine getirmiş. Yeni gelen köpekler de anık
kimseyi çiftliğe sokmuyormuş. Fakat çok kısa bir süre sonunda bu köpekler
de yozlaşmış. Onlar da eskileri gibi yabancılara saldırmamaya başlayınca
çiftlik ağası kahyayı çağırmış "Kahya siz eski köpeklerin hepsini atmadınız
mı" diye sorunca "Attık efendim" diye karşılık vermiş. Ağa "Sen bir bakıcısını
sıkıştır belki de kalan olmuştur" diye emretmiş. Kahya bakıcısına sorunca
bakıcı "Bir encik kalmıştı efendim " demiş (Köpek yavrusuna encik denir).
Kahya durumu ağaya anlatınca "Tamam o encik gelenleri bozmuştur. Hepsini
yeniden atın başkalannı alın" emrini vermiş.
"Anladın mı şimdi dedi. O bir tek öğrenci yeni alınan/an bozabilir. 'Zaten
şimdi ikinci sınıfta da kimse yok. Bir kişi ile ikinci sınıf olur mu? Onu da bir
fakülteye yerleştirin olsun bitsin" dedi. Cemal Tural'a fazla ısrara da gelmez
di. Üzüntü ile yanından çıkhm. Çocuğa durumu anlattım. Hiç olmazsa beni
Hukuk Fakültesine kaydettirin dedi. Bu isteğini yerine getirdim. Okullar Dai
resi Başkanlığına geldiğimde ilk karşıma çıkan bu olay böylece kapanmış
oldu. Ben mi haklı idim yoksa suçlu suçsuz bütün Harbiyelileri okuldan at
mayı savunanlar ve sonunda kazananlar mı haklı idi. buna tarih cevabını ver
sin. Bu olayın içinde yaşadığım için etki altında kalarak yanlış bir
değerlen'dirme yapmış olabilirim. Bizden sonra gelecek nesillere bunun ha
kemliğini bırakmak her halde daha doğru olur.
1 35
okula aldınna )'.etkisi olacaktı. Rahatlamıştım , hiç olmazsa yapılan işlem
yönetmeliğe uygun oluyordu. Zamanla bu uygulama da dejenere edilmeye
başlandı . Bu rakamlar da aşıldı. Yalnız Genelkunnay Başkanı ve Kara Kuv
vetleri Komutanına tanınan bu kontenj an halk arasında yanlış bir dedikoduya
dönüşerek "General Kontenjanı" zannı ile bütün generallere mektupla veya
şifahi müracaatların yağmasına neden oldu.
Genelkunnay Başkanı olduğumda bunun acısını vaktiyle çeken ve adaletsiz
bir uygulama olduğuna gönülden inandığım ve ben başta olmak üzere bütün
komutanları müşkül durumda bırakan bu uygulamaya son verdim ve üniversite
imtihanlarında olduğu gibi kim imtihanı kazannuş ise, onların alınmasını em
rettim ve o gün, bu gündür bu iş böyle devam edip gitmektedir.
1 36
kadrolar değiştirilmeye başlandı. Okullar Daire Başkanlığının kadrosu da
Tuğgeneral yapıldı ve ben de aynı görevde kaldım.
Büyük kızımla ortanca kızım liseye. en küçük kızım ise ilkokula devam
ediyorlardı. Bugüne kadar o şehirden bu şehire mütemadiyen yer ve okul
değiştirmelerine rağmen çok şükür hiçbirisinin okulda sene kaybı olmadı.
Subay çocuklarının alınyazısı ekseriya budur. Yer değiştirmelerden en çok
zarar gören çocuklar oluyor.
1 964 senesinde Ankara'da bir daire sahibi olmaya karar verdik. Zira dönüp
dolaşıp tekrar geleceğimiz yer Ankara olacaktı. Namık Kemal Mahallesinde
oturduğumuz iki odalı ev artık bize küçük gelmeye başlamıştı. Üç çocuk bir
odada yatıp kalkıyor ve orda çalışıyorlardı. Kat mülkiyeti kanunu da çıkmıştı.
Hem bankalar hem de Ordu Yardımlaşma Kurumu 40.000 liraya kadar yirmi
sene vadeli ve %6 faizli ev kredisi veriyorlardı.
1 37
rargalıının yerleşebileceği bir binanın bulunması zorunluluğu idi. Halen Ordu
Karargalıı olarak kullanılan binadan gayri hakikaten Ordu karargalıı olabilecek
başka bir bina Erzincan'da yoktu. Yeniden yapımına başlansa en aşağı dört se
neyi alırdı. Böylece okul söndürüldü ve yal.ruz Kuleli Askeri Lisesi bırakıldı .
B u karar ordunun Erzurum'dan Erzincan'a intikali bakımınc;an o gün için belki
doğruydu. Fakat ileriki senelerde Haıp Okulu'na alınacak öğrenciler konusun
da sıkıntı yarattı ve bunun sonucu Bursa'da Işıklar ve arkasından İzmir'de
M3J.tepe Askeri Liselerinin açılmasını gerekli kıldı.
Öğleden sonra Isparta'ya vasıl olarak görevi benden evvelki Tümen Komu
tanı Nusret Özselçuk'tan devir aldım.
İkinci olarak tümenin muharip bir tümen olmayıp eğitim tümeni olmasıydı.
138
Eğitime gelen erlerin gördükleri eğitim sonunda dağıtımlarında birçok makam
dan gelecek iltimas istekleriyle karşı karşıya kalacağım endişesiydi. B ununla
da çok mücadele ettim ve birçok kişinin istediklerini yerine getiremediğimden
dolayı da o kişilerle aramız açıldı.
1 39
Bir sene de bundan evvelki senelerde olduğu gibi çabucak geçti. Aynı
görevde kalacak m ıydım, yoksa başka bir göreve mi tayin edilecektim
bilemiyordum. Tatilde eşim ve çocuklarım da Isparta'ya geldiler. Eğridir gölü
kenarında bir kamp kurduk. Orada bir ay kadar kaldık. Eşim lsparta'yı sevdi.
O da üç çocukla Ankara'da yalnız kalmaktan sıkılmıştı. B üyük kızım Basın
Yayın Yüksek Okulunu kazanmış. hem çalışıyor ve hem de okuluna geceleri
devam ediyordu. Her iki kızımızı da yurda vermeyi ve Isparta'da kalsak da
başka bir yere tayin edilsek de eşimle aynı yerde olmayı kararlaştırdık.
Ordu Komutanı rahmetli Orgeneral Nazmi Karakoç idi. Ben Kara Kuvvet
leri Okullar Daire Başkanı iken, o da Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı idi.
Dört sene beraber emrinde çalışmıştım. Huyunu suyunu, titizliğini çok iyi bi
liyordum. Sert ve titiz olmasına, göıiinüşte acımasız bir intiba bırakmasına
rağmen. aslında mertıametli tarafı fazlaydı.
140
Hava Kuvvetlerine ait bir üssün bulunuşu ve bu üsde havacı teğmenlerin
harbe hazırlık eğitimi görmeleri, orduya ait birçok birliğin Konya'da
konuşlandırılması dolayısıyla şehir içersinde büyük bir subay ve astsubay
topluluğu oluşturuyordu.
Esasında Konya halkı, gerici bir halk değildir. Çoğunluğu aydın fikirli ve
bu gibi gerici akımları tasvip de etmez. Ama bunda menfaat umanlar Konya'yı
bu maksatla istismar ederler.
Ankara'da İstanbul'da sık sık sağ sol çatışmalar oluyor ve bunu biz de
yakından takip ediyorduk. Deniz Gezmiş ve taraftarlarının gerçekleştirdikleri
eylemleri basından takip ediyor ve gidişin hiç de iyi olmadığını görüyorduk.
İşin acı tarafı emniyet kuvvetlerince aranan Deniz Gezmiş ve bir kısım arka
daşlarının Orta Doğu Teknik Üniversitesinin yurtlarında kalabildikleri ve bu
üniversiteyi bir üs olarak kullandık.lan, silahlı atış eğitimlerini bu üniversite
içersinde yaptıklarının sonradan anlaşılması olmuştur. Yine ne acıdır ki üni
versitelerde bu olaylar olur ve her geçen gün çoğalırken, zamanın bazı
141
rektörleri emniyet kuvvetlerini üniversite kampüsü içersine sokmamakta dire
niyorlardı. Sebep olarak da Anayasada üniversitelerin özerk olduğunu
gösteriyorlardı, özerk olduğuna göre de üniversite içerisine Rektörlüğün
müsaadesi olmadan emniyet kuvvetleri giremez diyorlardı.
İşte bu sakat görüş olaylan gittikçe tı rmandıracak ve nihayet öyle bir hale
getirecek ki; o haydut öğrenciler, istedikleri anda Rektörü, Dekanı makam
odasından atabilecek, öğretim görevlilerini tekme ile sınıftan dışarıya
kovalayabilecektir. O korkunç günlere yavaş yavaş yaklaşıyorduk. Silahlı
Kuvvetler içersinde de yine gruplaşmaların yavaş yavaş başladığım ve
özellikle Ankara'da bu gruplaşmaların çoğaldığı haberlerini alıyorduk.
Gidişin iyi bir gidiş olmadığı açıkça görülmekteydi. Anayasaya göre polis
üniversite içersine giremediğine göre yanlış bir taktikle üniversitelerde solun
karşısına sağ güçleri çıkarmak ve böylece bir denge kurma karan alındı. Bu
sefer sağcı ve solcu olarak evvela üniversitelerde, arkasından üniversiteler
dışında ve diğer okullarda taşkilal kurulmaya başlandı. Bunun sonucu olarak
karşılıklı silahlı saldırılar başladı. Devletin gücü yerine bu güçler birbirleriyle
çarpıştılar. Üniversitelerde ilk olaylar başlar başlamaz devletin gücü bunların
üzerine sevk edilebilse ve yılanın başı küçükken ezile bilseydi. 1 97 1 - 1972 kri
zine gelmeyebilirdik. Parlamento ise bu konu üzerinde anlaşamıyor, milletve
killeri karşı partiyi suçlamakla vakit geçiriyorlardı.
142
teşekkül eder, eğitimi, atışları yaptırılır, İskenderun'dan merasimle uğurlanır,
Kıbrıs'tan dönen birlikler de Mersin'de merasimle karşılanırdı. (•) Ordu
Komutanı İskenderun'dan uğurlanacak olan Kıbrıs birliğini görmek ve mera
simde bulunmak üzere İskenderun'a giderken beni de yanına aldı. Beraberce
İskenderun'a gittik. O tarihte İskenderun'da 39'uncu Tümen bulunuyordu.
Tümen Komutanı da ralunetli Tümgeneral Mithat Kopsavaş idi.
İskenderun'a gittiğimizin ertesi günü idi. Tümen bölgesini hiç
görmediğimden Ordu Komutanından müsaade alarak Tümen birliklerini ve
bölgeyi görmeye gittim. Gezim biraz uzun olduğundan akşam geç olarak yani
akşam karanlığında İskenderun'a döndüm. Şehre girdiğimde bir anormall ik
hissettim.
Yollarda trafik erlerinin çokluğu göze çarpıyordu. Orduevi önüne gel
diğimde merasim bölüğü, bando ve subayların bulwıduğunu görünce hayretim
daha da arttı. Araçtan inince Tümen Komutanı Mithat Kopsavaş'ı gördüm.
Kendisine "Hayrola bu nedir, Ordu Komutam da yok" deyince, "Sorma Cemal
Tura/ geliyor. Ordu Komutaiıı da onu karşılamaya gitti. Nerede ise gelirler"
dedi. "Karanlık basmış, merasim yapılmaması lazım" deyince, "Ordu Komu
tanı emretti"
cevabını aldım. Hoş bir durum değildi. Ancak olan olmuştu.
Ordu Komutanı orada olmadığına göre düzeltmek de mümkün değildi.
"Kopsavaş bu iş iyi olmamış, bunun kokusu çıkar" dedim.
1 0- 1 5 dakika sonra Nazmi Karakoç ile Cemal Tural geldiler. Arabadan in
diklerinde Cemal Tural'ın sivil elbiseli olduğunu görünce yapılan hatanın:
büyüklüğünü daha da iyi anladım. Tural merasim bölüğünü denetlerken Ordu
Komutanı Nazmi Karakoç'un canının sıkkın olduğunu yüz hatlarından an
ladım. Orgeneral Tural odasına çekildikten sonra Ordu Komutanına
"Komutamm bu nasıl oldu ? Sayın Tural'ın burada ne işi var. Yarın kıt'a
uğurlanacak. Merasimde o da nıı bulunacak, Genelkurmayın bundan haberi
var mı" deyince, "Yok canını kimseye haber vermeden evvela Konya'ya gel
miş, benim burada olduğumu öğrenince yoluna devam etmiş. Adana'ya gel
diğinde Kolordudan bana telefon etti. Ben de yoldan karşılamaya g ittim"
(•) Kıbrıs Adası bilindiği üzere 1 'inci Cihan Harbi sonunda lngiltere'nin bir
müstemlekesiydi. Adada iki toplum vardı. Rumlar ve Türkler. Rumlar çoğunlukta idi.
950'1i yıllarda Rumların başlattıkları bağımsızlık mücadelesi Yunanistan'la birleşme
(Enosis) şekline dönüşünce Türkiye'nin müdahalesi üzerine İngiltere, Türkiye, Yunani
stan ve Kıbrıs Cumhuriyeti arasında varılan anlaşma ile Kıbrıs Bağımsız bir Cumhuri
yet olmuş ve adadaki Türk ve Rum toplumlarının herhangi bir saldırıdan k,orunmalan
için 1960 yılında imzalanan Londra ve Zürih anlaşmaları ile Lefkoşe'de bir Türk ve Yu
nan Alayından oluşan bir askeri birlik kurulmuştu.
lşte Kıbrıs Türk Alayı olarak isimlendirilen bu.
143
cevabını verdi. "Peki Komutamm merasim kıt'asını niye çıkardık hem de sivil
o lduğu halde" diye sorduğumda "Ne bileyim ben sivil olduğunu. Telefonda
merasim ister misiniz diye sordum, huyunu bilirsin merasimi, şatafatı çok
sever, isterim dedi, ben de emri verdim. Karşılamada sivil olduğunu görünce
çok canım sıkıldı. Kenan" dedi. "Komutanım Tural'lll Memduh Tağmaç 'la
arasımn ne kadar açık olduğunu biliyorsunuz. Yamı gazeteler bunu yazacak ve
hatta buradan hemen Ankara 'ya bildirecekler de bulunacaktır. Bumm kokusu
mutlaka çıkacaktır. Hiç olmazsa yarmki merasimi siz yapm Tura/ bulunmasm"
deyince. "Kenan, Tural-böy/edir. Aklına eseni yapar. Yaptığı doğru mudur
yanlış mıdır diye de muhakeme etmez. Şimdi bizi de müşkül duruma soktu.
Akşam yemekte yarınki merasimde bulunmamasım ben söyleyeceğim" dedi.
Ertesi gün iskelede merasimi Ordu Komutanı kabul edip gem iye çıktık. B ir
de baktık ki Tural bizim arkamızdan geldi. O da kıt'anın önünden geçerek sivil
şapkasını çıkararak birliği selamladı ve gemiye geldi. Karakoç'un asabı çok
bozuldu. Fakat ne yapsın sineye çekti. Gemide yarım saat kaldıktan sonra
ayrıldık. Gemideki birliği iskeleden uğurladık, Orduevi'ne döndük. Akşam
yemeğini yeni yemiş ve odalarımıza çekilmek üzere idik ki Tümen Komutanı
M ithat Kopsavaş bana geldi, elindeki mesajı gösterdi. Mesaj Genelkurmay
B aşkanından geliyor ve hem O rdu Komutanına ve hem de Tural'a hitap edi
yordu. Tural'a ait olan kısmı izinsiz olarak neden Ankara'dan aynldığını ve
İ skenderun'a gittiğini soruyor ve hemen Ankara'ya hareket etmesini bildi riyor
du. Ordu Komutanına da neden Cemal Tural'ın İskcnderun'a geldiğini Genel
kurmay Başkanlığına bildinnediğini soruyordu.
Ordu Komutanı kızgın bir hareketle mesajı aldı ve Tural'ın odasına girdi.
B i r m üddet sonra çıktı. Mesaj ı kendisine okumuş, yaptığı hareketin doğru ol
m adığını kendisine anlatmış. Genelkurmay B aşkanlığından aynldığından do
layı üzülmesine ve sinirlenmesine gerek olmadığını, hiç kimseye üç sene Kara
Kuvvetleri Komutanlığı ve üç sene de Genelkurmay Başkanlığı yapmanın nas
ip olmayacağını şerefle hizmet yapıp, şerefle ayrıldığını bundan dolayi kim
seye kızmaya hakkı olmadığını söylemiş.
144
göğe kadar haklı idi. Kimin olsa canı sıkılırdı. B ana da dert yandı. Bu hareket
yapılır mı? Benimle olan arkadaşlığını bu şekilde istismar etmeye hakkı var
mı? Ama işte bunun huyu böyledir, demek suretiyle içini döktü.
Bu tarihten sonra dostlukları bozulmasa da çok azaldı.
O sene 30 Ağustosunda Kara Kuvvetleri Komutanlığı boşalacaktı . En
kıdemli Orgeneral Nazmi Karakoç idi . Nonnal olarak onun Kara Kuvvetleri
Komutanı olması gerekiyordu. Gerçi bir sene daha orgeneral olarak kalabile
cekti ama her ne olursa olsun, Kara Kuvvetleri Komutanlığı yapmış olarak
emekli olmakla Ordu Komutanlığı yapmış olarak emekli olmak arasında fark
vardı. Bu olay onun Kara Kuvvetleri Komutanı olmasına da mani olabilirdi.
Esasen Memduh Tağmaç'la yıldızları pek barışmazdı. Canının sıkılması bu
bakımdan doğruydu.
Ağustos ayı geldiğinde çeşitli şayialar yayılmaya başlandı. Ben şahsen
N�mi Karakoç'un Kara Kuvvetleri komutanı olacağını kuvvetle ümit ediyor
ve bu inancımı kendisine de söylüyordum . Lakin kendisi buna pek
inanmıyordu. Sonunda zannediyorum Ağustos ayının son günleri idi müjdeli
haber geldi. O kadar kısa bir süre kalmışu ki, Ordu olarak ne biz ne de vilayet
kendis.ine bir yemek dahi veremedik. Tabiri amiyanesiyle palas pandıras
ayrıldı. Karakoç'un Kara Kuvvetleri Komutanı oluşuna biz de sevinmiştik. En
kıdemli Ordu Komutanı idi ve dürüstlüğüne, çalışkanlığına kimse bir şey
söyleyemezdi. Böyle olunca da Ordunun geleneklerine uygun olarak Kara
koç'un Kara Kuvvetleri Komutanı oluşu kimseyi raha:tsız edemezdi.
Yerine Ordu Komutanlığına Genelkunnay İkinci Başkanı Orgeneral Faruk
Gürler tayin edilmişti. Kendisini yakinen tanıdığım için sevinmiştim. Harp
Okulu'na ilk gittiğimizde bize kısa bir süre de olsa Takım Komutanlığı ve
Harp Akademisinde okurken de öğretmenliğimizi yapmıştı. Bilgili. çalışkan,
dengeli, müşfik bir komutan olarak tanınırdı.
Çocuğunun tahsili dolayısıyla ailesini Ankara'da bırakmak zorunda kalmış,
bu yüzden yalnız olarak Konya'ya gelmişti. 1 970 senesi 30 Ağustosunda
Kara Kuvvetleri Komutanlık sırası bu sefer ona geliyordu. Çünkü bir sene
sonra Nazmi Karakoç emekli olacak ve en kıdemli Ordu Komutanı olarak sıra
Faruk Gürler'e gelecekti.
1 969 senesi Türkiye sathında olayların tım1anmaya devam ettiği bir sene
oldu. Üniversitelerde ve şehirlerde, işçi kesiminde işgaller, boykotlar, adam
öldünneler, yürüyüşler, mitingler. grevler birbirini takip ediyor ve maalesef
önlenemiyordu. Yurt sathında duyulan bu rahatsızlıklardan Silahlı Kuvvetlerin
müteessir olmaması düşünülemezdi. Esasen daha evvelki senelerde başlamış
olan gruplaşmalar ve yönetime el koyma heveslileri gittikçe çoğalıyordu.
145
Orgeneral Faruk Gürler Ordu içerisinde sevilen bir komutan olduğundan
dolayı da adından sık sık bahsedilirdi. Rahmetli Faruk Gürler bwıdan üzüntü
duyar ve bir arkadaş gibi içini zaman zaman bana dökerdi. Ordu Komu
tanlığındayken yönetime el koyma yanlısı olmamıştır. Evet memleketin içinde
bulunduğu durumdan o da bizler gibi üzüntü duyuyor ve bwıu gizlemiyordu.
Ancak bunun yolu darbe yapmak değildir diyordu. Hatta bir gün kendisine
Ankara'dan atılmış imzasız bir mektup gelmişti. Mekruhu bana gösterdi.
Mektup çok kısa ve meali de aşağı yukarı şöyle idi: HKendini harcama, orduda
seviliyorsun, bir darbe olursa seni başa geçirecegiz. Benim fikrimi sordu.
n
146
KORG� OLUŞUM VE TRABZON'DA
ll'İNd KOLORDU KOMUTANLICINA TAYİNİM
147
Eşyaları toplayıp Eğitim Kolordu Komutanlığı'na tayin edilen arkadaşımın
evine muvakkaten bıraktık, yanımıza lüzumlu eşyalarımızı alarak hareket ettik.
Yeni Ordu Komutam Semih Sancar lütfedip beni bando ve merasim bölüğü ile
Ordu Karargfilıı önünden uğurladı. Gözlerimiz yaşlı Konya'dan ayrıldık. Kon
ya'ya iyice alışmıştık. Onun için ayrılmak bize zor geldi.
Kolorduya bağlı fazla birlik yoktu ama bölgesi çok genişti . Bayburt,
Aşkale ve Artvin'deki birlikler Kolorduya bağlı idi. Hangi birliği görmeye git
sem muhakkak Karadeniz sıradağlarını geçmem gerekiyordu. Sovyet hududu
nun büyük bir kısmı da Kolordunun sorumluluk bölgesi içersindeydi . Eve
yerleşir yerleşmez ilk işim Kolorduya bağh birlikleri yerinde gidip görmek
oldu. Eyül ayı Trabzon'un en iyi mevsimiydi. Karadeniz dağlan da öyle.
Göreve başladıktan kısa bir süre sonra idi. Bir gün yerli gazetelerden biri
sinde bir yazı gözüme ilişti . "Paşamızdan Ricamız" başlığı altında yazılan
yazıda şunlar yer alıyordu: Evvelce Amerikalıların dinlenme istasyonu olarak
kullanılan ve Amerikalıların burayı terk etmeleri sonunda Kolorduya devredi
len Boztepe'deki tesislerin hemen yanındaki cami içersinde Selçuklulardan kal
ma bir ziyaretgah mevcut. İsmi de "Evren Dede" idi. Bu türbeye gidebilmek
için Kolordu Karargfilıının içinden geçmek gerekiyor. Otobüsler de garnizo
nun içindeki yoldan geçmek zorunda. Amerikalıların bulunduğu zamanlarda
halk bu yoldan rahatlıkla istifade eder ve "Evren Dede"ye ziyarete ve camiye
gidebiliyorlarmış. Kolordu buraya taşındıktan sonra Kolordu Komutanı bu
yolu kapatmış ve halk camiye ve "Evren Dede"ye gidemez olmuş. Benim bu
yolu tekrar açmam isteniyordu. isteği haklı buldum ve yolu açtım. İşte bu ha
reketim halk üzerinde müsbet yönde büyük etki yapmış. Bu ·yüzden bir hayli
teşekkür aldım.
Halkımızın bazı inançları vardır ki, bunu söküp atmak mümkün değildir.
Gerçi dinimize göre istekler yalnız Allah'tan yapılır. Allah'la kul arasına ne
yaşayanlar ve ne de ölmüşler giremez, ama büyük bir halk kitlesinde bunun
148
aksine ecdattan gelme alışkanlıkla böyle isim yapmış ve rahmeti ralunana
kavuşmuş evliyalardan maalesef medet wnulur. ondan istekte bulunulur. Mum
adanır, bez bağlanır. tuz b1rakılır vesaire. Bu bir inançtır. Asırların
yerleştirdiği bir inançtır. Yanlış da olsa ona saygı göstermek gerekir. Nitekim
rahmetli eşimde de bu inanç vardı. "Evren Dede"yi o da sık sık ziyaret eder,
caminin imamına para verirdi. Ben de camiyi tamir ettirdim, badana yaptırdım.
Bu bir tesadüftü. Kolordu Komutanı Evren Paşa ile evliyaullahtan kabul edi
len Evren Dede yan yana gelmişlerdi. Eşimin Evren Dede'nin bulunduğu ca
miye para yardımı ölünceye kadar devan1 eni.
Trabzon'da halkın ailesiyle gidip oturabileceği doğru dürüst bir yazlık
bahçesi yoktur. Ancak Kale Park denilen ve kolordunun kontrolunda bulunan
bir bahçe vardır ki içersinde Kolordu Komutanının lojmanı ve Orduevi olarak
kullanılan bir gazino ve geniş bir bahçesi mevcuttur. Buraya halkın ailesiyle
girip oturabilmesi için giriş kartı ihdas etmek suretiyle büyük çoğunluğun,
özellikle memurlar, öğretmenler, üniversite mensupları ve bir kısım halkın bu
radan istifadesini sağladım. Bu da asker-sivil kaynaşmasını sağladı. İşte böyle
birkaç ufak tefek hareket halkın bana ve dolayısıyla askere karşı sevgisinin art
masına vesile oldu. Eşim de subay, astsubay eşleri ve Trabzon'un ileri gelen
ailelerinin iştiraklan ile düzenlediği günlerden, kermeslerden elde ettiği para
larla birçok fakir çocuklann giydirilmesini, bazı okullara ders malzemesi
alınmasını gerçekleştirince. Trabzonluların
,
bize ve bizim de Trabzonlulara
duyduğwnuz sevgi ve saygı her geçen gün daha da iyiye doğru gidiyordu.
Ailecek bizi sıkıntıya sokan ve üzüntüye sevk eden husus iki kızımızın Arı
kara'da yalnız başlarına yurtlarda bulunmaları ve anarşik olayların gittikçe
tırmanma göstermesiydi . Özellikle Orta Doğu Teknik Üniversitesi olaylann
odak merkezi haline gelmişti. Ortanca kızım Gülay da bu üniversitenin yur
dunda kalıyordu.
Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük şehirlerde ve hatta diğer küçük
şehirlerle kırsal bölgelerde anarşik olaylar gittikçe çoğalmaya, banka soygun
ları, silahlı ve bombalı eylemler, sağ ve sol çatışmaları vatandaşı huzursuz et
meye başlamıştı. Trabzon'da Karadeniz Üniversitesi bulunduğundan, burada
da sık sık çatışmalar ve gösteriler cereyan ediyordu. Birkaç defa üniversiteye
askeri birlik göndermek suretiyle büyük ve kanlı olayların çıkmasına mani
olundu.
Anarşist ve teröristler bir taraftan, üniversite öğrencileri bir taraftan,
işçilerin bir kesimi diğer taraftan her gün bu şehirlerde bir olay yaratllıyor,
adam öldürülüyor:. konsolos kaçırılıyor. banka soyuluyor, miting yapılıyor,
gösteri yürüyüşü düzenleniyor, zamanın hükümet başkanı da yollar yürümekle
aşınmaz derken, muhalefet partileri işçileri işgale, öğrencilt!ri boykota teşvik
149
edici beyanlarda bulunmaktan çekinmiyorlardı. Temas ettiğim kişiler memleke
tin içinde bulunduğu ortamdan duydukları endişeleri dile getiriyorlar ve kurtu
luş ümidini yine Silahlı Kuvvetlerden beklediklerini bazen üstü kapalı, bezen
de açıkça ifadeden çekinmiyorlardı.
Ben, kar kış demeden sık sık birlikleri denetlemeye gidiyor, subay ve ast
subayların kendi görevleri üzerine eğilmelerini, siyasi olaylarla ilgilenmemele
rini, bu gibi konularla meşgul olan makamların bulunduğunu ifade etmeye
çalışı yordum.
Bir aralık gazetelerde Ankara Tandoğan meydanındaki bir evde, Deniz Gez
miş denen teröristin misafir edildiğinin anlaşıldığı evin mühürlendiği ve evdeki
kiracı kan kocanın gözaltına alındığı haberini okudum . Gazetedeki adres ve
basılan resim, bizim evin adresiydi. Kiraya verdiğimiz kişi bir özel klinikte
doktordu ve ben Konya da görev yaparken yedek subaylığını Konya'da
yapmıştı. İyi insanlar diye onlara kiraya vermiştik. Kansının böyle kişilerle ir
tibatta olduğunu ve kocası nöbette iken teröristleri evine alacağını nereden bi
lebilirdik ki. Bu haberi okuyunca şaşkına döndük. Eşyalarımızın bir kısmi da
evin bir odasında kilitli bulunuyordu. Evin hali ne durumdadır, eşyalar yerinde
duruyor mu diye haklı olarak merak ettik. Kısa bir süre için izin alıp Anka
ra'ya geldim. Evi açtırdım. Ev berbat olmuştu. Bereket eşyalara dokunul
mamıştı. Evi tahliye ettirdim.
1 50
hiçbir suçu olmayan dört İngilizi de öldürdüler. Bunun üzerine çıkan çatışma
sonunda biri hariç hepsi ölü olarak ele geçirildi. O bir kişi de maalesef 1 974'te
çıkarılan aftan yararlanarak dışarı çıktı. Bugün yurt dışında mel'anetine devam
ediyor.
Bu olay yurt çapında derin yankılar yarattı. Büyük infial uyan-dırdı. Hepi
miz bu kaçırm a olayını nefretle karşılamıştık. Anayasa'nın verdiği geniş
özgürlük ve kanunların yetersizlikleri yüzünden m aalesef birçok demek,
vakıf, sendikalar ve meslek kuruluşları üzerinde bir şey yapılamıyor, Meclis
de gerekli tedbirleri alacak kanunları çıkarmada yetersiz kalıyordu.
5 Mart 197 1 günü Ankara'dari büyük kızım Şenay telefon etti. Orta Doğu
Teknik Üniversitesinde devam eden olaylar dolayısıyla askeri birlikler
üniversite içersine girmiş yurtlarda arama yapacaklarmış. Öğrenciler karşı
koyup silahla mukabelede bulununca karşılıklı ateşler başlamış. Silah seslen
Bahçelievler'den duyulmakta imiş. Bu haberi alır almaz kan koca şoke olduk.
Gerçi kızım böyle olaylara karışmazdı ama, bir serseri kurşuna hedef olabilir
di. Yurtlardan hiç kimseyi dışarıya bırakmadıklarından ve çatışma da devam
ettiğinden birçok kötü düşünceler kafamızı kemirip duruyordu.
151
Toplantı Genelkunnay'da yapılacaktı. Bu toplantıya Kuvvet Komutanları,
bütüil'Ordu Komutanları, Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarı ve her Ordudan
bir Kolordu Komutanı hariç bütün Kolordu Komutanları, Genelkunnay J.
Başkanları çağnlmışu.
Uzun süren bir toplanu oldu. Büyük bir çoğunluk duruma müdahale edil
mesini aksi takdirde gittikçe tınnanan yurt sathındaki olayların bir iç savaşa ka
dar gidebileceğini, böyle bir durumla karşılaşılırsa Silahlı Kuvvetlerin de
bölünebileceğini, sonunda çok fazla kan dökülebileceğini, halkın büyük bir te
dirginlik içersinde bulunduğunu ve Silahlı Kuvvetler mensuplarına bu gidişe
dur demediklerinden dolayı nefretle bakmaya başladıklarını, bazı yerlerde ha
karet d �hi ettiklerini, Meclisin fesh edilmesini, bir Kurucu Meclis kurularak
evvela Anayasa'nın değiştirilmesini, bu kadar geniş hürriyetleri içinde taşıyan
bir Anayasa ile demokrasiye geçiş süresi çok kısa olan Türkiye gibi bir ülke
değil de İngiltcre'de dahi ülkenin doğru dürüst idare edilemeyeceğini ,
ciğerlerimize o kadar fazla hürriyet havası girdi ki alı şık olmayan bu
ciğerlerimizin patladığını, Anayasa değişikliğinden sonra diğer bazı kanun
larımızın da hemen ele alınması gerektiğini dile getirdiler.
Toplantı sona erdikten sonra en geç 1 2 Mart günü Ankara dışından gelen
bütün komutanların görev yerlerinde bulunmaları emri verildi.
Ben de 12 Mart sabahı Hava Kuvvetlerinin tahsis ettiği bir C-47 uçağı ile
çok kötü bir havada ve buzlanma tehlikesi atlatarak öğleden evvel Trabzon'a
döndüm.
1 52
laştınlmış bir iktidara mensup milletvekilleriyle hükümete karşı cephe almış
milletvekillerine Anayasa değişikliği yapUnlmak isteniyordu. Bunun bir netice
vermeyeceğine inanm ıştım. N itekim de i stenilen şekilde Anayasa
değiştirilemedi.
MUH11RANIN ME1Nİ
Bilgilerinize.
MEMDUH TAGMAÇ FAR UK GÜRLER
Orgeneral Orgeneral
Genelkurmay Başkam v.f! Kara Kuvvetleri Komutam ve
Milli Güvenlik Kurulu Uyesi Milli Güvenlik"Kurulu Üyesi
153
Bu uyandan sonra hükümet.istifa etti, bağımsızlardan ve Meclis dışından
alınanlarla yeni bir hükümet kuruldu. İşler daha sıkı tutulmaya, Meclis de
Anayasa değişikliklerini ele almaya başladı. Genelkurmay Başkanlığının
yapılmasını istediği değişiklikler tam olmamakla birlikte bazı değişiklikler
gerçekleştirildi. Günden güne anarşik olaylar azaldı, idam cezalan da yerine
getirildi.
Bu olaylar cereyan ederken; 1 97 1 baharında büyük kızım Şenay'ın kendi
dairesinde çalıştığı bir arkadaşı ile nişanını Trabzon'da yapuk.
Kızım hem çalışıyor ve hem de Basın-Yayın Yüksek Okulunda geceleri
okuyordu. Anne babasından ayn, yurtlarda gayri müsait şartlar altında
yaşamını �ürdüm1esi kolay değildi. Ama hayatını da kazanmak zorundaydı.
Bugün artık yalnız erkeğin çalışması ile bir evin geçindirilmesi mümkün
olamıyordu. Gelecekte hayat şartlan daha da zorlaşacaktı. Onun için hayat
mücadelesine alışması gerekiyordu. Mezun olmasına da çok az zaman kalmışu.
O sene içersinde mezun olacaktı. Düğünleri de 1 97 1 Ekim'inde yapıiacakU.
Eşimin düğün hazırlıkları için Ankara'ya gitmesi gerekti. Sonbaharda tek
başına Ankara'da Orduevi'nde kalarak bir ay süre ile gerekli hazırlıklan yaptı
fakat çok da yoruldu. Esasen Konya'ya ordu Kurmay Başkanlığına gittiğimiz
sene rahmetliye de kan tahlili neticesinde şeker hastalığı teşhisi konmuştu.
Yorgunluk ve üzüntü tabii şekeri daha da çoğaltıyordu. O bir ay içersinde
çektiği sıkınulan sık sık dile getirirdi. Başında erkek olmadan Orduevi
köşelerinde düğün hazırlıklarını tek başına yürütmek, kolay değildi.
Bu yorgunluğun arkasından 1 7 Ekim'de Ankara Orduevi'nde Şenay'ın
düğününü de yaptık. Böylece ilk çocuğumuzu evden uğurluyorduk. İnsanın
içinde hem yuva kurmasından dolayı bir sevinç, hem de evden uğurlamanın
acaba mes'ut olabilecek mi sorusuna o anda verilemeyecek cevabın uyandırdığı
bir üzüntü, daha doğrusu kuruntu. Bu iki zıt kuvvetin çarpışmasının insanda
yaratuğı burukluğu tarif etmek çok güç. Bunu ancak yaşayanlar bilebilir. Ama
aradan zaman geçip de onların mes'ut olduklannı göıünce o ikinci güç yani in
sanı kuruntuya sevk eden güç yavaş yavaş ortadan kaybolup yerini sevince
bırakıyor.
Onları evlendirip ertesi gün balayı için İstanbul'a yolcu ettikten sonra biz
de, kan koca ve küçük kızımla Trabzon'a hareket ettik. Yine kürkçü dükUruna
gelmiştik..
Eşimin üst üste gtıen bu yorgunluklarının sonucu esasen mevcut olan ve
zaman zaman rahatsızlık veren bel ve vücut ağrılan çoğaldı ve tahammül edil
mez bir hal aldı. Trabzon'daki hastanelerde maalesef fizik tedavi uzman ve te
sisleri yoktu. Böyle olunca doktorların tavsiyesi üzerine B ursa Kaplıcalarında
tedavi görmesi için eşimi Bursa Askeri Hastanesine göndermek zorunda
154
kaldım. Yirmi gün orada tedavi gördükten sonra ağrılan geçmiş ve morali
düzelmiş olarak Trabzon'a döndü.
155
Yaz aylarına gireceğimiz bir sırada 22 Mayıs 1 972'de ortanca kızım
Gülay'ın aynı üniversitede ve aynı sınıfta okuduğu bir arkadaşı ile söz kesmek
üzere ailesiyle birlikte Trabzon'a gelmeleri gerekti. Fakat gelen ailesinin ısrarı
üzerine onların da nişan merasimlerini bir iki gün içersinde Trabzon'da yaptık.
Kan koca yüreğimiz yine bir cızz etti. Ne çocukla ve ne de ailesiyle bir
tanışıklığımız vardı. İkisi birbirlerini tanıyorlardı o kadar. Okullarını
bitirmeden düğünlerini düşünmüyorduk. Mademki her ikisi bu işe karar ver
mişlerdi ve ikisi de masterlerini yapıyorlardı, mesele yoktu. Zaman bizim
gençliğimizdeki zaman değildi. Doğrusu da buydu.
Trabzon'dan büyük bir üzüntü ile ayrıldık. Ankara'ya iki çocuğumuzun bu
lunduğu yere gittiğimizden dolayı bir taraftan seviniyor, fakat iki sene
içersinde edindiğimiz dostlardan ve sıcak muhitten ayrılığın verdiği üzüntüyü
de aynı zamanda yaşıyorduk. Trabzon'a istemeyerek gelmiştik, fakat kan koca
gözlerimiz yaşlı ayrılıyorduk. Eşyalar bir daha toplanmıştı. Bu 14'üncü ev
nakliydi. 28 senelik evliydik; demek ki her iki senede bir ev toplamış ev
'taşımışız.
Ank.ara'ya gelince bir müddet yine Orduevi'nde kalmak zorunda idik. Zira
Ankara'dan ayrılan veya emekli olanların lojmanları yeni gelenlere tahsis edi
liyordu. Bir aydan fazla bir süre Orduevi'nde kaldıktan sonra Namık Kemal
Devlet Mahallesindeki lojmanlardan birisine yerleştik.
156
Göreve başlamam 30 Ağustos'tan birkaç gün evvel oldu. O sırada Kara
Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler'di. Çeşitli zamanlarda bana
komutanlık, ögretmenlik yapmış, sevdiğim, saydığım, güvendiğim bir komu
tandı . En son olarak da Konya'da kendisi 2'nci Ordu Komutanı iken ben de
Kunnay Başkanı olarak hizmet yapmıştım.
1 57
luyor, yerine Cumhurbaşkanı adayı aranıyordu. Daha şimdiden Cumhur
başkanı adayı olarak Genelkurmay Başkanı Orgeneral Faruk Qürler'den bah
sediliyordu. Onu teşvik ve tahrik edenler de az değildi. Yakın çevresi kendisini
bu işe ikna için her türlü çaba içerisine girdi. Bu karmakarışık ortan1da benim
görevim icabı sık sık denetlemeye çıkmam ve denetlemelerimin 15-20 gün za
man alması hakkımda hayırlı oldu. Böylece olayların dışında kalabildim. Bu
arada Erzurum, Kars ve Trakya'daki bazı birliklerin denetlemelerini yaptım.
1 973 senesi Şubat ayı içersinde Isparta, Antalya ve Burdur'daki birlikleri
denetlemeye giderken eşimi de birlikte götürdüm. Burdur'da son gecemizdi;
bir hafta on gündür durmadan ve dinlenmeden denetleme yapıyordum. Eşim
yorgunluğumu görüyordu. O gece Tugay Gazinosu misafirhanesinde gece
yansından sonra eşim kuvvetli kalp çarpıntısı ile uyanıyor ve bir saat kadar
u yuyamıyor. Beni de uyandırmıyor. Sabahleyin durumu bana anlattı.
Üzüldüm, neden beni uyandırmadın diye de kendisine söylendim.
Önemsememiş.
İşte bu olay rahmetli eşimin kalbindeki rahatsızlığın ilk işareti oldu. Anka
ra'ya döndüğümüzde birkaç doktora gösterdikse de muayene eden doktorlar
önemsemedi. Taşikardi deyip geçtiler. İşte hastalığın üzerinde durmama,
önemsememe bir sene sonra başımıza daha büyük işler açacak ye nihayet sev
gili eşimin enfarktüs, hem de çok ağır bir enfarktüs geçirmesine müncer ola
calcb.
Burdur'dan Ankara'ya döndükten kısa bir süre sonra Cumhurbaşkanı Cev
det Sunay'ın görev süresinin sona ermesi dolayısıyla seçilecek yeni Cumhur
başkanı konusu ortaya çıktı. Bu konu ile ilgili olarak Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Faruk Gürler, Genelkurmay Yüksek Askeri Şura salonunda Kuvvet
Komutanlarını, Ankara'daki Korgeneral rütbesindeki generalleri toplayarak Si
lahlı Kuvvetlerin bu konudaki görüşünü almak istedi ve bizlerden bundan son
ra seçilecek Cumhurbaşkanının asker orijinli mi yoksa sivil mi olması gerektiği
hususundaki fikirlerimizi öğrenmek istediğini söyledi.
Hepimiz ayn ayn fikirlerimizi ortaya koyduk. Asker orijinli olmasını ileri
sürenler olduğu gibi, sivil veya asker olmasının önemli olmadığını, o m�amı
dolduracak bir niteliğe sahip olmasının, Atatürk inkılap ve ilkelerinden taviz
vermeyecek ve taraf tutmayacak, milletçe sevilen ve sayılan bir kişi olmasını
isteyenler de bir hayli yekun tutuyordu. Ben de bu ikinci grup arasında bulu
nuyordum.
Bu toplantıdan çıkardığımız mana şu oldu:
Faruk Gürler kendisini Cumhurbaşkanı seçtirmek istiyor. Hepimizde bu fi
kir doğdu ve böyle bir toplantı tertiplemiş olmasını da çoğumuz hoş
karşılamadık.
1 58
2'nci Ordu Komutanı iken benimle yapuğı bir konuşmada. "Ben Genelkur
may Başkanlığı yapanın ama Cumhurbaşkanlığı yapainam. Böyle bir makam
da da gözi1m yok" diyen ve bunda samimi olduğunu ifade eden Faruk Gürler,
aradan ikibuçuk sene geçtikten sonra şimdi Cumhurbaşkanlığı kartını
oynuyordu.
Ben bu karan Faruk Gürler'in resen kendisinin verdiği inancında değilim.
Öyle zannediyorum ki yakın çevresi onu bu yola itti ve kendisini de buna in
andırdılar. Nitekim bu yakın çevredekiler, siyasi partilerin milletvekillerinden
birçoğu ile temasa geçmek suretiyle şayet Faruk Gürler aday olursa, kimlerin
müsbet oy vereceklerinin çetelesini tutmaya başladılar ve kendilerini Faruk
Gürler'in Cumhurbaşkanlığını kazanacağına inandırdıkları gibi Faruk Paşa'yı
da inandırdılar.
Kendisine 2'nci Ordu Komutanı iken Kurmay Başkanlığı yapmış olmam
dan ve !leni de sevdiğine inandığımdan cesaret alarak siyasilerin verdikleri
sözlere inanmamasını, bu sözlerin oyun olabileceğini, kaldı ki, Meclisteki oy
lamada kimin müsbet kimin menfi oy verdiğini bilmenin mümkün olinadığını,
Genelkurmay Başkanlığına iktidarın isteyerek getinnediğini, buradan uzak
laştırmanın en iyi yolunun böyle bir manevra olabileceğini, çok müşkül du
rumla karşı karşıya kalabileceğini, bu yüzden Genelkurmay Başkanlığından
ayrılmamasını söylemek istedim. Fakat yakınındaki arkadaşlarım "Sakın
söyleme, böyle söyleyenlere kızıyor, seni çok sever, seni de kırar" dediler.
Ben de bu söylenene inandım ve bu konuda bir şey söylemedim. Bugün kendi
kendimi bu yüzden hfila suçlu hissederim. Keşke söyleseydim belki faydası
olurdu diye düşünürüm . Zira Faruk Paşa'yı birçok meziyetlerinden dolayı
hakikaten severdim, sayardım.
Olan olmuş ve nihayet Cumhurbaşkanlığına adaylığını koymak üzere 6
Mart 1 97 3 günü Genelkurmay Başkanlığından istifa euniş ve aynı gün Senato
dan istifa ederek ayrılan Mehmet İzmen'in yerine Cumhurbaşkanlığı konten
janından senatör seçilmiş, 7 Mart 1973 günü de Senatoya katılmışu.
Oyun oynanmış ve çoğunluk partisi olan AP'nin istediği yerine getirilmişti.
Günlerce oylama devam edecek sonunda seçilemeyecek, bizler de bu acıklı
sahneyi Meclis locasından üzüntü ile seyredecektik.
Nihayet iktidardaki Adalet Partisi ile muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi
liderlerinin anlaşmaları ile Fahri Korutürk aday gösterilecek ve Korutü.rk 6 Ni
san 1 97 3 günü Cumhurbaşkanlığına seçilecek ve bu perde de kapanacaktı.
Kapandı fakat Silahlı Kuvvetlerin prestiji de büyük ölçüde zedelendi. Faruk
Gürler de kahrından kanser olup hayattan göçüp gitti.
Faruk Gürler'in Genelkurmay Başkanlığından ayrılmasıyla boşalan Genel-
159
kuımay Başkanlığına Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Semih Sancar tay
in edildi. Kara Kuvvetl�ri Komutanlığına da Orgeneral Eşref Akıncı ,getirildi.
Bu tayine sevinmiştim. İyi bir görev idi. Gerçi benden evvel ve ondan ev
velki Kuımay Başkanlan terfi edememişlerdi ama yine de terfi için şanslı bir
makam sayılırdı. Bir senedir Kara Kuvvetleri Denetleme Kurul B aşkanlığı
yapmış olmam ve 1 963 senesinden 1967 senesine kadar dört sene Kara Kuv
vetlerinde Okullar Daire Başkanlığında bulunmam benim içih avantajdı. Yeni
görevime kısa zamanda intibak etmemde geçmiş bu tecrübelerimin büyük ya
rarlan oldu.
l (ı()
manına kadar mümkün olabilmiş, üniversite zamanında ise aynlık mukadder
olmuştu. Şimdi de ortanca kızım İzmit İpraş rafinerisinde bizden ayn olarak
çalışıyordu. Bizim için ve onun için de zordu. Ama ancak orada iş bulabil
mişti. r::sasen nişanlısı yedeksubaylık görevini bitirdikten ve işe yerleştikten
sonra evleneceklerdi. Bu ayn oluşlar özellikle eşimi çok rahatsız ediyor, he
men hemen her zaman huzursuz oluyordu. Anne ile baba arasında bu yönde
elbette fark olacaktı.
Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı görevi elbette çok yüklü idi. Boş za
manım hemen hemen hiç olmuyor, evin işleri ile de fazla ilgilenemiyordum.
Bir aralık eşim evde bir kalp sıkıntısı . daha geçirdi, eve geldiğimde bana
geçirdiği sıkıntıyı izah edince birkaç doktora götürdüm. Birşey bulamadılar.
Yine Taşikardi teşhisi koydular ve bir ilaç vererek bunu devamlı kullanmasını
tavsiye ettiler. Bir müddet kullandı fakat yine başka bir gün başka bir doktor
ilacı bırakmasını söylüyor. İnsan haleti ruhiyesinin gereği olarak da "hasta
değilsin ilaç kullanma" diyene uymak zorunda kalınıyor. Bunda da böyle oldu
ve ilaç terk.edildi.
4 Mart 1974 günü idi. Sabah Kara Kuvvetlerinde hanl hanl çalışırken tele
fon çaldı. Karşımdaki eşimdi. Kendisini iyi . hissetmediğini yine kalp
atışlarının fazlalaştığını söyledi. Karargahın doktorunu alarak eve gittik. Dok
tor muayene etti; evde bir saate yakın kaldık. Sonunda şimdilik bir şey yok
geçti dedi. Benim de bir toplantım olduğundan tekrar karargaha döndüm.
Odamda toplantıda iken yine telefon çaldı. Telefondaki eşim " Kenan çabuk gel
ben iyi değilim" dedi. Elim ayağım kesildi. Doktora telefon ettim, ambulansı
da alarak eve gelmesini söyledim. Hemen eve gittim. Arkamdan doktor geldi.
Eşimin durumu hakikaten iyi değildi. Sararmıştı, soğuk soğuk terliyordu.
Kalp atıştan iyi değil, tansiyonu da düşüyordu. Ambulansla hastaneye
kaldırdık. Öğleye doğru arka cidar enfarktüsü tam kendisini belli etmişti.
161
Süt de ağzının sol köşesinden sızıyordu. Felç alametleri idi. Pazar olduğu için
hastanede doktoru da yoktu. Telefonla başhekime durumu anlattım. Kısa bir
süre sonra Başhekim ve ilgili doktorlar gelip muayene ettiler. enfarklüsten
m ütevellit bir pıhtının beyin damarlarından birini bkadığını. bereket çok hafif
olduğunu. bu kadar hafif bir olayı benim fark etmemin büyük bir şans
old uğunu ifade ettiler. İlaçlar verildi. Eşime bu durumu söylemedik. O da sor
madı. Bir hafta içerisinde de felç hali kayboldu.
Beşinci hafta sonunda hastaneden alıp eve getirdim ve bir müddet de evde
tedavisine devam ellikten sonrn. temmuz ayında Tu1Ja kampına gittik.
Ben hemen geri döndüm zira Kıbrıs'ıak i olaylar hiç de iyi değildi. Her an
K ı brıs'a müdahale gerekebil i rdi. Ben böyle bir durumla karşılaşmam ız ihıima
l i ne karşı ornda görev alacak Ankara'<Jaki Kara havacılık bi rliklerini. hclikop
ıerle taşınacak alayı denetliyor. nOk!:;anlarını tamamlatıyor ve hiç helikoptere
binmem iş erleri birkaç defa helikopterlere bindirmek sureti yle provalar
yaptın yordum. Bunların çok faydası olduj;JUnu Kıbrıs Barış Harekatı sırasında
anladık.
1 5 Temmuz günü Kıbns'taki meşhur EOKA'nın başı Sampson'un darbe
yapt ığı. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios'un Kıbrıs' tan kaçtığı ve Rumların
adadaki Türklere karşı katliama giriştiği haberi geldi. Artık bardaktaki su
taşmıştı. Adaya müdahaleden başka çıkar yol kalmamıştı. Aksi takdirde ada
Yunanistan'a ilhak edilecek ve adadaki Türklerin katliamı da devanı edecekti.
Başbakan: Bülent Ecevit (CHP Genel B şk.), Başbakan Yardımcısı ve Devlet B akanı:
Necmettin Erbakan (MSP Genci Bşk.). Devlet Bakanı: Orhan Eyüboğlu, Devlet Bakanı:
lsmail Hakkı Birler, Devlet Bakanı: Süleyman Arif Emre, Devlet Bakanı: Şevket Ka
zan. Milli Savunma Bakanı: Hasan Esat Işık, Dışişleri Bakanı: Turan Güneş. Maliye
Bakanı: Deniz Baykal. Milli Eğilim Bakanı: Mustafa Üstündağ, Bayındırlık B akanı:
Erol Çevik.er. Sağlık ve Sosyal Yardım B akanı: Sellihallin Cizrelioğlu. Gümrük ve Tek
el Bakanı: Mahmut Türkmenoğlu. Ulaştınna Bakanı: Ferda Güley, Çalışma B akanı:
Önder Sav. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı: Ali T�puz, Köyişleri ve Kooperatifler
Bakanı: Mustafa Ok. Orman Bakanı: Ahıneı Şener. Gençlik ve Spor Bakanı: Muslihit
tin Y ılmaz Mete, İçişleri B akanı: Oğuzhan Asiltürk, Ticaret Bakanı: Fehim Adak, Gıda.
Tarım ve Hayvancılık Bakanı: Korkut Özal, Sanayi ve Teknoloji Bakanı : Abdülkerim
Doğru.
1 62
ettim. Elimizdeki planın her an tatbik edilebileceğini, binaenaleyh hemen
görevli birliklere bugün emirlerin ulaştmlmasını, birliklerin dört gün içerisinde
bütün hazırlıklan bitirmesi emrini verdim.
Bu hazırlıklar sürdürülürken Başbakan Ecevit İngiltere'ye giderek İngiltere
Başbakanına.1961 Londra ve Zürih Anlaşmalanndaki yetkiye dayanarak bera
berce adaya müdahale edilmesi teklifini yapmış, fakat İngillere bu teklifi red
ettnişti.
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgenerai Eşref Akıncı Genclkum13y
Başkanlığından aldığı emre uyarak müşterek harekatı daha yakından sevk ve
idare etmek üzere ufak bir karnrgahı ile birlikte Genelkumıay Başkanının yet
kisini de alarak Adana'ya hareket etli.
Bütün işler bana kalmıştı. Gece gündfü: fasıla<;ız çalışarak görev alan Birlik
Komutanlannı Ankarn'ya çağınp son direktifleri vennek suretiyle birkaç ufak
tefek noksanı ile birlikler 20 Temmuz sabahı harekata hazır hale gelmişlerdi.
HAREKAT BAŞLIYOR
163
Rumlar tarafından da zayıf kuvvetlerle tutuluyordu. Kıbns'ta mevcut Türk
Alayının bulunduğu yere de en yakın bölge idi. Gerçi çıkarma gemileri esas
çıkarma sahillerinden daha batıda olan dar bir plaj sahasına çıkarma
yapmışlardı ama bu yanlışlık büyük bir mahzur doğurmadı. Bütün mesele
kıyıya çıkan birliklerle Kıbns'taki Türk Alayı bölgesine inen paraşütçülerin ve
helikopterlerle aynı bölgeye taşınan birliklerin en kısa zamanda
birleşmeleriydi. Bu birleşme geciktiği sürece ayn ayn imha edilmeleri tehlikesi
her zaman mümkündü. Birleşmeyi engelleyen veya geciktiren; kıyının hemen
gerisinde kıyıya paralel uzanan yüksek Beşparmak Dağlarıydı. Bu dağı aşan
yol ise Sent Hilaryon denilen geçitten geçiyordu. Harekatın birinci günü bu
birleşme gerçekleşmedi. O gece adada bulunan Yunan Alayı bizim Kıbrıs Türk
Alayının tuttuğu mevzilere karşı bir taarruza girişti ve Alayı ikiye bölecek bir
durum ortaya çıktı. Gece olduğu için Hava Kuvvetlerimizin müdahalesi
mümkün olamıyordu.
Bu durum karargahtaki generallerden bazılarının moraline tesir etti ve hatta
Birleşmiş Milletlerin aldığı ateşkes kararına uyulmasını bana teklif edenler bile
oldu. Çok sert cevap verdim. Bu bir savaştır. Savaşta bazı tepeler muhtelif
defalar el değiştirir. İnönü muharebelerinde bir tepe beş on defa el
değiştirmiştir. Harp Tarihini hiç tetkik etmediniz mi? Şimdi inen birliklerimizin
en zayıf anı; düşman da bundan yararlanmak isteyecektir. Araziyi en iyi onlar
bildiği için gecenin karanlığından istifade ile bu taarruza girişti. Sabah olunca
göreceksiniz bizim birlikler bu taarruzu püskürteceklerdir dedim. Söyleyip
söyleyeceklerine pişman olup görevleri başına gittiler. Sabaha kadar harekatı
takip ettik. Sabah olunca Hava Kuvvetlerinin yardımı ile Yunan Alayının taar
ruzu püskürtüldü ve kaybedilen arazi geri alındı.
Bana akşam o teklifi yapan generalleri çağırdım ve işte gördünüz arazi geri
alındı. Sakın ola ki bir daha böyle ufak tefek muvaffakiyetsizliklerden morali
niz bozulmasın dedim. Onlar da çok mahçup oldular.
İkinci günü denizde bir fırtına başlamaz mı? Korktuğumuz başımıza gel
mişti. Ne kıt'a ve ne de ikmal maddelerimizi nakledebiliyorduk. Bu durum bir
gün devam etti. Bu zaman zarfında havadan nakliyatı yapmak suretiyle kısmen
de olsa telafi etme imkanını sağladık. 48 saat sonra taraflar Birleşmiş Milletle
rin ateşkes çağrısına uydular, fakat yer yer çanşmalar birkaç gün daha devam
etti.
Üç gün üç gece uykusuzdum. Geceleri şezlong üzerinde zaman zaman bir
saat kadar uyku uyuyabilmiştim. Üçüncü gece rahat bir uyku uyuyabildim.
Zira harekat muvaffak olmuş, geniş bir köprü başı ve havabaşı elde edilmiş,
çıkan birliklerimizle inen birliklerimiz birleşmişlerdi.
20 Temmuz'da başlayan ve aşağı yukarı iki gün devam eden Kıbrıs Ha-
1 64
rekatı üzerinde daha çok şeyler yazılabilir. Hatta kitap yazılabilir. Ben bu ka
darla birinci safha harekatı bitirmek istiyorum.
165
ORGENERAU.i(";E YÜKSELİŞİM
166
Başkanlığı görevini yürütmesinden memnun olurum. Ancak bugüne kadar ge
nellikle kurmay başkanları hep korgeneral rütbesiyle bu görevi yürüttüler.
Kendisine sormadan yaparsak belki gücenir. Kendisi rıza gösterirse iyi olur
demiş ve onun üz.erine beni çağı.muşlar. Böylece bir sene daha orgeneral ola
rak kurmay başkanlığı görevinde kalmış oldum.
Bu sene sonuna doğnl ortanca kızımın nişanlısı yedeksubaylık hizmetini bi
tirdi. 1975 Ocak ayının ilk haftasında Ankara'da düğünlerini yapıp Adana'ya
uğurladık..
İkinci kızımız da aramızdan ayrılmış. yalnız küçük kızumz kalmıştı. Eşim
enfarkfüs'ün btrakbğl etkiyi ha.ta üzerinden atamarmştı. Doktorlar da kendisini
fazla yormamasıru. merdiven çıkmamasını öğütlediğinden evin içinde birçok
işin yapılmasına da yardımcı oluyordum. Şimdi ise kalp rahatsızlığı geçirenlere
yürüyüş ve spor tavsiye ediyorlar.
AF KANUNUNUN ÇIKIŞI
1974 yılında Oınıhuriyet Halk Partisi iktidarının sınırlı olarak çıkardığı bir
af y�ının Anayasa mahkemesi kararlarıyla gittikçe genişletilmesi 1971 sene
si 12 Mart döneminde yakalanıp hapishanelerde bulunan birçok anarşist ve
teröristlerin hapisten çıkınalanna ve ellerini kollarım sallayarak dolaşmalarına
sebep oldu.
Bu affın çıkarılmaması konusunda o dönemde maalesef etkili bir mücadele
verilmedi. Bu büyük hatanın sonuçlan. kısa zamanda görülmeye başlanacak
ve Türkiye hızla 12 Eylül 1980 dönemine yaklaşacakb.
Çeşitli tarihlerde çıkarılan af yasalanmn sonuçlarını tetkik ettiğimizde
görürüz ki . her af suç işlemeyi teşvik etmiş ve boşaltılan hapishaneler çok
daha kısa bir süre içinde yeniden dolmuştur. Suç işlemeyi alışkanlık haline
getirenler veya suç işleme hazırlığı içerisinde olanlar. yakın bir zamanda nasıl
olsa bir af yasası çıkar ve üç beş sene sonra kurtulurum inancı içerisinde
olmuşlar ve bu yüzden Tüıkiye'de suç işleme oranı azalmamıştır.
1978 senesinde ülke çapında gittikçe yaygınlaşan terör olaylan karşısında
ı.amanın hükünıeti İngiltere'den U7JDanlar getirtmişti. Bu uzmanların yaptıkları
tavsiyelerin başında. HSalcın ola /ci affı sık sık kullanmayın H hususu yer
alıyordu. Zira İngiltere de vaktiyle af mek.anizmasıru kullanmış fakat sonucun
aleyhlerine olduğunu anlamışlaıdı.
167
KIBRIS MÜZAKERELERİNDE
1 68
GENELKURMAY İKİNCİ BAŞKANLIGINA TAYİNİM
169
bununla ilgisi ne idi? Bu açıkça Türkiye üzerinde baskı icra ederek Kıbns'ta
i�eri tavizleri koparmak maksadını gütmüyor muydu?
Amerika Birleşik Devletleri'nin bu işlediği en büyük hatanın ikincisi
oluyordu. Birinci hata l 964 senesinde yine Kıbns'ta cereyan eden olaylar do
layısıyla Türkiye'nin adaya müdahalesini önlemeye matuf meşhur Johnson
mektubu idi.
Türkiye'deki aşın solun eline bundan iyi. bundan daha mükemmel fırsat
geçmeı.di. Aşın sol bu fırsab çok iyi bir şekilde değerlendirdi ve ülke çapında
giriştiği propagandalarla Amerika ve NATO düşmanlığını her geçen gün biraz
daha yaygınlaşhrdı. Bu propaganda öyle bir noktaya ulaştı ki. Türkiye'deki
Amerikalllar sokakta rahatlıkla dolaşamadıkları gibi. hiçbir gemisi liman
lanmız.a da uğrayamaz oldu.
Bu yü7.den başta üniversitelerimiz olmak üzere işçi kesiminde. okullarda
terör olayları her geçen gün çoğalıyor ve yine sağ sol çatışması haline
dönüşüyordu.
Allahtan Kıbrıs HareUıırun hemen akabinde İtalyanlardan iki filo F- 104 S
filosu alınmış ve Hava Kuvvetlerine katılınışb. Arkasından aynı uçaklardan iki
filo daha alınmış. böylece Hava Kuvvetlerimizin uçak noksanı önemli bir
ölçüde o gün için giderilmişti.
Sonra h�yet arkadaşlarımdan öğrendim ki, iki saat gece karanlığı olmuş
arkasından yine aydınlanmış. Müzeleri çok fazla. saraylar da öyle. Hepsini
gezebilmek için haftalar lazım. İkinci Cihan haıbi sırasında Alman Orduları
Leningrad'a kadar geldiler. fakat şehri zaptedememişlerdi. Savunmanın
cereyan ettiği yerleri. harap olan sarayların yakılmış ve yıkılmış halinin
fotoğraflanru ve yeniden yapılmış hallerini. her gün bambardımandan. açlıktan
ölen binlerce sivil ve askerin gömüldüğü mezarl.ıldan gösterdiler.
171
ve serbest yaşamı göremedik. Her şeyin en büyüğünü en göze hoş görünenini
yapmışlar. Binalar. metrolar, yollar hepsi güzel fakat halkta güleryüzlü çok az.
Metrolarındaki lüks, dünyanın hiçbir ülkesinde yok. Moskova çok muntazam
ve çok geniş caddeleri olan bir başkent. Ben Rusya'da böyle bir lüksle
karşılaşacağımı zannetmiyordum. Şaşırmadım desem yanlış söylemiş olurum.
Bir haftalık bir geziden sonra Türkiye'ye döndük. Eşimin safra kesesi ame
liyatını iki ay evvel geçirmiş olmasından dolayı gezi sırasında bir aksilikle
karşılaşmaktan çok korkuyordum. Fakat hamdolsun korktuğum başıma gel
medi.
1 72
Genelkunnay Başkanı Semih Sancar da İrfan Paşa'nın kararnamesinin
Başbakanlıktan döneceğini biliyordu ve bunu bana söylemişti. O halde neden
gönderdiniz Komutanım deyince, kıdemli olarak o vardı ben mecburdum
böyle yapmaya dedi. Bence doğru değildi. Evvela mutakabata varıp ondan
sonra kararname hazırlarunalıydı. Nitekim bu olay Silahlı Kuvvetler içersinde
bir yara açtı. İrfan Özaydınlı'dan sonra kıdem sırasında Orgeneral Ethem Ayan
geliyordu. Fakat Genelkurmay B aşkanı onu Hava Kuvvetleri Kommutanı
yapmak istemiyordu. Sebebini bir türlü anlamadım. Ondan başka da Hava
Kuvvetlerinde orgeneral rütbesinde general yoktu. Öyle olunca Korgeneral
Cemal Engin'i Hava Kuvvetleri Komutanlığına atanma kararnamesi gönderildi
ve Hava Kuvvetleri Komutanı kadrosu da korgenerale indirildi. Kararname
maalesef imzalandı ve yürürlüğe girdi. Tabii arkasından da İrfan Özaydınlı
Yüksek Askeri İdare Mahkemesine iptal davası açn ve davayı da kazandı. Çok
çirkin bir aurum ortaya çıktı. Sonunda istemeye istemeye Orgeneral Ethem
Ayan'ın kararnamesi gönderildi. Kararname yürürlüğe girince bu hadise de
böylece birçok çalkantılardan sonra kapandı.
Kapandı ama Silahlı Kuvvetler için hiç de iyi olmadı. Hukuk dışı zorlama
ların sonucu elbette bu olacaktı.
Ağustos ayı yaklaşıyordu. Benim de orgenerallikteki iki senem 30
Ağustos'ta dolacaktı . Norm al olarak 30 Ağustos'ta Ordu Komutanlığına
çıkmam gerekecekti. Fakat mecburiyet de yoktu. Bir sene kalıp bir sene sonra
da Ordu Komutanlığına gitmem mümkündü. Hayatımda hiçbir zaman ileriye
dönük hesaplar yapmadığımdan ille Ordu Komutanlığı görevine tayin
edileyim diye hiçbir kimseden istekte bulunmadJm. Bugüne kadar olduğu gibi
b4ndan sonra da işi oluruna, talihe, yani Allah'a bıraktım.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar da bu konuda hiçbir şey
ima etmedi. 30 Ağustos general tayinlerinde beraber çalıştık. Fakat orgeneral
tayinlerinde benim katkım olmadı.
173
EGE ORDU KOMlITANUGINA TAYİNİM
174
lcıyafet ve pankartlarla şeref tribünü önünden geçerlren çeşitli slogan attıklarını
ve hatta yürüyüş esnasında sigara içtilclerini ve dumanım Vali ve Ordu Komu
tanına hakaret amiz bir şekilde üfledilclerini öğrendim. Bu töreni düzenleyen
.
Belediye Başkam idi. Bunu öğrenince Belediye Başkanı İhsan Alyanak'ı
çağırdım ve kendisine "Eğer böyle bir durumla karşılaşırsam geçit resmindeki
yerimi terkedeceğim, binaenaleyh bwıa nıeydan verilmesin" dedim. Bana ol
mayacağına dair teminat verdi.
9 Eylül günü ô.ımhuriyet Meydanında tören başladı. Törende birkaç bakan
ve milletvekili de vardı. Evvela geçit resmi askeri birlikler ve okulların geçişi
ile nonnal bir şekilde başladı. Arkasından siyasi partilerin gençlik kollan özel
kıyafetleri ile geçmeye başlayınca içime şüphe girdi. Bir aralık ellerinde Türk
bayrağı olmayan pejmürde kıyafetli ve slogan atan bir topluluk gelmeye
başladı. Sorduğumda Gültepe Belediyesine ve o semte ait bir grup olduğu
söylendi. Tam kürsü önüne geldilclerindc geçit resmini kabul ebneyerek san
dalyeme oturdum. Ben böyle yapınca Vali de oturdu. Belediye Başkanı kürsü
önünde idi. "Hani bunlar olmayacaktı" dedim. "Bunlar sonradan araya gir
mişler" dedi ve' harekete geçti. O grup geçinceye kadar yerimden kalkmadım.
Arkaya haber gönderilmiş olmalı ki. kortejde bir düzelme oldu ve düzenli
geçmeye başladılar. Biz de bunun üzerine tekrar geçit resmini kabul ebneye
başladık. Eğer çok kalabalık olmasa ve arabaJDI g<ıirmem mümkün olsaydı
oradan ayrılacaktım. Fakat o kadar kalat;)alıktı iti arabamı getirtmem
imkansızdı.
Göreve başladıktan sonra ilk çirkin olay bu oldu. Ceçnıiş senelerde buna
benzer ve hatta daha çirkin olayların cereyan elliğini bilahare öğrenince
şehirlerin kurtuluş günlerinin belediyelerce değil Valiliklerce veya Garnizon
Komutanlıklarınca düzenlenmesinin uygun olacağım. belediyelere bırakıldığı
takdirde. bu kutsal günlerin belediye başkanları elinde propaganda vesilesi
yapıldığını üst makamlara teklif ettim. İtibar görmedi. Nihayet onu da 1 2
Eylül'den sonra Başbakanlığın bir genelgesi ile Kurtuluş Bayramı törenlerinin
Valiliklerce düzenlemnesini sağladık.
En küçük kızım M'ray da İzmir Sanayi Odasındaki görevine başlamıştı.
Sırf onun Narlıdere'den İmıir'deki görev yerine gidip gelmesi için bir Renault
otomobil almıştık. Sabah akşam onunla gi-dip geliyordu. Şoför ehliyeti yeni
olduğundan bir hayli merakta idik. Akşamlan biraz gecikse. gözümüz pence
rede gelmesini beklerdik.
Ordunun sorumluluk sahası çok genişti. F.dremit k<Jrfezinden Antalya'ya
kadar olan bütün kıyı bölgesi ile İç Ege'nin savunma sorumluluğu Ege Ordu
Komutanlığına aitti. Kuruluşundaki birliklerin hemen hemen hepsi eğitim bir
likleri idi. Denetlemeye çıkbğım zaman bir haftadan önce dönemiyordum.
175
Eşim de hayatından memnundu. Zira çocukluğu İzmir'de geçmiş, İzmir'de
çok tanıdık.lan, akrabaları vardı. Arada sırada denetlemelerimde benimle bera
ber seyahatlere gelirse de, genellikle İzmir'de kalmayı tercih ederdi. Çünkü
seyahati fazla sevmediği gibi Miray'ın da yalnız k�asıru arzulamazdı.
1 977 senesi Haziran ayına girdiğimizde, 1 Haziran 1977 günü Kara Kuv
vetleri Komutam Orgeneral Namık Kemal Ersun görevden alındı ve emekli
edildi. Tabiatıyla haber basında büyük yer tuttu. Orgeneral Namık Kemal Er
sun'un nrumal olarak o senenin 30 Ağustos'una kadar görevde kalması gere
kiyordu. Üç ay evvel görevden alırunası sebebini anlamak güçtü.
176
1977 SEÇİMLERİ
VE HÜKÜMET KURMA ÇALIŞMALARI
177
KARA KUVVETI..ERİ KOMUfANLIGINA TAYİNİM
Kara Kuvvetleri Komutanı olabilecek üç aday vardı. Bunlar sırası ile 1 'inci
ordu Kom utanı Orgeneral Adnan Ersöz, 2'nci Ordu Komutanı O rgeneral
Şükrü Olcay ve son sırada da 3'üncü Ordu Komutanı Orgeneral Ali Fethi
Esener idi.
1 78
arLu edilirdi. Genelkunnay Başkanının da buna alet olmaması en doğru yol
olurdu. Zira Kara Kuvvetleri Komutanlığına gelecek zat Genelkurmay
Başkanının teklifi üzerine üçlü kararname ile belirtilirdi. Demek ki Genelkur
may Başkanı ile Başbakan anlaşmışlar fakat Cumhurbaşkanım hesaba kat
mamışlardı.
Memleketin hali hiç de iç açıcı değildi. Her geçen gün ülke çapındaki
anarşik olaylar gittikçe çoğalıyor. partiler ve özellikle parti liderleri arasındaki
siyasi çekişmeler bir türlü azalma göstermiyor, bilakis her geçen gün
tınnanıyordu. Sağ, sol çatışmalarının önü alınamıyor ve işin asıl acı tarafı bu
olayların çoğalması muhalefetteki partilerin işine yarıyor. üzüleceklerine ikti
dardaki partinin iktidardan düşürülmesi için bir araç olarak kullanılıyordu. Ci
nayet sağcı kesimce yapılmışsa sol kesim sağı, sol kesim tarafından yapılmışsa
sağcılar solu şiddetle eleştinnekte ve bu eleştinneler her gün televizyon, radyo
dan işitilmekte, basın ise sahifelerini bol bol bunlara tahsis ebnekteydi. Bu
durum vatandaşlar arasındaki tansiyonu elbette yükseltiyor ve bu da ge
leceğimiz bakırnındarı endişe kaynağı oluyordu.
179
Kara Kuvvetleri Komutanlığına başlar başlamaz Kara Kuvvetlerinin pro
blemlerine hemen eğildim. Gerçi Kara Kuvvetlerinin durumu bana hiç de ya
bancı değildi. Zira bir sene evvel Genelkunnay İkinci Başkanı idim . İkinci
B aşkan olmadan evvel bir sene Kara Kuvvetleri Denetleme Kurul Başkanlığı
ve iki sene de Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı yapmıştım. Fakat buna
rağmen son durumu öğerenmem gerekiyordu. Mütemadiyen brifingler alıyor
ve birlikleri yerinde görmek üzere denetlemelere çıkıyordum.
1 80
KOALİSYON HUKÜMEliNİN DÜŞÜŞÜ
VE ECEVİTİN HÜKÜMETI KURMASI
Ecevit böyle bir teklifi olumlu karşıladı. Zira kendisi ve kendisiyle aynı par
alelde olan bir kısım partili İkinci Milliyetçi Cephe hükümetinde koalisyon
ortağı olan Milliyetçi Hareket Partisinin gittikçe kuvvet kazanmasından, ba
kanlıklara ve bakanlıklar yoluyla devletin diğer kesimlerine militan
yerleştirmesinden ve Silahlı Kuvvetlere sızmasından endişe duyuyor ve kanlı
bir ihtilalin patlak vermesinden korkuyordu. Nasıl olursa olsun, mevcut
181
hükümet çekilmeli ve hükümeti Cumhuriyet Halk Partisi ağırlıklı bir koalisyon
kurmalıydı.
1 82
Ülke içinde büyük bir çoğunluk Ecevit'e hükümet kurma göre-vinin veril
mesini memnuniyetle karşılamıştı. Çünkü İkinci Milliyetçi Cephe hükümetinin
bugüne kadarki icraatı ve özellikle Erbakan'ın tutum ve davranışları hiç de hoş
karşılanmamıştı. Halk nazarında Ecevit diğer bir tabirle Karaoğlan bir kurtarıcı
gibi görülüyordu. Umut kapısı idi. Ancak Adalet Partisinden istifa eden 1 2
milletvekilinden l O'una bakanlık verilmesini hemen hemen hiç kimse tasvip et
medi. Bu durum istifa edenlerin bir menfaat karş•.lığında partilerinden istifa et
tiklerini, memlekete hizmet aşkı ile bunu yapmadıklannı açıkça gösteriyordu
ki, sonucundan aklı başında herkes şüpheliydi. Nitekim ileride bunun kokuları
çıkacaktı. Aynca ayrılıkçı görüşü benimsediği bilinen ve bağımsız olarak
seçimleri kazanan bir kişi ye de bakanlık verilmesi affedilecek hatalardan
değildi. Bütün bunlara rağmen yine de iyimserlik ve ümit çoğunluğa hakimdi.
Devlet Bakanı: Dr. Lütfü Doğan (Malatya Milletvekili, Eski Devlet Bakanı)
Devlet Bakanı: Salih Yıldız (Van Milletvekili, eski Devlet Bakanı, Cumhu-
riyetçi Güven Partisi)
Milli Savunma Bakanı: Hasan Esat Işık (Bursa Milletvekili, Eski Milli Sa
vunma Bakanı)
1 83
İçişleri Bakanı: İıfan Özaydınlı (Balıkesir Milletvekili)
Dışişleri Bakanı : Prof. Dr. Gündüz Ökçün (Eskişehir Milletvekili, Eski
Dışişleri Bakanı)
Maliye Bakanı : Ziya Müezzinoğlu (Cumhuriyet Senatosu Kayseri Üyesi,
Eski Maliye ve Ticaret B akanı)
Milli Eğitim Bakanı : Necdet Uğur (İstanbul Milletvekili, Eski İçişleri B a-
kanı)
Bayındırlık Bakanı: Şerafettin Elçi (Mardin Milletvekili, Bağımsız)
Ticaret Bakanı: Teoman Köprülüler (Ankara Milletvekili)
Sağlık ve Sosyal Yardım B akanı : Dr. Mete Tan (Afyon Milletvekili,
Bağımsız)
Gümrük ve Tekel Bakanı : Tuncay Mataracı (Rize Milletvekili, Bağımsız)
Ulaştmna Bakanı : Güneş Öngüt (Afyon Milletvekili, Bağımsız)
Gıda-Tarım ve Hayvancılık Bakanı: Mehmet Yüceler (Kayseri Milletvekili,
Eski Gümrük ve Tekel Bakanı)
Çalışma Bakanı: A. B ahir Ersoy (İstanbul Milletvekili, Eski Çalışma Ba
kanı)
Sanayi ve Teknoloji B akanı: Orhan Alp (Ankara Milletvekil i , Eski
B ayındırlık Bakanı, B ağımsız)
İşletmeler Bakanı : Prof. Dr. Kenan Bulutoğlu (Samsun Milletvekili, Eski
Devlet Bakanı)
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı: Doç. Dr. Deniz Baykal (Antalya Millet-
vekili, Eski Maliye Bakanı)
Turinn ve Tanıtma Bakanı: Alev Coşkun (İzmir Milletvekili)
İmar ve İskan Bakanı: Ahmet Karaaslan (Malatya Milletvekili, Bağımsız)
Köy İşleri ve Kooperatifler Bakanı : Ali Topuz (İstanbul Milletvekili, Eski
İmar ve İskan Köyişleri ve Kooperatifler Bakanı)
Onnan Bakanı: Vecdi İlhan (Kastamonu Milletvekili, Eski Onnan B akanı)
Gençlik ve Spor B akanı: Yüksel Çakmur (İzmir Milletvekili, Eski Gençlik
ve Spor Bakanı)
Sosy� Güvenlik Bakanı: Hilmi İşgüzar (Sinop Milletvekili, Bağımsız)
Kültür Bakanı: Doç. Dr. Ahmet Taner Kışlalı (İzmir Milletvekili)
Yerel Yönetim Bakanı: Mahmut ÖZdemir (Sivas Milletvekili)
1 3 Ocak günü eski Deniz Kuvvetleri Komutanı olan emekli Oramiral Hilmi
1 84
Fırat makamıma geldi. Hükümet üyeleriyle yaptığı konuşmalardan Mart'ta be
nim Genelkurmay Başkanı olacağım hususunu öğrendiğini bildirdi. Biraz son
ra da Genelkurmay Özel Kalem Müdürü Oman Kilercioğlu geldi. İfadesine
göre Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar, perşembe günü Cumhur
başkanına haftalık görüşmeye gittiğinde Cumhurbaşkanı Genelkurmay
Başkanına "Sizinle beş senedir çalışıyoruz, sizi bırakmam" demiş. Genelkur
may Başkanı da kendisinin tekrar görevinin uzatılmasını arzu etmediğini ancak
eğer göreve devamı arLu ediliyorsa memnuniyetle bunu yerine getireceğini
beyan etmiş. Bunun üzerine de Kilercioğlu'na "yeni hükümet üyeleri uzat
manın nasıl yapılacağını bilmezler onun için sen git anlat" demiş. Kilercioğlu
da bunun doğru olmadığını belirterek, Cumhurbaşkanı böyle söyleyebilir ama
esas teklif edecek Bakanlar Kuruludur şeklinde cevap vermiş. Ben de kendi
sine "Kilercioğlu, ben bu gibi dalavereli işlerle alakadar olmam. Biliyorsun
Ege Ordu Komutanı iken de hiçbir dolap çevirmedim. Mukadderatı kimse
değiştiremez. Her iş olacağma varır. Memleketimiz ve şahıslarımız içi11 hangisi
hayırlı ise o olsun" dedim. A rkasından Kilercioğlu, 26 Ağustos 1977 günü
Orduevi'nde verilen kokteylde benim bir sınıf arkadaşımın ve özellikle
hanımının her Bakanın yanma giderek Kara Kuvvetleri Komutanı'nın 1 'inci
Ordu Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin'in olması gerektiği hususunda büyük
çaba içerisinde olduğunu anlattı. Ben de kendisine "İyi söyledin. Be11 hiçbir
girişimde bulunmadım. Sonunda ne oldu, alın yazısı değişti mi" dedim.
Ecevit hükümeti Meclisten güven oyu aldıktan sonra 1 8 Ocak günü Hava
Kuvvetleri Komutanı ve Genelkurmay İkinci Başkanı ile birlikte Başbakan
Ecevit'i tebrike gittik. Çok sıcak bir kabul gösterdi.
20 Ocak günü içişleri Bakanı olan emekli Orgeneral İrfan Özaydınlı iadei
ziyaret için bana geldi, yanın saat kadar konuştuk. O da Mart'la benim Genel
kunnay Başkanlığına atamamın yapılacağı kanaatında olduğunu, esasen başka
türlü bir alternatifin de düşünülemeyeceğini belirtti .
24 Ocak'ta d a Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık, iadei ziyarette bulun
du. Her zaman olduğu gibi çok kibar ve mültefit idi.
185
Genelkurmay B aşkanı evvela Türkiye B üyük M illet Meclisinde bütçe
konuşmaları dolayısıyla Senatör Niyazi Ünsal ile Milletvekili Süleyman
Genç'in kontr gerilla münasebetiyle Silahlı Kuvvetlere sataşmalarından duyu
lan rahatsızlığı dile getiren ve gereği için Başbakana ve bilgi için Cumhur
başkanına ve Milli Savunma Bakanına bir hafta önce yazdığı kişiye özel bir
yazıyı Özel Kalem Müdürüne okuttu. A rkasından basına verilmek üzere
hazırladığı bir bildiri müsveddesini okudu ve bunun verilmesinin uygun olup
olmayacağı hakkında fi kirlerimizi öğrenmek istedi. Hemen hemen hepimiz, bir
hafta evvel B aşbakana bir mektup yazılmış ve o günkü gazetelerde B aşba
kanın sırası gelince bu konuda konuşacağım şeklinde bir beyanı çıkmış iken
şimdi böyle bir bildirinin yayınlamasının uygun olmayacağını belirtti k .
1 9 Şubat günü sabahleyin İçişleri B akanı İrfan Özaydınlı beni evine davet
etti. B i r saate yakın bir görüşme yaptık. B u görüşmede Genelkurmay
Başkanının Mart'ta muhakkak emekli edileceğini, yerine de benim geleceğimi
söyledi. Benim bir defa da Milli S avunma B akanı ile görüşmemi tavsiye etti.
Ben de kendisi aızu ederse görüşürüm dedim. Öğleye doğru telefon etti, yarın
sözde ben randevu istiyormuşum gibi Milli Savunma B akanına telefon
edeceğim ve saat l O'da Milli Savunma Bakanının odasında buluşacağız. Öyle
yapıldı ve Milli Savunma B akanı Hasan Esat Işık1a odasında 20 dakika kadar
186
bir görüşme yaptık. O da aynı şeyi teyid etti ve bu iş tamamlanıncaya kadar
emniyet bakımından Ankara'dan ayrılmamamı istedi. Ben kendisine teminat
verdim. Bu değişiklikten dolayı katiyen bir olay olmaz hiç merak etmeyin. Ben
Ege Ordu Komutanlığının plan tatbikatında bulunmak üzere yarın İzmir'e gi
deceğim. Müsterih olunuz dedim. Orgeneral Semih Sancar'ın böyle bir harek
ette bulunmasının düşünülemeyeceğini, kaldı ki Silahlı Kuvvetlerin Genelkur
may Başkanı değişiyor diye bir hareket yapacağını akla getirmenin bile doğru
olmayacağını, farzı muhal Orgeneral Sancar böyle bir delilik yapsa bile ar
ka<;ında kimseyi bulamayacağını, Faruk Gürler hadisesinde bile Ordunun kılını
kıpırdatmadığını söyledim. Ancak Orgeneral Semih Sancar'a hiç kimsenin
görevinin uzatılmayacağı hakkında bir şey söylemediğini, bunun doğru olmay
acağını, bilmesinde yarar bulunacağını, böylece veda ziyaretleri yapmak için
de imkan bulacağını ilave ettim. Memnun oldu ve bana hak verdi.
Ertesi günü 2 1 Şubat 1 978 saat 8.45'te Milli Savunma Bakanlığı müsteşarı
O rgene ral Selahattin Demircioğlu bana telefon ederek, Genelkurmay
�
Başkanlığına tayin k ramamemin bugün imzaya gönderildiği haberini verdi.
Sonradan öğrendiğime göre Milli Savunma Bakanı 1 6.30'da Genelkurmay
Başkanını ziyaret ederek kendisine bugüne kadar yaptığı hizmetlerden dolayı
teşekkürlerini sunduktan ve övgüde bulunduktan sonra görev süresinin
uzatılmayacağını da söylemiş. Böylece mesele halledilmiş oluyordu. Ben de
öğleden sonra İzmir'e hareket enim.
6 Mart 1978 günü sanki bahardan kalma bir hava idi. Devir teslim töreni
Genelkurmay karargfilıının önündeki aIBlanlı merdivenlerin bulunduğu alanda
tertiplenmişti. Senato ve Meclis Başkanları ile B aşbakan, Milli Savunma Ba
kanı diğer devlet erkanı, Kuvvet Komutanları, General, Amiraller ve NATO
komutanları törende 4diler. Büyük kizım Şenay ve eşi yurt dışında bulunduk
larından onlar hariç çocuklarım törende hazırdılar. Rahmetli eşim de tabii be
nimle beraberdi. Kimin aklına gelirdi ki bu mutlu günün üzerinden dört sene
geçtikten sonra yine Mart ayının 3'üncü günü eşim hayata gözlerini kapata
caktı.
187
Törende yaptığım konuşma şöyle idi:
1 88
atalarına ve tarihine layık bir inanç ve azimle, her türlüfedakarlıklara katlana
rak yapmağa, bu gibi menfur emel ve gayretleri yok etmeğe daima hazır bulu
nacaktır.
Bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da, en büyük komutandan, en
kıdemsiz ere kadar, bütün Silahlı Kuvvetlerimizin, tanı bir disiplin anlayışı
içinde; fazilet, vatan sevgisi, vazife anlayışı gibi milli karakterimizin
gerçekleştirdiği üstün niteliklerden kuvvet alarak ve Atatürk ilkeleri ile dopdo
lu olarak, devam ettirecek/eri sımrsız çalışmaların geliştirilmesi sayesinde,
daha modern ve etkili bir potansiyele ulaşacağına inanıyorum.
işte bu inanç içerisinde, benim için büyük bir değer ve mana taşıyan bu
müstesna törene huzurları ile şeref veren sayuı büyüklerime, misafir NATO
komutan/arma, değerli komutan ve silah arkadaşlarıma, sayın konuklara
saygılarımı ve en iyi dileklerimi swıuyorunı.
Tören bittikten sonra eve gittik. Kan-koca hem sevinçli hem
düşünceliydik. Sevinçli olmamız tabii ka_rşılanabilir ama düşünceli oluşumuz
pek nonnal karşılananrnzdı. Özellikle ben geleceği düşünüyordum. Memleke
tin içinde bulunduğu her bakımdan acıklı durum meydanda idi. Anarşi ve terör
dunnak bilmiyor, her geçen gün daha da tınnanıyordu.
Ekonomik durum ise tabir caiz ise felaketti. Partilerarası çekişmeler ise mil
leti bıktıracak noktaya gelmekteydi. Büyük bir yük omuzlanma yüklenmişti.
Bu makamlara gelmek için hiç de bir gayret içersinde bulunmadım. Her şey
kendi seyri içersinde cereyan etti. İzmir'de evimizi bile almış ve emeklilik
dönemini orada geçinneyi planlamıştık. Hayatım boyunca hırsa kapılmadım.
Daima kanaatkar oldum. Ama gelecekten yine ümidimi kesmedim. Elbette
Türle milleti bu zorlukları da yenmesini bilecektir dedim ve iyimserliğimi mu
hafaza ettim. Allah'a da beni bu görevimde muvaffak kılması için dua ettim. O
gece elbisemdeki apoletleri sımıa işlemeıl apoletlerle değiştirdim ve ertesi günü
7 Mart tarihinde merasimle görevime başladım.
Tabii ilk işim Silahlı Kuvvetlere bir mesaj yayınlamaktı. Daha evvel
hazırladığım mesajı aynı gün bütün Silahlı Kuvvetlere yayınlattım.
189
barış içinde mesut yaşantısımn, güzel yurdumuzda ve bölgemizde huzurun en
kudretli bekçisi olarak, gösterdiği başarılar daima şan ve şerefle amlmıştzr.
Atatürk ilkeleri ile bütünleşmiş, yüreklerinde her an O'nwı heyecamnı, mil
let ve vatan sevgisini ve bağlılığuıı duyan şerefli Türk Silahlı Kuvvetleri men
supları olarak dev/etimizin ve cumhw·iyetimizin korunması ve kollanması, mil
letimizin huzur ve mutluluğu uğrunda her türlü gayretlerimizin büyük
milletimizin geleceğinin yegane temi11atı olacağı şüphesizdir-.
Değerli Silah Arkadaşlarını,
Büyük milletimizin her zaman güven ve sevgisini kaza11n11ş, O'nwı bir
parçası olan sizlere emir � e komuta etmenin mutluluğu ve büyük sorumlu
luğwıu bilerek, bu gü11den itibaren başladığım yeni görevimin devamı
süresince, her bakımdan bana yardımcı olacağımza bütün kalbimle inanmak
tayım.
Bugüne kadar olduğu gibi, bunda11 sonra da, en büyük komutandan en
kıdemsiz er'e kadar, bütün Silahlı Kuvvetlerimizin, tam bir disiplin, fazilet,
vatan sevgisi ve vazife anlayışı içinde daha gı"içlü ve her türlü tehdidi za
manmda karşılamaya hazır daha müessir bir güce ulaşacağımıza ve bunu idame
ettireceğimize inamyorunı.
Bu şerefli ve onur verici görevi devralırken ifasmda her zaman olduğu gibi
Türk Silahlı Kuvvetleri nıensuplamwı üstün meziyetlerine ve fedak!ırlık dere
cesine varan gayret ve çalışma/arma olan güvenim sonsuzdur.
Bu inançla Türk Silahlı Kuvvetleri'nin karşılaşacağı her türlü meseleyi ve
çalışmalarım; üstün disiplin anlayışı, kanun, nizanı ve emirler çerçevesinde
çözümleyebileceğinden ve yürüteceğinden hiç şüphem yoktur.
Cumhuriyetimizin banisi ve milletimizin kurtarıcısı ulu önder Atatürk'ü ve
Türk'ün.bugüne kadar vermiş olduğu bütün şehitleri tazimle anmayı, mata/ ve
muharip gazilerimize, aziz şehitlerimizin dul ve yetimlerine ve Türk Silahlı
Kuvvetleri'nden ayrılrmş olanlara göreve başladığını şu anda şükranlarımı sun
mayı bir borç biliyor, kutsal vazifelerinizde başarılar diliyorum.
190
KARA KlNVETLERİ KOMUfANLIGINA
ORG. NURETIİN ERSİN'İN GETİRİLMESİ
KARARLAŞTIRILIYOR
İlk günler ziyaret ve mukabil ziyaretlerle geçti. İlk ziyareti 7 Mart 1 978
günü Başbakan Ecevit'le Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık bi rlikte
yaptılar. B aşbakanı Genelkurmay karargahı önünde askeri merasimle
karşıladım . Bir saate yakın bir görüşme yaptık. Boşalan Kara Kmıvetleri
Komutanlığı için 1 'inci Ordu Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin'i tek.lif ettim.
İtiraz etmeden kabul ettiler. Zira kıdemce benden sonra gelen 1 'inci Ordu
Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin'di. Onun Kara Kuvvetleri Komutanlığına
gelmesi normaldi.
1 975 ile 1976 arasında Genelkurmay İkinci Başkanlığı yaptığım için Genel
kurmaydaki konular yabancım değildi. Ancak aradan birbuçuk sene
geçtiğinden son durumu öğrenmek için j. başkanlıklarından sıra ile brifing al
mam elbette lüzumlu idi.
191
Bu arada bazı prensiplerimi karargahıma iletmem gerekiyordu. Ka
rargfilıtaki subaylarla yaptığım konuşma genel olarak şunlan kapsıyordu:
- Savurganlıktan vazgeçilecektir; Her kademedeki komutan her hususta ta
sarrufa azami riayet edecektir.
-Komutanlara hediye alınmayacak ve verilmeyecektir. Bu hediye
alışkanlığımm artık bırakmamız gerekir. Askerlikte astlık üst/ak durumu
vardır. Böyle olunca bir astın üstüne hediye vermesi, üstün de bunu kabul et
mesi hem suçtur ve hem de doğru bir hareket tarzı değildir.
- Girriğim garnizonlarda komutanlar ancak bir yemek verecek. Bu yemek de
çok basit, mümkünse tabldot yemeği şeklinde olacak. Diğer yemek paralan ve
Orduevi'ndeki yatak ücretleri mutlaka alınacak. Zira geçici görev yolluğu bu
nun için veriliyor.
- Garnizonlara gittiğimde komutanlar beni şehir dışında il hududunda değil,
garnizonda merasim bölüğü ile karşılayacak (Bugüne kadar komutanlar yollara
dii.şer bir benzinci veya boş bir yerde gelecek üst amiri bazen saatlerce bekler
lerdi. Bunu ben de yaşadığını için çok sinirlenir, eğer elime bir yetki geçerse
bu uygulamayı kaldıracağım diye kendi kendime söz verirdim. işte bugün bu
fırsat geçmişti).
- Kokteyl şeklinde ziyafet verilmeyecek.
- Emniyet mülahazası ile yollara asker dizilmeyecek. Zira bu erler saatlerce,
bazen yağmur altmda soğukta arazide kalmakta, hiç de yararı olmamaktadır.
Kaldı ki zaten Komutan arabasmm arkas111dan bir koruma aracı takip ettiği
gibi, önde de eskort aracı bulunmaktadır.
- Eğer dış garnizonlara eşimle birlikte gidiyorsam ne uğurlarken ve ne de
karşılarken çiçek verilmeyecek. (Bu çiçek verme işine oldum olasıya karşı
çıkmışımdır. Ayrılırken verilen çiçek uçakta veya otomQbilde bozuluyor. Git
tiğim yerde verilen çiçek ise Orduevi'ne götürülüyor. Orduevi11deki odaya da
esasen çiçek konuyor. O takdirde verilen bir kenara atılıyor.)
- Ankara'dan ayrılışlarınıda uğurlama için yalnız İkinci Başkan, Garnizon
Komutam yoksa Merkez Komutam ve Genelkurmay Protokol Şube Müdılrü
bulunacak, eşim de beraberimde ise ikinci Başkanın eşi uğurlamada buluna
caktır (Daha evvelki uygulamada bütün Kuvvet Komutanları, Jandarma Genel
Komutam, ikinci Başkan bulunurlar, eşli ise saydığım komutanların da eşleri
hazır olurlardı.)
- Bayramlarda tebrik kart/an ancak iki üst makama kadar gö11derilecek, aynı
garnizon içinde ve karargdh dahili11de subay ve komutanlar arasmda tebrik
kartı teati edilmeyecektir.
- Yurt dışı ve yurt içi11e kurs, gezi ve geçici görevle gönderilen personel
miktarında azami ölçüde tasarrufa uyulacaktır.
192
Bunlan da içine alan ilk 1 nolu direktifim de 17 Mart 1 978 tarihli bir emirle
Silahlı Kuvvetlere yayınlandı.
Bu konuşmam nasıl aksetti ise basında da yer aldı ve gerek Silahlı Kuvvet
ler personelinde ve gerekse kamuoyunda çok müsbet karşılandı.
Aslında ben bu konuşmamı kendimi beğendi rmek maksadıyla yap
mamıştım. Bunlara inandığım, artık birtakım yanlış gelenek ve
alışkanlıklanmızdan kurtulmamız gerektiği için yapmıştım. Başlattığım bu uy
gulamalar hemen neticesini vermedi. Yine de eski alışkanlıklar zaman zaman
tekrarlandı. Ama bugün bakıyorum da başlattığım uygulamalar meyvelerini
vermeye başladı ve hemen hemen yerleşti. Ümit ederim ki bundan sonra da
bozulmaz.
9 Mart günü saat 1 1 .00'de Cumhurbaşkanı beni kabul etti. Bir saat kadar
görüştük. Cumhurbaşkam bazı tavsiyelerde bulundu. Ezcümle Genelkurmay
Başkanlığı makam111ın iyi korunmasını, Kuvvet Komutanları arasındaki te
sanüdün bozulmamasım, basınla olan ilişkilere dikkat edilmesini, askeri mal
zeme/erin ve silahların anarşist ve teröristlerin eline geçmemesi için sıkı
güvenlik tedbirleri alınmasım , mevcut hükümette böyle bir şüphenin bulun-
·
193
l'İNCİ ORDU KOMUfANLIGINA
ORG. NECDET ÜRUG TAYİN EDİLİYOR
Uzun zamandan beri zaman zaman bir kısım basında ve sistemli olarak da
nerede basıldığı, kimin bastığı, nereden para yardımı aldığı, basıldığı adreste
arandığında verilen adreste matbaacı değil bir dükkan veya kahvehane bulunan
ve adına naylon basın dediğimiz Leninci, Stalinci veya Maocu gazetelerde Si
lahlı Kuvvetle.-imize ait çirkin yakışurmalar, sataşmalar yer almakta ve tabii
bundan sağduyu sahibi vatandaşlar gibi Silahlı Kuvvetler mensupları da büyük
üzüntü duymakta idiler.
İşte bu aleyhteki kampanyayı etkisiz hale getirebilmek ve halkın Silahlı
Kuvvetlerine olan sevgi ve saygısını pekleştirmek iÇin, Ankara, İstanbul gibi
büyük şehirlerde yurdun çeşitli yörelerindeki şehirlerimizde silah sergileri
açılmasını, halkın Silahlı Kuvvetlerimizi daha yakından tanımaları için kışlalar
da dahil olmak üzere bu sergileri gezmelerinin sağlanması emrini verdim. Bu
gibi gezileri parlamento üyelerine de sağladım. Hükümete brifing vermek sure
tiyle çektiğimiz sıkın1ılan anlattım .
194
HÜKÜMETİN ÇEK11Gi DÖVİZ SIKIN11SINI
GİDERMEK İÇİN YAPTIGIM TEKLİF
Ecevit iktidarı balayı günlerini yaşarken daha evvelce de işaret ettiğim gibi
sol ve sağ örgütler, teşkilatını gittikçe genişletmekte ve terör eylemlerini de
çoğaltmaktaydılar. Bütün kamuoyunu etkileyecek bir eylem hazırlığı
içersindeydiler. Günlük terör olaylan onların istediği ölçüde etkili olmuyordu.
Nisan ayının 1 7'nci günü istedikleri gerçekleşti. Daha evvelki dönemlerde
Adalet Partisinden ınilletvekli olup Mecliste kabadayılığı ve kavgacılığı ile ün
yapmış ve ha-len Malatya Belediye Başkanı olan meşhur Hamido, kendisine
195
postane vasıtasıyla gönderilen bir hediye paketinin elinde açılmasıyla patlayan
bombanın tesiri ile kendisi, gelini ve torunu paramparça olarak öldüğü haberi
bir bomba gibi yurt çapında çalkalandı. Bu olay yüzünden Malatya'da büyük
çapta gösteri, yağma ve dükkanları tahrip eylemleri oldu. Askeri birliklerin de
müdahalesiyle güçlükle daha büyük olayların vukuu önlenebildi. Hamido'ya
gönderilen bombalı paketler aynı anda Pazarcık ve Adıyaman'a d a
gönderilmişti. Fakat Pazarcık'ta kutuyu açmak isteyen b i r posta memuru
hayatını kaybetmiş, Adıyaman'daki ise bir tesadüf eseri patlan1an11ştı.
196
2. Erzincan-Tunceli arasındaki köprü, tünel, kayalıklara ve ev duvarlarına
yazılan yazılardan bazı örnekler;
a. 197,2 Kızı/dere intikamını alacağız
"- Dernekler kuruluş gayeleri dışında işler yapıyor. Hiçbir demek hakkında
bu yönde bir işleme tevessül edilmedi. Dernekler Kanunu ele alınarak bu ak
saklıklar giderilmeli. Polisin derneği olur mu? Bu yüzden polis iki fraksiyona
bölünmüş. Polis dernekleri kapatılmalı.
198
bağlı bütün Kolordu, Tümen ve Tugay Komutanlan ile o sene terfıe tabi bütün
albaylar iştirak ediyorlardı.
30 ve 3 1 Mayıs 1 978 günleri plan tatbikatı icra edildi. Tatbikatı müteakip
Ordunun bütün komutanlanru topladım yanımda Kuvvet Komutanlan ve Ordu
Komutanı da vardı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'dan hiç de iyi haberler gel
miyordu. Durumu, yakinen bilmesi gereken bu komutan arkadaşlarımdan
öğrenmek istiyordum. Kendilerinden bölgedeki durumu ve bunlann silahlı
kuvvetler üzerindeki etkilerini çekinmeden dile getirmelerini istedim.
Söyledikleri hiç de iç açıcı değildi. O gün, içinde yaşadığımız durumu daha iyi
aksettireceği düşüncesiyle bazı komutanlann anlattıklarını özet olarak buraya
aktarmakta yarar görüyorum:
Bir Komutan arkadaşımız şunları söyledi:
- Çıldır'da hem aşırı sağ ve hem de aşırı sol mücadeleleri devam etmekte ve
günden güne artış kaydetmekte. Bu durumdan bazı subay ve �stsubaylarımız
da etkilenmektedir. Bir yedeksubayla bir er ideolojik saplantılarından dolayı
mahkemeye verilmişlerdir.
Göle'de aşırı sol çok etkin. Şehirde bir astsubayımızı dövdüler. Dev
Gençliler, Marksist Leninistler, Maocular, TİKKO'cuların hepsi bu şehirde
faaliyetteler. Şehirdeki hemen hemen bütün duvarlar kızıla boyanmış slogan
larla doldurulmuş, yöneticiler ses çıkaramıyorlar. Göle'de bir olay olmuyorsa
buraya aşırı solun tam manasıyla hakim olmasındandır.
Ardahan'da da aşırı sol hakimdir. Ülkücüleri etkisiz ha!e getirdi-ler.
Şehirde hamallar derneği var. Fakat bunların hepsi lise ve üni-versite
öğrencilerinden müteşekkil, bu dernek DEV-GENÇ 'in yasal bir derneği duru
mwıda. Şehirde bir yedeksubay dişçiyi dövüyorlar, Alay Komutam subaylarla
birlikte olay mahalline gelince 400 kişi kadar toplan.ıp aralarında TÖB-DER'li
öğretmenler de olduğu halde "Faşist Ordu, emperyalistlerin uşakları" diye
bağırıp çağırıyorlar, taş atıyorlar.
Tevkif kararı olan ve aranan TÖB-DER'li bir öğretmen Ardahan'a tayin ed
iliyor ve öğretmen bugüne kadar tutuklanmadı.
Yine Ardahan'da 19 Mayıs törenlerinde öğrenciler sol kollarım kaldırarak
"Devrimci lise, Devrimci Use" diye bağıra bağıra geçiyorlar, kaymakam vekili
bayramlarını kutlamak için bu öğrencilerin önünden geçerken, öğrenciler yere
oturuyorlar. Cumhurbaşkanı ve Türk ulusu için üç defa sağol diye komut ve
rildiğinde bir tek öğrenci sesini çıkarmıyor.
Şeref tribünü önünden geçit resmi yapan öğrenciler "Kahrolsun faşistler"
diye bağırıyorlar.
199
Halk korktuğu için olaylarda şahitlik yapmıyor. Şehirde 10 aydır kayma
kam yok. Polisin mevcudu 12, aracı yok, silahları müessir değil. Ordu için
aşırı solcular "Kokmuş bürokrasinin kof cevizi" tabirini kul/anıyorlar.
Diğer bir Komutan şunları anlanyordu:
- Biraz evvel Ardahan, Göle ve Çıldır'da söylenenler aynen Kars'ta da
.
geçerll. Halkın askere karşı aleyhte bariz bir tutumu şimdiye kadar görülmedi.
Ancak halkın Silahlı Kuvvet mensup/arma bakışlarında yumuşak olmadığı,
içinde kin bulunduğu da gözden kaçmıyor.
Solcu kesimle, Kürtçü kesim işbirliği halindedir. Polis bölünmüş durumda,
bu yüzden 26 Nisan'daki olayları basnranıamış asker müdahale etriıek zorunda
kalmıştır. Şehrin bütün sokaklarına aşırı sol ve Kürtçülüğe ait yazılar
yazılmıştır. Bu yazılar sildirilmemektedir. Savcılar işi hafife almakta, mahke
melerpara cezalan ile işi geçiştirmektedirler.
Alparslan Lisesi, Endüstri Meslek Lisesi, Dede Korkut Eğitim Enstitüsü
aşın solun hakimiyeti alnna geçmiştir.
Başka bir Komutan arkadaşımızın anlamkları:
- Polis derneklerle bölünmüş durumdadır. Bölgede yeterli polis yoktur. Bu
bölünmüşlük yüzünden polisler birbirlerine de şüphe ile bakıyorlar. Ne acıdır
ki eski bir polis aynen "Bir zaman gelecek polis birbirini vuracak" demiştir.
Valiler ve kaymakamların büyük bir çoğunluğu pasif, savcı ve hakimlerin
çoğu ise hayatlarından korkuyorlar. Zira her �aman tehdit ediliyorlar. Bölge
yatılı okullarında tedrisat Kürtçe yapılıyor. Çünkü öğretmenlerin hepsi mahalli
halktan. Birkaç tane diğer bölgeden gelen öğretmenler ise can güvenliği ol
madığından korkuyorlar.
Bölge halkının yüzde sekseni vatanma milletine bağlı insanlar. Fakat bu
yüzde yirmi hepsine hakim olabiliyor. Zira devletin gücü zayıf
Diğer bir Komutanın söyledikleri:
- Doğu Beyazıt'ta Lise müdürü ..... solcuların baş müşevvikidir. Başka bir
yere tayin edildiği halde gitmiyor, görevine devam ediyor. On aydır kaymakam
yoktu yeni geldi.
Diğer bir Komutanın anlamklan:
- Ağrı 'da son aylarda asayiş iyice bozulmuştur. Bunun sebebi, evvelce af-
tan yararlanan memurların Ağrı vilayetine tayin edilmeleridir. Dr........... ,
200
da sağcı ve solcu olanlar dengede idi, geldikten sonra denge solcuların lehine
bozulmuş ve hadiseler de başlamıştır. Okula sağcı öğrenciler sokulmuyor.
Halk ise sokağa çıkmaya korkuyor. Geceleri sokaklar bomboş. İlçelerde Azeri
Türkleri vardır, eylemlere karışmamaktadır/ar. Halk göçe zorlanıyor. Polis
bölünmüş. Jandarmanın gücü yetmiyor. Yönetim kifayetsiz ve tecrübesiz. En
küçük bir hadisede halkı karşılarına alıyorlar. İki ay evveline kadar sokaklarda
bir tek yazı ve slogan yoktu, şimdi vilayetin duvarına dahi yazı yazmışlardır.
Bunun sebebi Eğitim Enstitüsüne alman so11 öğrencilerdir. Aşırı sol jandar
mayı da hedef almış durumdadırlar. Bir ja11darma binbaşısım taşlamışlardır.
Bölgedeki aşiretler Valiye gelmişler, kendilerinin korunmasını istemişler ve
"Eğer bizi korumayacaksamz biz kendimizi koruyacağız" demişlerdir.
•
201
Sayın Komutanım,
26 Haziran 1978 günü akşamı Em. Hv. Astsb. olan teyzemin kızının ko
cası, eşi ve oğlu ile birlikte evimize geldiler. Kendileri Mardinli olup
Eskişehir'de yerleşmiştir. Uzun müddettir görmediği akraba. ve dostlarını ziya
ret etmek üzere 20-25 Haziran 1978 tarihleri arasında Mardin'e gitmişler. Mar
din'de kaldığı sürece gördüğü ve duyduğu hususlardan çok endişe ettiğinden
bun/an Konıuıanlarımıza duyurmak üzere ha.na anlam.
Özet olarak;
1 . Mardin tamamen aşm Mao ve Lenincilerin hakimiyetinde. Bu kisve
altında Kürtlerin faaliyette bulunduğunu,
2. Duvarlarda ve çeşitli yerlerde orak, çekfç ve kırmızı bayrakların olduğu,
ayrıca 1 Mayıs'ın Kürt bayramı olduğunu belirten yazıların bulunduğunu,
3. Evlerde, ordumuzda bulunmayan tipte, modern silahların bulunduğunu
ve değerlerinin 3040.000 Ti. olduğu. Bunların ne yapılacağı sorulduğunda
bayramımızı bekliyoruz, verilecek işaretle silahları kullanacağız, müstakil dev
let kuracağız. Senelerce T.C. bizi ihmal etti, bundan sonra biz kendimiz daha
iyi hayat kuracağız, dediklerini,
4. Akraba.lan tarafından gece sokağa çıkmamaları ve yatarken pencereleri
açık bırakmama/an tembih edilmiş. Hemen hemen her gece birçok silahın
atıldığını ve bir serseri kurşunun kendilerine isabet edebileceğini,
söylediklerini,
5. TRT'nin TV yayınının izlenemediğini ve devamlı olarak Suriye televiz
yonunun izlendiğini. Suriye'nin de televizyonu propaganda aracı olarak kul
landığını; Türkler diğer memleketlerden para dilenmekte/er, çokfakirler, sizleri
her zaman olduğu gibi ihmal etmekteler, onlardan size/ayda yok gibi devamlı
sözler söylediklerini,
6. Geçenlerde Adana'da ülkücüler tarafından bıçakla öldürülen (Fethi veya
Fevzi) Maocu Eğitim Enstitüsü öğrencisinin cenaze töreninde Diyarba�ır, Siirt
civardan gelenlerle 5-6QOO aşırı solcu öğrenci grubunun Mardin'e geldiği, ce
naze namazını kıldırmayıp imamı bir kenara iterek, büyük şehidimiz için dikkat
komutu ile kollarını havaya kaldırdıkları ve cenazenin mezara konulmasında da
kefenin sol tarafını yırtıp sol kolunu dışarıya aldıktan sonra gömülmesine izin
verdikleri, imamın böyle şey dinimizce gereksiz olduğu ve dua edeceğini
söylemesine rağmen, dinlemediklerini, anne ve babasının müdahalesi ile son
defa çocuklarının yüzünü görmesini istemelerini kabul etmedikleri ve ayrıca
anne ve babasını dövdüklerini, artık senin çocuğun değil, bizim büyük dav
amızın şehididir, dediklerini,
7. Mardin'in her an patlamaya hazır bir ba.mba durumunda olduğu ve ak
rabalarının ısrar etmelerine rağmen dahafazla kalamadığını, belirttiler.
Arz ederim.
202
Yine 1 5-26 Haziran 1 97 8 tirihleri arasmda Trabzon-Erzincan-Tunceli
Elazığ-Diyarbakir-Urfa-Gaziantep bölgelerinde denetleme yapan bir Harita
Mühendis Albay'ın verdiği rapordan bazı örnekler.
203
- Kürt milli marşı diye bir marş toplu olarak okunabilmekte.
204
subaylara bu gibi hadiselerde görev yaptırmak bir mesele olacaktır. Hakimler
müracaatlara başlamıştır. Gerekli tedbiri aldırdım fakat bu böyle devam ede
mez. Çok mektup ve telgraf alıyorum.
205
kaçak malzemenin kaçırılabileceğini, bu lxıkımdan resmi araçlann da aramaya
tabi tutulmasını, şiddet olaylarını tek yanlı olarak değerlendirdiğimizi, aşırı sol
cuların ve Kürtçülük konusu üzerine en çok kendisinin gittiğini, halkla
konuşurken bu şekilde slogall atanların, pankart taşıy(lnların üzerine
çtlldnmeden yürüdüğünü, son Oll yılda dünyada etnik bölünmelerin başladığını
misaller vererek dünyada böyle olunca bizde de bu gibi hareketlerin olacağını,
evvela Arapların birleşmesini önlemek için batılı ülkelerin Kürtçülüğü teşvik
ettik/erilli, Amerikanuı da bir zamanlar Kürtçü unsurları tahrik ettiğini .ve bu
hususu Kissinger'e söylediğinde, "Evet bir zamanlar biz de bu teşviki yaptık,
fakat şimdi yapmcyoruz, artık aynı hataları işlemiyoruz" dediğini, 1974 'ten
sonra Künçülüğün ayrı bir boyut kazanarak Rumlar ve Ermenilerle işbirliği
yapaklarını söyledikten sonra şöyle devam etti: Bu hükiimeti çekemeyenler ev
vela ekonomik krizi at/atamayacağımızı yazdılar. Arkasmdan dış problemleri
hal/edemeyeceğimizi söylediler. Bunlarda muvaffak olamayınca şimdi de or
duya el atalar. Ordunun evvela Haziran'da sonra da 30 Ağustos'ta bir muhtıra
vereceğini yaymaya başladılar. Bu sinir harbinde ordunun sağlam durması
lazımdır.
Diğer taraftan sağdan gelen tehlikenin de küçümsenmemesi gerektiği ka
naatuıda olduğunu, sol görünüm alnnda sağ eylemler görülmüştür.fakat sağ
görünüm alnnda sol eylemler olmamışnr, dedi.
İstihlxırattaki aksaklıkların giderilmesi için de Başbakan Yardımcısı Faruk
Sükan'ın lxışkanlığında bütün istihlxırat ünitelerinin bir araya gelmesi halinde
haberlerin daha doğru ve çabuk alınabileceğini, bu bakımdan bu ünitenin
süraıle kurulmasını istediğini sö�ledi.
Emniyetin de süratle teşkilatlanmasını, polise lise tahsilinden daha az tahsil
seviyesinde olanlarm alınmamasını, Toplum Polisinin yararlı olmadığım
değiştirilmesi gerektiğini, bütün işlerimizi demokratik usuller içerisinde
çözünılememizi, ülkemizin batı ülkeleri nezdindeki saygınlığının demokratik
bir idare ile yönetilmemizden geldiğini sözlerine ilave etti. (*)
Göıüldüğü gibi bir taraftan aşın uçlara mensup militanların eylemleri, diğer
taraftan bölücülük hareketleri ve bunların sonucu yurt çapında silahlanma
bütün yurt sathını sarmaya başlamış ve özellikle güneydoğu bölgesinde korku
lacak boyutlara ulaşmıştı. Acil tedbirler alınmadığı takdirde olayların
önlenmesi mümkün olamayacağı anlaşıhr olmuştu. Başka ülkelerde de etnik
hareketlerin olması bizde olanları mazur gösteremezdi. Batı ülkeleri nezdinde
206
saygınlığımız artacak diye ülkenin bir kan gölü haline getirilmesine ve
bölünmesine de herlıalde göz yumulamazdı. Demokratik sistem içerisinde de
birçok kanuni tedbirlerin alınması mümkündü. Anayasamız da bu gibi tedbir
lerin alınmasını önlemiyordu.
Başbakan Ecevit silah aramasına bir türlü rıza göstermiyordu. Sebep olarak
da jandarmanın bu aramalarda halka kötü muamele yapmasından kuşku duy
duğunu söylüyor ve evvelce Irak'ta B arzani'nin Kürt ayaklanma hareketini
başlatmasına rağmen Türkiye'de böyle bir harekette bulunulmamasını, bizdeki
demokratik idarenin mevcudiyetine bağlıyordu. Ben ise kendisine aynı ka
naatte olmadığımı, eğer biz de bugüne kadar böyle bir harekette bulun
madılarsa, bunun sebebinin o bölgede güçlü bir ordumuzun bulunmasıdır, an
cak zayıf bir zamanımızda durumun ne olacağının iyi düşünülmesi gerektiğini
söylüyordum. Bu konu üzerinde fikirlerimiz ayrılıyordu.
Ecevit yapı itibarıyla çok kibar, insancıl ve şair ruhlu bir kimse,
kötülüklerden ve sertliklerden daima kaçınan bir tip. Nitekim 1 9 Mayıs Stad
yumunda Silahlı Kuvvetler günü dolayısıyla yapılan bir gösteri sırasında
Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayına mensup atlı birliğin subayları gösterilerini
bitirip kapıdan çıkacakları sırada bir at düştü, süvarisi olan yüzbaşı da tabii atla
birlikte yere yuvarlandı. Ben bu olayı herlıalde asker oluşumun etkisi ile gayet
normal karşılarken, Ecevit heyecanlandı. Acaba bir şey oldu mu diye yerinde
rahat edemedi. Ben de haber gönderterek durumun öğrenilmesini emrettim:
Biraz sonra gelen bilgiden hiçbir şey olmadığı anlaşılınca rahat etti. Aslında bu
takdir edilecek bir haslet. Ancak devletin varlığına kasdedilecek durumlar
karşısında devlet adamlarının bütün yumuşak davranışları bir tarafa bırakarak
devletin varlığı için her türlü tedbirleri alabilmeleri gerekir. Silah aram ası
yapılır, eğer kötü muamele yapacaklar olursa onların da cezalan verilir. Peşin
kararlılıkla jandarmanın kötü muamele y apacağını kabul edip bunu
yaptırmamanın doğruluğuna ben şahsen inanmıyorum.
200
BRÜKSEL'DE YAPILAN SHAPEX TATBİKA11
VE ASKERİ KOMİTE TOPLANTISINA KATILIYORUM
B rüksel dönüşü takip eden gün ve aylarda yurr sathındaki olaylar gittikçe
tırmanış göstermiş ve mevcut polis teşkilatı ile bunları önlemek mümkün ola
mamıştı. Daha evvel de izah ettiğim üzere, polis dernekler vasıtasıyla birbirine
karşı iki kampa ayrılmı ştı. Bu acı d u rum Milli Güvenlik Kurulu
Toplantılarında asker kanat ve Başbakan Y arclımcıları Turhan Feyzioğlu ve Fa
ruk Sükan tarafından acı bir şekilde dile getiriliyordu. Bunun neticesi görüldü
ve nihayet 5 Temmuz 1978· günü her iki demek Ankara Valiliğince kapatıldı.
Ancak yapılan işlem kanuna uygun değildi. Belliydi ki bu karar zevahiri kur
tarmak için alınmıştı. Nitekim dernekler Danıştay'a müracaat ettiler ve 1 6 Tem
muz günü Danıştay'ın verdiği kararla bu dernekler tekrar faaliyete geçtiler.
Siyasi parti liderleri de boş durmuyor, hemen hemen her gün bir veya ikisi
beyanat veriyordu.
208
"Hükünıet ayakta durdukça anarşiyi körükler, ona cesaret verir. Ecevit
hile, entrika ve desise ile ele geçirdiği bugünkü ayıplı hükümetin memleket
meseleleri a/tuıda ezilmesinden dolayı feryat ediyor. "
"Her geçen gün bir önceki günü arattyor. Her şey beceriksiz ve devlet idar
esini bilmeyen bir hükümet tarafından çok kötü bir hale getirilmiştir. Bu
hükünıete omuz verenler her gün birçok vatandaşmıızm hayatına mal olan
anarşiye, her gün ardı arkası kesilmeyen soygunlara, her gün hayatı çekilmez
hale getiren pahalılığa, işsizliğe, zulüm haline gelen partizanlığa omuz veımek
tedirler. İşlenen bunca soygwıwı failleri meçhuldür. Kim ne yaparsa yamna
kar kalıyor. İktidar hırsı, bugünkü Halk Partisi yönetimini "Benden sonra tu
fan" politikasına itmiş, her ne pahasına olursa olsun hii.kümette kalabilmek için
öğrenciyi bölmüşlerdir. Öğremıeni bölmüşlerdir. İşçiyi bölmüşlerdir. Polisi
bölmüşlerdir. Rejim düşman/arma, devlet düşman/arma arka olmuşlardır. On
ları masum, devleti suçlu saymışlardır. "
Bu beyanatı veren aynı Demirel 1979 sonunda hükümeti devir alacak, yine
aynı bölünmüşlükler sürecek. yine faili meçhul cinayet ve soygunlar devam
edecek, yine partizanlık yapılacak, cinayetler çok büyük boyutlara eriştiği
halde kılını kıpırdatmayacak, gensoru önergesi ile evvela İçişleri Bakanını. ar
kasından Dışişleri B akanını düşürecekler, sıra diğer bakanlara gelecek,
hükümette kalabilmek için bütün bunlan kabullenecektir.
Ağustos ayına geçmeden temmuz ayı içerisinde cereyan eden anarşik olay
larda hayatını kaybedenlerle yaralananlarrun adedini vennek istiyorum;
200
Temmuz ayında 678 olay olmuŞ, 57 kişi hayahnı kaybetmiş, 4 74 kişi de
yaralanmıŞbr.
Temmuz 1978 ayma gelinceye kadar bu sene içinde cereyan eden anarşik
olaylarda hayabnı kaybedenlerle yaralanan vatandaş sayısı da şöyle idi;
AGUSTOS 1978
HAVA KUVVETI.ERİ KOMUfANININ
DEGİŞMFBİ
2 10
hatta bazı milletvekillerince Silahlı Kuvvetler mensuplarına Mecliste yapılan
sözlü saldın ve sataşmalara cevap vennek ve subay, astsubaylann morallerini
takviye etmek maksadıyla bu günden istifade ederek aşağ ıdaki emri
yayınladım:
21 1
min ederim senin kuvvetin, imanuı bütün dünya milletlerinin ordularını
aşmaktadır. "
Bilindiği üzere dünya uluslamım çıkarları veya çıkar çatışmaları , onları bir
birine yaklaştırmakta veya uzaklaştırmaktadır. Uluslarm güç birliği yapma
larmda, onlara yönelik tehlikeler kadar çıkarlar da rol oynamaktadır. 1974
212
yılmda haklı ve meşru nedenlerle uygulanan Kıbrıs Barış Hare/aıtı'ndan doğan
dış olaylar ve ittifak içindeki dostlarımızm davranışları, Silahlı Kuvvetlerimi
zilı muharebe gücünü etkilemekten geri kalmamıştır. Bu dönemdeki olaylardan
aldığımız derslerden anlaşılmıştır ki, ulusal varlığın güvence içerisinde bulun
durulması çareleri yine ulusal varlığın içindedir. Dost dayanışmalar içinde de
olsa; ulusal yapıya uygun bir Savunma Konsepti ve Savunma Sanayii gerekli
ve hatta zorunludur.
Türk Ulusu geçmişte örnekleri görüldüğü gibi, ulusal varlığını ve benliğini
koruma Jaıvramımn gurur veren özveri a11layış11ıı göstermiştir. Esasen Silahlı
Kuvvetlerimizin başlıca güç kaynağı da budur. Büyük önder ATATÜRK, Si
lahlı Kuvvetlerini niteleyen bildirilerinin birinde, şöyle demişlerdir:
"Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve Jaıbiliyetinin, Türk vatansever
liğinin çelikleşmiş bir ifadesidir. " Türk Silahlı Kuvvetleri, dün olduğu gibi,
bugün de bu iltifata layık güçte ve yetenektedir. ATATÜRK'ün gösterdiği yol
da ve onun ilkeleri doğrultusunda, Cumhuriyetimizin ve Demokrasimizin ko
ruyucu bekçiliğbıdedir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Son zamanlarda
dünyamn birçok ülkesinde görülen anarşik olayların bizde de görülmesi, Mil
letimizi bedbinliğe uğratmasın. Silahlı Kuvvetlerimiz varoldukça,
ATATÜRK'ün kurduğu ve bizlere emanet ettiği bu Cumhuriyeti yıkmağa kim
senin gücü yetmeyecektir. Çünkü bu orduyu ve milleti en iyi anlayan ve
tanıyan ATATÜRK "Memleketini en buhranlı ve müşkül anlarda zulümden,
felaket ve musibetlerden ve düşman istilasmdan nasıl korumuş ve kurtarmış
isen; Cumhuriyetin bugünkü feyizli devrinde de askerlik tekniğinin bütün
modern silah ve vasıtaları ile mücehhez olduğun halde vazifeni aynı bağlılıkla
yapacağma hiç şüphem yoktur" diyerek bu itimadım belirtmişlerdir.
Değerli Silah Arkadaşlarım,
Silahlı Kuvvetlerimizin bu mutlu yıl dönümünde, başta Büyük Kur
tarıcımız ATATÜRK olmak üzere, bu kutsal vatan uğrunda hayatlarını /eda
eden ve bizlere bugünleri gösteren aziz şehitlerimizi tazimle anar, malül ve mu
harip gazilerimizle, şehitlerimizin dul ve yetimlerine, Silahlı Kuvvetlerimizin
değerli mensup/arma ve onun saflarından ayrılmış olan tüm emeklilerine en
derin şükranlarımı, sevgilerimi ve saygılarımı sunarım.
213
30 AGUSTOS DOLAYISIYLA
BİR DERGİYE VERDİGİM BEYANAT
2 14
gitmek kaçınılmaz olacaktır. Esasen bu konuda, göreve başladığım günden
beri çalışmalar sürdürülmekte ve bir kısım tasarruf tedbirleri alınmış bulun
maktadır. Bununla beraber, Türk Silahlı Kuvvetlerinin tarihi, en güç şartlar
altında dahi yüksek moral ve disiplini sayesinde kazanılmış birçok zaferlerle
doludur. Silahlı Kuvvetlerimizin kendisine verilecek her türlü görevi en
mükemmel şekilde yerine getireceğinden asla şüphem yoktur.
2. Soru: Sağlık personeli için çıkarılan tam gün çalışma yasasının, Silahlı
Kuvvetlerdeki diğer personel tarafından olumlu karşılanmadığı söyleniyor. Bu
konudaki görüşleriniz nelerdir?
2 . Cevap: Sağlık personeli için çıkarılan tam gün çalışma yasasının,
meclise verilen bir önerge ile Silahlı Kuvvetler Sağlık Personeline de uygulan
ması, yaratacağı ayrıcalıkla subay ve astsubaylar için huzursuzluk kaynağı ola
caktır. Düşününüz ki, daha güç şartlar altında nöbet tutan bir subay ve astsu
bay ücret almayacak, diğer taraftan aynı garnizonda konforlu bir binada nöbet
tutan sağlık personeli ücret alacaktır. Yine aynı garnizonda gece eğitimine
çıkan veya fazla mesai yapan subay ve astsubaylar hiçbir ödenek almazlarken,
sağlık personeli alacaktır. Aynı mahrumiyet bölgesinde bulunan bu iki sınıf
subay ve astsubayların mahrumiyet yeri ödenekleri de birbiri ile
kıyaslanamayacak kadar farklı olacaktır. İşte bu gibi ayrıcalıklar, Silahlı Kuv
vetlerimizin morali üzerinde olumsuz etkiler yapar. Bunu telafi için,
önümüzdeki yasama döneminde. Parlamentoya bünyemize uygun bir kanun
tasarısı göndereceğiz. Bu kanunun bu dönemde çıkarılması, Silahlı Kuvvetleri
huzura kavuşturacaktır.
3. Soru: Dört yıla yakın süren silah ambargosu kalkarken Silahlı Kuvvetle
rin eksiklerinin nasıl tamamlanacağını düşünüyorsunuz? Bu konuda Türk
Savaş Sanayi inin kurulması hususunda yapılan g i rişimleri nasıl
değerlendiriyorsunuz?
3 . Cevap: NATO ittifakı kurulmasında öncülük yapan AB D'nin, dört
seneye yakın bir zamandan beri TÜRKİYE'ye büyük bir inatla ve şuursuzca
uyguladığı ambargonun Silahlı Kuvvetlerimize ve özellikle Hava Kuvvetleri
mize etkileri elbette olmuştur. Ambargonun kalkması. bir yönüyle, temininde
güçlük çektiğimiz bir kısım yedek parçanın alımında kolaylık sağlayacaktır.
Ancak ABD hibe şeklindeki yardımı yürürlüğe koymadıkça ve döviz dar
boğazı devam ettiği sürece sağlanacak silah ve malzemenin alımında, yine
müşkülatla karşılaşılacaktır. Vaktiyle yapılan hataların cezasını şimdi bizler
çekiyoruz. NATO'ya girmeden önce, o zamana göre fena sayılamayacak harp
sanayiimiz mevcuttu. Amerikan yardımı başladıktan sonra, sanki bu yardım
sonsuza dek sürecekmiş gibi, Harp Sanayiimiz ile uğraşan fabrikalarımızın
kapısına zincir vurduk veya başka maksatlarda kullandık. Bir zaman geldi ki,
ABD askeri yardımı durdu; fakat, ABD menşeli olan bu silah ve araçların ida-
2 15
mesi için milli bütçeden yedek parça almağa devam etmek zorunda kaldık.
Öyle zannediyorum ki, Amerikan ordusunun elinden çıkarıp bize hibe şeklinde
verdiği bu silah ve araçların fiyatı kadar parayı bugün, onların yedek
parçalarına ödemekteyiz.
Bu dört senelik ambargo bize çok şey öğretti, bizi kamçıladı. Bugün birçok
yedek parça ve malzemeyi kendi fabrika ve atölyelerimizde imal edebiliyoruz.
Türle mühendis ve işçilerinin kendilerine imkan sağlandığında çok büyük işleri
başarabildiğini bizzat yerinde yaptığım incelemelerde gördüm. Bu bakımdan,
bir an evvel yerli harp sanayiimizin geliştirilmesinde büyük yararlar
görmekteyim. Kimseye fazla güvenilmemesi gerektiği, bu ambargo olayı ile
büsbütün su yüzüne çıkmıştır.
4. Soru: TÜRKİYE'nin tüm ulusça çok ağır bir ekonomik dar boğazdan
geçmekte olduğu günümüzde Silahlı Kuvvetlerin yurt sorunlarınm çözümüne
katkısını nasıl görüyorsunuz? Asli savunma görevi ihmal edilmeden yapılacak
önemli işler hakkında açıklan1ada.bulunur musunuz?
4. Cevap: Bir ulus çok ağır bir ekonomik darboğazdan geçerlcen bu krizin
en kısa zamanda atlatılabilmesi için, bütün kuruluşların ve bu arada tabii Si
lahh Kuvvetlerin de yardımcı olması kaçımlmaz bir zarurettir. Aksi halde, ulus
o ekonomik kriz içerisinde boğulur gider. Tabii onunla birlikte, bağrından
çıkmış Silahlı Kuvvetlerin ayakta durması da mümkün olmaz. Silahlı Kuvvet
lerimiz, etkinliğine zarar vermeden ekonomiye bazı katkılarda bulunabilir.
Örneğin; NATO'nun yaptığı boru hatlarından yurt çapmda faydalanma; bunu,
diğer bir kısım NATO ülkeleri de uygulamaktadırlar. Boru hattının boş kapasi
telerinden faydalanma, Silahlı Kuvvetlere zarar vermez. Esasen bu konudaki
çalışmalara dört sene evvel başlanılmıştı.
Keza, halen Silahlı Kuvvetlerin elinde bulunan bir çok hava alanlarımız
v ardır. Bu alanların bir kısmmda şimdiye kadar kuru ziraat yapılmakta idi,
yazın otların ve mahsülün, ufak bir ihmal sonucu yanması suretiyle hava mey
danlarındaki tesisleri tehlikeye sokmasını önlemek ve aynı zamanda yurt eko
nomisine daha fazla katkıda bulunmak üzere, buralarda sulu ziraatın yapılması
için Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile prensip anlaşmasına varılmıştır. Bu
işbirliği de, Silahlı Kuvvetlerin gücünü azaltmaz bilakis hem yurda hem Silahlı
Kuvvetlere faydalar sağlar.
Türk Silahh Kuvvetleri evvelce olduğu gibi , yurdumuzun ağaç
landırılmasında ve orman yangınlarının söndürülmesinde de her zaman
yardımcı olmaktadır.
Bunlar sayabildiğim birkaç örnektir. Gerektiğinde kendi eğitimimize ve
muharebe gücüne zarar vermeden diğer alanlarda da ekonomiye katkıda bulun
mak mümkündür.
216
; . Soru: Ülkenin içinde bulunduğu tedhiş ortamı içinde Silahlı Kuvvetlerin
bütün tahrike rağmen sağukkanlılığını muhafaza ederek. olaylan yakından iz
lemesi, en üst kedemedeki sorumluların anayasal görevlerine Milli Güvenlik
Kurulu içinde devam etmeleri sizce ordunun günlük siyasi olayların dışına
çıkmış olduğunun işareti olarak kabul edilebilir mi?
217
tanıma olanağına kavuşacak, ona olan güveni bir kat daha artacak ve bu sure
tle, bazı kötü niyetli, milleti bölücü çevrelerin yaymaya çalıştığı gibi, Türle Si
lahlı Kuvvetlerinin yalnız tüketici değil, aynı zamanda üreticiliği ve eğiticiliği
ile yurt kalkınmasına ve ekonomisine katkıda bulunduğu da yerinde ispat
lanmış olacakbr.
EYLÜL 1978
Ağustos ayını da geride bırakmış, .Eylül ayma girmiştik. Anarşi ve terör bir
türlü azalmıyor, aksine çoğalıyordu. Ağustos ayında yurt sathında 768 olay
cereyan etmiş, bu olaylarda 60 kişi ölmüş, 630 kişi de yaralanmıştı.
218
Basın da bir başıboşluk içerisinde ve özellikle kimin tarafından çıkartıldığı,
nereden beslendiği bilinmeyen naylon basın dediğimiz bir kısım gazete ve der
giler açıkça komünizm propagandası yapmakta, devletin emniyet teşkilatında
görev almış kişileri resimleri ve ev adresleri ile açıklamakta, yurdumuzun
çeşitli yörelerinde Silahlı Kuvvetlerimiz tarafından yapılan tatbikatları bile yöre
halkı üzerinde bir baskı aracı niteliğinde takdim ederek, bu gibi tatbikatları
faşist usulü gösteriler şeklinde takdim edebilmekte, ordunun çeşitli kademele
rinde şerefle hizmet etmiş komutanlara iftiralar yağdırabilmekte, 12 Mart
döneminde sıkıyönetim komutanlığı yapmış komutanlarla subayları tahkir ede
cek şekilde yazı ve fotoğraflarını neşredcbilmekte ve Ankara'nın en kalabalık
ve işlek yeri olan Kızılay'da duvarlara bu generallerin büyük boy fotoğraflan
asılarak faşistlikle suçlanabilmekte ve işin acı tarafı bu asılan fotoğrafların in
dirilip indirilemeyeceği tartışılabilmektc ve sonunda benim müdahalemle Mer
kez Komutanlığı vasıtasıyla indirilmektedir.
Eylül ayına girdiğimizde Sivas olaylan patlak verdi. Yine alevi sünni
çatışması şeklinde cereyan eden toplumsal olaylar sonucu l OOO'den fazla
işyeri ve bina tahrip edildi. 1 2 kişi öldü, l OO'e yakın vatandaş da yaralandı.
Askeri birliklerin de müdahalesi ile olaylar zorlukla basurılabildi.
219
LİBYA SEYAHATİM
220
Merasim gece yansını bir saat geçtikten sonra sona erdi.
Feyzioğlu'nun isti fası ile Ecevit hükümetinin ilk yarayı almış olduğuna
değinmiştim. Bu yarayı, müteakip yaraların takip edeceği muhakkaktı . Zira ne
anarşi ve terör duruyor ve ne de ekonomik durum düzeliyordu. Her ikisi de
kötüye ginnekte ve iyileştirme girişimleri de görülmemekte idi. İktidarda kala
bilmek için Ecevit birçok tavizi daha hükümetin ilk kuruluşunda veml iş ve bu
tavizlerin arkası da kesilmemişti. Bir oy bir oydur felsefesinden hareketle Mar
din B ağı"m sız milletvekili olan ve bölücülerle işbirliği yaptığı söylenen
Şerafettin Elçi'ye Bayındırlık Bakanlığını vermiş ve o da Bakanlığı kendi yan-
22 1
daşlarıyla doldurmuş ve bakanlıkta Kürtçe konuşmalar başlamıştı. Fevzioğlu
bunları bildiği gibi, Faruk Sükan da biliyordu. Ayrıca Gümrük ve Tekel Ba
kanı Tuncay Mataracı ile Sosyal Güvenlik B akanı Hilmi İşgüzar'ın suistimal
dedikoduları ayyuka çıkıyor ve hiçbir işlem yapılmıyordu. Böyle bir
hükümetin elbette uzun ömürlü olacağı beklenemezdi.
222
Kuvvetleri'ni yasa dışı birtakım tertipler içinde gösterme çabaları dikkati
çekmektedir. Her gün artan bir dozla devam eden bu yayınlar, giderek kişisel
isnatlardan Silahlı Kuvvetler içinde yaia dışı organize birtakım güçlerin varlığı
iddiasına ve bunun himaye gördüğü şeklindeki bir tırmanışa dönüşmüştür.
223
Bu yayınlar aleyhine açılmış bulunan davaların, bağımsız yargı organ
larınca en isabetli çözümlere ulaştırılacağında11 şüphe yoktur. Silahlı Kuvvetle
rin vakur sessizliği kendisine, yasalara ve anayasal kuruluşlara ola11
güveni�ıden kaynaklanmaktadır.
Büyük Atatürk'ün kurduğu Türk Silahlı Kuvvetleri, O 'muı emaneti olan
Türkiye Cumhuriyeti'ni böldürmeyecek ve o'nu bir avuç maceracıya teslim et
meyecektir.
Ulusumuzu11 bölünmez bir parçası olan Türk Silahlı Kuvvetleri, Büyük
Türk milletinden aldığı destekle her zamanki11den daha güçlüdür. O 'nu
alışılagelmiş baskı metod/arıyla görev yapamaz duruma düşürmeyi kimse
başaramayacak ve buna kimsenin gücü yetmeyecektir. Dün olduğu gibi,
bugün de Türk Silahlı Kuvvetleri, ulusunu11 , tarihin enginliklerinde11 gele11
meşru'iyet bili11ci11i11 e11 büyük güvencesi olmakta devam edecektir.
Bu vesile ile hepinize kutsal vazifeleri11izde başarılar diler, emrin en küçük
birliklere kadar ulaştırılnıasım rica ederim.
Bu mesajda da görüleceği üzere, Silahlı Kuvvetler mensuplarının oynan
mak istenen oyuna gelmemesi ve demokratik sistemin yaşatılması için her türlü
gayretin sarf edilmesi gereği dile getirilmiştir.
Ekim ayına geçmeden eylül ayında cereyan eden anarşik olaylarda
Türkiye'nin çeşitli yörelerinde hayatlarını kaybeden vatandaşlarla yaralanan
vatandaşların miktarını açıklamak istiyorum.
Eylül 1978'de 434 olayda 93 ölü, 633 yaralı verilmiştir.
Anarşi ve terörün önlenememesinden hükümet de tedirgin ve htızursuz. Bir
şeyler yapmak istiyorlar fakat tarafsız davranamıyorlar. Bunlarla mücadele
edecek olan istihbarat ve emniyet kuvvetlerinin daha etkili hale getirilmesi için
her türlü desteği sağlayamıyor. Diğer bakanlık ve kuruluşların bütçelerinden
aktarma yaparak bunları güçlendiremiyor. İngiltere'den uzmanlar getirtiyor,
ancak onların tavsiyelerini yerine getiremiyor. En mühimi de kanuni bazı zecri
tedbirleri alamıyor. Özel mahkemeler kurduramıyor. Zamanla bu durumun
düzeleceğine inanmış daha doğrusu bu urmanışı Türkiye'nin bir numaralı me
selesi olarak görmüyor.
224
ASKERİ KOMİTE TOPLANTISI
NORVEÇ VE DANİMARKA GEZİSİ
EKİM 1978
225
ECEVİT VE ERBAKAN'IN TALİHSİZ BEYANATI
Bu arada Avrupa Konseyi "İnsan Hakları ihlal edi.liyor" diye hükümetin sa
vunmasını istemiştir. İnsan haklarını, demokrasiyi, hürriyeti hiçbir zaman
ağzından düşürmeyen Ecevit hükümeti zamanında; Avrupa Konseyinin
Türkiye'de insan haklan ihlal ediliyor diye yaygarayı basması garip bir tesadüf
değil midiı'?
Partiler arasındaki çekişmeler ve karşılıklı suçlamalar öyle bir hal aldı ki he
men her gün televizyonda, radyoda, basında iktidar muhalefet kavgasını
görmek adet haline geldi. Yanın yamalak bir destekle ayakta durmaya çalışan
yamalı bohça durumundaki Ecevit hükümetinin Türkiye'nin geçirmekte olduğu
zor günlerin ve şartların üstesinden gelmesi mümkün görülemiyordu. Biz de
zaman zaman aramızda yaptığımız değerlendirmelerde artık iki büyük parti
olan Cumhuriyet Halk Partisi ile Adalet Partisinin biraraya gelerek koalisyon
kurmalarının ve böylece bu ağır sorunların alundan . kalkmalannın doğru ola
cağını dile getirdik. Bu kanı, yavaş yavaş kamuoyunda da belirmeye başladı.
Bunu evvela 28 Ekim'de Türle İş dile getirdi ve "Cumhuriyet Halk Partisi
Adalet Partisi ortak hükümet kurmalıdır" şeklinde basına aksettirdi. Cumhur-
226
başkanı Korutürk de 29 Ekim'de "Partilerin biraraya gelmesi gerekir" demek
suretiyle bu birleşmeyi ima yoluyla komuoyuna duyurdu.
29 EKİM MFSA.JIM
227
doğu Anadolu bölgesinde yapılanları ele alarak, sözde bu tatbikatların o bölge
halkımızı yıldırmak kasdini taşıdığını yazmaya çalışmakta ve hizmet ettikleri
maksadın somut delilini teşkil eden bu davranışları dikkatimizden
kaçmamaktadır.
Dü11yanın hiçbir yerinde, hiçbir gazete ve yayın organımn, yurt savun
masını yüklenmiş Silahlı Kuvvetlerini hedef alan böylesine maksatlı yayınlar
yaptığı görülmemiştir. Öyle inamyorum ki bu, Anayasanın kendilerine verdiği
hudutsuz hürriyeti11 kötü amaçlarla kullamlmasıdır ve beğe11dikleri,
değiştirmeye özendikleri rejim o11lara bu engin hürriyeti sağlamaktadır.
Vatamn her karış toprağının ne kadar kutsal olduğunu, bu gibi bölücülerden
çok iyi bilen ve onlara bu menfur amaçlarını gerçekleştirme fırsatım vermem
eye kesin kararlı olan Türk Silahlı Kuvvetleri, böyle boş tehdit ve iftiralara
aldırış etmeden, memleketin her köşesi11de yıllardan beri yapmakta olduğu bu
tatbikatları, yeri ve ko11usu hakkında bu ve benzeri unsurlardan izin almaya ge
rek görmeden icraya devam edecek ve yurt bütü11lüğüne, ulusal
bağımsızlığımıza göz dikenlerin daima karşısında ve onları yok etmeye hazır
olacaktır.
Yüce Türk ulusu, Cumhuriyet yönetimine, birçok safhaları ve tecrübeleri
aşarak kavuşmuştur.
Halkımızı, bu yönetim şeklinden bezdirerek, özledikleri totaliter rejimi ge
tirmeye çalışanların oyunlarına kapılmamak hepimizi11 başlıca görevimiz ol
malıdır. Yanlış yolda olanların da yakın bir gelecekte Ulu Atatürk'ü11 çizdiği
yolu bulma/arım ümit etmek isteriz.
Bir kısmını yukarıya aldığım bu mesajı yayınlamamın sebebi şu idi: Daha
evvel de değindiğim gibi her geçen gün Silahlı Kuvvetleri pasifize etmek için
ona saldınlar çoğalmakta ve buna hükümet kanadından bir reaksiyon
gösterilememekteydi. Bu husus Silahlı Kuvvetlerin büyük bir çoğunluğunu ra
hatsız ediyordu. Bunun adı basın hürriyeti olamaz. Ülkenin savunmasını
üstlenmiş bir güce tatbikat yapıyor diye adice saldın yapılamaz. Yapılırsa ya
panlar hemen gerekli cezaya çaıptınlmalıdır. Silahlı Kuvvetlere sahip çıkan ol-
•
mazsa, elbette Genelkurmay Başkanı olarak ben çıkacaktım.
228
KASIM 1978
Kasım ayı da aynı minval üzere geçti, değişen hiçbir şey yok. Değişme
emareleri de yok. İktidar olayların üstesinden geleceğine inançlı, muhalefet ise
olayların devam etmesinden ve hatta çoğalmasından memnun. İktidarın biran
evvel iktiqardan uzaklaşmasını dört gözle bekliyor.
Atatürk'ün ölümünün 40'ıncı yıldönümü münasebetiyle Silahlı Kuvvetler
mensuplarına yayınladığım mesajın bir yerinde, yine rejimi yıkmaya çalışan
güçleri belki doğru yola getirir inancıyla ve aslında Silahlı Kuvvetler
mensuplarına moral gücü vermek maksadıyla şöyle seslendim:
Aziz Atatürk,
Hayatın pahasına gerçekleştirdiğin ve çok sevdiğin Türk Ulusuna armağan
ettiğin kıymetli eserlerini ve ilkelerini değiştirmek ve hatta yıkmak isteyenler
maalesef bugün de, sağımızda solumuzda mevcuttur. Hatta bazı sapıklar ilkel
erini yıkamayınca, senin heykellerine ve resimlerine saldırmaktadırlar. Bu gibi
sözle veyafiili saldırılar, kalpleri yurt ve millet sevgisiyle yanıp tutuşan ve Ne
·
229
ARALIK 1978
KAHRAMANMARAŞ OLAYLARI
Aralık ayunn en önemli olayı 22-26 Aralık günleri arasında cereyan eden ve
1 07 kişinin ölümü, 205 kişinin yaralanması ve 500'e yakın ev ve işyerinin tah
ribi ile sonuçlanan korkunç Kahramanmaraş katliamı olmuştur.
Olaylar başlar _başlamaz 23 Aralık günü İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı ile
Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun Kahramanmaraşa gitmişler ve olay
lara mahallinde müdahale etmişlerse de, gözlerini kan bürümüş canilerin şehrin
muhtelif yerlerindeki katliamına ve tahribata mani Qlamamışlardır.
230
Aynca, Kahramanmaraş olaylan sadece bu bölgeye özgü, bu bölgenin du
rumu nedeni ile burada oluşmuş; bir başka bölgede oluşma imkdnı
bulunmayan bir olay da değildir. Benzerleri yurdıunuzun çeşitli bölgelerinde
meydana gelmiş, ancak belki bir rastlantı, belki yöneticilerin uyanıklığı veya
kuvvetin yeterliliği gibi nedenlerle Kahramanmaraş'taki boyutlara varmadan
durdurulmuştur.
Esasen ülkemizdeki olayların büyük bir bölümünü dünyadaki olaylardan;
bir bölgemizdeki olayları da Türkiye'nin diğer bölgelerindeki olaylardan so
yutlamaya imkan yoktur. Fakat bölgelerin durumu, olayların biçim ve neden
lerini birbirinden farklı kılar. Kahramanmaraş olayları da, bu bölgenin
özelliğine görefarklı �ir biçimde oluşmuş ve gelişmiştir.
Anadolumuzun tarihine göz atıldığında ihtilallerin, isyanların ardının kesil
mediği görülür. Bunun nedenleri olarak, genel hatları ile şunlar gösterilir:
1 . Anadolu'nun, tarihi istila yolları üzerinde bulunması nedeni ile, kültür,
inanç ve nizam bakımından çok geniş bir koalisyona sahip oluşu ve her
zümrenin kendi kültür, inanç ve nizamını diğerlerine egemen kılma arzu ve
uğraşısı,
2. Kitle beraberliğinin sağlanmasında en büyük etken olan din'in
ülkemizde; mezhep, tarikat gibi bölünmeler nedeni ile ayrılmalara neden
oluşu,
3. Ulusal birlik ve beraberliğin sağlanmasında en büyük etken olan milli
yetçiliğin dahi ayrı görüş sahiplerince ayn tarif edilip öğretilmesi ve bu neden
le birlik yaratma yerine hasmane ayrılış/ara neden olması,
4. Sun'i etnik ayrılıkların yaratılması ve maksatlı olarak kullanılması (Laz,
Kürt, Çerkez, Abaza, Gürcü gibi ırkçı ayn/ık/arla Doğulu, Batılı, Karadenizli
·
23 1
Jandarma Genel Komutanı raporunda Kahramanmaraş'taki iktidar
mücadeleleri hakkında şu hususlara değinmektedir:
Adalet Partisi ve Milliyetçi Cephe iktidarı, iktidar olabilme ve iktidarda kal
abilme uğruna Milliyetçi Hareket Partisi ve bunun yan kuruluş/an ile işbirliği
ve koalisyon yapmış, idarede okullarda militanlara ve militanları destekleyen
tutum, ortam ve örgütlenmelere imkfın vermiştir. Böylece bu ilde, ağırlıklı ola
rak Eğitim Enstitüsünde Milliyetçi Hareket Partisi yanlısı militanlar hfıkim
olmuş, köye hizmet götürecek Yol, Su, Elektrik (YSE teşkilatı) ile köylünün
çıkar ilişkisi bulunan Orman idaresine, okulların militan örgütlenmesine imkdn
verecek Milli Eğitime, asayişin bir numaralı gücü olan ·polis'e yanlı kişiler
atandırılmış veya çeşitli yollarla bunlar egemen Jalınmışnr.
Bu düze11 ve tutum, 1970'ten beri Kahramanmaraş'ta yanlı idare, öğretim
ve örgütlenme devam etmiştir.
Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında ise; bu gibi kitlelere hitap gücü olan
kuruluşlara aksi görüş sahipleri atanmış, polise POL-DER; eğitime TÖB-DER
egemen kılınnıışnr.
Eğitim Enstitüsünde, Milliyetçi Hareket Partisi militanlarının büyük kısmı
başka enstitülere nakledilmiş, YSE, Polis ve Orman idaresi ile Milli Eğitimde
çoğunluk aşırı sol görüşlü idareye ve uygulayıcıların eline geçmiştir. Bunlar
ise genellikle yerli olup, alevi kesime mensupturlar.
Adalet Partisi ve Milliyetçi Cephe devrindeki tutum, Kahramanmaraş'taki
çoğunluğun azınlığa, Cumhuriyet Halk Partisi zamamndaki tutum ise azınlığın
çoğunluğa tahakkümüne yol açmışnr.
YSE'nin imkfınları, belediyeye karşın alevi/erin oturduğu mahallelerde ve
alevi köylerinde kullanılmıştır (Olaylar sırasında Silahlı Kuvvetlere sığınan
alevi halkı köy ve kasabalara tahliye için Validen araç istendiğinde; YSE'nin
araçları askerle himaye etmek gerekecektir cevabının alınması bunun en açık
ve resmi kanındır).
Polisin çoğu POL-DER'Ii ve sünni kesimin kanaatine göre alevidir. Yan
tutmuş ve alevi/eri açıkça himaye emıiştir. Karşı tarafa insanlık dışı işkence
yapmıştır. (cop'u yağlayıp edep yerinde kullandığı polis yetkililerinin ifadesi
dir). Olay günü polis tarafından da vurulan sünni vatandaşların olduğu yaygın
kanaattir. (Halkın polise değil, yanlı idareciye karşı olduğu ve mesela yansız
emniyet müdürünün, halkın her kesiminde saygınlık gördüğü ve güvenlik
içinde dolaştığı; yanlıların ise, toplumun bir kesimince düşman olarak
görüldüğü ve son aşamada da kurşunlandığı, polis yetkililerinin ve valinin
beyanları ile sabittir..)
YSE ve Orman idaresi, imkanlarını alevi vatandaşlara tahsis etmiş
görünümünü vermiştir.
232
Yukarıdaki hususlar, Kahramanmaraş'ta yerli müdürler sorununu açmış ve
yerli müdürlerin yarattığı azınlığın, çoğunluğa tahakkümü, infiali sürekli
artırmıştır. Yerli müdürler sorunu Valice de kabul edilmiş ve bu sorunun halli
için girişimlerde bulunduğunu ve bulunacağını söylemiştir.
Orgeneral Celasun bizzat yaşadığı olaylan gün gün, saat saat anlattıktan
yorum ve sonuç olarak da şu hususlan zikretmiştir:
so nra
233
hatlıkla olayın başladığı cenaze günü öğretime ara vermiş okulu kimseden
müsaade almadan tatil edebilmiştir.
Resmi devlet kıuuluşlarının, parti merkezleri haline gelmesine, hizmet ye
ritıe politika imal edilmesine seyirci kalınmıştır. Böylece aktifpolitikanın içine
itilen bir kısım memur (bilhassa yerli) politik arenadaki çatışmanın uçlardaki
uzantısı haline sokulmuştur. Memur yanındaki arkadaşına kızgındır. Güven
duygusundan yoksun bırakılmıştır. Bu tür uygulamalarla oluşan sosyal kutup
laşma mezhep aynlığını da istismar eden maksatlı tahrikçilerin de etkisi ile ev
vela gruplar arasındaki nıünaferete, bilahare düşmanlığa dönüşmüş ve sonun
da patlama noktasına gelinmiştir."
Bu rapordan da görüleceği üzere, Kahramanmaraş olaylarından alınacak
çok dersler vardır. Ne zaman ki mevcut yönetimler partizanlığa ağırlık vermiş,
devleti, mevcut devlet kuruluşları yerine parti teşkilatındaki görevlilerin etki
siyle yürütmeye kalkmış, halkı kutuplara bölmüş ise, bu gibi olaylar patlak
venniştir. Bunların arkasından da askeri müdahaleler kaçınılmaz olmuştur.
234
Ben hemen çok uygun bulduğumu söyledim. O gece Cumhuriyet Halk
Partisi meclis grubundan 70'e yakın milletvekilinin muhalefetine rağmen
F.cevit zorlukla bu karan grup kararı olarak geçimıiş, Bakanlar Kurulu kararını
da aldıktan sonra karan Cumhurbaşkanını gece uyandmnak suretiyle imza
latmış ve böylece 26 Aralık 1 978 saat 07.00'den itibaren bu illerde
sıkıyönetim ilan edilmiş oldu.
Daha karar imzalanmadan ben Genelkunnay Karargatıına gittim. İkinci
Başkan Haydar Saltık ve ilgili başkanlarla sabaha kadar sıkıyönetim komutan
larını tespit ettik. Milli Savunm a Bakanlığı da sıkıyönetim askeri mahkemele
rine verilecek askeri savcı ve hakimlerin tayinlerini yaptı.
Bu arada Kuvvet Komutanı arkadaşlarımla yaptığım görüşmede Diyar
bakır'ın da sıkıyönetim ilan edilen iller arasına alınmasını teklif ettiler, bunu
ben de uygun bularak 26 Aralık günü bir vesile ile Başbakan'a söyledim. " 1 3
ilde sıkıyönetim ilanını bile gruptan zor geçirdim. Bağlayıcı gru p karan aldım.
Eğer Diyarbakır vilayetini de dahil edecek olursam, muhalif milletvekilleri
arasına Diyarbakır milletvekilleri de katılacak, böylece bu kararın meclisten
geçirilmesi çok zorlaşacak. Onun için şimdilik Diyarbakır'ı almadım" cevabını
verdi.
Ecevit belki de haklı idi. Zira Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri
arasında aşın sola kaymış ve kürtçülük propagandası yapan 70-75 kadar mil
letvekili olduğu söyleniyordu. Aslında Cumhuriyet Halk Partisinin çoğunluğu
bu azınlığın yaptıklarını tasvip etmiyordu. Ancak iktidarda kalabilmek uğruna
onlara taviz vermek zorunda kalıyorlardı. Mühim olan devletin bekası değil,
her ne pahasına olursa olsun iktidar olabilmekti. İşte haklı olmadıkları taraf bu
idi.
1 3 ilde sıkıyönetim ilanı meseleyi hal etmemişti. Milli Güvenlik Kurulu
Toplantılarında Diyarbakır'dan başka, Suriye, Irak, İran ve Sovyet Rusya hu
dudundaki bütün illerin de sıkıyönetim kapsamına alınmasını ve bunlara
İzmir'in de ilave edilmesini teklif edeceğiz fakat bu teklifimiz de ötekiler gibi
rağbet gönneyecektir.
Kahramanmaraş olaylanndan başka anarşik olaylar bakımından Aralık ayı
bir hayli hareketli geçti. Bu ay içerisinde Tilrkiye'nin muhtelif şehirlerinde
Kahramanmaraş'takiler de dahil olmak üzere 229 vatandaş hayatını kaybetti,
627 vatandaş ise yaralandı. Ölenler arasında altı öğrenci, beş öğretmen. iki po
lis, bir üniversite genel sekreteri olup, iki mutemed soyulması ile dört banka
soygınıu da bu ay içerisinde vukubuldu.
Elazığ'da öğrencilere ateş açılması sonucu çıkan olaylarda beş kişi öldü, 30
işyeri tahrip edildi.
235
SIKIYÖNETİM �GÜDÜM KOMUTANUCI KURULMASINA
DEMİREL VE TÜRKF1} KARŞI ÇIKlYOR
Ben çok partili sisteme geçtiğimiz günden beri muhalefet partilerinin ikti
darın aldığı kararlardan bir tekine veya çıkarılan kanunlara evet dediğini, uy
gun bir uygulamadır dediğini görmedim. Göremeden de göçüp gideceğim.
236
1979 YILI
Yeni bir seneye girmiştik. Maalesef yeni senenin geçen seneden daha iyi
olacağım düşünemiyorduk. Aksine çok daha kötü bir sene geçireceğimiz inan
cını taşıyorduk. Anarşi ve terôr bakımından kôtü, ekonomik sıkınular
bakımından kötü bir yıl bizi bekliyordu.
Böyle kôtümser olmamızı gerektiren birçok sebep vardı. En başta siyasi
partilerin çekişmesi geliyordu. Ortam her geçen gün daha da sertleşiyordu.
Muhalefet iktidarı devirmek için bütün gücü ile çalışıyordu. Muvaffak olsa ne
yapacaktı? Bir hükümet kuracak çoğunluğa sahip mi? Hayır. Yeni bir seçime
gidebilecekler mi? Hayır. o halde ne bekliyordu? amnmez. İktidar ise az bir
çoğunlukla iktidarını sürdürebiliyor. Her an düşme tehlikesi ile karşı karşıya.
Diğer bir sebep, ekonomik durumun her geçen gün daha da kötüye gidişinin
açıkça görülmesiydi. Birçok ana gıda maddeleri bile bulunmaz bir halde.
Döviz yokluğundan akaryakıt da bulunmuyor. Nakliyat durma noktasına gel
diği gibi, kış ortasında evler ve işyerleri ısıtılamıyor. Bu sıkınUlann ortadan
kalkacağına dair bir ışık da görülmüyor.
Anarşi ve teröre gelince, her geçen ay bir evvelki aydan daha fazla,
öldürme, yaralama olaylan ile doluyor. Hükümetin etkin bir tedbir aldığı
görülmüyor.
İşte başlıcalarını sıraladığım bu sebeplerden dolayı 1979 yılına iyimserlikle
bakamıyoruz. Milletin büyük bir çoğunluğu da aynı görüşü paylaşıyor. Basın
da aynı kanaatte.
237
inandıramıyoruz. Rahmetli B aşbakan Yardımcısı Orhan Eyüpoğlu ve yine
B aşbakan Yardımcısı Faruk Silk.an da bizim endişelerimizi paylaşıyorlar fakat
etkili olamıyorlardı.
24 Ocak 1 979 günü Mardin'in Derik ilçesi savcı yardımcısının evi uzun
menzilli silahlarla taranıyor.
238
/ara antipati duymakta ve onları kürtçülüğü engelleyen bir güç olarak
görmekteler,
6. Öğretmen dershaneye girdiği11de hiçbir öğrenci ayağa kalknuyor. İkaz
edilmesi11e rağmen kalkmamakta dire11iliyor. Nasıl hareket edilmesi gerektiği
kendilerine izah edildiğinde bir öğrenci "Biz Pavlov'un köpekleri değiliz" diye
cevap verebiliyor,
7. Bazı okullarda öğretmene. devamlı olarak aşağıdaki sorular sorulmakta:
- Pasaportwıuz var mı? Diyarbakır'a nasıl girdiniz?
- Kürdistan devleti hakkında bilgi verir misiniz?
- Kü11ler, Osmanlı devletinin kuruluşundan önce de vardı, ne dersiniz?
- ATATÜRK'ün kaç babası vardı, ATATÜRK bir önder midir?
8. Öğrencilere bir savaş olsa katılmaz mısınız diye sorulduğunda, kendi
savaşımız olursa katılırız, şeklinde cevap alınıyor.
- Nereye gidiyorsun?
- Okula gidiyohım.
- Kaçıncı sınıftasın?
- Büyüyünce ne olacaksın?
239
- Ya öğrebnen veya hakim olacağım.
- Neden?
Başbakan Ecevit ise bizim gibi düşünmüyor. Onun düşünce tarzı çok iyim
ser.
240
ECEVİT'İN SIKIYÖNETİM İLANINDAN SONRA
VERDİGİ BEYANAT
Kahramanmaraş olaylan muhalefetin eline iyi bir koz olarak geçti. Muhale
fet bunu sık sık kullanmaya başladı. Nitekim Demirel "Hiçbir ülkede 106
kişinir Kahramanmaraş'taki gibi öldüğü olaydan sonra hükümetin işbaşında
durdugu görülmemiştir " şeklinde beyanat verdi. Doğru, hakikaten bu olay bir
hükümeti düşürebilecek bir olay. Nitekim İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı bu
ayın başında istifa etti. Ancak Demirel hükümeti zamanında da Kahramanına-
241
raş olaylarının bir ufağı Çorum'da olacak fakat Demirel hükümetten
ayrılmayacaktır. Eğer her olaydan sonra hükümetler çekilecek olsa, ülkede is
tikrar mı kalır? Kaldı ki hükümeti kuran çoğunluk partisinin lideridir. O istifa
etse hükümeti azınlık partisi mi kuracak? Nereden baksanız sakat. Hükümetin
bir kusuru varsa hesap görülecek yer meclistir.
242
MİLLİ SAVUNMA BAKANI HASAN ESAT IŞIK'IN
BAKANLIKTAN AYRD..JŞI
Ocak ayına gelinceye kadar Milli Savunma bakanı Hasan Esat Işık ile bazı
sürtüşmelerimiz oldu. Hasan Esat Işık, Genelkurmay Başkanlığı ile Milli Sa
vurana Bakanlığının ayn ayn Başbakanlığa bağlı olmasını bir türlü hazmede
miyor ve Genelkurmay Başkanlığının Milli Savurana Bakanlığına bağlı ol
masını istiyordu. Bunu açıkça ifade edemese de, imalı olarak dile getiriyordu.
Büyükelçilik yaptığından ve·hayah Dışişlerinde geçtiğinden dolayıdır ki daha
çok Dışişleri Bakanlığının işleri ile uğraşmaktan kendisini alıkoyamazdı. Za
man zaman yapılan toplantımda, brifinglerde. ordunun ihtiyaçları, subay ve
astsubaylara sağlanmasını istediğimiz sosyal haklar üzerinde birbirimize ters
düşmeye başladık. Kuvvet Komutanlarının da bulunduğu bir toplantıda
subay, astsubaylara yaptırılacak lojmanlar üzerinde konuşurken kendisi, loj
manların ayn mahalleler halinde olmaması, halkın içine karışmamız, mesela
şehirdeki apartmanların bir veya birkaç dairesinin lojman olarak kullanılması,
böylece halkla kaynaşmamız gerektiğini öne sürdü. Bunun mümkün olamaya
cağım sebepleriyle izah edince aramızda hoş olmayan bir münakaşa oldu.
Aynca Milli Savunma Bakanı ile İkinci Başkan arasında Meclis Bütçe Komis
yonuna verilecek brifing konusunda da yine hoş olmayan bir telefon
konuşması cereyan ettiğini İkinci Başkan'dan öğrenince, durumu Cumhur
başkanına izah ettim ve daha çirkin olaylar cereyan e$1ebilir, Milli Savurana
Bakanı değiştirilse çok iyi olur dedim. Cumhurbaşkanı Başbakan Ecevit'e
söylemiş olmalı ki Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık 14 Ocak günü istifa
etti ve yerine Neş'et Akmandor tayin edildi.
Hasan Esat Işık çok zeki, devlet hizmetinde uzun zaman çalıştığı için
tecrübeli bir zat. Ancak bazı saplanblan var, supleksi az. Çabuk sinirlenen bir
mizaca sahip. Gerçi Milli Savurana Bakanlığından ayrıldıktan ve hatta iktidar
dan ayrıldıktan sonra da dostluğumuz devam etmiştir, fakat Milli Savunma
B akanı olarak kalmış olsaydı belki bu dostluğumuza da halel gelebilirdi.
Ayrılmasının iyi olduğu inancımı hfila muhafaza ederim.
243
İÇİŞLERİ BAKANLIGINA
HASAN FEHMİ GÜNEŞ GELİYOR
ŞUBAT 1979
Şubat ayına girer girmez 1 Şubat günü Milliyet gazetesi başyazarı ve genel
yayın müdürü Abdi İpekçi otomobili ile evine giderken öldürüldü. Bu olay
hem yurt sathında ve hem de dünyada büyük yankı uyandırdı. Artık öldürme
olaylan basın mensuplarına da sirayet etmişti. Cani de maalesef buluna
mamışU.
Cumhurbaşkanı Korutürk üzüntüsünü dile getirmiş ve bölücülere karşı
bütün partilerden ortak tavır takınmalarını istemişti. Cumhurbaşkanı bu isteğini
dile getiredursun, Abdi İpekçi'nin İstanbul'da yapılan cenaze töreninde
Başbakan Ecevit ile ana muhalefet partisi başkanı Demirel biraraya geliyorlar,
fakat maalesef orada dahi gfüüşmüyorlardı. Basın bunu, "Cenaze töreninde
bile Ecevit Demirel görüşmesi olmadı" şeklinde kamuoyuna duyurdu.
244
ŞUBAT A YI SIKIYÖNETİM KOORDİNASYON TOPLANTISI
245
malıyız. Emniyet Genel Müdürlüğü karargdhını ıslah etmek lazımdır. Burası
ıslah edilmediği müddetçe birçok hususun gerçekleştirilmesi mümkü11 değildir.
Bir ciddi merkeze ihtiyaç vardır. Politik cereyanların tesiri altında yıpranmış
olanların oradan derhal uzaklaştırılması şarmr.
246
Filanı buradan alacağım dediğim zaman, birçok arkadaşlarım karşımıza diki
liyor (Milletvekilleri, partililer ve Bakan arkadaşlarını kasdediyor). Bunu bize
bıraksınlar. Bir Bakam, bir bekçi bir polis vesaire işi ile uğraştırmasınlar.
Bunları belki bu kurulda söylememem lazımdı fakat içimi dökmek ihtiyacını
duydum.
Emniyet kuvvetlerinin acıklı durumu en selahiyetli bir ağızdan bundan daha
açık ve samimi olarak dile getirilemez. Senelerin ihmali, vurdumduymazlığı
polisi bu hale getirmişti. Polisin bu duruma gelmesi yalnız şimdiki iktidara
yüklenemezdi. Gelmiş geçmiş bütün iktidarların bunda vebali vardır. Bu hale
gelmiş emniyet kuvvetlerinin kısa zamanda düzeltilmesi elbette mümkün ol
maz. Ama büyük bir hamle ile buna başlamak lazım. İşte yapılmayan bu. Ba
kan dertli, ödenek istiyor, ödenek verilmiyor. İmkanlar çok kısıtlı. Yalnız bir
şeyi unuttu; polisin derneklere bölünmesi hususu. onu da belki kasden
söylemedi.
Dcmirel'in kulakları çınlasın. 12 Eylül'den sonra, Sıkıyönetim Komutan
lanna bütün yetkileri verdik. İ steselerdi anarşi ve terörü önlerlerdi. Bir darbeye
karar verdiklerinden görevlerini yapmadılar diye sağda solda hep bu temayı
işledi.
Polisin durumunu bir İçişleri Bakanı bütün açıklığı ile ortaya koyuyor.
Demirel zamanında da polisin durumu pek farklı değildi. O dönem geldiğinde
bu noktaya tekrar değineceğim.
248
OECD'NİN EKONOMİK DURUMUMUZ
HAKKINDAKİ RAPORU
Terörün şubat ayı bilançosu şöyle: 600 olayda 46 vatandaş ölmüş, 458 va
tandaş yaralanmışur.
MART 1979
249
Ecevit bu beyanatı verdikten bir gün sonra 2 Mart günü İstanbul'da en
büyük soygun olayı gerçekleştirildi. Cerrahpaşa Hastanesi personelinin
maaşını getiren ambulans ve polis otosu pusuya düşürülerek 1 5 milyon para
alındı.
Esasen o tarihte Sarıkanuş'ta yapılan kış tatbikatında idik. Çok soğuk bir
havada icra edilen tatbikattan sonra Sarıkamış Orduevinde verilen akşam
yemeğinde bir konuşma yaptım. Konuşmamda Türk milletini bölmek isteyen
lere şiddetle çatarak "Ceset/erimizin üzerinden geçmeden bu vatan bölünemez"
dedim ve Harp Okulu Marşı ile yemeği bitirdik.
Demi rel susmuyor, her gün konuşuyor; işte 3 Mart günü yaptığı
konuşmanın ufak bir bölümü:
250
Bu gibi karşılıklı suçlamaları şunun için yazıyorum ve daha da yazmaya de
vam edeceğim. İleride siyasete atılacaklara belki iyi bir örnek olur.
Böyle yapılan konuşmalar yurda hiçbir yarar sağlamadığı gibi ülkeyi ağır
ağır bunalımlara sürükleyecek ve sonunda 12 Eylül Harekatı ile noktalana
caktır.
"Muhtıra sebepleri bugün 40-45 katı ile var. Ancak muhnranm bir çözüm
olmadığı görüşündeyim. Bu hükümet gider, milletin derdi biter.
Bunalımlı dönemlerden çıkış için halik oylaması yapılmaması bir eksiklik
tir. Başkanlık sistemi de düşünülebilir."
Mart ayı aynı zamanda birçok ürünlere zamların yapıldığı bir ay oldu.
Akaryakıt sıkıntısı ise had safhada. Bu yüzden şehirlerarası taşımacılık da
yapılamıyor.
Mart ayında yurt sathında 792 çeşitli terör olaylan cereyan etmiş bu olaylar-
·
25 1
MART AYI SIKIYÖNETİM KOORDİNASYON TOPLANTISI
NİSAN 1979
Nisan ayına girdiğimiz gün Demirel çok sert ve acı bir beyanat verdi. Şöyle
söylüyordu: "Türkiye'nin çeşitli yerlerinde bu tür olayları yapanlar cesareti
nereden alıyorlar? Bunlardan on tanesi bir hükümeti götürmeye yeter. Merhum
Belediye Başkam ile gelini ve torununu katledenler ortada yok. Ümraniye
vahşetini yapanlar hfila yakalanamamıştır. İstanbul Üniversitesi vahşetinin fail
leri ortada yoktur. Sağmalcılar Cezaevi ile Gaziallfep Cezaevini güpegündüz
basarak adam kaçıranlar ortada yoktur. Devlet nerededir! Bunlar ne için
yakalanamıyor. Açıkça iddia ediyorum bu hükümet bunları yakalayamaz, ya
kalamaz. Cür'et ve cesareti bu işi yapanlar hükümetin aczinden almaktadırlar.
Türkiye'de hükümet olduğunu kimse söyleyemez. Gasp ve soygun olayları
artmıştır. Türkiye'de isteyen istediğini mi alacaktır? Hükümet olaylaruı üstüne
varamıyor. Varsa ortaklarım bulur. Bu hükümeti hükümet yapan mihraklar
vardır. Bunlara dokunamaz. Bu �tıkümet anarşinin de hamisi olmuştur. Ken
disini hükümetyapan anarşiye dokunamaz."
Görüldüğü gibi bundan daha ağır bir saldın ve itham düşünülemez. Bunu
sade bir vatandaş söylese Başbakana ve hükümetin manevi şahsiyetine haka
retten mahkOm olur.
252
Söylenenler yalan da değildir. Ancak kabahat hükümette midir, yoksa
bugüne kadar başta emniyet kuvvetleri olmak üzere devletin çeşitli kuru
luşlarının ve Anayasal kuruluşların bu hale gelmesine seyirci kalan gelmiş
geçmiş hükümetlerin midir, Parlamentonun mudur? Bunu iyi düşünmek ve
karar vermek gerekir.
Nitekim ileride hükümeti Demirel kuracak, onun döneminde de olaylar
önlenemeyecek, yine faili meçhul adam öldürme olaylan devam edecek,
hapishanelerden kaçmalar, kaçırmalar, gasplar, vahşetler olacaktır. 197 1 olay
larında iktidarda Adalet Partisi değil miydi? 12 Mart Muhtırası verilmese ve Si
lahlı Kuvvetler olaya el atmasa, 1 97 1 olaylan önlenebilecek miydi? Mesele
hükümetlerin değişmesinde değil, Anayasa başta olmak üzere birçok kanunda
köklü değişiklikler yapıp devleti yeni temeller üzerine oturtmakta idi.
Öyle zannediyorum ki bunun böyle olduğunu Demirel de biliyordu. Fakat
hükümeti yıpratmak ve dolayısıyla devim1ek için eline çok güzel fırsat
geçmişti. Bir taraftan terör olaylan, diğer taraftan ekonomik durumun her
geçen gün iyiye değil kötüye gitmesinden elbette istifade edecekti.
253
BÖLÜCÜLÜK HAKKINDA
JANDARMA DENE1LEME BAŞKANININ RAPORU
254
gösterememiştir. İşin dramatik yanı savcı, bu sanıkların sorguları yapılırken
pencerelere kum torbaları yığılmak suretiyle can güvenliklerinin sağlanması
talebinde bulunmuştur.
Biz Uifa'da iken, Suruç'ta, Cezaevi nöbeti11den dönen (2) Jandamıa erimiz
güpegündüz kurşunlanarak silahları ellerinden almmış, failleri buluna
mamıştır.
Biz Mardbı 'de iken, Öğretmen Okulu öğrencileri; derslerin Kürtçe verilme
sini sağlamak için dersleri boykot etmişlerdir.
?4 Eylül 1978'de, Mardi11 Eğitim Enstitüsü kapısına asıla11 pa110 ve pan-
ka11/arda şu sloganlar göze çarpıyordu:
"Yaşasın Kürdistan'm Kurtuluş Savaşı "
"Yaşasm Kürdistan Devleti"
"Silahlı Mücadelemiz Sürecektir"
"Yaşasın Bağımsız Kürdistan''
"Kürtlere Özgürlük, So11una Kadar Savaş"
Ve öğrencilerin dağıttıkları beyannamelerde tefsire lüzum olmayacak
açıklıkta şu sözler yer alıyor:
- "Kürt halkmm bağımsızlığı uğrunda dövüşerek toprağa düşen her bir şehit,
kendisinde11 sonra gele11 bi11lercesi11in ruhunu aydınlatacaktır. Şurası bilinmeli
dir ki, özgürlüğü11 kapısı kanlı ellerle çalımr ve açılır...
"
29 Aralık 1978 gü11ü Nusaybin Hop nıağaralarmda ele geçirilen 494 Rus
roketi11i o mağaraya /dm getirip gömmüştü? Ne zaman, nerede, ne amaçla kul
lamlacaktı? Ele geçirilemeyen bi11lerce silah 11erelerde saklamyor? Ne zaman
ölüm kusmaya başlayacaklar?
Duvarlara: "Kahrolsun Türldye Cumhuriyeti"
"Kürdistan'a Hoş Geldiniz"
"İşgalciler Defolwı"
"Kürdistan'ın Sömürge Zinciri Parçalanacaktlr"
"Bıjı Rızgariye .. Bıjı Peşmerge"
"Kürdistan Militarist Güçlere Mezar Olacak"
gibi sloganları yazan eller, hangi şen'i eylemlerin taslağını hazırlıyor?
Suruç Ortaokulunda bir öğrenci defteri11i11 yapraklarını nıçın
Kan..Kan.Kan kelimeleri ile doldumıuştur? Körpe çocuklara sınıf geçme no
tunu ihtilal yapma metodu öğretisine göre veren öğretmenleri denetleyen bir
255
merci kalmadı mı? Bu öğretmenleri, körpe çocuklarımızın beyinlerini çağ dışı
metodlarla yıkasmlar, çimemolaştırsmlar, devletitı, ülke bütiü1/üğü11ün,
özgürlük/erin, nizanı dediğimiz tıe varsa tümünün temeline dinamit koysunlar,
yıksınlar, vursunlar, öldürsü11/er diye mi o güzelim okullarda yetiştirip toplu
mwı içine saltveriyoruz?
Ciıre'deki MiT elemanı bana "Paşam" diyordu "Biz her şeyi bütün açıklığı
rle yazıyoruz. Yazdık/armuz neden dikkate aluımıyor? Bir halı üzerindeyiz.
Halı, usul usul altımızdan çekiliyor. Bunu, basiretimiz bağlanmışçasına seyre
diyoruz. Biraz daha çekilirse yıkılacağız ve sanırım, o vakit kalkmamız zor
olacak" sözleri ile kaygılarım d�le getiriyordu.
Bir aja11, ilk ihtilal kurşunu sıkıldığı zaman ihtilalci unsurların uygulayacağı
stratejiyi şöyle anlatıyordu:
"Önce karakollar, kışlalar basılacak. Askerlerin silahlan almacak. Subaylar,
Kürt soyunda11 olmayan memurlar, işgalcileri11 dmali11e hizmet eden yerli
işbirlikçiler kurşuna dizilecek. "
Suruç ilçe Jandarma Bölük Komutam oralardaki arkadaşlarımızm içi11de
bulunduğu haleti ruhiyeyi çok sanıimi sözcüklerle ifade ederken:
"Komutanım" diyordu, "Memleket elden gidiyor. Buralar, günbegün
Türkiye olmakta11 çıkıyor. Birgün karakol/arımız basılacak, işgal kuvveti
sayılan askerlerimiz silahları alımp, kurşu11a dizilecek. Biz, bu gidişi görüyor
ve yaşıyoruz. Elimiz kolumuz bağlı, çaresizlik içinde o günleri mi
bekleyeceğiz. "
Biz oralarda iken, Cizre ve Şmıak'ta, Molla Mustafa Barzani için sembolik
ce11aze namazları kılınmış, camide11 mezarlıklara kadar binlerce kişi büyük bir
uğultu ve velvele ile yürüyerek gövde gösterisi yapnuş, yüzleri maskeli kimse
lerce Barzani'nin büyük boy posterleri taşmmış, söylendiğine göre, bir zabua
müdahalesi hali11de ölüm kusmak üzere otomatik tüfekli milita11lar mevzilere
sokulmuş, tepelere, evlerin dam/arma gözcüler dikilmiş ve ne yazık, bu trajik
olaylardan sonra ne birfail bulunabilmiş, ne de devlet otoritesini sağlayan bir
işlem yapılabilmiştir.
Muhtelif tarihlerde Derik Kaymakamının ve Cumhuriyet Savcısımn evlerine
uzun namlulu silahlarla ateş edilmiş, Kızıltepe Hakim ve Savcısının evleri
kurşunlanmış, patlayıcı madde atılmıştır.
MardiJı'de polis karakolu otomatik silahlarla taranmış, Cizre'de kayma
kamın evi ve polis karakolu taşlanmıştır. Tekmil devlet memurları açık açık
tehdit edilerek, günbegün artan bir baskı ve terör havası içinde pasifize edilmiş
ve susturulmuştur.
256
Bölücülük tehlikesi, amansız bir ahtapot gibi gezdiğimiz hudut kesimlerini
sarmış durumdadır. KAWA 'lar, SIVAN'cılar, KOMAL, .RIZGARI grupları,
DDKD'ciler, KUK'cular, DAGCl'lar, APOCU'lar, yer altında ve yer üstünde
faaliyette bulunan legal, illegal teşekküller kasabalardan köylere doğru kor
kunç bir doğurganlıkla yayılmakta ve çoğa/maktadırlar.
Terör ve baskı ile sindirile11 yöre halkı bu derneklere üye olarak kaydedil
mekte, tehditle, silah zoru ile haraç alınmakta, davanın zafere ulaşması içi11 i11-
sa11lık dışı her türlü eylem mubah sayılmaktadır.
Şırnak ilçesi Kızı/su Bucak Takım Komutanı olan Jandamıa Başçavuşu, iki
anarşistin takibi sırasmda kurşu11lanarak şehit ediliyor. Failler bellidir. Takip
sırasında Ja11darma müfrezeleri taraft11da11 kılavuz olarak kullamlan (2) köy
muhtan, birer hafta ara ile evleri11de kurşuna dizilerek öldürüldüler. Dağ ya
sasma göre, işgal kuvvetlerine kim yardım ederse bwıwı cezası ölümdür.
Legal olsun, illegal olsun, tekmil örgütler, artık kuytularda, loş karanlık
köşelerde, yer alımda değil, gün ışığına hasret bir da11aburnu gibi yer yüzüne
çıkarak duyargagalarını uzatmış, ağır ve temki11li adımlarla yürüyüşe
-geçmiştir.
Ne yazık, oralarda Silahlı Kuvvetler dışında sağlıklı bir devlet teşekkülü
daha kalmamış, Devlet teşekküleri otorite ve saygınlıklarını ge11iş ölçüde yitir
miş durumdadır.
Devlet olduğu zaman özgürlükler vardır, demokrasi vardır. Görevli me
murların güpegündüz öldürüldüğü, nizamı sağlayacak devlet görevlilerinin ev
lerinin kurşunlamp bombalandığı, öldürülmeyen/erin sindirildiği, yıldırıldığı,
yiğitçe görev yapan memurlar111 ise, teminattan, can güvenliğinden yoksun bu
lunduğu bu bölgede devlet otorite ve saygınlığının giderek azalmakta olduğu
kuşku götürmez bir gerçektir.
O yöreler, bir-iki ay, bir-iki yılda mı bu hale gelmiştir? Elbetteki hayır. Bu
çürüme, bu dejenerasyon kammızca bir-iki yılın değil, uzun yılların inzimam
eden ihmal ve ilgisizliklerinin mukadder sonucudur.
Dakika dakika iken, gün gan iken, vakit geçirilmeden o yörelerde alınması
gereken önlemler vardır.
Nihai hedef: Söz konusu yurt köşelerinde, devletin zedelenen nüfuz ve
otoritesinin, azalan saygınlığının iadesi olmalıdır.
Üst düzeyde realize edilecek önlemler cesaretle uygulama alanına konulur
sa, kuşkumuz yok ki olağanüstü bir korku ve ürkeklik içinde suskunluğa
gömülmüş, sindirilmiş masum vatandaş kitleleri huzur ve güvenliğe
kavuşacak, her önlemi bütün içtenliği ile destekleyecek ve alkışlayacaktır.
257
Jandarma ve özellikle polis, bölgenin, yukardan beri bütün vehameti ile arz
edilen özelliğine göre yeni baştan teşkilatlandırılmalı, yönlendirilmeli, teçhiz ve
takviye edilmelidir.
Yasal çizgilerden ayrılmayarak, örnek devlet memuru onur ve saygınlığı
içinde görev yapan memurlar yöresel siyasal baskılardan ve bazı güçlerin tasal
lutundan korunmalı, devlet, kendini temsil eden memuruna sahip çıkmalıdır.
Bilindiği üzere, yörede yoksul olup okuma imkam olmayan zeki ve kabili
yetli çocukları yetiştirmek, yörellill kalkınmasında bunlardan faydalanmak
üzere yatılı bölge okullan açtık.
Allcak, bu okullar zamanla ihmale uğradı. Buralara mahalli ve kötü maksatlı
öğretmenler verilerek, öğrencilere bölücülük, kürtçülük ve aşırı sol fikirler
aşılandı. Adeta bura/adan yetişenler, bölücülüğün, kürtçülüğün ve aşırı sol
a/amlann öncülüğünü yaymaya başladılar.
Bu yatılı bölge okulları , en kısa zamanda ıslah edilmeli; buralara milliyetçi
ve sok dürüst öğretmenler atanmalı, öğrenciler çok titiz seçilmeli ve okulu bi
ten öğrenciler yörede geçerli sallat dallarma göre endüstri meslek okullarında
yetiştirilmeli. Ayrıca bunlara milli ve Türklük duygusu iyice aşılanarak, kendil
erinden azami şekildefaydalanma yolları bulunmalıdır.
Biz, burada, sadece 22 gün süren denetlememizde ediıuliğimiz izlenimleri,
gözlemlerimizin sonuçlarım , abartmadan, çarpıtmadan vurgulamaya çalıştık.
Çizdiğimiz kanava, kuşkusuz acı gerçeklerin çok daha yumuşatılnıışı , çok
daha sevimli olanıdır. Gerçeği anlamak için oralara gitmek, ora insanlarının
arasında dolaşmak, dağları, taşları, duvarları dolduran korkunç sloganları oku
mak, estirilen tedhiş ve terör havası içinde yaşamak, bürokratik engelleri bir
yana iterek oralarda görev yapan vatansever memurların den/erini, dujgularını
dinlemek lazımdır.
Ve arabalarımız sokaklardan geçerken, kin ve garaz kıvılcımları ile tutuşan
mütecessis gözlerin bizi süzdüğünü, o bakışların hiç de dostça olmadığım
görerek irkildik. Kuşku ve üzüntülerle yüklü olarak başkente dö1Zdük.
258
Sayın Başbakanım,
Ben yaptığım son doğu gezisinde durumu hakikaten çok vahim gördüm.
Bingöl, Adıyaman, Malatya, Elazığ, Diyarbakır'a uğradım. Oradaki kamu
görevlileri yılmış durumdadırlar. Hepsi can korkusundadırlar. Çoğu da oraya
sürgün edilmişlerdir veya yerli halktandırlar. Tunceli'nin Ovacık kazası hariç
hiçbir kazasında kaymakam yoktur. Vilayet Jandarma Komutanlığından bir
yüzbaşı vekalet etmektedir. Durum o kadarfecidir ki, bölge halkından olmayan
kamu görevlilerine ateş edilmekte, evlerine bomba atılmakta böylece o
görevliyi kat;..ı rmaya çalışmaktadırlar. Bir savcmın a11lamğına göre, bir köydeki
suçluyu aramak ve yakalamak için bir jandarma üsteğmeninilı 25 Jandarma eri
ile gittiği köyde, kızların, çocukların, kadınlarm karşı çıkması ve jandarmaların
üzerine hücum emıeleri üzerine jandarmalar müessif bir olay olmaması için
geri dönmüşlerdir. Bunu d ,jyan çiiğer köylerin de aym durumu tekrar etmele
rinden korkarım.
259
söylediklerinden daha açık bir şekilde kim dile getirebilir ki? Ama maalesef
Başbakan bwılan duyacak, fakat kös dinlemiş gibi hiçbir önlem alınayacakbr.
ECEVİf NİHAYET
BÖLÜCÜLÜK FAALİYElLERİNİ KABUL EDİYOR
ŞERAFETIİN ELÇİ İSE REDDEDİYOR
•
260
/er ki, o zaman Türkiye ne oluyor görsünler. Fazla bir şey kazanmadık ki kay
bedelim. Yüzbinler cezaevine girse de 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlayacagız. "
Göıüldüğü üzere Türkiye'de kanunlara ve yönetime saygısızlık.ve itaatsiz
lik öyle bir noktaya gelmiş ki; Sıkıyönetim Komutanlığının tebliğine rağmen
bir işçi sendikaları konfederasyonu genel sekreteri böyle bir beyanda buluna
biliyor ve Sıkıyönetim Komutanlığına meydan okuyabiliyor.
261
DEMİREL SIKIYÖNETİM KOMUTANININ
KARARINA RAGMEN GÖSTERİ YAPANLARI KORUYOR
262
MAYIS 1979
263
ECEVİT KOMÜNİST PARTİSİ KURULMALIDIR DİYOR
264
19 MAYIS DOLAYISIYLA YAYINLADIGIM MESAJ
265
r1 MAYIS DOLAYIS1YLA YAYJNLADI(';nı I\ıIBSAJ
"Türk ulusu emin olmalıdır ki; ülke bütünlüğünü parçalamaya, k<ırdeş k<ım
dökerek ulusal huzur ve güveni kendi haris çıkarları uğruna feda etmeye
kalkışanlar, karşılarında daima yüreği yurt aşkı ile dolu Türk Silahlı Kuvvetle
rini bulacaktır.
Şartlar ne kadar ağır olursa olsun, Türk Silahlı _Kuvvetleri mensupları,
yüce Türk ulusunun refah ve saadeti için her türlüfedakdrlığa seve seve kat
larunaya daima hazır olacaktır."
Mayıs ayı sonunda Devl_et Bakanı Akova istifa etti, yerine Hasan Korkut
getirildi. Bu kararname çıkar çıkmaz Adalet Partisi Başkanlık Divanı Cumhur
başkanı Korutürk'ü sert bir dille kınadı ve "Korutürk tarafsızlığını yitirmiştir,
Türkiye'deki bunalımın mihrakında hükümetin başı ile Cumhurbaşkanının yan
yana olduğu ortaya çıkmıştır" dedi. Adalet Partisinin böyle bir beyanat verme
sine sebep olan Hasan Korkut'un Bakanlık vaadi ile bağımsız olması idi. Ada
let Partisinin bu çıkışı Cumhurbaşkanını çok üzmüş olacak ki, bir mesaj
yayınlayarak Türkiye Büyük Millet Meclisinden güven oyu istedi. Korutürk
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına yazdığı mektupta "Türkiye Büyük
Millet Meclisinin kararı tarafsızlığımdan ayrıldığım şeklinde tecelli ederse
Cumhurbaşkanlığından çekilmeye ve görevimi tarafsız bir Cumhurbaşkanına
devretmeye hazır olduğumu belirtmek isterim" dedi.
Adalet Partisi Başkanlık Div� da "tumhurbaşkanı tarafsızlığı hakkında
tereddüde düşmüş ise takdir kendilerine aittir. Korutürk bu hassasiyetini dev
lete karşı olan tehlikelere göstermeliydi" şeklinde yeni bir bildiri yayınladı.
Lüzumsuz bir münakaşa açılmış ve Cumhurbaşkanı da bu polemiklerin
içine çekilmişti. Kanaatimce bu durumun yaratılmasına gerek yoktu. Bu
hükümet kurulurken Adalet Partisinden istifa eden milletvekillerine de bakanlık
verilmemiş miydi? Anayasa ve kanunlarda bunu önleyen bir husus var mıydı?
Hasan Korkut'un bakan olmasını önleyen kanuni bir engel yokken, Cumhur
başkanı hangi sebebe dayanarak bunu geriye çevirebilirdi. Farz edelim Hasan
Korkut olmadı da başka birisi oldu. Ne fark ederdi ki? Hiç. Ama mesele o
değil. Mesele, Cumhurbaşkanını ve hükümeti yıpratmak.
266
HAZİRAN 1979
Bir gün sonra Cumhuriyet Halk Partisinden Senatör Hamdi Özer de istifa
etti.
267
ABD'YE SEVAHATİM
268
oldu. Üzücü oluşunun sebebi orada gördüğüm modem silah, malzeme ve
imkanlara bizim sahip olamayışımızdı.
Bu arada bir günlüğüne Florida'daki meşhur Disney World'e de
götürdüler. Bir harika idi. Dört sene içerisinde o muazzam yeri nasıl inşa ede
bilmiş1er bilmem. Rahmetli eşim de yanımda idi. Her ikimiz de çok beğenmiş
ve etkilenmiştik. Özellikle sun'i kuş cenneti, yeraltı mağarasında sandalla ge
zinti ve büyük bir havuzdaki yunus balıklarının, balinaların, fok balıklarının
ve su kayak ekibinin gösterileri büyüleyici idi.
Gezimizin son durağı New York idi. Orada bir gece kaldık ve meşhur 204
katlı Empire State'e çıkıp bütün New York'u tepeden gördük.
KANADA'YA GEÇİŞ
mamışlar.
Ziyaretimiz sonunda Kanadalıların bir uçağı ile Batı Almanya'ya geldik.
269
Gece saatinde geldiğimizden Almanya'daki Kanada Birliğinin misafirhane
sinde geceyi geçirdik ve ertesi gün Türkiye'ye hareket ettik.
Uçakta iken bir İngilizce gazetede U-2 uçaklarına uçuş izni verilmemesi ha
linde Amerikalıların hibe yardımı olarak verecekleri 50 milyon dolan vermeye
ceklerine dair haberi okuyunca sinirlendim. Yeşilköy hayaalaruna indiğimizde
de gazetecilere gezi hakkında kısa bilgi verdikten sonra şu şekilde bir beyanda
bulundum:
TÜRKİYE'YE DÖNÜŞ
1 5 günlük süre içerisinde Türkiye'de çok şeyler olmuş, Meclis tatile gir
mişti.
Amerika'ya gitmeden evvel Başbakan Ecevit ile görüştüğümde istifalardan
dolayı Meclis'te zor durumda kaldıklarını, Meclise tatil karan aldın labilirse ra
hatlayacağını söylemişti. Onda muvaffak olmuştu. Fakat bu kazanılan zaman
kendisine ve partisine bir yarar sağlamamış, bilakis zarar vermişti.
Haziran ayının son günü Ankara'daki Milliyetçi Hareket Partisi Genel Mer
kezi ve hemen yakınındaki polis karakolu otomatik silahlarla tarandı. Bu olay
partiler arasında esasen mevcut olan gerginliği daha da gerginleştirdi.
Böylece Haziran ayı da 6 1 5 olayda 90 kişinin ölümü ve 486 kişinin yara
lanması ile kapanıyordu. Kapanıyordu ama, rakamlar da gittikçe yükse
liyordu.
270
TEMMUZ 1979
Cumhurbaşkanı Korutürk de; "Siyasi partiler hiç değilse genel bir anlayış
içine girmelidirler. Bu inisiyatif iktidar partisinden gelmelidir" şeklinde beyan
da bulundular.
İ şin acı tarafı ülkücü kuruluşların Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merke
zinden yönlendirildikleri 12 Eylül 1980 Harekatından sonra ortaya çıktı ve bu
yüzden ilgililer mahkemeye verildiler.
271
SIKIYÖNETİM KOMUTANLARINA
iLAVE YETKİLER VERİLMFSİ
ECEVİT TARAFINDAN RAGBET GÖRMÜYOR
Ecevit iktidara gelir gelmez 6 Ocak 1978 tarihinde verdiği beyanatta "ilk
işimiz can güvenligini saglamaktır" demişti. Fakat bunu gerçekleştirememişti.
Mevcut Anayasa ve kanunlarla da gerçekleştirilmesi mümkün değildi.
Değiştirilmesi hakkındaki tekliflerimiz ise rağbet görmüyordu. O, demokratik
sistem içerisinde her şeyin hallolacağına inanmıştı. Biz de demoktarik sistem
den ayrılalım demiyorduk. Ancak Sıkıyönetim Komutanlarına ilave bazı
yetkilerin verilmesini, çok hafif olan bazı cezaların artınlmasını, verilen ölüm
cezalarının geciktirilmeden yerine getirilmesini, muhakeme usulü kanununda
bazı değişikliklere gidilmesini, partiler arası çekişmelerin durdurulmasını, der
nekler ve sendikalar kanunu ile gösteri ve yürüyüş kanunlarında yeni
düzenlemeler yapılmasını, denetleme mekanizmasının etkin bir şekilde
işletilmesini istiyorduk. İşte olayların önlenememesinin kökeninde bunlar
yatıyordu. Bu hususlara 12 Eylül dönemini anlatırken daha detaylı olarak
değineceğim .
272
Esas diyaloğa hazır olması gereken ana muhalefet partisi olan Adalet Partisi
ise; Cumhurbaşkanının bu diyalog çağrısına bakınız nasıl karşılık veriyordu:
"Diyalog yeri meclistir. Diyalog isteyen çevreler, maddi manevi cebir kul
lanarak meclislerin tatile sokuldugunu görmelidir" demek suretiyle hem diya
loğu reddediyor ve hem de Cumhurbaşkanını suçluyordu.
MISIR BÜYÜKELÇİLİGİ
FİLİSTİNLİ TERÖRİSTLERCE İŞGAL EDİLİYOR
Temmuz ayının 1 3'üncü günü Mısır Büyükelçilik binası dört Filistinli ge
rilla tarafından basıldı ve kapıda· nöbet bekleyen iki polis şehit edildi. İşgal
olayı üç gün devam etti. Komando ekibimiz hazır durumda bekletilfyordu.
Hükümet müsaade ettiği takdirde helikopterle çatıya komandolar indirilecek ve
halatlarla sarkmak suretiyle pencerelerden içeriye girilecekti. Fakat hükümet
Filistin Kurtuluş Örgütü ile temas kurmak suretiyle bir temsilciyi Ankara'ya
getirtti ve bu temsilci teröristlerle konuşarak onları teslim olmaya ikna etti.
Teröristler elçilikten çıktıktan sonra yolda bekleyen İçişleri Bakanı H. Feh
mi Güneş'e sarılarak öptü. Sahneyi ben de karşı apartmandan Başbakan
Ecevit'le birlikte izledim. Teröristlerin lideri bakana sarıldı bakan da
şaşkınlıktan bir şey yapamadı. Geriye de itemedi. Bu olay da günlerce Demi
rel'in ağzınd� sakız oldu. "Canileri öpmek cinayet teşvikidir" dedi.
Bizim komandolar tarafından bir operasyon yapılmaması çok iyi oldu. Zira
çok can gidebilirdi.
12 Mart döneminin Başbakanı Prof. Nihat Erim'in İstanbul'daki evine 1 5
Temmuz günü patlayıcı madde atıldı. Bereket can kaybı olmadı. Sol örgütlerin
hedeflerinden biri olduğu biliniyordu ama bu hadise bunu açıklıkla ortaya koy
du. Bir sene sonra maalesef Nihat Erim'i de kaybedeceğiz.
273
UÇAGIMIZ KAZA GEÇİRİYOR
Aynı günün sabahı askeri bir uçakla Ankara'dan Gölcük yakınındaki Cen
giz Topel meydanına hareket ettik. Uçakta rahmetli eşim, ortanca kızım ve ko
cası, küçük kızım, bazı Bakanlar ve eşleri, Kuvvet Komutanlarından bazıları
da vardı. Uçak Cengiz Topel meydanına indikten kısa bir süre sonra zelzele
olur gibi zangır zangır titremeye başladı ve bir süre sonra pist ortasında durdu.
Çoğumuz ne olduğunun farkında değildik. Ben kuvvetli bir fren yapıldığından
dolayı böyle sarsıldığımızı zannediyordum. Merdiveni getirdiler, indikten son
ra gördük ki büyük bir kaza atlatmışız. Uçak pistte o sür'atle ilerlerken burun
daki tekerlek kırılmış, kırılınca uçak burun üzerinde sürtünerek pistte ilerlemiş
ve Viscount uça_ğının dört motorundaki pervanerelcr yere çarparak hepsi
kırılmış. Allah'tan pisten çıkmamış ve yangın olmamış. Eğer öyle bir şey ol
saydı cayır cayır yanabilirdik.
Demirel bu fırsatı kaçırır mı? Hemen ertesi gün "Eylemciler direktifi Ecev
it'ten alıyor. Hükümetin başı (bir türlü Başbakan diyemedi) bir avuç para ba
basuıuı hükümeti tehdit ettigini açıkça ilan ederek bunların hak/andan gelinme
sini istemiştir. Bu talebi iki gün sonra yerine getirilmiştir" diyerek Ecevit'i de
teröristlerin başı yaptı çıktı işin içinden.
274
Bunu sade bir vatandaş söylese ceza kanunlarımıza göre ağır bir suç
işlemiş olur. Ama parlamenter söylerse suç olmuyor.
Yine Temmuz ayının 27'nci günü DEV-YOL denilen Devrimci Yol militan
ları İstanbul Çemberlitaş'ta yol kestiler. Camiye bombalı pankart astılar, bir
askeri vurdular. Polis otosunu kurşunladılar.
30 Temmuz günü Uıfa Adalet Partisi milletvekili Celal Bucak ve yedi kişi
APO'cu denilen bölücü örgüt militanları tarafından ağır yaralandılar. Hilvan'ın
bir köyü silahlı saldırganlarca basıldı, dört kişi öldürüldü. Diyarbakır, Adana,
Simav, Vakfıkebir, Balıkesiı'de altı kişi öldürüldü.
İstanbul Cerrahpaşa Hastanesinde ise çok çirkin bir olay ortaya çıkanldi.
Bu hastanede görevli doktorlardan küçük bir grubun yaralı komünist sol örgüt
elemanlarını gizlice tedavi ettikleri anlaşıldı ve zanlılar göı.etim altına alındı.
Temmuz ayı terör olayları bakımından çok yüklü demiştim. İşte Temmuz
ayının son gününde de Artvin'de, Valilik, Jandarma Komutanlığı lojmanları ile
polis ve jandarmaya ait merkezlerin bir bölümü silahlı ve bombalı saldırıya
uğruyor, beş gün önce de Valinin makam otosu bir bomba ile havaya
uçurulmuştu. Artık valilere ve devletin güvenlik kuvvetlerine de fiili saldırılar
başlamıştı. Bu çok düşündürücü idi. Jandarma Genel Komutanına bu olayı
mahallinde bir müfettişle inceletmesini istedim. Gönderilen rapor içler acısı
idi. Vali aciz kalmış. Karşı tepelere beyaz taşlarla "Küçük Rusya" diye yazı
yazılmış. Müfettiş Valiye, bu yazıya neden mani olmuyorsunuz, neden orta
dan kaldırtmıyorsunuz diye sorduğıında; Valinin cevabı "Ne yapayım ,
sildiriyorum yine yazıyorlar baş edemedim" oluyor. Peki otomobiliniı.e bomba
yerleştirilmiş neden gerekli emniyet tedbirleri aldırmadınız diye sorulduğunda
da; "Mühim değil otomobil esasen sigortalı. Sigortadan devlet parasını alacak"
şeklinde cevap verebilmiş.
Böyle idare amirleri ile Türkiye'de anarşi ve terör önlenebilir mi? Otomo-
275
bile konon bombayı devletin temeline konmuş bir bomba olarak görmeyip de
otomobilin maddi değeri ile ölçen bir zihniyet oldukça, eğitilmiş ve rej�mi
yıkmak için şartlandırılmış o kişilerle nasıl başa çıkılabilir. Elbette ki
çıkılamaz.
İşte Temmuz ayının anarşi bilançosu; 470 olay, 1 0 1 ölü, 384 yaralı.
ÜLKE DURUMUNU
KUVVET KOMUTANI ARKADAŞLARIMLA KONUŞUYOR,
FİKİRLERİNİ öGRENiYORUM
276
lara da çeşitli mektuplar, kişi ve kuruluş temsilcileri geliyor ve dert yanıyorlar,
ümitlerini Silahlı Kuvvetlere bağladıklannı söylüyorlarmış. Beni tasvip ettiler.
ın
DOKTORLAR İÇİN TAM GÜN YASASI ÇIKARILMASI
KAıişISINDA DOKTORLAR İSTİFAYA BAŞLIYORLAR
Velhasıl hükümet hemen hemen her sahada başarısız olunca, vaktiyle mille
tin ümidi olarak bilinen ve kendisinden büyük işler yapacağı beklenen Ka
raoğlan Ecevit, halkın gözünden iyice düştü ve tabii Cumhuriyet Halk Partisi
de bu düşüşten nasibini aldi. Bir seçim olsa Cumhuriyet Halk Partisi
çoğunluğunu muhakkak ki kaybedebilirdi. B unu Süleyman Demirel de
görüyor ve yurt gezilerin sıklaştırarak seçim havası yaratıyor ve kurtuluş yolu
nun bir erle.en seçim olacağını söylüyordu.
278
ACUSTOS 1979
Ağustos ayına ginniştik. Bu ayın ilk haftası içerisinde Yüksek Askeri Şura
toplanmış ve bir üst rütbeye yükselecek general ve amirallerle, generalliğe terfi
edecek albayların durumunu görüşmüştük.
279
ANARŞİK OLAYLARIN ÇoGALMASI
280
hükümete neden ilebniyorsunuz diye sorduğumda "Bu hükünıetin bir şey ya
pacak durumda olmadığını, söylesek de fayda sağlamayacağını" ifade ettiler.
Peki ben ne yapayım, bir ihtilal mi istiyorsunuz şeklinde sorduğumda ise;
çekine çekine "hayır, onu demek istemedik ama size güveniyoruz. Hakümeti
ikaz edersiniz" dediler.
Memleket bu hale gelmişti. Artık vatandaş ve kuruluşlar derdini anlatacak,
medet umacak bir yer arıyor, onu da askerde buluyorlardı.
ismini vennekte mahzur gördüğüm bir Senatör de bana gelmiş, "Bu meclis
hiçbir faydalt iş göremez. Çekişmekten başka yaptıkları hiçbir şey yok. Bu
meclisten doğru dürüst yurt yararma bir kanun da çıkamaz. Duruma müdahale
etmeniz lazım. Aksi takdirde memleket elden gidecek, parçalanacak,
komünistler idareye el koyacak" diyebilmiştir.
B i raz evvel Orta Doğu Teknik Üniversitesinin açılış töreninde
komünistlerin enternasyonal marşının söylendiğini yazmıştım. Bu durum yurt
sathında büyük yankılar yaptı. İşin acı tarafı bu törende bazı milletvekillerinin
de bulunmuş olması idi." Gerçi bunu takip eden günlerde üniversitenin
profesörleri Ankara'da İstiklal Marşına saygı yürüyüşü yapıp, Atatürk anıtına
çelenk koydular, ama ne yapılırsa yapılsın bu büyük ayıbı örtemezdi. Suçlular
da yakalanmamış ve haklarında hiçbir işlem yapılmamıştı . Birçok
üniversitemizin durumu maalesef böyle idi. Öğrencilerin büyük bir çoğunluğu
bu durumdan memnun değil tedirgindi. Bir azınlık olan silahlı militanlar diğer
kuruluşlarda olduğu gibi üniversitelerimizi de ele gcçinnişlerdi. Ortada devlet
yoktu ki. Kanunlarımız kifayetli olmamakla beraber, mevcut kanunlarımız da
tam tatbik edilmiyordu, senelerce devanı eden mahkemeler sonuçlanmıyordu.
Bölünme adalet mekanizmasına da girmişti. Her kuruluşta bölünme olurken,
adalet mekanizmasının bunun dışında kalacağını düşünmek elbette mümkün
değildir. Ordu içerisinde de bölünmeler başlamıştı. Özellikle askeri okul
larımıza el ablmıştı.
Orta Doğu Teknik Üniversitesindeki bu olaydan sonra Demirel "Hükümet
eğitimi marksizme kaydırıdı. Enternasyonal marşını söylemek cesaretini
gösterenlerin arkasında bu hükümef vardır" demek suretiyle bunun sorumlu
luğunu hükümete yükledi.
281
DEMİREL MİLLİ GÜVENLİK KURULUNU DA SUÇLUYOR
Aziz Arkııdaşlanm,
282
azmlıktlr ve siz onların hepsiiıi bir anda ·yok edebilecek güÇtesiniz, asil sessiz
liğinizi ve sabrınızı, güçlerinin kanıtı imiş gibi göstermek isteyenler, nasıl
yanıldıklarını bir zaman gelecek acı.bir şekilde göreceklerdir."
Bilmem bundan daha açık olarak bir Genelkurmay Başkam beyanda bulu
nabilir mi? Bu mesajımla ben eğer böyle devam ederse bir zaman gelecek Si
lahlı Kuvvetler hepinizin hakkından gelecektir. Aklınızı başınıza toplayın,
doğru yoldan yürüyün demek istedim. Mevcut yönetim de bundan hissesini
alması gerekirdi. Ama onlar da anlamadılar veya anladılar da bir şey yapacak
durumda değildiler.
Yurdumuzun içinde bulunduğu durumu zaman zaman kuvvet Komutanları,
Ordu Komutanlarıyla görüşmeye devam ediyordum. Daha evvel de yazdığım
gibi durum yönetime el koymamızı gerektirecek bir noktaya doğru gidiyordu.
Hazırlıklı olmazsak, patlak verecek bir iç ayaklanmada çok kötü durumlarla
karşılaşabilir ve bir iç harbe sürüklenebilirdik. Öyle bir noktaya gelmekteydik
ki , bazı şehirlerimiz tamamiyle örgüt mensuplarının eline geçmiş ve o şehir
kurtarılmış bölge ilan edilmişti.
Büyük şehirlerimizde ise mahalleler, semtler, sokaklar birtakım örgütlerce
kurtarılmış bölge ilan edilmişti. Oralarda taraftarları nöbet tutmakta ve içeriye
kendi taraftarlarından başka kimseleri sokmamakta, hatta polisler bile bu kur
tarılmış bölgelere girmeye cesaret edememekteydiler.
•
EYLÜL 1979
283
bana rapor versinler. Rapor daktilo ile değil, el yazısı ile olmalı ki gizlilik ihlal
edilmemeli. "
Saltık bu görevi aldıktan sonra iki kunnay subayı seçti, bana seçilenleri bil
dirdi, tasvip ettim ve ekip 1 1 Eylül 1 979'dan itibaren çalışmaya başladı.
Böylece Eylül ayına ginniş oluyorduk. Ordunun rahatsızlığı anlaşılmıştı ki,
Başbakan Yardımcısı ralunetli Orhan Eyüboğlu "Ordu Doğu'daki durumdan
rahatsız" şeklinde bir beyanat vennek zorunluluğunu duydu.
Ekim ayının 14'ünde Senato üçte bir yenileme seçimleriyle mecliste boşalan
milletvekillikleri için beş ilde ara seçimi yapılacağından eylül ayında partiler
seçim havasına ginnişlerdi. Eğer Adalet Partisi bu beş ilde seçimi kazanacak
olursa Cumhuriyet Halk Partisinin artık iktidarda kalması mümkün değildi.
Esasen daha şimdiden mecliste çoğunluğu kaybetmiş durumdaydı. Yurtta
seçim havası başlayınca tansiyon da yükselmeye başlamış ve günde 13 kişinin
öldüğü günler olmuştu.
9 Eylül günü Adalet Partisi temsilciler meclisi şöyle bir bildiri yayınladı:
"14 Ekim'de bu gayri meşru hükümet tarihe gömülecek ve bütün sorumlu
ları hesap verecektir."
10 Eylül'de de "Adalet Partisi iktidar olursa askerlik ve yedek subaylık 12
aya indirilecek" diye bir beyanat vennek suretiyle askerlik görevini de seçim
propagandasına alet ettiler. Seçimden sonra ise böyle bir indirim de olmadı.
Cumhuriyet Halk Partisinin durumu içler acısı idi. Bu partinin önde gelen
lerinden ralunetli Turan Güneş "Demokrasinin biçimi kaldı. Kendi gidiyor.
Teröran önemli kaynaklarından biri devletin yokluğudur. Bükü.met, muhale
fet, Anayasal kuruluşlar, idare bunlar ciddiyetlerini korumuyor" diyordu. Ne
kadar doğru konuşuyordu. Hakikaten ülke elden gidiyor, fakat herk.es kendi
havasında, koltuk peşinde, kimsede ciddiyet kalmamış. Nur içinde yatsın.
284
FARUK SÜKAN DA
BAŞBAKAN YARDIMCILIGINDAN İSTİFA EDİYOR
EKİM 1979
Daha ayın başında iken Kars'ın Adalet Partisi Senatör adayı öldürüldü. Bir
gün sonra Atatürk'ten emanet Savarona yatının bir bölümü yakıldı. Yanma
olayında sabotaj olduğu açıkça belli olmasına reğmen maalesef yakanlar yaka
lanamadı.
Bu olay üzerinde çok durdum ama netice alınamadı. Neticeyi alacak olan
adalet mekanizması suçluyu ortaya çıkaramadı.
285
SEÇİMLER İÇİN HER TÜRLÜ TEDBİR ALINMASI İÇİN
ORDUYA EMİR VERİYORUM
Seçim hakikaten emniyet içersinde cereyan etti. Her türlü tedbiri almıştık.
Korktuğumuz olayların hiçbirisi olmadı.
Alınan tedbirlerden Adalet Partisi Genel Başkanı Demirel de memnun
olmuş ki, bu memnuniyetini basına verdiği bir demeçle dile getirdi.
Seçim sonuçlan Cumhuriyet Halk Partisi için bir hezimet şeklinde_ tecelli
etti. Beş ilde yapılan milletvekilliği seçimlerinin beşini de Adalet Partisi almıştı.
Bu iller arasında Edime de vardı. Edime bugüne kadar oylarını hep Cumhuriy
et Halk Partisi tarafında kullanmış olmasına rağmen şimdi Adalet Partisine
kaymıştı.
Senato üçte bir yenileme seçimlerinde de Cumhuriyet Halk Partisi büyük
yenilgiye uğramış ve seçim sonucunda Cumhuriyet Halk Partisi senatodaki
çoğunluğunu yitinnişti.
.
Artık Cumhuriyet Halk Partisi mecliste tek başına çoğunluğa sahip ol-
madığından iktidarda kalması mümkün değildi. Ya Milli Selamet Partisi ile
koalisyona gidecek veya muhalefetteki partilerin koalisyonla kuracağı bir
hükümete iktidarı devir edecekti.
287
- "Yukarıda11 beri açıklana11 anarşik eylemlerin son dönemde bariz bir artış
kaydemıesinin temel amacının biraz evvel sözcü arkadaşımızın da ifade ettikleri
gibi halkı korkutup sindirmek suretiyle 1 4 Ekim 'de seçim için sandık
başlarına gimıeyi önlemeyi hedef aldığmdan şüphe yoktıu. Ele geçen afiş, pan
kart ve bildirilerde işlerin tamamı münhasıran seçimlerin içinde bulunduğumuz
duruma çare olmadığı, seçimin boykot edilmesi gerektiği, kurtuluşun ancak
silahlı devrimle mümkün olduğu mealindedir. İstanbul'da seçimleri boykot ve
sabote etme çabasmm illegal Türkiye Komünist Partisine (TKP) bağlı DEV
YOL, DEV-SOL, HALKIN YOLU ve HALKIN KURTULUŞU fraksiyonları
tarafından yürütüldüğü, üzerinde önemle durulacak bir konudur. Bu frak
siyonlara mensup militanların TKP yanlısı legal demek, sendika ve diğer orga
nize gruplar içinde bulunduğunda kuşku yoktur.
- Diğer bir konuya değineceğim: Son çıkan yan ödenekler sorununu protes
to emıek anıaccyla başta Beykoz, Eyüp, Bayrampaşa ilçeleri olmak üzere bazı
ilkokullardaki 1 235 öğremıen 3 Ekim günü görevlerine gelmemek, 100 kadar
orta dereceli okul öğremıeni de bütünleme smavlamıa katılmamak suretiyle
yürüttükleri boykot ve öğrenimi engelleme eylemleri üzerinde büyük bir has
saiyetle durulması gereken bir konu olarak değerlendirilmektedir.
Sayın Başbakanım,
lstanbul'da sıkıyönetim idaresinin ne dereceye kadar etkin olduğu elbette
288
hükümetimizin, komutanlarımızın takdirlerine .maruzdur. Ancak bana vazife
tevcih edilmiş bir komutan olarak, eski tabiri ile sokaktaki neferinden, en
büyük rütbeli generaline kadar tüm sıkıyönetimde görevli personelin, bu arada
şükranla kaydederim emniyet kuvvetlerinin anarşi ile mücadelede huzur ve
sükanun saglanması ve devlet otoritesinin hakim kılınması için, her türlü hava
şanları altında gece, gündüz, bayram tatili demeden, milletine karşı büyük bir
vazife duygusu, mesuliyeti ve şevki içinde görev yapmalarını , vatanperverlik
duyguları içinde, özverilerini hayranlıkla ifade ettigimi huzurlarınızda
arzediyorum. Buna ragmen hakümet direkti/indeki şiddet eylemlerinin kay
nagına halen inilemedigini, bu yönde başarılı ola.machgımızı teessiJrle ifade et
mek mecburiyetindeyim. Bu yöndeki başarısız/ıklar şu. sebeplere dayanmak-
tadu:
Bugan çok organize olmuş bir anarşi ile karşı karşıyayız. Örgütleri meyda
na çıkarmak temel vazifemizdir. Bunca güçlükler karşısında bir de Yargıtay
içtihad kararları, yakalanan eylemcilerin sıkıyönetimin elinden kunulmalarına
imkdn vermektedir. Zira ruhsatsız silah ve cephane taşımak ve hatta bomba
bulundurmak sıkıyönetim suçu olarak kabul edilmiyor ve sivil mahkemelere
veriliyor. lçtihad kararına göre sanık bu silah ve cephaneyi gizli bir örgüt hes
abına kullanırsa veya anarşik bir eylemle ilişkili ise o zaman sıkıyönetim mah
kemesine sevk edilebiliyor. Bu husus bizim işlerimizi çok aksatıyor. Silah ve
mermi kaçakçılarına ise el süremiyoruz. Bir kişiyi 1.750.000 adet mermi ile
yakaladık , sıkıyönetim mahkemesine veremedik. Sebep bu mermi
kaçakçılarının anarşist gruplara mensup olduklarına veya onları
desteklediklerine dair ellerinde kuvvetli deliller yokmuş. Diger bir içtihad kara
rı Anayasal düzene karşı propaganda faaliyetifikir hürriyeti kabul ediliyor.
289
yüzünden yaka/adıgınuz anarşist ve teröristler elimizden kurtuluyorlar. Bütün
bunlar mevcut kanunlanmızdaki boşluklardır, giderilmesi gereldr.
Şimdi de tekliflerime geçiyorum:
1 . Devlet memuru ve hizmetlisi bulunan ldşilerin derneklere girmesi men
edilemiyorsa hiç olmazsa bakanlıgın müsaadesiyle olsun.
2. Polisteki sivri uçlann sür'atle temizlenmesi gereldr.
3 . Öğrencileri bir disiplin düzeni içine alma girişimine hemen başlamak
lazım.
4. Sokağa ha/dm olabilmemiz için vasıtaya, el telsizine şiddetle ihtiyacımız
var. Polis mobil hale getirilemez ve telsizle teçhiz edilmezse sokağa hôkim ola
mayız. Polisimizi mobil hale getirmek zorundayız. Bunu yapmazsak sokaga
hdkim olamayız.
5. Disiplin suçu işleyenlere bir şey yapılmıyor. Meseld şu 1235 ögretmene
ne yapıldı diye soruyorum. Hiçbirşey yapılmamış. Böyle hareket edildigi
sürece caydırıcı olamayız."
3'üncü Ordu :ve Sıkıyönetim Komutanı Org. Selalıattin Demircioğlu da
bölgesinde cereyan eden olaylan anlattıktan sonra önerilerini özet olarak şöyle
sıraladı:
"- Bölgenin yeterli istihbarat yönünden takviye edilmesi çok önemlidir.
- Polisin POL-DER ve POL-BİR şeklinde iki kampa bölünmesi büyük
mahzur doğuruyor. Buna mani olucu kanuni tedbirler alınmalıdır.
- Bölücü/ilk, Kürtçülilkfaaliyetlerinin önlenebilmesi için devletçe bölgenin
ekonomik. ve kültürel kalkınması sağlanmalı müsbet yönde propagandaya ve
psikolojik tedbirlere önem verilmelidir.
- Sıkıyönetim dışında bulunan bölgelerdeki mülki. amirler yasaların kendi
sine verdiği yetkileri tam /cul/anmalıdırlar.
- Jandarma azdır, telsizleri yoktur.
- 1974 yılına kadar uyum içinde yaşayan bölge sakinleri bu tarihten itibaren
alevi ve sünni ayırımı sonucu birbirlerine karşı husumet beslemeye ve düşman
kamplara ayrılmaya başlamışlardır. Bu şekildeki bölünme giderek Türk-Kürt
ayırım ve gruplaşmasına dönüşmüştür. Bölgede organize edilmekte olan aşırı
sol ve aşın sağ da karşılıklı olarak sol ve sağ maskesi altında bu gruplar
arasındaki husumeti geliştirmeye çalışmaktadır. Bu çalışmalar sünni halkı sağ
görüş içine ve alevi kesimi de sol görüş içine çekerek yönetmek şeklinde ce
reyan etmektedir.
290
- Polis mevcudunun yetersizliği ve özellikle eğitiminin noksanlığı, çok az
da olsa bazı bölücü fikirlerin polis içinde mevcudiyeti polisin gücünü azalt
maktadır. Bu mahzurların en kısa zamanda giderilmesi ve eğitiminin
geliştirilmesi önem kazanmaktatbr."
Devletin çok yüksek makam ve mevkilerinde bulunan bir zat geliyor, görev
yapan bir jandarma erini tokatlıyor ve "biz de sıkıyönetime karşıyız" diyor.
Bugün birçok yerde emniyet amiri yok. Birçok Kaymakamlık genç, yeni
mezun olmuş maiyet memurlannın elinde.
291
manlardır. Bilhassa Kars ili dahilindeki ilçelere tecrübeli ve yetenekli kayma
kamlarm atandınlmasına ihtiyaç vardır.
Aslında polis sorunu sadece bir miktar sorunu degildir. Miktarca çok, an
cak yeteneksiz ve yanlı poliSin yarar yerine zarar verecegi endişesi içindeyim.
Cinayet, istihbarat ve sorgulama eleman/an ç_ok azdır. Sorgulama elemanı hiç
yoktur. Bu üniteler takviye edilmeden olayların önü alınamayacagı gibi cinayet
failleri de, illegal örgütler de istedigimiz şekilde ortaya çıkanlamayacaktır.
Sonuç olarak; Adana Emniyet Örgütü önerilerimiz yönünde bir an önce is
/ah edilmezse, bugün için askerin büyük çapta yüklendigi asayiş görevini
sıkıyönetimi müteakip asla yapamaz ve Adana'da büyük boyutlara varabilecek
anarşik patlamalar önlenemez."
293
değiştirmek zorunda kalmışlar. Ayrıca bankalardaki çalışanlar üzerinde
hdkimiyet kuran BANK-SEN sendikası bu bankanın % 30 personelini ele
geçirerek bunlar üzerinde baskı kurmaya çalıştıkları da tesbit edildi. Bu an
lattığım hadise yasa dışı örgütlerin ve sendikaların DİSK'le ilişkili olan
BANK-SEN'in neler yapacağını göstermesi bakımından bir örnek teşkil
ediyor. Yarın öbürüsü gün, BANK-SEN bir bankadaki bütün personeli
TÜRKİYE ÖGREIMENLER BANKASJ'nda uyguladığı gibi baskı ile sendi
kaya kayıt. ettirirse, artık bankalarda silahlı soygtina lüzum kalmadan, banka
...
ları içten soymak ve para piyast:fsını ele geçirmek ve böylece örgütlere mali
destek sağlama imkanına kavuşacak demektir.
Diğer bir olay:
1 1 Ekim günü Ana/arta/ar Caddesinde Adliyenin yanında TÜRKİYE .
DEVRİMCi KOMÜNİST PARTİSİ inşa örgütünün pankart asma olayı cerey
an etti. Maksatları milletvekili seçimlerini yaptırmamak. Bunları yapanların
çoğu . ODTÜ-Hacettepe Üniversitesi, Sağlık Koleji, Ankara Tıp Fakültesi
öğrencileri, öğrencilerin genellikle "Yurtsever Devrimci Gençlik", "İlerici
Gençlik" gibi derneklere mensup oldukları tesbit edildi. Bugün PKK yanlısı
olan bütün dernekler, "İlerici, devrimci ve yurtsever" deyimlerini kendilerine
slogan kabul etmişlerdir. Hiçbir zaman komünist deyimini kul/anmazlar.
Maliye Bakanlığı yemekhanesinde bildiri dağıtılıyor. Oradakilere nutuklar
söyleniyor. Seçim aleyhinde konuşmalar yapılıyor. Hür Demokratik rejimin
aleyhinde konuşuyorlar. İlgililer kendileri bir şey yapamıyor, yalnız
sıkıyönetime sanki müjde veriyorlar. Duruma el attık ve yemekhane
yöneticisini, memurunu, garsonunu, aşçısını hepsini toplamak zorunda kaldık.
İki gün emniyette kaldılar. Sorgulandılar, aç kaldık diye feryat etmeye
başladılar. Halbuki Maliye Bakanının verdiği ödenekle dışarıdan yemek getirt
tiklerini tesbit ettik. Sonunda oranın bir anarşi yuvası olmaktan kurtarılmasını,
aksi halde yemekhaneyi kapatacağımızı bildirdik. Bu gibi olaylar yalnız Maliye
Bakanlığında değil, birçok yerde cereyan etmektedir. Her kuruluş kendisi bir
kenera çekilerek sıkıyönetime müracaat etmekte ve bizzat önlem almamızı iste
mekteler. Halbuki dileğimiz herkesin kendi kapısını temizlemesidir.
Devlet örgüt elemanlarından anndırılmadıkça, devlete, cumhuriyete sahip
görevliler, görevlerine sahip çıkmadıkça, sıkıyönetimin uğraşıları sadece bir
süre polisin yerini işgal etmekten, sokaktaki hareketi önlemekten öteye gide
mez. Biz devlet mekanizmasının içine girerek bunları da temizleme yetkisine
sahip değiliz. Ancak suç işlediği takdirde alabiliriz. "
Bütün sıkıyönetim komutanları polis ve jandanna noksanlığından yakınıyor
ve ilave jandanna ve polis gücü verilmesini istiyorlardı. Bunun üzerine Jandar
ma Genel Komutam Orgeneral Sedat Celimın söz alarak yeni celpte er mik:tan
294
azaldığından, yeniden jandanna takviyesinin yapılmasının mümkün olmadığını
açıkladı. Aynca, jandamıa subay ve astsubay noksanının da had safhaya gel
diğini, mütemadiyen emekliliklerini istediklerini söyledi. Emekliliklerini
isteyen subay ve astsubaylarla konuştuğumda, görev yapmaktan yılgınlık ge
tirdiklerini, gecesinin gündüzünün, cumartes� pazarının, bayram ve istirahat
lerinin olmadığını, buna mukabil aldıkları maaşla ı.or geçinebildiklerini, sık sık
ölümle �ehdit edildiklerini söylemişlerdir.
Sıkıyönetim Komutanları jandamıanın ve polisin telsiz noksanlığından da
şikayet ediyorlardı. Orgeneral Celasun 1976 senesinden beri jandarmanın bir
tek telsiz alamadığını yana yakıla anlattı.
Jandarma Genel Komutanının ardından Adalet Bakanı Mehmet Can söz
aldı ve Başbakana hitaben yaptığı konuşmada, adalet mekanizmasından acı acı
dert yandı. Adalette aksaklık olduğunda kendisinden sorulduğunu, ancak yet
kinin kendisinde değil başka ellerde olduğunu örneğin, tayinleri Hfildrnler ve
Savcılar Yüksek Kurulu'nun yaptığını en kötü memurun Danıştaydan karar
alıp yapılan işlemi durdurduğunu, mahkemelerin liçka olduğunu söyledi ve
şöyle devam etti:
"Hiçbirisine dokunamıyoruz. Ben buradan ayrılıp gideceğim.fakat bu statü
değişmezse. 1 961 'den beri uygulanan bu hal adaletin hükümetten çıktığını
gösteriyor. Yani sorumlu hükünıetlerdir, ama yetkiler başka organ/ardadır. Ol
maz bu sayın Başbakanım ... Bu durumun muhakkak düzelmesi ldzım. So
rumluluğu da hakimlere vermemiz ldzım. TRT'ye dokunamıyoruz. Derneklere
dokunamıyoruz, Üniversitelere dokunamıyoruz. 400 kişilik bir üniversite
öğrencilerini derse alıyoruz, 400 kişisi dışanda geziyor, haftada bir derse gi
riyor. Ama sorumlu hep hükümet oluyor. Hükümetler Sayıştay'a karışamıyor,
hdkime karışamıyor, savcıya karışamıyor. Ama biz varız... Basın bize
karışıyor, o bile bize karışıyor. Türkiye'de karışıyor."
Mehmet Can bunları içtenlikle söylemişti. Sıkıyönetim toplanbsı bittikten
sonra Mehmet Can'ın koridorda yanına gittim ve "Sayın Can çok güzel
söylediniz. Sizden evvel de Adalet Bakanlan şikayetçi idi. Madem bu duru.
mun sakatlığını kabul ediyorsunuz, şimdi muhalefete geçeceksiniz. İktidar
partisi ile anlaşıp bu durumu düzeltin" Uedim. Bir şey söylemedi.
Başbakan Bülent Ecevit, toplantı sonunda kısa bir konuşma yaparak
Sıkıyönetim Komutanlarına ve İçişleri Bakanı'na teşekkür ederek toplantıyı
kapattı.
Görüldüğü gibi Sıkıyönetim Komutanlarının isteklerinden bugüne kadar,
dile getirilmesine rağmen, hfili yerine getirilmeyen ve bu yüzden her toplanbda
tekrar edilen hususlar var. Sıkıyönetime rağmen neden anarşi ve terörün
önüne geçilemedi diye soru soranlar var. İşte bundan dolayı önü alınamadı.
295
Bu gibi olaylar geniş yetkilerle önlenir, yetkisiz komutan ne yapsın.
Görüldüğü gibi bazı kanunlar ve içtihat kararlan elini kolunu bağlamış.
Atatürk döneminde de Türkiye'nin birçok bölgesinde ayaklanma olayları ce
reyan etti. Ama oraya bu olaylan basbrmak için gönderilen IComutana öyle yet
kiler verildi ki, o komutan bu yetkilerini gerektiğinde kullanarak muvaffak
oldu. Ulu Önder Atatürk Sakarya Muharebesinde meclisin yetkisini alarak
Başkomutanlığa gitmeseydi acaba muvaffakiyet ne ölçüde olurdu, düşünmeye
değer.
15 Ekim 1979 günü Ecevit hükümeti çekilme karan aldl ve istifası Cumhur
başkanınca kabul edildi. Hüküm.eti kurma görevi Adalet Partisi Genel Başkanı
Süleyman Demirel'e verildi. Z.aten başkasına vermek mümkün de değildi; tah
travalli oynar gibi bir Ecevit yukarıya çıkıyor, Demirel aşağı iniyor. B ir
müddet sonra Demirel yukarı, Ecevit aşağıya iniyor. Şimdi de Demirel yukarı
çıktı., Ecevit aşağıya indi.
Demirel'in yukarıda kalabilmesi için diğer partilerin desteğine ihtiyaç vardı.
Bunlar da Milli Selamet Partisi ile MilliyetÇi Hareket Partisi olacaktı. Yani Er
bakan ile Türkeş. Her ikisi de koalisyona dahil olmadılar. Dışardan Demirel'i
destekleyeceklerini söylediler. Yani Demiıel'in kurduğu hükümet bir azınlık
hükUmeti olacaktı.
296
25 Ek.im'de Cumhurbaşkanı, Demirel'e hilkümeti kurma görevini verdi.
Demirel hilkümeti Adalet Partili milletvekilleriyle kurdu.
Bakanlar Kurulu aşağıdaki bakanlardan oluşuyordu:
Başbakan : Süleyman Demirel
Devlet Bakam : Ekrem Ceyhun
Devlet Bakam : Ahmet Karahan
Devlet Bakam : Kök.sal Toptan
Devlet Bakam : Oıtıan Eren
Devlet Bakam : Metin Musaoğlu
Devlet Bakam : Mehmet Kelleci
Adalet Bakam : Ömer Ucuzal
Milli Savumna Bakanı : A. İhsan Birincioğlu
İçişleri Bakanı : Mustafa Gülcügil
Dışişleri Bakam : Hayrettin Eıkmen
Maliye Bakam : İsmet Sezgin
Milli Eğitim Bakanı : Oıtıan Cemal Fersoy
Bayındırlık Bakanı : Selahattin Kılıç
Ticaret Bakam : Halil Başol
Sağlık ve Sosyal Yıınt ım Bakanı : Ali Münif İslamoğlu
297
Sosyal Güvenlik Bakanı : Sümer Oral
Kültür Bakanı : Tevfik Koraltan
Hüküınetin kurulması ve hükümet programının hazırlanması bir aya yakın
zaman almışu. Hükümet programı o tarihte evvela Senatoda okunur sonra
Büyük Millet Meclisinde okunurdu. Senatodaki programın okunması 20
Kasını günü yapıldı.
Bu arada 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlama törenleri yapıldı. Her bay
ramda olduğu gibi 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla Silahlı Kuvvetler
mensuplarına bir mesaj yayınladım. Bu mesajın bir yerinde anarşist ve
bölücülere yine değinmek lüzumunu hissettim. Silahlı Kuvvetlerin bu konuda
ne kadar hassas olduğunu onlara anlatmak ve millete de biraz olsun moral ver
mek istiyordum. Mesajda değindiğim husus şöyleydi:
"Her karış toprağı mübarek şehit kanları ile sulanmış olarak atalarımızdan
teslim aldığımız kutsal yurdumuzu parçalamak, kaderde, kıvançta ve tasada
bölünmez bir bütün olan asil milletimizi bölmek isteyen iç ve özellikle dış
düşmanlarımız tarihin belli dönemlerinde olduğu gibi bugün de haince plan
larının tahakkuku için durmadan çalışmaktadırlar.
İçinde bulunduğumuz ekonomik ve politik durumdan faydalanmak isteyen
lerin emellerine ulaşmak için sarf ettikleri gayretler bizi iyi tanımayanların hasta
adam olarak ni.telemelerine neden olmaktadır.
Bütün bunlar milletimizin öz varlığı olan Silahlı Kuvvetlerimizi de elbette
rahatsız etmekte ve üzmektedir.. Bütün bu cereyan eden olayları yakından iz
leyip dikkatle değerlendirerek, vatanın bütünlüğü ve milletin bölünmezliği
konularında milletçe el ele vererek kısa sürede esenliğe kavuşacağımıza ve hür
dünyada layık olduğumuz yeri alacağımıza inanıyor ve bunu sabırsızlıkla bek
liyoruz. "
. KASIM 1979
Kasım ayına girerken Ekim ayı içerisinde yurt sathında 573 olay cereyan
etmiş ve bu olaylarda 1 02 vatandaşımız ölmüş, 452 vatandaşımız da yara
lanmıştı.
298
DEMİREL'İN HÜKÜMET PROGRAMİNDAN PARÇALAR
29')
ARALIK 1979
DEMİREL'İN İLK
SIKIYÖNETİM KOORDİNASYON TOPLANTISI
Demirel Meclis'ten güven oyunu aldıktan kısa bir süre sonra 4 Aralık 1 979
günü ilk Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısını yaptı. Bu toplantıya birçok
Bakanı da çağınnıştı. Demirel toplantıyı açış konuşmasının bir yerinde şöyle
söylüyordu:
"Sıkıyönetim görevini, Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup subay, astsubay,
erbaş ve erler bugüne kadar canla başla yürütmüşlerdir. Bundan sonra da
başarı ile yürüteceklerdir. Yurdumuzu bir alev sarmıştır. Bu alevi söndürmek
için yaptıgınız başarılı görevlere şükran borçluyum. Ancak, bu yangının
söndürülemediği de bir gerçektir. Sıkıyönetim Komutanları kendi sıkıntılarını
ve bu yangını söndürmek, hedefe ulaşmak için ne lazım geldigini açıklasınlar.
Yetki lazımsa yetki, silah lazımsa silah, para lazımsa para, insan lazımsa insan
bulalım. İlldki bu yangını söndürelim. Zira sıkıyönetim devletin son
çaresidir. "
Açış konuşmasından sonra evvela Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanı
sıkıyönetimin ilanından bugüne kadar cereyan eden olaylan, yapılan teklifleri,
tekliflerden gerçekleştirilenlerle gerçekleştirilemeyenleri, anarşik olaylarin bir
türlü önlenememesinin sebeplerini, alınması gerekli yasal, idari, istihbarat,
psikolojik tedbirler hakkında geniş bir bilgi sundu. Sıkıyönetim Koordinasyon
B aşkanı Tümgeneral Selfilıattin Cam bazoğlu 'nun bu konuşması çok uzun
olduğundan, buraya yalnız konuşma sonunda yaptığı (Sonuç ve Öneriler)
kısmını alacağım. Cambazoğlu'nun bu kısımda söyledikleri şunlardı:
300
SONUÇ VE ÖNERİLER
Sayın Başbakanım ,
İç ve dış kaynaklardan tahrik, teşvik ve finanse edildiğine şüphe bulun
mayan �inin alınan tüm tedbirlere rağmen bir türlü kesin olarak durdurula
madığı malumlarıdır. Bu meyanda ele geçirilen ve yurt dışındaki bazı
yerlerden gönderildiği anlaşılan dökümanlar, yurdumuzdaki eylemci kesim
lerle ilişkili olan yabancı kaynaklı merkezlerin de varlığını doğrulamaktadır.
Yasa dışı şiddet olaylarının önlenebilmesi bakımından bugüne kadar
Sıkıyönetim Komutanlıkları gerek raporlarda, gerekse Sıkıyönetiı:n Koordi
nasyon toplanblannda önerilerde bulunmuşlar, Genelkurmay Başkanlığınca da
muhtelif vesilelerle konuya ilişkin görüş ve öneriler ilgili makamlara
bildirilmiştir. Bir bölümü ele alınan söz konusu bu önerilerin büyük bir kısımı
henüz sonuçlandınlamamışbr. Müsaadelerinizle şimdi de bu önerilerin durumu
hakkında özet bilgiler an edeceğim.
A. YASAL KONULAR:
( 1 ) Anarşinin olağanüstü boyutlara ulaşması nedeniyle mevcut yasalar ile
idari tedbirlerin kifayet etmediği anlaşılmaktadır. Anarşinin önlenebilmesi
maksadıyla kesin önlemleri kapsayacak şekilde ele alınan fakat henüz yasa
laştırılamayan olağanüstü hal kanunu ivedilikle çıkarılmalıdır.
(2) Adli Kolluk Teşkilatı bulunmaması nedeniyle suçluların takip ve yaka
lanması güçleşmekte, Cumhuriyet Savcılarının da dosyalan yeterli düzeyde
geliştirebilmeleri mümkün olamamaktadır. Bu konuda Genel Zabıtanın bir bi
rimi olarak ilk aşamada 25 ilde uygulamaya geçilmiş olup, söz konusu
teşkilatın kurulmasını sağlayacak yasa çalışmaları henüz tamamlanamamıştır.
(3) Cezaevlerinin dış korunması görevi aslen Adalet Bakanlığının olmasına
rağmen, geçici olarak bu görev jandarmaya verilmiş, ancak bu görevle ilgili
olarak bir örgütün kurulması yolundaki çalışmalar sürdürülmekle beraber
henüz bir sonuç alınamamıştır. Jandarmanın bu şekildeki görevlere
bağlanması sonucu anarşik olaylan takip konusunda etkinliği azalmaktadır.
Cezaevlerinin emniyetle korunması için yasal ve m addi tedbirlerin ele
alınmasında zaruret vardır.
(4) Sadece İstanbul'da bulunun bankalar ile öğrenci tesisleri korunması için
1 .400 yerde jandarma komando rrleri nöbet tutmaktadırlar. Vurucu güç olarak
kullanılması gereken bu birliklerin bu şekilde dağıblmış vaziyette kullanılması
nedeniyle etkinliği azalmaktadır. B ankalar ile önemli tesis ve kişilerin korun
maları konusunda hazırlanan tasarının yasalaşması çalışmalarına hız verilmesi
gerekmektedir.
(5) Anarşi konusunda yanlı ve hana hedef gösterir mahiyetteki yayınların
önlenebilmesi maksadıyla gerekli yasal tedbirler alınmalıdır.
301
(6) Anarşik olaylara karışmış kişiler için af çıkacağı söylentilerinin önünün
alınması, her ne sebeple olursa olsun af çıkarılmamasının yararlı olacağı
düşünülmektedir.
(7) Ceza ve Usul Yasalarımız klasik suç tiplerine göre düzenlemeler getir
miştir. Örgütsel ve illegal suçlar kavramı yeni doğmuş olduğundan klasik suç
kavramları ve usul hükümleri ile bu suçlarla mücadelede kifayetsiz
kalınmaktadır. Bu itibarla yeni suç tiplerine uygun, cezai ve usule ilişkin yeni
düzenlemelere gibnek zorunluluğu vardır. Davaların müşterek ve genel gaye
içinde görülmesi halinde yetki ve görev yönünden de yeni hükümlere ihtiyaç
vardır.
(8) T.C.K'nun 125'inci maddesi ile ülke bütünlüğü ihlal edildiği takdirde
pek ağır cezalar söz konusu edildiği halde, bunun propagandası 142'inci mad
dede caydıncılıktan uzak hafif bir ceza tehdidine bağlanmıştır. 125'inci mad
deye yönelik propagandanın bu suçun ağırlığı ile orantılı olarak arttırılması zo
runludur.
(9) Güvenlik kuvvetlerinin silah kullanma konusunda olayın dehşet ve kor
kusu ile zaruretin sınırını tecavüz ebneleri halinde T.C.K'nun 50'nci madde
sindeki ceza tehdidi kaldırılarak silah kullanma yetkisi genişletilmelidir.
(10) Seçim kanununda yapılan son tadille Yüksek Seçim Kuruluna, radyo
ve TV'.de yapılacak konuşmaların anayasaya uygwıluğu denetleme görevi ve
rilmiştir. Ancak Anayasaya a)'k.ırı. konuşma metinlerinin saptanması halinde
Yüksek Seçim Kurulunun yetkileri hususunda açık bir düzenleme yoktur. Tel
evizyon ve radyodaki Anayasaya aykırı konuşmaların yayına sokulmaması hu
susunda açık bir hüküm getirilmesi gereklidir. Keza yazılı metin vermekten
kaçınan veya yazılı metin dışına çıkan parti temsilcileri hakkında önlem ve ce
zai sorumluluklar getirilmelidir.
(1 1 ) Halkın, gözü önünde cereyan eden olaylar hakkında pasif bir tavır
takınarak tanıklıktan çekindiği izlenmektedir. Tanıklık için can ve mal
güvenliği sağlayacak, tanıklığı bir yük olmaktan çıkaracak yasal tedbirlerin
alınarak halkın aktif katkısının sağlanması zorunludur.
(12) 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu İle İlgili Hususlar
(a) Şiddet olaylarının gelişmesine büyük katkısı olan silah kaçakçılığı henüz
kesin olarak önlenememiştir. 1402 sayılı yasanın 1 5'inci maddesinde
gösterilen suçların Sıkı yönetim Askeri Mahkemesinde görülebilmesi için,
suçun sıkıyönetim ilanına veya faaliyetine ilişkin olması kuralı aranmaktadır.
Gösterilen suçlar arasında, asayişi geniş ölçüde haleldar ebnesine rağmen ticari
amaçlı silah satışı veya kaçakçılığı sıkıyönetim ilan ve faaliyetlerine ilişkin bu
lunmamakta ve bu yüzden Sıkıyönetim Mahkemelerinin söz konusu suçlara
302
bakamaması sonucu doğmaktadır. Askeri Yargıtayın göreve ilişkin içtihatları
da bu düşünceyi doğrular niteliktedir. Madde değişinceye kadar sıkıyönetim
bölgelerindeki bu çeşit suçların Sıkıyönetim Askeri Mahkemelerinin görevine
girmesini sağlayabilmek için idari önlemlerin de alınabileceği
düşünülmektedir.
(c) Siyasi amaçla adam öldüıme aynı amaçla takibi şikayete bağlı olmayan
müessir filde bulunma ve T.C.K.'nun 5 1 6 ve 5 17'nci maddelerinde gösterilen
mala karşı kasten verilen zarar (Nası Izrar) suçlan ile T.C.K'nun 5 36'ncı
maddesinin 1402 sayılı yasa kapsamına alınması gerekmektedir.
(3) Polisin gerek mesleğe alınışında 2-3 ay, gerekse meslekte yapılan kısa
süreli eğitimlerin yetersizliği göwnüne alınarak ni�liğinin yükseltilmesi,
(4) Polis ödeneklerinin hareket kabiliyetini amracak, haberleşme ve abş
eğitimlerini karşılayacak düzeyde �ğlanması,
303
(5) Polis örgütünde Silahlı Kuvvetlerde olduğu gibi disiplinin sağlanması
ve taraflı hareketlere engel olunması,
(8) Emniyet ve asayişin sağlanması ile ilgili görev yerine getirilirken mey
dana gelen olaylarda personelin ölümününe, sakat kalmasına ya da yaralan
masına yol açan üzücü durumlarla karşılaşılmaktadır. 1475 sayılı kanun ile bu
konudaki tüzükte belirtilen miktarları günün koşullarına göre yükseltmeyi
amaçlayan ve halen T.B.M.M.'de bulunan tasarının gerek sıkıyönetim gerekse
İl İdaresi Kanunu gereğince asayişin sağlanması ile görevlendirilen askeri per
sonele de uygulanacak şekilde ivedilikle yasalaştırılması zorunlu
görülmektedir.
(9) Ancak, yukarıda arz edilen önlemler ile emniyet örgütünün yeniden
teşkilatlandınlmasının kısa vadede mümkün olamayacağı dikkate alınarak daha
iyi durumda bulunan jandarmanın güçlendirilmesine önem verilmesi uygun
görülmektedir.
C. İSTİHBARAT KONULARI:
(1) İstihbarat elemanlarının sayısal ve nitelik yönünden yetersizliği ve mev
cut istihbarat örgütlerinin dağınık bir durum arzetrnesi, olayların önlenmesinde
ve örgütlerin ortaya çıkarılmasında menfi rol oynayan başlıca etkenlerdir. Bu
nedenle istihbarat örgütlerinin merkezileştirilmesi yanında eleman sayısı ve
niteliklerinin arttınlmasında fayda görülmektedir.
(3) Anarşik olaylarda kullanılan silahların diğer olaylarla ilgisini tespit ede
bilmek için, ülke çapında yeterli bir balistik merkezin Ankara'da faaliyete
geçirilmesi zorunludur.
D. İDARİ SORUNLAR:
(1) Birçok ilçede kaymakam olmayışı nedeniyle devlet otoritesinin zaafiyeti
söz konusu olmaktadır.
(2) Başta Emniyet ve Milli Eğitim olmak üzere bazı kamu kuruluşlarında
304
yanlı hareket edenler, hatta olaylara karışanlar olduğu gibi, bazı sendika ve
derneklerin de amaçlan dışında faaliyet gösterdikleri müşahade edilmektedir.
Yanlı hareket eden söz konusu görevliler ile amaçlan dışında faaliyette bulu
nan sendika ve dernekler hakkında tedbirler alınması, bilhassa Emniyet ve
Milli Eğitim görevlilerinin demek kurmamalanru sağlayacak düzenlemenin
yapılm ası zorunlu görülmektedir.
Sayın Başbakanım ,
305
taruklığm insanlık ve vatan görevi olduğu yolunda yayın organlan vasıtasıyla
kamuoyu oluşturulmasını,
Arkasından bütün Sıkıyönetim Komutanları ayn ayn kendi bölgeleri ile il
gili bilgileri ve teklifleri sundular. Türkiye'de cereyan eden anarşik olaylarla,
öldürme ve yaralama olaylarının % 40'ına sahip olan İstanbul Sıkıyönetim
Komutanı en geniş izahab verdi ve alınması gerekli tedbirleri de açıkça dile ge
tirdi. Toplanu dokuz saat devam etti. Sonunda Demirel bir konuşma yaparak
toplantıyı R.apatu. Konuşması aynen şöyle idi:
"9 saate yakın bir süredir sıkıyönetim uygulamaları ile görüşmeler devam
etti; ş imdi ben bir özet yapacağım . Ama konuşmaların hepsini değil, bir
kısmını ele alacağım . Evvela şunu ifade edeyim ki bundan önceki toplanularda
S ıkıyönetim Komutanlarının neleri talep ettiklerini bilmiyorum. Bunların hep
sini sayın Cambazoğlu'ndan isteyeceğim. Ve neler yapılıp neler yapılmadığını
ortaya çıkaracağım. Bir gerçek var ortada hepinizin olaylan ne kadar büyük bir
feryat i çinde dile getirdiğinizi gördüm. Bunlar benim için yabancı değildir. 1 1
aydır devam eden sıkıyönetim ile idare devresinde genel bir ayaklanma ve
kalkı ş önlenmiştir. Bu bir gerçektir. B unda Sıkıyönetim l\omutanlıklarında
görev yapan bütün subay, astsubay, erbaş ve erlerin büyük gayret ve çalışması
v a r. Hepsine şükran borçluyum.
306
deyiz. Bugünün harpleri zaten içten çökertmeyi esas alır. Bölücülük, siyasi
sürtüşmeler ve komünizm iç içedir. Bugün benim vatandaşımı birbirine
düşüren gizli bir güç vardır. Kars'ı dışa açılan pencere haline getinnek istiyor
lar. Rize-Adana hattında olay çıkarılarak bir Kürt, bir Enneni devleti kunnaya
çalışıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti Devletine sahip çıkmayanlar haindir. Bizim
kavgamız bunlarladır. Türkiye'yi sevenlerin bu mücadeleye devam etmesi
gerekir.
Metodoloji öneriyorum. Cambazoğlu bunları gözden geçirdikten sonra,
bunları birlikte bir tasnife tabi tutucağız. Buna göre:
1. İdari Tedbirler
Kim ve ne yapacak, bunu tespit edeceğiz. Sıkıyönetim Kanununun verdiği
yetkileri tam olarak kullanınız. Bu yetkiler yetmiyorsa biz kanunları meclise
sevk edelim. Sizin yapacaklarınızı siz yapın bize bıraktıklarınızı biz yaparız.
2.Bakanlann Yapacağı İşler
Bunları biz ve bakan arlcadaşlanm yapacağız.
3. Yasa İhtiyaçtan
Esasen yasalar B akanlar Kumlu'nun önündedir. Bunların tümünü
bütçeden önce çıkaracağız. Daha önceden hazırlanmış olan yasaların bir kere
daha gözden geçirilmesini rica edeceğim. Yasa tekliflerini komisyonların
teşkilini müteakip hemen önlerine getireceğiz.
Şehit ailelerinin hayat boyu bakılmalarına ait kanun Meclis'tedir. Meclis'te
özel gündem talep edip bunu meclislere bizzat kendim anlatacağım. İdari ted
birlerin en önemlisi polis üzerindedir. Onu ele alacağız. Emniyet Müdürleri
için Sıkıyönetim Komutanları ile muhakkak. konuşulacaktır.
Türkiye'yi rahatsız eden nedir? Bir avuç maceracı Türkiye'yi rahatsız
ediyor. Bunlar şu veya bu şekilde himaye gönnüştür. Devlet kendi kendini
yiyor. Polis, öğretmen, memur ve kamu görevlisi maalesef devlet düşmanlığı
yapıyor. Buna çare bulacağız. Biz bunun için hükümetteyiz, Milleti rahatsız
edenler ya devletten maaş alıyor, veya devlet himayesindedir. Bunların
karşısında devlet 1 9 Aralık 1 978 tarihine kadar sessizdir. Ciddiye
alınmamıştır. 5 Kasım 1 978'de Bağımsız Kürdistan Mitingi Adana'da yapıldı.
Gaziantep'teki kavga Adana'ya intikal etmiştir. Gaziantep'te 1 Mayıs 1978
yürüyüşünün resimleri bende var. İşte oradan buraya geldik. Sıkıyönetim
1
birçok olaylardan sonra ilan edilmiştir. 1 1 aydır devam ediyor. Canla başla
çalıştık ama netice alamadık. Peki neticeyi nasıl alacağız? Netice almamız
lazım. Biz biran önce bu hizmetten çıkmak istiyoruz diyorsunuz. Ama bunu
böyle bırakıp gidemezsiniz. Bunun için bu yangını söndürünceye kadar
307
göreve devam mecburiyeti vardır. Türkiye'yi bu hale getirenlerin kökenlerine
inmek gerekir. Örgütler için hiçbir dava açılmadığı görülüyor. Bataklık ortada
durdukça sivrisinek öldürmekle netice alınmaz. Köküne inmek için istihbarat
yok. nedenini de biliyorum. İstihbaratçılar sıkıyönetime yardımcı olmamış hat
ta yer yer anarşiyi korumuştur. Anarşistlere yüz verile verile bu hale gelin
miştir. Polis birbirleriyle dövüşüyor hale gelmiştir. Polis afiş asar hale gel
miştir. Polis kokartlı Marksist Leninist yazılı pankartlar asmıştır. Polisin bütün
tayinlerini POLDER yapmıştır. Devlet derneklerle idare edilemez demişizdir.
Bunu anlatamadık, mahkemeler ceza veremiyor, devlet ceza veremez hale gel
miş halk tanıklık yapmıyor. Polis görevini yapmıyör. Verilen cezalar çok az.
Ceza vermeyen mahkemeler olmaz. Böyle hukuk devleti olmaz. Adaleti tevdi
edemiyorsak bunun adı hukuk devleti olmaz. 1974 affını çıkartmayın diye çok
uğraştık ama muvaffak olamadık. Cezaevleri yol geçen hanına dönmüş. Bir
suçlu deli kılığına girip deli hastanesinden kaçıp gidiyor. Gardiyanlar büyük
suistimalci hale gelmiş. 10 tutuklu bulunan bir cezaevinde 1 7 gardiyan mevcut
iken 2000 tutuklusu olan bir cezaevinde gardiyan yok. Bunların hepsinin
üzerine gideceğiz. Bu duruma göre terörist olmak adeta teşvik edilmiş. Örgütü
bulamıyoruz. Görev yapanlara sahip çıkamıyoruz. Birçok hakim ve savcılara
kurşun çekilmiştir. B unlara yeniden sahip çıkmaya başlamalıyız. Bu işlerin
kökünü, beynini, karargatunı ve başını bulamıyoruz. Bunlara kim direktif ve
riyor. Kim yaptırıyor. 1 97 1 - 1973 döneminden önce hepsini bulmuştuk. Şimdi
bulamıyoruz. Hepsi ceza yemişti. Bugünkü durum eskiden farklıdır. Doktor
var, hasta var, reçete var ama, hastalık devam ediyor. Bunun üzerine vara
cağız. Çıkamaz da değiliz çere var. Mücadele yolunu seçtik ancak vaktimiz
yok. Bu mücadeleyi yıldırım savaşı şeklinde hukuki olarak yapmaya mecbu
ruz. �vleti işletmeliyiz. Kanunlar yapacağız. Mevcut imkanları sonuna kadar
kullanalım. Yasaları ve yetkileri sonuna kadar kullanalım. İdari tedbirler
alalım. Yasalar çıkaralım. Bütün bunlara ilaveten psikolojik savaş yapalım. B u
psikolojik savaşı akıllı bir şekilde yürütmek mecburiyetindeyiz. Milletimizi ar
kamızda tutmak, parlamentoy\J, basın ve TRT'yi desteğimize almak zorun
dayız. Bunun için ne gerekirse yapılacakur.
Okullar okunmaz halde ise, olmasınlar daha iyi. Okulları okunur hale getir
mek mecburiyetindeyiz.
308
yerlerdeki olayların olmamasını sağlamalıyız. Mesela Turgutlu'da, Hilvan'da,
Şavşat'ta bir mesele olmamalıdır. öncelikle bwılan bastımıalıyız. Çünkü bura
ları küçüktür. Oralarda suçluyu bulmak kolaydır. 5-6 büyük şehirde olan
anarşik olaylar ve bölücülük için sizlerin söylediğiniz esaslara göre planlar
yapmalıyız. Bu planların stratejisi, taktiği ve birde icrası olmalıdır. Bir de tak
vimi bulunmalıdır. Bir 'G' Günü tayin edip oradan geriye gelip ne yapa
cağımız tespit edilmelidir. Yapılsın dediğimiz işlerde kim ne zaman nasıl
yapılacak hususları da tebit edilmelidir. Savaşın başındayız. Anarşinin gücünü
kudretini kabul edemiyorum. Devletimiz daha güçlü kudretlidir.- Milletimiz
artık rahat nefes almalıdır. Her şeyden önce bunu sağlamalıyız.
Benim sizlerden ricam şudur: şunu yazdık bunu istedik diye _işin peşini
bırakmayın bakanlara ve gerekirse bana direkt telefon açarak işlerinizi takip
ediniz.
Sizleri bu yokluklar karşısında yılgınlığa düşmemiş olarak göreve devam
etmenizden dolayı takdirle karşılıyorum. Tebrik ve takdir ediyorum. Bunu
milletime de biızat söyleyeceğim. Milletimiz ve hükümetimizin sizlere güveni
sonsuzdur. Vazifelerinizi gönül huzuru ve azizliği içinde yapın.
Tekrar tebrik ve takdirlerimi sunuyorum."
310
H- Karşı gruplara veya kişilere karşı bombalı suikastler.
İ- Bombalı veya silatıla sabotaj, tahripler.
şeklinde tezahür ebniş bulunmaktadır.
Bu olayların hemen her cinsi 1 1 aydır İstanbul'da her giin değişik adetlerde
olmak üzere vukua gelmektedir.
Bütün bu eylemler, şüphesiz bir iç harbe müncer olacak bir seri ayaklanma
hareketleridir. Bugün anarşi veya tedhiş olarak adlandırdığımız eylemler seri
sinin bir iç isyanın vasıtaları olduğunda şüphe yoktur.
Böylece ülkemiz bir iç tehditle karşı karşıya bulunduğuna göre, tehdidin
bugünkü boyutlarının bir değerlendirmesini yapmak gerekecektir.
Şimdi bir yıldan beri İstanbul'da meydana gelmiş bulunan ve yukarıda
çeşitleri açıklanmış bulunan anarşi ve eylemlerinin miktarına eylemcilerin be
nimsedikleri ideolojik görüşleri itibariyle kısaca bir göz atalım:
Eylül ve Ekim aylarını kapsayan beşinci sıkıyönetim devresinde, bütün
olaylarda rekor seviyeye ulaşan bir artma olmuştur. 6'ncı sıkıyönetim
döneminin birinci ayı sonunda özellikle, suikast olaylarında, banka soygun
larında, beşinci dönem rakkamlarına, ölü sayısında ise 2/3 e ulaşılmıştır.
Bilindiği veçhile bu eylemler hem aşın sol, hem de aşın sağ görüşlü kesim
den kaynaklanmaktadır. Ancak, tespit edilen eylemcilerden büyük miktarı,
aşın sol kesime mensuptur. İdeolojik mensubiyeti bilinemeyen eylemcilerin de
çoğunun eylemlerindeki benzerlik bakımından, sol kesim içinde bulunduk-
•
Gene kendi vesikalarına göre sol, bu hedefe 3 safhalı bir strateji ile vamıayı
planlamıştır. Şöyle ki:
1 'inci safha : Şehir gerillacılığı
2'nci satha : Kırsal bölge g<?rillacılığı
311
3'üncü safha Silahlı Kuvvetleri bertaraf edip, iktidarı ele almayı
amaçlayan iç haıp.
Askeri elemanlardır.
Sendikalar,
Gecekondu sakinleri.
312
kaynak teşkil ettiğinde ve birçok yasa dışı eylemlerin organize edildiği merkez
ler oluşturduklarında şüphe yoktur.
Aynca, bu legal görüntüdeki örgütler arasında, çok sıkı ve iç içe girmiş or
ganik bağların mevcut olduğu da açık bir gerçektir. Nitekim, "DEV-BİR" de
nilen derneğin bir bildirisinde, "Okullarımızı, Öğrenci-Öğretmen-İşçi bir
liğinde faşizme karşı kavga seslerinin yükseldiği yerler haline getirmeliyiz,
geçmiş yıllarda çoğu liselerde yaptığımız gibi, işçilere, emekçilere karşı
yapılan her türlü faşist saldırılara, işçi çıkarmalarına, polis saldırısına, gece
kondu yıkımına, kısacası; halkımız üzerindeki her türlü baskı, zorbalık ve
haksızlığa karşı sesimizi yükseltmeliyiz" sözcükleri, bu görüşümüzün kanıtı
olmaktadır.
Kanaatimizce, bu görüntü içindeki örgütler, maruz bulunduğumuz tehdidin
başlangıcını teşkil etmektedir. Bu arada özellikle gecekondu bölgesini
kapsayan, belediye teşkille ri ve muhtarlıkların bizzat anarşinin planlandığı ve
düzenlendiği mihraklar olduğunda şüphe yoktur. Birçok muhtarın illegal sol
örgütlerin bölgesel semt komitelerini oluşturdukları bir vakıadır.
Şimdi de anarşi ve tedhişin istanbul'daki görüntüsünü yansıtmaya
çalışalım :
İstanbul'da hususiyle sol örgütlerin, halkı devletten koparip, pasifize et
meye yönelik şehir gerillacılığı safhasında bulunduğunu ifade etmek gerekir.
İstanbul, şehir gerillacılığı yönünden en uygun şartlan haiz başlıca
şehirlerimizin en önde gelenidir. Zira:
A- İstanbul en geniş endüstri merkezimiz olup, bu yolda devamlı bir
gelişim içindedir. Geniş bir işçi kesimini barındırmaktadır. Takriben 150.000
işyeri ve bir milyona yakın işçi vardır. Sendikal faaliyetlerin merkezidir.
B- Üniversite yüksek okul ve orta dereceli okulların tek!süf ettiği bir
şehirdir.
4 Üniversite
32 Fakülte
24 Yüksek okul ve akademi
234 Orta dereceli okul mevcut olup, hali hazırda bunların 325.000
öğrencisi bulunmaktadır. Bu kalabalık öğrenci kitlesinin ekonomik, sosyal,
·
314
A. İstanbul Emniyet Müdürlüğü:
Halk gözünde mütenezzil (aşağılanmış) bir kişiliğe sahip bir teşkilat haline
gelmiştir.
1 563 kişilik mevcudu ile hudutları içinde polis bölgesi dışındaki geniş
kırsal alanlarda normal zabıta hizmetlerini dahi yürütemeyecek bir durumdadır.
Karakollara bağlı kalmaları ve miktarlarının da az olması sebebiyle, anarşi ile
mücadelede etkin olamamaktadır. Kırsal bölgelerde askeri birliklerin
konuşlanmış olması, il jandarmasının seyyar kullanılma boşluğunu kapatmak
tadır. Birçok kritik sabit hedeflerin korunması ordu birlikleri tarafından
üslenilmiştir. Bu jandarma, hapishanelerin güvenliği konularında dahi ordu
birliklerinin desteğine ihtiyaç göstermektedir.
315
maksadıyla teşkil edilmiş olmasına rağmen, halen şehir içinde başta bankalar
ve vergi daireleri olmak üzere, büyük miktarda para toplayan ve kullanan
kamu ve özel sektör kuruluşlarının ve banka ve mutemetlerin para nakillerinin
korunması gibi tamamen statik bir göreve bağlanmış bulunmaktadır. Böylece,
tedhiş ile çok etkin bir mücadele kabiliyetine sahip bulunan Jandarma Koman
do Alayından layıkı veçhile istifade edilememektedir.
Bankalara ve vergi dairelerine bakarak, İstanbul'da resmi ve özel para
işlemi yapan tüm ticari müesseseler, fabrikalar, işyeri, otel ve eğlence yeri, ga
zete idarehaneleri, siyasi parti binaları, sendikalar, ecnebi temsilcilikler ve
kişiler özel korunm a talep etmektedirler. Bu istekler, komutanlık için en büyük
problem olmaktadır. Halen bu isteklerin bankalara yönelik büyük bir kısmı
Jandarma Komando Alayı tarafından karşılanmaktadır.
D- Sıkıyönetim Görev Birlikleri:
'H6
cel�dilerek, İstanbul'daki güvenlik önlemlerinin artırılması yoluna gidil
miştir.
317
Teşhis edilebildiği kadan ile bu başarısızlık şu sebeplere dayanmaktadır.
Bu istihbaratı sağlayacak olan polis ve MİTin 1 1 aydır zikre şayan bir de
stek sağladığı söylenemez. 1 1 aydır bütün teşkilatı ve mensupları ile bir
örgütün ele geçemeyişi bu istihbarat boşluğunu açıkça belirlemektedir.
- Polisle MİT teşkilau arasında istihbaratın elde edilmesinde önemli bir ko
pukluk ve koordinasyonsuzluk mevcuttur. Polisin bizzat kendisi istihba
ratsızlık.tan yakınmaktadır.
318
ve bulunabilirse, tanıkların korkmadan verecekleri ifadelere bağlı kalmaktadır.
Can kôrkusu, tanıklık müessesesini işlemez hale getirmiştir.
b) Savcılar, tahkikatlanrn dosya üzerinde yapmakta olay mahallerinde
araştırma ve soruştunna yöntemine itibar ebnemektedirler.
c) Tutuklanmış sanıkların soruşturmasının derinleştirilmesinde yeniden po
lisle işbirliği için ne isteklidirler, ne de pratik çare bulabilmektedirler. Böylece,
çeşitli �ik eylemlerin birbiri ile örgütsel bağlarını ortaya çıkarmak mümkün
olamamaktadır.
d) Olayları mücerret (yalnız) olarak ele almakta kesin deliller olmadıkça,
örgütsel incelemeye yönelmemektedirler.
Nitekim, ideolojik amaç taşıdığında şüphe olmayan çeşitli cinayet, suikast,
sabotaj, planlı soygun, bombalama, silahlı saldın gibi olaylara ait dosyalar ve
bazılarının da sağ ve soldan 450'ye yakın sanığı elde bulunmasına rağmen,
savcılık, 1 1 aydır bilhassa eylemci sola ait tek bir örgütsel iddianame tanzim
etmemiştir. Oysa, birçok cinayet ve planlı soygunu solun çeşitli fraksiyonuna
mensup örgütlerin kamuoyu önünde açıkça kabullendikleri bir vakıadır.
Halen ideolojik ve örgütsel nitelik taşıyan olaylara karıştığı saptanan 35
sol, 6 7 sağ örgüt vardır. Savcılarımız ve hak.imlerimiz, eldeki sanıkların bu
-
3 19
yargıtay içtihat kararlan, komutanlığın elini kolunu büsbütün bağlamaktadır.
•
Şöyle ki:
320
Gerek kamu ve gerekse özel kuruluşlar tamamen bir atalet içindedir. Yasal
yetki ve mecburiyetlerinin gereği olan en küçük koruma tedbirleri dahi alma
maktadırlar. Herkes güvenlik kuvvetlerince korunmasını istemektedir.
Böyl.ce, anarşi bu yönc!e hedefine varmıştır denebilir.
Her ayaklanma hareketinin nüvesini teşkil eden ve ekseriya küçük bir gru
bun oluşturduğu merkezi yönetici kadrosu (liderler) çok iyi gizlenmesine
rağmen, meydana çıkartılmalı, yok edilmeli veya başka şekillerde yetersiz hale
getirilmelidir.
321
bozulmasına çalışılır. Bu arada strateji, anarşistlere eylemlerini gönüllü olarak
durdurmaları hususunda ikazda bulunan müsbet propagandaları da ihtiva et
melidir.
İdari tedbirler.
322
kapsül, saniyeli fitil gibi patlayıcı maddelerin satış ve kullanılması merkezi bir
kontrole bağlanmalı ve etkin denetleme yöntemleri geliştirilmelidir.
8) Kaçak silah ithalini ve yurt içinde yapımını kesin şekilde önleyecek çok
ağır müeyyideli tedbirler bulunmalıdır. Silah kaçakçısının ve silah taşıyanın ne
maksatla olursa .olsun, yargı mercii, sıkıyönetim komutanlığı olmalıdır.
Olağanüstü hallerde ruhsatsız silah bulundunnanın cezaları artırılmalıdır.
1 ) Polis:
a) Anarşinin bugünkü şekline ve özelliklerine göre bastırılması, temelde bir
polis görevi olarak devam etmektedir. Sıkıyönetimin, daha doğrusu askeri bir
lik teknik ve taktiği ile sokaklarda asker gezdirmek ile terörün en korkunç uy
gulaması olan cinayet ve suikastların önlenmesi mümkün değildir. Bu iş krim
inal bir polis çalışmasını gerektirir. Bu bakımdan, polis süratle adli ve önleyici
zabıta hizmetlerini ifa edecek şekilde yeniden organize, teslih ve teçhiz
edilmelidir.
d) Ö nleyici zabıta görevinin ekip sistemi ile yürütülmesi esas kabul edilme
li, buna göre de karakollar, yeter personel, mutorlu araç, telsizle do
natılmalıdır. Şimdilik çok hassas bölgelerde ekip hizmetini asgari seviyede
yürütebilmek üzere 5-6 kişiyi istiab edebilecek kabiliyetli 100 Landrover tipi
araç, l 00 oto �elsizi, 100 çelik yelek, makinalı tabanca sağlanmalıdır.
e) Polisin her türlü hava ve iklim şartı altında ve arazide görev yapacak
şekilde ve tipte giyecek isulıkakının verilmesi sağlanmalıdır.
324
2) Jandanna:
a) Merkez ilçelerinde h Jandanna Alay Komutanlığına bağlı karakollardaki
kuvvet miktarı çok kifayetsizdir. Bu karakollar, hemen tamamiyle nüfus ke
safetine sahip gecekondu bölgelerinin kontrolünden sorumlu bulunmak
tadırlar. Yeter bir adli ve önleyici zabıta hizmetinin yürütülebilmesi için, hem
mevcut karakolların kuvveti arttınlmalı, hem de yeni jandarma karakolları ih
das edilmelidir.
b) istanbul'daki Boğaziçi, Galata, Atatürk ve çevre yolu köprülerinin
güvenliği, emniyet ve belediyeden alınmalı, İl Jandarma Alay Komutanlığı
bünyesinde yeniden teşkil edilmelidir.
c) İl Jandarma Alay Komutanlığının çevre muhafazasından sorumlu bulun
duğu Yeşilköy Hava Limanının fiziki emniyet önlemleri içerisinde önem
taşıyan, çevre aydınlatması, nöbetçi kulübelerinin onarılması, aralarında
telefon irtibatı tesisi en kısa zamanda tahakkuk ettirilmelidir.
d) Kuruluşlar için özel koruma düzenleri, süratle tahakkuk ettirilerek, jan
darma komando birliklerinin banka önlerindeki sabit koruma hizmetinden kur
tarılmaları, bunun yerine devriye hizmetine yöneltilmesi sağlanmalıdır.
3) İç savunma ve geliştirma programının yönetiminde en önemli unsurlar
dan birisinin, güvenlik kuvvetlerinin devlete sadık, tarafsız, disiplinl_i ve
yüksek moral ve ahlaki niteliklere sahip olmaları gerektiği daima göz önünde
bulundurulmalıdır.
İstihbarata yönelik önlemler:
1 ) Esas istihbarat sağlayıcı organ olarak, MİT anarşik istihbarat yapacak
şekilde, yetki, teşkilat, çalışma yöntemleri bakımından yeni bir reorganizasyo
na tabi tutulmalıdır.
325
6) Anarşik olaylarda kullanılan silahların birbirleri ile bağlantısı bulunup
bulunmadığını ve kimler tarafından kullanıldıklarını tespit için, Türkiye
sathında silahların ve merm ilerin balistik bağlantısını sağlamak ve
değerlendirmek üzere, merkezi ve otomatize edilmiş. bir laboratuvar tesis
edilmeli, terminallerle diğer vilayetlere bağlanmalıdır.
Psikolojik önlemler:
326
önlemek üzere legal örgütlerin, demek ve sendikaların yasaya dayalı tedbir
lerle disiplin altına alınmaları sağlanmalıdır.
3) Anarşi ile mücadelede yer almış belirli kişilerin fiziki olarak devlet
güvenliği albna alınması.
4) Anarşik e ylemlerde yer alıp yakalanın üniversite öğrencilerinin,
üniversite ile ilişiği kesilerek, asker edilmesi, bulundukları çevrenin dışında bu
askerliklerini yapmaları.
327
Panço veya muşamba, çelik yelek, masonetkelepçe, elektrik el feneri, cop,
seyyar oparlör, transistörlü amplifikatör, foto-film gibi.
Aralık ayına girer girmez, ayın ikinci günü yağa % 100 zam yapıldı. &:evit
hükümeti zamanında yapılan zamları tenkit eden bu zamlar gasphr diyen Demi
rel, şimdi ilk zammını yapıyordu.
Adam öldürmeler de emniyet mensuplarına, görevli silahlı kuvvetler men
suplarına yöneltilmişti. Böylece komünist örgütlerin birinci safha olan propa
ganda safhası tamamlanmış, ikinci satha olan emniyet kuvvetleriyle Silahlı
Kuvvetlere saldırılar başlamışrı. Bu safhada halkın Silahlı Kuvvetlere ve Em
niyet Kuvvetlerine olan güvenleri sarsılacak, böylece üçüncü satha olan silahlı
ayaklanmaya geçiş sağlanacaku. Nitekim 6 Aralık günü bir polis ile bir er
teröristlerce şehit edildi. B ir gün sonra da İstanbul Üniversitesi İktisat
Fakültesi Sosyoloj i ve Metodoloji Kürsüsü Başkanı Profesör Tütengil
öldürüldü. Tütengil'in cenaze töreninde de olaylar çıkh ve bir kişi öldü, 1 3 kişi
yaralandı. Güvenlik kuvvetleri olaylan yabşbrmak için havaya ateş açmak ro
runda kaldı. Bu ateşe öğrenciler de ateşle karşılık verdiler.
Aralık ayı başlarında her senenin bu ayı içerisinde yapılması mutad olan
NATO'nun Askeri Komite Toplanhsına katılmak üzere Bıüksel'e gitmem
gerekiyordu. Gitmeden evvel Kuvvet Komutanı arkadaşlarımla Brüksel
dönüşü İstanbul'da buluşmamızı ve orada mevcut bazı Kara, Deniz ve Hava
birliklerini denetledikten sonra Ordu ve Kolordu Komutanları ve Harp Aka
demeleri Komutanlarıyla Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu gözden
geçirmemizi ve ne yapılması gerektiği hususunda bu Komutan arka
daşlarımızın da fikirlerini almamızın doğru olacağım söyledim. Onlar da bu
fikrimi uygun buldular.
Brüksel dönüşü 2 1 Aralık 1 979 günü bu maksatla İstanbul l 'inci Ordu Ka
rargfilıında bir toplantı yaptık. Toplanbda Ordu ve Kolordu komutanlarından,
Harp Akademileri Komutanından içinde yaşadığımız bu ortamdan Türkiye'nin
kurtarılabilmesi için ne düşündüklerini açıklıkla dile getirmelerini istedim.
328
Ortaya konan fi.kirleri toparlamak gerekirse; bu safhada 27 Mayıs gibi bir
müdahalede bulunmanın doğru olmayacağı, Parlamentonun, siyasi partilerin
ve diğer bütün Anayasal kuruluşların birlik ve beraberlik i çinde olmalan ve
terörün önlenmesi hususunda her kuruluşun üzerine düşen görevi yerine getir
mesi için bir uyarıda bulunulmasının ve bu uyarı şeklinin nasıl yapılması ge
rektiğinin bizim tarafımızdan kararlaştınlmasının uygun olacağı üzerinde he
men hemen fikir birliğine varıldı.
329
etmesi idi. Zira aşağı yukarı bir aydan biraz fazla zamandır iktidarda olan bir
hükümeti sorumlu tutmak elbette mümkün değildi . Bu toplantıda Cumhur
başkanına vereceğim mektubun ayru zamanda radyodan da okunmasının doğru
olup olmayacağı hususunu da münakaşa ettik. Hatırlanacağı üzere 1 2 Mart
Muhtırası böyle olmuştu. Hem Cumhurbaşkanına, hem Meclis Başkanına ve
hem de hükümete verilmiş ve aynı zamanda radyodan da okutturulmuştu.
Ankara 27.12.1979
Sayın Cumhurbaşkanım,
Ülkemizin içinde bulunduğu ortamda devletimizin bekası, milli birliğinin
sağlanması, halkın mal ve can güvenliğinin temini için; anarşi terör ve
bölücülüğe karşı parlamenter demokratik rejim içerisinde Anayasal kuru
luşların ve özellikle siyasi partilerin, Atatürkçü milli bir görüşle müştereken
tedbirler ve çareler arama/an kaçınılmaz bir zorunluk olarak görülmektedir.
330
Bu karar ışığında Türk Silahlı Kuvvetlerinin göfüşlerini, Milli Güvenlik
Kurulu Başkanı olarak Zat-ı .alilerine sunuyonun. ·
Gereğini yüksek takdirlerine arz ederim.
Saygılarımla
Kenan Evren
Orgeneral
Genelkurmay Başkanı
Bu mektuba ilişik Türle Silahlı Kuvvetlerinin görüşünü aksettiren mektup
ise şöyleydi:
Ülkemizin içinde bulunduğu son derece önemli siyasi, ekonomik ve sosyal
ortamda her geçen gün hızını biraz daha artıran anarşi, terör ve bölücülüğe
karşı milli birlik ve beraberliğin sağlanabilmesi için, Türk Silahlı Kuvvetleri,
ülke yönetiminde etkili ve sorumlu Anayasal kuruluşları ve özellikle siyasi
partileri göreve davet etmek mecburiyetinde kalmıştır. -
Kahramanmaraş olaylarının yıldönümünde, henüz ilk ve orta öğretim
çağındaki evlatlarımızın örgütlü eylemciler tarafından zorla sürüklendikleri
anarşik olaylar ibretle f!Uişahade edilmektedir.
Anayasamızın getirdiği geniş hürriyetleri kötüye kullanarak, İstiklal
Marşımız yerine komünist enternasyonali söyleyenlere, şeriat düzeni da
vetçilerine, demokratik rejim yerine her türlü faşizmi getirmek isteyenlere,
anarşiye, yıkıcılığa ve bölücülüğe milletimizin tahammülü kalmamıştır.
iktidar olan siyasi partilerin bütün devlet kademelerini kendi siyasi
görüşleri doğrultusunda hareket edecek kişilerle doldurması, kamu
görevlilerinin ve vatandaşlann bölünmesini zorunlu hale getirmektedir. Siyasi
panilerce yaratılan bu bölünme giderek anarşi ve bölücülüğü destekleyen iç
kaynakların şekillenmesine, himayesine, polis, öğretmen ve diğer birçok ku
ruluşun birbirine düşman kamplara aynlmalanna neden olmaktadır.
Türk Silahlı Kuvvetleri, ülkemizin siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlarına
bir çözüm getiremeyen, anarşi ve bölücülüğün ülke bütünlüğünü tehdit eden
boyutlara varmasını önleyemeyen, bölücü ve yıkıcı gruplara tavizler veren ve
kısır siyasi çekişmeler nedeni ile uzlaşmaz tutwnlarını sürdüren siyasi partileri
uyarmaya karar venniştir.
Bölgemizdeki gelişmeler Orta Doğu'da her an sıcak bir çatışmaya
dönüşebilecek durumdadır. işte anarşist ve bölücüler yun sathında genel bir
ayaklanmanın provalarını yapmaktadırlar.
Ülkede birlik ve beraberliğin, vatandaşın can ve mal güvenliğinin süratle
sağlanabilmesi için gerekli /asa ve uzun vadeli tedbirlerin yüce meclislerimizde
331
en kısa zamanda kararlaştırılması bugankü ortam içinde hayati bir önem
taşımaktadır.
Diğer yandan meclislerin açılışından bir buçuk ay sonra komisyonların an
cak teşkil edilebilmesi ve ülkenin acilen çözüm bekleyen konulannı müzakere
için bugüne kadar müşterek bir gündemin saptanamaması üzüntü ile izlenmek
tedir.
Atatürk milliyetçiliğinden alınan ilham ve hızla vatandaşlarımızı kaderde,
kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde milli şuur ve ilkeler
etrafında toplamanın, iç barış ve huzurun sağlanmasında temel unsur olduğu
apaçık bir gerçektir. Ülkenin içinde bulunduğu bu durumdan bir an evvel kur
tulması hükümetler kadar diğer siyasi partilerimizin de görevleri arasındadır.
Türk Silahlı Kuvvetleri iç hizmet yasası ve kendisine verilen görev ve so
·rumluluğunun idraki içinde ülkemizin bugankü hayati sorunları karşısında
siyasi partilerimizin, bir an önce milli menfaatlerimizi ön plana alarak, Anaya
samızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle biraraya gelerek
anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere
karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer Anayasal kuruluşların da
bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir.
333
diğimizi soracakları muhakkak. Bunu bildiğim ve beklediğim için, on� da
hazırlıklı idim. Gerçekleştirilmesini istediğimiz hususlar da hazırdı.
Gece saat 23.00'e yakın bir saatte evde yatmak üzere iken telefon çaldı.
Telefonu açtığımda Cumhurbaşkarum telefonun öbür ucunda buldum. "Mektup
meselesini düşündügünü, iki üç gün sonra hem yurtta ve hem de bütün
dünyada yılbaşının kutlanacagını, yılbaşının yurtta tedirginlik yaratmadan kut
lanmasını temin ve dünya kamuoyunu da bu yı lbaşında Türkiye'ye
yöneltmemek için mektubu yılbaşını takip eden günde muhataplarına vermeyi
uygun buldugwıu, bunda bir mahzur olup olmayacagını" soruyordu. Hiçbir
mahzuru yoktur. Biz yılbaşım düşünmemiştik. Kendilerince nasıl tensip ediliy
orsa öyle yapllabileceğini belirttim. Bunun üzerine 31 Aralık saat 17.fJO'de Ge
nelkurmaya gelecegim. Orada Kuvvet Komutanları ve Jandarma Genel Komu
tanı da bulunursa beraber görüşürüz dediler. Ben de emredersiniz dedim ve
yattını.
Ertesi gün, cereyan eden bu durumu Kuvvet Komutanları ve Jandarma
Genel Komutanına anlattım. •
Aralık ayını da geride bırakıyor ve 1980 yılı Ocak ayına giriyorduk. 1 979
senesi Türkiye için hiç de iyi bir sene olmamışu. Gerek anarşi, gerek ekono
mik durum gittikçe kötüleşmişti. Vatandaşların büyük bir çoğunluğunda
kötümserlik yüzlerinden okunuyordu. Siyasi tansiyon ise, her zaman olduğu
gibi yüksekti. Esasen çok partili sisteme geçtiğimiz 1946 yılından beri ülkede
siyasi çekişmeler bir türlü nonnal rayına otunnamışu ki. Partiler arasındaki
ilişkiler daima gergin olmuş, birbirleriyle adeta kanlı bıçaklı hale gelmişler.
Zannedersiniz ki her gün memlekette seçim var. Partiler arasındaki bu
çekişmelerin, Büyük Millet Meclisindeki kavgalann yumruklaşmaların,
küfürleşmelerin halka sirayet etmemesi mümkün mü? Elbette mümkün değil.
Demokrasiyi biz çekişme, kavga rejimi olarak anlamışız. Halbuki konuşmaya
gelince, demokrasi anlaşma, diyalog rejimidir deriz. Ne münasebet, bizdeki
demokraside ne zaman diyalog yapılmış, ne zaman karşılıklı oturup anlaşmaya
varılabilmiş! 1950'lerden beri sürüp gelen partiler arasındaki düşmanlık
1980'lere geldiğimizde de aynen devam etınekte. Onun içindir ki 1980 yılına
hiç de iyi düşüncelerle giremiyoruz diyorum.
335
1 979 senesini kapatacağımız Aralık ayında Türkiye sathında 79 1 anarşik
olay cereyan etmiş ve bu olaylar sonucunda 1 77 vatandaş ölmüş, 5 14 vatandaş
da yaralanmışb. 1979 senesi içerisinde toplam 7384 anarşik olay cereyan etmiş
ve bu olaylarda 1 252 kişi ölmüş, 5400 kişi de yaralanmış oluyordu. İşte bir
senenin acı tablosu bu.
1980 YILI
336
4. Devlet çarkı iyi çalışmamakta, partizan ve yanlı hareketten bir türlü kur
tulamamaktadır.
5. Emniyet Teşkilatının kemiyet ve ke"Yfiyet bakımından arzettiği yetersiz
durum bir türlü düzeltilememektedir.
6. Bir dini kurum ve kışla gibi her türla siyasal.etkiden uzak tutulması ge
reken Milli Eğitim ve Güvenlik Teşkilatı her türlü siyasi ve aşırı akımların bir
arenası haline getirilmiş, bunun sonucu olarak da polis ve öğretmen politi
kanın içine itilmiştir.
7. Yeni nesillere Atatürk ilkelerinin gerektiği şekilde anlatılamamış olması
nedeni ile bu boşluk yabancı ve zararlı ideolojiler tarafından doldurulmaya
başlanmıştır. Böylece öğretim kurumlarımız bilimsel çalışmalar yapan ve iyi
bir Türk vatandaşı yetiştiren kurumlar olmaktan çıkarak politika yapılan yerler
haline gilmiştir.
8. Anarşiyi acımasızca besleyen silah kaçakçılığının iç ve dış kaynakları ile
hiçbir zaman etkili bir mücadeleye girişilememiştir.
9. iç ve dış tahrik odakları bölgedeki ve komşu ülkelerdeki gelişmelere pa
ralel olarak yıkıcılık ve bölücülüğü aktif bir şekilde desteklemeye devam
etmişlerdir.
10. Bütün bu olumsuz etki ve/aktörler karşısında, Meclislerimiz kendile
rinden beklenen dinamik ve verimli bir çalışma düzenine bir türlü gireme
mişler, bütün bunların sonucu olarak halkımızın devlete olan güveni sarsılmış
ve dolayısıyla anarşi ile mücadelede en büyük destek olması gereken halkın
aktifyardımı sağlanamamışnr.
Başlıca, yasal ve idari önlemler olarak iki grupta toplanan tedbirler özetle
şunlardır:
1 . Yasal Tedbirler:
Temel hak ve özgürlüklere dokunulmadan mevcut yasama, yargı ve
yürütme düzeninin etkinliğinin arnrılmasını amaçlayan bu tedbirler:
A. Sıkıyönetim Komutanlarının yetkilerinin ve Sıkıyönetim Güvenlik Kuv
vetlerinin etkinliğinin artırılması, anarşiyi besleyen silah kaçakçılığı suçlarının
sıkıyönetim kapsamına alınması, sıkıyönetim ile ilgili bazı cezaların artırılması,
Güvenlik Kuvvetlerine mukavemet ve saldırı halinde yakalananlar hakkında
Suçüstü Hükümlerinin uygulanması, sıkıyönetimin sona ermesi halinde,
Sıkıyönetim Askeri Mahkemelerinin davalar bitinceye kadar görevlerine de
vam edebilmeleri, Sıkıyönetim Komutanlarının gözaltında bulundurma
süresinin 15 günden 30 güne çıkarılması gibi konularda 1402 sayılı
Sıkıyönetim Kanununda öngörülen değişiklikler,
337
B. Emniyet Teşkilatuım etkinliğini artımıayı amaçlayan kanun tasarıları,
C. Mahkemelerin sürat/e karar alabilmeleri11i ve bazı cezai müqyideleri
artırmayı amaçlayan ceza usul yasalarındaki değişiklikler,
D. Adli Kolluk Teşkilatı, cezaevlerinin dış koruma teşkilatı ile bankalar,
önemli tesis ve ki�ilerin korunması için özel koruma polis ve bekçi teşkilatının
kurulmasım ö11göre11 yasa tasarıları,
E. Polis, öğretmen ve diğer kamu görevlilerinin yansız hareketlerini
sağlamak ve demek/er ile ilişkilerini disiplin altına almak maksad111a yönelik
olarak dernekler yasasında yapılacak değişiklikler,
F. Anarşik olaylara karışmış kişiler için af çıkarılmaması, radyo ve televiz
yonda yapılacak seçim propagandalarının kontrol altına alınması , ülke
bütünlüğünü ihlal edici mahiyetteki yayınlarla, her türlü zararlı ve ideolojik
yaymların önlenmesi, gecekondu bölgelerinin organize edilmesi, mülki ma
kamlar ile bazı kamu görevlilerinin anarşi ile mücadelede etkinliklerinin
armnlnıasuu sağlayacak yasal önlemler,
G. Anarşinin tırmanması halinde mevcut yasalarla olayların önlenemediği
durumlarda, sık sık sıkıyönetime başvurmamak üzere olağanüstü hal ve devlet
giivenlik mahkemeleri tasarılarının yasalaşması,
H. Anayasamızın 28'inci maddesinde gösterilen toplanma veya gösteri
yürüyüşü yapma hakkımn, geçirilen tecrübelerin ışığı altmda, kamu dı1';e11i11i
daha etkin bir şekilde koruma yönünden yeniden düzenlenmesi,
İ. Gene, Anayasamızın 29'wıcu maddesinde belirtilmiş olan dernek kurma
hakkmın bir daha, içinde bulunulan duruma düşmemek için, daha gerçekçi bir
görüşle yeniden ele almması,
J. Hakim teminatının bazen menfi işleyen ve devlet yönetimini ters yönde
etkileyen kısımlarının düzeltilmesi,
K. Seçim ve Siyasal Partiler Kanununun günümüz koşullarına göre yeni
den düzenlenerek bilinen aksaklıkların giderilmesi,
L. Valilerin yetkilerinin aımrılarak, beraber çalıştığı daire başkanı veya şube
müdürlerinin amiri durunıwıa getirilmesi,
M. Danıştay yetkilerinin, devlet yönetimini menfi yönde etkilemeyecek
şekilde yeniden ele alınması,
N. Demek/ere, Bakanlıklar ve diğer resmi kuruluşlarca yapılabilecek her
türlü mali ve diğer yardımlara engel olucu tedbit:lerin getirilmesi,
O. Gazete ve dergi çıkarma usullerinin daha disiplinli hale getirilmesi için
gerekli yasal tedbirlerin alınması.
338
2. İdari Tedbirler:
A. Siyasal partilerimizin ve diğer Anayasal kuruluşlarımızın, zaman kay
betmeden, anqrşi, yıkıcılık ve bölücülükle mücadelede kesin ve ortak bir tavır
içine girerek, bu konuda samimiyetle mutabakat sağlamaları; parti liderlerinin
ortak bir deklarasyonla anarşi ile mücadelede bir ve beraber olduklarını,
alınacak tedbirleri desteklediklerini TRT ve basın yoluyla komuoyuna duyur
ma/an,
B. Partilerin aşırı akımlarla ilişkisi ola11 legal veya illegal kuruluşlarla her
türlü irtibatlarını kesnie/eri ve bunu kamuaywıa açıklama/an,
C. İktidarların ve taraftarlarının da anarşi ile mücadelede partilerin
göstereceği yakın ilgi ve desteği kendi siyasal çıkarları için istismar etmemele
ri,
D. Siyasi partilerimizin, muhtelif şekillerde bünyelerine sızmış olan yıkıcı
ve bölücü unsurlardan, parlamento dahil, teşkilatlarım anndırmaları,
E. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nill, anarşi ile mücadelesinde kesintisiz
çalışmasının sağlanması,
F. Devlet hizmetlerinde kesin olarak partizanlığa son verilmes{,
G. Devlete ve kamu kuruluşlanna sıznuş olan militanların temizlenmesi,
H. Sıkryönetim Komutanlıklarının personel, silah, araç, gereç ve mali ih-
tiyaçlarının öncelikle ve süratle karşılanması,
İ. Güvenlik Teşkilatının güçlendirilmesi,
J. Öğretim kurlJn!larının politize olmaktan kwtarılması,
K. Atatürk ilkelerinden asla taviz verilmemesi,
L. TRT, Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet işleri Başkanlığı ile işbirliği ve
dayanışma halinde, devletin mevcut düzenine, milleti ve ülkesi ile
bölünmezliğine yönelik her türlü tehdide karşı, kuşakları biraraya getirici milli
bir "Psi�olojik Karşı Savaş" stratejisinin uygulanması.
Sonuç olarak; anarşi yıkıcılık ve bölücülükle mücadelenin başarıya
ulaşabilmesi için yukanda arzedilen yasal ve idari tedbirlerin yerine getirilme
siyle birlikte, siyasal partilerimizin ve Anayasal kuruluşlarımızın bu
mücadelede kesin ve ortak bir tavır içine; Meclislerimizin de yurt sorunlarına
sahip çıkarak dinamik ve verimli bir çalışma düzenine girmesi zorunlu
görülmektedir.
339
Cumhurbaşkanı hepimizi dinledikten ve yazılı teklifimizi aldıktan sonra Si
lahlı Kuvvetlerin yönetime el koymasının birçok problemleri de arkasından
getireceğini, içinde bulunduğumuz ekonomik durumun da ne kadar feci
olduğunu hepimizin gördüğünü, akaryakıt alacak döviz bulunamadığından va
tandaşların çektiği sıkıntıyı yine hepimizin bildiğini, böyle bir durumda
müdahalenin işleri daha da kötüleştireceğini, parlamenter bir sistem içerisinde
bunların hallinin daha doğru olacağını söyledi ve Başbakan ile Ecevit'i beraber
çağırarak mektubu kendilerine vereceğini, aynı zamanda da öğle aj ansında
radyodan okutturacağım belirtti ve toplanuyı böylece bitirmiş oldu.
340
Biz mektupta, bütiln siyasi partiler ve Anayasal kuruluşları anarşi, terör ve
bölücülük konusunda bir ve beraber olmaya davet ediyoruz, Cumhuriyet Halk
Partisi ise böyle bir mektup hiçbir zaman Cumhuriyet Halk Partisi hükümetleri
döneminde verilmemiştir demek suretiyle kendisine övünç kaynağı çıkanyor.
"35 günde ne yapılabilirse onun azamisini yaptık" diye çok kısa bir beyanat
veriyordu. Demirel bunda haklı idi. Hakikaten senelerce devam etmiş ve
kangrenleşmiş bir durumu 35 gün içinde düzeltmek elbette mümkün değildi.
Mektup mevcut hükümete verilmemişti ki, mektup çok açık bir şekilde bütün
siyasi partileri ve Anayasal kuruluşları gfüeve çağırıyordu. Demirel'in
yanıldığı nokta bu olmuştur. Mektubun muhatabı kendisini kabul etmiş ve
bundan dolayı da hemen Milli Savunma B akanı A. İhsan B irincioğlu'nu
çağırarak mektuptan duyduğu üzüntilyü hatta istifayı düşündüğünü söylemiş.
Milli Savunma B a11.anı B irincioğlu ile konuşmamız bir saat kadar devam
etti. Ayrıldıktan bir müddet sonra telefon ederek, Başbakanla görüştüğünü,
yarın bu görüşme yapılırsa, basın tarafından takip edileceğinden uygun bul
madığını, birkaç gün sonra bu görüşmenin yapılmasının daha doğru olacağını
söylemiş, ben de ne zaman ar.lu ederlerse görüşürüz dedim.
34 1
KORKlIT ÖZAL VE TURHAN FEYZİOOLU İLE
GÖRÜŞMELERİM
Korkut Özal ise, öyle zannediyorum ki, nabız yoklamasına gelmiş. Ona da
Erbakan'ın takip ettiği kaypak politikadan dolayı rahatsız olduğumuzu, dinin
politikaya alet edilmemesi gereğini söyledim.
CUMHURBAŞKANINA.YENİ TEKLİFİM
342
Ertesi gün yani 4 Ocak günü dün konuştuğumuz gibi Cumhurbaşkanı, Se
nato Başkam İ . Sabri Çağlayangil ve Meclis Başkanı Cahit Karakaş'la
konuşmuş, saat 1 2.00'de bana telefon ederek Köşke gelmemi rica etti. Hemen
gittim. Cumhurbaşkanı görüşmenin çok yararlı geçtiğini söyledikten sonra
Çağlayangil'in kendisine Başbakan Demirel ile bazı bakanların çok üzgün ol
duklarını, bu yüzden istifa etmeyi düşündüklerini söylemiş. Karakaş ise dün
gece Ecevit'le görüşmüş, Ecevit'in tekrar hükümeti almaya hazır olmadıklarını
bildirmiş. Cumhurbaşkanı, Çağlayangil'e bu mektubun hükümete verilme
diğini, bütün siyasi partilere ve Anayasal kuruluşlara hitap ettiğini belirtmiş.
Bununla beraber eğer siz de Başbakanla görüşür ve bunu kendisine ifade eder
seniz böyle bir kritik durumda bir de hükümet buhranı doğmamış olur dedi.
Kendisine hemen konuşabileceğimi söyledim. Cumhurbaşkanı anlaşılıyor ki
hükümet buhranından çok çekiniyor. Esasen Cumhurbaşkanlığı süresinin dol
masına üç ay kalmıştı. Bu üç ayı da atlatmaya gayret ediyordu. Yanından
ayrıldıktan sonra B aşbakandan randevu istedim, saat 1 6.00'da Hariciye
Köşkü'nde buluştuk. Kendisine Milli Savunma Bakanı A. İhsan Birin
cioğlu'na mektup hakkında söylediklerimi aynen tekrarladım ve bu mektuptan
üzüntü değil memnunluk duyması gerektiğini ilave ettinı. Zira diğer siyasi par
tilerle Anayasal kuruluşlar eğer bu konuda yardımcı olurlarsa hükümetin de işi
kolaylaşacaktı. Kendisini üzen nokta, bu işe dört elle sanlınışken, böyle bir
durumla karşılaşmaları olmuş. İktidara geldiği günden beri Silahlı Kuvvetlerin
her istediklerini yerine getirdiğini, bu mektubun Milli Güvenlik Kurulunda
konuşulmasının daha doğru olacağını da söyleyince; kendisine, bu mektup Si
lahlı Kuvvetlerin ihtiyaçları karşılansın diye verilmemiştir. O ayn bir konudur.
Memleket elden gidiyor onun için verilmiştir. Milli Güvenlik Kurulunda
konuşulması hususuna gelince; orada alman kararlardan birçoğu yerine getiril
memiştir. Kaldı ki; Milli Güvenlik Kurulunda alınan kararlar tavsiye kararlan
olup, hükümeti bile bağlamazken, diğer siyasi partileri ve Anayasal kuruluşları
nasıl bağlar! Bağlayıcılığı daha kuvvetli olsun diye bu mektup bütün partilere
ve Anayasal kuruluşlara Silahlı Kuvvetlerin isteği olarak verilmiştir dedim.
Görüşinemiz gayet soğuk bir şekilde bitti. Kendisi bu toplantıyı müteakip parti
grubuna gitmiş ve orada, Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı ile
görüştüğünü ve bu mektubun hükümete verilmediğini söylemek suretiyle on
ları teskin ebiliş.
Ertesi günkü bütün gazetelerde Başbakan Demirel'in grupta söylediği bu
sözleri yer aldı. İşte bu günden itibaren mektup muhteviyatına kimse sahip
çıkmadı. Hede.es ve her kuruluş topu birbirine atmaya başladı ve bu da basında
karikatüristlere yaradı.
6 Ocak Pazar günü Başbakan beni arayarak yarın saat 1 7.00'de Hariciye
Köşkünde Kuvvet Komutanları ve Jandarma Genel Komutanı ile buluşmamızı
343
ve orada bizim isteklerimizi öğrenmek istediğini bildirdi. Bu toplantıyı esasen
bekliyorduk. Hazırlığımız da tamamdı.
7 Ocak günü hep beraber Hariciye Köşküne gittik. Başbakan Demirel bizi
bu duruma iten sıkıntılarımızı öğrenmek istediğini söyleyerek söze başladı.
Bunun üzerine ben söz alarak bugünlere nasıl geldiğimizi, şimdiye kadar gel
miş geçmiş bütün hükümetler tarafından nelerin ihmal edildiğini, yapılan parti-'
zanlıklan, anarşi ve terörle neden etkili mücadele yapılamadığını, memleketin
bir uçuruma doğru yuvarlandığını bütün aklı başındaki insanların gördüğünü,
devlet dairelerinin solcu ve sağcılar tarafından işgal edildiğini, şehirlerin, ma
hallelerin kurtarılmış �lgeler haline getirildiğini, yürürlükteki kanunlarla bun
ları önlemenin mümkün olamayacağının anlaşıldığını, Sıkıyönetim Komutan
ları ve Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan idari, yasal ve psikolojik
tedbirlerin bir türlü alınmadığım, çıkarılması gereken kanunların mecliste en
gellendiğini uzun uzun anlattıktan sonra, bunların giderilmesi için alınması ge
reken yasal ve idari tedbirleri birer birer saydım ve 1 Ocak 1980 günü Cum
hurbaşkanına verdiğimiz yazılı önerinin bir suretini kendisine verdim.
Başbakan Demirel son olarak teklif ettiğim iki büyük partinin işbirliği kon
usuna hiç temas etmeden, ileri sürdüğümüz teklifleri 9 Ocak günü tekrar
toplanarak tasnif edilmiş olarak yeniden gözden geçirmemizi, acil olanlarla
uzun vadeli olanlarını ayırt ettikten sonra bunları Milli Güvenlik Kuruluna
götürmemizi ve oradan bir karar çıkarmamızı teklif etti. Uygun bularak üç saat
devam eden toplanumız sona erdi.
Demirel Adalet Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisinin işbirliği yapması tek
lifine hiç değinmediğine göre, bu teklifi benimsemediği anlaşılıyordu. Ecevit
yaptığımız bu teklifi duymuş gibi aynı gün basına bir beyanat vererek "Bu or
tamda ild büyük pani işbirligi yapmalıdır" diyordu.
344
DEMİREL İLE YENİDEN GÖRÜŞMELERİMİZ
347
Kanununda düşünülen değişiklikler, 5442 sayılı İl İdaresi Kanununda
yapılması lüzumlu görülen değişikliklerle, 1 7 1 sayılı Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşü Hürriyeti hakkındaki kanunda, 657 sayılı Devlet Memurları Kanu
nunda, 1 630 sayılı Dernekler Kanununda, 14 1 2 sayılı Ceza Muhakemeleri
Usulü Kanununda, Türk Ceza Kanununda yapılması gerekli düzenlemeleri de
uzun uzun izah etmiştir.
348
ANKARA SIKIYÖNETİM KOMUI'ANININ KONUŞMASI
VE DEMİREL'İN SİNİRLENİŞİ
En taze bir bilgi sunmak isterim; dün akşam Tuzluçayır bölgesinde askeri
time ateş eden iki kişiden biri yakalandı. Bu kişi bir bakanlığa çaycı olarak
alınmış. Evinde yapılan operasyonda silah bulundu ve alındı. Diğer kişiyi de
tespit ettiler. Onun da hangi lxıkanlıkta olduğunu zati dlinize arz ederim.
Demirel'in bu slizlerinin ne kadar doğru olduğu ileriki aylarda ortaya
çıkacak.ur. Milli Selamet Partisi Genel Başkanı Erbakan ikidebir de hükümete
verdiği desteği kastederek, kadayıf tepsisinin altı kızarmaya başladı diyecek,
hatta basının önünde kadayıf tepsisini getirip masanın üstüne koyacak ve arnk
349
kadayıf pişti diyecek, İçişleri Bakanı için gensoru verecek, bakanın istifa etme
sini sağlayacak, arkasından hükümetin dış politikasından sanki sadece
Dışişleri Bakanı sorumlu imiş gibi onun hakkında da gensoru verip
güvensizlik oyu ile onu da düşürecek, müteakiben bu bakanlan diğer bakan
ların düşürülmesi takip edecek diye beyan verecek :ve böylece hükümeti gülünç
duruma düşürecek; bütün bunlar karşısında (Biz sandalye meclubu değiliz,
hükümet meclubu değiliz, kimsenin hoşuna gitmeyi düşünmeyiz) diyen aynı
Demirel hükümette kalmaya devam edecektir. Bu da gösteriyor ki sözlerinde
samimi değildir.
35 1
Her müessese hatta geçen perşembe günü başsavcı, İstanbul Adliye Sarayının
korunmasını istemiştir. 7 1 26 sayılı kanuna göre malOmlanruz her kuruluş
sabotajlara, yangınlara, diğer tabii afetlere ve saldırılara karşı sivil savunma
planına uygun olarak kendilerini koruyucu tedbirler almakla mükelleftir. Bu
nun takipçisi viliyetlerde valilerdir. Bu önemli olan fakat o derece ihmal edil
miş olan kanunun kesin şekilde uygulanmaya konması için bir hükümet karar
ve emiznamesinin yayınlanmasında yarar görüyoruz.
BENİM SÖYLIDİKLERİM
Aynı toplantıda ben de söz alarak; TÖB-DER'in kapatılması ile işi11 halledil
miş olmayacağım, bu derneklerin aranması gerektiğini, bütün derneklerin za
man zaman denetlenmesinin bwıların kuruluş amaç/arma uygun o/arakfaaliyet
gösterip göstermediğini ortaya çıkamıası bakımmdan çok yararlı olacağım, an
cak valilerin mevcut teşkilatı ile 40.000'leri bula11 dernekleri denetlemesi11in de
mümkün olamayacağını, bunu11 için bir denetleme meka11iznıasmm kurul
masını, bütün okullarımızm da etkin bir şekilde denetlemeye tabi tutulmasını,
özellikle okullarda zaman zaman yapıla11 toplu boykot, direniş gibi hareketlerin
cezasız bırakılmamasım, polis, jandarma ve Milli lstihbarat Teşkilatı elemanları
mevcut bakımından da kafi bulunmadığına göre, sıkıyönetim bölgelerinin
önem derecesine göre oralarda şıklet merkezi yapmamızuı ·doğru olacağım tek
lif olarak ileri sürdüm.
Böylece Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısı da bitmiş oldu. Önümüzdeki
Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısına kadar bakalım yapılan tekliflerin han
gileri gerçekleştirilecek göreceğiz.
352
Yasa çıkarılması hakkındaki teklifleri mevcut iktidarın yerine getinnesi
mümkün değildi. Zira Adalet Partisi mecliste çoğunluğa sahip bulunmuyordu.
Nitekim mecliste bulunan önlemler paketinin bir maddesi Cumhuriyet Halk
Partisi ve Milli Selamet Partisinin oyları ile reddedildi. Dernekler Kanununda
yapılması gereken değişiklik tekliflerini de bu iki partinin reddedeceği haberi
1 6 Ocak tarihli basında yer aldı. Bu haberin doğruluğu da 1 8 Ocak tarihli
gazeteler-den anlaşıldı. Derneklerin siyasal faaliyetlerini engelleyen yasa
değişikliği teklifi Türkiye �üyük Millet Meclisinin 17 Ocak tarihli birleşiminde
Cumhuriyet Halk Partisi ve Milli Selamet Partisinin oylan ile reddedilmişti.
Bu olaydan da anlaşılmıştı ki, Demirel'in hükümeti kurarken destek vereceğini
söyleyen Milli Selamet Partisi bu desteğini Adalet Partisine değil Cumhuriyet
Halk Partisine veriyordu. Bu tutum içerisinda olan bir parti ile yola çıkmanın
yanlışlığı yavaş yavaş anlaşılmaya başlanm�ştı.
Ocak ayı içerisinde anarşik olaylarda bir azalma görülmemiş, başta
İstanbul, Ankara, Adana ve İzmir olmak üzere yer yer öldürme ve yaralama
olayları yurt sathında devam etmişti. Ocak ayının anarşi bilançosu da şöyle idi:
657 olayda 141 kişi ölmüş, 495 kişi yaralanmıştı.
353
sadıyla o fabrikalara girmek istediğinde silahlı mukavemet ve saldırı ile
karşılaşıyor ve bununla hiç alakası olmayan öğrenciler ve belediye işçileri de
aynı tür gösteri ve direniş hareketlerine girişebiliyorlar. Bu hareketi tasvip et
mediklerini meclisteki diğer partilerin de dile getirmeleri gerekmez miydi?
Gönül bunu istemez mi? Ne gezer. Ya ses çıkarmazlar veya aksine işçi
yanında görünmek için bu olayı tasvip eder tutum içerisine bile girerler.
Türkiye onun için koşar adımla bataklığa doğru sürükleniyordu.
İzmir'de cereyan eden bu olaylar kafi değilmiş gibi İstanbul'da da bir grup
anarşist TARİŞ ve Ege Üniversitesi olaylarını protesto için Karagümrük ka
rakolunu basarak beş polisle beş bekçiyi karakolun nezarethanesine hapsedip
polisle adeta alay ediyorlardı. Böyle polisle anarşistlerle mücadele yapılabilir
mı"?.
354
çalkalanan ve kendi döneminde de bu anarşiye çare bulunamamışken yeni yeni
anarşi odaklarını eyleme davet etmek böyle büyük bir partinin liderine yakışır
mı? Kaldı ki anarşinin önlenememesinden dolayı S ilahlı Kuvvetler de bütün
parti ve Anayasal kuruluşlara bir uyan mektubu vermiş.
Bütün mesele iktidara gelen partiyi başarısız kılmak, ben muvaffak ola
madım sen de m uvaffak olma felsefesi hakim.
355
B irincioğlu, kendi partisi içerisinde Cumhuriyet Halk Partililerle temasta
olanların bulunduğunu, içlerinde Milliyetçi Hareket Partisi taraftarlarının bu
lunduğunu, bir seçim yapılsa Alparslan Türkeş'in Milliyetçi Hareket Partisinin
şimdikinden çok fazla milletvekili çıkaracağım ümit ettiğini, bundan da üzüntü
duyduğunu belirtti."
Saat 17.00'de Başbakan Demirel ile Başbakanlık makamında bir görüşme
yaptık. Görüşmede Milli Savunma Bakanı Birincioğlu da bulundu. Kendisi ile
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin'in durumunu görüştük.
Mart'ın ilk haftası sonunda Nurettin Ersin'in iki senesi doluyordu. O tarihte ya
emekli olacaktı veya bir sene daha uzatılacaktı. Ben bir sene uzatılmasını teklif
ettim. Kabul etti.
3 1 Ocak günü Cumhuriyet Halk Partisi eski genel sekreteri olan rahmetli
Ortıan Eyüboğlu geldi. Kendisi ile bir saate yakın görüştük. Çgk dertli bir hali
vardı. Ecevit'in tutumundan ve parti içindeki hareketlerinden şikayet etti.
Partisinin bölünme durumunda olduğunu, güçlükle ayakta tutabildiklerini, me
cliste bir kötümserlik havasının esmekte olduğunu, parlamentodan ümidini
kesmiş çok kimselerin bulunduğunu, Deniz Baykal'ın bu durumdan yararlana
rak gittikçe taraftarlarını çoğalttnaya başladığını, partiyi derleyip toparlayacak
kişinin ancak Turan Güneş olabileceğini yakınarak söyledi.
Ecevit hükümeti döneminde Başbakan yardımcısı olan rahmetli Orhan
Eyüboğlu o zaman da Ecevit'in bazı tutumlarını tasvip ettnez ve özellikle
güney doğu bölgesindeki bölücülük hareketleri karşısındaki yumuşak ve
çekingen tutumunu tenkit eder ve buradaki durumun ileride Türkiye'nin başına
büyük dertler açabileceğini söylerdi.
Konuşma esnasında ben de kendisine içinde bulunduğumuz siyasi çekişme
ortamından hiç de memnun olmadığımızı, Ecevit'in 24 Ocak ekonomik karar
lan karşısında takındığı tavn ve bunu önlemek için işçileri ayaklanmaya
çağırışını hiç de uygun bulmadığımızı söyledim . Bu konuda bana hak verdi.
Maalesef bazen böyle kendi kendine ani ve fevri kararlar alıyor, bizi de zor du
ruma düşürüyor dedi. Ecevit'in en çok, eşi Rahşan hanımın etkisi altında
olduğunu, ikinci derecede de etrafındaki birkaç kişinin etkisinde bulunduğunu
da sözlerine ekledi. B en kendisi ile görüşsem nasıl olur diye fikrini sor
duğumda, bu safhada konuşmamamı tavsiye etti. Ben de bu tavsiyeye uydum.
Eğer uygun bulsa görüşmeyi düşünüyordum.
356
Aynı gün Cumhurt>aşkaru ile haftalık görüşmemiz vardı. Eyüboğlu ile
aramızda geçen görüşmeyi Cumhurt>aşkaruna söyledim ve bu gidişten hiç de
memnun olmadığımızı ilave ettim.
ŞUBAT 1980
357
Mecli ste bütçe görüşmeleri devam edi yordu. Üstündağ'a bütçe
görüşmelerinden sonra acaba Adalet Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi koalis
yonu mümkün olabilir mi diye sorduğumda; parti grubunun bu safhada buna
karşı çıkacağını zannettiğini söyledi.
Son olarak, Cumhuriyet Halk Partisinin içinde aşın solda, Marksist, Lenin
ist ve Maocu olanların bulunduğunu, k�mca bunların Cumhuriyet Halk Par
tisine bel bağlamış ve aşın olmayan sosyal demokrat çizgideki vatandaşlan ra
hatsız ettiğini, bu gibileri aralarından temizlediklerinde, daha da güçlü duruma
gelebileceklerini söylediğimde, buna bir cevap vermedi. Fakat bendeki intiba
da bunu tasvip ettiği merkezindeydi.
8 Şubat günü İzmir' deki TARİŞ iplik fabrikasındaki işçilerle polis arasında
yine çatışma çıkmış ve ikisi polis on kişi yaralanmıştı. İstanbul'da MİGROS'a
ait yiyecek maddeleri satan altı kamyon teröristler tarafından kaçırılmış ve fakir
halkın bulunduğu semte götürülerek halk tarafından yağma ettirilmiş ve kam
yonlar da tahrip edilmişti. İstanbul'da bu yağma olayları cereyan ederken An
kara'da da aynı gün dört mağaza yağma edilmişti. Bunların belli bir örgüt ta
rafından yönlendirildiği kuşkusuzdu.
Bir gün sonra bu sefer de İstanbul'un Yedikule semtinde polis karakolu
DEV-SOL'a mensup anarşistlerce basılmış, bir polis öldürülmüş, üç polisle
iki anarşist yaralanmış, anarşistler ise kaçmışlardı.
TARİŞ'teki olayların sonu bir türlü alınamıyordu. 10 Şubat günü
TARİŞ'teki otomatik silahlı militanlar polise ateş açmış ve meşhur TARİŞ
olaylan da bu hareketle başlamış oluyordu. Göstericilerden 500'e yakını
gözaltına alınmış, bir gün sonra İzmir Adalet Partisi il merkezi basılarak bom
balanmış, Çiğli havaalanı yolu barikatlarla göstericiler tarafından kapatılmış,
ancak üç saat sonra açılabilmişti. TARİŞ'in iplik fabrikasındaki işgal olayı de
vam etmiş, bütün işçiler fabrika içerisinde kalmış, demir kapılar kapatılmış,
fabrika duvarlarının etrafına pamuk balyaları dizilmiş, üzerine gaz ve benzin
dökülmüş, her an yanmaya hazır bir durumda olduğu, fabrika içindeki tezgah
ların ve iplik dokuma makara ve iğlerinin tahrip edildiği 14 Şubat günü meka
nize askeri birliklerin müdahalesinden sonra fabrika boşaltılınca ortaya çıktı.
Zararın o günkü fiyatlarla 80 milyon lira civarında olduğu söyleniyordu.
1 1 Şubat günü Ankara'da Orta Doğu Teknik Üniversitesindeki öğrenciler
de jandarma ile çatışmaya girdiler, yaralananlar oldu. Ankara-Eskişehir yolu
ikibuçuk saat süre ile öğrenciler tarafından trafiğe kapatıldı.
359
OLAYLARIN VEHAME1İ KARŞISINDA
NAHİT MENTEŞE'� BEYANATI
Bu olaylardan bir gün sonra Adalet Partisi Genel Sekreteri Nahit Menteşe
durumun gittikçe vehametini kavradıklarından olacak ki. bir bildiri
yayınlayarak, erken seçim istediklerini söyledikten sonra, sağdaki oyların
bölünmesi çekilen ızdırabın nedenidir diyordu. Sağdaki oyların bölünmesini
çekilen ızdırabın kaynağı olarak gören aynı Adalet Partisi mensupları, 1 2
Eylül'den sonra kurulan sağ partiler kfili değilmiş gibi, bu sefer başka bir sağ
parti kurmaktan da çekinmeyeceklerdir. B u tutumları da gösteriyor ki
kendilerinin kurduğu bu sağ parti varken, diğer sağ partiler olmayacak, bütün
sağı destekleyenler kendilerine oy verecek, ama başka bir sağ parti veya
partiler kurulmuşken, onlara iltihak veya destekleme söz konusu olunca kabul
edilmeyecek, illa ki kendi partileri etrafında birleşme olacak.
1 4 Şubat günü de İstanbul'da olaylarla dolu olarak geçti. Sol terörist gru
plar bir gün evvelinden dükkfuı diikkfuı dolaşarak 14 Şubat günü dükkanlarını
açmamalarını aksi halde öldürüleceklerini ve dükkfuılannı tahrip edeceklerini
söylemişler ve bu eylemlerinde de muvaffak olmuşlardı. İşin acı tarafı bu teh
didi yapanların bir kısmının çocuk denecek yaşlarda olması ve işadamlarının
ve dükkan sahiplerinin bu tebliğe uymalarıdır. Bugün İstanbul'un büyük bir
bölümü terk edilmiş şehir manzarasını almış. Fırıncılar evlerinden asker zoru
ile getirilerek ve fırınların önünde asker bekletilerek çalıştınlmış ve halkın ek
mek ihtiyacı sağlanmışb. Bu olaylar cereyan ederken Ecevit yangının üzerine
benzin dökercesine şu beyanatta bulunuyordu:
360
İşte Cumhurbaşkanına verdiğimiz mektubu hiçbir partinin ve hiçbir Anaya
sal kuruluşun kendisine muhatap almadığının en çarpıcı örneklerinden birisi de
bu oluyordu. Biz biraraya gelerek bu anarşi ve teröre çare bulun diyoruz, on
lar tam aksine kamuoyunu etkilemek ve bundan da sözde partisine kazanç
çıkarmak için durumu daha da gerginleştirecek tutum içerisine giriyorlar.
361
gün bütün basında bu konuşmam yer aldı. Böylece siyasi partiler bu kanunu
ele alır ve kunurılaşunrlar diye düşündüm ve böyle yapılacağını bekledim. Ne
gezer. Muhalefet tarafından çeşitli engellemelerle sözkonusu olan kanun l 2
Eylül'e kadar Meclisten geçirilemedi.
Bu konuşmamın yurt sa�nd ak,i aksi çok müspet oldu. Bu konuda tas
vipkar bir hayli mektup aldım.
Toplantıyı her zaman olduğu gibi Başbakan aşağıdaki konuşma ile açtı:
"4 Aralık 1979'dan 40 gün sonra 14 Ocak 1 980 günleri yapmış bulun
duğumuz toplanbların üçüncüsünü yapıyoruz. Yani 14 Ocak 1980 toplan
tısından bugüne 33 gün geçmiştir. Bu 33 gün zarfında önümüze katıp
götürmeye çalıştığımız ve mutlaka başarıya ulaştırmaya kararlı olduğumuz, az
mettiğimiz, mecbur olduğumuz, mahkfun olduğumuz bir büyük davayı anaya
sa müessesesi olan sıkıyönetim görevini devletimizin başvurabileceği ,
362
bugünkü anayasal sistem içerisinde başvurabileceği en son çareyi başarılı
kılmak ve Silahlı Kuvvetlerimizi her meselede olduğu gibi bu işin içinden za
ferle ve şerefle yenilerini ekleyerek çıkarmak için giriştiğimiz bu gayretlerin
mutlaka neticeye ulaşması ve mutlaka memleketimizin sulh ve sükuna
kavuşması bakımından atılan adımlan bir defa daha gözden geçirip
önümüzdeki günlerde ne çeşit adımlar atmamız gerektiği hususunda bir durum
muhakemesi yapacağız. Hadise ne idi? Nereye geldik? Hangi merhalelerden
geçerek, artık Türkiye sulh ve sükuna kavuşmuştur, kanun nizan1 hfildmiyeti
tümüyle sağlanmıştır, Silahlı Kuvvetlerimizin anayasanın 124'üncü maddesine
göre meclisler katında kendilerine verilen görev kemaliyle ikmal edilmiştir ve
artık bundan böyle sıkıyönetimsiz Türkiye'yi idare etmek imkfuı dahiline girer,
onun kadroları da şudur diyebileceğimiz noktaya ne Zanl"an gelebileceğmizi
düşünmemiz gerekecektir. Neredeyiz? Nerede duruyoruz? Önümüzdeki hangi
merhaleler görünüyor, ne çeşit müşküller görünüyor, bu merhaleleri nasıl ve
ne zanlan aşacağız ve kabataslak bu mücadeleyi ne zaman haşan ile biti
receğinlizi bir defa daha sesli düşünürüz de onun gerektirdiği planları projele
ri, onun gerektirdiği tedbirleri bir defa daha gözden geçirmekte ve hadisenin
bizi önüne kabp götüreceği yerde bizim hadiseyi önümüze katıp götürmemiz
için aylardır yaptığımız çalışmalara ve sıkıyönetim 14'üncü ayına gelip
dolarken yapılmış bütün çalışmalara bir defa daha göz atmakta fayda vardır."
Demirel'in bu konuşmasının ardından her sıkıyönetim toplanbsında olduğu
gibi, ilk söz Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanı Tümgeneral Selfillattin Cam
bazoğlu'na verildi.
Demirel muhalefette iken bu başkanlığı Anayasaya ve kanwılara aykın bul
duğunu söylüyor, kaldırılması gerektiğini savunuyordu. Halbuki hfila daha bu
Başkanlık görevini sürdürüyor.
363
greve gidilmesine çalışılacağı tahmin edilmektedir (Benim bu konuda Cumhu
riyet Halk Partisi Genel Sekreteri Mustafa Üstündağ'a böyle bir genel greve
giderlerse işte o zaman şimdiki işçi haklarını da ellerinden kaçırırlar dediğimi
tabii takdimci General bilmiyordu) diyor ve son bir ay içerisinde cereyan eden
olayların karakteristiğini de şöyle sıralıyordu:
- Polis karakollarına baskuılar, emniyet mensupları ile askerlere yönelik
saldırılar ve bwıları öldürme, yaralama ve silahlannı alma, (Nitekim geçtiğimiz
dönemlerde bu tür olaylarda büyük artış olmuştu)
- işçilerin, bazı sendikaların öncülüğünde genel grev provasına sokulması,
- F_abrika işgali ve. tahribi ile üretimin düşürülmesi veya durdurulması,
(TARİŞ olaylan ile iki aya yakındır devam eden Tekel işçileri direnişi buna ti
pik örneklerdir)
- Kamu ulaşım araçlarına.yapılan saldırılar,
- Dükkan ve mağazaların tehditle açnrılmaması, tahribi, bu gibi özel ticari
yerlerden para ve mal gaspedilmesi ve giderek yağmacılık şekline
dönüştürülme çabaları , makbuzla veya makbuzsuz silah tehdidi ile kişi ve ev
lerden para toplama,
Bunları sıraladıktan sonra;
"Bu olayların yanı sıra ele geçirilen birçok yasa dışı yayınlarda Devlet
güçlerini bölmeye matuf çabalar dikkati çekmekte, özellikle ordunun
bölünmesi safhasına gelindiği belirtilerek "Askerin, subayın emrini dinleme
mesi için iki ateş arasında kalması gerekir. Bu ancak devrimci durunıwı ülke
çapında krize yükselmesi ile ortaya çıkar" denilmekte ve Lenin'den örnekler
verilerek "Vurmadan devrilmez ve bekleyerek devrim olmaz" denilerek anarşi
körüklenmektedir. Bu konuda o kadar ileri gidilmektedir ki "Rus askerine se
lam dur, Türk askerini arkadan vur" şeklinde slogan atılabllmekte ve yazı
yazılabilmektedir" diye Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanı devam ediyordu.
Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanı şunları da söylemeden geçemedi:
"Bu gibi diğer bir olay da Fransa Türk Öğrenci Birliği Merkez Yönetim
Kurulu imzası ile yaymlanan ve yun içinde vuku bulan yasa dışı eylemleri des
tekleyici mahiyette bildiriler ele geçirilmiş olmasıdır. Çok az bir öğrenciye na
sip olan ve devletin imkanlarından faydalanarak yurt dışında öğrenime
gönderilen bu gençlerin böyle bir tutumda bulwımalarını takdirlerinize arz ede
rim."
Söylenenler ne kadar acı idi. Beyinleri yıkanmış vatan hainleri Türklüğünü,
tarihini, dinini ve geleneğini unutmuş ve "Rus askerine selam dur, Türle aske
rini arlcadan vur" diyebilmekteydi. Nitekim de vuruyordu. Memleketimizde
364
Rus askeri olsa muhakkak ki ona da selam duracaktı. O Rus askeri ki asırlar
boyu bizimle savaşa savaşa koca bir imparatorluğumuzu devirmiş ve işte bu
acıklı duruma getinnişti.
1 2 Eylül'e gerek yoktu. Demokratik sistem içerisinde bunlar halledilirdi
diyen o sözde demokrasi havarilerine seslenmek istiyorum. Daha ne kadar
bekleyecektiniz, Türkiye topraklan bôlünilp parçalanıncaya, Türle milleti diye
bir millet bırakılmayıncaya kadar mı?
Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanı son bölümde sonuç ve öneriler
kısmına geçiyor ve şu önerileri bir defa daha ortaya koyuyordu:
"Şimdiye kadar ileri sürülmüş bulunan önerilerin yerine getirilmesi ve
özellikle;
-.Anarşiye karşı etkin bir biçimde mücadele edilmesi için halkın desteginin
sağlanması zorunludur. Bu destegi saglamak için
(2) Devletin her kademesinde halka iyi muamele. edilmeli, halkla diyalog
kurulmalı ve devam ettirilmeli
(3) İhbar müessesesi halk can ve güvenlik endişesi duymadan ihbarda bu
lunabilecek duruma getirilmeli
(4) Halk ihbar edilenin ceza göreceğine inanmalı, suçlular için adalet meka
nizması süratle karar vermeli
365
Sayın Başbakatıını: Sonuç olarak, alman bütün önlemlere ve birçok yasa
dışı örgüt militanının yakalanmış olmasına rağmen olayların henüz istenilen
düzeyde önlenemediği ve illkenin genel bir karışıklığa sürüklenmek istendiği
görülmektedir. Bugüne kadar sonuçlandırılamayan yasal ve idari ö11lemlerle il
gili çalışmalarm siiratle tamanıla11masmı, alınan önlemleri11 devam ettirilmesi
yanında yukarıda arzedilen yetıi tedbirlerin de süraıle ve etki11 bir biçimde uy
gulanmaya konulmasmı ı•e nihayet kamuoyuna süratle ve menfi yönde etki
yaptığı gözö11wıde bulundurularak iç siyasi ortamm sertleştirilmemesini takdir
ve tensiplerine arz ederim."
Aynı toplantıda Emniyet Genel Müdülii Turan Şener söz alarak sıkıyönetim
dışındaki illerde cereyan eden anarşik olaylan anlatmış ve sözü İzmir'deki
TARİŞ olaylarına getirdikten sonra DİSK'in aldığı kararlar hakkında şunları
söylemiştir.
Sayın Başbakanım:
Bu kararlar l§ığlnda DİSK bütün gücü ile lzmir'e yönelmiş. 26 Ocak 1980
tarihintk lrmir'tk kniplediği yiiriüş
iy e mMhlelifillerden getirdiği öğrenci, me-
366
mur ve işçilerle birlikte bir gövde gösterisi yapmak istemiştir. l Şubat 1980
günü Antalya'da ANT Birlik'te iki saatlik bir işi bırakma eylemi
gerçekleştirilmiş, 9 şubat 1980 günü de bir miting ve gösteri yürüyüşü
düzenlenmiştir. TARİŞ'teki militanların sürekli olarak işçi ve işvereni huzur
suz etmesi üzerine 22 Ocak 1980 tarihinde bir arama yapılmış ve bu aramayı
bahane ederek DİSK başta olmak üzere Ege Üniversitesi öğrencileri dahil
bütün sol kuruluşlar bu ilimizde işçi layımına karşı bir eylem birliği kampan
yası başlatmışlardır. İznıir'itı cadde ve sokak/arma bir göz atnğımızda bu ku
ruluşların ne yapmak istedikleri viografta görülen sloganlardan açıkça
anlaşılmaktadır. İşte sloganlar:
-Kahrolsun zam zulüm düzeni (Devrimci-Yol)
-Z.amlara ikili a11laşmalara direnelim
- 'Zam zulünıe karşı direnelim
367
- Zafer işçi ve emekçilerin olacak, yaşasın sosyalizm
- Zamlan geri aldırmak bir dilim ekmeğimize karşı uzanan elleri kırmak,
temel tüketim maddelerinbıfiyatlarını düşürmek MHP, MiT, ÜGD, Kontrge
rilla gibifaşist cinayet ocaklarını dağıtmak için ileri
Emniyet Genel Müdürü konuşmasını sürdürdü:
Güvenlik kuvvetleri TARIŞ'in boşalmasını sağ/arkan, aşırı sol militanlar
Çiğli, Altındağ ve Gültepe semtlerinde eylemlerini sürdürerek halkı olayların
içine sokmak istemişlerdir. Bilhassa Gültepe Belediye Başkanı AYDIN ER
TEN taraftndan organize edilen olaylarda yine Belediye Başkanı tarafuıdan
Doğu ve Güneydoğu bölgeleri11de11 getirip buraya iska11 ettiği kişiler kolluk
kuvvetlerine silahlı mukavemette bulu11nı1'şlar ve olaylar sırasuıda bağımsız
Kürdistan sloganları atılmış, Belediyeye ait hoparlörlerle bu sloganlar tekrar
lanmıştır. Halen lzmir'de güve11lik kuvvetlerince bu bölgeleri temizleme ope
rasyonları devam ettirilmektedir.
Emniyet Genel Müdürünün bu takdiminden sonra Başbakan Demirel söz
alarak, Sıkıyönetim Komutanlarına hitaben: "Siz nıemleketi11 çeşitli yörelerinde
cansiperane gayretlerle büyük bir vatanperverlik duygusu içerisinde görev ifa
ederken, l;JUrada bize intikal ettirdiğiniz şeylerin tümü takip görmektedir"
diyordu.
1 2 Eylül'den sonra "Sıkıyönetim Komutanları görevlerini yapmadılar, 12
Eylül'den sonra anarşinin üstesinden geldiklerine göre 1 2 Eylal'den evvel de
sıkıyönetim vardı, eğer isteselerdi o zaman da üstesinden gelirlerdi. Yönetime
el koymak için isteyerek olaylarm üzerine gitmediler" diyebilen Demirel işte bu
toplantıda sıkıyönetim komutanlarına cansiperane çalıştıklarından dolayı
teşekkür ediyordu.
Aynı konuşmasında Demirel 5-6 Şubat günleri 1 6 il'in valisi ile yaptığı
toplantı hakkında da detaylı bilgi veriken sözü bölücülüğe, komünistliğe getir
miş ve şöyle demiştir:
"Tabii ki bölücülükle aşm solculuk, komü11istlik bir yerde üst üstedir. O
ondan mı evveldir, önemli değildir. Siyasi Kürtçülük peşinde olanlar, eğer bir
Kürt devleti kurulabilirse varsın komünist olsun. Eğer müstakil bir Kürt devle
ti kurulabiliyôrsa, o zaman biz komünist devlet kurmayız diyecek değillerdir.
Böyle devlet kurulabiliyorsa, varsın komünist olsun. Eğer komünistlik bir
bağımsız Kürt devleti kurmaya yardımcı oluyorsa, aynı zamanda komünisttir.
Yani iki gaye orada birleşmiştir. Komünist olduğundan dolayı Kürtçü. Kürtçü
olduğundan dolayı komünist. ikisi bir aradadır. Ayrılması da mümkün
değildir. "
Demirel bir aralık Tunceli'nde cereyan eden olaylara değinmiş ve şunları
söylemiştir.
368
"3 gün evvel Twıceli'nde cereyan eden olaylarda bana istihbarat
teşkilatımızın verdiği bilgilere göre nıakinalı tüfek kullanılmıştır. Eğer o istih
barat teyit edildi ise bilemiyorum, bundan tevahhuş ederim (çok korkarım).
Dersim intikamı söz konusudur. Türkiye'deki anarşinin kökeninde bu vardır.
Buna çok dikkatle bakmak lc1zımdır."
Demirel Tunceli Valisinden aldığı bilgilere değinirken de,
"Bu il'de 1743
tane komite kurulmuş. Devlet olarak burada fevkalc1de zaaf içerisinde
olduğumuz sanıyorum ki pek çok kişinin meçhulü değildir " demek suretiyle
devletin zaaf içinde olduğunu itiraf etmek zorunda kalmıştır.
Konuşmasını sürdüren Demirel İzmir Gültepe semtinde cereyan eden olay
lara değinirken de şunları söylemiştir:
"Gültepe semtinde silahlı kuvvetlerimizin şemsiyesi altında polis, jandarma
büyük bir arama yapmıştır. Ancak ateşle karşılaşmıştır. Maalesef 3 polisimiz
şehit olmuştur. Bundan birkaç gün evvel de bir süreden beri TARIŞ fabri
kasım işgal etmiş bulunan işçiler, (ne yapıyorsunuz burada) diyen Devlet
Güvenlik Kuvvetleri üstüne uzun menzilli silahlarla ateş ederek cevap ver
mişlerdir. "
Demirel'in yaptığı uzun konuşmanın bir bölümü de şöyle:
"Türk Devleti savunmasızdır. Yani psikolojik savunmasızdır. Şöyle ki:
hani bunu hükümetler yapar, hükümetler yaptığı zaman sanki siyasi organ
olduğu içi11, kendisi11i savunuyormuş gibi anlaşılır. Hükümetler yapmasa kim
savunacak devleti? Ama bu inceliği ortadan kaldırnıak mümkü11 değildir. O iti
barla, yine hükümetler kendi yapacağını yapsın da, bunun dışmda propaganda
kokmayan, daha doğrusu vatandaşın hamasi duygularına hitap eden, aklına
vicdamna hitap eden, ama bir de şartlandırıyorlar gibi herhangi bir düşünceye
götürmeyen bir strateji uygulanması lazım. Bunun kolay olmadığı kabul edil
melidir. Bu zamana kadar biz bunu yapamadık. Yani yapmadık da, yapanıadık
da ikisi beraber geliyor. Yapılması ihtiyacına senelerce kdni olduk, yapa
madık. Şimdi zaruret haline gelmiştir.
Beyin yıkayıcılarm okulda, kahvede, Türkiye'nin fabrikasında ve her ye
rinde beyin yıkayıcıların karşısma sadece güçle, kuvvetle dikilmek mümkün
değildir. Biraz Cumhuriyete, Türk devletine ve milletin bütünlüğü11e sadakan
başka yollardan giderek de yapmak lazımdır. Okulların bozulmuş olması, orta
tedrisatta anarşinin meydana gelmesi ve bugün tedrisatın, öğretmenlerin en
büyük anarşi kaynağı olması karşısında TRT ki her eve giren bir şeydir. Sa
dece çocuk okula gider, ama televizyon her evin her ferdine hitap eder. Bun
ları içine alan psikolojik karşı savunma, devletin, rejimin ve milletin savunul
ması demektir.
369
Dünyada hemen hemen roman solun elindedir. Şiir geniş çapta solu11 elin
dedir. Piyes geniş çapta solun elindedir. Güzel sanatların hemen hemen
tünıü11e sol sızmıştır (sol deyince yıkıcı, bölücü, aşırısına varan komünistler,
Marks'tan gelen komünistleri kastediyorum). "
Sayın Başbakamm,
370
suz yaratıklar haline getirilmiş/eri kanlı katil terörist biçiminde karşımıza
çıkmaktadır. Legaldeki bu organlar teröre kaynak olmaktadır."
l 'inci Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı ortaya çıkarılan cinayet ve sabotaj
örgüt mensuplarının meslek gruplarına göre bölünmelerini rakamlarla gözler
önüne sererek 121 kişinin üniversite yüksek okul öğrencisi, 11 B'inin orta
öğretimde okuyan öğrenci, 4 öğremıe11, 1 1 kişini11 memur, doktor, mühendis,
avukat gibi meslek gruplarından olduğu11u, 145'inin işçi, 204'ünün boşta ge
zen veya sıvacı, badanacı, seyyar satıcı, 130'unun vaktiyle cinayet işlemiş,
yaralanuş kişiler olduğunu söyleyerek günlük yaşantımızda teröristlerle bera
ber yaşadığımızın açık bir ifadesi olduğu ortadadır diyordu.
l 'inci Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı "Günlük yaşamımız içi11de halk ile
bu derece iç içe olmuş illegal örgütlerin kolaylıkla meydana çıkarıla
nıayacakları açık bir gerçektir. İllegal sol örgütler bütün Türkiye sathına
yaygın olarak il seviyesinden başlayarak mahalle, okul.fabrika, işyeri, demek
komiteleri halinde teşkilatlannuş bulunmaktadır. Hana orta dereceli okullarda
örgüt/e11me sınıf komitelerine kadar yaygmlaşmış durumdadır. Boşalan,
ayıklana11 hücreler belirli.kaynaklarda yetiştirilen ve eğitilen militanlarla siiratle
do/durulmaktadır.
Karşı karşıya bulunduğumuz terör aleti bünyevi bir olgu değil, dışandan
devamlı surette milli bünyemize zerk edile11 ideolojik bir mikroptur.
Halka geli11ce, halk bir sinmişlik, korkaklık içi11dedir. Güvenlik kuvvetle
rine ve adli makamlara en ufak bir şekilde dahi yardımdan ve işbirliğinden
kaçmmaktadırlar. 16-17 yaşmdaki bir çocuk bir otobüs dolusu insana emer-
11asyo11ali ayakta dbıletebilmektedir. 5-6 kişilik bir grup güpegü11düz Kadıköy
çarşısmda 40-50 dükk!inı kapatabilmektedir.
Meselenin en hazin tarafı da mağdurların görmedim, duymadım, bilmiyo
rum şekli11deki sorumsuzluk içi11de olmalarıdır. Anarşinin kan ve can kadar
milli hasletlerimizden de bazı şeyleri koparıp götürdüğü artık gözle görülür bir
hale gelmiştir.
13 Şubat günkü dükkanları açnrmanıa olayı, İstanbul esnafı için kara bir
leke olarak tarihte yer alacaktır. Bu kadar korkaklık hayatta görülmüş bir şey
değildir. İstanbu/'da bir yüksek sanayici; İstanbul'da Devlet otoritesi kalktı
diyor. Devlet otoritesi yoktur dendiği gün istanbul'un 1 1 .000 caddesi11de
26.193 güvenlik görevlisi 13 ge11eralin konıutasmda hizmet etmekteydi. "
Sıkıyönetim Komutanı çok dertli v e haklı tenkitlerini dile getirerek
konuşmasını şöyle sürdürüyor:
371
yuvalanmış militan yöneticilerinin kontrol altına girmeli, namuslu çoğunluğun
mesuliyet a11layış111dan uzak bir nemelazımcılık içinde bulunmaları sonucu
olduğu da bir gerçektir. İyi örgütlenmiş militan azmlık sendikada binlerce
işçiyi, okulda yüzlerce öğrenciyi, kamu kurumlarında yüzlerce görevliyi, so
kakta bir sürü boş gezeri kendi arzuları istikametinde eylemlere, yasa dışı hare
ketlere sürükleyebilmekte, devlet otoritesinin karşıs111a çıkabilmektedir. Buna
mukabil mesela bir mühendisler odası birliğinin seçimine kim giderse gitsin
deyip o militanlara oda.nm idaresini bırakmayı yeğ görmektedir/er. "
Evvela valilerin kendi kanunlarına göre belediyeler üzerinde bazı yasal yet
kilerinin olması lazım. 'Zannediyorum ki bu yetkilerin valiler tarafından eksik
siz ve tereddütsüz kullanılması gerekir. Görüldüğü üzere terör ve anarşinin
mihrakı ve planlandığı beyin yeri İstanbul'dur. Daha evvelki önerimde. arz
e"iğim gibi, lstanbul'un süratle temizlenmesi diğer yerlere bir rahatlık getire
cektir. Bu bakımdan da MiT ve Emniyet Müdürlüğü istihbarat ve sorgulama
bakımuıdan süratle takviyeye muhtaçtır. Uygun sorgulama timleri ehil sorgula
ma kişileri bulwımadğı için (mevcutların kötü olduğunu belirmıek istemiyo-
372
rum) birçok anarşist sorgulama süzgecinden sızıp gitmekte ve belki büyük ip
uçlarını elimizden kaçırmaktayız. O bakımdan daha evvelce de arz ettiğim gibi
mobil ekipler kurmak suretiyle bu sorgucuları oradan oraya götürmekte yarar
var. "
373
Bu akıllılar, bu okumuşlar DISK'i kullanmaktadırlar. DISK'i bunlarda1ı
tecrit etmek lazım, DISK'i karşıya almak değil. "
374
doğru politikalara eğer başvurabilirsek, efendim bir liradan satalım gübreyi
satılabilirse, satılamıyorsa 90 milyar gübre hesabı bunun. 90 milyar para
vereceksiniz gübre alacaksınız, satacaksınız karşılığında 10 milyar alacaksınız.
80 milyarı nereden alacaksınız? Deryadan mı? Türkiye bu hesaba kafasını
yatıramazsa dışarıda ciddi telakki edilmez. Hesabını bilmeyen bir memlekete
kimse el uzatmaz. Hesabını bilmeyen bir kişiye el uzatmadığı gibi.
Binaenaleyh Türkiye hesaplarını dengeye getirmiş olmalı ki dışarıda itibarı
artsın. İşte bu hareketin önemli sebeplerinden birisi de içeride ve dışarıda
Türkiye'11in itibarım artımıalı ki; bu adamlar hesabım kitabını biliyor, bwılara
güvenilir, yani bunlara ben ödünç para verirsem batmaz desin. "
Bu konuşmadan sonra dış ülkelerden ve finans kuruluşlarından borç para
almanın tam zamanı olduğunu zira onların da ellerinde para biriktiğini,
güvenilir borç verecek ülke aradıklarını, Türkiyenin önünde şimdi fevkalade
aydınlık pencere açıldığını ifade ettikten sonra şunları söyledi:
"Şimdi burada nasıl olacak bu iş diyeceksiniz. Yani bu yedi tane sekiz tane
yoktan vara nasıl geçeceğiz? İki yol var. Türk parasını kendi kaynaklarımızla
bulacağız. Yani şu malı alana bu on lira ise, bunun maliyeti 20 lira olup da
bunu 011 liraya satıyorsa 011 lira ilave ediyoruz demektir. Devletten bunu
vermeyeceğiz. Yani aslrnda Türkiye zam yapmış olmak suretiyle soyuyor
değil. Vatandaşına ilave olarak verdiği kaynağı kesiyor. Bu hizmeti kullanan
bedelini ödesin diyor. Niçin adada oturan vatandaşın vapur parasını benim
fikara Anadolu köylüm ödesin. Niçin henüz 15.000 köyünde elektrik bulwıan
15 milyon i11sa111 karanlıkta olan 27.500 köyünde elektrik olmayan bir
memlekette her kilovat saat elektriği 60 kuruşu benim vergi veren vatandaşım
ödeyecek? 60 kuruş kimseyi batırmaz. Kilovat saat başına yakan ödesin de
olmayan yere de o kaynaklarla elektrik götürelim. Hadisenin sosyal adaletli
tarafı bu. Yani devlet üste vermeye devam etmeyecek, eşit olacak. Eşit hale
getirilecektir. "
Söylenenler doğru veya yanlış, bunun üzerinde durmayacağım. Ancak,
yeni hükümet olmuyorsunuz ki! Bundan evvelki dönemlerde de çeşitli zaman
larda hükümet ettiniz, o zaman neden böyle yapmadınız da şimdi
yapıyorsunuz? 12 Eylül'den sonra ve hatta 6 Kasım 1983 seçimlerinden sonra
da aynı ekonomik ve mali politika yürütülmektedir. Onu da tenkit etniesine ne
diyelim.·Kendi iktidar ise ve o bunu tatbik ediyorsa doğrudur. Başkası iktidar
da ve onlar uyguluyorsa yanlışur. Anlayış maalesef budur. Başbakan Demirel
böylece pahalılıktan şikayet edenlere cevap venniş oluyordu.
375
DİYARBAKIR SIKIYÖNETİM KOMUTANININ
SÖYLEDİKLERİ
376
ELAZIG SIKIYÖNETİM KOMUfANININ SÖYLEDİKLERİ
377
doktorun yerin e imza atılmıştır. Doktor celbedilmiş, doktorun bu tutumu ken
disine empoze edildiği anlaşılmış, hemşireye doktor yerine imza atma yetkisi
verilmiştir. Ta bii hastaneyi sıkıştırdığımız zaman, bize bakanlıktan bôyle bir
yaralı geldiği için biz bakmılıkça polise bildirildiği kanaatı ile hakkında işlem
yapmadık demişlerdir. Bakanlığuı ilgili ünitesine sorduğıunuz zaman onlar da
herhalde doktor, özlük işleri müdürü bunu haber vermiştir demişlerdir. Halbu
ki ne doktorun ne özlük işlerinin bu olaydan haberi yoktur. "
Ankara Sıkıyönetim Komutanı, basından ve basın savcısından da şiUyetçi.
Basın özgürlü ğünün basın anarşisine dönüştürüldüğüı;ıü ileri süren Korgeneral
Nihat Özer şunları sözlerine ekliyordu:
"Hali hazırdaki basının durumunu basın özgürlüğü olarak 11itelendirmek
mümkün değildir. Olsa olsa basm anarşisidir. Kitabevleri_ çıkarılan yasalar bir
yana, en basit kurallara dahi uymadan çıkarılmış kitap, dergi ve gazetelerle
dolup taşmaktadır. Yargı organlarımn buiılar üıerindeki denetimi11in pek ciddi
olmadığı iizüntü ile görülmüştür. Bir ilaç ham maddesinin ithali için döviz
yokluğu çekilirken Rusya :�aki Lenin'bı, Marksist ve benzeri şeyleri11 ingilizce
kitapları ithal edilmiştir. Uç kitabevine özel oiarak döviz tahsis edilmiş ve kita
plar 70-80 paket halinde PIT de yakalanmıştır. Aym kitaplardan daha küçük
miktarda Rus ko11solosluğuna sevk.edilmiştir. Onun dışmdaki kitaplara el kon
muştur. İçişleri Bakanlığma yazılmış, Bakanlık bunlarm girmesi11i Kültür Ba
kanlığı ve diğer yerlerle temas kurmak suretiyle yasaklanuştır. Bas111 savcılığı
hakkmda da iki kitap üzerinde dumıak isterim. 2 'nci baskısı Türkiye'de yasak
lanmış bir kitabın içerisinden pasajlar ihtiva eden bir kitap maalesefAnkara
basm savcılı ğından kovuşturmaya yer olmadığı kararı almış ve serbest
bırakılmışt1r. Bu kitap emniyette halen muhafaza edilmektedir.
Ayrıca bir felsefe öğretmeni tarafından Rusya'daki eğitimi metheden ve
çocuklara zehirli bilgiler veren bir kitabm da maalesef basın savcılığı tarafmdan
serbest bıraklinıası dikkat çekicidir. Yazarı, dağıtıldığı yer belli olmayan bu
kitap basm yasasma aykırı olarak yayınlanmasına rağmen, bu da basm
savcılığınca ko vuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiş. Her iki husus Adalet
Bakanlığına bildirilmiştir. Herhalde Adlı/et Bakanlığmda bu kitaplar yeniden
bir incelemeye tabi tutulur."
Belediyede cereyan eden olaylar hakkında ise Özer şunları söylüyordu:
"Sayın Başbakamm: A nkara'da bir de belediye işçileri sorunu mevcuttur.
Ma/Unılarımz iki aydır maaşlarının ödenmemesi bahanesiyle 15 gündür
belediye temizlik işçileri ve fen işçileri işi bırakmışlardır. Bunların Ankara
Valiliği kanalı ile makamlarınıza ve Maliye Bakanlığına iletilen para ihtiyacı
244 milyon liradır. Bu para zaman zaman hükümetler tarafından belediyelere
tahsis edilmektedir. Acaba bu para yerine mi saif ediliyor, edilmiyor mu, bir
378
kısım militanları beslemek için kullamlıyor mu? Bunu biz de incelemek
lüzumunu duyduk.TÖB-DER Başkanı Gültekin Gazioğlu 'nun belediyeden
maaş aldığı, bunwı gibi birçok APO'cuların Park ve Bahçeler Müdürlüğünden
maaş aldığı ve daha birçok militanın belediyede üslenmiş olduğu meydana
çıktı.
Hükümet milyonlarca lira destek sağlarken bu paranın nereye salf edil
diğini tetkik etmek için herhalde bir formül bir yasal yol bulmak zorundadır.
Yoksa bir yandan hükünıeti güç durumda bırakmak, işçileri bu yolla istismara
yöneltmek bdkımından, her defasmda verilen tavizlerin herhalde bir gün sonu
nun aluıması gerekir. Belediye yasalarının çıkarılması, buralara verilen para
larm sorulması ve işçi alımlarında da mutlaka gerçek ihtiyaçların tetkiki zaruri
bir hal almaktadır. Bunu da takdirlerinize sunarım."
379
rafmı kestik. Dolayısıyla hiçbir hareket olmadı. Ama bu ileride de olmayacak
demek değildir. İleride sol örgütlerden bildiri dağıtma, patlayıcı madde atma,
pankart asma ve korsan miting yapma faaliyetlerine devam edecekleri ve
güvenlik kuvvetlerine silahlı tecavüzlerde bu/unabilecekleri,fabrikalarda işçi
ve işveren anlaşmazlıklarının devam edeceği ve DİSK'in kışkırtması ve gayret
leri ile bazı olayların meydana gelebileceği, önlemler alınmadığı takdirde
öğretmenlerin okullarda yarattığı huzursuzluk ve tahriklerin bazı olaylara sabep
olabileceği, ev ve iş yer/erindeki soygunların devam edeceği değerlen
dirilmektedir. "
DEMİREL KONUŞUYOR
VE SIKIYÖNETİM KOMUTANLARINA TEŞEKKÜR EDİYOR
381
takım problemler çıkarabilir endişesinden daha çok bir takım problemler
çıkarabileceğine ihtimal vemıenizdir.
Örgütler meselesi üzerinde dumldu. Samyorum ki bu toplant1dan hepimizi
sevinçle dışarıya götürecek olan şeylerden birisi örgütler üzerinde
sıkıyönetimin fevkalade başarılı olmasıdır. Hiç olmazsa Türkiyeyi kim ra
hatsız ediyor biliyoruz.
Tunceli meselesi devlet meselesi olarak değerli komutanlarınuzla konuşarak
ve üstü11de durarak Tunceli için yeni bir politika adapte etmemiz şarttır.
Hapishanelerden firarlar devam ediyor. Faili meçhul cbıayetler ve faili
meçhul diğer olay/arm durumu üzerinde çalışmalar yer yer sevi11diricidir.
Esnaf ve sa11atkılrlar111 ileri gelenleri ile görüşeceğim. 011/arm ileri gele11/eri
benim yakınlarımdır. Hepsi ile görüşeceğim. Ben herkesin vatandaşltk
görevini yapmasım söylüyorum. Her korkanın sıkıyönetime koşması,
sıkıyönetimden kuvvet istemesi ile oaşa çıkamayız ki. İşte mesele oraya
varıyor. İstanbul meselesbıde fevkaldde üzgünüm. Yani kapatm deyince her
kesin dükklimnı kapatıp gitmesi 3-5 çocuğun tehdidi ile, Anadolwıwı çok ye
rinde bunu yapnmıak mümkün değildir.
Tekrar hepinize teşekkür ederim.
382
Ecevit, Avrupa'ya yaptlğı son seyahatinde batılı liderlerle özel görüşmeler
de yaptı. Bunlardan çoğu bir Cumhuriyet Halk Partisi - Adalet Partisi birliğini
öneriyor/arsa da bu temennilerini ima yollu dahi ortaya koymuyorlar. Bunu
açıklamayı sakıncalı buluyorlar, politik açıdan buna benzer sakıncalar, bu
teklifSilahlı Kuvvetlerden de gelse aynıdır.
12 Mart dönemi izlenemez, yaralanırız, Demokratik ülkelerde itibarımız
sifır olur. Cumhuriyet Halk Partisi buna uyamaz. Gerçi lran ve Afgan olayları
nedeniyle batıda Türkiye'ye ilgi artnuşflr. Batıda bazı memleketler Türkiye'de
demokrasiden çok istikrat isterler.- Demokrasiyi düşünmezler fakat kendi
ülkeleri11i11 kamuoyu bunu hazmetnıez ke11dileri11den çok şey yitirirler.
Ecevit bütçede11 sonra bu sorunu ele alacak ve üzerine eğilecektir. ilgililer
dışmdan, partiler dışuıdan herhangi bir istek gelmezse hele baskı gelmezse bir
çözüm bulwınıası ve demokratik kurallar içinde demokratik mekanizma içinde
sağla11ması için eli11de11 geleni yapmaya çalışacaktır.
Ada/eti11 icraya baskısı çok karmaşıktır. Ciddi durmak gerek. Keyfi işler
bunları daha da kdrıştmr. Ecevit'e göre tıkanmalara iyi teşhis koymadan ileride
daha büyük tehlikeler yaratacak yollara gimıenıek gereklidir.
Kamu düzeni ko11usunda Ecevit daha çok kamu yönetiminin özlük haklan
ile ilgili rejimin Türk Silahlı kuvvetleri veya Dışişleri Bakanlığuıdaki gibi bazı
kw·al/ara bağlanmasmda11 yanadır.
İstanbu/'daki Sıkıyönetim hakim ve savcilamı111 değiştirilmesi Ecevit'i çok
tedirgin etti, bu konuyu ayrılmadan evvel de sizi11le görüşmüş. Bu savcı ve
hakimlerin ayrılmayı kendileri11in istemelerinin bir görüntü olduğu kamsında.
Bu gibi durumlara mani olnıamza büyük önem vermekte. Aksi halde Silahlı
Kuvvetlerin ve Sıkıyönetimin yara alacağmdan içte ve dışta kaygı duyula
cağından e11dişe etmektedir. İsta11bul sıkıyönetiminde Ecevit hükümette iken
bazı tedirginlikler vardı. Bu11/an sizin de bildiği11izi söylüyor. Son zamanlarda
bu tediginlik çok artfl. İstanbu/'da Cumhuriyet Halk Partisinin en olgun
kişileri işbaşına getirildi. İstanbu/'da yaşlı başlı olgun ve hiçbir olayla ilgisi ol
mayan kişilerin evleri aramyor, Cumhuriyet Halk Partisi örgütü çok üzgün ve
kaygılıdır. Ecevit bunları zor frenliyor. Bu konuda herhangi bir tavır almayı
istemiyor sizin müdahalenizi rica ediyor.
Ağca 'yı kaçıranların yakalanması çok ağır gitmektedir. Bu dw·umda adliye
ve emniyetin eli kolu bağlı. Askerin içinde olan durum nedeniyle müdahale
edemiyorlar. Valinin de bu konuda tedirginlikleri var, sizin hassasiyetinizi bi
liyor, orta ve alt kademelerde bazı suçlular var, bunun sorumluluğu Silahlı
Kuvvetler üzerinde kalacak.
Kayseri'de açık terör vardır. Polisler sabaha karşı evlere girmekte ve
383
kadınları soymakta, erkeklerin gözlerini kapayıp 10 kilometre uzağa
götürmekte, işkence etmektedir. Durum çok vahim, bu duruma sizin ilginizde
büyük yarar görmekte.
İzmir'deki durum: TARİŞ ve Antbirlik'te bazı militanlar bulunuyor diye
izlenen taktik haklı gösterilemez. Bu militanların geniş kitlelerde provokasyon
yapmalarına vasat oluştumıaktadır.
Ecevit'in güvendiği bir kısım arkadaşlarının bazı idarece/erle hatta vali ile
emniyet mensupları ile yaptığı temas sonucu izlenim şudur:
Kıdem tazminatı ödemeksizin onbinlerce işçiyi tasfiye ederek yerlerine Mil
liyetçi Hareket Partilileri almak gibi bir plan vardır.
Vali endişelerini hükümete tam duyuramaz, fakat endişesi var, onun bu
endişelerini biz de paylaşryoruz (Valiye ait hususlar gizlidir).
NOT: Saym Ecevit bu görüşleri verdikten sonra Sayın Orgeneral Kenan
Evren hakkında çok sitayişkar sözler söylemiştir. Bunları samimi bir üslupla
söylemesinden ben de büyük kıvanç duydum.
Yazılı olarak getirdiği ve okuduğu bu teklifleri sunduktan sonra; bütçenin
Meclisten geçmesini müteakip Cumhuriyet Halk Partisinden Turan Güneş'in
Başbakan olnıasım ve omm kuracağı hükümette Adalet Partisinden ve Cumhu
riyet Halk Partisinden a/uıacak Bakanların görev almasım ve böylece Adalet
Parti - Cumhuriyet Halk Partisi koalisyonunun kurulmasını düşündüğünü,
bunu da ancak benim gerçekleştirebileceğimi dile getirdi.
Ben de bu teklifleri dinledikten sonra, şunları sôyledim:
"Askerlerde yurtiçi durumun parlamentonun bugünkü tutumu ile
düzeleceğine ait umutlar azalmaktadır.
Silahlı Kuvvetlere halktan ve hatta kendi içinden tazyikler var, istenen birlik
ve beraberliğin biran evvel sağlanması genel istek. Bu da bugünkü gazetelerde
yazılı yabancıların bile önerdiği CHP-AP işbirliği.
Bizim düşüncemiz de aymdır. Bu iki büyük parti ana sorunları halledebilir,
demokratik nizam içinde yapılacak bu birliğin olmasını bekliyoruz.
Son olaylar tansiyonu daha da armmııştır.
Askerler Sayın Ecevit'in Güney Amerika modeli sözüne kırgın. Biz Güney
Amerika Silahlı Kuvvetleri değiliz, cumhuriyet kurulduğundan beri olan olay
lar böyle olmadığımızı ispatlanııştır. Asker, bugün bir Güney Amerika modeli
olmaması için herşeyi yapmaktadır.
lzmir olaylarında idarenin büyük hataları var. Basiretsizliği var. Binlerce
işçinin emeği ile oynanması buna neden oldu. Biz kan dökülmesini istemiyo-
384
ruz, ispatı son lznıir olayıdır. 3 polis şehit, biri astsubay olarak birçok er
yaralı. Bu11a karşı bir tek sivil ölü veya yaralı değil. Halka karşı silahlı bir
hareketi kesinlikle önlüyoruz, yarail ve ölü versek de.
Aldığım raporlarda bu işe karışanlar (militanlar) kendi sapık ideo/ojileri11i
yürütmek isteyenlerdir. Bunlar aym zamanda CHP karşısında olup, tahrik
ettiği masımı halka da bu antipatiyi aşılamışlardır. Bu11lar CHP'yi ve Genel
Başkamm tutmuyor ve sevmiyor. TARİŞ'e MHP ta11da11s/ı işçilerin alınmasım
ben de tasvip etmiyorum. Ancak CHP'nin birşey demeye hakkı yok. Zira ik
tidarda iken siz de sol ta11da11slı işçileri aldmız.
Bugün liderlerin ve konuşan parti ileri gele11lerinin bu gergin havayı
sertleştirmek yeri11e yumuşamıaları gerekmektedir. Birbirleri11i suçlamalar bir
nevi tahrik olmaktadır.
Önümü:::de güç günler var. Bütçeden sonra hükünıet durumu, Cumhur
başkanlığı seçimi. Bu seçim de diğer problemler gibi CHP-AP anlaşmasıyla
hel/edilebilir.
MHP'ye çatmak onu güçlendiriyor. AP, 3 parlame11terlik MHP'yi
hükümete almakla 011u büyüttü. CHP'11in de devamlı çatması bu şer teşekkülü
güçlendiriyor. Yamı bir seçim olsa 'belki de 40 parlamenterle ortaya çıkacak
bir dert olacak.
Yurdu11 içinde duruma bir çare bulunamaması ve bilhassa iki büyük parti-
11in birbirlerine olan zıt tutumu, anlaşmaz tutumu, Silahlı Kuvvetlerde MHP
sempatizam grupçuklar oluştumıaya başladı. Bu11un bir nede11i de; değersiz
olan, zararlı ola11 bu partiye sanki büyük güçmüş gibi önem verilerek yapılan
hiicımılardır.
Anarşiyi çıkaran solun bazı CHP'lilerce ve hatta CHP parlamenterleri11ce
himaye edilmesi CHP'yi de zan altında bırakmakta. DİSK as/111da başmda
gözüken liderleri taraf111da11 değil, çok aşırı ve adı az duyulan kişilerce idare
edilmektedir. Bu işçi teşekkülü ile ilgile11e11 bir CHP'li, CHP'yi zan alıma
sokmaktadır. Atatürk'ü11 kurduğu Halk Evleri bugün komünist yuvası hali11e
gelmiştir. Başmda Yıldız var.
Bizim dileğimiz, bizi istemediğimiz yollara imıemenizdir. İki büyük parti
anlaşıp problemleri halle başlarsa büyük bir ferahlık duyacağız. Onlardan bu
fedakarlığı bekliyoruz ve bunu beklemek de hakkımızdır."
Gôrüşmemizin sonunda; yakında İngiltere'ye gideceğim. oradan
döndükten sonra başka alternatifler üzerinde de görüşürüz diyerek
konuşmamızı tamamladım.
385
ORGENERAL İRFAN ÖZAYDINLI İLE GÖRÜŞMEM
Kendisine biraz da sert bir ifade ile Adalet Partisi hükümetinin işçileri işten
çıkarma işlemi yanlış olabilir, bunu ben de tasvip etmiyorum. Ancak bunun
yolu, fabrikayı işgal etmek, fabrika içindeki makinalan tahrip etmek, devletin
asayiş birlikleriyle silahlı çatışmaya girmek, adam öldürmek değildir. Kanuni
yollar vardır. O yolla haklarını ararlar. Eğer her haksız muameleye karşı silahlı
eyleme geçilecek olursa işte sonunda ülkenin düşeceği durum bu olur. Yapılan
bu işgal, tahrip ve saldın olaylarını mazur göstermeye çalışmanızı kabul etmem
mümkün değildir şeklinde cevap vardim. Raporu da almadım.
386
20 Temmuz 1974 tarihinde başlattığımız Kıbns Harekatı ile birlikte, Yuna
nistan'dan Türkiye'ye vaki olabilecek bir hava saldınsını kafi bir zaman önce
haber alarak gerekli önleme tedbirlerini alabilmek maksadıyla Ege Denizinin
ortasından geçen bir hattı bir NOTAM1a ilan ettik. Bu demekti ki: 7 14 sayılı
bu hattı geçerek Türkiye istikametinde uçacak her uçak, bize haber verecektir.
Haber vermeden geçecek uçak olursa bizim Hava Kuvvetlerimize ait uçaklar
bu geçen uçağı önleyecek, teşhisini yapacak, gerekirse geri dönmeye icbar
edecek. Biz bu 7 14 sayılı NOTAM'ı ilan edince Yunanistan da Ege Denizini
tehlikeli bölge ilan etmek s uretiyle hava yollannın Ege Denizi üzerindeki
uçuşlarını yasaklamış oldu. Bu durum böyle devam eni durdu.
Bu arada Yunanistan'ın yeniden NATO'nun askeri kanadına dönme
çalışmaları da devam ediyordu. B ü tün NATO ülkeleri Yunanistan'ın
NATO'nun askeri kanadına dönmesini engelleyen ülke olarak Türkiye'yi
görüyor, bizi suçluyorlardı. Türkiye bu konuda haklı olmakla beraber
NATO'nun diğer üye ülkeleri özellikle sivil kanadı bu haklılığımızı anlamıyor,
daha doğrusu anlamak istemi yordu. Mücadelemiz sürekli olarak devam
ediyordu. Diğer taraftan ilan ettiğimiz bu 7 14 sayılı NOTAM bize de zarar
vermeye başlam ıştı. Hava Kuvvetlerimizle görüştüğümüzde, Yunanlıların
kendi adalarıyla devamlı hava trafiği olmakta ve hergün bu adalara uçak sefer
leri işletmekte olduğu, aynca askeri uçaklarını da tatbikatlar dolayısıyla sık sık
Ege Denizine gönderdiği ve hiçbir zaman da 714 sayılı hattı_ geçerken bize ha
ber vermediği, bu yüzden uçaklarımızın hemen hemen her gün Ege'ye çeşitli
zamanlarda önleme ve teşhis uçuşu yapmak wrunda kaldığı, bugüne kadar
hiçbir Yunan uçağını geriye çevirmedikleri, genç pilotlarımızın bir gün arzu
edilmeyen bir durum yaratarak. Yunan uçakları ile silahlı çatışmaya girmesinin
ihtimal dışı olmadığı, aynca sivil hava yollarının İstanbul-Atina arasında
çalışamamasından dolayı da kaybımızın çok olduğu ortaya çıktı. Genelkur
mayda bu konuyu m üzakere ettik ve sonunda ilan ettiğimiz 7 1 4 sayılı
NOTAM'ı kaldınnamızın uygun olacağı kararına vardık.
387
RECAİ KurAN İLE GÖRÜŞMEM
22 Şubat 1980 günü öğleden sonra kendisini Milli Selamet Partisi içinde
daha makul bir kişi olarak gördüğüm Milli Selamet Partisinin Genel Başkan
Yardımcısı Recai Kutan'ı Genelkurmaya çağırdım. Çağırma sebebim mecliste
bulunan 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanununda yapılmasını istediğimiz
değişiklikleri biran evvel kanunlaştırmaktı. Zira meclisteki Adalet Komisyonu
nun başkanı Milli Selamet Partisindendi.
Recai Kutan'a şunu sordum: Siz iktidardaki Adalet Partisi ile mi işbirliği
yapıyorsu11uz, onu mu destekliyorsunuz? Yoksa muhalefetteki Cumhuriyet
Halk Partisi ile mi işbirliği yapıyorsunuz, onu mu destekliyorsunuz? Erba
kan'm ko11uşmalamıda11 mevcut hükümeti desteklediğiniz değil, muhalefet ile
işbirliği içerisinde olduğunuz i11tibaı uyamyor. Yoksa bütçede11 sonra Cumhu
riyet Halk Partisi ile bir koalisyonu mu düşünüyorsu11uz?
Kutan buna karşılık olarak, kati yen böyle bir koalisyonu düşünmediklerini
söyledikten sonra, isteklerimi Erbakan'a ileteceğini ve bu kanunun geçmesini
sağlayacağını da sözlerine ilave etti.
388
inıkdn dahilinde görnıedigimi, çünkü Cumhuriyet Halk Partisi esasen muhale
fette oldugu için buna müspet oy vermeyecegini, Milli Selamet Partisinin ise
dışarıdan destek vaad emıesine ragmen bu konuda destek olmayacagmı,- nite
kim bugüne kadarki tutumu ile bunu ortaya koydugunu söyledim. Ben de ver
gi refonnunun çıkarılması gerektiğine inanıyordum . Bu vergi refonnu
gerçekleştirilmeden, 24 Ocak kararlarının bir yarar sağlamayacağını ve neti
cede % l QO'ler seviyesinde seyreden enflasyonun geriye çekilemeyeceğine
inanı yordum.
Böyle söyleyen Demirel, yalnız vergi kanunları konusunda değil, her ko
nuda müşkülat çıkaran Milli Selamet Partisinin tutumları karşısında ne görevi
bırakacak ve ne de millete şikayet edecekti. Hatta Milli Selamet Partisinin tutu
mu aylar geçtikçe öyle bir hal aldı ki; B akanlan gensorularla teker teker
düşürmeye başladı. Yine de Demirel kılını kıpırdatmadı. Demek ki sözünde
samimi değildi.
Saat 14.00'den saat 1 8 .00'e kadar dört saat süre ile bu plan üzerinde
görüştük. Aynı planı Yunanistan'a da venniş. Onlar bu planı reddetmişler.
Ben de kendisine bu planda iki nokta üzerinde mutabık olmadığımı buna
rağmen tekl i fi tetkik edip 25 Mart'ta İkinci B aşkanla cev abımızı
göndereceğimizi bildirdim.
Şubat ayı kısa bir ay olmasına rağmen anarşik olaylar bakımından diğer ay
lara nazaran hayli yoğun bir ay olmuştu. Yurt sathında 700 anarşi k olay
cereyan etmiş ve bu olaylar sonucunda da 1 65 kişi ölmüş, 402 kişi de yara
lanmıştı.
389
77 fabrikada grev karan alındı. Tekel işçilerinin iki aya yakın bir zamandır
sürdürdükleri direnişleri devam ediyor ve bu yüzden de sigara ve içki arayan
ne bulursa kaça bulursa alıyorlar. Tabii bu hal karaborsacıların işine
yarıyordu.
MART 1980
İngiltere ve Norveç gezime başlamadan birkaç gün evvel bana vekalet ede
cek olan Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin'e Genelkurmay
İkinci Başkanı Orgeneral Haydar Saltık'ın başkanlığında kurduğum çalışma
grubunun çalışmalannı benim yokluğumda gözden geçirmesi emrini verdim.
İkinci Başkan Orgeneral Haydar Saltık'a da Orgeneral Nurettin Ersin'e ver
diğim emir hakkında bilgi verdim. Genelkurmay İkinci Başkam Saltık'm em
rinde çalışan bu özel çalışma grubundan hiç kimsenin haberi yoktu. Yalnız
Kuvvet Komutanları ile Jandanna Genel Komutanına bilgi venniştim. Bu
çalışma grubundan şüphelenen bazı asker arkadaşlar bana gelerek Orgeneral
Haydar Saltık'ın gizli gizli çalışma yaptığım, ihtilfil hazırlığı içinde olduğunu
söylemişlerdi. Ben de kendilerine böyle bir şeyin mümkün olmadığım, o
ç alışma grubunu benim kurdurduğumu, Silahlı Kuvvetler mevcudunun
azaltılması için, Harp Akademilerine ve Kuvvet Komutanlıklarına yaptırdığım
etüdler üzerinde çalıştıklarını söylerdim. Aynı şüphenin Kuvvet Komutan
larında da olabileceği düşüncesi ile bu çalışma grubunu ilk kurdurduğum tarih
lerde onlara da bilgi vermiştim.
Bu emrim üzerine yapılan etüd ve hazırlıkları ihtiva edilen 25 dosya
Orgeneral Nurettin Ersin'le İkinci Başkan Haydar Saltık'a 4 Mart günü takdim
edilmiş. Orgeneral aynı takdimin Kuvvet Komutanlarına ve Jandarma Genel
Komutanına da yapılmasını istemiş. 10 Mart günü de onlara bu etüd ve
hazırlıklar takdim edilmiş.
390
Bu takdim sonunda, Komutanlar, ülke sorunlarına çözüm getirebilmek ve
anarşi ortamından kurtulabilmek için yönetime tam müdahale edilmesi husu
sunda fikir birliğUıe varmışlar.
Ben Norveç'ten döner dönmez etüd bana arzedildi ve Kuvvet Komutanı ar
kadaşlarımın düşünceleri de anlauldı. Etüdü aldım, 15 ve 16 Mart günleri oku
dum ve İkinci Başkana "Evet durum gittikçe vahim bir hal alıyor. Eninde so
nunda bu işi temizlemek bize düşecek, bunda hiç şüphem yok. Ancak henüz o
noktaya gelmedik. Daha beklemek zorundayız. Hazırlıklarınızı yürütünüz"
emrini verdim. Aynca, bir müdahaleden sonra yasama görevini yapacak olan
bir teşkilata ihtiyaç olacak. Kurulacak bu kurulun adı Milli Güvenlik Konseyi
olmalıdır. Konsey, Genelkurmay Başkanının başkanlığında Yüksek Askeri
Şura üyelerinden teşkil edilmeli ve Anayasal kuruluşlar olan, üniversite,
basın, işçi, işveren, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, milletvekilleri gibi organ
lardan da temsilcileri dahil edilmeli dedim.
Bu hususta daha evvel aramızda yaptığımız görüşmelerde Milli Güvenlik
Konseyinin böyle bir yapıda olmasını düşünmüştük. Hatta Türkiye Büyük
Millet Meclisini kapatmayı da düşünmüyor, onları izinli kabul ederiz diyor
duk. Fakat ileride anlatacağım sebeplerden dolayı sonradan bu düşüncemizden
vazgeçtik.
Yine aynı günü İkinci Başkana verdiğim emirde hazırlıkların ani durumlara
da hemen cevap verecek şekilde olması, hükümette görev alacak Bakan isimle
ri üzerinde de hazırlık yapılması, Haziran veya Temmuz aylarına göre
hazırlıkların bitirilmesi gerektiğini belirttim.
Askerlikte planlar yapılırken; en kötü durum dikkate alınarak, o durum a ce
vap verecek tedbirler ön planda tutulur. Bizim için en kötü durum memlekette
bir iç ayaklanmanın başlaması veya o noktaya gelinmekte olduğunu belli eden
emarelerin ortaya çıkması ve bunlara karşı mevcut parlamentonun şimdi
olduğu gibi görev yapmaması, veya hazırlıklarımız meydana çıkarak bizleri
emekliye sevketmeleri ve mahkemeye vermeleri gibi hususlar olabilirdi. Onun
için hazırlıkların noksansız yapılmasını istiyordum. Kuvvet Komutanı arka
daşlarımla görüşürken şu hususları da söylemek lüzumunu hissettim:
Yurtta cereyan eden anarşik olayları hepimiz görüyoruz. Bu anarşik olayla
ra biz de kurban gidebiliriz. İçimizden birisine böyle bir suikast yapılacak
olursa derhal idareye el koyacağız. Eğer beni öldürürlerse aynı şeyi sizler ya
parsınız. Bugüne kadar aramızda önemli hiçbir ihtilaf olmadı. Hep birlik ve
beraberlik içinde olduk. f!izi birbirimize düşürmek isteyenler yalan yanlış
düzmece haberler uydururlar. Mesela benim sizden herhangi biriniz hakkında
dedikoduya dayanarak aleyhinizde konuştuğum haberi alabilirsiniz. Vaktiyle
böyle durumlar olmuş ve bu yüzden Genelkurmay Başkanı ile Kuvvet Komu-
391
tan/arı veya Kuvvet Komutanları arasına soğukluk ve dargınlıklar girmiştir.
Biz de aynı durumlara düşmeyelim. Eger böyle bir haber alacak olursamz he
men açıkça bunu birbirinize söyleyiniz. Bana atfen bir haber alacak olursamz
çekinmeden bana da söyleyebilirsiniz demek suretiyle onları ikaz ettim.
B u konuyu çok önemli görüyordum. Aramıza girecek geçimsizlik sebepleri
her şeyi alt üst edebilirdi. Bu işe inanarak atılıyoruz. Sonuna kadar da inan
cımızın bozulmasına sebep olacaklara bu fırsatı vermemeliydik.
Milli Savunma B akanı ile görüşmemiz sırasında tabii Türkiye için güncel
konu olan ülkemizdeki terör olaylan da hemen gündeme geldi. Bakan Kürt
meselesini açınca; aslında Türkiye için bir Kürt meselesinin olmadığını, Kürt
denilen bu insanların da Orta Asyadan gelen Türk boylarından birisi olduğunu,
fakat tarih boyunca bu insanların dış güçler tarafından tahrik edilerek isyana
teşvik edildiğini, Kerkük petrolleri konusu ortaya atıldığında İngiltere'nin de
ajanları bölgeye sokarak bu insanları isyan ettirdiğini açıkça söyledim. B u ko
nuda hiçbir şey diyemedi.
"Devlete karşı savaş açanlarla daha etkili mücadele edebilmek için polis va
zife ve seldhiyeti kanununun değiştirilmesi gerekir. Güvenlik kuvvetlerine
daha etkili görev yapma imkanı veren bir kanun için CHP iktidarı zamanından
beri çalışmalar yapılmış.fakat ortaya henüz bir netice çıkmamıştır. Tasarının
en kısa zamanda met/islere sevki lüzumludur. Polis ve jandarmanın silah kul
lanma şeklini tayin eden mevcut kanunda eksiklikler ve yetersizlikler vardır.
Bu kanun değiştirilmelidir. "
392
Bu tarihlerde Türkiye'de basın daha şimdiden Cumhurbaşkanı adayları
üzerinde bazı tahminler yapıyor ve kendilerine göre isimler ortaya auyorlardt.
Bu isimler arasında benim ismimden de bahsediliyordu. Gazetelerin taktiği de
esasen böyledir. Bir ismi ortaya koyar ve arkasından bunun tekzip edilmesini
bekler. Böylece doğruyu bulmaya çahşır. İşte bu kokteyl sırasında da bir mu
habir bana "Baz ı gazeteler sizin Cumhurbaşkanlığına aday olduğunuzu
yazıyorlar, bunun asit var mıdır?" diye bir soru yöneltti. Ben gazetecilere
şöyle cevap verdim:
Noveç'te şahsıma karşı büyük bir karşdama ve hüsnü kabul gördüm. Ora
daki Büyük.elçinin ifadesine göre; bugüne kadar hiçbir ülkenin Genelkurmay
Başkanma böyle bir karştlama ve itina gösterilmemiş.
393
4'ÜNCÜ SIKIYÖNETİM KOORDİNASYON TOPLANTISI
394
maktadır. Sol kanattaki bazı legal partilerden de bu eylemlere destek
sağlandığına dair haberler al111maktadır. Ayrıca yasal grevlerin fabrika işgali,
çalışma özgürlüğünü engelleme, tahrip, yaralama, sabotaj ve kitlesel sokak
hareketleri gibi kamu düzenini bozucu hareketlere dönüştürüleceği ve direnişin
sona erdiği fabrikalarda da sempati, dayamşma maskesi altında tekrar direnişe
geçileceği yolunda haberler artmış bulunmaktadır. Yasa dışı örgütlerin
önümüzdeki dönemde de, henüz varlıklarını koruduklarım, halen güçlü ve et
kin olduklarını ispat etmek düşüncesi ile bilhassa operasyon/arın icra edildiği
mahallerde bilinen türdeki eylemlerine devam edebilecekleri, havaların
ısınması ve yaylalara gidişfaaliyetlerinin de başlaması ile bilhassa Güneydoğu
Anadoluda olayların kirsal bölgelere kayabileceği, işçi olaylarının da genel
grev kararın ı n safha safha uygulama biçiminde gelişebileceği
değerlendirilmektedir.
Sonuç ve öneriler olarak da!·
1 . Başlangıçta istihbarat ve emniyet teşkilatım bölmeyi ve işlemez duruma
getimıeyi hedef alan söz konusu çevrelerin faaliyetleri son günlerde ordumuza
da yönelmiş bulunmaktadır. Askerlerimize saldırılması ve şehit edilmesi
yanında, bütün general, subay, astsubay ve erlerimizi faşist, ordumuzu işgal
ordusu diye niteleyip, tüm silahlı kuvvetlerimizi düşman göstererek. silahlı
devrim çağrısı yapan birçok bildirinin ele geçirilmiş olması bu düşünceyi
doğmlamaktadır.
2. Anarşi ve terörü besleyen silah kaçakçılığı konusu hdld ciddiyetini
korumaktadır. 14 aylık süre içinde sıkıyönetim bölgelerinde çoğu İspanya,
Belçika, Fransa, İtalya, Çekoslavakya ve Sovyet Rusya menşeli 81 1 uzun
namlulu silah, 6356 muhtelif tabanca ve 1 .349.975 adet mermi ele geçmiş
olup takribi olarak 450 milyon liraya tekabül emıektedir.
3. Emniyet teşkilatının güçlendirilmesi ile ilgili çalışmalar sürdürülmekle
beraber polisin personel, araç, silah ve diğer malzeme ihtiyacı ile uzman per
sonel eksikliği devam etmektedir. Sıkıyönetim sonrası da göz önünde bulun
durul.ırak, polisin bütün imkanlarla ve ısrarla güçlendirilmesine çalışılmalıdır.
4. Bankalar ile özel tesis ve kişilerin korunması ile ilgili olarak, özel koru
ma teşkildtı süratle yasalaştırılmalıdır.
5. Olağanüstü hal kanunu çıkarılmalı, buna evlerin gereğinde aranabilmesi
de dahil edilmelidir.
6. Ceza ve tutukevi ihtiyaç/an süratle karşılanmalıdır.
7. Yapılan tayinler nedeni ile personelin süratle atandıkları yerlere
kan/malan sağlanmalı.
8. Komisyonda 1402 sayılı sıkıyönetim kanununda yapılacak değişiklik,
395
tasarıdan çıkarılan silah kullanma yetkilerinin genişletilmesi hususu tekrar
gözden geçirilmeli ve yasalaştırılmalıdır" demek suretiyle takdimini bitirirken
sonuç olarak şunları söyledi:
"Sayın Başbakamm,
Sonuç olarak, bugüne kadar tahlil ve değerlendirmeler sonucu ülkemizde
yaşanmakta olan anarşi, terör ve bölücülüğün iç ve dış ihanet kaynakları ta
rafından beslendiği ve devleti hedef aldığı saptanmış bulwınıaktadlf. Terörizmi
besleyen ortamın da anarşi olduğu malumlarıdır. Otorite boşluğundan kaynak
lanan ve trafikte, çarşı pazarda, idarede, yargıda, yasamada kısaca sosyal,
ekonomik ve politik alanlarda görülen anarşi genellikle kendi eserimizdir.
Otorite boşluğu ve her alandaki sorumsuz davramşlar/a oluşturu/a11 yaygm
anarşi ortamı, iç ve dış kaynaklı terörizme çok uygun bir zemin teşkil etmiş ve
gelişmesini kolaylaştırmıştır. Bugün sıkıyönetime terörün durdurulması görevi
verilmiştir. Otorite boşluğu, başka bir deyimle sosyal, ekonomik ve politik
anarşi, sıkıyö11etimin yetki ve etki alam dışmdadır. Anarşi ve sebepleri ortadan
kaldırılmadıkça terörizmin sili11mesi belki kısa zama11 içi11de mümkün olacak
ancak a11arşi yenide11 terörizme kaynaklık yapacak ve aym 11oktalara geri
dönülecektir. Bu nedenle bir tarafta11 terörizmle mücadele edilirken, aym za
manda anarşi ile de etkili şekilde mücadele zorunludur. Nitekim a11arşik ortanı
bulu11m{ıya11 bir kısım batı ülkeleri11de terörizme karşı alına11 bilimsel, yasal ve
ekonomik ö11/emler daha kısa sürede etkili olmuştur. Teröre karşı tedbirler
alımrken anarşik bir vasat oluşmaması için sosyo-ekonomik konuların
güçle11dirilmesi çalışmaları birlikte sürdürülmüştür.
Bu bakmıdan anarşi, terör ve bölücülükle mücadele konusunda başlatılan
çalışma/arm ve daha önce arzedile11 öneriler de dahil olmak üzere belirtilen hu
susların siiratle yerine getirilmesini tensiplerine arz ederim."
396
TDKP kuruldu. işçi smifımızuı ve emekçi halkımızm özlemi gerçekleşti. .
Komünistler işçi suıifına ve halkımıza verdiği sözü yerine getirdiler. İşçilere,
köylülere, yurttaşlara, yoksul köylülere, şehir ve kırlarm tüm ezilenlerine,
gençlere, kadmlara, ezilen Kürt ulusu ve tüm azmlık milliyet/erine, askerlere,
erlere hitap ediyor ve siz erler; sizler vatan görevi demagojisi ile s1rt111a
iinifornıa giydirilip emperyalistlerin, komprador/arın ve toprak ağalamı111 mu
haflZlığma itilmiş işçi ve köylülersi11iz. Kürdista11 'da, TAR İŞ 'te, Cey
la11p11ıar'da grevler, sokak gösterileri ve direnişlerde faşist ge11eral/er ta
rafı11da11 üzer/erine sürü/düğünüz, analarımz, bacılarımzdU". Dün jandarmayı ,
komandoyu sizin üzerinize kışkırttı/ardı. Yamı yine ay111s111ı yapacak/ar.faşist
generallerin ve subayların vur emrini dinlemeyin, silahlarmızı mutlaka birine
doğrultacaksanız, size bu emri verene doğrultun, smif kardç,;lerilıizle birleşin,
Kürt ve Kürdistan 'da ve çeşitli milliyetlerde11, işçiler, köylüler ve tüm
emekçiler devrimin güçlü dalgasımn hızlı bir şekilde yükseldiği kitlelerin grev
ler, çeşitli direnişler, sokak gösterileri, boykotlar, toprak işgalleri için yığmlar
halinde sımf mücadelesinin barikatlarımn atıldığı şanlı mücadele günlerini
yaşıyoruz.
Bu mücadelede daha güçlü olmak için TDKP'nilı yükselen bayrağı altında
birleşin."
Buraya aldığını bu bildiri yüzlerce değişik fraksiyonların yay111/adıkları
yıkıcı, bölüc{i. ve halkı isyana davet eden bildirilerden sadece bir örnektir.
Gördüğünüz gibi adım adını toplu ayaklanma gününe doğru yak
laşmaktadırlar. Bizim siyasilerimiz ise bunlarla mücadelede etkili olmayanı ve
her ayki toplantılarında dile getirdik/eri teklijTeri gerçekleştirememekte, sadece
birbirleriyle söz mücadelesi yapmaktadırlar. Komutan arkadaşlarımla birlikte
sabırla bwılaruı akzllar111111 baş/arma geleceği günleri beklemekteyiz.
Sıkıyönetim daha yeni ilan edilen İzmir'in Sıkıyönetim Komutanı da
kauldığı bu ilk toplantıda, "Demek/er, sendikalar, eğitim kuruluş/an ve idare
amirleri ile memurlamı poiitikada11 tecriti, toplantı, gösteri yürüyüşleri kanu
nunun tahditleri gibi kesin sonuç verecek tedbirlerin al111mas111111 gerekli
olduğu kanaatmdayım. Ayrıca bugünkü kanuni mevzuat ve tatbikatı ile idared
en sıkıyönetimden kesin sonuç beklemek mümkün değildir" diyordu.
397
"12 Mart günü saat 15.00 sıralarmda, sizlere dağıtılan resimde gördüğünüz
kızcağız Kızılay meyda11mda, bazı sloganları havi elle yazılmış afişleri çevreye
yapıştırıp dağıtırken yakalanmış. 1 7 yaşmdaki Yener Uz adındaki Kimya Mes
lek Lisesi ikinci sınıf öğrencisi olan bu kız, sorgulamasında bu11/arı aldığı yeri
bilmediğini, ancak bu yeri gösterebileceğini söylemiştir. Kendisinin kılık
kıyafeti değiştirilerek bir sivil araca bindirilmiş, gösterdiği adrese gidilmiştir.
Bu adresin Konur sokaktaki 4 numaralı apartmanın Türkiye Mimar
Mühendisler odasmın olduğu görülmüştür. Bw·aya saat 20.30 sıralarında ekip
lerle girilmiş, içeride 22 'si Gazi Eğitim öğrencisi, 2'si memur, biri öğretmen,
biri işsiz olmak üzere kütüphanede 26 kişi yakalanmış, bunların ispirtolu ka
lemlerle, keçe kalemlerle, örnekleri burada sergilenmiş bulunan kağıtlara slo
gan yazdıkları tes,it edilmiştir.
Bu 26 kişinin sorgulamasında kendilerinin 200 lira harçlık ve akşam
yemeği karşılığı gazete katlamak için buraya geldiklerini, hatta bu gibi işler için
de Gazi Eğitim Enstitüsünde küçük bazı ilanların konulduğu bildirilmiştir.
Bu aramayı müteakip başka telefonlardan haber.verilmiş olsa gerek ki bir
senatör ve iki milletvekili gelerek arama ekibine adeta hesap sorarcasına soru
lar yönelmıişler gerekli cevabı aldıktan sonra uzaklaşmış/ardır. Bu senatör ve
iki milletvekilinin mesleği bu yerle ilgili değildir. Bu iki milletvekili bu yere
gelmeden evvel 10 Mart günü askeri mahkeme tarafından tutukluluk hali
kaldırılan TÖB-DER Başkanı Gazioğlu ile birlikte bizce bilinen bir /oka11tada
yemek yemişler, bilahare bir milletvekilinin evine gitmişler. Gazioğlu ile bu
evde bir süre kaldıktan sonra Mimar Mühendis/er Odasına gelmişler ve burada
biraz evvel arz ettiğim mü.daha/eden sonra gitmişlerdir.
Bu olayı açıklamamdan maksadını gecekonduda oturan 1 7 yaşındaki bir
lise öğrencisi kızın ve 22 Gazi Eğitim öğrencisinin nerelerde, kimler tarafından
eğitime tabi tutulduğu, yöneltildiği, finanse edildiği, anarşinin nerelerden kay
nak/andığını gözler önüne serebilmekti.
Aynca Mimar Mühendisler Odası Birliğinde ele geçen kitaplardaki örnekler
de masanın üzerinde sergilenmiştir. Bunlarm ne derece mesleki ve eğitici nite
likte olduğunu ortaya koyabilmektedir. Türk Mimar Mühendisler Odası Birliği
bizce sabıkalı bir yerdir. Adam öldürmekten 24 yıl ağır hapse nıahkifnı olan
Mahmut Esat Güven burada iki tabanca ile birçok parlamentere ders verirken
yakalanmış, 1979 şubat ayında Vakıflar Bankası soygununun esas faili olan
Tevfik Doğan Toker de yine soygunu müteakip buraya kaçmış ve bu dernek
ten çıkarken yakalannuştır."
Ankara Sıkıyönetim Komutanı Ankara Eğitim Enstitüsünde cereyan eden
b�r imtihan olayını da anlatmadan geçemedi. Zira her iktidara gelenin taraftan
veya militanı olanların zihniyetini açıklaması bakımından bu küçük olay da en
teresandı. Şöyle anlatıyordu Sıkıyönetim Komutam:
398
"İkinci olay Ankara Eğitim Enstitüsünde Türkçe sınavında cereyan etmiştir.
Sınav sırasında dört öğrenci kopya çekerken bu duruma müdahale etmek is-
teyen öğretmenlere aynı salonda görevli öğretmen .............................. .
400
hala daha sloganlar bulunduğunu, sözü edilen okullara biran önce otoriter
müdürlerin tayin edilmesini istiyordu.
Aynca öğretmenler arasında yapılan devamlı tayinlerin, bazen de yanlı ta
yinlerin öğretmenleri huzursuz ettiğini, bugüne kadar bu tayinlerin bitmiş ol
ması gerektiği, atanan öğretmen ve emniyet görevlilerinin vil ayet defter
darlığında harcırah tahsisatı bittiğinde tayin yerlerine gönderilemediği, esasen
tayin edilen bu kişiler birer militan durumunda olduklan için uzun süre
bölgede kalarak n1elanetlerine devam ettiklerini. bunun çaresini de yetkisini
kullanarak bölge dışına atmakta bulduğunu yakınarak söylüyordu.
Sıkıyönetim Komutanı konuşmasını bugüne kadar yaptığı tekliflerin ancak
% 20'sinin yerine getildiğini belirterek bitiriyordu:
"A narşinin kökünün kazımp kawınıayacağı hususundaki görüşlerimi he
men her toplantıda detaylı olarak açıkladığını için tekrarlamıyorum. Yalmz o
zamanki açıklamalanmda anarşi ve terörün daha uzun süre devam edeceğini,
ancak teklif ettiğimiz tedbirlerin taman1111111 almnıası halinde bugünkü boyut
lar111111 çok altına düşeceğini arz emıiştim. Bundan önceki üç toplantlda ise ih
tiyaç ve tekliflerimizi sözlü ve yazılı olarak geniş bir şekilde açıklamış bulu
nuyorum.
Aynı durum diğer Sıkı yönetim Komutanları için de varit idi. Demirel
Başbakan olarak hükümeti kurduktan hemen sonra 4 Aralık 1979'da yaptığı
ilk sıkıyönetim koordinasyon toplantısında. sıkıyönetim komutanlanna hitaben
yaptığı konuşmada. para istiyorsanız para, insan istiyorsanız insan. silah is
tiyorsanız silah vereceğiz. Yeter ki bu terör ve anarşi belasından kurtulalım
demişti . İşte aradan üç buçuk ay geçm iş, isteklerin ancak % 20'si
k'lf'Şılanabilm işti.
İmkıinlan değerlendirmeden vaadde bulunulursa netice elbette bu olur.
Nitekim aynı toplantıda İstanbul ve Ankara Sıkı yönetim Komutanları
belediyelerin mali sıkıntı içerisinde olduklarını, bu sebeple belediye işçilerinin
ücretlerini ödeyemediklerini, bu yüzden de zaman zaman temizlik işçilerinin
greve başvurdukları, bunun da halkı tedirgin ettiği, anarşistlerin de bu durumu
istismar ettiklerini, mümkünse Maliye Bakanlığının bu belediyelere para
yardımında bulunmalarını teklif etmişlerdi. Toplantıda bulunan Maliye Bakanı
·
401
MALİYE BAKANI İSMET SEZGİN'İN SÖYLEDİKLERİ
"Bugün Türk devleti büyük bir sıkıntı içerisüıdedir. Bir maddi sıkıntı
içindeyiz. Biz bu kadar sıkıntı içerisinde bunalır, neyi nereye verip bulup
buluşturacağımızı düşünürken, devletten, hazineden 100 milyonlarca liranın
bu belediyelere grev var, çöpler duruyor, sağlığa zarar veriyor diye benim
genel müdür/erimden daha fazla para alan bir temizlik işçisi11i11 maaşını verebil
mek için, 011/arın arasında hiç görev yapmada11·, sadece ay, başlarmda gelip
adamlarım beslemek üzere militanlarm, yandaşlarımn beslenmesi için verdiğim
bu paralara doğrusu Maliye Bakam olarak üzülüyorum. "
Maliye Bakanı hazinenin acıklı durumunu böylece bu toplantıda dile getir
miş oluyordu.
Sıkıyönetim Komutanlanrun mevcut problemlerini �ikayetlerini not almak
ve gerekirse açıklayıcı bilgiler vermek üzere bazı Bakanlar bu toplantılarda
hazır bulunurdu. İçişleri Bakanı ise görevi icabı her Sıkıyönetim Koordinas
yon toplantısında hazır bulunurdu.
402
Adana Sıkıyönetim Komutam bir POL-DER Genel Başkanmın tayin edildiğini
fakat tayin yerine gitmediğini söyledi. Ben size başka bir misal vereceğün.
POL-DER Genel Başkanlığı yapmış bir amirden bahsedeceğim. Bu kişi
bugüne kadar muhtelif cezalara çarptırılmış ve yedi defa da tayini yapılmıştır.
Maalesef hepsinde karşımıza Danıştay'ın kararları çıkmıştır. Sanki Danıştay'la
ortaktır. Her seferinde Danıştay 'a müracaat ediyor ve ertesi günü tehiri icra
kararı alarak karşımıza geliyor. Bu hal bir tane, iki tane değildir. Bu durumda
olan halen 30'danfazla kişi vardır. Bunların hepsi de polistir. Elimiz kolumuz
bağlıdır" diyerek o da derdini ortaya koyuyordu. Bu konuda kendisine hak
vennemek mümkün değil. Danıştay'ın bu tilr tasarrufları maalesef bütün dev
let dairelerini iş göremez hale getinnişti.
Genelkunnay Başkanı olarak bu sıkıntıyı biz de çekiyorduk. Hatta Yüksek
Askeri şarada generalliğe terfi edememiş veya generallikte bir üst rütbeye
yükselememiş albay ve generallerden bir kısmı Askeri Yüksek İdare
Mahkemesine başvuruyor ve oradan terfi kararı alarak karşımıza dikiliyordu.
Devleti işlemez hale getiren faktörler arasında bu konuya da yer vennemek
mümkün değil. Eğer 1 2 Eylül'den sonra biz Danıştay'a müracaat yolunu ka
patmasaydık, icraatımızda muvaffak olmamız mümkün değildi.
Bu gibi Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantılarında mümkün oldukça söz
almamaya ve dolayısıyla konuşmamaya dikkat ediyordum. Zira o zamanki ka
nunlarımıza göre, Sıkıyönetim Komutanlıkları doğrudan doğruya Başbakana
bağlı idiler. Ancak mühim gördüğüm bazı konular olursa onun üzerinde kısa
olmak kaydıyla görüşlerimi bildirirdim.
403
Nitekim Adana Sıkıyönetim Komutam okullarda anarşik eylemlere ele
başıltk yapan öğrencileri vilayet s111ırları dışma çıkamuş, öğrenci o/aylarında
da hissedilir azalma gürülmüş.
Benden sonra Adalet Bakanı Ömer Ucuzal söz alarak. Bakanlıkta kendileri
göreve gelmeden evvel uygulanan kanunsuz işlemlere değindi. 657 sayılı Dev
let Memurlan Kanununa göre alınacak memurlar için önce ilanın yapılması,
muayyen tarihte imtihan edilmesi ve imtihanda, ehliyetli göıiilenlerin işe
alınmaları gerekirken, daha evvel binlerce memurun tayininde bu kanunf yol
404
uygulanmamış. aynı günde hem müracaat, hem imtihan, hem de tayin işleri
yapılmış. Böylece belli düşüncenin sahibi kişiler toplanmış ve bunlardan bin
lercesi cezaevlerine müdür, memur, gardiyan olarak gönderilmiş. Böyle olun
ca evvela idare zayıflamış. sonra da İnfaz kanunundaki görüşme sistemi bo
zulmuş, bir tel örgünün veya bir camın arkasında görüşme yapılması
kaldırılmış. Hapishaneye , hastaneye ziyarete gidilir gibi kapılar açılarak ziya
retçiler içeriye alınma usulü getirilmiştir.
Yine infaz sistemine göre hapishanede di siplinin sağlanması için bir çay
ocağı ve kantin bulunur. Bu �ay ocakları ve kantinler kaldırılmış; her tutuklu
nun, her mahkfunun yanına bir tüpgaz. çay takımı ve yemek takımına izin ve
rilmiş. O tüpgaz ile zaman zaman demirleri ısıtarak bükme ve koparma gibi
imkanlar sağlanmış. Mahkumlar gardiyarılan tutup ölüm tehdidi ile kapıyı
açtırmışlar. Nitekim kaçma olaylan hep böyle cereyan etmiş. Biz şimdi disipli
ni tesis etmeye çalışıyoruz, dedi.
Ne hale gelmişi z ! . ..
DEMİREL'İN KONUŞMASI
405
gidişatı müsbete döndüremezse, kaybedecek bir şeyi kalmayan vatandaşın bir
takım yanlış yollara sapnıamasım bekleyemeyiz" dedi ve 24 Ocak kararlannın
meyvesini venneye başladığını , sıkıntısı çekilen bir kısım maddelerin sağlanan
kredilerle temin edildiğini, devletin hesabını kitabını bilir bir duruma geldiğini
uzun uzun anlattı.
Bilfillare yine anarşi ve terörle mücadele konusuna döndü ve ileri sürülen
noksanlıklara, aksaklıklara değinmek lüzumunu duyarak şunlan söyledi:
"Bu mücadeleyi yürütebilmemiz için istihbarat hizmetleri tam olacak, ondan
sonra erruıiyet teşkilatımızı düzelteceğiz. Jandarmamızı da emniyet teşkilatıyla
birlikte ele alacağız. Silahlı kuvvetlerimiz bu harmo11ide çekirdek görevi
görecek. Hizmetler onun emrinde görülecek.
Polis meselesi karşımıza en zor mesele olarak çıkıyor. Çünkü İçişleri Ba
kanı arkadaşımın izah enikleri gibi, polisi bir yerden alıp başka bir yere koy
duğumuzda da sıkıntı çıkıyor. Bu durum gerçekten devletin hazin bir manza
rasıdır. Devletin polisi fevkalade kötü bir şekilde bozulmuştur. Bizim
istediğimiz polisin, devletin polisi olmasıdır. Halen devletin polisi olmaktan
çıkarılmıştır. İçlerinde çok yiğit kahraman vatan çocukları da vardır. Ama ne
yapalım ki, bir yerinden çürümeye başladığı zaman bu ünifomıanm altında iyi
ve kötüyü ayırt etmekte bizatihi kendi idaresi güçlük çekiyor. Dört aya yakın
bir süredir polisle uğraşıyoruz. Polisin iyi elemanlarım çıkarıp hassas yerlere
koyalım.fakat itiraf edeyim ki, öyle ters işler yapılıyor ki, işte Adana'dafaşist
general diye elini kaldıran polis o gibi hassas bir yere gönderilebilmiş.
Sıkıyönetim komutanlarının hemen hemen hepsinin şikayetçi olduğu hu
sus, klifi polis gücünün bulunmaması, bulunanın da kafi olmamasıdır. "
Konuşmasını sürdüren Demirel, anarşist ve teröristlerin yaptıklanndan bir
iki örnek verdikten sonra, Sıkıyönetim Mahkemelerindeki hfilc.im noksanlığına
çare bulunması, gerekiyorsa bu konuda kanun hazırlanması gereğine işaret etti.
Örgüt davalarına başlanmış olmasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi ve
cezaevleri konusuna gelerek şunları söyledi:
"Cezaevleri birfaciadır. Bir şeyi düzeltmek aslında yeniden yapmaktan çok
daha zor. Cezaevleri aynen daha evvel sayın komutanların burada tarif ettikleri
gibidir. Oraları anarşinin okullarıdır. Çok rahat okuldur. Kimseyi rahatsız et
miyor. MahkUml.ar orada eğitim görüyorlar ve kaçtıklarında dafacia haline ge
liyorlar. Canavar kesiliyorlar. Cezaevi meselesi önümüzde duran ve amansız
bir mücadeleyi g erektiren bir konudur. İs/ahı için her türlü gayreti
göstermemiz gerekir. Ayrıca cezaevlerinde gardiyan faciasıyla da karşı
karşıyayız. Gardiyanların büyük bir kısmı elden çıkmıştır. Polis gibi rüşvete
ve her türlü işleri yapmaya alıştırılmış/ardır. Bunların bu görevlerden alınarak,
yerlerine yenilerinin konması bir zaman işidir."
406
Demirel silah kaçakçılığına, meclis komisyonlarındaki kanunların durumu
na, ideolojik maksatlı grevlerin ülke ekonomisine verdiği zararlara, bu yüzden
yurt sathında ampul sıkıntısı yağ sıkıntısı çekildiğine, DİSK'in Marksist bir
paralelde olduğuna, anarşist ve teröristlerin istihbarat örgütlerimizi pasifize
etme gayretlerine, aynı taktiği emniyet güçleri üzerinde de sürdürdüklerine,
bazı küçük belediye başkanlarının durumuna, önümüzdeki 1 Mayıs'ta Mark
sist Leninist örgütlerin gösteri yapmalarına izin verilmemesine, ÇUKOBİRLİK
ve TARİŞ'in durumlarına değindikten sonra, sıkıyönetim koordinasyon
başkanından bugüne kadar yapılan dört sıkıyönetim koordinasyon
toplantısında ileri sürülen ihtiyaçlardan ve aksaklıklardan hangilerinin yerine
getirildiği veya getirilmediğini, nelerin yapılmadığı ve giderilemediğini
gösteren bir listenin hazırlanarak kendisine verilmesini istedi ve sıkıyönetim
komutanlarına teşekkür edip başarılar dileyerek toplantıyı kapattı.
"Belediyelerin durumuna bir kesin ve köklü çare bulmak şarttır. onun için
bir kanun tasarısı sevkettik. Eğer kuşa benzetmez/erse o kanunun içerisinden
onu çıkaracağız. Ama ondan evvel de bir takım geçici tedbirleri düşüneceğiz.
Onların dafevkaldde itinalı olması lazımdır. Adana'da teke/fabrikasının başsız
olduğunu sayın komutan ifade ettiler. Ona da sayın Çakmak arkadaşım
söyledi, gönderelim. Yani zorluk var. Böyle karışık yerlere adam
göndemıekte zorluğumuz var. Gidenler durmuyor. Kaçıp geliyor. idareci bul
makta Türkiye'nin şu anda zorluğu var. Yani bu kadar insanın içerisinden
idareci bulmakta Türkiye'nin şu anda zorluğu var. Yani bunu mazeret olarak
söylemiyorum. Ben mazeret tanımıyorum. Kendimde de tanımıyorum. Kim
seye de tanımıyorum. Mazereti sırf bir gerçek olarak söylüyorum.
ÇUKOBIRLIK meselesifevkaldde önemlidir. TARIŞ misali gözönünde tutu
larak mesele halledilmelidir. Mesele rastgele halledilecek bir konu değildir.
ÇUKOBİRLIK Türkiye 'nin eri büyük kooperatiflerinden biridir. Niye
ÇUKOBİRLİK'in maaşını devlet versin? Belediyeninkini devlet versin? Her
kesinkini devlet versin? Nereden bulsun da versin? ÇUKOBIRLİK devlet hiz
meti görmüyor ki. Kooperatif hizmeti görüyor. Maalesef aynı TARIŞ 'te
olduğu gibi, her tarafı adamla doldurmuşlar. Hem adamlara çok para verirler.
50 bin lira/alan verirler, eline 25.000-30.000 lira net geçecek şekilde para ve
rirler, sonra bu adamlara bu parayı vermek için ehliyetfalan da aramazlar. On�
farın adını koymuş_lar: "DOLAŞ DOLAŞ GEL AL MAAŞ. "
Ee şimdi bu hale getirilmiş bu ÇUKOBİRLIK. Bunun is/ahında çok dik
katli olmak lazım. Is/ah edilinceye kadar ne yapacağımızı ben de bilmiyorum.
407
Bir bu olsa on defa çözeriz. Bin tane mesele. Saym komutan şundan emin ol
malıdırlar ki, bu ÇUKOBİRLİK meselesi kendisinden habersiz ve kendi
başına dert çıka.racak şekilde çözülmez. Yani bu11u11 çözümüne girişileceği zaJ
man, mutlaka. sizin mutabık olacağımı bir çözüm ile gidilir. Yeniden sıkmtılar
istemiyorum. Aslında askerin işçi ile karşı karşıya kalmasmda fevkaldde
itillilltyım.
Göriildüğü üzere, her sıkıyönetim toplantısında olduğu gibi, bu toplantıda
da Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanı ve komutanları ayn ayrı bölgelerinde
son bir ay içerisinde cereyan eden olaylan, yakalanan anarşist ve teröristlerin
miktarları, mahkemelerdeki durumları ve bugüne bdar halledilemeyen konu
lan ve ihtiyaçtan dile getirmişlerdir. Buraya aldıklarım konuşulanların çok az
bir bölümüdür. Hepsini yazmaya kalksam bu kitap kadar yer tutar.
Demirel zaman zaman "yönetimin başında bulunanlar şikayet eunez, orası
çare bulma yerleridir" der. Ama kendisi de şikayet ediyor, düzeltilsin diyor, fa
kat aylar geçiyor şikayet edilen konular aynen duruyor. İnşallah bundan sonra
istenenler yerine getirilir de, bu milletin başındaki büyük beli giderilmeye
başlar.
Devlet çarkı o kadar bozulmuş ki, giderileceğine dair ümidim maalesef yok.
Kanuni değişikliklerin çıkarılacağına da inanmıyorum. Zira her götüriilen tek
life CHP kanadı ile MSP karşı çıkıyor. Sözde MSP Adalet Partisi iktidarını
dışarıdan destekleyecekti.
Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı olup, halen CHP milletvekili emekli
Oramiral Kemal Kayacan, TBMM Milli Savunma Komisyon Başkanı olması
dolayısıyla, komisyonda mevcut kanun teklif ve tasanlan hakkında bana bilgi
vermek ve bu münasebetle de benim düşüncelerimi öğrenmek için arada sırada
bana gelirdi.
24 Mart Pazartesi günü saat 15.30'da yine bana gelmiş, Meclis Komisyon
larında 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanun Tasarısı üzerindeki çalışmalarla, diğer
askeri konulan içeren kanun tasanlan hakkında bilgi verdikten sonra; yakın bir
tarihte Diyarbakır'da bir sinemada öldüriile"n üsteğmen için kendilerinin de
büyük üzüntü duyduklarını, sakin olmamızı, sözlü yazılı tahriklere
kapılmamamızı, askeri tahrik etmek isteyen çevrelerin bulunduğunu, yegane
güvenceleri olan Ordunun soğukkanlı olması gerektiğini söylemesi üzerine,
ben de kendisine özetle şunları söyledim:
"Kuvvetle umuyoruz ki bu bir siyasi cinayettir. Zira bu subay istihbarat
kısmında çalışan soruşturma subayı idi. Araştırmalar sürdürülüyor. Bu olay
dan sonra Silahlı Kuvvetlerin er dahil her kesiminden mektuplar geldi. Hepsi
büyük üzümü içerisindeler. Tansiyonu yükseltmemek için, yayınladığım ta
mimde sakin olmalarını, soğukkanlılıklarını muhafaza ·etmelerini bildirdim.
408
Bu vesile ile bilhassa şunu da söylemek isterim ki; Meclise intikal etmiş
idam cezalarımn tasdik edilmeyip bekletilmesi çok sakuıcalı olmaktadır. Ka
nunlarımızda idam cezası varsa infaz edilir. Yok yüce Meclis istemiyorsa,
idam cezası kaldırılır.
Ege'deki duruma gelince:
Şu a11da gerek NATO, gerekse başka yerde11 hiçbir teklif gelmemiştir. Bi
zim Ege'de Yunanistan lehine hiçbir fedakarlık yapmamız bahis konusu
değildir. En son kabul edeceğimiz hal şekli, Ege'ni11 karasularımn her iki dev
letin egeme11/iği11dc olması, diğer uluslararası alanlarm denizde COMNAV
SOUTH'a, havada AIRSOUTH'a bağlan�ıasıdır. Linmi'de yapılacak herşeye
şiddetle karşıyız. Ywıanistall'ın askeri kanada menfaat elde ederek dönmesi
bahis konusu edilemez.
Cumhurbaşkam seçimi ko11uswıa gelince:
Bu ko11uda asker kanad111111 görüşü11ü bundan evvelki kolluşnıalarımda size
söyledim. Bu iş parlamelltonun işidir. Cumhurbaşkam seçimillİll kilitlenmesi-
11i, gecikmesi11i isteyenler vardır. Bizler zanıa11111da olmasım ve bu seçimin
yurtta bir ta11siyo11 yükselmesine nede11 olmasım istemiyoruz. Bu konuda şu11u
tekrarlayayım; Çağlayangil gibi isimler asker ka11ada çok ters gelmektedir. Bi
zim dileğimiz, bu görevi bihakk111 yapacak, askerle diyalog kurabilecek birinin
olmasıdır. Dışarıda herfırsatı bahane eden çevreler var. Hayat çok pahalı/a11dı.
Geçim çok zorlaştı. İnşallah bu Salı turlar başlar ve zamanında birer."
Mart ayı. Şubat ayı gibi, terör olaylan bakımından hayli yüklü ve hareketli
bir ay olarak geçiyordu. Birkaç önemli örnek vennek gerekirse şunları
zikredebiliriz:
5 Mart günü banka soyan 3 terörist. 2 erimizi şehit ettiler. Aynı gün Zile'de
cereyan eden toplu olaylarda bir kişi öldü, 15 kişi yaralandı. İstanbul'da 2,
Urfa'da 2 vatandaş öldürüldü.
409
24 Mart günü Konya, Antalya, Eskişehir Öğretmen Liselerinde olaylar
çıku. İvrit Öğretmen Lisesinde de geniş ölçüde tahribat yapıldı. 7'si öğretmen
olmak üzere 8 kişr yaralandı, 1 50 öğrenci gözetim aluna alındı. Olayların sebe
bi okullardaki öğrenciler arasına diğer okullardan sağ tandanslı olanların geti
rilmesini protesto içindir.
25 Mart günü Adana ve Osmaniye Cezaevlerinden 9'u sağ, biri sol 1 0
mahkı1m kaçu.
NİSAN 1980
4 10
seneler evvel bilindiğine göre bu hazırlık şimdiye kadar yapılamaz mı idi?
Hazırlık denen nedir ki bugüne kadar bitirilememişti?
Meselenin esası şu idi. Adalet Partisi Mecliste gerekli çoğunluğu alamaya
cağını biliyordu. Cumhurba�kanı 6 Nisan'da görevden ayrıldıktan sonra
Anayasaya göre Cumhurbaşkanlığına Senato Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil
vekalet edecekti. Böyle olduğuna göre Adalet Partisinin acele etmesini gerek
tirecek bir durum yoktu. Vekaletle bu durumu mümkün olduğu kadar devam
ettirmek Demirel'in menfaatine idi.
Cumhuriyet Halk Partisi ise bu durumu bildiğinden dolayıdır ki, İhsan
Sabri Çağlayangil'in vekalet etmemesi için acele ediyordu.
Anlaşma olmayınca 22 Mart günü yapılması gereken seçimde ortaya bir
aday çıkmadığından seçim o günü yapılamadı. Bundan sonraki günlerde Ada
let Partisinden ve Cumhuriyet Halk Partisinden adaylar belirlenmiş ise de ne
tice alınamadı.
3 1 Mart günü endişemi Milli Savunma Bakanı A. İhsan Birincioğlu'na
söyledim. Bu işin hafife aluımanıası gerekir. Biran evvel Cumhurbaşkanlığı
meselesinin hallinde büyük yarar vardır. Biz Meclis Başkanı Cahit Karakaş'ı
Cumhurbaşkanlığı makamı için uygun görüyoruz. Partizan bir kişi değildir.
Mesela onun üzerinde anlaşma sağlanabilir mi bilmem dediğimde, Birincioğlu
Cahit Karakaş için Adalet Partisinden de bir hayli parlamenterin oy verebi
leceği inancında olduğunu, fakat Demirel'in bugüne kadar bir görüş ortaya
koymadığını, ne düşündüğünü bilmenin mümkün olamadığını söyledi.
1 Nisan Salı günü saat 1 4.00'te emekli Oramiral Kemal Kayacan ile bir
görüşme yaptım. Bu görüşmeyi notlarımın arasına almamıştım. Bir tesadüf
eseri, Kayacan benimle yaptığı konuşmaları daktilo ettirerek muhafaza etmiş
ve 22 Ağustos 1 987 tarihli bir mektubu ile bana göndermiş.
İsterseniz bugünkü konuşmamızı gelin onun notlarından takip edelim:
22. Ağustos. 1987
Sayın Cumhurbaşkanım,
12 Eylül Harekatından evvel Mecliste Milli Savunma Komisyonu Başkam
olmam nedeni ile 1980 başlarmdan itibaren birçok defa beni Genelkurmay
Başkanlığı makamına çağırarak kısa süre komisyondaki kanunlar hakkında
görüşür ve uzun sürede içinde bulunduğumuz çok ciddi ortam hakkında
görüşlerinizi ve düzelmesi için rıeler yapılması gerektiğini söylemek lütfunda
bulunurdunuz.
411
Bir iki görüşmede11 so11ra sizde11 aldığını müsaade ile görüş ve önerilerinizi
11ot edip yine sizin müsaadenizle zanıamn CHP Genel Başkam Büfem Ecevit'e
iletir ve onun cevap/armı da size arzeder ve kişiselfikirlerimi de söylerdim.
Bu görüşmelerde tüm arzunuz başta Cumhurbaşka11lrğı seçimi olarak bünl11
problemlerin demokratik esaslar içinde çözümlenmesi ve bunun için de CHP
AP'nin işbirliği yapması idi.
O tarihte siie soramamıştım, i11a111yorum ki aynı ö11erileri11izi AP'ye
yapıyordunuz.
Demokrasinin devamı için yapttğımz bu çalışmalara ve ö11erilerinize rağmen
bugün demokrasi havarisi geçinen ve meydanlarda, geçirdiğimiz o acı günlerde
hiç suçları Yokmuş gibi büyük büyük laflar eden parti liderleri bildikleri yoldan
şaşmadılar ve sizleri Atatürk'ün kurduğu cumhuriyeti devam ettirmek için yap
makta haklı olduğunuz 12 Eylül Banş Harekatım yapmaya mecbur ettiler.
Geçenlerde bazı özel kitap ve 11otlanmı kanştırırken sizinle yaptığmıız
görüşmelere ait not/an buldum. Bun/an tekrar okudum ve o günleri tekrar
düşündüm, siz hiçbir zaman askeri bir harekat yapmak istemediniz, istediğiniz
demokrasi içi11de dertlerin halledilmesi idi, bu yazılar da bu isteğinizin bir
kamtıdır.
İleride belki 12 Eylül neden yapıldı diye bir kitap yazabilirsiniz, veya yaz
mak isteyenlere not vermek istersiniz düşüncesiyle ve başkalarımn eline
geçmemesi için bu not/an ekte size sunmayı uygun gördüm.
Derin saygılarımı arzederim.
Kemal Kayacan
Emekli Oramiral
413
diğer addyların istenen oyu alamayacaklamıdan Devlet ve Meclis tecrübesi olan
Karakaş üzerinde durmaktayım, gerekli oyu alabilirse bu iş Cumartesi
akşamına kadar hallolabilir dedi.
Bu arada işin gecikmesi nedeniyle bazı çirkin işler de olduğunu sana anla
tayım, bazı kendini bilmezler Komutanlara filancayı seçtirin, eğer o seçilirse
sizi kontenjan senatörü yapacak diye haber yollamak cesaretinde bulunuyorlar.
Bu gidiş iyi değil, zamanında bunun halledilmesini beklemekteyiz. Bu işin hal
linden sonra inşallah Meclis çalışmaya .başlar ve bizlerin üzerinde önemle dur
duğumuz Seçim Kanunu ve Partiler Kanunu değişikliğini ele alır. Kanımca de
mokrasimiz için bu iki yasanın değişmesi şarttır. Demokrasimiz daha
güçlenecektir.
- Alman ve Amerikan yardımlarıyla, Amerika ile imzalanan Savunma
İşbirliği Anlaşmasını sordum.
- Amerika 5 yıllık bir plan yaptı , o planı inceliyoruz, bu iş iyi gidiyor. Al
man yardımı da çok iyi, bu taraflardan şu anda memnwıuz.
Savunma anlaşmasında biz isteklerimizin % 90'ından fazlasını elde ettik,
taviz verilmedi değil çok az ve önemli değil. Amerika başlangıçta çok şeyler is
tedi, hepsinin reddini sağladık. Bizim isteklerimiz oldu. Bu anlaşmaların Me
clisten geçirilmesini de biz istedik, hükümetler geçici bu işler kalıcıdır, bu
yüzden Meclisin onayım gerekli gördük. Mecliste görüşülürken durum daha
açık olarak ortaya çıkacak.
Ayrılırken size saygılarım yolladı ve Cumhurbaşkanı seçimini zamanmda
yapılması için her olanağı tekrarlamanızı rica etti ve bu isteğinin kendisi dahil
tüm Komutanlarm olduğunu ilave etti. Aynca aman AP'nin oyununa gelmeyi
niz dedi.
Kanaatım :
Cumhurbaşkanı seçiminde uzama olmazsa ve onlara ters düşmeyecek birisi
seçilirse Silahlı Kuvvetlerden hiç ses çıkmayacak. Bu işler olmazsa hareketleri
değişebilecektir.
Karakaş'a sempatisi varsa da bu isim üzerinde seçimin biralı evvel tamam
lanması yönünden de olduğu tahmin olunabilir, veya bu seçim konuswıda bil
gi verenlerin Karakaş'a sempatileri de olabilir. Karakaş için diğer komutan
lann kanaatını bilmiyorum.
414
HAPİSHANELERDEN FİRARLAR
Aynı gün, yani 58 mahkumun kaçtığı 3 1 Mart günü İstanbul'da iki polis
bombalı pankart indirmeye çalışırken paramparça olmuş, 1 O ilimizde toplam
1 1 kişi öldürülmüş ve Ağn'da cereyan eden olaylarda bazı dükkaruar tahrip
edilmişti. Yani bir günde 1 3 ölü.
İleriki aylarda bu formül üzerinde çok faaliyetler olacak fakat Erbakan an
cak kendisinin Başbakan olması kaydıyla böyle bir koalisyona razı olacağını
söylemesi üzerine gerçekleşemeyecektir.
Aynı tarihte, yani 2 Nisan'da yine Ecevit Belçika televizyonuna beyanat ve
riyor ve şunları söylüyordu: "Cumhurbaşkanı seçimi gecikirse darbe dahil
başka ihtimaller onaya çıkabilir. Demi.re/ bwıalım üstüne bunalım yaratıyor."
415
CUMHURBAŞKANLIGI SEÇİMLERİ
416
S'İNci SIKIYÖNETİM KOORDİNASYON TOPLANTISI
417
etmesi, ölüm olaylarının da artması yanında menfur saldırıların polisimize,
askerlerimize ve istihbarat görevlilerine de yönelmesi, yasa dışı örgütlerin
üzerine amansız bir şekilde gidildiğinin bir kanıtı olarak değerlendirilebilir.
Söz konusu örgütler açığa çıktıkça, bir süre daha bu şiddet hareketlerinin de
vanı etmesi beklenebilir. Bu maksatla;
- Tesbit elli/en strateji azimle uygulamaya devam edilmelidir.
- Doğu ve güneydoğu Anadolu bölgesinde subay, astsubay ve erlerimize
kadar varan silahlı saldırılar, bölücü akımların artarak devam ettiğini ve konu
nun üzerinde hass_iyetle durulmasını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle bölge
halkını tedirgin eden mihraklar üzerine azimle gidilirken, bölgede bu konuda
bütün devlet kuruluşlarının katılacağı bir çalışma ile önlemler tesbit edilmeli ve
uygulamaya konulmalıdır.
- Anarşi ve terörü besleyen silah kaçakçılığı konusu ciddiyetini korumak
tadır. Kaçakçılığın önlenmesi için M.G.K. kararları doğrultusunda etkin bir
mücadeleye girişilmelidir.
Emniyet teşkilatının güçlendirilmesi yönündeki çalışmaların zaman aldığı
bilinmekle beraber, bütün imkanlar kullanılarak acil tedbirler alınırken, silahlı
kuvvetlerde olduğu gibi, sistemli bir şekilde personel yetiştirilmesine, araç, si
lah ve malzeme tedarik ve bakımı işlemlerine hız verilmeli, bilinen noksanlar
muvacehesinde mevcutların da siklet merkezi yapılarak kullanılması esas
alınmalı, ayrıca polisi.n sosyo-ekonomik durumu da süratle düzeltilmelillir.
- Keza cezaevleri sorunu devam 'tmektedir. Cezaevlerinden firarları
önlemek için bunların korunması ile birlikte idarecilerin is/ahı ve garlliyanların
eğitimleri ve göreve sadakatlerinin sağlanması yönünde ciddi tedbirler
alınmalı, aynca başlatılan cezaevi inşaatları biran evvel bitirilmelillir.
- Bu mücadelede önemli faktör olan ve detayları ile üzerinde durulmaya
çalışılan psikolojik harekat konusu önemine binaen devlet düzeyinde ve tesbit
elli/en prensiplere uygun olarak süratle tatbike konulmalıdır.
- Yasal önlemlerden özellikle meclis gündeminde bulunan 1402 sayılr
sıkıyönetim kanununda yapılacak değişikliklerle, olağanüstü hal kanunu ve
bankalar ile önemli tesis ve kişilerin korunması ile ilgili özel koruma teşkilatı
yasası öncelikle çıkarılmalıdır.
- Sıkıyönetim adli makamlarına intikal eden dava dosyalarının
sonuçlandırılmaması, anarşi ve terörü cüretle harekete yöneltirken halkta ve
güvenlik kuvvetleri üzerinde kötümserliğe yol açmaktadır. Bu nedenle söz ko
nusu mahkemelere işlerlik kazandıracak yasal ve idari önlemlerin alınmasında
gecikmeye meydan verilmemeli, diğer bir ifade ile de devlet hak edenlere
süratle ve etkin bir şekilde ceza verebilmelidir.
418
- Ve nihayet tesbit edilen stratejiye uygun olarak mücadele sahasının da
raltılması maksadıyla bir problem olmaya devam eden sancılı ilçeler sorunu
süratle çözümlenmeli, bunlara mutlaka, sahip çıkılmalıdır. Bunun için de söz
konusu yerlerde devlet kadroları üstün yetenekli idareciler ile tamamlan
malu:Ur.
Sayın Başbaktınım,
Sonuç olarak, anarşi, terör ve bölücülükle mücadelede kendi irademiz ve
emrimiz altındaki idare ve sıkıyönetim komutanlıkları tüm imkanları zorlayarak
bu mücadeleyi sürdürmektedirler. Bu mücadelede sonuca daha çabuk varabil
mek için önce de arz edildiği gibi yasama, yargı organları ile siyasi partilerimiz
başta olmak üzere tüm anayasal kuruluşlarımızın müşterek bir tavır almaları
hususu önemini korumaktadır. Anarşi, terör ve bölücülükle mücadele konu
sunda tesbit edilen strateji istikametinde azimle uygulamaya devam edilmesini,
şimdiye ktıdar belirtilen önerilerle ilgili çalışmaların süratle tamamlanmasını
takdir ve tensiplerine arz ederim.
Ankara Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Nihat Özer, son bir aylık süre
içerisinde bölgesinde cereyan eden anarşi ve terör olaylan ile sağ ve soldaki
terör örgütlerinin faaliyetleri ve gerçekleştirilen operasyonlar hakkında bilgi
verdikten sonra, soldaki Marksist ve Leninist örgütlerin çizdikleri hedefe
ul�ma bakımından hangi satbada olduklarını şöyle ifade ediyordu.
"Bu konuyu tam bir açıklığa ktıvuşturmak için mevcut anarşi ve yıkıcı faa
liyetlerin hangi boyutlarda Sıkıyönetim Komutanlıklarına devredildiği, halen
ne durumda olduğu ve gelecekteki durumun nasıl görüldüğü hususlarının ayn
ayrı incelenmesi ve teşhisin tam olarak konulması gerekmektedir. Ancak bu
teşhisten sonra devletin bütün imkanları kullanılarak hedefe gidilmesi esas
alınmalıdır. Marksist kökenli bir rejimin kurulabilmesi için o ülkedeki mevcut
• rejimin yıkılması faaliyetleri gen.,el olarak 3 safhadan geçmektedir. Bu safhala
Sayın Başbakamm,
420
Maalesef meclislerdeki �natör ve milletvekilleri arasında da olaylara ismi
karışmış olanlar vardı. Meclislerimiz bunlara kanat geriyordu. Meclisimiz bu
konuda sıkıyönetimlere yardımcı olmazsa diğer kuruluş ve organlarımızdan
yardımcı olmaları nasıl beklenebilirdi?
421
Adana Sıkıyönetim Komutanı tekliflerinden yapılamayanlar için dertli. Der
dini dökmek ihtiyacında. Ne yapsın? Anarşi ve terör olayları ondan soruluyor. .
Neden bugüne kadar bir türlü önlenemedi diyorlar. Şöyle diyor sıkıyönetim
komutanı:
422
dönemde 3051 firar vuku bulmuş. Yani üst üste her ayda 150 kişi firar etmiş.
En son Van hapishanesinden.firar olayı zuhur etti. Yetkili arkadaşlarımla ma
halline gidip gördüm. Gördüğüm manzara çok üzücü idi. Hapishane içindeki
insanlara gereken değer verilmediği sabittir. Yetkili arkadaşların görev yap
madığı da sabit. Aslında tünel kazarakfirar edildiği de hala tereddütlü bir du
rumdadır. Çünkü o delikten insanın çikması mümkün değil. "
O Meclisten hiçbir idam kararı geçmezdi. Nitekim adi idam kararları sene
lerdir meclislerde bekliyordu. Bir tanesi bile tasdik edilmedi. heriki aylarda
Sıkıyönetim Mahkemelerinden de idam kararları gelecek fakat meclisten
geçmeyecektir. Zira muhalefetin bir kanadı idamlara karşı idi. Aslında insani
düşüncelerden dolayı idama karşı olduklarını zannetmiyorum.
Avrupa Konseyine dahil ülkelerde idam olmadığı için onlar da Avrupalı
423
dostlarına yaranmak, onlara hoş görünmek için karşı ç ıktıklarını
zannediyorum.
424 •
/erce Anayasa değişmesinin ö11 görüldüğü hakkında dedikodular çıkarıldığını
söylemem üzerine:
Bunlar doğru değildir, bu işin güç olduğunu görerek bize mal etmek yoluna
gitmiş olabilirler, yukarıda söylediğim gibi askerler seçim sistemi ve bunlarla
ilgili yasaların değişmesini temenni ediyorlar diye izahat verdi.
- So11 zamanlarda Sıkıyönetimin birçok suçsuz yurttaşı ve pek çok hiçbir
olaya katılmamış CHP'lileri nezarete aldığını, bu hareketlerin halk kesiminde
iyi karşı/anmadığım ve bunlara ait olaylardan misaller vererek anlattım, son
Ankara olaylarını da izah ettim. Yanllş ihbarların askeri yanlış yollara ittiği11i
ve hatta askeri tuzağa düşürürcesine işler yaptırdığını da ilave ettim. Buna şu
karşılığı verdi:
Bunlara sebep polistir. Polis hdld temizlenmemiş olup 2-3 parçaya
bölünmüştür. Aşırı solun CHP'ye menfi tesirleri çoktur. CHP'nin öncelikle
yapmakta olduğu bu mücadeleyi daha da hızlandırması kanımca lazımdır.
Sıkıyönetim Komutanları çok güç şartlar altındadır. Aldığı istihbarata göre
yaptığı hareketlerde bazen yanlışlıklar olmakta ise de, bunları, öğrenildiğinde
hemeh halli cihetine gidilmektedir.
- Sayın Ecevit'in aşırı uçlarm hiçbirini korumadan her zaman "biz faşizme
de komünizme de karşıyız" dediğini söyledim ve aşırı solla devamlı mücadele
edildiğini tekrarladım. Bana şu cevabı verdi:
Bunu biliyorum, ancak bu da yetmiyor, DiSK bugün aşırı uçların bir nevi
eğitim merkezidir. Bu teşekkülün toplantılarına giden CHP milletvekilleri var,
böyle olunca mücadele verimi ne dw·uma düşer? Son Tarsus hadisesi bwılann
amaçlarım daha iyi olarak ortaya koymaktadır. 1 Mayıs için gizlice Tarsus'a
gelen aşırı uçlar olay için yolun masum bir istek olan üstgeçit yapılmasını
sağlamak üzere halkça barikat/anmaya başlamasını fırsat bilmişler ve yolun
kapanmasına dahi yardım etmişlerdir. Trafik ekipleri yolu açmaya çalışırken
aşırı solcular taş atarak engellemiş ve şehirde özel olarak bulundurduğumuz
komando birliğinin yardıma gelip engelleri kaldırmaya başlaması üzerine direkt
olarak askerlere ateş açmışlardır. Asker ve emniyet mensuplarının güçlü olarak
gelmeleri üzerine ateşlerini halka çevirmişlerdir. Askerlerin kurşunu ile ölen
ve yarala11an yoktur, asker havaya ateş açmıştır.
- Bu olay onların bir taktiği, yalnız onların değil sağ, sol teröristlerin tak
tiği. Halkla askeri karşı karşıya getirmek, halktan asker saygısını sevgisini
azaltmak ve zayıf andiı isteklerine nail olmak. Bunu, sıkıyönetim icraatım
yanlış yollara sevkle de yapmaya çalışıyorlar. Bana:
Bunlara bu oyunlara gelmemek için herşeyi yapacağız ve yapıyoruz, buna
herkesin yardımı şart dedi.
425
- Bundan sonra Cumhurbaşkanı seçimlerini sordu, durumu anlattım. Sayın
Ecevit'in bu iş için de diyalog istediğini fakat Demirel'in reddettiğini söyledim.
Bana şunları söyledi:
Bu önemli işin bu kadar uzaması bizleri çok üzmektedir. Şu anda kişisel
görüşüm, Saadettin Bilgiç'in ve Sayın Batur'un da seçilemeyeceğidir. Aday
ların dağişmesi halinde belki hal yolu bulunabilir. Sizin söylediğiniz adaylar
dan Karakaş'ın ortaya çıkması sonuç vermez, kendi partisinde sevilmediğini
öğrendim, bu haliyle kazanamaz. Sırrı Atalay'ın da hiçbir sonuç alamaya
cağına inanıyorum. Bu arada Sayın Ecevit'in Demire/'/e temas kurması
mümkün olmaz mı? Bu önemli işin halli için ben Demire/'e haber yolladım, bu
iş en kısa zamanda tamamlanmalıdır. Bu işin Haziran'a kadar uzatılmasına ve
dışarıdan birinin getirilmesine karşıyız. Bu iş mevcut yasalar içinde ve parla
mentoda helledilmelidir, çok geç.kalındı.
Özel Ricalan:
- Sayın Ecevit'in tüm aşırı uçlara (faşist ve komünist ile bölücüler dahil)
CHP'nin karşı olduğunu IV'de tekrarlaması
- Cumhurbaşkanı seçimi için gerekiyorsa fedakarlık yapıp AP Genel
Başkanı ile görüşmesi
- Birçok askeri yasalar genel kurulda. Bwılann acele çıkması lazım, haftada
iki gün bunlara verilmesi.
Not: Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları 28 Nisan Pazartesi Er
zincan'a gidip Çarşamba dönecek/et:.
25 Nisan günü de 15 vatandaş, 28 Nisan'da ise 2 1 vatandaş hayatını kay
bebnişti.
426
çalışması gereken parlamento bir aydır görev yapmıyor, yalnızca Cumhur
başkanı seçim turları ile gününü gün ediyordu.
427
Ecevit'ten getirdiğini söylediği bu mesaj hakikaten Ecevit'in mi, yoksa ken
disinin fikri miydi orasuu bilemiyorum.
Aynı akşam görevinden ayrıldığı için vedaya gelen Napoli'deki Güney Av
rupa Müttefik Kuvvetler Komutanı Oramiral Shear onuruna benim Orduevinde
bir yemeğim vardı.
Milli Savunma Bakanı Birincioğlu yemekte yanıma gelerek Demirel ile
görüştüğünü, Demirel'in artık bu işi halletmenin zamanı gelmiştir dediğini
bana nakletti. Sevindim. İnşaallah dedim. Zira Demirel'in bu söylediğine de
inanmıyordum.
428
çıkar yol olmadığı mealinde idiyseler de, onları dolabıma koyuyor, kendilerine
hiçbir şey söylemeden çalışmalarınızı sürdürün diyordum.
Şimdi kadayıf tepsisi ile Demirel'e gelip pişmiş olan kadayıftan ona ikram
etmek suretiyle, artık senin de sonun geldi demek istiyordu.
Böyle gayn ciddi bir partinin başkanının sözü ile yola çıkanın hali elbette
bu olurdu.
Maalesef Cumhuriyet Halk Partisi de, Adalet Partisi de bu parti ile koalis
yon kurdu fakat her ikisi de hüsrana uğradılar. Bu iki büyük parti birbiri ile bi
raraya gelemiyor da, böyle bir partinin başkanına güvenerek koalisyon
kuruyor. Milletin büyük bir çoğunluğunun da akıl erdiremediği nokta işte bu
dur. Bu ufacık parti senelerce iki büyük partiyi elinde oynattı ve memleketin
mukadderatı üzerinde maalesef söz sahibi oldu.
Mayıs ayına geçmeden Nisan ayı içerisinde cereyan eden anarşik olaylarda
hayatını kaybeten ve yaralanan vatandaş adedine de bir göz atmada yarar var.
429
Bu ay içerisinde yurt sathında 803 olay olmuş ve bu olaylar sonucu 247 va
tandaş ölmüş, 475 vatandaş yaralanmıştır. Yani üst üs�e her gün sekiz kişi
ölmüş demektir.
...
430
MAYIS 1980
5 Mayıs günü Milli Savunma Bakanı A. İhsan Birincioğlu ile biraraya gel
dik. Kendisine yine Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunu açtım. Bu iş halledil
medikçe meclisin hiçbir işe el atacağı yok. Cumhurbaşkanlığı makamı bu ka
dar hafife alınamaz. Hem millete ve hem de dünyaya rezil oluyoruz.
Başlxıkana söyleseniz de bu mesele artık halledilse, zira Silahlı Kuvvetler ola
rak biz de endişe duyuyoruz dedim.
Birincioğlu bu hususu müteaddit defalar Başbakana söylediğini bu akşam
Başbakanın benimle bu konuyu konuşacağını söyledi. Hakikaten Demirel
akşam üzeri beni Hariciye Köşkü'ne çağırdı. Bir saate yakın görüştük. Fakat
hiç Cumhurbaşkanı seçiminden bahsetmiyordu. Güneydoğu Anadolu'daki
bölücü ve anarşik olaylardan bahsediyor, bunun bir türlü önlenemediğinden
şikayet ediyordu. Maksadını anlamıştım. Diyarbakır'daki 7'nci Kolordu ve
Sıkıyönetim Komutanının değiştirilmesini dolaylı olarak istiyordu. Kendisine,
Sıkıyönetim Komutanının bu hususta bir ihmali veya kusuru olmadığını,
bugüne kadar gelmiş geçmiş iktidarların o bölgede uyguladıkları yanlış
politika yüzünden yörenin patlamaya hazır barut fıçısı haline geldiğini, aynca
Diyarbakır'da sıkıyönetimin ilk anda değil, sonradan ilan edildiğini, kaldı ki
oradaki korgeneralin bu sene terfi sırasında bulunduğunu, ya terfi edip
ayrılacağını veya terfi edemeyip emekli olacağını, bu bakımdan görevinden
alınmasını düşünmediğimi söyledim.
432
12 Mayıs akşamı kaldığımız sefarette yatacağımız sırada eşim sanki 1 8
Mayıs'ta başına gelecek felaketi hissetm iş gibi bana "Kenan ben niye
kalıyorum ki , ben de seninle gelsem daha iyi olurdu" dedi. Ona ait eşyaları
kızımda bırakmıştık. Sabahleyin de hava meydanına gidecektik. Bunu da
düşünerek " Artık bu saatten sonra çok zor olur. Hem bir hafta burada dinlenir
Ayça ile de beraber olursun" dedim. O da buna uydu, am a her nedense
kaldığına pek sevinememişti.
433
darın üzerine auyor, bir diğeri parlamentoya hiçbir canipten baskı yöneltilemez
şeklinde işi saptınnaya çalışıyordu.
1 5 Mayıs günü İstanbul'da çok çirkin bir olay cereyan etti. O gün Regaip
Kandili olduğundan camilerden birisinde mevlOt okunuyor ve mcvlat televiz
yondan naklen veriliyordu. Mevlıidun sonunda duası yapılırken Atatürk'ün
ismi hoca tarafından söylenince bir grup tarafından yuh çekildi ve lanet olsun
diye bağınldı.
Bu olay yurt çapında büyük yankı yapu. Tabii aşın solun ekmeğine de yağ
sürülmüş oldu.
1 8 Mayıs Pazar olmasına rağmen Kuvvet Komutanları, Jandanna Genel
Komutanı ve İkinci Başkanın kaUldığı bir toplantı yaptık.
434
F.ŞİM LAHEY'DE HASTALANIYOR
Bu karar alındıktan sonra eve geldim. Uzun süre çalışum. Gece saat
23.30'da telefon çaldı. Karşımda İkinci Başkan Haydar Saluk vardı. Eve ka
dar gelmek istiyordu. Herhalde mühim bir olay vardı ki eve gelmek müsaadesi
istiyordu. Gel tabii dedim. Evlerimiz birbirine çok yakın olduğundan beş daki
ka sonra geldi. Kendisine Biii ksel'den daimi temsilcimiz Büyükelçi Osman
Olcay ile Lahey Büyük.elçisi telefon etmişler. Eşim Sekine bugün Hollanda'da
beyin damarlarından birisinin tıkanması sonucu ağır bir felç olayı geçinniş, he
men hastaneye kaldırmışlar halen yoğun bakımda imiş, başında kızım ve dam
adım da bulunuyormuş. Üzülerek bu haberi verdi. O anda beynimden vurul
muşa döndüm. Ne yapacağımı bir an düşündüm. Kızımla görüşme imkanının
olduğunu söyledi. Zor da olsa telefonda bulup konuştum. O gün hep beraber
Hollanda'ya gitmişler, Lahey'in meşhur çiçek parkını gezmişler, bilahare din
lenmek için parkta bir ağaç altında oturup piknik yaparken aniden annesinin
konuşamaz bir hal aldığını, anormal bakışları bulunduğunu fark etmişler, he
men cankurtaran çağırtarak hastaneye kaldırmışlar ancak bunları söyleyebildi.
20 Mayıs sabam Lahey'e vardım. Doğru hastaneye gittim. �1ın hfila yoğun
bakımda idi. Beni görünce ağlamaya başladı. Konuşamıyordu ve sağ tarafı
olduğu gibi felçli idi. Doktoru ile görüştüğümde ağır bir vak'a olduğunu
söyleyince büyük bir moral çöküntüsü hissettim.
435
"Atatürk'ün Cumhuriyeti emanet e"iği Türk Gençliğinin, O 'nun ema11etini,
ilkelerini ve devrimlerini sonsuza kadar sürdürecek iman ve güce sahip
olduğwıa inanıyorum. Ama ne yazık ki, bugün vatan ve millet sevgisinden
yoksun, kalpleri kararmış bir klSlm zavallılar, memleketi tekrar köle durumuna
getirecekfelaketlere sürüklemek için herJürlü gayreti sa1fetmektedirler.
Bu zavallılar o kadar gaflet içerisindedir/er ki, bugünkü geniş hürriyet ha
vas11ıı kendilerine teneffüs ettiren büyük Atatürk'ü11 yerine ellerinde
başkalarının resimleri11i, bağımsızlığm sembolü olan ve milyonlarca şehit ve
ecdadımızın kanları ile ısla11mış Türk Bayrağı yerine başka bayraklar
taşıyabilmektedir/er. Diğer yandan yüzleri gibi ruhları da kararmış söide
müslüman geçinen bir avuç sapık camilerimizde O'na dil uzatmaya cesµret ede
bilmektedirler.
Kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerinin değerli mensupları,
Bu gibi çirkin ve bir Türke yaraşmayan olayların seni 11e kadar derinden
üzdüğü11ü çok iyi biliyorum. Sen bu mübarek vatam tarih boyunca diş ve iç
saldırılara karşı nasıl kahramanca korumuş, milleti11i11 refah ve saadeti içi11 her
türlü fedakarlığa katlannuş isen, bugün de, yann da aym azi:n ve kararlılıkla
bu vazifeni yine en mükemmel şekilde yapacağm muhakkaktır.
Atatürk 61 yıl evvel bugün başlamğı mücadeleyi sonunda senin gücü11le se
nin imamnla kurdu ve ilelebet korunmasuıı da sana bıraktı. Sen gerekirse
kanmm son dam/asma kadar bu Cumhuriyeti ve Atatürk'ün ilkelerini koruya
cak ve kollayacaksın.
Türk Silahlı Kuvvetl�rinin, . Türkiye Cumhuriyetini sonsuza dek
yaşatacağım, fıundan hiç kimsenin şüphesi o/mamasmı bu mutlu gün nedeniyle
bir kere daha belirtirim. "
Gece yansı Hollanda'ya hareket ederken hava alanında Orgeneral Nurettin
Ersin'e beni İstanbul'da karşılamasını ve lstanbul'da Ordu ve Kolordu Komu
tanlarıyla 18 Mayıs günü kararlaştırdığımız yönetime el koyma hususunu
görüşeceğimizi söyledim.
436
İSfANBUL'DA KOMUTANLARLA TOPLANTI YAPIYORUM
1 8 Mayıs'ta Kayseri'ye giden Ecevit orada "Demirel kadar yıkıcı bir kişi
daha olsa memleket çoktan batardı" şeklinde yıkıcı ve tahrik edici bir beyanat
vermişti.
Bu zatla evimde iki saate yakın bir görüşme yaptım. Memleketin içinde bu
lunduğu durumu bizim kadar belki de daha yakından takip ettiği belli idi.
437
Bu zatın açık kalpliliği ve sözlülüğü hoşuma gitmiş ve kendisinin
güvenilebilir bir kişi olduğu hususunda şüphem kalmamıştı. Böylece asker ol
mayan bir kişi ve hem de devlet yönetiminde uzun süre hizmet etmiş bir
kişinin de bizim gibi düşünmekte olduğunu öğrenmiş bulunuyordum. Bu hu
sus bana kuvvet vermişti.
DEMİREL'İN CUMHURBAŞKANINI
HALKIN SEÇMESİ ÖNERİSİ
438
DEMİREL'İN ANAYASA DEGİŞİKLİGİ ÖNERİSİNE
ECEVİT'İN TEPKİSİ
Bu teklif Demirel tarafından ortaya atılır atılmaz hemen ertesi günü Ecevit
sıcağı sıcağına aşağıdaki cevabı veriyordu:
439
ÇORUM OLAYLARI
Mayıs ayının anarşi bilançosu şöyle idi: 239 kişi ölmüş, 577 kişi de yara
lanmıştı. Bunların arasında bir de general vardı.
HAZİRAN 1980
441
HAREKAT EMRİNİN HAZIR OLMASI İÇİN VERDİGİM EMİR
FRANSA'YA GİDİŞ
Ben de 8 Haziran 1980 günü askeri uçakla Paris'e hareket ettim. Yanımda
Deniz Kuvvetlerinden bir amiral, Özel Kalem Müdürü, bir doktor ve emir
subayı vardı. Uçağımız İtalya kuzeyinden Fransa'ya girdiği bir sırada uçak
motor gürültüsünde bir azalma oldu. Ben herlıalde pilot gaz kesti, alçalmaya
başlıyoruz diye düşünürken, uçak personelinden olan bir astsubay yanıma
gelerek, sağ motordaki yağ pompasında bir arıza var, pilot yangın çıkma
tehlikesi olabileceği endişesiyle sağ motoru stop etti. Merak etmeyiniz, tek
motorla Paris'e kadar gider ve iniş yapabiliriz dedi. Yapabileceğimiz bir şey
yoktu. Peki çocuğum dedim. Uçaktaki arkadaşlar heyecanlanmışlar gözlerini
sağ motordan ayırmıyorlardı. Kendilerine merak etmemelerini, tek motorla
yolumuza devam edebileceğimizi, soğukkanblıklarını muhafaza etmeleriqi
söyledim. Hakikaten hiçbir sıkıntılı durum olmadan 45 dakika sonra Paris
askeri hava alanına rahatlıkla indik.
442
durumdayız. Artık bundan sonra Türkiye ile olan ilişkilerimize daha çok önem
venne karan aldık" dedi: Belki bu sözlerinde samimi idi. Ancak, müteakip ay
lar içerisinde cereyan eden olaylar hiç de bu sözleri doğrulayıcı yönde olmadı.
Hatta Merry'nin nonnal tekaütlüğüne altı ay varken üç ay evvelinden tekaüde
sevk edildi. Sebebini kavrayabilmiş değilim. Haıa daha içimde bir şüphe
vardır. Acaba,·bana bu kadar samimi davrandı ve biz Türkiye'nin önemini
kavradık ilişkilerimizi daha çok geliştinnek istiyoruz dediği için mi erken
emekliye sevk edildi! Tabii kati bir fikir yüril"!1ek mümkün değil..
Deniz birliklerini görmem için Marsilya'ya götürdüler. Bir gece Marsil
ya'da kaldım. Oradaki deniz birlik ve tesislerini inceledim. Bilahare piyade
okulunu gösterdiler. Tesislerini ve bazı dershanelerini çok beğendim.
Türkiye'den piyade okul komutarıını göndermek istediğimi Genelkurmay
Başkanına söylediğimde uygun karşıladılar. Fakat ben Türkiye'ye döndükten
sonra bu isteğimizi bir türlü gerçekleştinnediler.
Fransa'daki incelemelerim 1 3 Haziran günü bitti. Öğleden sonra Fran
sa'dan Hollanda'ya geçtim. Uçağımız da tamir edilmişti. Lahey'deki Leydin
Üniversite hastanesinde yatan Sekine'yi gördüm. Bıraktığım zamana nazaran
daha iyi buldum. Az da olsa bazı kelimeleri telaffuz etmeye başlamıştı. Sağ ta
raftaki felç hali devam ediyordu.
443
sizlerin yararlan görülmeye başlandı. Konuşması gittikçe açılıyordu. Yürüme
ekzersizleri de yararlı oluyordu. Yanına ziyaretçi gelmesini istemiyordu. Arka
daşlarının kendisini böyle bir durumda görmelerini istem iyordu. Bu ziyaretçi
kabul etmeme isteği uzun süre devam etti. Birkaç ay sonra ancak Alaşehir'den
ve İzmir'den tanıdığı birkaç samimi arkadaşını kabule razı oldu. Bu da kendisi
için iyi oldu. Zira her gün muayyen insanlan görüp yalnız orµarla görüşmek
moral bozucu olabilirdi. Benim üzüntüm çok fazla idi. Her gün yaptığım
ziyarette başlangıçta tekerlekli sandalyede birisi tarafından iterek götürülüp
getirilmesini ve sağ elini kullaoom ayışını, zaman ilerdikçe. bastonla ve fakat
yine zorlukla ve çok kısa bir süre için yürüyebildiğini görmek elbette benim de
moralim üzerinde büyük etki yapıyordu.
Aradan bu kadar sene geçmiş olmasına rağmen şimdi şı.ı satıdan yazarken
dahi gözyaşlarımı tutamıyorum. Ne olur Allahım o haliyle de olsa yaşıyor ol
saydı diyor ve zaman zaman günaha girerek Allah'a isyan ediyorum.
444
Bunlardan birisi 1 2 Mart 197 1 Muhttrasmı verenlerden Orgeneral Muhsin
Batur, diğeri ise o dönemde İstanbul l 'inci Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı
yapmış olan Orgeneral Faik Türün'dü. Her ikisini de sever ve bazı yönleri ile
takdir ederim. Hatta Muhsin B atur'la Haıp Akademilerinde tahsilde iken üç
sene sınıf arkadaşlığımız da vardı.
Buna benzer bir durum 12 Eylül Harekaundan sonra tekrar demokrat* par
lamenter sisteme dönmek için siyasi partilerin kurulmasına müsaade edildiği
1983 yılı Mayıs ayında cereyan etti. O tarihte evvela Bülend Ulusu'nun
başlattığı ve fakat sonradan bundan vazgeçtiği parti kunna faaliyetlerini emekli
Orgeneral Turgut Sunalp'in devam ettirmesi üzerine, Demirel hemen Orgeneral
Ali Fethi Esener'i bulmuş ve ona parti kurdurtmuştu. Bu olaya ileride temas
edeceğimden burada bu kadarla yetiniyorum.
Bu durumdan sonra bir müddet Cumhuriyet Halk Partisi yeni bir aday
ortaya çıkaramamış ve yalnız kalan Faik Türün de kafi oyu toplayamadığından
lüzumsuz oylamalar devam edip durmuştur. Tabii Meclis bu arada başka işlere
el atamanuş ve dolayısıyla Sıkıyönetim Komutanlarının çıkmasını bekledikleri
kanunlar da çıkanlamanuşur.
445
Erbakan ise Cumhuriyet Halle Partisinin Demirel'i düşünneyi çok istediğini
biliyordu ve bunun için de ancak kendi partisi ile işbirliği yapması halinde bu
isteğin gerçekleşebileceğini tabii takdir ediyordu. Bu bakımdan kendisini çok
ağıra satmaya çaba gösteriyordu. Erbakan Ecevit'in başbakanlığını
istemiyordu. Kendisinin başbakan olması şartını ortaya atıyordu. Onun
felsefesine göre, bugüne kadar, çeşitli defalar, Dem irel ve Ecevit
başkanlığında hükümetlerkurulmuş fakat hiçbir hüküınetin muvaffak olmadığı
ortaya çıkmıştır. O halde bu defa da kendisinin başkanlığında bir hükümet
kurulması gerekir. İşte felsefe budur. Nitekim 6 Haziran tarihli gazetelerde bu
fonnül yer almaya başlamıştı.
Erbakan'ın bu formülüne karşılık Ecevit, Demirel'in ikide birde erken
seçime gitme teklif ve tehditlerine karşılık olarak "Erken seçime giderim ama
bu hükümetle değil, tarafsız bir Başbakan başkanlığında Adalet Partisi- Cum
huriyet Halk Partisi ve Milli Selamet Partisi koalisyo11unda11 oluşacak bir
hükümetle giderim" dedi.
Bu hal taızı bir nevi kurnazca erken seçime hayır demekti. Çünkü böyle bir
koalisyonun kurulamayacağını o da biliyordu. Bu teklife karşı Demirel sıcağı
sıcağına "Hükümet kurma tartışmasına girmem" demek suretiyle düşüncesini
ortaya döküyordu.
446
12 Eylül'den sonra yapılan bu ayarlamaları tenkit edenler arasında maalesef
bu ayarlamalar o tarihte doğrudur diyenler de var. Yani kendileri yaparsa
doğrudur. Başka iktidarlar tarafından yapılırsa yanlıştır!
448
"Bilhassa istihbarat açığınıızm kapatılması, polisimizin fevkalade zaafa
düşürülmüş olması, polisinıizi11 mevcudu içerisindeki kullamlabilecek,fayda
lamlabilecek unsurlarından faydalanmak biri11ci prensip olmak şartıyla
düzeltilmesi, çeşitli vasıtalarla takviyesi şeklinde geniş bir program tatbikine
giriştik. Bu zincirde iki şeyi bilerek söylemedim. Bu11lardan birisi mahkeme
lerdir. Birisi de cezaevleridir. Yedi aydır burada yaptığımız toplantılarda ce
zaevleri meselesi ö11emli bir ko11u olarak ö11ünıüze geldi. Cezaevleri11denfirar
lar, cezaevlerinin şartları, cezaevlerini11 adeta birer anarşi eğitim merkezi haline
gelmiş olması gibi durumlar sık sık şikayet ko11usu yapıldı ve bu şikayetler
bugüne kadar devanı edip geldi. Diğer fevkaldde önemli ve meselenin hemen
henıe11 ruhu11u teşkil eden bir diğer konu da mahkemelerdir. Aşağı yukarı
günde 80 dava ikame edilmiş olmasma rağmen, 8 davamn neticelendiği, bu
durumda her geçe11 gün 72 davamn mahkemelerin önünde duran büyük
sayıdaki davalara eklendiğini gördük. 18 ay zarfında 4000'i aşa11 cinayet hadi
sesi olmuştur. 4000'e yakın cinayet hadisesi11in olduğu yerden meclisin ö11ü11e
tek idam kararı gelmemiştir.
Memleketi kasıp kavuran bu ya11gm111 karş1S111da devletin adeta ceza vere
mez hali devanı ediyor. Ceza veremez haline nasıl bir çare bulu11acağım da şu
ana kadar hiç olmazsa bir Anayasa meselesi yapmadan bir yere varamadık.
Yani bir Anayasa meselesi haline durum getirilmedikçe bir yere varamadık.
Soruşturmaların daha iyi yapılması ve bugü11kü mevzuat çerçevesi içinde nıe
seleleri11 daha iyi yürütülmesi hakkmda çeşitli telki11ler, tavsiyeler oldu, karar
oldu mesele geldi tıkandı. Ceza veremeyen devlet durumu11da11 çıkamadık ve
çok önemli cezalar verilemedi. Suç ve cezamn tayini yargı orgamna aittir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti yargı organ/arma geldi tıkandı. Esasen sivil mah
keme/erde bu· durum vardı. Askeri mahkemelerde de aşağı yukarı aym durum
la karşı karşıya kaldık. Bunca hadise o/nıuşmr. Bu11/ar111 içerisinde ciddi ola
rak verilmiş karar/arm sayısı hemen henıe11 parmakla sayılacak kadar azdır.
Toplantımn başmda şunu ifade etmek istiyorum ki; faili meçhul kalmış çeşitli
suçlar ile mahkemeler cezaevleri meseleleri ve polisimizin takviyesi meseleleri
yine bu büyük mücadelede ö11ümüzde devletin zaaf noktası olarak duruyor."
Göriildüğü gibi Başbakan da adli mahkemelerden şikayetçi ve hatta dertli.
İyi ama, bunu düzeltmenin yolu bu toplantıdan geçmez. Bunun yeri Türk.iye
Büyük Millet Meclisidir, halktır. Oraya bu konuyu götürmek gerekir. Bugüne
kadar hiçbir iktidar bunu ele almadı. Bunu kapalı kapılar arkasında değil,
açıkça çekinmeden millete anlatmak lazım. Söyledikleri yanlış da değil,
doğrudur. Bundan biz de rahatsızdık. Rahatsız olduğumuz içindir ki
Sıkıyönetim Koordinasyon toplantılarında durumu dile getiriyor ve çare bu
lunmasını arzu ediyorduk. Çare bir türlü bulunamıyor, şikayetler devam edilip
duruyordu.
449
SIKIYÖNETİM KOORDİNASYON BAŞKANI
KORGENERAL CAMBAZoGLU'NUN KONUŞMASI
"Sayın Başbakanım; devre içinde gelişen bazı olaylarda bilhassa Çorum ol
aylannda devlet zabıtasının bir kesiminin hizmet veremez hale sokulmasındaki
planlı ve maksatlı girişim maalesef başarıya ulaşmış görülmektedir. Hizmetle
rinin yapısı nedeni ile daha kolay ithama müsait bir devlet gücü arz olunan ta
lihsizliği nedeniyle ve başka kuvvetlerle kıyaslanınca inandırıcılığı daha kolay
kabul olunan bir sebeple Çorum'da belli bir süre saf dışı edilebilnıiştir. Oysa
şehrin olaylara sahne olan bu kesiminde pek çok yere Türkiye Devrimci
Komünist Panisi yazılan yazılıp amblemleri asılmış ve buralara polis ve aske
rin giremeyeceği yazılmıştır. Başkaklıranlara devlet güçleri arasuıda tercih yap
ma hakkını tanıdığınız gün pek çok şeyi yitirebileceğimiz gerçeğini unutma
manız gerekmektedir. Bu mukavemet, kanunları ihldl sahasına sokulmuşsa;
kanunların verdiği yetki içinde yasal meşru devlet güçleriyle de kırılmak gere
kir. Devlet güçlerinden birinin nuıhldim edilmesi pahasına değil. Merzifon'da
Çorum'a kıyasen barikat mukavemeti bu ölçü ve anlayışla kınlmıştır. Ordu. ili-
450
mizde ise Fatsa ve Aybastı ilçeleri dikkate değer gelişmelere sahne olmaktadır.
Özellikle Devrimci Yol fraksiyonunun mahalli idare ve yöneticilerinden de
gördüğü destek ve anlayışla bir vatan oluşturmada hayli mesafe kat edildiği
görülmektedir. Derlenen bilgilerden Fatsa yansıda görüldüğü üzere bir illegal
örgütlenmenin varlığı ve etkin olduğu intibaı alınmaktadır."
Çorum olaylannda bir mahalle halkının mahallelerine barikat kurarak poli
sin içeriye girmesine müsaade etmeyeceği, askerin girmesini istediği olaydan
Emniyet Genel Müdürü belki haklı olarak şikayet ediyor. Ancak haklı ol
madığı husus; Emniyet Kuvvetlerinin taraf tutmayan ve fıeı: türlü kanunsuz
olaya kanunların kendisine verdiği yetkiye dayanarak müdahale etmediği hu
susudur. Çorum'da maalesef polis başlangıçta taraf tutmak ve anında olayların
üzerine gitmemek suretiyle güvenirliği yitirmiştir. Bunu gören vatandaş da ona
güvenmediğini dile getirmiş ve ilgili amirlerin karan ile bölge askere teslim
edilmiştir. Böyle olmasına sebep olan de yine polisin kendisidir.
Enıniyet Genel Müdürü sıkıyönetim uygulaması dışında olan diğer 47 ilde
ki olaylan anlattı, değerlendirmesini yaptı ve şöyle devam etti:
"Hayli uzun süreli sayılabilecek uygulama dönemi içindeki müşahademiz
bizi lxm sonuçlara ulaşnrrmş bulwunaktadır.
Devletin bekası kadar, yurdun birlik ve düzeni açısından da önemi olan
bazı hususlara temastafayda görmekteyiz. Bwılardan birincisi, zabıta güç ve
müessireyeti bakımmdan sıkıyönetim uygulaması dışında kalan il/erimizde de
en az sıkıyönetim bölgeleri kadar müessir olmamızuı zaruri olduğu hususudur.
Ancak bu suretle muzır faaliyet unsurlarının şans, güven ve imkanlarını
çökertmek mümkün olacaktır. Sıkıyönetim dışı iller, sıkıyönetimden
kaçanların sığmacağı yerler olmaktan bu suretle çıkarılabilecek/erdir.
İkincisi, sıkıyönetim dışı illerdeki zabıta çallşmalarının sıkıyönetim içi il
lerle ahenkleştirilmesi zaruretidir. Bilhassa toplu kontrol ve genel atamaların
analizleştirilmesi önem anetmektedir.
Üçüncüsü, devletimizin, ülkemizin karşı karşıya olduğu meselelerin dar
bölgeler içinde değil, nihai planda Türkiye mikyasında değerlendirilip
yorumlanması hizmet direktiflerine bağlanmasıdır. Mesele Türkiye'nin
nieselesidir. Tek ilin sınırları içinde değildir. Sonuçlarını orada hasıl etse bile,
bu gerçek değişmemektedir. Bu balamdan taşra birimleriyle merkez arasındaki
kesintisiz karşılıklı ve rahat işleyen bir bilgi alışverişi ameliyesinin hayati
zaruret olduğu ortadadır. Karşı karşıya olduğumuz afete, beklenen müessir·
darbelerin vurulabilmesi için bütün ilgili ve yetkili kurumların topyeklın savaş
konseptine uygun ahenkli ve koordineli gayretlerinin sarfına bağlı olduğu
aşilcbrdu.
45 1
Antalya'da Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Siyasi işler Komisyonu
terörizm konusunu inceledi. Bendeniz verilen emir üzerine bu toplamıya
katıldım. Maruz bırakıldığım sorular emirleriniz üzerine düzenlenen bir bri
fingle sözünü ettiğimiz master plamn varlığma beni iyice kiini etti. Özellikle bu
komisyonun komünist üyelerinin bana yönelttiği sorular, siyasi suçlulara kötü
muamele, işkence ve faşist provokasyonu gibi üç ana noktada topla11makta idi.
Uluslararası Af örgütü ve ülkemizde yazılan bazı makaleler, sorulara temel
dayanak yapılmakta idi. Ve demokrasilerin burada şeytani bir çember içi11e
aluıdığmı bir kez daha müşahade ettim. Bu master planm bir uygulamasmm
ülkemiz üzerinde olduğu kamsı be11de iyice kuvvetlendi. "
Bu Avrupa Konseyinin Türkiye'ye müdahalesi her zaman var olmuştur. 12
Eylül müdahalesinden sonra ise ne müdahaleler yaptığını, ne kararlar aldığını
ileride anıatacağım.
BENİM KONUŞMAM
452
komisyonlarda mazakeresi sırasında Zatı Alinizin de bildiği üzere ne
macadeleler verdik. Sıkıyönetim Komutanlarının koydukları yasaklara
riayetsizlik cezasını aç aya çıkaralım dedik. Kıyametler koptu. Kanun uzun
zamandır çıkarılamadı. Ondan sonra da Sıkıyönetim Komutanları hdld bu
anarşinin üstesinden gelemedi diyoruz. Sıkıyönetim zaten normal düzenle
halledilememiş olayları halletsin diye konulmuş bir sistem. Ama biz
sıkıyönetim ildn ediyoruz, ancak normal zamandaki Ceza Muhakemeleri Usul
Kanunu ile mahkemeyi yürümıeye çalışıyoruz. Bunun için de aradan 1 8 ay
geçmiş hdld daha bir tek ağır ceza verildiğini göremiyoruz. İdam cezasım da
göremedik. Ben şunu düşünüyorum: Acaba neden sıkıyönetim ildn edildikten
sonra geçen ilk 11 ay içerisinde yavaş yavaş olaylar tırmandı da, son 7 aydır
daha çoğaldı? Hele ilk aylarda hemen hemen hiç olay olmadı. Benim kanaatim
odur ki, anarşistler evveld sıkıyönetimden bir çekinme dönemi geçirdiler.
Zaman geçtikçe denemeye başladılar. Baktılar ki, önemli bir ceza alan yok; bir
ay, üç ay, beş ay gibi cezalar verildiğini gördüler, hapishaneden kaçma
olayları da cesaretlerini artırdı. Bunların cesaretini kıracak adalet
mekanizmasıdır. Bana öyle geliyor ki, bu durumda sıkıyönetim ildn
emıekte11se, etmemek daha iyi. Nitekim sıkıyönetim.ildn edilmeyen bölgelerde
olaym daha az olduğu11u görüyoruz. Eğer normal kanunlarla bu işi
ha/ledebileceksek zaten sıkıyönetime gerek yok. Madem sıkıyönetim ilan
etmişiz, o halde onun gerektirdiği kanu11i mevzuatı ortaya koymamız lazım.
Ayrıca ben derim ki, sıkryönetim mahkemelerinin verdiği kararlar hemen
icra edilmeli. Zira bizfevkalade hal yaşıyoruz. O halin gerektirdiği işlemleri
yerine getirmemiz lazım. Mahkeme kararları Yargıtay'uı bozmadığı kararlar
pek az. Zaman da çok uzuyor. Yargıtay'daki hdkimler de tehdit mektupları
alıyorlar. Onlar da aile, çoluk çocuk sahibi. İşi uzamıak işine gelebilir.
İran bile bu işin hakkmdan gelebildi, biz gelemedik. Elimizdeki kanunlarla
bu iş daha senelerce sürer v� Silahlı Kuvvetlerimiz de günden güne yıpranır.
Biz de istiyoruz ki şu işin içinden biran evvel sıyrılalım, esas görevimize
dönelim. Parlamentonun bütün üyelerinin bunu elbirliği ile hal/emıelerinde
büyük/ayda vardır kanaatındayım. "
Birbuçuk senedir bir neticeye ulaşamamamız ve her ay toplanıp aynı şeyleri
tekrar etmemiz ve sonuçta elle tutulur bir sonuca varamayışımız sinirlerimi
bozmuştu. Onun için konuşmamı sinirli bir hava içerisinde yapnm.
Benim bu konuşmam sürerken Demirel'in suratı asıldı. Hiç memnun ol
madığı belliydi. Sözü o aldı, uzun bir konuşma yapu. Ben özet olarak buraya
alacağım.
453
DEMİREL'İN KONUŞMASI
454
dış ülkelerden sağladıkları kredilere uzun uzun değindikten sonra, kom,ış
masını şu sözlerle tamamladı:
"Bu kadar sıkıntı içerisinde canla başla görev yapmaya çalışıyorsunuz. Size
millet adına temsil ettiğim hükümet adına minnetlerimizi şükranlarımızı
swuıyorımı. Maiyetinizdeki değerli komutanlarımıza, subaylarımıza, astsubay
larımıza ve erlerimize canını dişine takarak Türkiye'de yüzde yüz disiplini
sağlamak için gösterdikleri gayretlerden Türkiye Cumhuriyetini devlet olarak
ayakta tutmak için gösterdikleri gayretlerden dolayı da yine minnetlerimi su
nııyorunı. Millet, devletimizin ve milletimizin en büyük kuruluşu olan Silahlı
Kuvvetlerimize olan büyük itimadını her gün artırarak muhafaza etmektedir.
Bu da Türkiye birliğinin temel şartıdır."
HAREKAT TARİHİ
11 TEMMUZ OLARAK TESPİT EDİLİYOR
Harekat emrine son şeklini vermek üzere 1 7 Haziran günü odamda Kuvvet
Komutanları, Jandarma Genel Komutanı ve İkinci B aşkanla toplandık. Emri
gözden geçirmeye başladık. Bu gözden geçirme 1 8 Haziran, 19 haziran, 20
Haziran günleri de muayyen saatlerde toplanmak suretiyle devam etti. Bazı
düzeltmeler yapılarak son şekli meydana çıku. Yalnız harekat günü açık
bırakıldı. Bu tarih en son anda açıklanacaktı. Benim kafamdaki 1 1 Temmuz idi
ama kat'i değildi. 27 Haziran gününe kadar bu çalışmalardan Kuvvet Komu
tanları, Jandarma Genel Komutanı, İkinci Başkan ve iki kişilik ekipten başka
hiç kimse haberdar değildi.
456
İkinci Başkan llaydar Saltık, Haziran ayı sonlarına yaklaşırken benden
yavaş yavaş bazı (j) başkanlarına bu konuda bilgi vermeye başlaması husu
sunda müsaade istedi. Bu müsaadeyi verdim.
Bir iki gün ara ile İstihbarat (J�2), Plan ve Prensipler (J-5) de devreye girdi
ve 30 Haziran günü İkinci Başkanın başkanlığında bir toplantı yaptılar. Emir
hazırdı.
TEMMUZ 1980
. 457
Bütün bu mülahazalarla harekAt gününün 1 1 veya 12 Temmuz olmasını ka
rarlaştırdık.
llAREKATEMRİ YAYINLANIYOR
Artık her şey hazırdı. 1 1 veya 1 2 Temmuz gününe çok az bir zaman
kalmıştı. Harekat emrinin Ordu Komutanlıklarıyla, Sıkıyönetim Komu
tanlıklarına ulaşbnlınası gerekiyordu. Emirler 3 Temmuz' günü özel kuryelerle
ulaştırılmaya başlandı. Harekat Başkanı, 1 'inci Ordu Komutanlığı, Ege Ordu
Komutanlığı, Donanma Komutanlığı , 2'nci ve 5'inci Kolordu Komu
tanlıklarıyla 1 'inci Taktik Hava Kuvvetleri Komutanlığına, İstihbarat Başkanı,
3'üncü Ordu Komutanlığı, 6'ncı Kolordu Komutanlığı, 7'nci, 8'inci ve
9'uncu Komutanlıkları ile Yurt İçi Doğu Bölge Kom�tanlığına, 5 Temmuz
günü Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri Komutanlıklarına teslim edildi. (Kon
ya'daki 2'nci Ordu Komutanlığınıriki (\e Kara Kuvvetleri Komutanlığına tes
llın edildi) Dosya ile gönderilen harekat emri şöyle idi:
Yüce milletimizi içinde bulunduğu çok yönlü huzursuzluk ve endişeden
kurtararak en kısa zamanda güven ve refah sağlayıcı düzeye çıkarmayı ve kay
bolan devlet nizamını yeniden tesis etmeyi amaçlayan bu harekAtın tüm sorum
luluğunu TÜRK SİLAlll.I. KUVVETLERİ yüklenmiş bulunmaktadır. Şartlar
ne olursa olsun, silahlı kuvvetlerimiz, bu kutsal ve tarihi sorumluluğu
yüklenidc.en, bütün gücünü, şerefli saflarında yer alan personelinin yüksek va
zife ve sorumluluk şuuru ile karşılıklı sevgi, saygı ve güvene dayalı DİSİPLİN
ruhundan almıştır.
458
tanseverlik duygusu ve tam bir disiplin anlayışı içerisinde icra edecektir.
Hiçbir komutan, disiplinden asla taviz venneyecektir.
2. Harekat bütün yurtta silahlı kuvvetler personelinin üstün görev tutkusu
ile başarılacaktır. Her kademedeki personelin görevi birbiri ile
kıyaslanmayacak kadar önemlidir. Bu hal istismar edilmemelidir. Sinsi mih
rakların sabırsızlıkla bekledilqeri (Bilinçsiz beyail've ifadelerden) (olumlu veya
olumsuz sohbet ve tartışmalardan), (lüzumlu veya lüzumsuz beceri, cesaret ve
kahramanlık hikayelerinden) mutlaka kaçınılacak ve Silahlı Kuvvetler adına
sözcülük yapar duruma girilmeyecektir. Gerektiğinde sadece ve sadece (Silahlı
Kuvvetlerimizin ATATÜRK ilkeleri doğrultusunda ve emir-komuta kanalı
içerisinde her türlü problemi ülke ve millet yararına çözümleyecek güçte
olduğu) vurgulanacaktır.
İçinde bulunduğumuz bu dönemde her kademedeki Silahlı Kuvvetler per
sonelinin sivil halkla teması olacakur. Hali hazırda halkımızın büyük bir
çoğunluğu, ülkenin bir an önce her türlü dertten kurtularak, huzura kavuşması
özlemi ile dolu bulunmakta ve Silahlı Kuvvetlerimizin halk üzerindeki güven
ve itibarına gölge düşürmemek, gerekse bu büyük çoğunluğun sempatisini yi
tirmemek maksadı ile şu konular üzerinde hassasiyetle durulacakbr:
1 . Her türlü temasta halka azami nezaket k�deleri içerisinde davranılacak,
onda mutlaka bu temastan memnun olduğu hissi yaraUlara.k güven duygusu
pekleştirilecektir.
2. Şikayet ve müracaatlar ilgi ve sabırla dinlenecek, iyi değerlendirilecek,
bürokrasinin ağır işleyen çarkı dışında azami ölçüde süratle sonuçlandırılmaya
çalışılacakbr.
3. Bilhassa devletin KİTier dahil her türlü daire ve müesseselerinde vatan
daşa mevcut kanun ve nizamlar içinde yardımcı olunarak, hizmet gecikmeksi
zin yapılacak, (Bugün git, yann gel) politikası mutlaka önlenecek ve derdine
mümkün olan çareler bulunacakbr.
4. Hiçbir yer ve zamanda, vatandaşlara kötü, haksız ve nahoş dav
ranışlarda bulunulmayacakur.
5. Bilinmeyen konularda bilgiçlik taslayıp halkı yanlış yola sevk ebnekten
kaçınılacaktır. Bu durumda kişinin koni.ı ile ilgili makama müracaab. için ge
rekli kolaylık gösterilecek ve yardımcı olunacaktır.
6. Demokratik parlamenter nizam içinde halkın herhangi bir siyasi parti ve
yasal görüşe sahip olması en tabii hakkıdır. Kişi veya grubun ülke zararına
faaliyetleri tespit edilmediği sürece herlcese TARAPSIZ VE F.ŞİT MUAMELE
yapılacaklır.
459
7. Tasallut, talan, hırsızlık, çapulculuk, zorbalık. görevlllere itaatsizlik ve
hafife alma, alay ve hakaret gibi beklenilmeyen davranışlara müsamaha edil
meyecektir.
460
alıp da terfi edemeyen general ve albaylan nasıl emekli edecektik? O takdirde
hiç kimseyi emekli etmemek ve herkesi olduğu rütbede dondurmak gerekecek
ti. Bu hal ileride telafisi çok güç problemleri de beraberinde getirecekti. Öyle
ise Ağu�1os terfilerinden ve tayinlerinden sonra bu harekat yapılmalıydı. Bu da
ancak Eylül ayı olabilirdi. Gerçi Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülend
Ulusu Ağustos'ta Kuvvet Komutanlığındaki azami üç seneyi dolduracağından
emekli edilmesi gerekecekti ama buna katlanmaktan başka çaremiz
kalmıyordu. Zaten harekatı Temmuz ayında yapmamızı zorlayan etkenlerden
birisi de Bülend Ulusu'nun Ağustos'ta emekli olma durumu idi.
Demek ki 1 1 Temmuz karan erken verilmiş bir karar olmuştu. Bütün
emirler mahallerine ulaşmıştı. Bunları tekrar toplamak gerekecekti. Bu durum
harekatın duyulması tehlikesini de beraber getiriyordu. Hele Ağustos'ta terfi
edemeyen korgenerallerden bazısı tarafından tehevvüre kapılarak böyle bir
hazırlık içinde bulunulduğunu hükümettekilerden herhangi bir kişiye
söylemeleri de mümkündü.
Ben arkadaşlarımdan hiç birisinin böyle bir harekette bulunacağına ihtimal
vermiyordum. Güvenilir komutanlardı. Aynca böyle bir müdahalenin gerekli
olduğunu onlar da tasvip etmişlerdi. Buna rağmen şüpheye düşmemek
mümkün olamıyor. Harekat emirleri Ağustos ayı başına kadar gönderilen
adreslerde kaldı. Esasen bu harekat emri Genelkurmaydan verilecek uygulama
emrinde belirtilen tarihte yürürlüğe girecekti.
MİLLElVEKİLLERİ VE SENAlÖRLER
HAKKINDA VARDIGIMIZ KARAR
461
ÇORUM VE ORDU'DAİNCELEMELERİMİZ
Fatsa'da belediye başkanı olan terzi Fikri , orada kendine göre bir devlet
kurmuş. Her mahallede mahalle komiteleri var. Vatandaşlar her türlü şikayet
ve dileklerini bu komitelere bildiriyor, komitelerin karan uygulanıyor. Uygu
lamayanlar çeşitli cezalara çarptırılıyorlar ve hatta herkesin gözü önünde
öldürülebiliyorlar. Böyle bir ilçe haline gelmiş. Ne kaymakam ne hakim ve
savcılar ve hatta ne polis ve jandarma bunlara karşı bir şey yapamıyorlar. On
lar da yıldırılmış. İnanılması güç ve hayret verici bir durum mevcut. Bütün ce
reyan eden olaylan Ordu Valisi acı acı bize anlattı. Oraya doğudan bir de tabur
göndermiştik. Valiye bu taburdan istifade ile .devlet gücünü burada
yerleştinnesi tavsiyesinde bulunduk.
462
FATSA'DA YAPILAN SİLAH ARAMASI ÜZERİNE
ECEVİf'İN VERDİGİ BEYANAT
463
"Fatsa'da Türkiye'nin başka köşelerinde olmayan bir şey vardı.: İlçede 11
halk komitesi kurulmuştu. Bu komiteler halkın oylarıyla seçilmekte, her ma
halledeki halk, şikayetlerini bu komitelere yapmakta, komiteler sorunları
doğrudan doğruya çözmeye çalışmakta, çözemediklerini de belediyeye aktar
maktadır. "
Görüldüğü gibi u facık bir ilçedeki belediye başkanının komünist
ülkelerdeki idare şekline benzer bir idare sistemi kum1uş olması diğer
şehirlerdeki belediyelere de örnek olarak gösterilebilmektedir. Methedilen ve
diğerlerine örnek gösterilen bu belediye başkanı 1 2 Eylül'den sonra
mahkemeye verilmiş, mahkemesi sonunda devletin Anayasal nizamını
değiştirmeye yönelik suçtan dolayı Tüf1( Ceza Kanununun 146'ncı maddesine
dayanarak ağır hapis cezası ile cezalandınlmıştır. Aynı belediye başkanı 1972
senesinde cereyan eden Kızıldere olaylarından dolayı yine mahkemeye veril
miş fakat 1 974 yılındaki aftan yararlanarak ceza almaktan kurtulmuştur.
İşte örnek gösterilen belediye başkanının durumu budur. Anarşi ve terör
böyle böyle teşvik gördü ve dolayısıyla önü bir türlü alınamadı.
Ordu vilayetine Kuvvet Komutanları ile birlikte yaptığımız gezi sonunda
Başbakan Demirel'e oralardaki acıklı durumu anlattım ve Ordu'nun Aybastı,
Fatsa. Çamaş gibi ilçe ve köylerinde cereyan eden ve önü bir türlü alınamayan
öldüm1e olaylarıyla mücadalede emniyet kuvvetlerinin muvaffak olamadığının
anlaşıldığını, Bolu'daki komando tugayını o bölgeye göndererek, bu tugayla
bir temizleme harekatına girişmemizin doğru olacağı, ancak Ordu ilinde
sıkıyönetim uygulanmadığına göre bu tugayı kullanmanın bazı hukuki zorluk
ları olacağını söylediğimde, teklifimi kabul etti. Bunun üzerine Komando Tu
gay Komutanını çağırarak kendisine bu görevi verebilmem için evvela yörede
çok iyi bir keşif ve istihbarat yapmasını istedim. Tugay komutanı 20 gün kadar
keşifle uğraştı. Hazırlıklarını yapmaya devam etti. Sıkıyönetim ilan edileme
diğinden bu tugayı emniyet kuvveti olarak kullanmak uygun düşmeyeceği için
harekata başlatmadım. Bu hazırlık 12 Eylül'den sonra komando tugayı ile
Ordu ili dahilinde yaptırdığımız temizleme operasyonun başarılmasında çok
yarar sağlamıştır.
464
GÜNEYDOGU BÖLGESİNE YAPTIGIMIZ GEZİ
465
Bu konuşmam basında yer aldı. Fakat ne teröristlere, ne iktidara ve ne de
muhalefete bir etkisi olmadı. Bundan daha açık nasıl söyleyebilirdim bilmem.
Tabii bu öldürme olayı; yurt sathında büyük yankılar yaptı ve esasen her
gün yükselen siyasi tansiyonu daha da artırdı.
Bu olay üzerine Ecevit ile Türkeş milli birlik çağrısında bulundular. Sanki
kendileri birlik içerisinde imişler gibi. birliği milletten bekliyorlardı. Bugüne
kadar milleti çeşitli kamplara böldüler, bölünen bu kampları kendi taraflarına
çekmek için her türlü gayretin içerisinde bulundular. Şimdi _otumrnşlar millete
birlik olun diyorlar. Evvela siz birlik olun ki, millet de sizi örnek alsın. Böyle
felaketli zamanlarda birlik olmayacağız da ne zaman olacağız.
466
önergesinde en son anda tavır değiştirmişti ama şimdi beraber hareket etmeye
başlamışh.
İki liderin biraraya gelmelerinden bir gün evvel 23 Temmuz günü de sağ
kesim, 27 Mayıs günü Ankara'da öldürülen Gün Sazak'ın intikamını almak
için Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) eski Genel Başkanı
Kemal Türkler'i öldürmüştü. Artık bir soldan bir sağdan öldürme olaylan kan
davasına dönüşmüştü.
468
24 TEMMUZ 1980 TARİHİNDE
CUMHURBAŞKANI VEKİLİ ÇAGLAYANGİL'İN
DEMİREL VE ECEVİT'LE YAPMIŞ OLDUGU
GÖRÜŞME TUTANAGI
"Aman İhsan Bey bu olacak iş mi?" derdi. "Ben bunu kaç defa denedim,
Liderlerden biri demokrasilerde özgürlükler kısıti anmamal ı , B atı
demokrasilerinde ne varsa, bizde de hepsi olmalı. Mesela Komünist Partisi
serbest bırakılmalı . Eğer demokrasiyi süs olarak benimsemediysek, bütün
icaplanna uymalıyız. Diyalog kurulmalı, demokrasi içinde uzlaşma ile sonuç
alınmalı diyecek, öbür lider evvela olup bitenlere konulacak teşhiste mutabık
olalım. Bütün bu olaylann arkasında komünizm vardır. Yeraltı faaliyetleri ile
memleketin altı üstüne getiriliyor. Ülkedeki bunalımın devasını komünizmin
serbest olmasında arayan bir anlayışla nasıl diyalog kurabiliriz, nasıl uzlaşırız"
diyecektir.
469
Kader geldi çattı, eğreti olarak bile olsa şimdi ben aynı makamda
oturuyorum. Kendi kendime (hadi bakalım başkalarına verdiğin öğütleri şimdi
kendin yap) diyorum.
Beni sizleri davete cesaretlendiren düşünceler, memleketin içinde
çalkalandığı bunalımın yanında bu mülahazalardan da kaynaklanıyor. Çağrıma
uydunuz, lütfedip teşrif buyurdunuz, her ikinize de yürekten şükranlarımı su
nanın.
Muhterem arkadaşlarım,
Memleketin durumunu yeni baştan hikayeye kalkışarak, sizleri sıkmak iste
mem. Son üç günün ölüleri ne hale geldiğimizin, neyin eşiğinde olduğwnuzun
en canlı tasvirleridir. Memleket sağ sol kavgasını gerilerde bırak.mışur. Bir ta
rafta Devlet var, öbür tarafta ona kasteden sağlı, sollu terör var. Sağ sol mese
lesi, terörün iç taksimatı haline geldi. Bu durumda (sen hangisinden yanasın?)
diye birbirimizden soramayız. Bunlardan hangisinin tercih edileceğini
tartışamayız. Cenaze başında suçlu aramanın zamanı da gelip geçti.
Şimdi mutlaka birşey yapmak ihtiyacı ile karşı karşıyayız. Birşey yapmaya
ancak siz ikiniz kadirsiniz. Bu benim gözümde de böyledir. Türk milletinin
gözünde de böyledir. Şu mütevazı davetim memleket çapında ak.is gördü. Her
taraftan telefon, telgraflar yağıyor. Millet bir müjdeye, bir iyi habere, bir
güleryüze susamıştır. Milleti mahzun etmeye, inkisar içinde bırakmaya razı
olacağımızı sanmıyorum.
Birşeyleri ancak siz ikiniz yaparsınız diyorum. Bunun sebebi, siz ikiniz
Türle siyasi kamuoyunun yüzde seksenini temsil eden kitlelerin sözcüsüsünüz.
Geçen gün Atatürlc'ün I OO'üncü doğum yılı hazırlıkları toplantısında, "Biz iki
miz birleşirsek, bu konu ile ilgili yasayı birle.aç günde Meclisten çıkarırız"
demiştiniz. Doğrudur, siz hangi yasayı isteseniz, hatta isteseniz Anayasa
değişikliğini de, � hızla gerçekleştirebilirsiniz.
Onun içindir ki millet herşeyi ikinizden bekliyor.
Bugünkü konuşmamız beli rli bir konuya saplanıp kalmayacak. Neyi
isterseniz konuşacağız. Tüm dikkatler üzerinize dikilmiş olmasına rağmen, bir
yemekle herşeyin hallolunacağını da ne iddia edebiliriz, ne bekleyebiliriz.
Bilmem Papanın nasıl seçildiğini tekrar anlatmama lüzum var mı? Yüksek
malumlarınızdır ki Papayı seçmek için bütün Kardinaller Roma'da Vatikan'da
Sixteen Kilisesinde toplanırlar. Kardinallerin hepsi kiliseye girdikten sonra
kapı kapanır ve dışarıdan kilitlenir. Oy vermeye başlanır. Oy verme muamelesi
Papanın seçimi tamam oluncaya kadar devam eder. Papa seçildiği anda o
zamana kadar kullanılan bütün oy kağıtları şömineye konarak yakılır ve
dışarıda Papanın seçiminin neticesini bekleyen halk kilisenin bacasından
dumanların çıktığını görünce o zaman kilitli kapıyı açarlar, Papanın seçimi
470
böylece hitam bulur. Biz de bu işi Papa seçimi gibi keşke bir celsede
halledebilseydik. Ama ben bu hikayeyi şunun için anlattım . Bir kere elime
geçtiniz, Papanın seçimi misali bacadan duman çıkmadan sizi bırakmak iste
miyorum.
Otuz yıl devlete çalıştım. 1 5 yılı valilikte geçti. Bu milletle haşır neşir ol
dum. Toplumumuzu tanıdığımı sanıyorum. Yirmi yıla yakın da Parlamento
�
içindeyim Tecrübe bana şunu öğretti: rejim, ne çeşit olursa olsun, idare ede
bilmek için mutlaka disiplin ve otorite gerekiyor. Bizim şimdiye kadar kurabil
diğimiz koalisyonlar disiplin ve otoriteyi sağlamada asla yeterli olamadılar:
Ancemaatin memleketi idare etmek mümkün değil. Sayın Ecevit de, Sayın
Demirel de denedi. Ben de bu denemelerin içinde yaşadım. Çoğunun acısını
beraber çektim. Bu itibarla istikrarlı, sürekli bir hükümete bu devlet muhtaçtır.
İstikrarın başlıca şartı, memlekette huzur ve sükı1nu sağlayabilmektir.Huzur
ve 'sükı1nu sağlamak için her şeyden önce terörü geride bırakmaya mecburuz.
Terörü önlemek için evvela teşhiste mutabakat aramak gereklidir, diyeceksi
niz. Doğrudur. Ancak terörün bir değil, pek çok sebepleri vardır. Bunlardan
birine sahip çıkar, diğerini ihmal edersek, hem kendimizin haklı olduğu fik
rinde ısrar ederiz, hem de mutabakata varamayız. Teröre sebep olarak
göstereceğimiz unsurlar, ayn ayn doğru olabilir. Ama birimizinkinin doğru ol
ması diğerininkinin yanlış olmasını gerektirmez. Terörün sebeplerini sayıp
dökmek yerine, teröre karşı davranışta mutabakat aramak daha netice verici
gibi gözüküyor. Şu cihet mutlaka belirlenmiştir ki, memleketimizin içine
düştüğü anarşi ve terör afeti karşısında siyasi partiler ve anayasal kuruluşlar
ortak bir tavır alamazlarsa, bu afetin önü alınamayacaktır. B ütün siyasi partile
rin ve anayasal kuruluşların ittifakından evvel, ben, iki büyük lider, iki önemli
parti arasında bir görüş birliği arıyorum. İşe buradan başlamak, bana en kes
tirme yol görünüyor. Çünkü ikinizin ortak tavrı ve anlaşması , birçok
güçlüklerin çözümünün kapısını açacak en kıymetli anahtar olacaktır. Bu ortak
tavır, bu anlaşma terörün önlenmesinden başlayarak, sırasıyla bizi saran bütün
güçlüklerde ve milli nitelik kazanan, hayati tehlike arzeden diğer meselelerde
de denenecektir. B unun kolay bir i ş olmadığını biliyorum. Bunun bir
toplantıda, bir yemekte çözülecek bir mesele olmadığını da idrak ediyorum.
Ama iyi başlayabilirsek, mutlaka olumlu bir sonuca ulaşabileceğimizi umuyor
um. Çok defa beraber düşünüyor, ayn konuşuyoruz. Nasıl hepimiz memleke
tin selamete çıkmasında tek bir yürek gibi berabersek, bunun yollarını aramada
da beraber olmanın çarelerini bulabiliriz.
İki büyük parti arasında işbirliği ve ortak tavı r. . . Bunun çeşitli yollan, al
ternatifleri vardır. Onları iki lider en büyük yetki ile araştırabilirsiniz. Bu
471
başlangıç toplantısı ışıklı bir noktaya ulaşabilirse, bu toplantıları tekrarlar ve
muhakkak bir sonuca varırız. Buna mecbur olduğumuzu sanıyorum.
472
Bu; çok sevindiricidir. Çünkü, halkımızın çözümü demokratik kurallar içinde
aradığını gösteriyor. Demokrasinin bütün aksaklıklarına, eksikliklerine
rağmen halkımız. neticeyi yine de demokrasiden beklemektedir. Bu ıterçeğin
mantıki sonucu olarak, alınacak bütün tedbirleri o mekanizma içinde almamız
gerekir. Yani alacağımız önlemlerin demokrasi ile çelişmemesi lazımdır. De
mokrasi dışında tedbirlere başvurulursa demokrasinin kendi kurumlan
hüsrana uğrar. Sorunlar ne kadar ağır olursa olsun, çözümler demokratik hak
lar ve özgürlükler zedelenmeden alınmalıdır. Önlemleri böyle aramalıyız.
Çağımızda ve yöremizde yer alan olaylar, demokrasi kuralları ile bağdaşmayan
yetkilerin huzur sağlamak şöyle dursun, huzursuzluğu arttırdığını gösteriyor.
İşte İran gözlerimizin önünde. Bütün şiddet tedbirlerine rağmen bir türlü huzu
ra kavuşamıyor. Başka ülkelere de bakalım. Türkiye'nin ortağı bulunduğu
ülkeler topluluğu ile de bağlantılarımızı sağlıklı olarak sürdürebilmemiz. ala
cağımız önlemlerin yine demokrasi kuralları içinde kalmasını zorunlu hale so
kuyor.
Türkiye'nin jeopolitik durumunun özelliği var. "Türkiye demokrasiden ne
kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın ortaklarımız bulunan devletler yine Türkiye'den
vazgeçmez, ilişkilerini sürdürürler" denebilir. Bu belki de doğrudur. ama on
ların kamuoylan bu duruma büyük tepki gösterirler. 1 2 Mart'ta da böyle oldu.
Kaldı ki dıştan yapılan tahrikler ne olursa olsun. sağdan da soldan da devlete
karşı yönelen bütün akımlar, aslında demokrasiyi yıkmayı hedef almaktadır.
Biz demokrasiyi savunacağız diye bu rejimin ana kurallarını ihmal ederek
önlem almaya kalkışınca onların arzusuna hizmet etmiş, Türkiye'de demokra
siyi kaldınnaya vasıta olmuş oluruz. Bunlar genel olarak mülfilıazalanmdır.
Şimdi konulann aynntılarına geliyorum. Olağanüstü hal yaşıyoruz. Bu gibi
durumlarda devlete olağanüstü yetkiler verilebileceğini kabul ediyorum. Batıda
da bunların örnekleri vardır. Ancak unutmamak gerekir ki, Türkiye'de demok
rasi benimsenmiştir, ama gelenekleri henüz yerleşmemiştir. Bizde demokrasiyi
özgürlüklerinden soyutlama temayülü vardır. Demokrasimizin gelenek eksik
liği karşısında toplumumuzun bazı etkin kesimlerinde, demokrasinin zaman
zaman ihmal edilmek istendiği görülmektedir. Demek istiyorum ki, olağanüstü
yetkilerin devlete verilmesi konusunda, demokrasinin sağlam gelenekli
ülkelerinde yürürlüğe konabilen yetki yasaları oralarda yararlı sonuçlar verebi
lir. Ancak, aynı olağanüstü yetkiler, Türkiye gibi ülkelerde demokrasi ile
bağdaşmayan sorunlar yaratabilirler. Mesela; İngiltere'de radyo ve televizyon
için B BCye uygulanan bir statü var. Aynı statüyü Türkiye'ye tatbik ederseniz
TRT düpedüz bir iktidar televizyonu olarak ortaya çıkar. Aynı şey Fransa'da
da görülmüştür. Demokrasiyi kurtannak ve kuvvetlendinnek için alınan
önlemler, Türkiye'de uygulansaydı bizde demokrasinin sonu olurdu.
İngiltere'nin İrlanda için aldığı önlemlere de aynı şeyler söylenebilir. Türk
473
h;µkırun sabırlı bir bekleyiş içinde olduğu doğrudur. Fakat haklarına kısıntılar
getirilirse, Türk halkının sabrı sona erer diye kaygılanırım . Alınması
düşünülecek bütün önlemler halkımızın bu özelliği gözönünde tutularak uygu
lanmalıdır.
474
veya diğer bazı Anayasa hükümleri gibi bir kenara bırakılarak başka türlü
çözüm aranmalıdır. Mesela, Anayasa Cumhurbaşkanı seçimini 1 5 günde
öngörüyor. Toprak Reformunun çıkarılmasını istiyor, istiyor ama olmuyor.
Biz Hükümene iken bu sakıncayı giderecek bir tasan hazırladık. Önlem paketi
içinde Meclise sunduk. Bizden sonraki hükümet bizim hazırladığımız bu ta
sarıyı paketin içinden çıkard ı . B u bir talihsizlik oldu. Yoksa bizim
hazırladığımız tasan kanunlaşabilseydi bugünkü ihtiyaç şimdiye kadar çoktan
ortadan kalkmış olacaktı. B iz belli illerde belli mahkemelerin münhasıran bu
davalara bakmasını, civar illerdeki aynı nitelikte bulunan davaların da bu mah
kemelere gelmesini kabul ediyoruz. Bu neyi sağlayacaktı? Evvela sürati
sağlayacaktı. Sonra da o mahkemeler sadece terör işleri ile meşgul olacaktı.
Şimdiki m ahkemeler körlerin fili tanımlamasına uygun bir hale geldi. Kim
hangi uzvu ele geçirirse tanımlamayı ona göre yapıyor. Zannediyorum ki, bi
zim düşüncelerimiz, ihtiyacı karşılayacak ve mevcut sakıncaları giderecektir.
Eğer bugünkü hükümetin, hakimleri ille de ben seçeyim, hfildmleri siyasi güç
seçsin diye bir iddiası yok ise, Devlet Güvenlik Mahkemesi sorunu bu
endişeleri giderecek tarzda çözümlenebilir. Ya bizim hazırladığımız tasarıyı
çıkarırız veya Anayasa'daki bugünkü hükmü elbirliği ile kaldırır yeni bir mah
keme tasarısı hazırlarız. Bu yolla da şekil noksanı ortadan kalkar. Olağanüstü
hal konusuna gelince, sözlerime başlarken koyduğum genel kurallar içinde
birtakım olağanüstü yetkiler düşünülebilir.
475
emniyet müdürü. maarif müdürü bir de odacı kapıyı kilitleyip saklanabiliyor
lar. Aynı Vali benim yanımda gerçekleri tahrif ederek Sayın Başbakana beyan
larda bulunabiliyor. Bu hallere tanık oldum. Buna rağmen o iktidarlara
olağanüstü yctki-ler mi tanıyacağım? Bunları bizden istemek insafsızlık olur.
Ama bunun yolu vardır. Kamu yönetimi evvela herkesin güvenebileceği hale
getirilir. O zaman yetkiler tanınabilir. Kamu yönetiminde tahribat öyle bir nok
taya geliyor ki bu noktadan itibaren hiçbirimiz bu tahribau onaramayacağız.
476
sonundan sonra da bu aşama geride kaldı. O zaman geniş tabanlı hükümet ve
koalisyon çağnlannda bulundum.
12 Mart dönemlerini hatırlıyorum. Ben o zaman Genel Sekreterdim. İnönü
ile görüşüyorduk. Bana en çok ağır gelen, beni her zaman düşündüren bir
müşahadesini dile getirdi. " Demokrasiyi düşe. kalka yürütüyoruz. Biz
siyasiler kaideleri bozuyoruz, restorasyonu Ordu'ya düşüyor. Biz bozdukça
bu böyle sürüp gidecektir. Restorasyon hep Ordu'ya düşecektir ve restoras
yon arası devirler daima var olacakrır."
Şimdi bakıyorum, bir bakıma talihli gelişmeler var. Restorasyon her devir
dekinden daha zorunlu hale gelmesine rağmen , askerlerin müdahale ihtimali
yok denecek kadar zayıftır. Neden böyle oldu? Çünkü tecrübe sahibi oldular.
Akıllı insanlar. Gördüler ki müdahaleler işe yaramıyor. Kitle çatışmalarına en
gel olunamıyor. Çözümü Silahlı Kuvetlerde aramak beklenemez. Onlar dış
düşmana göre eğitilmişlerdir. Siyasi bir tertibe girseler, Kıbns'a çıkarma ya
par gibi hareket ediyorlar. Bu yollarla da siyasi meselelerin üstesinden geline
miyor. Müdahaleler herŞeyi bozuyor. İnönü'nün kerameti ordu bakımından
geçerliliğini yitirmiş olsa bile, temeli doğrudur. Demokrasimizde yine onanın
devrine geldik. Biz hükümet olduk beceremedik. Demirel hükümet oldu. O da
beceremedi. Deneyecek neyimiz kaldı? Tek başına iktidar mı? Onun sonu da
12 Mart'a çıkıyor. Bunalım çok derinlerden kaynaklanıyor. Bu d�ğaldır. Bi
zim jeopolitik mevkimizde demokrasiyi bizim kadar işletebilecek başka bir
millet bulmak mümkün değildir. Ülke budur. Her 5 yılda bir nüfusumuz Dani
marka kadar artıyor. Kimse bunun altından kalkamaz. Hiçbirimiz bunun
alundan tek başına kalkan1ayız. Vergi refonuu yapalım diyeceksiniz. Bunu salt
çoğunlukla yapan partinin başı derde giriyor. Bunu ancak ikimiz beraber olur
sak yapabiliriz. Ben önerimde direniyorum. Uzlaşmada direniyorum.
Uzlaşamıyorlar diyorlar ama. uzlaşma alışverişle mümkündür. Karşılıklı
çalışırız. Belirli ve mutabık kalacağımız bir program üzerinde seçime kadar
yürüyecek, süresi sınırlı bir birleşmede görüş birliğine varırız. B enim
söyleyeceklerim bunlandır.
Cumhurb•aru Vekili Çağlayang)I konuştu:
Teşekkür ederim Sayın Genel Başkan. Konuşmalarınızı eğer iyi anlayabil
dimse, şöylece özetlemek istiyorum:
Buyuruyorsunuz ki içinde bulunduğumuz şartlar bizi birtakım tedbirler al
maya zorluyor. Ama bu tedbirler mutlaka demokratik kuralları özenle uygulay
arak alınmalıdır. Şiddete, baskıya başvurulursa anarşi daha da artar.
Olağanüstü durum, olağanüstü tedbirlere ihtiyaç gösterebilir ama, bunlar
Türkiye gibi genç bir demokraside ihtiyat ile uygulanmalıdır. Olağanüstü Hal
477
ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri dışında Mecliste bulunan terörü önlemeye
yararlı yasa tasanlanru zaten biz benimsemiş bulunuyoruz. Bunlan kabul ede
biliriz.
Devlet Güvenlik Mahkemesinin Anayasada yazıldığı gibi kurulmasını yargı
organlan için konulmuş genel kurallara aykırı buluyorsunuz. O haliyle bu
mahkemelerin kurulmasına razı değilsiniz. Sizin hazırladığınız tasan biçiminde
münhasıran terör davalarına bakan bir mahkemeyi kabul edebileceksiniz.
Olağanüstü Hal Kanunu konusunda ise. (tarafsızlığından şüphe ettiğim
bugünkü iktidara bu yetkileri tanımam. Yapılacak iş, belirli bir süre için, mu
tabık kalınacak bir programla ortak bir hükümet kurmaktır. Kurtuluş bundadır)
buyuruyor.mnuz. Öyle mi efendim?
Ecevit:
Evet efendim, söylediklerimin özeti budur.
Cumhurbaşkanı Vekili Çağlayangil:
Şimdi de Sayın Başbakanı dinleyelim.
Delrirel:
479
yolgeçen hanına döndü. Olaylann yüzde altmışının faili bulunamıyor. Bu iş ne
zamana kadar böyle devam edecek? Bu işi kimler bitirecek? Gôrev hangi orga
na düşüyor? Bu konular üzerinde dunnaya mecburuz. Bizce bu işin söruiıesi
için birinci derecede görevliler şu zincire bağlıdır: İstihbarat, Polis, Kamu
Yöneticileri, Silahlı Kuvvetler, Mahkemeler.
B u zincirde polis zayıf ise diğer halkalar ne derece kuvvetli olurlarsa olsun
lar. bir netice alınamaz. Biz göreve gelince polisin eksikliklerini iyi niyetle gi
dermeye çalıştık. Ancak hfila eksiklikler var.
Ben bir noktaya gelmek istiyorum. Yinni senedir bu işin içindeyim. Milita
rizmin daima karşısında oldum. 1980 Türkiye'si 1970 Mayıs'ına kıyasen daha
da tehlikeli bir durumdadır. Ben onbcş senedir askeri müdahalenin şifalı bir
reçete olmadığını söyleyip geliyorum.
B unun yanında Türkiye'nin varları da vardır. Altmışyedi ilimizin pek
çoğunda ciddi bir problem yoktur. B u illerin pekçoğu hala sakindir.
Beşyüzyetmişbeş kazamızın ellisi hariç. diğerleri salimdir. Bunları teker teker
saymak mümkün. Ben bu rakamları rahatlayalım diye söylemiyorum. Biz bu
yangını söndüremezsek, problemi olmayanlar da bulaşık hale gelecektir. Bu
durumda (bunalım vardır) diye sola sağa saldırır hale gelecek değiliz. Ne yapa
cağımız bellidir. Meselelerin üzerine varacağız, faili meçhul suç
bırakmanıalıyız. Kim ne yapıyorsa cezasını çekmelidir. Türkiye'yi bölmeye
kalkışmış olanların hakkından gelmeye mecburuz. Bunu başaramazsak işin
sonunun nereye varacağı belli olmaz.
Ben, Türk Devletinin yaprak gibi ti trediği yargısının d a
karşısındayım. Ancak Türkiye'nin rahata kavuşması söylediklerimizin
yapılmasına gerçekleşmesine bağlıdır. Varlığını rejime borçlu olan müesseseler
bu gerçeği unutmamalıdırlar. Doğru yola gelmelidirler. Sıkıyönetim ilan edil
miştir. Bu en son alınacak güvenlik tedbirimizdir. Buna rağmen olaylar bir yıl
yedi aydır durmuyor. Kan dökülmekte devanı ediyor. Silahlı Kuvvetler bu
nalmıştır. Üçümüzün arasında bunları konuşmakta mahzur görmüyorum ama,
bütün gayretlere rağmen yangının söndürülememiş olması askerimizi çok
üzüyor. Onlar büyük bir vatanperverlikle çalışıyorlar. Rejime atılan kurşunlar,
hepimizden ziyade askeri üzüyor. (Peki ne istiyorlar) derseniz yeni yasalara ih
tiyaç olduğu kanaatindedirler. Teklif fiilen bu görevi yapan Kumandanlardan
gelmiştir. Onlar (daha ne yapalım ki bu yangın sönsün)ün araştınnası
içindedirler. Bu arayışların zübdesi olarak, (bugünkü mevzuat içinde yapabile
ceklerimiz ancak bu kadardır) neticesine vannışlardır. Cephede harp yapan
asker bir saat içinde müessir bir hale gelebilir. Ama şehir gerillasına karşı
yapılan savaşta güçlükler kolay kolay aşılamıyor. Fevkalade Hal Kanununu
netice almak için istiyorlar. Askerlerimiz hassastır. Bir neferin düğmesi kopuk
480
olsa onlara göre O rdunun düğmesi kopmuştur. Asker, Ordu yıpranıyor kay
gusuna kapılınca, tedirgin olur. Bir avuç caninin peşinde koşar hale gelmek,
onları üzmektedir. Cinayetlerin devamını gördükçe eza duyuyorlar. Netice,
(Silahlı Kuvvetler bu haliyle uzun müddet bu işin içinde muhafaza edilemeze)
varıyor. Yani birşey bulmak lazım. Askerlerimize bir güç vermek lazım.
Silahlı Kuvvetleri bu işin içinden çıkam1ak kolay, Sıkıyönetimi uzatmayız,
mesele hallolur, ama Türkiye bu işin üstesinden gelmedikçe, Ordu bu işin
içinden sıyrılmış sayılamaz. Bunun içindir ki, Sıkıyönetim ilgililerinin görev
ve yetkilerini yeniden tanzim ihtiyacı doğdu. Görevler belirlenmeli, yetkiler
takviye edilmelidir. Hükümet kim olursa olsun buna acilen ihtiyaç vardır.
istenilen şeyler de makOldur. Bu devirde İstiklfil Mahkemeleri kurdurulamaz.
Tunceli Kanunları, Takrir-i SükOn Kanunları çıkartılamaz. Fakat işin oralara
varmasını istemiyorsak, mutlaka birşeyler yapılmalıdır.
Devlet güçlüdür diyoruz. Neden netice alınamadı? Mahkemeler onsekiz
aydır sürüp gidiyor. Öldürme işlerine karışmaktan binyediyüzelli kişi tutuklu
bulunuyor. Hiçbirisi hfila neticeye bağlanamadı. Bunların azılıları kaçıyor,
yeni yeni cinayetlere başlıyorlar. Çok konuşuluyor ama mahkemelerden bir
netice çıkmıyor. Devlet ceza veremez bir görüntüye giriyor. Suçluya ceza ve
remeyen bir Devlet düşünülemez. Hal böyle olunca evvela bu konuda uzlaşma
aramaya devam etmekte yarar vardır. Parlamento düşmanlığı yaratmaktan da
kaçınmalıyız. Bizim çıkarılması istenilen kanunlar üzerinde bir siyasi amacımız
yoktur. Zaten biz bu tasarıları hazırlanmış bulduk. Bir özel gündem yaparız.
İki parti oturur mutabık kalırız. Komisyonlar kurmaya bile hacet kalmadan bu
iş tertiplenebilir. Görev yapmak isteyenlere de destek oluruz.
Gerçekten Türkiye'nin bu hale gelişi, sistemi nazarı dikkate almadan izah
edilemez. Sistemde kusur bularak da izah edilemez. Ancak sistemde yapa
cağımız düzeltmeler için iki partinin biraraya gelmesinde ben de fayda
görürüm.
Güvenlik Mahkemesi ve Fevkalade Hal Kanununa· olan ihtiyacımız açıkur.
Ben (bunları yapabilirsek çok iyi olur, yapamayacaksak seçime gidelim)
derim. Böyle devam ederse çok kan kaybederiz. Seçime gidilince ne netice
alınır'? Seçim ne getirir, ne götürür diye uğraşmayalım. bunları bırakalım. Ha
kem millettir. Rejimin temel kaidesi budur. Ağustos içinde karar alabilsek, iki
ayda yani Ekim ortasında seçim yaparız. Saçim ne tablo getirir diye tahmin
lerde bulunmakta da yarar yok. Eğer seçim bozuk bir tablo getirirse, bugün
konuşulan meseleler o gün yine konuşulacak demektir.
Ben sözil edilen meselelere teker teker temas eUniyorum. Bunun sebebi
konuşmalarımızı bir sonuca vardırabilmek içindir. Kamu görevlilerinin siyasi
iktidarların tesirinden uzak tutulması hakkında Sayın Ecevit'in görüşlerine ta-
481
mamen katılının. Bu konuda anlaşabiliriz. 1 50-200 belirli makama politik
postlar gözüyle bakar, üst tarafını siyasi güçten tamamıyla uzak tutabiliriz.
Cumhurb•an Vekili Çağlayangil:
Bu toplantıyı düşünürken, buradan "spektaküler" bir netice çıkabileceğini
katiyen ummuyordum ve hatta bir sonuca varacağmızdan da şüpheliydim.
Ama sizleri dinledikçe mutlu oluyorum. Siz beraber konuşuyorsunuz. Sayın
Ecevit. "olağanüstü hallerde olağanüstü tedbirler almak lazımdır, bu doğrudur,
ama bu tedbirler sureti katiyede demokratik kurallar içinde alınmalıdır" diyor.
Sayın Demirel de, "muhakkak birtakım tedbirleri almalıyız, ama hu tedbirler
İstiklal Mahkemesi kum1akla olmaz, Tunceli Kanunları çıkarılamaz, Takrir-i
Sükun Kanunlarının devri geçmiştir, sureti katiyede hukuk kurallarının içinde
kalalım" diyor. Bu iki noktada tam bir ittifak vardır.
Muallakta kalan birtakım meseleler var. Mesela, birleşip beraber hükümet
olmak, Cumhurbaşkanını bir an evvel seçmek meseleleri konuşulamadı. An
cak, evvela mutabık kalınan noktalardan gidilerek mutabakatı daha zor olan
noktalara zamanla varmakla isabet görüyorum. Halen her iki lider Devlet
Güvenlik Mahkemeleri ve Olağanüstü Hal Kanunu dışındaki terörle ilgili ka
nunların çıkarılmasında mutabakatlarını ifade eunişlerdir. O kanunların neler
olduğunu tespit edelim, bir kere bu mutabakatı teyit edelim. Ondan sonra,
diğer konulara zamanla geçmek mümkündür, ben böyle düşünüyorum.
Sayın Demirel, bunun büyük bir aşama olduğunu söyledi ve bunun
üzerinde her iki taraf da, çıkanlmasında mahzur görmedikleri beş kanunu bera
berce tespit ettiler.
Ecevit:
Anarşi konusu üzerinde duruyorsunuz. Cumhurbaşkanlığı seçimi meselesi
ne olacak? Buna alışmış durumda m ıyiz? " Bunu bir tarafa bırakalım , başka
işlerle meşgul olalım"mı diyeceğiz? Aynı zamanda seçim devam ederken de,
Meclislerin Kanunları görüşmesine engel yoktur. Biz CHP olarak daima
çoğunluk sağlamaya çalışıyoruz. AP ise. hep Meclisi terkediyor. Biz şimdiye
kadar daima sorumluluk duygusu ile hareket ettik. Reisicumhur seçimi tur
larını baştan savılması gereken bir günah haline getirmek doğru olmaz.
Başbakanın bundan huzursuzluk duymaz hale gelmiş olmasını anlamıyorum.
7 aydır Meclisler susuyor. Denetim namına sadece bir gensoru görüşüldü.
Bu durumda demokrasiden elimizde ne kalıyor? Sayın Demirel'in görüşlerini
kabul eunemiz mümkün değildir. Mutlaka uzlaşmamız lazımdır. Halbuki
Demirel Anayasanın zaruri hale getirdiği uzlaşmayı reddediyor. Sadece Ka
nunları geçirmek için "gelin benimle uzlaşın" diyor. Reisicumhur seçimini ve
denetim yollarını gündemden çıkaramayız.
Polisimize, Devletimize, Askerimize, bir noktada haksızlık ediyoruz.
482
bazı güçler AP'den yararlanarak Devletin yerini almak istiyorlar.
Boşluklar açılıyor, o boşluk.lan dolduruyorlar. Bahçelievler'de neler oluyor?
Haraç işliyor. Silahlı zorbalar CHP Parlamenterlerinin evlerine zorla giriyor
lar. Bunları hep MHP'liler yapıyor. Sağcı militanlar mütemadiyen güçlenmeye
çalışıyor, Alevi mahallelerine saldırıyorlar. Polisin yanında cereyan eden olay
lara. polis göz yumabiliyor. Sol fraksiyonlar kışkırtılıyor. Silah, kudret aracı
oldu. Seçimle alınamayan neticeler silahla alınıyor.
Sade 7 ilde değil, onun civarında hilfil diye adlandırılan illerde ciddi olaylar
oluyor. vahşet oluyor. Bununla ilgili resimleri görseniz bakmaya tahammül
edemezsiniz. Derileri soyulmuş insanlara bile rastlanabiliyor. Yozgat'ta
sükunet var deniyor. Bu zorbalığın sükunetidir. O tür sükuna razı olacak
mıyız? Aslına bakarsanız Yozgat'la Fatsa'nın farkı nedir? Böyle şeylere razı
olmak. mümkün değildir. Bunlar ölü sükılnetidir, makbul sayılmazlar.
Sağcıların yıllardır "delqare" edilen planlarına uygun bir devleti, kendi dev
letini kurmak emelleri vardır. Kazanda kaynayan ateşi bu Hükümet koruyor.
Bu hal devam ettikçe hangi yetki neyi halledecek? Biz Şiran'da, Niksar'da
canımızı zor kurtardık. Sağ veya sol kesim bir yöreyi tam olarak hükmüne
alınca orada olay ç ıkartmıyorlar. Muğla'da da yeni örgütlenmeler var.
İdareden, Valilerden yardım görüyorlar. Silahlı Kuvvetlerimizin bu durum
karşısında moral bozukluğunu anlayışla karşılanıamız lazımdır. İngiltere'de on
yılı aşkın bir zamandır ordu, iç olayların içinden çıkamıyor. Bunun sebebi,
Ordu bu işten ayrılırsa durumun daha beter olacağına inanılmış olmasıdır. Bu
vaziyette Silahlı Kuvvetler kendilerini yapacak.lan göreve göre yetiştirmeye
çalışırlar.
Bizde Sıkıyönetim, vur kaç olaylarından netice alamıyor. Sivas, Erzincan
durumları gözönünde. Sıkıyönetime ihtiyaç olan yerlerde de tersine bir uygu
lama var. Bizi. vaktiyle Maraş'ta niye zanıanında Sıkıyönetim ilan etmediniz
diye kınayan Adalet Partisi, şimdi mesela Çorum'da Sıkıyönetim ilanına
yanaşmamaktadır. Bize göre Çorum, Tokat, Amasya, Yozgat'ta _Sıkıyönetim
ilanı zorunlu bir hale gelmiştir. Biz muhalefet olarak buna razı olduğumuz,
hatta teşvik ettiğimiz halde bu yola gidilmiyor.
MHP Sıkıyönetimde aradığını bulamamıştır. Çünkü bugünün Sıkıyönetimi
1 2 Mart devri gibi olamaz. Silahlı Kuvvetler gereken dersleri almışlardır.
MHP'nin hakimi yet sağladğı yerlerde de AP, Sıkıyönetim i lanına
yanaşmamaktadır.
Seçimden de söz ediliyor. Bu konuda bizim diyeceğimiz yoktur. Seçimi,
Milli Selamet Partisi de, Milliyetçi Hareket Partisi de istediğine göre, yeter oy
lar vardır. Bizden niye talepte bulunuluyor? Biz bu vaziyette seçim
yapılabileceğine inanam ıyoruz. Cenazeler musalla taşına götürülemiyor, halkı
seçim sandığı başına nasıl göndereceğiz? Biz MHP'liler gibi "vandettacı"
483
değiliz. Seçimi de reddeuneyiz ama, seçimi sorumlu bir Hi.ikümetin yapması
lazımdır. Bunlar çözülmeden seçimden nasıl bahsedilebiliyor. Kendileri is
tiyorlarsa seçim için bizim yeşil ışığımıza gerek yoktur. Sözü edilen bazı konu
lar için kanuna ihtiyaç duyulmaz. Mesela cezaevlerinde alınacak tedbirler gibi.
Ben yine uzlaşmaya döneceğim. Sayın Demirel, "biz CHP ile ancak savaşta
biraraya gelebiliriz" demişti. Bizce bugün memlekette savaş hali vardır.
Düşman Sayın Çağlayangil'in dediği gibi içimizdedir. Çekişmeleri bırakıp bu
duruma bir çözüm arayalım diyoruz. Beraberliği sağlayalım diyoruz. Beraber
liğin en makbulü böyle sağlanabilir. Bu birlik gerçekleşebilirse, Türkiye'yi
bölme arzulan sönecektir. Bize göre, Cumhurbaşkanı seçimi çözülmeden,
Meclisler çalışır hale gelmeden işbirliği yapılamaz.
Derrirel :
Sayın Ecevit'in öne sürdüğü düşüncelerin hepsinin teker teker cevabı
vardır. Ancak, hedef uzlaşma olduğuna göre ben burada yeni tartışma
açabilecek beyanlarda bulunmak istemiyorum. Cumhurbaşkanı seçiminde
uzlaşmayı kim istemez. Ama uzlaşamıyoruz işte. Bizim dediğimizi, başkaları
kabul euniyor, başkalarının dediğine, biz razı olamıyoruz. Uzlaşma nasıl ola
cak, kabahati kimde arayacağız? Bugün vardığımız nokta bile bir aşamadır.
Evvela, üzerinde mutabık kaldığımız kanunları hızla çıkaralım, diğer hususlar
da da uzlaşma zemini aramaya devam ederiz.
Sayın Cumhurbaşkanı Vekili:
Görüşmelere bu suretle son verildi. Bu konuşmalardan sonra, daha evvel
temas edilen konular üzerinde karşılıklı sohbet yaptık. Çıkarılacak kanunları
aynntılan ile tespit ettik. Konunun gruplarda ve Mecliste nasıl uygulamaya
konlİlacağı hususları da görüşüldü.
CUMHURBAŞKANLIGI
Sayın BÜYÜKELÇİ Ü. Halfak BAYÜLKEN Genel Sekreter
Sayın Prof. İlhan ÖZTRAK Başkanlık Danışmanı
485
Cumhurbaşkanı Vekili: Davetimize gelmenizi şükranla karşılıyorum. Bun
dan bir süre önce Sayın Millet Meclisi Başkanımızla bir görüşme yaptık. B u
görüşmede, 3 . 5 ayd ı r T . B . M . M . 'de Cumhurbaşkanı s e ç i m i ni n
sonuçlanamamış olmasının prestij ziyanına sebep olduğunu ve b u konunun
prestij ziyanından da öteye birtakım daha yoğun ihtilatlara sebebiyet verebi
leceğini tespit ettik. Açıkça anlaşılmaktadir ki, Partiler arasında uzlaşma ol
mad ıkça Cumhurbaşkanı seçimi sonuçlanamayacaktır, Millet Meclisi
Başkanımız Sayın Karakaş'la böyle bir uzlaşmaya nasıl katkıda bulunabiliriz
diye düşündük. Sayın Karakaş Sayın Ecevitle, ben de Sayın Demirel ile temas
etmek ve böyle bir ar�tım1ada bulunmak için mutabık kaldık. Sayın Demirel
ile gerekli şekilde geniş bir temasa vakit bulamamış olduğum bir sırada Sayın
Ecevit benimle görüşme isteğinde bulundular. Gerek Sayın Meclis B aşkanı,
gerek Sayın CHP Genel Başkanı ile yapmış olduğum konuşmalardan şu sonuç
çıktı ki, böyle bir araştınnanın yapılmasında yarar vardır. Sayın Demirel ile bi
lahare yapmış olduğum temastan da, kendileri de böyle bir araştınnayı uygun
buldukları anlaşıldı. Bundan sonra kendimce bir prosedür tespit ettim. Önce
İktidar ve Ana Muhalefet Partilerinin Sayın Liderleriyle birlikte görü�meyi ele
aldım. Bunun elbette bir gerekçesi var. Bu gerekçeyi şöyle izah edebilirim. Bi
lindiği gibi Cumhurbaşkanı seçimi için Genel Kurul'da 3 1 8 reye ihtiyaç vardır.
Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisinden biri Genel Kuruldaki yekiindan
tartı edilecek olursa diğerinin elinde yaklaşık 260-267 gibi bir rey kalıyor. Bu
rakamlardan 3 1 8'e varabilmek için geriye kalanını 9 ayn kesimden elde etmek
gerekiyor. Fakat fireler dikkate afınacak olursa bu aradaki farkı kapatmanın im
kansız gibi olduğu anlaşılır.
486
Cumhurbaşkanı seçimini , Türkiye Büyük Millet Meclisi, üç buçuk aydır
sonuçlandıramam aktadır. Son hafta içinde de , Parlamentoda çoğunluk
sağlanabilmesi zorlaşmıştır. Başkan seçimi tamamlanmadan Meclislerin tatil
karan almalarında hukuki sakıncalar görülüyor. En kısa zamanda bitirilmesi
esasen her bakımdan gerekli olan Cumhurbaşkanı seçiminin biran evvel
gerçekleşmesinde sayısız yararlar bulunduğu bu durumla da ortaya çıkmıştır.
Şimdiye kadar denenen yollar. Parlamento içindeki parti ve gruplar, özellik.le
üye sayısı fazla olan iki parti arasında bir uzlaşma olmadıkça. B aşkan
seçiminin daha da uzayabileceğini göstennektedir.
Bu deneme sonuç vermezse partiler, hiç olmazsa üye sayısı fazla olan iki
parti bir araya gelerek beraberce kabul edebilecekleri bir aday üzerinde
mutabakat aramalıdırlar.
487
Adalet Partisi Liderinin ise görüşleri §l)yledir:
Cumhurbaşkanlığı makamının fonksiyonu ve önemi karşısında bu makama
T . B . M. M. 'deki partilerden birinin içinden gelmiş bir parlamenterin
seçilmesinde isabet vardır. Bu göreve, bunalımdan kurtulalım da, kim olursa
olsun zihniyetiyle bir seçim yapılamaz. Seçimin biran evvel neticelenmesi
lazımdır. Ancak bu zaruret göreve mutlaka ehil ve Iayıkının seçilmesi gereğini
ortadan kaldmnamalıdır. Anayasanın Cumhurbaşkanında aradığı tarafsızlık.,
seçildikten sonraki devreye aittir. Yani Anayasamız, Cumhurbaşkanının ta
rafsızlar arasından seçilmesini değil, seçildikten sonra tarafsızlaşmasını
öngörmektedir. Bunun içindir ki parlan1entoda üye sayısı şalt çoğunluğa en
yakın olan partilerin kendi adaylarını Başkan görmeyi istemeleri ve buna
çalışmaları tabiidir. Durum CHP için de, AP için de aynıdır. Parlamentoda üye
sayısı fazla olan bu iki partinin kuvvetleri birbirine eşittir. Kendileri dıŞında
kalanların oy sayısı ise, zaruri fireler hesaba katılınca, noksanlarını tamamlaya
cak orantıda değildir.
488
bugünkü statüsüne hiç dokunmadan, yetkilerini değiştirmeden millete
seçtinnektir. B.u hakkın sahibine, kaynağına inmektir. Cumhurbaşkanının bu
yolla seçilmesi, sadece seçmeni değişeceği için, bu usul hakkında hertıangi bir
endişeye mahal yoktur. Bu sistemde salt çoğunluğu kazanamayan bir adayın
seçilmesi ihtimali, parlamento içinde salt çoğunluğu kazanamayan bir adayın
seçimiyle mukayase edilmemelidir. Yurdun dört bucağına yayılmış, milyonlar
ca seçmen arasında en çok oy almış olanla, Parlamento içindeki parti ve
grupların tercihi eşdeğerde tutulan1az. Bu itibarla Anayasanın ve Seçim Kanu
nunun belirli hükümleri en kısa zamanda değiştirilerek, Başkanın Millete
seçtirilmesi, en isabetli ve ilerisi için de gerekli çözümdür. Güçlük yöntemin
veya ilkenin tespit edilmemiş olmasından çıkmaktadır. Seçimin hedefi ne
yöntemdir ne de ilkedir. Seçimin hedefi kişidir. Kim olacak sorusuna bir ce
vap bulunmadıkça ve onun üzerinde bir mutabakat sağlanmadıkça, bugünkü
Meclis aritmetiği içinde netice almak mümkün değildir. Bunun içindir ki mil
lete gidelim diyoruz.
Şimdiye kadar teklifimiz kabul edilmiş olsaydı, Cumhurbaşkanı çoktan
seçilmiş olurdu.
Milli Selamet Partisi Genel Başkanırun düşünceleri şöyledir:
Her Parlamenterin, aslında millete hizmette toplanan görevlerinin bir
parçası da Cumhurbaşkanı seçimidir.
Cumhurbaşkanının bugüne kadar seçilmemiş olması iç açıcı değildir. Bu
yüzden birçok önemli yasalar ve buna bağlı tedbirler beklemektedir.
Cumhurbaşkanı seçiminde en büyük rol, üye sayısı fazla iki partiye düşer.
Bu iki parti dışında Başkanlık seçiminde yararlanabilecek 100 oyluk bir bölüm
vardır. Bünyesinde 250 oy toplayabilen ve dışardaki 100 oya sahip olmasını
bilen parti, kendi adayını seçtirebilir. Parlamentonun önünde tamamı ile de
mokratik bir yolla Başkan seçme imkanı durmaktadır. Müstakil veya
ısmarlama bir aday yerine bir partilinin seçilebilmesi için çalışılmalıdır.
Seçilecek kimsenin vasıflan üzerinde de durulmalıdır. Türk.iye'nin bugün ih
tiyacı olan hasletleri taşıyan bir zat seçilebilmelidir. Bu konuda görev, daha
çok sandalyesi fazla olan Partilere düşüyor. Bu partiler kendi adayları üzerinde
toplanabilseler şimdiye kadar seçim gerçekleşebilirdi.
B ir partili seçilemiyorsa, Partiler dışı adaylarla c!a çözüme gidilebilir. An
cak, halen Parlamentoda bulunmayan bir zatın dışardan Parlamentoya
alınarak, Başkan seçilmesi asla düşünülmemelidir. Böyle bir davranış Parla
menterlerin kendilerini inkarı demek olur.
Milli Birlik Grubu Başkanın görüşleri şöyledir:
1961 yılından bu yana yapılan seçimlerde bu mile.ama daima partisizler
489
otunnuştur. Bunca yıldar sonuç verici olan bu usule şimdi de uyulsa seçimin
kolaylaşacağı umulabilir. Bir partisizin seçilmesi, bir partiliyi seçmek arzusun
dan doğan iç rekabetleri de önler. Mukabil taraf adayın tarafsız kalacağına
inandığı takdirde bir partili de seçilebilir. Bugün Meclisin içinde bu vazifeye
layık arkadaşlar vardır. Parti Liderleri, mensuplarını baskıdan uzak tutar ve
konuyu bir haysiyet meselesi telakki etmezlerse, seçim kolaylaşır. Ülkenin
bugünkü nazik durumunda seçimi Millete götünnek veya balokaj ı andıran bir
sistemle Parlamento içinde aday aran1ak gibi tekliflere meydan verilmemelidir.
İkili, üçlü veya daha geniş toplantılar yapılarak, partili veya bağımsız ortak
bir aday üzerinde uzlaşma şarttı r.
Özetle, Başkan seçiminde, uzlaşma bugünkü Anayasaya göre tek çıkar yol
dur. Uzlaşma yoksa, vakit geçirilmeden, çözüm seçimde, millet iradesinde
aranmalıdır.
490
Türkiye Birlik Partisi Liderinin görüşleri şöyledir:
Türkiye Birlik Partisinin bu sorunu çözmeye yeterli sayısal gücü yoktur.
Görev, üye sayısı çok olan partilere düşer. Bu partilerin, Meclisi kilitleyen
davranışlardan kaçınmaları gerekir.
491
başkanı mı, yoksa Türkiye Cumhuriyeti'ne mi bir B aşkan seçilecek, evvela bu
konuyu teemmül etmelidirler.
492
hukuki yön tartışılabilir ama, ne olursa olsun hukuken ve fiilen tatile gireme
miş bir Meclis Genel Kurulunun haftanın her beş günü açılması ve her açılışı
müteakip de toplantı nisabının olmayışı dolayısıyla dağılması gibi bir durum
şüphesiz kamuoyunda, halkta, herkeste görevine yapamayan bir Parlamento
imajını hasıl edecektir. Bu durumdan başta ben olmak üzere Millet de, herkes
de endişe hisseder ve şüphesiz böyle bir durumun devamı bıkkınlık hisleri tev
lit eder.
493
bir azınlık hükümeti iş başındadır. Ben bu tip Hükümetlerin daima savunucusu
oldum. Düşünüyordum ki, demokrasimizin en büyük eksiği uzlaşma
kurallarını bu gibi gelenekleri geliştirememiş olmamızdır. Böyle gelenekleri
yerleştirmekte muhakkak ki yarar vardır. Aynca bir azınlık hükümetinin erde
mi, Mecliste oyların çokluğu ile ayakta durabileceğine göre, bir bakıma Parla
mento ile uzlaşmaya itina göstermesini gerektiren bir Hükümet tamdır. Onun
için, azınlık hükümetlerinin, bizde demokrasimiz yönünden iyi gelenekler ya
ratacağı ü m idiyle bu tip hükümetlerin kurulmasını savunmuştum. Oysa
bugünkü azınlık hükümeti salt çoğunluğa sahip Hükümetlerle kıyas edilirse,
onlardan daha ileri bir derecede kendi bildiği şekilde yürümektedir ve Parla
mento ile böyle bir uzlaşmanın hasıl olmasına yardımcı olduğu söylenemez.
Biz 22 aylık Hükümetimiz sırasında çok ağır tenkitlere uğramıştık. Filhakika,
bizim bugün m uhalefet olarak yaptığımız tenkitlerle karşılaştırılırsa bize
yapılan, bizim uğradığımız tenkitler çok çok ağırdı. Bu duruma rağmen, yani
şimdiye kadar yumuşak üsluplu. çok dikkatli bir muhalefet yapmış olmamıza
rağmen, maalesef uzlaşma imkanı kolay olmuyor. Bu sebepledi r ki, böyle
uzlaşma yollarını, anlaşma yollarını kurumlaştırma denebilecek yeni
yöntemlerle, üslupta yaptığımız yumuşak katkıya ilaveten. denemeye koymak
isteğiyle yeni bir hükümet şeklini önerdik. Maalesef bu önerimiz bildiğiniz gibi
reddedildi. Şüphe yok ki, yalnız üslupta dikkatli olmak uzlaşma için kafi gel
miyor.
494
yerlerde halk tarafından kötü muamelelere maruz kalabilmeleri ihtimalinden
dahi ürkmekteyim. Gelenekler şüphesiz ki kurulabilir, tesis edilebilir. Her
bakımdan uzlaşma yollarına başvurmak. bunlardan yararlanmak çok yerinde
olur. Meclislerin Anayasa hükümlerine rağmen, Cumhurbaşkanı seçmek için
toplanıp gerekli bir salt çoğunluk olmadığından dolayı dağılmaları konusunda.
Anayasa'nın bazı maddeleri dolayısıyla da. zor durumlarla karşı karşıya
kalınmaktadır. Filhakika belirli bir süre meclisteki çalışmalara iştirak etmeyen
lere uygulanacak ciddi müeyyideler vardır. Hatta bunların devanu halinde me
busluk sıfatının sona ermesi dahi mevzuubahis olabilir. Eğer bu müeyyideler
·uygulanmazsa. bu takdirde de bu toplantılara gelenler şüphesiz şikayet etmekte
haklı olacaklardır. Biz kalkıp allahın sıcağında hergün toplantılara
gelmekteyiz. Siz bunlara iştirak etn1eyenlere niçin bu müeyyideleri uygu
lamıyorsunuz diye soracaklardır. Genellikle bir siyasi mütareke, bir uzlaşma
havası içine girilmesinde büyük isabet olacağı kanısındayız.
495
Ana görevi kanun yapmak ve yürütmeyi denetlemek olan Türkiye Büyük
Millet Meclisinin, içinde bulunduğumuz ortamda bu görevini kemaliyle yerine
getirdiği kuşkulu ve halen gündemindeki anarşi ile etkin mücadale önlemleri ,
ekonomik istikrar ve sosyal güvenlik ile ilgili ve toplumumuz için hayati
önemde tasan ve tekliflerin görüşülmeyi beklediği bir dönemde 1 1 1 gündür
Cumhurbaşkanı seçimi ile meşguliyeti herhalde ferahlık verici bir manzara ol
masa gerektir.
496
günde duyduğu bezginlik halka sirayet etmiştir. Devleti devlet yapan kuralların
kaynağı Parlamentonun bu tür davranışı, kişiler ve kurumlar için kötü bir
örnek teşkil edeceği gibi taze demokrasimizi zedeleyebilecek davranışlara ve
hatta rejim tartışmalarına neden olabilecektir.
2. Bir başka çözüm yolu, en azından iki büyük parti yöneticilerinin partili,
ya da partisiz bir üye üzerinde anlaşarak aynı şekilde müşterek imza ile oyla
maya sunulmasıdır.
497
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKKINDA DA
GENSORU VERİLİYOR
498
rekatı Adalet Partisi iktidardan çekildiği bir zamanda olsun. Böylece Ordu dai
ma sağ iktidarın karşısında, solla aynı paralelde görüntüsünü ortadan
kaldırmış olurduk. Fakat bunda muvaffak olamadım. Kendim Demirel'e gidip
bu düşüncemi elbette söyleyemezdim. Bizim halimiz, tavrımız ve tutumumuz
dan bwıu anlaması gerekirdi. Belki anladı ama talunin enııedi.
Temmuz ayını kapatmadan Haziran ve Temmuz aylarının kanlı bilançoswıu
vermek istiyorum.
Haziran'da 627 olayda 230 kişi ölmüş, 466 kişi yaralarunışken; Temmuz
ayında 797 olay olmuş 341 kişi ölmüş, 5 1 0 kişi yaralanmıştı. Teminuz'da
günlük ölü sayısı yaklaşık dokuza yükselmişti
ACUSTOS 1980
499
NOT DEFIERiMDEKİLF.R
500
Bakanlar Kurulu üzerindeki murakabesi daha etkili olur. Aynı zamanda millet
vekileri bakan olacağım hırsindan kurtulur ve mecliste çoğunluğu sağlamak
pahasına bakanların mecliste bulunmak zorunluluğu ortadan kalkar.
14. 1 20'nci maddedeki üniversitelerle ilgili madde yeniden ele alınmalı.
İlmi özerklik hariç idari özerklik kaldınlrnalı.
1 5. Olağanüstü hal uygulamasına cevaz veren 1 23'üncü madde yeniden ele
alınmalı ve anarşik olaylar vukuunda da olağanüstü hal uygulanabilmeli.
501
3 1 . Bazı suçlar için af çıkarılmamalı.
36. Asgari ücret konusu halledilmeli, toplu konut yapımı ele alınmalı, gece-
kondu işi halledilmeli.
40. İktidara gelen bir parti muayyen yerlerdeki kişileri değiştirme yetkisine
sahip olmalı.
44. Sendika ağalarının her konuda söz sahibi olmaları önlenmeli. Bir fabri
kaya işçi alınırken bile işçi temsilcisinin onayının alınması ve mühendisleri
dövmeleri önlenmeli.
48. Dinin politikaya alet edilmemesi için kesin kanuru tedbirler getirilmeli.
502
53. Tanın ve Hayvancılık refonnu yapılacak.
54. Her sahada tasarrufa büyük önem verilecek. Bilhassa akaryakıt kul
lanımındaki savurganlığa son verilecek.
55. Emniyet hizmetlerinde görev yapanlardan herhangi bir kişinin yasa dışı
örgütlere yardım ettiği tespit edilirse, o örgüt mensuplarına verilen cezanın iki
kau emniyet görevlisine verilmeli.
56. Tıp fakültc�eri çoğaltılacak ve üniversiteyi bitiren doktorlara devletin
göstereceği yerde üç sene hizmet yapma mecburiyeti getirilecek.
- 1
57. üniversitelerin disiplin yönettnelikleri birbirine benzeyecek.
58.Üniversitelerdeki öğretim görevlisi profesörlerin derslere girmeleri
mecburiyeti getirilecek.
59. Ortaokul ve lise müdürlerine makanı ödeneği verilecek ve okulun bütün
idaresinden sorumlu tutulacak.
60. Okullara ceketsiz, kravatsız, taraşsız pejmürde kıyafetlerle gidiş
önlenecek.
6 1 . Yurt dışına kaçan ve çağınldığı halde gelmeyenler, Türk vatan
daşlığından çıkarılacak.
62. Nüfus planlan1ası, doğum kontrolu ele alınacak.
63. Merkez valiliği kadrosu azaltılacak ve dondurulacak. Valilikten
alınanlara başka görevler verilebilmeli, kabul etmeyenler emekli edilmeli.
64. İdam cezalan hemen tasdik edilecek.
65. Siyasi partilerdeki gençlik kollan. kadın kollan gibi örgütler olmamalı.
66. Cumhurbaşkanlannın, her sene meclisin açılışında bir konuşma yapma
ları uygun olur.
Not defterime kaydettiklerim aslında 1 03 adetti. Bunlardan bir kısmı
önemsizdi, onun için buraya almadım. Bir kısmının ise gerçekleştirilmesinin
uygun olmayacağına kanaat getirdiğim için almadım.
12 Eylül'den sonra bunların haricinde daha birçok konulara el atılmış ve
gerçekleştirilmiştir.
Yukanda sıraladı:"lar,_;m içerisinde gerçekleştirilmesinde muvaffak ola
rrtadığırİl ve bunun için -de hala daha üzüntü duyduğum konu; Cumhur
başkanının halk tarafından ve tek dereceli olarak seçilmesi hususudur. Zira
ben, Cumhurbaşkanı seçilen kişinin gücünü milletten almasının doğru ola
cağına inanmışum. Büyük Millet Meclisinde dönen oyunları hepimiz çok iyi
hatırlıyoruz. Halk tarafından seçim yapılacak olursa, bu oyunlar çok daha az
503
olacağı gibi, gücü de o nisbette daha fazla olur. B u konu üzerinde fazla
ağırlığımı koysam belki Anayasayı o şekilde düzenletebilirdim fakat ağırlığımı
koymadım. Belki ben yanlış düşünüyor olabilirim d iyerek çoğunluğun fikrine
saygı gösterdim. Ancak bu inancımı hfil! daha muhafaza ederim. H alk ta
rafından seçildiği takdirde Cumhurbaşkanlarının iki defa da seçilmesinde bir
mahzur olmazdı.
504
yaparlarken; evet İnsan Haklan Sözleşmesinin 2'nci maddesi böyle der ama,
bizler ülkelerimizde ölüm cezalarını kaldırdık sizde kaldırın demektedirler. B u
durumun kapitülasyonlar devrinde Osmanlı hükümetine batılı ülkelerin
yaprıklan baskılardan farkı nedir? Aynı şey değil mi? O dönemi acı acı tenkit
ediyoruz da, biz de aynı durumda kalmıyor muyuz? B i r ülkenin yargı
bağımsızlığından daha üstün ne düşünülebilir ki? Hani sırası gelince tam
bağımsızlık d i ye bar bar bağıranlar? Bu konuda neden seslerini
yükselttniyorlar?
7'Nd VE SON
SIKIYÖNETİM KOORDİNASYON TOPLANTISI
Bir süreden beri siyasi parti yönetici ve üyelerine vaki olan saldırılar bir
505
m illetvekiline de yöneltilmek suretiyle, bütün partilerin şid(let eylemleri içine
çekilmesi amaçlanmış ve saldın olaylan parlamento üyelerini de hedef almıştır.
Bir sendika liderinin öldürülmesi suretiyle işçilerin kanunsuz grev ve dire
nişICre itilmesine ve böylece kamu hizmetlerinde üretimin felce uğratılmasına
çalışılmaktadır.
"- Uzm anlaşmış. nitelik ve nicelik bakımından yeterli bir emniyet örgütü,
bu alandaki yoğun çalışmalar.ı rağmen henüz gerçekleştirilememiştir.
506
arasındaki ilişkiler istenen düzeyde ahenkli ve iyi olmadığından, halk tedirgin
dir.
- Tarafsız, etkin, adil ve süratle ceza veren bir devlet durumuna gelinerek
halkın desteğinin sağlanması,
SIKIYÖNETİM KOMUTANLARININ
SÖYUDİKLERİ
yok, numarası yok, bölgesinde karakol yok. Allah'a emanet edilmiş. Her
toplantıda bu sıkıntılarını dile getiriyor, fakat yapılan bir şey yok. Bütün kuru
luş ve kişiler her konuda Sıkıyönetim Komutanına başvuruyor. Sıkıyönetimin
507
görevi olmadığı halde ondan medet umuluyor. Bakınız Komutan bunları nasıl
ortaya koyuyor, dinleyelim:
508
vakit parlamentodan başlayarak en son küçük memura kadar bütii.11 görevlileri
kasdediyorum.
İstanbul olaylamı mihrak noktasıdır. lstanbul'a bu kadar daha poİis ve
asker koysak olaylara mani olabilecek miyiz? Za11nemıiyorum. Zira anarşiye
mani olacak tedbirler aluımamıştır. Diğer şehirlerde ko11trol kolay olmaktadır.
Çünkü vildyet küçük, nüfus az. Bu yüzden sıkıyönetim orada oturmuştur,
idare etkinliği11i gösterebilmektedir. lstanbul'un nüfusu yaklaşık beşbuçuk
milyo11, ucu bucağı belli değil, sokağı yok, muhtarı yok, idarecisi yok, bele
diyesi yok. Bu bakımdan İstanbul'da anarşi devanı edecektir dedim. Evvela
İsta11bul'a girişi komrol altma almak gerek. Bu şehre her sene 200.000 kişi
geliyor. En az da 100.000 gecekondu yapılıyor. Bunun içinden nasıl çıkılır? O
halde bir kontrol alıma almak imkamnı bize bahşedin lütfen. Biz sokaktan
adamı yakalıyoruz, öbür taraftan 1 .5 milyon işsiz var. Aç insan kalkıp
İstanbu/'a gelmiş iş bulamamış. O halde bir şey yapacaktır. Kolayım da bul
muştur. Bugünkü sisli, bulamk havada11 faydala11arak, devlet namma, örgüt
namma parayı alıyoruz diyor. Bu hareketi maişetini temi11 emıek içindir. "
1 'inci Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı cezaevlerinin acıklı durumlarını ve
yer olmadığından, birçok azılı tutuklulan kışlalarda banndırmak zorunda
kaldığını, sorgulama ekiplerinin kifayetsizliğini, riskli bir görev olduğundan
polisin sorgulama ekibinde görev almak istemediğini, görevden kaçmaya
çalıştıklarını, bunlara ayn statü uygulanmasını tekli f ettikten sonra,
kaçakçılığın. silahlann TIR'larla geldiğini belirterek bu konuda şöyle dert
yandı:
"Dünyam11 silahım yakalıyoruz. 6136 sayılı kanuna göre kaçak silah bulun
duranları adliyeye veriyorum, mahkeme silahlan hapsediyor, sahiplerini
serbest bırakıyor. Kaçakçılığı önleyelim diye uğraşıyoruz, bu yüzden şehitler
veriyoruz. Diğer taraftan şehirlerde yeni yeni kaçak e�)'a satan dükkanlar
açılıyor. Hatta geçen hafta televizyonda (asker dönüşü) diye bir film vardı.
Filmde kaçakçıyı masum yaptı, ekmek parasım kazandırdı, jandarmayı
kötüledi. Bu durum karşısmda bizim subayımız, erimiz kaçakçılarm üzerine
nasıl gitsi11? Yetkilerimiz ise smırlı.
Başka bir misal vereceğim: cezaevinde mahkumlar grev yapıyor. Biz bir
şey yapanuyoruz. Hapishanede disiplini sağlayabilmek için sıkıyönetim komu
tanına bu konuda yetkiler verilmesi /azını. Ben bugün bir albaya 28 gü11
disiplin hapsi verebiliyorum da hapishaneye karışanuyorum."
İşte durum bu kadar acıklı. Senelerin ihmali devletin yöneticisini hakim ve
emniyet mensuplarını bu hale getirmiş.
Diğer sıkıyönetim komutanları teker teker si5z alarak, adet olduğu üzere
bölgesindeki olaylan, alınan tedbirleri, bugüne kadar yaptıkları tekliflerin
çoğunun yerine getirilmediğini, yeni tekliflerini anlattılar. Erzurum, Kars,
Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Ragıp Uluğbay da bakın neler söylüyor:
"Sayın Başbakanım:
Maltlmlarınız olduğu üzere Türkiye'mizi rahatsız eden anarşi ve terörün
hasseten aşırı solun gayesi demokratik, parlame11ter sistemimizi, hukuk
düzenimizi, insan hak ve hürriyetlerimizi bir kelime ile devletimizi yıkmak, bir
510
komünist peyki haline getirmektir. Bu yolda eylemleriyle bir savaş
sürdürmektedirler. Bölücüler ise, memleketimizi parçalayarak bir bölümünde
Kürt devleti kurmak suretiyle toprak ye milli bütünlüğümüze kasdetmektedir.
Her ikisi11de de güçler yalmz onların bildiğimiz örgütleri, militan kadroları ı•e
vurucu timleri değildir. Bu11ları memleket içinde ve dışmda destekleyen güçler
ve mihraklar var. Gayeleri malum ola11 bu tehdit güçleri eylemleri11i insan
hakları, hukuk kuralları, adalet prensipleri ve buna benzer insani ve mede11i
düşüncelere uygull olarak düze11lememektedir/er. Oniamı kuralları hedejleri11e
ulaşmak içi11 her türlü vastta ve çareye başvurarak hiçbir yasayı tammamaknr.
Milita11lar ke11disi11de11 isteneni mutlaka yapmak zonmdadırlar. Aksi onlar içi11
ölümdür. A11arşist ve terörist malım, camm, istikbalini ortaya koymuş kişidir.
Bu11unla mücadele eden devlet güçleri icraatını kanu11, hukuk kuralları adalet
ve insa11 hak/arma saygmlık içi11de yapmak mecburiyeti11dedirler.
Saym Başbakamnı, oyu11un kuralları iki taraf için aynı ve eşit değildir. Bir
taraf gayesine ulaşmak içi11 hiçbir kurala tabi değilken, diğer taraf tabiri lütfen
mazur görü11 oyunda faul yapmamak zorundadır. Aksi takdirde
ceza/a11dmlacakttr. Bu >ıede11/edir ki a11arşi ve terörü, komrol altma alıp
sürdürmekle görevli devlet kuvvetleri bu mücadeleyi tahdit/erle yürütmek
zoru11dadır. Bu sözlerimle devleti11 temeli o/a11 hukuk düzenini, demokratik
rejimi, insani kuralları suçlamak ve bir tarafa bırakılsm demiyorum. A11cak
süratle ve müessir 11etice almmas11wı nede11/erinden ö11emli bir u11sur olarak
dile getirmek istiyorum. Tehdit devleti11 tahribi olduğuna göre, bu tehdidi11
bertaraf edilmesi11de mücadale vere11 devlet güçleri11in fevkalade halin
gerektirdiği yetkilerle do11anlması gerektiği ka11aamıdayım."
Sıkıyönetim Kom utanlarından Adana, Kahramanmaraş, Gaziantep
Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Nevzat Bölügiray, bölgesinde cereyan eden
olaylan, yapılan operasyonları, yakalanan militanl�m. mahkemelerin durum
lanrıı izah ettikten sonra Başbakan Dcmirel'in (Hedefe ne zan1an ulaşılacaktır)
şeklinde ilk sıkıyönetim koordinasyon toplantısında sorduğu soruya cevap
teşkil etmek üzere, bu konuda şunları söyledi:
511
Çaltşmalarımızda bürokrat/arla partizanltk/a uğraşmanın ve mücadele etme
nin sıkıyönetim görevlilerini e11 az anarşi ve terör kadar meşgul ettiğini ve yor
duğwıu da belirtmek isterim.
Arzederim."
Görüldüğü üzere Korgeneral Bölügiray şimdiye kadar her sıkıyönetim
koordinasyon toplantısında yaptığı tekliflerin ve aynca yazı ile çeşitli ba
kanlıklara ve özellikle İçişleri Bakanlığına yaptığı müracaatların bir sonuca
ulaşman1asından son derece sıkıntılı. Bu konuşma bunu açıkça gösteriyor.
"Ülkemizi bufevkalade hal içine iten hadise hiç şüphesiz anarşidir. Anarşi
ile uzaktan yakmdan ilişkisi bulunan kuruluşların hepsinde de hemen hemen az
çok bir noksanlık görülmektedir. Bu noksa11lığ111 giderilmesi için de büyük
gayretler satfedilmektedir. Benim bakanlığım malumlamıız olduğu üzere bir
umum müdürlüğü cezaevleri ve tevkif evlerine bakmakta, devletin güve11/ik
güçlerinin karşısma silahla çıkandan, devletin bütün kanunlarım hiçe sayan
kişilerin pes dediği yer de cezaevleridir. Evet cezaevlerimizde büyük
sıkuırılarımız var. Büyük problem halini almış birkaç cezaevi de mevcuttur.
Yalmz saym Başbakanım, daha önce de bu yüksek kurulda arzettiğim gibi, ce
zaevlerinde büyük sıkıntımız sadace o yere yakalayıp, toplamp getirilen kona11
kişilerde11 değil, yılların meydana getirdiği disiplinli bir müessese olan cezaev
leri11i biz disiplinini tümden kaybetmiş olarak teslim aldığımızı daha önce de bu
kurulun ö11ünde arz etmiştim. Bütün sıkmtl infaz perso11eli11i11 tahrip edilmesin
den doğuyor. Göreve başladığımızdan itibaren karşılaşacağımız sıkmtm111
başında bulunduğumuz için ilk işim cezaevlerinin durumuml tespit etmek oldu.
Eski bir savcı olarak gördüm ki, cezaevlerinde müdür olarak, memur olarak,
gardiyan olarak disipline düşkün, görevini yapan ve hükümlüyü ıslah ederek
de cemiyete yararlı hale getirecek i11sanların hemen hemen çoğu görevini
bırakıp ayrılmış, bunlardan müddeti dolanlar emekli olmuş, müddeti dolmay
a11lar ise istifa ile ayrılıp gitmişler. Bunun sebebini aradım gördiinı ve tespit et
tim ki cezaevi müdürleri dahil memuru ve gardiyanı cezaevlerindeki mtuldulara
hizmetli hale getirilmiş, buna tahammül edemeyen kişiler de görevi terk ederek
aynlmışlar.
Saym Başlxıkamm,
İnsan bir yerde görev yaparken ya tahsili ile ya ihtisası ile ya tecrübesi ile o
görevi yürütme imkanına kavuşur. Bu kısa zamanda temini mümkün değil,
yetişmiş müdür bulamadığımızı sıkıntısını Zat-ı Alinize arzettim. Bakanlar Ku-
512
rulu olarak bana emekli olmuş arzu eden disiplinli, disiplini sağlayacak hiç ol
mazsa bir kısım büyük cezaevlerinin başma getirilmelerine imkan sağlayan 25
kadro verdiniz .. cezaevlerine müdür tayin edeyim diye, personel kanununun
bir acizliği iki aydan beri ancak 3-5 kişiyi tayin etme imkanına kavuştum. Bir
takım formaliteler yine hiç olmazsa her cezaevine 1 0-15 disiplinli güvenilir
gardiyan koymak suretiyle işi yoluna koyma çabası için müracaatımı
değerlendirdiniz, 500 kadro verdiniz. Bu kadroya da hiç olmazsa tecrübeli
eleman alma yolunda Saym Jandarma Genel Komutanlığımıza müracaat ettik.
Jandarma erlerinden, komando erleri11den müracaat eden o/ursu gardiyan ola
rak diye. Maalesef oradan da müspet netice alamadık. Yine Zat-ı Alinizin
yardımıyla bütçeden bir ödüllendirme imkamm, hiç olmazsa bu hizmeti yapa
cak kişileri teşvik edelim diye bir imkan sağ/adımı. Bu sefer yan ödeme karar
namesinde yine infaz memur/arma, diğer memurlara nazaran/arklı bir imkan
sağladınız. Buna rağmen boşluğu dolduramıyor, bu boşluk sadece i11/az me
murlarmdan da gelmiyor Saym Başbakamm. Daha önce de arzettiğim gibi, bir
kısım savcılarımızın tutumundan doğuyor. Nisan başmdan beri haftamn Cu
martesi, Pazar'ı 46 vilayeti dolaştım, aşağı yukarı 130 cezaevilıi gezip
gördüm. Cezaevlerini birbiri ile mukayesede vardığmı bir şey; hem i11faz me
mur/arın111 tutumu11da11, hem de il savcısımıı görevini ciddi tutup tutma
masmdan orada büyükfarklılığım gördüm. Kısaca şunu arzetmek istiyorum.
Saym Başbakamnı,
Birbirimize yardım edeceğiz ve göreve geldiğimiz günden beri de Say111
Komutanlarmu:la irtibatlarımız oldu. Teklifleri oldu, bu teklifler kanun tasarısı
yö11ü11den oldu. Onları süratle hazırladık, cezaevleri yönünden ke11di/eri ile de
devamlı mümkün olam yapmaya çalışıyoruz. Bunun yamnda cezaevi binası
sıkmtımız da mevcut. Devir teslim aldığım zama11da çok cezaevlerinin
içerisinde isyanlar sebebiyle radyatör, su, elektrik, mutfak, görüşme yerleri ve
müşahade hücrelerinin tümünün tahrip edildiği11i de gördüm. Saym
Başbakanını bu bir kısmı isya11lar isyam ke11dilerine meslek haline getirmiş,
dışarıdaki a11arşistleri11 içeride de boş durmama ve içeride de birtakım hadiseler
çıkararak kamuoyu karşısında devleti zor duruma düşürme gibi davramşları
veya bunun yamnda canları sıkıldıkça bir başka yere gidebilme gibi turistik
davranış içerisinde cezaevlerinde tek sağlam müşahade hücresi bulamadım.
Sayın Başbakamm, altı aydır aşağı yukarı yüzde 70'ine yakın meydana
getirdiğim tamirat ekipleriyle bu hücreleri tamamlamış bulunmaktayım.
Mutfaklar tahrip edildiği için herkes kendi yemeğini pişirecek imkanları da
sağlanmış, her ranzanın altmda bir tüpgazı, onun yanında çay takımı, onun
yanında tavası tenceresi bu tüpler zaman zaman kötü kullanılmış; tüpleri yavaş
yavaş çektik, mutfakları kurduk ondan . sonra çay-kahvesini bir ocağa
bağladık, hepsini disiplin altına aldık. Birtakım yolsuzluklar vardı, onları
513
önledik ve devleti milyarlarca zarara sokmuş, önümüzdeki kış gelmekte bir
takını cezaevlerinin henüz doğru dürüst keşifleri bize imik.al emıedi, ihalesini
yapamadık. Kalorifer tesisatlamun çailşma güçlüğü ile karşı karş(vayı z.
Bumm yamnda bu hadiseler gibi met·cut disiplin ·de ortadan kaldmlnuş, bir
saygısızllk başlanuş, bir toplu ziyaret usulü konmuş. Saym Başbakamm
cezaeı·lerine geçen dönemde dışandan hastane kapısı açı lir gibi, hapishanenin
kaplSI açılmış, içeriden koğuş la r açılnuş, herkes ca111 n111 istediği yerde
oturmuş, istediği alışı-erişi yanyana oturma.k suretiyle yapnuşlar.
C ezael'!eri 11i11 ıe/efo11 borçlanm ödeme imka11Jız hale gelmiş. Say111
Başhaka111m, çünkü del'Omll şehirlerarası malıkıinı/ar, mel'kujlar telefonu işgal
etmişler. Tabii müdüre, infaz menıurıma , bilmem gardiyana emrederek bu
işleri mpnuşlar, l'e/hasıl değerli zamammzı almak i.\'femiyorum. Bir de binaya
560 milyon tahsisat \'erdiniz. Bitmesi
ihtiyactn11z l'Or, bu sebeple lütfettiniz
gereken bu yıl içerisindeki 13-14 tane cezael'ini de bitirme gayreti
i�·erisindeyiz. Ama maalesef tabii onlar bitmeden her gün Saym
Komutan/armuz ı·e giil'enlik kuvl'etleri taraf111dan toplanan sayı armkça bizim
yine cezael'i sıkmtm11z da del'am edecek çünkü 24 ifa 1200 kişilik
cezael'lerimizin hepsinin kapasitesi iki misline çıkn11ş l'(Jziye11edir. B u 641
cezaeı·ini11 hepsinde bu sık111tı var. Tahmin ediyorum bitenlerle de bu sık111ttyı
karşlfayamayacağız. Yine bina bakm1111dan da bu sı k111 tm11z del'Onı edecektir.
Diyarbaktr'da bitmek üzere olan cezaevini tabii yine ihtiyaç/an sebebiyle bir
kısm1111 işgal ettiler. Şimdi Erzurunı 'da bir sık111tm11z çıktt , onu da mümkün
olan şekilde hallederiz. Saym Başbakamnı, sık111ttyı kabul ediyorum. A ma
nıel'cut problemi ortadan kaldtrnıak için de bütün gücümüzle _wlmadan ,
bıkmadan çalışıp yerine getireceğiz. Saygılar swıarmı."
'Türkiye'de herşey düzgünmüş de, polis bozulmuş gibi bir intibaya gelmek
yanlış our. Herşeyde olan çökü11tü polisi de gelmiş bulmuştur. Geçmiş iki
sene zarfında polise hiçbir şey verilmemiştir. Silah verilmemiştir. Vasıta veril
memiştir. Bugün polisin silahı dahi yoktur. Varsa bile çok azdır. Vasuası
yün7.nıez, telsizlerde duyarsmız, hatta valilerin altındaki arabalar bile çok za
man yürüyecek durumda değildir."
Orhan Eren. yeni açtıkJan polis okullanndan mezun olacak genç polislerden
5 14
bazı Sıkıyönetim komutanlıkları bölgelerine kaç polis vereceğini rakamlarla
ifade ettikten sonra, bakınız acıklı durumu nasıl dile getiriyor:
Her zaman olduğu gibi son konuşmayı yine Başbakan Süleyman Demirel
yaptı. Konuşması oldukça uz1.ondu. Zaten hiçbir Sıkıyönetim Koordinasyon
toplantısında kısa konuşma· yapmadı. Hepsini buraya almam m ümkün ol
madığından, mühim gördüğüm kısımlan almakla yetineceğim.
5 15
DEMİREL'İN KONUŞMASI
Konuşmasına verilen bilgilere teşekkür ederek başladı. Son iki aylık dönem
içerisinde öldürme olaylarının fazlalaşmasına, eski Başbakanlardan Nihat
Erim'in, bir milletvekilinin, bir sendika liderinin öldürülmelerinin de bu
dönem içinde vuku bulduğuna değindikten sonra,
Demirel bu arada Küıt devleti kurmak amacıyla kurulan APO gibi çeşitli il
legal örgütlerle mücadele edilmesini , bu fügütün arkasında bulunan ve destek
leyen dış güçleri ve ülkeleri saydıktan sonra, alevilik-sünnilik ayrımını
kışkırtan güçler hakkında da görüşlerini açıkladı. Buradan yine m�emele
rimizin işlemeyişine değinerek;
5 16
"Mahkemelerimizi işletmeliyiz. işlemiyor, bu kadar işliyor meselesini bir
defa daha kendi aramızda konuşacağız. Onu sayın Genelkurmay Başkanınuzla
birçok kereler konuştuk. Son günlerde de 8-1 0 defa yine konuştuk.
Mahkemeleri biz teşkil ettiğimize göre, işlemeyen mahkeme yerine işleyen
mahkeme koymak acaba elimizde değil mi? işte Türkiye Cumhuriyeti Devleti
gelmiş tıkanmış mahkemeye. Bu kadar oluyor diyemeyiz" demek suretiyle
mahkemelerde yapılması gereken işlere temas etti. Söyledikleri doğru ol
masına doğru da, bunun çaresini bulacak olan biz askerler değil, hükümet ve
parlamento. Bunları burada söylemenin yararı yok. Biz şikayet mercii değiliz.
Parlamentoda çıkıp bunu anlatmak hükümete düşer.
Demirel, Sıkıyönetim Komutanlarının söylediklerine ve özellikle l'inci
Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Necdet Üruğ'un konuş01asına ge
rekli cevaplan vererek konuşmasını sürdürdü. Soldaki anarşist ve teröristlerle,
sağdaki eylemcilerin giriştikleri eylemleri karşılaştırdı ve soldaki eylemcilerin
mevcut nizamı yıkarak yerine Marksist ve Leninist bir rejim getirmeye
uğraşııken; sağdakilerin devletin yanında yer aldığını, mevcut rejimi korumaya
çalıştığını ifade etti. Aıkasından bunları söylemekle sağda eylem yapanları,
adam öldürenleri koruyor değilim, kim suç işlerse cezasını görmelidir demek
suretiyle kendisinin yanlış anlaşılmasını önlemeye çalıştı.
Demirel aslında bunu yeni söylemiyordu. Yurt sathında yaptığı
konuşmaların birisinde de buna benzer bir beyanat vermişti. 7.annediyorum,
"Devlete silah çekenle, ona mani olmaya çalışanları bir tutamam " demişti
Demirel konuşmasının sonuna doğru,
"Devlet bu mücadeleyi azimle yapıyor, azimle yapmaya da devam etmeli
dir. Bu mücadeleyi devlet sadece askerlerin işidir, efendim sıkıyönetim komu
tanları var, sıkıyönetim onları yapsın diye mi devlet milleti arkasına da alarak
bu mücadeleyi yapıyor. Efendim, ben ne yapayım, askerler yapmadı
başaramadı demekfevka/Me dakilet olur" dedi.
Görüyor musunuz, bu toplantıda çok doğru olanı söylediği halde, 1 2
Eylül'den sonraki dönemde bunun tam tersine, "Efendim sıkıyönetim ilan edil
miş, sıkıyönetim kommanlarına yetkiler verilmiş, hükümet olarak bizim yapa
cak bir şeyimiz yok ki. Askerler isteselerdi anarşi ve terörü önleyebilirlerdi,
nitekim 1 2 Eylül günü bıçakla kesilir gibi kesildi. idareye el koymaya kararlı
oldukları için bilerek anarşinin üzerine gitmediler" diyebildi. İnsanda insaf,
izan olmazsa işte böyle söyler, "Dün dündür, bugün bugündür" dediği gibi.
Demek ki bunu söylediğine göre, kendisi fevkalMe dalfilet içindedir.
Demirel son olarak şunları söyl�yerek toplantıyı bitirdi:
"Değerli Komutanlarımıza gördüğünüz hizmetten dolayı hükümet adına ve
517
temsil ettiğimiz millet ad111a yine şükranlarımızı sunuyorum. Her defasında
canla başla gayret salfedzyorsunuz. Burada yapılan konuşmalar şöyle yapalım,
böyle yapalım, daha iyiyi aramak konuşmalarıdır. Yoksa yapılanları
beğenmeme konuşmaları değildir. Biliyorum ki, siz benden daha çok muzda
ripsinizdir. Yani şu işin başarıya ulaştırılmasında benden daha çok heveslisi
nizdir. Binaenaleyh böyle bir anlayış havası içerisinde biz bu hizmetleri
yürüttük geldik. Allah yardımcınız olsun. Hepimizin yardımcısı olsun. Hepi
nize çok teşekkür ederim."
Bu Sıkıyönetim Koordinasyon toplantısının son yapılan Sıkıyönetim Koor
dinasyon Toplantısı olduğunu biliyordum. Zira yarın Yüksek Askeri Şura
toplanacak ve terfiler belli olduktan sonra, Kuvvet Komutanlarıyla biraraya
gelerek, 1 1 Temmuz'da yapılacak iken tehir edilen harekatın gününü khrar
laştıracaktık. Bunun 30 Ağustos'tan hemen sonra yapılmasını düşünüyorduk.
Demirel'in dediği gibi, Allah yardımcımız olsun.
Ertesi gün olan 4 Ağustos pazartesi günü Yüksek Askeri Şura Toplantısı
başladı.
Toplantı 8 Ağustos gününe kadar dört gün devam etti. Terfi eden general
lerle, generalliğe terfi eden albayların durumları görüşüldü. Terfi edemeyen
generallerin de emeklilikleri kararlaştırıldı. Deniz Kuvvetleri Komutanı Orami
ral Bülcnd Ulusu'nun görev süresi sona eriyordu. Zira geçen sene görev
süresi bir sene uzatılmıştı . Mevcut kanun karşısında yeniden uzatılması
mümkün değildi. Üzülüyordum, ancak yapabileceğim bir şey yoktu. Bugüne
kadar çok uyum içerisinde çalışmıştık. Yerine en kıdemli olarak Milli Güvenlik
Kurulu Genel Sekreteri Oramiral Arif Akdoğanlar'ın Deniz Kuvvetleri Komu
tanlığına getirilmesi gerekiyordu. Zira askerlikte kıdem esastı. Ancak, Deniz
Kuvvetleri c am i ası içinde yaptığım araştırmada, bu topluluğun Arif
Akdoğanlar'ı benimsemediğini anladım. Böyle olunca, durumu Bülend Ulusu
ile konuştum. O da kendi yerine Donanma Komutanı olan Oramiral Nejat
Tümer'in getirilmesini teklif etti. Başbakan Süleyman Demirel1e de bu konuyu
konuşmam gerekiyordu. Düşüncemi kendisine açtığımda teklifımi uygun bul
du. Böylece Oramiral Nejat Tümer'in Deniz Kuvvetleri Komutanlığına tayin ka
rarnamesi Çıkarıldı. Kararname çıkar çıkmaz Oramiral Arif Akdoğanlar haklı
olarak emekliliğini istedi.
518
muştu. Uzatılmazsa emekli edilmesi gerekiyordu. Uzatma teklifini Başbakana
götürdüm. Kabul ettiler. Şahinkaya'nın görev süresi 198 1 Ağustos'una kadar
uzauldı. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin'in görev süresi
ise Mart ayında bir sene uzatılmış olduğundan, Kuvvet Komutanlığından
yalnız Bülend Ulusu değişmiş oluyordu. İkinci Başkan Orgeneral Haydar
Saltık da görev süresi tamam olan ve 30 Ağustos'ta emekliye ayrılacak Ege
Ordu Komutanı Orgeneral A. Sait Özçivril'in yerine tayin edildi. Boşalan
İls.inci Başkanlığa ise, bu Şurada orgeneralliğe terfi eden Necdet Öztorun geti
rildi. Tayin kararnamesinde en büyük zorluk Ankara'daki Kolordu ve
Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Nihat Özer oldu. Ben Özer'in kalmasını
düşünüyordum, Başbakan Demirel ise onun bu görevden alınmasını istiyordu.
Sebebini anlamıştım. İktidara gelmeden evvelki bir tarihte Sıkıyönetim
yasağına rağmen Kırıkkale Adalet Partisi İlçe Başkanının Demirel'i büyük
kalabalıkla ilçede karşılaması sonucu ilçe başkanının sıkıyönetimce tutuklan
ması ve Demirel'in tutukluluk halini kaldırması için telgrafla Sıkıyönetim
Komutanlığına müracaat etmesi ve bu müracaatın yerine getirilmemesi idi.
Aynca Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantılarında, Nihat Özer'in zaman za
man Milliyetçi Hareket Partisi tandanslı veya militanların devlet dairelerine
yerleştirilmelerinden dolayı duyduğu endişeyi dile getirmiş olması da bu
görevden alınması isteğinde rol oynadığı kanaatindeydim. Aramızda fazla
tatsızlık çıkmaması için, Başbakanın isteğine peki dedim ve yerine Korgeneral
Recep Ergun'u teklif ettim. Memnun oldu ve bütün tayin kararnamelerini im
zaladı.
Bu suretle en zor bir görev olan, temler ve arkasından tayinler halledilmiş
oluyordu.
Emekli olan korgeneral ve orgeneral arkadaşlarımızdan Bayrak Harekat
emri hakkında sağda solda konuşmalarından ve neticede bu harekıiun meydana
çıkmasından çekinmiyor değildim. Günlerce bu sıkıntım devam etti. Gerçi
meydana çıkması işimizi engellemeyecekti. Zira böyle bir durum karşısında
planı dertıal yürürlüğe koymaya kararlı idik. Ancak, zorluk doğuracağı mu
hakkaktı. Bu rahatsızlığım ay sonuna kadar devam etti. Fakat hiçbir arka
daşımız böyle çirkin bir davranışta bulunmadı.
Bu hal de gösteriyordu ki, kolordu seviyesine kadar bütün komutan arka
daşlarımız, müdahalenin gereğine gönülden inanmışlardı. Aksi varit olsa idi
muhakkak bir yerden sızabilirdi. Buna inanmışlardı zira kendilerinin de
fikirleri alındığında bunu söylemişlerdi. Bize de güveniyorlardı. Mesele
burada idi.
Müdahale gününü kat'i olarak kararlaştımıamıştık. 30 Ağustosa kadar
böyle bir şeyi düşünmüyorduk. Ancak hazırlıklarımızı her geçen gün daha da,
5 19
ilerletiyorduk. Ben yönetime el koyduktan sonra kurulacak hükümete
Başbakan olacak kişi ile, bakan olacaklar üzerinde düşünüyor ve Kuvvet
Komutanı arkadaşlarım ve İkinci B aşkanla bu konuyu görüşüyorduk.
Başbakan olarak Turhan Feyzioğlu'nu en münasip buluyorduk. Tam olarak
karar vermemiştik. 1 96 1 yılından beri bakanlık yapmış zatların isimlerinin
çıkarılmasını ve hangi bakanlığı yaptığının da karşısına yazılmasını istedim.
B unlara bakarak aralarından seçmek daha kolay olur diye düşünmüştük. İkinci
B aşkan bu hazırlığı yapmaya başladı. Biz de bir taraftan aklımıza gelen kişileri
defterimize kayıt ediyorduk. Bu hazırlıklarımız 1 2 Eylül'e kadar bitmedi.
Erken seçimin yapılması için bazı müsbet emareler belirmeye başladı. Bay
ramdan hemen sonra 15 Ağustos'ta Milli Selamet Partisinin, 1 8 Ağustos'ta d a
Adalet Partisinin meclise erken seçim için önerge vereceklerine dair haberler
gazetelerde yer aldı. Fakat bu haberin çıkmasından üç gün sonra yine
gazetelerde erken seçim için Milli Selamet Partisi içerisinde görüş ayrılığı
çıktığı yazılıyordu. Bir gün sonra Milli Selamet Partisi 26 Ekim'de seçim için
önergesini meclise verdi. Üç gün sonra da Adalet Partisi erken seçimle ilgili
520
önergesini meclise veriyordu. Ancak, Cumhuriyet Halk Partisi erken seçimin
karşısında idi. Nitekim Ecevit bu hükümetle ne erken seçim ve ne de normal
seçim olur diyordu !
Aruk işler iyice karışmaya başlamış, hükümet het an düşürülme korkusu ile
karşı karşıya kalmıştı. Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen için Milli Selamet
Partisinin verdiği gensoru önergesi Eylül'ün ilk haftası içerisinde mecliste
görüşülecek ve tabii arkasından düşürülecekti.
522
Cuma gününü uygun bulduk. Yedi rakamlarının hayatımda oynadığı rolleri
düşünerek, bir aralık 7 Eylül ve 17 Eylül tarihini düşündümse de; bu tarihlerin
Cuma gününe tesadüf ehnemesi nedeniyle vazgeçtim. Cuma gününün uğurlu
bir gün olması ve Cumartesi, Pazar'ın da talil günleri bulunması, bir süre için
durduracağımız banka m uameleleri, devlet işleri, hava seferleri iptali gibi
konularda bize zorluk çıkarmayacağını düşünmüştük.
Milli Birlik Kom itesi diyemezdik, çünkü bu isim 27 Mayıs 1960 darbesin
den sonra teşekkül eden 38 kişilik bir kurula verilmişti.
523
hazırlanmasında her şeyi en ince teferruatına kadar o biliyordu. Fonnülü bul
muştum. Harekattan birkaç gün evvel Harp Akademileri Komutanı Orgeneral
Süreyya Yüksel'i İzmir'e gönderir, gayri resmi olarak Ordu hakkında bilgileri
alır ve l l Eylül günü Orgeneral Haydar Saltık Ankara'ya gelir, Orgeneral
Süreyya Yüksel de 1 2 Eylül günü verceğimiz emirle Ege Ordu Komutanlığı
görevine fiilen başlardı. İzmir'de Akademiler Komutanının ne işi olduğu soru
labilir ve şüpheyi davet edebilirdi. B unun için verilecek cevabı da bulmuştum.
Her sene Kara, Hava ve Deniz Harp Akademileri öğrencilerinin yurdun muh
telif yörelerinde yapukları kunnay gezileri için bölgede inceleme yapmak mak
sadıyla İzmir'e gitmiş olacakU.
Ordu Komutanlarının Ankara'ya çağrılıp çağrılmaması hususunu da
görüştük.
Çağrılmaları ve Harekaun kendilerine izah edilmesi yararlı olabilirdi. Ancak
mahzuru fazla idi. Askeri ŞOra Toplanusı 8 Ağustos'ta bitmiş ve Ordu Komu
tanları görevleri başına dönmüşlerdi. Ordu Komutanlarının Ankara'ya geldik
lerini gizlemek mümkün değildi. Başbakana ve Cumhurbaşkanına bunu izah
etmek de wrdu.
Esasen Ordu Komutanlarından yalnız Ege Ordu Komutanı ile Konya'daki
2'nci Ordu Komutanı Orgeneral İbrahim Şenocak değişmişti. Ege Ordu
Komutanlığını devir alacak Orgeneral Süreyya Yüksel'e daha evvel kendisine
göndereceğimiz kurye ile ve 2'nci Ordu Komutanlığını devir alan Bedrettin
Demirel'e de yine ona gönderilecek kurye ile izah e�ek mümkündü. Nitekim
öyle yapıldı. Bu bakımdan Ordu Komutanlarını Ankara'ya çağınnaktan vaz
geçtik.
Görüşmelerimiz sırasında mevcut hükümeti devinniş duruma düşmemek
için Başbakana haber yollayarak, hükümetin istifa etmesi teklifi ortaya atıldı.
Böyle bir şeyi Demirel'in yapmayacağı muhakkaktı. Sonra, daha Harekat
başlamadan nasıl olacak da kendisine "Biz yarın yönetime el koyacağız. En
iyisi mi sen istifa et de bizim de işimiz kolaylaşsın. Dolayısıyla bu hareket sana
karşı yapılmamış olsun" diyecektik. ManUksız bulduk ve bu teklifi reddettik.
Başbakan kim olacaktı. Bunu da aramızda münakaşa ettik. Bir kısım arka
daşım benim hem Devlet Başkanı ve hem de hükümet başkanı olmamı istediler.
524
Böyle bir hal şeklini ben kabul etmedim. Bu konuyu Harekattan 24 saat evvel
kararlaşunrız dedik ve muallfilc.ta bırakuk.
Bakan olacak isimler üzerinde de konuşuldu fakat bunların da, başbakanla
birlikte ileride görüşülmesini doğru bulduk. Zira bakan olacak kişileri sağdan
soldan soruşturacak ve en mühimi de kendisine kabul edip etmeyeceğini sora
caktık. Şimdiden böyle bir araştmnayı nasıl yapar ve kendisine sorardık.
Sıkıyönetim Komutanlıklarında görev alacak subayların seçimini Kuvvet
Komutanlıklarına bırak.uk.
İzinde bulunan subaylardan önemli görevde olanlarla kendilerine görev ve
rileceklerin özel tertiplerle çağrılmasını kararlaşurdık.
Suçlu olan milletvekilleri ile senatörleri Ankara'da koyacağımız bir yer bul
mak da mesele oldu. Kaç kişi olacağını bilemiyorduk. Yüz rakamını da
geçebilirdi. Bugünkü toplantımızda Zir'deki tesisleri, Etimesgut'taki Zırtılı
Eğitim Tümeni ve Eğitim Merkezi Tesisleri ile Çubuk'taki Alayın kışlasını uy
gun bulduk. Fakat sonraki günlerde bu yerlerin uygun olmayacağı anlaşıldı ve
Ankara'daki İstihbarat Okulunu bu işe tahsis enik.
Bu arada Anayasayı da konuştuk. Öyle ya, ne olacaktı Anayasa. Mevcut
525
Anayasayı yürürlükten kaldıracaktık, fakat yerine ne koyacaktık. Bunun
üzerinde ilgililerin çalışmalarını ve 7 Eylül'e kadar sonuçlanmasını karar
laşurdık. Fakat sonraki günlerde bundan da vazgeçtik. 1 2 Eylül'den sonra bir
hukukçu arkadaşımız Emin Paksüt bu konuda bize yardımcı olarak 2326 sayılı
Kanunu hazırladı ve bu Kanun bize çok büyük serbestiyet sağladı.
İmza İmza
Orgeneral Tahsin ŞAHİNKAYA
İmza
Orgeneral Nejat TÜMER
İmza
Korgeneral Necdet ÖZfORUN
İmza
26 Ağustos'ta yaptığımız bu görüşme sırasında Hava Kuvvetleri Komutanı
Orgeneral Tahsin Şahinkaya'nın Amerika'ya yapacağı ziyaret bahis mevzuu
oldu. Daha evvelden kararlaştırılmış bulunan bu ziyaretin 12 veya 13 Eylül'de
bitmesi gerekiyormuş. Şahinkaya bu durum karşısında nasıl hareket etmesi ge
rektiğini sordu. Geziyi iptal etmek olmazdr. Mühim bir sebep bulmak gere
kiyordu. Böyle bir mazereti bulmak çok zordu. Onun için seyahati
gerçekleştirmesini fakat en geç 1 1 Eylül günü Ankara'da bulunacak şekilde
gezi programında kısaltıma yapmasını kararlaştırdık.
Ben arkadaşlarımı bir defa daha ikaz ettim. Aramızı bozmak ve bizi
parçalamak için çeşitli entrikalara başvurulacaktır. Bu konuda çok dikkatli ol
mamız gerekir. Bize iletilen aleyhimizdeki dedikodu mahiyetindeki sözlere he
men inanmamamızı, duyduklarımızı birbirimize çekinmeden söylemek sure
tiyle hakikati ortaya çıkarmamızı istedim. Beş kişi olan biz, sağlam
durabilirsek, bu badireyi rahatlıkla atlatabiliriz, aksi halde çok zor günler
528
yaşarız demek suretiyle arkadaşlarımın dikkatini çektim. B u kararımız
hakkında eşlerine bile bigi vennemelerini istedim.
Hatırımda kaldığı kadarı ile şunu da söyledim: "Memleket elden gidiyor.
Daha bir süre böyle devanı edecek olursa memleketin bir iç savaşa
sürüklenmesi ve sonunda parçalanması mukadderdir. Yapacağımız bu
müdahale ile bunu önleyeceğimize inanıyorum. Milletin büyük bir
çoğunluğwıun bizimle beraber olacağmdan şüphe etmiyorum. Az bir ihtimal
olmakla birlikte şayet muvaffak olamazsak, kim muvaffak olursa o idareyi ele
alrr ve memleket bu çalkantuian kurtulur. Politikacıların çeşitli engellemeleri ile
karşı karşıya kalacağımız kuşkusuzdur. Daha birçok zorluklar bizi bekliyor.
Fakat Allah 'm izni ile hepsini de aşacağız, yeter ki birlik ve beraberliğimizi
kaybemıeyelim. "
Oç saat süren toplantımız sona ermişti. Kafamda çeşitli istifhamlar ve te
reddütler dolaşmıyor değildi. Muvaffak olacağımıza inanıyordum. Ama, yine
de birtakım sorulan kafamdan atmak mümkün olmuyordu. Diğer taraftan da
eşimin hala hastanede olması beni son derece üzüyordu. Gerçi artık
konuşabiliyor ve kısa mesafe içinde olsa da bastonla ve koluna gimıek sure
tiyle yürümeye başlamıştı. Ancak sağ elini kullanamıyor ve konuşması ile
yürümesinin tamamiyle iyileşeceği ümidi de yoktu. Gülhane Hastanesine
yattığı günden beri hemen hemen her gün ya öğleyin veya akşam üzeri
uğruyor, ona moral vermeye çalışıyordum. Ancak bu hastalık Sekine'yi moral
bakımından çok çökertmişti. İyileşmenin çok ağır seyretmesi, rahat
konuşamaması, yürüyememesi, elini kullanamaması onu son derece
üzüyordu. Zaman zaman doktora bir iğne yapmaları suretiyle öldürmelerini
bile sôyleyebiliyordu. Bu yüzden ilaçlarını saklıyorduk. Tabii ki bu halin beni
üzmemesi mümkün müydü? İzmir'de Ege Ordu Komutanlığından emekli olup
orada yerleşmiş olsaydık belki bu hastalık da başımıza gelmeyecekti diye
düşünüyor, Genelkunnay Başkanı olduğuma da için için linet ediyordum.
İşte böyle karma karışık düşünceler arasında bocalarken kendimi topar
ladım ve olan olmuştur, gerekli karar verilmiştir, şimdi verilen bu kararın en
iyi bir şekilde yerine getirilmesi için çalışmam gerekir dedim ve İkinci Başkanı
çağırdım . Kendisine Ağustos ayı başında toplattığımız Bayrak Harekat emir
lerinin ilgili komutanlıklara ulaştırılması için harekete geçilmesi emrini verdim.
529
30 AGUSTOS MESAJIM
Uluswıun engin güven l'e gurur kqy11ağı kahraman Türk Ordusu, ke11disi11e
bahşedilen bu kutsal güne layık olduğunu, gerektiğinde, daima en mükemmel
şekilde gösterecek ve birçok yüzyıllart aşarak Büyük 'Zaferin meş'a/esini, Ulu
A tatürk'ün izinde, sonsu :a kadar şan ve şerefle 11esilde11 11esile taşıyacaktır.
530
en kötü emellerin tufamyla dahi yıkılmaz bir kale ve aşılmaz bir dağ olarak kal
acaktır.
Ne yazık ki, Yüce Atatiirk'ün uza,�ı gören üstü.11 dehası ile başlalfl,�ı yerli
Ha1p Sanayii atJ/1n11111n, ay111 heyecenla demm ettirilememesi ı·e bir aralık ta
mamen ll'l"kedilmesine sebep olan hata ve ihmallerin bedelini, Türk Silahli
Kımwleri bugün oldukça a,�ır bir bwıalmıla iidemektedir.
Nitekim; bugün de, a/dat1/arak iç ı·e dış ihanet odak/ar111111 kukla/an haline
getirilmiş bazı zavallı kişileri11, güzel \'atamnu=ı ka11 ve kin gölü hali11e getire
rek parçalamayı amaçlayan anarşik eylemleri11in karşısmda büyük bir heyecan
ve hassas bir görev bilinci ile di�ilmiş bulwımaktadır.
531
Son yirmi yılda, yurdumuzda, ortalama her iki yıla karşılık bir yıl
sıkıyönetim uygulaması zorunluluğu ortaya çıktıgma göre, nedenlerinin çok iy�
bir tahlilden geçirilerek bir çözüm yolu bulunması gerekli görülmekte ve bu
görevin de Meclislerimize düştüğüne i11anılmaktadır.
Meclislerimizi11 aylardır çalışamaz ve Cumhurbaşkam seçimi gibi çok
ö11emli bir görevini yapamaz duruma getirilmiş olmasmdan ulusumuz derin
ızdırap duyarken , ülkede huzur ve süku11u11 sadece Sıkıyönetim Komuta11-
larında11 beklenmesinin ve kısa sürede gerçekleşmemesi üzerine de, on/arm
suçlanmasının insafla ve sağduyu ile bağdaştırılması , elbette mümkü11
degildir.
Nitekim, yurdumuzda olduğu gibi, a11arşi11in hüküm sürdüğü tüm ülkelerde
mücadele, ulusça verilerek yapılmakta ve a11cak bu suretle, üstesinden geli11e
bilmektedir.
Tarihimizin, birlik ve beraber/igirııize ait birçok güzel örneklerle dolu ol
ması/la karşılık bugün böyle bir bütünleşmeyi sadece sözle istemekte.fakat 11e
yazık ki, asla gerçek/eştirememekteyiz.
Bütün bwılara ilave olarak devlet otoritesinin düştüğü zafiyet de, anarşi ve
terörün üreyip gelişmesine elverişli ayn bir ortam yaratmakta; ö11ce/eri, öğrenci
öğremieninde11, suçlu emniyet görevlisi11den, evlat babadan çeki11mekte iken,
bugün bu düzen tamame11 tersine dönmüş bulwımaktadır.
Unumıamak gerekir ki, vata11daş devlet otoritesini11 etkinliği ve suçlularm
sür'atle cezalandmldıklamıı görmek ister. Ancak o zaman devletine güvenir,
yardımcı olur ve beklenen bütü11leşme de bu suretle sağlanabilir.
Değerli Arkadaşltırım,
Yurt ekonomisinin içinde bu/u11duğu bunalımın ortadan kaldırılabilmesi için
elbirliği ile satfedilecek çabalar yeri11e, sapık ideolojileri11 bilinçsiz köleleri ta
rafmdan sürdürj1/e11 bu azgın a11arşi ve terör, hiçbir soruna çözüm getirme
mekte ve sadece bütünlüğümüze göz diken kötü emellere hizmet etmektedir.
Yurtta doğmasım düşledikleri kargaşa ile demokratik düze11i11 ve ülke
bıiJüıılüğı"Jııün yok edilmesini amaçlayan anarşinin idrakten yoksun vatan haini
yaratıcıları, elbette layık oldukları cezayı bulacak, tarihimizde bir zamanlar
türemeye yelte11e11 benzerleri gibi, Türk Silahlı Kuvvetleri11in kahredici yum
ruğu altında ezilerek, akıttıkları kardeş kanlarının gü11ahları içinde boğulup
gidecekler ve Yüce Türk Ulusu, bağrında.n doğan Türk Silahlı Kuvvetlerinin
yarattığı güven ortamı içi11de, so11suza kadar birçok bayramları refah ve mutlu
lu/darla kutlayacaktır.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kahraman Evladı,
532
Sen bağımsızlığımızm tek ve en büyük güvencesi, Atatürk ilkelerinin sadık
ve fedakar bekçisi, geleceğimizin gerçek sahibisin.
Atatürk ideali en güçlü rehberin, Cumhuriyetimiz en kutsal emanetindir.
Onlarla yaşa, onlarla sonsuza ulaş.
Cennet yurdun için mucizeler yarat, her köşesi iyilik, doğruluk ve güzellik
çiçekleriyle dolsun.
Kahraman Ulusunu mutlu ve hür yaşat ki şehitlerinin ruhları şad olsun.
Atatürk ilkelerinde11 asla taviz verme, onları amacma götür.
Bu senin, Türk Ulusuna ve yurduna karşı en kutsal görevin ve en yüce so
runılu/uğwıdur.
Ulusun sana güvenmekte, seninle gurur duymaktadır. Sen bu güvene layık
olduğunu yüzyıllardan beri her zaman, en mükemmel şekilde gösterdin; gele
cekte de, kudretle ve büyük bir görev anlayışı ile göstereceğine kesin inanç
besliyorum.
Saym Yurttaşlarım, Değerli Arkadaşlanm,
Türk Silahlı Kuvvetleri, sorumluluklarımn engin bilinci içerisinde, kendi
sine düşecek görevleri, yasaların verdiği yetkilerden güç alarak, şevk ve heye
canla yerine getirmeye hazır bulunmakta, aziz ve kahraman ulusunun daima
emrilıde ve hizmetinde.olmanın sımrsız gururunu yaşamaktadır.
Sizleri, bu engin gurur ve heyecanla se_/amlıyor, Türk Silahlı Kuvvetler
Kuruluş Gününü ve Zafer Bayramınızı, en içten sağlık, mutluluk ve başarı di
leklerimle kutluyorum.
Bizlere bu eşsiz zaferi armağan eden, Büyük kurtarıcımız Atatürk'ü ve aziz
şehitlerimizi tazimle amyor, nıalül ve muharip gazilerimizle, şehitlerimizin dul
ve yetimlerine, Silahlı Kuvvetlerimize uzun yıllar değerli hizmetler vermiş ve
bugün sajlarmdan şeklen ayrılmış tüm emeklilerine derin şükranlarımla, hepi
nize sevgUer sunuyorum.
533
BAYRAK HAREKAT EMRİ İLETİLİYOR
Artık her şey hazırdı. Bütün yurtta sıkıyönetim ilan edilecekti. Bunun için
Sıkıyönetim Komutanları ile bölgeleri tespit edilmişti. Gerçi Harekatın
başlangıç günü 12 Eylül ve saatini de 03.00 olarak kararlaştırmıştık ama 5
Eylül'den sonra gelişecek olaylar bu günü öne veya sonraya almayı
gerektirebilirdi.
Ben de konuştuğum kişilere aynı şeyi söylüyordum. Fakat gelin görün ki,
1 Eylül günkü basında hükümetin bu konuyu bir güvenoyu meselesi yapmaya
cağı hakkında beyanat yer alıyordu. Yani Başbakan Dışişleri Bakanı Hayrettin
Erk.men'i de feda ediyordi. Bir yerde Sayın Erkmen1e görüştüğümde, o da bu
karardan duyduğu üzüntüyü belli etmişti.
534
KONYA OLAYLARI
Bu olaydan bir gün sonra Konya'da çok çirkin olaylar cereyan etti. Milli
Selamet Partisi İsrail'in Kudüs'ü işgali dolayısıyla Konya'da bir miting
tertiplemiş ve bu mitinge Türkiye'nin çeşitli yörelerinden militanlarını, din
adamlarını ve hatta ülkemizde bulunan müslüman ülkelerin adamlarını da
iştirak ettirmişti. Mevlana türbesi ve · camii önündeki meydanda büyük
nümayişlerle konuşmalar yapılmış, İstikUl.l Marşımızı söyleyenler protesto
edilmiş, bu esnada yerlere oturulmuş. bir kısım yobazlar "Ezan sesi istiyoruz,
bu marşı söylemiyoruz" diye bağırmışlar, Erbakan ve vaktiyle bakanlık
yapmış bir kısım Milli Selamet Partili m illetvekillerinin de katıldığı kortej kol
kola girerek, eski Türkçe pankartlarla, ilahilerle yürüyüşe geçmişler ve tam
manası ile tarihte cereyan eden 3 1 Mart olayını tekrar ebnek istemişlerdir.
ECEVİT'İN İŞÇİLERE
TRİBÜNLERDEN SAHAYA İNMELERİ ÇAGRISI
535
durumdadır. Sahada oynanan kavgalı döğüşlü tatsız, tuzsuz, sıkıcı ve sa,bır
taşırıcı bir maçtır. Bu maçı izlemekten usanan/ar artık zaman zaman kendi tut
tukları takıma bile kızar olmuşlardır. İşçiler de genellikle tribünlerdeki
seyirciler arasında yer altyorlar. Orada bir yanlışlık var. Bu yanlışlık nerede?
Yanlışlık sahada aranıyor, kaptanlarda aranıyor, kurallarda aranıyor. Tabii he
pimizin kendimize göre kusurları vardır. Ama asıl yanlışlığı daha derinde bir
yerde aramak gerekir. Bence asıl yanlışlık demokratik siyasal macade/eiıin bir
tar seyircilik maç samlmasmdadır. Oysa demokrasi ancak bu tar ayrımlar orta
dan kalktığı oranda gerçeklik kazamr. Çünkü demokrasi hallan kendi kendisini
yönetmesidir.
Şimdi ben Petrol-İş Kongresine tribünlerdeki işçileri sahaya çağırmak için
geldim.
Demokrasi sahasmda demokrasinin sağlıklı kuralları içinde siyasal sürece
katkıda bulunmaya, çağırmaya geldim. Yalnız Petrol-İş değil, demokrasiyi be
nimsemiş tüm Türk işçilerini çağırmaya geldim.
Böyle giderse, birisi düdüğü çalar demokrasi biter. " dedi.
Görüldüğü gibi Ecevit, bütün işçileri bir nevi demokrasiyi koruma kisvesi
altında eyleme çağırıyordu.
Ö yle zannediyorum ki, Ecevit benim 30 Ağustos mesajımdan bir şeyler se
zinlemiş ve düdük çalmadan işçileri harekete geçirmek istemişti. Fakat Ece
vit'in bu çağrısına vatan ve milletine bağlı olan fedakar işçilerimiz rağbet etme
diler ve bir harekette de bulunmadılar.
Il.GİLİ KOMUTANLIKLAR DA
HAZIRLIKLARINI TAMAMLIYORLAR
536
Daha evvelce de değindiğim gibi, siyasi organların Harekat hakkında haber
almaları ihtimali karşısında Ani olarak Harekata başlanabilmesi için bir saatlik
bir hazırlığı müteakip· derhal H arekata başlanması hususunda gerekli
hazırlıklann yapılması emrini 7 Eylül günü verdim. Buna göre hazırlıklara
başlandı.
8 Eylül 1 980 günü benim odamda son bir koordinasyon toplantısı yaptım.
Toplantıya Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuv
vetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral
Tahsin Şahinkaya, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun, Ge
nelkurmay Il'nci Başkanı Orgeneral Necdet Öztorun katıldılar. Bu toplantıda
birçok konulan gözden geçirdik. Bunları şöyle sıralamak mümkün:
Evvelce bütün hazırlıkları yapılıp son şekli verildikten sonra, ilgili Komu
tanlıklara özel kuryelerle ulaştınlması talimatını II'nci Başkana ve Kuvvet
Komutanlarına verdiğim "Bayrak Harekat Emri"nin bütün ilgili Komutanlarca
teslim alındığı bildirilmiş, yani bu herekit emri yerlerine ulaştırıldığı
anlaşılmıştı.
12 Eylül günü göreve başlayacak olan Milli Güvenlik Konseyi Genel Sek
reterliğinin yapacağı hizmetler gözden geçirildi. Genel Sekreterliğin Genelkur
may B aşkanlığı binası içinde görev yapması mahzurlu bulundu. Türkiye
Büyük Millet Meclisi'nin uygun bir bölümünde hizmetini sürdürmesi, aynca
Devlet Başkanı olarak benim de Genel Sekreterliğimi yapması uygun bulundu.
537
Fmniyet Müdürlüğü hizmetleri,
Trafik Müdürlüğü hizmetleri,
Bakanlıkların aksaksız çalıştınlması,
Bakanlıklara yeni atanacak sivil ve askeri şahısların seçim hazırlıklarının bi
ran evvel bitirilmesi,
Harp Akademilerinin kısa bir süre tatil edilerek burada mevcut
öğrebnenlerle öğrencilerin önemli hizmet yerlerinde kullanılmaları,
Ankara'daki İstihbarat Okulu'nun üst katının gözetim altına alnıması
gereken önemli kişi ve siyasetçiler için hazırlanması,
1 1/12 Eylül gecesi ve 12 Eylül günü özellikle büyük karargfilılarda nöbet
tutacak nöbetçi amirleri ve nöbetçi subaylarının güvenilir tecrübeli subaylardan
seçilmesi ve bunların iki gün evvelden belli edilmesi, Her Bakanlığa birer irti
bat subayı ve kontrol heyetlerinin gönderilmesi, bunların yapacakları
g�revlerin genel hatlarıyla madde madde yazıh olarak kendilerine verilmesi, bu
yazılı görevlerin iki gün evvelinden irtibat heyeti başkanına ulaştırılması karar
laştırıldı.
Aynca şu kararlar da bu toplantıda alındı:
- Ekonomi ve Mali Hizmetler, Genelkurmay J-5 Başkanlığınca yürütülecek
ve burada Merkez Bankası Başkanı İsmail Aydınoğlu ile yakın temas kurula
cak ve Milli Savunma Bakanlığı Komptrolörü de bu işlerde koordinatör ola
cak.
Valiliklerde, Belediye Başkanhk!annda, Kaymakamlıklar ve Muh
tarlıklarda hizmetler aksatılmadan aynen yürütülecek, bu makamlardaki
değişiklikler ileride uygulanmak üz.ere şimdiden hazırlıklar yapılacak.
-Türkiye'deki bütün hastaneler bir elden idare ve kontrol edilecek.
- Milli Savunma Bakanlığı İşçi Hizmetleri Başkanlığında çalışan Albay
Talat Sargın iş ve işçilerle ilgili bütün işlemler için hazırlıklı olacak, bütün grev
ve lokavtlar kaldırılacak. Fabrikaların tam kapasite ile çalışmaları sağlanacak.
Milli Savunma Bakanlığı işyerlerinde daha evvel kabul edilmiş bulunan zamlar
derhal yürürlüğe konulacak.
- Genelkurmay J-6 Başkanlığı, PTf ve TRTde kontrolü ele alacak. Bunun
için gerekli hazırlıklarım tamamlayacak. TRT Genel Müdürü Kasaroğlu bir
süre için görevinde kalacak. Değiştirilmesi hususu ileride düşünülecek.
- Genelkurmay Genel Sekreteri Tuğgeneral Fikret Küpeli Sıkıyönetim
Komutanlıkları tebliğleri dahil, sivil ve idari hizmetlerle ilgili ilk tebliğleri
sıraya koyacak, son gözden geçirmeleri yapıldıkları sonra II'nci Başkan ve
538
Kuvvet Komutanlanrun tasvibini alacak, Harekattan iki gün evvel TRTde
okwımaya hazır hale getirecek.
12 Eylill saat 03.00'te TRT işgal edilecek, yayınlar kontrol altına alınacak,
hazırlanan bildiriler sırasıyla okunacak, polis radyosu da Jandanna Genel
Komutanlığı emrinde olarak neşriyat yapacak.
539
Böylece yukarıda yazılı bütün konular üzerinde aldığımız kararların
yürürlüğe konulması için II'nci Başkal)a orada emirleri verdim. Kuvvet Ko
mutanları da kendilerini ilgilendiren konularda ilgililere gerekli emirleri vere
ceklerdir.
Oldukça uzun süren toplantımız sona ermiş, artık sıra son rötuşların
yapılmasına ve emirl.erin verilmesine kalmışh.
9 Eylül günü saat 1 0.00'da odamda Kuvvet Komutanları ve Jandarma
Genel Komutanı ile tekrar toplandık. Bu toplantı sonunda Kuvvet Komu
tanlıktan ile Ordu ve Kolordu Komutanlarına daha evvel gönderilmiş olan
Bayrak Harekfü emrinin 1 2 Eylül 1980 günü saat 03.00'te icra edilmesi
hakkındaki emri yine inşallah hayırlı ve uğurlu olur temennisi ile imzaladım.
İmzalanan bu icra emri ve daha evvel gönderilen direktifte yapılan bazı ufak te
fek düzeltcmeler 10 Eylül günü özel kurye uçakları ile ilgili komutanlıklara
kurye subaylarla gönderildi.
Bu arada İkinci Başkan Orgeneral Necdet Öztorun'u 10 Eylül günü kurye
uçakla İzmir'e gönderdim. İzmir Hava Meydanında Orgeneral Haydar Saltık'a
gerekli bilgileri verdi ve aynı gün Ankara'ya döndü.
1 1 Eylül günü Orgeneral Haydar Salnk Ege Ordu Komutanlığını, Orgeneral
Süreyya Yüksel'e bırakarak Ankara'ya gelmişti. Orgeneral Saltık'a Milli
Güvenlik Konseyi Sekreterliği ile Devlet Başkanlığı Genel Sekreterliği
görevini vemıiştik. Esasen İzmir'e giderken böyle bir görev alacağını biliyor
du. Saltık saat 22.00'de ilgili subaylarla bir toplantı yapmış ve Milli Güvenlik
Konseyi Genel Sekreterliği teşkilat şemasını ortaya çıkarmışh. Kurulacak dai
releri şöyle tespit etmiştik:
1. İhtisas Komisyonları Dairesi
2. Yürütme Organı ile İlişkiler Dairesi
3. Silahlı Kuvvetlerle İlişkiler Dairesi
5. İcra Dairesi
540
11 EYLÜL GÜNÜ CUMHURBAŞKANINA
HAFfALIK GÖRÜŞMEYE GİDİŞİM
Her zaman olduğu gibi i. Sabri Çağlayangil çok nazik bir şekilde odasında
beni karşıladı. Esasen Sayın Çağlayangil'in bana karşı muamelesi her zaman
çok samimi ve içten olmuştur. Bugün de öyle oldu. Kendisine nom1al konu
lan arzettikten sonra. hatırımda kaldığı kadarı ile Çağlayangil Orduda bir
sıkıntı var mı diye sordu; ben kendisine yine hatırımda kaldığı kadarı ile
önemli bir sıkıntı olmadığını. Erbakan'ın Konya'daki mitinginden duy
duğumuz üzüntüyü. siyasi ortamdaki çekişmelerin anarşist ve teröristlere kuv
vet verdiğini söyledim.
Genelkum1aya gelerek kısa bir çalışmadan sonra her gün yaptığım gibi
Gülhane Hastanesinde tedavisi devam eden eşim Sekine'ye gittim. Yarım saat
kadar yanında kaldım . Ayrılırken kendisine yönetime el koyacağımızı. merak
etmemesini söyledim. Hiçbir reaksiyon göstermedi. Sadece iyi yapar.ıınız dedi
çünkü o da her gün gazeteleri okuyor, televizyonu seyredi_ror ve ülkenin
içinde bulunduğu acıklı durumu hastalığına rağmen takdir edebiliyordu.
Yanında refakatçi olar.ık şimdi o da rahmetli olan baldızım kalıyordu. Bu ha
beri ona dahi söylememiş.
54 1
GENELKURMAYDAKİ FAALİYETLER
542
Komutanlarına ve Jandarma Genel Komutanına bir brifing verildi. Brifinge
Milli Güvenlik Komseyi Genel Sekreteri, İkinci Başkan, Genelkurmayın G>
Başkanları ve Daire Başkanlan kaUldılar.
Brifing sonunda ben kısa bir konuşma yaparak bu Harekatın Türk Ulusuna
hayırlı ve uğurlu olmasını diledim.
Böyleci şimdiye kadar birbirlerinin ellerini dahi kertıen sıkan, bir türlü bira
raya gelip Türkiye'nin içine düştüğü ortamdan kurtarılması için işbirliği yapma
543
basiretini gösteremeyen özellikle, Demirel ile Ecevit'i hiç olmazsa bu vesile ile
biraraya getirmiş oluyorduk.
Fakat sonradan gördük ki , burada da biraraya gelip konuşmamışlar.
ikametlerine tahsis edile.o moteller yan yana olmasına rağmen bir ay süre ile
birbirleriyle konuşmamışlardı.
Adı geçen parti liderlerinin evlerinden alınması için gecenin o saatinde
kapıya subay gönderilmemesi, birer milletvekili veya bakan bulunarak subayla
birlikte evlerine giuneleri ve çok kibar hareket edilmesini, muvakkat ikamet
edecekleri mahallere arzu ederler.;e eşlerini birlikte götürebilecekleri hususunda
İkinci Başkana emir verdim. Heyecanlanıp kalp krizi geçirmeleri ihtimalini bile
düşünerek bu emri vermiştim.
544
tanım bu Harekatın başında sizin olduğunuzu bilmiyordum. Daha doğrusu in
anmadım. Ama şimdi anladım ki, başta siz varsınız. İnandım. Verilecek her
vazifeyi seve seve yerine getiririm dedi. B unun üzerine Orgeneral Sedat Cela
sun'a aynı görevi kendisine verin yalnız dikkat edin şeklinde emir verdim.
Hakikaten görevini yerine getirdi, bundan dolayı da kendisine bir ceza verme
dik.
Ancak bu general normal olarak emekli olduktan sonra 1 983 senesinde ku
rulan ve kurulduktan kısa bir süre sonra kapatuğımız Büyük Türkiye Partisine
girdi.
Subayların gece evlerine gitmemeleri, garnizonlarda yapılan hazırlık ve
kıt'a intikalleri gibi faaliyetler bazı kişilerin dikkatini çekmiş olması elbette
muhtemeldi. Esasen son günü yapılan bu hareketlerin saklanması da mümkün
değildi. Her an Başbakandan ve Cumhurbaşkanı Vekilinden bir telefon
bekliyordum. Nitekim saatini tam hatırlayamadığım akşam saatlerinde
Başbakanlıktan emir subayına telefon edildiğini ve Başb.ikanın benimle
telefonla konuşmak istediğini emir subayı bana söyledi . Karargahta ol
madığımı, evde de bulamadığını söylersin dedim. O saatte ne konuşabilirdim
ki, dört-beş saat sonra Harekata başlıyoruz mu deseydim. B i r daha da ara
madılar.
Ertesi gün yani 1 2 Eylül günü çok yoğun bir gün olacaktı. Biraz da olsa
uyumanın yararlı olacağını düşünerek gece 1 2.00'de yattım ve saat 03 .00'te
beni uyandırmalarını tembih ettim. Bu üç saatlik uyku hakikaten yararlı oldu.
Uyandığımda emir subayı geldi; saat 03.00 civarında Ecevit'in kendisini tele
fonla aradığını, evinin civarında askerlerin çoğaldığını, bir tank gördüğünü,
bir askeri harekat mı var acaba. Genelkurmay Başkanı ile görüşebilir miyim
diye sorduğunu, kendisinin Genelkurmay Başkanının istirahatte olduğunu, ra
hatsız edemeyeceğini, evet bu saatte askeri harekatın başladığını ve yönetime
el konulduğunu cevaben bildirdiğini söyledi. İyi yapmışsın dedim.
Şimdi 1 2 Eylül saat 03.00'den itibaren o gün cereyan eden olaylan saat
saat zikretmek istiyorum:
Saat 03.00'te 8 Eylül'de imzaladığım icra emri gereği bütün yurtta Bayrak
545
Harekat Direktifinin uygulanmasına; TRT. P1T ve diğer muhabere sistemle·
rine el atılmak. suretiyle başlanmıştır.
03.00'te İçişleri Bak.anlığı. 03. l O'da Emniyet Genci Müdür!i.iğü, 03. l 2'de
Polis Koleji ve Polis Telsiz İstasyonu, 03. 1 5'de Poiis Radyosu kendisine
görev olarak verilen Jandarma Komutanl ığınca hiçbir m ukavemetle
karşılaşmadan ele geçirilmişti.
03.45'te Trabzon hariç olmak üzere TRT ve bütün mahalli radyo istasyon
larının kontrol altına alındığı ve yayına hazır duruma getirildiği. Trabzon ile
de, irtibatın sağlanmasına çalışıldığı bildirildi.
Böylece saat 04.00'te yayınlanacak. ilk mesajımın yayınında bir ak.sama ol-
·
mayacağı anlaşılıyordu.
547
Alpaslan Tilrkeş'in gece yansından sonra evinden çıktığı ve evin boş
olduğu haberi gelmişti.
Bu durum Silahlı Kuvvetler içerisinden birisinin Türk:eş'e haber verdiğini
gösteriyordu. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı bir bildiri yayınlayarak
Türk:eş'in Sıkıyönetim Komutanlığına teslim olmasını bildirmiş ise de bir fay
dası olmadı.
Böyle olunca Türkeş taraftarlarının Ordu içerisinde duruma hfilcim olacak
ları, şeklinde dedikodular kulağıma geldi. Böyle bir şeyin olması mümkün
değildi. Ordunun haleti ruhiyesini çok iyi biliyordum. Ancak Türkeş'in yaka
lanamaması bizim için de kötü bir not olacaktı. Gerçi yurt içinde başka bir yere
gitİniş olacağı ihtimaline karşı bütün sıkıyönetim komutanlıklarına emir
yayınlanmışu ama, ortaya çıkmaması halinde Milli Güvenlik Konseyi emirle
rine karşı gelmekten hakkında muamele yapılacağını belirtir bir bildiri
yayınlanması emrini verdim.
Bu bildirinin yayınlanmasının ertesi günü (14 Eylül 1980) ortaya çıkarak
Sıkıyönetim Komutanlığına teslim oldu ve İzmir Uzunada'ya Erbakan'ın
yanına gönderildi.
12 Eylül günü televizyon ekibini Genelkurmaya çağırttım ve saat 1 3.00'te
yayınlanacak. olan konuşmamı kayıt ettirdim. önemli bir mesaj olduğu için bu
mesajı da buraya alarak bu kitabı tamamlamak istiyorum. Ancak bu konuşma
metninden evvel 6 numaralı bildiri olarak 12 Eylül saat 06.35'te radyodan Si
lahlı Kuvvetlere yayınlanan mesajı da buraya almakta yarar görüyorum.
Mesajım şöyle idi:
Kahraman Silah Arkadaşlarım,
Türkiye Cumhuriyetinin ülke bütünlüğü ve ulusal birlik ve beraberliğinin
maruz kaldığı hayati tehlike karşısinda Türk Silahlı Kuvvetleri kendisine İç
Hizmet Yasası ile verilmiş olan tarihi görevini, ulusunun büyük çoğunluğunun
ümit ve özlemle beklediği doğrultuda, üstün disiplin anlayışı, şı_mrsız yurt ve
ulus sevgisi, bilinçli bir kararlılık ve vakarla ifa ederek, yönetime el koymuş
ve tüm ülkede, kısa sürede tam ve kesin kontrolu sağlamış bulunmaktadır.
Ekonomik, sosyal ve siyasal sorunların yaramğı saxısız bunalımlar ulusal
varlığımıza kasdederken, bu tarihi karara başvurulmasaydı, Ulu Atatürk'ün
kutsal emanetleri ve ilkeleri sapık ideolojilerin kölesi olacak ve Türk Silahlı
Kuvvetlerinin yurduna geleneksel ve sınu:sız bağlılığı, eşsiz kahramanlık ve
fedekdrlığı, şanlı tarihinin ve ulusunun önünde bufeldketin ağır vebali altında
kalacaktı.
Aziz Silah Arkadaşlarım,
548
Sizlere, üstün gayret ve feragatle yürüttüğünüz hizmetlerinizin yanında,
Yüce Türk Ulusunun refah ve mutluluğwıun sağlanması için anarşi, terör,
bölücülük ve komünist.faşist.fanatik dinsel ideolojilerle mücadelede başarılı
olacağınıza kesin inanç beslediğim tarihi ve şerefli sorwnluluk tevdi. ediyorum.
Gücünüzü, Aziz Türk Ulusunun vefa dolu kalbinde sizler için yaşattığı
büyük güven ve gurul'dan, damarlarınızda yurt sevgisiyle alevlenen asil kan
dan ve Bayrağınızla birlikte ebedi.yete kadar götürmeye and içtiğiniz Atatürk il
kelerinden alacaksınız.
Ülkemizin geçirdiğifeldketli ve bunalımlı dönemlerde, ulusumuzun daima
en büyük destek ve güvenine mazhar olan şahsi çıkar ve ikbal hırsından uzak
yüksekferagat vefedakdrlığınız, üstün disiplin anlayışınız; sonsuz çalışma ve
başarma azminiz, vakur ve bilinçli hizmet aşkınız, Türkiye Cumhuriyetinin
Atatürk ilkeleri doğrultusunda ebedi.yete kadar hür ve bağımsı yaşatılmasında
en kutsal ülkünüz olacaktır.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin bütün mensuplarının, geçmişte olduğu gibi
bugün de emir-komuta zinciri içinde, alacakları görevleri üstün disiplin ruhu
ve vatanseverlik duyguları ile güçlerini de aşan gayretle ifa etmelerini, her
türlü kışkırtıcı faaliyete karşı kendilerinden beklenen olgunluk ve
soğukkanlılığı göstermelerini, Yüce Ulusumuzun nazarında Türk Silahlı Kuv
vetlerinin sahip olduğu saygınlığı zedeleyici söz ve davranışlardan
kaçınmalarını, iç ve dış tehditlere karşı daima uyanık ve hazır bulunmalarını
rica ederim.
Şimdi metnini aşağıya alacağım konuşma ise canlı olarak saat 1 3.00'te hem
televizyondan ve hem de radyodan yayınlanmışu.
551)
ki; bir kısmı gerçeğe uymayan özerklik, dar görüşlü , sahibinden başkasının
inanmadığı bilimsellik ve koşulları dikkate almayan salt hukuk savunucuları,
yıkılacak devletin enkazı altmda kalacaklamım, yokolup gideceklerini11 idraki
içinde olamadıkları görünümünü vemıişlerdir. Bu acı hakikat/arı görüp çare
arayanların veya Türk Ulusunu uyaran ve milleti bütünleşmeye davet ede11lerin
ise seslerini duymak mümkün olamamıştır. (Bir kısmı kıymetli Türk basınımn
bu konuda zaman zaman yaptıkları uyarıları burada şükranla belirtmek iste-
•
rim.)
Siyasi partiler, bu kritik dönemde milletin özlemle beklediği önlemleri al
mak yerine; iç gerilimi devamlı olarak arttırarak, yıkıcı ve bölücü mihrakları
büsbütün kışkırtarak, 011/ara ciiret ve cesaret verecek beyan ve eylemleri ile
adeta yarışırcasına seçim yatırımları için zemin yaratma yollarmı tercih
etmişlerdir.
İktidara geJen siyasi partiler, devlet teşkildtımn bütün kademelerini kendi
görüşleri doğrultusundaki kişilerle doldurarak, kamu görevlilerinin ve vatan
daşlarımızm bir tarafa girerek kamplara bölünmesini zorunlu hale gen·mıişler,
giderek anarşi ve bölücülüğü destekleyen kaynakların şekillenmesine ve kamu
kuruluşlarında çalışanlarla, polis ve öğretmenlerin dahi birbirine düşman kam
plara ayrılmalarına neden olan partizan tutum ve davranışlardan vaz
geçmemişlerdir. Böylece tarafsız halkımız, devletten bekledi�/erini parti
kapılarmda aramaya mecbur bırakılarak devlet otoritesi yok olmaya, vatan
daşların hak ve hukukunu korumak ve ona tarafsız hizmet götürmek yerine,
devletin saygınlığı yavaş yavaş erimeye mahkum olmuş ve dolayısıyla
ülkemizde tanı otorite boşluğu teşekkül etmiştir.
Bir kısım bedbahtlar Türk Milletinin bağımsızlığını, birlik ve beraberliğini
temsil eden İstik/dl Marşımıza, koyu taassup veya sapık ideolojik amaçlarla
protesto maksadıyla oturarak veya İstiklal Marşı yerine Enternasyonali
söyleyerek açıkça saygısızlık gösterebilmişler ve buna doğrudan sorumlu
kj.şiler tevil yoluna sapmak suretiyle savunmalarım yapabilmişlerdir.
Uzun zamandan beri bu fevkalade üzücü olayları yakmdan takip eden Türk
Silahlı Kuvvetleri hatırlayacağımz gibi; milletin kendisine verdiği yetkileri
kullanamayan ve bu korkunç gidişi acz içinde seyreden anayasal kuruluşların
tümünü Cumhurbaşkammız aracılığıyla uyararak, almması gereken tedbirlere
de yer vermek suretiyle büyük Türk Milletine karşı yüklendiği sorumluluğu
dile getirmiştir. Aradan geçe11 8 aylık süre içerisinde yaptığımız sayısız
uyarma/ara rağme11 hemen hemen bu tedbirlerin hiçbirine yasama ve yürümıe
organları ile diğer anayasal kuruluşlardan yeterli bir cevap alınanumuş ve bu
konuda müspetfaaliyetleri de izlenememiştir. Bu uyarı mektubundan sonra bir
kısım yasaları etkisiz hale getirerek çıkaran Meclislerimiz 22 Mart 1980
tarihinden beri siyasi çıkar hesapları ile çıkmaza sürüklenen Cıunhurbaşkanlığı
55 1
seçiminden dolayı içinde bulunduğumuz buhran ile mücadelede en kıymetli
unsur olan zamanı füt�rsuzca harcamışlardır. Dünyanın hiçbir ülkesinde
Cumhurbaşkanlığı makamı ve seçimi bu kadar hafife almmamış ve bu kadar
zaman boşa harcanmamıştır.
Asayiş ve ekonomik bunalıma çareler getirmesi ve kanunlar yapması bekle
nen yasama organlarımız, memleket üzerine çöken bu kabusa karşı kayıtsız
kalmışlardır.
Anayasamız, Türk Vatandaşlarının dini inançlarından ötürü
kınanamayacağını açıkça belirtmiş olmasına rağmen, tek bir oyun peşinde
koşan siyasi partilerimiz, yüce Atatürk'ün Cumhuriyeti döneminde unutulmuş
mezhep ayrılıklarını kışkırtmakta faydalar görerek Erzincan, Sivas, Kahraman
maraş, Tunceli ve Çorum illerinde siyasi çıkarlar uğruna vatandaşlarımızın bir
birini katletmelerine neden olmuşlardır.
Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaŞayan ve kendini Türk vatandaşı
kabul eden herkesin tek bir vücut halinde Türk Milletini oluşturduğu unutul
muş ve değişik mezheplere bağlı vatandaşlarımızın tam bir kardeşlik bağı ile
kaynaşmalarını engellemek isteyen kışkırtıcılar siyasi destek görmüşlerdir.
Bir kısım anayasal kuruluşlar muhtelif etkiler altında anarşi, terör ve
bölücülük karşısında tarafsız, adil ve ortak bir yol izlemek yerine, bizzat
Anayasanuı ihlali karşıs111da dahi sessiz kalmayı tercih etmişlerdir.
Bütün bu şartlara rağmen; hukuk devletinin temel ilkelerini savunmakla
görevli anayasal kuruluşlarımız, devletin en üst kademesindeki anarşizmin ya
rattığı tehlikenin büyüklüğüllü idrak edemediklerinden veya terör odaklarımn
tehdidinden çekindiklerinden, devletin temellerine konan dinamitle her an
parçalanma tehlikesi karşısında olduğunu gözlerden kaçırmaya çalışmışlardır.
Devlet çökertildiği zaman Anayasamn kanatları altına sığınan tüm hukuk ku
rumları ile özerk, bilim ve müessese ve derneklerinin bu enkaz altında yok ola
cağı unutulmuştur.
Son iki yıllık süre içinde terör 5.241 can almış, 14.152 kişinin yaralan
masına veya sakat kalmasına sebep olmuştur. İstiklôl Harbinde, Sakarya
Savaşındaki şehit miktarı 5.713, yaralı miktarımız 18.480'dir. Bu basit mu
kayese dahi Türkiye'de hiçbir insanlık duygusuna değer vermeyen bir örtülü
harbin uygulandığını açıkça ortaya koymaktadır.
Sevgili Vatandaşlarım,
İşte bütün bunlar ve buna benzer sayılabilecek ve hepiniz tarafından
yakınen bilinen daha birçok sebeplerden dolayı Türk Silahlı Kuvvetleri ülkenin
ve milletin bütünlüğünü, milletin hak, hukuk ve hürriyetini korumak, can ve
mal güvenliğini sağlayarak korkudan kurtarmak, refah ve mutluluğunu
sağlamak, kanun ve nizam hdkimiyetini, diğer bir deyimle devlet otoritesini ta-
552
rafsız olarak yeniden tesis ve idame etmek gayesiyle devlet yönetimine el koy
mak zorunda kalmıştır. Bugünden itibaren yeni hükümet ve yasama organı ku
ruluncaya kadar muvakkat bir zaman için yasama ve yürütme yetkileri benim
başka11lığımda, Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri Komuta11ları ile Ja11darma
Genel Komutamndan oluşan Milli Güvenlik Konseyi tarafından
kullanılacaktır.
B üyük A tatürk'ün deyimiyle "Ulusal kültürümüzü, çağdaş uygarlık
düzeyinin üstüne çıkarmak yurdumuzu dünyanın en mamur ve en uygar araç
ve kaynak/arma sahip kılmak" hedefine yönelik hızlı bir kalkmma döneminin
e11 kısa zamanda gerçekleştirilmesi zaruretine inanıyoruz. Bu ina11cımızın
gerçekleşmesi için yüce ulusumuzun, bağrından çıkardığı ve yurdumuzdaki
kutuplaşmada hiçbir tarafı tutmayan, sadece Atatürk ilkeleri doğrultusunda
yürüyen Türk Silahlı Kuvvetleri yönetimine güveneceğinden kuşkumuz yok
tur. içinde bulunduğumuz buhrandan çıkmamız için ulusça, arzu edildiğine i
nandığımız, disiplinli ve her türlü tasarrufa ağırlık veren bir yaşam ve
dayamşnıa ortamma girilmesini ve milletçe gücümüzün tümünü ortaya koyacak
bir çalışma hızını bekliyor ve yüce Türk Milletine güveniyoruz.
Vatandaşlarımızı kaderde, kıvançta ve tasada ortak bir bütü11 halinde milli
şuur ve ülküler etrafında birleştirmeni11 iç barış ve huzurun sağlanmasında
vazgeçilmez faktör olduğu düşüncesiyle, Atatürk Milliyetçiliği11den hız ve il
ham almanın, politikada "Yurtta sulh, cihanda sulh " ilkesine bağlı kaim.a nın,
milli mücadele ruhunun, millet egemenliği11e Atatürk ilke ve devrimlerine olan
bağlılığın tam şuuru11u yerleştimıek ve geliştirmekle ülkemize yönelik tehditle
rin ulusca göğüsleneceğine inanıyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti, NATO dahil tüm ittifak ve anlaşmalara bağlı kalarak,
başta komşularımız- olmak üzere bütün ülkelerle karşılıklı bağımsızlık ve saygı
esasına dayalı, birbirlerinin iç işleri11e karışmamak kaydıyla eşit şartlar altında
ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkilerini geliştimıe kararındadır.
Uluslararası sorunların barışçı yollarla çözümlenmesinden yana bir dış
politika izlenmesine devam edilecektir.
Birçok tutum ve davranışlarıyla demokratik özgürlükçü parlamenter sis
teme inancını defalarca kanıtlayan Türk Silahlı Kuvvetleri, en kısa zamanda
Bakanlar Kurulu'nu kurarak, yürütme sorumluluğunu bu Kurula bırakacak ve
hür demokratik parlamenter sistemin şimdi olduğu gibi dejenere edilmesine ve
tıkanmasına mani olucu ve Türk toplumuna yaraşır bir Anayasa ve S�çim Ka
nunu ile Partiler Kanununu hazırlamayı ve bunlara paralel düzenlemeleri yap
mayı müteakip insan hak ve hürriyetlerine saygılı, milli dayanışmayı ön plana
alan, sosyal adaleti gerçekleştirecek. ferdin ve toplumun huzur, güven ve re
fahına önem veren özgürlükçü demokratik, idik ve sosyal hukuk kurallarına
dayalı bir yönetime ülke idaresini devredecektir.
553
Sayılan bu hazırlıklar tanıamlanmcaya kadar Yurdumuzda her türlü siyasi
faaliyetler her kademede durdurulmuştur. Zorunlu olarak faaliyetleri
durdıuulan siyasi paı1ilerin yeniden hazırlanacak Anayasadaki düzenlemelere
ve yeni Seçim ve Partiler Kanununa göre zamam, koşullan ilan edilecek
seçimlerden yeterince önce faaliyete geçmesine müsaade edilecektir.
Parlamento üyeleri, siyasi faaliyetlerden dolayı suçlanmayacak ve yeni
yönetime karşı suç teşkil edecek tutum ve davramşlarda bulwınuıdıklan sürece
haklaruuJa herhangi bir işlem yapılmayacaktır.
Ancak, kaııUJı/ann suç kabul ettiği fiilleri vaktiyle işlediği saptanan
parlamenterler hakkmda gerekli kovuşturma yapılacakttr. Adalet Partisi,
Cumhuriyet Halk Partisi, Milli Selamet Partisi ve Milliyetçi Hareket
Partileri11in parti başkanları şimdilik can güvenlik/erinin sağlanması amacı ile
Silahlı Kuvvetlerin koruma ve gözetiminde belirli yerlerde ikamete tabi
tutulmuşlardır. Durum müsait olunca serbest btrakılacaklardır.
Memlekene idarenin.tam bir tarafsızlık içinde vatandaşın hizmetine koşması
sağlanacaktır. Devlet hizmetinde bulunanlamı siyasi etkiler dışmda çalışmaları
ka11u11 hdliinıiyeti alıma 'alınacaktır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin yö11etinıe el
koyduğu şu a11da devletin yanmda tarafsız ve adil hizmet görecek yöneticiler,
eski zamamn siyasi davramşlarına yönelmedikçe hizmet ve görevlerine devam
edeceklerdir.
Ka11un ve nizanı hiikimiyetitıi sağlamada tecrübeli ve yetenekli kişilerden
oluşan mahkemelerin süratle ve doğru kararlar verebilmelerini ve bunları
korkusuzca uygulayabilmeleritıi sağlayacak yasal ve idari tedbirler aluıacaktlr.
Memleketin ekonomik koşullarını kendi gücümüzle iyileştirmek içi11 her
ala11da elden gelen gayret satfedilecektir. Çalışkan ve vatanperver Türk
işçisini11 mevcut ekonomik koşullar çerçevesinde her türlü hakları koruna'
caktır.
Atıcak temiz Türk işçisini sömüren, onları kendi ideolojik görüşleri is
tikılmetinde kullatınıak içi11 her türlü baskı oyun/arma başvuran, işçinin hakkı
yerine ke11di me11faatlerini ön pla11da tutan txızı ağalarm bufaaliyetleri11e asla
müsaade edilmeyecektir.
Tüm ifvere11lerin iş barışının koşullarım sağlayacak esaslardan ayrılmadan
üretinıüı annrılması ve ihracata yönelik gayretleri11 gelişmesi11e yardımcı olma
ları için her türlü tedbir alınacaktır.
Köylünün, milletin efendisi olduğu inancını, kuvveden fiilen çıkarmak için
tarım alanında üretimi artıracak bir tarım seferberliği ve fiyat politikası ile ge
rekli diğer önlemlerin alınmasına, bi(hassa önem verilecektir. _Türk
köylüsünün tarlasından ayrılıp şehirlere göç emıesini zorlayan ekonomik ve
sosyal nedenlere çare aranacaktır.
554
Eğitim ve öğretimde Atatürk Milliyetçiliğini yeniden yurdun en ücra
köşelerine kadar yaygınlaştıracak tedbirler en kısa zamanda alınacaktır.
Aziz Yurttaşlarını;
Bir defa daha belirtiyorum ki; Silahlı Kuvvetler aziz Türk Milletinin hakkı
olan refah ve mutluluğu, vatan ve milletin bütünlüğü ve gittikçe etkisi
azalhlmaya çalışılan Atatürk ilkelerine yenidetı güç ve işlerlik kazandımıak,
ke11di kendini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam temeller üzerine
oturtmak, kaybolan Devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el
koymak zorunda kalmıştır.
Kıymetli Vatandaş/arını;
Her zaman milletiyle bir bütün ve Türk milletinin emrinde olan Türk Silahlı
Kuvvetlerine ve yeni yönetime karşı yapılacak her türlü direniş, gösteri ve tu
tum amnda en sert şekilde kırılarak cezalandırılacaktır.
555
••
ALBUM
557
Ağabeyim Ragıp, ablam Nazire ve ben <6 aylık iken>. <.1 91 8>.
559
E
'2
�
o
z
"'""
CLİ
:ı:ı
ı..
:c
�
"'
<
iii �� .
CLI
c
J
Q) ---'
111 . �
O'I
N
O'I ..,
"'""
�-
c
Vi
_ıri
,
3
�
�
Maltepe Askeri
lisesi 1 o. sınıfta
resmi elbise ile ilk
ı zınıı çıkışım
<Ekim 1 934>.
562
Ankara'da Harp Okulu'nun
1 . sınıfında, arazide eğitim
sonu istirahatte
1 1 1 Nisan 1 937l.
Maltepe Askeri
Lisesi 'ni bitirip
Harp Okulu'na
gitmeden evvel
, kıta hizmetini
gördüğümüz
Tuzla'da binicilik
eğitiminde
!Temmuz 1 936>.
563
Harp Okulu 1 . sınıf sonunda kamp eğitimi için gittiğimiz Kalecik'te
çadırlarda yatacağımız ot yatak ve yastıklara otları doldururken
ffemmuz 1 937!.
564
Harp Okulu 1 . sınıf sonunda kamp eğitimi için
gittiğimiz Kalecik'te, kaldığımız çadır önünde
sabah curiıenmesinde !Temmuz 1 937).
Kalecik
Kampı:nda
mangadaki
arkadaşların
mataralarına su
doldurmaya
giderken
ıremmuz 1 937l. 565
ı::::
�
ı::::
Q)
E
>Ol
Q)
.....
Tümen Karargahında arkadaştarıa
11 941 ).
566
Hayta'da
uçaksavar
Kursu'nda
öğretmen
ve
arkadaş
ı arla
(1 944).
567
Kore'de Kurmay Başkanı iken 11 959).
568
M uş'ta Alay Komutanı
iken kayak yaparken.
ikinci Ordu Kurmay Başkanı iken Ordu Komutanı Faruk Gürler'le <1 970l.
570
Trabzon'da il. Kolordu Komutanı iken Aşkale'deki zırhlı Tugay'ın kış
tatbikatında <1 8 Şubat 1 972>.
içişleri Bakanı
i rfan özaydınıı ile.
120 ocak 1 978l.
572
573
Başbakan Bülent Ecevit ve Milli savunma Bakanı Hasan Esat ışık ile
Başbakan
Bülent Ecevit,
senato Başkanı
Sırn Atalay ile
574
BİRİNCİ CİLDİN SONU