You are on page 1of 261

RICHARD

DAVVKINSGen Bencİldİr’İii bestselleryazarı

İllüstrasyonlar DAVE McKEAN

N e y İ n G e r ç e k t e n D o ğ r u O l d u ğ u n u N a s i l B î l İy o r u z ?
RI CHARD
DAW KINS
Gerçeğin Büyüsü
Neyin gerçekten doğru o c u ğ u n u nasıl biliyoruz

Magic of Reality
How We Know Wkat’s Really True

İLLÜSTRASYONLAR

DAVE M cKEA N
ÇEVİREN
İSTEM FER
EDİTÖR
B. DUYGU ÖZPOLAT

O
k u zey

Kuzey Yayınları
www.kuzeyyayinlari.com
Clinton John Dawkins
1915-2010

Ey sevgili babam
İçindekiler

Gerçek nedir? Büyü nedir?

Kimdi bu ilk insan?

Neden bu kadar çok çeşit


hayvan var?

Neden yapılmıştır şeyler acaba?

Neden gece ve gündüzümüz,


kış ve yazımız var?

Güneş nedir?

Gökkuşağı nedir?
Her şey nasıl ve 160

ne zaman başladı?

Uzayda yalnız mıyız? 182

Deprem nedir? 204

Neden kötü şeyler olur? 226

Bir mucize nedir? 246

İndeks 267

Teşekkürler 271

Resimler 271
m

<sr%

)uyu
necrıV

erçek , var olan h er şeyd İ r . Kulağa çok basit

G geliyor değil mi? Aslında o kadar basit değil. Çe­


şitli pürüzler var. Mesela b ir zam anlar var olan am a ar­
tık olm ayan dinozorlar ne olacak? Peki ya ışıkları bize
ulaşıp da onları görebildiğimizde kendileri sönüp git­
m iş olabilecek kadar uzaktaki yıldızlara n e demeli?
D inozor ve yıldızlara birazdan geleceğiz. Bırakalım
geçmişi, bugün bile b ir şeyin var o lduğunu nasıl biliyo­
ru z ki? Yani tam am , beş duyu organım ız (görm e, kok­
lam a, d okunm a, duym a ve tatm a) p ek çok şeyin gerçek
olduğu konusunda bizi ikna etm ede oldukça iyi iş çı­
karıyorlar: kayalar ve develer, yeni biçilm iş çim ve taze
dövülm üş kahve, zım para kâğıdı ve kadife, şela­ Peki ya radyo dalgaları? O nlar var mı? Ne
leler ve kapı zilleri, şeker ve tuz. A m a sadece beş gözlerimiz, ne de kulaklarım ız onları tespit ede­
duyum uzdan biriyle tespit edebildiğim iz şeylere bilir, ancak yine televizyon gibi özel araçlar radyo
m i “gerçek” diyeceğiz? dalgalarını, görebileceğimiz ve duyabileceğimiz
Ya çıplak gözle görülem eyecek k adar uzakta­ sinyallere dönüştürürler. Böylece, radyo dalgala­
ki b ir galaksi? Ya güçlü b ir m ikroskop olm aksızın rın ı görem esek ya da duyam asak da gerçekliğin
görülemeyecek kadar küçük b ir bakteri? O nları b ir parçası olduklarını biliriz. Teleskop ve m ik­
görem ediğim iz için var olm adıklarını m ı söyle­ roskoplarda olduğu gibi, radyo ve televizyonların
meliyiz? Hayır. Elbette duyularım ızı özel araçların da nasıl çalıştıklarını biliyoruz. Bu aletler bize,
kullanım ı yoluyla iyileştirm em iz m üm kün; galak­ var olanı g örüntülem ede yardım cı oluyorlar: yani
si için teleskoplar, bakteriler için m ikroskoplar gerçek dünyayı, gerçekliği... Radyo teleskopları­
kullanabiliriz. Teleskopların ve m ikroskopların n ın (ve X-ışım teleskoplarının) bizlere yıldızları
nasıl çalıştıklarını bildiğim iz için, onları duyula­ ve galaksileri farklı bir gözden sunm ası da gerçek­
rım ızın (bu örnekte görm e duyusunun) erişim ini lik algımızı
arttırm ak için kullanabiliriz. Böylece, b u aletlerin genişletm enin
görm em izi sağladığı şeyler, bizi galaksilerin ve b ir başka
bakterilerin var o lduğuna ikna eder. yolu.
Dinozorlara geri dönersek, bir zam anlar Dünyada Bir sofamda, icftesiaopbr bir tur zaman m a­
gezindiklerini nereden biliyoruz? O nları hiç gör­ kinesi o b n k çab ab ifirk t Herhangi bir şeye
medik ya da duym adık ya da onlardan koşarak Kaktığımrafa gördüğümüz şey aslında ışıktır
kaçmak zorunda kalmadık. Ne yazık ki dinozorları ve ışığın yol kat etmesi zaman alır. Bir arkada­
bize doğrudan gösterebilecek b ir zam an m akine­ şınızın yüzüne baktığınızda bile aslında onun
m iz d e yok. Ancak burada d a duyularım ızın farklı geçmişteki halini görürsünüz çünkü ışığın a r­
türde bir yardımcısı yani fosillerimiz var ve onları kadaşınızın yüzünden sizin gözünüze gelmesi
çıplak gözle görebiliyoruz. Fosiller koşup zıplamaz saniyenin çok küçük bir kısmı kadar zaman
ama fosillerin nasıl oluştuklarını anladığımız için alır. Ses ise çok d aha yavaş hareket eder, işte bu
bize milyonlarca yıl önce olup bitenler hakkında yüzden çakan şimşeğin görüntüsü, gök gürültü­
bir şeyler söyleyebilirler. İçinde çözünm üş halde sünden açık arayla daha erken gelir. Uzakta ağaç
mineraller bulunan suyun, taş ve çam ur katm anları kesen bir adam ı izlediğinizde, baltanın ağaca
arasında göm ülü ölü bedenlerin içine nasıl sızdığını vururken çıkardığı seste tuhaf b ir gecikme ol­
anlıyoruz. M inerallerin suyun dışına çıktığında na­ duğunu hissedersiniz.
sıl kristalize olduğunu ve atom atom ölü bedende­
ki m addelerin yerini alırken taşa orijinal hayvanın
biçim inin izini nasıl bıraktığını anlıyoruz.
Dolayısıyla dinozorları duyuları­
mızla doğrudan göremesek
de, onların bir zamanlar
var olduklarını, bize
duyularım ız aracılı­
ğıyla ulaşan dolaylı
kanıtlar sayesin­
de çıkarabili­
yoruz: antik
yaşamın taşsal iz­
lerini görüp, onlara
dokunuyoruz.
Işık o k ad ar hızlı hareket eder ki, doğal olarak gördüğüm üz her şeyin o an
gerçekleştiğini düşünürüz. Am a yıldızlar için d u ru m farklıdır. Güneş bile
sekiz ışık dakikası uzaklıktadır. Eğer G üneş patlayacak olsaydı, b u yıkı­
cı olayın bizim gerçekliğim izin bir parçası olması için sekiz dakika •’ .
geçmesi gerekirdi ve b u olay bizim sonum uz olurdu! G üneş- • .
ten sonraki e n yakın yıldtz olan Proxim a C entauri’ye 2012 '* M
yılında bakacak olursanız gördükleriniz 2008’d e gerçek-,
leşmiş olan şeylerdir. Galaksiler çok büyük yıldız küm ele- ■. :
ridir. Bizler Samanyolu adlı galaksideyiz. Samanyolu’n un . '•
kapı kofnşusu A ndrom eda G alaksisine bakacak olduğunuzda
teleskopunuz sizi iki buçuk mjİyon yıl geriye götüren bir zam an m akinesi olur.
Stephanın Beşlisi adı verilen ve H ubble teleskopuyla gözlemleye­
bildiğimiz, beş galaksilik b ir küm e var; bu küm eler nefes
kesici bir şekilde birbiriyle çarpışıyorlar. Am a g ördü­
ğüm üz çarpışm a aslında 280 milyon yıl önce-

& sine aittir. O çarpışan


galaksilerde, bizleri gö-
rebilecek kadar güçlü bir
teleskopla bakan uzaylılar var­
sa, şu anda gördükleri şey dino­
zorların atalarıdır.
.-fc Uzayda gerçekten uzaylılar var mı? O nları hiç görme-
- / dik ya da duymadık. O nlar da gerçekliğin bir parçası mı?
Kimse bilm iyor; ama eğer varlarsa bunun göstergesi olabile­
cek şeylerin ne gibi şeyler olacağını biliyoruz. Eğer bir uzay­
lının yakınına yaklaşacak olursak, duyu organlarım ız bize
b ir uzaylıyla karşı karşıya olduğum uzu söyleyebilir. Kim
bilir belki de bir gün, birileri diğer gezegenlerdeki yaşamı
buradan tespit edebileceğimiz kadar güçlü bir teleskop icat
edecek. Ya da belki de radyo teleskoplarımız ancak uzaylı
^ zekâsının ü rü n ü olabilecek m esajlar yakalayacak. Gerçeklik
$ |sad ece şu anda bildiklerim izden ibaret değil. Henüz b ilm e­
diğim iz ve gelecekteki b ir zam ana kadar, belki d e beş duyu­
m uza yardım cı olabilecek d aha iyi araçlar geliştirene kadar
bilemeyeceğimiz şeyleri de kapsar.
A tom lar h er zam an varlardı, an cak onların ileri deneyler tasarlam aya devam ederiz. Eğer çı­
varlığından em in o lm am ız görece yeni b ir şey ve k arım larım ız yanlışsa, m odeli kabul etm eyiz ya
öyle görün ü y o r ki bizim to ru n larım ız da bizim şu ­ da b azı d eğişiklikler yaparak tekrar deneriz.
anda bilm ediğim iz birçok şeyi bilecekler. Bilimin İşte size b ir örnek: B ugünlerde biliyoruz ki
mucizesi ve keyfi d e yeni şeyleri o rtaya çıkarm aya genler (kalıtım ın birim leri) D N A denilen şeyden
durm aksızın devam etm esindedir. Bu bizim h er­ oluşur. D N A ve nasıl çalıştığı h ak kında oldukça
hangi b irin in u ydurduğu herhangi bir şeye in an ­ fazla şey biliyoruz. A m a çok güçlü b ir m ik ro s­
m am ız gerektiği anlam ına gelm ez: hayal edebile­ kopla bile DNA’n ın neye benzediğinin d etaylarını
ceğimiz am a gerçek olm ası hiç de olası olm ayan görem eyiz. D N A h ak kında b ildiğim iz h em en h er
m ilyonlarca şey vardır: periler ve gulyabaniler, si­ şey dolaylı olarak oluşturduğum uz m odellerden
hirli lam ba cinleri ve tek gözlü devler. H er zam an ve b u m o dellerin s ınanm asından geliyor.
açık fikirli olmalıyız, am a b ir şeyin v a r olduğuna Aslında, DNA’n ın ne olduğunu kim se bilmez­
inanm an ın geçerli tek nedeni, o n u n v ar o lduğuna den çok önce bile, bilimciler m odellerin tahm inlerini
dair gerçek kanıtların bulunm asıdır. test ederek genler hakkında birçok bilgiye ulaşmıştı.
O n dokuzuncu yüzyılda AvusturyalI raf
Modeller hayalgücümüzü sınamak Gregor M endel, kilisesinin bahçesinde çok
m iktarda bezelye üreterek deneyler yap­
Beş d u y u m u z d o ğ ru d a n tespit edem ediği za­ tı. Çiçeklerinin renklerine ya da bezelye
m anlard a, neyin gerçek o ld u ğ u n u an lam ak için, tanelerinin kırışık veya düzgün oluşları­
bilim cilerin kullan d ıkları az bilin en b ir yöntem na göre nesiller boyu bitkileri saydı. Tek
var. Bu, o rad a n eler d ö n ü y o r olabileceğinin test gördüğü bezelye taneleri ve çiçeklerdi ve
edilebilir b ir “m o d e r’in d e n faydalanm a yoludur. gözlerini b u farklı tipteki çiçekle­
O rad a ne olabileceğini h ayal ederiz, veya tah m in ri ve bezelyeleri saymak
ederiz de diyebilirsiniz. B una m o d el denir. D aha için kullanabiliyor­
sonra, (genellikle başka ölçü m cih azların ın yard ı­ du. Mendel öyle
mıyla) m o d el d o ğ ru o lduğu tak d ird e n e g ö rm e­ is im le n d ir m e ­
m iz ya d a n e duy m am ız gerektiğinin (genellikle m iş olsa d a bi-
m atem atiksel h esaplam alar y ap m ak suretiyle) çı­
karım ın ı yaparız. S onrasın d a d a b u n u n gerçekten
de gözlem lediğim iz şey o lu p o lm ad ığ ın a bakarız.
M odel gerçek an lam d a tah ta ve plastik ten b ir m a ­
k et olabileceği gibi, kâğıt ü zerin d ek i birk aç satır
m atem atik den k lem i ya da bilgisayardaki b ir
benzetim d a olabilir. M odele d ikkatlice bakarız,
eğer m o d el doğruysa, duyularım ızla (ve belki
de ilave araçlar y ardım ıyla) ne gö rm em iz (ya
da duym am ız vs.) gerektiğini belirleriz. Sonra
da b u çık arım ların d o ğ ru ya d a yanlış o lu p ol­
m adıkların a bakarız. Eğer doğru larsa, b u , m o ­
delin sah id en de gerçekliği tem sil ettiğ in e d air
güvenim izi a rtırır; s o n ra bu lg u ları b iraz d ah a test
etm ek ve d o ğ ru lam ak için, belki de m o ­
deli te k ra r g özden geçirerek daha

16
w zim artık gen adını verdiğimiz şeylere dair bir model
/ icat etti ve eğer m odeli doğruysa, belirli bir ürem e'
deneyinde düzgün yüzeyli bezelyelerin sayısının kı­
rışık bezelyelerin üç katı olması gerektiğini hesapla­
dı. Ve saydığında tam olarak öyle olduğunu gördü.
Detayları bir kenara bırakacak olursak, asıl nokta
Mendel’in sadece gözleriyle gözlemlediği ve hatta bir
mikroskopla bile göremediği “genleri” hayal gücüyle
bulmasıydı. Genleri mikroskopla göremiyordu ama
düzgün ve kırışık bezelyeleri görebiliyordu. Onları
sayarak kendi kaktım modelinin gerçek dünyada­
ki bir olgunun iyi bir temsili olduğuna dair dolaylı
yoldan kanıt bulmuş oldu. D aha sonra bilimciler
Mendel’in yönteminin bir uyarlamasını, bezelyeler
yerine meyve sinekleri gibi başka canlılar üzerinde, Crick DNA’yı kendi gözleriyle göremiyorlardı. Onlar
genlerin kromozom adı verilen (insanlarda kırk altı, da, modeller hayal ederek ve onları test ederek b u­
meyve sineklerinde sekiz adet bulunan) şeritler üze­ luşlarını yaptılar. Gerçekten de metal ve kartondan
rinde belli bir şuayla dizildiğini göstermek için kul DNA’nın neye benziyor olabileceğinin modellerini
landılar. Hatta modelleri test ederek, genlerin kro inşa ettiler ve bu modellerin doğru olması durum un­
mozom üzerinde tam olarak hangi sırada dizildiğin da belirli ölçümlerin hangi değerlerde çıkması gerek­
anlamak bile m üm kün oldu. Tüm bunlar biz genle tiğini hesap ettiler. Modellerden, ikili-sarmal olarak
rin DNAdan oluştuğunu bilmeden önce yapılmıştı. adlandırılan m odelin çıkarımları, Rosalind Franklin
Bugünlerde genlerin DNAdan oluştuğunu bi­ ve Maurice VVilkins’in saflaştırılmış DNA kristalle­
liyoruz ve DNAhın tam olarak nasıl çakştığmı da, rine x-ışını göndermeyi de içeren özel araçlar kul­
James VVatson ve Francis Crick ve onların ardından lanarak yaptıkları ölçümlere tamı tamına uyuyordu.
gelen birçok bilimci sayesinde biliyoruz. VVatson ve VVatson ve Crick, DNA yapısına dair modellerinin,

17
İS İ
• \

l ‘
£ |
1 H

18
Gregor Mendel’in kilisesinin bahçesinde gözlemlediği sonuçları
tam olarak üretebileceğini de hem en fark ettiler.
D em ek ki, neyin gerçek olduğunu anlam am ızın üç yolu
var. D oğrudan, beş d uyum uzu kullanarak anlayabiliriz. Dolaylı
olarak, teleskop, m ikroskop gibi özel araçların yardımıyla, ama
yine beş duyum uzla anlayabiliriz. Veya daha da dolaylı olarak,
neyin gerçek olabileceğine dair m odeller yaratıp, bu m odelleri,
gördüğüm üz (ya d a duyduğum uz vs.) şeyleri başarılı b ir şekil­
de tah m in edip edem ediklerine göre test ederek gerçeği tespit
edebiliriz. Sonuç olarak, öyle ya d a böyle, iş h er zam an d uyula­
rım ıza geliyor.
Peki bu, gerçekliğin sadece doğrudan veya dolaylı olarak,
duyularım ızla ya da bilimsel yöntem lerle tespit edilebilen şey­
lerden ibaret olduğu anlam ına m ı geliyor? Peki ya kıskançlık ve
neşe, m utluluk ve aşk gibi şeyler? Bunlar d a gerçek değil mi?
Evet, gerçekler. A ncak onların gerçeklikleri beyne dayanı­
yor; hiç şüphesiz, insan beynine ve bir ihtim al şempanze, köpek
ve balina gibi diğer gelişmiş canlıların beyinlerine de. Kayalar
neşeyi veya kıskançlığı hissedemez, dağlar âşık olmaz. Bu d uy­
gular, onları tecrübe e denler için oldukça gerçektirler am a be­
yinler olm asa bu duygular da olmazdı. Bu gibi duyguların ve
belki d e hayal bile edemeyeceğimiz başka duyguların, diğer ge­
zegenlerde v ar olabilmeleri m üm kün, am a ancak ve ancak, bu
gezegenlerde beyinler ya da beyin eşdeğeri (evrenin başka bir
yerinde ne garip düşünm e organları ya da hisseden makineler
pusuda bekliyordur kim bilir) b ir şeyler mevcutsa.

Bilim ve doğaüstü olaylar:


açıklama ve onun düşmanı

D em ek ki gerçeklik bu d u r ve b u saydıklarım d a bir şeyin gerçek


olup olm adığını nasıl anlayabileceğimizin yollarıydı. Bu kitabın
h er b ir bölüm ü, gerçekliğin belirli b ir yönünü ele alacak; örne­
ğin güneş ya da deprem ler ya da gökkuşağı ya da birçok farklı
hayvan çeşidi. Şimdi bu bölüm ün başlığındaki diğer anahtar ke­
limeye yani büyüye dönm ek istiyorum. Büyü biraz kaypak bir
kelime: genellikle üç farklı şekilde kullanılır ve önce benim de
bunları b irbirinden ayırm am gerekiyor. İlkine “doğaüstü büyü”
diyeceğim, İkincisine “sahne büyüsü (sihir)”, üçüncüsüne de (ki
bu benim başlıkta kullanm ak istediğim favori anlam ) “şiirsel
büyü” diyeceğim.

19
D oğaüstü büyü dediğim iz tipteki büyü,
m itlerde ve p eri m asallarında (veya “mucizeler’de, en azından,
am a onu şim dilik b ir k enara bırakıp kitabın son seyircinin dü­
bölüm ü n d e geri döneceğim ) rastladıklarım ız­ şündüğü şey olm asa da
d a . A laaddin’in lam basındaki, cadıların büyüle­ gerçekten bir şeyler olm akta­
rindeki, G rim m Kardeşlerdeki, H ans C h ristian dır. Sahnedeki bir adam (nedense
A nderson’u n ve J. K. Rowling’in hikâyelerindeki genellikle b ir adam olur am a isterseniz
büyü, b u büyüdür. Bir cadının b ir p rensi kurbağa­ kadın d a diyebilirsiniz) gerçekte olan şey ol­
ya d ö n üştürm esindeki ya d a b ir p e rin in balkaba- dukça farklıyken, çok hayret verici (ve h atta doğa­
ğını pırıltılı b ir at arabasına d ö n üştürm esindeki ü stü görünen) bir şeyin gerçekleşmekte olduğunu
kurm aca büyüdür. T üm b u n lar çocukluğum uz­ düşünm em izi sağlayarak bizi kandırır. İpek m e n ­
dan sevgiyle andığım ız hikâyelerdir ve çoğum uz diller tavşanlara dönüşem ez, tıpkı kurbağaların
hâlâ geleneksel N oel gösterilerinde anlatıldığında prenslere dönüşem ediği gibi. Sahnede gördüğü­
b unları keyifle dinleriz, am a h epim iz biliyoruz ki m üz şey sadece b ir num aradır. Gözlerim iz bizi
bu tip büyü sadece k urm acad ır ve gerçekte böyle yanıltır. D aha doğrusu sihirbaz, belki de sözcük­
şeyler olmaz. leri akıllıca kullanarak, dikkatim izi ellerinin yap­
Sahnede yapılan büyü, yani sih ir ise tam ter­ tığından uzaklaştırıp gözlerim izi yanıltm ak için
sine gerçekten de v a rd ır ve çok eğlencelidir. Ya da büyük çaba harcar.

20
Bazı sihirbazlar d ü rü sttü r ve izleyicileri­
nin sahnede gerçekleşenin b ir num aradan iba­
ret olduğunu bildiklerinden em in olm ak için
uğraşırlar. Bunu söylerken James “M uhteşem ”
R andi ya da Penn ve Teller ya d a D erren Brown
gibi isim leri düşünerek söylüyorum. Bu takdir
edilesi sihirbazlar num arayı nasıl yaptıklarını
tam olarak anlatm asalar da, (çünkü anlatsalar
belki de sihirbazlar kulübünden kovulurlardı),
gösterilerin doğaüstü bir sihir içerm ediğini iz­
leyicinin bildiğinden em in olm ak için gerekeni
yaparlar. Diğerleri yaptıklarının bir num ara ol­
duğunu açıkça söylem ezler am a yaptıkları için
abartılm ış iddialarda da bulunm azlar; alenen ya­
lan söylem eden izleyiciyi keyifli bir gizemle baş
başa bırakırlar. A ncak maalesef, bile bile dürüst
olmayan ve sanki “doğaüstü” ya da “paranorm al”
güçleri varm ış gibi davranan sihirbazlar da var:
böyleleri sadece düşünce gücüyle m etalleri b ü ­
küp saatleri d urdurabildiklerini iddia edebilirler.
Bu sahtekârlardan (“şarlatan” b u gibi kim seler
için uygun bir kelim edir) bazıları, “psişik güç­
lerini” kullanarak nerenin kazılm ası gerektiğini
anlayabildiklerini iddia edip m aden ya da p et­
rol şirketlerinden büyük p aralar alırlar. Başka
şarlatanlar ise, ölülerle iletişim kurabildikle­
rin i iddia ederek yas tutan insanları istism ar
ederler. İşler b u noktaya varınca artık keyif
verm ekten, eğlenceli olm aktan çıkar, insanla­
rın saflıklarından ve üzüntülerinden faydalan­
m aya dönüşür. Bazıları bu sahtekârların ölülerle
k onuştuklarına içtenlikle inanabilir.
B üyünün b ir ü çü n cü anlam ı da b ö lü m ü n h gökyüzüne karşı bir gökkuşağı gördüğüm üzde
başlığında kastetm ek istediğim şiirsel büyüdür, de kullanırız. “Büyüleyici” b u anlam da kullanıl-
Güzel b ir m ü zik parçasıyla gözlerim iz do lar ve dığında basitçe bizi d erinden etkileyen, uyaran,
bu perform ansı “büyüleyici” olarak adlandırırız, tüylerim izi d iken d iken eden, bize tam o larak ya-
Ayın ve şeh ir ışıklarının olm adığı karanlık b ir şadığım ızı hissettiren şey anlam ına gelir. Ben size
gecede gökyüzündeki yıldızlara bakar, nefesim i- bu kitapta, gerçeklerin, bilim sel yöntem lerle an-
'.z i. kesen b ir m utlulukla g ördüğüm üzün “büyü ladığım ız gerçek dünyanın olgularının bu ü çüncü
■ğibi” ö ldüğünü söyleriz. Aynı kelim eyi görkem li _ şiirsel ve iyi ki yaşıyorum dedirten anlam da bü-
“ bir güpbafım ı ya d a d ağ m anzarası ya-’dS kapa- yüleyicî ojdûğunu.gö'sterm eyi um uyorum .
Şim di d oğaüstü olaylar düşüncesine geri açıklam anın erişim inin ötesindedir. D oğaüstü,
d ö nm ek ve bu d üşü n ce n ed en asla içinde yaşadı­ son 400 küsur yıldır yararlandığım ız bilgi b iri­
ğım ız dünyada ve evrende g ö rd ü ğ ü m ü z şeylere kim indeki b üyük ilerlem eleri b orçlu o lduğum uz
dair do ğ ru b ir açıklam a su nam az b u n u açıkla­ bilim in ve iyi yapılandırılm ış, d enenm iş ve test
m ak istiyorum . A slında b ir şeyin d oğaüstü açık­ ed ilm iş bilim sel yöntem in erişim inin ötesinde­
lam ası b ir açıklam a b ile değildir, d ah a d a kötüsü dir. Bir şeyin d oğaüstü o lduğunu söylem ek sade­
o şeyin açıklanm a ihtim alin i de ebediyen o rta ­ ce “anlam ıyoruz” dem ek değildir, aynı zam anda
dan kaldırır. N eden böyle söylüyorum ? Ç ün- “hiçbir z am an d a anlam ayacağız, o y üzden a n la­
.kü^ “doğaü stü ” olan h e r şey ta n ım gereği doğal mayı denem e bile” dem ektir.
Bilim tam tersi b ir yaklaşım sergiler. Bilimin için kesinlikle hiçbir n eden yok, tıpkı b ir zam an­
gücü şim dilik h er şeyi açıklam aya yetm ez ama lar insanların sandığı gibi volkanlara ya da dep­
başarılı olm asını sağlayan şey de b u yetersizliktir. rem lere ya d a h astalıklara kızgın kutsal varlıkla­
Bilim b u n u sorular sorm aya, olası m odeller ya­ rın n eden olduğuna inanm am ız için bir neden
ratm aya ve test etmeye, böylelikle doğruya giden olm adığı gibi.
yolu santim santim açmaya devam etm ek için bir Elbette kim se bir kurbağanın bir prense
itici güç olarak kullanır. Bugünkü gerçeklik algı­ (ya da prensin kurbağaya mıydı? Bir tü rlü h a ­
m ızın d ışında b ir şey gerçekleşecek olursa, b ilim ­ tırlayam attı), veya bir balkabağınm at arabasına
ciler bu d u rum u, şim diki m odellerinde bir sorun dönüşebilm esinin m ü m k ü n olduğuna gerçek­
olduğu ve bu m odeli terk etm ek ya da değiştirm ek ten inanm az, am a böyle şeylerin gerçekte neden
gerektiği şeklinde yorum larlar. D o ğ ru olana adım im kânsız olduğunu hiç d u ru p düşü n d ü n ü z m ü?
adım yaklaşm am ız işte bu düzeltm eler ve arkasın­ B unu açıklam anın çeşitli yolları var. B enim fa­
d an gelen test etm eler yoluyla olur. vorim şu.
Bir cinayet karşısında şaşırıp k alan ve ola­ K urbağalar ve at arabaları özel b ir şekilde
yı çözm eyi den em ek için bile çok tem bel olup b ir araya getirilm esi gereken çok sayıda parçadan
“doğaüstü” diyerek dosyayı k ap atan b ir dedek tif oluşan karm aşık şeylerdir. Yani kazara (ya da bir
hakkın d a ne düşü n ü rd ü n ü z? Bir zam an lar (kız­ değneğin hareketiyle) oluşam ayacak bir yapıya
gın ya da m u tlu tanrılar, şeytanlar, cadılar, ru h ­ sahiptirler, “karm aşık”tan kastım bu. Kurbağa ya
lar, lan etler ya d a b üyülerin y ol açtığı) doğaüstü da at arabası gibi karm aşık b ir şeyi yapm ak ol­
bir olayın so nucu olarak g örülen şeylerin aslında dukça zordur. A t arabası yapm ak için tü m parça­
anlayabileceğim iz, test edebileceğim iz ve güve­ ları doğru biçim de bir araya getirm eniz gerekir.
nebileceğim iz doğal açıklam aları o ld uğunu tüm Bir m arangozun ve diğer zanaatkârların hüner­
bilim ta rih i b oyunca gördük. Bilim in h en ü z d o ­ lerine ihtiyacınız vardır. At arabaları şans eseri
ğal açıklam alarda bulunam adığı şeylerin d oğa­ veya parm ağınızı şıklatıp “A brakadabra” dem e­
üstü b ir ned en d en kaynaklandığına inanm am ız nizle ortaya çıkıvermez. At arabasının belli bir

24
yapısı, karm aşıklığı, tekerlekler ve akslar, p en c e ­ çalkaladığını düşü n ü n . Sizce parçaların ta m da
reler ve kapılar, yaylar ve k aplam alı ko ltu k lar gibi çalışır haldeki b ir at arabası o lu ştu rm ak üzere
kısım ları vardır. A t arabası gibi k a rm aşık b ir şeyi, b ir araya gelip b irb irlerine yapışm a şansı nedir?
kül g ibi basit b ir şeye d ö n ü ştü rm e k görece kolay C evap h içtir, yani sıfırdır. B unun ned en lerin d en
olurdu, p e rin in sih irli değneğinde, kıvılcım çı­ b iri şu: k arm akarışık haldeki parçaları b ir araya
karacak b ir d ü z e n e k o lm ası yeterdi. H e m e n h e r getirerek çalışan b ir a t arabası h atta çalışan her­
şeyi k üle çev irm ek kolaydır. A m a k im se b ir yığın hangi bir şey o lu ştu ram am an ın yollarının sayısı,
külü ya da b ir b alkabağm ı alıp at arab asın a çe- oluşturabilm e y ollarının sayısından çok a m a çok
virem ez ç ü n k ü a t arabası fazlasıyla karm aşıktır. d a h a fazladır.
H atta at a rabası sadece k arm aşık değildir, ulaşım Bir yığın parça alsanız ve rasgele etrafa sa-
için in sanlara fayda sağlayan b ir nesn e olduğu vursanız, ara sıra işe yarar bir yapı oluşturacak
için fa ydalı b ir yönde karm aşıktır. ya d a iyi kötü b ir şeylere benzetebileceğim iz şe­
H adi işleri p eri için b iraz kolaylaştıralım . k ilde düşebilirler. A ncak b u n u n gerçekleşm e y ol­
P erin in ön ü n d e balkabağı yerine, m ak et uçak la rın ın sayısı, bizim o n ları b ir hu rd a yığınından
yap m ak için kullan d ığ ım ız te k te k parçalardan başka b ir şeye benzetem eyeceğim iz şekilde düş­
oluşan setlere b e n z e r şekilde, içinde b ir at arabası m elerinin yollarıyla kıyaslanınca çok çok azdır.
o lu ştu rm ak için gerekli tü m parçaların k a rm ak a­ B ir h u rd a yığınını m ilyonlarca kez tekrar tekrar
rışık d u rd u ğ u b ir koli o lsun. At arabası yapm ak karıştırıp o n la r ı. . . başka b ir h u rd a yığını h aline
için gerekli p a rça seti yüzlerce tah ta kalas, cam g e tirm enin m ilyonlarca yolu vardır. Parçaları h er
levha, d em ir ç u b u k ve parm aklık, to m a rla k a p ­ karıştırdığınızda d a h a önce görm ediğiniz özgün
lam a, çarşaf ç arşaf d eri ile b irleştirm ek için çi­ b ir yığın elde edersiniz am a bu m ilyonlarca ola­
viler, tornav id alar ve k ap kap yapıştırıcı içerirdi. sılıktan sadece çok am a çok kü çü k bir g ru p ya­
Şim di p eri a n n e n in dü zen li b ir sırayla kullanm a yıntı, (sizi b aloya götürm ek gibi) herhangi b ir işe
kılavuzundak i talim atları okuy u p p arçaları b ir­ yarayan ya d a tanıdık ya d a h atırlanabilir b ir şey
leştirm ek y erine, h e p sin i dev b ir bohçaya koyup halini alabilir.

25
Kim i duru m lard a, bu p ar­
çacıkları karıştırabileceğim iz yol­
ların sayısını saym ak gerçekten
de m üm kündür, aynı b ir deste
iskam bil kâğıdıyla yapabileceği­
Kartları dağıtanın desteyi k ar­
m iz gibi. Bu örnekte söz konusu
dığını ve dö rt oyuncuya, h e r birinde
parçacıklarım ız iskam bil kâğıtları
13’er k art olacak şekilde k artlan da­
olsun.
ğıttığını düşünün. E lime bakıyorum
ve şaşkınlıktan nefesim kesiliyor. 13
maçanın 13 u de bende! M açaların

O yuna devam
etm ek için fazla ürk­
tüğüm den diğer üç
oyuncuya, onların da
benim kadar şaşıra­
caklarını bilerek elimi
açıyorum.

A ncak teker teker diğer oyun­


cular da k artlarını m asaya açtıkla­
rın d a şaşkınlığım ız h er b ir oyun­
cunun eliyle daha da artıyor. H er
birin in eli “m ükem m el”, b irinde 13
kupa, öbü rü n d e 13 sinek diğerinde

İM ise 13 karo var.


Böyle b ir şey doğaüstü b ir büyü m ü olurdu?
Öyle düşünm eye m eyledebiliriz. M atem atikçiler
böylesi olağanüstü b ir dağıtım ın tam am en şans
eseri d enk gelebilmiş olm asının olasılığını he­
saplayabilirler. G ö rü n en o ki b u sayı m üm kün
olam ayacak k ad ar küçük b ir sayı 53.644.737.76
5.488.792.839.237.440.000’da 1. Bu sayıyı nasıl
okum am gerektiğinden bile em in değilim! Bir
trilyon yıl b oyunca o tu ru p k art oy u n u oynaya­
cak olursanız, böyle m ükem m el b ir el yakalam a
Evrimin yavaş büyüsü
fırsatınız b ir kere olabilir, o da belki. A m a, mesele
şu ki, o el gelebilecek diğer her elden d aha a z olası Peri masallarında olduğu gibi, bir kar­
değil! 52 k a rttan herhangi b ir belirli elin gelme m aşık organizmayı tek bir adım da
olasılığı 53.644.737.765.488.792.839.237.440.000’ diğer bir karmaşık
da 1, çünkü b u tü m olabilecek k art dağılım larının nizmaya çevirmek ha
toplam sayısı. Yalnızca biz dağıtılan ellerin büyük kikaten de gerçekçi
çoğunluğunda diğer belirli ö rü n tü leri fark e t­ olasılıklar diyarının
miyoruz, bize sıradan b ir d ağılım dan farklıymış ötesinde bir şey olur­
izlenim i verm iyorlar. Biz sadece b ir şekilde d ik ­ du. Ama karmaşık
katim izi çeken elleri fark ediyoruz. canlıların var olduğu
Eğer parçaların ı rasgele kom bin asy o n lar­ b ir gerçek. Peki bu can­
da yeniden düzenleyecek k a d a r caniyseniz, b ir lılar nasıl ortaya çıktılar?
prensi dönüştürebileceğiniz m ilyarlarca şey var.
A m a b u k om b in asy o n ların çoğu tıp k ı m ilyarlar­ bunlar ve çam ağaçlan, prens­
ca anlam sız k a rt d a ğ ılım ın d a o lduğu gibi hiçbir ler ve balkabaklan, siz ve ben
şeye benzem eyecektir. Rasgele k a rıştırılan b u gibi karm aşık şeyler gerçekte
parçaların kom bin asy o n ların d an sadece k ü çü ­ nasıl meydana geldiler? Tarihin
cük b ir azın lık ancak, (kurbağayı g eçtim ), ta n ı­ büyük bir bölüm ü boyunca kim­
n abilir ya d a işe y arar b ir şeye benzer. senin düzgün bir şekilde cevap-
Prensler kurbağaya, balkabakları at araba­ layamadığı güç bir soruydu
larına d önüşm ez çü n k ü k urbağalar ve at arabala­ bu. O nedenle insanlar bunu açık­
rı, parçaları neredeyse sonsuz tane h u rd a yığını lam ak için hikâyeler uydur- ■
şeklinde bir araya gelebilecekken gelm em iş olan dular. A ma sonra b u soru, ya­
karm aşık şeylerdir. Bir gerçek o larak artık biliyo­ şamış en büyük bilimcilerden
ruz ki yaşayan h e r canlı, h er insan, h e r tim sah, Charles D anvin tarafından, on
h e r karatavuk ve h atta h er B rüksel lahanası aslen dokuzuncu yüzyılda çok da
daha basit b içim lerden evrildiler. Yani bu sadece talıkh b ir şekilde
şanstan ibaret b ir süreç ya d a b ir tü r b ü y ü mü? bölüm ün geri
Hayır! Kesinlikle değil! Bu çok sık rastlanılan b ir saca açıklamak için
yanlış anlam a, o y üzden gerçek hayatta gördükle­ fakat bunu yapaı
rim izin neden ve nasıl, tesadüfen ya d a şans eseri kendi anlatım ından farklı bir anla­
ya da “büyülü” b ir şeylerle (tabii ki bizi h uşu ve tım kullanacağım.

27
Danvin’in bu soruya verdiği cevap şöyleydi: İn­ Bunu bir 10 nesil boyunca tekrarladıktan
sanlar, timsahlar ve Brüksel lahanaları gibi karmaşık sonra ilginç bir şey fark etmeye başlayabilirsiniz.
organizmalar, birdenbire, bir hamlede ortaya çıkmadı. Kurbağa nüfusunuzun ortalam a bacak boyu u zun­
Her yeni adımdaki canlı, adım adım, aşamalı olarak luğu, başlangıçtaki nüfusun ortalam a bacak boyu
bir önceki adımda zaten var olandan azıcık daha fark­ uzunluğundan fark edilebilir derecede fazla ola­
lılaştı. Uzun bacaklı bir kurbağa yaratmak istediğinizi caktır. H atta 10. nesildeki tüm kurbağaların ilk ne­
duşunun. Amacınıza ulaşmak için hemen hemen is­ sildeki herhangi bir kurbağadan daha uzun bacaklı
tediğinize yalan bir başlangıç noktası belirleyin, örne­ olduğunu bile görebilirsiniz. Ya da belki de 10 nesil
ğin kısa bacaklı kurbağalardan başlayın. Kısa bacaklı yeterli olmaz, 20 nesil hatta daha fazlası gerekebilir.
kurbağalarınızı şöyle bir inceleyin ve bacak boylarım Ama eninde sonunda g ururla “eski kurbağalardan
ölçün. Bu kurbağaların diğerlerinden birazcık daha daha u zun bacaklı yeni b ir kurbağa yaptım” diye­
uzun bacaklı olanlarından birkaç erkek ve dişi seçip bilirsiniz.
çiftleşmeleri için bırakın, daha kısa bacaklı olanların Bunu yapmak için ne bir sihirli değneğe ne de
ise çiftleşmelerini tüm den engelleyin. herhangi bir çeşit büyüye gerek var. Burada yaptığı­
Uzun bacaklı erkekler ve dişiler üreyecekler ve m ız işlemin adı seçici üretme. Bu işlem, kurbağala­
iribaşlar meydana getirecekler, bu iribaşlar da bacak­ rın kendi aralarındaki çeşitlilikten ve bu çeşitliliğin
ları olan kurbağalara dönüşecek. Yeni nesildeki kur­ sonraki nesillere, ebeveynlerden çocuklara genler
bağaların bacaklarını da ölçün ve yine ortalamadan yoluyla aktarılm asından faydalanır. Basitçe hangi
daha uzun bacaklı olan erkek ve dişileri seçip ürem e­ kurbağaların üreyeceklerini hangilerinin ürem e­
leri için bir araya koyun. yeceklerini seçerek yeni bir tip kurbağa yapabiliriz.

28
Basit değil mi? A m a sadece u zu n bacaklar öyle büyük b ir değişim görm ezsiniz. H er nesil
yapm ak yeterince etkileyici değil. S onuçta bacak­ b ir önceki nesle oldukça benzeyecektir. Ancak
ları daha kısa da olsa y in e de kurbağalar ile işe yeterince nesil geçtikten sonra ortalam a kuyruk
koyulduk. Bir de d a h a kısa bacaklı kurbağalarla u zu n lu ğ u n u n b iraz azaldığını, o rtalam a a rka b a­
değil de, h ep ten kurbağa olm ayan b ir şeyle, ö r­ cak u zunluğunun d a biraz arttığını fark etm eye
neğin d ah a ç ok sem endere b enzeyen b ir şeyle bu başlayabilirsiniz. B elirli b ir sayıda nesli g eride bı­
işe başladığınızı d ü şü n ü n . S em enderler, k urb ağ a­ raktıktan sonra, eskisinden d ah a kısa kuyruklu ve
ların bacaklarıyla (en azın d an arka bacaklarıyla) d a h a u zun arka bacaklı bireyler, sürü n m ek yerine
kıyaslanınca oldukça kısa bacaklara sahipler ve zıplam ayı daha kolay bulm aya başlayabilirler. Bu
onları zıplam ak yerine y ü rü m e k için kullanırlar. böyle s ü rü p gider.
Ayrıca sem enderlerin u zu n kuyru k ları varken, Tabi b u senaryoda kendim izi, varm aya ça­
kurbağalarda k uyruk b ile y oktur ve sem enderler lıştığım ız sonuca ulaşm ak için çiftleşm esini iste­
çoğu kurbağadan d a h a ince ve u zundur. Am a diğim iz dişileri ve erkekleri seçen b irer yetiştirici
binlerce nesil geçm esi için yeterince zam an ve­ olarak hayal ettiğim iz b ir tablo çizdim . Çiftçiler
rilirse, sabırla kurbağaya d ah a çok benzeyen dişi b u tekniği, daha ço k ü rü n veren ya da hastalığa
ve erkeklerin ü rem esine izin verip, kurbağaya daha dayanıklı ekinler ve hayvanlar ü retm ek gibi
daha az benzeyen b ireylerin ürem esini engelle­ am açlar için binyıllardır uyguluyorlar. D arw in
yerek b ir sem en d er n ü fu su n u n nasıl b ir k urbağa b u sürecin işlemesi için bir yetiştiricinin seçim
nüfusuna dönüşebileceğini sanıyorum kafanızda yapm asına bile gerek olmadığım anlayan ilk kişiy­
canlandırabilirsiniz. Bu işlem in hiçb ir a d ım ın d a di. D arw in basitçe, bazı bireyler üreyecek kadar

29
yaşayam ayıp b azıları yaşayabildiği için, tü m bu Yani b u doğal süreç, ürem eleri için uzu n bacaklı
sürecin doğal olarak işleyebileceğini gördü. Ü re­ bireyleri seçen insan gibi akıllı bir tasarım cının
yebilecek k a d a r u z u n sü re hayatta kalabilenler, yaratacağı etkiyle tam olarak aynı etkiyi yaratır.
kalam ayanlardan d ah a iyi özelliklere sahip old u k ­ Tek bir farkla, böyle bir tasarımcıya ihtiyaç du y­
larınd an yaşam larını sü rdürebiliyor ve üreyebili­ m adan. O lan biten h e r şey, ü rem ek için y eterin­
yorlardı. Böylece o n ların çocukları d a ann e-b ab a­ ce uzun bacaklı olanların ürem esi, uzu n bacaklı
ların ın hayatta k alm alarına y ardım cı olan genleri olm ayanların ise üreyem em esinin doğrudan bir
alm ış oluyorlardı. İster sem enderler y a da k u rb a ­ sonucu olarak, doğal yollardan kendi b aşına ger­
ğalar, ister kirp iler ya d a hin d ib a otları söz k o nusu çekleşir. Bu n edenle b u sürece doğal seçilim adını
olsun, b ir toplulukta h er z am an hayatta kalm akta veriyoruz.
diğer bireylerden d a h a iyi olan bireyler olacaktır. Yeterince nesil geçmesi için zam an tanınırsa,
Eğer u zu n bacaklar, k urbağalar ve çekirgelere zıp­ semendere benzeyen atalar kurbağaya benzeyen
layarak tehlikeden uzaklaşm akta, çitalara ceylan­ torunlara dönüşebilir. D aha da zam an tanınırsa b a­
ları kovalam akta, ceylanlara çitalardan kaçm akta lığa benzeyen atalar, m aym una benzeyen torunlara
yardım cı olacaksa, d ah a u z u n bacaklı bireylerin dönüşebilir. D aha daha çok zam an tanınırsa bakte­
ölm e olasılığı, d a h a kısa bacaklı bireylerin ölm e riye benzeyen atalar insanlara benzeyen torunlara
olasılığından d ah a a z olacaktır. Böylece, u zu n b a ­ dönüşebilirler ve zaten tam olarak olan da budur.
caklı bireylerin üreyecek k ad ar yaşam aları d aha Bu şimdiye kadar yaşamış h er hayvan ve bitkinin
olası hale gelecektir. A yrıca, çiftleşm ek için uygun geçmişinde meydana gelmiş bir şeydir. B unun için
eş adayı olan bireyler arasında u zu n b acaklılar ço­ gerekli nesillerin sayısı sizin veya b enim hayal ede­
ğ u nlu k ta olacaktır. D olayısıyla h e r y en i nesilde, bileceğimizden çok daha fazladır am a dünya milyar­
uzu n bacaklılık için gerekli g enlerin b ir sonraki larca yıl yaşındadır ve fosillerden bildiğimiz kadarıy­
nesle aktarılm a şansı artar. Z am anla n ü fu sta u zu n la yaşam, 3,5 milyar yıl önce başladı, yani evrimin
bacaklılık g en in i taşıyan bireylerin sayısı çoğalır. gerçekleşmesi için yeterince zam an bulunuyordu.

30
İşte Darvvirî:in bü y ü k fikri de b u d u r ve adı da rın d a da işe yaramaz. At arabaları evrilmezler, en
D oğal Seçilim Yoluyla Evrim’dir. Bu, insan zih n i­ azından doğal yollardan prensler ve kurbağalar gibi
n in b u lduğ u en önem li fikirlerden biridir. D ünya evrilemezler. Ama yolcu uçakları, bilgisayarlar ve
üzerindeki yaşam la ilgili bildiğim iz h er şeyi açık­ kilden yapılmış ok uçları gibi, at arabaları da, aslen
lar. O kad ar önem lid ir ki, ilerleyen bölüm lerde kendileri evrilm iş olan insanların yapımıdırlar. İn ­
evrim e geri döneceğim . Şim dilik sadece evrim in san beyni ve elleri doğal seçilimle evrilm iştir tıpkı
çok yavaş ve aşam alı olarak ilerlediğini anlam a­ sem enderlerin kuyrukları, kurbağaların bacakları
nız yeterli. A slm da pren sler ve kurbağalar gibi gibi. Evrilen insan beyni, at arabaları ve norm al
karm aşık şeylerin v ar o lm asını m ü m k ü n k ılan da arabalar, m akaslar ve senfoniler, çam aşır m akine­
evrim in böyle çok aşam alı oluşudur. Bir kurbağa­ leri ve saatler tasarlam a ve yaratm a kabiliyetine sa­
n ın büyüyle b ir p rense d ö n ü şü m ü aşam alı değil, hiptir. B urada bir kez daha büyü yok. Bir kez daha
an id ir ve b u olayı gerçeklik dünyasının dışına iten düzenbazlık yok. Bir kez daha h er şey güzelce ve
de b u aniliktir. Evrim ise olan lar için gerçek b ir basitçe açıklandı.
açıklam adır, gerçekten işe yarar ve evrim in doğ­ Bu kitabın geri kalanında size bilimsel olarak
ruluğunu gösteren gerçek kanıtları vardır. K arm a­ algılanabilir gerçek dünyanın kendine has büyü­
şık yaşam b içim lerinin b ir anda, (aşam alı olarak sünü gösterm ek istiyorum. Gerçek olan ve nasıl
adım adım evrilm ek yerine) te k b ir ham lede o rta ­ çalıştığını anladığım ız ilham verici güzelliklerden
ya çıktığını iddia eden h e r şey, p e rin in sihirli d e ğ ­ oluşan, benim şürsel dediğim büyüyü... Gerçek
neğinin kurm aca büyüsü n d en d a h a iyi olm ayan dünyanm gerçek güzelliği ve büyüsünün yanında,
tem bel işi b ir hikâyedir sadece. doğaüstü büyüler ve sihirler ucuz ve basit kalır.
Balkabaklarının at arabalarına dönüşm ele­ Gerçeğin büyüsü n e d oğaüstüdür ne de kandırm a­
rinde de d u ru m aynıdır: büyülü sözler kurbağalar cadır, sadece m uhteşem dir. M uhteşem ve gerçektir.
ve prenslerde işe yaram adıkları gibi balkabakla- M uhteşemdir, çünkü gerçektir.
u kitap tak i çoğu b ö lü m ü n başlığı b ir sorudan
B oluşuyor. A m acım , b u soru lara cevap verebil­
m ek ya d a en azından olabilecek e n olası cevabı
verm ektir, y ani bilim in cevabını. A m a çoğunlukla
önce m asalsı cevaplarla başlayacağım ç ü n k ü b u n ­
lar ilginç ve eğlenceli oluyorlar ve b ir zam anlar
b u n lara gerçekten in an an in san lar vardı. Bazıları
şu a nda bile inanıyor.
D ü n y an ın h er yerinde insanların, kökenleri­
ne yani n ereden geldiklerine d a ir b ir söylenceleri
vardır. Birçok soyun söylenceleri sadece o soyun
kökenin e d a ir b ir şeyler anlatır, san k i diğer soylar hiç
yokm uş gibi! Aynı şekilde birço k soyun, in sanları öldür­
m em eleri gerektiğine d a ir kuralları v a rd ır am a “insanlardan”
kastın sadece k en d i so y u n d an in sanlar olduğu ortaya çıkar. Diğer
soylardan gelen in sanları ö ldürm ekte h iç so ru n yoktur!
îşte size tip ik söylencelerden T azm anya abo rjinlerinden b ir
g ru b u n kökenlerine d a ir b ir tanesi. M oinee isim li b ir tanrı, yıl­
dızlarda geçen b ir savaş esnasında D rom erd een er isim li d üşm an
b ir ta n rı tarafın d an yenilgiye uğratılır. M oinee ölm ek üzereyken
yıldızlardan Tazm anya’ya düşer. Ö lm eden önce, istirahat m ekânını
son b ir kez ku tsam ak ister ve insan ları yaratm aya k a rar verir. A ncak
ölm ek üzere o ld u ğ u nu b ildiğinden öyle b ir telâşe içindedir ki
onlara d iz verm eyi u n u tu r, (hiç şüphesiz zor d u ru m u n u n da
dikkatin i d ağıtm asının verdiği) dalgınlıkla onlara kangu­
ru la r gibi b ü y ü k kuy ru k lar verir, b u d u ru m insan larm h iç­
b ir zam an oturam ayacakları anlam ın a gelm ektedir. S onra
da ölür. İnsan lar k a n g u ru ku y ru k lu ve dizsiz olm aktan
nefret edip yardım için gökyüzüne yalvar-

Bunun üzerine hâlâ gökyüzünde ||g|R B ğ&


haykırarak zaferini kutlam akta olan ulu
D rom erdeener in sanların yardım çığlıkla-
K rını işitir ve ne olup bittiğini görm ek için *
\ Tazmanya’ya iner. İnsanlara acır ve onlara
bükülebilen dizler verip vücutlarına uy-
m ayan o kanguru kuyruklarını keser. Ar
tık hepsi oturabilecektir ve sonsuza kadar
^ mutlu yaşarlar.
r Sık sık bu söylencenin farklı türleriyle karşı-
k laşırız. Bu şaşırtıcı bir şey değil çünkü insanlar kamp
I ateşinin etrafında hikâyeler anlatırken genelde de-
I tayları değiştirirler, böylece hikaye yörelere göre fark- *
■ hlıklar göstermeye başlar. Bu Tazmanya söylencesinin İ
A farklı bir anlatımında Moinee, Parlevar adını verdiği ilk
m a k insanı gökyüzünde yaratır. Parlevar kanguru gibi bir kuy-
K » ruğa ve bükülemeyen dizlere sahip olduğundan oturama-
maktadır. Yine önceki öyküde olduğu gibi düşman tanrı
Dromerdeener kurtarmaya gelir. Parlevara uygun dizler
I verip kuyruğunu keser, yarayı merhem ile iyileştirir.
I Parlevar daha sonra gök yolu (Samanyolu) bo-
yunca yürüyerek Tazmanya’ya iner.

33
O rta D o ğ u n u n M usevi soylarının sadece
bir tan rıları vardı ve M useviler bu tanrıyı dü ş­
m an soyların tan rıların d an ü stü n görüyorlardı.
Bu ta n rın ın çeşitli isim leri vardı ve insan ların ona
b u isim lerle seslenm eleri yasaktı. Söz k o nusu ta n rı ilk
insanı tozdan y aratır ve adını Â dem (“adam ” anlam ına
gelir) koyar. Âdem’i kasten kendisine b en zer şekilde yarat­
m ıştır. A slında tarihteki çoğu tan rı, erkek (veya bazen kadın) o la­
ra k resm edilir, genellikle dev gibidirler ve h er zam an doğaüstü güçleri
vardır.
T anrı Â dem ’i, (biri h ariç tü m ü n ü n ) m eyvelerini yiyebileceği ağaçlarla dolu Eden
adı verilen b ir cennet bahçesine yerleştirir. Bu yasak olan ağaç “iyiliğin ve kötülüğün bilgisi
ağacıdır” ve ta n rı Âdem’i b u ağacın m eyvelerini yem eyeceğinden e m in b ir şekilde bırakır.
D aha so n ra ta n rı Â dem ’in tek başın a yalnızlık hissedeceğini fark edip b u konuda bir
şeyler yapm ak ister. İşte b u noktada, D rom erd eener ve M oinee’n in hikayesinde oldu­
ğu gibi, efsanenin iki farklı türüyle karşılaşıyoruz ve h e r iki tü r de kutsal Yaratılış
Kitabı’n d a bulunuyor. D ah a eğlenceli olan tü re göre, tan rı tüm hayvanları Âdem’e
yardım cı o lm aları için y aratır a m a hâlâ b ir şeylerin eksik olduğuna k arar verir: bir
kadm ! Böylece Âdem’i u yuşturup göğsünü açar, b ir kaburgasını çıkarır ve göğsünü
tekrar diker. D ah a s o n ra b u kaburgadan b ir k ad ın yetiştirir, tıpkı sizin kestiği­
niz b ir d aldan yeni b ir bitkiyi yetiştirebileceğiniz gibi. O na Havva adını v erir ve
Âdem’e karısı o larak sunar.
N e yazık ki bahçede kahrolası b ir yılan
vardır ve Havva’ya yanaşıp o n u iyiliğin v e k ö ­
tülüğ ü n bilgisi ağacm m yasak m eyvesinden
koparıp  dem ’e yedirm eye ik n a eder.  dem ve
Havva m eyveyi yerler ve d erhal çıplak oldukla-

34
rın ın bilgisine sahip olurlar. Bu o nları u tandırır ve
kendilerine in cir yaprağından birer ön lük yapar­
lar. Tanrı b u n u fark ettiğinde, yasak meyveyi yiyip
bilgilendikleri ve san ırım m asum iyetlerini kaybet­
tikleri için onlara kızar. O nları bahçeden kovarak,
hem A dem ve Havva’yı hem de tü m çocuklarını
zorluklar ve acılarla dolu b ir yaşam la lanetler. Bu­
güne kadar, Â dem ve Havva’n ın korkunç itaatsizli­
ğin in hikâyesi “ilk günah” adı altında hâlâ birçok
insan tarafından ciddiye alınm aktadır. H atta ba­
zıları, (Âdem’in gerçekten var olm adığını kabul
etm elerine rağm en) b u “ilk günahın” Âdem’den
hepim ize geçtiğini ve hepim izin  dem ’in suçunu
paylaştığım ıza inanırlar.

35
İskandinavya’n ın denizci V ikingler
olarak ü n salm ış olan N orveçli in san ­
ları, Y unanlar ve R om alılarda olduğu
gibi birço k tan rıy a sahiptiler. Baş ta n ­
rıların ın ism i O din’d ir ve bazen W otan
ya d a W oden o la ra k d a isim lendirilir, ki
İngilizce “W ednesday” yani çarşam ba
g ü n ü n ü n ism i b u rad an gelm ektedir. (İn ­
gilizce “T hursday” yani p erşem be g ü n ü ­
n ü n ism i d e y ine b ir başka N orveç ta n rı­
sından , u lu çekiciyle şim şekler çaktıran
T hor’d a n gelir).
Bir g ü n O d in , kendileri de b irer
tan rı olan kardeşleriyle b e rab er sahil
kıyısında y ü rü rk e n iki ağaç gövdesine
rastlar.
Gövdelerden b irini “Ask” adını verdikleri ilk adam a, ö bü­
rü n ü de “Embla” adını verdikleri ilk k ad ın a dönüştürürler. İlk
adam ve kad ın ın b edenlerini yaratan ta n rıla r d ah a sonra da
onlara yaşam ın nefesini verirler; bilinç, y üz ve konuşm a arm a­
ğanları d a b unları takip eder.
N eden ağaç gövdeleri m erak ediyorum . N eden b uz sar­
kıtları ya da k u m tepeleri değil? K im in, n eden b u hikâyeleri
uydurduğunu m erak etm ek sizce de çok ilginç değil mi? Tah­
m inen tü m bu efsaneleri ilk icat eden ler b u n ların kurm aca ol­
duğu n u u ydurdukları esnada biliyorlardı. Ya d a b irçok farklı
insan, farklı zam anlarda, farklı yerlerde hikâyelerin farklı k ı­
sım larını uydurdu; başka in sanlar d a bu parçaları aslında k u r­
m aca olduğunu fark e tm eden, belki d e b azılarını d eğiştire­
rek b ir araya g etirdi m i dersiniz?
M asallar eğlencelidir ve onları tekrar etm eyi
severiz. A m a k adim b ir söylence ya d a internette
dolaşıp du ran m o d ern b ir “şehir efsanesi” de
olsa, eğlenceli b ir hikâye duyduğum uzda
d u ru p b u hikâyenin ya da en azından
herhangi b ir parçasının doğ ru olup ol­
m adığını sorm aya da değer. Ö yley­
se hadi soralım , ilk insan kimdi?
Ve bu so ru n u n doğ ru
olan, bilim sel cevabı­
n a bir göz atalım .

37
Kimdi t>ULilk
insan gerçekten*?
BU SİZİ ŞAŞIRTABİLİR am a ilk insan diye bir açıklam aya b ir d üşünce deneyiyle başlayacağım.
şey hiç olm adı, çü n k ü h e r insanın ebeveynlerinin D üşünce deneyi, hayal g ü cünüzü kullanarak
olm ası gerekir ve o ebeveynlerin de insan olm a­ yaptığınız b ir d eneydir. Şim di hayal edeceğim iz
sı gerekir! Tıpkı tavşanlarda olduğu gibi. H içbir gerçekte im kânsız çü n k ü bizi zam anda geriye
zam an b ir ilk tavşan yoktu ya da ilk tim sah ya götürecek y ani b iz d oğm adan ço k öncesine. Fa­
da ilk yusufçuk. Şimdiye k adar doğan h e r yaratık kat bunu hayal ederek de önem li bir şeyler öğre­
ebeveynleriyle aynı tü re m en su p tu (belki birkaç nebiliriz. O y üzden işte d üşünce deneyim iz. Tek
istisna olabilir am a b u ra d a onları g örm ezden ge­ yapm anız gereken şu k om utları takip etm ek.
leceğim). Yani b u d oğm uş olan h er yaratığın b ü ­ K endinize ait b ir fo toğraf bulun. Şimdi
yükanne ve büyükbabalarıyla da aynı tü re ait ol­ babanızın bir fotoğrafını b u lu n ve o n u sizinki­
duğu anlam ın a gelmelidir. Ve b ü y ü k büyükanne n in üzerin e k oyun. D aha s o n ra o n u n b abasının,
ve büyük büyükbabalarıyla da. Ve büyük büyük yani dedenizin fotoğrafını bulun. D aha sonra
büyük an n e ve bü y ü k büy ü k büyükbabalarıyla da. da o n u n babasının, yani d ed enizin babasının
Ve b u böyle sonsuza k ad ar gider. bir fotoğrafını bu lu n ve en üste yerleştirin. Bü­
Sonsuza kadar m ı? A slında hayır, o k ad ar yük büyük dedelerinizin hiçbiriyle tan ışm a­
basit değil. B unu b iraz açıklam ak gerekecek ve m ış olabilirsiniz. B en b en im kilerin hiçbiriyle
ta n ışm a d ım am a b irin in b ir k ö y o k u lu m ü d ü ­ Ü st üste dizilm iş 185 m ilyon fotoğrafı hayal
rü , b irin in b ir k ö y d o k to ru , d iğ e rin in B ritanya etm ek k olay değildir. Böyle b ir y ığının yüksekliği
H in d istan ’ın d a o rm a n c ı, b ir d iğ e rin in d e k re m a ne olurdu? Şöyle ki h e r b ir fotoğrafın n o rm a l fo­
d ü şk ü n ü , yaşlılığında b ir kaya tırm a n ış ı s ıra s ın ­ to ğ ra f kâğıdına basıldığını d ü şü necek olursak, 185
d a ö len b ir av u k at o ld u ğ u n u b iliy o ru m . Y ine de m ilyon fo toğraf 7.000 m etrelik b ir k ule o lu şturur:
b ab an ızın b a b a s ın ın b a b a s ın ın neye b e n z e d iğ in i b u ü st üste 180 tan e N ew York g ö kdeleninden bile
b ilm iy o rsan ız b ile o n u d e ri çerçevede so lm a k ­ yüksek. D evrilm ese bile (ki d evrilir) tırm a n m a k
ta o lan kah v eren g i b ir foto ğ raftak i h ayal m eyal için ço k yüksek. Ö yleyse h adi o n u yan yatıralım
b ir su re t o la ra k h ayal ed eb ilirsin iz. Ş im d i b u n u ve fotoğrafların hepsini tek b ir k itap rafına yerleş­
o n u n b abası iç in d e d ü ş ü n ü n . R esim leri b irb iri­ tirelim .
n in ü zerin e te p elem e k o ym aya, b ü y ü k b ü y ü k b ü ­
Kitap rafının u zunluğu n e k ad ar olur?
y ü k le r a ra sın d a d a h a d a gerilere g itm ey e d ev am
Yaklaşık altm ış beş kilom etre.
ed in . B un u y ap m ay a fo to ğ ra fın k eşfin d e n öncesi
için bile d ev am edeb ilirsin iz; n e d e olsa b u b ir R afın size yakın u cu n d a sizin fotoğrafınız,
d ü şü n c e deneyi. u zak u cu n d a ise 185 m ilyonuncu büyük
D üşü n ce d en ey im iz için kaç ta n e b ü y ü k b a­ b ü y ü k b abanızın fotoğrafı b ulunur. N eye b en zi­
baya ihtiyaç duyacağız? H m m , sadece 185 m ilyon yor? D ökülm üş saçları v e b eyaz favorileriyle yaşlı
ka d arı y eterli olur! b ir ad am a mı? L eopar kü rk ü giym iş b ir m ağara
a d am ına mı? Böylesi d üşünceleri u n u tu n . Tam
Sadece mi? olarak neye b en zed iğ in i b ilm iyoruz am a fosiller
bize oldukça iyi b ir fikir veriyorlar. 185 m ilyo­
SADECE Mİ? n u n c u büy ü k büyükbabanız ş u n u n gibi b ir şeye
b en ziyordu -------------------------------------------------►

39
balarınızı görürsünüz, az sonra da göreceğimiz
gibi bunlara kim i insansılar, bazı m aym unlar,
bazı sivrifareler ve benzeri hayvanlar dahil­
dir. H er biri, sıradaki kom şularıyla benzerdir,
yine de birbirinden uzak h erhangi iki fotoğ­
rafı alırsanız birbirlerinden çok farklıdır ve
sırayı insandan uzaklaşarak yeterince takip
ederseniz bir balığa ulaşırsınız. Bu nasıl ola­
bilir?
Aslında bu anlam ası o kadar da zor
bir şey değil. Birbirini k üçük adım larla ta­
kip eden aşamalı değişim lerin, büyük bir
değişime yol açabileceği fikrine oldukça
aşinayız. Bir zam anlar bebektiniz. Şimdi
değilsiniz. Ç ok daha yaşlı olduğunuzda
yine çok farklı görüneceksiniz. Yine de
hayatınızın h er g ünü, uyandığınızda bir
gece önce yatağa giden kişiyle aynı kişi­
siniz. B ir bebek yürüm eye başlar, sonra
bir çocuğa dönüşür, sonra b ir ergene,
sonra genç b ir yetişkine, sonra orta-
yaşlı b ir yetişkine, sonra da yaşlı bir
insana dönüşür. Bu değişim o kadar
yavaş gerçekleşir ki “Bu kişi birdenbi­
re b ebek olmayı bıraktı ve bir çocuk
oldu” diyebileceğiniz b ir gün asla o l­
maz. D aha sonra da “Bu kişi çocuk olmayı bıraktı
ve b ir ergen oldu” diyebileceğiniz bir gün asla gel­
Evet doğru. 185 m ilyonuncu bü y ü k bü y ü k ­ mez. “D ü n b u adam orta-yaşlıydı; bugünse yaşlı
babanız b ir balıktı. 185 m ilyonuncu büyük büyü­ b ir adam ” da demezsiniz.
kanneniz de öyle, zaten öyle olm asalar çiftleşe- Bu, bir balıkla karşılaşıncaya k adar bizi 185
m ezlerdi ve siz de bu rad a olm azdınız. milyon nesil boyunca baba,
H aydi şim di birer b irer fotoğraflara göz ata­ büyük baba, büyük b ü ­
ra k 65 kilom etrelik kitap rafı b oyunca yürüyelim . yükbaba diye geriye
H er fotoğraf önün d ek i ve arkasındakiyle aynı götüren düşünce de­
tü rd e n b ir canlıyı gösterir. H erkes tıp k ı önündeki neyim izi anlam am ıza
ve arkasındakine benzem ektedir, tıpkı derken, en yardım cı olur. Tersten
azından b ir b aba ve oğlu b irb irin e n e k ad ar b e n ­ gidip zam anda ileri
ziyorsa o kadar. Yine de rafın b ir ucu n d an öb ü r saracak olursak, ken­
ucuna d u rm ad an yürüyecek olursanız b ir u çta d i balık çocuğunun
insan, öb ü r uçta b ir balık g örürsünüz. A rada da çocuğu da balık olan
b ir sü rü diğer ilginç büy ü k bü y ü k ... büyükba­ balık atanızın (git
gide daha az balıksı olacak şekilde) 185 m ilyon yeteneği b üy ü k ihtim alle olm ayacaktı, tıpkı eşek
nesil sonra o rtaya çıkan çocuğu d a siz olursunuz. babaya ve at anneye sahip, neredeyse hiçbir za­
Yani b u n la rın h e p si çok yavaş, öyle k i bin m an çocuk sahibi olam ayan k atırlar gibi. (Bunun
h atta o n b in yıl geriye gitseniz ve 400. b ü y ü k b ü ­ n e den böyle olduğunu bir so n rak i b ö lüm de gö­
yükbabanızın oralara b ir yere gelseniz b ile b ir receğiz.)
değişim fark edem eyeceğiniz k ad ar yavaştı. Ya da A m a y ine b ir k ez dah a h e r şey ç ok yavaş ve
d ah a doğrusu, kim se tıpatıp babasına b enzem e­ aşam alı gerçekleşiyor. Siz H om o sapienssm iz ve
diği için tü m yol boy u n ca b ir sü rü ufak değişikli­ 50 bininci b üy ü k büyükbabanız H om o erectustu.
ği fark ederdiniz a m a değişim lerde genel b ir g id i­ A m a, b ir anda H om o sapiens b ir b ebek d oğuran
şat fark edem ezdiniz. M o d e rn in san lard an geriye b ir H om o erectus hiç b ir zam an v a r olmadı.
o n bin yıl gitm ek, b ir eğilim in açığa çıkm ası için Yani, ilk insan kim di ve n e zam an yaşadı
yeterli değildir. O n b in yıl önceki a tanızın p o rtre ­ so ru su n u n kesin b ir yanıtı yoktur. “N e zam an be­
si m odern in san lard an h iç d e farklı olm ayacaktır b ek olm ayı b ırakıp b ir ç ocuk o ldun?” s o rusunun
tabi eğer kıyafet, saç v e favorilerindeki yüzeysel cevabı gibi bulanıktır. B üyük ihtim alle b ir milyon
farklılıkları saym azsak. B izlerden yani m o d ern yıldan dah a a z am a yüz b in y ıldan daha fazla bir
insanlardan, b ir m o d e rn in san ın d iğerinden süre ö nce b ir n oktada, atalarım ız b ir m o d ern in ­
farklı oldu ğ u n d an daha farklı olmayacaktır. sanla karşılaşsalar, birbirleriyle üreyem eyecekleri
Peki ya 4000. b ü y ü k büyükbabanızı b u la­ k adar b irbirlerinden farklı olacaklardı.
bileceğiniz, y üz b in yıl öncesi için d u ru m nedir? H om o erectus’a insan denip denm em esi
İşte ancak o n o k tad a fark edilebilir b ir değişim gerektiği ise ayrı b ir tartışm a konusu. Bu an-
olabilir. Belki kafatasında h afif b ir kalınlaşm a, lam bilim sel dediğim iz tü rd e n y ani kelim eleri
özellikle d e kaş k em erinde. A m a bu hâlâ, sadece nasıl kullanm ayı tercih ettiğinizle ilgili b ir k o ­
h a fif bir değişim olacaktır. H adi şim d i zam anda nu dur. Bazı in san lar zebrayı çizgili at olarak
biraz dah a geriye gidelim . Eğer ra f b oyunca ilk a d lan d ırm ak isterken, bazıları “at” kelim esinin
b ir m ilyon yılı yürüyecek olursanız, 50 bininci sadece b indiğim iz tü r için k ullanılm asını ister.
büyük büyükbabanız, H om o erectus dediğim iz Bu d a b aşka b ir anlam bilim sel so ru n d u r. “Kişi”,
başka b ir tü rd e n sayılacak k ad ar farklı olacaktır.
Bildiğiniz gibi b u g ü n bizler H om o sapiensleıiz.
H om o erectusfoı ve H om o sapierısler b ü y ü k ih ­
50 bininci büyük büyükbabanız
tim alle birbirleriyle çiftleşem ediler; am a çiftle-
şebilselerdi bile çocu k ların ın ç o cu k sahibi olm a

4 bininci büyük büyükbabanız


“a d a m ”, “ k a d ı n ” g ib i s ö z c ü k le r i s a d e c e Homo sapiens i ç in
k u l l a n m a y ı t e r c i h e d e b i li r s i n i z . B u s iz e k a l m ı ş b i r şey.
A n c a k h i ç k i m s e 1 8 5 m i ly o n u n c u b ü y ü k b a l ı k s ı b a b a n ı ­
z a “a d a m ” d e m e z . S iz le o n u b a ğ l a y a n k e s i n t i s iz z i n c ir e v e
z i n c ir d e k i h e r b i r e y i n k e n d i n d e n ö n c e k i v e s o n r a k iy l e t a ­
m a m e n ay n ı tü re m e n s u p o lm a s ın a ra ğ m e n b u sa ç m a b ir
ş e y o lu rd u .

Taşa dönüştüler
P e k i, u z a k a t a la r ı m ız ı n n e y e b e n z e d i k l e r i n i v e n e z a ­
m a n y a ş a d ık l a r ı n ı n a s ı l b iliy o r u z ? Ç o ğ u n lu k l a fo s ille rd e n .
B u b ö l ü m d e k i a t a la r ı m ız ı n t ü m r e s im l e r i f o s ille re d a y a n a ­
r a k y a p ı l a n c a n l a n d ı r m a l a r d ır a m a m o d e r n h a y v a n l a r a b a ­
k ı l a r a k r e n k le n d ir ild ile r .
F o s ille r t a ş t a n o lu ş m u ş tu r . B u n la r , ö l ü h a y v a n l a r ı n v e
b i t k il e r i n ş e k ille r in i a l m ı ş t a ş la r d ır . H a y v a n l a r ı n b ü y ü k b i r
ç o ğ u n l u ğ u ta ş a d ö n ü ş m e f ı r s a tl a r ı o l m a d a n ö lü r le r . E ğ e r
fo s il o l m a k i s tiy o r s a n ız b u i ş in p ü f n o k ta s ı, e n i n d e s o n u n ­
d a s e r tl e ş e r e k b i r “t o r t u l k a y a ” o l u ş tu r a c a k , d o ğ r u t i p te b i r
ç a m u r y a d a k i l in i ç i n e g ö m ü lm e k tir .
B u n e d e m e k o lu y o r? K a y a t i p le r i ü ç e a y r ıl ır : k a tıla -
ş ım , t o r t u l v e b a ş k a la ş ı m k a y a la r. B a ş k a la ş ım k a y a la r a s le n
d i ğ e r ik i t i p t e n y a n i k a tıla ş ım v e t o r t u l k a y a l a r d a n b a s ın ç
v e ıs ı n e d e n i y le b a ş k a la ş a r a k o l u ş tu k l a r ı i ç in b u r a d a o n l a r ı
g ö r m e z d e n g e le c e ğ im . K a tıla ş ım k a y a l a r b i r z a m a n la r , ş i m ­
d i p a t l a y a n v o l k a n l a r d a n g e le n s ı c a k l a v la r g ib i e r iy i k h a ld e
b u l u n u r l a r k e n s o ğ u d u k l a r ı n d a s e r t k a y a la r o l a r a k k a t ı l a ş ­
m ış la r d ır . H e r t ü r l ü s e r t k a y a , r ü z g â r v e y a s u t a r a f ı n d a n
d a h a k ü ç ü k k a y a la r, ç a k ılla r, k u m v e t o z o l u ş t u r m a k ü z e -
r e a ş ın d ır ılır (e ro z y o n a u ğ ra r). K u m v e to z , s u d a b ilir . B iz d e b u n u n n e k a d a r z a m a n d a g e r ç e k le ş ti­
a s ılı k a l ı r v e s o n u n d a tortul v e y a ç a m u r t a b a k a l a r ı ğ i n i b i l d iğ i m i z d e n i z o t o p l a r ı b i r e r r a d y o a k t i f s a a t
ş e k lin d e d e n iz in , g ö lü n y a d a d e r e n in d ib in e çö - o l a r a k d ü ş ü n e b i l i r i z . R a d y o a k t i f s a a tl e r d a h a ç o k ,
k e le b ilir. Ç o k u z u n z a m a n i ç i n d e b u ç ö k e l le r s e r t ­ s a r k a ç lı s a a tl e r k e ş f e d ilm e d e n ö n c e i n s a n l a r ın
le ş e r e k tortul kaya t a b a k a l a n (y a d a k a t m a n l a r ı ) k u ll a n d ı ğ ı s u s a a tle r i v e m u m s a a tl e r i n e b e n z e r le r .
o lu ş tu r a b i l i r . T ü m k a t m a n l a r i l k o l u ş tu k l a r ı n d a D i b i n d e d e l i k b u l u n a n b i r s u t a n k ı , ö lç ü le b ilir b i r
d ü z v e y a t a y k e n m i l y o n l a r c a y ıl s o n r a b i z o n l a r ı h ı z d a b o ş a lır . E ğ e r t a n k g ü n e ş d o ğ a r k e n d o l d u ­
g ö re n e k a d a r g e n e ld e e ğ ilm iş, te r s d ü z e d ilm iş ya r u l u r s a , k a l a n s u y u n s e v iy e s in e b a k ı l a r a k g ü n ü n
d a b ü k ü lm ü ş o lu rla r ( b u n u n n a s ıl o ld u ğ u n u g ö r­ n e k a d a r ı n ı n g e ç tiğ in i b e l i r l e m e k m ü m k ü n o lu r.
m e k i ç in 10. b ö l ü m d e k i D e p r e m l e r e b a k ı n ) . M u m s a a ti i ç in d e a y n ıs ı g e ç e rlid ir. M u m b e lli
Ş im d i ö l ü b i r h a y v a n ı n , b e l k i d e b i r ı r m a k b i r h ı z d a y a n a r, b ö y le c e k a la n m u m m i k ta r ı n a
a ğ z ın d a , ç a m u r u n iç in e sü rü k le n d iğ in i d ü şü n ü n . b a k a r a k n e k a d a r z a m a n d ı r y a n m a k ta o l d u ğ u n u
E ğ e r d a h a s o n ra h a y v a n ın iç in d e b u lu n d u ğ u b u a n la y a b ilir s in iz . U r a n y u m - 2 3 8 s a a ti n d e is e , u r a n ­
ç a m u r s e r tl e ş i p b i r t o r t u l k a y a h a l i n i a l a c a k o l u r s a , y u m - 2 3 8 m i k ta r ı n ı n y a r ıs ı n ı n k u r ş u n - 2 0 6 ’y a b o -
h a y v a n ın b e d e n i ç ü r ü y ü p g id e b ilir a m a ç a m u rd a , z u n m a s ı i ç in 4 ,5 m ily o n y ıl g e ç m e s i g e r e k tiğ in i
e n in d e s o n u n d a b u lu n m a k ü z e re b e d e n in b iç im i­ b iliy o r u z . B u s ü r e y e u r a n y u m - 2 3 8 ’in “y a r ıl a n m a
n i n b o ş b i r i z i n i b ı r a k ı r . B u fo s i l t i p l e r i n d e n b i r i ­ ö m r ü ” d e n ir . B ö y le c e , b i r k a y a d a n e k a d a r k u r ­
d i r v e h a y v a n ı n b i r ç e ş it “n e g a t i f ” r e s m i d i r . V e y a ş u n - 2 0 6 o l d u ğ u n u ö l ç ü p u r a n y u m - 2 3 8 m i k ta r ı y ­
b u b o ş b i ç i m , y e n i ç ö k e l ti l e r in i ç i n i d o l d u r a b i l e ­ l a k ıy a s la y a ra k , h i ç k u r ş u n - 2 0 6 o lm a y ıp s a d e c e
c e ğ i b i r k a l ı p iş le v i g ö r ü r , b u k a l ı b a d o l a n ç ö k e l ti­ u ra n y u m - 2 3 8 o ld u ğ u d u ru m d a n , y an i s a a ti n
l e r d a h a s o n r a s e r tl e ş e r e k h a y v a n ı n b e d e n i n i n d ı ­ “s ı f ır la n m ış ” o l u ş u n d a n b u y a n a n e k a d a r z a m a n
ş ı n ı n b i r “p o z i t i f ” k o p y a s ı n ı o l u ş tu r u r . B u d a fo s il g e ç t iğ i n i h e s a p la y a b ilir s in iz .
t i p le r i n d e n İ k i n c i s i d i r . B ir d e ü ç ü n c ü t i p fo s il P e k i s a a t n e z a m a n s ıf ır la n ır ? Ş ö y le k i b u s a ­
v a r d ır , b u n d a d a h a y v a n ı n b e d e n i n d e k i a t o m l a r d e c e e r iy i k k a y a n ı n s e r tl e ş e r e k k a tıla ş tığ ı s ı r a d a
v e m o le k ü lle r b ir e r b ire r, s u d a d a h a s o n r a k r is ta l­ s a a tl e r i s ıf ı r l a n a n k a t ı l a ş ı m k a y a la r i ç i n g e ç e rlid ir.
le ş e r e k ta ş l a ş a c a k o l a n a t o m l a r v e m o l e k ü l l e r ile N e y a z ık k i b i r “s ıf ır a n ı” o lm a y a n t o r t u l k a y a la r d a
y e r d e ğ iş t i r i r l e r . E n iy i t i p fo s il b u d u r ç ü n k ü ş a n s b u y ö n t e m iş le m e z v e f o s ille r b i r t e k t o r t u l k a y a ­
d a y a r d ım e d e r s e f o s i l i n o r t a s ı n a d o ğ r u , h a y v a ­ l a r d a b u l u n u r . Ö y le y s e y a p m a m ı z g e r e k e n t o r t u l
n ı n iç k ı s ı m l a r ı n a d a i r k ü ç ü k d e t a y la r ı n d a k a lıc ı k a y a ç la r a r a s ı n d a h a p s o l m u ş k a t ı l a ş ı m k a y a la r ı
b i r ş e k ild e k o p y a s ı ç ı k a r ı lm ı ş o lu r. b u lu p o n la rı s a a t o la ra k k u lla n m a k tır. Ö rn e ğ in
F o s il l e r t a r i h l e n d i r i l e b i l i r l e r d e . Ç o ğ u n l u k ­ e ğ e r b i r fo s il, ü z e r i n d e 1 2 0 m i ly o n y ıllık , a l t ı n d a
l a k a y a la r d a k i r a d y o a k t i f i z o t o p l a r ı ö l ç e r e k k a ç is e 1 3 0 m i ly o n y ıllık k a t ı l a ş ı m k a y a l a r b u l u n a n b i r
y a ş ı n d a o l d u k l a r ı n ı s ö y le y e b ilir iz , i z o t o p l a r ı n v e t o r t u l k a t m a n d a y s a b u f o s ilin 1 2 0 ila 1 3 0 m ily o n
a t o m l a r ı n n e o l d u k l a r ı n ı 4 . B ö lü m d e ö ğ r e n e c e ğ iz . a r a s ı n d a b i r y a ş a s a h ip o l d u ğ u n u b ile b ilir s in iz .
K ıs a c a r a d y o a k t i f i z o t o p , b a ş k a ç e ş it a t o m l a r a b o - B u b ö l ü m d e b a h s e tt i ğ i m t ü m t a r i h l e n d i r m e le r e
z u n a b i le n t i p t e a t o m l a r d ı r : ö r n e ğ i n u r a n y u m - 2 3 8 b u ş e k ild e u la ş ılıy o r . H e p s i y a k la ş ık t a r i h l e n d i r -
d e n ile n a to m , k u rş u n - 2 0 6 d e n ile n a to m a b o z u n a - m e l e r v e ç o k h a s s a s o l d u k l a r ı d ü ş ü n ü lm e m e li.
U r a n y u m - 2 3 8 , s a a t o l a r a k k u l l a n ı l a b i le c e ­ ç o k d a h a u z u n b i r s ü r e d ir . Ö y l e y s e b u s ü r e n i n
ğ im iz t e k i z o to p d e ğ ild ir. M ü k e m m e l b i r ş e k ild e k a r b o n - 1 4 ’ü n y arı ö m rü o ld u ğ u n u n a s ıl b ili­
g e n iş y a y ılım g ö s te r e n y a r ı ö m ü rle r iy le d a h a b ir y o r u z d i y e s o r a b il i r s i n i z , h e l e u r a n y u m - 2 3 8 ’in
s ü r ü b a ş k a iz o to p la r v a r d ır . Ö r n e ğ in , k a r b o n - y a r ı ö m r ü n ü n 4 ,5 m i l y o n y ı l o l d u ğ u n u n a s ı l b i ­
1 4 ’ü n y a r ı ö m r ü s a d e c e 5 7 3 0 y ı l d ı r v e b u o n u li y o r u z ? C e v a p ç o k b a s it! A t o m l a r ı n y a r ı s ı n ı n
k a z ıb ilim c ile rin in s a n g e ç m iş in i a r a ş tır m a la r ı b o z u n m a s ı n ı b e k l e m e m iz e g e r e k y o k t u r . A t o m ­
i ç i n y a r a r l ı k ı l a r . B ir ç o k f a r k l ı r a d y o a k t i f s a a t i n la rın s a d e c e k ü ç ü k b ir k ıs m ın ın b o z u n u m u n u n
ö r t ü ş e n z a m a n ö lç e k le r in e s a h i p o lm a la r ı ç o k h ız ın ı ö lç e b ilir (ç e y re k ö m ü r, y ü z d e b i r ö m ü r
g ü z e l b ir d u r u m d u r , b ö y le c e o n la r ı b ir b ir le r i­ v s .) v e o r a d a n y a r ı ö m r ü h e s a p la y a b i l i r i z .
n i k o n tro l e tm e k te k u lla n a b iliriz v e h e r z a m a n
u y u ş u rla r .
Zamanda geriye yolculuk
K a r b o n - 1 4 s a a ti d i ğ e r l e r i n d e n fa rk lı b ir
ş e k i l d e ç a l ı ş ı r . K a t ı l a ş ı m k a y a l a r ü z e r i n d e d e ğ il, H a y d i b i r b a ş k a d ü ş ü n c e d e n e y i y a p a l ım .
y a ş a y a n c a n lıla r ın b ır a k tık la r ı k a lın tıla r ın k e n ­ Y a n ın ız a b i r k a ç a r k a d a ş a l ı n v e z a m a n m a k i ­
d ile r in d e ç a lış ır, ö r n e ğ in e s k i b i r a ğ a ç ta . R a d ­ n e s in in iç in e g ir in . M o to ru ç a lış tırın v e o n b in
y o a k tif s a a tle r im iz a r a s ın d a e n h ız lıla r d a n b ir i­ y ı l ö n c e s i n e z ıp la y ın . K a p ıy ı a ç ı n v e e t r a f ı n ı z d a
d ir a m a 5 7 3 0 y ıl y in e d e in s a n y a ş a m ın d a n ç o k k a r ş ıl a ş t ı ğ ı n ı z i n s a n l a r a b i r b a k ı n . E ğ e r b u g ü n
I r a k ’ı n o l d u ğ u y e r e i n m i ş s e n i z o i n s a n l a r ı n t a r ı ­ b ilir ç ü n k ü y a k la ş ık o la r a k o n u n y a ş a m ış o la b ile ­
m ı k e ş f e tm e s ü r e c in d e o ld u k la r ın ı g ö re c e k tin iz . c e ğ i z a m a n d ilim in e g e ld in iz ) v e z a m a n m a k in e ­
D i ğ e r b i r ç o k y e r d e i s e “a v c ı - t o p la y ı c ı ”l a r b i r y e r ­ n i z i b i r o n b i n y ı l d a h a g e r iy e y a n i g ü n ü m ü z d e n
d e n b a ş k a b ir y e re h a r e k e t e d iy o r, y a b a n i h a y ­ y i r m i b i n y ıl g e r iy e , 8 0 0 . b ü y ü k b ü y ü k b a b a n ı z l a
v a n l a r ı a v la y ıp , y a b a n i m e y v e le r i , y e m i ş l e r i v e ta n ış m a ş a n s ın ız ın o la c a ğ ı z a m a n a a y a rla y ın . B u
k ö k le ri to p lu y o r o la c a k la rd ı. N e s ö y le d ik le rin i s e f e r, k a r ş ı l a ş a c a ğ ı n ı z t ü m i n s a n l a r a v c ı - t o p la y ı -
a n la y a m a y a c a k tın ız v e (e ğ e r g iy iy o rla rsa ) k ıy a ­ c ı o la c a k tır a m a y in e h e p s i m o d e r n in s a n la r ın
f e tl e r i ç o k f a r k l ı o l a c a k t ı . N e v a r k i , e ğ e r o n l a r a b e d e n in e s a h ip o la c a k v e y in e m ü k e m m e l b i r ş e ­
m o d e r n g iy s ile r g iy d ir ip , s a ç la r ın ı m o d e r n b ir k i l d e m o d e r n i n s a n l a r l a ç if t l e ş i p d o ğ u r g a n d ö l ­
b iç im d e k e s e c e k o lu r s a n ız g ü n ü m ü z d e k i in s a n ­ le r ü r e te b ilm e k a b iliy e tin d e o la c a k la rd ır. O n la r ­
la r d a n a y ır t e d ile m e z le r d i (y a d a e n fa z la b u g ü ­ d a n b ir in i d e z a m a n m a k in e n iz e a lın v e b ir o n
n ü n in s a n la r ın ın b ir b ir le r in d e n a y ır t e d ile b ild i­ b in y ıl d a h a g e r i g id in . B u n u y a p m a y a d e v a m
ğ i k a d a r e d i l i r l e r d i ) . A y r ıc a , z a m a n m a k i n e n i z e e d i n , o n b i n y ı l lı k a d ı m l a r l a z a m a n d a g e r i g i d i n
a ld ığ ın ız m o d e r n in s a n la r ın h e r h a n g i b iriy le d e v e h e r d u r a k ta y e n i b i r y o lc u a lıp o n u d a g e ç m i­
ü r e m e k a b iliy e tin e ta m a m e n s a h ip o lu rla r d ı. şe g ö tü rü n .
Ş im d i o n l a r ı n a r a s ı n d a n b i r g ö n ü llü a lın O l a y ş u k i b i r ç o k o n b i n y ı llık z ı p l a m a n ın
(b u b e lk i d e s iz in 400. b ü y ü k b ü y ü k b a b a n ız o la ­ a r d ı n d a n e n n i h a y e t, b e l k i d e g e ç m iş t e b i r m ily o n
y ıl g e r iy e g it ti ğ i n i z d e , z a m a n m a k i n e s i n d e n ç ık ıp H a d i g e ç m iş e o l a n y o lc u lu lu ğ u m u z a d e v a m
b a l o n c a g ö r d ü ğ ü n ü z i n s a n l a r ı n b i z l e r d e n k e s in ­ e d e lim v e o g ü z e l b a lığ a g id e n y o l b o y u n c a a r a d a k i
lik le f a rk lı o l d u ğ u n u v e y o l c u l u l u ğ u n u z u n b a ş ı n ­ b a z ı i s ta s y o n la r a g ö z a ta lım . Z a m a n m a k in e m iz le
d a y a n ı n ı z a a l d ı k l a r ı n ı z l a ü r e y e m e y e c e k l e r in i fa rk “6 M ily o n Y ıl ö n c e s i ” o la r a k e tik e tle n m iş is ta s y o n a
e tm e y e b a ş la y a c a k s ın ız . A m a y o lc u l i s t e n iz e s o n h e n ü z v a r d ığ ım ız ı d ü ş ü n ü n . O r a d a n e b u lm a lıy ız ?
e k le d ik le r in iz , y a n i n e r e d e y s e o n l a r k a d a r k a d im A f r ik a k ı t a s ın d a k a lm a y a d ik k a t e tt i ğ i m i z s ü re c e ,
o la n la r , o n l a r l a ü re y e b ile c e k le r d ir . b u la c a ğ ım ız ( a r t ı e k s i b ir k a ç n e s il) 2 5 0 b i n i n c i b ü ­
B u r a d a y a p m a y a ç a lış tığ ım s a d e c e d a h a ö n c e y ü k b ü y ü k b a b a m ız o la c a k tır. B u a ta la r ım ız in s a n s ı
d e d i k k a t ç e k t iğ i m n o k t a n ı n b u k e z d e b a ş k a b i r m a y m u n l a r d ı r v e b i r a z ş e m p a n z e y i a n d ıra b ilir le r.
d ü ş ü n c e d e n e y iy le y e n i d e n a l t ı n ı ç iz m e k : b u a ş a ­ A m a b u n l a r ş e m p a n z e d e ğ ild ir. O n u n y e r in e ş e m ­
m a l ı d e ğ i ş i m le r i n a lg ıla n ış ı, a y n ı b i r s a a ti n a k r e p p a n z e le r le p a y la ş tığ ım ız o r t a k a ta la r ım ız d ır . F a k a t
k o l u n u n ile rle y iş i g ib i, k o la y d e ğ ild ir . B u n u ik i f a rk ı B eş M ily o n D o k u z Y ü z D o k s a n B in Yıl ö n c e s i
y o l d a n d ile g e t i r m e y e d e ğ e r ç ü n k ü b u ç o k ö n e m li İ s t a s y o n u n d a n a ld ığ ım ız y o lc u la r la ç iftle ş e b ile c e k ­
v e b a z ı i n s a n l a r i ç in k a v r a m a s ı ç o k z o r b i r k o n u (v e l e r v e b ü y ü k ih tim a lle B e ş M ily o n D o k u z Y ü z B in
b ö y l e o l m a s ı d a g a y e t a n la ş ı l a b i l i r b i r ş e y ) . Y ıl Ö n c e s i İs ta s y o n u y o lc u la r ıy la d a ... A m a b ü y ü k
ih tim a lle D ö r t M ily o n Yıl Ö n c e s i İs ta s y o n u ’n d a
b iz e k a tıla n la r la d e ğ il.
H adi Y ir m i B eş M i ly o n Y ıl öncesi
İ s t a s y o n u ’n a k a d a r o n b i n e r y ı llık s ı ç r a m a l a r ı m ı z a
d e v a m e d e lim . O r a d a y a k la ş ık b i r t a h m i n l e , s iz in
v e b e n i m b i r b u ç u k m i ly o n u n c u b ü y ü k b ü y ü k b a -

250 bininci büyük büyükbabanız


( 6 m i l y o n y ıl ö n c e )
b a m ı z ı b u lm a lıy ız . B u n la r , k u y r u k l a r ı o la c a ğ ı iç in k a d a r y a k ın d ırla r v e m o d e r n le m u rla r a d a b iz d e n
i n s a n s ı m a y m u n o lm a y a c a k la r . B u g ü n g ö rse k , v e y a m o d e r n m a y m u n l a r d a n d a h a f a z la y a k ı n d e ­
o n la r a m a y m u n d e r d ik , o y s a g ü n ü m ü z d e k i m a y ­ ğ ild ir le r. G ü n ü m ü z d e y a ş a y a n h a y v a n l a r d a n h i ç ­
m u n l a r a b i z e o l d u k l a r ı n d a n d a h a y a k ı n d e ğ ille r. b ir iy le ç if tle ş m e le r i m ü m k ü n o lm a z . A m a b ü y ü k
B iz d e n ç o k f a r k l ı o l s a l a r d a , b i z i m l e v e y a m o ­ ih t im a ll e A ltm ış İ k i M ily o n D o k u z Y ü z D o k s a n
d e r n m a y m u n l a r l a ü r e y e m e s e le r d e , b iz e Y irm i B in Yıl ö n c e s i İs ta s y o n u y o lc u la r ıy la ç if tle ş e b ilir­
D ö r t M i ly o n D o k u z Y ü z D o k s a n B in Y ıl ö n c e s i ler. H a d i o n l a r ı d a z a m a n m a k i n e s i n e a lıp g e ç m i­
İ s t a s y o n u n d a k a t ı l a n l a r l a ü r e y e b i l ir l e r . B a ş ı n d a n ş e g id iş im iz i b i r a z h ı z la n d ır a lım .
s o n u n a k a d a r, y a v a ş y a v a ş, a ş a m a lı d e ğ iş im b u .
B ir i s t a s y o n d a n d i ğ e r i n e f a r k e d i l e b i l i r d e ­
ğ iş ik lik l e r g ö r e m e d e n , h e r s e f e r i n d e o n a r b i n y ıl 7 milyonuncu büyük büyükbabanız
g e r iy e v e d a h a g e r iy e g i d i y o r u z . A l t m ı ş Ü ç M i l ­ ( 6 3 m i ly o n y ıl ö n c e )
y o n Y ıl Ö n c e s i İ s t a s y o n u ’n a v a r d ı ğ ı m ı z d a b iz i
k i m k a r ş ıl a y a c a k g ö r m e k i ç in b i r d u r a l ı m . B u ­
r a d a y e d i m i l y o n u n c u b ü y ü k b ü y ü k b a b a m ız l a el
(p a ti? ) s ık ış a b ilir iz . B u b ü y ü k b a b a l a r ı m ı z
l e m u r g ib i b i r ş e y l e r e b e n z e y e c e k l e r
ve n ite k im , h e m b ü tü n m o d e r n le m u r-
la rın , h e m m o d e r n m a y m u n la rın h e m
d e b iz im d e d â h il o ld u ğ u m u z m o d e rn
in s a n s ı m a y m u n la r ın a ta şıd ırla r. M o d e r n
in sa n la ra , m o d e r n m a y m u n la ra o ld u k la rı

1.5 milyonuncu büyük büyükbabanız


(2 5 m i l y o n y ıl ö n c e )
Y ü z B e ş M ily o n Y ıl Ö n c e s i İ s ta s y o n u ’n d a
4 5 m ily o n u n c u b ü y ü k b ü y ü k b a b a m ız a r a s tla rız .
45 milyonuncu büyük O a y n ı z a m a n d a , k e s e li m e m e l i l e r i n ( k i b u n l a r
büyükbabanız
g ü n ü m ü z d e ç o ğ u n lu k la A v u s tra ly a ’d a v e b i r a z
( 1 0 5 m i l y o n y ıl ö n c e )
d a A m e r ik a ’d a b u l u n u r ) v e ( g ü n ü m ü z d e s a d e c e
A v u s tr a ly a v e Y en i G in e ’d e b u l u n a n ö r d e k g a g a ­
lı o r n i t o r e n k le r v e d ik e n li k a r ın c a y iy e n le r g ib i)
m o n o t r e m m e m e l i l e r h a r iç t ü m m e m e lile r in d e
b ü y ü k a ta s ıd ır. R e s im d e b ü y ü k b a b a y ı a ğ z ı n d a e n
s e v d iğ i y iy e c e k o l a n b ö c e k le g ö r ü y o r s u n u z . B a z ı­
la r ı n a d a h a ç o k b e n z e s e d e t ü m g ü n ü m ü z m e m e ­
lile riy le e ş it d e r e c e d e y a k ı n a k r a b a d ır .
Ü ç Y ü z O n M i ly o n Y ıl Ö n c e s i İ s ta s y o n u b iz i
1 7 0 m ily o n u n c u b ü y ü k b ü y ü k a n n e m iz l e ta n ış tır ır .
O t ü m m o d e r n m e m e l i l e r i n v e y ıla n , k e r te n k e le ,
k a p l u m b a ğ a , t i m s a h g ib i s ü r ü n g e n le r i n v e t ü m d i ­
n o z o r la r ı n d a a ta s ı d ı r ( k u ş l a r ın d a , ç ü n k ü k u ş la r
d i n o z o r l a r d a n o r t a y a ç ık m ış la r d ır ) . D a h a ç o k b ir
k e r te n k e l e g ib i g ö r ü n s e d e d i ğ e r t ü m m o d e r n m e ­
m e lile r e e ş it u z a k lık ta a k r a b a d ır . B u , b ü y ü k a n n e ­
n i n z a m a n ı n d a n b u y a n a k e r te n k e le le r in , ö r n e ğ in
m e m e l i l e r d e n d a h a a z d e ğ iş tiğ i a n l a m ı n a g elir.
A r t ı k g ö r m ü ş g e ç i r m iş z a m a n y o l c u l a r ı o l a ­
r a k , d a h a ö n c e b a h s e tt i ğ i m b a l ı ğ a u l a ş m a m ı z a
ç o k k a l m a d ı . H a d i y o ld a s o n b i r k e z d a h a ,
175 m ily o n u n c u b ü y ü k b ü y ü k b a ­
b a m ız la k a r ş ıl a ş a c a ğ ı ­
m ız Üç Y üz
K ırk
s o n r a d a . . . d a h a s o n r a s ın a g i t m e y e b a ş la d ık ç a b ilg i­
M ily o n Yıl ö n c e s i İ s t a s y o n u n d a d u r a l ı m . B u
m i z b i r b e lir s iz lik le r s i s in i n iç i n d e k a y b o lm a y a b a ş la r
b ü y ü k b a b a m ız b ir a z s e m e n d e re b e n z e y e c e k ­
ç ü n k ü b u n l a r b u l a b i l d i ğ im i z f o s ille r in a z a lm a y a b a ş ­
t i r v e t ü m m o d e r n i k i y a ş a y ı ş l ı la r ı n ( s e m e n ­
la d ı ğ ı k a d i m z a m a n la r d ır .
d e r le r v e k u rb a ğ a la r ın ) o ld u ğ u k a d a r d iğ e r
t ü m o m u r g a l ı l a r ı n d a b ü y ü k a ta s ıd ır .
D ö r t Y ü z O n Y e d i M i ly o n Y ıl Ö n c e ­
175 milyonuncu
si İ s t a s y o n u n d a is e 1 8 5 m i l y o n u n c u b ü y ü k
büyük büyükbabanız
b ü y ü k b a b a n ı z ı y a n i s a y f a 4 0 ’t a g ö r d ü ğ ü n ü z
( 3 4 0 m i l y o n y ıl Ö n c e )
b a lığ ı g ö r ü r s ü n ü z . Z a m a n d a g e r iy e g i t m e y e
o r a d a n s o n r a b i l e d e v a m e d e b i li r i z , g i t g i d e
ç e n e li, ç e n e s i z b a l ı k l a r ı d a i ç e r e n d a h a u z a k
b ü y ü k b ü y ü k b a b a la rım ız la ta n ış ırız , v e d a h a

170. milyoriuncu büyük'


büyükanneniz
(310 m i l y o n y ıl ö n c e )
DNA bize hepimizin kuzen d i j it a l y a p a n b u d u r v e D N A “ h e c e l e n i r ” d e m e ­
m in n e d e n i d e b u d u r.
olduğumuzu söylüyor
B ugüne kadar b a k ıla n her h a y v a n d a k i,
K a d im a ta la r ım ız ın t a m o la r a k n e y e b e n z e ­ b itk id e k i v e b a k te r id e k i tü m g e n le r, o c a n lın ın
d iğ in i b iz le r e g ö s te re b ile c e k f o s ille r im iz o lm a s a n a s ı l i n ş a e d i l e c e ğ i n e d a i r b e lli b i r a lf a b e ile y a ­
d a , tü m y aşay an c a n lıla rın b iz im k u z e n im iz z ı l m ı ş m e s a j l a r d ı r . B u a l f a b e n i n (2 9 h a r f l i T ü r k ­
o ld u ğ u n d a n v e o n la r ın d a b ir b ir le r in in kuze­ çe a lfa b e d e n fa rk lı o la ra k ) A , T, C v e G o la ra k
n i o l d u ğ u n d a n h i ç ş ü p h e m i z y o k . A y r ıc a h a n g i y a z d ı ğ ım ı z s a d e c e d ö r t h a r f i v a r d ır . A y n ı g e n le r,
m o d e r n h a y v a n la r ın b ir b ir le r iy le y a k ın k u z e n b irk a ç a y r ış tırıc ı fa rk la b irç o k c a n lıd a b u lu n u r.
(ş e m p a n z e le r v e in s a n la r y a d a s ıç a n la r v e fa re le r Ö r n e ğ in F o x P 2 a d ı v e r ile n b ir g e n m e m e lile r v e
g ib i ) , h a n g i l e r i n i n b i r b i r l e r i y l e u z a k k u z e n ( i n ­ d a h a b i r ç o k c a n l ı d a o r t a k t ı r . B u g e n 2 0 0 0 ’d e n
s a n la r v e g u g u k k u ş la rı y a d a fa re le r v e tim s a h la r f a z l a h a r f t e n o l u ş a n b i r d iz id ir . B u s a y f a l a r ı n
g ib i) o l d u k l a r ı n ı d a b i l iy o r u z . N a s ı l m ı b i l iy o ­ a ş a ğ ıs ı n d a F o x P 2 g e n i n i n o r t a s ı n d a b i r y e r l e r ­
ru z ? O n la r ı s is te m a tik b ir ş e k ild e k a r ş d a ş tır a ra k . d e n , 831. h a rfte n 910. h a rfe k a d a r g id e n 8 0 h a r f­
G ü n ü m ü z d e e n g ü ç lü k a n ıt, D N A k a r ş ıla ş tırm a ­ lik k ıs a b ir b ö lü m ü v a r. Ü s tte k i s ıra b ir in s a n d a n ,
l a r ı n d a n g e l m e k t e d ir . o r t a d a k i s ı r a b i r ş e m p a n z e d e n , e n a l t t a k i s ı r a is e
D N A tü m y a şa y a n y a r a tık la r ın h e r b ir h ü c ­ b i r f a r e d e n . S o n i k i s ı r a n ı n s o n u n d a k i s a y ı l a r ise
r e s i n d e t a ş ı d ı ğ ı g e n e t i k b i l g id i r . D N A , “ k r o m o ­ o g e n in ta m a m ın ın , in s a n d a k i F o x P 2 g e n in in t a ­
z o m ” a d ı v e r ile n , d ü z e n li b i r ş e k ild e s a r ılı h a ld e m a m ın d a k i h a r fle rd e n k a ç h a r f fa rk lı o ld u ğ u n u
b u l u n a n v e r i “ş e r i t l e r i ” b o y u n c a h e c e l e n i r . B u g ö s te r iy o r .
k r o m o z o m la r g e r ç e k te n d e e s k i tip b ilg is a y a rla ­ F o x P 2 g e n in in tü m m e m e lile rd e o r ta k o l­
r a v e r ile n v e r i ş e r itle r i g ib id ir le r ç ü n k ü ta ş ıd ık ­ d u ğ u n u sö y le y e b ilirsin iz ç ü n k ü h a r f k o d la r ın ın
la r ı b ilg i dijitaldir v e ş e r i t l e r b o y u n c a s ı r a l a n ır . b ü y ü k ç o ğ u n lu ğ u a y n ıd ır v e b u , g e n in ta m a m ı
S a y a b i l e c e ğ i n i z “h a r f ” k o d l a r ı n d a n o l u ş a n u z u n i ç i n d e d o ğ r u d u r s a d e c e b u 8 0 h a r f l i k k ı s ım iç i n
i p l ik ç i k l e r d e n m eydana g e lm iş le rd ir: her b ir d e ğ il. T ü m ş e m p a n z e h a r f l e r i b iz i m k i y le t a m ı
h a r f o r d a d ı r y a d a d e ğ i l d i r , o r t a s ı y o k t u r . D N A ’y ı ta m ın a a y n ı d e ğ il ve fa re n in k ile rd e d a h a d a ç o k
f a r k v a r . F a r k l ı l ık l a r k ı r m ı z ı y l a r e n k l e n d i r i l ­
d i. T o p l a m d a 2 0 7 6 h a r f t e n ş e m p a n z e l e r d e
d o k u z u b iz d e n fa rk lıy k e n , fa re d e 139
h a r f f a r k l ı d ır . B u ö r ü n t ü d i ğ e r g e n l e r
iç in d e g e ç e rlid ir. B u d a , şe m p a n z e le ­
r i n b i z e n e d e n d a h a ç o k , f a r e l e r i n is e
d a h a a z b e n z e d i ğ i n i a ç ık la r.

İnsan CTCCAACACTTCCAAAGCATCACCACCAAT.^
Şempanze CTCCACCACTTCCAAAGCGTCACCACCAAJ
Fare CTCCACCACGTCCAAAGCATCACCACCCAT»
Ş e m p a n z e le r b iz im y a k ın k u z e n le rim iz d ir, y o k . E ğ e r in s a n la r ın g e n le rin d e o r ta k o la n tü m
fa re le r ise d a h a u z a k k u z e n le rim iz . “U z a k k u z e n ” h a r fle ri sa y a c a k o lu rs a n ız , o rta y a ç ık a n s a y ın ın ,
o lu ş u m u z o n la r la p a y la ş tığ ım ız e n y a k ın o r ta k h e r h a n g i b ir im iz in b ir şe m p a n z e y le o r ta k o la n
a ta m ız ın u z u n z a m a n ö n c e y a ş a d ığ ı a n la m ın a h a r f s a y ıs ın d a n d a h a b ü y ü k o ld u ğ u n u g ö r ü r s ü ­
g e lir. M a y m u n l a r b i z e f a r e d e n d a h a y a k ı n d ı r n ü z . V e k e n d i k u z e n i n iz l e b e n i m l e o l d u ğ u n d a n
am a ş e m p a n z e le rd e n daha u z a k t ır . B a b u n la r d a h a ç o k o r ta k h a r f e s a h ip s in iz . H a tta a n n e v e
v e re s u s m a k a k la rı d a m a y m u n d u r a n c a k b ir ­ b a b a n ız la v e e ğ e r v a r s a k a r d e ş le rin iz le d a h a d a
b irle r in in y a k ın k u z e n le rid ir v e n e re d e y s e a y n ı ç o k o r ta k h a r fe s a h ip s in iz . A s lın d a s a h ip o ld u k ­
F o x P 2 g e n i n e s a h i p t i r . B iz e v e ş e m p a n z e l e r e , l a r ı o r t a k D N A h a r f l e r i n i s a y a r a k h e r h a n g i ik i
a y n ı d e r e c e d e u z a k tır la r v e b a b u n la r ı ş e m p a n ­ i n s a n ı n b i r b i r l e r iy l e n e k a d a r y a k ı n a k r a b a o l ­
z e d e n a y ı r a n F o x P 2 ’d e k i D N A h a r f l e r i n i n s a y ıs ı d u k l a r ı n ı h e s a p la y a b i l i r s i n iz . B u il g in ç b i r k o n u
(2 2 ) , b a b u n l a r ı b i z d e n a y ı r a n h a r f l e r i n s a y ıs ıy la v e b ü y ü k i h t i m a l l e g e le c e k te b u n u n l a i lg ili d a h a
(2 3 ) n e r e d e y s e a y n ıd ır. H e r ş e y m a n tık lı g ö r ü ­ ç o k ş e y d u y a c a ğ ı z , ö r n e ğ i n p o l i s , b i r k iş iy i, o k i ­
n ü y o r. ş i n i n k a r d e ş i n i n D N A “p a r m a k i z i n i ” k u l l a n a r a k
B u k o n u y u ta m a m la m a k iç in d e v a m e d e r ­ t a k i p e d e b ile c e k .
se k , k u rb a ğ a la r m e m e lile rin ç o k d a h a u z a k k u ­ B azı g e n le r tü m m e m e lile rd e (k ü ç ü k fa rk ­
z e n le rid ir. Tüm m e m e lile r, b a s itç e h e p s in in lı lı k l a r la ) f a r k e d i l e b i l i r d e r e c e d e a y n ı d ı r . B u
b irb irle r iy le ta m o la r a k e ş it y a k ın lık ta k u z e n g i b i g e n l e r d e k i h a r f f a r k l ı lı k l a r ın ı s a y m a k , f a r k lı
o lm a la rın d a n ö tü rü , k u rb a ğ a la rd a n y a k la şık m e m e l i t ü r l e r i n i n b i r b i r l e r i n d e n n e k a d a r f a r k lı
o la r a k a y n ı sa y ıd a fa rk lı h a r fe s a h ip tir ; tü m m e ­ o ld u k la rın ı o r ta y a ç ık a rm a k iç in y a ra rlıd ır. B a ş­
m e l i l e r b i r b i r l e r i y l e , m e m e l i l e r i n k u r b a ğ a l a r la k a g e n l e r is e d a h a u z a k il iş k i l e r i o r t a y a ç ı k a r m a k
p a y l a ş t ı ğ ı ( 3 4 0 m i l y o n y ıl ö n c e y a ş a m ı ş ) o r t a k iç in y a r a rlıd ır, ö r n e ğ in o m u rg a lıla r v e s o lu c a n la r
a t a d a n d a h a y a k ı n g e ç m i ş t e ( 1 8 0 m i l y o n y ıl a r a s ı n d a . Y in e b a ş k a g e n l e r d e b i r t ü r ü n i ç i n d e ­
ö n c e ) y a ş a m ış b ir o r ta k a ta y a sa h ip tir. k i f a r k l ı lı k l a r ı o r t a y a ç ı k a r m a k i ç i n , ö r n e ğ i n s i ­
A m a e lb e tte tü m in s a n la r d iğ e r in s a n la r­ z in b e n im le n e k a d a r y a k ın a k ra b a o ld u ğ u m u ­
la , tü m b a b u n la r d iğ e r b a b u n la r la v e tü m fa re le r z u a n l a m a k t a y a r a r l ı d ı r . İ l g i n i z i ç e k tiy s e , e ğ e r
d i ğ e r f a r e l e r l e a y n ı d e ğ i l l e r . S iz i n g e n l e r i n iz l e İ n g i l t e r e ’d e n g e l i y o r s a n ız e n y a k ı n o r t a k a t a m ı z
b e n i m k i n i h a r f h a r f k a r ş ıla ş tır a b ilir iz . S o n u ç ? b ü y ü k i h t i m a l l e b i r k a ç y ü z y ıl ö n c e y a ş a m ış tır .
B ir ş e m p a n z e y l e s a h i p o l d u ğ u m u z o r t a k h a r f ­ E ğ e r T a z m a n y a y e r li s i y a d a b i r A m e r i k a y e r l i ­
l e r d e n b ile d a h a fa z la o r t a k h a r f e s a h ip o l d u ğ u ­ siy se n iz b ir o r ta k a ta b u lm a k iç in b irk a ç o n b in
m u z o r ta y a ç ık a r. A m a y in e d e h â lâ fa rk lı b a z ı y ıl g e r iy e g i t m e m i z g e r e k e b ilir . E ğ e r K a la h a r i
h a r f le r b u lu r u z . A m a ç o k fa z la d e ğ il, h e m a y r ı­ Ç ö lü ’n d e n b i r ÎK u n g S a n i s e n i z d a h a b i l e g e r iy e
c a F o x P 2 g e n in i a y rı tu tm a k iç in ö z e l b ir se b e p g i t m e m i z g e r e k e b ilir .

’CATCATTCCATAGTGAATGGACAGTCTTCAGTTCTAAGTGCAAGAC
’CATCATTCCATCGTGAATGGACAGTCTTCAGTTCTAAATGCAAGAC 9
.CATCATTCCATAGTGAACGGACAGTCTTCAGTTCTGAATGCAAGGC 139
H i ç ş ü p h e g ö t ü r m e y e n g e r ç e k ş u k i, g e z e g e n d e k i n c e le n m iş b ü t ü n c a n lıla r d a a y n ı. H e p im iz
ü z e r i n d e k i h e r h a y v a n v e b i t k i t ü r ü ile o r t a k b i r k u z e n iz . Y a n i a ile a ğ a c ın ız s a d e c e e n t a n ı d ı k k u ­
a t a m ı z v a r . B u n u b i l iy o r u z ç ü n k ü k i m i g e n le r, z e n le rin iz o la n şe m p a n z e le ri v e m a y m u n la rı d e ­
h a y v a n la r , b i t k il e r v e b a k t e r i l e r d â h i l o l m a k ü z e r e ğ il, a y n ı z a m a n d a f a re le ri, b i z o n l a r ı, i g u a n a la r ı,
b ü t ü n c a n l ı l a r d a k o la y c a f a r k e d i l e b i l i r b i ç i m d e s a ly a n g o z la r ı, p a p a ty a la r ı, k a r ta l la r ı , m a n t a r la r ı ,
a y n ı. V e h e r ş e y i n d e ö t e s i n d e , g e n e t i k k o d u n b a lin a la r ı, k ö s t e b e k l e r i v e b a k t e r i le r i d e iç e riy o r.
k e n d is i , y a n i b ü t ü n g e n l e r i ç e v i r e ­ B u n la r ı n h e p s i b i z i m k u z e n l e r i m i z . H iç is tis n a s ız
b ile n s ö z lü k , şim d iy e h e r b ir i. B u , h e r h a n g i b i r e f s a n e d e n ç o k d a h a
m u h t e ş e m b i r d ü ş ü n c e d e ğ i l m i? V e d a h a d a
m u h t e ş e m i , b u h i k â y e n in t a m t a m ı n a g e r ­
ç e k o l d u ğ u n u b iliy o r u z .

53
İM İ h a y v a n l a r i n n e d e n o l d u k l a r ı g ib i

K o ld u ğ u n u “a ç ı k la y a n ” b irç o k
c e v ar, ö r n e ğ in le o p a r la r ın b e n e k le rin i
ta v ş a n la r ın b e y a z k u y ru k la r ın ı. A m a
f a r k l ı h a y v a n t ü r l e r i n i n ç e ş itliliğ i v e
h a y v a n la rın y a y ılış ı h a k k ın d a pek
fa z l a s ö y l e n c e y o k g i b i g ö r ü n ü y o r . B u
k o n u d a m u a z z a m d i l ç e ş it l i l iğ i n i a ç ı k ­
la m a y a y ö n e l i k Y a h u d ile r c e o r t a y a
a tıla n B a b il K u le s i s ö y l e n c e s i ­
n e b en z er tü rd e n b ir sö y le n ­
c e b u l a m a d ı m . B u s ö y le n c e y e
g ö re b ir z a m a n la r d ü n y a d a k i
tü m in s a n la r a y n ı d ili k o n u ş u ­
y o rla rd ı. B u sa y e d e , b ir g ü n
gökyüzüne u la ş a c a ğ ın ı um ­
d u k la r ı b ü y ü k b ir k u le n in
in ş a s ı n d a b i r b i r l e r iy l e
ahenk iç in d e ç a l ış ı ­
y o rla r d ı. T a n r ı b u n u
fa rk e tti ve h e r k e s in
d iğ e r h e r k e s i a n la y a ­
b i l i y o r o l m a s ı y la ilg ili
o la ra k b ir k a r a m s a rlı­
ğ a d ü ştü . E ğ e r b irb irle ­
r iy l e k o n u şa b iliy o r ve
ç a lış a b il i y o r l a r s a , daha
n e le r y a p m a z la rd ı? B ö y le -
c e “d i l l e r i n i b o z m a y a ” k a r a r
v e r d i k i “b i r b i r l e r i n i n n e s ö y l e d i ğ i n i a n l a y a m a s m l a r ”.
B u s ö y le n c e b iz e n e d e n b ir ç o k fa rk lı d il o ld u ğ u n u v e
f a r k lı ü l k e y a d a k a b i l e l e r d e n i n s a n l a r ı n b i r b i r l e r iy l e
k o n u ş m a y a ç a lış tık la rın d a s ö y le d ik le rin in k u la ğ a a n ­
l a m s ız b i r t a k ı m s e s l e r g i b i g e l d i ğ i n i a ç ık lıy o r.
H a y v a n l a r ı n m u a z z a m ç e ş itliliğ i h a k k ı n d a d a
b e n z e r b i r s ö y le n c e b u lm a y ı u m u y o r d u m ç ü n k ü g ö ­
r e c e ğ i m i z ü z e r e d i l l e r i n e v r im i y l e h a y v a n l a r ı n e v r i ­
m i a r a s ı n d a b i r b e n z e r l i k v a r . A m a ö z e l li k l e s a d e c e
farklı hayvan çeşidi sayısını i r d e l e y e n b i r s ö y le n c e
y o k g ib i g ö rü n ü y o r . B u ş a ş ırtıc ı b ir d u r u m ç ü n k ü
k a b ile i n s a n l a r ı n ı n ç o k s a y ı d a h a y v a n ç e ş id i o l d u ­
ğ u n u n f a r k ın d a o ld u k la r ın a d a ir d o la y lı k a n ıtla r
v a r. A l m a n b i l im c i E r n s t M a y r , 1 9 2 0 ’l e r d e Y en i
G i n e ’n i n d a ğ l ı k a r a z i l e r in d e , k u ş a r a ş t ı r m a l a ­
r ı n d a ö n c ü l ü k e d e c e k ç a l ış m a l a r d a b u l u n ­
m u ş t u . 1 3 7 t ü r l ü k b i r l i s t e d e r le m iş , s o n r a
d a y e re l P a p u a k a b ile i n s a n la r ın ın b u n la ­
r ı n 1 3 6 ’s ı i ç i n a y r ı a y r ı i s i m l e r i o l d u ğ u n u
ş a ş k ı n l ı k la f a r k e t m i ş ti .
S ö y le n c e le r e g e r i d ö n e l i m . K u z e y
A m e r ik a ’n ı n H o p i k a b ile sin in Ö rü m ­
c e k K a d ın d e n e n b i r t a n r ı ç a s ı v a r. B u
k a b i l e n i n y a r a d ı l ış s ö y l e n c e s i n e g ö re ,
b u t a n r ı ç a g ü n e ş t a n r ı s ı T a w a ile b ir lik
o lm u ş ve b e r a b e r İlk B ü y ü Ş a rk ıs ın ı
s ö y le m iş le r . B u ş a r k ı D ü n y a y ı v e
y a ş a m ı v a r e t m i ş . Ö r ü m c e k K a d ın ,
T a w a ’n ı n a k l ı n d a n g e ç e n d ü ş ü n c e l e r i a l m ı ş v e o n ­ r a İ k i n c i D ü n y a ç o k k a l a b a l ı k g e lm e y e b a ş la m ış ,
la r ı s o m u t b iç im le re d ö n ü ş tü r e r e k b a lık la rı, k u ş ­ k u ş la r v e b ö c e k le r Ü ç ü n c ü , y a n i in s a n la r ın v e d i­
l a r ı v e d iğ e r t ü m h a y v a n la r ı y a r a tm ış . ğ e r m e m e l i l e r i n y a ş a d ığ ı S a r ı D ü n y a ’y a u ç m u ş l a r .
P u e b lo v e N a v a jo g ib i d iğ e r K u z e y A m e r i­ S a r ı D ü n y a d a k a l a b a l ı k g e lm e y e , y e m e k a z a l m a ­
k a k a b i l e l e r i n i n y a ş a m a d a i r s ö y l e n c e s i i s e e v r im y a b a ş la m ış , b ö y le c e b ö c e k le r, k u ş la r v e h e rk e s
f i k r i n e b i r a z b e n z e r : D ü n y a ’d a y a ş a m , f i l i z l e n e n D ö r d ü n c ü D ü n y a ’y a , g e c e n i n v e g ü n d ü z ü n S iy a h
b ir b itk in in b ir d iz i a ş a m a d a n g e ç e re k b ü y ü m e s i v e B e y a z D ü n y a s ı n a g e ç m iş le r . T a n r ı la r , D ö r d ü n ­
g ib i o r t a y a ç ı k m ı ş . B ö c e k l e r k e n d i d ü n y a l a r ı o l a n c ü D ü n y a ’d a t a r ı m y a p m a y ı b i l e n d a h a a k ıllı i n ­
B ir i n c i y a d a K ı r m ı z ı D ü n y a ’d a n t ı r m a n a r a k s a n l a r ı y a r a t m ı ş l a r v e o n l a r d a y e n i g e le n le r e
İ k in c i D ü n y a y a , k u ş la r ın y a ş a d ığ ı M a v i b u iş in n a s ıl y a p ılm a s ı g e re k tiğ i­
D ü n y a y a g e l m iş le r . S o n ­ n i ö ğ r e tm i ş l e r .

56
Y a h u d i y a r a d ılış s ö y le n c e s i ise , ç e ş itliliğ e h a k k ı n ı v e r m e ­
y e d a h a ç o k y a k la ş ıy o r a m a t a m o l a r a k o n u a ç ık la m a g i r i ş i ­
m i n d e b u lu n m u y o r . A s lın d a Y a h u d ile r in k u ts a l k i t a b ı n d a , b i r
ö n c e k i b ö l ü m d e g ö r d ü ğ ü m ü z g ib i ik i a y r ı y a r a d ı l ış s ö y le n c e s i
y e r a lıy o r. İ l k i n d e Y a h u d ile r in t a n r ı s ı h e r ş e y i a ltı g ü n d e y a r a ­
tır . B e ş in c i g ü n d e b a lığ ı, b a l i n a l a r ı v e t ü m d e n i z y a r a t ı k la r ı n ı
v e g ö k y ü z ü n ü n k u ş l a r ı n ı y a r a tır . A ltın c ı g ü n d e i n s a n d a d â h i l
o l m a k ü z e r e k a r a h a y v a n l a r ı n ı n g e r i k a l a n ın ı y a r a tır. S ö y le n ­
c e n i n a n l a tı m ı , y a ş a y a n y a r a t ı k la r ı n s a y ıs ı v e ç e ş itliliğ i ü z e ­
r i n d e b i r a z d u r u r . Ö r n e ğ i n ; “ T a n r ı b ü y ü k b a lin a la r ı, h a r e k e t
e d e n t ü m c a n lıla r ı y a r a ttı; s u l a r b u c a n lıla r ın , k e n d i l e r i g ib i
ç o k s a y ıd a c a n l ıl a r d o ğ u r m a s ı n ı s a ğ la d ı, k a n a t lı t ü m k u ş l a r ı n
d a k e n d i l e r in e b e n z e r c a n l ıl a r d o ğ u r m a s ı n ı s a ğ la d ı” v e “ T a n ­
r ı d ü n y a d a k i h e r h a y v a n ı”
v e “y e r y ü z ü n d e sü rü n e n
h e r c a n lıy ı, k e n d i l e r i g ib i
c a n lıla r d o ğ u rm a la rın ı
s a ğ la y a ra k ” y a r a t t ı. A m a
n e d e n b u k a d a r ç e ş itlik le ?
B u n u n c e v a b ı v e r ilm iy o r.
İk in c i s ö y le n c e d e ,
ta n rın ın bu ilk in s a n ı n
ç e ş itli e ş lik ç ile r e ih tiy a c ı
o ld u ğ u n u d ü ş ü n m ü ş o la ­
b ile c e ğ in e d a i r b i r t a k ı m
i p u ç la r ı a lıy o r u z . İ l k i n s a n
A d e m , y a ln ız o l a r a k y a r a ­
tılıp , g ü z e l v a h a b a h ç e s i­
ne y e r le ş tir ilm iş ti. Ama
s o n ra t a n r ı “b i r in s a n ı n
y a l n ı z o l m a s ı n ın iy i o l m a ­
y a c a ğ ın ı” a n l a d ı v e b ö y le -
c e “y e r d e k i t ü m y a r a t ı k la ­
r ı v e g ö k te k i t ü m k u ş la r ı
b iç i m l e n d i r d i v e A d e m ’i n
o n l a r a n e is im v e r e c e ğ in i
g ö r m e k i ç in o n l a r ı A d e m ’e
s u n d u ”.

57
Neden
bu kadar
çok, farklı türde
ka\ivan var

A d e m ’İ n HAYVANLARI i s i m l e n d i r m e g ö r e v i z o r le ü r e m e y i d e n e m e z l e r b ile , d e n e s e l e r d i d e k ıs ır
b i r g ö r e v d i, k a d i m Y a h u d il e r i n f a r k e d e b ile c e ğ in - b i r y a v r u d a h i ü r e te m e z l e r d i . A m a k a n i ş l e r v e
d e n d e z o r . G ü n ü m ü z e k a d a r y a k l a ş ı k 2 m ily o n a v k ö p e k l e r i a y n ı t ü r e a i t t i r ç ü n k ü b ir lik te m u t lu
t ü r ü n is im le n d ir ild iğ i d ü ş ü n ü lü y o r v e b u say ı m e s u t ü r e y e b i l ir l e r v e ü r e tt i k l e r i y a v r u la r d a k ı s ır
h e n ü z i s im l e n d i r i l m e m i ş t ü r l e r i n s a y ı s ın a k ıy a s la o lm a z la r.
ç o k k ü ç ü k k a lıy o r. H e r b i r h a y v a n ı n y a d a b i t k in i n b ilim s e l a d ı
İ k i h a y v a n ı n a y n ı t ü r e y a d a f a r k lı t ü r l e r e ik i L a tin c e k e l i m e d e n o l u ş u r v e g e n e llik le eğik y a ­
a i t o l d u ğ u n a b ile n a s ı l k a r a r v e r e b i l iy o r u z ? E ş e y li z ılır. İ l k k e lim e “c in s ” y a n i t ü r l e r d e n o lu ş a n g r u p ­
ü r e y e n h a y v a n l a r s ö z k o n u s u o l d u ğ u n d a b i r ç e ş it l a r ı v e İk in c is i d e o c in s iç i n d e k i b e lli b i r t ü r ü
t a n ı m l a m a y a p a b i li r i z . E ğ e r b i r l i k te ü r e y e m iy o r - if a d e e d e r . Ö r n e k o l a r a k Homo sapierıs ( “a k ıllı
l a r s a f a r k l ı t ü r e a i t t i r l e r d e r iz . A t v e e ş e k g ib i, b i r ­ ad am ”) v e Elephas maximus ( “ç o k b ü y ü k fil”)
l i k te ü r e y e b i l e n a m a k ıs ır , y a n i k e n d i s i ü r e y e m e - v e r ile b ilir. H e r tü r , b i r c i n s i n ü y e s id ir. Homo b i r
y e n ( k a t ı r v e y a b a r d o d e d i ğ i m i z ) b i r y a v r u ü r e te n c i n s a d ıd ır . Elephas d a ö y le . A s l a n ı n L a tin c e a d ı
u ç ö r n e k l e r o la b ilir . B u n e d e n l e a t l a r ı v e e ş e k le ri Panthera leo’d u r v e Panthera c in s i a y n ı z a m a n d a
a y r ı t ü r l e r e y e r le ş t ir iy o r u z . D a h a b a r i z b i r ö r n e k , Panthera tigris’ı ( k a p la n ) , Pantherapardusu ( le o ­
a t l a r v e k ö p e k l e r f a r k l ı t ü r l e r e a i t t i r v e b ir b ir le r iy - p a r v e y a “p a n t e r ” ) v e Panthera onca’yı ( ja g u a r ) d a

58
iç e r i r . Homo sapiens c i n s i m iz i n h a y a tta v e s ır tla n la r , E tç ille r ( C a r n iv o r a ) d e n i l e n t a k ı m ı n
k a lm ış te k tü r ü d ü r a m a fo ­ a l t ı n d a k i fa r k lı a ile le r e a ittir le r . M a y m u n la r , ( b i ­
s ill e r e Homo erectus v e Homo z im d e d â h i l o l d u ğ u m u z ) k u y r u k s u z m a y m u n l a r
habilis g ib i i s i m l e r v e r il m i ş t ir . H o m o ’d a n y e te ri v e l e m u r l a r ı n h e p s i d e P r i m a t la r t a k ı m ı n ı n a l t ı n ­
k a d a r f a r k lı o l a n d i ğ e r i n s a n b e n z e r i f o s i l l e r ise d a k i f a r k lı a ile le r e m e n s u p t u r l a r . H e r t a k ı m d a
Australo-
b a ş k a b i r c i n s e y e r le ş t ir il i r l e r , ö r n e ğ i n f a rk lı s ı n ıf l a r a a ittir. T ü m m e m e lile r . M e m e lile r
pithecus africanus ve Australopithecus afarensis ( M a m m a lia ) s ın ıf ı n d a b u lu n u r .
( b u a r a d a A v u s t r a ly a i l e b i r il g il e r i y o k , a u s t r a lo B u g r u p l a n d ı r m a s ils ile s in in t a s v i r i n i o k u ­
“g ü n e y li” a n l a m ı n a g e l i r k i A v u s tr a ly a ’n ı n i s m i d e d u k ç a z i h n i n i z d e g e liş e n a ğ a c ın ş e k lin i g ö r e b ili­
b u r d a n g e lir z a te n ). y o r m u s u n u z ? B u b i r a ile a ğ a c ıd ır : h e r b i r d a l ı n ı n
H e r c in s b i r aileye m e n s u p t u r , a ile i s m i g e ­ a l t d a lla r a , h e r a lt d a l ı n b a ş k a a l t d a l l a r a a y r ıld ığ ı,
n e llik le e ğ i k d e ğ i l a m a b ü y ü k h a r f l e b a ş l a n a r a k ç o k d a llı b i r a ğ a ç . D a lla r ın u ç l a r ı y a n i s ü r g ü n le r ,
y a z ılır. K e d il e r ( a s la n la r , l e o p a r l a r , ç i ta la r , k a r a k u ­ tü r l e r d ir . D a ll a r v e a l t d a l l a r d a d i ğ e r g r u p la r d ır ,
la k l a r v e b i r ç o k k ü ç ü k k e d i t ü r ü ) K e d ig ille r (F e li- y a n i s ın ıf , t a k ı m , a ile v e c in s . A ğ a c ın t a m a m ı ise
d a e ) a ile s in i m e y d a n a g e t i r i r l e r . H e r a i l e d e b i r ta­ D ü n y a ü z e r i n d e k i t ü m y a ş a m d ır .
kıma m e n s u p t u r . K e d ile r, k ö p e k l e r , a y ıla r , ç a k a l la r

59
A ğ a ç la rın n e d e n b u k a d a r ç o k s ü rg ü n ü o l­ b i r b il im c in i n , y a y ın la n m a s ı iç in y a z m a d ığ ı k e n ­
d u ğ u n u d ü ş ü n ü n . D a l l a r d a l l a n ı r . Y e te rli s a y ıd a d i n o t l a r ı n ı o k u m a k n e k a d a r c e z b e d ic i.
d a lın d a lın ın d a lın a k a v u ş tu ğ u m u z d a , s ü rg ü n le ­ Ş im d i s ö y le y e c e k le r im t a m o l a r a k h a y v a n ­
r i n t o p l a m s a y ıs ı ç o k f a z la o la b ilir . E v r im d e d e l a r ı n a ğ a c ın ın n a s ıl d a l l a n d ı ğ ı n ı a n l a tm ı y o r a m a
o l a n b u d u r . C h a r l e s D a r w i n ’i n k e n d i s i d e , ü n lü siz e p r e n s ib i k o n u s u n d a b i r f i k i r v e r e c e k . B ir a ta
k ita b ı Türlerin Kökeni Üzerine’d e b u lu n a n te k re ­ t ü r ü n ik iy e a y r ıld ığ ın ı h a y a l e d in . E ğ e r s o n r a b u
s i m o l a r a k d a l l a n a n b i r a ğ a ç ç iz m i ş t i r . A ş a ğ ıd a ik i t ü r d e ik iy e a y r ılır s a d ö r t t ü r e d e r . E ğ e r b u n l a ­
D a r w i n ’i n k i t a b ı y a z m a d a n b i r k a ç y ı l ö n c e d e f ­ r ı n h e r b i r i ik iy e a y r ıl ı r s a s e k iz e d e r v e b u b ö y le
t e r l e r i n d e n b i r i n e k a r a l a d ı ğ ı a ğ a ç ç i z im i n i n ö n ­ 16, 3 2 , 6 4 , 1 2 8 ,2 5 6 , 5 1 2 . . .d iy e g id e r. E ğ e r sa y ıy ı
c e k i b i r v e r s iy o n u v a r. S a y f a n ın b a ş ı n d a k e n d i n e ik i k a t ı n a ç ı k a r m a y a d e v a m e d e r s e n iz , m i ly o n la r ­
y a z d ı ğ ı g i z e m l i b i r m e s a j v a r : “D ü ş ü n ü y o r u m d a ”. c a t ü r e v a r m a n ı n f a z la z a m a n a lm a y a c a ğ ın ı g ö r e ­
S iz c e b u r a d a n e d e m e k is te m iş ? B e lk i b i r c ü m le b ilir s in iz . B u b ü y ü k i h tim a lle s iz e m a n t ı k l ı g e le ­
yazm aya b a ş la d ığ ı s ıra d a ç o c u k la rın d a n b iri­ c e k t ir a m a b e lk i b i r t ü r ü n n e d e n ik iy e a y r ılm a s ı
s i a r a y a g i r d i , b ö y l e c e o c ü m l e y i h i ç b itir e m e d i. g e r e k tiğ in i m e r a k e d e b ilir s in iz . İ n s a n d ille r i n e ­
B e lk i d e d ü ş ü n d ü ğ ü ş e y i b ö y le b i r ç iz im y a p a r a k d e n ik iy e a y r ılıy o r s a b u n u n d a a s l ı n d a o n a b e n z e r
if a d e e t m e y i k e l i m e l e r le a n l a t m a k t a n d a h a k o la y b ir n e d e n i v a r, o y ü z d e n h a d i d u r u p b u n u n ü z e ri­
b u l d u . B e lk i d e h i ç b i le m e y e c e ğ iz . S a y fa d a b a ş k a n e d ü ş ü n e l i m b ira z .
b ir y a z ı d a h a v a r a m a d e ş ifr e e tm e s i z o r. B ü y ü k

60
Parçalara ayrılmak: diller ve
türler nasıl bölünür
B a b il K u le s i e f s a n e s i, e l b e tt e d o ğ r u o l m a s a d a i l ­
g i n ç b i r s o r u o l a n n e d e n b u k a d a r ç o k fa r k lı d il
v a r s o r u s u n u a k ı l l a r a g e tir iy o r .
N a s ıl b a z ı t ü r l e r b i r b i r l e r i n e d i ğ e r l e r i n d e n
d a h a ç o k b e n z i y o r l a r v e a y n ı a ile i ç i n e y e r le ş t ir i-
liy o r la r s a , d i l l e r i ç i n d e a il e l e r v a r d ır . İs p a n y o lc a ,
İ ta ly a n c a , P o r t e k i z c e , F r a n s ı z c a v e b i r ç o k A v r u ­
p a d ili v e R o m a n ş ç a , G a liç y a c a , O k s i t a n y a c a v e
K a ta la n c a a ğ ı z la r ı b i r b i r l e r i n e ç o k b e n z e r l e r ;
h e p s i n e b i r d e n “ R o m a n ” d i l le r i d e n i r . B u is im
a s l ı n d a o r t a k k ö k e n l e r i o l a n L a t i n c e d e n g e lir,
R o m a d ili a n la m ın d a d ır . İn g iliz c e “ ro m a n c e ”
y a n i a ş k k e li m e s i y l e b i r b a ğ l a n tı s ı y o k t u r a m a
g e lin ö r n e k o l a r a k a ş k i f a d e l e r i n i k u l l a n a l ı m .
H a n g i ü l k e d e o l d u ğ u n u z a b a ğ l ı o l a r a k İ l i ş l e r i n i­
zi if a d e e t m e k i ç i n ş u n l a r d a n b i r i n i k u l l a n ı r s ı ­
n ız : “ T i a m o ”, “A m o t e ”, “ T ’a i m i ” y a d a “Je t ’a im e ”.
L a tin c e d e is e t ı p k ı g ü n ü m ü z İ s p a n y o lc a s ı n d a k i
g ib i “ T e a m o ”.
K e n y a , T a n z a n y a v e y a U g a n d a ’d a b irin i
s e v d iğ i n i z e y e m i n e t m e k i ç in S w a h ili l i s a n ı n d a
“ N a k u p e n d a ” d iy e b i l i r s i n iz . B ir a z d a h a g ü n e y ­
d e , b e n im b ü y ü d ü ğ ü m M o z a m b ik , Z a m b ia v e
M a la w i’d e is e “N d i m a k u k o n d a ”. G ü n e y A f r i­
k a ’d a k i B a n t u d i l e r i n d e is e “N d i n o k u d a ”, “N d i-
y a k u t h a n d a ” d i y e b il i r s i n iz y a d a Z u l u d i l in d e ,
“N g i y a k u t h a n d a ”. B u B a n t u a ile s i, R o m a n d il
a ile s in d e n f a r k l ı d ı r v e h e r ik i s i d e H o l l a n d a c a ,
A lm a n c a v e İ s k a n d in a v d i l le r i n i i ç e r e n C e r m e n
a ile s in d e n f a r k lıd ır . B a k ın “a ile ” k e l i m e s i n i d i l le r
i ç in n a s ı l d a k u l l a n d ı k , t ı p k ı t ü r l e r ( k e d ig i l l e r a i ­
le s i, k ö p e k g i l l e r a ile s i) v e t a b i k e n d i a ile l e r i m iz
(J o n e s a ile s i, R o b i n s o n a ile s i, D a w k i n s a ile s i)
iç in k u l l a n d ı ğ ı m ı z g ib i.
B i r b i r i n e y a k ı n d i l a i l e l e r i n in n a s ı l a s ı r la r
i ç i n d e o r t a y a ç ı k t ı k l a r ı n ı a n l a m a k z o r d e ğ il. A r ­
k a d a ş la r ı n ı z ı n s i z in le v e k e n d i a r a l a r ı n d a n a s ıl
k o n u ş tu ğ u n u b ir d in le y in v e so n ra b u n u b ü y ü ­
k a n n e v e b a b a n ı z ı n k o n u ş m a s ı y l a k ıy a s la y ın .

61
K o n u ş m a la r ı s a d e c e b ira z fa rk lıd ır v e o n la r ı k o ­
l a y lık la a n l a y a b i l ir s in i z a m a s iz e s a d e c e ik i n e ­
s il u z a k ta la r . Ş im d i b ü y ü k a n n e v e b a b a la r ın ız la
d e ğ i l d e 2 5 . b ü y ü k b ü y ü k a n n e v e b a b a la r ın ız la
k o n u ş tu ğ u n u z u d ü ş ü n ü n . B u siz i o n d ö r d ü n c ü Mecnun oluban yüriyem
y ü z y d d a y a ş a m ı ş , ş u n u n g ib i m ı s r a l a r y a z a n ş a i r
Yüce dağları büriyem
Y u n u s E m r e ’n i n y a ş a d ığ ı d ö n e m e g ö t ü r e c e k tir :
Mum olubanı eriyem
Yanam hey dost diyü diyü
Günler geçe yıl çevrile
Üstüme sinlem obrıla
Ten çüriye toprak ola
Tozam hey dost diyü diyü

A s lın d a o ld u k ç a a n la şıla b ilir,


d e ğ il m i? A m a e m i n i m k o n u ş u l u r ­
k e n d u y s a n ız a n la m a k ta z o r la n ır -
d ın ız . H a tta e n a z İs p a n y o lc a ’n ın
İta ly a n c a ’d a n fa rk lı o ld u ğ u k a d a r,
fa rk lı b i r d il o ld u ğ u n u b ile d ü ş ü ­
n e b ilird in iz .

ama
mır tımöapıusrrga
İ ş t e b ö y le , h e r h a n g i b i r y e r d e k i b i r d i l a s ır la r d e n y e t e r i n c e a y r ı ik i y o la s ü r ü k l e n i r s e b u n l a r a
b o y u d e ğ iş ir. B a m b a ş k a b i r ş e y o l m a y a d o ğ r u “s ü ­ “le h ç e ” d e r iz .
r ü k l e n i r ” d i y e b ilir iz . Ş im d i b i r d e f a r k lı y e r le r d e Y e te ri k a d a r u z u n s ü r e d e v a m e d e n s ü r ü k ­
a y n ı d ili k o n u ş a n in s a n la r ın (e n a z ın d a n te le f o n ­ l e n m e d e n s o n r a f a rk lı y e r e l le h ç e le r s o n u n d a o
l a r v e r a d y o l a r i c a t e d i l m e d e n ö n c e ) b i r b i r l e r in i n k a d a r f a r k lıla ş ır la r k i b i r b ö lg e d e k i i n s a n l a r d iğ e r
n e d e d ik le r in i s ık s ık d u y m a im k â n la r ın ın o lm a ­ b ö lg e d e k i i n s a n l a r ın n e s ö y le d iğ in i a n la y a m a z
d ığ ı v e b u d i l i n f a r k lı y e r le r d e f a r k lı y ö n l e r e d o ğ r u h a le g e lir. İş te b u n o k t a d a o n l a r ı n f a r k lı d ille r o l ­
s ü r ü k le n e c e ğ i g e r ç e ğ i n i d e h e s a b a k a t ı n . B u k e li­ d u k l a r ı n ı s ö y le riz . A l m a n c a v e H o lla n d a c a , a r t ı k
m e l e r in k e n d i l e r i k a d a r , o d i l i n k o n u ş u l u ş b iç im i v a r o l m a y a n o r t a k b i r d i l d e n i k i f a rk lı y ö n e s ü r ü k ­
i ç in d e g e ç e r l i d i r : T ü r k ç e ’n i n İ s t a n b u l , K a r a d e n iz , le n d i ğ i n d e o l a n b u y d u . A v r u p a ’n ı n f a rk lı k ı s ım ­
E g e , T r a k y a v e y a D o ğ u A n a d o lu a ğ ı z la r ı n ı n k u l a ­ l a r ı n d a F ra n s ız c a , İ ta ly a n c a , İs p a n y o lc a v e P o r t e ­
ğ a n e k a d a r f a r k lı g e l d i ğ i n i d ü ş ü n ü n . A y r ıc a E g e ­ k iz c e b i r b i r l e r in d e n b a ğ ım s ız o l a r a k L a tin c e d e n
lile r, İ z m i r a ğ z ı n ı M u ğ l a a ğ z ı n ı v e A y d ın a ğ z ı n ı d a u z a ğ a s ü r ü k l e n d i k l e r in d e d e o l a n b u y d u .
k o la y lık la a y ı r t e d e b ilir le r . Z a m a n g e ç t ik ç e d i lin F ra n s ız c a , P o r te k iz c e v e İ ta ly a n c a g ib i “ k u ­
h e m k o n u ş u lu ş u h e m d e k e lim e le ri b ir b ö lg e n in z e n l e r i n ” b i r b i r l e r in e k o m ş u “d a lla r d a ” o ld u ğ u ,
k e n d in e h a s h a lin i a lır; d ilin k o n u ş u lu ş u b irb irin - L a tin c e g ib i a t a la r ı n s a a ğ a c ın d a h a a ş a ğ ıla r ın d a

İspanyolca b u l u n d u ğ u b i r d i l a ile a ğ a c ın ı ç iz e b ilir s in iz ,


tı p k ı D a rv v in ’in t ü r l e r iç i n y a p tığ ı g ib i.
İtalyanca

Galiçyaca
Provansça
Romence

Got dili

Almanca

Keltçe
D ille r g ib i, t ü r l e r d e z a m a n la v e m e s a fe y ­ y e t e r i n c e g ü z e l k a r ış a m a z l a r . B u i k i “D N A l e h ­
le d e ğ iş irle r. B u n u n neden o ld u ğ u n a b a k m a d a n ç e s i” b i r c a n l ı, ( y a n i b i r k a t ı r ) o r t a y a ç ı k a r a c a k
önce, b u n u nasıl y a p tık la r ım g ö rm e liy iz . D ille r k a d a r b ir b ir le r in i a n la r la r a n c a k k e n d is i d e d o ­
i ç in k e l i m e l e r n e y s e , t ü r l e r i ç i n d e D N A o d u r. ğ u rg a n o la n b ir c a n lı o rta y a ç ık a ra c a k k a d a r d e ­
D N A 2. B ö lü m ’d e g ö r d ü ğ ü m ü z g i b i , h e r c a n l ı ­ ğ il: ö n c e d e n d e g ö r d ü ğ ü m ü z g i b i k a t ı r l a r k ı s ır d ı r .
n ı n iç in e t a ş ı d ı ğ ı , o c a n l ı n ı n n a s ı l o l u ş a c a ğ ın ın D ille r v e tü rle r a ra s ın d a k i ö n e m li b ir fa rk lı­
g e n e t i k o iig is id ir . B ir e y l e r e ş e y li ü r e d i k l e r i n d e l ı k is e d i l l e r d e n d i ğ e r d i l le r e k e l i m e l e r in g e ç e b i l ­
D N A ’l a r ı k a r ış ı r . Y e re l b i r n ü f u s u n ü y e l e r i b a ş k a m e s i d i r . Ö r n e ğ i n R o m a n , C e r m e n v e K e ltik d i l ­
b ir y e re l n ü fu s a g ö ç e ttik le rin d e , b u y e n i k a tıl­ l e r i n d e n a y r ı b i r d i l o l a r a k g e l i ş t ik t e n ç o k s o n r a
d ık la rı n ü f u s ta k i b ire y le rle ç iftle ş e re k g e n le rin i o T ü r k ç e , F r a n s ı z c a d a n “v a l i z ”, B e n g a l d i l i n d e n
n ü f u s a a k t a r m ı ş o l u r l a r . B u n a “g e n a k ı ş ı ” d iy o r u z . " b u n g a l o v ”, A la s k a d i l i n d e n “a n o r a k ” s ö z c ü k le r i ­
İ ta ly a n c a v e F ra n s ız c a n m b irb ir in d e n u z a ­ n i a l m ı ş tı r . H a y v a n t ü r l e r i is e a k s i n e , b i r k e z b i r ­
ğ a s ü r ü k l e n m , s in in t ü r le r d e k i k a r ş ılığ ı is e b i r b i ­ l i k te ç if t l e ş e m e y e c e k k a d a r b i r b i r l e r i n d e n ( g e n e ­
r i n d e n a y r ı d ü ş m ü ş i k i n ü f u s u n D N A ’l a r ı m n g it tik o la ra k ) y e te rin c e u z a ğ a s ü rü k le n d ile r m i b ir
g i d e d a h a a z b e n z e r h a l e g e l m e s i d i r . D N A ’l a r ı g it d a h a a s la ( n e r e d e y s e a s la ) D N A d e ğ i ş t o k u ş u n d a
g id e , b e b e k y a p m a k i ç i n d a h a a z b e r a b e r ç a l ış a ­ b u l u n m a z l a r . B a k t e r il e r b a ş k a b i r h i k â y e d ir : o n ­
b i l i r h a l e g e l e c e k t i r . A t l a r v e e ş e k l e r b i r b i r l e r iy l e la r g e n d e ğ iş to k u ş u n d a b u lu n u rla r , a n c a k b u k i­
ç i f t l e ş e b i l i r l e r a m a a t D N A ’s ı e ş e k D N A ’s ı n d a n o ta p ta b u k o n u y a g irm e y e y e te c e k k a d a r y e r y o k .
k a d a r u z a ğ a s ü r ü k le n m iş tir k i, b u ik isi a r tık b ir ­ B u b ö lü m ü n g e r i k a la n ın d a h e p h a y v a n la r h a k ­
b i r l e r i n i a n l a y a m a z l a r . Y a d a ş ö y l e s ö y l e y e b ilir iz , k ın d a k o n u ş tu ğ u m u fa rz e d in .
Adalar ve yalıtım:
ayrılığın gücü

D e m e k k i t ü r l e r in D N A ’l a r ı d a , d i l le r i n k e li­
m e l e r i g ib i, a y r ı d ü ş t ü k le r i n d e b i r b i r i n d e n
u z a ğ a s ü r ü k l e n i y o r m u ş . B u n e d e n o la b ilir?
B u a y r ılığ a n e d e n o l a n ş e y n e o la b ilir? D e ­
n i z b a r iz b i r o la s ılık tır. A y rı a d a l a r ü z e r i n ­
d e k i n ü f u s l a r b ir b ir le r iy le k a r ş ıla ş m a z la r,
e n a z ı n d a n s ık ç a k a r ş ıla ş m a z la r v e b ö y le c e
ik i a y r ı g e n k ü m e s i n i n b i r b i r i n d e n u z a ğ a
s ü r ü k l e n m e s i iç i n b i r f ır s a t d o ğ a r . B u d u ­
r u m a d a la r ı, y e n i t ü r l e r in o r t a y a ç ı k m a s ı n ­
d a s o n d e re c e ö n e m li b ir y e re koyar. A m a
b i r a d a y ı, ille d e e tr a f ı s u y la ç e v rili b i r k a r a
p a r ç a s ı o l a r a k d ü ş ü n m e k z o r u n d a d e ğ iliz .
B ir k u r b a ğ a i ç in v a h a , e tr a f ı y a ş a y a m a y a ­
c a ğ ı k u r a k ç ö l ile k a p lı o l a n y a ş a y a b ile c e ğ i
b i r “a d a d ı r ”. B a lık iç i n g ö l b i r a d a d ır . H e m
t ü r l e r h e m d e d i l le r i ç in a d a l a r ö n e m l i d i r

65
çünkü b ir ad a n ü fu su n u n diğer nüfuslarla iletişi­ ö y le görünüyor ki b u fırtınalardan biri iguanala­
m i kesilm iştir (tü rler söz k o n u su olunca ada gen rın tırm anm akta olduğu ağaçları da (Panama’da
akışını keser, tıpkı dillerin etkileşim i kestiği gibi) d a g ördüğüm üzere iguanalar ağaçlarda oturm ayı
ve böylece kendi yönünde evrilm eye başlam akta severler) söküp denize uçurm uş olmalı. Sonun­
özgür hale gelmiştir. da Anguilla’ya vardıklarında b u sıradışı ulaşım
Bir so n rak i önem li n o k ta ise b ir ada nü fu su ­ aracından kum sala inerek b u yepyeni ada evinde
n u n sonsuza k adar izole kalm ası gerekm ediğidir: beslenm eye ve ü rem eye ve DNA’larını aktarm aya
genler zam an zam an onları çevreleyen engelleri, başladılar.
ister su o lsun ister yaşanam az alanlar olsun, aşa­ B unu biliyoruz çünkü yerli balıkçılar igua­
bilir. naları Anguilla’ya v arırken gördüler. Asırlar önce
4 Ekim 1995’te k ütüklerden ve sökülm üş etrafta tan ık olabilecek kim seler olm asa da, igua­
ağaçlardan oluşan b ir yığın, rüzgar tarafından naların atalarını G uadelup’a ilk getiren de çok b ü ­
Karayip A daları’n d an Anguilla’n m kum salına yük olasılıkla b enzer b ir olaydı. Ayrıca b enzer bir
uçurulm uştu. Yığının üzerinde, diğer b ir adadan, öykü çok büyük bir olasılıkla, sıradaki hikayem i­
büyük ihtim alle 250 km u zaklıktaki G uadelup’tan zin geçeceği G alapagos adalarındaki iguanaların
gelip tehlikelerle dolu b ir yolculuktan sağ k u rtu ­ varlığı için d e geçerli.
lan 15 yeşil iguana vardı. Bir önceki ay Luis ve Galapagos adaları tarihsel önem e sahip
M arilyn adı verilen kasırgalar K arayipler boyunca çünkü b u adaların, 1835’te HM S Beagle gem isinde
esip gürlem iş, ağaçları sökerek denize fırlatm ıştı. b ir keşif gezisinin üyesi olarak b ulunduğu sırada
adaları ziyaret eden C harles Darvvin’in evrim üze­ yıl önce, şim di artık sular altında kalm ış baş­
rine ilk düşüncelerine ilham verdiği düşünülür. ka adalar da vardı. İguanalar ilk kez, bu su al­
Galapagos adaları, Pasifik O kyanusunda, G ü­ tında kalm ış olan adalardan birine gelmiş, oradan
ney Am erika kıyılarının yaklaşık 1000 km bu g ü n hâlâ su üstünde olan diğer adalara geçiş
batısında bulunan volkanik adalar bütünüdür. yapm ış d a olabilirler.
Hepsi volkanların d eniz dibinden yükselm esiyle Bir kez geldiler mi, artık yeni yerlerinde serpi-
oluşm uş olan (sadece birkaç m ilyon yaşındaki) lebilme im kânları olacaktır, tıpkı 1995’te Anguilla’ya
genç adalardır. Bu dem ek oluyor ki bu adalar gelenler gibi. Galapagos’taki ilk iguanalar, kısmen
üzerinde yaşayan h e r bitki ve hayvan başka bir (dillerde olduğu gibi) sadece “sürüklenme yolu” ile
yerden (tahm inen G üney A m e­ ve kısmen de doğal seçilimin yeni hayatta kalım
rika anakarasından), evrimsel becerilerini desteklemesinden ötürü (çünkü görece
ölçülere göre yeni gelmiş çorak volkanik adalar, Güney A merika anakarasın­
olmalı. Türler b ir kez dan çok farklı bir yerdir) anakaradaki kuzenlerinden
vardıktan sonra, adalar evrilerek farklılaşmışlardır.
arasında nihayet tü m Farklı adaların birbirlerine olan uzaklığı, ka­
adalara yayılacak sıklıkta raya olan uzaklıklarından çok daha azdır. Yani ada­
(yani yüzyılda b ir ya da lar arası yanlışlıkla geçişler anakarayla olduğundan
iki kez) daha kısa geçişler daha sık yaşanıyor olmalı: bin yılda bir değil de yüz­
yapm ış olabilirler. A m a yine yılda bir gibi mesela. Eninde sonunda iguanalar tüm
de b u n a d ir geçişler, geçişler arası adalara yayılmış olmak. Adadan adaya sıçramalar,
dönem lerde tü rlerin ayrı ayrı evrilm elerine, yani farklı adalarda evrimsel olarak birbirlerinden uzağa
bu bölüm deki deyişimizle “birbirlerinden uzağa sürüklenmelere izin verecek kadar da seyrek olmak,
sürüklenm elerine” m üsaade edecek kadar sey­ her gen “bulaştırma” olayı arasında yeterli vakit bu­
rekti. lunmak. Öyle ki tekrar karşılaştıklarında, artık bir­
îlk iguanaların Galapagos adalarına ne za­ likte üreyemeyecek hale gelmiş olsunlar. Sonuç ise
m an geldiğini kim se bilm iyor. Büyük ihtim alle şu; Galapagos adalarında şu anda, artık birbirleriy-
tıpkı 1995’te Anguilla’ya gelişleri gibi, anakara­ le üreyemeyen üç farklı kara iguanası türü bulunur.
dan sürüklenerek geldiler. B ugün anakaraya en Conolophus pallidus sadece Santa Fe adasında bulu­
yakın ada San C ristobal (D anvin’in bildiği İngi­ nur. Conolophus subcristatus Fernandina, Isabela ve
lizce ismiyle C hatham ) adasıdır am a m ilyonlarca Santa Cruz adalarının da dâhil olduğu birçok adada

67
bulunur. Conolophus marthae ise büyük Isabela ada­ lumbağaya) sorsanız, volkanların adadan bir farkı I
sının üzerindeki beş volkan zincirinin en kuzeyinde- yoktur.
kine hapsolmuştur. Çok sık olm am ak üzere kim i zam an aşılabi-l
Bu da b ir başka ilginç soruyu akıllara geti­ len bir coğrafi engelin sağladığı yalıtım, evrimsel I
riyor. Bir gölün ya da vadinin de, sularla çevrili dallanmaya neden olur. (Aslında ille de coğrafi I
bir kara parçası olm asalar da b ir çeşit ada sayıla­ engel olması gerekmiyor. Başka olasılıklar da var, I
bileceğini söylediğim i hatırlıyorsunuz değil mi? özellikle böcekler söz konusu olduğunda, am a k o -l
İşte aynısı Isabela üzerindeki beş volkanın her nuyu karm aşık hale getirm em ek için burada o ay­
biri için de geçerli. H er b ir volkan, kendisini ö bür rıntılara girmeyeceğim.) Bölünen nüfuslar bera­
volkanın çölünden ayıran vaham sı, bitki ö rtü- b er üreyemeyecek k adar birbirlerinden uzağa bir
sünce zengin b ir alanla (aşağıdaki resim de yeşille kez sürüklendiler m i, coğrafi engele artık gerek I
gösterilen alan) çevrilidir. Çoğu Galapagos ada­ yoktur. Bu iki tü r bir d aha DNA’larm ı birbirlerine I
sı sadece tek b ir volkana sahipken Isabela’d a beş bulaştırm adan kendi evrimsel yollarına giderler.
tane vardır. Belki de küresel ısınm anın etkisiyle, Gezegendeki yeni türlerin ortaya çıkışının b irin ­
sular yükselecek olursa Isabela deniz ile ayrılmış cil sorum lusu başlıca bu tip ayrılmalardır; hatta I
beş farklı adaya dönüşecektir. D em em o ki, ada göreceğimiz gibi örneğin salyangozları bizim de
üzerindeki h er b ir volkanı da b ir çeşit ada olarak dahil olduğum uz om urgalıların atalarından ayı­
düşünebilirsiniz. Yani en azından, sadece volka­ ran asıl olay da böyle bir şeydir.
n ın etrafındaki eğim li arazide yetişen bitkilerle Galapagos üzerindeki iguanaların geçmiş­
beslenen bir kara iguanasına (ya da bir d ev k ap­ lerinde bir noktada, çok alışılm adık yeni bir tür
ortaya çıkaran b ir dallanm a olayı yaşandı. H an­ olan birçok garip özelliğe sahipler ve bu onları
gisi bilm iyoruz am a adalardan b irinde yerel kara Galapagos’taki ve dünyanın başka her yerinde­
iguanası nüfuslarından biri yaşam a tarzlarını ta ­ ki kara iguanalarından gerçekten de farklı kılar.
m am en değiştirdi. Bu iguanalar volkanların ya­ Kara iguanalarından evrildikleri kesin am a Gala­
m acındaki bitkilerle beslenm ek yerine, kıyıya git­ pagos’taki g ünüm üz kara iguanalarıyla p ek yakın
tiler ve deniz yosunlarını yemeye başladılar. D aha kuzen oldukları söylenemez. Yani Conolophus
sonra doğal seçilim, hünerli yüzücü olan bireyleri cinsinden çok önce anakaradan gelip adalara yer­
tercih etm iştir. Bugün onların toru n ları d eniz al­ leşmiş, şim di ise yokolmuş daha önceki bir cins­
tındaki yosunları yem ek için dalm ayı alışkanlık ten evrilm iş olm aları m uhtem el. Farklı adalarda
haline getirmişler. O nlara deniz iguanaları diyo­ farklı deniz iguanası ırkları var ancak hepsi aynı
ruz ve kara iguanalarının aksine deniz iguanaları tür. Bir gü n bu farklı ırkları, aynı deniz iguana­
yalnızca Galapagos’ta bulunurlar. D eniz iguana­ sı cinsinin farklı türleri olarak adlandırılabilecek
ları, kendilerine denizdeki yaşam larında destek kadar birbirlerinden uzağa sürüklenm iş olarak
bulm ak m üm kün olacak.
D ev kaplumbağalar, atanızı b ulm ak için çok çok gerilere, belki b ir m il­
lav kertenkeleleri, uça- yar yıldan geriye gitm eniz gerekebilir. Bu o kadar
m ayan tu h a f karabatak­ önce gerçekleşmiş ki onları ilk ayıran engelin ne
lar, alaycı kuşlar, ispinoz­ olduğunu tahm in etm eye çalışm ak bile zor. Ama
lar ve Galapagos’taki diğer h e r ne idiyse denizde bir yerde olm uş olmalı çü n ­
tü m hayvanlar ve bitkiler kü o uzak günlerde k aralarda yaşayan hayvan yok­
için hikâye benzerdir. Benzer tu. Belki de b u büsbüyük ata türler sadece m ercan
şeyler dünyanın h e r yerinde resiflerinde yaşayabiliyorlardı ve iki n üfus k endile­
/ olur. Galapagos özellikle n e t bir rin i derin deniz sularıyla ayrılmış iki ayrı m ercan
f örnektir. Adalar, (göller, vadiler resifi ü zerinde buluverdi.

w ve dağlar d a dâhil olm ak üzere),


yeni tü rler ortaya çıkarırlar. Bir ırm ak
da b enzer b ir işlev görebilir. Eğer bir
Bir önceki bölüm de gördüğüm üz gibi, şem ­
panzelerin ve insanların en yakın ortak büsbüyük
atasını bulm ak için sadece 6 milyon yıl geriye git­
hayvan için b ir n eh ri geçm ek zorsa, n ehrin m eniz gerekiyor. Bu bizim için baştaki ayrıma ne­
iki yakasındaki nüfusların genleri birbirlerin­ d en olan m uhtem el coğrafi engelin ne olduğunu
d en uzağa sürüklenebilir, tıpkı dillerin iki lehçeye, tah m in edebileceğimiz kadar yakın bir geçmiş. Bu
onların d a daha sonra iki farklı dile sürüklenm esi engelin, doğusunda insanlar batısında ise şem pan­
gibi. Dağ sıraları da yalıtım da b enzer b ir rol üstle­ zelerin evrildiği düşünülen Afrika’daki Büyük Rift
nebilir. Sadece uza k mesafelerde olm ak bile yalıtım Vadisi olduğu fikri ortaya atılmıştır. Şempanze dalı
sağlayabilir... Ispanya’daki b ir fare, üreyebilen bir d aha sonra sıradan şem panzeler ve pigme şem ­
fareler zinciriyle tü m Asya üzerinden Çin’e bağ­ panzeler yani bonobolar olarak ikiye ayrılmıştır:
lı olabilir. A m a b ir genin fareden fareye b u kadar bu seferki engelin ise Kongo ırm ağı olduğu ileri
uzun yolları katetm esi o kadar u zun zam an alır ki sürülm üştür. Bir önceki bölüm de gördüğüm üz
aslında gayet ayrı adalarda olduklarını söyleyebili­ üzere, tüm mem elilerin ortak b üsbüyük atası yak­
riz ve İspanya ve Çin’deki fare evrim i farklı yönlere laşık 185 milyon yıl önce yaşamıştır. O günden
sürüklenebilir. bugüne, onun torunları bugün gördüğüm üz b in ­
Galapagos’taki üç kara iguanası tü rü , evrim ­ lerce m em eli tü rü n e dallanm ıştır da dallanmıştır:
sel geçmişlerinde sadece birkaç bin yıllık sü rü k ­ 231 etçil tü r (köpekler, kediler, çakallar, ayılar vb.),
lenm e yaşamışlardır. Yüzlerce m ilyon yıl geçtikten 2000 kem irgen türü, 88 balina ve y unus türü, 196
sonra ise tek b ir atadan gelen bu tü rlerin to ru n la­ çift tırnaklı hayvan (inekler, antiloplar, domuzlar,
rı, örneğin b ir h am am böceğiyle b ir tim sah kadar geyik ve koyun), 16 at ailesinden tü r (atlar, zebralar,
birbirlerinden farklı hale gelebilir. Aslına bakar­ tapirler ve gergedanlar), 87 tavşan ve yaban tavşanı
sanız, bir zam anlar h am am böceklerinin (ayrıca tü rü , 977 yarasa türü, 68 kanguru türü, (bizim de
salyangozları ve yengeçleri de içeren daha birçok d ahil olduğum uz) 18 insansı m aym un tü rü ve yol
hayvanın) b ü y ü k büyük büyük (buraya çok sayıda boyunca nesli tükenm iş (ki bunlardan bazıları sa­
büyük gelecek) anne ve babası aynı zam anda tim ­ dece fosillerden bulunan insan türleridir) daha bir
sahların da (ve tabi diğer b ü tü n om urgalıların da) sü rü tü rü m eydana getirmiştir.
büyük büyük bü y ü k atasıdır (“büsbüyük ata” d i­
yelim). Ama b u k adar büyük ve kadim büsbüyük

71
Karışım, seçilim ve hayatta kalma türe ait değillerse aynı gen havuzunun üyele­
ri olamazlar çünkü aynı yerde bulunup sık sık
Bu bölüm ü, hikayeyi biraz daha farklı b ir dille karşılaşsalar bile eşeyli ürem e ile DNA’ları k arı­
toparlayarak bitirm ek istiyorum . Gen akışına şamaz. Eğer aynı tü rü n nüfusları coğrafi olarak
kısaca değindim bile; bilimciler b ir de gen ha­ ayrı düşerlerse, gen havuzları için birbirlerinden
vuzu denen b ir şeyden bahsediyorlar, şim di de uzağa sürüklenm e im kanı doğar, bu sürüklen­
bunun ne anlam a geldiğinden biraz bahsetm ek me o kadar uzağa olabilir ki, artık tekrar karşı­
istiyorum . Elbette gerçekten içi genlerle dolu bir laşsalar bile birlikte üreyemeyecek hale gelebilir­
havuz yok. Buradaki “havuz” içinde genlerin k a­ ler. A rtık gen havuzları karışamayacak durum da
rışabileceği bir ortam ı temsil ediyor. A ma genler
sadece canlı bedenlerindeki hücrelerin içinde
bulunabiliyor. Öyleyse gen havuzu derken ne
kastediliyor?
Eşeyli üreme, her nesilde genlerin karış­
m asını sağlar. Siz, annenizden ve babanızdan
gelen genlerin karışım ıyla doğdunuz, yani bü ­
yükanne ve babalarınızın genlerinin karışım ın­
dan. Bu, evrim sel sürecin işlediği uzun, upuzun,
binlerce, on binlerce, yüz binlerce yıllık geçmiş
boyunca nüfustaki her birey için geçerlidir. Bu
süreç boyunca eşeyli ürem e işlemi, nüfustaki
genlerin iyice karılm asını sağlar, adeta çorba
karıştırır gibi karıştırır. İşte bu bağlamda bü ­
yük, girdap gibi dönen b ir “gen havuzundan”
bahsetm ek anlamlı olur.
Birbirleriyle üreyebilen hayvan ve bitki
grupları olarak ifade ettiğim iz tü r tanımım ızı
hatırlıyorsunuz değil mi? İşte şim di neden bu
tanım ın önemli olduğunu görebilirsiniz. Eğer
iki hayvan aynı türün aynı nüfusundaysa, bu
onların genlerinin aynı gen havuzunda karışıyor
olduğu anlam ına gelir. Eğer iki hayvan aynı
olduğuna göre farklı türler olm uşlardır ve N eden nesiller ilerledikçe genlerin
birbirlerinden daha da uzağa sürüklenm eye sayısı değişmelidir? Aslına bakarsa­
milyonlarca yıl boyunca devam edip, birbir­ nız b u k adar uzu n zam an içinde de-
lerinden insanlarla ham am böcekleri kadar ğişm eselerdi şaşırtıcı olurdu. Asırlar
farklılaşabilirler. geçtikçe dillerin neden değiştiğini
Evrim gen havuzundaki değişim dem ek­ düşünün. “Z at-ı aliniz”, “muhterem ”,
tir. Gen havuzundaki değişme bazı genlerin “mamafih”, “filhakika” gibi sözcükler
daha çoğalması bazı genlerin daha azalması ya da “h iss-i kable’l vuku” gibi söz
demektir. Bir zamanlar yaygın olan genler öbekleri günüm üz Türkçesinde artık
seyrekleşebilir ya da tam am en yokolup gide­ pek fazla kullanılmıyor. Ö te yan­
bilirler. Bir zam anlar seyrek olan genler ise dan “falan olmak”
yaygınlaşabilir. Sonuçta türün tipik bireyleri­ gibi ifadelerin
nin şekli ya da boyutu ya da rengi ya da dav­ b u n d an sa­
ranışı değişir: değişir çünkü gen havuzundaki dece 20 yıl
genlerin sayısı değişir. İşte bu evrimdir. önce anla-

73
şılması m üm kün değilken bu ifadeler şu anda de kanatları yapmaya yardım ederek varlıkları­
yaygın olarak kullanılıyor. Aynı biçimde beğeni n ı sürdürürler. Köstebek bedenlerinde iri yarı,
ifadesi o larak kullanılan “yıkılıyor” d a öyle. kürek gibi eller yapmaya yardım edenler kalır.
Bu bölüm de şim diye kadar dillerde olduğu Aslanlarda hızlı koşan bacaklar, keskin dişler
gibi ayrı nüfuslarda da gen havuzlarının birbir­ ve pençeler yapmaya yardım eden genler va­
lerinden uzağa sürüklenebilecekleri fikrinden rolm aya devam eder. Antiloplarda hızlı koşan
öteye gitmeye gerek duymadım. A ma aslına ba­ bacaklara, keskin görüşe ve duymaya yardım
karsanız, türler söz konusu olunca sürüklenm e­ eden genler hayatta kalır. Yaprak böceklerinde,
den çok daha fazlası mevcut. Bu “çok daha faz­ onları yapraktan ayırt edilemeyecek hale getiren
lası” doğal seçilimdir yani Charles Darwin’in en genler varlıklarını sürdürm eye devam eder.
büyük keşfi olan çok büyük öneme sahip b ir sü­ Detaylar farklı olsa da tü m türler için
reçtir. Doğal seçilim olmasaydı bile gen havuz­ geçerli oyun, genlerin gen havu­
larının ayrılıp sürüklenm esini bekleyebilirdik. zunda varlıklarını sürdürebilm e
A ncak başıboş b ir sürüklenm e olurdu bu. Doğal oyunudur. Bir daha herhangi
seçilim evrim i belli b ir yöne doğru iteler: hayat­ bir hayvanı ya da bitkiyi gördü­
ta kalım yönüne. Gen havuzlarında varlıklarını ğünüzde kendinize şunu h atır­
sürdürebilen genler, hayatta kalmak için iyi olan latın: bu baktığım şey, kendi­
genlerdir. Peki b ir geni hayatta kalm ak için iyi sini yapan genleri aktarmaya
yapan şey nedir? Diğer genlere, hayatta kalmada yönelik karm aşık bir makine.
ve üremede başarılı olacak bedenler inşa edebil­ Genler için b ir hayatta
meleri için yardım etmesidir; bu bedenler ken­ kalım ' makinesine
dilerine hayatta kalmada yardım cı olmuş genleri bakıyorum .
aktarabilecek kadar uzun yaşayabilen bedenler
olmalıdır.
Bunu tam olarak nasıl yaptıkları ise türden
türe değişir. Genler, yarasa ve kuş bedenlerin­

74
75
yapı
n

H erhangi b ir şeyden b ir parça aldığınızı


ve bulabildiğiniz en ince en keskin jiletle
o n u ikiye böldüğünüzü düşünün.

O rtaya çıkan bu parçaları da ikiye bölün,


sonra b ir daha ve b ir daha, tekrar tekrar

n n ı i i i
N DOKUZUNCU YÜZYIL İNGİLTERE’SİNDE, Edwa-
O rd Lear’ın Saçmalıklar Kitabı diye çok m eşhur bir
çocuk kitabı vardı. Bu kitapta b ulunan “Baykuş ve p i­
b i i b, “

Parçalar en sonunda, daha da fazla kü-


sipisi” gibi şiirler kadar kitabın sonundaki “T arifler’i
çülemeyecek kadar k üçük bir boyuta
de severim. Kıtırlı Külbastı tarifi şöyle başlıyordu:
ulaştılar mı? Jiletin keskin kenarı ne ka­
d ar ince? Bir iğnenin sivri ucu ne kadar
Birkaç parça biftek alın ve onları m ü m kü n olan
sivridir?
en küçük parçalara bölün, bölmeye devam edin,
dokuz belki de on kez bölün.

Bir şeyi küçük ve daha küçük parçalara bölmeye de- M addelerin en k üçük yapıtaşları neler-
vam ederseniz ne elde edersiniz? dir?

76
mi sti r
A ntik Yunan, Çin ve H indis­
tan uygarlıklarının hepsi, m ad­
delerin dört "elementten” yapıldığı
kanaatine varmıştır: hava, su,
ateş ve toprak.
Ama bir A ntik Yu­
nanlı olan Demokritos
gerçeğe biraz daha yak­
laşmıştı. Demokritos,
bir şey yeteri kadar küçük
parçalara bölünürse, sonun­
da daha fazla bölünemeyecek
küçüklükte bir parçaya ulaşılır diye
düşünmüştü. Yunancada “bölmek” için tomos söz­
cüğü kullanılır ve Yunanca sözcüklerin başına
getirilen “a” öneki olumsuzluk anlamı katar.
Yani “a-tom ik”, daha küçük parçalara bö ­
lünemeyecek kadar küçük şey anlamına
gelir ve bu da bizim “atom” sözcüğü­
m üzün geldiği yerdir. Altın atomu,
altının m üm kün olan en küçük
parçasıdır. Daha küçük parçaya
bölünmesi müm kün olsa bile,
altın atomu bölündüğü an al­
tın olm a özelliğini yitirecektir.
Dem ir atomu da yine demirin
m üm kün olan en küçük parça­
sıdır. Bu böyle devam eder.

77
Tek bir tip atom dan oluşan saf oksijen atomuyla bileştiği anla­
m addelere elem ent adı verilir m ına gelir. Bileşik oluşturm ak
(ki bu isim b ir zam anlar hava, için b ir araya gelmiş atom ların
su, to p rak ve ateş için de kulla­ bütü n ü n e molekül denir. Bazı
nılm ıştı ama çok farklı b ir an ­ m oleküller oldukça basittir; ör­
lam da). Oksijen, dem ir, klor, b a ­ neğin su m olekülünün sadece
kır, sodyum , altın, karbon, cıva bahsettiğim iz üç atom u vardır.
ve azot elem entlere örnektir. Bazı m oleküller ise, (özellikle
M olibden gibi bazı elem entler canlıların bedenlerindekiler),
Dünya’d a n ad ir b u lu n u rlar (bu belli b ir biçim de b ir araya gel­
yüzden belki de m olibdeni hiç m iş yüzlerce atom dan oluşabilir.
duym am ış olabilirsiniz) ama Bir m olekülü, başka bir molekül
evrenin başka köşelerinde daha değil de o m olekül yapan şey, bu
sık rastlanılabilir (b unu nereden atom ların b ir araya geliş biçim ­
bildiğimizi m erak ediyorsanız 8. leri, bağ k urm a çeşitleri ve sayı­
Bölüm’ü bekleyin). larıdır.
D em ir, kurşun, bakır, çin­ “M olekül” sözcüğünü aynı
ko, kalay ve cıva gibi m etaller tü rd en birden fazla atom un bir
de elementtir. O ksijen, h id ro ­ araya geldiği d u ru m için de kul­
jen, azot ve neon gazları da öyle. lanabilirsiniz. İki oksijen ato ­
A ma etrafım ızda gördüğüm üz m undan oluşan oksijen m ole­
bir sü rü m adde elem ent değil külü, nefes alm am ız için gerekli
bileşiktir. Bileşik, birbirinden olan gazdır. Bazen üç oksijen
farklı bird en fazla atom un belli atom u b ir araya gelerek ozon de­
b ir şekilde b ir araya gelmeleriy­ nilen başka b ir m olekülü oluş­
le oluşur. Büyük ihtim alle suya, tururlar. Bir molekülde b ulunan
“H 20 ” dendiğini duym uşsunuz­ atom lar aynı bile olsa, m olekül­
dur. Bu kimyasal b ir form üldür de b ulunan sayıları fark yaratır.
ve iki hidrojen a tom unun bir

78
O zonu solum ak zararlıdır
am a Dünya’nın üst atm osferin­
deki ozon tabakası bizi G üneş’in
en zararlı ışınlarından korur.
AvustralyalIların güneşlenirken
özellikle dikkatli olm aları ge­
rekm esinin nedenlerinden biri,
ozon tabakasındaki “deliğin” gü ­
neyde Avustralya taraflarında ol­
masıdır.

Kristaller: geçit törenindeki atomlar


Elmas kristalleri, element
halindeki milyonlarca karbon
atom unun belli bir şekilde bir
araya dizilip istiflenmesiyle
oluşan belirli b ir büyüklüğü
olmayan dev moleküllerdir.
A tom lar kristalin içinde o kadar
düzenli bir şekilde yerleşmiş­
lerdir ki onları geçit törenindeki
askerler gibi düşünebilirsiniz, b
tek farkla, atom larınki 3 boyutlu
geçit törenidir, daha çok balık sürüleri-
ninki gibi. A ma bu sürüdeki “balıkların” sayısı getirir. Ama karbon atomları eğer farklı bir dü ­
muazzamdır, en küçük elm as kristalindeki kar­ zenlenme edinmişlerse, yağ olarak kullanılacak
bon atomu sayısı bile dünyadaki tü m balık (artı kadar yum uşak grafit kristalleri de oluşturabilir­
insan) sayısından fazladır. “İstiflenmek” ifadesi, ler.
aralarında boşluk olmayan, sıkıca paketlenmiş Kristalleri güzel saydam nesneler olarak
katı karbon öbeklerini çağrıştırıp sizi yanıltma­ düşünüyoruz, hatta berrak sular için “kristal gibi”
sın. Aslında göreceğim iz üzere, çoğu “katı” m ad ­ diyoruz. A ma aslında, çoğu katı m adde kristal­
de boşluklardan oluşur. Bu biraz açıklama gerek­ lerden yapılmıştır ve çoğu katı m adde saydam
tirecek! Bu konuya geri döneceğim. değildir. Bir parça demir, b ir sürü m inik kristalin
Tüm kristaller “geçit törenindeki askerler” paketlenmesiyle oluşur, h er b ir kristal milyonlar­
gibidir, tüm atom lar kristale şeklini verecek şekil­ ca dem ir atom undan oluşur ve b ir elmas krista­
de, belli bir örüntü içinde düzenlice dizilmişlerdir. lindeki karbon atom ları gibi “geçit törenindey­
Zaten kristalden kastımız budur. Bazı “askerler” mişçesine” dizilmişlerdir. Kurşun, alüm inyum ,
“geçit törenine” birden fazla şekilde katılıp farklı altın, bakır, hepsi başka atom ların kristallerin­
kristaller oluşturabilirler. Karbon atomlarının, den oluşur. G ranit veya kum taşı gibi kayalar da
geçide katılma şekillerinden özellikle bir tane­ öyle, ama onlar daha çok birçok farklı çeşit k ris­
si efsanevi sertlikte elm as kristallerini m eydana tal karışım ının birlikte paketlenmesiyle oluşur.

79
Kum da kristalli yapıdadır. Aslında çoğu ve klor atomları'geçitte dönüşümlü olarak, yani
kum tanesi, rüzgar ya da su tarafından koparıl­ bir sodyum bir klor atomu olacak şekilde beraber
mış küçük birer kaya parçasıdır. Aynısı biraz su ve dizilirler. Aslında bu durum da atom değil “iyon”
başka sıvıların da katıldığı çamur için de geçerli- olarak adlandırılırlar ama bunun neden böyle
dir. Kum taneleri ve çamur taneleri sıklıkla, yeni­ olduğunun detayına girmeyeceğim. Her sodyum
den bir araya gelerek “tortul” kayaları oluştururlar atom unun, birbirine dik açıyla konumlanmış
çünkü bu kayalar kum ve çamur çökeltilerinin altı tane klor atomu komşusu bulunur: önünde,
sertleşmesiyle oluşur. (“Çökelti”, örneğin bir ne­ arkasında, sağında, solunda, üstünde ve altında.
hir, göl ya da deniz gibi b ir sıvının dibinde çöken Aynı şekilde klor atomları da sodyum atomlarıyla
katı parçacıklardır). Kumtaşının içindeki kumlar çevrilmişlerdir. Tüm bu düzenlenme karelerden
çoğunlukla, D ünyanın kabuğundaki en yaygın iki meydana gelir, işte bu yüzden güçlü bir mercek
kristal olan kuvars ve feldispattan oluşur. Kireçtaşı ile bakıldığında tuz kristalleri küp şeklinde yani
farklıdır. Tebeşir gibi, kalsiyum karbonattan olu­ karenin üç boyutlu biçiminde, ya da en azından
şur ve toprak altındaki mercan iskeletlerinden ve kare şekilli köşelere sahip biçim lerde görünürler.
tek hücreli foram denilen canlıların kabukları da Birden fazla tip atomun “geçidinden” oluşan daha
dahil olm ak üzere deniz kabuklarından gelir. Eğer birçok başka kristal vardır ve bunların çoğu kaya­
çok beyaz bir kumsal görecek olursanız, bu kum ­ larda, kumlarda ve toprakta bulunur.
saldaki kumun beyazlığı da büyük ihtimalle aynı
kalsiyum karbonattan kaynaklanmaktadır.
Katı, sıvı, gaz:
Bazen kristaller tamam en aynı elementin aynı tip
atom larının “geçidinden” oluşurlar. Elmas, altın,
moleküller nasıl hareket ederler
bakır ve dem ir buna örnektir. Bazı kristallerse iki Kristaller katıdır ama her şey katı değildir. Bir
farklı tip atomun yine düzenli ama dönüşümlü de sıvı ve gazlar vardır. Bir gazda, moleküller kris­
bir geçidinden oluşur. Tuz (bildiğimiz sofra tuzu) talde durdukları kadar bitişik durmazlar ve müm­
bir element değil iki elementten (sodyum ve klor) kün olan tüm boşluklarda serbestçe koşuşturur,
oluşan bir bileşiktir. Bir tuz kristalinde sodyum bilardo topları gibi (ama bu durum da üç boyutlu

80
olarak, bilardo masasındaki gibi iki boyutlu olarak değil) düz çizgiler üze­
rinde seyahat ederler. Bulundukları kabın duvarlarına ya da başka b ir gaz
molekülüne çarpana kadar ilerlerler, çarptıklarındaysa yine bilardo toplan
gibi geri sekerler. Gazlar sıkıştırılabilir ve bu bize atomlar ve moleküller
arasında bir sürü boşluk olduğunu gösterir. Bir gazı sıkıştırdığınızda gazın
“geri ittirdiğini” hissedersiniz. Parmağınızı bisiklet pompanızın ucuna k o­
yup pistonu iterseniz gazın bu geri itiş etkisini hissedersiniz. Parmağınızı
orada tutup pistonu bırakırsanız bu his kesilir. Hissettiğiniz bu itişe “ba­
sınç” denir. Basmç pom panın içinde bulunan (azot, oksijen ve az m iktar­
da da diğer gazlardan oluşan) havadaki milyonlarca molekülün tüm ünün
yarattığı bombardıman etkisinden kaynaklanır. Basmç arttıkça bombardı­
man daha yüksek hızda gerçekleşir. Bu da (örneğin bisiklet pompasının
pistonunu ittirdiğinizde olduğu gibi) aynı m iktarda gaz molekülünü daha
küçük hacimde sıkıştırdığınızda ya da sıcaklığı arttırdığınızda olur, çünkü
sıcaklık artışı da gaz moleküllerinin daha hızlı hareket etm esini sağlar.
Sıvılar da, m oleküllerinin etrafta hareket etmesi ya da “akması” bakı­
m ından gazlarla benzerdir (bu yüzden sıvıların ve gazların ikisine birden
“akışkan” deriz, fakat katilar için bu tanımı kullanmayız). Ama bir sıvıda­
ki moleküller birbirine, gazdaki moleküllerden daha yakındır. Gazı kapalı
bir kaba koyarsanız, gaz, kabı baştan aşağı, köşe bucak dolduracak şekilde
yayılır. Gazın hacmi de tüm kabı dolduracak biçimde hızlıca artar. Sıvılar
da kabın tüm köşe bucağını doldurur ama sadece belli bir seviyeye kadar.
Belirli bir miktar sıvı, aynı miktardaki gazın aksine belli b ir hacimde ka­
lır ve yerçekim inin etkisi yüzünden kabı aşağıdan yukarıya doğru ihtiyacı
olan hacim kadar doldurur. Çünkü sıvıların molekülleri birbirlerine yakın
dururlar. A ma bir katmınkinden farklı olarak birbirleri üzerinden kayarak
etrafta hareket ederler, bir akışkan şeklinde davranmalarının sebebi budur.
Bir katı ise kabı doldurmaya kalkmaz bile, sahip olduğu şekli koru­
maya devam eder. Çünkü katiların molekülleri, sıvılarmki gibi birbirleri­
nin üzerinden kaymak yerine komşularma göre aynı konumlarını (hemen
hemen) korurlar. “H em en hemen” diyorum çünkü katilarda bile mole­
küller (yüksek sıcaklıklarda daha hızlı olmak üzere) bir nevi titreşirler,
ancak kristal “geçit törenindeki” konum larından kristalin şeklini et-
\ kileyecek kadar uzaklaşmazlar.
\ Bazı sıvılar “kıvamlı” olur, örneğin pekmez gibi. Kıvamlı sı­

m , vılar aslında akar ama o kadar yavaş akar ki çok kıvamlı bir sıvı,
eninde sonunda kabın tabanını dolduracak olsa da b u çok uzun
zaman alabilir. Bazı sıvılar o kadar kıvamlıdır, yani o kadar yavaş

r
akarlar ki, onlara katı bile diyebiliriz. Bu gibi maddeler kristal­
lerden yapılmadıkları halde katı gibi davranırlar. Ö rneğin cam.
Camın “aktığı” söylenir ama bu o kadar yavaştır ki fark etmemiz
asırlar alır. Bu yüzden, pratik nedenlerden ötürü camı katı olarak
v kabul edebiliriz.
81
Katı, sıvı ve gaz, maddenin yaygın olan üç “haline” ver­
diğimiz isimlerdir. Çoğu madde üç halde de bulunabilir, ama
farklı sıcaklıklarda. Metan, Dünya üzerinde bir gazdır ( g e ^
nellikle “bataklık gazı” olarak da adlandırılır çünkü batak­
lıklardan kabarcıklar halinde çıkar ve bazen de alev alıverir).
Ama Satürn’ün büyük ve çok soğuk uydusu Titanda sıvı halde
metan gölleri bulunur. Cıvayı bir sıvı olarak düşünürüz ama
bu sadece Dünyada normal sıcaklıklarda sıvı olduğu anlamı­
na gelir. Kutup soğuğunda dışarıda bıraktığınızda cıva katı
bir metaldir. F.ğer yeteri kadar yüksek bir sıcaklığa ısıtırsanız
demir de sıvı olur. Hatta D ünyanın derinlerindeki merke­
zinin etrafında sıvı demir ve nikelden bir deniz vardır. Bil­
diğim kadarıyla, yüzeyinde sıvı dem ir okyanusları bulunan
çok sıcak gezegenler de olabilir, pek ihtimal vermesem de bu
okyanuslarda yüzen ilginç yaratıklar da olabilir. Ama bizim
standartlarımıza göre demirin erim e noktası hayli yüksektir,
bu nedenle Dünya yüzeyinde demirle genellikle “soğuk de­
mir” olarak karşılaşıyoruz. Keza civanın donm a noktası da
hayli düşüktür, bu nedenle onunla da genellikle sıvı olarak
karşılaşıyoruz. Sıcaklık ölçeğinin öteki ucunda, yani onları
yeterince ısıttığınız durum da ikisi de gaz hale geçerler.

Atom un içinde
Bu bölüm ün başında maddeyi m ümkün olan en küçük par­
çalarına kadar ayırmayı hayal ettiğim izde atoma gelince
durmuştuk. Kurşun atomu, kendisine hâlâ kurşun denmesi­
ni hak edecek en küçük parçacıktır demiştik. Ama gerçekten
bir atomu daha küçük parçalara ayıramaz mısınız? Peki ya
o parçalar, küçük minnacık b ir kurşun parçasına benzemez
mi? Hayır, küçük bir kurşun parçacığına benzemezler. Hiç­
bir şeye benzemezler. Çünkü atomlar gözle görülemeyecek
kadar hatta çok güçlü mikroskoplarla bile görülemeyecek
kadar küçüktürler. Ve evet, bir atomu daha da küçük par­
çalara ayırabilirsiniz, ama bunu yaptığınızda, birazdan gö­
receğimiz sebepler dolayısıyla, artık o element olmaktan
çıkar. Ayrıca bu yapması çok zor bir şeydir ve çok büyük
miktarlarda enerji açığa çıkmasına neden olur. Bu nedenle
“atomu parçalamak” sözcükleri bile bazı insanların keyfini
kaçırmaya yeter. Atom ilk kez 1919 yılında Yeni Zelaııdalı
büyük bilimci Ernest Rutherford tarafından bölündü.
Bir atomu görmemiz ve onu başka bir şeye dönüştürme-
bölmemiz mümkün olmasa da bu onun içinin neye ben
ediğini araştıramayacağımız anlamına gelmez. 1. Bölümde
N çıtladığım gibi, bilimciler bir şeyi doğrudan göremediklerin­
de, onun neye benzeyebileceğine dair bir “model” ortaya ko­
yarlar ve bu modeli test ederler. Bilimsel model, bir şeyin neye
benziyor olabileceğini düşünmenin bir yoludur. Yani atomun
modeli, bir atomun içinin neye benziyor olabileceğine dair bir
çeşit zihinsel resim gibidir. Bilimsel model, hayal ürünü gibi
görünebilir ama sadece bir hayal ürünü değildir. Bilimciler bir
modeli sadece ortaya atmakla kalmaz, onu aynı zamanda test
ederler. “F.ğer düşündüğüm bu model doğruysa, gerçek dünya­
da şunu ve bunu görmeyi beklemeliyiz” derler. Deneyler yapıp,
belli ölçümler alınca ne bulmanız gerekeceğini öngörürler. Ba­
şarılı bir model, öngörüleri doğru çıkan b ir modeldir, özellikle
de deney testini başarıyla geçerlerse. Ö ngörüler doğru çıkarsa,
bu durum da modelin muhtemelen gerçeği ya da en azından
gerçeğin bir kısmını temsil ettiği anlamına geldiğini umabiliriz.
Bazen öngörüler doğru çıkmaz ve bilimciler geri dönüp
modelde bazı düzeltmeler yaparlar veya yeni bir model düşü­
nürler ve onu test ederler. 11er şekilde, bizim “bilimsel yöntem”
dediğimiz bu model sunma ve test etme yöntemi, insanların
bir zamanlar anla(ya)madığı şeyleri, uydurulmuş en yaratıcı
en güzel söylenceden daha iyi açıklama şansına sahiptir.
İlk atom modellerinden biri olan “üzümlü kek hamuru”
olarak da bilinen atom modeli on dokuzuncu yüzyılda büyük
İngiliz fizikçi J. J. Thomson tarafından ortaya atılmıştır. Bu m o­
delin üzerinde durmayacağım çünkü daha başarılı olan Rut-
herford modeli onun yerini almıştır. Rutherford atom modeli
aynı zamanda atomu ilk kez bölen. Yeni Zelanda’d an İngiltere’ye
Thomson’ın öğrencisi olarak çalışmak için gelen ve daha sonra
Cambridge’d eki fizik kürsüsünü Thomson’d an devralan Ernst
Rutherford tarafından ortaya atılmıştır. Rutherford modeli de,
Rutlıerford’un öğrencisi olan ünlü DanimarkalI Niels Bohr ta­
rafından geliştirilmiş, küçük m inyatür bir güneş sistemi olarak
ele alınmıştır. Atomun ortasında, kütlenin çoğunluğunu içeren
bir çekirdek vardır. Çekirdeğin etrafında da “yörüngelerinde”
dolanan, elektron adı verilen küçük parçacıklar bulunur (“yö­
rünge” kelimesi sizi yanıltmasın, güneşin etrafında dönen bir
gezegen gibi elektronlar küçük yuvarlak ve belli bir konumlan
bulunan şeyler değillerdir).

83
Rutherford-Bohr modelindeki, muhteme­
len gerçeği yansıtan, şaşırtıcı bir nokta çekirdekler
arasındaki uzaklığın elmas gibi sert katilarda bile,
çekirdeğin boyutuna kıyasla çok büyük olmasıdır.
Çekirdekler hayli aralıklı olarak dizilmişlerdir. İşte
dönmeye söz verdiğim noktaya geldik.
Elmas kristalinin, geçit törenindeki (ama üç
boyudu bir geçit törenindeki) askerler gibi dizilmiş
karbon atomlarından oluşan dev bir molekül oldu­
ğunu söylediğimi hatırlıyor musunuz? Güzel, şimdi
bu elmas kristali “modelimizi” onu ölçeklendirerek
biraz daha geliştirelim, yani kristaldeki boyuüann ve
uzaklıkların birbiriyle nasıl ilişkilendirildiğine girece­
ğiz. Kristaldeki her bir karbon atomunu, etrafındaki
yörüngelerinde dönen elektronlarıyla birlikte, asker
olarak değil de bir futbol topu olarak resmettiğimizi
düşünün. Bu ölçekte, en yakın komşu futbol topu 15
kilometreden uzakta olacaktır.

84
Futbol topları arasındaki bu 15’e r kilometre mesafe­
ler, yörüngesindeki elektronları barındırır. A ma her
bir elektron, bizim “futbol topu” ölçeğimize göre,
bir sivrisinekten çok daha küçüktür ve bu minyatür
sivrisinekler futbol toplarına birkaç kilometre uzak­
tan uçarlar. Görüyorsunuz ki, şaşırtıcı b ir şekilde,
efsanevi sert elmas bile aslında neredeyse tamamen

boşluktur!
Aynısı, ne kadar sert ve katı olursa olsun tüm
kayalar için de geçerli. D em ir ve kurşun için de ge­
çerli. E n sert odu n için de geçerli. Ayrıca sizin ve be­
nim için de geçerli. Katı maddelerin “paketlenmiş”
atomlardan meydana geldiğini söylemiştim, ama
“paketlenmiş” dem ek biraz garip kaçıyor çünkü
atomların kendileri de çok büyük oranda boşluk­
tan oluşuyor. A tomların çekirdekleri birbirlerinden
o kadar uzak ki, futbol topu boyutuna getirilseler,
herhangi bir çift atom arasında 15 kilometre uzak­
lık ve arada uçuşan birkaç sivrisinek olurdu.
Bu nasıl olabilir? Eğer bir kaya neredeyse ta­ İlk başta makul b ir fikir gibi görünüyor. D u­
m am en boşluktan oluşuyorsa, diğer bir ölçekle en varın ve benim bedenimin, birbirlerinden 15 kilo­
yakın komşusundan kilometrelerce uzakta bulunan metre uzaklıktaki futbol toplan gibi aralıklı duran
futbol toplan gibi aralıklıysa nasıl oluyor da bu ka­ atomlardan oluştuğunu biliyorum. Elbette, eğer
dar sert ve katı olabiliyor? N eden üzerine oturduğu­ hem duvar h em de bedenim çoğunlukla boşluk­
m uzda iskambilden kuleler gibi yıkılmıyor? Madem tan oluşuyorsa, benim atomlarımı duvarın atom-
çoğunlukla boşluktan oluşuyor neden baktığımız lan arasındaki boşluklara denk getirerek duvardan
şeyin arkasını göremiyoruz? N eden hem bir duvar geçebilmem m üm kün olmalıydı, değil mi? Neden
hem de ben çoğunlukla boşluktan oluşuyorsak dos­ geçemiyorum?
doğru duvarın içinden geçemiyorum?

Sıradan bir binanın sıradan bir odasın­


da oturduğunuzu ve duvara baktığınızı
hayal edin. Ve şöyle düşünmeye başlı­
yorsunuz: bu duvar sadece betondan ve
beton da sadece atomlardan ve atomlar
da büyük ölçüde boşluktan oluşuyor.
Keza siz de öyle, büyük oranda boşluk­
tan oluşuyorsunuz.

Bu durumda, elbette ki duvardan geçe­


biliyor olmanız gerekir, değil mi? Ne­
den bir denemeyesiniz ki? Ve böylece
denemeye karar veriyorsunuz.
N r -1
H î i v J İ

\
Ve sonra duvara tosluyorsunuz.
Neden?
T İ
r v •
Neden kayalar ve duvarlar se rttir ve neden Katı m addeyi “içinden geçemeyeceğiniz
bizim boşluklarım ızla onların boşluklarını denk şey” olarak tanım larız. Bir çekirdeği kom şuları-
g etirem eyM A H İm a m ,! gereken şu ki, katı „a göre sabit bir k o n u m d a tu ta n bu gizemli kuv-
m adde olarak h issettiğinim v e f t , . .. f , n iv ıe hjr d u v a rd a n geçemezsiniz. İşte
ler sadece e lek tro n Ve ek ' S° rdu§umuz Şey- vetler nedeniyle di
topundan” ve ' ' s i v r i s i n e k * ten’ Yan>“futbol katıbudur. sa d e c e atom ları bir
duvardan g e ç m e y i d ^ ^az^asıdır (nitekim, Sıvı da katiya erîZ ^ v e k u v v e tler daha
acılı b ir d e n e y im \ e herkes bu1 gereğiarada tutan bu gizem
gizem»li a- -an b jrb jr]eJerj
r i ü zerin d en
bol to rp —
la r ın
«.«ı” bo ir
ır bh iir ;• ^j insanları,
........arı, “fut-
az sıkıdır, böylece atom a ^ seçe b ile ce ğ i
z a m a n d a h e r “f, ,n de n ayrı tutan fakat aynıkayabilirler, bu da suyun JÇ
M w „ t h re i to p u n » -O h ,» .™ Ş ” -izi anlamına
i ’sgelir i a. m»a - " ” g eiçinden çem ez-
geçebildiğiniz k a d a r h ız lı 8 V
-n d in e # siniz. Hava gaz o ld u ğ u i ç i n (d a h a
v e tle r d e n ”, “b a ğ lard an ” ve “alan­ doğrusu g a zla rın b i r k a r ış ım ı
la r d a n s ö z e d e rle r. İşte maddeleri • olduğu için) iç in d e n g e ç m e k ve
k a tı o l a r a k h isse tm e m iz i sağlayan içinde hareket e t m e k k o la y d ır
b u k u v v e t l e r v e alanlardır. Çünkü gaz a to m la rı b i r b i r l e r i n e
A t o m v e ç ekirdek gibi gerçek- bağlı olmaktan d a h a ç o k s e rb e s tç e
te n d e ç o k k ü ç ü k olan olgubrm b o ^- dolaşırlar. Bir caz ın irin rt* . •• ••
, in d iğ in iz ç a n ta n , -madde ve “boşluk”
bo* ak atomların
ancak atomların ço&ut “ Ç m d' Y e n m e k
«i,-
tu n a yitirmeye başlar. Çe- (Aştığın,e yönün , ersi & *■' " ™ y ü r ü m e y e
a ra s ın d a k i f a r gjbi
gibi bir -“madde”
„ adde- ve zorlaşır. “Rüzgar”
"Rüzgar" b u dur
d u , rriv
û ^. Kl ‘a r e k e t «d
e d iy o rsa
k ir d e ğ i n , W , arasında "boşluktan- ye çalışırken olan da h,’„ ı Z 8 ara k a r ş ı y ü rü m e-
d iğ e r çe cövlemek aslında yürümek zor cUkm. . Ur- ^ i r fırtın a v a
d İ ğ a Ç f ' s m t l m söyleme1 aslında yürümek zor o l a b i U r y e W l £ lr,In a y a 1™S‘
f tam oıaı«
olarak
* doğruo bir bir >
jet m otorunun
»i unun y,ara
a„ ttıo
„ “ *a s ır°8»y» karşı v /yaa da
ifade değildir. yürümek im kansızdır Y apay rüzgara karşı

87
Bizler katı maddelerin içinden ge­
çenleyiz ama fotonlar gibi çok küçük
parçacıklar geçebilirler. Işık huzmeleri,
foton akımlarıdır ve “saydam” dediğimiz
türden katı maddelerin içinden doğruca
geçebilirler. Suyun veya camın ya da bazı
değerli taşların “futbol toplarının” dizili­
mi sayesinde

fo to n la r

aralardan
geçebilirler, gerçi tıpkı sizin suda y ürü­
meye çalışırken yavaşladığınız gibi biraz
yavaşlarlar.
Kuvars kristalleri gibi bazı istisnalar
haricinde kayalar saydam değildir ve fo­
tonlar kayaların içlerinden geçemezler.
Bunun yerine, kayanın rengine bağlı ola­
rak, ya kayanın kendisi tarafından soğu­
ru lu r ya da kaya yüzeyinden yansıtılırlar
ve aynı şey diğer katilar için de geçerli-
dir. Bazı katı şeyler fotonları çok özel bir
biçimde doğrusal olarak yansıtırlar ve
bunlara ayna deriz. Ama çoğu katı m ad­
de, fotonların çoğunu soğurur (saydam
değildirler) ve yansıttıklarını da dağıta­
rak yansıtırlar (ayna gibi davranmazlar).
O nları “opak” ve ayrıca hangi türden
fotonları soğurup hangi türden fotonları
yansıttıklarına bağlı olarak renkli görü­
rüz. Renklerle ilgili bu önem li konuya
“Gökkuşağı nedir?” başlıklı 7. Bölüm’d e
tekrar döneceğim . Şimdi daha da küçük
bir yere odaklanalım ve çekirdeğin içine,
futbol to punun kendisine bakalım.
En küçük şey
Çekirdek pek de futbol topu
değildir aslında. O biraz kaba bir
modeldi. Kesinlikle bir futbol topu
gibi yuvarlak değildir. H atta belli bir
“şekli” olup olm adığından bahsedebi­
leceğimiz bile kesin değil.

kelimesinin kendisi,
tıpkı “katı” kelimesi
gibi, çok küçük boyut­
larda anlamını
yitiriyordur. Ve küçük
derkençokçokçokküçüklen
bahsediyoruz.

sonundaki
n o k ta , m ily o n la rc a m ü r e k ­
k e p a t o m u ---------

H er bir çekirdek, proton ve nötron denilen daha kü­


çük parçacıklar içerir. O nları da top gibi düşünebilirsiniz
isterseniz ama tıpkı çekirdek gibi onlar da gerçekte top
gibi değildir. Protonlar ve nötronlar boyut olarak hemen
hem en aynıdır. Gerçekten çok çok küçüktürler am a yine
de çekirdeğin etrafında dönen elektronlardan (“sivrisi­
neklerden”) 1000 kat daha büyüktürler. Proton ile n ö t­
ron arasındaki temel fark protonun yüklü, n ö tronun ise
yüksüz olmasıdır. Elektronların da elektrik yükleri vardır
ama protonunkinin tersidir. “Elektrik yükünün” ne oldu­
ğuna burada çok girmeyeceğiz. N ötronlar yüksüzdür.
Protonlar ve nötronlar çok çok küçüktür am a elekt­
ronlar çok çok çok küçük oldukları için atom un kütlesi­
n i esasında sadece proton ve nötronlar oluşturur. “Kütle”
nedir? Kütleyi ağırlık gibi bir şey olarak düşünebilirsiniz
ve ağırlıkla aynı birimlerle ölçersiniz (örneğin gram).
A ncak yine de kütleyle ağırlık aynı şey değildir. Bunu
açıklamam gerekecek am a b u açıklamayı bir sonraki bö ­
lüm e erteliyorum. Şimdilik “kütleyi” “ağırlık” gibi bir şey
olarak düşünün.

89
B ir n e s n e n in k ü tlesi nered ey se tam am en , dece b ir elem ent vardır. H epsini b u rad a saym a­
tü m a to m la rın d a k a çar ta n e p ro to n ve n ö tro n yacağım am a b u n u yapm ak h iç de zor olm azdı
old u ğ u n u n to p la m ın a dayanır. B ir elem entin (Eşim Lala, hafıza egzersizi ve u y um asına y ar­
herh a n g i b ir a to m u n u n ç e k ird eğ in d ek i p ro to n dım cı olm ası için geliştirdiği b ir y öntem le h e p ­
sayısı a y n ıd ır ve ç ek ird eğ in e tra fın d a k i elektron sini ezb erden h ızlıca sayabilir).
sayısı da b u p ro to n sayısına e ş ittir am a elekt­ B ir elem en tin sahip olduğu p ro to n (ve
ro n la r çok k ü ç ü k o ld u k la rı için k ütleye fark elektron) sayısına o elem en tin “atom n u m a ra ­
edileb ilir b ir k atk ıları yoktur. Bir h id ro je n a to ­ sı” denir. Ö rneğin, k a rb o n u n ato m nu m arası 6,
m u n u n sadece b ir p ro to n u (ve b ir elek tro n u ) k u rşu n u n k i 82’dir. E lem entler, p eriy o d ik tablo
vardır. B ir u ra n y u m a to m u n u n 92 p ro to n u v a r­ den ilen (ilginç olsa da n ed en periy o d ik tablo
dır. K u rşu n u n 82 tan e. K arb o n u n 6 tan e, l ’d en den d iğ in in detay ların a girm eyeceğim ) tab lo d a
100’e k a d a r (ve 100’d e n b ira z fazla) h e r sayı için, uygun b ir biçim de yerleştirilm işlerdir. Şim di
o sayıda p ro to n a (ve elek tro n a) sa h ip b ir ve sa ­ söz verdiğim üzere, n ed en “k u rşu n u k ü çü k par-

90
çalara a y ırırk en s o n u n d a öyle b ir yere gelirsiniz n ö tro n ? H ayır, p ro to n la rın ve n ö tro n la rın iç in ­
ki o parçacığ ı te k ra r b ö ld ü ğ ü n ü z d e a rtık k u r­ de bile k u a rk ded iğ im iz dah a k ü ç ü k b ir şeyler
şu n o lm a k ta n çık ar” d ed iğ im i açıklayacağım . var. A m a b u kon u y a b u k itap ta girm eyeceğim .
K urşun a to m u n u n 82 p ro to n u v ard ır. E ğer a to ­ Sizin anlayam ayacağınızı d ü şü n d ü ğ ü m d en d e ­
m u b ölecek o lu rsa n ız a rtık 82 p ro to n u o lm aya­ ğil. B en ken d im , an lam ad ığ ım ı bildiğim den!
cak ve k u rşu n o lm a k ta n çıkacaktır. B urada bilin m ey en in h arik alar d iyarına g iri­
Bir a to m u n ç ek ird eğ in d ek i n ö tro n sayı­ y o ruz. Ve anlayışım ızın sın ırla rın a ne zam an
sı, p ro to n say ısın d an d a h a az sab ittir: p e k çok v a rdığım ızı fark etm ek de önem li. Bu şeyleri
e lem en tin farklı n ö tro n sa y ıların a sah ip izotop h iç anlayam ayacağım ızdan değil. B üyük ih ti­
d en en versiy o n ları vardır. Ö rn e ğ in , k a rb o n u n m alle anlayacağız d a, bilim ciler b aşarılı olm ayı
K arbon-12, K arb o n -1 3 ve K arb o n -1 4 d e n e n u m a ra k b u k o n u la r üzerin d e çalışm aya devam
üç izo to p u b u lu n u r. B urad ak i sayılar, a to m u n ediyorlar. A m a n eyi an lam adığım ızı bilm eliyiz
p ro to n la rın ın ve n ö tro n la rın ın to p la m ı olan ve o k o n u n u n üzerin d e çalışm adan önce b u n u
k ü tlesini tem sil eder. H e r b irin in a ltı p ro to n u k abul etm eliyiz. Ç ok k ü çü k o lg u ların h arik alar
b ulunur. K a rb o n -1 2 ’n in a ltı n ö tro n u , K arbon- diyarıyla ilgili e n azın d an bazı şeyleri anlam aya
13’ü n yedi ve K a rb o n -1 4 ’ü n de sekiz n ö tro n u başlayan b ilim ciler v a r am a b e n o n lard an b iri
b ulunur. K arb o n -1 4 gibi b azı iz o to p la r ra d y o ­ d eğilim . B ilgim in s ın ırla rın ı b iliyorum .
aktiftir, y an i ö n g ö rü le b ilir b ir h ızd a am a öngö-
rülem ey e n a n la rd a b aşk a b ir elem en te d ö n ü şe ­
bilirler.
Pekala, m a d d e le ri d a h a k ü ç ü k d ah a daha
k ü çü k pa rç a la ra ayırm a g ö rev im iz b u ü ç p a r ­
çacıkla s o n b u ld u m u: elek tro n , p ro to n ,

Stf
hidrojen atomları (gri toplar) ve sekiz karbon­
dan (siyah toplar) oluşan görece kısa bir zincir­
dir. K arbonla ilgili harika bir özellik, herhangi bir
uzunluğa sahip zincirler oluşturabilmesidir, bazı­
ları gerçekten yüzlerce karbon uzunluğundadır.
Bazen zincirler bir halka oluşturabilir, ö rn eğ in
üstte sağdaki (güve kovucuların yapıldığı madde)
naftalin gibi. Naftalin molekülleri de yine hidro­
jen bağlı k arbonlardan ancak bu kez iki halka bi­
çiminde oluşmuştur. Karbon kimyası, b ir bakıma
lego benzeri bir oyuncak seti gibidir.
Kimyacılar laboratuarda karbon atom larını sa­
dece basit halkalar olarak değil Bucky küreleri
Karbon: yaşamın yapı iskelesi ve Bucky tüpleri benzeri harika biçimlerde de
birbirine bağlamayı başarmışlardır. “Bucky”, jeo-
Tüm elementler kendilerine has b ir şekilde özel­ dezik kubbeyi icat eden büyük A merikalı mim ar
dirler. Ama bir tanesi yani karbon, o kadar özel ki Buckminster Fuller’in takm a adıdır. A radaki bağ-
bu b ölüm ü biraz ondan bahsederek bitirm ek isti­
yorum . Karbon kimyasının, onu diğer tü m kim ­
yadan ayıran bir ismi bile var: “organik” kimya.
G eri kalan tüm kimya ise “inorganik” kimyadır.
Peki karbonu bu kadar özel kılan nedir?
Cevap karbon atom larının diğer karbon
atomlarıyla bağ yaparak zincirler oluştur­
m asında yatıyor. Kimyasal bir bileşik
olan oktan (yukarıda, onu petrolün
ya da benzinin bir bileşeni ola­
rak da biliyor olabilirsiniz),

92
lantıyı aşağıdaki resme bakarak görebilirsiniz. Bi­
lim cilerin yaptıkları Bucky küreleri ve Bucky tü p ­
leri yapay moleküllerdir. A m a karbon atomlarının,
lego parçalarının birleşmesi gibi birleşerek, nasıl
çok büyük olabilen iskele benzeri yapılar oluştu­
rabileceğini göstermişlerdir. (Daha yakın tarihte,
Bucky küresi yapılarının, uzayda, uzak bir yıldızın
yakınına doğru sürüklenm ekte olan b ir toz bulu­ M iyoglobindeki tü m atom lar karbon ato­
tunda tespit edildiğine dair heyecan verici haberler m u değildir am a onları etkileyici bir yapı iskeleti
yayınlandı.) Karbon kimyası her biri farklı şekil­ gibi birbirine bağlayanlar karbon atomlarıdır. Ve
lerde, neredeyse sonsuz sayıda olası molekül sunar yaşamı m üm kün kılan gerçekten de budur. Mi-
ve bunların farklı binlercesi canlı bedenlerinde yoglobinin canlı hücrelerindeki binlerce eş dere­
bulunur. Yukarıda tüm kaslarımızda milyonlarca cede karm aşık molekülden sadece b iri olduğunu
kopyası bulunan çok büyük b ir molekül olan mi- düşünürseniz, tıpkı sizin yeterince büyük bir lego
yoglobini görebilirsiniz. Çizim , atomları tek tek setiyle hem en hem en her şeyi inşa edebileceğiniz
göstermiyor sadece onları birbirine bağlayan bağ­ gibi k arbon kimyasının da canlı organizmalar ka­
ları gösteriyor. d ar karmaşık herhangi b ir şeyi oluşturm ak için bir
araya getirilecek olası biçimleri m uazzam genişlik­
teki bir yelpazede sağlayabileceğini aklınızda can­
landırabilirsiniz.
Ne! Söylence yok mu? Aşağıdaki resimdeki canlılar toz akar­
ları. örüm ceklerle uzaktan akrabalar ancak
Bu bölüm bir dizi söylence ile başlam adığın­ göze küçük beneklerden başka bir şey olarak
dan farklı oldu. Bunun tek nedeni bu konu görünmeyecek kadar küçükler. H er evde on ­
üzerine söylence bulm anın çok zor olması. lardan binlerce bulunur, h er halı ve büyük ih­
G üneşin ya da gökkuşağının ya da depremle­ tim alle sizinki de dahil olm ak üzere h er yatak
rin aksine, çok küçük olguların dünyası ilkel onlarla kaynar.
insanların pek dikkatini çekmemiştir. Biraz Eğer ilkel insanlar o nları biliyor olsalardı,
düşününce bu durum çok da şaşırtıcı değil onların varlığını açıklamak için nasıl söylen­
aslında. O olguların orada olduğunu bilm ele­ celer ve efsaneler yaratırlardı kim bilir! Ama
rinin bir yolu yoktu, dolayısıyla onları açıkla­ m ikroskop icat edilm eden önce bu canlıların
m ak için bir söylence icat etm eleri de gerek­ varlıkları hayal bile edilemezdi, bu yüzden
m edi elbette. Göllerin ve havuzların, toprağın onlar hakkında b ir söylencemiz yok. Ayrıca
ve tozun, hatta kendi bedenlerim izin bile gözle ne kadar küçük olurlarsa olsunlar, bu akarlar
görülemeyecek kadar küçük am a yine de k ar­ bile yüz trilyondan fazla atom a sahip.
maşık olan kendilerine has güzellikte ya da Toz akarları görülm ek için fazla küçük­
bakış açınıza göre korkutucu canlılarla kayna­ tü r ama onları oluşturan hücreler daha da
dığını, o n altıncı yüzyılda mikroskop icat edi­ küçüktür. O nların, ve bizlerin, içimizdeki çok
lene dek kimse bilm iyordu. sayıdaki b akteri ise daha da küçüktür.
Ve atom lar bakterilerden de küçüktür. yanm alı m otoru açıklamazlar, bakterilerden ya
Tüm dünya son derece küçük, gözle görülem e­ d a nükleer füzyondan ya da elektrikten ya da
yecek kadar küçük şeylerden m eydana gelmiş­ anesteziklerden söz etmezler. Aslında, hiç de
tir. A m a buna rağm en hiçbir söylencede h a t­ şaşırtıcı olmayan b ir şekilde kutsal kitaplardaki
ta her şeyi bilen ta n rı tarafından gönderildiği hikayeler, o hikayeleri anlatm aya başlayan in ­
düşünülen kutsal kitaplarda bile onların bahsi sanların dünya h akkında bildiklerinden fazlası­
geçmez! Aslına bakarsanız, tü m bu mitlere ve n ı içermezler! Eğer b u “kutsal kitaplar” gerçek­
söylencelere baktığınızda bilim in sabırla o rta ­ ten her şeyi bilen tan rılar tarafından yazılmış,
ya çıkardığı bilgiyi içerm ediklerini görürsünüz. ya d a yazdırılm ış ya da vahiy edilmişlerse, sizce
Evrenin ne kadar büyük ve kaç yaşında o lduğu­ de b u tan rıların tü m b u yararlı ve önem li b ilgi­
nu söylemezler, kanseri nasıl tedavi edebilece­ ler üzerine bir şeyler söylememiş o lm aları garip
ğim izden bahsetm ezler, yerçekim ini ya da içten değil mi?
AŞAMLARIMIZA İKİ büyük döngü tarafin dan yön VERİLİR, bunlardan biri öbü­
Y ründen çok daha yavaştır. Hızlı olan döngü, karanlık ve aydınlığın her 24 saatte bir
gerçekleşen günlük dönüşüm üdür ve yavaş olan döngü ise yaz ve kışın 365 günden
birazcık uzun süren dönüşüm üdür. Hiç de şaşırtıcı olm ayan bir şekilde her iki döngü
de söylenceler doğurm uştur. Özellikle, güneşin doğudan batıya çarpıcı seyahati ne­
deniyle gece-gündüz döngüsüne dair söylenceler oldukça zengindir.
Hatta kimi insanlar güneşi, bir tan rı tarafından gök­
yüzü boyunca sürülen altın b ir at arabası olarak
görürler.
Avustralya’nın aborjinleri en az 40.000
yıldır adalarında yalıtılmış bir yaşam sürer­
ler ve dünyanın en eski söylencelerinden
bazılarına sahiptirler. Bunlar çoğunluk­
la Rüyadevri denilen, dünyanın oluştuğu,
hayvanlar ve devlerle dolu gizemli bir çağda
geçer. Farklı aborjin kabilelerinin farklı Rü­
yadevri söylenceleri vardır. Şimdi anlataca­
ğım, güney Avustralya’nın Flinders sıradağ­
larında yaşayan kabileye ait.
İki kertenkele, Rüyadevri zamanında
arkadaş olmuşlar. Biri bir dev kertenkele,
öbürü de bir gekoymuş (ayaklarında dikey
yüzeylere tırm anm asını sağlayan vakumlar
bulunan sevimli bir kertenkele tipi). Bu iki
arkadaş, diğer arkadaşlarının “güneş kadın”
ve onun sarı dingo köpekleri tarafından kat­
ledildiklerini öğrenmişler.

96
>

KIS

u e Ijİg w3 r ?

Bunun üzerine güneş kadına çok kızan dev kertenkele, güneş kadına
bum erangını fırlatıp onu gökyüzünden düşürmüş. G üneş batı ufkundan
kaybolup dünyayı karanlığa boğmuş. Bizim iki kertenkele paniklem iş
ve umutsuzca güneşi gökyüzüne geri koyup ışığı yeniden canlandırm a­
ya çalışmışlar. D ev kertenkele güneşin
kaybolduğu batı tarafına doğru bir
bumerang daha fırlatm ış. Bildi­
ğiniz üzere bum erang fırlatana
geri dönen fevkalade bir alettir.
Bu yüzden kertenkeleler, bu ­
merang geri dönerken güneşi
de gökyüzüne geri getireceğini
umuyorlarmış. A m a öyle olm a­
mış. Bunun üzerine b ir umut
güneşi geri getirir diye birçok
yöne birçok bum erang fırlat­
mışlar. En son dev kertenkele­
nin sadece bir tane bumerangı
kalm ış ve umutsuzlukla onu
güneşin kaybolduğu yönün
tersine, doğuya doğru fırlatmış.
Bu kez bum erang geri dönerken
güneşi de beraberinde getirmiş.
O günden beri güneş aynı rotayı
izlemiş, batıdan batıp, doğudan
doğmuş.

97
D ü n y an ın h e r y erin d e, söylenceler ve efsan e­
lerd e bu g arip özellik v ard ır: belli b ir olay ilk kez
g erçekleşir ve so n ra h iç a çıklanm ayan n e d en lerd en
ö tü rü aynı şey son su za d ek olm aya devam eder.
îşte b ir b aşka a b o rjin söylencesi d a h a. Bu se­
ferki gü n ey d o ğ u Avustralya’dan. A b o rjin in b iri b ir
g ü n , g ökyüzüne b ir em u y u m u rta sı fırlatır (em u,
b ir çeşit A vustralya d e v ek u şu d u r). Y um urta ç a t­
lar, için d en gü n eş çık ar ve (artık b ir şekilde orada,
göky ü zü n d e b u lu n a n ) b ir yığ ın y akacak o d u n u tu ­
tu ştu ru r. G ö k ta n rısı ışığın in san lara yararlı o ld u ­
ğ u n u fark e d er ve o g ü n d en so n ra h izm etk arla rın ı
g ö kyüzüne h e r gece ertesi g ü n ü ay d ın latm ak için
y eterin ce y an acak o d u n koy m aları için g ö rev len ­
dirir.
M evsim lerin d a h a u z u n o lan d ö n g ü sü d e d ü n ­
y anın d ö rt b ir tara fın d a söylencelere k o n u o lm u ş­
tur. Yerli Kuzey A m erik a söylencelerinde d e k a ra k ­
terler, diğer b irço k söylencede o ld u ğ u gibi, genelde
hayvanlardır. Şim diki söylence b a tı K anada’n ın
T ah ltan y erlilerin d en . Bir z am an lar K irpi ile K u n ­
d u z ara sın d a m e v sim lerin n e k a d ar u z u n sürm esi
gerektiğine d a ir b ir çekişm e varm ış. K irpi kışın
beş ay sü rm e sin i isteyip beş p a rm a ğ ın ı gösterm iş.
A m a K un d u z kışın beş aydan fazla, k u y ru ğ u n d ak i
çizgilerin sayısı k a d ar sü rm e sin i istiyorm uş. K irpi
sin irle n m iş ve d ah a d a kısa b ir k ış için ısra r e tm e ­
ye d evam etm iş. Ç ılgınca b ir iş yapıp başp arm ağ ın ı
ısırıp k o p arm ış ve k alan d ö r t p a rm a ğ ın ı kaldırm ış..
Ve o g ü n de n so n ra kış d ö r t ay sü rm ü ş. Bu söylen­
ceyi b iraz hayal k ırıcı b u lu y o ru m ç ü n k ü k ış ve y a­
zın v arlığ ın ı d o ğ ru d an k abul ed iy o r ve sadece kaç
ay süreceği k o n u su n a b ir açıklam a getiriyor. En
azın d a n b u açıdan b ak ın ca Y unan sö y ­
lencesi P ersefone d ah a iyi.
Persefone baş ta n rı Z eus’u n k ı­
zıydı. A n n esi D ünya’n ın b ere k et ve
h a sat ta n rıça sı D em eter’di. Persefo­
ne, D em eter ta ra fın d an ço k se v ilir­
d i ve ek in lere göz k ulak olu rd u . A m a Persefone’yi
seven b ir te k D em eter değildi, yeraltı ta n rısı Ha-

98
des de Persefone’yi seviyordu. Bir gün Persefone
çiçekli b ir çayırda oynarken, b ir yarık açıldı ve at
arabası üzerinde H ades belirdi; Persefone’yi kav­
rayarak o nu aşağıya, karanlık yeraltı krallığına gö­
türdü. D em eter kızının kaybından dolayı o kadar
büyük üzüntü içine düştü k i bitkileri büyütm eyi
bıraktı ve insanlar açlık çekmeye başladı. So n u n ­
da Zeus, gidip Persefone’yi ışığın ve canlıların
dünyasına geri getirm esi için mesajcısı H erm es’i
yeraltı dünyasına yolladı. Maalesef, Persefone’nin
yeraltı dünyasında bulun d u ğ u esnada altı n ar ta ­
nesi yediği ortaya çıktı ve b u (söylencelerde gör­
meye alıştığım ız m antık üzere) h er yıl (yediği her
nar tanesi için) altı ay boyunca yeraltı dünyasına
geri gitm ek z orunda olduğu anlam ına geliyordu.
Böylelikle Persefone yılın bah arla başlayıp yaz b o ­
yunca devam eden bir kısm ın ı yeryüzünde geçirir.
Bu süre boyunca bitkiler yeşerir ve h er şey çok g ü ­
zeldir. Ama kış gelince yediği şu lan et n ar taneleri
yüzünd en H ades’in y anına d ö n e r ve to p rak soğuk
ve ç orak kalır, h içbir şey büyüm ez.
günü geceye.
Kigl
çgulrgn 5erçeKkB n g d jr '

N e za m a n o rtada döngüsel b ir şekilde ve son etm eye başladığınızı sanırsınız. A m a sonra


derece hassas bir biçim de değişen b ir olgu fark edersiniz ki gerçekte h areket ettiğiniz yok.
olsa, bilim ciler bir şeylerin ya sarkaç gibi sa- H areket eden aslında zıt yönde giden diğer
lındığından ya d a d ö n d ü ğ ü n d en şüphelenir. tren. T renle ilk seyahatim de bu yanılsam adan
Bizim g ü nlük ve m evsim sel döngülerim iz için ne k ad ar etkilendiğim i hatırlıyorum . (Am a
söz konusu olan İkincisidir. Mevsimsel d öngü çok k ü çü k olm alıyım ki b u ilk tren seyahati­
D ünyanın, kendisin d en 150 m ilyon kilom etre m e d a ir yanlış anladığım b ir başka şeyi daha
uzaklıkta bulunan G üneş’in e trafındaki yıl­ hatırlıyorum : Platform da beklerken a nnem
lık dönüşüyle açıklanır. Ve gü n lü k d öngü de ve b abam “T renim izin gelmesine az kaldı” ve
Dünya’n m bir topaç gibi d önüp durm asıyla “îşte tren im iz geliyor” gibi şeyler söyleyip d u ­
açıklanır. ruyorlardı. Trene bir an önce binm ek için çok
G üneş’in gökyüzü boyunca hareket ettiği heyecanlanm ıştım ç ü n k ü o bizim trenim izdi.
yanılsaması, eh adı ü stü n d e b ir yanılsamadır. K oridorda bir aşağı b ir yukarı h e r şeye hayret
Göreceli hareketin b ir yanılsamasıdır. Benzer ederek y ürüyüp d u rm u ştu m ve gururluydum
yanılsam alarla sıklıkla karşılaşırsınız. Mesela, ç ünkü h e r bir parçasının sahibi olduğum uzu
istasyonda diğer b ir tren in yan ın d a durm akta düşünüyordum .)
olan başka bir trendesinizdir. Birden “hareket”
G öreceli hareket yanılsam ası te rsin e d e ça­ lirsiniz. Güneş Dünya’ya göre neredeyse hareketsizdir
lışır. D iğer tren in hareket ettiğ in i d ü şü n ü rsü n ü z (evrendeki diğer şeylere göre değildir ama burada sa­
am a aslında hareket e den sizin tren in izd ir. G er­ dece Dünyadan nasıl göründüğünden bahsetm ek is­
çek hareket ile g örünen hareket arasındaki farkı tiyorum). Hareketi hissedemeyeceğimiz kadar yumu­
anlam ak z or olabilir. E lbette eğer b ulu n d u ğ u n u z şak ve sarsıntısızca döneriz ve nefes aldığımız hava da
tren bir sarsıntıyla hareket etm eye başlıyorsa o bizimle birlikte döner. Eğer öyle olmasaydı korkunç
zam an kolay, am a çok sessiz ve sakin h arek et edi­ hızla esen bir rüzgar hissederdik çünkü saatte 1674,4
yorsa değil. Eğer tren in iz yolda birazcık daha az kilometre hızla dönmekteyiz. En azından Ekvatordaki
hızlı giden b ir tren i yakalarsa, k en d in izi tren in iz dönüş hızı bu; Kuzey ya da Güney Kutbuna doğru git­
duruyorm uş da ö bür tren yavaşça geri gidiyor­ tikçe dönüş yavaşlar çünkü bulunduğumuz zeminin
m uş gibi kandırabilirsiniz. eksen etrafındaki dönüşünü tamamlaması için katet-
Güneş ve Dünya için de aynısı geçerlidir. Güneş mesi gereken mesafe azalır. Gezegenimizin dönüşünü
aslında gökyüzü boyunca doğudan batıya hareket et­ hissedemediğimiz ve hava da bizimle beraber döndü­
mez. Gerçekte olan şey Dünya’mn, evrendeki hemen ğü için, durumumuz iki tren örneğindekine benzer.
hemen her şey gibi kendi etrafında dönmesidir (hatta Hareket ettiğimizi anlamanın tek yolu bizimle beraber
Güneş’in kendisi de bunu yapar ama şimdilik onu bir dönmeyen nesnelere bakmaktır: Güneş ve diğer yıl­
kenara bırakalım). Biraz daha teknik konuşacak olur­ dızlar gibi. Gördüğümüz şey ise göreceli hareket ola­
sak Dünya’nın kendi “ekseni” etrafında döndüğünü caktır ve sanki biz duruyormuşuz da yıldızlar ve G ü­
söyleriz: ekseni, yerkürenin Kuzey Kutbundan girip neş bizim gökyüzümüz boyunca hareket ediyorlarmış
Güney Kutbundan çıkan bir çubuk olarak düşünebi­ gibi görünecektir, tıpkı iki tren örneğinde olduğu gibi.

101
Ü nlü d ü şü n ü r W ittgenstein, b ir g ü n öğrencisi ve
arkadaşı olan E lizabeth A nscom be’a sorar:

“Neden insanlar, Dünya'mn kendi ekseni etrafında döndüğünü düşünmektense


Güneş’in Dünya’mn etrafında döndüğünü düşünmenin doğal olduğunu söylerlerki?’’
Bayan A nscom be cevap verdi,
“Sanırım Güneş Dünya’m n etrafında
dönüyor gibi göründüğü için.’’

102
Eğer Dünya saatte 1674,4 kilom etre hızla Gece gündüz çalışmak ve takvim
dönüyorsa yukarıya zıpladıktan sonra yere indi­
ğim iz zaman başka bir noktaya inm iş olmaz m ı­ Dünya üzerinde bulunduğum uz yerin
yız? Saatte 150 kilom etre hızla seyahat eden bir Güneş’e mi yoksa karanlığa mı dönük olduğuna
trende de havaya zıplayabilirsiniz ve yine aynı bağlı olarak gece, yerini gündüze bırakır ve g ü n ­
noktaya inersiniz. Kendinizi bir nevi zıpladığı­ düz de geceye. Ancak kısa geceler ve uzun sıcak
nız esnada tren tarafından ileri fırlatılmış olarak yaz günlerinden, uzun gecelere ve kısa soğuk
düşünebilirsiniz am a öyle hissetmezsiniz çünkü kış günlerine mevsimsel geçişler de günün gece­
trendeki diğer her şey de aynı hızda hareket et­ ye, gecenin güne değişmesi kadar belirgindir, en
mektedir. T rende bir topu havaya düm düz atıp tu ­ azından ekvatordan uzakta yaşayanlarım ız için.
tabilirsiniz. Trende giderken iyi bir pinpon oyunu Gece ile gündüz arasındaki fark muazzamdır.
çıkarm anız da gayet müm kün. Yeter ki tren sabit O kadar ki, hayvan türlerinin çoğu ya gündüzcü-
hızda ve sarsıntısız gitsin, hızlanıp yavaşlamasın d ü r ya da gececi, am a ikisi b irden değil. Genellik­
ya da bir virajı hızla alm asın. (Ama b u durum le g ünün aktif olmadıkları kısm ında uyurlar. İn­
sadece kapalı araçlar için geçerlidir. Tepesi açık sanlar ve kuşların büyük çoğunluğu geceleri uyur
bir kamyonda pinpon oynamayı denerseniz top ve gündüzleri hayat işleri ile meşgul olurlar. Kirpi
UÇUP gider. Çünkü kapalı bir araçtayken hava ve jaguarlar ve başka pek çok m emeli geceleri ça­
da sizinle birlikte gelir, açık bir kamyondaysanız lışır gündüzleri uyur.
gelmez.) Ne kadar hızlı olursa olsun, sürekli ve Hayvanların benzer şekilde kış ve yaz ara­
kararlı bir hızda giden kapalı bir araçta seyahat sındaki değişime uyum sağlama yolları da var­
ederken pinpon oynayabileceğiniz (ya da diğer dır. Birçok memeli kış için kalın ve kabarık bir
başka şeyleri yapabileceğiniz) gibi, kütük gibi ha­ kürke b ü rü n ü r ve baharda da kıllarını döker.
reketsiz de durabilirsiniz. Ancak tren hızlanmaya Birçok kuş ve memeli, kışı ekvatorun yakınında
(ya da yavaşlamaya) başlarsa ve havaya zıplarsa­ geçirm ek üzere k im i zaman çok u zak mesafelere
nız, pekâla başka bir noktaya inebilirsiniz! Hız­ göç ederler ve yazın d a daha yüksek enlemlere
lanan ya da yavaşlayan ya da viraj alan bir tren ­ (çok daha kuzeye ya da güneye), uzun günlerin
de oynanacak pinpon oyunu da (hava hâlâ araca ve kısa gecelerin bol m iktarda yemek yemeyi
göre durağan olsa da) epey ilginç olacaktır. Buna m ü m kün kıldığı yerlere geri göç ederler. Kutup
daha sonra yörüngede bulunan bir uzay istasyo­ kırlangıcı denen b ir deniz kuşu göç olayında aşı­
nunda bir şeyler fırlattığınızda neler olacağıyla rıya kaçmıştır. Kutup kırlangıçları kuzey yazını
ilgili olarak geri geleceğiz. Kuzey K utbunda geçirirler. Sonra, kuzey sonba­
harı sırasında güneye göç ederler am a tropikal

103
bölgelerde du rm az, A ntarktika’ya k ad ar d evam e d er­
ler. K itaplar A ntarktika’yı b azen Kutup kırlangıcının
“kışlam a alanı” o larak tan ım la r am a elbette b u saçm a
b ir ta n ım ç ü n k ü k u tu p kırlangıcı A ntarktika’da o ld u ­
ğu e snada g üney yarım kürede m evsim yazdır. Kutup
kırlangıcı o k a d ar uzağa göç eder ki iki y arım k ü re­
deki yazı da yakalar, “kışlam a alanı” y o k tu r ç ünkü
kış m evsim ine d e n k gelmez. Bu b an a b ir arkadaşı­
m ın yazları İngiltere’de geçirip, kış aylarında tropikal
Afrika’ya gitm esini şakayla karışık o larak “k ışı göğüs­
lem ek” şeklinde tan ım lam asın ı hatırlatıyor.
Bazı hayvanların kışı atlatm ak için seçtiği bir
başka yol ise kış b oyunca uyum aktır. Buna “kış uy k u ­
su” denir. A yılar ve yer sincapları kış uykusuna y atan
birçok m em eliden ve daha b ir sü rü diğer hayvandan
sadece iki tanesidir. Bazı hayvanlar kış boyunca k e­
sintisiz uyurken, bazıları ise çoğunlukla u y u r am a ara
sıra da kim i m iskin aktivitelerde b u lu n m ak için kal­
kıp so n ra tek rar uyurlar. Genellikle kış uykusu sıra­
sında v ücut sıcaklıkları önem li ö lçüde dü şer ve v ücut
içindeki h e r şey yavaşlayarak neredeyse d u rm a n o k ­
tasına gelir, iç m otorları ancak rölantide çalışır. H atta
Alaska’daki b ir kurbağa b u z kalıbı gibi donup, b ahar­
da çözülerek y eniden canlanm aya k ad ar varmıştır.
Bizim gibi kışı atlatm ak için kış uyku su n a yat­
m ayan ya da göç etm eyen hayvanların bile değişen
m evsim lere u yum sağlam ası gerekir. Y apraklar b a­
h a rd a yeşerir, son bah ard a d ö k ü lü r ve böylelikle ya­
zın yemyeşil olan ağaçlar kışın k u ru ve çıplak kalırlar.
K uzular b ah ard a d oğarlar ve b öylece büyü rlerk en sı­
cak h avalardan ve yeni o tlardan faydalanırlar. Bizler
ise kışın v ü cu d u m u zd a y ü n lü k ü rk ler oluşturm ayız
am a genellikle y ü n lü k ıyafetler giyeriz.
M evsim lerin değişim ini g örm ezden gelemeyiz
am a onları anlıyor muyuz? Çoğu in san bu değişimi
anlam az. H atta Dünya’n ın G üneş’in etrafın d a d ö n ­
m esin in b ir yıl aldığını ve yıl d ediğim iz şeyin ta m da
bu old u ğ u nu bile bilm eyen bazı in san lar var! Yapı­
lan b ir ankete g öre İngilizlerin y üzde 19’u Dünya’nın
G üneş e trafındaki d ö n ü şü n ü n b ir ay sü rd ü ğ ü n ü d ü ­
şün ü y o r ve b en zer o ran lar başka A vrupa ü lkeleri için
de söz konusu.
Yılın ne anlama geldiğini anlayanlar arasında yüzyılda, gelmiş geçmiş en büyük bilimcilerden biri olan
bile D ünyanın Güneş’e yazm daha yakın, kışın ise Sör Isaac Nevvton tarafından anlaşılmıştır. Nevvton tüm
daha uzak olduğunu sanan birçok kişi var. Bunu yörüngelerin kütle çekim kuvveti tarafından kontrol
bir de yeni yıla cayır cayır bir kumsalda bikini­ edildiğini göstermiştir. Bu, düşen elmayı yere doğru çe­
siyle mangal yaparak giren AvustralyalIya söyle­ kenle aynı kuvvettir ama sadece daha büyük bir ölçekte.
yin! G üney yarım kürede Aralık ayının yaz ortası, (Ne yazık ki, Nevvton’un bu fikri kafasına elma düştüğü
T em m uzun da kış ortası olduğunu hatırladığınız zaman bulduğu hikayesi büyük ihtimalle doğru değil.)
anda mevsim lerin Dünya’n ın Güneş’e yakınlığın­ Newton, çok yüksek bir dağm tepesinde nam­
daki değişimle ilgili olm adığını fark edeceksiniz. O lusu yatay bir şekilde denize doğrultulm uş bir top
zaman bu işin bir başka açıklaması olmalı. hayal etti (söz konusu dağ deniz kenarında). Atılan
Gök cisimlerinin neden diğer gök cisimlerinin her top mermisi yatay olarak harekete başlar gibi gö­
etrafında döndüğü sorusunun cevabına bakmadan rünüp aynı zamanda denize doğru düşecektir. Deniz
bu açıklamada pek uzağa gidemeyiz. O yüzden şim ­ üzerindeki yatay hareket ile denize doğru olan düşey
di buna bakacağız. hareketin birleşimi aşağı doğru zarif bir eğri oluştu­
racaktır ve m erm i sonunda suya düşecektir. Burada
merminin, her zaman, eğrinin daha düz olan ilk kı­
Yörüngenin içine sımlarında bile düşmekte olduğunu anlamak önemli.
Neden gezegenler Güneş’in etrafındaki yörüngelerde Bir süre yatay gidip sonra, düşmesi gerektiğini fark
kalırlar? Neden herhangi bir şey, başka herhangi bir şe­ edince bir anda düşmeye başlayan çizgi film karak­
/ yin etrafında yörüngede kalır ki? Bu ilk kez on yedinci teri gibi, düşüşe geçmeye bir anda karar vermiyor!
Top mermisi, atıldığı andan itibaren düşüşe ge­ risi, D ünyanın etrafı boyunca tekrar tekrar d o ­
çiyor ama baştaki yatay hareketi epey hızlı oldu­ lanacak. Tıpkı m inyatür bir ay gibi davranacak.
ğundan o esnadaki düşüşünü düşey bir hareket Aslında, uydu dediklerim iz böyle şeylerdir yani
olarak görmüyorsunuz. yapay “aylar”dır. “D üşerler” am a asla gerçekten
Şimdi topum uzu daha büyük ve daha güçlü yere inmezler. Uzun mesafe telefon görüşmeleri
hale getirelim ki top atış yaptığında, top merm isi ya da televizyon sinyalleri için kullanılan uydular,
denize düşmeden önce çok daha uzağa gidebil­ yersabit yörünge denen özel bir yörüngede do ­
sin. Hâlâ daha aşağı doğru bir eğim olsun ama lanırlar. Yani Dünya’nın etrafında dönm e hızları.
çok hafif, çok “düz” bir kıvrılma olsun bu. Hare­ D ünyanın kendi ekseni etrafında dönm e hızıyla
k e t i n yönü, yolun epeyce bir kısmı boyunca ola- tam olarak aynı olacak şekilde ustalıkla ayarlan­
ıdiğince yatay olsun ama buna rağmen sürekli mıştır, böylece D ünyanın etrafındaki yörüngele­
düşmeye de devam etsin. rini her 24 saatte bir tamamlarlar. Eğer düşünür­
Ç ok daha büyük ve çok daha güçlü bir top seniz bu, her zaman Dünya yüzeyindeki belli bir
ile bu düşünce deneyine devam edelim: bu top o noktanın üzerinde bulundukları anlam ına gelir.
kadar güçlü olsun ki atacağı top mermisi denize Uydu çanağınızı, tam da aşağıya televizyon sin­
düşmeden gerçekten çok büyük bir mesafe katede- yalleri yollayan belli bir uyduya doğrultabilmeni-
bilsin. Şimdi Dünyanın yuvarlaklığı işin içine gir­ zin nedeni de budur.
meye başladı. Top merm isi hâlâ sürekli “düşüyor” Yörüngedeki bir cisim, örneğin uzay istasyo­
am a gezegenin yüzeyi dairesel olduğu için “yatay” nu, her zaman “düşm ektedir” ve hafif ya da ağır
hareketten bahsetmek biraz garip olmaya başlıyor. olsun uzay istasyonunun içindeki diğer her şey de
Mermi hâlâ, daha önce olduğu gibi zarif bir eğriyi aynı hızla düşmektedir. Burası du ru p bir önceki
takip etmeye devam ediyor. Ama merm i, denize bölüm de söz verdiğim üzere kütle ve ağırlık ara­
doğru eğriyi takip ettikçe, deniz de Dünyanın eğ­ sındaki farkı açıklamak için iyi bir yer.
risini takip edip merm iden uzak kalmaya devam Yörüngedeki bir uzay istasyonundaki tüm
ediyor. Böylece m erm inin denize düşmesi daha da nesneler ağırlıksızdır. Ama kütlesiz değildir­
çok zaman alıyor. Yine sürekli bir düşüş var ama ler. Daha önce kütleden bahsettiğimiz bölümde
bu düşüş gezegenin etrafında gerçekleşiyor. gördüğümüz üzere bu nesnelerin kütleleri, sa­
Bu düşüncenin nereye gittiğini görebilirsiniz. hip oldukları proton ve nötron sayısına bağlıdır.
Şimdi öyle güçlü bir top hayal ediyoruz ki atı­ Ağırlık, (kütle) çekim kuvvetinin kütleniz üze­
lan top mermisi, başladığı noktaya gelene kadar rinde uyguladığı çekimdir. Dünya üzerindey­
D ünyanın etrafında gitmeye devam etsin. Mermi ken kütleyi ölçmek için ağırlığı kullanabiliriz
“düşmeye” devam ediyor ama gezegenin kıvrımı, çünkü çekim kuvveti her yerde (hem en hemen)
m erm inin hareketinin kıvrımıyla eşitlendiğin­ aynıdır. Ama daha büyük kütleli gezegenlerin
den, denize daha da yakınlaşmadan D ünyanın çekim kuvvetleri daha güçlü olduğundan ağırlı­
etrafında dönüyor. İşte şimdi m erm i yörünge­ ğınız bulunduğunuz gezegene göre değişir. Küt­
de ve onu yavaşlatacak bir hava direnci olmadı­ leniz ise nerede olursanız olun aynı kalır, hatta
ğını varsayarsak (ki gerçekte olacaktır) sınırsız yörüngedeki bir uzay istasyonunda ağırlıksız
bir zaman boyunca yörüngede kalıp dönmeye olsanız bile. Uzay istasyonunda ağırlıksız o lur­
devam edecek. Top mermisi “düşmeye” devam sunuz çünkü sizin ağırlığınızı ölçen cihaz da si­
ediyor olacak ama ertelenen düşüşünün zarif eğ­ zinle birlikte aynı hızda (“serbest düşüş” denen

107
hareket içerisinde) “düşm ektedir”, bu n e­
denle ayağınız ta rtı üzerinde hiçbir basınç
uygulamayacak, tartı da sizi ağırlıksız ola­
rak gösterecektir.
A m a ağırlıksız olm anıza rağm en kütle­
siz olm aktan uzaksınız. Eğer uzay istasyo­
nunun “tabanından” kuvvetlice zıplayacak
olursanız, “tavana” do ğ ru harekete geçer­
siniz (nerenin taban nerenin tavan olduğu
pek de belli değildir ya neyse!) ve tavan ne'
kadar yüksek olursa olsun kafanızı tavana
çarparsınız ve tıpkı kafanızın üzerine dü ş­
m üşsünüz gibi canınız acır. Uzay istasyo­
nundaki diğer nesneler de sizin gibi kütleli
cisim ler olacaktır. K abinde yanınızda bir
top m erm isi olsa o da sizinle beraber, n e­
redeyse bir deniz topu k adar hafifmişçesi­
ne ağırlıksız bir şekilde süzülecektir. Ama
onu tutu p kabinin ö bü r tarafına fırlatm aya
çalışırsanız, deniz topu k adar hafif olm adı­
ğını görürsünüz. M erm iyi fırlatmaya çalış­
m ak sizi zorlar hatta to p u hareket ettirm ek
yerine kendinizi aksi yöne ittirm iş olarak
da bulabilirsiniz. Top m erm isi “aşağı” uzay
istasyonunun tabanına doğru gitm ek üze­
re hiçbir harekette bulunm asa da, size ağır
gelecektir. Eğer top m erm isini o d an ın diğer
bir köşesine fırlatm ayı başaracak olursanız,
ağır b ir cisim yolu üzerindeki b ir şeye ç arp ­
tığında nasıl bir etki yaratırsa o da öyle bir
etki yaratacaktır, o nedenle d oğ ru d an ya da
duvardan sekerek a stronot arkadaşlarınızın
kafasına çarpm am ası iyi olur. Eğer diğer bir
top merm isiyle çarpışacak olursa, ikisi de
geri sekecektir am a bu iki pin p o n topununki
gibi hafif değil “ağır” bir çarpışm a olacaktır.
U m arım bu anlattıklarım size kütle ve ağır­
lık arasındaki fark hakkında bir hissiyat ver­
miştir. Uzay istasyonunda, b ir top m erm isi
bir b a londan çok daha fazla kütleye sahiptir
ancak her ikisinin de ağırlığı aynıdır: sıfır.
Yumurtalar, elipsler ve
kütle çekimden kaçış
H adi dağın tepesindeki topum uza g erfd ö n elim ve onu
daha da güçlendirelim . N e o lu rd u j^ ım d i N ew tondan
hem en önce yaşam ış olan b ü ^ k Alm an bilim ci Jo-
hannes Kepler ile tanışm am ızın vakti geldi. Kepler,
diğer cisim lerin yörüngesirfae dolaşan cisim lerin
yaptığı z arif e ğrinin aslında b ir daire değil, antik
Yunan zam anlarından b /r i m atem atikçilerin /
“elips” olarak bildiği birişekil o lduğunu gös- t
terdi. Elips aşağı yukara b ir yu m u rta biçi- /
m indedir (am a sadece aşağı yukarı”, çü n - /
kü yum urtalar tam eli s değildir). Daire, r
özel bir elips biçim idiı küt b ir y um urta
düşünün, o kadar küçilk ve b o d u r olsun
ki bir pinpon topu gib çözüksün.
H em elips çizm en n kolay b ir şey,
hem de dairenin elipsin ©zel b ir biçim i
olduğuna sizi ikna etm ek tein bir yol var.
Bir parça ip alın ve iki u cu h u birbirine
olabildiğince küçük ve güzetee d üğüm - 1
leyerek ipi b ir halka haline getnûn. Şim di \
bir deste kağıda b ir raptiye batırın, yaptı- \
ğım z halkayı raptiyenin etrafından geçirin. \
Bir kurşun kalemi, halkanın b ir u c u n aW ap - \
tiye ö bür ucunda kalem olacak şekilde h a l k l a
geçirin. H alkanın yetiştiği yere uzanacak kadar*Ns _ ^
ipi gergin tuta rak raptiyenin etrafında bir tu r atıp
kalem le çizin. Elbette b ir daire çizmiş oldunuz.
Şimdi ikinci b ir raptiye daha alın ve onu d a kağıt
destesine, önceki raptiyeye tem as edecek şekilde batı­
rın. İpi iki raptiyeden geçirip az önceki işlemi tek rar­
layacak olursanız hala b ir daire çizersiniz ç ü n k ü ra p /
tiyeler tek bir raptiye gibi davranacak kadar birbirine
yakındır. Şimdi işler ilginçleşecek. Raptiyeleri birbi­
rinden birkaç santim uzağa yerleştirin. Yine kalemle,
ipin yetişebileceği yerleri çizecek olursanız çizdiğiniz
şey bir daire değil, “y um u rta biçim li” bir elips olacak­
tır. Raptiyeleri birbirind en ne kadar uzağa yerleştirir­
seniz, çizdiğiniz elips de o kadar basık olur. Ne kadar
yakm a yerleştirirseniz o k adar geniş, o k adar dairesel

110
olur. İki raptiye tek bir raptiye olacak şekilde ça­ makları göstermiş oldu. Başta top merm isi sade­
kıştıklarında ise elips artık bir daire olur, bahset­ ce denize düşüyordu. D aha sonra giderek artan
tiğim özel biçim budur. güçle birlikte arka arkaya ateşlediğimiz m erm i­
Şimdi, elipsle tanıştığımıza göre, süper-güç- lerin eğrisi, top (neredeyse) dairesel bir yörünge
lü topum uza geri dönebiliriz. Neredeyse dairesel için gereken hıza ulaşana kadar git gide yataylaştı.
diyebileceğimiz bir yörüngede dolanacak şekil­ Sonra ateşleme hızının daha da artm asıyla, top
de bir top merm isi fırlatmıştık zaten. Eğer şimdi m erm isinin yörüngesi daha az dairesel bir hal
topu biraz daha güçlendirecek olursak, m erm inin aldı ve uzadı, böylece eliptik hale geldi. Sonun­
yörüngesi daha “uzatılmış”, daha az dairesel, elip­ da “elips” o kadar uzadı ki elips olm a özelliğini
tik bir hal alacaktır. Buna “dış merkezli” yörünge tam am en kaybetti, m erm i kurtulm a hızına ulaştı
denir. Top merm isi önce Dünyadan uzağa doğru ve hepten gözden kayboldu.
fırlayacak ve sonra geriye doğru, dönüşe geçecek­ D ünyanın G üneş etrafındaki yörüngesi tek­
tir. Dünya iki “raptiyeden” biridir. Diğer raptiye nik olarak bir elipstir am a neredeyse özel daire
katı b ir cisim olarak bulunm az ama onu uzaydaki biçimine yakın bir elips. Aynısı Plüton hariç diğer
hayali bir raptiye olarak düşünebilirsiniz. Hayali gezegenler için de geçerlidir (zaten günümüzde
raptiye, bazı insanlar için matematiksel hesapla­ Plüton, gezegen kategorisinden çıkarılmıştır).
maları anlaşılır kılm akta yardım cı o lur am a sizin Ö te yandan bir kuyrukluyıldızın yörüngesi ise
kafanızı karıştırıyorsa unutun gitsin. Burada fark çok ince, uzun bir yum urta gibidir. Kuyrukluyıl­
edilmesi gereken önem li nokta, D ünyanın bu dızın elipsini çizmek için kullanacağınız “raptiye­
‘yum urtanın” merkezi olmayacağıdır. Merm inin ler” birbirlerinden çok uzaktır.
yörüngesinin D ünyadan uzaklaşması, bir tarafta Kuyrukluyıldızın “raptiyelerinden” biri gü­
(sözgelişi “hayali raptiyenin” olduğu tarafta), d i­ neştir. Yine burada da, öteki “raptiye” aslında
ğer tarafta olduğundan (yani D ünyanın kendi­ uzayda gerçek bir cisim değildir, onu sadece h a­
sinin “raptiye” olduğu tarafta olduğundan) çok yal etm eniz gerekiyor. Kuyrukluyıldız, Güneş’ten
daha fazla olacaktır. en uzakta bulunduğu konumdayken (bu konuma
Topumuzu daha da güçlü hale getirmeye d e­ “günöte” denir) en düşük hızda hareket eder. Kuy­
vam edelim. Bu durum da m erm i artık D ünyadan rukluyıldız, tüm hareketi boyunca serbest düşüş­
çok çok uzağa gidiyor ve çekim kuvveti tarafın­ tedir am a bir kısm ında bu hareket Güneş’e doğru
dan zar zor çekilip Dünya’ya dönüşe geçebiliyor değil Güneş’ten öteye doğrudur. Yavaşça günöte
olsun. Yörüngenin elipsi çok uzun ve gerilmiş bir konum undan dönüşe geçer ve Güneş’e doğru
hal almıştır. Ve öyle bir nokta gelecektir ki artık düşmeye başlar, gittikçe hızlanarak düştükçe d ü ­
elipT ^İTnaktaa^ıkacaktır: top merm isini daha şer, tâ ki Güneş’in (yani öteki “raptiyenin”) etra­
da hızlı ateşleriz ve bu td rrrrtîk -to p ıijjlim y an ın fından, Güneş’e en yakın noktası günberiden yol
çekim kuvvetinin onu geri döndürebileceğTndk^- —boyuncaulaşacağı en yüksek hızla geçene kadar.
tanın da ilerisine taşır. M erm i “kurtulm a hızına” Kuyrukluyıldız g önberi_noktasında, Güneş’in
ulaşmıştır ve sonsuza kadar (ya da bir başka cis­ etrafından hızla dönerek uzaklâşnîaya başla_r ve
m in, örneğin güneşin, kütle çekimine kapılana Güneş’ten uzaklaşıp en yavaş olduğu günöte nok­
kadar) gözden kaybolur. tasına giden yolculuğu boyunca aşamalı olarak
G ücü yavaş yavaş artan topumuz, b ir yörün­ hızını kaybeder. Bu döngü kendini defalarca tek­
genin oluşum una ve sonrasına giden tüm basa­ rarlamayı sürdürür.

111
Uzay m ühendisleri, ro k etlerin in yakıt h arca­ derdiği, halkalardan ve 62 uydudan (aydan) o lu­
m aların ı azaltm ak için sap an etkisi d en en b ir şey­ şan S atürn sistem ine d o ğ ru fırlatm ıştır.
den yararlanırlar. U zak gezegen S atürn’ü ziyaret D ediğim gibi gezegenlerin ço ğunun
etm ek için tasarlanan C assini uzay aracı, d o la m ­ G üneş’in etrafındaki yörüngeleri neredeyse d ai­
baçlı b ir yolm uş gibi g ö rü n e n b ir ro ta izleyerek resel elipsler şeklindedir. P lüton ise farklıdır, sa­
Satürn’e ulaşm ıştır. A m a aslında bu rota sapan e t­ dece b ir gezegen olarak a d la n d ırılm a y a c a k kadar
kisin in ustaca kullanılm asıyla p lanlanm ıştır. C as­ küçük o lm asın ın h aricinde, fark edilebilir d erece­
sini, k endisini d o ğ ru d a n Satürn’e g ö tü rm ek için de dışm erkezli bir yörüngesi vardır. Ç oğunlukla
gerekecek roket y ak ıtın d an çok d ah a azını k u lla­ N ep tü n ’ü n y ö rüngesinin d ışın d ad ır am a giinbe-
nıp, rotası ü zerin d ek i üç gezegenin çekim kuvvet­ ride N eptün’ü n neredeyse dairesel olan y örünge­
leri ve yörüngesel hareketlerin d en faydalanm ıştır. sin in içine g irer ve bu esnada G ü neşe N ep tü n ’d en
Venüs’ten iki kez y ararlanıp. D ü n y a n ın etrafın d an dah a yakındır. A ncak P lüton’u n y örüngesi b ile bir
salın d ık tan s o n ra Jüpiter’d e n gelen son b ir kuv­ kuyrukluvıldızınki kadar d ışm erkezli o lm an ın y a­
vetli yardım la ilerlem iştir. H er b irin d e b ir kuy­ k ın ın d an geçem ez, ü n lü H alley Kuyrukluyıldızı,
rukluyıldız gibi gezegenin e tra fın d an dolaşarak bize an cak g ü nberideyken yani Güneş'e en yakın
düşü şü n ü s ü rd ü rm ü ş, G üneş’in e tra fın d a d olanan olup G üneş’in ışınlarını y ansıttığı esnada g ö rü n ü r
gezegenlerin kütle çekim sel etek lerin e yapışıp hız olur. E liptik yörüngesi on u çok çok uzaklara gö­
kazanm ıştır. Bu d ö rt sapan desteği C assini’yi, o tü rü r ve bizim yakınım ıza an cak h er 75-76 yılda
zam an d an b eri d u d a k uçuklatıcı fotoğraflar g ö n­ bir gelir. Ben 1986'da H alley K uyrukluyıldızını

112
^jtfrdüm ve o zam anlar bebek olan kızım Juliet’e g ö s te n S ^
Kulağına ben im bu kuyrukluyıldızı tekraıî göremeyeceğimi
am a o n u n 2061’d e dö n d ü ğ ü n d e görm ek için b ir şansı daha
olduğunu fısıldadım (elbette söylediklerim i anlayacak yaşta
değildi am a b en yine d e ısrarla söyledim )/
Bu arada kuyrukluyıldızın “kuyruğu" toz-
dan bir trendir ve bu tozların kaynağı zanne-
debileceğimiz gibi kuyrukluyıldızın baş / /
kısmı değildir . Daha çok bunlar gü- / /
neş rüzgarı dediğimiz, Güneş’ten / / /
“esen” parçacıkların akımdır. Böy- j / /
lelikle kuyrukluyıldızın kuyru- / / /
ğu, kuyrukluyıldızın nereden / / / /
geldiğinden bağımsız olarak, / I |
her zam an Güneş’in bulun­
duğu yönün tersine doğru- 1
dur. Bir zamanlar bilimkurgtı \ \ \ •
hikayelerinde geçen heyecan \
verici bir tasarı olan, /Güneş \ \
rüzgarlarını devasa “yelkenlere”
sahip uzay araçların/hareket ettir- 'v «8
ıııek için kullanma fikri şimdilerde
Japon uzay mühendisleri tarafından
uygulamaya/ğeçiriliyor. Tıpkı gerçek rüz­
garı kullanarak hareket eden yelkenliler gibi,
uzay-yelkenlileri de teorik olarak uzak dünyalara
gitm enin oldukça ekonom ik bir yolunu sağlayabilir.
Yaz mevsimine yan bakış
nedenidir. Nasıl mı? Bakalım.
A rtık yörüngeleri anladığımıza göre, neden kış Daha önce de dediğim gibi ekseni, yerkürenin
ve yaz mevsimlerimizin olduğuna dair sorumuza Kuzey Kutbundan girip Güney K utbundan çıkan
geri dönebiliriz. Hatırlarsanız bazı insanlar yazın bir çubuk (ya da dingil) gibi düşünebiliriz. Şimdi
Güneşe daha yakın, kışın ise daha uzak olduğu­ Dünyanın Güneş etrafındaki yörüngesini, kendisi­
muzdan mevsimlerimizin olduğunu sanıyorlardı. ne ait bir dingili olan çok büyük bir tekerlek gibi
Eğer D ünyanın yörüngesi Plüton’unki gibi olsaydı düşünün ve bu dingil Güneş’in “Kuzey Kutbuyla”
bu iyi bir açıklama olabilirdi. Aslında Plüton'un “Güney Kutbu” arasından geçiyor olsun. Bu iki ek­
kışı ve yazını oluşturan neden tam olarak budur sen (D ünyanın ve Güneş’in eksenleri) birbirleri­
(her ikisi de bizim burada yaşadığımız herhangi bir ne tamam en paralel olabilirlerdi, yani Dünyanın
sıcaklıktan çok daha soğuk geçse de). ekseninin eğik olmadığını düşünün. Bu durumda
Ancak D ünyanın yörüngesi neredeyse daire­ gün ortasındaki Güneş ekvatorda her zaman tepe
seldir, dolayısıyla gezegenin Güneş’e olan yakınlığı noktasında olacak, gündüz ve gecenin uzunluğu
ve uzaklığı değişen mevsimlerimizin nedeni ola­ her yerde aynı olacaktır. Mevsimler olmayacaktır.
maz. Dünyanın Güneşe en yakın olduğu konum Ekvator her daim sıcak olacaktır ve ekvatordan her
(yani günberi) Ocak ayında ve en uzak olduğu iki kutba doğru ilerledikçe hava gittikçe soğuya­
konum (yani günöte) ise Temmuz ayındadır ama caktır. Ekvatordan uzaklaşarak sıcaktan kurtulmak
eliptik yörünge dairesel olmaya o kadar yakındır ki m üm kün olacak ama kışı beklemek bir fark yarat­
bu fark edilebilir bir ayrım yaratmaz. mayacaktır çünkü bekleyecek bir kış olmayacaktır.
Peki o zaman, yaz ve kış arasındaki ayrıma Bir yaz ya da herhangi bir çeşit mevsim de olm a­
neden olan nedir? Oldukça farklı bir şey. Dünya yacaktır.
bir eksen etrafında dönmektedir ve bu eksen eğik­ Ancak gerçekte bu iki dingil birbirine paralel
tir. Bu eğiklik mevsimlere sahip oluşumuzun asıl değil. D ünyanın dingili (ekseni), Güneş’in etrafın-
daki yörüngesine göre eğiktir. Ama bu eğiklik öyle Kuzey yazortasında, Kuzey Kutup Dairesinde ör­
çok da kızla değil, 23,5 derecedir. Eğer (Uranüs’’ün- neğin İzlanda’nın kuzeybatı ucunda ayakta duracak
ki gibi) 90 derece olsaydı, Kuzey Kutbu yılın bir b ö ­ olursanız, Güneş’in kuzey ufkunu sıyırıp geçtiğini
lüm ünde doğrudan Güneşe bakıyor olacaktı (buna ama asla tam batmadığını görürsünüz. Daha sonra
kuzey yazortası diyebiliriz), öte yandan kuzey kı- gün ortasına doğru gökyüzündeki (çok da yüksek
şortasında ise Güneş’in olmadığı yöne bakıyor ola­ olmayan) en yüksek noktasına yükselir.
caktı. Eğer Dünya Uranüs gibi olsaydı, yazortası Kuzey Kutup Dairesinin biraz dışında kalan
boyunca güneş Kuzey Kutbunda her zaman tepe kuzey İskoçya’d a ise, yazortası güneşi bir çeşit gece
noktasında olacak (orada hiç gece olmayacaktı), yaratacak kadar ufkun altına iner ama bu pek ka­
Güney K utbunda ise gündüz olmayacak, hava buz ranlık bir gece olmaz çünkü Güneş hiçbir zaman
gibi soğuk ve karanlık olacaktı. Altı ay sonra ise ufkun çok çok altına inmez.
tam tersi. Demek ki, kış (gezegenin bizim bulunduğu­
Ancak gezegenimiz gerçekte 90 derece değil m uz kısmı Güneş’ten uzağa doğru bakarken) ve yaz
sadece 23,5 derece eğik olduğundan biz kendimizi, (Güneş’e doğru bakarken) mevsimlerine sahip olu­
eksenin dik olduğu mevsimsizlik aşırılığından, ne­ şumuzu da kış mevsiminde günlerin kısa, yaz mev­
redeyse tam eğik olduğu Uranüs aşırılığına giden siminde ise uzun oluşunu da Dünyanın ekseninin
yolun ilk çeyreğinde buluruz. Bu da, D ünyanın eğikliği açıklıyornnış. Ama eksen eğikliği, kışın ne­
kuzey yazortasında, Güneş’in Uranüs’teki gibi Ku­ den bu kadar soğuk, yazın ise neden bu kadar so­
zey K utbunun tepe noktasında olmadığı anlamına ğuk, yazın ise neden bu kadar sıcak olduğunu da
gelir. Bu aşamada aralıksız gündüz yaşanır ancak açıklıyor mu? Neden Güneş tam tepedeyken, ufka
Uranüs’teki gibi Güneş en tepede değildir. Dünya yakın bulunduğu am a alçaklarda gezindiği d u ­
döndükçe Güneş de gökyüzünde daire çizer gibi rum dan daha sıcak hissedilir? G üneş aynı Güneş,
görünür ama asla tam olarak ufkun altına inmez. hangi açıda bulunuyor olursa olsun aynı miktarda
Bu söylediğim Kuzey Kutup Dairesi için geçerli. sıcak olm ası gerekmez miydi? Hayır, gerekmezdi.
G ün eşe doğrıı eğik d u rd u ğ u m u zd a o na h a ­ tom etre) ölçebilirsiniz. Kış m evsim indeyse öğle
fifçe yakın o lduğum uz gerçeğini unutabilirsiniz. vakti yani g ün o rtasında. D ünyanın eksenindeki
Bu, G ün eşe olan m esafem iz (150 m ilyon kilo­ eğiklik nedeniyle güneş görece alçakta olacak,
m etre) düşü n ü lü rse son derece k üçük (sadece yani güneş ışınları D ünyaya d ah a eğik bir açıy­
birkaç bin kilom etrelik) bir farktır ve G üneş’in la daha “yandan” geliyor olacak, siz bu zam anda
güııöte ve günberi arasındaki (5 m ilyon kilo­ güneşlenecek olursanız, güneşten gelen belirli
m etre kadar) uzaklık farkıyla k arşılaştırıldığında sayıdaki fotonlar cildinizin d ah a büyük bir ala­
da g örm ezden gelinebilir. Hayır, asıl önem li nı tarafından “paylaşılacaktır”. Bu da, h ani yazın
olan hem G üneş ışınlarının bize h a n ­ güneşlendiğiniz du ru m d ak i baştaki o deri ala ­
gi açıyla geldiği, hem de günlerin nının payına, yazın ortasındayken olacağından
kışın daha u zun, yazınsa daha daha az foton düşeceği anlam ına gelir. C ildiniz
kısa olm asıdır. G üneşi gün için geçerli olan bu d u ru m , ağaçların yaprakla­
ortasın d a öğleden s o n ra ­ rı için de geçerlidir ve bu bitkiler için gerçekten
ki h alinden d aha sıcak önem lidir çünkü bitkiler besinlerini üretm ek
h issettiren, g ü n orta- için g üneş ışınlarını kullanırlar.
güııeş krem i G ün ve gece, kış ve yaz; bunlar bizim ve
sürm eyi öğleden (belki denizin karanlık ve soğuk d erinliklerin­
so n ra sürm ekten de yaşayanlar hariç) tüm canlıların yaşam larını
d aha önem li kılan kontrol eden önem li değişken döngülerdir. Bi­
•v bu açıdır. Bitki- zim için çok önem li o lm ayan am a başka canlılar,
■' lerin yazın, kışın örneğin deniz kıyılarında yaşayan canlılar için
', old u ğ u n d an daha çok önem li başka d öngüler d e vardır. Bunlardan
çok büyüm esini biri de Ay’ın neden olduğu, genellikle gelgit ola­
V sağlayan, bu açı ve rak kendini gösteren döngülerdir. Ay döngüleri,
gün uzu n lu ğ u n u n kurt a d am lar ve vam pirler gibi rahatsız edici bazı
birleşim idir. eski söylencelere de konu olm uştur. A m a şim di
Peki bu açı ne­ bu konuyu istem eyerek de olsa bir kenara bıra­
den bu k ad ar büyük kıp G üneş’in k endisine geçmeliyim.
b ir fark yaratıyor? Bunu
açıklam anın b ir yolu
şu: Yazın ortasın d a, öğlen
vakti güneşlendiğinizi ve g ü ­
neşin tepenizde o lduğunu hayal
edin. S ırtınızın ortasındaki d erin in
belli b ir santiınctrekaresine düşen foton­
lar) (küçük ışık p arçacıkları) b ir ışıkölçerle (fo­

117
üneş , soğuk iklim lerde o kadar rahatlatıcı

G büyüleyici b ir parlaklığa sahiptir ve sıcak


iklimlerde de b ir o kadar acımasız ve kavuru­
cudur ki insanların ona tan rı olarak tapınm a­
sını garipsem em ek gerekir. G üneşe tapınm a
genellikle aya tapm m ayla birlikte g örülür ve
güneş ile ay genellikle karşı cinsler olarak
düşünülürler. Nijerya’n ın Tiv kabilesinde
ve batı Afrika’nın diğer başka yerlerinde, gü­
neşin büyük ta n rı Awondo’n u n oğlu, ayın ise
kızı olduğuna inanılır. G üneydoğu Afrika’d aki
Barotse kabilesindekiler ise güneşin, ayın ağabeyi
değil de kocası olduğunu düşünürler. Söylenceler­
de güneş genellikle erkek, ay ise kadın olarak görülür
am a b u n u n tersi de olabilir. Japon Şinto d in in d e güneş,
tanrıça A m aterasu, ay ise o n u n erkek kardeşi Ogetsuno’dur.

118
16. yüzyılda İspanyollar gelmeden önce, Güney ve O rta
Am erikada serpilen büyük uygarlıklar güneşe taparlardı. A nd
dağlarının eteklerinde yaşayan İnkalar güneşin ve ayın kendile­
rinin ataları olduklarına inanırlardı. Meksika topraklarında yaşa­
yan Azteklerin tanrılarının birçoğu, M ayalar gibi aynı bölgedeki
daha eski uygarlıklarınkilerle ortaktır. Bu tanrıların pek çoğu­
n u n güneş ile bir bağları vardır ya d a bazı durum larda güneşin
kendisidirler. Azteklerin “Beş G üneş Söylencesi” şimdiki dünya
varolmadan önce dört dünya daha
olduğunu ve her birinin kendi gü­
neşi olduğunu anlatır. Önceki dört
dünya genellikle tanrıların gazabı
sonucu olmak üzere afetlerle birer
birer yokedilmiştir. Siyah Tezcat-
lipoca diye adlandırılan ilk tanrı,
onu sopasıyla gökyüzünden devi­
ren kardeşi Quetzalcoatl ile kavga
halindedir. Bir süre devam eden
güneşsiz karanlık dönem in ar­
dından Quetzalcoatl ikinci güneş
olur. Tezcatlipoca sinirinden tüm
insanları m aym una çevirir, Quet-
zalcoatl da tüm maymunları üfle­
yip uçurur ve ikinci güneşlikten
istifa eder.
Tanrı Tlaloc üçüncü gü­
neş olur. Fakat bu tanrı, karısı
Xochiquetzal’ın Tezcatlipoca ta­
rafından çalınm asına çok kızar,
küser ve yağm ur yağdırmayı red­
deder, böylece korkunç b ir kurak­
lık olur. İnsanlar yağm ur için o
kadar yalvarırlar ki onların yaka­
rışlarından bıkan Tlaloc alın size
yağm ur diyerek bir ateş yağm uru
gönderir. Ateş tüm dünyayı yakar
ve tanrıların h er şeye yeni baştan
başlaması gerekir.

119
D ö rd ü n cü güneş ise Tlaloc’u n yeni
eşi C halchiuhtlicue olur. Başlangıçta işler
yolu n d a görü n m ektedir am a Tezcatlipoca
o n u o k ad ar üzer ki 52 yıl hiç durm adan
kan ağlar. G özyaşları dünya­
yı yok eder ve tan rıların yeni
b aştan başlam aları gerekir.
Söylencelerin k ü çük detayları
nasıl da özellikle b elirttiği sizce
de ilginç değil m i? C halchiuht­
licue n e d en 51 ya d a 53 değil de
52 yıl b oyunca ağlamış?

Azteklerin hâlâ gökyüzünde


görmekte olduğumuza inandıkları
beşinci güneş, kimi zaman Huit-
zilopochtli olarak da bilinen tanrı
Tonatiuh’tur. Annesi Coatlicue bir
dem et tüy tarafından yanlışlıkla
hamile bırakılmış ve onu doğur­
muştur. Bu kulağa garip gelebilir
ama böyle şeyler geleneksel söylen­
celerle büyümüş insanlara oldukça
norm al gelir (bir başka Aztek tan­
rıçası da balkabağına benzer bir
meyve olan sukabağı tarafından
hamile bırakılır). Coatlicue’nin 400
oğlu, annelerinin yeniden hamile
olduğunu duyduklarında sinirle­
nirler ve kafasını koparmaya çalı­
şırlar. Ancak Coatlicue iki arada bir
derede Huitzilopochtli’yi doğurur.
Tamamen silahlanmış bir halde
doğan Huitzilopochtli, “güneye”
kaçan birkaçı hariç 400 üvey kar­
deşini öldürmekte hiç vakit kaybet­
mez. Huitzilopochtli bu olayların
ardından beşinci güneş olma gö­
revini üstlenir.

120
Aztekler güneş tanrısını tatm in rak kurban etm ek için çok sayı­
etm ek için insan kurban etmeleri da savaş tutsağı toplayabilmekti.
gerektiğine yoksa her sabah gü­ Kurban etm e töreni genellikle,
neşin doğmayacağına inanırlardı. örneğin Aztek, Maya ve İnka-
G örünen o ki, kurban etmeye ara larm m eşhur devasa piramitleri
verip güneşin b ir ihtim al yine de gibi (güneş tanrısına daha yakın
doğup doğmayacağını test etm ek olabilmek için) yerden yüksek
akıllarına gelm emiş. Azteklerin bir alanda yapılırdı. D ört rahip
kurban törenlerinin dehşet ve- sunakta kurbanı tutar, beşinci
riciliği meşhurdur. İspanyolla­ bir rahip de bıçağı kulla­
rın (kendi dehşet vericiliklerini nırdı. Kalbi çıkarmak
beraberlerinde getirerek) kıtaya için m üm kün oldu­
varmalarıyla Azteklerin altın çağı ğunca hızlı dav­
sona ererken güneşe tapınanların ranırdı, çünkü
uygulamaları kan dondurucu bir böylece kalbi
noktaya ulaşmıştır. 1487’de büyük tutup güneşe
Tenochititlan t; kaldırdığında
ğında kurban edile i kalp hâlâ atı-
insan sayısının j* yor olurdu,
20.000 ila 80.000 f Bu esnada
arasında olduğu L kalbi çıkarıl­
tahm in edilmek- m ış kanlar
tedir. Güneş ta n ­ iç in d e k i
rısını m em nun beden, te­
etm ek için farklı penin ya da
hediyeler de su­ piram idin ya­
nulabilirdi ancak m açlarından aşağıya
asıl sevdiği şey insan yuvarlanırdı. Beden bu­
kanı ve hâlâ atms rada yaşlı adam lar tara­
ta olan insan kalbiy­ fından tutulup parçaları­
di. Savaş zam anının na ayrılır ve genellikle
en temel amacı, iyinsel yemeklerde
kalpleri çıkarıla- yenirdi.
Piram itler, ayrıca b ir başka uy­
garlıkla yani M ısır’daki an tik uy­
garlıkla ilişkilendirilirler. A ntik
M ısırlılar d a güneşe tapardı. En
bü y ü k tanrıların d an biri güneş
olan R a idi.

Bir M ısır efsanesine göre gök­


y ü z ü n ü n kıvrım ı, dünya­
n ın üzerin d e k öp­
rü k u rm u ş tan rıça
N ut’u n b e d en in in
kıvrım larıdır. Bu
efsaneye göre ta n ­
rıçan ın h er gece
güneşi y u tu p e r­
tesi sabah d a ye­
n id e n d o ğ urduğu
düşünülür.
D iğer söylencelerde güneş ta n rı o larak değil
am a ta n rın ın yarattığı ilk şeylerden b iri olarak
geçer. O rta D oğu’n u n İb ran i kabilesi)
yaratılış söylencesine göre, kabi­
lenin ta n rısı Y H W H altı g ü n lü k „
yaratılışın ilk g ü n ü n d e ışığı ya- e
ra tır am a şaşırtıcı b ir şekilde d ö r­
d ü n cü g ü n e k ad ar g üneşi yaratmaz!
“Ve T anrı iki bü y ü k ışığı yarattı: d ah a b ü ­
y ük olan ışık g ünü, d a h a k ü ç ü k olan geceyi
yönetti, T anrı ayrıca yıldızları d a yarattı.”
G üneş ve yıldızlar y aratılm adan
varolan ilk ışığın nerd en gel­
diği bize söylencede anla­
tılm ıyor.
Ş im di bilim sel
kanıtlarla teyit edil­
m iş G üneş’in gerçek
doğasına yani ger­
çekliğe dönm e za­
m an ı geldi.
123
1 Bir futbol topuyla büyük b ir açık alana gidin ve Güneş’i tem sil etm esi
için futbol to p u n u yere koyun..

2 Sonra 25 m etre y ü rüyün, D ü nyanın boyutunu ve G üneş’ten uzaklığını


tem sil etm esi için yere ö ğütülm em iş b ir karabiber tanesi atın.

3 Aynı ölçekte Ay, iğne başı büyüklüğünde ve karabiber tanesinden sade­


ce 5 santim etre uzaklıkta olacaktır.

4 Fakat aynı ölçekte devam edecek olursak, Güneş’ten sonraki en yakın


yıldız olan Proxim a C en tau ri (birazcık daha küçük) bir futbol topu ola­
cak tır ve o n u yaklaşık olarak ... h azır m ısınız ...

............. 6 5 0 0 k i l o m e t r e u z a ğ a k o y m a n ı z g e r e k e c e k t i r !

P roxim a C en tau ri’n in etrafındaki yörüngelerde dönen başka gezegenler


olabilir d e olm ayabilir de am a başka yıldızların, belki de çoğu yıldızın e t­
rafında d ö n en başka gezegenler old u ğu kesin. Bu yıldızlarla gezegenleri
arasındaki m esafe genellikle yıldızların birbirlerine olan m esafesinden
daha küçüktür.
Yıldızlar nasıl çalışır
Bir yıldızla (güneş gibi), b ir gezegen (M ars ya da Jü­
piter gibi) arasındaki fark şudur; yıldızlar parlak ve
sıcaktır ve onları kendi ışıklarıyla görürüz, gezegenler
ise görece daha soğuktur ve onları sadece etrafında
dolandıkları, yakınlarındaki b ir yıldızdan gelen ışığı
yansıttıklarında görürüz. Bu fark g ö rü n en o ki boyut­
larındaki farklılıktan kaynaklanıyor. G örelim baka­
lım nasıl.
Bir cisim ne k ad ar büyürse, m erkezine doğru
olan çekim kuvveti de o k ad ar güçlü olur. H er şey d i­
ğer h er şeyi çekim kuvvetiyle çeker. H atta siz ve ben
bile b irbirim iz üzerinde b ir kütle çekim kuvveti uy­
guluyoruz. A ncak bu çekim , söz k onusu cisim lerden
biri b ü y ü k olm adıkça fark edilem eyecek k ad ar zayıf­
tır. D ünya büyüktür, dolayısıyla o na d oğru bir çekim
hissederiz ve herhangi b ir şeyi bıraktığım ızda “aşağı
doğ ru ” yani D ü n y an ın m erkezine d oğ ru düşer.
Bir yıldız ise D ünya gibi bir gezegenden çok daha
büyüktür, dolayısıyla kütle çekimi de çok daha güç-
lüdür. Büyük b ir yıldızın m erkezi çok büyük basmç
altındadır çünkü devasa b ir çekim kuvveti yıldızdaki
h er şeyi merkeze doğru çekmektedir. Yıldızın içindeki
basm ç arttıkça sıcaklık da artar. Sıcaklık gerçekten çok
yüksek, sizin ve benim hayal bile edemeyeceğimiz k a­
d ar yüksek hale geldiğinde yıldız bir nevi yavaş işleyen
bir hidrojen bom bası gibi davranarak çok büyük m ik­
tarlarda ısı ve ışık saçmaya başlar ve böylece gece gök­
yüzünde onları parlarken görebiliriz. Yoğun ısı, yıldızı
balon gibi şişirm e eğilim indedir ancak aynı zam anda
kütleçekim i de onu büzmektedir. ism in dışarı doğru
itmesiyle çekim kuvvetinin merkeze doğru çekm e­
si arasında bir denge vardır. Yıldız kendi ısı denetim
sistem ine sahiptir. Sıcaklaştıkça d aha çok şişer, şiştikçe
m erkezdeki m addenin kütlesi daha az yoğun b ir hal
alır ve böylece biraz ısı kaybeder. Bu d a yıldızın tekrar
küçülm eye başlam ası anlam ına gelir ve bu n u n sonu­
cunda ısı tekrar artm aya başlar ve bu böyle devam eder.
Sanki yıldız atan b ir kalp gibi kalkıp iniyorm uş gibi
anlattım , am a aslında öyle değil. B unun yerine boyutu
ortada b ir yerde, o büyüklükte kalm asını m üm kün kı­
lan sıcaklığa sahip olduğu n oktada durur.
126
G üneşin de sadece diğerleri gibi b ir yıldız olduğunu
söyleyerek başlam ıştım am a aslında birçok farklı tipte yıldız
var ve b u yıldızlar çok farklı büyüklüklere sahipler. Bizim G ü ­
neş’im iz (aşağıda) çok büyük değil. Bize G üneş’ten sonra en
yakın olan P roxim a C en tau ri’d e n biraz büyük am a diğer b aş­
ka yıldızlardan çok d aha küçük.

fh
n#- *

Bildiğim iz en büyük yıldız hangisi? Bu onları nasıl ölç­


tüğünüze göre değişir. Boydan boya ö lçüldüğünde en b ü ­
yük olan yıldızın ismi VY Canis M ajoris’tir. Bir u çtan öbür
uca (çapı) bizim G üneş’im izden 2000 kez d aha büyüktür.
G üneş’in çapı da D ünya’n ın k in in 100 katıdır. A ncak VY C a­
nis M aioris’in kütlesi, koskoca b o yutuna rağm en Güneş’in-
kinin sadece 30 katıdır. Eğer G üneş k ad ar yoğun olsaydı
m ilyarlarca kat fazla kütlesi olm ası gerekirdi. Pistol Yıldızı
ve d aha yakın bir zam anda keşfedilen Eta C arinae ve R136al
(pek akılda kalıcı bir isim değil) gibi yıldızların kütleleri
Güneş’ten 100 kat, hatta daha bile fazladır. G üneş’in kütlesi
de D ü n y an ın kütlesinden 300.000 kat d a h a fazladır. Bu da
Eta C arinae’nin kütlesinin D ünya’n ın k in d en 30 milyon kat
fazla olduğu anlam ın a gelir.
Eğer R136al gibi devasa b ir yıldızın gezegenleri varsa,
ondan çok a m a çok uzakta olm alıdırlar yoksa yanıp b uharlaş­
m aları an meselesi olurdu. Çekim kuvveti o kadar büyüktür
ki (çü n k ü kütlesi çok b üyü k tü r) gezegenleri gerçekten d e çok
am a çok uzak olsalar da yörüngesinde kalabilirler. Eğer öyle
bir gezegen varsa ve ü zerinde herhangi biri yaşıyorsa, R136al
m uhtem elen on lara bizim G üneş’im izin bize gözüktüğü gibi
görünecektir. Ç ünkü çok d aha büyük olm asına rağm en aynı
zam anda çok d ah a uzakta olacaktır. Tam da yaşamı destek­
lem ek için gerekli m iktarda olacaktır bu m esafe çü nkü diğer
türlü o rad a yaşam olm ayacaktır zaten!

128
Bir yıldızın yaşam öyküsü
Ancak bırakın R 136al’in yörüngesindeki ge­ iç kısm ındaki bu “yavaş işleyen hidrojen bom ba­
zegenlerde yaşam olup olm adığını, yörüngesinde sı”, devasa m iktarlarda ısı, ışık ve diğer radyasyon
gezegen olduğu bile meçhuldür. B unun nedeni tipindeki biçim lerde enerjiyi açığa çıkararak h id ­
aşırı derecede büyük yıldızların çok kısa öm ürlü rojeni helyum a (Yunan güneş tanrısı Helios’tan
olm alarıdır. R136al büyük ihtim alle sadece bir ism ini alan bir şey d aha) yani ikinci en basit ele­
milyon yıl yaşında, ki bu G üneş’in yaşının binde m ente dönüştürür. Bir yıldızın büyüklüğünün,
birinden az b ir süre ve yaşam ın evrilm esi için ye­ ısının dışa doğru itmesiyle, kütle çekim inin m er­
terli değildir. keze doğru çekim inin b ir dengesinin sonucu ol­
Güneş daha küçük, daha “o rta halli”, m il­ duğunu söylediğimi hatırlıyor musunuz? İşte bu
yarlarca yıllık (sadece m ilyonlar değil) uzun ya­ denge, yıldızın m ilyarlarca yıl boyunca kendini
şam öyküsü boyunca birçok aşam adan geçmiş yiyip bitirip sonunda yakıtının bitm esine kadar
bir yıldızdır. Tıpkı b ir ç ocuğun büyüyüp yetişkin aşağı yukarı bozulm adan kalır. D aha sonra ise,
olması, a rdından o rta yaşlarını sürm esi ve sonun­ kütle çekim in karşı k onulm az etkisi sonucu yıldız
da yaşlanıp ölecek olması gibi. O rta halli yıldızlar genellikle kendi içine göçer ve bu noktada kızılca
çoğunlukla h idrojenden yani tü m elem entlerin kıyamet kopar (kıyamet anını daha iyi hiçbir şey
en basitinden (bakınız 4. bölüm ) oluşur. Yıldızın anlatam az herhalde).
. Bir yıldızın yaşam öyküsü astronom ların küçük bir
kesitinden fazlasını gözlem leyem eyeceği kadar uzundur.
Neyse ki, gökyüzünü teleskoplarıyla tarayan astro n o m ­
lar h e r biri g elişim inin farklı aşam alarında birçok yıldız
bulabilirler: bunların kim isi bizim G üneş’im izin de b u n ­
d a n d ö rt b u çuk m ilyar yıl önce olduğu gibi gaz ve to z .
b u lu tların d an oluşm a evresinde olan “bebek” yıldızlar,
çoğu bizim G üneş’im iz benzeri o rta yaşlı yıldızlar; b a ­
zısı b u n d a n birkaç milyar yıl sonra bizim Güneş’im izin
b aşına gelecekler hakkında fikir veren yaşlı ve ölm ekte
olan yıldızlardır. A stronom lar farklı büyüklüklerdeki ve
yaşam d ö n g ülerinin farklı basam aklarındaki birçok yıl­
d ız d a n b ir “m üze” kurm uşlardır. Bu “m üzedeki” h e r bir
eser d iğ erlerinin bir zam anlar neye b enzediğini ya da ile­
ride neye b enzeyeceğini gösterir.
Bizim G üneş’im iz gibi sıradan bir yıldız en in d e so­
n u n d a h id ro jenini b itirir ve az önce anlattığım gibi h id ­
ro je n yerine helyum “yakmaya” başlar (tırn ak işaretlerini
koydum çü n kü b una gerçekten yakm ak denem ez, çok
d ah a sıcak b ir işlem bu). Bu noktada yıldız “kırm ızı dev”
olarak adlandırılır. G üneş yaklaşık beş m ilyar yıl sonra
b ir kırm ızı dev haline gelecek, yani bu dem ek oluyor ki
şu a n aşağı yukarı yaşam d öngü sü n ü n o rtaların d a olmalı.
O vakitler gelm eden çok d ah a önce bizim zavallı küçük
gezegenim iz yaşam ak için çok sıcak bir hal alacak. İki
m ilyar yıl içinde G üneş şim dikinden yüzde 15 dah a p a r­
lak olacak, bu d a Venüs bugün n asılsa iki milyar yıl sonra
D ü n y a n ın öyle olacağı anlam ına geliyor. Venüs’te kim se
yaşayam az ç ünkü orada sıcaklık 400 santigrat dereceden
fazladır. A m a iki m ilyar vıl oldukça u zun bir süre ve in ­
san lar çok çok büyük bir ihtim alle o günler gelm eden çok
önce yokolacaklar, böylece kavrulacak k im se olmayacak.
Ya d a belki de teknolojim iz o k ad ar ilerlem iş olacak ki
D ü n y a n ın yörüngesini dah a yaşanabilir b ir mesafeye
çekm e im kanım ız olacak. D aha sonra yani helyum da
bittikten sonra, G üneş ardında beyaz cüce d enen soğu:
yup solacak b ir çekirdekten başka bir şey b ırakm ayıp, ç o­
ğ u nlukla toz ve kalıntılardan oluşan bir bulut arasında
kaybolacak.
Süpernovalar ve yıldız tozu
P '** / - . Az önce bahsettiğimiz dev yıldızlar gibi bizim Güneş’im izden çok daha bü-
: f? j • " yük ve sıcak olan diğer yıldızlar için hikaye daha farklı sonlanıyor. Bu cana-
ç?jğ/İ- -varlar hidrojenlerini daha da çabuk “yakarlar” ve onların nükleer “hidrojen
bombası” fırınları, hidrojen çekirdeklerini çarpıştırarak helyum çekirdek­
le ‘ . lerine dönüştürm ekten daha fazlasını yaparlar. Büyük yıldızların fırınları
.; f ne kadar sıcak olursa, yıldızlar o kadar farklı çeşitte olan daha ağır atomlar
• ■ f’ ' oluşturabilirler. Bu daha ağır olan atomlara Dünya’d a ve bizim bedenleri­
mizde bol miktarda bulunan karbon, oksijen, azot ve (en ağırı olm ak üzere)
dem ir de dahildir. Göreceli olarak kısa bir zam an sonra, bu kadar büyük
yıldızlar kendilerini süpernova patlaması denen devasa bir patlamayla yo-
kederler ve bu patlamalarda d em irden daha ağır olan atomlar ortaya çıkar.
Eta Carinae yarın bir süpernova olarak patlayacak olsa ne olurdu?
Bu gelmiş geçmiş en büyük patlam a olurdu. A m a m erak etm eyin b undan
önüm üzdeki 8000 yıl boyunca h aberim iz olmazdı çünkü Eta C arinae ile
aram ızdaki uzaklık için ışığın katetmesi gereken mesafe b u dur (ve hiçbir
şey ışıktan hızlı hareket etmez). Peki ya Eta Carinae bundan 8000 yıl önce
patladıysa? îşte o zam an bu patlam adan kaynaklanan ışık ve diğer rad­

k yasyon bize h er an ulaşabilir. Bunu g ördüğüm üz an Eta C arinae’nin 8000


yıl önce patlam ış olduğunu anlayacağız. Tarih boyunca sadece 20 kadar
süpernova patlam ası kayda alınmıştır. Büyük A lman bilimci Johannes
Kepler 9 Ekim 1604’te bu patlam alardan bir tanesini görm üştür. Bu say­
fadaki e n son resim söz konusu patlam anın kalıntılarını bugün g ördüğü­
m üz haliyle gösteriyor ve kalıntılar Kepler’in ilk gördüğü andan bugüne
dek yayılmış d uru m da. Patlam anın kendisi 20.000 yıl önce, aşağı yukarı
Neandertal insanlarının soylarının tükendiği zam anlarda gerçekleşmiş.
Süpernovalar sıradan yıldızlardan farklı olarak, örneğin kurşun ve
uranyum gibi dem irden bile ağır elem entleri ortaya çıkarabilirler. M u­
azzam süpernova patlam aları, yaşam için gerekli o lanlar da d ahil olm ak
üzere ö nce yıldızın sonra d a süpernovanın oluşturduğu elem entleri uza-
■û ,. ( İ ym derinliklerine ve uzak noktalarına doğru saçarlar. Eninde sonunda
ağır elem entlerce zengin toz bulutu yeniden döngüye girer ve yeni
yıldızlar ve gezegenler yapm ak üzere yoğunlaşmaya başlar. Bizim
gezegenim izdeki m addelerin geldiği yer budur, aynı zam anda v a­

■X î *• rolm am ızı sağlayan karbon, azot, oksijen ve b enzeri elem entle­


ri içerm esinin nedeni de budur. Bu elem entler bir zam anlar
evreni aydınlatan ve çoktan sönüp gitm iş süpernova patla­
m asından artakalan tozdan gelirler. O şairane “bizler yıldız
tozuyuz” lafının geldiği yer de budur. Bu gerçekten de d oğ­
ru. A ra sıra (am a oldukça nadir) m eydana gelen sü p erno­
va patlam aları olmasaydı, yaşam için gerekli elem entler de
olmayacaktı.
131
Etrafında
dönüp durmak
Güneş’in tüm gezegenlerinin, D ünya da
dahil olm ak üzere, yörüngelerinin aynı
“düzlem de” olduğu gerçeğini gözardı
edemeyiz. Bu ne anlam a geliyor? Teorik
olarak, bir gezegenin yörüngesinin h er­
hangi bir açıda eğik olabileceğini dü şü ­
nebilirsiniz. Ancak güneş sistemimizde
d urum bu değildir. Güneş sistem inde,
sanki ortasında Güneş olan görünm ez
bir disk varm ış da diğer tüm gezegen­
ler, m erkezden farklı uzaklıklarda olmak
üzere o disk üzerinde hareket ediyorlar­
m ış gibi bir d urum söz konusudur. D a­
hası, tüm gezegenler G üneş etrafında
hep aynı y önde dönerler.
N eden? Ç ünkü büyük ihtim alle
öyle başladılar da o ndan. H aydi ö nce d ö ­
nüş yönünü ele alalım. G üneş sistem inin
tam am ı, yani Güneş ve gezegenler, m u h ­
tem elen bir süpernova patlam asından
arta kalanlar olarak yavaş yavaş dönen
bir gaz ve toz bulutu olarak ortaya çık­
tılar. Evrende serbest salınan neredey­
se tüm cisim lerin yaptığı gibi, bu bulut
da kendi ekseni etrafında dönm ekteydi.
Ve evet, tah m in ettiğiniz gibi bu bulu­
tun dönm e yönü, bugün gezegenlerin
Güneş’in etrafındaki dönm e yönleriyle
aynı.
Şim di gelelim tüm gezegenlerin n e­
den bu “diskin” üzerinde “aynı düzlem de”
bulunduklarına. D etayına girm eyeceğim
am a bilim insanlarının oldukça iyi anla­
dıkları karm aşık kütle çekim sel n edenler­
den ötürü, dönm ekte olan büyük bir gaz
ve toz bulutu, m erkezinde m uazzam bir
kütle bulunacak şekilde dönen bir disk
haline gelme eğilim indedir. G örünen o ki
bizim güneş sistem im iz için de aynısı ge­
çerli. Toz, gaz ve küçük m adde kümeleri,
gaz ve toz o larak kalmazlar. Kütle çekimi,
b u bölüm ün başında bahsettiğim şekilde
onları kom şularına doğru çeker. Bu k ü ­
m eler kom şularına katılarak daha büyük
m adde küm eleri oluştururlar. Kümenin
boyutu büyüdükçe uyguladığı kütle çe­
kim kuvveti de artar. Böylece dönen dis­
kim izde, büyük küm eler daha küçük
kom şularını da kendilerine katarak
daha d a büyürler.
D iğerlerine nazaran en büyük
küm e, m erkezde konum lanm ış ve
G üneş’i oluşturm uştur. D aha küçük
küm eleri kendilerine çekebilecek kadar
büyük olan ve G üneş tarafından yutul­
mayacak kadar o n d an uzakta bulunan
diğer küm eler gezegenleri m eydana getir­
m işlerdir. G üneşe en yakından en uzağa
do ğ ru sıralayacak olursak M erkür, Venüs,
D ünya, M ars, Jüpiter, Satürn, U ranüs ve
N eptün olm ak üzere. Eskiden bu listede
Plüton da yer alıyordu ancak g ünüm üzde
gezegen olm ak için çok küçük sayıldığın­
dan bu listeden çıkarılm ıştır.

133
oluşurlar. Zaman bilardo
topları gibi birbirleriyle çarpışırlar
ve bazen içlerinden biri asteroit kuşa-
|İ 3 V ğının dışına itilir ve D ünya gibi başka
bir gezegenin yakınlarından geçebilir.
Bunları atmosferin üst katm anların-
y dan geçtikleri sırada yanarken “kayan yıldız­
lar” ya d a “gök taşları” olarak sık sık görürüz.
D aha nadiren, bir göktaşı atm osfer­
deki zorlu sınavından sağ çıkarak yeryüzü­
ne çarpacak kadar büyük olabilir. 9 Ekim
1992’d e, atmosferi geçen büyükçe bir tu ğ ­
la boyutlarındaki bir göktaşı New York,
Peekskill’d e bir arabaya çarptı. 30 Temmuz
1908de çok daha büyük, bir ev büyüklü­
ğündeki bir göktaşı ise Sibirya’nın üzerinde
patlayarak geniş alanlarda büyük orm an
yangınlarına sebep oldu.
Bilimciler artık, günüm üzde Orta
Amerika’d a bulunan Yukatan’a 65 milyon
vıl önce düşerek büyük bir afete neden olan
ve m uhtem elen dinozorların ölüm üyle so­
nuçlanan çok daha büyük bir göktaşına
dair kanıtlara sahipler. Yapılan hesaplara
göre bu yıkıcı çarpışm a sonucu açığa çıkan
enerji, dünyadaki tüm nükleer bombaların
aynı anda Yukatan’da patlatılması sonucu
açığa çıkacak olan enerjinin bile yüzlerce
katıydı. Bu çarpışm a sonucu dünyanın her
yıkıcı deprem ler, görülm em iş bü-
tsunam iler ve orm an yangınları
yoğun toz ve dum an tabakası
nya'nın yüzeyini yıllarca karartm ıştı.
öf-' Dolayısıyla gün ışığına ihtiyaç duyan

I »itkiler ve bitkilere ihtiyaç duyan hayvanlar


'açlıktan öldüler. Şaşırtıcı olan, dinozorla­
rın neden öldükleri değil, bizim atalarımız
olan m em elilerin nasıl hayatta kaldığıdır.
Belki de küçük bir topluluk yeraltında uy­
kuya yatarak hayatta kalabildi.

135
m aları gereken d iğer h er şeyi çalıştıran b ir çeşit ya­
kıt olan şekeri ü retm ek için kullanırlar.
Siz enerji harcam adan şeker üretemezsiniz. Bir
kez şekere sahip oldunuz m u, onu “yakarak” tekrar
enerji elde edebilirsiniz am a onu üretm ek için har­
cadığınız enerjinin tam am ını asla geri alamazsınız
çünkü bir kısmı b u süreç esnasmda kayba uğrar.
“Yakmak” dediğimizde alevli, dum anlı bir yanm a kas­
tetmiyoruz. Bir yakıtı sahiden ateşle yakmak, ondan
enerji elde etme yollarından sadece
biridir. Enerjiyi küçük paketler
halinde, yavaşça ve işe yarar bir
atımızın ışığı şekilde açığa çıkarmanın daha
kontrollü yollan da var.
Bu bölüm ü g ü n ışığının yaşam için önem inden Yeşil bir yaprağı, tü m yü­
bahsederek tam am lam ak istiyorum. Evrende baş­ zeyi büyük bir güneş paneli olan ve
ka b ir yerde yaşam olup olm adığını bilm iyoruz (bu güneş ışınlarını yakalayıp elde ettiği enerjiyi çatısı­
soruyu başka b ir bölüm de ele alacağım) am a bildi­ n ın altındaki montaj hattını çalıştırm ak için kulla­
ğim iz bir şey var, eğer orada b ir yerde yaşam varsa nan bir fabrika gibi düşünebilirsiniz. Yaprakların
çok büyük ihtim alle bir yıldızın yakınındadır. Ayrı­ ince ve d üz olm alarının sebebi, onlara güneş ışınla­
ca bizim benzerim iz olan b ir yaşam biçim i varsa, o rın ı yakalayabilecekleri büyük b ir yüzey k azandır­
yaşam biçim inin b ulunduğu gezegen ile gezegenin m aktır. Fabrikanın ürettiği ü rü n ise çeşitli tipler­
yıldızı arasındaki görü n ü r mesafenin, m uhtem e­ deki şekerlerdir. Üretilen şekerler, çeşitli dam arlar
len bizim gezegenimiz ile G üneş arasındaki kadar aracılığıyla bitkinin geri kalan kısım larına iletilir.
olacağmı söyleyebiliriz. “G örü n ü r mesafe” sözüyle, Bu kısım larda enerjiyi şekerden d ah a iyi depolam a­
yaşam biçim inin algıladığı mesafeyi kastediyorum. n ın b ir yolu olan nişasta gibi başka m addeler ü re­
Yani gerçekteki mesafe, süper dev yıldız R 136al ö r­ tilir. S onunda nişastadan ya da şekerden, bitkinin
neğinde gördüğüm üz gibi çok d aha fazla olabilir. diğer kısım larının yapım ı için enerji açığa çıkarılır.
A m a eğer o yaşam biçim lerinin güneşi onlara, bizim Bitkiler, antiloplar ya da tavşanlar gibi otçullar
güneşim izin bize göründüğü boyda görünüyorsa, (yani bitki yiyen canlılar) tarafından yenildiklerinde,
yani gelen ısı ve ışık m iktarı hem en h em en aynıysa, enerji, yine birtakım kayıplara uğrayarak otçullara
görünürdeki mesafe aynı olacaktır. geçer. Otçullar bu enerjiyi bedenlerini
N eden yaşam bir yıldıza yakın olmalı? Ç ünkü
tü m yaşam biçim lerinin enerjiye ihtiyacı var­
dır ve yıldız ışığı b ariz b ir enerji kaynağıdır.
Dünya’da bitkiler g ü n ışığını toplayarak
diğer canlıların kullanabileceği hale geti­
rirler. Yani bitkiler g ü n ışığıyla besleniyor
denebilir. H avadan aldıkları karb o n d i­ Sindirim
oksit, to p rak tan aldıkları su ve m ineraller
gibi başka şeylere d e ihtiyaçları vardır. A m a
enerjiyi g ü n ışığından alırlar ve b u enerjiyi, y ap­

136
geliştirmek ve gündelik işleri sırasmda kaslarım çalış­ medilerek çürürler. Bir kez daha güneşten gelen
tırm ak için kullanırlar. Bu gündelik işlere, daha baş­ enerji el değiştirm iştir ve bir kez daha enerjinin
ka birçok bitkiyi otlam ak ve yemlenmek de dahildir. b ir kısm ı ısı olarak kaybolmuştur. Gübre yığınla­
Otçulların yürürken, yemek yerken, kavga ederken rı bu nedenle sıcaktır. Gübre yığınlarındaki tüm
ve çiftleşirken kullandıkları kasları çalıştıran enerji, ısı, nihayetinde yıllar ö nce güneş paneli yapraklar
bitkiler aracılığıyla en nihayetinde güneşten gelir. tarafından yakalanm ış olan güneşten gelen enerji­
Diğer hayvanlar, yani etçiller ise otçulları yerler. dir. Y um urtalarını kuluçkaya bırakm ak için gübre
Enerji bu sefer de (yine bu esnada kayba uğram ak yığınlarının ısısını kullanan ç ok ilginç Avustralas-
suretiyle) etçillere geçmiş olur ve bu enerji de etçille­ ya çalıhindileri vardır. Yum urtalarının üzerlerine
rin kaslarmı kendi gündelik işleri için çalıştırmaları o turup onları vücut ısılarıyla ısıtan diğer kuşlar­
sırasmda kullanılır. Bu işlere çiftleşmek, kavga etmek, d an farklı olarak, çalıhindileri yum urtalarını içine
ağaçlara tırm anm ak, memeliler özelinde yavrularına bırakacakları büyük bir gübre yığını oluştururlar.
süt üretm ek gibi diğer işlere ek olarak, yenecek olan Gübre yığınının sıcaklığım, yığının üzerine daha
otçulları kovalamak da dahildir. Enerji etçillere çok çok çalı çırpı koyup ısıtarak y a da çalı çırpıyı yı­
dolaylı b ir yoldan ulaşmış olsa da güneş hâlâ nihai ğından alıp soğutarak kontrol ederler. A m a tüm
enerji kaynağıdır. Ve b u dolambaçlı yolun her ba­ kuşlar, ister vücut sıcaklıklarıyla olsun ister bir
samağında kayda değer miktarda enerji kaybı olur. gübre yığını yardımıyla, eninde sonunda yum ur­
Kaybolan bu enerji, ısı enerjisi olarak açığa çıkar ve talarını kuluçkaya yatırm ak için güneş enerjisini
evrenin geri kalanını ısıtmak gibi gereksiz bir göreve kullanm ış olurlar.
katkıda bulunur. Bazen bitkiler yenm ez ancak turba bataklıkla­
Başka hayvanlar, yani parazitler ise h em ot- rın ın dibine batarlar. Yüzyıllar boyunca üzerlerine
çulların hem de etçillerin bedenleri üzerinden yenileri eklendikçe b ataklık katm anları h alinde sı­
beslenirler. B urada d a n ihai enerji kaynağı güneş­ kıştırılırlar. Batı İrlanda ya da İskoçya adalarında­
tir ve yine tam am ı kullanılam ayan enerjinin bir ki insanlar bataklıkları kazıp, tuğla büyüklüğünde
bölüm ü ısı enerjisi olarak kaybolur. öbekler keserek, bunları yakıt olarak kışın evlerini
Son olarak, ister b itki ister otçul ister etçil is­ ısıtm ak için kullanırlar. Bir kez daha burada evleri
terse parazit olsun, b ir canlı öldüğünde böcekler ısıtm ak ve yem ek pişirm ek için kullanılan enerji­
gibi leşçiller tarafından yenir ya da bakteri ve m an ­ n in kaynağı, (bu kez) yüzyıllar evvel yakalanmış
tarlar gibi leşçiller, çürükçüller tarafından haz­ olan güneş enerjisidir.

137
U ygun koşullar altında ve m ilyonlarca yılın ancak, yükseklerden gelen devam lı b ir su kaynağı
ardından, bataklıklar sıkışıp dönüşerek sonunda olm ası d u rum unda m üm kündür. Su, bulutlardan
k öm ü r haline gelebilir. Aynı m iktar bataklık kö­ yağış olarak gelir ve dağların tepelerine yağar.
m ürü ve norm al k öm ür karşılaştırıldığında, n o r­ Bulutlar ise sularını, Dünya’n ın denizleri, gölleri,
m al k öm ür daha verim li b ir yakıttır ve çok d aha nehirleri ve su birikintilerinden buharlaşan su­
yüksek b ir derecede yanar. O n sekizinci ve on d o ­ dan karşılarlar. Buharlaşm a için enerjiye ihtiyaç
kuzuncu yüzyıllarda sanayi devrim ini başlatan da vardır ve işte bu enerji güneşten gelir. Yani eğirme
köm ür alevleri ve ocaklarıydı. m akinelerinin ve dokum a tezgahlarının bantları
Ç elik fabrikalarında ya da m aden eritm e ve çarklarını çalıştıran su değirm enlerini dö n d ü ­
ocaklarında kullanılan, trenleri raylarda gemileri ren enerji eninde sonunda yine güneşten gelir.
denizlerde y ü rü ten buharlı m akineleri çalıştıran Pam uk fabrikaları daha sonraları köm ür ’
tü m o ısı aslında, 300 m ilyon yıl önce yaşam ış b it­ yakan bu h ar sistem lerine geçtiğinde yine nihai j
kilerin yeşil yaprakları aracılığıyla güneşten gelir. olarak güneşten gelen enerjiyi kullanmışlardır. \
Sanayi devrim inin kim i “karanlık şeytani Ancak fabrikalar tam am en buhar gücüne geçme­
makineleri” b u h a r gücüyle çalışırdı am a ondan den önce, ara bir basam aktan geçtiler. Tezgahları
önceki birçok pam u k m akinesi su değirm enle­ çalıştıracak olan büyük su değirm enini kullan­
rinden gelen enerjiyle çalıştırılırdı. D eğirm en m aya devam ettiler am a suyu yukarıdaki bir de- |
hızla akan b ir n e h rin k enarına kurulur, neh rin poya pom palam ak için bir buhar m akinesi kul- j
değirm enin üzerinden akm ası sağlanırdı. Bu su landılar. Yukarıda, depoda bulunan su, değirm eni ı
değirm eni, fabrikayı b ir u çtan öb ü r uca kateden döndürdükten sonra depoya geri pom palanm ak 1
büyük b ir aksı ya da m ili dönd ü rü rd ü . Mil b o ­ üzere d eğirm ene akıyordu. Yani su ister güneş ta ­
yunca bantlar ve dişliler, çeşitli iplik eğirm e ve rafından bulutlara, isterse köm ür yakan bir buhar
çırçır m akinelerini, dokum a tezgahlarını çalıştı­ makinesiyle yukarıdaki depoya çıkarılıyor olsun,
rırdı. Bu m akineler bile nihayetinde güneş enerji­ gerekli enerji en başta h ep güneşten gelir. A rada­
siyle çalışırdı. Nasıl mı? ki tek fark, bu h ar m akinesi milyonlarca yıl önce
Su değirm enleri, yerçekim inin etkisiyle ba­ bitkiler tarafından depolanm ış güneş enerjisini
yır aşağı çekilen su tarafından çalıştırılır. Am a bu kullanarak çalışırken; nehir üzerindeki değir-
sına benzer olarak şeker de kasları hareket ettir­
m ek için yavaşça yakılır.
Şekeri ve diğer besin yakıtlarını sahiden ateşe
verip y akm anın bize b ir faydası dokunm az! Ateş­
le yakm ak, güneşin depolanan enerjisini kullan­
m anın savurgan ve yokedici b ir yoludur. H ücre­
lerim izde gerçekleşen yakm a işlem i o kadar yavaş
o kadar kontrollüdür ki, sanki su tepeden d am ­
lalar halinde inip bir dizi değirm eni döndürüyor
gibidir. Yeşil yapraklardaki güneşten beslenen
kim yasal tepkim e de, suyu tepeye pom palam anın
bir eşidir. Bitki ve hayvan hücrelerinde (örneğin
kasların çalışması gibi) enerji harcayan kimyasal
tepkimeler, enerjiyi dikkatlice kontrol edilen ba­
samaklarla, adım adım alırlar. Şekerler gibi yük­
sek enerjili yakıtlar, enerjilerini birçok aşamada,
birbiri ardına sıralanm ış m inik şelalelerden düşe­
rek ilerleyen b ir akıntı gibi h er biri birbirini takip
eden bir dizi kimyasal tepkim e sonrasında açığa
çıkarırlar.
Detaylar ne olursa olsun, yaşam ın tü m su d e­
ğirm enleri, çarkları ve aksları nihayetinde güneş
tarafından beslenir. Eski insanlar yaşam ın güneşe
b u k adar bağlı olduğunu bilselerdi belki d e g üne­
şe daha bile fedakarca tapınırlardı. Şim di m erak
ediyorum da diğer yıldızların kaçı y örüngelerin­
m enin, sadece birkaç hafta önce yağm ur olarak
deki gezegenlerde yaşamı besliyordur acaba? A n ­
depolanıp tepelere yağan güneş ışığı tarafından
cak bu konu d aha ileriki
döndürü lü y o r olm asıdır. Bu şekilde “depolanm ış
gün ışığına” potansiyel enerji den ir ç ü n k ü suyun
tepeden aşağıya, içindeki güçle akarak iş yapma
potansiyeli vardır.
Bu bize yaşam ın nasıl güneş tarafından bes­
lendiğini gayet güzel anlatıyor. Bitkilerin gün
ışığını şeker yapm ak için kullanm ası, suyun da­
ğın tepesine y a d a fabrikanın çatısındaki depoya
pom palanm ası gibidir. Bitkilerin (ya da bitkileri
yiyen otçullarm , ya da otçulları yiyen etçillerin)
şekeri (ya da şekerden yapılan nişastayı ya da
nişastadan yapılan eti) kullanm asını ise şekerin
yanm ası olarak düşünebiliriz. B uharın fabrikada­
ki aksı d öndürm esi için k ö m ü rü n hızla yakılm a­

139
aö\M a&=
O Vneair?
i l g a m işd e s t a n i yazılm ış en
G eski hikayelerden biridir. Yu­
nan ların ve îb ran ilerin efsanelerin­
den de eski, 5000 ila 6000 yıl önce
M ezopotam yada (şim diki Irak’ta)
hayat b ulm uş Süm er uygarlığının bir
söylencesidir. Gılgamış, Süm er söy­
lencesindeki büy ü k k ahram an kralın
adıdır, kim se gerçekten yaşayıp yaşa­
m adığını bilm iyor am a hakkında
yazılm ış çok sayıda hikaye var.
Yunan k ahram an Odysseus
(Ulysses) ve A rap kahram an
Denizci Sinbad gibi Gılga-
m ış da destansı yolculukla­
ra çıkar, bu yolculuklarda
birçok ilginç şey ve insan­
larla karşılaşır. Gılgamış’ın
karşılaştığı insanlardan bir
tanesi, Gılgamış’a kendisi
hakkında tu h af b ir öykü anla­
tan yaşlı (çok, çok yaşlı, yüzlerce yıl
yaşında) b ir adam olan U tnapiştim ’d i. Aslında öyküsü Gılgamış’a tu h a f görün­
m üştü am a size çok da tu h a f görünm eyebilir çü n k ü büyük ihtim alle b u öykünün benze­
rin i d u y d u n u z . . . am a başka b ir isim de, başka bir adam hakkında.

140
Baş ta n rı Enlil herkesi
yokedecek b ir sel felaketi
gönderm elerini önerir,
böylece tan rılar güzel bir
¥ r
gece uykusu çekebilecek­
lerdir. A m a su tanrısı Ea, £ >
Bu. gem i çok büyük
Utnapiştim ’i uyarmaya k a­ olm alıdır çünkü
rar verir. Ea U tnapiştim ’e Utnapiştim ’in “yaşayan
evini yıkıp b ir gem i yap­ tü m canlıların tohum ­
m asını söyler. larını” gemiye alması
gerekmektedir.

U tnapiştim Gılgamış’a,
yüzyıllar önce çok gürül­
tü yapıp onları uyutm a­
dıkları için tan rıların
insanlara kızgın o lduğu­
n u anlatır.

141
U tnapiştim ta m d a . Sonunda U tnapiş­
vaktinde yani yağm ur altı tim bir k uzgun salar.
gün altı gece d urm ad an Kuzgun geri dönm ez.
yağm azdan evvel.gemiyi U tnapiştim bir yerlerde
bitirir.: D evam ında gelen bir kara parçası oldu­
sel; ğein'îde güvende ğunu ve kuzgunun onu
U tnapiştim h er tara­
olm ayan diğer herkesi bulduğunu anlar.
fı sım sıkı kapatılmış
v eiherşeyi şular altında
gem ide b ir k epenk açar
bırakır. Yedinci günde
ve b ir güvercini serbest
rüzgar hafifler ve sular
bırakır. G üvercin bir
durulur!
kara parçası bulm ak
için etrafa bakınır ancak
bulam ayıp geri döner.
U tnapiştim b u sefer bir
kırlangıcı salar am a yine
b ir şey bulamaz.

S onunda gem i bir dağ tepesinde karaya oturur. İştar denen d i­


ğer b ir tanrı, tan rıların daha başka korkunç sel felaketi gönderm e­
yeceği sö zünün b ir göstergesi olarak ilk gökkuşağını yaratır. İşte
Süm erlilerin an tik efsanesine göre gökkuşağı böyle oluşmuştur.
H ikayenin size tanıdık geleceğini söylemiştim. Hıristiyan, Yahu­
di veya M üslüm an ülkelerde yetişen çocuklar, bir iki ufak tefek farklı­
lık h aricinde bu hikayenin, Süm er efsanesinden daha yeni b ir hikaye
olan N uh’u n G em isi hikayesiyle aynı olduğunu hem en fark edecekler­
dir. Gemiyi yapanın adı değişir, U tnapiştim değil N uh olur. Eski efsa­
nenin bird en fazla olan tanrıları Yahudi hikayesinin tek tanrısı haline
gelir. “Yaşayan tü m canlıların tohum ları” lafı “yaşayan her candan
iki tane” diye geçmeye başlar ki bu da Gılgamış destanı­
n ın kastettiği şeyle aynıdır. Aslında açıkça görü­
lüyor ki Yahudi hikayesi olan N uh, Utnapiştim
efsanesinin yeni bir versiyonundan başka bir şey
değil. Bu hikaye yıllarca etrafta dolaşan ve kulak­
ta n kulağa yayılan bir halk söylencesi. G örünürde
çok eski olan efsanelerin, genelde kendilerinden
bile eski olan başka efsanelerden kim i bazı isim ­
lerin ve detayların değişmesiyle türediğini görürüz.
Bu hikayenin iki versiyonu d a gökkuşağıyla bitiyor.

142
H em G ılgamış destanında hem de Yara- ışık kirliliğinin fazla olduğu şehirlerde değil an-
tılış K itabında, gökkuşağı söylencenin önem - cak şehirden uzakta çok karanlık gecelerde gö-
li bir parçasıdır. Yaratılış Kitabı gökkuşağının, rebilirsiniz.) Adadaki insanların sayısı çok arttı
Tanrı tarafından N uh ve N uh’un soyuna ver- ve tıpkı Gılgamış Destanında olduğu gibi tan-
diği sözün bir göstergesi olarak gökyüzüne rıça Hutaş’m rahatı için fazla gürültülü olmaya
yerleştirildiğini belirtir. başladılar. Adadaki curcuna geceleri Hutaş’ın
Nuh’un hikayesiyle, daha eski olan uyumasına engel oldu. Ancak Hutaş, Sümer ve
Utnapiştim’in Sümer hikayesi arasında bir fark- Yahudi tanrıları gibi insanları öldürm ek yerine
lılık daha var. Hikayenin Nuh versiyonunda daha merhametli bir yol seçti. Hepsini adadan.
Tanrının -insanlardan duyduğu memnuniyet- onları duyamayacağı anakaraya kovalamaya
sizliğin nedeni hepsinin iyileştirilemez derecede karar verdi. Anakaraya geçebilmeleri için onla-
günahkar olmasıdır. Süm er ra bir köprü yaptı. Ve bu köprü . . . evet, gökku-
hikayesinde insanlığın şağınm ta kendisiydi!
suçunun bundan ğa ■' '
daha hafif oldu­
ğunu düşünebi­
lirsiniz. O kadar
gürültü yapmışız ki
tanrılar uyuyama­
mış! Bence komik
bir durum . G ürültü­
cü insanların tanrıları
uyutmayışları mevzusu, ” y-
tamamen bağımsız olarak Ka-
liforniya sahili yakınındaki Santa $
Cruz A dasının Chüm ash toplulu-
ğunun söylencelerinde de beklen- aK S
medik şekilde karşımıza çıkar. S t i
Chum ash insanla&jtokeudi- T \ 1
lerinin, Gökyüzü Yılanı ileev li olan \V3
Yeryüzü tanrıçası Hutaş tarafından,
büyülü bir bitkinin tohum ları olarak,
bulundukları adada yaratıldıklarına inanır­
lardı, ancak adanın adı o zamanlar Santa
Cruz değildi çünkü bu İspanyolca bir
isim. (Bugün biz Gökyüzü Yılanını
Samanyolu olarak biliyoruz. O nu *

143
Gökkuşağı k ö prü­
sünü geçerlerken,
gürültücülerden
bazıları aşağıya bak­
tılar ve yükseklikten
o k adar korktular ki
başları d öndü.

144
Gökkuşağı başka söylencelerde de karşım ı­
za çıkar. Eski İskandinav (Viking) söylence­
lerinde, gökkuşakları tanrıların gökyüzün­
den yeryüzüne inm ek için kullandıkları
kırılgan köprüler olarak görülürdü.
I

Tüm bu efsaneler nasıl başlar m erak ediyorum .


O nları kim uydurur, n eden bazı insanlar so nun­
da bunların gerçekten olm uş olduğuna inanır?
B unlar çok ilginç ve cevaplaması kolay olmayan
sorular. A m a bizim cevaplayabileceğimiz bir soru
var: b ir gökkuşağı n edir gerçekten?

145
Gökkuşağının
gerçek biıyüsil
O n yaşlarindayken , beni L ondra’ya Gökkuşağının Bittiği Yer isimli bir çocuk oyununu gör­
meye götürm üşlerdi. O y u n d a g ü nüm üz tiyatrolarında artık gösterilm eyecek kadar dem ode
bir yurtseverlik işleniyordu. İngiliz o lm anın ne k ad ar özel olduğundan bahseden, İngiltere’nin
(Britanya değil; İskoçya, G aller ve İrlanda’nın kendi koruyucu m elekleri ayrıca vardır) koruyu­
cu meleği Aziz G eorge tarafından k u rtarılm ış çocukların başından geçenlerle ilgili bir oyundu.
Ama oyuna d air hatırladığım en canlı anı, Aziz G eorge değil gökkuşağının kendisiydi.
O yundaki çocuklar gerçekten gökkuşağının bittiği yere gidiyorlardı ve onları gök­
kuşağının yerle birleştiği kısm ın o rtasında y ürürlerken görüyorduk. O yun,
yukarıdan gelip sisin içinden geçen renkli spot ışıklarıyla ve büyülenm iş
bir biçim de ortalıkta dolaşan çocuklarla akıllıca sahneye konm uştu. Sa­
nırım tam bu sırada ışıl ışıl zırhı ve g üm üş miğferiyle Aziz George
görün m ü ştü ve biz gördüğüm üz sah n e k arşısında nefeslerimizi
tutarken sahnedeki çocuklar bağırm ıştı:
“Aziz George! Aziz George! Aziz George!”

Ama benim hayal gücüm ü ele geçiren


gökkuşağıydı. Boşverin Aziz George’u:
dev bir gökkuşağının ayağının dibinde
dolaşm ak ne k adar h arikadır k im bilir!
O yun yazarının fikri nerden aldığını tahm in edebilir­
siniz. Bir gökkuşağı sahiden, belki de birkaç kilom etre öte­
de asılı duran gerçek bir cisim m iş gibi görünür. Bir ayağı
buğday tarlasında ö b ü r ayağı da (eğer bütün bir gökku­
şağını görecek k adar şanslıysanız) bir tepenin ucunda
gibidir örneğin. D osdoğru yürüyüp yerle birleştiği
noktada oyundaki çocukların yaptığı gibi diki-
lebileceğinizi sanırsınız. Size anlattığım tüm
söylencelerde d e bu fikir vardır. G ökkuşağı
belirli b ir uzaklıktaki, belirli b ir yerdeki,
belirli bir nesne gibi görünür.
Muhtemelen durum un gerçekten böyle
olm adığını anladınız! Öncelikle, eğer bir gökku­
şağına yaklaşmaya kalkacak olursanız, ne kadar
hızlı koşarsanız koşun ona asla ulaşamazsınız: siz
ona doğru koştukça gökkuşağı da sonunda tam a­
m en solana kadar sizden uzaklaşacaktır. Onu ya­
kalayamazsınız. Aslında gerçekte sizden uzaklaş­
m akta değildir çünkü zaten başından beri belirli
bir yerde değildir. Gökkuşağı bir yanılsamadır
am a çok etkileyici bir yanılsama ve onu anlamak
bir sonraki bölüm de değineceğimiz birçok ilginç
şeyi de beraberinde getirecek.
147
Işık neden yapılmıştır
Ö ncelikle tayf denen şeyi anlam am ız ge­
rekiyor. Işık tayfı, Kral II. Charles dönem inde,
yani günüm üzden 350 yıl kadar önce, gelmiş
geçmiş en büyük bilimci denilebilecek Isaac
Nevvton tarafından keşfedildi (Nevvton gece
ve gündüzle ilgili bölüm de gördüğüm üz üzere
daha başka birçok şey de keşfetm iştir). New-
ton, beyaz ışığın aslında farklı renklerin bir
karışım ı olduğunu keşfetmiştir. Bir bilimci
için beyazın anlam ı budur.
Peki New ton bunu nasıl buldu? Bir deney
hazırladı. Ö nce odasını içeri ışık giremeyecek
şekilde kararttı ve sonra perdede daracık bir
yarık açtı, böylece bir kurşun kalem inceli­
ğindeki beyaz günışığı huzm esi içeri girebildi.
D aha sonra bu ışık h uzm esinin, b ir çeşit üç-
gensel cam parçası gibi düşünebileceği­
niz p rizm adan geçmesini sağladı.
P rizm a n ın yaptığı iş, in c e beyaz huzm ey i çok ren k lid ir ve N ew ton ortaya çıkardığı bu
yaym aktır, am a p riz m a d a n yayılarak çıkan gökkuşağına b ir isim verm iştir: tayf. G örelim
huzm e a rtık b eyaz değildir. B ir g ökkuşağı gibi bakalım n asıl çalışıyor b u tayf.

Bir ışık huzm esi h avanın içinden seyahat eder, olm ak zo runda değildir: su da aynı işi g örür ve
cam a çarp ar ve bükülür. Bu b ükülm eye ışığın gökkuşağına geri döndüğüm üzde b u ayrıntı
kırılm ası denir. K ırılm a sadece cam yüzü n d en önem li olacak. Bir küreği, nehre daldırdığınızda

o n u k ırılm ış g ibi g ö steren d e ışığın k ırılm ası o la ­ M avi ışık kırm ızı ışıktan dah a çok bükülecektir
yıdır. D em ek k i ışık c am a y a da suya d e n k g eldi­ ve böylece b u iki ren k ışık p riz m a n ın öteki ta ­
ğinde k ırılıyorm uş. A m a asıl n o k ta şu. Bu kırılm a rafın d an çıkarlarken b irb irlerin d en ayrılm ış o la­
açısı ren g in e b ağlı olarak ışık tan ışığa ço k az far- caklardır. İkisinin a rasında ise sarı ve yeşil ışıklar
keder. K ırm ızı ışığın k ırılm a açısı, m avi ışıktan ortaya çıkacaktır. Sonuç olarak N ew to n u n ışık
d ah a d üşüktür. Yani eğer beyaz ışık N e w to n u n tayfı oluşacaktır: yani gökkuşağındaki d o ğ ru sı­
ta h m in ettiğ i gibi g erçekten başka ışıkların k a rı­ rasına göre sıralanm ış tü m gökkuşağı renkleri:
şım ı ise b eyaz ışığı p rizm a ile k ırarsan ız n e olur? kırm ızı, tu ru n c u , sarı, yeşil, m avi, m or.

149
Newton b ir prizm a yardımıyla gökkuşağı orta­ olan bir levha yerleştirdi, bu yarıktan renkli huzm e­
ya çıkaran ilk kişi değildi. Başka insanlar da aynı so ­ lerden sadece biri (örneğin sadece kırmızı huzme
nucu çoktan gözlemlemişlerdi. Ancak birçoğu, san­ diyelim) geçebilecekti. D aha sonra bu dar, kırmızı
ki boya eklemişçesine, prizm anın b ir şekilde beyaz ışık huzmesinin yolu üzerine bir prizma daha koydu.
ışığı “renklendirdiğini” düşünmüşlerdi. Nevvtonun İkinci prizm a da olması gerektiği gibi kırmızı ışığı
fikri ise son derece farklıydı. Beyaz ışığın tü m renk­ büktü. Ancak prizm adan çıkan yine sadece kırmızı
lerin b ir karışım ı olduğunu ve prizm anın tek yaptı­ ışıktı. Eğer prizmalar boyar gibi ışığı renklendiri­
ğının bunları birbirinden ayırm ak olduğunu düşün­ yor olsalardı görmeyi bekleyeceğiniz şekilde fazla­
müştü. Haklıydı da ve b u n u bir çift iyi düşünülm üş dan başka renkler eklenmemişti. Sonuç tam olarak
deneyle kanıtladı. İlk olarak, daha önce yaptığı gibi Nevvton’un beklediği gibiydi ve beyaz ışığın başka
prizmayı aldı ve prizm anın arkasına dar bir yarığı ışıkların karışımı olduğu teorisini destekliyordu.

150
Üç p rizm a k ullanarak gerçekleştirdiği ik in ­ ya toplam asını sağlayacak şekilde bir mercekten
ci d eney d aha da zekiceydi. Bu d eney N ew ton’un geçiyorlar. D aha sonra ikinci prizm a, gökkuşağı
E xperim en tu m C rucis’i olarak adlandırılır. Bu renklerini tekrar beyaz ışığa çevirm e görevi görü­
sözcükler L atincedir ve “k ritik deney” anlam ına yor. Bu zaten gayet güzel bir şekilde Newton’u n fik­
gelir ya da “tezi gerçekten çözüm e bağlayacak rini kanıtlam ış olsa da tam olarak em in olm ak için
olan deney” de diyebiliriz. b u beyaz ışık huzm esini tekrar üçüncü bir p rizm a­
Yukarıdaki resm in solunda N ewton’u n p erde­ dan daha geçiriyor ve b u prizm a b ir kez daha be­
sindeki yarıktan gelip p rizm adan geçerek gökkuşa- yaz ışık huzm esini gökkuşağı renklerine ayırıyor!
ğındaki renklere ayrılan beyaz ışığı görüyorsunuz. Beyaz ışığın gerçekten de tü m renklerin karışım ın­
Dağılan gökkuşağı renkleri, daha so n ra N ewton’u n d an oluştuğunu kanıtlam ak için olabilecek en iyi
ikinci prizm asından geçm eden ö nce onları b ir ara­ şekilde düşünülm üş b ir ispat bu.
P rizm alar iyi hoş am a gökyüzünde
b ir gökkuşağı gördüğünüzde orada
asılı du ran büyük b ir p rizm a yoktur.
A m a m ilyonlarca yağm ur dam lası
vardır. Öyleyse h e r b ir yağm ur tane­
si k üçük b ir p rizm a gibi m i davranı­
yor? Eh biraz öyle am a tam d a değil.

Eğer gökkuşağı görm ek istiyor­


sanız, yağm ur fırtınasına baktı­
ğınız esnada güneşi arkanıza alm a­
lısınız. H er bir yağm ur tanesi, prizm a
değil de küçük bir top gibidir ve ışık küre­
lere çarptığında p rizm aya çarptığından daha
farklı davranır. Şöyle ki, yağm ur dam lasının
uzakta olan k enarı b ir ayna görevi görür. İşte
bu yüzden gökkuşağı görm ek isterseniz g ü ­
neşi arkanıza almalısınız. G üneşten gelen
ışık, h er bir y ağm ur dam lasının içinde takla
atıp geriye ve aşağıya d oğru yansıyacak, sizin
gözlerinize çarpacaktır.

152
G örelim bakalım nasıl. G üneş arkanızda ve yukarıdayken
uzaktaki b ir yağm ura bakıyor olun. G üneş ışını tek b ir yağmur
dam lasına çarpsın (elbette diğer başka b ir sü rü yağm ur d am ­
lasına da çarpıyor am a d u ru n , oraya geleceğiz). Bu yağm ur
dam lasına A dam lası diyelim. Işık huzm esi A’ya bize yakın olan
üst yüzeyinden çarp ar ve bükülür, tıpkı Newton’u n prizm ası­
n ın yüzeyine çarptığında olduğu gibi. Elbette yine kırm ızı ışık
m aviden d aha az kırılacaktır, dolayısıyla tayf kendini şim diden
göstermeye başlayacaktır. Sonrasında ise tü m renkli ışık hu z­
meleri yağm ur dam lası boyunca, d am lanın uzaktaki yüzeyine
dek ilerler. H uzm eler d am ladan havaya geçm ek yerine, bize ya­
kın olan yüzeyin alt kısm ına doğ ru geri yansıtılır. Işık huzm eleri
dam lanın bize yakın b u y üzeyinden havaya geçiş yaparken tek­
rar k ırılır ve yine kırm ızı ışık m aviden d aha az bükülür.

Böylelikle, g ün ışığı yağm ur


dam lasını terk ederken, küçük bir tayf
şeklinde dağılmış olacaktır. Yağmur
dam lasının içinde iki kez ayrışan renk
huzm eleri şim di sizin bulunduğunuz
yöne doğru son sürat geliyorlar. Eğer
gözünüz b u huzm elerden birinin, ö r­
neğin yeşil olanın diyelim, yolu üze­
rindeyse göreceğiniz sadece yeşil ışık
olacaktır. Sizden daha kısa biri de
Adan gelen kırm ızı huzm eyi görebilir.
Sizden daha u zun biri ise Adan gelen
mavi ışık huzm esini görebilir.

153
Kim se belli tek b ir dam ladan tayfın b ü tü n ü n ü göremez. Her biriniz
sadece tek b ir saf ren k görür. A m a h epiniz tü m renkleriyle gökkuşağı gör­
düğü n ü zü söylersiniz. Peki am a nasıl? Şöyle ki, şimdiye kadar sadece A
dam lası dediğim iz tek b ir yağm ur dam lasından bahsettik. A ncak milyon­
larca yağm ur dam lası var ve hepsi aynı biçim de davranıyorlar. Siz Anın
kırm ızı huzm esine bakarken. A dan daha alçaktaki B damlası diyeceğimiz
bir başka d am la da m evcuttur. B’n in kırm ızı huzm esini görm ezsiniz çünkü
Bden gelen kırm ızı ışık sizin m idenizin oralara b ir yere d enk gelir. Ama
B’n in mavi huzm esi, gözünüze gelm ek için tam olarak doğru yükseklik­
tedir. A dan alçakta am a B den yüksekte başka yağm ur dam laları da vardır.
Bu d am laların kırm ızı ve m avi huzm eleri gözünüze d enk gelmeyebilir am a

A ncak b u b ir gökkuşağı değildir. Peki gökkuşağının geri kalanı ner-


den gelir? Y ağm urun b ir ucu n d an diğer ucuna, tü m yüksekliklerde başka
yağm ur d am lalarının var olduğunu unutm ayın. Bu arada gördüğünüz her
gökkuşağı, g özünüz m erkezde olacak şekilde, b ir daire o luşturm a eğilim in­
dedir, tıpkı h o rtu m la bahçeyi sularken güneşin d am lalar spreyinin içinden
ışımasıyla gördüğünüz dairesel büsb ü tü n gökkuşakları gibi. Genellikle b ü ­
tü n b ir gökkuşağı görm üyor o luşum uzun tek nedeni, yeryüzünün araya
girmesidir.

154
İşte b u y üzden b ir a n gökkuşağını g örürsünüz. A m a diğer
bir anda, tü m yağm ur dam laları daha alçaktaki b ir konum a düş­
m üş olacaklardır. Şimdi A, B’n in önceden olduğu yerdedir ve
onun yeşil huzm esi yerine a rtık mavi huzm esini görm ektesiniz-
dir. B’nin ise hiçbir huzm esi size ulaşam am aktadır (am a ayağı­
nızın dibindeki köpeğe ulaşabilir). Ve yeni b ir yağm ur damlası
(daha önce huzm elerini görem ediğiniz C dam lası) şim di A’m n
önceden olduğu noktaya yerleşm iştir ve o n u n k ırm ızı huzm esi­
n i görebilm ektesinizdir.
Şim di de tayfın kendisinin, yani kırm ızı­
dan, turuncuya, yeşile, maviye ve m o ra doğru
sıralam anın gerçekte ne olduğuna bakalım .
K ırmızı ışığın m aviden daha d üşük b ir açıyla
kırılm asına sebep o lan nedir?
Işık titreşim ler veya dalgalar olarak d ü ­
şünülebilir. Tıpkı havadaki ses titreşim leri gibi,
ışık da elektrom anyetik titreşim lere sahiptir.
Elektrom anyetik titreşim in ne olduğunu açık­
lamaya çalışm ayacağım çünkü b u çok zam an
alacak (ayrıca kendim d e b u konuyu tam am en
anladığım dan em in değilim ). Asıl nokta şu ki,
ışık sesten çok farklı olsa da, tıpkı sesten b a h ­
sederken kullandığım ız gibi yüksek frekanslı
(kısa dalgaboylu) ve d üşük frekanslı (uzun dal-
gaboylu) titreşim lerden bahsetm em iz m ü m ­
kün. Soprano gibi tiz sesler yüksek frekanslı
ya da kısa dalgaboylu dediğim iz titreşim lere
sahiptir. D üşük frekanslı ya da uzun dalga­
boylu dediğim iz sesler ise derin, kalın seslerdir.
B unların ışıktaki eşdeğeri ise şöyledir: kırm ızı
(uzun dalgaboyu) kalın yani bas ses, sarı b ari­
ton (bastan d aha az kalın ve d erin ), yeşil tenor,
m avi alto ve m o r (kısa dalgaboyu) da soprano
yani tiz sestir.
Bizim duyam ayacağım ız kadar tiz sesler
vardır. Bunlara sesüstü (u ltrasound) denir;
yarasalar b u sesleri duyabilir ve onların y a n ­
kılarını kullanarak yollarını bulabilirler. Bizim
duyam ayacağım ız k ad ar d üşük sesler de var.
Bunlara da sesaltı (infrasound) denir; filler,
balinalar ve bazı başka hayvanlar birbirleriyle
iletişim k u rm ak için b u derin g u rultuları k u l­
lanırlar. Biz insanların duyabileceği ses bandı,
(yarasalar için değil am a bizim ) d uym am ız için
çok yüksek olan sesüstü ve (fillerin duyabile­
ceği am a bizim d uym am ız için) çok alçak olan
sesaltı sesler arasında o rtad a b ir yerdedir.
Aynısı ışık için de geçerlidir. Sesö-
tesi yarasa viyaklam alarının ışıktaki eş­
değeri m orötesidir. Bizler m orötesi ışığı
görem esek de böcekler görebilir. Kimi
çiçeklerin ü zerinde, o n ları to zlaştırm a­
ları için böcekleri cezbedecek çizgiler ya
da başka d esenler bulunur, bu desenler
ancak m orötesi dalgaboyunda görü le­
bilir. Böcek gözleri onları görebilir am a
bizim b u d esenleri g örülebilir ışık tayfı­
n a “çevirm em iz” gerekir. Sağda görülen
akşamsefası çiçeği bize hiçb ir deseni
ve çizgisi olm ayan sarı bir çiçek olarak
görünür. A m a o n u m orötesi ışıkta fo-
toğraflayacak olursanız bird en ortaya
çıkan birço k çizgi g örürsünüz. A lttaki
resim deki d esenler gerçekte beyaz değil,
m orötesi. A ncak bizler m orötesini göre­
m ediğim izden, deseni bizim algılayabi­
leceğim iz b ir ren k te resm etm em iz gere­
kir ki görebilelim ve b u resm i yapan da
siyah ve beyazı kullanm ayı tercih etmiş.
Mavi ya d a h erhangi başka b ir rengi de
kullanabilirdi.
Tayf, m orötesinden so n ra böcekle­
rin bile görem eyeceği çok d aha yüksek
frekanslara d o ğ ru gitm eye devam eder.
X-ışınları m orö tesin d en bile daha “tiz”
b ir “ışık” olarak düşünülebilir. Ve gam a
ışınları d aha d a yüksek frekanslıdır.
Tayfın diğer b ir ucundaysa, k ırm ı­
zıyı b öcekler görem ez am a bizler görebi­
liriz. K ırm ızıdan so nrasına ise “kızılötesi”
denir. Bizler b u dalgaboyunu ısı olarak
hissetsek de görem eyiz (yılanlar, avları­
n ın yerini tespit edebilm ek için kullan­
dıkları kızılötesi dalgaboyuna özellikle
hassastırlar). Sanırım b ir arı kırm ızıya
“tu ru n cu ötesi” diyebilir. K ızılötesinden
daha derin “bas notalar” b azı şeyleri p i­
şirm ek için kullandığım ız m ikrodalga­
lardır. D aha d a derin baslar (daha uzun
dalgaboyları) ise radyo dalgalarıdır.
157
ışık dalgalarındansa radyo dalgalan kullanarak
gördüğ ü ışığın, yani kısm en “yüksek p e rd e ­ yıldızların “fotoğraflarım ” çekerler. K ullandık­
de” olan u çtak i m o rla k ısm en “d ü şü k p erdede” ları alete radyoteleskop denir. Başka bilim ciler­
olan k ırm ızı arasındaki g ö rü n eb ilir renklerin se gökyüzünün fotoğraflarını tayfın diğer u cu n ­
oluşturd u ğ u ta y f ya da “gökkuşağının”, tiz u ç ta ­ da, X -ışınları ban d ın d a çekerler. Tayfın farklı
k i gam a ışın ların d an k alın u çtak i radyo dalga­ uçlarını kullanarak, yıldızlar ve evren hakkında
ların a u zan an çok b ü y ü k b ir tayfın ortasındaki farklı şeyler ö ğrendik. G özlerim izin b üy ü k tay­
kü çü k b ir k ısım la sın ırlı olm asıdır. Tayfın n ere­ fın o rtasındaki sadece k ü çü k b ir yarıkta görebi­
deyse tam am ı b izim gözlerim ize görünm ez. liyor olm ası, bilim sel araçların tespit edebildiği
G üneş ve yıldızlar, “bas” rad y o dalgala­ engin ışık a ralığından sadece incecik b ir b andı
rın d an “soprano” kozm ik ışınlarına dek, tü m görebiliyor olduğum uz gerçeği, bilim in hayal
frekanslarda veya “perdelerde” elektrom anye­ gücüm üzü nasıl harekete geçirebileceğinin h a ­
tik ışın yayarlar. Bizler kırm ızıd an m o ra kadar, rika b ir göstergesi yani g erçeğin büyü sü n ü n g ü ­
daracık g ö rü n eb ilir ışık b a n d ın ın dışındakileri zel b ir örneğidir.
görem esek de, b u g ö rü n m ez ışınları te sp it ed e­ Bir sonraki bölüm de gökkuşağıyla ilgili daha
bilecek araçlarım ız var. 6. b ölüm deki süpernova bile m üthiş bir şey öğreneceğiz. Uzaktaki bir yıl­
resm i, sü p ern o v ad an gelen X -ışınları k ullanıla­ dızdan gelen ışığı tayfına ayrıştırmak bize sadece
ra k çekilm işti. Süpernova resm indeki renkler yıldızın neden yapılmış olduğunu değil kaç yaşın­
de, akşam sefası çiçeğindeki d esenleri g öster­ da olduğunu da söyler. İşte evrenin kaç yaşında ol­
m ek için k ullanılan beyaz gibi yapay renklerdir. duğunu ve ne zaman başladığım anlamamızı sağla­
Bu yapay renkler, X -ışın ların ın farklı dalgaboy- yan kanıtlar bu tarz (gökkuşağı kanıtları türünden)
la rîn ı b elirtecek şekilde kullanılm ışlardır. R ad­ kanıtlardır. Bu size pek m üm kün görünmeyebilir
yo a stro n o m u d en en bilim ciler, X -ışınları ya da ama bir sonraki bölüm de hepsi açığa çıkacak.

159
Haydi Bantu kabilesin­
den bir Afrika söylencesiyle yani
Kongo’nun Boşongo’su ile başlaya­
lım anlatmaya. Başlangıçta karalar
yokmuş, sadece sucul b ir karanlık
ve (bu kısm ı önemli) b ir de tanrı
Bumba varmış. Bumba’nm karnı
ağrımaya başlam ış ve güneşi kus­
muş. Güneşten yayılan ışık karan­
lığı kovm uş ve güneşten gelen ısı
suyun b ir kısm ını k urutup karaları
ortaya çıkarmış. Ancak Bumba’m n
karın ağrısı hâlâ geçmemiş, b u defa
da ayı, yıldızları, hayvanları ve in ­
sanları kusmuş.
Birçok Ç in varoluş efsanesi
ise, Pan G u d enen k im i zam an k ö ­
pek kafalı, kıllı dev b ir adam ola­
rak resm edilen b ir karakter içerir.
İşte size P an G u söylencelerinden
bir tanesi. Başlangıçta C ennet ve
Yeryüzü arasında belirgin b ir ay­
rım yokmuş: h e r şey siyah büyük
b ir yum urtayı çevreleyen yapış
yapış bir çorbadan ibaretm iş. Yu­
m u rtan ın içinde kıvrılıp uyuyan
Pan Gu’ymuş. Pan G u y u m u rta­
n ın içinde 18.000 yıldır uyum ak­
taymış. Sonunda uyandığında
yum urtad an k u rtulm ak istemiş,
baltasını alıp yolunu açm aya k o ­
yulmuş. Y um urtanın içinden çı­
kan bazı şeyler ağırm ış ve b atarak
Yeryüzü’n ü oluşturm uş. Bazı şeyler
ise hafifm iş ve yüzerek gökyüzünü
oluşturm uş. Bir sonraki 18.000 yıl
boyunca y eryüzü ve gökyüzü g ü n ­
de 3 m etre hızla şişmişler.

161
H ikayenin bazı versiyonlarına göre Pan
G u gökyüzünü ve yeryüzünü birbirlerinden
uzağa itm iş ve b u n u yaparken o kadar yorul­
m uş k i so nrasında ölm üş. Pan G u’n u n çeşitli kı­
sım ları d aha sonra evrenin bildiğim iz kısm ını
oluşturm uş. Nefesi rüzgar, sesi yıldırım ; gözle­
rin in b iri ay b iri yıldız, kasları tarla, dam arları
yol olm uş. Teri yağm ur, saçları yıldız olmuş. İn ­
sanlar da b ir zam anlar o n u n b edeninde yaşa­
yan bitler ve pirelerin torunlarıym ış.
Bu arada yeryüzünü ve gökyüzünü birbirin­
den ayıran Pan Gu’n u n hikayesi (büyük ihtimalle
bir alakalan yok ama) Yunan söylencelerindeki,
gökyüzünü tutan Atlas'ın hikayesine benziyor
(gerçi Atlas tu h af bir biçimde resim lerde ve hey­
kellerde genellikle omuzlarında gökyüzünü değil
de Dünya’nın kendisini taşırmış gibi gösterilir).
162
Şimdi de Hindistan'ın birçok varoluş söylen­ lu (Zulu'ların tanrısı) veya Abassie (Nijerya) veya
cesinden birine bakalım. Zam anın başlangıcından “G ökyüzündeki Yaşlı Adam” (Kanada’daki yerli
önce, yüzeyinde dev bir yılanın kıvrılıp oturduğu Saliş kabilesinin tanrısı) olsun evren varolm adan
engin bir hiçlik okyanusu varmış. Yılanın kıvrım­ önce b ir çeşit yaratığın v ar olduğunu varsaym ala­
ları arasında Lord V işnu uyurmuş. Sonunda Lord rı b eni hayal kırıklığına uğratıyor. Ö nce bir çeşit
Vişnu, hiçlik okyanusunun dibinden gelen derin bir evrenin var olm ası ve yaratıcı bir ru h u n işe k o ­
uğultuyla uyanmış ve göbeğinden b ir nilüfer çiçeği yulabilm esi için b u evrenin on a m ekan olm ası
çıkmış. Nilüfer çiçeğinin ortasında Vişnu’n u n hiz­ gerektiğini düşünm ez misiniz? Bu söylencelerin
metkarı Brahm a oturuyorm uş. Vişnu, Brahma’ya hiçbiri evrenin yaratıcısının en başta kendisinin
dünyayı yaratmasını buyurm uş. Brahma (ki genelde erkek olur b u tanrı) nasıl var ol­
emri hem en yerine getirmiş. Ne demek, duğuna d air bir açıklama getirmezler.
derhal! Ve eh değmişken tü m canlıları da Dolayısıyla b u söylencelerle pek
yaratmasını istemiş. Elbette, hemen! bir yere varamayız. Şim di gelelim ev­
Bu söylencelerin, B um ba ya da renin nasıl başladığının, bildiğim iz
B rahm a ya da Pan G u veya U nkuluku- gerçek hikayesine.
164
Bİl İ m c İ ler İn , g erçek l İğ İn nasil olabileceğine Bazı bilimciler zamanın kendisinin de b ü ­
dair “m odeller” düşü n erek çalıştıklarını 1. b ö ­ yük patlam a ile başladığını ve bu nedenle, Kuzey
lüm den hatırlıyor m usunuz? D aha sonra bu m o ­ K utbunun kuzeyinde n e var diye sormadığımız
dellere dayanarak ne görm em iz ya da 11e ölçm e­ gibi, büyük patlam adan önce ne olm uştu sorusu­
m iz gerektiğine d air öngörülerde bulunup h er bir nu da sorm am am ız gerektiğini söyleyecektir. A n­
m odelin doğ ru olup olm adığını test ediyorlardı. lamadınız mı? Ben de öyle. Ama kısmen anladı­
Y irm inci yüzyılın o rtalarında evrenin nasıl oluş­ ğım bir şey var o da büyük patlam anın olduğuna
tuğuna d a ir iki rakip m odel ortaya atıldı, b unlar­ ve ne zam an olduğuna dair kanıtlar. Bu bölüm bu
dan biri “sabit evren” m odeli, diğeri ise “büyük kanıtlarla ilgili.
patlam a” modeliydi. Sabit evren m odeli çok ze­ Ö nce galaksi ne dem ek, o nu açıklamalıyım.
kice ortaya konm uş b ir m odeldi ancak doğru 6. bölüm deki futbol benzetm esinde görm üş o l­
olm adığı ortaya çıktı. Yani b u m odele dayanarak duğum uz üzere, Güneş’in yörüngesindeki geze­
yapılan ö n görülerin yanlış olduğu görüldü. Sabit genlerin uzaklıklarıyla karşılaştırılınca, yıldızlar
evren m odeline göre b ir başlangıç hiç olm am ıştı: arasındaki mesafe akıl alm az derecede fazladır.
ezelden beri evren şu anki b içim inde varolm uştu. Ancak yıldızlar n e k adar uzakta dıırsalar d a g ru p ­
Ö te yandan büyük patlam a m odeli ise evrenin lar halinde küm elenm işlerdir ve bu gruplara ga­
belirli b ir zam anda, farklı b ir patlam a ile başladı­ laksi denir. İşte galaksilerin bir resmi:
ğı fikrini ortaya atıyordu. Büyük p atlam a m odeli­
ne göre yapılan ö ngörüler doğrulanm aya devam
etti ve böylece çoğu bilim ci tarafından b u m odel
genel olarak kabul edilm iş hale geldi.
Büyük patlama m odelinin m od ern versiyo­
n una göre gözlem lenebilir tü m evren 13 ila 14 mil­
yar yıl önce b ir patlam a sonucu var oldu. Neden
“gözlemlenebilir” diyorum ? “Gözlem lenebilir ev­
ren”, varlığına dair herhangi b ir kanıtım ız olan her
şeyi ifade ediyor. Bizim algımızın ve araçlarım ızın
ulaşamadığı başka evrenler olm ası m üm kün. Kimi
bilimciler, belki biraz da hayal gücüyle, “çoklu ev­
ren" olabileceğine dair tahm inlerde bulunuyorlar:
bizim evrenim izin “kabarcıklarından” sadece bi­
rini oluşturduğu, evrenlerden oluşan bir “sabun
köpüğü”... Ya da belki de gözlemlenebilir, bizim
de bir parçası olduğum uz ve varlığına d air d oğ ru ­
dan kayıtlarım ızın olduğu evrenim iz varolan tek
evrendir. H er şekilde, bu bölüm de anlattıklarım ı
gözlemlenebilir evren ile sınırlandıracağım . Göz­
lemlenebilir evren, büyük patlam a ile başlamış gö­ H er b ir galaksi aslında milyarlarca yıldız ile
rünüyor ve bu fevkalade olay 14 milyar yıldan az gaz ve toz bulutundan oluşm uş'beyaz bir girdap
bir süre önce m eydana gelmiştir. gibi görünüyor.

165
Bizim G üneş’im iz Sam anyolu d enen ga­ da işaretli olduğu bir resim tasvirini yukarıda gö­
laksiyi oluşturan yıldızlardan sadece birisidir. rebilirsiniz. “Güneş” diye işaretlenm iş çünkü bu
Sam anyolu denm esinin nedeni, bizim karanlık ölçekte G üneş ve gezegenleri arasındaki mesafeyi
gecelerde galaksiyi sadece belli b ir açıdan görüp, ayırt e tm ek m üm kün değil.
galaksinin ancak b ir kısm ını gözlem leyebilm em iz Bu ise (sağda), h er biri, tıpkı bizim
ve on u n gökyüzünde uzanan gizemli b ir beyaz Sam anyolu’m uz gibi, m ilyarlarca yıldız kümesi
çizgi ya da patikaya benzem esidir. Gerçekte ne olan yüzlerce galaksinin bir teleskop aracılığıyla
olduğunu farkedene k adar o n u b ir ö bek u zun b u ­ çekilmiş, çizim olm ayan gerçek bir fotoğrafı. Bu
lutla karıştırabilirsiniz am a farkettiğinizde huşu fotoğrafa h er baktığım da, bu h er bir küçük ışık
içinde kalır, söyleyecek söz bulam azsınız. Bizler lekesinin Samanyolu gibi büsbütün bir galaksi ol­
Samanyolu galaksisinin içinde olduğum uzdan duğunu düşünüp şaşırm aktan kendim i alam ıyo­
onu tü m ihtişam ıyla görem eyiz am a dışarıdan rum . A m a gerçek bu. Evren, yani bizim gözlemle­
nasıl görün d ü ğ ü n e d air bizim konum um uzun nebilir evrenim iz, ç ok büyük b ir yer.

166
Bir sonraki önemli nokta da şu. H er bir galak­ Şimdi parmağınızın yerine, gözlerinizin biri­
sinin bizden ne kadar uzakta olduğunu ölçmemiz ni kapayıp öbürünü açmayı ve bunu tekrarlamayı
müm kün. Nasıl mı? Evrendeki herhangi bir şeyin karanlık gökyüzündeki b ir yıldıza bakarken yapın.
ne kadar uzakta olduğunu nasıl m ı biliyoruz? Ya­ Yıldız en ufak bir hoplama belirtisi göstermeyecek­
kındaki yıldızlar için en iyi yöntem “paralaks” yani tir. Ç ünkü bunun için fazla uzaktadır. Bir yıldızı
ıraklık açısı yöntemidir. Parmağınızı yüzünüzün “hoplatmak” için gözleriniz arasındaki mesafenin
önünde tutun ve ona sol gözünüzü kapatıp bakın. milyonlarca kilometre olması gerekirdi! Birbirin­
Şimdi sol gözünüzü açm ve sağ gözünüzü kapatın. den milyonlarca kilometre uzakta duran gözleri
Gözlerinizin birini açıp birini kapamaya devam et­ kapatıp açarak oluşacak etkinin aynısını nasıl ya­
tikçe parmağınızın konum unun b ir oraya bir bura­ ratırız? Dünya’n ın G üneş etrafındaki yörüngesinin
ya zıplıyormuş gibi yer değiştirdiğini göreceksiniz. 300 milyon kilometre çapmda olduğu gerçeğinden
Parmağınızı daha da yakma getirirseniz bu hopla­ faydalanabiliriz. Yalan bir yıldızın, arkasındaki yıl­
m alar daha da büyüyecektir. Parmağınızı uzaklaş­ dızlara göre k onum unu tespit ederiz. Altı ay sonra,
tırırsanız b u hoplamalar da küçülecektir. Tek bil­ yani Dünya yörüngenin öteki tarafına doğru 300
m eniz gereken gözlerinizin birbirine olan uzaklığı, milyon kilometre yer değiştirdiğinde yıldızın görü­
böylece bu hoplam aların büyüklüğünü kullanarak nen konum unu tekrar ölçeriz. Eğer yıldız yeterince
gözlerinizle parm ağınız arasındaki uzaklığı hesap­ yakındaysa konum u “hoplamış” olacaktır. Bu hop­
layabilirsiniz. Uzaklıkları hesaplamak için kullanı­ lam anın uzunluğunu ölçerek o yıldızın ne kadar
lan paralaks yani ıraklık açısı yöntem i işte budur. uzaklıkta olduğunu kolayca hesaplayabiliriz.
M aalesef paralaks yöntem i sadece yakında­ larlar. Yani görünen parlaklıklarım değil, gerçek
ki yıldızlar için geçerlidir. U zak yıldızlar ve diğer parlaklıklarını, ışıklarının (ya da X-ışınlarının
galaksiler için “gözlerim iz” b irb irin d en 300 m il­ veya bizim ölçebileceğimiz herhangi bir başka
yon kilom etreden çok daha uzakta durm alıdır. radyasyon tü rü n ü n ) teleskoplarım ıza u laşm adan
Başka b ir yöntem b ulm am ız gerekir. B unu b ir ga­ önceki yoğunluklarını bilebilirler. Ayrıca b u özel
laksinin ne k ad ar p arlaklıkta ışıldadığını ölçerek “kandilleri” nasıl tespit edebileceklerini d e bilirler
yapabileceğinizi düşünebilirsiniz: elbette daha ve böylece astronom lar bir galakside bunlardan
uzaktaki b ir galaksi y akındakinden daha soluk birini bulabildikleri sürece, sağlam m atem atiksel
olacaktır değil m i? Bu yaklaşım la ilgili so ru n şu denklem lerin de yardım ıyla o galaksinin ne k a ­
ki farklı galaksiler gerçekten de farklı parlaklık­ d ar uzakta olduğunu tahm in edebilirler.
larda olabilirler. Bu b ir lam banın n e k ad ar uzakta Yani elimizde çok kısa mesafeler için pa-
olduğunu tah m in etm eye benzer. Bazı lam balar ralaks dediğim iz yöntem v ar ve bir de giderek
diğerlerinden daha parlaktır. Uzaktaki p arlak b ir artan büyük mesafeleri ölçm ek için çeşitli stan­
lambaya m ı yoksa yakındaki soluk b ir lambaya d art kandillerin bulunduğu “merdiven” var, ki bu
m ı baktığım ızı nasıl anlayacağız? yöntem le çok uzak galaksilere kadar mesafeleri
Neyse ki astronom ların “sta n d a rt kandil” bile ölçebiliyoruz.
dedikleri özel birtakım
Gökkuşağı ve kırmızıya kayma
Evet şim di galaksi ned ir ve bize olan uzaklığı nasıl
bulunur biliyoruz. Sıradaki adım için 7. bölüm de
tanıştığım ız gökkuşağının ışık tayfından yararlan­
m am ız gerekecek. Bir keresinde, bilim cilerin onla­
ra göre gelmiş geçmiş e n önem li icadın n e olduğu­
nu söyledikleri b ir kitabın b ir bölüm üne katkıda
bulunm am istenmişti. Ç ok eğlenceliydi am a par­
tiye biraz geç katıldığım için bü tü n bilindik icatlar
çoktan kapılmıştı: tekerlek, m atbaa, telefon, bilgi­
sayar vb. Böylece başka kim senin seçm ediğinden Yıldız ışıklarının Dünya’d a hiçbir zam an
aşağı yukarı em in olduğum b ir araç seçtim ve ger­ görm ediğim iz, çeşitli tu h a f renkler içerdiği a n ­
çekten de herkesin kullandığı b ir araç olm asa bile lam ına m ı gelir bu? Hayır, kesinlikle öyle değil.
(ki itiraf etmeliyim b en de hiç kullanm adım ) çok Dünya’d a gözlerinizin görebileceği tüm renkleri
önem li bir araçtır bu; spektroskop yani tayfölçer. zaten gördünüz. B unu biraz hayal kırıcı m ı b u ­
Tayfolçer b ir gökkuşağı m akinesidir. Eğer luyorsunuz? Ben ilk duyduğum da öyle olduğunu
bir teleskopa bağlı b ulunursa belli b ir yıldızdan düşünm üştüm . Çocukken H ugh Lofting’in D ok­
ya da galaksiden gelen ışığı alıp, Newton’u n p riz­ to r D olittle kitaplarını severdim . Bu kitaplardan
m alarıyla yaptığı gibi tay f oluşturacak şekilde da­ b irinde doktor aya gider ve de gördüğü yepyeni,
ğıtır. A m a N ewton’u n p rizm aların d an b iraz daha insan gözleri tarafından daha önce görülm em iş
karm aşıktır çünkü tayfına ayrıştırılan yıldız ışığı renkler karşısında m est olur. Bu düşünceyi sev­
üzerin d en isabetli ölçüm ler yapm anızı m üm kün m iştim . Bilindik D ünya’m ızın evrendeki diğer
kılar. N eyin ölçüm leri? Bir gökkuşağında ölçüle­ h e r şeyi tipik olarak yansıtm ıyor olabileceği fikri­
cek ne v a r ki? İşlerin gerçekten ilginçleşmeye baş­ ni heyecan verici bulm uştum . A m a m aalesef fikir
ladığı kısım işte burası. Farklı yıldızlardan gelen heyecan verici olsa d a öykü doğru değildi, doğru
ışığın ürettiği “gökkuşakları” kim i yönleriyle olamazdı da. Bu çıkarım ın kaynağı, Newton’u n
b irbirlerinden farklıdır ve b u bize yıldız­ keşfinden geliyor, yani beyaz ışığın gördüğüm üz
lar hak kın d a çok şey anlatabilir. tü m renkleri içerdiği ve beyaz ışık b ir prizm a ta ­
rafından dağıtıldığında bütün renklerin ortaya
çıktığı keşfinden. Bu aralıkta bildiklerim izin d ı­
şında bir renk yok. S anatçılar çok sayıda farklı tür
ve tonda renk oluşturabilirler ancak tü m bunlar
beyaz ışığın tem el bileşenlerinin b ir kom binas­ G üney İngiltere’deki Salisbury şehrinde o ku­
yonu olacaktır. Kafam ızın içinde gördüğüm üz la giderken, parlak kırm ızı renkteki okul şapka­
renkler aslında sadece beynim iz tarafından ışığın m ın sarı sokak lambası ışığındaki tu h af g örünü­
farklı dalga boylarını tanım lam ak için u ydurul­ şünden düpedüz büyülenm iştim . A rtık kırm ızı
m uş birer etikettir. Burada, yani D ünya’da tü m değil, sarım sı bir kahverengi gibi görünüyordu.
aralıklardaki farklı dalgaboylarıyla karşılaştık bile. Keza parlak kırm ızı renkteki iki katlı otobüsler
Ne ayın n e de yıldızların ren k k o nusunda yapacak de öyleydi. N edeni şuydu. O zam anlar diğer pek
bir sürprizleri yok. N e yazık ki öyle. çok İngiliz kenti gibi Salisbury’de de sokak lam ­
Peki öyleyse farklı yıldızlar spektroskop yani baları için sodyum buharı lam baları kullanılıyor­
tayfölçer ile ölçebileceğimiz farklı gökkuşakları du. Bu lam balar tayfın sadece sodyum un k endine
üretirler derken neyi kastediyorum ? Öyle g örünü­ has çizgileriyle sınırlanm ış d ar b ir aralığında ışık
yor k i yıldız ışığı b ir tayfölçer tarafından dağıtıldı­ yayıyordu. Sodyum un en parlak çizgileri açık ara
ğında, tayfın kim i yerlerinde ince siyah çizgilerden sarıda bulunur. H angi açıdan bakılırsa bakılsın
oluşan tu h a f örü n tü ler m eydana gelir. Ya da bazen sodyum ışığı saf bir sarı ışıkla parlar, beyaz güneş
b u çizgiler siyah değil renkli olu r ve siyah olan ar- ışığından ya da sıradan bir elektrik am pulünün
kaplandır. Birazdan bu farkı açıklayacağım . Çizgi­ belli belirsiz sarım tırak ışığından çok farklıdır.
lerin o luşturduğu desen gerçekten d e b ir çubukko- Sodyum lam balarından gelen ışıkta gerçekte kır­
da (barkod) b enzer çünkü yıldız ve yıldızın neden m ızı ışık bulunm adığından, şapkam tarafından
m eydana geldiği hakkında bize çok şey anlatır. yansıtılacak bir kırm ızı ışık da yoktu. Eğer bir şap­
Ç ubukkod çizgilerini o luşturan sadece yıl­ kayı ya da b ir otobüsü başta kırm ızı yapanın ne
dız ışığı değildir. L aboratuarda incelem e im kanı olduğunu m erak ediyorsanız, cevap kırm ızı h ariç
bulduğum uz üzere D ünya üzerindeki ışıklar da neredeyse geri kalan tüm renklerdeki ışığı soğu­
çubukkod oluşturur. Bu çubukkodları ortaya çı­ ran boya m olekülleridir. Yani tüm dalgaboylarmı
karan ise farklı elem entlerdir, ö rn e ğ in sodyum içeren beyaz ışığın diğer tüm dalgaboyları m adde
tayfın sarı k ısm ında baskın çizgiler oluşturur. tarafından emilir, çoğunlukla kırm ızı ışık yansıtı­
Sodyum bu h arın d an b ir elektrik arkı geçirildiğin­ lır ve cisim kırm ızı görünür. Sodyum buharlı so­
de oluşan sodyum ışığı sarı renkte parlar. B unun kak lam balarından gelen ışıkta ise yansıtılabilecek
nedeni fizikçiler tarafından anlaşılm ıştır ancak b ir kırm ızı ışık yoktur, dolayısıyla cisim sarım tı­
ben anlayam ıyorum çünkü k u antum teorisini a n ­ rak kahverengi görünür.
lamayan b ir biyologum.

171
o o o o o o o o o o o o o o

089
069
620
630
640

660
670
610

650
410
420
430
'T^-'T'^-'^-'^-Lrıu-ıınu-ıınLnLnLn
1 H Hidrojen

Sodyum sadece örneklerden birisidir. H er ele­ siyah arkaplanda renkli, (alt kısm ında) renkli ar-
m entin k endine has “atom num arasına” yani kaplanda siyah çizgiler olarak gözüküyorlar. Bun­
çekirdeğindeki p roton sayısı (ve aynı zam anda lardan siyah arkaplan üzerinde renkli olanına
çekirdeğin etrafındaki yörüngelerdeki elekt­ yayım (yansıtma) tayfı, renkli arkaplan üzerinde
ron sayısı) olan b ir num araya sahip olduğunu siyah g örünenine ise soğurm a tayfı denir. Bunlar­
4. B ölüm den hatırlayacaksınız. îşte b u yörünge­ dan hangisini elde ettiğiniz, söz konusu elementin
lerdeki elektronlarla ilgili sebeplerden ö tü rü her ışıklı parladığına m ı (sodyum sokak lam baların­
elem entin ışık ü zerinde k endine özgü b ir etki­ da olduğu gibi sodyum elem entinin parlaması)
si vardır. Tıpkı çubukkod gibi . . . aslında yıldız yoksa ışığın önüne m i geçtiğine (sıklıkla bir ele­
ışığı tayfındaki çizgi desenleri d e aşağı yukarı bir m entin bir yıldızda var olm ası durum unda oldu­
çubukkoddur. Yıldızdan gelen ışığı tayfölçer ile ğu gibi) göre değişir. Aradaki fark üzerinde fazla
dağıttığınızda ortaya çıkan çubukkod çizgilerine durm ayacağım . Ö nem li olan h er iki durum da da
bakarak o yıldızda 92 doğal elem entten hangile­ çubukların, tayfın aynı noktalarında oluşmaları.
rinin b ulun d u ğ u n u belirleyebilirsiniz. Herhangi b ir elem ent için, çizgiler renkli ya d a si­
İstediğiniz herhangi b ir elem enti seçip tayf- yah olsun, çubukkodun deseni aynıdır.
sal çubukkoduna bakabileceğiniz b ir web sitesi Diğer bir karm aşık detay ise, bazı çubukla­
var: www.booksattransworld.co.uk/dawkins-ele- rın diğerlerinden daha belirgin oluşu. Bir yıldız­
ments Bu sitede im leci hareket ettirerek istediği­ dan gelen ışığa tayfölçer ile bakıldığında genel­
niz elem ente gelebilirsiniz. Elem entler hidrojen­ likle sadece çok belirgin olan çubukları görürüz.
den başlayıp giderek artan atom num aralarına Ancak b u web sitesinde, genellikle yıldız ışığında
göre sıralanmışlar. görülm eyen am a laboratuarda görebileceğimiz
Ö rneğin y ukarıda b u sitede hidrojen, yani 1. zayıf çizgiler de dahil olm ak üzere tü m çizgileri
elem ent (çünkü hatırlarsanız hidrojenin sadece görebiliyoruz. Sodyum ışığı sarıdır ve tayfın sarı
bir protonu vardı) için bulu n an resm i görebilir­ bölgesinde belirgin çubuklar oluşturur, deseni
siniz. G ördüğünüz gibi hidrojen, biri tayfın m or çubukkoda daha da çok benzeten diğer çizgile­
bölgesinde, biri koyu mavi, biri soluk mavi ve biri rin varlığı ilginç olsa d a pratik nedenlerden ö türü
de kırm ızıda olm ak üzere d ö rt çubuk oluşturuyor onları görm ezden gelebilirsiniz.
(farklı renklerin dalgaboyları da en üstte verilmiş). Aşağıda ise üç belirgin çubukkod çizgisiyle
Bu web sitesindeki resim leri anlam ak için sodyum un yayım tayfını görebilirsiniz. Sarı olanın
kafa karıştırıcı olabilecek bazı detayları netleştir­ nasıl d a baskın olduğunu görebilirsiniz.
m em iz gerekiyor. Öncelikle çubukların ortaya çık­ İşte böyle h er elementin farklı bir çubukkod
m a biçim lerine dikkat edin: (resm in üst kısm ında) deseni vardır. Herhangi bir yıldızdan gelen ışığa

Mavi Kırmızı
172 A r t a n d a lg a b o y u
w
Dünya'da Sodyum un tayfı
II
■0 Yakın galakside
11
»
Uzak Galakside

Artan dalgboyu
11
Mavi

bakarak o yıldızda hangi elem entlerin olduğunu elemente ait aynı kendine has konumlanış desenini,
anlayabiliriz. Kabul etm ek gerekiyor ki bu epey kar­ tümüyle kırmızı uca doğru kaymış olarak görüyoruz.
m aşık çünkü birçok farklı elem entin çubukkodları- Dahası herhangi bir galaksi için, tüm çubukkodlar
n ın bir araya gelip karm a karışık olması söz konusu. tayf üzerinde aynı miktarda kaymaya uğrarlar.
Ama onları d a ayıklam anın yolları var. Bu tayfölçer Eğer aşağı yukarı bizim galaksimize yakın (ya­
ne harika b ir araç! kın derken, bir önceki paragrafta bahsettiğim çok
Şim di işler daha da ilginçleşecek. Karşı say­ uzaktaki galaksilere oranla yakın am a bizim kendi
fada altta gördüğünüz sodyum tayfı b ir Salisbury Samanyolu galaksimizdeki yıldızlardan uzaktaki)
sodyum lam basına ya da çok da uzakta olm ayan b ir galaksiden gelen ışığın sodyum çubukkodunu
bir yıldızdan gelen ışığa bakarken gördüğünüz gösteren ortadaki resm e bakacak olursanız orta
tayftır. G ördüğüm üz yıldızların çoğu, örneğin miktarda bir kayma görürsünüz. Sodyum un imza­
bilindik burçlar kuşağı takım yıldızları, bizim ga­ sı olan aynı konum lanış deseninin, bu kez çok da
laksim izde bulun u rlar ve bu gördüğünüz resim bu kaymamış olduğunu görürsünüz. İlk çizgi koyu
yıldızlardan b irin d en gelen sodyum ışığı tayfıdır. maviden uzağa ötelenm iştir am a yeşile k adar değil
Ancak eğer farklı b ir galaksideki yıldızın sodyum sadece açık maviye kadar. Sarıdaki (bir araya gele­
tayfına bakıyorsanız, oldukça farklı b ir resim gö­ rek Salisbury sokak lam balarının sarı rengini oluş­
rürsünüz. Bu sayfanın başında biri D ünyadan (ya turan) iki çizgi de aynı yönde, tayfın kırm ızı ucuna
da yakındaki b ir yıldızdan gelen), diğeri ise ya­ doğru ötelenmiştir. A m a çok d aha uzak olan galak­
landaki b ir galaksiden ve sonuncusu da çok u zak siden gelen ışıktaki kadar d a değil, sadece biraz t u ­
bir galaksiden olm ak üzere üç farklı yerden gelen runcu bölgeye girmiştir.
sodyum ışığının çubukkod desenini görebilirsiniz. Sodyum örneklerden sadece b ir tanesi. Diğer
Önce en alttaki, çok uzak bir galaksiden gelen herhangi bir element de, tayfın üzerinde kırmızı
sodyum ışığının çubukkod desenine bakın ve onu yönüne doğru aynı kaymayı gösterir. Galaksi ne k a­
en üstteki D ünya üzerinde üretilmiş bir sodyum dar uzaktaysa, kırmızıya doğru kayma da o kadar
ışığının çubukkod deseniyle karşılaştırın. Çubukla­ büyük olur. Buna “Hubble kayması” denir çünkü
rın birbirlerinden aynı uzaklıklarda konumlanmış büyük Amerikalı astronom Edwin Hubble tarafın­
olduğunu göreceksiniz. Ancak en alttakinde tüm dan keşfedilmiştir. Bu arada, Edvvin Hubble’ın ismi
desen tayfın kırmızı ucuna doğru kaymıştır. Peki ölüm ünden sonra aynı zamanda, 167. sayfadaki
bunun hâlâ sodyum olduğunu nerden biliyoruz öy­ gibi çok uzak galaksilerin resm ini çeken Hubble te­
leyse? Cevap çubukların arasındaki uzaklıkların aynı leskopuna da verilmiştir. Aynı zam anda “kırmızıya
oluşundadır. Bu sadece sodyum için geçerli olsaydı kayma” ya da “kızıla kayma” olarak da adlandırılır
pek de ikna edici olmayabilirdi. Am a aynı şey tüm çünkü tayftaki kaym anın yönü kırm ızının bulun­
elemender için geçerlidir. H er seferinde söz konusu duğu tarafa doğrudur.

173
Büyük patlamaya doğru geri sarım
Peki kırm ızıya kaym a ne anlam a geliyor? Neyse biliyorsunuz, p eki öyleyse n eden ses kalınlaşı­
ki bilim ciler b u k on u y u iyice anlam ış b ulu n u y o r­ yorm uş g ibi duyulur? Cevap: d oppler etkisinden
lar. Kırm ızıya kaym a “D op p ler kaym ası” denilen dolayı ve açıklam ası d a şöyle.
olgu n u n b ir örneği. D op p ler kaym ası dalgaların Ses havada değişen hava basıncı dalgaları
ve önceki b ö lü m d e görd ü ğ ü m ü z gibi dalgalardan şeklinde seyahat eder. Bir araba m o to ru n u n ya
oluşan ışığın b u lu n d u ğ u h e r d u ru m d a oluşabilir. da tro m p etin diyelim (çünkü tro m p eti dinlem esi
Sıklıkla “D op p ler etkisi” olarak d a isim lendirilir m o tordan dah a keyiflidir) tınısını dinlediğiniz­
ve bize d a h a çok ses dalgalarıyla ilgili ö rn ek ler­ de, ses dalgaları sesin kaynağından tü m yönlere
d en ta n ıd ık gelir. Bir yol kenarında arabaların d o ğru havada ilerler ve beyniniz bunu ses ola­
yüksek h ızda vızıldayarak geçm esini izlerken, ra k algılar. Trom petten yayılıp kulağınıza kadar
h e r b ir araba m o to ru n u n sesi sizi geçtikten sonra gelenin hava m olekülleri olduğunu dü şü n m e­
kalınlaşıyorm uş gibi duyulur. A slında araba m o ­ yin. Ç ünkü hiç de öyle değil: o d ü şü ndüğünüz
to ru n u n to n u n u n değişm ediğini, aynı kaldığını şey rüzgar o lurdu ve rüzgar sadece tek b ir yönde
174
seyahat ed erk en ses d alg alan tü m yönlere d oğ ru Su birikintisinde seyahat e den ise, yüzeyde­
seyahat ederler, tıpkı b ir su birik in tisin e taş a ttı­ ki suyun yükseklik değişim leri şeklinde ilerleyen
ğınızda yüzeyde o luşan d algalar gibi. dalgadır. O nu dalga yapan şey, atılan taştan d o ­
A nlam ası en kolay dalga M eksika dalgası layı etrafa kaçışan su m olekülleri değildir. Tıp­
denilen, bü y ü k sp o r salonlarında ve stad y u m ­ kı stadyum daki insanlar gibi su m olekülleri de
larda insan ların sırayla, kendin d en önceki (sol yukarı aşağı hareket etm ektedirler. Tam olarak
taraflarındaki diyelim) kişin in h em en ardın d an taştan uzağa kaçışan hiçbir şey yoktur. Ö yley­
ayağa kalkm ası ve o turm asıyla olu ştu ru lan dal­ m iş gibi g ö rünür çünkü su yüzeyindeki yüksek
gadır. Bir k alkm alar ve o tu rm alar dalgası tü m ve alçak noktaların hareketi açılarak dışa doğru
stadyum u seri b ir şekilde dolaşır. Kim se gerçek­ devam eder.
te y erinden k ıpırdam az am a dalga tü m stadı kat
eder ve aslına bakarsanız, b u n u b ir in sa n ın koşa­
bileceğinden çok d a h a hızlı b ir şekilde yapar.
175
Ses dalgalan ise bu n d an biraz daha farklı­
dır. Ses dalgalarının d u ru m u n d a seyahat eden şey,
değişen hava basıncı dalgasıdır. Hava m olekülleri
eden
sırasıyla, b ir m iktar trom petten uzağa ve tro m p e­
d a lg ;
te d oğ ru (ya da artık ses kaynağı h e r neyse) ileri
t e p e c ik le ­
ve tekrar geri hareket ederler. O n lar b u n u y apar­
rini, yamacın
ken kom şu hava m oleküllerine çarparlar ve o n ­
başında hareketsiz
ların da ileri geri b ir harekete başlam alarına n e ­
duruyor olsaydınız
d en olurlar. Bu sefer o n lar d a k endi kom şularına
o zam an yapacağından
çarparlar ve böylece so nunda b irbirlerine çarpan
daha hızlı bir şekilde toplar.
m oleküller dalgası yani diğer b ir anlam da deği­
Böylece trom petin tınısı size, g er­
şen basınç dalgası, tro m p etten uzağa doğ ru tüm
çekte olduğundan daha tiz gelecektir.
yönlerde yayılır. İşte tro m p etten kulağınıza kadar
D aha sonra siz trom petçinin yanından
seyahat eden d e b u dalgadır, hava m oleküllerinin
kayıp geçince, kulağınız birbirini takip eden
kendisi değil. Dalga, ses kaynağının tro m p et m i
dalga tepeciklerine daha yavaş bir hızda çarpa­
yoksa insan sesi m i ya da b ir araba m ı olduğun­
caktır (sanki dalgalar daha aralıklı geliyorlarmış
dan bağım sız olarak sabit b ir hızla hareket eder:
gibi, çünkü ses dalgası da kızağınızın hareket e t­
havada yaklaşık olarak saatte 1236 kilom etre
tiği y öne doğru seyahat etm ektedir), böylece n o ­
(suyun altında dö rt kat ve bazı katilarda ise d aha
tan ın duyulan tınısı gerçekte olduğundan daha
bile hızlı hareket eder). Eğer trom petinizde tiz bir
kalın olacaktır. Aynı şey siz sabit durduğunuzda,
n ota çalacak olursanız ses dalgalarının hızı aynı
am a sesin kaynağı hareket ettiğinde de gerçekle­
kalır ancak dalga tepecikleri arasındaki mesafe
şir. Gerçek m i değil m i bilm iyorum am a şu gü­
(dalgaboyu) kısalır. Kalın b ir n o ta çalarsanız te­
zel bir hikayedir: Bu etkiyi keşfeden AvusturyalI
pecikler arasındaki m esafe arta r am a sesin hızı
bilim ci C hristian D oppler’in etkiyi göstermeleri
yine aynı kalır. D em ek ki tiz notaların dalgaboyu,
kalın olanlardan d aha kısaymış.
Ses dalgası dediğim iz şey işte budur. Şim di gele­
lim D oppler kaym asına. Bir tro m petçinin karlı bir
yam açta u zun ve aralıksız b ir n o ta çaldığını d ü şü ­
nün. Bir kızağa b iniyorsunuz ve trom p etçin in ya­
nın d a n hızla kayıp geçiyorsunuz (bu örnekte bir
araba değil de kızak seçtim çünkü kızak sessizdir,
böylece trom peti duyabilirsiniz). N e duyardınız?
Birbirini takip eden dalga tepecikleri, tro m p et­
çinin çalm ayı seçtiği notaya bağlı olarak oluşan
aralıklarla trom peti terkediyorlar. A m a siz tro m ­
petçiye d oğru kayarken, kulağınız b irbirini takip

176
için b ir b an d o takım ı kiralayıp ü stü açık b ir trene tam tersi b andonun üniform ası hafifçe kırm ızıya
bindirdiği rivayet edilir. B una göre b an d o takım ı­ d oğru kayacaktır.
n ın çaldığı n ota, tre n in izleyici kitlesini geçmesiy­ Bu örnekle ilgili tek bir yanlışlık var. Sizin bu
le a niden d aha a lt b ir perdeye düşüverm işti. maviye ya da kırmızıya kaymaları farkedebilmeniz
Işık dalgalarıysa d ah a da farklıdır, tam ola­ için trenin saatte milyonlarca kilom etre hızla se­
rak ne M eksika dalgasına ne de ses dalgalarına yahat ediyor olm ası lazım. Trenler Doppler etkisi­
benzerler. A m a onların da kendilerine has bir n in renkler üzerinde farkedilebilmesi için gereken
D oppler etkisi bulunur. Tayfın kırm ızı u cunun, hızın yakınına bile yaklaşamazlar. A m a galaksiler
mavi uc undakinden d aha u zun dalgaboylarına bunu yapabilir. Sayfa 172’d eki resim de sodyum
sahip olduğunu, yeşilin ise ortad a olduğunu h a ­ çubukkod çizgilerinin konum larının açıkça tayfın
tırlayın. C h ristian D oppler’in tren in d ek i b a n d o ­ kırm ızı ucuna doğru kaymış olm asından görebi­
cuların hepsinin sarı üniform alar giydiklerini leceğiniz üzere, çok uzak galaksiler bizden saatte
düşünün. Tren size d o ğ ru hızlandıkça, gözleriniz yüzlerce milyon kilom etre hızla uzaklaşmaktadır.
dalga tepeciklerini, tren in du ru y o r olduğu halden Ayrıca (daha önce bahsettiğim gibi “standart kan­
daha hızlı “toplayacaktır”. Böylece ü niform aların diller” ile ölçüldüğü üzere) ne kadar uzaktalarsa
renginde, tayfın yeşil k ısm ına d oğ ru hafif b ir kay­ o kadar hızlı bir şekilde bizden uzaklaşıyorlar (ve
m a olacaktır. T ren sizi geçip gittikten s o n ra ise kırmızıya kaym a da o kadar fazla oluyor).
Evrendeki tü m galaksiler b irbirlerinden den evrenin genişlem esinin başlam ış olması
uzaklaşm aktadır, bu bizden de uzaklaşıyor ol­ gereken anı hesaplayabildiler. İşte o anın 13 ila
dukları a nlam ına geliyor. T eleskopunuzu hangi 14 milyar yıl kadar ö nce olduğunu bu şekilde
yöne doğrultu rsan ız d oğ ru ltu n , u zak galaksiler biliyorlar. O an, evrenin kendisinin başladığı
bizden (ve birbirlerinden) giderek artan bir an d ır ve ismi de şudur:
hızda uzaklaşm aktalar. Tüm evren, yani uzayın
kendisi, m uazzam bir hızla genişlem ektedir.
Ö yleyse n eden bu genişlem enin etkisi
galaksilerle sınırlı kalıyor diye sorabilirsiniz.
N eden b ir galaksinin içindeki yıldızlar da b ir­
“büyük patlama”.
birlerin d en uzaklaşm ıyorlar? Siz ve ben, neden
birbirim izden uzaklaşm ıyoruz? Şöyle ki, bir
galaksideki h er şey gibi birb irin e yakın halde G ünüm üzün evren “modelleri” büyük
küm elenm iş olan şeyler, k om şularının kütle patlam a ile başlayan tek şeyin evren olm adığı­
çekim kuvvetlerini en güçlü şekilde hisseder­ nı varsayıyorlar. Z am anın ve uzayın kendisinin
ler. Bu o nları kendi içlerinde b ir arada tutarken de büyük patlam ayla başladığını söylüyorlar.
birbirine uzak cisim ler (diğer galaksiler) evre­ Bunu açıklam am ı istem eyin benden çünkü ev-
n in genişlem esiyle birbirlerinden uzaklaşırlar. renbilim ci olm adığım için ben kendim de a n ­
Size m uhteşem b ir şey d ah a söyleyeyim mi? lam ıyorum . A m a belki şim di neden tayfölçeri
A stro n o m lar evrenin genişlem esine baktılar gelm iş geçmiş en önem li icatlardan biri olarak
ve zam anı geri sardılar. Yani adeta genişleyen aday gösterdiğim i anlam ışsınızdır. Gökkuşağı
evrenin b ir film ini çekip filmi geri sarm ış sadece bakılm ası güzel b ir şey değil. Bir bak ı­
oldular. Ve b u n u yaptıklarında galaksilerin m a bize, zam an ve uzay dahil h e r şeyin nasıl
birbirlerinden uzaklaşm ak yerine yakınlaştık­ başladığının hikayesini anlatır. Bence bu gök­
larını gördüler. D ahası astro n o m lar bu film ­ kuşağını daha bile güzel kılıyor.

180
yalnız mıyız?
Bildiğim kadarıyla evrende uzaylıların varlı­ nın, dünya ve diğer birkaç gezegenin güneşin yö­
ğıyla ilgili olarak anlatılan çok eski söylencelerin rüngesinde olduğunu keşfetmelerine kadar devam
sayısı p ek fazla değil. B unun nedeni belki de eski­ etti. Üstelik, değil galaksiler, yıldızların bize uzaklı­
den, üzerinde yaşadığım ız dünyadan çok çok daha ğı ve sayıları bile, yakın zam ana dek bilinmiyordu.
büyük b ir evrenin varlığından haberdar olunm a- İnsanların, d ünyanın bir yerinde “aşağıyı” işaret et­
masıydı. Bu fikir 1500’lü yıllarda bilim insanları­ tikleri zam an (mesela Borneo’da), dünyanın diğer
tarafında (bu örnekte Brezilya’da) bu n u n “yukarısı” olacağının
farkına varm alarının üzerinden henüz çok az zam an geçti. Ö n ­
celeri insanlar, “yukarısı” deyince b u n u n h er yer için aynı yönü
ifade ettiğini, yani “yukarının” gökyüzünün üzerinde tanrıların
yaşadıkları yer olduğunu düşünm ekteydi.
Acayip yaratıkların varlığıyla ilgili sayısız inanç ve söylence­
ler u zun zam an boyu anlatılagelm iştir: şeytanlar, ruhlar, cinler, h a ­
yaletler, vb... A ncak ben b u bölüm de “Yalnız mıyız?” diye sorarken
aslında “Evrenin başka y erinde de uzaylı yaşam biçim leri var m ı?” d e­
m ek istiyorum . Söylediğim gibi uzaylılar hakkındaki söylencelere ilkel
kabileler arasında çok az rastlanılm aktadır. Bu fikirler m odern şehirlerde
yaşayanlar arasında çok d aha yaygındır. Söz k onusu çağdaş söylenceler eski
söylencelerin aksine daha ilginçtir çü n k ü ilk ortaya çıktıkları andan itibaren
gelişmelerini görebiliriz. Bu söylencelerin gözüm üzün ö nünde ortaya çıkışını
izliyoruz. Bu nedenle b u bölüm de çağdaş söylencelerden bahsedeceğim.
1997’n in M art ayında Kaliforniya’da C ennetin Kapısı adlı d indar bir tarikat
39 üyesinin zehir içerek ölmesiyle acı bir son yaşadı. Bu 39 üyenin kendilerini
öldürm elerinin arkasındaki n eden ise, uzayda uzaklardan bir yerler­
den gelecek o lan b ir ufonun, ruhların ı alıp başka b ir dünyaya gö­
türeceğine d air inançlarıydı. O g ünlerde H ale-B opp adı verilen
parlak b ir k uyruklu yıldız g ökyüzünde açıkça gözlenebiliyor­
d u ve tarikatın inancına göre (çü n k ü ru h a n i liderleri onla­
ra böyle söylemişti) bu k uyruklu yıldıza y olculuğunda b ir uzay
gemisi eşlik ediyordu. Bu olayı gözlem lem ek için gidip bir teleskop
aldılar fakat kısa b ir süre sonra “çalışm ıyor” diye aldıkları yere geri
verdiler. Peki teleskopun çalışm adığını nasıl anlam ışlardı? Ç alışm a­
dığını sanm ışlardı çünkü uzay gem isi falan görem em işlerdi.
Tarikat lid eri M arshall A pplewhite m üritlerin in inandığı
şeye kendisi d e inanıyor m uydu? B üyük olasılıkla inanıyor­
du çünkü zehri alanlardan biri d e kendisiydi. Dolayısıyla
hakikaten sam im iyetle inanıyor olmalıydı! Ç oğu tarikat
lideri b u işi sadece k adın m ü ritlere sahip o lm ak için ya­
parlar ancak M arshall Applewhite, tarikatta kendisini
hadım etm iş eski üyelerden biriydi, b u yüzden görünen
o k i seks o n u n için çok d a öncelikli b ir ihtiyaç değildi.
Bu tarz insanların yay­
gın olarak tutkunu ol­
dukları şey bilimkurgudur.
Cennetin Kapıları tarikatının
üyelerinin her biri Uzay Yolu
(Star Trek) hayranıydı. Elbette di­
ğer gezegenlerden uzaylılar hakkında
bilimkurgu hikayeleri de boldur ancak ço­
ğumuz onların kurgu, hayal gücünün b ir ü rünü
ve uydurulmuş hikayeler olduğunu, aynı zamanda
gerçekle ilgili olmayan şeyler olduğunu biliyo­
ruz. Ama gerçekten de uzaylılar tarafından
kaçırılmış ve alıkonulmuş olduğunu iddia
eden ve buna derinden inanan insanların
sayısı da az değil. Buna inanmayı o kadar
istiyorlar ki, en ufacık bir “kanıt” üzerinden
dahi bunu iddia edebildiklerini görüyoruz. Ö r­
neğin bir adam sadece burnu kanadığı için kaçı­
rıldığım iddia etti. Bu adam a göre uzaylılar,
dişini takip edebilmek için burnuna bir radyo vericisi
yerleştirmişlerdi. Diğer bir inancı da, cildinin renginin
ailesine göre biraz daha koyu olm asından dolayı kendisinin
de biraz uzaylı olabileceğiydi.
Şaşırtıcı derecede çok sayıda A m erikalı, kendisinin dehşet
verici deneylerde kullanılm ak üzere gri tenli büyük kafalı ve
p ö rtlek gözlere sahip adam lar tarafından uçan dairelere b in­
dirilerek kaçırıldıklarını iddia etm ektedir. Uzaylıların insanları
kaçırm aları üzerine, neredeyse Eski Y unan ve O lim pos dağı tanrıları
m itolojileri k ad ar zengin ve detaylı b ir m itoloji oluşm uş d urum da. Fakat bu
uzaylı alıkoym a söylenceleri h en ü z yeni ve kaçırıldıklarını iddia eden insanlar­
la gidip sohbet edebilirsiniz: norm al, akıl sağlığı yerinde ve m antıklı görünen
bu insanlarla konuşursanız size, uzaylılarla y üz yüze görüştüklerini h atta o n ­
ların neye benzediklerini ve tiksindirici deneylerini yaparlarken, neşterlerini
insanların v ücutlarına b atırırken söyledikleri sözleri anlatacaklardır (tabii ki
uzaylılar o nların d ilinde konuşuyor).

184
Susan Clancy, kaçırıldığını iddia eden in sanlar üzerine detaylı çalışma­
lar yapan birçok psikiyatristten biri. Bu in sanların çoğu olayı ya k ısm en h atır­
lam akta y a da hiç h atırlam am aktadır. Bunu, uzaylıların b u kişilerin vücutları
üzerindeki deneylerini b itirdikten sonra şeytanca teknikler k ullanarak hafıza­
larını kısm en silmiş olm alarına bağlam aktalar. Bazen kayıp hatıralarını geri
getirm ek için b ir h ipnozcuya veya b ir psikoterapiste başvuruyorlar.
Silinmiş anıları k u rtarm ak kendi içinde ilginç bir konu
olm akla birlikte, tam am en ayrı b ir hikayedir. Bir olayı hatır­
ladığım ızı d üşündüğüm üzde başka b ir hatırayı hatırlıyor
olabiliriz. Dolayısıyla h e r hatırladığım ız şey gerçek b ir
hatıra olm ayabilir; hatıralar zam anla başka olaylar ile
hafızam ızda yer değiştirebilir. En n e t h atıralarım ızın
aslında yanlış hatıralar olduğu y önünde güçlü k an ıt­
lar bulunuyor. H atta yanlış hatıralar, iyi m eslek ah­
lakına sahip olm ayan terapistler tarafından kasten
hafızaya yerleştirilebilirler.
Yanlış hafıza sen d ro m u bize, uzaylılar tarafın­
dan kaçırıldığını iddia eden bazı insanların b u fi­
kirlere sahip olm alarının n edenlerini açıklam am ızda
yardım cı olm aktadır. Ç oğu zam an, b ir insan, gazetede
diğer kaçırılm a hikayelerini o kur ve endişelenir. D aha
önce d e söylediğim gibi b u in sanların çoğu Uzay Yolu ya
da diğer bilim kurgu hikayelerinin hayranıdır. İlginç olan şeyse
b u in sanların h er zam an, televizyonda görülen uzaylı imgelerinin
ve onların yaptıkları deneylerin aynılarını anlatıyor olmaları.
Olası diğer b ir d u ru m ise kişinin uyku felci adı verilen ürkütü­
cü b ir deneyim den olum suz etkilenmesidir. Bu oldukça yaygın bir
durum dur. Siz de b u n u yaşamış olabilirsiniz, eğer öyleyse um ut
ediyorum ki b ir sonraki deneyiminiz, ben size b u n u n ne ol­
duğunu şim di anlattıktan sonra d aha az ürkütücü geçecek.
N orm alde siz uyurken ve rüya g ö rürken vücudunuz
felç d urum undadır. Bu, rüya g ö rürken kaslarınızın h a­
reket etm em esi ve uyurgezer olm am anız içindir (buna
rağm en uyurgezerlik ara sıra ortaya çıkan b ir durum ).
Ve yine n orm alde uyandığınızda ve rüyalarınız sona
erdiğinde felç d u ru m u sona e rer ve a rtık kasları­
nızı h areket ettirebilirsiniz.
Fakat arada b ir bilincinizin yerine gelm esi ile duyuyorsam, uzaylılar tarafından kaçırılıp hafıza­
kaslarınızın yeniden canlanm ası arasında b ir ge­ m ın silindiğine inanarak uyanabilirim.
cikme olur ve buna uyku felci denir. Tahm in edebi­ Genellikle uyku felci m ağdurlarının başına
leceğiniz gibi b u ürkütücü b ir şeydir. Yarı uyanıksı­ gelen tipik şeylerden bir diğeri de, aslında uzaylı
nız, odanızı ve içindeki h er şeyi görebilmektesiniz veya korkunç deney halüsinasyonları görmedikleri
ancak kıpırdayamamaktasınız. Uyku felci bazen zam an bile, ne olmuş olabileceğine dair şüpheleri­
korku verici halüsinasyonlara sebep olabilir. İn ­ n in zihinlerinde oluşturduğu korkunç izlenimlerin
sanlar isim verem edikleri korkunç b ir tehlike duy­ yalancı hatıralar olarak belleklerine yerleşmesidir.
gusuyla dolarlar. Bazen sanki rüyadaymış gibi ora­ Bu süreç genellikle arkadaşlar ve aile tarafından
da olmayan şeyleri görürler ve tıpkı rüyadaki gibi, güçlendirilir, onların hikayenin ayrıntıları için he­
rüyayı gören kişi, gördüklerinin tam am en gerçek vesle ağız araması ve hatta “Uzaylılar orada mıydı?
olduğunu düşünür. Ne renktiler? Filmlerdeki gibi büyük gözleri var
Eğer uyku felci sorununuz varken b ir halü- mıydı?” gibi hayalleri tetikleyici soruları sürecin
sinasyon görecek olursanız b u sanrı nasıl bir şey ilerlemesine yardım cı olur. H atta sorular bile ya­
olurdu? G ünüm üzdeki b ir bilim kurgu hayranı, lancı hatıraların hafızaya sokulması ve kazınm a­
büyük kafaları ve yüzlerini kaplayan gözleri ile k ü­ sı için yeterli olabilir. İşe bu açıdan baktığınızda,-
çük gri adam lar görebilir, ö n c e k i yüzyıllarda, b i­ 1992 tarihli anketin, yaklaşık dört milyon A m eri­
lim kurgu ortaya çıkm adan önce, insanların gördü­ kalının uzaylılar tarafından kaçırıldığını düşündü­
ğü imgeler farklıydı: gulyabaniler veya belki ku rt ğü sonucuna varması şaşırtıcı değil.
adam ya da kan em en vampirler, (eğer şanslılarsa) Psikolog arkadaşım Sue Blackmore, uzaylı ya­
güzel kanatlı melekler. bancılar fikri popülerleşm eden önce ortaya çıkan
B uradaki esas nokta şu ki, uyku felcini dene- korkulara büyük bir ihtimalle uyku felcinin neden
yimleyen insanların gördükleri, gerçekte var olm a­ olmuş olabileceğine dikkat çekiyor. O rtaçağda in­
m ış ancak geçmiş korkulardan, efsanelerden veya sanlar bir “inkubusun” (bir kadın kurbanını o nun­
kurgu öykülerden akılda kalanlardır. H atta halüsi- la seks yapması için ziyaret eden erkek şeytan)
nasyon görm eseler bile, deneyim o kadar korkutu­ veya “sukkubusun” (bir erkek kurbanını onunla
cudur ki, genellikle uyku felci mağdurları sonunda seks yapması için ziyaret eden dişi şeytan) kendi­
uyandıklarında başlarına korkunç b ir şey gelmiş lerini gecenin ortasında ziyaret ettiğini iddia edi­
olduğuna inanırlar. Eğer özellikle vam pirlere inan­ yorlardı. Uyku felcinin etkilerinden bir diğeri
m a eğiliminiz varsa, size b ir kan em icinin saldırdı­ de, hareket etmeye çalıştığınızda bir
ğına dair kuvvetli bir inanç ile uyanabilirsiniz. Eğer
ben uzaylıların insan kaçırm alarına özellikle ilgi
şey vücudunuza bastırıyor gibi hissetm ektir. Bu durum , deneyim in etki­
siyle dehşete kapılmış m ağdur tarafından kolayca cinsel b ir saldırı olarak
yorumlanabilir. New foundland’d e anlatılan bir efsanede, gece insanları
ziyaret eden ve göğüslerine bastıran “Yaşlı b ir Cadı”dan bahsedilir. Çin-
hindi’ndeki b ir efsanede ise insanları karanlıkta ziyaret edip onları felç
eden “G ri Hayalet” bulunur.
Dolayısı ile insanların neden uzaylılar tarafından kaçırıldıklarına
inandıklarına dair iyi fikrim iz v ar ve günüm üzdeki uzaylılar tarafından
kaçırılma efsanelerinin önceki zorba inkubus ve sukkubus ile ya d a gece
ziyarete gelip u zun köpek dişleri ile kanım ızı em en vam pirler ile bağlan­
tısını kurabiliriz. Bu gezegenin, uzaydan gelen b ir varlık (veya benzer şe­
kilde, bir inkubus veya sukkubus veya şeytanların herhangi bir türü) tara­
fından ziyaret edildiğine dair geçerli hiçbir kanıt bulunm am aktadır. Ama
hâlâ, diğer gezegenlerde yaşayan varlıkların gerçekten var olup olmadığı
sorusu ile karşı karşıyayız. H enüz bizi ziyaret etm em iş olmaları var olma­
dıkları anlam ına gelmiyor ki. Bizim kinin aynısı veya belki bizimkine az
ya da çok b enzer türden b ir evrim
DİĞER
GEZEGENLERDE
GERÇEKTEN
HAYAT
VAR M İP

CEVABI KİMSE BİLMİYOR. Eğer beni o veya Bir g ün diğer gezegenlerde canlılığa dair eli­
bu şekilde bir görüş bildirm eye zorlarsanız, evet mize kesin bir kanıt geçtiği zam an bundan emin
derim ; m uhtem elen m ilyonlarca gezegende ha­ olacağız. Şim dilik b ir b ilim insanının yapabilece­
yat var. Fakat bir görüş kim in um u ru n d a olu r ki? ği e n iyi şey, belirsizliği azaltabilecek, varsayım lar
D oğrudan bir kanıt m evcut değil. Bilimin en b ü ­ yerine olasılık tahm ini yürütebilm em izi sağlaya­
yük erdem lerinden biri de, bilim insanlarının bir cak h er türlü bilgiyi kaydetm ektir. Ve bu, kendi
şeyin cevabını bilm edikleri zam an bun u n farkında içinde yapılması ilginç ve zorlu b ir şeydir.
olmalarıdır. Bir şeyi bilm ediklerini neşeyle itiraf Sormamız gereken ilk soru kaç tane gezege­
ederler. Neşeyle, çünkü cevabı bilm em ek onu bul­ nin bulunduğudur. Çok yakın zamana kadar, sade­
maya çalışm ak için heyecan verici bir maceradır. ce güneşimizin yörüngesindekilerin var olduğuna

188
inanmak m üm kündü çünkü gezegenler en büyük saymak için çok küçüktür. Fakat yıldızın hareketine
teleskoplarla bile tespit edilemiyordu. Günüm üzde sebep olan gezegeni göremesek bile, elimizdeki kimi
pek çok yıldızın gezegenleri olduğuna dair elimizde cihazlar sayesinde, çok küçük bile olsalar bu hare­
iyi kanıtlar var ve neredeyse her gün güneş sistemi ketleri tespit edebiliriz.
dışında yeni gezegenler keşfediliyor. Bunlar Güneş Yıldızın bu küçük hareketlerini nasıl tespit
dışındaki yıldızların etrafında dönen gezegenlerdir. edebildiğimiz kendi içinde ilginç bir konudur.
Bir gezegenin keşfedilmesinin en kolay yolu­ Herhangi bir yıldız en iyi teleskopla bile gerçekten
nun teleskop aracılığıyla onu görebilmek olduğunu hareket ettiğini görebilmemiz için çok uzaktadır.
düşünebilirsiniz. Ne yazık ki gezegenler çok uzaklar­ Ama, garip biçimde bir yıldızın hareketini görm e­
dan görünemeyecek kadar sönüktür, kendi başlarına m emize rağm en, yaptığı hızı hesaplayabiliriz. Tu­
parlamazlar sadece yıldızlarının ışığını yansıtırlar, haf gelebilir am a, tam olarak bu noktada tayf ölçer
dolayısıyla onları doğrudan göremeyiz. Doğrudan devreye giriyor. 8. bölüm’de bahsettiğim iz Doppler
olmayan yöntemlere güvenmek zorundayız ve en iyi etkisini hatırladınız mı? Yıldızın hareketi bizden
yöntem yine 8. Bölüm’d e karşılaştığımız bir cihaz olan uzağa doğru gerçekleştiğinde, gelen ışık kırmızıya
tayfölçerin kullanımıdır. Bunu işte şöyle yapıyoruz: kayacaktır. Yıldızın hareketi bize doğru gerçekleş­
Bir gök cismi yaklaşık olarak aynı boyutlarda­ tiğinde ise ışığı maviye kayacaktır. Dolayısı ile bir
ki başka bir gök cisminin yörüngesine oturduğunda, yıldızın yörüngesinde bir gezegen var ise, tayföl-
her iki cisim birbirinin yörüngesinde hareket etm e­ çer bize ritm ik olarak kırmızı-mavi-kırmızı-mavi
ye başlar, çünkü birbirleri üzerinde yaklaşık olarak şeklinde titreşim ler gösterecektir ve bu düzenli
eşit çekim kuvveti uygularlar. Gökyüzüne baktığı­ ışık kayması zam anlamaları bize gezegenin kendi
mızda gördüğümüz yıldızların birçoğu aslında, san­ yıldızı etrafında dönm e süresini verecektir. Tabi ki
ki görünm ez bir çubuk ile bağlanmış ve bir halterin birden fazla gezegen olduğunda bu durum biraz
iki ucu gibi birbirlerine bağlı, birbirinin yörüngesin­ daha karışık bir hal alır. Ama astronom lar m a­
de olan iki yıldızdır ve yıldız İkilisi diye adlandırılır­ tematikte iyidirler ve bu karm aşık durum la başa
lar. Kütlelerden biri diğerinden çok daha küçük o l­ çıkabilirler. Bu satırlar yazılırken (Ocak 2011)
duğundaysa, yani bir gezegen ile o gezegenin yıldızı bahsettiğim bu yöntem kullanılarak 484 gezegen
arasındaki durum da olduğu gibi, büyük olan küçük ve 408 yıldız tespit edilmişti. Siz bunu okuduğu­
olanın kütle çekimi karşısında sadece belli belirsiz nuzda şüphesiz bu sayı daha fazla olacaktır.
kımıldarken, küçük olan büyük olanın etrafında vız Gezegenleri tespit e tm ek için başka y öntem ­
vız döner. D ünyanın Güneş’in yörüngesinde oldu­ ler de m evcuttur. Ö rneğin, bir gezegen yıldızının
ğunu söylüyoruz, ama aslında Güneş de D ünyanın yörüngesinin belirli bir kısm ından geçerken,
çekim kuvvetine karşı m inik hareketler yapmakta­ yıldızın yüzeyinde küçük bir kısım belirsizleşir
dır. Ayrıca Jüpiter gibi büyük bir gezegen, yıldızının veya tutulur. Tıpkı, Ay’ın G üneş tutulm asına se­
konum u üzerinde fark edilir bir etki yapabilir. Yıldı­ bep olm ası gibi, fakat bu du ru m d a ay çok yakın
zın bu ufak hareketleri, yıldız “güzergâhı” boyunca olduğu için daha büyük görünür.

189
Bir gezegen kendi yıldızı ve bizim aram ıza girdi­ büyük o lan yıldızlar, patlam adan önce çok u zun
ğinde de, yıldızı çok yavaşça sönükleşir ve bazen süre varlıklarını sürdürm e eğilim inde değildirler.
cihazlarım ız b u sönükleşm eyi tespit edebilecek A m a kendim izi güneş benzeri yıldızların y ö rü n ­
kadar hassas olabilir. Şimdiye k ad ar b u yolla 110 gesindeki gezegenlerle sınırlasak bile, elimizde
gezegen keşfedilm iştir. B unlardan başka 35 geze­ katrilyonlarcası olacak dem ektir, ki b u sayıyla
genin tespit edilm esinde etkili olan birkaç farklı bile d u ru m u hafife alıyor olm a olasılığımız var.
yöntem daha var. Bazı gezegenler b u teknikler Peki “doğru türde b ir yıldızın” yörüngesin­
arasından bird en fazlası kullanılarak tespit edil­ deki bu gezegenlerin kaç tanesi, yaşamı destekle­
m iştir ve galaksim izde G üneş dışındaki yıldızla­ m ek için uygundur? Şimdiye k adar güneş sistemi
rın yörüngesinde b u lu n an gezegenlerin m evcut dışında keşfedilen gezegenlerin büyük çoğunluğu
genel toplam ı 519’dur. “Jüpiter” tü rü gezegenlerdir. Bu, onların çoğunun
G alaksim izde, gezegenleri ararken gözlem ­ yüksek basınçlı gazdan m eydana gelen “gaz devle­
lediğim iz yıldızların büyük çoğunluğunun yö­ ri” olması demektir. Gezegenleri keşfetme yönte­
rüngesinde gezegenlerin olduğu ortaya çıkm ış­ m im iz genellikle Jüpiter tü rü gezegenlerden d aha
tır. Dolayısıyla eğer galaksim izin tip ik b ir örnek küçük herhangi bir şeyi tespit edecek yeterlilikte
olduğunu varsayarsak, m uhtem elen evrendeki hassasiyete sahip olm adığı için, b u d urum şaşır­
çoğu yıldızın yörüngesinde gezegenleri olduğu tıcı değildir. Ve Jüpiter tü rü gezegenler, yani gaz
sonucuna varabiliriz. G alaksim izdeki yıldızların devleri, bildiğim iz kadarı ile yaşam için uygun
sayısı yaklaşık olarak 100 m ilyar ve evrendeki ga­ değildir. Tabi b u d em ek değildir ki tek m uhtem el
laksilerin sayısı da yaklaşık o kadar. Bu da, to p ­ yaşam biçim i bizim bildiğim iz gibi b ir yaşam biçi­
lam da 10.000 m ilyar yıldız gibi b ir sayı dem ek. midir. Jüpiter’de bile yaşam olabilir, gerçi b en b u n ­
Bilinen yıldızların yaklaşık olarak %10 kadarı dan şüpheliyim. Sözünü ettiğim iz katrilyonlarca
astronom lar tarafından “güneş b enzeri” olarak gezegenin içinden kaç tanesinin Jüpiter benzeri
tanım lanm ıştır. G üneşten ç ok farklı olan yıldızlar gaz devleri gibi değil de D ünya benzeri kayalık ge­
gezegenlere sahip olsalar bile çeşitli nedenlerden zegenler olduğunu bilmiyoruz. Fakat b u o ran çok
ö türü bu gezegenlerin ü zerinde yaşam ı destekle­ küçük olsa bile, kesin sayı yine de yüksektir çünkü
m eleri olası değildir: ö rn e ğ in , güneşten çok daha toplam sayı çok am a çok büyüktür.

190
I6T
Yaşanabilir gezegenleri aramak
Bildiğimiz kadarıyla yaşam suya bağlıdır.
Yine de dikkatimizi bildiğimiz türde bir
hayat biçimine sabitlemekten kaçınmamız
gerek, am a şu an için egzobiyologlar (dün­
ya dışı hayat arayan bilim insanları) suyu
esas olan şey olarak kabul ediyor, o kadar
ki çabalarının büyük bir kısmı suyun izini
göklerde aramaya harcanıyor. Suyun tespit
edilmesi, hayatın kendisini tespit etmekten
çok daha kolaydır. Eğer suyu bulursak, bu orada
kesinlikle hayat olduğu anlamına gelmez, am a doğru
yönde büyük bir adım olur.
için suyun en azından b ir k ısm ının sıvı h alde bu- gözlenen çaprazlam asına çizgilerin su kanalları
lunm ası gereklidir. Buz da, bu h ar da işe yaram a- olduğunu bile iddia etm işti. G ünüm üzde artık
yacaktır. B ugün öyle olm asa da geçm işte M ars’ın uzay araçlarım ız Mars’ın detaylı fotoğraflarını
yakından incelenm esi sıvı suyun delillerini gös- çekm ektedir ve hatta gezegenin yüzeyine bile
term iştir. Ve diğer pek çok gezegen, sıvı h alde inm iştir; kanalların ise Lowell’ın hayal gücünün
olm asa da en azından b ir m ik tar su b u lundurur, b ir ü rü n ü olduğu ortaya çıkmıştır. G ünüm üzde
Jüpiter’in u y dularından biri olan E uropa buz ile Europa, G üneş sistem im izdeki dünya dışı hayat
kaplıdır ve h aklı olarak b u zu n altında sıvı sud an iddialarının m erkezindeki Mars’ın yerini almış
bir deniz olduğu varsayılm aktadır. İnsanlar G ü- bulunuyor, am a çoğu b ilim insanı daha uzaklara
neş sistem inde dünya dışı hayat için en iyi ada- bakm am ız gerektiğini düşünüyor. K anıtlar Güneş
yın M ars olacağını d ü şünm üşlerdi ve Percival sistemi dışındaki gezegenlerde özellikle suyun
Lowell isim li ü n lü b ir a stronom , M ars yüzeyinde n ad ir o lm adığına işaret etmektedir.

193
Yaşanabilir
Çok soğuk bölge

Peki ya sıcaklık? Eğer bir gezegen yaşam ı destek­ yine de insan standartla­
liyorsa sıcaklığının ayarı nasıl olmalı? Bilim in ­ rı için büyük mesafe) bir
sanlarının “Yaşanabilir bölge” diye b ir tabiri var. “Yaşanabilir gezegen” keş­
Bununla çok sıcak ve çok soğuk iki uç noktanın fedildi. Bu gezegenin yıldızı,
arasında olan “tam olarak istenilen” bölgeyi kas­ Güneş’ten çok daha küçük olan
tediyorlar. D ü nyanın yörüngesi yaşam için “tam bir kırm ızı cüce ve buna bağlı
olarak istenilen” koşuldadır: suyun sürekli kay­ olarak yıldızın yaşanabilir alanı da
nayacağı şekilde G üneşe yakın değil, veya suyun güneşinkinden daha yakın. En az altı
do n u p tam am en katılaşacağı ve bitkilerin beslen­ gezegeni var: Gliese 581e, b, c, g, d ve f.
mesi için yeterli G üneş ışığının bulunm ayacağı Bunların pek çoğu Dünya gibi küçük, kaya­
kadar uzakta da değildir. E vrende katrilyonlarca lık gezegenler. B unlardan Gliese 581d’nin, sıvı su
gezegen b u lunm asına rağm en, gezegenlerin yıl­ için yaşanabilir alanda olduğu düşünülm ekte. As­
dızlarından uzaklıkları ve sıcaklıkları söz konusu lında Gliese 581d’d e su olup olm adığı bilinmiyor,
olduğunda bunların an cak çok k ü çü k bir b ö lü ­ am a eğer varsa buz veya buhardan çok sıvı halde
m ün ü n tam olarak istenilen koşullarda olm asını olması m uhtem el. Kimse Gliese 581d’d e gerçekten
bekleyebiliriz. hayat o lduğunu ileri sürm üyor, gezegenleri a ram a­
G eçenlerde (Mayıs 2011), Gliese 581 isim ­ ya başlam am ızdan çok kısa bir süre sonra bu ge­
li yıldızın yörüngesinde bizden 20 ışık yılı kadar zegeni keşfetmiş olm am ız, m uhtem elen daha pek
uzakta (yıldızlar arası uzaklık kadar değil ama çok yaşanabilir gezegen olduğunu düşündürüyor.

194
Yıldız
Peki ya gezegenin boyutu? N e d aha büyük, lüğünde bir hayvan, örümceğe benzeyen ince, cılız
ne daha küçük, tam olarak yaşanabilir b ir geze­ bacakları üzerinde sıçrayabilecektir. Ve gezegende­
gen büyüklüğü var mı? G ezegenin büyüklüğünün, ki diğer koşullar da uygun ise en büyük dinozor­
daha doğru su kütlesinin, yerçekim inden ötü rü lardan bile çok daha büyük hayvanlar rahatça evri-
yaşam ü zerinde büyük b ir etkisi vardır. D ünya ile lebilecektir. Ay’ın çekim kuvveti Dünya’n ın çekim
aynı çapa sahip b ir gezegen çoğunlukla som altın­ kuvvetinin altıda biridir. Bu nedenle astronotların
dan m eydana gelmişse kütlesi dünyadan üç kat aydaki yürüyüşleri zıplayarak koşm ak şeklinde
daha büyük olacaktır. Bu d u ru m d a o gezegenin görünen ilginç bir hareketti, ki b u hareket, astro­
yerçekimi, D ünyada alışık olduğum uzdan üç kat notların kocam an uzay giysileri yüzünden oldukça
daha fazla olacaktır. G ezegende yaşayan canlılar kom ik görünüyordu. Aslmda b u gibi zayıf çekim
dahil h er şey ü ç k at d aha ağırlaşacaktır. Bir ayağı kuvvetine sahip bir gezegende evrim geçiren bir
diğerinin önüne atm ak için büyük b ir çaba gere­ hayvan çok daha farklı yapılar geliştirirdi, doğal se­
kecektir. G ergedan büyüklüğünde b ir hayvan k en­ çilim b u durum un icabına bakardı.
di ağırlığında ezilebilecekken, fare büyüklüğünde Eğer nötron yıldızında olduğu gibi çekim
bir hayvan v ü c udunu destekleyebilmek için kaim kuvveti çok güçlü ise, orada yaşam olmayacak­
kem iklere ihtiyaç duyacaktır ve m inyatür b ir ger­ tır. N ötron yıldızı bir çeşit çökm üş yıldızdır. 4.
gedan gibi hantal yürüyecektir. Bölüm’d e öğrendiğim iz üzere, m adde norm alde
A ltının Dünya’yı m eydana getiren demir, nikel hem en hem en tam am en boşluktan oluşur. Atom
ve diğer şeylerden d aha ağır olması gibi, k öm ür de çekirdekleri arasındaki uzaklık, çekirdeklerin
bunlardan daha hafiftir. D ünya büyüklüğünde am a kendi büyüklükleri ile kıyaslandığında oldukça
çoğunlukla k öm ürden m eydana gelen bir gezegen, büyüktür. A m a b ir n ötron yıldızına “çökmüş” d er­
alışkın olduğum uzun sadece beşte biri kadar çekim ken kastettiğimiz, b ütün o boş alanın olmamasıdır.
kuvveti uygulayacaktır. Bu defa, gergedan büyük­ N ötron yıldızı, sadece bir şehir büyüklüğünde olsa
bile G üneş’in kütlesi k adar bir kütleye sahip olabi­
lir, dolayısı ile çekim kuvveti yıkıcı bir şekilde güç-
lüdür. Eğer b ir n ötron yıldızına düşseydiniz, D ü n ­
yadaki ağırlığınızın yüz m ilyar katı k adar daha
ağırlaşırdınız. D üm düz olurdunuz. H areket
edemezdiniz. Bir gezegenin yaşanabilir ala­
n ın dışına çıkması için n ötron yıldızının
çekim kuvvetinin sadece küçük bir kıs­
m ına sahip olması yeterli olacaktır, ki bu
sadece bizim bildiğimiz türde yaşam için
değil, aynı zam anda hayal edebildiğimiz
olası yaşam çeşitleri için de geçerli.
197
Burada size bakıyor
Eğer diğer gezegenlerde yaşayan canlı­
lar olsaydı, neye benzerlerdi? Bilim
kurgu yazarlarının uzaylıları, b ü ­
yük kafalar veya ilave gözler, veya
belki kanatlar gibi birkaç ayrıntı d ı­
şında insanlara benzer şekilde hayal
etm elerinin, biraz işin kolayına kaç­
m ak olduğuna dair genel b ir kanı m ev­
cut. H atta uzaylılar insansı resmedilmediklerin- yol alır. Bir yıldızın etrafında olduğu gibi, ışığın
de bile, çoğu uzaylı çok açık b ir şekilde örümcek, bulunduğu h er yerde yolunuzu bulm ak, gezinmek,
ahtapot veya m antar gibi tanıdık canlıların sadece nesnelerin nerede olduklarını saptam ak için ışık
değiştirilmiş versiyonlarıdır. A m a belki de bu du­ ışınlarını kullanm ak teknik olarak kolaydır. Üze­
rum sadece tem bellik ve hayal g ücü yoksunluğun­ rinde yaşam b u lunan h erhangi bir gezegen büyük
dan kaynaklanmıyor. Eğer uzaylılar gerçekten varsa olasılıkla b ir yıldızın yakınında olacaktır, çünkü
(ve bence m uhtem elen varlar), belki gerçekten de haliyle yıldız, yaşam için gerekli olan enerjinin
onların bize çok alışılmadık görünm eyeceğini var­ kaynağıdır. Sonuç olarak, yaşam ın var olduğu
saym ak için iyi nedenlerim iz var. Kitaplarda veya yerde ışığın da bulunm ası ihtim ali yüksektir ve
filmlerde uzaylılar, herkesin bildiği gibi pörtlek ışığın olduğu yerde, çok kullanışlı olacakları için
gözlü canavarlar olarak tanım lanır, dolayısıyla ben gözlerin evrilmesi çok m uhtem eldir. Bizim geze­
de burada gözleri örnek olarak ele alacağım. Bacak­ genim izde gözlerin, düzinelerce kez birbirinden
ları veya kanatları veya kulakları d a ele alabilirdim bağım sız şekilde evrilm iş olm ası şaşırtıcı değildir.
(ya da hayvanların neden tekerlekleri olmadığı Bir göz yapm anm sınırlı sayıda yolu vardır, ve
üzerine kafa yorabilirdim!) A m a gözlerden vazgeç­ bence bunların h er biri hayvanlar alemimizin bir
meyeceğim ve eğer gerçekte uzaylılar varsa, onların yerinde evrilmiştir. Yukarıda soldaki resimdeki bir
gözleri olabileceğini d üşünm enin aslında tembelce kam era gözdür, aynı kam era gibi, küçük bir delikten
bir hareket olm adığını göstermeye çalışacağım. ışığı içeri alan karanlık bir odadır. Mercek, arkada­
Gözlere sahip olm ak oldukça yararlıdır ve ki bir ekrana, yani retinaya, görüntünün tepetaklak
b u d u ru m çoğu gezegen için geçerli olacaktır. Işık, olarak düşmesini sağlar ve görüntüyü odaklar. Hat­
kim i fiziksel sebeplerden dolayı, doğrusal olarak ta aslında m ercek bile şart değildir. Eğer yeterli kü-
198
çüklükteyse basit b ir delik de iş görür am a bu çok b ir şerit şeklindedir. Bu şerit retina, kendisini
az ışığın geçmesi ve görüntünün çok sönük olması hareket ettiren ve böylece örüm ceğin önünde­
demektir, tabi eğer gezegen yıldızından bizim gü­ ki görüntüyü “tarayan” kaslara bağlıdır. Şaşırtıcı
neşten aldığımızdan çok daha fazla ışık almıyorsa. olarak b u b iraz televizyon kam erasının yaptığına
Bu tabü ki d e m üm kündür, böyle bir durum da ger­ benzer, zira televizyon kam erasının g ö rüntünün
çekten de uzaylılar iğne deliği gözlere sahip olabilir­ tam am ını gönderm ek için sadece bir kanalı var­
di. İnsan gözünün (kam era gözün hem en yanında, dır. K am era sahneyi boylu boyunca, çizgi çizgi ta ­
sağda) retinada odaklanan ışığın m iktarını artırm ak ra r am a b u n u o k adar hızlı yapar ki neticede bize
için bir merceği vardır. A rkadaki retina, ışığa duyarlı ulaşan görüntü tek b ir resim halindedir. Zıplayan
ve sinirler aracılığıyla beyne b unu ileten hücrelerle ö rüm ceklerin gözleri taram a işlem ini b u kadar
kaplıdır. Bütün omurgalılar b u türden gözlere sa­ hızlı yapam azlar ve karşılarındaki görüntüde,
hiptir, kam era göz ise, ahtapot da dahil başka pek sinekler gibi “ilginç” kısım lara odaklanm a eğili­
çok çeşit hayvan türünde, diğer göz tipinden bağım ­ m indedirler, a m a yine de prensip aynıdır.
sız olarak evrilmiştir. Bu arada, tabii ki kısan tasa­ B unun dışında bir de, böceklerde, karides­
rımcılar tarafından da keşfedilmiştir. lerde ve diğer çeşitli hayvan g ruplarında b ulunan
Zıplayan ö rüm cekler (aşağıda solda) garip p etek göz (aşağı sağda) vardır. Petek göz, b ir yarı
tü rden b ir tarayıcı göze sahiptir. Bu da aslında k ü renin m erkezinden dışarı u zanan yüzlerce tüp-
kam era göze benzer, fakat retinası, ışığa duyarlı çükten oluşur. H er tü p ü n ucu küçük bir m ercek
hücrelerin kapladığı b ir perde olm ak yerine d ar ile kaplıdır, dolayısıyla tüplerin her b irini m inya­
tü r b ir göz o larak düşünebilirsiniz. A m a b u m er­
cek kullanılabilir b ir gö rü n tü oluşturm az: sadece
ışığı tüpte toplar. H er tüp ışığı farklı bir yönden
aldığı için, beyin görüntüyü y eniden oluşturm ak
için hepsinden gelen bilgiyi birleştirir: b u olduk­
ça k aba bir görüntü olsa da, örneğin yusufçukla­
rın uçm akta olan bir avı yakalam alarını sağlaya­
cak kadar iyidi;

199
En b ü y ü k teleskoplarım ızda m ercek y erine tayfının uzun dalgaboyları ucundaki radyo dal­
kavisli ayna ku llan ırız ve bu p rensip, özellik­ galarından, kısa dalgaboyları u cundaki X ışınları­
le d en iz ta ra k la rın d a olm ak ü zere hayvanların na kadar uzanır. Uzaylılar niye kendilerini tayfın
gözlerinde de kullanılır. D eniz ta ra k la rın ın gözü, “ışık” dediğim iz frekanslarının b ulunduğu d a r bir
retinad ak i g örüntüye o d ak lan m ak için kavisli şeridi ile sınırlasınlar ki? Belki radyo gözlere sa­
b ir ayna kullanır, fakat ayna re tin a n ın ön ü n d e hipler. Belki X ışınlarını algılayabilen gözleri var.
konum lan m ıştır. Bu da, ister istem ez ışığın b ir îyi bir gö rü n tü yüksek çözünürlüğe bağlı­
k ısm ın ın retinaya u laşm asını engeller, ki bu dır. Bu ne anlam a geliyor? Ç ö zü n ü rlü k arttıkça
d u ru m u n ben zeri teleskoplar için de geçerlidir. birb irin d en ayrı gö rü n en iki farklı nokta arasın­
N eyse ki ışığın büy ü k çoğunluğu ay nadan geçe­ d aki uzaklık azalır. îşte b u yüzden u zun dalga
bildiği için b u o k ad ar d a ö nem li değil. boylarının çözünürlüğü iyi değildir. Kısa dalga
Bu saydıklarım ız b u gezegendeki h ayvan­ boyları ise m ilim etreden de küçük uzunluklar­
larda evrilm iş olan (üstelik çoğu b ird e n fazla kez la ölçüldüklerinden m ükem m el b ir çözünürlük
evrilm iş olan) ve bilim in san ların ın hayal ed e­ sağlarlar, fakat radyo dalga boyları m etre b azın­
bileceği g öz o lu ştu rm a yolların ın h e m e n h em en d a ölçülür. Yani radyo dalgaları gö rü n tü oluş­
tam am ın ı oluşturur. E ğer başka gezegenlerde tu rm a k için kötü b ir araçken, iletişim amaçlı
görebilen canlılar varsa, o n ların gö rm e y ö n tem ­ kullanılm ak için iyidir ç ü n k ü yeniden yapılandı-
lerinin bize ta n ıd ık geleceğini ileri sü rm ek o l­ rılabilirler. Yeniden yapılandırılm ak,
dukça y erin d e b ir id d ia olurdu. dalganın y apısında k ontrollü ve çok
Hayal gücüm üzü biraz daha kullanalım . hızlı b ir şekilde değişim yapm ak
Hayali uzaylılarım ızın gezegeninde, gezege­ dem ektir. B ugün bildiğim iz kada­
n in yıldızından yayılan rıyla, şim diye d ek gezegenim izde
enerji m uhtem elen ışık hiçbir canlı doğal b ir yolla radyo

200
dalgalarını yayabilecek, ayarlayabilecek ve algı­ olduğu gibi, h er yöne saçılm ış olm aları görm ek
layabilecek yönde ev rilm em iştir: b u n u n gerçek­ için iyi değildir. Kalın b ir sis tabakası ile sürekli
leşm esi ancak in san ların teknolojik gelişimiyle ö rtü lü olan b ir gezegen gözün evrilm esine ö n a­
m üm k ü n oldu. A m a belki başka gezegenlerde yak olacak b ir o rtam değildir. Böyle b ir gezegen,
doğal yoldan radyo dalgaları ile iletişim k u ra b i­ gözler yerine, yarasalar, y u n uslar ve insan yapı­
len c anlılar olabilir. m ı denizaltılarda kullanılan “so nar” benzeri bir
Peki ya g ö rü n ü r ışık d algalarından daha çeşit yankı ile yol alm a sistem inin e vrilm esi için
kısa olan d algalar (m esela X ışınları) söz k o n u ­ uygun b ir o rtam olacaktır. N eh ir yunusları so­
suysa? X ışınlarını odak lam ak çok zordur, zaten n a r k ullanm akta oldukça başarılıdır çünkü için ­
b u yüzden kullandığım ız röntg en m akineleri de yaşadıkları su o k ad ar b u lanıktır k i adeta sisli
gerçek g ö rü n tü yerin e d ah a çok gölgesel resim ­ hava gibidir. Sonar, gezegenim izdeki hayvan­
ler üretir. A m a başka b ir gezegendeki b ir yaşam larda (yarasalar, balinalar ve m ağarada yaşayan
biçim in in X ışınları g ö rü ş yeteneğine sahip ol­ kuşların iki farklı tü rü olm ak üzere) en az dö rt
m ası im kansız değildir. kez evrilm iştir. Yabancı b ir gezegende sonar
H er çeşit görüş yeteneği, ışın ların doğrusal evrim ine rastlam ak, özellikle b u ge­
ya da en azın d an ta h m in edilebilir b ir rotad a zegen sürekli olarak b ir sis tabakası
r. Işık ışınlarının, aynı siste ile kaplı ise, h iç şaşırtıcı olmaz.
Veya, eğer yabancı gezegendeki canlılar ileti­
şim için radyo d algalarını işleyebilecek organlara
sahip olacak şekilde evrildilerse b u hayvanların ne kadar çok şey söyleyebileceğini görm üş ve et-
yollarını bulm asını sağlayabilecek ve siste de ça­ kilenm işsinizdir. Başka bir yerdeki yaşam ı arayı­
lışabilecek uygun b ir ra d a r sistem i de evrilm iş şım ız gelişigüzel ve rasgele değildir: fizik, kimya
olabilir. G ezegenim izde, kendi oluşturdukları ve biyoloji bilgim iz sayesinde, m uazzam uzak­
elektriksel alandaki sapm aları kullanarak yolları­ lıklardaki yıldız ve gezegenler hakkında anlam lı
nı bulabilm e kabiliyetine sahip olacak şekilde ev­ bilgileri aram ak ve e n a zından canlılığa ev sahibi
rilm iş balıklar var. A slında bu hüner, b irbirin d en olm a olasılığı b ulunan gezegenleri saptam ak için
bağım sız şekilde iki kez evrilm iştir: A frikalı ba­ donanım lıyız. G izem ini hâlâ koruyan ç ok şey var
lıkların b ir g ru b u n d a ve onlard an tam am en ayrı ve bizim ki gibi büyük b ir evrenin bü tü n sırları­
olan G üney A m erika balıklarının b ir grubunda. nı o rtaya çıkarm am ız p ek olası değil am a bilimle
Ö rdek gagalı ornito ren k lerin gagasında, avla­ donanm ış olarak en azından b u konu hakkında
rın ın k aslarının hareketi yüzü n d en suda oluşan anlam lı, akla yakın sorular sorabiliriz ve inandı­
elektriksel dalgalanm aları tespit edebilen elekt­ rıcı cevaplan bulduğum uzda onları hem en fark
rik alm açları bulunur. Balık ve ornitorenktekine edebiliriz. A kılları durduracak şekilde inanılm az
benzer biçim de an cak daha ileri seviyede elekt­ hikayeler keşfetm ek zo runda değiliz: gerçek b i­
riksel duyarlılık geliştirm iş b ir yabancı yaşam b i­ limsel araştırm anın ve keşfin sevinci ve heyecanı
çim i düşü n m ek z o r değil. sayesinde hayal gücüm üzü dizginleyebiliriz.
Bu bö lü m kitaptaki diğer bölüm lerden biraz Ve nihayetinde bu, hayal ü rü n ü şey­
daha farklı çünkü b ildiklerim izden çok bilm edik­ lerden çok daha heyecan ve­
lerim ize ağırlık verdik. H enüz başka gezegenlerde ricidir.
yaşam ı keşfetm em iş olsak bile (ki b u n u
danizda kitap okuyarak ya da televiz­

O yon seyrederek veya bilgisayar oyunu


oynayarak sessizce o turduğunuzu hayal
edin. B irdenbire korkutucu b ir g üm bürtüy­
le tü m o da sallanm aya başlıyor. Tavandan
sarkan abajur delice sallanıyor, biblolar
raflarda takırdıyor, m obilyalar zem inde
hareket ediyor, siz de sandalyenizden
devriliyorsunuz. îki dakika sonra her
şey sakinleşiyor ve korkm uş b ir çocu­
ğun ağlam ası ve b ir köpeğin havlam a­
sıyla delinen b ir sessizlik etrafı kaplı­
yor. K endinizi toparlıyorsunuz ve tüm
ev başınıza yıkılmadığı için ne kadar
şanslı olduğunu düşünüyorsunuz. Çok
ciddi b ir deprem de başınıza o da gelebilirdi. la rın ın kuzey doğu açıklarındc
Bu kitabı yazm aya başlam adan önce k in d en bile dah a güçlü b ir deprem oldu.
Karayiplerdeki Haiti adaları tah rip edici Bu deprem , kıyıya vurd u ğ u n d a hayal
bir deprem le sallandı ve başkent P ort au edilem eyecek b ir yıkıcılığa sahip dev d al­
Prince büy ü k oran d a yıkılıp yokoldu. İki gaların (tsunam i) oluşm asına n eden oldu.
yüz o tuz b in kişinin h ayatını kaybettiği d ü ­ Bu dev dalgalar şehirleri beraberinde
şünülüyor ve zavallı y etim çocuklar da d a ­ sürükleyerek binlerce in san ın ölüm üne,
hil o lm ak üzere geriye k alanların p ek çoğu m ilyonlarcasınınsa evsiz kalm asına sebep
sokaklarda veya geçici kam plarda yaşıyor. oldu. Üstelik, halihazırda zaten d ep rem ­
Bir süre so n ra, b u defa kitabın göz­ d en zarar görm üş olan b ir n ü k leer san t­
d en geçirilm e aşam asında, Japonya kıyı­ rald eki tehlikeli p atlam aları da tetikledi.

204
D eprem ler ve sebep oldukları tsuna- gındır. Japonya’yı vuran deprem den bir ay
m iler Japonya’da alışıldıktır (hatta “tsuna- önce bir başka deprem de Yeni Zelanda’nın
m i” sözcüğü Japoncadan gelir) am a ülkede C hristchurch şehrinde ciddi can ve m al k a­
b u n a b enzer b ir şey daha önce yaşanm a­ yıplarına n eden olm uştu. 1906’d a ü nlü San
m ıştı. Başbakan bu deprem i, H iroşim a ve Francisco deprem inin gerçekleştiği Kali­
N agazaki şehirlerinin atom bom basıyla yo- forniya ve A m erika Birleşik D evletleri’nin
kedildiği İkinci D ünya Savaşı’n d an bu yana batısındaki diğer bölgeler de büyük ölçüde
ülkenin başına gelen en büyük felaket ola­ b u “ateş halkası” denilen çerçeveye dahil­
rak niteledi. Gerçekten de, deprem ler Pa­ dir. Los Angeles şehri de d eprem bölgesin­
sifik O kyanusu’n u n sınırları boyunca yay­ de bulunan şehirlerden biridir.

205
Deprem olduğunda ne olur?
L os A ngeles yakinlarinda gerçekleşecek b ir lar Los Angeles’m m erkezine varıyor. Bu noktada
dep rem in neye benzeyeceğini g örm ek için bir sağdaki “uçaktan çekilmiş” görüntüye bakacak
bilgisayar benzetim ine bak arak fik ir edinebilir­ olursanız o sırada neler olup bitm ekte olduğunu
siniz. B enzetim , h e n ü z gerçekleşm em iş b ir şeyin görebilirsiniz ve b u oldukça sıradışı b ir görüntü.
b ir nevi görsel ta h m in id ir am a gerçekçi bilim sel Tüm şehir bir akışkan gibi davranıyor. D algala­
olgulara dayanır, sanki bilgisayar ta ra fın d an çe­ rın içinden geçtiği b ir şehir gibi görünüyor. Katı,
kilen b ir “ya öyle olsaydı” film i gibidir. Film size kuru yer tabakası, dalgalar tarafından süpürülü­
h en ü z gerçekleşm em iş b ir olayı gösterir ve böy- yor tıpkı denizde olduğu gibi! İşte deprem budur.
lece b ir g ü n gelip de m u htem elen olabilecek b ir Eğer o esnada yerdeyseniz b u dalgaları gö­
şeyin eğer gerçekleşm iş olsa n eye benzeyeceğini rem ezsiniz çünkü onlara çok yakın ve görece
görebilirsiniz. çok küçük kalırsınız. Tek hissedeceğiniz b u b ö ­
B uradaki resim ler, benzetim d en alınm ış iki lüm ün başında tasvir ettiğim gibi ayağınızın
bölü m ü n k arelerinden oluşan d izileri gösteriyor. altında sallanan ve hareket eden yer olacaktır.
Resim lerin solundaki d a r şerit, Los Angeles’ın
işaretlendiği bölgeyi, aynı b ir h a rita gibi g üney­
den kuzeye kuşbakışı gösteriyor. İlk iki çerçe­
ven in alt kısm ın a d o ğ ru beliren k ırm ızı ve sarı
lekeler d ep rem in n ered e başladığını gösteriyor.
B una d ep rem in “m erkez üssü” denir. H aritada
yılan gibi uzanan kırm ızı çizgi ise birazd an d e ­
ğineceğim San A ndreas Fayı’dır. O n u şim dilik
sadece yerdeki b ir yarık, D ünya’n ın yüzeyindeki
b ir zayıflık çizgisi o larak d ü şünün.
Sağdaki dizi ise harita değil am a Los
Angeles’ın uçaktan çekilmiş, şehrin güney d o ğ u ­
sun a yani dağlara ve deprem in m erkez üssüne
(yine kırm ızıyla işaretlenm iş yere) karşıdan b a ­
kan b ir görüntüsü.
Eğer b enzetim i bilgisayarınızda çalıştıracak
olursanız k orkutucu b ir şey göreceksiniz. H ari­
tada kırm ızı olan m erkez ü ssünün San A ndreas
Fayı ü zerinde kuzeye d o ğ ru hızla ilerlediğine
şahit olacaksınız. İki tarafa d oğru yayılan dalga­
ların mavi, yeşil ve sarı renkleri deprem in şidde­
tini belirtiyor. Yaklaşık 80 saniye sonra, kırm ızı
m erkez Los Angeles’ın karşısm a k ad ar geldiğin­
de sarı ve yeşil dalgalar çoktan şeh rin o rtasından
geçmekte. Bir 10 saniye sonra ise kırm ızı dalga­

206
Benzetim de kullanılan renklere “sahte
renkler” den ir ve bunlar bilgisayarın farklı
yerlerdeki sarsıntı şiddetinin ne olduğunu
söylem e yoludur. Mavi zayıf, kırm ızı ise g üç­
lü sarsıntı anlam ına gelir, yeşil ve sarı da a ra ­
daki şiddetleri belirtir. Bu renkler dalgaların
D ünyanın yüzeyindeki hareketini görselleş-
tirm em ize, onların ne k adar hızlı ilerlediğini
görm em ize yardım cı olur. D eprem in “k ırm ı­
zı” merkezi San A ndreas Fayı üzerinde saatte
yaklaşık 8000 kilom etre hızla ilerlemektedir.
D ediğim gibi bu sadece bir bilgisayar
benzetim i, b ir deprem in gerçek çekim i değil.
Bilgisayar hareket m iktarını gerçek hayatta-
d kinden bin kat daha kötü görünecek şekilde
abartıyor. A m a bu olay gerçekte de tüyler ü r­
pertici olacaktır.
Birazdan h em bir d eprem in, hem d e San
A ndreas ve d ünyanın başka yerlerindeki b e n ­
zerleri gibi b ir “fay hattının” gerçekte ne o l­
duğunu açıklayacağım. Ama önce gelin bazı
söylencelere bakalım.
Deprem söylenceleri
T arih tek i b elirli d ö n e m le rd e g erçekten m ey- ortaya çıkm ış olabilecek b ir çift söylence ile
d an a gelm iş d e p rem ler ve b u n la rın etkisiyle başlayacağız.

Bir Yahudi efsanesi, in sanların g ünahkarlıkları y üzünden


Sodom ve G om orrah isim li iki şehrin, İbrani tanrısı tara-
^^♦ B ^fm d an nasıl yokedildiğinin hikayesini a n la tırı. jtjjkğ

Efsaneye göre h e r iki Tanrı Lot’u hâlâ şansı varken


şehirde de Lot ism in­ Sodom’d an kaçm ası için
deki adam dan başka uyarm ak üzere iki m elek
iyi insan yoktur. gönderir.

Lot ve ailesi, tanrı Sodom’u n üzerine cehennem a te ş P * ^ H


yağdırmaya başlamadan h em en önce tepelere doğru yola
. koyulur. D önüp geriye bakm am aları k onusunda kesin
| em ir almışlardır ancak maalesef Lot’un karısı bu em re •
L uymaz. Şöyle bir bakm ak için arkasını döner. Tanru |
İH : o n u derhal tuzdan b ir sütuna dönüştürür; kimile- '4
H \ ri bu sütunu bugün bile görelüleceğinizi söyler.. ^ ..

Bazı kazıbilim ciler Sodom ve G om orrah’ın nıtlar bulduklarını iddia ediyorlar.


4000 yıl önce bulu n d u ğ u n a inanılan bölgenin Eğer b u doğruysa, b u yokolm a hikayesi dep-
büyük b ir deprem le sarsılm ış olduğuna d air ka- rem söylenceleri listem izde yerini alabilir.

208
Belli b ir d e p re m d e n k a y n a k a lm ış olab i- çekm ediği k alm am ıştır. 1927’de tü m bölgeyi
lecek d iğ e r b ir In c il söylen cesi de E rih a’n ın sallayan ve 25 k ilo m e tre u zak tak i K udüs’te
yıkılışıd ır. E rih a İsra il’d e k i Ö lü D e n iz ’in b ira z bile y ü zlerce k işin in ö lü m ü n e yol açan cid d i
ku zey in d e k a la n d ü n y a n ın e n eski ş e h irle rin - b ir d e p re m in m erk ez ü ssü n e y akındı,
d en b irid ir. G ü n ü m ü z e k a d a r d e p re m le rd e n

Bu eski İb ran k h ik ay esi, b in lerce yıl ön ce Eriha’yı fet­


h e tm e k isteyen Yeşu isim li efsanevi k a h ram an ın öy­
k ü sü n ü anlatır.

Eriha, kalın surlarla çevriliymiş ve insanlar kendilerini içeri


kilitlem işler ki saldırıya uğram asınlar. Yeşu’n u n adam ları d u ­
varları yıkıp geçememişler, b un u n ü zerine Yeşu, rahiplerine koç
b oynuzundan b orularını öttürm elerini ve tüm a dam larından
avazları çıktığı k adar bağırm alarını istemiş.
G ü rü ltü o k adar güçlüymüş ki duvarlar sarsılm ış ve d üm ­
d üz olm uş. Yeşu’n u n askerleri içeri d oluşm uşlar ve kadınlarla
çocuklar ve h atta tü m inekler, koyunlar ve eşekler d ahil olmak
üzere şehirdeki herkesi kılıçtan geçirmişler.

Ayrıca tanrıları tarafından


gH V emredildiği üzere, kendisine
verm ek için g üm üş ve altın
hariç h er şeyi yakmışlar.
H ikayenin aktarılışına göre
bu iyi bir şey: Yeşu’n u n insan­
larının tanrısı bu n u n böyle olm asını
istiyor ki böylece o nun kulları d aha önce
Eriha’n ın insanlarına ait olan toprakları ele
geçirebilsinler.

Eriha d eprem bölgesinde olduğu için, b u g ü n insanlar Yeşu


ve E riha efsanesinin, duvarlarını yıkacak kadar şiddetle şehri
sallayan b ir d eprem so nrasında ortaya çıkm ış olabileceği­
n i düşünüyorlar. Eski b ir folklorik hatıran ın , o kum a yazma
bilm eyen insan nesilleri boyunca ağızdan ağıza geçerken nasıl
da abartılıp saptırılm ış olabileceğini ve b u h atıranın sonunda
büyük kahram an Yeşu’n u n ve bağırış çağırıştı ve b o ru üflemeli
duvar yıkm aların b ir efsanesi haline gelebileceğini kolayca hayal
edebilirsiniz.
A z önce anlattığım b u iki söylence tarihteki B unlardan birine göre yerküre, N am azu is-
belirli deprem ler so nrasında ortaya çıkm ış ola- m indeki dev b ir kedi balığının sırtında yüzermiş.
bilirler. D ünyanın d ö rt b ir yan ın d an gelen, genel N am azu ne zam an k uyruğunu sallasa D ünya
olarak in sanların deprem leri açıklam aya çalış- sallanırmış.
malarıyla ortaya çıkm ış olabilecek başka söylen­
celer d e var.
Japonya çok sayıda deprem tec­
rüb e ettiği için, Japonların oldukça
renkli deprem söylenceleri olması
h iç de şaşırtıcı değil.

'W

210
Birkaç b in k ilo m e tre güney d ek i Yeni o ld u ğ u n a in an ıyorlardı. Bebek Ru n e zam an
Z elanda’ya A vrupalı d e n iz c ile r gelm ed en b ir- tekm elese ya da an n e sin in ra h m in d e gerinse
kaç yüzyıl ö nce k a n o la rla g elip y erleşm iş M ao- b ir d ep rem o ld u ğ u n u d ü şü nüyorlardı,
ri yerlileri, T o p rak A na’n ın ta n rı R u’ya ham ile

211
Kuzeyde, Sibirya kabileleri ise D ünya’nın, tan rı Tull ta ­
rafından yönlendirilen ve b ir köpek tarafından çekilen bir
kızağın ü zerinde olduğuna inanıyorlardı. Zavallı köpeğin
pireleri vardı ve n e zam an kaşınsa b ir dep rem olurdu.

Bir Batı Afrika efsanesine göreyse Dünya


bir disk şeklindeydi. Bir ucu bir dağ tarafın­
d an desteklenirken, öbür ucunu da haşm etli
bir dev tutuyordu ve b u devin karısı da gök­
yüzünü kaldırıyordu. Zam an zam an dev ve k a­
rısı kucaklaşıyorlardı ve tahm in edebileceğiniz
üzere D ünya sallanıyordu.
Başka Batı Afrika kabileleri ise bir Dev ne zam an hapşırsa dep­ Bugünlerde deprem­
devin kafasında yaşadıklarına inanı­ rem ler oluyordu. Buna gerçekten lerin gerçekte ne oldukla­
yorlardı. O rm anları saçları, insanlar ve inandıklarından şüpheliyim ama rını biliyoruz ve şimdi söy­
hayvanları da kafasında dolaşan bitler en azından söylenceye göre inan­ lenceleri bir kenara bırakıp
olarak düşünüyorlardı. m aları gereken şey buydu. gerçeğe bakma zamanı.

Pardon.
İlk olarak levha tek toniğinin m uhteşem hikayesi­ li değişse de Avrupa’n ın çerçevesini kolayca bula­
n i d inlem em iz lazım . biliriz. İm paratorluklar gelir ve gider, ülkeler ara­
Herkes dünya haritasının neye benzediğini sındaki öncüler tarih boyunca değişir durur. A m a
bilir. Afrika’n ın ve G üney Amerika’n ın şekillerini kıtaların çerçeveleri hep aynı kalır, ö y le mi? Hayır
ve geniş A tlantik Okyanusu’n u n onları ayırdığını değil ve b u önem li bir nokta. K ıtalar hareket ediyor
biliyoruz. Hepim iz Avustralya’yı haritada bulabilir, am a kabul e tm ek lazım ki b u n u çok yavaş yapıyor­
Yeni Zelanda’n ın Avustralya'nın güneydoğusun­ lar. Himalayalar, A nd D ağları ve Toroslar gibi dağ
da kaldığını biliriz. İtalya'nın, “futbol topu” olan sıralarının konum ları da aynı şekilde çok yavaş bir
Sicilya’yı tekm elem ek üzereym iş gibi g ö rünen bir şekilde yer değiştirir. İnsanlık tarihi boyunca bu
çizmeye benzediğini biliriz. Bazı insanlar da Yeni büyük coğrafi yapıların aynı kaldığını söyleyebi­
Gine’yi bir kuşa benzetirler. İçindeki sınırlar sürek­ liriz. A m a Dünya’n ın tarihiyle karşılaştırınca, bu

Dünya'mn günümüzdeki durumu T

214
çok kısa b ir süredir. Yazılı tarihim iz bu n d an sadece 50 m ilyon yıl daha da geriye gidecek olursak (ki
5000 yıl geriye gider. A m a siz b ir m ilyon yıl geriye b u bile yerbilim sel zam an ölçeğinde “biraz” kısa
gidin (yani yazılı tarihim izin gittiğinden 200 kere b ir zam an olurdu) onların gerçekten de birbirine
daha geriye) ve o zam an bile kıtalar gözüm üze he­ oturduğu ortaya çıkar. Altta sağda gördüğünüz
m en hem en aynı şekilde görünecektir. A m a b ir 100 h arita güneydeki kıtaların 150 milyon yıl önce
milyon yıl daha geriye gidersek ne görürüz? neye benzediğini gösteriyor.
Şu aşağıdaki haritaya b ir bakın! G üney Atlantik Afrika ve G üney A m erika tam am en birbirle­
Okyanusu, bugünkü haline oranla dar bir kanal gibi, rine yapışık olm akla kalmıyor, M adagaskar, H in­
neredeyse AffikaUan G üney Amerika’ya yüzebile­ distan ve A ntarktika’ya ve resim den görem eseniz
cekmişsiniz gibi görünüyor. Kuzey Avrupa neredey­ de A ntarktika’n ın ö b ü r tarafından da Avustralya
se Grönland’a dokunuyor ve G rönland da neredey­ ve Yeni Zelanda’ya yapışıklar. Hepsi G ondwana
se Kanada’ya... Hindistan'ın nerede durduğuna bir denilen (tabi aslında o sıralar on a G ondw ana d i­
balon, artık Asya'nın b ir parçası bile değil, aşağıda yecek kim se yoktu, üzerinde yaşayan dinozorlar
Madagaskar'ın yanında b ir tarafa doğru devrilmiş ona b ir isim verm em işti am a biz bugün kendisine
duruyor. Afrika da aynı şekilde bugün gördüğüm üz G ondw ana diyoruz) tek bir büyük k ıta parçasıydı.
daha dik duruşuna kıyasla biraz yan yatmış. G ondw ana d ah a sonra birbiri ardına parçalara ay­
A klım a gelm işken, güncel b ir haritaya ba­ rılarak yavru kıtalar m eydana getirdi.
karken G üney A m erika’n ın doğu kısm ının şüp­ İnanılm ası güç b ir hikaye gibi geldi size değil
he uyandıracak derecede Afrika’n ın b atı kısm ına mi? Yani, k ıtalar gibi devasa kütlelerin binlerce ki­
benzediğini, sanki b ir yapbozun parçalarıym ış­ lom etre hareket etm eleri kulağa epey tu h a f geliyor
çasına b ir araya gelm ek “ister” gibi d urduklarını am a b u n u n böyle olduğunu biliyoruz, dahası nasıl
farkettiniz m i? ö y le görün ü y o r ki zam anda b ir olduğunu d a anlıyoruz.

100 milyon yıl öncesi T 150 milyon yıl öncesi ▼

215
Yer nasıl hareket eder
Bildiğimiz bir şey daha var; kıtalar sadece birbirle­
rinden uzaklaşmıyorlar. Kimi zam an birbirleriyle
çarpışıyorlar d a ve bu olduğu zam an muazzam dağ
sıraları gökyüzüne doğru yükseliveriyor. Himalaya-
lar bu şekilde oluşm uştur yani Asya ve Hindistan çar­
pıştığında. Aslında H indistan’ın Asya ile çarpıştığını
söylemek tam d oğru değil. Biraz sonra göreceğimiz
üzere asıl çarpışan “levha” denilen çok d aha büyük
bir şeydir ve Hindistan onun üstünde oturur. Tüm
kıtalar bu “levhaların” üzerinde otururlar. Buna az
sonra geleceğiz am a önce kıtaların bu “çarpışmaları”
ve uzaklaşmaları hakkında biraz d aha düşünelim.
“Çarpışma” sözcüğünü duyduğunuzda aklınıza
ani gerçekleşen bir olay gelebilir, tıpkı bir kam yonun
arabayla çarpışması gibi. A m a geçmişte olan ve gü­
nüm üzde olmaya devam eden şey aslında b u değildir.
Kıtaların hareketi son derece yavaş gerçekleşir. Bir
keresinde birinden kıta hareketinin, tırnaklarım ızın
uzam a hızında gerçekleştiğini duym uştum . O turup
tırnaklarınıza bakacak olursanız onları uzarlarken
göremezsiniz. A m a birkaç hafta sonra baktığınızda
uzamış olduklarını görürsünüz ve onları kesmeniz
gerekir. Aynı şekilde G üney Amerika’n ın Afrika’dan
uzaklaşışını göremezsiniz. Ama bir 50 milyon yıl
beklerseniz iki kıtanın birbirlerinden oldukça uzak­
laşmış olduklarını farkedebilirsiniz.
“Tırnakların uzam a hızı” kıtaların ortalama hare­
ket hızıdır. A ma tırnaklar aşağı yukarı sabit bir hızda
uzarlarken kıtalar atımlar halinde hareket eder: kıta
bir atımda bulunur sonra bin yıl kadar durulur ve bu
esnada hareket etmesi için basmç birikmesi olur, ar­
dından bir atım daha gerçekleşir ve bu böyle gider.
Belki de yavaş yavaş deprem lerin gerçekte ne
olduğunu tah m in etmeye başladınız. Evet doğru:
deprem ler bu atım ların gerçekleştiği esnada h isset­
tiğim iz şeydir.
B unu size bilinen bir gerçek olarak söylüyo­
ru m am a bunu nereden biliyoruz? Ve ilk kez ne
zam an keşfettik? İşte bu, anlatm am gereken büyü­
leyici bir hikaye.
Geçm işte çeşitli insanlar G ü­
ney A m erika ve Afrika arasın­
daki yapbozum su uyum u
farketm işlerdi am a bu n u n ne
anlam a geldiğini bilm iyorlar­
dı. Yaklaşık 100 yıl önce Alf-
red VVegener isim li bir A lm an
bilim ci cesur b ir fikir ortaya
attı. Bu o kadar cesur bir fikir­
d i ki çoğu insan o n u n biraz deli
olduğunu düşündü. W egener k ıta­
ların dev gem iler gibi sürüklendiğini
ileri sürm üştü. W egener’in görüşüne
göre, Afrika ve G üney A m erika ve
diğer güney karaları b ir zam anlar
bir bütündüler. Zam anla bir­
birlerinden k optular ve ayrı
yönlere d o ğru yelken aç­
tılar. Wegener’in gö­
rü şü böyleydi ve bu
yüzden insanlar ona gül-
uu. A m a günüm üzde biliyoruz
ki W egener haklıydı (yani hem en hem en
haklıydı), en a zından ona gülen insanlardan çok d aha
haklı olduğu kesin.
Ç ok m iktarda kanıt tarafından desteklenen g ü ­
nüm üz levha tektoniği teorisi W egener’in fikrinin
tıpa tıp aynısı değil. VVegener, Afrika, G üney
Am erika, H indistan, Madagaskar, A ntarkti­
ka ve Avustralya’n ın bir zam anlar bir bütün
oldukları ve sonra ayrıldıkları konusunda
kesinlikle haklıydı. A ncak bu n u n nasıl ger­
çekleştiği VVegener’in düşündüğünden biraz
farklıydı. W egener kıtaların denizi yararak,
su ü zerinde değil am a eriyik ya d a yarı-eriyik
haldeki Yeryüzü k abuğu üzerinde yüzdükleri­
ni düşünm üştü. G ünüm üzdeki levha tektoni­
ği teorisi ise denizin dibi de dahil olm ak üzere
Y eryüzünün kabuğunun tam am ını birbirine geç­
m iş levhalar b ütü n ü olarak kabul eder. Yani hareket
. eden sadece k ıtalar değil, ü zerine o turdukları levhalar­
d ır ve D ünya’n ın yüzeyi üzerinde b ir levhanın parçası
olm ayan hiçbir yer yoktur.
217
Dünya'daki

•VHASI

Ç oğu le v h a n ın sa h ip o ld u ğ u ala- JU A N D EFU G A İ


n ın b ü y ü k b ir k ısm ı d e n iz in a ltın - LEVHASI %.
d ad ır. K ıtalar o la ra k b ild iğ im iz k ara
k ü tleleri, b u lev h a la rın yüksek te, su y u n
ü z e rin d e k a la n k ısım la rıd ır. A frik a k ıta ­ KARAYİP
sı, G ü n e y A tlan tik ’in y a rısın a k a d a r u z an an, LEVHASI
ç o k d a h a b ü y ü k o la n A frik a le v h a sın ın ü z e rin d e
b u lu n u r. D iğ e r başlıca le v h a la r ise H in d is ta n ve
A vustraly a le v h aları, H in d is ta n h a riç tü m A sya ve C O C O S*
A vrupa’yı iç e re n A vrasya lev h ası, A vrasya ve A f­ LEVHASI
rik a le v h a la rı ara sın a sık ışm ış g ö rece k ü ç ü k A rap
lev h ası, Kuzey A m erik a’y ı ve G rö n la n d ’ı içi-
n e a lıp Kuzey A tla n tik o k y anusu-
R k n u n o rta la rın a k a d a r u zan an
, Jj K uzey A m e rik a lev hasıdır, NAZCA
LEVHASI
î' jF A yrıca b ü y ü k P asifik levha-
| $ sı g ib i ü z e rin d e n ere d e y se h iç
iI A k u r u k a ra p a rç a sı b u lu n d u rm a ­
dı y a n b a z ı le v h a la r d a vardır.
flMiKA
•VHASI

PASİFİK LEVHASI SCOTIA LEVHASI

ANTARKTİKA LEVHASI
AVRASYA LF.'

a $a P
LEVHAŞ FİLİPİNLER
LEVHASI

AFRİKA

AVUSTRALYA LEVHASI

..s > *

v jğ $
r jJ 0 '

\ - 4%
<»•*
B u ra d a k i re sim d e n d e g ö re b ileceğ in iz gibi b u s o ru y u cevaplam ası g erekm eyecekti çü n k ü
G ü n e y A m e rik a lev h ası ve A frik a lev h ası a ra ­ o, k ıta la rın k e n d ile rin in sü rü k le n d iğ in i d ü şü ­
sın d a k i a y rım , h e r ik i k ıta d a n d a k ilo m e tre le r­ n ü y o rd u . A m a eğer b ir z am an lar G ü n ey A m e­
ce u z ak ta. G ü n ey A tla n tik ’in d ib in in o rta s ın d a rik a ve A frika b ir b ü tü n d ü y se, levha tektoniği
y e r alır. D e n iz in d ib in in d e le v h a la ra d a h il o l­ b u g ü n o n la rı ay ıran su y u n a ltın d a k i o n c a sert
d u ğ u n u h a tırla y ın ; b u , s e r t kaya d em ek. Peki kayayı n asıl açıklıyor? L evhaların d en iz a ltın ­
öyleyse G ü n e y A m e rik a ve A frik a b u n d a n 150 d a k i k ayalık k ısım la rı b ir ş ekilde b ü y ü m ey i m i
m ily o n y ıl ö n ce n a sıl iç içey d iler? W egener’in başard ılar?
Deniz tabanı yayılm ası
Evet. Cevap “deniz tabanı yayılması” denen uzanan b ir genişlikte o lduğunu hayal edin. Bir de
bir olguda yatıyor. B üyük havaalanlarında in­ yürüyüş hızında değil de tırnaklarınızın uzama
sanların valizlerini taşıyabilmeleri için, örneğin hızında h areket ettiğini düşünün. Evet tahm in et­
term inal girişinde veya beklem e salonuna gidiş­ tiğiniz gibi Güney Am erika kıtası ve tüm Güney
te, uzun m esafeler kateden yürüyen yolları bilir Am erika levhası, Afrika kıtası ve Afrika levhasın­
misiniz? H ani tü m yolu y ürüm ek yerine, insanlar dan o yürüyen yollara benzer bir m ekanizm a ile
hareket eden b an tın ü zerine binerler ve tekrar y ü­ uzağa taşınıyor. Ancak bu yürüyen levha denizin
rüm eye başlam aları gereken noktaya kadar bant dibinde, A tlantik O kyanusunun güneyinden k u ­
tarafından taşınırlar. Bu yürüyen yollar ancak iki zeyine kadar uzanıyor ve çok yavaş hareket ediyor.
kişinin yanyana durabileceği genişliktedir. Am a Peki ya Afrika? A frika levhası neden aynı
şim di o yürüyen yolun binlerce kilom etre geniş­ yönde hareket edip G üney A m erika levhasına
liğinde, Kuzey K u tbundan A ntarktika’ya kadar yetişmiyor?

221
Ç ünkü A frika da b ir başka y ürü y en y ol ü ze­ bir adım ınızı birine, öbü rü n ü ötekisine koyacak
rind e ve bu yol ö b ü rü n ü n ta m tersi yönde iler­ olursanız bacaklarınızı 180 derece açm ak z o ru n ­
liyor. Afrika’n ın y ü rüyen yolu, b a tıd a n doğuya da kalırsınız.
giderken, G üney A m erika’n ın y ü rüyen yolu d o ­ Yerdeki b u y arığın A tlantik O kyanusundaki
ğudan batıya gidiyor. Peki o rta d a n eler oluyor? eşi, derin denizin d ibinde, en g üneyden en k uze­
Bir d ahaki sefere b ü y ü k b ir havaalanında ya da ye kadar uzanır ve kendisine orta-A tlantik sırtı
m etro d a ya d a büy ü k b ir alışveriş m erk ezin ­ denir.
de yürüyen b ir yol görd ü ğ ü n ü z zam an, ü zerine O rta-A tlan tik s ırtın d a n çıkan iki “b a n t”,
b inm ed en önce o n u izleyin. Yerdeki b ir aralık­ b irb irin e zıt yönlere gider. Biri G üney
ta n çıkar ve sizden uzaklaşır. Yerin ü zerinden A m erika’yı devam lı batıya taşırken, diğeri
ileriye, y erin a ltın dan ise geriye size d o ğ ru gelen A frika’yı doğuya d o ğru götürür. Ve havaalanın-
ban t, te k rar te k ra r b u tu ru atar. Ş im di aynı yarık ­ dak i b a n tla r gibi, tek to n ik levhaları taşıyan bu
ta n çıkan am a b u sefer tam aksi istikam ette h a ­ bantlar, d ö n e r ve D ünya’n ın derin lik lerin d en
reket eden b ir başka b a n t d a h a hayal edin. Eğer geri gelirler.

Çevirim Akıntısı
MANTO
Bir d ah ak i sefere yürüyen b ir yolla karşılaştığınızda, ü zerine
bin in ve kendinizi A frika (ya da tercih ederseniz G üney A m eri­
ka) olarak hayal e derek sizi taşım asına izin verin. Yolun s onuna
geldiğinizde in in ve sizin geldiğiniz noktaya d ö n m ek üzere ban-
tın y eraltına girip kayboluşunu izleyin.
Y ürüyen y o lların b an tla rı elek trik m o to rla rın ca hareket e tti­
rilir. Peki D ünya’n ın b ü y ü k lev h aların ı ve b e rab erlerin d ek i kıtaları
taşıyan b an tla rı harek et e ttire n ned ir? D ü n y a yüzeyinin a ltın d ak i d e­
rinliklerd e çevirim a k ın tıları vardır. Ç ev irim ak ıntısı nedir? Belki evi­
n izde b ir elektrikli so b a vardır. Bir o d a şu şekilde ısınır: soba havayı ısıtır.
Isınan hava y ükselir ç ü n k ü so ğ u k h av adan d a h a az y o ğ u n d u r (sıcak-hava
balonları d a b u şekilde çalışır). Sıcak hava a rtık d a h a fazla yükselem e­
yeceği no k tay a yani tav an a ulaşıncaya k a d a r yük selir ve alttan gelen

i—aîpP»-

Çevirim Akıntısı

taze sıcak hava tara fın d a n iki yana ilerlem eye Aynı şey su için de geçerlidir. Aslında her­
zorlanır. H ava yan lara d o ğ ru ilerlerken so ğ u r ve hangi b ir sıvı ya da gaz için de geçerlidir. A m a
inişe geçer. Yere ç arp tığ ın d a te k ra r y an lara d o ğ ­ Dünya’n ın yüzeyinin altında nasıl b ir çevirim
ru gitm eye z o rla n ır ve ısıtıcıya yakalanıp te k rar akıntısı o labilir ki? O rada sıvı v ar m ı ki? Evet, as­
yükselm eye b aşlayıncaya k a d a r y erde ilerler. Bu lında var denebilir. Su gibi değil belki a m a yoğun
açıklam a b ira z basitleştirilm iş b ir açıklam a am a b ir bal ya d a p ekm ez gibi yarı sıvıdır. Ç ünkü o ra ­
yine de b u ra d a ö n em li olan an a fik ir şu: uygun sı o kadar sıcaktır ki h e r şey erir. Isı çok derin ­
koşullar a ltın d a b ir elek trik li soba, havayı te k ­ lerden gelir. D ünya’n ın m erkezi gerçekten d e çok
ra r tek ra r d ö n d ü re b ilir y a n i h av an ın o d a içinde sıcaktır ve yüzeye gelene kadar d a sıcak olmaya
dolaşım ın ı sağlar. Böylesi b ir d olaşım a “çevirim devam eder. Bu ısı zam an zam an volkan dediği­
akıntısı” denir. m iz n oktalardan yüzeye fışkırır.

223
Isı sayesinde hareket
Levhalar sert kayadan m eydana gelmişlerdir ve kayadan levhaları taşıyan işte bu çevirim akıntılarıdır,
gördüğüm üz üzere birçoğu denizin altındadır. H er Çevirim akıntıları oldukça karmaşık bir yol iz-
levha kilometrelerce kalınlıktadır. Bu kalın levha lerler. Kendileri de bir çeşit hızlı çevirim akıntıları
zırhına “litosfer” yani “taş küre” denir. Taş kürenin olan tüm okyanus akıntılarını ve rüzgarları düşü-
altında ise daha bile kalın bir katman bulunur ve bu nün. D ünyanın yüzeyindeki çeşitli levhaların, sanki
katm ana pekm ez küre dense yeridir am a gerçek ismi hepsi bir atlıkarıncadaymış gibi aynı yöne değil de
bu değil (gerçek ismi üst m anto). Taş kürenin sert tüm yönlere doğru taşınm alarına şaşırmamak la-
kayalık levhalarının bu pekm ez küre üzerinde “yüz- zım. Levhaların birbirleriyle çarpışmalarına veya
düğü” söylenebilir. Altındaki derin ısı, pekm ez küre- birbirlerinden yırtılırcasına ayrılmalarına ve birbir-
nin kendi içinde son derece yavaş, aşındırıcı çevirim lerinin altına dalmalarına ya da birbirlerine yanla-
akıntıları oluşmasına neden olur ve yüzen koskoca masına sürtünm elerine de şaşırm am ak lazım. Ve

Atmosfer

MANTO

Erimiş metalden
oluşmuş dış çekirdek

Katı metalden
oluşmuş iç
çekirdek

224
elbette tüm bu devasa kuvvetleri (aşınma, burkul­ sifik levhasıyla Kuzey A m erika levhasının uzun
ma, güm bürdem e, kazıma kuvvetlerini) depremler karşılaşm a ve “patinaj” çizgisi üzerindedir. H er iki
olarak hissetmemize de... D eprem lerin korkunç ol­ levha d a kuzeybatıya doğru ilerlem ektedir ancak
duğu bir gerçek ama insan asıl neden daha korkunç Pasifik levhası daha hızlı ilerler. Los Angeles Şehri
depremler olmadığını düşünm eden edemiyor. Kuzey A m erika levhası ü zerinde değil Pasifik lev­
Bazen h areket eden b ir levha, kom şu su n u n hasının üzerindedir ve çoğunluğu Kuzey A m e­
altına kayar. B una “dalm a-b atm a” denir. Ö rn e ­ rika levhasının üzerinde olan San Francisco’n un
ğ in A frika levh asın ın b ir k ısm ı Avrasya levha­ devam lı üzerine d o ğru sokulm aktadır. Tüm bu
sının altın a d alm aktadır. İtalya’d a d ep rem olup bölgede deprem ler h er zam an bekleniyor ve uz­
du rm asın ın , an tik R om a d ö n em lerin d e Vezüv m anlar b ir on yıl içinde büyük b ir tane olacağını
dağ ın ın patlayıp Pom pei ve H erk u lan eu m şeh ir­ tahm in ediyorlar. Neyse ki Kaliforniya, Haiti’nin
lerini yoketm esinin n ed en i b u d u r (ç ü n k ü vol­ aksine, deprem m ağdurlarının korkunç d u ru m ­
kanlar levhaların sın ırların d a dizilirler). Everest larıyla ilgilenm ek için iyi donanım lı b ir eyalettir.
dağı d a d ah il olm ak üzere H im alaya dağları b u ­ G ünün birinde Los Angeles’m kim i kısım la­
gü n k ü devasa y ü ksekliklerine H in d istan levha­ rı kendini San Francisco’da bulabilir. A m a buna
sın ın devam lı Avrasya levhasının altın a d alm a­ d aha çok v ar ve bugün hayatta olanların hiçbiri
sıyla ulaşm ışlardır. b unu göremeyecek.
Konuya San A ndreas Fayı’yla başlam ıştık
m adem on u n la bitirelim . San A ndreas Fayı, Pa­
ed en kö tü şeyler olur? D eprem ya da fırtına
N gibi korkunç b ir afetten sonra insanların şöyle
şeyler söylediklerini duyarsınız:

“A m a bu haksızlık. Bu zavallı insanlar böy-


lesi bir kaderi hakedecek ne yaptı?”

Eğer kötü bir insan sağlıklı bir şekilde yaşamını sürdü


düğü halde gerçekten çok iyi bir insan çok acı çektiği bi
hastalığa yakalanır ve sonunda ölürse, yine yalanırız:

“H aksızlık!” Veya şöyle deriz

“A dalet bunun
neresinde?”

Bu hisse karşı k oym ak çok zor, b ir şekilde, bir


çeşit doğal adalet olmalı diye düşünebilirsiniz. İyi
şeyler iyi insanlara olmalı. Kötü şeylerse, illa olm ak
zorundalarsa sadece kötü insanların başına gel­
meli. O scar Wilde’ın enfes oyunu A zim li Olmanın
Önemi’nde, yaşlıca bir m ürebbiye olan Bayan Prism
u zun yıllar önce nasıl rom an yazdığını açıklar. Ken­
disine rom anın iyi bitip bitm ediği sorulunca cevap
verir: “İyiler için m utlu, kötüler için m utsuz sonla
bitti.” Gerçek hayat ise farklıdır. Kötü şeyler o lur ve
oldukları zam an kötü insanlar kadar iyi insanların
da başına gelir. Neden? Neden gerçek hayat Bayan Prism’in
kurgusundaki gibi değil? Neden kötü şeyler oluyor?
Tanrılarının m ükem m el b ir d ünya yaratm a niyetin­
de olduğu, ancak m aalesef bu esnada b ir şeylerin ters git­
tiğine inanan birçok insan vardır ve b ir o kadar fikir de
bu ters giden şeyin ne olduğuna dairdir. Batı Afrika’nın
D ogon kabilesine göre, dünyanın başlangıcında, içinden
ikizlerin çıktığı kozm ik b ir yum urta varm ış. Eğer ikiz­
lerin ikisi de aynı anda çıksalarm ış hiçbir so ru n olm a­
yacakmış. A m a m aalesef biri olması gerekenden erken
çıkmış ve tan rın ın tü m m ükem m ellik planlarını suya
düşürm üş. D ogon’lara göre kötü şeylerin olm asının ne­
deni bu.

Ö lüm ün dünyaya nasıl geldiğine dair pek çok sanenin başka versiyonlarındaki başka hızlı bir hay­
efsane bulunur. Tüm Afrika’d a, farklı kabileler insan­ van) tarafından taşman ölüm haberi insanlara daha
lara ulaştırması için bukalem una ölümsüzlük habe­ çabuk ulaşmış. Bir Batı Afrika efsanesinde ise yaşam
rinin verildiğine inanır. Am a m aalesef bukalemun o haberini taşıyan yavaş bir kurbağa, ölüm haberini
kadar yavaş yürüm üş ki (bukalemunlar sahiden ya­ taşıyan hızlı bir köpek tarafmdan geçilir. Aslmda ha­
vaş yürür, bilmez miyim , çocukluğum un Afrika’d a berlerin hangi sırayla geldiğinin niye bu kadar önem ­
geçirdiğim kısmında ismi Hookariah olan bir buka­ li olduğunu pek anlamadığımı söylemeliyim. Kötü
lemunum vardı) daha atik bir kertenkele (ya da ef­ haber ne zaman varırsa varsm yine kötü haberdir.
H astalığın k ö tü şeyler a rasın d a özel b ir yeri hastalanan ya da hasta b ir çocuk sahibi olan
v ard ır ve k e n d in e h as söylenceleri d o ğurm uştur. kişiler, suçlam ak için hem en etrafta şeytani bir
B unun b ir n ed en i de hastalık ların u zu n sü re k ıs­ büyücü ya da cadı ararlardı. Eğer b en im çocuğu­
m en gizem li k alm alarıdır. A talarım ız aslanlar­ m u n ateşi çıkarsa, b u b ir d ü şm an ım ın ona büyü
dan, kılıçdişli kaplan lard an , diğer kabilelerden yapsın diye b ir cadıyla anlaştığı için olm alıdır. Ya
ve açlıktan kayn ak lan an başka tehlikelerle de da belki de d o ğ d uğunda b ir keçi k u rb an edecek
karşılaşm ışlardır ancak o tehlikelerin gelişini param olm adığı içindir. Veya yeşil b ir tırtıl yolu­
görebilir, anlayabilirsiniz. Ö te y an d an çiçek h as­ m u n ö n ü n d en geçtiğinde kötü ru h lara tü k ü rm e­
talığı veya veba veya sıtm a, on lara h erh an g i b ir yi u n u ttu ğ u m için.
uyarı o lm aksızın yo k tan varolm uş gibi g ö rü n ­ A ntik Yunan’d a ise hasta hacılar gecelerini,
m üş olm alı ve b u tehlikelere k arşı nasıl h a z ır­ şifa ve tıp tan rısı A sclepius’a a danm ış tapm aklar­
lıklı olabileceklerini de b ilm iyorlardı. Bu onlar d a geçirirlerdi. T anrının onları iyileştireceğine
için k o rk u tu cu b ir gizem olm alıydı. H astalıklar ya da tedaviyi rü yalarında söyleyeceğine in an ır­
nered en geliyordu? Bu acılı ölüm leri, sü rü n d ü ­ lardı. Bugün bile, şaşırtıcı sayıda hasta in san Lo-
ren diş ağrısın ı veya berb at benek leri h a k ed e­ u rdes gibi yerlere seyahat ederek, kutsal suyun
cek ne yaptık? İn sa n la rın h astalıkları anlam aya o n ları iyileştireceğini u m arak kutsal havuzlara
çalışm ak için u m utsuzca ve kend ilerin i h a sta ­ girerler (bana kalırsa aynı suya giren diğer bir­
lıklard an k o ru m a k için d ah a da um u tsu zca batıl çok insan d an başka bir şey kapm aları iyileşm e­
inançlara b aşv u rm asın a şaşırm am ak gerek. Bir­ lerinden dah a olası). Son 140 y ıldır 200 milyon
çok A frika kabilesinde çok y akın dö n em e kadar. in san tedavi olm ayı um arak, Lourdes’e hacı ol-

2 28
m aya gitti. Ç o ğ u n u n ciddi rahatsızlıkları yoktu nedeni olduğunu düşünm üştü. O rta çağlarda ise,
ve neyse ki çoğu (haccı gerçekleştirseler de ger­ birçok insan hastalıkların nedeninin gezegen­
çekleştirm eseler d e olacağı gibi) iyileştiler. lerin yıldızlar karşısındaki konum ları olduğuna
A ntik Yunan’d a, tü m d oktorların uym ası ge­ inanıyordu. Bu astroloji denen inançlar sistem i­
reken yem ine ism ini verm iş olan “tıbbın babası” n in bir parçasıydı ve saçma görünse de bugün
H ipokrat, deprem lerin hastalıkların önem li b ir hâlâ oldukça çok inananı bulunur.

229
Sağlık ve hastalıkla ilgili, m ilattan önce be­ m adan evvel, hastalıkları önleyeceği um uduyla
şinci yüzyıldan, m ilattan sonra o n sekizinci yüzyı­ doktorlardan b u n u y apm alarını isterlerdi.
la kadar varlığını sürdürm üş olan e n inatçı söylen­ Bir zam anlar okuldayken, öğretm enim iz
ce, d ö rt “ru h hali” söylencesidir. Biri için “bugün bizden hastalıkların n eden olduğunu dü şü n m e­
ru h hali yerinde” dediğim izde, bu o günlerden m izi istem işti. Bir çocuk el kaldırıp hastalıkla­
kalm a b ir alışkanlıktır a m a insanlar b u n u n ard ın ­ rın “g ünahlar” y ü zünden olduğunu söylemişti!
daki fikre a rtık inanmıyorlar. Bahsedilen b u d ört B ugün bile, genel olarak k ö tü şeylerin benzer
ru h hali hüzün, asabiyet, iyim serlik ve sakinliktir. sebeplerle olduğunu düşünen birçok insan var.
İyi b ir sağlığın bu dö rd ü n ü n arasındaki “dengeye” Bazı söylenceler, atalarım ız çok u zun zam an
bağlı olduğu düşünülürdü ve bugün hâlâ “çakra- önce çok fena b ir şey yaptıkları için kötü şeylerin
larınızdan” yayılan “enerjinizi” ellerini kullana­ olduğunu q ne sürüyor. İlk atalarım ız olan A dem
rak “dengeleyen” sözde “şifacılardan"
benzer şeyler duyabilirsiniz.
D ö rt ru h h ali teo risin in
dok to rlara hastaları iyileş­
tirm elerin d e yardım cı o lm a­
dığı kesin d ir am a h astalar
ü ze rin d e y apılan “kanatm a”
uygulam aları h ariç ç o k b ü ­
yü k b ir zarar verm em iş
olabilir. K anatm a uygula­
m asına göre h a sta n ın d a ­
m arların d an b iri neşter
ben zeri b ir kesici aletle
kesilir ve b ir m ik ta r kan
özel b ir küvete akıtılırdı.
Elbette b u zavallı h as­
tayı d a h a da hasta ya­
pard ı (b u işlem George
W ashington’ın ö lüm üne
katkıda bu lu n m u ştu r)
am a d o k to rlar eski ru h
hali söylencesine o k ad ar
inan ırlard ı ki bu uygula­
mayı çok kez gerçekleş­
tirm işlerdir. H atta b u kan
akıtm a işlem i sadece hasta
insanlara da y apılm am ış­
tır. Bazen in san lar h asta ol-

230
ve Havva’n ın hikayesini anlatan
Yahudi söylencesinden b a h ­
setm iştim . A dem ve Havva’n ın
k orkunç b ir şey yaptığım h a ­
tırlayacaksınız: yasak ağacın m eyvesini y em eleri için
yılanın k e n d ilerin i ikna etm esine izin verm işlerdi. Bu
efsanevi suç, ç ağlar b oyunca a k tarıld ı ve b azı in sanlar
hâlâ b u su çu n bu g ü n e k a d a r olan tü m k ötülüklerin
sorum lu su o lduğuna inanıyor.
aa

Birçok söylence iyi tan rılar ve kötü tan rılar (veya


şeytanlar) arasındaki çekişm eden bahseder. K ötü tanrılar
dünyadaki k ö tü şeylerden sorum ludurlar. Ya da iyi tan rı­
larla savaş h alinde olan çoğul değil de, sadece tek b ir k ötü
ruh, yani Şeytan veya o n a b en zer b ir şey d e olabilir. Eğer
şeytanlarla ta n rıla r ya d a iyi tanrılarla k ö tü tan rılar arasın­
daki bu sürtüşm e olm asaydı kötü şeyler hiç olmayacaktı.

231
şeyler neden
olur gerçekten?
H erhang İ b İr şey neden olur k i zaten? Bu cevap en ufak b ir uçak gürültüsüyle mahvolabilir. Film
vermesi güç bir soru am a aslmda “Kötü şeyler ne­ sektöründeki insanların, film için sessizliğin en
den olur?” sorusundan daha akla uygun bir soru. önem li olduğu sahnelerde uçakların kasten tepe­
Ç ünkü şans eseri beklenenden d aha sık olmaya baş­ lerinden geçtiklerine inanm ak gibi b ir batıl inanç­
lamadıkça ya da kötü şeylerin sadece kötü insanla­ ları var ve h er seferinde A ksilikler Yasası’m anarlar.
rın başına gelmesini sağlayan b ir çeşit doğal adalet Bu yakınlarda, çalıştığım bir çekim eki­
olması gerektiğini düşünm üyorsak kötü şeyleri ayrı biyle beraber çekim yapm ak için gürültünün
tutup özel muamele etm ek için b ir neden yok. çok az olacağından em in olduğum uz bir yerde,
Kötü şeyler şans eseri bekleyeceğim izden O xford’u n y akınlarındaki büyük bir çayırlıkta k a­
daha sık m ı olm aya başladı? Eğer öyleyse gerçek­ rar kıldık. Ü stelik sessiz sakin olacağından iki kez
ten açıklam am ız gereken b ir şey var dem ektir. İn ­ em in olm ak için çekim yapm ak için sabahın er­
sanların şakayla k arışık “M urp h y K anunları” ya ken saatlerini seçtik. Bir de ne görelim, İskoçya-
da “A ksilikler Yasası”n a atıfta bulu n d u ğ u n u duy­ lım n biri tek başına gayda çalışıyor (belki de ka­
m uş olabilirsiniz. Bu yasalara göre: “Eğer b ir re­ rısı evden kovalamış). H ep bir ağızdan “Aksilikler
çelli ekm eği yere düşürecek olursanız, h e r zam an Yasası!” diye inledik. A m a
reçelli tarafın ın üzerine düşecektir”. Ya da daha gerçekte olan şudur; çoğu
genel olarak: “Eğer b ir şeyin kötü gitm e ihtim ali zam an sürüp gitm ekte olan
varsa, k ö tü gidecektir.” İnsanlar sık sık bun u n la bir gürültü zaten vardır
ilgili şakalar yaparlar am a bazen b u n u n b ir şaka­ am a biz sadece, örneğin
dan fazlası o lduğunu d ü şündükleri hissine kapı­ film çekim im izi baltaladığı
labilirsiniz. Gerçekten de dünyanın onlara karşı için sinirim izi bozduğu za­
olduğuna inanıyorlarm ış gibi görünürler. m an b u n u farkederiz. Sini­
Televizyon belgeselleri için b ir m iktar çeki­ rim izi bozan, sıkıntı veren
m e katıldım ve çekim lerde “çekim esnasında” kö­ şeyleri farketm e ihtim alim iz
tüye gidebilecek şeylerden b ir tanesi istenm eyen yanlıdır ve b u bizi dünya
gürültülerdir. Uzakta b ir uçak belirince çekimi n ın kasten sinirlerim i­
d u rd u ru p uzaklaşana kadar beklem ek gerekir ve zi bozm aya çalıştığı­
bu gerçekten çok sin ir b ozucu olabilir. Eski tarih ­ n ı düşünm eye iter.
sel dönem lerdeki yaşam ı anlatan kostüm lü filmler

232
Ekm ek örneğine dönersek, gerçekten reçelli tarafına,
reçelsiz tarafının ü zerine d üştüğünden d aha sık d üştüğünü
bulm ak şaşırtıcı olm az. Ç ünkü m asalar çok yüksek değil­
d ir ve ekm ek reçelli tarafı yuk arı bakacak şekilde düşmeye
başlar ve m asanın yüksekliği çok fazla olm adığından yere
düşünceye k ad ar genellikle ancak yarım b ir d önüş yapacak
kadar süre geçer. A m a ekm ek örneği b u kasvetli fikri ifade
etm enin sadece renkli b ir yoludur:

“bir şey ters gidebilecekse ters gider.’

Belki A ksilikler Yasası için şu d aha iyi b ir ö rn ek olabilir: “Yazı tu ra


atarsanız, tu ra gelm esini ne k a d a r çok isterseniz, yazı gelm e ih ti­
m ali o k ad ar artar.”
Bu karam sar b ir bakış açısı. Bir de tu ra gelm esini ne kadar
çok isterseniz, tu ra gelme ihtim alinin o k ad ar artacağını düşünen
iyim serler var. Belki b u n u da işlerin iyi gideceğine dair iyimser
inanç olması b akım ından “Pollyanna Yasası” olarak adlandırabili­
riz. Ya da Fransız yazar Voltaire tarafından y aratılan karaktere atfen
“Pangloss’u n Yasası” da diyebiliriz. Voltaire’in “Dr. Pangloss”una göre
“H er şey, olabilecek en iyi dünyada olabileceklerin e n iyisi içindir.”
Bunları bu şekilde belirttiğiniz zam an Aksilikler Yasası’n ın da,
Pollyanna Yasası’m n d a saçm a olduğunu h em en görebilirsiniz. M ade­
n i paralar ve ekm ek dilim lerinin sizin arzularınızın gücünü bilmeleri­
nin bir yolu ve onları gerçekleştirmek ya da engellemek için kendileri­
ne ait arzuları yoktur. Ayrıca bir insan için kötü olan b ir şey, bir başkası
için iyi olabilir. Rakip tenis oyuncularının ikisi de zafer için gayretli
bir şekilde d ua ederler am a b irinin kaybetm esi gerekir! “Neden kötü
şeyler olur?” ya d a “Neden iyi şeyler olur?” diye sorm ak için özel bir
neden yoktur. H er ikisinin de arkasındaki asıl sorulm ası gereken genel
soru şudur: “Neden herhangi bir şey olur?”
233
Şans, tesadüf ve sebep
Bazen insanlar “H er şeyin b ir sebebi var” derler.
Bir b akım a b u doğru. H er şeyin gerçekten
b ir sebebi var. Bu, olayların sebepleri
olduğu ve sebebin h e r zam an olaydan
önce geldiği anlam ına gelir. Tsunam i-
ler denizin altındaki deprem ler nede­
niyle olur, deprem ler ise 10. bölüm de gör­
düğüm üz gibi Dünya’n m tektonik levhalarındaki
hareket yüzünden olur. H er şeyin b ir sebebi var
denm esindeki d o ğru m antık; “sebebin” b ir “öncül
neden” anlam ına geldiği m antıktır. A m a insanlar
bazen “sebep” derken çok farklı bir şeyi kasteder­
ler, daha çok “am aç” anlam ında bir şey. Mesela
şöyle derler:

“T sunam i günahlarım ız y ü zü n d en gönderilen bir cezaydı”


veya

“Tsunam i, strip tiz kulüpleri ve diskolar ve barlar ve


diğer tü m g ü n a h k a r yerleri yo k e tm e k için geldi”

İnsanların ne kadar sık böyle saçm alıklara baş­


vurduklarını görm ek hayret vericidir.
Belki de b u çocukluktan kalm a b ir şeydir.
Ç ocuk psikologları, küçük çocuklara bazı taşla­
rın n eden sivri olduğu s orulduğunda çocukların
bilim sel açıklam aları reddedip “böylelikle hay­
vanlar k endilerini kaşıyabilirler” cevabını tercih
ettiklerini gösterdiler. Ç ocukların çoğu büyüyüp
sivri taşlara dair b u tarz açıklam aları geride bı­
rakm ışlardır. A m a pek çok yetişkin, iş deprem ler
gibi acı olaylara ya d a deprem den k urtulanların
şansına gelince b u tarz açıklam alardan silkele­
nip k urtulm akta p ek başarılı değildir.
Peki ya “kötü şans”? Gerçekten kötü şans, dahası iyi gözeterek b u sefer kaybetm esini ve dengenin y en i­
şans diye bir şey var mı? Bazı insanlar diğerlerinden den sağlanmasını gerektiriyor. B unu ifade e tm enin
daha şanslı mı? İnsanlar bazen şansım ters “gitti” diğer bir yolu da yazı turayı kazanm a sırasının
derler. Ya da “son zamanlarda başıma o kadar çok Sangakkara’d a olduğunu söylemektir. Ya da tekrar
kötü şey geldi ki, kötü şans hakkımı kullandım ar­ D h o ni kazanacak olursa b u n u n haksızlık olacağını
tık bir parça iyi şansı hakettim” de diyebilirler. Ya da söylem ek de olabilir. A ncak gerçekte, D honi yazı
“Bilmem kim o kadar şansız bir insan ki her şey onun turayı dah a önce kaç kere kazanm ış olursa olsun,
için kötü sonuçlanıyor” demeleri de mümkün. b u denem ede de kazanm a şansı her zam an yarı
“Bir parça iyi şansı hakettim” ifadesi, “Ortala­ yarıyadır. “Sıranın” veya “adaletin” yazı turayla bir
malar yasası”n m yaygın biçim de yanlış anlaşılma­ ilgisi yoktur. Bizler h ak veya haksızlığı önem siyor
sına bir örnektir. Kriket oyununda hangi takım ın olabiliriz am a b u m adeni paraların u m u ru n d a de­
ilk başladığı genellikle büyük fark yaratır. Takım ğil! Keza evrenin d e öyle.
kaptanları avantajı kim in alacağını belirlemek Bir bozukluğu 1000 kere atarsanız yaklaşık
için yazı tura atarlar ve her iki takım ın taraftarları olarak 500 kere yazı, 500 kere tu ra gelm esini bek ­
da kendi takım ının kaptanı yazı turayı kazansın lersiniz. A m a farzedin b ir bozukluğu 999
diye um ut eder. H indistan ve Sri Lanka ara­ kere attınız ve h e r defasında tu ra geldi.
sında yakınlarda gerçekleşen b ir m aç öncesi Sonuncu denem e için oyunuz hangisin­
Yahoo internet sayfası şu soruyu sordu: d en yana olurdu? “O rtalam alar Yasası’n ı”
pek çok insanın yaptığı gibi yanlış anla­
“D h o n i [H in d ista n ’ın k a p ta n ı] y a z ı dıysanız yazı dem eniz gerekir çünkü sıra
tu ra d a bir k e z d a h a şan slı o lacak m ı? ” yazıda ve eğer tekrar tu ra gelecek olursa
b u haksızlık olur. A m a b en iddiaya gire­
rim yine tu ra gelecektir, aklınız varsa siz
Gelen cevaplar arasından (benim anlam adığım
de öyle yaparsınız. Paranın 999 kez arka arkaya
bir n eden d en ö tü rü ) seçilen “En iyi cevap” şuy­ tu ra gelmiş olması, birilerinin paranın kendisiyle
du:
veya o nu havaya atış şekliyle oynadığı anlam ına
gelir. “O rtalam alar Yasası’nın” yanlış anlaşılm ası
“O rtalam a la rya sa sın a d erinden inan ıyo ru m , birçok kum arbazı d a m ahvetmiştir.
b en im o yu m S angakkara’n ın [Sri L a n k a h ın
kaptanı] şanslı olacağı ve heyecanla beklenen
y a z ı turayı kazanacağı y ö n ü n d e ”

B unun nasıl saçm a b ir açıklam a olduğu­


n u görebiliyor m usunuz? D ah a önceki b ir dizi
m açta, D h o n i yazı turayı h e r seferinde kazan­
m ıştı. D em ek ki yanlış anlaşılm ış “O rtalam alar
Yasası”, D honi’n in b ugüne k ad ar şanslı olduğunu
Kabul etm ek gerekir ki, geriye dönüp baktığınızda
“Sangakkara’n ın yazı turayı kaybetmesi büyük şanssızlık
olmuş çünkü bu sayede Hindistan çok güzel bir atışla
oyuna başladı ve b u da çok sayı kazanm alarını sağladı”
diyebilirsiniz. Bunda yanlış bir şey yok. Tek söylediği­
niz yazı turayı kazanm anın gerçekten bir fark yaratmış
olduğu, yani b u olay özelinde yazı turayı kim kazanırsa
kazansın çok şanslı olacaktı. Söylememeniz gereken ise,
D honi, önceki pek çok yazı tura atışında kazandığı için
b u sefer sıranın Sangakkara’d a olduğu. Hele şunu hiç söy-
lememelisiniz: “Dhoni iyi bir kriket oyuncusu am a onu
kaptan yapmamızın asıl n edeni yazı turayı kazanm ak ko­
nusunda çok şanslı oluşu.” İnsanlar birey olarak yazı tura
atışlarında şanslı olm ak gibi bir özellik sahibi değildir. Bir
kriket oyuncusunun iyi bir vurucu ya da kötü bir atıcı ol­
duğunu söyleyebilirsiniz. A m a yazı turaları kazanmakta
iyi veya kötü olduğunu söyleyemezsiniz!
Aynı sebepten ö türü boynunuza şanslı bir tılsım
takarak da şansınızı arttırabileceğinizi düşünm ek ta­
m am en saçmalıktır. Ya da uğurlu formanızı
giyerek. Bu gibi şeylerin başınıza gele­
cekleri etkileme güçleri yoktur, tabi
bir şekilde sizin nasıl hissettiğinizi
etkilem edikleri sürece, örneğin
b ir tenis servisinden önce size
biraz daha güven kazandırarak
sizi sakinleştirm esi gibi. Ama
bu n u n şansla hiçbir ilgisi yoktur,
bu psikolojidir.

Bazı insanların “başına


sık kaza gelen” olarak adlan-
dırıldığı doğrudur. A ma bu
o kişinin talihsiz değil sadece
'sakar” olduğu ve düşmeye
daha m üsait olduğu anlamı­
na geliyorsa kabul edilebilir.
Eğer gerçekten ko m ik bir “başına
sık kaza gelen" örneği görm ek is-
tiyorsanız, Peter Sellers’m M ü- J Ş j f y
ı fettiş Jacques Clouseau’yu ^ * * " " * * * m fg m
l oynadığı Pembe Panter
film ini seyretmelisiniz. Müfettiş Clouseau
W sürekli utanç verici ve eğlendirici kazalar
f yapar am a bu bazı insanların “başına s ı k |
kaza gelen” derken kastettiği ,
| gibi h ep kötü “şans” sahibi o l - ° »
H fe g t m asından değil, daim i be-
ceriksiz olmasından kay-l
H k naklanır.

(Bu arada Pembe Panter fil­


m in in orijinal olanını izle­
m eye çalışın, Pembe Panter'in
Oğlu, Pembe Panter’in İnti­
kam ı gibi devam filmi olarak
so nradan çıkan b enzer isimli
olanları değil.)
Pollyanna ve paranoya
Gördüğümüz gibi kötü şeyler, tıpkı iyi şeyler gibi de olabilir. Aynı şekilde bir virüsün sizi haklamak
şans eseri olmaları gerektiğinden daha sık gerçek­ için oralarda bir yerde olduğunu söylemekte sakın­
leşmiyorlar. Evrenin bir zihni yok, duyguları ve ca görmüyorum ve kimse virüslerin herhangi bir
kişiliği yok, dolayısıyla size zarar vermek ya da şey düşünebildiğine inanmaz. Ancak doğal seçilim
sizi memnun etmek için bir şeyler yapmaz. Kötü yoluyla evrim; virüslerin, tilkilerin ve turna balıkla­
şeyler olur, çünkü şe yler olur. Sizin bakış açınıza rının, kurbanları için pratikte pek iç açıcı olmayan
göre iyi ya da kötü olmaları, onların olma ihtimal­ şekillerde davranmaları yönünde çalışmıştır yani
lerini etkilemez. Bazı insanlar bunu kabul etmek­ sanki kasten onları haklamak için oradaymışlar
te zorlanırlar. Kötülük edenin kötülük bulacağını, gibi, depremler veya kasırgalar veya heyelanlar açı­
erdemlerin ödüllendirileceğini düşünmeyi tercih sından söz konusu olmayan bir şekilde davranma­
ederler. ları yönünde.:. Depremler ve kasırgalar kurbanları
Eakat şimdi tüm bunları söyledikten sonra için kötüdürler ama kötü şeyler yapmak için özel­
bir an durup düşündüm de komik ama Aksilikler likle adım atmazlar: hiçbir şey yapmak için Özellik­
Yasasına benzer bir şeyin doğru olduğunu kabul le adım atmazlar, onlar sadece olurlar.
etmem lazım. Bir fırtınanın ya da depremin sizi Doğal seçilim, yani Darvvin'in deyimiyle var­
haklamak gibi bir arzusu olmadığı kesinlikle doğru olmak için mücadele; her canlı varlığın, ona zarar
olsa da (çünkü öyle ya da böyle sizi umursadıkları vermek için çok çalışan bir düşmanı olduğu anla­
yoktur) canlıların dünyasına döndüğümüzde işle­ mına gelir. Ve bazen doğal düşmanların kullandık- '
rin biraz değiştiğini görürüz. Eğer bir tavşansanız, lan hileler bize zekice planlanmış gibi görünürler.
bir tilki sizi haklamak için oradadır. Eğer bir ğolyan Örneğin örümcek ağları, habersiz böcekler için
balığıysanız, bir turna balığı sizi haklamak için ora­ zekice hazırlanmış tuzaklardır. Karınca aslani-di­
dadır. Tilkinin ya da turna balığının bunları düşü­ nilen küçük bir böcek, avlarının içine düşmesi-için -
nerek yaptıklarını söylemeye çalışmıyorum, ki öyle bubi tuzakları kazar.

238
Karınca aslanı, kazdığı koni şeklindeki çukurun hayati yeniden zorlaştıracaktır. D eprem ler ve
dibinde bekler ve çukura düşen her karıncayı ya­ kasırgalar can sıkıcıdır ve hatta düşm an olarak
kalar. Kimse örüm ceğin ya da karınca aslanının adlandırılabilirler am a sizi “haklam ak” için avcı­
zeki olduğunu ve ku rn az tuzağını tasarladığını ların veiparazitlerinki gibi “A ksilikler Yasası” b en ­
öne sürm ez. Am a doğal seçilim onların, bizim zeri bir d urum ları yoktur.
gözlerim ize zekice görünen, b u biçim lerde dav­ Bunun, herhangi bir yahşi hayvanın, örneğin
ranm alarına neden olacak beyinlere sahip olacak bir antilobun düşünüş tarzı ü zerinde kimi etkileri
şekilde evrilm elerini sağlamıştır. B enzer şekilde vardır.! Bir antilopsanız ve uzun çalıların hışırda­
bir aslanın bedeni, antilopların ve zebraların so ­ dığını duysanız, bu sadece bir rüzgar diye düşü­
nunu getirm ek için zekice tasarlanm ış gibi gö­ nebilirsiniz. Rüzgarın sizi haklam ak gibi bir amacı
rünür. Bir antilop olsaydınız, sessizce yaklaşan, olm adığına göre endişe edecek bir şey yok: rüzgar,
kovalayan ve üstünüze atlayan b ir aslanın sizi antiloba ve antilobun başına geleceklere karşı ta­
haklam ak için oradaym ış gibi görüneceğini aklı­ m am en ilgisizdir. Ancak u zun çalılardaki bu hışır­
nızda canlandırabilirsiniz. dam a sinsice yaklaşmakla olan bir leopar da olabi­
Avcıların (diğer hayvanları ö ldürüp yiyen lir ve bir leopar kesinlikle antilobu haklam ak için
hayvanların), avlarının kötülüğüne çalıştıkları­ oradadır: antilop ölarak siz, leopar için lezzetli bir
nı görm ek zor değil. A ncak avlar da avcılarının yemeksiniz ve doğal seçilim antilopları yakalama
kötülüğüne çalışırlar. Yenmekten kurtulm ak için konusunda becerikli leopar ataları desteklemiştir.
ellerinden geleni yaparlar ve.eğer hepsi bunu b a ­ Bu yüzden antilopların, tavşanların, golyan balık­
şarırsa avcılar açlıktan ölür. Aynısi parazitler ve larının ve diğer hayvanların birçoğunun daima
konakları için de geçerli. Bu aynj zam anda birbir- tetikte olmaları gerekir. Dünya tehlikeli avcılarla
; leriyle rekabet h alinde bulunan aynı tü rü n üyeleri doludur ve bir çeşit Aksilikler Yasası olduğunu
\ için de geçeri id ir. Eğer h a y a t kolaysa, doğal seçi­ varsayarak yaşamak en güvenlisidir. Hadi bunu
lim ister av ya da avcı, ister parazit ya da konak Charles D arwin’in diline, yani doğal seçilimin d i­
isterse rakipler olsun, .düşm anlarda ilerlem elerin line çevirelim: bu hayvanlardan, sanki bir Aksilik­
evrilm esiııi destekleyecektir. Ve b u ilerlemeler ler Yasası varm ış gibi davranan bireylerin hayatta .

1
| kalma ve ürem e şansı Pollyarpıa Yasası varm ış gibi
davranan bireylerden daha f&zladır.
Bizim atalarımız da zakıanlarının çoğunu as­
lanlar ve timsahlar, pitonlar lÜ kilıçdişler gibi ölüm ­
cül tehlikelerden kaçarak geçirdiler. Dolayısıyla her
insanın şüpheci, hatta bazılarına göre paranoyak
bir dünya görüşü benimsemesi, her çalı hışırtısını,
h er dal çatırtısını m uhtem el bir tehdit olarak gör­
mesi ve bir şeylerin kendisini haklam ak istediğini,
kasten onu öldürm eyi planladığım düşünm esi o
kadar da m antıksız değil. Eğer önceden tasarlan­
m ış olduğunu düşünüyorsanız da “planladığını”
söylemek doğru bir bakış açısı değil, am a bu fikri
doğal seçilimin diline çevirmek kolay: “O rada bir
yerde, doğal seçilim tarafından beni öldürm ek için
plan yapıyormuş gibi davranm ak üzere şekillendi­
rilmiş düşm anlar var. D ünya tarafsız değil ve p e ­
nim başım a geleceklere karşı kayıtsız değil. Dıin- •
ya bana karşı. Aksilikler Yasası doğru olmayabilir
am a doğruym uş gibi davranm ak, Pollyanna Yasası
doğruym uş gibi davranm aktan d aha güvenli.”
Belki de bugüne kadar birçok insanın hâlâ,
dünya onların kötülüğünü istiyorm uş gibi batıl
inançlara sahip olm alarının nedeni budur. Bunun
çok ileriye gittiği duru m d ak i kişilere “paranoyak”
diyoruz.

2 41
Hastalık ve evrim: devam eden bir süreç mi?

Dediğim gibi avcılar bizim kötülüğüm üzü isteyen büyük am a hâlâ çok küçük olan bakterileri (bakte­
tek u n su r değil. Parazitler gibi d aha sinsi ve en az rilerin parazitleri gibi davranan virüsler de vardır)
avcılar k ad ar tehlikeli tehdiüer d e var. Tenyalar ve ve bakteriden çok daha büyük am a hâlâ mikroskop
karaciğer kelebeklerinin, bakteriler ve virüslerin de olmaksızın görmek için çok küçük olan sıtma para­
dahil olduğu parazitler bizim bedenlerim iz üze­ ziti gibi tek hücreli organizmaları içerir. G ünlük dilde,
rinden beslenerek yaşarlar. Aslan gibi avcılar da bu saydıklarımızdan daha büyük olan bu tek hücreli
bedenlerim iz üzerinden beslenirler am a b ir avcı ile parazitlerin genel bir ismi yoktur. Bazdan “protozoa”
parazit arasındaki fark genellikle belirgindir. Para­ olarak adlandırılabilir am a b u kullanım dışı b ir söz­
zitler yaşamaya devam eden k u rbanlar üzerinden cük. Diğer önemli parazitler arasında saçkıran ve
beslenirler (gerçi so nunda onları öldürebilirler de) atlet ayağı gibi örnekleri içeren m antarlar da vardır
ve genellikle k u rbanlarından daha küçüklerdir. Av­ (kültür m antarlan ya da şapkalı mantarlar gibi büyük
cılar ise kurbanlarından ya daha b üyüktür (bir kedi­ olanlar çoğu m antarın neye benzediği konusunda
n in b ir fareden büyük olm ası gibi) ya da küçüklerse yanlış bir izlenim veriyor).
bile çok da k üçük değildirler (bir aslanın zebradan Tüberküloz, kimi zatürree tipleri, boğmaca,
küçük olm ası gibi). Avcılar avlarını d o ğrudan öldü­ kolera, difteri, cüzzam, kızd, çıban ve tifüs gibi has­
rü r ve sonra yerler. Parazitler ise kurbanlarını daha talıklar, bakteriyel hastalıklara örnektir. Kızamık, su­
yavaş yerler ve parazit onları içeriden yerken k u r­ çiçeği, kabakulak, çiçek hastalığı, uçuk, kuduz, çocuk
ban uzun süre hayatta kalabilir. felci, kızamıkçık, gribin çeşitli tipleri ve soğuk algın­
Parazitler genellikle büyük sayılarla saldırırlar, lığı dediğüniz sınıftaki hastalıklar ise virüslerin sebep
tıpkı v ücudum uzun büyük b ir grip ya da soğuk al­ olduğu hastalıklara örnektir. Sıtma, amipli dizanteri
gınlığı enfeksiyonu geçirmesi sırasında olduğu gibi. ve uyku hastalığı ise “protozoaların” neden olduğu
Çıplak gözle görülemeyecek kadar küçük parazitler hastalıklardır. Diğer önemli parazitlerse d aha büyük,
genellikle “mikrop” olarak adlandırılırlar am a bu çok hatta çıplak gözle görülebilecek kadar büyük olan,
genel bir sözcük. Çıplak gözle görülemeyen parazit­ yassı kurt, kancalı kurt ve karaciğer kelebekleri gibi
ler, çok çok küçük olan virüsleri, virüslerden daha çeşitli kurtçuklardır. Çocukken çiftlikte yaşadığım
zamanlarda, sıklıkla sansar ya da köstebek gibi ölü çocuklar için olduğundan daha zorlu geçer (özellikle
hayvanlar bulurdum. Okulda biyoloji öğreniyordum erkekler için, çünkü bu virüs testislere saldırır) ve bu
ve bu küçük cesetleri bulduğum zaman içlerini açıp yüzden insanlar çocukların kabakulak geçirmesinin
inceleyecek kadar ilgiliydim. Beni etkileyen ilk şey ne iyi bir fikir olduğunu düşünürlerdi. Aşı ise benzer bir
kadar da çok yaşayan ve oynaşan kurtçuklarla (kanca­ amacı bilinçli olarak yapmak için geliştirilmiş zekice
lı kurtlarla yani teknik isimleriyle nematodlarla) dolu bir tekniktir. Hastalığın kendisini bulaştırmak yerine,
olduklarıydı. Aynısı okulda incelediğimiz evcil sıçan­ doktor size hastalık yapıcı etkenin zayıflatılmış bir
lar ve tavşanlar için asla geçerli değildi. türünü verir ya d a ölü mikroplardan oluşan bir iğne
Vücudun parazitlere karşı, bağışıklık sistemi de­ yapar. Böylece hastalığın kendisini vermeden bağışık­
nen çok becerikli ve genellikle etkili bir doğal savun­ lık sisteminizi uyarır. Zayıflatılmış tür, hastalık yapıcı
m a mekanizması vardır. Bağışıklık sistemi o kadar etkenin gerçeğinden çok daha az zararlıdır: aslında,
karmaşıktır ki onu anlatmak için başlı başma b ir kitap genelde hiçbir etki hissetmezsiniz bile. Ama bağışıklık
lazım. Kısaca, tehlikeli bir parazitin varlığını algıla­ sisteminiz ölü mikroplan ya da hastalığın hafif türünü
dığında vücut özel hücreler üretm ek üzere harekete “hatırlar” ve böylece, eğer gelecek olursa, gerçek hasta­
geçer. Bu hücreler söz konusu parazite saldırmak için lıkla savaşmak için önceden silahlarını kuşanmış olur.
tıpkı savaşa gitmeye çağırılmış askerler gibi kan yoluy­ Bağışıklık sisteminin neyin “yabancı”, dolayısıy­
la taşınırlar. Genellikle bağışıklık sistemi kazanır ve la savaşılması gereken (“şüpheli” bir parazit) olduğu­
kişi iyileşir. Bundan sonra, bağışıklık sistemi bu belirli na, neyin vücudun bir parçası olarak kabul edilece­
savaş için geliştirdiği moleküler gereçleri “hatırlar” ve ğine “karar vermek” gibi zorlu bir görevi vardır. Bu
aynı parazit tarafından başlatılan sonraki herhangi bir özellikle bazı durum larda karmaşık bir iş olabilir,
enfeksiyonda, parazit o kadar hızlı mağlup edilir ki biz örneğin hamile kadınlarda olduğu gibi. Kadmm için­
farkına bile varmayız. İşte bu yüzden kızamık, kaba­ deki bebek “yabancıdır” (bebekler, genlerinin yarısı
kulak ya da suçiçeği geçirdiğinizde, bu hastalıkları bir babalarından geldiği için annelerinin genetik olarak
daha geçirmeniz p ek olası değildir. Kabakulak hastalı­ kopyası değildir). A m a bağışıklık sisteminin bebeğe
ğını çocukken geçirmek, büyüyüp yetişkin olunca ge­ karşı savaşmaması önemlidir. Bu, memelilerin ataları
çirmeyi önler çünkü bağışıklık sisteminin artık hasta­ evrilirken çözülmesi gereken önemli problemlerden
lığa karşı “hafızası” vardır. Kabakulak, yetişkinler için biriydi. Görünüşe bakılırsa çözülmüş olmalı ki, be-
bekler doğum a kadar ana rahm inde hayatta kalmayı başlatır! Bu özbağışıklık denilen hastalıklara neden
başarıyorlar. Ancak birçok düşük vakası da olm uyor olur. Apolepsi (bu hastalıkta saçlarınız öbekler halin­
değil ve belki de bu, evrimin bu sorunu çözerken de dökülür çünkü beden kendi saç köklerine saldırır)
zorluk yaşadığını ve çözüm ün henüz tam am lanm a­ ve sedef hastalığı (aşırı tepkili bağışıklık sistemi ciltte
dığını gösteriyor. Bugün bile birçok bebek hayattaysa pem be döküntülü pullar oluşturur) özbağışıklık has­
bun u doktorlarımıza borçluyuz, örneğin bazı aşın talıklarına örnektir.
bağışıklık sistemi tepkilerinde bebeklerin doğar doğ­ Bağışıklık sisteminin zam an zam an aşırı tepki
m az vücutlarındaki kanın tam am ının değiştirilmesi vermesi şaşırtıcı değil çünkü saldırm anız gereken
gerekebiliyor. bir şeye saldırmamanız ve saldırmamanız gereken
Bağışıklık sistem inin yanlış anladığı b ir diğer şeye saldırmanız arasında ince bir çizgi vardır. Tıp­
durum sa, sözde bir “saldırgana” karşı şiddetle sa­ kı uzun çalılardaki hışırtıdan kaçmakla kaçmamak
vaşmasıdır. Alerji b udur: bağışıklık sistem i zararsız arasında karar vermesi gereken antilop örneğinde
şeylerle, gereksiz yere, savurganca ve h atta kişinin karşılaştığımız gibi. Bir leopar mı? Yoksa sadece çalı­
kendisine zarar verir derecede savaşır. Ö rneğin, ları hareket ettiren zararsız bir esinti mi? Tehlikeli bir
havadaki polenler norm alde zararsızdır ancak bazı bakteri m i yoksa zararsız bir polen tanesi mi? Merak
insanların bağışıklık sistem leri onlara karşı aşırı etmeden duram ıyorum , acaba alerjiler ya da özba-
tepki verir. Bu “sam an nezlesi” dediğim iz, hapşırdı­ ğışıklık hastalıklarıyla bedel ödeyen aşırı aktif bağı­
ğınız, gözlerinizin sulandığı rahatsızlık verici aler­ şıklık sistemine sahip insanlar belli bazı virüslerden
jik b ir reaksiyondur. Bazı insanlar ise kedilere ya da ya da diğer parazitlerden daha m ı az etkileniyorlar?
köpeklere alerjiktir, onların bağışıklık sistem leri de Bu tip “denge” problem leri oldukça yaygındır.
bu hayvanların tüylerindeki zararsız moleküllere H er çalı hışırtısını tehlike olarak g örüp hep kaça­
aşırı tepki verir. Alerjiler bazen çok tehlikeli olabi­ rak “riskten çok kaçınm ak’ da, zararsız b ir yerfıs-
lir. Bazı insanlar yerfistığm a o kadar alerjiktir ki bir tığına veya kendi dokularına yüklü m iktarda bağı­
tanesini yem ek dahi onları öldürebilir. şıklık cevabı v erm ek d e m üm kün. Aynı zamanda,
Bazen aşırı tepki veren bağışıklık sistemi o ka­ tehlike gerçek olduğunda cevap verm ekte başarı­
dar ileri gider ki kişinin kendisine alerjik reaksiyon sız olacak kadar um ursam az olm ak veya gerçekten

Bağışıklık sistem i b ir grip virü sü tarafın­


dan g erçekleştirilen saldırıyla nasıl cevap
v erir (sağda)

Üstteki sıra başarılı bir saldırıyı gösteriyor.


Virüs hücreye yaklaşır (1). Virüsün anahta­
rı hücrenin kilidiyle (hücre yüzeyi alma­
cıyla) eşleşir (2) ve böylece virüsün hücre
içine girmesine izin verilir (3) ve virüs
burada çoğalır. Sonunda sayıları binleri
bulan virüs, hasta hücreyi patlatır (4).

Alttaki sıra bağışıklık sisteminin saldırıya


karşı koyuşunu gösteriyor.
Bağışıklık sisteminin antikorları virüse
Balgam damlası
yaklaşır (1) ve kendilerini ona bağlarlar (2).
A rtık virüs hücre kilidine uymamaktadır
(3) ve böylece virüs hücreye giremez.
çok tehlikeli b ir parazitle karşılaşıldığında gerekli hücrelerini öldürüp kendi hücrelerimizi öldürm e­
bağışıklık cevabını üretm em ek de m üm kün. D en­ yen zehirlere antibiyotik denir. Kemoterapi kanser
geyi tu ttu rm ak zor ve terazinin iki kolundan b iri­ hücrelerini zehirler ancak geri kalan hücrelerimizi
n in ağır gelm esinin de cezası var. de zehirler çünkü hücrelerim iz birbirine çok b en ­
Kanser, gerçekleşen kötü şeylerin özel bir d uru­ zer. Eğer zehiri çok verirseniz kanseri yok edebilir­
mudur: ilginç ama çok önemli bir tanesidir. Kanser, siniz am a önce zavallı hastayı öldürürsünüz.
vücutta yerine getirmeleri beklenen görevi yapmayan Gerçek düşmanlara (kanser hücrelerine) saldır­
ve parazideşen, kendi vücudumuza ait hücreler gru­ makla arkadaşlarımıza (kendi hücrelerimize) saldır­
budur. Kanser hücreleri genelde bir araya gelerek “tü ­ m ak arasındaki denge problemine, yani uzun çalılar
m ör” denilen, kontrolsüz büyüyen ve vücudun diğer arasındaki leopar problemine tekrar geri döndük.
kısımlarıyla beslenen yapılan oluştururlar. En kötü Bu bölüm ü b ir tah m in ile bitirm em e izin
kanserler vücudun diğer kısımlarına da yayılır (buna verin. Ö zbağışıklık hastalıklarının, birçok atasal
metastaz denir) ve sonunda kişiyi öldürür. Bunu ya­ nesil boyunca kansere karşı verilen evrimsel bir
pan tümörlere kötü huylu tüm ör denir. savaşın y an ü rü n ü olm aları m üm kün olabilir mi?
Kanserlerin bu kadar tehlikeli olm alarının Bağışıklık sistem i, kötü huylu tüm örler olm a şansı
sebebi, kanser hücrelerinin d o ğrudan bizim kendi bulm adan evvel onları baskılayarak kanser önce­
hücrelerim izden türem eleri. Bunlar, kendi hücre­ si hücrelere karşı savaşı kazanm ış olabilir. Benim
lerim izin hafifçe değişmiş türleridir. Dolayısıyla tahm inim , kanser hücrelerine karşı bu sürekli
bu, bağışıklık sistem im izin onları yabancı olarak dikkatli olm a d u ru m u sonucu bağışıklık siste­
tanım akta zorlanacağı anlam ına gelir. Bu aynı za­ m in in zam an zam an ileri gidip zararsız dokulara
m anda kanseri öldürecek b ir tedavinin zor olacağı yani vücudun kendi h ücrelerine saldırarak bizim
anlam ına da gelir çünkü aklınıza gelebilecek her­ özbağışıklık dediğim iz h astalıklara n eden olduğu.
hangi bir tedavinin (bir zehir gibi) k endi diğer sağ­ Ö zbağışıklık hastalıklarının, evrim in kansere k ar­
lıklı hücrelerim izi öldürm esi de olasıdır. Bir bak­ şı geliştirm ekte olduğu etkili bir silahın kanıtları
teriyi öldürm ek çok daha kolaydır çünkü bakteri olduğu söylenebilir mi?
hücreleri bizim hücrelerim izden farklıdır. Bakteri Siz ne düşünüyorsunuz?

245
Bu k İta b in İ lk bölüm ünde büyüden bahset­ Bunların kimisi hayalet hikayeleri, kim i­
miş, d oğaüstü büyü (bir kurbağayı prense d önüş­ si korkutucu şehir efsaneleri, kimisi de “yıllardır
türecek büyülü sözcükler söylem ek ya da içinden aklıma gelmeyen bir ünlüyü rüyam da gördüm ve
cin çıksın diye b ir lam bayı ovalam ak gibi şeyler) hem en ertesi sabah o gece ölmüş olduğunu öğ­
ile sahne num araların ı (ipek m endilleri tavşana rendim” gibi esrarengiz tesadüf öyküleri. Bir de
dönüştü rm ek ya da b ir kadını testereyle ikiye dünyanın dört bir yanındaki yüzlerce dinden ge­
kesm ek gibi ilüzyonları) birbirinden ayırm ıştım . len birçok hikaye vardır ve özellikle bunlar sıklıkla
B ugün kim se p eri m asalılarına inanm ıyor. H er­ mucize olarak adlandırılanlardır. İşte size bir ö r­
kes balkabaklarm ın sadece Külkedisi m asalında nek, İsa adındaki gezgin bir Yahudi vaizin katıldığı
at arabalarına dönüşebileceğini biliyor. Ve h e ­ b ir d üğünde şarap tükenir. İsa biraz su getirmele­
pim iz biliyoruz ki tavşanların boş g ö rü n en şap­ rini söyler ve mucizevi güçlerini suyu şaraba çevir­
kalardan çıkm ası sadece kandırm acadır. Ancak m ek için kullanır, hem de çok iyi bir şaraba diye
hâlâ ciddiye alm an kim i doğaüstü m asallar var hikaye devam eder. Bir balkabağının at arabasına
ve bun ların k o n u aldıkları “olaylar” sıklıkla m u ­ dönüşebileceği fikrine gülüp geçecek olan, ipek
cize olarak adlandırılırlar. Bu bö lü m mucizelerle m endillerin gerçekten tavşanlara dönüşmeyeceği­
ilgili, kim senin inanm adığı peri m asalı büyüleri­ ni son derece iyi bilen insanlar, bir peygamberin
n in ve gerçek büyü gibi gözükse de kandırm aca suyu şaraba dönüştürebileceğine (veya başka bir
olduğunu bilinen sahne num aralarının aksine dinin inananlarının inancına göre, kanatlı b ir atla
birçok insanın inandığı d oğaüstü olaylarla ilgili. cennete uçtuğuna) m emnuniyetle inanırlar.

247
Söylenti, tesadüf ve çığ gibi K ahram an ya da cani o lsun, ünlü herhangi
b irin in ö lü m ünden sonra neredeyse h e r seferin­
büyüyen hikayeler
de b irilerin in o n ları canlı gördüğüne d air h ik a ­
G enellikle b ir m ucize hikayesi d u y d u ğ u ­ yeler tü m dünyayı dolaşır. Bu Elvis Presley için
m uzd a b u n u b ir görgü ta n ığ ın d an değil, b irin in de geçerliydi, M arilyn M onroe için de ve h atta
k arısın ın a rk ad aşın ın k u ze n in d e n duyan b irin ­ A dolf H itler için bile geçerliydi. İnsanların böyle
d en d uyan b ir b aşkasından d in leriz ve yeterince söylentileri ak tarm aktan n ed en b u k ad ar keyif
insan d an in san a aktarılm ış olan h e r hikaye çar­ aldığını bilm ek zor am a bir keyif aldıkları gerçek
pıtılır. H ikayenin ana kaynağının kendisi de ge­ ve söylentilerin yayılm asının başlıca n ed en lerin ­
nellikle çok u z u n zam an önce b aşlam ış b ir söy­ den b iri d e bu.
len tid ir ve ağızdan ağıza an latıla a n latıla o k adar İşte size böylesi b ir söylentinin nasıl baş­
b o zu lm u ştu r ki (eğer varsa) söylentiyi başlatan ladığına dair güncel b ir örnek. Popüler şarkıcı
gerçek olayın n e o ld u ğ u n u ta h m in etm ek n e re ­ M ichael Jackson’m 2009 yılındaki vefatının ar­
deyse im kansız b ir h a l alır. dından, bir A m erikan televizyon ekibi, şarkıcının

248
V arolm ayan Ülke ad ı verilen m a­
likanesinde reh b er eşliğinde bir
gezi gerçekleştirdiler. O rtaya
çıkan film in b ir sahnesinde
insanlar u zu n b ir korid o ru n
ucu n d a şarkıcının hayaletini
gördüklerini düşünüyorlar.
B en kayıtlara baktım ve
hiç de ik n a edici olm adığı­
n ı gördüm ancak bu, dö rt
b ir yana yayılan kontrol­
den çıkm ış söylentileri
başlatm ak için yeterliydi.
M ichael Jackson’ın haya­
leti a rtık aram ızdaydı!
Taklit sahnelerin ortaya
çıkm ası de gecikmedi,
ö rn e ğ in karşı sayfada­
ki fotoğraf, b ir adam ın
arabasının cilalı yüze­
yinden çektiği b ir fo­
toğraf. E m im in siz de,
özellikle “yüzü” iki y an ­
daki bulutlarla karşılaş­
tırdığınızda, baktığınız
şeyin b ir b ulutun yan­
sım ası o lduğunu açıkça
görüyorsunuz. A ncak
M ichael Jackson’ın fa­
n atik b ir hayranının
heyecanlı hayal gücü
için b u gö rü n tü ancak
Jackson’m h ayaleti olabilir
ve b u resim YouTube’da 15
m ilyon kez izlendi!
A slın d a b u ra d a sö z ü n ü
etm eye d eğ er ilg in ç b ir n o k ta
var. İn s a n la r sosyal hay v an lard ır,
d olayısıyla in sa n b e y n i d iğ e r in s a n ­
la rın y ü z le rin i, o ra d a o lm asalar b ile g ö r­
m ek ü zere ö n c e d e n p ro g ra m la n m ıştır. İşte
in sa n la rın sık lık la b u lu tla r ta ra fın d a n o lu ştu ru -

249
lan d e se n le rd e ya da k ız a rm ış ek m ek d ilim le ­
rin d e ya da d u v a rd a k i ru tu b e t lek e le rin d e y ü z ­
le r g ö rm e le rin in n e d e n i budur.
Tüyler ürpertici hayalet hikayeleri anlatm ak
eğlencelidir, özellikle eğer gerçekten korkutucuy­
salar, h atta gerçek oldukları iddia edilince daha
da eğlenceli olu r b u öyküleri anlatm ası. Sekiz
yaşım dayken, ailem le eğri büğ rü siyah kirişleri
olan yaklaşık 400 yıllık, eski b ir evde kısa b ir süre
oturm uştuk. Tabi evle ilgili u zu n süre önce ölmüş
bir rahibin evin gizli b ir bölm esinde göm ülü ol­
duğuna d air b ir efsane olm ası hiç de şaşırtıcı de-
ğildi. Hikayeye göre ayak seslerini m erdivenlerde
duyabilirm işsiniz am a korkunç gerçek şu ki on al­
tıncı yüzyıldayken evin m erdiveninde fazladan bir
basam ak olduğu için güya olması gerekenden bir
adım fazla duyarm ışsınız! Okul arkadaşlarım a b u
hikayeyi aktarırken ne kadar keyif aldığım ı hatır­
lıyorum . H ikayenin kanıtlarının n e kadar iyi oldu­
ğunu sorgulam ak hiç aklım a gelmemişti. Evin eski
olm ası ve arkadaşlarım ın etkilenm esi yeterliydi.
\ İnsanlar hayalet hikayeleri an latm aktan b ü ­
yük heyecan duyarlar. Aynısı m ucize hikayeleri
için de geçerli. Eğer b ir m ucize söylentisi b ir k i­
taba yazılırsa, o söylentinin d oğruluğunu tartış­
m ak zorlaşır, hele b ir de kitap çok eskiyse. Eğer
bir söylenti yeterince eskiyse, “gelenek” olarak ad­ leştirm em em iz. Kimse şöyle demez: “D ün gece
landırılm aya başlanır ve in sanlar o na d aha da çok yıllardır düşünm ediğim eniştem i rüyam da gör­
inanm aya başlar. Bu biraz garip, çünkü insanların d üm ve uyandığım da duydum ki gece ölmemiş/”
bir hikaye ne k adar eskiyse, sözde olayın gerçek­ Bir tesadüf ne kadar acayipse yayılması o
lerden saptırılm ası için o k ad ar çok zam an geçmiş k adar m uhtem eldir. Bazen bu olay insana o kadar
olduğunu farkedeceklerini düşünebilirsiniz. Elvis etkileyici görünür ki kişi, gazeteye m ektupla h a­
Presley ve M ichael Jackson b ir geleneğin ortaya b er verm e ihtiyacı hisseder. Belki de bir zam an­
çıkması için fazla yakın b ir zam anda yaşam ışlar­ lar m eşhur am a u zun zam andır unutulm uş olan
dır, dolayısıyla “Elvis M ars’ın yüzeyinde görüldü” b ir aktrisi rüyasında ilk kez görm üştür, uyanır ve
gibi hikayelere fazla insan inanm az. A m a belki aktrisin o gece ölm üş olduğunu öğrenir. Rüyada
2000 yıl sonra, k im bilir? b ir “elveda ziyareti”. Ne kadar acayip! A m a bir
Peki ya şu yıllardır görm edikleri ya da d ü ­ anlığına, aslında n e olm uş olabileceğini düşünün.
şünm edikleri b ir insan hak k ın d a rüya gören ve Bir tesadüfe gazetede yer verilmesi şöyle gerçek­
uyandıklarında paspasın üzerinde o kişiden bir leşmiş olabilir: olay m ilyonlarca okuyucudan sa­
m ektup bulan, ya da o k işinin o gece öldüğünü dece biri tarafından yaşanır ve b u okuyucu gaze­
birisinden öğrenen veya gazetede okuyan insan ­ teyi haberdar eder. Sadece Britanya’yı ele alacak
ların anlattıkları garip hikayeler? Sizin de böyle olursak, h er g ün yaklaşık 2000 insan ölm ektedir
bir tecrübeniz olm uş olabilir. Böylesi tesadüfleri ve h er gece yüz m ilyonlarca rüya görülüyor o lm a­
nasıl açıklıyoruz? lı. Olaya böyle yaklaşınca, zam an zam an birinin
Şöyle ki en olası açıklam a b u n ların sadece uyanıp rüyalarında gördükleri insanın o gece öl­
tesadüften ibaret olduğu, d aha fazlası değil. Asıl düğünü öğrenm eleri beklenm eyecek bir şey değil.
nokta bizlerin, sadece tu h a f tesadüfler olduğunda Gazetelere hikayelerini gönderecek olanlar sade­
onu hikayeleştirip, tu h a f olm adıklarında hikaye- ce bu tip insanlar olacaktır.

251
D iğer b ir k o n u da hikayelerin kişiden k işi­ “K adın tam saat 3’te ölm üş ve kuzenim in arka­
ye aktarılırk en büyütülm esi. İnsan lar iyi h ikaye­ daşının k arısının to ru n u d a k ad ın ı tam olarak o
leri o k ad ar çok severler ki, o n u b iraz d ah a iyi­ saatte rüyasında görmüş.”
leştirm ek için anlatırken ilk duydu k ların a b iraz Bazen gerçekten de garip tesadüflerin açık­
da kendileri r e n k katarlar. B aşkalarının tüylerini lam alarını tam olarak belirleyebiliriz. A merikalı
diken diken e tm ek o k ad ar keyiflidir k i hikayeyi büyük bilim ci Richard Feynman’ın karısı trajik
abartırız, çok değil b irazcık yani o n u b iraz d aha b ir şekilde kansere yenik düşm üştü. Karısının
ren k len d irm ek için. S on ra diğ er kişi d e hikayeyi odasındaki saat tam da o öldüğü anda durm uş.
kendisi aktarırk en birazcık d ah a ab a rtır ve bu Tüyleriniz diken d iken oldu mu! A ncak Dr. Feyn-
böyle gider. Ö rneğin u y andığınızda ü n lü b irin in m an için boşuna büyük bir bilim ci demiyoruz.
o gece ö lm üş o ld u ğ u n u ö ğrenirseniz tam olarak D u ru m u n m antıklı açıklam asını yine kendisi o r­
ne zam an ö ld ü ğ ü n ü b u lm ak için so ru ştu rm a y a­ taya çıkardı. Saat kusurluydu, y erinden kaldırılıp
pabilirsiniz. Cevap “ah, yaklaşık olarak sabaha eğildiğinde durabiliyordu. Bayan Feynm an öl­
karşı 3 su ları olm alı” şeklinde olabilir. Böylece düğünde resm i ölüm sertifikası için hem şirenin
o n u rüyanızda gayet d e sabaha karşı 3 civarı g ö r­ saati kaydetm esi gerekmişti. H astanın odası hafif
m üş olabileceğiniz çık arım ın ı y apabilirsiniz. Ve karanlık olduğu için h em şire saati p encerenin ya­
siz d aha ne o ld u ğ u n u an lam adan, ağızdan ağıza n m a g ötürüp o kum ak için eğmişti. Ve işte saat o
dolaşırken “yaklaşık olarak” ve “civarı” sözcü k ­ a n durm uştu. Bir m ucizeyle alakası yok, sadece
leri hikayeden çık arılır ve hikaye şu h ale gelir: kusurlu b ir mekanizm a.

252
Böyle b ir açıklam a olm asaydı bile, yani saa­ ses heyecan içinde saatin in çalışm aya b aşladı­
tin yayı sahiden de tam Bayan Feynman’ın öldüğü ğını b ildiriyordu.
anda durm u ş olsaydı bile, o kadar etkilenm em e­ Bunun açıklamasının bir kısmı Bayan
m iz gerekirdi. Am erika’da h er gü n ü n ve gecenin Feynman’ın saatindeki durum un bir benzeri ola­
h e r dakikasında p ek çok saatin d u rduğuna şüphe bilir. M odern dijital saatler için bu daha az geçerli
yok. Ve h er g ü n pek çok insan da ölüyor. D aha olacaktır am a saatlerin yayları olduğu zamanlar,
önce de d eğindiğim noktayı tek rar etm ek gerekir­ durm uş bir saati sadece elinize alm ak bile, ani hare­
se “Saatim tam olarak 5’e 10 kala d u rd u ve (in a­ ketin saatin zembereğini dengeleyen çarkı hareket
nabiliyor m usun?) hiç kim se ölmedi” diye “haber” ettirm esinden dolayı, çalışmaya başlamasını sağla­
yaymaya z ahm et etmeyiz. yabilir. Bu, eğer saat biraz ısınırsa d aha kolay olur
Büyüyle ilgili b ö lü m d e b ah settiğ im şa rla­ ve kişinin avcunun ısısı bunun için yeterli olabilir.
ta n lard a n b iri, saatleri “d ü şü n ce gücüyle” ye­ Bu çok sık olmaz am a ülke çapında sizi izleyen ve
n id e n çalıştırabileceğini id d ia ediyordu. K ala­ durm uş saatlerini ellerine alan ve belki de sallayan
b alık televizyon izleyici kitlesine, o n la r gidip ve sıcak avuçlarında tutan 10.000 kişi olunca o ka­
evlerin d ek i h erh an g i b ir eski b o zu lm u ş saati d ar sık olmasına da gerek yok. Sahibinin heyecanla
alıp ellerin d e tu ta rla rk e n , k en d isi d ü şü n c e g ü ­ telefon edip tüm televizyon izleyicilerini etkileme­
cüyle saatleri u z a k ta n çalıştıracağı g a ra n tisin i si için 10.000 saatten sadece b ir tanesinin çalışma­
veriyordu. N eredeyse a n ın d a stü d y o d ak i te le ­ ya başlaması yeterli. Çalışmaya başlamayan diğer
fon çalıyordu ve telefo n u n u c u n d a k i heyecanlı 9999 saatten hiç haberim iz olmaz.

253
Mucizeler hakkında düşünmenin tabii bu şahitliğin sahte olması, doğrulu­
iyi bir yolu ğunu kanıtlamaya çabaladığı gerçekten
daha m ucizevi olmadığı sürece.
O n sekizinci yüzyılda ü n lü b ir İskoç d ü şü n ü r olan
D avid H um e, m ucizelerle ilgili akıllıca b ir tespitte Hum e’u n tespitini bir başka şekilde ifade et­
bulunm uştu. H um e, m ucizeleri doğa yasalarının m em e izin verin. Eğer C an size bir mucize hikayesi
bir “ihlali” (ya da çiğnenm esi) olarak tan ım la­ anlatacak olursa, buna ancak ve ancak Çan'ın size
m akla işe başladı. Suyun ü zerinde y ü rü m ek ya da yalan söylemesinin (ya d a hata yapmasının) anlattı­
suyu şaraba dön ü ştü rm ek ya da saatleri sadece ğı şeyden d aha mucizevi olduğunu düşünüyorsanız
düşünce gücüyle d u rd u rm a k veya başlatm ak ya inanın. Ö rneğin diyebilirsiniz ki “Çan’a hayatım p a­
da kurbağaları prenslere dönü ştü rm ek doğa ya­ hasına güveniyorum, o asla yalan söylemez. C anın
salarını ihlal etm eye d air güzel örneklerdir. Büyü yalan söylemesi bir mucize olurdu.” Çok iyi çok gü­
üzerine olan bölüm de bahsettiğim nedenlerden zel ancak Hume şöyle bir şey derdi: “C anın yalan
ö tü rü böylesi m ucizeler bilim için çok rahatsız söylemesi ne kadar olasılık dışı olursa olsun, Çan’ın
edici olurdu. Tabi eğer gerçekten gerçekleşselerdil yalan söylemesi, gördüğünü iddia ettiği mucizenin
Öyleyse b u m ucize hikayelerine nasıl yaklaşm alı­ gerçek olmasından gerçekten daha m ı olasılıksız?”
yız? H um e’u n sorduğu s o ru d a buydu ve bahsetti­ C anın bir ineğin ayın üzerinden zıpladığını gördü­
ğim akllıca tespit verdiği cevaptadır. ğünü iddia ettiğini düşünün. C an norm alde n e ka­
Eğer H um e’u n kendi ağzından duym ak isti­ dar güvenilir ve dürüst olsa da, yalan söylediği fikri
yorsanız işte şöyle demişti: (ya da halüsinasyon gördüğü fikri) bir ineğin sahi­
den ayın üzerinden sıçramasından daha a z mucize­
Hiçbir şahitlik bir mucizenin doğruluğu­ vi olacaktır. Dolayısıyla Çan’ın yalan söylediği (ya da
nu ortaya koym ak için yeterli değildir; yanıldığı) açıklamasını tercih etmelisiniz.
254
Bu çok uç ve hayali b ir örnekti. H adi şim ­ 1 Resimdekiler gerçekten çiçeklerin arasında
di Hum e’u n fikrinin pratikte nasıl işleyeceğini uçuşan kanatlı k üçük insanlar yani perilerdir.
görm ek için gerçekten olm uş b ir şeyi ele alalım.
2 Elsie ve Frances b unları uydurm uş ve sahte
1917’d e iki genç İngiliz kuzen Frances G riffiths ve
fotoğraflar çekmişlerdir.
Elsie W right perilerin fotoğraflarını çektiklerini
söylediler. Yukarıda fotoğraflardan birinde Elsie’yi
Bu aslında bir yarışm a bile değil, değil mi?
“perileriyle” birlikte poz verirken görüyorsunuz.
Çocuklar h er zam an hayal ü rünü şeyler gerçekmiş
Fotoğrafın açıkça sahte olduğunu d üşü­
gibi yaparlar ve b unu yapm ak kolaydır. A m a eğer
nebilirsiniz ancak o zam anlar fotoğrafçılık h e ­
zor olsaydı bile, Elsie ve Frances’i çok iyi tamsanız
nüz daha çok yeniyken, k andırılm ası neredeyse
ve ikisinin de her zam an çok güvenilir ve m uziplik
im kansız m eşh u r d edektif Sherlock H olm es’un
etmeyi asla düşünm eyecek kızlar olduklarını bil­
büyük yazarı Sör A rth u r C o nan Doyle bile bu
seniz dahi; hatta kızlara doğruyu söyleten b ir ilaç
fotoğraflara aldanm ıştı ve d ah a birçok insan da
verilse ve yalan makinasının testinden çok başarı­
öyle. Yıllar so n ra Frances ve Elsie yaşlı birer kadın
lı b ir şekilde geçseler; tüm bunlar birleşip onların
olduklarında ortaya çıkıp, “perilerin” k artondan
yalan söylemesini başlı başına bir mucize haline
başka b ir şey olm adığını kabul ettiler. A m a hadi
getirse bile H um e ne derdi? Hum e’a göre onların
gelin H um e gibi düşünelim ve C o nan Doyle ile
yalan söylüyor oluşu “mucizesi”, fotoğrafını çektik­
diğerlerinin b u kandırm acaya n eden inan m am a­
lerini iddia ettikleri perilerin gerçekten var olması
ları gerektiğini görelim . A şağıdaki şu iki olasılık
m ucizesinden hâlâ daha küçük bir mucize olurdu.
gerçek olacak olsa h angisinin daha m ucizevi ola­
cağını düşünürdünüz?
255
Elsie ve Frances muziplikleriyle kimseye cid­ dehşet verici. Kızların bunu neden yaptığını m erak
di bir zarar verm ediler ve aslında büyük C onan etm eden duram ıyorum . Birbirlerini m i etkilemeye
Doyle’u kandırm ayı başardıkları için b u daha çok çalışıyorlardı? Bugünün e-postalarm da ve sosyal
kom ik b ir hikaye. A ncak genç insanların yaptıkları paylaşım sitelerinde gördüğüm üz acımasız “sanal-
b u tarz hileler bazen, en hafif ifadeyle, hiç de gü­ şiddet” gibi bir şey olabilir mi? Yoksa kendi abartılı
lünecek şeyler olmayabiliyor. O n yedinci yüzyılda hikayelerine samimiyetle inanm ışlar mıydı?
New England’m Salem kasabasm da b ir g ru p genç Haydi, genel olarak mucize hikayelerine ve
kız, “cadılara” saplantılı b ir ilgi duym aya başladı­ nasıl başladıklarına geri dönelim. Belki de genç
lar ve m aalesef içinde bulundukları topluluğun kızların söyledikleri garip şeylere ve söylenen
ileri derecede batıl inançlı yetişkinlerinin inandığı şeylere inanm aya en ünlü örnek Fatima’nm söz­
bir sürü şey uydurm aya ve hayal etm eye başladı­ de mucizesi olabilir. 1917’d e Portekiz’in Fatima
lar. Birçok yaşlı kadın ve bazı adamlar, şeytanla şehrinde, ism i Lucia olan on yaşındaki bir çoban
işbirliği içindeki cadılar olm akla suçlandılar. Ken­ kız, iki küçük kuzeni Francisco ve Jacinta ile be­
dilerinin, havada uçtuklarını ya da artık cadıların raber bir tepenin üzerinde b ir görüntüye şahit
başka h er ne gariplikler yaptıklarına marnlıyorsa olduklarını iddia ettiler. Ç ocuklar tepenin, uzun
onları yaptıklarını gördüğünü iddia eden kızlara zam an önce ölmüş olm asına rağm en yerel halk
büyü yapm akla da suçlandılar. Sonuçları çok cid­ için b ir çeşit tanrıça haline gelmiş “Bakire M er­
di oldu: kızların ifadeleri neredeyse y irm i kadar yem” diye b ir kadın tarafından ziyaret edildiğini
insanı darağacm a gönderdi. H atta b ir adam tö­ söylediler. Lucia’ya göre hayalet M eryem onunla
renlerle taşların altında ezildi. S ırf b ir g ru p çocuk konuştu ve ona ve diğer çocuklara Ekim’in 13’üne
onun hakkında hikayeler uydurdu diye m asum kadar h er ayın 13’ünde ziyaret etm eyi sürdürece­
bir insanın başm a böyle b ir şey gelm esi ne kadar ğini ve söylediği kişi olup olm adığını kanıtlam ak

256
için Ekim’in 13’ü nde b ir m ucize gerçekleştirece­ ye görünm ediği için hikayenin o kısm ını ciddiye
ğini söyledi. Beklenen m ucizenin söylentileri tüm alm am ıza gerek yok. A ncak h areket eden güneş
Portekiz’e yayıldı ve söylenen g ünde 70.000’den m ucizesi 70.000 insana görünm üş olm ası gerek­
fazla insandan oluşan bü y ü k b ir kalabalık orada tiğine göre b u n d an ne çıkarabiliriz? G üneş ger­
toplandı. Gerçekleşen mucizeye güneş de dahildi. çekten h areket e tti m i (ya d a D ünya güneşe göre
O esnada güneşe n e olduğuna d air rivayetler çeşit­ hareket etti d e güneş hareket ediyor gibi m i gö­
lidir. Kim i görgü tanıklarına göre “danseder” gibi ründü?) H adi H um e gibi düşünelim . B urada göz
görünüyordu k im isine göre tekerlek gibi fırıl fırıl ö nü n d e bulundurabileceğim iz ü ç o lasılık var:
dönüyordu. E n aşırı iddia ise şuydu:
1 Güneş gökyüzünde gerçekten hareket etti
. . . güneş g ö kyüzünü y ırtıp kork­ ve h er zam anki konum una geri dönm eden önce
m uş kalabalığın başına yıkılm a k üzere ürkm üş kalabalığın üzerine üzerine geldi. (Ya da
g ib iy d i. . . Tam kalabalığın üzerine d ü ­ D ünya dönm e şeklini öyle b ir değiştirdi ki sanki
şüp hepsini yokedecek bir ateş topu gibi güneş hareket ediyorm uş gibi göründü).
görünm eye başlamıştı k i m ucize araya
girdi ve güneş gökyüzündeki norm al 2 Ne güneş ne d e D ünya gerçekten hareket etti
yerine dönüp her za m a n ki gibi huzurla ve 70.000 insan aynı anda b ir halüsinasyon g ö rd ü .
ışımaya başladı. . .
3 H içbir şey olm adı, tü m olay yanlış aksettiril­
Peki, gerçekte ne o ld u ğ u n u düşünüyoruz? di, abartıldı ya d a sadece uyduruldu.
Fatima’da gerçekten b ir m ucize sö z k o n u su m u y ­
du? Hayalet M eryem gerçekten g ö rü n d ü mü?
Beklendiği gibi, üç k ü çü k ç o cu k h ariç hiçkim se­

257
Bu üç olasılıktan en m akul, en akla uygun ğa karşı muhalefet bundan da güçlü. Eğer güneş
olanı sizce hangisi? Ü çü de oldukça uzak ihtim al­ gerçekten söylenildiği hızda hareket etmiş olsay­
ler gibi görünüyor. A m a 3. olasılığın inanılm ası dı ya d a Dünya’n ın dönüşünü sanki güneş dev
en az zor, m ucize payesini en az hak eden olası­ b ir hızda hareket ediyorm uşçasına değiştirecek
lık olduğu açık. Ü çüncü olasılığı kabul etm ek için kadar etkili bir şey olsaydı bu hepim izin felaketi
sadece b irin in 70.000 insanın güneşin oynadığına olurdu. Ya D ünya yörüngesinin dışına çıkardı ve
şahit olduğu yalanını söylem iş olduğunu ve b u ya­ bugün yaşamsız, k aranlık boşluğa savrulan soğuk
lanın bu g ü n internette dolaşan diğer herhangi b ir bir kaya h alini alm ış o lurdu ya d a Güneş bizi y ut­
popü ler şehir efsanesi gibi tekrar edilip yayıldığını m uş olurdu ve çoktan hepim iz kızarm ış olurduk.
kabul etm em iz yeterli. İkinci seçenek daha az ola­ Dünya’n m saatte yüzlerce kilom etre (ekvatorda
sı. 70.000 kişinin eşzam anlı olarak güneşle ilgili bir saatte 1600 kilom etre) hızla döndüğünü ve gü­
halüsinasyon g ördüğüne inanm am ızı gerektiriyor. neşin görünen hareketinin bizim algılayamaya­
Ü çüncüye oranla inanılm ası d aha zor. A ncak h er cağım ız k adar yavaş olduğunu çünkü çok uzakta
ne kadar olasılıksız ve neredeyse m ucizevi olsa da olduğunu 5. bölüm ’d en hatırlayın. Eğer G üneş ve
2. olasılık h er şeye rağm en 1. olasılıktan çok daha D ünya aniden birbirlerine doğru, bir grup insanın
az mucizevi. güneşin onları “ezecekmiş gibi” üstlerine geldiğini
G üneş dünyanın yarısı için tü m gün boyu görecek kadar hızla hareket edecek olsalar, gerçek­
görü n ü r d urum dadır, sadece Portekiz’in b ir ka­ teki h areketin n orm aldekinden binlerce kez d aha
sabasında değil. Eğer güneş gerçekten hareket hızlı olm ası gerekirdi ve b u gerçek anlam da d ün­
etm iş olsaydı sadece Fatima’d aki insanlar değil, yanın sonu olurdu.
tü m yarıküredeki m ilyonlarca kişi gördükleri Lucia’nm , kalabalığa güneşe dik d ik bakm a­
karşısında şaşkına dönerdi. A slında 1. olasılı­ larını söylediği ifade edilir. Bu arada b u yapılabile-

258
cek en aptalca şeylerden b iridir çü n k ü gözlerinize olarak do ğ ru olm asına gerek yok. O rtaya atılan
kalıcı hasar verebilir. Ayrıca güneşin gökyüzünde mucize iddiasının olasılıksızlığmın, halüsinasyon
hareket ettiği, yalpaladığı sanrısına n eden olabilir. ve y alan gibi alternatifleriyle karşılaştırılabileceği
Eğer sadece tek b ir kişi g üneşin hareket ettiği h a- bir ölçeğe o turtulm ası yeterli.
lüsinasyonunu görm üşse ya da b u konuda yalan
söylemişse; o birine, o biri ötekisine, ötekisi bir
başkasma, başkası da h e r biri başka b ir sü rü in ­
sana anlatacak b ir sü rü diğer başka insana bunu
aktaracak olsa, popüler b ir söylenti başlatm ak için
yeterli olurdu bu. S onunda d a bu söylentiyi duyan
insanlardan biri b u n u yazıya dökecektir. A ncak
H um e için önem li olan, söylentinin gerçekten b u
şekilde ortaya çıkıp çıkm adığı değil, ö n e m li olan,
70.000 görgü tanığın ın yanılıyor olm ası h e r ne
kadar akla uygun görünm ese de, b u n u n aslm da
güneşin anlatıldığı biçim de hareket etm iş olm a­
sından çok daha akla uygun olduğudur.
H um e d o ğ ru d an çıkıp m ucizelerin im k an ­
sız o lduğunu söylemem iştir. O n u n yerine bize,
bir m ucizeyi olasılıksız b ir olay olarak kabul
etm em izi önerm iştir, yani olasılıksızlığını kesti­
rebileceğim iz b ir olay olarak. Bu ta h m in in tam
H aydi gelin ilk b ö lüm de bahsettiğim kart ayarlanm ış bir desteyle, dağıtıldığını gördüğüm üz
oyunlarına geri dönelim . D ö rt oyuncuya k artlan desteyi değiştirivermiştir.
dağıttığım ızı ve b irin in elinde sadece Kupalar, b i­
Şimdi Hum e’u n tavsiyesi uyarınca ne düşü­
rin in elinde sadece Karolar, ö b ü rü n ü n elinde sa­
nüyorsunuz? Her üç olasılık da inanması biraz güç
dece M açalar d iğerinin elindeyse sadece Sinekler
görünebilir. A m a 3. seçenek, açık ara farkla inan­
olacak şekilde h e r b irin in elinin m ükem m el oldu­
ması en kolay olanı. İkinci seçenek de gerçekleşmiş
ğun u hayalim izde canlandırdığım ızı hatırlarsınız.
olabilir ama b unun ne kadar olasılık dışı olduğunu
Eğer bu gerçekten b aşım ıza gelirse ne düşünm eli­
hesaplamıştık ve gerçekten de çok çok olasılıksız
yiz? Yine, ü ç olasılık belirleyebiliriz:
olduğunu görm üştük: 53.644.773.776.548.879.283
1 Süper güçleri olan b ir büyücü ya d a cadı ya .923.744.000’d a bir gerçekleşebilecek bir durum du
da falcı ya da tanrı tarafından doğaüstü b ir mucize bu. Birinci seçeneğin ihtim alini bu kadar hassas şe­
gerçekleştirilmiştir. Bilimsel yasaları ihlal ederek, kilde hesaplayanlayız am a b unu hiç doğru düzgün
kartlardaki tü m kupaları, karoları, sinekleri ve m a­ kanıtlanm am ış ve kim senin anlamadığı bir kuvve­
çaları değiştirip, kartları dağıtm adan önce m ükem ­ tin gücünün kartlardaki kırm ızı ve siyah şekillerle
mel b ir şekilde sıralamıştır. oynaması olarak düşünün. Bu d urum için "im kan­
sız” demeye pek gönüllü olmayabilirsiniz. Ama
2 Bu gerçekten çok çarpıcı bir tesadüftür. Kartlar
H um e sizden bunu istemiyor, onun tek istediği
bu mükemmel dağılıma yol açacak şekilde kanşmıştır.
bu durum u alternatifleriyle kıyaslamanız. Bu olay
3 Birileri ku rn az b ir nu m ara yapm aktadır, özelinde bu alternatifler, birinin bir k art num arası
belki de elbisesinin koluna sakladığı önceden yaptığı ya d a m üthiş bir şans olayının gerçekleştiği

260
73
şeklinde. En az bunun kadar akıllara durgunluk ve­ Sanırım buradaki m üm künlük sırası konu­
ren başka n um aralar (ki bunlar genellikle kart n u ­ sunda pek şüphe yok. Eğer 1. açıklama doğru ol­
maralarıdır) görm edik m i hepimiz? M ükemmel el saydı, tıpkı ilk bölümde bahsettiğimiz balkabakları
dağılımına dair en olası açıklamanın, h er ne kadar ve at arabaları ile kurbağalar ve prenslerde olduğu
evrenin yasalarını ihlal etmekten daha az mucizevi gibi bildiğimiz bazı temel bilimsel ilkelerin ihlal
olsa da sadece şans eseri de değil, bir sihirbazın n u­ edilmiş olması lazım. Saf su moleküllerinin, alkol,
marası ya da dürüst olm ayan bir hilebazın oyunu tanin, çeşitli şekerler ve daha bir sürü başka şey­
olduğu apaçık ortada. lerin de dahil olduğu karmaşık bir molekül karışı­
Gelin b ir başka m eşhur m ucize hikayesine m ına dönüşmesi gerekirdi. Eğer bu açıklamayı di­
yani daha önce değindiğim Yahudi vaizin suyu ğerlerine tercih edeceksek, alternatif açıklamaların
şaraba dönüştürm e hikayesine bakalım. Bir kez gerçekten de son derece olasılıksız olması gerekirdi.
daha ü ç tem el olası açıklamayı listeleyelim: Bunun (genelde sahnelerde ve televizyonlar­
da yapılan num aralardan çok daha kurnazca) bir
1 Gerçekten olmuştu. Su gerçekten şaraba d ö ­
sihirbazlık num arası olması da olası ancak yine
nüşm üştü.
de 3. açıklamadan daha çok değil. Bu olayın ger­
2 Bu kurnazca b ir sihirbazlık numarasıydı. çekleşmiş olduğuna dair kanıt bile yokken neden
sihirbazlık numarası olarak açıklamakla uğraşalım
3 Böylesi b ir olay hiç yaşanmamıştı. Bu sadece
ki? Karşılaştırdığımızda 3. açıklama çok daha ola­
birinin uydurduğu bir hikaye, b ir kurmacaydı. Ya
sıyken, sihibazlık num arası olabileceğini düşünm e­
da gerçekte olandan çok daha az olağanüstü bir şe­
ye niye gerek duyalım? Biri bir hikaye uydurmuş.
yin yanlış anlaşılması söz konusuydu.
261
İnsanlar h er zam an hikaye uydururlar. Kurgu bu- Şarkı İsa’nın, annesi Meryem’in (bu arada bu
dur. Hikayenin kurm aca olduğu o kadar akla uy­ M eryem ile Fatim a hikayesindeki M eryem aynı
gun b ir açıklam adır ki, olayı sihirbazlık num ara­ kişi) k arnında olduğu zam anı ve M eryem ile Ko­
larıyla açıklam ak için kendim izi yorm am ıza gerek cası Yusuf’u n bir kiraz ağacının yakınlarında yü­
yoktur; h er ne kadar sihirbazlık num arası, evrenin rüyüşünü anlatır. Meryem’in canı k iraz ister am a
nasıl işlediğine dair bildiğim iz h er şeyi tepetaklak m eyveler M eryem’in yetişemeyeceği kadar yü k ­
ederek bilim sel kanunları ihlal eden m ucize açıkla­ sektedir. Yusuf’u n da canı ağaçlara tırm anm ak
m asından d aha olası olsa da. istem em ektedir, işte tam o sırada . . .
A slında özellikle, İsa d enen b u vaiz h a k k ın ­
Konuştu bebek İsa
d a u ydurulm uş birçok k urm aca hikaye biliyoruz.
M eryem ’in karnında
Ö rneğin, belki de sizin de biliyor olabileceğiniz,
“Bükül ey uzun dal,
Kiraz Ağacı isim li sevim li kısa b ir şarkı vardır.
Bükül ki a nnem biraz alabilsin
Bükül ey uzu n dal,
Bükül ki annem biraz alabilsin”

Sonra b üküldü uzun dal


D okunana dek Meryem’in eline
Ağlayarak dedi Meryem “Yusuf, gördün m ü
Geldi bana kirazlar emirle”
Ağlayarak dedi Meryem “Yusuf, gördün mü
Geldi bana kirazlar emirle”

Kiraz ağacı hikayesini hiçbir kutsal kitapta


bulam azsınız. Herkes yani gerçekten bilgili ve
eğitimli herkes b u n u n kurgudan başka bir şey
olm adığını bilir. Suyu şaraba dönüştürm e hika­
yesinin d o ğru olduğuna birçok insan in anır am a
herkes k iraz ağacı hikayesinin k urm aca o lduğun­
da hem fikirdir. Kiraz ağacı hikayesi sadece 500
yıl önce uydurulm uştur. Suyu şaraba d önüştür­
m e hikayesi ise d aha eskidir. H ristiyanlık d ininin
d ö rt kitabından sadece b irinde yer alır (John’un
Incil’inde geçer, diğer üçünde geçmez) am a, b u ­
n un kiraz ağacı hikayesinden sadece birkaç yüzyıl
önce u ydurulm uş b ir hikayeden fazlası olduğuna
inanm ak için h içbir n eden yoktur. Bu arada d ört
kitabın dö rd ü de tasvir ettiklerini iddia ettikle­
ri hikayelerden çok çok sonra yazılm ışlardır ve
hiçbiri b ir görgü tanığı tarafından yazılmamıştır.
Kiraz ağacı hikayesi gibi suyu şaraba dönüştürm e
hikayesinin de s af b ir k urgu o lduğunda k arar k ıl­
m ak gayet akla uygun görünüyor.
262
Aynı şeyi, iddia edilen diğer tü m m ucizeler Bugünün mucizesi, yarının
için, herhangi b ir şeyin tü m “doğaüstü” açıklam a­ teknolojisi
ları için de söyleyebiliriz. Anlayam adığım ız b ir
şeyin gerçekleştiğini d ü şü n ü n ve b u n u n nasıl bir Bugünün en iyi bilimcilerinin bile açıklaya­
düzenbazlık veya hilekarlık veya yalan olduğunu madığı şeyler var. Ancak bu, tüm araştırmaları son-
da görem iyor olalım: burad an o şeyin doğaüstü landırıp aslında hiçbir şey açıklamayan sahte büyü
olm ası gerektiği sonucuna varm ak d o ğ ru olur ve doğaüstü “açıklamalara” başvurmamız gerektiği
m uydu? Hayır! 1. bölüm de açıkladığım gibi, bu anlamına gelmiyor. Bir ortaçağ adamı düşünün, hat­
o şeyi anlam ak için sorulm ası gereken tü m diğer ta bu adam döneminin en eğitimli kişisi olsun. Bu
sorulara ve araştırm alara son verecektir. O şeyin adam ın bir jet uçağı, bir dizüstü bilgisayarı, bir cep
herhangi b ir doğal açıklam asının asla m ü m kü n telefonu ya da bir GPS’li navigasyon cihazı gördü­
olm ayacağım söylem ek tem bellik ve hatta ikiyüz­ ğünde nasıl tepki vereceğini hayal edin. Büyük ihti­
lülük olur. Eğer h erhangi garip b ir şeyin “doğaüs­ malle b u araçların doğaüstü ve mucizevi olduğunu
tü ” olduğunu iddia ediyorsanız, o n u şu anda a n ­ söyleyecektir. Ama bu araçlar bugün bizim için sı-
lam adığınızı söylem ekle kalmıyor, pes ettiğinizi
ve o n u n asla a n laşılm ay acağ ın ı söylüyorsunuz
demektir.
radan araçlar ve bilim sel ilkeleri takip ederek onları meyiz. Diyelim b u açıklamayı getirm ek için yeni
icat edenler sayesinde nasıl çalıştıklarım biliyoruz. ve radikal bir bilim gerekiyor, öyle ki bu yenilik,
O nların varlığını açıklamak için büyü ya d a mucize bilim cilerin o n u bilim olarak algılamak­
ya da doğaüstü açıklamalara gerek duym adık ve or­ ta zorlanacakları derecede devrimsel ve
taçağdaki adam ın böyle açıklamalara başvurm asının garip b ir yenilik. D u ru m b u olsa d a sorun
yanlış olacağım görebiliyoruz. değil. D aha önce oldu bu.
Bu tespiti yapm ak için ortaçağa kadar gitm e­ A m a asla, “açıklayamadığı­
m ize gerek yok. 19. yüzyıldaki b ir çete, işleyecekleri m ıza göre doğaüstü olmalı”
suçları g ü nüm üz cep telefonlarım kullanarak k oor­ ya d a “mucize olmalı” diyecek
dine etse, bu Sherlock Holmes’a telepati gibi görü­ kadar tem bel ve yenilgiyi kabul
nürdü. Holmes’u n dünyasında, b ir cinayet şüphelisi edenlerden olmayın. O n u n yeri- f
Londra’d a işlenen b ir cinayetin akşam ı N ew York’ta ne bu n u n bir yapboz olduğunu, bir
olduğunu ispat etse b u yeterli o lurdu çünkü o n d o ­ bilm ece olduğunu, tu h a f o lduğunu
kuzuncu yüzyılda aynı gü n ü n sabahı Londra’d a ak­ ve kabul etm em iz gereken bir m ey­
şam ı N ew York’ta olm ak im kansızdı. A ksini iddia
eden doğaüstü b ir şeyler söylüyor gibi görünürdü.
Ancak bugün m o d e rn je t uçakları b u n u kolaylıkla
m ü m k ü n kılıyor. Tanm m ış bilim kurgu yazarı
A rthur C. Clarke b u tespiti Clarke’ın Ü çüncü
K anunu adı altında özetler: Yeteri kadar geliş­
m iş herhangi bir teknoloji büyüden farksızdır.
Bir zam an m akinası bizi yüzyıl ile­
riye taşıyacak olsa, bu g ü n im kansız olduğunu
düşünebileceğim iz harikalar, b ir anlam da m ucizler dan okum a olduğunu
görürdük. A n cak b u, bug ü n im kansız g ö rünen h e r söyleyin. Bu m eydan okumayı
şeyin gelecekte gerçek olacağı a nlam ına d a gelmez. ya o açıklanam ayan gözlemin
Bilim kurgu yazarları kolaylıkla b ir zam an maki- doğruluğunu sorgulayarak ya
nası ya d a yerçekim ini yokeden b ir silah ya d a bizi da bilim im izi yeni ve heyecan
ışıktan hızlı götüren b ir roket hayal edebilirler. A n ­ verici alanlara genişleterek gö- _ .
cak sadece bunları hayal edebiliyor o lm am ız böyle ğüsleyebiliriz. Böylesi b ir m ey= H
m akinaların b ir g ü n gerçek olacağı anlam ına gel­ dan okum aya verilmesi gereken
mez. B ugün hayal edebileceğim iz şeylerin bazıları en uygun ve cesur cevap, devam j
gerçek olabilir. Ç oğu ise olmayacaktır. edip o problem i doğrudan ele almaktır, i
Bu ko n u d a ne kadar düşünürseniz, doğaüs­ Ve bu gizeme uygun bir cevap bulana ka­
tü mucize kavram ının anlam sızlığını o kadar fark d a r “bu h enüz anlayam adığım ız am a üzerinde
edersiniz. Eğer b ir şey o lu r ve b u bilim tarafından çalışmaya devam ettiğim iz b ir k onu” dem ekte hiç
açıklanam azsa, şu iki sonuca rahatça varabilirsiniz: so ru n yoktur. Ashna bakarsanız, yapılabilecek tek
O şey ya hiç olm am ıştır (gözlemleyen yanılmıştır, dürüstçe şey de budur.
veya yalan söylüyordur veya k andırılm ıştır) ya da Mucizeler, büyüler ve söylenceler; bunların
bugün sahip olduğum uz bilim yetersiz kalmıştır. hepsi keyiflidir ve b u kitap boyunca bunlarla eğ­
Eğer m o d e rn bilim açıklayam adığı b ir gözlemle ya lenceli vakit geçirdik. H erkes iyi b ir hikayeyi se­
da deneysel sonuçla karşılaşırsa, bilim im iz buna ver ve um arım sizler d e çoğunlukla b ölüm lerim in
bir açıklam a getirene kadar ilerlem eden rah at et- başında yer verdiğim söylencelerden keyif almış-
2 64
smızdır. Ancak daha çok, söylencelerin ardından m ucizelerden kelim enin en iyi ve heyecan verici
gelen bilim den keyif aldığınızı üm it ediyorum , anlamıyla çok daha büyüleyicidir. Bilimin kendi
Um arım gerçeğin kendine has b ir b üyüsü olduğu büyüsü vardır, bu
konusunda b enim le hemfıkirsinizdir. Gerçek, söy- g C rÇ C g İR b Ü y Ü S Ü d Ü r
uydurulm uş gizem lerden veya

265
Teşekkürler
Richard Dawkins kitap için aşağıdakilere teşekkür eder:
L alla W a rd , L a w re n c e K rau ss, S ally G a m in a ra , G illia n S om erscales,
P h ilip L o rd , K a tr in a W h o n e , H ila ry R ed m o n ; K en Z etie, T om
L ow es, O w e n T oller, L o n d r a St P a u l O k u lu n d a n W ill W illiam s
v e S am R o b e rts , A la in T o w n se n d , Bili N ye, E lisab eth C o rn w e ll,
C a ro ly n P o rco , C h r is to p h e r M cK ay, J ac q u elin e S im p so n , R o salin d
T em p le, A n d y T h o m s o n , J o h n B ro ck m a n , K ate K ettlew ell, M a rk
P agel, M ic h a e l L a n d , T o d d S tiefel, G re g L anger, R o b e rt Jacobs,
M ic h a e l Y u d k in , O liv e r P y b u s , R a n d R ussell, E d w a rd A shcroft,
G re g S tik e le ath er, P a u la K irby, A n n i C o le -H a m ilto n v e M o ra y F irth
O k u lu p e r s o n e li v e ö ğ re n c ile ri.

Dave McKean kitap için aşağıdakilere teşekkür eder:


C h ris tia n K r u p a (b ilg isay ar m o d ellem ec i); R u th H o w a rd (K im ya
d a n ış m a n ı), A n d r e w H ills (F iz ik d a n ış m a n ı) ve C ra n b r o o k O k u lu ;
C la re , Y o lan d a v e L ia m M cK ean .

Resimler
A r a b a k a p o r ta s ın d a k i M ic h a e l Jackson, syf. 248, © K N S N ew s
“K ız a rtm a ta v a sın d a k i İsa”, syf. 2 49, © C a te rs N ew s
“T o stta k i İsa”, syf. 2 4 9 , © C h ip S im o n s/G e tty
C o ttin g le y p e r ile ri, syf. 2 55, © G le n n H ill/S S P L /G e tty
G a la k sile r, syf. 167, © N A S A /G e tty
T ayfölçer, syf. 170, © O x fo rd B ilim T a rih i M ü zesi

271

You might also like