You are on page 1of 8

İslam Hakk’ın son dinidir. İslam; adalet, barış ve kardeşlik dinidir.

İslam;
iyiliği egemen kılma ve kötülükle tavizsiz mücadele etme dinidir. İslam;
mazlumların, mağdurların, yoksulların dinidir. İslam, sevginin, saygının,
dayanışmanın, birliğin dinidir.

İşte tüm bunları ifade etmek üzere İslam’a tevhid dini diyoruz. Tevhidin
karşısında ise şirk vardır.

Şirk ise bölünmedir, ayrılıktır, ikiliktir.

Şirk; insanların köle ve hür diye ayrıştırılmasıdır. Şirk; Hakkın birliğine gölge
düşürmektir. Şirk; zulme rıza göstermek, mazluma sırt çevirmektir. Şirk;
kutsal değerleri kullanarak insanları sömürmektir. İnsanın hem inancını hem
emeğini sömürmektir. Şirk; insanlık onurunun ayaklar altına alınmasıdır. Şirk;
Allah’ı, insandan, doğadan, evrenden koparıp çok uzaklara atmaktır. Onun
evrende / varlıkta içkin oluşu gerçeğini inkârdır. Şirk; hem yokluğa
tapınmanın hem de kula kul olmanın adıdır.

Ve İslam şirke mücadele bayrağını yükselten bir iman hareketidir.

Böyle bir dine nasıl pusu kurulur?

Kurulur mu?

Kurulur elbet…

Peki, nedir pusu?

Nasıl bir alçalmadır?

Nasıl bir ihanet, nasıl bir rezalettir?

Pusu; sözlüklerde şu şekilde tanımlanıyor:

Birine saklanarak yani gizlice ve onun hiç beklemediği bir anda saldırmak için
beklenilen yer!

Pusuda bekleyip saldırmaya da pusu kurmak deniliyor.

Pusu, korkakların başvurduğu bir yoldur. Zira pusu kurmak, korkaklığın en


belirgin alametidir.

Yiğitler ise düşman bildiğiyle mertçe dövüşür yahut savaşır. Hile yapmaz, pusu
kurmaz.
Düşmanıyla açıktan açığa savaşmayı göze alamayan korkakların başvurduğu
pusu, şeref kavramını da ayaklar altına aldıran bir rezilliktir.

Evet, İslam’a da pusu kurulmuştur. Hem de binlerce kez…

Ve ne acıdır ki bu pusuların henüz sonu gelmiş değildir.

İslam’a kurulan ilk pusu Mekke’nin fethi sırasında gerçekleşmiştir.

İslam’a ve Müslümanlara karşı yiğitçe savaşmayı göze alamayan Ebu Süfyan ve


şürekâsı Peygamber’in yanına varıp Müslüman olmak istediklerini
söylemişlerdir.

İslam’a inandıkları için değil, Hazreti Muhammed’e iman ettikleri için de değil;
artık savaşmaya cesaretleri kalmadığı için…

Nitekim Odalar Bölümü 14. Sözde / Hucurat Suresi 14. Ayette onların durumu
anlatılırken şöyle deniliyor:

“Araplar, inandık, dediler. De ki; siz inanmadınız yalnızca teslim


oldunuz. İman sizin kalplerinize girmedi…”

Böylesi sözde Müslümanlara “tuleka” denilmekte… Çünkü onlar inanmadıkları


halde teslim olanlardır. “Tuleka” da serbest bırakılanlar demektir. Hazreti
Muhammed onları affetmiş ve serbest bırakmıştır.

Öte yandan “Tuleka” terimi, daha dar çerçevede Mekke’nin fethi sırasında
şehrin lideri sıfatıyla tulekanın başında yer alan Ebû Süfyân’ın soyundan gelen
Emevî hânedanını nitelemek amacıyla da kullanılmıştır. Hazreti Ali’nin,
Muâviye ve Ebû Süfyân için kelimeyi bu bağlamda kullandığı rivayet
edilmektedir. Hazreti Ali, Muâviye’yi temsilen Mesleme oğlu Habib
başkanlığında huzuruna gelen üç kişilik heyete şiddetle tepki göstermiş,
kendilerini muhatap almaya bile değer bulmadığını söylemiş, bu arada
Muâviye hakkında da “talîk oğlu talîk” demiştir. Bilindiği gibi talîk, tulekanın
tekilidir.

Tuleka’nın çoğu kendilerine yapılan iyiliğe nankörlük etmişlerdir. Zira bir süre
sonra dışarıdan yenemedikleri İslam’ı içeriden çökertmek yahut yozlaştırmak
için sinsi sinsi çalışmaya başlamışlardır.

İşte bu, yüzyıllardır süren bir pusu faaliyetinin başlangıcıdır.

Onlar, Müslüman görünüp İslam’a düşmanlık etmişlerdir.

Nitekim Huneyn Gazvesi’nde İslam ordusu baskına uğrayıp dağılınca


Tuleka’dan olan pek çok kimse pervasızca sevinmekten geri durmamıştır.
Savaşın ardından bazı sahabîler bunların münafıklığına kanaat getirmiş ve
cezalandırılmalarını istemiştir. Ne var ki merhamet peygamberi Hazreti
Muhammed yine de onları cezalandırmamıştır.

Ancak onlar kendilerine gösterilen bütün iyi niyete rağmen içten içe,
düşmanlığa devam etmişlerdir.

Biz bu gizli / sinsi düşmanlığa pusu diyoruz.

Ebu Süfyan’la başlayan bu pusu kurma ihaneti, Muaviye ile devam etmiş ve
Emevi saltanatı boyunca İslam’a ağır darbeler indirmiştir. Sonrasında
Abbasiler de aynı ihaneti sürdürmüşlerdir.

Tuleka’nın İslam’ın başına açtığı işler bir değil, bin değildir. Onlar İslam’ı ters
yüz edecek kadar dine zarar verdiler. Öyle ki; İslam’da olmayanı İslam’a
soktukları gibi İslam’da olanı da İslam’dan çıkardılar.

Onlar ki haksızlığa karşı başkaldırı dini olan İslam’ı zulme itaat dine çevirdiler.
Sultana / halifeye itaati Allah’a itaat gibi yansıttılar. Ona isyanı da Allah’a isyan
olarak nitelediler.

Onlar ki, hakkı batıl, batılı da hak kılığına soktular.

Fetih ideolojisi ile nice memleketleri ele geçirip talan ettiler.

Ganimetlerle semirdiler; milyonlarca mazlumun canını kemirdiler, kanını


sömürdüler.

İnsanları köleleştirdiler, cariyeleştirdiler.

Barış dini olan İslam’ı cihat adı altında kanlı savaşların dinine çevirdiler.

Zulme karşı isyanı kâfirlik ve mürtedlikle yaftaladılar. Her türlü hak arayışını
fitne etiketiyle etiketlediler. Kerbela şehidi İmam Hüseyin’i bile fitne
çıkarmakla itham ettiler. O Hüseyin ki peygamber torunuydu. O Hüseyin ki,
İmam Ali’nin ve peygamber kızı Hazreti Fatıma’nın oğluydu.

Lakin hiç umursamadılar ve hunharca katlettiler.

Onlar ki, Medine yakınlarındaki Harre’de binlerce sahabî Müslüman kadına


tecavüz edip binlercesini de öldürdüler.

Bu iğrençliği dillerindeki “Allahu ekber” sözüyle gerçekleştirdiler. Oysa Allah’ın


en büyük oluşuna iman etseydiler bunları yapamazlardı.

Gün geldi Kâbe’yi bile ateşe verdiler. Mekke’yi yağmaladılar.

Hatta 2 yıl boyunca hac için insanları Mekke yerine Kudüs’e çağırdılar.
Onlar ki insan hürriyetini yok etmek için kader ve kaza inancını bir siyasi
doktrin olarak icat edip müminlerin yüreklerini işgal altına aldılar.

Yaptıkları zulümleri kadere bağladılar. Sergiledikleri haksızlıkları ve işledikleri


cinayetleri Allah’a fatura ettiler. Allah’ı dillerine sakız, ellerine oyuncak etmeye
kalkıştılar.

Ve onlar bunları yaparken daima Müslüman olduklarını iddia ettiler.

Lakin onlar Tuleka idiler yahut Tuleka’nın çocukları, torunları…

Namazı namaz olmaktan çıkardılar, orucu oruç, haccı hac olmaktan…

Zekatı ve infakı görmediler. Sömürüyü esas aldılar. Tüyü bitmemiş yetimin


hakkını zimmetlerine geçirdiler. Maun Suresi’ni ayaklar altında çiğnediler.

Müslümanlara sırf Arap değiller diye köle anlamında Mevali dediler. Arapçayı
ve Araplığı dayattılar. İslam’ın evrenselliğini Arap ırkçılığına kurban ettiler.

Ayırdılar, böldüler, kırdılar, parçaladılar. Vahdeti değil tefrikayı meslek


edindiler.

Ve böylece Tevhid dini olan İslam’ı şirke alet ettiler.

Kim ki Muhammedî İslam’ı savunduysa ona türlü işkence ve zulümlerle


saldırdılar.

Hapsettiler, kırbaçladılar, sürgün ettiler, öldürdüler.

Sonra tüm bu zulümlerini örtebilmek için gösterişli camiler inşa ettiler.

O camilerde riya namazlarına durdular.

Ne din umurlarındaydı ne iman ne Allah ne de Kur’an!

Onlar yiğitçe savaşamadıkları İslam’a karşı alçakça mücadele yoluna saptılar.

Kurdukları pusuyu yüzyıllar boyunca sürdürdüler. Lakin o ihanet hareketi


tarihte kalmadı. Bugün de tüm şiddetiyle sürmektedir.

Evet, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde de nice


TULEKA, Müslümanların başına bela oldu. İslam’ı yozlaştırma hareketi bir
geleneğe dönüştü.

Mezhep dediler, tarikat dediler, cemaat dediler; örgütlendiler.

Kur’an’ı dışlayıp hadis adı altında bir yığın yalanı Hazreti Muhammed’e izafe
ettiler.
Hâsılı yıkıp İslam’ı, yeni bir din kurdular.

Milli şair Mehmet Akif’in onlara hitaben;

“Nebiye atf ile binlerce herze uydurdun

Yıktın da din-i mübini yeni bir din kurdun.” demesi hakikati ne de


isabetli ortaya koyuyor.

Onlar ki Kur’an’ı anlaşılmaz addettiler. Ne var ki yalnızca kendilerinin


anlayacağını ileri sürüp tahrif ve tahrip ederek ayetleri çarpıttılar. Halka çarpık
fetva ve tevillerini anlattılar. Böylece Kur’an ile aldattılar.

Kur’an’ı dillerinden gönüllerine indirmediler. Lafzının olmasa bile mana ve


ruhunun üzerinde tepindiler. Şirklerine dayanak aradılar. Nice ayetleri eğip
bükerek kendileri için ihdas ettikleri türedi makamlara Kur’an’dan meşruiyet
aradılar.

“Şeyh” oldular; Allah’a götüren vesileyiz, dediler.

“Mürşid” oldular; günahları bağışladılar.

“Gavs” oldular; sözde iman ve tövbe dağıttılar.

“Şeyhülislam” oldular; Yunus’ları bile tekfir ettiler.

“Müftü” oldular, Nesimî’lerin derisini yüzdüler.

Onlar hakkın değil şeytanın dostluğunu tercih ettiler.

Onlar ihlâsı değil riyayı seçtiler.

Onlar imanı değil küfrü üstün tuttular.

Onlar tevhide değil şirke meylettiler.

Saptıkça saptılar, saptırdıkça saptırdılar. Hidayet yolunun üzerinde engeller


kurdular.

Cehennemle korkuttular, azapla tehdit ettiler. Cenneti ise kendi tekellerine


aldılar.

Riya kürsülerine oturup katliam fetvaları verdiler.

Çoluk çocuk, kadın ve yaşlı demediler; milyonların kanına girdiler.


Ellerinde şeriat kılıcı vardı. Dillerinde çarpıttıkları ayetler vardı.

Öyle bir pusu kurdular ki İslam’a şeytan bile şaştı kaldı.

Onlar Müslüman değil İslamcı, dindar değil dinci idi.

Biliriz ki dincilik; Allah’a ve dine hizmet adı altında, dini Allah’ın iradesinin
tersi yönünde işletmenin şeytanî zihniyetidir. Dincilik kendi adına iş yapıp
bunu Allah için diye yansıtmaktır. Dincilik; dindarlığa karşı dini kendince
farklı bir içeriğe sokup onu tahrif etme yolunda işlenen her türlü iğrenç fiilin
adıdır. Dincilik; tarihin gördüğü en büyük sahtekârlıktır. Zira dincilik; dinden
görünüp dine düşmanlık etmektir.

O halde bizim çağrımız samimi Müslümanlaradır.

Ey Müslüman,

Ey Muhammedî mümin,

Bil ki senin en büyük düşmanın ne dinsizlerdir, ne ateistler ne de başka


dinlerin mensupları!

Senin ve inandığın dinin en büyük düşmanı Tuleka’nın ideolojik torunları olan


dincilerdir. Onlara karşı teyakkuz halinde olmayı dindarlığının ayrılmaz bir
parçası haline getiremezsen aldatılmaktan kurtulamazsın. Bil ki aldatmak
kadar aldanmak da günahtır, haramdır. Ne aldatan ne aldanan olmalıyız. Bu,
Muhammedî İslam’ın şiarıdır.

Yüzyıllardır devam eden pusuyu fark etmek mümince bir basiretle


mümkündür. Basiretini kullan, ferasetini ihya et ve kurulan tuzakları, oynanan
oyunları boz.

Allah ile aldatılma! Ezan ile aldatılma! Namaz ile aldatılma! Kur’an ile
aldatılma!

Fikrini, irfanını ve vicdanını özgür kıl; aklını kullan!

Zira Yunus Bölümü 100. Sözde buyrulduğu gibi;

“Allah aklını işletmeyenlerin üzerine pislik yağdırır…”

You might also like