Professional Documents
Culture Documents
N e y İ n G e r ç e k t e n D o ğ r u O l d u ğ u n u N a s i l B î l İy o r u z ?
RI CHARD
DAW KINS
Gerçeğin Büyüsü
Neyin gerçekten doğru o c u ğ u n u nasıl biliyoruz
Magic of Reality
How We Know Wkat’s Really True
İLLÜSTRASYONLAR
DAVE M cKEA N
ÇEVİREN
İSTEM FER
EDİTÖR
B. DUYGU ÖZPOLAT
O
k u zey
Kuzey Yayınları
www.kuzeyyayinlari.com
Clinton John Dawkins
1915-2010
Ey sevgili babam
İçindekiler
Güneş nedir?
Gökkuşağı nedir?
Her şey nasıl ve 160
ne zaman başladı?
İndeks 267
Teşekkürler 271
Resimler 271
m
<sr%
)uyu
necrıV
16
w zim artık gen adını verdiğimiz şeylere dair bir model
/ icat etti ve eğer m odeli doğruysa, belirli bir ürem e'
deneyinde düzgün yüzeyli bezelyelerin sayısının kı
rışık bezelyelerin üç katı olması gerektiğini hesapla
dı. Ve saydığında tam olarak öyle olduğunu gördü.
Detayları bir kenara bırakacak olursak, asıl nokta
Mendel’in sadece gözleriyle gözlemlediği ve hatta bir
mikroskopla bile göremediği “genleri” hayal gücüyle
bulmasıydı. Genleri mikroskopla göremiyordu ama
düzgün ve kırışık bezelyeleri görebiliyordu. Onları
sayarak kendi kaktım modelinin gerçek dünyada
ki bir olgunun iyi bir temsili olduğuna dair dolaylı
yoldan kanıt bulmuş oldu. D aha sonra bilimciler
Mendel’in yönteminin bir uyarlamasını, bezelyeler
yerine meyve sinekleri gibi başka canlılar üzerinde, Crick DNA’yı kendi gözleriyle göremiyorlardı. Onlar
genlerin kromozom adı verilen (insanlarda kırk altı, da, modeller hayal ederek ve onları test ederek b u
meyve sineklerinde sekiz adet bulunan) şeritler üze luşlarını yaptılar. Gerçekten de metal ve kartondan
rinde belli bir şuayla dizildiğini göstermek için kul DNA’nın neye benziyor olabileceğinin modellerini
landılar. Hatta modelleri test ederek, genlerin kro inşa ettiler ve bu modellerin doğru olması durum un
mozom üzerinde tam olarak hangi sırada dizildiğin da belirli ölçümlerin hangi değerlerde çıkması gerek
anlamak bile m üm kün oldu. Tüm bunlar biz genle tiğini hesap ettiler. Modellerden, ikili-sarmal olarak
rin DNAdan oluştuğunu bilmeden önce yapılmıştı. adlandırılan m odelin çıkarımları, Rosalind Franklin
Bugünlerde genlerin DNAdan oluştuğunu bi ve Maurice VVilkins’in saflaştırılmış DNA kristalle
liyoruz ve DNAhın tam olarak nasıl çakştığmı da, rine x-ışını göndermeyi de içeren özel araçlar kul
James VVatson ve Francis Crick ve onların ardından lanarak yaptıkları ölçümlere tamı tamına uyuyordu.
gelen birçok bilimci sayesinde biliyoruz. VVatson ve VVatson ve Crick, DNA yapısına dair modellerinin,
17
İS İ
• \
l ‘
£ |
1 H
18
Gregor Mendel’in kilisesinin bahçesinde gözlemlediği sonuçları
tam olarak üretebileceğini de hem en fark ettiler.
D em ek ki, neyin gerçek olduğunu anlam am ızın üç yolu
var. D oğrudan, beş d uyum uzu kullanarak anlayabiliriz. Dolaylı
olarak, teleskop, m ikroskop gibi özel araçların yardımıyla, ama
yine beş duyum uzla anlayabiliriz. Veya daha da dolaylı olarak,
neyin gerçek olabileceğine dair m odeller yaratıp, bu m odelleri,
gördüğüm üz (ya d a duyduğum uz vs.) şeyleri başarılı b ir şekil
de tah m in edip edem ediklerine göre test ederek gerçeği tespit
edebiliriz. Sonuç olarak, öyle ya d a böyle, iş h er zam an d uyula
rım ıza geliyor.
Peki bu, gerçekliğin sadece doğrudan veya dolaylı olarak,
duyularım ızla ya da bilimsel yöntem lerle tespit edilebilen şey
lerden ibaret olduğu anlam ına m ı geliyor? Peki ya kıskançlık ve
neşe, m utluluk ve aşk gibi şeyler? Bunlar d a gerçek değil mi?
Evet, gerçekler. A ncak onların gerçeklikleri beyne dayanı
yor; hiç şüphesiz, insan beynine ve bir ihtim al şempanze, köpek
ve balina gibi diğer gelişmiş canlıların beyinlerine de. Kayalar
neşeyi veya kıskançlığı hissedemez, dağlar âşık olmaz. Bu d uy
gular, onları tecrübe e denler için oldukça gerçektirler am a be
yinler olm asa bu duygular da olmazdı. Bu gibi duyguların ve
belki d e hayal bile edemeyeceğimiz başka duyguların, diğer ge
zegenlerde v ar olabilmeleri m üm kün, am a ancak ve ancak, bu
gezegenlerde beyinler ya da beyin eşdeğeri (evrenin başka bir
yerinde ne garip düşünm e organları ya da hisseden makineler
pusuda bekliyordur kim bilir) b ir şeyler mevcutsa.
19
D oğaüstü büyü dediğim iz tipteki büyü,
m itlerde ve p eri m asallarında (veya “mucizeler’de, en azından,
am a onu şim dilik b ir k enara bırakıp kitabın son seyircinin dü
bölüm ü n d e geri döneceğim ) rastladıklarım ız şündüğü şey olm asa da
d a . A laaddin’in lam basındaki, cadıların büyüle gerçekten bir şeyler olm akta
rindeki, G rim m Kardeşlerdeki, H ans C h ristian dır. Sahnedeki bir adam (nedense
A nderson’u n ve J. K. Rowling’in hikâyelerindeki genellikle b ir adam olur am a isterseniz
büyü, b u büyüdür. Bir cadının b ir p rensi kurbağa kadın d a diyebilirsiniz) gerçekte olan şey ol
ya d ö n üştürm esindeki ya d a b ir p e rin in balkaba- dukça farklıyken, çok hayret verici (ve h atta doğa
ğını pırıltılı b ir at arabasına d ö n üştürm esindeki ü stü görünen) bir şeyin gerçekleşmekte olduğunu
kurm aca büyüdür. T üm b u n lar çocukluğum uz düşünm em izi sağlayarak bizi kandırır. İpek m e n
dan sevgiyle andığım ız hikâyelerdir ve çoğum uz diller tavşanlara dönüşem ez, tıpkı kurbağaların
hâlâ geleneksel N oel gösterilerinde anlatıldığında prenslere dönüşem ediği gibi. Sahnede gördüğü
b unları keyifle dinleriz, am a h epim iz biliyoruz ki m üz şey sadece b ir num aradır. Gözlerim iz bizi
bu tip büyü sadece k urm acad ır ve gerçekte böyle yanıltır. D aha doğrusu sihirbaz, belki de sözcük
şeyler olmaz. leri akıllıca kullanarak, dikkatim izi ellerinin yap
Sahnede yapılan büyü, yani sih ir ise tam ter tığından uzaklaştırıp gözlerim izi yanıltm ak için
sine gerçekten de v a rd ır ve çok eğlencelidir. Ya da büyük çaba harcar.
20
Bazı sihirbazlar d ü rü sttü r ve izleyicileri
nin sahnede gerçekleşenin b ir num aradan iba
ret olduğunu bildiklerinden em in olm ak için
uğraşırlar. Bunu söylerken James “M uhteşem ”
R andi ya da Penn ve Teller ya d a D erren Brown
gibi isim leri düşünerek söylüyorum. Bu takdir
edilesi sihirbazlar num arayı nasıl yaptıklarını
tam olarak anlatm asalar da, (çünkü anlatsalar
belki de sihirbazlar kulübünden kovulurlardı),
gösterilerin doğaüstü bir sihir içerm ediğini iz
leyicinin bildiğinden em in olm ak için gerekeni
yaparlar. Diğerleri yaptıklarının bir num ara ol
duğunu açıkça söylem ezler am a yaptıkları için
abartılm ış iddialarda da bulunm azlar; alenen ya
lan söylem eden izleyiciyi keyifli bir gizemle baş
başa bırakırlar. A ncak maalesef, bile bile dürüst
olmayan ve sanki “doğaüstü” ya da “paranorm al”
güçleri varm ış gibi davranan sihirbazlar da var:
böyleleri sadece düşünce gücüyle m etalleri b ü
küp saatleri d urdurabildiklerini iddia edebilirler.
Bu sahtekârlardan (“şarlatan” b u gibi kim seler
için uygun bir kelim edir) bazıları, “psişik güç
lerini” kullanarak nerenin kazılm ası gerektiğini
anlayabildiklerini iddia edip m aden ya da p et
rol şirketlerinden büyük p aralar alırlar. Başka
şarlatanlar ise, ölülerle iletişim kurabildikle
rin i iddia ederek yas tutan insanları istism ar
ederler. İşler b u noktaya varınca artık keyif
verm ekten, eğlenceli olm aktan çıkar, insanla
rın saflıklarından ve üzüntülerinden faydalan
m aya dönüşür. Bazıları bu sahtekârların ölülerle
k onuştuklarına içtenlikle inanabilir.
B üyünün b ir ü çü n cü anlam ı da b ö lü m ü n h gökyüzüne karşı bir gökkuşağı gördüğüm üzde
başlığında kastetm ek istediğim şiirsel büyüdür, de kullanırız. “Büyüleyici” b u anlam da kullanıl-
Güzel b ir m ü zik parçasıyla gözlerim iz do lar ve dığında basitçe bizi d erinden etkileyen, uyaran,
bu perform ansı “büyüleyici” olarak adlandırırız, tüylerim izi d iken d iken eden, bize tam o larak ya-
Ayın ve şeh ir ışıklarının olm adığı karanlık b ir şadığım ızı hissettiren şey anlam ına gelir. Ben size
gecede gökyüzündeki yıldızlara bakar, nefesim i- bu kitapta, gerçeklerin, bilim sel yöntem lerle an-
'.z i. kesen b ir m utlulukla g ördüğüm üzün “büyü ladığım ız gerçek dünyanın olgularının bu ü çüncü
■ğibi” ö ldüğünü söyleriz. Aynı kelim eyi görkem li _ şiirsel ve iyi ki yaşıyorum dedirten anlam da bü-
“ bir güpbafım ı ya d a d ağ m anzarası ya-’dS kapa- yüleyicî ojdûğunu.gö'sterm eyi um uyorum .
Şim di d oğaüstü olaylar düşüncesine geri açıklam anın erişim inin ötesindedir. D oğaüstü,
d ö nm ek ve bu d üşü n ce n ed en asla içinde yaşadı son 400 küsur yıldır yararlandığım ız bilgi b iri
ğım ız dünyada ve evrende g ö rd ü ğ ü m ü z şeylere kim indeki b üyük ilerlem eleri b orçlu o lduğum uz
dair do ğ ru b ir açıklam a su nam az b u n u açıkla bilim in ve iyi yapılandırılm ış, d enenm iş ve test
m ak istiyorum . A slında b ir şeyin d oğaüstü açık ed ilm iş bilim sel yöntem in erişim inin ötesinde
lam ası b ir açıklam a b ile değildir, d ah a d a kötüsü dir. Bir şeyin d oğaüstü o lduğunu söylem ek sade
o şeyin açıklanm a ihtim alin i de ebediyen o rta ce “anlam ıyoruz” dem ek değildir, aynı zam anda
dan kaldırır. N eden böyle söylüyorum ? Ç ün- “hiçbir z am an d a anlam ayacağız, o y üzden a n la
.kü^ “doğaü stü ” olan h e r şey ta n ım gereği doğal mayı denem e bile” dem ektir.
Bilim tam tersi b ir yaklaşım sergiler. Bilimin için kesinlikle hiçbir n eden yok, tıpkı b ir zam an
gücü şim dilik h er şeyi açıklam aya yetm ez ama lar insanların sandığı gibi volkanlara ya da dep
başarılı olm asını sağlayan şey de b u yetersizliktir. rem lere ya d a h astalıklara kızgın kutsal varlıkla
Bilim b u n u sorular sorm aya, olası m odeller ya rın n eden olduğuna inanm am ız için bir neden
ratm aya ve test etmeye, böylelikle doğruya giden olm adığı gibi.
yolu santim santim açmaya devam etm ek için bir Elbette kim se bir kurbağanın bir prense
itici güç olarak kullanır. Bugünkü gerçeklik algı (ya da prensin kurbağaya mıydı? Bir tü rlü h a
m ızın d ışında b ir şey gerçekleşecek olursa, b ilim tırlayam attı), veya bir balkabağınm at arabasına
ciler bu d u rum u, şim diki m odellerinde bir sorun dönüşebilm esinin m ü m k ü n olduğuna gerçek
olduğu ve bu m odeli terk etm ek ya da değiştirm ek ten inanm az, am a böyle şeylerin gerçekte neden
gerektiği şeklinde yorum larlar. D o ğ ru olana adım im kânsız olduğunu hiç d u ru p düşü n d ü n ü z m ü?
adım yaklaşm am ız işte bu düzeltm eler ve arkasın B unu açıklam anın çeşitli yolları var. B enim fa
d an gelen test etm eler yoluyla olur. vorim şu.
Bir cinayet karşısında şaşırıp k alan ve ola K urbağalar ve at arabaları özel b ir şekilde
yı çözm eyi den em ek için bile çok tem bel olup b ir araya getirilm esi gereken çok sayıda parçadan
“doğaüstü” diyerek dosyayı k ap atan b ir dedek tif oluşan karm aşık şeylerdir. Yani kazara (ya da bir
hakkın d a ne düşü n ü rd ü n ü z? Bir zam an lar (kız değneğin hareketiyle) oluşam ayacak bir yapıya
gın ya da m u tlu tanrılar, şeytanlar, cadılar, ru h sahiptirler, “karm aşık”tan kastım bu. Kurbağa ya
lar, lan etler ya d a b üyülerin y ol açtığı) doğaüstü da at arabası gibi karm aşık b ir şeyi yapm ak ol
bir olayın so nucu olarak g örülen şeylerin aslında dukça zordur. A t arabası yapm ak için tü m parça
anlayabileceğim iz, test edebileceğim iz ve güve ları doğru biçim de bir araya getirm eniz gerekir.
nebileceğim iz doğal açıklam aları o ld uğunu tüm Bir m arangozun ve diğer zanaatkârların hüner
bilim ta rih i b oyunca gördük. Bilim in h en ü z d o lerine ihtiyacınız vardır. At arabaları şans eseri
ğal açıklam alarda bulunam adığı şeylerin d oğa veya parm ağınızı şıklatıp “A brakadabra” dem e
üstü b ir ned en d en kaynaklandığına inanm am ız nizle ortaya çıkıvermez. At arabasının belli bir
24
yapısı, karm aşıklığı, tekerlekler ve akslar, p en c e çalkaladığını düşü n ü n . Sizce parçaların ta m da
reler ve kapılar, yaylar ve k aplam alı ko ltu k lar gibi çalışır haldeki b ir at arabası o lu ştu rm ak üzere
kısım ları vardır. A t arabası gibi k a rm aşık b ir şeyi, b ir araya gelip b irb irlerine yapışm a şansı nedir?
kül g ibi basit b ir şeye d ö n ü ştü rm e k görece kolay C evap h içtir, yani sıfırdır. B unun ned en lerin d en
olurdu, p e rin in sih irli değneğinde, kıvılcım çı b iri şu: k arm akarışık haldeki parçaları b ir araya
karacak b ir d ü z e n e k o lm ası yeterdi. H e m e n h e r getirerek çalışan b ir a t arabası h atta çalışan her
şeyi k üle çev irm ek kolaydır. A m a k im se b ir yığın hangi bir şey o lu ştu ram am an ın yollarının sayısı,
külü ya da b ir b alkabağm ı alıp at arab asın a çe- oluşturabilm e y ollarının sayısından çok a m a çok
virem ez ç ü n k ü a t arabası fazlasıyla karm aşıktır. d a h a fazladır.
H atta at a rabası sadece k arm aşık değildir, ulaşım Bir yığın parça alsanız ve rasgele etrafa sa-
için in sanlara fayda sağlayan b ir nesn e olduğu vursanız, ara sıra işe yarar bir yapı oluşturacak
için fa ydalı b ir yönde karm aşıktır. ya d a iyi kötü b ir şeylere benzetebileceğim iz şe
H adi işleri p eri için b iraz kolaylaştıralım . k ilde düşebilirler. A ncak b u n u n gerçekleşm e y ol
P erin in ön ü n d e balkabağı yerine, m ak et uçak la rın ın sayısı, bizim o n ları b ir hu rd a yığınından
yap m ak için kullan d ığ ım ız te k te k parçalardan başka b ir şeye benzetem eyeceğim iz şekilde düş
oluşan setlere b e n z e r şekilde, içinde b ir at arabası m elerinin yollarıyla kıyaslanınca çok çok azdır.
o lu ştu rm ak için gerekli tü m parçaların k a rm ak a B ir h u rd a yığınını m ilyonlarca kez tekrar tekrar
rışık d u rd u ğ u b ir koli o lsun. At arabası yapm ak karıştırıp o n la r ı. . . başka b ir h u rd a yığını h aline
için gerekli p a rça seti yüzlerce tah ta kalas, cam g e tirm enin m ilyonlarca yolu vardır. Parçaları h er
levha, d em ir ç u b u k ve parm aklık, to m a rla k a p karıştırdığınızda d a h a önce görm ediğiniz özgün
lam a, çarşaf ç arşaf d eri ile b irleştirm ek için çi b ir yığın elde edersiniz am a bu m ilyonlarca ola
viler, tornav id alar ve k ap kap yapıştırıcı içerirdi. sılıktan sadece çok am a çok kü çü k bir g ru p ya
Şim di p eri a n n e n in dü zen li b ir sırayla kullanm a yıntı, (sizi b aloya götürm ek gibi) herhangi b ir işe
kılavuzundak i talim atları okuy u p p arçaları b ir yarayan ya d a tanıdık ya d a h atırlanabilir b ir şey
leştirm ek y erine, h e p sin i dev b ir bohçaya koyup halini alabilir.
25
Kim i duru m lard a, bu p ar
çacıkları karıştırabileceğim iz yol
ların sayısını saym ak gerçekten
de m üm kündür, aynı b ir deste
iskam bil kâğıdıyla yapabileceği
Kartları dağıtanın desteyi k ar
m iz gibi. Bu örnekte söz konusu
dığını ve dö rt oyuncuya, h e r birinde
parçacıklarım ız iskam bil kâğıtları
13’er k art olacak şekilde k artlan da
olsun.
ğıttığını düşünün. E lime bakıyorum
ve şaşkınlıktan nefesim kesiliyor. 13
maçanın 13 u de bende! M açaların
O yuna devam
etm ek için fazla ürk
tüğüm den diğer üç
oyuncuya, onların da
benim kadar şaşıra
caklarını bilerek elimi
açıyorum.
27
Danvin’in bu soruya verdiği cevap şöyleydi: İn Bunu bir 10 nesil boyunca tekrarladıktan
sanlar, timsahlar ve Brüksel lahanaları gibi karmaşık sonra ilginç bir şey fark etmeye başlayabilirsiniz.
organizmalar, birdenbire, bir hamlede ortaya çıkmadı. Kurbağa nüfusunuzun ortalam a bacak boyu u zun
Her yeni adımdaki canlı, adım adım, aşamalı olarak luğu, başlangıçtaki nüfusun ortalam a bacak boyu
bir önceki adımda zaten var olandan azıcık daha fark uzunluğundan fark edilebilir derecede fazla ola
lılaştı. Uzun bacaklı bir kurbağa yaratmak istediğinizi caktır. H atta 10. nesildeki tüm kurbağaların ilk ne
duşunun. Amacınıza ulaşmak için hemen hemen is sildeki herhangi bir kurbağadan daha uzun bacaklı
tediğinize yalan bir başlangıç noktası belirleyin, örne olduğunu bile görebilirsiniz. Ya da belki de 10 nesil
ğin kısa bacaklı kurbağalardan başlayın. Kısa bacaklı yeterli olmaz, 20 nesil hatta daha fazlası gerekebilir.
kurbağalarınızı şöyle bir inceleyin ve bacak boylarım Ama eninde sonunda g ururla “eski kurbağalardan
ölçün. Bu kurbağaların diğerlerinden birazcık daha daha u zun bacaklı yeni b ir kurbağa yaptım” diye
uzun bacaklı olanlarından birkaç erkek ve dişi seçip bilirsiniz.
çiftleşmeleri için bırakın, daha kısa bacaklı olanların Bunu yapmak için ne bir sihirli değneğe ne de
ise çiftleşmelerini tüm den engelleyin. herhangi bir çeşit büyüye gerek var. Burada yaptığı
Uzun bacaklı erkekler ve dişiler üreyecekler ve m ız işlemin adı seçici üretme. Bu işlem, kurbağala
iribaşlar meydana getirecekler, bu iribaşlar da bacak rın kendi aralarındaki çeşitlilikten ve bu çeşitliliğin
ları olan kurbağalara dönüşecek. Yeni nesildeki kur sonraki nesillere, ebeveynlerden çocuklara genler
bağaların bacaklarını da ölçün ve yine ortalamadan yoluyla aktarılm asından faydalanır. Basitçe hangi
daha uzun bacaklı olan erkek ve dişileri seçip ürem e kurbağaların üreyeceklerini hangilerinin ürem e
leri için bir araya koyun. yeceklerini seçerek yeni bir tip kurbağa yapabiliriz.
28
Basit değil mi? A m a sadece u zu n bacaklar öyle büyük b ir değişim görm ezsiniz. H er nesil
yapm ak yeterince etkileyici değil. S onuçta bacak b ir önceki nesle oldukça benzeyecektir. Ancak
ları daha kısa da olsa y in e de kurbağalar ile işe yeterince nesil geçtikten sonra ortalam a kuyruk
koyulduk. Bir de d a h a kısa bacaklı kurbağalarla u zu n lu ğ u n u n b iraz azaldığını, o rtalam a a rka b a
değil de, h ep ten kurbağa olm ayan b ir şeyle, ö r cak u zunluğunun d a biraz arttığını fark etm eye
neğin d ah a ç ok sem endere b enzeyen b ir şeyle bu başlayabilirsiniz. B elirli b ir sayıda nesli g eride bı
işe başladığınızı d ü şü n ü n . S em enderler, k urb ağ a raktıktan sonra, eskisinden d ah a kısa kuyruklu ve
ların bacaklarıyla (en azın d an arka bacaklarıyla) d a h a u zun arka bacaklı bireyler, sürü n m ek yerine
kıyaslanınca oldukça kısa bacaklara sahipler ve zıplam ayı daha kolay bulm aya başlayabilirler. Bu
onları zıplam ak yerine y ü rü m e k için kullanırlar. böyle s ü rü p gider.
Ayrıca sem enderlerin u zu n kuyru k ları varken, Tabi b u senaryoda kendim izi, varm aya ça
kurbağalarda k uyruk b ile y oktur ve sem enderler lıştığım ız sonuca ulaşm ak için çiftleşm esini iste
çoğu kurbağadan d a h a ince ve u zundur. Am a diğim iz dişileri ve erkekleri seçen b irer yetiştirici
binlerce nesil geçm esi için yeterince zam an ve olarak hayal ettiğim iz b ir tablo çizdim . Çiftçiler
rilirse, sabırla kurbağaya d ah a çok benzeyen dişi b u tekniği, daha ço k ü rü n veren ya da hastalığa
ve erkeklerin ü rem esine izin verip, kurbağaya daha dayanıklı ekinler ve hayvanlar ü retm ek gibi
daha az benzeyen b ireylerin ürem esini engelle am açlar için binyıllardır uyguluyorlar. D arw in
yerek b ir sem en d er n ü fu su n u n nasıl b ir k urbağa b u sürecin işlemesi için bir yetiştiricinin seçim
nüfusuna dönüşebileceğini sanıyorum kafanızda yapm asına bile gerek olmadığım anlayan ilk kişiy
canlandırabilirsiniz. Bu işlem in hiçb ir a d ım ın d a di. D arw in basitçe, bazı bireyler üreyecek kadar
29
yaşayam ayıp b azıları yaşayabildiği için, tü m bu Yani b u doğal süreç, ürem eleri için uzu n bacaklı
sürecin doğal olarak işleyebileceğini gördü. Ü re bireyleri seçen insan gibi akıllı bir tasarım cının
yebilecek k a d a r u z u n sü re hayatta kalabilenler, yaratacağı etkiyle tam olarak aynı etkiyi yaratır.
kalam ayanlardan d ah a iyi özelliklere sahip old u k Tek bir farkla, böyle bir tasarımcıya ihtiyaç du y
larınd an yaşam larını sü rdürebiliyor ve üreyebili m adan. O lan biten h e r şey, ü rem ek için y eterin
yorlardı. Böylece o n ların çocukları d a ann e-b ab a ce uzun bacaklı olanların ürem esi, uzu n bacaklı
ların ın hayatta k alm alarına y ardım cı olan genleri olm ayanların ise üreyem em esinin doğrudan bir
alm ış oluyorlardı. İster sem enderler y a da k u rb a sonucu olarak, doğal yollardan kendi b aşına ger
ğalar, ister kirp iler ya d a hin d ib a otları söz k o nusu çekleşir. Bu n edenle b u sürece doğal seçilim adını
olsun, b ir toplulukta h er z am an hayatta kalm akta veriyoruz.
diğer bireylerden d a h a iyi olan bireyler olacaktır. Yeterince nesil geçmesi için zam an tanınırsa,
Eğer u zu n bacaklar, k urbağalar ve çekirgelere zıp semendere benzeyen atalar kurbağaya benzeyen
layarak tehlikeden uzaklaşm akta, çitalara ceylan torunlara dönüşebilir. D aha da zam an tanınırsa b a
ları kovalam akta, ceylanlara çitalardan kaçm akta lığa benzeyen atalar, m aym una benzeyen torunlara
yardım cı olacaksa, d ah a u z u n bacaklı bireylerin dönüşebilir. D aha daha çok zam an tanınırsa bakte
ölm e olasılığı, d a h a kısa bacaklı bireylerin ölm e riye benzeyen atalar insanlara benzeyen torunlara
olasılığından d ah a a z olacaktır. Böylece, u zu n b a dönüşebilirler ve zaten tam olarak olan da budur.
caklı bireylerin üreyecek k ad ar yaşam aları d aha Bu şimdiye kadar yaşamış h er hayvan ve bitkinin
olası hale gelecektir. A yrıca, çiftleşm ek için uygun geçmişinde meydana gelmiş bir şeydir. B unun için
eş adayı olan bireyler arasında u zu n b acaklılar ço gerekli nesillerin sayısı sizin veya b enim hayal ede
ğ u nlu k ta olacaktır. D olayısıyla h e r y en i nesilde, bileceğimizden çok daha fazladır am a dünya milyar
uzu n bacaklılık için gerekli g enlerin b ir sonraki larca yıl yaşındadır ve fosillerden bildiğimiz kadarıy
nesle aktarılm a şansı artar. Z am anla n ü fu sta u zu n la yaşam, 3,5 milyar yıl önce başladı, yani evrimin
bacaklılık g en in i taşıyan bireylerin sayısı çoğalır. gerçekleşmesi için yeterince zam an bulunuyordu.
30
İşte Darvvirî:in bü y ü k fikri de b u d u r ve adı da rın d a da işe yaramaz. At arabaları evrilmezler, en
D oğal Seçilim Yoluyla Evrim’dir. Bu, insan zih n i azından doğal yollardan prensler ve kurbağalar gibi
n in b u lduğ u en önem li fikirlerden biridir. D ünya evrilemezler. Ama yolcu uçakları, bilgisayarlar ve
üzerindeki yaşam la ilgili bildiğim iz h er şeyi açık kilden yapılmış ok uçları gibi, at arabaları da, aslen
lar. O kad ar önem lid ir ki, ilerleyen bölüm lerde kendileri evrilm iş olan insanların yapımıdırlar. İn
evrim e geri döneceğim . Şim dilik sadece evrim in san beyni ve elleri doğal seçilimle evrilm iştir tıpkı
çok yavaş ve aşam alı olarak ilerlediğini anlam a sem enderlerin kuyrukları, kurbağaların bacakları
nız yeterli. A slm da pren sler ve kurbağalar gibi gibi. Evrilen insan beyni, at arabaları ve norm al
karm aşık şeylerin v ar o lm asını m ü m k ü n k ılan da arabalar, m akaslar ve senfoniler, çam aşır m akine
evrim in böyle çok aşam alı oluşudur. Bir kurbağa leri ve saatler tasarlam a ve yaratm a kabiliyetine sa
n ın büyüyle b ir p rense d ö n ü şü m ü aşam alı değil, hiptir. B urada bir kez daha büyü yok. Bir kez daha
an id ir ve b u olayı gerçeklik dünyasının dışına iten düzenbazlık yok. Bir kez daha h er şey güzelce ve
de b u aniliktir. Evrim ise olan lar için gerçek b ir basitçe açıklandı.
açıklam adır, gerçekten işe yarar ve evrim in doğ Bu kitabın geri kalanında size bilimsel olarak
ruluğunu gösteren gerçek kanıtları vardır. K arm a algılanabilir gerçek dünyanın kendine has büyü
şık yaşam b içim lerinin b ir anda, (aşam alı olarak sünü gösterm ek istiyorum. Gerçek olan ve nasıl
adım adım evrilm ek yerine) te k b ir ham lede o rta çalıştığını anladığım ız ilham verici güzelliklerden
ya çıktığını iddia eden h e r şey, p e rin in sihirli d e ğ oluşan, benim şürsel dediğim büyüyü... Gerçek
neğinin kurm aca büyüsü n d en d a h a iyi olm ayan dünyanm gerçek güzelliği ve büyüsünün yanında,
tem bel işi b ir hikâyedir sadece. doğaüstü büyüler ve sihirler ucuz ve basit kalır.
Balkabaklarının at arabalarına dönüşm ele Gerçeğin büyüsü n e d oğaüstüdür ne de kandırm a
rinde de d u ru m aynıdır: büyülü sözler kurbağalar cadır, sadece m uhteşem dir. M uhteşem ve gerçektir.
ve prenslerde işe yaram adıkları gibi balkabakla- M uhteşemdir, çünkü gerçektir.
u kitap tak i çoğu b ö lü m ü n başlığı b ir sorudan
B oluşuyor. A m acım , b u soru lara cevap verebil
m ek ya d a en azından olabilecek e n olası cevabı
verm ektir, y ani bilim in cevabını. A m a çoğunlukla
önce m asalsı cevaplarla başlayacağım ç ü n k ü b u n
lar ilginç ve eğlenceli oluyorlar ve b ir zam anlar
b u n lara gerçekten in an an in san lar vardı. Bazıları
şu a nda bile inanıyor.
D ü n y an ın h er yerinde insanların, kökenleri
ne yani n ereden geldiklerine d a ir b ir söylenceleri
vardır. Birçok soyun söylenceleri sadece o soyun
kökenin e d a ir b ir şeyler anlatır, san k i diğer soylar hiç
yokm uş gibi! Aynı şekilde birço k soyun, in sanları öldür
m em eleri gerektiğine d a ir kuralları v a rd ır am a “insanlardan”
kastın sadece k en d i so y u n d an in sanlar olduğu ortaya çıkar. Diğer
soylardan gelen in sanları ö ldürm ekte h iç so ru n yoktur!
îşte size tip ik söylencelerden T azm anya abo rjinlerinden b ir
g ru b u n kökenlerine d a ir b ir tanesi. M oinee isim li b ir tanrı, yıl
dızlarda geçen b ir savaş esnasında D rom erd een er isim li d üşm an
b ir ta n rı tarafın d an yenilgiye uğratılır. M oinee ölm ek üzereyken
yıldızlardan Tazm anya’ya düşer. Ö lm eden önce, istirahat m ekânını
son b ir kez ku tsam ak ister ve insan ları yaratm aya k a rar verir. A ncak
ölm ek üzere o ld u ğ u nu b ildiğinden öyle b ir telâşe içindedir ki
onlara d iz verm eyi u n u tu r, (hiç şüphesiz zor d u ru m u n u n da
dikkatin i d ağıtm asının verdiği) dalgınlıkla onlara kangu
ru la r gibi b ü y ü k kuy ru k lar verir, b u d u ru m insan larm h iç
b ir zam an oturam ayacakları anlam ın a gelm ektedir. S onra
da ölür. İnsan lar k a n g u ru ku y ru k lu ve dizsiz olm aktan
nefret edip yardım için gökyüzüne yalvar-
33
O rta D o ğ u n u n M usevi soylarının sadece
bir tan rıları vardı ve M useviler bu tanrıyı dü ş
m an soyların tan rıların d an ü stü n görüyorlardı.
Bu ta n rın ın çeşitli isim leri vardı ve insan ların ona
b u isim lerle seslenm eleri yasaktı. Söz k o nusu ta n rı ilk
insanı tozdan y aratır ve adını Â dem (“adam ” anlam ına
gelir) koyar. Âdem’i kasten kendisine b en zer şekilde yarat
m ıştır. A slında tarihteki çoğu tan rı, erkek (veya bazen kadın) o la
ra k resm edilir, genellikle dev gibidirler ve h er zam an doğaüstü güçleri
vardır.
T anrı Â dem ’i, (biri h ariç tü m ü n ü n ) m eyvelerini yiyebileceği ağaçlarla dolu Eden
adı verilen b ir cennet bahçesine yerleştirir. Bu yasak olan ağaç “iyiliğin ve kötülüğün bilgisi
ağacıdır” ve ta n rı Âdem’i b u ağacın m eyvelerini yem eyeceğinden e m in b ir şekilde bırakır.
D aha so n ra ta n rı Â dem ’in tek başın a yalnızlık hissedeceğini fark edip b u konuda bir
şeyler yapm ak ister. İşte b u noktada, D rom erd eener ve M oinee’n in hikayesinde oldu
ğu gibi, efsanenin iki farklı türüyle karşılaşıyoruz ve h e r iki tü r de kutsal Yaratılış
Kitabı’n d a bulunuyor. D ah a eğlenceli olan tü re göre, tan rı tüm hayvanları Âdem’e
yardım cı o lm aları için y aratır a m a hâlâ b ir şeylerin eksik olduğuna k arar verir: bir
kadm ! Böylece Âdem’i u yuşturup göğsünü açar, b ir kaburgasını çıkarır ve göğsünü
tekrar diker. D ah a s o n ra b u kaburgadan b ir k ad ın yetiştirir, tıpkı sizin kestiği
niz b ir d aldan yeni b ir bitkiyi yetiştirebileceğiniz gibi. O na Havva adını v erir ve
Âdem’e karısı o larak sunar.
N e yazık ki bahçede kahrolası b ir yılan
vardır ve Havva’ya yanaşıp o n u iyiliğin v e k ö
tülüğ ü n bilgisi ağacm m yasak m eyvesinden
koparıp  dem ’e yedirm eye ik n a eder.  dem ve
Havva m eyveyi yerler ve d erhal çıplak oldukla-
34
rın ın bilgisine sahip olurlar. Bu o nları u tandırır ve
kendilerine in cir yaprağından birer ön lük yapar
lar. Tanrı b u n u fark ettiğinde, yasak meyveyi yiyip
bilgilendikleri ve san ırım m asum iyetlerini kaybet
tikleri için onlara kızar. O nları bahçeden kovarak,
hem A dem ve Havva’yı hem de tü m çocuklarını
zorluklar ve acılarla dolu b ir yaşam la lanetler. Bu
güne kadar, Â dem ve Havva’n ın korkunç itaatsizli
ğin in hikâyesi “ilk günah” adı altında hâlâ birçok
insan tarafından ciddiye alınm aktadır. H atta ba
zıları, (Âdem’in gerçekten var olm adığını kabul
etm elerine rağm en) b u “ilk günahın” Âdem’den
hepim ize geçtiğini ve hepim izin  dem ’in suçunu
paylaştığım ıza inanırlar.
35
İskandinavya’n ın denizci V ikingler
olarak ü n salm ış olan N orveçli in san
ları, Y unanlar ve R om alılarda olduğu
gibi birço k tan rıy a sahiptiler. Baş ta n
rıların ın ism i O din’d ir ve bazen W otan
ya d a W oden o la ra k d a isim lendirilir, ki
İngilizce “W ednesday” yani çarşam ba
g ü n ü n ü n ism i b u rad an gelm ektedir. (İn
gilizce “T hursday” yani p erşem be g ü n ü
n ü n ism i d e y ine b ir başka N orveç ta n rı
sından , u lu çekiciyle şim şekler çaktıran
T hor’d a n gelir).
Bir g ü n O d in , kendileri de b irer
tan rı olan kardeşleriyle b e rab er sahil
kıyısında y ü rü rk e n iki ağaç gövdesine
rastlar.
Gövdelerden b irini “Ask” adını verdikleri ilk adam a, ö bü
rü n ü de “Embla” adını verdikleri ilk k ad ın a dönüştürürler. İlk
adam ve kad ın ın b edenlerini yaratan ta n rıla r d ah a sonra da
onlara yaşam ın nefesini verirler; bilinç, y üz ve konuşm a arm a
ğanları d a b unları takip eder.
N eden ağaç gövdeleri m erak ediyorum . N eden b uz sar
kıtları ya da k u m tepeleri değil? K im in, n eden b u hikâyeleri
uydurduğunu m erak etm ek sizce de çok ilginç değil mi? Tah
m inen tü m bu efsaneleri ilk icat eden ler b u n ların kurm aca ol
duğu n u u ydurdukları esnada biliyorlardı. Ya d a b irçok farklı
insan, farklı zam anlarda, farklı yerlerde hikâyelerin farklı k ı
sım larını uydurdu; başka in sanlar d a bu parçaları aslında k u r
m aca olduğunu fark e tm eden, belki d e b azılarını d eğiştire
rek b ir araya g etirdi m i dersiniz?
M asallar eğlencelidir ve onları tekrar etm eyi
severiz. A m a k adim b ir söylence ya d a internette
dolaşıp du ran m o d ern b ir “şehir efsanesi” de
olsa, eğlenceli b ir hikâye duyduğum uzda
d u ru p b u hikâyenin ya da en azından
herhangi b ir parçasının doğ ru olup ol
m adığını sorm aya da değer. Ö yley
se hadi soralım , ilk insan kimdi?
Ve bu so ru n u n doğ ru
olan, bilim sel cevabı
n a bir göz atalım .
37
Kimdi t>ULilk
insan gerçekten*?
BU SİZİ ŞAŞIRTABİLİR am a ilk insan diye bir açıklam aya b ir d üşünce deneyiyle başlayacağım.
şey hiç olm adı, çü n k ü h e r insanın ebeveynlerinin D üşünce deneyi, hayal g ü cünüzü kullanarak
olm ası gerekir ve o ebeveynlerin de insan olm a yaptığınız b ir d eneydir. Şim di hayal edeceğim iz
sı gerekir! Tıpkı tavşanlarda olduğu gibi. H içbir gerçekte im kânsız çü n k ü bizi zam anda geriye
zam an b ir ilk tavşan yoktu ya da ilk tim sah ya götürecek y ani b iz d oğm adan ço k öncesine. Fa
da ilk yusufçuk. Şimdiye k adar doğan h e r yaratık kat bunu hayal ederek de önem li bir şeyler öğre
ebeveynleriyle aynı tü re m en su p tu (belki birkaç nebiliriz. O y üzden işte d üşünce deneyim iz. Tek
istisna olabilir am a b u ra d a onları g örm ezden ge yapm anız gereken şu k om utları takip etm ek.
leceğim). Yani b u d oğm uş olan h er yaratığın b ü K endinize ait b ir fo toğraf bulun. Şimdi
yükanne ve büyükbabalarıyla da aynı tü re ait ol babanızın bir fotoğrafını b u lu n ve o n u sizinki
duğu anlam ın a gelmelidir. Ve b ü y ü k büyükanne n in üzerin e k oyun. D aha s o n ra o n u n b abasının,
ve büyük büyükbabalarıyla da. Ve büyük büyük yani dedenizin fotoğrafını bulun. D aha sonra
büyük an n e ve bü y ü k büy ü k büyükbabalarıyla da. da o n u n babasının, yani d ed enizin babasının
Ve b u böyle sonsuza k ad ar gider. bir fotoğrafını bu lu n ve en üste yerleştirin. Bü
Sonsuza kadar m ı? A slında hayır, o k ad ar yük büyük dedelerinizin hiçbiriyle tan ışm a
basit değil. B unu b iraz açıklam ak gerekecek ve m ış olabilirsiniz. B en b en im kilerin hiçbiriyle
ta n ışm a d ım am a b irin in b ir k ö y o k u lu m ü d ü Ü st üste dizilm iş 185 m ilyon fotoğrafı hayal
rü , b irin in b ir k ö y d o k to ru , d iğ e rin in B ritanya etm ek k olay değildir. Böyle b ir y ığının yüksekliği
H in d istan ’ın d a o rm a n c ı, b ir d iğ e rin in d e k re m a ne olurdu? Şöyle ki h e r b ir fotoğrafın n o rm a l fo
d ü şk ü n ü , yaşlılığında b ir kaya tırm a n ış ı s ıra s ın to ğ ra f kâğıdına basıldığını d ü şü necek olursak, 185
d a ö len b ir av u k at o ld u ğ u n u b iliy o ru m . Y ine de m ilyon fo toğraf 7.000 m etrelik b ir k ule o lu şturur:
b ab an ızın b a b a s ın ın b a b a s ın ın neye b e n z e d iğ in i b u ü st üste 180 tan e N ew York g ö kdeleninden bile
b ilm iy o rsan ız b ile o n u d e ri çerçevede so lm a k yüksek. D evrilm ese bile (ki d evrilir) tırm a n m a k
ta o lan kah v eren g i b ir foto ğ raftak i h ayal m eyal için ço k yüksek. Ö yleyse h adi o n u yan yatıralım
b ir su re t o la ra k h ayal ed eb ilirsin iz. Ş im d i b u n u ve fotoğrafların hepsini tek b ir k itap rafına yerleş
o n u n b abası iç in d e d ü ş ü n ü n . R esim leri b irb iri tirelim .
n in ü zerin e te p elem e k o ym aya, b ü y ü k b ü y ü k b ü
Kitap rafının u zunluğu n e k ad ar olur?
y ü k le r a ra sın d a d a h a d a gerilere g itm ey e d ev am
Yaklaşık altm ış beş kilom etre.
ed in . B un u y ap m ay a fo to ğ ra fın k eşfin d e n öncesi
için bile d ev am edeb ilirsin iz; n e d e olsa b u b ir R afın size yakın u cu n d a sizin fotoğrafınız,
d ü şü n c e deneyi. u zak u cu n d a ise 185 m ilyonuncu büyük
D üşü n ce d en ey im iz için kaç ta n e b ü y ü k b a b ü y ü k b abanızın fotoğrafı b ulunur. N eye b en zi
baya ihtiyaç duyacağız? H m m , sadece 185 m ilyon yor? D ökülm üş saçları v e b eyaz favorileriyle yaşlı
ka d arı y eterli olur! b ir ad am a mı? L eopar kü rk ü giym iş b ir m ağara
a d am ına mı? Böylesi d üşünceleri u n u tu n . Tam
Sadece mi? olarak neye b en zed iğ in i b ilm iyoruz am a fosiller
bize oldukça iyi b ir fikir veriyorlar. 185 m ilyo
SADECE Mİ? n u n c u büy ü k büyükbabanız ş u n u n gibi b ir şeye
b en ziyordu -------------------------------------------------►
39
balarınızı görürsünüz, az sonra da göreceğimiz
gibi bunlara kim i insansılar, bazı m aym unlar,
bazı sivrifareler ve benzeri hayvanlar dahil
dir. H er biri, sıradaki kom şularıyla benzerdir,
yine de birbirinden uzak h erhangi iki fotoğ
rafı alırsanız birbirlerinden çok farklıdır ve
sırayı insandan uzaklaşarak yeterince takip
ederseniz bir balığa ulaşırsınız. Bu nasıl ola
bilir?
Aslında bu anlam ası o kadar da zor
bir şey değil. Birbirini k üçük adım larla ta
kip eden aşamalı değişim lerin, büyük bir
değişime yol açabileceği fikrine oldukça
aşinayız. Bir zam anlar bebektiniz. Şimdi
değilsiniz. Ç ok daha yaşlı olduğunuzda
yine çok farklı görüneceksiniz. Yine de
hayatınızın h er g ünü, uyandığınızda bir
gece önce yatağa giden kişiyle aynı kişi
siniz. B ir bebek yürüm eye başlar, sonra
bir çocuğa dönüşür, sonra b ir ergene,
sonra genç b ir yetişkine, sonra orta-
yaşlı b ir yetişkine, sonra da yaşlı bir
insana dönüşür. Bu değişim o kadar
yavaş gerçekleşir ki “Bu kişi birdenbi
re b ebek olmayı bıraktı ve bir çocuk
oldu” diyebileceğiniz b ir gün asla o l
maz. D aha sonra da “Bu kişi çocuk olmayı bıraktı
ve b ir ergen oldu” diyebileceğiniz bir gün asla gel
Evet doğru. 185 m ilyonuncu bü y ü k bü y ü k mez. “D ü n b u adam orta-yaşlıydı; bugünse yaşlı
babanız b ir balıktı. 185 m ilyonuncu büyük büyü b ir adam ” da demezsiniz.
kanneniz de öyle, zaten öyle olm asalar çiftleşe- Bu, bir balıkla karşılaşıncaya k adar bizi 185
m ezlerdi ve siz de bu rad a olm azdınız. milyon nesil boyunca baba,
H aydi şim di birer b irer fotoğraflara göz ata büyük baba, büyük b ü
ra k 65 kilom etrelik kitap rafı b oyunca yürüyelim . yükbaba diye geriye
H er fotoğraf önün d ek i ve arkasındakiyle aynı götüren düşünce de
tü rd e n b ir canlıyı gösterir. H erkes tıp k ı önündeki neyim izi anlam am ıza
ve arkasındakine benzem ektedir, tıpkı derken, en yardım cı olur. Tersten
azından b ir b aba ve oğlu b irb irin e n e k ad ar b e n gidip zam anda ileri
ziyorsa o kadar. Yine de rafın b ir ucu n d an öb ü r saracak olursak, ken
ucuna d u rm ad an yürüyecek olursanız b ir u çta d i balık çocuğunun
insan, öb ü r uçta b ir balık g örürsünüz. A rada da çocuğu da balık olan
b ir sü rü diğer ilginç büy ü k bü y ü k ... büyükba balık atanızın (git
gide daha az balıksı olacak şekilde) 185 m ilyon yeteneği b üy ü k ihtim alle olm ayacaktı, tıpkı eşek
nesil sonra o rtaya çıkan çocuğu d a siz olursunuz. babaya ve at anneye sahip, neredeyse hiçbir za
Yani b u n la rın h e p si çok yavaş, öyle k i bin m an çocuk sahibi olam ayan k atırlar gibi. (Bunun
h atta o n b in yıl geriye gitseniz ve 400. b ü y ü k b ü n e den böyle olduğunu bir so n rak i b ö lüm de gö
yükbabanızın oralara b ir yere gelseniz b ile b ir receğiz.)
değişim fark edem eyeceğiniz k ad ar yavaştı. Ya da A m a y ine b ir k ez dah a h e r şey ç ok yavaş ve
d ah a doğrusu, kim se tıpatıp babasına b enzem e aşam alı gerçekleşiyor. Siz H om o sapienssm iz ve
diği için tü m yol boy u n ca b ir sü rü ufak değişikli 50 bininci b üy ü k büyükbabanız H om o erectustu.
ği fark ederdiniz a m a değişim lerde genel b ir g id i A m a, b ir anda H om o sapiens b ir b ebek d oğuran
şat fark edem ezdiniz. M o d e rn in san lard an geriye b ir H om o erectus hiç b ir zam an v a r olmadı.
o n bin yıl gitm ek, b ir eğilim in açığa çıkm ası için Yani, ilk insan kim di ve n e zam an yaşadı
yeterli değildir. O n b in yıl önceki a tanızın p o rtre so ru su n u n kesin b ir yanıtı yoktur. “N e zam an be
si m odern in san lard an h iç d e farklı olm ayacaktır b ek olm ayı b ırakıp b ir ç ocuk o ldun?” s o rusunun
tabi eğer kıyafet, saç v e favorilerindeki yüzeysel cevabı gibi bulanıktır. B üyük ihtim alle b ir milyon
farklılıkları saym azsak. B izlerden yani m o d ern yıldan dah a a z am a yüz b in y ıldan daha fazla bir
insanlardan, b ir m o d e rn in san ın d iğerinden süre ö nce b ir n oktada, atalarım ız b ir m o d ern in
farklı oldu ğ u n d an daha farklı olmayacaktır. sanla karşılaşsalar, birbirleriyle üreyem eyecekleri
Peki ya 4000. b ü y ü k büyükbabanızı b u la k adar b irbirlerinden farklı olacaklardı.
bileceğiniz, y üz b in yıl öncesi için d u ru m nedir? H om o erectus’a insan denip denm em esi
İşte ancak o n o k tad a fark edilebilir b ir değişim gerektiği ise ayrı b ir tartışm a konusu. Bu an-
olabilir. Belki kafatasında h afif b ir kalınlaşm a, lam bilim sel dediğim iz tü rd e n y ani kelim eleri
özellikle d e kaş k em erinde. A m a bu hâlâ, sadece nasıl kullanm ayı tercih ettiğinizle ilgili b ir k o
h a fif bir değişim olacaktır. H adi şim d i zam anda nu dur. Bazı in san lar zebrayı çizgili at olarak
biraz dah a geriye gidelim . Eğer ra f b oyunca ilk a d lan d ırm ak isterken, bazıları “at” kelim esinin
b ir m ilyon yılı yürüyecek olursanız, 50 bininci sadece b indiğim iz tü r için k ullanılm asını ister.
büyük büyükbabanız, H om o erectus dediğim iz Bu d a b aşka b ir anlam bilim sel so ru n d u r. “Kişi”,
başka b ir tü rd e n sayılacak k ad ar farklı olacaktır.
Bildiğiniz gibi b u g ü n bizler H om o sapiensleıiz.
H om o erectusfoı ve H om o sapierısler b ü y ü k ih
50 bininci büyük büyükbabanız
tim alle birbirleriyle çiftleşem ediler; am a çiftle-
şebilselerdi bile çocu k ların ın ç o cu k sahibi olm a
Taşa dönüştüler
P e k i, u z a k a t a la r ı m ız ı n n e y e b e n z e d i k l e r i n i v e n e z a
m a n y a ş a d ık l a r ı n ı n a s ı l b iliy o r u z ? Ç o ğ u n lu k l a fo s ille rd e n .
B u b ö l ü m d e k i a t a la r ı m ız ı n t ü m r e s im l e r i f o s ille re d a y a n a
r a k y a p ı l a n c a n l a n d ı r m a l a r d ır a m a m o d e r n h a y v a n l a r a b a
k ı l a r a k r e n k le n d ir ild ile r .
F o s ille r t a ş t a n o lu ş m u ş tu r . B u n la r , ö l ü h a y v a n l a r ı n v e
b i t k il e r i n ş e k ille r in i a l m ı ş t a ş la r d ır . H a y v a n l a r ı n b ü y ü k b i r
ç o ğ u n l u ğ u ta ş a d ö n ü ş m e f ı r s a tl a r ı o l m a d a n ö lü r le r . E ğ e r
fo s il o l m a k i s tiy o r s a n ız b u i ş in p ü f n o k ta s ı, e n i n d e s o n u n
d a s e r tl e ş e r e k b i r “t o r t u l k a y a ” o l u ş tu r a c a k , d o ğ r u t i p te b i r
ç a m u r y a d a k i l in i ç i n e g ö m ü lm e k tir .
B u n e d e m e k o lu y o r? K a y a t i p le r i ü ç e a y r ıl ır : k a tıla -
ş ım , t o r t u l v e b a ş k a la ş ı m k a y a la r. B a ş k a la ş ım k a y a la r a s le n
d i ğ e r ik i t i p t e n y a n i k a tıla ş ım v e t o r t u l k a y a l a r d a n b a s ın ç
v e ıs ı n e d e n i y le b a ş k a la ş a r a k o l u ş tu k l a r ı i ç in b u r a d a o n l a r ı
g ö r m e z d e n g e le c e ğ im . K a tıla ş ım k a y a l a r b i r z a m a n la r , ş i m
d i p a t l a y a n v o l k a n l a r d a n g e le n s ı c a k l a v la r g ib i e r iy i k h a ld e
b u l u n u r l a r k e n s o ğ u d u k l a r ı n d a s e r t k a y a la r o l a r a k k a t ı l a ş
m ış la r d ır . H e r t ü r l ü s e r t k a y a , r ü z g â r v e y a s u t a r a f ı n d a n
d a h a k ü ç ü k k a y a la r, ç a k ılla r, k u m v e t o z o l u ş t u r m a k ü z e -
r e a ş ın d ır ılır (e ro z y o n a u ğ ra r). K u m v e to z , s u d a b ilir . B iz d e b u n u n n e k a d a r z a m a n d a g e r ç e k le ş ti
a s ılı k a l ı r v e s o n u n d a tortul v e y a ç a m u r t a b a k a l a r ı ğ i n i b i l d iğ i m i z d e n i z o t o p l a r ı b i r e r r a d y o a k t i f s a a t
ş e k lin d e d e n iz in , g ö lü n y a d a d e r e n in d ib in e çö - o l a r a k d ü ş ü n e b i l i r i z . R a d y o a k t i f s a a tl e r d a h a ç o k ,
k e le b ilir. Ç o k u z u n z a m a n i ç i n d e b u ç ö k e l le r s e r t s a r k a ç lı s a a tl e r k e ş f e d ilm e d e n ö n c e i n s a n l a r ın
le ş e r e k tortul kaya t a b a k a l a n (y a d a k a t m a n l a r ı ) k u ll a n d ı ğ ı s u s a a tle r i v e m u m s a a tl e r i n e b e n z e r le r .
o lu ş tu r a b i l i r . T ü m k a t m a n l a r i l k o l u ş tu k l a r ı n d a D i b i n d e d e l i k b u l u n a n b i r s u t a n k ı , ö lç ü le b ilir b i r
d ü z v e y a t a y k e n m i l y o n l a r c a y ıl s o n r a b i z o n l a r ı h ı z d a b o ş a lır . E ğ e r t a n k g ü n e ş d o ğ a r k e n d o l d u
g ö re n e k a d a r g e n e ld e e ğ ilm iş, te r s d ü z e d ilm iş ya r u l u r s a , k a l a n s u y u n s e v iy e s in e b a k ı l a r a k g ü n ü n
d a b ü k ü lm ü ş o lu rla r ( b u n u n n a s ıl o ld u ğ u n u g ö r n e k a d a r ı n ı n g e ç tiğ in i b e l i r l e m e k m ü m k ü n o lu r.
m e k i ç in 10. b ö l ü m d e k i D e p r e m l e r e b a k ı n ) . M u m s a a ti i ç in d e a y n ıs ı g e ç e rlid ir. M u m b e lli
Ş im d i ö l ü b i r h a y v a n ı n , b e l k i d e b i r ı r m a k b i r h ı z d a y a n a r, b ö y le c e k a la n m u m m i k ta r ı n a
a ğ z ın d a , ç a m u r u n iç in e sü rü k le n d iğ in i d ü şü n ü n . b a k a r a k n e k a d a r z a m a n d ı r y a n m a k ta o l d u ğ u n u
E ğ e r d a h a s o n ra h a y v a n ın iç in d e b u lu n d u ğ u b u a n la y a b ilir s in iz . U r a n y u m - 2 3 8 s a a ti n d e is e , u r a n
ç a m u r s e r tl e ş i p b i r t o r t u l k a y a h a l i n i a l a c a k o l u r s a , y u m - 2 3 8 m i k ta r ı n ı n y a r ıs ı n ı n k u r ş u n - 2 0 6 ’y a b o -
h a y v a n ın b e d e n i ç ü r ü y ü p g id e b ilir a m a ç a m u rd a , z u n m a s ı i ç in 4 ,5 m ily o n y ıl g e ç m e s i g e r e k tiğ in i
e n in d e s o n u n d a b u lu n m a k ü z e re b e d e n in b iç im i b iliy o r u z . B u s ü r e y e u r a n y u m - 2 3 8 ’in “y a r ıl a n m a
n i n b o ş b i r i z i n i b ı r a k ı r . B u fo s i l t i p l e r i n d e n b i r i ö m r ü ” d e n ir . B ö y le c e , b i r k a y a d a n e k a d a r k u r
d i r v e h a y v a n ı n b i r ç e ş it “n e g a t i f ” r e s m i d i r . V e y a ş u n - 2 0 6 o l d u ğ u n u ö l ç ü p u r a n y u m - 2 3 8 m i k ta r ı y
b u b o ş b i ç i m , y e n i ç ö k e l ti l e r in i ç i n i d o l d u r a b i l e l a k ıy a s la y a ra k , h i ç k u r ş u n - 2 0 6 o lm a y ıp s a d e c e
c e ğ i b i r k a l ı p iş le v i g ö r ü r , b u k a l ı b a d o l a n ç ö k e l ti u ra n y u m - 2 3 8 o ld u ğ u d u ru m d a n , y an i s a a ti n
l e r d a h a s o n r a s e r tl e ş e r e k h a y v a n ı n b e d e n i n i n d ı “s ı f ır la n m ış ” o l u ş u n d a n b u y a n a n e k a d a r z a m a n
ş ı n ı n b i r “p o z i t i f ” k o p y a s ı n ı o l u ş tu r u r . B u d a fo s il g e ç t iğ i n i h e s a p la y a b ilir s in iz .
t i p le r i n d e n İ k i n c i s i d i r . B ir d e ü ç ü n c ü t i p fo s il P e k i s a a t n e z a m a n s ıf ır la n ır ? Ş ö y le k i b u s a
v a r d ır , b u n d a d a h a y v a n ı n b e d e n i n d e k i a t o m l a r d e c e e r iy i k k a y a n ı n s e r tl e ş e r e k k a tıla ş tığ ı s ı r a d a
v e m o le k ü lle r b ir e r b ire r, s u d a d a h a s o n r a k r is ta l s a a tl e r i s ıf ı r l a n a n k a t ı l a ş ı m k a y a la r i ç i n g e ç e rlid ir.
le ş e r e k ta ş l a ş a c a k o l a n a t o m l a r v e m o l e k ü l l e r ile N e y a z ık k i b i r “s ıf ır a n ı” o lm a y a n t o r t u l k a y a la r d a
y e r d e ğ iş t i r i r l e r . E n iy i t i p fo s il b u d u r ç ü n k ü ş a n s b u y ö n t e m iş le m e z v e f o s ille r b i r t e k t o r t u l k a y a
d a y a r d ım e d e r s e f o s i l i n o r t a s ı n a d o ğ r u , h a y v a l a r d a b u l u n u r . Ö y le y s e y a p m a m ı z g e r e k e n t o r t u l
n ı n iç k ı s ı m l a r ı n a d a i r k ü ç ü k d e t a y la r ı n d a k a lıc ı k a y a ç la r a r a s ı n d a h a p s o l m u ş k a t ı l a ş ı m k a y a la r ı
b i r ş e k ild e k o p y a s ı ç ı k a r ı lm ı ş o lu r. b u lu p o n la rı s a a t o la ra k k u lla n m a k tır. Ö rn e ğ in
F o s il l e r t a r i h l e n d i r i l e b i l i r l e r d e . Ç o ğ u n l u k e ğ e r b i r fo s il, ü z e r i n d e 1 2 0 m i ly o n y ıllık , a l t ı n d a
l a k a y a la r d a k i r a d y o a k t i f i z o t o p l a r ı ö l ç e r e k k a ç is e 1 3 0 m i ly o n y ıllık k a t ı l a ş ı m k a y a l a r b u l u n a n b i r
y a ş ı n d a o l d u k l a r ı n ı s ö y le y e b ilir iz , i z o t o p l a r ı n v e t o r t u l k a t m a n d a y s a b u f o s ilin 1 2 0 ila 1 3 0 m ily o n
a t o m l a r ı n n e o l d u k l a r ı n ı 4 . B ö lü m d e ö ğ r e n e c e ğ iz . a r a s ı n d a b i r y a ş a s a h ip o l d u ğ u n u b ile b ilir s in iz .
K ıs a c a r a d y o a k t i f i z o t o p , b a ş k a ç e ş it a t o m l a r a b o - B u b ö l ü m d e b a h s e tt i ğ i m t ü m t a r i h l e n d i r m e le r e
z u n a b i le n t i p t e a t o m l a r d ı r : ö r n e ğ i n u r a n y u m - 2 3 8 b u ş e k ild e u la ş ılıy o r . H e p s i y a k la ş ık t a r i h l e n d i r -
d e n ile n a to m , k u rş u n - 2 0 6 d e n ile n a to m a b o z u n a - m e l e r v e ç o k h a s s a s o l d u k l a r ı d ü ş ü n ü lm e m e li.
U r a n y u m - 2 3 8 , s a a t o l a r a k k u l l a n ı l a b i le c e ç o k d a h a u z u n b i r s ü r e d ir . Ö y l e y s e b u s ü r e n i n
ğ im iz t e k i z o to p d e ğ ild ir. M ü k e m m e l b i r ş e k ild e k a r b o n - 1 4 ’ü n y arı ö m rü o ld u ğ u n u n a s ıl b ili
g e n iş y a y ılım g ö s te r e n y a r ı ö m ü rle r iy le d a h a b ir y o r u z d i y e s o r a b il i r s i n i z , h e l e u r a n y u m - 2 3 8 ’in
s ü r ü b a ş k a iz o to p la r v a r d ır . Ö r n e ğ in , k a r b o n - y a r ı ö m r ü n ü n 4 ,5 m i l y o n y ı l o l d u ğ u n u n a s ı l b i
1 4 ’ü n y a r ı ö m r ü s a d e c e 5 7 3 0 y ı l d ı r v e b u o n u li y o r u z ? C e v a p ç o k b a s it! A t o m l a r ı n y a r ı s ı n ı n
k a z ıb ilim c ile rin in s a n g e ç m iş in i a r a ş tır m a la r ı b o z u n m a s ı n ı b e k l e m e m iz e g e r e k y o k t u r . A t o m
i ç i n y a r a r l ı k ı l a r . B ir ç o k f a r k l ı r a d y o a k t i f s a a t i n la rın s a d e c e k ü ç ü k b ir k ıs m ın ın b o z u n u m u n u n
ö r t ü ş e n z a m a n ö lç e k le r in e s a h i p o lm a la r ı ç o k h ız ın ı ö lç e b ilir (ç e y re k ö m ü r, y ü z d e b i r ö m ü r
g ü z e l b ir d u r u m d u r , b ö y le c e o n la r ı b ir b ir le r i v s .) v e o r a d a n y a r ı ö m r ü h e s a p la y a b i l i r i z .
n i k o n tro l e tm e k te k u lla n a b iliriz v e h e r z a m a n
u y u ş u rla r .
Zamanda geriye yolculuk
K a r b o n - 1 4 s a a ti d i ğ e r l e r i n d e n fa rk lı b ir
ş e k i l d e ç a l ı ş ı r . K a t ı l a ş ı m k a y a l a r ü z e r i n d e d e ğ il, H a y d i b i r b a ş k a d ü ş ü n c e d e n e y i y a p a l ım .
y a ş a y a n c a n lıla r ın b ır a k tık la r ı k a lın tıla r ın k e n Y a n ın ız a b i r k a ç a r k a d a ş a l ı n v e z a m a n m a k i
d ile r in d e ç a lış ır, ö r n e ğ in e s k i b i r a ğ a ç ta . R a d n e s in in iç in e g ir in . M o to ru ç a lış tırın v e o n b in
y o a k tif s a a tle r im iz a r a s ın d a e n h ız lıla r d a n b ir i y ı l ö n c e s i n e z ıp la y ın . K a p ıy ı a ç ı n v e e t r a f ı n ı z d a
d ir a m a 5 7 3 0 y ıl y in e d e in s a n y a ş a m ın d a n ç o k k a r ş ıl a ş t ı ğ ı n ı z i n s a n l a r a b i r b a k ı n . E ğ e r b u g ü n
I r a k ’ı n o l d u ğ u y e r e i n m i ş s e n i z o i n s a n l a r ı n t a r ı b ilir ç ü n k ü y a k la ş ık o la r a k o n u n y a ş a m ış o la b ile
m ı k e ş f e tm e s ü r e c in d e o ld u k la r ın ı g ö re c e k tin iz . c e ğ i z a m a n d ilim in e g e ld in iz ) v e z a m a n m a k in e
D i ğ e r b i r ç o k y e r d e i s e “a v c ı - t o p la y ı c ı ”l a r b i r y e r n i z i b i r o n b i n y ı l d a h a g e r iy e y a n i g ü n ü m ü z d e n
d e n b a ş k a b ir y e re h a r e k e t e d iy o r, y a b a n i h a y y i r m i b i n y ıl g e r iy e , 8 0 0 . b ü y ü k b ü y ü k b a b a n ı z l a
v a n l a r ı a v la y ıp , y a b a n i m e y v e le r i , y e m i ş l e r i v e ta n ış m a ş a n s ın ız ın o la c a ğ ı z a m a n a a y a rla y ın . B u
k ö k le ri to p lu y o r o la c a k la rd ı. N e s ö y le d ik le rin i s e f e r, k a r ş ı l a ş a c a ğ ı n ı z t ü m i n s a n l a r a v c ı - t o p la y ı -
a n la y a m a y a c a k tın ız v e (e ğ e r g iy iy o rla rsa ) k ıy a c ı o la c a k tır a m a y in e h e p s i m o d e r n in s a n la r ın
f e tl e r i ç o k f a r k l ı o l a c a k t ı . N e v a r k i , e ğ e r o n l a r a b e d e n in e s a h ip o la c a k v e y in e m ü k e m m e l b i r ş e
m o d e r n g iy s ile r g iy d ir ip , s a ç la r ın ı m o d e r n b ir k i l d e m o d e r n i n s a n l a r l a ç if t l e ş i p d o ğ u r g a n d ö l
b iç im d e k e s e c e k o lu r s a n ız g ü n ü m ü z d e k i in s a n le r ü r e te b ilm e k a b iliy e tin d e o la c a k la rd ır. O n la r
la r d a n a y ır t e d ile m e z le r d i (y a d a e n fa z la b u g ü d a n b ir in i d e z a m a n m a k in e n iz e a lın v e b ir o n
n ü n in s a n la r ın ın b ir b ir le r in d e n a y ır t e d ile b ild i b in y ıl d a h a g e r i g id in . B u n u y a p m a y a d e v a m
ğ i k a d a r e d i l i r l e r d i ) . A y r ıc a , z a m a n m a k i n e n i z e e d i n , o n b i n y ı l lı k a d ı m l a r l a z a m a n d a g e r i g i d i n
a ld ığ ın ız m o d e r n in s a n la r ın h e r h a n g i b iriy le d e v e h e r d u r a k ta y e n i b i r y o lc u a lıp o n u d a g e ç m i
ü r e m e k a b iliy e tin e ta m a m e n s a h ip o lu rla r d ı. şe g ö tü rü n .
Ş im d i o n l a r ı n a r a s ı n d a n b i r g ö n ü llü a lın O l a y ş u k i b i r ç o k o n b i n y ı llık z ı p l a m a n ın
(b u b e lk i d e s iz in 400. b ü y ü k b ü y ü k b a b a n ız o la a r d ı n d a n e n n i h a y e t, b e l k i d e g e ç m iş t e b i r m ily o n
y ıl g e r iy e g it ti ğ i n i z d e , z a m a n m a k i n e s i n d e n ç ık ıp H a d i g e ç m iş e o l a n y o lc u lu lu ğ u m u z a d e v a m
b a l o n c a g ö r d ü ğ ü n ü z i n s a n l a r ı n b i z l e r d e n k e s in e d e lim v e o g ü z e l b a lığ a g id e n y o l b o y u n c a a r a d a k i
lik le f a rk lı o l d u ğ u n u v e y o l c u l u l u ğ u n u z u n b a ş ı n b a z ı i s ta s y o n la r a g ö z a ta lım . Z a m a n m a k in e m iz le
d a y a n ı n ı z a a l d ı k l a r ı n ı z l a ü r e y e m e y e c e k l e r in i fa rk “6 M ily o n Y ıl ö n c e s i ” o la r a k e tik e tle n m iş is ta s y o n a
e tm e y e b a ş la y a c a k s ın ız . A m a y o lc u l i s t e n iz e s o n h e n ü z v a r d ığ ım ız ı d ü ş ü n ü n . O r a d a n e b u lm a lıy ız ?
e k le d ik le r in iz , y a n i n e r e d e y s e o n l a r k a d a r k a d im A f r ik a k ı t a s ın d a k a lm a y a d ik k a t e tt i ğ i m i z s ü re c e ,
o la n la r , o n l a r l a ü re y e b ile c e k le r d ir . b u la c a ğ ım ız ( a r t ı e k s i b ir k a ç n e s il) 2 5 0 b i n i n c i b ü
B u r a d a y a p m a y a ç a lış tığ ım s a d e c e d a h a ö n c e y ü k b ü y ü k b a b a m ız o la c a k tır. B u a ta la r ım ız in s a n s ı
d e d i k k a t ç e k t iğ i m n o k t a n ı n b u k e z d e b a ş k a b i r m a y m u n l a r d ı r v e b i r a z ş e m p a n z e y i a n d ıra b ilir le r.
d ü ş ü n c e d e n e y iy le y e n i d e n a l t ı n ı ç iz m e k : b u a ş a A m a b u n l a r ş e m p a n z e d e ğ ild ir. O n u n y e r in e ş e m
m a l ı d e ğ i ş i m le r i n a lg ıla n ış ı, a y n ı b i r s a a ti n a k r e p p a n z e le r le p a y la ş tığ ım ız o r t a k a ta la r ım ız d ır . F a k a t
k o l u n u n ile rle y iş i g ib i, k o la y d e ğ ild ir . B u n u ik i f a rk ı B eş M ily o n D o k u z Y ü z D o k s a n B in Yıl ö n c e s i
y o l d a n d ile g e t i r m e y e d e ğ e r ç ü n k ü b u ç o k ö n e m li İ s t a s y o n u n d a n a ld ığ ım ız y o lc u la r la ç iftle ş e b ile c e k
v e b a z ı i n s a n l a r i ç in k a v r a m a s ı ç o k z o r b i r k o n u (v e l e r v e b ü y ü k ih tim a lle B e ş M ily o n D o k u z Y ü z B in
b ö y l e o l m a s ı d a g a y e t a n la ş ı l a b i l i r b i r ş e y ) . Y ıl Ö n c e s i İs ta s y o n u y o lc u la r ıy la d a ... A m a b ü y ü k
ih tim a lle D ö r t M ily o n Yıl Ö n c e s i İs ta s y o n u ’n d a
b iz e k a tıla n la r la d e ğ il.
H adi Y ir m i B eş M i ly o n Y ıl öncesi
İ s t a s y o n u ’n a k a d a r o n b i n e r y ı llık s ı ç r a m a l a r ı m ı z a
d e v a m e d e lim . O r a d a y a k la ş ık b i r t a h m i n l e , s iz in
v e b e n i m b i r b u ç u k m i ly o n u n c u b ü y ü k b ü y ü k b a -
İnsan CTCCAACACTTCCAAAGCATCACCACCAAT.^
Şempanze CTCCACCACTTCCAAAGCGTCACCACCAAJ
Fare CTCCACCACGTCCAAAGCATCACCACCCAT»
Ş e m p a n z e le r b iz im y a k ın k u z e n le rim iz d ir, y o k . E ğ e r in s a n la r ın g e n le rin d e o r ta k o la n tü m
fa re le r ise d a h a u z a k k u z e n le rim iz . “U z a k k u z e n ” h a r fle ri sa y a c a k o lu rs a n ız , o rta y a ç ık a n s a y ın ın ,
o lu ş u m u z o n la r la p a y la ş tığ ım ız e n y a k ın o r ta k h e r h a n g i b ir im iz in b ir şe m p a n z e y le o r ta k o la n
a ta m ız ın u z u n z a m a n ö n c e y a ş a d ığ ı a n la m ın a h a r f s a y ıs ın d a n d a h a b ü y ü k o ld u ğ u n u g ö r ü r s ü
g e lir. M a y m u n l a r b i z e f a r e d e n d a h a y a k ı n d ı r n ü z . V e k e n d i k u z e n i n iz l e b e n i m l e o l d u ğ u n d a n
am a ş e m p a n z e le rd e n daha u z a k t ır . B a b u n la r d a h a ç o k o r ta k h a r f e s a h ip s in iz . H a tta a n n e v e
v e re s u s m a k a k la rı d a m a y m u n d u r a n c a k b ir b a b a n ız la v e e ğ e r v a r s a k a r d e ş le rin iz le d a h a d a
b irle r in in y a k ın k u z e n le rid ir v e n e re d e y s e a y n ı ç o k o r ta k h a r fe s a h ip s in iz . A s lın d a s a h ip o ld u k
F o x P 2 g e n i n e s a h i p t i r . B iz e v e ş e m p a n z e l e r e , l a r ı o r t a k D N A h a r f l e r i n i s a y a r a k h e r h a n g i ik i
a y n ı d e r e c e d e u z a k tır la r v e b a b u n la r ı ş e m p a n i n s a n ı n b i r b i r l e r iy l e n e k a d a r y a k ı n a k r a b a o l
z e d e n a y ı r a n F o x P 2 ’d e k i D N A h a r f l e r i n i n s a y ıs ı d u k l a r ı n ı h e s a p la y a b i l i r s i n iz . B u il g in ç b i r k o n u
(2 2 ) , b a b u n l a r ı b i z d e n a y ı r a n h a r f l e r i n s a y ıs ıy la v e b ü y ü k i h t i m a l l e g e le c e k te b u n u n l a i lg ili d a h a
(2 3 ) n e r e d e y s e a y n ıd ır. H e r ş e y m a n tık lı g ö r ü ç o k ş e y d u y a c a ğ ı z , ö r n e ğ i n p o l i s , b i r k iş iy i, o k i
n ü y o r. ş i n i n k a r d e ş i n i n D N A “p a r m a k i z i n i ” k u l l a n a r a k
B u k o n u y u ta m a m la m a k iç in d e v a m e d e r t a k i p e d e b ile c e k .
se k , k u rb a ğ a la r m e m e lile rin ç o k d a h a u z a k k u B azı g e n le r tü m m e m e lile rd e (k ü ç ü k fa rk
z e n le rid ir. Tüm m e m e lile r, b a s itç e h e p s in in lı lı k l a r la ) f a r k e d i l e b i l i r d e r e c e d e a y n ı d ı r . B u
b irb irle r iy le ta m o la r a k e ş it y a k ın lık ta k u z e n g i b i g e n l e r d e k i h a r f f a r k l ı lı k l a r ın ı s a y m a k , f a r k lı
o lm a la rın d a n ö tü rü , k u rb a ğ a la rd a n y a k la şık m e m e l i t ü r l e r i n i n b i r b i r l e r i n d e n n e k a d a r f a r k lı
o la r a k a y n ı sa y ıd a fa rk lı h a r fe s a h ip tir ; tü m m e o ld u k la rın ı o r ta y a ç ık a rm a k iç in y a ra rlıd ır. B a ş
m e l i l e r b i r b i r l e r i y l e , m e m e l i l e r i n k u r b a ğ a l a r la k a g e n l e r is e d a h a u z a k il iş k i l e r i o r t a y a ç ı k a r m a k
p a y l a ş t ı ğ ı ( 3 4 0 m i l y o n y ıl ö n c e y a ş a m ı ş ) o r t a k iç in y a r a rlıd ır, ö r n e ğ in o m u rg a lıla r v e s o lu c a n la r
a t a d a n d a h a y a k ı n g e ç m i ş t e ( 1 8 0 m i l y o n y ıl a r a s ı n d a . Y in e b a ş k a g e n l e r d e b i r t ü r ü n i ç i n d e
ö n c e ) y a ş a m ış b ir o r ta k a ta y a sa h ip tir. k i f a r k l ı lı k l a r ı o r t a y a ç ı k a r m a k i ç i n , ö r n e ğ i n s i
A m a e lb e tte tü m in s a n la r d iğ e r in s a n la r z in b e n im le n e k a d a r y a k ın a k ra b a o ld u ğ u m u
la , tü m b a b u n la r d iğ e r b a b u n la r la v e tü m fa re le r z u a n l a m a k t a y a r a r l ı d ı r . İ l g i n i z i ç e k tiy s e , e ğ e r
d i ğ e r f a r e l e r l e a y n ı d e ğ i l l e r . S iz i n g e n l e r i n iz l e İ n g i l t e r e ’d e n g e l i y o r s a n ız e n y a k ı n o r t a k a t a m ı z
b e n i m k i n i h a r f h a r f k a r ş ıla ş tır a b ilir iz . S o n u ç ? b ü y ü k i h t i m a l l e b i r k a ç y ü z y ıl ö n c e y a ş a m ış tır .
B ir ş e m p a n z e y l e s a h i p o l d u ğ u m u z o r t a k h a r f E ğ e r T a z m a n y a y e r li s i y a d a b i r A m e r i k a y e r l i
l e r d e n b ile d a h a fa z la o r t a k h a r f e s a h ip o l d u ğ u siy se n iz b ir o r ta k a ta b u lm a k iç in b irk a ç o n b in
m u z o r ta y a ç ık a r. A m a y in e d e h â lâ fa rk lı b a z ı y ıl g e r iy e g i t m e m i z g e r e k e b ilir . E ğ e r K a la h a r i
h a r f le r b u lu r u z . A m a ç o k fa z la d e ğ il, h e m a y r ı Ç ö lü ’n d e n b i r ÎK u n g S a n i s e n i z d a h a b i l e g e r iy e
c a F o x P 2 g e n in i a y rı tu tm a k iç in ö z e l b ir se b e p g i t m e m i z g e r e k e b ilir .
’CATCATTCCATAGTGAATGGACAGTCTTCAGTTCTAAGTGCAAGAC
’CATCATTCCATCGTGAATGGACAGTCTTCAGTTCTAAATGCAAGAC 9
.CATCATTCCATAGTGAACGGACAGTCTTCAGTTCTGAATGCAAGGC 139
H i ç ş ü p h e g ö t ü r m e y e n g e r ç e k ş u k i, g e z e g e n d e k i n c e le n m iş b ü t ü n c a n lıla r d a a y n ı. H e p im iz
ü z e r i n d e k i h e r h a y v a n v e b i t k i t ü r ü ile o r t a k b i r k u z e n iz . Y a n i a ile a ğ a c ın ız s a d e c e e n t a n ı d ı k k u
a t a m ı z v a r . B u n u b i l iy o r u z ç ü n k ü k i m i g e n le r, z e n le rin iz o la n şe m p a n z e le ri v e m a y m u n la rı d e
h a y v a n la r , b i t k il e r v e b a k t e r i l e r d â h i l o l m a k ü z e r e ğ il, a y n ı z a m a n d a f a re le ri, b i z o n l a r ı, i g u a n a la r ı,
b ü t ü n c a n l ı l a r d a k o la y c a f a r k e d i l e b i l i r b i ç i m d e s a ly a n g o z la r ı, p a p a ty a la r ı, k a r ta l la r ı , m a n t a r la r ı ,
a y n ı. V e h e r ş e y i n d e ö t e s i n d e , g e n e t i k k o d u n b a lin a la r ı, k ö s t e b e k l e r i v e b a k t e r i le r i d e iç e riy o r.
k e n d is i , y a n i b ü t ü n g e n l e r i ç e v i r e B u n la r ı n h e p s i b i z i m k u z e n l e r i m i z . H iç is tis n a s ız
b ile n s ö z lü k , şim d iy e h e r b ir i. B u , h e r h a n g i b i r e f s a n e d e n ç o k d a h a
m u h t e ş e m b i r d ü ş ü n c e d e ğ i l m i? V e d a h a d a
m u h t e ş e m i , b u h i k â y e n in t a m t a m ı n a g e r
ç e k o l d u ğ u n u b iliy o r u z .
53
İM İ h a y v a n l a r i n n e d e n o l d u k l a r ı g ib i
K o ld u ğ u n u “a ç ı k la y a n ” b irç o k
c e v ar, ö r n e ğ in le o p a r la r ın b e n e k le rin i
ta v ş a n la r ın b e y a z k u y ru k la r ın ı. A m a
f a r k l ı h a y v a n t ü r l e r i n i n ç e ş itliliğ i v e
h a y v a n la rın y a y ılış ı h a k k ın d a pek
fa z l a s ö y l e n c e y o k g i b i g ö r ü n ü y o r . B u
k o n u d a m u a z z a m d i l ç e ş it l i l iğ i n i a ç ı k
la m a y a y ö n e l i k Y a h u d ile r c e o r t a y a
a tıla n B a b il K u le s i s ö y l e n c e s i
n e b en z er tü rd e n b ir sö y le n
c e b u l a m a d ı m . B u s ö y le n c e y e
g ö re b ir z a m a n la r d ü n y a d a k i
tü m in s a n la r a y n ı d ili k o n u ş u
y o rla rd ı. B u sa y e d e , b ir g ü n
gökyüzüne u la ş a c a ğ ın ı um
d u k la r ı b ü y ü k b ir k u le n in
in ş a s ı n d a b i r b i r l e r iy l e
ahenk iç in d e ç a l ış ı
y o rla r d ı. T a n r ı b u n u
fa rk e tti ve h e r k e s in
d iğ e r h e r k e s i a n la y a
b i l i y o r o l m a s ı y la ilg ili
o la ra k b ir k a r a m s a rlı
ğ a d ü ştü . E ğ e r b irb irle
r iy l e k o n u şa b iliy o r ve
ç a lış a b il i y o r l a r s a , daha
n e le r y a p m a z la rd ı? B ö y le -
c e “d i l l e r i n i b o z m a y a ” k a r a r
v e r d i k i “b i r b i r l e r i n i n n e s ö y l e d i ğ i n i a n l a y a m a s m l a r ”.
B u s ö y le n c e b iz e n e d e n b ir ç o k fa rk lı d il o ld u ğ u n u v e
f a r k lı ü l k e y a d a k a b i l e l e r d e n i n s a n l a r ı n b i r b i r l e r iy l e
k o n u ş m a y a ç a lış tık la rın d a s ö y le d ik le rin in k u la ğ a a n
l a m s ız b i r t a k ı m s e s l e r g i b i g e l d i ğ i n i a ç ık lıy o r.
H a y v a n l a r ı n m u a z z a m ç e ş itliliğ i h a k k ı n d a d a
b e n z e r b i r s ö y le n c e b u lm a y ı u m u y o r d u m ç ü n k ü g ö
r e c e ğ i m i z ü z e r e d i l l e r i n e v r im i y l e h a y v a n l a r ı n e v r i
m i a r a s ı n d a b i r b e n z e r l i k v a r . A m a ö z e l li k l e s a d e c e
farklı hayvan çeşidi sayısını i r d e l e y e n b i r s ö y le n c e
y o k g ib i g ö rü n ü y o r . B u ş a ş ırtıc ı b ir d u r u m ç ü n k ü
k a b ile i n s a n l a r ı n ı n ç o k s a y ı d a h a y v a n ç e ş id i o l d u
ğ u n u n f a r k ın d a o ld u k la r ın a d a ir d o la y lı k a n ıtla r
v a r. A l m a n b i l im c i E r n s t M a y r , 1 9 2 0 ’l e r d e Y en i
G i n e ’n i n d a ğ l ı k a r a z i l e r in d e , k u ş a r a ş t ı r m a l a
r ı n d a ö n c ü l ü k e d e c e k ç a l ış m a l a r d a b u l u n
m u ş t u . 1 3 7 t ü r l ü k b i r l i s t e d e r le m iş , s o n r a
d a y e re l P a p u a k a b ile i n s a n la r ın ın b u n la
r ı n 1 3 6 ’s ı i ç i n a y r ı a y r ı i s i m l e r i o l d u ğ u n u
ş a ş k ı n l ı k la f a r k e t m i ş ti .
S ö y le n c e le r e g e r i d ö n e l i m . K u z e y
A m e r ik a ’n ı n H o p i k a b ile sin in Ö rü m
c e k K a d ın d e n e n b i r t a n r ı ç a s ı v a r. B u
k a b i l e n i n y a r a d ı l ış s ö y l e n c e s i n e g ö re ,
b u t a n r ı ç a g ü n e ş t a n r ı s ı T a w a ile b ir lik
o lm u ş ve b e r a b e r İlk B ü y ü Ş a rk ıs ın ı
s ö y le m iş le r . B u ş a r k ı D ü n y a y ı v e
y a ş a m ı v a r e t m i ş . Ö r ü m c e k K a d ın ,
T a w a ’n ı n a k l ı n d a n g e ç e n d ü ş ü n c e l e r i a l m ı ş v e o n r a İ k i n c i D ü n y a ç o k k a l a b a l ı k g e lm e y e b a ş la m ış ,
la r ı s o m u t b iç im le re d ö n ü ş tü r e r e k b a lık la rı, k u ş k u ş la r v e b ö c e k le r Ü ç ü n c ü , y a n i in s a n la r ın v e d i
l a r ı v e d iğ e r t ü m h a y v a n la r ı y a r a tm ış . ğ e r m e m e l i l e r i n y a ş a d ığ ı S a r ı D ü n y a ’y a u ç m u ş l a r .
P u e b lo v e N a v a jo g ib i d iğ e r K u z e y A m e r i S a r ı D ü n y a d a k a l a b a l ı k g e lm e y e , y e m e k a z a l m a
k a k a b i l e l e r i n i n y a ş a m a d a i r s ö y l e n c e s i i s e e v r im y a b a ş la m ış , b ö y le c e b ö c e k le r, k u ş la r v e h e rk e s
f i k r i n e b i r a z b e n z e r : D ü n y a ’d a y a ş a m , f i l i z l e n e n D ö r d ü n c ü D ü n y a ’y a , g e c e n i n v e g ü n d ü z ü n S iy a h
b ir b itk in in b ir d iz i a ş a m a d a n g e ç e re k b ü y ü m e s i v e B e y a z D ü n y a s ı n a g e ç m iş le r . T a n r ı la r , D ö r d ü n
g ib i o r t a y a ç ı k m ı ş . B ö c e k l e r k e n d i d ü n y a l a r ı o l a n c ü D ü n y a ’d a t a r ı m y a p m a y ı b i l e n d a h a a k ıllı i n
B ir i n c i y a d a K ı r m ı z ı D ü n y a ’d a n t ı r m a n a r a k s a n l a r ı y a r a t m ı ş l a r v e o n l a r d a y e n i g e le n le r e
İ k in c i D ü n y a y a , k u ş la r ın y a ş a d ığ ı M a v i b u iş in n a s ıl y a p ılm a s ı g e re k tiğ i
D ü n y a y a g e l m iş le r . S o n n i ö ğ r e tm i ş l e r .
56
Y a h u d i y a r a d ılış s ö y le n c e s i ise , ç e ş itliliğ e h a k k ı n ı v e r m e
y e d a h a ç o k y a k la ş ıy o r a m a t a m o l a r a k o n u a ç ık la m a g i r i ş i
m i n d e b u lu n m u y o r . A s lın d a Y a h u d ile r in k u ts a l k i t a b ı n d a , b i r
ö n c e k i b ö l ü m d e g ö r d ü ğ ü m ü z g ib i ik i a y r ı y a r a d ı l ış s ö y le n c e s i
y e r a lıy o r. İ l k i n d e Y a h u d ile r in t a n r ı s ı h e r ş e y i a ltı g ü n d e y a r a
tır . B e ş in c i g ü n d e b a lığ ı, b a l i n a l a r ı v e t ü m d e n i z y a r a t ı k la r ı n ı
v e g ö k y ü z ü n ü n k u ş l a r ı n ı y a r a tır . A ltın c ı g ü n d e i n s a n d a d â h i l
o l m a k ü z e r e k a r a h a y v a n l a r ı n ı n g e r i k a l a n ın ı y a r a tır. S ö y le n
c e n i n a n l a tı m ı , y a ş a y a n y a r a t ı k la r ı n s a y ıs ı v e ç e ş itliliğ i ü z e
r i n d e b i r a z d u r u r . Ö r n e ğ i n ; “ T a n r ı b ü y ü k b a lin a la r ı, h a r e k e t
e d e n t ü m c a n lıla r ı y a r a ttı; s u l a r b u c a n lıla r ın , k e n d i l e r i g ib i
ç o k s a y ıd a c a n l ıl a r d o ğ u r m a s ı n ı s a ğ la d ı, k a n a t lı t ü m k u ş l a r ı n
d a k e n d i l e r in e b e n z e r c a n l ıl a r d o ğ u r m a s ı n ı s a ğ la d ı” v e “ T a n
r ı d ü n y a d a k i h e r h a y v a n ı”
v e “y e r y ü z ü n d e sü rü n e n
h e r c a n lıy ı, k e n d i l e r i g ib i
c a n lıla r d o ğ u rm a la rın ı
s a ğ la y a ra k ” y a r a t t ı. A m a
n e d e n b u k a d a r ç e ş itlik le ?
B u n u n c e v a b ı v e r ilm iy o r.
İk in c i s ö y le n c e d e ,
ta n rın ın bu ilk in s a n ı n
ç e ş itli e ş lik ç ile r e ih tiy a c ı
o ld u ğ u n u d ü ş ü n m ü ş o la
b ile c e ğ in e d a i r b i r t a k ı m
i p u ç la r ı a lıy o r u z . İ l k i n s a n
A d e m , y a ln ız o l a r a k y a r a
tılıp , g ü z e l v a h a b a h ç e s i
ne y e r le ş tir ilm iş ti. Ama
s o n ra t a n r ı “b i r in s a n ı n
y a l n ı z o l m a s ı n ın iy i o l m a
y a c a ğ ın ı” a n l a d ı v e b ö y le -
c e “y e r d e k i t ü m y a r a t ı k la
r ı v e g ö k te k i t ü m k u ş la r ı
b iç i m l e n d i r d i v e A d e m ’i n
o n l a r a n e is im v e r e c e ğ in i
g ö r m e k i ç in o n l a r ı A d e m ’e
s u n d u ”.
57
Neden
bu kadar
çok, farklı türde
ka\ivan var
A d e m ’İ n HAYVANLARI i s i m l e n d i r m e g ö r e v i z o r le ü r e m e y i d e n e m e z l e r b ile , d e n e s e l e r d i d e k ıs ır
b i r g ö r e v d i, k a d i m Y a h u d il e r i n f a r k e d e b ile c e ğ in - b i r y a v r u d a h i ü r e te m e z l e r d i . A m a k a n i ş l e r v e
d e n d e z o r . G ü n ü m ü z e k a d a r y a k l a ş ı k 2 m ily o n a v k ö p e k l e r i a y n ı t ü r e a i t t i r ç ü n k ü b ir lik te m u t lu
t ü r ü n is im le n d ir ild iğ i d ü ş ü n ü lü y o r v e b u say ı m e s u t ü r e y e b i l ir l e r v e ü r e tt i k l e r i y a v r u la r d a k ı s ır
h e n ü z i s im l e n d i r i l m e m i ş t ü r l e r i n s a y ı s ın a k ıy a s la o lm a z la r.
ç o k k ü ç ü k k a lıy o r. H e r b i r h a y v a n ı n y a d a b i t k in i n b ilim s e l a d ı
İ k i h a y v a n ı n a y n ı t ü r e y a d a f a r k lı t ü r l e r e ik i L a tin c e k e l i m e d e n o l u ş u r v e g e n e llik le eğik y a
a i t o l d u ğ u n a b ile n a s ı l k a r a r v e r e b i l iy o r u z ? E ş e y li z ılır. İ l k k e lim e “c in s ” y a n i t ü r l e r d e n o lu ş a n g r u p
ü r e y e n h a y v a n l a r s ö z k o n u s u o l d u ğ u n d a b i r ç e ş it l a r ı v e İk in c is i d e o c in s iç i n d e k i b e lli b i r t ü r ü
t a n ı m l a m a y a p a b i li r i z . E ğ e r b i r l i k te ü r e y e m iy o r - if a d e e d e r . Ö r n e k o l a r a k Homo sapierıs ( “a k ıllı
l a r s a f a r k l ı t ü r e a i t t i r l e r d e r iz . A t v e e ş e k g ib i, b i r ad am ”) v e Elephas maximus ( “ç o k b ü y ü k fil”)
l i k te ü r e y e b i l e n a m a k ıs ır , y a n i k e n d i s i ü r e y e m e - v e r ile b ilir. H e r tü r , b i r c i n s i n ü y e s id ir. Homo b i r
y e n ( k a t ı r v e y a b a r d o d e d i ğ i m i z ) b i r y a v r u ü r e te n c i n s a d ıd ır . Elephas d a ö y le . A s l a n ı n L a tin c e a d ı
u ç ö r n e k l e r o la b ilir . B u n e d e n l e a t l a r ı v e e ş e k le ri Panthera leo’d u r v e Panthera c in s i a y n ı z a m a n d a
a y r ı t ü r l e r e y e r le ş t ir iy o r u z . D a h a b a r i z b i r ö r n e k , Panthera tigris’ı ( k a p la n ) , Pantherapardusu ( le o
a t l a r v e k ö p e k l e r f a r k l ı t ü r l e r e a i t t i r v e b ir b ir le r iy - p a r v e y a “p a n t e r ” ) v e Panthera onca’yı ( ja g u a r ) d a
58
iç e r i r . Homo sapiens c i n s i m iz i n h a y a tta v e s ır tla n la r , E tç ille r ( C a r n iv o r a ) d e n i l e n t a k ı m ı n
k a lm ış te k tü r ü d ü r a m a fo a l t ı n d a k i fa r k lı a ile le r e a ittir le r . M a y m u n la r , ( b i
s ill e r e Homo erectus v e Homo z im d e d â h i l o l d u ğ u m u z ) k u y r u k s u z m a y m u n l a r
habilis g ib i i s i m l e r v e r il m i ş t ir . H o m o ’d a n y e te ri v e l e m u r l a r ı n h e p s i d e P r i m a t la r t a k ı m ı n ı n a l t ı n
k a d a r f a r k lı o l a n d i ğ e r i n s a n b e n z e r i f o s i l l e r ise d a k i f a r k lı a ile le r e m e n s u p t u r l a r . H e r t a k ı m d a
Australo-
b a ş k a b i r c i n s e y e r le ş t ir il i r l e r , ö r n e ğ i n f a rk lı s ı n ıf l a r a a ittir. T ü m m e m e lile r . M e m e lile r
pithecus africanus ve Australopithecus afarensis ( M a m m a lia ) s ın ıf ı n d a b u lu n u r .
( b u a r a d a A v u s t r a ly a i l e b i r il g il e r i y o k , a u s t r a lo B u g r u p l a n d ı r m a s ils ile s in in t a s v i r i n i o k u
“g ü n e y li” a n l a m ı n a g e l i r k i A v u s tr a ly a ’n ı n i s m i d e d u k ç a z i h n i n i z d e g e liş e n a ğ a c ın ş e k lin i g ö r e b ili
b u r d a n g e lir z a te n ). y o r m u s u n u z ? B u b i r a ile a ğ a c ıd ır : h e r b i r d a l ı n ı n
H e r c in s b i r aileye m e n s u p t u r , a ile i s m i g e a l t d a lla r a , h e r a lt d a l ı n b a ş k a a l t d a l l a r a a y r ıld ığ ı,
n e llik le e ğ i k d e ğ i l a m a b ü y ü k h a r f l e b a ş l a n a r a k ç o k d a llı b i r a ğ a ç . D a lla r ın u ç l a r ı y a n i s ü r g ü n le r ,
y a z ılır. K e d il e r ( a s la n la r , l e o p a r l a r , ç i ta la r , k a r a k u tü r l e r d ir . D a ll a r v e a l t d a l l a r d a d i ğ e r g r u p la r d ır ,
la k l a r v e b i r ç o k k ü ç ü k k e d i t ü r ü ) K e d ig ille r (F e li- y a n i s ın ıf , t a k ı m , a ile v e c in s . A ğ a c ın t a m a m ı ise
d a e ) a ile s in i m e y d a n a g e t i r i r l e r . H e r a i l e d e b i r ta D ü n y a ü z e r i n d e k i t ü m y a ş a m d ır .
kıma m e n s u p t u r . K e d ile r, k ö p e k l e r , a y ıla r , ç a k a l la r
59
A ğ a ç la rın n e d e n b u k a d a r ç o k s ü rg ü n ü o l b i r b il im c in i n , y a y ın la n m a s ı iç in y a z m a d ığ ı k e n
d u ğ u n u d ü ş ü n ü n . D a l l a r d a l l a n ı r . Y e te rli s a y ıd a d i n o t l a r ı n ı o k u m a k n e k a d a r c e z b e d ic i.
d a lın d a lın ın d a lın a k a v u ş tu ğ u m u z d a , s ü rg ü n le Ş im d i s ö y le y e c e k le r im t a m o l a r a k h a y v a n
r i n t o p l a m s a y ıs ı ç o k f a z la o la b ilir . E v r im d e d e l a r ı n a ğ a c ın ın n a s ıl d a l l a n d ı ğ ı n ı a n l a tm ı y o r a m a
o l a n b u d u r . C h a r l e s D a r w i n ’i n k e n d i s i d e , ü n lü siz e p r e n s ib i k o n u s u n d a b i r f i k i r v e r e c e k . B ir a ta
k ita b ı Türlerin Kökeni Üzerine’d e b u lu n a n te k re t ü r ü n ik iy e a y r ıld ığ ın ı h a y a l e d in . E ğ e r s o n r a b u
s i m o l a r a k d a l l a n a n b i r a ğ a ç ç iz m i ş t i r . A ş a ğ ıd a ik i t ü r d e ik iy e a y r ılır s a d ö r t t ü r e d e r . E ğ e r b u n l a
D a r w i n ’i n k i t a b ı y a z m a d a n b i r k a ç y ı l ö n c e d e f r ı n h e r b i r i ik iy e a y r ıl ı r s a s e k iz e d e r v e b u b ö y le
t e r l e r i n d e n b i r i n e k a r a l a d ı ğ ı a ğ a ç ç i z im i n i n ö n 16, 3 2 , 6 4 , 1 2 8 ,2 5 6 , 5 1 2 . . .d iy e g id e r. E ğ e r sa y ıy ı
c e k i b i r v e r s iy o n u v a r. S a y f a n ın b a ş ı n d a k e n d i n e ik i k a t ı n a ç ı k a r m a y a d e v a m e d e r s e n iz , m i ly o n la r
y a z d ı ğ ı g i z e m l i b i r m e s a j v a r : “D ü ş ü n ü y o r u m d a ”. c a t ü r e v a r m a n ı n f a z la z a m a n a lm a y a c a ğ ın ı g ö r e
S iz c e b u r a d a n e d e m e k is te m iş ? B e lk i b i r c ü m le b ilir s in iz . B u b ü y ü k i h tim a lle s iz e m a n t ı k l ı g e le
yazm aya b a ş la d ığ ı s ıra d a ç o c u k la rın d a n b iri c e k t ir a m a b e lk i b i r t ü r ü n n e d e n ik iy e a y r ılm a s ı
s i a r a y a g i r d i , b ö y l e c e o c ü m l e y i h i ç b itir e m e d i. g e r e k tiğ in i m e r a k e d e b ilir s in iz . İ n s a n d ille r i n e
B e lk i d e d ü ş ü n d ü ğ ü ş e y i b ö y le b i r ç iz im y a p a r a k d e n ik iy e a y r ılıy o r s a b u n u n d a a s l ı n d a o n a b e n z e r
if a d e e t m e y i k e l i m e l e r le a n l a t m a k t a n d a h a k o la y b ir n e d e n i v a r, o y ü z d e n h a d i d u r u p b u n u n ü z e ri
b u l d u . B e lk i d e h i ç b i le m e y e c e ğ iz . S a y fa d a b a ş k a n e d ü ş ü n e l i m b ira z .
b ir y a z ı d a h a v a r a m a d e ş ifr e e tm e s i z o r. B ü y ü k
60
Parçalara ayrılmak: diller ve
türler nasıl bölünür
B a b il K u le s i e f s a n e s i, e l b e tt e d o ğ r u o l m a s a d a i l
g i n ç b i r s o r u o l a n n e d e n b u k a d a r ç o k fa r k lı d il
v a r s o r u s u n u a k ı l l a r a g e tir iy o r .
N a s ıl b a z ı t ü r l e r b i r b i r l e r i n e d i ğ e r l e r i n d e n
d a h a ç o k b e n z i y o r l a r v e a y n ı a ile i ç i n e y e r le ş t ir i-
liy o r la r s a , d i l l e r i ç i n d e a il e l e r v a r d ır . İs p a n y o lc a ,
İ ta ly a n c a , P o r t e k i z c e , F r a n s ı z c a v e b i r ç o k A v r u
p a d ili v e R o m a n ş ç a , G a liç y a c a , O k s i t a n y a c a v e
K a ta la n c a a ğ ı z la r ı b i r b i r l e r i n e ç o k b e n z e r l e r ;
h e p s i n e b i r d e n “ R o m a n ” d i l le r i d e n i r . B u is im
a s l ı n d a o r t a k k ö k e n l e r i o l a n L a t i n c e d e n g e lir,
R o m a d ili a n la m ın d a d ır . İn g iliz c e “ ro m a n c e ”
y a n i a ş k k e li m e s i y l e b i r b a ğ l a n tı s ı y o k t u r a m a
g e lin ö r n e k o l a r a k a ş k i f a d e l e r i n i k u l l a n a l ı m .
H a n g i ü l k e d e o l d u ğ u n u z a b a ğ l ı o l a r a k İ l i ş l e r i n i
zi if a d e e t m e k i ç i n ş u n l a r d a n b i r i n i k u l l a n ı r s ı
n ız : “ T i a m o ”, “A m o t e ”, “ T ’a i m i ” y a d a “Je t ’a im e ”.
L a tin c e d e is e t ı p k ı g ü n ü m ü z İ s p a n y o lc a s ı n d a k i
g ib i “ T e a m o ”.
K e n y a , T a n z a n y a v e y a U g a n d a ’d a b irin i
s e v d iğ i n i z e y e m i n e t m e k i ç in S w a h ili l i s a n ı n d a
“ N a k u p e n d a ” d iy e b i l i r s i n iz . B ir a z d a h a g ü n e y
d e , b e n im b ü y ü d ü ğ ü m M o z a m b ik , Z a m b ia v e
M a la w i’d e is e “N d i m a k u k o n d a ”. G ü n e y A f r i
k a ’d a k i B a n t u d i l e r i n d e is e “N d i n o k u d a ”, “N d i-
y a k u t h a n d a ” d i y e b il i r s i n iz y a d a Z u l u d i l in d e ,
“N g i y a k u t h a n d a ”. B u B a n t u a ile s i, R o m a n d il
a ile s in d e n f a r k l ı d ı r v e h e r ik i s i d e H o l l a n d a c a ,
A lm a n c a v e İ s k a n d in a v d i l le r i n i i ç e r e n C e r m e n
a ile s in d e n f a r k lıd ır . B a k ın “a ile ” k e l i m e s i n i d i l le r
i ç in n a s ı l d a k u l l a n d ı k , t ı p k ı t ü r l e r ( k e d ig i l l e r a i
le s i, k ö p e k g i l l e r a ile s i) v e t a b i k e n d i a ile l e r i m iz
(J o n e s a ile s i, R o b i n s o n a ile s i, D a w k i n s a ile s i)
iç in k u l l a n d ı ğ ı m ı z g ib i.
B i r b i r i n e y a k ı n d i l a i l e l e r i n in n a s ı l a s ı r la r
i ç i n d e o r t a y a ç ı k t ı k l a r ı n ı a n l a m a k z o r d e ğ il. A r
k a d a ş la r ı n ı z ı n s i z in le v e k e n d i a r a l a r ı n d a n a s ıl
k o n u ş tu ğ u n u b ir d in le y in v e so n ra b u n u b ü y ü
k a n n e v e b a b a n ı z ı n k o n u ş m a s ı y l a k ıy a s la y ın .
61
K o n u ş m a la r ı s a d e c e b ira z fa rk lıd ır v e o n la r ı k o
l a y lık la a n l a y a b i l ir s in i z a m a s iz e s a d e c e ik i n e
s il u z a k ta la r . Ş im d i b ü y ü k a n n e v e b a b a la r ın ız la
d e ğ i l d e 2 5 . b ü y ü k b ü y ü k a n n e v e b a b a la r ın ız la
k o n u ş tu ğ u n u z u d ü ş ü n ü n . B u siz i o n d ö r d ü n c ü Mecnun oluban yüriyem
y ü z y d d a y a ş a m ı ş , ş u n u n g ib i m ı s r a l a r y a z a n ş a i r
Yüce dağları büriyem
Y u n u s E m r e ’n i n y a ş a d ığ ı d ö n e m e g ö t ü r e c e k tir :
Mum olubanı eriyem
Yanam hey dost diyü diyü
Günler geçe yıl çevrile
Üstüme sinlem obrıla
Ten çüriye toprak ola
Tozam hey dost diyü diyü
ama
mır tımöapıusrrga
İ ş t e b ö y le , h e r h a n g i b i r y e r d e k i b i r d i l a s ır la r d e n y e t e r i n c e a y r ı ik i y o la s ü r ü k l e n i r s e b u n l a r a
b o y u d e ğ iş ir. B a m b a ş k a b i r ş e y o l m a y a d o ğ r u “s ü “le h ç e ” d e r iz .
r ü k l e n i r ” d i y e b ilir iz . Ş im d i b i r d e f a r k lı y e r le r d e Y e te ri k a d a r u z u n s ü r e d e v a m e d e n s ü r ü k
a y n ı d ili k o n u ş a n in s a n la r ın (e n a z ın d a n te le f o n l e n m e d e n s o n r a f a rk lı y e r e l le h ç e le r s o n u n d a o
l a r v e r a d y o l a r i c a t e d i l m e d e n ö n c e ) b i r b i r l e r in i n k a d a r f a r k lıla ş ır la r k i b i r b ö lg e d e k i i n s a n l a r d iğ e r
n e d e d ik le r in i s ık s ık d u y m a im k â n la r ın ın o lm a b ö lg e d e k i i n s a n l a r ın n e s ö y le d iğ in i a n la y a m a z
d ığ ı v e b u d i l i n f a r k lı y e r le r d e f a r k lı y ö n l e r e d o ğ r u h a le g e lir. İş te b u n o k t a d a o n l a r ı n f a r k lı d ille r o l
s ü r ü k le n e c e ğ i g e r ç e ğ i n i d e h e s a b a k a t ı n . B u k e li d u k l a r ı n ı s ö y le riz . A l m a n c a v e H o lla n d a c a , a r t ı k
m e l e r in k e n d i l e r i k a d a r , o d i l i n k o n u ş u l u ş b iç im i v a r o l m a y a n o r t a k b i r d i l d e n i k i f a rk lı y ö n e s ü r ü k
i ç in d e g e ç e r l i d i r : T ü r k ç e ’n i n İ s t a n b u l , K a r a d e n iz , le n d i ğ i n d e o l a n b u y d u . A v r u p a ’n ı n f a rk lı k ı s ım
E g e , T r a k y a v e y a D o ğ u A n a d o lu a ğ ı z la r ı n ı n k u l a l a r ı n d a F ra n s ız c a , İ ta ly a n c a , İs p a n y o lc a v e P o r t e
ğ a n e k a d a r f a r k lı g e l d i ğ i n i d ü ş ü n ü n . A y r ıc a E g e k iz c e b i r b i r l e r in d e n b a ğ ım s ız o l a r a k L a tin c e d e n
lile r, İ z m i r a ğ z ı n ı M u ğ l a a ğ z ı n ı v e A y d ın a ğ z ı n ı d a u z a ğ a s ü r ü k l e n d i k l e r in d e d e o l a n b u y d u .
k o la y lık la a y ı r t e d e b ilir le r . Z a m a n g e ç t ik ç e d i lin F ra n s ız c a , P o r te k iz c e v e İ ta ly a n c a g ib i “ k u
h e m k o n u ş u lu ş u h e m d e k e lim e le ri b ir b ö lg e n in z e n l e r i n ” b i r b i r l e r in e k o m ş u “d a lla r d a ” o ld u ğ u ,
k e n d in e h a s h a lin i a lır; d ilin k o n u ş u lu ş u b irb irin - L a tin c e g ib i a t a la r ı n s a a ğ a c ın d a h a a ş a ğ ıla r ın d a
Galiçyaca
Provansça
Romence
Got dili
Almanca
Keltçe
D ille r g ib i, t ü r l e r d e z a m a n la v e m e s a fe y y e t e r i n c e g ü z e l k a r ış a m a z l a r . B u i k i “D N A l e h
le d e ğ iş irle r. B u n u n neden o ld u ğ u n a b a k m a d a n ç e s i” b i r c a n l ı, ( y a n i b i r k a t ı r ) o r t a y a ç ı k a r a c a k
önce, b u n u nasıl y a p tık la r ım g ö rm e liy iz . D ille r k a d a r b ir b ir le r in i a n la r la r a n c a k k e n d is i d e d o
i ç in k e l i m e l e r n e y s e , t ü r l e r i ç i n d e D N A o d u r. ğ u rg a n o la n b ir c a n lı o rta y a ç ık a ra c a k k a d a r d e
D N A 2. B ö lü m ’d e g ö r d ü ğ ü m ü z g i b i , h e r c a n l ı ğ il: ö n c e d e n d e g ö r d ü ğ ü m ü z g i b i k a t ı r l a r k ı s ır d ı r .
n ı n iç in e t a ş ı d ı ğ ı , o c a n l ı n ı n n a s ı l o l u ş a c a ğ ın ın D ille r v e tü rle r a ra s ın d a k i ö n e m li b ir fa rk lı
g e n e t i k o iig is id ir . B ir e y l e r e ş e y li ü r e d i k l e r i n d e l ı k is e d i l l e r d e n d i ğ e r d i l le r e k e l i m e l e r in g e ç e b i l
D N A ’l a r ı k a r ış ı r . Y e re l b i r n ü f u s u n ü y e l e r i b a ş k a m e s i d i r . Ö r n e ğ i n R o m a n , C e r m e n v e K e ltik d i l
b ir y e re l n ü fu s a g ö ç e ttik le rin d e , b u y e n i k a tıl l e r i n d e n a y r ı b i r d i l o l a r a k g e l i ş t ik t e n ç o k s o n r a
d ık la rı n ü f u s ta k i b ire y le rle ç iftle ş e re k g e n le rin i o T ü r k ç e , F r a n s ı z c a d a n “v a l i z ”, B e n g a l d i l i n d e n
n ü f u s a a k t a r m ı ş o l u r l a r . B u n a “g e n a k ı ş ı ” d iy o r u z . " b u n g a l o v ”, A la s k a d i l i n d e n “a n o r a k ” s ö z c ü k le r i
İ ta ly a n c a v e F ra n s ız c a n m b irb ir in d e n u z a n i a l m ı ş tı r . H a y v a n t ü r l e r i is e a k s i n e , b i r k e z b i r
ğ a s ü r ü k l e n m , s in in t ü r le r d e k i k a r ş ılığ ı is e b i r b i l i k te ç if t l e ş e m e y e c e k k a d a r b i r b i r l e r i n d e n ( g e n e
r i n d e n a y r ı d ü ş m ü ş i k i n ü f u s u n D N A ’l a r ı m n g it tik o la ra k ) y e te rin c e u z a ğ a s ü rü k le n d ile r m i b ir
g i d e d a h a a z b e n z e r h a l e g e l m e s i d i r . D N A ’l a r ı g it d a h a a s la ( n e r e d e y s e a s la ) D N A d e ğ i ş t o k u ş u n d a
g id e , b e b e k y a p m a k i ç i n d a h a a z b e r a b e r ç a l ış a b u l u n m a z l a r . B a k t e r il e r b a ş k a b i r h i k â y e d ir : o n
b i l i r h a l e g e l e c e k t i r . A t l a r v e e ş e k l e r b i r b i r l e r iy l e la r g e n d e ğ iş to k u ş u n d a b u lu n u rla r , a n c a k b u k i
ç i f t l e ş e b i l i r l e r a m a a t D N A ’s ı e ş e k D N A ’s ı n d a n o ta p ta b u k o n u y a g irm e y e y e te c e k k a d a r y e r y o k .
k a d a r u z a ğ a s ü r ü k le n m iş tir k i, b u ik isi a r tık b ir B u b ö lü m ü n g e r i k a la n ın d a h e p h a y v a n la r h a k
b i r l e r i n i a n l a y a m a z l a r . Y a d a ş ö y l e s ö y l e y e b ilir iz , k ın d a k o n u ş tu ğ u m u fa rz e d in .
Adalar ve yalıtım:
ayrılığın gücü
D e m e k k i t ü r l e r in D N A ’l a r ı d a , d i l le r i n k e li
m e l e r i g ib i, a y r ı d ü ş t ü k le r i n d e b i r b i r i n d e n
u z a ğ a s ü r ü k l e n i y o r m u ş . B u n e d e n o la b ilir?
B u a y r ılığ a n e d e n o l a n ş e y n e o la b ilir? D e
n i z b a r iz b i r o la s ılık tır. A y rı a d a l a r ü z e r i n
d e k i n ü f u s l a r b ir b ir le r iy le k a r ş ıla ş m a z la r,
e n a z ı n d a n s ık ç a k a r ş ıla ş m a z la r v e b ö y le c e
ik i a y r ı g e n k ü m e s i n i n b i r b i r i n d e n u z a ğ a
s ü r ü k l e n m e s i iç i n b i r f ır s a t d o ğ a r . B u d u
r u m a d a la r ı, y e n i t ü r l e r in o r t a y a ç ı k m a s ı n
d a s o n d e re c e ö n e m li b ir y e re koyar. A m a
b i r a d a y ı, ille d e e tr a f ı s u y la ç e v rili b i r k a r a
p a r ç a s ı o l a r a k d ü ş ü n m e k z o r u n d a d e ğ iliz .
B ir k u r b a ğ a i ç in v a h a , e tr a f ı y a ş a y a m a y a
c a ğ ı k u r a k ç ö l ile k a p lı o l a n y a ş a y a b ile c e ğ i
b i r “a d a d ı r ”. B a lık iç i n g ö l b i r a d a d ır . H e m
t ü r l e r h e m d e d i l le r i ç in a d a l a r ö n e m l i d i r
65
çünkü b ir ad a n ü fu su n u n diğer nüfuslarla iletişi ö y le görünüyor ki b u fırtınalardan biri iguanala
m i kesilm iştir (tü rler söz k o n u su olunca ada gen rın tırm anm akta olduğu ağaçları da (Panama’da
akışını keser, tıpkı dillerin etkileşim i kestiği gibi) d a g ördüğüm üzere iguanalar ağaçlarda oturm ayı
ve böylece kendi yönünde evrilm eye başlam akta severler) söküp denize uçurm uş olmalı. Sonun
özgür hale gelmiştir. da Anguilla’ya vardıklarında b u sıradışı ulaşım
Bir so n rak i önem li n o k ta ise b ir ada nü fu su aracından kum sala inerek b u yepyeni ada evinde
n u n sonsuza k adar izole kalm ası gerekm ediğidir: beslenm eye ve ü rem eye ve DNA’larını aktarm aya
genler zam an zam an onları çevreleyen engelleri, başladılar.
ister su o lsun ister yaşanam az alanlar olsun, aşa B unu biliyoruz çünkü yerli balıkçılar igua
bilir. naları Anguilla’ya v arırken gördüler. Asırlar önce
4 Ekim 1995’te k ütüklerden ve sökülm üş etrafta tan ık olabilecek kim seler olm asa da, igua
ağaçlardan oluşan b ir yığın, rüzgar tarafından naların atalarını G uadelup’a ilk getiren de çok b ü
Karayip A daları’n d an Anguilla’n m kum salına yük olasılıkla b enzer b ir olaydı. Ayrıca b enzer bir
uçurulm uştu. Yığının üzerinde, diğer b ir adadan, öykü çok büyük bir olasılıkla, sıradaki hikayem i
büyük ihtim alle 250 km u zaklıktaki G uadelup’tan zin geçeceği G alapagos adalarındaki iguanaların
gelip tehlikelerle dolu b ir yolculuktan sağ k u rtu varlığı için d e geçerli.
lan 15 yeşil iguana vardı. Bir önceki ay Luis ve Galapagos adaları tarihsel önem e sahip
M arilyn adı verilen kasırgalar K arayipler boyunca çünkü b u adaların, 1835’te HM S Beagle gem isinde
esip gürlem iş, ağaçları sökerek denize fırlatm ıştı. b ir keşif gezisinin üyesi olarak b ulunduğu sırada
adaları ziyaret eden C harles Darvvin’in evrim üze yıl önce, şim di artık sular altında kalm ış baş
rine ilk düşüncelerine ilham verdiği düşünülür. ka adalar da vardı. İguanalar ilk kez, bu su al
Galapagos adaları, Pasifik O kyanusunda, G ü tında kalm ış olan adalardan birine gelmiş, oradan
ney Am erika kıyılarının yaklaşık 1000 km bu g ü n hâlâ su üstünde olan diğer adalara geçiş
batısında bulunan volkanik adalar bütünüdür. yapm ış d a olabilirler.
Hepsi volkanların d eniz dibinden yükselm esiyle Bir kez geldiler mi, artık yeni yerlerinde serpi-
oluşm uş olan (sadece birkaç m ilyon yaşındaki) lebilme im kânları olacaktır, tıpkı 1995’te Anguilla’ya
genç adalardır. Bu dem ek oluyor ki bu adalar gelenler gibi. Galapagos’taki ilk iguanalar, kısmen
üzerinde yaşayan h e r bitki ve hayvan başka bir (dillerde olduğu gibi) sadece “sürüklenme yolu” ile
yerden (tahm inen G üney A m e ve kısmen de doğal seçilimin yeni hayatta kalım
rika anakarasından), evrimsel becerilerini desteklemesinden ötürü (çünkü görece
ölçülere göre yeni gelmiş çorak volkanik adalar, Güney A merika anakarasın
olmalı. Türler b ir kez dan çok farklı bir yerdir) anakaradaki kuzenlerinden
vardıktan sonra, adalar evrilerek farklılaşmışlardır.
arasında nihayet tü m Farklı adaların birbirlerine olan uzaklığı, ka
adalara yayılacak sıklıkta raya olan uzaklıklarından çok daha azdır. Yani ada
(yani yüzyılda b ir ya da lar arası yanlışlıkla geçişler anakarayla olduğundan
iki kez) daha kısa geçişler daha sık yaşanıyor olmalı: bin yılda bir değil de yüz
yapm ış olabilirler. A m a yine yılda bir gibi mesela. Eninde sonunda iguanalar tüm
de b u n a d ir geçişler, geçişler arası adalara yayılmış olmak. Adadan adaya sıçramalar,
dönem lerde tü rlerin ayrı ayrı evrilm elerine, yani farklı adalarda evrimsel olarak birbirlerinden uzağa
bu bölüm deki deyişimizle “birbirlerinden uzağa sürüklenmelere izin verecek kadar da seyrek olmak,
sürüklenm elerine” m üsaade edecek kadar sey her gen “bulaştırma” olayı arasında yeterli vakit bu
rekti. lunmak. Öyle ki tekrar karşılaştıklarında, artık bir
îlk iguanaların Galapagos adalarına ne za likte üreyemeyecek hale gelmiş olsunlar. Sonuç ise
m an geldiğini kim se bilm iyor. Büyük ihtim alle şu; Galapagos adalarında şu anda, artık birbirleriy-
tıpkı 1995’te Anguilla’ya gelişleri gibi, anakara le üreyemeyen üç farklı kara iguanası türü bulunur.
dan sürüklenerek geldiler. B ugün anakaraya en Conolophus pallidus sadece Santa Fe adasında bulu
yakın ada San C ristobal (D anvin’in bildiği İngi nur. Conolophus subcristatus Fernandina, Isabela ve
lizce ismiyle C hatham ) adasıdır am a m ilyonlarca Santa Cruz adalarının da dâhil olduğu birçok adada
67
bulunur. Conolophus marthae ise büyük Isabela ada lumbağaya) sorsanız, volkanların adadan bir farkı I
sının üzerindeki beş volkan zincirinin en kuzeyinde- yoktur.
kine hapsolmuştur. Çok sık olm am ak üzere kim i zam an aşılabi-l
Bu da b ir başka ilginç soruyu akıllara geti len bir coğrafi engelin sağladığı yalıtım, evrimsel I
riyor. Bir gölün ya da vadinin de, sularla çevrili dallanmaya neden olur. (Aslında ille de coğrafi I
bir kara parçası olm asalar da b ir çeşit ada sayıla engel olması gerekmiyor. Başka olasılıklar da var, I
bileceğini söylediğim i hatırlıyorsunuz değil mi? özellikle böcekler söz konusu olduğunda, am a k o -l
İşte aynısı Isabela üzerindeki beş volkanın her nuyu karm aşık hale getirm em ek için burada o ay
biri için de geçerli. H er b ir volkan, kendisini ö bür rıntılara girmeyeceğim.) Bölünen nüfuslar bera
volkanın çölünden ayıran vaham sı, bitki ö rtü- b er üreyemeyecek k adar birbirlerinden uzağa bir
sünce zengin b ir alanla (aşağıdaki resim de yeşille kez sürüklendiler m i, coğrafi engele artık gerek I
gösterilen alan) çevrilidir. Çoğu Galapagos ada yoktur. Bu iki tü r bir d aha DNA’larm ı birbirlerine I
sı sadece tek b ir volkana sahipken Isabela’d a beş bulaştırm adan kendi evrimsel yollarına giderler.
tane vardır. Belki de küresel ısınm anın etkisiyle, Gezegendeki yeni türlerin ortaya çıkışının b irin
sular yükselecek olursa Isabela deniz ile ayrılmış cil sorum lusu başlıca bu tip ayrılmalardır; hatta I
beş farklı adaya dönüşecektir. D em em o ki, ada göreceğimiz gibi örneğin salyangozları bizim de
üzerindeki h er b ir volkanı da b ir çeşit ada olarak dahil olduğum uz om urgalıların atalarından ayı
düşünebilirsiniz. Yani en azından, sadece volka ran asıl olay da böyle bir şeydir.
n ın etrafındaki eğim li arazide yetişen bitkilerle Galapagos üzerindeki iguanaların geçmiş
beslenen bir kara iguanasına (ya da bir d ev k ap lerinde bir noktada, çok alışılm adık yeni bir tür
ortaya çıkaran b ir dallanm a olayı yaşandı. H an olan birçok garip özelliğe sahipler ve bu onları
gisi bilm iyoruz am a adalardan b irinde yerel kara Galapagos’taki ve dünyanın başka her yerinde
iguanası nüfuslarından biri yaşam a tarzlarını ta ki kara iguanalarından gerçekten de farklı kılar.
m am en değiştirdi. Bu iguanalar volkanların ya Kara iguanalarından evrildikleri kesin am a Gala
m acındaki bitkilerle beslenm ek yerine, kıyıya git pagos’taki g ünüm üz kara iguanalarıyla p ek yakın
tiler ve deniz yosunlarını yemeye başladılar. D aha kuzen oldukları söylenemez. Yani Conolophus
sonra doğal seçilim, hünerli yüzücü olan bireyleri cinsinden çok önce anakaradan gelip adalara yer
tercih etm iştir. Bugün onların toru n ları d eniz al leşmiş, şim di ise yokolmuş daha önceki bir cins
tındaki yosunları yem ek için dalm ayı alışkanlık ten evrilm iş olm aları m uhtem el. Farklı adalarda
haline getirmişler. O nlara deniz iguanaları diyo farklı deniz iguanası ırkları var ancak hepsi aynı
ruz ve kara iguanalarının aksine deniz iguanaları tür. Bir gü n bu farklı ırkları, aynı deniz iguana
yalnızca Galapagos’ta bulunurlar. D eniz iguana sı cinsinin farklı türleri olarak adlandırılabilecek
ları, kendilerine denizdeki yaşam larında destek kadar birbirlerinden uzağa sürüklenm iş olarak
bulm ak m üm kün olacak.
D ev kaplumbağalar, atanızı b ulm ak için çok çok gerilere, belki b ir m il
lav kertenkeleleri, uça- yar yıldan geriye gitm eniz gerekebilir. Bu o kadar
m ayan tu h a f karabatak önce gerçekleşmiş ki onları ilk ayıran engelin ne
lar, alaycı kuşlar, ispinoz olduğunu tahm in etm eye çalışm ak bile zor. Ama
lar ve Galapagos’taki diğer h e r ne idiyse denizde bir yerde olm uş olmalı çü n
tü m hayvanlar ve bitkiler kü o uzak günlerde k aralarda yaşayan hayvan yok
için hikâye benzerdir. Benzer tu. Belki de b u büsbüyük ata türler sadece m ercan
şeyler dünyanın h e r yerinde resiflerinde yaşayabiliyorlardı ve iki n üfus k endile
/ olur. Galapagos özellikle n e t bir rin i derin deniz sularıyla ayrılmış iki ayrı m ercan
f örnektir. Adalar, (göller, vadiler resifi ü zerinde buluverdi.
71
Karışım, seçilim ve hayatta kalma türe ait değillerse aynı gen havuzunun üyele
ri olamazlar çünkü aynı yerde bulunup sık sık
Bu bölüm ü, hikayeyi biraz daha farklı b ir dille karşılaşsalar bile eşeyli ürem e ile DNA’ları k arı
toparlayarak bitirm ek istiyorum . Gen akışına şamaz. Eğer aynı tü rü n nüfusları coğrafi olarak
kısaca değindim bile; bilimciler b ir de gen ha ayrı düşerlerse, gen havuzları için birbirlerinden
vuzu denen b ir şeyden bahsediyorlar, şim di de uzağa sürüklenm e im kanı doğar, bu sürüklen
bunun ne anlam a geldiğinden biraz bahsetm ek me o kadar uzağa olabilir ki, artık tekrar karşı
istiyorum . Elbette gerçekten içi genlerle dolu bir laşsalar bile birlikte üreyemeyecek hale gelebilir
havuz yok. Buradaki “havuz” içinde genlerin k a ler. A rtık gen havuzları karışamayacak durum da
rışabileceği bir ortam ı temsil ediyor. A ma genler
sadece canlı bedenlerindeki hücrelerin içinde
bulunabiliyor. Öyleyse gen havuzu derken ne
kastediliyor?
Eşeyli üreme, her nesilde genlerin karış
m asını sağlar. Siz, annenizden ve babanızdan
gelen genlerin karışım ıyla doğdunuz, yani bü
yükanne ve babalarınızın genlerinin karışım ın
dan. Bu, evrim sel sürecin işlediği uzun, upuzun,
binlerce, on binlerce, yüz binlerce yıllık geçmiş
boyunca nüfustaki her birey için geçerlidir. Bu
süreç boyunca eşeyli ürem e işlemi, nüfustaki
genlerin iyice karılm asını sağlar, adeta çorba
karıştırır gibi karıştırır. İşte bu bağlamda bü
yük, girdap gibi dönen b ir “gen havuzundan”
bahsetm ek anlamlı olur.
Birbirleriyle üreyebilen hayvan ve bitki
grupları olarak ifade ettiğim iz tü r tanımım ızı
hatırlıyorsunuz değil mi? İşte şim di neden bu
tanım ın önemli olduğunu görebilirsiniz. Eğer
iki hayvan aynı türün aynı nüfusundaysa, bu
onların genlerinin aynı gen havuzunda karışıyor
olduğu anlam ına gelir. Eğer iki hayvan aynı
olduğuna göre farklı türler olm uşlardır ve N eden nesiller ilerledikçe genlerin
birbirlerinden daha da uzağa sürüklenm eye sayısı değişmelidir? Aslına bakarsa
milyonlarca yıl boyunca devam edip, birbir nız b u k adar uzu n zam an içinde de-
lerinden insanlarla ham am böcekleri kadar ğişm eselerdi şaşırtıcı olurdu. Asırlar
farklılaşabilirler. geçtikçe dillerin neden değiştiğini
Evrim gen havuzundaki değişim dem ek düşünün. “Z at-ı aliniz”, “muhterem ”,
tir. Gen havuzundaki değişme bazı genlerin “mamafih”, “filhakika” gibi sözcükler
daha çoğalması bazı genlerin daha azalması ya da “h iss-i kable’l vuku” gibi söz
demektir. Bir zamanlar yaygın olan genler öbekleri günüm üz Türkçesinde artık
seyrekleşebilir ya da tam am en yokolup gide pek fazla kullanılmıyor. Ö te yan
bilirler. Bir zam anlar seyrek olan genler ise dan “falan olmak”
yaygınlaşabilir. Sonuçta türün tipik bireyleri gibi ifadelerin
nin şekli ya da boyutu ya da rengi ya da dav b u n d an sa
ranışı değişir: değişir çünkü gen havuzundaki dece 20 yıl
genlerin sayısı değişir. İşte bu evrimdir. önce anla-
73
şılması m üm kün değilken bu ifadeler şu anda de kanatları yapmaya yardım ederek varlıkları
yaygın olarak kullanılıyor. Aynı biçimde beğeni n ı sürdürürler. Köstebek bedenlerinde iri yarı,
ifadesi o larak kullanılan “yıkılıyor” d a öyle. kürek gibi eller yapmaya yardım edenler kalır.
Bu bölüm de şim diye kadar dillerde olduğu Aslanlarda hızlı koşan bacaklar, keskin dişler
gibi ayrı nüfuslarda da gen havuzlarının birbir ve pençeler yapmaya yardım eden genler va
lerinden uzağa sürüklenebilecekleri fikrinden rolm aya devam eder. Antiloplarda hızlı koşan
öteye gitmeye gerek duymadım. A ma aslına ba bacaklara, keskin görüşe ve duymaya yardım
karsanız, türler söz konusu olunca sürüklenm e eden genler hayatta kalır. Yaprak böceklerinde,
den çok daha fazlası mevcut. Bu “çok daha faz onları yapraktan ayırt edilemeyecek hale getiren
lası” doğal seçilimdir yani Charles Darwin’in en genler varlıklarını sürdürm eye devam eder.
büyük keşfi olan çok büyük öneme sahip b ir sü Detaylar farklı olsa da tü m türler için
reçtir. Doğal seçilim olmasaydı bile gen havuz geçerli oyun, genlerin gen havu
larının ayrılıp sürüklenm esini bekleyebilirdik. zunda varlıklarını sürdürebilm e
A ncak başıboş b ir sürüklenm e olurdu bu. Doğal oyunudur. Bir daha herhangi
seçilim evrim i belli b ir yöne doğru iteler: hayat bir hayvanı ya da bitkiyi gördü
ta kalım yönüne. Gen havuzlarında varlıklarını ğünüzde kendinize şunu h atır
sürdürebilen genler, hayatta kalmak için iyi olan latın: bu baktığım şey, kendi
genlerdir. Peki b ir geni hayatta kalm ak için iyi sini yapan genleri aktarmaya
yapan şey nedir? Diğer genlere, hayatta kalmada yönelik karm aşık bir makine.
ve üremede başarılı olacak bedenler inşa edebil Genler için b ir hayatta
meleri için yardım etmesidir; bu bedenler ken kalım ' makinesine
dilerine hayatta kalmada yardım cı olmuş genleri bakıyorum .
aktarabilecek kadar uzun yaşayabilen bedenler
olmalıdır.
Bunu tam olarak nasıl yaptıkları ise türden
türe değişir. Genler, yarasa ve kuş bedenlerin
74
75
yapı
n
n n ı i i i
N DOKUZUNCU YÜZYIL İNGİLTERE’SİNDE, Edwa-
O rd Lear’ın Saçmalıklar Kitabı diye çok m eşhur bir
çocuk kitabı vardı. Bu kitapta b ulunan “Baykuş ve p i
b i i b, “
Bir şeyi küçük ve daha küçük parçalara bölmeye de- M addelerin en k üçük yapıtaşları neler-
vam ederseniz ne elde edersiniz? dir?
76
mi sti r
A ntik Yunan, Çin ve H indis
tan uygarlıklarının hepsi, m ad
delerin dört "elementten” yapıldığı
kanaatine varmıştır: hava, su,
ateş ve toprak.
Ama bir A ntik Yu
nanlı olan Demokritos
gerçeğe biraz daha yak
laşmıştı. Demokritos,
bir şey yeteri kadar küçük
parçalara bölünürse, sonun
da daha fazla bölünemeyecek
küçüklükte bir parçaya ulaşılır diye
düşünmüştü. Yunancada “bölmek” için tomos söz
cüğü kullanılır ve Yunanca sözcüklerin başına
getirilen “a” öneki olumsuzluk anlamı katar.
Yani “a-tom ik”, daha küçük parçalara bö
lünemeyecek kadar küçük şey anlamına
gelir ve bu da bizim “atom” sözcüğü
m üzün geldiği yerdir. Altın atomu,
altının m üm kün olan en küçük
parçasıdır. Daha küçük parçaya
bölünmesi müm kün olsa bile,
altın atomu bölündüğü an al
tın olm a özelliğini yitirecektir.
Dem ir atomu da yine demirin
m üm kün olan en küçük parça
sıdır. Bu böyle devam eder.
77
Tek bir tip atom dan oluşan saf oksijen atomuyla bileştiği anla
m addelere elem ent adı verilir m ına gelir. Bileşik oluşturm ak
(ki bu isim b ir zam anlar hava, için b ir araya gelmiş atom ların
su, to p rak ve ateş için de kulla bütü n ü n e molekül denir. Bazı
nılm ıştı ama çok farklı b ir an m oleküller oldukça basittir; ör
lam da). Oksijen, dem ir, klor, b a neğin su m olekülünün sadece
kır, sodyum , altın, karbon, cıva bahsettiğim iz üç atom u vardır.
ve azot elem entlere örnektir. Bazı m oleküller ise, (özellikle
M olibden gibi bazı elem entler canlıların bedenlerindekiler),
Dünya’d a n ad ir b u lu n u rlar (bu belli b ir biçim de b ir araya gel
yüzden belki de m olibdeni hiç m iş yüzlerce atom dan oluşabilir.
duym am ış olabilirsiniz) ama Bir m olekülü, başka bir molekül
evrenin başka köşelerinde daha değil de o m olekül yapan şey, bu
sık rastlanılabilir (b unu nereden atom ların b ir araya geliş biçim
bildiğimizi m erak ediyorsanız 8. leri, bağ k urm a çeşitleri ve sayı
Bölüm’ü bekleyin). larıdır.
D em ir, kurşun, bakır, çin “M olekül” sözcüğünü aynı
ko, kalay ve cıva gibi m etaller tü rd en birden fazla atom un bir
de elementtir. O ksijen, h id ro araya geldiği d u ru m için de kul
jen, azot ve neon gazları da öyle. lanabilirsiniz. İki oksijen ato
A ma etrafım ızda gördüğüm üz m undan oluşan oksijen m ole
bir sü rü m adde elem ent değil külü, nefes alm am ız için gerekli
bileşiktir. Bileşik, birbirinden olan gazdır. Bazen üç oksijen
farklı bird en fazla atom un belli atom u b ir araya gelerek ozon de
b ir şekilde b ir araya gelmeleriy nilen başka b ir m olekülü oluş
le oluşur. Büyük ihtim alle suya, tururlar. Bir molekülde b ulunan
“H 20 ” dendiğini duym uşsunuz atom lar aynı bile olsa, m olekül
dur. Bu kimyasal b ir form üldür de b ulunan sayıları fark yaratır.
ve iki hidrojen a tom unun bir
78
O zonu solum ak zararlıdır
am a Dünya’nın üst atm osferin
deki ozon tabakası bizi G üneş’in
en zararlı ışınlarından korur.
AvustralyalIların güneşlenirken
özellikle dikkatli olm aları ge
rekm esinin nedenlerinden biri,
ozon tabakasındaki “deliğin” gü
neyde Avustralya taraflarında ol
masıdır.
79
Kum da kristalli yapıdadır. Aslında çoğu ve klor atomları'geçitte dönüşümlü olarak, yani
kum tanesi, rüzgar ya da su tarafından koparıl bir sodyum bir klor atomu olacak şekilde beraber
mış küçük birer kaya parçasıdır. Aynısı biraz su ve dizilirler. Aslında bu durum da atom değil “iyon”
başka sıvıların da katıldığı çamur için de geçerli- olarak adlandırılırlar ama bunun neden böyle
dir. Kum taneleri ve çamur taneleri sıklıkla, yeni olduğunun detayına girmeyeceğim. Her sodyum
den bir araya gelerek “tortul” kayaları oluştururlar atom unun, birbirine dik açıyla konumlanmış
çünkü bu kayalar kum ve çamur çökeltilerinin altı tane klor atomu komşusu bulunur: önünde,
sertleşmesiyle oluşur. (“Çökelti”, örneğin bir ne arkasında, sağında, solunda, üstünde ve altında.
hir, göl ya da deniz gibi b ir sıvının dibinde çöken Aynı şekilde klor atomları da sodyum atomlarıyla
katı parçacıklardır). Kumtaşının içindeki kumlar çevrilmişlerdir. Tüm bu düzenlenme karelerden
çoğunlukla, D ünyanın kabuğundaki en yaygın iki meydana gelir, işte bu yüzden güçlü bir mercek
kristal olan kuvars ve feldispattan oluşur. Kireçtaşı ile bakıldığında tuz kristalleri küp şeklinde yani
farklıdır. Tebeşir gibi, kalsiyum karbonattan olu karenin üç boyutlu biçiminde, ya da en azından
şur ve toprak altındaki mercan iskeletlerinden ve kare şekilli köşelere sahip biçim lerde görünürler.
tek hücreli foram denilen canlıların kabukları da Birden fazla tip atomun “geçidinden” oluşan daha
dahil olm ak üzere deniz kabuklarından gelir. Eğer birçok başka kristal vardır ve bunların çoğu kaya
çok beyaz bir kumsal görecek olursanız, bu kum larda, kumlarda ve toprakta bulunur.
saldaki kumun beyazlığı da büyük ihtimalle aynı
kalsiyum karbonattan kaynaklanmaktadır.
Katı, sıvı, gaz:
Bazen kristaller tamam en aynı elementin aynı tip
atom larının “geçidinden” oluşurlar. Elmas, altın,
moleküller nasıl hareket ederler
bakır ve dem ir buna örnektir. Bazı kristallerse iki Kristaller katıdır ama her şey katı değildir. Bir
farklı tip atomun yine düzenli ama dönüşümlü de sıvı ve gazlar vardır. Bir gazda, moleküller kris
bir geçidinden oluşur. Tuz (bildiğimiz sofra tuzu) talde durdukları kadar bitişik durmazlar ve müm
bir element değil iki elementten (sodyum ve klor) kün olan tüm boşluklarda serbestçe koşuşturur,
oluşan bir bileşiktir. Bir tuz kristalinde sodyum bilardo topları gibi (ama bu durum da üç boyutlu
80
olarak, bilardo masasındaki gibi iki boyutlu olarak değil) düz çizgiler üze
rinde seyahat ederler. Bulundukları kabın duvarlarına ya da başka b ir gaz
molekülüne çarpana kadar ilerlerler, çarptıklarındaysa yine bilardo toplan
gibi geri sekerler. Gazlar sıkıştırılabilir ve bu bize atomlar ve moleküller
arasında bir sürü boşluk olduğunu gösterir. Bir gazı sıkıştırdığınızda gazın
“geri ittirdiğini” hissedersiniz. Parmağınızı bisiklet pompanızın ucuna k o
yup pistonu iterseniz gazın bu geri itiş etkisini hissedersiniz. Parmağınızı
orada tutup pistonu bırakırsanız bu his kesilir. Hissettiğiniz bu itişe “ba
sınç” denir. Basmç pom panın içinde bulunan (azot, oksijen ve az m iktar
da da diğer gazlardan oluşan) havadaki milyonlarca molekülün tüm ünün
yarattığı bombardıman etkisinden kaynaklanır. Basmç arttıkça bombardı
man daha yüksek hızda gerçekleşir. Bu da (örneğin bisiklet pompasının
pistonunu ittirdiğinizde olduğu gibi) aynı m iktarda gaz molekülünü daha
küçük hacimde sıkıştırdığınızda ya da sıcaklığı arttırdığınızda olur, çünkü
sıcaklık artışı da gaz moleküllerinin daha hızlı hareket etm esini sağlar.
Sıvılar da, m oleküllerinin etrafta hareket etmesi ya da “akması” bakı
m ından gazlarla benzerdir (bu yüzden sıvıların ve gazların ikisine birden
“akışkan” deriz, fakat katilar için bu tanımı kullanmayız). Ama bir sıvıda
ki moleküller birbirine, gazdaki moleküllerden daha yakındır. Gazı kapalı
bir kaba koyarsanız, gaz, kabı baştan aşağı, köşe bucak dolduracak şekilde
yayılır. Gazın hacmi de tüm kabı dolduracak biçimde hızlıca artar. Sıvılar
da kabın tüm köşe bucağını doldurur ama sadece belli bir seviyeye kadar.
Belirli bir miktar sıvı, aynı miktardaki gazın aksine belli b ir hacimde ka
lır ve yerçekim inin etkisi yüzünden kabı aşağıdan yukarıya doğru ihtiyacı
olan hacim kadar doldurur. Çünkü sıvıların molekülleri birbirlerine yakın
dururlar. A ma bir katmınkinden farklı olarak birbirleri üzerinden kayarak
etrafta hareket ederler, bir akışkan şeklinde davranmalarının sebebi budur.
Bir katı ise kabı doldurmaya kalkmaz bile, sahip olduğu şekli koru
maya devam eder. Çünkü katiların molekülleri, sıvılarmki gibi birbirleri
nin üzerinden kaymak yerine komşularma göre aynı konumlarını (hemen
hemen) korurlar. “H em en hemen” diyorum çünkü katilarda bile mole
küller (yüksek sıcaklıklarda daha hızlı olmak üzere) bir nevi titreşirler,
ancak kristal “geçit törenindeki” konum larından kristalin şeklini et-
\ kileyecek kadar uzaklaşmazlar.
\ Bazı sıvılar “kıvamlı” olur, örneğin pekmez gibi. Kıvamlı sı
m , vılar aslında akar ama o kadar yavaş akar ki çok kıvamlı bir sıvı,
eninde sonunda kabın tabanını dolduracak olsa da b u çok uzun
zaman alabilir. Bazı sıvılar o kadar kıvamlıdır, yani o kadar yavaş
r
akarlar ki, onlara katı bile diyebiliriz. Bu gibi maddeler kristal
lerden yapılmadıkları halde katı gibi davranırlar. Ö rneğin cam.
Camın “aktığı” söylenir ama bu o kadar yavaştır ki fark etmemiz
asırlar alır. Bu yüzden, pratik nedenlerden ötürü camı katı olarak
v kabul edebiliriz.
81
Katı, sıvı ve gaz, maddenin yaygın olan üç “haline” ver
diğimiz isimlerdir. Çoğu madde üç halde de bulunabilir, ama
farklı sıcaklıklarda. Metan, Dünya üzerinde bir gazdır ( g e ^
nellikle “bataklık gazı” olarak da adlandırılır çünkü batak
lıklardan kabarcıklar halinde çıkar ve bazen de alev alıverir).
Ama Satürn’ün büyük ve çok soğuk uydusu Titanda sıvı halde
metan gölleri bulunur. Cıvayı bir sıvı olarak düşünürüz ama
bu sadece Dünyada normal sıcaklıklarda sıvı olduğu anlamı
na gelir. Kutup soğuğunda dışarıda bıraktığınızda cıva katı
bir metaldir. F.ğer yeteri kadar yüksek bir sıcaklığa ısıtırsanız
demir de sıvı olur. Hatta D ünyanın derinlerindeki merke
zinin etrafında sıvı demir ve nikelden bir deniz vardır. Bil
diğim kadarıyla, yüzeyinde sıvı dem ir okyanusları bulunan
çok sıcak gezegenler de olabilir, pek ihtimal vermesem de bu
okyanuslarda yüzen ilginç yaratıklar da olabilir. Ama bizim
standartlarımıza göre demirin erim e noktası hayli yüksektir,
bu nedenle Dünya yüzeyinde demirle genellikle “soğuk de
mir” olarak karşılaşıyoruz. Keza civanın donm a noktası da
hayli düşüktür, bu nedenle onunla da genellikle sıvı olarak
karşılaşıyoruz. Sıcaklık ölçeğinin öteki ucunda, yani onları
yeterince ısıttığınız durum da ikisi de gaz hale geçerler.
Atom un içinde
Bu bölüm ün başında maddeyi m ümkün olan en küçük par
çalarına kadar ayırmayı hayal ettiğim izde atoma gelince
durmuştuk. Kurşun atomu, kendisine hâlâ kurşun denmesi
ni hak edecek en küçük parçacıktır demiştik. Ama gerçekten
bir atomu daha küçük parçalara ayıramaz mısınız? Peki ya
o parçalar, küçük minnacık b ir kurşun parçasına benzemez
mi? Hayır, küçük bir kurşun parçacığına benzemezler. Hiç
bir şeye benzemezler. Çünkü atomlar gözle görülemeyecek
kadar hatta çok güçlü mikroskoplarla bile görülemeyecek
kadar küçüktürler. Ve evet, bir atomu daha da küçük par
çalara ayırabilirsiniz, ama bunu yaptığınızda, birazdan gö
receğimiz sebepler dolayısıyla, artık o element olmaktan
çıkar. Ayrıca bu yapması çok zor bir şeydir ve çok büyük
miktarlarda enerji açığa çıkmasına neden olur. Bu nedenle
“atomu parçalamak” sözcükleri bile bazı insanların keyfini
kaçırmaya yeter. Atom ilk kez 1919 yılında Yeni Zelaııdalı
büyük bilimci Ernest Rutherford tarafından bölündü.
Bir atomu görmemiz ve onu başka bir şeye dönüştürme-
bölmemiz mümkün olmasa da bu onun içinin neye ben
ediğini araştıramayacağımız anlamına gelmez. 1. Bölümde
N çıtladığım gibi, bilimciler bir şeyi doğrudan göremediklerin
de, onun neye benzeyebileceğine dair bir “model” ortaya ko
yarlar ve bu modeli test ederler. Bilimsel model, bir şeyin neye
benziyor olabileceğini düşünmenin bir yoludur. Yani atomun
modeli, bir atomun içinin neye benziyor olabileceğine dair bir
çeşit zihinsel resim gibidir. Bilimsel model, hayal ürünü gibi
görünebilir ama sadece bir hayal ürünü değildir. Bilimciler bir
modeli sadece ortaya atmakla kalmaz, onu aynı zamanda test
ederler. “F.ğer düşündüğüm bu model doğruysa, gerçek dünya
da şunu ve bunu görmeyi beklemeliyiz” derler. Deneyler yapıp,
belli ölçümler alınca ne bulmanız gerekeceğini öngörürler. Ba
şarılı bir model, öngörüleri doğru çıkan b ir modeldir, özellikle
de deney testini başarıyla geçerlerse. Ö ngörüler doğru çıkarsa,
bu durum da modelin muhtemelen gerçeği ya da en azından
gerçeğin bir kısmını temsil ettiği anlamına geldiğini umabiliriz.
Bazen öngörüler doğru çıkmaz ve bilimciler geri dönüp
modelde bazı düzeltmeler yaparlar veya yeni bir model düşü
nürler ve onu test ederler. 11er şekilde, bizim “bilimsel yöntem”
dediğimiz bu model sunma ve test etme yöntemi, insanların
bir zamanlar anla(ya)madığı şeyleri, uydurulmuş en yaratıcı
en güzel söylenceden daha iyi açıklama şansına sahiptir.
İlk atom modellerinden biri olan “üzümlü kek hamuru”
olarak da bilinen atom modeli on dokuzuncu yüzyılda büyük
İngiliz fizikçi J. J. Thomson tarafından ortaya atılmıştır. Bu m o
delin üzerinde durmayacağım çünkü daha başarılı olan Rut-
herford modeli onun yerini almıştır. Rutherford atom modeli
aynı zamanda atomu ilk kez bölen. Yeni Zelanda’d an İngiltere’ye
Thomson’ın öğrencisi olarak çalışmak için gelen ve daha sonra
Cambridge’d eki fizik kürsüsünü Thomson’d an devralan Ernst
Rutherford tarafından ortaya atılmıştır. Rutherford modeli de,
Rutlıerford’un öğrencisi olan ünlü DanimarkalI Niels Bohr ta
rafından geliştirilmiş, küçük m inyatür bir güneş sistemi olarak
ele alınmıştır. Atomun ortasında, kütlenin çoğunluğunu içeren
bir çekirdek vardır. Çekirdeğin etrafında da “yörüngelerinde”
dolanan, elektron adı verilen küçük parçacıklar bulunur (“yö
rünge” kelimesi sizi yanıltmasın, güneşin etrafında dönen bir
gezegen gibi elektronlar küçük yuvarlak ve belli bir konumlan
bulunan şeyler değillerdir).
83
Rutherford-Bohr modelindeki, muhteme
len gerçeği yansıtan, şaşırtıcı bir nokta çekirdekler
arasındaki uzaklığın elmas gibi sert katilarda bile,
çekirdeğin boyutuna kıyasla çok büyük olmasıdır.
Çekirdekler hayli aralıklı olarak dizilmişlerdir. İşte
dönmeye söz verdiğim noktaya geldik.
Elmas kristalinin, geçit törenindeki (ama üç
boyudu bir geçit törenindeki) askerler gibi dizilmiş
karbon atomlarından oluşan dev bir molekül oldu
ğunu söylediğimi hatırlıyor musunuz? Güzel, şimdi
bu elmas kristali “modelimizi” onu ölçeklendirerek
biraz daha geliştirelim, yani kristaldeki boyuüann ve
uzaklıkların birbiriyle nasıl ilişkilendirildiğine girece
ğiz. Kristaldeki her bir karbon atomunu, etrafındaki
yörüngelerinde dönen elektronlarıyla birlikte, asker
olarak değil de bir futbol topu olarak resmettiğimizi
düşünün. Bu ölçekte, en yakın komşu futbol topu 15
kilometreden uzakta olacaktır.
84
Futbol topları arasındaki bu 15’e r kilometre mesafe
ler, yörüngesindeki elektronları barındırır. A ma her
bir elektron, bizim “futbol topu” ölçeğimize göre,
bir sivrisinekten çok daha küçüktür ve bu minyatür
sivrisinekler futbol toplarına birkaç kilometre uzak
tan uçarlar. Görüyorsunuz ki, şaşırtıcı b ir şekilde,
efsanevi sert elmas bile aslında neredeyse tamamen
boşluktur!
Aynısı, ne kadar sert ve katı olursa olsun tüm
kayalar için de geçerli. D em ir ve kurşun için de ge
çerli. E n sert odu n için de geçerli. Ayrıca sizin ve be
nim için de geçerli. Katı maddelerin “paketlenmiş”
atomlardan meydana geldiğini söylemiştim, ama
“paketlenmiş” dem ek biraz garip kaçıyor çünkü
atomların kendileri de çok büyük oranda boşluk
tan oluşuyor. A tomların çekirdekleri birbirlerinden
o kadar uzak ki, futbol topu boyutuna getirilseler,
herhangi bir çift atom arasında 15 kilometre uzak
lık ve arada uçuşan birkaç sivrisinek olurdu.
Bu nasıl olabilir? Eğer bir kaya neredeyse ta İlk başta makul b ir fikir gibi görünüyor. D u
m am en boşluktan oluşuyorsa, diğer bir ölçekle en varın ve benim bedenimin, birbirlerinden 15 kilo
yakın komşusundan kilometrelerce uzakta bulunan metre uzaklıktaki futbol toplan gibi aralıklı duran
futbol toplan gibi aralıklıysa nasıl oluyor da bu ka atomlardan oluştuğunu biliyorum. Elbette, eğer
dar sert ve katı olabiliyor? N eden üzerine oturduğu hem duvar h em de bedenim çoğunlukla boşluk
m uzda iskambilden kuleler gibi yıkılmıyor? Madem tan oluşuyorsa, benim atomlarımı duvarın atom-
çoğunlukla boşluktan oluşuyor neden baktığımız lan arasındaki boşluklara denk getirerek duvardan
şeyin arkasını göremiyoruz? N eden hem bir duvar geçebilmem m üm kün olmalıydı, değil mi? Neden
hem de ben çoğunlukla boşluktan oluşuyorsak dos geçemiyorum?
doğru duvarın içinden geçemiyorum?
\
Ve sonra duvara tosluyorsunuz.
Neden?
T İ
r v •
Neden kayalar ve duvarlar se rttir ve neden Katı m addeyi “içinden geçemeyeceğiniz
bizim boşluklarım ızla onların boşluklarını denk şey” olarak tanım larız. Bir çekirdeği kom şuları-
g etirem eyM A H İm a m ,! gereken şu ki, katı „a göre sabit bir k o n u m d a tu ta n bu gizemli kuv-
m adde olarak h issettiğinim v e f t , . .. f , n iv ıe hjr d u v a rd a n geçemezsiniz. İşte
ler sadece e lek tro n Ve ek ' S° rdu§umuz Şey- vetler nedeniyle di
topundan” ve ' ' s i v r i s i n e k * ten’ Yan>“futbol katıbudur. sa d e c e atom ları bir
duvardan g e ç m e y i d ^ ^az^asıdır (nitekim, Sıvı da katiya erîZ ^ v e k u v v e tler daha
acılı b ir d e n e y im \ e herkes bu1 gereğiarada tutan bu gizem
gizem»li a- -an b jrb jr]eJerj
r i ü zerin d en
bol to rp —
la r ın
«.«ı” bo ir
ır bh iir ;• ^j insanları,
........arı, “fut-
az sıkıdır, böylece atom a ^ seçe b ile ce ğ i
z a m a n d a h e r “f, ,n de n ayrı tutan fakat aynıkayabilirler, bu da suyun JÇ
M w „ t h re i to p u n » -O h ,» .™ Ş ” -izi anlamına
i ’sgelir i a. m»a - " ” g eiçinden çem ez-
geçebildiğiniz k a d a r h ız lı 8 V
-n d in e # siniz. Hava gaz o ld u ğ u i ç i n (d a h a
v e tle r d e n ”, “b a ğ lard an ” ve “alan doğrusu g a zla rın b i r k a r ış ım ı
la r d a n s ö z e d e rle r. İşte maddeleri • olduğu için) iç in d e n g e ç m e k ve
k a tı o l a r a k h isse tm e m iz i sağlayan içinde hareket e t m e k k o la y d ır
b u k u v v e t l e r v e alanlardır. Çünkü gaz a to m la rı b i r b i r l e r i n e
A t o m v e ç ekirdek gibi gerçek- bağlı olmaktan d a h a ç o k s e rb e s tç e
te n d e ç o k k ü ç ü k olan olgubrm b o ^- dolaşırlar. Bir caz ın irin rt* . •• ••
, in d iğ in iz ç a n ta n , -madde ve “boşluk”
bo* ak atomların
ancak atomların ço&ut “ Ç m d' Y e n m e k
«i,-
tu n a yitirmeye başlar. Çe- (Aştığın,e yönün , ersi & *■' " ™ y ü r ü m e y e
a ra s ın d a k i f a r gjbi
gibi bir -“madde”
„ adde- ve zorlaşır. “Rüzgar”
"Rüzgar" b u dur
d u , rriv
û ^. Kl ‘a r e k e t «d
e d iy o rsa
k ir d e ğ i n , W , arasında "boşluktan- ye çalışırken olan da h,’„ ı Z 8 ara k a r ş ı y ü rü m e-
d iğ e r çe cövlemek aslında yürümek zor cUkm. . Ur- ^ i r fırtın a v a
d İ ğ a Ç f ' s m t l m söyleme1 aslında yürümek zor o l a b i U r y e W l £ lr,In a y a 1™S‘
f tam oıaı«
olarak
* doğruo bir bir >
jet m otorunun
»i unun y,ara
a„ ttıo
„ “ *a s ır°8»y» karşı v /yaa da
ifade değildir. yürümek im kansızdır Y apay rüzgara karşı
87
Bizler katı maddelerin içinden ge
çenleyiz ama fotonlar gibi çok küçük
parçacıklar geçebilirler. Işık huzmeleri,
foton akımlarıdır ve “saydam” dediğimiz
türden katı maddelerin içinden doğruca
geçebilirler. Suyun veya camın ya da bazı
değerli taşların “futbol toplarının” dizili
mi sayesinde
fo to n la r
aralardan
geçebilirler, gerçi tıpkı sizin suda y ürü
meye çalışırken yavaşladığınız gibi biraz
yavaşlarlar.
Kuvars kristalleri gibi bazı istisnalar
haricinde kayalar saydam değildir ve fo
tonlar kayaların içlerinden geçemezler.
Bunun yerine, kayanın rengine bağlı ola
rak, ya kayanın kendisi tarafından soğu
ru lu r ya da kaya yüzeyinden yansıtılırlar
ve aynı şey diğer katilar için de geçerli-
dir. Bazı katı şeyler fotonları çok özel bir
biçimde doğrusal olarak yansıtırlar ve
bunlara ayna deriz. Ama çoğu katı m ad
de, fotonların çoğunu soğurur (saydam
değildirler) ve yansıttıklarını da dağıta
rak yansıtırlar (ayna gibi davranmazlar).
O nları “opak” ve ayrıca hangi türden
fotonları soğurup hangi türden fotonları
yansıttıklarına bağlı olarak renkli görü
rüz. Renklerle ilgili bu önem li konuya
“Gökkuşağı nedir?” başlıklı 7. Bölüm’d e
tekrar döneceğim . Şimdi daha da küçük
bir yere odaklanalım ve çekirdeğin içine,
futbol to punun kendisine bakalım.
En küçük şey
Çekirdek pek de futbol topu
değildir aslında. O biraz kaba bir
modeldi. Kesinlikle bir futbol topu
gibi yuvarlak değildir. H atta belli bir
“şekli” olup olm adığından bahsedebi
leceğimiz bile kesin değil.
kelimesinin kendisi,
tıpkı “katı” kelimesi
gibi, çok küçük boyut
larda anlamını
yitiriyordur. Ve küçük
derkençokçokçokküçüklen
bahsediyoruz.
sonundaki
n o k ta , m ily o n la rc a m ü r e k
k e p a t o m u ---------
89
B ir n e s n e n in k ü tlesi nered ey se tam am en , dece b ir elem ent vardır. H epsini b u rad a saym a
tü m a to m la rın d a k a çar ta n e p ro to n ve n ö tro n yacağım am a b u n u yapm ak h iç de zor olm azdı
old u ğ u n u n to p la m ın a dayanır. B ir elem entin (Eşim Lala, hafıza egzersizi ve u y um asına y ar
herh a n g i b ir a to m u n u n ç e k ird eğ in d ek i p ro to n dım cı olm ası için geliştirdiği b ir y öntem le h e p
sayısı a y n ıd ır ve ç ek ird eğ in e tra fın d a k i elektron sini ezb erden h ızlıca sayabilir).
sayısı da b u p ro to n sayısına e ş ittir am a elekt B ir elem en tin sahip olduğu p ro to n (ve
ro n la r çok k ü ç ü k o ld u k la rı için k ütleye fark elektron) sayısına o elem en tin “atom n u m a ra
edileb ilir b ir k atk ıları yoktur. Bir h id ro je n a to sı” denir. Ö rneğin, k a rb o n u n ato m nu m arası 6,
m u n u n sadece b ir p ro to n u (ve b ir elek tro n u ) k u rşu n u n k i 82’dir. E lem entler, p eriy o d ik tablo
vardır. B ir u ra n y u m a to m u n u n 92 p ro to n u v a r den ilen (ilginç olsa da n ed en periy o d ik tablo
dır. K u rşu n u n 82 tan e. K arb o n u n 6 tan e, l ’d en den d iğ in in detay ların a girm eyeceğim ) tab lo d a
100’e k a d a r (ve 100’d e n b ira z fazla) h e r sayı için, uygun b ir biçim de yerleştirilm işlerdir. Şim di
o sayıda p ro to n a (ve elek tro n a) sa h ip b ir ve sa söz verdiğim üzere, n ed en “k u rşu n u k ü çü k par-
90
çalara a y ırırk en s o n u n d a öyle b ir yere gelirsiniz n ö tro n ? H ayır, p ro to n la rın ve n ö tro n la rın iç in
ki o parçacığ ı te k ra r b ö ld ü ğ ü n ü z d e a rtık k u r de bile k u a rk ded iğ im iz dah a k ü ç ü k b ir şeyler
şu n o lm a k ta n çık ar” d ed iğ im i açıklayacağım . var. A m a b u kon u y a b u k itap ta girm eyeceğim .
K urşun a to m u n u n 82 p ro to n u v ard ır. E ğer a to Sizin anlayam ayacağınızı d ü şü n d ü ğ ü m d en d e
m u b ölecek o lu rsa n ız a rtık 82 p ro to n u o lm aya ğil. B en ken d im , an lam ad ığ ım ı bildiğim den!
cak ve k u rşu n o lm a k ta n çıkacaktır. B urada bilin m ey en in h arik alar d iyarına g iri
Bir a to m u n ç ek ird eğ in d ek i n ö tro n sayı y o ruz. Ve anlayışım ızın sın ırla rın a ne zam an
sı, p ro to n say ısın d an d a h a az sab ittir: p e k çok v a rdığım ızı fark etm ek de önem li. Bu şeyleri
e lem en tin farklı n ö tro n sa y ıların a sah ip izotop h iç anlayam ayacağım ızdan değil. B üyük ih ti
d en en versiy o n ları vardır. Ö rn e ğ in , k a rb o n u n m alle anlayacağız d a, bilim ciler b aşarılı olm ayı
K arbon-12, K arb o n -1 3 ve K arb o n -1 4 d e n e n u m a ra k b u k o n u la r üzerin d e çalışm aya devam
üç izo to p u b u lu n u r. B urad ak i sayılar, a to m u n ediyorlar. A m a n eyi an lam adığım ızı bilm eliyiz
p ro to n la rın ın ve n ö tro n la rın ın to p la m ı olan ve o k o n u n u n üzerin d e çalışm adan önce b u n u
k ü tlesini tem sil eder. H e r b irin in a ltı p ro to n u k abul etm eliyiz. Ç ok k ü çü k o lg u ların h arik alar
b ulunur. K a rb o n -1 2 ’n in a ltı n ö tro n u , K arbon- diyarıyla ilgili e n azın d an bazı şeyleri anlam aya
13’ü n yedi ve K a rb o n -1 4 ’ü n de sekiz n ö tro n u başlayan b ilim ciler v a r am a b e n o n lard an b iri
b ulunur. K arb o n -1 4 gibi b azı iz o to p la r ra d y o d eğilim . B ilgim in s ın ırla rın ı b iliyorum .
aktiftir, y an i ö n g ö rü le b ilir b ir h ızd a am a öngö-
rülem ey e n a n la rd a b aşk a b ir elem en te d ö n ü şe
bilirler.
Pekala, m a d d e le ri d a h a k ü ç ü k d ah a daha
k ü çü k pa rç a la ra ayırm a g ö rev im iz b u ü ç p a r
çacıkla s o n b u ld u m u: elek tro n , p ro to n ,
Stf
hidrojen atomları (gri toplar) ve sekiz karbon
dan (siyah toplar) oluşan görece kısa bir zincir
dir. K arbonla ilgili harika bir özellik, herhangi bir
uzunluğa sahip zincirler oluşturabilmesidir, bazı
ları gerçekten yüzlerce karbon uzunluğundadır.
Bazen zincirler bir halka oluşturabilir, ö rn eğ in
üstte sağdaki (güve kovucuların yapıldığı madde)
naftalin gibi. Naftalin molekülleri de yine hidro
jen bağlı k arbonlardan ancak bu kez iki halka bi
çiminde oluşmuştur. Karbon kimyası, b ir bakıma
lego benzeri bir oyuncak seti gibidir.
Kimyacılar laboratuarda karbon atom larını sa
dece basit halkalar olarak değil Bucky küreleri
Karbon: yaşamın yapı iskelesi ve Bucky tüpleri benzeri harika biçimlerde de
birbirine bağlamayı başarmışlardır. “Bucky”, jeo-
Tüm elementler kendilerine has b ir şekilde özel dezik kubbeyi icat eden büyük A merikalı mim ar
dirler. Ama bir tanesi yani karbon, o kadar özel ki Buckminster Fuller’in takm a adıdır. A radaki bağ-
bu b ölüm ü biraz ondan bahsederek bitirm ek isti
yorum . Karbon kimyasının, onu diğer tü m kim
yadan ayıran bir ismi bile var: “organik” kimya.
G eri kalan tüm kimya ise “inorganik” kimyadır.
Peki karbonu bu kadar özel kılan nedir?
Cevap karbon atom larının diğer karbon
atomlarıyla bağ yaparak zincirler oluştur
m asında yatıyor. Kimyasal bir bileşik
olan oktan (yukarıda, onu petrolün
ya da benzinin bir bileşeni ola
rak da biliyor olabilirsiniz),
92
lantıyı aşağıdaki resme bakarak görebilirsiniz. Bi
lim cilerin yaptıkları Bucky küreleri ve Bucky tü p
leri yapay moleküllerdir. A m a karbon atomlarının,
lego parçalarının birleşmesi gibi birleşerek, nasıl
çok büyük olabilen iskele benzeri yapılar oluştu
rabileceğini göstermişlerdir. (Daha yakın tarihte,
Bucky küresi yapılarının, uzayda, uzak bir yıldızın
yakınına doğru sürüklenm ekte olan b ir toz bulu M iyoglobindeki tü m atom lar karbon ato
tunda tespit edildiğine dair heyecan verici haberler m u değildir am a onları etkileyici bir yapı iskeleti
yayınlandı.) Karbon kimyası her biri farklı şekil gibi birbirine bağlayanlar karbon atomlarıdır. Ve
lerde, neredeyse sonsuz sayıda olası molekül sunar yaşamı m üm kün kılan gerçekten de budur. Mi-
ve bunların farklı binlercesi canlı bedenlerinde yoglobinin canlı hücrelerindeki binlerce eş dere
bulunur. Yukarıda tüm kaslarımızda milyonlarca cede karm aşık molekülden sadece b iri olduğunu
kopyası bulunan çok büyük b ir molekül olan mi- düşünürseniz, tıpkı sizin yeterince büyük bir lego
yoglobini görebilirsiniz. Çizim , atomları tek tek setiyle hem en hem en her şeyi inşa edebileceğiniz
göstermiyor sadece onları birbirine bağlayan bağ gibi k arbon kimyasının da canlı organizmalar ka
ları gösteriyor. d ar karmaşık herhangi b ir şeyi oluşturm ak için bir
araya getirilecek olası biçimleri m uazzam genişlik
teki bir yelpazede sağlayabileceğini aklınızda can
landırabilirsiniz.
Ne! Söylence yok mu? Aşağıdaki resimdeki canlılar toz akar
ları. örüm ceklerle uzaktan akrabalar ancak
Bu bölüm bir dizi söylence ile başlam adığın göze küçük beneklerden başka bir şey olarak
dan farklı oldu. Bunun tek nedeni bu konu görünmeyecek kadar küçükler. H er evde on
üzerine söylence bulm anın çok zor olması. lardan binlerce bulunur, h er halı ve büyük ih
G üneşin ya da gökkuşağının ya da depremle tim alle sizinki de dahil olm ak üzere h er yatak
rin aksine, çok küçük olguların dünyası ilkel onlarla kaynar.
insanların pek dikkatini çekmemiştir. Biraz Eğer ilkel insanlar o nları biliyor olsalardı,
düşününce bu durum çok da şaşırtıcı değil onların varlığını açıklamak için nasıl söylen
aslında. O olguların orada olduğunu bilm ele celer ve efsaneler yaratırlardı kim bilir! Ama
rinin bir yolu yoktu, dolayısıyla onları açıkla m ikroskop icat edilm eden önce bu canlıların
m ak için bir söylence icat etm eleri de gerek varlıkları hayal bile edilemezdi, bu yüzden
m edi elbette. Göllerin ve havuzların, toprağın onlar hakkında b ir söylencemiz yok. Ayrıca
ve tozun, hatta kendi bedenlerim izin bile gözle ne kadar küçük olurlarsa olsunlar, bu akarlar
görülemeyecek kadar küçük am a yine de k ar bile yüz trilyondan fazla atom a sahip.
maşık olan kendilerine has güzellikte ya da Toz akarları görülm ek için fazla küçük
bakış açınıza göre korkutucu canlılarla kayna tü r ama onları oluşturan hücreler daha da
dığını, o n altıncı yüzyılda mikroskop icat edi küçüktür. O nların, ve bizlerin, içimizdeki çok
lene dek kimse bilm iyordu. sayıdaki b akteri ise daha da küçüktür.
Ve atom lar bakterilerden de küçüktür. yanm alı m otoru açıklamazlar, bakterilerden ya
Tüm dünya son derece küçük, gözle görülem e d a nükleer füzyondan ya da elektrikten ya da
yecek kadar küçük şeylerden m eydana gelmiş anesteziklerden söz etmezler. Aslında, hiç de
tir. A m a buna rağm en hiçbir söylencede h a t şaşırtıcı olmayan b ir şekilde kutsal kitaplardaki
ta her şeyi bilen ta n rı tarafından gönderildiği hikayeler, o hikayeleri anlatm aya başlayan in
düşünülen kutsal kitaplarda bile onların bahsi sanların dünya h akkında bildiklerinden fazlası
geçmez! Aslına bakarsanız, tü m bu mitlere ve n ı içermezler! Eğer b u “kutsal kitaplar” gerçek
söylencelere baktığınızda bilim in sabırla o rta ten her şeyi bilen tan rılar tarafından yazılmış,
ya çıkardığı bilgiyi içerm ediklerini görürsünüz. ya d a yazdırılm ış ya da vahiy edilmişlerse, sizce
Evrenin ne kadar büyük ve kaç yaşında o lduğu de b u tan rıların tü m b u yararlı ve önem li b ilgi
nu söylemezler, kanseri nasıl tedavi edebilece ler üzerine bir şeyler söylememiş o lm aları garip
ğim izden bahsetm ezler, yerçekim ini ya da içten değil mi?
AŞAMLARIMIZA İKİ büyük döngü tarafin dan yön VERİLİR, bunlardan biri öbü
Y ründen çok daha yavaştır. Hızlı olan döngü, karanlık ve aydınlığın her 24 saatte bir
gerçekleşen günlük dönüşüm üdür ve yavaş olan döngü ise yaz ve kışın 365 günden
birazcık uzun süren dönüşüm üdür. Hiç de şaşırtıcı olm ayan bir şekilde her iki döngü
de söylenceler doğurm uştur. Özellikle, güneşin doğudan batıya çarpıcı seyahati ne
deniyle gece-gündüz döngüsüne dair söylenceler oldukça zengindir.
Hatta kimi insanlar güneşi, bir tan rı tarafından gök
yüzü boyunca sürülen altın b ir at arabası olarak
görürler.
Avustralya’nın aborjinleri en az 40.000
yıldır adalarında yalıtılmış bir yaşam sürer
ler ve dünyanın en eski söylencelerinden
bazılarına sahiptirler. Bunlar çoğunluk
la Rüyadevri denilen, dünyanın oluştuğu,
hayvanlar ve devlerle dolu gizemli bir çağda
geçer. Farklı aborjin kabilelerinin farklı Rü
yadevri söylenceleri vardır. Şimdi anlataca
ğım, güney Avustralya’nın Flinders sıradağ
larında yaşayan kabileye ait.
İki kertenkele, Rüyadevri zamanında
arkadaş olmuşlar. Biri bir dev kertenkele,
öbürü de bir gekoymuş (ayaklarında dikey
yüzeylere tırm anm asını sağlayan vakumlar
bulunan sevimli bir kertenkele tipi). Bu iki
arkadaş, diğer arkadaşlarının “güneş kadın”
ve onun sarı dingo köpekleri tarafından kat
ledildiklerini öğrenmişler.
96
>
KIS
■
u e Ijİg w3 r ?
Bunun üzerine güneş kadına çok kızan dev kertenkele, güneş kadına
bum erangını fırlatıp onu gökyüzünden düşürmüş. G üneş batı ufkundan
kaybolup dünyayı karanlığa boğmuş. Bizim iki kertenkele paniklem iş
ve umutsuzca güneşi gökyüzüne geri koyup ışığı yeniden canlandırm a
ya çalışmışlar. D ev kertenkele güneşin
kaybolduğu batı tarafına doğru bir
bumerang daha fırlatm ış. Bildi
ğiniz üzere bum erang fırlatana
geri dönen fevkalade bir alettir.
Bu yüzden kertenkeleler, bu
merang geri dönerken güneşi
de gökyüzüne geri getireceğini
umuyorlarmış. A m a öyle olm a
mış. Bunun üzerine b ir umut
güneşi geri getirir diye birçok
yöne birçok bum erang fırlat
mışlar. En son dev kertenkele
nin sadece bir tane bumerangı
kalm ış ve umutsuzlukla onu
güneşin kaybolduğu yönün
tersine, doğuya doğru fırlatmış.
Bu kez bum erang geri dönerken
güneşi de beraberinde getirmiş.
O günden beri güneş aynı rotayı
izlemiş, batıdan batıp, doğudan
doğmuş.
97
D ü n y an ın h e r y erin d e, söylenceler ve efsan e
lerd e bu g arip özellik v ard ır: belli b ir olay ilk kez
g erçekleşir ve so n ra h iç a çıklanm ayan n e d en lerd en
ö tü rü aynı şey son su za d ek olm aya devam eder.
îşte b ir b aşka a b o rjin söylencesi d a h a. Bu se
ferki gü n ey d o ğ u Avustralya’dan. A b o rjin in b iri b ir
g ü n , g ökyüzüne b ir em u y u m u rta sı fırlatır (em u,
b ir çeşit A vustralya d e v ek u şu d u r). Y um urta ç a t
lar, için d en gü n eş çık ar ve (artık b ir şekilde orada,
göky ü zü n d e b u lu n a n ) b ir yığ ın y akacak o d u n u tu
tu ştu ru r. G ö k ta n rısı ışığın in san lara yararlı o ld u
ğ u n u fark e d er ve o g ü n d en so n ra h izm etk arla rın ı
g ö kyüzüne h e r gece ertesi g ü n ü ay d ın latm ak için
y eterin ce y an acak o d u n koy m aları için g ö rev len
dirir.
M evsim lerin d a h a u z u n o lan d ö n g ü sü d e d ü n
y anın d ö rt b ir tara fın d a söylencelere k o n u o lm u ş
tur. Yerli Kuzey A m erik a söylencelerinde d e k a ra k
terler, diğer b irço k söylencede o ld u ğ u gibi, genelde
hayvanlardır. Şim diki söylence b a tı K anada’n ın
T ah ltan y erlilerin d en . Bir z am an lar K irpi ile K u n
d u z ara sın d a m e v sim lerin n e k a d ar u z u n sürm esi
gerektiğine d a ir b ir çekişm e varm ış. K irpi kışın
beş ay sü rm e sin i isteyip beş p a rm a ğ ın ı gösterm iş.
A m a K un d u z kışın beş aydan fazla, k u y ru ğ u n d ak i
çizgilerin sayısı k a d ar sü rm e sin i istiyorm uş. K irpi
sin irle n m iş ve d ah a d a kısa b ir k ış için ısra r e tm e
ye d evam etm iş. Ç ılgınca b ir iş yapıp başp arm ağ ın ı
ısırıp k o p arm ış ve k alan d ö r t p a rm a ğ ın ı kaldırm ış..
Ve o g ü n de n so n ra kış d ö r t ay sü rm ü ş. Bu söylen
ceyi b iraz hayal k ırıcı b u lu y o ru m ç ü n k ü k ış ve y a
zın v arlığ ın ı d o ğ ru d an k abul ed iy o r ve sadece kaç
ay süreceği k o n u su n a b ir açıklam a getiriyor. En
azın d a n b u açıdan b ak ın ca Y unan sö y
lencesi P ersefone d ah a iyi.
Persefone baş ta n rı Z eus’u n k ı
zıydı. A n n esi D ünya’n ın b ere k et ve
h a sat ta n rıça sı D em eter’di. Persefo
ne, D em eter ta ra fın d an ço k se v ilir
d i ve ek in lere göz k ulak olu rd u . A m a Persefone’yi
seven b ir te k D em eter değildi, yeraltı ta n rısı Ha-
98
des de Persefone’yi seviyordu. Bir gün Persefone
çiçekli b ir çayırda oynarken, b ir yarık açıldı ve at
arabası üzerinde H ades belirdi; Persefone’yi kav
rayarak o nu aşağıya, karanlık yeraltı krallığına gö
türdü. D em eter kızının kaybından dolayı o kadar
büyük üzüntü içine düştü k i bitkileri büyütm eyi
bıraktı ve insanlar açlık çekmeye başladı. So n u n
da Zeus, gidip Persefone’yi ışığın ve canlıların
dünyasına geri getirm esi için mesajcısı H erm es’i
yeraltı dünyasına yolladı. Maalesef, Persefone’nin
yeraltı dünyasında bulun d u ğ u esnada altı n ar ta
nesi yediği ortaya çıktı ve b u (söylencelerde gör
meye alıştığım ız m antık üzere) h er yıl (yediği her
nar tanesi için) altı ay boyunca yeraltı dünyasına
geri gitm ek z orunda olduğu anlam ına geliyordu.
Böylelikle Persefone yılın bah arla başlayıp yaz b o
yunca devam eden bir kısm ın ı yeryüzünde geçirir.
Bu süre boyunca bitkiler yeşerir ve h er şey çok g ü
zeldir. Ama kış gelince yediği şu lan et n ar taneleri
yüzünd en H ades’in y anına d ö n e r ve to p rak soğuk
ve ç orak kalır, h içbir şey büyüm ez.
günü geceye.
Kigl
çgulrgn 5erçeKkB n g d jr '
101
Ü nlü d ü şü n ü r W ittgenstein, b ir g ü n öğrencisi ve
arkadaşı olan E lizabeth A nscom be’a sorar:
102
Eğer Dünya saatte 1674,4 kilom etre hızla Gece gündüz çalışmak ve takvim
dönüyorsa yukarıya zıpladıktan sonra yere indi
ğim iz zaman başka bir noktaya inm iş olmaz m ı Dünya üzerinde bulunduğum uz yerin
yız? Saatte 150 kilom etre hızla seyahat eden bir Güneş’e mi yoksa karanlığa mı dönük olduğuna
trende de havaya zıplayabilirsiniz ve yine aynı bağlı olarak gece, yerini gündüze bırakır ve g ü n
noktaya inersiniz. Kendinizi bir nevi zıpladığı düz de geceye. Ancak kısa geceler ve uzun sıcak
nız esnada tren tarafından ileri fırlatılmış olarak yaz günlerinden, uzun gecelere ve kısa soğuk
düşünebilirsiniz am a öyle hissetmezsiniz çünkü kış günlerine mevsimsel geçişler de günün gece
trendeki diğer her şey de aynı hızda hareket et ye, gecenin güne değişmesi kadar belirgindir, en
mektedir. T rende bir topu havaya düm düz atıp tu azından ekvatordan uzakta yaşayanlarım ız için.
tabilirsiniz. Trende giderken iyi bir pinpon oyunu Gece ile gündüz arasındaki fark muazzamdır.
çıkarm anız da gayet müm kün. Yeter ki tren sabit O kadar ki, hayvan türlerinin çoğu ya gündüzcü-
hızda ve sarsıntısız gitsin, hızlanıp yavaşlamasın d ü r ya da gececi, am a ikisi b irden değil. Genellik
ya da bir virajı hızla alm asın. (Ama b u durum le g ünün aktif olmadıkları kısm ında uyurlar. İn
sadece kapalı araçlar için geçerlidir. Tepesi açık sanlar ve kuşların büyük çoğunluğu geceleri uyur
bir kamyonda pinpon oynamayı denerseniz top ve gündüzleri hayat işleri ile meşgul olurlar. Kirpi
UÇUP gider. Çünkü kapalı bir araçtayken hava ve jaguarlar ve başka pek çok m emeli geceleri ça
da sizinle birlikte gelir, açık bir kamyondaysanız lışır gündüzleri uyur.
gelmez.) Ne kadar hızlı olursa olsun, sürekli ve Hayvanların benzer şekilde kış ve yaz ara
kararlı bir hızda giden kapalı bir araçta seyahat sındaki değişime uyum sağlama yolları da var
ederken pinpon oynayabileceğiniz (ya da diğer dır. Birçok memeli kış için kalın ve kabarık bir
başka şeyleri yapabileceğiniz) gibi, kütük gibi ha kürke b ü rü n ü r ve baharda da kıllarını döker.
reketsiz de durabilirsiniz. Ancak tren hızlanmaya Birçok kuş ve memeli, kışı ekvatorun yakınında
(ya da yavaşlamaya) başlarsa ve havaya zıplarsa geçirm ek üzere k im i zaman çok u zak mesafelere
nız, pekâla başka bir noktaya inebilirsiniz! Hız göç ederler ve yazın d a daha yüksek enlemlere
lanan ya da yavaşlayan ya da viraj alan bir tren (çok daha kuzeye ya da güneye), uzun günlerin
de oynanacak pinpon oyunu da (hava hâlâ araca ve kısa gecelerin bol m iktarda yemek yemeyi
göre durağan olsa da) epey ilginç olacaktır. Buna m ü m kün kıldığı yerlere geri göç ederler. Kutup
daha sonra yörüngede bulunan bir uzay istasyo kırlangıcı denen b ir deniz kuşu göç olayında aşı
nunda bir şeyler fırlattığınızda neler olacağıyla rıya kaçmıştır. Kutup kırlangıçları kuzey yazını
ilgili olarak geri geleceğiz. Kuzey K utbunda geçirirler. Sonra, kuzey sonba
harı sırasında güneye göç ederler am a tropikal
103
bölgelerde du rm az, A ntarktika’ya k ad ar d evam e d er
ler. K itaplar A ntarktika’yı b azen Kutup kırlangıcının
“kışlam a alanı” o larak tan ım la r am a elbette b u saçm a
b ir ta n ım ç ü n k ü k u tu p kırlangıcı A ntarktika’da o ld u
ğu e snada g üney yarım kürede m evsim yazdır. Kutup
kırlangıcı o k a d ar uzağa göç eder ki iki y arım k ü re
deki yazı da yakalar, “kışlam a alanı” y o k tu r ç ünkü
kış m evsim ine d e n k gelmez. Bu b an a b ir arkadaşı
m ın yazları İngiltere’de geçirip, kış aylarında tropikal
Afrika’ya gitm esini şakayla karışık o larak “k ışı göğüs
lem ek” şeklinde tan ım lam asın ı hatırlatıyor.
Bazı hayvanların kışı atlatm ak için seçtiği bir
başka yol ise kış b oyunca uyum aktır. Buna “kış uy k u
su” denir. A yılar ve yer sincapları kış uykusuna y atan
birçok m em eliden ve daha b ir sü rü diğer hayvandan
sadece iki tanesidir. Bazı hayvanlar kış boyunca k e
sintisiz uyurken, bazıları ise çoğunlukla u y u r am a ara
sıra da kim i m iskin aktivitelerde b u lu n m ak için kal
kıp so n ra tek rar uyurlar. Genellikle kış uykusu sıra
sında v ücut sıcaklıkları önem li ö lçüde dü şer ve v ücut
içindeki h e r şey yavaşlayarak neredeyse d u rm a n o k
tasına gelir, iç m otorları ancak rölantide çalışır. H atta
Alaska’daki b ir kurbağa b u z kalıbı gibi donup, b ahar
da çözülerek y eniden canlanm aya k ad ar varmıştır.
Bizim gibi kışı atlatm ak için kış uyku su n a yat
m ayan ya da göç etm eyen hayvanların bile değişen
m evsim lere u yum sağlam ası gerekir. Y apraklar b a
h a rd a yeşerir, son bah ard a d ö k ü lü r ve böylelikle ya
zın yemyeşil olan ağaçlar kışın k u ru ve çıplak kalırlar.
K uzular b ah ard a d oğarlar ve b öylece büyü rlerk en sı
cak h avalardan ve yeni o tlardan faydalanırlar. Bizler
ise kışın v ü cu d u m u zd a y ü n lü k ü rk ler oluşturm ayız
am a genellikle y ü n lü k ıyafetler giyeriz.
M evsim lerin değişim ini g örm ezden gelemeyiz
am a onları anlıyor muyuz? Çoğu in san bu değişimi
anlam az. H atta Dünya’n ın G üneş’in etrafın d a d ö n
m esin in b ir yıl aldığını ve yıl d ediğim iz şeyin ta m da
bu old u ğ u nu bile bilm eyen bazı in san lar var! Yapı
lan b ir ankete g öre İngilizlerin y üzde 19’u Dünya’nın
G üneş e trafındaki d ö n ü şü n ü n b ir ay sü rd ü ğ ü n ü d ü
şün ü y o r ve b en zer o ran lar başka A vrupa ü lkeleri için
de söz konusu.
Yılın ne anlama geldiğini anlayanlar arasında yüzyılda, gelmiş geçmiş en büyük bilimcilerden biri olan
bile D ünyanın Güneş’e yazm daha yakın, kışın ise Sör Isaac Nevvton tarafından anlaşılmıştır. Nevvton tüm
daha uzak olduğunu sanan birçok kişi var. Bunu yörüngelerin kütle çekim kuvveti tarafından kontrol
bir de yeni yıla cayır cayır bir kumsalda bikini edildiğini göstermiştir. Bu, düşen elmayı yere doğru çe
siyle mangal yaparak giren AvustralyalIya söyle kenle aynı kuvvettir ama sadece daha büyük bir ölçekte.
yin! G üney yarım kürede Aralık ayının yaz ortası, (Ne yazık ki, Nevvton’un bu fikri kafasına elma düştüğü
T em m uzun da kış ortası olduğunu hatırladığınız zaman bulduğu hikayesi büyük ihtimalle doğru değil.)
anda mevsim lerin Dünya’n ın Güneş’e yakınlığın Newton, çok yüksek bir dağm tepesinde nam
daki değişimle ilgili olm adığını fark edeceksiniz. O lusu yatay bir şekilde denize doğrultulm uş bir top
zaman bu işin bir başka açıklaması olmalı. hayal etti (söz konusu dağ deniz kenarında). Atılan
Gök cisimlerinin neden diğer gök cisimlerinin her top mermisi yatay olarak harekete başlar gibi gö
etrafında döndüğü sorusunun cevabına bakmadan rünüp aynı zamanda denize doğru düşecektir. Deniz
bu açıklamada pek uzağa gidemeyiz. O yüzden şim üzerindeki yatay hareket ile denize doğru olan düşey
di buna bakacağız. hareketin birleşimi aşağı doğru zarif bir eğri oluştu
racaktır ve m erm i sonunda suya düşecektir. Burada
merminin, her zaman, eğrinin daha düz olan ilk kı
Yörüngenin içine sımlarında bile düşmekte olduğunu anlamak önemli.
Neden gezegenler Güneş’in etrafındaki yörüngelerde Bir süre yatay gidip sonra, düşmesi gerektiğini fark
kalırlar? Neden herhangi bir şey, başka herhangi bir şe edince bir anda düşmeye başlayan çizgi film karak
/ yin etrafında yörüngede kalır ki? Bu ilk kez on yedinci teri gibi, düşüşe geçmeye bir anda karar vermiyor!
Top mermisi, atıldığı andan itibaren düşüşe ge risi, D ünyanın etrafı boyunca tekrar tekrar d o
çiyor ama baştaki yatay hareketi epey hızlı oldu lanacak. Tıpkı m inyatür bir ay gibi davranacak.
ğundan o esnadaki düşüşünü düşey bir hareket Aslında, uydu dediklerim iz böyle şeylerdir yani
olarak görmüyorsunuz. yapay “aylar”dır. “D üşerler” am a asla gerçekten
Şimdi topum uzu daha büyük ve daha güçlü yere inmezler. Uzun mesafe telefon görüşmeleri
hale getirelim ki top atış yaptığında, top merm isi ya da televizyon sinyalleri için kullanılan uydular,
denize düşmeden önce çok daha uzağa gidebil yersabit yörünge denen özel bir yörüngede do
sin. Hâlâ daha aşağı doğru bir eğim olsun ama lanırlar. Yani Dünya’nın etrafında dönm e hızları.
çok hafif, çok “düz” bir kıvrılma olsun bu. Hare D ünyanın kendi ekseni etrafında dönm e hızıyla
k e t i n yönü, yolun epeyce bir kısmı boyunca ola- tam olarak aynı olacak şekilde ustalıkla ayarlan
ıdiğince yatay olsun ama buna rağmen sürekli mıştır, böylece D ünyanın etrafındaki yörüngele
düşmeye de devam etsin. rini her 24 saatte bir tamamlarlar. Eğer düşünür
Ç ok daha büyük ve çok daha güçlü bir top seniz bu, her zaman Dünya yüzeyindeki belli bir
ile bu düşünce deneyine devam edelim: bu top o noktanın üzerinde bulundukları anlam ına gelir.
kadar güçlü olsun ki atacağı top mermisi denize Uydu çanağınızı, tam da aşağıya televizyon sin
düşmeden gerçekten çok büyük bir mesafe katede- yalleri yollayan belli bir uyduya doğrultabilmeni-
bilsin. Şimdi Dünyanın yuvarlaklığı işin içine gir zin nedeni de budur.
meye başladı. Top merm isi hâlâ sürekli “düşüyor” Yörüngedeki bir cisim, örneğin uzay istasyo
am a gezegenin yüzeyi dairesel olduğu için “yatay” nu, her zaman “düşm ektedir” ve hafif ya da ağır
hareketten bahsetmek biraz garip olmaya başlıyor. olsun uzay istasyonunun içindeki diğer her şey de
Mermi hâlâ, daha önce olduğu gibi zarif bir eğriyi aynı hızla düşmektedir. Burası du ru p bir önceki
takip etmeye devam ediyor. Ama merm i, denize bölüm de söz verdiğim üzere kütle ve ağırlık ara
doğru eğriyi takip ettikçe, deniz de Dünyanın eğ sındaki farkı açıklamak için iyi bir yer.
risini takip edip merm iden uzak kalmaya devam Yörüngedeki bir uzay istasyonundaki tüm
ediyor. Böylece m erm inin denize düşmesi daha da nesneler ağırlıksızdır. Ama kütlesiz değildir
çok zaman alıyor. Yine sürekli bir düşüş var ama ler. Daha önce kütleden bahsettiğimiz bölümde
bu düşüş gezegenin etrafında gerçekleşiyor. gördüğümüz üzere bu nesnelerin kütleleri, sa
Bu düşüncenin nereye gittiğini görebilirsiniz. hip oldukları proton ve nötron sayısına bağlıdır.
Şimdi öyle güçlü bir top hayal ediyoruz ki atı Ağırlık, (kütle) çekim kuvvetinin kütleniz üze
lan top mermisi, başladığı noktaya gelene kadar rinde uyguladığı çekimdir. Dünya üzerindey
D ünyanın etrafında gitmeye devam etsin. Mermi ken kütleyi ölçmek için ağırlığı kullanabiliriz
“düşmeye” devam ediyor ama gezegenin kıvrımı, çünkü çekim kuvveti her yerde (hem en hemen)
m erm inin hareketinin kıvrımıyla eşitlendiğin aynıdır. Ama daha büyük kütleli gezegenlerin
den, denize daha da yakınlaşmadan D ünyanın çekim kuvvetleri daha güçlü olduğundan ağırlı
etrafında dönüyor. İşte şimdi m erm i yörünge ğınız bulunduğunuz gezegene göre değişir. Küt
de ve onu yavaşlatacak bir hava direnci olmadı leniz ise nerede olursanız olun aynı kalır, hatta
ğını varsayarsak (ki gerçekte olacaktır) sınırsız yörüngedeki bir uzay istasyonunda ağırlıksız
bir zaman boyunca yörüngede kalıp dönmeye olsanız bile. Uzay istasyonunda ağırlıksız o lur
devam edecek. Top mermisi “düşmeye” devam sunuz çünkü sizin ağırlığınızı ölçen cihaz da si
ediyor olacak ama ertelenen düşüşünün zarif eğ zinle birlikte aynı hızda (“serbest düşüş” denen
107
hareket içerisinde) “düşm ektedir”, bu n e
denle ayağınız ta rtı üzerinde hiçbir basınç
uygulamayacak, tartı da sizi ağırlıksız ola
rak gösterecektir.
A m a ağırlıksız olm anıza rağm en kütle
siz olm aktan uzaksınız. Eğer uzay istasyo
nunun “tabanından” kuvvetlice zıplayacak
olursanız, “tavana” do ğ ru harekete geçer
siniz (nerenin taban nerenin tavan olduğu
pek de belli değildir ya neyse!) ve tavan ne'
kadar yüksek olursa olsun kafanızı tavana
çarparsınız ve tıpkı kafanızın üzerine dü ş
m üşsünüz gibi canınız acır. Uzay istasyo
nundaki diğer nesneler de sizin gibi kütleli
cisim ler olacaktır. K abinde yanınızda bir
top m erm isi olsa o da sizinle beraber, n e
redeyse bir deniz topu k adar hafifmişçesi
ne ağırlıksız bir şekilde süzülecektir. Ama
onu tutu p kabinin ö bü r tarafına fırlatm aya
çalışırsanız, deniz topu k adar hafif olm adı
ğını görürsünüz. M erm iyi fırlatmaya çalış
m ak sizi zorlar hatta to p u hareket ettirm ek
yerine kendinizi aksi yöne ittirm iş olarak
da bulabilirsiniz. Top m erm isi “aşağı” uzay
istasyonunun tabanına doğru gitm ek üze
re hiçbir harekette bulunm asa da, size ağır
gelecektir. Eğer top m erm isini o d an ın diğer
bir köşesine fırlatm ayı başaracak olursanız,
ağır b ir cisim yolu üzerindeki b ir şeye ç arp
tığında nasıl bir etki yaratırsa o da öyle bir
etki yaratacaktır, o nedenle d oğ ru d an ya da
duvardan sekerek a stronot arkadaşlarınızın
kafasına çarpm am ası iyi olur. Eğer diğer bir
top merm isiyle çarpışacak olursa, ikisi de
geri sekecektir am a bu iki pin p o n topununki
gibi hafif değil “ağır” bir çarpışm a olacaktır.
U m arım bu anlattıklarım size kütle ve ağır
lık arasındaki fark hakkında bir hissiyat ver
miştir. Uzay istasyonunda, b ir top m erm isi
bir b a londan çok daha fazla kütleye sahiptir
ancak her ikisinin de ağırlığı aynıdır: sıfır.
Yumurtalar, elipsler ve
kütle çekimden kaçış
H adi dağın tepesindeki topum uza g erfd ö n elim ve onu
daha da güçlendirelim . N e o lu rd u j^ ım d i N ew tondan
hem en önce yaşam ış olan b ü ^ k Alm an bilim ci Jo-
hannes Kepler ile tanışm am ızın vakti geldi. Kepler,
diğer cisim lerin yörüngesirfae dolaşan cisim lerin
yaptığı z arif e ğrinin aslında b ir daire değil, antik
Yunan zam anlarından b /r i m atem atikçilerin /
“elips” olarak bildiği birişekil o lduğunu gös- t
terdi. Elips aşağı yukara b ir yu m u rta biçi- /
m indedir (am a sadece aşağı yukarı”, çü n - /
kü yum urtalar tam eli s değildir). Daire, r
özel bir elips biçim idiı küt b ir y um urta
düşünün, o kadar küçilk ve b o d u r olsun
ki bir pinpon topu gib çözüksün.
H em elips çizm en n kolay b ir şey,
hem de dairenin elipsin ©zel b ir biçim i
olduğuna sizi ikna etm ek tein bir yol var.
Bir parça ip alın ve iki u cu h u birbirine
olabildiğince küçük ve güzetee d üğüm - 1
leyerek ipi b ir halka haline getnûn. Şim di \
bir deste kağıda b ir raptiye batırın, yaptı- \
ğım z halkayı raptiyenin etrafından geçirin. \
Bir kurşun kalemi, halkanın b ir u c u n aW ap - \
tiye ö bür ucunda kalem olacak şekilde h a l k l a
geçirin. H alkanın yetiştiği yere uzanacak kadar*Ns _ ^
ipi gergin tuta rak raptiyenin etrafında bir tu r atıp
kalem le çizin. Elbette b ir daire çizmiş oldunuz.
Şimdi ikinci b ir raptiye daha alın ve onu d a kağıt
destesine, önceki raptiyeye tem as edecek şekilde batı
rın. İpi iki raptiyeden geçirip az önceki işlemi tek rar
layacak olursanız hala b ir daire çizersiniz ç ü n k ü ra p /
tiyeler tek bir raptiye gibi davranacak kadar birbirine
yakındır. Şimdi işler ilginçleşecek. Raptiyeleri birbi
rinden birkaç santim uzağa yerleştirin. Yine kalemle,
ipin yetişebileceği yerleri çizecek olursanız çizdiğiniz
şey bir daire değil, “y um u rta biçim li” bir elips olacak
tır. Raptiyeleri birbirind en ne kadar uzağa yerleştirir
seniz, çizdiğiniz elips de o kadar basık olur. Ne kadar
yakm a yerleştirirseniz o k adar geniş, o k adar dairesel
110
olur. İki raptiye tek bir raptiye olacak şekilde ça makları göstermiş oldu. Başta top merm isi sade
kıştıklarında ise elips artık bir daire olur, bahset ce denize düşüyordu. D aha sonra giderek artan
tiğim özel biçim budur. güçle birlikte arka arkaya ateşlediğimiz m erm i
Şimdi, elipsle tanıştığımıza göre, süper-güç- lerin eğrisi, top (neredeyse) dairesel bir yörünge
lü topum uza geri dönebiliriz. Neredeyse dairesel için gereken hıza ulaşana kadar git gide yataylaştı.
diyebileceğimiz bir yörüngede dolanacak şekil Sonra ateşleme hızının daha da artm asıyla, top
de bir top merm isi fırlatmıştık zaten. Eğer şimdi m erm isinin yörüngesi daha az dairesel bir hal
topu biraz daha güçlendirecek olursak, m erm inin aldı ve uzadı, böylece eliptik hale geldi. Sonun
yörüngesi daha “uzatılmış”, daha az dairesel, elip da “elips” o kadar uzadı ki elips olm a özelliğini
tik bir hal alacaktır. Buna “dış merkezli” yörünge tam am en kaybetti, m erm i kurtulm a hızına ulaştı
denir. Top merm isi önce Dünyadan uzağa doğru ve hepten gözden kayboldu.
fırlayacak ve sonra geriye doğru, dönüşe geçecek D ünyanın G üneş etrafındaki yörüngesi tek
tir. Dünya iki “raptiyeden” biridir. Diğer raptiye nik olarak bir elipstir am a neredeyse özel daire
katı b ir cisim olarak bulunm az ama onu uzaydaki biçimine yakın bir elips. Aynısı Plüton hariç diğer
hayali bir raptiye olarak düşünebilirsiniz. Hayali gezegenler için de geçerlidir (zaten günümüzde
raptiye, bazı insanlar için matematiksel hesapla Plüton, gezegen kategorisinden çıkarılmıştır).
maları anlaşılır kılm akta yardım cı o lur am a sizin Ö te yandan bir kuyrukluyıldızın yörüngesi ise
kafanızı karıştırıyorsa unutun gitsin. Burada fark çok ince, uzun bir yum urta gibidir. Kuyrukluyıl
edilmesi gereken önem li nokta, D ünyanın bu dızın elipsini çizmek için kullanacağınız “raptiye
‘yum urtanın” merkezi olmayacağıdır. Merm inin ler” birbirlerinden çok uzaktır.
yörüngesinin D ünyadan uzaklaşması, bir tarafta Kuyrukluyıldızın “raptiyelerinden” biri gü
(sözgelişi “hayali raptiyenin” olduğu tarafta), d i neştir. Yine burada da, öteki “raptiye” aslında
ğer tarafta olduğundan (yani D ünyanın kendi uzayda gerçek bir cisim değildir, onu sadece h a
sinin “raptiye” olduğu tarafta olduğundan) çok yal etm eniz gerekiyor. Kuyrukluyıldız, Güneş’ten
daha fazla olacaktır. en uzakta bulunduğu konumdayken (bu konuma
Topumuzu daha da güçlü hale getirmeye d e “günöte” denir) en düşük hızda hareket eder. Kuy
vam edelim. Bu durum da m erm i artık D ünyadan rukluyıldız, tüm hareketi boyunca serbest düşüş
çok çok uzağa gidiyor ve çekim kuvveti tarafın tedir am a bir kısm ında bu hareket Güneş’e doğru
dan zar zor çekilip Dünya’ya dönüşe geçebiliyor değil Güneş’ten öteye doğrudur. Yavaşça günöte
olsun. Yörüngenin elipsi çok uzun ve gerilmiş bir konum undan dönüşe geçer ve Güneş’e doğru
hal almıştır. Ve öyle bir nokta gelecektir ki artık düşmeye başlar, gittikçe hızlanarak düştükçe d ü
elipT ^İTnaktaa^ıkacaktır: top merm isini daha şer, tâ ki Güneş’in (yani öteki “raptiyenin”) etra
da hızlı ateşleriz ve bu td rrrrtîk -to p ıijjlim y an ın fından, Güneş’e en yakın noktası günberiden yol
çekim kuvvetinin onu geri döndürebileceğTndk^- —boyuncaulaşacağı en yüksek hızla geçene kadar.
tanın da ilerisine taşır. M erm i “kurtulm a hızına” Kuyrukluyıldız g önberi_noktasında, Güneş’in
ulaşmıştır ve sonsuza kadar (ya da bir başka cis etrafından hızla dönerek uzaklâşnîaya başla_r ve
m in, örneğin güneşin, kütle çekimine kapılana Güneş’ten uzaklaşıp en yavaş olduğu günöte nok
kadar) gözden kaybolur. tasına giden yolculuğu boyunca aşamalı olarak
G ücü yavaş yavaş artan topumuz, b ir yörün hızını kaybeder. Bu döngü kendini defalarca tek
genin oluşum una ve sonrasına giden tüm basa rarlamayı sürdürür.
111
Uzay m ühendisleri, ro k etlerin in yakıt h arca derdiği, halkalardan ve 62 uydudan (aydan) o lu
m aların ı azaltm ak için sap an etkisi d en en b ir şey şan S atürn sistem ine d o ğ ru fırlatm ıştır.
den yararlanırlar. U zak gezegen S atürn’ü ziyaret D ediğim gibi gezegenlerin ço ğunun
etm ek için tasarlanan C assini uzay aracı, d o la m G üneş’in etrafındaki yörüngeleri neredeyse d ai
baçlı b ir yolm uş gibi g ö rü n e n b ir ro ta izleyerek resel elipsler şeklindedir. P lüton ise farklıdır, sa
Satürn’e ulaşm ıştır. A m a aslında bu rota sapan e t dece b ir gezegen olarak a d la n d ırılm a y a c a k kadar
kisin in ustaca kullanılm asıyla p lanlanm ıştır. C as küçük o lm asın ın h aricinde, fark edilebilir d erece
sini, k endisini d o ğ ru d a n Satürn’e g ö tü rm ek için de dışm erkezli bir yörüngesi vardır. Ç oğunlukla
gerekecek roket y ak ıtın d an çok d ah a azını k u lla N ep tü n ’ü n y ö rüngesinin d ışın d ad ır am a giinbe-
nıp, rotası ü zerin d ek i üç gezegenin çekim kuvvet ride N eptün’ü n neredeyse dairesel olan y örünge
leri ve yörüngesel hareketlerin d en faydalanm ıştır. sin in içine g irer ve bu esnada G ü neşe N ep tü n ’d en
Venüs’ten iki kez y ararlanıp. D ü n y a n ın etrafın d an dah a yakındır. A ncak P lüton’u n y örüngesi b ile bir
salın d ık tan s o n ra Jüpiter’d e n gelen son b ir kuv kuyrukluvıldızınki kadar d ışm erkezli o lm an ın y a
vetli yardım la ilerlem iştir. H er b irin d e b ir kuy k ın ın d an geçem ez, ü n lü H alley Kuyrukluyıldızı,
rukluyıldız gibi gezegenin e tra fın d an dolaşarak bize an cak g ü nberideyken yani Güneş'e en yakın
düşü şü n ü s ü rd ü rm ü ş, G üneş’in e tra fın d a d olanan olup G üneş’in ışınlarını y ansıttığı esnada g ö rü n ü r
gezegenlerin kütle çekim sel etek lerin e yapışıp hız olur. E liptik yörüngesi on u çok çok uzaklara gö
kazanm ıştır. Bu d ö rt sapan desteği C assini’yi, o tü rü r ve bizim yakınım ıza an cak h er 75-76 yılda
zam an d an b eri d u d a k uçuklatıcı fotoğraflar g ö n bir gelir. Ben 1986'da H alley K uyrukluyıldızını
112
^jtfrdüm ve o zam anlar bebek olan kızım Juliet’e g ö s te n S ^
Kulağına ben im bu kuyrukluyıldızı tekraıî göremeyeceğimi
am a o n u n 2061’d e dö n d ü ğ ü n d e görm ek için b ir şansı daha
olduğunu fısıldadım (elbette söylediklerim i anlayacak yaşta
değildi am a b en yine d e ısrarla söyledim )/
Bu arada kuyrukluyıldızın “kuyruğu" toz-
dan bir trendir ve bu tozların kaynağı zanne-
debileceğimiz gibi kuyrukluyıldızın baş / /
kısmı değildir . Daha çok bunlar gü- / /
neş rüzgarı dediğimiz, Güneş’ten / / /
“esen” parçacıkların akımdır. Böy- j / /
lelikle kuyrukluyıldızın kuyru- / / /
ğu, kuyrukluyıldızın nereden / / / /
geldiğinden bağımsız olarak, / I |
her zam an Güneş’in bulun
duğu yönün tersine doğru- 1
dur. Bir zamanlar bilimkurgtı \ \ \ •
hikayelerinde geçen heyecan \
verici bir tasarı olan, /Güneş \ \
rüzgarlarını devasa “yelkenlere”
sahip uzay araçların/hareket ettir- 'v «8
ıııek için kullanma fikri şimdilerde
Japon uzay mühendisleri tarafından
uygulamaya/ğeçiriliyor. Tıpkı gerçek rüz
garı kullanarak hareket eden yelkenliler gibi,
uzay-yelkenlileri de teorik olarak uzak dünyalara
gitm enin oldukça ekonom ik bir yolunu sağlayabilir.
Yaz mevsimine yan bakış
nedenidir. Nasıl mı? Bakalım.
A rtık yörüngeleri anladığımıza göre, neden kış Daha önce de dediğim gibi ekseni, yerkürenin
ve yaz mevsimlerimizin olduğuna dair sorumuza Kuzey Kutbundan girip Güney K utbundan çıkan
geri dönebiliriz. Hatırlarsanız bazı insanlar yazın bir çubuk (ya da dingil) gibi düşünebiliriz. Şimdi
Güneşe daha yakın, kışın ise daha uzak olduğu Dünyanın Güneş etrafındaki yörüngesini, kendisi
muzdan mevsimlerimizin olduğunu sanıyorlardı. ne ait bir dingili olan çok büyük bir tekerlek gibi
Eğer D ünyanın yörüngesi Plüton’unki gibi olsaydı düşünün ve bu dingil Güneş’in “Kuzey Kutbuyla”
bu iyi bir açıklama olabilirdi. Aslında Plüton'un “Güney Kutbu” arasından geçiyor olsun. Bu iki ek
kışı ve yazını oluşturan neden tam olarak budur sen (D ünyanın ve Güneş’in eksenleri) birbirleri
(her ikisi de bizim burada yaşadığımız herhangi bir ne tamam en paralel olabilirlerdi, yani Dünyanın
sıcaklıktan çok daha soğuk geçse de). ekseninin eğik olmadığını düşünün. Bu durumda
Ancak D ünyanın yörüngesi neredeyse daire gün ortasındaki Güneş ekvatorda her zaman tepe
seldir, dolayısıyla gezegenin Güneş’e olan yakınlığı noktasında olacak, gündüz ve gecenin uzunluğu
ve uzaklığı değişen mevsimlerimizin nedeni ola her yerde aynı olacaktır. Mevsimler olmayacaktır.
maz. Dünyanın Güneşe en yakın olduğu konum Ekvator her daim sıcak olacaktır ve ekvatordan her
(yani günberi) Ocak ayında ve en uzak olduğu iki kutba doğru ilerledikçe hava gittikçe soğuya
konum (yani günöte) ise Temmuz ayındadır ama caktır. Ekvatordan uzaklaşarak sıcaktan kurtulmak
eliptik yörünge dairesel olmaya o kadar yakındır ki m üm kün olacak ama kışı beklemek bir fark yarat
bu fark edilebilir bir ayrım yaratmaz. mayacaktır çünkü bekleyecek bir kış olmayacaktır.
Peki o zaman, yaz ve kış arasındaki ayrıma Bir yaz ya da herhangi bir çeşit mevsim de olm a
neden olan nedir? Oldukça farklı bir şey. Dünya yacaktır.
bir eksen etrafında dönmektedir ve bu eksen eğik Ancak gerçekte bu iki dingil birbirine paralel
tir. Bu eğiklik mevsimlere sahip oluşumuzun asıl değil. D ünyanın dingili (ekseni), Güneş’in etrafın-
daki yörüngesine göre eğiktir. Ama bu eğiklik öyle Kuzey yazortasında, Kuzey Kutup Dairesinde ör
çok da kızla değil, 23,5 derecedir. Eğer (Uranüs’’ün- neğin İzlanda’nın kuzeybatı ucunda ayakta duracak
ki gibi) 90 derece olsaydı, Kuzey Kutbu yılın bir b ö olursanız, Güneş’in kuzey ufkunu sıyırıp geçtiğini
lüm ünde doğrudan Güneşe bakıyor olacaktı (buna ama asla tam batmadığını görürsünüz. Daha sonra
kuzey yazortası diyebiliriz), öte yandan kuzey kı- gün ortasına doğru gökyüzündeki (çok da yüksek
şortasında ise Güneş’in olmadığı yöne bakıyor ola olmayan) en yüksek noktasına yükselir.
caktı. Eğer Dünya Uranüs gibi olsaydı, yazortası Kuzey Kutup Dairesinin biraz dışında kalan
boyunca güneş Kuzey Kutbunda her zaman tepe kuzey İskoçya’d a ise, yazortası güneşi bir çeşit gece
noktasında olacak (orada hiç gece olmayacaktı), yaratacak kadar ufkun altına iner ama bu pek ka
Güney K utbunda ise gündüz olmayacak, hava buz ranlık bir gece olmaz çünkü Güneş hiçbir zaman
gibi soğuk ve karanlık olacaktı. Altı ay sonra ise ufkun çok çok altına inmez.
tam tersi. Demek ki, kış (gezegenin bizim bulunduğu
Ancak gezegenimiz gerçekte 90 derece değil m uz kısmı Güneş’ten uzağa doğru bakarken) ve yaz
sadece 23,5 derece eğik olduğundan biz kendimizi, (Güneş’e doğru bakarken) mevsimlerine sahip olu
eksenin dik olduğu mevsimsizlik aşırılığından, ne şumuzu da kış mevsiminde günlerin kısa, yaz mev
redeyse tam eğik olduğu Uranüs aşırılığına giden siminde ise uzun oluşunu da Dünyanın ekseninin
yolun ilk çeyreğinde buluruz. Bu da, D ünyanın eğikliği açıklıyornnış. Ama eksen eğikliği, kışın ne
kuzey yazortasında, Güneş’in Uranüs’teki gibi Ku den bu kadar soğuk, yazın ise neden bu kadar so
zey K utbunun tepe noktasında olmadığı anlamına ğuk, yazın ise neden bu kadar sıcak olduğunu da
gelir. Bu aşamada aralıksız gündüz yaşanır ancak açıklıyor mu? Neden Güneş tam tepedeyken, ufka
Uranüs’teki gibi Güneş en tepede değildir. Dünya yakın bulunduğu am a alçaklarda gezindiği d u
döndükçe Güneş de gökyüzünde daire çizer gibi rum dan daha sıcak hissedilir? G üneş aynı Güneş,
görünür ama asla tam olarak ufkun altına inmez. hangi açıda bulunuyor olursa olsun aynı miktarda
Bu söylediğim Kuzey Kutup Dairesi için geçerli. sıcak olm ası gerekmez miydi? Hayır, gerekmezdi.
G ün eşe doğrıı eğik d u rd u ğ u m u zd a o na h a tom etre) ölçebilirsiniz. Kış m evsim indeyse öğle
fifçe yakın o lduğum uz gerçeğini unutabilirsiniz. vakti yani g ün o rtasında. D ünyanın eksenindeki
Bu, G ün eşe olan m esafem iz (150 m ilyon kilo eğiklik nedeniyle güneş görece alçakta olacak,
m etre) düşü n ü lü rse son derece k üçük (sadece yani güneş ışınları D ünyaya d ah a eğik bir açıy
birkaç bin kilom etrelik) bir farktır ve G üneş’in la daha “yandan” geliyor olacak, siz bu zam anda
güııöte ve günberi arasındaki (5 m ilyon kilo güneşlenecek olursanız, güneşten gelen belirli
m etre kadar) uzaklık farkıyla k arşılaştırıldığında sayıdaki fotonlar cildinizin d ah a büyük bir ala
da g örm ezden gelinebilir. Hayır, asıl önem li nı tarafından “paylaşılacaktır”. Bu da, h ani yazın
olan hem G üneş ışınlarının bize h a n güneşlendiğiniz du ru m d ak i baştaki o deri ala
gi açıyla geldiği, hem de günlerin nının payına, yazın ortasındayken olacağından
kışın daha u zun, yazınsa daha daha az foton düşeceği anlam ına gelir. C ildiniz
kısa olm asıdır. G üneşi gün için geçerli olan bu d u ru m , ağaçların yaprakla
ortasın d a öğleden s o n ra rı için de geçerlidir ve bu bitkiler için gerçekten
ki h alinden d aha sıcak önem lidir çünkü bitkiler besinlerini üretm ek
h issettiren, g ü n orta- için g üneş ışınlarını kullanırlar.
güııeş krem i G ün ve gece, kış ve yaz; bunlar bizim ve
sürm eyi öğleden (belki denizin karanlık ve soğuk d erinliklerin
so n ra sürm ekten de yaşayanlar hariç) tüm canlıların yaşam larını
d aha önem li kılan kontrol eden önem li değişken döngülerdir. Bi
•v bu açıdır. Bitki- zim için çok önem li o lm ayan am a başka canlılar,
■' lerin yazın, kışın örneğin deniz kıyılarında yaşayan canlılar için
', old u ğ u n d an daha çok önem li başka d öngüler d e vardır. Bunlardan
çok büyüm esini biri de Ay’ın neden olduğu, genellikle gelgit ola
V sağlayan, bu açı ve rak kendini gösteren döngülerdir. Ay döngüleri,
gün uzu n lu ğ u n u n kurt a d am lar ve vam pirler gibi rahatsız edici bazı
birleşim idir. eski söylencelere de konu olm uştur. A m a şim di
Peki bu açı ne bu konuyu istem eyerek de olsa bir kenara bıra
den bu k ad ar büyük kıp G üneş’in k endisine geçmeliyim.
b ir fark yaratıyor? Bunu
açıklam anın b ir yolu
şu: Yazın ortasın d a, öğlen
vakti güneşlendiğinizi ve g ü
neşin tepenizde o lduğunu hayal
edin. S ırtınızın ortasındaki d erin in
belli b ir santiınctrekaresine düşen foton
lar) (küçük ışık p arçacıkları) b ir ışıkölçerle (fo
117
üneş , soğuk iklim lerde o kadar rahatlatıcı
118
16. yüzyılda İspanyollar gelmeden önce, Güney ve O rta
Am erikada serpilen büyük uygarlıklar güneşe taparlardı. A nd
dağlarının eteklerinde yaşayan İnkalar güneşin ve ayın kendile
rinin ataları olduklarına inanırlardı. Meksika topraklarında yaşa
yan Azteklerin tanrılarının birçoğu, M ayalar gibi aynı bölgedeki
daha eski uygarlıklarınkilerle ortaktır. Bu tanrıların pek çoğu
n u n güneş ile bir bağları vardır ya d a bazı durum larda güneşin
kendisidirler. Azteklerin “Beş G üneş Söylencesi” şimdiki dünya
varolmadan önce dört dünya daha
olduğunu ve her birinin kendi gü
neşi olduğunu anlatır. Önceki dört
dünya genellikle tanrıların gazabı
sonucu olmak üzere afetlerle birer
birer yokedilmiştir. Siyah Tezcat-
lipoca diye adlandırılan ilk tanrı,
onu sopasıyla gökyüzünden devi
ren kardeşi Quetzalcoatl ile kavga
halindedir. Bir süre devam eden
güneşsiz karanlık dönem in ar
dından Quetzalcoatl ikinci güneş
olur. Tezcatlipoca sinirinden tüm
insanları m aym una çevirir, Quet-
zalcoatl da tüm maymunları üfle
yip uçurur ve ikinci güneşlikten
istifa eder.
Tanrı Tlaloc üçüncü gü
neş olur. Fakat bu tanrı, karısı
Xochiquetzal’ın Tezcatlipoca ta
rafından çalınm asına çok kızar,
küser ve yağm ur yağdırmayı red
deder, böylece korkunç b ir kurak
lık olur. İnsanlar yağm ur için o
kadar yalvarırlar ki onların yaka
rışlarından bıkan Tlaloc alın size
yağm ur diyerek bir ateş yağm uru
gönderir. Ateş tüm dünyayı yakar
ve tanrıların h er şeye yeni baştan
başlaması gerekir.
119
D ö rd ü n cü güneş ise Tlaloc’u n yeni
eşi C halchiuhtlicue olur. Başlangıçta işler
yolu n d a görü n m ektedir am a Tezcatlipoca
o n u o k ad ar üzer ki 52 yıl hiç durm adan
kan ağlar. G özyaşları dünya
yı yok eder ve tan rıların yeni
b aştan başlam aları gerekir.
Söylencelerin k ü çük detayları
nasıl da özellikle b elirttiği sizce
de ilginç değil m i? C halchiuht
licue n e d en 51 ya d a 53 değil de
52 yıl b oyunca ağlamış?
120
Aztekler güneş tanrısını tatm in rak kurban etm ek için çok sayı
etm ek için insan kurban etmeleri da savaş tutsağı toplayabilmekti.
gerektiğine yoksa her sabah gü Kurban etm e töreni genellikle,
neşin doğmayacağına inanırlardı. örneğin Aztek, Maya ve İnka-
G örünen o ki, kurban etmeye ara larm m eşhur devasa piramitleri
verip güneşin b ir ihtim al yine de gibi (güneş tanrısına daha yakın
doğup doğmayacağını test etm ek olabilmek için) yerden yüksek
akıllarına gelm emiş. Azteklerin bir alanda yapılırdı. D ört rahip
kurban törenlerinin dehşet ve- sunakta kurbanı tutar, beşinci
riciliği meşhurdur. İspanyolla bir rahip de bıçağı kulla
rın (kendi dehşet vericiliklerini nırdı. Kalbi çıkarmak
beraberlerinde getirerek) kıtaya için m üm kün oldu
varmalarıyla Azteklerin altın çağı ğunca hızlı dav
sona ererken güneşe tapınanların ranırdı, çünkü
uygulamaları kan dondurucu bir böylece kalbi
noktaya ulaşmıştır. 1487’de büyük tutup güneşe
Tenochititlan t; kaldırdığında
ğında kurban edile i kalp hâlâ atı-
insan sayısının j* yor olurdu,
20.000 ila 80.000 f Bu esnada
arasında olduğu L kalbi çıkarıl
tahm in edilmek- m ış kanlar
tedir. Güneş ta n iç in d e k i
rısını m em nun beden, te
etm ek için farklı penin ya da
hediyeler de su piram idin ya
nulabilirdi ancak m açlarından aşağıya
asıl sevdiği şey insan yuvarlanırdı. Beden bu
kanı ve hâlâ atms rada yaşlı adam lar tara
ta olan insan kalbiy fından tutulup parçaları
di. Savaş zam anının na ayrılır ve genellikle
en temel amacı, iyinsel yemeklerde
kalpleri çıkarıla- yenirdi.
Piram itler, ayrıca b ir başka uy
garlıkla yani M ısır’daki an tik uy
garlıkla ilişkilendirilirler. A ntik
M ısırlılar d a güneşe tapardı. En
bü y ü k tanrıların d an biri güneş
olan R a idi.
............. 6 5 0 0 k i l o m e t r e u z a ğ a k o y m a n ı z g e r e k e c e k t i r !
fh
n#- *
128
Bir yıldızın yaşam öyküsü
Ancak bırakın R 136al’in yörüngesindeki ge iç kısm ındaki bu “yavaş işleyen hidrojen bom ba
zegenlerde yaşam olup olm adığını, yörüngesinde sı”, devasa m iktarlarda ısı, ışık ve diğer radyasyon
gezegen olduğu bile meçhuldür. B unun nedeni tipindeki biçim lerde enerjiyi açığa çıkararak h id
aşırı derecede büyük yıldızların çok kısa öm ürlü rojeni helyum a (Yunan güneş tanrısı Helios’tan
olm alarıdır. R136al büyük ihtim alle sadece bir ism ini alan bir şey d aha) yani ikinci en basit ele
milyon yıl yaşında, ki bu G üneş’in yaşının binde m ente dönüştürür. Bir yıldızın büyüklüğünün,
birinden az b ir süre ve yaşam ın evrilm esi için ye ısının dışa doğru itmesiyle, kütle çekim inin m er
terli değildir. keze doğru çekim inin b ir dengesinin sonucu ol
Güneş daha küçük, daha “o rta halli”, m il duğunu söylediğimi hatırlıyor musunuz? İşte bu
yarlarca yıllık (sadece m ilyonlar değil) uzun ya denge, yıldızın m ilyarlarca yıl boyunca kendini
şam öyküsü boyunca birçok aşam adan geçmiş yiyip bitirip sonunda yakıtının bitm esine kadar
bir yıldızdır. Tıpkı b ir ç ocuğun büyüyüp yetişkin aşağı yukarı bozulm adan kalır. D aha sonra ise,
olması, a rdından o rta yaşlarını sürm esi ve sonun kütle çekim in karşı k onulm az etkisi sonucu yıldız
da yaşlanıp ölecek olması gibi. O rta halli yıldızlar genellikle kendi içine göçer ve bu noktada kızılca
çoğunlukla h idrojenden yani tü m elem entlerin kıyamet kopar (kıyamet anını daha iyi hiçbir şey
en basitinden (bakınız 4. bölüm ) oluşur. Yıldızın anlatam az herhalde).
. Bir yıldızın yaşam öyküsü astronom ların küçük bir
kesitinden fazlasını gözlem leyem eyeceği kadar uzundur.
Neyse ki, gökyüzünü teleskoplarıyla tarayan astro n o m
lar h e r biri g elişim inin farklı aşam alarında birçok yıldız
bulabilirler: bunların kim isi bizim G üneş’im izin de b u n
d a n d ö rt b u çuk m ilyar yıl önce olduğu gibi gaz ve to z .
b u lu tların d an oluşm a evresinde olan “bebek” yıldızlar,
çoğu bizim G üneş’im iz benzeri o rta yaşlı yıldızlar; b a
zısı b u n d a n birkaç milyar yıl sonra bizim Güneş’im izin
b aşına gelecekler hakkında fikir veren yaşlı ve ölm ekte
olan yıldızlardır. A stronom lar farklı büyüklüklerdeki ve
yaşam d ö n g ülerinin farklı basam aklarındaki birçok yıl
d ız d a n b ir “m üze” kurm uşlardır. Bu “m üzedeki” h e r bir
eser d iğ erlerinin bir zam anlar neye b enzediğini ya da ile
ride neye b enzeyeceğini gösterir.
Bizim G üneş’im iz gibi sıradan bir yıldız en in d e so
n u n d a h id ro jenini b itirir ve az önce anlattığım gibi h id
ro je n yerine helyum “yakmaya” başlar (tırn ak işaretlerini
koydum çü n kü b una gerçekten yakm ak denem ez, çok
d ah a sıcak b ir işlem bu). Bu noktada yıldız “kırm ızı dev”
olarak adlandırılır. G üneş yaklaşık beş m ilyar yıl sonra
b ir kırm ızı dev haline gelecek, yani bu dem ek oluyor ki
şu a n aşağı yukarı yaşam d öngü sü n ü n o rtaların d a olmalı.
O vakitler gelm eden çok d ah a önce bizim zavallı küçük
gezegenim iz yaşam ak için çok sıcak bir hal alacak. İki
m ilyar yıl içinde G üneş şim dikinden yüzde 15 dah a p a r
lak olacak, bu d a Venüs bugün n asılsa iki milyar yıl sonra
D ü n y a n ın öyle olacağı anlam ına geliyor. Venüs’te kim se
yaşayam az ç ünkü orada sıcaklık 400 santigrat dereceden
fazladır. A m a iki m ilyar vıl oldukça u zun bir süre ve in
san lar çok çok büyük bir ihtim alle o günler gelm eden çok
önce yokolacaklar, böylece kavrulacak k im se olmayacak.
Ya d a belki de teknolojim iz o k ad ar ilerlem iş olacak ki
D ü n y a n ın yörüngesini dah a yaşanabilir b ir mesafeye
çekm e im kanım ız olacak. D aha sonra yani helyum da
bittikten sonra, G üneş ardında beyaz cüce d enen soğu:
yup solacak b ir çekirdekten başka bir şey b ırakm ayıp, ç o
ğ u nlukla toz ve kalıntılardan oluşan bir bulut arasında
kaybolacak.
Süpernovalar ve yıldız tozu
P '** / - . Az önce bahsettiğimiz dev yıldızlar gibi bizim Güneş’im izden çok daha bü-
: f? j • " yük ve sıcak olan diğer yıldızlar için hikaye daha farklı sonlanıyor. Bu cana-
ç?jğ/İ- -varlar hidrojenlerini daha da çabuk “yakarlar” ve onların nükleer “hidrojen
bombası” fırınları, hidrojen çekirdeklerini çarpıştırarak helyum çekirdek
le ‘ . lerine dönüştürm ekten daha fazlasını yaparlar. Büyük yıldızların fırınları
.; f ne kadar sıcak olursa, yıldızlar o kadar farklı çeşitte olan daha ağır atomlar
• ■ f’ ' oluşturabilirler. Bu daha ağır olan atomlara Dünya’d a ve bizim bedenleri
mizde bol miktarda bulunan karbon, oksijen, azot ve (en ağırı olm ak üzere)
dem ir de dahildir. Göreceli olarak kısa bir zam an sonra, bu kadar büyük
yıldızlar kendilerini süpernova patlaması denen devasa bir patlamayla yo-
kederler ve bu patlamalarda d em irden daha ağır olan atomlar ortaya çıkar.
Eta Carinae yarın bir süpernova olarak patlayacak olsa ne olurdu?
Bu gelmiş geçmiş en büyük patlam a olurdu. A m a m erak etm eyin b undan
önüm üzdeki 8000 yıl boyunca h aberim iz olmazdı çünkü Eta C arinae ile
aram ızdaki uzaklık için ışığın katetmesi gereken mesafe b u dur (ve hiçbir
şey ışıktan hızlı hareket etmez). Peki ya Eta Carinae bundan 8000 yıl önce
patladıysa? îşte o zam an bu patlam adan kaynaklanan ışık ve diğer rad
133
oluşurlar. Zaman bilardo
topları gibi birbirleriyle çarpışırlar
ve bazen içlerinden biri asteroit kuşa-
|İ 3 V ğının dışına itilir ve D ünya gibi başka
bir gezegenin yakınlarından geçebilir.
Bunları atmosferin üst katm anların-
y dan geçtikleri sırada yanarken “kayan yıldız
lar” ya d a “gök taşları” olarak sık sık görürüz.
D aha nadiren, bir göktaşı atm osfer
deki zorlu sınavından sağ çıkarak yeryüzü
ne çarpacak kadar büyük olabilir. 9 Ekim
1992’d e, atmosferi geçen büyükçe bir tu ğ
la boyutlarındaki bir göktaşı New York,
Peekskill’d e bir arabaya çarptı. 30 Temmuz
1908de çok daha büyük, bir ev büyüklü
ğündeki bir göktaşı ise Sibirya’nın üzerinde
patlayarak geniş alanlarda büyük orm an
yangınlarına sebep oldu.
Bilimciler artık, günüm üzde Orta
Amerika’d a bulunan Yukatan’a 65 milyon
vıl önce düşerek büyük bir afete neden olan
ve m uhtem elen dinozorların ölüm üyle so
nuçlanan çok daha büyük bir göktaşına
dair kanıtlara sahipler. Yapılan hesaplara
göre bu yıkıcı çarpışm a sonucu açığa çıkan
enerji, dünyadaki tüm nükleer bombaların
aynı anda Yukatan’da patlatılması sonucu
açığa çıkacak olan enerjinin bile yüzlerce
katıydı. Bu çarpışm a sonucu dünyanın her
yıkıcı deprem ler, görülm em iş bü-
tsunam iler ve orm an yangınları
yoğun toz ve dum an tabakası
nya'nın yüzeyini yıllarca karartm ıştı.
öf-' Dolayısıyla gün ışığına ihtiyaç duyan
135
m aları gereken d iğer h er şeyi çalıştıran b ir çeşit ya
kıt olan şekeri ü retm ek için kullanırlar.
Siz enerji harcam adan şeker üretemezsiniz. Bir
kez şekere sahip oldunuz m u, onu “yakarak” tekrar
enerji elde edebilirsiniz am a onu üretm ek için har
cadığınız enerjinin tam am ını asla geri alamazsınız
çünkü bir kısmı b u süreç esnasmda kayba uğrar.
“Yakmak” dediğimizde alevli, dum anlı bir yanm a kas
tetmiyoruz. Bir yakıtı sahiden ateşle yakmak, ondan
enerji elde etme yollarından sadece
biridir. Enerjiyi küçük paketler
halinde, yavaşça ve işe yarar bir
atımızın ışığı şekilde açığa çıkarmanın daha
kontrollü yollan da var.
Bu bölüm ü g ü n ışığının yaşam için önem inden Yeşil bir yaprağı, tü m yü
bahsederek tam am lam ak istiyorum. Evrende baş zeyi büyük bir güneş paneli olan ve
ka b ir yerde yaşam olup olm adığını bilm iyoruz (bu güneş ışınlarını yakalayıp elde ettiği enerjiyi çatısı
soruyu başka b ir bölüm de ele alacağım) am a bildi n ın altındaki montaj hattını çalıştırm ak için kulla
ğim iz bir şey var, eğer orada b ir yerde yaşam varsa nan bir fabrika gibi düşünebilirsiniz. Yaprakların
çok büyük ihtim alle bir yıldızın yakınındadır. Ayrı ince ve d üz olm alarının sebebi, onlara güneş ışınla
ca bizim benzerim iz olan b ir yaşam biçim i varsa, o rın ı yakalayabilecekleri büyük b ir yüzey k azandır
yaşam biçim inin b ulunduğu gezegen ile gezegenin m aktır. Fabrikanın ürettiği ü rü n ise çeşitli tipler
yıldızı arasındaki görü n ü r mesafenin, m uhtem e deki şekerlerdir. Üretilen şekerler, çeşitli dam arlar
len bizim gezegenimiz ile G üneş arasındaki kadar aracılığıyla bitkinin geri kalan kısım larına iletilir.
olacağmı söyleyebiliriz. “G örü n ü r mesafe” sözüyle, Bu kısım larda enerjiyi şekerden d ah a iyi depolam a
yaşam biçim inin algıladığı mesafeyi kastediyorum. n ın b ir yolu olan nişasta gibi başka m addeler ü re
Yani gerçekteki mesafe, süper dev yıldız R 136al ö r tilir. S onunda nişastadan ya da şekerden, bitkinin
neğinde gördüğüm üz gibi çok d aha fazla olabilir. diğer kısım larının yapım ı için enerji açığa çıkarılır.
A m a eğer o yaşam biçim lerinin güneşi onlara, bizim Bitkiler, antiloplar ya da tavşanlar gibi otçullar
güneşim izin bize göründüğü boyda görünüyorsa, (yani bitki yiyen canlılar) tarafından yenildiklerinde,
yani gelen ısı ve ışık m iktarı hem en h em en aynıysa, enerji, yine birtakım kayıplara uğrayarak otçullara
görünürdeki mesafe aynı olacaktır. geçer. Otçullar bu enerjiyi bedenlerini
N eden yaşam bir yıldıza yakın olmalı? Ç ünkü
tü m yaşam biçim lerinin enerjiye ihtiyacı var
dır ve yıldız ışığı b ariz b ir enerji kaynağıdır.
Dünya’da bitkiler g ü n ışığını toplayarak
diğer canlıların kullanabileceği hale geti
rirler. Yani bitkiler g ü n ışığıyla besleniyor
denebilir. H avadan aldıkları karb o n d i Sindirim
oksit, to p rak tan aldıkları su ve m ineraller
gibi başka şeylere d e ihtiyaçları vardır. A m a
enerjiyi g ü n ışığından alırlar ve b u enerjiyi, y ap
136
geliştirmek ve gündelik işleri sırasmda kaslarım çalış medilerek çürürler. Bir kez daha güneşten gelen
tırm ak için kullanırlar. Bu gündelik işlere, daha baş enerji el değiştirm iştir ve bir kez daha enerjinin
ka birçok bitkiyi otlam ak ve yemlenmek de dahildir. b ir kısm ı ısı olarak kaybolmuştur. Gübre yığınla
Otçulların yürürken, yemek yerken, kavga ederken rı bu nedenle sıcaktır. Gübre yığınlarındaki tüm
ve çiftleşirken kullandıkları kasları çalıştıran enerji, ısı, nihayetinde yıllar ö nce güneş paneli yapraklar
bitkiler aracılığıyla en nihayetinde güneşten gelir. tarafından yakalanm ış olan güneşten gelen enerji
Diğer hayvanlar, yani etçiller ise otçulları yerler. dir. Y um urtalarını kuluçkaya bırakm ak için gübre
Enerji bu sefer de (yine bu esnada kayba uğram ak yığınlarının ısısını kullanan ç ok ilginç Avustralas-
suretiyle) etçillere geçmiş olur ve bu enerji de etçille ya çalıhindileri vardır. Yum urtalarının üzerlerine
rin kaslarmı kendi gündelik işleri için çalıştırmaları o turup onları vücut ısılarıyla ısıtan diğer kuşlar
sırasmda kullanılır. Bu işlere çiftleşmek, kavga etmek, d an farklı olarak, çalıhindileri yum urtalarını içine
ağaçlara tırm anm ak, memeliler özelinde yavrularına bırakacakları büyük bir gübre yığını oluştururlar.
süt üretm ek gibi diğer işlere ek olarak, yenecek olan Gübre yığınının sıcaklığım, yığının üzerine daha
otçulları kovalamak da dahildir. Enerji etçillere çok çok çalı çırpı koyup ısıtarak y a da çalı çırpıyı yı
dolaylı b ir yoldan ulaşmış olsa da güneş hâlâ nihai ğından alıp soğutarak kontrol ederler. A m a tüm
enerji kaynağıdır. Ve b u dolambaçlı yolun her ba kuşlar, ister vücut sıcaklıklarıyla olsun ister bir
samağında kayda değer miktarda enerji kaybı olur. gübre yığını yardımıyla, eninde sonunda yum ur
Kaybolan bu enerji, ısı enerjisi olarak açığa çıkar ve talarını kuluçkaya yatırm ak için güneş enerjisini
evrenin geri kalanını ısıtmak gibi gereksiz bir göreve kullanm ış olurlar.
katkıda bulunur. Bazen bitkiler yenm ez ancak turba bataklıkla
Başka hayvanlar, yani parazitler ise h em ot- rın ın dibine batarlar. Yüzyıllar boyunca üzerlerine
çulların hem de etçillerin bedenleri üzerinden yenileri eklendikçe b ataklık katm anları h alinde sı
beslenirler. B urada d a n ihai enerji kaynağı güneş kıştırılırlar. Batı İrlanda ya da İskoçya adalarında
tir ve yine tam am ı kullanılam ayan enerjinin bir ki insanlar bataklıkları kazıp, tuğla büyüklüğünde
bölüm ü ısı enerjisi olarak kaybolur. öbekler keserek, bunları yakıt olarak kışın evlerini
Son olarak, ister b itki ister otçul ister etçil is ısıtm ak için kullanırlar. Bir kez daha burada evleri
terse parazit olsun, b ir canlı öldüğünde böcekler ısıtm ak ve yem ek pişirm ek için kullanılan enerji
gibi leşçiller tarafından yenir ya da bakteri ve m an n in kaynağı, (bu kez) yüzyıllar evvel yakalanmış
tarlar gibi leşçiller, çürükçüller tarafından haz olan güneş enerjisidir.
137
U ygun koşullar altında ve m ilyonlarca yılın ancak, yükseklerden gelen devam lı b ir su kaynağı
ardından, bataklıklar sıkışıp dönüşerek sonunda olm ası d u rum unda m üm kündür. Su, bulutlardan
k öm ü r haline gelebilir. Aynı m iktar bataklık kö yağış olarak gelir ve dağların tepelerine yağar.
m ürü ve norm al k öm ür karşılaştırıldığında, n o r Bulutlar ise sularını, Dünya’n ın denizleri, gölleri,
m al k öm ür daha verim li b ir yakıttır ve çok d aha nehirleri ve su birikintilerinden buharlaşan su
yüksek b ir derecede yanar. O n sekizinci ve on d o dan karşılarlar. Buharlaşm a için enerjiye ihtiyaç
kuzuncu yüzyıllarda sanayi devrim ini başlatan da vardır ve işte bu enerji güneşten gelir. Yani eğirme
köm ür alevleri ve ocaklarıydı. m akinelerinin ve dokum a tezgahlarının bantları
Ç elik fabrikalarında ya da m aden eritm e ve çarklarını çalıştıran su değirm enlerini dö n d ü
ocaklarında kullanılan, trenleri raylarda gemileri ren enerji eninde sonunda yine güneşten gelir.
denizlerde y ü rü ten buharlı m akineleri çalıştıran Pam uk fabrikaları daha sonraları köm ür ’
tü m o ısı aslında, 300 m ilyon yıl önce yaşam ış b it yakan bu h ar sistem lerine geçtiğinde yine nihai j
kilerin yeşil yaprakları aracılığıyla güneşten gelir. olarak güneşten gelen enerjiyi kullanmışlardır. \
Sanayi devrim inin kim i “karanlık şeytani Ancak fabrikalar tam am en buhar gücüne geçme
makineleri” b u h a r gücüyle çalışırdı am a ondan den önce, ara bir basam aktan geçtiler. Tezgahları
önceki birçok pam u k m akinesi su değirm enle çalıştıracak olan büyük su değirm enini kullan
rinden gelen enerjiyle çalıştırılırdı. D eğirm en m aya devam ettiler am a suyu yukarıdaki bir de- |
hızla akan b ir n e h rin k enarına kurulur, neh rin poya pom palam ak için bir buhar m akinesi kul- j
değirm enin üzerinden akm ası sağlanırdı. Bu su landılar. Yukarıda, depoda bulunan su, değirm eni ı
değirm eni, fabrikayı b ir u çtan öb ü r uca kateden döndürdükten sonra depoya geri pom palanm ak 1
büyük b ir aksı ya da m ili dönd ü rü rd ü . Mil b o üzere d eğirm ene akıyordu. Yani su ister güneş ta
yunca bantlar ve dişliler, çeşitli iplik eğirm e ve rafından bulutlara, isterse köm ür yakan bir buhar
çırçır m akinelerini, dokum a tezgahlarını çalıştı makinesiyle yukarıdaki depoya çıkarılıyor olsun,
rırdı. Bu m akineler bile nihayetinde güneş enerji gerekli enerji en başta h ep güneşten gelir. A rada
siyle çalışırdı. Nasıl mı? ki tek fark, bu h ar m akinesi milyonlarca yıl önce
Su değirm enleri, yerçekim inin etkisiyle ba bitkiler tarafından depolanm ış güneş enerjisini
yır aşağı çekilen su tarafından çalıştırılır. Am a bu kullanarak çalışırken; nehir üzerindeki değir-
sına benzer olarak şeker de kasları hareket ettir
m ek için yavaşça yakılır.
Şekeri ve diğer besin yakıtlarını sahiden ateşe
verip y akm anın bize b ir faydası dokunm az! Ateş
le yakm ak, güneşin depolanan enerjisini kullan
m anın savurgan ve yokedici b ir yoludur. H ücre
lerim izde gerçekleşen yakm a işlem i o kadar yavaş
o kadar kontrollüdür ki, sanki su tepeden d am
lalar halinde inip bir dizi değirm eni döndürüyor
gibidir. Yeşil yapraklardaki güneşten beslenen
kim yasal tepkim e de, suyu tepeye pom palam anın
bir eşidir. Bitki ve hayvan hücrelerinde (örneğin
kasların çalışması gibi) enerji harcayan kimyasal
tepkimeler, enerjiyi dikkatlice kontrol edilen ba
samaklarla, adım adım alırlar. Şekerler gibi yük
sek enerjili yakıtlar, enerjilerini birçok aşamada,
birbiri ardına sıralanm ış m inik şelalelerden düşe
rek ilerleyen b ir akıntı gibi h er biri birbirini takip
eden bir dizi kimyasal tepkim e sonrasında açığa
çıkarırlar.
Detaylar ne olursa olsun, yaşam ın tü m su d e
ğirm enleri, çarkları ve aksları nihayetinde güneş
tarafından beslenir. Eski insanlar yaşam ın güneşe
b u k adar bağlı olduğunu bilselerdi belki d e g üne
şe daha bile fedakarca tapınırlardı. Şim di m erak
ediyorum da diğer yıldızların kaçı y örüngelerin
m enin, sadece birkaç hafta önce yağm ur olarak
deki gezegenlerde yaşamı besliyordur acaba? A n
depolanıp tepelere yağan güneş ışığı tarafından
cak bu konu d aha ileriki
döndürü lü y o r olm asıdır. Bu şekilde “depolanm ış
gün ışığına” potansiyel enerji den ir ç ü n k ü suyun
tepeden aşağıya, içindeki güçle akarak iş yapma
potansiyeli vardır.
Bu bize yaşam ın nasıl güneş tarafından bes
lendiğini gayet güzel anlatıyor. Bitkilerin gün
ışığını şeker yapm ak için kullanm ası, suyun da
ğın tepesine y a d a fabrikanın çatısındaki depoya
pom palanm ası gibidir. Bitkilerin (ya da bitkileri
yiyen otçullarm , ya da otçulları yiyen etçillerin)
şekeri (ya da şekerden yapılan nişastayı ya da
nişastadan yapılan eti) kullanm asını ise şekerin
yanm ası olarak düşünebiliriz. B uharın fabrikada
ki aksı d öndürm esi için k ö m ü rü n hızla yakılm a
139
aö\M a&=
O Vneair?
i l g a m işd e s t a n i yazılm ış en
G eski hikayelerden biridir. Yu
nan ların ve îb ran ilerin efsanelerin
den de eski, 5000 ila 6000 yıl önce
M ezopotam yada (şim diki Irak’ta)
hayat b ulm uş Süm er uygarlığının bir
söylencesidir. Gılgamış, Süm er söy
lencesindeki büy ü k k ahram an kralın
adıdır, kim se gerçekten yaşayıp yaşa
m adığını bilm iyor am a hakkında
yazılm ış çok sayıda hikaye var.
Yunan k ahram an Odysseus
(Ulysses) ve A rap kahram an
Denizci Sinbad gibi Gılga-
m ış da destansı yolculukla
ra çıkar, bu yolculuklarda
birçok ilginç şey ve insan
larla karşılaşır. Gılgamış’ın
karşılaştığı insanlardan bir
tanesi, Gılgamış’a kendisi
hakkında tu h af b ir öykü anla
tan yaşlı (çok, çok yaşlı, yüzlerce yıl
yaşında) b ir adam olan U tnapiştim ’d i. Aslında öyküsü Gılgamış’a tu h a f görün
m üştü am a size çok da tu h a f görünm eyebilir çü n k ü büyük ihtim alle b u öykünün benze
rin i d u y d u n u z . . . am a başka b ir isim de, başka bir adam hakkında.
140
Baş ta n rı Enlil herkesi
yokedecek b ir sel felaketi
gönderm elerini önerir,
böylece tan rılar güzel bir
¥ r
gece uykusu çekebilecek
lerdir. A m a su tanrısı Ea, £ >
Bu. gem i çok büyük
Utnapiştim ’i uyarmaya k a olm alıdır çünkü
rar verir. Ea U tnapiştim ’e Utnapiştim ’in “yaşayan
evini yıkıp b ir gem i yap tü m canlıların tohum
m asını söyler. larını” gemiye alması
gerekmektedir.
U tnapiştim Gılgamış’a,
yüzyıllar önce çok gürül
tü yapıp onları uyutm a
dıkları için tan rıların
insanlara kızgın o lduğu
n u anlatır.
141
U tnapiştim ta m d a . Sonunda U tnapiş
vaktinde yani yağm ur altı tim bir k uzgun salar.
gün altı gece d urm ad an Kuzgun geri dönm ez.
yağm azdan evvel.gemiyi U tnapiştim bir yerlerde
bitirir.: D evam ında gelen bir kara parçası oldu
sel; ğein'îde güvende ğunu ve kuzgunun onu
U tnapiştim h er tara
olm ayan diğer herkesi bulduğunu anlar.
fı sım sıkı kapatılmış
v eiherşeyi şular altında
gem ide b ir k epenk açar
bırakır. Yedinci günde
ve b ir güvercini serbest
rüzgar hafifler ve sular
bırakır. G üvercin bir
durulur!
kara parçası bulm ak
için etrafa bakınır ancak
bulam ayıp geri döner.
U tnapiştim b u sefer bir
kırlangıcı salar am a yine
b ir şey bulamaz.
142
H em G ılgamış destanında hem de Yara- ışık kirliliğinin fazla olduğu şehirlerde değil an-
tılış K itabında, gökkuşağı söylencenin önem - cak şehirden uzakta çok karanlık gecelerde gö-
li bir parçasıdır. Yaratılış Kitabı gökkuşağının, rebilirsiniz.) Adadaki insanların sayısı çok arttı
Tanrı tarafından N uh ve N uh’un soyuna ver- ve tıpkı Gılgamış Destanında olduğu gibi tan-
diği sözün bir göstergesi olarak gökyüzüne rıça Hutaş’m rahatı için fazla gürültülü olmaya
yerleştirildiğini belirtir. başladılar. Adadaki curcuna geceleri Hutaş’ın
Nuh’un hikayesiyle, daha eski olan uyumasına engel oldu. Ancak Hutaş, Sümer ve
Utnapiştim’in Sümer hikayesi arasında bir fark- Yahudi tanrıları gibi insanları öldürm ek yerine
lılık daha var. Hikayenin Nuh versiyonunda daha merhametli bir yol seçti. Hepsini adadan.
Tanrının -insanlardan duyduğu memnuniyet- onları duyamayacağı anakaraya kovalamaya
sizliğin nedeni hepsinin iyileştirilemez derecede karar verdi. Anakaraya geçebilmeleri için onla-
günahkar olmasıdır. Süm er ra bir köprü yaptı. Ve bu köprü . . . evet, gökku-
hikayesinde insanlığın şağınm ta kendisiydi!
suçunun bundan ğa ■' '
daha hafif oldu
ğunu düşünebi
lirsiniz. O kadar
gürültü yapmışız ki
tanrılar uyuyama
mış! Bence komik
bir durum . G ürültü
cü insanların tanrıları
uyutmayışları mevzusu, ” y-
tamamen bağımsız olarak Ka-
liforniya sahili yakınındaki Santa $
Cruz A dasının Chüm ash toplulu-
ğunun söylencelerinde de beklen- aK S
medik şekilde karşımıza çıkar. S t i
Chum ash insanla&jtokeudi- T \ 1
lerinin, Gökyüzü Yılanı ileev li olan \V3
Yeryüzü tanrıçası Hutaş tarafından,
büyülü bir bitkinin tohum ları olarak,
bulundukları adada yaratıldıklarına inanır
lardı, ancak adanın adı o zamanlar Santa
Cruz değildi çünkü bu İspanyolca bir
isim. (Bugün biz Gökyüzü Yılanını
Samanyolu olarak biliyoruz. O nu *
143
Gökkuşağı k ö prü
sünü geçerlerken,
gürültücülerden
bazıları aşağıya bak
tılar ve yükseklikten
o k adar korktular ki
başları d öndü.
144
Gökkuşağı başka söylencelerde de karşım ı
za çıkar. Eski İskandinav (Viking) söylence
lerinde, gökkuşakları tanrıların gökyüzün
den yeryüzüne inm ek için kullandıkları
kırılgan köprüler olarak görülürdü.
I
145
Gökkuşağının
gerçek biıyüsil
O n yaşlarindayken , beni L ondra’ya Gökkuşağının Bittiği Yer isimli bir çocuk oyununu gör
meye götürm üşlerdi. O y u n d a g ü nüm üz tiyatrolarında artık gösterilm eyecek kadar dem ode
bir yurtseverlik işleniyordu. İngiliz o lm anın ne k ad ar özel olduğundan bahseden, İngiltere’nin
(Britanya değil; İskoçya, G aller ve İrlanda’nın kendi koruyucu m elekleri ayrıca vardır) koruyu
cu meleği Aziz G eorge tarafından k u rtarılm ış çocukların başından geçenlerle ilgili bir oyundu.
Ama oyuna d air hatırladığım en canlı anı, Aziz G eorge değil gökkuşağının kendisiydi.
O yundaki çocuklar gerçekten gökkuşağının bittiği yere gidiyorlardı ve onları gök
kuşağının yerle birleştiği kısm ın o rtasında y ürürlerken görüyorduk. O yun,
yukarıdan gelip sisin içinden geçen renkli spot ışıklarıyla ve büyülenm iş
bir biçim de ortalıkta dolaşan çocuklarla akıllıca sahneye konm uştu. Sa
nırım tam bu sırada ışıl ışıl zırhı ve g üm üş miğferiyle Aziz George
görün m ü ştü ve biz gördüğüm üz sah n e k arşısında nefeslerimizi
tutarken sahnedeki çocuklar bağırm ıştı:
“Aziz George! Aziz George! Aziz George!”
Bir ışık huzm esi h avanın içinden seyahat eder, olm ak zo runda değildir: su da aynı işi g örür ve
cam a çarp ar ve bükülür. Bu b ükülm eye ışığın gökkuşağına geri döndüğüm üzde b u ayrıntı
kırılm ası denir. K ırılm a sadece cam yüzü n d en önem li olacak. Bir küreği, nehre daldırdığınızda
o n u k ırılm ış g ibi g ö steren d e ışığın k ırılm ası o la M avi ışık kırm ızı ışıktan dah a çok bükülecektir
yıdır. D em ek k i ışık c am a y a da suya d e n k g eldi ve böylece b u iki ren k ışık p riz m a n ın öteki ta
ğinde k ırılıyorm uş. A m a asıl n o k ta şu. Bu kırılm a rafın d an çıkarlarken b irb irlerin d en ayrılm ış o la
açısı ren g in e b ağlı olarak ışık tan ışığa ço k az far- caklardır. İkisinin a rasında ise sarı ve yeşil ışıklar
keder. K ırm ızı ışığın k ırılm a açısı, m avi ışıktan ortaya çıkacaktır. Sonuç olarak N ew to n u n ışık
d ah a d üşüktür. Yani eğer beyaz ışık N e w to n u n tayfı oluşacaktır: yani gökkuşağındaki d o ğ ru sı
ta h m in ettiğ i gibi g erçekten başka ışıkların k a rı rasına göre sıralanm ış tü m gökkuşağı renkleri:
şım ı ise b eyaz ışığı p rizm a ile k ırarsan ız n e olur? kırm ızı, tu ru n c u , sarı, yeşil, m avi, m or.
149
Newton b ir prizm a yardımıyla gökkuşağı orta olan bir levha yerleştirdi, bu yarıktan renkli huzm e
ya çıkaran ilk kişi değildi. Başka insanlar da aynı so lerden sadece biri (örneğin sadece kırmızı huzme
nucu çoktan gözlemlemişlerdi. Ancak birçoğu, san diyelim) geçebilecekti. D aha sonra bu dar, kırmızı
ki boya eklemişçesine, prizm anın b ir şekilde beyaz ışık huzmesinin yolu üzerine bir prizma daha koydu.
ışığı “renklendirdiğini” düşünmüşlerdi. Nevvtonun İkinci prizm a da olması gerektiği gibi kırmızı ışığı
fikri ise son derece farklıydı. Beyaz ışığın tü m renk büktü. Ancak prizm adan çıkan yine sadece kırmızı
lerin b ir karışım ı olduğunu ve prizm anın tek yaptı ışıktı. Eğer prizmalar boyar gibi ışığı renklendiri
ğının bunları birbirinden ayırm ak olduğunu düşün yor olsalardı görmeyi bekleyeceğiniz şekilde fazla
müştü. Haklıydı da ve b u n u bir çift iyi düşünülm üş dan başka renkler eklenmemişti. Sonuç tam olarak
deneyle kanıtladı. İlk olarak, daha önce yaptığı gibi Nevvton’un beklediği gibiydi ve beyaz ışığın başka
prizmayı aldı ve prizm anın arkasına dar bir yarığı ışıkların karışımı olduğu teorisini destekliyordu.
150
Üç p rizm a k ullanarak gerçekleştirdiği ik in ya toplam asını sağlayacak şekilde bir mercekten
ci d eney d aha da zekiceydi. Bu d eney N ew ton’un geçiyorlar. D aha sonra ikinci prizm a, gökkuşağı
E xperim en tu m C rucis’i olarak adlandırılır. Bu renklerini tekrar beyaz ışığa çevirm e görevi görü
sözcükler L atincedir ve “k ritik deney” anlam ına yor. Bu zaten gayet güzel bir şekilde Newton’u n fik
gelir ya da “tezi gerçekten çözüm e bağlayacak rini kanıtlam ış olsa da tam olarak em in olm ak için
olan deney” de diyebiliriz. b u beyaz ışık huzm esini tekrar üçüncü bir p rizm a
Yukarıdaki resm in solunda N ewton’u n p erde dan daha geçiriyor ve b u prizm a b ir kez daha be
sindeki yarıktan gelip p rizm adan geçerek gökkuşa- yaz ışık huzm esini gökkuşağı renklerine ayırıyor!
ğındaki renklere ayrılan beyaz ışığı görüyorsunuz. Beyaz ışığın gerçekten de tü m renklerin karışım ın
Dağılan gökkuşağı renkleri, daha so n ra N ewton’u n d an oluştuğunu kanıtlam ak için olabilecek en iyi
ikinci prizm asından geçm eden ö nce onları b ir ara şekilde düşünülm üş b ir ispat bu.
P rizm alar iyi hoş am a gökyüzünde
b ir gökkuşağı gördüğünüzde orada
asılı du ran büyük b ir p rizm a yoktur.
A m a m ilyonlarca yağm ur dam lası
vardır. Öyleyse h e r b ir yağm ur tane
si k üçük b ir p rizm a gibi m i davranı
yor? Eh biraz öyle am a tam d a değil.
152
G örelim bakalım nasıl. G üneş arkanızda ve yukarıdayken
uzaktaki b ir yağm ura bakıyor olun. G üneş ışını tek b ir yağmur
dam lasına çarpsın (elbette diğer başka b ir sü rü yağm ur d am
lasına da çarpıyor am a d u ru n , oraya geleceğiz). Bu yağm ur
dam lasına A dam lası diyelim. Işık huzm esi A’ya bize yakın olan
üst yüzeyinden çarp ar ve bükülür, tıpkı Newton’u n prizm ası
n ın yüzeyine çarptığında olduğu gibi. Elbette yine kırm ızı ışık
m aviden d aha az kırılacaktır, dolayısıyla tayf kendini şim diden
göstermeye başlayacaktır. Sonrasında ise tü m renkli ışık hu z
meleri yağm ur dam lası boyunca, d am lanın uzaktaki yüzeyine
dek ilerler. H uzm eler d am ladan havaya geçm ek yerine, bize ya
kın olan yüzeyin alt kısm ına doğ ru geri yansıtılır. Işık huzm eleri
dam lanın bize yakın b u y üzeyinden havaya geçiş yaparken tek
rar k ırılır ve yine kırm ızı ışık m aviden d aha az bükülür.
153
Kim se belli tek b ir dam ladan tayfın b ü tü n ü n ü göremez. Her biriniz
sadece tek b ir saf ren k görür. A m a h epiniz tü m renkleriyle gökkuşağı gör
düğü n ü zü söylersiniz. Peki am a nasıl? Şöyle ki, şimdiye kadar sadece A
dam lası dediğim iz tek b ir yağm ur dam lasından bahsettik. A ncak milyon
larca yağm ur dam lası var ve hepsi aynı biçim de davranıyorlar. Siz Anın
kırm ızı huzm esine bakarken. A dan daha alçaktaki B damlası diyeceğimiz
bir başka d am la da m evcuttur. B’n in kırm ızı huzm esini görm ezsiniz çünkü
Bden gelen kırm ızı ışık sizin m idenizin oralara b ir yere d enk gelir. Ama
B’n in mavi huzm esi, gözünüze gelm ek için tam olarak doğru yükseklik
tedir. A dan alçakta am a B den yüksekte başka yağm ur dam laları da vardır.
Bu d am laların kırm ızı ve m avi huzm eleri gözünüze d enk gelmeyebilir am a
154
İşte b u y üzden b ir a n gökkuşağını g örürsünüz. A m a diğer
bir anda, tü m yağm ur dam laları daha alçaktaki b ir konum a düş
m üş olacaklardır. Şimdi A, B’n in önceden olduğu yerdedir ve
onun yeşil huzm esi yerine a rtık mavi huzm esini görm ektesiniz-
dir. B’nin ise hiçbir huzm esi size ulaşam am aktadır (am a ayağı
nızın dibindeki köpeğe ulaşabilir). Ve yeni b ir yağm ur damlası
(daha önce huzm elerini görem ediğiniz C dam lası) şim di A’m n
önceden olduğu noktaya yerleşm iştir ve o n u n k ırm ızı huzm esi
n i görebilm ektesinizdir.
Şim di de tayfın kendisinin, yani kırm ızı
dan, turuncuya, yeşile, maviye ve m o ra doğru
sıralam anın gerçekte ne olduğuna bakalım .
K ırmızı ışığın m aviden daha d üşük b ir açıyla
kırılm asına sebep o lan nedir?
Işık titreşim ler veya dalgalar olarak d ü
şünülebilir. Tıpkı havadaki ses titreşim leri gibi,
ışık da elektrom anyetik titreşim lere sahiptir.
Elektrom anyetik titreşim in ne olduğunu açık
lamaya çalışm ayacağım çünkü b u çok zam an
alacak (ayrıca kendim d e b u konuyu tam am en
anladığım dan em in değilim ). Asıl nokta şu ki,
ışık sesten çok farklı olsa da, tıpkı sesten b a h
sederken kullandığım ız gibi yüksek frekanslı
(kısa dalgaboylu) ve d üşük frekanslı (uzun dal-
gaboylu) titreşim lerden bahsetm em iz m ü m
kün. Soprano gibi tiz sesler yüksek frekanslı
ya da kısa dalgaboylu dediğim iz titreşim lere
sahiptir. D üşük frekanslı ya da uzun dalga
boylu dediğim iz sesler ise derin, kalın seslerdir.
B unların ışıktaki eşdeğeri ise şöyledir: kırm ızı
(uzun dalgaboyu) kalın yani bas ses, sarı b ari
ton (bastan d aha az kalın ve d erin ), yeşil tenor,
m avi alto ve m o r (kısa dalgaboyu) da soprano
yani tiz sestir.
Bizim duyam ayacağım ız kadar tiz sesler
vardır. Bunlara sesüstü (u ltrasound) denir;
yarasalar b u sesleri duyabilir ve onların y a n
kılarını kullanarak yollarını bulabilirler. Bizim
duyam ayacağım ız k ad ar d üşük sesler de var.
Bunlara da sesaltı (infrasound) denir; filler,
balinalar ve bazı başka hayvanlar birbirleriyle
iletişim k u rm ak için b u derin g u rultuları k u l
lanırlar. Biz insanların duyabileceği ses bandı,
(yarasalar için değil am a bizim ) d uym am ız için
çok yüksek olan sesüstü ve (fillerin duyabile
ceği am a bizim d uym am ız için) çok alçak olan
sesaltı sesler arasında o rtad a b ir yerdedir.
Aynısı ışık için de geçerlidir. Sesö-
tesi yarasa viyaklam alarının ışıktaki eş
değeri m orötesidir. Bizler m orötesi ışığı
görem esek de böcekler görebilir. Kimi
çiçeklerin ü zerinde, o n ları to zlaştırm a
ları için böcekleri cezbedecek çizgiler ya
da başka d esenler bulunur, bu desenler
ancak m orötesi dalgaboyunda görü le
bilir. Böcek gözleri onları görebilir am a
bizim b u d esenleri g örülebilir ışık tayfı
n a “çevirm em iz” gerekir. Sağda görülen
akşamsefası çiçeği bize hiçb ir deseni
ve çizgisi olm ayan sarı bir çiçek olarak
görünür. A m a o n u m orötesi ışıkta fo-
toğraflayacak olursanız bird en ortaya
çıkan birço k çizgi g örürsünüz. A lttaki
resim deki d esenler gerçekte beyaz değil,
m orötesi. A ncak bizler m orötesini göre
m ediğim izden, deseni bizim algılayabi
leceğim iz b ir ren k te resm etm em iz gere
kir ki görebilelim ve b u resm i yapan da
siyah ve beyazı kullanm ayı tercih etmiş.
Mavi ya d a h erhangi başka b ir rengi de
kullanabilirdi.
Tayf, m orötesinden so n ra böcekle
rin bile görem eyeceği çok d aha yüksek
frekanslara d o ğ ru gitm eye devam eder.
X-ışınları m orö tesin d en bile daha “tiz”
b ir “ışık” olarak düşünülebilir. Ve gam a
ışınları d aha d a yüksek frekanslıdır.
Tayfın diğer b ir ucundaysa, k ırm ı
zıyı b öcekler görem ez am a bizler görebi
liriz. K ırm ızıdan so nrasına ise “kızılötesi”
denir. Bizler b u dalgaboyunu ısı olarak
hissetsek de görem eyiz (yılanlar, avları
n ın yerini tespit edebilm ek için kullan
dıkları kızılötesi dalgaboyuna özellikle
hassastırlar). Sanırım b ir arı kırm ızıya
“tu ru n cu ötesi” diyebilir. K ızılötesinden
daha derin “bas notalar” b azı şeyleri p i
şirm ek için kullandığım ız m ikrodalga
lardır. D aha d a derin baslar (daha uzun
dalgaboyları) ise radyo dalgalarıdır.
157
ışık dalgalarındansa radyo dalgalan kullanarak
gördüğ ü ışığın, yani kısm en “yüksek p e rd e yıldızların “fotoğraflarım ” çekerler. K ullandık
de” olan u çtak i m o rla k ısm en “d ü şü k p erdede” ları alete radyoteleskop denir. Başka bilim ciler
olan k ırm ızı arasındaki g ö rü n eb ilir renklerin se gökyüzünün fotoğraflarını tayfın diğer u cu n
oluşturd u ğ u ta y f ya da “gökkuşağının”, tiz u ç ta da, X -ışınları ban d ın d a çekerler. Tayfın farklı
k i gam a ışın ların d an k alın u çtak i radyo dalga uçlarını kullanarak, yıldızlar ve evren hakkında
ların a u zan an çok b ü y ü k b ir tayfın ortasındaki farklı şeyler ö ğrendik. G özlerim izin b üy ü k tay
kü çü k b ir k ısım la sın ırlı olm asıdır. Tayfın n ere fın o rtasındaki sadece k ü çü k b ir yarıkta görebi
deyse tam am ı b izim gözlerim ize görünm ez. liyor olm ası, bilim sel araçların tespit edebildiği
G üneş ve yıldızlar, “bas” rad y o dalgala engin ışık a ralığından sadece incecik b ir b andı
rın d an “soprano” kozm ik ışınlarına dek, tü m görebiliyor olduğum uz gerçeği, bilim in hayal
frekanslarda veya “perdelerde” elektrom anye gücüm üzü nasıl harekete geçirebileceğinin h a
tik ışın yayarlar. Bizler kırm ızıd an m o ra kadar, rika b ir göstergesi yani g erçeğin büyü sü n ü n g ü
daracık g ö rü n eb ilir ışık b a n d ın ın dışındakileri zel b ir örneğidir.
görem esek de, b u g ö rü n m ez ışınları te sp it ed e Bir sonraki bölüm de gökkuşağıyla ilgili daha
bilecek araçlarım ız var. 6. b ölüm deki süpernova bile m üthiş bir şey öğreneceğiz. Uzaktaki bir yıl
resm i, sü p ern o v ad an gelen X -ışınları k ullanıla dızdan gelen ışığı tayfına ayrıştırmak bize sadece
ra k çekilm işti. Süpernova resm indeki renkler yıldızın neden yapılmış olduğunu değil kaç yaşın
de, akşam sefası çiçeğindeki d esenleri g öster da olduğunu da söyler. İşte evrenin kaç yaşında ol
m ek için k ullanılan beyaz gibi yapay renklerdir. duğunu ve ne zaman başladığım anlamamızı sağla
Bu yapay renkler, X -ışın ların ın farklı dalgaboy- yan kanıtlar bu tarz (gökkuşağı kanıtları türünden)
la rîn ı b elirtecek şekilde kullanılm ışlardır. R ad kanıtlardır. Bu size pek m üm kün görünmeyebilir
yo a stro n o m u d en en bilim ciler, X -ışınları ya da ama bir sonraki bölüm de hepsi açığa çıkacak.
159
Haydi Bantu kabilesin
den bir Afrika söylencesiyle yani
Kongo’nun Boşongo’su ile başlaya
lım anlatmaya. Başlangıçta karalar
yokmuş, sadece sucul b ir karanlık
ve (bu kısm ı önemli) b ir de tanrı
Bumba varmış. Bumba’nm karnı
ağrımaya başlam ış ve güneşi kus
muş. Güneşten yayılan ışık karan
lığı kovm uş ve güneşten gelen ısı
suyun b ir kısm ını k urutup karaları
ortaya çıkarmış. Ancak Bumba’m n
karın ağrısı hâlâ geçmemiş, b u defa
da ayı, yıldızları, hayvanları ve in
sanları kusmuş.
Birçok Ç in varoluş efsanesi
ise, Pan G u d enen k im i zam an k ö
pek kafalı, kıllı dev b ir adam ola
rak resm edilen b ir karakter içerir.
İşte size P an G u söylencelerinden
bir tanesi. Başlangıçta C ennet ve
Yeryüzü arasında belirgin b ir ay
rım yokmuş: h e r şey siyah büyük
b ir yum urtayı çevreleyen yapış
yapış bir çorbadan ibaretm iş. Yu
m u rtan ın içinde kıvrılıp uyuyan
Pan Gu’ymuş. Pan G u y u m u rta
n ın içinde 18.000 yıldır uyum ak
taymış. Sonunda uyandığında
yum urtad an k u rtulm ak istemiş,
baltasını alıp yolunu açm aya k o
yulmuş. Y um urtanın içinden çı
kan bazı şeyler ağırm ış ve b atarak
Yeryüzü’n ü oluşturm uş. Bazı şeyler
ise hafifm iş ve yüzerek gökyüzünü
oluşturm uş. Bir sonraki 18.000 yıl
boyunca y eryüzü ve gökyüzü g ü n
de 3 m etre hızla şişmişler.
161
H ikayenin bazı versiyonlarına göre Pan
G u gökyüzünü ve yeryüzünü birbirlerinden
uzağa itm iş ve b u n u yaparken o kadar yorul
m uş k i so nrasında ölm üş. Pan G u’n u n çeşitli kı
sım ları d aha sonra evrenin bildiğim iz kısm ını
oluşturm uş. Nefesi rüzgar, sesi yıldırım ; gözle
rin in b iri ay b iri yıldız, kasları tarla, dam arları
yol olm uş. Teri yağm ur, saçları yıldız olmuş. İn
sanlar da b ir zam anlar o n u n b edeninde yaşa
yan bitler ve pirelerin torunlarıym ış.
Bu arada yeryüzünü ve gökyüzünü birbirin
den ayıran Pan Gu’n u n hikayesi (büyük ihtimalle
bir alakalan yok ama) Yunan söylencelerindeki,
gökyüzünü tutan Atlas'ın hikayesine benziyor
(gerçi Atlas tu h af bir biçimde resim lerde ve hey
kellerde genellikle omuzlarında gökyüzünü değil
de Dünya’nın kendisini taşırmış gibi gösterilir).
162
Şimdi de Hindistan'ın birçok varoluş söylen lu (Zulu'ların tanrısı) veya Abassie (Nijerya) veya
cesinden birine bakalım. Zam anın başlangıcından “G ökyüzündeki Yaşlı Adam” (Kanada’daki yerli
önce, yüzeyinde dev bir yılanın kıvrılıp oturduğu Saliş kabilesinin tanrısı) olsun evren varolm adan
engin bir hiçlik okyanusu varmış. Yılanın kıvrım önce b ir çeşit yaratığın v ar olduğunu varsaym ala
ları arasında Lord V işnu uyurmuş. Sonunda Lord rı b eni hayal kırıklığına uğratıyor. Ö nce bir çeşit
Vişnu, hiçlik okyanusunun dibinden gelen derin bir evrenin var olm ası ve yaratıcı bir ru h u n işe k o
uğultuyla uyanmış ve göbeğinden b ir nilüfer çiçeği yulabilm esi için b u evrenin on a m ekan olm ası
çıkmış. Nilüfer çiçeğinin ortasında Vişnu’n u n hiz gerektiğini düşünm ez misiniz? Bu söylencelerin
metkarı Brahm a oturuyorm uş. Vişnu, Brahma’ya hiçbiri evrenin yaratıcısının en başta kendisinin
dünyayı yaratmasını buyurm uş. Brahma (ki genelde erkek olur b u tanrı) nasıl var ol
emri hem en yerine getirmiş. Ne demek, duğuna d air bir açıklama getirmezler.
derhal! Ve eh değmişken tü m canlıları da Dolayısıyla b u söylencelerle pek
yaratmasını istemiş. Elbette, hemen! bir yere varamayız. Şim di gelelim ev
Bu söylencelerin, B um ba ya da renin nasıl başladığının, bildiğim iz
B rahm a ya da Pan G u veya U nkuluku- gerçek hikayesine.
164
Bİl İ m c İ ler İn , g erçek l İğ İn nasil olabileceğine Bazı bilimciler zamanın kendisinin de b ü
dair “m odeller” düşü n erek çalıştıklarını 1. b ö yük patlam a ile başladığını ve bu nedenle, Kuzey
lüm den hatırlıyor m usunuz? D aha sonra bu m o K utbunun kuzeyinde n e var diye sormadığımız
dellere dayanarak ne görm em iz ya da 11e ölçm e gibi, büyük patlam adan önce ne olm uştu sorusu
m iz gerektiğine d air öngörülerde bulunup h er bir nu da sorm am am ız gerektiğini söyleyecektir. A n
m odelin doğ ru olup olm adığını test ediyorlardı. lamadınız mı? Ben de öyle. Ama kısmen anladı
Y irm inci yüzyılın o rtalarında evrenin nasıl oluş ğım bir şey var o da büyük patlam anın olduğuna
tuğuna d a ir iki rakip m odel ortaya atıldı, b unlar ve ne zam an olduğuna dair kanıtlar. Bu bölüm bu
dan biri “sabit evren” m odeli, diğeri ise “büyük kanıtlarla ilgili.
patlam a” modeliydi. Sabit evren m odeli çok ze Ö nce galaksi ne dem ek, o nu açıklamalıyım.
kice ortaya konm uş b ir m odeldi ancak doğru 6. bölüm deki futbol benzetm esinde görm üş o l
olm adığı ortaya çıktı. Yani b u m odele dayanarak duğum uz üzere, Güneş’in yörüngesindeki geze
yapılan ö n görülerin yanlış olduğu görüldü. Sabit genlerin uzaklıklarıyla karşılaştırılınca, yıldızlar
evren m odeline göre b ir başlangıç hiç olm am ıştı: arasındaki mesafe akıl alm az derecede fazladır.
ezelden beri evren şu anki b içim inde varolm uştu. Ancak yıldızlar n e k adar uzakta dıırsalar d a g ru p
Ö te yandan büyük patlam a m odeli ise evrenin lar halinde küm elenm işlerdir ve bu gruplara ga
belirli b ir zam anda, farklı b ir patlam a ile başladı laksi denir. İşte galaksilerin bir resmi:
ğı fikrini ortaya atıyordu. Büyük p atlam a m odeli
ne göre yapılan ö ngörüler doğrulanm aya devam
etti ve böylece çoğu bilim ci tarafından b u m odel
genel olarak kabul edilm iş hale geldi.
Büyük patlama m odelinin m od ern versiyo
n una göre gözlem lenebilir tü m evren 13 ila 14 mil
yar yıl önce b ir patlam a sonucu var oldu. Neden
“gözlemlenebilir” diyorum ? “Gözlem lenebilir ev
ren”, varlığına dair herhangi b ir kanıtım ız olan her
şeyi ifade ediyor. Bizim algımızın ve araçlarım ızın
ulaşamadığı başka evrenler olm ası m üm kün. Kimi
bilimciler, belki biraz da hayal gücüyle, “çoklu ev
ren" olabileceğine dair tahm inlerde bulunuyorlar:
bizim evrenim izin “kabarcıklarından” sadece bi
rini oluşturduğu, evrenlerden oluşan bir “sabun
köpüğü”... Ya da belki de gözlemlenebilir, bizim
de bir parçası olduğum uz ve varlığına d air d oğ ru
dan kayıtlarım ızın olduğu evrenim iz varolan tek
evrendir. H er şekilde, bu bölüm de anlattıklarım ı
gözlemlenebilir evren ile sınırlandıracağım . Göz
lemlenebilir evren, büyük patlam a ile başlamış gö H er b ir galaksi aslında milyarlarca yıldız ile
rünüyor ve bu fevkalade olay 14 milyar yıldan az gaz ve toz bulutundan oluşm uş'beyaz bir girdap
bir süre önce m eydana gelmiştir. gibi görünüyor.
165
Bizim G üneş’im iz Sam anyolu d enen ga da işaretli olduğu bir resim tasvirini yukarıda gö
laksiyi oluşturan yıldızlardan sadece birisidir. rebilirsiniz. “Güneş” diye işaretlenm iş çünkü bu
Sam anyolu denm esinin nedeni, bizim karanlık ölçekte G üneş ve gezegenleri arasındaki mesafeyi
gecelerde galaksiyi sadece belli b ir açıdan görüp, ayırt e tm ek m üm kün değil.
galaksinin ancak b ir kısm ını gözlem leyebilm em iz Bu ise (sağda), h er biri, tıpkı bizim
ve on u n gökyüzünde uzanan gizemli b ir beyaz Sam anyolu’m uz gibi, m ilyarlarca yıldız kümesi
çizgi ya da patikaya benzem esidir. Gerçekte ne olan yüzlerce galaksinin bir teleskop aracılığıyla
olduğunu farkedene k adar o n u b ir ö bek u zun b u çekilmiş, çizim olm ayan gerçek bir fotoğrafı. Bu
lutla karıştırabilirsiniz am a farkettiğinizde huşu fotoğrafa h er baktığım da, bu h er bir küçük ışık
içinde kalır, söyleyecek söz bulam azsınız. Bizler lekesinin Samanyolu gibi büsbütün bir galaksi ol
Samanyolu galaksisinin içinde olduğum uzdan duğunu düşünüp şaşırm aktan kendim i alam ıyo
onu tü m ihtişam ıyla görem eyiz am a dışarıdan rum . A m a gerçek bu. Evren, yani bizim gözlemle
nasıl görün d ü ğ ü n e d air bizim konum um uzun nebilir evrenim iz, ç ok büyük b ir yer.
166
Bir sonraki önemli nokta da şu. H er bir galak Şimdi parmağınızın yerine, gözlerinizin biri
sinin bizden ne kadar uzakta olduğunu ölçmemiz ni kapayıp öbürünü açmayı ve bunu tekrarlamayı
müm kün. Nasıl mı? Evrendeki herhangi bir şeyin karanlık gökyüzündeki b ir yıldıza bakarken yapın.
ne kadar uzakta olduğunu nasıl m ı biliyoruz? Ya Yıldız en ufak bir hoplama belirtisi göstermeyecek
kındaki yıldızlar için en iyi yöntem “paralaks” yani tir. Ç ünkü bunun için fazla uzaktadır. Bir yıldızı
ıraklık açısı yöntemidir. Parmağınızı yüzünüzün “hoplatmak” için gözleriniz arasındaki mesafenin
önünde tutun ve ona sol gözünüzü kapatıp bakın. milyonlarca kilometre olması gerekirdi! Birbirin
Şimdi sol gözünüzü açm ve sağ gözünüzü kapatın. den milyonlarca kilometre uzakta duran gözleri
Gözlerinizin birini açıp birini kapamaya devam et kapatıp açarak oluşacak etkinin aynısını nasıl ya
tikçe parmağınızın konum unun b ir oraya bir bura ratırız? Dünya’n ın G üneş etrafındaki yörüngesinin
ya zıplıyormuş gibi yer değiştirdiğini göreceksiniz. 300 milyon kilometre çapmda olduğu gerçeğinden
Parmağınızı daha da yakma getirirseniz bu hopla faydalanabiliriz. Yalan bir yıldızın, arkasındaki yıl
m alar daha da büyüyecektir. Parmağınızı uzaklaş dızlara göre k onum unu tespit ederiz. Altı ay sonra,
tırırsanız b u hoplamalar da küçülecektir. Tek bil yani Dünya yörüngenin öteki tarafına doğru 300
m eniz gereken gözlerinizin birbirine olan uzaklığı, milyon kilometre yer değiştirdiğinde yıldızın görü
böylece bu hoplam aların büyüklüğünü kullanarak nen konum unu tekrar ölçeriz. Eğer yıldız yeterince
gözlerinizle parm ağınız arasındaki uzaklığı hesap yakındaysa konum u “hoplamış” olacaktır. Bu hop
layabilirsiniz. Uzaklıkları hesaplamak için kullanı lam anın uzunluğunu ölçerek o yıldızın ne kadar
lan paralaks yani ıraklık açısı yöntem i işte budur. uzaklıkta olduğunu kolayca hesaplayabiliriz.
M aalesef paralaks yöntem i sadece yakında larlar. Yani görünen parlaklıklarım değil, gerçek
ki yıldızlar için geçerlidir. U zak yıldızlar ve diğer parlaklıklarını, ışıklarının (ya da X-ışınlarının
galaksiler için “gözlerim iz” b irb irin d en 300 m il veya bizim ölçebileceğimiz herhangi bir başka
yon kilom etreden çok daha uzakta durm alıdır. radyasyon tü rü n ü n ) teleskoplarım ıza u laşm adan
Başka b ir yöntem b ulm am ız gerekir. B unu b ir ga önceki yoğunluklarını bilebilirler. Ayrıca b u özel
laksinin ne k ad ar p arlaklıkta ışıldadığını ölçerek “kandilleri” nasıl tespit edebileceklerini d e bilirler
yapabileceğinizi düşünebilirsiniz: elbette daha ve böylece astronom lar bir galakside bunlardan
uzaktaki b ir galaksi y akındakinden daha soluk birini bulabildikleri sürece, sağlam m atem atiksel
olacaktır değil m i? Bu yaklaşım la ilgili so ru n şu denklem lerin de yardım ıyla o galaksinin ne k a
ki farklı galaksiler gerçekten de farklı parlaklık d ar uzakta olduğunu tahm in edebilirler.
larda olabilirler. Bu b ir lam banın n e k ad ar uzakta Yani elimizde çok kısa mesafeler için pa-
olduğunu tah m in etm eye benzer. Bazı lam balar ralaks dediğim iz yöntem v ar ve bir de giderek
diğerlerinden daha parlaktır. Uzaktaki p arlak b ir artan büyük mesafeleri ölçm ek için çeşitli stan
lambaya m ı yoksa yakındaki soluk b ir lambaya d art kandillerin bulunduğu “merdiven” var, ki bu
m ı baktığım ızı nasıl anlayacağız? yöntem le çok uzak galaksilere kadar mesafeleri
Neyse ki astronom ların “sta n d a rt kandil” bile ölçebiliyoruz.
dedikleri özel birtakım
Gökkuşağı ve kırmızıya kayma
Evet şim di galaksi ned ir ve bize olan uzaklığı nasıl
bulunur biliyoruz. Sıradaki adım için 7. bölüm de
tanıştığım ız gökkuşağının ışık tayfından yararlan
m am ız gerekecek. Bir keresinde, bilim cilerin onla
ra göre gelmiş geçmiş e n önem li icadın n e olduğu
nu söyledikleri b ir kitabın b ir bölüm üne katkıda
bulunm am istenmişti. Ç ok eğlenceliydi am a par
tiye biraz geç katıldığım için bü tü n bilindik icatlar
çoktan kapılmıştı: tekerlek, m atbaa, telefon, bilgi
sayar vb. Böylece başka kim senin seçm ediğinden Yıldız ışıklarının Dünya’d a hiçbir zam an
aşağı yukarı em in olduğum b ir araç seçtim ve ger görm ediğim iz, çeşitli tu h a f renkler içerdiği a n
çekten de herkesin kullandığı b ir araç olm asa bile lam ına m ı gelir bu? Hayır, kesinlikle öyle değil.
(ki itiraf etmeliyim b en de hiç kullanm adım ) çok Dünya’d a gözlerinizin görebileceği tüm renkleri
önem li bir araçtır bu; spektroskop yani tayfölçer. zaten gördünüz. B unu biraz hayal kırıcı m ı b u
Tayfolçer b ir gökkuşağı m akinesidir. Eğer luyorsunuz? Ben ilk duyduğum da öyle olduğunu
bir teleskopa bağlı b ulunursa belli b ir yıldızdan düşünm üştüm . Çocukken H ugh Lofting’in D ok
ya da galaksiden gelen ışığı alıp, Newton’u n p riz to r D olittle kitaplarını severdim . Bu kitaplardan
m alarıyla yaptığı gibi tay f oluşturacak şekilde da b irinde doktor aya gider ve de gördüğü yepyeni,
ğıtır. A m a N ewton’u n p rizm aların d an b iraz daha insan gözleri tarafından daha önce görülm em iş
karm aşıktır çünkü tayfına ayrıştırılan yıldız ışığı renkler karşısında m est olur. Bu düşünceyi sev
üzerin d en isabetli ölçüm ler yapm anızı m üm kün m iştim . Bilindik D ünya’m ızın evrendeki diğer
kılar. N eyin ölçüm leri? Bir gökkuşağında ölçüle h e r şeyi tipik olarak yansıtm ıyor olabileceği fikri
cek ne v a r ki? İşlerin gerçekten ilginçleşmeye baş ni heyecan verici bulm uştum . A m a m aalesef fikir
ladığı kısım işte burası. Farklı yıldızlardan gelen heyecan verici olsa d a öykü doğru değildi, doğru
ışığın ürettiği “gökkuşakları” kim i yönleriyle olamazdı da. Bu çıkarım ın kaynağı, Newton’u n
b irbirlerinden farklıdır ve b u bize yıldız keşfinden geliyor, yani beyaz ışığın gördüğüm üz
lar hak kın d a çok şey anlatabilir. tü m renkleri içerdiği ve beyaz ışık b ir prizm a ta
rafından dağıtıldığında bütün renklerin ortaya
çıktığı keşfinden. Bu aralıkta bildiklerim izin d ı
şında bir renk yok. S anatçılar çok sayıda farklı tür
ve tonda renk oluşturabilirler ancak tü m bunlar
beyaz ışığın tem el bileşenlerinin b ir kom binas G üney İngiltere’deki Salisbury şehrinde o ku
yonu olacaktır. Kafam ızın içinde gördüğüm üz la giderken, parlak kırm ızı renkteki okul şapka
renkler aslında sadece beynim iz tarafından ışığın m ın sarı sokak lambası ışığındaki tu h af g örünü
farklı dalga boylarını tanım lam ak için u ydurul şünden düpedüz büyülenm iştim . A rtık kırm ızı
m uş birer etikettir. Burada, yani D ünya’da tü m değil, sarım sı bir kahverengi gibi görünüyordu.
aralıklardaki farklı dalgaboylarıyla karşılaştık bile. Keza parlak kırm ızı renkteki iki katlı otobüsler
Ne ayın n e de yıldızların ren k k o nusunda yapacak de öyleydi. N edeni şuydu. O zam anlar diğer pek
bir sürprizleri yok. N e yazık ki öyle. çok İngiliz kenti gibi Salisbury’de de sokak lam
Peki öyleyse farklı yıldızlar spektroskop yani baları için sodyum buharı lam baları kullanılıyor
tayfölçer ile ölçebileceğimiz farklı gökkuşakları du. Bu lam balar tayfın sadece sodyum un k endine
üretirler derken neyi kastediyorum ? Öyle g örünü has çizgileriyle sınırlanm ış d ar b ir aralığında ışık
yor k i yıldız ışığı b ir tayfölçer tarafından dağıtıldı yayıyordu. Sodyum un en parlak çizgileri açık ara
ğında, tayfın kim i yerlerinde ince siyah çizgilerden sarıda bulunur. H angi açıdan bakılırsa bakılsın
oluşan tu h a f örü n tü ler m eydana gelir. Ya da bazen sodyum ışığı saf bir sarı ışıkla parlar, beyaz güneş
b u çizgiler siyah değil renkli olu r ve siyah olan ar- ışığından ya da sıradan bir elektrik am pulünün
kaplandır. Birazdan bu farkı açıklayacağım . Çizgi belli belirsiz sarım tırak ışığından çok farklıdır.
lerin o luşturduğu desen gerçekten d e b ir çubukko- Sodyum lam balarından gelen ışıkta gerçekte kır
da (barkod) b enzer çünkü yıldız ve yıldızın neden m ızı ışık bulunm adığından, şapkam tarafından
m eydana geldiği hakkında bize çok şey anlatır. yansıtılacak bir kırm ızı ışık da yoktu. Eğer bir şap
Ç ubukkod çizgilerini o luşturan sadece yıl kayı ya da b ir otobüsü başta kırm ızı yapanın ne
dız ışığı değildir. L aboratuarda incelem e im kanı olduğunu m erak ediyorsanız, cevap kırm ızı h ariç
bulduğum uz üzere D ünya üzerindeki ışıklar da neredeyse geri kalan tüm renklerdeki ışığı soğu
çubukkod oluşturur. Bu çubukkodları ortaya çı ran boya m olekülleridir. Yani tüm dalgaboylarmı
karan ise farklı elem entlerdir, ö rn e ğ in sodyum içeren beyaz ışığın diğer tüm dalgaboyları m adde
tayfın sarı k ısm ında baskın çizgiler oluşturur. tarafından emilir, çoğunlukla kırm ızı ışık yansıtı
Sodyum bu h arın d an b ir elektrik arkı geçirildiğin lır ve cisim kırm ızı görünür. Sodyum buharlı so
de oluşan sodyum ışığı sarı renkte parlar. B unun kak lam balarından gelen ışıkta ise yansıtılabilecek
nedeni fizikçiler tarafından anlaşılm ıştır ancak b ir kırm ızı ışık yoktur, dolayısıyla cisim sarım tı
ben anlayam ıyorum çünkü k u antum teorisini a n rak kahverengi görünür.
lamayan b ir biyologum.
171
o o o o o o o o o o o o o o
089
069
620
630
640
660
670
610
650
410
420
430
'T^-'T'^-'^-'^-Lrıu-ıınu-ıınLnLnLn
1 H Hidrojen
Sodyum sadece örneklerden birisidir. H er ele siyah arkaplanda renkli, (alt kısm ında) renkli ar-
m entin k endine has “atom num arasına” yani kaplanda siyah çizgiler olarak gözüküyorlar. Bun
çekirdeğindeki p roton sayısı (ve aynı zam anda lardan siyah arkaplan üzerinde renkli olanına
çekirdeğin etrafındaki yörüngelerdeki elekt yayım (yansıtma) tayfı, renkli arkaplan üzerinde
ron sayısı) olan b ir num araya sahip olduğunu siyah g örünenine ise soğurm a tayfı denir. Bunlar
4. B ölüm den hatırlayacaksınız. îşte b u yörünge dan hangisini elde ettiğiniz, söz konusu elementin
lerdeki elektronlarla ilgili sebeplerden ö tü rü her ışıklı parladığına m ı (sodyum sokak lam baların
elem entin ışık ü zerinde k endine özgü b ir etki da olduğu gibi sodyum elem entinin parlaması)
si vardır. Tıpkı çubukkod gibi . . . aslında yıldız yoksa ışığın önüne m i geçtiğine (sıklıkla bir ele
ışığı tayfındaki çizgi desenleri d e aşağı yukarı bir m entin bir yıldızda var olm ası durum unda oldu
çubukkoddur. Yıldızdan gelen ışığı tayfölçer ile ğu gibi) göre değişir. Aradaki fark üzerinde fazla
dağıttığınızda ortaya çıkan çubukkod çizgilerine durm ayacağım . Ö nem li olan h er iki durum da da
bakarak o yıldızda 92 doğal elem entten hangile çubukların, tayfın aynı noktalarında oluşmaları.
rinin b ulun d u ğ u n u belirleyebilirsiniz. Herhangi b ir elem ent için, çizgiler renkli ya d a si
İstediğiniz herhangi b ir elem enti seçip tayf- yah olsun, çubukkodun deseni aynıdır.
sal çubukkoduna bakabileceğiniz b ir web sitesi Diğer bir karm aşık detay ise, bazı çubukla
var: www.booksattransworld.co.uk/dawkins-ele- rın diğerlerinden daha belirgin oluşu. Bir yıldız
ments Bu sitede im leci hareket ettirerek istediği dan gelen ışığa tayfölçer ile bakıldığında genel
niz elem ente gelebilirsiniz. Elem entler hidrojen likle sadece çok belirgin olan çubukları görürüz.
den başlayıp giderek artan atom num aralarına Ancak b u web sitesinde, genellikle yıldız ışığında
göre sıralanmışlar. görülm eyen am a laboratuarda görebileceğimiz
Ö rneğin y ukarıda b u sitede hidrojen, yani 1. zayıf çizgiler de dahil olm ak üzere tü m çizgileri
elem ent (çünkü hatırlarsanız hidrojenin sadece görebiliyoruz. Sodyum ışığı sarıdır ve tayfın sarı
bir protonu vardı) için bulu n an resm i görebilir bölgesinde belirgin çubuklar oluşturur, deseni
siniz. G ördüğünüz gibi hidrojen, biri tayfın m or çubukkoda daha da çok benzeten diğer çizgile
bölgesinde, biri koyu mavi, biri soluk mavi ve biri rin varlığı ilginç olsa d a pratik nedenlerden ö türü
de kırm ızıda olm ak üzere d ö rt çubuk oluşturuyor onları görm ezden gelebilirsiniz.
(farklı renklerin dalgaboyları da en üstte verilmiş). Aşağıda ise üç belirgin çubukkod çizgisiyle
Bu web sitesindeki resim leri anlam ak için sodyum un yayım tayfını görebilirsiniz. Sarı olanın
kafa karıştırıcı olabilecek bazı detayları netleştir nasıl d a baskın olduğunu görebilirsiniz.
m em iz gerekiyor. Öncelikle çubukların ortaya çık İşte böyle h er elementin farklı bir çubukkod
m a biçim lerine dikkat edin: (resm in üst kısm ında) deseni vardır. Herhangi bir yıldızdan gelen ışığa
Mavi Kırmızı
172 A r t a n d a lg a b o y u
w
Dünya'da Sodyum un tayfı
II
■0 Yakın galakside
11
»
Uzak Galakside
Artan dalgboyu
11
Mavi
bakarak o yıldızda hangi elem entlerin olduğunu elemente ait aynı kendine has konumlanış desenini,
anlayabiliriz. Kabul etm ek gerekiyor ki bu epey kar tümüyle kırmızı uca doğru kaymış olarak görüyoruz.
m aşık çünkü birçok farklı elem entin çubukkodları- Dahası herhangi bir galaksi için, tüm çubukkodlar
n ın bir araya gelip karm a karışık olması söz konusu. tayf üzerinde aynı miktarda kaymaya uğrarlar.
Ama onları d a ayıklam anın yolları var. Bu tayfölçer Eğer aşağı yukarı bizim galaksimize yakın (ya
ne harika b ir araç! kın derken, bir önceki paragrafta bahsettiğim çok
Şim di işler daha da ilginçleşecek. Karşı say uzaktaki galaksilere oranla yakın am a bizim kendi
fada altta gördüğünüz sodyum tayfı b ir Salisbury Samanyolu galaksimizdeki yıldızlardan uzaktaki)
sodyum lam basına ya da çok da uzakta olm ayan b ir galaksiden gelen ışığın sodyum çubukkodunu
bir yıldızdan gelen ışığa bakarken gördüğünüz gösteren ortadaki resm e bakacak olursanız orta
tayftır. G ördüğüm üz yıldızların çoğu, örneğin miktarda bir kayma görürsünüz. Sodyum un imza
bilindik burçlar kuşağı takım yıldızları, bizim ga sı olan aynı konum lanış deseninin, bu kez çok da
laksim izde bulun u rlar ve bu gördüğünüz resim bu kaymamış olduğunu görürsünüz. İlk çizgi koyu
yıldızlardan b irin d en gelen sodyum ışığı tayfıdır. maviden uzağa ötelenm iştir am a yeşile k adar değil
Ancak eğer farklı b ir galaksideki yıldızın sodyum sadece açık maviye kadar. Sarıdaki (bir araya gele
tayfına bakıyorsanız, oldukça farklı b ir resim gö rek Salisbury sokak lam balarının sarı rengini oluş
rürsünüz. Bu sayfanın başında biri D ünyadan (ya turan) iki çizgi de aynı yönde, tayfın kırm ızı ucuna
da yakındaki b ir yıldızdan gelen), diğeri ise ya doğru ötelenmiştir. A m a çok d aha uzak olan galak
landaki b ir galaksiden ve sonuncusu da çok u zak siden gelen ışıktaki kadar d a değil, sadece biraz t u
bir galaksiden olm ak üzere üç farklı yerden gelen runcu bölgeye girmiştir.
sodyum ışığının çubukkod desenini görebilirsiniz. Sodyum örneklerden sadece b ir tanesi. Diğer
Önce en alttaki, çok uzak bir galaksiden gelen herhangi bir element de, tayfın üzerinde kırmızı
sodyum ışığının çubukkod desenine bakın ve onu yönüne doğru aynı kaymayı gösterir. Galaksi ne k a
en üstteki D ünya üzerinde üretilmiş bir sodyum dar uzaktaysa, kırmızıya doğru kayma da o kadar
ışığının çubukkod deseniyle karşılaştırın. Çubukla büyük olur. Buna “Hubble kayması” denir çünkü
rın birbirlerinden aynı uzaklıklarda konumlanmış büyük Amerikalı astronom Edwin Hubble tarafın
olduğunu göreceksiniz. Ancak en alttakinde tüm dan keşfedilmiştir. Bu arada, Edvvin Hubble’ın ismi
desen tayfın kırmızı ucuna doğru kaymıştır. Peki ölüm ünden sonra aynı zamanda, 167. sayfadaki
bunun hâlâ sodyum olduğunu nerden biliyoruz öy gibi çok uzak galaksilerin resm ini çeken Hubble te
leyse? Cevap çubukların arasındaki uzaklıkların aynı leskopuna da verilmiştir. Aynı zam anda “kırmızıya
oluşundadır. Bu sadece sodyum için geçerli olsaydı kayma” ya da “kızıla kayma” olarak da adlandırılır
pek de ikna edici olmayabilirdi. Am a aynı şey tüm çünkü tayftaki kaym anın yönü kırm ızının bulun
elemender için geçerlidir. H er seferinde söz konusu duğu tarafa doğrudur.
173
Büyük patlamaya doğru geri sarım
Peki kırm ızıya kaym a ne anlam a geliyor? Neyse biliyorsunuz, p eki öyleyse n eden ses kalınlaşı
ki bilim ciler b u k on u y u iyice anlam ış b ulu n u y o r yorm uş g ibi duyulur? Cevap: d oppler etkisinden
lar. Kırm ızıya kaym a “D op p ler kaym ası” denilen dolayı ve açıklam ası d a şöyle.
olgu n u n b ir örneği. D op p ler kaym ası dalgaların Ses havada değişen hava basıncı dalgaları
ve önceki b ö lü m d e görd ü ğ ü m ü z gibi dalgalardan şeklinde seyahat eder. Bir araba m o to ru n u n ya
oluşan ışığın b u lu n d u ğ u h e r d u ru m d a oluşabilir. da tro m p etin diyelim (çünkü tro m p eti dinlem esi
Sıklıkla “D op p ler etkisi” olarak d a isim lendirilir m o tordan dah a keyiflidir) tınısını dinlediğiniz
ve bize d a h a çok ses dalgalarıyla ilgili ö rn ek ler de, ses dalgaları sesin kaynağından tü m yönlere
d en ta n ıd ık gelir. Bir yol kenarında arabaların d o ğru havada ilerler ve beyniniz bunu ses ola
yüksek h ızda vızıldayarak geçm esini izlerken, ra k algılar. Trom petten yayılıp kulağınıza kadar
h e r b ir araba m o to ru n u n sesi sizi geçtikten sonra gelenin hava m olekülleri olduğunu dü şü n m e
kalınlaşıyorm uş gibi duyulur. A slında araba m o yin. Ç ünkü hiç de öyle değil: o d ü şü ndüğünüz
to ru n u n to n u n u n değişm ediğini, aynı kaldığını şey rüzgar o lurdu ve rüzgar sadece tek b ir yönde
174
seyahat ed erk en ses d alg alan tü m yönlere d oğ ru Su birikintisinde seyahat e den ise, yüzeyde
seyahat ederler, tıpkı b ir su birik in tisin e taş a ttı ki suyun yükseklik değişim leri şeklinde ilerleyen
ğınızda yüzeyde o luşan d algalar gibi. dalgadır. O nu dalga yapan şey, atılan taştan d o
A nlam ası en kolay dalga M eksika dalgası layı etrafa kaçışan su m olekülleri değildir. Tıp
denilen, bü y ü k sp o r salonlarında ve stad y u m kı stadyum daki insanlar gibi su m olekülleri de
larda insan ların sırayla, kendin d en önceki (sol yukarı aşağı hareket etm ektedirler. Tam olarak
taraflarındaki diyelim) kişin in h em en ardın d an taştan uzağa kaçışan hiçbir şey yoktur. Ö yley
ayağa kalkm ası ve o turm asıyla olu ştu ru lan dal m iş gibi g ö rünür çünkü su yüzeyindeki yüksek
gadır. Bir k alkm alar ve o tu rm alar dalgası tü m ve alçak noktaların hareketi açılarak dışa doğru
stadyum u seri b ir şekilde dolaşır. Kim se gerçek devam eder.
te y erinden k ıpırdam az am a dalga tü m stadı kat
eder ve aslına bakarsanız, b u n u b ir in sa n ın koşa
bileceğinden çok d a h a hızlı b ir şekilde yapar.
175
Ses dalgalan ise bu n d an biraz daha farklı
dır. Ses dalgalarının d u ru m u n d a seyahat eden şey,
değişen hava basıncı dalgasıdır. Hava m olekülleri
eden
sırasıyla, b ir m iktar trom petten uzağa ve tro m p e
d a lg ;
te d oğ ru (ya da artık ses kaynağı h e r neyse) ileri
t e p e c ik le
ve tekrar geri hareket ederler. O n lar b u n u y apar
rini, yamacın
ken kom şu hava m oleküllerine çarparlar ve o n
başında hareketsiz
ların da ileri geri b ir harekete başlam alarına n e
duruyor olsaydınız
d en olurlar. Bu sefer o n lar d a k endi kom şularına
o zam an yapacağından
çarparlar ve böylece so nunda b irbirlerine çarpan
daha hızlı bir şekilde toplar.
m oleküller dalgası yani diğer b ir anlam da deği
Böylece trom petin tınısı size, g er
şen basınç dalgası, tro m p etten uzağa doğ ru tüm
çekte olduğundan daha tiz gelecektir.
yönlerde yayılır. İşte tro m p etten kulağınıza kadar
D aha sonra siz trom petçinin yanından
seyahat eden d e b u dalgadır, hava m oleküllerinin
kayıp geçince, kulağınız birbirini takip eden
kendisi değil. Dalga, ses kaynağının tro m p et m i
dalga tepeciklerine daha yavaş bir hızda çarpa
yoksa insan sesi m i ya da b ir araba m ı olduğun
caktır (sanki dalgalar daha aralıklı geliyorlarmış
dan bağım sız olarak sabit b ir hızla hareket eder:
gibi, çünkü ses dalgası da kızağınızın hareket e t
havada yaklaşık olarak saatte 1236 kilom etre
tiği y öne doğru seyahat etm ektedir), böylece n o
(suyun altında dö rt kat ve bazı katilarda ise d aha
tan ın duyulan tınısı gerçekte olduğundan daha
bile hızlı hareket eder). Eğer trom petinizde tiz bir
kalın olacaktır. Aynı şey siz sabit durduğunuzda,
n ota çalacak olursanız ses dalgalarının hızı aynı
am a sesin kaynağı hareket ettiğinde de gerçekle
kalır ancak dalga tepecikleri arasındaki mesafe
şir. Gerçek m i değil m i bilm iyorum am a şu gü
(dalgaboyu) kısalır. Kalın b ir n o ta çalarsanız te
zel bir hikayedir: Bu etkiyi keşfeden AvusturyalI
pecikler arasındaki m esafe arta r am a sesin hızı
bilim ci C hristian D oppler’in etkiyi göstermeleri
yine aynı kalır. D em ek ki tiz notaların dalgaboyu,
kalın olanlardan d aha kısaymış.
Ses dalgası dediğim iz şey işte budur. Şim di gele
lim D oppler kaym asına. Bir tro m petçinin karlı bir
yam açta u zun ve aralıksız b ir n o ta çaldığını d ü şü
nün. Bir kızağa b iniyorsunuz ve trom p etçin in ya
nın d a n hızla kayıp geçiyorsunuz (bu örnekte bir
araba değil de kızak seçtim çünkü kızak sessizdir,
böylece trom peti duyabilirsiniz). N e duyardınız?
Birbirini takip eden dalga tepecikleri, tro m p et
çinin çalm ayı seçtiği notaya bağlı olarak oluşan
aralıklarla trom peti terkediyorlar. A m a siz tro m
petçiye d oğru kayarken, kulağınız b irbirini takip
176
için b ir b an d o takım ı kiralayıp ü stü açık b ir trene tam tersi b andonun üniform ası hafifçe kırm ızıya
bindirdiği rivayet edilir. B una göre b an d o takım ı d oğru kayacaktır.
n ın çaldığı n ota, tre n in izleyici kitlesini geçmesiy Bu örnekle ilgili tek bir yanlışlık var. Sizin bu
le a niden d aha a lt b ir perdeye düşüverm işti. maviye ya da kırmızıya kaymaları farkedebilmeniz
Işık dalgalarıysa d ah a da farklıdır, tam ola için trenin saatte milyonlarca kilom etre hızla se
rak ne M eksika dalgasına ne de ses dalgalarına yahat ediyor olm ası lazım. Trenler Doppler etkisi
benzerler. A m a onların da kendilerine has bir n in renkler üzerinde farkedilebilmesi için gereken
D oppler etkisi bulunur. Tayfın kırm ızı u cunun, hızın yakınına bile yaklaşamazlar. A m a galaksiler
mavi uc undakinden d aha u zun dalgaboylarına bunu yapabilir. Sayfa 172’d eki resim de sodyum
sahip olduğunu, yeşilin ise ortad a olduğunu h a çubukkod çizgilerinin konum larının açıkça tayfın
tırlayın. C h ristian D oppler’in tren in d ek i b a n d o kırm ızı ucuna doğru kaymış olm asından görebi
cuların hepsinin sarı üniform alar giydiklerini leceğiniz üzere, çok uzak galaksiler bizden saatte
düşünün. Tren size d o ğ ru hızlandıkça, gözleriniz yüzlerce milyon kilom etre hızla uzaklaşmaktadır.
dalga tepeciklerini, tren in du ru y o r olduğu halden Ayrıca (daha önce bahsettiğim gibi “standart kan
daha hızlı “toplayacaktır”. Böylece ü niform aların diller” ile ölçüldüğü üzere) ne kadar uzaktalarsa
renginde, tayfın yeşil k ısm ına d oğ ru hafif b ir kay o kadar hızlı bir şekilde bizden uzaklaşıyorlar (ve
m a olacaktır. T ren sizi geçip gittikten s o n ra ise kırmızıya kaym a da o kadar fazla oluyor).
Evrendeki tü m galaksiler b irbirlerinden den evrenin genişlem esinin başlam ış olması
uzaklaşm aktadır, bu bizden de uzaklaşıyor ol gereken anı hesaplayabildiler. İşte o anın 13 ila
dukları a nlam ına geliyor. T eleskopunuzu hangi 14 milyar yıl kadar ö nce olduğunu bu şekilde
yöne doğrultu rsan ız d oğ ru ltu n , u zak galaksiler biliyorlar. O an, evrenin kendisinin başladığı
bizden (ve birbirlerinden) giderek artan bir an d ır ve ismi de şudur:
hızda uzaklaşm aktalar. Tüm evren, yani uzayın
kendisi, m uazzam bir hızla genişlem ektedir.
Ö yleyse n eden bu genişlem enin etkisi
galaksilerle sınırlı kalıyor diye sorabilirsiniz.
N eden b ir galaksinin içindeki yıldızlar da b ir
“büyük patlama”.
birlerin d en uzaklaşm ıyorlar? Siz ve ben, neden
birbirim izden uzaklaşm ıyoruz? Şöyle ki, bir
galaksideki h er şey gibi birb irin e yakın halde G ünüm üzün evren “modelleri” büyük
küm elenm iş olan şeyler, k om şularının kütle patlam a ile başlayan tek şeyin evren olm adığı
çekim kuvvetlerini en güçlü şekilde hisseder nı varsayıyorlar. Z am anın ve uzayın kendisinin
ler. Bu o nları kendi içlerinde b ir arada tutarken de büyük patlam ayla başladığını söylüyorlar.
birbirine uzak cisim ler (diğer galaksiler) evre Bunu açıklam am ı istem eyin benden çünkü ev-
n in genişlem esiyle birbirlerinden uzaklaşırlar. renbilim ci olm adığım için ben kendim de a n
Size m uhteşem b ir şey d ah a söyleyeyim mi? lam ıyorum . A m a belki şim di neden tayfölçeri
A stro n o m lar evrenin genişlem esine baktılar gelm iş geçmiş en önem li icatlardan biri olarak
ve zam anı geri sardılar. Yani adeta genişleyen aday gösterdiğim i anlam ışsınızdır. Gökkuşağı
evrenin b ir film ini çekip filmi geri sarm ış sadece bakılm ası güzel b ir şey değil. Bir bak ı
oldular. Ve b u n u yaptıklarında galaksilerin m a bize, zam an ve uzay dahil h e r şeyin nasıl
birbirlerinden uzaklaşm ak yerine yakınlaştık başladığının hikayesini anlatır. Bence bu gök
larını gördüler. D ahası astro n o m lar bu film kuşağını daha bile güzel kılıyor.
180
yalnız mıyız?
Bildiğim kadarıyla evrende uzaylıların varlı nın, dünya ve diğer birkaç gezegenin güneşin yö
ğıyla ilgili olarak anlatılan çok eski söylencelerin rüngesinde olduğunu keşfetmelerine kadar devam
sayısı p ek fazla değil. B unun nedeni belki de eski etti. Üstelik, değil galaksiler, yıldızların bize uzaklı
den, üzerinde yaşadığım ız dünyadan çok çok daha ğı ve sayıları bile, yakın zam ana dek bilinmiyordu.
büyük b ir evrenin varlığından haberdar olunm a- İnsanların, d ünyanın bir yerinde “aşağıyı” işaret et
masıydı. Bu fikir 1500’lü yıllarda bilim insanları tikleri zam an (mesela Borneo’da), dünyanın diğer
tarafında (bu örnekte Brezilya’da) bu n u n “yukarısı” olacağının
farkına varm alarının üzerinden henüz çok az zam an geçti. Ö n
celeri insanlar, “yukarısı” deyince b u n u n h er yer için aynı yönü
ifade ettiğini, yani “yukarının” gökyüzünün üzerinde tanrıların
yaşadıkları yer olduğunu düşünm ekteydi.
Acayip yaratıkların varlığıyla ilgili sayısız inanç ve söylence
ler u zun zam an boyu anlatılagelm iştir: şeytanlar, ruhlar, cinler, h a
yaletler, vb... A ncak ben b u bölüm de “Yalnız mıyız?” diye sorarken
aslında “Evrenin başka y erinde de uzaylı yaşam biçim leri var m ı?” d e
m ek istiyorum . Söylediğim gibi uzaylılar hakkındaki söylencelere ilkel
kabileler arasında çok az rastlanılm aktadır. Bu fikirler m odern şehirlerde
yaşayanlar arasında çok d aha yaygındır. Söz k onusu çağdaş söylenceler eski
söylencelerin aksine daha ilginçtir çü n k ü ilk ortaya çıktıkları andan itibaren
gelişmelerini görebiliriz. Bu söylencelerin gözüm üzün ö nünde ortaya çıkışını
izliyoruz. Bu nedenle b u bölüm de çağdaş söylencelerden bahsedeceğim.
1997’n in M art ayında Kaliforniya’da C ennetin Kapısı adlı d indar bir tarikat
39 üyesinin zehir içerek ölmesiyle acı bir son yaşadı. Bu 39 üyenin kendilerini
öldürm elerinin arkasındaki n eden ise, uzayda uzaklardan bir yerler
den gelecek o lan b ir ufonun, ruhların ı alıp başka b ir dünyaya gö
türeceğine d air inançlarıydı. O g ünlerde H ale-B opp adı verilen
parlak b ir k uyruklu yıldız g ökyüzünde açıkça gözlenebiliyor
d u ve tarikatın inancına göre (çü n k ü ru h a n i liderleri onla
ra böyle söylemişti) bu k uyruklu yıldıza y olculuğunda b ir uzay
gemisi eşlik ediyordu. Bu olayı gözlem lem ek için gidip bir teleskop
aldılar fakat kısa b ir süre sonra “çalışm ıyor” diye aldıkları yere geri
verdiler. Peki teleskopun çalışm adığını nasıl anlam ışlardı? Ç alışm a
dığını sanm ışlardı çünkü uzay gem isi falan görem em işlerdi.
Tarikat lid eri M arshall A pplewhite m üritlerin in inandığı
şeye kendisi d e inanıyor m uydu? B üyük olasılıkla inanıyor
du çünkü zehri alanlardan biri d e kendisiydi. Dolayısıyla
hakikaten sam im iyetle inanıyor olmalıydı! Ç oğu tarikat
lideri b u işi sadece k adın m ü ritlere sahip o lm ak için ya
parlar ancak M arshall Applewhite, tarikatta kendisini
hadım etm iş eski üyelerden biriydi, b u yüzden görünen
o k i seks o n u n için çok d a öncelikli b ir ihtiyaç değildi.
Bu tarz insanların yay
gın olarak tutkunu ol
dukları şey bilimkurgudur.
Cennetin Kapıları tarikatının
üyelerinin her biri Uzay Yolu
(Star Trek) hayranıydı. Elbette di
ğer gezegenlerden uzaylılar hakkında
bilimkurgu hikayeleri de boldur ancak ço
ğumuz onların kurgu, hayal gücünün b ir ü rünü
ve uydurulmuş hikayeler olduğunu, aynı zamanda
gerçekle ilgili olmayan şeyler olduğunu biliyo
ruz. Ama gerçekten de uzaylılar tarafından
kaçırılmış ve alıkonulmuş olduğunu iddia
eden ve buna derinden inanan insanların
sayısı da az değil. Buna inanmayı o kadar
istiyorlar ki, en ufacık bir “kanıt” üzerinden
dahi bunu iddia edebildiklerini görüyoruz. Ö r
neğin bir adam sadece burnu kanadığı için kaçı
rıldığım iddia etti. Bu adam a göre uzaylılar,
dişini takip edebilmek için burnuna bir radyo vericisi
yerleştirmişlerdi. Diğer bir inancı da, cildinin renginin
ailesine göre biraz daha koyu olm asından dolayı kendisinin
de biraz uzaylı olabileceğiydi.
Şaşırtıcı derecede çok sayıda A m erikalı, kendisinin dehşet
verici deneylerde kullanılm ak üzere gri tenli büyük kafalı ve
p ö rtlek gözlere sahip adam lar tarafından uçan dairelere b in
dirilerek kaçırıldıklarını iddia etm ektedir. Uzaylıların insanları
kaçırm aları üzerine, neredeyse Eski Y unan ve O lim pos dağı tanrıları
m itolojileri k ad ar zengin ve detaylı b ir m itoloji oluşm uş d urum da. Fakat bu
uzaylı alıkoym a söylenceleri h en ü z yeni ve kaçırıldıklarını iddia eden insanlar
la gidip sohbet edebilirsiniz: norm al, akıl sağlığı yerinde ve m antıklı görünen
bu insanlarla konuşursanız size, uzaylılarla y üz yüze görüştüklerini h atta o n
ların neye benzediklerini ve tiksindirici deneylerini yaparlarken, neşterlerini
insanların v ücutlarına b atırırken söyledikleri sözleri anlatacaklardır (tabii ki
uzaylılar o nların d ilinde konuşuyor).
184
Susan Clancy, kaçırıldığını iddia eden in sanlar üzerine detaylı çalışma
lar yapan birçok psikiyatristten biri. Bu in sanların çoğu olayı ya k ısm en h atır
lam akta y a da hiç h atırlam am aktadır. Bunu, uzaylıların b u kişilerin vücutları
üzerindeki deneylerini b itirdikten sonra şeytanca teknikler k ullanarak hafıza
larını kısm en silmiş olm alarına bağlam aktalar. Bazen kayıp hatıralarını geri
getirm ek için b ir h ipnozcuya veya b ir psikoterapiste başvuruyorlar.
Silinmiş anıları k u rtarm ak kendi içinde ilginç bir konu
olm akla birlikte, tam am en ayrı b ir hikayedir. Bir olayı hatır
ladığım ızı d üşündüğüm üzde başka b ir hatırayı hatırlıyor
olabiliriz. Dolayısıyla h e r hatırladığım ız şey gerçek b ir
hatıra olm ayabilir; hatıralar zam anla başka olaylar ile
hafızam ızda yer değiştirebilir. En n e t h atıralarım ızın
aslında yanlış hatıralar olduğu y önünde güçlü k an ıt
lar bulunuyor. H atta yanlış hatıralar, iyi m eslek ah
lakına sahip olm ayan terapistler tarafından kasten
hafızaya yerleştirilebilirler.
Yanlış hafıza sen d ro m u bize, uzaylılar tarafın
dan kaçırıldığını iddia eden bazı insanların b u fi
kirlere sahip olm alarının n edenlerini açıklam am ızda
yardım cı olm aktadır. Ç oğu zam an, b ir insan, gazetede
diğer kaçırılm a hikayelerini o kur ve endişelenir. D aha
önce d e söylediğim gibi b u in sanların çoğu Uzay Yolu ya
da diğer bilim kurgu hikayelerinin hayranıdır. İlginç olan şeyse
b u in sanların h er zam an, televizyonda görülen uzaylı imgelerinin
ve onların yaptıkları deneylerin aynılarını anlatıyor olmaları.
Olası diğer b ir d u ru m ise kişinin uyku felci adı verilen ürkütü
cü b ir deneyim den olum suz etkilenmesidir. Bu oldukça yaygın bir
durum dur. Siz de b u n u yaşamış olabilirsiniz, eğer öyleyse um ut
ediyorum ki b ir sonraki deneyiminiz, ben size b u n u n ne ol
duğunu şim di anlattıktan sonra d aha az ürkütücü geçecek.
N orm alde siz uyurken ve rüya g ö rürken vücudunuz
felç d urum undadır. Bu, rüya g ö rürken kaslarınızın h a
reket etm em esi ve uyurgezer olm am anız içindir (buna
rağm en uyurgezerlik ara sıra ortaya çıkan b ir durum ).
Ve yine n orm alde uyandığınızda ve rüyalarınız sona
erdiğinde felç d u ru m u sona e rer ve a rtık kasları
nızı h areket ettirebilirsiniz.
Fakat arada b ir bilincinizin yerine gelm esi ile duyuyorsam, uzaylılar tarafından kaçırılıp hafıza
kaslarınızın yeniden canlanm ası arasında b ir ge m ın silindiğine inanarak uyanabilirim.
cikme olur ve buna uyku felci denir. Tahm in edebi Genellikle uyku felci m ağdurlarının başına
leceğiniz gibi b u ürkütücü b ir şeydir. Yarı uyanıksı gelen tipik şeylerden bir diğeri de, aslında uzaylı
nız, odanızı ve içindeki h er şeyi görebilmektesiniz veya korkunç deney halüsinasyonları görmedikleri
ancak kıpırdayamamaktasınız. Uyku felci bazen zam an bile, ne olmuş olabileceğine dair şüpheleri
korku verici halüsinasyonlara sebep olabilir. İn n in zihinlerinde oluşturduğu korkunç izlenimlerin
sanlar isim verem edikleri korkunç b ir tehlike duy yalancı hatıralar olarak belleklerine yerleşmesidir.
gusuyla dolarlar. Bazen sanki rüyadaymış gibi ora Bu süreç genellikle arkadaşlar ve aile tarafından
da olmayan şeyleri görürler ve tıpkı rüyadaki gibi, güçlendirilir, onların hikayenin ayrıntıları için he
rüyayı gören kişi, gördüklerinin tam am en gerçek vesle ağız araması ve hatta “Uzaylılar orada mıydı?
olduğunu düşünür. Ne renktiler? Filmlerdeki gibi büyük gözleri var
Eğer uyku felci sorununuz varken b ir halü- mıydı?” gibi hayalleri tetikleyici soruları sürecin
sinasyon görecek olursanız b u sanrı nasıl bir şey ilerlemesine yardım cı olur. H atta sorular bile ya
olurdu? G ünüm üzdeki b ir bilim kurgu hayranı, lancı hatıraların hafızaya sokulması ve kazınm a
büyük kafaları ve yüzlerini kaplayan gözleri ile k ü sı için yeterli olabilir. İşe bu açıdan baktığınızda,-
çük gri adam lar görebilir, ö n c e k i yüzyıllarda, b i 1992 tarihli anketin, yaklaşık dört milyon A m eri
lim kurgu ortaya çıkm adan önce, insanların gördü kalının uzaylılar tarafından kaçırıldığını düşündü
ğü imgeler farklıydı: gulyabaniler veya belki ku rt ğü sonucuna varması şaşırtıcı değil.
adam ya da kan em en vampirler, (eğer şanslılarsa) Psikolog arkadaşım Sue Blackmore, uzaylı ya
güzel kanatlı melekler. bancılar fikri popülerleşm eden önce ortaya çıkan
B uradaki esas nokta şu ki, uyku felcini dene- korkulara büyük bir ihtimalle uyku felcinin neden
yimleyen insanların gördükleri, gerçekte var olm a olmuş olabileceğine dikkat çekiyor. O rtaçağda in
m ış ancak geçmiş korkulardan, efsanelerden veya sanlar bir “inkubusun” (bir kadın kurbanını o nun
kurgu öykülerden akılda kalanlardır. H atta halüsi- la seks yapması için ziyaret eden erkek şeytan)
nasyon görm eseler bile, deneyim o kadar korkutu veya “sukkubusun” (bir erkek kurbanını onunla
cudur ki, genellikle uyku felci mağdurları sonunda seks yapması için ziyaret eden dişi şeytan) kendi
uyandıklarında başlarına korkunç b ir şey gelmiş lerini gecenin ortasında ziyaret ettiğini iddia edi
olduğuna inanırlar. Eğer özellikle vam pirlere inan yorlardı. Uyku felcinin etkilerinden bir diğeri
m a eğiliminiz varsa, size b ir kan em icinin saldırdı de, hareket etmeye çalıştığınızda bir
ğına dair kuvvetli bir inanç ile uyanabilirsiniz. Eğer
ben uzaylıların insan kaçırm alarına özellikle ilgi
şey vücudunuza bastırıyor gibi hissetm ektir. Bu durum , deneyim in etki
siyle dehşete kapılmış m ağdur tarafından kolayca cinsel b ir saldırı olarak
yorumlanabilir. New foundland’d e anlatılan bir efsanede, gece insanları
ziyaret eden ve göğüslerine bastıran “Yaşlı b ir Cadı”dan bahsedilir. Çin-
hindi’ndeki b ir efsanede ise insanları karanlıkta ziyaret edip onları felç
eden “G ri Hayalet” bulunur.
Dolayısı ile insanların neden uzaylılar tarafından kaçırıldıklarına
inandıklarına dair iyi fikrim iz v ar ve günüm üzdeki uzaylılar tarafından
kaçırılma efsanelerinin önceki zorba inkubus ve sukkubus ile ya d a gece
ziyarete gelip u zun köpek dişleri ile kanım ızı em en vam pirler ile bağlan
tısını kurabiliriz. Bu gezegenin, uzaydan gelen b ir varlık (veya benzer şe
kilde, bir inkubus veya sukkubus veya şeytanların herhangi bir türü) tara
fından ziyaret edildiğine dair geçerli hiçbir kanıt bulunm am aktadır. Ama
hâlâ, diğer gezegenlerde yaşayan varlıkların gerçekten var olup olmadığı
sorusu ile karşı karşıyayız. H enüz bizi ziyaret etm em iş olmaları var olma
dıkları anlam ına gelmiyor ki. Bizim kinin aynısı veya belki bizimkine az
ya da çok b enzer türden b ir evrim
DİĞER
GEZEGENLERDE
GERÇEKTEN
HAYAT
VAR M İP
CEVABI KİMSE BİLMİYOR. Eğer beni o veya Bir g ün diğer gezegenlerde canlılığa dair eli
bu şekilde bir görüş bildirm eye zorlarsanız, evet mize kesin bir kanıt geçtiği zam an bundan emin
derim ; m uhtem elen m ilyonlarca gezegende ha olacağız. Şim dilik b ir b ilim insanının yapabilece
yat var. Fakat bir görüş kim in um u ru n d a olu r ki? ği e n iyi şey, belirsizliği azaltabilecek, varsayım lar
D oğrudan bir kanıt m evcut değil. Bilimin en b ü yerine olasılık tahm ini yürütebilm em izi sağlaya
yük erdem lerinden biri de, bilim insanlarının bir cak h er türlü bilgiyi kaydetm ektir. Ve bu, kendi
şeyin cevabını bilm edikleri zam an bun u n farkında içinde yapılması ilginç ve zorlu b ir şeydir.
olmalarıdır. Bir şeyi bilm ediklerini neşeyle itiraf Sormamız gereken ilk soru kaç tane gezege
ederler. Neşeyle, çünkü cevabı bilm em ek onu bul nin bulunduğudur. Çok yakın zamana kadar, sade
maya çalışm ak için heyecan verici bir maceradır. ce güneşimizin yörüngesindekilerin var olduğuna
188
inanmak m üm kündü çünkü gezegenler en büyük saymak için çok küçüktür. Fakat yıldızın hareketine
teleskoplarla bile tespit edilemiyordu. Günüm üzde sebep olan gezegeni göremesek bile, elimizdeki kimi
pek çok yıldızın gezegenleri olduğuna dair elimizde cihazlar sayesinde, çok küçük bile olsalar bu hare
iyi kanıtlar var ve neredeyse her gün güneş sistemi ketleri tespit edebiliriz.
dışında yeni gezegenler keşfediliyor. Bunlar Güneş Yıldızın bu küçük hareketlerini nasıl tespit
dışındaki yıldızların etrafında dönen gezegenlerdir. edebildiğimiz kendi içinde ilginç bir konudur.
Bir gezegenin keşfedilmesinin en kolay yolu Herhangi bir yıldız en iyi teleskopla bile gerçekten
nun teleskop aracılığıyla onu görebilmek olduğunu hareket ettiğini görebilmemiz için çok uzaktadır.
düşünebilirsiniz. Ne yazık ki gezegenler çok uzaklar Ama, garip biçimde bir yıldızın hareketini görm e
dan görünemeyecek kadar sönüktür, kendi başlarına m emize rağm en, yaptığı hızı hesaplayabiliriz. Tu
parlamazlar sadece yıldızlarının ışığını yansıtırlar, haf gelebilir am a, tam olarak bu noktada tayf ölçer
dolayısıyla onları doğrudan göremeyiz. Doğrudan devreye giriyor. 8. bölüm’de bahsettiğim iz Doppler
olmayan yöntemlere güvenmek zorundayız ve en iyi etkisini hatırladınız mı? Yıldızın hareketi bizden
yöntem yine 8. Bölüm’d e karşılaştığımız bir cihaz olan uzağa doğru gerçekleştiğinde, gelen ışık kırmızıya
tayfölçerin kullanımıdır. Bunu işte şöyle yapıyoruz: kayacaktır. Yıldızın hareketi bize doğru gerçekleş
Bir gök cismi yaklaşık olarak aynı boyutlarda tiğinde ise ışığı maviye kayacaktır. Dolayısı ile bir
ki başka bir gök cisminin yörüngesine oturduğunda, yıldızın yörüngesinde bir gezegen var ise, tayföl-
her iki cisim birbirinin yörüngesinde hareket etm e çer bize ritm ik olarak kırmızı-mavi-kırmızı-mavi
ye başlar, çünkü birbirleri üzerinde yaklaşık olarak şeklinde titreşim ler gösterecektir ve bu düzenli
eşit çekim kuvveti uygularlar. Gökyüzüne baktığı ışık kayması zam anlamaları bize gezegenin kendi
mızda gördüğümüz yıldızların birçoğu aslında, san yıldızı etrafında dönm e süresini verecektir. Tabi ki
ki görünm ez bir çubuk ile bağlanmış ve bir halterin birden fazla gezegen olduğunda bu durum biraz
iki ucu gibi birbirlerine bağlı, birbirinin yörüngesin daha karışık bir hal alır. Ama astronom lar m a
de olan iki yıldızdır ve yıldız İkilisi diye adlandırılır tematikte iyidirler ve bu karm aşık durum la başa
lar. Kütlelerden biri diğerinden çok daha küçük o l çıkabilirler. Bu satırlar yazılırken (Ocak 2011)
duğundaysa, yani bir gezegen ile o gezegenin yıldızı bahsettiğim bu yöntem kullanılarak 484 gezegen
arasındaki durum da olduğu gibi, büyük olan küçük ve 408 yıldız tespit edilmişti. Siz bunu okuduğu
olanın kütle çekimi karşısında sadece belli belirsiz nuzda şüphesiz bu sayı daha fazla olacaktır.
kımıldarken, küçük olan büyük olanın etrafında vız Gezegenleri tespit e tm ek için başka y öntem
vız döner. D ünyanın Güneş’in yörüngesinde oldu ler de m evcuttur. Ö rneğin, bir gezegen yıldızının
ğunu söylüyoruz, ama aslında Güneş de D ünyanın yörüngesinin belirli bir kısm ından geçerken,
çekim kuvvetine karşı m inik hareketler yapmakta yıldızın yüzeyinde küçük bir kısım belirsizleşir
dır. Ayrıca Jüpiter gibi büyük bir gezegen, yıldızının veya tutulur. Tıpkı, Ay’ın G üneş tutulm asına se
konum u üzerinde fark edilir bir etki yapabilir. Yıldı bep olm ası gibi, fakat bu du ru m d a ay çok yakın
zın bu ufak hareketleri, yıldız “güzergâhı” boyunca olduğu için daha büyük görünür.
189
Bir gezegen kendi yıldızı ve bizim aram ıza girdi büyük o lan yıldızlar, patlam adan önce çok u zun
ğinde de, yıldızı çok yavaşça sönükleşir ve bazen süre varlıklarını sürdürm e eğilim inde değildirler.
cihazlarım ız b u sönükleşm eyi tespit edebilecek A m a kendim izi güneş benzeri yıldızların y ö rü n
kadar hassas olabilir. Şimdiye k ad ar b u yolla 110 gesindeki gezegenlerle sınırlasak bile, elimizde
gezegen keşfedilm iştir. B unlardan başka 35 geze katrilyonlarcası olacak dem ektir, ki b u sayıyla
genin tespit edilm esinde etkili olan birkaç farklı bile d u ru m u hafife alıyor olm a olasılığımız var.
yöntem daha var. Bazı gezegenler b u teknikler Peki “doğru türde b ir yıldızın” yörüngesin
arasından bird en fazlası kullanılarak tespit edil deki bu gezegenlerin kaç tanesi, yaşamı destekle
m iştir ve galaksim izde G üneş dışındaki yıldızla m ek için uygundur? Şimdiye k adar güneş sistemi
rın yörüngesinde b u lu n an gezegenlerin m evcut dışında keşfedilen gezegenlerin büyük çoğunluğu
genel toplam ı 519’dur. “Jüpiter” tü rü gezegenlerdir. Bu, onların çoğunun
G alaksim izde, gezegenleri ararken gözlem yüksek basınçlı gazdan m eydana gelen “gaz devle
lediğim iz yıldızların büyük çoğunluğunun yö ri” olması demektir. Gezegenleri keşfetme yönte
rüngesinde gezegenlerin olduğu ortaya çıkm ış m im iz genellikle Jüpiter tü rü gezegenlerden d aha
tır. Dolayısıyla eğer galaksim izin tip ik b ir örnek küçük herhangi bir şeyi tespit edecek yeterlilikte
olduğunu varsayarsak, m uhtem elen evrendeki hassasiyete sahip olm adığı için, b u d urum şaşır
çoğu yıldızın yörüngesinde gezegenleri olduğu tıcı değildir. Ve Jüpiter tü rü gezegenler, yani gaz
sonucuna varabiliriz. G alaksim izdeki yıldızların devleri, bildiğim iz kadarı ile yaşam için uygun
sayısı yaklaşık olarak 100 m ilyar ve evrendeki ga değildir. Tabi b u d em ek değildir ki tek m uhtem el
laksilerin sayısı da yaklaşık o kadar. Bu da, to p yaşam biçim i bizim bildiğim iz gibi b ir yaşam biçi
lam da 10.000 m ilyar yıldız gibi b ir sayı dem ek. midir. Jüpiter’de bile yaşam olabilir, gerçi b en b u n
Bilinen yıldızların yaklaşık olarak %10 kadarı dan şüpheliyim. Sözünü ettiğim iz katrilyonlarca
astronom lar tarafından “güneş b enzeri” olarak gezegenin içinden kaç tanesinin Jüpiter benzeri
tanım lanm ıştır. G üneşten ç ok farklı olan yıldızlar gaz devleri gibi değil de D ünya benzeri kayalık ge
gezegenlere sahip olsalar bile çeşitli nedenlerden zegenler olduğunu bilmiyoruz. Fakat b u o ran çok
ö türü bu gezegenlerin ü zerinde yaşam ı destekle küçük olsa bile, kesin sayı yine de yüksektir çünkü
m eleri olası değildir: ö rn e ğ in , güneşten çok daha toplam sayı çok am a çok büyüktür.
190
I6T
Yaşanabilir gezegenleri aramak
Bildiğimiz kadarıyla yaşam suya bağlıdır.
Yine de dikkatimizi bildiğimiz türde bir
hayat biçimine sabitlemekten kaçınmamız
gerek, am a şu an için egzobiyologlar (dün
ya dışı hayat arayan bilim insanları) suyu
esas olan şey olarak kabul ediyor, o kadar
ki çabalarının büyük bir kısmı suyun izini
göklerde aramaya harcanıyor. Suyun tespit
edilmesi, hayatın kendisini tespit etmekten
çok daha kolaydır. Eğer suyu bulursak, bu orada
kesinlikle hayat olduğu anlamına gelmez, am a doğru
yönde büyük bir adım olur.
için suyun en azından b ir k ısm ının sıvı h alde bu- gözlenen çaprazlam asına çizgilerin su kanalları
lunm ası gereklidir. Buz da, bu h ar da işe yaram a- olduğunu bile iddia etm işti. G ünüm üzde artık
yacaktır. B ugün öyle olm asa da geçm işte M ars’ın uzay araçlarım ız Mars’ın detaylı fotoğraflarını
yakından incelenm esi sıvı suyun delillerini gös- çekm ektedir ve hatta gezegenin yüzeyine bile
term iştir. Ve diğer pek çok gezegen, sıvı h alde inm iştir; kanalların ise Lowell’ın hayal gücünün
olm asa da en azından b ir m ik tar su b u lundurur, b ir ü rü n ü olduğu ortaya çıkmıştır. G ünüm üzde
Jüpiter’in u y dularından biri olan E uropa buz ile Europa, G üneş sistem im izdeki dünya dışı hayat
kaplıdır ve h aklı olarak b u zu n altında sıvı sud an iddialarının m erkezindeki Mars’ın yerini almış
bir deniz olduğu varsayılm aktadır. İnsanlar G ü- bulunuyor, am a çoğu b ilim insanı daha uzaklara
neş sistem inde dünya dışı hayat için en iyi ada- bakm am ız gerektiğini düşünüyor. K anıtlar Güneş
yın M ars olacağını d ü şünm üşlerdi ve Percival sistemi dışındaki gezegenlerde özellikle suyun
Lowell isim li ü n lü b ir a stronom , M ars yüzeyinde n ad ir o lm adığına işaret etmektedir.
193
Yaşanabilir
Çok soğuk bölge
Peki ya sıcaklık? Eğer bir gezegen yaşam ı destek yine de insan standartla
liyorsa sıcaklığının ayarı nasıl olmalı? Bilim in rı için büyük mesafe) bir
sanlarının “Yaşanabilir bölge” diye b ir tabiri var. “Yaşanabilir gezegen” keş
Bununla çok sıcak ve çok soğuk iki uç noktanın fedildi. Bu gezegenin yıldızı,
arasında olan “tam olarak istenilen” bölgeyi kas Güneş’ten çok daha küçük olan
tediyorlar. D ü nyanın yörüngesi yaşam için “tam bir kırm ızı cüce ve buna bağlı
olarak istenilen” koşuldadır: suyun sürekli kay olarak yıldızın yaşanabilir alanı da
nayacağı şekilde G üneşe yakın değil, veya suyun güneşinkinden daha yakın. En az altı
do n u p tam am en katılaşacağı ve bitkilerin beslen gezegeni var: Gliese 581e, b, c, g, d ve f.
mesi için yeterli G üneş ışığının bulunm ayacağı Bunların pek çoğu Dünya gibi küçük, kaya
kadar uzakta da değildir. E vrende katrilyonlarca lık gezegenler. B unlardan Gliese 581d’nin, sıvı su
gezegen b u lunm asına rağm en, gezegenlerin yıl için yaşanabilir alanda olduğu düşünülm ekte. As
dızlarından uzaklıkları ve sıcaklıkları söz konusu lında Gliese 581d’d e su olup olm adığı bilinmiyor,
olduğunda bunların an cak çok k ü çü k bir b ö lü am a eğer varsa buz veya buhardan çok sıvı halde
m ün ü n tam olarak istenilen koşullarda olm asını olması m uhtem el. Kimse Gliese 581d’d e gerçekten
bekleyebiliriz. hayat o lduğunu ileri sürm üyor, gezegenleri a ram a
G eçenlerde (Mayıs 2011), Gliese 581 isim ya başlam am ızdan çok kısa bir süre sonra bu ge
li yıldızın yörüngesinde bizden 20 ışık yılı kadar zegeni keşfetmiş olm am ız, m uhtem elen daha pek
uzakta (yıldızlar arası uzaklık kadar değil ama çok yaşanabilir gezegen olduğunu düşündürüyor.
194
Yıldız
Peki ya gezegenin boyutu? N e d aha büyük, lüğünde bir hayvan, örümceğe benzeyen ince, cılız
ne daha küçük, tam olarak yaşanabilir b ir geze bacakları üzerinde sıçrayabilecektir. Ve gezegende
gen büyüklüğü var mı? G ezegenin büyüklüğünün, ki diğer koşullar da uygun ise en büyük dinozor
daha doğru su kütlesinin, yerçekim inden ötü rü lardan bile çok daha büyük hayvanlar rahatça evri-
yaşam ü zerinde büyük b ir etkisi vardır. D ünya ile lebilecektir. Ay’ın çekim kuvveti Dünya’n ın çekim
aynı çapa sahip b ir gezegen çoğunlukla som altın kuvvetinin altıda biridir. Bu nedenle astronotların
dan m eydana gelmişse kütlesi dünyadan üç kat aydaki yürüyüşleri zıplayarak koşm ak şeklinde
daha büyük olacaktır. Bu d u ru m d a o gezegenin görünen ilginç bir hareketti, ki b u hareket, astro
yerçekimi, D ünyada alışık olduğum uzdan üç kat notların kocam an uzay giysileri yüzünden oldukça
daha fazla olacaktır. G ezegende yaşayan canlılar kom ik görünüyordu. Aslmda b u gibi zayıf çekim
dahil h er şey ü ç k at d aha ağırlaşacaktır. Bir ayağı kuvvetine sahip bir gezegende evrim geçiren bir
diğerinin önüne atm ak için büyük b ir çaba gere hayvan çok daha farklı yapılar geliştirirdi, doğal se
kecektir. G ergedan büyüklüğünde b ir hayvan k en çilim b u durum un icabına bakardı.
di ağırlığında ezilebilecekken, fare büyüklüğünde Eğer nötron yıldızında olduğu gibi çekim
bir hayvan v ü c udunu destekleyebilmek için kaim kuvveti çok güçlü ise, orada yaşam olmayacak
kem iklere ihtiyaç duyacaktır ve m inyatür b ir ger tır. N ötron yıldızı bir çeşit çökm üş yıldızdır. 4.
gedan gibi hantal yürüyecektir. Bölüm’d e öğrendiğim iz üzere, m adde norm alde
A ltının Dünya’yı m eydana getiren demir, nikel hem en hem en tam am en boşluktan oluşur. Atom
ve diğer şeylerden d aha ağır olması gibi, k öm ür de çekirdekleri arasındaki uzaklık, çekirdeklerin
bunlardan daha hafiftir. D ünya büyüklüğünde am a kendi büyüklükleri ile kıyaslandığında oldukça
çoğunlukla k öm ürden m eydana gelen bir gezegen, büyüktür. A m a b ir n ötron yıldızına “çökmüş” d er
alışkın olduğum uzun sadece beşte biri kadar çekim ken kastettiğimiz, b ütün o boş alanın olmamasıdır.
kuvveti uygulayacaktır. Bu defa, gergedan büyük N ötron yıldızı, sadece bir şehir büyüklüğünde olsa
bile G üneş’in kütlesi k adar bir kütleye sahip olabi
lir, dolayısı ile çekim kuvveti yıkıcı bir şekilde güç-
lüdür. Eğer b ir n ötron yıldızına düşseydiniz, D ü n
yadaki ağırlığınızın yüz m ilyar katı k adar daha
ağırlaşırdınız. D üm düz olurdunuz. H areket
edemezdiniz. Bir gezegenin yaşanabilir ala
n ın dışına çıkması için n ötron yıldızının
çekim kuvvetinin sadece küçük bir kıs
m ına sahip olması yeterli olacaktır, ki bu
sadece bizim bildiğimiz türde yaşam için
değil, aynı zam anda hayal edebildiğimiz
olası yaşam çeşitleri için de geçerli.
197
Burada size bakıyor
Eğer diğer gezegenlerde yaşayan canlı
lar olsaydı, neye benzerlerdi? Bilim
kurgu yazarlarının uzaylıları, b ü
yük kafalar veya ilave gözler, veya
belki kanatlar gibi birkaç ayrıntı d ı
şında insanlara benzer şekilde hayal
etm elerinin, biraz işin kolayına kaç
m ak olduğuna dair genel b ir kanı m ev
cut. H atta uzaylılar insansı resmedilmediklerin- yol alır. Bir yıldızın etrafında olduğu gibi, ışığın
de bile, çoğu uzaylı çok açık b ir şekilde örümcek, bulunduğu h er yerde yolunuzu bulm ak, gezinmek,
ahtapot veya m antar gibi tanıdık canlıların sadece nesnelerin nerede olduklarını saptam ak için ışık
değiştirilmiş versiyonlarıdır. A m a belki de bu du ışınlarını kullanm ak teknik olarak kolaydır. Üze
rum sadece tem bellik ve hayal g ücü yoksunluğun rinde yaşam b u lunan h erhangi bir gezegen büyük
dan kaynaklanmıyor. Eğer uzaylılar gerçekten varsa olasılıkla b ir yıldızın yakınında olacaktır, çünkü
(ve bence m uhtem elen varlar), belki gerçekten de haliyle yıldız, yaşam için gerekli olan enerjinin
onların bize çok alışılmadık görünm eyeceğini var kaynağıdır. Sonuç olarak, yaşam ın var olduğu
saym ak için iyi nedenlerim iz var. Kitaplarda veya yerde ışığın da bulunm ası ihtim ali yüksektir ve
filmlerde uzaylılar, herkesin bildiği gibi pörtlek ışığın olduğu yerde, çok kullanışlı olacakları için
gözlü canavarlar olarak tanım lanır, dolayısıyla ben gözlerin evrilmesi çok m uhtem eldir. Bizim geze
de burada gözleri örnek olarak ele alacağım. Bacak genim izde gözlerin, düzinelerce kez birbirinden
ları veya kanatları veya kulakları d a ele alabilirdim bağım sız şekilde evrilm iş olm ası şaşırtıcı değildir.
(ya da hayvanların neden tekerlekleri olmadığı Bir göz yapm anm sınırlı sayıda yolu vardır, ve
üzerine kafa yorabilirdim!) A m a gözlerden vazgeç bence bunların h er biri hayvanlar alemimizin bir
meyeceğim ve eğer gerçekte uzaylılar varsa, onların yerinde evrilmiştir. Yukarıda soldaki resimdeki bir
gözleri olabileceğini d üşünm enin aslında tembelce kam era gözdür, aynı kam era gibi, küçük bir delikten
bir hareket olm adığını göstermeye çalışacağım. ışığı içeri alan karanlık bir odadır. Mercek, arkada
Gözlere sahip olm ak oldukça yararlıdır ve ki bir ekrana, yani retinaya, görüntünün tepetaklak
b u d u ru m çoğu gezegen için geçerli olacaktır. Işık, olarak düşmesini sağlar ve görüntüyü odaklar. Hat
kim i fiziksel sebeplerden dolayı, doğrusal olarak ta aslında m ercek bile şart değildir. Eğer yeterli kü-
198
çüklükteyse basit b ir delik de iş görür am a bu çok b ir şerit şeklindedir. Bu şerit retina, kendisini
az ışığın geçmesi ve görüntünün çok sönük olması hareket ettiren ve böylece örüm ceğin önünde
demektir, tabi eğer gezegen yıldızından bizim gü ki görüntüyü “tarayan” kaslara bağlıdır. Şaşırtıcı
neşten aldığımızdan çok daha fazla ışık almıyorsa. olarak b u b iraz televizyon kam erasının yaptığına
Bu tabü ki d e m üm kündür, böyle bir durum da ger benzer, zira televizyon kam erasının g ö rüntünün
çekten de uzaylılar iğne deliği gözlere sahip olabilir tam am ını gönderm ek için sadece bir kanalı var
di. İnsan gözünün (kam era gözün hem en yanında, dır. K am era sahneyi boylu boyunca, çizgi çizgi ta
sağda) retinada odaklanan ışığın m iktarını artırm ak ra r am a b u n u o k adar hızlı yapar ki neticede bize
için bir merceği vardır. A rkadaki retina, ışığa duyarlı ulaşan görüntü tek b ir resim halindedir. Zıplayan
ve sinirler aracılığıyla beyne b unu ileten hücrelerle ö rüm ceklerin gözleri taram a işlem ini b u kadar
kaplıdır. Bütün omurgalılar b u türden gözlere sa hızlı yapam azlar ve karşılarındaki görüntüde,
hiptir, kam era göz ise, ahtapot da dahil başka pek sinekler gibi “ilginç” kısım lara odaklanm a eğili
çok çeşit hayvan türünde, diğer göz tipinden bağım m indedirler, a m a yine de prensip aynıdır.
sız olarak evrilmiştir. Bu arada, tabii ki kısan tasa B unun dışında bir de, böceklerde, karides
rımcılar tarafından da keşfedilmiştir. lerde ve diğer çeşitli hayvan g ruplarında b ulunan
Zıplayan ö rüm cekler (aşağıda solda) garip p etek göz (aşağı sağda) vardır. Petek göz, b ir yarı
tü rden b ir tarayıcı göze sahiptir. Bu da aslında k ü renin m erkezinden dışarı u zanan yüzlerce tüp-
kam era göze benzer, fakat retinası, ışığa duyarlı çükten oluşur. H er tü p ü n ucu küçük bir m ercek
hücrelerin kapladığı b ir perde olm ak yerine d ar ile kaplıdır, dolayısıyla tüplerin her b irini m inya
tü r b ir göz o larak düşünebilirsiniz. A m a b u m er
cek kullanılabilir b ir gö rü n tü oluşturm az: sadece
ışığı tüpte toplar. H er tüp ışığı farklı bir yönden
aldığı için, beyin görüntüyü y eniden oluşturm ak
için hepsinden gelen bilgiyi birleştirir: b u olduk
ça k aba bir görüntü olsa da, örneğin yusufçukla
rın uçm akta olan bir avı yakalam alarını sağlaya
cak kadar iyidi;
199
En b ü y ü k teleskoplarım ızda m ercek y erine tayfının uzun dalgaboyları ucundaki radyo dal
kavisli ayna ku llan ırız ve bu p rensip, özellik galarından, kısa dalgaboyları u cundaki X ışınları
le d en iz ta ra k la rın d a olm ak ü zere hayvanların na kadar uzanır. Uzaylılar niye kendilerini tayfın
gözlerinde de kullanılır. D eniz ta ra k la rın ın gözü, “ışık” dediğim iz frekanslarının b ulunduğu d a r bir
retinad ak i g örüntüye o d ak lan m ak için kavisli şeridi ile sınırlasınlar ki? Belki radyo gözlere sa
b ir ayna kullanır, fakat ayna re tin a n ın ön ü n d e hipler. Belki X ışınlarını algılayabilen gözleri var.
konum lan m ıştır. Bu da, ister istem ez ışığın b ir îyi bir gö rü n tü yüksek çözünürlüğe bağlı
k ısm ın ın retinaya u laşm asını engeller, ki bu dır. Bu ne anlam a geliyor? Ç ö zü n ü rlü k arttıkça
d u ru m u n ben zeri teleskoplar için de geçerlidir. birb irin d en ayrı gö rü n en iki farklı nokta arasın
N eyse ki ışığın büy ü k çoğunluğu ay nadan geçe d aki uzaklık azalır. îşte b u yüzden u zun dalga
bildiği için b u o k ad ar d a ö nem li değil. boylarının çözünürlüğü iyi değildir. Kısa dalga
Bu saydıklarım ız b u gezegendeki h ayvan boyları ise m ilim etreden de küçük uzunluklar
larda evrilm iş olan (üstelik çoğu b ird e n fazla kez la ölçüldüklerinden m ükem m el b ir çözünürlük
evrilm iş olan) ve bilim in san ların ın hayal ed e sağlarlar, fakat radyo dalga boyları m etre b azın
bileceği g öz o lu ştu rm a yolların ın h e m e n h em en d a ölçülür. Yani radyo dalgaları gö rü n tü oluş
tam am ın ı oluşturur. E ğer başka gezegenlerde tu rm a k için kötü b ir araçken, iletişim amaçlı
görebilen canlılar varsa, o n ların gö rm e y ö n tem kullanılm ak için iyidir ç ü n k ü yeniden yapılandı-
lerinin bize ta n ıd ık geleceğini ileri sü rm ek o l rılabilirler. Yeniden yapılandırılm ak,
dukça y erin d e b ir id d ia olurdu. dalganın y apısında k ontrollü ve çok
Hayal gücüm üzü biraz daha kullanalım . hızlı b ir şekilde değişim yapm ak
Hayali uzaylılarım ızın gezegeninde, gezege dem ektir. B ugün bildiğim iz kada
n in yıldızından yayılan rıyla, şim diye d ek gezegenim izde
enerji m uhtem elen ışık hiçbir canlı doğal b ir yolla radyo
200
dalgalarını yayabilecek, ayarlayabilecek ve algı olduğu gibi, h er yöne saçılm ış olm aları görm ek
layabilecek yönde ev rilm em iştir: b u n u n gerçek için iyi değildir. Kalın b ir sis tabakası ile sürekli
leşm esi ancak in san ların teknolojik gelişimiyle ö rtü lü olan b ir gezegen gözün evrilm esine ö n a
m üm k ü n oldu. A m a belki başka gezegenlerde yak olacak b ir o rtam değildir. Böyle b ir gezegen,
doğal yoldan radyo dalgaları ile iletişim k u ra b i gözler yerine, yarasalar, y u n uslar ve insan yapı
len c anlılar olabilir. m ı denizaltılarda kullanılan “so nar” benzeri bir
Peki ya g ö rü n ü r ışık d algalarından daha çeşit yankı ile yol alm a sistem inin e vrilm esi için
kısa olan d algalar (m esela X ışınları) söz k o n u uygun b ir o rtam olacaktır. N eh ir yunusları so
suysa? X ışınlarını odak lam ak çok zordur, zaten n a r k ullanm akta oldukça başarılıdır çünkü için
b u yüzden kullandığım ız röntg en m akineleri de yaşadıkları su o k ad ar b u lanıktır k i adeta sisli
gerçek g ö rü n tü yerin e d ah a çok gölgesel resim hava gibidir. Sonar, gezegenim izdeki hayvan
ler üretir. A m a başka b ir gezegendeki b ir yaşam larda (yarasalar, balinalar ve m ağarada yaşayan
biçim in in X ışınları g ö rü ş yeteneğine sahip ol kuşların iki farklı tü rü olm ak üzere) en az dö rt
m ası im kansız değildir. kez evrilm iştir. Yabancı b ir gezegende sonar
H er çeşit görüş yeteneği, ışın ların doğrusal evrim ine rastlam ak, özellikle b u ge
ya da en azın d an ta h m in edilebilir b ir rotad a zegen sürekli olarak b ir sis tabakası
r. Işık ışınlarının, aynı siste ile kaplı ise, h iç şaşırtıcı olmaz.
Veya, eğer yabancı gezegendeki canlılar ileti
şim için radyo d algalarını işleyebilecek organlara
sahip olacak şekilde evrildilerse b u hayvanların ne kadar çok şey söyleyebileceğini görm üş ve et-
yollarını bulm asını sağlayabilecek ve siste de ça kilenm işsinizdir. Başka bir yerdeki yaşam ı arayı
lışabilecek uygun b ir ra d a r sistem i de evrilm iş şım ız gelişigüzel ve rasgele değildir: fizik, kimya
olabilir. G ezegenim izde, kendi oluşturdukları ve biyoloji bilgim iz sayesinde, m uazzam uzak
elektriksel alandaki sapm aları kullanarak yolları lıklardaki yıldız ve gezegenler hakkında anlam lı
nı bulabilm e kabiliyetine sahip olacak şekilde ev bilgileri aram ak ve e n a zından canlılığa ev sahibi
rilm iş balıklar var. A slında bu hüner, b irbirin d en olm a olasılığı b ulunan gezegenleri saptam ak için
bağım sız şekilde iki kez evrilm iştir: A frikalı ba donanım lıyız. G izem ini hâlâ koruyan ç ok şey var
lıkların b ir g ru b u n d a ve onlard an tam am en ayrı ve bizim ki gibi büyük b ir evrenin bü tü n sırları
olan G üney A m erika balıklarının b ir grubunda. nı o rtaya çıkarm am ız p ek olası değil am a bilimle
Ö rdek gagalı ornito ren k lerin gagasında, avla donanm ış olarak en azından b u konu hakkında
rın ın k aslarının hareketi yüzü n d en suda oluşan anlam lı, akla yakın sorular sorabiliriz ve inandı
elektriksel dalgalanm aları tespit edebilen elekt rıcı cevaplan bulduğum uzda onları hem en fark
rik alm açları bulunur. Balık ve ornitorenktekine edebiliriz. A kılları durduracak şekilde inanılm az
benzer biçim de an cak daha ileri seviyede elekt hikayeler keşfetm ek zo runda değiliz: gerçek b i
riksel duyarlılık geliştirm iş b ir yabancı yaşam b i limsel araştırm anın ve keşfin sevinci ve heyecanı
çim i düşü n m ek z o r değil. sayesinde hayal gücüm üzü dizginleyebiliriz.
Bu bö lü m kitaptaki diğer bölüm lerden biraz Ve nihayetinde bu, hayal ü rü n ü şey
daha farklı çünkü b ildiklerim izden çok bilm edik lerden çok daha heyecan ve
lerim ize ağırlık verdik. H enüz başka gezegenlerde ricidir.
yaşam ı keşfetm em iş olsak bile (ki b u n u
danizda kitap okuyarak ya da televiz
204
D eprem ler ve sebep oldukları tsuna- gındır. Japonya’yı vuran deprem den bir ay
m iler Japonya’da alışıldıktır (hatta “tsuna- önce bir başka deprem de Yeni Zelanda’nın
m i” sözcüğü Japoncadan gelir) am a ülkede C hristchurch şehrinde ciddi can ve m al k a
b u n a b enzer b ir şey daha önce yaşanm a yıplarına n eden olm uştu. 1906’d a ü nlü San
m ıştı. Başbakan bu deprem i, H iroşim a ve Francisco deprem inin gerçekleştiği Kali
N agazaki şehirlerinin atom bom basıyla yo- forniya ve A m erika Birleşik D evletleri’nin
kedildiği İkinci D ünya Savaşı’n d an bu yana batısındaki diğer bölgeler de büyük ölçüde
ülkenin başına gelen en büyük felaket ola b u “ateş halkası” denilen çerçeveye dahil
rak niteledi. Gerçekten de, deprem ler Pa dir. Los Angeles şehri de d eprem bölgesin
sifik O kyanusu’n u n sınırları boyunca yay de bulunan şehirlerden biridir.
205
Deprem olduğunda ne olur?
L os A ngeles yakinlarinda gerçekleşecek b ir lar Los Angeles’m m erkezine varıyor. Bu noktada
dep rem in neye benzeyeceğini g örm ek için bir sağdaki “uçaktan çekilmiş” görüntüye bakacak
bilgisayar benzetim ine bak arak fik ir edinebilir olursanız o sırada neler olup bitm ekte olduğunu
siniz. B enzetim , h e n ü z gerçekleşm em iş b ir şeyin görebilirsiniz ve b u oldukça sıradışı b ir görüntü.
b ir nevi görsel ta h m in id ir am a gerçekçi bilim sel Tüm şehir bir akışkan gibi davranıyor. D algala
olgulara dayanır, sanki bilgisayar ta ra fın d an çe rın içinden geçtiği b ir şehir gibi görünüyor. Katı,
kilen b ir “ya öyle olsaydı” film i gibidir. Film size kuru yer tabakası, dalgalar tarafından süpürülü
h en ü z gerçekleşm em iş b ir olayı gösterir ve böy- yor tıpkı denizde olduğu gibi! İşte deprem budur.
lece b ir g ü n gelip de m u htem elen olabilecek b ir Eğer o esnada yerdeyseniz b u dalgaları gö
şeyin eğer gerçekleşm iş olsa n eye benzeyeceğini rem ezsiniz çünkü onlara çok yakın ve görece
görebilirsiniz. çok küçük kalırsınız. Tek hissedeceğiniz b u b ö
B uradaki resim ler, benzetim d en alınm ış iki lüm ün başında tasvir ettiğim gibi ayağınızın
bölü m ü n k arelerinden oluşan d izileri gösteriyor. altında sallanan ve hareket eden yer olacaktır.
Resim lerin solundaki d a r şerit, Los Angeles’ın
işaretlendiği bölgeyi, aynı b ir h a rita gibi g üney
den kuzeye kuşbakışı gösteriyor. İlk iki çerçe
ven in alt kısm ın a d o ğ ru beliren k ırm ızı ve sarı
lekeler d ep rem in n ered e başladığını gösteriyor.
B una d ep rem in “m erkez üssü” denir. H aritada
yılan gibi uzanan kırm ızı çizgi ise birazd an d e
ğineceğim San A ndreas Fayı’dır. O n u şim dilik
sadece yerdeki b ir yarık, D ünya’n ın yüzeyindeki
b ir zayıflık çizgisi o larak d ü şünün.
Sağdaki dizi ise harita değil am a Los
Angeles’ın uçaktan çekilmiş, şehrin güney d o ğ u
sun a yani dağlara ve deprem in m erkez üssüne
(yine kırm ızıyla işaretlenm iş yere) karşıdan b a
kan b ir görüntüsü.
Eğer b enzetim i bilgisayarınızda çalıştıracak
olursanız k orkutucu b ir şey göreceksiniz. H ari
tada kırm ızı olan m erkez ü ssünün San A ndreas
Fayı ü zerinde kuzeye d o ğ ru hızla ilerlediğine
şahit olacaksınız. İki tarafa d oğru yayılan dalga
ların mavi, yeşil ve sarı renkleri deprem in şidde
tini belirtiyor. Yaklaşık 80 saniye sonra, kırm ızı
m erkez Los Angeles’ın karşısm a k ad ar geldiğin
de sarı ve yeşil dalgalar çoktan şeh rin o rtasından
geçmekte. Bir 10 saniye sonra ise kırm ızı dalga
206
Benzetim de kullanılan renklere “sahte
renkler” den ir ve bunlar bilgisayarın farklı
yerlerdeki sarsıntı şiddetinin ne olduğunu
söylem e yoludur. Mavi zayıf, kırm ızı ise g üç
lü sarsıntı anlam ına gelir, yeşil ve sarı da a ra
daki şiddetleri belirtir. Bu renkler dalgaların
D ünyanın yüzeyindeki hareketini görselleş-
tirm em ize, onların ne k adar hızlı ilerlediğini
görm em ize yardım cı olur. D eprem in “k ırm ı
zı” merkezi San A ndreas Fayı üzerinde saatte
yaklaşık 8000 kilom etre hızla ilerlemektedir.
D ediğim gibi bu sadece bir bilgisayar
benzetim i, b ir deprem in gerçek çekim i değil.
Bilgisayar hareket m iktarını gerçek hayatta-
d kinden bin kat daha kötü görünecek şekilde
abartıyor. A m a bu olay gerçekte de tüyler ü r
pertici olacaktır.
Birazdan h em bir d eprem in, hem d e San
A ndreas ve d ünyanın başka yerlerindeki b e n
zerleri gibi b ir “fay hattının” gerçekte ne o l
duğunu açıklayacağım. Ama önce gelin bazı
söylencelere bakalım.
Deprem söylenceleri
T arih tek i b elirli d ö n e m le rd e g erçekten m ey- ortaya çıkm ış olabilecek b ir çift söylence ile
d an a gelm iş d e p rem ler ve b u n la rın etkisiyle başlayacağız.
208
Belli b ir d e p re m d e n k a y n a k a lm ış olab i- çekm ediği k alm am ıştır. 1927’de tü m bölgeyi
lecek d iğ e r b ir In c il söylen cesi de E rih a’n ın sallayan ve 25 k ilo m e tre u zak tak i K udüs’te
yıkılışıd ır. E rih a İsra il’d e k i Ö lü D e n iz ’in b ira z bile y ü zlerce k işin in ö lü m ü n e yol açan cid d i
ku zey in d e k a la n d ü n y a n ın e n eski ş e h irle rin - b ir d e p re m in m erk ez ü ssü n e y akındı,
d en b irid ir. G ü n ü m ü z e k a d a r d e p re m le rd e n
'W
210
Birkaç b in k ilo m e tre güney d ek i Yeni o ld u ğ u n a in an ıyorlardı. Bebek Ru n e zam an
Z elanda’ya A vrupalı d e n iz c ile r gelm ed en b ir- tekm elese ya da an n e sin in ra h m in d e gerinse
kaç yüzyıl ö nce k a n o la rla g elip y erleşm iş M ao- b ir d ep rem o ld u ğ u n u d ü şü nüyorlardı,
ri yerlileri, T o p rak A na’n ın ta n rı R u’ya ham ile
211
Kuzeyde, Sibirya kabileleri ise D ünya’nın, tan rı Tull ta
rafından yönlendirilen ve b ir köpek tarafından çekilen bir
kızağın ü zerinde olduğuna inanıyorlardı. Zavallı köpeğin
pireleri vardı ve n e zam an kaşınsa b ir dep rem olurdu.
Pardon.
İlk olarak levha tek toniğinin m uhteşem hikayesi li değişse de Avrupa’n ın çerçevesini kolayca bula
n i d inlem em iz lazım . biliriz. İm paratorluklar gelir ve gider, ülkeler ara
Herkes dünya haritasının neye benzediğini sındaki öncüler tarih boyunca değişir durur. A m a
bilir. Afrika’n ın ve G üney Amerika’n ın şekillerini kıtaların çerçeveleri hep aynı kalır, ö y le mi? Hayır
ve geniş A tlantik Okyanusu’n u n onları ayırdığını değil ve b u önem li bir nokta. K ıtalar hareket ediyor
biliyoruz. Hepim iz Avustralya’yı haritada bulabilir, am a kabul e tm ek lazım ki b u n u çok yavaş yapıyor
Yeni Zelanda’n ın Avustralya'nın güneydoğusun lar. Himalayalar, A nd D ağları ve Toroslar gibi dağ
da kaldığını biliriz. İtalya'nın, “futbol topu” olan sıralarının konum ları da aynı şekilde çok yavaş bir
Sicilya’yı tekm elem ek üzereym iş gibi g ö rünen bir şekilde yer değiştirir. İnsanlık tarihi boyunca bu
çizmeye benzediğini biliriz. Bazı insanlar da Yeni büyük coğrafi yapıların aynı kaldığını söyleyebi
Gine’yi bir kuşa benzetirler. İçindeki sınırlar sürek liriz. A m a Dünya’n ın tarihiyle karşılaştırınca, bu
214
çok kısa b ir süredir. Yazılı tarihim iz bu n d an sadece 50 m ilyon yıl daha da geriye gidecek olursak (ki
5000 yıl geriye gider. A m a siz b ir m ilyon yıl geriye b u bile yerbilim sel zam an ölçeğinde “biraz” kısa
gidin (yani yazılı tarihim izin gittiğinden 200 kere b ir zam an olurdu) onların gerçekten de birbirine
daha geriye) ve o zam an bile kıtalar gözüm üze he oturduğu ortaya çıkar. Altta sağda gördüğünüz
m en hem en aynı şekilde görünecektir. A m a b ir 100 h arita güneydeki kıtaların 150 milyon yıl önce
milyon yıl daha geriye gidersek ne görürüz? neye benzediğini gösteriyor.
Şu aşağıdaki haritaya b ir bakın! G üney Atlantik Afrika ve G üney A m erika tam am en birbirle
Okyanusu, bugünkü haline oranla dar bir kanal gibi, rine yapışık olm akla kalmıyor, M adagaskar, H in
neredeyse AffikaUan G üney Amerika’ya yüzebile distan ve A ntarktika’ya ve resim den görem eseniz
cekmişsiniz gibi görünüyor. Kuzey Avrupa neredey de A ntarktika’n ın ö b ü r tarafından da Avustralya
se Grönland’a dokunuyor ve G rönland da neredey ve Yeni Zelanda’ya yapışıklar. Hepsi G ondwana
se Kanada’ya... Hindistan'ın nerede durduğuna bir denilen (tabi aslında o sıralar on a G ondw ana d i
balon, artık Asya'nın b ir parçası bile değil, aşağıda yecek kim se yoktu, üzerinde yaşayan dinozorlar
Madagaskar'ın yanında b ir tarafa doğru devrilmiş ona b ir isim verm em işti am a biz bugün kendisine
duruyor. Afrika da aynı şekilde bugün gördüğüm üz G ondw ana diyoruz) tek bir büyük k ıta parçasıydı.
daha dik duruşuna kıyasla biraz yan yatmış. G ondw ana d ah a sonra birbiri ardına parçalara ay
A klım a gelm işken, güncel b ir haritaya ba rılarak yavru kıtalar m eydana getirdi.
karken G üney A m erika’n ın doğu kısm ının şüp İnanılm ası güç b ir hikaye gibi geldi size değil
he uyandıracak derecede Afrika’n ın b atı kısm ına mi? Yani, k ıtalar gibi devasa kütlelerin binlerce ki
benzediğini, sanki b ir yapbozun parçalarıym ış lom etre hareket etm eleri kulağa epey tu h a f geliyor
çasına b ir araya gelm ek “ister” gibi d urduklarını am a b u n u n böyle olduğunu biliyoruz, dahası nasıl
farkettiniz m i? ö y le görün ü y o r ki zam anda b ir olduğunu d a anlıyoruz.
215
Yer nasıl hareket eder
Bildiğimiz bir şey daha var; kıtalar sadece birbirle
rinden uzaklaşmıyorlar. Kimi zam an birbirleriyle
çarpışıyorlar d a ve bu olduğu zam an muazzam dağ
sıraları gökyüzüne doğru yükseliveriyor. Himalaya-
lar bu şekilde oluşm uştur yani Asya ve Hindistan çar
pıştığında. Aslında H indistan’ın Asya ile çarpıştığını
söylemek tam d oğru değil. Biraz sonra göreceğimiz
üzere asıl çarpışan “levha” denilen çok d aha büyük
bir şeydir ve Hindistan onun üstünde oturur. Tüm
kıtalar bu “levhaların” üzerinde otururlar. Buna az
sonra geleceğiz am a önce kıtaların bu “çarpışmaları”
ve uzaklaşmaları hakkında biraz d aha düşünelim.
“Çarpışma” sözcüğünü duyduğunuzda aklınıza
ani gerçekleşen bir olay gelebilir, tıpkı bir kam yonun
arabayla çarpışması gibi. A m a geçmişte olan ve gü
nüm üzde olmaya devam eden şey aslında b u değildir.
Kıtaların hareketi son derece yavaş gerçekleşir. Bir
keresinde birinden kıta hareketinin, tırnaklarım ızın
uzam a hızında gerçekleştiğini duym uştum . O turup
tırnaklarınıza bakacak olursanız onları uzarlarken
göremezsiniz. A m a birkaç hafta sonra baktığınızda
uzamış olduklarını görürsünüz ve onları kesmeniz
gerekir. Aynı şekilde G üney Amerika’n ın Afrika’dan
uzaklaşışını göremezsiniz. Ama bir 50 milyon yıl
beklerseniz iki kıtanın birbirlerinden oldukça uzak
laşmış olduklarını farkedebilirsiniz.
“Tırnakların uzam a hızı” kıtaların ortalama hare
ket hızıdır. A ma tırnaklar aşağı yukarı sabit bir hızda
uzarlarken kıtalar atımlar halinde hareket eder: kıta
bir atımda bulunur sonra bin yıl kadar durulur ve bu
esnada hareket etmesi için basmç birikmesi olur, ar
dından bir atım daha gerçekleşir ve bu böyle gider.
Belki de yavaş yavaş deprem lerin gerçekte ne
olduğunu tah m in etmeye başladınız. Evet doğru:
deprem ler bu atım ların gerçekleştiği esnada h isset
tiğim iz şeydir.
B unu size bilinen bir gerçek olarak söylüyo
ru m am a bunu nereden biliyoruz? Ve ilk kez ne
zam an keşfettik? İşte bu, anlatm am gereken büyü
leyici bir hikaye.
Geçm işte çeşitli insanlar G ü
ney A m erika ve Afrika arasın
daki yapbozum su uyum u
farketm işlerdi am a bu n u n ne
anlam a geldiğini bilm iyorlar
dı. Yaklaşık 100 yıl önce Alf-
red VVegener isim li bir A lm an
bilim ci cesur b ir fikir ortaya
attı. Bu o kadar cesur bir fikir
d i ki çoğu insan o n u n biraz deli
olduğunu düşündü. W egener k ıta
ların dev gem iler gibi sürüklendiğini
ileri sürm üştü. W egener’in görüşüne
göre, Afrika ve G üney A m erika ve
diğer güney karaları b ir zam anlar
bir bütündüler. Zam anla bir
birlerinden k optular ve ayrı
yönlere d o ğru yelken aç
tılar. Wegener’in gö
rü şü böyleydi ve bu
yüzden insanlar ona gül-
uu. A m a günüm üzde biliyoruz
ki W egener haklıydı (yani hem en hem en
haklıydı), en a zından ona gülen insanlardan çok d aha
haklı olduğu kesin.
Ç ok m iktarda kanıt tarafından desteklenen g ü
nüm üz levha tektoniği teorisi W egener’in fikrinin
tıpa tıp aynısı değil. VVegener, Afrika, G üney
Am erika, H indistan, Madagaskar, A ntarkti
ka ve Avustralya’n ın bir zam anlar bir bütün
oldukları ve sonra ayrıldıkları konusunda
kesinlikle haklıydı. A ncak bu n u n nasıl ger
çekleştiği VVegener’in düşündüğünden biraz
farklıydı. W egener kıtaların denizi yararak,
su ü zerinde değil am a eriyik ya d a yarı-eriyik
haldeki Yeryüzü k abuğu üzerinde yüzdükleri
ni düşünm üştü. G ünüm üzdeki levha tektoni
ği teorisi ise denizin dibi de dahil olm ak üzere
Y eryüzünün kabuğunun tam am ını birbirine geç
m iş levhalar b ütü n ü olarak kabul eder. Yani hareket
. eden sadece k ıtalar değil, ü zerine o turdukları levhalar
d ır ve D ünya’n ın yüzeyi üzerinde b ir levhanın parçası
olm ayan hiçbir yer yoktur.
217
Dünya'daki
•VHASI
ANTARKTİKA LEVHASI
AVRASYA LF.'
a $a P
LEVHAŞ FİLİPİNLER
LEVHASI
AFRİKA
AVUSTRALYA LEVHASI
..s > *
v jğ $
r jJ 0 '
\ - 4%
<»•*
B u ra d a k i re sim d e n d e g ö re b ileceğ in iz gibi b u s o ru y u cevaplam ası g erekm eyecekti çü n k ü
G ü n e y A m e rik a lev h ası ve A frik a lev h ası a ra o, k ıta la rın k e n d ile rin in sü rü k le n d iğ in i d ü şü
sın d a k i a y rım , h e r ik i k ıta d a n d a k ilo m e tre le r n ü y o rd u . A m a eğer b ir z am an lar G ü n ey A m e
ce u z ak ta. G ü n ey A tla n tik ’in d ib in in o rta s ın d a rik a ve A frika b ir b ü tü n d ü y se, levha tektoniği
y e r alır. D e n iz in d ib in in d e le v h a la ra d a h il o l b u g ü n o n la rı ay ıran su y u n a ltın d a k i o n c a sert
d u ğ u n u h a tırla y ın ; b u , s e r t kaya d em ek. Peki kayayı n asıl açıklıyor? L evhaların d en iz a ltın
öyleyse G ü n e y A m e rik a ve A frik a b u n d a n 150 d a k i k ayalık k ısım la rı b ir ş ekilde b ü y ü m ey i m i
m ily o n y ıl ö n ce n a sıl iç içey d iler? W egener’in başard ılar?
Deniz tabanı yayılm ası
Evet. Cevap “deniz tabanı yayılması” denen uzanan b ir genişlikte o lduğunu hayal edin. Bir de
bir olguda yatıyor. B üyük havaalanlarında in yürüyüş hızında değil de tırnaklarınızın uzama
sanların valizlerini taşıyabilmeleri için, örneğin hızında h areket ettiğini düşünün. Evet tahm in et
term inal girişinde veya beklem e salonuna gidiş tiğiniz gibi Güney Am erika kıtası ve tüm Güney
te, uzun m esafeler kateden yürüyen yolları bilir Am erika levhası, Afrika kıtası ve Afrika levhasın
misiniz? H ani tü m yolu y ürüm ek yerine, insanlar dan o yürüyen yollara benzer bir m ekanizm a ile
hareket eden b an tın ü zerine binerler ve tekrar y ü uzağa taşınıyor. Ancak bu yürüyen levha denizin
rüm eye başlam aları gereken noktaya kadar bant dibinde, A tlantik O kyanusunun güneyinden k u
tarafından taşınırlar. Bu yürüyen yollar ancak iki zeyine kadar uzanıyor ve çok yavaş hareket ediyor.
kişinin yanyana durabileceği genişliktedir. Am a Peki ya Afrika? A frika levhası neden aynı
şim di o yürüyen yolun binlerce kilom etre geniş yönde hareket edip G üney A m erika levhasına
liğinde, Kuzey K u tbundan A ntarktika’ya kadar yetişmiyor?
221
Ç ünkü A frika da b ir başka y ürü y en y ol ü ze bir adım ınızı birine, öbü rü n ü ötekisine koyacak
rind e ve bu yol ö b ü rü n ü n ta m tersi yönde iler olursanız bacaklarınızı 180 derece açm ak z o ru n
liyor. Afrika’n ın y ü rüyen yolu, b a tıd a n doğuya da kalırsınız.
giderken, G üney A m erika’n ın y ü rüyen yolu d o Yerdeki b u y arığın A tlantik O kyanusundaki
ğudan batıya gidiyor. Peki o rta d a n eler oluyor? eşi, derin denizin d ibinde, en g üneyden en k uze
Bir d ahaki sefere b ü y ü k b ir havaalanında ya da ye kadar uzanır ve kendisine orta-A tlantik sırtı
m etro d a ya d a büy ü k b ir alışveriş m erk ezin denir.
de yürüyen b ir yol görd ü ğ ü n ü z zam an, ü zerine O rta-A tlan tik s ırtın d a n çıkan iki “b a n t”,
b inm ed en önce o n u izleyin. Yerdeki b ir aralık b irb irin e zıt yönlere gider. Biri G üney
ta n çıkar ve sizden uzaklaşır. Yerin ü zerinden A m erika’yı devam lı batıya taşırken, diğeri
ileriye, y erin a ltın dan ise geriye size d o ğ ru gelen A frika’yı doğuya d o ğru götürür. Ve havaalanın-
ban t, te k rar te k ra r b u tu ru atar. Ş im di aynı yarık dak i b a n tla r gibi, tek to n ik levhaları taşıyan bu
ta n çıkan am a b u sefer tam aksi istikam ette h a bantlar, d ö n e r ve D ünya’n ın derin lik lerin d en
reket eden b ir başka b a n t d a h a hayal edin. Eğer geri gelirler.
Çevirim Akıntısı
MANTO
Bir d ah ak i sefere yürüyen b ir yolla karşılaştığınızda, ü zerine
bin in ve kendinizi A frika (ya da tercih ederseniz G üney A m eri
ka) olarak hayal e derek sizi taşım asına izin verin. Yolun s onuna
geldiğinizde in in ve sizin geldiğiniz noktaya d ö n m ek üzere ban-
tın y eraltına girip kayboluşunu izleyin.
Y ürüyen y o lların b an tla rı elek trik m o to rla rın ca hareket e tti
rilir. Peki D ünya’n ın b ü y ü k lev h aların ı ve b e rab erlerin d ek i kıtaları
taşıyan b an tla rı harek et e ttire n ned ir? D ü n y a yüzeyinin a ltın d ak i d e
rinliklerd e çevirim a k ın tıları vardır. Ç ev irim ak ıntısı nedir? Belki evi
n izde b ir elektrikli so b a vardır. Bir o d a şu şekilde ısınır: soba havayı ısıtır.
Isınan hava y ükselir ç ü n k ü so ğ u k h av adan d a h a az y o ğ u n d u r (sıcak-hava
balonları d a b u şekilde çalışır). Sıcak hava a rtık d a h a fazla yükselem e
yeceği no k tay a yani tav an a ulaşıncaya k a d a r yük selir ve alttan gelen
i—aîpP»-
Çevirim Akıntısı
taze sıcak hava tara fın d a n iki yana ilerlem eye Aynı şey su için de geçerlidir. Aslında her
zorlanır. H ava yan lara d o ğ ru ilerlerken so ğ u r ve hangi b ir sıvı ya da gaz için de geçerlidir. A m a
inişe geçer. Yere ç arp tığ ın d a te k ra r y an lara d o ğ Dünya’n ın yüzeyinin altında nasıl b ir çevirim
ru gitm eye z o rla n ır ve ısıtıcıya yakalanıp te k rar akıntısı o labilir ki? O rada sıvı v ar m ı ki? Evet, as
yükselm eye b aşlayıncaya k a d a r y erde ilerler. Bu lında var denebilir. Su gibi değil belki a m a yoğun
açıklam a b ira z basitleştirilm iş b ir açıklam a am a b ir bal ya d a p ekm ez gibi yarı sıvıdır. Ç ünkü o ra
yine de b u ra d a ö n em li olan an a fik ir şu: uygun sı o kadar sıcaktır ki h e r şey erir. Isı çok derin
koşullar a ltın d a b ir elek trik li soba, havayı te k lerden gelir. D ünya’n ın m erkezi gerçekten d e çok
ra r tek ra r d ö n d ü re b ilir y a n i h av an ın o d a içinde sıcaktır ve yüzeye gelene kadar d a sıcak olmaya
dolaşım ın ı sağlar. Böylesi b ir d olaşım a “çevirim devam eder. Bu ısı zam an zam an volkan dediği
akıntısı” denir. m iz n oktalardan yüzeye fışkırır.
223
Isı sayesinde hareket
Levhalar sert kayadan m eydana gelmişlerdir ve kayadan levhaları taşıyan işte bu çevirim akıntılarıdır,
gördüğüm üz üzere birçoğu denizin altındadır. H er Çevirim akıntıları oldukça karmaşık bir yol iz-
levha kilometrelerce kalınlıktadır. Bu kalın levha lerler. Kendileri de bir çeşit hızlı çevirim akıntıları
zırhına “litosfer” yani “taş küre” denir. Taş kürenin olan tüm okyanus akıntılarını ve rüzgarları düşü-
altında ise daha bile kalın bir katman bulunur ve bu nün. D ünyanın yüzeyindeki çeşitli levhaların, sanki
katm ana pekm ez küre dense yeridir am a gerçek ismi hepsi bir atlıkarıncadaymış gibi aynı yöne değil de
bu değil (gerçek ismi üst m anto). Taş kürenin sert tüm yönlere doğru taşınm alarına şaşırmamak la-
kayalık levhalarının bu pekm ez küre üzerinde “yüz- zım. Levhaların birbirleriyle çarpışmalarına veya
düğü” söylenebilir. Altındaki derin ısı, pekm ez küre- birbirlerinden yırtılırcasına ayrılmalarına ve birbir-
nin kendi içinde son derece yavaş, aşındırıcı çevirim lerinin altına dalmalarına ya da birbirlerine yanla-
akıntıları oluşmasına neden olur ve yüzen koskoca masına sürtünm elerine de şaşırm am ak lazım. Ve
Atmosfer
MANTO
Erimiş metalden
oluşmuş dış çekirdek
Katı metalden
oluşmuş iç
çekirdek
224
elbette tüm bu devasa kuvvetleri (aşınma, burkul sifik levhasıyla Kuzey A m erika levhasının uzun
ma, güm bürdem e, kazıma kuvvetlerini) depremler karşılaşm a ve “patinaj” çizgisi üzerindedir. H er iki
olarak hissetmemize de... D eprem lerin korkunç ol levha d a kuzeybatıya doğru ilerlem ektedir ancak
duğu bir gerçek ama insan asıl neden daha korkunç Pasifik levhası daha hızlı ilerler. Los Angeles Şehri
depremler olmadığını düşünm eden edemiyor. Kuzey A m erika levhası ü zerinde değil Pasifik lev
Bazen h areket eden b ir levha, kom şu su n u n hasının üzerindedir ve çoğunluğu Kuzey A m e
altına kayar. B una “dalm a-b atm a” denir. Ö rn e rika levhasının üzerinde olan San Francisco’n un
ğ in A frika levh asın ın b ir k ısm ı Avrasya levha devam lı üzerine d o ğru sokulm aktadır. Tüm bu
sının altın a d alm aktadır. İtalya’d a d ep rem olup bölgede deprem ler h er zam an bekleniyor ve uz
du rm asın ın , an tik R om a d ö n em lerin d e Vezüv m anlar b ir on yıl içinde büyük b ir tane olacağını
dağ ın ın patlayıp Pom pei ve H erk u lan eu m şeh ir tahm in ediyorlar. Neyse ki Kaliforniya, Haiti’nin
lerini yoketm esinin n ed en i b u d u r (ç ü n k ü vol aksine, deprem m ağdurlarının korkunç d u ru m
kanlar levhaların sın ırların d a dizilirler). Everest larıyla ilgilenm ek için iyi donanım lı b ir eyalettir.
dağı d a d ah il olm ak üzere H im alaya dağları b u G ünün birinde Los Angeles’m kim i kısım la
gü n k ü devasa y ü ksekliklerine H in d istan levha rı kendini San Francisco’da bulabilir. A m a buna
sın ın devam lı Avrasya levhasının altın a d alm a d aha çok v ar ve bugün hayatta olanların hiçbiri
sıyla ulaşm ışlardır. b unu göremeyecek.
Konuya San A ndreas Fayı’yla başlam ıştık
m adem on u n la bitirelim . San A ndreas Fayı, Pa
ed en kö tü şeyler olur? D eprem ya da fırtına
N gibi korkunç b ir afetten sonra insanların şöyle
şeyler söylediklerini duyarsınız:
“A dalet bunun
neresinde?”
Ö lüm ün dünyaya nasıl geldiğine dair pek çok sanenin başka versiyonlarındaki başka hızlı bir hay
efsane bulunur. Tüm Afrika’d a, farklı kabileler insan van) tarafından taşman ölüm haberi insanlara daha
lara ulaştırması için bukalem una ölümsüzlük habe çabuk ulaşmış. Bir Batı Afrika efsanesinde ise yaşam
rinin verildiğine inanır. Am a m aalesef bukalemun o haberini taşıyan yavaş bir kurbağa, ölüm haberini
kadar yavaş yürüm üş ki (bukalemunlar sahiden ya taşıyan hızlı bir köpek tarafmdan geçilir. Aslmda ha
vaş yürür, bilmez miyim , çocukluğum un Afrika’d a berlerin hangi sırayla geldiğinin niye bu kadar önem
geçirdiğim kısmında ismi Hookariah olan bir buka li olduğunu pek anlamadığımı söylemeliyim. Kötü
lemunum vardı) daha atik bir kertenkele (ya da ef haber ne zaman varırsa varsm yine kötü haberdir.
H astalığın k ö tü şeyler a rasın d a özel b ir yeri hastalanan ya da hasta b ir çocuk sahibi olan
v ard ır ve k e n d in e h as söylenceleri d o ğurm uştur. kişiler, suçlam ak için hem en etrafta şeytani bir
B unun b ir n ed en i de hastalık ların u zu n sü re k ıs büyücü ya da cadı ararlardı. Eğer b en im çocuğu
m en gizem li k alm alarıdır. A talarım ız aslanlar m u n ateşi çıkarsa, b u b ir d ü şm an ım ın ona büyü
dan, kılıçdişli kaplan lard an , diğer kabilelerden yapsın diye b ir cadıyla anlaştığı için olm alıdır. Ya
ve açlıktan kayn ak lan an başka tehlikelerle de da belki de d o ğ d uğunda b ir keçi k u rb an edecek
karşılaşm ışlardır ancak o tehlikelerin gelişini param olm adığı içindir. Veya yeşil b ir tırtıl yolu
görebilir, anlayabilirsiniz. Ö te y an d an çiçek h as m u n ö n ü n d en geçtiğinde kötü ru h lara tü k ü rm e
talığı veya veba veya sıtm a, on lara h erh an g i b ir yi u n u ttu ğ u m için.
uyarı o lm aksızın yo k tan varolm uş gibi g ö rü n A ntik Yunan’d a ise hasta hacılar gecelerini,
m üş olm alı ve b u tehlikelere k arşı nasıl h a z ır şifa ve tıp tan rısı A sclepius’a a danm ış tapm aklar
lıklı olabileceklerini de b ilm iyorlardı. Bu onlar d a geçirirlerdi. T anrının onları iyileştireceğine
için k o rk u tu cu b ir gizem olm alıydı. H astalıklar ya da tedaviyi rü yalarında söyleyeceğine in an ır
nered en geliyordu? Bu acılı ölüm leri, sü rü n d ü lardı. Bugün bile, şaşırtıcı sayıda hasta in san Lo-
ren diş ağrısın ı veya berb at benek leri h a k ed e u rdes gibi yerlere seyahat ederek, kutsal suyun
cek ne yaptık? İn sa n la rın h astalıkları anlam aya o n ları iyileştireceğini u m arak kutsal havuzlara
çalışm ak için u m utsuzca ve kend ilerin i h a sta girerler (bana kalırsa aynı suya giren diğer bir
lıklard an k o ru m a k için d ah a da um u tsu zca batıl çok insan d an başka bir şey kapm aları iyileşm e
inançlara b aşv u rm asın a şaşırm am ak gerek. Bir lerinden dah a olası). Son 140 y ıldır 200 milyon
çok A frika kabilesinde çok y akın dö n em e kadar. in san tedavi olm ayı um arak, Lourdes’e hacı ol-
2 28
m aya gitti. Ç o ğ u n u n ciddi rahatsızlıkları yoktu nedeni olduğunu düşünm üştü. O rta çağlarda ise,
ve neyse ki çoğu (haccı gerçekleştirseler de ger birçok insan hastalıkların nedeninin gezegen
çekleştirm eseler d e olacağı gibi) iyileştiler. lerin yıldızlar karşısındaki konum ları olduğuna
A ntik Yunan’d a, tü m d oktorların uym ası ge inanıyordu. Bu astroloji denen inançlar sistem i
reken yem ine ism ini verm iş olan “tıbbın babası” n in bir parçasıydı ve saçma görünse de bugün
H ipokrat, deprem lerin hastalıkların önem li b ir hâlâ oldukça çok inananı bulunur.
229
Sağlık ve hastalıkla ilgili, m ilattan önce be m adan evvel, hastalıkları önleyeceği um uduyla
şinci yüzyıldan, m ilattan sonra o n sekizinci yüzyı doktorlardan b u n u y apm alarını isterlerdi.
la kadar varlığını sürdürm üş olan e n inatçı söylen Bir zam anlar okuldayken, öğretm enim iz
ce, d ö rt “ru h hali” söylencesidir. Biri için “bugün bizden hastalıkların n eden olduğunu dü şü n m e
ru h hali yerinde” dediğim izde, bu o günlerden m izi istem işti. Bir çocuk el kaldırıp hastalıkla
kalm a b ir alışkanlıktır a m a insanlar b u n u n ard ın rın “g ünahlar” y ü zünden olduğunu söylemişti!
daki fikre a rtık inanmıyorlar. Bahsedilen b u d ört B ugün bile, genel olarak k ö tü şeylerin benzer
ru h hali hüzün, asabiyet, iyim serlik ve sakinliktir. sebeplerle olduğunu düşünen birçok insan var.
İyi b ir sağlığın bu dö rd ü n ü n arasındaki “dengeye” Bazı söylenceler, atalarım ız çok u zun zam an
bağlı olduğu düşünülürdü ve bugün hâlâ “çakra- önce çok fena b ir şey yaptıkları için kötü şeylerin
larınızdan” yayılan “enerjinizi” ellerini kullana olduğunu q ne sürüyor. İlk atalarım ız olan A dem
rak “dengeleyen” sözde “şifacılardan"
benzer şeyler duyabilirsiniz.
D ö rt ru h h ali teo risin in
dok to rlara hastaları iyileş
tirm elerin d e yardım cı o lm a
dığı kesin d ir am a h astalar
ü ze rin d e y apılan “kanatm a”
uygulam aları h ariç ç o k b ü
yü k b ir zarar verm em iş
olabilir. K anatm a uygula
m asına göre h a sta n ın d a
m arların d an b iri neşter
ben zeri b ir kesici aletle
kesilir ve b ir m ik ta r kan
özel b ir küvete akıtılırdı.
Elbette b u zavallı h as
tayı d a h a da hasta ya
pard ı (b u işlem George
W ashington’ın ö lüm üne
katkıda bu lu n m u ştu r)
am a d o k to rlar eski ru h
hali söylencesine o k ad ar
inan ırlard ı ki bu uygula
mayı çok kez gerçekleş
tirm işlerdir. H atta b u kan
akıtm a işlem i sadece hasta
insanlara da y apılm am ış
tır. Bazen in san lar h asta ol-
230
ve Havva’n ın hikayesini anlatan
Yahudi söylencesinden b a h
setm iştim . A dem ve Havva’n ın
k orkunç b ir şey yaptığım h a
tırlayacaksınız: yasak ağacın m eyvesini y em eleri için
yılanın k e n d ilerin i ikna etm esine izin verm işlerdi. Bu
efsanevi suç, ç ağlar b oyunca a k tarıld ı ve b azı in sanlar
hâlâ b u su çu n bu g ü n e k a d a r olan tü m k ötülüklerin
sorum lu su o lduğuna inanıyor.
aa
231
şeyler neden
olur gerçekten?
H erhang İ b İr şey neden olur k i zaten? Bu cevap en ufak b ir uçak gürültüsüyle mahvolabilir. Film
vermesi güç bir soru am a aslmda “Kötü şeyler ne sektöründeki insanların, film için sessizliğin en
den olur?” sorusundan daha akla uygun bir soru. önem li olduğu sahnelerde uçakların kasten tepe
Ç ünkü şans eseri beklenenden d aha sık olmaya baş lerinden geçtiklerine inanm ak gibi b ir batıl inanç
lamadıkça ya da kötü şeylerin sadece kötü insanla ları var ve h er seferinde A ksilikler Yasası’m anarlar.
rın başına gelmesini sağlayan b ir çeşit doğal adalet Bu yakınlarda, çalıştığım bir çekim eki
olması gerektiğini düşünm üyorsak kötü şeyleri ayrı biyle beraber çekim yapm ak için gürültünün
tutup özel muamele etm ek için b ir neden yok. çok az olacağından em in olduğum uz bir yerde,
Kötü şeyler şans eseri bekleyeceğim izden O xford’u n y akınlarındaki büyük bir çayırlıkta k a
daha sık m ı olm aya başladı? Eğer öyleyse gerçek rar kıldık. Ü stelik sessiz sakin olacağından iki kez
ten açıklam am ız gereken b ir şey var dem ektir. İn em in olm ak için çekim yapm ak için sabahın er
sanların şakayla k arışık “M urp h y K anunları” ya ken saatlerini seçtik. Bir de ne görelim, İskoçya-
da “A ksilikler Yasası”n a atıfta bulu n d u ğ u n u duy lım n biri tek başına gayda çalışıyor (belki de ka
m uş olabilirsiniz. Bu yasalara göre: “Eğer b ir re rısı evden kovalamış). H ep bir ağızdan “Aksilikler
çelli ekm eği yere düşürecek olursanız, h e r zam an Yasası!” diye inledik. A m a
reçelli tarafın ın üzerine düşecektir”. Ya da daha gerçekte olan şudur; çoğu
genel olarak: “Eğer b ir şeyin kötü gitm e ihtim ali zam an sürüp gitm ekte olan
varsa, k ö tü gidecektir.” İnsanlar sık sık bun u n la bir gürültü zaten vardır
ilgili şakalar yaparlar am a bazen b u n u n b ir şaka am a biz sadece, örneğin
dan fazlası o lduğunu d ü şündükleri hissine kapı film çekim im izi baltaladığı
labilirsiniz. Gerçekten de dünyanın onlara karşı için sinirim izi bozduğu za
olduğuna inanıyorlarm ış gibi görünürler. m an b u n u farkederiz. Sini
Televizyon belgeselleri için b ir m iktar çeki rim izi bozan, sıkıntı veren
m e katıldım ve çekim lerde “çekim esnasında” kö şeyleri farketm e ihtim alim iz
tüye gidebilecek şeylerden b ir tanesi istenm eyen yanlıdır ve b u bizi dünya
gürültülerdir. Uzakta b ir uçak belirince çekimi n ın kasten sinirlerim i
d u rd u ru p uzaklaşana kadar beklem ek gerekir ve zi bozm aya çalıştığı
bu gerçekten çok sin ir b ozucu olabilir. Eski tarih n ı düşünm eye iter.
sel dönem lerdeki yaşam ı anlatan kostüm lü filmler
232
Ekm ek örneğine dönersek, gerçekten reçelli tarafına,
reçelsiz tarafının ü zerine d üştüğünden d aha sık d üştüğünü
bulm ak şaşırtıcı olm az. Ç ünkü m asalar çok yüksek değil
d ir ve ekm ek reçelli tarafı yuk arı bakacak şekilde düşmeye
başlar ve m asanın yüksekliği çok fazla olm adığından yere
düşünceye k ad ar genellikle ancak yarım b ir d önüş yapacak
kadar süre geçer. A m a ekm ek örneği b u kasvetli fikri ifade
etm enin sadece renkli b ir yoludur:
238
Karınca aslanı, kazdığı koni şeklindeki çukurun hayati yeniden zorlaştıracaktır. D eprem ler ve
dibinde bekler ve çukura düşen her karıncayı ya kasırgalar can sıkıcıdır ve hatta düşm an olarak
kalar. Kimse örüm ceğin ya da karınca aslanının adlandırılabilirler am a sizi “haklam ak” için avcı
zeki olduğunu ve ku rn az tuzağını tasarladığını ların veiparazitlerinki gibi “A ksilikler Yasası” b en
öne sürm ez. Am a doğal seçilim onların, bizim zeri bir d urum ları yoktur.
gözlerim ize zekice görünen, b u biçim lerde dav Bunun, herhangi bir yahşi hayvanın, örneğin
ranm alarına neden olacak beyinlere sahip olacak bir antilobun düşünüş tarzı ü zerinde kimi etkileri
şekilde evrilm elerini sağlamıştır. B enzer şekilde vardır.! Bir antilopsanız ve uzun çalıların hışırda
bir aslanın bedeni, antilopların ve zebraların so dığını duysanız, bu sadece bir rüzgar diye düşü
nunu getirm ek için zekice tasarlanm ış gibi gö nebilirsiniz. Rüzgarın sizi haklam ak gibi bir amacı
rünür. Bir antilop olsaydınız, sessizce yaklaşan, olm adığına göre endişe edecek bir şey yok: rüzgar,
kovalayan ve üstünüze atlayan b ir aslanın sizi antiloba ve antilobun başına geleceklere karşı ta
haklam ak için oradaym ış gibi görüneceğini aklı m am en ilgisizdir. Ancak u zun çalılardaki bu hışır
nızda canlandırabilirsiniz. dam a sinsice yaklaşmakla olan bir leopar da olabi
Avcıların (diğer hayvanları ö ldürüp yiyen lir ve bir leopar kesinlikle antilobu haklam ak için
hayvanların), avlarının kötülüğüne çalıştıkları oradadır: antilop ölarak siz, leopar için lezzetli bir
nı görm ek zor değil. A ncak avlar da avcılarının yemeksiniz ve doğal seçilim antilopları yakalama
kötülüğüne çalışırlar. Yenmekten kurtulm ak için konusunda becerikli leopar ataları desteklemiştir.
ellerinden geleni yaparlar ve.eğer hepsi bunu b a Bu yüzden antilopların, tavşanların, golyan balık
şarırsa avcılar açlıktan ölür. Aynısi parazitler ve larının ve diğer hayvanların birçoğunun daima
konakları için de geçerli. Bu aynj zam anda birbir- tetikte olmaları gerekir. Dünya tehlikeli avcılarla
; leriyle rekabet h alinde bulunan aynı tü rü n üyeleri doludur ve bir çeşit Aksilikler Yasası olduğunu
\ için de geçeri id ir. Eğer h a y a t kolaysa, doğal seçi varsayarak yaşamak en güvenlisidir. Hadi bunu
lim ister av ya da avcı, ister parazit ya da konak Charles D arwin’in diline, yani doğal seçilimin d i
isterse rakipler olsun, .düşm anlarda ilerlem elerin line çevirelim: bu hayvanlardan, sanki bir Aksilik
evrilm esiııi destekleyecektir. Ve b u ilerlemeler ler Yasası varm ış gibi davranan bireylerin hayatta .
1
| kalma ve ürem e şansı Pollyarpıa Yasası varm ış gibi
davranan bireylerden daha f&zladır.
Bizim atalarımız da zakıanlarının çoğunu as
lanlar ve timsahlar, pitonlar lÜ kilıçdişler gibi ölüm
cül tehlikelerden kaçarak geçirdiler. Dolayısıyla her
insanın şüpheci, hatta bazılarına göre paranoyak
bir dünya görüşü benimsemesi, her çalı hışırtısını,
h er dal çatırtısını m uhtem el bir tehdit olarak gör
mesi ve bir şeylerin kendisini haklam ak istediğini,
kasten onu öldürm eyi planladığım düşünm esi o
kadar da m antıksız değil. Eğer önceden tasarlan
m ış olduğunu düşünüyorsanız da “planladığını”
söylemek doğru bir bakış açısı değil, am a bu fikri
doğal seçilimin diline çevirmek kolay: “O rada bir
yerde, doğal seçilim tarafından beni öldürm ek için
plan yapıyormuş gibi davranm ak üzere şekillendi
rilmiş düşm anlar var. D ünya tarafsız değil ve p e
nim başım a geleceklere karşı kayıtsız değil. Dıin- •
ya bana karşı. Aksilikler Yasası doğru olmayabilir
am a doğruym uş gibi davranm ak, Pollyanna Yasası
doğruym uş gibi davranm aktan d aha güvenli.”
Belki de bugüne kadar birçok insanın hâlâ,
dünya onların kötülüğünü istiyorm uş gibi batıl
inançlara sahip olm alarının nedeni budur. Bunun
çok ileriye gittiği duru m d ak i kişilere “paranoyak”
diyoruz.
2 41
Hastalık ve evrim: devam eden bir süreç mi?
Dediğim gibi avcılar bizim kötülüğüm üzü isteyen büyük am a hâlâ çok küçük olan bakterileri (bakte
tek u n su r değil. Parazitler gibi d aha sinsi ve en az rilerin parazitleri gibi davranan virüsler de vardır)
avcılar k ad ar tehlikeli tehdiüer d e var. Tenyalar ve ve bakteriden çok daha büyük am a hâlâ mikroskop
karaciğer kelebeklerinin, bakteriler ve virüslerin de olmaksızın görmek için çok küçük olan sıtma para
dahil olduğu parazitler bizim bedenlerim iz üze ziti gibi tek hücreli organizmaları içerir. G ünlük dilde,
rinden beslenerek yaşarlar. Aslan gibi avcılar da bu saydıklarımızdan daha büyük olan bu tek hücreli
bedenlerim iz üzerinden beslenirler am a b ir avcı ile parazitlerin genel bir ismi yoktur. Bazdan “protozoa”
parazit arasındaki fark genellikle belirgindir. Para olarak adlandırılabilir am a b u kullanım dışı b ir söz
zitler yaşamaya devam eden k u rbanlar üzerinden cük. Diğer önemli parazitler arasında saçkıran ve
beslenirler (gerçi so nunda onları öldürebilirler de) atlet ayağı gibi örnekleri içeren m antarlar da vardır
ve genellikle k u rbanlarından daha küçüklerdir. Av (kültür m antarlan ya da şapkalı mantarlar gibi büyük
cılar ise kurbanlarından ya daha b üyüktür (bir kedi olanlar çoğu m antarın neye benzediği konusunda
n in b ir fareden büyük olm ası gibi) ya da küçüklerse yanlış bir izlenim veriyor).
bile çok da k üçük değildirler (bir aslanın zebradan Tüberküloz, kimi zatürree tipleri, boğmaca,
küçük olm ası gibi). Avcılar avlarını d o ğrudan öldü kolera, difteri, cüzzam, kızd, çıban ve tifüs gibi has
rü r ve sonra yerler. Parazitler ise kurbanlarını daha talıklar, bakteriyel hastalıklara örnektir. Kızamık, su
yavaş yerler ve parazit onları içeriden yerken k u r çiçeği, kabakulak, çiçek hastalığı, uçuk, kuduz, çocuk
ban uzun süre hayatta kalabilir. felci, kızamıkçık, gribin çeşitli tipleri ve soğuk algın
Parazitler genellikle büyük sayılarla saldırırlar, lığı dediğüniz sınıftaki hastalıklar ise virüslerin sebep
tıpkı v ücudum uzun büyük b ir grip ya da soğuk al olduğu hastalıklara örnektir. Sıtma, amipli dizanteri
gınlığı enfeksiyonu geçirmesi sırasında olduğu gibi. ve uyku hastalığı ise “protozoaların” neden olduğu
Çıplak gözle görülemeyecek kadar küçük parazitler hastalıklardır. Diğer önemli parazitlerse d aha büyük,
genellikle “mikrop” olarak adlandırılırlar am a bu çok hatta çıplak gözle görülebilecek kadar büyük olan,
genel bir sözcük. Çıplak gözle görülemeyen parazit yassı kurt, kancalı kurt ve karaciğer kelebekleri gibi
ler, çok çok küçük olan virüsleri, virüslerden daha çeşitli kurtçuklardır. Çocukken çiftlikte yaşadığım
zamanlarda, sıklıkla sansar ya da köstebek gibi ölü çocuklar için olduğundan daha zorlu geçer (özellikle
hayvanlar bulurdum. Okulda biyoloji öğreniyordum erkekler için, çünkü bu virüs testislere saldırır) ve bu
ve bu küçük cesetleri bulduğum zaman içlerini açıp yüzden insanlar çocukların kabakulak geçirmesinin
inceleyecek kadar ilgiliydim. Beni etkileyen ilk şey ne iyi bir fikir olduğunu düşünürlerdi. Aşı ise benzer bir
kadar da çok yaşayan ve oynaşan kurtçuklarla (kanca amacı bilinçli olarak yapmak için geliştirilmiş zekice
lı kurtlarla yani teknik isimleriyle nematodlarla) dolu bir tekniktir. Hastalığın kendisini bulaştırmak yerine,
olduklarıydı. Aynısı okulda incelediğimiz evcil sıçan doktor size hastalık yapıcı etkenin zayıflatılmış bir
lar ve tavşanlar için asla geçerli değildi. türünü verir ya d a ölü mikroplardan oluşan bir iğne
Vücudun parazitlere karşı, bağışıklık sistemi de yapar. Böylece hastalığın kendisini vermeden bağışık
nen çok becerikli ve genellikle etkili bir doğal savun lık sisteminizi uyarır. Zayıflatılmış tür, hastalık yapıcı
m a mekanizması vardır. Bağışıklık sistemi o kadar etkenin gerçeğinden çok daha az zararlıdır: aslında,
karmaşıktır ki onu anlatmak için başlı başma b ir kitap genelde hiçbir etki hissetmezsiniz bile. Ama bağışıklık
lazım. Kısaca, tehlikeli bir parazitin varlığını algıla sisteminiz ölü mikroplan ya da hastalığın hafif türünü
dığında vücut özel hücreler üretm ek üzere harekete “hatırlar” ve böylece, eğer gelecek olursa, gerçek hasta
geçer. Bu hücreler söz konusu parazite saldırmak için lıkla savaşmak için önceden silahlarını kuşanmış olur.
tıpkı savaşa gitmeye çağırılmış askerler gibi kan yoluy Bağışıklık sisteminin neyin “yabancı”, dolayısıy
la taşınırlar. Genellikle bağışıklık sistemi kazanır ve la savaşılması gereken (“şüpheli” bir parazit) olduğu
kişi iyileşir. Bundan sonra, bağışıklık sistemi bu belirli na, neyin vücudun bir parçası olarak kabul edilece
savaş için geliştirdiği moleküler gereçleri “hatırlar” ve ğine “karar vermek” gibi zorlu bir görevi vardır. Bu
aynı parazit tarafından başlatılan sonraki herhangi bir özellikle bazı durum larda karmaşık bir iş olabilir,
enfeksiyonda, parazit o kadar hızlı mağlup edilir ki biz örneğin hamile kadınlarda olduğu gibi. Kadmm için
farkına bile varmayız. İşte bu yüzden kızamık, kaba deki bebek “yabancıdır” (bebekler, genlerinin yarısı
kulak ya da suçiçeği geçirdiğinizde, bu hastalıkları bir babalarından geldiği için annelerinin genetik olarak
daha geçirmeniz p ek olası değildir. Kabakulak hastalı kopyası değildir). A m a bağışıklık sisteminin bebeğe
ğını çocukken geçirmek, büyüyüp yetişkin olunca ge karşı savaşmaması önemlidir. Bu, memelilerin ataları
çirmeyi önler çünkü bağışıklık sisteminin artık hasta evrilirken çözülmesi gereken önemli problemlerden
lığa karşı “hafızası” vardır. Kabakulak, yetişkinler için biriydi. Görünüşe bakılırsa çözülmüş olmalı ki, be-
bekler doğum a kadar ana rahm inde hayatta kalmayı başlatır! Bu özbağışıklık denilen hastalıklara neden
başarıyorlar. Ancak birçok düşük vakası da olm uyor olur. Apolepsi (bu hastalıkta saçlarınız öbekler halin
değil ve belki de bu, evrimin bu sorunu çözerken de dökülür çünkü beden kendi saç köklerine saldırır)
zorluk yaşadığını ve çözüm ün henüz tam am lanm a ve sedef hastalığı (aşırı tepkili bağışıklık sistemi ciltte
dığını gösteriyor. Bugün bile birçok bebek hayattaysa pem be döküntülü pullar oluşturur) özbağışıklık has
bun u doktorlarımıza borçluyuz, örneğin bazı aşın talıklarına örnektir.
bağışıklık sistemi tepkilerinde bebeklerin doğar doğ Bağışıklık sisteminin zam an zam an aşırı tepki
m az vücutlarındaki kanın tam am ının değiştirilmesi vermesi şaşırtıcı değil çünkü saldırm anız gereken
gerekebiliyor. bir şeye saldırmamanız ve saldırmamanız gereken
Bağışıklık sistem inin yanlış anladığı b ir diğer şeye saldırmanız arasında ince bir çizgi vardır. Tıp
durum sa, sözde bir “saldırgana” karşı şiddetle sa kı uzun çalılardaki hışırtıdan kaçmakla kaçmamak
vaşmasıdır. Alerji b udur: bağışıklık sistem i zararsız arasında karar vermesi gereken antilop örneğinde
şeylerle, gereksiz yere, savurganca ve h atta kişinin karşılaştığımız gibi. Bir leopar mı? Yoksa sadece çalı
kendisine zarar verir derecede savaşır. Ö rneğin, ları hareket ettiren zararsız bir esinti mi? Tehlikeli bir
havadaki polenler norm alde zararsızdır ancak bazı bakteri m i yoksa zararsız bir polen tanesi mi? Merak
insanların bağışıklık sistem leri onlara karşı aşırı etmeden duram ıyorum , acaba alerjiler ya da özba-
tepki verir. Bu “sam an nezlesi” dediğim iz, hapşırdı ğışıklık hastalıklarıyla bedel ödeyen aşırı aktif bağı
ğınız, gözlerinizin sulandığı rahatsızlık verici aler şıklık sistemine sahip insanlar belli bazı virüslerden
jik b ir reaksiyondur. Bazı insanlar ise kedilere ya da ya da diğer parazitlerden daha m ı az etkileniyorlar?
köpeklere alerjiktir, onların bağışıklık sistem leri de Bu tip “denge” problem leri oldukça yaygındır.
bu hayvanların tüylerindeki zararsız moleküllere H er çalı hışırtısını tehlike olarak g örüp hep kaça
aşırı tepki verir. Alerjiler bazen çok tehlikeli olabi rak “riskten çok kaçınm ak’ da, zararsız b ir yerfıs-
lir. Bazı insanlar yerfistığm a o kadar alerjiktir ki bir tığına veya kendi dokularına yüklü m iktarda bağı
tanesini yem ek dahi onları öldürebilir. şıklık cevabı v erm ek d e m üm kün. Aynı zamanda,
Bazen aşırı tepki veren bağışıklık sistemi o ka tehlike gerçek olduğunda cevap verm ekte başarı
dar ileri gider ki kişinin kendisine alerjik reaksiyon sız olacak kadar um ursam az olm ak veya gerçekten
245
Bu k İta b in İ lk bölüm ünde büyüden bahset Bunların kimisi hayalet hikayeleri, kim i
miş, d oğaüstü büyü (bir kurbağayı prense d önüş si korkutucu şehir efsaneleri, kimisi de “yıllardır
türecek büyülü sözcükler söylem ek ya da içinden aklıma gelmeyen bir ünlüyü rüyam da gördüm ve
cin çıksın diye b ir lam bayı ovalam ak gibi şeyler) hem en ertesi sabah o gece ölmüş olduğunu öğ
ile sahne num araların ı (ipek m endilleri tavşana rendim” gibi esrarengiz tesadüf öyküleri. Bir de
dönüştü rm ek ya da b ir kadını testereyle ikiye dünyanın dört bir yanındaki yüzlerce dinden ge
kesm ek gibi ilüzyonları) birbirinden ayırm ıştım . len birçok hikaye vardır ve özellikle bunlar sıklıkla
B ugün kim se p eri m asalılarına inanm ıyor. H er mucize olarak adlandırılanlardır. İşte size bir ö r
kes balkabaklarm ın sadece Külkedisi m asalında nek, İsa adındaki gezgin bir Yahudi vaizin katıldığı
at arabalarına dönüşebileceğini biliyor. Ve h e b ir d üğünde şarap tükenir. İsa biraz su getirmele
pim iz biliyoruz ki tavşanların boş g ö rü n en şap rini söyler ve mucizevi güçlerini suyu şaraba çevir
kalardan çıkm ası sadece kandırm acadır. Ancak m ek için kullanır, hem de çok iyi bir şaraba diye
hâlâ ciddiye alm an kim i doğaüstü m asallar var hikaye devam eder. Bir balkabağının at arabasına
ve bun ların k o n u aldıkları “olaylar” sıklıkla m u dönüşebileceği fikrine gülüp geçecek olan, ipek
cize olarak adlandırılırlar. Bu bö lü m mucizelerle m endillerin gerçekten tavşanlara dönüşmeyeceği
ilgili, kim senin inanm adığı peri m asalı büyüleri ni son derece iyi bilen insanlar, bir peygamberin
n in ve gerçek büyü gibi gözükse de kandırm aca suyu şaraba dönüştürebileceğine (veya başka bir
olduğunu bilinen sahne num aralarının aksine dinin inananlarının inancına göre, kanatlı b ir atla
birçok insanın inandığı d oğaüstü olaylarla ilgili. cennete uçtuğuna) m emnuniyetle inanırlar.
247
Söylenti, tesadüf ve çığ gibi K ahram an ya da cani o lsun, ünlü herhangi
b irin in ö lü m ünden sonra neredeyse h e r seferin
büyüyen hikayeler
de b irilerin in o n ları canlı gördüğüne d air h ik a
G enellikle b ir m ucize hikayesi d u y d u ğ u yeler tü m dünyayı dolaşır. Bu Elvis Presley için
m uzd a b u n u b ir görgü ta n ığ ın d an değil, b irin in de geçerliydi, M arilyn M onroe için de ve h atta
k arısın ın a rk ad aşın ın k u ze n in d e n duyan b irin A dolf H itler için bile geçerliydi. İnsanların böyle
d en d uyan b ir b aşkasından d in leriz ve yeterince söylentileri ak tarm aktan n ed en b u k ad ar keyif
insan d an in san a aktarılm ış olan h e r hikaye çar aldığını bilm ek zor am a bir keyif aldıkları gerçek
pıtılır. H ikayenin ana kaynağının kendisi de ge ve söylentilerin yayılm asının başlıca n ed en lerin
nellikle çok u z u n zam an önce b aşlam ış b ir söy den b iri d e bu.
len tid ir ve ağızdan ağıza an latıla a n latıla o k adar İşte size böylesi b ir söylentinin nasıl baş
b o zu lm u ştu r ki (eğer varsa) söylentiyi başlatan ladığına dair güncel b ir örnek. Popüler şarkıcı
gerçek olayın n e o ld u ğ u n u ta h m in etm ek n e re M ichael Jackson’m 2009 yılındaki vefatının ar
deyse im kansız b ir h a l alır. dından, bir A m erikan televizyon ekibi, şarkıcının
248
V arolm ayan Ülke ad ı verilen m a
likanesinde reh b er eşliğinde bir
gezi gerçekleştirdiler. O rtaya
çıkan film in b ir sahnesinde
insanlar u zu n b ir korid o ru n
ucu n d a şarkıcının hayaletini
gördüklerini düşünüyorlar.
B en kayıtlara baktım ve
hiç de ik n a edici olm adığı
n ı gördüm ancak bu, dö rt
b ir yana yayılan kontrol
den çıkm ış söylentileri
başlatm ak için yeterliydi.
M ichael Jackson’ın haya
leti a rtık aram ızdaydı!
Taklit sahnelerin ortaya
çıkm ası de gecikmedi,
ö rn e ğ in karşı sayfada
ki fotoğraf, b ir adam ın
arabasının cilalı yüze
yinden çektiği b ir fo
toğraf. E m im in siz de,
özellikle “yüzü” iki y an
daki bulutlarla karşılaş
tırdığınızda, baktığınız
şeyin b ir b ulutun yan
sım ası o lduğunu açıkça
görüyorsunuz. A ncak
M ichael Jackson’ın fa
n atik b ir hayranının
heyecanlı hayal gücü
için b u gö rü n tü ancak
Jackson’m h ayaleti olabilir
ve b u resim YouTube’da 15
m ilyon kez izlendi!
A slın d a b u ra d a sö z ü n ü
etm eye d eğ er ilg in ç b ir n o k ta
var. İn s a n la r sosyal hay v an lard ır,
d olayısıyla in sa n b e y n i d iğ e r in s a n
la rın y ü z le rin i, o ra d a o lm asalar b ile g ö r
m ek ü zere ö n c e d e n p ro g ra m la n m ıştır. İşte
in sa n la rın sık lık la b u lu tla r ta ra fın d a n o lu ştu ru -
249
lan d e se n le rd e ya da k ız a rm ış ek m ek d ilim le
rin d e ya da d u v a rd a k i ru tu b e t lek e le rin d e y ü z
le r g ö rm e le rin in n e d e n i budur.
Tüyler ürpertici hayalet hikayeleri anlatm ak
eğlencelidir, özellikle eğer gerçekten korkutucuy
salar, h atta gerçek oldukları iddia edilince daha
da eğlenceli olu r b u öyküleri anlatm ası. Sekiz
yaşım dayken, ailem le eğri büğ rü siyah kirişleri
olan yaklaşık 400 yıllık, eski b ir evde kısa b ir süre
oturm uştuk. Tabi evle ilgili u zu n süre önce ölmüş
bir rahibin evin gizli b ir bölm esinde göm ülü ol
duğuna d air b ir efsane olm ası hiç de şaşırtıcı de-
ğildi. Hikayeye göre ayak seslerini m erdivenlerde
duyabilirm işsiniz am a korkunç gerçek şu ki on al
tıncı yüzyıldayken evin m erdiveninde fazladan bir
basam ak olduğu için güya olması gerekenden bir
adım fazla duyarm ışsınız! Okul arkadaşlarım a b u
hikayeyi aktarırken ne kadar keyif aldığım ı hatır
lıyorum . H ikayenin kanıtlarının n e kadar iyi oldu
ğunu sorgulam ak hiç aklım a gelmemişti. Evin eski
olm ası ve arkadaşlarım ın etkilenm esi yeterliydi.
\ İnsanlar hayalet hikayeleri an latm aktan b ü
yük heyecan duyarlar. Aynısı m ucize hikayeleri
için de geçerli. Eğer b ir m ucize söylentisi b ir k i
taba yazılırsa, o söylentinin d oğruluğunu tartış
m ak zorlaşır, hele b ir de kitap çok eskiyse. Eğer
bir söylenti yeterince eskiyse, “gelenek” olarak ad leştirm em em iz. Kimse şöyle demez: “D ün gece
landırılm aya başlanır ve in sanlar o na d aha da çok yıllardır düşünm ediğim eniştem i rüyam da gör
inanm aya başlar. Bu biraz garip, çünkü insanların d üm ve uyandığım da duydum ki gece ölmemiş/”
bir hikaye ne k adar eskiyse, sözde olayın gerçek Bir tesadüf ne kadar acayipse yayılması o
lerden saptırılm ası için o k ad ar çok zam an geçmiş k adar m uhtem eldir. Bazen bu olay insana o kadar
olduğunu farkedeceklerini düşünebilirsiniz. Elvis etkileyici görünür ki kişi, gazeteye m ektupla h a
Presley ve M ichael Jackson b ir geleneğin ortaya b er verm e ihtiyacı hisseder. Belki de bir zam an
çıkması için fazla yakın b ir zam anda yaşam ışlar lar m eşhur am a u zun zam andır unutulm uş olan
dır, dolayısıyla “Elvis M ars’ın yüzeyinde görüldü” b ir aktrisi rüyasında ilk kez görm üştür, uyanır ve
gibi hikayelere fazla insan inanm az. A m a belki aktrisin o gece ölm üş olduğunu öğrenir. Rüyada
2000 yıl sonra, k im bilir? b ir “elveda ziyareti”. Ne kadar acayip! A m a bir
Peki ya şu yıllardır görm edikleri ya da d ü anlığına, aslında n e olm uş olabileceğini düşünün.
şünm edikleri b ir insan hak k ın d a rüya gören ve Bir tesadüfe gazetede yer verilmesi şöyle gerçek
uyandıklarında paspasın üzerinde o kişiden bir leşmiş olabilir: olay m ilyonlarca okuyucudan sa
m ektup bulan, ya da o k işinin o gece öldüğünü dece biri tarafından yaşanır ve b u okuyucu gaze
birisinden öğrenen veya gazetede okuyan insan teyi haberdar eder. Sadece Britanya’yı ele alacak
ların anlattıkları garip hikayeler? Sizin de böyle olursak, h er g ün yaklaşık 2000 insan ölm ektedir
bir tecrübeniz olm uş olabilir. Böylesi tesadüfleri ve h er gece yüz m ilyonlarca rüya görülüyor o lm a
nasıl açıklıyoruz? lı. Olaya böyle yaklaşınca, zam an zam an birinin
Şöyle ki en olası açıklam a b u n ların sadece uyanıp rüyalarında gördükleri insanın o gece öl
tesadüften ibaret olduğu, d aha fazlası değil. Asıl düğünü öğrenm eleri beklenm eyecek bir şey değil.
nokta bizlerin, sadece tu h a f tesadüfler olduğunda Gazetelere hikayelerini gönderecek olanlar sade
onu hikayeleştirip, tu h a f olm adıklarında hikaye- ce bu tip insanlar olacaktır.
251
D iğer b ir k o n u da hikayelerin kişiden k işi “K adın tam saat 3’te ölm üş ve kuzenim in arka
ye aktarılırk en büyütülm esi. İnsan lar iyi h ikaye daşının k arısının to ru n u d a k ad ın ı tam olarak o
leri o k ad ar çok severler ki, o n u b iraz d ah a iyi saatte rüyasında görmüş.”
leştirm ek için anlatırken ilk duydu k ların a b iraz Bazen gerçekten de garip tesadüflerin açık
da kendileri r e n k katarlar. B aşkalarının tüylerini lam alarını tam olarak belirleyebiliriz. A merikalı
diken diken e tm ek o k ad ar keyiflidir k i hikayeyi büyük bilim ci Richard Feynman’ın karısı trajik
abartırız, çok değil b irazcık yani o n u b iraz d aha b ir şekilde kansere yenik düşm üştü. Karısının
ren k len d irm ek için. S on ra diğ er kişi d e hikayeyi odasındaki saat tam da o öldüğü anda durm uş.
kendisi aktarırk en birazcık d ah a ab a rtır ve bu Tüyleriniz diken d iken oldu mu! A ncak Dr. Feyn-
böyle gider. Ö rneğin u y andığınızda ü n lü b irin in m an için boşuna büyük bir bilim ci demiyoruz.
o gece ö lm üş o ld u ğ u n u ö ğrenirseniz tam olarak D u ru m u n m antıklı açıklam asını yine kendisi o r
ne zam an ö ld ü ğ ü n ü b u lm ak için so ru ştu rm a y a taya çıkardı. Saat kusurluydu, y erinden kaldırılıp
pabilirsiniz. Cevap “ah, yaklaşık olarak sabaha eğildiğinde durabiliyordu. Bayan Feynm an öl
karşı 3 su ları olm alı” şeklinde olabilir. Böylece düğünde resm i ölüm sertifikası için hem şirenin
o n u rüyanızda gayet d e sabaha karşı 3 civarı g ö r saati kaydetm esi gerekmişti. H astanın odası hafif
m üş olabileceğiniz çık arım ın ı y apabilirsiniz. Ve karanlık olduğu için h em şire saati p encerenin ya
siz d aha ne o ld u ğ u n u an lam adan, ağızdan ağıza n m a g ötürüp o kum ak için eğmişti. Ve işte saat o
dolaşırken “yaklaşık olarak” ve “civarı” sözcü k a n durm uştu. Bir m ucizeyle alakası yok, sadece
leri hikayeden çık arılır ve hikaye şu h ale gelir: kusurlu b ir mekanizm a.
252
Böyle b ir açıklam a olm asaydı bile, yani saa ses heyecan içinde saatin in çalışm aya b aşladı
tin yayı sahiden de tam Bayan Feynman’ın öldüğü ğını b ildiriyordu.
anda durm u ş olsaydı bile, o kadar etkilenm em e Bunun açıklamasının bir kısmı Bayan
m iz gerekirdi. Am erika’da h er gü n ü n ve gecenin Feynman’ın saatindeki durum un bir benzeri ola
h e r dakikasında p ek çok saatin d u rduğuna şüphe bilir. M odern dijital saatler için bu daha az geçerli
yok. Ve h er g ü n pek çok insan da ölüyor. D aha olacaktır am a saatlerin yayları olduğu zamanlar,
önce de d eğindiğim noktayı tek rar etm ek gerekir durm uş bir saati sadece elinize alm ak bile, ani hare
se “Saatim tam olarak 5’e 10 kala d u rd u ve (in a ketin saatin zembereğini dengeleyen çarkı hareket
nabiliyor m usun?) hiç kim se ölmedi” diye “haber” ettirm esinden dolayı, çalışmaya başlamasını sağla
yaymaya z ahm et etmeyiz. yabilir. Bu, eğer saat biraz ısınırsa d aha kolay olur
Büyüyle ilgili b ö lü m d e b ah settiğ im şa rla ve kişinin avcunun ısısı bunun için yeterli olabilir.
ta n lard a n b iri, saatleri “d ü şü n ce gücüyle” ye Bu çok sık olmaz am a ülke çapında sizi izleyen ve
n id e n çalıştırabileceğini id d ia ediyordu. K ala durm uş saatlerini ellerine alan ve belki de sallayan
b alık televizyon izleyici kitlesine, o n la r gidip ve sıcak avuçlarında tutan 10.000 kişi olunca o ka
evlerin d ek i h erh an g i b ir eski b o zu lm u ş saati d ar sık olmasına da gerek yok. Sahibinin heyecanla
alıp ellerin d e tu ta rla rk e n , k en d isi d ü şü n c e g ü telefon edip tüm televizyon izleyicilerini etkileme
cüyle saatleri u z a k ta n çalıştıracağı g a ra n tisin i si için 10.000 saatten sadece b ir tanesinin çalışma
veriyordu. N eredeyse a n ın d a stü d y o d ak i te le ya başlaması yeterli. Çalışmaya başlamayan diğer
fon çalıyordu ve telefo n u n u c u n d a k i heyecanlı 9999 saatten hiç haberim iz olmaz.
253
Mucizeler hakkında düşünmenin tabii bu şahitliğin sahte olması, doğrulu
iyi bir yolu ğunu kanıtlamaya çabaladığı gerçekten
daha m ucizevi olmadığı sürece.
O n sekizinci yüzyılda ü n lü b ir İskoç d ü şü n ü r olan
D avid H um e, m ucizelerle ilgili akıllıca b ir tespitte Hum e’u n tespitini bir başka şekilde ifade et
bulunm uştu. H um e, m ucizeleri doğa yasalarının m em e izin verin. Eğer C an size bir mucize hikayesi
bir “ihlali” (ya da çiğnenm esi) olarak tan ım la anlatacak olursa, buna ancak ve ancak Çan'ın size
m akla işe başladı. Suyun ü zerinde y ü rü m ek ya da yalan söylemesinin (ya d a hata yapmasının) anlattı
suyu şaraba dön ü ştü rm ek ya da saatleri sadece ğı şeyden d aha mucizevi olduğunu düşünüyorsanız
düşünce gücüyle d u rd u rm a k veya başlatm ak ya inanın. Ö rneğin diyebilirsiniz ki “Çan’a hayatım p a
da kurbağaları prenslere dönü ştü rm ek doğa ya hasına güveniyorum, o asla yalan söylemez. C anın
salarını ihlal etm eye d air güzel örneklerdir. Büyü yalan söylemesi bir mucize olurdu.” Çok iyi çok gü
üzerine olan bölüm de bahsettiğim nedenlerden zel ancak Hume şöyle bir şey derdi: “C anın yalan
ö tü rü böylesi m ucizeler bilim için çok rahatsız söylemesi ne kadar olasılık dışı olursa olsun, Çan’ın
edici olurdu. Tabi eğer gerçekten gerçekleşselerdil yalan söylemesi, gördüğünü iddia ettiği mucizenin
Öyleyse b u m ucize hikayelerine nasıl yaklaşm alı gerçek olmasından gerçekten daha m ı olasılıksız?”
yız? H um e’u n sorduğu s o ru d a buydu ve bahsetti C anın bir ineğin ayın üzerinden zıpladığını gördü
ğim akllıca tespit verdiği cevaptadır. ğünü iddia ettiğini düşünün. C an norm alde n e ka
Eğer H um e’u n kendi ağzından duym ak isti dar güvenilir ve dürüst olsa da, yalan söylediği fikri
yorsanız işte şöyle demişti: (ya da halüsinasyon gördüğü fikri) bir ineğin sahi
den ayın üzerinden sıçramasından daha a z mucize
Hiçbir şahitlik bir mucizenin doğruluğu vi olacaktır. Dolayısıyla Çan’ın yalan söylediği (ya da
nu ortaya koym ak için yeterli değildir; yanıldığı) açıklamasını tercih etmelisiniz.
254
Bu çok uç ve hayali b ir örnekti. H adi şim 1 Resimdekiler gerçekten çiçeklerin arasında
di Hum e’u n fikrinin pratikte nasıl işleyeceğini uçuşan kanatlı k üçük insanlar yani perilerdir.
görm ek için gerçekten olm uş b ir şeyi ele alalım.
2 Elsie ve Frances b unları uydurm uş ve sahte
1917’d e iki genç İngiliz kuzen Frances G riffiths ve
fotoğraflar çekmişlerdir.
Elsie W right perilerin fotoğraflarını çektiklerini
söylediler. Yukarıda fotoğraflardan birinde Elsie’yi
Bu aslında bir yarışm a bile değil, değil mi?
“perileriyle” birlikte poz verirken görüyorsunuz.
Çocuklar h er zam an hayal ü rünü şeyler gerçekmiş
Fotoğrafın açıkça sahte olduğunu d üşü
gibi yaparlar ve b unu yapm ak kolaydır. A m a eğer
nebilirsiniz ancak o zam anlar fotoğrafçılık h e
zor olsaydı bile, Elsie ve Frances’i çok iyi tamsanız
nüz daha çok yeniyken, k andırılm ası neredeyse
ve ikisinin de her zam an çok güvenilir ve m uziplik
im kansız m eşh u r d edektif Sherlock H olm es’un
etmeyi asla düşünm eyecek kızlar olduklarını bil
büyük yazarı Sör A rth u r C o nan Doyle bile bu
seniz dahi; hatta kızlara doğruyu söyleten b ir ilaç
fotoğraflara aldanm ıştı ve d ah a birçok insan da
verilse ve yalan makinasının testinden çok başarı
öyle. Yıllar so n ra Frances ve Elsie yaşlı birer kadın
lı b ir şekilde geçseler; tüm bunlar birleşip onların
olduklarında ortaya çıkıp, “perilerin” k artondan
yalan söylemesini başlı başına bir mucize haline
başka b ir şey olm adığını kabul ettiler. A m a hadi
getirse bile H um e ne derdi? Hum e’a göre onların
gelin H um e gibi düşünelim ve C o nan Doyle ile
yalan söylüyor oluşu “mucizesi”, fotoğrafını çektik
diğerlerinin b u kandırm acaya n eden inan m am a
lerini iddia ettikleri perilerin gerçekten var olması
ları gerektiğini görelim . A şağıdaki şu iki olasılık
m ucizesinden hâlâ daha küçük bir mucize olurdu.
gerçek olacak olsa h angisinin daha m ucizevi ola
cağını düşünürdünüz?
255
Elsie ve Frances muziplikleriyle kimseye cid dehşet verici. Kızların bunu neden yaptığını m erak
di bir zarar verm ediler ve aslında büyük C onan etm eden duram ıyorum . Birbirlerini m i etkilemeye
Doyle’u kandırm ayı başardıkları için b u daha çok çalışıyorlardı? Bugünün e-postalarm da ve sosyal
kom ik b ir hikaye. A ncak genç insanların yaptıkları paylaşım sitelerinde gördüğüm üz acımasız “sanal-
b u tarz hileler bazen, en hafif ifadeyle, hiç de gü şiddet” gibi bir şey olabilir mi? Yoksa kendi abartılı
lünecek şeyler olmayabiliyor. O n yedinci yüzyılda hikayelerine samimiyetle inanm ışlar mıydı?
New England’m Salem kasabasm da b ir g ru p genç Haydi, genel olarak mucize hikayelerine ve
kız, “cadılara” saplantılı b ir ilgi duym aya başladı nasıl başladıklarına geri dönelim. Belki de genç
lar ve m aalesef içinde bulundukları topluluğun kızların söyledikleri garip şeylere ve söylenen
ileri derecede batıl inançlı yetişkinlerinin inandığı şeylere inanm aya en ünlü örnek Fatima’nm söz
bir sürü şey uydurm aya ve hayal etm eye başladı de mucizesi olabilir. 1917’d e Portekiz’in Fatima
lar. Birçok yaşlı kadın ve bazı adamlar, şeytanla şehrinde, ism i Lucia olan on yaşındaki bir çoban
işbirliği içindeki cadılar olm akla suçlandılar. Ken kız, iki küçük kuzeni Francisco ve Jacinta ile be
dilerinin, havada uçtuklarını ya da artık cadıların raber bir tepenin üzerinde b ir görüntüye şahit
başka h er ne gariplikler yaptıklarına marnlıyorsa olduklarını iddia ettiler. Ç ocuklar tepenin, uzun
onları yaptıklarını gördüğünü iddia eden kızlara zam an önce ölmüş olm asına rağm en yerel halk
büyü yapm akla da suçlandılar. Sonuçları çok cid için b ir çeşit tanrıça haline gelmiş “Bakire M er
di oldu: kızların ifadeleri neredeyse y irm i kadar yem” diye b ir kadın tarafından ziyaret edildiğini
insanı darağacm a gönderdi. H atta b ir adam tö söylediler. Lucia’ya göre hayalet M eryem onunla
renlerle taşların altında ezildi. S ırf b ir g ru p çocuk konuştu ve ona ve diğer çocuklara Ekim’in 13’üne
onun hakkında hikayeler uydurdu diye m asum kadar h er ayın 13’ünde ziyaret etm eyi sürdürece
bir insanın başm a böyle b ir şey gelm esi ne kadar ğini ve söylediği kişi olup olm adığını kanıtlam ak
256
için Ekim’in 13’ü nde b ir m ucize gerçekleştirece ye görünm ediği için hikayenin o kısm ını ciddiye
ğini söyledi. Beklenen m ucizenin söylentileri tüm alm am ıza gerek yok. A ncak h areket eden güneş
Portekiz’e yayıldı ve söylenen g ünde 70.000’den m ucizesi 70.000 insana görünm üş olm ası gerek
fazla insandan oluşan bü y ü k b ir kalabalık orada tiğine göre b u n d an ne çıkarabiliriz? G üneş ger
toplandı. Gerçekleşen mucizeye güneş de dahildi. çekten h areket e tti m i (ya d a D ünya güneşe göre
O esnada güneşe n e olduğuna d air rivayetler çeşit hareket etti d e güneş hareket ediyor gibi m i gö
lidir. Kim i görgü tanıklarına göre “danseder” gibi ründü?) H adi H um e gibi düşünelim . B urada göz
görünüyordu k im isine göre tekerlek gibi fırıl fırıl ö nü n d e bulundurabileceğim iz ü ç o lasılık var:
dönüyordu. E n aşırı iddia ise şuydu:
1 Güneş gökyüzünde gerçekten hareket etti
. . . güneş g ö kyüzünü y ırtıp kork ve h er zam anki konum una geri dönm eden önce
m uş kalabalığın başına yıkılm a k üzere ürkm üş kalabalığın üzerine üzerine geldi. (Ya da
g ib iy d i. . . Tam kalabalığın üzerine d ü D ünya dönm e şeklini öyle b ir değiştirdi ki sanki
şüp hepsini yokedecek bir ateş topu gibi güneş hareket ediyorm uş gibi göründü).
görünm eye başlamıştı k i m ucize araya
girdi ve güneş gökyüzündeki norm al 2 Ne güneş ne d e D ünya gerçekten hareket etti
yerine dönüp her za m a n ki gibi huzurla ve 70.000 insan aynı anda b ir halüsinasyon g ö rd ü .
ışımaya başladı. . .
3 H içbir şey olm adı, tü m olay yanlış aksettiril
Peki, gerçekte ne o ld u ğ u n u düşünüyoruz? di, abartıldı ya d a sadece uyduruldu.
Fatima’da gerçekten b ir m ucize sö z k o n u su m u y
du? Hayalet M eryem gerçekten g ö rü n d ü mü?
Beklendiği gibi, üç k ü çü k ç o cu k h ariç hiçkim se
257
Bu üç olasılıktan en m akul, en akla uygun ğa karşı muhalefet bundan da güçlü. Eğer güneş
olanı sizce hangisi? Ü çü de oldukça uzak ihtim al gerçekten söylenildiği hızda hareket etmiş olsay
ler gibi görünüyor. A m a 3. olasılığın inanılm ası dı ya d a Dünya’n ın dönüşünü sanki güneş dev
en az zor, m ucize payesini en az hak eden olası b ir hızda hareket ediyorm uşçasına değiştirecek
lık olduğu açık. Ü çüncü olasılığı kabul etm ek için kadar etkili bir şey olsaydı bu hepim izin felaketi
sadece b irin in 70.000 insanın güneşin oynadığına olurdu. Ya D ünya yörüngesinin dışına çıkardı ve
şahit olduğu yalanını söylem iş olduğunu ve b u ya bugün yaşamsız, k aranlık boşluğa savrulan soğuk
lanın bu g ü n internette dolaşan diğer herhangi b ir bir kaya h alini alm ış o lurdu ya d a Güneş bizi y ut
popü ler şehir efsanesi gibi tekrar edilip yayıldığını m uş olurdu ve çoktan hepim iz kızarm ış olurduk.
kabul etm em iz yeterli. İkinci seçenek daha az ola Dünya’n m saatte yüzlerce kilom etre (ekvatorda
sı. 70.000 kişinin eşzam anlı olarak güneşle ilgili bir saatte 1600 kilom etre) hızla döndüğünü ve gü
halüsinasyon g ördüğüne inanm am ızı gerektiriyor. neşin görünen hareketinin bizim algılayamaya
Ü çüncüye oranla inanılm ası d aha zor. A ncak h er cağım ız k adar yavaş olduğunu çünkü çok uzakta
ne kadar olasılıksız ve neredeyse m ucizevi olsa da olduğunu 5. bölüm ’d en hatırlayın. Eğer G üneş ve
2. olasılık h er şeye rağm en 1. olasılıktan çok daha D ünya aniden birbirlerine doğru, bir grup insanın
az mucizevi. güneşin onları “ezecekmiş gibi” üstlerine geldiğini
G üneş dünyanın yarısı için tü m gün boyu görecek kadar hızla hareket edecek olsalar, gerçek
görü n ü r d urum dadır, sadece Portekiz’in b ir ka teki h areketin n orm aldekinden binlerce kez d aha
sabasında değil. Eğer güneş gerçekten hareket hızlı olm ası gerekirdi ve b u gerçek anlam da d ün
etm iş olsaydı sadece Fatima’d aki insanlar değil, yanın sonu olurdu.
tü m yarıküredeki m ilyonlarca kişi gördükleri Lucia’nm , kalabalığa güneşe dik d ik bakm a
karşısında şaşkına dönerdi. A slında 1. olasılı larını söylediği ifade edilir. Bu arada b u yapılabile-
258
cek en aptalca şeylerden b iridir çü n k ü gözlerinize olarak do ğ ru olm asına gerek yok. O rtaya atılan
kalıcı hasar verebilir. Ayrıca güneşin gökyüzünde mucize iddiasının olasılıksızlığmın, halüsinasyon
hareket ettiği, yalpaladığı sanrısına n eden olabilir. ve y alan gibi alternatifleriyle karşılaştırılabileceği
Eğer sadece tek b ir kişi g üneşin hareket ettiği h a- bir ölçeğe o turtulm ası yeterli.
lüsinasyonunu görm üşse ya da b u konuda yalan
söylemişse; o birine, o biri ötekisine, ötekisi bir
başkasma, başkası da h e r biri başka b ir sü rü in
sana anlatacak b ir sü rü diğer başka insana bunu
aktaracak olsa, popüler b ir söylenti başlatm ak için
yeterli olurdu bu. S onunda d a bu söylentiyi duyan
insanlardan biri b u n u yazıya dökecektir. A ncak
H um e için önem li olan, söylentinin gerçekten b u
şekilde ortaya çıkıp çıkm adığı değil, ö n e m li olan,
70.000 görgü tanığın ın yanılıyor olm ası h e r ne
kadar akla uygun görünm ese de, b u n u n aslm da
güneşin anlatıldığı biçim de hareket etm iş olm a
sından çok daha akla uygun olduğudur.
H um e d o ğ ru d an çıkıp m ucizelerin im k an
sız o lduğunu söylemem iştir. O n u n yerine bize,
bir m ucizeyi olasılıksız b ir olay olarak kabul
etm em izi önerm iştir, yani olasılıksızlığını kesti
rebileceğim iz b ir olay olarak. Bu ta h m in in tam
H aydi gelin ilk b ö lüm de bahsettiğim kart ayarlanm ış bir desteyle, dağıtıldığını gördüğüm üz
oyunlarına geri dönelim . D ö rt oyuncuya k artlan desteyi değiştirivermiştir.
dağıttığım ızı ve b irin in elinde sadece Kupalar, b i
Şimdi Hum e’u n tavsiyesi uyarınca ne düşü
rin in elinde sadece Karolar, ö b ü rü n ü n elinde sa
nüyorsunuz? Her üç olasılık da inanması biraz güç
dece M açalar d iğerinin elindeyse sadece Sinekler
görünebilir. A m a 3. seçenek, açık ara farkla inan
olacak şekilde h e r b irin in elinin m ükem m el oldu
ması en kolay olanı. İkinci seçenek de gerçekleşmiş
ğun u hayalim izde canlandırdığım ızı hatırlarsınız.
olabilir ama b unun ne kadar olasılık dışı olduğunu
Eğer bu gerçekten b aşım ıza gelirse ne düşünm eli
hesaplamıştık ve gerçekten de çok çok olasılıksız
yiz? Yine, ü ç olasılık belirleyebiliriz:
olduğunu görm üştük: 53.644.773.776.548.879.283
1 Süper güçleri olan b ir büyücü ya d a cadı ya .923.744.000’d a bir gerçekleşebilecek bir durum du
da falcı ya da tanrı tarafından doğaüstü b ir mucize bu. Birinci seçeneğin ihtim alini bu kadar hassas şe
gerçekleştirilmiştir. Bilimsel yasaları ihlal ederek, kilde hesaplayanlayız am a b unu hiç doğru düzgün
kartlardaki tü m kupaları, karoları, sinekleri ve m a kanıtlanm am ış ve kim senin anlamadığı bir kuvve
çaları değiştirip, kartları dağıtm adan önce m ükem tin gücünün kartlardaki kırm ızı ve siyah şekillerle
mel b ir şekilde sıralamıştır. oynaması olarak düşünün. Bu d urum için "im kan
sız” demeye pek gönüllü olmayabilirsiniz. Ama
2 Bu gerçekten çok çarpıcı bir tesadüftür. Kartlar
H um e sizden bunu istemiyor, onun tek istediği
bu mükemmel dağılıma yol açacak şekilde kanşmıştır.
bu durum u alternatifleriyle kıyaslamanız. Bu olay
3 Birileri ku rn az b ir nu m ara yapm aktadır, özelinde bu alternatifler, birinin bir k art num arası
belki de elbisesinin koluna sakladığı önceden yaptığı ya d a m üthiş bir şans olayının gerçekleştiği
260
73
şeklinde. En az bunun kadar akıllara durgunluk ve Sanırım buradaki m üm künlük sırası konu
ren başka n um aralar (ki bunlar genellikle kart n u sunda pek şüphe yok. Eğer 1. açıklama doğru ol
maralarıdır) görm edik m i hepimiz? M ükemmel el saydı, tıpkı ilk bölümde bahsettiğimiz balkabakları
dağılımına dair en olası açıklamanın, h er ne kadar ve at arabaları ile kurbağalar ve prenslerde olduğu
evrenin yasalarını ihlal etmekten daha az mucizevi gibi bildiğimiz bazı temel bilimsel ilkelerin ihlal
olsa da sadece şans eseri de değil, bir sihirbazın n u edilmiş olması lazım. Saf su moleküllerinin, alkol,
marası ya da dürüst olm ayan bir hilebazın oyunu tanin, çeşitli şekerler ve daha bir sürü başka şey
olduğu apaçık ortada. lerin de dahil olduğu karmaşık bir molekül karışı
Gelin b ir başka m eşhur m ucize hikayesine m ına dönüşmesi gerekirdi. Eğer bu açıklamayı di
yani daha önce değindiğim Yahudi vaizin suyu ğerlerine tercih edeceksek, alternatif açıklamaların
şaraba dönüştürm e hikayesine bakalım. Bir kez gerçekten de son derece olasılıksız olması gerekirdi.
daha ü ç tem el olası açıklamayı listeleyelim: Bunun (genelde sahnelerde ve televizyonlar
da yapılan num aralardan çok daha kurnazca) bir
1 Gerçekten olmuştu. Su gerçekten şaraba d ö
sihirbazlık num arası olması da olası ancak yine
nüşm üştü.
de 3. açıklamadan daha çok değil. Bu olayın ger
2 Bu kurnazca b ir sihirbazlık numarasıydı. çekleşmiş olduğuna dair kanıt bile yokken neden
sihirbazlık numarası olarak açıklamakla uğraşalım
3 Böylesi b ir olay hiç yaşanmamıştı. Bu sadece
ki? Karşılaştırdığımızda 3. açıklama çok daha ola
birinin uydurduğu bir hikaye, b ir kurmacaydı. Ya
sıyken, sihibazlık num arası olabileceğini düşünm e
da gerçekte olandan çok daha az olağanüstü bir şe
ye niye gerek duyalım? Biri bir hikaye uydurmuş.
yin yanlış anlaşılması söz konusuydu.
261
İnsanlar h er zam an hikaye uydururlar. Kurgu bu- Şarkı İsa’nın, annesi Meryem’in (bu arada bu
dur. Hikayenin kurm aca olduğu o kadar akla uy M eryem ile Fatim a hikayesindeki M eryem aynı
gun b ir açıklam adır ki, olayı sihirbazlık num ara kişi) k arnında olduğu zam anı ve M eryem ile Ko
larıyla açıklam ak için kendim izi yorm am ıza gerek cası Yusuf’u n bir kiraz ağacının yakınlarında yü
yoktur; h er ne kadar sihirbazlık num arası, evrenin rüyüşünü anlatır. Meryem’in canı k iraz ister am a
nasıl işlediğine dair bildiğim iz h er şeyi tepetaklak m eyveler M eryem’in yetişemeyeceği kadar yü k
ederek bilim sel kanunları ihlal eden m ucize açıkla sektedir. Yusuf’u n da canı ağaçlara tırm anm ak
m asından d aha olası olsa da. istem em ektedir, işte tam o sırada . . .
A slında özellikle, İsa d enen b u vaiz h a k k ın
Konuştu bebek İsa
d a u ydurulm uş birçok k urm aca hikaye biliyoruz.
M eryem ’in karnında
Ö rneğin, belki de sizin de biliyor olabileceğiniz,
“Bükül ey uzun dal,
Kiraz Ağacı isim li sevim li kısa b ir şarkı vardır.
Bükül ki a nnem biraz alabilsin
Bükül ey uzu n dal,
Bükül ki annem biraz alabilsin”
265
Teşekkürler
Richard Dawkins kitap için aşağıdakilere teşekkür eder:
L alla W a rd , L a w re n c e K rau ss, S ally G a m in a ra , G illia n S om erscales,
P h ilip L o rd , K a tr in a W h o n e , H ila ry R ed m o n ; K en Z etie, T om
L ow es, O w e n T oller, L o n d r a St P a u l O k u lu n d a n W ill W illiam s
v e S am R o b e rts , A la in T o w n se n d , Bili N ye, E lisab eth C o rn w e ll,
C a ro ly n P o rco , C h r is to p h e r M cK ay, J ac q u elin e S im p so n , R o salin d
T em p le, A n d y T h o m s o n , J o h n B ro ck m a n , K ate K ettlew ell, M a rk
P agel, M ic h a e l L a n d , T o d d S tiefel, G re g L anger, R o b e rt Jacobs,
M ic h a e l Y u d k in , O liv e r P y b u s , R a n d R ussell, E d w a rd A shcroft,
G re g S tik e le ath er, P a u la K irby, A n n i C o le -H a m ilto n v e M o ra y F irth
O k u lu p e r s o n e li v e ö ğ re n c ile ri.
Resimler
A r a b a k a p o r ta s ın d a k i M ic h a e l Jackson, syf. 248, © K N S N ew s
“K ız a rtm a ta v a sın d a k i İsa”, syf. 2 49, © C a te rs N ew s
“T o stta k i İsa”, syf. 2 4 9 , © C h ip S im o n s/G e tty
C o ttin g le y p e r ile ri, syf. 2 55, © G le n n H ill/S S P L /G e tty
G a la k sile r, syf. 167, © N A S A /G e tty
T ayfölçer, syf. 170, © O x fo rd B ilim T a rih i M ü zesi
271